You are on page 1of 511

GENEL YAYIN YÖNErMEN1 Murat Belge

1LEI1Ş1M A.Ş. ADINA SAHİBİ Tuğrul Paşaoğlu


YAYIN KURULU Murat Belge, Tanı! Bora, Ahmet Çiğdem, Bağış Erten,
Murat Gültekingil, Ahmet insel, Ömer Laçiner

EDİTÖRLER Tanı! Bora, Murat Gültekingil


YAYIN SEKREIEtl Bağış Erten
cıu EDİTÖRLER1 B ı R ı N c ı c ı LT
Cumhuriyet'e Devreden Dılşılncc Mirası:
Tanzimat ve Meşrutiyet'in Birikimi: MEHMET ö. ALKAN
iKiNCi CiLT
Kemalizm: AHMET iNSEL
ÜÇÜNCÜ CiLT
Batıcılık: UYGUR KOCABAŞOGLU
DÖRDÜNCÜ CiLT
Milliyetçilih: TANIL BORA
BEŞiNCi CiLT
Muhafazakarltk: AHMET ÇIGDEM
ALTINCI CiLT
Islılmcılık: YASIN AKTAY
YEDiNCi CiLT
Liberalizm: MUSTAFA ERDOGAN
SEKiZiNCi CiLT
Sol Düşünce: MURAT GÜLTEKINGIL
DOKUZUNCU CiLT
Dönemler ve Karahteristikler: ÖMER LAÇINER

ISBN 975-470-910-6 • ISBN 975-470-909-2 (Tk. Na)


© 2001 lletişim Yayıncılık A. Ş.
1. BASKI 2001, lstanbul

SAYFA ve KAPAK TASARIMI Suat Aysu


KAPAK FILMI Diacan Grafik
DÜZELTi Serap Yeğen
DiZiN M. Cemalettin Yılmaz
MONTAJ Şahin Eyilmez
BASKI ve CiLT Sena Ofset

lletişim Yayınlan
Klodfarer Cad. lletişim Han Na. 7 Cağaloğlu 34400 lstanbul •Tel: 212.516 22 60-61-62
Fax: 212.516 12 58 • e-mail: iletisim@iletisim.com.tr • web: www. iletisim.com.tr
MODERN
TÜRKİYE'DE
SİYASİ
DÜŞÜNCE

Cumhuriyet'e Devreden Düşünce Mirası:

Tanzimat ve
Meşrutiyet'in Birikimi
MODERN
TÜRKİYE'DE
SİYASI
•• ••

DUŞUNCE
CJ
.:·
L D.
·.,
İ N Y A Z "A R .L A R ti
MEHMET Ö. ALKAN • EMiN ALPER• MASAMI ARAi •SUAVi AYDIN •

RIFAT N. BALI •OYA BAYDAR • FOTI BENLISOY • STEFO B ENLISOY •

FATMAGÜL BERKTAY• HAMiT BOZARSLAN • GÖKHAN ÇETINSAYA•

KAAN DURUKAN • ERDOGAN ERBAY • CEMAL KAFADAR • AYKUT

KANSU • ISMAIL KARA • M. ASIM KARAÖMERLIOGLU • KEMAL H.

KARPAT • CEM i L KOÇAK • ORHAN KOLOGLU • MURTAZA KOR­


LAELÇI • ATILLA LÖK • ŞERiF MARDiN • CHRISTOPH K. NEUMANN
• CEMiL O KTAY•BURAK ONARAN• ILBER ORTAYLI •BARIŞ ÖZDEN

• JALE PARLA • CENK REYHAN • SELÇUK AKŞIN SOMEL • A. GÜN

SOYSAL • ZAFER TOPRAK • METE T UNÇAY • KEREM ÜNÜVAR •


FÜSUN ÜSTEL• NICOLE VAN OS • ARUS YUMUL
lçindekiler

Sunuş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .1 1
Giriş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .1 7

C E M AL KA F ADA R
Osmanlı Siyasal Düşüncesinin Kaynaklan
Üzerine Gözlemler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23

C E M i L OKT A Y
Bizans Siyası ldeolojisi'nden Osmanlı
Siyası ldeolojisi'ne . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 29
. .

I L B E R O R T A Y LI
Osmanlı'da 18. Yüzyıl Düşünce
Dünyasına Dair Notlar. . . . . . . . . . . . . . . · · · · · · . . . . . . . . . . . . . . .3 7

Ş E R i F M A R Di N
Yeni Osmanlı Düşüncesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42

G Ö K H A N Ç E TI N S A Y A
Kalemiye'den Mülkiye'ye Tanzimat Zihniyeti . . . . . . . . . . . . . . . . 54
• Mithat Paşa
GÖKHAN ÇETİNSAYA . ... .. ... ............. ........................... .. . ...... ....60

CE M i L KO Ç AK
Osmanlı!Tiırk Siyasi Geleneğinde Modem Bir Toplum
Yaratma Projesi Olarak Anayasanın Keşfi
Yeni Osmanlılar ve Birinci Meşrutiyet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .72
. . .
i Ç i N D E K i L ER

• Tanzimat Bağlamında Ahmet Cevdet


Paşa'mn Siyasi Düşünceleri
CHRISTOPH K. NEUMANN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .83

S ELÇ U K AKŞ I N S O M EL
Osmanlı Reform Çağında
Osmanlıcılık Düşüncesi (1 839-1 91 3 ) ................................. ...88
•Abdullah Cevdet
KEREM ÜNÜVAR... ......... .......... ........... .. ....98

S U A V i A Y DI N
İki İttihat-Terakki: İki Ayn Zihniyet, İki Ayn Siyaset . . . . . . .1 1 7
•Ahmet Rıza
BARIŞ ALP ÖZDEN/ ATİLLA LÖK . ................... .... .. . .... . .......... .......1 2 0

K E R E M Ü N ÜV A R
Ittihatçılıktan Kemalizme
İhya'dan İnşa'ya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .1 29

K A A N D U R U KA N
Türk Liberalizminin Kökenleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .1 43
• Prens Sabahaddin
CENK REYHAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . J 46
• Prens Sabahaddin'in Düşünsel KiJynaklan ve
Aşm-Muhafazakar Düşüncenin ithali
AYKUT KANSU .......... . · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · . . . . . . . . .1 56

FÜS U N ÜSTEL
II. M eşrutiyet ve Vatandaşın "İcadı" ........ . .......1 66
• Ahmed Mithat Efendi
BURAK ONARAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . J 70

M A S A M ! A R Ai
Jön Türk Dönemi Türk Milliyetçiliği . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .1 80
• Ö�er Seyfettin
EMiN ALPER.... ............................................ ............. .... J 86

A . GÜ N S O Y S A L
Tatarlar Arasında Türkçülük . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .1 96
•Ahmet Ağaoğlu
A. GÜN SOYSAL . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 202
i Ç i N D E K i L E R

M U R T A Z A K O R LA EL Ç I
Pozitivist Düşüncenin İthali ........... . .... .... ........................ ... 21 4

J A L E P A R LA
Tanzimat Edebiyatı'nda Siyasi Fikirler ............. ......... . .. 223 .

• Tevfik Fikret
ERDOGAN ERBAY ........... .. . ...... ................................... ........ ... 226
.

I S M A I L KA R A
lslam Düşüncesinde Paradigma Değişimi........ . ....... .... . . 234
• Namık Kemal
CEMİL KOÇAK . ..... .................. ..... . .. ................ . . ..... .. . .... .. 244

G Ö K H A N Ç ET I N S A Y A
İslami Vatanseverlikten İslam Siyasetine..................... . .. 265
• il. Abdülhamit'in Siyasal Düşüncesi
ORHAN KOLOGLU ........... ... ................... ... .................. .... ... 273
. .

A YK U T KA N S U
20. Yüzyıl Başı Türk Düşünce
Hayatında Liberalizm ........................ ............... ...................... 27 7

M ETE T U N Ç A Y
Cumhuriyet Öncesinde Sosyalist Düşünce . .......... . . . ...... . 296
• Hüseyin Hilmi
OYA BAYDAR .................... ........................... ...................... .. 300 .

• Parvus Efendi
ASIM KARAÖMERLİOGLU .. ..... ......... ... · · · · · · ... ... .304

ZA F E R T O P R AK
Osmanlı'da Toplumbilimin Doğuşu. . ..... ........... ... .. .31 0
• M. Ziya Gökalp
HAMİT BOZARSLAN .. ... ..... ........... ... .... . ..... .
. .. 31 4
• Ziya Gökalp'in Korporatifçilik,
Millet-Milliy�tçilik ve Çağdaş Medeniyet
Kavramları Uzerine Bazı Düşünceler
KEMAL H. KARPAT ....... ......................................................... ... 328
iÇiNDEKiLER

NIC OLE A . N . M . V A N OS
Osmanlı Müslümanlannda Feminizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .335

F A T M A GÜL B E R K T AY
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Feminizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .348

A R U S YU M U L I R I F A T N . B ALI
Enneni ve Yahudi Cemaatlerinde
Siyasal Düşünceler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 362

FOTI B E N L I S OY ! S T E F O B E N LI S OY
Millet-i Rum'dan Hellen Ulusuna (1 856-1 922) .....367

M E H M E T Ö . A LK A N
Resmi ideolojinin Doğuşu ve
Evrimi Üzerine Bir Deneme ... . . . . . . . . . . . . . . . . . · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · . . . 377

Kaynakça . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 409

Dizin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 433

Seçme Metinler . · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · . . . . 449


Sunuş

Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce, bir 'etkinlik' kazanmasının yolu bu


Türkiye'nin son, modern yüzyılının değil midir?
siyasal düşüncelerinin eleştirel-anali­ Siyasal düşünüşün, dört düzlemini
tik bir dökümünü çıkartmayı amaçla­ ayırdetmeyi önerebiliriz. 1) Belirli bir
yan bir derlemedir. tutarlılık ve bütünlükle ifade edilmiş
Şunu baştan vurgulamak gerek Bu­ savlara, sistemli olma iddiasındaki bir
rada amaç, siyasal olayların, eylemle­ akıl yürütmeye dayanan, 'dört başı
rin yorumlanması, değerlendirilmesi, mamur' düşünsel metinler, fikir man­
yani siyasal tarihle ilgili düşünce üre­ zumeleri... 2) Uygulamaya, eyleme
tilmesi değildir. insanın eyleyici, ku­ dönük programlar ve ideolojik koşul­
rucu, yaratıcı etkinliğinin düşünsel lamayı, bağlanma (angajman) sağla­
doğasını, Praxis'i ihmal ediyor deği­ mayı hedefleyen dohtriner söylemler,
liz. Kuşkusuz -hele siyasal düzlemde­ ilmihaller, modern mitolojiler . 3) . .

düşüncesiz, bir düşünüşe dayanma­ Dünyayı "felsefi-olmayan" ya da "fel­


yan, bir düşünüşü yaymayan etkin­ sefe-öncesi" olmayan bir biçimde yo­
lik/eylem olmaz; ya da düşünce so­ rumlamaya, anlamlandırmaya dönük
yutlanarak eylem/etkinlik-dışı bir ideolojiler; gerek yapılan dır ılmış,
varlık olarak anlamlandırılamaz. Ey­ doktriner açılımı olan, gerekse gün­
lem ve söylem, bağımsız uğraklar ya delik/hendili ğ inden ideolojiler ... 4)
da 'istasyonlar' değildir. Ancak bu ki­ Savların, kavramların içinde kültürel
tap dizisinde amaçlanan, sadece söze anlamlarını bulduğu düşünüş kalıpla­
ve metne döküleni değil eylemde rı,
zihniyetler.
'yansıyanı' da kapsayarak, düşünce­ Modem Türkiye'de Siyasi Düşiince'de,
nin üzerine eğilmek, düşünce üzerine mümkün olduğu ölçüde, bu dört düz­
düşünmektir (refleksiyon, düşünüm). lemin de hesaba katılması, aralarında­
Düşüncenin 'bilinçli' kılınmasının ve ki yansımaların gözetilmesi istendi. Ne
SU N U Ş

12
var ki zihniyet analizinin özel bir alan sıyla, diğerlerinden farklılaşıyorlar. 1.
olduğu ve çok yönlü bir düşünsel ar­ Ciltte, Türk modernleşmesinin Cum­
keolojiyi gerektirdiği takdir edilecek­ huriyet-öncesi siyasal düşünce mirası
tir. Zihniyet analizine ilişkin, bu edis­ toparlanıyor; bu miras, Cumhuriyetin
yondaki kimi makalelerin arkaplanın­ siyasal-düşünsel oluşumlarıyla sürek­
da değerli veriler bulunacaktır; ancak liliği içinde ele alınıyor. 9. Ciltte ise,
bu işlevin tümüyle yerine getirilmesi siyasal düşünüşün tarihsel süreci
bu çalışmadan beklenemez. Ancak içindeki kopuşlar, süreklilikler, dö­
Modem Türkiye'de Siyasi Düşünce, fi­ nemsel bağlamların etkileri, akımları
kirler, doktrinler ve ideolojiler bahisle­ ve dönemleri yatay kesen ortak dü­
rinde eksik bırakmama iddiasındadır. şünsel karakter özellikleri tartışılıyor.
Bu bakış açısıyla, kendisini doğru­ Bu ciltteki yazıların bir bölümü kro­
dan siyasal seçişlerle ve iddialarla ifa­ nolojik analize eğilecektir. Böylece,
de etmemekle beraber, siyasal düşü­ tek tek siyasal düşünce akımlarını iş­
nüş üzerinde dolaylı etkilerde bulun­ leyen (tematilı) ciltlerde de ihmal
muş düşünsel faaliyetlere de değin­ edilmemeye çalışılsa da ancak arkap­
mek gerekirdi. Bu gereği gözeterek, landa, satır aralarında izlenebilen ta­
akademik, edebi, toplumsal-ahlaki, rihsel çerçeve takviye edilecektir.
dini vs. alanlardaki düşünsel üretim­ 2. ila 8. ciltler ise Kemalizm/Ata­
leri de tarihsel siyasal etkileri bağla­ türkçülük, Batıcılık/Modemizm, Milli­
mında kapsamaya çalıştık. yetçilik, Muhafazakarlık, Islamcılık,
Diziyi oluşturan kitaplar, 1. ve 9. Liberalizm ve Sol Düşünce başlıklarım
ciltler dışında, siyasal akımlarla baş­ taşıyor. B u nl a rın çoğunu siyasal
lıklandmlmıştır. 1. Cilt bir tür "giriş" akımlar olarak adlandırmakta tered­
işlevi görmesiyle, 9. Cilt ise değerlen­ düt edilmeyecektir: Kemalizm/Ata­
dirme veya muhasebeye yoğunlaşma- türkçülük, Milliyetçilik, lslamcılık, Li-
S U N U Ş

13
beralizm ve Sol Düşünce, örgütleşen, inceleyen, onu değişik veçhelerinden
tutunum ve kimlik sunan, fikir/dokt­ gören makalelerle ele alınmıştır. Bir
rin/ideoloji üreten siyasal düşünce düşünceye özgül niteliğini ve 'anlamı­
odaklarıdır. Bu akımların kendi iç ay­ m' veren, onun etrafındaki ve kendi
rımlarının yamsıra etkilerine, yaygın­ içindeki tartışmalardır. Makalelerin,
lıklarına uygun bir kapsam oluşturul­ bir düşünsel oluşumu hem kendi iç
muştur; -örneğin siyasal- düşünsel et­ bütünlüğü ve kurgusuyla hem de dü­
kinliği ve iç çeşitliliği sınırlı olan Li­ şünsel ve pratik etkileşimleriyle tasvir
beralizm cildinin/kitabının, diğerle­ ve tahlil eden bir toplam oluşturması
rinden daha ince olması makul ve hedeflenmiştir. Belirli bir tartışmaya,
muhtemeldir. Muhafazakarlık ve Batı­ odaklanmaya, sorunsala eğilen mo­
cılıh/Modernizm ise, özerk siyasal nografik özellikli makaleler yanında,
akımlar olarak tanımlanması tereddüt 'makro' ölçekli yorumlar yapan, kimi
uyandıracak başlıklardır. Ancak mu­ zaman denemeci yam olan makaleler
hafazakar ve Batıcı/modemist düşün­ de görülecektir. Siyasal düşüncenin
ce örüntülerinin siyasal ideolojilere, yeniden üretiminde rol oynayan ku­
onun ötesinde kendiliğinden ideoloji­ rumlarla, özellikle dergilerle ilgili mo­
lere ve zihniyet yapılarına etkisi nografik çalışmalara yer verilmiştir.
önemlidir. Bu nedenle ayn başlık ola­ Ayrıca edisyon, çok sayıda düşünce
rak incelenmelerinde yarar görülmüş­ insanıyla ilgili monografik portreyi
tür. Nitekim bu iki cildin, siyasal dü­ kapsamaktadır. Bu portrelerde, sözko­
şünüşün daha derin katmanlarına nü­ nusu şahsiyetlerin, fikri ve ideolojik
fuz etmeye, arkaplan analizine özel­ üretimlerine veya temsiliyetlerine yo­
likle katkıda bulunduğunu sanıyoruz. ğunlaşılmıştır. Yazarlardan, konuyla
Her cilde/kitaba başlığım veren dü­ ilgili temel ("ansiklopedik") bilgiyi di­
şünce akımı, onun değişik unsurlarını daktik olmayan bir yapı içinde -ar-
S U N U Ş

14
kaplanda- kapsamaları, ancak bunu Mensubiyet/aidiyet açısından bir
analitik bir değerlendirmeye bağlama­ muğlaklık olmadığı varsayılsa bile, bu
ları istenmiş; bu çerçeve içinde 'öznel kesişimler ve etkileşimler göz önünde
yorumlara' da kapalı kalınmamıştır. tutularak, farklı siyasal akımların ve o
Okuyucunun Iletişim in ansiklopedik
' akımlara ilişkin kavramsal araçların
referans kitaplarından tanıdığı, taraf­ sağladığı imkanların ışığında incelen­
sızlık değil nesnellik iddia eden yakla­ meleri yararlıdır. Bir siyasal düşünce
şım bu edisyonda da geçerlidir. Bu ba­ figürüne, izleğine, diyelim ki hem
kımdan, kimi zaman aynı konuda ol­ milliyetçilik hem Batıcılık açısından
mak üzere, birbiriyle çelişik savları, bakmak, zenginleştirici olacak, 'sağla­
bakış açıları olan makalelerin derlen­ ma yapma' işlevi görecektir. Tekrarlar
miş olması yadırganmamalıdır. ve çapraz okumalar, bu bakımdan ter­
Modem Türkiye'de Siyasi Düşünce'ye cih edilmiştir. Ele alınacak izlekler
bir bütün olarak bakıldığında dikkat saptanırken, farklı düşünsel akımların
çekecek bir nokta da, bazı temaların o izlekler üzerinden birbirleriyle gir­
ve düşünce insanlarının iki (veya da­ dikleri etkileşimler (ya da bazen etki­
ha fazla) başlık altında tekrarla yer al­ leşimsiz görünen koşutluklar!) özel­
masıdır. Bazı siyasal düşünce figürleri likle gözetilmiştir. Kaldı ki, özellikle
açısından bu tekrarlar ya da ikilikler düşünce insanları sözkonusu oldu­
özel bir izaha muhtaç değildir. Sözge­ ğunda, şu veya bu ciltte yer almaları­
limi sol ile Kemalizm ya da milliyetçi­ nın bir topyekün siyasal aidiyet tayini
lik ile muhafazakarlık ve lslamcılık olduğunun düşünülmemesi gerekir.
arasındaki bağıntılar T ürkiye'de yıllar­ Maksat, özneleri/kişileri tasnif etmek
dan beri tartışılır. Birçok kavram, sav, değil, anlamlı bir analiz bağlamı, gere­
sözce, imge, şiar ve şahsiyet, bu gibi kirse bağlamları içinde düşüncelerini
kesişim alanlarında konumlanmıştır. yorumlamaktır.
S UNU Ş

15
Edisyondaki yazı çeşitliliği ve bakış geleyici ve ek okumalar için yol gös­
açısı çoğulluğu, her cildin/kitabın tericidir. Geniş tutulmuş, alt başlıkla­
editörünün kaleme aldığı Giriş maka­ ra ayrılmış Kaynakçaların ise doyuru­
leleriyle bir koordinat sistemine çıtur­ cu nitelikte olduğunu söyleyebiliriz.
tuluyor. Bu kuşatıcı sunuşlar, sözko­ Kaynakçalar, sözkonusu ciltte yer
nusu siyasal düşüncenin tarihsel geli­ alan yazıların atıf çerçevesinin ötesin­
şimiyle ilgili bir tasvir, bir yol haritası de, o cildin ilgilendiği düşünce akı­
sunarken, tek tek yazıları bütünlüklü mıyla ilgili kaynakça ihtiyacını karşı­
bir çerçeveye eklemliyor. lama iddiasındadır.
Modern Türhiye'de Siyasi Düşünce, Modern Türhiye'de Siyasi Düşünce,
yoğun bir Yazı Kurulu ve editörlük fa­ bütünlüğü olan bir edisyondur; cilt­
aliyeti ve ikiyüz civarında yazarın kat­ ler/kitaplar arasında bağıntılar, gön­
kılarıyla hazırlandı. Dar bir yazar-aka­ dermeler vardır. Bununla beraber,
demisyen çemberiyle sınırlı kalmaya­ edisyonun her cildi, bağımsız bir ki­
rak, bu alanda zaten fazla zengin oldu­ tap olarak da yararlanmaya açıktır
ğunu söyleyemeyeceğimiz akademik (cilt/kitap sözcüklerini bunun için bi­
birikimin olabildiğince yaygın bir ak­ tişik kullanıyoruz).
tarımına çalışıldı. Konularında uzman "Düşünce üretimi"nin, düşünce üze­
olarak tanınmış yazarların yanında, rine düşünmenin zengin bir gelene­
yeni kuşak araştmcılarm potansiyelin­ ğinden ve bu çabanın önemsendiğin­
den olabildiğince fazla yararlanıldı. den söz edemeyeceğimiz bir vasatta,
Her cilt Seçme Metinler ve Kaynak­ Modern Türhiye'de Siyasi DüşCıııce'ııiıı
ça ile tamamlanmıştır. Siyasal düşün­ özgün ve kalıcı bir başvuru kaynağı
ce açısından temsili önem taşıyan öz­ olacağına inanıyoruz. Eleştirel, özgür­
gün metinlerin derlendiği seçmeler, leştirici, geniş ufuklu bir siyasal düşü­
kuşkusuz tüketici değildir, fakat bel- nüşe de katkısı olmasını diliyoruz.
Cumhuriyete Devreden Düşünce Mirası: evre, çalkantılı bir dönem, ağır bir
Tanzimat ve Meşrutiyet'in Birikimi baş­ kriz dönemidir.
lıklı bu çalışma, Cumhuriyet Türkiye­ Gerçekten de siyasal düşünceler ta­
si'nde siyasal düşünce hayatına etki rihine bakıldığında, önemli siyasal ku­
eden düşünce akımlarını inceleyen ramların, genellikle, siyasal yapı ve
kapsamlı bir projenin ilk cildidir. Eli­ kurumların sorunlu ve bunalımlı ol­
nizdeki cilt Osmanlı'nın son dönemin­ duğu dönemlerde ortaya çıktıkları
den Cumhuriyet'e devreden siyasal gözlemlenmektedir. Klasik bir örnek,
düşünce mirasını betimlemeyi amaçla­ Eski Yunan toplumudur. Bilindiği gibi,
m ış-tır. Zira Cumhuriyet Türkiye­ Antik Yunan toplumunun yaygın siya­
si'ndeki bir çok kurum gibi siya­ sal birimi "site" yönetimi idi. Site yö­
sal/toplumsal akımların da kökenini netimlerinin çökmeye başladığı, top­
ve gelişimini Osmanlı modernleşme lumsal ve siyasal sorunlara, istemlere
sürecinde bulmak olanaklıdır. yanıt veremez duruma geldiği dönem­
Düşünceler, içinde yer aldıkları top­ de, önce Platon (Eflatun) ideal siyasal
lumsal, siyasal ve ekonomik ortam­ sistem arayışında ideal "site" kurgula­
dan bağımsız ele alınamazlar. Doğru­ masına gitmiş ve ünlü Devlet - Politeia
dan ya da dolaylı toplumsal yapının yapıtını bu çaba içinde ortaya çıkar­
özellikleri ile sorunlarından etkilenir­ mıştır. Öğrencisi ve siyasal bilimin ku­
ler/etkilerler, bu sorunlara yanıt ara­ rucusu olarak kabul edilen Aristoteles
yışlarına girerler. Bir çok ülkede oldu­ (Aristo) ise bir yandan Politika, diğer
ğu gibi Osmanlı modernleşme süre­ yandan da kendi dönemindeki 158 si­
cindeki düşünce hayatı da dönemin te anayasasını karşılaştırarak incele­
siyasal, toplumsal ve ekonomik so­ meler yaptığı 'Atinalılann Devleti adlı
runlarıyla yakından ilişkilidir, bunlara yapıtı ile yönetimlerin dolaşım kura­
yanıt verme çabasındadır. Ve Osmanlı mını geliştirerek uygulanabilir en iyi
modernleşmesine sahne olan bu uzun site rejimini betimlemeye çalışmıştır.
G 1 R 1 Ş

18
Yeni Çağda, mutlak monarşilerin gelişmeye başlamasıdır. Sonrasında,
güçlenmeye başladığı, feodal siyasal güçlü merkezi devletin özellikle top­
birimlerin ekonomik, toplumsal ve si­ lum devlet ilişkilerinde ortaya çıkardı­
yasal sorunlar yarattığı bir evrede, ğı tahakküm sorunları nedeniyle, sı­
merkezi devlet ve mutlak monarşiyi nırlandırılması arayışlarına tanık olu­
savunan siyasal kuramların geliştiril­ ruz. ]ean ]acques Rousseau ve ]alın Loc­
diğine tanık oluyoruz. 16 . yüzyıldan ke sözleşme kuramlarını, bu kez mer­
itibaren, Italy a nın baş sorunu olan
' kezi siyasal iktidarın egemenliğinin sı­
birlik sağlama ihtiyacına yönelik ola­ nırlandırılmasının bir aracı olarak ge­
rak Niccolo Machiavelli'nin Prens - Il liştirmişler ve eşitlik üzerinde dur­
Principe adlı yapıtında sınırsız yetkili muşlardır. Montesquieu da kuvvetler
monarkın gerekliliğini "ahlak dışı" bir ayrılığı konusundaki düşüncelerini,
meşruiyet çerçevesinde ele alması, yürütme gücünün sınırlandırılması
Frans a da ]ean Bodin'in Devlet Üstüne
' için bir mekanizma olarak geliştirmiş­
Altı Kitap adlı yapıtında mutlak mo­ tir. Tanzimat sonrası ve 1. Meşrutiyet
narşinin egemenlik kavramını hukuk­ öncesi dönemde Osmanlı aydınları
sal temellere oturtması, nihayet Ingil­ arasında bu üç siyaset felsefecisinin et­
tere de iç savaş sırasında Tlıomas Hob­
' kili olması da benzer bir sorunla ilişki­
bes'un Leviathan'da sözleşme kuramını lidir. Tocqueville'in eşitlik ve sivil top-
da kullanarak ve "hama hamini lupus" 1 um kurumları üzerinde durması,
[insan insanın kurdudur] durumun­ Marx'ın kapitalizm ve onun siyasal re­
dan kurtulmanın da yolu olarak mut­ jimi üzerine eleştirileri 19. yüzyılın
lak monarşinin savunusunu kurgula­ gelişen kapitalizmine ilişkin iki farklı
ması hep bu amaca yönelik düşünsel tespit ve tepkidir. Bu örnekleri çoğalt­
etkinliklerdir. Bütün bunların ardında mak ve çeşitlemek olanaklıdır.
yatan gerçek ise, feodal siyasal kurum­ Benzer biçimde özellikle 19. yüzyı­
ların çözülmeye, merkezi devletlerin lın bir ürünü olan siyasal akımlar da
G 1 R 1 Ş

19
(milliyetçilik, liberalizm, feminizm, sos­ leti'nin ve toplumunun yaşadığı, karşı
yalizm, anarşizm, dinlerin ideolojileş­ karşıya kaldığı sorunlar bu dönemde
mesi, anayasacılıh akımları ve devletçi­ gerek resmi metinlerin gerekse siyasal,
lik gibi) dönemin siyasal, toplumsal ve toplumsal ve felsefi düşünce akımları­
ekonomik sorunlarına birer tepki, ara­ nın da ana temalarını oluşturmaktadır.
yış, takviye ya da yanıt olma amacını llkin Osmanlı düşünüşünün başlıca
gütmüşlerdir. Bu ideolojilerin her biri temalarından biri olarak "birlik ve be­
toplumsal ve siyasal değişim üzerinde raberlik", ilerleme, devletin kurtarıl­
az çok belirleyici rol oynamıştır. Unu­ ması, bu arayışların sloganlarıdır, En
tulmaması gereken bir nokta, bu yüz­ kaba ayrımıyla 18. yüzyıl sonuna de­
yılda ülkelerarası etkileşimin artması­ ğin, devleti, "eskiyi ihya ederek" yeni­
nın bir boyutunun da ideolojilerin den yapılandırma önerileri getiren dü­
yaygınlaşması oluşudur. Osmanlı lm­ şünüşün yerini, 19. yüzyılda -her ne
paratorluğu da dahil olmak üzere Av­ kadar yine eskiyi ihyaya yönelik bir
rupa'dan başlayarak geniş bir coğraf­ söylem taşısa da- yeni bir düzen yarat­
yada 'Jön (Genç) Hareketleri"nin yay­ ma düşüncesi almaya başlamıştır. Bu
gınlığı bunun somut örneğidir. Alman­ yeni düşünüşün ana ekseni ve temala­
ya'da, Italya'da, Ispanya'da, Mağrip'te , rı ise 1839'da Gülhane'de okunan
Türkiye'de liberal, birlikçi, meşrutiyet­ Tanzimat Fermanı ile 1856 yılında
çi ya da cumhuriyetçi gibi özellikleri ilan edilen, Islahat Fermanı olarak bi­
olan bu hareketler "genç" öğrenci/ay­ linen, hatt-ı humayunlara verilen ad­
dın hareketleri olarak siyasal tarihte larda karşımıza çıkmaktadır: "Tanzi­
yerlerini almışlardır. mat" (düzenleme) ve "Islahat" (lyileş­
Tanzimat dönemine baktığımızda tirme - reform) . Geleneksel cemaat
benzer bir özellik gördüğümüzü söy­ sisteminin çözülmeye başlaması, eko­
leyebiliriz. 19. yüzyılda Osmanlı Dev- nomik ve mali güçlüklerin meydana
Gi R i Ş

20
getirdiği sorunlar karşısında adalet ve nızca Türk milliyetçiliği değil, Sırp,

müsavat (eşitlik) temalarının günde­ Rum, Romen, Bulgaı; Enneni, Arnavut,

me geldikleri gözlemlenmektedir. Arap, Kürt milliyetçilikleri) ya da pozi­


Elinizdeki cildin aktardığı düşünsel tivizm, materyalizm gibi bir çok düşün­
panorama, bu tarihsel arkaplan teme­ ce akımının/ideolojinin de temeli bu

linde görülmelidir. dönemde atılmıştır. Cumhuriyet dev­

Günümüzde var olan bir çok kurum rimleri, düşünsel ve kurumsal olarak,

Osmanlı'nın bu arayış döneminin tan­ Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde

zimat ve ıslahat gayretlerinden miras mayalanmıştır; bir çok alanda belirgin

kalmıştır ve bu kurumların günümüz­ bir süreklilikler tespit etmek zor olma­

deki mensupları, kurumlarının "es­ yacaktır. Dolayısıyla, siyasal fikirlerin

ki"liği ile övünmektedir. Bakanlıkların ve onların bağrında yer aldığı kurum­

bir çoğu, yüksek yargı organları (Yargı­ ların, hareketlerin Osmanlı modernleş­

tay, Danıştay, Sayıştay), kolluk (zabıta mesine uzanan bir arkeolojisini yap­

teşkilatı) ve kamu hizmet birimleri Clt­ mak, Cumhuriyet Türkiyesi'nin siyasal

faiye Teşkilatı, Deniz Hatları Işletme­ düşünce ortamını layığıyla tahlil etmek

si/Şirket-i Hayriyye), sivil ve askeri açısından kaçınılmazdır.

okullar (Siyasal Bilgiler Falıültesi!Mek­ Böyle bir arlıeo!oji, bir yandan siya­

t eb-i Müllıiye, Istanbu! Üniversitesi, sal zihniyet yapılarının ("Ittihatçı" an­

Harp Akademileri), bazı gazeteler... vb. layış ya da "bürolıratilı" zihniyet/"dev­

değişik alanlarda bir dizi kurum Os­ letadamı" zihniyeti gibi ... ) oluşum ve

manlı modernleşme döneminin ürün­ aktarım koşullarını anlamayı sağlaya­

leridirler. Aynı şekilde demokrasi, cak, diğer yandan bu döneme ilişkin

cumhuriyet, özgürlük, eşitlik vb. mo­ verili önkabulleri sorgulamaya da im­

dern siyasal kavramlar, keza Islamcılık , kan verecektir - örneğin, Prens Saba­

sosyalizm, feminizm, milliyetçilik (yal- haddin'in Türkiye'de liberal fikriyatın


G 1 R 1 Ş

21
atası olarak kabul etmenin sorunlu vazgeçilmez olduğunu unutmamayı,
,

yanları kendini gösterecektir. öte yandan bu vazgeçilmezliği Os­


Modern devletler ve modern ulus­ manlı-Cumhuriyet kutupsallığına (ya
devletin kurucu ideolojisi olarak milli­ da "yarıştırmasına") taşımak gibi bir
yetçilikler, genellikle, uzun ve zengin anakronizmaya düşmemeyi gerektirir.
bir "Eski"ye sahip olmakla övünürler. Bu anakronik bakışlardan uzaklaşıldı­
Türkiye açısından bu bakımdan sorun ğında, örneğin 11. Abdülhamit'in bu­
Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki günün lslaıncılıh tasavvurlarına uy­
"süreklilik ve kopuş" (ya da "süreklilik gun bir "ulu hakan" olmadığı görüle­
mi kopuş mu?") tartışmasında düğüm­ bilecektir.
lenmektedir. Bu noktada süreklilik ve Elinizdeki ciltteki makaleler, Cum­
kesinti çizgilerinin iyi çözümlenmesi huriyet Türkiyesi'nin siyasal düşünce
ihtiyacı kendini göstermektedir. Mo­ oluşumlarının tohumlarıyla ilgili tat­
dernleşme süreci açısından Osmanlı ile minkar bir çerçeve çizerken, Osmanlı
cumhuriyet arasındaki ilişki, nicel biri­ ile Cumhuriyet arasındaki bu kritik
kimlerin nitel sıçramaya dönüştüğü bi­ "süreklilik ve kopuş" tartışmalarını bir
çiminde ifade edilebilir. Cumhuriyet çok açıdan değerlendirmeye yarayacak
modernleşme sürecini devrimci ve di­ katkılar da içermektedir.
namik bir yola sokmuştur. Son olarak bu derleme, Türkiye'nin
Türkiye'nin düşünce hayatı açısın­ üç kuşak aydınları, biliminsanlarını
dan temel bir ihtiyaç, moder nleşme bir araya getirmiştir. Çiçeği burnunda
tarihini güncel siyasal hareketlerin ve akademisyenler veya araştırmacılar,
günlük siyasal rekabetlerin meşrulaş­ kendi alanında yol almakta olanlarla,

tırma aracı olmaktan çıkarmaktır. Bu, nihayet bu konuda otorite olmuş isim­
Osmanlı'nın tarihsel birikiminin kav­ lerin bir araya geldiği nadir çalışmalar­
ramanın, modern toplumsal-siyasal dan biridir.
yapıları doğru anlamak açısından da Mehmet Ö. ALKAN
Osmanlı Siyasal Düşüncesinin
Kaynakları Üzerine Gözlemler
C E M A L K A FA D A R

irkaç kuşak öncesi Osmanlı-Türk üzerinde dururken, bugün uzmanların dı­

B düşı:incesinde Büyük Iskender'in


tartışılmaz bir yeri olduğunu bil­
mek, bugün şaşırtıcı gelebilir. Oysa, eli­
şında çok az kişinin farkında olduğu çok
geniş bir kültür coğrafyasına ve çok derin
bir kültür tarihine yayılmamız gerekir.
mizdeki en eski Osmanlı tarihi, Ahme­ Bu açıdan Doğu'ya da bakmak, yani
di'nin ( 1334- 1413) kaleme aldığı ve Bü­ kadim Iran ve Hint medeniyetlerini de
yük Iskender'in (daha doğrusu, Makedon işin içine katmak gerekir. Iran padişahla­
kralı Büyük lskender'in yaşam öyküsünü rından Anuşirvan, siyaset üzerine yazan­
çağnştıran öğeler ile iç içe geçmiş birçok ların sıkça andığı adil bir hükümdar ve
menkıbenin kahramanı bir "Iskender"in) bir bilge konumundaydı mesela. Siyaset
efsaneleşmiş öyküsünü anlattığı Iskender­ ve ahlak yazınının eğlenceli kaynakların­
name adlı eserine eklediği kısa bir "son­ dan Tıitiname'nin, eski Hint klasiklerin­
söz"den ibarettir. O ünlü fatihin gerçek den birine (Pançatantra) dayandığı Os­
ya da muhayyel maceralarını okumak ve manlılar tarafından gayet iyi bilinirdi ve
anlatmak, tarih ve siyaset kitaplarında, şi­ bu eserin bir nice nüshası "yabancılık"
irlerde, yeri geldiğinde anmak, Osmanlı çekmeden Osmanlı kültür dünyasında
kültür dünyasında sıradan şeylerdi. dolaşımını sürdürürdü.
Klasik Osmanlı düşüncesinin kodları­ Batılılaşma.öncesi. Osma11lı-l)rk (ve
nın çözülmesi ile birlikte ortaya çıkan genel. olarak lslam) kültiirünün Helenis­
ulusal "biz"ciliğin başat biçimleri (lslamcı tik ve Roma. mirasına. bir anlamda (her
versiyonlar dahil), Helen ve Roma döne­ açıdan değil tabii) bµgünkünden. daha
minin kültür mirasına, en azından Anado- açık, daha benimseyici olması, Türk tari­
1 u'ya ait sayılmayan unsurlara bir anlamda hinin ilginç. ironilerinden biri sayılabilir.
sırt çevirirken, bizden olan ile olmayanı Oysa bugün "Batı klasikleri" çerçevesinde
yeni ölçüt ve değerlere göre baştan har­ yaklaşılan Eflatun (Platon) ve Aristo(te­
manlamıştır. Bu tarihi gerçeği dikka.te al­ les) ya da Bukrat (Hipokrates) ve Ca'linus
mazsak, yerliliği hep aynı özü.n devamıy­ (Galen) gibi isimler, lslam ve Osmanlı
m'ış gibi tarihsizleştiriveriri:z. Oysa "bizim kültürlerinin "temel klasikleri" arasın­
buralı, "bizden," "yerli" sayılan kişiler ve daydı. Osmanlı siyasal düşüncesinin en
öğeler, ne kadar köklü görünürlerse gö­ önemli kaynaklarından biri burada yatar.
rünsünler, değişime açıktır. Osmanlı siya­ Gerçi bunlar halk arasında da, hiç olmaz­
sal düşüncesinin kökleri ya da kaynakları sa özdeyişlerde ve menkıbelerde, yaşayan
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M 1

isimlerdi, ama özellikle medrese ya da en­ !aylı ve buruk bir gurur payı çıkarılması­
derun gibi yüksek öğretim kurumların­ nı engellememiştir. (Tabii, ulusçuluklar
dan geçen eğitimli Osmanlı aydınları ara­ açısından, lslami düşünürlerin etnik kim­
sında -ki bu yazıda daha çok bu ikinci ke­ liğini tartışma konusu yapmak özellikle
simden, merkezi yönetimin ve kurumları­ bu noktada gerekli görülmüştür. )
nın içinde rol alan kişilerden söz ediyo­ Oysa, ortaçağ lslam düşünürlerinin
ruz- bu yazarlara ait olduğu bilinen ya da kadim medeniyetlerle ilişkisini basit bir
sanılan metinleri ve görüşleri tanımak iyi çeviri, etkilenme ve aktarma çerçevesinde
okumuşluğun göstergelerindendi. görmenin doğru olmadığı bugün çok iyi
Buradan yola çıkarak, Islam medeniye­ anlaşılmıştır. lbn Sina'nın (980-1037) ve
tinin ve Osmanlı siyasal düşuncesinin Yu­ lbn Rüşd'ün (1126-1198) ortaçağ lslam
nan-Roma kültürlerinin bir takipçisi, tak­ ve Avrupa düşüncesine katkılarının, Aris­
litçisi, daha da kötüsü, suyunun suyu ol­ toculuğun farklı ve özgün yorumları ola­
duğu anlaşılmamalı. Osmanlı siyasal dü­ rak kadim felsefe geleneklerine yepyeni
24 şüncesini (ya da başka düşünce alanları­ bir biçim verdiği kabul edilmiştir artık.
nı) ele aldığımızda kadim Ortadoğu ve Doğa bilimlerinden de lbn Heysem gibi
Akdeniz medeniyetlerine dönüp bakmak (965-1039) çarpıcı örnekler verilebilir.
gerekir derken, 19.-20. yüzyıllarda oluşan Siyaset düşüncesi açısından daha da be­
birçok önyargılı tavrı da aşmak gereklidir. lirgindir lslam, ve bu meyanda Osmanlı,
Önce modern Batı düşüncesinin yaratmış bilginlerinin özgünlüğü ve bununla bir­
olduğu önyargıları, sonra da bunlara ce­ likte eskilerden etkilenme konusunda
vap olarak geliştirilen savunmacı tavrın komplekssizliği. Eflatun'un ünlü eserinin
barındırdıklarını . . . Devlet diye çevrilmesi dahi bir yorumdur.
Bir yandan 1 9. yüzyıl Avrupası'nın (kah
. Bir kere ve en önemlisi, lslam medeni­
"tek medeniyet," kah "medeniyetler için­ yetinin kendine özgü siyasal kurumları
de en üstün medeniyet" modelleri içinde ve düşünce sistematiği vardır. Hilafet,
geliştirdiği) "medeniyet" kavramı dayat­ belki insanlık tarihinden birçok örneğe
ması, beri yandan rekabetçi ulusçulukla­ benzetilebilir, ama sonuç olarak lslam ta­
rın etkisiyle, değişik kültürlerin mensup­ rihinin kendi dinamikleri içinde anlaşıla­
ları/savunucularının "biz onlardan alma­ bilir. Sultanlık kurumu ile birlikte ortaya
dık, onlar bizden aldı," ya da "alanlar öz­ çıkan hilafet-saltanat ikilemi için de aynı
gün olamazlar, bu tür kültürler yaratıcı şey söylenebilir. Bu konularda Maver­
olamamış geri kültürlerdir" savları çerçe­ di'nin (974 ?-1058) yazdıkları için kendi
vesinde "kültürel etkiler" konusuna, çevi­ çağının gerçekleriyle yüzleşen bir "lslamI
ri ve şerh yazımı gibi etkinliklere, rahat­ anayasa kuramı" denilebilir. Aynı şekilde
sızlıkla yaklaşmışlardır. Bu ilkelliklere ce­ Büyük Selçuklular döneminin siyasal ger­
vap vermek için kültür kökleri ve etkile­ çeklerine anlam ve yön vermek için yazı­
şim konularında bağnazlığa varan bir "bi­ lan Niı;amülmüll{ün (1018-1092) Siya­
ze has olan" anlayışı geliştirmiş, 19.-20. s et nıi m e's i daha eski Iran geleneklerine
,

yüzyılların gerçeklerine göre tanımlanmış bağlansa da, kendini lslami olarak tanım­
olan "öteki medeniyet" havzasına yabancı layan devletlerin kurumları, kavramları,
gözüyle bakmayı tercih etmişlerdir. Bu ta­ ve değerleri içinden kurar söylemini.
vır lslam dünyasının aydınları arasında Ahlak literatürünün kökeni belki kadim
"Grek ve Roma klasiklerinin Arapça çevi­ öncüllere dayanır, ama lslamiyet'in Tanrı
riler yoluyla yokolmaktan kurtarıldığı ve anlayışı, Cennet ve Cehennem gibi kav­
zaman içinde Batı'ya aktarıldığı" savı ile ramları ile ahlak bambaşka bir metafizik
Rönesans'tan ve Bilim Devrimi'nden do- ekseninde anlamını kazanır; ve bu litera-
O S M A NLI S i YASAL D Ü Ş Ü N CESiNiN KAYNAKLAR! Ü Z E R i N E GÖZ L E M L E R

25

türün örneklerinde_siyaset dolaylı ya da da yeni fikirlerle harmanlanmıştır. Bu açı­


dolaysız çeşitli bölümlerde ele alınır. dan belki de en yaratıcı örnek Katip Ç�1�­
Bunların yanı sıra, lslam dünyasının ken­ ]Ji'dir (1609-1657). Osmanlı ıslahat me­
dine has düşünce alanlarından belki de tinleri arasında en kuramsal olanı diyebi­
en verimlisi olan fıkıh (kabaca: kuramsal lS'.ceğimiz eserinde Katip Çelebi, devletin
ve/ya uygulamalı lslam hukuku) alanına içine girdiği zaafı anlamaya ve çözümle­
giren metinlerde siyaset düzlemine ait ni­ meye çalışırken, bir yandan Calinusçu tıp
ce kavram ve kurum değerlendirilir. geleneğinin köklü "dört unsur" paradig­
Osmanlılar bütün bu türlerde ve konu­ masına başvurur: toplumu oluşturan dört
larda yazılmış eserleri istinsah, çeviri, sınıf, insan vücudundaki dört unsura kar­
şerh yollarıyla değerlendirmekten öte, şılıktır (ulema= kan, asker= balgam, tüc­
kendileri de bunlara mukabil eserler ver­ car= safra, reaya= sevda); bunların belir­
mişlerdir. Lutfi Paşa'nın (1488-1563 ?) hi­ li dengeler içinde olmaması halinde sağ­
lafet konulu risalesi veya Kınalızade'nin lık bozulur; Çelebi'nin kendi çevresinde
(1510-1572) Alıldlı-ı Ald'f'si gibi kitapla­ gördüğü rahatsızlıklar, yaşlanan vücutlar­
rın yanı sıra, güncel somut ya da kavram­ da olduğu gibi, bu dengelerin bozulmuş
sal meselelere fıkıh perspektifinden cevap olmasındandır. Öte yandan, bu paradig­
vermek üzere kaleme alınan fetvaların bir mayı kullanırken ve Osmanlı bünyesine
kısmı, Osmanlı siyaset düşüncesinin Os­ uyarlarken, asıl amacı lbn Haldun'un
manlı kaynakları arasında sayılabilir. ls­ (1332-1406) "devletlerin serpilme ve çö­
yana kalkışan yeniçerilerin eylemlerini küşü" ile ilgili kuramını değerlendirmek­
meşrulaştırmak için zaman zaman fetva tir. Yani, büyük Arap düşünürünün o ana
alma yoluna gitmeleri, fetva kurumunun kadar lslam dünyasında pek yankı uyan­
siyasal işlevini ve özellikle soruları da da­ dırmamış olan Mulıaddime'sinin etkisi al­
hil edersek fetva metinlerinin siyasal içe­ tındadır: Devletlerin ortaya çıkış ve çökü­
riğini çarpıcı bir biçimde yansıtır. şünü, kurucu güçlerin devletleşme süre­
Ayrıca, kadim medeniyetlerle devamlı­ cindeki değişim sosyolojisine bakarak yo­
lık çerçevesinde görebileceğimiz unsurlar rumlayan ve insan ömrünün değişik saf­
yeni gerçeklere uyarlanmış, zaman zaman halardan geçerek yaşlanmasına benzeten
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

lbn Halduncu analitik çerçeveyi Osmanlı içinde değişen söylemi ve casus kullanı­
gerçeklerine tatbik etmektedir. mı gibi konularda araştırmaların yeter­
Osmanlı düşüncesi bir yandan lslam sizliği dolayısıyla, çevrelerindeki siyaset
medeniyet havzasının (gerek kadim me­ kültürlerini ne kadar tanıdıklarını şu an
deniyetlerden süzerek benimsediği ve için çok iyi bilemesek de, yukarıdaki ör­
geliştirdiği, gerekse kendine özgü dü­ neklere, ya da Seyfi Çelebi (16. yüzyıl)
şünce ve davranış sistematiğine ait) gö­ ve Katip Çelebi gibi yazarların "siyasal
rüşleri içinde serpilirken, bir yandan da coğrafya" içeren eserlerine bakarak, hiç
lç Asya bozkırlarının köklü siyasal gele­ olmazsa bazı Osmanlılar'ın komşu siya­
neklerini yeniden yorumlayarak taşımış­ set dünyalarından haberdar olmak için
tır. Bunlardan bir bileşim yaratmış ve belirli bir çaba verdiklerini söyleyebiliriz.
uzun ömürlü bir devletin anlam dünya­ Zaten Osmanlı devlet adamları ve düşü­
sını kurmuştur. lç Asya siyaset kültürü nürlerinden söz ederken, kimilerinin o
açısından ilk akla gelenler arasında, mu­ komşu siyaset kültürlerinin içinden gel­
26 hakkak, "yasa" kavramı olacaktır. Padi­ diklerini unutmamak gerekir. Mahmut
şahın (ya da hanın), şer'i hukuku uygu­ Paşa (ö. 1474) son dönem Bizans-Balkan
la(t)manın yanı sıra ve hiç olmazsa ilke dünyasını, ldris-i Bitlisi (ö. 1520) Akko­
itibarıyla onunla çelişmeden, yasa koya­ y unlu devletini, lb rahim Müteferrika
bilmesi konusunda Osmanlılar hem açık (1674-1745) Habsburg-Macar siyasetini
hem sistematik davranmışlardır. Fatih tanıdıktan sonra Osmanlı olmuşlardı. Bu
Sultan Mehmet'in kanunnamesi, "ya­ önemli kişiliklerden birincisinin Balkan
sa"nın tek tek hükümler yoluyla değil de fütuhatındaki başarılarında, son ikisinin
soyut ve genel bir dille yazıya dökülme­ yazdıklarında, Osmanlı olmadan önceki
si, yani kodifiye edilmesi yönünde, eli­ geçmişlerinin izdüşümlerini bulmak
mizdeki ilk örnektir lslam tarihinde. Fa­ mümkündür.
tih'in ölümünden bir yüzyıl kadar sonra, Çevreleri bir yana, asıl kendi tecrübele­
Gelibolulu Mustafa Ali ( 15 4 1 - 1 600) , Os­ ri Osmanlı siyasal düşüncesinin en önem­
manlı devletini özgün ve başarılı kılan li "kaynakları" arasında sayılmalıdır. Her
özellikler arasında, "yasa" geleneğine sa­ siyasal oluşum kuşkusuz kendi tecrübele­
hip çıkmasını ve bunu lslami bir devlet ri ile çok şey öğrenir ve kuramlaştırmasa
olmanın gereklerini yerine getirerek ya­ dahi, uygulama düzeyinde öğrendikleriy­
pabilmesini vurgular. le hesaplaşır. Osmanlı siyasal yapısına ve
Osmanlılar, padişah, sultan, han, (sey­ düşüncesine yön verenlerin bu açıdan gö­
rek olsa da) kayser, hadim-i haremeyn ve rece duyarlı ve becerikli oldukları söyle­
halife gibi unvanları kullanırken bunların nebilir. Özellikle iki yazın türünün hem
değişik siyaset geleneklerini yansıttığını nitelik hem nicelik açısından gelişmişliği,
ve değişik iddialar taşıdığını biliyorlardı. Osmanlı siyasetinin tecrübe ile sürekli
Padişah ile "imparator"u mukabil tutup hesaplaşmasının kanıtlarındandır.
kralı bunların altında değerlendirmeleri­ Bunlardan birisi tarih yazıcılığıdır: bu
ne, Venedik "doge"larına "beg" demeleri­ alanda verilen ürünlerin büyük çoğunlu­
ne tesadüf değil bilinçli bir tercih olarak ğu, mitleşmiş ya da "şanlı" ve uzak geç­
bakmalıyız. Halil lnalcık'ın ayrıntılarıyla miştense, yazıldıkları çağın inişli çıkışlı
ortaya koyduğu gibi, Moskof devleti ile tarihi ile yüzleşirler. Propaganda ve yağcı­
yazışmaları, bu devletin Cengizilerle olan lık unsurları öne çıkanların yanı sıra, de­
ilişkilerini ve zaman içindeki dönüşümle­ ğişik dozlarda eleştirel tavırlar yansıtanla­
rini oldukça iyi algıladıklarını gösterir. ra sıkça rastlanır. Osmanlı tarih yazıcılığı­
Devletlerarası yazışmaların zaman nı, resmi tarihçilik anlamında bir vakanü-
OSMANLI SiYASAL D Ü Ş Ü N C E S i N i N KAYNAKLAR! Ü Z E R i NE G Ö Z L E M L E R

visliğe (ya da kimilerinin yazımıyla: "va­ açıdan, ıslahat söylemine ve tasavvuruna


kanüvist"liğe) indirgemek, sadece savaş­ bir bütün olarak bakarsak, örneğin, 1 1 .
ları ve saray çevrelerinin bazı yaşantıları­ Osman'ın Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmak is­
nı övgü yoluyla anlatmaktan ibaret say­ temesini, uzaktan yakından Kanuni dö­
mak, vahim bir yanılgıdır; bu zengin kay­ neminin teşkilat yapısını canlandırma ça­
nak malzemesinin düşünce tarihi açısın­ basına benzetemeyiz.
dan değerlendirilmemiş olması belki de Siyaset düşüncesini anlamak için sade-
bu yüzdendir. ce şu veya bu kaynakta ifade edilen fikir-
Diğer tür ise, "uygulamalı siyaset dü­ lere bakmak yetmez; belirli bir tutarlılık
şüncesi" diyebileceğimiz nasihatname/si­ içinde kendini gösteren davranışlar, deği-
yasetname yazıcılığıdır.. Bu türde eser ve­ şik kesimlerin benimsediği simgeler ve
ren lslami kültürler arasında kendi çağla­ törenler de elbette siyasal tasavvurlara ve
rıyla ve kendi güncel gerçekleriyle uğraş­ tavırlara ışık tutar. Osmanlı siyasetinin
mak açısından, özellikle karşılaştırmaya bazı özgün yanlarını, özellikle tecrübenin
nicelik öğesini de katarsak, Osmanlılar'ın kaynak edinilmesi yoluyla geliştirilenleri, 27
benzeri yoktur. En geç lu.tfi Paşa'nın bu yöntemle görebiliriz. Sultanın toplum-
Asafname sinden başlayarak Osmanlı siya­
' sal hayattan soyutlanması konusunda Os­
setnameleri, direkt olarak ve güncel göz­ manlılar'ın gösterdiği duyarlık, saray ha-
lemlerle Osmanlı kurumlarının ince ayarı ya tının törensel ve mima.ri düzeninde
ile meşgul olurlar ve bu yönleriyle gele­ kendini gösterir. Bunun benzerlerini ya
neksel siyasetname yazınından farklıdır­ da öncüllerini Abbasiler'de bulabiliriz;
lar. Özellikle Mustafa Ali'nin Nuslıatlis-se­ ama Fatih Sultan Mehmet'in kanunname-
latin'i (yazılışı: 1580-8 1 ) ile birlikte, Is­ siyle ve Topkapı Sarayı'nın mimari konfi­
panya'daki çağdaşları gibi, "ihtilal, inhitat gürasyonuyla biçimlenen "sultan ve sa-
ve ıslahat" temaları ile boğuşmaya başla- ray" anlayışı birçok açıdan Osmanlı dev-
. yan Osmanlı yazarları, yaşadıkları döne­ letine özgüdür. Yeniçeri ordusu ve kapı-
min sorunlarına parmak basmak ve çö­ kulu sistemi, ortaçağ lslam devletlerinin
züm üretmek istedikleri metinlerinde "gulam/memluk" kurumları ile benzeşir;
sanki köşe yazısı yazıyormuşçasına gün­ ama devşirme uygulaması, yani devletin
celliğe bulanırlar zaman zaman. Bu kay­ kendi zımmi tebaasından nefer toplaması,
nak malzemesini de, Batılılaşma öncesi tamamıyla Osmanlılar'a has bir buluştur.
ıslahatçılığın büyük bölümüne yönelti­ Osmanlı devletinin ve hanedanının uzun
len, "Sultan Süleyman'la özdeşleştirilen ömrünü açıklamak isteyenlerin, . yasalarla
bir altın çağın kurumlarına dönmekten ifade edilse de edilmese de, Osmanlılar'da
başka fikir barındırmadıkları" niteleme­ saltanat tevarüsü yöntemlerinin uygula­
siyle yargılama eğilimi hakim olmuştur. masına bakması gerekir, çünkü saltana un
Başarılı ya da akılcı olup olmadıkları çok tek varisin elinde kalması ve mülkün par­
tartışma götürür, ama bir kere bu metin­ çalanmaması yönünde tutarlı ve sistemli
lerin yazarları arasında önemli-önemsiz davranmak açısından, Türk ve Moğol kö-
birçok görüş ayrılığı vardır ki, bunlara kenli hanedanlar arasında Osmanlılar eş�
yoğunlaşarak değişik kesimlerin değişik sizdir. Bu husus, Fatih'in (son zamanlar-
talep ve tavırlarını izlemek gerekir. Ayrı­ da birçok anakronistik polemiğe konu
ca, ihtilal ve ıslahat üzerine kalem oyna­ olan) "kardeş katli" yasasın�an çok önce
tanlar, kendi eğilimleri doğrultusunda ki­ dikkatleri çekmiştir: Timur'un varisi ola-
mi zaman tutucu kimi zaman yeniliğe rak Osmanlılar'a kendisinin tabii gözüyle
açık, hatta uçuk, taze çözümler üretme bakmak isteyen Şahruh, Osmanoğulları
arayışından kaçınmazlar. Daha geniş bir arasında kardeşlerin mülkü paylaşmadığı-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M 1

na değinerek Çelebi Mehmet'e sorgulayıcı ce ciddiye alınmaları gerekir.


bir mektup gönderdiğinde, Mehmet'in ce­ Osmanlı düşünce hayatına yönelik ça­
vabı Osmanlı sultanlarının tecrübeyi kıla­ lışmaların daha emekleme döneminde ol­
vuz edinerek saltanata ortak kabul etme­ duğunu söyleyerek bitirebiliriz bu yazıyı.
diklerini belirtmek olmuştur. Yukarıda sözü geçen türlerden daha bir­
Osmanlı siyaset düşüncesinin izini sür­ çok eser tespit edilmemiş, edildiyse dahi
mek ve anlamak isteyenlerin işi, direkt okunmamış, okunduysa dahi bilimsel ola­
olarak siyaset ile ilgili kavramlaştırma ve rak metni yayına hazırlanmamış, hazırlan­
kuramlaştırmalara yer veren (siyasetna­ dıysa dahi ciddi çözümleme çabalarına
me, ahlak gibi) eserlerle ya da yasama gibi uğramamış, öncülleri veya çağdaşları ile
devletle ilişkisi belirgin alanlarla, saray­ karşılaştırılmamıştır ve bu konularla ilgi­
devşirme gibi kurumlarla sınırlı tutulama­ lenen araştırmacıları beklemektedir. Daha
yacak bir iştir. Siyaset kültürünün değer­ genel olarak, Batılılaşma öncesi Osmanlı
leri ve duyarlıkları, şiirlerden masallara, kültür hayatını, ulusçuluk-Batıcılık-lslam­
28 latife derlemelerinden görsel kaynaklara, cılık gibi modern çağların tarih yazıcılığı­
birçok alanda araştırılmalıdır. Bu tür kay­ nı büyük çapta belirleyen perspektiflere
naklar, Osmanlı merkez kültürünün siya­ de eleştirel bakarak, orta ve yeniçağların
set konulu görüş ve kavrayışlarını değişik kendi dinamikleri bağlamında değerlen­
boyutlarıyla yansıtabilir; örneğin siyaset dirme işinin daha başlarındayız. Ancak,
ve cinsellik düzlemlerindeki iktidar anla­ modernizmi biçimlendiren değişik ideolo­
yışlarının ilişkisi üzerine fikir verebilir. jiler tarafından sanat ve kültür hayatının
Ayrıca, bu yazıda ele alamadığımız değişik her dalında taklitçilik ve takipçilik sorun­
toplum kesimlerinin siyasal tavır ve dü­ salının ("Süleymaniye mi? Aya Sofya'nın
şüncelerini çalışmak isteyenlerin de bu kopyası. Hayır, Aya Sofya ile ilişkisi yok.")
kaynaklara yönelmesi gerekir. Devletin dı­ dar çerçevesine sıkıştırılan Osmanlı dü­
şında kalanların, örneğin "kızılbaş" mu­ şünce dünyası, en az bir-iki kuşak önce­
halefetini yürütenlerin düşünceleri teorik sinden başlayarak bazı öncülerin açtığı çı­
bir çerçevede, hatta öyküleyici bir nesir ğırdan yürüyen birçok araştırmacı tarafın­
diliyle, ifade edilmemiştir belki, ama bun­ dan çeşitli yönleriyle incelenmektedir bu­
ları analitik gücü olmayan duygusal tepki­ gün. Belirgin bir canlılık dönemi yaşayan
ler olarak göremeyiz. "Her ağacın kurdu Osmanlı tarihi çalışmalarının bir süre
özünden olur" gibi felsefi/hikemi bir de­ içinde burada ele aldığımız konularda, si­
yişte ya da "taşramızdan sormağ ile / kim­ yaset düşüncesinin toplumsal gelişmelerle
se bilmez ahvalimiz" gibi isyan kokan bir etkileşimini ve değişik dönemlerde nasıl
beyitte ifade edilenler, bal gibi siyasal fi­ evrildiğini de ele alan, zengin yorumlar ve
kirlerdir ve düşünce tarihi ile ilgilenenler- yeni perspektifler geliştireceği umulur. O
Bizans Siyası 1deolojisi'nden
Osmanlı Siyası ldeolojisi'ne*
C E M i L O K TAY

meri ha'da Demolırasi çalışması­ bir saptamadır. Diyalektik veya başkaca

A nın sonlarına doğru, Amerikan


t o plumunun mode rnleşmesi
hakkında, Alexis de Tocqueville şöyle
bir sıfatla tanımlansın, böyle bir rolü ar­
tık bugün için tarihe yüklemek müm­
kün değildir. Geleneğe gelince, bilindiği
bir tespitin altını çizer: "Artık geçmiş, gibi o, anlamı boşaltılmış ve kuru bir
gelecek üzerinde yol gösterici olmadığı kavrama dönüşmüştür. En azından, in­
için, akıl, k a r a n l ı k t a y o l a l makta­ sanoğlunun beslendiği bir kaynak değil­
dır"(Tocqueville 1 968: 363). Burada, ge­ dir. Modern zamanların ortaya çıkışıyla,
lenekle bağlarını tamamen koparmış bir geçmiş ve gelenek, olayların akışında
toplumdan söz edilmektedir. Amerikan hiçbir özel anlam içermeyen bir anı, bir
toplumuyla eşzamanlı olmasa bile, başta ayracı ifade eder (Arendt, 1989) .
Avrupa kıtası olmak üzere, Rönesans'tan Bu girişi meşru kılan nedeni şöyle açık­
beri, sosyoloji biliminin gelenek diye layabiliriz: Ataların tecrübeleri üzerine
adlandırdığı doku, hemen bütün enlem inşa edilmiş geleneksel bir uygarlık ola­
ve boylamlarda ufalanıp yıkılmaya, beşe­ rak Bizans-Osmanlı uygarlığı, her şeyin
ri davranışlar üzerindeki etkisini kaybet­ değişken olduğu, hiçbir şeyin sabit olma­
meye başlamışu. Silinen, giderek etkisini dığı modern bireyci toplumun tam zıt
küçülten gelenek, bir bakıma insanoğlu­ ucunda yer alan bir uygarlıktır. Yani bir
nu da geleceğiyle baş başa bırakıyordu. bakıma, Amerilıa'da Demolırasi yazarının
Bu oluşumun sonucunda, kadim Yunan kaygıyla sözünü ettiği karanlıklara ne Bi­
ve Roma uygarlıklarından beri, ilk kez zanslılar ne de Osmanlılar tanık oldular.
olarak insanlık, davranışlarında başvur­ Kendisini kibirli tavırlarıyla kabul ettiren
duğu a tıf kaynaklarından da mahrum ve dev adımlarla ilerleyen akıl ve evrensel
oluyordu. Hannah Arendt'in tetkikleri­ bireycilik uygarlığının hakim olduğu tüm
nin sonucuna itibar edersek, toplumsal çağdaş toplumların aksine, önce Bizans
maceranın devamını sağlayan zincirdeki toplumu, daha sonra da halefi Osmanlı
yeni halkayı, geleneğin ardından diya­ toplumu -en azından modernleşme döne­
lektik tarih anlayışı tamamladı. Bu, hiç mine kadar-, arkalarında hali ve geleceği
değilse 1 9 . yüzyıl açısından pek doğru aydınlatmak için başvurdukları, zihin
güçlerini besledikleri bir geçmişe, bir ge­
leneğe sahip olarak varlıklarını sürdürdü­
(*) Bu makale ilk kez Mediterranees Dergisi'nin
20. sayısında yayımlanmıştır. ler. ister Bizans imparatorluğu söz konu-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M 1

su olsun, isterse Osmanlı imparatorluğu değişikliktir. Başka bir deyişle, paleologlar,


gelenek ve geleneğin şekillendirdiği geç­ diğer hanedan ailelerinin daha önceleri
miş, kutsal atıf kaynaklarıdır. Bu nedenle yaptıkları gibi, yeni fatihlerin kılıç güçleri­
geçmiş de, gelenek de bir arada her tür­ nin karşısında iktidarlarını bırakmak zo­
den toplumsal eylemin, tabii bu arada si­ runda kaldılar ve boyun eğdiler. Bu bakım­
yasi iktidarın gerçek meşruiyet kaynağını dan, toplumsal ve siyasi hayatta Bizans'a
oluşturur. özgü biçimlerin sürekliliklerinden söz et­
Bu makalenin asıl konusu, Bizans ve mek, bir abartma sayılmamalıdır.
Osmanlı siyasi ideolojilerinin paylaştıkla­ Süreklilik konusunu savunan yazarlar
rı noktaları incelemeye yönelik olmakla arasında Iorga'nın adını öncelikle zikret­
birlikte, bunun yanı sıra bu iki doku ara­ menin nedeni açıktır. lorga, süreklilik te­
sındaki muhtemel benzerliklerden yola zini savunmada o denli içten ve inanmış
çıkarak -eğer söz konusu edilebilirse-, davranmaktadır ki, bu yüzden kitabına
Osmanlı entelijansiyasının kadim Yunan seçtiği başlık neredeyse görüşlerinin slo­
30 dönemine bakışını anlamak için bir çalış­ ganlaştırılmış bir ifadesidir. Bilindiği gibi,
ma çerçevesi geliştirmektir. Romen tarihçinin yapıtının ana başlığı,
Bu çizgi üzerinde daha fazla yol alma­ Bizaııs Sonrası Bizaııs tır. Çok daha önce,
'

dan, her iki imparatorluğun zihniyet ve 16. ve 17. yüzyıllarda, Busbec, Pietro del­
dünyaya bakış biçimlerinde süreklilik la Valle, Leunclavius gibi yazarlar, benzer
bulunduğuna dair, daha önce geliştiril­ tespitlerde bulunmuşlardır. izleyen yüz­
miş olan savların kısa bir özetini ve de­ yıllarda, Lavisse, Diehl, Gibbon ve Babin­
ğerlendirmesini yapmak uygun olacaktır. ger gibi tarihçil er, Osmanlı luırumları
Bu alan, bilindiği gibi boş bırakılmış, ba­ üzerinde Bizans'ın etkisini ifadede adeta
kir bir alan değildir. Bizans ve Osmanlı ittifak halinde ısrarcı oldular. Günümü­
imparatorluklarını karşılaştıran, ikincisi­ zün ünlü Bizans yorumcularından Ducel­
nin birincinin devamı olduğunu öne sü­ lier'ye göre , Bizans'ın mirası , "Osnıaıılı
ren ciddi ve çok ünlü çalışmalar vardır. lmparatorluğu'mm (. . . ) ortaya çılımasıııda
Bu çalışmalar ve öne sürülen savlar ara­ lıuvvetli bir lıathıda bulumııuştur" (Ducel­
sında, hem en tanınmış olanı hem de en lier 1 988: 286).
çarpıcı ve iddialısı, Rumen tarihçi Nico­ Böyle bir sav, Türk tarihçileri tarafın­
las l o rga'nın ileri sürdüğü savdır. Daha dan da önemli ölçülerde onaylanmış bir
başlığında içeriğini ifşa eden yazar, özetle savdır. "Bizans Müesseselerinin Osmaıılı
şu sözcüklerle hükmünü dile getirmekte­ Müesseseleriııe Tesiri Hahlwıda Bazı Müla­
dir: "Bizaııs'ııı ölümü 1 9. yüzyılın şafağın­ hazalar" başlıklı Fuat Köprülü'nün ünlü
da oldu. lmparatorkıh Roma biçimiyle bin çalışması, işaret edilen bağlamda zikredil­
yıl varlığıııı siirdürdühten sonra, dört yüz­ mesi gereken bir kaynak oluyor. Şu tes­
yıl da Hıristiyan lıimliğiyle yaşadı" (Iorga pitler, Köprülü'nün kaleminden çıkıyor
1 935: 13). ve makalesinin aşağı yukarı sonuç hü­
Iorga'ya göre, eğer toplumbilimsel çerçe­ kümlerini ifade ediyor:
vede ifade etmek gerekirse, Bizans'ın düşü­ "Tıirlıleriıı doğrudaıı doğruya Bizaııs ııii­
şü l 453'te değil, fakat ulusçu hareketlerin Juzu altında lıaldılılan en miilıim devir, şiip­
etkisiyle 19. yüzyılın başındadır. Modern lıesiz, Anadolu fiitulıatıııı tahip eden asırlar­
yaşamın kendini göstermeye başlamasına dır (. .. ) Yeni yerleştilıleıi mıılıitiıı Bizaııs tesi­
kadar, yerleşik toplumsal yapı ve bu yapıy­ riyle meşbu şartlarına intibah mecburiyetin­
la birlikte Bizans uygarlığı, varlığını sapa­ de oldulıları gibi, islami medeniyetle de ta­
sağlam korumuştur. Gerçek değişim, im­ n"'1mıyla istinas etmiş değillerdi; ve oldııkça
paratorluk tahtı çerçevesinde kalmış bir lıesif Hıristiyaıı lıütleleıiyle birlikte yaşıyor-
B i Z A N S S i YASi I D E O L O J I S l ' N D E N O S M A N L I S i YASi I D E O L O J I S l ' N E

!ardı. işte bu şartlar altmda Anadolu Türkle­ iler, bu ideolojiye özgü, aralarında bağ­
ri'nin bilhassa X-XII. asırlarda kuvvetli Bi­ lantılı iki yapı unsurunu ortaya koyar,
zans tesiri altmda lıalmaları pelı tabiidir". 1 Bunlar, taxis ve oilwnomia'dır. Oikonomia,
Köprülü'nün burada aktarılan hüküm­ özlenen; dahası kutsal bir toplum düzeni­
leriyle, çalışmasının bazı bölümleri ara­ nin muhafaza edilmesi ve yaşamın akışı­
sında zaman zaman ince ve mesafeli fark­ nın onun çerçevesinde cereyan etmesi
lılıkların bulunduğunu belirtelim. Tarih­ amacıyla izlenmesi gereken tarz ve yön­
çi, çalışmasının başlarında, kesin ve doğ­ temlerin tümünü tanımlar. Bir bakıma oi­
rudan doğruya işleyen bir süreklilik savı­ lıonomia, düzenin ekonomisidir. Taxis,
m açıkça ve kararlılıkla yadsır. Tahlilleri­ yani siyasi ve toplumsal düzen, köklü dö­
nin ortaya çıkardığı asıl özellik, Küçük nüşümler ve değişim konusunda gerçekte
Asya coğraff.ısının oluşturduğu alanda alabildiğine tutuk bir düzen egemenliği
yaşayan farklı kültürlerin kucağında şe­ (taxiarşi) kimliğiyle tezahür eder. Yazarın
killenen · bir terkibin varlığıdır. Bu terkip tespiti şudur: Bizanslı, "hemen her zaman
içinde Bizans, Anadolu Türklerinin kül­ ve her durumda lıat'oikonomian lıarelıet 31
türlerini oluşturan yapıcı öğeler üzerinde eder. Başlıa bir ifadeyle, Bizanslı, yeni ger­
hakim bir tarzda ve tek başına işlememiş­ çeklere tedricen uyum sağlar; bunu geçmi-
tir. Söz konusu terkibin kimyasına iyi nü­ şin gerçelıleriyle olan bağlarına neşter vur­
fuz etmek, biraz da Sasaniler'den ve Orta madan yapar; lıölılü döıııişümlere meydan
Asya'dan tevarüs edilen mirası da hesaba vem1eksizin yeni durumlara ayalı uydurur;
katarak mümkün olabilir. lı ısacas ı , geçm işine sadı/ı ve adeta ona
Bizim kanaatimize göre, ilgili alanda ta­ mahlıümmuş gibi, belirsiz geleceği çelıip çe­
rihçilerin vardığı sonuçların geçerliliğini vimteye, lıali kavramaya çalışır. Tüm bun-
sınama imkanını yaratacak olan vasıta, ları, varlıgınm temel taşı olan gelenelıten
karşılaştırmalı bir yaklaşımdır. Bilindiği lıopmadan becermeye gayret eder" (Ahre­
gibi, toplum bilimlerinde üzerinde ittifak weiler 1 975: 142).
edilen genel ve yaygın bir kanıya göre, Constantin Porphyrogenetis'in "lmpa­
karşılaştırma, olgulara nüfuz yetenekleri­ ratorlulı ilıtidan, Yaratıcı'ııın vazettigi dü­
mizi daha bir keskinleştiricidir. Ancak bu zeni ve uyumu izlemelidir" yolundaki siya­
şekilde her toplumun kendine özgü yön­ setine atıf yapan Ahreweiler, hükmünü
lerini ve değişik toplumların ortak özel­ bu çerçevede verir: "lmparatorlulı ilıtidarı,
liklerini daha açık seçik tesp i t etmek böylesi bir siyaseti gerçehleştinnelı için, iz­
mümkündür. Kısacası, Bizans ve Osmanlı lenmesi gerelıli en uygun yolu tay in eden
siyasi ideolojilerini karşılaştırmak yararlı elıonomiy e göre lıarelıet etmelidir. Bu aynı
bir girişim olacaktır. Bu karşılaştırmayı zamanda ideal düzene de hapı aralar" (Ah­
yapmanın uygun yollarından birisi, bu iki reweiler 1 975: 147).
imparatorluğun ideolojik söylemlerinin Hiç kuşkusuz düzen ( taxis) tartışılır;
sorgulanması ve bu sorgulamada, söylem­ dahası yadsınır. Ne var ki, tekrar ihya
lerin belirleyici bir yapı ve ortak terimler edildiğinde, ilahi bir iradenin yansımasını
içerip içermediklerini araştırmaktır. Yapı ifade eder. llahi bir iradenin yansıması
kavramından, Claude Levi-Strauss'un ta­ olarak algılanması, ne pahasına olursa ol­
nımladığı, "alabildigine zengin ve alıışlıan sun, düzene itaati gerekli kılar. Evrenin
çeşitli durumların er geç içine yerleştiği bir bir düzeni varsa, toplumun da bir düzeni
tür [nehir yatağı] ve lıalıp" anlaşılmalıdır olmalıdır. Genel düzenin içinde, bu ge­
(Levi-Strauss 1 962: 225). nelle kafiyeli olan daha küçük ölçeklerde
Bizans siyasi ideoloj isinin ayrıntılı ve düzenler (düzencikler) yer alırlar. Başka
derinliğine bir tahlilini yapan H. Ahrewe- bir ifadeyle söylersek, her birini ayrı ayrı
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

geleııeğirıe,
Osmanlı devlet
felsefesinin ve
siyasal ziluıiyet:inin
esin kaynağı olarak


dikkat çekitmiştiı:
Ritüellere de
yans�yan egemenlik
/ hükmetme biçimi
ve devle
ot-0ritesinin dinsel
egemenliği
11/ıaesinde tııtUŞ'u,·

Bizans-Osmanlı
yakınlığını veya
32 'sürekliliğini'
yansıtı.r.

geçmişin, kurucu ataların, kısacası gele­ !indiği gibi, istimal�t, davranışlaı:da yuc
neğin şekillendirdiği küçük düzenler, ko­ muşaklık, esneklik ve muhatabın rızasını
muta zincirini (hiyerarşiyi) izleyen genel arayan yaklaşımlar içeren anlamına gel­
bir düzenle çerçevelendirilir. Ayrıca belir­ mektedir. Y öneticiler açısından istimalet
telim ki, hiyerarşi sözcüğü, Avrupa ve siyaseti, en az kötü ve en yumuşak çö­
Batı dillerinin Bizans yazınına borçlu ol­ züm yolunu izlemeyi gerektirir. 15. yüz­
duğu bir sözcüktür. yıl tarihçisi Aşıkpaşazade, Bursa fethini
Bizans toplumu, bu belirt\len özellikler izleyen günlerin siyasetini naklederken
çerçevesinde, bir yandan ideal düzen fik­ şunları yazar: "Hisardalıi lıalka dalıi emn u
riyle, diğer yandan halin icabı arasında do­ aman ettiler, kimsenin bir çöpünü aldırma­
nup kalmış bir varlığı andım (Ducellier, dılar(. ..) O kadar adi etti lıiın, cemi' ol vi­
1976). Yaşanan gerçekle ideal düzen ara­ layetin lıalkı eydıirler idi lıiın, nolaydı ka­
sındaki sapma açısını asgari düzeye indir­ dim zamanda bunlar bize bey olalar idi".
meye yönelik, en bilge ve yapılabilir olanı Kısacası, yerli halk, tarihçinin anlatımıyla
yapmaya en yatkın yakla,şım anlamında "istimaletle yerli yerine" konulmuştur. 2
kuJlanılan oikonomia siyasetinin yeri ve lstimalet siyasetinin temel hedeflerinden
ağırlığı, tam bu noktada ortaya çıkar. biri, yönetilenlerin yaşamsal çıkarlarına
Osmanlı siyasi ideolojisinin mahremi­ zarar vermeden mevcut düzeni sürdür­
ne nüfuz eden bir bakış, yukarıda işaret mektir. lstimaletle hareket eden iktidar
edilen yapıya benzer bir yapıyı göz önü­ demek, . bu yçılla halkın rızasını sağlama­
ne serecektir. Bizans siyasi ideolojisi gibi, ya çalışan yönetim anlayışı demektir. Asıl
Osmanlı siyasi ideolojisi d e iki temel hedef, yerleşik düzenin sorgulanmadan
kavram üzerine bina edilmiştjr. Bunlar, işlemesini sağlayacak biçimde, halkın
N izam-ı Alem ve Adale t'tir. N izam-ı memnuniyetini kazanmaktır.
Alem, Bizans'ın taxis kavramının işlevsel Adalet ise, iş başındaki iktidarın meş­
karşılığıdır. Adalet ise, ist.imalet kavra­ ruiyetini ve temel direğini oluşturur. Dü­
mıyla birlikte kullanıldığında, bize ister zen varsa, adalet; adalet varsa, düzen var­
istemez oilwnomia anlamını anımsatır. Bi- dır. Düşünce ve idrak, düzen'den adalet'e
B i Z A N S S i YASİ I D E O L OJ I S l ' N D E N O S M A N L I S i YASİ I D E O L O J I S l ' N E

ve yumuşak tavra doğru adeta döngüsel zeleştiren D a i rc - i Adliye'nin i fadelerine


bir hareketin içindedirler. Adalet olsun, bakalım. Şöyle deniyor:
düzen olsun her iki kavram, hem kendi "Adidir mucib-i salah-ı cihan
aralarında bağımlılık ilişkisi taşırlar; hem Cihan bir bağdır divan devlet
de birbirlerini tamamlarlar. Devletin nazımı şeriattır
Örneğin adaletnameler -ki bir tür im­
Şeriate olamaz hiç haris illa mülk
paratorluk kararnameleri gibi görülebilir,
Mülk zabt eylemez illa leşker
esas itibariyle bozulmuş, ekseninden sap­
Leşkeri cem' idemez illa mal
mış düzeni tekrar ihya etmeyi ve sıatıı
Malı cem' eyleyen raiyyettir
qııo an te yaratmayı temel hedefleri olarak
Raiyyeti kul ider padişah-ı aleme adi "
almışlardır.3 Adaletnameler, ya yönetilen­
(Kınalızade Ali 1 833: 5 1 ) .
lerin zaman içinde birikmiş şikayetlerini
gidermek amacıyla, ya da sıradan tek bir Kınalızade'nin kendi cümleleriyle "Da­
kişinin istemi üzerine çıkarılabilir. İsti­ ire-i Adliye alemin nizamı''dır. Buna, Bi­
zans'ın Taxis'i de denebilir. "AdCıleı i lalı i
malet siyaseti olsun adalet girişimi olsun, 33
lıayııahıarı beslendiği içindir hi, dünya dii­
her ikisi de değişmez v e kutsal sayılan
zeııi olsun, göhyiizü düzeni olsun, her i h is i
düzenin ayakta tutulması için bir anlam
taşırlar. de adalet sayesinde vardır v e adalet oldıılıça
var olaca/ıtır" . 6 Adalet ve düzen, ahlakçı­
17. yüzyıl tanınmış ahlakçısı Kınalıza­
de Ali, Osmanlı siyasi ideoloj isini Alı lalı ­ mız tarafından birbirine bağlı, adeta yapı­
i A laisi 'nde veciz o larak i fade eder. Bu, şık ikizler gibi görülmektedir. Her biri di­
ünlü D a i re - i Adliye'dir. Kınalızadc'nin ğeriyle bir anlam taşır.
kalemine itibar etmek gerekirse, Adalet Düzen, söylem düzeyinde olsun, yaşa­
Dairesi'nin kökleri , Kadim Yunan'a, da­ nan gerçeklik düzeyinde olsun, iktidarın
hası Hint kültürüne kadar uzanır.4 Ah­ en üst kademesinden en aşağıda .sıradan
lakçı, bize söz konusu metnin kadim bir bireye doğru inen bir komuta zinciri, bir
Süryani yazılı levhasında bulunduğunu, hiyerarşi olarak tanımlanmıştır. Düzenin
" düzenin, adaletin ikizi v e aralarında piramidimsi biçimde algılanması , sadece
a yr ı l ma z " olduklarını ha tırlatır. Daire - i imparatorluğun idari örgütlenmesiyle .sı­
Adliye'yi okuruna sunmadan, yazar, önce nırlı b_ir anlayışı içerm(".z. Daha yaygın,
" ilahi" diye ni telediği Platon'a ve Fara­ toplumun derinliklerine, zihniyetin alt
bi'den beri adet olduğu gibi " muallim-i katn'ıanlarına kadar nüfuz etmiş bir anla­
evvel" diye sözünü ettiği Aristo'ya övgü­ yış söz konusudur. Yaşamın hemen her
ler düzer. Devlet işlerinde kadim Yunan kesitinde hiyerarşi anlayışı kendini göste­
bilgeliğini önerir. " Yu n a n l ı ları n lıiihiiıııet rir. Divan Edebiyatı bu bağlamda en ilginç
etmclı amacıyla fen bi lgi /eri ıı i gel i ş t i rdi lde­ örneklerden biri oluyor. Klasik düzende
riııi"belirtir. Bununla beraber, Aristo ve Osmanlı edebiyatının omurgası olan di­
Platon'un özgün öğre t i l eri ni Kınalıza­ vanlar, içinde gelişip serpildikleri toplum
de'nin kaleminde aramak boşuna bir ça­ ve çevrenin en mahreın özelliklerini i fşa
ba o l ur. Her iki u s ta d a n A lı l a h - ı A l a i edici metinlerdir: Tıpkı mozaik, hat ve
metnine yansıyan v e daha ç o k dini ahla­ minyatür sanatlarında olduğu gibi, Divan
kın rengine bürünen birkaç düşünce kı­ yazarı, çok sınırlı bir alanda, oldukça katı
rıntısı kalmıştır. Çok zorlayarak, örneğin kurallar çerçevesinde hareket etme duru­
özel bir mercek al tına a larak, metinde mundadır. Kendini ifade ederken hiyerar­
belki paidea kültüründen soluk izler bu­ şik bir düzeni izler. Şekip Tunç'un kale­
lunabilir. 5 minden aktaralım: "Divanlarda evvela Al­
Osmanlı siyasi ideolojisini adeta veci- lalıın tazimi, sonra Peygambe r ve evliyala-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

rın tebc i l edil mesi ve bl!ndan sonra lıaside çıkışiı, çoğu zaman da riskli basamakları­
denilen şövalye medhiye1erinin gelmesi, şah­ na muhatap olmak, Osmanlı ü m erasını
si h i s ve heyecan ların lereımiimü demelı işaret edilen istikamette davranmaya sü­
olaıı gazellerin en sonraya bıralıı lması ideal rekli yönlendirmiştir. Ahreweiler'in Bi­
lııymetleriıı ııe suretle mertebelendirildiğini zans'a ilişkin tespitlerine dönersek, orada
gösterir: Sıra ve sı raya göre saygı orta za­ da benzer tavır alışlarla karşılaşıldığı gö­
maııııı en lrnvvetl i ictiınai disipl inini teşlıil rülür. Ahreweiler, dikkatlerimizi özenle şu
etliği i ç i n w n ıı m iyetle riayet edilmiş tir" . 7 konuya çeker: Eğer Bizans, " h ıınımlarını
Vezin ve kafiye tekniklerine gelince, şair, gerçelı manada bir ıslahattan hemen hemen
başarılı olabilmek için, en azından hattat­ hiç geçinııem işse",buni.ın asıl nedeni, im­
ların veya minyatür sanatçılarının, tezhip paratorluğun "geçmişinin mahkumu" ol­
ustalarının fırçaları kadar zarif bir kaleme ması ve işleri oilwnomia siyasetiyle yürüt­
sahip olmak zorundadır. Zarafet ve incelik mesidir.
becerisinde divan şairinin veya diğer sa- Hiyerarşik düzenin hükümranlığı, be­
34 natçıların yalnız olmadıklarını belirtmek şeri ilişkilerle sınırlı d eğildir. lnsanın
gerekiyor. Tıpkı şair gibi, Osmanlı bürok­ içinde yaşadığı mekana verdiği anlamlar­
ratı ve saray mensubu da son derece kar­ da da yukarıdan aşağıya doğru işleyen bir
maşık yollardan geçmeden veya durumun düzen anlayışı görülür. lstanbul (stan po­
gerektirdiği hareket kıvraklıklarına baş­ lis) d iğer kentlerden farklı bir k e n ttir.
vurmadan, yeri n e getirmekle yükümlü Her şeyden önce, efsanelı;rin süsl ediği
bulundukları görevlerinin üstesinden ge­ mitik bir mekandır. Tüm bir imparator­
lemezler. Yaşamlarının hemen her anında luk coğrafyası, lstanbul'dan itibaren belli
ve her işte önlerine gelen meseleleri kılı bir anlam taşır. Genel toplumsal ve siyasi
kırk yararak ölçüp biçmek, her şeyi ince­ düzen gibi, lstanbul da öncelikle kutsal
den inceye düşünmek, tartmak zorunlulu­ bir mekanın adıdır. Bu nedenle, mekanın
ğu vardır. 17. yüzyılın kalemlerinden Na­ hiyerarşik düzeni i çinde en üst noktada
bi'nin tavsiyesini de hep belleklerde tut­ yer alır. Bizans ve Osmanlı sözlük hazine­
mak gerekir. Çok uzaklardan gelen bir lerinde, lstanbul'a ilişkin övgüyü aşan ad­
hikmeti dile getiren bu şairin diliyle "Dev­ landırmaların bolca görülmesi rastlantı
l e t aheste g erektir . . . " lyi tartılmamış, olamaz. lstanbul'a yakıştırılan ve sayıları
özen içermeyen, .alelacele oluşturulan ha­ otuzun üzerindeki sıfat ve adlardan bir­
reketler, kararlar, genelde Osmanlı insanı­ kaçını anmak, konu hakkında fikir sahibi
nı, doğal olarak Osmanlı bürokratını ya­ olmaya yeter. "Şehirlerin Sııltanı", "Mutlıı­
dırgatır. Onların dünyasında geleneklere l ıı lı Kapısı '', "Kııtsal Şelı i r ", "Mel e lı l e r i n
ve alışkanlıklara ters düşmeden, yeni olu­ Kanatları A ltmdalıi Şelıir"vb. Bu yakıştır­
şumlara, istimaletle uymak esastır. Halin malarl a , h e m B izans h em de Osmanlı
icabını yerine getirmeye çalışırken, zaru­ edebi ve günlük dillerinde sıkça karşılaşı­
rete yanıt aranırken, mirası kıskançlıkla lır. Keza lstanbul, Bizans halkının gözün­
korumak, geleneğin üzerinde titreillek . . . de, Cebrail'in kuruluş yerini bizzat işaret
Özetlemek gerekirse, Osmanlı bürokratı­ ettiği bir kenttir. Müslüman halkın inan­
nın temel derdi işte budur. Yeniyi yarat­ dığı efsanelere göre de, Osmanlılar tara­
mak, onun ö ncelikli kaygıları arasında fından fethedilmesi, Peygamber'in haber
bulunmaz. Kalemiye olsun, ilmiye veya verdiği bir olaydır. Özetle, şu veya bu bi­
seyfiye olsun, önemli olan, mirasr vasiye­ çimde kentin mekanına ya kutsallık bu­
tiyle b irlikte korumak ve gelenekl erin laşmış ya da kutsal olanla i lişki kurul­
kutsanmış kurallarıyla sınırlı kalmayı sür­ muştur.
dürmektir. Hiyerarşik bir düzenin inişli lmparatorluk hiyerarşisinin zirvesinde
B i Z A N S S i YASİ I D E O L O J I S l ' N D E N O S M A N L I S i YASİ I D E O L O J I S l ' N E

duran Bizans imparatorları ve Osmanlı nın Yunan'a ilgi duymasının mantığını,


Sultanları için de benzer bir nitelemeyle Yunanlıların "beşeri yaşamı ahı/ dairesinde
karşılaşılır. Örneğin Bizans i mparatorları­ açılı/amaya çalışmış olmaları ( . . . ) ve bu şe­
nın taşıdığı sıfatlar arasında, "Dünya'nın lıilde logos uygarlığmı ( Romilly 1992: 17)
S ahib i " , "Zamanların S ahibi" sayılabilir. kurmalarıyla açıklamaktadır. Romilly'ye
Hep, "Tanrının Gölgesi" gibi veya "Tan­ göre Yunanlılar, bize "soyutlama becerisi­
rının Yeryüzü İ çin S e çtiği" diye görül­ nin yanı s ı ra zam anla smırlı olmayan ger­
müşlerdir. Aşağı yukarı, benzer adlandır­ çehler" ( Romilly 1992: 11) fikrini miras
maları Osmanlı Sul tanları'nın da kullan­ bırakmışlardır. Meclislerinde her türden
mış olması, çok bilinen bir gerçektir. Os­ konuyu tartışarak ele alan bu uygarlığa
manlı Sultanları'na çok yakıştırılan un­ aynı zamanda "tartışma alışhaı ı l ığı ve haz­
vanlar arasında -ki sayıları bir hayli kaba­ zın ı" borçluyuz. Tüm bunlara ek olarak,
rıktır-, "Rum Memleketlerinin S ahib i " , "gizli, sadece bazı [ iman sahiplerinin] bi­
"Karaların ve Denizlerin Sahibi", "Müs­ lebi leceği, valıyedilmiş lıalıilıatler anlayışı,
lümanların Emiri" vb. sayılabilir. Bizans Kadim Ylllıaıı'a özgü bir yalı/aşım dcği ldiı: 35
lmparatorlarıyla birlikte taşıdıkları diğer Kadim Yuııaıı'da gerçelı leı; birlihte yapılan
birçok unvan içinde, ö zellikle altı çizil­ tartışmalarla ortaya çıhar" (Romilly 1992:
m es i gereken, belki en önemlisi ve hiç 59-60). Bu son tespiti, başka bir deyişle,
kuşkusuz en cüretlisi 'Tanrının Yeryü­ Yunan dünyasında gerçekler, ilahi değil
zündeki G ölgesi" yakıştırmasıdır. Çok beşeridir diye tercüme edebiliriz.
açıktır ki, bu türden bir yakıştırmayı ls­ Oys a b i liyoruz k i , Bi zansl ılard a ve
lam'ın akideleri arasından çıkartmak he­ Osmanlılarda, gerçek, ancak vahyedil­
men hemen tümüyle olanaksızdır. Oysa, miş -dolayısıyla kutsal ve taruşılmaz- ger­
söz konusu unvan oldukça sık kullanılan çektir. Her iki uygarlık açısından bu tür­
bir unvandır. Aslında i mparatorlar ve sul­ den gerçeklerin bulunduğu tek ve rakip­
tanlar, hep bir kutsallık tacını başlarına siz kaynak kutsal kitaplardır. Ancak, insa­
geçirmeyi önemsemişlerdir. Her ikisi de noğl u , kendisinden ve iradesinden ba­
sadece potestas ile yetinmemiş; buna bir ğımsız, dolayısıyla zaten varolan kutsal
de aııctaritas'ı eklemeyi, meşruiyetlerinin k i tapların gerçeklerine nüfuz edebilir.
gerekli ve olmazsa olmaz koşulu olarak Genelde insan için önemli olan da dinden
görmüşl erdir. G el en ek s e l i kt i darların ve atalardan miras alınan geleneği ve o
böyle bir terkibi, modern zamanlara ka­ geleneğin içerdiği gerçekleri taşımaktır.
dar özellikle aradıklarını kaydedelim. Yeryüzü yaşamının temel amacı ve anlamı
Bizans ve Osmanlı siyasi söylemlerinin buradadır. Kadim Yu nanlıların ürettiği
yapısal benzerlikleri, Osmanlıların kadim bilgilere gelince, paideia kültürünün kör
Yunan'a bakışı üzerinde varsayımlar geliş­ topal sürüp gelmesine rağmen, bu bilgile­
tirilmesine imkan vermektedir. Her i k i rin. ancak Kilisenin kurucu babalarının
toplumun - k i biri, diğerinin adeta deva­ geleneklerini teyit eden yönleriyle önemli
mıdır-, siyasi söylem ve zihniyet özellik­ görüldüklerini belirtelim. Bir bakıma, yal­
lerinin incelenmesi sonucunda, Osmanlı­ nızca k u tsalı teyit edici bilgilere i tibar
ların Kadim Yunan hakkındaki görüşleri­ edilmiş tir. D olayısıyla, Yunan da dahil,
nin h i ç d eğilse bir yönüyle Bizans'tan tüm kadim toplumlar, kutsal kitapların
devraldıkları geleneğin etkisinden çıka­ ışığında okunup incelenmişlerdir. Tercih­
mayacağını hesaplamaya mezuniyet var ler, kadim Yunan'ın eleştirel yaklaşımına
demektir. değil, hep ortaçağın vahyedilmiş gerçek­
J acqueline de R o m illy, "Neden Kadim l er anlayışına yöneliktir. Yun a nlıların
Yunan ? " başlıklı kitabında, çağdaş dünya- eleştirel özellikleri, "Helen çılgınlığı" ve-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

ya "bilgelikten yoksun bilgeler bilgeliği" çılıartılması, üzerinde hiçbir et/ıisiııin ola­


diye nitelendirilir. Zira gerçek bilgelik, mayacağı biçimde, lıaynalzlanıı lıeııdileriııe
ortaçağın i manı bütün bi lgelerinin gö­ lıadar iııerelı, gelenelıle bcığlarııı lıoparı l­
zünde, ancak ve ancak dini inançlarda ya­ ması yalımda iliz girişimdir" (Arendt 1989:
tar. Osmanlıların, hiç değilse hayatın zor­ 39). Doğu'nun Rönesans'ında da aynı ol­
lamalarıyla bağları koparıp atmaya başla­ guya tanık oluyoruz.
dıkları döneme kadar sürdürdükleri gele­ Örneğin, lorga'nın tespiti şöyledir: "Bi­
nek, işte böylesi bir gelenektir. Kınalıza­ zaıısçılıktan [çağdaş] Yunan milliyetçiliği­
de'nin Platon anlayışı olsun, Aristo anla­ ne geçiş aşamasında, Antilı Ytınaıı'a dömiş
yışı olsun, baştan sona hep bu çerçevede olmııştur" (!orga 1935: 248) . Bu, Osmanlı
ve vahyedilmiş gerçekler kavramı ışığında Toplumu'nun çağdaş döneme geçişinin
yönlendirilmiş görünüyor. Bu, diğer ta­ işareti o larak kabul edileb ilir. Bundan
raftan demektir ki, Osmanlı E ntelijansi­ böyle olayların cereyan şekli ü zerinde,
yası'nın Helenler Dünyası'na bakışı, orta­ klasik dönemlerde tanımlandığı içeriğiyle
36 çağ zihniyetinin Bizans marifetiyle biçim­ geleneğin etkisi olmayacaktır. imparator­
lendirdiği bir bakıştır. luğun her unsuru, sahip olduğuna inan­
Arendt, çok haklı olarak modernleşme­ dığı [veya inandırıldığı] , özellikle de de­
ye ilişkin bir tespitin altını özellikle çizer; netleyebileceğini düşündüğü araçlardan
o da ş u d u r : B a tı ' d a R ö n esans D ö n e ­ i tibaren geleceğini aramaya ve belirleme­
mi'nde, "Kadim Düııya'ııııı yeniden ortaya ye başlayacaktır. O

D İ PN OTLAR

Fuat Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı si ideolojisi mükemmel bir terkip ürünüdür.
Müesseselerine Tesiri Hakkında Bazı Mülahaza­ Terkibin unsurları, Küçük Asya co!jrafyasında
lar, Türk Hukuk ve iktisat Tarihi Mecmuası, ls­ birbirleriyle iyiden iyiye kaynaşmışlardır.
tanbul, 1 93 1 , c. 1, s. 298. 5 Paideia k ü lt ü rü hakkında bkz: Peter Brown,
2 Aşıkpaşazade Tarihi, yayımlayan Nihal Atsız, ls­ Pouvoir et Persuasion dans L'Antiquite tardive,
tanbul, 1 949, s. 120. Seuil, 1 998, Bölüm il ve keza bkz: Ducellier, Les
3 Halil inalcık, "Adaletnameler", Türk Tarihi Bel­ Byzantins, Bölüm V.
geleri Dergisi, 1 965, c. i l, na: 3-4. 6 Kınalızade Ali, Ahlak-ı Altıi, Bulak Baskısı, 1 833,
4 Yazılı metinlere göre Adalet Dairesi'nin ilk ör­ s. 47.
neklerinden birine 1 040'larda Yusuf Has Ha­ L. H. Flescher, Tarihçi Mustafa Ali, Bir Osmanlı
cib'in Kutadgu Bilig'inde rastlıyoruz, Bu Aine-i Aydın ve Bürokratı, Tarih Vakfı, 1 996. Yazar s.
Devlet gelene!jinde bir metindir. Metin, Türk, 272'de Adalet Dairesi'ne ilişkin olarak şu notu
Hint ve Çin geleneklerinden esinlenmektedir. düşmektedir: "Osmanlı bilim adamları sistemi
Özellikle Pancatantra'nın izlerini taşır. (Bu ko­ ussal bir temele dayandırmak için, kanunu kul­
nuda bkz. Halil inalcık, "Kutadgu Bilig'de Türk lanan güçlü bir merkezi otorite olmadan şeri­
Siyaset Nazariye ve Gelenekleri", Reşit Rahmeti atın korunamayaca!jını gösteren felsefi ilkelere
Arat için, Ankara, 1 966, s. 259-27 1 ) Pancatant­
baş vuruyorlardı. Bu ussallaştırma klasik ifade­
ra önce Sasaniler zamanında Acemce'ye, daha lerini 'Daire-i Adliye'de buluyordu. Daire-i Adli­
sonra Arapların Müslüman olmalarını izleyen ye Aristoteles'e (başkalarına da) atfed i l en,
dönemde Arapça'ya tercüme edildi. Hiç kuşku­ Dewani ve onu Osmanlı'ya uyarlayan Kınal ıza­
suz, söz konusu metin, zamanın de!jişik halkla­ de tarafından sistemleştirilen ve islamileştirilen
rını etki lemişti. Keza, birçok Avrupa hayvan eski bir siyasal bilgelik örne!jidir. "
masallarının kökeninde aynı metin vardır. Bir 7 M. Şekip Tunç, "Sanat Meselesi ", Güzel Sanat­
şey aşa!jı yukarı apaçık ortadadır: Osmanlı siya- lar Mecmuası, na: 1, s. 30.
Osmanlı'da 1 8. Yüzyıl Düşünce
Dünyasına Dair Notlar
I L B E R O RTAY L I

osyal değişme esas itibariyle Röne­ tin tarihinin 18. yüzyılı bilinmemektedir.

S sans'ta fark edilen bir olgu ve buna


bağlı olarak edinilen bir bilinç tir.
Keşfedilen yeni kara parçalarındaki ilkel­
Tarihsel dönemleme açısından "ll. Viya­
na muhasarası sonrası dönem" olarak mü­
talaa edegeldiğimiz 1 7. yüzyılın sonu ile
l er, "bon savage" (iyi vahşi) Avrupa'da in­ 18. yüzyıl başlarında Osmanlı lmparator­
san ve insan toplumunun evrimi konu­ luğu Avrupa ile sıcak çatışma halindeydi.
sunda bir bilinç uyandırdı. Bu evrim kuş­ Rusya ve Avusturya (bu asırda henüz Al­
kusuz Avrupa kıtasına has bir olgu olarak man i mparatorluğu adını taşıyor) hep
algılanıyordu. Özellikle Doğu Akdeniz ve müttefik olarak Osmanlı ordularıyla çarpı­
Ortadoğu'ya yapılan geziler n e ticesinde şıyordu. Osmanlı askeri modernleşmesi,
18. yüzyıl Avrupası'nda, diğer dünya par­ bazen yenilgi, bazen direniş ve bazen za­
çalarındaki toplumların durgun olduğu ve ferle geri püskürterek Avusturya ve Rus­
oralarda tarihin fasit bir daire teşkil ettiği ya'ya karşı direnebiliyordu. Türkiye D oğu'­
fikri yaygındı. Bu keyfiyete seyyah Char­ daki değişme bilincinin doğduğu yerdi, zi­
din'in "Asya atalettir, Avrupa devamlı de­ ra bu tarihsel koşullarda bu bilince sahip
ğişmedir" ifadesinde şahit oluyoruz. Mo­ olmak zorundaydı. 18. yüzyılın siyasi sos­
usnier de 1 740'ta Paris Akademisi adına yal görüşleri en açık olarak sefaretnameler­
yaptığı bir açıklamada "Avrupa bilinç ve de izlenebiliyor. Ünlü gezgin ve dahi Evli­
bilgi düzeyindeki gelişme sayesinde deği­ ya Çelebi'nin istisnai örneğinden sonra se­
ş en b ir dünyadır, diğer b ölgeler a talet yahat eden ve seyahatname yazabilecek bi­
içindedir" der. ri çıkmamıştır. Seyahatname Osmanlı ede­
Bu gibi görüşler Şark'ın münevverleri biyatında zayıf ve geç gelişen bir tür; kla­
tarafından da değişm e çağında yani 1 9 . sik lslam çağı ve Rönesans Avrupası' ile
yüzyılda benimsenmiştir. 1 9 . yüzyılın ön­ boy ölçüşebilecek durumda değil.
cesinde Osmanlı lmparatorluğu'nda nasıl 18. yüzyıldaki siyasi tefekkürümüzü bu
bir sosyal değişme ve ıslahat fikri vardı? nedenle m emurların genel raporlarından
Galiba 18. yüzyıl bizdeki değişme bilinci izlemek zorundayız. !kinci kaynak ordu
bakımından en önemli çağdır. Osmanlı ve maliyenin başındakilerdir. Fennen geli­
1 8 . yüzyılının da değişmeci dalgalanmala­ şen merkezi ordunun ağır masraCTarını
ra uzak olmadığı apaçık. . . Ama bu gerçek karşılayacak zümre, ıslahat üzerinde dü­
Türk tarih bilincinde yeterince akis bula­ şünmek durumundaydı. Nitekim 18. yüz­
mamıştır. Çünkü Türkiye'de bu memleke- yıl Osmanlı dünyası, artık geçen asırlarda-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M I

kı ıslahat layihaları geleneğinden daha na paralel bir ıslahat modeli ö ngörmüş­


farklı bir ıslahat fikir ve hareke ti ihtiyacı t ür. Bu kuvvetli eserlerde lbn-i Halduncu
i ç i ıı cl ecl ir. 1 7 . yüzyıl Osmanlı yazarları bir çöküş teorisi takip edilirken, Osman­
lbn-i Halduncu kuramdaki çöküşün far­ lı'ya özgü bir düzelmenin mümkün görü­
kında olarak , adeta "asabiyye" ve "daya­ lüp padişahlara tavsiye eclilcligi açıkllr.
nışmayı" askeri reformlarla sağlamayı ve Ancak 1 8 . yüzy ı l ı n siyasi l i terat ürünü
m u hafazayı d üş ü n ürler; askeri refo r m . teşkil eden layihalar ve sefaretnameler bu
m ü esseselerin iç içeliği i libariyle toprak d oğrultuda değerlendiril emez. Vakıa. 1 8.
nizamı ve maliyeyi de etkileyecektir. Os­ yüzyılın siyasi düşüncesi, daha önceki as­
manlı, "devlet-i ebed müddet"e inanır. Bi­ rın yazarları gibi kuvvetli şahsiyetler tara­
naenaleyh çöküntü emarelerine rağmen fından temsil edil mez. Layihalar açıkçası
d i r i l i ş i n , devletin temel m üesseselerine bir teoriye dayanmaz; kaleme alanlar N a­
avdet ile m ü mkün olabileceğine i nanılır. ima, Katip Çelebi , Selaniki gibi Osmanlı
Kınalızade'de bu görüş açıkça ortadadır. tarihi müesseselerinden derinlemesine ha­
38 "lstanos P o l i tikos" deyim inden haberdar berdar d eğildir. Daha ziyade uygulamacı
olan Katib Çeleb i , poli tika i l m i n i toplu­ ve bizzat sivil-asker idareci ztımresinden­
m u bir insan bedeni gibi ele alarak m ü ta­ d i r. M esela D efterdar Sarı M eh m ed Pa­
laa eder. Asıl olan h ü kü m d .a rlık. askeri şa'nın eseri, ameli görüşlü ve bürokratik
kurumların d üzgünlüğü ve mali güçtür. tecrübeye dayanan bir layihadır. Sefaretna­
Tabii ki bu yazarlar lbn-i Haldun'u be­ melcrdeki tavsiye ve tahliller, derin malü­
n i msemeye devam eder, ama onun işaret mattan çok, somut gözleme ve yaşa m ı n
ettiği kaçınılmaz sona keneli reform layi­ içinde edinilen tecrübelere dayanır. Zekice
halannda pek i ti bar etmezler. kaleme alı ndıkları ölçüde, tıpkı Yirmisekiz
Ş e y h ü l i s l a m P i r i z a cl e M e h m e t S a i d Çelebi Mehınet'in bugünkü Fransa tarihçi­
E fendi'nin çalışmasını gözden geçirerek lerini dahi yakından ilgilendirmesi gibi.
l b n - i H a l d u n\ın çevirisini ta mamlayan geniş bir alana ışık tutabilirler. A.ına bunlar
k i ş i o ld u ğ u ha l d e , Cevdet Paşa büyük ıslahat ve topl u msal değişimin sancısın ı
sosyologa temelden zıt bir düşünce geliş­ çeken 1 9 . yüzyılın mü tefekkirane eserle­
tirmiştir. 1 9 . yüzyıl siyasal edebiyaumız­ riyle m u kayese e d i l e m e z . M a mafi h 1 8 .
da özgün yeri olan Cevdet Paşa, bir faki­ yüzyıl uleması içinde Batı dillerini bilen ve
hin (hukukçu) yakla�ımıyla top lumu ele dünya tarihi ile ilgilenenler de vardır. Me­
alır. Hem lbn-i Haldun'un dahiyane göz­ sela Hüseyin Hezarfen Efendi , Antoin Gal­
l e m ve k u rg u s u n d a n h e m de R o usse­ lancl'ı dahi hayran bırakan bir tari hçiydi.
au'nu n Rönesans tipi antropolojik vurgu­ (Bernard Lewis'e bakılırsa o da Katip Çele­
larından uzak b ir devlet kuramı vardır. bi ve Koçi 13ey'in görüşlerine kanlır.)
Ona göre devlet bir vahiydir. Cevdet Pa­ 1 8 . yüzyıl i lginç bir asırdır. Değişme­
şa'daki epistemolojik sorun, diğer kuram­ n i n a d ı n ı n k o n m ayıp zaruri o larak ya­
laştırma gayretlerinde de rnevcumır. şandığı bir asırdır. Dolayısıyla 18. yüzyılı
Osmanlı siyaset düşüncesinde bir nok­ mektep ki taplarının deyişiyle "gerileme
tanın genellikle dikkate alınmadığı görü­ çağı " olarak kabul etmek bir d üş ü nsel
l üy o r : A s l ı n d a , L ü t fü Paşa' n ı n Asafna­ hamlıktır. B u kabuk değiştirme çağında
m e'si ( 1 6. yüzyıl) veya Gelibolulu Musta­ devlet ve topl u m , asri merkezi bir ordu­
fa Ali'nin Nasihat'us Selatin'i ( 1 6. yüzyıl n u n kurul uşuyla, b u na mümasil vergi­
s o n u ) gibi eserler ve 1 7 . yüzyıl ı n Koçi lendirme ve mali organizasyonla, ister is­
Bey, S e l a n i k i Tar i h i , Hızr-ul M ü lük ve temez yükselen tüketi mle ve bunun ya­
Mustafa Naima Ta rihi'ndcki ve Kü tib Çc­ ratacağı el ini tepkilerle bir arada baş et­
lebi'deki fikirler, l 9 . yüzyılda ortaya çı ka- mek zorundayd ı . D ini tepkiler babında,
O S M A N L l ' D A 1 8 . Y Ü Z Y I L D Ü Ş Ü N C E D Ü N Y A S I N A D A i R N O T L A R

39

18. yüzyılda Necid'de ortaya çıkan ve lb­ iken Fransa Kralı XVI. Louis ile istişari
nI Suud ailesinin ö n cü lüğünü yaptığı yazışmasından da anlaşılacağı üzere (1.
Vahhabi hareketi önemli bir örnektir. Vu­ Abdülhamit bu olayı biliyordu ve hoşgö­
kufla ve büyük maharetle bu hareketi ele rülü davranmıştı) artık devlet sisteminde
alan Ahmed Cevdet Paşa, m edeniyeti Avrupa modelli bir ıslahatın kaçınılmaz
reddeden ve her yenilikte bid'at arayan olduğu fikrinin yerleştiğini gösterir. Er­
Vahhabiliğin kökünün lbn Taymiyye'ye gin Çağman'ın bu konuda ıslahat layiha­
kadar uzandığını söyler, ki doğrudur. Bir larının sayısı, yirmisi Türk, ikisi de ecne­
çok bedevi kabilenin hükm ettiği Orta bi mütehassıslara ait olmak üzere 22'dir.
Arabistan ve Necid'de, Muhammed lbn Mehmed Şerif Efendi'nin layihası ( Çağ­
Abd-ül Vahab, eski bedevi adetlerinin or­ man, 1992: 4-7, 2 1 7 vd. ) , her şeyden
taya çıktığını ve lslam'a zarar verdiğini önce gelir ve giderin eşitlendiği, önceden
ileri sürerek ortaya çıkmıştır (Palgrave, bilindiği, yani merkeziyetçi ve bütçeye
1 86 6 : 3 2 8 vd . ) . Vahhabilik Osmanlı tabi bir maliyeden söz eder. Bu meyanda
merkezi otoritesini sarsarken, taassubu­ mukataaların da satılmayıp (yani ihaleye
na rağmen yeni bir sosyal, siyasal yapı­ verilmeyip) merkezi hazineden idare ·
lanma öneren akımdı. 1 6- 1 7. yüzyıllarda edilmesini önerir. Mehmet Şerif Efendi
Kadızadeliler gibi hareketlerde de lbn faide ve geliri azalan tımarların da tasfi­
Taymiyye'nin eşitlikçi ve anarşist eğilimli yesini ve dirliklerin merkezi hazineye
gö rüşlerini aramalıdır; bu p ekala 1 8 . rabtını ister. Bu gerçekçi ve devrimci ma­
yüzyıla yakışan bir görüştür. Muvaffak li öneriler, varidat ve mesarifatın eşitliği­
olamamasının tek sebebi asrın gerisinde ne, vergilerin toplanmasına bağlıdır. Ver­
olması değil, ehil olmayan söylemi, ayrı­ gilerin düzgün toplanması için ayanlık
ca yetersiz düşünür kadrosuna ve taraftar müessesesini önerir. Bu feodal parçalan­
kitlesine sahip olmasıdır. mayı ifade eden bir ayanlık değildir, da­
I I I . S elim devri, Selim daha veilaht ha sonra Tanzimat'ta da başvurulan yerel
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

güçlerle mali işbirliğin i öngörür. Döne­ ki Fransız i h t i l a l i s e n el e rinde Beyoğ­


min askeri ve mülki erkanının ıslahat fi ­ lu'ndaki Fransız Sefarethanesi p ersoneli­
k i rl eri Naima, Koçi B ey, Katip Çelebi
, nin ihtilalci giyimini, üç renkli kokartlar­
hatta Ahmed Resmi Efendi'den farklı la gezip etrafta propaganda yapmalarını
olarak değişen dünyayı , bilhassa değişen Reis'ülküttab'a şikayet eden Avusturya se­
askeri tekno loj iyi gözleyebi lmek tedir. firine bu zatın: "sizin ne düşünüp ne yap­
B u n lard a n b i ri o l a n El H a c A l i Paşa tığınız bizi ilgilendirmez, is terse üzüm
(Svetkova 1 9 7 5 ) , 1 803'de kaleme aldığı küfesi giyerler" diye cevap verdiği nakle­
eserinde, lbn-i Halduncu bir çöküş ya da dilir1 Sonraki dönemin diktatör müşaviri
fasi t bir ıslahat dairesi fikrine iltifat et­ Halet Efendi bu ihtilali, adeta keferenin
meden özellikle askeri ıslahat üzerinde birbirini kırdığı, "oh olsun" d enecek bi r
durmuştur. Yazarın Nasihatname başlıklı olay gibi görür ( Lewis , 1 953) . Baul ılaş­
bir risalesinde (Sofya Kiri! Metodiy Milli manın layihalarda ifade ve talep edilmek­
K ü tü p h a n esi O p/ 1 363 N o . da kayı tlı) ten çok, hayatın içinde gerçekl eştiğini
40 mali mevzuat ve askerin düzeni üzerinde vurgulamamız gerekir. Batılı laşma Türk
getirdiği önerilerden, Avrupa orduları ve Osmanlı için tarz-ı hayat, zengin yaşam,
düzeni üzeri nde fikri olduğu anlaşılır. renk ihtişam ve güzel cins bahçeler ve ar­
Çok daha ilginç layihalar, daha doğrusu tık hoşlanmaya başladıkları Batı musikisi­
muhtıralar da vardır. l. Abdülhamit dö­ dir. Batılıların çok şey bildiğine inanılır;
neminde, l 789'un ilk ayında Galata'da tıp bilirler, astronomi bilirler, mekanik bi­
C e n e v i z s u r l a r ı n ı n Karaköy kapısına lirler, hatta lbn-i Haldun'u dahi duymuş­
Kaptan Paşa sebili önüne kimliği bilin­ lardır. Ahm et Resmi Efendi'nin Viyana
meyenlerin yazdığı bir kağıt bırakılmış­ S e faretnamesi , Yirmisekiz Çel ebi Meh­
tır. "Sultan Abdülhamid, bizim takatimiz med Efendi'nin Fransa S e fa retnamesi ,
kalmadı, aklın başına gelmiyor" d iye Ebubekir Ratıb Efendi'nin N emçe S e fa­
başlayan layiha Yusuf Paşa'ya muarız i fa­ retnamesi, Nişli Mehmed Ağa'nın ve ar­
de taşır (Sarıcaoğl u, 2000 ) . Bugün e l i ­ dından 11. Katerina devrinde giden Mus­
mizde aslı bulun mayan v e Cevd et Paşa tafa Rasih Paşa'nın Rusya S e faret nam ele ­

tarihi ndeki nüshayı kullandığımız Se­ ri bu tasavvuru yansıtan eserlerdir. G öz­


ned-i ittifak da o çağdaki benzerlerinden lem ve nakilde yeni bir dü nyaya di kkat
biridir. Bu meti n , kendisini aşan olaylar çekerler. Ama hürriyete, parlamentoya vs.
ortasında, taşra ve merkez arasında bir 'ye dair söz yoktur (zaten bu kurumlar
istişareyi ö n ermekle yeti nir. Öte yanda Kara Avrupası'nda da henüz olgunlaşma­
yine Cevdet Paşa Tarihi'nde yer alan Ko­ mıştır) ve s efirl erin hiçbiri e n telek tüel
ca S ekbanbaşı risalesinde N izam-ı Ce­ dünyaya girecek kadar dil bilmezler. Bu
did'e karşı çıkanlar, görgüsüz, bilgisiz arada, 19. yüzyıl başlarında Mısırlı Tahta­
(hem d e " taharet i n i b i l me z " ) v e galiz vi'nin Fransa S eyahatnamesi ile 1 9 . yüz­
zümreler olarak n i telenir. Gerici-ilerici, yıl başların d a Ahmet Resmi Efendi'nin
cahil-aydın gibi geleneksel i nkılapçı di­ Şark hakkındaki gözlemlerinin şaşırtacak
kotomiler (zıt ikilemler) böylece ortaya paralellikler arz ettiğini de ilginç bir hu­
çıkmaktadırlar. sus olarak kaydetmek gerekir.
18. yüzyıl siyasal düşüncesi Türk top­ Sefaretname türü içinde en ilginç eser­
lumunun Batılılaşması etrafında cereyan lerden biri M ustafa Sami Efendi'nin Avru­
eder. Ancak Batılılaşmanın adı kon ma­ pa Risalesi'dir (Andı, 1 996 ve Asiltürk,
mıştır. Hele Batı'nın siyasal müesseseleri­ 2000: 1 7 vd. ) . Bu eser, Avrupa'nın teka­
nin kabul veya ret anlamında mülahazaya mül. refah ve kanun i idares i n i ilim ve
alınması hiç söz konusu değildir. O kadar fendeki ilerlemesine bağlar. Sağlık, Ma-
O S M A N L l ' D A 1 8 . Y Ü Z Y I L D Ü Ş Ü N C E D Ü N Y A S I N A D A i R N O T L A R

arif, Endüstri gibi Avrupa'yı Avrupa ya­ rı bu asırda yeni bir tarz-ı hayatın içine
pan çağdaş unsurlara dikkat çeker. Poziti­ girmiştir. imparatorluğun Balkan eyalet­
vist zihniyeti benimseyenlerin ilk naiv ör­ l eri kaynamaya başlamıştır. B ulgaris­
neklerinden olan Mustafa Sami Efendi, tan'da 18. yüzyılda halk tabakası folklor
Paris, Berlin, Tahran sefaretlerinde bulun­ ve dini vaaz dili olarak Bulgarca'yı yaşı­
muş, Takvimhane Nazırı da olmuştur. Va­ yordu; ama aydın ve tüccar sınıf Helen
kanüvis Mehmed Lütfi Efendi'nin nakline eğitimi ve diliyle Helen bilincini sürdür­
göre Avrup a'ya devamlı m e d h-ü sena mekteydi. Popüler bir Bulgar tarihi yazıp
edip, Osmanlı'yı zemmetmesinin sebebi milliyetçi bir söylem getiren Paissiy Hil­
daima görevlerinden a tılmış olmasıdır. landerskiy ile Sofroniy Vrasanskiy gibi ra­
Daha ilginci, Avrupa'yı devamlı metheden hipler Bulgarlık bilinci aşıladılar. Romen,
Mustafa Sami Efendi'nin, Avrupa dillerin­ yani Boğdan-Ellak voyvodalıklarında Ro­
den hiçbirini öğrenemediği söyle.nir. Tan­ men kültür ve tarihi kendini klasik La­
zimat arefesinde Osmanlı bürokratının tinliğe bağlayan bir eğitim ve bilinçle ye-
pragmatik ve gözlemci Batıcılığını ifade tişti. Helenizm bu asırda henüz bütün 41
eden bu portre, bizdeki bir "Batıcı" tipi­ Ortodoks Hıristiyanların ortak bilinciydi,
nin ilk örneklerinden sayılabilir. ama Avrupa'daki Helen koloniler bu dev­
Bu çizgidekilerin hepsi siyasi müessese­ l etlerin d es teğiyle müstakil b i r siyasi
lere eğilen münevverler değildir. 18. yüz­ programa meylettiler. Genç Sırp ve Ma­
yılda tarih, musiki, lisanlar (hatta Yunan­ kadonlar, birincisi Avusturya'yla , ikincisi
ca, Latince) ile uğraşan Nefiyoğlu, Yanyalı Fransa ve Avusturya'nın Katolik propa­
Hoca Mehmed Esad E fendi (eski Galata gandası ile tezatlı bir biçimde, milli bilinç
kadısı ve Müteferrika matbaasının musah­ ve kül türlerini geliş tirmeye başladılar.
hihi) Nikolo Mavrokordatolar ve Dimitri Aslında Balkanlara ulusalcı bilincin Fran-
Cantimir gibi aydınların siyaset teorisi ile sız ihtilali sonucu geldiğini tekrarlamak,
uğraştıkları, Aristo'yu, Farabi'yi okuyup bu gelişmeleri göz önüne aldığımızda bi-
tartıştıkları malümdur; fakat bunlardan ıs­ raz hazırcı bir yorumdur. Ayı1ı şeyi Yunan
lahata yönelik bir risale ve kitap hasıl ol­ ayaklanması için de söyleyemeyiz. Türk
mamıştır. Tanzimat döneminin siyasi dü­ siyasal düşüncesinin dışında kalan, ama
şünce açısından en önemli katkısı, tarihçi­ Osmanlılık olgusu için birinci derecede
lik, hukukçuluk gibi disiplinlerin ışığın­ önemi haiz Helen ve Slav milliyetçi dü­
da, Ahmed Cevdet Paşa'yla başlayarak si­ şüncesi, Avrupa merkezli eğitim odakları
yasi teori düzeyine ulaşılmasıdır. kadar, popüler bir söylemle de gelişti; bu
1 8 . yüzyıl Türk siyasi düşüncesi hak­ ülkemiz tarihçiliğinde ihmal edilen bir
kında yapılan bu özetlemede, Müslüman safuadır. Şüphesiz Ermeni-Katolik bir di-
toplumuna ait ve Türk dilindeki düşünce ni tarikat olan M ehitaristlerin Venedik,
ve raporlar ele alınmıştır. Oysa impara­ Viyana gibi merkezlerdeki kültürel faali­
torluğun 18. yüzyılı sadece Türk 'etni'si­ yetlerinin de modern Ermeni milliyetçili-
nin dili ile anlaşılamaz; zira imparatorlu­ ğini hazırladığını hatırlamak gerekir; ni-
ğu oluşturan kitlelerin bazıları değişim­ hayet Lübnan Maruni ve M elkitleri de
den, ulustan, tarihten söz etmeye başla­ Katolik dünyadan edindikleri kül tür ve
mıştı. Sanıldığı gibi sadece Helenler de­ yöntemle , çok geçmeden mod ern Arap
ğil, bağımsız ulus fikrindeki Hıristiyan kültürünün ve tarihçiliğinin öncüsü ola­
kitlelerin hepsi benzer programlarla ve caklardır. Velhasıl Osmanlı tarihinin bu
görüşlerle ortaya çıktılar. Mehitarist-Ka­ d ö n e m i n i siyasi k ü l türel y ö n d en b i r
t o l i k Ermenil er, B u lgarlar, R o m enl er, lıoııglomera [ karmaşık bileşim] olarak in­
Sırplar da Helenleri izledi. Balkan halkla- celemek gerekmektedir. O
Yeni Osmanlı Düşüncesi*
ŞERiF MAR D i N

1 962 yılında basılan Yeni Osmanlılar


hakkındaki kitabımın araştırma ve
duğunu vurgulamak. Tek tük sathi su­
nuşlar dışında bu konuda bir çalışma ya­
yazılış safhasında tek bir amacım pılmamıştı. Cumhuriyet ideolojisi, Cum­
vardı. Türkiye'de (Osmanlı lmparatorlu­ huriyet'in öncül eri konusundaki resmi
ğu'nda) Cumhuriyet'ten önce demokratik dogmayı Mustafa Reşit Paşa'nın kimliğini
düşüncenin bir türünün ortaya çıkmış ol- öne çıkararak oluşturmuştu. Diğer taraf­
tan Cumhuriyet fikriyatı Tanzimat devri
tarihinin "ara istasyonlarının" ilginç, il­
(*) Yeni Osm a n l ı l a r topluluğunu anlamak için
uzun süreler bilgi topladım. Toplumsal hare­ ginç oldukları kadar karmaşık, karmaşık
ketlere katılanların bilgi dağarcıklarında yer oldukları derecede iç dengesizliklerle do­
alan bilgiler, onları kuşatan toplumsal yapılar
lu fikriyatının gelişimini merak etme­
hakkında kişil er, tarihler, düşüncelerle ilgili
saptamalar ya pmaya çalıştım. Bunlar "eski" miş/ettirmemişti. Okul kitapları söyle­
ve "yeni"ye ait bilgilerdi. O sıralarda bizde - minde Reşit Paşa - 1. Meşrutiyet ll. Meş­
-

ve hala bugünlerde- makbül yaklaşıma göre


"yeni" geldiğinde "eski"yi bilgi dağarcıklar­ rutiyet birbirini tabii olarak izleyen tarih­
dan atıyordu. Foucau lt, fikir süreçlerinin "kı­ sel gelişmeler olarak anlatılıyor, Tanzi­
r ı ima n o kta l a r ı " teorisiyle b u y a k l a ş ı m a
mat'ın ilanındaki prensipl erin Cumhuri­
umulmadık b i r yerden destek veriyord u. Yine
aynı bize has yaklaşıma göre, atılmadığı za­ yet'te rüştüne eriştiği imgesi vurgulanı­
man ise " eski " bi lgi, daha da kemi kleşmiş, yordu. Bu da, 19. yüzyıl tarihimizin çok
yerinde duruyordu. 1 960'/arda old uğu gibi,
Yeni Osma n l ı lara bu son bakışımda da, Ba­ yönlü gelişmesini i nkar e t tiği oranda,
tı'daki toplum bi lim lerinin ve tarihi araştır­ bende aksine bir merak uyandırmıştı.
maların defalarca tekrar ettiği bir yaklaşımı
Tarık Zafer Tunaya, ll. Meşrutiyet ko­
kullandım: toplumsal muh ayyi lenin "yeni"
öğelerle de olsa "sıfır/aşarak" çal ışamayaca­ nusunda gazete makaleleri olarak çıkan
ğı, "yeni"nin ancak eskiden çıkarak bir değiş­ yazılarında bu noktada bir çığır açmıştı.
mede yer a l ab i leceğ i n i tahlillerime kattım.
Böyle bir varsayım 1 962'de basılan kitabımda Bu yaklaşımın daha da geriye götürülebi­
da mevcuttu. Yeni Osmanlılar zaten sistemle­ leceği açıktı. Çabam 1860'larda kendile­
rini bu gerçeği bilerek geliştirmişlerdi. Fakat
zamanla eskinin sürekliliğine ait kanım daha
rince "Türkistanın erbab-ı şebabı (Fran-
teorik bir eksene oturdu.
"Yeni"nin şu veya bu şekilde, görünürde ya karşıma çıkan bir diğer gerçek de şuydu: Ba­
da "latent" olarak, eskinin izini taşıdığı hatta tı'da eskinin devamlılığı tezimi kullanmamış
eski "kanon" ve düşünce şablonları n ı n ana­ olanlar dahi tarihsel bir süreci çok genel bir
h at l a r ı n ı n çok zaman, gizli olarak hayatını söylemle ifade eden, değişim dinamiğinin ay­
sürdürdüğü savı b u savın tarihsel değişim ve rıntılarını incelemeyen bir yaklaşım geliştir­
dönüşümü, yapılan çalışmalarda çok daha an­ mişlerdi. Max Weber'e yapılan tenkitlerin ba­
lamlı bir şekilde ortaya çıkıyordu. Son on yılda şında böyle bir argüman yer alıyordu.
y N o M A N D Ü Ü N C

sa'da 'j eune Turquie") olarak bilinen ha­ Ta nzinıa t'taki "yeni" konusunda d iğer
reketin ana hatlarını ortaya çıkarmaktı. bazı fikirler de il eri sürmüşlerdi. Tanzi­
Kendilerine Türkçe Yeni Osmanlılar adı­ mat fermanı'nda Padişah'ın bir belge ile
nı veren bu grubun ortaya çıkışı 1 865 yı­ kendini bağlamasını tam anlamıyla "ye­
lıydı. En genel anlamda liberalizm adını ni" sayanlar olmuştu . Ancak bu saptama­
verebileceğimiz bu gibi bir hareketin şe­ nın, daha önemlisi Tanzimat Fermanı'n­
killenmesi konusunda mukayeseli bilim­ da "eski"yi açıktan bal talayabilecek her­
lerinin bize verdiği ders, böyle bir Loplu­ hangi bir ilkenin görülmemesiyd i . Buna
luğun a ncak hazı rlayıcı bazı öğelerden rağ m e n , 1 839- 1 86 5 yılları arasındaki
faydalanarak şekil a l a b i l eceğiyd i . Yen i Tanzimat'ın pratiği bir tür "yeni" nin im­
Osmanl ılar'a dinamiğini veren b u arka paratorlukta yerleştiğini gösteriyordu :
plan neydi? Hareketin temelindeki ivme Yeni okullar, yeni kanunlar, yeni '·akade­
bas i t a n l amda Tan z i mat'ın b i r devamı m i " ler. " G enç"ler kendilerinden "genç-
olamazdı. lira Yeni Osmanlılar'ın, hede­ lik" olarak bahsettiklerinde aslında Tan­
fi , ikinci kuşak Tanzimatçıların bizzat zimat'ın "yeni"sini olumlu, fakaL bazı ih- 43
kendileriydi . Aslında m ukayeseli tarih tirazi kayıtlarla değerlendirdiklerini ifade
açısından bakıldığında bir liberal hareke­ ediyorlard ı . i s i m l erindeki diğer i p u cu
tin yüksek m e m u rları h ed e n emesi nde "Türkistan" kelimesiyd i . G erek ··ı eune"
pek de yeni bir şey yokw. N i haye t , 1 789 gerek "Turquie" aslında Gau'nın bazı Do-
ihtilalinde ihtilalcilerin de okları 1 6. Lo­ ğu sorunu (Question d'Orient) izl eyicile-
uis'den çok devlel adamlarının "idaresiz­ r i n i n O s m a n l ı ' d a y a p ı l a n r e fo r m l a ra
liğine" yönelmişli. olumlu bir açıdan bakukları nda. bu ça-
Genç liberallerin bizzat devlet kuruluş­ baları yürütenlere bir ad vermek için o
larının içinden geldikleri hatırlandığında yüzyılın kendi liberal izm tari hinden çı­
bu çıkış noktasından onları tanımlayacak kardıkları bir isimdi.
bir anlam çıkarılabilirdi. Muhtelif resmi Eskiden " turcs" olarak (örneğin 28 Çe­
görevlerde olan kişilerin asırlar boyunca lebi seyahaLine ail Fransız yüksek me­
Osmanlı l mparatorluğu'nda hükürnetin murların zabıtlarında) tanımlanan bir
başında olanlara karşı, durmadan enLrika toplul uğun "Turqui e " ye çevri l m e s i n i n
ürettikleri bilinen bir özellikti. Ban'da bu kendi başına bir anlamı vardır. Hala ba­
entrikaların zorunluluğunu a nlatan bir kir bir alanı oluşturan bu konu, aslında
sistem bile geliştirilmişti : Padişah'la teb'a Osmanlı l mparatorluğu'nun Batı tarafın­
arasında "ara kuruluşlar" (örneğin meşru dan bir gerçek ve Batı'ya katılabilir (res­
bir aristokrasi gibi) o lmadığından, Os­ mi olarak 1 856'dan beri) bir devlet sayıl­
manlı için politika, yapısal olarak saray dığının bir ifadesidir. Yeni Osmanlılar'ın
entrikalarına inhisar ediyordu. Pek tabii ise "La j eune Turquie"yi kendilerine mal
ki akla, "Acaba Yeni Osmanlılar hareketi etmelerinde bu anlamdan ayrılan bir vur­
bu davranışın tevarüs e t m e s i n den m i gu vardı. " ltalya" hala dağınık bir mozaik
kaynaklanıyordu? " şeklinde bir soru ge­ iken d'Azeglio, l talia tabirini il eriye dö­
lebiliyordu. Ancak ö nceleri entrika çevi­ nük bir ideal olarak kullanmıştı. ·· Giova­
renlerin "genç"liklerini (Türkistanın er­ ne l talia" böyle bir ümidin i fadesiyd i .
bab-ı şebabı - Türkistanın genç olanları) Durumu daha değişik olan Osmanlı l ın­
ileri sürdükleri görül memişti. Aksine Os­ paratorluğu'nda "Turquie"deki "Türk", o
manlı'da aydınlar i ç i n prestij sağlayan sı ralarda O s m a n l ı l mp a r a t o r l u ğu ' n d a
yaşlı olmak, gelenekleri bilmek, tecrübeli millet-i hakimenin rolü konusunda daha
olmaktı . belirginleşmemiş bir ümidi ifade diyor­
G enel olarak Tanzimat'ı inceleyenler, du. Bunu Namık Kemal'in dil konusun-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

daki teklifl erinde izleyebiliriz. Yeni Os­ lııir'da tefrika şeklinde sunuyordu. Örne­
manlılarca kullanılan jeııne Ttırq tıie bir ğin lsviçreli hukukçu Vat tel'in tabii hu­
bakıma Batı'nın "ayna"sına bakarak üre­ kuk üzerine kitabı bu şekilde aktarılmış­
tilen bir kavramdı. Bu tip "onların bize tı. (Tasvir-i Eflııir, Ağustos 1 862 - Hazi­
bakmasından yola çıkarak bizim kendi­ ran 1 865)
m i z e bakmamız" durumu Tanzimat'tan Ancak bu makale serisinin hemen gö­
bugüne kadar modernliğimizi saptayan rülmeyen bir arka planı vardır: Vattel'in
b i r d eğerl endirme olmuştur ve galiba " tabii hukuk"u Tanrı'ya değil , hukukun
"Batı'nın bilim ve fikirlerini toplumumu­ kendi içsel seküler/rasyonel temeline da­
za yerleştiriyoruz" savından çok daha an­ yanıyordu. Bunun yanında Abdurrahman
lamlı bir değerlendirmedir. Sami ve Adullatif Suphi Paşalar gibi, ko­
"Yeni" söylemini bir bütün olarak ithal naklarında memleket konuları tartışılan
eden ilk düşünür lbrahim Şinasi Efendi kişilerin yeni tarih metodolojileri konu­
( 1 826- 1 8 7 1 ) olmuştur. Yeni Osmanlılar, sunda Tasvir-i E.flııir'da makalelerinin çık­
44 Şinasi'nin şiirinde ve o şiirin dolaştığı sı­ ması, burada bir aydınlar örüntüsü ve ls­
nırlı çevrelerde ol duğu kadar herkese tanbul'da bir çeşit Batı ile ilişki kurmuş
açık olarak, Tasvir-i Eflııir gazetesinde bir fikir canlanması karşısında olduğu­
( 1862) başlattığı yeni bir yaklaşımın va­ muzu anlatıyor.
risleriydi. Eskiden beri Osmanlı lmpara­ Şinasi'nin "söylemi"nin eski "fikir"lere
torl uğu 'nda tenkitçi, d evletin "beka"sı göre özgünlük gösterdiğine gelince. Kul­
için nelerin yapılması, değişmesi gerekti­ l andığı "hey'eti-i i çtimaiye", " h ey'et-i
ğini anlatan kişiler ortaya çıkmıştı. Fakat mecmua" tabi rleri , (Dizdaroğl u , 1 95 4 :
Şinasi'nin yalnız fikirlerinin değişime yö­ 72-74) Batı'daki "societe" mukabili ola­
nelişi değil söyleminin tümü de farklıdır. rak, toplumun kendi başına bir nesne,
Bundan kastettiğim, Şinasi'nin tenkit'e devlet çerçevesi dışında algılanabilir bir
ilaveten, düşüncenin kaynağı temel kav­ kurum olduğu n u vurgul uyordu . D aha
ramlarda ve bundan yola çıkarak düşünce başka bir anlatıyla, Şinasi Osmanlıların
dizisinde bir yenilik getirdiğidir. Muhte­ " teb'a" olarak kavramlaştırdıkları gele­
melen bunlar Şinasi'nin Paris'te geçirdiği neksel Osmanlı imgesi yerine, fertlerin
teb'a olmanın dışında bir kollektif yapı
yılların ( 1 849- 1 854) ürünüydü. (Çelik,
1997) Bir kere Şinasi'nin basılmayan fa­ gösterdiklerini vurguluyor, onlara "yuka­
rıdan" bakıldığı kadar "aşağıdan" bakıldı­
kat lstanbul'un saygın Tanzimat düşünce
ğında da bir anlam ifade ettiklerini anlatı­
odaklarına giren şiirlerindeki küstahlık
yordu. Bu "kollektivite" ögesi Osmanlı'da
yeniydi. Kendini himaye eden Reşit Paşa
yoktu.1 Fakat paradoksal olan, Şinasi'nin
hakkında:
söyleminin en soyut anlamda yeniliği, bir
Ettin ıizıid bizi olmuş ilıeıı zulme esir taraftan "societe" gibi çok soyut bir kav­
Celılimiz sanlıi idi lıendimize bir zencir... ram kullanırken bunu günlük hayata in­
Bir ıtılmıimedir iıısıiııa senin lıaanaıııııı dirgeyerek kullanmasıydı. ( Dizdaroğlu
Bildirir lıaddiııi Stıltıiııa senin lzaanaıııııı 1954: 86-87) Batı'nın söyleminde bu iki
(Dizdaroğlıı 1 954: 42-43) uç mevcuttu. G eleneksel Osmanlı düşün­
mısraları bunu açıkça gösteriyordu. cesinde ise bu iki planı birden kullanma­
Şinasi'nin tavır almasının yanında bir ya rastlanmıyor. (Tanpınar 1 988: 1 95) Şi­
katkısı da, "ansiklopedizm" adını verebi­ nasi hayranı ve Tasvir-i E.flııir'daki halefi
leceğimiz, Batı'nın bilgilerini sistematik Yeni Osmanlılar'dan Namık Kemal'in bile
olarak aktarma çabası olmuştur. Bunu ilk bütün bu yenilikleri tam anlamıyla kavra­
köklü m o d ern gazete olan Tasvir-i Ef- yamadığı söylenebilir.
Y E N o M A N L D Ü Ü N C

Yeni Osmanlılar'ın Şinasi'nin öncülü­ sı gereği, sanat, ticaret ve tarımın gerile­


ğünden faydalandıkları kadar lstanbul'da­ mekte olduğu, Türkiye'de yabancı me­
ki konak tartışmalarıyla örtüşen "kozmo­ mur ve görevlilerinin zararları, Batı'ya ls­
polit" havadan, örneğin Şarkiyatçı Mordt­ lam dininin zayıflatıcı bir etkisi olmadı­
mann'ın bu konaklarla olan ilişkilerinden ğının ispatlanması, Türk soyunun diğer
faydalandıkları biliniyor. Bu da bize Yeni milletlerinkinden aşağı olmadığı ve son­
Osmanlıların içinden çıktıkları toplumsal da Osmanlı halkının Padişah'a, kendisine
ağ hakkında, yani içinde çalıştıkları çer­ layık olan kutsal görevi (bu noksanları
çeve hakkında bir ilave bilgi sağlıyor. kaldırıp bir hürriyet havası estirmesini)
Şinasi'nin Tasvir-i Ejlı ar'da yeni ve geniş gerçekleştirmeye daveti. . . (Ebüzziya Tev­
bir kitle tarafından anlaşılabil e cek bir fik, 1973: 27-43.)
Türkçe kullanması, bu fikirlerin 2000- Ayrıntılı bir incelemesi mevcut olma­
3000 kişilik bir halkaya yayılmasını sağ­ yan bu belgenin kimler tarafından nasıl
y
lamıştı. Gazete artık "med a" alanını kur­ hazırlandığı kesin olarak açık değildir.
muştu. Üzerinde durulması gereken ve Fakat bu temaların birbiri ardına ve ol- 45
hala incelenmemiş bir konu ise bu oku­ dukça etkili bir edebi yapı ile hazırlanmış
yanlar zümresinin nasıl bir toplumsal ya­ olması, mektubun uzunluğu ve kapsamı,
pı oluşturduklarıdır. s onradan davranışlarını izleyeceğimiz
Yeni Osmanlılar'ın 1 865'den sonraki Mustafa Fazıl Paşa'nın kaleminden çık-
maceraları, Fransa'da 1 848 ihtilalinin ya­ mış olması ihtimalini azaltıyor. lstan-
rattığı hayal kırıklığından sonra dağılma­ bul'da Courrier .d'Orient naşiri Giampiet-
ya başlayan liberal romantizmden hala ri'nin Yeni Osmanlılar'a gösterdiği yakın-
samimi olarak ekilendiklerini gösteriyor. lık, m ektu p ta gözüken fikirlerin lstan­
Bunun yanında ise liberal fikirleri açığa bul'daki bazı Batılılarca paylaşıldığını an­
çıkarmakta hazırlıklıydılar. 2 Bunun ilk latıyor. O zamanlar Osmanlı devleti için
kanıtı, Mustafa Fazıl Paşa gibi Mısır Hi­ çalışan Batılı uzmanlar arasında da, Os­
divliği'ne aday ve bu proj esi davranışları­ manlılardaki hasletleri, Batı'nın karakteri-
nın arka planında iz bırakacak bir Os­ ni üstün gören kimselerin mevcudiyetini
manlı devlet adamının, Paris'ten çağrısı­ biliyoruz.3 Mustafa Fazıl Paşa hakkında
na yanıt vermiş olmalarıdır. Bu çağrı, ön­ az bilgi sahibi olanlar bile, Paşa'nın mek­
ce Paşa'nın 1 865 yılında Avrupa'dan ya­ tubuyla etkisini incelediklerinde, bir pro-
yılmasını sağladığı, P adişah'a seslenen j enin dağılan yankısından çok, konuya
bir "Mektup"ta yer almıştı. Bu mektupta başka bir açıdan girmek zorundadırlar.
daha sonra Osmanlı lmparatorluğu'nda Etkinin tipine ise, Batılıların Osmanlılar
ve Türkiye'de görülecek olan hemen he­ hakkındaki görüşlerinin Batılılarla fikri
men bütün "meşru" temalar işleniyordu: köprüler kuranlarca içtenleştirilmesi di­
Padişah'a sadakat, Osmanlı lmparatorlu­ yebiliriz. Bu iki uçlu, kendi üzerine kat­
ğu'nda "ihtilal"lerin Hıristiyan teb'a tara­ lanmış etki tipi, genellikle kullandığımız
fından körüklendiği, Osmanlı Müslü­ daha önce de irdelediğim "Batı etkisi" sa­
manlarının diğer dinlere m ensup Os­ vından oldukça değişiktir. Osmanlı lmpa­
manlı teb'asından daha çok eziyet gör­ ratorluğu'nda 19. yüzyılda beliren ideolo-
dükleri, M ü sl ü m a n halkın fed akarlık jileri ve Batı etkisini açıkladığımızda, da-
edecek hali kalmadığı, millette ahlakın ima bu "katlanmış" ideolojilere bir yer
günden güne bozulduğu, m emurların ayırmamız gerekir. "Kendimizi", bizi on-
zulmü, Türk ( ! ) milletine mahsus mer­ ların gördüğü gibi görmemiz durumu ise
hamet, Tanzimat eğiliminin başarısızlığı, Batı ile ilişkilerimizde bugün de etkisini
her başarının temelinde hürriyetin olma- sürdürmektedir. /
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

46

Mustafa Fazıl Paşa'nın zengin bir Hidiv palık makamını, diğer ikisi Toskana ve
akrabası olarak belki de en önemli arka Napoli gibi yalnız zulüm temelleri üstüne
plan kaygılarının da, ayrıca, mektubun­ kurulmuş olarak hüküm süren iki müste­
dan az sonra harekete geçtiğini de izleye­ bit idareyi de:virip de sosyal adaleti öngö­
bileceğiz. ren bir l talya devletine dönüştüren 'Kö­
Mart 1 867'de açıklanan Mustafa Fazıl mürcüler' ( Carbonari] adlı fedakar genç­
Paşa'nın mektubu, yukarıda göstermeye lerin, azim ve imanla dolu teşebbüslerini
çalıştığım gibi münbit bir toprağa düş­ her türlü engell eri yıkacak bir azimle
müştü. Yeni Osmanlılar da bundan bir okudukça, kim bilir nasıl kükremiş birer
hayli önce teşkilatlanmışlardı. Kendileri­ hürriyet aslanı kesiliyor ve bu u ğurda
ne s onradan katılan gazeteci Ebüzziya canlarını seve seve vermeyi tasarlıyorlar­
Tevfik, gençlerin 1 865 Haziran'ında ilk dı. Aradan b el i rli b i r zaman geçmişti.
toplantılarından şöyle bahseder: Şimdi 'Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nde ve­
"O günkü görüşme ve tartışmanın ana zirlerden, din ve bilim adamlarından,
çizgileri şunlardır: Mutlak padişahlık ida­ yüksek rütbeli askerlerden ve yüksek
resinin ortadan kaldırılması, bunun yeri­ mevkideki sivil m emurlardan, nihayet
ne M eşrutiyet idaresini koymak için ge­ halk yığınlarından olmak üzere 245 kişi
rekli tedbirler. . . Bu tedbirleri gerçekleştir­ mevcuttu. " (Ebüzziya, 1973 : 77-79).
mek için de gizli bir örgüt kurulması. . . Bu ifadede "padişahlık idaresinin orta­
Refik Bey'le birlikte altıyı bulan b u genç­ dan kaldırılması" , Yeni Osmanlılar'ın hiç­
ler, beraberlerinde birkaç kitap götürmüş­ b i r programında g ö r ü l m e d iğine g ö re
lerdir. Mesela Ayetullah Bey, kendi özel Ebüzziya'nın bir abartması olmalıdır; ya
kitaplığından, vaktiyle l talya'da kurulan da yazının yazıldığı 1 1 . Meşrutiyet'in ha­
'Carbonari' derneğiyle , Polonya'daki gizli vasına uydurulmuştur.
derneklerle igili bir iki kitabı da getirmiş Yeni Osmanlılar'ın asıl hedefi, Tanzi­
imiş(. . . ) mat'ın amaçlarını geliştiren "ikinci ku­
( . . . ) Sardunya gibi küçük bir devl eti şak" Tanzimatçılardı. Bunlar, II. Mahmut
Avrupa'nın güneyinde, bir Hıristiyanlık devrinden beri tedricen ortaya çıkan mer­
dinini sadece gülünç ve öç aleti yapan pa- kezileşme temayüllerini devam ettirmiş,
y N o M A N D 0 Ü N C

kadı'nın eski sistemdeki öneminin yerine ortaya çıkacaktı. ileride üzerinde duraca­
yeni bir idare mekanizmasını ve müderri­ ğım gibi, 1 890'ların J ö n Türkleri, Yeni
sin yerine yeni bir eğitim yapısını yaygın­ Osmanlılar'ın "yazılı" anayasacı tutumla­
laşlirmışlardı. Yeni eğitim ise açıkça eğiti­ rına, "tabiatın" iç dinamiğine dayanan bir
me bir sekülerleşme getirmişti. Bunun ya­ kainat görüşünü de ilave ederek eski ya­
nında -Mustafa Fazıl Paşa'nın mektubun­ pıyı daha da zayıflatan bir tutumla işe gi­
da yansıdığı gibi- Tanzimat ikinci kuşak rişeceklerdi.
devlet adamlarının B atı'ya fazla tavizkar Yeni Osmanlılar, devletle ilişkileri bir
politikası ve Osmanlıların Batı karşısında hayli zorlaş tığı bir sırada, 1 867'de Musta-
manen küçülmeleri, Tanzimat bürokratla­ fa Fazıl Paşa'dan özel bir davet aldılar ve
rına karşı hareketlerinin bir diğer temel benimsedikleri idealler uğrunda yurttan
ögesiyd i . Bu d u r u m d a l stanbul'da bir ayrıldılar. Grubun başında Namık Kemal
grup Ulema'nın kendilerini desteklediğini vardı, prestij sahibi fakat az bilinen bir
hayretle karşılamamak gerekir. Bu deste­ bürokrat olan Ziya Paşa ve Ali Suavi de
ğin daha derinde yatan tabanını anlamak kafileye katıldılar. Burada hemen üzerin- 47
için ise, Nakşibendiliğin bir p opülist ve de durulması gereken bir nokta, Namık
proto-demokrat hareket olarak o sıralarda Kemal ile Yeni Osmanlılar'ın Avrupa'da
Ortadoğu'da ve Asya'da nasıl işlediğini ilk gazetelerini çıkaracak olan Ali Suavi
ayrıca irdelemek gerekir. Bu son derece arasındaki farktır. U l ema k ü l türünün
önemli konuda bize, bugün ülkemizdeki künhüne vardığını ileri yıllarda defalarca
ideoloj i k yaklaşımlar dolayısiyle, ancak iddia edecek olan bu kişi kimdi? Yeni Os­
Türkiye dışında yapılan e tü tl erden bir manlılar'ın faaliyetlerini gizlice geliştir-
ipucu gelmektedir. dikleri sırada, l866'da Suavi lstanbul ca­
Aslında Yeni Osmanlılar'ın anlaşılma­ milerinde "heyecanlı vaazlar" vermekte-
mış olan girişimleri "padişahlığı kaldır­ dir. (Çelik 1994: 64.) Geniş bir biyografi-
mak" değildi. Yeni Osmanlılar görünüşte sini yazan Hüseyin Çelik'in verdiği bilgi-
geleneksel Osmanlı meşruiyet normların­ lere göre, onu Rüşdiye (Tanzimat'ın yeni
dan hareketle Padişah'tan "adalet" istiyor­ ortaokulu) mezunu fakat daha sonra Rüş-
lardı. Fakat bu isteklerin Padişah'ın ada­ diye hocalığı yapan, "Simavna kasabasın-
letinden değişik bir nesne, kendi başına da Koşulu medresesinde tedris"te, memu-
anlamlı ve Padişah'tan ayrı yaşayan bir riyette ve gene de Ulema'dan o lmaya he-
adalet alanına (liberalizmin esaslarına) vesli bir vaiz olarak görüyoruz. Bu karışık
yapılan bir referans olarak şekilleniyordu. geçmişten onu, ne tam Batılı ne de tam
Oysa Osmanlı pratiğinde -ve genel lslami lslam eğitimi gören bir o todidakt olarak
pratikte bile- böyle, kendi başına anlamlı tanımlamak gerekir. " l lmiyye" nin karşı-
bir adalet alanı yoktu. Yeni Osmanlılar şe­ laştığı ve paradoksal olarak Batı'nın etki-
riatın temellerinden hareket ettiklerini siyle oluşan bu, ilmi kendinden menkul
tekrar etseler de, sonunda adalete dayalı şahısların ortaya çıkışından Ulema, 1 9 .
geleneksel Osmanlı formülünden başka yüzyılda zaman zaman acı acı şikayet et-
bir formül teklif ediyorlardı. Bunu ne de­ miştir. Fakat bizim için önemli olan dini
recede idrak ettiklerini anlamak zordur. bilgimizin yayılabileceği yeni bir alanın
Fakat gazetelerde 1 860'larda yaydıkları teşekkül etmiş olmasıydı. 186 ?'de Ali Su-
söylemin yine bu planda da çok açık ol­ avi bir Alman gazetesince "lslami bir aji-
madığını söyleyebiliriz. Onlara katılan di­ tatör" olarak tanımlanmaktadır. Aynı za­
ni liderlerin de bu noktadaki bir yanlış manda Mıılıbir adıyla çıkan bil gazetede
anlama dolayısıyla onları destekledikleri­ hükümeti tenkit eden makaleler yazmak-
ni sanıyorum. Bu ikilik ancak zamanla tadır.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M 1

M u/ıbir'deki makalelerin pek de yüksek avi'nin siyasi teorisi bir Osmanlı geleneği
olmayan entel ektüel kıratı göz önünde olan "ihkak-ı hak" türünden bir adaletin
tutulduğunda Avrupa'da, Yeni Osmanlılar yeniden canlandırılmasıydı. Ovsa bu kav­
adın a çıkan ilk gazetenin Lond ra'daki ramda " h ak" bir gü ç l e r ayrılığının ve
M u/ıb i r o l ması hala cevaplandırılması bunların birbirini dengelemesi anlamını
beklenen sorular üretmektedir. lstanbul taşımaz, " ihkak-ı hak" fertlerin uğradıkla­
Mulıbir'ine bakıldığı zaman araştırmalar­ rı haksızlıkların ortadan kaldırılması ve
da üzerinde durulmamış bir özellikle kar­ Padişah'ın hakem rolünü üstlenmesi ele­
şılaşılır: Her ne kadar Şinasi dili sadeleş­ m ek tir. Bundan da çıkan sistem , üme­
tirmiş idiyse de, M u/ıbir'de ve Suavi'nin ra'nın (Padişah'ın yetki verdiği kişilerin)
bütün yazılarında, "kaba" Türkçe'nin halk üzerindeki hakimiyeti , Ulema'nın
hem daha "lslami özentili" hem de daha emirler üzerind eki hakimiyeti ve ilahi
"halk" bir versiyonu beliriyordu. Londra adaletin U l em a üzerindeki hakimiy eti­
M u lıbir'inin misyonu Şinasi'nin yakala­ dir." (bkz. Mardin 1 962: 368. ve Cevdet
48 madığı M üslüman popülist söylemi mi Paşa'nın bu söyl emler i ç in N eu m a n n
yerleştirmekti? Bunu Namık Kemal gibi 2 0 0 0 : 1 8 7 . Hüseyin Çelik'in Ali Suavi
birinin fark etmemiş olması mümkün de­ hakkındaki etraflı araştırması , Suavi hak­
ğildir. Bu durumdaki tepkisinin ne olmuş kında yeni bilgiler edinmemi mümkün
olduğunu bilmiyoruz. Fakat bir müddet kılmışsa da siyasi fikirleri hakkındaki gö­
sonra alim ve ansiklopedici olma hevesli­ rüşümü değiştirmemiştir.)
si Suavi'nin Yen i Osmanlılar'ın tezini an­ Ali Suavi'nin Padişah'ın bir çınar altın­
latamadığı açığa çıkıyor. Mıılıbiı"in 40. sa­ daki konumundan adalet dağıtmaz şahıs­
yısından sonra, 29 Haziran 1 868'de Yeni lara yapılan haksızlıkları kaldı rmakta bir
Osmanlılar'ın sözcüsü olarak Hiirriyeı ga­ filtre olarak çalışabilir. Bu örtülü despo­
zetesi çıkar. tizme bir " filtre" olanak sağlayabilir fakat
Bu tarihten sonra kendilerini HiiıTiyct kesinlikle demokrasi ya da sol liberal si­
gazetesine veren Yeni Osmanlılar arasında yasi teori ile ilintili değildir. Ziya Paşa'nın
çıkan temel anlaşmazlıklar, Mustafa Fazıl ise Namık Kemal-Suavi çizgisinin bir çe­
Paşa'nın daha Muhbir'in birinci sayısı çık­ şit orta yerinde durduğunu söyleyebiliriz.
tığında hükumetle anlaşarak ls tanbul'a Namık Kemal, Ali Suavi gibi şeriatı ana­
dönmesinin bir ürünü olmuştur. Yeni Os­ yasa i l e temellendirilecek b i r s i s temi
manlılar'ın Mustafa Fazıl Paşa-Hidiv-Os­ önermektedir, fakat onun fikirleri, en ge­
manlı Hükümeti üçlüsünün oluşturduğu nel anlamda demokrasi fikrine daha ya­
alan içindeki yalpalamaları üzerinde dur­ kın görüşleri çok daha ayrıntılı ve derin­
mayacağım. Fakat bu noktada da hürri­ di. Fakat her şeye rağmen onun da tekli­
yetçi , istihbaratçı, j urnalcı, vatanperver finde siyasetin içinde "karşıt" güçlerin te­
politikacı kimliklerinin iç içe girmesinin, mellendirilmesi gibi bir şey yoktur. So­
hala bugünlere kadar gel en zaman için nunda, siyasi reform teklifi sofistike bir
bile, araştırılmasına ihtiyaç duyulduğunu "dolaylı demokrasi" sistemi oluşturmak­
sanıyorum. Bu karışık duruma yine Batı­ tadır. Bu nitelik de kendisinin, muhafaza­
lılıkla ilgili bir "siyasi kimlik" / "siyasi te­ kar Ill. Napo lyon Fransası anayasasını
ori" buhranı diyebiliriz. Bunların bugün­ tercih etmesiy l e sonuçlanıyordu. (bkz.
kü uzantıları üzerinde durmayacağım. Namık Kemal, "Usul-u Meşveret Hakkın­
K o nu y u a n l a ma m a m ı z ı z o rlaş tıran da Mektuplar", Külliyat-ı Kemal, Birinci
nokta, bu entrika çerçevesi dışında, Yeni Terti p, Makalat-ı Siyasiye ve Edebiye, ls­
Osmanlılar arasında gerçek i d e o l oj i k tanbul, Selanik Ma tbaası, ss. 1 76-23 1 . )
farkların d a mevc u t olduğudur. A l i Su- Ülkemizde , lslami sistemlerde "kaza-
y N o M A N D Ü Ş Ü N C

49

y a rg ı " n ı n Padişah.tan ç ı k a n b i r a d a l e t tek ayakta kalan Müslüman birl iği hak­


fonksiyonu anlayışının v e güçler denge­ kındaki fikirleri, "bizim familyam ızdan"
sinden merkezi güçlerin korkmalarının, olan "Türk Müslümanlar" hakkında yeni
hala, değişik bir şekliyle, kurumlarımıza bir ilgi simgeler (Çelik, 1 994: 492) . Bu
işlemiş olduğu söylenebilir. odak noktasının önemi, etraflı ve güveni­
Yeni Osmanlı liderlerinin tümü 187l'de lir bir inceleme ile irdelenmemiştir. Çe­
yurda dönmüşlerdi. Suavi 1 876'ya kadar lik'in Suavi'ye sempati besleyen eserinde
Avrupa'da neşriyatını sürdürmüştür. (Çe­ bile, Suavi'nin Türklükle ilgili vurguları­
lik, 1 994: 279) Yeni Osmanlılar, romantik nın ne kadar lngiliz muhafazakarlarının
liberalizmle birlikte "sine"lerinde şiddetli Orta Asya politikasıyla çakışttğı açıktır.
ve .romantizmden de gelen bir vatanper­ (Çelik, 1994: 368-370, 489). Gene bura­
verlik barındırıyorlardı. Ancak karşılaş­ da daha etraflıca anlatılmasını bekleyen
tıkları problem Osmanlı imparatorluğu "biz-onlar-biz" diyalektiği görülebilir.
gibi değişik etnik ve dini gruplardan olu­ Y.:ni Osmanlılar'la Avrupa'ya giden bir
şan bir alanda "vatan"ın neresi olduğu kişi de Ziya (Bey/Paşa) idi. Ziya Paşa'nın
tespit problemiydi . "Osmanlı" olmak en siyasi fikirlerinin ne olduğunu çözmek
anlamlı şekliyle imparatorluğun sınırları­ kolay olmuyor. idareci olarak gördüğu
nın savunmaktı, fakat bu sınırlar içinde rüşvet ve baskı olaylarının kendinde bir
paylaşılan bir "kimlik" oluşturmak daha infial yarattığını ve bu gücün ke ndisini
zordu. Bundan dolayı Yeni Osmanlılar'da, Londra'ya kadar gönderdiğini söyleyebili­
" Osmanlı" -"Türk" - " l slam- M üslüman" riz. Tanpınar'ın Ziya Paşa'nın siyasi fikri­
kimliği etrafında devamlı gidip gelmeler yatı hakkındaki olumlu görüşleri de ikna
tespit edebiliriz . Diğer taraftan A l i Su­ edici değildir. (Tanpınar, 1 988: 3 28-336)
avi'nin Orta Asya'da Hiyve Hanlığı'nın Fakat Paşa'nın "Şiir ve inşa" makalesi ve
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

edebi "şive"si hakkın­ j ik" adını verebilece­


da Tanpınar'ın tespi t ğimiz alandaki lslam­
e ttiği özgun fikirl e r cıhkla popülizm sevi­
ise, bize siyasi teoride yesinde gelişen lslam­
p e k zayıf kalan bir cılığın sınırları yumu­
kimsenin, muhafaza­ şadığından bunlar bir
kar da olsa, edebiyat tek "pota" o larak in­
yoluyla ne gibi deği­ celenmektedir. Ancak
şiklikler getirebilece­ bu kısmi örtüşmenin
ğini anla tır. (Tanpı­ kendi devrimizin bir
nar, 1988: 339) özelliği olduğu akıl­
Bir dereceye kadar larda tutulmalıdır. Yi­
Namık Kemal hari ç , ne bu noktada Nakşi­
genelde Yeni Osman­ b endiliğin p o p ülizm
50 lılar Mustafa Fazıl Pa­ girişiminin a ç ı k ola­
şa'yla olan ilişkilerin­ rak incelenmesine ih­
d e , h ü k u m e t , Hidiv, tiyaç vardır. N ak ş i ­
vatan aşkı, h ü rriyet bendiliğin bu "sosyo­
yolu gibi tekliflerinde, l oj ik " d eğerlendiril­
menfaat, ideal, yapı ve m esi mutlaka karşı­
d eğ e r k o n u l a r ı n ı n mıza yeni bakış açıları
karmaşıklığı ortaya çı­ getirecektir.
kar. Yeni Osmanlılar Yeni Osmanlılar'ın
bunları birbirinden ayıramamışlardır. Bu­ fikriyatı, 1 876 Anayasacılığı ve parlamen­
nu hisseden Şinasi'nin muhtemelen bun­ tosuna varan bir iz bırakmıştır. Fakat bu
dan dolayı onların faaliyetlerine katılma­ iz Osmanlı lmparatorluğu'ndaki idari ve
dığı anlaşılıyor. Yurda dönen Yeni Os­ eğitim reformlarıyla, lstanbul'un kozmo­
manlılar'ın içinde siyaset, kültür ve Os­ poli tliğiyle, B atı'dan giren modalar ve
manlılık konusunda ciddi fikir üretmeye bunların gerektirdiği günlük hayatı çerçe­
devam eden yalnız Namık Kemal oldu. veleyen eşya kullanımlarıyla birlikte, in­
Namık Kemal'in müsellem olan Osmanlı ceden inceye izlememiz mümkün olma­
vatanperverliği ise bugün sanıldığı gibi yan interaktif bir süreç sonunda oluşmuş­
Türk milliyetçiliği değildi. lmparatorluk­ tur. Bu izin tekli olarak etkisini ortaya çı­
ta bir cuntanın darbesi sonucunda anaya­ karmaya çalıştığımız anda ise Yeni Os­
sa üzerinde çalışma şansına ulaştı. Ancak, manlılar'da yeni bilgi "stok"larıyla birlik­
sonra siyaset gene onun aleyhine döndü: te yeni değerlerin,. yeni iletişim ağının ve
N. Kemal il. Abdülhamit'in Osmanlı lm­ yeni söylemin y erini vurgulamalıyız.
paratorluğu'nda 1 888'de menkup Sakız 1 890'larda beliren Jön Türk hareketinde
Mutasarrıfı olarak ölür. Namık Kemal'in bu üç sacayağı yanında, göreli olarak yeni
lbret gazetesindeki lslamcılığa yatkın gö­ bir tabiatı ve dünyayı bilme/anlama/kav­
rüşleri, müceddidi Nakşinbendilerin, po­ rama sürecinin etkisinin arttığı o yılların
pülizm seviyesinde ve lslami bir söylemin verdiği manzaraya, bir genel ve spekülatif
içinden geliş tirmeye devam ettikleri et­ bir giriş olarak ileri sürülebilir.
kinlik, satıh a ltında oluşurken o da ls­ Yeni Osmanlılar yurda döndükten son­
lamcıhğın bir dış stratej i olarak geliştiril­ ra Namık Kemal'in tek başına vermeye
mesini, bir ideoloji olarak neler verebile­ devam e ttiği eserleri ise bir bakıma fikir­
ceğini tartıyordu. Zamanımızda "ideolo- lerinin nasıl inkişaf edebileceğinin bir en-
y N O S M A N D Ü Ü N C

deksidir. ibret gazetesi l 870'den sonra ye­ odur. Bu deneyimde baştan beri üzerinde
niden şekillenen fiki rlerinin odak nokta­ durduğum (iç dinamiği hala esrarlı olan)
sıdır. "Şark Meselesi" , "Askerlik" , Rütbe­ tarikatların bir çeşit popülist güç ifade et­
ler, M uhabbet, Girit M eselesi, istikbal, tiklerini anlayıp bir taraftan müceddicli
Memur, ibret, " ln tizac-ı Akvam, Terakki " , Nakşibendiliğe ve Gümüşhanevi dergahı­
Avrupa Şarkı, lttihad-ı lslam, Bilmez, Di­ na uzak dururken daha genelde bu gücü
yojen ve Hadika gazetelerinde çıkan yazı­ kendisine mal etmeye çalışan da odur.
ları kendi başına bir küme o luşturur ve M emleket sathında telgraf ve dcmiryo­
ciddi bir inceleme beklemektedir. lu ağları o n u n ısrarıyla k u r u l m u ş t ur.
Bu yıllarda karşılaştığı zorluklar, muh­ 1 890'l arda A B D Libra ry of Coııgrcss'c
telif sürgünleri, bize intikal eden imgenin yol lad ığı ve Türkiye'nin e n fra s t rüktür
ana hatlarını teşkil eder. Sultan Abdüla­ bakımından ne derece "modern"leştiril­
ziz'in tahttan indirilm esinden sonra Ke­ diğini anlatan fotoğraf albümleri kaygısı­
mal ve Ziya bir anayasa üzerinde çalışma nı ifade eder.
imkanını buldular, fakat 1876 sonbaha­ "Türklük" ve "hükümranlık" unsurla- 51
rındaki çalışmalarında Y. Murat'ın yerine rın birbirinin içinde olan ögeler şeklinde-
tahta geçen Sultan ll. Abdülhamit'in mu­ ki düşüncesi Yeni Osmanlılar'ın bir tutu-
halefetiyle karşı laştı lar. N amık K emal munu devam ettirir. Onların açtıkları As-
1 888'de G elibolu mu tasarrıfı olarak ls­ ya ile ilgili jeopolitik spekülasyonları ci-
t a n b u l ' d a n u z a k l a ş t ı r ı l d ığı y ı l l a rd a , diye aldığı anlaşılıyor.
1 888'de vefat etti. Saydığımız bütün bu olumlu çerçeve­
Yeni Osmanlılar'ın etkisi 1876 Anayasa­ l e rden bakıldığında rej i m e sad ı k kalıp
sı'na k o n a n "geçici" rafa kaldırmadan Abdülhamit devrini normal saymış o kur
sonra bile devam· etmiştir. Ancak bu nok­ yazar kitlesini anlamakta bir zorl uk çekil­
tada gerçek bir tarih birimi olarak görme­ miyor. Asıl üzerinde durulması gereken
miz gereken " i l . Abdülhamit devrinin" konu Abdülhamit'i destekleyenler açısın­
çerçevesini iyice sınamamız gerekir. Bu dan " normal" olarak gözüken şartların
çerçeve en iptidai şekliyle bize resmi söy­ hangi sebeplerden d o layı bazı l arı i ç i n
lemde anlatılan "despotluk" devri değil­ "anormal" veya "ağır" gözüktükleri ve
dir. Modernite ile geleneksellik öğelerini o n ları karşıt gruplar oluştur maya iten
kendi içinde birleştiren, kendi içinden çe­ faktö rlerin neler olduğudur. Bunun bir
lişkili ve bu çelişkiye sonunda yenik dü­ ipucunu Yeni Osmanlılar'ın kaynağı olan
şen bir devirdir. Bu karmaşık yumağı tam toplum katını , 1 890'ların ihtil a l ci l eri n
o larak çözebilmenin daha eşiğinde bile toplum katıyla karşılaştırmakta buluruz.
değiliz. Ancak buraya bir başlangıç nok­ Yeni Osmanlılar'ın toplumsal tabanı
tası koyabilirsek, o d a i l . Abdülhamit Tanzimat d evlet hiyerarşisi ve -gel iştiği
devrinde Tanzimat refo rmcularının dü­ derecede- lstanbul'un Batı'dan haberdar
zenleyici- rasyonelleştirici vurgunun de­ "sosyetesiydi " . Buradaki iç içeli k te n bir
vam etmiş olmasıdır. örnek Yeni Osınanlılar'ın en "ihtilalcisi "
Stanford Shaw bir makalesinde, Padi: olan (Çelik, 1994: 2 13 ) Mehmet Bey'dir.
şah'ın lngiliz büyük elçisi Sir Henry Elll­ Mehmet Bey so nradan Sadraza m olan
ott'a, tahta geçtikten bir müddet sonra Mahmut N edim Paşa'nın yeğeniydi. Bü­
yapmasını istediği b ü tü n düzen lemeleri tün Yeni Osmanlılar'ın yüksek devlet per­
geliştirdiğini göstermiştir. Kişileri medre­ soneliyle yakın ilişkileri vardı ve devlet
seden çıkarıp " okullar"a gitmeyi temin kurumlarında yetişm işl erd i . 1 890'ların
eden od ur. Osmanlı l mparato rluğu'nda Jön Türkler'inde bu toplumsal orijin de­
yüksek okullara destek veren ve geliştiren ğişmiştir, ana çerçeve "devlet" değil "yük-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M 1

sekokul"dur. Yalnız bu yönden bile ne nünü ihmal etmiş oluruz. Bu "kafa değiş­
kadar değişik bir "statü alanı" kaynağı ile tirmenin" de ancak çok "kat"lı olduğuna
karşı karşıya bulunduğumuz açıktır. şüphe yoktur. Örneğin Şarkiyatçı Vam­
Yüksekokulların standardının yüksel­ bery 1 860-1890 yılları arasındaki değişik­
mesi Abdülhamit'in desteklediği bir yön­ liği anlatırken arada bir "tarih bilincinin"
temdi. Bundan dolayı, örneğin Mülkiye­ ortaya çıktığını vurgular. Bu bir "kolektif'
nin öğretim personeli zamanın en yete­ kafa değişikliğidir. Ramsay de, Abdülha­
nekli aydınlarından, Abdurrahman Şeref, mit'in Anadolu'da bir "Osmanlılık" bilin­
Recaizade Ekrem gibi kimselerden oluşu­ cinin oluştuğunu anlattığı zaman, bu kol­
yordu. lektif bilincin bir şekline atıfta bulunur.
Böylece J ö n Türklerin Yeni Osmanlı­ Fakat bunlar Abdülhamit devri toplumsal
lar'a nispetle "devlet sınıfı" ile çok daha değişiminin incelenmesinin ancak baş­
esnek ilişkileri olduğunu ve Yeni Osman­ langıç öğelerini verir.
lılar'ın içinde büyüdükleri bir devlet söy­ Önceki sayfalarda Tanpınar'ın Şinasi
52 lemi yerine, yetişmelerinde bir "okul söy­ için ileri sürdüğü ve burada kullandığım
lemi"nin etkili olduğunu söyleyebiliriz. değişik söylem ve değişik "muhayyile"
G erek okul gerek Batı'dan gelen kay­ kavramını Yeni Osmanlılar ve Jön Türk­
naklardan edinilen bilgiler 1 860- 1 890 ler'le de kullanabileceğimizi sanıyorum.
arası Türkiye'yi değiştirmişti. Genelinde Şöyle ki:
Tanzimat'tan itibaren Batıcı-düzenleyici Tanpınar Namık Kemal'in Abdülhak
(rasyonelleştirici) nesnel adını verebilece­ Hamid'e yazdığı mektubun bir satırı üze­
ğimiz unsurların artmış olduğu doğrudur. rinde duruyor. Altını çizdiği ifade şu: "bir
Fakat bunun kaba bir etki-tepki yoluyla güzelin velev mehasin-i maneviye onun
değil, bir algılama-kavramlaştırma deği­ dağa benzetmek bizim tabiatımıza -zan­
şikliğiyle oluştuğu söylenebilir. Başka bir nımca- mülayim gelmiyor. " (Tanpınar,
ifade ile iktisadi şartların değişmesi, idari 1 988: 439. F A . Tansel, "Mektuplarına
yapının yenilenmesi yeni eğitim kurum­ göre Namık Kemal ve Abdülhami t", s .
larının harekete geçmesi tabii ki değişim 2 l 'den.)
için önemli bir çerçeve oluşturmuştur. Namık Kemal'in "güzel"i dağa benzet­
Fakat daha önemlisi bu öğelerin etkisinin mekte zorlanması, tabiatla ilgili gelenek­
bir algılama değişikliğinden geçtiğidir. sel-aksi omatik bir kavramlaştırmanın ve
Önemli olan ve 1 890'ların Jön Türklerini ona bağlı bir estetik anlayışının sınırla­
anlatan algılama örüntülerinin değişmesi masından ileri gelmektedir. Tanpınar, Ke­
olmuştur ve o sıralardaki karşı koyma sis­ mal'in biraz da zorlanarak, zamanla bura­
tematik muhalefeti, ayaklanma gibi hadi­ daki tutumunun aksine "muhayyilesini
seleri anlamak için dikkatimizi bu algıla­ tabiattan ve eşyadan gelen" ihsaslara açtı­
ma süreci üzerine odaklaştırmalıyız. Fa­ ğını anlatıyor. (Tanpınar, 1988: 3 7 1 ) .
kat bunu tek bir "dağarcık doldurma' ola­ J ö n Türklerin a ) zamanlarındaki genel
rak görmemiz 1890'ların temelinde yatan kurumsal gelişmelerde b) eğitim kurum­
dinamiğini oluşturması için yeterli değil­ larında c) muhayyileleri seviyesinde tek­
dir. 1 860-1 890 arası süreci incelerken rar tekrar aynı "tabiattan ve eşyadan ge­
okumuş insanları çerçeveleyen eğitim gi­ len" vurgularla karşılaştıklarını söyleye­
bi kurumları anımsayarak, dinamiğin yal­ biliriz. Böylece Şinasi'de bir şahısta gör­
nız bir yönünü ortaya çıkarmış oluruz. düğümüz bir vurgu, 1 890'larda toplum­
lkinci bir etki odağı olan Batı'dan edini­ sal ve iktisadi şartların yarattığı yeni çer­
len bilginin "kafa değiştirici" dokusunun çevelerde gelişiyor. Bu gelişme ise para­
da açıklamazsak, yine dinamiğin bir yö- doksal olarak bir bakıma eğitim kurum-
y N o M A N D Ü Ü N C

!arını geliştirmek isteyen Padişah'ın bir !erdi. llginç olan Yeni Osmanlıların kimlik
"atiyesi"ydi. arayışları sırasında aynı güçte bir tepki ile
Jön Türklerin hareketinin uzun vadesi­ karşılaşmamış olduklarıydı. Bunun basit
ne bakuğımız zaman ise bu "maddiciliğe" bir ifadesi olarak "milliyetçilik" sorununu
ve beraber yürüyen rasyonalizasyon baş­ karşılarında bulmalarını ifade edebiliriz.
langıçlarına kısmen set çekildiği görülebi­ Yepyeni bir yaratık olan devlet birimi­
lir. Başka bir ifade ile başlangıç ta J ö n nin katı sınırları, milliyetçilik politikaları,
Türkler enerjilerini imparatorluğun güç­ vatandaş enerjilerini bir merkeze toplama
lenmesine çevirir ve bunun kurumların politikalarıyla pek tabii ki karşısında bu
değiştirilmesiyle olacağını umarken, za­ çerçevelere sığmayan toplum birimlerinin
manla "kimlik" konusunun bu yolda kar­ tepkisini bulacaktı. Devlet biriminin mu­
şılaşacakları en önemli problem olduğunu, hafazasında Abdülhamit'ten daha da ıs­
Ermeni, Arap, Arnavut kavramlarının ayrı rarcı olan Jön Türklerin de bu yeni güç­
bir problem alanı oluşturduğunu görecek- lerle karşılaşmaları tabii idi. O
53

Dİ PNOTLAR

Zamanla, toplum bilimlerinde, Batı'da 1 9. yüz­ Avrupa'da 16. yüzyılda kullanılmaya başlanan
yıldan beri tartışılan fakat Türk aydınları ara­ "society" - "societe" muadili değildi. bkz. Sela­
sında sıfıra yakın bir iz bırakan bir teorik çerçe­ niki Mustafa Efendi, Tarih-i Selaniki ( 1 003-
ve (Husserl, Schutz, Gadamer, Heidegger dört­ 1 008/1 595-1 600) Haz. Mehmet l pşirli, Cilt i l,
geni) gel işti: Toplumsal değişmenin a) yalnız Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1 9 99, s. 482.
"dış" belirlenimlerle değil b) "eski"leri sıfırla­ "Hey'et-i içtimaiye aynı zamanda muhtemelen
madan ve c) "algı lama, kavrama, anlama ve o yıllarda Fransız tarihçisi Michelet'nin kullan­
bunları zorlayarak yeniden yaratma" gibi "ara dı!;'Jı ve baş tacı ettiği "peuple", "halk" karşılı­
istasyon larından" geçerek oluştuğu fikri ber­ ğıydı. Bu açıdan Şinasi'nin kullandığı "millet"in
raklık kazandı. Batı'da bu yeni birikimi salt bir de yeni bir anlamı vardı.
"kültür" yaklaşımı olarak görüp yerenler böyle 3 içinde yoğuruldukları toplumsal çerçevenin
bir an latı ma karşı ç ı kt ı lar. Bizde ise teorinin (gerek okuryazar halk gerek elit tabaka) dola­
içindeki "kat"lar (a, b, c) anlaşılmadığından ta­ yısıyla ne kadar "Osmanlıca" bir vurgu benim­
rihimizin ana hatlarının tanımlamasında aydın­ semek mecburiyetinde kaldıkları da ortaya çı­
larca benzer yaklaşımlar kimi zaman tartışıldı kıyor.
fakat profesyonel toplum araştırmacılarını he­
men hiç etkilemedi. ileri sayfalardaki sunuşum­ 4 Francois Georgeon, "Un positiviste ou Orient
da hem "maddi" belirlenimlerin hem de "kav­ ou XIXe Siecle: Charles M ısmer, La Turquie et
rama "ya b a ğ l ı unsurların nasıl birl ikte göz l'lslam," in François Georgeon, Des Ottomans
önünde tutulmaları gerektiğini gösterme!;'Je ça­ aux Turcs, lstanbul, ısıs, 1 995, ss. 1 24-1 57. Ali
lışıyorum. Bizde böyle bir yaklaşımı toplum Suavi mektubun Ganesco adında bir Romen ta­
analizlerinde geliştirilecek birçok alan mevcut. rafından yazıldığını bildirir. Bk. Ş. Mardin, "The
Genesis of Young Ottoman Thought, Prince­
2 Gerçi Osmanlılar da "umur-u mülk-ü millet" ton, 1 962, s. 278
kavramını kullanmışlardı fakat bu hiçbir zaman
Kalemiye'den Mülkiye'ye
Tanzimat Zihniyeti
G Ö K H A N Ç E T I N S AY A

Ç ağdaş Türk siyasi düşünce tarihi


çalışmalarının duayeni Şerif Mar­
1 840'lardan 1870'lere kadar bütün siyasi
fikir tartışmaları ve siyasi elitler arasın­
din'in vardığı hükme göre, " 1 9. daki bütün mücadele, aslında bu mesele­
yüzyıl Türk düşünce tarihinden bahset­ ye getirilen (bir başka ifadeyle devletin
mek mümkün değildir. Ancak bir 1 9 . nasıl kurtarılması gerektiği konusunda
yüzyıl 'düşünce sosyolojisi'nden bahsede­ ileri sürülen) farklı (ve çoğu zaman kar­
biliriz." Yine Mardin'in yargısına göre, Ba­ şıt) çözümlerden ibarettir.
u'daki gibi bir felsefi spekülasyon söz ko­ Bu yazı 'Tanzimat zihniyetini' yansıtma­
nusu değildir, amaç "devleti kurtarmak" yı amaçlıyor. Ancak Tanzimat dönemi dü­
ve bunun için kısa vadeli, pratik, "devlet şünce hayatının bütün yönlerini değil, sa­
için geçerli" çözüm yolları aramaktır dece siyasi düşünceyi ele almayı hedefli­
(Mardin, 1983: 9-17) . yor. Bunu yaparken de, bütün siyasi fikir
Eğer Mardin'in teklif ettiği şekilde bir akımlarını değil, sadece Tanzimat projesi­
'düşünce sosyolojisi' yapılacaksa, bu dü­ nin yürütücüleri olan, bürokrasiden yetiş­
şüncelerin ortaya çıktığı, bir çözüm ola­ me (hepsi de en azından nazırlık ya da
rak düşünüldüğü, kısaca devletin içinde büyükelçilik yapmış) devlet adamlarının
bulunduğu ortamı iyi anlamak gerekiyor. zihni yapılarını, dünya görüşlerini, siyasi
1 9 . Yüzyıl'da Osmanlı l mparatorlu­ düşüncelerinin belli temel taşlarını ortaya
ğu'nun karşılaştığı (ikisi de birbiriyle ya­ çıkarmayı amaçlıyor. Zaman dilimi olarak
kından ilişkili) iki temel iç ve dış tehdit 1830'ların sonları ile 1870'lerin ilk yarısı­
mevcuttu: Rusya tehlikesi ve gayrimüs­ nı kapsayan bu çalışmada ele alınan dev­
lim milliyetçiliği/ayrılıkçılığı. Ü s telik let adamları farklı yetişme ortamları içeri­
devletin zaaf içinde olması, (Mehmet Ali sinde farklı eğitim düzeylerine sahiptir:
Paşa örneğinde olduğu gibi) Müslüman Mustafa Reşit Paşa ( 1 800-1 858), Sadık Rı­
unsurlar arasında da ayrılıkçı eğilimlere fat Paşa ( 1 807-1858) , Mustafa Sami Efen­
y o l açmaktadır. En hayati sorun çok di (ö. 1 8 5 1 ) , Ali Paşa ( 1 8 15-187 1 ) , Fuat
farklı unsurlardan oluşan bir imparator­ Paşa ( 1 8 1 5 - 1 869) , M ü ni f Paşa ( 1 828-
luğu ayakta tutma gayretidir. Tanzimat 1 9 10), Safvet Paşa ( 1 814-1883), Sadullah
dönemi boyunca gösterilen bütün çaba­ Paşa ( 1 838- 1 89 1 ) , Mus tafa Fazıl Paşa
lar, toplam nüfus içindeki payları %40 ( 1 83 0 - 1 8 7 5 ) , Halil Şerif Paşa ( 1 83 2 -
gibi önemli bir oranda olan gayrimüslim­ 1879) , Mahmut Nedim Paşa ( 1 8 1 8- 1 883) ,
l er i n ayrılı k ç ı lı ğ ı n ı ö n lemek i çind ir. Mithat Paşa ( 1 822-1 884). B u isim listesi
K A L E M I Y E ' D E N M Ü L K I Y E ' Y E T A N Z i M A T Z i H N i Y E T i

genellikle 19. yüzyıl başıyla 1 830'lar ara­ tüyü benimsemek hükmünde" olan bu
sında doğmuş yaklaşık üç kuşaktan oluş­ tedbirler benimsenmezs... , lslam devletle­
maktadır. Bu kişilerin bizzat kaleme aldık­ rinin en büyüğünün varlığı tehlikeye gi­
ları metinlerden hareketle Tanzimat (dev­ rer; lslam devleti çöker ve lslam milleti is­
let adamlarının) zihniyetinin ipuçları ya­ tiklalini kaybeder. "Devlet-i Aliyye'ye bir
kalanmaya çalışılacaktır. hal olursa, din ve milletimiz tamamen sa­
Bütün bu kişilerin bıraktıkları metinle­ hipsiz kalır ve birliği berbat olur." Bu ne­
re genel olarak baktığımızda, l 700'lerden denle, "şimdiki durumumuzu bulunduğu­
beri gelen ıslahat hareketlerinin geçirdiği muz yüzyılın gereklerine elden geldiğince
aşamaların bir muhasebesi sonucunda, eriştirmek (. . . ) farz derecesini geçmiştir"
devletin iç ve dış problemleri karşısında (Akarlı, 1 978: 12, 15).
ne yapılması gerektiği hakkında, hemen lkinci gerekçe beşeridir: lnsan ilıtiyacat­
hemen hepsinin aynı fikirde buluştukları­ ı z:amaııiyeyi takip etmeli, icab-ı asr u za­

nı söyleyebiliriz: Eski usullerden vazgeç­ mana uygun hareket etmelidir. Ejlıar ve et-
mek! Tanzimat Fermanı, "usül-i atikayı var-ı mutaas ı baneden sakınmalı, hal-i inzi- 55
bütün bütün tağyir ve tecdid" etmekten va ya da taassub-ı lıal yerine Avrupa ile
bahsederken, Fuat Paşa'ya göre geçmiş ile miibadele-i ejlıar yolu tutulmalıdır. Sadık
ilgiyi keserek yeni gelişme ufuklarına yö­ Rıfat Paşa'nın ifadesiyle, devlet işlerinde
nelmek zorunludur. Bu potansiyel mev­ "asır ve zamanın hükmünü ve ihtiyacatını
cuttur ama, bunun için "bütün siyasi ve bilip ona göre hareket etmek" gerekmek-
idari kurumlarımızı değiştirmek mutlaka tedir. Zira, "tabiat-ı beşeriyyeye muhalif
gereklidir" (Akarlı, 1978: 1-2). Bu topye­ olan hüküm ve madde, daimi, cari ve pa-
kün değişim önerisi için iki temel gerekçe yidar olamaz. (. . . ) Hilaf-ı tabiat olan şey,
ileri sürülür: dini ve beşeri. hiç bir zamanda iyi olamaz. ( . . . ) Çünkü
Fuat Paşa'ya göre, "herhangi bir devle­ mizac-ı asr ve ejlıar-ı zamane cuş u hurüşa
tin artık Avrupa'da varlığını sürdürebilme­ gelmiş bir nehre" benzer. Bu sebeple, "ef-
si için gerekli ve zorunlu olan bu önemli lıar-ı zamaneye tebaiyyet eden zevat, hem
[siyasi ve idari] kurumları Islamlığın gü­ sür'atle ileri gider, hem de ser-menzil-i
venliği için bir an önce mutlaka benimse­ merama vasıl olur. 'Rüzgarın önüne düş­
meliyiz." Devletin yönetimini bu doğrul­ meyen adem yorulur' denildiği gibi mizac-
tuda değiştirerek Islama aykırı hiç bir şey ı asra muhalif olan niyat ve efkarın fi'ile
yapılmayacaktır. Zira, "dini ve beşeri bü­ gelmesi ve gelse bile devam etmesi" müm-
tün kurumlar için geçerli olan birinci yasa kün değildir (Kaplan, 1988: 38-39, 50) .
kendini koruma yasasıdır. " Girişilen bü­ Tanzimat döneminde siyasi düşünce­
tün ıslahat hareketlerinde lslamın korun­ mize birçok yeni kavram girmiştir. Bura­
masından başka bir amaç güdülmemiştir da bu dönem metinlerinde en çok geçen
(Akarlı, 1978: 2, 7). Ali Paşa da, "ehven-i dört kavram çifti (medeniyet ve terakki,
şer" prensibinden hareket etmekle bera­ ulüm ve fünün, kanun ve nizam, hürriyet
ber yine aynı sonuca varır. lslam devletini ve meşveret) seçilerek, bu kavramların
ve milletini "kurtarmak için artık ufak te­ ışığı altında Tanzimat düşüncesinin izleri
fek sakıncalara bakılmamalıdır." Asıl olanı sürülmeye çalışılacaktır.
korumak için ayrıntılardan belli bir dere­
ceye kadar fedakarlık etmek gerekmekte­ MEDENIYET VE TERAKK.1
dir. Osmanlı devletinin karşı karşıya bu­
lunduğu felaketler karşısında, "devlet ge­ Ahmet Hamdi Tanpınar'a göre, "Tanzimat
misini kurtarmak için bir yük atmakta" devrinin ilk ideolojisi medeniyetçiliktir.
duraksanırsa, bir başka ifadeyle "en az kö- (. . . ) Tanzimat'tan sonra ilk ideoloji cris-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N 8 1 R 1 K 1 M 1

tallisation'u bu kelimenin etrafında olur. adete ulaştıran bir yol' olarak tanımlanan
" imparatorlukta 19. yüzyıl boyunca orta­ medeniyetin insanoğlu için tabii ve zaruri
ya çıkacak, Osmanlıcılık, lslamcılık ve olduğu, insanların medeniyete muhtaç ol­
Türkçülük gibi bütün fikir akımlarının te­ dukları sık sık vurgulanır. Tanzimat döne­
melinde bu yatar. Tanzimat dönemi kulla­ mi kullanılışında medeniyetin karşıtı be­
nılışında medeniyet her şeydir; her şeye deviyettir. Medeniyet niçin bedeviyet kar­
kadir, kendisinden bir din gibi bahsedilen, şısında üstündür, gereklidir ve kaçınılmaz­
din haline getirilen bir kavramdır. Örne­ dır? Buna Mecmua-i Fiimiıı yazarlarını iz­
ğin şiirlerinde medeniyetten bir din gibi leyerek üç temel argümanla cevap verebili­
bahseden Şinasi, Tanpınar'ın ifadesiyle, riz: llk olarak, insanın tabiatı gereği mede­
"getirdiği nizamla bize medeniyetin kapı­ ni olma zorunluluğu vardır. lnsanoğlu (bir
sını açan Reşid Paşa'yı bir peygamber gibi sosyal evrim süreciyle) "vahşiyet ve huşu­
över. O, bazen 'medeniyet resulü', bazen net" halinden "bedeviyet" haline oradan
'fahr-ı cihan-ı medeniyet' olur, devri 'asr-ı da "medeni" hale geçer. Medeniler tabiatı
56 saadet', vücudu 'mucize', millet arasında kendi kontrollerine alır, ondan istifade
görünüşü 'bi'set' (Hak tarafından gönderil­ eder, menfaatine göre kullanır; bu sayede
me) dir. Bu yeni dinin kitabı vardır: 'ka­ saadete erişir. ikinci olarak, medeniyetin
nun"' (Tanpınar, 1985: 1 5 2, 200). askeri güç bakımından üstünlüğü vardır.
1 830'larda ilk kullanılmaya . başlandı­ Münif Paşa "Mukayese-i llm ü Cehl" baş­
ğında henüz " civilisa tion/sivilizasyon" lıklı yazısında, yirmi otuz bin kadar Avru­
kelimesine Türkçe bir karşılık bulunama­ palının, birkaç aylık mesafeyi katederek,
mıştır. Mustafa Reşit Paşa ve Sadık Rıfat üç yüz elli milyonu aşkın nüfusu ve birkaç
Paşa gibi bu kavramı ilk kullanan devlet milyon askeri bulunan Çin devletini ko­
adamlarının yazdıkları metinlerde, "sivili­ layca mağlup etmelerini örnek göstererek,
zasyon usulü ... yani terbiye-i nas ve icra­ "eğer Çinliler usul-i kadinıe-i medeniyet-i
yı nizamat", "sivilizasyon usı11-i mergCıbe­ gayri nıülıemnıeleleri muhafazasında ısrar
si", "Avrupa'nın şimdiki sivilizasyonu ya­ etmemiş olsalar idi, birkaç bin ecanibin şu
ni usCıl-i me'nı1siyet ve medeniyeti" gibi hakaretine düçar olurlar mıydı?" diye sor­
çeşitli karşılıklarla i fa de edilmeye çalışı­ maktadır. Tanzimat devlet adamları için
lan kavram, 1 850'lerde kesin anlamını sömürgecilik ve ırkçılık medeniyetin do­
b u l u r ve "m edeniyet" karş ılığını alır ğal, haklı ve kaçınılmaz bir sonucu olarak
(Baykara, 1 9 9 2 ) . 1 860'1arın başlarında görülür. Üçüncü olarak, dini açıdan da
medeniyeti "cemiyet-i beşeriyeyi terkib medeniyetin bedeviyete üstünlüğü savu­
eden efradın her yönden mazhar-ı enmi­ nulur. Klasik Islam geleneğinden kalka­
yet-i lıiimile ve mütemetti-i nimet-i asayiş rak, ilim-medeniyet ve cehalet-bedeviyet
ve refalı olması demektir" diye tanımla­ arasında paralellik çizilir; medeni olmak
yan Ali Paşa'ya göre, "nev-i beni adem bi­ eşittir Müslüman olmak formülüne, me­
t-tab' medenidir ve bu tabiatın tabiat-ı as­ deni olmak dinin bir gereğidir, sonucuna
liyesi ise daima terakki-i medeniyeti müs­ varılır (Aydın, 1995).
telzim ve müsted'i olduğu derkardır" (Ali Bütün Tanzimat yazarları medeniyet ile
Paşa, 1862). terakki arasında güçlü bir bağ kurarlar.
Dönemin diğer Tanzimat yazarlarında Ali Paşa'ya göre, "daire-i emniyet ve refa h
da benzer ifadelerle karşılaşırız. Mecmua-i bir hal ve vüsatte kalmayıb bi-t-tedric te­
Fünıln sayfalarında genel olarak, 'ulum, fü­ vessü etmek ister ve bu tevessüe teralıhi
nı1n ve sanayi sayesinde, toplum içindeki ıtlak olunur" (Aii Paşa, 1862). Medeniye­
fertlerin işbirliğine dayanarak, insanları tin ayrılmaz bir parçası olan terakkinin
refah, rahatlık, servet ve dolayısıyla da sa- savunulmasında dini argüman tekrar kar-
K A L E M I Y E ' D E N M Ü L K I Y E ' Y E T A N Z i M A T Z i H N i Y E T i

şımıza çıkar. Fuat Paşa'ya göre, insan sü­


rekli kendini aşmak eğilimindedir. insan
tabiatının bu özelliği lslam'ın özüyle tam
bir uyum içindedir. lslam terakkiyi amaç­
layan bütün akideleri içermektedir: "ls­
lamlık bize aklımızı iyi kullanıp dünya­
nın terakkisi yolunda ilerlemekliğimizi
emretmekte ve değil Arabistan'da ve Müs­
lüman ülkelerde, hatta yabancı yerlerde,
Çin'de, dünyanın en ırak köşelerinde bile
bilim ve beceri ışığını aramaya bizi yö­
neltmektedir" (Akarlı, 1 97 8 : 2 ) . Klasik
lslam geleneğinden alınan Çin örneği, "il­
mi Çin'de dahi olsa arayıp almakla me­
muriyetimiz malumdur" ya da "ilmi tah­ 57
sile çalış Çin'de ise var ara bul" gibi ifade­
ler Tanzimat yazarlarınca en sık kullanı­
lan kalıplardan birisidir.
Yine Fuat Paşa'nın söylemine devam
edersek, " lslamlığın emrettiği bilim başka­
larının tahsil ettiği bilimden farklıdır sa­
nılmasın. Katiyyen. Bilim tektir. Akıl ve
idrak dünyasını her yerde aynı güneş ışıtır
ve ısıtır. Ve madem bizim inançlarımızca
İslamlık evrensel gerçeklik ve bilginin bir
ifadesidir, o halde yararlı bir buluş, yeni
bir bilgi kaynağı nerede bulunmuş olursa medeniyeti ve bilimi Müslümanların "yi­
olsun, ister putperest ister Müslümanlar tik malı"dır; geçmişte Avrupa'nın lsliim­
arasında, ister Medine ister Paris'te olsun, dan devralıp geliştirdiği miras şimdi tek­
her zaman lslam'a aittir" (Akarlı, 1978: rar lsliim dünyasına ithal edilebilir.
2). Bu argümanın mantıki sonucu şudur: Tanzimat yazarları için medeniyet her
Öyleyse, Avrupa'nın buluşu olan yeni yasa türlü maddi ve manevi ilerlemedir; her
ve gelişme araçlarını bizim de benimse- · türlü ilerlemenin ön şartıdır. Medeniyet­
mememiz için hiç bir engel yoktur. Fuat teki ilerlemenin sonu yoktur. Peki mede­
Paşa'nın bu yaklaşımı Yeni Osmanlılar ku­ niyet ve terakkinin ölçüsü ne olacaktır?
şağına kadar olan dönemde Tanzimat zih­ Fuat Paşa'ya göre, "artık önemli olan çok
niyetinin önemli bir özelliğine işaret eder. terakki etmek değil, fakat kesin olarak
llk dönem Tanzimat devlet adamları ken­ Avrupa'nın öteki ülkeleri kadar terakki
dilerini Avrupa'dan farklı bir medeniyetin etmektir." Avrupa'da söz sahibi olabilmek
ve ilim geleneğinin varisleri olarak gör­ için terakki yolunda Avrupa ülkelerine
mezler; medeniyet ve bilim tektir. Yazıla­ yetişilmeli ve hatta onlarla yarışılmalıdır:
rında "lslam medeniyeti" ya da "Avrupa "mahvolma felaketinden kurtulabilmekli­
m e d e n i y e t i " g i b i kavramlara (ya da ğimiz, İngiltere kadar paraya, Fransa ka­
Garp/Şark ayrımına) rastlanmaz. Yeni Os­ dar bilgi aydınlığına ve Rusya kadar aske­
manlı düşüncesinden farklı olarak sentez re sahip olmaklığımıza bağlıdır" (Akarlı,
yapılacak iki ayrı medeniyet anlayışı çok 1978: 1 -2). Medeniyet ve terakkinin ölçü­
belirgin değildir (Aydın, 1 995). Avrupa tü ise toplumun değişik kesimlerine göre
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M I

farklılıklar gösterir. Tüm toplum kesimle­ dahi, yine ilim ve alıla menut ve muhtaç­
ri göz önüne alındığında, medeniyet kısa­ tır" (Kaplan, 1988: 48) . Ali Paşa'ya göre
ca insanı saadete götüren her şeydir: otel­ de, "her bir cemiyet-i insaniyenin derece-i
dir, lokantadır, kağıt paradır, müzedir, an­ temeddün ve terahkiyesi kendüsünü terkib
tikadır, kaldırımdır, trendir, telgraftır, ba­ eden ( . . . ) azanın mertebe-i terbiye ve vu­
loya gitmektir, rokfor peyniri yemek, ta­ k ufuna göre olmak umur-i zaruriyeden­
haretsiz gezmek ya da eşini kıskanma­ dir." Gıdasız beden olamayacağı gibi "me­
maktır. Ancak inceleme konusu yaptığı­ deniyyun bi-t-tab' bulunan insan dahi gı­
mız devlet adamları için genel olarak de­ da-i ruhani olan ilimsiz, hayat-ı temed­
miryolu, karayolu, şirketler, nüfus çoklu­ dünden mahrum olmak mukarrerdir"
ğu, şehirleşme, kanun ve nizam, emniyet (Ali Paşa, 1 862).
ve refah gibi şeyler bir toplumun medeni­ Fuat Paşa'nın yukarıda medeniyet ve
yet ve terakki derecesini gösterir. Örneğin terakki bahsinde öne sürdüğü dini gerek­
Fuat Paşa'ya göre, "Avrupa ülkeleri kadar çeyle tekrar karşılaşırız. Avrupalılar bu
58 demiryoluna sahip olduğumuz gün dün­ ilimlerin bir kısmını kendileri bir kısmı­
yada en önde gelen bir devlet olacağız"; nı da eskiden Müslüman Araplardan alıp
Mecmua-i Fünün yazarlarına göre ise, bir geliştirmişlerdir. Mustafa Sami Efendi'nin
memlekette yollar, şirketler ve nüfus çok­ ifadesiyle, " Ortaya çıkışı Müslümanlar
luğu gibi kıstaslar ahalinin derece-i mede­ tarafından olduğu için aslında bizim ger­
niyetini gösterir. çek mirasımız olan ilim ve kemal, eğer
Peki medeniyetin kaynağı/sebebi nedir? eskiden olduğu gibi lslam memleketleri­
nin ahalisine yaygınlaştırılabilse ( . . . ) bu
ULÜMIAKJL VE FÜNÜNIMAARlF suretle Avrupalılar'ın pek çok zaman ve
emek ile vücuda getirdikleri her türlü ni­
Tanzimat söyleminde, faziletleri saymakla zam ve sanayi [yani medeniyet] pek az
bitmeyen medeniyet ve terakki ile bilgi/bi­ vakit içinde milletimize dahi yayılacak ve
lim kavramları arasında güçlü bir ilişki o z a m a n h e r y ö nden k a r l ı o l a c a ğ ı z "
kurulur. Bu dönem yazarlarının sık sık ( 1 996: 1 1 7-8) . Tanzimat Fermanı'nda d a
vurguladığı gibi , Avrupa medeniyetinin benzer b i r ifadenin yer alması ("beş o n
sebebi iklimi, toprağı ya da din ve mez­ s e n e zarfında " ) , Avrupa m edeniyetine
hepleri değildir; ilim ve fen (ya da marifet, çok kısa bir zamanda ulaşılabileceği bek­
fazilet, maarif, akıl) gücüyledir. Avrupalı­ lentisinin 1 85 6 öncesi dönemde yaygın
lar cehaleti en büyük kötülük bilirler; en olduğunu gösterir. (Bu işin çok kısa bir
büyük gayretleri maariftedir (Örneğin zamanda olamayacağı 1 856 sonrasında
bkz. Mustafa Sami Efendi, 1996). fark edilmeye başlanacaktır.) Üstelik " . . .
Bu dönem Tanzimat yazarlarına göre, bütün arazimiz münbit v e mahsuldar ol­
medeniyetin bütün nimetlerinin ortaya duğu için ve halkımız da yaratılıştan ze­
çıkışı ilim ve akla bağlıdır. Sadık Rıfa t Pa­ ka ve feraset ehli bulunduğu için ... " bu­
şa'nın ifadesiyle, Avrupa medeniyeti "Ce­ nun gerçekleşebilmesi için şartlar hazır­
nab-ı Hak'kın insana ihsan eylediği liya­ dır (a.g.e. Benzer bir ifa de için krş. Tan­
kat ve istidat ve sa'y u gayret ve ulüm ve zimat Fermanı) .
maarifin kisb ü tahsiline ikdam ve dikkat Görüldüğü üzere ilk dönem Tanzimat
semeresiyle eşref-i mahlukat olan insanın devlet adamları için genel olarak Avru­
işidir. Ma'muriyet-i mülk ve memleket pa'da ilmin gelişmesini teşvik eden un­
kesret-i nüfus ve ziraat ve san'at ve servet surlar, Osmanlının kısa zamanda pratiğe
ve ticaret ve ahalice sa'y u gayret ile hasıl geçirmesi mümkün olan, Müslüman hal­
olur ise de, bunların cumlesinin husulü kın zihniyet ve dinini değiştirmeden be-
K A L E M I Y E ' D E N M Ü L K I Y E ' Y E T A N Z i M A T Z i H N i Y E T i

nimseyebileceği özelliklere sahiptir. lslam Çin duvarı gibi hisarlar çeksek yine bilgili
kimliği ve kültürü korunarak Avrupa'dan kavimler bize üstün gelir, giderek her şeyi
arzu ettikleri kurumları ve değerleri ithal elimizden alırlar. " Genel eğitimden kas­
etmenin mümkün olduğunu düşünen bir tettiği "lslam ve Hıristiyan çocuklar(ın)
yaklaşımı savunan bu bürokratlara göre, bir araya karıştırılarak" kaynaştırıldığı
yapılacak bazı siyasi ve idari reform­ karma eğitimdir. Gayrimüslim unsurlara
lar/kurumlar yoluyla Osmanlı toplumun­ her alanda fırsat eşitliği verilmesine karşı
da, Avrupa toplumu gibi eğitimli ve bi­ çıkanların gerekçelerine hak vermekle
limde ilerlemiş bir toplum yaratılabile­ birlikte şu cevabı verir: "Ancak, ne yazık
cektir. Bu yüzden Tanzimat bürokratları­ ki, sözü edilen bilgi [yüzyılımızda ülke­
nın, Osmanlı ile Avrupa arasındaki fark­ nin yönetimi için gerekli bilgi) olmaksı­
ları çoğunlukla sosyal, iktisadi ve benzeri zın ve kendimizi öteki uygar milletler dü­
'harici' şartlar çerçevesinde açıkladıkları­ zeyine getirmeksizin, bizim bu ülkeyi Hı­
nı; din, zihniyet ve ilmi gelenek gibi 'da­ ristiyanlar olmasa da yönetemeyeceğimiz
hili' farklılıkları vurgulamadıklarını gör­ bellidir" (Akarlı, 1 978: 15). 59
mekteyiz (Aydın, 1 995). Şimdi de medeniyet ve terakkinin en
llim ve fennin yararlarına gelince (tıpkı önemli esaslarından kabul edilen kanun
medeniyetin faydalarında olduğu gibi) , ve nizama değinelim.
iktisadi/mali sahadan askeri sahaya kadar
pek çok yararı sayılmaktadır. Bir yandan KANUN I HUKUK VE N1ZAM!TANZ1M
"ahiretimizi dahi bayındır kılar"ken, di­
ğer yandan "halkımızın bütününün ilim­ Tanzimat devlet adamları için, medeniyet
den nasibi olduğu takdirde herkes vatan ve terakkinin en önemli esaslarından biri
ve milletinin kıymetini gerektiği gibi öğ­ temel/tabii ferdi hakların teminat altına
renecek" tir (Mustafa Sami Efendi, 1996: alındığı, iktidarın keyfi yönetiminin sınır­
118). Mustafa Fazıl Paşa'ya göre, Prus­ landığı, kanun hakimiyetinin sağlandığı
ya'nın Avusturya'yı yenmesinin sebebi, bir hukuk devletine imkan tanımasıdır.
"Prusya ahalisinin Avusturyalıdan ziyade Muntazam devlet olarak adlandırılan bu
malümatlı olduğudur" (Kaplan, 1 978: 4). sistem medeniyetin bir gereğidir.
Bütün bu sebeplerle, Sadık Rıfat Paşa için Böyle bir kanun devleti kurmak (ya da
ilim tahsil etmek dince ve akılca farzdır. Avrupai anlamda mutlak monarşiye geç­
Ali Paşa için ise, "sermaye-i saadet olan mek), sihirli bir el gibi devleti kurtarmanın
ulüm ve fünün-i nafianın neşr u tamimi­ (gayrimüslim milliyetçiliğini ve dolayısıyla
ne say eylemek vezaif-i lı ubb i vatan ve
- dış müdahaleyi önlemenin) bir çaresi ola­
millettir" (Ali Paşa, 1 862) . rak görülmekteydi. Mustafa Reşit Paşa'nın
Bu bizi eğitim konusuna getirir. "Top­ Tanzimat ilanından kısa bir süre önce Lord
lumsal değişmenin biricik esası ve her Palmerston'a söylediği gibi, kafasında 'de­
maddi ve manevi büyüklüğün tükenmez ğişmez esaslara müstenit iyi işleyen bir iç
kaynağı" kabul edilen genel kamu eğiti­ idare' (lıüsn-i idare) kurmak fikri vardır.
mine önem verilmesi hususunda herkes Buna göre, "(tesis edilmesi elzem olan) ye­
hemfikirdir. Ali Paşa için de devletin en ni (siyasi) müesseseler, akl-ı selimin ve id­
birinci işi genel eğitimi yaygınlaştırmak­ rakin emrettiği şekilde idare edildikleri
tır: "milletimizin eğitimini ve bilgisini ge­ takdirde, herkes, değişmeyen bir sistemin
reken dereceye getirmeye pek çok çaba, hakiki faidelerini istihsal ederdi. lstibdat
emek ve para harcamamız da kesin bir azaldıkça, hükümete karşı sevgi çoğalır ve
zorunluluktur. Yoksa ( . . . ) dayanamayıp halk bütün kalbiyle faydalı olan ve iyilik
biteriz ve her nasıl etsek ve çevremize bahşeden yeniliklere bağlanırdı. Böylece
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

d a h i l o l mak üzere) taşrada kend isine


Mithat Paşa verilen özel görevleri başarıyla yerine
G Ö K H A N Ç E T İ N S A YA getird i . Eyalet idaresinde reform konu­
sundaki fikirleri bu sırada şekil lenmeye
başlad ı . Reşit, Ali ve Fuat paşalarla i l iş­
ki leri arttıkça, Babıa l i'de yaşanan ikti­
dar mücadelesi içinde dostlar ve d üş­
manlar kazan d ı . Bu paşa ların i n i ş ve
çıkışları onun da kariyerini etkilemeye
başladı . Reşit Paşa' n ı n ölümünden son­
ra A l i ve (öze l l ikle) Fuat Paşa'n ı n hima­
1 822'de İstanbul'da doğan (Ahmet Şe­
yesine giren Mithat Paşa, l 858'de, ka­
fik) Mithat Paşa Tan z i mat dönem i n i n
riyerindeki d üşüşlerden biri s ı rası nda,
en önem l i devlet adamlarından birisi­
60 Avrupa'ya giderek, Paris, Londra, Brük­
d i r. B i r u l ema a i l e s i n e mensup o l an sel ve Viyana'da a ltı ay geçirdi. Yakın
Mithat Paşa 1 0 yaşında Kur'an'ı ezber­ zamanda öğrenmeye başladığı Fransız­
l eyerek hafız o l d u . 1 8 3 4 'te Dlva n - ı cası n ı i lerletti.
H ü m a y u n K a l em i ' ne g i rd i . 'M i th at' Bürokratik kariyerinin ikinci aşaması
m a h l as ı n ı a l d ı ğ ı bu b ü roda k ı sa za­ 1 86l 'de, Balkan lar'da en sorunlu eya­
manda başarı gösterd i . B u s ı rada b i r letlerden biri olan N iş'e val i atanmasıy­
yandan Arapça ve Farsça öğren irken, la başlad ı . Üç yıl boyunca görev yaptı­
bir yandan da dönem in ü n l ü a l imleri­ ğı bu eyaletteki başarısı onu (önce Bal­
n i n c a m i d e rs l e r i n e d ev a m ett i . kanlar daha ;onra bütün ü l ke için dü­
l 8 4 0 ' d a B a b ı a l i S a d a ret Ka l e m i ' n e şünülen) yerel idari reformun mimarla­
nakled i l d i . Tanzimat' ı n ilanı ertesi ndeki rından birisi yapt ı . 1 864'te istanbu l'a
bu dönemde bürokraside sağlam ad ım­ çağrılarak yeni oluşturu lmaya çalışılan
larla yükselmeye başlad ı . Ayn ı zaman­ "vilayet usu l ü"nün hazırl ı k çal ışmaları­
da taşrada çeşitl i görevlerde bul undu : na katıld ı . Ayn ı yıl, bu çalışmalar sonu­
tahri rat kat i p l iği, divan kati pliği, teftiş cunda ortaya çıkan n izamnamen in ör­
ve tahkikat memurluğu. nek uygulaması için seç i len Tuna vi la­
1 849'da dönemin en nüfuzlu kurulu­ yetine va l i oldu. Bugünkü Bulgaristan
şu olan Mecl is-i Vala-yı Ahkam-ı Ad l i­ sınırlarına sahip olan Tuna vi layetinde
ye Mazbata Odası'na geçti. Bu görev­ üç buçuk yıl boyunca gösterd iği olağa­
de de ayn ı başarıyı göstererek on yıl nüstü başarı nedeniyle, vilayet sistem i
i ç i nde başkat i p l iğe yükse l d i . B u rada birkaç yıl içinde ülkenin diğer bölgele­
Reşit, A l i ve Fuat paşa ların d ikkati n i rine de genişletilmeye başlan d ı .
çekerek, merkezde v e ( B a l k a n l a r da 1 868'de y e n i kuru lan Şura-yı Dev-

sırf millet sevgisinin muharrik kuvvetiyle Tanzimat ilanının hemen öncesi ya da


hakiki bir reformun süratli inkişafı ve do­ sonrasında kaleme alınan metinlere baku­
layısıyla, Osmanlı lmparatorluğu'nun, kar­ ğımızda, bu değişmez esaslara dayalı yeni
şısına geçilemeyecek kadar kuvvetli bir şe­ idareyi kurmak için, her şeyden önce yapı­
kilde canlanmasını temin etmek mümkün lacak en temel şey, "mücedded bir suret-i
olurdu" (Mardin, 1990: 250). idare vaz" etmek ve "tebaa-i Devlet-i Aliy-
K A L E M I Y E ' D E N M Ü L K I Y E ' Y E T A N Z i M A T Z i H N i Y E T i

let' in başına getiril mesiyle bürokratik


kariyeri n i n ü ç ü n c ü aşaması başlad ı .
Vazifesi kanun layihaları hazırlamak ve
tartışmak olan Şu ra-yı Devlet'teki kısa
süreli başkan l ığı dönem inde metrik sis­
tem, vatandaş l ı k , maden ler, emn iyet
sandığı ve sanayi mektebi gibi konular
üzerinde çal ıştı . Merkezde ilk kez yük­
sek bir göreve gelen Mithat Paşa, kısa
zamanda Sadrazam A l i Paşa i l e hem
kişisel düzeyde hem de Şura-yı Devlet
ile ilgili meseleler üzerinde anlaşmazl ı ­
ğa düştü . Bir yıl sonunda (Mart 1 868-
Şubat 1 869) başarı s ı n ı kimsen in tartış­ 61
madığı val i l iğe (bu sefer kend isini bir
Arap vilayetinde kanıtlamak üzere) geri
dönmeyi kabul ederek Bağdat'a atandı .
Musul v e Basra ' n ı n d a d a h i l olduğu,
bugünkü l rak'a tekabül eden Bağdat vi­ Mitlıat Paşa, geleneksel Osmanlı yöııetiın
zilıııiyetiııin ve '�levletlü " nosyonunun
layetini üç sene boyunca gen iş yetki­
modern "siyaset ve devlet adamı "
lerle (aynı zamanda 6. Ordu kumanda­ figürüne dönüşümü sürecinde bir eşik
nı idi) ve başarıyla yönetti. oluşturuı: Bu döniişiimii temsil eden biı·
Ali Paşa'nı n 1 87 1 Eylül'ünde ölümü sembol kişilik olarak Cumhuriyete
devreden bir imgesi vardır.
ile birlikte iktidar Tanzimat karşıtlarının
l ideri Mahmud Nedim Paşa'ya geçince ki şikayetlerin son dereceye varmasının
çatışma kaçın ı lmazd ı . Kendisine yönelik da etkisiyle) Sadrazam atandı. Bürokra­
baskılar karşısında Mayıs 1 872'de Bağ­
sinin zirvesindeki bu görevi ancak 80
dat val i l iğinden istifa ederek İstanbul'a
gün sürebildi (Temmuz-Ekim 1 872). Kı­
döndü . Hemen (başta Yeni Osman l ı lar
sa zamanda (kendisini Niş val i l iğinden
çevresi o l mak üzere) muha lefetin ilgi
beri istenmeyen adam i lan eden Rusya
odağı haline geldi. İstanbul' da kalmasını
elçiliğinin de çabalarıyla) Saray'la ara­
teh l i k e l i b u l a n M a h m u d N e d i m Pa­
şa' n ı n önce S ivas'a, o l mayınca Edir­ s ı nd a baş gösteren çeşitl i s iyasi/idari

ne'ye 'va l i olarak s ü rmesi' s ü rpriz bir uyuşmazl ıklar nedeniyle azledildi.
gelişmeye yol açtı: görev yerine gitme­ B u ndan sonraki dört sene boyunca
den önce padişah tarafı ndan huzura ka­ Mithat Paşa kısa süreli görevlerde bu­
bul edilen Mithat Paşa (rakibi hakkında- lundu: Adalet Nazırı (Mart-Eyl ü l 1 873);

ye'lerinden olan bilcümle ehl-i lslam ve ifadeyle, devletin "lıasn-i idaresi zımnında
milel-i saire"ye, kısaca herkese "can ve mal bazı lıavaııin-i cedide vaz' ve tesisi" gerekli
ve muhafaza-i ırz ve namus hususlarında" görülmüştür. Bu gerekli kanunlann en te­
emniyet-i hamile vermek, yani niziimiit de­ melleri (ister Avrupa'ya ister lslam'a göre,
nilen şeyleri yerine getirmektir (Kaynar, ister Şer'an ister kanunen olsun temeVtabii
1 985: 1 7 1 -84). Tanzimat Fermanı'ndaki kişi haklandır) : can ve mal, ırz ve namus,
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

Selanik Val is i (Ekim 1 873-Şubat 1 874) ; Mütercim Rüşdi Paşa, Serasker Hüseyin
uzun b i r mazul iyet dönem i n i n ard ı n ­ Avni Paşa, Şeyhül islam Hayru llah Efen­
d a n tekrar Adalet N a z ı r ı (Ağustos-Ka­ d i ve M ithat Paşa' n ı n ba ş ı n ı çekt i ğ i
s ı m 1 875). B i rinci görevinden azled i l e­ "hal' erkanı" Abdülaziz'i tahttan indir­
rek Selan i k'e gönderi lmes i n i n sebebi, di ler (30 Mayıs 1 876) .
Sadrazam Ş i rvan izade Mehmet Rüşdi Ancak, son yetm iş yı l l ı k Osmanlı ta­
Paşa'n ı n konağında Sultan ın keyfi ikti­ rihindeki bu i l k saray darbesi sorun ları
darını s ı n ı rlayabi l mek için alınması ge­ çözmek yerine, peşi s ı ra gelen bir dizi
reken (mebusan mec l is i de dahil) ön­ olumsuzluklar nedeniyle daha da kar­
lemler üzerine yaptıkları tartışmanı n ve maşıklaştırd ı : a) darbeyi gerçekleştiren­
bu konuda M ithat Paşa' n ı n bir layiha lerin arasında anayasa ve meclisin ge­
hazı rlamakta olduğunun Abdülaziz ta­ rekl i l iği konusunda ihti laf çıktı; b) dev­
rafından öğre n i l mesiyd i . 1 8 7 5 Kası­ rik sultan Abdülaziz (arkasında şüphe­
62 m ı 'nda ise kend i s i çığ g i b i büyüyen ler b ı rakarak) i nt i h a r e tt i ; c) H üseyin
problem l er (idari kaos, mali iflas, Bos­ Avn i Paşa bakanlar kurulu toplantı ha­
na-Hersek'te başlayan isyana çare bu- l i ndeyken Abd ü laziz' i n öcünü a l mak
1 u n a m a m a s ı ) k a rş ı s ı n d a S a d raz am isteyen b i r subay tarafından katled i l d i ;
Mahmud Ned i m Paşa'yı protesto et­ d) Balkanlar'da devam eden isyan ( B u l ­
mek için istifa etti . garistan' dan sonra) S ı rbistan v e Kara­
İ sta n b u l ' d a ç e k i l d i ğ i köşes i n d e dağ'a da yay ı l d ı ; e) tahta geçtiği gün­
( 1 8 7 5 - 7 6 k ı ş ı n da) mevcut rej i m d e n den beri psikolojik rahatsızlık gösteren
hoşnut o l mayan ve ku rtu l uşu a n c cı k V. Murad bu traj i k olayların da etkisiyle
meşruti rej imde gören çeşitli (ulema, si­ akıl sağl ığı n ı yitird i ; f) bu duruma b i r
vil ve asker bürokrasiye mensup) çevre­ çare bulunamayacağının anlaş ı l masıy­
lerle temas içerisinde oldu, anayasa ve la tahta i l . Abd ü l ha m it geç i r i l d i (3 1
parlamento fikrini tartışt ı . 1 876 i l kbaha­ Ağustos 1 876).
rında İstanbul kamuoyunda hoşnutsuz­ Bütün bu zaman zarfında Mithat Pa­
l u k tırman d ı kça Mithat Paşa alternatif şa kendisini büyük bir iktidar mücade­
iktidar odağı haline gel d i . Haz ırlanışın­ lesinin içinde bu ldu ve bütün çabasını
da kend isinin de parmağı olduğu söyle­ kendi başkanl ığında kurulan b i r komis­
nen Medrese öğrenci leri n i n gösterileri yon vasıtasıyla anayasan ı n hazırlanma­
( 1 0-1 1 Mayıs) sonucu Mahmud Nedim s ı ve kabul edi lmesine hasretti . Su ltan
Paşa ' n ı n azled i lmesiyle k u ru lan yen i Abdülhamit ve desteklerin i ald ığı (Cev­
kabinede Mithat Paşa da yer ald ı . Artık det Paşa gibi) muhafazakar Tanzimatçı­
devletin kurtarı lması için düşünülen ça­ lar i l e Mithat Paşa ve yandaşları arasın­
relerin önündeki tek engel Sultan kal­ daki tartışmalar sonucunda, üzerinde
mıştı; kısa bir süre içerisinde, Sadrazam zorla da olsa (karşı l ı k l ı tavizlerle) uzla-

vergi ve askerlik hususlarında emniyet-i uyarınca ilerlemek herkesin "can ve mal


lıamile (ya da lıukuk-ı lazime-i luin-iyet) ve­ ve ırz ve itibarı hakkında emniyet-i kami­
ren kanunlar/nizamlardır. lesinin istihsaline" , yani lwlıulı-ı lazıme-i
Kanun ve nizam ile terakki arasında bi­ hürr iye tin gerektiği gibi uygulanmasına
rebir ilişki kurulur. Sadık Rıfat Paşa'ya bağlıdır. Avrupa devletlerinde olduğu gi­
göre, "Avrupa'nın şimdiki sivilizasyonu" bi, "emniyet ve lıulııılı-ı hürriyet be-gayet
K A L E M I Y E ' D E N M Ü L K I Y E ' Y E T A N Z i M A T Z i H N i Y E T i

şılan ilnayasa metni 23 Ara l ık l 876'da da Rusya karşısında Osmanlı Devleti'ni


i lan ed i l d i . Bu ndan daha b i rkaç gün savunan bir çaba içerisinde oldu. Ağır
önce (1 9 Ara l ık'ta) Sadrazam l ı ğa getiri­ savaş yen i lg i s i n i n ard ı ndan, tekrar i ç
len Mithat Paşa bu i ki nci sadaretinde iç meselelere yönelen Abdü lhamit, d ı şar­
politikadan çok, son safhasına varmış da kal masını sakınca l ı bulduğu M ithat
o l a n B a l kan k r i z i ve büyük güçlerin Paşa'n ın yurda dönerek a ilesiyle birlikte
m ü d a h a le leri ile uğraşmak zoru nda G i rit'te ikamet etmesine izin verd i . İki
kald ı . M i that Paşa' n ı n isyan ların yol ay bile geçmeden ise, uzun kriz ve sa­
açtığı d iplomatik krizi Rusya ile bir sa­ vaş yılları sonrasında ciddi problemle­
vaşa dönüştürmeden sonu çland ırabil­ rin başgösterd iği Suriye'ye val i atad ı .
me çabası (savaş isteyen bir kamuoyu, Son derece farkl ı unsurlardan meydana
s ü re k l i Rusya leh i nde m üdahalelerde gelen Suriye vilayeti ndeki yaklaşı k iki
bulunan Avrupal ı güçler ve ne yapaca­ yıllık val i l i k dönemi nde (Kasım 1 878-
ğına henüz karar verememiş tecrübesiz Ağustos 1 880) tıpkı Tuna ve Bağdat'da 63
fakat ku rnaz b i r pad i şa h üçge n i nde) olduğu gibi bayındırl ık, maarif ve asayiş
başarısız kal d ı . Bütün merkezi yüksek alan larında benzer icraatlarda b u l u n­
görevlerinde olduğu gibi, Osmanlı eli­ mak istedi ise de, gerekli gördüğü poli­
tinin geleneksel tarzına ters gelen ba­ tikaları uygulayabi lmek için aynı yetki
ğımsız şahsi üslubu/davran ı şları ve Sa­ devri ve genişliğini merkeze yaptığı ıs­
ray'la kısa zamanda başlayan çeşitli si­ rarlı başvurulara rağmen elde edemed i .
yasT/idari anlaşmaz l ıklar (özell ikle Mit­ Üstelik geçmişte kendisine düşman kıl­
hat Paşa'nın ' m i l let askeri' adıyla gö­ d ığı kişiler Y ı ldız Sarayı içinde konuş­
n ü l l ü asker toplaması, saltanatı lağve­ lanmış, aleyhinde sayısız jurnal ü retil i­
derek cumhuriyet ya da kendi d iktatör­ yor ve vilayet idaresinde yapmaya ça­
lüğünü ilan edeceği şayiası, padişaha l ı ştıkları 'Mehmet Ali Paşa özenti l iğ i '
karşı soru m l u b i r sadraza m d a n çok olarak görül üyordu. D a h a önce istifası
m i l lete soru m l u bir başbakan gibi dav­ iki kez reddedilen Mithat Paşa sonunda
ranması) üzerine karş ı l ı kl ı restleşmele­ İzmir val i l iğine kaydırıld ı .
rin sonucunda a z l e d i lerek yurtd ı ş ı n a Bir yı ldan a z süren bu son val i l iğinde
s ü r ü l d üğ ü n d e sadareti n i n henüz 4 9 . (Ağustos 1 880-Mayıs 1 88 1 ) etrafındaki
günündeydi ( 5 Şubat 1 877). çember iyice daral maya başlad ı . Ab­
Osmanl ı-Rus savaşı dönemini (Nisan d ü l hamit'in kendi rej i m in i oturtma sü­
1 8 77-Şubat 1 878) yurtd ışında (İtalya, reci çerçevesinde geçmişle hesaplaşma
İspanya, Fransa, İngi ltere ve Avusturya) baş lamış, Su ltan Abd ü laziz'in ö l ü m ü
geçiren Mithat Paşa, Abdü lhamit aley­ dosyası tekrar açıl arak aslında i ntihar
h i nde herhangi bir faaliyette bulunmak­ etmeyip öldürüld üğü hakkında (başta
tan kaç ı nd ı . Aksine, Avrupa kamuoyun- paşanın hasımları olmak üzere) delil ler

mutena ve muteber" tutulmalı, hiç bir za­ alıliyye-i siyasiyye" dışında olursa, "hü­
man "gadr ü cebr muamelesi"ne başvur­ kümet-i cebriyye" haline gelirdi. Bu meş­
madan "idare-i emr-i hükümetde lıulmlı-ı ru olmayan hükumetlerde ise "gayret-i
millet ve lıaıum-ı devlet üzere hareket" vataııiyye" ve "lıubb-ı vatan ve millet" ola­
edilmeliydi. Zira, bağımsız bir hükümetin mazdı. Mevcut kanunlardan ve yönetim­
idaresi "kavanin-i Şer'iyye ve /ıavanin-i den hoşnut olan bir milleti kışkırtmak
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

üretilmeye başlanmıştı . Ası l amaç (bun­ renebilm iştir; fikri kaynakları doğrudan
ca yıl sonra bile hala alternatif iktidar Batı etkisi taşımaz. E l l i yaşı na gel ince­
odağı olarak görülen) "hal' erka n ı " n ı ye kadar Babıal i'de yüksek siyasi gö­
bertaraf etmekti. İstanbul'daki dostların­ revlerde bulunmamıştır. Kariyerinin bü­
dan aldığı uyarılara rağmen yurtd ışına yük kısmı merkezde veya taşrada idari
kaçmayan Mithat Paşa Mayıs 1 881 'de görevlerde geçmiştir. D iplomasi en za­
tutuklanarak istanbu l 'a geti r i l d i . Saray yıf tarafını oluşturur. Ü l kenin genel si­
darbesine karışan diğer asker ve sivil ler­ yasi meseleleri karşısında bir 'vali bakış
le birlikte (Abd ü laziz' i n katl ine iştirak a ç ı s ı n a ' s a h i p o l d u ğ u s ö y l e neb i l i r;
suçuyla) Y ı l d ı z Sarayı içinde kurulan olayları taşradan İstanbul'a bakarak de­
özel bir mahkemede yargı lanarak (ve ğerlendirir. Bu da onun (yüksek siyasi
aksi yöndeki bütün savun masına rağ­ görevlerinde) hem avantaj ı n ı hem de
men suçlu bulunarak) idama mahkum dezavantaj ı n ı oluşturur.
64 ed ildi. İç ve dış itirazlar nedeniyle ceza­ Gerek günümüze kalan metinlerden
sı Abd ü l hamit tarafı ndan ömür boyu gerekse uyguladığı pol itikalardan kal­
hapse çevr i l erek, d iğer h ü kü m l ü l erle karak bakt ı ğ ı m ızda, M ithat Paşa' n ı n
birlikte Taif'e gönderildi. Yaklaşık üç yıl s i yasi düşüncesi ü ç ayakl ı b i r temel
boyunca (yu rtd ışına kaçabileceği şüp­ üzerine otu rur: Osma n l ı c ı l ık, meşve­
hesiyle) gittikçe ağırlaşan ve kötüleşen ret/m e ş ru t i yet ve g e n i ş l et i l m i ş b i r
bir muameleye maruz kald ı . Her şeye a d e m - i m erkez iyet (ye r i n d e n yöne­
rağmen anı larını gizl ice kaleme al mayı tim) . Mithat Paşa medeniyet ve terak­
başard ı . Hapishane günlerinde kendisi­ ki, u lum ve fünCın, kanun ve hürriyet
n i ibadete veren, dini il imler ve tasav­ gibi hususlarda tipik bir Tanzimat ada­
vufa yönelen Mithat Paşa, 7/8 Mayıs m ı d ı r. İslam iyetle barış ıktır. Osma n l ı­
1 884 gecesi h ücresi nde boğularak öl­ c ı l ı k ( itti had-ı Osmani) s iyaset i n e ve
d ü rü l d ü . Resm i ölüm sebebi ş i rpençe müsavat (eş i t l i k) prens i b i n e yürekten
olarak açıklanan Mithat Paşa'nın cesedi bağ l ı d ı r; bu bağ l ı l ığ ı n ı icraatıyla da i s­
bile şüphe konusu olmuş, gerçekte ölüp patlamıştır.
ölmediğinden emin olabi lmek için Yıl­ A l i ve Fuat Paşa çizgisinden farkı bir
d ı z Sarayı tarafından defalarca soruştur­ siyasi rej i m olarak Meşrutiyet'in (ana­
ma yapı lmıştır. yasal monarş i n i n ) gerek l i l iği hususun­
Tanzi mat devlet adamları içerisinde dadır. Bu bakımdan Avrupa meden iyet
M it h a t Paşa fark l ı b i r k u şa ğ ı tems i l ve terakkisi i l e anayasal düzen arasın­
eder. Hariciye'den veya Tercüme Oda­ d a k u rd u ğ u doğrudan sebep- s o n u ç
s ı 'ndan gelmez; çok kısa b i r yurtd ı ş ı i l işkisi ilginçtir: "devlet v e m i l letin uğ­
tecrübesi vard ı r; Fransızca'yı geç yaşta rad ı ğ ı h a l - i b u h ran ve teh l i ke lerden
(ve doğal olarak bel l i bir düzeyde) öğ- [gayri m ü s l i m ayrı l ı kç ı l ığ ı , ma l i i s raf,

mümkün değildir (Kaplan, 1988: 28, 38) . iktidarının sınırlandınlmasıdır.


Sinasi'nin "bildirir haddini Sultan'a senin Kanun ve nizamın ya da diğer bir tabirle
kanunun" dediği gibi, Sultan'm (ve hüku­ muntazam devletin üç temel yararı vardır.
met üyelerinin) yapılan kanunlara uyaca­ ilk olarak, tebaa ile devlet arasındaki ilişki­
ğına dair "vallahi deyu kasem-i billah" et­ leri düzenler. Tanzimat Fermanı'ndaki ifa­
tiği böyle bir sistemde amaç, sarayın keyfi deyle, "dünyada candan ve ırz u namustan
K A L E M I Y E ' D E N M Ü L K I Y E ' Y E T A N Z i M A T Z i H N i Y E T i

idari su istimal, kanunsuz/keyfi idare­ sast ı r. B u t ü r eği l i m leri gerekt i ğ i n d e


den] kurtarı l ması ( . . . ) tedbir ve tek ça­ kuvvet kul lanarak bastırmaktan çekin­
resi meşveret u su l ü, h ü rriyet ve ser­ memiştir.
bestlik esası üzerine kurulan ve Avru­ Çok başar ı l ı geçen val i l iklerinde Os­
pa'n ı n medeniyet ve mamuriyetini bu­ ma n l ı c ı l ı k s i yaset i n i n ve m eşve ret
gün gördüğümüz i lerleme dereces ine prensibinin sam imi ve başarı l ı bir uy­
getiren Constitü syon kan u n u g i b i gu layıcısı ol muştur. Bu bakımdan Tan­
memleketim izde de b i r kanun ç ı karıl­ zimatın bütün ideallerine bağl ıdır: eğer
masına bağ l ı d ı r" (Mi that Paşa 1, 1 997: gayrimüslim tebaan ı n can ve mal gü­
1 9 1 ). Ayn ı şeki l d e, O s man l ı c ı l ı k ve ven l iği sağlan ır, sosyoekonom ik bakım­
Meşrutiyet fikri de birbirine sıkı s ıkıya dan durumu iyi leşt i r i l ir, ve yönet i m e
bağl ı d ı r. 'İ mtizac-ı akvam ' ı (fark l ı un­ katılarak söz sah ibi olması sağlanırsa,
surları b i rbirine kaynaştırabi lmeyi) ba­ karma bir genel eğitim s istem i n i n de
şarmak için meşruti/anayasal rej i m ge­ yard ı m ıyla Osmanlı yurtseverliği yara­ 65
rekl idir. Hazı rlanacak olan bu 'kanun-i tılabil ir, m i l l iyetç i l i k akı mları önlenebi­
esasl'n i n amacı "çeşitl i ırk ve cinsler­ l i rd i . Bu sebepten va l i l i k l e r i n d e b i r
den mürekkep olan Devlet-i Osmaniye yandan Müslüman ya da H ıristiyan bü­
tebaası n ı n m üsavatıyla beraber, cüm­ tün yönetilenlerin (tabi i ki eşraf vasıta­
lesin i n Osman l ı nam ve bayrağı altın­ s ı yla) yönet i m e katı l d ığ ı ve böyl ec e
da birleşip toplanması"d ı r. Eğer bütün ona sahi p çıkacağı bir idare tarz ı n ı be­
b u n l a r gerç e k l eşti r i l e b i l irse " u m u m n imseyerek tavizsiz bir şekilde uygu lar­
ahali v e tebaa ( . . . ) kanun-i esasi gere­ ken, bir yandan da h izmet ve faal i yet­
ğince vaad ol unan h ü rriyetin lezzetiy­ lerini üç ana alan üzerinde yoğunlaşt ı r­
le fevka lade memnun, m ü s l i m ve gay­ mıştır: asayiş, bayındırlık ve maarif. Bu
rimüs l i m herkesi n kalbi devlet ve va­ alan larda gerçekleştird ikleri n i n b i r dö­
tan gayretiyle" dolacaktır (Mithat Paşa kümünü yapmak gerçekten etki leyici­
1, 1 99 7 : 206, 2 1 6). A l i ve Fuat paşalar­ dir. Vi layet yönetim indeki bu başarısı­
dan ayrı ldığı b i r başka nokta da, Tanzi­ na karşın merkezdeki yüksek görevler­
matın öngördüğü kısmi adem-i merke­ de ayn ı başarıyı gösteremem i ş ya da
z iyet (yerinden yönetim) ve tevsi-i me­ göstermeye vakit bulamamıştır.
zuniyet (yetki gen i ş l iği) uygulamas ının Türk siyasal hayatında bir mit haline
gerekirse kısmi b i r federa l izme kadar gelen, anayasal ve parlamenter rej i m i n
götürü lebi leceği kon usundaki bakışı­ simgesi sayı lan 'hürriyet şeh idi' Mithat
d ı r. Bununla beraber bu maha l l i oto­ Paşa'nın, Jön Türk hareketinden Türk
nom i n i n ayrı l ı kç ı l ığa kadar gitmesine Soluna kadar farklı kesimlerin kahrama­
izin vermez; devletin egemenl i k hakla­ nı olarak her dönemde 'geri' karşısında
rı ve toprak bütün l üğü konusunda has- ' ileri'yi temsil ettiği varsayı lm ıştır.

eazz bir şey olmadığından, bir adam onları milletine hüsn-i hizmetten olacağı" açıktır.
tehlikede gördükçe" bunların muhafazası Aynı gerekçe mal emniyeti için de geçerli­
için devlet ve memlekete zararlı teşebbüs­ dir. Mal emniyeti olmayan "herkes ne dev­
lere bile girişebilir; halbuki bunlardan emin let ve ne milletine ısııımayıp ve ne imar-ı
olduğu zaman "sıdi< u istikametten ayrıl­ mülke bakmayıp" sürekli endişe ve ızdırap
mayacağı ve işi ve gücü hemen devlet ve içinde olur; halbuki "emval ve emlakinden
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

emniyet-i hamilesi" olursa, kendi işi ile uğ­ husulü yani halkın ( . . . ) mesalih-i umü­
raşıp kazancını arturmaya çalışır ve kendi­ miyyesinin tesviye ve istihsal ve istikmali
sinde her geçen gün "devlet ve millet gayreti için teşekkül ve teessüs" etmiştir. "Hükü­
ve vatan muhabbeti artıp" iyi davranışlarda metin vazifesi mesalih-i umiımiyyeyi tes­
bulunur. Sadık Rıfat Paşa'nın deyişiyle, "ol viye için bir nezaretten ibaret bulunduğu
memleket ki vatan ittihaz olunmağa şayan­ anlaşılmıştır" (Kaplan, 1988: 183-4) .
dır, onda lıulıuh-ı tasaıTuf-ı eııılalı ve emval Ali Paşa ise meseleyi hak ve vazife zavi­
ve ınııaıneliit ve dostlarıyla ihtilal ve ünsi­ yesinden ele alır. Ona göre, "çarh-ı cerh-i
yette erııniyet-i hamile mevcut ve mer'i ol­ idare-i beş eriyenin mihveri ve k a ffe - i
mak lazım gelir" (Kaplan, 1988: 37). hey'at-ı mütemeddinenin ruhu halı v e va­
!kinci olarak, ilk dönem metinlerinde zife olup hangi cemiyette bu kaideye riayet
kanun (kanun-ı akliyye-i siyasiyye) ile ziyade ise anın hali asar-ı ma'muriyet ve
kuvvet ve refah arasında doğrudan bir ümran ile mali olduğu . . . " aşikardır. "Bu­
ilişki kurulur. Örneği n , Tanzimat ilanı nun haricde tarifi her memleketin kavani n
66 öncesi toplanan meclis mazbatasında, ve nizamat-ı mer'iyyesinin temin etdiği
"lıavanin-i cedide vaz' olunmadıkça tahsil­ hukukdan istifade etmek her ferdin hakkı
i kuvvet ve miknet ve iktisab-ı asayiş ve ve ana itaat eylemek vazifesi"dir (Ali Paşa
refahiyyetin çaresi olamayacağı cümle ta­ 1862). Bu manada, "devlet ve hükümetle­
rafından itiraf kılınmış olduğu . . . " belirti­ rin en önemli işi, tebaanın birbirine zıt
lirken ( Kaynar, 1 9 8 5 : 1 7 1 ) , Tanzimat emellerinin karşılaşmasından doğacak teh­
Fermanı'nda şu ifadeler yer almaktadır: likeleri önlemek için, herkesin halılııııı
"Velhasıl, bu kavanin-i nizamiyye hasıl ol­ sağlamakla beraber vazifelerini de gereğin­
madıkça, tahsil-i lıııvvet ve ma'müriyyet ve ce yerine getirmesini dikkatle göz altında
asayiş ve istirahat mümkün olmayıp . . . " bulundurmak"tır (Akarlı, 1978: 13).
,
Üçüncü olarak, her şeye muktedir olan Buraya kadar yazılanlardan Tanzimat
kanun (ve nizam) güzel ahlak ve terbiye­ döneminde sanki yeni bir 'adalet daire­
nin de kaynağıdır. Sadık Rıfat Paşa'nın si'nin oluştuğunu söyleyebiliriz. Buna gö­
ifadesi ile "insanı islah ve terbiye eden re, insana her şeyden önce lazım olan
ancak kanun ve nizamattır. Ve tehzib-i ilim ve fendir; ilim ve fen olmadan mede­
ahlak ise, kavanin ve nizamat-ı hasene­ niyet ve terakki olmaz; medeniyet ve te­
den tevellüd eder" (Kaplan, 1 988: 37). rakki ancak kanun ve nizamla olur; ka­
Bir 'muntazam devlet'te tabii ki haklar nun ve nizam olan memlekette tebaa dev­
ve vazifeler konusunun, tebaa-devlet iliş­ lete bağlanır; tebaası ve devleti birbirle­
kilerinin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. rinden emin olan memleket refah ve sa­
Bu konuda Tanzimatçıların hepsinin 'as­ adete erer. 1 860'larda bu 'daire'ye hürri­
rın icabı'nın farkında olmalarına rağmen, yet ve meşveret de katıldı.
'memleketin içinde bulunduğu şartlar
icabı' farklı yaklaşımlar sergileyebildikle­ HÜRRlYET VE MEŞVERET
rini görüyoruz. Bir grup, Sadık Rıfat Pa­
şa'nın veciz i fadesiyle, "hükümetler halk 1 9 . yüzyılda bir devletin gündemine siya­
için mevzu' olup, yoksa halk hükümetler si hürriyetler ve meşveret/meşrutiyet me­
için mahlük değildir" görüşündedir selelerinin gelmesi kaçınılmazdı; Osmanlı
(Kaplan, 1988: 35). Münif Paşa d a benzer devletinin gündemine de 1860'ların ikin­
bir yaklaşıma sahip tir: Eskiden " eşhas ci yarısında yerleşti. Tanzimat döneminde
devlet için yaratılmıştır zannedilir idi . " temel/tabii kişi hürriyetleri ya da "hukuk­
Halbuki "hükümet dahi heyet-i ictima'iy­ i hürriyet" konusunda en kapsamlı izahı

yenin selamet ve saadet-i hali esbabının inceleme konusu yaptığımız devlet adam-
K A L E M I Y E ' D E N M Ü L K I Y E ' Y E T A N Z i M A T Z i H N i Y E T i

lan arasında (konumuz dışında kalan Ye­ oldur ki, milletler maddeten dahi hürri­
ni Osmanlılar haricinde) bir tek Münif yetle muammer olurlar. Ve her nerede ki
Paşa'da buluyoruz. muhafaza-i hukuk olunmaz, orada akıbet
Münif Paşa hürriyeti, "Almanya'lı ha­ yiyecek ekmek bulamayacak dereceye
kim-i meşhur Kant cenabları" ve Montes­ inilir. " Prusya'nın Avusturya karşısındaki
quieu gibi çeşitli kaynaklardan alarak, askeri zaferi bile "iğneli tüfenkten ziyade
"alem-i medeniyyete nafi' olan ve hiç bir ahalisine verdiği serbestlik sayesindedir"
kimseye muzırr olmayan harekatta herke­ (Kaplan, 1978: 6, 10).
sin serbest" ya da ferdin "hukuk-ı meş­ Hürriyetler muhteliftir: hürriyet-i mez­
rü'asına mutasarrıf' olmasıdır diye tarif hebiyye, hürriyet-i edebiyye/ahlak, hürri­
eder. "Hukuk-ı hürriyet başkasının hu­ yet-i akliyye/ilmiyye, hürriyet-i sanayi',
kuk-ı hürriyetine dokunmayacak kadar hürriyet-i ticariyye, hürriyet-i şahsiyye ve
ilerleyebilir. Yani hürriyetin başka hududu hürriyet-i siyasiyye. Münif Paşa için hür­
olmayıp, bunun hududu diğerinin hudud­ riyetin en başlıcası ve en mühimi hürri-
ı hürriyetidir" (Kaplan, 1988: 182). Peki, yet-i akliyye/ilmiyyedir (la libcrte eııtellec- ' 67
"hürriyeti sü-i istimalden muhafaza için tuelle): "Esas, hürriyet-i akliyyedir. Hürri-
kavanin ile vaz'olunacak hudud nedir?" yet-i mezhebiyye ve ahlakiyye ve ticariy-
Münif Paşa yine 'Avrupai' bir cevap verir: ye ve sına'iyye ve husüsiyye ve siyasiyye
"sü-i istimalin men'i, yine hürriyet ile olur. ve saire bundan sonradır" (Kaplan, 1988:
(. . . ) lşbu hürriyet-i akliyye ne kadar men' 187, 1 9 1 ) . Hürriyet-i akliyyeden başlaya-
ve tazyik ve tahdid olunursa olunsun, ma­ rak bütün bu hürriyetler "tedricen" (aşa-
dem ki mukteza-yı tabiat-ı insaniyyedir, ma aşama) meydana gelir; siyasi hürriyet-
madem ki bir hakur, bir gün olur zuhür ler ise en sonda yer alır. Bu sürecin ta­
eder. Şu kadar var ki bir müddet tehir mamlanabilmesi için belli şartların oluş-
olunmuş olur" (Kaplan, 1988: 189, 192). ması gerekir ki, bunların başında "terbi­
Hürriyet ile medeniyet ve terakki ara­ ye/eğitim" gelir. Bu noktada hemen he-
sında doğrudan bir ilişki vardır: "Hürri­ men bütün Tanzimat devlet adamları
yet, her türlü terakkiyatın menba'ıdır. hemfikirdir.
Hürriyet olmasa bu terakkiyat hasıl ol­ Örneğin Sadık Rıfat Paşa'ya göre, "Ter­
maz. Hür olmayan adamın terakki ihti­ biye-i millete ihtimam etmeyen devletler­
mali yoktur. Çünkü hür olmalı, sa'y et­ de (. . . ) ahlak ve adab-ı hasene" bozulur.
meli, esbabına teşebbüs eylemeli ki te­ ( . . . ) Ahlak ve adab-ı hasenesi olan kavim
rakki olsun" (Kaplan, 1 988: 1 83 ) . Sadul­ ve millet serbestiyet ve hürriyete müsta­
lah Paşa da aynı görüştedir: Bu [medeni­ hak olurlar ki, esbab-ı serbestiyi umür-ı
yet ya da] " terakkiyat-ı beşeri [ye] ( . . . ) hayriyye ve nafi'aya bezi ve sarf ederler ve
bütün hürriyet eseridir. Akvam ve milel bilakis ahlak-ı rediesi olan millet serbesti­
bu sayede karin-i saadettir. Hürriyet ol­ yete layık ve müstahak olamaz. Çünkü
mayınca emniyet olmaz. Emniyet olma­ serbestiyete mazhar olsalar, serbestiyetin
yınca sa'y olmaz, sa'y olmayınca servet esbab-ı hayriyesini umür-ı rediyye ve ınu­
olmaz, servet olmayınca saadet olmaz ! " zırraya sarf ve i fna ederler" (Kaplan,
Örneğin, Paris'te görülecek bütün "asar-ı 1 988: 4 1 ) . Münif Paşa'ya göre de, "Her
nefise kanun-ı hürriyete tabi' memalikin ferd hürriyetten kendi derece-i terbiye ve
mahsül-ı terakkiyatıdır" (Kaplan, 1978: idralıi nisbetinde istifade edebilir. ( . . . )
638). Mustafa Fazıl Paşa'ya göre de, (ih­ Hürriyet, terbiye ve idrak tevessü' ettikçe
tilal sonrası) Fransız milleti hürriyet sa­ tevsi' kılınmalı ve evvel emirde terbiyeye
yesinde dünyanın en faal ve en zengin müte'allik ulüm ve ma'arifi halka ta'lim
milletlerinden olmuştur: "Bunun sebebi ve ta'mim etmelidir. (. . . ) Onun için hü-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M 1

kümetler mektebler küşadıyla halkı ta'lim dal taraftarları; diğer yanda, başını önce
ve terbiyeye sa'y ve gayret etmelidir. ( . . . ) Mustafa Fazıl Paşa'nın daha sonra Mithat
Hürriyetten layıkıyla istifade etmek için Paşa'nın çektiği, devletin kurtuluşu için
insanlar kendi terbiye-i umümiyelerine anayasal monarşi (hükümet-i meşrüta)
i'tina etmelidirler. " Münif Paşa şunları da rejimine geçmekten başka çözüm kalma­
ilave eder: "Hürriyetin tevessü ve intişarı dığını ileri sürenler vardı.
terbiye-i umumiyeye mütevakıftır. Hürri­ "Hükümet-i meşruta usulü"ne geçmek
yetin hakikatini derk ve onu talep ve icra isteyenler 1 860'larda ciddiyet kazanmaya
etmek terbiye-i umumiyye ile hasıl olur. başlayan iki temel meseleye çözüm arayı­
Terbiye-i umumiyye istihsalinin esbabı şı içindeydiler. Birincisi , 1 85 6 Islahat
teshil edilmiş olmak için de bunu mecbu­ Fermanı ve sonrasındaki politikalara rağ­
ri ve meccanen yapmışlardır. Elhasıl luir­ men gayrimüslim ayrılıkçılığının tekrar
riyetin mebniyyıin-aleylıi terbiye-i umu­ hızlanmaya başlamasıydı. l kincisi ise,
miyyedir" (Kaplan, 1988: 187, 192). Abdülaziz döneminde tekrar ortaya çı­
68 Her ne kadar son sırada yer alsa da, si­ kan ve mevcut sistemde siyasi/idari/mali
yasi hürriyetler meselesi ister istemez (çe­ büyük problemler yaratmaya başlayan
şitli iç ve dış şartların zorlamasıyla) Tan­ padişahın (hukuku/hududu) iktidarının
z i m a tç ı l a r ı n g ü n d e m i n e g e l e c e k tir. sınırlandırılması meselesidir. Buldukları
1 860'ların başlarından itibaren ( 1 85 6 çözüm, bir anayasa ilan ederek ve bir
sonrası ortaya çıkmaya başlayan muhale­ parlamento oluşturarak hem gayrimüs­
fetin bir sonucu olarak) siyasi rejimle il­ limleri (ve onların Avrupalı hamilerini)
gili üç farklı görüş açısının oluştuğunu memnun etmek, hem de sarayı kontrol
görüyoruz. Bir kere en başta, otoriter bir altına alarak hatalı politikaların önüne
kanun devletinden veya genişletilmiş bir geçebilmektir.
meşveretten yana olan Tanzimat bürok­ "Hükümet-i meşruta" , "temsili hükü­
ratları vardı. Tercihlerini Avrupa'da mev­ met" ya da "nizam-ı serbestane" olarak
cut siyasi rejimler içerisinde lngiltere ve adlandırılan bu yeni "usul-i idare" Musta­
Fransa gibi " hüküm eti meşrüta" lardan fa Fazıl Paşa'nın ifadesiyle, "lslam ve Hı­
yana değil, Avusturya ve Prusya gibi "hü­ ristiyanların kaffe-i hukukda ve vezaifte
kümet-i mutlaka"lardan yana yapmışlar­ müsavatını mu tazammın olacağından"
dı. Kanun hakimiyetinin hüküm sürdüğü Avrupa devletleriyle aramızdaki ilişkileri
ve kurumlaşmış bir meşverete izin veril­ de düzeltecektir. D evletin temellerini
diği bu hükümet-i mutlakada (mu tlak güçlendirecek olan bu değişiklik için "pa­
monarşide) iktidar birkaç ehil devlet ada­ dişahın istiklal ve kudretini elinden alıp
mının elinde olacaktır. alet menzilesine tenzil eder" itirazı da
Bunların karşısında Tanzimat'ın iç ve yersizdir: "nizam-ı serbestane denilen şey
dış politikalarının başarısızlığa uğramaya yalnız kuvvet-i istiklaliyeyi mahdud kılar,
başlamasından güç alarak 'devletin beka­ yani bir müstakil kuvvetin lüzumundan
sı' için farklı kurtuluş reçeteleri öneren ziyade olan cihetlerini kasreder, ve padi­
iki farklı muhalif grup ortaya çıktı. Bir şahdan ancak şu hali ref' eder ki, padişah
yanda , başını Mahmut N edim Paşa'nın aldanmaz ve fenalık etmez olur." Milletin
çektiği, iktidarın Babıali bürokrasisinin dinlerini ve adetlerini terk etmek zorun­
elinden alınarak tekrar padişaha dönmesi da kalacağı şayiası da doğru değildir:
ve padişahın Tanzimat öncesinde olduğu "Millet hakkında nizam-ı serbestane mil­
gibi hiç bir nizam ve kanunla sınırlandı­ letin namus ve salahına mugayir hiç bir
rılmaması gerektiği görüşünde olan (kla­ şey cebretmez, belki mal ve mülkü hıfzet­
sik lslam geleneğindeki anlamıyla) istib- tiği gibi din-i mukaddesi dahi vikaye
K A L E M I Y E ' D E N M Ü L K I Y E ' Y E T A N Z i M A T Z i H N i Y E T i

69

eder" (Kaplan, 1978: 7). Bu çözümün bir caktır. (. . . ) Eşitlik, mezhep, siyaset ve ti­
diğer savunucusu olan (ve görüşlerini ay­ caret hususlarında serbesti usulünün ka­
nı tarihte- 1 867'de- kaleme alan) Halil Şe­ bulüyle de, Osmanlı devletinin kuvveti­
rif Paşa'nın argümanları daha açıktır: "Bu nin tezyid ve tahkimi bir mucize değildir"
devlet, meşruti hükumet usulünü tatbik (Küçük, 1979: 635).
ettiği takdirde devam eder, kuvvetlenir ve Ali ve Fuat Paşalar gibi Tanzimatçılar
ilerler. Evet! Osmanlı saltanatını kuvvet­ da (Meşrutiyet'i savunan yazarlar gibi)
lendirecek ve kurtaracak yalnız bu usul­ devleti kurtarmanın (ya da gayrimüslim
dür. Meşruti hükumet, Osmanlı devleti'ni milliyetçiliğini önlemenin) çaresinin Os­
derhal Rusya'nın fevkine çıkartır. lslam manlıcılık siyasetini ve müsavat prensibi­
ve Hıristiyanlar arasında siyasi ve hukuki ni tam anlamıyla uygulamaktan geçtiğini
bakımdan olan farklar ortadan kalkarak, düşünmekteydiler. Nihai çözüm, Fuat Pa­
hepsini bir adaletin himayesi altına dahil şa'nın ifadeleriyle, "devletin ve ülkenin
eder. Her ferd hukukundan emin olunca herkesin eşitliğine dayandırılan büli­
hepsinde vazife aşkı doğar. Siyasi ve hu­ ği"nde yatıyordu. Ülkede yaşayan "çeşitli
kuki bakımdan olan hissiyatın avdeti, Os­ halkları kaynaştırmak" ya da "ırk ve din
manlı imparatorluğunda derhal çalışma ayrımı gözetmeksizin" kucaklamak ge­
arzusunu ve gayretini arttıracak ve böyle­ rekti. Kısaca, Ali Paşa'ya göre, "devletin
ce de umumi servetin artmasını sağlaya- temellerini p ekiştirmek i çin tek ilaç" ,
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M 1

"bütün tebaanın din ve mezhepten başka nuyorlardı. Kısaca, lbrahim Edhem Pa­
hususlarda birbirleriyle kaynaştırılma­ şa'nın dediği gibi, "bize konstitüsyon de­
sı"ydı (Akarl ı , 1 9 7 8 : 6, 7, 1 6 ) . Lakin ğil enstitüsyon lazımdır" ( lnal , 1 9 8 2 :
'Meşrutiyet'in gerekliliği konusunda aynı 635) .
fikirde değildiler; 'Meşru tiyet'ten değil, Ali ve Fuat Paşalar "vatanperverlik ba­
(genişletilmiş bir) 'meşveret'ten yanaydı­ hanesi altında en münasebetsiz 'ütopiler'
lar. Eski bir lslam-Osmanlı siyaset gelene­ peşinde" koşmakla ve 'düşmanların ağ­
ği olan 'meşveret'in boyutlarını, II. Mah­ zından konuşmakla' suçladıkları bu kesi­
mud döneminden başlayarak , Meclis-i mi sürgün ve yasaklamalarla durdurmaya
Ahkam-ı Adliyye'den Ş ü ra-yı D evlet'e çalış tılarsa da, 187l'de Ali Paşa'nın ölü­
uzanan çizgide, Avrupa örneğindeki gibi mimden sonra bu sefer, Meşrutiyetçiler
genişletmeye, kurumsallaştırmaya, kalıcı ve istibdatçılar arasında bir iktidar müca­
ve etkili kılmaya gayret gösterdiler. Mem­ d elesi başladı. Kaleme al dığı "Ayine-i
leketi kurtarmak için Avrupai manada bir Devlet" adlı risaleyle Tanzimat karşıtlığı­
70 'kanun-i esasi'nin yahut 'Meşrutiyet'in nın teorisini yapmış olan Mahmud N e­
Osmanlı'da uygulamaya konmasında şim­ d i m Paşa'nın fikirl eri (Abu-Manneh,
dilik bir fayda yoktu. Böyle bir şey ancak 1990) (Ali Paşa tarafından keyfi tasarruf
medeniyetce son derece ilerlemiş ya da talepleri Tanzimat-! Hayriye'ye aykırı' ol­
halkın zihinlerinde bu rejimi kabule iyice duğu gerekçesiyle sürekli engellenmeye
hazırlanmış olduğu bir ülkede uygulana­ çalışılan) Sultan Abdülaziz'e sarfettiği şu
bilirdi. Bu şartlar ise uzun zamana ihtiyaç sözlerde özetlenebilir: "Efendimiz bir pa­
gösteriyordu. Bu şartlar yerine gelmeden, dişah-ı [klasik lslam düşüncesindeki an­
böyle farklı millet, ırk ve mezheplerden lamıyla] müstebidsiniz, her emir ve fer­
oluşan bir ülkede bu .rejim tatbik edildiği manınızı icraya muktedirsiniz" (Pakalın,
takdirde, imparatorluğu teşkil eden ka­ 1 940: 12).
vimlere ait hususi şartların etkisiyle iç ça­ Meşrutiyetçilerin başını çeken Mithat
tışmalara yol açması kaçınılmazdı (Bilge­ Paşa ve arkadaşlarınca ise, devleti zaafa
gil, 1 976: 5 1- 1 05). Bu itirazlarının bir ba­ uğratan "bu hastalıkların [idari suistimal
kıma 'hiç kimseye bir yararı dokunma­ ve mali israfların] en müessir ve kestirme
yan, insanlığın gelişmesine zararlı ve tedbir ve çaresinin bir Mebusan Meclisi
dünya barışını tehdit eden anlamsız milli­ ile hasıl olacağı ittifakla kabul ediliyordu"
yetçilik usulü'nü zihinlerinde 'serbestlik (Mithat Paşa I, 1 997: 1 72) . Bizim milletin
esası' ile eşitlemelerinden ileri geldiği an­ seviyesi ya da ülkenin durumu henüz
laşılıyor. müsait değil tarzı itirazlara karşı da Mit­
Ali ve Fuat Paşalara göre mevcut kanun hat Paşa şu cevabı vermektedir: "Fakat
ve nizamlar (örneğin 1 864 tarihli Vilayat dünyada medeniyet ve kalkınma ile iler­
N izamnamesi) l ayıkıyla uygulandığı , leyen millet ve kavimlerin hepsi, bizim
m evcut müesseselerin (örneğin Şüra-yı Kanun-i Esasi dediğimiz hürriyetçi dü­
Devlet) serbestçe işlemesine izin verildiği zenle bu refah ve saadete yükselmiş ve
ve özellikle müsavat esaslarına uyularak devletimizin idaresinden çıkalı çok za­
tatbik edildiği takdirde, Osmanlı Devle­ man geçmeden Yunanistan, Sırbistan, Ro­
ti'nin karşı karşıya olduğu sorunlar çöze­ manya ve hatta Bulgaristan bile hürriyet
bilirdi. Mevcut yapı içerisinde Hıristiyan­ esası üzerine konulan ve 'Constitüsyon'
lara biraz daha fırsat alanı yaratılabilirse denilen idarenin kurulmasıyla her biri
(karma bir eğitim sisteminin de yardımıy­ düzenli bir devlet sırasına girmişlerdir.
la) her şeyin (bu arada padişahın keyfi ta­ Kısacası nazarımızda seyis, çoban ve bah­
sarruflarının da) halledilebileceğini savu- çıvan gözüyle bakılan ve en kabiliyetsiz
K A L E M I Y E ' D E N M Ü L K I Y E ' Y E T A N Z i M A T Z i H N i Y E T i

gördüğümüz Bulgarlar bile, becerilerini ğildüşüncesi ile olan irtibatları kurulabi-


meydana koydukları halde, millet-i Os­ lird i . Yaygın kanaa t Tanzi mat ( d evl et
maniye ve lslamiyyenin böyle bir kanun-ı adamlarının) zihniyetinin, Batı'dan ama
medeniyet ve hürriyet düzenini henüz Fransa ya da lngiltere'den çok Prusya­
hak etmemiştir denilmesi ve milletimizin Avusturya'dan (Kameralizm'den) etkilen-
her kavim ve milletten aşağı tutulması d i ğ i ş e k l i n d eydi ( ö rneğin T ü r k ö n e ,
pek ağır ve büyük bir sözdür" (Mithat Pa­ 1993) . Son zamanlarda ise Tanzimat dü­
şa ll, 1997: 1 1 0) . şüncesinin (Batı etkisini yadsımadan) as-
Sonunda, Ali ve Fuat Paşalar'ın bıraktı­ lında topyekun bir zihniyet değişimi ya-
ğı boşluğu doldurmak için sürdürülen bu hut bir kopuş olmaktan çok, mevcut olan
iktidar mücadelesi ülkeyi önce bir krize bir zihniyetin (örneğin 18. yüzyıl Osman-
ve ardından kaosa götürdü. Tanzimat po­ lı düşüncesinin) bir tür dönüşümü olarak
litikalarının birer birer iflas ettiği bu dö­ görülmesi hususunda (ne değişti/değişi­
nem, Meşrutiyet taraftarı asker ve sivil yordan çok ne devam etti/ediyor soruları
bürokratlar ile ulemanın katıldığı (Yeni­ etrafında) birtakım dikkatlerin belirmeye 71
çeriliğin ilgasından beri asker ve ulema­ başladığını görüyoruz (Abu-Manneh,
nın ilk defa 'siyasete karıştığı' modern 1994) .
Türk siyasi hayatının ilk) hükümet dar­ Burada gözden geçirebildiğimiz kada­
besiyle sonuçlandı (30 Mayıs 1876). rıyla Tanzimat zihniyeti ile ilgili iki husus
Sonuç olarak, her bakımdan bir dene­ özellikle dikkati çekmektedir. llk olarak,
me hüviyeti taşıyan bu yazının sınırlılık­ Osmanlı!lslam modernleşmesi, sosyoloji
ları üzerinde durmak gerekiyor. Bir kere, ve ekonomi perspektifinden uzak, siyaset
modern dönem Türk düşünce tarihi ça­ ağırlıklı bir proj e olarak ortaya çıkıyor.
lışmalarının henüz 'arkeoloji' safhasında Siyasetin ekonomiden teknolojiye her şe­
olduğu gerçeğinden hareketle, sadece bu­ yi kurmaya/düzenlemeye muktedir oldu­
güne kadar 'bulunmuş' metinler esas alı­ ğu konusunda yaygın bir kabul var. !kin­
narak oluşturulan bu tablo, yeni 'keşifler' ci olarak, bu dönem düşüncesi mevcut si­
oldukça değişikliklere uğrayabilir. !kinci­ yasi, sosyal ve ekonomik süreçleri yakın­
si, en başta belirtilen 'düşünce sosyoloji­ dan takip ederek, doğrudan etkilenerek,
si'nden hareketle, burada söz konusu edi­ onların içerisinde oluşuyor. Bir başka ifa­
len fikirlerin siyasi, sosyal ve iktisadi ger­ deyle, 'hayat' (ya da sosyoekonomik sü­
çeklikle irtibatları daha ayrıntılı bir şekil­ reçler) 'düşünce'nin önünde yer alıyor; fi­
de kurulabilir, ele alınan teklifler/talepler kirleri değişime uğratan yahut yeni teklif­
ifade edildikleri bağlamlar içerisinde an­ leri şekillendiren de Batı'dan esinlenilen
lamlandırılabilirdi. Aynı şekilde, burada 'fikirler'den çok Batı'dan adapte edilen
ana çizgileriyle özetlenmeye çalışılan si­ 'müesseseler' (ve onların yol açtığı sosyo­
yasi fikirlerin genel düşünce sistemi içeri­ kültürel değişme) olarak beliriyor. Bu hiç
sindeki yeri, dönemin dini, iktisadi, sos­ şüphesiz Türk modernleşmesinin para­
yal ve bilimsel düşüncesi ile karşılaştır­ dokslarından birisini oluşturuyor: hayatla
malı olarak irdelenebilirdi. Üçüncüsü, ele düşünce (ya da sosyoloji ile ideoloji) ara­
alınan fikirlerin gerek esinlendikleri ya da sındaki gerilim belki de Tanzimat'ın
etkisi altında kaldıkları Batı düşüncesi ile, Cumhuriyet'e devrettiği mirasın unsurla­
gerekse klasik lslam ve Osmanlı gelene- rından biri olarak görülebilir. O
Osmanlı/Türk Siyası Geleneğinde Modem Bir Toplum
Yaratma Proj esi Olarak Anayasanın Keşfi

Yeni Osmanlılar ve
Birinci Meşrutiyet
C E M i L K O ÇA K

smanlı modernl eşme hareketi, değişik genç elit adaylarının kendilerince

O yönetici elit içindeki dar bir gru­


bun, siyasi güç dengelerini de­
vamlı gözeterek ve bu hassas dengeyi, za­
geliştirdikleri bazı önermeler vardı. Söz
konusu önermelerin birbirine ne ölçüde
benzediği ya da ne ölçüde örtüşüp çelişti­
man zaman ikna ederek, zaman zaman da ği de ayn bir konudur. Yeni Osmanlılar
güç kullanarak kendi lehine değiştirmeye denildiğinde, siyasal ve ideolojik fikriyat
çalışarak, dış müdahalelere zaman zaman olarak kendi içinde tutarlı, örgütsel bir
karşı durarak, zaman zaman da bu müda­ dayanışma içinde, baştan kesin olarak be­
halelerden yararlanmaya çalışarak, ama lirlenmiş siyasi iktidar hedefleri olan bir
her zaman gelgitler içinde sürdü. 19. yüz­ gruptan söz etmek mümkün değildir. Ol­
yılın Osmanlı toplumunda derin bir kırıl­ sa olsa, Yeni Osmanlılar namı altında, bir­
mayı simgeleyen Tanzimat sonrasında, birleriyle zaman zaman yoğunlaşan, za­
modernleşme yanlısı yönetici elit, kendi man zaman da uzaklaşan ilişkiler içinde
içinde de önemli sayılması gereken bir bulunan, Osmanlı yönetici elit adayların­
bölünmeye uğradı. Bugünden bakıldığın­ dan söz edebiliriz.
da, Osmanlı modernleşme tarihinin birbi­ Yeni Osmanhlar'ı oluşturan ö n emli
ri ardına sıralanmış gibi görünen zincirle­ isimler arasında bulunan Şinasi'nin Avru­
ri içinde, Tanzimat modernleşmesi, bir pa'ya gitmesinden önceki siyasi faaliyetle­
anlamda kendi zıddını doğururken, bir ri ile bundan sonrakiler neredeyse kıyas
anlamda da kendini tamamlayacak süreci kabul etmez. Şinasi, esas olarak siyasi bir
başlatmış oldu. Yeni Osmanlılar hareketi kişilik sayılabilecekken, Avrupa'ya gidi­
olarak tanımlanan ve Tanzimat modern­ şinden sonra akademik çalışmalar içine
leşmesinin bir eleştirisi ile son siyasal for­ girmiş bir alim hüviyetine bürünür. Hat­
mülasyonlarına ilişkin hatırı sayılır çe­ ta, kendisinden sonra Avrupa'ya gelecek
kinceleri bulunan genç yönetici elit aday­ olan Yeni Osmanlılar hareketinin diğer
ları, Osmanlı modernleşme hareketinde, üyeleri ile arasına dikkatli, uzak ve hayli
modernleşme yanlısı ekip içinde bir mu­ soğuk bir mesafe koyar. Yeniden lstan­
halefeti oluşturuyorlardı. Yeni Osmanlılar bul'a döndüğünde de b u tutumundan
hareketi, belki de genellikle sanıldığı gibi, vazgeçmez. Şinasi'nin ne ölçüde kişiliğin­
homojen bir siyasi grubun açıkça deklare d en ve ne ölçüde siyasi görüşlerinden
ve formüle edilmiş siyasal fikriyatını pek kaynaklandığı bilinmeyen bu tutumu, ha­
az yansıtır. Ortada bir hareketten ziyade, reketi oluşturan üyelerin gerçek ilişkileri-
Y E N i O S M A N L I L A R V E B i R i N C i M E Ş R U T i Y E T

ni göstermesi bakımından manidardır. gediğiydi ve zaman yitirilmeden bu gedi-


Anlaşılabilir bir Türkçe ile yazma tarzı ğin doldurulması zarureti, kendisini iyi-
konusunda Namık Kemal'i derinden etki­ den iyiye belli etmişti. Bununla birlikte,
leyen Şinasi'nin bu tavrına karşılık, Ziya burada can alıcı önemi olan konu, mo­
Paşa'nın ağdalı dili, üslup konusundaki dernl eşmenin sadece ve sadece askeri
farkı hemen dile getirir. Bütün bunların alanla sınırlı olarak algılanmasıdır. Daha-
yanında, hiç kuşkusuz, Şinasi, diğer Yeni sı, yönetici elit açısından, bugün bakıldı-
Osmanlılar ile kıyaslanmayacak kadar, ğında, modernleşme hareketinin başlan-
"saf bir Avrupalı/Avrupacı" sayılabilir. Ta­ gıcı olarak görülebilecek olan 18. yüzyı-
bii göreli olarak . . . Herhalde Ali Suavi, lın sonları ile 19. yüzyılın ilk dönemi, so-
bütün bu isimler arasında en "garip" ola­ runu, esas itibariyle ve sadece bir askeri
nıdır. Onun avama olan yakınlığı ile bir yenilik konusu olarak ele alır. Bir adım
direniş hakkı ve teorisi geliştirme çabası, daha ileri atarsak, başlangıçta bugün kul­
ayırt edici özelliğidir. Ayrıca, Namık Ke­ landığımız anlamda b i r m o dernleşme
mal'in geliştirdiği lslami temelde bir Batılı projesinden de söz edilemeyeceğini anla- 73
siyaset felsefesine karşı da eleştireldir. Bu rız. Hele bir Batılılaşma ve çağdaşlaşma
türden bir birleşimin doğruluğu konu­ proj esinden hiç söz edilemez. Osmanlı
sunda kuşkuludur. Siyasi eylem platfor­ yönetici eliti açısından, bizim bugün kul­
munda da yine daha aktif olmak isteyen landığımız ve anladığımız anlamda bir
bir isimdir. "modernleşme proj esi" hiç yoktu. Os-
Bt1gı1n için isimleri en çok hatırlanabi.­ manlı modernleşme proj esi, baştan bir
lenler olarak tan,ınılanabilecek Şinasi, Zi­ paket proje olarak tasarlanmadı; aksine,
ya Paşa, "N amık Kemal ve Ali Suavi'den zamanla ve süreç içinde, olayların şekil­
oluşan söz konusu adayların ortak nok­ lendirmesi ile düşünce ve önerilerin bir-
talan da vardı . Öncelikle, ilke o larak, biri üzerine eklemlenmesi, bazılarının alt
kendilerinden önce başlamış olan mo­ sıralara düşmesi, bazılarının gündeme
dernleşme projesinin içinde yer alıyorlar­ gelmesi, tercih edilmesi, bazılarının uygu­
dı. Fakat kendilerinden önceki sürecin lanması, fakat sonuç alınamaması üzerine
mirasını kısmi olarak reddetme konu­ terk edilmesi, bazılarının hiç uygulanma
sunda birlikte tavır almışlardı. Modern­ şansı bulamaması üzerine bina ederek,
leşme proj esi, onlara göre, yeniden göz­ sonuçta bir karışım halinde ve kolayca
den geçirilmeli ve geçmişte yapıldığını yeniden tanımlanabilir özelliğini hiç yitir­
ileri · sürdükleri yanlışlardan ve abartma­ meksizin oluştu. Bu uzun süreç, p rojenin
lardan da kaçınılmalıydı. Modernleşme içinin doldurulmasını ve gerektiğinde bo­
proj esi, "taklit" gibi yanlış olduğunu id­ şaltılarak yeniden doldurulmasını sağladı.
dia ettikleri bir yörüngeden çıkarılmalı Proje, bu nedenle, kendi içinde bir bü­
ve m ev c u t c o ğ r a fy a n ı n ve t o p l umun tünsellikten yoksun ve homojenlikten de
özellikleri dikkate alınarak, yeniden ve u z�ktır. Proje sahiplerinin kendileri de,
kendilerince tanımlandığı "doğru" bir şe­ proj enin pelteleşmiş kıvamından hoşnut
kilde geliştirilmeliydi. kalmış olabilirler. Çünkü, bu durum, on-
Osmanlı modernleşmesi, aslında yal­ lara gerektiğinde geniş bir manevra alanı
nızca bir askeri modernleşme olarak baş­ sağlıyordu. Manevra alanı, özellikle de si-
lamıştı. Bu, son derece doğaldır. Çünkü, yasi iktidar mücadelesinde, taraflara son
her toplum, ilk olarak, en hayati gördüğü derece gerekli bir araçtı. Göç yolda düze­
eksikleri kapatmak üzere harekete geçer. lebileceği gibi, bir modernleşme projesi
Osmanlı yönetici eliti için de, askeri me­ de, çıkış nedeni ve ilk eylem atılımının
seleler, toplumun ve devletin en hayati gücü ne olursa olsun, yol aldıkça kıvamı-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M I

na kavuşabilir miydi? Osmanlı/Türk siya­ hiç yoktur. Yapılması gerekenler ile yapı­
si tecrübesi, bu soruya verilecek yanıt açı­ labilecekler arasındaki ince siyasi çizgi
sından belki de yegane örnek olmayabilir, üzerinde dans etmek zorundadırlar. 1 8 .
fakat herhalde güzel bir örnektir. v e 19. yüzyılın Os!llanlı!Türk siyasi eliti­
Bu noktada, projenin içinin boş olma­ l1in, esas itib�riyle, böyle ince ve tehlikeli
sı, ya da eğer mübalağalı bir tavırdan ka­ bir ipin üzerinde, kendi algılamasına, de­
çınacak olursak, bir başka ifade ile yete­ ğerl endirmesi n e ve öngörüsüne göre ,
rince dolu olmamasının ne önemi olabi­ cambazlık yaptığını söylemek mübalağa
lirdi ki? Burada, kanımca, tayin edici bir olmaz.
farklılık vardır. Ama ancak karşılaştırma­ \'eni Osma.nlılar'ın siyasal çıkış n.oktala­
lı bir yöntem kullanırsak, bunun farkına n kendi içinde çelişkiler taşıyordu. Bit

varabiliriz. Bu türden karşılaştırmalı ör­ yandan, eskinin ve geleneğin bağrıncJ.a


nekler üzerinde bir zamanlar hayli du­ yaşıyorlardı, bir yandan da, kendilerince
rulmuştu. Rusya ve J ap onya , Osmanlı v.e el yordamı ile, yeni olanı, !llodı:rni yac
74 modernleşmesi ile kıyaslanmıştır. Rus ve kalamanın çabası içindeydiler. B.ir başka
Japon örneğinde bulunan esas farklılık, ortak noktaları, ümit veren ve gelecek va­
proj enin daha başta n toplumun b ütün at eden genç yönetici elit adayları olarak,
alanlarını kapsayıcı olarak düzenlenmesi bir yandan, geleneksel Qsmanlı!T.ürk. eli"
ve proj enin uygulanmasındaki kararlılık tinin hiyerarşi . bas.amaklarında yükst:lmı: ­
ve ısrardır. Osmanlı örneğinde bunların nin koşullarına uymak zorunda kalmal.a­
eksik olması, projenin özünü de, şeklini rı, diğer yandan da, siyasi bir t.avır olarak,
de derinden etkilemiş ve belki de tayin tam da bu noktada muhalif bir tutum be­
edici olmuştur. Osmanlı örneği, modern­ nimsemeye çalışrı:ıalarıydı. Bir ayııkl<ı.rı
leşme proj esinin toplumla olan yakın ve geleneğin içinde, diğer ayakları ise bu ge­
d erin münasebetinin başından i tibaren l eneği kırmanın yollarını .arar dunımday7
farkına varılamamış olmasının, son dere­ dı. Aslında bu duru!ll, modernleşme yan­
ce geniş ve değişik boyutlar yaratan, dik­ lısı Osmanlı/Türk yönetici elitinin ortak
kat çekici bir araştırma alanıdır. 18, yüz­ paydasını ve çelişkisini oluşturuyordu.
yılın başı,nda Osmanlı yönetici elitinin, o Bir yandan, geleneğe sahip çıkılıyor, diğer
da ancak bir kısmının, basil bir aske.ri re� yandan da eskinin terk edilmesi gereken
for m olarak. başlattıkları dönüşümün, noktaları ölçüp biçiliyor, saptanıyor ve
yüzyıl sonra ulaştığilulaşaca.ğı nokta, bu yeni olarak kabu l edilenlerin içinden bir
.
işe girişenlerin hiç de hayal et.tikleri nok­ seçme yapılmak isteniyordu. Bu, üzerin­
ta değildi. Aksine, muhtemelen, onlar bu den kalkılması hayli güç bir işti.
noktayı görebilselerdi, ya bu işe hiç kal­ Namık Kemal'in olsun, Ziya Paşa'nın
kışmazlardı ya da d.aha . büyük . ihtimalle, olsun, hayatlarının. (>nemli bir kısmında
bir başka formülasyonu gündeme getir­ devlet memuru olmaları ve kendilerini
meyi tercih ederlerdi. Lakin, tarihin kırıl­ devlete hizmetle görevli saymaları, onları,
ma anlarında, yönetici seçkinlerin tercih bir yandan Osmanlı geleneksel siyasi eli­
edebilecekleri siyasi formülasyonların sa­ tinin olası üyeleri arasına sokuyordu, ama
nıldığından daha az olduğunu da bilmek diğer yandan da devlet-toplum ilişlüsin­
gerekir. Yönetici seçkinler genellikle zor­ de, dengeleri yitirmek gibi bir sakınca ta­
lanırlar. Bu zorlama, içeriden ziyade, Os­ şıyordu. Namık Kemal ve Ziya Paşa, Os­
manlı örneğinde olduğu gibi, dışarının manlı devletinin memurları olarak, ister
gündelik hayat üzerindeki dayatmaların­ Sarayın güvenini taşısınlar, isterse taşıma­
dan kaynaklanır. Seçkinler açısından hiç­ sınlar ve oradan oraya uzaklara sürgün
bir şey yapmamak gibi bir tercih imkanı edilsinler, her zaman için hayatlarını ve
Y E N i O S M A N L I L A R V E B i R i N C i M E Ş R U T i Y E T

75

Divam Harb-i ÖifiJnin (Sıkıyönetim Mahkemesi) kararıyla asılmış üç kişi... JI. Meşrut�1ıet
dönemindeki askeri öğrencilik anılarını yazdığı Yanda Kalan llıtilfil adlı kitapçığında Ha­
san Amca, bu mahkeme/etin hafifsuç isnatlarıyla ilgili yargılamalarına bile hakim olan
atmosj(Jri şöyl.e anlatır: "Kamına hiç güvenemezdik. Divan-ı Harb'i duyunca adaleti müınldin
olduğu kadar uzaklarda bellemek lazımdı. Mahkeme hey'etinin beş azası da (...) askerdi. ( ... )
nihayet eınretıneği, aldığı emri hiç incelemeden yerine getinneği meslek edinmiş insanlardı
bunla1·." Yargı ile si:Jıaset ve giiç iNşkilerini:n hem l hem de Il Meşrutiyet dönemin
'formalı, katıcı bir . kiiltihü. ımsuru olarak eumhnriyete taşımacaR.tır.

iktidar _ mücadelelerini sürdürebilecekleri Osmanlı devletinin resmi temsilcisi değil­


bir alanı garall ti etll1iş oJuyorl<ırdı. A�lın­ lerdi. Fakat, Osmanlı devletinin bir an­
d a, � n lar İ devlet memurluğundan tasfiye lamda daha üst düzey yönetici siyasi eliti
etmek, iktidar . mücadelesinin ringinden içinde bulunan ve neredeyse gelenek­
uzaklaştırmakla eşdeğerdi. Bu, bir sürç sel/klasik iktidar kavgasının sonucunda
fi;in başl_arına gelse de, hiçbir zaman t,am iktidardan uzaklaştırılmış bulunan bir ta­
anla_m ı ile gerçekleş m eyecektir. Hatta, rafın himayesinde olmaları, bu görüntüyü
� evletin dışında kaldıkları zamanlar için bir miktar silikleştirir. Oysa, gerçekte, ne­
de, . onlar keı:ıdilerini, hala de.vletin içinde resinden bakılırsa bakılsın, bir üst derece­
saymış dahi olabilirler. Belki de bu, _onla­ deki Saray kavgasının bir alt derecede ,
ra gö,��. yalnızca geçid l:ıir süre için başla­ değişik bir mekanda, sürdürülüyor olma­
rın� gelmiş, "yanlış" bir karardı. Sürgün­ sı, Yeni Osmanlılar açısından, özünde bir
"
de old ı.ikları ve Osl11anl{ devlet aygıtının değişiklik yaratmıyordu. Onlar yine de
d ışıpa çıktı�l\ln zail1anıı:ı .bir istisna oldu­ gayri resmi maaş sisteminin içinde yer al­
_
ğu hatırlanabilir. ı;ıaya devam ediyorlardı. Maaşlamiı farklı
G �rek �J ahıik Kemal, gerek Ziya Paşa bir isimden alıyorlardı, ama o isim de,
ve gerekse Şinasi, her üçü de, Avrupa'da, Osmanlı siyasi eliti içinde iktidar kavgası
T A N Z i M A T V E M E � R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

vermeye devam ediyordu. Tuhaf olan ya farklılıktır ki, siyasi mücadelenin kendisi­
da olmayan nokta, her defasında üst ka­ ni, şeklini, yöntemini ve sonucunu tayin
demelerin kavga ve uzlaşma arayışları, edecektir. Bu durum, Batı Avrupa'da gö­
Yeni Osmanlılar hareketinin gelişim çizgi­ rülen siyasi muhalefetin, pek çok başka
sini derinden etkileyecek ve tayin edecek, alanda örneğini gördüğümüz gib i , Os­
onların siyasi mücadele anlayışlarını da manlı versiyonunda aynı şekilde tanım­
belirgin kılacaktır. Cepheler arasındaki lanmış örneklerinin farklı olduğunu gös­
uzlaşma ve ittifak arayışları, Yeni Osman­ terir. Birbirinden belki de tamamen farklı
lılar hareketinin kendine özgü düşünce iki ayrı örneği, aynı şekilde tanımlamanın
dünyası içinde her defasında kırıklık ya­ verdiği kolaylık, fakat aynı zamanda da
ratıyordu. Burada dikkati çekmesi gere­ yanlışlık, karşılaştırmalı analiz ve değer­
ken husus, hareketin özerklik ya da ba­ lendirmelerde karşımıza çıkan/çıkabile­
ğımsızlık sınırlarının pek de geniş olama­ cek önemli bir metodoloji sorununa işa­
dığıdır. Paşaların kavgası içinde, bir ya da ret eder. Bu iki coğrafya arasında benzer
76 iki kademe aşağıda bulunan başka efendi­ gibi görünen kurum ve ideolojilere/dü­
lerin siyasi özgürlükleri sınırlıydı. Sınıra şüncelere, Batılı tanımlamaları ile karşı­
varıldığında, hepsinin aynı şekilde tepki­ laştırmalı bir yaklaşım, esas olarak, birbi­
de bulun(a)madığını biliyoruz. Bundan rinden tamamen farklı olan iki ayrı öge­
ötesi, siyasi kişiliklerin kendi kendilerine nin, sanki karşılaştırılabilir olduğu yanıl­
varmak zorunda kaldıkları kararlar kü­ saması da yaratabilir.
mesidir. Yine de büyük bir direniş örneği Yeni Osmanlılar muhalefeti ise, sözünü
görüldüğü söylenemez. e ttiğim ve karşılaş tırılabilir o lmaktan
Osmanlı'da muhalefet, Batı Avrupa'da uzak gördüğüm bir başka siyasal muhale­
görülen muhalefetten şekil olarak da, öz fet şekli ve yöntemiydi. Bu muhalefet, ge­
olarak da farklıydı. Batı Avrupa'da muha­ leneksel Osmanlı muhalefetinden farklıy­
lefet, kendisini bir "devlet kurtarma pro­ dı, ama aynı zamanda benzeriydi de . . .
j esi" ile sınırlamakla yükümlü görmüyor­ Benzerdi, çünkü, esas olarak, Osmanlı
du. Aksine, orada muhalefet, esas olarak, yönetici elitinin farklı fraksiyonları ile sı­
sosyal sınıflar arasında meydana gelen ve nırlandırılmış bir siyasal mücadele alanı
zaman zaman kanla sulanan iktidar ve tanımlıyordu. Bu alanda, toplumun deği­
güç mücadelesinin somut bir yansımasıy­ şik sosyal güçlerinin, bir toplumsal ve si­
dı. 1 830/1848 ihtilallerinde olsun, 1 8 7 1 yasal denge kurabilmek için, verdiği bir
Paris Komünü'nde olsun, kızıl bayraklar siyasal, toplumsal, ideolojik mücadelesi
arkasında barikat savaşları vermekte olan söz konusu değildi. Tabiri caizse, bu den­
sosyal güçlerin, özellikle de işçi sınıfının, ge, elitler arasındaki mücadelenin vektör­
siyasal ve ideolojik çerçevesi içinde, mev­ leri tarafından tayin edilecekti. Ayrıca, bu
cut devleti ve siyasal sistemi ayakta tut­ tarz bir mücadele anlayışı, geleneksel Os­
mak, onarmak, yenilemek ve yıkılmasını manlı Saray içi iktidar kavgalarının bir
önlemek gibi bir düşüncesi hiç yoktu. varyantıydı. Alışıldık, bildik ve tanıdık
Tam aksine , ayaklanan güçler, mevcut bir alandı. Muhalefet, memurlardan olu­
her türlü iktidarı ve devlet aygıtın_ı felce şuyordu. Memur muhalefeti, sözünü etti­
uğratma, parçalama, berhava etmek üzere ğim diğer muhalefet tarzları ile kıyaslan­
kurulu bir siyasi strateji ve taktik içinde dığında, kendiliğinden farklı bir kanala
hareket ediyorlardı. Bu nokta çok önemli­ işaret eder. Memurların hizmet ettikleri
dir, çünkü iki toplum arasındaki muhale­ devletlerine karşı geliştirebilecekleri mu­
fet adını verdiğimiz siyasal güçlerin derin halefetin ölçüsü, ancak mütevazı boyut­
farklılığına işaret eder. Söz konusu derin larda olabilirdi. Yeni Osmanlılar, Tanzi-
Y E N i O S M A N L I L A R V E B i R i N C i M E Ş R U T i Y E T

mat sonrasının yeni eğitim modeli doğ­ sayılabilecek olan Mustafa Reşit Paşa'nın
rultusunda, "modern/yeni" kanala dahil himayesinde olabilmişti. Aslında, eğer iş­
olmuşlardı. Ama asıl ortak paydaları, Ter­ ler yolunda gitse ve Mustafa Reşit Paşa
cüme Odası geleneği ve eğitimiydi. Ba­ Sadrazamlıktan düşmese, bu takdirde,
tı'ya açılan bir pencere, yabancı bir dil, kendi "kadro"su işbaşına gelebilse/işba­
yeni ve modern olan ile yakın temas ve şında olabilse, muhtemelen Yeni Osman­
etkileşim, yönetici elitin hiyerarşik basa­ lılar hareketi başka isimlerden oluşacaktı.
maklarında göreli olarak daha süratli bir Şinasi'nin , Ziya Paşa'nın ve Namık Ke­
ilerleme imkanı, hepsi bu temele dayanı­ mal'in muhalefet kanadı içinde yer alma­
yordu. Bu, aynı zamanda, devlet memuru ları, bir zorunluluk olmakt;ın ziyade, si­
olmanın da güvencesiydi. yasi konj onktürün garip bir cilvesi bile
Öncelikle, iktidar olsun muhalefet ole sayılabilir.
sun, ilk etapta " devletleri" ni kurtarma Bu rıoktada, Osmanlı siyasi eliti için­
gayreti içindeydiler. B u geniş ortak pay­ deki kavganın temelin.e inmek mümkün-
da, ortak bir dil geliştirmelerine yardım­ dür. Her iki taraf açısından da, önemli 77
cı olabilirdi. Aslında, zihniyet dünyası olan devletin varlığının sürdürülmesiydi.
olarak ortak paydaları çok daha genişti. Her iki grup da, bu de"letin üyesiydi ve
Her iki taraf da, amaçta birlikti. Tek so­ hepsi d e aslında aynı kayıkta bulunuyor-
run, yöntemdeydi. Yeni Osmanlılar, mo­ du. Kayığın batmaması ya da su almama-
d�rnleşmeye değil , m odernleşmenin al­ sı ve aldığı kadarı ile suyun tahliyesi ko­
gılanma tarzına karşıydılar. Yalnız onlar nularında bir anlaşmazlık içinde olduk-
d eğ i l , Tan z i m a t F er m a n ı ' n ı n m imarı ları pek de söylenemezdi. Uyuşmazlık,
Mustafa Reşit Paşa dahi, muhalefete geç­ "çare"nin formüle ediliş tarzındaydı. Ye-
mişti. Tam olarak karşı oldukları nokta, ni Osmanlılar kuşağı, "mucizevi kurtu-
Bab-ı Ali'nin yükselen o toritesi miydi , luş formülasyonu"nda, kendi içinde bile
yoksa bu sırada b un d a n is tifad e eden tam bir anlaşmaya varamamıştı. Rivayet
Tanzimat Paşalarının (Ali ve Fuat Paşa­ birkaç çeşitti. En radikali sayılabilecek
ların) otoritesi miydi sorusuna yanıt ver­ olan Ali Suavi, herhalde halktan gelme-
mek kolay değildir. .Kendilerinin yıldızı nin sonucunda ve bir çeşit " cesaret"l e ,
yükselmiş olsaydı, acaba onlar da, ikti­ basit insanlara dayanan bir direnişten ve
darda o l a nların t u tu m u i ç i n e girerl er ihtilalden söz ederken ve bunu gerçek­
miydi sorusuna kesinlikle o l umsuz bir leştirmek için de hayatından olurken, di-
yanıt vermek için elde yeterli kanıt oldu­ ğerleri çok daha muhafazakar bir tutum
ğu kanısında değilim. Bununla birlikte, içinde kalmayı tercih edeceklerdir. Os-
iktidarda oldukları dönem ile iktidardan manlı geleneksel siyasi kariyer merdive-
dolaylı olarak indirildikleri dönem ara­ ninde bir haminin koruyucu ve kollayıcı
sında ve nihayet muhalefet döneminin kolları arasında yükselme imkanını bul-
farklı zamanlarında, siyasi düşüncelerin­ muş olan Yeni Osmanlı muhtemel yöne-
de meydana gelen değişim , aslında bu tici elitinin de esas eğilimi, Ali Suavi'nin
tür soruların .en azından sorulmaya dec tam aksiydi. Toplumun aşağı sınıllarına
ğer olduklarını gösterir. yakın olmak ve onların desteğini kazan-
Diğer yandan, Yeni Osmanlılar da, yine mak gibi bir siyasi mücadele anlayışı , bu
bir geleneğin devamı olarak, kendilerine bakımdan, hiç gelişmemiş sayılırdı. Ne
bir hami bulmak zorundaydılar. Yeni Os­ olursa olsun, madem yegane sorun dev-
manlılar'ın istikbal vaa t eden müstakbel let katındaydı, o halde sorunun çözümü
genç Osmanlı yönetici elit adayları olabil­ de aynı kademenin kendi içinde, söz ko-
meleri , Tanzimat Fermanı'nın "baba"sı nusu kademede verilen/veril ecek siyasi
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

78

ve kişisel mücadeleden sonra belirlene­ üzerinde tayin edici oranda etkilerde bu­
cekti. Yüksek devlet memurlarının, değil lunmuş olabilir.
avam ile kendilerinden daha aşağı sevi­ 1865 yılında oluşan ve lttifakı Hamiyet
yedeki devlet memurları ile bile, ne ölçü­ adını alan "Yeni Osmanlılar Örgütü" , 1 867
de bir ilişki geliştirmeleri gerektiği tam yılı başında Mustafa Fazıl Paşa'nın önderli­
olarak açık değildi. ğindeki Saray karşıli siyasi mücadelenin
Yeni Osmanlılar, Osmanlı yönetici eliti cephe hattını oluşturduğu süre içinde adı­
içinde kendilerine ilerleme imkanı suna­ nı duyurma şansına sahip olmuştu. Musta­
bilecek hamilerinin bir benzerini de, Av­ fa Fazıl Paşa'nın görüşlerini önce Sultan'a
rupa'daki siyasal mücadeleleri sırasında geleneksel şekilde bildirmesi ve ardından
bulacaklardır. Bürokrasideki hamilik, bir da bir Avrupa gazetesinde yayınlatması
süre sonra, siyasetteki hamiliğe dönüşe­ dikkat çekicidir. Onun görüşlerinin Yeni
cektir. Yeni Osmanlılar'ın kısa süreli Av­ Osmanlılar tarafından ne kadar ciddiye
rupa macerasının, bu siyasi hamilik teme­ alındığının bir göstergesi ele, söz konusu
linde gerçekleştiği hiçbir zaman gözardı görüşlerinin tercüme edilerek Osmanlı ka­
edilm emelidir. Tabiri caizse, Osmanlı muoyuna da yayınlanmasıdır.
merkezi g ü c ü n e karşı tam olarak bir Yeni Osmanlılar hareketinin basın ala­
Şarkvari ayak oyunundan kurtulmaya ça­ nındaki ısrarlı mücadeles i , elbette, gele­
lışan Mısır Hanedanlığı muhalefetinin, neksel olandan ayrılmalarını ve yeniyi
Yeni Osmanlılar muhalefetinin, yaratıcısı temsil etmelerini s imgeliyordu. Bas ı n ,
değilse de dayanağı olması, hareketin ve ama aynı zamanda kamuoyuna hitap ede­
hareket içinde yer alan siyasi kişiliklerin bilecek her türlü edebi ve edebi olmayan
Y E N i O S M A N L I L A R V E B i R i N C i M E Ş R U T i Y E T

tarz, onlar açısından, siyasal fikriyatlarını Abdülaziz'e , "gerçekler" ve " doğrular" ,


deklare edebilecekleri bir alan ve önemli Ziya Paşa tarafından aktarılabilecekti. Ab­
bir fırsattı. Bu fırsattan yararlanabilmek dülaziz'in kafasındaki bütün sorulara ya­
için ortaya koydukları mücadelenin sınırı nıt verilecek ve Sultan'ın bakışı kökten
önemlidir. Bu şekilde, Osmanlı!fürk top­ değiştirilecekti. Bir kez Sultan, ülkenin
lumunun hiç olmazsa okuryazar ve etki­ içinde bulunduğu "gerçekler"den haber­
lenmeye değer çok küçük bir azınlığını dar edildiğinde, bunun doğal sonucu,
hedef almış olmaları dahi, kamuoyuna içinde bulunulan durumdan çıkış için ye­
yönelik siyasal propaganda faaliyeti açı­ ni bir siyasi formülasyon aramaktı ki, bu­
sından üzerinde önemle durmayı gerekti­ nu, zaten uzun zamandan beri Yeni Os­
rir. Ayrıca, bu faaliyet alanı, Osman­ manlılar, Avrupa'da bulundukları sürede,
lı!fürk toplumunda başka pek çok alan­ yapmışlardı. () . J:ııılcle, b.ir ana_yasa_ ila,n.ma
da bir öncü kol olmayı gerekli kılıyordu. ihtiyaç vard� ve bunun z;anneclikliği. gib,i
Tanzimat edebiyatı o larak anılacak ilk �
bir sakıncası _ da )'okt . Aksine, ülkenin ve
.
Osmanlı!fürk romanlarının ortaya çıkışı, devletin bir arada kalabilmesine neden 79
şiirin içerik değiştirmeye çalışması, nesi­ olabilecek yegane "mucize formül". buy­
rin, üstelik devlet katı lisanının ötesine du. Sanıldığının ak5cine, b.l.J . forrrıül, l:ı;alk
geçerek anlaşılır bir Türkçe ile yazılması h.azırda llYSt1lanan b? tün diğer foril1üUer�
-
- -
.
gibi derin bir anlayış farkı, tiyatro, hepsi den daha üstündü. D evleti kurtaracak
' ,,- ._ -- .

bu çabanın bir yan ürünü olarak ortaya olan yegane Jormülc!ü, . .Bir .kez olsun.. Sul-
çıkmıştır. Mücadelenin siyasi tayin edici­ tan'.ın "etraf'ı _ değişirs� ve Yeni . ()snıanlı­
.
liği, bütün bu alanların da daha baştan l�r hareketiJ1in . önde gelen üyeleri bir k��
.
edebi ve estetik bir değer olarak değil, fa­ Sultan'm "etraf'ı haline gelebilirlerse, ki
kat, tam aksine, siyasi bir eylem platfor­ buna bizzat Sultan'ın kendisi karar vere­
mu olarak görülmesine ve algılanmasına cekti, bu takdirde işlerin kendiliği �den
.
da neden olmuştur. yoluna girmemesi için artık ortada hiçbir
�iya Paşa, "Rüya'' adlı yazısıncla., yeni neden kalmayacaktı. Çünkü, "iyiler" ,
Osmanlılar hareketinin en azından önem­ "kötüler"in yerini almış olacaklardı. Sul­
ğ
li . bir k�ı;iminin a ırlık verdiği siyasi Il1e­ tan sadece kandırılmıştı ve yeri, doğal
todu güncleme . getirmişti : Sürgün!lngilte­ olarak, "iyiler"in yanındaydı. Saray için­
re'deki Ziya Paşa, bir yandan hayallerini deki bu ikna etmeye dayalı siyasi müca­
yazıya dökerken, diğer yandan da, bu ha­ delenin strateji ve taktiği, uygun koşullar
yallerine ulaşmak için sihirli siyasi for­ içinde sonuç verebilir miydi bilinemez.
mülünü de ortaya koyuyordu. J3un.a göre, Ama vermemiş olduğunu biliyoruz.
en iyi. yöntenı, Abdülaziz'i, Sarayın bit Yeni Osmanlılar topluluğunun üyeleri­
köşesinde, tek başına yakalayabilmektL nin yazdıkları ile yaptıkları arasında tam
Bu şansa bir kez ulaşılabilse, Ziya Paşa, bir uyum bulunduğunu söylemek kolay
bu altın fırsattan istifade ederek, ona, o değildir. Siyasi iktidarı elde etmenin yolu
zamana kadar etrafındaki hiç kimsenin olarak gördükleri, Saltanat makamını ik­
clile getirmediği ya da özellikle telaffuz ek na etmeye çalışmanın yeterli sonuç ver­
mediği h.er şeyi, ya_11i bütün "gerçekler"i memesi üzerine, bu kez de, Saltanat'ın al­
anla.yıcaktı. Yanlış ve çıkara dayalı bilgi­ ternatif(ler)ini gündeme getirmek zorun­
lendirmenin sonucunda, Abdülaziz'in ka­ da kalmalarını hatırlamak gerekir. Sultan
fasında canlanmış olan bütün önyargıları Abdülaziz'i ikna çabalarında başarılı ola­
yıkmanın yolu, buradan geçiyordu. Onu mamışlardı. Ancak, bütün siyasal teori ve
yanlış yönlendirmiş olan "etraf'ı bu şekil­ felsefeleri, iktidar mücadelesini genişlet­
de, bir an için olsun, tecrit ettikten sonra, memek üzerine kurulu olduğundan, geri-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

ye yalnızca bir yol kalıyordu. Bu çıkmaz mek lazımdı ve herkesin zamana karşı ya­
içinde yapılması gereken, anlaşılan, Os­ rışması gerekiyordu. Anayasa, sadece iç
manlı geleneksel iktidar değiştirme me­ dengelerin bir uzlaşma arayışı değildi. Ak­
totlarına müracaat etmekti. Öyle de yapı­ sine, dış güçler arasındaki ve dış güçlerle
lacaktır. iktidar alternatif(ler ) i olarak içerisinin de bir denge arayışına yanıt ver­
bekleyen V. Murad ile 11. Abdülhamit, bu mek zorundaydı. Bu kadar ince bir denge­
mücadelede tayin edici isimler olabilirler­ nin nasıl sağlanacağı bilinmemekle birlik­
di. Nitekim, ikincisi o lacaktır. Yeni Os­ te, hakim olan unsur, zorunlu olduğuydu.
manlılar, bu kritik anda da, kendilerine, Batılı bir siyasi bakışın kolayca saptayabi­
siyasi sahnede, yeni hami(ler) bulabilme­ leceği gibi, anayasa, toplumsal güçler den­
lerinin endişesi içindeydiler. Bu sorunu gesi içinde bir uzlaşma ve mutabakat ara­
aştıklarında ise, tıpkı geçen defa olduğu yışı değildi. Devlet iktidarının yeniden te­
gibi, yeni hami(ler)inin de, bir kez iktida­ sis edilmesi , devlet iktidarının değişik
ra geldikten sonra, kendilerini terk etme­ güçler arasında kurulabilecek bir denge ve
80 leri gerçeğini yaşayacaklardır. Yeni Os­ uzlaşma formülünden oluşmasına naza­
manlılar'ın siyasi tecrübeleri, hami(ler) ran daha ağır basıyordu.
olmadan mücadele etmenin imkansızlığı­ Yeni Osmanlılar açısından temel sorun,
nı ve aynı zamanda da, sadece hami(ler)e içinde yer aldıkları devletin ayakta kalma­
dayanılarak iktidara gelmenin tehditkarlı­ sını sağlamak ve bu süretle, kendilerinin
ğını ve nihai aşamada da, sadece onlara de varlık nedenini yitirmemekti. Bir ana­
güvenerek ve yaslanarak iktidarda kalma­ yasaya sahip olma projesinin temel daya­
nın mümkün olmadığını gösteriyordu. nağı ve gerekçesi buydu. Toplumun bir
Ancak onlar bunu, eğer anlamışlarsa, çok anayasaya ihtiyacı olup olmadığı sorusu­
geç ve iş işten geçtikten sonra anlayabil­ nun bu aşamada hiç gereği yoktu. Bu an­
mişlerdir. Yaşananlar ile yazılanlar ve ni­ lamda, Yeni Osmanlılar'ın muhalif olduk­
hayet yapılanlar arasındaki, zıtl.ıklar de­ ları çevrelerin bu sorusu, yanıtlanmaya de­
ğilse de, çatışmalar, sadece bu kuşağın ğer görülmüyordu. Muhtemelen bu yönde
değil, fakat art arda birkaç kuşağın ortak bir akademik tartışmaya hiç gerek görül­
paydasını teşkil eder, memişti. Ayrıca, bu soruya verilecek "doğ­
lşlerin yoluna girmesinden, yani Saray­ ru" yanıtın da hiçbir önemi yoktu. Yanıt
daki otoritenin değişiminden sonra, "iyi­ ne olursa olsun, yine de bir anayasaya aci­
ler"in iktidara gelebilmeleri üzerinedir ki, len ihtiyaç vardı. lhtiyaç, toplumdan değil,
bir anayasa projesi masa üzerine konula­ devletten kaynaklanıyordu. Devletin ihti­
bilecektir. Geçmişteki bütün siyasi iktidar yacı ise, istisnasız bütün Osmanlı siyasi
mücadelesinde görülen uzlaşma ve denge eliti açısından, birbirleri ile ne kadar görüş
arayışları, bu projenin hazırlanması sıra­ ayrılığı içinde bulunurlarsa bulunsunlar ve
sında da kendisini gösterecek ve "araç"ın hatta kanlı-bıçaklı olurlarsa olsunlar, · hem
hem içeriğini hem de şeklini derinden et­ öncelikli gündem maddesiydi, hem de er­
kileyecektir. Yeni Osmanlılar hareketinin telenemez bir sonu çtu. Hepsinin ortak
homojen bir siyasi çizgi olmaması ve siya­ paydası, kendi görüş açılarından ve "doğ­
si formülasyonlannın yeterince belirginlik ru"ları temelinde, devletin yeniden "yük­
kazanmamış olması, aslında, bir anayasa­ selmesi"ni sağlamaktı. Anayasa, eğer gere­
nın hazırlanması sürecinde de kendisini kiyorsa, bunun için gerekiyordu. Yoksa
olumsuz yönde belli edecek ögelerdi. Ni­ toplumun değişik unsurlarının bir ihtiyacı
hayet, Osmanlı modernleşme çabalarının olarak ortaya çıkmasa da olurdu. Bu aşa­
bütün dönemlerinde görüldüğü gibi, za­ mada Osmanlı toplumunun değişik unsur­
man yoktu ya da çok azalmıştı. Acele et- larının bir anayasaya ihtiyacı olup olmadı-
Y E N i O S M A N L I L A R V E B i R i N C i M E Ş R U T i Y E T

ğı tartışılabilir. Nitekim tartışılmıştır da . . . yukarıdan aşağıya ve devletin yeniden dü­


Osmanlı toplumu homojen bir topluluk zenlenmesi temelinde ortaya konulan bir
olmadığından, hiç kuşkusuz, bazı unsurla­ projeydi. Modernleşme projesinin yeni bir
rının bir anayasaya ihtiyaçları vardı. Diğer durağı. .. Yeni Osmanlılar açısından, Ba­
unsurların ise, bu türden bir ihtiyaç beyan tı'da görülen yeni bir unsurun ithaliydi.
etmeleri daha zaman alabilirdi. Özellikle Ama, kendilerinden önceki " ithal" ku­
gayrimüslim toplulukların uzun zaman­ rumlardan çok daha farklıydı. Çünkü, bir
dan beri anayasa benzeri bir yönetim tarzı anayasa, her şeyden önce, "kopya" ya da
ve alışkanlığı oluşmaya başlamıştı. Hiç "ithal" değil, ama aksine, "öz"ün yansıma­
kuşkusuz, Osmanlı yönetici elitinin Batı sı olacaktı. Devletin kurtuluşunun anaya­
ile tanışması tamamlandığı ölçüde, içinden sadan bekleniyor olması, anayasanın ilke
bir kısmı, hem kendisi ve hem de içinde olarak bir araç haline gelmesi, anayasa­
yaşadığı toplum açısından, bir anayasayı nın/anayasacılığın doğurabileceği bütün
gerekli görmeye başlamıştı . Ancak, bu, sonuçların asgaride kalabilmesiyle sonuç-
toplumsal bir ihtiyacın yanıtlanmasından lanabilirdi. Nitekim sonuçlanacaktır da. . . 81
önce, devletin ihtiyacının yanıtlanması Anayasanın belki d e kalbi sayılabilecek
gerçeğine dayanıyordu. Yeni Osmanlılar bir husus, oluşturulacak müstakbel parla­
hareketinin muhalefeti ise, bu türden bir mentonun yetkileriydi. Heyeti Mebusan'a
"taklit hevesi"ni yadırgamıştı. Onlara göre, tanınan yetkilerin kısırlığı ve dar çerçeve­
bir anayasal rejime henüz gerek ve ihtiyaç si, parlamentonun bu kanadının gerçekte
yoktu. Öncelikle toplumun buna ihtiyacı bir yetkisi olup olmadığını bile tartışma
olmadığı gibi, bu yönde bir talebi de yok­ konusu yapabilir. Bir yasa önermek için
tu. Ama asıl vurucu olan nokta, diğer bir bile Heyeti Mebusan için öngörülen izin
husustu: Devletin ayakta kalabilmesi için, ve onay mekanizmaları, anayasal açıdan
bir anayasal rejime gerek görülmemişti. hayal kırıklığı yaratır. Denetim yetkisi için
Yeni Osmanlılar cephesine geri dönülecek de aynı şeyler söylenebilir. Bunun böyle
olursa: En azından toplumun olgunlaşmış olması, Yeni Osmanlılar'ın zaten Padi­
güçlerinin anayasal bir projedeki destek ve şah'ın kutsal haklarını ve yetkilerini kıs­
ittifakı kaale alınabilir ve bu şekilde, geç­ kanç bir şekilde koruyacaklarına ilişkin
miş siyasi tecrübelerin ışığında, ileride siyasi inançlarından da kaynaklanıyor ola­
oluşması muhtemel anayasaya yönelik ola­ bileceği gibi, son dakika pazarlıklarının da
sı baskılara karşı bir olası direniş barajı ya­ bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ama
ratılabilmesinin temeli atılmış olabilirdi. bunda herhalde her iki nedenin de payı
Ama Yeni Osmanlılar hareketinin en azın­ vardı. Yeni Osmanlılar, şu ya da bu neden­
dan ağır basan isimleri, bu türden bir siya­ den dolayı olsun, sonuçta öyle bir anaya­
si iktidar mücadelesinden uzak kalmak is­ sal sistem kurmuşlardı ki, mutlak monar­
teyeceklerdir. O halde, iktidar mücadelesi, şinin geleneksel hakları, Meşruti Monarşi
yeniden, dönüp dolaşıp, Saray ve Babı Ali ambalajı altında, anayasal bir güvenceye
içindeki ve bu iki mekan arasındaki çeliş­ kavuşmuş oluyordu. Bir anayasal siste­
me/çekişme ve kavgaların bir bileşkesi ola­ min, öncelikle siyasi iktidarın yetkilerini
rak netlik kazanabilirdi. sınırlamak ve çerçevelemek gibi bir sonu­
Yeni Osmanlılar açısından anayasa, bir cu olmak gerekirken, burada aksi bir du­
amaç değil araçtı. Devleti yeniden devlet rumla karşılaşılacaktır. Anayasa hukuku
gibi yapabilecek bir araç . . . Tıpkı bir za­ açısından bakıldığında, Abdülhamit'in
manlar Nizamı Cedit, Sekbanı Cedit ve anayasal bir istibdat idaresi kurabilmesi
Tanzimat'ın diğer örgüt yeniliklerinde ol­ için bütün hukuki alt yapının hazırlanmış
duğu gibi, bir anayasa da, benzer şekilde, olduğu itiraf edilmelidir.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

Anayasa projesi, farklı bir zihniyet dün­ sanın muhtevası ve şekli onaya çıkmış
yası içinde şekillenmişti ve görünüşte, dı­ olur. Anayasayı yapanların kendilerine
şarıdan/uzaktan bakıldığında ilk izlenim göre ve geleceğe ilişkin siyasi hesapları
olarak ortaya çıkabilecek her türlü değer­ vardı. Ancak dikkat çekici olan nokta,
lendirmeden farklı olarak, kendi iç zihni­ "c:levl�tin. çıkarları" gereğince ilan edilen
yet dünyasının bir dışavurumu olarak şe­ anayasanın, çok kısa bir süre sonra, yine
killeniyordu. Bu anayasa projesinin teme­ "devletin çıkarları" gereğince, teorik ola­
linde yatan görüş/zihniyet, tamamen fark­ rak yürürlükte kalsa da , fi iliyatla hatır­
lıydı. Farklı olması , onun Batılı modelin­ lanmamasının tercih edilecek olmasıdır.
den farklı olması anlamına geliyord u . U nutulmasın ki, yeniden ilanı da, yine
Farklılık her bakımdan geçerliydi. Hem "dev.J etin çıkarları" temelinde gerçekleşe­
tarihsel evrimi açısından, hem de bunun cektir. Bü tün bu maceralı süreç içinde,
doğal sonucu olarak, şekil ve özü açısın­ devlet. ile toplurrıun ne ölçüde örtüştüğü
dan . . . Devlet katından dışarıya bakmak, suali ise, maceranın hiç tamaınlan(a) ma­
82 bu bakış sahiplerine, gördüklerini sadece mış karanlık yüzünü aydınlatmak açısın­
bir devlet projesi olarak algılama şansı ve­ dan çok önemlidir.
riyordu. Bir anayasa bile, içinde yaratıldığı Kısa süre için de olsa ayakta kalabile­
toplumun bütün özelliklerinden sıyrılabi­ cek Meşruti Monarşi, anayasal bir yöne­
lir ve usta bir ameliyat süreci icinde, "nak­ tim proj esi , Osmanlı/Türk siyasetinde,
ledilebilir"di. Nakil, tam bir "taklit" sayıl­ belki de tahmin edile(bile) ceğinden çok
mazdı. Çünkü, Tanzimat öncesinde ve daha güçlü etkiler doğuracaktır. Meşruti
sonrasındaki bütün "taklitlere"/"taklitçili­ M o narşi e tr a fı ndaki ideo loj i k m i tler,
ğe" karşın, geleneksel ve özgün olanın ko­ muhtemelen, onun yaratıcılarının hayal
runmasına yönelik şiddetli direnç de aynı ettiklerinden dahi geniş bir yankı bula­
kanal içinde gelişmişti. Dolayısıyla, Yeni caktır. Bu yankı, Osmanlı/Türk toplu­
Osmanlılar gibi, Tanzimat'ın "taklitçi" yö­ munda 1 860'larda başlayan bir toplumsal
nüne karşı gösterilen muhalefet ve direni­ mühendislik proj esinin, yani bu kez ana­
şin, en sonunda, "nakil" sürecinde daha yasalı modern bir toplum yaratma süreci­
mahalli özellikleri hakim kılma yolundaki nin, özündeki ideolojik muhtevayı yitir­
uğraşıyı canlandırması, güçlendirmesi ve meden, devamını sağlayacaktır. O gün
bu ikili mücadelede onun temel öge hali­ bugün, anayasa hem vazgeçil m ezdir hem
ne gelmesini sağlaması, mümkündü. de devlet iktidarının "yeniden tanımlan­
1 876 Anayasası'nın özgünlüğü, birkaç ması "nda elzem . . . Bir uzlaşma siyasal
dengeyi yansıtmak zorunda kalmasından kültüründen ziyade, bir yaptırım siyasal
ileri gelir. llk olarak, Yeni Osmanlılar ha­ kül türünü yansıtır. Anayasayı " devle t"
reketinin farklı temsilcilerinin farklı eği­ yapar ve gerektiğinde de değiştirir (ya da
limlerini dengelemek gerekiyordu. ikinci bir süre için kaldırabilir) . Eğer muhalefet
olarak, Yeni Osmanlılar'ın proj eleri ile, yapmışsa da, amacı değişmez. Önemli
iktidarın yeni ortaklarının uzlaşması zo­ olan devletin kurtarılmasıdır. Yeni Os­
runluluğu vardı. Üçüncü olarak ise, Batılı manlılar ve I. Meşrutiyet, bu geleneğin
güçlerin yeniden ve bir kez daha tatmin kurucusu, başlatıcısı ve ilk uygulayıcısı­
edilmesi gündemdeydi. Bu kadar çeşitli dır. Tarihe karışmış olabilirler, ama siyasi
ve farklı vektörler içinde, zamanın darlığı fikriyatı, bir miras olarak, dededen toru­
da göz önüne alınırsa, yeni ve ilk anaya- na geçmiştir. O
Tanzimat Bağlamında Ahmet Cevdet Paşa'nın
Siyasi Düşünceleri
C H R I S TO P H K . N E U MA N N

Ahmet Cevdet, 2 7 Mart 1 823'te Lofça'da çok Tanzimat siyasetinden kaynaklanan


(Bulgaristan'daki Lovec) kentin ileri gelen özel memuriyetler olur: Değişik komis­
ailelerinden olan Yu larkıranoğu l ları nes­ yonlarda üyelik, tal im terbiye kurul u i le
l inden dünyaya gelm i ştir. İ l k gençliğine b i l imler akademisi karması olan Encü­
kadar Lofça'da öğrenim gören (ve bir yıl men-i Daniş'te sekreterl ik, okul kitabı ya­
boyunca daha sonra Mithat Paşa olacak zarlığı, Arnavutluk, Bosna ve G üneydoğu
83
çoc u k l a beraber o n u n babasından da Anadolu'da m üfettişl ikler ve sa i re . . . B u
ders alan [Chambers 1 968: 26-27]) Cev­ kabil henüz fazla kurumsallaşmamış gö­
det, 1 6 yaşındayken büyükbabası tarafın­ revlendirmeler ile bir anlamda siyasette
dan iyi medreselerde okumak üzere İs­ kariyerinin arkaplanını oluşturan i l miye
tanbul'a gönderilir. Gerçekten de, ailesi­ tarikatındaki yükselişi arasındaki tenakuz,
nin madd i desteği ve kendi olağanüstü Cevdet'e d a h a sonra u l e m a n ı n rol ü n ü
zeka ve çal ışkan l ı l ığıyla çok parlak bir sorgulama imkanını verecektir.
öğrenci olur. İlgisini öze l likle akli i l imlere Bütün bu işlerin yanında Cevdet, tarih
yönelttiğin i söyleyen Cevdet, bunun ya­ eserleri yazmaya başlar. 1 85 1 'de Encü­
nında fıkıh gibi nakli i l i mlerde de iyi bir men-i Daniş, ona 1 774 ile 1 826 arasın­
öğre n i m görür; a y n ı z a m a n d a M u rad daki dönemi kapsayan bir kronik sipariş
Mol la Tekkesi'nde Rumi'nin Mesnevi'sini eder. İ l k c i l d i ne 1 85 3 'te baş la nan, on
okur, ona Cevdet mahlasını da veren Sü­ i kinci ve sonuncu cildi ise Encümen'in
leyma n Fehmi Efe nd i ' n i n tasavvuf ve ortadan kalkışından çok sonra, 1 883 se­
edebiyat muhitine dahil olur. nesinde yayım lanan bu eser, meşhur Ta­
Bir nebze Fransızca da içeren bu çok rih-i Cevdet'tir. Son cildin basılmasından
yoğu n ve çok yön l ü öğrenim devri n i n hemen sonra ilk sekiz ciltte değişiklikler
sonunda Cevdet, parlak b i r alim kariye­ yapılarak Tarih-i Cevdet'in Tertib-i Cedidi
rine başlamak üzereyken, zamanın şeyh hazırlanır ve 1 885 ile 1 89 1 /2 olmak üze­
ü l i s l a m ı olan Arif H i kmet ve özel likle re iki kere basılır (Tarih-i Cevdet'i n basım
sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın muhiti­ hikayesi için Neumann 1 999b: 1 2-85).
ne g i rerek hayatı n ı n bundan sonrası n ı Buna i laveten Cevdet, 1 8S3 ile vezirli­
b e l i r leyen d ö n ü ş ü m ü y a ş a r : Cevdet, ğe atandığı 1 866 yı lları arasında Osman­
Mustafa Reşit Paşa' n ı n sad ı k izdeş ve lı İmparatorluğu'nun resmi tarihç i l iğini
yandaşı o l u r ve ö l ü m ü n e kadar daima yürütür; ancak vakanüvis olarak herhan­
Reşit Paşa ekolüne bağ l ı bir Tanzimat si­ gi bir eser yazmaz. 1 872 ile 1 881 arasın­
yasetçisi olur. da, daha önce tutmuş olduğu notlardan
ilk küçük kadı mansıbını (Arnavutluk'ta devşirerek halefi Ahmet Lütfi'ye gönder­
Piremedi yani bugünkü ismiyle Perme­ diği Tezakir (Baysun 1 9S 3 -67, 2. baskı
t i ' y i ) a l d ı ğ ı 1 844 senes i nden, taşıd ı ğ ı 1 986) ise kısmen bu mesainin ürünü ola­
Anadolu kadıaskeri payes i n i n vezarete rak görülebi l i r (31 . Tezkire den itibaren
dönüştürüldüğü 1 866'ya kadar ilmiyede artık 1 866 sonrası üzerinde duru lur; oto­
çok hızlı sayılabilen bir yüksel iş kateder­ biyografik olan 40. Tezkire'nin ise ayrı
se de, asıl meşgul olduğu görevler daha bir yeri var).
..
T A N Z l M A T V E M E Ş R U T 1 Y E T ' 1 N B l: R 1 K 1 M 1

Ancak Cevdet'in telif ve tercüme faali­ Mecelle, sultanın fermanıyla ilan edi l ir.
yetleri bununla s ı n ı rlı ka lmaz. İbn Hal- Bu bakımdan geçerli l iğinin kaynağı artık
. dun'un Mukaddi me'si nin yarım ka l m ı ş Allah'ın yerine, prensipte başka bir kanun
çevirisini tamamlar, bir K ı r ı m v e Kafkas da koymak kudretinde olan devletin ka­
Tarihi yayımlar, okullar için mantık, dil ve n u n koyu c u s u d ur. U yg u l a m a d a as ı l
üslup üzerine eserler kaleme a l ı r, hatta önemli olan yeni l ik, faki hlerin hemfikir
Kısas-ı Enbiya kabili popüler kitaplar ya­ olmadıkları hal lerde kadı ların varolan gö­
zar. Önde gelen tanzimat bürokratlarının rüşler arasında kendi başlarına karar ver­
işi büyük ölçüde zaten yazmaktır: Rapor­ me imkanı n ı n Mecelle'nin hüküm getir­
l a r, arzlar, nizam nameler. i l . Abdü l ha­ d iği a l a n l arda k a l d ı r ı l m ı ş oluşudur ( E .
mit'e sunduğu bazı layi halar da Maruzat Mardin 1 946; Berki 1 959; Yavuz 1 986).
(Cevdet 1 980) olarak böylece Cevdet'in Cevdet' i n vezir olarak ça l ı şmaları n ı n
eserleri arasında yerleri ni alacaklardır (iyi çoğu, Osman l ı idari yapısını kuvvetlen­
bir Cevdet eserleri bibliyografyasının yok­ dirmeye ve aynı zamanda devleti ayakta
84 l uğunda H a laçoğl u-Ayd ı n ' ı n eserlerine tutabilecek formasyona sahip olan adam­
bakı labil ir). 1 ların yetişti r i l mesine yöne l i ktir. Ancak
Ancak, bütün bu faaliyetler sadece bir özell ikle 1 87 1 yı lında Ali Paşa'nın vefa­
yan uğraş olmaya mahkumdur. Vezir ola­ tından sonra siyasi nüfuzu yavaş yavaş
rak etkili olduğu zamanlarda farklı farklı azal maya başlar; Reşit Paşa ekibinden
nazırlıklarda görev alır, iktidardan düştü­ ondan başka pek kimse kalmamıştır. Cev­
ğü sıralarda ise genellikle vali olarak taş­ det hiçbir zaman kendini destekleyen bir
raya gönderil ir, nadiren açıkta kaldığı ol­ siyasi ağa, dayanabileceği bir gruba sahip
muştur. Daha kapsam l ı meti nleri ise bu olamamıştır. Vezir ve paşa olduktan sonra
açıkta kaldığı dönemlerde yazabilir. Sad­ da ailesine düşkün, hayatı onun çevresin­
razam olma umudu hiçbir zaman gerçek­ de dönen (Kütükoğlu 1 986), düzenli ma­
leşmeyen Cevdet, en kalıcı siyasi başarı­ aş derdinde olan bir adam olarak kalır ve
l a r ı n ı hu kuk ve ada let sahası nda e lde az sayıdaki arkadaşlarıyla mazbut bir ha­
eder. yat sürer (Neumann 1 999b: 54-55). Asla
Şeriatın i l miyenin idari kontrolünden bir kapı oluşturmaz.
ç ı kmasına karşı koyan şeyh ü l islamlığın Bir bakımdan, bu siyasi hayatı nı riskten
bütü n engel lemelerine rağmen, Babıali biraz korur, onu aşırı şüpheci olan i l . Ab­
nezdinde oluşturulan bir komisyon, Cev­ d ü l hamit nazarında kabul ed ileb i l i r bir
det'in riyasetinde Hanefi fıkhının birçok politikacı haline getirir. 1 876'daki hal ve
konudaki hükümlerini seçerek ve siste­ cülus entrikalarında rol oynamamış Cev­
matikleştirerek bir Osmanlı medeni kanu­ det'e Mithat Paşa'nın mahkum edilerek
nu a n l a m ı na gel en Mecel le-i Ahkam-ı kurban gittiği hukuk cinayeti esnasında
Adl iye'yi bir araya getirir. Kıbrıs, İsrail ve önemli (ve hiç de şanl ı olmayan) bir rol
Ürdün gibi birçok Yakı ndoğu ülkelerinde verilir. Ancak Mecelle tedvinine bir son
20. yüzyılın ikinci yarısına kadar meri ka­ veril i r ve Cevdet 1 882'den sonra genel­
lan bu kanun, (Fransız Code Civi/e' ini) l i kle baka n l a r kuru l u n u n dı şında kal ı r.
Türkçe'ye çevirerek Osmanlı yasası hali­ Ahmet Cevdet, Mithat Paşa i le beraber
ne getirmek isteyen Tanzimatçı ları n Mit­ mahkum edilmiş Rüşdi Paşa'dan geriye
hat Paşa kanadının amaçlarına ne kadar kalmış ve sonra i l . Abdülhamit kendisine
karşıt ise, süregelmiş fıkıh anlayışına da o hed i ye e d i l m i ş konakta 1 89 5 'te vefat
kadar aykırıdır. Şeri hükümleri gayrimüs­ eder.
limler için de geçerli kılarak (ve bu arada Ahmet Cevdet sistematik bir siyasi dü­
onların şehadetlerini Müslümanlarınkiyle şünür değild ir. Siyasetçi ve idare adam ı
eşdeğerl i sayan) genelgeçer bir yasa olan olarak somut problemlerle uğraşan, alim
TA N Z i M AT B A G LA M I N D A A H M E T C E V D E T P A Ş A ' N I N S i YA S i D U Ş Ü N C E L E R I

"İbn Haldun'cu" ( i l k olara k Fındıkoğlu


1 953, sonra Meriç 1 975, 2 . baskı 1 9 79)
olarak tavsif, yanı ltıcı olmaya mahkum­
dur. 2 Bunun için siyasi görüşlerini bazı
çözümleme süzgeçlerinden geçirerek Ta­
rih-i Cevdet, Tezakir ve Maruzat ile ev­
rak-ı metrukeden tahlil etmek gerekmek­
ted ir. Onun çağdaşı olan okura problem­
sizce an laşı l ı r gelen birçok ifadenin bu­
gün yanlış anlaşı lma teh l i kesi büyüktür
(yöntem problemleri hakkında Neumann
1 999b: 3-6).
Kapalı bir düşünce sistemi aramak ye­
ri ne, pole m i k kudreti çok yü ksek olan
Cevdet'in kiminle çatıştığına, nelere itiraz 85
ettiğine bakmak daha iyi sonuçlar vere­
cektir. Cevdet görüşlerini ortaya koyup
gerekçelendirirken vasi ve zengin kültür
hazinesinden faydalanır. Tarih yazıcılığı
Ahmet Cevdet, yeni tip resmi tarihçi için en önem lileri, Osmanlı Müslümanla­
olarak, modern düşünüşün oluşumuna rına asırlar boyunca üstünlük bili nci ver­
katkıda bulunmuştur. miş olan İslamiyetin kültürel öğeleri, Os­
manlı tarih ve nasihatname yazarların ı n
olarak bağımsız bir siyasi söylem oluştur­ eserleri v e nihayet kendi zamanına a i t bir
makta zorlanan bir düşünce geleneğin­ bilim iyimserliğidir. Ancak düşüncesinin
den gelen b i r i ns a n d a n böyle bir şey ekseninde ne Osmanlı İmparatorluğu'nu
beklemek de y a n l ı ş o l urd u . Ancak bu, "daha çok İslami" yapma programını or­
onun siyasi düşüncelerinin tutarsız veya taya koym a k, ne de Osma n l ı tar i hi n i
s ı ğ o l d u ğ u a n l a m ı n a gelmez . Cevdet, (muhayyel) bir İbn Haldun modeline göre
olağanüstü zekası ve entelektüel birikimi yorumlamak (Neumann 1 999b: 1 68-83),
sayesinde Reşit Paşa ekolünün Tanzimat ne de iyimser bir terakkiperverlik yer alır.
anlayışını belki en yetkin şekilde yansı­ Cevdet' in siyasi düşünceleri devlet ek­
tan, ortaya koyan, açıklayan ve savunan sen i nde döner. Burada hemen ortaya çı­
yazarıdır. kan problem, Osmanlı geleneğinde 1 9 .
Ancak bunu yaparken istifade edebildi­ yüzyıl gerçekl i klerine uygun bir devlet
ği araçlar mahduttur: Ne Osmanlı edebi­ kavram ı n ı n mevcut olmamasıdır. Bun­
yatında siyasi janrlar çok gelişmiştir ne de dan kaynaklanan fikri bel i rsizlikler Cev­
açık bir politik tartışma ve söyleme elve­ det'e mahsus kalmaz: Örneğin çağdaşı
rişli olan bir kamu alanı vardır. Böyle bir olan N a m ı k Kema l de, "hükü met" i le
kamunun yokluğunda 1 9 . yüzyıl Osmanlı "devlet" arasında bir fark gözetmez (Ş.
Müslümanları arası nda sistematik bir bi­ Mardin 1 962 : 300-2) .
çimde ifadelerini bulabilecek ve birbiriy­ Cevdet devlet üzerine konuşurken bu
le çatışabilecek yapıya sahip ideolojiler nedenle çok değişik kaynaklardan yarar­
henüz ortaya çıkmamıştır. Bunun için o lanarak farklı farklı yaklaşımlar içindedir.
dönemde yaşayan bir d üşünürü (ve bu İbn Haldun'da "hanedan" anlamına ge­
meyanda elbette Cevdet'i) "yenilikçi" (ör­ len "devle" sözcüğünü serbestçe ve müp­
neğin Tanpınar 1 949, 5 . baskı 1 982 : 1 59- hem bir şekilde "devlet" olarak ele a l ı r
78), "İslamcı" (örneğin Bolay 1 986) veya (Neumann 1 999b: 1 72-76), Osmanlı sal-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B i R i K i M i

tanat kavramını esnek bir şekilde esas alır rafından ikamesidir.


(Neumann 1 999b: 1 25-3 1 ), sosyal sınıf Tanzimatç ı l a r ı n "devlet-i ebedmüd­
ayrımına dayanan bir devlet kavramını det''i idame ettirme kaygısını Cevdet de
kul l anabi l i r (hayatı n ı n nispeten geç bir samimiyetle paylaşır, karşılaşılan zorluk­
d e v r i n d e, B a y s u n 1 9 5 3 -6 7 , 2. baskı lar karşısında zaman zaman başgösteren
1 986: 4 , 2 1 9), hatta romantizmden mül­ yei s havası n a o da g i rerdi ( N e u m a n n
hem ifadeler kullanır (Baysun 1 953-67, 2. 1 999b: 28-29). Bunlar göz önünde tutu­
baskı 1 986: 3, 227). Başka bir yerde niza­ l ursa devletin işlevleri ("vazifeleri") dev­
m iye mahkemeleri nin kurulmasını savu­ l et erkan ları n ı n çözmesi gereken prob­
nurken aynı rahatlıkla 1 5 . yüzyıl İran ali­ lemlere dönüşür. Cevdet'in tarih, hukuk
mi Celal üd-D in Devvani'nin fi kirlerine veya idare hakkında yazdıkları, bu zor­
d a y a n a r a k b i r görüş b i l d i r i r ( B aysun l u k l a r ı n ü stesi nden nası l gel i neceğ i n e
1 953-67, 2 . baskı 1 986: 4, 85-90). Ancak d a i r fi kir yürütmeler o larak oku nab i l i r.
bu son örnekte bariz bir biçimde görüle­ Düşüncelerin i biçimlendirirken ufkunu
86 bildiği gibi, bütün bu kullanımlar aslında bel irleyen, siyasi ve toplumsal konumu­
daha çok Cevdet'in fikrine destek malze­ dur. Genel ve kavramsal bir siyaset felse­
mesi sağlamaktan ibarettir. Çünkü Cev­ fesi yapmak, asli problemlerini çözmez;
det'in Devvani'nin su ltana bağl ı divan-ı Cevdet, tabir caizse "mutfağın içinde"
mezalim konusunda söylediklerinden çı­ edindiği tecrübeleri de ku l lanmak ister.
kardığı sonuç, Dewani'nin söyledikleriy­ Bu bakımdan Cevdet, 1 9. yüzyıl Osman­
le aslı nda çok fazl a a l a ka l ı değildir ve lı düşüncesinin Hobbes'i olmaktan ziya­
Cevdet'i n ortaya attığı devlet kavramı, de, onun Macchiavelli'sidir.
dayandığı metinde karşılık bulmaz: Cev­ Ancak yaşı i lerledikçe, zenginleşen bi­
det'e göre devlet, fonksiyonel bir aygıttır, rikiminin de etkisiyle Avrupa'daki gel iş­
"birinci vazifesi i h kaak-ı hukuuk-ı ibad melere gitgide daha merak salar, onları
kaziyyesi" (Baysun 1 95 3 -67, 2 . baskı daha fazla önemsemeye başlar. Osmanlı
1 986: 4, 90) olur. tari h i n i ve hatta Osm a n l ı İ mparatorlu­
Cevdet, bu tanımını eserlerinde tutarlı ğu'nu böylece Avrupa'nın çizdiği bir çer­
bir biçimde uygu lamaz. Ancak yine de çeveye de oturtmaya çalışır (Neumann
önemi var, çünkü buradaki perspektif bir 1 999b: 3 1 -32, 1 33-52).
içten bakıştır, yani devlet yönetim i nde Cevdet'in uğraştığı problemler, böylece
yer a lan bir insanın söylediği bir şeydir. her ne kadar soyut veya tarihsel görünse
H a k l a rı ( " h u k u k" sözcüğü b u rada bir de son tahlilde somut ve aslidir. Devlete
haklar manzumesi n i kastetmez, sadece yüklediği iki ana görev, ki bunlar ihkak-ı
"hak" kel imesinin çoğuludur) korunması hukuk ve ü l ke savu n masıd ır ("hıfz-ı bi­
gereke n le r, ku l la rd ı r; ve her ne kadar lad"), adalet sistemiyle asker teşk i l atı n ı
"ibad" sözcüğü "Allah'ın kul ları" anlamı­ devletin i k i a n a kurumu yapar, hatta bir
na gel i rse de, onlar Cevdet'in kul landığı top l u l u k sadece onların var o lmasıyla
bağlamlarda hep yönetimden ayrı, yuka­ devlet o l u r (Baysun 1 953-67, 2nci bs.
rıdan bakı l an, seslerin i n ç ı kması meşru 1 986: 4, 9 7-98). Müfettiş o larak birçok
ve pek de tek i n o l m a y a n tebaa ( N e­ askeri operasyona katı lmış ise de asker
umann 1 998) olur, yönetimde yer alan olmayan Cevdet'in gözünde, iki kurum
Allah, kul larını içermez. "İhkak-ı hukuk" Osmanlı bağlamında aynı sorunla karşı
teriminin Osmanl ı lar'da geçirdiği evrimin karşıyadır: Doğru insanları doğru görevle­
sonucunda ayriyeten burada kastedi len re getirmek ve bunu sağlayan bir idare
şey, tebaanın haklarını talep ve istihsal mekan izması kurmak. Cevdet'i n yazıla­
'
edebil. mesi nden ziyade, onlara tanınan .rı nda bu problem, doğru kura l ları koy-
hak ve mükellefiyetlerinin yönetenler ta- maktan bile öneml i gözükür.
TA N Z i M AT B A G L A M I N D A A H M E T C E V D E T P A Ş A ' N I N S i Y A S i D Ü Ş Ü N C E L E R i

Ancak bu arayış ( N e u m a n n 1 99 9 b : Cevdet, dini hükümetin yararına ku l l an­


1 85-98) pek tutarlı b i r çözümle sonuçlan­ maktan yanadır; ancak Abdülhamit usu­
maz. Önermiş olduğu ödü l lend irme ve l ü maharetle bu dizinin tek tek öğeleri ni
cezalandırma arasındaki dengeyi gözet­ araçlaştırmayı3 (Deringil 1 99 1 ) yazı l arı­
mek veya yapılan işleri fayda ve zararına nın h içbir yerinde önermemiştir. H atta
göre değerlendirmek gibi kıstas ve çare­ Cevdet'i n gözünde din, kültürel bir di­
ler, kurumlara kendi lerini ve birbirlerini zin olması n ı n ötesinde yer yer bir d izge
denetlemek için gereken özerkliği öngör­ h a l i ne gel ir; ve bu d izge i ç i nde ifade
mediği için son tah lilde birer iyi niyetten ed i lemeyen h ususlar, toplum ve yöne­
öteye geçmez. Bu konuda Cevdet hem timde beklenti lere uymadığı için yapıl­
çok daha eski hakim iyet kavramlarının maması gereken şeyler olur. Bu itibarla
m irasçısıdır (İnalcık 1 993), hem de her din, Cevdet' i n çok fazla üzeri nde d u r­
şeyi tek elden halletmeye çalışan otoriter m a d ı ğ ı b i r ş e k i l d e yöneti m d e k i l e r i n
ve pragmatik tanzimat Babıal i'sinin men­ pragmatizmini dizgin leme işlevi n i yeri­
subudur (Ortaylı 1 98 3 : 64-66). ne getirmekted ir. 87
Bu bağlamda Cevdet'i n h ükümdarın Bu yazıda, daha çok Cevdet'ten arda
i ktidarını, o n u meşrulaştı rıcı b i r unsur kalan ve sonradan gelenlerce kabul edi­
o larak görmesi (Neumann l 999b: 1 2 7- len, miras olacak unsurlar üzerinde du­
3 2), modern an lamda mutlakıyetçi gö­ ruldu. Bu unsurlar arasında, pragmatik bir
rüşlere de bir kapı açar. i l . Abdü lhamit anlayış içinde yönetim (iyi tanımlan ma­
döneminde meydana gelen bir dereceye mış bir "devlet") perspektifinden bakışın
kadar da budur. Cevdet, yeni yeni kav­ özel bir yeri var. Bu yaklaşımın ve politi­
ram laştır ı l maya başlanan devlet yerine kaya çok farklı zaviyelerden bakanlarca
yeni bir sistematikle saltanatın korunma­ uzun bir süre benimsenmesinin bir sonu­
sını vurgulayan an layışa (Deringil 1 998: cu, iktidar olgusunun Türk siyasi düşün­
26-34) karşı ne pratik ne de kuramsal bir cesinde faz l a sorg u l a n m a y ı ş ı d ı r. Cev­
yanıt oluşturabilmiştir. det'in i ktidar eleştirisiyle fazla ilgilenme­
Bu bağlamda d i n konusu bir kez da­ miş olması, yazılarındaki en büyük boş­
ha önemli bir yer tutmaktad ır. Yukarıda lukla da ilgi l idir: Yabancı devlet ve eko­
söylenenlerden Cevdet' in gözünde Ha­ nomilerin Osma n l ı İ mparatorluğu'nd a
nefi İslamın somut uygulamada siyaseti kazandığı nüfuzu neredeyse görmez l i k­
belirleyen bir kura l lar manzumesi olma­ ten gel i r. Bu tutarlı bir yaklaşım, çünkü
ması gerektiği bel l idir. D i n i n (bu bakım­ kendi devletin iktidarını pekiştirmeye ya­
dan İslam iyet, H ıristiya n l ı k ve Yahudi l i­ rar. Fakat aynı zamanda Cevdet'i n Türk
ğin pek farkı yok) siyasi rolü, herkesi n siyasi söyleminin güce aşık (ve dolayısıy­
yerini belirleyerek toplumu bir arada tu­ la güç konusunda epeyce kör) olmasında
tan bir kültürel dizin olmaktan ibarettir önem l i bir payı olmuştur. Söylemin bu
ve başka töre lerden, daha kuvvetli ve yönünü gel iştirmek ise, Cevdet'ten sonra
değiştiril mesi daha zor olmasıyla ayrıl ır. gelenlere kalmıştır.

D İ PNOTLAR
Halaçoğlu, Yusuf - Aydın, M. kif (1 993). Düşünen Siyaset 7-B: 21 9-36.
Yus u f H a l açoğ l u , M. Akif Ayd ı n , Deringil, Sel i m (1 991 ) . "Legitimacy Struc­
3
Mad."Cevdet Paşa", TDVİA 7 : 443-50.
tures in the Ottoman State: The Reıgh of
2 Neumann, Christoph K. (1 999). "Paradig­ Abdülhamit i l (1 876-1 909)", lnternational
malar Arasında: Ahmet Cevdet Ve Aidiyet," Journal of Middle East Studies 3: 345-59.


Osmanlı Reform Çağında
Osmanlıcılık Düşüncesi (1 839-1 913)
S E LÇUK AKŞIN SOMEL

nilen siyasi ve idari uygulamalardan çıkar­


GIRJŞ
samak durumundayız. Bu çerçevede Os­
imparatorluk dahilinde yaşayan farklı manlıcılığı 1 9 . yüzyıl merkeziyetçi re­
dinsel ve etnik grupları tek bir "Osmanlı formlarından ayırmak doğru olmaz. Bilin­
milleti" olarak kabul eden ve bu unsurla­ diği üzere Tanzimat reformlarının gayele­
rı ortak imparatorluk ideali çerçevesinde rinden birisi yerel idarecilerin halka yöne­
b irleştirme yaklaşımma Osmanlıcılık lik keyfi ve sıklıkla adaletsiz tutumlarının
denmektedir. Ancak, 1 839- 1 9 1 3 devre­ yarattığı yerel hoşnutsuzlukları ve bu du­
sinde Osmanlıcılık düşüncesinin dört rumun müsait kıldığı ayrılıkçılık hareket­
farklı aşama halinde geliştiğini görmemiz leri önlemekti. il. Mahmud döneminde
olasıdır: 1 -) 1830'lardan 1 875'e süren dö­ taşradaki ayan gücünün etkisizleştirilmesi
nemde ağırlıklı olarak Bab-ı Ali'nin otori­ süreci resmi ağızdan halka yapılan zulüm
ter merkeziyetçi siyaseti, 2-) 1868-1878 ve adaletsizliklerin önlenmesi olarak meş­
devresinde Yeni Osmanlı muhalefeti ve rulaştırılmıştır. 1804'te patlak veren Sırp
Meşrutiyetçi pragmatizm çerçevesinde ayaklanması da yerel askeri unsurların
Osmanlıcılık yaklaşımı, 3-) ll. Abdülha­ sürdürdükleri zulme bağlanıyordu (Şani­
mit rnutlakıyetine karşı Jön Türk muha­ zade, 1 290: 260-26 1 , 28 1 ) . Bu anlamda
lefetinde görülen Osmanlıcılık ve 4-) il. eyalet ve vilayet idaresinde sağlanacak
Meşrutiyet döneminde Osmanlı-cılık dü­ standardizasyon ve devlet denetiminin dı­
şüncesi.1 şında kalan ara mercilerin tasfiyesi taşrada
Osmanlıcılık düşüncesinin köken ola­ keyfi uygulamaları önleyecekti. Aynı şe­
rak yüzyıllardır süregelen yönetilenleri kilde Osmanlı tebaasını kompartımanlara
adaletle idare etme pragmatizminin 19. bölen ve gayrimüslim nüfusla arasında bir
yüzyıl koşullarına uygun şekil kazanmış ara merci oluşturan dinsel cemaatlerin
bir mirasçısı olduğunu söylememiz müm­ varlığı da bu çerçevede bir engel olarak
kündür. 1 830'larda ortaya çıkan Osmanlı­ görülmekteydi.
cılık siyaseti başlangıçta pragmatik bir uy­ Diğer taraftan Osmanlıcılık düşüncesi
gulamalar dizgesi olarak gelişmiş ve ancak geleneksel Osmanlı devlet ideolojisinden
1 868'den itibaren bilinçli ideolojik formü­ radikal bir kopuş denemesini de ifade
lasyonlara konu olmuştur. Dolayısıyla eder. Osmanlıcılık bir anlamda toplumu
1875 öncesi dönemlere ait. Osmanlıcılık statü kompartımanlarına bölen premo­
düşüncesini gerçekleştirilen veya niyetle- dern siyasal anlayış yerine, Fransız ihtilali
O S M A N L I R E F O R M ÇAC I N D A O S M A N L I C I L I K D Ü Ş Ü N CESi ( 1 83 9- 1 9 1 3 )

sonrasında Avrupa'da yaygınlaşmaya baş­ (lnalcık, 1977: 27-52; Iran ve Türk siyasal
layan vatandaşlık ve hukuksal eşitlik esas­ teorilerinin ayrıntılı bir değerlendirmesi
lanna dayalı modern siyasal anlayışın im­ için bkz. inalcık, 1969: 259-275; Bizans
paratorluğa tedricen girmesi anlamına ve Iran siyasal gelenekleri için ayrıca bkz.
gelmekteydi. Geleneksel Osmanlı devlet Ortaylı, 1996: 5-44).
ve siyaset anlayışı, köklerini Iran, lslam, Islam siyasal düşüncesinin Osmanlı si­
Bizans ve Orta Asya Türk Moğol siyaset yaset anlayışına yansıyışı özellikle devle­
geleneklerinden alan bir ideolojik sentez­ tin kimliğinde, hukuki yapıda ve toplum­
den oluşmaktaydı. Konumuz itibariyle sal yaşamda kendini göstermiştir. Osmanlı
Iran ve lslam gelenekleri daha büyük Devleti, kuruluş döneminden başlayarak
önem taşıdıklarından dolayı sadece bu iki Bizans ve Balkanlar'daki yayılma politika­
gelenek üzerinde durulacaktır. Iran siya­ sını "gaza" ve "lslamI cihat" söylemleriyle
set felsefesi örgütlü bir toplumun kendi gerekçelendirmekteydi. Bu anlamda Os­
içinde uyumlu ve dışa karşı güçlü olabil­ manlı Devleti IslamI bir kimliğe sahipti.
mesinin temelde "adalet" ilkesine dayan­ Bu kimlik, 1 6. yüzyılda Osmanlı sahasının 89
masıyla mümkün olacağını öngörmektey­ Suriye, Mısır, Irak ve Hicaz gibi klasik Is-
di. Bu çerçevede "adalet" ilkesi, premo­ lam uygarlık merkezlerini ve kutsal me­
dern bir toplumdaki başlıca toplumsal ke­ kanlarını da içine alması ve Osmanlı padi­
simlerin, yani yöneten sınıf (askeri sınıf şahının "Mekke ve Medine'nin Hizmetçi-
ve ulema) ile yönetilen sınıf (köylü, tüc­ si" (Hddimıı Haremeynü'ş-Şerifeyn) dinsel
car, zanaatkar) arasındaki toplumsal den­ sıfatını kazanmasıyla güçlenmişti. Söz ko-
geyi sağlayacak bir unsur olarak görülü­ nusu sıfatın daha sonraki yüzyıllarda hali-
yordu. Kısaca adalet çemberi (daire-i ada­ felik anlamında yorumlandığını biliyoruz.
let) diye adlandırılan bu düşünceye göre, Hukuki düzen olarak Osmanlı Devleti ls-
yöneten siyasi sınıfın adalete aykırı olarak lam Şeriatını esas kabul etmişti. Bu hu­
yönetilen üretici sınıfa karşı baskı ve zu­ kuksal çerçeve içinde Müslüman olma­
lüm uygulaması, sonuncusunun sağlaya­ yanlar Müslümanlarla yasa önünde eşi t
cağı vergi gelirlerinin düşmesi ve bunun kabul edilmiyorlar, hatta Hıristiyan veya
ise devletin temel dayanağı olan ordunun Musevi olmayanlar kafir sayılıyorlardı.
ayakta duramaması anlamına gelecekti. Dolayısıyla yönetilen sınıfın kendisi de
Aynı mantığa göre adaletin uygulanması kendi içerisinde yasa önünde eşit olmayan
ordunun güçlenmesini ve dolayısıyla da dinsel topluluklardan oluşuyordu.
devletin istikrar kazanmasını sağlayacaktı. Bu bağlamda Osmanlı lmpara torlu­
Iran kökenli bir diğer anlayışa göre yöne­ ğu'nda yaşayan gayrimüslimlerin top­
ten ve yönetilen sınıflar birbirlerini ta­ lumsal konumları hakkında söz etmekte
mamlayıcı toplumsal işlevleri dolayısıyla yarar vardır. Tevrat ve inci! gibi Islam'ın
hukuksal olarak birbirinden kesin bir bi­ kendine öncül kabul ettiği kutsal kitapla­
çimde ayrı tutulmaları gerekmekteydi, ya­ ra inanan Musevi ve Hıristiyanlara Elıli
ni sınıflararası geçişkenlik kabul edilmi­ Kitab denilmekte ve lslami siyasal düze­
yordu. Osmanlıların "raiyyet oğlu raiyet­ nin hükümranlığını kabul etmeleri koşu­
tir" deyiminin de ifade ettiği üzere yöneti­ luyla kendilerine yaşam hakkı tanınmak­
len sınıfta doğmuş bireyin yöneten sınıfı­ taydı. Ancak siyasal ve ekonomik açılar­
na geçmesi çok zordu. Ancak şunu da be­ dan Müslümanlarla eşit bir konumda de­
lirtmek gerekir ki normatif olarak geçerli ğildiler. Örneğin payitahttaki siyasal elite
olan bu prensip tarihsel olarak aynı katı­ tam anlamıyla dahil olmaları, yani bir as­
lıkla uygulanmamış ve özellikle 16. yüzyıl keri komutan, bir vezir veya bir sadra­
sonlarından i tibaren iyice gevşemiştir zam olmaları mümkün değildi. Aynı şe-
T A N Z i M A T \f E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M 1

kilde Hıristiyan ve Musevilerin gayri­ ama kilise oligarşisinden bağımsız akılcı


müslim o lmaları sıfatıyla ayrıca cizye değerlere sahip, gelenekçi olmayıp laik
vergisini ödemeleri gerekiyordu. Bunla­ dünya görüşüne yakın, ticaret burjuvazisi
rın yanında daha sembolik nitelikte olan, diyebileceğimiz katmanların belirmeye
ancak psikolojik açılardan dinsel ayrım­ başladığını görüyoruz. Bu yeni orta sınıf­
cılığı kuvvetle vurgulayan önlemleri sa­ lar çocuklarını Avrupa üniversitelerinde
yabiliriz. Örneğin silah taşıma yasağı, ata eğitime göndermekte ve böylelikle Bau'da
binme yasağı, özel biçimde ve renkte el­ güçlenen Aydınlanmacı düşünce ve yeni
biseler giyme zorunluluğu, kiliselerin yeni ortaya çıkmaya başlayan milliyetçilik
çan çalma yasağı gibi. ve romantizm türü entelektüel akımlarla
Gayrimüslimlere daha yakından bakıl­ tanışmaktaydılar. Burada altı çizilmesi ge­
dığında bunların formel cemaatler halinde reken husus, söz konusu genç kuşakların
örgütlü olduklarını görmekteyiz. Osmanlı bahsedilen düşünsel etkilerin sonucunda
Devleti'nin sahip olduğu dinsel kimliğe dinsel bir dünya görüşü yerine laik bir
90 paralel olarak her bir cemaat (Rum Orto­ dünya görüşüne sahip olmaları ve böyle­
doks, Ermeni Gregoryen, Musevi) kendi likle de etnik aidiyetlerini dinsel cemaat
ruhban sınıfı tarafından idare ediliyordu. yerine milli özlerinde, ulusal geçmişlerin­
Daha somuta indirgeyecek olursak, her de aramalarıydı.
bir kilise sorumlu olduğu cemaat men­ Ortaya çıkan bu değişmeler öncelikle
suplarının doğum, nikah, veraset, vergi, geleneksel cemaat yapısı açısından rahat­
eğitim, yargı türünden medeni ve kültürel sız edici olmuştur.. Osmanlı Devleti'yle iç
işlemlerinin yürütülmesinden sorumluy­ içe geçmiş olan ruhban zümreleri, bu yeni
du. Bu anlamda Osmanlı Devleti tarafın­ ortaya çıkan kesimleri ve düşüncelerini
dan resmen tanınan her bir cemaat mede­ adeta bir "küfür" olarak kabul eunişler ve
ni ve kültürel muamelelerinde kendi için­ mevcut yapıya, dolayısıyla da kendi oli­
de özerk bir konumdaydı. Ancak öte yan­ garşik hakimiyetlerine bir tehdit olarak al­
dan, gayrimüslim ruhban sınıfı aynı za­ gılamışlardır. Öte yandan Batı Aydınlan­
manda Osmanlı Devleti'nin resmi memur­ macılığı etkisiyle cemaatlerine ve Osmanlı
ları konumundaydılar ve Osmanlı idaresi­ düzenine daha akılcı ve eleştirel bir tarzda
nin vazettiği idari ve mali önlemlerin ce­ yaklaşabilen bu yeni orta sınıf mensupları
maatler dahilinde uygulanmasından so­ ruhban kesimini yozlaşmışlıkla, yolsuz­
rumluydular. lukla ve Osmanlı Devleti'yle "işbirlikçilik"
Osmanlı Devleti ile geleneksel cemaat yapmakla suçluyorlardı. Dolayısıyla, Mora
yapılan arasında az çok varolan uyumun ayaklanması patlak verdiğinde lstanbul
bozulmasında dikkate alınması gereken Rum Ortodoks Patrikhanesi Yunan hare­
etkenlerden birisi 18. yüzyıl ortalarından ketine muhalif kalmıştır.
başlayarak Rum ve Ermeni cemaatleri da­ Osmanlı idaresi açısından bakıldığında
hilinde görülen değişmelerdir. Osmanlı ise esas mesele cemaatin başında olan ruh­
imparatorluğu ile Batı Avrupa arasındaki ban o ligarşisinin gayrimüslim tebaayı
ekonomik ilişkilerin artışı sürecinde Avru­ "zapturapt" altında tutabilme becerisinde
pa ile ticarete girişen Rum ve Ermeni tüc­ düğümlenmekteydi. 182l'de İstanbul Rum
car zümresi bir yandan Batı Aydınlanma­ Ortodoks Patriği'nin idam edilmesinin se­
cılığı düşüncesiyle tanışmış, öte yandan bebi herhangi bir şekilde devlete ihanet et­
cemaat yönetiminin geleneksel Osmanlı mesinden ziyade tebaasını kontrol altında
idaresiyle iç içe olan çıkar örüngüsünden tutma konusundaki beceriksizliğindendi.
bağımsızlaşmıştır. Bu gelişmeler sonucun­ Sırp isyanı, özellikle de "Mora Fetreti" ve
da Rum ve Ermeni cemaatleri dahilinde, "reaya kırallıklarının" ortaya çıkışı Os-
OS MANLI R E F O R M ÇAG I N D A OSM A N L I C I L I K D Ü Ş Ü N C E S i ( 1 83 9- 1 9 1 3)

manlı Devleti açısından şoke edici olmuş, da sayılan zorlayıcı koşulların bir sonucu
ancak aynı zamanda bu olaylar il. Mah­ olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda Os­
mut dönemi bürokratlan açısından uyarıcı manlıcılık siyaseti özellikle Tanzimat dö­
olmuş ve geleneksel cemaat yapılarının et­ neminde imparatorluğun içinde bulundu­
kisizliğine, köhnemişliğine ve ortaya çıkan ğu dağılma sürecine karşı pragmatik bir
yeni toplumsal dinamikleri massetrnedeki önlem niteliği taşımıştır.
yetersizliklerine delil teşkil etmiştir. Araştırma literatüründe sıklıkla dile ge-
Diğer göz önünde tutulması gereken tirilen bir husus 1839 Gülhane Hatt-ı Hü­
husus, Osmanlı Devleti'nin 1 774 Küçük mayunu ve tebaanın hukuksal eşitliği il­
Kay-narca Antlaşması'yla birlikte toprak kelerinin Osmanlı Devleti'yle dost büyük
bütünlüğünü öz kuvvetiyle koruyabilme devletlerin, özellikle de lngiltere'nin dip-
gücünden yoksunluğunu göstermiş ol­ loma tik b askıları sonucunda gündeme
ması ve artık Rusya gibi yabancı güçlerin gelmiş olmasıdır. Bunda doğruluk payı ol­
imparatorluk dahilinde yaşayan gayri­ masına karşın imparatorluğun içinde bu­
müslim cemaatlerini himaye etme baha­ lunduğu somut koşullar zaten reformcu 91
nesiyle imparatorluğa diplomatik müda­ bürokratları b u doğrultuda ıslahat adımla-
halelerde bulunmaya başlamalarıydı. 19. n atmaya itmekteydi. Diğer yandan ağır-
yüzyıl boyunca Fransa, lngiltere, Avus­ lıklı olarak Hıristiyan haklarına vurgu ya-
turya gibi devletler Katolikliğin veya Pro­ pan 1856 Islahat Fermanı, Kırım Savaşı
testanlığın hamiliği rolünü üstlenerek koşullarında doğrudan doğruya Avrupalı
Osmanlı tebaası gayrimüslimleri koruma müttefik güçlerin diplomatik zorlamaları
kisvesi altında imparatorluk içindeki si­ sonucunda ilan edilmiştir ki il eride görü-
yasal etkinliklerini g ü çl endirmişlerdir. leceği üzere Müslüman aydınlar bunu içi-
Bu anlamda gayrim üslim cemaatlerin ne sindirememiştir.
varlığı Osmanlı D evleti'nin dış müdaha­ Sözü edilen pragmatik gerekler bir yana,
lelere karşı zaaf içinde bulunmasını da Osmanlıcı bir yaklaşımın resmi bir politika
beraberinde getirmekteydi. olarak kabul görmesi Osmanlı geleneksel
1 8 29'da Yu nanistan'ın ayrı bir devlet devlet düşüncesinde nitel pir değişimi ge­
olarak o r taya çıkması v e Sırb istan'ın rektirmekteydi. Geleneksel Osmanlı devlet
özerklik kazanmasından sonra genç kuşak ve toplum anlayışı bireyleri bir taraftan yö­
Osmanlı bürokratları arasında mevcut neten-yönetilen kompartımanlarına ayır­
gayrimüslim cemaat yapılarının, toplumu makta, öte taraftan ise nüfusu dinsel kate­
muhtemelen "bölücü" bir nitelik taşıdığı gorilere göre bölümlemekteydi. Ne var ki
konusunda bir ortak kanı gelişmiş olmalı­ Osmanlıcılık siyaseti, sözü edilen bu siya­
dır. Bu kanıya göre cemaat yapılanması, sal geleneklere taban tabana zıt idi ve siya­
merkezi idareden ayrı bir sadakat odağı sal ve dinsel bölümlemelerin olmadığı bir
olması itibariyle gayrimüslim bireylerin toplum anlayışı çok daha farklı bir siyasal
siyasal sadakatlerini tam anlamıyla Os­ tasavvuru zorunlu kılmaktaydı. içindeki
manlı Devleti'ne doğru yönelmesini engel­ dinsel ve etnik farklılıkları olduğu gibi ka­
leyici nitelikteydi. Sözünü ettiğim bu "ka­ bul ederek toplumu ayrımsız bir bütün
nıları" açıkça dile getiren herhangi bir ya­ olarak kavrayan bir siyasal tasavvurµn üç
zılı belge olmamakla beraber, 1830 sonra­ olası referans noktası ola)Jilirdi. Birincisi,
sında Osmanlı hükümdar ve yöneticileri­ devlete ve devletin zirvesindeki kuruma,
nin edimleri ve siyasetleri, zihinlerde bu partiye veya hükümdara bir kutsallık atfe­
tarz bir düşüncenin yer ettiği konusunda derek dinsel ve etnik farklılıklarüstü bir
araştırıcıda güçlü bir izlenim yaratıyor. sadakat odağı oluşturmak. l,kincisi, üzerin­
"Osmanlıcılık" denilen siyaset işte yukarı- de yaşanılan ortak toprak parçasına bir
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

kutsallık atfetmek suretiyle "vatan sevgisi" sında Osmanlıcılığın entelektüel bir ilgi
söylemini kullanmak, böylelikle toplumu konusu olması Yeni Osmanlı muhalefeti
ortak bir paydada birl eştirebilecek bir ile başlamış ve Jön Türk muhalefeti ile de­
yurtseverlik duygusu yaratmak Üçüncüsü, vam etmiştir. Bu bağlamda Osmanlıcılık
dinsel ve etnik farklılıkları aşkın bir üst düşüncesinin daha ziyade Osmanlı libe­
kimlik yaratmak yoluyla laik bir ulus tasa­ ralliği ile özdeşleştiğini görmekteyiz. Nite­
rımını gündeme getirmek. kim 1 908 sonrasında kurulan Ahrar Fır­
1 830 sonrasından başlayarak 1 9 1 3'e kası, Osmanlı Demokrat Fırkası, Mutedil
değin baktığımızda, yukarıda zikredilen Hürriyetperveran Fırkası ve bunları izle­
üç referans noktası (Q_eylet, vatan, ulus) yen Hürriyet ve ltilaf Fırkasının Osmanlı­
göz önünde tutularak, Osmanlı uygula­ cı bir çizgi içerdiklerini söylememiz
malarının ağırlıklı olarak ilkinde yoğun­ mümkündür. Ancak Balkan Savaşları ve
laştığını söyleyebiliriz. Devlet-merkezi­ bunu izleyen demografik değişimler son­
yetçilik zaten Osmanlı siyaset gelenekle­ rasında Osmanlıcılık dikkate alınır bir si­
92 rine pek de yabancı değildi. Burada yeni yasal düşünce olarak lslamcılık ve Türk­
olan husus, gayrimüslimlerin Müslüman­ çülük gibi akımlarla rekabet edemez ol­
lardan ayrı bir kesim olarak görülmeyip muş ve nihayet imparatorluğun günde­
siyasal ve idari çabaların ilk unsura da minden düşmüştür.
yöneltilmesiydi. ikinci referans noktası
olan ortak toprak veya vatan anlayışı ise OTORlTER MERKEZtl'ETÇl
oldukça yeni bir görüşün Osmanlı siyasal OSMANLICILIK (1839-1 875)
yaşamına girmesi anlamına geliyordu. Bu
yeni referans noktası resmi söylemde sı­ Ağırlıklı olanı.k Tanziınat döneminde gö­
nırlı ölçülerde kullanılmış, buna karşın rülen b u Osmanlıcılık anlayışının ana
Yeni Osmanlı ve J ön Türk muhalif aydın­ özelliği, siyasal pragınatizme dayalı olma­
ları tarafından kuvvetle dikkate alınmış­ sı, yani yu.karıda da belirtildiği üzere ayq­
tır. Sonuncu referans noktası olan ulus lıkçı hareketlere karşı bir önlem niteliğini
anlayışına gelince, bu yaklaşım l. Meşru­ içermesidir, Ancak geleneksel Osmanlı si­
tiyet dönemi hariç 1 908 öncesinde doğ­ yasal düşüncesinin belirleyici karakteri
rudan doğruya herhangi bir biçimde söz olan nüfusun müslim ve gayrimüslim
konusu olmamıştır. olarak dinsel cemaatlere ayrılması ve yö­
Yukarıda sözü edilen devletin Osmanlı­ neten-yönetilen ayrılığı ilkelerinin Bab-ı
cılığı, pragmatik bir çerçevede ele alması­ Ali tarafından terk edilmesi ancak tedri­
nın yanında Osmanlıcılık düşüncesi ente­ cen ve kısmen gerçekleşebilmiştir.
lektüel düzlemde de kendini göstermiştir. Bir siyaset olarak Osmanlıcılık yaklaşı­
ilginçtir ki, Osmanlıcılık düşüncesini çağ­ mının devlet katında yerleşmesinin kök­
rışoran ilk siyasal öneribir gayrimüslirrı­ leri 1 9 . yüzyıl öncesine geri götürülebilir.
den, Rhigas Velestinlis'ten. gelmiştjr. Rhi­ gayrimüslim reayaya uygulanan zulüm
gas Velestinlis Osmanlı D evleti ortadan ve haksızlıkların huzursuzluklara ve ay­
kaldınlarak onun yerine Rum kültürünün rılıkçı hareketlere yol açtığı konusunda
ve elitinin ağırlıklı olacağı bir cumhuriyet 1 9 . yüzyıl öncesinde gözlemlerin oldu­
tasarlamıştı. Ancak 1793 Fransız ihtilalci ğunu b iliyo ruz. Bu çerçevede Ahmed
Anayasası'ndan esinlenerek hazırladığı bu Resmi Efendi ve özellikle Ebubekir Ratib
Rum cumhuriyeti anayasasında farklı et­ Efendi gibi bürokratlar gayrimüslim re­
nik ve dinsel grupların birlikte yaşayacak­ ayaya iyi davranılması gereğini vurgula­
ları bir eşitlikçi düzen tasavvur ediliyordu mışlardır. Sözü edilen yaklaşımlarda da­
(Milas, 1999: 102-122). Müslümanlar ara- ha ziyade geleneksel daire-i adalet düşün-
O S M A N L I R E F O R M Ç A l:i l N D A O S M A N L I C I L I K D Ü Ş Ü N C E S i ( 1 839- 1 9 1 3 )

cesinde varolan reayaya adaletli davranıl­ Size tarh edilen vergileri ödeyin; bunların
ması felsefesi görülmektedir. Ancak diğer kullanılacakları maksatlar sizin emniyeti­
taraftan Ebubekir Ratib Efendi raporla­ niz ve sizin refahınızdır" ifadelerine yer
rında Prusya'dan ve Avusturya'dan ör­ verilmiştir. Padişah daha sonra Kızanlık
nekler vererek askeri gücü ve ekonomisi kasabasına vardığında yine toplanan kala­
gelişkin bu ülkelerde farklı dinsel cema­ balık önünde hangi dinden olursa olsun
atlere mensup bireylere ayrımcılık güdül­ bütün uyruklarına himaye ve adalet vaat
mediği ve bunlara eşit davranıldığının etmiştir. Gezi esnasında 11. Mahmud'un
kuvvetle a l tını çizmiş tir.ı Biz burada sadece camilere değil, tamire muhtaç olan
muhtemelen Osmanlıcı düşüncenin bir kiliselere de yüklüce paralar dağıttığını
nüvesini görmekteyiz. görmekteyiz(von Moltke, 1969: 99, 106).
Diğer taraftan Fransız Devrimi fikriya­ Osmanlıcılığın ilk yazılı belgesini Os-
tının ve bu meyanda vatandaşlık ilkesi­ manlı m odernitesinin "Magna Carta"sı
nin genç kuşak memurları etkilediğini olan Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nda bul­
varsayabi l iriz. 1 8 2 l'den sonra kurulan maktayız. Burada can güvenliği ve ırz, na- 93
Bab-ı Ali Tercüme Odası'nda dil öğrenen mus ve mala dokunulmazlık ilkeleri vur­
genç bürokratlar, okuyup tercüme ettik­ gulanırken, dünyada candan ve ırz ve na­
l eri Fransızca gazeteler yoluyla vatan, musdan daha değerli bir şey olmadığın-
yurttaşlık, bireylerin yasa önünde eşitliği dan dolayı, bir kişi bunların tehlikede ol­
türünden siyasi ilkelerle yakından tanış­ duğunu hissettiğinde ülkesine ihanet et-
mış olmalıdırlar. Bir yandan Ali Paşa, mek istemese bile kendini korumak için
Fuat Paşa ve Safvet Paşa gibi Tanzimat "devlet ve memleket" açısından istenme-
devlet adamları, öte yandan lbrahim Şi­ yen yollara başvurmasının kaçınılmaz ola-
nasi ve Namık Kemal gibi aydınlar hep cağı belirtilmektedir. Buna karşın can ve
Tercüme Odası'nda yetişmişlerdir. Dola­ namus güvenliğinden emin olması halin-
yısıyl a , 1 9 . y ü zy ı l başından i tibaren de tebaanın doğruluktan ayrılmayıp işini
mevcu t cemaat yapılanmasını n gayri­ düzene koymaya çalışacağı ve giderek
müslim tebaayı devlete bağlı tutmadaki "devlet ve millet gayreti ve vatan muhab-
yetersizliğinin iyice açığa çıkmasıyla bir­ beti "nin gelişeceğinin altı çizilmektedir
likte, cemaat örgütlenmesinin aşkın bir (Gözübüyük, Kili, 1 982: 4-5). Burada ifa-
sadakat odağı teşkil edebilecek referans de edilmek istenilen şey keyfi idarenin re-
noktaları düşünülürken, Tercüme Odası aya ayaklanmalarına ve ayrılıkçılık giri­
çevresinin bu yeni siyasal tasarım süre­ şimlere yol açacağı, buna karşın düzenli
cinde dolaylı bile olsa bir rol oynadığı bir yönetimin bütün yönetilenler arasında
güçlü bir olasılıktır. idareye siyasal sadakat sağlayacağıdır.
Osmanlıcılık düşüncesinin açık belirti­ Gülhane Hattı'nda doğrudan doğruya
lerini Gülhane Hatt-ı Hümayunu öncesin­ gayrimüslimlerden söz eden bölümde ön­
de, 11. Mahmud döneminde görüyoruz. ce hukuki davaların aleni mahkemelerde
Sözü geçen padişah 1 837'de yaptığı Ru­ görülüp kimsenin yargısız olarak idam
meli seyahati sırasında Şumnu'da huzuru­ edilmemesi ve cezalandırılmaması gereği­
na gelen müslim ve gayrimüslim yerel ile­ nin altı çizildikten sonra "tebaayı saltanatı
ri gelenleri karşısında başkatibine söyletti­ seniyyemizden olan ehli lslam ve mileli
ği nutukta, "siz Rumlar, siz Ermeniler, siz saire bu müsaadatı şaha.nemize bilaistisna
Yahudiler, hepiniz Müslümanlar gibi Al­ mazhar olmak üzere can ve ırz ve namus
lah'ın kulu ve benim tebaamsınız; dinleri- ve mal maddelerinden hükmi şeri iktiza-
niz başka başkadır, fakat hepiniz kanunun sınca kaffei Memalik-i Mahrusamız ahali-
ve lrade-i Şahanemin himayesindesiniz. sine taraf-ı şahanemizden emniyet-i karni-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

le verilmiş" denmektedir. (Gözübüyük ve .Birincisi, padişah hem Müslümanların


Kili, 1 982: 4-5) Burada gayrimüslimlerin hem de gayrimüslimlerin hükümdarıdır.
Müslümanlar gibi hukuksal bir koruma ikincisi, padişahın Tanrı destekli mutlak
altında olmaları gereğinin vurgulandığını gücü karşısından Müslümanlar ile gayri­
görmekteyiz. Gerçi müslimler ve gayri­ müslimler arasında bir fark yoktur, yani
müslimler arasında bir hukuksal eşitlikten bir anlamda her iki unsur Padişah karşı­
açıktan söz edilmemekteyse bile, herhangi sında eşittir. (Sadık Rıfat Paşa, 184 7; So­
bir dinsel ayrımcılığı ima edecek bir ifade mel, 2001 : 6 1 -64)
de fermanda yoktur. Osmanlıcılığın otoriter yorumunda sık­
Gülhane Hatt-ı Hümayunu pek çok açı­ lıkla karşılaşılan motif padişahın "teba­
dan geleneksel çizgiler içeren bir belgedir anın babası" olarak sunuluşudur. Örneğin
(lnalcık, 1993: 354-359; Somel, 2001 : 1 - Tanzimat ricalinden Rıza Paşa, 1850 önce­
3 ) . Sadece lslam Şeriatına bağlı kalınacağı­ sinde Midilli'de muhtelif cemaat temsilci­
nın belirtilmesi veya içerdiği konular açı­ lerine verdiği nutukta "cümleniz bir im­
94 sından değil, ama Osmanlıcılık yaklaşı­ paratorun tebaaları aynı babanın çocukla­
mında görülen otoriter anlayışta da gele­ rısınız" demektedir (Abadan, 1 999: 4 7-
neksel bir tavır sezilmektedir. Şöyle insan­ 48) . Aynı şekilde yukarıda da belirtildiği
ların yaşam, mal ve namus hakkı ve müs­ üzere II. Mahrnud'un Rumeli seyahatı sı­
lim-gayrimüslim eşitliği padişahın mutlak rasında sarf ettiği sözler de buna örnek
o toritesi altında ve hükümdarın bir lütfu olarak gösterilebilir.
sonucu tebaasına bahşedilmiştir. Gerçi pa­ 1 839-1 875 döneminde Tanzimat mo­
dişah bahşettiği bu lütfa bağlı kalmaya ye­ dernleşmesi ve Osmanlıcılık çerçevesinde
min etmiş olduğunu Gülhane Hattı'nda gözlemlenebilen diğer bir siyasal zihniyet
vurgulamaktadır. Ne var ki bu yeminin yü­ gelişimi devletin ve bürokrasinin din ve
rürlüğünü kontrol edebilecek herhangi bir milliyet aynını olmaksızın bütün Osmanlı
meşru kurum da yoktur. Dolayısıyla teba­ tebaasının hizmetinde olduğu anlayışıdır.
anın hakları teknik olarak padişahın iki Diğer bir deyişle yönetilenlerin varlık ne­
dudağı arasındadır. Padişah bir anlamda deninin devlete ve yönetici sınıfa tabi
müşfik ve koruyucu "baba" rolündedir. olup hizmet etmeleri düşüncesinin değiş­
O s manlıcılığın o tori ter yorumunu mesidir. Bu anlayışı en net biçimde Tanzi­
184 7'den 1880'lere değin mahalle mek­ mat reformculuğunun "ideologu" sayıla­
teplerinde ve lbtidai okullarında okutulan bilecek Sadık Rifat Paşa'nın 1 840'lı yıllar­
Ahldk Risalesi adlı ders kitabında da görü­ da yazdıklarında görebilmekteyiz. Rifat
yoruz. Tanzimat'ın "ideologu" sayılabile­ Paşa bir anlamda bürokratlara nasihatna­
cek Sadık Rifat Paşa tarafından hazırlanan me sayılabilecek "Zeyli Risale-i Ahlak" ad­
bu eser Anadolu ve Balkanlar'daki lslam lı eserinde, memurların devlet ve millet­
mekteplerinde "demirbaş kitap" konu­ ten maaş almaları dolayısıyla tebaaya en
rnundaydı.3 Konumuzla ilişkili olarak ese­ fedakarane biçimlerde hizmet etmeleri ge­
rin başlangıç sayfalarında padişaha uzun reğinin altını çizmektedir. Bu noktada
ömürler dilendikten sonra "her sınıf teba­ devlet memurları ve ricalinin yönetilen­
asına merhamet bahşetmesi" istenmekte­ lerden ayn ve ayrıcalıklı bir unsur olarak
dir: "Cenab-ı Hak cümlemizin velinimeti değil, halka hizmet etmesi gereken görev­
olan Ş evketlü Padişahımız E fendimiz liler olarak anlaşıldığı ve dolayısıyla da ge­
Hazretlerine p ek çok vakit tükenmez leneksel asker-reaya ayrımından farklı bir
ömürler ihsan buyursun ve saye-i merha­ yaklaşım gördüğümüzü söyleyebiliriz.
metini her sınıf tebaası hakkında eksik et­ (Sadık Rıfat Paşa, 1876-1877: 7)
rnesün." Burada iki nokta vurgulanıyor: Rifat Paşa hükümet idaresine ilişkin bir
O S M AN L I R E F O R M Ç A ('; _I N D A O S M A N L I C I L I K D Ü Ş Ü N CESi (1 839- 1 9 1 3)

95

diğer risalesinde adil bir hükümetin hiçbir ğında vilayetin ileri gelenlerine yaptığı ko­
zaman tebaasından kopuk olamayacağını nuşmasıdır. Burada Mithat Paşa Padişahın
ve bünyesindeki farklı unsurları (milel-i ana gayesinin gerek Müslüman gerekse
muhtelife) hukuken eşit muameleye tabi gayrimüslim kadın ve erkek bütün teba­
tutması gerektiğini vurgulamaktadır. Aynı anın, gerek birey, gerekse toplu olarak hu­
yazıda, bir ülkenin idaresinden hoşnut in­ zur, gönenç ve mutluluklarının sağlanma­
sanları ayaklanmaya teşvik etmenin son sı olduğunu ve devlet memurlarının da bu
derece zor olduğu belirtildikten sonra, amaç doğrultusunda hizmet vermeleri ko­
bunca zamandır Osmanlı topralannda or­ nusunda topluma borçlu olduklarını be­
taya çıkan tahrikler ve isyanların başlıca lirtmektedir. Paşa öte yandan toplumu
nedeninin maddi eşitsizlik ve aynı zaman­ oluşturan bireylerin doğaları gereği farklı
da can, mal ve namus güvenliğinin olma­ yaratılışlara ve düşüncelere sahip olmaları
yışında bulunduğunun altı çizilmektedir. nedeniyle, toplum idaresinin her bir bire­
Rifat Paşa daha sonra dinin ve .Şeriatın yin görüşünü dikkate almasının mümkün
tam anlamıyla uygulanması gerektiğini olamayacağını ve dolayısıyla da toplumu
söylemektedir. Burada Rifat Paşa'nın farklı idare edecek bir merlıez-i idarenin kaçınıl­
dinlerden insanların yasa önünde eşitliği mazlığına işaret etmektedir. lşte toplumun
ile .Şeriat'ın uygulanması arasında ilkesel gereksinmeleri, refahı ve güvenliğini sağ­
bir çelişki görmediği veya fark etmediğine lamak için zamana, konuma ve bölgeye
ilişkin bir izlenim ediniyoruz. (Sadık Rıfat uygun gerekli koşulları oluşturacak kural­
Paşa, 1876-1877: 47-48) lar ve yaklaşımlar ancak sahip olduğu ma­
Devlet ve bürokrasinin halkın hizmetin­ lılmı.'it-ı mülıemmelesiyle devlet idaresi ta­
de olduğu yaklaşımına daha geç bir örnek rafından şekillendirilebilir. Burada Mithat
Mithat Paşa'nın Bağdat valiliğine atandı- Paşa açıkça halkın ihtiyaçlarını devlet ida-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M I

resinin halkın tek tek bireylerinden çok meclislerinde bir " Osmanlı" kitlesinin
daha iyi bileceğini vurgulamaktadır. Diğer temsil edilmesi yerine cemaat bölümlen­
taraftan bu ihtiyaçların zamanın gerekleri­ mesinin temsili devam etmiştir (Davison,
ne göre değişmesi nedeniyle devlet idare­ 1 990: 86; Ortaylı, 1974: 13-3 1 ) . 1856 ön­
sinin de bu değişime ayak uydurmasının cesinde Osmanlıcı siyasete ilişkin bir di­
zorunluluğunun altı çiziliyor. Aksi takdir­ ğer önemli adım, 1844'ten itibaren ls­
de devletin esas gayesi olan toplumun lam'dan başka bir dine dönenlerin Şer'en
ilerlemesi, kurtuluşu ve selametini sağla­ idam edilmeleri uygulamasına son veril­
ma hedefleri gerçekleşemeyecek ve bu ce­ mesidir. lngiltere'nin diplomatik baskısıy­
miyyet emsalinden gerü lwlacah tıı:� Mithat la gerçekleşen bir adım olmasına karşın
Paşa'nın bu konuşmasında karşımıza Os­ gerek Osmanlı toplumunda din ve vicdan
manlıcılık, aydınlanmacı ilerlemecilik ve özgürlüğünün sağlanması, gerekse müs­
aydın despotizminin oluşturduğu çok en­ lim-gayrimüslim ayrımının azaltılması
teresan bir sentez çıkmaktadır ki bu yak­ anlamında dikkate değerdir (Davison,
96 laşımın otoriter merkeziyetçi Osmanlıcılık 1990: l l5 ; Ortaylı, 1985: 60-6 1 , 67-87).
anlayışını tam anlamıyla temsil ettiğini Kırım Savaşı sonrasında ilan edilen
söyleyebiliriz. 1856 tarihli Islahat Fermanı Osmanlıcılık
Bu devrede lıubb-ı vatan ve millet, yani siyasetinde yeni bir devrenin başlangıcı
"vatan ve millet sevgisi" kavramının res­ olmuştur. Müttefik devletlerin Bab-ı Ali'ye
mi yazışmalarda belirli ölçülerde kullanıl­ fiilen empoze ettikleri bu reform belgesi
dığını görüyoruz. Ancak yukarıda da gö­ aynı zamanda Osmanlıcılık konusunda
rüldüğü üzere, özellikle 1 856 öncesi Os­ Osmanlı bürokratları arasında o ana değin
manlıcılığın belirleyici özelliği padişahın az çok varolan oydaşımı ortadan kaldır­
bir anlamda paternalist bir "baba" konu­ mış ve Osmanlıcılığın 1856 sonrası uygu­
muna sahip olması, öte yandan da şeriate lamalarına ilişkin bir aydın muhalefeti or­
yapılan vurgudur. Bu çerçevede şunu da taya çıkmıştır.
fark ediyoruz ki bütün tebaaya adaletli Islahat Fermanı'na bakıldığında burada
davranılması her yerde belirtilirken uygu­ Osmanlı Devleti'nin Gülhane Hattı'ndan
lamada Müslim-gayrimüslim eşitliğinin itibaren artık yeni ve eskisine benzemeyen
kamu yaşamının farklı alanlarında ger­ bir düzene girdiği vurgulanmakta ve salta­
ç ekleştirilmesi için p ek bir girişim de natın istikrarının bütün Osmanlıların re­
yoktur. 1 856 öncesinde Osmanlıcı siyase­ viibıt-ı halbi-ı vatandaşi yani "yurttaşlık
tin somut neticeleri sınırlıdır: 1840'tan gönül bağlarıyla" birbirine bağlı olmasına
s o nra oluşturulan eyalet meclislerinde dayandığı belirtilmektedir. Muhtemelen
gayrimüslim cemaat temsilcileri (pisko­ Osmanlı resmi belgelerinde Fransız Devri­
pos, kocabaşı) de yer almaya başlamış ve mi'nin ürünlerinden biri olan "vatandaş"
böylelikle ilk kez müslim ve gayrimüs­ kavramı ilk kez Islahat Fermanı'nda kulla­
limler bölgesel idare işlerinde aynı otu­ nılmış olmalıdır. Bundan sonra ise tüm te­
rumları paylaşır olmuşlardır. N e var ki baanın padişahın adaleti sayesinde birbiri­
gayrimüslimlerin meclislerde yerel nüfus ne eşit olduklarının altı çizilmekte ve Tan­
olarak çoğunluk olsalar dahi çoğunluk zimat Fermanı'nda belirtilen ilkelerin uy­
olmalarına izin verilmemekteydi. Diğer gulanmasını sağlayacak önlemlerin daha
yandan gayrimüslim üyeler cemaat esası­ da kuvvetlendirileceği açıklanmaktadır. Is­
na göre meclislerde temsil edilmeleri do­ lahat Fermanı'nı Gülhane Hattı'ndan ayı­
layısıyla seçimde esasın kolektif bir kitle ran ana husus Osmanlı tebaasının huku­
değil, cemaatlere göre ayrışmış bir kitle ken eşitliği konusudur. Bu noktada Islahat
olduğunu görüyoruz. D olayısıyla eyalet Fermanı'nın çok açık ve ısrarcı olduğunu
O S M A N L I R E F O RM Ç A C°; J N D A OSMAN L I C I L I K D Ü Ş Ü N C E S i ( 1 839-1 9 1 3)

görüyoruz. Bu çerçevede, din ve dil farkla­ malılıüme durumundaki gayrimüslimlerle


rı bulunan Osmanlı tebaası arasında bir her alanda eşit hakları paylaşmak "zorun­
grubun diğer bir grubu aşağılayıcı terim da kalması" Müslüman Osmanlılar açı­
ve sıfatlar kullanmasının yasaklanması, sından psikolojik travma etkisi yaratacak
dinsel özgürlük dolayısıyla Osmanlı teba­ sarsıntılara neden olmuştur. I3u etkenler­
asından kimsenin dinsel ayin icrasından den dolayı Islahat Fermanı Müslüman
men edilmemesi, kimsenin din değiştir­ bürokrasi içerisinde bir bölünmeye yol
meye zorlanmaması, din farkı olmaksızın açmış ve Şinasi'den başlayarak 1 . Meşruti­
bütün Osmanlı tebaasının devlet memuru yet dönemine varan Yeni Osmanlılar ha­
olma ve devlet okullarına girme hakkı ve reketi ortaya çıkmıştır.
vergilerin din ve mezhep farkı olmaksızın 1856-1875 devresindeki Osmanlıcı uy­
herkesten eşit olarak alınması gibi somut gulamalara baktığımızda o döneme hakim
önlemlere yer verilmektedir. Müslimler ve olan Osmanlıcı düşüncelere dair ipuçlara
gayrimüslimler arasındaki hukuksal eşit­ rastlayabiliriz. Öncelikle yargı sahasında,
lik meselesiyle bağlantılı olarak değinilen yerel yönetimde, devlet bürokrasisine giriş- 97
meselerden birisi farklı cemaatlere men­ te ve eğitimde müslim ve gayrimüslim un­
sup bireyler arasında oluşacak ceza ve ti­ surların birlikteliği ve birbirleriyle yakın­
caret davalarının karma mahkemeler tara­ laşmasına önem verilmiştir. Öte yandan
fından hükme bağlanması gereği ve diğeri ekonomik yaşamda, özellikle de tarımsal
ise yerel eyalet ve sancak meclislerinde alanda tebaanın eşitliği sağlanmaya çalışıl-
gayrimüslim temsilcilerine daha fazla yer mıştır (Gözübüyük ve Kili, 1982: 1 6-22).
alması suretiyle yerel idarede daha çok söz Yargı sahasına bakıldığında 1858'de şer'i
sahibi olabilmeleridir. Bunun yanında fer­ mahkemelerden bağımsız ticaret mahke­
manda ağırlıklı yer tutan bir konu gayri­ melerinin kurulduğunu görüyoruz. Bunu
müslim cemaat yönetimlerinde ruhban 1865 tarihinden başlayarak her kaza mer­
egemenliğinin sınırlandırılıp yerine laik kezinde hem ticaret hem de ceza hukuku
cemaat temsilcilerinin de yer alacağı ce­ sahalarını kapsayan Nizamiye mahkemele­
maat meclislerinin kurulmasıdır (Gözübü­ rinin oluşturulması izlemiştir. Nizamiye
yük ve Kili, 1982: 7-13). mahkemelerine kadı başkanlık etmesine
Gülhane Hattı'nda tebaanın yasa önün­ karşın diğer mahkeme üyelerinin bir kısmı
de hukuksal eşitliği zımnen kabul edil­ devlet tarafından atanmakta, diğer bölümü
mekle beraber 1856 öncesinde müslim­ ise yerel halk tarafından seçilmekteydi.
gayrimüslim eşitliğinin somut olarak ger­ Mahkeme üyelerinin bir bölümü gayri­
çekleştirilmesi konusunda ciddi adımla­ müslimdi. Sözkonusu mahkemeler din ay­
rın pek de atılmadığını yukarıda belirt­ rımı olmaksızın tüm tebaaya teşmil edil­
miştik. 1856 sonrasında bu hususta daha mişti. Öte yandan medeni hukuk alanı
kapsamlı önlemlerin alındığını biliyoruz. şer'i veya cemaatlerin kilise mahkemeleri­
Ne var ki Islahat Fermanı'nda gayrimüs­ nin yetkisinde kalmaya devam etmiştir. Ye­
limlere verilen eşit hakların bariz bir dış rel yönetimde, 1856 sonrasında ve özellik­
baskı sonucu gerçekleşmesi ve sözü ge­ le de 1867 tarihli Vilayet Nizamnamesiyle
çen hakların 1 856 Paris Barış Antlaşması gayrimüslimler eyalet meclislerinde nüfus
gibi uluslararası bir belgede zikredilmesi oranı daha fazla dikkate alınarak temsil
bir anlamda Osmanlı gayrimüslim teba­ edilmişlerdir. Ancak burada da cemaat esa­
asının haklarının uluslararası ipotek al­ sına göre seçim usulünden vazgeçilmediği­
tında olması anlamına gelmekteydi. Bun­ ni görüyoruz.S 1 876 öncesinde taşra sat­
lara ilaveten yüzyıllardır millet-i hdlıime hında Osmanlıcılığın en kapsamlı uygula­
sıfatını taşıyan Müslümanların milel-i ması Mithat Paşa'nın Tuna vilayeti valili-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

yayı m ladı . Osman l ı hanedanı aleyh in­


Abdullah Cevdet deki yay ı n l arı büyük tart ı şmalara yol
K E R E M Ü N Ü VA R açt ı . i l . Meşrutiyet'ten sonra, 1 9 1 1 'de
İ st a n b u l ' a d ö n d ü . S h a k e s p e a re' i n
oyunlarını Türkçeye çevird i . D i n i "tez­
yif edici" yaz ı ları nedeniyle dergisi s ı k
s ı k kapat ı l d ı . Mütareke dönem inde İn­
g i l iz Muh ibleri Cemiyeti'nin i lk nizam­
name taslağ ı n ı yaptı ve kurucuları ara­
sında yer aldı; ayrıca İngil izler'le işbir­
liği yapan Kürt Teali Cem iyeti'nde de
' · · Ku le l i Askeri Tıbb iye İdadisi ve Mek­
öneml i rol ler üstlend i . }in gazetesinde
teb-i T ı b b i ye ' d e n mezun oldu.
etn ik ayrı l ı kç ı l ı k üzerine yazı lar yazd ı .
l 889'da, henüz öğrenciyken İ brah i m
98 l 924'te Elazığ mebusu olması günde­
Tema, İshak Sükuti, Meh met Reşit ve
me geldi ise de, 1 920'den itibaren nü­
H ikmet E m i n ile birl i kte, daha sonra İt­
fus politikası hakk ı n d a i l eri sürdüğü
ti hat ve Terakki Cem iyeti adı n ı alacak
g ö r ü ş l e r i n i , "Avru p a ' d a n da m ı z l ı k
olan İttihad-ı Osman! Cemiyeti'nin ilk adam celbi" şekl i nde sunan gazetele­
k u ru c u l a r ı a ras ı n d a yer a ld ı . B i rçok rin etkisiyle ve bu alanda kamuoyunda
kez tutuklandı ve s ü rgüne gönderi l d i . yoğun tartışmaların başlaması üzerin e
B u sürg ü n lerden b i r i n e gönderi l i rken mebu s l u k söylentileri son b u l d u . B u
Paris'e kaçt ı . Meşveret ve Mechveret dönemden itibaren yalnızca İctihad ı n
Supplement Français dergi lerine imza­ yay ı m ı i l e uğraşan Abd u l lah Cevdet,
sız veya " B i r Kürd, Cevdet Hacı Şakir, 29 Kasım 1 93 2'de ö l d ü . Ö l ü m ü nden
İ bn-i Ömer Cevdet, Karl ı dağ" takma sonra cenaze namazı n ı n k ı l ı n ıp k ı l ın­
adları i l e yaz ı l a r yazd ı . l 8 9 7'de Ce­ mayacağı tartış ı l d ı . Tel if eserlerinin sa­
nevre'de Jön Türklere kat ı l d ı . Osmanlı yısı kırk altıyı, tercü melerin i n sayısı da
mecmuas ı n ı n yöneticileri arası nda yer otuzu bulur.
aldı ve başyazarl ığını yürüttü. Osmanlı
m e c m u a s ı ve Osm a n l ı h ü k ü m et i n i n Dr. Cevdet'in Düşüncesi
anlaşması üzerine b i r süre Viyana Sefa­ " . . . M ü s l ü m a n o l m a k i ç ü n Ah m et,
reti ta b i pliğ i ne getirildi. Ancak sefirle Mehmet tesmiye ed i l mek ve m ü s l i m
a rası a ç ı l ınca 1 903 'te Avusturya'dan ebeveynden D ünyaya ge lmek h i ç d e
s ı n ı rd ı ş ı ed i ld i . Cenevre' d e ve daha kafi deği l d i r. Müslüman ad ındaki, İsla­
sonra da Kah i re' de İctihad mecmuasını m iyetin ahkam-ı esaslyesi n i cah-ü-can

ğinde gerçekleştirilmiştir. Tuna vilayeti da­ sonrası Osmanlıcılığının " laboratuvarı"


hilinde Osmanlıcı uygulamalar sadece gay­ özelliğini de taşımaktadır. Şöyle ki müslim
rimüslimlerin yerel meclislere temsilci yol­ ve gayrimüslim çocukların aynı okulda ve
lamalarıyla sınırlı kalmamış, yerel dilde bir arada eği tim görmes i uygulaması
haberlerin de yer aldığı vilayet gazetesi de Mithat Paşa tarafından açılan ıslalılıaneler­
yine ilk kez burada yayımlanmaya başla­ de (sanayi mektepleri) başlatılmıştır. Bu
mıştır. Esasen Mithat Paşa'nın Tuna vilaye­ deneyim lstanbul'daki bürokratlar açısın­
tindeki uygulamaları bir anlamda 1856 dan yaşamsal önemde kabul edilmiştir. Zi-
OS MANL I R E F O R M Ç A (; I N D A O S M A N L I C I L I K D Ü Ş Ü N C E S i ( 1 8 3 9- 1 9 1 3 )

korkusunu bertaraf ederek z u l m e karşı


kuvveylen de kalemen de, kal ben de
ve ezc ü m l e f i i l e n de i z h a r- ı n efret
ed er. Rus a h ra r ı pek M ü s l ü m anane
hareket ed iyor. Kan dökü l m es i n i hiç
istemeyiz l a k i n baz ı i r i n l e r vard ı r k i
k ı r m ı z ı d ı r, rengine a l d a n ı b onları uz­
v i yyet- i c e m i yetd e b ı rakmak tekm i l
beden-i cem iyeti tes m i m v e h e l aka
tes l i m demek o l u r. O damarlarda do­
laşan kan deği l i r i n d i r. İrin kan deği l­
d i r. irini akıtmak tedavi d i r... " [ Hani­
oğlu, 1 98 1 ] .
Abdu llah Cevdet' i n düşüncesindeki 99
eklektisizmin, sıçramaların iç içe geçti­
ği paragraflardan b i risidir, bu. 20. yüz­
y ı l ı n başlarında Rusya'da yaşanan siya­
sal gelişmeler üzerine yaz ı l m ı ştır. An­ Abdttlalı Cevdet: Kurtuluşu ve "gelişme"yi
cak bu paragrafta Cevdet'i n dine bakı­ halkı eğitmede arayaıı pozsitivist·
Aydınlanmacılığın öncü figürü.
şı, cumhurdan beklenti l eri, pasifizmi,
anarşizmi, eğiti m i n rolü hakkındaki fi­
bir Osmanlı ayd ı n ıdır. Eski "ansiklope­
kirleri, saltanata karşı muhalefeti vard ı r
v e sonunda bir "hekim" olarak yaraya d ist" gelenek içerisinde değerlendiril ir.

neşteri vu rur. Abd u l lah Cevdet bunla­ Ansikloped izm' i n tem e l i , b i l i m i n b i r

rın heps i n i gerçekten kend inde nas ı l politikası olmadığı düşüncesiydi [Mar­
toplamıştır? d in, 1 983] . 1 860'larda bu görüşe katı­
Abd u l lah Cevdet, T ı bb iye'de aldığı lan lara göre, Batıl ı laşmak, insanın bil­
eğitimin de etkisiyle toplumu ve yaşa­ gisini artırmaktı. Sonradan, Namık Ke­
dığı sorunları bir hastanın tedavisi sü­ mal ve Yen i Osman l ı lar'ın edebi alana
reci olarak ele a l ı r. Ona göre i l i m ve egemen olmalarıyla bu . tutum değişti.
fen' i n çözemeyeceği, adeta matema­ Bat ı l ı laşmak, parlamenter rej im yanda­
tiksel olarak hesaplanamayacak h içbir şı olmak ve onu Osman l ı İmparatorlu­
şey yoktur. "Ta m G arpçı " sayılan ve ğu'nda yerleştirmek çabasıyla bir sayıl­
Batı' n ı n anlaşılmas ı n ı n, kültürüne aşi­ d ı : Bat ı l ı l aşman ı n "siyasileşt i r i l mes i " .
na o l u n mas ı n ı n gerek l i l iğ i n i savunan Abdul lah Cevdet, kültür sorun ları çö-

ra Osmanlıcılığın hedeflerinden birisi olan mesi'nde müslim ve gayrimüslim çocukla­


farklı dinsel unsurlar arasında yakınlık ve rın orta ve yüksek öğrenimi birlikte yap­
birliktelik duygularının ve kültürünün maları hedeflenmiştir. 1 868'de açılan Melı­
oluşturulması yoluyla bir "Osmanlılık" bi­ teb-i Sultani'nin amaçlarından birisi de
lincinin yaratılması ancak eğitim aracılı­ farklı cemaatlerden gelen çocukların bir
ğıyla olabilirdi. Mithat Paşa'nın Tuna vila­ arada eğitim görmeleriydi.6
yetindeki uygulamalarından esinlenilerek Gayrimüslimlere artan ölçülerde yerel
1 869 tarihli Maaıif-i Umumiyye Nizamna- idareye ve bürokrasiye katılım olanakları
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

zümlenmeden önce h içbir şekilde po­ Rusya'da z u l ü m ve hakaret gördüğünü


l itika yap ı l amayacağına inandığı dere­ söyl üyor ve bunu ya l n ı z söylemekle
cede, daha çok, eski "ansi kloped ist" b i r fayda ü m it ed iyorsu n u z . M ü s l ü ­
a k ı ma dönüşü tem s i l ed iyordu [Mar­ m a n l a r ı n z u l ü m ve hakaret görmesi
din, 1 983] . M ü s l ü man olduklarından değ i l , cah i l
Abd u l l a h Cevdet, Ansiklopedist ça­ v e tembel o l m a larındand ı r" der. Ab­
ba içerisinde i lk günden itibaren karşı­ dul lah Cevdet tarafından İslam d i n i n i n
s ı n a ç ı kan, z i h n i n i meşgu l eden a s ı l ikinc i bir kul la n ı l ı ş alan ı da ondan bir
sorulardan b i r i n i n "modern fikirleri ve muhalefet aracı olarak yararlanma şek­
terakki fi krini Müslü man ruhuna sok­ l i nde karş ı m ıza çı kmaktad ı r. Bu hare­
mas ı n ı n çareleri" olduğunu ifade et­ ket de başl ıca iki amacı içermekted ir:
m iştir. Karşısındaki toplumda d i n i n ro­ Bunlardan birincisi Sultanın meşruiyet­
l ü n ü tan ı m larken, toplumu yönetenleri ten yoksun o lduğunu top l u m üyeleri
1 00 tan ı m larken, Batı'yla kurulacak i l işkiyi aras ında yaymak, ikincisi ise çok ge­
tan ı m larken kafasındaki soru genell ikle rekli bir destek olan u lemayı kendi saf­
ayn ıyd ı . Öyleyse d i n i n bu kadar etki­ larına çekmektir. Muhalefet aracı ola­
si ndeki bir topluma, aslında d i n i n için­ rak gördüğü d i n ayn ı zamanda, cum­
deki " b i l i ms e l l i ğ i " göstermeye çal ış­ hur fikrini real ize edecek, proto-mi l l i­
mak gerekird i . Çünkü Abd u l la h Cev­ yetç i l i k görevini ifa edecek bir araçtır:
det, "dinin toplumsal içeriğine" inanı­ " . . . İ s l a m ı n kend i n e has b i r karakter i
yordu yoksa "ölümden sonraki hayata" vard ı r. İslam, bu d i n i kabul edenleri bir
d eğ i l . Abd u l lah Cevdet' i n başlangıç m i l let h a l i n e sokar ( i l nationa lise ses
noktası şuyd u : felsefe Allah'ın sıfatları­ adeptes) ve asırlar boyunca biriken bu
nın bir incelenmesi şeklinde ele alın ır­ kardeş l i k duygusu o kadar kuvvet l i d i r
sa Allah'ın her n itel iği insana b i l i msel k i , h içbir şey, m üşterek inancın mo­
faaliyette bulunmas ı n ı emretmekted ir. dern i l i m ve felsefenin ya kıcı ışığında
"Al lah' ı n ga l i p sec iyes indeki sıfatına yok o l m a s ı b i l e onu s a r s a m a z . . . "
has ibadet, muzafferiyetin esbab-ü ka­ [Mard i n : 1 983] .
van i n i n i m üta laa etmek(tir)". " . . . i l i m Abd u l l a h Cevdet, modernleşmeyi,
h avas ı n d i n id i r, d i n ava m ı n i l m i d i r. Batı fi kriyat ı n ı hazmetmek, düşü nce
D i n ile i l m i n seyyanen terakki ve teka­ yapısını değiştirmek sorunu sayar. Ona
m ü l etmesi lüzCım-u ictimalsi bundan­ göre, bu değişikl iği meydana getirmek,
dır. .. " [Hanioğlu: 1 98 1 ] . Zaman için­ gerek l i sosyal g e l i ş m e l e r i n baş ı nda,
de yazdıkça ve ta rtıştıkça h iddetlenir maddi çevre değişmelerinden önce ge­
Abd u l lah Cevdet. " ... M ü s l ü manları n l i r. Kurumlar ve olgular düzeyinde tar-

tanınmasına v e müslimlerle birlikte eği­ temelen Osmanlıcılığa ilişkin mesafeli bir


tim konusunda adımlar atılmasına karşın tutuma sahipti. Islahat Fermanı'nın içeri­
müslimler ile gayrimüslimler arasında ğine karşı çıkan yüksek bürokratlardan
tam anlamıyla eşitlik sağlanamadığını bi­ biri Cevdet Paşa idi. Osmanlıcılık siyase­
liyoruz. Esasen Tanzimat ricali arasında tinin mantıksal sonucunun cemaatlerara­
Osmanlıcılık ve müslimler ile gayrimüs­ sı ayrımların ortadan kalkması ve teba­
limler arası eşitlik konusunda Lam bir oy­ anın dindışı bir ortak sadakat odağında
birliği yoktu. Örneğin Cevdet Paşa muh- birleşmek ve belki de dindışı bir toplum
O S M A N L I R E F O R M ÇA G I N D A O S M A N L I C I L I K D Ü Ş Ü N CESi ( 1 83 9 - 1 9 1 3)

tışmaya hazırd ı r. Latin harflerine geçiş, te" in yönetimi ele almas ı n ı n toplumsal
laikleşme pol itikaları, kad ın haklarının gel işmen in sağlanması için gerekli ol­
önemi, saltanat kuru muna karşı temel duğu d üş ü n ce s i n e göt ü r ü yo rd u . B u
bir kuşku, ancak Batı klasiklerinin de­ grubun tespitindeki ölçü ise beynin bü­
rin anlamları n ı n anlaşı lması sayesinde yüklüğünden başka bir şey değildi. Ab­
Batı'ya yaklaşı labi leceği, Batı l ı laşma­ dul lah Cevdet, " . . . kafatas ı m u h iti 1 6
nın gereklerinden birinin fikir ve görüş­ pus ol mayan adamlar ahmak o l u rl a r,
leri temel i nden değiştirmek o lduğu ve d imağın gayr-i tabii bir derecede kü­
evreni materyal ist-biyoloj ik bir çerçeve çükl üğü n işane-i eblehiyetd ir. .. " de­
içinde değerlendirme İctihadda tartışı­ dikten sonra toplumsal gel işmeni n na­
lan başl ıca konular arasındad ı r. " ... Bu s ı l sağlanacağı n ı şöyle izah ediyord u :
süngü ler müstebitlerin başlarında kırı l ­ " . . . B i r a h a l i i ç i nde, savat! m i kdarın
mal ı d ı r demekten ziyade o kalemler -o fevkinde bir mikdar-ı istiab-ı kıhfiyeye
kalemler ki eshab-ü fikr-ü merhametin m a l i k b i r çok efra d ı n bu l u n m a s ı , o 1 01
parmakları aras ı ndadır- kağıt üzerinde ahal inin terakkiyat ve temeddünce itla­
tamim-i mea l i, tenfiz-i feza il, tasfiye-i sını temin eden hususat-ı tabilye ve şe­
efkar etmekle a ş ı n m a l ı d ı r " . E l i kalem riat-i m ü sa i deden d i r. . . " . Yaratı lacak
tutacak, fikirlerle çarpışacak bir kimler­ "el ite"i n ne gibi özel l i klere sahip bu­
d i r? El itler. lunmas ı n ı n gerektiği böyle bir grubun
Doğa b i l i m l e r i n d e k i ç a l ı şm a l a r ı n , yönetmesi n i doğal ve zoru n l u o larak
toplumsal açıklamalarda ku l lanı lması­ gören Osma n l ı aydınınca fazla üzerin­
nın b i r sonucu o larak, Darw i nizm'in de durul mayan bir konudur. Abdul lah
benzer ku l la n ı m ı n d a ise temel olarak Cevdet ise Guyo-Daubes, Letourneau
i leri s ü rdüğü tekam ü l neden leri nden gibi düşünürlerin şekillendirdiği düşün­
dolayı "doğal eleme"nin toplumda bir ce yapıs ıyla, bu görevi n biyoloj ik üs­
çeşit "el ite" yönet i m i n i doğuracağı ne­ tünlüklere haiz bir "deha"lar grubunca
t i c es i ne var ı l ıyord u . Abd u l l a h Cev­ yerine getiri lmesinin en iyi çözüm ol­
det' in Tı bbiye'de ilk defa okuduğu ve duğu sonucuna varıyord u . Eğitim ise
çevirdiği Spiritualisme et Materialis­ bu dehaların buluhmas ı n ı kolaylaştıra­
me'nin yazarı lsnard' ın, d i n i n ortadan cak ve kabil iyetlerin i gel iştirecek, hal­
kalkması n ı sağlayacak kimselerin ileri kın ise denetleme yeteneğini arttıracak
eğiti m sonucu ortaya ç ı kacağ ı n ı öne bir araç olarak kabul edilmektedir [Ha­
sürmes i n i n nedeni budur. Bu görüşler nioğlu : 1 98 1 ] . Öyleyse cumhurun bu­
üzerinde yaptığı incelemeler Abdu l lah radaki rol ü nedir? Abdullah Cevdet' in
Cevdet' i topl u mda bir b iyoloj i k "el i - cumhur ruh u fikrinin oluşmasında etki-

kimliğinin gelişmesi olduğu düşünülecek medeni kanunun Batı örneklerinden ter­


olursa Cevdet Paşa'nın gerek 1 856'da, ge­ cümeler yapılarak ülke ihtiyaçlarına göre
rekse 1 868'de tasarlanan v e h erhalde ayarlanmasını önermişlerdi. Ancak Cev­
Fransız Code Civil'den aktarılacak bir det Paşa bu öneriye karşı çıkmış ve Hane­
medeni kanun tasarısına neden muhalefet fi fıkhı esaslarına dayanan Mecelle'nin
ettiği daha iyi anlaşılır. 1868'lerde medeni hazırlanması yaklaşımını hükümete ka­
k a n u n m e s elesi g ü n d e m e geldiğinde bul ettirmiştir (Ülken, 1 979: 69-70; Vel­
Mithat Paşa ve Ticaret Nazırı Feyzi Paşa det, 1999: 1 99-202). Laik bir medeni ka-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M 1

l e n d i ğ i G u stave Le B o n , top l u m s a l ri ndeki o l u m s u z p s i koloj i k etk i l eri ta­


o l ayları adeta matematiksel b i r n et l i k ş ı y a c a k l a r ı ve bu d u r u m u n d e va m ı
ve kesi n l i k l e a ç ı k l a m a k i d d i a s ı nd a d ı r. h a l i n d e dejenere t i p l e r i n ortaya ç ı ka­
Le Bon, h a l k ı n a s l ı n da h i ç b i r şek i l de cağıyd ı . i l . Abd ü l h a m it'e karşı m ü ca­
top l u ol arak top l u m l a i l g i l i konularda d e l e ede n l ere soru nun şahıslarla i l g i l i
doğru kararları bu lamayacağı na i n a n ı ­ o l ma d ı ğ ı n ı , saltanatın ka l kmas ı gerek­
yor ve bu görevi t ı p k ı Abd u l l a h Cev­ tiği n i söyl ü yo rd u .
det' i n düşündüğü gibi biyoloj i k bir seç­ Abd u l l a h Cevdet, i l . Meşruti yet dö­
k i n ya da seçk i n l er g r u b u n u n yeri n e nemi nden başl ayarak Osma n l ı Devleti
getirebi l eceğine i n a n ı yo rd u . Ancak b u üzerindeki Alman n ü iCı z u konusunda,
o l g u n u n yerine geti rileb i l mesi i ç i n seç­ İ ngi l i z yan l ı s ı b i r pol itika n ı n savunucu­
k i n ya da seçk i n l er i n h a l k ı n ( c u m h u ­ su o l m uştur. Ancak kend i ya z ı l a r ı n d a
r u n ) i ste k l e r i n i d i n l i yor ve o n a göre da ifade ettiği g i b i İ n g i l i z lere t<ı m tes l i ­
1 02 davranıyor gibi hareket etmeleri gerek­ m iyet y a d a manda idares i n i ka b u l et­
mekteyd i . Ç ü n k ü , artık eşitl i k i l keleri, mek deği l d i r b u : " . . . Evet vatan ı m ı z ı
eğitim ve terbiye ve teş k i l atlar arac ı l ı­ b i r ecnebi h ü k ü met i s t i l a ederse b i z ­
ğ ı y l a gerçekl eşmeye ç a l ı ş ı yo rd u . Os­ d e n s e n e d e l a y a d d e f ' a verg i a l m a z ,
man l ı ayd ı n ı n ı n nazarında " h a l k " h i ç­ memurları n ı n a m u s l u adam lardan i nti­
b i r zaman önemli ve güven i l i r b i r güç hab eder. Mükemmel şose yo l l arı ya­
o l m a m ı şt ı r. Abd u l l a h Cevdet başta ol­ par, şeh i rlerimiz elektrik z i yasıyla ten­
mak üzere Jön Türklerin büyük çoğun­ vir o l u n u r, h a n e l e r i m i z d e tel efo n l a r
l uğu bu d u ruma tam olarak uygun b i r b u l u n d u rab i l i r i z . . . İstersek matbaa aça­
şekilde hareket etm işlerd i r. Yal n ız s iya­ rız, şi rketler tesi s ederiz . . . Ş i m d i k i h a l i ­
sa l m u h a l i fl e r i n pek çoğu n d a " h a l k" m i z e n i sbetle b i n kat d a h a z iyade me­
h içbi r değer taşımazken Abd u l la h Cev­ s u d o l u ru z . Fakat. . . Ah ... fakat söyl e­
det onu modern top l u msal "el ite" in de­ mel i o zaman biz, bizi istila ve memle­
netlemes i n i yapması gereken b i r organ ket i m i z i i m a r eden m i l let- i ecnebiye­
ol arak d üşü!l m ü ştür I Ha n ioğl u : 1 98 1 ] . n i n misafiri o l u ruz . . . Yani ş i m d i b i z fa­
Saltanata karşı ç ı ka rken d e b i l i m sel­ k i r, m a z l u m b i r efe n d i y i z o z a m a n
l i k l e ö l çütleri i ç i nd e dayanaklar sunu­ zengin b i r uşak, b i r h i zmetçi olacağız.
yord u . Abd u l l a h Cevd et' i n O s m a n l ı Ey vatandaş ları m ! Cüm leden uşak o l ­
haned a n ı n a karşı ç ı k ma s ı n ı n neden le­ m a y a r a z ı o l a ca k m ı s ı n ı z ? H a y ı r ı . . .
rinden b i r i , hür o l m ayan kad ı n l a rdan " I H an i o ğ l u , 1 9 8 1 J . İ n g i l i z M u h i p l e ri
doğan çoc u k l a r ı n -babaları hangi ze­ Cem iyeti' n i n k u rucu l a r ı a ras ı n d a yer
ka seviye s i n de o l u rsa o l s u n - a n n e l e - a l ı rken de amacın, bünyesinde m i lyon-

nun yerine lslami Mecelle'nin hazırlan­ dişaha sadaka t bağlarının o l uşması ve


ması herhalde müslimler ve gayrimüslim­ üzerinde yaşanılan ortak toprağa dayalı
leri medeni hukuk çerçevesinde birleşti­ bir yurtseverliğin gelişmesiydi. Ancak
recek Osmanlıcı bir bütünlüğün oluşma­ diğer taraftan bu devre Osmanlıcılığı
sını önlemiştir. otoriter özellikler de içerme kteydi . Ali
1 839- 1 876 devresi Osmanlıcı siyaseti­ ve Fuat Paşalar herhangi bir siyasal katı­
nin ana hedefi müslim ve gayrimüslim lımcılığa olumlu bakmıyorlardı. Zira Ali
bütün Osmanlı tebaasının devlete ve pa- Paşa'nın da belirttiği üzere Osmanlı ça-
OSMANLI R E F O R M Ç A l'.'; I N D A O S M A N L I C I L I K D Ü Ş Ü N C E S i ( 1 83 9- 1 9 1 3)

l a rca M üs l ü m a n b a r ı n d ı ra n İ n g i l i z isti'mal olunamaz. Ekseriyetini Kürdler


Devleti i l e savaş dönem i n i n getirdiği teş k i l eden vi layetlerin Kürd i stan l ığ ı
olumsuzluklar içerisinde d iyalog i mka­ mevzuu'bahs olunca d a b u prensib ta­
n ı n ı yaratmak ve Osmanl ı Devleti'nin n ı n mak ve m uta ve mer'i b u l u n m a k
temin-i vahdet ve hukuku için " . . . iki İcab eder... " [Hanioğlu, 1 981 ] . Ancak
m i l let beynindeki müveddet ve muha­ Anadolu'daki direniş hareketi başladık­
denet-i kad i menin temi n ve takviyesi­ tan sonra, etni k unsur üyesi d iğer Os­
ni . . . " sağlamak o l a ra k tarif etm i ş t i r man l ı ayd ı n larında da görü len etn i k
[ Han ioğlu, 1 98 1 ] . ayrı l ı kç ı l ı k konusundaki duraklama ve
İngiliz Muh ibleri Cemiyeti'nin kuru­ yeniden Osmanl ı birliğini savunma ref­
cuları arasında yer ald ığı dönemde, ay­ leksi Abd u l lah Cevdet'te de yeniden
n ı zamanda Kürt Teali Cem iyeti ile de ortaya çıkar.
i l işkide b u l u n m u ştur. Öncel eri kend i M a n n h e i m , b i r topl u m i ç i n d e k i l it
Kürt k i m l iğinden bağımsız olarak me­ mevkileri tutmuş olanların kend i mev­ 1 03
deni b i r kamu an layış ı n ı n ölçüsü ola­ kileri n i ve bu itibarla içinde bulunduk­
rak kabul ettiği Kürt kiml iğini n sunumu ları toplumun sosyal yapısını savunma­
ve l i san olarak Kürtçenin öğrenil mesi­ ya yarayan fikri yapı t lara " ideo l oj i " ,
n i n ö n e m i üzeri nde d u ran Abd u l lah aynı toplum içinde bu mevkilerde bu­
Cevdet, mütareke dönemi y ı l l arında et­ lunamayanlardan o stratej i k noktaları
n i k ayr ı l ı kç ı l ı ktan bahsetmeye başla­ ele geçi rmeye bu i t i b a r l a top l u m u n
m ı ştır. Osma n l ı Devleti' n i n etn ik grup­ çerçevesi n i k ı rmaya yönelen teorilere
lar üzerindeki yönetim i n i b i r çeşit im­ " ü to py a " a d ı n ı v e r m i ş t i r [ M a rd i n :
perialisme olarak değerlendiren Abdul­ 1 983] . Abd u l lah Cevdet, ütopyas ı ol­
lah Cevdet, m ütareke döneminde Wil­ mak anlam ında dönemindeki Osman l ı
son prensiplerine atıfla şunları söyle­ ayd ı n l arından ayr ı l ı r. Önem l i eserleri
mektedir: " . . . Wilson prensipleri his ve arasında tıpla ilgili olanlar Kolera, Mu­
maksada uygun geldiği vakit ve ancak siki ile Tedavi, A'malık, d iğer eserleri
uygun geldiği vak i t temsil ol unan bir ise şunlardır: Mahkeme-i Kübra (1 895),
prensip değ i l d i r. Her m i l let kendi mu­ İki Emel (1 898), Hadd-i Te'dlb, Ahmet
kadderat ı n ı tayin, kendi hükümetini in­ Rıza Bey'e Açık Mektup (1 9Q3), Fünun
t i h ab, kend i tarz-ı idares i n i tayin et­ ve Felsefe (1 906), Bir Hutbe (1 909), İs­
mekde h ürdü r ve bir m i l let d iğer b i r tanbul'da Köpekler (1 909), Yaşamak
m i l l ete h a k i m o l a m a z d iyen prens i b Korkusu (1 9 1 0), Cihan-ı İslama Dair
mesela yalnız İ z m i r ' i n Yunan idaresine Bir Nazar-ı Tarihi ve Felsefi ( 1 9 2 2 ) ,
geçmes i n i protesto ederken temsi k ve Adab-ı Muaşeret Rehberi (1 927).

pında bir parlamenter rejim uygulaması şekilde 1 8 5 6 Islahat Fermanı ve gayri-


nihai kertede imparatorluğun dağılması- müslimlere tanınan haklarla bağlantılı
na yol açabilird i . Söz konusu devlet olarak ortaya çıkan basın muhalefeti ve
adamları açısından hürriyet kavramı üs- Yeni Osmanlılar hareketi de cezai ön-
manlı bütünlüğünü oluşturan farklı un- lemlerle bastırılmıştır. Ne var ki aşağıda
surların imparatorluktan özgürce kopa- da görüleceği üzere Yeni Osmanlılar akı-
bilmesini içeren olumsuz bir anlama sa- mı Osmanlıcı düşünceye yeni bir açılım
hipti . (Mardin, 1 996: 27-28, 138) Aynı getirmişlerdir.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

yol açmaktaydı . Öte yandan Tanzimat'la


MEŞRUTiYETÇi OSMANLICILIK VE
BIRlNCl MEŞRUTiYET (1867-1878) birlikte imparatorluk dahiline kültürüne
ve bünyesine oldukça yabancı Batı ku­
Meşrutiyetçi Osmanlıcılık düşüncesi Tan­ rumlarının ithal edilmesine de Yeni Os­
zimat'ın otoriter merkeziyetçi siyasetine manlılar tepki gösteriyorlardı. (Mardin,
bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu tep­ 1996: 184- 185)
kiyi esasen Osmanlıcılık poli tikasının Islahat Fermanı'na baktığımızda, Yeni
özellikle 1 85 6 sonrasında giderek Batılı Osmanlılara ve özellikle de N amık Ke­
güçlerin bir dayatması sonucu uygulanan mal'e göre 1 856 belgesi yabancı güçlerin
bir siyaset görünümü kazanmasına yöne­ baskısı sonucu Hıristiyanlara tanınan aşırı
lik bir Müslüman Türk aydın tutumu ola­ haklar ve imtiyazlardan müteşekkildi ve
rak da anlayabiliriz. Dikkate değer bir eşitlik değil, Hıristiyanlar lehine eşitsizliğe
husus, o zamana değin daha ziyade bir yol açmıştı. Halbuki Namık Kemal'e göre
pragmatik önlemler dizgesi olarak uygu­ yapılması gereken şey gayrimüslimlere
1 04 lanan Osmanlıcılık düşüncesinin Yeni imtiyazlar vermekten ziyade Meşrutiyet
Osmanlılar tarafından Meşru liyetçi bir düzenine doğru adımlar atmaktı (Hürri­
çerçevede ve entellektüel bir seviyede ir­ yet, N o . 4- 1 868'e atfen Davison, 1 990:
delenmeye başlanmasıdır. 126). 1860 Lübnan krizi sırasında Suriye
Müslümanlarla Hıristiyanların eşitliğini valisi ve yardımcılarının sorgusuz sualsiz
ve karşılıklı uyumunu meşruti bir düzen kurşuna dizilmeleri ve Lübnan'a uluslara­
içinde gerçekleştirmeyi öngören ilk Os­ sı garanti çerçevesinde verilen özerklik,
manlı muhalifi, kişisel anlaşmazlıkları do­ Sırp isyanı ve 1 867'de Osmanlıların Belg­
layısıyla 1 867'den başlayarak Ali ve Fuat rad'ı terk etmesi; aynı yıl patlak veren Gi­
Paşalara tepkisini basına verdiği açık mek­ rit isyanı ve Hıristiyanlara verilen tavizler
tuplar yoluyla ilan eden ve Yeni Osmanlı­ türünden gelişmelerin Yeni Osmanlıların
lara koruyuculuk yapan Mustafa Fazıl Pa­ müslim-gayrimüslim eşitliği anlayışına
şaydı. Mustafa Fazıl Paşa'ya göre Osmanlı yönelik tepkilerini arttırdığını görmekte­
Devletinin içinde bulunduğu sıkıntılar ve yiz. Ziya Paşa'nın vurguladığı üzere Hıris­
bozuklukların başlıca nedeni Tanzimat tiyan güçlerin Osmanlı içişlerine müdaha­
devlet adamlarının herhangi bir denetim­ lesi sürdüğü müddetçe cemaatler arası
den yoksun mutlak hakimiyetleriydi. Oy­ eşitlik mümkün olamazdı (Hürriyet, No.
sa siyasi özgürlük ve dolayısıyla katılımcı­ 15 - 1868'e atfen Davison, 1990: 1 27 ; Mar­
lık gerek Müslümanlar, g erekse Hırisli­ din, 1996: 25, 34) .
yanlar açısından adaletli bir idareyi garan­ Tanzimata ve özellikle de Islahat Fer­
tileyecekti. (Mardin, 1996: 3 1 1 -314) manı'na getirilen eleştirilere karşın Namık
Yeni Osmanlılar görünürde Gülhane Kemal Avrupa'daki sürgün devresinde
Hatt-ı Hümayunu'na ses çıkarmazken ls­ ( 1 867- 1868) yayınladığı HüıTiyet gazete­
lahat Fermanı'na açıkça karşı olmuşlardır. sinde temelde Osmanlıcı görüşler savun­
Ama esasında Namık Kemal Gülhane Hat­ muş tur. Genelde ileri sürdüğü argüman
u'nı da Osmanlıların Mısırlılara karşı Batı­ uygarlık düzeninin adaletle sağlanabilece­
lı devletlerin yardımını sağlamak üzere ği, adaletin ise "Osmanlı ümmetinin hu­
verilmiş tavizler olarak kabul ediyordu. kuku müsavatı ile gerçekleşebileceği," bu­
Namık Kemal'in itiraz ettiği diğer bir hu­ nun ise meşveretle sağlanabileceği biçi­
sus, Gülhane Hattı'nda reformların uygu­ mindedir. N. Kemal'in bu dönemde kul­
lanmasında herhangi bir sınırlayıcı Şer'i il­ landığı "Osmanlı ümmeti" terimi rahatlık­
ke konmamış olmasıydı. Bu ise reformcu la milliyetçe ve dince ayrı unsurların bir
bürokrasinin denetimsiz bir hakimiyetine araya geldiği bir toplumsal bütünlük ola-
OS MANL I R E F O R M Ç A c'.i l N D A OSMAN L I C I L I K D Ü Ş Ü N C E S i ( 1 83 9 - 1 9 1 3)

rak yorumlanabilmektedir (Ülken, 1979: tarzında bir federal imparatorluk haline


59-6 1 ) . Ş. Mardin'e göre N. Kemal, bir sokmayı tasarlamışlardı. Buna göre federe
parlamentonun açılmasıyla Osmanlı bü­ bölgeler lstanbul'da bir federal kurulda
tünlüğünü tehdit eden çeşitli bağımsızlık temsil edileceklerdi. Bir tür "gevşek" bir
hareketlerinin sona ereceğine inanmak­ Meşrutiyetçi Osmanlıcı model sayılabile­
taydı. Diğer taraftan onun anladığı Os­ cek bu federal yaklaşım Romanya, Sırbis­
manlıcılık, farklı dinsel ve etnik unsurla­ tan ve Rusya tarafından kuvvetle muhale­
rın yanyana, ama birbirinden ayrı yaşama­ fet edilmesi nedeniyle akim kalmıştır. Di­
sı yerine unsurların tamamının bütünleş­ ğer taraftan 1 873'den başlayarak bazı na­
miş tek bir halk haline gelmesi anlayışıy­ zırların bir araya gelerek bir tür meclisli
dı. Bu bütünleşmenin gerçekleşmesi ise bir siyasi sistem konusunu kendi araların­
i mparatorluk nüfusunu oluşturan tüm da tartışmaya başladıklarını görmekteyiz.
unsurların siyasal haklarının eşit olarak Özellikle 1 875 Hersek isyanıyla birlikte
güvenceye alınması ve eğitimin herkese mevcut problemlerin çözümünde meclis
açık olmasını gerektirmekteydi. N . Kemal kurumunun gereği daha fazla insan tara­ 1 05
Osmanlı toplumunu hukukta birbirine fından telaffuz edilir olmuştur (Davison,
eşit, çıkarda ortak fakat dinde, ırkta fikir­ 1990: 105-106).
lerde birbirine aykırı parçaların birleşme­ Osmanlıcılığın resmi boyuttaki en kap­
sinden meydana gelmiş bir heyet olarak samlı metni 1876 Kanun-i Esasisi'dir. Bu
tanımladıktan sonra, 600 yıldan beri bu ilk Osmanlı anayasasının ilanına ilişkin II.
birlikteliğin sürebilmiş olması dolayısıyla, Abdülhamit'in Sadrazam Mithat Paşa'ya
sözkonusu bütünlüğün bundan böyle de gönderdiği 24 Aralık 1 876 tarihli Hatt-ı
devam edebileceğine ilişkin inancını be­ Hümayun'da, imparatorluğun maddi ve
lirtmiştir. Ona göre, en az hukuksal eşitlik ekonomik ilerlemesi için bütün Osmanlı
ve çıkarda ortaklık gibi etkenler derece­ tebaasının birlik ve dayanışma içinde ol­
sinde önemli diğer bir birleştirici etken malarının gereği vurgulanmakta ve bunun
paylaşılan ortalı vatandır. Her ne kadar so­ ise tebaayı oluşturan farklı unsurların
yut dahi olsa vatan nosyonunun fiilen eşit hürriyet, adalet ve eşitlik ilkelerinden is­
haklara sahip ve ortak menfaatleri bulu­ tisnasız yararlanarak "uygar bir toplumsal
nan unsurları bir arada tutmada "demir bütünlük" (lıe:yet-i ictinıaiyye-i ınedeniyye)
istihkamdan kat kat kuvvetli" etkisi ola­ oluşturmalarında yattığı belirtilmektedir
caktı. Ancak N. Kemal'in bu Osmanlıcı (Gözübüyük ve Kili, 1982: 25-26).
görüşleri 1 8 70'li yıllarda, artan Pan-Sla­ Resmi bir "Osmanlılık" tanımını 1876
vizm ve ayrılıkçılık akımlarının da etkisiy­ Kanun-i Esasisi'nin 8 . maddesinde gör­
le giderek lslami bir renk kazanmış ve Os­ mekteyiz. Buna göre "Devlet-i Osmaniyye
manlıcılıktan ziyade lslam kardeşliğini sa­ tabiyetinde bulunan efradın cümlesine
vunur olmuştur (Mardin, 1996: 92-93 , herhangi din ve mezhebden olur ise olsun
365-368; Türköne, 199 1 : 238-240; Ülken, bila istisna Osmanlı tabir olunur. . . " Bu
1 979: 97). yasa metni-nin 33. maddesinde ayrıca ba­
Meşrutiyetçi düşünce 1 870'lerin başla­ kanların (ve dolayısıyla da üst düzey bü­
rında sadece Yeni Osmanlılar arasında tar­ rokratların) görev yetkileri dışında sair
tışma konusu değildi. Mithat Paşa ve Halil Osmanlı tebaasından herhangi hukuksal
Şerif Paşa, imparatorluğu ve özellikle gay­ farklarının olmadığı ve herhangi bir hu­
rimüslim Slav bölgelerini bir arada tuta­ kuki davada diğer tebaa gibi genel mahke­
bilmek amacıyle 1872'de yaptıkları öneri­ melerde yargılanacakları açıklanmaktadır
de, Osmanlı lmparatorluğu'nu o sıralarda (Gözübüyük ve Kili, 1 982: 28-3 1 ; 1 876
yeni kurulmuş Almanya imparatorluğu Kanun-i Esasisi'nde temel hak ve özgür-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

lükler sorunu için bkz. Mumcu, 1976: 3 1 - sahip olduğu lslami kimlik ile Osmanlıcı­
4 7 ) . B u ifadenin önemi geleneksel Os­ lığın getirdiği hukuksal eşitlik ve dolayı­
manlı siyasal düşünüşünde varolan yöne­ sıyla da çok dinli tebaaya yönelik laik yak­
ten-yönetilen ayrımının formel olarak da­ laşımı uzlaştırma çabası farkedilmektedir.
hi olsa lağvedilmiş olmasında yatmakta­ Anayasanın 1 1 . maddesine göre Osmanlı
dır. Bu genel nitelikli Osmanlı tanımının Devleti'-nin dini lslamdır. Ancak aynı
yanı sıra reformcu bürokratların muhte­ maddede devlet genel asayişi ve "adabı
melen zihinlerinde varolan "ideal" bir Os­ umümiyyeyi" bozmaması koşuluyla Os­
manlı tebaasının sahip olması gereken sı­ manlı topraklarında yaşayan bütün diğer
fatları herhalde 68. maddede, Mebusan dinlere mensup olanların ibadetlerini ser­
Meclisi'ne seçileceklerin mebusluk şartla­ bestce icra etmelerini ve cemaatlerin sahip
rını okuduğumuzda görebiliriz. Bunlardan oldukları imtiyazları garantilemekteydi
birincisi Osmanlı tebaası olmak ve ikincisi (Gözübüyük ve Kili, 1 982: 28).
Türkçe bilmektir. 15. maddeye göre eğitim özgürlüğü gü­
1 06 1876 Kanun-i Esasisi'nde genel anlayış vence altına alınmıştı. Mevcut yasalar çer­
toplumun cemaatlere göre ayırmak değil, çevesinde her Osmanlı bireyi devlet ve
ama bütün nüfusun tek bir "Osmanlı" ka­ özel okullarında eğitim hakkına sahipti.
tegorisi altında anlaşılmış olması, dolayı­ llginçtir ki gayrimüslimler ve Türk olma­
sıyla bu anlamda Osmanlıcılık idealine son yan diğer Osmanlılar söz konusu maddeyi
derece yaklaşıldığını söyleyebiliriz. Diğer isteyenin istediği dilde eğitim yapabileceği
taraftan l. Meşrutiyet meclisine seçilecek tarzında yorumlamışlardır. Bu yorumu
mebuslar için seçim kanunu olmadığından muhtemelen özel okullara tanınan özgür­
geçici bir seçim kanunuyla mebusların vi­ lük çerçevesinde yapmışlardı.
layet nizamnamesine uygun tarzda ve yine Mithat Paşa ve Yeni Osmanlıların da ka­
cemaat esasına göre seçildiklerini biliyoruz tılımıyla hazırlanan 1876 Kanun-i Esasisi'­
(Davison, 1990: 106-107; Ortaylı, 1976: nin yansıttığı Osmanlıcı ideallerin farklı
433-448). Dolayısıyla 1877-1878 Meclis-i cemaatlerden gelen mebusları her zaman
Mebusanı milletvekili bileşimi itibariyle tatmin etmediğini görmekteyiz. Birinci
kolektif anlamda "Osmanlıcı" niteliğe sa­ Meclis-i Mebusan birleşimlerinden birin­
hip olmamıştır. Buna karşın tek tek vila­ de dil meselesi söz konusu olmuştur. Me­
yetlerde ve genel olarak imparatorluktaki bus Vasilaki Efendi, Padişah'ın açış nutku
müslim ve gayrimüslim demografik den­ için yazılacak teşekkür cevabında sözko­
geleri gözönünde tutulacak olursa birinci nusu nutukta zikredilen lisanların muha­
ve ikinci meclis-ı mebusanların müs­ fazası maddesinin (Gözübüyük ve Kili,
lim/gayrimüslim dengesi açısından "adil" 1982: 43) görülmediğinden şikayet etmesi
bir temsil kabiliyetine sahip olduğu rahat­ üzerine meclis reisi Ahmet Vefik Paşa "biz
lıkla söylenebilir. Birinci mecliste (19 Mart burada Türk dilinden başka dil bilmiyo­
1877-28 Haziran 1877) toplam 130 millet­ ruz" diye itiraz etmiştir.s Bunun üzerine
vekilinin SO'si gayrimüslim, ikinci mecliste bir diğer gayrimüslim mebus, Sapurk
( 1 3 Aralık 1 8 7 7 - 1 4 Şubat 1 878) ise 96 Efendi, bunun farklı diller konuşan teba­
milletvekilinin 40'ı gayrimüslimdi. Ortay­ anın dillerinin yokedilebileceği anlamına
lı'nın da işaret ettiği üzere Osmanlı lmpa­ geldiğini belirtince Vefik Paşa dil konusu­
ratorl uğu'nda 1 839'dan beri sürdürülen nu mecliste oya koymuş ve mebusların
Tanzimat reformları sonucunda kozmopo­ çoğunluğu Müslüman olduğundan Hıris­
litlilik bilinci siyasal kurumlara da yansır tiyan azınlık mebuslarının davalarını sa­
olmuştu. 7 vunamamış olduklarını görüyoruz. Gayri­
Kanun-i Esasi'de Osmanlı Devleti'nin müslim mebuslar problemi yeniden orta-
OSMA NL I R E F O RM Ç A <'.i l N D A O S M A N L I C I L I K D Ü Ş Ü N C E S i ( 1 83 9 - 1 9 1 3 )

ya atmak istediklerinde ise meclis reisi Ş. Sami'nin b u Osmanlıcı yaklaşımı muh­


"susunuz! " diye bağırarak azınlık mebus­ temelen 1878 sonrasında değişmiş olmalı­
larını sindirmiştir. Onlar da bu durumu dır. Abdülhamit mutlakıyeti devresinde Ş.
meclisi boykot ederek protesto etmişler­ Sami'nin Arnavut milliyetçiliğini destekle­
dir. Burada net bir biçimde Osmanlıcılığın diği bilinmektedir.9
nasıl uygulanacağı konusunda müslim ve 1 . M eşru tiyet den emesi Abdülhamit
gayrimüslimler arasında farklı tasavvurla­ mutlakıyetiyle birlikte son bulmuştur.
rın bulunduğunu görmekteyiz. En azın­ Bundan sonra entellektüel düzeyde Os­
dan Müslümanların gerçek anlamıyla ce­ manlıcılık tutumu daha ziyade Jön Türk
maatler arasında bir eşitlik düşüncesine muhalefeti dahilinde görülecektir. Her ne
alışamamış olduklarını anlıyoruz (Ülken, kadar Abdülhamit idaresi lslama gerek
1979: 105). sembol gerekse gündelik siyaset içinde
Tanzimatın son devrelerine ve 1877- büyük ölçüde ağırlık vermişse bile, öte
1878 Meşrutiyet dönemine ilişkin bir Os­ yandan 1839 Gülhane Hattı ve 1856 Isla­
manlıcı tutumu Şemseddin Sami Bey'in hat Fermanı çerçevesinde gayrimüslimlere 1 07
(Fraşeri) kişiliğinde görmekteyiz. Bir Os­ verilen eşit haklar konusunda herhangi
manlı Arnavut aydını olan Şemseddin Sa­ bir sapma söz konusu olmamışur. Bu an­
mi Bey, I. Meşrutiyet esnasında basında çı­ lamda Abdülhamit mutlakıyetçiliğinin uy­
kan siyasal ve kültürel taruşmalarda Arna­ gulamada 1839-1 875 devresi otoriter mer­
vut kültürünün geliştirilmesi gerektiğini keziyetçi Osmanlıcılık siyasetinden çok
vurgularken Arnavutluk'un bağımsızlığına da fazla ayrılmadığını rahatlıkla söyleyebi­
karşı çıkmıştır. Ş. Sami Bey Osmanlı birli­ liriz.10 Aynı gözlemi Abdülhamit rejimine
ğini savunurken farklı etnik grupları bir­ yakın duran bir yazar olan Ahmet Mithat
leştirici bir etken olarak lslami bağların Efendi'nin Osmanlıcılığı için de yapabili­
önemine değinmiştir. Ş. Sami Bey'in yaz­ yoruz. Sözkonusu yazara göre Padişahlık
dıklarından alt ve üst olmak üzere iki tür makamının siyasal önemi çokuluslu im­
kimlik olabileceğini anlıyoruz. Buna göre paratorluğu birleşik tutabilecek tek siyasal
"vatan-ı husüsi ve cinsiyyetle heyet-i Os­ odak noktasını oluşturmasında yatmak­
maniyye eczası beyninde bir ittifak" söz taydı. Tebaa ancak Padişahın etkin hima­
konusudur. Yani bir tarafta kişinin geldiği yesi altında kendini verimli bir biçimde
yöre ve etnisitesi alt kimlik olarak mev­ eko nomik üretime verebilirdi. M i that
cutken öte yandan "nazarımda çok mu­ Mithat Efendi'nin bu Osmanlıcılığı otori­
kaddes olan heyet-i Osmaniyye" bir üst ter özelliğiyle Tanzimat Osmanlıcığından
kimlik olarak siyaseten belirleyicidir (Le­ farksızdır (Mardin, 1 983: 46-47; Ülken,
vend: 1969: 1 15- 1 18) . Bir diğer yazısında 1979: 205).
ise Osmanlıcılık Kanun-i Esasi çerçevesin­
de savunulmaktadır. 1876 Anayasasının JÖN TÜRKLERDE
15 maddesini Osmanlı bütünlüğünü oluş­ OSMANLICILIK (1889-1 908)
turan her bir etnik grubun kendi dilini ya­
zıp okumakta serbest olduğu tarzında yo­ Jön Türk terimi Abdülhamit mutlakıyeti­
rumlayarak Ş. Sami Bey, Arnavutların Slav ne karşı ortaya çıkan çeşitli muhalefet
ve Yunan nüfuzu aluna girme olasılığı do­ gruplarının tümüne verilen ortak isimdir..
layısıyla Arnavut halkının sözkonusu iki Bu çerçevede Jön Türk grupları kendi iç­
kuvvete karşı kültürel olarak direnebilme­ lerinde siyasi görüş ve Osmanlı lmpara­
sinin ancak kendi dillerinde eğitimin ser­ torluğu'nun geleceğine ilişkin tasarılar
best bırakılmasıyla mümkün olabileceğini anlamında birbirinden oldukça farklı pro­
belirtmektedir (Levend: 1 969: 1 20- 1 2 1 ) . j eleri savunmaktaydılar. Jön Türklerin
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M I

düşünce planında bir araya gelebildikleri farklı unsurlar arasında kullanılacak ortak
iki husustan birincisi 1876 Kanun-i Esa­ dil Türkçe olmalıydı. Dr. A. Cevdet'in de
sisi'nin yeniden yürürlüğe konması ve belirttiği üzere, Osmanlı h ükumetinin
ikincisi ise Meşrutiyetçi Osmanlıcı tu­ Müslüman hükümetleri arasında nispeten
tumlarıydı. Ancak bu Osmanlıcı yakla­ en gelişmiş olanı olması dolayısıyla Müs­
şımlar çoğunlukla genel mahiyette ol­ lümanların Türkçe öğrenmeleri gerekirdi.
makta ve Kanun-i Esasi çerçevesinde an­ Sonuç olarak Dr. A. Cevdet'in Osmanlılık
laşılmak taydı. Ayrıca "Osmanlı" terimi modeli kendi öz kültürlerini geliştiren çe­
kullanılırken neyin ifade edildiği konu­ şitli ulusların eşit haklarla ve çıkar birliği
sunda da belirsizlikler vardı. Örneğin Ah­ etrafında birleşerek halk iradesini hakim
met Rıza ve çevresini oluşturan kesim kıldıkları bir devlet düzenini içermekteydi
" Osmanlı" terimini daha ziyade "Türk­ (Hanioğlu, 198 1 : 2 1 6-217, 222, 228; Mar­
lük" biçiminde anlamaktaydı (Mardin, din, 1983: 1 1 2-1 18).
1983: 1 84-209). Buna karşılık İsmail Ke- Prens Sabahaddin'i, liberalizm ile Os­
1 08 mal Bey veya Taşnak Partisi ise Osmanlı­ manlıcılığı tutarlı bir biçimde sentezleyen
cılığı azınlık milliyetçiliğine araç olarak bir entellektüel olarak görmekteyiz. 1908
görmekteydiler (Hanioğlu, 1 98 1 : 2 1 2- öncesinde yurtdışındaki Jön Türk önder­
213, 2 18). Osmanlıcılık üzerine entellek­ lerinden biri olan Prens Sabahaddin Fre­
tüel anlamda düşünce üretmiş Jön Türk­ deric Le Play toplumbilim okulu ve bu
lere baktığımızda karşımıza Dr. Abdullah okulun takipçisi olan Edmond Demolins
Cevdet ve Prens Sabahaddin isimleri çık­ etkisiyle uygar toplumları cemaate dayalı
maktadır. ve bireye dayalı olarak ikiye ayırmaktaydı.
1 889'da oluşturulan lttihad-ı Osmani Bu çerçevede bireysel mutluluk ve yaratı­
cemiyetinin kurucularından olan ve Kürt cılık ile toplumsal gelişme esas olarak bi­
asıllı olduğunu bildiğimiz Dr. Abdullah reysel girişimciliğe yer verilen ve yerinden
Cevdet'in Osmanlılık anlayışında, impara­ yönetime olanak sağlayan toplumlarda
torluk dahilinde bulunan farklı etnik kül­ gerçekleşebilirdi, ki Le Play okulu ve bu
türlerin korunması yaklaşımı göze çarp­ arada Prens Sabahaddin Anglosakson top­
maktadır. Burada söz konusu olan anlayış lumlarını bu açıdan örnek olarak kabul
imparatorluk dahilindeki etnik unsurlar­ ediyordu. Prens Sabahaddin'e göre Os­
dan hiçbirine üstünlük tanınmaması tutu­ manlı Imparatorluğu'nun geri kalmışlığı
muydu. Dr. A. Cevdet'in yakın çevresinde da bireycilik ve yerinden yönetim yerine
bulunan Tunalı Hilmi Bey'e göre Osmanlı­ merkeziyetçilik ve bireyin gelişimine ola­
lığın Türk olmaktan daha üstün sayılması nak sağlanmamasının nihai bir sonucuy­
gerekirdi. du. Dolayısıyla Osmanlıların kendilerini
Dr. A. Cevdet'in Osmanlıcılığı bir an­ toparlamaları da bireye verilecek önem ve
lamda Namık Kemal'in Osmanlıcılık anla­ yerinden yönetim ilkeleriyl e mümkün
yışını andırmaktadır. N. Kemal'de olduğu olabilecekti (Prens Sabahattin, 1 999; Tü­
gibi Dr. A. Cevdet de imparatoruk dahi­ tengil, 1954) .
lindeki farklı unsurları birleştiren başlıca Prens Sabahaddin siyasi görüşlerinin
faktörlerden birisi ortak çıkar etkenini ana hatlarını 1 908 öncesinde ve Meşruti­
görmektedir. Ancak N. Kemal'den farklı yet'ten hemen sonra yayınlamıştır. Bu ya­
olarak Dr. A. Cevdet Osmanlı birliği için­ zılarında Meşrutiyet'i getirmenin yollarını
deki unsurlar arasında gerçek anlamda ve kurulması gereken yeni toplumsal dü­
eşitlik olması ve bU çerçevede her bir gru­ zeni irdelemekteydi. Bu çerçevede Prens
bun kendi kültürünü geliştirip kimliğini Sabahaddin Osmanlıcı görüşler ileri sür­
korumasına taraftar idi. Diğer taraftan müştür. "Umüm Osmanlı Vatandaşlarına
OSMAN L I R E F O R M Ç A ı:i l N D A O S M A N L I C I L I K D Ü Ş Ü N C E S i ( 1 83 9 - 1 9 1 3)

Beyanname" (Kahire, 190 l ) başlıklı bildi­


lI. MEŞRUTiYET
risinde Osmanlılığa dahil bütün unsurla­
DÖNEMiNDE OSMANLICILIK
rın kendi kavimleri adına özgürlük iste­ TARTIŞMAL4.RI (1 908-1 913)
yen temsilcilerinin birleşik bir güç oluştu­
rarak Yıldız'a karşı işbirl iğine geçmeleri 24 Temmuz 1908'cle ll. Meşrutiyeı'in ilan
çağrısında bulunmuştur ki l 902 Jön Türk eclilmesiyle birlikte onaya çıkan basın öz­
kongresi bu bildirinin etkisiyle toplanmış­ gürlüğü ortamında siyasal görüşkr gaze­
tır. Bu bildiride ayrıca imparatorluk dahi­ telerde çok daha açık bir biçimde tartışılır
l i n deki far k l ı h a l k l a r ı n birbirlerinden olmuştur. 1 908 öncesinde imparaturluğun
uzaklaşmak yerine ortak çıkarlar çerçeve­ "kurtuluşu" için farklı muhalefet grupları
sinde birleşmelerinin daha iyi bir gelecek tarafından görünürde paylaşılan Meşruti­
a çısından önemine işaret edilmekteydi yetçilik ve Osmanlıcılık tutumları, hürri­
(Tütengil, 1 954: 22-25) . yetin ilan edilmesiyle birlikte daha bir so­
Meşru tiyet'in ilanından kısa b i r süre mu tlanmak durumundaydı. Zira devleti
s o n ra P r e ns S a b a h a d d i n y ay ı n l a d ığı devralan siyasal kadrolar ve siyasete dair 1 09
" lzah"larda Osmanlıcılığım netleştirmiştir. söz sahibi olmak isteyen muhalefetin kar­
Buna göre Osmanlı birliğinin korunması şısında acil ve somut olarak çözümlenme­
ve güçlendirilmesi bütün tebaa açısından si gereken sorunlar duruyordu. Bunlardan
önemliydi. Zira imparatorluğun bir parça­ başlıcaları a-) eşitlik ve hürriyet kazanan
sı olan Hıristiyan unsurlar Ege adaları dı­ impara torluğun ayrı c i nsten kavimleri
şında hiçbir yerde nüfus çoğunluğu oluş­ arasında b i rliğin n as ı l sağlanacağı ; b-)
turmuyorlardı ve bu nedenle de ayrılıkçı­ azınlık karşısında iktisatça büyük bir zaaf
lık davası güdemezlerdi. Konuya biraz da­ gösteren hakim milletin kalkınmas ı n ı n
ha açıklık getirerek Prens Sabahaddin bir nasıl gerçekleşeceği; c - ) devlet idaresinde,
yandan Hıristiyanlar arasında milliy e tçi eğitimde hangi metotların kullan ılacağı;
rekabet, öte y a n d a n d a T ü r k olmayan d-) eski kanunlada çözme imkanı olma­
Müslümanlarda görülen aşiret rekabetinin yan milletlerarası hukuk, ceza hukuku vb.
ve bu unsurların çoğunlukla ya göçebe ya alanlarda "tedvin" edilen yeni hukukla di­
da yarı göçebe olmaları dolayısıyla hiçbiri­ ni hukukun nasıl bağdaştırıl acagı , yani
nin siyasal bağımsızlığa hazır olmadıkları­ medeni mahkemelerle şer'i mahkemelerin
nı vurgulamaktaydı. Buna ilaveten içlerin­ münasebetinin ne olacağı; e-) Tanzimat'ın
den bağımsız olmaya kalkışanın çok kısa getirdiği borçlarla, kapitülasyonlar yükü
bir zaman sonra yabancı boyunduruğuna altındaki iktisadi gelişmenin nasıl temin
gireceğine işaret etmiştir. Dolayısıyla bü­ edileceği gibi meselelerdi. Ilu sorulara ce­
tün bu unsurların Osmanlı bütünlüğü içe­ vap vermek ümmet sistemi üzerine kurul­
risinde kalmaları onların ela çıkarına ola­ muş ve cemaat bölümlenmesini aşamamış
caku. Prens Sabahaddin "Osmanlı Devleti bir imparatorluğun, her şeyden önce bir
Osmanlılarındır" prensibini ortaya atarak cinsten bir milletin kültürüne dayanmış
bir anlamda bütün unsurların kardeşliği bir devlet haline getirilmesiyle mümkün­
ve eşi tliğin i vurgulamak istemiştir. Öte dü ki, bu da günlük siyasi işlerin çok üs­
yandan Prens Sabahaddin toplumsal mo­ tünde ve o günün hakim siyasi düşüncele­
del olarak savunduğu yerinden yönetim rinin dışında kalmaktaydı (Ülken, 1 979:
yaklaşımının kesinlikle etnik gruplara si­ 200). Farklı etnik unsurlar arasında artık
yasi özerklik verilmesi anlamına gelmedi­ ulusçuluk bilinci az çok yerleşmişti ve 11.
ğini, bunun sadece idari bir anlam taşıdı­ Me�rutiyet yılları ilerleclikçe Osmanlıqlık
ğını sık sık vurgulamışur (Prens Sabahat­ siyaseti gelecek açısından .um.ut va.a t ede­
tin, 1 999: 59-76) . mez p\muşt\,IL
.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M I

il. Meşrutiyet döneminde Osmanlıcılık devlet okullarda eğitim dilinin Türkçe ola­
siyaseti daha ziyade ittihat ve Terakki ikti­ cağı belirtilmiştir, bunun yanında yerel di­
darının artan ölçüde merkeziyetçi, Türk­ lin seçimlik ders olarak konabileceği bildi­
çü ve liberal muhalefeti bastırıcı uygula­ rilmiştir. Diğer taraftan, öteki etnik unsur­
maları karşısında muhalefetin bir tür ço­ ların kendi özel okullarını açarak burada
ğulculuğu savunma aracı hizmeti görmüş­ kendi dillerinde öğrenim yapabilecekleri de
tür. Bunu en iyi ittihat ve Terakki'ye mu­ vurgulanmıştır. Osmanlı Ahrar Fırkası ha­
halif partilerin programlarında ve siyasal zırladığı ilk siyasal beyannamesinde, din ve
beyanlarında görebiliriz. Diğer taraftan ay­ dil farkı olmaksızın bütün Osmanlılar ara­
nı dönemde Osmanlıcılık yaklaşımı impa­ sında eşitlik, kardeşlik ve karşılıklı güven
ratorluğun periferik bölgelerinden (Doğu ve sevginin oluşması gereğinden söz eder­
Anadolu, Suriye vs.) gelme ve Osmanlı ken gerek resmi ve gerekse gayriresmi
kültürel elitine dahil olmuş aydınlar ve okullarda Türkçe eğitiminin önemine dik­
yazarlar tarafından da savunulmuştur. 1 1 kat çekmiş ve "vatanın anasır-ı muhtelifesi"
1 1O Öte yandan gayrimüslimler arasında ayrı­ arasında düşünsel ve duygusal ilişkilerin
lıkçı emeller açısından en az iddialı du­ gelişmesinde Türkçe'nin yaygınlaştırılması­
rumda bulunan Musevi cemaati dahilinde nın taşıdığı önemli rolü belirtmiştir. Burada
ciddi anlamda Osmanlıcı yaklaşımlar söz Ahrar Fırkasının Osmanlıcılık idealinin
konusu olmuştur. gerçekleşmesi açısından Türk diline verdiği
Osmanlıcılığı siyasal programlarına önemi görmekteyiz (Tunaya, 1 984: 1 5 0 ,
koymuş partilerden başlıcaları Osmanlı 1 57, 1 64).
Ahrar Fırkası, Osmanlı Demokrat Fırkası, Kurucuları arasında lbrahim Tema ve
Mutedil Hürriyetperveran Fırkası ve Hür­ Dr. Abdullah Cevdet'in de bulunduğu Os­
riyet ve itilaf Fırkası'dır. Bu partilere sıra­ manlı Demokrat Fırkası siyasal beyanna­
sıyla bakacak olursak Osmanlı Ahrar Fır­ mesinde kuruluş gayesi olarak din ve dil
kası'nın Prens Sabahattin'in bireysellik, li­ farkı olmaksızın bütün Osmanlılar arasın­
beralizm ve kişisel girişimcilik unsurla­ da kardeşliği gerçekleştirmek ve Osmanlı
rından oluşan yerinden yönetim düşün­ milletinin egemenliğini ve toprak bütün­
cesine sahip çıktığını görürüz. Bu çerçe­ lüğünü korumak hedeflerini koymuştur.
vede Ahrar Fırkası imparatorluk dahilin­ Sözkonusu beyannamede karşımıza bün­
de etnik eşitlik ve kozmopolitliği savun­ yesinde farklı dinleri ve dilleri barındıran
maktaydı. Fırka programının 14. madde­ mozaik haliyle "Osmanlı milleti" anlayışı
sinde mebus seçiminde etnik unsurlar çıkıyor. Osmanlı Demokrat Fırkası'nın
açısından mecliste adilane temsil esası programında Ahrar Fırkasına nazaran
vurgulanmıştır. 20. maddede askeri ve önemli bazı farklar görülmektedir. Örne­
mülki bütü n devlet okullarının din ve ğin 9. maddeye baktığımızda Osmanlı
milliyet farkı gözetilmeksizin bütün Os­ kardeşliğini sağlamak üzere eğitimin yay­
manlılara açık olması gereği belirtilmiştir. gınlaştırılmasından söz edilirken, resmi
Öte yandan Ahrar Fırkası diğer Osmanlı­ veya özel ayrımı yapılmaksızın bütün il­
cı partiler arasında kültürel açıdan Osman­ kokullarda eğitim dilinin konuşulan yerel
lıcılığı en ılımlı düzeyde savunan örgüt ola­ dil olması ilkesi getirilmektedir. Diğer ta­
rak göze çarpıyor. Fırka programının 13. raftan Fırka programında Türkçe'nin res­
maddesinde imparatorlukta resmi dilin mi dil olduğu hususunda herhangi bir
Türkçe olduğu ve her tür resmi yazışma ve ibare görülmüyor. 14. maddede Ahrar Fır­
görüşmenin Türkçe olacağının altı çizil­ kasında görülmeyen ölçüde yoğun bir ye­
miştir. 1 9 . maddeye baktığımızda Türk­ rinden yönetimci yaklaşımla karşılaşıyo­
çe'nin resmi dil olmasından ötürü bütün ruz. Buna göre vilayetler daha küçük kı-
O S M AN L I R E F O R M Ç A Ci l N D A OSMAN L I C I L I K D Ü Ş Ü N CE S i ( 1 83 9- 1 9 1 3 )

sımlara bölünmeli ve i t tihat ve Te rak­


nahiye düzeyinde yö­ ki'nin giderek artan
neticilere tam sorum- baskısı ve Türkçülük
1 ul uk veri l m e l iydi eğilimlerine karşı, ço­
(Tunaya, 1 984: 1 79 - ğu m u h a l i f partiler
181). birleşerek Hürriyet ve
D a h a ziyade Ara p , itilaf Fırkası'nı oluş­
Arnavut ve Rum me­ turmuşlardır. i çi nde
busların gayretleriyle liberal dünya görüşü­
kurulan Mutedil Hür­ ne sahip o lanlardan
riyetperveran Fırkası, ulema mensuplarına
Osmanlı D e m o kr a t ve gayrimüslim ileri
Fırkası'na benzer b i r gelenlerine kadar çok
biçimde "Osmanlı mil­ farklı kesimlerden ki-
leti" kavramına ağırlık şileri barındıran bu 111
vermekteydi. Bu parti · p arti k e n d i i ç i n d e
de Ahrar F ı rkası ve uyumsuz bir mozaik
Osmanlı D e m o kr a t görünümüne sahipti.
Fırkası gibi "Osmanlı ·B una karşın bu mo­
milletini" meydana ge­ zaiki oluşturan unsur-
tiren etnik unsurlar 1 ar aras ı n d a b el i r l i
arasında eşitlik istiyordu. Ama öte yandan "asgari müşterekler" de vardı. Bunlardan
diğer Osmanlıcı partilerin aksine olarak en başlıcası Türkçülüğe karşı Osmanlıcı­
Mutedil Hürriyetperveran Fırkası'nın ye­ lık tutumuydu. Hürriyet ve ltilaf mensup­
rinden yönetim ilkesine muhalif olduğunu ları artan Türkçülüğün çokuluslu· impara­
görmekteyiz. Söz konusu parti programı­ torluğun sonunu hazırlayacağını düşün­
nın 2. maddesine baktığımızda ademi mer­ melerinden ötürü geleneksel Osmanlıcılık
keziyetçi ve federalist önerilerin vatanı çizgisine sığınmışlardır. Bunun yanında
bölmeye götürecek tehlikeli yaklaşımlar Türk olmayan milliyetler artan Türkçülük
olarak kabul edildiğini anlıyoruz. Progra­ karşısında kendi milliyetlerini savunabil­
mın 6. maddesinde, yine yukarıdaki parti­ mek için Osmanlıcılığı bir kalkan olarak
lerden farklı olarak Şeriat'a ağırlık verildiği kullanmışlardır. Hürriyet ve itilaf kurucu­
dikkati çekmektedir. Burada Şeriat'ın ka­ larını birleştiren bir diğer ortak nokta ye­
mu yaşamına ilişkin yasaları, medeni ka­ rinden yönetim ilkesinin ve bireysel giri­
nunu ve muhakeme usullerini bünyesinde şimciliğin teşvik edilmesi konusuydu. Son
barındırdığı belirtilerek Kanun-i Esasi'nin olarak, Hürriyet ve itilafçılar demokratik
esasen fıkıh yasaları toplamının sadece ve çoğulcu Meşrutiyetçilik konusunda
ikinci dereceden bir şerhi olduğu iddia hemfikirdiler (Tunaya, 1984: 268) .
edilmiş ve toplumsal koşulların gerekleri Hürriyet ve ltilaf Fırkası'nın programı­
ışığında fıkıha dayalı yasaların çıkarılması na baktığımızda bu partinin Osmanlıcılı­
gereği savunulmuştur. 1 0. maddede eğitim ğına ilişkin daha somut bilgiler bulabil­
ve bayındırlık alanlarında vilayetlerden mekteyiz. 1 6. maddeye göre unsurların
toplanan vergilerin esas olarak yerinde birliği (ittihıld-ı aııdsır) gayesine ancak
harcanması ilkesi vurgulanmaktadır. Fırka etnik u nsurların ve farklı milliyetlerin
programında resmi dil veya eğitim dili me­ gerçek çıkarlarının birbiriyle ve Osmanlı
selerine dair ifadelere rastlamıyoruz (Tu­ bütünlüğüyle uyumlu hale getirilmesin­
naya, 1984: 212, 215, 216) . de aranılmalıydı.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

Bunu izleyen maddede de her bir cema­ tan ittihat ve Terakki'nin uyguladığı mer­
atin Osmanlı bütünlüğüne halel gelme­ keziyetçi ve idareyi üniformize edici po­
mesi koşuluyla ve bir unsurun başka bir litikalar yerinden yönetimci düşüncele­
unsurun haklarını çiğnememesi şartıyla, rin savunulmasına olanak bırakmamıştır.
her türlü kültürel, eğitimsel ve iktisadi Bundan sonra lslamcılık ve Türkçülük
derneklerini kurmaları ve faaliyetlerde bu­ akımları karşısında laik Osmanlıcılık dü­
lunmalarının serbest bırakılması isten­ şüncesinin ve yerinden yönetimci yakla­
mekteydi. 20. madde eğitim konusuna de­ şımların ciddi bir siyasal ağırlığının kal­
ğinmekteydi. Buna göre ilk eğitim esas madığını görmekteyiz.
olarak mahalli lisanda yürütülmeliydi. Bu­ II. Meşrutiyet döneminde Osmanlıcılık
rada Hürriyet ve itilaf Fırkası'nın Osmanlı düşüncesinin entellektüel boyutta görül­
Demokrat Fırkası ile aynı çizgide olduğu­ düğü diğer bir alan basında Türkçü ve Os­
nu görüyoruz. Taşra yönetimi meselesine manlıcı aydınlar arasında ortaya çıkan tar­
gelindiğinde Hürriyet ve itilaf kurucuları tışmalardır. Bu tartışmalarda ön plana çı­
1 12 ademi merkeziyetçilik konusunda federa­ kan Osmanlıcı isimler Süleyman N azif
lizme varabilecek bir yaklaşım içindeydi­ Bey ve Mustafa Satı Bey'dir (Satı al-Husri).
ler. Parti programının 29. ve 30. maddele­ Her iki isim de köken olarak imparatorlu­
rinde belirtildiği üzere imparatorluğun ğun periferik bölgelerindendir. Süleyman
bölgeleri arasında eğitim ve siyasi terbiye N azif Bey Diyarbakırlı ve bir olasılıkla
açısından görülen büyük farklar dolayısıy­ Kürt asıllı iken, Satı Bey Haleplidir ve
la bazı Osmanlı vilayetlerine geçici istisnai Araptır. Her ikisi de Osmanlı kültürel eli­
kurallar konması ve bundan ayrı olarak tinin bir parçası olarak "Osmanlı"dırlar.
Osmanlı bütünlüğünü ilgilendiren savun­ Periferik kökenli olup Osmanlı elitine
ma, dışişleri , maliye gibi konular dışında mensup olan aydınlarda görülen ortak ni­
bütün yetkilerin yerel yönetimlere terk telikler 1-) Osmanlı Türkçesine hakim ol­
edilmesi istenmekteydi. 3 1 -36. maddeler­ mak; 2-) Müslüman olmak; 3-) Osmanlı
de yerel yönetim konusu daha ayrıntılı iş­ Devleti'ne memur olarak veya dışarıdan
lenerek nahiyelerin yaygınlaştırılması ve hizmet vermek ve 4-) Osmanlı adap ve
nahiye idaresine tam yetkiler verilerek davranışını bilmektir. Bu özelliklere sahip
ademi merkeziyetin nahiye seviyesine in­ olanlar mensup oldukları bürokratik elit
dirilmesi talep edilmekteydi (Tunaya , dolayısıyla genelde imparatorluğun bü­
1 984: 289-292). Bu noktada da Hürriyet tünlüğünün korunmasında çıkar sahibiy­
ve itilaf Fırkası ile Osmanlı Demokrat Fır­ diler (Cleveland, 197 1 : 39-40).
kası arasında uyum görülüyor. Dr. Abdullah Cevdet'in yayımladığı lcti­
Muhalif siyasi partiler düzeyinde gör­ lıad dergisinde yazan Sü leyman Nazif
düğümüz bu Osmanlıcı yaklaşımlar, Bal­ Bey'in Osmanlıcı görüşleri de, yine bu der­
kan Savaşları sırasında gerçekleşen Bab-ı gide veya derginin devamcısı olan diğer
Ali baskını ve ittihatçı askeri diktatörlü­ mecmuaların 1 9 1 3 yılına ait sayılarında
ğü ile birlikte son bulmuştur. Çoğulcu si­ özellikle Türkçülüğe karşı yönelttiği eleşti­
yasal yaşamın kesintiye uğraması dolayı­ rilerinde görülmektedir. Osmanlıların Ta­
sıyla Osmanlıcılık siyasal parti düzlemin­ tar ve Türklerle olan ilişkileri konusunda
de savunulamaz olmuştur. Balkan Savaş­ Tti rlı Yurdıı yazarlarından Ahmed Agayef
ları'nın beraberinde getirdiği toprak ka­ ile tartışırken S. Nazif Bey "Cengiz Hastalı­
yıpları sonucunda yaşanan demografik ğı" başlıklı makalesinde "damarlarımızda
değişmeler de gayrimüslim u nsurları bugün hususi bir kan var ki, Osmanlı ka­
1 9 13 sonrası Osmanlı imparatorluğu da­ nıdır, dilimiz gibi milli kanımız da birçok
hilinde marjinalize etmiştir. Diğer taraf- karışma ve temizlenmelerle aslından ayrıl-
O S M A N L I R E F O R M ÇAG I N DA OSMAN L I C I L I K D Ü Ş Ü N C E S i (1 839-1 9 13)

mıştır. Hele Tatar ve Moğollarla nesep ak­ tışmasının devamında Osmanlı bütünlü­
rabalığımız o kadar zayıf, o kadar mev­ ğünün Cengiz Han zulmünün hatırlattık­
humdur ki" demektedir. 1 2 Burada S. Nazif larıyla değil, ama Hz. Muhammed'in mü­
Bey Türklerin ve diğer Osmanlıların farklı barek mirasıyla korunabileceğinin altını
unsurlarla yüzyıllar boyunca pek çok ka­ çiziyor. Bu bağlamda 5. Nazif Bey Araplar­
rışmış olduklarına işaret etmek suretiyle da o sıralarda görülmekte olan siyasi eği­
Türkçülüğün anlamsızlığını ırksal bir ka­ limlerin ayrılıkçılığa varmayacağından
nıt göstererek vurguluyor. Buna ilaveten S. emindir. Yazara göre Araplarda dinsel bir­
Nazif Bey kanların karışması sonucunda lik duyguları milliyet hislerine ağır bas­
ayrı bir Osmanlı kanı meydana geldiğini maktadır. Arapların Türkleri tarihte nasıl
iddia ederek ilginç bir ırkçı Osmanlıcılık uygarlaştırdıklarını hatırlattıktan sonra,
yapmaktadır. S. Nazif Bey'in aynı argüma­ Araplara baskıda bulunulmaması gerektiği
nı Osmanlı Türkçesi için de uyguladığını kor.usunda uyarıda bulunuyor. Burada S.
görüyoruz. Tartışmanın devamında yazarı­ Nazif Bey'in Osmanlıcılığında lslam dinini
mız ırk gibi sürekli değişime ve karışıma farklı Müslüman unsurlar arasında birlik 1 13
uğrayan bir E"sas üzerine ulusal bir his, bir sağlayıcı bir manevi faktör olarak algılayı-
vicdan kurma iddiasında bulunmanın. ka­ şına tanık olmaktayız.1 5
vimleri oluşturan karmaşık tarihsel etken­ S. Nazif Bey'e benzer ırkların karışması­
leri gözardı etmek anlamına geldiğini be­ na dayalı Osmanlıcılık anlayışının benze­
lirtmektedir. Bu bağlamda S. Nazif Bey ırk­ rini Ali Kemal Bey'de de görüyoruz. Ali
sal olarak karışık olan Fransa örneğini ver­ Kemal Bey'in Osmanlıcı görüşleri 1914'te
dikten sonra "Asya-yı Vusta'dan [ Orta As­ Peyam gazetesinde "Atalet-i Fikriyye" baş­
ya' dan] getirdiğimiz kana bereket versin ki lığı altında Türkçülüğe yaptığı eleştiriler­
bir çok dima-yı ecnebiyye [yabancı kanı] de açığa çıkmaktadır. Buna göre Osmanlı­
karışdı. Yoksa o hün-ı bedevi [göçebe ka­ lık bir hakikattır. Ve Osmanlılığı ihdas
nı] bu kadar da haiz-i kudret ve temeddün edenler Yusuf Akçura ve ataları değil, "ne­
[ uygarlaşma ] olamazdı" diye eklemekte­ sil itibariyle Türkten Araba varıncaya ka­
dir.13 Burada S. Nazif Bey bir uygarlığı ve dar muhtelit [ karışmış] olan biziz . " Ali
imparatorluğu yaratan şeyin "saf kan" de­ Kemal Bey'e göre, şayet Osmanlılığı oluş­
ğil, lam aksine farklı kültürlerin ve kanla­ turan çeşitli unsurlardan Türkleri ayırsay­
rın karışımının yarattığı bir sentez olduğu­ dık "bu toprakta dikiş tutturamazdık." Ya­
nu anlatmaya çalışmaktadır. zara göre Osmanlılığa destek vererek
S. Nazif Bey daha sonra özellikle Rusya Araptan Kürde kadar diğer unsurları bu
kökenli Türklerin Türkçülüğüne çatarak emele daha çok çekerek bağlamak ve böy­
Türkçülerin savunduğu tarz ulusçuluğun lelikle Osmanlı toplumunu devlet ve mil­
geleceğe değil, Orta Asya'ya ve Orta Çağ'a let olarak güçlendirip yükseltmek gerekir.
yönelmiş olduğunu iddia etmiştir. Ona Burada Ali Kemal Bey, Osmanlılığın ilerle­
göre Türkçüler Osmanlıların şu anda ta­ mesinden en fazla Türklerin yararlanaca­
rihlerine ve geçmişte yaşadıkları zorlukla­ ğını da belirtmektedir.1 6
ra ilişkin sahip oldukları ortak tarihsel Basın ortamında Osmanlıcılık tartışma­
anıların güçlendirilmesi yerine Türkçülük sına ilişkin belki de en kuvvetli örneği
tarzı Osmanlılığı "bölücü" fikirler sokma­ 1 9 l l'de Mustafa Satı Bey ile Ziya Gökalp
ları nedeniyle Osmanlı vicdanını bozmak­ arasında eğitim . .meselesine . dair girişilen
tadlrlar. 14 tartışmada bulabiliriz. Z. Gökalp eğitim
S. Nazif Bey'in Osmanlıcılığında yer yer politikalarında sosyoloji biliminin esas
kuvvetli lslami duygular kendini göster­ alınması gereğini vurgulamaktaydı. Zira
mektedir. Yazarımız A. Agayef ile olan tar- ona göre eğitimin ana gayesi bir kolektif
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

unsur olarak toplumun ve dolayısıyla da dininin imparatorluğu bir arada tutacak


ulusun gelişmesine katkı sağlamak olma­ önemli bir unsur olduğunu itiraf etmek­
lıydı. Burada Z. Gökalp Emile Durkhe­ tedir ( Cleveland , 1 9 7 1 : 3 5 -38; Ülken,
im'in kolektif bilince ağırlık veren sosyo­ 1 979: 1 77- 1 78). Dolayısıyla Satı Bey'in
lojisini dikkate almaktaydı. Satı Bey ise Z. Osmanlıcılık yaklaşımında Fransız mode­
Gökalp'e karşı çıkmış ve eğitimde sosyo­ linde görüldüğü üzere tarih ve siyasal ira­
loji yerine psikolojinin temel alınması ge­ denin bir ürünü olan vatan anlayışı ve
rektiğini savunmuştur. Çünkü Satı Bey'e buna ilaveten lslam bağı görülmektedir.
göre eğitimin ana gayesi bireyin sağlıklı Gayrimüslimlere bakıldığında Osmanlı­
gelişmesi olmalıydı (Cleveland, 197 1 : 32- cılık ciddi anlamıyla Museviler arasında
33; Ülken, 1979: 183-188). Burada karşı­ "doğrudan Osmanlı patriyotizmi" biçimiy­
mıza çok net bir biçimde toplumculuğu le ortaya çıkmıştır. Bu devrede kendini
baz kabul eden Türkçülük ile bireyciliği gösteren Siyonizm, Filistin haricindeki
esas olarak gören Osmanlıcılığın karşıya Osmanlı Yahudileri arasında marjinal bir
1 14 karşıya gelişini görüyoruz. seviyede kalmıştır. Buna karşın Abdülha­
Satı Bey Osmanlıcı düşüncelerini Bal­ mit mutlakıyetine karşı jön Türk muhale­
kan Savaşları esnasında Darülfünun'da fetine dahil olan veya Jön Türklere yakın
"Vatan için" başlığı altında verdiği konfe­ duran Museviler, bu muhalefeti kendi et­
rans serilerinde dile getirmiştir. Sözkonu­ nik çıkarlarının sağlanması amacıyla değil,
su konferanslarda Satı Bey ulusa dayalı Osmanlı bütünlüğü çerçevesinde destekle­
egemenlik anlayışının ortaya çıkmasıyla mişlerdir. il. Meşrutiyet döneminde ise
birlikte yurtseverlilı kavramının nasıl bir Museviler; Bulgarlar, Rumlar ve Ermeni­
değişime uğradığını ele almış ve kıta Av­ lerden farklı olarak seçimlere ulusal prog­
rupası'nda iki farklı ulus devleti modeli­ ramla girmek yerine doğrudan ittihat ve
nin, yani Fransa ve Almanya'nın ortaya Terakki programı çerçevesinde katılmış­
çıktığını ifade etmiştir. Satı Bey bu iki lardır. Aynı devrede Musevi aydınlarından
modeli karşılaştırarak ilkinde vatan'ın ta­ Moses Cohen'in Munis Tekinalp ismiyle
rih ve siyasal iradenin bir ürünü olduğu­ milli iktisat ve ulusal korumacılık siyaseti­
nu -dolayısıyla Almanca konuşan Alsaslı­ ni savunan yazılar yazdığını biliyoruz.17
ların bile kendilerini Fransız hissettikleri­ Sonuç olarak 1908- 1 9 1 3 devresi entel­
ni- vurgulamış, buna karşın ikincisinde lektüel Osmanlıcılığında Osmanlılık im­
köklü bir merkezi devlet veya imparator­ paratorluğu bir arada tutabilecek bir üst
luk geleneğinin olmaması yüzünden va­ kimlik olarak ele alınmaktaydı. Türkçü­
tan kavramını dil ve ırk bağına indirge­ lük gibi bu üst kimliği bozabilecek akım­
mek zorunda kaldıklarını göstermiştir. Bu lar Osmanlıcılar tarafından imparatorluğu
noktada Satı Bey sözü Osmanlı lmpara­ parçalayabilecek bir tehlike olarak algılan­
torluğu'na getirerek, dil bağına dayanan dığından ö türü Osmanlıcılar genelde
Alman modelinin Osmanlı bütünlüğü Türkçülere şiddetle saldırmışlardır. Bu
için uygulanamayacağını, zira dil bağının devre Osmanlıcılarının savundukları diğer
imparatorluğu birbirine bağlayacak en za­ bir nokta, Türklerin diğer yerel ırklarla
yıf bağ olduğunu belirtmektedir. Buna karışmaları neticesinde yeni bir millet
karşın Osmanlıların kadimden beri sahip oluşturmuş olduklarıdır. Dolayısıyla Os­
oldukları bağımsız devlet ve imparatorluk manlılar artık Türk değildir. Hatta kullan­
geleneği ve mevcut manevi bağlar impa­ dıkları dil de Türkçe'nin üstünde olan Os­
ratorluk dahilindeki farklı unsurları bir­ manlıca'dır. Osmanlılar kendilerine Türk
birine bağlamaktadır. Esasen laik bir dü­ demedikleri gibi dillerine de Türkçe de­
şünce yapısına sahip olan Satı Bey lslam memektedirler. Nasıl Amerika farklı un-
OSMANLI R E F O R M Ç A (; I N D A O S M A N L I C I L I K D Ü Ş Ü N C E S i ( 1 839- 1 9 1 3)

surlardan oluşmuş bir terkipse Osmanlı lamda liberal demokrattır. Aynı çizgi l l .
imparatorluğu da şarkın Amerikasıdır. II. Meşrutiyet Osmanlıcıları arasında da süre­
Meşrutiyet dönemi Osmanlıcılığının başlı­ cektir. Belki burada görülebilecek bir fark,
ca yayın organı Icti/ıad dergisiydi. Genelde bu devrede ivme kazanan Türkçülük akı­
Batılılaşma yanlısı olmalarına karşın Os­ mına bir yanıt olarak imparatorluğu oluş­
manlı hanedanına sadakat esasına verdik­ turan milliyetlerin kendi içlerinde son de­
leri önem nedeniyle radikal demokrat rece karışmış olmaları, dolayısıyla Türklük
yaklaşımlar getiremediklerini görüyoruz. denen şeyin söz konusu olamayacağı, olsa
olsa karışık bir Osmanlı unsurunun bu­
SONUÇ lunduğu iddiasıdır.
Orijinal olarak Osmanlı bürokratlarının
Osmanlıcılık siyasal düşüncesi Osmanlı pragmatik gereklerle geliştirdikleri otori­
lmparatorluğu'nda cemaat ve milliyet fark­ ter Osmanlıcılık düşüncesine karşı mey­
lılıklarını aşan ve tüm Osmanlı toplulukla­ dana gelen muhalif akımlar alternatif dü­
rına aynı anda hitap eden ilk ideolojik şünce akımları doğurmuşlardır. Örneğin 1 15
yaklaşımdır. Önceleri pragmatik siyasal Meşrutiyetçi Osmanlıcı olduğunu söyle­
gerekler ve kısmen de diplomatik baskılar diğimiz Yeni Osmanlılar aynı zamanda İs­
sonucunda ortaya çıkan bu düşünceye, Ye­ lamcılık düşüncesinin kaynağıdırlar da.
ni Osmanlı ve Jön Türk düşünürleri ve 2. Namık Kemal Avrupa'da bulunduğu sıra­
Meşrutiyet'in muhalif aydınlan tarafından da daha Osmanlıcı bir çizgiye sahipken
entelektüel öz kazandırılmıştır. Osmanlıcı­ 1870 sonrasında İslamcılık yönünün da­
lığın düşünsel evrimine bakacak olursak, ha ağır bastığını biliyoruz. Aynı biçimde
19. yüzyılın ilk yansında o toriter ve yarı­ Türkçülük akımı da Osmanlıcılığın impa­
dinsel bir anlayış görürüz. Allah'ın kulları­ ratorluk dahilindeki milliyetçi akımları
nın Allah indinde eşit olmasına benzer bir durduramaması gerçeği karşısında bir
yaklaşımla müslim ve gayrimüslim bütün tepki olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlıcı­
tebaa padişahın ve bürokrasinin mutlak ve lık düşüncesinin lslamcılık, Türkçülük
adaletli otoritesi karşısında eşittir. Burada ve diğer milliyetçi hareketlerin aksine ro­
tebaa edilgen bir konumdadır. Tanzimat'ın mantik bir söylem ve motiflerden yoksun
bürokratik aydın mutlakıyetine karşı orta­ olduğunu, bir "Osmanlıcılık ethos"unun
ya çıkan Meşrutiyetçi Yeni Osmanlı muha­ yaratılamadığı görüyoruz. Daha ziyade
lefeti, Osmanlıcılık düşüncesine siyasal ka­ akla, mantığa ve sağduyuya dayalı soğuk­
tılımcı bir nitelik kazandırmışur. Buna gö­ kanlı bir yaklaşım olan Osmanlıcılık, büc
re Osmanlı birliği parlamenter bir düzende rokratik veya seçkin kökeninden kurtu­
siyasal katılımın serbest bırakılmasıyla lup kitlelere mal olamamıştır. Nitekim il.
sağlanabilecektir. Zira imparatorluğu oluş­ Meşrutiyet döneminde Osmanlıcılığı sa­
turan farklı unsurların Osmanlı bütünlü­ vunan aydınların birçoğu da imparatorlu­
ğünün devamında objektif çıkarları vardır. ğun periferik bölgelerinden gelme olup
Buna ilaveten bütün bu unsurlar aynı vata­ Osmanlı establislıment'ının parçasıydılar
nı paylaşmaktadırlar. Abdülhamit mutlakı­ Bu anlamda Osmanlıcılık Avusturya-Ma­
yetine muhalefet bayrağı açan Jön Türkler caristan lmparatorluğu'ndaki elit kökenli
içinde Osmanlıcılığı tutarlı biçimde savu.- Reiclısnationalisnıus'a benzemektedir.
1'.anlar ise bu düşüncenin entellektüel esa­ Cumhuriyetçi ve ulusçu tarih yazımında
sı olarak. Meşrutiyetçiliğin yanı sıra yerin­ Osmanlıcılık düşüncesi ve uygulamaları
den yönetim ilkesini ve bireyin ön plana genellikle başarısız nitelendirilmektedir.
çıkarılmasını ortaya koymuşlardır. Bu an­ Günümüz ulusal ortamından geçmişe ba­
lamda Jön Türk Osmanlıcılığı siyasal an- kışta böyle bir değerlendirmede bulunmak
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

beklenilebilecek bir yaklaşımdır. Ancak ruz. Öte yandan Meşrutiyetçi ve katılımcı


Osmanlıcılık ideolojisinin günümüz siyasal akımların gelişmesini de Osmanlıcılık dü­
hayatına kadar gelen önemli etkileri ol­ şüncesi olmaksızın tasavvur etmek müm­
muştur ki bunları unutmak doğru olmaz. kün değildir. Özellikle Osmanlıcı ] ö n
Osmanlıcılığın Türk düşünce hayatına her­ Türkler v e il. Meşrutiyet'in Osmanlıcıları
halde en büyük katkısı 19. yüzyılın ilk ya­ yerinden yönetim ilkesine vurguları, bireye
rısından başlayarak din ve ırk farkı olmak­ verdikleri önem ve yerel dillere ve kültürle­
sızın herkesin yasa önünde eşitliği ilkesini re saygı gösterilmesi ve korunmasına iliş­
getirmiş olmasıdır. Resmi bir belgede va­ kin olumlu tutumları itibariyle düşünceleri
tandaş kavramı herhalde ilk kez 1856 Isla­ günümüzde bile güncelliğini korumakta­
hat Fermanı'nda kullanılmıştır. Resmi iş­ dır. Bu anlamda Türkiye'nin demokratik­
lemlerde dinsel kimliğin artık dikkate alın­ leşme tarihinde belki de en temel katkının
mama süreciyle bağlantılı olarak laiklik ko­ Osmanlıcılık düşüncesinden geldiğini id­
nusunda ilk adımların atıldığını da biliyo- dia edebiliriz. O
116

D İ PNOTLAR
Osman lıcılık konusuda toparlayıcı bir makale manlı Devleti'nin Kuruluşundan lnkırazına Ka-
için bkz. Şükrü Hanioğlu. "Osmanlıcılık" Tanzi- dar (lsta nbul: lstanbul Üniversitesi Yayınla rı,
mat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi (Is- 1968), 1 76-1 77, 1 86; llber Ortaylı. "ilk Osmanlı
tanbul: i letişim Yay., 1985), Cilt 5, 1 389-1393. Parlamentosu ve Osmanlı Mil letlerinin Temsili.
Virginia Aksan. An Ottoman Statesman in War " Armağan, 1 75.
2
and Peace. Ahmed Resmi Efendi 1 700-1 783 (Le- 8 1 876 Kanun-i Esasisi'nde Türkçe'nin resmi dil ol-
iden; New York; Kôln: E. J. Brill, 1 995), 1 89; Fa- ması meselesiyle ilgili olarak bkz. Ali Ihsan Gen-
tih Bayram. Ebübekir Ratib Efendi as an Otto- cer. "ilk Osmanlı Anayasasında Türkçe'nin Resmi
man Envoy of Knowledge Between the E ast Dil Olarak Kabulü Meselesi. " Armağan, 1 83-188.
and the West. Yüksek lisans Tezi (Ankara: Bil- 9 Peter Bartl. Die albanischen Mus/ime zur Zeit
kent, 2000), 47-48, 72-77, 87. der nationalen Unabhangigkeitsbewegung
3 Sadık Rifat Paşa. Risale-i Ahlak. 1 . Baskı (lstan- (1878- 1 9 1 2) (Wiesbaden: Otto Ha rrassowitz,
bul: Mekteb-i Tıbbiye-i Adliyye-i şahane Litog- 1 968); Kristo Frasheri. "Şemsedddin Sami Fras-
rafya Destegahı, 1 263/1847). Bu kitabın 1 889'a heri. ldeologie d u mouvement national albana-
değin en azından altı baskısı olmuştur. Ayrıca is." Actes 1. Congr. int. et. balkan et sud-est eu-
bkz. Somel, Modernization, 6 1 -64. rop. 4 (1 969) (Sofya, 1 969), 8 1 7-1 30.
4 " Devletlü Fahametlü Mithat Paşa Hazretlerinin 10 Krşl. Hanioğlu, "Osmanlıcılık," 1 391; Şerif Mar-
Bağdad Vilayet-i Şahanesine Vusullerinde Fer- din. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908. 2.
man-ı Alişanın Kıraatini Müteakıb Huzzara Hi- baskı (lstanbul: iletişim Yay. , 1 983), 59-60.
taben lrad Buyurdukları Nutk-ı Fahimenin Sure- 1 1 il. Meşrutiyet döneminde Arap mebuslarda gö-
tidir" (1 B69), Muharrerat-ı Nadire. Cild 13 (Der- rülen Osmanlıcı tutum için bkz. Sabine Pr:!tor.
saadet, t. y. ), 537-538. Der arabische .Faktor in der jungtürkischen Poli-
5 Davison, 86, 102-1 03; Hıfzı Veldet. "Kanunlaş- tik (Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1 993), 1 5 1 -2 1 1 .
tırma Hareketleri ve Tanzimat." Tanzimat 1 . 2. 1 2 lctihad N o . 72 sayı 1 573'e atfen Ülken, 205; Ha-
baskı (lstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı, 1999), nioğlu, "Osmanlıcılık," 1 392.
202-205; Mustafa Reşit Belgesay. "Tanzimat ve 1 3 lctihad N o . 76'e atfen Yusuf Hikmet B ayur.
Adliye Teşkilatı. " Tanzimat 1. 2. baskı (lstanbul: Türk inkılabı Tarihi. Cilt il Kısım ıv. 2. baskı (An-
Milli Eğitim Bakanlığı, 1 999), 2 14-2 1 5 . kara: Türk Tarih Kurumu, 1983), 426.
6 llber Ortaylı. "Mithat Paşa'nın Vilayet Yôneti- 1 4 lşhad No. 79'a atfen Bayur, 426-427.
mindeki Kadroları ve Politikası. " Uluslararası
Mithat Paşa Semineri. Bildiriler ve Tartışmalar. 1 5 /etihad No. 74'e atfen Bayur, 425.
Edirne, 8-10 Mayıs 1984 (Ankara: Türk Tarih Ku- 1 6 Bayur, 427.
rumu, 1 986), 229; Somel, 52-56, 88. 1 7 Jacob Landau. Tekinalp, Turkish Patriot 1 883-
7 Servet Armağan. "Memleketimizde ilk Parla- 1961 (Leiden: Nederlands Historisch-Archaeolo-
mento SeÇlmıerl.''Armağan. Kanun-i Esasi'nin gisch lnstituut te lstanbul, 1 984); llber Ortaylı.
100. Yılı (Ankara: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi "Son Devirde Osmanlı Musevileri." Tarık Zafer
Yayınları, 1 978), 1 56-167; Recai Okandan. Am- Tunaya 'ya Armağan (lstanbul: lstanbul Barosu
me Hukukumuzun Anahatları. Birinci Kitap: Os- Yayını, 1 992), 504.
Iki İttihat- Terakki: Iki Ayrı
Zihniyet, Iki Ayrı Siyaset
S U AV i AY D I N

ürkiye düşünce hayatının ve siya­ lık" tır. Büyük ö l ç ü d e Fransız Devri­

T sal tarih araştırmalarının yanlış bir


biçimde yerleşmiş temel kabulle­
rinden birisi, İttihat ve Terakki hareketi­
mi'nin insan hakları temelli anayasa ha­
reketinden etkil enmiş olan bu aydın
zümresi, bu ilkeyi hayata geçirmek ve
nin yekvücut, jakoben ve Bonapartist ni­ devletin esası yapmak için, tabii ki "dev­
telikleri önde olan bir hareket olarak gö­ rimci" bir mesai benimseyeceklerdir. Hiç
rülmesidir. Oysa, İttihat ve Terakki hare­ bir hanedanın kendi yetki ve imtiyazları­
keti olarak nitelenen siyasi hareketin ev­ nı, kendilerini zorlayan ve sıkıştıran bir
rimi, aynı zamanda birbirinden belirgin toplumsal ya da siyasal kuvvet olmadan
bir kopuş yaşamış iki farklı zihniyetin ta­ bırakması beklenemez. Yeni Osmanlılar
rihidir. Bu kopuşun görmezden gelinme­ ya da Batı'daki adlandırmayla jön Türk
sine neden olan esas etken, her iki zihni­ düşüncesine şöyle bir bakıldığında, ana­
yetin "devrimci" niteliği ve her ikisinde yasacılığın yanında, yerli burjuvazinin
de ana tema olan Abdülhamit karşıtlığı­ önünü açacak kontrollü bir iktisadi libe­
dır. Devrimci siyasal hareketlere karşıtlığı ralizm ve bir "Osmanlı vatanı" fikrinin
esas alan "muhafazakar" düşüncenin, bu esas alındığı görülmektedir (bkz. Mar­
iki farklı zihniyeti, bu bakış açısından ay­ din, 1 962a: 37-9, 40-3 ; 1962b : 1 69-70;
nılaştırması, aslında, Türkiye siyasi tari­ 1985: 1 70 1 ; Tanpınar 1949: 300- 1 ; Davi­
hinin önemli bir döneminin yanlış okun­ son 1963: 194-6) .
masına yol açmış ve büyük ölçüde genel Yeni Osmanlılar, l877'de il. Abdülha­
geçer bir kabul haline gelmiştir. Bu yazı­ mit tarafından dağıtıldıktan sonra, faali­
da, sözü edilen kesinleştirmenin ele alış yetlerini Avrupa'da ve gizli biçimde yurti­
tarzına dışardan bakmayı sağlayacak eleş­ çinde sürdürerek lttihat ve Terakki Cemi­
tirel bir deneme yapılmaya ve yeni değer­ yeti'nin1 temelini oluşturdu. Bilhassa gizli
lendirmelerin yolunu açabilecek bir pa­ gizli okunan Namık Kemal'in, Ziya Pa­
rantez açılmaya çalışılmaktadır. şa'nın eserleri ve Ali Şefkati'nin N apoli,
Burada "Birinci İttihat ve Terakki hare­ Cenevre ve Paris'te çıkardığı lstikbal gaze­
keti" olarak nitelendirilen girişimin arka­ tesi, Tıbbiye, Mülkiye ve Harbiye'de oku­
sında "Yeni Osmanlılar" hareketi bulun­ yan gençler arasında Abdülhamit karşıtı
maktadır. Bu hareketin temel hedefi ise, havayı besledi (Mardin, 1983: 32; lbra­
hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçim­ him Tema, 1 987: 9).
de mutlak monarşiye karşı "anayasacı- Bu muhalif ve devrimci havayla besle-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

nen gençler, önce Ittilıad-ı Osınani, sonra maddesi, amacın umumun birlikte menfa­
Osmanlı lTC'yi örgütlediler (Petrosyan, ati olduğu, bu nedenle Cemiyet'in arada
1974: 1 72-3) . Kurulan bu birinci ittihat milliyet, kavmiyet, cinsiyet, mezhep farkı
ve Terakki'nin ayırıcı özellikleri şöyle sı­ gütmeyeceğini, üyeler arasında tam bir
ralanabilir: eşitlik bulunduğunu, her üyenin fikrinde
1) içinde imparatorluğu oluşturan her özgür ve bağımsız olduğunu açıkça belir­
unsurdan üye olduğu gibi; Cemiyet, Ab­ tir. Üçüncü madde, "insan hakları" ve uy­
dülhamit karşısında Ermeni örgütleriyle garlığın gelişmesinin esası olan "usul-ı
işbirliği yapmaktan geri durmamıştır. meşveret" temelinde hareket edildiğinin
2) içinde ağırlığı askerler oluşturmaz­ altını çizmektedir. Dördüncü madde ile
lar. Devrimci niteliğine karşın cemiyet si­ Osmanlı saltanatının ve hilafetinin meşru­
vil kuruluşlara özgü "demokratik tartış­ luğu ve devamlılığı güvence altına alın­
ma" geleneğini benimsemiştir. makta, ancak hukuka aykırı davranmaları
3) Cemiyet, çok açık bir biçimde Os­ halinde hanedan üyeleri hakkında huku­
118 manlıcıdır. ken ve kanunen gereken her türlü işlemin
4) Cemiyet'in fikri donanımı, büyük öl­ yapılacağı belirtilmektedir. Böylelikle ha­
çüde Fransa kaynaklıdır. nedan idari hakları saklı tutulmakla bir­
ITC'nin çekirdeği, 3 Haziran 1 889'da likte, kanun önünde diğer yurttaşlarla eşit
bir kısım Askeri Tıbbiye öğrencisinin giri­ görülmektedir (Birinci, 1 988: 2 1 0 ) . 1 9 .
şimiyle kurulan gizli lttilıad-ı Osınani ör­ yüzyılın son o n yılında canlı olan ilk Ce­
gütüdür (Hanioğlu, 1987: 1 74) . Kurucu­ miyet'in iki acil hedefi vardı: Birincisi il.
ları çeşitli etnik kimlikler taşır. ibrahim Abdülhamit'in tahttan indirilmesi ya da
Temo Arnavut, ishak Süküti ve Abdullah despotizminin bir şekilde ortadan kaldırıl­
Cevdet Kürt, Mehmed Reşit Çerkes, Hü­ ması, ikincisi ise Anayasa'nın, yani "meş­
seyinzade Ali ise Azeri idi. Tıbbiye köken­ ruti rejim"in yeniden ihyası idi. Bu hedefe
li hareket kısa süre içinde istanbul'daki ulaşmak için Osmanlı uyruğu olan bütün
diğer yüksek okullara sıçrar. Bu okullar yurttaşların ortak mücadelesi şart görül­
arasında Harbiye, Baytar Mektebi, Mülki­ mekteydi. Bunun arkasında "ortak vatan"
ye, Topçu Mektebi ve Mühendishane var­ fikri yatmaktaydı (Petrosyan, 1974: 180).
dır. Bu örgüt, daha sonra Ahmet Rıza'nın Daha sonra, ikinci ITC döneminde, etki­
Paris'te kurduğu dernekle birleşir (bkz. siz kalacak ama bir "baba figürü" olarak
Petrosyan, 1 974: 1 74-6; Ramsaur, 1972: vitrindeki yerini alacak olan Ahmet Rıza
30-3; Kuran, 1 948: 6 1 ; Hanioğlu, 1987: bile, 1 895'te Meşveret'in ilk sayısında
1 73-5 ; Akşin, 1 987: 22; Tunaya 1 976: programı açıklarken, herhangi bir vilayet
84) . 1895'te, hayli gelişmiş bulunan örgüt için ya da tek bir unsur için değil, Musevi,
içinde bir "nizamname" ihtiyacı ortaya çı­ Hıristiyan ve Müslüman bütün Osmanlı­
kar. Bu ihtiyacı ortaya atan daha sonra lar için hürriyet istediklerinin altını çizi­
Arap milliyetçiliğinin kalemşorlarından yordu (Ramsaur, 1972: 40).
olacak Lübnanlı Emin Arslan'dır. "Nizam­ Cemiyet üyelerinin büyük kısmı, Ab­
name" de örgütün adı, artık, Osmanlı ltti­ dülhamit'in kovuşturması yüzünden Pa­
lıat ve Terahhi Cemiyeti olarak anılmakta­ ris'e kaçar ve burada Meşveret gazetesini
dır (Birinci, 1 988: 2 1 1 -4). çıkarırlar. Meşveret, Ahmet Rıza'nın ifade­
"Nizamname", birinci lTC'nin yukarıda siyle ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin yayın
özetlenen ve ikinci Cemiyet'le esastan ay­ organı olacaktır (Ahmet Rıza, 1988: 1 3 ) .
rılıklarına işaret eden temel ilkelerini bir Meşveret'i çıkaran grup Ahmet Rıza, Suri­
bir kağıda dökmektedir. Cemiyet'in ama­ yeli Halil Ganem ve Selanikli Dr. N a ­
cını ortaya koyan "Nizamname"nin ikinci zım'dan oluşmaktadır. Paris'te Meşveret
i K i i T T i H A T - T E R A K K i : i K i A Y R I Z i H N i Y E T , i K i A Y R I S i Y A S E T

çevresinde top lanan Batı devletlerini so­


gruba karşılık Cenev­ rumlu tutmak ve özel
re'de Osmanlı gazetesi bir Ermeni S o r u ­
e trafı n d a t o p l an a n nu'nun varlığını red­
ikinci bir fra ksiyon detmek biçiminde ol­
oluşur. . Kahire'den ge­ muş tur ( Ramsaur,
lip Cenevre grubuna 1 972: 57-8) . 1 899'da
katılan Mizancı Murat Paris'e gelen P rens
d a A h m e t Rıza gru­ Sabahattin de, diğer
bundan ayrı düşünen bir hizbin oluşmasına
grupların içinde gide­ yol açar. Prens, Cemi­
rek sivrilir. Bu fikir yet içindeki en liberal
ayrılığının temelinde unsurların temsilcisi
Mizancı Murat'ın da­ i d i . Federa l i z m ve
ha lslamcı bir çizgide özel girişim yanlısıy- 1 19
bulunması ve Ahmet d ı . P rens, 1 9 0 1 ' d e
Rıza, Ermeni olayları­ kardeşi Prens Lütful-
nın ortaya çıkmasında lah ile birlikte yayım­
Abdülhami t'i suçlar ladıkları Beyanname-i
ve Abdülhamit'in Er­ Umümi'de, amaçları-
meni politikasını "kı­ nın Türk, Arap, Arna-
yım" o larak ni teler­ vut, Makedon, Erme-
ken, Mizancı Murat'ın ni, Yunan, Yahudi ilh.
padişahın politikasını . bütün Osmanlıların
desteklemesi yatmaktaydı; bunun gibi Gi­ güç birliği için çalışmak ve bu yolla kötü
rit isyanı ve 1897 Yunan Savaşı'nda konu­ gidişe son vererek geleceğin hukuksal yö­
larında da Ahmet Rıza rejimi suçlu bulur­ netiminin altyapısını oluşturmak olduğu-
ken Murat Bey soruna karışan yabancı nu açıklamakta; bu amaç için İmparator-
devletleri suçluyordu (Petrosyan, 1974: luğun Müslüman olmayan burj uvazisi ile
1 90- 1 ) . " lttihad-ı anasır" siyasetinin söz­ i ttifak arayışında olduklarını da belirt­
cülüğünü yapan Ahmet Rıza, bununla mektedir (Petrosyan, 1974: 2 15-6). Prens
birlikte, unsurların ayrılması girişimleri Sabahattin 1 902'deki l. Jön Türk Kongre-
karşısında ITCnin destekleyici bir tutum si'ne bildirdiği görüşlerinde lmparator-
almamasını da s a ğ l a m ı ş tı ( Ra msaur, lukta çoğunluğu oluşturan Türkler adına,
1 972: 47). Ahmet Rıza La Patrie gazetesi­ kendileri i çi n istedikleri bütün hakları
nin 4 Temmuz 1 89 7 tarihli nüshasına Müslüman olsun, olmasın bütün yurttaş-
verdiği röportajda lTC içinde ortaya çı­ lar için kayıtsız şartsız istediklerini; "ısla-
kan hizipleşmenin kendisinin gayrimüs­ hat"ın belirli bir halk, din ya da zümre
lim unsurların yanında yer almasından için değil, istisnasız bütün Osmanlılar
kaynaklandığını ima ediyordu. Mizancı için istendiğini söylemektedir (Ramsaur,
Murat grubunun Mizan'da buna verdiği 1972: 84). "Nizamname"nin yayımlandı-
cevap ise, grubun 1876 Anayasası'nın din ğı 1 895 yılından 1 899 yılına gelinceye de-
özgürlüğünü garanti altına alan maddesi­ ğin, bir de Kahire ve Bulgaristan'da teşek-
ne bağlılık bildirilerek, Ahmet Rıza'nın kül eden grupları hesaba katarsak, lTC
iddiası reddediliyordu (Ramsaur, 1 972: içinde birbiriyle rekabet halinde ikinin
56-7). Mizancı Murat'ın "ayrılıkçılık so­ çok üzerinde grubun oluştuğunu, ama
runu" karşısındaki tutumu, bu sorundan sonuç itibariyle, Mizancı Murat'ın Abdül-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M I

ni temsilen katıldı ve görevinden istifa


Ahmet Rıza ederek 1 908'e kadar yurtdışında kaldı.
BARIŞ ALP ÖZDEN
AT İ L L A L Ö K Pozitivizmin Ahmet Rıza
üzerindeki etkisi
Ahmet Rıza çeşitli eserlerinde Mon­
tesqu i e u , Locke, Vo lta i re, H e lvet i u s
d' H o l bach, G u stave Le Bone, E rnest
Renan, H e rbert Spencer g i b i 1 7 . ve
1 8 . yüzyı l Batı düşün ürleri nden etki­
lend i ğ i n i bel irtm iştir. Ancak Ahmet R ı­
A hm et Rıza Bey 1 8 5 9 y ı l ında i stan­
za'n ı n d üşü ncelerin i n teorik çerçeve­
bul'da doğdu . Viyana l ı soylu b i r a i le­
s i n i oluşturan ve onlar arasındaki tu­
1 20 den gelen annes i n i n etkisiyle küçük
tarl ı l ığı ve neden sonuç i l i şkisini sağ­
yaşlardan itibaren Batı kültürüyle yetiş­
layan esas d üşünceni n pozitivizm o l­
ti. Dönemin modern eğitim kurumların­ duğu söylenebi l i r.
dan biri olan Galatasaray Sulta n i s i ' n i Ahmet Rıza' n ı n poz itivizm i le i l k ta­
b itird i . Anadolu köylüsünün sefaletinin n ış m a s ı 1 8 8 7 ' d e İ stanbu l ' d a August
tarım ı n geriliğinden kaynaklandığı dü­ Comte üzerine yaz ı l m ı ş bir kitap vası­
şüncesiyle Fransa'ya gidip ziraat tahsili tasıyla o l muştur. Daha sonra Paris'te
yapt ı . Grignon Ziraat Okulundan me­ t a n ı n m ı ş Poz it i v i st P i erre Lafitte ' i n
zun olduktan sonra, dönüşünde devlet derslerine devam eden A . Rıza b u gru­
kurumlarında rasyonel idarecilik anlayı­ bun yayımladığı La Revue Occidenta­
şının yerleşmediğini ve modern ziraat­ / e' d e yazmaya b a ş l a r. Poz it i v iz m i n
ç i l i k için gerekli sermaye ve kamu asa­ Ahmet Rıza'yı b u kadar etki lemesi n i n
yişinin de sağlanamam ış olduğunu gö­ sebebi Comte'un 1 789 Devrimi sonra­
ren Ahmet Rıza 1 889' da Fransız devri­ sı Fransız toplumu için yaptığı çözüm­
m i n in 1 00 . Yıldön ü m ü neden iyle Pa­ lemen in A. Rıza tarafı ndan 1 9 . yüzy ı l
ris'te açılan sergiye Osmanlı Hükü meti- Osman l ı top l u m u n u n tah l i l i i ç i n uy-

hamit'e biat etmesinden sonra, yeni yüz­ lar. Ali Fahri, 190l'de Cenevre'de taşbas­
yıla girilirken kalın çizgilerle birbirinden kı olarak yayımladığı risalede (Ali Fahri,
ayrışan iki ana hareketin kaldığım söyle­ 1 3 1 6 [ 1901 ] : 6) , "ittifak"ın önemine vur­
yebiliriz. Tunalı Hilmi ve Ali Fahri bu da­ gu yaparak, " . . .bizi görenler Osmanlıların
ğınıklığı toparlamak için gayret gösterir­ azamet-i sabıkası hala baki imiş diye tek
ler. Bu gayretlerin semeresi 1 902'de Pa­ bir Osmanlı şekline tecessüm etmiş zan­
ris'te toplanan I. Jön-Türk Kongresi'dir. netsin. Birbirimizle öz candan geçinmek
Kongre'nin fikir babası, Mizancı Murat'ın istiyorsak mesela 'Türk değilim ki. . .' ya­
lstanbul'a d ö nüşünden s onra Cenevre h u t 'ben bir Yahudiyim' dememeliyiz.
hizbinin başına geçen Tunalı Hilmi'dir. 'Osmanlıyım' diyenlere yoldaşlık edecek­
Tunalı Hilmi ve Ali Fahri, giderek Abdül­ ler var. . . " demektedir. Bu kongreye sadece
hamit karşısında yenilgi anlamına gelme­ birbiriyle fikir ayrılığı içinde bulunan
ye başlayan bu dağınıklığın giderilmesi gruplar d eğil, Abdülhamit yönetimine
için, 190l'den itibaren çalışmaya başlar- karşıtlık temelinde, Ermeni, Rum ve Bul-
i K i i T T i H A T- T E R A K K i : i K i A Y R I Z i H N i Y E T, i K i A Y R I S i Y A S E T

g u n görü l mesiyd i . 1 7 89 sonrası b i r


top l u msal bel i rsiz l i k v e kargaşa döne­
m i i ç i n e g i ren F ra n s ı z top l u m u n u n
karşılaştığı temel sorunun devrim i n yol
açtığı manevi boş l u k olduğunu düşü­
nen Comte, ancak entelektüel ve ahla­
ki önderl ikle bu sorunun aşılab i leceği­
ne inan ıyordu. Böylece pozitif b i l imle­
rin ı şığında düzen (Ord re) sağland ık­
tan sonra i lerleme (Progres) sürdürüle­
b i l i rd i . Pozitiviz m i n i htilalc i l iği reddet­
mesi ve i lerlemenin ancak düzen için­
de gerçekleşebi l eceğine i nancı, zaten
büyük bir buna l ı m içinde yaşayan Os­ 121
man l ı topl u m u n u n yeni bir sarsıntıya
daha dayanamayacağ ı n ı düşünen Ah­
Ahmet Rıza, pozitivist düşüncenin
met Rıza'yı Comte düşüncesine daha
Tiirkiye'ye aktarılmasındaki rolü
fazla yaklaştırmıştır. yanında, ittihat ve Terakki'nin düşünsel
önderlerinden olarak bilinir. Türkiye'de
Ahmet Rızanın siyasi fikirleri modern siyasetin oluşumunda siyasal
faaliyetle siyasal düşünce üretimi
A h m et R ı z a ' n ı n g e re k 1 8 9 5 ' d E arasındaki açının büyüklüğünü
T ü rk ç e v e F ra n s ı z ca yayı m l a m a y: simgelediği söylenebilir.
başladığı Meşverel'teki yaz ı larında ge­
rek padişaha gönderd iğ i l a y i h a larda tab ' i b i r vücud-ı m ü rekkep" ( Ahmet
ve d iğer dergilerde ç ı kan makalelerin­ R ı za n ı n L ay i h a s ı n d a n Akta r a n , M .
de göze çarpan görüşlerden biri dev­ Ş ü kr ü H a n i o ğ l u , B i r S i ya s a l Ö rg ü t
let yönetim i nde b i r uzmanlar zümresi Olarak Osman l ı İttihat v e Terakki Ce­
yetişti rmen in önemi üzerindeki ısrarı­ m iyeti ve Jön Türklük -1 889-1 902-, s.
d ı r. "cem i yet( i n ) kava n i n-i tab i iyeye 604) o l duğuna inanan A. Rıza, cemi-

gar Komiteleri de katılmıştır. Bunların ya­ Anayasası'nın yeniden tesisi ile hak, ada­
nında Arnavutlar ve Yahudiler de göze let ve özgürlük koşullarının sağlanması­
çarpar. Kongre'de "Osmanlı liberalleri"2 nın birinci öncelik olduğuna katılıyordu .
olarak tanımlanan grup, Rum ve Arnavut Buna göre "Osmanı liberalleri", Ermenile­
delegelerle birlikte, Ermenilerin çektikle­ rin taleplerini meşru görmenin yanında,
ri acıların bir an önce durdurulmasından i mparatorl ukta yaşayan Hıris tiyan ve
yana olduklarını bildiriyordu. Bu ilk dö­ Müslümanlar arasında şimdiye kadar va­
nem lttihatçılarına göre Ermenilerin ta­ rolmayan gerçek bir eşitliği sağlamak is­
lepleri meşru ve onların kendi huzur ve tediklerini açıklıyor ve imparatorluğun
güvenlikleri için Avrupa'ya çağrı yapma­ farklı h alkları arasında Ha tt-ı Hüma­
ları gerekli sayılmalıydı. Küçük bir grup yün'un ayrım gözetmeksizin herkese ta­
Avrupa müdahalesine karşı çıkmakla bir­ nıdığı ve uluslararası anlaşmalarda kayıt
likte, büyük grubun temennisine, yani bu altına alınmış haklardan tam yararlanma­
acı ve sıkıntıların sona ermesi için 1 876 yı sağlayacak bir "sözleşme" kurmak iste-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M I

yet yönetim i n i n objektif tabiat kanun­ Ahmet Rıza İ s l a m ı toplumsal gel işme
l a rı n ı ("kava n i n - i tab i iye") b i l e n b i r için ahlaki teme l i sağlayacak birleştiri­
bürokratik el itin değişmez hakkı oldu­ ci bir güç o larak değerlend i riyord u .
ğunu düşünüyordu. Comte düşüncesi­ Augu st Comte' u n " D üzen v e i l e r l e­
n i n Saint S i moncu geleneğe dayanan me" i l ke s i n e bağ l ı o l arak top l u msal
bu yön ü n ü n A. Rıza ' n ı n d üşüncesinde i l erlemen i n sağlanabi l mesi i ç i n d i n,
gittikçe daha öne m l i bir yer işgal etti­ a i l e, i şbö l ü m ü gibi düzeni ol uşturan
ğini görüyoruz . "Halkı eğiterek mütte­ u nsurların uyarl ı hale getiri l mesi ge­
f i k l eri h a l i n e get i rme" d ü ş ü n c e s i n e rektiğine i nanan A. Rıza, devlet yöne­
yö n e l i k i na n c ı n g i d erek aza l masıyla t i m i nde d i n e b i çtiği ro l ü Su ltan Ab­
Meşveret çevresinde el itist görüş daha d ü l ham it'e gönderd iğ i l a y i h a l a rd a n
da kuvvetlen iyord u . 1 900'den sonra b i ri nde şöyle özetl iyor " D i nden mak­
Jön Türk çevrelerinde ordunun ihti lal­ sat tebayi-i beşeriyeyi islah ve tanzim
1 22 deki önemi daha fazl a tartı ş ı l ı r ve ka­ etmek ve u m u m i b i r nokta-i i tti hada
b u l l e n i l i rken A. Rıza da propaganda toplamakt ı r. ( . . . ) D i n i n hüküm ferma
a m a ç l ı yazı la r ı n ı artırm ı şt ı r. B i r yan­ o l m a d ı ğ ı m e m l eketlerde b i l e a h a l i
dan da e l it teori s i n i gel iştiren A. Rıza Sosyal izm, Anarşizm gibi ta'birlerle it­
1 9 0 6 y ı l ı n d a y a z d ı ğ ı " Va z i fe ve tihada b i r vasıta arıyor: sürüden ayrı­
Mes'u l iyet i l . Cüz: Asker" a d l ı yazısın­ lanı kurt kapıyor" (Ahmet Rızanın La­
d a " y ı l a n oynatan fa l c ı b i r şeyh i n yihasından Aktaran, M. Şü krü Han ioğ­
u m u r- ı m ü h i m m e - i devlete karıştığı lu, B i r S iyasal Örgüt Olarak Osmanl ı
b i r yerde namuslu ve ham iyetl i zabi­ İ t t i h a t ve Ter a k k i C e m i y e t i ve J ö n
tan ı n malu mat ve iktidarından vatan ı Türklük -1 889-1 902-, s . 6 1 9). Yukarı­
mahrum k ı l m ak" hatad ı r derken aradı­ d a söyledi klerinden de anlaşıld ığı gibi
ğı seç k i n l e r zü mres i n i n askeri erkan u h revi özünden boşa l t ı l m ı ş bir d i n
içinden ç ı kacağını gösteriyordu. mevh u m u n u n A . Rıza' n ı n top l u m s a l
A. Rıza' n ı n fikirl eri aras ı n d a karşı ­ tahayyü l ünde işlevsel b i r rol ü vard ı r.
laştığ ı m ız b i r başka u n s u r İ s l a m ı n sos­ Yaba n c ı m üd a h a l e s i ve ka pitü las­
yal değeri ne verilen büyük önemd ir. yo n l a r m e s e l e s i A . R ı z a ' n ı n g e r e k

diklerini bildiriyorlardı. Bu sözleşmenin Prens Sabahaddin gruplarının Cemiyet'e


esasları 1) yerel yönetimlere tam ve eşit yön vermek isteyen fikirlerinin çatışması
katılım, bu çerçevede Ermenilerin meşru iyice su yüzüne çıkar ve ITC, Ahmet Rıza
sayılan taleplerinin sağlanması, 2) Os ­ grubunun Terahki ve ittihat Cemiyeti'ni,
manlı hanedanına bağlılık ve sadakat Prens Sabahaddin grubunun da Teşebbas-i
duygusu ve bu esasta birlik, 3) impara­ Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'ni
torluğun bölünmezliği ve birliği, iç barış teşkili ile ikiye bölünür (bkz. Kuran,
ve intizamın sağlanması, 1 876 Anayasası 1 948; Mardin, 1 983; Petrosyan, 1 974;
çerçevesinde yasalara tam saygı esasları Ramsaur, 1972; Hanioğlu, 1987; Akşin,
doğrltusunda eşitlik ve özgürlük için mü­ 1 987). Prens Sabahaddin kanadı, yine li­
cadele idi (La Terre Sainte, 1902: 107-9). beral çizgiyi temsil etmektedir.
Bu esaslar çerçevesinde Kongre'de diğer Bütün bu fraksiyonel ayrılıklara karşın,
grupların fikri ayrılığı ihmal edilebilecek Jön Türk hareketi esas olarak "Osmanlı
bir noktaya çekilirken Ahmet Rıza ve birliği" temelinde birleşmektedir. Burada
i K i i T T i H A T- T E R A K K i : i K i A Y R I Z i H N i Y E T , i K i A Y R I S i Y A S E T

Fransızca gerek T ü rkçe Meşvererte en Prens Sabahaddin gibi cemiyetin d iğer


çok işlediği temalard ı . Anayasanın tek­ i leri gelenleri ile karşı karşıya getirmiş­
rar kabu lü, m i l l iyet sorunu gibi iç me­ tir. F ikirleri "aşırı pozitivist" ve "beynel­
selelerin çözümünde yabancı güçlere m ilelci" bulunduğu için cemiyetin ma­
müracaat etmeni n sakıncalarına sıklık­ hal l i örgütlerinden çokça eleştiri a l m ı ş
la işaret eden Ahmet Rıza' n ı n yazı la­ ve J ö n Türkler arasında hep biraz mu­
rındaki antiemperyal ist tutum, Abdül­ halif ve sivri bir kişilik olarak görü lm üş­
ham it'e karşı m u h a l efetin en önem l i tür. Ancak Ahmet Rıza' n ı n bu i natçı
araçlarından biri h a l i ne geliyordu. Ab­ sert ve uzlaşmaz kişiliğinin onu cemi­
dülhamit yabancı şirketlerin ve sömü­ yetin kuruluşundan 1 908'e dek Abdül­
rücü "kozmopol it" kl iğin ç ı karların ı n hamit'e karşı mücadeleyi aral ıksız de­
koru y u c u s u o l m a k l a s u ç l an ı yord u . vam ettirebi l m iş nad ir Jön Türk l iderle­
Meşveret yaz a r l a r ı , 1 900'd e n son ra ri nden biri yaptı ğ ı n ı da bel i rtm e l i y i z .
Avrupa ayd ı n ları n ı n ve l ibera l l er i n i n Anayasan ı n ilan ıyla yurda dönen Ah­ 1 23
d i ni tesirlerden ve önyarg ı l ardan kur­ met Rıza bir s ü re M e c l i s - i Mebusan
tulama d ı klarına, İ s l a m a l eyhtarl ı ğ ı n ı n başkanl ığını yürütmekle birlikte, cemi­
Batı ' n ı n Doğu pol itikas ı n ı n temel a m i l i yet üzerindeki etkisi gittikçe aza l m ış ve
olduğuna d a h a ç o k i kn a olurlar. Batı' - n i hayetinde 1 9 1 O'da merkez kom ite­
ya karşı bu güvens i z l i k 1 902 1 . J ö n den ç ı ka rı l m ış ı r. 1 9 1 9 H a z i ra n ' ı n d a
T ü rk Kongres i ' n d e İ kt i s a d i ve S i yasi Mustafa Kemal Paşa'n ı n isteğiyle M i l l i
Program konusunda yabancı müdaha­ Mücadele' n i n propagandasını yapmak
lesinden yana Federalist ve Anglo-Sak­ üzere Paris'e giden Ahmet Rıza, 1 922
son iktisat anlayışını savunan ekseriyet yılına kadar çeşitli gazetelerde yazarak
grubuyla daha "Mi l l ici" b i r çizgi savu­ ve konferanslar düzenleyerek hayli et­
nan A. Rıza grubu arasındaki ayrı lığın k i l i bir kampanya yürütmüştür. Ahmet
temel lerinden birini oluşturur. Rıza, Lozan Antlaşmas ı ' n ı n i mzalan­
Ahmet Rıza'n ı n cem iyetin genel tu­ masıyla İstanbul'a dönmüş ve 1 930'da
tumu a d ı n a ken d i f i k i rlerinden ödün ölümüne dek aktif politikadan uzak bir
vermez k i ş i l i ğ i , onu M iz a n c ı Murat, yaşam sürmüştür.

h erhangi bir etnik grubun ya da dinsel Abdülhamit'in lslamcılık lehine yürüttü­


cemaatin (millet'in) öne çıkarılması söz ğü birlik hareketinin şiddetle karşısına çı­
konusu değildir. Bu nedenle, "devletin kılmıştır. Hatta, Mizancı Murat örneğinde
kurtarılması" temel amaç olunca ve her­ olduğu gibi, lslamcı çizgiye kayanlar der­
hangi bir etnik-ulusal ya da dinsel grup hal tasfiye edilmişlerdir. Abdülhamit'le
devletin öznesi sayılmayınca, devletin si­ birinci lTC hareketinin temel çatışma
yasal mevcudiyetinin meşruiyet z.emini alanlarından birisi budur. O yüzden çeşit­
olarak geriye sadece "vatan" fikri kalmak­ li etnik örgütlerle dayanışma içine gir­
tadır. Bu, bütün unsurlar için "ortak" bir mekten geri durulmamıştır. 1 902 için ge­
vatan fikridir. 1 82 l'den itibaren "vatan"ın y
niş katılımlı kongre i savunan Ali Fahri
sınırları daralsa da, ] ön Türk hareketi, da­ ve Tunalı Hilmi'nin, yapılması düşünülen
ralan sınırlar içinde giderek kahir çoğun­ kongrenin özellikle "vatan"da "keI)dile­
luk haline gelen Müslüman ya da Türk rinden pek az ümitvar" olunan "Bulgar,
unsuru esas almayı yeğlememiş; hatta Rum ve Ermeni vatandaşlar" tarafından
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

takdir edildiğini ve "alkışlandığı" söylen­ lınca lstanbul'a gidip Abdülhamit'i öldür­


mektedir (Ali Fahri, 1 3 1 8 [ 1 903 ] : 4). mektir (Menteşe, 1986: 1 2 1 ; Bleda, 1 979:
Birinci lTC'yi ikiye ayıran çekişmenin 2 1-2).
asıl nedeni Osmanlıcılık değil, Ahmet Rı­ Kısa bir süre sonra, buradaki aktiviteyi
za grubunun "milli iktisat" ve merkezi­ değerlendirmek isteyen Paris grubu, Dr.
yetçilik savunuculuğu karşısında Prens Nazım'ı Selanik'e göndererek kurulan Ce­
Sabahaddin grubunun "teşebbüs-Ü şah­ miyet'in "ittihat ve Terakki" adını alması­
si"ciliği ve ademi merkeziyetçiliği idi. Bi­ nı önerdi; böylelikle Selanik lTC'nin iç,
rinci oluşumun 1907'de Paris'te toplanan Paris de dış merkezi olacaktı. Ancak böy­
son kongresi, bu ayrılığın yanısıra, Os­ lelikle, bu aktiviteyi değerlendirmek iste­
manlıcılık etrafındaki ittifakın da somut yen Paris grubu, insiyatifi tamamen Sela­
bir biçimde görüldüğü bir toplantıdır. Bu nik'teki paramiliter etkinliğe terk etmiş
kongreye Ahmet Rıza başkanlığında ltti­ oluyordu. Bundan sonra Selanik eyleye­
lıat ve Teralılıi grubu ile Prens Sabahad­ cek, Paris ise seyredecekti. Bundan böyle
1 24 din'in başkanlığındaki Teralılıi grubu ya­ ITC'ye paramiliter etkinliğin kuralları ve
nında, Ermeni Taşnalı partisi de katılmak­ bu subay-küçük memur grubunun milli­
tadır (Tema, 1 987: 1 7 1 ) . yetçi fikirleri yön verecektir. Hareketin
ikinci lTC olarak nitelediğimiz oluşum bu yöndeki değişimi, Türkiye siyasi tari­
ise, en başta, birinci oluşum ile organik hinin 20. yüzyıldaki gidişatına egemen
i l iş k isi o lmaması bakımından ayrıdır. olan ana çerçeveyi de belirlemiş oluyor­
ikinci oluşum, Abdülhamit idaresinden du. Birinci lTC'nin önderleri niteliğinde­
rahatsız asker ve küçük memurların, en­ ki grup, bu inisiyatif kaybını ve kendileri­
telekt'\el önderlerden yoksun biçimde nin pasif konuma itilişini çeşitli serzeniş­
"kendiliğinden" giriştikleri paramiliter lerle dillendirmişlerdir. Örneğin lbrahim
bir örgütlenme olarak görülebilir. ne Tema, Cemiyetin lstanbul, Paris, Cenevre
adını taşıması, kendisini Meşrutiyetçi ge­ ve diğer şubelerinde kabul edilmiş olan
leneğe bağlama kaygısından ileri gelmek­ "Osmanlı İ ttihat ve Terakki Cemiyeti"
tedir. Zaten kendilerine yakın buldukları ibaresinin, Dr. Bahaeddin Şakir'in kurye­
Ahmet Rıza grubu, II. Meşrutiyet'in ilanı liği ile gelen bir talimatla "Osmanlı Te­
sonrasına kadar Paris'te kalmıştır. Her ne rakki ve lttihat Cemiyeti" olarak değişti­
kadar Ahmet Rıza, Ittilıad-ı Islam adıyla rilmesi karşısında "başka yapılacak iş kal­
lstanbul'da kurulan ihtilalci teşekkülün mamış da, böyle çocukçasına altüs llere
adını kendisinin değiştirerek lTC yaptığı­ önem verdiklerine şaşarak, haydi alınız
nı ve Enver ile Niyazi'nin Paris'te alınan mührünüzü, biz bu boğuşmamıza devam
karar sonucunda dağa çıktığını söylüyor­ edeceğiz ve böyle vefasız bir verakı m�h­
sa da (Ahmet Rıza, 23-4) 3 bu ilişki kuş­ rü kim okur, kim dinler deyip reddetmek
kuludur. Esasen ikinci oluşum, Selanik'te istedik" (Tema , 1987: 1 72-3) demektedir.
birinciden bağımsız biçimde kurulmuş ve Böyle küçük küçük tasarruflarla iktidarın
örgü tlenmişti. Üyelerin i n çoğu subay gerçek sahibinin kimler olduğu hissetti­
olup, Anadolu, Rumeli ve Suriye'deki as­ rilmeye çalışılmış; son sözü silahı elinde
keri birliklere dağılmışlardı. Ancak ağırlık tutanların söyleyeceği her vesile ile his­
Rumeli birliklerindeydi, merkez ise Sel:a­ settirilmiştir. G erçekten de o zamandan
nik'ti. ikinci lTC'nin nüvesi, Ahmet Rı­ beri son sözü hep silahı elinde tutanlar
za'nın sandığı gibi lstanbul'da değil, Talat söylemiş; bu inisiyatif hiç bir biçimde el­
Bey tarafından 1906'da Selanik'te kurulan den çıkarılmamaya çalışılmıştır.
Osmanl ı H ü rriyet Cem iy e t i' dir. Ta l a t ikinci o l u ş u m a niteliğini veren en
Bey'in teklifi bir cemiyet kurmak v e çoğa- önemli etkenlerden birisi, hiç şüphesiz,
i K i i T T i H A T- T E R A K K i : i K i A Y R I Z i H N i Y E T , i K i A Y R I S i Y A S E T

125

vücut bulduğu Selanik'in konumudur. Se­ nu Bulgar okulları ve Mithat Paşa'nın giri­
lanik, 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı lm­ şimleriyle açılan modem Türk okulları iz­
paratorluğu'nun en önde gelen ihracat-it­ lemişti. Bunlar arasında öğretmen okulla­
halat limanlarından biri olmuştu. Dolayı­ rı çoğunluğu teşkil etmekteydi. Bir an­
sıyla burada çeşitli Osmanlı milletlerine ve lamda Osmanlı Müslüman halkına mo­
yabancı uyruklara mensup bir aracı sınıf dern eğitimi götürenler Selanik okulların­
ve bu sınıfa ait çeşitli eğitim ve kültür ku­ dan mezun olan öğretmenler olmuştur.
rumları oluşmuştu. 19. yüzyılda, Osmanlı Böylelikle Selanik kısa zamanda bütün
lmparatorluğu'nun dünya ekonomisi ile unsurlar için en önemli kültür ve eğitim
bütünleşmesinde Selanik'in eklem niteli­ merkezi haline gelmişti (Tekeli, 1980:
ğinin önem kazanmasıyla kentteki Yu­ 364-5). Bu çerçevede Selanik, modernleş­
nanlı tüccarlar güçlendiler. Bu arada "ser­ me hareketlerinin çıkış noktası, Make­
best ticaret bölgesi" ve liman özelliklerine donya'nın merkezi olması nedeniyle Batı
bağlı olarak kentte sanayileşme hızlandı. devletlerinin önem verdiği bir kilit kent
20. yüzyılın ilk çeyreğinde Selanik'te, ve Balkanlar'daki Bulgar, Makedon, Sırp
5 . 000 ulaşım ve 1 5 . 000 de sanayi işçisi ve Yunan milliyetçi hareketlerinin ilgi ve
vardı. Buna bağlı olarak lmparatorluktaki çatışma merkezi olmuştur. Balkan milli­
tek kitlesel sosyalist örgütlenme Selanik'te yetçiliklerinin "ilhakçı doğası" , Makedon­
gerçekleşmişti (bkz. Dumont ve Haupt, ya'da yaşayan Türk ve Arnavutlarda ref­
1977). Bu dönemde Selanik'in tarımsal leksiv bir milliyetçiliği körüklemekteydi.
hinterlandında ortaya çıkan tüccar tefeci­ Bu milliyetçi yoğunlaşma ve modernleş­
köylü ilişkisi ve 1 858 Arazi Kanunname­ meci hareketlerden beslenen Abdülhamit
si'nin neden olduğu toprak kıtlığı, mülk­ karşıtlığı, Selanik'i ikinci lTC'nin neşv ü
süzleşmeye ve göçe yol açtı. Selanik, çev­ nema bulacağı elverişli bir toprak haline
reden Yunan, Arnavut, Türk ve Bulgar getirdi. Selanik'te üslenen milliyetçi reka­
göçmen almaya başladı. Her etnik grup betin doğurduğu "Makedonya Sorunu"
hızlı bir okullaşmaya girişmişti (Tekeli ve ile sıcak temas halinde bulunan subaylar
ilkin, 1977: 3 6 1 -4). Okullaşmada Yahudi­ ve Selanik'te olgunlaşan modern eğitimle
ler ve Yunanlılar başı çekmekteydiler. Bu- yetişmiş Türk bürokrasisi, sadece devlet-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

lerarası politika ile ayakta tu tulan Os­ derilmeye başlandı. O rduda Yon d er
manlı egemenliğini daha sağlam temellere Goltz Paşa eliyle uygulanan Alman tarzı
bağlamak v e " hürriy e t " i n önünde en eğitim ve doktrin, 1908 döneminin ltti­
önemli engel saydıkları Abdülhamit reji­ hatçılarında derin bir Alman hayranlığını
mini yıkmak konu.sunda ortak bir tavra yerleştiren esas etken oldu (Ortaylı, 1983:
yöneldiler. Kendilerine karşı Yunanlıların 73-86). Alman devlet anlayışı pratik, iş­
desteğini aramış olan Abdülhamit'e tepki levsel ve mili terdi; bu yüzden 1 908'in
duyan Makedonya komitaları da kısa za­ genç lttihatçılarınca "snop" bulunan ve
manda aynı cephede yer aldılar. Altyapısı bir türlü çözüme yürüyemeyen birinci
Sela_nik'in özgün koşullarında böylece te­ ITC kadrolarının Fransız ve Anglosakson
ş ekkül eden subay-bürokrat kaynaklı kaynaklı kuramsal tartışmaları çoktan bir
ikinci lTC, yöntem, ideoloji, toplumsal kenara atılmıştı. Bunun yanısıra 1 903
taban ve oluşum koşulları bakımından, Mürzteg Anlaşması ile Makedonya'ya yer­
neredeyse sadece naiv bir entelektüel ha­ leşen Fransız, Ingiliz, Italyan, Avusturya
1 26 reketten ibaret kalan birinci lTC'den ayrı ve Rus Jandarma kuvvetleriyle birlikte ça­
bir hareket olarak doğdu. Yönteminin lışan ve görev bölgesi nedeniyle işbirliği
esası, paramiliter güçleri harekete geçir­ yapan 3. Ordu subayları, hem bu ordula­
mek, o zamanki deyişle "komitacılık" tı. ra mensup subaylarla aralarındaki refah
Bu nedenle örgüte askeri kavramlar ha­ farkından etkileniyor hem de bu kanalla
kimdi. ideolojisi, alttan alta gelişen Türk yeni fikirlerle tanışıyordu. Örneğin En­
milliyetçiliği idi. Toplumsal tabanı büyük ver, Üsküp'te konuşlanmış Avusturyalı
ölçüde subaylardan, maceracı silahşorlar­ subaylardan hem askeri taktik hem de Al­
dan ve orta kademe memurlardan oluşu­ manca öğrenme fırsatı bulmuştu. Abdül­
yordu. Oluşum koşullarını belirleyen ise hamit rej iminin Makedonya'yı düşürdüğü
Makedonya dağlarının sarp geçitlerinde bu yarı işgal durumu, aynı zamanda, Os­
cereyan eden acımasız çatışmalar, çeşitli manlı ordusundaki subayları, kendi eya­
milliyetçi silahlı örgütlerin kentte ve kır� letlerinde görev yapan yabancı güçleri
da giriştiği tedhiş hareketlerinin bilediği kovmak için biliyordu. Bunun yolu, ön­
geleceği belirsiz Makedonya hayatıydı. celikle Abdülhamit'i devirmekti (Ramsa­
Petrosyan'ın ( 1 974: 296) deyişiyle Make­ ur, 1972: 136-7). Bir de 1 908'de Reval'de
donya, bütün Osmanlı toprakları içinde Rus Çarı 11. Nikolai ile Britanya Kralı YIL
devletin etnik ve toplumsal yapısında ba­ Edward arasında yapılan gizli görüşmede
rındırdığı çelişkilerin en kızışkın ve güçlü iki ülkenin Makedonya sorununu çöz­
olduğu bir bölgeydi. m ek için doğrudan m ü dahale e t m eyi
ikinci ITC'nin ideolojik donanımı, Al­ planladıkları, ama bu görüşmeye Alman
man düşünce ve devlet anlayışının etkisi Kayzerinin katılmamış olması, Makedon­
altında gelişti. ikinci oluşumu, birinci ya'daki subaylar arasında müdahale fikri­
ITCnin daha çok Fransız ve Anglosakson ni pekiştirmiş ve Al manya'ya duyulan
düşüncesinin etkisi altında şekillenmiş fi­ sempatiyi güçlendirmişti. Resneli N iyazi
kir ikliminden ayıran en önemli etken, Bey'in Reva! görüşmelerinden sonra üç
oluşumun ana aktörlerinin Alman etkisi gün uyuyamadığı söylenir (Ahmad, 1984:
altındaki askeri eğitim kurumlarında ye­ 19-20; Ortaylı, 1983: 73-86).
tişmiş ve büyük ölçüde öğretilenmiş olu­ Fransızlar ve Anglosaksonlar, 1 908
şudur. 1 880'den başlayarak Osmanlı or­ M eşrutiyet hareketini Avrupa'da sürgün­
dusunda düzenli biçimde Alman uzman­ de bulunan, dolayısıyla tanıdıkları ve etki
lar görev almaya başlamıştı. 1 885'ten iti­ altına alabileceklerini sandıkları Osmanlı­
baren eğitim için Almanya'ya subay gön- lar tarafından yönetildiğini zannetmek-
i K i i T T i H A T- T E R A K K i : i K i A Y R I Z i H N i Y E T , i K i A Y R I S i Y A S E T

teydiler (Ahmad, 1 984: 2 1 ) . Oysa durum kuk ilkelerinin göstermelik birer figür ha-
tam tersiydi. Müdahale Almanya'ya sem­ line gelmesi pahasına, devletin Parti-Or-
pati duyan, Avrupa'daki sürgün Osmanlı d u diktat o ryası a l tı n d a y ö n etilmes i .
aydınlarıyla sadece Abdülhamit karşıtlığı 19 13'e kadar Meşrutiyet oyunu sahneye
konusunda birleşen, bu temel tavır dışın­ konacak ve bütün bunların açığa çıkması
da onlardan bağımsız hareket eden ve dü­ için Balkan Savaşı felaketleri beklenecek-
şünen pratisyen subay ve bürokratlar ta­ tir. Sonuçta ortada kalan, ideologluğunu
rafından yapılmışu. Alman Kayzeri 1908 Ziya Gökalp'ın yaptığı korporatist-daya-
l h tilali'ni ş u sözlerle değerlendirmişti nışmacı bir iktisat ideolojisi çevresinde,
(Ramsaur, 1972: 1 66) : ortak kültür kavramı etrafında birleştiril-
Ihtilô.I Paris ya da Londralı '']ôn-Türlı­ miş bir "Türk" öznesinin devletini yap-
ler" tarafından değil, ordu tarafından ve de maya girişmiş ve bu faaliyette Alman dev-
"Alman subayları " olaralı bilinen, Alman­ let anlayışını rehber edinmiş bir iktidardı.
Bu iktidar, örnek aldığı Alman devlet an­
ya'da eğitim gönnüş Türk askerleri tara­
fından yapılmıştır. Her şeyi denetim altına layışının emrettiği gibi, devletin varlığını 127
korumayı her şeyin ö nüne koymuş tur.
almış bu subaylar kesinlilıle Alman dostu­
Meinecke'nin altını çizdiği gibi, devletin
durlar.
iktidarını ve varlığını korumakta göster-
iktidarı ele geçiren bu ikinci kuşak itti­ diği bencilliğinde ilk bakışta 'ahlaksızlık'
hatçıların en yakın müttefiki Osmanlı Ya­ gibi görünen tavır ahlaken meşrudur
hudileridir. Özellikle Balkanlar'da yayılan (bkz. Iggers, 1988: 9). Zira ahlaken 'de-
milliyetçi hava karşısında Osmanlı devle­ ğerli' sayılan her şeyin ve en başta tarihi
tini bir güvence olarak gören Selanik Ya­ yapan yegane özne olarak tanınmış 'mille-
hudileri, harekete iktisadi ve fikri destek tin' varlığı, onu 'özgürleştiren' devletin
vermekten geri durmamışlardır. Birinci varoluşuna bağlı sayılmaktadır. Dolayısıy-
lTC'nin Ermeni, Arnavut, Bulgar siyasi la yurttaşın bütün özgürlüklerinin temi-
örgütleriyle kurduğu işbirliği artık sona natı ona ait devletin varlığı ve onun her
ermiş; bunun yerini Osmanlı Yahudileri­ şey pahasına korunmasıdır. Bu bakımdan
nin "Türkçülük" fikrinin ideoloj ik çerçe­ devleti bağlayan hukuk çerçevesinin de
vesine ve uygulamasına ilişkin fikirleriyle zaman zaman dışına çıkmak meşru sayıl­
ve kimi zaman bizzat siyasi aktör olarak maktadır. ittihat ve Terakki iktidarı, Bab-ı
içinde bizzat bulundukları yeni bir ittifak Ali baskınından Ermeni tehcirine ve kırı-
almıştır ( Olsan, 1 98 6 : 2 1 9-3 5 ; Aydın, mına kadar bütün eylemlerinde bu ilke
1991, 3 0 1 -4). ekseninde hareket etmiştir.
ikinci oluşumun çizgisi açıktır: Birinci ikinci ITC, birinci oluşumla bağını ta­
oluşumda Ahmet Rıza kanadının savun­ mamen koparmamaya da dikkat etmiştir.
duğu merkeziyetçi ve "milli iktisatçı" du­ içinde Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım gibi
ruşun tevarüs edilmesi yanında, ileride birinci oluşumdan ödünç aldığı bazı kişi­
tam bir teslimiyete varacak bir Alman ler rollerini halen sürdürmektedirler. An­
yandaşlığı, kimi zaman resmi ve açık kimi cak bu kişiler, Cemiyet'in aldığı yeni bi­
zaman gayriresmi ve gizli bir Türkçülük çimin ilk habercileri ve ilk uyum sağlayı­
faaliyetiyle imparatorluğun 'Türk" öznesi cılarıdı r. Bunun yanında bir m eş ru ti
etr�fında restorasyonu, Mithat Paşa hare­ makyaj niteliğinde tasarruflar da olmuş­
ketinden beri bir hukuk devleti arayışı tur. Bu makyajın en önemli figürü Ahmet
olan Meşrutiyet talebinin, sadece padişahı Rıza Bey'dir. Ahmet Rıza Bey, bir devrim­
etkisizleştirmek anlamında araçsallaştınl­ ci duayen sıfatıyla Meclis-i Mebusan Re­
ması ve hem parlamentonun hem de hu- isliği'ne getirilir. Ancak saygınlığı yüksek
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M 1

bu görev, siyasete katılım bakımından olmaklığı dışında, yasama ve denetleme


Cem iyet'in çizdiği yeni siyasi çerçeve işlevleri bakımından vazgeçilmez değildir.
içinde etkisiz bir konumdur. Üstelik Ah­ Türkiye'de daima Meclis'in üzerinden at­
met Rıza Bey, birinci oluşumdan kalan layabilecek mekanizmalar olmuştur. Zira
alışkanlıklarını da terk etmemiştir. Baha­ ikinci ne deneyimi ile Alman geleneğin­
eddin Şii.kir ve Dr. Nazım gibi ikinci olu­ den alınmış devlet anlayışı, devletin beka­
şumun koşullarına hemen uyum sağla­ sı ve yüksek menfaatleri bakımından dev­
mış eski ittihatçılar, Ermeni tehciri ve kı­ l e t adına hareket eden asli unsurların
rımında başrolü üstlenirken, Ahmet Rıza (zinde güçlerin, koruyucuların vs. ) hu­
Bey, Abdülhamit karşısındaki eski mütte­ kuktan ve parlamenter meşrııiyetten ba­
fiklerini kollamaya girişmiştir. Ahmet Rı­ ğımsız davranışını meşru saymıştır. ikinci
za, bir Ermeni heyetine, İttihatçıları orta­ ne deneyiminin, birinci deneyimden
ya çıktıkları vaki t şiddetle mücadele et­ farklı olarak bugüne kalıttığı en önemli
tikleri fikirleri i k t i darda uygula maya ikinci etki ise, devletin varlığının verili bir
1 28 koydukları için şikayet ediyordu. Gerçi "Türk" öznesi üzerinden tanımlanması­
bütün eski lttihatçı kadro içinde kendisi­ dır. !kinci ne, devletin sınırları içinde bu
nin "en fazla kayırılmaya mazhar kişi" özneyi yalnız bırakacak tasarruflarda bu­
olarak ayrılması ve diğerlerine nazaran lunmuş; Cumhuriyet kurulurken de bu
devletin tepesinde tutulması karşılığında, tasarru f tamamlanmıştır. Bu nedenle
birçok olay karşısında suskun kalarak Cumhuriyet, Türkiye Meşrutiyet hareke­
b edel de ö d e m e m i ş değil d i r (Timu r, tinin Fransa örneğinin çekim alanında şe­
2000: 7 1 -2) . killenen ana izleğinden ayrılan, hatta on­
� irinci oluşumdan ikinciye geçilirken, t o l oj i k o la ra k o nd a n k o p a n , i k i n c i
aslİnda, yeni bir devlet anlayışına geçil­ nenin temsil ettiği, milliyetçilik üzerin­
mektedir. Fransız lh tiliili fikirlerinden den yürüyen mililer bir modernleşme ha­
esinlenen birinci oluşumun fikri tasarru­ reketinin mevyesi olmuştur. Cumhuri­
fu, sadece 1 908 Devrimi'nin sloganlarında yet'in başlangıcından bugüne, devlet ku­
kalmıştır: Hürriyet, Uhuvvet, Musavat. . . ruluşunda ve yönetim anlayışında, idareci
Bu ilkeleri hayata geçirecek parlamenter ve siyasetçi tipolojisinde Ahmet Rıza'nın,
rejim çok kısa sürmüş; Parlamento, ikinci lshak Süküti'nin, Prens Sabahaddin'in,
oluşumun siyaset anlayışı içinde göster­ Abdullah Cevdet'in, Yusuf Akçura'nın iz­
melik bir meşruiyet zemini olmaktan öte lerini değil; sadece Enver Paşa'nın, Cemal
bir işlev taşımaz hale getirilmiştir. lkinci Paşa'nın , Bahaeddin Şakir' i n , D r. Na­
oluşumun kuvvetli etkilerini halen taşı- zım'ın, Yakup Cemil'in, Mithat Şükrü Ble­
,.
yan Türkiye'deki hakim devlet anlayışına da'nın, Kazım Nabi Duru'nun izlerini gör­
göre Meclis geleneği, meşruiyet göstergesi mek mümkündür. O

D İ PNOTLAR

Bundan sonra metinde ITC olarak geçecektir. 3 Her ne kadar Ahmet Rıza, ihtilalin startını ken­
2 Bu tanım, Abdülhamit karşıtı olan ve hılkim un­ disinin verd i�ini ima ediyorsa da, lbrahim Te­
surun dışında kalan "mil letlere" dahil ol mayan ma, anı larında 1 907 Kongresi'nde Ahmet Rı­
grubu adlandırmak üzere Fransızlar tarafından za'nın ihtilalden yana olmadı�ını söylemek­
yapılm ıştır. Batılıların Abdülhamit karşıtlarına tedir (bkz. Teme, 1 987: 1 7 1).
bakış açısını yansıtması açısından ilginçtir.
1ttihatçılıktan Kemalizme

Ihya'dan Inşa'ya
K E R E M Ü N Ü VA R

odern Türkiye tarihi çalışmala­ ken türden ilişkilerdir. Bu yüzden ide­

M rı, '80'li yıllara kadar ikili bir


tartışmanın ekseninde yapıldı:
Eksenlerden biri Osmanlı devlet gelene­
olojih gösterenden bazen çatışan toplum­
sal güçler arasındaki anlaşmazlık sebebi
olarak bazen de toplumsal iktidar biçim­
ğinden ve idari/siyasi yapılarından kop­ leri ile anlamlandırma tarzları arasında­
m uş olma i ddiasını taşıyor; diğeri ise ki daha içsel çelişkiler meselesi olarak
Cumhuriyetin kurucu bir moment ola­ söz etmek daha uygun olu r. l de o l oj i
rak sahneye çıkmasına rağmen Osmanlı kavramı, daha çok belirli bir söz ile bu
devlet-ebed-müddet anlayışının sürekli­ sözün o lanaklılık koşullan arasındaki
liğini vurguluyordu. Bu ikili yapının sar­ ilişkiye dair -söz konusu olanaklılık ko­
malında Cumhuriyet dönemi idaresinin şullarına toplumsal yaşamın bütün bir
özgünlüğü , b ü tün bir kamusal alanı biçiminin yeniden üretilmesinde merke­
kendi başına yarattığı iddialan, iktisadın zi rol oynayan iktidar mücadeleleri açı­
ele alınışı milliyetçi tarih yazımının izle­ sından bakıldığında- bir şeyler ifşa et­
rini belirgin bir biçimde taşır. İttihat ve meyi amaçlar [Eagleton: 1 996 ] . Siyaset
Terakki Cemiyeti'nden, Kemalist Tek­ ise devlet işlerini düzenleme ve yürütme
Parti iktidarının kurulmasına (aslında sanatıyla ilgili özel görüş ve anlayış; ya
1 9SO'ye [ Zürcher: 1998 ] ) dek uzanan ve da kamu hukuku açısından "bütün bir
aralarında benzerlikler bulunan iki dö­ cemiyetin salah ve intizamı i çir-. ıltizam
nemin ideolojisi, devlet anlayışı, kamu­ olunan bir kısım hükümler" o iarak ta­
sal alana bakışı ve iktisadi aklın fonksi­ nımlanır. Siyaset bunlarla beraber " a t
yonel farklılaşımı tartışmayı şekillendi­ idare etme" manasına d a gelir [ Develi­
rir. Burada iki noktanın altını çizmekte oğlu: 1 998 ] .
fayda var: l deoloji ve siyaset. l deoloj i ,
çoğunlukla, göstergeler, anlamlar v e de­
1TT1HAT-TERAKK1 1KTIDARININ
ğerlerin bir egemen toplumsal iktidarın
KURULMASI VE lKTIDARIN lDEOLO]lSl
yeniden üretilmesine katkıda bulunma
tarzları anlamına gelir; aynı zamanda si­ 1 908-1 909 yıllarında l ttihat ve Terakki
yasal çıkarlar ile söylem arasındaki her iktidarı onu doğrudan ele almamış, onu
anlamlı konjonktürü de ifade eder. lde­ denetlemekle yetinmiştir. l ttihat ve Te­
olojik söylemler ile toplumsal çıkarlar rakki, 1909- 1 9 1 2 arasında "iktidar parti­
arasındaki ilişkiler, karmaşık ve değiş- si" diye tanınmakla beraber yine iktidar-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M I

da değildi; "hükümet" olmamıştı ya da


BiR KARARSIZLIK 1DEOL0]151:
olamamıştı. Ancak 1 908'deki gelişmele­
ÜÇ TARZ-1 SlYASET
rin ya da yaşanan sürecin katalizörü el­
b e t te i t tihat ve Terakki hareketidir. Kanun-u Esasi 1 876 yılında yürürlüğe
1 9 0 5 - 1 9 0 8 arasında Makedonya 'da ki kondu ve Meclis-i Mebusan 1877'de fiilen
devrimci-milliyetçi ortamın 1 ttihat ve Te­ göreve başladı. iktidarın denetlenebilmesi
rakki önderliği katında çeşitli heyecanlar fikri hayata geçmiş görünmekteydi. II Ab­
ol uşturmasına rağmen, hareket içerisin­ dülhamit tarafından kısa zamanda Kanun­
de Rum, Bulgar, Ermeni ve Makedon i Esasi'nin askıya alınması ve meclisin ka­
devrimci örgütlerinin sosyalizm üzerin­ patılması, denetlenmeye çalışılan iktidarın
den kendi milliyetçiliklerine yaptıkları 1 908'e kadar mutlaklaşacağı bir dönemi
göndermeler, l ttihat ve Terakki'nin bu başlattı. Abdülhamit'in muhafazakar mo­
hareketlerle mutlakıyete karşı kolektif dernleşmeci politikalan, bu mutlak iktida­
bir eyleme geçmesini engellemiştir. itti­ rın sonunu hazırlayacak olan kadroların
1 30 hat ve Terakki dendiğinde, onun ideolo­ ve hareketin beşiği oldu. ittihat ve Terakki
j isini anlatmakta kullanabileceğimiz ıiç hareketinin üyeleri ve sempatizanları, or­
tarz-ı s iyase t'in (Osmanlıcılık, lslamcılık dudan tıbbiyeye, mühendislik okulların­
ve nihayet Türkçülük'ten mürekkep bir dan idari mekanizmalarda görev alan bü­
kararsızlık ideolojisi) , içerisinde -yalnız rokratlara uzanan farklı unsurlardan olu­
sosyalist gelenekten beslenmek anlamın­ şuyordu. II. Abdülhamit rejiminin çok sı­
da değil, varolan iktidarın varlık koşulla­ kı bir denetim ve sansür uygulamasına
rını tamamen saf dışı bırakacak ideolojik rağmen hareketin oluşmasına kaynaklık
ve siyasal müdahale anlamında- devrim­ eden muhalefet düşüncesinin önü alına­
cilikten bahsetmek mümkün değildir. Bu mıyordu. Bu muhalefetin genç öğrenciler­
nedenle reel politik'in her an yeniden den ve subaylardan oluşması, yalnızca bir
üretilmek zorunda olduğu imparatorluk toplumsal kategori olarak gençlikle ilinti­
şartlarında, ideolojinin tek bir veçhesi lendirilemeyecek, kendilerinden bir iki
yoktur ki, ittihat ve Terakki'nin 1 9 13'te­ kuşak öncesinin hazırladığı fikri tartışma
ki darbeyle iktidarını mutlahlaştırdıgı dö­ ve düşünsel mirastan feyz alan ve devletin
neme kadar sabit kalmış olsun. Zaman devamlılığının sağlanabilmesinin yollarını
zaman Osmanlıcılığın kesif etkisi yani arayan bir kuşağın mücadelesi olarak de­
imparatorluğun ana unsurlarının birliği ğerlendirilebilir.
ya da varolan Müslüman kitleyi bir arada 1905-1908 arasında muhalefetin doru­
tutmaya ve mobilize etmek için halifeli­ ğa ulaştığı yer Makedonya, özellikle Sela­
ğin gücünü kullanmaya kalkışan bir ls­ nik idi. Selanik hem herşeyden haberdar
lamcılık anlayışı ve l 9 1 3'teki kesin ikti­ olmak için başkente çok yakın hem de ta­
darın başlangıcıyla birlikte siyasi, harsi, kibata uğramamak için başkentten yete­
iktisadi bir millilik zemininden hareket­ rince uzaktı. imparatorluk içinde faaliyet
le 1 9 1 8'den sonraya da (hatta bizzat bu­ gösteren ve ilk ortak noktaları II. Abdül­
güne) kalan Türkçülük poli tikaları. Yal­ hami t'in istibdatına karşı çıkmak olan
nızca hikmet-i hükümet fikrinin devam­ pek çok devrimci-milliyetçi örgüt Sela­
lılığı mıdır bunlara sebep? Bütün bir tar­ nik'i merkez olarak kullanıyordu. Zama­
tışma Osmanlı lmparatorluğu'nun beka­ nın en büyük işçi örgütü olan Selanik işçi
sına halel getirmeyecek bir yolun bulun­ Federasyonu'nun yaklaşık on bin taraftarı
ması ve devletin i /ıya edilmesi arayışının bulunuyordu [Haupt ve Dumont 1 977) .
sonucudur. Rum, Bulgar devrimci örgütlerinin önem­
li kadroları ve Ermeni örgüt temsilcileri
T T H A T Ç K T A N K M A Z M

Selanik'teydi. Şehirde Rumca , Bulgarca, hip oldu. Osmanlılık düşüncesi Tanzi­


Ladino, Fransızca olarak gazeteler yayım­ mat'tan beri, aydınlar ve hükumetler tara­
lanıyor ve Paris, Kudüs lstanbul gibi şe­ fından öne çıkarılmıştır. lttihat ve Terakki
hirlerden Ermenice gazeteler Selanik'e de, .Selanik'te gizli cemiyet olarak oluştu­
ulaşıyordu [ Minassian: 1999 ve Haupt ve ğu günden itibaren, bu fikre önem ver­
Dumont: 1 9 77 ] . G rupların ortak ya da miştir. Çok uluslu bir devleti kurtarmak,
özel toplantılarında sert tartışmalar cere­ yaşatmak ve gelişti rmek istediğinizde
yan ediyordu. lttihat ve Terakki önderli­ başka türlü düşünmeniz mümkün değil­
ğini fiilen Paris'teki gruptan devralanlar dir. Osmanlıcılık düşüncesinin o günler­
bu tartışmalara katılıyor, II. Abdülhamit de "lttihad-ı Anasır" diye bilinen bir açık­
yönetiminin devrilmesi, meclisin açılması laması vardır. " lttihad-ı Anasır" impara­
ve Kanun-i Esasi'nin yeniden yürürlüğe torluk sınırları içerisinde yaşamakta olan
konması için ortak bir mücadele platfor­ dini ve etnik/ulusal grupların birliği de­
munun imkanlarını araştırıyorlardı. Ka­ mektir. Selanik'teki tartışmaları göz önü-
bul etmek gerekir ki Selanik'te politik ne aldığımızda bu akımın gücünü, eşit bir 131
olarak güçlü olan sosyalist grupların, mil­ bir aradalık fikrine her zaman açık, diğer
liyetçilikleri ile de örtüşen bu üslupları l t­ unsurların hakkını teslim etmekle bera-
tihat ve Terakki üyeleri için o kadar heye­ ber Türk-Müslüman ahalinin "milli" şu-
can verici değildi. Onlar reel p olitikin urunu yükseltecek bir eritme potası ol­
önemine inanıyor, II. Abdülhamit iktida­ masından aldığını tasavvur edebiliriz. Bü-
rının devrilmesinden sonra devletin de­ tün milliyetçiliklerin eşit önemde olduğu
vamlılığını sağlayacak politikalar üzerine ancak varolan devletin herhesin devleti
kafa yoruyorlardı. Ancak bütün diğer olması sebebiyle korunmasının ve ihyası-
grupların gözünde de istibdata karşı ha­ nın herkesin boynunun borcu olduğu bir
zırlanacak bir eylemin en önemli figürü siyaset anlayışı. Çokuluslu bir imparator-
ittihat ve Terakki idi [ Dumont: 1 997 ve 1 ukta, genel yapıyı korumak/kurtar­
Adanır: 1997 ] . mak/sürdürmek umudu oldukça, egemen
Cemiyetin hiçbir zaman tek bir eksen ulusun -kendisininki de dahil- her türlü
üzerinde kesinleşemeyen ideoloj isinin ulusçuluğa karşı çıkması doğaldır. Böyle
kimyasını en iyi, 1904 yılında Yusuf Ak­ bir ortamda, ulusçuluk çözücü bir etki
çura tarafından kaleme alınan ve eleştiri­ yaratır. Bu bakımdan, daha lttihat ve Te­
leriyle birlikte Üç Tarz-ı Siyaset adıyla ki­ rakki'nin gizli bir dernek olarak kuruldu-
taplaştırılan makalede bulabiliriz. Bu ma­ ğu dönemde Türkçülüğe de eğilim duy-
kalede Yusuf Akçura Osmanlıcılık, lslam­ masına karşılık, devleti yönetme sorum­
cılık ve Türkçülük yollarından hangisinin luluğuna ortak -giderek de sahip- olunca,
siyaseten daha "yararlı" bir yol olarak se­ kendi ulusçuluğunu bastırmaya çalışması
çilebileceğini tartışır. Akçura'ya göre he­ kolay anlaşılabilir !Tunçay: 1 997 ] . Milli­
men hepsinin "yararlı" yanları kadar "za­ yetçiliğin özünü ıskalayan ve devletin ih­
rarlı" yanları da mevcuttur. Ancak Akçu­ yasının gö lgesinde kalan bu n a i fliğin
ra'nın gönlü denenmemiş yol olarak du­ 1909'dan itibaren yerini Türkçülüğe bı­
r a n Türkçü lük'ten y a n a d ı r [ Akçura: rakması hiç de tuhaf sayılmamalı.
1 99 1 ] . Akçura uygulanabilecek siyaseti Balkan Savaşı'na kadar "lttihad-ı Ana­
ta� uşırken, aslında farkında olmadan itti­ sır" politikası genel çizgileri i tibarıyla
hat ve Terakki'nin karmaşıklaşan ideoloji­ egemen politika olarak kalmıştır. Dahiliye
sini tarif etmektedir. Nazırı Halil Bey, bir konuşmasında "Va­
Cemiyetin kendi içinde Osmanlıcılık tan-ı Umumi" kavramını ortaya atmıştır.
her zaman güçlü bir taraftar kitlesine sa- Halil Bey'in açıklamasına göre Osmanlı
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M 1

imparatorluğu, geniş bir "Vatan-ı Umu­ hem zihni hem de siyasi olarak etkilemiş
mi"dir. Bu vatan sathında birçok dini ve anlamlı bir terkip ortaya çıkmaktadır.
etnik/ulusal grup (anasır) yaşamaktadır. Hem ittihat ve Terakki'nin hem de Ke­
Bunların söz konusu genel vatan içerisin­ malist iktidar döneminin en belirleyici
de yer alan kendi vatanları bulunmakta­ düşünsel akımı Türkçülük idi. Her iki
dır. Yani "Vatan-ı Umumi" birçok "Vatan­ d ö nemin Türkçülüğü hem d ö nemsel
ı Hususi " l eri i çermektedir. Kuşkusuz hem de siyasal olarak birbirinin devamı
böyle bir yaklaşım bir çeşit Osmanlı fede­ ya da biri sonrakinin hazırlayıcısı olarak
rasyonu düşüncesini de çağrışurmaktay­ sayıldı. Şunu kabul etmek gerekir ki, Os­
dı. Balkan Savaşı "iuihad-ı Anasır" politi­ manlı, devletini n �eka kaygısına çare ola­
kasının dönüm noktasıdır. ra.� öne çıkan Türkçülük 12 olilikaları ile
islamcılık, Tanzimat'tan beri süregelen ulus-devletin in�a. sürecinde JaçıJiyete ge­
ve 18. yüzyıl Batı aydınlanmasının karşı­ çirilen Türk. m.illiyetçiliği . aqısında. de­
sında "lslam terakkiye engel mi?" tartış­ vamlılıktan daha, fa�la farklılıklar söz kcı­
1 32 masıyla hep öne çıkan bir akımdır. Na­ nus.udur. Kemalist dönemin milliyetçilik
mık Kema l , Ali Suavi bu tartışmanın anlayışına daha sonra dönmek üzere l tti­
önemli figürlerindendir. Ancak ll. Abdül­ h a t ve Te rakki i ç i n d e tartı ş ı l a n v e
hamil'in panislamist politikaları nedeniy­ 1 9 13'ten sonra fiiliyata geçen Türkçülük
le lslamcılık tarih yazıcıları arasında da anlayışına ve uygulanan politikalara bak­
düşünsel performansından çok ideolojik mamız gerekir.
konumlandırmalarda yer bulabilmiştir. Balkan Savaşı'ndan sonra, ittihat ve Te­
Lakin lslamcılığın bir gelenek olarak icat rakki diktatörlüğünün yaptığı işleri anla­
edilmesi ve ön-milliyetciliğin en kuvvetli tabilmek ve anlamlandırabilmek için, ge­
bileşeni haline gelmesi il. Abdülhamit liştirilen ideolojiyi incelemek gerekir. Bu
döneminde olmuştur [ D eringil: 1 99 1 ] . amaçla da, Ziya Gökalp'in bir kitabının
Osmanlı lmparatorluğu'nun meşruiyet ze­ başlığındaki hedefler sırasını izlemek ye­
mini arayışına bir cevap olarak nitelendi­ rinde olur: Türlıleşnıeh, lslanılaşmah, Mu­
rilebilecek panislamizm siyaseti yalnız 11. ası r/aşmalı. i ttihat ve Terakki'nin 1 909
Abdülhamit'in deği l , i ttihat ve Terak­ Selanik K o ngresi'nden beri M erkez-i
ki'nin de siyasetini etkileyen güçlü bir Umumi üyesi olan Ziya Gökalp'in bu ki­
akımdır. Burada genel olarak lslamcılık tabı, 1 9 1 8 yılında yayımlanmış bulun­
düşüncesinin kendi içindeki seyrinden makla birlikte, 1913-14'te Türlı Yurdu der­
değil bu düşüncenin siyaseti nasıl şekil­ gisinde çıkan yazılarından · oluşmaktadır.
lendirdiğinden bahsedilmektedir. 11. Ab­ istanbul'da 3 1 Mart'tan ·önce, kültürel
dülhami t'in ıneşrniyet zemini aramak ve amaçlı bir Türk Derneği kurulmuş, fakat
Osmanlı halifesini dünyada "görünür kıl­ büyük bir ilgi yaralamamıştır. 1 9 1 1 Ağus­
mak" , dini motifler kullanarak tümüyle los'unda yine lstanbul'da kurulan "Türk
seküler bir dünya politikasına oynamak Yurdu Cemiyeti" ve ondan altı ay sonra
[Deringil: 199 1 ] şeklinde özetlenebilecek örgütlenen "Türk Ocağı" ise, çok daha
yaklaşımı, bir siyaset tarzı olarak luihal başarılı girişimler olmuştur. Bu değişikli­
ve Terakki'nin de gündeminde yerini al­ ğin başlıca nedeni , 1 9 1 0- 1 2 arasındaki
mışur. l nihal ve Terakki içinde Osmanlı­ Arnavut ayaklanması ve Trablusgarp Sa­
cılık, islamcılık ve Türkçülük, kau sınır­ vaşı dolayısıyla imparatorluğu olduğu gi­
larla birbirinden ayrılan kesimler tarafın­ bi sürdürme umutlarının kırılmasıdır.
dan temsil edilmemiştir. Özellikle lslam­ Akçuraoğlu Yusuf ve Ağaoğlu Ahmet bey­
cılık ve Türkçülük arasında devamlı bir lerin yönetiminde yayımlanmaya başla­
ilişki vardır ve bu ilişkiden, birbirlerini yan Tiırlı Yurdu dergisi, Türk ulusçuluğu-
T T H A T Ç K T A N K M A Z M

nun organı olarak, siyasal, ekonomik ve lirgindir. Özellikle 1 9 1 3'ten itibaren ikti­
kültürel alanlarda fikirler üretmiştir. Böy­ sadi hayatın Türkleştirilmesinde, milli ik­
lelikle, vatanı kurtarmak is teyenlerin tisat anlayışının yerleşmesinde fikirleriyle
uzun süredir üstünde direndikleri Os­ katkıda bulunmuştur. Friedrich List'in fi­
manlıcılık artık savunulabilecek bir alma­ kirlerinden yararlanarak "ulusal" burju­
şık olmaktan bile çıkmıştır. Üyelerinin vazinin yaratılması, dolayısıyla milli bi­
birçoğu Askeri Tıbbiye öğrencilerinden lincin taşıyıcısı olacak sınıfın ortaya çıka­
oluşan Türk Ocağı, doğallıkla ittihat ve bileceği imkanların hazırlanmasında milli
Terakki'ye yakınlık duymakla birlikte, iktisat anlayışının ittihat ve Terakki dev­
güncel siyasete karışmamaya çalışmıştır le tçiliğini b eslemiş olduğu aşikardır.
[ Tunçay: 1997 ] . Kendi kendini yetiştir­ "Milli iktisat" yaklaşımı Meşrutiyet döne­
miş bir aydın olan Ziya Gökalp [ Parla: minde Ul um-ı I lztisadiye ve Içtimaiyye
1 993 ] , Türkçülüğe geleneksel inanç siste­ Mecmuası, savaş döneminde ise Ilıtisadiy­
minden gelmiş, fakat eski değerlerini de yat Mecmuası adıyla yayımlanan dergide;
büsbütün terketmeyerek onları Türkçü­ buna ilaveten Tarh Yurdu ve Isldm Mec­ 1 33
lükle uzlaştırmaya çalışmıştır. muası çevrelerinde geliştirildi. Bu çevre
Gökalp, ulusların oluşumunu, Durkhe­ içerisinde Tekin Alp, Yusuf Akçura, Ah­
im sosyolojisinden esinlenen bir şemayla, met Muhittin ve başkaları ile birlikte Ziya
üç aşamalı bir sürecin sonucu diye görü­ Gökalp de bulunuyordu. Milli iktisat, sa­
yordu. Buna göre, dil ve ırk birliğine da­ vaş yıllarında ittihat ve Terakki'nin ide­
yalı kabile toplumundan, din birliğine olojik ögelerinden biri haline gelen, ulu­
y a s l a n a n ü m m e t e , o ra d a n d a kül tür sal bir ekonominin nasıl ve hangi şartları
(hars) ve uygarlıkla (medeniyet) tanımla­ gözeterek yaratılması gerektiğini vazeden
nan ulusa erişilmektedir. Dolayısıyla, Os­ ekonomik politikadır [ Toprak: 1 9 82 ] .
manlı devletinden bir Türk ulusunun "iktisadi vicdan'ın" tümüyle "kozmopo­
çıkması, bir önceki evrenin (katıksız bir lit" olduğunu telkin eden Manchester
laikleşmeden çok, lslamı ulusal bir dine Okulu'na karşı Gökalp, Yeni Mecmua nın '

dönüştürmek yoluyla) aşılmasını, ulusla­ 9 Mayıs 1 9 1 8 tarihli sayısında yayımla­


rarası uygarlığın benimsenmesini ve ulu­ nan "iktisadi Vatanperverlik" başlıklı ya­
sal kültürün geliştirilmesini gerektirmek­ zısında liberal ekonomik düşünceyi açık
tedir. Bu arada, Arap u l u s çuluğunun bir biçimde mahkum etmektedir. Ziya
uyanmaya başlaması üzerine, ittihat ve Gökalp "Milli iktisat" politikasının önüne
Terakki'nin onu frenlemek için, görünüş­ çok önemli bir hedef koymuştur: Büyük
te de olsa bir "lslam siyaseti" gütme ge­ Sanayi kurmak.
reksinimi duyduğunu belirtmek gerekir. Balkan savaşlarının sonucu olarak ağır­
(ittihatçılar, sonraları dış politikada da laşan dış borç yükü, endüstride daha faz­
ancak Türklerin yönlendirebilecekleri bir la dışa bağımlı hale gelmiş olmak, maliye­
lslam Birliği kozundan yararlanmaya çalı­ nin kontrol altına alınmak zorunluluğu
şacaklardır.) Ama aslında, Gökalp'in "ls­ milli iktisat politikalarının uygulanması­
lamlaşmak" dediği, lslam'ı, belirttiğimiz nın nedenleri olarak sayılır. Elbette bun­
üzere, ulusçu bir çizgide reforme etmek, l a r ı n h e r b i r i birer e tkendir. A n c a k
kamusal alandan çekmek ve ibadet dilini 1 9 09'dan itibaren daha fazla ağırlığını
Hı rkçeleştirmek gibi önlemlerle ulusal hissettiren milliyetçiliğin ve bir milletin
kültürü destekleyecek bir duruma getir­ icattan ihyaya doğru ilerleyişinin ve bu
mektir [ Parla: 1993 , Tunçay: 1997 ] . yöne uygun bir mali politika arayışının
Ziya G ökalp'in ittihat ve Terakki'nin sonucu olduğunu göz önünde tutmak ge­
Türkçülük anlayışı üzerindeki etkisi be- rekir. Kısaca, milliyetçilerin akl-ı baliğ ol-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

mayan bir milletin idamesini sağlayacak­ lece, Osmanlı toplumunun içinde bulun­
ları iktisadi politika arayışında, içe dö­ duğu ahlak buhranı "harp zenginleri" de­
nı:ik, korumacı bir iktisadi hayatın yara­ nilen yeni bir sınıfın doğuşuna neden ol­
tılması, yine imparatorluğun devamını muştu [Toprak: 1982, 1995a, 1995b ] .
sağlama politikalarının da bir sonucu ola­ Milli iktisat, ülke iktisadına çekidüzen
rak milli iktisat uygulamaları gündeme verilebilmesi için genel ahlak sorununa
gelmiştir. Ancak unutmamak gerekir ki en kısa sürede çözüm getirilmesini öneri­
milli iktisat politikası (lttihat ve Terakki yordu. Milli iktisat ancak ahlak sorunu­
devletçiliği), lttihat ve Terakki'nin 1 9 1 3'te nun çözüm bulduğu bir ortamda yeşere­
Babıali Baskını ile mutlak iktidarını sağla­ bilirdi. Ancak genel ahlak sıkı sıkıya mes­
masından başlayarak 1 9 1 8'de Cemiyet'in leki ahlaka bağlıydı. Osmanlı toplumun­
kendini feshetmesi ve önde gelen liderle­ da mesleki zümreler, diğer bir deyişle
rinin yurtdışına çıkmalarına kadar yani korporasyonlar ya da esnaf örgütleri yete­
beş yıl boyunca uygulanmıştır. O dönem- rince gelişmediği için mesleki ahlak oluş­
1 34 deki anonim şirketlerde Türk sermayesi­ mamıştı . Ülkede ahlakın yükseltilmesi
nin payı %3 iken, savaş sırasında çok sa­ için önce korporasyonların, "meslek sı­
yıda ticari ve sınai şirketin kurulması so­ nıfları "nın geliştirilmesi gerekiyordu. Ni­
nucunda 1 9 1 8'de %38'e çıkmıştır [ Key­ tekim Gökalp'e göre, iktisadi yaşamın en
der: 1992] . son aşaması olan milli iktisadı ulusal dü­
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Os­ zeyde örgütlenmiş esnaf korporasyonları
manlı toplumu her şeyden önce bir ahlak yönlendirecekti. Milli iktisat, cemaat ve
sorunuyla karşı karşıyaydı. Yusuf Akçu­ şehir iktisatlarını bütünleyecek, esnaf
ra'nın deyişiyle, "her yerde ve her zaman korporasyonlarmı kent düzeyinden ulus
olduğu gibi, Türk kapitalizması dahi, ilk düzeyine çıkarac aktı [ To p rak: 1 98 2 ,
devresinde kar ve zevkten gayri esas ve 1 995a, 1995b ] .
gaye gözetmemeye temayül ediyor"du. lt­ l tti hat ve Terakki, mutlak iktidarını
tihatçı çevrelere göre tüccarın aşırı fiyatla kurduktan sonra siyasal ve toplumsal bir
mal satışı, memurun yasadışı yollarla ti­ reform programı uygulamaya başladı. Bu
carete atılışı hep ahlak buhranından kay­ programın bir kısmı idari yapıda her şey­
naklanmaktaydı. Bu tür çarpıklıkları ya­ den önce de orduda reforma ilişkindi. Bu
sa, tüzük gibi mevzuatla önlemek olanak­ uygulama yaşlı subayların ordudan tasfi­
sızdı. lktisadi kargaşa belirli bir "teşki­ yesi ile başladı. Orduyu ıslah etme görevi
lat"la, güçlü bir "inzibat"la önlenebilir. bir Alman askeri heyetine verilmişti [Le­
Osmanlı "içtimaiyatçı"larına göre "teşki­ wis 1 993 : Zürcher: 1998 ] .
lat"ın kurulması , "inzibat"ın etkinliği, Taşra idaresinde reform yapmak için,
ulusu oluşturan "içtimai vicdan"ın gücü­ onu daha etkin kılacak girişimler d e ol­
ne bağlıydı. lktisadi buhrana çözüm geti­ muş, bir yandan da bir miktar ademi
recek unsur, bireyin vicdanı ve bu vicdanı merkeziyet getirilmişti. ittihat ve Terak­
denetimi, nüfuzu altında bulunduracak, ki'nin 1 9 1 3- 1 9 14'teki politikaları bu hu­
en ufak bir sapmaya şiddetle karşı koya­ susta önceki beş yılınkilerle bir tezat
cak olan ulusun vicdanıydı. Savaşın ne­ oluşturuyordu. Ademi merkeziyet politi­
den olduğu "artık değer"ler ya da o gün­ kaları her şeyden önce, lmparatorluğun
kü deyişle "fazla-i temettü"ler, ulus yeri­ en büyük azınlığı olan Arapları, yönetim­
ne bireyin çıkarına hizmet etmişti. Ahlak den yana kazanmayı amaçlıyordu [Kayalı:
yetersizliği toplumsal dengeyi bozmuş, 1 999] . Bu politikalar ancak kısmen başa­
ulusal sanayi ve ticaretin gelişiminde kul­ rılı oldu. Birçok Arap ileri geleninin ltti­
lanılan "artık" sefahate harcanmıştı. Böy- hatçıları desteklemesine karşı, eski ltti-
T. T H A T Ç L K T A N K M A Z M

hatçı subay Aziz Ali el-Mısri önderliğin­ lslamın dört ortodoks mezhebinin hü­
deki El Alıd (Yemin) türünden ayrılıkçı kümlerinden modern bir seçme üzerine
Arap örgütleri kışkırtıcılıklarını sürdür­ oturtulmuş bir aile hukuku getirdi. Ka­
mekteydi [ Lewis: 1993, Zürcher: 1998 ] . rarname gayrimüslimler için bazı özel dü­
Bir diğer husus , adliye v e eğitim sis­ zenlemeler içermekteydi [ Lewis: 1 993 ,
temlerinin daha fazla laikleştirilmesi ve Zürcher: 1 998]. Kadınların boşanma hak­
ulemanın konumunun biraz daha zayıfla­ ları genişletilmiş, ancak çokeşlilik yasak­
tılmasıydı. 1 9 1 6'da Şeyhülislam kabine­ lanmamıştı. 1 9 1 Tdeki Aile Yasası'na göre
den çıkarıldı ve ertesi yıl şeyhülislamın evlilikler hakim huzurunda sonuca bağla­
y e tki alanı her bakımdan s ı n ırlandı . nıyor ve evlenecek kadının (her ne kadar
1 9 1 Tde şer'iye mahkemeleri, (laik) Adli­ hakim istisnaları kabul edilebilecekse de)
ye Nezareti'nin denetimi altına verildi, 1 6 yaşın üzerinde olması gerekiyordu
medreseler Maarif Nezareti'ne tabi kılındı [ Lewis: 1993, Zürcher: 1 998 ] . Genç ka­
ve valııfları yönetecek yeni bir Evkaf Ne­ dınlar çeşitli seviyelerde sayıları artan
zareti oluşturuldu. Aynı zamanda medre­ okullardan yararlandılar. Dahası, ilköğre­ 1 35
selerin öğretim programı yenileştirildi, tim 1 9 1 3'te kızlar için zorunlu hale geti­
hatta Avrupa dillerinin öğrenilmesi zo­ rildi. Yüksek öğretime gelince, bu başlan­
runlu tutuldu [ Lewis : 1 9 93, Zürcher: gıçta öğretmen yetiştiren yüksek okullar­
1 998 ] . la (bunların sayıları 1 9 13'ten sonra hızla
Aile hukuku şeriatın nüfuz alanı olarak artmıştı) sınırlı kalmış, ama 19 l 4'ten iti­
kalmıştı, ancak lslami devletin bu son ka­ baren lstanbul Darülfünun'unda kadınlar
lesinde bile gedikler açılmıştı. 1 9 1 3'te Al­ için birçok kurs açılmıştı [Lewis: 1993,
man yasasını esas alan yeni bir miras ya­ Zürcher: 1998] .
sası uygulamaya konuldu. 1 9 1 Tde şer'iye Savaş dönemi koşullarında eksilen işş­
mahkemelerindeki yargılama usulünü gücünü takviye edebilmek amacıyla ve
düzenleyen bir yasa yürürlüğe girdi ve bir kadınları bu sürece dahil etmek üzere itti­
kararname bütün Osmanlı tebaası için, hat ve Terakki tarafından Kadınlan Çalış-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

tmrıa Cemiyeti kurulmuş, bu cemiyet sa­ ittihat ve Terakki'den Kemalist yöneti­


nayide istihdam edilecek kadınları bulma­ me miras kalan nedir? i t tihat ve Terak­
ya ve kadınların çalışma koşullarım düze­ ki'nin Türkçülüğü, ulus-devletin kurulu­
ne sokmaya çalışmışu [Zürcher: 1998 ] . şunda bu "projenin" hazırlık aşaması ola­
rak değerlendirilebilir mi? Kemalist dö­
KEMAUSTLERIN IKTIDARl: ITTIHAT nemin devletçiliği, lttihatçıların milli ilıti­
VE TERAKKl'NIN SÜREKLIUCI! sadı ile ne kadar örtüşmektedir? Osmanlı
modernleşmesinin otokrasi ve merkezi­
1 9 1 8 yılında Osmanlı imparato rluğu leşmeye yol açmış ve bu doğrultuda "yeni
müttefikleriyle birlikte Birinci Dünya Sa­ yönetici sınıf' olarak güçlü bir bürokrasi
vaşı'nda yenildi. Savaşın başlamasından yaratmış olmasının ürünü olan Jön Türk
bitişine kadar ittihat ve Terakki ve politi­ ideolojisinin ögeleri, Kemalizm'in Cum­
kaları tek başına iktidardaydı. Bu süre huriyet'le birlikte devraldığı düşünce mi­
içerisinde cemiyetin imparatorluk sınırla­ rasını meydana getirmekte (mi)dir? Jön
1 36 n içerisindeki örgütlülüğü arttı. Savaşın Türkler'in. "�evlet kurtarma" misyonuna
bitiminden i tibaren geri çekilmeler, ter­ bağlı olara� ve bü�okrasinirı kendi konu­
hisler sırasında örgütlülük mümkün mer­ mu gereği "muhafazakar" bir özellik gösc
tebe muhafaza edildi. Savaşın son dönem­ teren düşünce yapısı, KemalizI11 de ne .ö l­
lerinde etkili bir güç olan Milli Müdafaa çüde değişmiştir? [Köker: 1 993]
Cemiyeti, lttihat ve Terakki'nin Karakol Bu sorulara cevap verebilmek için Ke­
Cemiyeti ve Teşkilat-! Mahsusa araçları­ malist modernleşme ideoloj isinin daya­
nın yanı sıra önemli bir silahtı. 1919 yı­ naklarından biri olan Ziya Gökalp'in fik­
lından i ti baren topl anmaya başlayan riyatına yeniden gözatmamız gerekir.
kongreler sürecinde, bölgesel direniş ör­ Tü rh leşmelı, lslamlaşmalı ve Mııas ı rlaş­
gütlerinin ortaya çıkmasında, Anadolu'ya malı arasındaki geçişliliklerdeki durum
insan naklinde bu örgütler etkili bir şekil­ kısaca şöyledir: Gökalp, ideolojik formü­
de çalıştılar [ Zürcher: 1995 ] . Cumhuriyet l ündeki üç öğe arasında herhangi bir
dönemi tarihi yazılırken bu dönern baş­ uyumsuzluk olmadığını, tersine bunların
tan sona 1 9 19 Mayıs'ından itibaren ani­ birbirini tamamlayıcı olduklarını ileri
den ortaya çıkmış bir direniş harek.etinin sürmekle birlikte; gerçekte, imparatorlu­
.
ve bu har eketin .her ş eyi baştarı planlan­ ğun sona eriş süreci içinde, din etkeni de
mış liderinin yani Mustafa I<.emal'in de� giderek önemini yitirecektir. Muasırlaş­
hası sayesinde ulaşılmış bir "kµrtuluş"tan ma'nın ise, Batı'ya (Garb'a) yönelmek an­
bahsedilir.. M illiyetçi bir tarih yazımının, lamına geldiğinden şüphe edilemez [Par­
genesis'ini ararken sıklıkla yaptığı tahri­ la: 1 993 ] . Zamanla, bu çağdaşlaşma bo­
fatlardan biridir bu. ittihat ve Terakki'nin yutu diğer öğelere ağır basacak, hatta ls­
1913-1918 arasındaki bütün düşünsel au­ lam boyutuyla çatışmaya bile girecektir.
rasını teşkil eden milliyetçilikten geriye Türkçülüğe gelince, onun en azından ,
kalanlarla, Türkiye Cumhuriyeti ulus­ dilde arılaşma ve halka yaklaşma yönün­
devletinin kendi milliyetçilik perspektifi de bir hareket yaratmaktan, ekonomide
arasında cereyan eden çekişmenin sonu­ dünya kapitalizminin sömürücü etkisini
cudur. 1926 yılında lzmir Suikasti baha­ fark etmeye değin, çeşitli alanlarda yeni
nesiyle tasfiye edilen ittihat ve Terakki bir bilinç uyandırılmakla, çağdaşlaşmaya
yöneticileri dışında, lttihatçıların büyük yardımcı bir işlev yerine getirdiği söyle­
bölümü CHF içinde yer almış, ulus-dev­ nebilir. Çağdaşlaşmanın, o günkü koşul­
letin politikacıları olarak siyasi hayatları­ larda, Batılılaşma, hatta Avrupalılaşma
nı sürdürmüştür. diye anlaşılması doğal olmakla birlikte,
T T H A T Ç K T A N K M A Z M E

bunun yolunun Avrupa devletlerine rağ­ bir ulusun toplumsal yaşamlarının


men, o nl arla mücadele ederek onlara "uyumlu b i r bütünlüğünü" , uygarlıksa,
benzemekten, onlar gibi olmaktan geçe­ aynı uygarlık grubuna (medeniyet daire­
ceği de açıktı . Avrupalılar da Osmanlı sine) dahil olan çeşitli ulusların " toplam"
devletini çağdaşlaştırmak istiyorlardı; yaşamlarını temsil ediyordu. Akıl ve bi­
ama o nların asıl amacı , ç eşitli azınlık lim ise, birleşme noktalarıydı. Bunlar "bi­
gruplarını kullanarak nüfuz bölgeleri reysel iradeler" tarafından, "yöntem yo­
kurmak ve pekiştirmekten, paylaşıma luyla" yaratılıyor, kültür ürünleri ise ulu­
hazırlanmaktan ibaretti [Tunçay: 1997] . sal vicdanın esin kaynağından doğal ola­
Ziya Gökalp'in Bau'yı algılayışı Abdul­ rak türüyordu. Ne var ki, uygarlık öğele­
lah Cevdet'in fikirlerinden beslenmiştir rinin bir kültüre eklenmesi, sadece istek
[Parla: 1993 ] . Ancak bu beslenme, rnilli­ ve iradeye bağlı değildi [ Parla: 1 9 93 ] .
yetçiliğin temel ç el i şkilerinden birisi "Garba Doğru" (1923) adlı yazıda da be­
olan, Bi:ıtı'yi:ı öykünme ve ayl1ı zamanda lirttiği gibi, her kültür "farklı bir mantığa,
ona karşıtıh:ıı.a makasmdan kıift:ülabilmiş farklı bir estetiğe, farklı bir dünya görü- 137
değildir. . M illiyetçi söylerr1 gereksinim şüne" sahipti ve herhangi bir uygarlık
duyduğu ideolojik seçim ilkesini "maddi­ ögesi mekanik bir şekilde bir kültürün
yat" ve "maneviyat" arasında bir ayırım içine sokulamazdı. Gökalp bunu Tanzi-
yaparak üretir. Milliyetçi söylemde maddi mat eleştirisinde de ortaya koymuştu:
kültür alanı ussallaştırması ve dolayısıyla Tanzimat, ulusal halk kültürüne aykırı
geleneksel kültürden arındırılması gere­ olduğu halde, Batı uygarlığının dış görü­
ken bir alan olarak görülür. Milliyetçili­ nüşlerini uyarlamıştı [Parla: 1993 ] .
ğin asıl sorunu modernliği kendi ulusal Kemalistler ve lttihatçılar arasındaki en
egemenlik projesi ile bağdaştırabilmektir. bı1yük kopı.ışu imparatorluktan ulus"dev­
Bu nedenle, Bau'dan alınacak ögeler yal­ lete geçişte yaşanan düşünsel çerçeve de­
nızca maddi kültür alanıyla, yani bilimsel ğişikliğinde aramak yanlış olmaz. lttihat.­
ve teknolojik bilgilerle sınırlı bırakılmalı­ çıların devleti. kurtarmak, ihya etmek a�.­
dır. Kültürün manevi özü Batı tarafından zuları Birinci Dünya Savaşı sonunda fiilen
'kirletilmemelidir' [ Chatterj ee: 1 997 ] . sona ereken, Kemalist yönetim ulus-dev­
Türk milliyetçiliğinin uğrakları arasında letin inşasına yöııelmişttr. Bu süreç yalnız
yer alan Ömer Seyfettin'in kimliğinde milliyetçilerin bir milleti yaratmaları sü­
keskin bir şekilde ortaya çıkan bu hal, da­ reci değildir kuşkusuz. Ulus-devletin ku­
ha rafine bir halde G ökalp'te de görül­ rulmasına yardım eden ve protomilliyet­
mektedir. çilikler olarak tarif edebileceğimiz düşün­
Ziya Gökalp'in Türlıçulfığuıı Esasları sel bir hazırlık Tanzimat döneminden iti­
isimli eserinin bir bölümünde, kültür ve baren varolmuştur. İttihat ve Terakki tara­
uygarlık tanımlarına, yeni bir yorum ka­ fından çeşitli dönemlerde öne çıkarılan
zandırılmıştı. Bir ulusun "toplumsal ya­ Osmanlıcılık, lslamcılık ve Türkçülüğe
şamları" , dinsel, ahlaki, dilsel, siyasi-hu­ karşı, Kemalist yönetimin en azından Mi­
kuki, ekonomik, düşünsel ve bilimsel ya­ sak-ı Milli bir zorunluluk olarak. belirdik­
şamlardan oluşmaktaydı. Aslında bunlar­ ten soma [Tunçay: 1976] .daha rôi!dikal bir
dan son ikisi, Gökalp'in kendi kavramsal­ şekilde ulµs�d.eyletin iı;ışasınôi! yönelc!iği
laştırmasına göre, kültüre değil, uygarlığa iddia.. edilebilir. Savaş sonrası düşünüldü­
ait kategorilerdi. Ancak, halkın adetleri­ ğünde, varolan sınırlar içerisindeki insan­
ne, yani ulusal kültürün gerçek kaynağı­ ları yaşatmaya çalışmanın, onları bir ulu­
na uyum sağladıkları takdirde, ulusal kül­ sun parçası haline getirmenin ve şekillen­
türün öğeleri haline gelebilirlerdi. Kültür dirmenin, iktisadı bir sosyal inşa progra-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M 1

mı olarak ele almanın önemine dikkat çe­


kilebilir. Ancak bunların Kemalist tarih
yazımı tarafından baştan itibaren planlı
bir hareketin sonucu olarak vazedilmesi­
ne kapılmamak gerekir.

KEMALiZM

Kemalizmi b içimlendiren tartışmalar,


Kurtuluş Savaşı sırasında siyasal rejim so­
rununa aranan cevaplarla ortaya çıktı .
Kemalizm, 1930'larda kesin biçimini ka­
zanmakla beraber l 922'den itibaren Ziya
Gökalp'in "hars" ve "medeniyet" ayrımın-
1 38 dan beslenen topyekun ve ödünsüz bir
modernleşme ideolojisine sahiptir. Bu ne­
denle lttihat ve Terakki döneminde görü­
len seküler hukuk reformları, şer'i mah­
kemelerin birçok bakımdan Adliye Neza­
retinin denetimine sokulması, yargı birli­
ğine doğru gidilmesi, din mekteplerinin
Maarif'e devri, vakıfların ıslah edilmesi,
yararsız hale gelen evkafın değiştirilmesi,
hatta genel bütçeye aktarılması gibi refor­
mist uygulamaların karşısında Kemalist J ö n Türkler için s o nuçta önemli olan
iktidar tarafından bu ve benzeri kurumla­ devletin güçlenm�si ve. bekasıydı; d e.�
rın lağvı, yenilenmeleri, en önemlisi ka­ mokrasi (veya "Meşrutiyetçilik" ya da
nunların sektiler Batı hukukuna uygun "ulusal egemenlik" ) bu amaç için bir.
hale getirilmesi söz konusu olmuştur. araçtı, amacın kendisi değildi [ Lewis:
Kemalis t yönetim de, aynı ittihat ve 1 993, Zürcher: 1 998 ] .
Terakki'nin mutlak iktidara sahip olma­ Kemalist reformlar, 19 13-1918 yılların­
sından sonra yaptığı gibi, Anadolu'daki daki reformlar gibi, toplumu laikleştirme­
direniş hareketi sonuca vardıktan sonra, yi ve modernleştirmeyi amaçlıyordu. Ey­
bir reform programına girişmiş olan oto­ lül 1 925'te tehlıe ve zaviyeler kapatıldı ve
riter bir yönetim biçimi kurdu. ittihatçı kasım ayında fes yasaklandı; yerini Batı
dönemin de Kemalist dönemin de otori­ tarzındaki şapka ya da kep aldı. Bu giri­
ter milliyetçi aşamaları, azınlık topluluk­ şimler halkın inatçı direnişiyle karşılaştı.
larının, ilkinde Ermenilerin ikincisinde Telılıe ve zaviyeler Müslümanların günlük
Kürtlerin, acımasızca bastırılışlarına da yaşamında önemli bir rol oynamaktaydı
sahne olmuştu. Bu da şu izlenimi uyan� ve şapkaya Hıristiyan Avrupa'nın bir sim­
.
dırıyor ki, Jörı Türk hareketinin bu her gesi gözüyle bakılıyordu. Bu direnişi bas­
.
iki aşamasırıda, reform hızı daha yavaş­ tırmada lstiklal Mahkemeleri kendilerine
tan oları bir d�nıokratik sistemle, kökten düşen rolü oynadı. Takrir-i Sükun gere­
önlemler için daha çok 9lana.ğa. sahip bir ğince yaklaşık 7500 kişi tutuklandı ve
o t�riter �istem arasnıda bir tercih yap; 660 kişi idam edildi [ Lewis: 1993, Zürc­
m. ak .. söz konusu olduğunda, sonunda her: 1998 ] .
ikinci seçenek galip gelınekteydi, çünklj l 926'nın ilk yarısında Avrupa takvimi,
T T H A T Ç K T A N K M A Z M

lsviçre medeni yasası ve Mussolini l talya­ dönüşüm, devrimci olmayan, hızlandırıl­


sı'nın ceza yasası kabul edildi. Bankacılık mış evrimci değişmedir; "inkılap, tedrici
kesimini yeniden yapılandıran bazı yasalar mahiyette olan şuursuz tekamülün ani
meclisten geçirildi ve ordu içinde kullanıl­ bir hamle ile Şuurlaşmasından başka bir
ması hariç (Bey, Efendi, Paşa gibi) resmi şey değildir." Toplumun "yapısı"ndaki bir
olmayan unvanlann hepsi kaldırıldı. değişmeyi izleyen zihniyet değişmesine
Kemalistlerin yeni büyük girişimi aile örnek olarak Gökalp, Türk milliyetçiliği­
hukukunun tam laikleştirilmesiydi; dini nin ancak Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen
nikahın ve çokeşliliğin kaldırılmasıyla dönemde çok-dilli imparatorluğun dağıl­
halkın günlük yaşamına müdahale edil­ masından sonra, toplumun homojenleş­
mekteydi. Toplumun laikleştirilmesinde mesiyle temel kazanmasını vermektedir
de çok daha ileri gidildi. Reformun giyim [Parla: 1993 ] .
kuşam yönünün, bu denli önemli bir rol Kemalist ideoloji v e pratiğe yakından
oynamış olması, ta 11. Mahmut'un hiz­ bakıldığında dinin belirleyici bir faktör
metkarlarının Batı tarzındaki yeni ünifor­ olarak, milli kimliğin içerisinden atılma­ 1 39
maları, fesleri ve lstanbulinlerine kadar dığı görülür. Cumhuriyet'in ilk kuruluş
uzanan bir geleneğe uygun düşmektedir yıllarında, Kemalist tavır açıkça dinin be­
[ Lewis: 1 993, Zürcher: 1998 ] . lirleyiciliği altında kalmıştır. Bu noktada
Kemalistler tıpkı kendilerinden önceki Lozan A ntlaşması sonrasındaki n ü fus
ittihatçı reformcular gibi gerçek bir sos­ mübadelesi bağlamında, azınlık kavramı­
yoekonomik devrim ya da reform progra­ nın ısrarlı Müslüman-gayrimüslim teme­
mının önünü açmayı birdenbire durdur­ linde tartışılmasını dayatan pratikleri ve
du. Ülkedeki mülkiyet ilişkilerini değiş­ hatta ikinci Dünya Savaşı sırasında uygu­
tirmek için herhangi bir girişim olmadı lanan Varlık Vergisi faciasını da gözönün­
[Zürcher: 1 998] . de tutmak gerekir.
Gökalp düşüncesinin en önemli ayak­ Kemalist politikalara ilişkin bu örnek­
larından biri olan solidarizmin güçlü et­ lere ek olarak, Atatürk'ün kendisinin de
kisi Kemalist halkçılık ilkesini beslemiş dini din olarak reddetmediğini, fakat da­
ve belirlemiştir. Solidarizmin etkisinin it­ ha çok en makul ve en tabii bir din, bu
tihatçı gelenekten beri süregeldiğini -en yüzden de son din olan lslamiyetin içine
azından Kemalist yönetimin uygulamala­ sonradan hacı-hoca takımı tarafından ka­
rına bakarak- söylemek acele karar ver­ tıştırılmış hurafelerle mücadele etmeyi
mek olur. Daha önce de belirtildiği gibi hedeflediğini söylemek mümkündür. Bu
Türkçülüğün 1 9 1 3 - 1 9 1 8 arasındaki uy­ nedenle medrese öğretimine karşı çıkan
gulanışı aceleci ve sorunu bir an evvel Atatürk'ün, herkesin dinini öğrenmesinin
çözmeye yöneliktir. Kemalizmde yer eden doğal bir hak olduğunu, bunun yerinin
milliyetçi düşünce, solidarizmi de ulus­ ise bundan böyle "mektep" olacağını be­
devletin inşasında bir katman olarak göz lirttiği de bilinmektedir. Karşı çıkı lan,
önüne almış tır. Böylel ikle bir yandan açıkça, yozlaşmış ulema ve hacı-hoca ta­
halk ile ulusun eşitlenerek halkçılığın kımının kişisel iktidara bağlılığı alışkan­
milliyetçilikle yer değiştirmesine ve Ke­ lık haline getirip, dini kendi kişisel çıkar­
malizmi benimseyen "kentli-bürokra­ ları için kullanmalarıdır. Kemalizm, daha
st' 11in "genel (milli) irade"yi .temsil ettiği­ çok, yeni devletin varlık temelini ve man­
ni düşünınesine; diğer yandan da ".sınıf­ tığını ifade edici bir bir ideoloji oluştur­
sızlık" anlayışına uygun olarak tek-parti ma amacındaydı ve bu da, dinsel kurum­
rejiminin 111 eşrulaştırıl111asına zemi n oluş­ lar ve pratikler üzerinde kurumsallaştırıl­
.
turmuştur [ Köker: 1993 ] . Gökalp'e göre mış devlet denetiminde en güzel örneğini
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M 1

bulmaktaydı [ Köker: 1 995 , 1 996 ] . islam ha spesifik noktalardan bakıldığında, ör­


dininin dünyevi olanla, uhrevi olan ara­ neğin milliyetçilik konusunda, ittihatçıla­
sındaki geniş kapsayıcılığı ve belirleyicili­ rın kendi kararsızlık ideolojilerinin bir
ği genelde Türk milliyetçiliğinin temel dayanağı o l a n m i lliyetçiliğe kurtuluş
paradokslarından biri olarak kaldı. ümidi olarak sarıldıklarını , Kemalistlerin
Kemalist laiklik anlayışı iktidarın dün­ ise milliyetçiliği kendi modernleşme ide­
yevileşmesi açısından ittihat ve Terak­ olojilerinin asli unsuru saydıklarını söyle­
ki'den farklılık göstermektedir. ittihatçı­ mek abartılı olmaz. iktisadi akıl konu­
ların devletin bekasını gözeterek ve hal­ sunda benzer göründükleri noktalarda ise
kın mobilizasyonu sağlamak açısından farklılık şurada yatmaktadır: ittihat ve Te­
müracaat ettikleri uhrevi gücün yeryü­ rakki için iktisadi hayatın Türkleştirilme­
zündeki temsiline karşı, Kemalist iktidar si, yine devleti kurtarmak fikriyle bağlan­
laikliği hem reformların bir gereği olarak tılı olarak, üzerinde yükselecekleri bir sı­
sunabilmiş, iktidarı görünür kılmış hem nıfın varedilmesi gereğine sıkı sıkıya bağ­
1 40 de kendi iktidarının muhaliflerine karşı lıyken, Kemalistler bizatihi ulus-devletin
güçlü bir koz elde etmiştir. Hukukun se­ asli sahipleri olarak iktisata hem bir sos­
külarizasyonu, aile hayatının düzenlen­ yal inşa aracı olarak bakmışlar hem de
mesi, kamusal yaşamın şekillendirilmesi yalnız maliyenin değil piyasanın da ulus­
sırasında Kemalist elitin dayandığı Batılı­ devletin arzularına göre şekillenmesini is­
laşma, milliyetçilerin rn uassır medeniyet temişlerdir. Modern ekonomilerin prob­
seviyesine çıkma özlemlerine yoldaşlık lemleriyle karşı karşıya gelişin temposu
eden güçlü bir ideolojik bileşendir. Bu giderek artarken, bunun Osmanlı iktisat
nedenledir ki, siyasal-kültürel ayrımının d üş ü ncesine yansıması p o zi ti f iktisat
ötesinde bir bütün olarak Kemalizm 1 9 . mantığına bir dürtü vermekten çok ikti­
yüzyıl pozitivizminin izlerini ısrarla taşı­ sat siyasalarında yoğunlaştı demek, bu
makta, devleti merkezileştirmek ve bunu açıdan Osmanlı klasik döneminden i l .
gerekirse (ki hep gerekir ! ) totaliter bir Abdülhamit'e, oradan da lttihat ve Terak­
anlayışla yapmak konusunda ittihat ve ki aracılığıyla Kemalist cumhuriyete dev­
Terakki'nin düşünsel mirasına varis ola­ reden iktisadi akıl mirasının tarifinde ol­
bilmektedir. dukça anlamlıdır [Sayar: 1986] .
l 930'ların sonunda ekonomide ortaya

SONUÇ çıkan kaynak kaçağı, devletçilerin devlet


yatırımlarını, daha çok genişletmesini en­
imparatorluğun devamım sağlamak için gellerken, devlet ve özel sektör arasındaki
ittihat ve Terakki ile, ulus-devletin inşası­ önceleri ılımlı olan rekabeti bir çatışmaya
na girişen Kemalizm arasındaki sürekli­ çevirdi. Tarımdaki genişlemeden kaynak­
liklerin politika yapma tarzındaki benzer­ lanan büyüyen bir fazla elde edildiğinde
liklerden kaypaklandığını, ke.sintilerinse " p o z i t i f t o p l a m l ı " o y u n , daha s o n r a
ideolojik oldu ğunu belirt1T1ek gerekir. 1 930'ların sonlarında dünya ekonomisi
Devletin .korunması -he!Tl imparatorhık bağlamında, bu büyüyen fazla ekonomi
söz konusu olduğunda hem de Kemalist­ dışına sızmaya başlayınca, sıfır toplamlı
ler için ulus-devlet bahsinde- önemli bir bir oyuna dönüştü. Bu kaynak çekilişi, fi­
siyasal argümantasyondur. Bunun mo­ ziksel randıman ve diğer alanlarda pazar
dernleşmeyi ideolojikleştiren Kemaliz!Tl için üretim yapan iki bağımsız sektörün
ile devletin ihya edilmes.inde bir araç ola­ birarada bulunmalarını zorlaştırdı. Özel
rak . gören ittihatçılık arasında salınacak birikime karşı tavır alınmamış olsaydı, bu
bir tartışma olması önemlidir. Ancak da- artığın eksikliği emek ve sermaye arasın-
T T H A T Ç L K T A N K M A Z M

da iktisadi çekişme sonucunu getirirdi. sine tabi tutulacaktır [Alkan: 1 998 ] . Çün­
Bu fazlanın kıtlığı ortamı tipik olarak, kü " Hususi mesai ve faaliyeti esas tut­
özel sermayeye karşı devletçi politikanın makla beraber mümkün olduğu kadar az
belirsizlikleri, emeğe ilişkin belirsizlikleri zaman içinde milleti refalıa ve memlelıeti
azalttı. Örgütlenme biçimlerini değiştir­ mamuriyete eriştinııeh için milletin umumi
me olanaklarının olmadığı kabul edilirse, ve yühseh menfaatlerirıin icap ettirdiği iş­
yapısal destekler (bu durumda iktisadi ) lerde bilhassa ilıtisadi sahada Devleti fiilen
ortadan kalkmaya başladığında devletçi alalıadar e tınelı mühim esaslar"dandı
politikaların otoriterliği arttı. Devlet sana­ (abç) [Lewis: 1993 ] .
yisinin , bölgesel gelişmenin "kutup"ları Ticaret Odası konusundaki uygulama
olarak düzenlendiği için, bunlar yeni ikti­ aynı şekilde diğer sosyal sınıflar katında
sadi faaliyetler, istihdam ve sosyal hiz­ da gözlemlenmektedir. Paternalizm ve ça­
metler için merkezler yarattı [ Bi nek: lışma şartlarının korunması 1 936 lş Ka­
1995 , insel: 1996] . nunu'yla tüm işgücü için genelleştirildi.
Gökalp'in solidarizminin Kemalist dö­ Bu kanun, grevleri yasa dışı kabul etti, 1 41
nemde hayata geçebilmesi hem devletin düzenli maaşları garantiledi ve çalışma
bu ideolojisiyle hem de iktisadi gereklilik­ koşullarını iyileştirdi, lokavtları yasakladı
lerle açıklanabilir. Kemalist ideoloji hem ve emeğin politik haklarını sınırladı. Ma-
devleti hem de devletin milletini şekillen­ aşlı ve ücretli işçilerin yarısı devlet maaş
dirirken siyasal süreçleri devamlı kontrol bordrolarına bağlıydı: Dolayısıyla, bu ya-
altında tutmaktadır. ittihat ve Terakki dö­ sal düzenlemenin uygulanması mümkün
neminden devralınan düşünce mirasının oldu. Bu iş kanunu, devletçi partinin ra-
bir parçası olarak, Kemalist iktidar tara­ kip saydığı diğer iki iktisadi sistemden
fından taşınan toplum anlayışının en açık kendini ayırmaya çalışan çabalarıyla, bir
örneğini Ticaret Odası'na karşı yapılan başka yasal düzenlemeyle birlikte ortaya
uygulamada görebiliriz. II. Meşrutiyet'in çıktı: "liberalizm" bir grup insanın yararı-
ilanı sonrasında Ticaret Odası'nın üye nadır ve sınıf ayrımlarına ve çatışmaları-
kompozisyonu içinde yabancı ve azınlık­ na yol açar; "sosyalizm" ise sınıflara bö-
ların ağırlık taşıması (çünkü o dönemde lünmüş bir toplum teorisini kabul eder
Ticaret Odası'na üye olmak için Osmanlı ve bir sınıfın diğeri üzerinde egemen ol-
yurttaşı olmak gerekmiyordu), ulusçu bir duğunu iddia eder. Bu kanun, 1 938 yılın-
ideoloji ve taban oluşturmak kaygısındaki da politik özgürlüklerin daha fazla kısıt-
ittihat ve Terakki cemiyeti/fırkasını, çok lanması ve herhangi belirli bir sınıf çıka-
büyük çoğunluğunu Müslüman/Türk rını savunmayı amaçlayan bir politik ör­
üyelerin oluşturduğu ve /veya oluşturul­ gütlenmenin yasaklanması sonucunu ge-
ması için teşvik edildiği esnaf cemiyetleri­ tirdi. Bu sınırlayıcı yasal düzenleme, belki
nin kurulması için çabaya yöneltmişti. Es­ de devletçi iktisat politikasının içsel geri-
naf cemiyetleri 1932 yılına kadar toplam liminin ilk işaretiydi. Parti haline gelmiş
1 26 adet olmasına rağmen (hiç kuşku devletçi ekonomide, belirli uluslararası ti-
yok ki bir kısmı kendiliğinden kapanmış, caret şartları tarafından içsel gerilimler
bir kısmı da kapatılmıştır) , 1932 yılında şiddetlendirildi [Binek: 1995, ] .
faaliyette olan esnaf derneği sayısı yalnız­ Il. Meşrutiyet'in ilanından, savaş yılları
ca 36 tanedir. Kısaca, tek-parti döneminin dahil, 1 920'lerin ortasına kadar toplumun
örgütlenme konusundaki anlayışından es­ örgütlenme refleksi had safhadayken, Ke­
naf cemiyetleri de ayrı kalmayacaktır. Es­ malist yönetim bu örgütlerin büyük bir
naf cemiyetleri Esnaf Murakıblığı adında­ bölümü arzularının CHF tarafından yeri­
ki resmi kurumun sıkı denetimi ve idare- ne getirildiği gerekçesiyle kapatmıştır.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M I

Milliyetçiliğin en önemli mobilizasyon şekliyle oldukça nettir: "l ttihad ve Terak­


araçlarından Türk Ocakları ve uzun dö­ ki Fırkası namına teşrik-i mesai için hiç­
nem Osmanlı kadın hareketinin etkili ör­ bir teklif almadım. Esasen bugün kimse
gütlerinden olan Türk Kadınlar Birliği lttihad ve Terakki Cemiyeti veya Fırkası
[ Çakır: 1996] de aynı gerekçelerle kapa­ namına hareket etmek selahiyyetini haiz
ulmıştır. Devlete bakan lttihatçı gözlerle, değildir ki bana böyle ve bu namda bir
toplumu şekillendirmeye çalışan Kema­ müracaat vaki' olabilsin. Çünkü herkes­
listlerin aralarındaki farklar bu noktalar­ çe ma'lüm olduğu üzere mezkür cemiyet
da ortaya çıkmaktadır. mütarekenin ferdasında o vakilki lttihad
jön Türkler, ittihatçılar ve Kemalistler ve Terakki merkez-i umumisinin dave­
kendi hareketlerini ve ideolojilerini dev­ tiyle merhum Talat Paşa'nın riyaseti al­
rim ve devrimci (yani ihtilal ve ihtilalci) tında akdedilen kongresi kararıyla Te­
olarak nitelendirmemişlerdir. Kendileri­ ceddüd Fırkası'na inkılab etmiş ve bütün
ne yakıştırdıkları terimler inkılap ve in­ hukuk ve emvalini mezkür fırkaya dev­
1 42 kılapçıdır. Hepsi de temelde ihtilalden rederek lttihad ve Terakki namının tari­
sakınan ideolojik pozitivistler oldukları he tevdi' edildiğini ilan etmişti. Vaktiyle
için, sosyal ve siyasal değişimin ve ilerle­ zaten birçoğumuz o cemiyetin müessis
menin "düzen ve birlik içinde" olmasını veya a z a s ı n d a n b u l u n u y o r d u k . S o n
savunmuşlardır. lşin içine sınıf çatışma­ kongresi kararıyl a tarihe intikal eden
larının karıştığı, belli toplumsal ve eko­ mezkur cemiyetin müntesibleriyle bila­
nomik ilişki ve kurumların yıkıldığı ger­ hare teşekkül eden Tec eddüd Fırkası
çek bir devrim anlayışı değildir onların­ mensublarının kısm-ı küllisi büyük mil­
ki. Onların kastettiği ve amaçladığı, bir letimizin azm-i bülendinden doğan Ana­
"milli burjuvazi yaratmak" , üstelik siya­ dolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemi­
sal kurumları ile de liberal değil, korpo­ yeti'ne iştirak ve iltihak etmiş ve bu ce­
ra tis t bir burjuva toplumu yaratmaktı. miyetin programını kabul eylemiştir" .
Bir bölümünde ikircikli ya da eğreti bir Mustafa Kemal'in, Anadolu'daki direni­
Fransız devrimi retoriği vardıysa da, (. .. ) şin ö nderliğinin kendisine ittihat ve Te­
egemen ideolojileri yalnız postliberal de­ rakki temsil cileri tarafından ö nerilip,
ğil, değişen açıklık derecelerinde antili­ önerilmediği ile ilgili sorulan bir soruya
beral bir korporatist kapitalist ideolojiydi verdiği bu cevap daha dikkatli okundu­
[ Parla: 1993 ] . ğunda, ittihatçılıktan Kemalizme uzanan
Kemalistler açısından, i ttihat ve Terak­ yolun, ikisi arasındaki benzerlikler ve
ki ile ilişkileri resmi söyleme yerleşen farklılıkların iyi bir özetidir. O
Prens Sabahaddin ve llm-i İçtima
Türk Liberalizminin Kökenleri
KAAN D U RUKAN

zışmalarını ihtiva eden, birinci el kaynak


GlRlŞ
anlamında zengin bir toplama olan, ama
Mehmed Sabahaddin, yaygın olarak tanın­ analitik değeri oldukça sınırlı kitabı hari­
dığı ismiyle Prens Sabahaddin, Türkiye'de cinde fazlaca bir ma teryal y o k (Ege,
sosyoloji alanının kurucularından biridir. 1977) . Bu ilgisizliğin/yoksaymanın temel
Nurettin Şazi Kösemihal'in belirttiği gibi, nedeni, Emre Kongar'ın haklı olarak altını
geride bıraktığımız yüzyılın başında, Tür­ çizdiği gibi, Türk sosyolojisinin evrimini
kiye'de iki önemli sosyoloji ekolü vardı: belirleyen politik dalgalanmalardır (Kon­
Ziya G ökalp'in şahsında temsil edilen gar, 1 982: 1 5 ) . 20. yüzyılın başlarında,
Comte-Durkheim çizgisi ve Prens Saba­ Emile Durkheim'ın solidarite (ictiıııai tesa­
haddin'in savunuculuğunu üstlendiği, ııüd-sosyal dayanışma) kavramının etra­
Henri de Tourville, Edmond Demolins ve fında Türk milliyetçiliğinin altyapısını ta­
Paul Descamps'ın, Frederic Le Play'in te­ nımlayan Ziya Gökalp yeni rejimin önde­
orisini geliştirerek biçimledikleri Science gelen teorisyeni idi (Gökalp üzerine kla­
Sociale (Sabahattin, 1 9 6 5 , önsöz: 6-7 ) . sik çalışma, Heyd, 1950. Ayrıca, Gökalp,
Gökalp üzerine, elimizde ciddi boyutta 1959. Gökalp'in korporatizmi hakkında,
bir literatür olmasına rağmen, Prens Saba­ özellikle, Parla, 1985). Pozitivist "Ben, sen
haddin , N iyazi Berkes'in " U n u tulan yok biz varız" sloganının hakim anlayış
Adam: Yusuf Akçura" (Berkes, 1976) ma­ olduğu 1 920'lerin korporatist atmosferin­
kalesinin başlığını hatırlatır şekilde, nere­ de, Sabahaddin'in özel teşebbüs veya
deyse unutulmuş durumdadır. Vaktiyle, adem-i ıııerlıeziyet tarzı fikirlerinin anlamlı
Kösemihal, Cahit Tanyol, Cavit Orhan olmayacağı, dinleyici bulamayacağı açıktı
Tütengil gibi Türk sosyolojisinin öncüleri (Hanioğlu, 1985: 383) . Diğer yandan, Sa­
Sabahaddin hakkında bazı küçük ölçekli bahaddin'in Osmanlı hanedanıyla olan ba­
çalışmalar kaleme almışlardır (Kösemihal, ğı, yeni yönetimin otoritesini, bir potansi­
1 953a, 1 953b; Tanyol, 1 949; Tütengil, yel tehdit olma hasebiyle, yakından ilgi­
1 949, 1954. Sosyolog olmamasına rağ­ lendiren bir başka faktördü. Unutmamak
men, Tunaya; 1 948) , ancak bunların dı­ gerekir ki, yeni yönetici kadro tarafından
şında, elimizde N ezahet Nurettin Ege'nin (büyük ölçüde, haklı olarak) lttihat ve Te­
Sabahaddin'in içeride ve dışarıda basılmış rakki'nin ideoloğu olarak algılanan Gö­
makalelerini, ana eseri olan " Tüdıiye Nasıl kalp bile, Cumhuriyet'in ilk günlerinde
Kıırtarılabilir?"in tüm metnini ve şahsi ya- şüphe altında idi (Georgeon, 1996a: 65) .
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K 1 M 1

1 44

Bunlara ek olarak, Sabahaddin'in karşıtları Prens değil, ancak Sultanzade'dir; muh­


olan lttihatçılarla Cumhuriyet'in yönetici temelen, Berkes'in iddia ettiği gibi, Prens
çevrelerinin sosyal tabanı aşağı yukarı ay­ unvanını Avrupa kamuoyunda prestij ka­
nıydı. Dolayısıyla, Sabahaddin'in asker ve zanmak amacıyla tercih etmiştir (Berkes,
sivil entelijensiyaya referans vererek me­ 1 9 73 : 350).
mur sınıfına getirdiği ağır eleştirilerin Akrabalık bağının yanında, Mahmud
doğrudan muhatabı onlardı. Paşa il. Abdülhamit'in yakın arkadaşıdır,
ancak daha sonra Ali Suavi'nin önderliği­
PRENS SABAHADD1N'1N HAYATI ni üstlendiği Çırağan Sarayı Vak'asına adı
karıştığı gerekçesiyl e (Shaw ve Shaw,
Prens Sabahaddin'in doğum tarihi biraz a.g.e. 258 ) , Adalet Nazırı olduğu Kabi­
tartışmalıdır: Ege, 1 879 yılını zikreder­ ne'den Sultan tarafından azledilir. Yalı­
ken (Ege, a.g.e. 3 1 ) , Ali Erkul genel ola­ sında gözetim altındayken, Mahmud Pa­
rak kabul gören tarihin 1 878 olduğunu şa'nın ana meşgalesi oğulları Sabahaddin
belirtir (Erkul, 1 982: 83) . Sarayın dama­ ve Lütfullah Efendilerin eğitimidir. Yalı,
dı olan Mahmud Paşa ile Sultan Abdül­ bir bakıma " özel bir üniversite" gibidir
mecid'in kızı, Il. Abdülhamit'in kızkarde­ (Ege, a.g.e. 6) , dönemin öndegelen ente­
şi olan Seniha Sultan'ın oğludur (Büyük lektüelleri, gençlere hem Doğu hem Batı
çoğunluk -Kuran, 1945 , 1 948; Ramsaur, kültürlerini öğretirler. Sözgelimi, Fran­
1 9 6 5 ; Mardin, 1 994; H anioğlu, 1 9 9 5 ; sızca'ya hakimiyetleri dikkat çekicidir
Kansu, 1 997- "Damat Mahmud Paşa" ifa­ (Erkul, a.g.m. 8 5 ) . Sabahaddin'in doğa
desinde mutabıkken, yabana atılamaya­ bilimlerine, özellikle kimya, biyoloji, ast­
cak iki isim -Shaw ve Shaw, 1 977; Zürc­ ronomi ve tıbba ciddi bir ilgisi vardır.
her, 1 995- "Damat Mahmud Celaleddin Sonraki dönemdeki Paris yıllarında, Sor­
Paşa" diyor) . Aslında, Osmanlı saray hi­ bonne'da bu konulardaki derslere devam
yerarşisinde şecerede baba tarafı belirle­ eder (Ege, a.g.e. 35). Diğer yandan, yirmi
yici olduğundan, gerçek anlamda bir yaşında lbn Haldun'un Muhaddime'sini
T Ü R K L i B E R A L i Z M i N i N K Ö K E N L E R i

okumaktadır, bu da, genç soylunun sos­ rekse sonrasındaki yol ayrımları muhale­
yal b ilimlerdeki kapasi tesini gös terir fetin ortak paydalar etrafında tanımlanmış
(Tütengil, 1954: 20) . Yurtdışı yıllarında, yekpare bir yapısının olmadığının göster­
Sabahaddin'in sekreterlığini üstlenen Jo­ gesidir. Belli başlı grupların yanısıra, Yusuf
seph Denais de onun bu niteliklerine de­ Akçura, Midhat Paşazade Ali Haydar (Ku­
ğinir. (Denais, 1909). ran, 1945: 1 5 1) ya da en genç katılımcılar
1899'da, bir suikast girişiminden çeki­ olarak Abdülhak Şinasi, Doktor Şefik Hüs­
nen Mahmud Paşa oğullarıyla birlikte Pa­ nü gibı bireylerin varlığı (Kuran, 1 948:
ris'e kaçar. Bu kaçışta, Paşa'nın Bağdat 181) bile parçalılığa işaret eder. Herhalde
Demiryolları imtiyazının bir lngiliz firma­ en akılcı yaklaşım, "Osmanlı Muhalefeti­
sına verilmesine ilişkin arzusunun yerine nin ilk Kongresi" gibi kapsayıcı bir tarif
getirilmeyişinin de payı var gibidir (Hani­ üzerinden h arek e t e tmek (Hanioğlu,
oğlu, 1995: 143; kendisi de Jön Türklerin 1995: 1 73 ) ve Tunaya'nın gevşek "J ön
Sabahaddin kolundan olan Ahmet Bedevi Türk" tanımından yola çıkarak, impara­
Kuran iddiayı şiddetle reddeder: Kuran, torlukta yükselen ihtiyaçlara uygun deği­ 1 45
1945: 66). Paşa, Abdülhamit istibdadına şiklikler isteyen tüm reformcu ve devrim­
karşı Jön Türk hareketi içinde yer alma cileri anlamaktır (Tunaya, 1952: 103).
kararındadır. Kongredeki tartışmalar iki merkezi te­
Babalarıyla birlikte iki "Prens'in" gelişi, ma etrafında yoğunlaşır: devrimde askeri
o dönemde bir taraftan bazı önderlerinin güçlerin kullanılması ve yabancı devlet­
Abdülhamit'le uzlaşarak lstanbul'a dön­ lerin müdahalesi. Hilmi Ziya Ülken bi­
mesi, diğer taraftan kendi iç çekişmeleri rinci konunun büyük bir sorun yaratma­
yüzünden belli bir moral bozukluğu yaşa­ dığını yazar; Sabahaddin de devrimci bir
yan muhalefet çevrelerinde bir hareketlen­ harekette silahlı gücün önemini kabul et­
me yaratır. Çünkü pek çok aydın, özellikle mektedir (Ülken, 1 9 9 2 : 1 3 3 ) Z a t e n ,
genç Sabahaddin'in sosyoekonomik so­ Prens'in daha sonra Arnavut milliyetçili­
runlara olan vukufuyla, hareketin liderli­ ğine yönelecek olan lsmail Kemal (Vlo­
ğini alacağı inancındadır (Ku tay, 1 980: ra) aracılığıyla, akim kalan bir askeri dar­
1 28 ; ayrıca, Kuran, 1948: 1 79 ) . Şubat be teşebbüsüne karışmış olması kuvvetli
1902'de, iki Prens tüm muhalif kuwetleri bir ihtimaldir (Ramsaur, a.g.e. 76-79; le­
Abdülhamit despotizmine karşı tek cephe wıs, a.g.e. 202; Zürcher, a.g. m.). Ancak,
halinde birleştirmek amacıyla Paris'te bir deyim yerindeyse kıyamet ikinci madde­
kongre düzenler. Batı literatüründe, top­ de k o p a r : " O smanlı l i b er a l i z m i " i l e
lantının liberal karakteri fazlasıyla vurgu­ "Türk milliyetçiliği" karşı karşıya gelmiş­
ludur: önce Ernest Edmondson Ramsaur, tir (lewis, a.g.e. 203). Prens, çoğunluğu­
daha sonraları Roderic Davison ve Stan­ nu anasır'ın temsilcilerinin oluşturduğu
ford Shaw, birleşimi "Osmanlı Liberaller bir grupla, dış güçlerin müdahalesi fikri­
Kongresi" olarak isimlendirirler (Ramsaur, ni desteklemektedir. * Ancak başını Ah­
a.g.e. 66; Davison, 1 9 8 1 : 1 03 ; s·haw ve met Rıza'nın çektiği ve ileride "l ttihatçı­
Shaw, a.g.e. 258); aynı şekilde, Feroz Ah­ lar" olarak anılacak grup, böyle bir mü­
mad da katılımcıları "liberaller" olarak dahalenin Osmanlı hükümranlık hakları-
tasvir eder (Ahmad, 1 993: 3 ) . Aslında,
toplantı içinde pek çok farklı anlayışı ba­
(*) "Azı nlık" tabiri daha sonraları Lozan Anlaş­
rındıran Osmanlı Hürriyetperveran Kong­ ması'yla tanınmış olan bir hukuki statüyü işa­
resi'dir, "Birinci Jön Türk Kongresi" ifade­ ret eder, bu yüzden Osm a n l ı dönemindeki
kullanımlardan birisi olan, "unsur"un ço�ulu
si sonraki dönemlere aittir (Erkul, a.g.m. a n asır'ı tercih etti m. Ayrıntı için, D urukan,
92-93). Gerek toplantıda yaşananlar, ge- 2000: 347-349)
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M I

d ış m erkez lerde, özel 1 i k l e de F ra n ­


Prens Sabahaddin sa' da toplanm ışlard ı . Damad Celaled­
CENK REYHAN din Paşa da Abd ü lhamit ile geçineme­
yerek oğu l l arı Prens Sabahad d i n ve
Lütfu l lah Beyleri de yan ı na alarak 1 4
Ara l ı k 1 8 99'da d e n i z yo l u y l a F ra n ­
sa'ya kaçt ı . Böylece Prens Sabahad d i n
de bu J ö n Türkler arasına katılarak en­
telektüel m ücadelesine başlam ı ş oldu.
Jön Türkler arasındaki hizipleşmeler
ve azın l ı k l a r ı n değişik istek ve faa l i ­
Prens u n v a n ı n d a n d a a n l a ş ı l ac a ğ ı
yetleri doğrultusunda, b i r orta y o l b u ­
üzere Osma n l ı hanedan a ilesine men­
l a b i l m e k d ü ş ü n ce s i i l e, 4-9 Ş u bat
1 46 sup o l a n Sabahad d i n , Su ltan Abd ü l ­
1 902'de toplanan 1 . Osman l ı L iberal­
mecid'in (1 823 - 1 86 1 ) k ı z ı , i l . Abdül­
leri Kongresi, Prens Sabahaddin'in si­
hamit' i n (1 842-1 9 1 8) kız kardeşi Seni­ yasal bir idd iayla ortaya çıkışına vesi­
ha Su lta n ' ı n oğl u d u r. Baba tarafı ise le oldu. "İstisnasız bütü n Osman l ı İ m­
Osma n l ı bü rokrasisinde memur paşa­ paratorluğu ad ına ıslahat etme" niyeti­
lard ı r. B u rada ilgi çekici husus; b i r i m­ n in beyan e d i l d i ğ i bu kongrede be­
paratorl u k s iste m i nde hanedana da­ n imsenen program i l keleri şunlard ı :
m a t o l a n ve çok g e n ç ya ş l a r ı n d a 1 - Şahsi teşebbüsü ge l işt i rmek ve
ö n em l i d evlet m e m u rl uğunda b u l u ­ netice itibarı i l e idari sistemde "adem-i
nan babası Damad Mahmud Celalad­ merkeziyet" yolunu tutmak için Türk
d i n Paşa'n ı n, buna rağmen, kayınpe­ halkı arasında içtimai eserler okumak
deri i l . Abd ü l ha m it'e karşı sert bir mu­ zevkini uyandırmak.
halif olmasıd ı r. 2 - Osma n l ı İ mparatorluğu'nu teşki l
Prens Sabahad d i n ' i n doğduğu ve eden m u hte l if kav i m l e r aras ı n d a b i r
yetiştiği dönemde Jön Türkler, Abdül­ "an laşma zem i n i" uyand ı rmak.
h a mit' i n i st i bdat yö net i m i n e kar ş ı l ı k 3 - Daha i leri medeniyete sahi p ü l ­
h ü rriyetin i la n ı konusunda kamuoyu k e l erde " O s m a n l ı l a r h a k k ı n ı k o r u ­
o l uştu rmak a m a c ı y l a s i yasi i ktidarın m a k " v e bu mem leketlerde " u m u mi
etk i s i n i n ken d i le r i n e u l aşa mayacağı efkarı Osma n l ı lehine çevirmek".

nın ihlali olacağını söyleyerek, şiddetle edilmekle beraber, imparatorluğun diğer


itiraz eder. Çoğunluk, Rum ve Ermeni halklarının orantılı bir katılımı pek söz
delegelerin sayesinde, Sabahaddin taraf­ konusu değildir (Hanioğlu, 1995: 1 8 2-
tarlarında gözükmektedir (Akçam, 1999: 1 84) . Kongrenin muhalefetin birliğini
1 13), fakat bu "çoğunluk" bir nebze so­ sağlama yolundaki başarısızlığı kesinleş­
runludur: ilk olarak, organizasyonu Sa­ tikten sonra, Sabahaddin Teşebbüs-i Şah­
bahaddin, Lütfullah ve lsmail Kemal üst­ si ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'ni ku­
lendiği için, davet edilenler büyük çapta rar, rakipleri de Osmanlı Terakki ve İtti­
bu üçlünün tercihlerini yansıtmaktadır; hat Cemiyeti çatısı altında örgütlenir.
bunun yanında, Ermeni, Rum ve Arna­ 1 9 0 7'de, Ermeni Taşnaksüdyun Parti­
v u t toplumları ağırlıklı o larak temsil si'nin çağrısıyla (Kansu, a.g.e. 78; Kuran,
T Ü R K L i B E R A L i Z M i N i N K Ö K E N L E R i

4 - Memleket d ah i l i nde cemiyet ve


kom iteler kurmak sureti i l e bu "prog­
ra m ı n tatb i k i n e ç a l ı ş m a k , m u hte l i f
kuvvetlere cephe a l mak".
Jön Türklerin i l . Abd ü lhamit'e karşı
yap t ı k l a r ı m üc a d e l ed e i z leyecekleri
yöntem konusunda anlaşamamaları so­
nucunda, bu b i rleşik cephe m u halefeti
böl ü nd ü . Sabahaddi n ' i n önderliğindeki
kanat, a n ılan kongreden hemen sonra
"Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkezi­
yet Cemiyeti"ni kurdu (TŞAMC). Mer­
kez i Fransa'da b u l u nan bu cemiyet,
k ü ç ü k tüccar ve ayan l ar ı n yan ı nda, 1 47
azı n l ıkları da bünyesinde barındırmak­
ta i d i . Cemiyetin yayın organı, Terraki
Dergisi i d i . Cemiyetin amaçları bu der­
ginin i l k sayısında (1 3 22-Miladl 1 906)
"Fenn-i ictimal ve adem-i merkeziyet Prens Sabahattin: Gerçekten,
tarafl a rı n ı n m üverric-i efkarıd ı r" d iye
modernleşmenin ana akımının görece
özgürlükçü karşı kutbu mu?
ifade ed i l i rken, aynı y ı l "Anadolu Kı­
yım ları" başlığı i l e yayımlanan 9. sayı­
da "Teşebbüs-i şahsi (ile Kanun-ı Esasi) j i k rekabet h a l i nde b u lu nduğu ittihat

ve adem-i merkeziyet tarafların ı n mü­ ve Terakki Cem iyeti (İTC) g i b i askeri


verric efkarıdır" şekl ine dönüşür. 1 3 23 o k u l l a r d a d a k a b u l g ö r m e s i d i r.
(Miladi 1 907) tari h l i bir yazıda ise "Ka­ TŞAMC'ne i l g i gösteren gençler yurt
nun-ı Esas-i"nin yerine "Meşrutiyet" ta­ içinde çeşit l i bölgelerde teşki latlar ve
biri eklen ir. dernekler k u rarak cem iyetin faa l iyet
Esasen h a l k ı n pek a n l ayamadığı bu alanı n ı n gen işletmişlerd i r. İ htilalcı As­
hareket gençler, azı n l ı klar ve tüccarlar kerler Cem iyeti, Harbiye Yüksek Mek­
a ra s ı n d a taraft a r b u l m u şt u r. İ l g i n ç tep ler İ tt i h a d ı , Cem i yeti-i İ n k ı l a b iye
olan b i r husus, TŞAMC'n i n de ideolo- bunlardand ı r. Ayrıca cem iyeti n İ stan-

1 945: 234) , ikinci bir kongre toplanır, devri istibdadının yeri bir başka baskı re­
ancak karşıt hizipler arasında bir anlaş­ jimi, ittihat ve Terakki yönetimi tarafın­
ma arayışı sonuç vermez (Kongre baş­ dan dolduru lmuştur. Sabahaddin'in halk
kanlığı bile Prens Sabahaddin, Ahmet Rı­ nezdindeki popülaritesi ve perde arkasın­
za ve Haçatur Malumian adlı Ermeni da etkili olduğu Ahrar Fırkası'nın faaliyet­
temsilci arasında paylaştırılmıştır: Shaw leri yüzünden (Shaw ve Shaw, a.g.e. 277-
vı; Shaw, a.g.e. 265). 281; Ülken, a.g.e. 33) , ittihat ve Terakki
1908 Devrimi'nden sonra, Sabahaddin Prens'i sıkıştırmaya başlar: konuşmaları
istanbul'a döner ve halk tarafından bir engellenir; Hüseyin Cahit gibi ittihat ve
hürriyet kahramanı olarak saygı görür. Terakki'ye yakın basın mensupları, halkı,
Ancak, zaman gösterir ki, Abdülhamit özellikle adem-i merkeziyet prensibinin
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

b u l , E rz u r u m , İ z m i r ve Trabzon'da, programları i l e d üzenlemeye ve kar­


.V.�?rutiyet öncesinde, yoğun faa l iyet­ maşık topl u msal i l işki leri bu program­
lerde bulunan şubeleri vard ır. l a ra dayanarak çözmeye çal ı ş m a l a r ı
1 908 yı l ı ndaki " H ü rriyet İ lanı"ndan v e bu yön leri i l e ' m ühendis z i n iyeti­
sonra 1 4 Eyl ü l 1 908'de Ahrar F ı rkası­ ne' sah ip olmaları (Sabahaddin'in de­
nı k u ra n Prens Sabahadd i n , b i r Ab­ y i ş i y l e "fen ni isbatlar"a daya n mak)
d ü lham it'i ortadan kal d ı rmakla h ü rri­ bak ı m ı ndan benzeşmekted irler. Ayrı l­
yet ve bireysel serbestliğin gerçekleş­ d ı kları nokta, esasen "devleti k u rtar­
t i r i l em eyeceğ i n i sav u n a ra k , i kt i d a r ma" fikrini yoru mlayış tarzlarıd ı r. İTC
ü z e r i n d e k i d e n e t i m i n i g e l i şt i r e n ve l iderleri i m paratorluk bü nyes inde
İTC'ye m u halefet etmiştir. Daha ziya­ baz ı modern ist dönüşüm ler yapmak
de bürokratlara dayanan İTC idari ve suretiyle devleti kurtarmayı hedefler­
siyasi merkeziyetçi l iği, h ü rriyetin i lan ken, Prens Sabahadd in eski d üzen i n
1 48 ed i l mesinde i z l enecek evr i m c i yön­ "esasl ı b i r tenkidi" i le b i r yen i düzen
temde yabancı müdahalesi a leyhtarl ı ­ tasarlamaktadır.
ğ ı n ı v e top lumcu bir sosyal organizas­ Kasım-Ara l ı k 1 908 genel seç i m le­
yonu temsi l etmekted i r. Buna karş ı l ı k rinde Prens Sabahaddinci Ahrar F ı rka­
TŞAMC, saray çevresine karşı hareket sı ancak tek adayını mecl ise sokabi l ­
serbestisi kısıtlan m ı ş ticari alanda pa­ m i ştir. Kurumsal siyasi etkisinin s ı n ı rl ı
zar arayan yaban c ı sermaye, i ltizam o l masına rağmen, uzun m ücadeleler­
alan m ü ltezimler ve gel işen kompra­ den sonra siyasi i ktidara yaklaşan İTC
dor burj uvazi, azı n l ıklar ve eşrafa da­ i ç i n Prens Sabahad d i n ' i n m u h a l efeti
yan ı r. İ dari adem-i merkeziyetç i l i k, rahats ız ed i c i b u l u n m uştur. Kend i l i­
h ü rriyetin i l an ed i l mesinde i z lenecek ğinden ve d ağ ı n ı k, sistemsiz b i r mu­
devri mci yöntemde yabancı m üdaha­ h a l efete daya nan 31 M a rt 1 3 25 ( 1 3
lesi taraftarlığı ve b i reyci bir sosyal or­ N i s a n 1 9 0 9 ) i s y a n ı n ı n a rd ı n d a n
gan i zasyonu sav u n ma ktad ı r. B i rçok İTC'nin iktidarını sağlamlaştırmasıyla,
bakımdan z ı tlaşan bu iki grubun ke­ 31 Mart Vakasında payı olmakla suç­
s i şt i k l e ri ortak amaç m i l l i b u rj uvaz i l a n a n Saba h a d d i n ve on un h a reketi
yaratmak d üşüncesidir. Ayrıca her iki üzerindeki baskı yoğu n laşacakt ı r. Ya­
örgüt de toplumu bir makine gibi gö­ z ı ları sansüre uğram ış, kendisi göza ltı­
r ü p , o n u p a rti l e r i n i n modern l e ş m e na a l ı n m ı şt ı r. Hatta bu tepki Prens Sa-

anasır'ın politik bağımsızlığı olduğunu Terakki iktidarının düşüşünden sonra


yazarak, kışkırtır ve nihayet, 3 1 Mart ikinci kez geri döner, ancak kariyerinin
Vak'ası'nın destekçilerinden olmakla suç­ ilk yıllarına oranla, çok pasiftir. Halen Os­
lanır. Gıyabında idama mahküm edilir ve manlılık kavramına olan inancını yitirme­
yine yurtdışına kaçar (Zürcher'e göre, bu miştir, ancak Kurtuluş Savaşı'na da büyük
kaçış Mahmud Şevket Paşa'ya yönelik su­ sempatiyle yaklaşır. Kütahya-Eskişehir
ikastla alakalıdır) . 19 1 8'e kadar, siyasi ve muharebelerinde yaşanan yenilgiden son­
bilimsel aktivitelerini orada sürdürür, itti­ ra Ankara'ya gönderdiği, Milli Mücade­
hat ve Terakki'nin siyasal hasmı olmasına le'yi ve onun lideri olarak da Mustafa Ke­
karşın, ülke yararına olduğunu düşündü­ mal'i öven telgraf, bu açıdan samimiyeti­
ğü bazı eylemlerini des tekler. ittihat ve nin bir kanıtı sayılabilir (telgrafın metni
T Ü R K L i B E R A L i Z M i N i N K Ö K E N L E R i

baha d d i n c i Doktor H ic r i Bey' i n D i ­ o l ma m as ı d ı r. B u zaafl a r ı g i d e rm e k


y a r ba k ı r ' d a t u tu k l a n m a s ı n a , F a i z i ç i n yap ı lacakların en ö n em l i s i özel
B ey' i n Adana'da " kaza k u rş u n u " i l e hayat ı n kamusal h ayata üst ü n k ı l ı n­
katl ed i l mesine, H a s a n Feh m i Bey' i n mas ı n ı sağlamak ve Bat ı l ı anlamda bir
ba s ı n d a İ T C ' y i e l e ş t i rd i ğ i i ç i n , M ı ­ v a t a n d a ş t i p i y a rat m a kt ı r. K ı s a c a
s ı r'da Ahmet Samim Bey' in Ahrar F ı r­ amaç, top l u m u kökten değişt i rmekt i r.
kas ı n ı n kuru l mas ı n d a etk i l i o l d ukları Bunu sağlayacak olan araç ise eğitim­
için öld ürü l mes ine kadar ileri gitmiş­ d i r. Prens Sabahaddin'in ideal top l u m
tir. Cihan Harbi dönem inde, İTC sulta­ anlayış v e ıslahat progra m ı n ı , şu söz­
sı alab i l d iğine pek i ş i r. 1 920'de, Prens leri özetler: "Va l i ve diğer memurların
Saba h ad d i n tekrar Avrupa'ya g i der. s a l a h i yyet i n i a rtt ı r m a k , M e c a l i s - i
1 9 24 y ı l ında hanedan mensuplarına U m u m iyyeyi b i r a n evvel açtırmak ve
getirilen yasaklama o n u da kapsaya­ bu s u retle a h a l i m i z i verd iği verg i n i n
cak, Saba h a d d i n 1 948 y ı l ı nda İ sviç­ mahal l-i sarfını e n muvafık b i r suretle 1 49
re'de vefat edecektir. tayin ve teftişe a l ı ştırmaktan ibaret ka-
Prens Sabahadd i n eserleri nde Os­ 1 ıyor. B u n d a n d o l ay ı d ı r k i , a d e m - i
m a n l ı toplumunun geri kal ması n ı n se­ merkeziyete m ü tea l l i k neşriyyatı m ı z­
beplerin i tah l i l etm iş ve Le Play Oku­ da d a i ma K a n u n - ı Esas i n i n 1 08 i n c i
l u ' n u n s ı n ıfl a n d ı rm a m etod o l oj i s i ne maddesine istinaden isted i ğ i m i z ( . . . )
göre çözü m ö n e r i l e r i n d e b u l u n muş­ adem-i merkeziyyet, tevsi-i mez u n iy­
tur. Ona göre, geri kal m ı ş l ığ ı n teme­ yet ve tefrik-i vezaifden başka bir şey
l inde yatan sebep, kamusal hayat i l e d eğ i l ; ya l n ı z t e vs i - i m ez u n i yy e t ,
özel hayat alan l arı n ı n iktidar s ı n ı rları­ a d e m - i m e rkeziyyet-i i d a ren i n i s m i
n ı n bel irsiz l iğid i r. Yan i , siyasi i ktidar değil, tarifidir. "
teba üzerinde egemenlik kurup onla­ Prens S a b a h a d d i n ' i n mevcut K a ­
rın özgürlükleri n i s ı n ı rlarken, teba da nun-ı Esasi'n i n 1 08'inci maddesi nden
buna karşı ken d i s i n i koruyabi lecek si­ i l ham aldığını iddia ettiği bu talepleri,
yasi m e k a n i z m a l a rı g e l işti remed i ği TŞAMC'n i n programıyla birl i kte d üşü­
için üzerinde ege m en l ik kuru lmasına nüld üğünde "federatif" bir devlet ya­
katkıda bulunmuştur. Bunu sebebi bi­ p ı s ı nd a n bahsettiği ortaya ç ı kmakta­
reyi topl u m ve devlet karş ı s ı nda öz­ d ı r. TŞAMC'n i n programı, Osman l ı si­
gürleştirebi lecek bir eğitim sistem inin yasi kültürünün ve siyasi ideoloj is i n i n

için, Ege, a.g.e. 4 1 7 . Kuran, metnin lstan­ !erinde yaşar ve science sociale üzerine
bul basınına da dağıtıldığını söyler: Ku­ çalışmaya devam eder. Birçok konu hak­
ran, 1948: 3 1 2). Bu yılların kayda değer kında makaleler yazar: Sovyet Rusya'nın
olayı, başeseri olan ve ittihat ve Terakki yayılışı (Ege, a.g.e. 458) , Truman doktri­
devrinde yasaklanan Tıi rhiye Nasıl Kurta­ nin değerlendirilmesi (Ege, a.g.e. 482-
rılabilir? in yeniden basılmasıdır. 483 ) , Çekoslavakya'da yaşanan olaylar
Yeni rejimin kurulmasından sonra, ha­ (Ege, a.g.e. 489) bu dağınık ilginin bazı
nedan mensuplarının ülke dışına çıkarıl­ temalarıdır. Son yıllarında, büyük maddi
masını emreden kanun uyarınca, Türki­ imkansızlıklar içinde yaşar. 30 Haziran
ye'yi terk etmek durumunda kalır. 1 924- 1 948'de lsviçre, Neuchatel'de hayata ve­
1948 arasında, Avrupa'nın değişik ülke- da eder.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M I

topyekun yeniden tan ı mlanmas ı n ı ge­ Prens S a b a h a d d i n ' e göre top l u m


rektiren iki i l kesel temele dayanır: yap ı s ı n ı değişti rmed ikten sonra yöne­
1 . İdari bakımdan: S iyasi i ktidarın tim şekl i n i n ad ı : "Mutlakiyet, Meşru­
topl u m üzerindeki tahakkümünü, bel li tiyet, c u m h u r i yet h a n g i s i o l u rsa o l ­
h u k u k k a i d e s i d a h i l i n d e k ı s ıt l a m a k sun, netice d a i m a b i r : Taga l l üb- i s i ­
yön ündeki "adem-i merkeziyet", "tef­ yasi, teseffü l - i i c t i m ai ! . . . 11 d i r. To p­
rik-i vezaif", "tevsi-i mezuniyet" pren­ l u m l a r ı b ü t ü n c ü ve b i re y c i o l m a k
s i plerine daya l ı idari an layış. üzere m utlak i k i kategoriye ayıran 11

2 . Ekonomik bakımdan : Muhafaza­ S c i e n c e S o c i a l e " (::: i l m - i i c t i m ai)


kar karakterli memurların oluşturduğu progra m ı n ı n s ı n ı f l a n d ı rm a yönte m i
d u rağan yap ı n ı n yerine, girişimci ka­ Prens Saba h ad d i n ' i n idea l i ndeki top­
rakterle bu rj uvaz i n i n temel a l ı n d ı ğ ı l u m u yaratmak için ku l la n d ı ğ ı metot­
aktif b i r iktisadi yap ı n ı n kuru l masın ı t u r. ,; K a ra n l ı k l a r ı a y d ı n l at a n " b u
1 50 öngören "şahsi teşebbüse'' daya l ı eko­ programa göre; önce Osman l ı İ m pa­
nomi prens ibi. ratorluğu' n u n top l u m yap ı s ı n ı n hangi
Sabahaddinci tasavvura göre, uygu­ top l u m tipine d ah i l olduğu araştı r ı l a­
lanacak l iberal modernleşme programı cak ve bu progra m ı n evrensel m utlak
ile hem teba n ı n b u lunduğu bölgen in doğru ları Osma n l ı İ mparatorluğu ' n u n
sorunları i l e anında ve yerinde i l gi l en­ mevcut hasta l ı kl ı yap ı s ı n ı iyileştirmek
mesi sağlanarak onun b i reyleşip vatan­ i ç i n ku l la n ı l acaktı r. B u n a göre, Os­
daşlık statüsüne ve b i lincine u laşması m a nl ı İ mparatorluğu'n u n temel prob­
hedefine erişilecek, hem de kaynağını l e m i top l u mcu yap ıdan b i reyci yap ı ­
padişah ve bürokratlara karşı eşraf, ge­ ya geçe m e m es i d i r. Prens S a b a h a d ­
l işen b u rj u vazi ve a z ı n l ı k lardan alan d in'e göre; o l u şturulacak yen i topl u m
bir meşruiyet anlayışı i l e siyasi katı l ı m tipinde, özel hayatı m ızda Anglosak­
daha gen i ş b i r a l ana yayı l acaktır. Ba­ son b i reyc i l iğine dayanan bir eğiti m
t ı ' d a k i g e l i ş i m i n aksine, b i r b u rj uva s i stem i gel i şt i rm ek suretiyle "cem iye­
devrim i gerçekleştirecek altyapıyı Os­ ti teş k i l eden efraddan herb i r i n i n o
m an l ı b ü nyes i n d e b u l a mayan Prens yahud herhangi cem iyetde olursa-ol­
Sabahaddin, bu reformu "sosyal i l im" s u n yaşamak için a i lesine, akrabası­
metodu arac ı l ığıyla yapay o l arak ger­ na, h ü k u m e t i n e dayanacağı yerde,
çekleştirmeyi tasarlam ıştır. doğrudan doğruya ken d i ne güvenme-

Science Sociale (llm-i Ictima)


PRENS SABAHADDlN'IN FlKlRLERl
Sabahaddin'in düşünce sisteminin te­
19. yüzyıl Osmanlı aydınlarının ana kay­ meli, Le Play tarafından kurulmuş olan
gısı olan devletin bek'ası kavramı, Prens science sociale'dir. Zaten, o devirde her
Sabahaddin'in düşüncesinde de önemli düşünürün etkisi alunda kaldığı bir "us­
yer tutar (Ege, a.g.e. 375; başka yansıma­ tası" vardır; Sabahaddin de Le Play'den
ları için, Mardin , a.g.e.). Bu bölümde, etkilenmiştir (Georgeon, 1 996a: 138; Le­
Prens Sabahaddin'in bu can alıcı sorunu wis, a.g.e. 2 3 1 ) . Bu sosyoloj ik yaklaşım
çözmek için ortaya koyduğu öneriler ele sonralan Demolins, De Tourville ve Des­
alınacakur. camps tarafından geliştirilmiştir: bu üçlü­
nün içinde Demolins, "A quoi tient la su-
T Ü R K L i B E R A L i Z M i N i N K Ö K E N L E R i

s i , m uvakiyet i n i kend i teşebbüsünde tem d i . Bu sosyoloj i oku l unun, savaş­


a r a m as ı n ı " gerçek l eştireb i l ec e k l e r i lar, zengi n l eşme ve fakirleşme, d i n i n
b i r kab i l iyet ver i l mesi gerekir. Kamu oluşması v e cemaat bütü n l üğünün bo­
hayatında ise, yukarda değ i n i ld iği gi­ zul ması, nüfusun artması, azalması ve
b i , beled iye ve yargı i şleri köylere ka­ sosyal d ü şman l ı klar g i b i kon u l a rdaki
dar gen i ş l etilecek ve yerel yönetimle­ sosyoloj ik i rdelemelerine değinmeyen
rin üzerinden idari vesayet ve memur Prens Sabahadd i n, Osmanlı toplumu­
tahakkü m ü kal kacaktır. Prens Saba­ nun o an i ç inde b u lu nduğu durum ile
had d i n adem-i merkezi leşme doğru l­ Le Play' ı n Fransa'sı arasında paralel­
tusu n d a k i görü ş l e r i n i , i m paratorlu­ l i kler kurm a kta ve özgül b i r top l u m
ğun h e r bölge s i n d e farkl ı periferileş­ bozukluğu d üzeltmek amacıyla gel i ş­
me s ü reci yaşan d ı ğ ı ve bölgelerarası tiri l m i ş sosyal tekni kleri s iyasal prog­
topl u msal ve ekonom i k fark l ı l ıkların ram yerine koymakta, " İ l m- i İ ctima­
modern ! e ş m e/ka p i t a l i sti e ş m e zem i­ iye"ye Osma n l ı ' n ı n idari hayatı ndan, 1 51
n i nd e b e l i rg i n l eştiği bir safhada, bu a s ke ri yap ı s ı n a kad a r her a l a n d a k i
fark l ı l ı kl a rı d i kkate a l madan toptancı prob l e m l e r i n i çözeb i lecek b i r s i h i r l i
bir şeki lde savu n m u ştur. değnek rol ü biçmekteyd i .
Prens Sabahaddi n'den önce bazı İt­ Öte yandan, Prens Sabahad d i n ' i n
t i h at ve Terakki l iderl eri b ü rokrasiye savu nduğu " l iberal izm" i l e l ibera l iz­
karş ı a z çok tav ı r a l m ı ş, b u n l a rd a n m i n felsefi-ta r i h i b i r i k i m i a ra s ı n d a
M i zancı Murat, "asalak Y ı l d ı z bürok­ tam b i r örtüşmeden söz ed i lemez. Fi­
rasisinden", A h m et Rıza devlet işleri­ k i r l e r i n d e l i b e ra l i z m i n k l a s i k refe­
nin tembel Osman l ı b ü rokras i s i nden rans l a r ı na u laşmam ıştır. Bütü n l ü k l ü,
a l ı narak uzman lara veri l mesi gereğin­ tuta r l ı b i r l i bera l i z m fel sefe s i k u ra­
den bahsetm işti. Fakat Sabahaddin'in mad ığı i ç i n d i r k i , yaz ı p ç i z d i k l eri n i n
bu konudaki eleştiri ve hedefleri çok b a ş ı v e s o n u şöy l e ö z et l e n e b i l i r :
daha köktenciyd i . "Kuvve-i askeriyyed i r, kuvve-i aske­
Prens S a b a h a d d i n ' i n yara r l a n d ı ğ ı r i yye ise s e rvet-i m i l l i yye i l e a rta r;
"Science Sociale programı" esasen Le servet-i m i l l iyyeyi artıracak şey?.. te­
Play O ku l u' n u n , Fransız toplumunun şebbüs-i ş a h si ! . . Teşebbüs-i ş a h s i y i
bunal ı ml a rı n ı çözmek amacı i l e gel iş­ tes h i l edecek tarz-ı idare ? . . Adem-i
tird i ğ i , felsefi tem e l l eri olan b i r yön- merkeziyyet. . . "

periorite des Anglo-Saxons?" (Anglosak­ zamanda Prens, Demolins'in yakın arka­


sonların üstünlüğü neye bağlıdır?) adlı daşıdır ve alandaki araştırmaları maddi
eseriyle öne çıkar. Gerçekten, lbrahim olarak desteklemiştir.
Alaettin G övsa'nın belirttiği gibi, Saba­ Demolins tarafından ortaya atılan, Jor­
haddin'in science sociale'in öğretilerine mations communautaires (kamucu/iştiraki
kesin bir inancı vardır; onun gözünde, bu ya da tecemmü i yapılar) ile Jormations
öğretiler tüm sosyoekonomik problemle­ particularistes (birey cil infira di yapılar)
re çözüm getirecek sihirli formüllerdir arasındaki ayrım, science sociale'in temel
(Gövsa, 1946: 332). Sabahaddin'in yazıla­ bir savıdır. Coğrafya, Aydınlanma düşü­
rında, scieııce sociale'in önemli isimlerinin nürlerini, örneğin Montesquieu'nün ik­
haricinde başka atıf pek görülmez. Aynı limler teorisini (theorie des climats) a.ndı-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

rır şekilde, insan toplul uklarının karak­ dan, bu amaca yönelik bir sivil toplum
teristik özelliklerini belirleyen önemli hareketi de örgü tlemediğinden, niyetinin
bir faktör olarak görülür: coğrafi sebep­ nasıl gerçekleştirileceği hayli belirsizdir
lere bağlı olarak, bazı toplumlar özel gi ­ ( P rens'in pol itik faaliyetleri ile iktidarı
rişim güdüsü olan gerçek bireyler yetişti­ reddetme tavrı arasında da bir tutarsızlık
rirken, diğer bazıları toplum, kabile veya vardır) . Diğer yandan, bir başka açıdan
ailelerinin normlarına tabi üyeler yaratır­ bakıldığında, toplumsal yapılanmaya da­
lar. Sabahaddi n , ünlü coğrafyacı Elisee ir bir sorunun salt eğitim üzerinden gi­
Reclus'nün etkisiyle (Ege, a.g.e. 64), ls­ derek çözülüp çözülemeyeceği de tartış­
kandinav yarımadasını bireyciliğin yük­ maya açıktır.
selişi için uygun görürken, sıkı topl um­ Yukarıda görüldüğü gibi, Sabahaddin'in
sal bağların olduğu Orta Asya steplerin­ ç e rçevesi gayet ku ramsa l d ı r. M a r d i n ,
de bunu mü mkün görmez (Ege, a . g . e . Prens'in önemli b i r zaafının, bir sosyoloji
209; ayrıca, Sabahattin, a . g . e 4 5 ) . B u ay­ tekniğini siyasal teori o larak, biraz d a
1 52 rımın ışığında, az gelişmişliğin coğrafya­ aceleyl e , s u n m a k o lduğunu yazarken
sını, Asya, Doğu ve Güney Avrupa, Afri­ haklıdır (Mardin, a.g.e. 296) . Sabahad­
ka ve G üney Amerika'yı kamucu, Batı din, ilm-i i c t i ma nın iki önemli unsuru
'

Avrupa ile Kuzey Amerika'yı da bireyci olan alan çalışmalarını hiç yapmamış,
olarak tanımlayarak çizer (Sabahattin , monografilere de yönelmemiştir; Derno­
a.g.e. 43). Düşüncesinde Sosyal Darwi­ lins'i Descamps'a tercih eder, çünkü Des­
nizm'in izleri görülür (Hanioğlu, 1985: camps özellikle monografik çalışmalarıy­
383 ) ; diğer yandan Oryantalist bir pers­ la tanınmıştır (Hanioğlu, 1985 : 382) . Ber­
pektifi olduğu da açıktır. kes, onun tarih ve ekonomi bilgisinin za­
Bazı makalelerinde tersini yazmış olsa yıf olduğunu yazar (Berkes, a.g.e. 4 1 1 ) ,
da, Sabahaddin meşruti yönetimin im­ tamamıyla sosyol ojik modeller üzerine
paratorluğun çöküşüne bir çare olama­ kurulu yargıları, Osmanlı gerçeklerini de­
yacağını savunur (Meşrutiyet lehine sa­ ğerlendirirken sıkça yetersiz kalır.
tırları için, Ege, a.g.e. 67, 1 59 , 239) . So­
run, esas i tibarıyla, Osmanlı toplumu ­ Teşebbüs-i Şalısi
n u n k a m u c u y a p ı s ı d ı r ( S ab a h a d d i n , Prens Sabahaddin'in bir Osmanlı burju­
a.g.e. 3 8 ; ayrıca, Ege, a.g.e. 1 2 1 - 1 24 ve vazisi yaratma çabası içinde olduğu anla­
E r k u l , a . g . m . 9 5 - 9 6 ) . lı;npar.ııto rluğu şılmaktadır (Sabahaddin, a.g.e. 25; Ege,
kurtaracak tek ihtimal, kamucu yapıdan a.g.e. 238; Erkul, a.g. rn . 1 0 1 ) . lngiltere ör­
p ireyci yapıya geçiştir. Toplumsal özel­ neğini takip eden Sabahaddin, bir burjuva
likler coğrafi koşulların sonucu o ldu­ sınıfının rolünün önemini görmüş ve bu
ğundan, bu iş ilk bakışta imkansız gö­ sınıfı yaratmanın yollarını aramıştır. Yol­
zükür, an.cak, Hıııci ictima sayesinde top­ lardan birisi, aslında belki en cLkili de ol­
l u m u değiş t i r m e y ö n ü n d e b i r i m kan mayanı, özel girişimciliğin teşvikidir. Os­
vardır (Erkul, a.g.m. 1 20 ) . manlı toplumundaki memurların düşma­
Sabahaddin'in toplumsal yapıya dair nı olan Sabahaddin, onların ortadan kalk­
analizi kesinlikle ilgi çekicidir, ancak bu masını kamucu anlayıştan bireyci anlayışa
geçişin araçları yazılarında açıkça belir­ geçiş sürecinin önemli bir salliası olarak
tilmemiştir. Önerisi, erkek ve kız çocuk­ görür. Ona göre, yüzyıllar boyunca impa­
ların girişimci özellikler kazandırmaya ratorluğun en yetenekli kadroları, kamu­
yönelik o larak, bireyci bir mantıkla eği­ cu bir kafa yapısının etkisiyl e , devlette
tilmesidir; ancak kendisi sürekli olarak memur olmayı tercih etmişler, bu sayede
siyasi iktidar istemediğini vurguladığın- de varolan sistem kendini oldukça başarılı
T Ü R K L i B E R A L i Z M i N i N K Ö K E N L E R i

1 53

biçimde tekrar üretmiştir. Mardin'e göre, Adem-i Merkeziyet


Sabahaddin ile lttihat ve Terakki arasında­ Adem-i merkeziyet . prensibi , Sabahad­
ki gerginliğin önemli bir sebebi bu nokta­ din'in fikirleri arasında en ateşli tartışma­
dır. Hareketin genelinde, bir nebze Abdul­ lara sebebiyet verenidir. Berkes, bunun
lah Cevdet'in dışında, Mannheimcı anla­ Sabahaddin'e özgü bir fikir olmadığının
mıyla bir ütopya eksikliği görülür (Mar­ altını çizer: merkeziyetin kökeni Namık
din, a.g.e. 304; aynca, Jön Türkler'in "tu­ Kerrıal'e giderken adem-i merlıeziyet Mit­
tucu" niteliği için, Ahmad, 1984: 41); bu hat Paşa'ya kadar ı.ızanır (Berkes, a.g.e.
yüzden, Sabahaddin devrim sayılabilecek 358). Yine de, bu tartışma Sabahaddin'in
bir sosyal değişime niyetlenirken, Ahmet kariyerinde büyük yer tutar: Adem-i mer­
Rıza'nın gözünde nihai hedef olarak Meş­ lıeziyet onun Osmanlıcılık anlayışının te­
rutiyet yeterlidir (Mardin, a.g.e. 1 98 ve melidir, ama diğer cepheden de ittihat ve
2 1 0). Açıktır ki, Sabahaddin'in getirdiği, Terakki'yle olan mücadelesinin ana tema­
"her türlü elite'in memur olduğu bir ülke­ sıdır.
de çok derin bir sosyal eleştiriydi" (Mar­ Daha önce değinildiği üzere, çatışma­
din, a.g.e. 292, ayrıca 307). nın tohumları 1902'deki Birinci Jön Türk
Meslek tercihleri göz önüne alındığında Kongresi'nde atılmıştır. Sabahaddin, im­
Sabahaddin'in gözde alanları ziraat, sana­ paratorluk dahilindeki milliyetçi akımları
yi ve ticarettir (Erkul, a.g.m. 1 28); özel­ engellemenin tek yolunun adem-i merke­
likle son ikisi Müslüman Osmanlılar için ziyet olduğu inancındadır. Vurgulayarak
nispi olarak yeni olan bu alanlara, genç belirtir ki, Osmanlı lmparatorluğu'nun
kuşakların dikkatini çekmek ister. Kafa­ sorunlarını çözecek olan yine Osmanlı­
sındaki ideal, manevi değerlerin hakim lardır (Ege, a.g.e. 103) . Ancak, Ahmet Rı­
olduğu durağan bir sosyal yapı yerine, za ve Doktor Nazım, Bahaeddin Şakir gibi
çok çalışma ve maddi kalkınma temelleri arkadaşları bu ifadeden siyasi merkeziyet­
üzerinde yükselen bir toplumdur (Erkul, sizliği anlarlar; anasır'ın temsilcilerinin
a.g.m. l l8). Sabahaddin'e olan desteği bu arzunun
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K 1 M I

göstergesi olarak addedilir. Cepheleşme, halde hiç bir şey ifade etmiyor. " (Ege,
kongreyle birlikte sona ermez: Sabahad­ a.g.e. 338-339)
din'in, özellikle ikincisi Hüseyin Cahit'in Eğer liberalizmin evrensel, bir anlamıy­
sert saldırılarına cevaben kaleme alınmış la katı bir tanınımdan yola çıkılırsa, söz­
üç izah'ı, fikrin gerçek niteliğini açıkla­ gelimi Madisoncı anayasacılık, Lockevari
mak iddiasıyla yazılmıştır, ama çaba bo­ denge unsurları veya Rousseau tarzı halk
şuna çıkar. egemenliğine referans verilirse, Sabahad­
Adem-i merlıeziyet'ten Sabahaddin'in din'i liberal Olarak anlamak biraz güç
kastettiği idari merkeziyetsizliktir. lmpa­ olur, çünkü ilk olarak François George­
ra torluğun geniş topraklarını dikkate on'un belirttiği gibi, Prens Anglosakson
alarak, Prens merkezi otoritece yetkin modelini Demolins'in tercümeleri aracılı­
bir şekilde yapılamayan yerel yönetim, ğıyla , endirekt öğrenmiştir (Georgeon,
maliye, adalet gibi işlerin ilgili bölgenin 1 996b: 31). Dolayısıyla Anglosakson libe­
yaşayanları tarafından üstlenilmesini is­ ralizminin kurucuları olan Johp Locke,
1 54 ter. Bu sürecin işlemesi halinde, tebanın David Hume, Adam Smith, Jeremy Bent­
yönetime d oğrudan katılımı ve devlet ham ya da iki Mill'ler onun yazılarında
görevlilerini sıkı kontrolü mümkün ola­ kendilerine yer bulamaz. Bunun yanında,
caktır (Erkul, a.g.m. 1 27). Üstelik, yöre pek çok Osmanlı/Türk aydınıyla Rousse­
halkı bölgenin sorunlarını yakından bil­ au'nun bir mirasını paylaŞarak, "genel
diğinden, en etkili çözümleri de onlar irade"yi temsil ettiğine inanır. Halktan
üretebileceklerdir. çok uzakta yaşayan bir seçkin o lmasına
rağmen, halk adına konuşur ve onu tem­
Liberalizm silen kararlar alır (Ege, a.g.e. 3 13 ; Erkul,
Paradoksal bir şekilde Türkiye'de her­ a.g.m. 147). Bir rakibi, Bahaeddin Şakir,
hangi bir ideolojinin taraftan olma iddi­ bu kopukluğu şöyle örnekler:
asındaki bazı aydınlar onun temel argü­ "Sabahattin Bey Boğaziçi'nde, Çamlı­
manlarına uymaz, buna karşın böylesi ca'da; Erenköy'de saraylarında asude ni­
ideolojik eğilimleri reddeden başkaları da şin-i istirahat iken, küçük kalplerinde şü­
aslında söz konusu ideolojinin prototiple­ le fesan ateş-i hamiyyet sevkile milleti
rini teşkil edebilir. ikaz için ortaya atılan Mekteb-i Harbiye
Bu parçanın başlığının yansıttığı gibi, talebelerinin kanlı kanlı nefiy ve tağriple­
Prens Sabahaddin, Ahmet Ağaoğlu gibi rini görememişlerdi. " ("Sabahattin Bey'e
.
bazı isimler Türk liberalizminin kökenle­ Cevap" , Şura-yı Ümmet, 1 Haziran 1907,
riyle ilişkilendirilirler. Burada ilginç olan, s. 2; zikreden Mardin, a.g.e. 289)
Sabahaddin'in kendini liberal görmeme­ Ancak, yine de belirtmek gerekir ki, bi­
sidir: raz daha gevşek bir tanımdan hareket
" lşte muhafazakarlık, liberallik, de­ edilmesi halinde, özel teşebbüse ve mer­
m o kratlık, sosyalistlik, teceddü t veya keziyetsizliğe yaptığı vurguyla, Osmanlı
milliyetçilik gibi nazariyeler, hep ilmi burjuvazisine atfettiği önemle, özellikle de
tahlil yokluğundan veya zihinlere yerleş­ Abdülhamit ve ittihat ve Terakki baskı re­
miş bazı kanaatleri birer esaslı hakikat jimlerine karşı duruşuyla Prens Sabahad­
sayarak, onlardan istidlal yoliyle hüküm­ din bir tür liberal olarak algılanabilir.
ler çıkarmak yanlış usulünden ileri geli­
yor. Fakat ictimai meselelerin (ilm-i icti­ İngiltere Sevgisi
ma=La Science Sociale) ile tahliline giri­ Baskın olarak Tanzimat'tan sonra, Os­
şilince açıkça görülüyor ki bütün bu eti­ manlı seçkinlerinin zihninde bir yabancı
ketler, bu basmakalıp ünvanlar, hakikat ülkeye sempati yer etmeye başlar: örne-
T Ü R K L i B E R A L i Z M i N i N K Ö K E N L E R i

ğin, Mustafa Reşid Paşa'nın gözdesi lngil­ lışmaktadır. Üstelik, devletin bu gelişim
tere iken Ali Paşa Fransa'ya daha yakın çizgisinde üstlendiği rol de, Sabahaddin'in
durur, Mahmud "Nedimof' Paşa ise Rus­ teorik şemasına pek uymaz.
ya taraftandır. Bu yaygın eğilime uygun
şekilde, Prens Sabahaddin de Osmanlı SONUÇ
imparatorluğu için en uygun modelin ln­
giltere olduğuna inanır. Prens Sabahaddin, sosyolojiyi Türkiye'ye
Sabahaddin, lngiltere'nin ve özellikle getiren ö ncülerden biridir, bu açıdan,
lngilizce'nin giderek artan önemini de­ özel bir ilgiyi kesinlikle hakkeder. Benze­
ğerlendirirken oldukça ileri görüşlüdür ri şekilde, şayet tanıma sıkı sıkıya sadık
(Ege, a.g.e. 23 2) , ancak hayranlığı biraz kalınmazsa, Türk liberalizminin ilk men­
aşırıya kaçar: lngiltere'nin takdirini ka­ suplarından da sayılabilir. Kişisel tarihi
zanma gereğini vurgular (Ege, a.g.e. 410) anlamında, hayatını birkaç kez "sabık"
ve bireyci bir eğitim için, gençlerin lngil­ hale gelen ülkesinin çıkarlarını korumak
tere'ye gönderilmesini önerir (Ege, a.g.e. için harcayan bir sultanzadenin yaşam 1 55
23 1). Onun gözünde, Osmanlılar dış po­ çizgisi de ilgiye değer. Ancak unutmamak
litikada lngiltere'nin yönlendirmesine ta­ gerekir ki, birbiriyle kesişen bu üç unsur
bi olmalıdır (Ege, a . g . e . 2 5 0 ) . Ayrıca, eleştirel bir gözle, daha önce bazı örnek­
Hindistan ve Mısır'dan, bu geri kalmış ül­ leri görüldüğü gibi ne Prens taraftarı, ne
keleri "düzene sokmuş" (sömürgeleştir­ Prens karşıtı keskin bir tavır almaksızın,
miş?) lngiliz görevlileri davet etmek iste­ değerlendirilmelidir.
mektedir (Erkul, a.g.m. 134) . Son "bir not: bir dönem, bir yana Prens
Prens, imparatorluğun nüfusunun ezici Sabahaddin, Demokrat Parti ve çağdaş
çoğunluğunun kırsal kesimde yaşadığının "liberal" oluşumları, diğer tarafa lttihat
bilincindedir. Bu yüzden, lngitere'nin ta­ ve Terakki, Cumhuriyet Halk Partisi ve
rihsel deneyimine benzer bir gelişme mo­ bu ikincinin türevlerini koyarak, iki kar­
deli yaratmayı arzular. ldeali, "centilmen­ şıt devamlılık çizgisinin tarifine çalışıl­
lerin" (kendi kelime seçimidir) önderli­ mıştır. lçinde teleoloji (ereksellik) eğilimi
ğinde, endüstrileşmeye doğru yürüyen ka­ barındıran bu çaba, bir nevi "gelenek ica­
pitalistleşen bir köylü sınıfıdır. Berkes'in, dı" gibi durmaktadır. Sabahaddin'in ilm-i
Prens'in tarihsel ve iktisadi bilgi yetersizli­ içtima'sı, 1 9SO'lerde Demokrat Parti'nin
ğine ilişkin yargısını akılda tutarak denile­ takip ettiği politikalar veya Yeni Sağ'ın
bilir ki, Sabahaddin 20. yüzyılın eşiğinde­ Türkiye versiyonu olan '80'li yılların
ki bir ülkeyi, Tarım Devrimi çağı lngilte­ "Özalizm"i farklı ;ımaçların, farklı ihti­
re'sinin normlarına göre biçimlemeye ça- yaçların, farklı kökenlerin ifadesidir. O
Prens Sabahaddin'in Düşünsel Kaynaklan ve
Aşın-Muhafazakar Düşüncenin İthali
AY K U T K A N S U

1 908 Devrimi i le beraber başlatabilece­ madığı ve l i bera l izmin zengin fikir tari­
ğimiz çağdaş Türkiye tarihi ve bu dö­ hinin hemen hemen hiç bil inmediği bir
nemdeki fikir akımları konusunda, bugü­ ü l kede, Prens Sabahadd i n ' i n ortaya at­
ne kadar yapılan çözümlemeler tüketici m ı ş olduğu fikirler arasında i l k a nda gö­
n itel i kte değildir. Geçtiğimiz yüzyıl için­ zümüze çarpan 'adem-i merkeziyet,' 'te­
de Türkiye'de görü len düşünce akımları­ ş e b b ü s - ü ş a h s i ' g i b i k a v ra m l a r i l e
1 56 n ı n büyük ö l çüde y u rtd ı şına dayanan Prens'in merkeziyetçi devlet yapısına ve
soykütüklerinin izi sürülmediğinde, i leri memurlarıyla birlikte tüm modern devlet
sürü len görüşleri çözümlemekte yetersiz aygıtına karşı a l d ı ğ ı tavı r, i l k bakışta,
ka l ı nıyor. Ortaya atı l a n fikirlerin nasıl bir onun temsil ettiği görüşün l iberal izm ol­
ortam ve bağlamda sunulduğu, diğer gö­ duğu 'izlenimine' yol açmaktadır. Bu ya­
rüşlerle olan bağlantı ları ve dünyayı ne nı ltıcı izlenimin nedenleri arasında, 1 9 .
şekilde yorum ladığı gibi temel sorular ya yüzy ı l l i bera l i z m i n i n y a n ı s ı ra, Sanayi
sorul muyor ya da bu değerlendirme kar­ Devrimi i le Fransız Devrimi sonrası dün­
şılaştırmalı bir bakış açısından yararlan­ yada, ortaya ç ı kan yen i düzeni tutucu
madan yapıldığı için eksik kalıyor. açıdan eleştiren muhafazakarlı k ve onun
Genell ikle görüşleri hakkı ndaki yerle­ çeşitlemelerinin d i kkate a l ı nmaması da
şik hükümlerin ötesine geçi lmed iği için vard ı r. Oysa muhafazakar söylem, özel­
ya n l ı ş yor u m l a n a n k i ş i lerden biri de, l i kle Fransa'daki karşı-devrimci siyasal
Prens Sabahadd i n ' d i r. Prens Sabahad­ ideoloji, bu ideolojinin başl ıca savunu­
d i n'in gerek 1 908 Devrimi öncesi Fran­ c u l arı ve b u ideologları n fikirlerindeki
sa'da sürgünde yaşadığı yıllarda peşinde temel t a ş l a r ı hesaba katı l m a d ı ğ ı n d a ,
koştuğu fikir akımları, gerekse 1 908 Dev­ Prens Sabahad d i n ' i n düşü nce dünyası
rimi sonrası Türkiye içinde ve d ı ş ı nda kendi içsel mantığı ve bütünse l l iği için­
propagandas ı n ı yaptığı görüşler üzerine de kavranamaz.
yazı lanların çoğu, onun görüşlerinin refe­ Babası Damad Mahmud Cel a l eddin
rans ve vargı larını yorumlamada gerçek­ Paşa tarafından 1 899 yılı sonunda kar­
ten araştırıcı olmamış, mevcut varsayım­ deşi Lütfu l lah Bey' le beraber Fransa'ya
ları veri kabu l eden bir zemin üzerinde götürüldüğünde, Prens Sabahaddin he­
yorum yapmışlardır. Bugün Türkiye'deki nüz 2 2 . yaşındaydı . Gerek anne tarafın­
sosyal bilimler edebiyatında, Prens Saba­ dan Osma n l ı h a neda n ı n a mensup b i r
haddin'in fikir dünyası hakkında, çözüm­ soylu olması, gerekse babası n ı n Avru­
l em e adına ya l n ızca onun görüşleri n i n pa'daki yönetici soylu sı nıfla olan iş i l iş­
oldukça eksik b i r özeti bilinmekte, onun kileri nedeniyle, içinde bulunduğu sos­
Türkiye fikir tarihindeki yeri bu eksik özet yal ortam onu -genelde Avrupa'daki,
üzerinden 'tartışılma ktadır. ' özelde Fransa'daki- yüksek ve ayrıca l ı k l ı
Prens Saba hadd i n ' i n görüşleri, Türk s ı n ı f arasına sokmuş o luyord u . Paris'te
sosyal bil imlerindeki sınıflama içerisinde i l işkiye g i rdiği soylu s ı n ıfı n temsilci leri
' l i bera l ' olarak ad l a n d ı r ı l agel mektedir. arasında Edmond Dem o l i ns de vard ı .
Türkiye gibi l iberal geleneğin güçlü ol- Prens'in Demolins ile tam olarak hangi
..
P R E N S S A B A H A D D I N ' I N D U Ş U N S E L KAYNAKLAR! VE A Ş I R l - M U H AFAZAKAR D U Ş U N C E N I N iTHALi

tarihte tanıştığı nı b i l m iyoruz. İzleyicile­ ve Yollar" ad larıyla Türkçe'ye kazandırı­


rinden Nezahet Nurettin Ege'ye an lattık­ lan kitaplarındaki sorunsa l ı değerlendir­
larından bildiğimiz kadarıyla, Prens' in, meyi gerekl i kılmaktadır. Böyle bir bü­
Demoli ns'in ilk baskısı 1 89 7 yılı N isan tünse l l i k içinde bakı ldığında, Prens Sa­
ayında yapılan ve bir yıl gibi kısa bir za­ bahaddin'in görüşlerinin yüzeysel liği ve
manda onuncu baskıya u l aşan A quoi ti­ kendi zamanının gerçekl iğinden ne ka­
ent la superiorite des Anglo-Saxons adlı dar kopuk olduğu fark ed ileb i lecek ve
kita b ı n ı Paris'teki kitapçı vitrin lerinde Türkiye için önerdiği çözümlerin ne ka­
görmüş olması ve bu yazarın 1 89 7 yılın­ dar hayali olduğu görülebilecektir.
dan sonra yayımlanmış diğer kitaplarını Edmond Dem o l i n s ' i n ve dolayısıyla
alıp okuması, Prens Sabahaddin'in dün­ Prens Sabahaddin'in görüşleri a rasında
ya görüşünü etkileyen en öneml i kişiler­ adem-i merkeziyet prensibi merkezi bir
den biri nin Edmond Demolins olduğunu yer işgal eder. Gerek Demolins ve Tour­
gösteriyor. Gerçekten de, Prens Saba­ ville gibi L a Science Sociale çevresinde­
hadd i n'in yazdığı tüm risalelerde ad ını ki yarı ayd ı n ların, gerekse Prens Saba­ 1 57
andığı kişi ler tümüyle Edmond Demo­ hadd in'in adem-i merkeziyet kavramını
l i ns'in yayın yönetmen l i ğ i n i yaptığı La hangi bağlamda kullandıkları son derece
Science Sociale dergisi çevresindeki ya­ önemlidir. Demol ins ve La Science Soci­
zarlardan oluşmaktad ır (ki bu zümren in ale çevres i n i n adem-i m erkez i yet i l e
amatö r/jurnal istik h üviyeti ne bakarak, kastettikleri, esasen 1 789 Devrimi önce­
"yarı aydın" terim i n i kullanabil iriz). Baş­ si Fransa'da varolduğu iddia edi len siya­
ka bir deyişle, Prens Sabahaddi n'in fikir sal ve sosyal düzendir. Onlar açısından,
dünyası n ı bel irleyen referans l i stesi he­ olması gereken adem-i merkeziyetçiliği,
men hemen bütünüyle bu dergi çevresi yüceltilmiş bir feodal düzen temsil eder.
ile 'Societe pour le developpement de Feodal düzende varolan siyasal, sosyal
l'initiative privee et la vulgarisation de la ve ekonomik yapı parçalanmış bir hal­
science sociale' derneğinin üyelerinden dedir; ve toprakları üzerinde hemen he­
oluşmuştur. Kendisi de adı geçen derne­ men her türlü tasarruf yetk i s i n e s a h i p
ğin bir üyesi olan ve 'Teşebbüs-ü Şahsi o l a n a r i stokrasi, gele neksel d e v l e t i n
ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti' adıyla kontrol mekanizması dışında yer almak­
b u d e r n eğ i n T ü r k i ye ş u be s i n i k u r a n tadır. 1 789 öncesi eski düzende her ne
Prens Sabahadd i n ' i n , Türkiye d ışı nda kadar merkezileşmeyi hedefleyen b i r
yayımladığı dernek yayın organı Terakki devlet v a r id iyse de, aristokrat sınıf hala
gazetesinde ve Türkiye içinde yayımla­ ayrıcal ıkları sayesi nde merkezi devletin
dığı çeşitli risa lelerde kendi görüşü ola­ yargı ve diğer denetimlerinden kaçabil­
rak ileri sürdüğü fikirler, La Science So­ mekte, sahibi olduğu topraklar üzerinde
ciale çevresinin yazd ıklarının hemen he­ tasarruf yetki leri n i ki mseye hesap ver­
men mat a mat Türkçe çevirisinden ve o meden kullanabilmekte, toprakları üze­
görüşlerin Türkiye'ye uyarlanmış çeşitle­ rindeki köylüleri tebaası addedip onlara
mesinden i b a rett i r. Bu neden le, Prens dair de devlete karşı hak idd i a edebil­
Sabahaddin'in görüşleri ile bu görüşlerin mekteydi . Adem-i merkezi olarak tanım­
ası l larını ve bunların Fransa düşünce ta­ lanan bu yapıda, aristokrasi, devlet i le
rih inde durduğu yeri birlikte ele a lmak tebaa arasında bir uzlaşma aracı ve mut­
gerekir. Bu da, Demol ins'in Prens Saba­ lakiyetç i l iği dengeleyen bir unsur olarak
hadd i n çevresi tarafı ndan "Anglo-Sak­ görülüyordu.
sonlann Esbab-ı Faikiyeti Nedir? Anglo­ Le Play' n i n taki pçisi ve Demol ins'in
saksonlar Hakkında Tedkikat-ı İctima­ ya kın fikir arkadaşı olan Henri de Tour­
iye", "Mevki-i İktidar", " Yeni Mektebte ville 1 905 yılında Histoire de la forınati-
..
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B i R i K i M i

on particulariste: /'origine des grands balığını yapması nedeniyle de bizi i lgi­


peuples actuels adıyla bastırdığı, ama lendirmekted ir.
daha önce L a Science Sociale dergisi nde T ü rkçeye "Mevki-i İktidar" a d ı y l a
makalelerle yayımladığı araştı rmalarında 1 9 1 4 y ı l ı nd a çevri len "A-t-on interet a
Demolins'in de üzerinde ısrarla durduğu s'emparer du pouvoir?" kitabında De­
Anglosakson tipi top l u m u n hayali soy­ molins'in tarih boyunca 'sahte' ve 'ger­
kütüğünü anlatırken feodal döneme yo­ çek' zirveler olarak bize sunduğu tablo
ğ u n l aşmakta ve bu dönemi kişisel öz­ manidardır. Sahte zirveler aynı zamanda
gürlüklerin en fazla olduğu dönem ola­ toplumların 'sefahat' anındaki çürümüş
rak n itelend i rmekted i r. Bütünüyle aris­ durumlarıdır. Demolins'in tarihteki böy­
tokratik bir bakış açısı nı yansıtan bu gö­ le durumlara verdiği örnekler arasında
rüş, doğal olarak ideoloj i kti ve burada Ati na'nın ve Philip ile Büyük İskender'i n
özgürlükten kasted i len tüm toplumdaki egemenl iği altındaki Makedonya, Roma
kişilerin özgürlüğü değil, yaln ızca aris­ İmparatorluğu, i l . P h i l i p yöneti mindeki
1 58 tokratların yasalar ve genel topl u m de­ İspanya Kra l lığı, xıv. Louis yönetiminde­
netimleri dışında ka lma ayrıcalı klarıydı . ki Fransa Kra l l ığı ve Napoleon devri var­
Gerek de Tourvil le, gerekse Demol i ns ve dır. Tarihte zengi n l i k ve mutluluk an ları­
Prens Sabahaddin'in yazdı klarında tesa­ nı temsil eden 'gerçek' zirveler arasında
düf ettiğimiz özgürlük ve devlete karşı ise Atina Cumhuriyeti, Cumhuriyet dö­
serbesti kavra m l a r ı b u bağlamda e l e nemi Roma, Ortaçağların feodal yapı la­
a l ı nm a s ı gere k l i kavr a m l a r o l up, 1 9 . rı, İngiltere'deki parlamentarizm devri,
yüzyıl l i beral düşü nces i ndeki özgürlük Anglosakson l a r ı n d ü nyaya fütu rsuzca
anlayışıyla taban tabana zıttı. yayı ldıkları dönem ve Amerika B irleşik
B urada, 1 9 . yüzyıl boy u nca adem-i Devletleri say ı l ma ktad ı r. Bir ma ntı k l ı
merkeziyet kavram ı n ı n özel l i kle Fransız açıklaması veri lemeyen b u s ı n ıflandır­
aşırı mu hafazakar siyasal düşüncesinde­ mada, Demolins açısından kötü olan de­
ki kul l a n ı l ı ş tarzı ile La Science Sociale virlerin belki de tek ortak özell iği, bun­
çevresi n i n kullanışı a rası ndaki paralel­ ların güçlü merkezi devletlerin varoldu­
l iklerden bahsetmek yerinde olur. I lı m l ı ğu dönemler ol uşudur. De Tourville açı­
b i r muhafazakar o l a n v e adem-i merke­ sından da, merkezi devletlerin o ld uğ u
ziyet kavramını siyasal felsefesi n i n mer­ devirler kötü, feodal devirler i s e gerçek
kez i ne oturtan Alexis de Tocquevi l le'i özgürlüğün olduğu iyi ve parlak devir­
b i r kenara b ı rakırsak, 1 9. yüzyı l ı n ba­ lerdir.
ş ı n d a n i t i b a r e n ö ze l l i kl e F r a n s a ' d a Burada i lgi çeken nokta, emperya l ist
adem-i merkeziyet kavramını diğer tüm b i r ü l ke olan 1 9 . yüzyıl İngi lteresi i l e
l iberal prensipleri dışlayarak düşüncele­ Amerika Birleşik Devletleri ' n i n bu de,
rinin ana ekseni olarak ele alanların he­ magoj i k söylem içinde bir arada yer al­
men t ü m ü n ü n , b a ş ı n d a n beri Fransız masıdır. 20. yüzyıl başlarında Büyü k Bri­
Devrim i'ne ve onun tem s i l ettiği mo­ tanya hala d ü nyada en geniş sömürge
dern dünyaya karşı çıkan aşırı mu hafa­ topraklarına sahip olan ü l keydi ve bu
zakarlar o l d uğ u n u görürüz. Bu karş ı ­ yüzden, bu konuda onu geriden takip
devri m c i s iyasal kura mcı ların başında eden Fransa g i b i ü l ke lerdeki (Demo­
aynı zamanda yerel siyasette de etkin l i ns ' i n de d a h i l o l d uğu) emperyalizm
görevler a l m ı ş olan L o u i s de B o n a l d hayranlarını etkilemekteyd i . Her iki ü l ­
vardır. De Bonald Fransız Devrimi son­ kenin bir diğer özelliği de, Fransız Dev­
r a s ı n d a n bugüne kadar gelen Fransız rimi i l e ortaya çıkan modern ve klasik
m uhafazakar ideolojisinin i l k temsi lcisi merkezi devlet modelinin dışında yer al­
olmas ı n ı n yanısıra, Le Play' nin fikir ba- malarıydı. Nasıl ki, ılımlı bir muhafaza-
..
P R E N S S A B A H AD D I N ' I N D Ü Ş Ü N S E L K A Y N A K L A R ! VE AŞ I R l - M U H AFAZA K A R D Ü Ş Ü N C E N i N i THALi

kar ve artık Devrim öncesi Fransa'ya dö­ S i ya s a l a ç ı d a n ise, l i beral kura m d a k i


nülmesi n i n mümkün olmadığını anlaya­ temsil mekanizması temelden reddedi l i­
cak kadar gerçekçi olan de Tocquevi lle yor, siyasette kra l ile beraber toplumun
açısından, ideal siyasal ve toplumsal dü­ 'doğa l ' tem s i l ci leri olan aristokratların
zen federal bir yapıya sahip Amerika devlet aygıtında görev alması isteniyor­
B i rleşik Devletl eri ise, de Tocquevi l l e d u . Bu çevre n i n Türk kamuoy u n d a k i
kadar gerçekçi o l m a y a n v e yaşa m ı n ı temsilcisi Prens Sabahaddin'in bu temel
sürdürdüğü Avusturya sürgününde Fran­ konulardaki görüş ve fikirlerine biraz da­
sa içindeki karşı-devrimcilerin l iderliğini ha etraflı bakı ldığı nda, bu aşırı muhafa­
yürüten Comte de Chambord'u destekle­ zakar ideoloj i n i n 20. yüzyı l ı n i l k yarısın­
yen kralcı 'meşruiyetçi' gruba dahil De­ da 'devrimci sağ' olarak adlandırılabile­
molins ve benzerleri açısından da öykü­ cek görüşlere i l ham kaynağı teşkil ettiği­
nülmesi gereken siyasal ve sosyal yapı ni görülebilecektir.
artık 1 9 . yüzyı l gerçeğiyle örtüşmeyen, Arz u l a n a n ekonom i k d üzen a ç ı s ı n ­
fakat Anglosakson bireyselc i l iğinin ana­ d a n , b u ideoloj i n i n biraz evr i l d i ğ i n i, 1 59
vatanı o larak düşledikleri Büyük Britan­ ama temelde değişmed iğini görmekte­
ya Kra l l ığı idi . yiz. De Bonald, l iberal prensipler çerçe­
1 9 . yüzyı l ı n başl arından itibaren, İn­ vesinde işleyen kapitalist bir düzen in ta­
giltere örneği Fransa'daki karşı devrimci­ mamıyla karşısındaydı . Onun açısı ndan,
lerin kul lanabildikleri yegane 'iyi' örnek tıpkı feoda l dönem l erde olduğu g i b i,
olagelmiştir. Fransa'daki karşı devrimci­ aristokrasinin toprağa her açıdan h ü k­
ler ve kra lc ı lar açısı ndan İ ng i l tere' n i n metmesi ve ekonominin temel inin tarım­
önemi, Sanayi Devrimi'ni yaparak eko­ s a l o l m a s ı g e r e k i y o rd u . Ya z ı l a r ı n ı n
nomik yap ı s ı n ı dönüştürmüş ve ekono­ önem l i böl ümünü bu konuya ayıran de
mik açıdan ağırlığın tarımdan sanayi ve Bonald ve Le Play için, aristokrasinin sa­
mali kesime geçtiği gelişmiş bir kapita­ hip olduğu büyük topraklar kutsaldı ve
l ist topl u m olmasında yatmıyord u . De­ veraset yol uyla dahi parçalanmamal ıyd ı .
m o l i n s ve taraftarl arı n ı n fiki rleri ndeki Fransız Devrimi'nden sonra çıkarı lan b u
birçok çel işkiden birisi, de Bonald'dan veraset kanuna karşı geliştirilen ideoloj ik
ve Le Play'den daha düşük d üzeylerde söylem içinde Le Play ortaya 'a ile' kav­
olsa b i l e, fikir babaları Le P l ay'de de ram ı n ı atarak öne çıktı.
gözlemlenen kapita lizm tiksintisi idi. 1 9 . Le P l ay' i n geliştirdiği 'ai le' söylemi
yüzy ı l sonu Fransız kralcıları ve karşı ­ içinde üç tip aile vardır. Bu tiplerden bi­
devrimcileri açısından bakı ldığı nda, İ n ­ rincisi, Doğu'da ve Doğu Avrupa'da ge­
giltere, modernleşmiş olmasına rağmen çerli olduğu söylenen 'pederşahi aile' ti­
eski düzeni tamamen ortadan kaldırma­ pidir. Le Play Orta Asya'da çoban l ı k l a
mış bir ü l ke olarak görül mekte ve orada uğra şa n top l u m l a r ı n b e l i rleyici öğesi
aristokrasin i n hem ekonomi k ve sosyal, olan bu aile yapısının bireyin kişisel giri­
hem de s iyasal hayatta hala bel i rleyici şimciliğini bastırdığı görüşündedir. Tarihi
rol oynad ığı, hürmet gördüğü düşünül­ bir kategori gibi ald ığı bu ai lenin Asya
mekteydi . steplerinden sonraki evrimi içi nde, do­
S o s y a l a ç ı d a n b a k ı l d ığ ı n d a , büyük ğal ve ekonomi k zorunlul uklar nedeniy­
toprak sahibi aristokratla r ı n egemenli­ le eski pederşahi yaşantı ların ı sürdüre­
ği ndeki tarım ağırl ıklı bir ekonomik dü­ meyen 'istikrarsız a i le' tipini ortaya çı­
zen, aynı zamanda, kendi başına kaldık­ kard ığ ı görüşü nded ir. 'İstikrars ı z a i le',
larında ne yapacaklarından ted i rg i n l i k bir bakıma, 1 9 . yüzyıl başı rekabetçi ka­
duyulan köylüleri kontrol altı nda tutma­ pita l izmin ortaya çıkardığı bir a i l e yapı­
nın en etkil i yol u olarak gözükmekteydi . s ı yd ı . Yoksul Şartlarda yaşayan, kendi
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T " I N B i R i K i M i

evine dahi sahip olmayan 'istikrarsız ai­ i k i l i bir şemaya dönüştürüldü. Bu iki ya­
le' içinde özel likle de otoritenin yoklu­ zarın s ı n ıfland ı rması nda kötü a i l e tipi
ğu, Le Play ve takipçileri tarafından faz­ 'cemaatçi ai le,' iyi a i le tipi de 'bireyci
lasıyla önemsenmekteydi . Otoriteye say­ aile' olarak adlandırılmaktayd ı . Hem de
g ı l ı ve geleneklere bağ l ı olarak yetiştiril­ Tourville hem de Demolins' i n sunuşun­
meyen bu gençler, övü len 'kök ai le' ti­ da coğrafi koşulların belirleyici l iği geri­
pinde yetişen gençler gibi yeni fikirler leyip ırki özel l ikler (Saksonluk) ön plana
üretecek bir eğitime de sahip bulunmu­ ç ı kıyor, ama son kertede böyle bir ya­
yorlar, sonunda devletin koruması altına şantı tarz ı n ı n düzgün verilecek bir eği­
d üşüyorlard ı . Sosyo loj i k bir çözüm le­ timle de öğrenilebileceği vurgul a n ıyor­
meymiş gibi gözüken bu sahte sınıflan­ du. İnsan lar pekala Anglosakson tarzı bir
dırmanın arkasında, Le Play ve takipçile­ eğitimle de ' cemaatçi' yaşantı tarzından
r i n i n asl ı nda rahatsız olduğu şey, eski­ kurtarı l ı p 'bireyci' yaşantı tarzına kavuş­
den aristokrasinin emri nde ona -ve kili­ turulabil ird i .
1 60 seye- itaat eden bir köy l ü s ı nıfı yerine Prens Sabahaddin'in hoşuna giden de
artık geleneksel kontrol mekanizmları bu olmalıyd ı . İ nsanlar eğitimle 'cemaat­
dışında, fabri katörlere h i zmet eden ve çi' bir yaşantı tarzından 'bireyci' bir ya­
o n l a r l a a r a l a r ı n d a y a l n ı z c a basit b i r şantı tarzına geçebilirler ve 'bireyci' ola­
kontrat i l işkisi o l a n başıboş işçi s ı n ıfı nın rak yetiştiri lecek yüksek s ı n ıfa mensup
türemesiyd i . Le Play ve katolik düşünür­ gençler toplumu Fransız Devrimi öncesi
ler, 'sosyal sorun' o larak adlandırd ıkları feoda l i l işki ler ağı na taşıyabilirlerd i . De­
bu duruma çareyi fabri katörlerin tıpkı m o l i ns Fransa'da bu' anlamda 'bi reyci'
köylüsüne 'sahip çıkan' aristokratlar gibi i nsan yaratmak i ç i n Paris ' i n bat ı s ı n d a
işçilerine sahip çıkmaları nda ve onların 'Ecole d e s Roches' adıyla bir özel okul
d i ni eğitim leri d a h i l tüm i htiyaç l a r ı n ı kurmuştu. Demolins'in amacı, Prens Sa­
karşılamalarında bulmaktaydı. bahadd i n' i n ve onun izinden yürüyen
Le Play' in üçüncü olarak bahsettiği ai­ birtakım Türk sosyologların da ziyaret
le tipi, asi ı nda keza pederşahi bir aile edip övgüyle bahsettikleri bu özel okul­
olan 'kök ai le' idi. Bu ai lenin merkezin­ da, aristokratların çocuklarına 'işe yara­
de, a i le topraklarını ve ai leyi bir arada yacak' bir eğitim vermekti . 'İşe yarayan
tutan bir a i le reisi bulunmaktayd ı . Tarih­ e ğ i t i m ' , o n l ar ı öze l l i k l e İ n g i ltere i l e
sel olara k ne çok iyi, ne çok kötü olan Fransa arası ndaki emperyal ist yarışa ha­
ekonomik koşul larda ortaya çıkan bu ai­ zırlayacak olan 'eğitim' demekti. Demo­
l e tipinde bireysel girişimci l i k özendirili­ l ins'in "Anglo-Saksonların Esbab-ı Faiki­
yor; ekonomik açıdan çok varlıklı olma­ yeti Nedir? Anglo-Saksonlar Hakkında
yan a ile, ister istemez çocukları n ı kendi Tedkikat-ı İctimaiye" adıyla Türkçe'ye
yuvalarını kurmaları için teşvik ediyor; çevrilen eserinin daha ilk sayfası nda 1 9 .
ailenin dağılmasını önlemek için de ku­ yüzy ı l sonunda Büyük Britanya'nın dün­
rul u ev düzen ini olduğu gibi tek bir ço­ ya haritası nda işgal ettiği sömürgelere
cuğa devrederek sülalenin devamını ga­ işaret edilerek, emperya list yarışta geride
ranti altına a l ıyordu. kalan Fransa için çözüm önerileri göste­
Le Play' i n ortaya attığı bu aile sın ıflan­ ril iyordu.
dırması çok ufak değişikliklerle, ama ör­ Demo l i n s açıs ından, F ransa ' n ı n sö­
neklerle zengin leştiri l m i ş bir biçimde, mürgec i l i kte İ ngi ltere'nin gerisinde kal­
müritlerinden de Tourvi l le ve Deniol ins mas ı n ı n tem e l nedeni an layış farkıyd ı .
tarafından geliştiri l d i . Le Play' in aslında 'Bürokratik' zihniyetli Fransa sömü rgele­
ikili olan bu üçlü sınıflandırması de To­ rini yönetecek bürokratları yetiştirme ve
urv i l l e ve Dem o l i n s tarafı ndan açıkça onları idari bir yapı içinde tutma gayreti
...
P R E N S S A B AH A D D I N ' I N D U Ş Ü N S E L KAYN A K LAR! VE AŞ I R l - M U H AFAZAKAR D Ü Ş Ü N C E N i N iTHALi

içi ndeydi . H içbir aristokrat Fransa'yı terk rek bunları kendi başlarına kaldıkları nda
ed ip sömürgelere yerleşmeye özendiril­ doğru dürüst tarım bile yapamadı klarını
m iyord u . Demol i ns'e göre, Fransa'da düşündüğü Anadolu köylü leri nin başla­
Devri m sonrası eğitim pol itikası i nsanla­ r ı n a ' z ı r a i patron' o l a ra k göndermeyi
rı devlet h izmetine yöne ltiyor, o n l a r ı planlamıştır. Prens Sabahadd in'in Türki­
merkezi devlete h izmet eden v e dolayı­ ye'nin kal kınması için bu lduğu çare -ya­
sıyla da modern ve merkezi devleti güç­ ni, 'bireyci girişimci l ik' ya da 'teşebbüs­
lend i ren b i reyler h a l i ne geti r iyord u . ü şahsi'- buydu. Dem o l i n s ' i n önerd iği
Fransa'da devri m sonrası ortaya ç ı kan gibi, gençler devlet memuriyetine girme
merkezi devlete çalışmak kra l cı lar açı­ fikrinden caydırılmalı ve özel bir eğitim­
s ı nd a n v ic d a n e n m ü m k ü n değ i l d i ve den geçirilerek, yani 'bireyci a ile' tip i ne
bunların bağnaz olan ları uzun yı l lar par­ uygun i nsanlar olarak yetiştirilerek, köy­
lamento üyeliği dahil her türlü de"let işi­ lünün efendisi olmak üzere Anadolu'ya
n i reddetmi şlerd i . Demol ins, şimdi, 1 9. salınmalıyd ı .
yüzyıl ı n sonunda, aristokratl arı n kendi­ Ekonom i k kuram açısı ndan b a k ı l d ı ­ 1 61
lerine yen i yaşam a lanları yaratmalarını ğı nda, b u çözümün bireyci kapita l ist ge­
ve sömürgelere yerleşerek Fransa'ya bu l işme model i nden ve l i beral söyl e m i n
yol l a h izmet etmelerin i öneriyord u . ' b i reysel g i r i ş i m c i l i k' kavra m ı ndan n e
Demol i ns'in ve Türkiye'deki takipçisi kadar 11zak olduğu çok a ç ı k görülür. Öz­
Prens Sabahaddin'in özel girişimc i l i kten lenen düzen i n b i reyci ve rekabetçi b i r
-teşebbüs-ü şahsiden- anladığı, yalnız ve kapita l ist d ü z e n olmadığı, t a m ters i ne,
ya lnız, buyd u . De Bonald kapital izme Fransız Devr i m i öncesinde varolan, fe­
tümden karşıyd ı . Le Pl ay, ondan sonra odal toprak düzenine geri dönmek anla­
gelen Demo l i n s ve aynı gruptan olup m ı na geld i ğ i n i daha i y i a n l a m a k i ç i n
Amerika'daki Saksonları n hayatın ı ' i nce­ böyle b i r düzenin belkemiğini oluşturan
leyen' de Rousiers hep kapita l i zmden siyasal düzen projesine de göz atmamız
yüksek soyluların kend i sınıflarına yara­ gerekmektedir.
şır bir yaşantı tarzı sürmes i n i n 1 9 . yüz­ Gerek de Bonald'ın, gerek takipçisi Le
yı l kapital izmi çerçevesi nde nasıl müm­ Play' i n, gerekse onun müridi Demol i ns
kün o l d u ğ u n a kafa yormuş ve çareyi ve Demol ins' i n uyarlayıcısı Prens Saba­
büyük tarı m s a l top r a k l a r ı i ş l etm ekte hadd i n ' i n devlet model i hakkında yaz­
bulm uştu. L i beral söylemde yer alan fır­ d ıkları ve eski rej imle yen i rej i m arasın­
sat eşitl i ğ i n i n Dem o l i n s ve çevresi n i n da yaptıkları kıyaslamalar bize bu i de­
yaymaya çal ıştığı aşırı m uhafazakar ide­ oloj in i n siyasa l yaşam hakkındaki görüş­
oloj ide hiç yeri yoktu. Demolins ve ta­ leri üzerine b i rçok i pucu vermekted ir.
raftarları n ı n -bu arada Prens Saba had­ Fransa örneğinden başlarsak, bu ideolo­
d i n'in- modelinde küçük ya d a topraksız j i n i n temsilci leri 1 789 yıl ından sonra ku­
'gi r i ş i m c i ' köyl ü d e ğ i l , ken d i s i ne yen i r u l a n yen i devlet mode l i ne temelden
yaşam a l a n ı açacak genç a r i stokratl ar karş ıyd ı l a r. Fransız Devr i m i y a l n ı z ca
vard ı . Demol ins i le Prens Sabahaddin'in aristokratların ayrıca lıklarına dokunduğu
bu konu üzerine yazd ı k l a rı aras ı ndaki için değil, kişi hak ve özgürl ükleri ni ön
tek fark Türkiye'nin öznel koşul larından plana çıkararak toplumda varolan istik­
kay n a k l a n ıyord u . Prens S a b a h ad d i n, rarı, aristokrasin i n halk katındaki otorite­
Türkiye' n i n Fransa g i b i Afrika ve d iğer s i n i ve yü ksek s ı n ıfa duyu lan h ü rmeti
kıtalarda sömürge i m paratorluğu kurabi­ azalttığı i ç i n de kötülenesi bir olayd ı .
leceğ i n i düşünmediği nden, bunu bir iç Hele yeni parlamento ve bunun ayr ı l ­
sömürgeleşme o larak tasarlamış ve Tür­ m a z parçası o l a n temsi l model i -yani, li­
kiye'deki zengin s ı n ıfı n gençlerini eğite- beral demokrasi- aşırı m u h afazakarlar
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B i R i K i M i

açısından tahammül ed i lemeyecek ka­ yavaş özel hayattaki ayrıcal ıklı insanla­
dar kötü bir şey olarak görülüyordu. Re­ rın eline geçmiş ve bunun sonucu ola­
kabetç i s i yasete d u y u l a n bu tiksintiyi rak 'bireyci' toplum yapısına yaklaş ı l m ı ş
tüm çelişki leri ile birlikte Türkiye'ye taşı­ olunacaktı. Prens, kolluk güçlerinin de,
yan Prens Sabahaddin, bazen doğrudan, tıpkı feodal dönem lerde olduğu gibi, ye­
bazen de dolaylı olarak, parlamenter re­ rel güç lerden o l uşmas ı n ı ve aynı z a ­
j i m a leyh i nde görüşler i leri sürmüştür. manda bölgeni n en büyük toprak sahibi
Prens'e göre, tıpkı Fransız Devrimi gibi, olan yerel yönetici n i n emrinde olması­
1 908 Devri m i de Türkiye'deki yapıyı n ı , bu model i n başarısı açısından, şart
bozmuş ve 'gereksiz' parti kavga larıyla koşuyordu.
ü l ke felaketin eşiğine getirilm işti. Oysa, Gerek Fransa'da 1 9 . yüzyıl sonunda
Prens'e göre, esas olan rejimin ne oldu­ m utlakıyetç i l iği geri getirmeye çalışan
ğu değ i l d i . Rej i m mutlakiyetçi monarşi Demolins ve taraftarları, gerekse Türki­
de olabil irdi, parlamenter demokrasi de; ye'de bu aşırı m uhafazakar akımın tem­
1 62 meşruti monarşi de olabil irdi, cumhuri­ s i l c i l i ğ i n i y a p a n Prens S a b a h a d d i n ,
yet de. Esas olan, ü l kede 'bireyci a i le' merkezi devlet projesine, s ı rf yeni kapi­
model ine göre insan yetiştiri lip yetiştiril­ tal i st düzeni temsil ettiği, toplumda l i ­
mediğiyd i . Kamusal hayattaki gerçek ge­ beral leşme ve s iyasette demokrati kleş­
l işme ne Meşrutiyet'ten, ne parlamenta­ me ile birl i kte anı ldığı ve öze l l i kle 1 9 .
rizmden, ne de cumhuriyetten doğuyor­ yüzyıl Fransız burjuva ideolojisinin bir
d u . Pre n s Sabahadd i n ' e göre, T ü r k i ­ parçası olduğu için karşı çı kmaktayd ı­
ye'nin kurtul uşu 'cemaatçi toplum' yapı­ lar. Merkezileşme siyaseti güden mutla­
s ı ndan 'bireyc i top l u m ' yap ı s ı n a geç­ kiyetçi kra l lardan XIV. Lou is'yi, gerek
mekte yatıyordu. de Bonald, gerekse Demol ins son dere­
Siyasal model açısından en büyük sı­ ce sert eleşti rmiştir. Onl ara göre, X I V.
k ı ntı devleti n merkezileşmesinde yat­ Lou is'nin Fransız devlet aygıtı n ı merke­
maktaydı . Yargılama gibi, aristokratların zileştirme s i yaseti, yere l/a r i sto krat i k
doğal vazifeleri olarak görülen birçok iş güçleri zayıflatarak devrime neden ol­
de artık onların elinden a l ınıp profesyo­ m uştu. 1 789 sonrası bu merkezi devlet
nel bürokratl ara veri l meye başlamıştı . ayg ı t ı n ı e l i n e geçiren burj uva s ı n ıfına
Bu sürece karşı ç ı kan Fransız aşırı mu­ karşı koymak aristokratlar açısından iyi­
hafazakarları gibi Prens Sabahaddin de, ce zorlaşmıştı .
Türkiye'deki eşrafın böyle bir görevi ye­ Fransız karşı-devrimci lerin i n ideoloji­
rine getirecek en yetki l i grup olduğunu lerini 1 908 öncesi çıkarttığı Terakki ga­
iddia ederek topraklı sınıfa mensup nü­ zetesi ve 1 908 sonrası yayı mlad ığı risa­
fuzlu kişilerin kendi bölgelerinde yargıç lelerle Türkiye'de dolaşıma sokan Prens
ol arak görevlend iri lmelerini talep edi­ Sabahaddi n, Fransa'da XIV. Louis yöne­
yordu. İ ngi ltere'de olduğu iddia ed ilen timi a ltında yaşanan dönem i n Türkiye
'adem-i merkeziyet' ya da 'yerinden yö­ tarihinde Tanzimat'la birl i kte başladığını
netim' model i, doğal olarak, sırf 'justice iddia etmekteyd i . Prens Sabahadd i n'e
of the peace' ile sınırlı kalmıyordu. Bu göre, merkeziyet demek özgürlükleri te­
modelde, tıpkı Fransa'daki aşırı muhafa­ kel altına almak ve çoğunluğu azınl ığa
zakarların aristokratları 'doğal yönetici' çiğnetmek demekti . B u d ü ş ü nceleri n i
olara k görmeleri gibi, Prens Sabahadd in 1 908 Devrim i sonrası s ı k s ı k tekrarlayan
de bir bölgen in en nüfuzlu kişisinin -ya­ Prens, Tanzi mat'a yönelttiği eleşti r i n i n
ni, o bölgenin en büyük toprak sahibi­ ayn ı s ı n ı İttihat v e Terakki Cemiyeti'nin
nin- o bölgenin yerel yöneticisi olmasını kurmaya çalıştığı yeni düzen aleyh i nde
istiyordu. Böylece, kamusal hayat yavaş de söylemekten geri kalmad ı . Daha ba-
P R E N S S A B A H A D D I N ' I N D Ü Ş Ü N S E L K A Y N A K L A R ! VE A Ş I R l - M U HA FAZA K A R D Ü Ş Ü N C E N i N iTHALi

şından, 1 908 Devrimi ve onun idealleri nom ik, sosyal ve siyasal düzen i eleştir­
aleyh ine geliştirdiği söylemin temel taş­ miyor, aynı zamanda 1 8 . yüzyıldan iti­
l a r ı n d a n b i r i n i m e r kezi d evlet ya p ı s ı baren d ü nyada egemen ol maya başla­
oluşturdu ve b u merkezi devletin mutla­ yan Ayd ı n l anma' fi kirlerine ve b i l i m ­
kıyetçi bir yönetim i n mi, meşruti monar­ sel/kuramsal yaklaşımlara d a karşı çıkı­
şinin mi, yoksa l iberal demokratik bir re­ yordu.
jimin mi aygıtı olduğu olgusuna hiç dik­ Bu idoolj i, l i bera l/kapital ist düzenin
kat etmedi; çünkü Prens açısından, artık ekonomik kuramı olarak gelişen 'econo­
modası Fransa'da b i l e geçmiş olsa da, mie politique' yerine, eski düze n i n fe­
aşı rı mu hafazakar karşı-devrimci söyle­ odal ve kapita l izm öncesi ekonomi k iliş­
m i n motifi buydu ve bu ideoloji, mo­ kiler ağını ihya etme amacıyla geliştirdi­
dern devlet yap ı s ı n ı tüm kurumlarıyla ği ve 'economie sociale' olara k a d l an­
ancak merkeziyetçi l i k/adem-i merkezi­ d ı rd ığı kuramı kul lanmaktayd ı . Rekabet­
yetç i l ik ekseni etrafında temel lendirerek çi kapita l izmi, ortaya çı kardığı yeni so­
eleştirebi l iyordu. runlar nedeniyle eleştirirken, patron ile 1 63
Fransa'da hayata koyu bir mutlakıyet­ işçi arasında yalnızca iş akdine dayanan
çilik, kralcılık ve adem-i merkeziyetçilik serbest değiş-tokuş mekanizmasının top­
taraftarı ol arak atı l a n Charles Maurras lumu çökerttiği iddiasıyd ı . Bu karşı söy­
bi le, artık 1 870 sonrası Üçüncü Cumhu­ lem, içinde katolik öğretinin temel sav­
riyet rej i m i a ltında, sürgündeki Comte larını da barındırd ığı için, zaman içi nde
de Chambord'u kral ilan etme projesinin evr i l erek a d ı n a bazen ' H ı r i stiya n d e­
fiyaskoyla sonuçlanmasından sonra, ide­ mokrasi,' bazen de 'hristiyan sosyal izmi'
olojisinin temellerini adem-i merkeziyet­ den i l en bir siyasal harekete başlangıç
çilikten devletin mutlak otoritesine doğ­ teşki l etti. Almanya'da 'devlet sosyal iz­
ru kayd ı racak ve o güne kadar siyasal mi' ya da 'kürsü sosyal izmi,' Fransa'da
görüşleri n i paylaştığı Demolins ve çev­ ise 'Hıristiyan sosyal izm' olara k adlandı­
resin i n artık 2 0 . yüzy ı l i ç i n geçerl i l iği rılan bu görüş 20. yüzyı l başlarında aşırı
olan prensipleri savu nmad ı klarını söyle­ sağın hem liberali zme, hem geleneksel
yerek on ları hayalperestlikle suçlayacak­ m u hafaza ka rl ığa, hem de sosya l i zme
tı . Bu aşırı muhafazakar karşı-devrimci karşı gel iştirdiği bir tepkiyd i . Bu tepkici
görüş Fransa'da -ve Türkiye'de- hem li­ görüş Fransız Sağının aşırı ucunu temsil
beral izmi hem de solu şiddetli bir şekil­ etmekteydi . Birinci Dünya Savaşı sonrası
de reddeden bir üçüncü görüşe, korpo­ Fransa'da gel işen faşist 'Action fra nça­
ratizm ve faşizme kayacaktı. La Science ise'i n fikir babalarından biri olan Char­
Sociale çevres i n i n evrimi, 2 0 . yüzy ı l ı n les Mau rras, Dem o l i n s ve çevresi n i n
i l k yarısında korporatist v e faşist b i r ko­ rahle-i tedrisi nden geçmiştir.
numa varm ıştı. 'Science sociale' metodu ise daha ön­
BU karşı-devrimci ideoloj i n i n l i bera­ ce söz konusu ettiğimiz iki l i ayrıma da­
l izmde sürekli eleştirdiği noktalardan bir yanıyor; 'bireyci toplumlar' ile 'cemaat­
diğer önem l i olanı da eğitim alanınday­ çi top l u m l ar' arasında varolduğu iddia
d ı . Gerek de B o n a l d gerekse Le P l ay ed ilen farkl ı l ı klar üzerinden sosya l, eko­
kralcı l ı k ve mutlakıyetçilikleri nin yanısı­ nomik ve siyasal tarihin gerçekl i kle ilin­
ra ayn ı zamanda bağnaz birer Katolikti­ tisiz bir çeşitlemesi kurgu lan ıyordu. 'Sci­
ler. Kuramsal çerçevesi n i d i ni prensiple­ ence socia/e' kavra m ı n ı 'sosyal b i l i m'
re, özel l i kle Kato l i k ideoloj i n i n temel kavram ıyla, bi lerek veya bilmeyerek, ka­
taşlarını içeren öğretisine dayandı rmaya rıştıran araştı rmacı lar, Prens'in Türkçe'ye
öze l l i kl e önem veren Le Play ya lnızca 'i lm-i içtima' olarak çevirdiği bu metod­
Fransız Devrimi'yle yerleşen yen i eko- la, Türkiye' nin gerçek a n lamda i l k sos-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B i R i K i M i

yoloj i k çöz ü m lemes i n i yaptığ ı n ı iddia muriyetine hazırl ıyordu. Öğrenciler, ha­
etmektelerse de, ne Prens' in yazd ı kları­ yatla ilgili pratik bilgilerden yoksun ola­
n ı n , ne de b u metod u u yg u l a y a r a k rak yetiştiri l i yor, dolayısıyla da devlet
1 93 0 ' 1 u yıl lard a Prens' i n önerdiği yol­ memuru olmak d ışı nda başka bir işe ya­
dan gidenlerin Türkiye'deki sosyal bi­ ramayan ve hayatta başka becerileri ol­
l i m lere yen i bi rşey kattığ ı n ı söylemek mayan insanlar olup çıkıyorlard ı . H albu­
mümkün değildir. ki, Fransa' n ı n kuramsal değil pratik bil­
Gerek Le Play' i n, gerekse Demolins giye ihtiyacı vard ı . Pratik bi lgiden kaste­
ve Prens Sabahaddin'in Aydınlanma fel­ d i len ise bir insanın kendi başına bir ya­
sefesi üzerine kurulan yeni toplum dü­ şantı sürebilmesi için gerekli olan bi lgi­
zenine karşı geliştirdikleri muhalif tavrın lerd i . Konuya hep sömürgelerde yerleşe­
belki de en tahripkar yanı eğitim felsefe­ cek genç aristokratların gereksinim du­
si i l e i lgil iyd i . Dini kurumlar Fransa'da yacakları 'bilgi ler' açısından bakan De­
eğitim üzerinde ancak ancak 1 90S yıl ın­ mol i ns'e göre, bu gençlere marangoz­
1 64 da çıkarı lan yasayla etk i l i hale gelm iş­ luk, inşaat ustalığı, hayvan bakımcılığı,
ken, P rens Sabahad d i n 1 9 06 y ı l ı n d a tarım işletmecil iği gibi temel pratik ko­
yazd ığı yazı l a rda d i ni kurum ların top­ nulara ek olarak, hem bir aristokrat için
lum üzerindeki etkisini azaltacak ve din elzem olan at binicilik ve avcılık, hem
i l e devlet işlerini b i rb i r i nden ayıracak de, 'sağlam kafa sağlam vücutta b u l u­
yasalara karşı çı kıyor; Türkiye'de azınlık nur' gerekçesiyle, spor eğitimi verilmesi
din kurumlarının yönet i m i nde bulunan öneril iyordu. Kendi topraklarındaki köy­
eğitim düzen ini, 'bireyci' tip insan yetiş­ lü lere ve sömürgelerde kurulacak tarım­
ti rmesi savıyla a l kı ş l ıyord u . Ya l n ızca sal işletmelerdeki insanlara hükmedebi i­
azınl ıklard a olan bu hakkın tüm ü l keye mek için kuramsal bilgi gerekmiyordu .
yayı lmasını istiyor, Türklerin eğitim ala­ Onları - 1 9 . yüzyılda son derece revaçta
n ı nda geri kalmış olmas ı n ı ve 'bireyci' olan bir tutucu söylemle- 'hayat kavga­
tip insan yetiştirememesi n i n nede n i n i , sı'na hazırlamanın yolu böyle bir eğitim­
eğitimin lai kleşerek dini kurumların elin­ den geçmekteydi .
den a l ı n ı p devleti n eline veri l mesi nde Gerek Dem o l i ns'in bizzat kend isinin
buluyordu. Prens' in bu tutumu İttihat ve bir özel okul kurarak yapmaya çal ıştığı,
Terakki Cem iyet i ' n i n sürgündeki yayın gerekse Prens Sabahad d i n ' i n övgüyle
organı Şura-yı Ümmet gazetesinde şid­ bahsettiği bu eğitim modeli içinde açık­
detli bir şeki lde eleştirilmişti . ça anti entelektüel bir eği l i m barındır­
Dini bir eğitimin ve i l k ve orta derece­ makta ve Aydı n lanmacı bilimsel anlayı­
li eğitimde dini kurumların rol ünün ol­ şa taban tabana ters düşmekteydi . Prens
masını isteyen bu görüş, doğa l olarak, Sabahaddin, 1 908'den başl ayarak Tür­
çağdaş a n lamdaki eğitim felsefesine de kiye'deki eğitimde bu a nti entelektüel
karşıyd ı . Demolins ve taraftarları kuram­ eği l i m i yayg ı nlaştırmak amacıyla görüş­
sal bi lgiye ağırlık veren Fransız laik dev­ lerini İstanbul'daki yüksek sınıf ün iver­
let oku l l a r ı n ı sürekl i kötü lemekteyd i . site gençl iği iç inde yaymayı hedeflemiş
Prusya ile Fransa arasında b u bağlamda ve 'Nesl-i Cedid' adıyla bir dernek kur­
bir benzerlik gören Demolins, her iki ül­ durm uştu. B u derneğin üyelerinden biri
kede de yaşanan soru nların -yani, İngil­ olan N afi Atuf Kansu tarafından 1 9 1 2
tere gibi sömürgeci bir dünya gücü ola­ y ı l ı nda Türkçe'ye çevri len ve bu yeni
mamanın- kaynağının eğitim sistem inde eğitim s i stem i n i a n l atan Demol i n s ' i n
o l d uğ u n u iddia ediyord u . Dem o l i ns'e Yeni Mektebte ad lı kitabı v e Paul Des­
göre, Fransız oku l l arı kuramsal b i lgiye camps' ı n " İ n g i l i z Mekteblerinde Terbi­
önem veriyor ve öğrenci leri devlet me- ye" a d ı y l a Dr. S a b r i Bey tarafı n d a n
P R E N S S A B A H A D D I N' I N D Ü Ş U N S E L K A Y N A K L A R ! VE A Ş I R l - M U HAFAZAKAR D Ü Ş Ü N C E N i N iTHALi

Türkçe'ye çevri l i p Muallimler Mecmu­ hedeflenen amaç açısından hemen he­


ası dergisinin 1 924 ve 1 92 5 y ı l larında men aynıyd ı .
çıkan sayı larında yayı nlanan uzun ma­ 'Adem-i merkeziyet' prensibini değer­
ka lesi, Prens Sabahadd in'in Türkiye'ye lendirecek olursak, Fransız Devrimi ön­
aktard ığı bu a k ı m ı n erken Cumh uriyet cesi varolan toprak düzeninin süregide­
dönem ine de sarkan bir etkisi olduğunu bilmesi için sahip olunan toprakların ya­
göster i r. B u e ğ i t i m m od e l i n i n T ü r k i ­ sal mirasç ı lara eşit paylarla bölüştü rü l­
ye'de uygulanmasının h i ç de Demol ins mesine karşı çı kmak da Fransa'daki kar­
ve Prens Sabahadd i n tarafı ndan öngö­ şı-devrimci p l atformun en b e l i rleyici
rü lmeyen bir şekli, bizzat Prens Saba­ özelliklerinden birini ol uşturuyordu. Ge­
hadd i n ta rafta r l ar ı n ı n iddiası na göre, rek Le Play gerekse Demol ins' in bahset­
Köy Enstitül eri i l e gerçekleşti . Demo­ tikleri şekliyle 'özel girişimci l ik' yalnız
l i ns'in ve Prens' i n yüksek s ı nıfa mensup aristokratlar el indeki büyük toprak işlet­
gençler için önerd iği, pratik bi lgiyi ak­ meci l iğini kapsıyor, hem ticaret hayatı,
tarıp kuramsal bi lgiyi dışlayan okul mo­ hem de gelişmiş fabrika üretimi, varolan 1 65
del i 1 9 3 0 ' l a r Türkiyesi'nde dönüşüm ve toprağa dayalı hiyerarşik yapıyı kapi­
geçirerek, 1 940 y ı l ı nda köylü çocukla­ tal ist i l işki leri yaygınlaştırarak bozduğu
rına köyde gerekecek prati k bilgiyi ve­ gerekçesiyle, kötü leniyordu. Prens Saba­
recek oku l l ar kuru l m ası yoluyla hayata haddin'de de ayn ı görüş egemendi. Ri­
geçiri ldi. İdeal b i r toprak düzenini ya­ salelerinde ve diğer yaz ı l arında h içbi r
ratmak ya da korum a k amacıyla kırsal şekilde 20. yüzyıl başı modern kapitaliz­
h ayatı i d ea l i ze eden, köy l ü yü köyde min temel taşı olan sanayi ü reti mi nden,
tutmaya çabalayan ama toprakta kapi­ fabrikatörlerden ve işçi sın ıfından bahse­
talist i l işkilerin gelişmesini engellemeye d i lmemekteydi . Prens de, tıpkı fikir ba­
çal ışan, kent yaşantısı n ı dışlayan bu gi­ baları gibi, topraklı sın ıfı sarstığı ve ar­
rişimdeki eğitim felsefesi, h itap ettiği sı­ kaplana attığı gerekçesiyle ticarete ve ti­
nıf rad ikal bir b i ç i mde far k l ı olsa da, caretle uğraşanlara karşı olmuştur.

II.
Meşrutiyet ve
Vatandaşın "lcad "ı
F Ü S U N Ü STEL

il. Meşrutiyet döneminde "tebaa"dan va­ namesi ise, kapitülasyonlardan yararlana­


tandaşa geçiş süreci, Osmanlı lmparator­ bilmek için yabancı devlet uyrukluğuna
luğu'nda 19. yüzyılın ortalarından itiba­ geçen gayrimüslim tebaanın sayısının art­
ren merkezi bürokratik devletin tahkimi ması üzerine çıkarılan bir "tepki ve ted­
doğrultusunda ortaya çıkan anayasal ge­ bir" kanunu olma niteliğiyle 9 maddede
lişmeler ve kanunlaştırma hareketleri Osmanlı uyrukluğunun kazanılması ve
bağlamında ele alınmalıdır. kaybedilmesi koşullarım düzenler. Bir
Tüm Osmanlı uyruklarının can, mal, ırz ulusa ya da halka ait oluşla ilgili bir yön
ve konut dokunulmazlıklarını güvence al­ taşımayan bu kanun (Aybay: 1998) , va­
tına alan 1839 tarihli Gülhane Hatt-ı Hü­ tandaşlığın formülasyonuna ilişkin de
mayunu ile gayrimüslim uyrukların hu­ önemli ipuçları vermez. Tek ipucu, impa­
kuksal statülerinde, dinsel ve toplumsal ratorluğun kadın ve erkek uyrukları açı­
yaşamlarında bir dizi düzenlemeyi içeren sından getirilen farklı düzenlemelerdir.
Islahat Fermanı ( 1 856) , il. Meşrutiyet'le Müslüman ve zımmi ayrımını bir kez da­
birlikte siyasal seçkinlerin başat hedefi ha­ ha ortadan kaldırarak hukuki statülerini
line gelecek olan bir "yurttaşlar cemaati" eşitleyen Tabiiyet-i Osmaniye Kanunna­
oluşturma yoluyla imparatorluğun çökü­ mesi, kadın ve erkek Osmanlı uyrukları­
şüne son verme idealinin hukuksal arkap­ nı eşitlemez. Söz konusu kanun uyarınca,
lanını oluşturur. Bir "yurttaşlar cemaati" bir yabancı ile evlenen kadının Osmanlı
yaratmanın temel koşulları olan yasalar uyrukluğunu yitirmesine karşılık, bir Os­
önünde eşitlik ve temsilde eşitlik ise, manlı ile evlenen yabancı kadın Osmanlı
1 840'ta kabul edilen ve 1 85 l'de yeniden uyruğuna kabul edilmektedir. Bu uygula­
düzenlenen Ceza Kanunnamesi, 187l'de ma 1 929'a kadar sürer (Kurnaz: 1996) .
yürürlüğe giren ldare-i Umumiye-i Vila­ 1876 tarihli Kanun-ı Esasi ile "Teba-i
yet Nizamnamesi ve 1878'deki Dersaadet Devlet-i Osmaniyenin Hukuk-ı Umumi­
ve Vilayet Belediye Kanunu gibi düzenle­ yesi" başlığı altında Osmanlı uyruklarının
melerle hayata geçirilmeye çalışılır. haklarına ilişkin ilk geniş çaplı düzenle­
lslam dünyasında din ilkelerinden ba­ me getirilir. Kanun-ı Esasi'nin 8. madde­
ğımsız ilk uyrukluk yasası olarak kabul sinde yer alan, "Devlet-i Osmaniye tabi­
edilen ve büyük ölçüde 1851 tarihli Fran­ iyetinde bulunan efradın cümlesine her
sız Kanunu'ndan esinlenerek hazırlanan hangi din veya mezhepten olursa olsun
1869 tarihli Tabiiyet-i Osmaniye Kanun- bila istisna Osmanlı tabir olunur" ifade-
il. M E Ş R U T I Y c T V E V A T A N D A Ş I N " I C A D"I

sindeki fert/birey vurgusu toplumsal söz­ güvensizlik ve tedirginliğin bir ifadesidir.


leşmenin niteliğini de belirler. Böylece Söz konusu düzenlemelerin de yardımıyla
Osmanlı vatandaşlığı, bir yanda anayasa­ erken Meşrutiyet döneminde siyasetin si­
nın (de iure) öngördüğü "liberal"/sözleş­ villeşmesine tanık olunur. Hürriyet, mü­
meci vatandaşlık anlayışı, diğer yandan savat, adalet ve uhuvvet ilkeleri, yurttaşlar
da "yaşanan/fiili" vatandaşlığın topluluk­ cemaatinin mutabakat metninin temel re­
çu niteliği arasında kaygan ve bir o kadar feranslarıdır. Bu bağlamda Tarık Zafer Tu­
da tehlikeli bir zemin üzerinde ilerler. naya'nın ifadesiyle, "Meşrutiyet camiasını
Tanzimat'tan itibaren geçerli olan ve il. kaplayan olayların belki de en önemlisi,
Meşrutiyet'le birlikte daha da güçlenecek siyaset yapan fertlerin artışıdır. Tabaai Şa­
olan düalist hukuksal yapı, siyasal seç­ hane'nin vatandaşlık merhalesine yükseli­
kinlerin hedeflediği "anayasal vatandaş­ şidir. (. .. ) Türkiye tarihinde, bu devreye
lık"ın hayata geçirilmesi önündeki başlıca kadar rastlanmamış bir şekilde, fert ikti­
engeldir. Kanun-ı Esasi'nin 18. maddesin­ darın kullanılışını kendi gidişi ile ilgili
de yer alan "Tebaa-i Osmaniyenin hide­ bulmuş, bu hususta düşünmeyi, tenkit ve 1 67
ma t-ı devlette isti hdam olunmak için telkinde bulunmayı kendisi için bir fonk-
devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bil­ siyon sayrnışur. (. .. ) Her vatandaşın söyle-
meleri şarttır" hükmü ise, önce ittihad-ı yecek sözü, gösterecek yolu olabilirdi. Si-
anasır idealinin daha sonra ise Cumhuri­ yaset yapmak olayı böylece başka bir olayı
yetçi paradigmanın kritik eşiğinin cujus da sonuç halinde ortaya çıkarmıştı: iktida-
regio, ejus liııgua olacağını gösterir. ra iştirak." (Tunaya: 1 996). Gerçekten de
Il. Meşrutiyet'in öngördüğü siyasal mo­ il. Meşrutiyet'in hemen ertesinde yaşanan
dernleşme, cemaatten topluma, mekanik "siyaset yapma" heyecanının kitlelerde bir
dayanışmadan organik dayanışmaya ge­ kez daha bu denli güçlü bir duygu haline
çişle tarifini bulan yeni bir siyasal-kamu­ gelebilmesi için 1961 Anayasası'nı izleyen
sal alan anlayışını ve onun aktörü olacak dönemi beklemek gerekecektir.
"vatandaş"ı gerektirir. il. Meşrutiyet'i iz­ Ancak Il. Meşrutiyet vatandaşlarının si­
leyen dönemde yapılan bir dizi düzenle­ yaset yapma konusundaki bu "acelecili­
meyle yeni siyasal ö zne "vatandaş" ile ği" , özellikle 3 1 Mart Vakası'nı izleyen
devlet arasındaki hukuksal-siyasal ilişki­ dönemde rejimin sertleşmesi, tanınmış
nin kurallan belirlenir. olan bir dizi hak ve özgürlüğün askıya
Kanun-ı Esasi'de yer almayan dernek alınmasıyla sonuçlanırken rejim, her tür­
kurma ve toplanma haklarını düzenleyen lü farklı politik düşünce ve yaklaşımı şey­
1 6 Ağustos 1 909 tarihli Cemiyetler Kanu­ tanileştirme geleneğini icat edecek, "irti­
nu ile 30 Temmuz 1 909 tarihli Tatil-i Eş­ ca" sözcüğü 3 1 Mart Vakası'yla ilgili ola­
gal Kanunu, örgütlü topluma yönelme­ rak ders kitaplarına kadar girecektir. Böy­
nin, bu bağlamda vatandaşın sivil ve siya­ lesi bir iklimde kurulan derneklerin bü­
sal kaulımının önünü açarken, dernekle­ yük bir bölümünün nizamnamelerinde
rin amaç ve nitelikleriyle ilgili olarak geti­ yer alan, amaçlarının "siyaset dışı" oldu­
rilen sınırlamalar, başka bir anlatımla ğu vurgusu ise, Cumhuriyet'e devredilen
"asayiş-i memleket ve tamamiyet-i mülki­ bir miras olarak kalacaktır.
yeyi ihlal ve şekl-i hükümet-i tağyir ve 1908- 1 9 19 döneminde yapılan 4 genel
anasır-ı Osmaniyeyi siyaseten tefrik mak­ (1912'dekinin "sopalı ve dayaklı" niteliği­
sadına müstenid" cemiyetlere ilişkin gön­ ne rağmen) ve 19l l'deki ara seçim, vatan­
derme, Cumhuriyet döneminde de tanık daş katılımının önemli "an"larını oluştu­
olacağımız devlet-sivil toplum ilişkisinde racaktır. lntihab-ı Mebusan Kanunu'nun
giderek yapısal bir nitelik kazanacak olan hükümleri uyarınca tam da geniş olmayan
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M 1

seçimler ve bu bağlamda "ulusal egemen­ milliyetçiliğin bir vakıa haline geldiği bir
lik"in dışa vurumu olarak oy verme işle­ siyasal konjonktürde geç bir operasyon
mi , devletin vatandaşlarını bir "vatandaş­ olarak ortaya çıkar.
lık töreni" etrafında bütünleştirme kapasi­ 1 1 . Meşrutiyet, merkezi modern devle­
tesini ve bu anlamda birleşik bir kamusal­ tin yeni siyasal öznesi olan "vatandaş"ın
siyasal alanın varlığını hem fiili hem de inşasında okula, özellikle de ilköğretime
sembolik düzeyde ortaya koyacaktır. tanıdığı rolle, lll. Cumhuriyet Fransa'sını
Siyasal katılımın dışında kalan kitlele­ andırır. Meşrutiyet'in getirdiği değerler
rin, "yeni toplum -yeni insan" projesi çer­ sistemi doğrultusunda biçimlendirilecek
çevesinde seferber edilmesinde ise, kutla­ yeni kuşakların üretimi sorunsalı , çocuğu
malar (bayramlar) önemli bir işlev kaza­ potansiyel bir toplumsal aktör konumuna
nır. il. Meşrutiyet, "laik" nitelikli bir bir­ yükseltir. "Toplumun geleceği" olarak gö­
leşik kamusal alanın varlığını tescil et­ rülmeye başlanan çocuk, "rejimin gelece­
mek amacıyla, vatandaşları "bölen" dini ği" açısından devletin manipülasyon ala­
1 68 bayramların karşısına onları bir bütünün nının içine çekilir.
parçaları yapmak için bir dizi yeni bay­
ram "icat" eder. OKUL: KANUN-I ESASI
Bu bağlamda 10 Temmuz resmi bayra­ VATANDAŞLICININ ORETIM MERKEZi
mının yanı sıra, l 9 15'ten itibaren kutla­
n a n M ek t e b l i l e r Bayra m ı , i l k kez 11. Mahmut döneminde yayımlanan bir
1 9 1 6'dan itibaren kutlanmaya başlanan fermanla getirilmek istenen ancak hayata
Çocuklar Bayramı ve 1 9 1 8'deki idman geçirilemeyen z o r u n l u i l k ö ğ re t i m ,
Bayramı vb. devletin hem sıcak savaş ko­ 1869'da Maarif-i Umumiye Nizamname­
şullarında Osmanlıların moralleri yük­ si'yle bir ölçüde yaygınlaşmıştır. Kanun-ı
seltmek (Okay: 2000), hem de vatandaş­ Esasi'nin 1 14. maddesinde yer alan "Os­
ların rejim konusunda iman tazelemeleri­ manlı efradının kaffesince tahsil-i maari­
ni sağlamak yönünde önemli bir işlev fin birinci mertebesi mecburi" olması
yüklenecektir. hükmü, ilköğretimin çocuğun toplumsal­
M odern merkezi devletin "yurttaşlar laşma sürecindeki önemini artırır. Bu
cemaati"nin inşasında özel bir önem taşı­ bağlamda 1 9 0 8 so nrasında m ü fred a t
yan iki kurum , yani ordu ve okul, il. programlarında yapılan değişiklikler, dev­
Meşrutiyet'in siyasal kadrolarının üzerin­ letin özellikle geleceğin vatandaşlarına
de özellikle duracakları kurumlardır. Ge­ yönelik toplumsal mühendislik kaygıları
rek Islahat Fermanı'nda gerekse Kanun-ı çerçevesinde anlam kazanır. Cumhuriyet
Esasi'nin 1 7. maddesinde yer alan eşitlik dönemi boyunca ilk ve ortaöğretimin vaz­
anlayışının doğal bir uzantısı olan zımmi­ geçilmez dersi Yurttaşlık Bilgisi, Malu­
lerin de Müslümanlar gibi askerlik yap­ mat-! Medeniye ve Ahlakiye ve İktisadi­
ması (ya da bedel-i askeri ödemesi) koşu­ ye adıyla 11. Meşrutiyet'in hemen ertesin­
lu, bütün çabalara karşın hayata geçirile­ de okullarda bağımsız bir ders olarak
memiştir. 1909'daki anayasa değişikliğin­ okutulmaya başlanır.
den sonra bedel-i askeri kaldırılarak as­ "Tahsil-i iptidai mecburi ve mekatib-i ip­
kerlik hizmeti yükümlülüğü imparatorlu­ tidaiye-i umumiye de meccanidir" hükmü­
ğun tüm vatandaşlarına yaygınlaştırılır. nü getiren ve iptidai ve rüştiyeleri Fransız
Ancak "yurttaşlar ordusu" ve onun özne­ ilköğretim sistemine göre düzenleyen 1913
si "yurttaş asker"le (citizen soldier) he­ tarihli Tedrisat-! İptidaiye Kanun-ı Muvak­
deflenen cemaatsel kimliklerin Osmanlı katı'nda Malumat-ı Medeniye ve Ahlakiye
vatandaşlığı aleyhine marj inalleşmesi, ve İktisadiye dersi müfredat programların-
i l . M E Ş R U T 1 Y E T V E V A T A N D A Ş I N " 1 C A D" I

1 69

daki yerini alır. Tedrisat-ı lptidaiyye-i ki esin kaynağı Fransa'da ise, Instruction
Umumiye Talimatnamesi'ne göre, iptidai Civique dersi, 1 789 Devrimi'nin ertesin­
mekteplerinin amacı ilköğretim çağındaki de parasız, zorunlu ve laik eğitim sistemi­
çocukların, "bedence ve ruhça sağlam iti­ ni yürürlüğe koyan 1882 tarihli yasa ile
yatlara sahip olmasını temin edecek ve ha­ okullarda okutulmaya başlanmıştır. l l l .
yat için lüzumlu olan bilgileri vererek; on­ Cumhuriyet dönemi boyunca tarih, coğ­
ların karakterli, gayretli ve hamiyetperver rafya ve yurttaşlık bilgisi derslerinin baş­
birer vatandaş olarak yetişmelerini sağla­ lıca hedefi, ulusal kimliğin inşası ve yurt­
maktır". Söz konusu Talimatname, "mak­ severliğin telkinidir. Aynı hedef, ittihad-ı
bul vatandaş''ı dinine bağlı, "milliyetini ta­ anasırcı Osmanlı elitleri tarafından da iz­
nır" , eğitimli ve aydın bir vatansever olarak lenir. 1913 tarihli Tedrisat-ı İptidaiye Ka­
tanımlar (Aytekin: 1991). nun-ı Muvakkatı'nda yer alan "Coğrafya,
Böylece merkezi otoritenin merkezkaç bilhassa Osmanlı coğrafyası" ve "Tarih,
güçlere karşı ortak bir aidiyet ve sadakat bilhassa Osmanlı tarihi" vurgularıyla coğ­
duygusu geliştirmek amacıyla "okulda rafya ve tarih dersleri, Malumat-ı Mede­
yurttaş eğitimi"ne 1 860'lı yıllardan itiba­ niye ve Ahlakiye ve lktisadiye'nin yanı
ren özel bir önem verdiği İsviçre, Belçika, sıra bir Osmanlı vatandaşlığı /vatansever­
Almanya, Avustusturya Macaristan İmpa­ liği o luşturmakla "görev"lendirilir.
ratorluğu ve Amerika Birleşik Devletleri Malumat-ı Medeniye kitaplarının ya­
gibi ülkelerden yaklaşık 50 yıl sonra Meş­ zarlarının ifadesiyle, bütün medeni devlet­
rutiyet pedagogları da, "malumat-ı mede­ lerde bir "ilim halini" alarak mekteplerde
niye"nin vatandaş üretimindeki gereklili­ okutulan bu ders, istibdat yönetimi altın­
ğine kanaat getirir. Osmanlı'nın eğitimde- da yaşamış olmaları nedeniyle "hukuk ve
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

hat' ı n , oğlu Kami l Yazgıç' ı n iddiasına


Ahmet Mithat göre sadece üç adet bas ı l ı ol mayan

Efendi eseri bulunması bile onun yazmaktaki


hedefin i n ne o lduğunu a n lamaya ye­
B U RA K O N A RA N ter. "Hasan Mellah" roman ı na yazd ığı
ö n sö z d e , e s e r i n i n A l ex a n d re D u­
mas'nın "Monte Kristo Kontu"na ben­
zerl iğini kabul ettiğin i ; ancak üç yüz
y ı l d ı r edebiyatla uğraşan b i r m i l l et i n
eserlerini üç yı ldır uğraşan bir m i l letin
takip etmesinin tabi i olduğunu; bu yol­
O, Tanzimat sonrası Osmanlı yazı n ha­ da kend i s i n i el eştiren lerin olmas ı n ı n
yatının "hace-i ewel"i, "kırk beygir gü­ b i l e kazanç say ı l ması gerektiğini söy­
cündeki yazı makinesi"di r. Bu tuhaf la­ ler. Onun derdi yazd ıklarıyla bildiğini
1 70
kaplara sahi p olmasının sebebi yayım­ öğretmek ve halkın yaz ı i l e i l işkis i n i
lanmış yüzlerce eseri olması ve bunla­ artırmaya çal ışmaktır. "Kırk Beygir gü­
rın içerisinde çocuklar için yazmış ol­ cünde" yazmas ı n ı n belki de en önem l i
duğu "Abdest ve Namaz" ve "Meyve­ nedeni budur.
ler", "Asya", "Avrupa" kitaplarının yanı A. M ithat, öze l l i k l e roma n l arında,
sıra "KÔzmoğrafya ve Tabakat-ül Arz", b i r anlatı tasarlamaktan çok b i r şeyler
" İ sv e ç ve N o rv e ç Ta r i h i " ve h atta öğretmek derd i nded i r. Meddah tekni­
"Schopenhauer' i n H i kmet-i Ced idesi" ğini roman la b irleştiren yazar, bu tek­
gibi kitapların bulunmasıdır. n iğ i n ken d i s i ne sağlad ığı metin üze­
Yaşamış olduğu dönemde uzman laş­ ri ndeki sın ı rsız hakim iyet olanağı n ı da
ma, en azı ndan Osma n l ı lar i ç i n , he­ kul lanarak olaya zaman zaman müda­
nüz "geçer akçe" değilse de, A. Mithat h a l e eder ve roman ı n o rta yer i n d e
Efendi'nin hemen her konuya duydu­ okurla sayfalar boyunca doğrudan ko­
ğu inan ı l maz merak ve onu, b i ldiği her n u şu r. A. M ithat bu kon uşmaları ba­
şeyi, ne kadar b i l iyorsa o kadarıyla, zen roma n ı n geçtiği bölgeyi tarif et­
öğretmek için acele etmeye sevk eden mek, bazen yen i icat ed i l m iş bir a l eti
tutku sıradan bir şey değildir. 223 bası- tanıtmak, sıkl ıkla da, okura, okumakta
1 ı eseri o l d uğ u b i l i n e n A h m et M it- olduğu romandan nas ı l bir ders ç ı kar-

vezaif-i medeniye ve içtimaiyelerine layı­ dai ve rüştiye hocalarına, özellikle de Da­


kıyla vakıf olamayan bütün Osmanlılar"ı, 1 rülmuallimin öğrencilerine yönelik ha­
bir yandan kanun devleti ve Meşrutiyet zırlanan bir öğretmen el ki tabı niteliği ta­
düzeninin belli başlı kurumları, diğer yan­ şıyan 1 9 1 0 tarihli Ameli Fenn-i Tedris'te
dan da vatandaş hak ve görevleri, başta yer alır. Kitap, 11. Meşrutiyet pedagogla­
basın, toplanma ve inanç özgürlüğü ol­ rının Meşrutiyet vatandaşlığı proj esine
mak üzere her düzeyden kamu özgürlük­ ilişkin ipuçları verir. "Meşrutiyet-i meş­
leri konusunda "genç evlad-ı vatan"ı bilgi­ ruanın" bütünüyle "kökleşmesi" açısın­
lendirmeyi ve seferber etmeyi amaçlar. dan önem taşıyan Malumat-ı Medeniye,
Malumat-ı Medeniye dersinin amaç ve hem vatandaşlık bilincini hem de "mu­
hedeflerine yönelik ilk bilgi, Sabri Cemil habbet-i vataniye"yi aynı zamanda tesis
(Aykut) tarafından kaleme alınan ve ipti- etmek amacına yöneliktir. Sabri Cemil,
il. M E Ş R U T 1 Y E T V E V A T A N D A Ş I N " 1 C A D "I

1 71

Ahmet Mitlıat, öncelikle, hemen her konuda kanaat belirten gazeteci-aydın tipinin
Osmanlı toplumunda belirişiııin simgesidit: Siyasi düşünce dünyasına belirli bir
katkısıyla ya da belirli birfikriyata yakmlığıyla lıatırlaıımaz, bu işleıtiyle önemlidir.

ması gerektiğini daha açık b i r biçimde Züppe" tipinin ilk örneğin i yaratmıştır.
göstermek için yapar. Bu tip, sadece bir eğlence konusu, b i r
A. Mithat romanı n ı n ana fikri ve en �osyal h i c iv b i ç i m i deği ld ir; aynı za­
önemli mesajı Osman l ı insa n ı n ı n yeni, manda A . M ithat ve bu tipi k u l lanan
modern, Batı l ı hayatla kend i hayatı nı b i rçok ard ı l ı n ı n Batı l ı laşma ve B at ı l ı
nas ı l bağdaştıracağıyla ilgi l idir. Bu me­ hayatla bütü n l eşme konusundaki d ü ­
saj ı n en fazla öne çıktığı ve en çok bili­ şüncelerin i de temsi l eder. Mesele, Os­
nen eseri "Felatun Bey ve Rakım Efen­ man l ı l ığın özünü korumaktır; ya da Şi­
di" romanı ndaki Felatun Bey karakte­ nas i ' n i n formüle ettiği gibi "Asya' n ı n
riyle A. Mithat, Türkçe romanlarda yıl­ akl-ı piranesi i l e Avrupa'nın bikr-i fikri­
larca baş role ç ı kacak olan "Alafranga ni izdivaç ettirmek" projesid ir.

"malumat-ı medeniyesi nakıs olan bir memleketlerinin Kanun-ı Esasi'sini de


milletin efradı"nı, " mükellefiyetini bil­ sevmeyi öğreneceklerdir."2 Bu bağlamda
meyen vatandaşlar, reylerinin ehemmiye­ Malumat-ı Medeniye kitapları, yeni yö­
tini tanımayarak rey veren müntehipler, netim projesinin mümkün olduğu kadar
verginin neye yaradığını anlamaksızın geniş kesimlerce içselleştirilmesi ve bu
vergi verenler, kendilerine vatan sevmek b a ğ l a m d a meşru i y e t k a z a n m a s ı n d a
öğretilmemiş olan ahali-i memleket" ola­ önemli bir rol yüklenir. Kitaplarda "Meş­
rak tanımlar. Dolayısıyla Malumat-ı Me­ rutiyet-i mukaddese" kavramı altında
deniye'nin başlıca amacı, "bilhassa köyle­ kutsanan siyasal projenin kurumsal çer­
re ciddi bir muhabbet-i vataniye telkin çevesi ve öngördüğü hak ve özgürlükler
etmek" tir. Bu süreçte "Türkiya'nın ço­ alanı, bir yandan " 3 3 sene müddetl e
c u kları yalnız memleketlerini değil, mazlum milleti müthiş bir istibdat rejimi
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M I

Yeni Osma n l ı lar ol arak b i l inen ha­ A. Mithat' ı n sonuçta bu "pol itik" pro­
reketi n en önem l i s i m a l a r ı ndan b i ri j eyle örtüşen h a reketlere sebep o l sa
o l a n Ş i nasi' n i n yukarıdaki ifades i n i n , dah i , ansi klopedist bir tavra sah i p ol­
A . M i th at' ı n görü ş l e r i n i s o n d erece masında gizl i d i r.
başarı l ı bir şek i l d e yansıtıyor ol ması A . M i t h a t' ı n , Ye n i O s m a n l ı l a r ' ı n
b i r tesadüf değ i l d i r. Yen i Osman l ı lar, önem l i i s i m lerinden N a m ı k Kema l ' i n
özel l i kle A l i ve Fuat Paşalar dönemin­ " Vatan Ya h u t S i l i stre" i s i m l i oyu n u
de Batı'ya karşı aşırı tavizkar ve takl it­ hakkındaki övgü dolu yazısı v e hatta
çi b i r pol itika i z l e n d i ğ i n i d ü ş ü n üyor Rodos'a bu y a z ı n e d e n i y l e s ü rg ü n
ve Tan z i mat Dü şüncesine "ye r l i " b i r ed i l d iğ i yön ü n d e k i söylentiler de A.
dayanak bul maya ça l ışıyorlard ı . Berna M i that i le Yen i Osman l ı l a r aras ında
Moran'ın ifadesiyle, onlar "hem İslam benze r l i ğ i aşan bir i l i ş k i o l d uğu yo­
i d eo l oj i s i nd e n vazgeç m e ks i z i n Os­ l u nda kuşku l a ra yol açm ıştır. Ancak,
1 72 man l ı l ıkların ı sürd ü rerek Batı'dan ya­ Tan p ı n a r ' ı n da v u rgu l a d ı ğ ı g i b i , A .
rarlanmaktan yanayd ı lar, hem de Ba­ M it h at "Menfa"da N a m ı k Kema l ve
tı'dan ithal etmek isted ikleri ayd ınlan­ Yen i Osman l ı h a reket i y l e kend i d ü ­
ma felsefesi gereği cehaletle savaşmak şüncesi ara s ı ndaki farkl ı l ı kların a l t ı n ı
i ç i n h a l ka yönel mek zorundayd ı lar". ç i zer; b u , h ürriyet kel i mes i n i d ü ş ü n ­
Bu yöneliş için de en uygun araç ga­ celeri n i n merkezine koymalarına kar­
zetelerd i . T ı p k ı A. M i th a t g i b i Yeni ş ı n b i r tarafta b ütün soru n l a r ı n rej i m
Osmanl ı lar da roman ları ve gazeteleri d eğ i ş i k l i ğ i y l e h a l l o l acağ ı n a i na n a n ,
h a l k ı b i l i n ç l end i rm ek i ç i n b i r araç ö b ü r tarafta i se soru n l a r ı n çöz ü m ü
o l arak görüyorl a rd ı . A . M ithat' ı n ve için b i reysel hayatı ve ekonom ik gel iş­
Yen i O s ma n l ı l a r' ı n kayg ı l a rı n ı n, ve meyi temel alan i k i gazeteci arasında­
hedeflerine u laşmak için ku l l andıkları k i farktır.
araçların bu derece b i rb irini andırma­ A. Mithat' ı n s iyasete, romana, Batı­
s ı , çoğu zaman A. M i that' ı n i s m i n i n l ı l aşmaya, gelenekç i l i ğe, velhas ı l ha­
de Yen i Osman l ı la r i l e beraber a n ı l ­ yata b a k ı ş ı n ı ö z e t l eyen c ü m l e J ö n
masına sebep olmuştur. Yine de arala­ Türk roman ı n ı n satı rları arasına sı k ı ş­
rında önem l i bir fark vard ı r ve bu fark, m ı ş olan, A. Mithat' ı n kız çocuk l arı­
Yeni Osman l ı lar' ın, kel i menin dar an­ n ı n yetişti r i l mesi üzerine söylediği şu
lam ıyla, "pol itik" bir projeleri varken, c ü m ledir: "Her şeyde ifrat da fenad ı r,

altında ezen" Abdülhamit rejimini öze­ !ar, Moskoflar" la tanımlanan "dış düş­
linde Ancien Regiıne'e yönelik bir devri manlar" bağlamında inşasına zemin ha­
sabık yaratırken, diğer yandan da "zulme zırlayacaktır.
karşı halkın isyanı" olarak tanımlanan 10 Meşrutiyet rejiminin içselleştirilmesin­
Temmuz "hareketi"nin de meşruiyet kay­ de Kanun-ı Esasi, 10 Temmuz "hareke­
nağını oluşturur. Bu anlamda, II. Meşru­ ti"nin salt bir ayaklanma olarak kalma­
tiyet'in siyasal "öteki"si, öncelikle içeri­ ması ve bir kanun düzeni çerçevesinde
de, en yakın siyasal geçmişindedir. Bal­ sunulmasında önemli bir işlev yüklenir.
kan Savaşları'nı izleyen d önemde ise, Hak ve özgürlüklerin temel güvencesi
"her Müslüman Osmanlıya karşı birkaç olan Kanun-ı Esasi, toplumun etrafına çe­
düşman hazırdır" söylemi, " ö teki"nin, kilmiş bir "emniyet suru"dur. 3 Öte yan­
"Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Karadağlı- dan Kanun-ı Esasi'nin getirdiği yeni dü-
i l . M E Ş R U T I Y E T V E V A T A N D A Ş I N " I C A D " I

tefrit de". Çoğun l ukla gelenekçi (mü­ larını bize sunar: "Naci maarif-i şarki­
min ve muvahhid bir edip), zaman za­ ye meydan ı n ı n nas ı l bir şehsuvar-ı ye­
man da Atatürk i ktidarı n ı göremeden ganesi i se, B e ş i r Fuad d a h i m a a r i f- i
vefat etm i ş b i r Kema l i st olarak n i telen­ garbiye meydan ı n ı n öyle b i r şehsuvarı
d i ri len A. Mithat i ç i n , oğlu Dr Kam i l ol masıyla, Naci'ye maarif-i garbiye i l e
Yazgıç, babası n ı n z i h n iyetine b i r teş­ de i ştiga l i n as ı l tavsi ye ve icbardan
h i s koyamad ı ğ ı n ı, i l le b i r teşhis koy­ hali kal mam ış isem, Beşir Fuad'a dahi
m a k gere k i rse l i be r a l m u h afazakar maarif-i şarkiye ile iştigal tavsiyes i n i
olarak tan ı mlayabi leceğ i n i söyler. Ya­ öylece icbar derecesi n e vard ı r ı rd ı m" .
şad ı ğ ı dönemde zaman ı n ı n birbirine A. Mithat' ı n arad ığı, Osman l ı l ı ğ ı n ı
en " z ı t" f i k i r l i i n s a n l a r ı n ı etrafı nda reddetmeden Batı l ı l aşa b i l m e n i n for­
toplayabi l m i ş o lması, yazı n h ayatına m ü l üydü. Ayn ı arzu, yıl lar son ra A. H .
verd iği önem kadar h i ç bir fikirde "if­ Tan p ı nar' ı n yazacağı " H u zu r" roma­
rata ve tefrite" kaçmamaya özen gös­ n ı nda M ümtaz karakterin i n z i h n i nden 1 73
teren karakterinde de aranmal ıd ı r. Sa­ geçecek olan "Ya hep, ya hiç. Hayır,
h i b i olduğu "TercCıman-ı Hakikat" ga­ her şeyden b i raz" c ü mlesinde de gö­
zetes i n d e Mua l l i m N a c i ve i l k Türk r ü l eb i l i r. Ancak, Tan p ı n a r, i l k lerden
materyal isti olarak a n ı l acak olan Beşir o l m as ı , h a l ka okuma a l ı şkan l ığ ı ka­
Fuad ayn ı dönemde yazarlar. N e A. zand ı rmas ı gibi gerekçe lerle A . M it­
Mithat için bu yazarlar sadece gazete­ hat' ı takdi r etse de ona kendi adın ı ve­
sinde çalışan m uharrirlerd i r, ne de bu recek kadar yakın olan Mithat Paşa'ya
yazarlar için A. M ithat s ı radan b i r ga­ para için i hanet ettiği n i d üşünür. Tan­
zete patronud u r. B e ş i r Fuad A. M it­ pınar, " 1 9 . yüzyı l Türk Edebiyatı Tari­
hat'a, i ntiharın ı n arifesi nde son mek­ h i"nde, A. M ithat' ın "bin l i k banknota
tubunu ona h i taben yazacak ve mek­ dayanamad ı m" ded i ğ i n i rivayet etse
tubuna "Ey Hakim" d iye başl ayacak de, bu i h a n et i n arkasında, gerçekte,
kadar saygı duyar. A . Mithat, dönem i " h u zu ru a rayan esnaf z i h n iyet i " n i n
içerisinde adeta yok say ı l m ı ş bu s ı ra yattığ ı n ı iddia eder.
d ı ş ı i n t i h a r hakkında yazd ı ğ ı kitapta Mua l l i m Naci'ye yaz d ı ğ ı b i r mek­
b i r yandan B e ş i r F u a d ' ı n i nt i h a r ı n ı n tupta " B i r d a k i kam boş geç s i n i ste­
nedenlerini anlatmaya çabalarken, d i ­ m e m . Ç a l ı ş m ay ı ve o n u n m ü kafatı
ğer yandan z i h n i ndeki sentezin ip uç- olan kazancı pek severim . Yaz ı p, çi-

zen sayesinde, hakimiyet millettedir. Ha­ mat-ı Medeniye kitaplarında geleceğin


kimiyet-i milliye teması, "Millet ancak vatandaşları hak ve özgürlükler alanının
mebuslarını intihap etmek işiyle memle­ kullanımı konusunda sürekli uyarılırlar.
ketteki sahipliğini gösterebilir. " ( Cevat, Serbest-i edyan ünitesinde Jön Türk ki­
1 9 10: 1 6 1 ) ifadesiyle anlam kazanır. Ha­ tap yazarları, dinin bir "şer aleti" olarak
kimiyet-i milliyenin tecellisi olan "intiha­ kullanımı o lasılığına dikkati ç ekerek,
bat"ın ise, aydınlanmış/bilinçli seçmeni Tanrı ile birey arasındaki ilişkilerin "be­
gerektirdiği özellikle vurgulanır. şeri muamelat" üzerinde hiçbir biçimde
Serbesti-i matbuat, hakk-ı içtima, ser­ etkili olmaması ve tümüyle özel alanın
best-i tedris, hakk-ı iştirak, hakk-ı istida, içinde kalması gerekliliğini savunurlar.4
serbesti-i edyan Meşrutiyet rejiminin ta­ Bu arada kitapların tümünde meşruiyet
nıdığı mukaddes haklardır, ancak Malu- referansı olarak kullanılan, Meşrutiyet
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

zip, basıp, ci ltleyip meydana koyduk­ celer i n i kategorize etmekte herkes i n


tan sonra hasılat ı n ı n iktitaf ve sarfı işi zorlanmas ı n ı n nedeni i s e A. Mithat' ın
gel ir. İşte o zaman ben i m i ş i m biter" i l kesel davra n ı ş lardan çok pragmatik
d i yen A. M ithat, Carter Find ley' in de t u tu m l a r ı deste k l e m es i n d e g i z l i d i r.
ifade ettiği gibi, "Osma n l ı matbuat ka­ Kend i, hemen her konuda bir fikir sa­
pital i zm i n i n doğu ş u n u n si mgesi d i r" h ibi olan; oğluna her şeyden anlama­
ve gerçekten de esnaftır. Gazete pat­ sını tavsiye eden; ancak oğlundan to­
ron luğu n u bıraktıktan sonra, Sırmakeş r u n u n a t e l- b i r şeyd e n a n l a m a s ı n ı
sularını satın a l ı p İstanbul'a su getirip öğütlemesini isteyen A . M ithat, günü
satm ış; Beykoz'da satın a l d ı ğ ı bir çift­ b i len bir düşünür olarak onun icapla­
i i kte, Avrupa' d a n geti rtti ğ i ku l u ç ka rı n ı yerine getirirken, bir d iğer yüküm­
m a k i n e s i i l e "modern" an lamda ta­ l ü lüğünün de h a l k ı n ı geleceğe haz ı r­
v u kç u l u k yapm ıştır. Roman l a r ı n d a k i lamak o lduğu i nancıyla davra n ı r. B ü­
1 74 çal ışkan Osman l ı Efend i lerine benzer t ü n b u n l a r, T ü rk Modernl eşmes i n i n
bir hayatı o lduğu söylenebi l i r. Çok ça­ ken d i n e özgü orta yolcu ç i zg i s i n i n,
l ışır ve i ktisat l ı harcar. Romanlarındaki belki de, i l k örneklerinden b i ri olan A.
Alafranga Züppe t i p i n i n d e en çok ka­ Mithat' ın, nasıl olup gelenekçi bir mo­
raladığı öze l l iği m i rasyedi o l ması; ya­ dern i st ya da l iberal b i r muhafazakar
ni parayı kazanmayı da, harcamayı da o larak tan ı m lanab i l d iğ i n i , b i r ölçüde
b i lmemes i d i r. A. M ithat' ı n bu ve buna de olsa, açıklar.
benzer tutumları Şerif Mard i n'e "ser­ A. Mithat Efendi 1 844 yı l ında Top­
maye gel iştirebi lecek herhangi bir ma­ hane'de doğar, oku mayı ve yazmayı
h a l l i olanaktan yoksun" bir Protestan M ı s ı r Çarş ı s ı nda çal ıştığı s ı rada d ü k­
ahlakını çağrışt ı rı r. A. M ithat, bel ki de, kan komşusundan, Fransızca'yı ise yi­
bu ma h a l l i o l a n a k l a r ı n yarat ı l m a s ı ne bu yıl larda ders aldığı Galata' l ı b i r
i ç i n k e n d i pay ı n a d üş e n i yap m a k l a F ren k'ten öğre n i r. B a bas ı n ı n ö l ü m ü
meşgu ldür. üzerine ağabeyi a i l eyi, memuriyette
A. M ithat ölçülü b i r modern ist, ma­ olduğu Vidin'e ald ırır ve Ahmet eğiti­
k u l b i r gelenekçi, atı l ı m c ı bir tüccar, mine burada devam eder. Daha sonra
gerçek b i r ansi kloped i st ve toplum la­ ağabeyi y l e beraber N i ş ' e geçe r l e r.
rın zaman l a gel işeceklerine kuvvetle 1 863 y ı l ı nda N iş'te Rüştiyeden b i rin­
inanan bir sosyal Darwincidir. Düşün- c i l ikle mezun o l u r. 1 866'da evl e n i r ve

kurum ve değerlerinin lslamiyet'e de uy­ ği"nin de güvencesidir. Özellikle kamu


gun olduğu vurgusu yazarlar açısından görevlerine erişebilirlikte eşitlik, lsmail
bir çelişki oluşturmaz. Aynı şekilde mu­ Cezmi'nin Malumat-ı Ahlakiye ve Mede­
kaddes bir hak olan basın özgürlüğü de, niye Dersleri'nde, "Sen de evladım şimdi
"iki tarafı keskin bir kılıçtır". Bu nedenle çalışırsan ileride memlekete iyi bir mebus,
"küçük efendiler"e, her gazeteyi okuma­ çalışkan bir nazır olarak hizmet edebilir­
maları gerektiği hatırlatılır (Cevat, 1910: sin" 5 şeklinde özetlenir. Eşitlik boyutu,
155). haklarda eşit bir vatandaşlar topluluğunun
Öte yandan Kanun-ı Esasi'nin getirdiği inşasında önemli bir unsur olarak ortaya
modern yönetim anlayışının uzantısı olan çıkarken, onları kanunlara itaat, askerlik
"müsavat", yasalar önünde eşitliğin yanı yapmak ve vergi vermek olarak tanımla­
sıra, Meşrutiyet'in sunduğu "fırsat eşitli- nan vatandaşlık görevlerinde de eşitler.
i l . M E Ş R U T I Y E T V E V A T A N D A Ş I N " 1 C A D "I

1 868'e kadar çeşit l i memuriyet görev­ kapat ı l ı r ve o hep yen i l er i n i ç ı ka rt ı r.


l e r i n d e b u l u n u r. 1 8 69 yı l ı nda Tu na Rodos s ü rg ü n ü s ı ra s ı n d a orada b i r
G a z e t e s i ' n i n baş m u h a r r i r i o l u r. okul ku rar v e çocuklara öğretmen l i k
1 8 6 9 ' d a kend i s i n i eğiti m i nd e n beri yapar; d i ğe r yandan d a roma n l a r ı n ı
takip eden ve memu riyete başlama­ yazmaya v e takma i s i m l erle gazete­
s ı n d a büyük etk i s i o l a n M ithat Pa­ lerde makaleler yayım latmaya devam
şa' n ı n tayin ed i lmesi üzerine, onunla eder. 1 8 76 y ı l ında af o l unarak İstan­
beraber Bağdat'a g i der. Bu y ı l l a rda b u l ' a ve g a z etec i l i ğ e g e r i d ö n e r.
M i that Paşa ona kend i ad ı n ı verir. Ar­ 1 8 78'de Terc u man-ı Hakikat' i ç ı kar­
tık, Ahmet Mithat Efend i ' d i r. Bağdat'ta maya başlar. A. Mithat' ı n Saray' la ara­
Vilayet Pol itika D a i resi müd ürü (Res­ s ı n ı n iyi old uğu bir dönemdir bu. Ga­
sam) Osman H am d i Bey i l e tan ı ş ı r. zetesi Saray'dan ayda 20 altın a l ı rken,
Hamdi Bey, A. M ithat' ı n " . . . m i l let- i ken d i s i ne de Mec i d iye n i şan l a r ı ve
Osman iye Ahmet M ithat gibi bir hiz­ gümüş i mtiyaz, iftihar ve 1 iyakat ma­ 1 75
metkara n a i l iyetten dolayı şayet lutfen dalyaları ver i l mekted ir. Önce Mec l is-i
ve tevazuan b i r teşekküre lüzum gö­ U m u r- ı S ı h h iye aza l ı ğ ı ve sonra da
recek o l u rsa o n u H a m d i bey efendi Reisl iği görevlerine getiri l i r. Bu arada
hazretlerine etmel i d i r" d i yecek dere­ 1 889 y ı l ı nda ilk kez Avrupa'ya gider.
cede hayatında önem l i olduğunu dü­ Stockho l m M ü steş r i k l e r Kongres i ' n e
şündüğü -Mithat Paşa'dan sonra- ikin­ kat ı l m a k ü z e re h ü kümet taraf ı n d a n
c i adamd ı r. Genç A . M ithat' ı etk i l eyen d e lege o l arak gönderilen A . M i th at,
b i r d iğer isim, yine ayn ı y ı l l a rda tanış­ kongreden dönünce Tercuman-ı Haki­
tığı, d i nden dine g i r m i ş sonunda Müs­ kat'e düzen l i yazı yazmayı b ı rakır. i l .
l üman l ı kta karar k ı l m ı ş İ ran l ı entelek­ M e ş r u t i yet'ten s o n ra ö l ü m ü n e d e k
tüel Muhammet Can Muattar'd ı r. Mu­ Darülfünun, Medresetülvaizin v e Da­
attar' ın etkisiyle A . M ithat d i n konu­ rülmua l l imat'ta dersler verir. 8 Ara l ı k
s u n d a ç a l ı şmaya b a ş i a r. İ sta n b u l ' a l 9 1 2 ' d e, D a rü şşafaka' da k a l p k r i z i
döndükten sonra ( 1 8 7 1 ), b i r yandan geçirerek vefat eder. Fat i h Cam i i ' nde­
yaz d ı ğ ı kitap l a rı yay ı m l arken, d i ğer ki mezarında N igar Hanım'ın şu beyi­
yandan gazeteci l i k yapar. 1 873 y ı l ı n­ ti yaz ı l ı d ı r : " G ayret i n d i r sevd i re n
da Rodos'a sürgün e d i lene kadar ç ı ­ F a z l - ı u l u m u ü m m ete / Verze ş i n d i r
kard ı ğ ı gazetel e r ve d ergi l e r s ü re k l i an latan sevdayı sayı m i l lete".

Vatandaşlık görevlerinin tanımı konu­ sunulur. "Daima toplanmalı ve içtimagah­


sundaki bu indirgemeci yaklaşım, Meşru­ lara kemal-i şevk ile koşmalıyız" 6 hatırlat­
tiyet'ten Cumhuriyet'e oradan da günü­ ması , Meşrutiyet'in kazanımları söylemi­
müze aktarılan bir süreklilik unsuru ola­ nin önemli bir unsuru olarak ortaya çıkar.
rak ortaya çıkarken, M eşrutiyet vatandaş­ Bu arada erkek yazarlar tarafından kız
lığının belki de en ayırt edici özelliği sivil çocuklarına yönelik hazırlanan Kızlara
vatandaşlığın teşvikidir. Tedrisat-ı Mede­ Mahsus Terbiye-i Ahlakiye ve Medeniye
niye ve Ahlak-ı İçtimaiye, Osmanlı'da yer ders kitapları ise, genç kızların gelecekte­
alan "istibdat bizi münzevi yaşamaya alış­ ki özel yaşamlarında vazifelerini müdrik,
tırmıştır" eleştirisi, Meşrutiyet'in kaza­ akıl ve bilgi ile aydınlanmış kadınlara dö­
n ımlarından biri olarak kabul edilen nüşmelerine ve böylece erkeklerin vatan­
"hakk-ı içtima" ile olan karşıtlığı içinde daşlığına lojistik destek sağlamalarına yö-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M

neliktir. Söz konusu "lojistik vatandaş­ vatandaşlık anlayışı, erken Cumhuriyet


lık" anlayışı doğrultusunda, Tanzimat'tan dönemi Malumat-ı Vataniye kitaplarının
i tibaren çok sayıda kadın ve erkek yaza­ da en belirgin özelliğidir. Meşrutiyet bi­
rın değindiği "kadın meselesi" , Il. Meşru­ reyinin görevler yelpazesi "nefse" karşı
tiyet sonrasında çalışma hayatında, parti­ görevlerle başlar, en yakın aile çevresin­
lerde ya da derneklerde giderek daha faz­ den en geniş toplumsal çevreye kadar
la yer alan kadın varlığı görmezden geli­ uzanır. "Nefse" karşı görevlerin ilk sırası­
nir. Tedrisat-ı lptidaiyye Mecmuası'nda nı bedensel sağlığın korunması, başka bir
kız çocuklara el işi derslerinde nakış nu­ anlatımla tanrısal iradeyle sıkı sıkıya iliş­
munesi olarak "hürriyet, müsavat, uhuv­ kilendirilmiş bedenin yerini, bireysel ira­
vet ve adalet" sözcüklerinin işlenmesi deyle yönlendirilebilir ve yönetilebilir
ö devinin verilmesi önerilirken (Okay: beden alır. l. Meşrutiyet dönemi ders ki­
3 1) , Kızlara Mahsus Terbiye-i Ahlakiye taplarında ilahi emir bağlamında ve " te­
ve Medeniye kitaplarında genç kız, Meş­ mizlik imandandır" düsturuyla yer alan
1 76 rutiyet'in kurum ve değerler sistemi ko­ hijyenist vurgu, 11. Meşrutiyet dö nemi
nusunda bilgilendirilir ki, ileride yani Malumat-ı Medeniye ki taplarında "sağ­
"valide" olduklarında çocuklarının ku­ lıklı yaşam"ın kamusal olarak gerekçe­
laklarına "vatan, vatandaşlık, milliyet, lendirildiği bir davra n ış mühend isliği
milliyetperverlik" sözcüklerini fısıldaya­ çerçevesinde ortaya çıkar. Sağlam bir be­
bilsinler"7 ya da vergi vermenin önemini den, sağlam bir "fikir ve ahlak"a imkan
onlara anlatabilsinler. Kadının biyolojik verir. Sağlıklı bir yaşam ise, bir yandan
yeniden üretimde ve değerler aktarımın­ bedensel şiddet ve enerjinin disiplin altı­
daki rolünün bilincinde olan Meşrutiyet na alınması anlamına gelen spor ve j im­
pedagogları, kadına "öğretme" görevini nastikle, diğer taraftan da "itidal daire­
vermiştir. Bu bağlamda Meşrutiyet'in "öğ­ sinde hareket"le mümkün olabilir. 8 Bu
reten" kadını, Cumhuriyet'in öğretmen bağlamda oburluk, sarhoşluk ya da inti­
kadınını müjdeler. har, akıl ve iradeye hakim olamamanın
göstergeleri olarak "makbul vatandaş"ın
MAKBUL VATANDAŞIN AHLAKI sakınması gereken davranışlardır. Zira,
ARKA PLANI: "IYl lNSAN-IYl VATANDAŞ" akıl ve irade ile denetlenemeyen her tür­
lü eylem, kamusal kullanıma sunulacak
Meşrutiyet vatandaşının kamusal çehresi­ "beden"den sağlanacak yararın azalması­
nin arka planı "iyi ve kötü" tutum ve dav­ na yol açacaktır.
ranışlarla anlam kazanan bir insan/birey Bu bağlamda sağlıklı bir beden ve ruh
modeliyle desteklenir. " lyi insan-iyi va­ halinin dışavurumu olarak çalışkanlık,
tandaş" kurgusu, seküler bir kamusal ah­ kişisel ve toplumsal bir erdem o larak
lakın inşasında ve yeniden üretiminde iş­ özellikle yüceltilir. Ancak çalışkanlık ce­
levsel bir öneme sahiptir. Hürmet, mu­ saret ve girişim gücüyle desteklenmelidir.
habbet, yardımseverlik, tutumluluk, ça­ Böylece 11. Meşrutiyet'in makbul birey­
lışkanlık, cesaret, hoşgörü gibi kişisel er­ vatandaş profilinin tamamlanmasında
demler, Meşrutiyet'in bir "erdem rejimi" Milli lktisat proj esinin " teşebbüs-i şahsi"
olmasının güvencesidir. söylemi önemli bir rol oynar. Girişimci
Böylece 11. Meşrutiyet Malumat-ı Me­ Müslüman birey kurgusu, bir yandan me­
deniye kitapları aracılığıyla yeni siyasal muriyetin kutsandığı Ancien Regime'le
"özne" vatandaşı, beden- akıl-ruh ekse­ karşıtlığı içinde anlam kazanırken, diğer
ninde i nşaya ve dolayısıyla bütünüyle yandan da siyasal anlamda ittihad-ı ana­
kuşatmaya yönelir. Söz konusu kuşatıcı sırcı olmak isteyen Meşrutiyet'in ekono-
il. M E Ş R U T 1 Y E T V E V A T A N D A Ş I N " I C A D"I

mik "öteki"si olan girişimci gayrimüslim "Vatan-ı Osnıani asırlardan beri anasır-ı
vatandaşla hesaplaşır. Osnıaniye arasmda iıııtidad eden bir işti­
Meşrutiyet'in "makbul vatandaş"ı, aynı rak ve ittilıat ile teşkil etnıiştir. Vatan-ı
zamanda toplumsal ve kamusal alandaki Osnıani 1111111m nıillet-i Osmaııiyeııin sa­
davranışlarını "medenilik" çerçevesinde lıiıı old11ğ11 memalilıin lıaffesidir. "1 0
denetleyen bireydir. Özel alan geleneksel
"Vatan"ın bu çerçevede temsili Fransız-
"hürmet-muhabbet" denklemine terk edi­
vari bir ulus ve yurttaşlar cemaati anlayı-
lirken, Il. Meşrutiyet'le birlikte sınırları gi­
şına da zemin hazırlar. Ali Seydi, Kızlara
derek genişleyen "umuma mahsus" alan­
Mahsus Terbiye-i Ahlakiye ve Medeni-
larda (sokak, işyerleri, toplu taşıma araçla­
ye'de "vatan"ı bir "mesken-i umumi" , va­
rı, parklar, kahvehaneler pastaneler) me­
tandaşları ise, "o meskenin, o hanenin sa-
deni olmanın ölçütü olarak sunulan "ge­
kinleri. .. Birbirinin can ve menfaat karde-
çimlilik" (sociabilite) biçimleri öğretilir.
şi" 1 1 olarak tanımlarken, Hakkı Behiç,
Bireyin her düzeyden çevresi ile nezaket ve
Malumat-ı Medeniye ve Ahlakiye'de va-
görgü kuralları çerçevesinde ahenkli bir 1 77
tandaşlığı, ortak geçmiş, çıkar birliği ve
birlikte yaşama biçimini kurmasını sağla­
ortak gelecekle temellendirir. 1 2
yacak standart davranış kodlarının telkini,
Bu yaklaşım büyük oranda Malumat-ı
aynı zamanda vatandaşlar cemaatinin top­
Medeı:ıiye kitaplarının yayımlanma tari­
lumsal ahenginin de güvencesidir.
hiyle yakından ilgilidir. Hemen tümü
Meşrutiyet vatandaşından beklenen, dav­
1 908- 1 9 1 2 tarihlerinde yayımlanan ki­
ranışlarını aklın rehberliğinde düzenleyen
taplarda özellikle Balkan Savaşları erte­
"ferd"e dönüşmesidir. Doğru ve yanlış dav­
sinde hız kazanacak olan Türkçü-milli­
ranışlar, sevap-günah ikileminin sınırlarını
yetçi ideolojinin bütün unsurlarına he­
aşarak akla uygunlukla temellendirilir. Zira
nüz rastlanmaması, yayın öncesindeki
Ahmet Cevat'ın ifadesiyle "hür olmak akla
kaleme alma süresi ve Maarif Nezareti'
tabi olmak demektir". 9
tarafından 1 9 1 1 öncesi kabul edilen müf­
redat programına uyma zorunluluğuyla
MEŞRVTIYET VATANDAŞLIGININ açı klanabilir.
MlLlTAN CEPHE51: VATANSEVERLiK Bununla birlikte Malumat-ı Medeniye
Malumat-ı Medeniye kitaplarında "va­ kitaplarında yer alan sözleşmeci Osmanlı­
lık kimliği kimi zaman "kurucu ulus" an­
tan"ın temsili , yeni siyasal özne "vatan­
daş"lığın ve onun romantik milliyetçi cep­ layışına gönderme yaparak Türkçü-milli­
hesini oluşturan vatanseverliğin inşasında yetçi ideolojiye kapı aralar. Doktor Ha­
önemli bir yer tutar. Kitaplarının yayım­ zık'ın 1 9 1 2 tarihli Malumat-ı Medeniye
lanmaya başladığı 1 9 l l'den 1 9 1 8'e giden ve A h l a kiye ( ikinci Kısım) k i tabında
Türkler, yalnızca "Devlet-i Osmaniye'nin
süreçte "vatan"ın ortak aidiyetin fiziksel
çerçevesi olarak temsili, bir yandan kitap müessisi" olmakla kalmaz, aynı zamanda
yazarlarının ideolojik tercihleri, diğer yan­ Cumhuriyet döneminde de örneklerine
dan da sıcak savaş koşullarının belirleyici­ sıkça rastlanacak olan bir "benzersizlik"
liğinde farklı ve zaman zaman da birbirine söylemiyle özcü niteliklerle donatılır:
rakip okumalara zemin hazırlayacaktır. "Dünyadalıi bütün nıi lletler içinde eıı saf,
Ahmet Cevat'ın rüştiyelerde okutulmak en temiz yürekli, en cesur ve en hamiyetli
üzere hazırladığı 1 9 1 2 tarihli Mektepte Tarlı/erdir. (. ..) Türkler altıyiiz sene evvel
Malumat-ı Ahlakiye ve Medeniye Dersle­ bir lıülıümet tesis ettilıleri zaman illı mü­
ri'nde "vatan", tüm Osmanlıların sakin ol­ essisin nanıına ona Osmanlı demişlerdi r.
duğu siyasal sınırların ifadesidir: Ş11 halde Tıirklülıle Osmanlı birdir. Yalnız
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

Türkler arasında bulunan ve Tarh hühü­ Hem de devletin hal-i hazırı değil, bundan
metine tabi olan diğer birtahım havimler evvel lıi hali de vatandır: Bosııa'da, Anıa­
vardır ki, Osmanlılık namı bunlara hadar vutluh'ta, Selanih'te, Yaııya'da, Girit'de,
da şamildir; Tarizlerle beraber bunların G ünı ülcine'de, Fil ibe'de, Romanya'da,
hepsi Osmanlı milletini, Osmanlı Devleti­ Kaflıasya'da, Mısır'da, Bingazi'de, Trab­
ni teşlıil ederler. Bu lıaçalı milliyetlerden lusgarp'ta, Tıınus'ta, Cezayir'de milyon­
sonra hepsini tahdid eden büyüh bir milli­ larla nnislimanlar vardır lıi onlar bizden
yet vardır ki o da Osmanlılı/ıtır. (.. .) ayrıldıkları için nıülıedderdirler; muta­
zarrır oluyorlar, en mıılıaddes halıların­
Bana sorsalar evvela Osmanlı sonra Tıir­
dan bile mahrum bulunuyorlar; tehmil o
lı üm der i m . Osm a n lı t ebas ından bir
mıis lıimanlar bizim diıı lıardeşlerimiz,
Arap, bir Arnavut, bir Rum veya Ermeni­
memlehetleri de vatanımızdır, vatamını­
ye sorıılsa onlar da evvela Osmanlı ve
zm esarette inleyen hısmıdır. (. . .)
sonra Arap, Arnavut, Rum, Ermeni ol­
duklarını söylerler, söylemelidirler de. Demelı hi bizim sevgili vatanımız ilıi hı­
1 78 Fransa, Almanya, Ingiltere vesair bütan sımdır: 1- Hıir ve müstalıil vatan; 2- Esir
milletler hep böyle teşlıil etmişlerdir. vatan. (. . . )
Küçük k üçük mi lletler birbirlerine olan Bizimle esir vatandaşlar arasmda tarihi
münasebat ve ihtiyacmdan dolayı birbir­ rabıtadan başlıa dini ve lisani rabıtalar
leriyle birleşe birleşe büyüh bıiyüh millet­ da vardır: cıimleıniz elhamdüllah müslıi­
ler teşhil etmişlerdir. lşte büyülı Osmanlı manız; ( ... ) Lisani münasebat ise bunlar­
milleti de Türk, Arnavut, Kürt, Rum, Er­ dan da aşağı değildir; bir here büyülı lııs­
meni, Yahudi, Bulgar, Laz, Çerkes gibi mının lisam bizim gibi Osmanl ı Tıirhçe­
birtakım küçüh milletlerin ittihat ve imti­ sidir. Mamafih Arapça lwnuşanlarla da
zacıyla vücuda gelmiştir. mıinasebat-ı lisaniyemiz vardır; çünlıü
bizim de ulemamız Arapça'y a valı ıftır.
Bir m illet aynı kanuna tabi olan birçok
Arapça Kııran ve hadis lisanı olduğundan
kavim veya birçok i nsanların heyet-i
umum müslümanlar arasmda müşterelı­
mecmuundan ibarettir. Umumi olan itti­
tir. (. ..) Bu rabıtalar birleşerelı vatan teş­
hat yapıldıktan sonra onun altmda diğer
lıil ederler; (...) Istihbalde o memleketler
ufah milletlerin ehemmiyeti yoktur. Çüıı­
istirdad olunacalı; esir lıardeşler esaretten
hü herkesin, umumun mucip-i saadet ve
lmrtarılacalıtır. "14
selameti olan nokta bu değildir. Büyülı
millettir, Osman/ılıktır. "1 3 B öylece 1 1 . Meşrutiyet vatandaşlığı ,
Cumhuriyet vatandaşlığının iki damarını
Dış konjonktürün belirleyiciliğinde bi­
yaratır. Fransızvari siyasal ulus ve vatan­
çimlenen vatan kavramı, yine Ahmet Ce­
daşlık a nlayışıyla Almanvari organik
vat tarafından iptidailer için ilk kitabından
ulus yaklaşımın eşzamanlı birlikteliği, il.
10 yıl sonra, 1 922'de yayımlanan Musaha­
Meşrutiyet okullarında öğrenim görmüş
bat-ı Ahlakiye, Sıhhiye, Medeniye, Vata­
Cumhuriyet eğitimcilerinin ileriki yıllar­
niye ve lnsaniye'de "ittihad-ı anasır"cı ide­
daki belli başlı açmazını oluşturacaktır.
olojinin mutlak iflası ve parçalanmışlığın
Bu arada sıcak savaş koşullarının etkisi
ürünü olan irredentacı bir "esir vatan" an­
ve geç milliyetçiliğin alelacele kotarmak
layışında kendini ifade eder:
zorunda kaldığı "vatan" anlayışı, vatanse­
"Ehseriya (vatan) helinıesinden doğduğu­ verliğin tanımını da Cumhuriyet dönemi­
muz şehir, sancah veya vilayet anlaşılır. ne ve oradan da günümüze gelen bir "ola­
Halbuki vatan ondan peh daha vasidir. ğanüstü hal vatanseverliği" boyutunda be­
Vatan mensup olduğumuz tehmil devlettir. lirleyecektir. Vatanseverliğin en yüce dışa-
i l . M E Ş R U T 1 Y E T V E V A T A N D A Ş I N " 1 C A D"1

vurumu olarak kabul edilen "hakk-ı haya­ tan öteye gidemeyecektir. Azınlık ve ya­
tını vatan uğrunda feda etme", nekrofil bir bancı okullarının statüsünü düzenleyen
dayanışma duygusuna zemin hazırlaya­ 1915 tarihli Mekatib-i Hususiye Talimat­
caktır. Böylece ll. Meşrutiyet'ten günümü­ namesi'nin 6. maddesiyle resmi dil Türk­
ze gelen süreçte bürokratik milliyetçiliğin çe'den başka dillerde eğitim verecek özel
başat söylemi olan "vatan tehlikede" mo­ okullarda Türkçe, Osmanlı tarihi ve Os­
tifi, vatanseverliğin öncelikle kan bedeli manlı coğrafyasının zorunlu dersler kap­
(askerlik yükümlüğü) temelinde tanım­ samında yer alması ve bu derslerin Türk
lanmasına yol açar, vatandaşlık görevleri­ öğretmenler tarafından Türkçe olarak ve­
nin ilk hanesine askerlik hizmeti yazılır. rilmesi zorunluluğunun getirilmesi ise,
Ö te yandan "vatan tehlikede" söylemi, meşrutiyet kadrolannın akıntıya karşı kü­
Meşrutiyet'ten günümüze gerçek ya da rek çekme çabası olarak kalacaktır.
kurgusal iç ve dış düşmanların icadında II. Meşrutiyet vatandaşlığından Cum­
önemli bir işlev yüklenir. huriyet yurttaşlığına devredilen "sürekli­
11. Meşnıtiyet'in vatandaşlar topluluğu­ lik unsurları", büyük ölçüde ll. Meşruti­ 1 79
nun inşasında okula yüklediği rol, düalist yet eğitimcilerinin zihinsel ufuklarını lll.
eğitim sisteminin yanı sıra bir dizi başka Cumhuriyet Fransa'sına çevirmiş olmala­
unsurun da yardımıyla başarısız bir giri­ rından kaynaklanmaktadır. 11. Meşruti­
şim olarak kalacaktır. Tanzimat'tan itiba­ yet'in eğitimci ve kitap yazarları, ulus­
ren sayıları giderek artan cemaat ve ya­ devlet yurttaşlığını, ulus-devletin yoklu­
bancı okullarının varlığı ve 1869 Maarif-i ğunda inşa etmeye çalırlar. Cumhuriyetçi
Umumiye Nizamnamesi uyarınca Müslü­ radikalizm ise, bir yandan i l . Meşruti­
man ve gayrimüslim çocukların ayrı ayrı yet'in "katılımcı-sivil vatandaşlık" vurgu­
sıbyan ve rüştiye okullarında öğrenim sunu, ulus-devlete bütünüyle sadakat ve
gördükleri dikka te alınırsa, vatandaş­ aidiyetin ifadesi olan militan yurttaşlığa
lık/vatanseverlik bilincini geliştirmeye yö­ doğru zorlayacak, diğer yandan da Balkan
nelik olarak müfredat programına konu­ Savaşı sonrası güç kazanan Türkçü-milli­
lan bu derslerin, Ortak Osmanlılığın kim­ yetçi ideolojiyi, ve onun ulus tasavvuru­
liği etrafında bir bütünleşme sağlaması nun organik-etnik boyutunu bürokratik
hedefi, paleatif bir çözüm arayışı olmak- milliyetçilikle harmanlayacaktır. O

D İ P N OTLAR

Ahmet Saki, Tedrisat-ı Medeniye ve Ahlak-ı iç- 9 Ahmet Cevat, Mektepte Mal umat-ı Ahlakiye
timaiye, Osmanlı, 1 909, s.7. ve Medeniye Dersleri, Kitaphane-i lslam ve As·
2 Sabri Cemil, Ameli Fenn-i Tedris, Kosova Mat- keri, Dersaadet. 1 327, s. 206.
baası, 1 908, 87-89. 1 0 Ahmet Cevat, Mektepte Malumat-ı Ahlakiye
3 Doktor Hazık, Malumat-ı Ahlakiye ve Medeni- ve M ed eniye, Kitapha ne-i lslam ve Askeri,
ye, ikinci kısım, s. 89. 1 327, s. 1 8 1 .
4 Ahmet Saki,age .• ss. 77-78. 1 1 Ali Seydi, age .• s. 59.
5 lsmail Cezmi, Malumat-ı Ahlakiye ve Medeniye 1 2 Hakkı Behiç, Malumat-ı Medeniye ve Ahlakiye,
Dersleri, s. 106. ikdam Matbaası, Dersaadet, 1327; ss. 1 35-1 36.
6 'Ahmet Saki, age .. s.89. 1 3 D r . Hazık, Malumat-ı Medeniye ve Ahlakiye,
7 Ali Seydi, Kızlara Mahsus Terbiye-i Ahlakiye ve ikinci Kısım, Kasbar Matbaası, 1328, ss. 35-36.
Medeniye, Kısm-ı salis, s. 57. 1 4 Ahmet Cevat, Musabahat-ı Ahlakiye, Sıhhiye,
8 Doktor Hazık, Malumat-ı Ahlakiye ve Medeni· Medeniye, Vataniye, insaniye, Kitaphane-i Is-
ye, ikinci Kısım, ss. 49-50. lam ve Askeri, lstanbul, 1 338, ss. 73-74.
jön Türk Dönemi
Türk Milliyetçiliği
MASAMI ARAi

smanlı özgürlükçü hareketinin, nimsemişti, 'ulus'un birliğini gelişimin

O hatta 19. yüzyılın ikinci yarısın­


daki Osmanlı tarihinin temel taş­
larından biri vatanseverlikti veya vatan
doğal bir parçası sayıyorlardı. Türk milli­
yetçiliğinin ilk manifestosu Üç Tarz-ı Si­
yaset'in ( 1 904) yazarı Yusuf Akçura'nın
kavramıydı. Osmanlı Devleti'nin 19. yüz­ ( 1 876- 1935) yakın arkadaşı Ahmet Ferit
yılın başından itibaren geçirdiği değişik­ ( 1877-1971) bile, arkadaşının yazısındaki
liklerin arasında ortaya çıkmıştı bu kav­ temel tezi -Osmanlı ulusu kavramının
ram. 11. Mahmud'un merkezileştirme po­ reddedilmesi tezini- kabul edemiyordu.
litikasının ardından gelen Gülhane Hatt-ı Gerçekten, tartışmaya katılan bir başka
Hümayunu'nda milliyetçilik veya Osman­ yazarı, Ali Kemal'i ( 1 867- 1922) eleştirir­
lı vatanseverliği açısından en önemli nok­ ken, Ahmet Ferit yazının genel çerçevesi­
ta, dinleri ne olursa olsun bütün Osmanlı ni desteklemiş, ne var ki, sonuç bölümü­
tebasının kanun önünde eşitliği ilkesidir. nü onaylamamıştı. Tanzimat ve Mithat
O zamana kadar millet sistemiyle gari­ Paşa Kanun-ı Esasi'si gibi reformların
müslim unsurların içişlerine karışmayan amacı, Ahmet Ferit'e göre, Osmanlı ulu­
Osmanlı yönetiminin bu buluşu, Osman- sunu kurmaktı; Osmanlı yönetimi bütün
1 ılar üzerinde büyük bir etki yarattı: tebasını bir Türk ulusu (hakim millet)
Fransız kökenli yeni bir fikirle, ulus kav­ içinde asimile etmeye girişmişti.
ramıyla birlikte, yeni bir ilkenin -Osman­ Yusuf Akçura 1904 makalesinde bir Os­
lılık- doğuşunu hazırladı. Bu ilke, Fransa manlı ulusu politikasını reddetmişti ve
gibi özgür ve eşit bir ulus yaratma amacı­ Türk milliyetçiliği fikrinin 1 9 10'larda Os­
na yönelikti. Doğal olarak ulusal birlik manlı politikası üzerinde büyük etkisi
aranacaktı. Namık Kemal'in tutkuyla bağ­ olacaktı. Ancak, Osmanlı aydınlarını
lı olduğu Osmanlı vatanının özelliği buy­ Türk milliyetçiliğini benmsemeye götü­
du. Namık Kemal, 'Osmanlı Milleti'nin - ren sürecin, düz-çizgisel bir süreç olduğu
en azından Müslüman tebasının- özgür­ düşünülmemelidir.
lük ve eşitliğini isteyen bir vatanseverdi. Türk milliyetçiliğinin gelişmesi, J ö n
Bir Osmanlı ulusu fikri öylesine etkile­ Türk döneminin başta gelen fenomenle­
yiciydi ki, Osmanlı aydınları ondan kolay rinden biridir. Bu konuya ilişkin mevcut
kolay vazgeçemeyeceklerdi. Avrupa'da is­ çalışmaların ciddi bir eksiği vardır: Milli­
tibdata karşı faaliyet gösteren ] ön Türkle­ yetçi fikri yaymakta işbirliği yapan iki
rin hemen hemen hepsi bu görüşü be- grup , Osmanlı Türkleri ile Rusya'dan gö-
J Ö N T Ü R K D Ö N E M i T Ü R K M I L L I Y E T Ç I L l l:i l

çen Türkler arasındaki farkı yakalaya­ Türk döneminin ilk milliyetçi örgütü ol­
mazlar. lkinci gruptakiler, Osmanlı lmpa­ duğu için değil, aynı zamanda Osmanlı
ratorluğu'na göçmeden önce Çarlık yöne­ lmparatorluğu sınırları içindeki ve dışın­
timinden kurtulmaya yönelik milliyetçi daki Türkleri bir araya getirdiği için de
hareketlere önderlik etmişlerdi. Osmanlı üzerinde durulmaya değer.
Imparatorluğu'nda ise, çokuluslu impara­ Akçura Türk Derneği'ni, lstanbul'a gel­
torluğun çeşitli uyruklarından bir sözde dikten hemen sonra ziyaret ettiği iki ünlü
ulus devlet kurmayı amaçlayan çekici bir Türkolog, Necip Asım (Yazıksız, 1 8 6 1 -
Osmanlı ulusu fikri vardı. Türk milliyet­ 1 935) v e Veled Çelebi (lzbudak, 1 869-
çiliğinin iki boyutu vardı: Osmanlı Türk­ 1 950) ve milliyetçi eğilimli önde gelen
leri arasında uzun süredir kaybolmuş bu­ başka aydınlarla birlikte kurmuştur.
lunan bir ulusal Türk kimliği arayışı ve Nizamnamenin ilk maddesi derneği
bilinçlenen Türkler tarafından toplumsal bütünüyle bilimsel bir kuruluş olarak ta­
birliğin kurulması ve güçlendirilmesi. Ilk nımlamaktadır. ikinci madde, derneğin
özelliği bütün milliyetçiler paylaşıyordu. amacını, Türk diye anılan bütün kavimle- 1 81
Ancak, Ziya G ökalp ( 1876-1924), 1 923'te rin geçmiş ve bugünkü eserlerini, yaptık-
Türk milliyetçiliğinin hedefleri olarak, üç larını ve durumlarını araştırmak ve ortaya
ilke sayıyordu: Türkiyecilik, Oğuzculuk çıkan sonuçları bütün dünyaya yayıp ta-
(Türkmencilik) ve Turancılık. Bağımsız­ nıtmak diye ifade eder; ayrıca, maddeye
lık Savaşı'ndan sonra bile ilkeler bu denli göre, dernek Türk dilinde bir reform ger­
değişik olduğuna göre, 20. yüzyılın ba­ çekleştirmeye çalışacaktır. Demek ki der-
şında milliyetçiliğin ikinci cephesini çok nek, en azından başlangıçta ve kısmen,
dikkatli incelememiz gerekir. Akçura'nın 1904 makalesindeki (Üç Tarz-
Milliyetçilerin bu iki grubunun görüş­ ı Siyaset) "Türklerin birliği" ( " tevhid-i
lerini anlamanın en iyi yolu, yayınladıkla­ Etrak") fikrini benimsiyordu.
rı dergileri incelemektir. Bu yazıda, dört Derneğin politikasını açıklayan önemli
önemli dergi incelenecektir: Türh Derne­ yazılardan "Türk Derneği Beyannamesi" ,
ği, Genç Kalemler, Türk Yurdu, lslclm Mec­ Kanun-ı Esasi'yi "Osmanlıların hürriyet
muası. ve ittihadının beratı" diye niteleyerek şu
noktayı vurgular: Millet-i Osmaniye soyu
TÜRK DERNEGI
ve etnik kökeni ile haklı olarak övünç
duyan çeşitli unsurlardan oluşmuş olma­
Yusuf Akçura, Jön Türk Devrimi'nden sına rağmen, bu 'millet'e mensup herkes,
dört ay sonra Kasım l 908'de lstanbul'a Türklerin bir ürünü olan, memleketi ve
yerleşmiştir. Özellikle 1 905 Rus Devri­ insanlarını birbirine bağlayan ve birleşti­
mi'nden sonra, çarlık yönetiminde Müs­ ren bir kuvvet (kuvve-i lusukiye) olan
lüman Türklerin hakları için zorlu, ama Osmanlı Türkçe's inin bütün Osmanlılar
sonuçsuz bir mücadele yürütmüştü (Ak­ arasında yayılması gereğini kabul etmeli­
çura'nın lstanbul'a gelmeden önceki faali­ dir. Bu, Yusuf Akçur�nın 1904 makale­
yetleri i çin Georgeon, 1 98 1 : 1 2-40 ve sinde reddettiği Osmanlı milleti siyaset
Zenkovsky, 1960 (2. baskı 1970 ] : 38-54). tarzıyla aynı görüştür. Gerçek kurucusu
N ihayet, 1908 Temmuz'undan beri basın Akçura olan derneğin beyannamesinde
özgürlüğünün sağlandığı Osmanlı Devleti 'millet-i Osmaniye' terimi bile bulunmak­
başkentine göç etmeye karar vermişti. Ay­ tadır. Beyanname, Osmanlı Türkçe'sinin
nı yılın sonlarında, milliyetçi harekete ye­ genellik kazanamadığı kabul ediyor, ama
ni bir güç arayışıyla, Türk Derneği adıyla o sıralarda yaygın bir fikir olan Türk­
bir örgüt kurdu. Bu dernek, yalnız Jön çe'nin öğrenmesi zor bir dil olduğu iddi-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

asını reddediyordu. Bu iddiayı kesin ola­ etkinlikleri yeterli düzeyde değildir. Ak­
rak çürütmek için, dilin esasını araştır­ çura'ya göre, verimli sonuçlar elde etmek
mak gerekliydi. Nitekim derneğin kuru­ için aralarında bağlantı olması gerekir,
luş gerekçelerinden biri budur. dernek de bu amaçla kurulmuştur. Akçu­
Dernek için acil görev, Osmanlı Türkle­ ra'nın yazısında kriz bilinci çok daha
ri arasında uzun süredir unutulmuş olan köklüdür. Akçura, açıkça, Batı emperya­
Türk kimliğini uyandırmaya çalışmaktı. lizmiyle karşı karşıya bulunan geniş
Kuşkusuz, söz konusu Beyannamede Türklük alemini düşünmüştür. Büyük
Türklerin birliği de savunuluyordu. An­ bir ihtimalle, Avrupa'nın hakimiyetini
cak, birliğin hedefi Osmanlı Türkleri'ne önlemek için Türklerin birleşmesi gerek­
bir yarar sağlamaktı. Öte yandan, bu ya­ tiğine inanıyordu.
rar ticari ve sınai olarak tanımlanmıştı; Tıirlı Derneği dergisinin analizi, Türk­
Osmanlı Türk milliyetçilerinin sosyoeko­ lük üzerine araştırmalar yapılmasını ve
nomik konulardaki ilgisizliği gözönüne bu araştırmaların sonuçlarının yayım­
1 82 alınarak, bu fikrin göçmenler veya Tatar­ lanmasını amaçlayan derneğin politika­
lardan çıkmış olduğu düşünülebilir. sına uygun olarak, derginin çeşitli Tür­
Beyannamenin yam sıra, bir başka ma­ koloji incelemeleri yayımladığını göster­
kale de derneğin amacını açıklamaktadır. mektedir. Bu incelemelerde ortak bir he­
"Türklüğü Bilmeli ve Bilişmeliyiz" başlı­ def bulunmadığı görülmektedir. Üstelik,
ğını taşıyan makalenin Yusuf Akçura ta­ derneğin beyannamesi dahil, Osmanlıla­
rafından yazıldığı kabul edilebilir. Derne­ rın yazılarının büyük bir kısmı, çeşitli
ğin gerçek kurucusu ve genel sekreteri etnik gruplardan oluşan 'Osmanlı mille­
olan Yusuf Akçura, başlığı Türk Derne­ ti'nin birliğini sağlamak için dilin sade­
ği'nin sloganı sayılabilecek bu yazıda leşmesi konusu üzerinde durur. Osmanlı
derneğin kuruluş nedenini açıklamaya Türkçe'si, Osmanlı lmparatorluğu'ndaki
çalışır. Dünya politikası üzerinde büyük unsurları birleştirecek en etkili araç ola­
bir etki yapan bir politik düşünüş tarzı­ rak görülüyordu. Osmanlı vatanseverli­
nın, yani 'milliyet ve ırkıyet fikirleri'nin ğinin büyük etkisini taşıyan bu yazıların
ele alınmasıyla başlanan yazıda, Akçura, yanı sıra, bazı yazılar ve şiirler ise, Os­
"Türklüğün en kavi ve en medeni kısmı" manlı Türkleri ve Orta Asya'dakiler da­
olan Osmanlıların ulusal kimliklerini h i l bü tün T ü rklerin geçmi ş teki ve o
unuttuklarına işaret eder. Mekteb-i Ali­ günkü birliğini ileri sürüyordu. Bunların
ye'den mezun olan genç aydınlar bile, en yazarlarının çoğu Orta Asya kökenliydi.
eski medeniyetin -Mısır medeniyetinden Derginin amaçlarında beliren farklılık,
bile eski- Turan halklarından biri , yani derneğin kuruluş koşullarından kaynak­
Sümerler ve Akatlar tarafından yaratıldı­ lanıyordu. Yusuf Akçura, çarlık yöneti­
ğını bilmedikl erini yazar. Bu yüzden, mindeki bütün Müslüman-Türk halkla­
Çin'den Tunus'a, Buhara'dan Sudan'a As­ rın birleşip bu yönetimden kurtulmasını
ya'nın ve lslam dünyasının gerçek hü­ hedefleyerek, Osmanlı lmparatorluğu'na
kümranları olan Türkler, Avrupalı millet­ milliyetçi düşünceyi getirmişti. Diğer ta­
lerin boyunduruğuna girecektir. Bunun raftan, lstanbul'da, II. Abdülhamit dev­
ve yokoluşun önüne geçmek için Türkler rinden beri araştırmalar yapan birçok
Türklüğü öğrenmelidir. Almanya, Maca­ Osmanlı türkolog vardı. Bu türkologlar
ristan ve Rusya gibi bazı Avrupa ülkele­ için Osmanlı uyruklarının birliği verili
rinde Türkoloj i çalışmaları hızla sürdü­ bir durumdu.
rülmektedir, kimi Türkler de bunları iz­ Akçura ve Rusya'dan gelen ya da halen
lemeye başlamıştır. Ne var ki, Türklerin Rusya'daki diğer milliyetçiler Tarlı Deme-
1 83

gı dergisinde düşüncelerini istedikleri gi­ yıya kadar giriş yazısı olarak bulunan "Si­
bi yazamıyorlardı. Bu açıdan, Türki halk­ yasi N o tlar" yerine, Kazım N ami'nin
ların birliğini savunan ateşli şiirin ve Çu­ "Türkçe mi, Osmanlıca mı?" başlıklı bir
vaşlar üzerine yazının derginin son sayı­ yazısı yayımlanır. Osmanlıca'nın sadeleş­
sında çıkmış olması hayli ilginçtir. Bu sa­ tirilmesini ve arılaştırılmasını savunan,
yıdan aylar sonra Tarh Yurdu dergisi ya­ dilde milliyetçiliğin organı diye tanınan
yınlanmaya başlayacaktı. Yeni dergide, Genç Kalemler'de Türk dili üzerine ya­
Akçura, Ağaoğlu Ahmet gibi Rusya göç­ yımlanan ilk yazı budur.
menleri aktif biçimde fikirlerini savunabi­ Kazım Nami'nin dil sorununa bakışı ol­
lecekti. dukça tutucudur (Kazım Nami, "Türkçe
lstanbul'daki faaliyetlerden ayrı olarak, mi, Osmanlıca mı? " , Genç Kalemler, 1/4,
hemen hemen aynı zamanda Selanik'te s. 132-133 , 1 36). Yazar, önce Osmanlı­
başka bir hareket ortaya çıkacaktı. Bu ha­ ca'nın o günkü durumunu açıklar ve ka­
reketin yayın organı Genç Kalemler'di. bul eder, sonra da bu dilin özünün kesin­
likle Türkçe olduğunu ileri sürer. Dolayı­
sıyla, Arapça ve Farsça unsurları atma,
GENÇ KALEMLER
Osmanlıca'nın mevcut durumunu eleştir­
1 9p8 devriminden sonra, Osmanlı lttihat me söz konusu değildir. Genç Kalemler'in
ve Terakki Cemiyeti'nin (bundan sonra -daha sonra yayımlanacak- ikinci cildinin
lTC) üyelerince çıkarılan Hıisn ü Şiir in ' yöneticileri, Arapça ve Farsça kelimelerin
ardılı olduğu izlenimini uyandıran Genç atılmasını, yani Osmanlıca'nın 'Türkleşti­
Kalenıler'in dönüm sayısı 4. sayıdır. O sa- rilmesini' savunacaklardı, oysa Kazım Na-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M 1

mi yabancı dillerden kelime ve kural alın­ gerçekte, bir Türklük hazinesiydi. Ona
masına karşı değildi, çünkü, ona göre, göre 'milliyet', siyasete ilişkin bir konuy­
bunlar Türkçe'nin özgünlüğünün kaybol­ du; 'kavmi' ni telik taşıyabilecek şeyler
masına yol açmıyordu. Kazım Nami, 'Os­ yalnızca dil ve edebiyattı. Böylece, yaza­
manlılık' ın aslında Türkler tarafından rın sıkıntılı durumunu anlayabiliriz:
oluşturulmuş politik ve toplumsal bir Kültür alanında Türklük bilincine sahip­
gerçeklik olduğunu, ama artık, kendi dil­ ti, diğer taraftan politik ayrılıkçılığı red­
leri ve edebiyatları olan gayrimüslim un­ dederek Osmanlı lmparatorluğu'nun bir­
surlar bir yana bırakılırsa, imparatorluk liğini arzuluyordu. Bu karmaşık bakış
sınırları içindeki herkesin ortak bir özelli­ açısının sonucu şudur:
ği haline geldiğini yazar. "Türkçe Osmanlı milletinin resmi lisa­
Osmanlıca'ya girmiş Arapça ve Farsça nı olmakla içtimai ve kavmi mahiyetinin­
tamlamaların, çoğulların ve edatların den tecrid olunamaz ! " ( ? , "Yeni Lisan",
atılması açısından Genç Kalemler'e daha Genç Kalemler, II/2, s. 28). Türkçe'yi im­
1 84 sonra Ali Canip, Ömer Seyfettin vd. ara­ paratorluktaki diğer etnik gruplara zorla
cılığıyla hakim olan görüşler bu görüşle­ kabul ettirme fikri bu noktadan yalnızca
ri kuşkusuz özleştirmeci ve milliyetçiydi. bir adım uzaktadır.
Öte yandan, halkın dilinde yerleşmiş O sırada yirmi bir yaşında bir genç olan
Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin bı­ Köprülüzade Mehmet Fuat -Fuat Köprü­
rakılması yolundaki görüşleri ise, Cum­ lü ( 1 890- 1966)- Genç Kalemler'in savun­
huriyet devrindeki pek çok eski ve kulla­ duğu 'yeni lisan'ı sert bir şekilde eleştir­
nılmayan kelimeyi dirilten özleş tirme miştir. Dergi doğal olarak bu eleştiriye
hareketinden, hatta lstanbul'daki Türk karşılık vermiştir. Özellikle üçüncü ciltte,
Derneği'nin kimi üyelerinin görüşlerin­ ona karşı yazılar gittikçe sertleşmiş, Köp­
den farklıdır. Demek ki, can alıcı önem rülü'nün eleştirilmesi neredeyse derginin
taşıyan nokta şudur: Genç Kalemler'in çıkış nedenlerinden biri haline gelmiştir.
kurucu üyelerinin önem verdikleri Türk Bu oldukça garip bir durumdur, çünkü
milletinin uzun ve eski tarihi değil , o 1 9 1 2'nin sonundan itibaren, Genç Kalem­
günkü halktı. ler'in edebiyat cephesinde en önemli ismi
Ömer Seyfettin'e göre, Osmanlı lmpa­ Ömer Seyfettin'in edebi eserleri ile Fuat
ratorluğu'nu kurtarabilmek için halkın Köprülü'nün makaleleri Türk Yıırdıı dergi­
anlayabileceği yeni bir dil gerekliydi. O sinde birbiri ardına yayımlanmaya başla­
'yeni lisan'ı yalnızca edebi bir konu de­ yacaktır. Üstelik, Köprülü türkoloji üzeri­
ğil, aynı zamanda Türklerin hayatlarıyla ne bir otorite olarak dünya çap.ında tanı­
ilgili genel bir konu olarak sayar. J ön nacaktır.
Türk devrimini "kılıçla yapılan inkılap" Tartışma, Genç Kalemler'in ikinci cildi­
diye niteler ve bu devrimden sonra, ka­ n i n yayı n ı n d a n bir ay s o nra , Mayıs
lemle yeni bir devrim yapılması gerekti­ 1 9 1 l'de Servet-i Fıin ıı n'da Köprülü'nün
ğini ileri sürer, bununla, muhtemelen, "Edebiyat-! Milliye" yazısının basılmasıy­
kafa yapısında ve daha genel olarak top­ la başlar (Köprülüzade Mehmet Fuat,
lumsal bir devrimi kastetmektedir. Ona " E d eb iya t-ı M i lliye " , Servet -i F ü n ıı n ,
göre, yeni devrim henüz gerçekleştiril­ XLl/ 1 04 1 ) . Köprülü, b u yazısında, Genç
memiştir. Kanıt olarak, Anadolu'nun ha­ Kalemler'in ileri sürdüğü o günkü edebi­
raplığını gösterir. B u , açıkça, yazarın yatın 'milli ruh'tan yoksun olduğu şeklin­
milliyetçi duygularını göstermektedir; deki iddiayı reddeder. " Irk" teriminin
Osmanlıların ihmal ettiği ve insanları dikkatsizce kullanımına karşı uyarıda bu­
'eşek köylü' diye aşağılanan Anadolu, lunur: Bu kavram tek ve sabit bir anlama
J Ö N T Ü R K D Ö N E M i T Ü R K M I L L I Y E T Ç I L l ('; I

sahip değildir, coğrafi ve sosyal şartlara lunuyordu. Bu heyet, önemli saydığı pek
göre değişen bir içeriği vardır. Böyle bir çok Batı eserini, örneğin Spencer, Fouil­
tezden çıkan sonuç, doğal olarak, Os­ lee, Taine vb. yazarların eserlerini 'yeni li­
manlı Türkleri'ni Osmanlı imparatorluğu san'la tercüme etti. Ayrıca, 'yeni lisan'ı
dışındaki Türklerden ve eski Türk tari­ yaymanın en etkili yolu olarak okullarda
hinden ayırmaktı. Köprülü, uluslararası öğretil m es i n i tasarl a d ı l a r. B e l k i d e
ilişkilerin giderek kökleştiği ve sosyal lTC'nin politik nüfuzunu kullanarak, Se­
şartların kozmopolit hale geldiği "günü­ lanik'te dört okuma kitabı ve iki imla ki­
müzde" milli bir edebiyat olamayacağını tabı yayınladılar, Maarif Nezareti'nin iz­
da sözlerine ekler. niyle bunları okullarda kullandırdılar
Bu görüşün, o günkü Osmanlı aydınla­ (Alangu , 1 9 68: 1 27) . Genç Kalemler'in
rı arasında epeyce taraftarı vardı, milliyet­ önde gelen yazarları hemen her gün bir
çilik pek yaygın değildi. Ne var ki, Genç ITC kulübünde buluşup, edebiyat ve fel­
Kalemler bu görüşü görmezlikten gele­ sefe konularını tartışırlardı. Bu tartışma-
mezdi. Ali Canip, Yekta Bahir takma adıy­ ların sonuçları yalnızca Genç Kalemler'de 1 85
la hemen bir karşılık yazarak, Köprülü'yü yazı olarak değil, aynı zamanda ittihat ve
"ırk" terimini yanlış kullanmakla eleştirir. Terakki Mektebi'nde konferans olarak da
Temsil ettikleri kavramın "ırk" değil, "ka­ görülüyordu. Bu konferanslar, gerçekte,
vim" olduğunu bildirdi. Ona göre, kavim lTC'nin Ziya Gökalp'e verdiği önemli gö­
ortak bir dil kullanan sosyal birim de­ revlerden biriydi. Bu görev; ITC liderleri-
mektir; dolayısıyla Osmanlı lmparatorlu­ nin duyduğu kaygılardan ötürü verilmiş-
ğu'nda yaşayan insanlar, 'ırk' grupları de­ ti. 1908'de politik bir devrim gerçekleştir-
ğil, 'kavim' gruplarıydı. Öte yandan yazar, mişlerdi kuşkusuz, ama ondan sonra kar­
çapraşık bir biçimde, 'Türklük'ün bir soy şıdevrim ortaya çıkmış, ayrıca bir muha-
meselesi olmadığını ileri sürüyordu: lefet partisi kurulmuştu. Bu koşullarda,
"Birçok Çerkesler, Kürtler, Arnavutlar görevlerinin önemini kavrayabilecek, top-
ve melezler vardır ki Türklüğü ıslaha ça­ lumda ve zihniyette bir devrim yapabile-
lışıyorlar; çünkü biliyorlar ki Şark kavim­ cek yeterlikte gençlerin yetiştirilmesi on-
lerini Garb'ın istibdat ve i htikarından lar için önemliydi.
kurtaracak ancak Türk! üktür. " Genç Kalemler ile Jön Türkler arasında­
'Türklük' yerine 'Osmanlılık' konulursa ki ilişki açısından, iki grubun da halka
tez anlamsızlaşmaz, tersine açıklık kaza­ önem verdiği göz ardı edi l m emelidir.
nır. Makale kozmopolit bir okur kitlesine Genç Kalemler, Arapça ve Farsça kelime­
sesleniyor olsa da, 'Türklük' ile 'Osmanlı­ leri ve kuralları atarak, 'yeni bir lisan' ya­
lık'ın birbiri yerine kullanılabilir olması, ratmak istiyordu. Hareketleri 'özleşmeci'
Osmanlı Türkleri'nin Türk milliyetçiliği­ diye adlandırılabilir kuşkusuz, ne var ki,
ni incelemek ve Köprülü'nün daha sonra halkın diline yerleşmiş yabancı kelimeleri
gerçekleşecek 'dönme'sini anlamak açısın­ atmaktan yana değildiler. Dahası, Batı
dan önemli bir ipucu sayılmalıdır. eserlerini 'yeni lisan'la tercüme e tme,
Genç Kalemler ile Jön Türkler, daha okuma ve imla kitapları hazırlama ve da­
doğrusu ITC arasındaki ilişki yalnızca ğıtma çabaları, "maarifin ne olduğunu
resmi nitelikte değildi. Genç Kalemler'in bilmeyen" Anadolu halkına yönelikti.
yöneticileri, yalnızca bir dergi yayımla­ ITC halkı sık sık politik faaliyetlere ka­
manın 'yeni lisan'ı yaygınlaştırmak için tılmaya yönlendirmişti, örneğin yabancı
yeterli olmadığına inanıyorlardı. Belki de rnalları boykot kampanyası açmış, ayrıca
Ziya Gökalp'in aracılığıyla, bir heyet oluş­ mitingler düzenlemişti. Niçin halka bağ­
turdular, heyetin başında Enver Paşa bu- lanmıştı? Birincisi, ITC liderleri gelenek-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T l .Y E T ' I N B I R 1 K 1 M I

son uc u d u r. Ancak bu Ömer Seyfet­


Ömer Seyfettin tin'in öykücülüğünün sadece bir yönü­
EMİN ALPER d ü r. Seyfett i n ' i n öykül eri n i n ciddi b i r
toplamını d a , kendine özgü ve folklorik
bir m izahla işlediği kısa, neşeli, espri l i
h ikayeler oluşturur.
Balka n lar'da yaptığı askerlik dene­
y i m l e r i n d e n i z l e r ta şıyan h i kaye leri
onun m i l itarizm inin en keskin ve açık
örnekleridir. Sadece g ü ç l ü bir devlet
olma arzusunun değil, m i llet olamamış
Ömer Seyfettin Kafkas göçmen i, alaylı
olmanın acısın ı n da en bariz biçimde
bir subayın ve İstanbu l l u bir han ıme­
duyulduğu h i kayelerd i r bunlar. Seyfet­
1 86 fendi n i n oğludur. Babas ı n ı n askeri d i ­
tin'in öfkesi, sıkl ıkla, Osmanlı ü l kesi n i
siplini v e sertliği, annesi ninse duyarl ı l ı­
parçalamaya azmetmiş düşmandan zi­
ğı Ömer Seyfettin'in tüm hayatı boyun­
yade, m i llet olmayı bir türlü becereme­
ca yaşayacağı temel geri l imin çocuklu­
miş Türk nüfusuna yönelir. Bu öyküler­
ğundaki kaynaklarıdır. O da babası gibi
de, gerçek hayatında n üktedan, sempa­
askerl ik yolunu seçmiştir; ancak h içbir
tik ve otorite kurmakta zorlanan Seyfet­
zaman sevmemiştir. Askerliği bırakarak tin, başarısızlıklarından dolayı askerle­
b i r kültür savaşçısı o lmayı tercih edişi rini kırbaçlayan despot bir subaya dö­
d e bundand ı r. Belki de öykülerindeki nüşür. B ulgarların ve Rumların ağz ı n­
yüksek m i l itarizm dozu, kahraman ol­ dan, Müslümanların gafletiyle ve bütün
duğuna inand ığı bir m i l letin üyesi ola­ yaşanan felaketlerden sorumlu tuttuğu
rak askerl iği sevmekte gösterd iği zaafı Osman l ı c ı l ı k fikriyle dalga geçer. "As­
yazdı klarıyla telafi etme çabas ı n ı n bir hab-ı Kehfim iz", "Nakarat" ve "Hürri-

sel yöıwtici elitten değildi, y�ni ona sınıf


TÜRK YURDU
denilen bir sınıfta11dı. Osmanlı Devleti'ni
yönetecek yeterliğe sahip olmad iklarını, Türlı Yurdu dergisinde, Osmanlıların yanı
"Yönetici olarak kabul edilmeyeceklerini sıra Rusya'dan göçen Türkler de görüşle­
biliyorlardı. D olayısıyla, siyasetlerinin rini savunmaya başlarlar. Türk Derne­
halkın genel siyasi iradesini temsil ettiği­ ği'nin dergisini yayımlamaya başladığı yıl,
ni gösterebilirlerse, bu, siyasetlerinin ve 1 9 l l'de, başka bir milliyetçi örgüt ortaya
siyasal liderliklerinin meşruluğu için hay­ çıktı. Türlı Yurdu isimli bu örgütün kuru­
li etkili bir araç olacaktı. cu üyeleri arasında, Türk Derneği'nin ku­
ç;ökalp, _halkın Türk milli kimliğip.in rulmasına ön ayak olan Yusuf Akçura da
bilinçaltı fikirlerine sahip olduğunu söy­ vardı. Bu durum, Akçura'nın Türlı Derne­
ler. Bu fikirler, 'güzideler' tara[ından ay­ ği dergisinin i çeriğinden veya derneğin
dınlığa kavuŞturı.ilmalıdır, bOylece 'guzi­ kendisinden hoşnut olmadığı sanısını
deler' milletin fikirlerini temsil etmiş ola­ uyandırmaktadır. Gerçekten, yeni cemi­
caktır. G ökal p ' i n 'guzideler' teriminin yette, Rusya'dan gelen göçmenler, Türk
k�ndisinin de dahil olduğu Jön Türkler Demeği'ne göre çok daha aktif bir rol oy­
anlamına geldiği açıktır. namıştır; altı kurucu üyenin yarısı Rusya
J Ö N T Ü R K D Ö N E M i T Ü R K M i L L i Y E T Ç i L i (; !

yet Bayrakları" gibi h ikayeleri nde Os­


manl ıcılık denen h ülya l ı uykudan uya­
namam ış ayd ınları eleştirir. " B i r Çocuk
Aleko"da Türklerden nefret etmeyi öğ­
reten bir papazla, gayrimüsl imlere ya­
pılan sevabın i k i kat sevap sayılacağını
anlatan bir imamı karşı karşıya koyar.
Seyfett i n ' i n el eşt i r i s i gayri m ü s l i m lere
ya da Türk olmayan unsurlara gösteri­
len hoşgörüyü ve tan ınan yaşama hak­
kını bir gaflet olarak değerlendirme yö­
nüne saptıkça tehl ikel i bir biçimde Sos­
yal Darwi nizmin d üşünce sınırları içi­
ne dalar.
187
Ömer Seyfettin'de genelde görmez­
den gelinen, Tah i r Alangu'nun eserinde
ise b i rkaç sat ı r l a geçi şti r i l en , Sosyal t- , j

Darwinist damar kendini en açık bir bi· Türkçü Ömer Seyfettin) dilde
millileşınedeki 'pmformansıyla,
ç i mde " Beyaz L a l e" , "Tu haf B i r Zu Cumhuriyet nesrinin
l ü m", "Mehdi" gibi h i kayelerinde açığa kıırucufanndaıı olmuştur.
vurur. "Beyaz Lale" n i n Müslüman kat­
l ia m ı n ı yöneten B u lgar komutanı, bir yok etmeleri gerektiğini, Osma n l ı lar' ın
m i l leti n yaşamak ve güç l ü ol mak için i ç i ne d üştü ğ ü m i l letlerin yaşamasına
d iğer m i l letleri yok etmesi gerektiğini izin verme hatası n ı tekrarlamayacakla­
net bir biçimde savunur ve Bulgarların rı n ı söyler ve er geç m i l let olacak ve
da i lerde yaşamak istiyorlarsa Türkleri teh l i ke a rz etmeye başlayacak o l a n

kökenlidir: Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade kı'nın ilerlemesiydi. Program, Akçura'nın


Ali ve Akçura. Orenburglu zengin bir Ta­ "Üç Tarz-ı Siyaset" makalesinde önerdiği
tar, Mahmut Hüseyinov Osmanlı lmpara­ "tevhid-i Etrak"ı gerçekleştirmek için bir
torluğu'nda "hayır işlerinde kullanılmak araç sayılabilir. Sonuç olarak, dergide Os­
üzere" para bağışlamıştı. Dolayısıyla, ce­ manlı Türkleri ve lmparatorluğu'yla ilgili
miyetin iki amacından biri, Türk öğrenci­ sadece iki yazı çıkmıştır. Ayrıca, Türk
ler için bir "talebe yurdu" yaptırmaktı. Derneği ve Genç Kalemler'den farklı ola­
Diğer amacı ise şöyle dile getirilmişti: rak, bu yazılar Osmanlı Devleti'nin bü­
"Türklerin zeka ve irfanca seviyelerinin tünlüğüne değinmez. Bütün bunlar, Türlı
yükselmesine ve iradet ve teşebbüs sahibi Yurdu dergisini Osmanlıcı olmayan ve
olmalarına hizmet etmek üzere bir gazete Pantürkist bir dergi saymamızı olanaklı
çıkanlacakur". kılar.
Programdaki ilk madde, dilde sadeleş­ Akçura, 1 9 1 3'de çıkan Tüdı Yurdu'nda­
meyi savunuyordu. Türlı Denıeği'nin be­ ki önemli bir yazısında, Osmanlılar ara­
.
yannamesinden farklı olarak, sadeleştir­ sında Tanzimat aleyhtarlığı modasından
menin amacı, olabildiğince çok Türk'e pahsettikten sonra, kendisinin de Tanzi­
dergi �in ulaşmasını sağlayarak 'Türk ır- mat'ı daha önce eleştirdiğini okurlarına
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N 8 I R 1 K I M 1

Türkleri şimdiden imha etmeyi önerir. kilendirmek m ü mkünd ür. Bu bağlantı


Seyfettin' i n bu h i kayesi sadece arkadan zorlama bulunsa da, Ermeni btlia m ı n ı
vuru lma h issiyat ı n ı n travmatik ifadeleri yöneten kadro l a r ı n z i h n iyet v e hayal
deği l, Türklere beş yüz yı l d ı r s ü rd ü r­ dünya larındaki imparatorluğun tümden
d ükleri bir tarihsel hatadan dönmeleri parça lanmasından duyu lan korkunun,
için çağrı d ı r da ayn ı zamanda. Seyfet­ bununla iç içe geçmiş bir geç kalmışl ı k
tin m i l let olmakta geç kalan Türklerin telaşının, arkadan vurulmanın yarattığı
arayı kapatmaları ve bir an önce kendi­ öfke ve nihayet yaşamak için öldürme­
lerini toparlamaları için bel leklere öfke yi şart koşan Sosyal Darwi nist b i r fikri­
depo l a m aya ça l ı ş ı r. " B eyaz L a l e " n i n yatın izlerini sürmek için en uygun yer­
Müslüman-Türk nüfusuna korkunç iş­ ler Seyfettin'in yukarıda sözü ed ilen hi­
kenceler yap ı l ı r, ü rkütücü ayr ı ntı larla kayeleridir kuşkusuz.
anlatılan türlü zulumlere maruz b ı rakı­ Ö m e r S eyfett i n ' in h i k a y e l e r i n i n
1 88 lan Türklerin namusu ayaklar a lt ı nda önem l i bir böl ümünü ise kahrama n l ı k
dolaşan bir paçavraya dönüşür, ama bu öyküleri oluşturur. "Eski Kahramanlar"
uzun h ikayen in sonunda sayfa larca tü­ serisi adı altında toplanan "Pembe İn­
müyle iktidarsız bir biçimde m i l l etdaş­ c i l i Kaftan", "Başını Vermeyen Şeh it",
larının katled i l iş i n i takip eden okuyu­ "Topuz" gibi h i kayelerinde, Balkan sa­
cunun öfke s i n i boşa ltması için hiçbir vaşlarının ve Bi rinci Dü nya Savaşı'nın
i m kan sunu lmaz. Katharsisi yaşaması yarattığı yen i lgi ve yılgınlık h a l i n i telafi
ertelenen, gırtlağına kadar öfkeyle dolu etmek amacıyla m itik kahramanlar ya­
Türk okuyucunun belki de hıncını bo­ ratır. Bu h ikayelerin en bel irgin yönü
şa lta b i l eceği tek yer er m eyda n ıd ı r. güç istemi vurgusu ve gücün ietişistik
Seyfettin d i l lend ird iği bu öfke sel ini, h i - bir biçi mde temsi l id ir. Özlemi duyu lan
kayenin yazı l ışı ndan bir yıl sonra ger- güç adeta büyü l eyic i d i r. Medusa ' n ı n
çekleşti rilen Ermeni tehciriyle d a h i i l iş- gözlerine sah iptir; baktığı her şeyi taşa

hatırlatır. Çok sayıda Osmanlı aydınının Britanya'nın çeşitli etnik unsurların karış­
dile getirdiği eleştiri, Akçura'ya göre, ye­ masından meydana geldiğini, bundan do­
tersizdi, salt yüzeysel ve aceleci Batılılaş­ layı sadece ırk temel ine dayalı bir Türk
maya yönelikti. Akçura, kendi eleştirisin­ milleti düşünmeye gerek olmadığını ileri
de "siyasi ve idari Tanzimatçılık" diye bir sürmüştü. Öyleyse, Osmanlı lrnparatorlu­
kavram kullanır ve bunun Osmanlı Türk­ gu'nda farklı etnik unsurlar da bir arada
leri'ne zararlı olduğunu ileri sürer. Bura­ tutulabilirdi. Ağaoğlu, Süleyman Nazif'e
dan, tartışma konusu olan şeyin Osmanlı­ karşı ustaca şunları savunur: Fransız mil­
cılık olduğu sonucu çıkar. leti, kuşkusuz Latinler, G alliler, Gotlar ve
Tanzimat'ın iflasını ilan etmek için Os­ Franklar gibi birçok etnik unsurun karış­
manlı mill eti siyasetini veya en azından masıyla oluşmuştu. Ancak, böyle bir karı­
bu siyasetin asıl ilkesini, yani asimilasyon şım Osmanlılık için söz konusu muydu?
siyasetini terk etmek gerekliydi. Ağaoğlu, Osmanlı lmparatorluğu'nda altı
Ahmet Ağaoğlu da Osmanlı Tmparator­ yüz yıldır, ne unsurların karışmasının
l uğu'nda " tevhicl-i anasır" düşüncesini gerçekleştiğini ne ele bir Osmanlı vicdanı
eleştirmiştir. Süleyman Nazif, Ağaoğlu'ya oluştuğunu ileri sürer.
açık m ektubunda, Fransa, A lmanya ve Akçura da kendilerine yöneltilen, Os-
J Ö N T Ü R K D Ö N E M i T Ü R K M I L L I Y E T Ç I L I G I

çevirir. "Topuz"da, bağı msızlığını i lan l ı ş ı lacağı gibi hi kayec i m izin pragma­
eden voyvod a n ı n beyn i n e Osma n l ı tizme hocas ı ndan daha yakın d u ruşu,
i m paratorunun hediye olarak gönder­ onu Gökalp'ten fark l ı kı lan diğer nok­
diği topuzu müthiş bir biçimde indiren talard ı r. Söz ettiği m i z açı lardan Sey­
Osma n l ı elçis i n i n güç ve cesaret gös­ fettin, aralarında Gökalp'le olduğu gi­
terisi karşısında t ü m askerler dona ka- bi bir hoca öğrenci i l işkisi gel işmemiş
1 ı r. Böy l e l i k l e üç yüz k i ş i l i k Osman l ı o lduğu h a l de, Yusuf Akçura'ya daha
maiyeti voyvodan ı n dört b i n askerin i yakın durur.
esir al ı r. Bu h i kayelerdeki güç istemi Ömer Seyfettin'in hikayelerinin pek
Osma n l ı ' n ı n eski gücüne duyulan bir çoğu .dönem in Osmanl ı-Türk ayd ı n ı n ı n
özlemi içerir. Türk m i l l iyetç i l iğinin en yaşadığı, m i l l i bir burjuvazi yaratma is­
bel i rgin karakteristikleri nden biri olan teği ile savaş sonunda ortaya çı kan ye­
eski devi rlerdeki g ü c ü n restorasyonu ni zenginlere karşı duyulan şüpheci bir
isteği i lk edebi örneklerin i Seyfettin'le hoşnutsuzluğun meydana getirdiği ge­
1 89
birl i kte verir. r i l i m i yansıtır. Devletin varl ığını sürdü­
Yazar üzeri n d e k i h a k i m l iterat ü r, rebil mesi için güçlü bir burjuvaziye da­
Seyfett i n ' i n çok b ü y ü k ö l ç ü d e Ziya yanması gerekt i ğ i n i kavrayan, ancak
Gökalp'in etk isi altında old uğu kan ı­ devlet el iyle geliştirilen bu yen i burju­
sındad ı r. Ancak yukarıda anlat ı lan güç vaz i n i n spekülatif ve vurguncu davra­
istemi vurgusu ve Sosyal Darwinist te­ n ışlarına tepki duyan ayd ı n l arın çel işki­
mayül ler Seyfett i n ' i n d üşünce d ünya­ sini aynen yaşayan Seyfettin, bir yan­
s ı n ı n tümüyle Göka l p etkisiyle açı kla­ d a n "Ve l i n i m et"te sonrada n z e n g i n
namayacağını gösteririr. Gökalp'te et­ o l a n b i r kap ı c ıyı k ı s kan ç l ı k l a, "Ye n i
kisi yoğun b i ç i m de h i ssed i len ahlaki zengin işte . . . " diyerek hor görmeye ça­
bir tasavvufç u l u ğa Seyfetti n'de rast­ l ı şan kahraman ımıza karşı Logaritmacı
lanmaması ve aşağıda anlatıl maya ça- H a s a n ' a " N e o? B e ğe n e m i yo r m u -

manlıcılığın bir gerçeklik olduğu eleştiri­ rini, Balkan Savaşı'ndaki yenilgilerden


sine katılır. Ama, Osmanlılık'ın doğasının sonra, "Türkleşmek, lslamlaşmak, Mu­
zaman i çinde değiştiğini vurgular. Bu asırlaşmak" başlıklı yazı dizisinde dile ge­
kavram, eskiden yalnızca değişik etnik tirmiştir. Dizinin ilk yazısında G ö kalp,
kökenden Osmanlıca konuşan Müslü­ sadece Tanzimat yöneticilerinin, "vaki bir
manları kapsıyordu. Ancak, Tanzimat'tan milletin" (nation de fait), yani çokuluslu
sonra gayrimüslimler de içine katılmaya bir imparatorluğun çeşitli unsurları ara­
başlandı, böylece ayrılıkçı akımlar önlen­ sından "iradi bir millet" (nation de volon­
meye çalışıldı. Mevcut Osmanlılık olduğu te) , yani ulus devleti oluşturulması ihti­
gibi devam edecek miydi? Çeşitli unsur­ maline inandığını yazar. ilk bakışta bu,
ların Osmanlılık umuduyla birleştirilmesi Yusuf Akçura'nın Tanzimat eleştirisiyle
gerçeğin saptırılması değil miydi? aynı düşünüş b i çimiydi. Ancak, G ö ­
Ziya Gökalp, Yusuf Akçura'yla aynı bi­ kalp'in eleştirisi de, Akçura'nın bakış açı­
çimde Tanzimat'ı eleştiriyordu, ancak Os­ sına göre kısmiydi, çünkü bu eleştiri de
manlı Devleti ile Türk ulusal kimliği ara­ siyasetin kendisine yöneltilmiş değildi.
sındaki ilişki konusundaki tutumu pek Gökalp, ayrıca, milli hissin güçlü oldu­
açık değildi. Gökalp, Tanzimat eleştirile- ğu bir ülkeyi ancak milliyetiyle gurur du-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

sun? . . . Zengin l i k b u ! Şarap değil yav­ anlamad ığını, ticarete ve servet biriktir­
rum! Eskisi de bir yenisi de" ded i rterek meye de yatkı n olduğunu ispat etmeye
zengin l iğin her türl üsünün meşru oldu­ ve Anadol u ' n u n yen i b i r g i r i ş i mc i l i k
ğ u n u i d d i a etm i ş , d i ğer ya n d a n i s e z i h n iyet i n i doğu racak potansiye l l ere
" M a k u l B i r Dönüş", "Acaba Ne i d i ?" sah ip olduğunu iddia etmeye çalışmak­
ve d a h a pek çok h i kayes i n d e savaş tad ı r.
vurguncu ları n ı ve meşru ol mayan yol­ Seyfett i n ' i n d i n karş ısı ndaki tutumu
lardan para kazanan zenginleri kıyası­ da Türk i nsan ı n d a görd üğü bu umut
ya eleştirmiştir. verici pragmatizmle yak ından i l i ş k i l i­
Seyfettin "Ticaret ve Nasip" adlı ya­ d i r. Seyfettin dünya işlerinden elini ete­
z ısında m i l l i bir burjuva sınıfı n ı n teşek­ ğini çekmiş ve kendi n i ibadete adamış
külüne yardı mcı ol mak için edebiyatçı­ sofu tiplemesini kıyasıya el�şti_rir. "Tür­
ların bakkal tiplemeleri yaratmas ı ge­ be", " B inecek Şey", "Hafiften Bir Seda"
1 90 rektiğini savunur. Seyfettin'in girişimci­ g i b i h i kayelerinde, d ü nyadan haberi
den anlad ığı hesaba, kitaba aklı eren, olmayan, işlevsiz ve tüketici bu insan­
el indekin i arttırmayı ve çoğaltmayı be­ ları alaya a l ı r. Bu tiplemen in karşısına
cerebi len, cewal Türk esnafıdı r. Yazarı­ "Kurbağa Duası", "Külah" gibi öyküle­
mızın "Külah", "Rüşvet", "Muhteri" ve rinde pratik, d ünya işleriyle haşır neşir,
" Beynamaz" gibi öykülerinde karşımı­ açık gözlü bir d i ndar tiplemesi ç ı karır.
za ç ı kan Anadolulu insan tiplemeleri, " Beynamaz"da tasv i r ett i ğ i ibadetle
ana hatları yukarıda ç i z i l en girişimci uyuşmuş, s ü rek l i b i r rehavet h a l i nd e
insan tipini fazlasıyla andırır. İşi üçka­ o l a n M ü s l ü m a n l ı ğ ı d eğ i l , ya "Meh­
ğıtç ı l ığa vard ı rabi lecek den l i açıkgöz, d i"deki gibi m i l l i uyanışa yard ımcı ola­
para d üş k ü n ü , i ş i n i b i l e n bu kurnaz cak atılgan bir d indarlığı ya da yolunu
Anadolu insanları arac ı l ığıyla Seyfettin, bulup, servet biriktirmek gibi d ünyevi
k ı şkusuz, Tü rk'ü n sadece askerl i kten işlere mani olmayacak bir Müslüman-

yan kimselerin yönetebileceğini belirtir. manlılık"ta, Osmanlılık ile Türk ulusal


Dolayısıyla, Gökalp'in eleştirisi, Tanzimat kimliği arasındaki ilişkiyi ele alan Fuat
yöneticilerinin hedeflerine değil, araçları­ Köprülü de, Osmanlılık'ın birçok unsur­
na yönelikti. Ona göre sorun, Türklerin dan oluştuğunu belirttikten sonra, bu un­
ulusal kimlikten yoksun olmasıydı. Gö­ surların birleşimini bir daireye benzetir,
kalp'e göre, Türkler ulusal kimlik kazanır­ dairenin merkezinde Türklük, merkezin
larsa, çeşitli unsurlar arasında 'itilaf sağla­ etrafında lslamlık, dışa yakın yerlerinde
nacaktı. Ne var ki, ortada hala bir sorun ise Hıristiyan unsurlar bulunur. Ulusal
vardı: Osmanlılığın birliği ile etnik grup­ kimlikten yoksun olan merkezdeki unsu­
ların ulusal duyguları arasındaki ilişki. run, kendi kimliklerinin bilincine sahip
Eğer otonomiyi veya adem-i merkeziyetçi­ diğer unsurların ayrılıkçı hareketlerini
liği yadsırsa, düşüncesi kolayca asimilas­ önleyemeyeceğini ileri sürer. Ona göre:
yon siyasetine dönüşebilirdi. Bu sorun "Osmanlılığı tecezzi ve inhilalden kurtar­
ilişkin öne sürdüğü tek somut tez eğitim mak ancak Türklerin de milli bir mefkü­
hakkındaydı. Gökalp, bir dilde merkezi­ reye rnalikiyetleriyle mümkün olacaktı".
yetçi bir eğitim sisteminden yanaydı. Köprülü'nün yürüttüğü mantık, ustası Zi­
Ünlü makalesi "Türklük, lslamlık, Os- ya Gökalp'in mantığıyla aynıydı.
J Ö N T Ü R K D Ö N E M i T Ü R K M I L L I Y E T Ç I L I G I

l ı k etiğini ben imser. da gel işmiştir. Bu misyon en genel an­


Ömer Seyfett i n ' i n a s ı l ideal tipi ise lam ıyla halkın anlayabi leceği bir d i l de,
Cabi Efendi'd ir. Kozmopolit, alafranga h a l k ı n yaşayan kü ltüründen a l ı n m ı ş
ve z ü ppe Efruz Bey' i n a nt i te z i o l an motiflerle, halkın zevkine uygun, m i l l i
Cabi Efend i mera k l ı , sürekli etrafında duyguları güçlendi ren eserler yaratarak
olan biten olayların altındaki temel ya­ Türklük b i l i n c i n i yükseltmektir. Daha
saları bu lmaya çalışan, araştırmacı bir 1 9 1 1 gibi erken bir tarihte Ziya Göka l p
pozitivist, Batı meden iyet i n i sah iple­ v e A l i Can ip'le birl i kte Genç Kalemler
nen a m a yer l i , a h l akl ı ve d ü rüst b i r adlı dergiyi çıkartan Seyfettin, yönetici
adamd ır. Onun en önem l i özel l iği ki­ el itin d i l iyle, halkın konuştuğu dil ara­
tapların içine göm ü lerek değil hayatın s ındaki uçuru m u kapatmak amacıyla
içinde, gezerek ve görerek b i lgi edini­ d i lde sadeleşme hareketini başlatır. Bu­
l e b i l eceği ne i na n m a s ı d ı r. G ö k a l p ' i n gün bile kol aylıkla anlayabileceğ i m i z
halkç ı l ı k fikrinden etki lenen Seyfettin bir d i l d e yazan Ömer Seyfettin sadece
1 91
i l i m - i rfa n karş ı tl ı ğ ı n ı koyarak, h a l k ı n m i l letin üyeleri arasında yatay b i r kar­
pratik yaşamı ndan devşirdiği b i lgeliğe deşlik bağı yaratacak ortak bir d i l i n ge­
irfan adı verildiğini ve çoğu zaman bı.ı­ lişimi yönündeki çabalarıyla ya da hal­
n u n ayd ı nların sah i p o ld uğu i l imden kın beğen isini yansıtmaya çal ıştığı öy­
ü s t ü n o l a b i l e c e ğ i n i s a v u n u r. Cab i küleriyle değil, Türk m i l l iyetç i l iğinde
Efend i ise i l im-irfan karşıtl ığı n ı n sente­ her daim varlığı nı korumuş gayrim üs­
ze u l aştığı insand ı r. l i m az ı n l ı k n efreti , i çerd e n v u ru l ma
Ziya Gökalp'in Ömer Seyfettin üze­ korkusu ve Osmanlı'nın eski gücünün
rindeki etkisi sadece halkç ı l ıkla sınırlı restorasyonu isteği gibi temaları öykü­
deği ldir. Ömer Seyfettin'in kendine at­ leri yoluyla kolektif belleğim ize nakşe­
fettiği kültürel misyonun neredeyse bü­ den i l k yazarlardan b i ri o l masıyla da
tünü Gökalp'in m i l l iyetçi fikirleri ışığın- ciddi bir öneme sahiptir.

Türk milliyetçiliğini Osmanlılığı sür­ den kalma olduğunu savunuyordu. Süley­


dürmek için bir araç sayan Osmanlıların man Nazif de, milli ve etnik dayanışmanın
tersine, Yusuf Akçura, Osmanlılığı Türk­ Islamın yükselişiyle yerini din ve mezhep
lerin çıkarlarını korumak için bir araç sa­ dayanışmasına bıraktığını söylüyordu. Bu
yıyor, Osmanlı lmparatorluğu'nu devam yazarlara, özlü ve vukuflu cevaplar veren
ettirmenin zorunlu olduğuna da inanmı­ Ahmet Ağaoğlu, şu noktalar üzerinde du­
yordu. rur: Hadiste eleştirilen şey; 'milliyet' değil,
Osmanlı aydınlarının Türk milliyetçili­ 'asabiyet'ti. Millet ise, din, dil, ırk, tarih,
ğini reddedişlerinde bir başka faktör daha örf, adet vb. den oluşan ortak bir duyguyu
vardı: Bu akımın Islama aykırı olduğuna paylaşan insan topluluğu demekti. Ona
inanılıyordu. lslamcıların milliyet eleştirisi göre, zaten başlangıçta lslamın amacı, ka­
iki yönlüydü: 1) lslam esas olarak milliyet­ bileciliği yok ederek Arap milletinin birli­
çiliği dışlar. 2) Milliyetçilik, lslamdaki kar­ ğini sağlamak, yani milliyet temeline daya­
deşlik duygusunu yok eder. Birinci nokta­ narak lslamı yerleştirmekti.
ya ilişkin olarak, Ahmet Naim, şeriaun 'da­ Dahası, Ağaoğlu'ya göre, lslamda kar­
va-yı kavmiyet'i, 'dava-yı cinsiyet'i reddet­ deşlik yalnızca bir idealdi, başka lslam
tiğini vurguluyor, bunun Cahiliye devrin- milletlerine ve sultanlıklarına karşı savaş-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K I M 1

1 92

mamış tek bir lslam sultanlığı yoktu ta­ hayatlı bir din" yazılıydı. Buradan kalka­
rihte. Ağaoğlu bütün bunlardan şu so­ rak, derginin amacının laikleşme değil ,
nuçları çıkarıyordu: Bir millete hizmet et­ lslamın yeniden canlandırılması olduğu
mek Islama hizmet anlamına geliyordu, söylenebilir. Islı.im Mecnıuası'na parasal
çünkü birçok millet lslamı benimsemişti; kaynağı !TC sağlamıştı. Aynı şey, Genç
kardeşlik duygusu, her milletin kendi tar­ Kalemler ve Yeni Mecmua için de geçerli­
zında lslam için çalışmasıyla yaratılabilir­ dir, bunların her ikisine de Ziya Gökalp
di. Ağaoğlu daha sonra Türkler'in lslam derin ilgi göstermişti.
tarihinde oynadığı büyük role değiniyor­ Islı.im Mecnı uası nda, Türh Yurdu yazar­
'

du. lslam için savaşmışlar, bundan dolayı larıyla karşılaştırıldığında. Rusya'dan ge­
kendilerinin Türk değil de Müslüman len ve Rusya'daki yazarların oranı daha
saymaya başlamışlardı. lslam Türkler için küçüktür, yine de Rusya'daki lslam re­
vazgeçilmez bir din haline gelmişti. Üste­ formculuğunun Islam Mecmuası üzerin­
lik, Türkler Türklüklerini unutmuş olsa­ deki etkisi hayli büyüktür. Tarlı Yurdu'yla
lar da, lslam onların fiilen milli dini ol­ karşılaştırıldığında, Osmanlı yazarları
muştu. Türk milliyetçiliği, bundan ötürü, arasında da bazı farklılıklar göze çarpar:
İslamdan ayrılamazdı, milliyetçilikten ya­ Kuran tercümesi ve tefsiriyle görevlendi­
na olanlar Türktüler. Türk Yurdu, Ağaoğ­ ren din adamları Islanı Mecmuas ı na kat­ '

lu'nun Süleyman Nazif'e cevabı dışında kıda bulunmuştur: Cumhuriyet döne­


lslam ve dinde reformun koşulları üzeri­ minde de resmt görevler üstlenecek Şera­
ne görüşler ortaya atmadı. Milliyetçiler, fettin (Yaltkaya) , Besim (Atalay) , Şemsed­
lslamda reform amacına yönelik bir başka din (Günaltay) gibi...
dergi kuracaklardı: Islı.im Mecmuası. Islam Mecmuası yöneticilerinin bir or­
tak özelliği, geleneksel öğrenimin yanı sı­
lSLAM MECMUASI ra modern öğrenim de görmüş, dolayısıy­
la Isla.mı ve içinde bulunduğu koşulları
1 9 14'te çıkmaya başlayan Islanı Mecnıu­ bilgili bir biçimde inceleyebilir olmalarıy­
ası'nın başlığının altında "Dinli bir hayat, dı. Isldnı Mecmuası, özellikle ilk sayıların-
J ô N T 0 R K D Ô N E M I T Ü R K M I L L I Y E T Ç I L l ıl l

da, onların lslamda reforma yönelik içten başladı. Daha sonra, devlet dini eğitime
arzularıyla doluydu. karışmaya başlayarak, lstanbul'da devle­
lslamın içinde bulunduğu koşullar yoz­ tin idaresinde bir medrese açtı, hatta bu
laşmış sayılmış, asıl hakikatlerin yabancı medrese için bir devlet imtihanı yapıldı.
unsurlar tarafından görünmez hale geti­ Medreseler Maarif Nezareti denetimi altı­
rildiği ileri sürülmüştür. Bu yürekli itiraf, na alındı, ilgili nezaret medreselere müf­
doğal olarak, lslamın aslında açık, ilerici redat programında ve öğretim kadrosun­
ve canlı olduğuna duyulan bir güvenle da reformlar yapmak üzere idareciler yol­
desteklenmiştir. Mevcut şartları eleştiren ladı. Bütün tekke ve zaviyeleri denetleye­
yazılarda aynı zamanda lslamın asli şekli­ cek bir 'Meclis-i Meşayih' kuruldu.
ne de değinilmesi bunu göstermektedir. Bu reformlar normal olarak, laikleşme­
Bu yazılarda, lslamın 'terakki'ye engel ol­ ye yönelik sayılırlar. Oysa, yöneticileri
madığı vurgulanır. 'Terakki' kelimesi de, ITC'yle yakın bağlara sahip Islilm Mecmu­
'hurafe' ve 'istibdat' gibi anahtar kelime­ ası'nda çıkan yazılar, bu reformları dine
lerden biriydi. lslamın asli şeklini yeni­ dayalı hedeflerle yapılmış olarak değerlen­ 1 93
den kazanması, bu dinin (var olduğu sa­ dirir. Dergi yöneticileri, eğer lslam yaban­
vunulan) ilerici ideolojisi için 'hurafe'ler­ cı unsurlardan ve hurafelerden temizlenir­
den ve 'istibdat'tan kurtaracak en iyi yol se, lslamın asli hakikatinin yeniden elde
diye öne sürülüyordu. Her sayının (kırk edileceğini ısrarla savunmuşlardır. Onlara
sekizinci sayı hariç) ilk sayfasının başın­ göre, lslam böylelikle Hz. Muhammet
da, Kuran'ın Arapça metni ve Türkçe çe­ devrindeki saflığına yeniden kavuşabilir­
virisi, bazen de 'tefsir ve izah'ı bulunur. di. Bunu gerçekleştirmenin yollarından
Ancak, on üçüncü sayıdan itibaren Arap­ biri, 'içtimai usul-i fıkıhı' kurmaktı, çünkü
ça metin verilmez. Böyle bir girişim Rus­ değişim ve toplumsal evrim Allah'ın ira­
ya ve Mısır'daki lslam reformculuğuyla desinin bir tecellisiydi. Bu görevlerin bir­
aynı çizgidedir, özellikle Rusya'daki re­ çoğunun ulema'ya bırakıldığını belirtmek
formculuğun Islilm Mecmuası üzerinde yerinde olur. Islilm Mecmuası'na göre, lsla­
büyük etkisi olmuştur. Ayrıca, derginin mın bozulmasından onlar sorumluydular,
bu girişimi, Cumhuriyet devrinde -Ziya ancak lslamı kurtaracak olan da onlardı.
Gökalp'in görüşlerine uygun olarak- ger­ Jön Türklerin dine karışma siyaseti, örne­
çekleştirilen Türkçe Kuran için öncü bir ğin devlet kontrolünde bir medrese açma­
çalışma sayılmalıdır. Derginin yöneticileri sı, lslamı yeniden canlandırmaya yönelik
ise, Kuran çevirisini lslamın hakikatini bir girişim, hurafelerin yerini hakiki dinin
yeniden bulmanın bir yolu diye görmüş alması için bir yol sayılabilirdi. Yani, onla­
olmalıdır. Bu bağlamda, Ziya Gökalp'in ra göre, söz konusu siyaset laikleştirme
önde gelen savunucusu olduğu, 'örfü fık­ değil lslamlaştırmaydı.
hın temeli saymaya dönük arayışa da de­ Bu hipotez kadınların özgürleşmesi ko­
ğinilmelidir. nusu için de geçerlidir. Bilindiği gibi, Jön
ITC yönetimi Ziya Gökalp'in tavsiyele­ Türk devrinde, eğitim ve hukuk alanın­
riyle birçok laikleşme reformu gerçekleş­ daki reformlar, özellikle aileye dair bir
tirmiştir. Bunlar Atatürk reformlarının kanun yapılması, kadınların toplumda
öncüleri sayılabilir. 1 9 1 3'te ulema ve dini güç kazanmasını sağlamıştı. Stanford
mahkemeler devlet denetimi altında so­ Shaw, bu dönemdeki gelişmenin önemini
kuldu; dini olmayan temyiz mahkemele­ yadsımamakla birlikte, sınırlılıklarına da
rinin otoritesine uymak zorunda bırakıl­ işaret etmekten geri durmaz, kadınların
dılar. Adliye Nezareti dini mahkemeleri hala erkeklerle, hatta kocalarıyla birlikte
ve bu mahkeme çalışanlarını denetlemeye tiyatroya ve dışarıda yemek yemeye gide-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K 1 M 1

mediklerini belirtir (Ziya Gökalp, "Türk­ bu kulüpte toplanacak, onlara Türklük


l eşmek, lslarnlaşmak, M uasırlaşmak" , duygusu kazandırılacak, daha sonra da
Türk Yurdu, 111/1 1 , s. 332). halk uyandırılacaktır. Yeni nesle bu duy­
Islarn Mecmııası'nda ise, sorun asli lsla­ guyu kazandırabilmek için, bütün imkan­
mi hakikat açısından dile getirilir, dolayı­ lar kullanılacaktır: Konferanslar düzenle­
sıyla gelişme ancak Müslümanlığın izin mek, kitap ve broşürler yayımlamak, Türk
verebileceği ölçüde olacaktır. Islam Mec­ öğrencilerin okuduğu okullara maddi ve
muası yüzeysel Batılılaşmayı ve Batı'nın manev i yardım sağlamak ve mümkün
"manasız taklidini" eleştiriyordu. Batılı­ olursa birtakım yeni okullar açmak. Bu te­
laşmadan farklı bir modernleşme yolu iz­ mel ilkeyi formüle eden Ahmet Ferit, kuş­
leyebilirlerdi. Ziya Gökalp'in "Türkleş­ kusuz, öğrencilerin çabalarını övgüye de­
mek, lslamlaşmak, Muasırlaşmak" fikri, ğer bulmuştu, ama aynı zamanda, kurmak
böylesi muğlak bir bağlamı gözönüne ala­ istedikleri 'maarif cemiyeti'nin halk üze­
rak yorumlanmalıdır. rinde pek etkisi olmayacağını, çünkü hal­
1 94 kın böyle bir cemiyete ihtiyaç duymadığı­
TÜRK OCACI nı belirterek öğrencilerin bildirisini yapıcı
bir biçimde eleştirmişti. Eğitim amaç de­
Jön Türk hatta Cumhuriyet devrindeki en ğil, araçtı, amaç milliyet duygusu uyandır­
etkili milliyetçi örgüt kuşkusuz Türk Oca­ maktı. Nihayet 3 Temmuz'da, sayıları ar­
ğı'dır. Türk Ocağı'nın kurulmasına Askeri tık 23l'i bulan tıp öğrencileri adına Hüse­
Tıbbiye öğrencileri ön ayak olmuştur. Öğ­ yin Fikret ve Remzi Osman yedi aydını
rencilerin yardım istedikleri milliyetçi ay­ toplantıya çağımış, Mehmet Emin, Ahmet
dınlara verdikleri, 24 Mayıs 1. 9 1 1 tarihli Ferit, Yusuf Akçura, Mehmet Ali Tevfik,
bildiri şöyle özetlenebilir: Bir önceki ku­ Emin Bülent, Fuat Sabit ve Ahmet Ağaoğ­
şak gibi, Türklerin yaşadığı yıkıma seyirci lu ile beraber Türk Ocağı isimli bir örgüt
kalınamaz, bu süreci ancak eğitimin yay­ kurmaya karar vermişlerdir.
gınlaşması durdurabilir. "Kanun-ı teka­ Daha s o n ra , d erneğe hakim o l mak
mül"e uygun olarak, "ziraat, ticaret ve sa­ için mücadele edenlerden ne Akçura ne
nayi ile kazanılmış bir hakimiyet-i içlima­ de öğrenciler kontrolü ele geçirebilmiş­
iyeyi kuru bir hakimiyet-i siyasiyeye ter­ tir. Akçura'nın Türk Ocağı'na yö nelik
cih" etmektedirler. Yeni nesle çalışmanın tu tkusu n u n , bu kontrolü ele geçirme
ibadet, tembelliğin günah olduğunu anlat­ mücadelesi yüzünden kaybolduğu anla­
manın önemini de vurgularlar. Böyle bir şılmaktadır.
işlevi üstlenecek ulusal ve toplumsal bir Üstelik, genellikle kabul edilen görü­
örgüt kurulmalı ve bu örgüt Anadolu'da, şün tersine, Türk Ocağı. resmen kurul­
Rumeli'de, hatta Türklerin yaşadığı ya­ duktan sonra pek aktif olmamış, hatta ka­
bancı memleketlerde şubeler açmalıdır. panma ihtimaliyle karşılaşmıştır. 1 9 1 3 yı­
Tasarılarına göre, ziraat, ticaret ve sanayi lında, yönetim sorunları ve kapanma
okulları da açılacaktır. "Ha-kimiyet-i içti­ önerileri karşısında yöneticilik teklifi ka­
maiye" ve "kanun-ı tekamül" terimleri, bul ettirilen Hamdullah Suphi, Türk Oca­
öğrenc;ilerin Ziya Gökalp etkisinde olduk­ ğı'nı daha sonraki yıllarda geliştirilen isim
larının bir göstergesi sayılabilir. olacaktır.
Öğrencilerin önerilerine en sıcak ve en
somut karşılığı veren aydınlardan Ahmet
SONUÇ
Ferit, Mehmet Emin, Yusuf Akçura ve Rı­
za Tevfik (Bölükbaşı) şöyle bir çerçeve çi­ Türk milliyetçiliğinin kollarından biri,
zerler: Bir kulüp kurulacak, Türk gençleri Osmanlı vatanseverliğinden 'Osmanlı
J Ö N T Ü R K D Ö N E M i T Ü R K M I L L I Y E T Ç I L I C I

Bir başka akımın amacı ise, milletin


varlığını sürdürmesi de başlı başına bir
amaç olsa da Rusya'd an bağımsız bir
Türk milleti yaratmaktı. lki akım da ama­
cına ulaşamayacaktı. Osmanlı lmparator­
luğu yıkıldı; bütün Türklerin birleştiril ­
mesi Ekim Devrimi ve Milli Mücadele sü­
recinde imkansız hale geld i . Türkiye
Cumhuriyeti' ndeki yeni m i lliyetçili k
Anadolu Türklerini kurtarmaya ve yük­
sel tmeye yönelikti. Dolayısıyla bu milli­
yetçilik, Jön Türk devrindekinden çok
farklıydı. J ön Türk devri milliyetçiliği, as­
lında, Cumhuriyet devri milliyetçiliğinin
bir anlamda -yani milliyetçiliğin birinci 1 95
b o y u tu y l a - ö n ü n ü a ç m ı ş tı : O s m a n l ı
Türklerinin uzun zamandır kaybettikleri
ulusal bilinci ve Türklük gururunu ka­
zandırmak için verdiği uğraşla.
Yusuf Akçura, 1904 tarihli makalesinde
("Üç Tarz-ı Siyaset" ) asimilasyon siyaseti­
ne karşı çıkmıyordu. "Tevhid-i Etrak" si­
yasetinin yararlarını sayarken şu sözleri
de yazıyordu:
milleti' fikrini devralmıştı; amaç -sonun­ "(Bu siyaset sayesinde) esasen Türk ol­
da- bir Osmanlı ulus-devleti kurmaktı. madığı halde bir dereceye kadar Türkleş­
Ziya Gökalp, 1 9 1 8 tarihli bir makalesin­ miş anasır-ı saire-i müslime daha ziyade
de Osmanlılık ile Turancılığın birbirine Türklüğe temsil edecek ve henüz hiç tem­
bağlı olduğunu yazmıştı (Ziya Gökalp, sil etmemiş ve fakat vicdan-ı millileri bu­
"Turan Nedir? " , Yeni Mecmua, XXXI, s. lunmayan anasır da Türkleştirilebilecekti".
8 2-84 ). Milli Türk kimliğini kazanan Akçura, gördüğümüz gibi, bu fikri ls­
Osmanlı kültürünün yayılmasıyla büyük tan bul' da terk ederken, 1 9 08 Devri­
bir Türk milletinin oluşacağını iddia edi­ mi'nden önce Türk milliyetçiliğini redde­
yordu. Farklı devletlerin uyruğunda da den Osmanlı milliyetçilerinin çoğu asimi­
olsalar Türkler birbirlerine yardım ede­ lasyon siyasetinden pek uzaklaşamaya­
bilirdi, çünkü bir millet olarak birliğe caklardı, çünkü 'Osmanlı milleti' fikrini
u laşmışlardı. Gökalp makalesini şöyle devralmışlardı. Asimilasyon sorunu, söy­
bitiriyordu: lemeye gerek yok, merkeziyetçilik soru­
"Bütün Türklere kendi harsını verebil­ nuyla yakından ilişkilidir.
mek için, Osmanlı Türklüğü samimi bir Genel kabul gören düşüncenin tersine,
surette Türkçü olmakla mükelleftir. Çün­ Türk milliyetçileri mutlaka laikleşme ve­
kü Osmanlılık T ü rkl e ş m ezse, b ü tü n ya Batılılaşma siyaseti izlemiş değildir;
Türklerin Osmanlılığa d oğru gelmesi onlar daha çok 'lslamlaşma'dan ve 'mu­
mümkün değildir. Türkçülüğün ve Tu­ asırlaşma'dan yanaydılar. lslaının asli ha­
rancılığın aleyhinde bulunanlar, herşey­ kikatini yeniden ele geçirmenin yolunu
den evvel Osmanlılığı baltalamakta ol­ ve Batılılaşmadan farklı bir modernleşme
duklarını artık düşünmelidirler! " biçimi arıyorlardı. O
Tatarlar Arasında Türkçülük
A. G Ü N SOYSAL

ürkiye'de Türkçülük akımı tanışı­ lttihat ve Terakki önderlerinin de içinden

T lırken Türkiye dışı kökleri üzerinde


çok durulmuş, Mustafa Celaleddin
Paşa, Şemsettin Sami gibi Türk asıllı olma­
çıktığı yeni orta sınıf da Osmanlı Devletini
yeniden inşaya çalışırken Rusya'dan gelen­
lerin ideolojisini sahiplenmişti. Böylece
yanlarla, Yusuf Akçura gibi Rusya Türkle­ Rusya'dan bağımsız bir Türk milleti kurma
rinin bu akıma etkisi vurgulanmıştır. An­ ideali çok küçük bir ölçüde de olsa gerçek­
cak Rusya Türklerinin öncülük ettiği dü­ leşmiş, bağlanabilecekleri bir vatan ve dev­
şünülen Türkçülük akımının Rusya'daki let ortaya çıkmıştı. Oysa Rusya'daki Türk­
gelişimi üzerinde fazla durulmamıştır. Kı­ lerin birçoğu Osmanlı'daki gayri Türk un­
rım'da lsmail Gaspıralı örneği vurgulan­ surların aksine Rusya vatandaşlığını be­
mış, daha sonra ise Yusuf Akçura'nın Tür­ nimsemişlerdi.
kiye'deki faaliyetlerine geçilmiştir. lsmail Türkçülük akımının tarihine bakıldığın­
Gaspıralı'nın Türkçülük hareketindeki da, Osmanlı devletinde Türkçülükle ilgili
önemli rolü de bu akımın Türkiye'ye Rus­ çalışmaların tarihinin daha geriye gittiği ve
ya'dan getirildiği yönünde bir tez geliştiril­ bilgi birikiminin daha fazla olduğu görüle­
mesine yol açmıştır. Ancak belki de lsmail cektir. Rusya Türklerinin modernleşme ça­
Gaspıralı'yı Türkiye'deki Türkçülük akı­ baları ve kendi tarihlerine yönelmeleri ise
mının içinde değerlendirmek daha doğru hem daha geç hem de öncelikle kendi böl­
olabilir çünkü onun savunduğu Türkçü­ gesel tarihlerini öğrenmek yönündedir. Yeni
lük Türkiye'de sahiplenilmiş, Rusya'da et­ Mecmua'da yayımlanan "Şimal Türklerinde
kili olamamış ve dar bölge milliyetçilikleri Türkçülük ve Tatarcılık" adlı makalesinde
egemen olmuştur. (sayı 40, 1 8 Nisan 19 18) Halim Sabit (Şi­
Masami Arami Türk milliyetçiliği içinde­ bay) de, lstanbul'da gelişmekte olan Türk­
ki iki akım üzerinde durmuş ve Türk milli­ çülük ve milliyet cereyanlarının kuzeydeki
yetçiliğinin bir akımının Osmanlı vatanse­ yansımalarının milliyetçi zümrenin imda­
verliği ile olan sürekliliğini vurgulamıştır. dına }"etiştiğini , bu sayede Türkçülüğün
Türk milliyetçiliği içindeki diğer akım ise şuurlu bir şekilde savunulmaya başlandığı­
Rusya'dan gelenler tarafından temsil edili­ nı belirtmektedir.
yordu ve Türk birliğini savunuyorlardı. Türkiye'de Türkçülük akımının oluşma­
Arami'nin isabetle belirttiği gibi bu kişiler sına katkıda bulunan "dış" Türklerin de,
Osmanlılığa politik ve toplumsal olarak aslında daha önce bir şekilde hep Türkiye
bağlılık duymuyorlardı. Ayrıca Türkiye'de ile ilişkide bulunmuş ya da kendi ortamları
T A T A R L A R A R A S I N D A T Ü R K Ç Ü L Ü K

dışında eğitim görmüş insanlar olmaları ile yakınlaşma belirler. Bütün bu aydınların
dikkat çekicidir. Buna Türkçülüğün babası Türkçülükle ilgili fikirleri lstanbul'da dö­
sayılabilecek lsmail Gaspıralı da dahildir. nemin siyasal koşullarının dayatmasıyla şe­
Rus çarlığı içinde kendi devletlerini kurma killenmiştir. François Georgeon'un Yusuf
olanakları olmayan, bunu düşünmeleri bile Akçura'nın çocukluğu için söylediği "kök­
çok sonra mümkün olabilen ve bu büyük süzlük" tanımını Türkiye'deki Türkçü akı­
imparatorluk içinde kendi cemaatlerinin mın Rusya'dan gelen liderleri için de kul­
çıkarlarını nasıl koruyabileceklerini düşü­ lanmak mümkün görünüyor. Bu şahısların
nen aydınlar, kendi topraklarının dışına çı­ fikriyatında ortaya çıkan Türkçülük de bir
kınca farklı birikimler ortaya çıkmıştır. Bu kök arayışı çabası olarak görülebilir.
birikimlerini Osmanlı Devleti'nde "dev­
let"le birleştirmek ve deneyimlerini "Türk­ CEDlTÇlLlK
çü" çal ışmaların üzerine yerleştirmek
mümkün olmuştur. Rusya'dan gelen Türk aydınların Türkçü­
Öncelikle yaşamının çoğu Türkiye'de ge­ lük hareketinin hazırlayıcısı olarak görül­ 1 97
çen Yusuf Akçura'ya değinmek gerekir. Ak­ melerinin bir nedeni de Rus ve Sovyet ta­
çura 'nın kullandığı dil O smanlıca'dır, rihçiliğinde Tatar ceditçiliğinin Pan-lsla­
l 907'de Orenburg'da basılan Mevkufiyet mizm ve Pan-Türkizmle özdeşleştirilmiş ve
hatıralannda Rusça bilmediğini yazmıştır Türkiye ile bağlarının vurgulanmış olması­
(5. 27). lstanbul'da kaldığı süre içinde Rus­ dır. Tanınmış Tatar ceditçileri Pan-lslamist
ya'ya sık sık gitmiştir ancak esas olarak ya da Pan-Türkist suçlamasıyla karşılaşmış­
1 9 0 3 - 1 9 0 7 arası Rusya'da kalmıştır. tır. Rus resmi kayıtlarında Sırat-ı Müstakim
1904'de Kahire'de Uç Tarz-ı Siyaset'i yayım­ başyazarı Mehmet Akif'in (Ersoy) Pan-Tür­
layan Akçura bu kitapta Türkçülüğü Os­ kistlerin lideri olduğu belirtilir ve Rus­
manlı toplumu için çözüm olarak görmüş­ ya'daki takipçilerinin arasında ise Ahmet
tür. Ahmet Ağaoğlu da aile eğitiminden Ağaoğlu'nun adı verilir. Ceditçiliğin temsil­
sonra önce bir Rus okulunda okumuş son­ cileri, Yusuf Akçura'nın da Rusya'da bulun­
ra Fransa'ya gitmiştir. Daha sonra hatırala­ duğu süre içinde çok etkili olduğu Müslü­
rında ve başka yazılarında da sık sık tekrar man ittifakı hareketiyle de özdeşleştirilmiş­
ettiği bir parçalanma yaşamıştır. tir. Ancak tanınmış bazı cedid liderlerin
Hüseyinzade Ali, Sadri Maksudi gibi şa­ Müslüman lttifakı'nda yer almalarına ve et­
hıslar da yine Rus okullarında okumuş ve kili olmalarına rağmen ceditçiler örgütlen­
Türkiye'de yaşamışlardır. Hüseyinzade Ali memiştir, farklı toplumsal gruplarla ilişki­
(Turan) Rus lise ve üniversitelerinde oku­ dedirler. Müslüman lttifakı 1905 Rus Dev­
duktan sonra Türkiye'de Askeri Tıbbiye'yi rimi sonrasında ortaya çıkan gelişmelerin
bitirmiştir. 1 905'den sonra gazete ve dergi­ sonucudur. Çar'ın 17 Ekim Manifestosunu
lerde Ağaoğlu, Müslümanların eşit haklara ilanıyla parlamenter monarşiye geçilmesi
sahip olmaları ve Azeri-Ermeni sorunu Rusya Müslümanlarının orgütlenmelerini
üzerinde yazarken, Hüseyinzade dil soru­ gündeme getirdi. Devrim öncesi başlayan
nu, Türklerin kökeni gibi konularla ilgiliy­ ve Rusya Müslümanlarının birliğini sağla­
di. Hüseyinzade lstanbul'da öğrenciliği sı­ maya çalışan hareket, 1906 yılında Müslü­
rasında ünlü "Turan" şiirini yazmış, daha man lttifakı Partisi halini aldı. Ancak tanın­
sonra da Ziya Gökalp'i çok e tkileyecek mış bazı ceditçi ve Müslüman ittifakı Parti­
olan ''Türkleşmek, lslamlaşmak, Avrupalı­ si'nin temsilcilerinden hiçbiri olmadan ge­
laşmak" prensibini ortaya atmıştır. ittihat lişmiştir. Tatar cedid aydınlarının çoğu da
ve Terakki'nin de kurucularından olan Hü­ Müslüman lttifakı'na katılmamış hatta kar­
seyinzade Ali'nin Türkçülüğünü Türkiye şı çıkmıştır.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M 1

Ceditçilik terimi 1 880'lerde Kırım'da ls­ politikasının benimsenmesiyle siyasi , eko­


mail Gaspıralı'nın ( 1 8 5 1 - 1 9 1 4) başlattığı nomik ve dini baskılara maruz kalan müs­
yeni okuma öğretme metodu "usul-i ce­ lümanların kültürel izolasyonları da art­
did"den gelmektedir. Usul-i cedid hareketi­ mıştı. Öte yandan Rus modernleşmesinin
nin öncüsü lsmail Gaspıralı 1 884'de kur­ de farkına varmışlardı çünkü lslam toplu­
duğu kendi okulunda o kumayı fonetik munun pek çok alanını etkileyen bir mo­
metodla (usul-i savtiye) öğretmeye başla­ dernleşme baskısı oluşmuştu. Bu baskıları
mıştır. Bu yöntem ve okullar Kazan Türkle­ aşmak, Panslavizm ve Ruslaştırma politika­
rince desteklenmiş ve Gaspıralı en sağlam larına karşı koyabilmek için önce din ala­
destekçilerini bunlar arasında bulmuştur. nında reform çabaları başladı. Rus Batılılaş­
Bu tip okulların en yaygın olduğu bölge masının Rusya Türklerine en büyük etkisi
idil-Ural olmuştur. 1 9 . yüzyılın sonlarında eğitim alanında olmuştu. 1 860'lardan son­
bir maarif-kültür akımı olarak ilkokulları ra Rus toplumundaki siyasal, toplumsal ve
ıslah davranışına bütün Rusya Türkleri de­ kültürel dönüşüm Tatarları da etkilemişti.
1 98 ğişik zaman ve şekillerde katılmışlardır. Aydınlar mektep ve medreselerin değişime
1 5 52'de Rus hakimiyeti altına giren idil­ ayak uyduramadığının farkına vardıkların­
Ural bölgesi Müslümanları en uzun süre da, modern bilimlerin yayılması sağlamak
Rus hakimiyeti altında yaşamış Türk gru­ amacıyla eğitimde reformlar yapıldı. Eski
budur. 1 8 . yüzyılın sonunda Rus devleti­ mektep ve medreselerin yerine yeni ku­
nin müslümanlar üzerindeki ağır baskısı­ rumlar açmayı düşünmediler, bunları za­
nın azalmasıyla iktisadi ve toplumsal du­ mana uygun hale getirmeyi seçtiler.
rumları düzelmiştir. Özellikle 1 774 Küçük Rus okullarına gitmek milli kimliklerini
Kaynarca Antlaşması'ndan sonra müslü­ kaybetme tehlikesi taşıdığı için uygun bir
man tebaaya karşı Rus siyaseti değişir, çözüm deği l d i . l slamiyet kimliklerinin
l 789'da Ufa'da bir Dini l dare kurulmuştur. önemli bir parçası olduğu için bu lslami
Bu kurum, hükumet tarafından seçilen bir kurumları kapatmak Rus etkisine teslim ol­
müftünün başında bulunduğu hiyerarşik mak anlamına gelecekti. Ancak modernle­
bir yapıydı. Dini yapının hükumete bağ­ şen Rus toplumuna ayak uydurabilmek
lanması ve kurumsallaşmasıyla müslüman i çin okulların değiştirilmesi gerekliyd i .
olmayan bir devlet lslam hukukunun uy­ Uzun yıllar süren klasik medrese eğitimi
gulanmasını dolaylı olarak üstlenmiş olu­ hem hayata atılmayı geciktiriyordu hem de
yor ve bu meşrulaştırılıyordu. Aynı zaman­ hayata uygun ve pratik değildi. Artık tica­
da bu idare lslam cemaatinin sınırlarını da ret gibi alanlarda geleneksel yöntemlerle
çizmiş oluyordu. Bu gelişme ile bölge müs­ varolmak zorlaşmıştı. Bu yüzden kısa süre­
lümanlarının yaşamlarının her alanı Rus cek ve hayatın gerektirdiği şeylere tekabül
kontrolü altına girmiş oluyor, ekonomileri eden bir eğitim gerekiyordu . Yazı, Rusça,
de Rus ekonomisine eklemleniyordu. hesap gibi şeyler çok önem kazanmıştı ve
1 9 . yüzyılda ise artık Hıristiyan bir dev­ . bunları çok iyi derecede bilecek az sayıda
lette yaşandığı kabul edilmiş, Rus okulla­ insan değil, yaygınlaşmış bir eğitime ihti­
rında okuyanların sayıları artmıştı. Bu ku­ yaç vardı. Tatarlar lsmail Gaspıralı'nın orta­
rumlarda idil müslümanlarının e tnografi , ya attığı yeni metodun bu ihtiyaçları karşı­
edebiyat ve dili üzerinde çalışılıyor, Ruslar­ layacağını düşündüler. Kazakların usül-i
la ilişki kuruluyordu. Ancak 1 9 . yüzyılın cedide kısa, doğru usül demeleri de bunu
ikinci yarısından itibaren durum değişme­ anlatmaktadır.
ye başlamıştı. Modernleşme sürecine giren Rusya lmparatorluğu'nda filizlenen Ce­
Rusya'da müslümanlar değişimlere ayak ditçilik farklı bölgelerde farklı özellikler ka­
uyduramamıştı. Siyasi alanda Ruslaştırma zanmıştır. Bu farklı Ceditçiliklerin bazı or-
T A T A R L A R A R A S I N D A T Ü R K Ç Ü L Ü K

tak özellikleri (usül-i cedid okulları, eğili­ mık Kemal gibi yazarlar Tatarca'ya çok çev­
me vurgu yapılması, ortak gazeteler okun­ rilmiş, Tatarlar tarafından da çok okunan
ması) vardır, ancak ceditçiler toplumda yazarlar arasındadır.
farklı mücadelelerle karşılaşmıştır. Ceditçi­ 1905 Rus-Japon S..!vaşı'nın ardından Rus
liğin temelleri ve dayandığı toplumsal taba­ devriminin getirdiği ser bestlik ortamında
kalar Tatarlar, Kazaklar arasında, Kafkasya ilk defa yayımlanmaya başlanan Tatarca ga­
ve Orta Asya'da farklılık gösterir. Örneğin zete ve dergilerde öncelikle edebi dil mese­
Azerbaycan'da ceditçilik eğitim alanında lesi gündeme geldi. Nttr gazetesi 1905 yılı­
! dil-Ural bölgesindeki kadar etkili olma­ nın eylül ayında basında Türk-Osmanlı di­
mıŞtır. Özellikle Bakü gibi bir sanayi şeh­ linin mi Tatar dilinin mi kullanılması gerek­
rinde Rusça'nın önemi cedid okullarının tiği sorusunu ortaya attı. Yeni bir aydın sını­
şansını azaltıyordu. Burada mücadele daha fının doğmaya başlaması, yeni mecraların
çok Rus okullarına lslam ve dil dersleri ortaya çıkması, eğitimde yeni metot dil so­
konması üzerinde olmuştur. rununu gündeme getirmişti. Eğitimin yay­
Hilafet merkezi olarak lstanbul ve üs-. gınlaşması ve basının ortaya çıkışı da basılı 1 99
manlı Devleti Tatarlar için çok önemliydi. · malzemeyi kimin okuduğu sorusunu gün­
Tatar alimleri ve Tatar hacıları için lstanbul deme getirmişti. Gazete ve dergi kitaptan
önemli bir lslami kültür merkeziydi . Ayrıca farklı olarak, halkın gündelik sorunlarına
1 9 . yüzyıla kadar !dil bö lgesine lstan­ da yer verdiği için ve satışını artırmak ama­
bul'dan önemli ölçüde kitap geliyordu. 19. cıyla kullandığı dilin halk çoğunluğu tara­
yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başında Tatar fından anlaşılır olması gerekliydi. Tatarlar
yazarların çoğu Türk gündelik matbuatını arasında yayımlanan ilk gazete olan Nttr da
da takip ediyor, Türk sanatı ve edebiyatın­ bu nedenlerle dil sorununu gündeme getir­
dan haberdar oluyorlardı. Feodal düzeni, mişti. O zamana kadar tek olan ve ortak bir
eski medeniyeti eleştiren, vatan, millet, öz­ Türk dilini savunan Terciiman da hemen bu
gürlük, kadın hürriyeti , edebi dili halkın tartışmaya katılmış ve Tatarca'nın basında
anlamasını sağlama, şairin vatandaşlık gö­ kullanımının önünü kesmeye çalışmıştı.
revi gibi konuları işleyen Türk edebiyatı Nur gazetesinde gündeme getirilen dil
Tatar yazarların dikkatini çekiyordu. Ayrıca tartışmasına katılan yazarlardan Ayaz lsha­
lsmail Gaspıralı'nın Tercüman'ı da, özellikle ki'nin Tatarcılık, Bulgarcılık ve Türkçülüğü
1905 yılında Tatar basını ortaya çıkana ka­ izleyen zikzaklı çizgisini Ahmet Ağaoğ­
dar çok okunuyordu. lu'nun çizgisine benzetebiliriz. lshaki ma­
Özellikle 19. yüzyılın son on yılında Av­ kalesinde ve hayatının bu döneminde Ta­
rupai eğitim almak amacıyla lstanbul'a gi­ tarca'yı savunmaktadır. Bu dönemde, deği­
den Tatar öğrenciler geri dönmeye başla­ şen koşullara uyum sağlayabilmek, onlarla
mışlar ve genellikle cedid okullarında öğ­ başedebilmek için farklı politikaları savun­
retmenlik yapmaya başlamışlardı. Çeşitli mak nadir görülen bir tutum değildir. Ayaz
kaynaklarda ve hatıralarda lstanbul'da oku­ lshaki ve Ahmet Ağaoğlu'nda olduğu gibi
yup Rusya'ya dönen Tatar gençlerinin eği­ kesin çizgilerle ifade edilmese de başka ay­
tim ve edebi dil üzerindeki etkisi belirtil­ dınlarda da tavır değişikleri görülür. Genel­
miştir. Bu öğrencilerin TercCinıan ve Jön likle amaçlar değişmez, amaç toplumu ileri
Türlı gibi gazeteleri arkadaşlarına okuduk­ götürmektir, zamanın koşullarına göre bu­
ları ve abone olmalarını önerdikleri anlatıl­ nun araçları değişebilmektedir. "Kazan dili"
maktadır. Ders kitaplarının ya lstanbul'dan başlıklı makalesiyle tartışmaya katılan Hadi
getirildiği ya da onların yarı Tatarca yarı [Atlasi] ise Tatar adını kullanmamakta Türk
Osmanlıca kopyaları olduğu belirtilmekte­ ve Türki kavramlarını kullanmakta, dilde
dir. Şemsettin Sami, Ahmet Mithat ve Na- de Osmanlıca'yı değil ama bütün Rusya
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K 1 M 1

Türkleri için ortak bir dili savunmaktadır, ise aslında Ruslar tarafından kullanılan "Ta­
bu da Kazan şivesinin edebi dil haline gel­ tar" adını kullanarak izolasyonu kırma ça­
mesiyle olacaktır (sayı 1 3 , 9 Kasım 1905). bası içindeydi. Bölgenin tarihini bir sürek­
lsmail Gaspıralı Tercaman'da "Lisan me­ lilik olarak alıyor, Tatar tanımının kullanıl­
selesi" adlı bir makale yazar ve geçen 20 masını istiyordu. Mercani, "Tatar" adını sa­
yılda ortak bir Türk dili yaratmaya çalıştı­ vunarak bir "emos" yaratmıştır, bu adın da­
ğını ve bunda da başarılı olduğunu savu­ ha önce kullanılan dini olarak tanımlanmış
nur. Nur gazetesinde buna cevap veren Ba­ adların yerine geçmesini savunmaktadır.
yezidof zamanın ve halkın değiştiğini, 20 (M. Kemper, 1998).
yıl önce Tercüman'ın tek olduğunu belirtir. Mercani'den sonra 20. yüzyıl başında bu
Bu konuda gazeteye gelen mektuplarda da adlar etnik kimlikleri de yansıttığı için da­
gazetenin medrese olmadığını vurgulandığı ha fazla tartışılmaya başlanmıştır. Merca­
ve Arapça, Farsça, Osmanlıca kelimeler ka­ ni'nin yolunu izleyenler olduğu gibi farklı
rıştırılmadan yazı yazılması istendiği belir­ görüşleri savunanlar da mevcuttur. Bunlar­
200 tilir (Nur, sayı İ 4, 25 Kasım 1905). Bu ma­ dan biri de tarih alanında Mercani'nin ta­
kalelerden konuyu asıl gündeme getirenin kipçisi olan Rızaeddin bin Fahreddin'dir.
Azeri Şarki Rus olduğunu da öğreniyoruz, Aslında bu tavır alışlar, Mercani'nin Tatar­
kendi dillerinde gazete ve dergi ile yeni ta­ cılığı ya da Fahreddin'in Türkçülüğü bü­
nışan bütün Rusya Türkleri için bu konu yük ölçüde pragmatiktir. Mercani Nogay ya
çok önemlidir, hemen paylaşılmıştır. Tercü­ da Bulgar adlarını tarihen yanlış bulmuş,
man'ın gösterdiği tepki de ayrıca tepki gör­ Tatar adını kabul etmenin daha faydalı ola­
müştür. cağını, müslüman adının ise dönemin ko­
şullarına yeterli olmadığını görmüştür.
BiZ KIMIZ? TATAR MI, TÜRK MÜ? Fahreddin ise Tatar adını tarihen yanlış
bulmuş, her ne kadar açıkça belirtmese de
Tatarlar arasında milli kimliklerin ortaya Türk adının daha faydalı olacağını savun­
çıkışı nispeten yeni bir olgudur. 1 9 1 7'ye muştur.
kadar salt etnisiteye dayalı milli kimlik Yukarıda değinilen Nur gazetesinde açı­
ldil-Ural lslam toplumunun büyük kesimi lan dil tartışmasına Tercüman gazetesinin
için hiç tamdık değildi. Kendilerini tanım­ de karışmasıyla bir Türk mü Tatar mı tar­
lamada ilk sırada yer alan müslüman kim­ tışması başlar. lsmail Gaspıralı "biz Tatarız"
liğinin yam sıra etnik ve bölgesel kimlikler diyenlerin bu fikirlerini terk etmeleri ge­
önemlerini koruyordu. Bu konularla ilgili rektiğini söylemektedir. Ataullah Bayezidof
tartışmalar gazete ve dergi sayfalarında sü­ ise "kavmiyetçe Tatar, asıl şecerece Türk"
rüyordu. Tatar milliyetçileri tarihsel olarak olunabileceğini savunur. Bayezidof dil bir­
sabit bir kimliğin varlığım ispatlama uğra­ liğine de karşı olmadığını, bunun nasıl sağ­
şındaydılar. lanacağının önemli olduğunu ve dil birliği
Şihabeddin Mercani modern Tatar tarih­ olmamasının fikir birliğini engellemeyeceği
çiliğinin ve "Tatar" kimliğinin kurucusu görüşünü destekler. Dilleri farklı olsa da
olarak bilinir. Mercani Tatar kimliğini tari­ müslüman oldukları için bir "millet" teşkil
he dayandırmış, aynı zamanda etnik bir bi­ ettiklerini savunur.
rimi (ldil [Volga] -Ural bölgesi Türkleri) si­ Bunun üzerine yine Nur'da Tataroğlu im­
yası bir birimle (Altın Ordu) bütünleştir­ zasıyla yayımlanan bir makalede Gaspıralı
miştir. Mercani bu tanımlamada etnik ve eleştirilerek Tercaman'ın Türklerler ilgili bir
siyasi faktörlere önem vermiş, lslamiyeti konuda kendinden başka bir ses duymak
ikinci plana almıştır. Rus bilim ve eğitim istemediği belirtilir. Yazar "biz Türk değiliz,
hayatına da yakınlaşan Şihabeddin Mercani Tatarız" diyenlerin de bu ifadeyle "biz Os-
T A T A R L A R A R A S I N D A T Ü R K Ç Ü L Ü K

2 01

manlı değiliz, ama Türk ailesindeniz" de­ lı, Azerbaycan ve Bulgar. Rızaeddin, Tatar
mek istediklerini belirtir. Tatar dilini ve adını hiç kullanmaz. Tarihle ilgili diğer ki­
adını savunanlar, bu ad yanlış da olsa, hal­ taplarda da Fahreddin Bulgar geçmişine
kın bunu benimsediğini ve bunun Türk ol­ büyük önem vermekte, Tatar adı yerine
maya engel olmadığını savunmaktadırlar. Türk kullanılmasa da onun bir parçası ola­
Bu fikirleri dile getiren "Tataroğlu" imzasını rak Bulgar adının kullanılması gerektiğini
aşağıda özetleyeceğimiz 1 9 l l 'de çıkan düşündüğünü hissettirir. Rızaeddin bin
Türk-Tatar tartışmasında da göreceğiz. Fahreddin'in "atalarımız" olarak nitelediği
Bu tartışmalara Rızaeddin bin Fahreddin milyonlarca Bulgarlar ve Türkler "vatanı­
de katılmış ve Tercüman'a 12 Kasım 1905 mızda" yaşıyorlardı. Rıza Kadının buradan
tarihli bir mektup göndermiştir, bu mek­ çıkardığı kendilerinin Tatar değil halis
tup 16 ve 30 Ocak 1906 tarihli dördüncü Türk olduğuydu. Bu bakış açısıyla Fahred­
ve altıncı sayılarda yayımlanmıştır. Henüz din, Rusların Tatarları ve Tatar zulmünü
Tatar basını yeni oluşmaya başlamıştı, ya­ eleştirisine ortak olarak "ataları" olan Bul­
yın sayısı da çok azdı, bu yüzden Rızaed­ garların da Tatarlar tarafından ezildiğini
din fikirlerine daha yakın olduğtından Ter­ ima etmektedir, böylece hem kendilerinin
niman'ı seçmiş olmalı. "Biz Tatar mı değil yerli olduklarını ispatlama hem de Rusların
mi?" adlı bu makalede Rızaeddin bin Fah­ Tatarlar dolayısıyla o zamanın bölge halkı­
reddin Tatar adının Ruslar ve başkaları na yüklediği olumsuzlukları üstlerinden at­
(buna Batılılar ve lstanbul yazarları da da­ manın yolunu aramaktadır. Tarihsel olarak
hildir) tarafından idil-Ural boylarında ve da atalarının Bulgarlar olduğunu, Moğol
Kırım'da yaşayan müslümanlar için kulla­ Tatarlarla ilgileri bulunmadığını söylemek­
nıldığını tespit eder. Daha sonra meseleyi tedir. Böylece hem tarihi bir süreklilik id­
incelemek için tarihe başvurmak gerektiği­ dia etmiş hem de Bulgarların Türk olduk­
ni belirtir. Tarihte ve son zamanlarda da larını söyleyerek yaşadığı zamanın halkının
Türkler bazı kısımlara ayrılmıştır, örneğin o bölgede eskiden beri var olduğunu ve
Selçuk, Kırgız, Başkurt, Türkmen, Osman- Türk olduklarını ispatlamış oluyordu.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M 1

Topçubaşı ve H üseyinzade Ali'yle ikin­


Ahmet Ağaoğlu ci Türkçe gazete o lan Hayat'ı çıkarır.
A. G Ü N SOYSAL 1 90 5 so n u n d a İrşad' ı yay ı m l a maya
başlayan Ağaoğlu 1 90 7 ' n i n sonunda
Terakki'yi ç ı karır. İrşad' ı çıkardığı s ı ra­
da Gence'de 1 905 sonbaharında Erme­
ni saldırılarına ve Rus desteğine karşı
kuru l muş bir örgüt olan D ifai partisinin
çal ı şmalarına katı l ı r. 1 908'den sonra
Rus yönetiminin bask ı ları n ı n artmasıyla
İ st a n b u l ' a g i t m ey e k a r a r v e r i r ve
1 869'da Rus hakim iyetindeki Azerbay­
1 909'da Bakü'den ayrı l ı r.
can' da doğan Ahmet Ağaoğlu eğitimini
Ağaoğlu İstanbul' da önce Hikmet ve
202 Rus oku l larında a l ı r. 1 888'de Paris'e gi­
Sırat-ı Müstakim'de (sonradan Sebilü'r­
den Ağaoğlu College de France ve Do­
Reşad) yazmaya başlar. Ayrıca Fransız­
ğu D i l l eri Okulu'nda hukuk ve şarkiyat
ca }eune Tu rc' t e de ya z m a kta d ı r.
d e rs l er i n e d evam eder. La Nouve//e
1 9 1 1 /1 2'de Tercüman-ı Hakikat'ın baş­
Revue, Revue Bleu ve }ournal des De­ yazarı olur. Bilgi Mecmuası, İslam Mec­
bats adlı dergilerde yazıları yayımlanır. muası, Halka Doğru, Türk Yurdu, Harb
1 892'de Londra'da top lanan Şarkiyat­ Mecmuası ve Yeni Mecmua gibi döne­
ç ı l a r K o n gres i ' n e " Ş i i M ez h e b i n i n m in önemli yay ı n larına k<ıtkıda bulu­
Menbaları" a d l ı bi ld iriyle katı l ı r. Ağa­ nur. İstanbul Darülfünunu'nda yeni ku­
oğl u 1 894'de İstanbul yoluyla Kafkas­ rulan Türk Medeniyeti Tarihi ve Rusça
ya'ya döner. dersleri de vermektedir (1 91 1 /1 2). Ağa­
Bakü val is i n i n yan ında memur ola­ oğlu'nun lstanbul'a geldiği dönemde it­
rak çal ı şmaya başlayan Ağaoğlu daha tihat ve Terakki Cemiyeti (İT() idari ya­
sonra Şuşa ve Bakü'de Fransızca öğret­ pıyı, eğitim, tarım ve ticaret hayat ı n ı
menliği yapar, ayrıca Rusça Kaspiy ve modernleştirmek istemektedir. Paris'de
Türkçe Şarki Rus gazetelerinde çalışır. tan ıştığı Ahmet Rıza ve D r. Naz ı m ' l a
O c a k 1 9 04'de B a k ü ' d e A l i Merdan göruşen Ağaoğl u da 1 9 1 O'da eğitim

Tercüman mektubun sonuna bir not koy­ mayacağını belirtir. Bu yüzden anadili ko­
muştur ki, bu notun lsmail Gaspıralı tara­ rumak çok önemlidir, anadil de "iptidai
fından yazıldığı kuvvetle muhtemeldir. Bu mektepler ve edebiyat" ile korunabilir. Ya­
notta Moğolların birçoğunun Türkleşip zar eskiden anadili korumanın daha kolay
Türk olduğu belirtilmiştir. 1 9 1 0 yılında Rı­ olduğunu çünkü "yüzde doksanı müslü­
zaeddin bin Fahreddin kendi çıkardığı Şu­ man ve Türk kabilesi" olarak yaşadıklarını
ra dergisinde bir dil yarışı başlatır. Bu ya­ ancak artık Türklerin nüfusun üçte birini
rışmaya katılan makaleler daha sonra bir oluşturduğunu belirtir. Dil yarışının şartları
kitapçık olarak basılır (Orenburg, 1 9 10), ise yazının edebi olması, "sırf Türkçe" ol­
kitabın kapağında "öz dilimiz, ana dilimiz­ masıdır. Bu mümkün olmazsa yabancı keli­
Türkice" ibaresi yer almaktadır. Rızaeddin me sayısı en az olan makale kazanacaktır.
bin Fahreddin kitaba yazdığı önsözde ken­ Yazar bazı "Türki kabileler" arasındaki keli­
di dili olmayan kavimlerin müstakil sayıla- melerin diğerlerine yabancı gelebileceğini
T A T A R L A R A R A S I N D A T Ü R K Ç Ü L Ü K

mufettişl iğine geti ri l i r, daha sonra da


İTC'ye girer. Balkan Savaşı sırasında ku­
rulan Kam i l Paşa kabinesi tarafından tu­
tuklanır. İttihat ve Terakki'nin 20 Eylül
1 9 1 3'deki 5 . kongresinde yeni bir prog­
ram kabul ed ip siyasi parti hal ine dön­
mesinden sonra Meclis-i U mumi adıyla
ve partiyle cem iyeti bi rleştirmek ama­
cıyla yeni bir organ kuru lur. Ağaoğlu da
1 91 S'de bu meclise üye olur ve üçüncu
dönem M i l let Mecl isi'ne Aiyonkarahi­
sar mebusu olarak girer. İttihat ve Terak­
ki'nin verdiği görevle Rusya Müslüman­
ları arasına özel l ikle de Kafkasya'ya çok 203
sayıda Osman l ı ayd ı n ı n ı öğretmen ola­
rak göndermeye çal ışmıştır. Türk Der­
neği, kurucu ları a ras ında b u l u nduğu
Türk Yurdu, Türk Ocağı, Türk B i lgi Der­
Rusyalı TürkçiÜerden Ağaoğlu Ahmet,
neği, Müdafaa-i M i l l iye Cemiyeti, Rus­
Cumlıuriyetiıı ilk döneminde liberal
ya'da Sakin Müslüman Türk Tatarlarının fikriyatın mümessillerinden olacaktn:
Hakların ı Müdafaa Cemiyeti'n i n faa li­
yetlerine de katıl ır. nun ise kal mad ı ğ ı n ı a n l ad ı ğ ı nda Rus
28 Mayıs l 9 1 8'de Azerbaycan'ın ba­ desteği taraftarı o l muştur. Paris Barış
ğımsızl ığı n ı i lan etmesinden sonra Ağa­ Konfera n s ı ' n a katı lacak Azerbaycan
oğlu Osma n l ı İ s l a m Ordusuna siyasi heyet i n d e yer a l a n Ah met Ağao ğ l u ,
müşav i r olarak ata n ı r. Ağaoğlu daha 1 9 1 9 Mart' ında İstanbu l' da İ n g i l izler
sonra Azerbaycan'da ka l m ış ve Azer­ taraf ı n d a n tutu klan ı r. Eyl ü l 1 9 1 9 ' d a
baycan parlamentosuna girmiştir. Bura­ Malta'ya götürülür. Üç Medeniyet ad l ı
da Azerbaycan' ı n bağ ı msız kalamaya­ eserini sürgünde yazar. 1 92 l 'de serbest
cağ ı n ı , Türkiye'ye bağlanma umudu- bırak ı l ı r ve İtalya üzerinden İstanbul'a

de ekler. Rızaeddin bin Fahreddin'in bu görülmüştür. Tatar aydınları artık daha çok
yazılarında reel politik durumu gözden ka­ Tatarların kaderinin Rusya tarihi ve ilerle­
çırmadığı, Tatarların azınlıkta kaldıklarını mesi ile ayrılamayacağını düşünüyorlardı.
ve buna çözüm olarak birlik fikrini savun­ 1 9 1 0 yılının sonunda bu tartışma tekrar
duğunu söyleyebiliriz. gündeme gelir ve 1 905- 1 906'dakinden
1905 sonrasında ortaya çıkan bütün bu farklı olarak dilden çok tarihe ağırlık ve­
gelişmeler Tatarlar arasında Osmanlı etkisi­ ren, milliyetçiliği vurgulayan bir tartışma­
nin azalmasına ve Tatar edebi dilinin doğ­ dır. Rızaeddin bin Fahreddin'in Te rcü­
masına yardımcı olmuştur. Özellikle 1908 man'daki makalesinin devamı ya da ona ce­
yılına kadar olan siyasi ortam, Rus siyasi vap olarak da bakılabilir. Zira Tatarlar ara­
hayatına dahil olmaları Tatarların kendile­ sında milli hareketin güçlenmesi geçmişe
rine güvenlerini artırmış, Osmanlı Devleti, olan ilginin artmasına yol açmış, özellikle
Abdülhamit yönetimi dolayısıyla daha geri 19 1 1 'den sonra "milli" tarihler ortaya çık-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

döner. Anadolu'ya geçen Ağaoğlu Ka­ rır ve rejimle i lgi l i eleştiri lerini bu gaze­
radeniz bölgesi ve kuzeydoğu Anado­ te arac ı l ığıyla yapmaya başlar. 1 93 3
l u'da " i rşad" faa l i yeti yürütmekle gö­ Ü n i versite Reformunda İstanb u l Ü n i­
revlend i r i l i r. 2 1 Kasım 1 92 1 - 1 1 Ağustos versitesi'nden ç ı karı l ı r. Akın' ın da kapa­
1 923 arasında matbuat umum müdür­ t ılmasıyla politikacı, gazeteci, üniversite
l üğü yapar. Ayn ı zamanda Hakimiyet-i öğret i m üyesi o l arak tüm görevler i n i
Milliye gazetesinin başyazarl ığını yürü­ kaybeder. Ancak İnsan v e Kültür Haftası
tür. Ağustos 1 923'de açı lan ikinci mec­ gibi derg i lerde yazmaya devam eder.
l ise Kars mebusu olarak gi rer, bir sonra­ 1 9 Mayıs l 939'da kalp krizinden öl ür.
ki dönemde de Kars mebusu seçi l i r. Ah met Ağaoğ l u T ü r k i ye ' d e d a h a
Ağaoğl u 9 E y l ü l 1 9 2 3 'te k u r u l a n çok Serbest F ı rka deneyim indeki rol ü
H a l k F ı rkası'nın program v e n izamna­ v e Kadro derg i s iyle olan tartışmaları
mesini hazı rlayan heyetin içinded i r. Ay­ dolayıs ıyla tan ı nmaktad ı r. 1 980' 1erde
204 rıca 1 921 ve 1 924 Anayasa değişiklik­ ise il. Meşrutiyet dönemindeki "İslam­
l eri s ı rasında Z i ya Gökalp i l e b i r l i kte c ı lar"la olan tartışması gündeme gel­
anayasa komisyonunda çalışır. 1 930 yı­ m i ş, daha sonra d a Türkç ü l ü k a k ı m ı
l ında Serbest Cumhuriyet F ırkası'na gi­ i ç i n d e k i y e r i t a rt ı ş ı l m ı ş t ı r. Ağaoğ­
rer, aynı y ı l Serbest İnsanlar Ülkesinde lu'nun bir d i ğer i lgi çeken yanı Fransa
ad l ı ütopya s ı n ı yay ı m lar. Serbest F ı r­ y ı l l a r ı n d a k i T ü r k m i l l i yetç i l i ğ i n den
ka'n ı n muhalefeti Ağaoğlu'nun l 926'da çok uzak, İ ran'a yakın tutumudur. Son
Son Pos ta d a yay ı m l a n a n raporu nda
' derece muğlak ve değişken bir zaman
beli rttiği hususlar üzerinde odaklanmış­ d i l im i nde yaşayan ve fark l ı bölgeler­
t ı r. Serbest F ı rka' n ı n kapatı l masından de, farkl ı s i yasi rej i m l e r gören a m a
sonra İ s ta n b u l Ü n ivers i tes i 'n d e ders hep olayların merkezinde o l a n b i r kişi
vermeye devam eder. 1 932 ve 1 933'de için bu tutum, k i m l i k değişimi olarak
Cumhuriyet gazetes i n d e " Devlet ve değil fark l ı koş u l l ara ayak uydurma
Fert" başlığıyla çıkan ve Şevket S üreyya çabası o larak görü leb i l i r.
Aydemir ile Kadro dergisini hedef alan Ağaoğlu öncel ikle eylem adamıydı,
yazıları büyük tartışmalara neden olur. bir şeylerin değişmesi için uğraş veri­
29 Mayıs l 933'de Akın gazetesini çıka- yordu, ait olduğu "Doğu" toplumunun

mıştır. Bunların yazarlarından biri olan Ha­ makale yayımlanır. Buna 1 9 1 1 yılının ikin­
di Atlasi "tarih ilmi insanda millet hissi ci sayısında Tataroğlu "Biz kim7" başlığıyla
uyandıran ilmlerden" olduğunu vurgular. cevap verir. Aynı yıl Şura'nın dördüncü sa­
Siyasi olarak aydınların nerede durdukları yısında Tataroğlu "Biz Tatar değiliz" mese­
(lslamcı, Tatarcı, Türkçü) onların millet lesinin tekrar gündeme gelmesinin gereksiz
meselesine bakışını da bir ölçüde belirliyor. olduğunu ve Tatarlıklarını ispatlamaya ge­
lslamcı olarak değerlendirilenler Tatar keli­ rek olmadığını belirtir. Şura dergisi bu ya­
mesinin kökeni ya da tarihi ile ilgilenme­ zının peşi sıra Türkoğlu'nun "Biz Tatar de­
mektedirler. lslamcılar Tatar adını kabul­ ğiliz" yazısını da basmıştır, bu yazıda Türk­
lenmekte ve Tatar milliyetçileriyle bu açı­ lük konusundaki delillerin kapsamlı olarak
dan aynı safta bulunmaktadırlar. verileceği belirtilir. 1 5 Nisan 1 9 1 1 tarihli 8 .
Şura dergisinde (sayı 23, 1 Aralık 19 10) sayıda Alimcan lbrahimof'un "Biz Tatarız"
"Biz Tatar değiliz! Biz Türküz!" başlıklı bir makalesinde bir orta yol bulmaya çalıştığı,
T A T A R L A R A R A S I N D A T Ü R K Ç Ü L Ü K

Batı seviyesine yükselmesini istiyordu, için manevi ve maddi özgürlüğe sah ip


buna u laşmak için kullan ı lacak araçlar, olan ve gelişme unsurların ı kendi için­
yere ve zamana göre değişebilird i . Ait den alan m i l letler taklide muhtaç o l ­
olduğu toplumun değişmesi, Batı sevi­ mazlar. S i yasi d u ruma göre Ağaoğlu
yesine yükselmesi için basın, eğitim, si­ zaman zaman Batı'yı Doğu'yu her ba­
yaset ve toplumsal hayatın her alanına k ı md an ezmekle ve i lerlemesine i z i n
katılmaya, etkili ol maya çalışmıştır. vermemekle suçlar ancak Batı' n ı n te­
Ağaoğlu bireyc i d i r ancak bu bireyci- meli saydığı kurumlar değil d i r eleştirdi­
1 ik top l u m u n ç ı ka r l a r ı n a karşı o l a n ğ i . O, sadece Bat ı ' n ı n kend i n e layık
bencil b i r bireyc i l i k değildir. B i rey top­ bulduğu, özgürlük, meşruti idare, hayat
lumun çıkarları uğruna ken d i ç ıkarı n ı g i b i kavra m l ar ı Doğu'dan es i rged i ğ i
feda edebi lmel idir. Toplumsal duyarl ı lı­ i ç i n suçlar Batı 'yı . Böyle b i r Batı'yla
ğı Ağaoğlu'nun Azerbaycan'daki dene­ başedebi l menin yol u Ağaoğlu'na göre
y i m l e r i n d en e l d e ett i ğ i n i söy l emek onun kullandığı araçları kullanmaktır. 205
mümkündür. Rusya'da bi reysel haklar Ahmet Ağaoğlu'nun hayatı boyunca
için değil ait olduğu Azeri toplumunun karşı olduğu ve eleştird iği bir şey de
Ruslarla eşit duruma gelmesi için mü­ i st i b datt ı r. Her fı rsatta da Abd ü l h a ­
cadele veren Ağaoğlu sonraki hayatın­ m it'in istibdat yönet i m i n i eleşti rmek­
da da toplumun ç ı karlarıyla çel işen bir tedir. Cumhu riyet'in kuru luş dönem in­
bi reycilik fikri geliştirmem iştir. de Atatürk'ü büyük bir şevkle destek­
Ağaoğlu'nun d üşünces i n i n temelle­ l eyen Ağaoğ l u ' n u n d a h a s o n ra d i l e
r i n d e n b i r i n i Batı l ı l ı l a ş m a o l uşturur. geti rd i ğ i rej i m e l eşt i r i l er i n d e h a l ka
Ağaoğlu Batı uygarl ı ğ ı n ı n yalnız maddi karşı m ütehakki m vaziyet a l ı n m a s ı n ı
yön ü n ü n a l ı n ab i l eceğ i n i savu nanlara d i l e get i r i r. Tar i h ç i l iğ i n d e d e h a l ka
karşı çıkar, ona göre medeniyet bütün­ v u rgu yapar ve Osmanl ı tari h l e ri n i n
d ü r, yaln ızca bir yönü a l ı namaz. Ağa­ pad i ş a h l a r bağlam ı n d a yaz ı l mas ı n ı
oğlu "temeyyüzsüz taklit" dediği Avru­ eleştirir. Ağaoğlu ve d i ğer Rusya l ı ay­
pa'dan yüzeysel şeylerin alınmasını da d ın l ar i ç i n en yüksek idareci Rustur,
tenkit eder. Ayrıca Ağaoğlu'na göre za­ bu durum halk ve tarih konusundaki
man ı n zorlad ı ğ ı ge l i şmeyi sağlamak görüşlerinde de ortaya çıkar.

hem Türk hem Tatar olmanın mümkün ol­ söyleyen yazar Türk isminin Slav, Germen
duğunu gösterdiği görülür: Bulgar ve Türk v. b. gibi genel bir ad olduğunu, bunların
adlarının 20. yüzyılda ortaya çıktığını anla­ içinde farklı isimlerde çeşitli milletler bu­
tan yazar, bunun "fen yoluyla Tatarlıktan lunduğunu belirtir.
kaçış" anlamına geldiğini belirtir. Tarihi Rusya Türkleri arasında o rtaya çıkan
araştırmaların, ad yanlış dahi olsa, bir kere Türkçülükler de ceditçi akımlar gibi bu­
verilmiş bu ismi değiştiremeyeceğini savu­ lundukları bölgelerin özelliklerini yansıtır.
nur. lbrahimof, Türk olduklarını inkar et­ Azerbaycan'da Türklük kimliğin bir parçası
mediğini, Tatar isminin yanlış verildiğini olarak kabul edilmiştir. Tatarlar arasındaki
belirtir, ancak bunun "bize Tatar demeyin" Türk-Tatar tartışması Türkiye'deki Osman­
demeye izin vermeyeceğini söyler. "Ben Ta­ lı-Türk tartışmasından farklıdır. Orta Tür­
tar değilim, Türküm" demenin "ben Rus kistan'da ise Sartlık-Türklük meselesi gün­
değilim Slavım" demekten farkı olmadığını deme gelmiştir. Bazı yazarlar, lslamcı ke-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

Ah met Ağaoğ l u ' n u n d emokras iden yesi'nde ise d i n i n önemi Ağaoğl u'nun
a n l a d ı ğ ı " e k s e r i yet h a k i m iyet i d i r" . düşüncesinde giderek aza l ı r. Bunun bir
Cumhuriyet' le birlikte Türklerin kend i nedeni de Ağaoğlu için dinin toplum­
hayatlarına h ü kmetme hakları n ı elde sal ve siyasi yönleri, din ve m i l let i l işki­
etti kleri n i savunan Ağaoğlu Türklerin sinin önemli olmas ı d ı r.
devlete m i l let şeklini verdiğini bel i rtir. Ağaoğlu l iberal bir ayd ın olarak ta­
M i l l iyet ve demokrasi anlayışı nda azın­ n ımlanm ıştır ancak Türkiye'de d iğer li­
l ı k l a ra yer yoktur, a z ı n l ı klar egemen beral olarak tan ınan ayd ı n larla ya da
olan Türk kü ltürünü ben imsemekle yü­ hareketlerle karşıt saflarda olabilmiştir.
kümlüdürler. Serbest F ı rka olayına kad ar Ağao ğ l u
T ü r kç ü l ü k a k ı m ı n ı n ö n d e g e l e n hep i ktidardaki lerle özdeşleşmiştir, da­
a d a m l a r ı n d a n Ağa o ğ l u " b i r T ü r k e ha sonra da l i beral olarak tan ı m lana­
Türklüğünü tel kin v e kabul ettirmek"le cak h a reket l e r i n i ç i nd e o l ma m ı şt ı r,
206 uğraştığını anlatır. Osmanlı Devleti'nde bunda belki de Ağaoğlu'nun Türkçülü­
m i l l iyetçi hareketin en son Türkler ara­ ğü etk i l i olmuştur çünkü Türkiye'de li­
sında çıktığını beli rten Ağaoğlu Türkle­ beral geleneği temsil edenler gene l l i kle
rin "muh ite uyma" kusuru bulunduğu­ Osman l ı m i rasına bağlı olanlard ı r. An­
nu ve Türklüklerini unuttukları n ı iddia cak deneb i l i r ki Ağaoğ l u ' n u n fik i rleri
eder. B u tema fark l ı b i r idaren i n ege­ Cumhuriyet'in kuruluşu ile birlikte pra­
men l iğinde kiml iklerini korumaya çal ı­ tiğe geçirilmiş bu yüzden Ağaoğlu da
şan Rusya'daki Türk ayd ı n ları tarafın­ iktidara yakın o l muştur. Cumhuriyetin
dan sık s ı k d i le getiri lir. kuru lduğu topraklarla ve m i rasla doğ­
Ağaoğlu'nun m i l liyetç i l iği d i n olgu­ rudan b i r bağı o l mayan "köksüz" b i r
sunu d ışarıda bırakmaz, İ slamc ı l ı k ve ayd ındır Ağaoğl u .
Türkçülük akımları n ı birleştirmeye ça­ Ahmet Ağaoğlu'nun yaşadığı dönem
l ıştığı n ı i leri sürer. Rusya'da devlet kar­ dünya tari h i n i n en çalkant ı l ı dönem idir
şısında "Müsl üman" olarak tan ı nmak­ den i lebil i r, yaşad ığı topraklar da s ı n ı r­
tan ve İslam d i n inin fark l ı Türk grupları ların ve halkların yer değiştirdiği, en is­
arasında çok önem l i bir bağ oluşturma­ ti kra rs ız bölgelerdend i . Ağaoğ l u ' n u n
s ı b u n u a ç ı k l a r. C u m h u ri yet T ü r k i - gerçekten çok y ö n 1 ü faa 1 iyetleri ve

sim, Sart sözcüğün kökenini aramanın mil­ vunuyorlardı. (A . Khalid . 1 998). Türkis­
liyetçilik olduğunu ve bunun lslam ümme­ tanlı yazarların eleştirilerinin San sözünü
tini böleceğini savunuyor ve Sart sözünü kullanan Türkçü yazarlara , örneğin Rızaed­
kabulleniyorlardı. Bu görüşteki bir yazarın din bin Fahreddin'e yöneltilmiş olması da
"Sart oğlu sart" lafını kullanması Kazan Ta­ dikkate değer. Adeeb Khalid'e göre Türk­
tarları arasında geçen "Türkoğlu" ile "Tata­ çülük çok seslidir ve bu tartışmaları Orta
roğlu" arasındaki tartışmayı hatırlatması Asyalı yazarların kendi Türkçülüklerini ta­
bakımından da ilginçtir. nımlama çabası olarak değerlendirir (A.
Türkistan Ceditçileri bu sözün kullanı­ Khalid, 1998). Burada Türk ve Özbek ara­
mına karşıydılar, çünkü bu sözün milleti sındaki farkın kaybolmuş olması da çok
sakladığını düşünenlere karşı böyle bir önemlidir.
millet olmadığını savunuyorlardı, onlar Aynı sayıdan başlayarak beş sayı süren
Özbek adının kullanılması gerektiğini sa- "Biz Türküz" başlıklı bir d izi yayımlanır.
T A T A R L A R A R A S I N D A T Ü R K Ç Ü L Ü K

gündelik s iyasetteki etkisi belki de Türk Devlet ve Fert. İstanbul, 1 93 3 .


düşün hayatında fazla etki b ı rakmama­ Etrüsk Medeniyeti ve Bunların Roma
sına yol açm ıştır. Meden iyeti Üzerine Tesiri. İ stan b u l ,
1 93 3 . Türk Tarihinin Ana Hat/an eseri­
Ahmet Ağaoğlu'nun Eserleri nin müsveddeleri sayı 9.
İslam ve Ahund. Bakü, 1 900. 7 500 ile 1 900 arasında İran. İstan­
İslama Göre ve İslam Aleminde Ka­ bul. Türk Tarihinin Ana Hatları eserinin
dın. Bakü, 1 901 ; İslamlıkta Kadın, çev. müsveddeleri. seri i l , sayı 1 3 .
Hasan A l i Ed iz, lstanbu l, 1 959; İslami­ İran İnkılabı. İstanbu l . Türk Tarihinin
yette Kadın. İstanbu l : Birey ve Toplum Ana Hatları eserinin müsveddeleri. seri
Yayı ncıl ık, 1 98 5 . il, sayı 1 3/A.
Tarih-i Umumi Derslerinden Kurun-ı Etika (Peter Kropotkin'den çeviri) . İs­
Vusta. İstanbul, 1 330 / 1 9 1 4. tanbu l : Vakit Gazete-Matbaa-Kütüpha­
Tarih-i Umumi Notları. Kurun-ı vus­ nesi, 1 93 5 ; 2. baskı İstanbu l : Kavram 207
taya medhal. İstanbul, 1 3 30 / 1 9 1 4. Yayınları, 1 99 1 .
Türk Teşkilat-ı Esasiyesi. An kara, Ben Neyim ? İstanbu l, 1 939.
1 925-1 929. Azerbaycan'ın Ehemmiyeti. Ankara:
Ankara Hukuk Mektebi İkinci Sınıf Ankara Başvekalet M. , 1 940
Hukuk- u Esasiye Notla rı. İ s t a n bu l , İran ve İnkılabı. Ankara, 1 94 1 .
1 927 İhtilal mi, İnkilap mı? Ankara, 1 942.
Hukuk-u Esasiyye. t. y. Gönülsüz Olmaz. Ankara, 1 94 1 ; 2 .
Üç Medeniyet. Ankara: Türk Ocakla­ Baskı, İstanbul, 1 943.
rı, 1 927, 1 928; 3. baskı, İstanbu l : Dev­ Serbest Fırka Hatıraları. 1 . baskı İs­
let Kitapları, 1 97 2 . tanbu I : Nebioğlu Yay ı n e v i ; 2. b a s k ı
İngiltere ve Hin dista n . İ st a n b u l , 1 969; 3 . baskı İstanbul : i letişim Yayın­
1 929. c ı l ık, 1 994.
Serbest İnsanlar Ülkesinde. İstanbul, "Yakutlar" (Seretkovksi' den tercüme)
1 930 yayımlanmamış
Hukuk Tarihi. İstanbu l : Hukuk Tale­ "Peyami Safa'ya Ahi retten Mektub­
besi Cemiyeti, 1 93 1 -3 2 . lar" (yayım lanmam ış)

Yazı dizisinde Türkoglu Tatar tarihini baş­ özetledikten sonra , Tatarlık ve Türklük
langıcından itibaren ele alarak Tatar adının meselesinin "tarihi , hayat ve ümran ve de
Rus yazarların taktığı yanlış bir ad olduğu­ milli" bir mesele olduğunu savunur ve bu­
nu ispatlamaya çalışır. Türkoğlu, Türkleri nu da tarihi meselelerle uğraşmaktan vaz­
tarih boyunca var olmuş tek bir kütle ha­ geçilmesini isteyen Tataroglu'na karşı söy­
linde görmektedir. Tarih boyunca Türkle­ ler. M illetlerinin geri kalınası geçmişlerini
rin varlığını ispat edip, Tatar adına rastlan­ unutmaları, kim olduklarını bilmemeleri
madığını belirtir. Türkoğlu'na göre Türkler yüzündendir. Türkoğlu'na göre, bir mille­
Cengiz'in hükmü altına girmiş olsalar da tin tarihi kendisinin hayat kitabıdır, kendi­
kendi ülkelerinde kalmış, Tatarlaşmamış­ sine gerekli olan dersleri orada öğrenir. Bir
lardır, yani onlar ezelden beri orada yaşa­ sonraki yazıda Alimcan lbrahim'e cevap
yan yerli halktır, yöneticiler değişmiştir. veren Türkoğlu , Tatar adının kullanımında
Türkoğlu, ilk iki sayıda Türk tarihini iki farklı yol görür. Birisi oluşmuş yanlış
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

bir adete dayanarak söylenmesidir ki, bu savunanlar ise edebiyatçılardır. Bu sonun­


zararlı görülmez. Diğeri ise siyaset lisanın­ cular arasında Tatar adının doğruluğunu
da söylenmesi, siyasi bir silah olarak kulla­ ispatlamaya çalışanların bulunmadığını ila­
nılmasıdır ki, bundan kaçınmak gerekir. ve eder.
Tatar adının temeli misyonerliğe dayanan Cemalettin Velidi, belirli bir isim bulun­
bir silah olarak kullanıldığını iddia eder. mamasının başka Türklerde de görüldüğü­
Bu bölümde Türkoğlu'nun asıl derdi da­ nü ekler ve Tatarlar tarafından gerçek Türk
ha iyi anlaşılır. Kendisi de aslında Türk ye­ olarak görülen Osmanlıların da yakın za­
rine Türkt adını kullanarak diğer adlara yer mana kadar Türk ismini kabul etmedikleri­
bırakmakta, Tatar, San (etnik bir ad olma­ ni belirtir. Velidi'ye göre, edebiyat ve bası­
dığını ve Orta Asya'da milliyetçilerin karşı nın gelişmediği, birbirini tanımayan ve ta­
çıktığını muhtemelen bildiği halde) gibi nımak istemeyen halklar için doğaldır. Ya­
adları kullanmaktadır. Ancak asıl mesele zar, makalenin sonunda Türk Yu rdu 'nda
Rusya'nın siyasetidir. Rus hakimiyeti karşı­ çıkmış Ahmet Ağaoğlu'nun "Türk Alemi"
208 sında birlik hissini kaybetme kaygısıdır. O yazısından bir parçayı Tatarca'ya çevirerek
zamana kadar din en önemli birleştirici un­ verir. Ahmet Ağaoğlu'nun sözleriyle Türk
sur olmakla birlikte, Rusların Rusya Türk­ dünyasının birbirinden ayrı olmasının ne­
lerini kesin etnik-milli sınırlarla ayırma ça­ deni üç şeye bağlanır: Mezhep farklılığı, si­
balarına karşı uyanık olma çabasıdır. yasi farklar ve muhite uyum, son olarak da
Türk-Tatar tartışmasının tekrar gündeme marifet-i kavmiyenin yokluğu.
gelmesinde 1907'den sonra artan gerici si­ "Biz kimiz" sorusuna cevap arama çaba­
yasi havanın etkili olduğunu düşünebiliriz. ları daha sonra da devam etmiştir. A. Bat­
Rus hükümetine karşı yazarın tek silah ola­ tal'ın Mektep dergisinde çıkan bir yazısında
rak gördüğü, dinin de yeni kanunlar ve çe­ anlattığına göre "Tatar" adı kullanılmak is­
şitli Türk halkları arasında gelişen milliyet­ tenmiyor. Yazıdan, Rızaeddin Fahreddin'in
çi akımlar karşısında sağlamakta yetersiz bu konuda daha keskin bir tavır takındığı­
kaldığı birliği kaybetmemek için çırpınışı­ nı, bu yüzden iki-üç yıl önce övülen Tatar­
nın ifadesi olarak görebiliriz. Bu tartışmada lar ve Tatar hanlarının artık çok kötü gös­
Türkoğlu ve Tataroğlu'nun kimlikleri açık­ terildiğini öğreniyoruz. Battal, tarihçinin
lanmaz, ancak Türkoğlu'nun Rızaeddin bin tarihi istediği yöne çevirebileceğini ekler.
Fahreddin olduğunu iddia edenler vardır. Milliyet asrı olan 20. yüzyılda milletin kıy­
Bu yazı dizisi sürerken Millet ve Milliyet metli ismi ile utanmamak gerektiğini söy­
kitabının yazarı Cemaleddin Velidi de "Ka­ lüyor. (A. Battal-Troyski, 19 13)
vim ve kabilemiz arasında" (Şura, 1 Ocak 1 9 1 3 yılının sonunda Ang dergisinde da
1 9 1 2) adlı makalesiyle Alimcan l brahi­ "Milleti nasıl anlıyorsunuz?" adlı bir anket
mofu destekler. Velidi yazısında 19. yüzyıl başlatılmış, bu ankete gelen cevaplar dergi­
sonunda başlayan yenileşme hareketinden de yayımlanmıştır. Anketin amacını anla­
bahseder ve daha sonra ortaya çıkan Tatar tan girişinde "bütün medeni alemin tahki­
gazetelerinde "millet" sözünün farklı bir kat ve ameliyatı içinde kaynamakta olan bu
anlamda kullanılmaya başlandığını anlatır. mesele (millet meselesi), biraz uyanmaya
Eskiden milletin bir dine mensup kişileri başlamamızla bizde de tarih akımıyla ken­
akla getirdiğini açıklar. Daha sonra esas ih­ diliğinden ortaya çıktı ve hayatın her ala­
tilafın Türklük ve Tatarlık arasında çıktığı­ nında, nazariyata da ameliyata da önem ve­
nı belirten yazar, bu iki görüşe mensup rilmesini talep etti" denmektedir.
olanları tanıtır. Velidi'nin tespitine göre Türklük Tatarlık tartışmalarına karışmış
Türk olduklarını iddia edenler daha. çok olan Cemaleddin Velidi bu konudaki dü­
tarihçiler ve bilim adamlarıdır, Tatar adını şüncelerini daha etraflı bir şekilde 1 9 1 4'te
T A T A R L A R A R A S I N D A T Ü R K Ç Ü L Ü K

Orenburg'da yayımlanan Millet ve Milliyet kitabın daha önceki bölümlerinde bu "kan"


adlı eserinde açıklamıştır. Cemaleddin Veli­ şeklinde belirtilmiştir. Yazara göre aslında
di kitabında, tabiat ve insanlık arasında pa­ en önemli faktör olmasına karşılık cinsiye­
ralellik kurarak insanlığın da tabiat gibi ev­ tin cemiyet büyüdükçe önemi azalmıştır.
rim geçireceğini ve Türk mahlülünün Ta­ Cinsiyet, itikat, dil, vatan gibi amilleri do­
tar, Osmanlı, Azerbaycan gibi milli kitleler ğurmuş sonra kendi önemi azalmıştır.
halinde ortaya çıkacağını savunur. Yazar Kitabın üçüncü bölümünde halkının
eserde menfaatleri farklı insanları millet geçmişte ve o sıradaki milliyeti ve milli
halinde bir arada tutan bağlan anlatır. Ön­ kuvvetinin durumunu inceleyen yazar;
celiği dile veren Velidi Tatarca'nın fakirliği milletlerin tarihinde iki akım görür. Biri
yüzünden onların dünyaya açılamadığını, her milletin kendi gelişimi, ikincisi parçac
bunu aşmak için öncelikle Rusça öğren­ nın bütüne tabi olmasından dolayı genel
mek gereğini vurgular. Yazar itikat birliği­ insaniyetin gelişimine tabi olması. Bu yüz­
nin faaliyet birliğini de getirdiğini anlatır. den Tatarlar da onun bir parçası olarak ile-
Ancak din yalnızca bir inanç değildir, top­ riye gidiyor, bu zamanın terakkiyatının 209
lumsal yönleri de vardır. Dinlerin teşkilatı, ürünlerinden faydalanıyor.
edebiyatı, tarih ve ananesi vardır. Bunlar Cemaleddin Velidi'ye göre "Tatarlarda
dinin aslında yoktur, tarihi gelişimi içinde milliyet için en önce genel bir intibah" ge­
ortaya çıkmıştır ve üyelerini cemiyete daha rekliydi, çünkü milli bilincin ortaya çıkma­
sıkı bağlar. Yazar, dinlerin tarihi seyrinde sı için önce genel bir bilinçlilik olması ge­
bir yandan, milletlerin ilim, fikir ve mede­ reklidir. lşte yazara göre 1 885'ten l 905'e
niyette ilerledikçe dint taassubun azaldığı­ kadar usul-i cedid bu genel bilincin doğ­
nı, dinin itikat yönü kayboldukça eski katı­ masına hizmet etti.
lığını, saflığını kaybettiğini belirtiyor. Yazar 1905 yılı da Tatarlar için siyasi değişim
öte yandan bir başka gelişmeye dikkat çe­ ve fikri uyanış yılı oldu. Bu sırada gençle­
kiyor; bu da dint teşkilat, edebiyat, tedrisa­ rin çoğu Rus milliyetini göremiyordu, on­
tın ilerleyip dinin içtimai bir kuwet kazan­ lar Rusluğu siyasi partiler halinde görüyor
ması ve bunun da dinin nüfuz ve etkisini ve Tatarları da bu şekilde bölmek istiyor­
artırmasıdır. lardı. Bunlar ekonomik ihtiyaçları milli ih­
Üçüncü unsur olarak gördüğü "vatan"ın tiyaçların önüne koyuyordu ve yazara göre
Yelidi'ye göre bir toplumsal bir de doğal et­ olmayan Tatar kapitalizmine savaş açıyor­
kisi var. Örneğin doğal koşullardan iklim, lardı. Velidi'ye göre genel olarak bu dö­
hayat tarzını, o da "mizac"ı belirliyor. içti­ nemde Tatarlar Ruslar ne yaptıysa onu tak­
mai tesir ise vatandaşların hayat tarzının lit ettiler.
etkisi, ahlak ve tabiatlar arasındaki karşı­ Velidi'ye göre artık milliyetin oluşması
lıklı tesirler, dilde, sanatta, itikattaki karşı­ için genel bir bilinç oluşmuş, bir sükünet
lıklı tesirler olarak sıralanmış. Bu sonuncu­ dönemi bekleniyordu. Bu dönem başladı­
su da milliyet esaslarıyla en fazla ilgili olan­ ğında da "güneş gibi parlayan Rus milliye­
dır. Bu karşılıklı tesirler milli savaşa dönü­ ti" görüldü. Onun edebiyatı, ilim ve sanatı,
şür. Bu savaşta kaybedenler ise canlarını iktisadi ve içtimai kuweti Tatarların gözü­
değil, dil, itikat gibi milli esasları kaybeder. nü kamaştırdı ve onlarda da milli yolda ha­
Yazara göre bunu önlemek için dilin tarihi reket başladı. Mektep, dil ve edebiyat işleri
gelişimini, kökeninini ve Türk "şive"lerinin buhrandan biraz kurtulup doğal bir şekilde
tarihi ilişkilerini bilmek gerekir. Böyle bir ilerlemeye başladı. Dil ve imla kendiliğin­
vatan anlayışı Osmanlı'daki vatan anlayı­ den düzelip, birleşmeye başladı. Cemaled­
şından oldukça farklıdır. din Velidi 1 905-1907 yıllan arasında her
Yazar dördüncü sırayı cinsiyete vermiştir, konuda olduğu gibi dil konusunda da cid-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M 1

210

di bir fikirden ziyade kuru gürültü olduğu­ zamanın gerçekliğine göre bu kadar dağıl­
nu savunuyor. mış bir varlıktan bir millet oluşturmak
Burada Cemaleddin Velidi'nin sükunet mılmkıln değildir. Ancak bu milletlerin
devrinin gerici bir idare kuran Stolıpin'in yüksek tabakası arasında edebi ve kültürel
başa geçtiği zaman başladığını belirtmek ilişkiler kuvvetlenir. Dil, kan, din birliği,
gerekiyor. Yani Velidi'ye göre Tatar milliye­ yakınlığı bu milletleri bir kavim şeklinde
tinin oluşmasına fırsat veren durgunluk, birbirine bağlıyor. Velidi'ye göre Tatarlık
dinginlik dönemi Rus tarihinde Stolıpin ir­ arttıkça Türklük, Türklük arttıkça Tatarlık
ticası olarak anılmaktadır ve devrimden artacak, birleşip ayrılma sürecini bu şekil­
sonraki özgür ortama bir son vermiştir. de anladığını belirtiyor.
Yazar burada genel lslam ve Türk dünya­ Mahkü.m milletlerin yapması gereken
sına bakarak Osmanlı Türklerinin duru­ şey milliyeti korumaktır. Velidi'ye göre bu­
munu gözden geçirir. Türkiye'nin silah ve nun anlamı, milli esasları zamana uygun
kılıçtan başka medeni ve ümranı hiç bir bir şekilde korumaktır. Bunun içinde milli
kuvveti olmayan Türkler ile kaldığını belir­ mektep, milli edebiyat, milli sanat gerekli­
tir. Meşrutiyet'in Osmanlılık bayrağı altın­ dir. lkinci olarak da Rusya'nın gerçek bir
da bir millet oluşturamadığı ortaya çıktı. vatandaşı olmak. Bunun için de Rusça bil­
Çünkü milliyet meselesi vardı ve Balkan mek, Rus edebiyatını öğrenmek gerekir.
hıristiyanlarının milli emelleri ortadan kal­ Tatarlık ve Rusya vatandaşlığı. Velidi'ye gö­
dırılamadı. Şimdi ise Türkleri aydınlatmak re Tatarların en temel şiarı bu olmalıdır.
için Türk Yurdu kurulmuş, Osmanlılıkları Cemaleddin Velidi bu kitabında daha
içinden bir Türk ideali yaratmaya çalışıyor. çok milliyetten bahsetmiştir. Milletin nasıl
Velidi'ye göre Türk Ocağı'nı kuranların Ta­ olacağı üzerinde ya da aradaki ayrım hak­
tarlar arasından çıkması büyük bir iftihar kında fikir açıklamamıştır. Bunun bir ne­
vesilesidir. Bunlar zamanında Tatarlar ara­ deni Rusya devleti hakimiyeti altında ol­
sında milli aydınlanma ve milli harekete mak olabilir, yani bir devletle irtibatlandı­
hizmet eden bir iki kişidir. Yazara göre o rılamadığı için Tatarlardan millet olarak
T A T A R L A R A R A S I N D A T Ü R K Ç Ü L Ü K

değil de milliyet olarak bahsetmeyi tercih le birlikte Rusya'dan bir örnek göstermedi­
etmiş olabilir. ği de eklenmelidir.
Aynı konuda bir başka eser de bu sefer Gubeydullin eserin ikinci bölümünde
bir "Türkçü" Gaziz Gubeydullin tarafından milliyetin ne olduğu üzerinde duruyor.
kaleme alınmıştır. Milletçiligin bazı esasları Önce milletin hükümet ve devletle ilişkisi­
adlı eser kitap olarak 1 9 18'de Kazan'da ba­ ne değinen yazar, bu ikisinin farklı şeyler
sıldı, ancak daha önce 1 9 1 3 yılında Anğ olduğunu söyleyerek devletleri çok-milletli
dergisinde makale dizisi o larak yayımlan­ ve tek-milletli devletler olarak ikiye ayırır.
mıştı . Gubeydullin bu eserinde Kuzey Gubeydullin tarihin fe deratif, mahküm
Türkleri, Volga Türkleri , Türk-Tatarlar de­ milletlere hiç olmazsa otonomi veren hü­
yimini kullanıyor. "Türkçü" olarak tanı­ kümetler yarattığını belirtir. Böylece hem
nanlar içinde Türkiye ile bir ilişkisi bulun­ milli medeniyetler gelişecek hem insanlığın
mayan, fakat üniversitede tarih okumuş bir birleşmesi ideali milletler yokolmadan ger­
şahıstır. Türkçülüğü de Rus devletinde var­ çekleşebilecektir.
lığını korumak için Tatar kimliğini Türk­ Gubeydullin'e göre milliyeti koruyan, 211
lükle ilişkilendirmek, bu bağı vurgulamak milletleri birbirinden ayıran dildir. Yazar
şeklinde yorumlanabilir. Türklerin Pan-Türkizm hareketine muhtaç
Gubeydullin "millet" sözcüğünün tarihi olmadığını, çünkü onlan tarihleri, dilleri,
gelişimi verir. Gubeydullin; Rusya müslü­ ananeleri, ortak kültürleri, hatta çoğunun
manlan arasında -ki sözünü ettiği Tatar­ benzer hayatlan zaten bir millet haline ge­
lardır- üç akımı millet sözünün farklı kav­ tirmiştir.
rayışları olarak gösterir. Bunlardan biri ls­ Gubeydullin daha sonra bir dine, lslami­
lamı kabul eden halkların bir millet oluş­ yete, inananların bir millet oluşturduğu
turduğunu savunuyor ve lslamın yalnızca fikrini savunanlara geçerek bu görüşü red­
bir inanç değil toplumsal bir kurum oldu­ deder. Ahmet Ağaoğlu da lslamiyeti Türk­
ğunu iddia eden Pan-lslamistlerdir. Bun­ lerin milli dini olarak görmüştür. Yazar son
lardan başka bir de milliyeti daha dar an­ olarak bütün Rusya Türk-Tatar kavimlerini
lamda alan Bulgarcılarla, biraz daha geniş lslamiyetin birleştirdiğini , dışarıdaki Türk
düşünen Tatarcılardır. Rusların Tatarları kavimleriyle ilişkiyi kuvvetlendirdiğini be­
küçümsemesi, Tatar adının kullanılmama­ lirtir. Milliyeti oluşturan faktörler arasında
sına yol aÇmış olsa da, Mercani sayesinde birinci sırada dili görmesine rağmen Rusya
i dil boyu Türk uleması arasında yaygın Türklerini lslamiyetin birleştirdiğini vurgu­
olan Bulgarcılık kısa sürüp Tatarcılık doğ­ laması, Rusya Türkleri arasında, ortak fa­
muştur. Yazara göre Türkçü olarak bilinen aliyetlerinde siyasi bir araç olduğunu da
Şura dergisine yazan pek çok kişi de Ta­ gösteriyor.
tarcı idi. Dil ve dinden sonra Gubeydullin milli­
Üçüncü olarak yazar Pan Türkizm yolu­ yetin en kuvvetli dayanağının tarih birliği
nun açıldığını belirterek bunun Pan-Roma­ olduğunu vurgular. Gubeydullin daha
nizm, Pan-Germenizm, Pan-Slavizm etki­ sonra milletleri gerçek millet yapan, kav­
siyle doğduğunu, millet sözünün de Türk­ miyetten çıkaran şeyin milli medeniyet
lük sözü ile aynı anlama geldiğini ifade (kültür) olduğunu belirtir. Kültürü olma­
eder. Gubeydullin burada Yusuf Akçura'nın yan halk, kavim yalnızca bir kabiledir. Bu
Üç tarz-ı siyaset kitabını örnek göstererek milli kültür de tarihiyle, onun kayda geçi­
milliyeti üç türlü anlamanın mümkün ol­ rilmesiyle, halk edebiyatının toplanmasıy­
duğunu gösterdiğini belirtir. Burada Türk­ la, güzel sanatlanyla oluşur. Kuzeydeki
çülükten Osmanlı devleti bağlamında bah­ Türk-Tatar kavimlerinin ayn medeniyet
settiği, kendisi de Türkçü olarak bilinmek- yaratmanın dışında, bir medeniyeti ikinci
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

bir medeniyet ehline taşımak, iki medeni­ ramları açıklanmamış, aradaki fark açıkça
yeti birleştirmeye çalışmak gibi bir rolleri belirtilmemiştir. Ahmet Ağaoğlu 1 9 1 5 yı­
de olmuştur. lında yazdığı bir makalede bu iki kavramın
Gubeydullin bir sonraki bölümde millet­ karıştırılmaması gerektiğini belirterek he­
lerin siyasi yapıyla ilişkilerini inceler. Ona nüz bir Türk milletinin varolmadığın ı .
göre milletler hakim ve mahküm milletler Türk milliyetinin oluştuğunu belirtmiştir.
olarak ikiye ayrılır. Gubeydullin Rusya'da Ağaoğlu milliyet tanımında dil ve dine ön­
çözüm olarak, mahküm millet olmuş olan celik vermiş, daha sonra ise ırk unsurunu
Rusya, Türklerinin diğer milletlerle eşit ol­ eklemiştir. Bir millet olabilmek içinse bu
ması ve milli ihtilallere yer bırakmamak üç unsurun milli şuur ve vicdanda yaşama­
için Rusya'da halk cumhuriyeti kurma ge­ sı gerekmektedir. Ağaoğlu'na göre Tı:ırkler
reğini savunur. Gubeydullin sonraki bö­ henüz islamı kendilerine mal edememişler,
lümde mahküm milletlerin mücadele yol­ bütün Türk kitleleri arasında ortak bir ede­
larını irdeler. Ona göre bu mücadele , bu- bi dil oluşturamamışlardır. Ancak bunlar
212 lundukları devletin idare şekline, siyasi ha­ oluştuktan sonra "Altaylara kadar bir Türk
yatına bağlıdır. Müstebid idarelerde mah­ milleti" oluşabilir.
kum milletler savaşmak için dine sarılırlar, Bütün bu kitapların kaleme alındığı dö­
din adına savaşırlar. Nitekim Sırp, Bulgar. nem Birinci Dünya Savaşı öncesi veya savaş
Rum v.b . mahküm milletlerin Türk-Os­ sırasındadır. Savaş sırasında Osmanlı Dev­
manlı hakim milletiyle savaşı din adına idi. letinde yukarıda Ağaoğlu'nun satırlarında
Rusya müslümanlarının-Türklerinin müs­ da gördüğümüz gibi Türkçülük en kuvvetli
tebit idareyle mücadelesi de lslam dini adı­ dönemini yaşarken 1 9 1 5'de Petersburg'da
naydı. gençleri ve öğretmenler Tatar Ocağı adlı bir
Gubeydullin'in kitapçığındaki bir sonra­ dernek kurarlar. O cak l 9 1 6'da dağılan
ki bölüm "Milletler ve milliyet hakkında ocağın liderleri 1. Alkin ve G. Şeref'tir. Üye­
felsefi-nazari \ !1eseleler" adını taşıyor. Ya­ leri ise O. Alkin, S. Mamliyev, A. ve G. Abı­
zar, kitabın "Millet münkarız olacak mı?" zov, S . Yakubova'dır. Bu kişilerin çoğu
başlıklı son bölümünde ise milletin orta­ 1 9 1 Tde kurulan idil-Ural devletinde görev
dan kalkıp kalkmayacağını inceler. Milli-. almış şahıslardır. Ocakçılar, iç Rusya, Sibir­
yet tabiat bakış açısından bir cins (nev') ya ve Kafkasya müslümanları için milli
olduğu için o da yok olmamaya savaşır. devlet kuruluşu sorunuyla ilgiliydiler. Bu
Milliyetin kaybolmaması için savaş iki şe­ grubun lstanbul'daki Türk Ocağı örnek alı­
kilde olur, biri şuursuz olarak yapılan sa­ narak oluşturulduğu düşünülebilir. Zira
vaştır. Bir de milletlerin azaları gerekli gö­ etimolojik olarak da ocak sözü Tatarca'da
rüp milletlerinin gelişmesi için savaşırlar, bulunmasına rağmen fazla kullanılan,
milli yazarlar, milli tiyatro , müzik, güzel Türkçe'deki kadar yaygın bir sözcük değil­
sanatlar yaratırlar, mümkün olduğu kadar dir. Ayrıca bu grup üyelerinin daha sonraki
milli hissi kuvvetlendirip , çöküşe karşı di­ faaliyetleri de düşünülecek olursa Türkiye
renci artırırlar. Milletleri oluşturan tarihtir Türkçülüğü örneğinde bir Tatarcılık hare­
ve tarihin o zamana kadarki seyri milletleri ketini oluşturmaya ve bir devlet kurmaya
korumuştur. Yazar tabiatta güçlü olanın çalıştıklarını söyleyebiliriz.
yaşadığı kuralını da ekler. Milletlerin de
savaşta yenilirse yok olacağını, zamana SONUÇ YERINE
uyum sağlayamazsa ortadan kalkacağını
söyler. Milletler ortadan kalkmasa da tek Sonuç olarak Tatar Türkçülüğü Rusya'da
tek milletler yok olabilirler. vatandaş olma ve eşitlik mücadelesinde
Bu iki yazarda da millet ve milliyet kav- pragmatik bir yoldur. lslamiyetin bağlayıcı
T A T A R L A R A R A S I N D A T Ü R K Ç· Ü L Ü K

unsur olarak yetersiz kaldığını hissettikle­ cazip kılmış, siyasi faaliyetlerine Türki­
rinde aynı dili konuşma temelinde Türklük ye'de devam etmişlerdir. Bu durum hem
bilinci ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunu Rusya'daki müslümanların ortak siyasi fa­
savunanların ise Tatar milliyetçileri içinde­ aliyetlerini hem de Türk siyasi hayatını et­
ki ufak bir grup olduğunu söyleyebiliriz. kilemiştir. Türkiye'ye Rusya'dan gelen ay­
Tatar milliyetçiliği daha yerel özelliklerden dınların Osmanlıcı değil milliyetçi bir ba­
ve Rusya'da yaşamaktan beslenen bir anla­ kış açıları vardı ve Osmanlı toplumunda
yışı öne çıkarır, Türkçü çizgi ise Rusya'ya geniş Türk dünyasına ilgi uyandırmak is­
karşı Türk dünyası ile bağları korumaya tiyorlardı. Çıkardıkları gazete ve dergiler­
gayret eden bir çizgidir. de Türk dünyasından haberlere geniş yer
Türkiye'ye Rusya'dan gelmiş ve Türkçü­ verdiler. Rusya'da edindikleri deneyim,
lük hareketinin gelişmesinde rol oynamış kültür ve eğitimlerini Türk toplumsal ve
aydınları Türkiyeli Türkçülerden ayıran siyasal hayatında kullandılar. Rusya'da fi­
önemli farklar vardır. En önemli ayrım da kirlerini gerçekleştirmek için kullandıkla-
Türkiyeli aydınların Osmanlı mirasına rı araçları, yani öğretmenlik, gazetecilik ve 213
duydukları bağlılık, dolayısıyla da tarihe siyasi örgütlenme, Türkiye'de de kullandı-
bakışlardır. Rusya'dan gelen aydınlar ise lar. Bu aydınlar Rusya'da çeşitli fikir akım-
böyle bir bağlılık hissetmemektedirler ve larıyla tanışmışlar, Rus milliyetçiliği, Pans-
milliyetçiliklerinde tarihsel perspektifleri lavizm, Halkçılık gibi akımlardan etkilen­
vurgulamaktadırlar. Tarihe bakışları aynı mişlerdir. Rus toplumunda toplumsal sınıf
ölçüde Rusya'daki aydınların bakışlarından kavramına yabancı kalmamışlar, bu siyasi
da kısmen farklı ve engellerden azade, de­ mücadelelerine de yansımıştır. l 905 'den
yim yerindeyse tarihe bakışlarında iki ta­ sonra Rus siyasi hayatına girmişler, parla­
raftaki aydınlardan da daha özgürdürler. mentoda Rusya müslümanlarının temsili
Rusya'dan gelen Türkçü aydınları Rusya çabalarına katılmışlardır. Her ne kadar ör-
Türkçülüğünün temsilcileri olarak gör­ neğin Yusuf Akçura'nın etkin olduğu itti-
mek de yanıltıcıdır. Rusya'da 1907 sonra­ fak Partisi, sınıf farklarını göz ardı ede-
sında baskıcı bir idareye geçilmesiyle siya­ rek tüm Rusya müslümanlarını birle-
si faaliyetler ve basın özgürlüğü sınırlan­ şik bir kitle olarak göstermeye çalışmışsa
mış, tüm Rusya müslümanlarının birleşe­ da, bunu paylaşmayanlar, sınıf bilincini
bildiği dinl haklar ve eğitim konularında öne çıkararak bu hareketten ayrılanlar ol-
faaliyet gösterilmişti. Balkan Savaşları ve !. muştur. Rusya'dan Türkiye'ye gelen bu
Dünya Savaşı'nda da Tatar milliyetçi ay­ aydınların hemen hepsi bu birikimlerini
dınları Rus halkıyla dostluk temasını işle­ Türk toplumsal ve siyasal hayatına kat-
miş, Osmanlı Türkleriyle "din ve kan" mışlar, önemli roller oynamışlar, kendi
kardeşliği benimsense de Osmanlı Devleti milliyetçilik deneyimlerini Türkçülükle
eleştirileri artmış, Rusya vatandaşı olarak bütünleştirmişlerdir.
Rus kültürünün üstünlükleri sergilenmiş­ Türkiye'ye gelmiş Rusyalı Türkçü aydın­
tir. Bir taraftan da vatanları Rusya'ya hiz­ ların Rusya'daki Türkçü hareket üzerindeki
metleri karşılığında Ruslarla eşit haklar etkileri de sınırlı olmuş, Rusya'nın koşulla­
kazanmaya çalışmışlardır. Türklük bir üst n tarafından belirlenmiştir. Bu aydınlar için

kimlik olarak benimsenmiş ancak Rusya Türklük kendi etnik kimliklerinin (Tatar,
vatandaşı müslüman Tatar kimliği gittikçe Kazak, Özbek vs.) bağlı olduğu bir üst
güçlenmiştir. Rusya'da gerici idarenin baş­ kimlikti. Onların Türkçülükleri Rusya'daki
lamasından sonra Türkiye'de Il. Meşruti­ deneyimlerinin Türkiye'de biçimlenmesi
yet'in ilanı , Rusya'daki baskıcı idareden ile burada oluşmuş, Türkiye Türkçülüğünü
kaçan müslüman aydınlar için lstanbul'u farklı bir çizgiye taşımıştır. O
Pozitivist Düşüncenin İthali
M U RTAZA K O R LA E L Ç I

ozitivizmin Türkiye'ye girişi doğ­ istişarede bulunmuştur. "A. Comte naza­

P rudan felsefi bir kanalla olmamış­


tır. Edebiyat akımları, o devirdeki
okullara konan pozitif bilim dersleri,
rında Tanzimat, bünyevi bir zaruretin
ifadesi olmaktan ziyade 'enerjik bir hü­
kümdarın teşebbüsü' ve 'dirayetli bir ve­
doğrudan Fransızca tedrisat yapan okul­ zirin sebatı'ndan ibarettir. ( . . . ) Allah yeri­
_

lar, Avrupa'ya gönderilen bazı öğrenciler, ne beşeriyeti ikame eden yeni dinin pey­
eğitim kurumlarımıza gelen uzmanlar, gamberi, Reşit Paşa'nın yeniden bir hayat
bazı dernekler vs. aracılığıyla gerçekleş­ isdariyla, şarkta ümmetinin çoğalacağını
miştir. umuyor ve bu maksatla Reşit Paşa'nın
P o zi tivizmin taşıyıcılığını ü s tl enen nüfzuna müracaat ediyor. " 1 Siyavüşgil'in
özel bir dernekten söz edilemeyecekse bu düşüncesini Cevdet Perin şöyle ta­
de, üyeleri arasında pozitivizme yakınlık mamlar: "A. Comte'un Alemşumul Dine
duyanlar bulunan bazı dernekler bu yön­ (religion universelle) Türk elçisini de da­
de işlev görmüşlerdir. Yeni Osmanlılar vet etmek üzere, kendisine on sayfalık
Cemiyeti, pozitivist filozoflarla ilgi kuran uzun bir mektup yazm [ıştır] . (. .. ) Uzun
lbrahim Şinasi ( 1 824- 1 8 7 1 ) ve Mi that bir muhakeme silsilesinden sonra filozof,
Paşa'ya ( 1 822-1884) destek oluşu ve bazı mektubunda, Tanrı'nın yerine ilmi ve be­
üyelerinin pozitif düşünceyi meydana şeriyeti ikame eden yeni dinin peygam­
getirecek eserler tercüme etmesiyle bu beri sıfatı ile Reşit Paşa'ya müracaat edi­
harekette yer alanlar arasındadır. Poziti­ yor ve ondan yeni bir hatla Doğuda bu
vist düşüncenin ithalinde Batı'yla kuru­ yeni dini yaymasını istiyor." ( P eri n ,
lan ilk ilişkilerin önemi de büyüktür. Bu 1946: 56)
bakımdan ilkin Mustafa Reşit Paşa'nın Mustafa Reşit Paşa'nın koruyuculuğun­
( 1 800- 1 858) katkılarına yer vermek zo­ da 1 849 başlarında Paris'e giden lbrahim
runlu gibi görünüyor. Şinasi, pozitivist filozoflardan Emest Re­
1 834'te, Fransızca bilmediği halde Pa­ nan ve Emile Littre ile dostluk kurmuştur
ris'e ortaelçi olarak gönderilen Mustafa (Tanpınar, 1 976: 189). Onun da bu iki
Reşit Paşa, elçilikler döneminde Fransız­ pozitivist filozof dolayısıyla A. Comte'dan
casını geliştirir (lewis, 1 970: 106). Kral da etkilendiği söylenebilir. Şinasi üzerin­
louis Philippe'in ( 1 758- 1 838) oğulların­ deki pozitivist etkileri, şiirlerinde bulmak
dan Prince de J oinville ( 1 8 1 8- 1 900) ile mümkündür. M. Kaya Bilgegil'e göre "Şi­
Tanzimat Fermanı'nın ilanı konusunda nasi Efendi, değil nat yazmak hiçbir şiirin-
P O Z i T i V i S T D Ü Ü N C E N i N 1 T H A L 1

de Hz. Peygamberden bile bahsetmez. . . " san/aklı tanrılaştıran etkisi sezilebilir.


(Bilgegil, 1980: 42) Şinasi'ye göre medeni­ Mustafa Reşit Paşa'nın misyonunu sür-
yetin esası akıldır. Din ile aklın verdiği so­ düren ve Meclis Katipliği, Valilik, Şuray-ı
nuç birbirine eşittir. Sadece söyleyenleri Devlet Reisliği, Sadrazamlık makamların-
farklıdır. lnsana şeref veren akıl ile bilgi­ da bulunan Mithat Paşa ( 1 822-1 884) 35
dir. "Milletim nev-i beşerdir, vatanım ru-yi yaşında Fransızca öğrenmiştir. 1 878'de
zemin" diyen Şinasi düşüncelerini şöyle sürgün olarak geldiği Paris'te zamanın
devam ettirir: "Sadece fertler değil, millet­ pozitivistleri tarafından ağırlanmıştır. Pi-
ler de insanlığa hizmetle, onu yükseltmek erre Laffite Mithat Paşa'yı, A. Comte'un
ve aydınlatmak vazifesi ile mükelleftirler. mektup yazdığı büyük Reşit Paşa'nın de-
Bir millet ki insaniyetin tenvir ve tezhibi­ vam ettiricisi olarak düşünüyordu. Ah-
ne memur olmak itikadında bulunur, efra­ met Rıza'nın belirttiğine göre Mithat Paşa
dı dünyaya askerlik için gelir. " Tanpınar'a "imzaladığı bir fotoğrafını pozitivist tem-
göre, bu düstur eski cemiyetimizdeki !'la­ silcilere armağan etti. Bu fotoğraf bugün
yı kelimetu'llah idealine çok benzer. Yal­ pozitivist toplumun salonlarının birinde 215
nız gaye değişir. Burada gaye insanlığın bulunmaktadır. " 2 1877'de azlinden sonra
kendisine erişmektir (Tanpınar, 1 9 76: da pozitivistler Mithat Paşa'ya yakınlıkla-
202). Bu düşüncelerde pozitivizmin in- rını belirtmişlerdir. Pozitivistlerin amacı,
Osmanlı lmparatorluğu'nu parçalama-
dan, buradaki pozitivist etkinin gelişmesi
ve "Evrensel Din" olarak pozitivizmin ls-
lamın da yerini almasıdır.
Türkiye'ye pozitivizmin girişine zemin
hazırlayan bu üç şahsiyetten sonra, pozi­
tivist düşüncenin Türkiye'ye girişinde
önemli rol oynayan faktör, şüphesiz ki it­
tihat ve Terakki Cemiyeti'dir. Derneğin
başkanı Ahmet Rıza, derneğe A. Com­
te'un vecizesi olan " o rdre et progres"
(Nizam ve Terakki) isminin verilmesini
isteyecek kadar, onun fikirlerinin tesirin­
dedir. lstanbul'dakiler bunu olduğu gibi
kabul etmedikleri i çi n "ordre" yerine
"union" kelimesini konularak elde edilen
"Union et progres" (ittihat ve Terakki) ,
derneğin ismi olarak kabul edilir (Kuran,
1948: 61).
Derneğin 1 895'te neşre başlayan yayın
organı Meclıveret gazetesi, pozitivist dü­
şüncenin gelişmesi ve ithalinde dikkate
değer rol oynamıştır. Gazetenin 26. sayı­
sında Jön Türklerin, Anayasanın kabulü­
nün 20. yılını kutlamak için Paris'te "Ca­
fe Voltaire" de ver<likleri bir ziyafet anla­
tılır. Bu ziyafette Fransız pozitivistlerinin
lideri Pierre Laffitte ve pozitivist millet
vekili M. Delbet de hazır bulunur.3
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M 1

Pozitivist düşüncenin ithalinde Fran­ felsefesinin tanıtımını yaparlar.


sızca eserlerin çevirileri de rol oynamış­ Başında Ziya G ökalp ve Necmeddin
tır. Ancak yapılan bu ilk çeviriler, poziti­ Sadık'ın ( 1 890-ı9S3) bulunduğu i ç tima­
vist filozofların eserlerinin bütünüyle çe­ iyat M ecmuası ise pozi tivizme s osyal
virisi şeklinde olmayıp, bazı konulardaki ilimler bağlamında işler. Ülkemizde neş­
görüşlerinin aktarılması şeklinde olmuş­ redilen ilk sosyoloji dergisi olan iç tima­
tur. Yine ilk zamanlarda pozitif felsefeyle iyat, Durkheim'in fikirlerini yaymıştır.
ilgili kitap halinde bir çeviri bulunma­ N ecmettin Sadık'ın, Durkheim'in "La
makla beraber, pozitif felsefenin etkisiyle Prohibition de IJnceste" isimli eserinden
doğan ve bir bakıma pozitivizmin edebi "Fücurun N ehyi ve Menşe'leri" adıyla
akımı diyebileceğimiz "realisme" ve "na­ yaptığı çeviri birinci sayıdan itibaren yer
turalisme" akımlarının önemli şahsiyet­ alır. Yine N ecmettin Sadık'ın Durkhe­
lerinden çok sayıda çeviri yapılmıştır. im'den yaptığı " ı 9. asırda Fransa'da lcti­
Pozitivist düşünceyi benimsememelerine maiyat" isimli çeviride, A. Comte ile S.
·

216 rağmen Ziya Paşa ( 1 82S-1880) ve Namık Simon'un sosyolojideki yerlerinden bah­
Kemal'in ( 1 840- ı888) de bu çizgideki sedilir.
eserlerden yaptıkları çeviriler vardır. Pozitivist düşüncenin nakledilmesiyle
Servet-i Fanan ( 189 ı -ı 942) , Ulum-ı lk­ ilgili bu bilgilerden sonra, pozitivizmin
tisadiye ve lçtimaiye ( ı908-ı 9 10) ve lçti­ etkisinde eser veren düşi!n.ürleri ele al­
maiyat ( ı 9 ı 7) mecmuaları, bu fikriyatın maya çalışacağız.
tanıtımında ö nemli rol oynamışlardır.
Servet-i Fünün'un dördüncü sayısında Er­ BEŞiR FUAT (1 8527-1887)
nest Renan'ın " llmin G eleceği" isimli
eseri tanıtılır. Altıncı sayıda, realist Emil Beşir Fuat yazı hayatına ı883 yılı sonla­
Zola ( 1 840-1 902), dördüncü ciltte, natü­ rında başlar. llk çevirilerini İngiliz poziti­
ralist Guy de Maupassant ( 1 8SO- ı 893) vist George Henry Lewis'ten yapar. En­
methedilir. Fransa'daki realist akımı dik­ var'ı Zeka dergisinin ı s . sayısında, Al­
katle takip eden Servet-i Fünün, bu akı­ manca'dan çevirdiği "Kalp" isimli uzun
mın önde gelen simalarından Edmond de makalede, şairin kalp anlayışı ile tabibin
Goncourt'un ( 1 822-ı896) ölümünü, ı ı . kalp anlayışı karşılaştırılarak kalbin il­
ciltte büyük bir kayıp olarak ilan eder. ham kaynağı olmadığı üzerinde durul­
ı 4. ciltte, "Edebiyat, Haric-i Edebiyat" maktadır.
isimli makalesiyle pozitivizme biraz daha 1 884'te, Izmirli Ubeydullah Efendi'yle
yaklaşan Hüseyin Cahit ( ı874- 1 9S7), ıs. çıkardıkları Haver mecmuasında poziti­
ciltte başlayan "Hikmet-i Bedayi'ye Dair" vizme yakınlığını iyice ortaya koyan Be­
isimli makaleleri ile Hippolyte Taine'in şir Fuat, kelamla ilgili bir makaleyi dergi­
sanat felsefesini açıklar. de yayınlatmaz. Çünkü müspet ilmin dı­
Ahmet Şuayb, Rıza Tevfik ve Mehmet şındaki i l i ml eri kab u l etmemektedir
Cavit tarafından kurulan ve Türkiye'de (Okay, 1 9 69: SO) . 1303 ( 1884)'te neşrine
ilk defa felsefi denilebilecek bir hareket başladığı G üneş mecmuasında da dini
meydana getiren Ulum-ı Iktisadiye ve içti­ konulara hiç yer verilmez. Fensiz edebi­
maiye Mecmuasının kuruluş amacı, Avru­ yat düşünmeyen ve edebi realizmi Türki­
pa'daki yeni fikir gelişmeleriyle beraber ye'ye taşımaya çalışan Beşir Fuat, poziti­
özellikle A. Comte ve Le Play'ın ( 1 806- vizm ile materyalizmin mukayesesini ya­
ı 882) fikir ve eserlerinin Türkiye'ye akta­ par. Fenni, şiirden üstün tutar. Ona göre
rılmasıdır. Derginin hemen ikinci sayısın­ matematik fen ilimlerinin anahtarıdır.
da Salih Zeki ile Halide Salih, A. Comte Vatana hizmetin ancak fen ile yapılacağı-
P O Z i T i V i S T D Ü Ş Ü N C E N i N 1 T H A L 1

na inanan Beşir Fuat şöyle der: "Her va­ şik vücuttur. . . " (Rıza, 1 3 1 2: 2)
tanı seven, millet ve devletin istikbal ve Ahmet Rıza, ittihat ve Terakki Cemiye-
selametini düşünen Osmanlı, cidden fen­ ti'nin yayın organı olan Fransızca Meclı-
ne hizmet etmelidir, fikrindeyim. lşte bu veret'de, A. Comte'un icat ettiği takvimi
sebepledir ki, sizi fenne teşvik hususun­ uygulamıştır. Gazetenin başlığında pozi-
daki muvaffakiyetimi ebnay-ı cinsime tivizmin dövizi olan "Ordre et Progres"
edebileceğim hizmetlerin en büyüğü ad­ (Dü_z:en ve llerleme) ifadesi yer alır. An-
dediyorum." (Fuat, 13 13: 18) cak pozitivist takvim 1 Ekim 1 896 tari-
Beşir Fuat'ın isimlerini takdirle zikret­ hinden, A. Comte'un vecizesi olan "Ord-
tiği filozofların 18. yüzyıl ait olanlarının re et Progres" dövizi de 15 Nisan 1897
(Voltaire, Diderot, D. Alembert, Le Mett­ tarihinden i tibaren kaldırılır. Bu vecize-
rie) çoğu materyalist veya deist, 19. yüz­ nin kaldırılışı Ahmet Rıza tarafından şöy-
yıldakilerin ise (A. Comte, Emile Liure, le açıklanır: "Bizim 'ordre et progres' dö-
Claud Bernard, Emile Zola, H. Spencer, vizi yanlış yorumlara yol açtığı ve düş­
G eorge Henry Lewis) tamamı pozitivist­ manlarımızın bunun bir tanrıtanımazlık 21 7
tir. Beşir Fuat ilimde A. Comte ve Spen� (atheisme) bayrağı olduğuna Müslüman-
cer'i rehber edinmiştir. A. Comte ile Emi­ la·rı inandırmaya çalıştıkları için onu ga-
le Littre'yi 1 9 . yüzyılın "hakimi" kabul zete başında muhafaza etmemeye karar
eder. Metafiziği reddeder, kendi kimliği verdik." 33. sayıdan itibaren kaldırılan
hakkında kesin hüküm verilm esi için döviz, 68. sayıda, yani 1 Aralık 1 898 ta-
ş öyle der: " Hikmet ( felsefe) vesairem rihli gazeteden itibaren tekrar gazete baş-
hakkında mesleğimi bilmek isteyenler, lığına yazılmaya başlar ve son sayıya ka-
eserlerimde isimlerini takdir ile zikretti­ dar böyle devam eder.
ğim hukema-i müteahhirinin eserlerine Dini inanış ve düşünüşün etkisiyle mü­
muracaat etsinler. Bu teklif beni bilme­ cadele, Ahmet Rıza'nın pozitivizminde de
yenlere aittir, beni bilenlerce mesleğim önemli bir yere sahiptir. Paris'te yazdığı
zaten maruftur." (Fuat, 1 304: 72) Orij i­ mektubunun birinde kız kardeşine şöyle
nal intiharıyla fikri kanaatini ölümüne der: " . . . O çocukluklardan vazgeç, namaz
de uygulayan düşünürü, pozitivizmin it­ kılacağım diye ayaklarını üşütme, nama­
halinde öncü olarak anmak mümkün gö­ zına, orucuna itirazen ara sıra yazdığım
rünmektedir. şeyler biliyorum ki gücüne gidiyor, seni
hiddetlendiriyor. . . Ah Fahriyeciğim seni,
AHMET RIZA (1 859-1 930)
anlamayarak okuduğun Kur'an'dan, dün­
yadan ve ne olduğunu bilmeyerek inan­
Bir bakıma A. Comte'un talebesi sayılan dığın cennetten, hasılı itikadında ne ka­
ve Pierre Laffitte'i üstat kabul eden Ah­ dar mukaddes şey varsa hepsinden ziya­
met Rıza, " Revue Occidentale" ın ikinci de severim . . . " (Hanioğlu, 1985: 48) Yine
serisinin 19. cildindeki listede, Türkiye kız kardeşine Paris'te yazdığı 27 Kanun-ı
temsilcisi olarak resmen zikredilmiştir.4 evvel (Aralık) 1885 tarihli mektubunda
il. Abdulhamid'e yazdığı layihalarda po­ şunları yazar: " . . . Ben kadın olsaydım
zitivizmi telkin etmeye çalışan Ahmet dinsizliği ihtiyar eder ve lslam olmasını
Rıza ilk layihasında, Comte'un sosyal istemezdim. Üzerime üç karı ve istediği
statiğini tekrarlayan tespitlerde bulunur: kadar odalıklar almasına cevaz veren, ko­
" . . . Hükümeti idare etmek kumar oyunu cama cennette huriler hazırlayan, başımı
gibi zarın talihine bırakılamaz. Hakika­ yüzümü dolap beygiri gibi örttürdükten
. tin halleri istihareye yatmakla bilinemez. maada beni her eğlenceden men eden ko­
Cemiyet tabii kanunlara bağlı bir birle- camı boşamamak, döver ise sesimi çıkart-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M I

218 .,
, ,,, .
�E
Birfa'brika kÜşat (açıfış) töreni... Gelenekset din�let töJ'enselliğini an ıran u rilii":t
atmo�fer4 Osmantı reformlar çağında bitim ve tekniğe bağlanmı umutların işaretçişidir.
Kurtıduş ve ilerlemeyi modern tekniği devralmada gören bu bakış, siyasi ve popiiler
açılımlarıyla, Cttmhuriyet'e taşınacaktır.

mamak gibi daima erkeklere hayırlı, ka­ açıklayışı ise şöyledir: "Bizi buraya kadar
dınlara muzır kanunlar vazeden bir din iten şey, asla bir din yobazlığı olmayıp,
benden uzak olsun derim. Tuhaf! Bu da adalet ve insanlık duygusudur. lslam'ı sa­
bir nevi sinir hastalığı olmalı, dine dair vunarak söylediğimiz şeyle, her tarafta
bahis açıldı mı kendimi zapta muktedir görüldüğü gibi, bir dini değil adalet ve
olamıyorum." (Hanioğlu, 1 985: 47) Öte insanlığı (l..'. H umanite) savunmak iste­
yandan 1922 yılında yayımladığı bir ese­ dik. " 5 Ahmet Rıza'ya göre pozitivist dü­
rinde, " . . . Kadınlar bağımsızlıklarını bu şünce dinin yerini tamamen alıncaya ka­
gelişmeye ve dolaylı olarak lslam mede­ dar dinden vazgeçmeye imkan yoktur.
niyetine borçludur." (Rıza, 1982: 1 86-7) "Osmanlı imparatorluğunda, Brezilya'da
demekten geri kalmayacaktır. Ahmet Rı­ olduğu gibi pozitivizm bir din halini aldı­
za'daki bu çelişik durumu şöyle açıkla� ğı zaman lslam tamamen bir tarafa bıra­
yanlar da vardır: "Paris'te iken tüm hür kılabilir." (Hanioğlu, 1985: 621) O, pozi­
düşünce derneklerine ve özellikle Türki­ tivizmin dünya vatandaşlığı görüşünü
ye temsilcisi olarak kabul edildiği poziti­ esas kabul etmiştir: "Ben ne aşırı milliyet­
vist komiteye üye idi. Comte'un doktrini­ çiyim ne de yabancı düşmanıyım. Bunlar­
ni kendi memleketinde yaymak görevini dan s onra şöyle diyoru m : Allah beni
üzerine aldığını Fransız pozitivistlerine dünya yurttaşı olmaya engel olan vatan­
kesin söz verdiği halde, lstanbul'da, Mec­ severlikten korusun. Kin faktörü olmak­
liste açık olarak günde beş vakit namazı­ tan uzak yurt sevgisinin, ahlak ve akılla
nı muntazaman ed.a ediyordu. Bundaki hizmet edildiği zaman, bir dürüstlük va­
amacı, Paris'te iken inkar ettiği Müslü­ sıtası ve toplumlararası bir yaklaşma ola­
manlığın güvencesini din taraftarlarına cağına inanıyorum. Vatanımı seviyorum
gös term ektir. " (Meclı ro u t i e t t e , Paris, fakat aynı şekilde insanlığı ve gerçeği de
1 9 1 0: 39) Ahmet Rıza'nın bu durumu seviyorum." (Rıza, 1922: S)
P O Z i T i V i S T D Ü Ü N C E N i N 1 T H A L I

SA L iH ZEKl (1864- 1 92 1 ) ateşli tilmizliğini yapmamasıdır. Bilimci


bir pozitivist düşünceyi aktarmakla yetin­
Küçük yaşta yetim ve öksüz kaldıktan diği söylenebilir.
sonra başarılı bir tahsil hayatı sonrasında
Paris'te Elektrik Mühendisliği Yüksek RIZA TEVFiK (1 868-1 949)
Okulu'nu birincilikle bitiren Salih Zeki,
çeşitli görevlerden sonra 1 9 1 0'da Galata­ Yaramazl ıklarından ö t ü r ü d e falarca
saray Sultanisi Müdürlüğü'ne getirilmiş, okuduğu okullardan kovulan ve güçlükle
l 9 1 2'de Maarif Müsteşarı, l 9 l3'te de Da­ tıbbiyeyi bitiren Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ,
r ü l fü n ü n M ü d ü rü o l m u ş tu r. M üspet 1 907'de gizli ittihat v e Terakki Cemiye­
ilimlerin Türkiye'de yayılması için en ti'ne girmiş ve derneğin lstanbul temsil­
fazla çaba sarf eden düşünürlerden biri­ cisi olmuş, l 908'de Edirne milletvekili
dir. Orta dereceli okullar için matematik, seçilmiştir. Bir yandan felsefeyle uğraş­
geometri, fizik, cebir kitapları, üniversite mış, bir yandan da Spencer'in "sağlam
için yüksek matematik kitapları yazmış­ kafa sağlam vücu tta bulunur" ilkesini 219
tır. Ulum-ı iktisadiye ve içtimaiye Mecmıı­ m emlekete yaymaya çalışmış tır. 1330
ası'nda Comte'un felsefesi ve ilimleri tas­ ( 1 9 1 2)'da, Raif Ogan'ın kurduğu "Reh-
nifi hakkında yazı lar kaleme almıştır. ber-i l ttihad-ı Osmani" adlı özel lisede
Comte'un kurduğu pozitif felsefede, ha­ son sınıf öğrencilerine felsefe dersi ver-
diselerin açıklamasının başka bir hadise meye başlamış, Birinci Dünya Savaşı'n-
ile izah edilip ilk sebepl�rle açıklanama­ dan sonra Darülfünun Edebiyat Fakülte-
yacağını anlatır. si'ne felsefe müderrisi olmuştur. 1 9 1 8'de
A. Comte'un, üç hal kanunu, insan dü­ Maarif Nazırı, 19 19'da da Şuray-ı Devlet
şüncesinin tekamül kanunu olarak kabul reisi olur. Sevres Antlaşması'nı imzala-
ettiğini söyleyen Salih Zeki bu üç halin, yanlar arasındadır. l 92 2'de yurtdışına
hadiselerin açıklanması için biri diğerin­ kaçmış, 1943'te af kanunundan yararla-
den farklı üç çeşit felsefe meydana getir­ narak dönmüştür.
diğini söyler. Bunlar felsefe-i mevzua, fel­ lngiliz pozitivist filozofların etkisinde
sefe-i m ücerred ve felsefe-i müsbetedir. kalan Rıza Tevfik, Herbert Spencer'i üstat
Felsefe-i mevzua'da "mabud" veya "ilah" sayar. Darwin ve J ohn Stuart Mili gibi bir­
ismi altında, birbirine tabi olmayan bir çok düşünürlerin fikirlerini ve eserlerini
çok müessir varlıkların kaldırılması ve nakil ve izah, şerh ve tenkit etmiştir. Spen­
bunların tümünün yerine kainat ve mü­ cer ve Mill'in fikirlerini kendi felsefesi sa­
kevvenatı idare eden bir Allah'ın kabulü yar: "işte ben mürebbi-i fikir ve vicdanım
söz konusudur. Felsefe-i mücerre'de ise olan bu büyük adamlarının efkar ve müla­
her hadise için bir mücerret kuvvet düşü­ hazatını vatandaşlarıma bildirmekle vazi­
nüleceği yerde bütün hadiseler için yega­ femi kısmen ifa etmiş oluyorum."7 Hürri­
ne kaynak ve çıkış yeri olmak üzere "ta­ yet hususunda Spencer'in düşüncelerini
biat" isminde mücerret bir kuvvet kabul mihenk taşı olarak gösterir. "Hükümet ve
edilir. Müspet felsefeye gelince onun tek Hürriyet Hakkında Spencer'in Felsefesi"
emeli, hadiseler arasındaki irtibatı, qaşka başlığı altında Mill'in siyaset felsefesini
tabirle tabii kanunları keşfetmek ve insan açiklamıştır. Spencer'in, Aristotole5'in ta­
fikrini bunların hakiki mahiyetlerini araş­ biat-ı eşya hakkındaki görüşlerini yıkıp,
tırmak gibi boş uğraşlardan men etmek­ bunlardan mütevellit hataları zihinlerden
tir. 6 Salih Zeki, Comte'un ilimleri tasnifi­ silmek için çalıştığını ileri sürer: "Binaena­
ni eleştirisiz kabul eder. Salih Zeki'nin bir leyh (manay-ı sahihi ile hükümet mahiye­
özelliği, herhangi bir pozitivist filozofun ten birdir, enva' olmaz) zanneden azim bir
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

ekseriyetin bu kanaati vicdanisine rağmen isi, Duyun-i U mumiye tayinler vekili


Spencer tekamül keyfiyetinin hakikatine olur. lngilizler tarafından lttihatçıların
istinat eyleyerek zaman ve mekana nispet­ ileri gelenleri ile beraber Malta'ya sürgün
le, mahiyet ve şekl-i hükumetin mütehav­ edilir. Burada kendi başına öğrendiği
vil bulunduğunu iddia ediyor."8 Fransızca'sına lngilizce ve ltalyanca'yı da
Metafiziği reddeden Rıza Tevfik, ilim­ katar.
ler tasnifinde de A. Comte'u değil, Spen­ Hüseyin Cahit, pozitivist filozoflardan
cer'i kabul eder. Beri yandan, üstat ka­ Stuart Mill'in H ıi rriyet'ini , Ernes t Re­
bul ettiği Spencer'in agnostisizmini Ku­ nan'ın Isa'nın Hayatı'nı , Hippolyte Ta­
ran'dan ayetlerle doğrulamaya çalışmış­ ine'nin lııgiliz Tarih-i Edebiyatı'nı ve Emi­
tır: "Biz bu adamı maa'l-memnuniye ka­ le Durkheim'in Din Hayatmm Iptidai Şe­
bul edebilirdik , zira söyl ediği sözler: k illeri'ni Osmanlıca'ya çevirmiştir. Poziti­
(Onun zatından başka her şey yok olma­ vist düşünce yakınlığı daha lise çağların­
ya mahkümdur) , (Allah'tan başka baki da başlamıştır. Kendisini skolastik batak­
220 yoktu r) , ( O nu n misali gibi hiçbir şey lığından kurtaranın Fransızca bilmesi ve
yoktur) ve (Allah birdir) gibi Kelimat-ı Batı kültürü olduğunu söyler. Rehberleri­
Celilenin tamamen aynıdır . . . lşte ilm-i ni şöyle sıralar: "Hippolyte Taine'i Paul
beşer'in mahiyeti -hülasatel hülasa- bun­ Bourget vasıtası ile tanıdım. Roman saha­
dan ibarettir. Bundan çıkan netice-i sari­ sında yavaş yavaş çıkıyor, yeni sihirli ca­
ha şudur ki bildiğimiz ve bileceğimiz zip ufuklar keşfediyorum. Bouget'nin :ve
ancak hadisata müteallik umurdur. Bu Hippolyte Taine'in tesirleri üzerimden
vadide muvaffakiyetimize hiçbir mani hiç silinmemiştir." (a.g.e. 32) Paul Bour­
olmadığı muhakkaktır. Hadisatın asıl get'nin krallık ve papazlık taraftarlığı et­
hakikati ve müstenid-i ilahi olan vücud­ mesi üzerine ondan uzaklaşan Hüseyin
ı mutlak hakkında zerre kadar malumat­ Cahil, sadece Hippolyte Taine'e bağlanır.
ı sahiha edinmek ihtimali yoktur. lşte Servet-i Fünün dergisinin 34 7. sayısında
bu kadarcık bir hakikati öğrenip de ne­ neşrettiği "Edebiyat, Haric-i Edebiyat"
reye varabileceğini düşünebilirseniz bu makalesinde, "Taine'in nazariyesini ve
düstur, tahkikat-ı atiyenizde rehber ol­ mesleğini (. .. ) bizim edebiyatımıza tatbik
m a k i ç i n size kifayet eder. " (Tevfi k , etmek istediğini" (a.g.e. 89) belirtir. Hü­
1 330: 564) seyin Cahit, pozitivist düşüncenin Türki­
ye'ye etkisinde edebiyatın rolünün öne
HÜSEYiN CAHIT YALÇIN (1874-1 957) çıktığı bir örnektir.

1 896'da Mekteb-i Mülkiye'yi bitirdikten


AHMET ŞUAYB (1876- 1 9 1 0)
sonra lstanbul okullarında yöneticilik
yapan Hüseyin Cahit, Servet-i Fünım'da Servet-i Fünun yazarları içinde en kuvvet­
edebi metinler ve çeviriler yayımlamıştır. li felsefeci ve tenkitçi olan Ahmet Şuayb,
Pierre Lacombe'tan çevirdiği "Edebiyat Hukuk Mektebinde öğretmenlik yapmış­
ve Hukuk" isimli yazının, 3 Teşrin-evvel tır (Korlaelçi, 1998: 55) . Comte'u asrın
1 3 1 7 tarihinde yayımlanması üzerine en büyük fikir hizmetçisi ve D escar­
Servet-i Fünun kapatılır (Yalçın, 1 935 : tes'den sonra Fransa'nın en büyük düşü­
1 5 9 ) . Bunun üzerine Tevfik Fikret ve nürü sayar (Şuayb, 1329: 133), ama esa­
Hüseyin Kazım'la birlikte Tanin gazetesi­ sen Hippolyte Taine'den etkilenmiştir.
ni çıkararak siyasete atılır. lttihat ve Te­ Asaf Nafi şöyle diyor: "Şuayb her şeye
rakki'nin lstanbul milletvekili olarak mütehammildi, hatta kendisine karşı edi­
Meclise girer. Sonra Meclis-i Mebusan re- len zımni ve aleni tahribata bile, fakat
P O Z i T i V i S T D Ü Ş Ü N C E N i N 1 T H A L I

Taine'e edilen tarizata asla tahammül et­ mumuza tanıtmıştır. Ama onun da zama­
mezdi. Onun indinde Taine alem-i ilim nın diğer pozitivistleri gibi nakilcilikten
ve faziletin mabudu idi. O da Taine gibi ileriye gidemediği söylenebilir. .
asar-ı tarihiyesini daima felsefe ve edebi­
yat ile meczederdi. Şuayb, Taine gibi bir ZIYA GÖKALP (1 876-1 924)
münekkit, bilhassa Taine gibi bir müver­
rih olmak istemiştir. " 9 ittihat ve Terakki'nin ideolog kadrosunda
Ahmet Şuayb'in aktardığı üzre, Taine'e yer alan Ziya Gökalp'in, Türkiye'de sos­
göre insan ahlaki bir varlıktır. Ne astro­ yolojinin kurumlaşmasının da öncülerin­
nomi, ne fizik, ne kimya, ne bitki ve hay­ den olduğu biliniyor. Yoğun bir biçimde
van ilmi bize ahlak dersi verebilir. Ahlak eserlerine eğildiği Bergson ve D urkhe­
denilen şey insanların kendi nefislerine im'dan, ikincisi onda ağır basmış, Gö­
ve başkalarına karşı yapmaları lazım olan kalp Emile Durkheim hayranı olmuştur:
vazifelerden mürekkeptir (Şuayb, 1 329: "Ben, Lavoisier'den evvelki kimyacıları
1 49 ) . Biz başkalarını ancak kendimizi hakiki kimyacı, Bichat ve Claud Ber­ 221
sevdiğimiz için severiz. Hayatını sevme­ nard'dan evvelki garziyatçıları hakiki ga­
yen bir kimse hemcinslerine karşı tama­ riziyatçı demediğim gibi, Durkheim'den
men lakayt ve hissizdir. Eğer kendimizi evvelki içtimaiyatçılara da hakiki içtima­
sevmemiz kaldırılırsa , ahlakımız ıslah iyatçı gözüyle bakmam. içtimaiyatı tama­
edilecek yerde mahvedilir. insanın kendi mıyla ilmi bir surette tesise b aşlayan
hakkındaki bütün vazifeleri zatını sev­ Durkheimdir. Durkheim'den evvel içti­
mesine bağlıdır. Bunda da metafizik hiç­ maiyat, felsefenin yahut hayatiyat ve ru­
bir esas yoktur. Başkaları hakkındaki va­ hiyat gibi ilimlerin birer mebhası kabilin­
zife de merhamet, aile duygusu ve şefkat­ deydi. (. .. ) Bugün ilim aleminde içtima­
ten ibarettir. M erhame t insanın bizzat iyat denildiği zaman, hatıra yalnız Durk­
nefsi hakkındaki düşüncesinin kendine heim mektebinin içtimaiyatı gelir. (. .. )
benzeyen bir varlık üzerine yönelmesidir. Herkes biliyor ki, Durkheim'in içtimaiya­
Aile duygusu insanda tabii olarak vardır. tı vicdanın ferdi ruhlardan müteşekkil,
Şefkat ise insanın yakınlarına saf sevgisi, fakat onlardan ayrı müstakil bir şe'riyet
insanın insan için ihtirasıdır. Bunun da olduğu esasına müsfenittir. Benim d e
esası toplumsal içgüdünün fevkalade ge­ öteden beri b u kanaat taraftarı olduğum
nişlemesidir. Burada yine metafizik bir beni tanıyanların ve okuyanların malu­
esas yoktur. Kainatın kanunları gibi ce­ mudur. ( . . . ) Bilhassa benim serdettiğim
miyetin de kanunları vardır. Devletin bü­ bir fikir tenkit olunurken, herkesten ev­
tün organları birbirine son derece bağlı­ vel hatırlanması lazım gelen D urkhe­
dır. Birine yapılan etkiden diğerleri de im'dir." (Gökalp, 198 1 : 9 1 )
derhal müteessir olur. A . C o m t e v e D u rkheim e tk i l eriyle
Ahmet Şuayb pozitivizmi d erli toplu ahlakın gayesini cemiyete bağlayan "Ah­
tanıtan ilk yazarlarımızdandır. llk poziti­ lak" isimli şiirini bu anlayışı yansıtır:
vist Beşir Fuat, pozitivizmle materyalizm Alı/alı yolu pelı dardır.
arasındaki farkları kısaca belirtmişti, fel­ Tetilı bas, önü yardır.
sefi yönünden ziyade edebi yönüyle açık­ Sahın "lıalıkım var" deme
lamıştı. Hüseyin Cahit estetik yönünü Halı yalı, vazife vardır.
ele almıştı. Ahmet Şuayb ise, pozitivizm­ (G ölı alp, 1 9 76: 13)
le ilgili ilk telif kitap diyebileceğimiz Ha­
Aynı şiirin başka bir dörtlüğünde de
yat ve Kitaplar isimli eserinde pozitiviz­
şöyle demektedir:
mi felsefi, edebi, tarihi yönleriyle toplu-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M I

Ben, sen yoh biz varız Hatta diyebilirim ki iyiden daha iyi bir
Hem ogan lıern lıullanz. şeydir. ( ... ) Dinde bu fevkal ahlak ve fev­
"Biz" denıelı "Bir demelıtir" kal bediiyat mahiyetlerinden başka bir de
Ben, sen ona taparız! 'fevkal mantık' tabiatı vardır. Bu sebeple,
A. Comte'a göre, "pozitif hukuk fikri evliyanın idrak vasıtası mantık ve usul
geri getirilemez bir şekilde gözden kay­ değil, 'zevk, hal, mükaşefe' adları verilen
bolmuştur. Herkesin her şey hakkında va­ ve bizim gibi ağzı karalar için daima es­
zifeleri vardır. Başka bir deyişle hiç kimse­ rarengiz kalan bir nevi görüş yahut tadış­
nin vazifesini yapmaktan başka hakkı tır. ( . . . ) Her sene lslam payitahtlarından
yoktur." (Comte, 1929: 361) Burada Gö­ birinde bir müderrisler kongresi yapmak,
kalp'te, Comte'un anlayışının yanı sıra bu kongrenin daimi kalem heyeti tarafın­
Durkheim'in "ben Allah'ta ancak şekil de­ dan ilmi mecmualar, kitaplar neşretmek,
ğiştirmiş ve sembolik olarak düşünülmüş ümmet teşkilatımızı nurlu bir dimağa
toplumu görüyorum" (Durkheim, 1924: malik edecektir. Bu ifadeden anlaşılıyor
222 75) görüşünün etkilerini arayabiliriz. ki gençliğin en büyük vazifesi dine doğru
Ziya Gökalp, "Din ile llim" adlı şiirin­ gitmektir." (Gökalp, 1 976: 10-27)
de, kendine özgü üslubuyla, A. Com­ Pozitivist düşünceyi Türkiye'ye akta­
te'un üç hal kanununu, lslami görüşe in­ ranların hemen hiçbiri, bu sisteme eleşti­
tibak ettirir. Gökalp 1920'lerdeki yazıla­ rel yaklaşmamıştır. Hemen hepsi de üstat
rında dindar bir muhtevayı dile getirmiş­ edindikleri filozofların görüşlerini methi­
tir: "Fakat başka bir kıymet daha vardır yelerle aktarmaya çalışmıştır. Pozitivizme
ki bütün manevi kıymetleri cami olmak o dönemde Batı dünyasında yöneltilen
dolayısıyla ahlaki kıymeti de cami'dir; bu eleştiriler, hatta pozitivizmin kendi için­
itibarla ahlaki kıymetin de fevkindedir. deki eleştiriler dahi dikkate alınmamıştır.
Bu en yüksek kıymet dini kıymetten iba­ Türkiye'de Pozi tivizmin eleştirileri, ls­
rettir. Dini kıymeti de bize 'mukaddes' mail Fenni (Maddiyyan Mezhebinin Iz­
kelimesi irad eder. (. .. ) Dinin en çok kıy­ milılali, 1 928) , Elmalılı Hamdi Yazır gibi
met verdiği şey ahlaktır. Peygamberimiz, lslam alimleri tarafından yapılacak; Paul
'Ben ahlakı tamamlamak için gönderil­ Janet, Gabriel S eaille gibi Batılı poziti­
dim' buyuruyor. Bundan başka bir şey vizm eleştir1!1enlerinin düşünceleri de bu
mukaddes ise o behemahal iyidir de. alimlerce nakledilecektir. O

D İ PNOTLAR

Sabri Esat Siyavuşgil, Tanzimat'ın Fransız Ef­ 6 A. g. e. , s. 1 87.


kar-ı Umumiyesinde Uyandırdı91 Akisler (Tan­ 7 A. g. e. , cilt il, s. 756.
zimat. Ankara, 1 840 içinde) s. 7 5 5.
8 Rıza Tevfik, lngiliz Hekim-i Meşhuru John Stu­
2 Ahmet Rıza, Fransızca "Mechveret", 1 Şubat art Mili' Hürriyeti Nasıl Anlıyor, Ulum-ı iktisadi­
1 903, s. 3. ye ve içtimaiye Mecmuası, cilt: 2, sayı 5, s. 363.
3 Fransızca "Mechveret" 1 Ocak 1 897, s. 4. 9 Asaf Nafi, "Ahmet Şuayb", Ulum-ı iktisadiye ve
4 Revue Occidentale, Seconde Serie, tome XIX, içtimaiye Mecmuası, cilt: 3, yıl: 1326, sayı: 1 1 , s.
Paris, 1 899, s. 3 1 7. 1015.
5 Ahmet Rıza, Fransızca Mechveret, 1 Temmuz
1 896, s. 4.
Tanzimat Edebiyatı'nda
Siyası Fikirler
J A L E PA R LA

anzimat edebiyatına, özellikle de ran 1987; Naci 1999; Naci 1984) Güzin

T romanına, siyasi fikirlerin nasıl


yansıdığına bakarken, öncelikle
bu edebiyatın ana ekseninin siyaset oldu­
Dino'ya göre ise, Batılılaşma Tanzimat ro­
manına yepyeni bir temsil biçimi (gerçek­
çilik) olarak yansır. 1
ğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Ortaylı Tanzimat yöneticilerini tarif
l lber Ortaylı, lınparatorl uğıııı En Uzım ederken şöyle der: " . . . kişiliklerinde tutu­
Yıizyılı başlıklı kitabında şu ilginç sapta­ culuk ve pragmatik reformculuğu birleş­
mayı yapar: Her tarihsel dönem bir deği­ tirmiş, dünya görüşleri, davranış biçimle­
şim sürecidir. Ama Tanzimat'ın Osmanlı ri ve politikalarıyla 1 9 . yüzyıl Osmanlı
tarihi için farkı şuradadır: Tanzimat'la toplumundaki yeni insanın tipik temsilci­
başlayan "modernleşme olgusu, kaba bir leri veya öncüleri olmuşlardır. Ancak bu
deyişle varolan değişmenin değişmesi­ yeni Osmanlı tipinin büyük ölçüde eski
-
dir." (Ortaylı, 1999: 1 4) Ortaylı'nın bu­ toplumun efendisinin yaşam tarzını, dün­
nunla kastettiği şudur sanıyorum. Öyle ya görüşünü bilinçli biçimde devam ettir­
dönemler vardır ki, bu dönemleri yaşa­ diği de açıktır." (Ortaylı, 1999: 230) Or­
yan insanlar, değişimin her an bilincinde taylı'nın bu tespiti, genel olarak, Tanzi­
olup, bu süreçleri etkileyebilmek amacıy­ mat romancıları için de geçerlidir. Tanzi­
la, kendilerine belirli roller biçerler. Tan­ mat'ın dünya görüşü Osmanlı normları
zimat böyle bir dönem olmalıydı. Nite­ ve kültürünün egemen olduğu bir dünya
kim, şiirden tiyatroya, makaleden roma­ görüşüydü. llk romanlar da, yenilikçi seç­
na Tanzimat yazarları toplumsal değişi­ kinlerin, yeniliğin kapsam ve sınırlarını
min bilincinde olmakla kalmadılar, bu belirlerken, önerilerini popüler bir uygu­
d eğiş imi y ö n l e n direbileceklerine d e lamayla romana dökmeyi seçtikleri bir
i nandılar. Ve kalemlerini bu amaç için dönemde yazıldı. Bu yazarlar, Osmanlı
seferber ettiler. Bu bakımdan Tanzimat kültürünün kapsamlı ve mutlak egemen­
yazını, neredeyse yazın dışı diyebileceği­ liğinde birkaç Batıcı yeniliğin zahmetsiz­
miz bir ölçüde siyasidir. ce sindirilebileceği ve bu sindirmenin de
Tanzimat'ın en önemli siyasi projesi yararlı olacağı konusunda ortak bir görü­
kuşkusuz Batılılaşmaydı ve bu proje ede­ şe sahiptiler. Yenilikçi ilkelerin tümünü
biyata da yansıdı. Berna Moran ve Fethi geleneksel kültürel normlar çerçevesinde,
Naci, Batılılaşmayı Tanzimat romanının hatta bu normların terimlerine tercüme
başlıca sorunsalı olarak belirlerler. (Mo- ederek tanımlamaya özen gösteriyorlardı.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

B u , i mparatorluğun yüklediler. Namık Ke­


ahlak, lslam düşün ve mal' den ( Cezm i'nin
hukuku alanındaki te­ Cezmi'si) , Ahmet Mit­
mellerinin pekiştiril­ hat Efendi'den (Fela­
mesi ve Batı'dan alına­ tu n Bey i l e R a k ı m
cak bir dizi teknik ge­ Efendi'nin Rakım' ı ) ,
lişmenin bu ana hal­ Mizancı Murat'a (Tur­
kalara eklemlenmesi fanda mı yoksa Turfa
anlamına geliyordu. mı'nın Mansur Bey'i)
Başka bir deyişle, ye­ kadar bu romanlarda
nilik fikrinin ardında hep romanın terbiyevi
biçimlendirici, yoğu­ rolünü p e ki ş tirmek
rucu, b el irleyici bir üzere yaratılmış ideal
Osmanlı kültürünün karakterler görürüz.
224 m u tlak egem enliği Bu karakterler, vatan­
vard ı . (Parla, 1 9 9 0 : sever ( Cezmi), Batı ve
1 2) Ve tanzimat ede­ Doğu arasında iyi bir
biyatçıları, bu kültü­ denge kurmuş (Rakım
rün bekçileri ve taşı­ Efendi) ve Osmanlı
yıcısıydılar. "lbrahim refo rm ları nı t o p lu ­
Şinasi, Namık Kemal, m u n b elli b a ş l ı k u ­
Ahmet Mithat, Şem­ rumlarını göz önünde
settin Sami ve Sami­ bulundurarak (örne­
paşazade Sezai'nin yapıtlarına bakacak ğin aile) eleştirel bir süzgeçten geçiren
olursak görürüz ki" der Berna Moran, (Mansur Bey) , dolayısıyla da yazarların
"yalnız roman türünde değil, şiir ve tiyat­ sesini bire bir yansıtan karakterlerdir. On­
ro türlerinde de, uygarlaşmamız için ge­ lara ilk kadın romancımız Fatma Aliyye
rekli görülen yeni bir takım anlayışların, Hanım da katıldı. O da romanlarında, ai­
kavramların, değerlerin, Batı'dan alınarak lede kadının onurlu yeri diyebileceğimiz
k e n d i t o p l u m um u z a mal e d i l m el eri bir konumu tarif etmeye ve pekiştirmeye
amaçlanmaktadır. Bundan ötürü evlenme çalıştı. Buna göre de, tek eşliliği ve kadı­
usulü, kadına karşı tutum, cariyelik ku­ nın erkek ihanetine başkaldırma hakkını
rumu, ticaret anlayışı gibi toplumsal so­ savunan karakterler yarattı. llk Türk ro­
runlar romanlarımızda eleştirilecek konu­ manlarından Şemsettin Sami'nin Taaşşuk-ı
lar olarak seçilir. "(Moran, 1987: 1 9) Mo­ Talat ve Fitııat'ı da, Basiret gazetesinde
ran'ın söz ettiği bu konulara, çeşitli bi­ okura tanıtılırken "emr-i izdivaç ve ahla­
çimlerde tanımlanılmasına çalışılan ulus­ ka dair ibret alınacak bir hikaye" olarak
çuluk fikrini ve siyasi değişim için sihirli sunulmuş ve görücü usulüyle yapılan zor­
formül olarak öne sürülen meşveret kav­ lama evliliklerin ne tür facialara yol açabi­
ramını da katarsak, Tanzimat romanının leceğini göstermek üzere yazılmıştır. (Mo­
içerdiği belli başlı siyasi konuları kapsa­ ran, 1987: 39)
mış oluruz. Tanzimat edebiyatında Şinasi ve Namık
Kendilerini toplumsal değişimin hem Kemal'e atfedilen birçok ıslahatçı öneri­
motoru hem de denetleyicisi olarak gören nin arkasında, Tanpınar'a göre, Batılılaş­
Tanzimat yazarları, romanlarında özdeş­ maya ilişkin iki önemli metin vardır. Bun­
leştikleri ideal tipler yarattılar ve toplum lardan birincisi, Rıfat Paşa'nın, ilk baskısı
ö n cülüğü misyonunu bu karakterlere on iki cüzden oluşan Müııtelıabat-ı Asar
T A N Z i M A T E D E B I Y A T I N D A S i Y A S İ F i K i R L E R

adlı eserinde yer alan "Avrupa Ahvaline millet' gibi Şinasi nesrinin getirdiği sanı­
Dair Risale" başlıklı kısa bir yazıdır. Yazı­ lan bazı mefhumları" sunmuştur (Tanpı­
nın önemi, devlet memuru olarak bulun� nar 1 9 76: 1 20) . Keza Namık Kemal'in
duğu Viyana'daki gözlemlerini anlatan Sa­ "vatan yahut silistre"sine, dönemin siya­
dık Rıfat Paşa'nın, bu gözlemlerde genel sal muhalefet geleneğinin ötesinde "va­
bir Avrupa hayranlığını değil, "devlet ida­ tansever" -milliyetçi söylemin oluşumun­
resindeki ıslahatı bir zihniyet meselesi da sembolik bir anlam atfedilmiş, bu eser
olarak almasında, örf ve göreneğin, yahut cumhuriyet kanon'unda da bu işleviyle
da kıymetini kaybetmiş birtakım 'impera­ yer edinmiştir.
tif'in hakim olduğu, çok defa keyfi kalan Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Ejlıar gaze­
bir idare sistemine mukabil, esas olarak telerindeki yazılarında akılla denetlenen
'insanı', onun tabiatını, hak ve ihtiyaçları­ bir Doğu-Batı sentezini savunan Şinasi,
nı alan ve akılcı bir devlet ve idare telak­ Şair Evlenmesi adlı komedisinde ( 1 859)
kisini tereddüt etmeden ortaya koymasın­ orta oyunu ve meddah geleneklerini de
dadır. " (Tanpınar, 1976: 1 20) Şinasi ve kullanarak popüler bir eser ortaya koy- 225
Namık Kemal'in ıslahatçı fikirlerine esin muş; komedi yoluyla edebiyatı halka in­
kaynağı olan bir diğer risale ise muhteme­ dirmenin ilk adımını atmış ve böylece o
len Paris sefareti başkatibi Mustafa Sami en heyecanlı halk muharririne, Ahmet
Efendi'nin Avrupa Risales i'dir ( 1849). Ge­ Mithat Efendi'ye önderlik etmiştir. Kome-
ne Tanpınar'a göre, bu kitapta söz edilen diyle yazının ilişkisi yazınla demokrasi-
konular, o yılların reformist hareketlerin­ nin ilişkisiyle doğru orantılıdır. Edebi
de etkili olmuş ve "nasıl Sadık Rıfat Paşa türler komikleşerek halka iner ve demok­
bize 'hü rriyet' kelimesini ver [ diyse ] " ratikleşirler. Bunu çok iyi bilen Ahmet
Mustafa Sami Efendi de '"hubb-i vatan ve Mithat Efendi siyasi fikirlerini topluma
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M I

i Fünun edebiyatın ı n bir topluluk hali­


Tevfik Fikret ne gelme teşebbüslerine kadar, gelene­
E R D O G A N E R B AY ğin yön lend irmesi altı ndad ı r. Abd ü l ha­
mit'in tahta çıkışının yı ldönümü nede­
n iyle, Mirsad dergisinin açtığı yarışma­
da "Sitayiş-i Hazret-i Pad işah!" ş i i riyle
birinci olan, yine padişah ın doğum yıl­
dönümü neden iyle, "TebrTk-i Veladeti
pür-meymenet-i Hazret-i H ı lafet-pena­
hT ve Arz-ı Şükran" ad l ı bir şi irle ona
ş ü kran l a r ı n ı d i l e get i ren b i r ş a i rd i r.
Tevfik Fikret, 1 839'da resmi leşen, an­
1 8 9 5 'te yazd ı ğ ı " İ kt i ra b " (korku l u ,
cak köke n i daha da gerilere dayanan,
gaml ı, kederli hal) şiirinde ondaki ruhi
226 i mparatorluğun tasfiye hareketinin sü­
değ i ş i m i n işaretleri sez i l i r. Çevresin­
ratlendiği bir devrin i nsan ı d ı r. Eski'nin
den ve şartlardan s ı kı lan hüzün l ü bir
Doğu i l e Batı ve gelenekle modernite­
ruh hal i belirir. Servet-i FünOn dergisi­
n i n gelgitleri arasında d i rendiği, d iğer
n i n , edebi s ü tu n u n soru m l u l uğ u n u
taraftan Yeni'nin, bu "çalkantıl ar" ara­ ü zeri ne a l ması ndan sonra b u eği l i m
sında üzerinde yükselebileceği sağlam bel irginleşir. Ahlaki, edebi, sosya l, s i ­
bir zem in arad ığı, d üa l i z m i n (ikil iğin) yasi v e tari hi görüş bak ı m ından çok
hem sosyal yapın ı n hem de ferd in ne­ farklı bir tercihe meyleder. "Bu tarihe
redeyse uzvT bir vasfı haline geldiği bir kadar hayata, aşka ve Al lah'a i nanan
devird ir bu. Sabiha Sertel'in de söyledi­ iyi mser şair, bu yıldan itibaren yavaş
ği gibi; "Tevfik Fikret, yıkıl makta olan yavaş kötümser olmağa, hayattan şika­
bir i mparatorluk devrin i n mahsu lüdür. yet etmeğe, sevmemeye, d i ne karşı ka­
Bu i mparatorluğun tarih içinde bir oluş yıtsız, hatta d insiz ve Al lah'a karşı is­
ve yıkı l ış devri; bu devrin dahi li ve ha­ yan kar bir tavı r tak ı n mağa başl a m ış­
rici m ü cadeleleri, z ı d d iyetleri, reform tır." F ikret'teki bu değişimin asıl kayna­
ve reaksiyonları vard ı r. H i ç şüphe yok ğı, şairin yaşad ığı şahsi ıstıraptır. K i m i
ki bütün bunlar Fikret'in hayatında ol­ yorumcular, F ikret' i n etrafı n ı karan l ı k
duğu gibi şiirinde, felsefesinde, fikriya­ görmes ine, " Robert Kolej v e temasta
tında da tesirlerin i göstermiştir." bulunduğu ecnebi a i lelerin de müessir
Tevfi k F ikret 1 896 y ı l ına yan i Servet- o lduğu" kan ı s ı ndad ı rl ar. Kötümserl i k,

ileunek için komik romanı kullanmıştır. !erinde ibret öyküleriyle pekiştirmiştir.


Ahmet Mithat Efendi'nin bu halkçı tav­ Namık Kemal, gerek tiyatro için yazdı­
rına karşın, Namık Kemal daha seçkinci ğı eserlerde, gerekse romanlarında, edebi­
bir anlaumla iletmeye çalıştı topluma iliş­ yatı siyasi fikirlerini yaymakta bir araç
kin önerilerini. Tanzimat'ın siyasi fikir olarak kullanmıştır. Teması vatan sevgisi
hayatında Namık Kemal'in çok önemli olan Vatan Yahut Silistre tumturaklı dili ve
yeri vardır. Meşveret, vatan, millet, kişi tek boyutlu ama olabildiğince romantik
hakları, azınlık hakları, korunması gere­ başkişileri, lslam ve Zekiye gibi karakter­
ken geleneklerle değişmesi gerekenleri leriyle propagandist bir oyundur ve bu
tartışmış, sonra da roman ve tiyatro eser- propaganda, oyun lstanbul'da sergilendiği
T A N Z i M A T E D E B I Y A T l ' N D A S i Y A S i F i K i R L E R

ş i i rden başlayarak hayatın her alanını


kaplam ıştır. " Kahkaha-i Ye's" ş i i ri , her
tarafın kara n l ı k bir tablo gibi göründü­
ğü bu ruh h a l i n i yansıtır: "Hep karan­
l ı k . . . Bu talatum geh-i baran u zalam /
E l iyor kalbe karan l ı k, acı şeyler i lham;
/ Sanki d ünya batacak, sanki kıyamet
. . . H eyhat, / Böyle hep korku l u rüya
doludur hab-ı hayat!" Devrin F i kret' in
ruhu üzerindeki tes i r i n i an latan " Ba­
har-ı Mağmum" şiiri de, şairin, önce-
1 i k l e "ruh m u h a l efet i n i " tas v i r eder;
gön l ü n ü n onca beklediği baharı n bile
tasası n ı dağıtmaya, haya l i n i şen lend i r­ 22 7
meye yetmediğinden yakın ı r.
Ruhi ızdıraba zaten meyil l i olan Tev­
fik Fikret' in bu halini, Abdülhamit dev­
ri siyasi ve sosyal olayları da pekiştir­
mişlerd i r. "Rübab'ı teşkil eden şi irlerini Teefik Fikret sadece eserlerini verirken
neşre başlad ığı zaman, her gün bi raz değil, ölümünden soııra, Cumhuriyet'iıı
ilk onyılları boyunca, ilericilik-gericilik,
daha, o m u z l i m ve boğucu istibdad
modernizm-gelenekçilik, kozmopoli­
muhitin i n tesiri altında kaldı; san'atkar­ tizm-yerlilik, hümanizm-milliyetçilik
l ı k gururunu o meşum devrin icabatıyla gibi lıamretli ikiliklerin bir kutbu
t e l i f etme k k a b i l d eğ i l d i . " " İ n k i raza
olarak timsalleşmiştir. Şiirin bir siyasal
düşünüş ve tartışma aracı oluşunun da
doğru 5 ü rüklenen vata n ı n hengame-i güçlü bir örneğidir.
sukutundan (düşüş kavgas ı n ı n)" ve is­
tibdatın onu sürüklediği yeis, ilk safha­ nı haykırır: "O çel ik parçası bir gün bir
da F ikret'i siyasete yöneltmiştir. "Bahar­ ehemmiyet a l ı r; / Koca bir kavmin olur
ı Mağmum"daki ruh hali, yavaş yavaş haris-i istikla l i ; / Koca bir memleketi n
kabuğundan çıkacak, istibdadı ve Ab­ ırzı, hayatı, m a l ı I O n a vabeste kal ı r" . . .
d ü l hamit' i hedef a lacakt ı r. " K ı l ıç" şi­ "Karlar" ş i i ri n d e de, devri n, i n s a n l a r
irinde, çekiç altında ezi len dem irin, bir üzerindeki tesi r i n i a n latan F ikret, ka­
gün gel i p nasıl istibdadı parçalayacağı- i natın soğuklar a ltında titred iğini, her

zaman oldukça başarılı olduğu ve seyirci­ na halk tarafından yazılmış bir şikayet
leri galeyana getirdiği için yazarına üç yıl mektubu götürür. Bu mektupla Sofya Pa­
hapis hayatına mal olmuştur. Gülnilıal'de şasını ikna etmeyi başaran. Muhtar Bey,
Namık Kemal daha tedbirlidir. Bu oyunda elinde Kaplan Paşa'nın idam fermanıyla
Abdülaziz'e karşı özgürlük temasını işle­ döner. Aslında yerel bir ayaklanmanın ba­
yen yazar, 18. yüzyıl sonunda geçen ma­ şını çeken bir asi, davasında haklıysa
halli bir isyan olayını kullanır. Ve isyancı­ eğer, merkezi otoriteden destek alarak
ların başı Muhtar Bey, mahalli müstebit amacına erişebilirdi. Bunun Batı gelene­
Kaplan Paşa'ya karşı halkı ayaklandırdık­ ğindeki isyan konulu oyun ve anlatılarda
tan sonra, Sofya'ya gider ve Sofya Paşası- da 13. yüzyıla uzanan köklü bir geleneği
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

şeyin adeta donmuş gibi göründüğünü, F i kret' in, sadece yaşad ığı devri değil,
can l ı görü nenlerin bile korkak ve endi­ geçmiş adına ne varsa te l i n ettiği bir
şeli tavırlar sergilediğini anlatarak, bir başka red d i ye ş i i r i , 1 90 5 'te ya z d ı ğ ı
"inkiraz" manzarası çizer. Bu bağlam­ "Tarlh-i Kad im"dir. "Tarlh-i Kad im"de
da mutlaka hatıilanacak bir şiiri, i l . Ab­ şair, sadece Osmanlı veya Müslüman­
d ü l hamit devri İstanbu l ' unu ahlaks ız­ Türk tarihsel geleneğini deği l, bütün bir
l ı k, tantana, fak i r l i k ve sefa let içinde insanlık tarih i n i "efsane" anlatmakla it­
tasvir eden ünlü "Sis" ş i i ridir. Halin ya­ ham eder: Ona göre tarih, insanoğluna
n ı nd a bütün b i r maziyi ve istanbul'u sunduğu imkanlarla, hep yalan, kötü­
"kötül ü k" olarak resmeden "Sis", F i k­ lüklerin anası, başı geçmişe yani rüya­
ret'in d ışarıdaki sisle evin i n bir jurnalci ya, ayağı ise gelecek denen bili nmezli­
tarafından gözetlen i ş i n i n tes i rleri ara­ ğe sürünen donmuş bir iskelettir. Tari­
sında kalan psikolojisini yansıtır: hin anlattığı her şeref yapma, tarihin iç­
228 Sarmış yine afakın ı bir dud-ı muan­ tiği hep kand ı r : "Ka h rama n l ı k . . . Esa s ı
n id, kan, vahşet; / Beldeler ç iğne, ord u l a r
B i r zulmet-i beyza ki peyapey mü­ mahvet; / Kes, kopar, kır, sürükle, ez,
tezayid. yak, yık; / Ne 'Aman !' b i l , ne 'Ah ! '
TazyTkimin altında silinmiş gibi eş­ i şit, n e 'Yaz ı k ! ' ; / Geçtiğ i n yer ö l üm,
bah, elem dolsun; / Ne ekinden eser, ne ot,
Bir toz l u kesafetten ibaret bütün el­ ne yosun . . . " Ki belki de aldanmak, ha­
vah. yatı n i n sana s u n d u ğu b i r i ht i yaçtı r :
Hep levs-i riya dalgalanır zerrele­ "Kim b i l i r, belki hepsi vehmiyyat, / Bel­
rinde ki aldanmak i htiyac-ı hayat." F ikret' in,
B i r zerre-i safvet bulamazsın içerin­ hayata ve geçmişe/ta r i h e karşı d e r i n
de şüpheleri içi nde, şüphelenmeyi, olum­
Hep levs-i riya, levs-i hased, levs-i s u z l u k l a rdan ku rtu l mak i ç i n yega ne
teneffu ' : "nur" olarak telakki ettiği d izeleri var­
Ya l n ız b u . . . v e ya l n ı z bunun üm­ d ı r. Mehmet Kaplan, F i kret' in "müthiş
mTd-i tereffu' bir vizyon i l e insa n l ı k tari hinin akışını
Mi iyon l a barınd ırdığın ecsad ara­ gördüğü" kan ı s ı ndad ı r. Sabiha Sertel
sından ise, F ikret' in bu bakışında, "materya l ist,
Kaç nasiye vard ı r çıkacak pak ü dı­ fakat d iyalektik ol mayan bir tarih görü­
rahşan ? şü" tespit eder.

vardır. Ve doğal olarak, başkaldı rıyı de sık sık kullandığı, görev ile kişisel tut­
merkezi otoriteyi yadsımayacak, fakat bu ku arasında bölünmüşlük motifini kulla­
o tori teyi adalete davet edecek bi çimde nır. Oyunun kahramanı Celal davası uğ­
meşrulaştırmak ılımlı bir ihtilalciliktir. runa karısı ve çocuğunu feda eder. 1 3 .
Ama Namık Kemal'in en ciddi siyasi oyu­ yüzyılda Anadolu'da Moğol istilasına kar­
nu, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın da belirni­ şı mücadele eden ve Moğolları lslamiyete
ği gibi, Celaleddin Ha rzenışa lı tır. (Tanpı­
' döndürmek suretiyle Müslümanlığın za­
nar 1 976: 389) ferini kendisine ideal edinmiş olan Cela­
Bu oyunda Namık Kemal, Batı tiyatro­ leddin Harzemşah'ın efsanevi kişiliği ve
sundan aldığı ve kendi tiyatro eserlerinde mü cadelesini anlatan on beş perdelik
T A N Z i M A T E D E B I Y A T l ' N D A S i Y A S i F i K i R L E R

F ikret, "Sis"te söyled iklerini geri al­ Başarıyla yü rüttüğü bu görev, devrin
mak maksad ıyla "Rücu" şiirini kaleme Maarif Nazırı'yla olan ayrı lıklardan do­
a l m ı � ; " S i s"te bütün unsurları ki rlen­ layı son bulur. Tevfik Fikret, Sultani'den
mişlik, kan, irin, i ntikam, lanet kokan Aşiyan'a, dolayısıyla Robert Kolej'e çe­
şeh ir, bu defa güzel çehresiyle görün­ kilir. Fikret'in ikinci kez Aşiyan'a çeki l­
müştür. U mum iyetle de, Tevfik Fi kret' in mesinin gerisinde, düşüncede uyuşuyor
yukarıdaki ş i i rl erde ç i z i l e n ş i kayetç i, görü ndüğü İtti hatçı larla onun, " h ü rri­
ağır karamsar ruh profi li, yaşad ığı ruhi yet" ve "adalet" kavramlarına yükledik­
değişi k l i k ve dalgalanmaları taşımaya leri manan ın farkl ı l ığı yatar. Aşiya n ' a
yetmez. Şa ir, bir yandan da, başka bir ikinci çek i l iş esnasında Darülfünun ve
dünya h ülyası görmeye başlar. "Gayya­ Darü l m u a l i m in'de edebiyat hoca l ı ğ ı
yı Vücud", mustarip bir ruhun çevresi­ yapar. Bu sırada, İttihatçı ların geçmişten
ne (herşeye!) olan nefretini d i le getirir­ ders almadıkları n ı, otuz üç yıl boşuna
ken, "Ömr-i Muhayyel", saadet perile­ beslenen ümitleri boşa çıkard ıklarını d i ­ 229
rin i n, k i rl enmem i ş d ünyalardan iyi l i k le getiren ş iirler kaleme a l ı r. "Doksan­
ve güzel l i k taşıdıkları, her gün insanla­ beş'e Doğru" ve "Rubab'ı n Cevabı" şiir­
rın kap ıları n ı çald ı k l arı bir d ünya n ı n , leri, i l . Meşrutiyetçileri tenkit süzgecin­
"bir ömr- i hayalT" n i n tasvi r i n i göz ler den geçi ren eserlerdir. Fuat Köprü l ü ,
önüne serer. Tevfi k Fikret'in ittihatçılara karşı takındı­
Tevfi k F i kret, i l . Meşrutiyet' i n i lan ğı tavrı hazı rlayan ortam ı şöyle tasvir
e d i l mesiyle, Abd ü l hamit yönet i m i n i n eder: "Meşrutiyet hayatı ve o hayat ı n
ortadan kaldırdığını d üşündüğü, "hürri­ b i n türlü karan l ı k tecel l i l eri 1 O Tem­
yet, adalet, eşitlik ve kardeşl i k" gibi dü­ muz'u iyi l i k ve güze l l i k mefkureleri n i n
şüncelerin topluma hakim olacağı inan­ b i r galebesi g i b i telakki eden saf, çocuk
cına kap ı l ı r. H ürriyet ve yaşama sevin­ ruh l u şairi Abdülham it idaresinin kara
ciyle, yalnızl ığına çekildiği Aşiyan'daki g ü n l erinden daha fazla yordu, üzdü,
evinden inerek, Servet-i Fün ün'dan ar­ h ı rçınlaştırd ı . Eski arkadaşların ı n h içbiri
kadaşı o l a n H üseyin Cah it (Ya l ç ın)la onun isted iği ve bekled iği yüksekl iği,
b i rl i kte Tanin gazetesi n i ç ı karır. Mek­ fedakarlığı göstermemişlerd i ; hatta içle­
teb-i SultanT'de (Galatasaray Lisesi) gö­ rinden büyük bir kısmı san'atı merdiven
reve gelinceye kadar dergide çal ışır. Bu ve kalemlerini maddi mevkiler te'mTni­
görevde Fikret, içini kem i ren ruhunun ne hadim bir silah gibi kul lanarak ruh­
coşkunluklarını uygulama imkanı bulur. larının istik l a l i n i satm ışlard ı . F ı rkacı l ı k

oyunda Namık Kemal'in Victor Hugo ve v e adatma hasr-ı nazar etmek itikad-ı aci­
Shakespeare'den esinlendiği sahneler zanemce lüzumsuz göründü ve binaena­
çoktur. (Tanpınar, 1 9 76: 397; Enginün, leyh Celaleddin'in timsal-i mahiyeti,ekser
1 9 79) Yazarın amacı ise, kendi deyişiyle, ahvali yalnız zamanıyla kaim bir asrın sa­
siyasidir: " Celaleddin sureta şark padi­ hibi değil -cihanın intihasına kadar daim­
şahlarından ise de ı müstebid manasına) bir terbiyenin hamiyet-i diniye ve mesa­
hakikatte lslam kahramanlarından ola­ lih-i dünyeviye misal-i mücessemi olarak
rak, anın ahlakını tasvir, ahlak-ı lslamiye­ tasavvur edildi. "2
yi tahrir demek olduğundan merhumdan lslami ahlak çerçevesinde Tanzimat'ın
bahseden bu eserde Iran ve Turan'ın efka Batılılaşma projesinin sınırlarını çizmek,
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M I

ihtisasları, şahsi münaferetler, muhase­ meti cari;


de ve muarazalar, h ülasa hayatta daima H a l a gazab altında hakikatle ha­
görmeye mahkum olduğumuz bu gibi m iyyet...
birçok fenalıklar, alçaklıklar, saf ve ma­ Hep d ü n kü tere n n ü m , sa y ı d a n ,
s u m Fi kret' i n ru h u n u zenh i rl iyor; ve saygıdan arl;
"Aşiyan" ında her gün biraz daha yal­ Son nağmes i ya lnız: "Yaşasın Sev­
n ız, kimsesiz kaldığını elim bir surette gili M i l let ! . .. "
duyuyordu."
"Doksanbeş'e Doğru", işte bu orta­ Hemen hemen aynı günlerde yazdığı
mı tasvir eder: "Rübabın Cevabı" ş i i rinde de, aynı tab­
lo tasvir ed i l i r. F ikret, yıl larca beslenen
B i r devr-i şe'amet: y i ne ç i ğnendi üm itlerin bittiğini, endişe ve korkunun
yeminler; devam ettiğini, insanları yarın endişesi­
230 Çiğnendi , yazık, m i l letin ümmld-i nin sardığı n ı işler. İttihat ve Terakki Ce­
bü lend i, m iyet i ' n i n serg i l ed iğ i tavrı n yaratt ı ğ ı
Kanun d iye, topraklara sürtüldü ce­ hayal kırıkl ığının e n şiddetl i v e çok bi­
blnler; l inen ifadesi, "Han-ı Yağma" ( 1 9 1 2) şi­
Kanun d iye, kanun diye, kanun te­ iridir. "Yağma Sofrası" manasına gelen
pelendi ... ü n l ü şiir, Meşrutiyet sonrası siyasi are­
Blhude figanlar yine, blhude enln­ nadaki kargaşanın, F ikret' i ümits i z l iğe
ler ! sevkeden dra matik tablosunun tasviri
Eyvah ! Otuz-üç yıl o zehi r giryele­ gibidir.
riyle ,
Husranları, buhranları, ahva l i, me­ Bu sofracık, efend i ler -ki i ltik'aama
lali, muntazır
Amalci devahlsi ve sulh u seferiyle H uzurunuzda titriyor -şu m i l l etin
Bir sel gibi akmış, mütevekkil, mü­ hayatıdır;
tehal i ... Şu m i l letin ki muzdarib, şu m i l letin
Yazsın bunu tarlh-i iber hatt-ı zeriy­ ki muhtazır!
le! Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yu­
Hala tarafiyyet, hasebiyyet, nese­ tun hapır hapır...
b iyyet; Yiyin efendi ler yiyin; bu han-ı işti ha
Hala "Bu senindir, bu ben i m ! " kıs- sizin;

N amık Kemal'de olduğu kadar çağdaşı latıın Bey ile Rakım Efendi romanında Ra­
Ahmet Mithat Efendi'de de önemli bir kım Efendi'nin eğitiminde öncelikle Isla.­
misyondur. N amık Kemal gibi, Ahmet mi ilim ve sanatların geldiğini, a ncak
Mithat'a göre lslam kültürünün üstünlü­ bunlardan sonra kimya, fizik, anatomi gi­
ğü manevi değerlere verdiği önemle na­ bi müspet ilimlere de yer verilebileceğini;
muslu ve iffetli insanlar yetiştirmesinde­ Rakım Efendi'nin eğitiminin de, dünya
dir. Aile bağı gibi bazı bağların Batı'daki görüşünün de temelini lslami ilimlerin
gibi zayıflamamış olması da lslami kültü­ oluşturarak müspet ilimlerin sınırlarını
rün bir üstünlüğünden, camiacılığından belirlediğini görüyoruz. Batıcı bir eğiti­
kaynaklanır. Ahmet Mithat Efendi'nin Fe- min ancak ve ancak böyle mutlak bir me-
T A N Z i M A T E D E B I Y A T l ' N D A S i Y A S i F i K i R L E R

Doyu nca, t ı ks ı rı nca, çatl ayıncaya 1 89 7' d e yazd ı ğ ı "İ n a n m a k İ htiya c ı "
kadar yiyi n ! ş i i ri y l e , d i n d u ygusu n u n ye r i n i b i r
"boşluk" kaplamıştır; yeryüzü, gökyü­
B u hayal k ı r ı k l ı ğ ı i çi nde "siyasiyat­ zü, kal p ve vicdan, tutunacak bir yer
t a n f e r a g a t e d e n " Tevf i k F i k re t , bu lamadan kend i başlarına dönüp du­
1 9 1 4'te yazdığı "Sancak-ı Şerif Huzu­ ruyorlardır.
runda" ş i i riyle, g i r i l e n D ü nya Sava­ Yu karda b a h s i geçen "Tarl h - i Ka­
ş ı ' n ı n doğuracağı o l u msuz sonuçlara di m", b i l h assa "Tarlh-i Kadim'e Zeyl"
dair kara n l ı k bir tablo çizer. Siyasi ik­ ad l ı manzum eseri nin "Düşünüp işle­
tidarın başvurd uğu "Cihad-ı M u kad­ mek ayin i m d i r/ Yaşamak din i ben i m
des" m isyonunun Osma n l ı 'ya bir ya­ din imdir" d iye başlayan son bölümü,
rar geti rmeyeceği g i b i , "bozuk a k l ı " Tevfi k F i kret' i n din (ve b i l i m) konu­
ned e n i y l e topyekun meden iyet i n d e sundaki fik i rl erini anlamak açısından
y ı k ı m a u ğ rayacağı b e k l e nt i s i nded i r : önemli bir kaynaktır. 23 1
"Boş b i r uçuru�dur ki, ö l ü m doldurur "Haluk'un Amentüsü" ş i i ri nde, F i k­
ancak / Vicdan-ı s iyahın; / Gafil me­ ret pozitivist inanışın d üsturları o larak
d e n i yyet, sen i en sonra m u h akkak / akıl ve b i l giyi amentü o larak vazede­
H üsran i l e tetv i c edecek a k l - ı teba­ cek, evrensel 'Yeni İ nsan ' ı bu düstür­
hın!" lerin rehberl i ğ inde arayacakt ı r : "Top­
Tevfi k Fi kret' in d i ne bakışı, baş l ı ba­ rak vata n ı m, nev' -i beşer m i l letim . . . /
ş ı n a ö n em l i b i r k o n u d u r. Mirsad'da insane İ nsan olur ancak bunu iz'anla,
" i ti kad ı sağlam" birisi o larak tan ıtılan i n a n d ı m . " Fe n n e o kadar i n a n ı r k i ,
ve " İ l ahi ! B i rs i n ... İ krar-ı vahdaniyye­ onu kara toprağı altına çevirecek sim­
tinde / İ lahi ! Kalbler vard ı r ki aşkınla yacı gibi görür ve her meselenin i l i m
m ü nevverd i r, / İ lahi ! Ruhlar vardır ki gücüyle çözüleceğine inanır: " B i r gün
vas l ı n l a m übeşşerd i r. . . " gibi ş i irleri ya­ yapacak fen ş u siyah toprağı a l t ı n , /
y ı m l anan F i k ret' i n d i n e karşı tutumu Her şey olacak kudret-i irfanla . . . i nan­
o l d u kça erken b i r dönemde rad i kal d ı m . " Tevfi k F i k ret, öze l l i k l e " H a ­
b i r değişime uğra m ıştır. "Rübab-ı Şi­ I Cı k'un Defteri" adl ı eserindeki ş i i rle­
keste"deki "Sabah Ezanı", d i ni h isleri ri nde fen ve b i l i m i n i nsan l ı ğa yol gös­
içten gelen sam i m i h isler değ i l harici terici olacağını açımlar. HalCık' u Avru­
a lemdeki görü n ü şlerin b i r manzarası pa'ya gönderi rken oğlundan ve onun
o l arak görmeye b a ş l ad ı ğ ı n ı gösterir. ş a h s ı n d a Türk genç l i ğ i nden i sted i ğ i

tin ya da mutlak Islami ilimler gölgesinde Ahmet Mithat'ın John Draper'a cevaben
ve denetiminde edinildiginde zararsız ka­ yazdıgı polemiksel bir Islam savunusu­
labilecegi, mutlak bir metne eklenebilece­ dur. Ahmet Mithat Efendi'nin böyle lsla­
gi, bu haliyle de bir gencin egitiminin miyeti savunma amacıyla yazdıgı üç kita­
ikincil bir parçası olabileceği öne sürülür. bı daha vardır: Müdafaa, Istibşar, Beşair.
Hem Ahmet Mithat hem Namık Kemal Is­ Ahmet Mithat Efendi Niza-ı llm ı1 Din
lamiyetin ilerlemeye engel olmadıgına, ve benzeri yapıtlarında nasıl lslamiyetin
tersine medeniyetin en ileri noktalarını savunusunu yapmışsa, Namık Kemal de
temsil ettigine ilişkin birer polemiksel sa­ son derece heyecanlı ve saldırgan bir üs-
vunu yazdılar. Bunlardan Niza-ı Ilm-11 Din 1 upla yazdıgı Renan Müdafaanamesi'nde
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

yegane şey, bilim ve tekniği memleke­ l ığın bariz b i r örneğid i r. Peyami Safa,
te getirmesi d i r. Aylık Ansiklopedi' n i n Ağustos 1 944
"Promete" şi iri nde de, Yunan m ito­ tarih l i sayısında F ikret' i "Türk ş i i r i n i n
loji kahraman ı n ı i l i m ve i rfanla ayd ın­ büyük metafiz i k çapı nda varl ık telak­
l a n a n genç l i ğe örnek o l a rak takd i m kisinden mahrum . . . m istik an'anaden
e t m ekte, P r o m e th e u s ' u n , Z e u s ' u n ta mamile ayrı ldığı için . . . basit ve ge­
el inden ateşi çalarak insanlığa sunma­ ri" olarak değerlendirir. Sabiha Sertel,
sı gibi, gelecek nes l i n de fen ve akıl ise F i kret'i, tam da o metafiz i k gelene­
sayes i n d e m e m l e keti n g e l i ş m e s i n i ği aşmaya dönük modern b i r h a m l e
sağlayacağ ı n a i n a n makta d ı r. "Ferda" olarak olum lar.
ş i i rinde "Kudsi birer m isal-i vatandır. . . Bu tartışma, Tevfik F i kret' in modern
Vatan gayur / İnsan ların omuzları üs­ Türkiye'nin düşünce hayatı ndaki yeri­
tünde yükse l i r" d iyerek, i l m in rehber­ ni özetler. Fikret, onu bir sembol ola­
232 l iği sayesinde gençlerin kara n l ığı ay­ rak ben i mseyen l e r tarafı ndan T ü r k i ­
d ı n latacağ ı n ı m üdafaa eder. Y ü ksel­ ye'de " i lerici", akılcı, özgü rl ükçü b i r
mek y a n i terakki fikri, i n sanoğlu n u n geleneğin naif ve coşkun bir öncüsü
vazgeç i l mez hedeflerindend i r v e yük­ sayı l m ı ş; muarız ları i se şairi d i ne ve
selmen in s ı n ı rı yokt u r : "Yükse l me l i , geleneğe h ü rmetsiz, kozmopo l it, ya­
doku nma l ı a l n ın semalara; / Doymaz banc ı l aş m ı ş b i r Batı c ı l ı ğ ı n sembo l ü
beşer ded i kleri kuş, i'ti l a lara .. ./ Uğraş, olarak görmüştür.
d i d i n, düşün, ara, bu l, koş, atı l , bağ ı r; Tevfik F i kret' i n kendisi, onu bunal­
/ Durmak zama n ı geçti, çal ışmak za­ tan kültürel ve yaşamsal i k i l i kler i ç i n­
manıd ı r ! " de, bu konumlandı rmaya elverecek si­
F ikret' i n ş i i rlerindeki b u abartı l ı ve yasi fiki r l e r o rtaya koymuş değ i l d i r.
naif poz itivizm, C u m h u riyet dönem i­ Ancak eseri ve ideal ist reaks iyonları,
n e uzanan f i k i r tartı ş m a l a r ı n ı t a h r i k o n u n b i l h a s s a m o d e rn l eş m e y l e ve
e d e n k a y n a k l a rd a n b i r i o l m u ş t u r. k i m l i k-kü ltü r sorunuyla i lg i l i siyasi tar­
l 940' 1arın ortalarında Peyam i Safa ve tışmalarda, onyı l larca geçerl i l iğini ko­
Sab i h a Sertel arasında cereyan eden ruyacak b i r sembol işlevi edinmesine
Tevfik F i kret münakaşası, bu devam l ı - yol açmıştır.

Ernest Renan'a karşı lslamiyeti savunma nun başlıca nedeni de şudur: Avrupa'da
gereğini duymuştu. Namık Kemal'e göre lslam dinini inceleyenler ya Hıristiyanlı­
Renan Avrupa'da asırlarca sürmüş ceha­ ğa inananlardır ya da dinsizler. Birinci­
letin ve engizisyonun sorumlusu olarak ler, inananlardır yüzünden lslamiyeti ta­
Hıristiyanlığı görmüş ve bu dini eleştir­ rafsızca değerlendiremezler, ikinciler ise
me çabasını ifrata vardırarak bütün din­ zaten bütün dinleri karşılarına aldıkla­
lere karşı çıkmış, "her fenalığı dinin tesi­ rından lslamiyeti de aynı kötü gözle gö­
ratına hamletmek i s teyen . . . gul a. t-ı rürler. Böylesine cahil ve yanlı kişilerin
münkirin"den olmuştur. Üstelik yalnız­ lslamiyet hakkında yazdıklarının "heze­
ca Renan değil, Avrupa'daki şarkiyatçıla­ yandan başka bir şey olabilmesi aklen
rın hemen tümü lslam dini konusunda kabil midir?"3
cahildirler. Hammer bile bu kuralın dı­ Değişimin ılımlılıkla frenlenmesi konu­
şında değildir. Namık Kemal'e göre bu- sunda hemfikir olan Tanzimat yazarları,
T A N Z i M A T E D E B I Y A T l ' N D A S i Y A S i F i K i R L E R

kullandıkları yazın türlerinde de bu ılım­ Orta yolu bulma uğruna çelişkileri ya


lılığı sağlayacak ödünlerle ilerlediler. Bi­ göz ardı eden ya da bu çelişkilere hazır
çimde bile Batı'dan aldıkları bir yazın tü­ formüllerle yaklaşan Tanzimat edebiyatçı­
rüyle (örneğin roman) , kendi gelenekle­ larını çağdaşları bir yazar, değişimin eşi­
rinden aktardıkları anlatı taktiklerini (ör­ ğinde verilebilecek her türlü ödünü red­
neğin meddah) ka:ıştırarak bir orta yolu dederek şaşırttı. Bu yazar, romanda natü­
bulmaya ve sürdürmeye çalıştılar. Siyaset, ralizmi, bilimde pozitivizmi ve inançta
iktisat, gelenek, görenek konularında bi­ tanrıtanımazlığı seçen Beşir Fuat'dı. Beşir
rer toplumsal öneri niteliği taşıyan roman­ F u a t yaşamına drama tik bir eylemle,
larında, iyiyle kötüyü, doğruyla,Yanlışı ka­ inandığı aykırı değerleri kanıtlamak ama­
lın çizgilerle aynştınp belirlerken, kişileş­ cıyla, kendi eliyle son verdi. Ama onun
tirmelerde ideal kahramanlar yarattılar. bu davranışı bile, Ahmet Mithat Efen­
Böylece, romanın önemli bir izleği olan di'nin kah açıklayıcı, kah bağışlayıcı, kah
kişisel seçimlere yer açmadılar. Değişimin sitemkar bir üslupla kaleme aldığı Beşir
sancılarını kişisel seçim sancılarına yansıt­ Fuat biyografisinde evcilleştirilip depoli- 233
madılar; doğru seçimleri buyurgan bir ya­ tize edilerek yazınsallaştırıldı (Ahmet
zar sesiyle okura hazır biçimde sundular. Mithat Efendi: 1996� O

D İ PN OTLAR
Güzin Dine, Türk Romanının Dol:juşu (lstanbul, 3 N a m ı k Kemal, Renan Müdafaanam�si, yay.
1 978); "Recaizade Ekrem'in Araba Sevdası Ro­ haz. Fuat Köprülü (Ankara, 1 962), s. 1 9 . Na­
m a n ı n d a Gerçekçilik," lsta nbul üniversitesi mık Kemal'in Renan'a tepkisine ilişkin parag­
Türkiyat Enstitüsü, c. XI, 1 9 54, s. 57-74. rafın a l ı ntılandı�ı yer, Jale Parla, Babalar ve
Oğullar, s. 39.
2 Celal Mukaddimesi, s. 72; benim alıntıladı�ım
yer, Tanpınar, s. 398.
lslam Düşüncesinde Paradigma Değişimi

Hem Batılılaşalım
Hem de Müslüman Kalalım
ISMAIL KARA

demik çevrelerince büyük ölçüde kabul


METODOLOJiK PROBLEMLER
edilmesi, benimsenmesi ise ayrıca üze­
slam dünyasında modernleşme-din rinde durulmaya değer bir hadisedir.

I ilişkilerinin Osmanlı-Türkiye ayağı,


ilmi ve fikri açıdan ciddi ihmallere ve
ideolojik saptırmalara uğramış olmasına
Halbuki Osmanlı-Türkiye modernleşme­
sinin din ekseni ihmal edildiği veya ağır­
lığı gözetilmeyerek ele alındığı zaman bu
rağmen, bugün için de problemleri(mizi) sadece din-modernleşme ilişkisini tetkik
daha derinden kavramamızı mümkün kı­ etmek konusunda zaaflar ortaya çıkar­
lacak ve çıkış yolları bulmamıza kapılar makla kalmayacak, l slam dünyasında
aralayacak devasa ve münbit, bir o kadar modernleşme denen şeyin bizzat kendisi­
da halledilmesi gerçekten zor, ç etrefil ni anlamak ve açıklamayı da imkansız kı­
meselelerle dolu bir konudur. Türkiye'de lacaktır. Çünkü lslam dünyasında mo­
siyasi merkezin 1 924 sonrasında dini ala­ dernleşme hareketleri bir tür dini hare­
na karşı takındığı soğuk ve mesafeli tav­ ketler olarak ortaya çıkmış ve öyle de­
rın ve kendisini lslam dünyasına kapatan vam etmiştir, bir başka deyişle modern­
tutumunun, ihmal ve saptırmaların başlı­ leşme teşebbüsleri dinin ve dini yorum­
ca sebeplerinden biri olduğunda şüphe lama çabalarının bir parçası olmuştur.
yoktur. Bu tavır alışa, Türkiye'nin kendi­ Esas itibariyle dini alanı tahrip etmeye,
sini lslam dünyasının m erkezinden ihraç zaafa uğratmaya, gerilere doğru itmeye,
etmesi ve iddialı olabileceği sahadan çe­ dönüştürmeye dönük olan modernleşme
kilmesi süreci de diyebiliriz. Avrupa aka­ teşebbüslerinin nasıl olup da bizde aynı
demik çevrelerinin çağdaş lslam düşün­ zamanda dini bir hüviyete büründüğü so­
cesi çalışmalarında Mısır'ı, Hindistan'ı, rusu , bugün de dün olduğu gibi hayati
Kuzey Afrika'yı hatta lran'ı öne çıkarır­ bir sorudur. Bu soruyu sadece modernleş­
ken Türkiye'yi neredeyse tamamen ihmal me teşebbüslerinin doğurduğu tepkisel
etmesi de bizce masum bir davranış de­ hareketler veya yönetici tabakanın din­
ğildir ve Türkiye'yi Ankara'nm da tercih­ den modernleşme doğrultusunda yarar­
lerine uygun olarak lslam dünyasının lanma, meşruiyet kazanma gibi pratik
merkezinden çıkarma teşebbüsleriyle pa­ amaçlar gütmeleri ekseninde cevaplandır­
ralellik arzetmektedir. Avrupa merkezli mak, meseleyi basite indirgemek ve sınır­
bu tavıralışın neredeyse hiçbir ciddi ten­ landırmak olur. Siyasi meşruiyet proble­
kit süzgecinden geçirilmeden Türk aka- mini dini unsurları devreye sokarak çöz-
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

mek çok önemli bir husus olmakla bera­ daş Türk düşüncesinin din!lslam etrafın­
ber meselenin sadece ve evleviyetle siyasi daki metodolojik problemleri bir şekilde
çerçevede ele alınması yeterli d eğildir. vuzuha kavuşturu lmadan, Türkiye'de
Modernleşme gibi mevcut yapılarla, te­ din-modernleşme ilişkisini ve Islamcılık
amüllerle, değerlerle farklılaşan, yer yer akımını derinliğine konuşmak ve tartış­
zıtlaşan bir çizgi üzerinde toplumsal ha­ mak imkansız değilse de çok zor bir faali­
reketliliğin ve seferberliğin (mobilizasyo­ yet alanı haline gelecektir. Bu sebeple me­
n un) nasıl sağlanacağı sorusu idareci todolojik problemler üzerinde durmak
zümreyi ve aydınları daha fazla meşgul hala en öncelikli meselemizdir:
etmiş gözüküyor. Bu noktada dinin, ls­ 1 . Metodolojik problemlerden biri Os­
lam'ın hususen bu topraklarda kapladığı manlı-Türk modernleşmesinin din ekse­
alanı ve ifade ettiği manayı bir başka şey­ ninin Batılı araştırmalarda ittihad-ı Islam
le/şeylerle (diyelim ki ırkla, dille, toprak­ (panislamizm) , Türkiye'deki çalışmalarda
la, iktisadi m enfaatla . . . ) ikame etmenin ise irtica kalıbı etrafında ele alınmış ol-
imkansızlığı, modernleşme teşebbüsleri­ ması ve bu araç kavramların kullanılma- 235
nin aktörleri tarafından üst düzeyde his­ sıyla sahanın hem muhteva hem de psi-
sedilmiş ve idrak edilmiş gözükmektedir. kolojik olarak daraltılması hatta kendi
Bütün problemlerine ve zaaflarına rağ­ mecrasından çıkarılmasıdır. Avrupa mer-
men lslam dünyasındaki modernist dü­ kezli panislamizm vurgusu, ittihad-ı ls-
şünceyi aynı zamanda tamamen veya bir lam politikalarını ve çağdaş Türk-lslam
tür dini düşünce haline getiren de bu hu­ düşüncesini yayılmacı, ümmetçi ve niha-
sustur. Osmanlı-Türkiye modernleşmesi­ yet yürütmekte oldukları sömürge politi-
nin uç örneklerinden Abdullah Cevdet'in kalarına karşı tehditkar bir hareket olarak
1 905 yılında yazdıklarına ve Celal Nu­ görmekle onun fikri-dini boyutunu ve
ri'nin ondan naklettiklerine bu zaviyeden derinliğini, siyasi ve ideolojik muhtevası-
bakabiliriz: "Uzun tecrübelerimizle biz, nın gerilerine doğru itmekte ve böyle bir
Müslüman kafasının, doğrudan doğruya çerçevede devredışı bırakılmasının kolay­
hıristiyan aleminden geldiği takdirde ay­ laşacağını düşünmektedir (panislamizm
dınlığa bütün girişleri kapayacağını mü­ vurgusunun yerini yakın senelerde Siya-
şahede etmiş bulunuyoruz. Binaenaleyh sal lslam'ın aldığını bu anida hatırlata-
bizler, Müslüman damarlarına yeni bir lım) . Panislamizm üzerine yapılan son ki-
kan nakletme görevini üzerlerine alan tap çalışmalarından biri, -kitap ve maka­
bizler lslamiyet'te çok miktarda bulunan lelerinin bir kısmı Türkçe'ye de çevrilen-
terakkiperver prensipleri arayıp bulmalı­ Yahudi akademisyen Jakob M. Landau'ya
yız" ( I c t i had, s . 6 , s ü t . 89 [ M ayıs aittir ve bu zat, 19. yüzyılın son çeyreğin-
1 905] 'den aktaran Hanioğlu, 1 98 1 : 130- de inşa edilen Avrupa merkezli panisla-
3 1 ) . "Müslümanlar terakkiyat-ı medeni­ mizm vurgularına tamamen sadık kalarak
yeyi ancak Müslüman bir menbadan is­ 20. yüzyılın son çeyreğindeki lslam Kal-
tinbat ve kabul ederler. Bu dakikayı [in­ kınma Teşkilatı'nı, faizsiz finans kurumla-
celiği ] anlamayan bizim mülahazamızı rını ve Erbakan hareketini, rahatlıkla teh-
abes görür. Fakat alem-i lslam'ın i'tila ve ditkar panislamist politikaların aktüel
ınkırazı hikmetine muttali olan vakıfın-i uzantıları olarak değerlendirebilmektedir
kiram isabet-i fikrimizi tasdikde tereddüt (Landau, 1990).
etmezler ve bizden razı olurlar" (Celal Kronolojik olarak ittihad-ı anasır/Os­
Nuri, 133 1 ( 19 1 5 ) : 3 78-79). manlıcılık politikalarından sonra gelen ve
Çağdaş lslam düşünces i v e bunun müslim/gayrimüslim bütün Osmanlı te­
önemli/belirleyici bir parçası olarak çağ- b aasına dönük politikalardan z iyade,
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K I M I

Türk/Gayri Türk Müslüman tebaayı öne şılmaz kılan irtica kalıbına gelince bu ko­
çıkaran ittihad-ı lslam politikalarının Os­ nuda fazla söze hacet yoktur sanırım. Yi­
manlı toprakları dışına uzandığı vakıasını ne de bir hakkı teslim etmek için 1 960
inkar etmek elbette mümkün değildir. sonrasında gittikçe daha da netleşen iki
Fakat bunun bütün lslam dünyasına dö­ çizgiden bahsedilebilir. Biri yakın dönem
nük bir siyasi birlik arayışı olmadığını, Türk siyasi düşüncesi tarihi ve bu arada
halifelik müessesesi de devreye sokularak lslamcılık düşüncesi üzerine çalışmaları
içte ortak bir hissiyat ve dayanışma , dış bulunan Tarık Zafer Tunaya'nın ve takip­
politikada ise pazarlık ve denge unsuru çilerinin çizgisidir. Tunaya'nın ls!amcılık
olarak çevre Müslüman bölgeler inşa et­ düşüncesi için tetkik ettiği risale ve mec­
me teşebbüsü olduğunu biliyoruz. Daha mualarla derl ediği malzeme maddeten
da önemlisi adı ittihad-ı lslam olan Os­ müsaade etmemesine rağmen modernleş­
manlıca ilk risalenin yazarı Esad Efen­ me-din ilişkilerini irtica kalıbı etrafında
di'nin, ittihad-ı lslam'ı yeni bir millet ve el e alması bu s ahada bir kemikleşme
236 yeni bir Osmanlı vatandaşı çerçevesi çize­ meydana getirirken, aynı yıllarda Şerif
rek "Osmanlı siyasi birliği" , " Osmanlı Mardin'in çalışmaları din-modernleşme
milleti" manasında kullanmış olmasıdır. ilişkilerinin daha soğukkanlı ele alınması
Amerika, Almanya, İtalya ve Rusya'nın gerektiği doğrultusunda yeni bir çığır aç­
"ittilıad-ı milel" prensibiyle büyük devlet­ mı ştır (Tarık Zafer Tunaya, Islamcılılı Ce­
ler haline geldiğine; Ruslar ve hususuyla reyanı, lstanbul, Baha Matbaası, 1 962. Şe­
Almanlar için politikadan başka mezhep rif Mardin'in lngilizcesi 1 962'de [ Tlıe Ge­
ve cinsiyetin yani Ortodoksluk ve ırkın da nesis of Youııg Ottomaıı Tlıouglıt, Prince­
bir "vasıta-i ittilıad" yani milleti oluşturan ton University Press i , Türkçesi 1996'da
temel unsur olduğuna işaret eden Esad basılan Yeni Osmanlı Dü.şıincesinin Doğuşu
Efendi Osmanlı Devleti ve lslam dünyası ile başlattığı süreç Din ve Ideoloji ile de­
için şu açıklamalarda bulunuyor: "Her vam etmiştir ) .
devlet ve milletlerin husül ve baka-yı sa­ 2. lkinci metodolojik problem çağdaş
adeti ittihada muhtaçtır. l ttihad-ı milel lslam ve Türk düşüncesi için yerli ve ya­
maddesi bir zamandan beri Avrupa devlet bancı ilim adamları tarafından yapılmış
ve milletlerince nazar-ı itinaya alın[mak­ ve yine Cumhuriyet devrinde ders kitap­
tadır] . (. .. ) Gelelim bizde olan esbab-ı it­ larından başlayarak yerleştirilmiş tasnifle­
tihada; malumdur ki Hazreti Kur'an ile rin ortaya çıkardığı meselelerle alakalıdır.
ehadis-i nebeviye iktiza-yı celilince bütün Bu tasniflere bakıldığında temelde ikili,
Müslümanların 'imamu'l-müslimin' olan teferruatta üçlü veya dörtlü bir ayrımla
zat-ı hazreti hilafetpenahiye itaatları farz­ karşılaşıyoruz. Esasa müteallik ayrım
dır. Din-i Islam valıdet-i lıelimeyi emrettiği şarlıçılar ve garpçılar yahut gelenelıçi­
cihetle bizde vasıta-i ittilıad cilıet-i camia-i lerlmulıafazalıarlar ve ıııodernistlerlyeııi­
Islamiyedir. Düvel ve milel-i saireden her­ lilıçiler-inlıılapçılardır. Teferruattaki ayı­
biri dahil-i vatanda bulunan ebna-yı vata­ rımlar ise Osmanlıcılar, Islamcılar, Batıcı­
nına rişte-i ittihadı teyide çalıştıklarından lar ve Tarlıçü.ler!Milliyetçiler şeklinde ya­
başka hariçteki hem-din ve hem-mezhep­ pılıyor. (Meslelı-i lctimai ve Sosyalist hare­
l eriyle de ittihada sa'y ederler. Binaena­ ketten ayrıca bahsetmiyoruz.) Biraz daha
leyh biz de cilıet-i camia-i Islanıiyeden ta­ detaya inildiğinde bu grupların da muha­
mamiyle istifadeye sa'y ii himmet etmeli­ fazakarlarının, yenilikçilerinin olduğunu
yiz" (Esad Efendi, [ 1 290/1873 ]: 7-10). görüyoruz. Mesela Hilmi Ziya Ülken ls­
Türkiye'de yapılan çalışmalara hakim lamcıları 4 gruba ayırıyor: 1 . Gelenekçi
olan ve din-modernleşme ilişkilerini anla- lslamcılar; Ahmet Naim Bey gibi, 2. Med-
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

rese ile m ektebi birleştirme eğiliminde olojiyi savunan Tıl rlı lnlıılabıııa Balıışlar
olan rnodernist lslarncılar; lzrnirli lsrnail kitabı böyle bir bakış açısının yerleşme­
Hakkı ve Mehmet Şemsettin (Günaltay) sinde önemli bir rol oynamış gibi gözük­
gibi, 3. Gelenekçilikle rnodernizrn arasın­ mektedir.
da ortayolu tutan lslarncılar; Şeyhülislam 3 . Modernleşme teşebbüslerinin nasıl
Musa Kazım Efendi gibi, 4. Modemizme o l u p da aynı zamanda dini b i r y o ­
karşı olan lslarncılar; Mustafa Sabri Efen­ rum/proj e haline geldiği meselesini anla­
di gibi. Ülken kitabında yalnızca "moder­ yabilmek için dikkatle bakmamız ve şer­
nist Jslamcı" dediği lzmirli lsmail Hakkı, hetmemiz gereken noktalardan biri devle­
Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi, ls­ tin çöküşü ile dinin/lslam'ın çöküşünün
mail Fenni Ertuğrul ve Mehmet Ali Ayni aynileştirilmesi ve bu mantığın tabii bir
ile "modernist ve Türkçü lslamcı" dediği sonucu olarak da devleti çöküşten kurta­
M. Şemsettin Günaltay'la Şerefeddin Yal­ racağı ve kurtuluşu sağlayacağı kuvvetle
takaya'ya yer vermiş tir. Akif, Elmalılı tahmin edilen ıslahat hareketlerinin, pa-
Hamdi Efendi, Babanzade Ahmet Naim, ralel olarak/aynı zamanda dini de ayağa 23 7
Ahmet Hamdi Akseki, Sait Halim Paşa, kaldıracağı; dini kavramlarla söylersek
Bediüzzaman, Musa Kazım Efendi , Ferid ihya, ıslah ve tecdid edeceğidir (Akif'in
Kam gibi felsefi yönleri de olan isimler, "O da çiğnendi mi çiğnendi dernek şer'-i
adı Tılrhiye 'de Çağdaş Dılşünce Tarilıi olan mübin" mısraı tam da bunu ifade etmek-
kitapta müstakil başlıklar halinde yer al­ tedir) . Modernleşme teşebbüslerinin ıs­
mamışlardır. Yazar bu tavrını -özellikle lalı-ıslalıat ve nizam, nizam-ı alem fikrine
yakından tanıdığı Nurettin Topçu'ya yer atıfta bulunan tanzimal-ı lıayriye kelime-
vermeyerek- Cumhuriyet devri için de leriyle dile getirilmesi, modern tarzda teş­
sürdürmüştür. kilatlandırılan kurumlara Asalıir-i Mansü-
Din-modernleşme ilişkileri açısından re-i Muhammediye, Nizam-ı Cedit, Nizami
bakıldığında bu tasnifler irtica kalıbına Malılıeıne gibi dini-kültürel hafızaya uy-
benzer bir işleyişe ve vurguya sahiptir. gun isimlerin verilmesi elbette tesadüfi
Çünkü din alanı tahmin edilebileceği gibi değildir. Bugünün zihniyet kalıplarıyla
muhafazakar-gelenekçi tarafta kalmakta­ anlamak ve kavramakta zorlanacağımız
dır ve bu tarafın menfiliği veya en yumu­ dinle devlet arasındaki bu karmaşık zaru-
şak tabirle zaafı; diğer tarafın ise müspet­ ri ilişki , aslında Müsl üman hafızadaki
liği baştan deklare edilmiş gibidir. Halbu­ din-devlet ayrılmazlığıyla alakalı bir ta­
ki aralarındaki farklar ne kadar önemli savvurun beklenebilir neticesidir.
olursa olsun bu akımların başat özelliği, Din, millet, devlet kavramlarının çağ­
her birinin modernleşme hareketlerinin daş Müslüman entelektüel hafızada nasıl
bir neticesi ve bu sebeple de modern ve şekillendiği ve bu telakkinin klasik kay­
modernleştirici olduklarıdır. Ayrıca bu naklarla irtibatı konusuna örnek olmak
tasnifler Batıcı/inkılapçı/rnodernist çizgi­ üzere Elmalılı Hamdi Efendi'nin bir yoru­
ye mensup yazarların fikriyatında 1924 munu aktarmak istiyorum: "lvlilliyet, bir
yılına kadar güçlü bir unsur olarak yer heyet-i ictimaiyenin ina-bihi'l-i ctimaı
alan modern din ve lslam yorumlarını da olan bir nefs, bir vicdan-ı ictimai demek­
görünmez veya tali bir unsur haline getir­ tir. Irk ve kan milletin haddi değil, alat ve
mektedir. Bu ayırımların üzerinde durul­ vesait-i tezahürüdür. Her milletin kabili­
ması gereken bir yönü de, gruplar arasın­ yet-i ittisa'iyesi o vicdanın derece-i şümul
daki ilişkilerin zıtlık ve düşmanlık etra­ ve külliyeti ile mütenasiptir. Lisan dahi
fında ele alınmasıdır. Peyami Safa'nın ilk ırk ve kandan ziyade bu vicdanın bir ifa­
baskısı 1 938'de yapılan ve Kemalist ide- desidir. Din bu vicdanın en şliınullii meba-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

dis i n i, en büyülı ünmiyyes in i tazammun re göre modernleşme teşebbüsleri dini


eder. Bir heyetin dini ne ise vicdan-ı ictima­ çerçevede ortaya konmaz ve savunu\a­
isi de o, vicdan-ı ictimaisi ne ise viihi'dehi mazsa bu durum meşruiyet krizi doğura­
dini de odur. Devlet o mi lletin teşahlıus-ı cak, bu da dini ve geleneksel yapılardan
huhulıisi ve Jaaliyet- i mahsıısasıdır. Her güç devşiren muhalefetin kuvvetlenmesiy­
devletin bir milleti vardır velakin her mil­ le neticelenecektir. Muhalefetin güçlen­
letin devleti olmayabilir. Devlet, milletin mesi ise siyasi katılımın zayıflaması, top­
unsur-ı faaliyeti ile tekavvum eder. Un­ lumsal seferberliğin daha baştan dumura
sur-ı faaliyetin kıymeti de vicdan-ı külliyi uğraması, neticede ise devletin ve dinin
hüsn-i temsil ile beraber haricen ve dahi­ zaafının devam etmesi demektir. Hemen
len haiz olduğu kudret-i ameliye ve mu­ belirtelim ki muhalefetin güçlü. temsilcisi,
kavemet-i maddiyesiyle mü tenasiptir. gelense\ zihniyet kalıplarını sürdü.ren "ta­
Millet henüz faaliyete geçmeyen ve devlet nımsız kalabalık" yani halktır.
mefhumunu iktisab eylemeyen halet-i ic­ 4. Modernleşme süreci içinde en geniş
238 timaiyeye de sadık olabilir, fakat lıal-i fa­ manasıyla lslam tarihinin ve lslami ilim­
aliyette olup teşahhus-ı huhulıisini istilımiil lerin yeni bir tenkit süzgecinden geçiril­
eylemiş bulunan millet lisan-ı şer'-i lsliim'­ diğini ve kavramlara, değerlere dair hiye­
da iimmet mefhumuna mii-sadalı olur" (P rarşilerin altüst olduğunu görmemiz bizi
janet ve G. Seailles'den trc. Elmalılı M. başka bir m etodolojik problemle karşı
Hamdi, Tahlili Tarilı-i Felsefe-Metiilib ve karşıya getirecektir. Mağlubiyetlerin, kötü.
Meziilıib-Maba'de't-tabia ve Felsefe- i llii­ gidişin, siyasi, sosyal ve psikolojik dağıl­
h iyy e , l s t a nb u l , M a tb a a-yı A m i r e , manın faturasını, oryantalistlerin yaptık�
134111339 [ 1 923 ] , s. 17-18). lan gibi dinin!ls\am'ın bizzat kendisine
Bu alanda yazılan metinlerin satır arala­ çıkarmak itikaden ve siyaseten mümkün
rında şöyle bir mekanizma işlemektedir: olmadığı için, çağdaş Müslüman aydınla­
Devleti kurtaracak olan şey dini de kurta­ rın fikirleri ve çabaları, Islam'ın Müslü­
racağı için devletin modernleşmesi istika­ manlar tarafından yaşanmış şeklinin ve
metinde yapılacak düzenlemeler dine ay­ yaşama sürecinin, yani tarihin "yanlış"
kırı asli veya tali bazı unsurlar taşısalar da olduğu/olabileceği istikametine d oğru
esas itibariyle meşrudurlar. Küfrü. temsil kaydı. Bu konuda çok yaygın olan kalıp
eden Avrupalıları taklit etmek dinen bir ifade şudur: "A'.sar-ı maziyede te'aliden te­
problem teşkil etmektedir ve fakat burada kamüle koşan Müslümanların 'din'i ile
din ü devlet açısından hayat-memat me­ bugün inkırazdan izmihlale sürüklenen
selesi olduğu için "zaruret" söz konusu­ Islamların 'din'i arasında -ismen ittihad
dur; zaruret ise mahzurları ortadan kaldı­ varsa da- hakikatde büyük bir fark mev­
rır, haramları geçici olarak helal hale geti­ cuttur" (M. Şemsettin Günaltay) . Reşit
rir. Aynca bugün Avrupa'dan alınacak un­ Rıza'nın, Islam akaidini işlemeye çalıştığı
surlar zaten lslam dünyasından onlara in­ makalelerin daha başında serdettiği şu
tikal etmiş veya Kur'an'dan istihrac edil­ cümleler de aynı endişe ve değerlendirme
miş hususlardır yani bizim meşru malı­ noktasından hareket etmektedir: "Saadet
mızdır. Zaten hadiste "hikmetin müminin ve selamete erdirmek [Müslümanların]
yitik malı olduğu ve nerede bulursa onu dinlerinin mefhumunda dahil bulunur­
almaya layık ve müstahak olduğu" belir­ ken bugün fevz ü. felaha nail olmuş, ya­
tilmiştir. hut saadet ve selamet yollarını anlamış,
Metinlerin satır aralarında ıslahat hare­ tam manasıyla istiklalini muhafaza etmiş
ketlerini savunmak için menfi/siyah fo­ hiçbir Islam kabilesi, hiçbir Müslüman
toğraflar da resmedilmektedir. Bu resimle- memleketi görülmüyor. Binaenaleyh di-
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E Cô l Ş I M I

nin tarifinin kendimize muvafık gelme­ nüştürme ve kendi içine çökertme teşeb­
mesi, kendimizi o tarifin haricinde gör­ büslerinden başka bir şey değildi. Bu yüz-
memiz delalet ediyor ki biz daire-i dinden den kendilerine mahsus bir gerçeklikleri
hariç bulunuyoruz:; gittigimiz: yol din yolu olmasına rağmen hakikatı yansıtmadıkla-
değildir. (. .. ) Mıislıimanlar ( ... ) din-i kavi­ rını söyleyebiliriz. Meselenin siyasi cep-
min alıkammdan inhiraf etmişler, dinin ta­ hesi ihmal edilerek/unu tularak içselleşti-
yin etmiş olduğu lıudüdun haricine çıhmış­ rilen, giderek savunulan bu kabuller bu-
lardır" (Reşit Rıza "Akaid-i Islamiye", trc. gün de anlamakta ve çözmekte zorlandı-
Aksekili Ahmet Hamdi, SR, X/237, s. 42, ğımız birçok problemin kaynağını teşkil
1 9 R. ahır 1 3 3 1114 Mart 1 329). Reşid Rı­ etmektedir. Bu cümleden olarak "tarihi
za'nın bu cümlelerini Renan'ın şu ifadele­ lslam" diye bir kategori ihdas edip bunun
riyle karşılaştırabiliriz: "Zamanımızda karşısına "gerçek lslam"ı koymak ve ha-
olup biten şeylerden az çok haberi olan kiki dine tekrar ulaşmak için kaynaklara
herkes, Müslüman memleketlerinin bu­ dönüşü savunmak; gayrimeşru ilan edilen
günkü geriliğini, lslamlıkla idare edilen hilafet/saltanat sistemine karşı meşruti re- 239
memleketlerin inhitatını, kültürlerini ve jimi, ardından demokrasiyi lslam'ın ön­
terbiyelerini yalnız bu dinden alan ırkla­ gördüğü sistem olarak öne sürmek; ahlak
rın fikir bakımından sıfır durumunda telakkisinin hiyerarşisini ve değerler dün-
oluşlarını açıkça görmektedir" (Renan, yasını altüst edecek şekilde tevekkül, sa-
1 946: 184). bır, kanaat, kadere rıza gibi üst düzey
Gerileme ve çöküşün ana sebebi ola­ kavramları zaafa uğratmak yahut yeniden
rak zikredilen o günkü din anlayışına ve tanımlamak, buna karşılık sa'y ü gayret,
Islam'ın o günkü yaşanma şekline yöne­ azim gibi tali kavramları yukarı çekmek. . .
lik tasvir ve tenkitlere bakıldığında öne gibi teşebbüsler tarih v e zaman tasavvuru
çıkan bazı temel başlıklar şöyle özetle­ ve ilim anlayışı başta olmak üzere Islam
nebilir: kültür ve medeniyetine ait birçok hayati
unsuru yerinden etmiştir.
a) Hurafelere, batıl inançlara, menkıbe­
5. Bir diğer metodolojik problem mo­
lere, israiliyata bulanmış bir inançlar
dernleşme dönemi Müslüman aydınların
manzumesi ve din,
tedafüVsavunmacı bir halet-i ruhiye için­
b) Müstebit (otoriter/totaliter) bir siya­
de fikirlerini serdetmeleri ve bunun neti­
si rejim,
cesi olarak otosansür diyebileceğimiz bir
c) Atıl, hereketsiz, vurdumduymaz, gö­
mekanizmanın işletilmesidir ki takip ve
zü ahirete dönük bir toplumsal yapı,
tespiti ancak derin bir dön em bilgisiyle
d) Sa'y u gayreti, ictihadı ve iradeyi de­
ve biyografik malumatla mümkün olabi­
ğil de tevekkülü, sabrı, kaderi öne
lir. Otosansürün her müellif ve her dö­
çıkaran bir zihniyet,
nem için geçerli olduğu/olabileceği itira­
e) Şerhlere, haşiyelere boğulmuş bir
zını ihmal ediyor değiliz; işaret etmek is­
ilim anlayışı ve kendini yeniden üre­
tediğimiz husus bu gerçeğin çağdaş Is­
temeyen bir eğitim-öğretim tarzı.
lam düşüncesi söz konusu olduğunda
Çağdaş Müslüman aydınların içselleş­ unutulması veya yeterince ciddiye alın­
tirdikleri ve bugün bize çok tanıdık ve sı­ mamasıdır. Mesela tasavvufi terbiye al­
cak gelen bu tespit ve tenkitlerin anabaş­ tında yetişen tarikat mensubu bir Müslü­
lıkları ve istikametleri aslında ilk defa or­ man aydının, diyelim ki Muhammed Ab­
yantalistik çalışmalarda lslam dünyasına duh'un daha sonra tasavvuf karşıtı fikir­
dönük yapılmış siyasi ve ideolojik baskı­ ler savunması acaba nasıl anlaşılmalıdır?
lardan, lslam ilim ve kültür hafızasını dö- Böyle köklü bir dönüşüme sebep olan
T A N Z i M A T V E M E � R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M 1

240

esas unsur, tasavvuf düşüncesinin ve ta­ vadiyi değiştiriyorsunuz sanırım" demiş.


rikatların modernleşme teşebbüsleriyle Akif'in cevabı şu: "Hayır kardeşim hayır!
birlikte ortaya çıkan zihniyet dünyası, Benim asıl vadim budur. Neşrettiklerim
ilim anlayışı ve aktif toplumsal projeler cemiyet-i beşeriyeye hizmet için yazı lmış
jçinde üst düzeyde savunulmasının zor­ manzumelerdir" . Bir başka zaman Hasan
luğu mu, yoksa üzerinde çalıştığımız ay­ Basri Bey'e şunları söylüyor: "Ben arka­
dının ilmi ve fikri gelişmesinin beklene­ daşlarıma yüzer beyitli mektuplar yazar­
bilir, normal bir sonucu mu? Bizi ilgilen­ dım. Ziya Paşa üslubunda terkib-i ben­
diren elbette öncelikle bir düşünürün ne­ dim, terci-i bendim vardı. Fakat bugün
leri, hangi hiyerarşi ve değer düzeni için­ bunların bir mısraı bile hatırımda kalma­
de dile getirdiği ve niçin bunları, bu şe­ mıştır. Kendimi milletimin lıuzunmda gör­
kilde ete kemiğe büründürdüğüdür. Fa­ düğüm günden beri sanattan ziyade cemi­
kat bunları üst düzeyde anlamak için yeti düşıiıımelı istedim. Ne ona yar olabil­
üzerinde çalıştığımız zatın/zevatın neleri, dim ne buna . . . ". 6 Nisan 1 925 tarihinde
niçin örttükleri/geri plana ittikleri, teva­ Fuat Şemsi Bey'e gönderdiği mektupta da
rüs ettiklerinin bir kısmını niçin tasfiye Akif şunları söylüyor: "Mahalle Kalıvesi'ni
ellikleri , bir başka ifade ile neden oto­ yazan herifle Hicran'ı nazmeden herifin
sansür uyguladıkları sorusunu da sorma­ aynı herif olduğu güç anlaşılır değil mi? " .
mız ve cevaplandırmamız gerekir. Büyük şairin hayatında gönüllü Mısır
Merhum Akif'ten bize intikal eden bazı sürgünü devri olmasaydı, konumuzla irti­
anekdotları bu problem etrafında zikrede­ batlı söylersek kendi toplumsal proj eleri­
biliriz. Hasan Basri Çantay'ın aktardığına nin baskısı şiirlerinin şekil ve rengini de­
göre, Akif Mısır'da geçen münzevi yılla­ ğiştirecek ölçüde üzerinde baskı yapma­
rında yazdığı şiirlerden biri olan Secde'yi saydı veya G ö lgeler deki şiirler telif edil­
'

Hasan Basri Bey'e okuyunca "Üstad, siz meseydi aktardığım bu anekdotların bize
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E <'.i l Ş I M I

ifşa ettiği zihni ve fiili sansürleri anlama kaldırmaya, biçimsizleştirmeye) yönel­


ve değerlendirme ihtimalimiz hayli zayıf­ sin? Hele bu tarihin, eşzamanlı olarak
layacaktı. Akif'in ifşa ettiği kendisiyle il­ mukayese edildiğinde, dünyanın herhan­
gili bu notları çağdaşı birçok insanın ya­ gi bir bölgesinde ortaya çıkan tarihlerden
zıp savunduklarına tatbik etmemizde ve­ aşağı kalır herhangi bir yanı yoksa!
ya buna benzer ipuçları aramamızda za­ Tarihin tasfiyesi şüphesiz bir fantezi,
ruret var diye düşünüyorum. yalnızca bir entelektüel çaba olarak orta­
6. Son olarak üzerinde durmak istediği­ ya çıkmış değildir. Bu yönelişin arkasın­
miz metodolojik probl em veya soruyu da, lslam dünyasının, askeri mağlubiyet­
şöyle düzenleyebiliriz: Din-moderleşme ler başta olmak üzere son asırlarda karşı­
ilişkileri bağlamında ortaya çıkan dini gö­ karşıya kaldığı bir sürü olumsuz ve kar­
rüşler/yorumlar ve bunları ihtiva eden maşık etkenin olması yanında "ilim ve
metinler lslam tarihinin içine veya geriye fen" tasavvurundaki değişikliklerin de et­
doğru ne kadar götürülebilir? Tarihi bir kili olduğu açıktır. Tarihin "hurafelerle
tecrübeler hazinesi, toplumun hafızası ve ağzına kadar dolu" bir alan, dili anlaşıl- 241
bir sağlama yapma imkanı kabul edersek maz, nispeten karanlık bir geçmiş haline
çağdaş metinlerin geriye doğru giden tari­ gelmesi işte söz konusu etmeye çalıştığı-
hi hat üzerindeki kıym et-i harbiyeleri, mız bu zihni kaymadan sonradır. Burada,
doğruluk dereceleri ve seviyeleri acaba tarihin içinde doğmuş fertle irtibatı zaru-
nedir? 19. ve 20. yüzyılda lslami ilimlerin ret ilişkisi çerçevesinde yürüyen, yaşan-
birçok dalında, siyasi ve sosyal ilimlerde mış ve mevcut (malum) tecrübeler hazi-
yazılan metinler bu soru etrafında değer­ nesini, bütün kuvvet ve zaaflarıyla öne çı-
lendirildiğinde, birçoğunun fikir ve muh­ karan ve "organik tarih tasavvuru" diye­
teva düzeyinde geçmişinin olmadığı veya bileceğimiz bir idrak biçiminden gittikçe
rahatlıkla geriye doğru uzatılamayacakla­ uzaklaşılarak ideolojik ve aktüel çerçeve-
rı görülecektir. Bu tespit aynı zamanda nin tayin ettiği, ileriye (meçhule) dönük
çağdaş lslam ve Türk düşüncesindeki "sentetik tarih tasavvuru"na doğru süratli
modern Islami temayüllerin ve fikirlerin bir seyir, kontrolden çıkmış bir kayış mü-
büyük ölçüde Avrupa menşeli unsurların şahede edilmektedir. Bir başka ifade ile
lslam'a yamanması şeklinde tezahür etli­ "tarihimiz nedir?" şeklinde vaaz edilmesi
ğini de gösterecektir. gereken mesele "tarihimiz nasıl olmalı­
dır/olmalıydı?" sorusuna dönüştürülmüş-
TAR1HIIGELENEKSEL ISLAMA tür. Tevfik Fikret'in "kitab-ı köhne" dedi-
KARŞI "GERÇEK" lSLAM ği tarihi, hiç zorlanmadan "medfen-i fikr"
(fikir mezarlığı) olarak adlandırabilmesi,
lslam dünyası ve Osmanlı Devleti, "tarih döneminin temsil gücü yüksek bir örnek
yaşı"nın ve buna bağlı olarak genel tarih tavrı olsa gerektir: Yırtılır ey kitab-ı köh-
telakkisinin bir kuvvet değil de bir zaaf ne yarın/Medfen-i fikr olan sahifelerin.
olarak algılanmaya başlaması hadisesiyle Tarih telakkisini dönüştüren karmaşık
1 9 . yüzyılda tanıştı . Bu durum , lslam etkenler arasında, büyüleyici ve kuşatıcı
dünyasının tarihinden şüphe etmesi de­ tesirleri gittikçe artacak olan " terakki" ve
mekti. Bir fert, bir toplum, bir siyasi yapı "Avrupa medeniyeti" kavramlarının Islam
esas itibariyle "kendi"nden başka bir şey dünyasına olumlu bir muhteva ile girişini
olmayan tarihinden niçin şüpheye düş­ hususen zikretmek gerekir. Çünkü "ma­
sün ve onu her iki manasıyla da tasfiye zi" (geçmiş - tarih) ve "istikbal / ati / fer­
etmeye (onu bir saflaştırma-temizleme da" (gelecek) kavramlarını büyük değişi­
ameliyesine tabi tutmaya ve/veya ortadan me uğratan, hatta tersyüz eden etkenler
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K 1 M 1

arasında bunların hususi yerleri bulun­ hi kitaplarına karıştırılan zayıf rivayetler,


maktadır. Osmanlı dünyasının yeni tarih (bugünkü) Müslümanların itikatlarını ve
telakkileri ve tarih tenkidi konusunda ih­ düşüncelerini zayıflatırken l slam dini
mal edilmemesi gereken bir isim olarak aleyhinde neşriyatta bulunan misyonerle­
Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi, da­ re/şarkiyatçılara da malzeme teşkil et­
ha eserinin önsözünde şunu açıkça söyle­ mektedir. Bu sebeple hem Müslümanların
mektedir: "Bütün bu mesrüdatdan mak­ şüphelerini gidererek akidelerini sağlam­
sadımız, uzun ve mahalli bir tekamüle laştırmak, fikirlerini tashih ve ıslah etmek
mazhar olan Avrupalılarla temas ve ihtila­ hem de Avrupalıların lslam'a yönelik sal­
ta mecbur olduğumuz günden beri bizim dırılarına fırsat vermemek gerekir. 2 .
de tehdmul ile onlann seviyesine yetişmelz lranlılar n i c e batıl ve yalan haberlerle
mecburiyetinde kaldığımızı ve şayet bu doldurdukları kitapları Osmanlı toprakla­
ızdırarı teslim etmezsek payidar olamıya­ rında, özellikle de lrak'ta neşretmekle ve
cağımızı beyandır" (Şehbenderzade Fili­ bu yolla halkın itikadını bozarak Sünnile­
242 beli Ahmet Hilmi, 1326 ( 1 9 1 0 ] : 3). }fal­ ri kendi m ezheplerine çekmektedirler.
buki hemen bütün geleneksel kültürlerde Dolayısıyla Şiaya karşı Ehl-i sünnet mez­
olduğu gibi lslam kültüründe de insanın hebini savunmak ve takviye etmek, Şiileş­
kendisini konumlandırması ve geleceğini me temayüllerini durdurmak bir vecibe­
inşa etmesi sürecinde yaslanacağı ve güç dir (Kısas-ı Enbiya'da Kerbela hadisesinin
devşireceği temel zaman kavramı mazi, çok üst düzeyde bir hissiyatla yazılmış ol­
yani geçmiştir. Gelecek ise başta, kutsal ması belki bu siyasetle alakalıdır) . 3 .
metinlerde "yarın" kelimesiyle çokça ya­ Açıkça söylenmeyen esas gizli maksat ise
kınlaştınlan kıyameti hatırlattığı için ve nebevi hilafetin Osmanlılara nasıl geçtiği­
buna bağlı olarak gittikçe seyrelen ve eri­ ni ve Osmanlı hanedanının bihakkın hila­
yen bir dünyayı, bir kayboluşu ifade ettiği feti haiz olduklarını insanların zihinlerine
için zayıf, emniyet telkin etmeyen, karan­ tedricen yerleştirmek ve eğitim çağında
lık ve ürkütücüdür. Tersyüz olma dediği­ olan çocukları bu yolda terbiye etmektir.
miz şey. işte bu iki zaman kavramının, ta­ Bunun için "sahih haber"lere dayanan ye­
şıdıkları dini ve sosyal değerleri itibariyle ni bir tarih yazımı gerçekleştirilmelidir.
yer değiştirmeleridir. Çünkü İngilizler son zamanlarda Kureyş
Hikmet-i hükumeti (raison d'Etat) çok­ kabilesine mensup olmadıklarını ve hila­
ça kollayan devlet adamı ve büyük tarihçi feti devralmadıklarını ileri sürerek Os­
Cevdet Paşa, lslam dünyasında "hurafe­ manlı hilafeti aleyhinde faaliyetlerde bu­
lerden arındırılmış ve dili sade" bir lslam lunmakta, kitaplar yazmakta ve bu yollar­
tarihi yazmaya yönelen ve bu düşüncesini la Osmanlı tebaası olan Müslüman halkın
Kısas-ı Enbiya kitabıyla büyük ölçüde ne­ zihinlerini karıştırarak lslam siyasi birli­
ticelendirmeyi başaran ilk müelliflerden ğini ifsat etmektedirler (BOA, Yıldız Esas
biridir. Sultan Il. Abdülhamit'e sunduğu Evrakı, K. 18, E. 546, Z. 13, Kr. 32, s. 3).
1 6 Şewal 1307 tarihli bir arizada, yalnız­ Arizada açıkça ifade edilen bir başka hu­
ca ayet ve sahih hadislerden yola çıkarak sus devletin de bunu istediğidir.
bir lslam tarihi yazmak istemesinin -ki bu Cevdet Paşa'nın bu düşünce ve siyaset­
mevcut tarihlerin muhteva olarak çok bü­ le, tesis edilmekte olan ve başaktörlerin­
yük bir kısmının, üslup olarak da nere­ den biri olduğu yeni tarih tarzını, aynı za­
deyse tamamının devre dışı bırakılması, manda, bir toplumu sıkılaştırma/savun­
dolayısıyla bir algılama ve yaşama tarzı­ ma/siyasi manevra aracına dönüştürmek
nın terki, tasfiyesi demekti- gerekçelerini ve "doğru" bilgiyi de "düşman"lara karşı
şöyle sıralamaktadır: !. Peygamberler tari- bir güç olarak kullanmak istediği açıktır.
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

Bu niyet ve düşünce Paşa'yı tarih kitapla­ güç devşirme zemini ve hareket noktası
rının dilinin herkesin anlayabileceği şe­ çıkarma başarısı da gösterilememiştir.
kilde sadeleştirilmesi, tabir yerinde ise Halbuki çokça tarihi örnekte görüldüğü
düz bir ifadenin kullanılması ve "münşi­ gibi siyasi başarısızlık her zaman o kültür
yane ve edibane" üslubun terk edilmesi, dairesinin tükenişi ve artık çözüm ürete­
netice olarak da bilginin halka ulaştırıl­ miyeceği anlamını taşımamıştır. Bu bitiş
ması/halkın din ve dünya tasavvurunun ve tükeniş halet-i ruhiyesinin, önüne kat-
ilerlemeye ket vuracak konumdan çıka­ tığı her şeyi silip süpüren, insanları, top-
rılması gerektiği fikrinin kabulüne de gö­ lumları boğan "seyl-i hurüşan" (coşkun
türmüştür. Aslında daha önce de halka medeniyet/Avrupa seli) istiaresiyle birle-
bilgi ulaştırılıyordu; fakat şimdi söz ko­ şerek ne kadar tehditkar ve tedirginlik ve-
nusu olan üst bilgilenme düzeyi ile hal­ rici noktalara vardığını görmek için Meh-
kın bilgilenme düzeyinin birbirine yak­ met Akif'in vaaz metnine bakılabilir:
laştırılması ve tabii olarak farklı derece­ " ( . . . ) B ü tü n insaniyet alabildiğine pek
lerdeki algılamaların asgariye indirilmesi, uzaklardaki bir noktaya, bir gayeye doğru 2 43
seviyenin düşürülmesidir. Bilindiği gibi koşup gidiyor. Beşeriyet coşlrnn bir sel gi-
bu yöneliş modernleşme hareketlerinin bi umman-ı terakkiye atılmak için alabil-
halka ulaştırılması, benimsetilmesi, bilgi­ diğine akıyor. Bu selin önünde durulamaz.
nin/siyasi ve dini üst kültürün standart işte biz de ya boğulacağız, ya o sel ile bera-
hale getirilmesi, demokratikleştirilmesi, ber gideceğiz. Ey cemaat-ı müslimin ! Ar-
daha doğru bir ifade ile halktan gelebile­ tık gözünüzü açınız, aklınızı başınıza
cek muhalefetin zayıflatılması doğrultu­ toplayıp.ız; zira taht-ı saltanat gıcırdıyor.
sunda işletilmesi zaruri görülen bir meka­ Böyle giderse -el-iyazü billah- o da devri-
nizmadır ve zaman zaman siyasi merkeze lecek. Eğer Rusya'daki Müslümanlar he-
muhalif olsa da ıslahatın ana taşıyıcıların­ nüz dinlerini muhafaza ediyorlarsa, eğer
dan biri olan gazete neşriyatı/"gazeteci di­ Fransızların taht-ı idaresindeki dindaşla-
li" vakıasıyla kesişmektedir. rımız hala tanassur eunemişlerse, eğer ln-
Genel temayülleri geride bırakıp lslam­ giltere Hintli kardeşlerimize şimdilik ses
cıların yeni tarih telakkilerinin detayları­ çıkarmıyorsa . . . iyi biliniz ki hep çürük
na inildiğinde birbiriyle bağlantılı birkaç çarık yine bu hükümet sayesindedir. Ma-
konu başlığı hemen karşımıza çıkacaktır: azallah bu giderse hepsinin gittiği gündür.
1 . Çağdaş Müslüman aydınların, geniş Biz bu saltanatı muhafaza edemiyorsak
manasıyla tarih noktasında yaptıkları en düşünmeliyiz ki bizim yüzümüzden o bi-
önemli usul hatası, siyasi, askeri başarı­ çareler de mahv olacaklar" (Mehmed'
sızlıkları aynı zamanda lslam'ın kültürel, Akif, "Mevize", Sebilürreşad, IX / 230, s.
sosyal ve kurumsal başarısızlıkları olarak 375, 29 Safer 133 1/12 K. sani 1328).
da görmek konusunda, sonradan da tas­ Osmanlı Devleti'nin asırlarca süren ik­
hih edemedikleri çok aceleci bir tutum tidarının zevale doğru gitmesi ve lslam
takınmaları ve "kurtuluş ideolojisi"ni az­ dünyasının neredeyse bütün coğrafyaları­
manlaştıracak bir bitiş ve tükeniş hissiya­ nın istila ve işgale uğraması ile Osmanlı­
tına kapılmalarıdır. Aynı şekilde zaferlerle ların zevali arasında doğrudan irtibatlar
dolu olduğu kadar mağlubiyetlerle de ta­ kurulması bu tedirgin halet-i ruhiyeyi
nışmış, o n larca devletin, s u l tanlığın , beslemiş gibidir.
emirliğin, hatta hilafetin çöküşünü, el de­ 2. lslamcıların, kurtuluş ve kalkınma
ğiştirmesini görmüş geçirmiş lslam'ın (terakki, teali, ihya, ıslah, tecdid, tekamül,
uzak tarihini yeni bir gözle okuma ve de­ intibah, istihlas, necat. .. ) için "parçalan­
ğerlendirme, netice olarak bundan bir mış ve halkaları kopuk bir tarih" telakki-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M I

Namık Kem a l ' i n 1 00. Doğum Y ı ldö­


Namık Kemal n ü m ü m ü n asebet i y l e , 1 94 2 y ı l ı n d a
CEM İ L KOÇAK yay ımlanan v e içinde yer alan yaz ı lar­
dan a l elacele haz ı rl a n d ı ğ ı a n l a ş ı l a n
"Namık Kema l Hakkında" ad l ı derle­
mede de, bazı yazarların, Nam ık Ke­
mal üzerine eğilecek araştırmacı ların.
özgün malzeme bul makta karşı laştık­
ları güçl ükleri a n l atmaları d ı r. Yine de
bu derlemen i n sonunda yer alan b i b l i ­
yografya çal ı şması, v a r o l a n l a r arasın­
Namık Kemal üzerinde çok konuşul­
da bel ki de en önde gelen idir. Namık
muş ve yaz ı l m ışsa da, gerçekte onun Kema l ' i n gazete makaleleri o günden
244 s iyasi fikriyatına i l i ş k i n yeterl i , kap­ b u g ü n e h a l a d e r l e n m e m i ş t i r ve v a r
sam l ı ve deri n l i k l i tah l i l denemeleri, o l a n l a r da seçmeci v e dağ ı n ı kt ı r. D i ­
hiç dememek için böyle yazı yorum, ğ e r ya n d a n , mektu p l a rı n ı n top l u v e
p e k az ya p ı l m ı ş t ı r. B u a l a n d a k i en bütünse l l i k taşı yan b i r s u n u m u mev­
önem l i , kapsa m l ı, derin bir kavrayışa cuttu r. N a m ı k Kemal hakkında yaz ı l­
sahip, kend i içinde tutarlı ve Batı siya­ m ı ş en kapsa m l ı (iki c i l t), fakat b i r o
si fikir tari h i i l e karşı laşt ı rmaları i htiva kad a r da y ı ğ ı n s a l b i r derleme, y i n e
eden ve n i h ayet, aktaran değ i l , analiz çok eski b i r tari h l id i r (1 944 ve 1 949)
eden bir çal ışma, h i ç kuşkusuz, Şerif ve M ithat Cemal Kuntay'a aittir ("Na­
Mard i n ' i n k i d i r (" Yeni Osmanlı Düşün­ m ı k Kema l: D e vrinin İnsa n la rı ve
cesi'nin Doğuşu"). Bu ne kadar övülse Olayları Arasında"). Onun hakkında
yetersiz kalacak çalışmanın ard ı ndan, yaz ı l a n la r, gen e l l i k l e edebi yö n ü n e
n eredeyse k ı rk y ı l geçm i ş o l ma s ı n a yönelikt i r. Şi i rleri, romanları, hatta ti­
karşın, b ı rakınız aşılmasını - M . Tü rkö­ yatro oyunları bu bahistendir. Gazete­
ne' n i n İslamcılığın Doğuşu a d l ı kitabı c i l iği, siyasi fikirleri n i n b i r yansıması
Türkiye'de modern siyasi d üşüncenin o l a rak k a b u l görü r. N a m ı k K e m a l ,
o l uş u m u n d a N a m ı k Kemal ' i n yeri n i ken d i nden sonra gelen bütün nes i l l e r
ko n u m l a n d ı rm a k a ç ı s ı n d a n ö n e m l i tarafı ndan, heyeca n l ı bir yurtsever, va­
çal ışması d ı ş ı nda- onun yan ı nda a n ı l ­ tan ve h ü rriyet şairi o larak b i l i n i r ve
maya değer b i r başka çal ışman ı n ya­ tan ı n ı r. İstibdat idaresinin z u l müne ve
pı lmamış o lması d i kkat çekicid i r. Bel­ gadrine uğra m ı ş b i r sürgündür. İdeal­
ki daha da hayret veri c i olan nokta, leri uğruna hayat ı n ı feda etm i şt i r ve

sinde karar kılmaları, lslam dünyasının ayırımı) . M. Şemsettin (Günaltay)'ın, baş­


gerilemesini (tereddi, tedenn i, mhıraz, iz­ lığı da "Terakkimize mani olan lslamiyet
milılal, inlıilal, tefessüh, ciimüd, atalet. . . ) , değil bize öğretilen Müslümanlıktır" olan
pek de tartışmadan, bir vakıa olarak ka­ makalesinde söyledikleri, söz konusu et­
bul edip bunun sebeplerini, doğrudan ls­ meye çalıştığımız bakış açısının, hususen
lam'da değil Müslümanların yaşantıların­ oryantalistik tezlerin Müslüman aydınlar
da yani lslam'ın tarihinde aramalarının arasında ne kadar yaygın bir kabule maz­
bir neticesidir (gerçek lslam / tarihi lslam har olduğunun güzel bir örneği olsa ge-
I S L A M D O Ü N C E S I N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

örnek a l ı n ması gereken bir s iyaset ve


mücadele ada m ı d ı r.
Nam ık Kemal , Osmanlı yönetici el iti
içinden ve aristokrat bir a i leden gel i­
yord u . Gerçi a i l e, N a m ı k Kema l ' i n
nesl inde varl ı ğ ı n ı büyük ölçüde yitir­
mişti, ama zaman zaman gözden dü­
şü i s e de, g e l e n e k s e l devlet h i zmeti
içindeydi . Babas ı n ı n Saray'da münec­
c i m o l ması d ikkate a l ı n ı rsa, i k i nes i l
arası n daki z i h n iyet farkı y a d a sürekli­
l iği belki daha iyi anlaşı labi l i r. Osman­
l ı yönetici el iti, bir yandan modernleş­
me adımlarını atma gayreti içindeyken 245
ve Tanzi mat Fermanı, bu kırılmayı ya
da dönüşümü si mgelerken, b i r yandan
da, bu ad ımları n atı l masında en uygun
za m a n ı n tes p i t i i ç i n m ü n e c c i m den
yard ı m beklemekteyd i . Sadece bu sah­ Namık Kemal, lslami ve modern
ne dahi, 1 9. yüzy ı l ı n ortaları n a doğru Batılı siyaset kavram/anımı 'mitli'
Osm a n l ı'yı a n l a m a k b a k ı m ından sentezini aradı.
önem l i d i r. Namık Kema l ' i n eğiti m i bü­
yükbabası tarafı ndan üstlen i l m işti. Ye­ yaşamındaki hami lerin i n siyasi iktida­
ni açılan modern okul lara da gitmişti, rın uzağında kalması sonucunda, me­
ama d ü ze n l i b i r e ğ i t i m d en de uzak m u r i yet k a r i y e r i n d e n b i r s ü re i ç i n
kald ı . B üyükbaba n ı n taşra memuriyet­ uzaklaşacak ve 2 2 yaşında Tasviri Ef­
leri buna enge l d i . İstanbu l'a taşradan karda yazmaya başlayacakt ı r. Ş i na s i
gel i ş i s ı ras ı nda, geleneksel o larak ve i l e tan ı ş ı k l ı ğ ı burada b i r hayl i i lerler.
beklenebileceği gibi, daha 1 6 yaşında Lakin Ziyad Ebüzziya'n ı n kaleme aldı­
evlen(di ri l)mişti b i l e . . . Karısı hakkında ğı, fakat H üseyin Çel ik tarafından ha­
pek az şey b i l i niyor. Belki de hem en z ırlanan mükemmel b i r biyografi ("Şi­
.
hemen hiç . . . O n u n yen i yen i y ı ldızı nasi"), i leride Yen i Osma n l ı lar arasın­
p a r l a maya başl ayan Terc ü m e Oda­ daki kişisel ve düşünsel plandaki ayrı­
sı'ndaki 1 7 yaşında başlayan memuri­ l ıkları n ı n neler olduğunu tasvir etmek­
yeti çok şey vaat ediyord u . Memuriyet ted i r. Yine H üseyin Çel i k' i n bir başka

rektir: "Terakkiyatımıza mani olan, te­ sefalete gömülmüş oldukları bir hakikat-ı
dennimizi intiic eden amil-i esasi acaba katiyyedir. Bunu hiç kimse inkar edemez.
dinimiz midir? Kürre-i arzın kı taat-ı Sefalet ve inkırazın esbabı teharri edilirse,
muhtelifesinde sakin olan İslamların hal-i ulema kisvesine, derviş kıyafetine, şeyh
sefa let-iştimaline bakılırsa bu sual öyle libasına bürünmüş fakat ilimden, irşad­
kolay kolay reddedilemez gibi görülür. dan bihaber oldukları halde hakiki alim
Filhakika bugün dünyanın her tarafında­ ve mürşidlerin makamlarını gasb etmiş
ki İslamların esarete mahküm, zillet ve olan bir kısım ademlerin bu hususda mü-
T A N Z M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

m ü kemmel araşt ı rması da ("Ali Suavi d i kkat çekici bir dönüm noktası sayı­
ve Dönemi"), Yeni Osmanlı lar çembe­ lab i l i r.
rini tamamlar. Namık Kemal'in Avrupa Namık Kemal (ve genel olarak Yen i
macerası d ö rt y ı l s ü recekt i r ( 1 8 6 7 - Osman l ı la r) a ç ı s ı ndan g ü ç b i r görev
1 87 1 ) . Gerek Avrupa'daki v e gerekse söz konusuydu. Daha önce yap ı lagel­
dönüşünden sonraki bası n hayatı zikre diği ve daha sonra da sık sık yapı laca­
değerd ir. 1 873 yıl ı nda başlayan Mago­ ğı gibi, bir "meden iyet projesi"ni tarif
sa'daki sürgün yaşam ı , 1 8 76 y ı l ı nda etmeleri gerekiyordu. "Batı Meden iye­
yeniden ikbale kavuşma i l e sona ere­ ti" karş ıs ında, algıda ve kabulde b i r se­
cekse de, 1 8 7 7 y ı l ı nd a n son ra taşra ç i c i l i k söz konusuyd u . B u , y a l n ızca
memuriyetleri dönemi başlar ve bu şe­ Osmanl ı/Türk siyasi düşüncesinin gün­
ki ide de nokta l an ı r. E ge ve Akd e n i z demi değ i l d i r. " B atı Medeniyeti Soru­
adalarındaki memur statüsündeki sür­ nu" i l e karşı karşıya kalmış olan bütün
246 günlüğü söz konusudur. 1 888 y ı l ı nda top l u m l a r ı n ve coğrafy a l a r ı n o rta k
öldüğünde 48 yaşındaydı . paydasıdır. Hepsi de, kendi geçmişleri­
Yen i Osma n l ı l a r hareket i n i n önde ni ve varl ıklarını belirli ölçü lerde koru­
gelen ve bugün için gen iş kitleler tara­ yarak, medenileşmen in yol ları n ı yen i­
fından i s m i hatırlanabilen bu yegane den keşfetmeye çalışmışlard ı r. Bu ba­
siyasi şahsiyet i n i n s iyasi projesi yakın­ kımdan, ne Namık Kemal, ne Yeni Os­
dan te� k i k ed i l d iği nde, modern leşme man l ı lar ve ne de Osman l ı/Türk tecrü­
yanl ıs ı Osman l ı yönetici el itinin, Ba­ besi özgün b i r örnektir. Namık Kemal
tı'yı algılama ve değerlendi rme pers­ olsun, diğerleri olsun, "Batı Medeniye­
pektifleri i l e Tanzi mat' ı n modern leşme t i " karş ı s ı n d a " D oğu/Osma n l ı/İ s l a m
yan lısı paketine yöne l i k eleştiri leri ve Medeniyeti"ni ısrarla v e sabırla savu­
katkıları daha iyi a n l a ş ı l acaktır. Yeni nagelmişlerd ir. Burada özgün olan, uz­
Osma n l ı l ar hareketinin d i ğer üyelerin­ laşma çabas ı n ı n kendisi değil, çabanın
den esasl ı farkı, bir s i yasi teori ve fel­ içeriğidir.
sefe gel i ştirme çabası d ı r ki, tek başına N a m ı k Kemal i ç i n İ s l a m b i r l i ğ i de
b u bile takd i re şaya n d ı r. Geleneksel bu çerçevede önem kazanıyordu. Na­
İ sl a m/Şark/Osma n l ı s iyasi d üş ü ncesi m ı k Kemal, Batı siyasi düşünce ve te­
içinde, Batı klasik siyasi d üşüncesi, te­ orisini İslamı model i l e uyuşturma ça­
orisi ve felsefesi i le karş ı l aşmak ve bu basında yal n ız değildi, ama en ziyade
teme l inden farklı iki a l an arasında bir çaba h a rcayan la rdan b i r i yd i . O n u n
u zlaşma g i r i ş i m i n d e bu l u nmak, Os­ bakış açısından, Batı l iberal siyaset fel­
m a n l ı e n t e l e k t ü e l h ayatı a ç ı s ı nd a n sefesi, özünde, "gerçek" İslami yöne-

h i m bir rol ifa etmiş oldukları anlaşılır. fazıl şeyhleri, vasıl dervişleri dinlemeliyiz.
Fakat gerek dinin bugün almış olduğu Ancak bu tetebbu'dan sonradır ki terakki­
şekle gerek bu gibi cahillerin telkinat ve mize mani olan lslamiyet-i hakikiye olma­
tefsiratına bakarak hüküm vermek hiçbir yıp bugünkü Müslümanların din-i Jıtriden
vakit doğru ve mantıki bir hareket ola­ pek uzak olan lıurafe-alüd akideleri, esatiri
maz. Mani-i terakki olup olmadığını di­ ananeleri olduğu hakikatı tecelli eder"
nin kendisinde aramamız icab edeceği gi­ (Günaltay; 133 1 [ 19 1 5 ] : 9 1 -92).
bi dini anlamak için de hakiki alimleri, Tabl onun geneline bakıldığında şu
I S L A M D Ü Ü N C E S I N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

tim esasları ile uyum hal indeydi . Hat­ tan fikri, bu bakımdan, ayırıcı değ i l ,
ta, sadece uyumdan da söz edi lemez­ birleştirici b i r görüştür y a d a öyle de­
d i , ç ü n k ü zaten k l a s i k İ s l a m , bütün ğerlendirilmelid ir.
b u n l arı da i htiva etmekteyd i . Sorun, Nam ık Kemal'in gazeteci l iği, kamu­
teorik olmaktan ziyade, uygulamaday­ oyu ve yaratı lması süreci ile yak ı ndan
d ı . Sorun, unutulmuş b i r geçmişi yeni­ i l işki l id ir. Osman l ı/Türk kamuoyu n u n
den hatırlamaktayd ı . varl ığın ı n keşfi v e o n a h itap etmen i n
N a m ı k K e m a l a ç ı s ı n d a n h ü rriyet, gereği v e yararı, önemli b i r ad ım ola­
Osman l ı coğrafyası n ı n bütü n l üğünün rak görü lmelidir. Gerçi bu sözü edi len
koru n m a s ı a ç ı s ı n d a n d a ö n e m l iyd i . kamuoyu, b u g ü n k u l l a n d ı ğı m ı z a n ­
Tıpkı h u k u k g i b i . . . H u kuk, eşit l i k ve lamdan ç o k d a h a d a r bir çevreyi ifade
hürriyet, söz konusu coğrafyadan ken­ eder. H atta sadece İstanbul efend i l eri­
d i s i n i ayı rarak, bütün b u n lara kavuş­ ne yöne l ik olduğu söylenerek, küçüm­
mayı hayal eden gruplar açısından bir­ senebi l i r de . . . Ama yeni bir bakış açısı 247
leştirici yeni bir formü l olarak tasarlan­ olarak önem l id i r. Onun edebi cephesi
m ı ştı . A s l ı nda, bu form ü l, Tan z i mat de, as l ında bu bakış a ç ı s ı n ı n değişik
Fermanı'ndan bu yana sürd ü rü l en bir tezahürlerin i yansıtır. Önem l i olan, fi­
geleneğin deva m ı sayı l m a l ı d ı r. Onun k i rleri n deklare ve i k n a ed i l m es i d i r.
fikrince, bütün bunlar bir Osma n l ı va­ Ayn ı zamanda, gazeteler, hem kendi­
tan ı f i k r i yaratac a k ve bu coğrafya leri ve hem de kamuoyu adına denet­
içinde yaşayan far ki ı b ütün grupların leme görevi i le karşı karşıya i d i l er. Na­
.
bu vata n ı savu n m a s ı n ı sağlayacaktır. mık Kemal için, bütün yaz ı lanlar, ka­
B i r iyimser beklenti de, bu sayede, ün­ m u oyu n u n e ğ it i l me s i a ç ı s ı n d a n b i r
l ü "Şark Meseles i " n i n sona ereceği yo­ m isyona sah i pti. Çünkü, kendisi d e ka­
l u ndad ı r. N a m ı k Kemal i ç i n Osman­ muoyunun bütün bu görevleri yerine
l ı/İslam tarih i bu bakımdan da ayn ı gö­ getiremeyecek kadar güçsüz o ld uğu­
rüş zaviyesinden değerlendirilmeliyd i. nun muhtemelen farkındaydı . Bununla
Onun tarihe bakışını bel irleyen açı da b i r l i kte, b u t ü rd e n görüş l e r i Ş iaetle
budur. Namık Kemal i ç i n tarih, siyasi reddetmeye d evam edecektir. F akat,
pozisyo n u n u sağla m laştıran, o n u te­ bütün yazdı kları da "kamuoyunun eği­
m e l lend i ren ö ne m l i b i r argü mand ı r. timinin" b i r parçası sayılmalıdır.
Bu yaklaşım tarz ı, b i r hayli tan ıd ıktır. Namık Kemal, fi kir özgürl üğünü sa­
Osman l ı coğrafyas ı n ı n b i r arada kala­ vunur, ama bazı yazı larında kend ince
b i l mesi n i n temi n i de, aslında "hürriye­ doğru o l mayan yönlere doğru a ç ı l an
ti efkar" ı n b i r başka argüman ı d ı r. Va- m atbuatı da e l eşti rmekten geri d u r-

türden tasvirlere de sıkça raslanacaktır: Müslümanlar bugün atalet ve meskenet


Bir zamanlar cihanın en güçlü ve terak­ girdabına düşmüştür . . . Çünkü "evvelki
ki etmiş unsuru olan Müslümanlar bu­ Müslümanlar hakikatın perestişkarı idi­
gün sefalet içindedir. Zamanında her bi­ ler, şimdiki lslamlar ise hurafatın esiri­
ri bir medeniyet mamuresi olan lslam dir. Evvelki Müslümanların 'din'i onlara
beldeleri bugün harabe ve virane halin­ sa'y u irfan nurları isar ediyordu, şimdi­
dedir. lnsanlık tarihini gayret, cesaret ve ki Müslümanların akideleri ise kendile­
kahramanlık menkıbeleri ile dolduran rini zulmet ve hüsran uçurumlarına
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M 1

maz. Onun ahlakçı z i h n i yeti, bu tür­ Ü mmet"i görür. Bu organ, "meşveret"


den i l kesel bir meselede de kendisini u su l ü n ü n p ra t i kteki uygu l a mas ı d ı r.
hemen gösteri r. E l bette " h ü rriyeti ef­ Gerç i Namık Kemal, Batı siyasi felse­
kar"dan söz etmek önem l id i r, ama bu fesi ışığı nda, öze l l ikle Locke, Hobbes,
i l keyi savu n u rken ortaya kon ulan ar­ Rousseau ve Montesqu ieu'den yarar­
gümanlara da di kkat etmek gerekir. Bu lanarak, temel siyasi çerçeves ini ge l iş­
den l i yüksek ideal lerin savunulmasın­ tirmeye çabal ıyordu, fakat onun yap­
da k u l l a n ı lan argümanların da kendi maya ça l ı ştığı esas i ş, Batı siyaset te­
i ç i nde tuta r l ı o l m a s ı gere k i r. N a m ı k oris i n i n , özünde, İslam siyasi felsefesi­
Kemal açıs ı ndan, özgür bas ı n ı n ken­ n i n d ı ş ı n da o l ma d ı ğı n ı göstermekt i .
d i nce yararları vard ı r ve basın, bunun Bu çok önemliydi, çün kü, i l k olarak,
için, bu yararlar açısından özgürlüğü bu şek i l d e Batı'dan a l ı na b i l ecek b i r
hak etmiştir. Burada yarar ile özgürlük kurum, kavram v e teori, "ithal" ya d a
248 aras ı nda kuru lan doğrudan bağlantı, "kopya" o l maktan kend i l iğinden kur­
n i hai tahl i lde, yararsız görülecek alan­ tulacak ve Osman l ı/İslam toplumunun
l arda özgürlüğün s ı n ı rl a r ı n ı da kend i öz değerleri n i yansıtm ı ş olacakt ı . Bu
içinde taşımaktadır. noktada, N a m ı k Kemal, Tan z i mat'a
H ü rriyet, s iyasete doğrudan katı l ı m yön e l i k e l eşti r i l e r i n i h a k l ı ç ı ka r m ı ş
anlamına gel iyordu v e bunun d a siyasi ol uyord u . İslam siyasi felsefes i n i n b u
meka n i z m a l a r ı k u ru l ma k d u r u m u n ­ yöndeki bütün zorl amalara v e yakı ş­
dayd ı . N a m ı k Kemal açısı ndan, istib­ tırmalara karşın, gerçekte Batı l ı b i r si­
dat idaresine karşı, ancak ideal ölçüde yasi temsil sistem i n i ne ölçüde i htiva
o l a b i lecek, fakat Osma n l ı a ç ı s ı ndan ettiği ya da edebi leceği hayli tartışma
d ü ş ü n ü l m es i m ü m k ü n o l m a y a c a k konusu o l m a k l a b i rl i kte, Nam ı k Ke­
Cumhuriyet yönetimi b i r tarafa b ı rakı­ m a l i ç i n bu n o kta b i r ö n k a b u l d ü .
l ı rsa, meşruti bir monarşi gündeme ge­ Ü zerinde tartışı lması dahi caiz sayı i­
l eb i l i rd i . Osman l ı H a nedan ı ' n ı n ve m azd ı . B ü t ü n Osman l ı/İ s l a m siyaset
sultan ı n ve h i l afet i n kutsal hakları n ı n tari h i , bu açıdan yeniden gözden ge­
sak l ı tutuld uğu v e d iğerleri i l e kıyas­ ç i r i l iyor, adeta yeniden yorumlan ıyor
landığında, temsi l i n itel iği bir hayl i tar­ ve o l g u s a l p l a n d a , N a m ı k Kema l ' i
tışma götürür bir meşruti monarşi mo­ h a k l ı ç ı ka ra b i l ecek şek i l de yen i den
del i kurul mak isteniyord u . değerlend iril iyord u . islam ' ı n özü meş­
Nam ı k K e m a l , kamuoyu nun yöne­ veret id iyse, Osma n l ı Devleti'nin kuv­
timde/siyasette b i r başka tems i l ve de­ vet l i dönem leri, a s l ı nda bu danışma
netim organ ı o l a rak "Mec l i s i Ş u rayı yöntemi n i n revaçta ol duğu dönem l e r

d o ğru s ü rü k l e m ek t e d i r " ( G ü n a l tay, durumunu ortaya koyabilmek için bir


1 3 3 2 ( 1 9 1 4 ) : 3 -5 ) . tık bakışta tarihin araç seviyesinde kullanıldıkları görüle­
bir dönemini methetme/benimseme gibi cektir; vurgu yapılan esas şey geçmişte­
gözüken bu tasvirler tek başlarına alın­ ki bazı dönemlerin iyilikleri ve üstün­
dıklarında yanıltıcıdırlar, çünkü ana lükleri değil bugünün kötü ve zayıf du­
söyleme bakıldığında tasvirlerdeki müs­ rumudur. Ayrıca müspet dönemlerin,
pet tarihi dönemlerin , dönülmek iste­ tarihin hangi zamanına tekabül ettikleri
nen yerler olmaktan çok bugünün kötü de pek belli değildir.
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

olarak yansıtı l ıyord u . Sadece bu kadar için herhangi bir hassasiyet gösterme­
da deği l . .. B i r kuvvetler ayrı l ığı da söz mek de, gelecek kuşaklara yönel ik b i r
konusu i d i . Sultan, u lema ve yen içeri­ başka siyasi düşünce m i rası olarak ka­
ler, bu üçgen i n tarafları i d i l er. Toplum bul ed i lmel idir. Namık Kemal ' i n yaz­
sözleşmesi, biat kavra mı ile eşleştiri l i ­ d ıkları anayasal bir rej im i n temel i l ke­
yord u . As l ı nda bütün bunlar, şeriatı n lerini ortaya koymak bakı m ından dik­
öngörd üğü h u s u s l a rd ı . N a m ı k Kema l kate değerd i r. Fakat b i r anayasal siste­
açısından şeriata uyulması, bütün m i n kuruluş mantığı bundan i leri o l ­
bunlara uyulması anlamına gel iyordu. m a l ı d ı r.
Su ltan, şeriat h ü k ü m l erini uygu lamak Nam ı k Kemal için olsun, kend i sin­
ve a d a l et i s a ğ l a m a k l a görev l iydi ve den öncekiler ve sonrakiler açısından
öyle de kalmaya devam edecekti. Bu, olsun, s iyasi teori, tek başına önem l i
geleneksel Osman l ı yönetim felsefesi­ bir hareket noktası değildi v e olamaz­
nin onayıyd ı . "Kerim devlet" form ü l ü dı da ... Aksine, onların ortak paydası, 249
geçerl i yd i . Ayrıca, Namık Kemal güç­ mevcut siyasi sorunlar ve pozisyon lar
lü b i r a h l akçı o l arak, İ s l a m a h lakı n ı açısı ndan, önceden saptanmış sorun­
d a bu çerçeve içine yerleşti rmekte ge­ l a r ı n çöz ü m ü yolunda, hatta bu çö­
ri k a l m a m ı şt ı . Bu şaş ı rt ı c ı d e recede züm yolları n ı ve şek i l lerini haklı ç ı ka­
eklektik siyasi teori çabası, i l k olmak racak ve meşru gösterecek b i r s i yasi
bak ı m ı ndan d i kkate değerse de, gün­ teori yaratmakt ı . Önce siyasi end işeler
cel s i yasetle i lg i l i orga n i k bağları açı­ ve ard ı ndan da bu endişeleri g i dere­
s ı ndan ve kend i s i nden sonra gelecek cek b i r teori geliyordu. Siyasi teori si­
tutarl ı siyasi düşünce geleneks i z l iğine yaseti değil, tam aksi ne, g ünlük s iyaset
temel ol ması bakım ı ndan man idard ı r. teoriyi tayin ediyordu. Arzu ed i l en, so­
N a m ı k K e m a l , gelen eksel İ s l a m/Os­ runların b i r şeki lde çözüme kavuştu­
man l ı siyasi fel s efe s i n i , B at ı l ı b i r te­ ru l m a s ı o l duğundan, teori n i n k e n d i
orik çerçeve içinde sunarken, asl ı nda, i ç indeki tutarı ı l ığı ö n e m taşıyamazd ı .
gelenek i l e modern arasında, gelenek­ Bu, ancak olabildiği kadar olabi lecek­
sel o l a n ı modern b i r kap i ç i nde sun­ ti . Önem l i olan nokta, teori nin, sorun­
manın çabası i ç i ndeydi. Tutar l ı ol ma­ ların çözülebi l i r olduğunu göstermesi
yabi l i r, ama çabas ı takd i re değerd i r. ve hatta kan ıtlamas ı yd ı . N a m ı k Ke­
Siyasi pozisyonları savunmak için, tu­ mal'in, bundan söz ed i leb i l i r o l d uğu
tarsız ve hatta ken d i içinde çelişki l i si­ ölçüde, siyasi teorisi, bu temel çerçe­
yaset teorisi gel i şti rmek konusunda ıs­ ve içinde i nşa ed i l m işti . Yegane örnek
rar l ı o l mak ve aks i n i gerçekleştirmek deği l d i ve hiç olmayacaktır.
il

Kopuk tarihin, birbirinden uzaklaşmış kuvvet ve zaafları olan ve esas itibariyle


hatta irtibatsız hale sokulmuş iki parçası tasfiye edilemez bir tecrübeler ve imkan­
vardır. Biri asr-ı saadet (altın çağ) olarak lar hazinesi olarak görmek yerine onu ta­
kavramsallaştırılan Hz. Peygamber ve 4 şınması güç bir yük ve işe yaramaz hantal
halife devri, diğeri "eski rejim" haline de bir yapı, Akif'in diliyle söylersek "teker­
dönüştürülen Emevilerden i tibaren bütün rür" (olumsuz ve bıktırıcı tekrar) olarak
lslarn tarihi. Bu algılama kalıbı ve davra­ değerlendirmenin ürünüdür. Tarih oldu­
nış tarzı, geçmişi/tarihi kendine özgü ğu yerde ve olduğu gibi değil bulunması
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

istenen/gereken yerde aranmaktadır. mi'nin, modernleşme tarihimizin yeni re­


Meseleye Türk tarihi açısından bakıldı­ jim arayışları çizgisindeki büyülü alanla­
ğında bir başka dikkat çekici hadiseyle rından biri olarak meşruti idareyi meşru
karşılaşılacaktır. Bu, lslam tarihi tecrübe­ (şer'i) hale getirmek ve tabii "eski re­
si içinde Selçuklu ve Osmanlı dönemleri­ jim"le aynileştirileren istibdadı gayrimeş­
nin da kaydadeğer bir yer tutmaması, ru bir şekle sokmak için yaptığı yorum ve
çok az istinasıyla bu uzun ve ilmi, siyasi, buna bağlı olarak Islam tarihi sınıflandır­
kurumsal açılardan ihmal edilemeyecek ması bu açıdan önemli olmalıdır: "Biz is­
dönemlerin de istibdat (eski rejim) söy­ tibdat dedikçe, hatırımıza yalnız Abdül­
lemi içinde, örtülmesi, kaybolup gitmesi­ hamid-i Sani'nin rub' asırlık saltanatı geli­
dir. Yeni Osmanlılar'da (hususen Ali Su­ yor. Halbuki Emeviye'nin galebesiyle bera­
avi ve Namık Kemal'de) kısmen var olan ber, yani bin bu kadar senedir, Müslüman­
Osmanlı Devleti'nin bazı dönemlerini, lar, pek kısa ve az müstesnasıyla hep istib­
Divan-ı Hümayun, yeniçeri ocağı gibi ba­ dat ile idare edilmişlerdir. Kah yalnız is­
250 zı teamül ve kurumlarını istisna etme tibdcul-ı idari, kah istibdad-ı dini ve bazen
dikkati giderek zayıflayacak ve istisnalar her ikisi birleşerek milleti esire, vatan-ı
(tarihin müspet alanları) görülmez hale lslam'ı harabeye çevirmiştir. Işte bu me­
gelecektir. (il. Abdülhamit devrinde baş­ did edvar-ı istibdaddır ki bütün Müslü­
layan, Il. Meşrutiyet döneminde daha da manlara fena istidadat iras etmiştir. Fakr
c a n l a n a n , C u mhuriyet y ı l l arında ise u meskeneti tebcil, riya vü kitmanı tecviz,
"Türk tarih tezi"ne dönüşen milli tarih itaat-ı mutavaata vesaire gibi" (Ahmet
arayışlarının, büyük açıklama kalıplarına Hilmi, "Fenalık nerede? ", Hikmet, nu. 34,
varamayışının ana sebeplerinden biri de s. 1-2, 5 Zilhicce 1328 / 25 T. sani 1326) .
Osmanlı tarihini bir tür paranteze alma Şehbenderzade döneminin temsil gücü
çabalarının giderek artış göstermesi ol­ yüksek bir tercümanıdır ve tahmin edile­
malıdır). bileceği gibi yalnız değildir.
Irtibatsızlaştırma ameliyesinin daha ba­ Bu tanımlama ve akıl yürütmelere göre
riz bir şekilde ve bütünlük içinde görülüp intibah ve necat için şimdi yapılması ge­
anlaşılabilmesi için "ideal" tarihin yaşan­ reken şey, (aktüel) tarihin asr-ı saadete
dığı dönem olarak asr-ı saadet tarihinin, göre tadil edilmesi ve yeniden inşasıdır.
aynı zamanda peygamberler ve hak dinler "Kopukluk" ve "halka" istiarelerine göre
tarihi olan Islamiyet öncesi tarihten ko­ söylersek, lslam tarihinin problemli ve
parıldığının da önemli bir mesele olarak çürük gözüken/öyle kabul edilen "bin bu
hatırda tutulması gerekir. Koparılan bu kadar senelik" çok uzun halkalarını dev­
alt/arka halkanın adı, yeniden tanımlanan reden çıkararak yeni halkayı, problemsiz
ve sanırım Islam tarihinin hiçbir döne­ ve güçlü kabul edilen ilk halkalara bağla­
minde göremeyeceğimiz şekilde gerilere ma ve bundan yeterli bir güç devşirme te­
itilen, olumsuzlaştırılan "israiliyat"tır. Bu şebbüsü de diyebiliriz. llk bakışta büyüle­
ameliye lslam ilim ve kültür tarihinde yici, parlak ve cazip gibi gözüken bu tasa­
güçlü olarak var olan, tarihe bir insanlık rımın mantıken doğru olup olmadığı ve
tarihi olarak bakma ve tarih kitaplarını tarihi atlayarak uzun, yüksek köprü kur­
Hz. Adem'le başlatma geleneğini de ciddi ma düşüncesinin uygulanabilirlik derece­
olarak etkilemiştir. Bu ise tarihin bütün­ si, nihayet yapısal dönüşümün imkanı gi­
lükten uzaklaşarak küçülmesinden ve ta­ bi ciddi meselelerin tartışıldığına dair
rih zaviyesinin, ufkunun daralmasından kayda değer metinlere ve işaretlere rastla­
başka bir şey değildir. madık. Yani geçmişle ilgili neyin, niçin
Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hil- gözardı edildiği ve bunun muhtemel ma-
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E C; I Ş I M I

liyetleri muhasebe dışında kalmış gibi gö­ birine bürünen bu yöneliş de tarihi, tarih
züküyor. Sürekli vurgulanan husus, ls­ içinden akarak gelen "kaynak"ların biz­
lam'ın bütün iyilikleri (ilerleme, bilim, zat kendilerini, yorumlarını ve bunlara
medeniyet. . . ) zaten içinde barındırdığı, bağlı olarak ulemanın otoritesini parante­
Avrupa'nın lslam'a meydan okuyacak se­ ze alarak benzer bir köprü inşası ö ngör­
viyeye gelişini Müslümanların terk ettik­ mektedir. Kavisi hayli yüksek, çapı epey­
leri lslami ilkeleri/Kur'ani hakikatleri be­ ce uzun bu köprü kurma yönelişinin ne­
nimsemelerine borçlu oldukları, şairane relere doğru seyrettiğini göstermesi açı­
bir. deyişle "bizim dinimizin onların haya­ sından Fazlurrahman'ın düşüncelerine
tı , onların hayatının ise bizim dinimiz" yer verilebilir: "Burada önerdiğimiz tefsir
haline geldiğidir. Bu tasvir ve yargıların usulü, iki türlü hareketi içermektedir:
esas sebebi, dönemin maddi ve psikolojik Önce zamanımızdan Kur'an'ın indirildiği
ağır şartlarının tesiri altında "acil ve uy­ zamana gitmeli; sonra telırar oradan, hen­
gun" çözümler peşinde olmanın getirdiği di zamaııımıza dönmeliyiz. ( . . . ) iki hare-
-belki de kaçınılamayacak- körlükler, ih­ ketten birincisi iki aşamayı içerir: l . Bir 251
maller olsa gerektir. ayetin tarihi ortamını ve çözüm getirdiği
3. Çağdaş lslam düşüncesinin ve lslam­ sorunu iyice araştırarak, onun taşıdığı
cılık hareketinin önemli kavramsal çerçe­ önemi veya manasını anlamak ( . .. ) Şu
velerinden biri olan "kaynaklara dönüş" halde birinci hareketin ilk aşaması, hem
hareketi de bu yeni tarih tasarımının ay­ Kur'an'ın bir bütün olarak ne demek iste-
rılmaz parçalarından biridir. Kaynaklara diğini anlamak ve hem de özel durumlara
dönüşten neyin kastedildiğine bakıldığın­ cevap teşkil eden belli ilkelerini kavra-
da asgari iki nokta dikkati çekmektedir: maktan ibarettir. 2. Kur'an'ın belirli özel
1 . Bağlayıcı bilgi kaynağı olarak Kur'an ve _cevaplarını genelleştirerek, onları umumi
Sünnet'i esas almak, 2. Bağlayıcı uygula­ olan ahlaki - toplumsal ilkelerin ifadeleri
ma olarak asr-ı saadeti öne çıkarmak. Bu olarak ortaya koymak. (. .. ) Önerdiğimiz
asşari iki vurgulu noktanın satır aralarına tefsir usulündeki ilk hareket, özelden ge-
nüfuz edildiğinde, örtük olarak dile geti­ nele, yani Kur'an'ın bazı ayetlerin d en
rilen geçmişe/tarihi lslam'a yönelik ten­ onun genel ilkelerinin, değerlerinin ve
kitlerden biri, tarihi tecrübe içinde bu iki uzun vadeli gayelerinin ortaya çıkarılıp
alanın; kaynakların ve asr-ı saadet uygu­ sistemleştirilmesine yöneliktir. ikinci ha-
lamasının göz ardı edildiği, en hafif tabi­ reket ise (genelden özele) çıkarılan bu
riyle ihmale uğradığıdır. ikincisi tarih genel görüşten, şimdi (kendi zamanımız-
içinde ortaya çıkan anlama ve yaşamaya da) formüle edilerek uygulanması gere-
dönük lslami yorumlar asla sadakat açı­ ken, şu andaki duruma yöneliktir. Yani•
s ı ndan ciddi problemler taşımaktadır. çıkarılan genel (ilke) , şu andaki somut
Üçüncüsü icma, mezhep, müctehit kav­ toplumsal - tarihsel ortamla uyum sağlaya-
ramlarına yüklenen anlam ve verilen de­ cak bir şelıilde birleştirilmelidir. Bu da yi-
ğer üzerine yükselen, meşruluk kazanan ne şu andaki durumu çok iyi inceleme-
ulema ve ilim hiyerarşisi, giderek kaynak­ mizi ve onu oluşturan çeşitli unsurları
ları perdelemiş, bu ise bir taraftan ulema­ çok iyi tahlil etmemizi gerektirir. (. .. ) Bu
nın söylediğini nas hükmüne çıkarmış di­ her iki hareketi, diğer iki aşama ile birlik-
ğer taraftan da yeni yorumları imkansız te başarılı olarak uygulayabildiğimiz öl-
denecek derecede zor hale getirmiştir. çüde, Kur'an'ın emirleri ve yasakları za­
Akifin "Doğrudan doğruya Kur'an'dan manımızda yeniden canlılık ve etkinlik
alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz kazanacaktır. Bu durumda ilk hareket te-
lslamı" mısralarında en üst ifadelerinden melde tarihçiye düşen bir görev olduğu
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

halde, ikincisi açıkça sosyal bil imcinin dışladığı henüz analitik olarak o rtaya
aracılığını gerektirmektedir. Fakat asıl konmuş olmamakla beraber konumuz iti­
'etkin yönlendirme' ve 'ahlak mühendisli­ bariyle üç yönünün çok bariz olduğu söy­
ği' görevi alılalıçının işidir. ikinci hareket, lenebilir: Birincisi, Islam dünyasında çok
aynı zamanda birinci harekette yapılan köklü bir geleneği olan ve birbiriyle irti­
çalışmaların, yani anlama ve tefsir etme batlı fakat farklı çokça disiplin içinde ele
çabalarının vardığı sonuçları düzelten alınan "ilimler tasnifi" dairesini kırarak
(bir ölçü) görevi yapacaktır. Zira vardığı­ anlaşılmaz, hatta önemsiz hale getirmesi­
mız sonuçlar, şimdi uygulamada başarısız dir. Bu da ister istemez ilim kavramını ve
iseler, o zaman ya mevcut durumu doğru ilimler hiyerarşisini zayıflatan, belirsizleş­
olaralı değerlendiremedilı ya da Kur'an'ı tiren, neticeleri itibariyle de neyin, hangi
anlamada başarısız oldulı demelıtir" (Faz­ çerçevede söylendiğini ve mantığını anla­
lurrahman, 1 990: 73 76). - mayı zorlaştıran bir fonksiyon icra etmiş­
Açıkça görüldüğü gibi Fazlurrahman'ın tir. ikincisi, felsefi arkaplanı, tarihi mace­
252 çözüm olarak teklif ettiği Kur'an'ı anlama rası ve ana hedefleri çok alt düzeyde kav­
ve yorumlama çabası (kaynaklara dönüş) ranan, bu yüzden de Islaın kültüründeki
iki zaman kaidesi üzerine oturuyor: Biri "ilim kavramıyla neredeyse aynileştirilen
n

Kur'an'ın indirildiği dönem, diğeri şimdi modern bilimin ve onun verilerinin, "bi­
içinde bulunduğumuz zaman. Metodoloji lim fetişizmine" varacak ölçüde mutlak­
üzerine de m etinler kaleme alan bir bilim laştırılarak tefsir ve kelam başta olmak
adamı olarak Fazlurrahman'ın, tefsir ve üzere bütün IslamI ilimlere bulaştırılma­
ilgili ilimlerdeki hala kuşatamadığımız ta­ sıdır. Dinin yerini alma iddiasında olan
rihi birikimi ve tecrübeyi bu kadar kolay insan merkezli ve akılcı modern bilimin,
atlaması ve bu atlamanın imkanı/imkan­ Islam dininin, hususen Kur'an'ın mucize­
sızlığı problemi üzerinde neredeyse hiç liğinin, 1 9 . yüzyılın pozi tivis t mantığı
durmaması, ancak kaynaklara dönüş ha­ içinde savunulması için uygun bir araç
reketinin tabiatı doğru ve derinliğine ta­ olduğuna/olabileceğine dair güçlü bir ka­
nındığı zaman normal karşılanabilir. ikti­ naat oluş(turul)muş ve "lslam'ın mani-i
bas ettiğimiz bu satırlar arasında yazar, terakki" olduğu, bilimle, akılla barışık ol­
14 asır gibi uzun bir zaman dilimi içinde madığı yolundaki oryantalistik tezleri çü­
Kur'an'ı anlama uğrunda gösterilen deva­ rütmek veya bu ağır yükten nispi de olsa
sa çabaları çok cılız ve ve sönük ifadelerle kurtulmak doğrultusunda çokça çaba sarf
geçiştiriyor, atlıyor (Fazlurrahman, 1 990: edilmiştir. Tarih, hadis, siyer, ilmihal, te­
75) . Tefsir ilmini tarihçi, sosyal bilimci ve racim-i ahval ve menakıp ki taplarında
ahlakçıya bı rakması kadar "uyum" ve önemli bir unsur olarak yer alan mucize,
"başansız"lık üzerinde vurgu yapması da ·keramet türünden rivayetlerin gerilere
nasıl bir halet-i ruhiye içinde bulunduğu­ doğru itilmesi, toplumsal hafızada itibar
nu göstermesi açısından kayda değer olsa kaybına uğratılması; bir kısmının redde­
gerektir. dilmesi, bir bölümünün ağır tenkitlere
4. Parçalanmış ve kopuk tarihin teza­ konu olması, büyük bir yekünunun da
hür alanlarından biri de 19. ve 20. yüzyı­ mevzu hadis, uydurma haber, israiliyat,
lın büyülü kavramlarından "medeniyet" hurafe, batıl inanç . . . seviyesine indirilerek
ve " terakki"ye eşlik eden "ulüm ve fü­ tasfiyesi, gittikçe hakimiyetini artıran bu
nün" etrafında halelenmiş görünmekte­ bilim fetişizminin beklenebilir ağır bedel­
dir. Çağdaş Türk düşüncesinde ulüm ve li neticeleridir.
füniın'un hangi anlamları taşıdığı, hangi Tarihteki kopukluk açısından daha da
ilimleri ve bilimleri ifade ettiği ve neleri önemli olan üçüncüsü, lslam dünyasında
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

ilmin 19. yüzyıldan sonra durduğu, geri­ ği gerçeğinin yeteri kadar fark edilmemiş
lediği şeklindeki oryantalistik kanaatleri olduğu söylenebilir.
bir şekilde benimsemiş, kuvvetlendirmiş Islahat hareketlerine yönelen açık veya
ve yerleştirmiş olmasıdır. Hemen hiçbir örtük muhalefetin, -din kaynaklı olsun
ikna edici delil ileri sürmeden ilim ve fen olmasın- dini bir muhteva taşıması, özel-
açısından Selçuklu ve Osmanlı dönemle­ likle de "gavur" vurgusu (il. Mahmut için
rini geri plana iten, dışlayan ve alt bir ka­ gavur padişah, Ali Paşa için gavur paşa,
tegoriye indiren bu görüşün, çağdaş Müs­ modern okullar için gavur mektebi, Avru-
lüman aydınlar tarafından kolaylıkla ve pa'dan muktebes yeni kurumlar, tavırlar
neredeyse ittifakla benimsenmesi tesadüfi ve sosyal unsurlar için gavur icadı...) teh-
değildir. Burada Müslüman aydınların, ditkar ve ıslahatı önleyici/geciktirici ciddi
bir kısmını yukarı da vermeye çalıştığı­ potansiyel unsurlar taşıyordu. Bu gerilimi
mız ve tevarüs mekanizmalarını işlemez aşmak için başvurulan en emin yol, tarihi
hale getiren parçalı tarih telakkileriyle tecrübe içinde de var olan bir usul olarak,
zımni bir uyum arayışı söz konusudur. yapılacak olanları dinileştirmektir. lslam 253
1 2. yüzyıl sonrasında lslam dünyasında dünyasında ve Osmanlı Devleti tecrübe-
ilmin durduğu tezinin, akademik olarak sinde ıslahatın baş icracısı ve savunucu-
birçok açıdan tenkit edilip geçersiz kılın­ sunun bizzat "din ü devlet"i birlikte tem-
masına rağmen Müslümanların zihninde sil eden halife-padişah oluşu da önemliy-
hala itibarını koruyor olması da ancak bu di; padişahın yapacağı şeyler bir taraftan
"uyum" anlayışıyla irtibatlandırıldığında devletin/kendisinin varlığını garanti ede-
anlaşılabilir. cek, diğer taraftan da devlete ve halifeye
meşruluk kazandıran dine uygun olacak-
HU.AFET-SALTANATTAN MEŞRUTIYET'E
tı. Zaman zaman zor ve problemli işleyen
bu çift taraflı mekanizma Cu mhuriyet
Çağdaş lslam ve Türk düşüncesinin evle­ idaresinin kuruluşu dahil olmak ü zere
viyetle siyasi düşünce veya siyasete ba­ bütün Türk modernleşmesi tarihi boyun-
ğımlı bir düşünce ağırlıklı olduğu rahat­ ca bazen sadece söylem olarak bazen de
lıkla söylenebilir. Siyasi aklın ve Müslü­ hem söylem hem icraat olarak işleyecek-
man aydınların esas olarak çözmek iste­ tir. Meşruiyet kazandırmadaki zorluk. ıs-
dikleri problemin, devletin nasıl fiili ve lahat hareketlerinin hemen her büyük
psikolojik çöküşten kurtulacağı; dini ke­ aşamasının (Tanzimat ve Islahat ferman-
limelerle söylersek Müslümanların küf­ larının, 1. ve Il. Meşyrutiyet'in ilanı vb.)
rün (Avrupa'nın, Rusya'nın) karşısındaki fiilen gündeme gelen veya kapıyı çalan
m ağlubiyetlerinin nasıl durdurulacağı güçlü bir dış müdahalenin arkasından
meselesi olduğunu biliyoruz. Islahat ha­ gelmiş olmasındadır.
reketlerinin askeri alanla ve buna bağlı Yeni rejim arayışları olarak meşrutiyet
olarak mektepleşme süreciyle (ordunun taleplerinin öncesinde, Osmanlı Devle­
donanımıyla alakalı teknik ve mühendis­ Li'nin ve aydınların gayrimüslim tebaası­
lik eğitimiyle) başlamış olması, büyük öl­ nın hukuki ve siyasi slatüsünü dönüştür­
çüde askeri yetersizliklerle sınırlı görülen me bağlamında müsavat pol itikaları ve
mağlubiyet problemini çözmekle doğru­ Avrupa dengeleri arasında bir yer arama
dan irtibatlıdır. Bu aşamada askeri mo­ çabaları bulunmaktadır. lslamcılık hare­
dernizasyonun ve modern eğitimin aynı keti bu çerçevede Tanzimat politikaları­
zamanda ciddi siyasi, dini, sosyal ve kül­ nın ve Yeni Osmanlılar'ın yer yer farklıla­
türel altüst oluşlara, kurumsal değişmele­ şan, belki bazı alanlarda dini vurguları/di­
re, zihniyet zıtlaşmasına sebebiyet verece- ni muhtevası artan, derinleşen bir deva-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K 1 M I

mından başka bir özellik taşımaz. Önce­ tirdiği bu eşitsizliğe işaret etmiştir. Bura­
likle çözüme kavuşturulması gereken da, değerler sisteminin ve geleneklerinin
problem taklit meselesidir. Modernleşme beklenebilir bir sonucu olarak tebaası
döneminin Müslüman aydınları, hem ye­ olan gayrimüslimlerin haklarını, eşitlik il­
ni fikirlere, içtihatlara kapı aralamak hem kesine göre değilse de adalet prensibi ge­
de mezheplerin, tarikatların dağıttığını reği emniyet altına alan, şimdi ise büyük
savunduğu lslam birliğini (ittihad) yeni­ ölçüde harici sebeplerle onlara imtiyaz
den kurmak için bir taraftan kendi ilmi­ kabilinden müsavat verme zorunda kalan
kültürel çizgisi içinde meşru olan mezhep bir siyasi yapının zaafa uğraması hadise­
imamlarına, ulemaya, şeyhlere "körükö­ . siyle karşılaşıyoruz.
rüne" taklidi, itaati tenkit edip buna kar­ lslam dünyasının büyük coğrafyaları
şılık içtihadı, içtihat kapısının açılmasını olarak Osmanlı, Mısır ve Hindistan'da
yani gelenekten, ulemanın otoritesinden yanyana yaşayan Müslümanlarla zimmi­
bağımsız ferdi yorumların meşruluğunu lik hakları korunan, adaletle davranılan
254 savunurken diğer taraftan da paradoksal gayrimüslimlerin hukuken-siyaseten ve
olarak bir tür Avrupa'nın taklit edilmesini sosyal statü itibariyle eşit (müsavi) olma­
savunacaktır. Halbuki şeklen bile olsa dıklarını biliyoruz. Zaten fıkıh ve tarihi
"kafirin taklidi/kafire benzemek" dinen tecrübe de böyle bir eşitliğe cevaz vermi­
gayri meşrudur. (Muhalefetin, "kim bir yor, imkan tanımıyordu. Ayrıca Osmanlı
kavme benzerse o onlardandır" hadisini tecrübesinde olduğu gibi gayrimüslimler
sürekli gündeme getirmesi bu çerçevede de kendi aralarında mutlak bir eşitliğe sa­
önemsenmelidir) . Avrupa'nın taklite ko­ hip değillerdi. Onları kendi aralarında
nu olması ancak fıkhI/hukuki bir kavram eşitsiz kılan şey hukuk veya nüfus değil
olarak haramları geçici bir süre için helal siyasi ve sosyal teamüller, coğrafi farklı­
kılan zaruret prensibi devreye sokularak lıklar ve gündelik hayatın akışında teza­
aşılabilecektir. Küfrü temsil eden Avrupa hür eden kabiliyetleri, meşrepleri ve mes­
bu aşamadan itibaren bir tarafıyla aman­ lekleri idi. En üst tabakada Rumlar (Orto­
sız düşman diğer tarafıyla da taklit mercii dokslar) , en alt tabakada ise Yahudiler
olma vasfını açık veya örtük olarak birlik­ şeklinde tezahür eden gayrimüslimlerin
te kazanacaktır. kendi aralarındaki bu eşitsizlikler yüzün­
Müsavat (egalite) ve bununla birlikte den Islahat Fermanı'nın ardı sıra Rumla­
uhuvvet (fraternite) kavramlarına getiri­ rın "Devlet bizi yahudilerle beraber [ mü­
len yeni dini yorumlar lslam siyasi dü­ savi) etti; piz Islamların tefevvukuna [üs­
şüncesinin değişmesi/modernleşmesi tari­ tünlüğüne] razı idik" türünden şikayet­
hi açısından ilk adımlar olmalıdır. Fransız lerde bulundukları kaynaklarda yazılıdır.
lhtilali'nin -aynı zamanda masonik um­ Osmanlı siyasi aklının müsavat politi­
delerden biri olarak- müsavat prensibinin kalarını benimsemek ve savunmak nokta­
bir şekilde kabulü Osmanlı-Islam dünya­ sına nasıl geldiği meselesi konumuz ol­
sında siyasi, dini, sosyal problemlere kay­ makla beraber Sultan il. Mahmut'un, ha­
naklık etmiş ve maşeri hissiyatın rencide yatının sonlarına doğru Reşit Paşa'nın is­
olmasına zemin hazırlamıştır. Bu prob­ tekleri doğrultusunda yabancı sefirlerin
lem, eşitliğe vurgu yapan müsavat kavra­ huzurunda söylediği "Ben tebeamın Müs­
mının, gayri müslimler lehine imtiyazlar, lümanını camide, hıristiyanını kilisede,
Müslümanlar aleyhine eşitsizlikler doğur­ musevisini de havrada fark ederim, arala­
duğu şeklinde özetlenebilir. Nitekim Na­ rında başka gı1na bir fark yoktur" sözüyle
mık Kemal başta olmak üzere birçok Os­ declare edilen, Gülhane Hatt-ı Hümayü­
manlı aydını müsavat politikalarının ge- nu ve ardından Islahat Fermanı'yla resmi
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

b elgelere ve mevzua ta sara ha ten veya olmaktan ziyade milletlerarası siyasi mü­
zımnen girmeye başlayan, daha sonra si­ nasebetlerin ve belki dönemin ana tema­
yasi muhalefet hareketleri olarak Yeni Os­ yüllerinin Osmanlı D evleti'ne dayattığı
manlılar ve lttihat ve Terakki hareketleri­ politik bir mesele olmasına rağmen dini
nin de muhalif kanadı genişletmek, gayri­ bir çerçevede inşa edilmiş ve sunulmuş
müslimleri haberleşme ve yasak yayınlan yani ayetler ve hadisler delil getirilerek
edinme-dağıtma kanalı olarak kullanmak Müslümanlarla gayrimüslimlerin · eşitliği­
ve Avrupa'da itibar görmek gibi birçok sa­ nin Kur'an ve hadislere uygun olduğu,
ik eşliğinde kısmen veya tamamen be­ hatta nasların müsavatı emrettiği savu­
nimsiyeceği müsavat meselesi, öncelikli nulmuştur (bugün de savunulmaktadır) .
olarak üç hedefe yönelikti: Hedeflerden lslam ve Osmanlı tarih tecrübesi ise mü­
biri devletin sınırlan içinde, özellikle Bal­ savat kavramı etrafında yeni ve zaruri yö­
kanlar'daki milliyetçi ve ayrılıkçı tema­ nelişlere yol vermediği, müsait olmadığı
yülleri durdurmak veya tehdit edici ol­ için, bu yeni metinlerde çoğunlukla bir
maktan çıkarmak ve dinlere/mezheplere kenara itilmiş, görmezden gelinmiş veya 255
göre şekillenmiş milletler sistemini ayak­ bu mümkün olmadığı zaman tenkit edi-
ta tutmaktır. Bilindiği gibi lttihad-ı Ana­ lerek bağlayıcı o lmaktan çıkarılmıştır.
sır/Osmani politikası bu siyasi kararın ne­ Müslümanlarla gayrimüslimlerin eşitliği
ticesi idi ve dönemin şartlarının icbar et­ manasında müsavatın, Kur'an ve hadisler
tiği yeni bir Osmanlı vatandaşı çerçevesi açısından "caiz" hatta " farz" olduğunu
ve yeni bir s iyasi birlih (ittihad) anlayışı savunabilmek, bir başka ifade ile siyasi
inşa etmek peşinde idi. Islahat Ferma­ zaruretleri dini zaruret haline yükseltmek
m'mn Müslümanlarla gayrimüslimler ara­ için ilmiyeye mensup zevat da dahil ol-
sındaki münasebetleri yeniden tarif eder­ mak üzere Osmanlı aydınlarının kale-
ken "ravabıt-ı kalbiye-i vatandaşi"den ya­ minden çıkan metinlerde birçok ayet ve
ni kalbi/hissi vatandaşlık bağlarından hadisle karşılaşıyoruz. Çağdaş lslam dü­
bahsetmesi bu zaviyeden manalı olmalı­ şüncesinde önemli bir yeri olan "kaynak-
dır. lkinci hedef Rusya'dan sonra gayri­ lara dönüş hareketi"nin aynı zamanda ne
müslimlerin hamisi konumuna yükselen kadar problemli ve sıkıntılı, bir manada
Avrupa'nın doğrudan veya dolaylı müda­ kaynaklardan uzaklaştırıcı bir alan oldu-
halelerini azaltmak, hafifletmek veya bü­ ğunu göstermesi açısından da, zahiri ve
tünüyle ortadan kaldırmaktır. Üçüncüsü hatmi manaları müsait olmadığı halde
ise Avrupa'nın Osmanlı ve lslam dünyası müsavatı savunmak için serdedilen ve ni­
için giderek daha fazla menfi vurgular hayetlerinde "nazar-ı şeriatta herkes mü-
yapUğı ve oryantalistik çalışmalarla aka­ savidir" hükmü yer alan bu ayet ve ha-
demik olarak da beslediği üç eşitsizlik dislerin nasıl seçildiğine ve nasıl tercüme
(hürle köle, erkekle kadın, Müslümanla edilerek yorumlandığına bakmak gerek­
gayrimüslim arasındaki eşitsizlik) alanı­ mektedir.
nın yükünden nispi de olsa kurtulmaya 2. Dindar bir kişinin veya dini temel
yöneliktir. referans aldığı iddiasında olan bir siyasi
llmiye sınıfının ve Islamcılık cereyanı yapının farklı dinlere m ensup kişileri
içinde yer almış zevatın müsavat kavra­ (bizim örneğimizde Müslümanlarla gay­
mım nasıl, hangi çerçevede anladıkları ve rimüslimleri) eşit hale getirmesi dinen,
ne tür araçlar kullararak müsavat politi­ şer'an hatta zihnen mümkün olmasa ge­
kalarını meşrulaştırdıkları meselesi üzeri­ rektir. Çünkü hangi dine mensup olursa
ne yoğunlaştığımızda şu noktaların altı olsun, böyle bir yöneliş felsefi-itikadi dü­
çizilmelidir: 1 . Müsavat problemi, dini zeyde ya kişinin ve siyasi yapının kendi
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M I

i tikadının doğruluk ve haklılığından yır bu 'hürriyet ve meşrutiyette lslam ve


şüphe etmesi manasına gelecek v eya hıristiyan bir olacakmış, dinler birbirine
ikinci ve üçüncü taraflara karşı kendi le­ karışacakmış, yahut hepsi ortadan kalka­
hine işleyecek bir manevra alanı açmak cakmış' gibi evhama kapılmak kar-ı akıl
için bilerek tavizler verdiği kabul edile­ değildir. Meşrutiyette Isltını ve lııristiyaıı
cektir. Kalkış noktası hangisi olursa ol­ lııılr nlı-ı dıiııyeviyece miisavi alacalı de­
sun (bize göre şüphe ile taviz/manevra mektir. (. .. ) Mııarııelat-ı dıiııyeviyeye ait
şıklarının ikisi birlikte işlemektedir) , olan bu gibi hususatta müsavatı gözet­
şartların zaruri kılmasıyla benimsenen mek lazım olup ıırıııir-ı diniye ve itihadi­
müsavat düşüncesi bir tür laik hukukun yeye gelince elbette müslim başka gayri­
ve zihniyetin gelişmesine yol açacak, en müslim başkadır. Ancak bu yoldaki Is­
hafif tabiriyle siyaset, örfi hukuk ve hik­ larıılılı ve lııristiyanlıh farlıı yalnız cami­
met-i hükümet alanını normal sınırlarını lerde, ldliselerde zalıir olmah (. .. ) lazım
aşacak şekilde genişletecektir. Cevdet Pa­ gelir" (Mustafa Sabri, "Taşrada irad olun­
256 şa'nın Mecelle için kullandığı "mesail-i muş bir nutukdan", Beyaıııi'l-lıalı, Ill/56,
şer'iye cem' olunarak, elıl-i Islama göre s. 1 1 52, 7 R. ahir 13 28/5 Nisan 1326).
'alıharıı-ı şer'iye' olup tebea-i gayrinıiisli­ Mustafa Sabri Efendi'nin, il. Mahmud'a
meye göre dahi 'lıanıın' itibar olunmak ait son cümleyi, bilerek-bilmeyerek ne
( . . . )" ibaresindeki "ahkam-ı şer'iye" ve kadar rahatlıkla tekrarladığına dikkat
"kanun" ayırımı vurguları, Osmanlı dev­ edilmelidir. (Geniş bilgi için bkz. lsmail
let ricalinin ne yaptığının tamamen far­ Kara, "Müsavat yahu t Müslümanlara
kında olduğunu gösterdiği kadar sekü­ eşitsizlik-Bir kavramın siyaseten/dinen
lerleşme ve zihin parçalanması düzeyin­ inşası ve dönüştürücü gücü " , Osmanlı
de ne kadar problemli bir alanın içinde Devleti'nde Din ve Vicdan Hürriyeti içinde,
olduğumuza da işaret etmektedir. Bir İstanbul, Ensar Yay. , 2000, s. 307-47).
aşama sonra değerler ve sosyal hayat dü­ Müsavatı, yine Fransız lhtilali menşeli
zeyinde Müslümanlarla gayrimüslimler ve masonik bir umde olan hürriyet (liber­
arasındaki farkın bu dünya ile değil ahı­ te) kavramı takip edecektir. Hürriyet kav­
retle alakalı bir mesele olduğu vurgula­ ramıyla alakalı iki temel problemden biri,
nacak, bu mantık giderek din-dünya, lslam ve Osmanlı siyasi kültüründe hür­
dünya-ahıret ayırımına yani laik-seküler riyetin siyasi değil hukuki bir kavram
tasavvurun merkezine varacaktır. oluşu ve fıkıh nazarında bir Müslümanın
B u noktada Manas tırl ı lsmail Hak­ fiilen esir olsa bile hukuken köle (esir)
kı'nın Ayasofya Camii kürsüsünden ce­ statüsünde olamayacağı hükmü idi. Bu
maata söylediklerine ve daha sonra şey­ yüzden Osmanlılar dahil olmak üzere ls­
hülislamlık m akamına o turacak o lan lam dünyasında, siyasi özgürlüğü ifade
Mustafa Sabri Efendi'nin yazdıklarına ba­ eden "liberte" kavramı uzun sayılabilecek
kabiliriz: "Din ve mezhebin dünyaya, bir müddet, daha çok ticari bir terim olan
hüsn-i muaşeret ifasına hiç taalluku yok­ serbest iyet kelimesiyle karşılanmıştır.
tur. Ahırette halleri ne olursa olsun. On­ ikinci problem lslam ve Osmanlı siyasi
dan sana ne! (. .. ) Adem-i müsavat ahıret­ düşüncesinin itaat temel kavramı etrafın­
cedir. (. .. ) Hele siyaseten bu tesavi [mü­ da şekillenmiş olmasıdır. Burada Allah'a
savat] ve ittifak bugün ne kadar lazımdır. itaatla padişah-halifeye itaatın aynı keli­
( ... ) Esasen aramızda uhuvvet var; uhuv­ melerle ifade edilmiş olması (itaat, taat),
vet-i insaniye, uhuvvet-i vataniye (. . . ) " hatta ayette Allah'a, Peygamber'e ve ulü'l­
("Mevaiz" , Sırat-ı ınıistahinı, 1/13, s. 207 emre itaatın birlikte/peş peşe zikredilmesi
(24 Şevval 326/6 T. sani 324) . " Hayır ha- (Nisa 4/59) önemli bir husus olarak zik-
I S L A M D O Ü N C E S I N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

257

redilmelidir. Dolayısıyla siyasi hürriyetle­ olan ve Osmanlıların da devralarak, lsla­


rin, bir bakıma da muhalefetin meşru ve miyet öncesi Türk siyasi gelenekleriyle
anlaşılabilir hale gelmesi itaat dairesinin bir şekilde uzlaşurarak sürdürdükleri hi­
daralması ve anlam kaybına uğramasıyla lafet kurumu ve halifenin konumu ile ala­
mümkün olabilmiştir. (Hemen işaret edil­ kalıdır. Bu noktada çağdaş Müslüman ay­
melidir ki bu söylemlerin üzerinden uzun dınların birbiriyle irtibatlı iki mekaniz­
seneler geçmiş olmasına rağmen lslam mayı devreye sokarak probleme yaklaş­
dünyasında hürriyet ve itaatsizlik talebi tıkları ve meşruiyet zemininde meşru ti
bir muhalefet söylemidir ve iktidara ge­ rejime çıkış yolu aradıkları söylenebilir.
çen bunları gayrımeşru ve isyan kabul et­ Mekanizmalardan biri lslam tarihini yeni­
meye mütemayildir.) Hem gayrimüslim­ den yorumlamakla alakalıdır ve bu çerçe­
lerle Müslümanları hukuken ve siyaseten vede Hz. Peygamber ve dört halife döne­
eşit hale getiren hem de siyasi hürriyetle­ miyle Emevilerden itibaren başlayan ve
re, muhalefete imkan tanıyan yeni rejim, Osmanlıların da sürdürdükleri dönem
hilafet-saltanat sisteminin yerine geçecek arasında uzlaşmazlık ve sapma çizgisi
olan meclisli ve anayasalı meşruti rejim koyma teşebbüsleri görülmektedir. Me­
olabilirdi. tinlerde karşılaşılan mantık kabaca şöyle­
lslam siyasi düşüncesi, fıkıh hükümle­ dir: Hz. Peygamber ilahi vahye mazhar
ri , siyasetname geleneği ve kurumlar tari­ olmasına rağmen devlet ve kamu işlerini
hi yeniden yorumlanarak lslami bir rejim meşveretle yürütmüş, dahası "Allah'a is­
hüviyetinde savunulan meşruti idareyle yanın olduğu yerde kula itaati" yasakla­
ilgili tartışmalarda birçok problem ve tar­ mıştır. Dolayısıyla yöneticiye (halifey�)
tışma bulunmaktadır. Temel problem itaat mutlak değil şarta bağlıdır (meş­
alanlarından biri Emevilerden itibaren ls­ rüt'tur) . Ayrıca Hz. Peygamber yerine bir
lam dünyasında hakim yönetim biçimi "veliaht" bırakmamış, ·yönetici seçme işi-
T A N Z l M A T v E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1
_______________

ni Müslümanların serbest tercihlerine ve­ nı meşrutiyete namülayim gördüğü hila­


ya icmaya bırakmıştır. Nitekim dört hali­ fet in manasını icabat-ı meşrutiyet tanı­
fenin hepsi aralarında tarz farklılığı olsa mak zaruridir. Kaıııııı-ı Esasi-i Islaın ın
da bir tür ümmetin seçimi ve ardından müsellem ve mukarrer olan adi ü müsa­
itaat edeceklerine dair beyatiyle hilafete vatı icabınca tebeadaki ihtilaf-ı milel ü
gelmiş; Hz. Ebubekir'den başlamak üzere edyan bu esasa hiç mania teşkil edemez
de herbiri "doğru"da oldukları müddetçe (. .. )" (Küçük Hamdi, " lslamiyet ve hilafet
kendilerine itaat edilmesini, aksi takdirde ve M eşiha t-ı lslamiye", Beya11 Cı 'l-lıalı ,
karşı çıkılmasını istemişlerdir. Neticede 1/22, s . 523 , 8 Safer 327/16 Şubat 324) .
halife varlığı kendinden olmayan, ümme­ Burada yeni ve cesur yorumlar olarak
tin vekaletiyle işbaşına gelen ve icraatta (gerçek) hilafet sisteminin vekalet kavra­
bulunan, Müslümanların lüzum ve ihti­ mı etrafında inşa edilmesi; halifenin, Al­
yaç görmesiyle de vazifesinden alınabilen lah'ın ve Peygamber'in değil de halkın ve­
bir "memur"dur. Resmedilen bu tablo kili olarak konumlandırılması ve nihayet
258 m eşruti rej imin kendisinden başka bir hakimiyet-i milliyenin tayin edici bir un­
şey değildir. Emevilerle başlayan ve "kahr sur haline getirilmesi fevkalade önemli­
u galebe" ile iktidarı ele geçirip hanedan­ dir. Bunun kadar önemli bir diğer yorum,
lık ve veliahtlıkla devam eden, "istib­ meşruti bir idarenin "hükümet reisi" de­
dat"la icraatta bulunan saltanat sistemi mek olan halifenin Osmanlı toprakları dı­
ise lslam'ın temel ilkeleriyle çelişen gayri şındaki Müslümanlara velayetinin olma­
meşru bir rejimdir. dığı, onların da halifeye itaatlarının şart
Elmalılı Hamdi Efendi'nin il. Meşruti­ olmadığının açıkça vurgulanması ve "mil­
yet'in ilk yılında kaleme aldığı hilafetle li hilafet" diyebileceğimiz bir fikre kapı
alakalı bir yazı dönemine tercüman ola­ aralanmasıdır.
rak hem öne çıkardıkları hem de zımnen !kinci mekanizma kaynaklara dönüş
reddettikleri açısından fevkalade önemli hareketiyle alakalı olarak Kur'an'da ve ha­
ve temsil gücü yüksek bir metindir: "Ha­ dislerde geçen meşveret, şıira kavramları­
life bir taraftan kendisine beyat eden üm­ nın yeniden yorumlanmasıyla meşruti re­
metin vekaletini, diğer taraftan kendisinin jimin temel kurumlarından biri olarak
de efrad-ı tebea gibi tebaiyet ve tatbike Meclis fikrine meşruluk kazandırmakta­
memur ve mecbur olduğu kanunun vazı' dır. Bu yorumdaki tartışmaya açık nokta
ve şari'inin hasebi'l-icra ııiyabet ini haiz Kur'an ve sünnette bir tavsiye (sünnet,
bulunur. Ve hiçbir vakit re'y-i müstebiddi müstahap) düzeyinde yer alan ve meşve­
ile o kanunu tecavüz edemez. Ederse lıa­ retle bulunanı bağlamayan meşveret ve
lıimiyet-i millet hükmünü icra eyler [ken­ şuranın mutlak bir emir (farz) seviyesine
disini hal' eder ] . Binaenaleyh lslamiyette­ çıkarılması ve bağlayıcı niteliklere bürün­
ki hilafet, kanun-ı şer'in lıuvve-i icraiye­ dürülmesidir. Beyat'ın seçim, meşveret'in
sinden başka bir şey olmadığı cihetle ri­ hakimiyet-i milliye ve fikr-i ümmet, ic­
yaset-i rulıaııiyeye nıüşabelıeti yolıtur. Hi­ ma'nın meclis, ehl-i hali ü akd'in millet­
lafet bir lııilıümet-i ıneşrıita-i lslanıiye reisi vekili, emr·i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l­
demektir. Buııuıı için memalilı-i ecnebiyede münker'in murakabe ve nezaret (dene­
bulunan Muslıimanlara velayeti yohtıır. Fa­ tim) ... şeklinde yorumlanması da zayıf ve
kat Müslümanlar manevi bir hiss-i mer­ zo rlama yorumlardır. Klasik anlayışta
butiyet duyarlar. Tegallüb ve tasallut ma­ devletle halk arasında konumlandırılan,
nasını mü tezammın olan sal tanat meal bu sebeple de halkın taleplerini siyasi
itibariyle istibdadı müştemil olduğundan merkeze taşıyan, siyasi merkezin meşru­
artık devr-i hürriyette bazı evhamın lafzı- iyetini sağlayarak halka indiren, hepsinin
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

üstünde devleti de doğrudan ve dolaylı Üzerinde durmak istediğimiz üçüncü


olarak bağlayan ilmi, fikri, ahlaki zihniyet temel problem alanı kanun-şeriat ekse­
dünyasını inşa eden ulamanın fonksiyon­ ninde cereyan etmektedir. Meşruti rejim
larındaki zayıflama ve silikleşmeye özel­ arayışlarının ana ayaklarından biri olarak
likle işaret edilmelidir. Büyük ölçüde ule­ Kanun-ı Esasi (anayasa) ve genel kanun
ma için kullanılan ehl-i hali ü akd (prob­ fikri ilk bakışta halife-sultanın haklarını
lemleri çözen ve bağlayan zümre) kavra­ ve yetkilerini diğer vatandaşlar gibi sınır­
mının parlamenterler için kullanılmaya landırma/tayin etme şeklinde gözükse de
başlaması ulemanın statüsündeki değiş­ esas mesele şariatın hangi hiyerarşide ve
me ve yerinden olma açısından dikkat çe­ nereye oturtulacağı meselesidir. Müslü­
kicidir. Müsavat ilkesi dolayısıyla Müslü­ man aydınların Kanun-ı Esasi'nin şeriat­
manlarla eşit hale gelen gayrimüslimlerin tan başka bir şey olmadığı yolundaki
"meşveret" kavramına ve bunun tabii bir açıklamaları kanun fikrinin açıkça veya
_
neticesi olarak Meclis fikri ve kurumu örtük olarak şeriatın sınırlarını da tayin
içine dahil edilmesi de ancak nasların ettiği ve kanunun altına yerleştirdiği ger- 259
maksadı aşacak şekilde zorlanmasıyla çeğini ortadan kaldırmaz. Halbuki Os-
mümkün hale gelebilecektir. manlı tatbikatında önemli bir yer tutan
Temel problem alanlarından ikincisi ls­ örfi-sul tani hukuk ne kadar yaygın ve
lam siyasi düşüncesinin ve kurumlarının meri olursa olsun şeriatın altında, daha
kavram dünyasıyla ve hiyerarşisiyle alaka­ doğru bir tabirle şeriatın meşru hale ge-
lıdır ve burada da bugün için bile ciddiye tirdiği ve sınırlarını çizdiği bir alandır.
alınması gereken bir kayma müşahede Şeriat vurgulu bir muhalefet yürüten Yeni
edilmektedir. lslam siyasi düşüncesindeki Osmanlıların "constitution", "loi fonda­
ana kavram hukuki ve ahlaki manaları mentale" , "fundamental law" (anayasa)
birlikte ifade eden adalettir (hukuken; karşılığında "laik" çağrışımları olan ka-
hakkı tanımak ve gerçekleştirmek: ihkak-ı nun kelimesiyle yapılmış terkipler yerine
hak, herkese hakkını vermek, zulmetme­ düstur, nizamat-ı esasiye kelime ve terkip-
mek ve ahiaken; istikamet/itidal sahibi ol­ lerini tercih etmeleri sebepsiz değildir.
mak) ve bu kavram iktidarın menşeinden Çünkü kanun, meşruti rejim talepleri do­
çok icraatını öne çıkarır; iktidarın meşru­ layısıyla karşı çıktıkları örfi hukuku ve
luğu esas itibariyle nasıl geldiğiyle değil şeriat karşıtı Avrupa'dan tercüme kanun-
ne yaptığıyla alakalıdır. Bu sebeple kahr u ları çağrıştırmaktadır. lslamcıların Ka-
galebe yoluyla iktidara gelmek, yönetimi nun-ı Esasi için "Kanun-ı Esasi şeriatın
elinde tutmak (istibdat) tekbaşlarına fezlekesidir", "Kanun-ı Esasi ki kanun-ı
olumsuz siyasi eylemler, tavırlar değildir. ilahi demektir" (Manastırlı lsmail Hak-
Adaletin yerine birinci kavram haline ge­ kı) , "şeriat-ı mutahhara-yı lslamiyenin
len meşveret ise iktidarın nasıl geldiğini müstelzim bulunduğu Kanun-ı Esasi" (lt-
öne çıkarmakta ve meşruluğu öncelikle tihad-ı Muhammedi Cemiyeti) , "Kur'an'
burada aramaktadır. Ayrıca naslar itibariy­ ın bazı ahkamını beyandan başka bir şey
le bakılırsa adaleti yerine getirme farz dü­ olmayan Kanun-ı Esasimiz" (Musa Ka-
zeyinde bir emirken m eşveret sünnet ve zım Efendi) , "ahkam-ı şeriyemiz[in] şerh
müstahap düzeyinde bir tavsiyedir. Bu u tafsili olan Kanun-ı Esasimiz" (Elmalılı
önemli değişme ve hiyerarşi bozulması ls­ Hamdi Efendi), "Kanun-ı Esasi şeriata te­
lam dünyasında hala tam bir karşılık bula­ messükün bir sened-i kavimi [ dir] " (Ce-
mamıştır yani Müslüman halk nazarında miyet-i llmiye-i ls!amiye) gibi beyanlarda
hala iktidarın kaynağı değil icraatı önde bulunmaları da bir taraftan anayasayı şe-
ve belirleyici gözükmektedir. riata yakınlaştırma gayreti gibi gözükür-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K 1 M 1

ken diğer taraftan da Kanun-ı Esasi'ye Tenkitlerin yoğunlaştığı alanlardan biri


dönük şeriat talebinde bulunan muhale­ itilıat meseleleriyle alakalıdır. Bu tenkitle­
feti susturmaya dönüktür. (lslamcıların re bakılırsa tasavvuf ve tarikatlar ayrı bir
Meşrutiyet, istibdat, Hilafet, Meşveret­ inançlar sistemi oluşturmuş; tevhid anla­
Meclis, Kanun-i Esasi, ltaat-Fırka-Muha­ yışını zedeleyen bir uliıhiyet (tanrı) telak­
lefet kavramlarını nasıl anlayip yorumla­ kisi geliştirilmiş, vahdet-i vücut anlayışı
dıkları ve bu alanlardaki tartışmaları için tecsime ve teşbihe (tanrının varlıklara
bk. Kara, 1994) . benzetilmesi, onlarla aynileştirilmesine)
varmış, kaza ve kader inancı insanın ira­
PASlF TOPLUMDAN AKTlF TOPLUMA de-i cüziyesini ortadan kaldıracak şekilde
mutlaklaştırılmış, ricalü'l- gayb, hatm-i
lslam dünyasında aktif insan ve aktif top­ velayet, insan-ı kamil gibi kavramlarla
lum arayışları, öncelikle oryantalistik dil­ akaid konularının çerçevesi delinmiş, iti­
de üzerinde çok durulan doğu/Müslüman kat ve ibadet dairesini tahrip eden, insan
260 toplumların ve Müslüman bireylerin pa­ ve toplumu pasifleştiren bidatlar, hurafe­
sif/atıl/vurdumduymaz bir karakter gös­ ler, batıl inanışlar bu düşünce ve kurum­
terdiği tezinin bir şekilde kabulü ve içsel­ lar sayesinde yaygınlaşmış, lslam öncesi
leştirilmesi manasına geliyor. Fakat bu te­ ve harici kültürlere ait inanışlar bu yolla
zi kabul edilebilir kılan husus elbette sa­ yeniden hayat bulmuş . . . neticede "Müslü­
dece bir tespit oluşu değil aynı zamarida man cemaatın üzerinde ittifak edeceği
çöküşün sebeplerinden birinin bu karak­ esaslar"dan uzaklaşıldığı için siyasi ve di­
ter olduğu ve kurtuluş için terk edilmesi ni birlik (ittihad) ortadan kalkmış, her
gerektiği kanaatine varılmış o lmasıdır. manada tefrika hakim olmuştur.
Modernleşme istikametinde bir toplumsal Tasavvuf ve tekke hayatının önemli
seferberliğin (mobilizasyonun) ve katılı­ kavramları olarak şeyhlerden, türbelerden
mın sağlanabilmesi ve sosyokültürel dö­ istimdat (medet umma) veya onları vesile
nüşümün temini için geçmiş ve şimdiki ittihaz etme ile rabıta meseleleri, çağdaş
toplumsal kabulleri ve yaşama tarzını de­ lslam mütefekkirlerine göre lslam'ın sı­
ğiştirmek, en yıımuşak tabirle tadil etmek nırlarını sıkı bir şekilde çizdiği uliıhiyet
gerekiyor, bu da doğrudan doğruya bir telakkisini en hafif tabiriyle aşmakta, ha­
ahlak ve zihniyet değişikliği teklif etmek zan da şirke dönüşmektedir. Savaşta zafer
hatta genellikle dayatmak manasına geli­ kazanmak, bir işte başarılı olmak, bedeni
yordu. lslam dünyasında ahlak ve zihniyet ve ruhi hastalıktan şifa bulmak, çocuk,
dünyası, yaşama tarzı hatta gündelik dil evlenme, nazar gibi bazı konularda ihti­
büyük ölçüde tasavvuf ve tarikatlar etra­ yaçların karşılanması için evliya türbeleri­
fında ete kemiğe büründüğü için değişim ne gitmek, yatırlara adakta bulunmak gi­
talepleri aynı zamanda ahlak ve tasavvuf bi. Allah'tan gelene razı olmak ve O'na
tenkitleri şekline dönüşmüş, bu süreç ne­ tam teslim olmak manasındaki i·ıza ve tes­
ticeleri itibariyle ahlak kavramlarının hi­ limiyet kavramları etrafında farklı bir şe­
yerarşisinin bozulmasını, kavramların ki­ kilde yorumlanan ve mutlaklaştırılan ka­
mi dönemin icbarları doğrultusunda az­ za-kader inancı ve bununla irtibatlı olarak
manlaştırılarak, kiminin içi boşaltılarak irade meselesi, aktif bir insan ve toplum
yeniden tanımlanmasını getirmiştir. Za­ inşa etmenin önündeki önemli engeller­
man zaman itikat (inanç) alanlarına da in­ den biri olarak o kadar işlenmiştir ki her
tikal eden bu tenkitlerin aktif insan/aktif türlü zulüm ve haksızlığı pervasızca irti­
toplum arayışlarıyla irtibatı açısından bazı kap eden padişahlara, devlet memurlarına
örnek konular üzerinde durulabilir. "zelilane" ve tam bir teslimiyetle itaat edi-
I S L A M D O Ü N C E S I N D E P A R A D i G M A D E t'.i l Ş I M I

liyor oluşu da kaza ve kadere karşı boynu bir derekeye sukut ettiler ki hem kendile­
bükük, nefsinin mutlak aczine inanmış, rini hem de Müslümanlığın evsafı [ nı ] ,
"itimad-ı nefs"i olmayan ve "Allah ile ara­ pak olan akidesini adeta milel-i sairenin
larında mezarlar vasıta olan" insan ve maskarası yaptılar; 'Müslümanların terak­
toplum yapısının tabii bir neticesi olarak ki edememesi kaza ve kadere olan itikat­
yorumlanmıştır. Bu görüşlerde kaderin, larıdır; Müslümanlar bu akideyi telkin
tevekkülün zebunu olan insanların kendi eden dini bırakmadıkça temeddün ede­
nefislerine karşı pasif tavırlarıyla devle­ mezler' diye dini, Kur'an'ı tahkire kadar
tin/padişahın tasarrufları ve düşmanın vardılar" (Aksekili Ahmet Hamdi, "Müs­
fikri ve fiili saldırıları karşısındaki vur­ lümanların uğradıkları felaketler kendi
dumduymazlığı ve tepkisizliği aynı hat nefislerindendir" , SebilıiıTeşad, Xl/282, s.
üzerinde ele alınmaktadır ki bu değerlen­ 338, 9 R. evvel 1332/23 K. sani 1329).
dirmenin yukarıda özetlediğimiz oryanta­ Tasavvuf ve tarikat merkezli bir diğer
l is tik dilin müstebit idare-pasif toplum tenkit grubu , dünya hayatını ve d ünya
paralelliğini büyük ölçüde paylaştığı açık­ için sa'y ü gayreti önemsizleştirdiği, geri- 261
tır. Ehl-i tarik ve ilmiyeden Musa Kazım !ere doğru itttiği iddiasıyla ahıret inancı
Efendi de müstebit idarelerle tasavvuf ara­ ve kıyamet, hususen kıyametin yarın gibi
sında tersten benzer bir ilişki kurmakta­ yakın oluşu etrafında şekilleniyor. Bu
dır. Ona göre zalimlerin zulmünden kor­ çerçevedeki metinlere bakıldığında ahıre-
kanlardan "kimisi şeyh oldu, Allah Al­ tin dünyaya tercih edilişinin ve kıyame-
lah . . . diye tekyelere çekildi, kimisi terk-i tin yakınlığı vurgusunun, M üslüman
dar ü diyar etti". Kamııs-ı Felsefe sine "ka­
' fertleri ve Islam dünyasını hayat tan, ha-
der" maddesini yazmaya teşebbüs eden yatı sevmekten, dünya işlerine ve cihada
Rıza Tevfik'in, metninin neredeyse yarısı­ sarılmaktan, terakkiden uzaklaştırdığı,
nı "Avrupalıların lslamiyete hasren kaderi bu sebeple de gerilemenin amillerinden
isbat ederek mOcib-i atalet olduğu iddi­ biri olduğu şeklinde akıl yürütmelerle
asıyla din-i Muhammediyi ta'n ile telakki karşılaşıyoruz. llmiyeden Manastırlı ls-
etmeleri" probleminin teşkil etmesi ben­ mail Hakkı Efendi, Ayasofya kürsüsün-
zer bir örnektir. Yazarın hem lslam'ı savu­ den halka vaaz ederken, Kur'an'da geçen
nabilmek hem de Avrupalıları cevaplandı­ kıyametin yarın kadar yakın oluşunu
rabilmek için bulabildiği çözüm, bugü­ "50- 100 bin sene" gibi çok uzak mesafe-
nün Müslümanları arasında yaşayan (ve lere taşıma gayreti gösterirken bu saha-
menfi işleyen) kader anlayışının lslamın daki hadisleri de bir çırpıda "zayıf, mev-
ö ngördüğü (ve müsbet işleyen) kader zu" derekesine indirmektedir.
inancı olmadığını vurgulamaktır (Abdul­ Yoğunluk, kapsayıcılık ve malzeme açı­
lah Uçman, "Mufassal Kamus-ı Felse­ sından olduğu kadar dini kültürün ve ya­
fe'nin 'kader' maddesi" , Tarih ve Toplum, şama tarzının yeniden yorumlanması ve
sayı: 133, Ocak 1 995, s. 9-1 1). Akseki'nin dönüştürülmesi bakımından da en derin
kaza-kader meselesini bu zaviyelerden ele ve geniş tenkit alanının ahlalı ve sosyal
alırken "lslam'ın mani-i terakki" oluşunu yapı-zilıniyet meseleleriyle alakalı oldu­
gündeme getirerek zımnen oryantalist di­ ğunda şüphe yoktur. Bu konudaki tenkit­
le atıfta bulunması da bizce anlamlıdır: ler şöyle özetlenebilir: lslam'ın öngördüğü
"Müslümanlara ne oluyor ki her şeyde ha­ "aktif insan" tipi . tasavvufla, tekkelerle,
za ve lıaderi öııe sürıiyorlar? Başka tarafla­ ahlak anlayışıyla birlikte "pasif insan"a
ra yükletemedikleri felaket ve mesaibi ka­ dönüşmüş, dervişlik, miskinlik, fakirlik
dere tahmil etmek istiyorlar? (. .. ) Müslü­ yaşama tarzı olmuş, tevekkül, kanaat, sa­
manlar her şeyi lıadere tahmil etnıelıle öyle bır gibi ahlaki kavramlar asıllarından sap-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K I M 1

tı rıl arak "bir lokma mail Hakkı, "Vücub-ı


bir hırka" anlayışını i ntibah '' , Sırat-ı nıiis­
besleyecek şekle so­ t a lı i nı , Vl/136, s. 85-
k u l m u ş , tembellik 86, 13 R. ahır /3 1
(atalet) , zillet, yeis, Mart 1 326).
m e s kenet, fakr gibi Tasavvuf ve tarikat­
m e n fi huylar irtifa lar söz konusu oldu­
kaydedip müsbetlik ğunda tenkit konusu
kazanırken vakar, iz­ o larak çok vurgula­
zetinefis, azim, sa'y u nan kelime grupların··
gayret. . . zay ı flamış; dan biri "mislıin, ınis­
"üçbuçuk günlük ha­ lı inlilı ve m es lı en e t tir " .

yatın ne değeri var ! " , G u rada ö n e m l i bir


"eh, kader böyle imiş, mana kay(dır)masın­
262 ölümlü dünya" diyen­ dan bahsetmek yerin­
ler büyük ve etkili ço­ de ola caktır: Klasik
ğunluğu o luşturmuş, Arapça'da nı i s lı i ıı ,
bu da servet temerkü­ muhtaç, çok fakir ve
zünü engelleyerek ls­ düşkün anlamına ge­
lam dünyasının gerile­ liyor. Kur'an birçok
mesini, çöküşünü ha­ ayette bu anlamı vur­
zırlamıştır. Manastırlı guluyor ve miskinle­
lsmail Hakkı Efendi'nin, tasavvufun besle­ rin ihtiyaçlarıyla (özellikle de yeme-içme­
diği mevcut ahlak anlayışı ve Müslüman­ leriyle) ilgilenmeyenleri takbih ediyor.
ların hayata bakışı/yaşayış tarzı ile askeri Tevbe suresinde (9/60) zekat verilecek se­
mağlubiyetler, yabancıların lslam dünya­ kiz sınıf insan sayılırken ilk sırayı fakir­
sına nüfuzu ve Müslümanların esaret altı­ ler, ikinci sırayı miskinler alıyor. Tefsirler­
ua düşmeleri arasında nasıl doğrudan iliş­ de ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde yeter­
kiler kurduğunu görmek için şu metne li geliri veya malı olmayanlara fakir, bu­
bakılabilir: "Bizim bu hal-i gaflet ve lakay­ günden yarına malı, parası olmayanlara
dimiz devam edecek olursa dünyanın her da miskin deniyor. Kelimenin ikinci kar­
tarafında bulunan ahali-i atıla-i lslamiye şılığı "zillet içinde olan" şeklinde verili­
gibi daima ecnebi nüfuz ve tahakkümü al­ yor ama yakın zamanlara kadar (sözlük­
tında esir olup lıalacağız. Bilcümle hazain-i ler itibariyle el-Mu'cemu'I-Vasit'e, Kamus-ı
tabiiye [tabii kaynaklarımız] ve menafi'-i Türlı i'ye kadar) miskin ilk anda m enfi
milliyemizi [ milli menfaatlarımızı] ağyare çağrışımlar taşımıyor. Tasavıuf terminolo­
[başkalarına, düşmanlara] kaptıracağız. jisinde ise durum daha da farklı; derviş,
(. .. ) Birçok efradımız ise gece gündüz ilti­ fakir gibi üst anlamlarda geçiyor ve bilin­
zam-ı ataletle pe1ı ziyade mislıincine, gayet diği gibi "Miskin Yunus" başta olmak
zelilclne yaşıyorlar. Bunlar bir talıını tellıi­ üzere lakap, sıfat, mahlas olarak kullanılı­
ncit-ı fclsideye lıapılaralı bıı lıal-i zillet ve se­ yor. Osmanlılara has bir adlandırma olan
falete zülıd ü tevelılıül unvanını veriyorlar. "Miskinler Tekkesi" de işsiz, güçsüz, pısı­
Halbuki şer'-i pak ü enverimizin sena etti­ rık, pejmürde, tembel insanların bir sıcak
ği zühd ü kanaat ve terğib eylediği tevek­ çorba içmek .aşkına barındıkları loş, rutu­
kül ü teslimiyet hiçbir suretle atalet ve betli bir yer değil doğrudan doğruya der­
m ezellet içinde yaşatmağa badi olacak vişlerin de hizmetkarlık yaptıkları cüz­
manalara mahmül olamaz" (Manastırlı Is- zam hastanesidir (böyle bir gelenek belki
I S L A M D Ü Ş Ü N C E S i N D E P A R A D i G M A D E G I Ş I M I

de Hıristiyan mistiklerinden Müslüman bi üst iki kavram olan zühd ve takvanın


süfilere geçmiştir) . Ama günümüzde yay­ neredeyse dini idrak ve yaşamadaki ifrat-
gın kullanıma mazhar olan Ferit Develli­ lar çerçevesinde ele alan ve bunlardan vaz
oğlu veya Mustafa Nihat Özön'ün hazırla­ geçmenin/uzaklaşmanın dini yaşantıyı
dığı Osmanlıca sözlüklere bakıldığında daha sağlıklı ve doğru bir zemine oturta-
miskin için "aciz, zavallı, beceriksiz, ha­ cağı yolunda kanaatler ve açıklamalar yer
reketsiz, acınacak halde ... " gibi anlamla­ almaktadır. Burada dönemin temayülleri-
rın öne çıktığı, birinci anlamın ise hemen ne uygun olarak züht ve takvanın, ibade-
bütünüyle ihmal edildiği görülecektir. te aşırı düşkünlüğün, ifrat perdesi arkası-
Miskinler Telılıesi romanıyla işin içine gi­ na saklanılarak menfi bir durum, hatta
ren profesyonel dilencilik de cabası. Yıı­ "bela" olarak ele alındığına dikkat çek-
ııus Divam'nı okumaya kalkan insanlar te­ mek isteriz. Mesela Manastırlı lsmail
davüldeki sözlüklere de bakarak "Miskin Hakkı Efendi bir vaazında "Birçok yerleri
Yunus'u doğru anlayabilirler mi?" sorusu kaybetmişiz. (. . .) Hep tefrikadan, görenek
çok anlamlı bir soru haline geliyor. belasından, ifrat ve tefritten. ( . . . ) Bir fır- 263
Milli Mücadele dahil olmak üzere lslam kamız var ki bize yalnız ahiret lazım di-
dünyasının yakın tarihindeki istiklal sa­ yorlar; başka hiçbir şey lazım değil. Er-
vaşlarının, sömürgecilere karşı mücadele­ bab-ı zühd ü takva yolu [ nu ] tu tarlar.
l erin hemen hepsinde tarika tların ve Bunlar filhakika gıılat-ı 1İ111tasa vvifedir. Bu
şeyhlerin çok üst düzeyde fonksiyonlar yol doğru yol değildir. Tenbellik diye işle-
icra etmiş olmaları da tasavvuf ve tekke­ rine öyle geliyor. Onun nazarında çalış-
lerle irtibatlı bu miskinlik ve atalet tezini manın, kazanmanın hiç ehemiyeti yok.
çürüten en önemli delil olmalıdır. Elde ne bulunursa o kafi. Tevekkül, kana-
Yeni ve aktif bir insan ve toplum telak­ at... Tevekkülü, kanaati da bilmez [!er] .
kisi doğrultusunda, tasavvufla doğrudan Haşa lslamiyet ataleti kabul etmez" der-
irtibatlı olarak ela alınan ahlak kavramla­ ken böyle bir tavır sergiliyor ("Mevaiz" ,
rının hiyerarşisinin bozulması, buna bağlı Sırat-ı müstalıim, 1/22, s. 35 1-52, 28 Zil-
olarak da dünya tasavvurunun, davranış hicce 1326/8 K. sani 1 324). Akif'in ifade-
kalıplarının değiştirilmesi önemli bir me­ leri de aynı hissiyat etrafında teşekkül et-
seledir. Birkaç örnek vermek gerekirse, miş gözüküyor: "Din namına, zühd namı-
birinci sırada ahlak ve tasavvuf kavramla­ na eski püskü paçavralar içine gömülerek
rı olan tevekkül, zühd ve kanaatın muh­ hem Müslümanları hem Müslümanlığı
tevaları yeniden tayin edilerek aşağılara terzil etmek o kadar sefil bir harekettir"
çekilmesine karşılık üst bir. kavram olma­ ("Tefsir-i şerif', SR, IXI 2 1 1 , s. 4 2, 7 Şev-
yan sa'y ü gayretin, var gücüyle çalışma val 1330/6 Eylül 1328).
manasına cehdin yukarılara çıkarılması; Tasavvuf ve ahlak merkezli tenkitlerde
aynı şekilde üst manası Allah'a muhtaç en çok üzerinde durulan ve yeniden tarif
olma demek olan fakrın (fakirliğin) zem­ edilerek, hiyerarşileri bozularak, dönüş­
medilerek menfi bir kavram haline geti­ türülerek, gerilere doğru i tilerek tayin
rilmesine karşılık zenginliğin, servet ü sa­ edici otoritelerinden kurtulmaya çalışı­
man sahibi olmanın tamamen müsbet bir lan kavramlar arasında tevekkül, kanaat,
alan haline dönüştürülmesi; azim sahibi sabır ve fakrın (fakirliğin) hususi yerleri­
olma, irade ve mesuliyet kavramlarının nin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Çün­
rıza ve teslimiyet karşısında daha güçlü kü genel yaklaşıma göre bu kavramlar
bir şekilde yeniden inşa edilmesinden yanlış anlaşılmış ve Müslümanlar arasın­
bahsedilebilir. Çağdaş Müslüman aydın­ da yanlış tatbik edilmiş, neticede pasif
ların metinlerinde, tasavvufta da ahlak gi- insan/pasif Müslüman tipinin oluşması-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M 1

na zemin hazırladıklarından lsliim dün­ Böyle[ce] lıanaaıı aıaleıle tefsir ederler. . .


yasının gerilemesine sebep olmuşlardır. Kanaat bu demek mi? Kanaat demek ale­
Bereketziide !sınai! Hakkı Efendi "Bir de min malına hırs etmemek, nasibine kani
azmettin mi artık Allah'a tevekkül et, olmak. (. .. ) Yoksa meskenet demek değil­
çünkü Allah mütevekkil olanları sever" dir. (. .. ) Nas içinde ahıreti dünya için ter­
( A li lmran 3/159) ayetini tefsir ederken ketmişler var: Dünya yeter bize! diyorlar.
lsliim dini aleyhinde çalışanların itirazla­ Bir kısmımız böyledir. Asıl fenalık budur.
rından biri o larak tevekkül kavramını Lakin öbürleri de fena. Onlar şöyle di­
müstakil arabaşlık halinde ele alır ve ls­ yorlar: Bize ahıret lazım, dünya nemize
lam'ın emrettiği tevekkülün iddia edildi­ lazım? Tenbellik ederler, işten çekiliyor­
ği gibi "insanları atalete kesalete, ihmal-i lar, hainlere meydan veriyorlar. Ne ya­
nefse, körükörüne hareket etmeye sevk parlar? Kimi telılıeye çelıilir, il imi Melı ­
eden" bir unsur olup olmadığını tartışır. lıe'ye çelıilir. Bazıları d a evinde oturur.
"Tevekkül tatil-i umur değildir, belki in­ (. .. ) lşi gücü terk ile lıiışe-i i nzi vaya çekil­
2 64 sanın işlediği işte iifiit-ı seınaviye ve arzi­ mek hamiyetsizliktir. (. .. ) Bu gibi insan­
ye vesaire gibi tedbir ve mukavemete lar cemiyet-i beşeriyeden sayılmaz. Onla­
kudreti taalluk etmeyen ahvalden naşi rn 'insan' ıtlalı eımelı abestir. Ne cismen,

Cenabı Rabb-i müsteanın avn u mededi­ ne fikren insanlıkta bir alakaları yoktur.
ni temenni eyl emektir; lütf u nusret-i Onlar bu cemiyet efradından ma'düd de­
Hakk'a bel bağlayarak iş görmektir; im­ ğildir" (Manastırlı lsmail Hakkı, "Meva­
dad-ı Rabbaniye itimaden müşkilata ikti­ i z " , SM, 1/23, s. 366-67, 5 Muharrem
ham eylemektir; Cenabı Hakk'ın kifaye­ 327115 K. sani 324). "-iyi ama, bu dün­
tine itimat ederek O'na tefviz-i emr eyle­ yaya bu kadar ehemiyet verilir mi? [ di­
mektir" tariflerini verdikten sonra vardı­ yorlar] . Evet, verilir. Çünkü verilmezse
ğı n e tice hem tenkitleri cevaplamaya mahvoluruz. Ba-husus bu asır asr-ı terak­
hem de yeni tevekkül tariOerini benim­ kidir. Katiyen ihmal e tmemeli. Zaten
semeye dönüktür: "işte tevekkül atalet, dünya olmazsa ahıret de hiç olmaz. Zira
meskenet değil faaliyet, hamiyet, uluvv-i dünya ahı retten mukaddemdir. ( . . . ) -
himmettir" ("Necaib-i Kur'an iye", Sı rn ı - ı Adam . . . bugün rızkını var, yarın Allah
müstakim, l/ 1 3 , s. 1 9 4 - 9 5 , 24 Ş evval kerim . . . [diyorlar ] . Bunlar saçma şeyler-
1326/6 T. siini 1324). dir. Böyle şeyler olmaz. Çünkü bu gibi fi­
Manastırlı lsmail Hakkı ile Musa Ka­ kirler haya tı, daha doğrusu lsliimiyeti
zım efendilerin kanaat kavramı etrafında mahva sebep olur. Onun için hem dünya
yaptıkları yorumlar da benzer endişeler­ hem ahıret için çalışacağız. Fakat evvela
den yol çıkarak aynı neticelere varıyor: "­ dünyayı (. .. ) imar lazım. ( . . . ) Bir de dün­
'Artık ne çare? Ahır zaman geldi ne ka­ ya mamur olmazsa memleket batar. O
dar çalışsak boştur' [diyorlar] . Böyle di­ vakit ne din kalır, ne namus, ne iman.
yerek meslıeneıle yaşamalı, öyle mi? Hü­ Demek oluyor ki dünyaya çalışmak farz­
kümet-i müstebidde böyle işa'a etmişler­ dır" (Musa Kazım, "Kuvvet hazırlamak-
dir. Elbet böyle olacakmış. Hükm-i za­ 2" , Sırat-ı mıısıalıiııı, 111/59, s. 1 00, 6 Şev­
man imiş, Müslümanlar ezilecekmiş. (. . . ) val 1327/8 T. evvel 1325). O
lslami Vatanseverlikten
lslam Siyasetine
G Ö K H A N Ç E T I N S AY A

19. yüzyıl başlarında Osmanlı imparator­ lamıştı: Biri "dahilen ve haricen umum
luğu nüfusunun yaklaşık %40'ını gayri­ ehl-i lslam'ın i ttihadı"nı; diğeri "bütün
müslimler oluşturuyordu. 19. yüzyıl Os­ Hıristiyan tebea-ı şahane ile yekcihed ol­
manlı tarihi bir bakıma imparatorluk coğ­ maklığı" teklif etmekteydi. Ancak, "Avru­
rafyasında yaşayan çeşitli gayrimüslim pa'da Almanlarca ( . . . ) ittihaddan bir ma­
unsurların milliyetçilik/ayrılıkçılık hare­ na ve maksud anlaşılırsa da Memalik-i
ketlerine çözüm arayışları olarak ele alı­ Osmaniye Almanya (. . . ) gibi ne dinen ve
nabilir. Bütün Tanzimat dönemi boyunca ne de neslen ve cinsen bir millet dairesin­
Osmanlı devlet adamları birbiri peşi sıra de olmamak cihetiyle ittihad hakkında ef­
milliyetçilik cereyanlarına kapılan Hıristi­ karlar bir merkezde olamıyor"du (Türkö­
yan unsurları elde tutabilmek için çeşitli ne, 199 1 : 2 1 1 -2) .
formüller geliştirmişlerdir. Tanzimat Fermanı ile birlikte hakim
'Bu devlet nasıl kurtarılabilir' sorusuna görüş haline gelen Osmanlıcılık (İttihad-ı
verilen cevapta herkes hemfikirdir: Dev­ Osmani) , 1 856 Islahat Fermanı sonrasın­
letin yönettiği farklı dini ve etnik unsur­ da, özellikle 1 860'1arın ikinci yarısında,
ları bir arada tutacak bir siyasi kardeşlik Yeni Osmanlı muhalefetinin başlamasıyla
( ulıuvvet-i siyasiye) yaratmak. Tartışma birlikte kıyasıya eleştirilmeye başlandı.
'uhuvvet-i siyasiye'nin 'nokta-i istinadı' işte ilk defa l 860'1arın ikinci yarısında
meselesi üzerindedir: 'ittihad-ı Osmani' Yeni Osmanlılar da dahil olmak üzere bu
(yahut ittihad-ı anasır, imtizac-ı akvam, dönem aydınları bir yandan 'ittihad-ı Os­
Osmanlı milleti, Osmanlı milletdarlığı mani'yi tartışırken, bir yandan da (siyasi
mesleği) mi, 'ittihad-ı lslam' (yahut lslam düşünce tarihimizde ilk kez olmak üzere)
milleti, lslam meslek-i mahsusu, lslam­ 'ittihad-ı lslam/Pan-lslamizm' fikrini tar­
lık) mı? Batı'daki çeşitli 'ittihad' ( milli­
= tışmaya başladılar. Bu yazı kısaca bu fikri
yetçilik) örneklerine (Pan-Slavizm/itti­ geçişin öyküsünü, bu fikrin ortaya çıktığı
had-ı Islav ya da Pan-Germenizm/ittihad­ ortamı ve şartların değişmesiyle (ilk tartı­
ı Cermen) bakılarak her milletin gücü­ şılmaya başlandıktan yaklaşık on sene
nün 'ittihad'a bağlı olduğu biliniyordu. sonra) nasıl bir devlet politikası haline
Karar verilemeyen bu 'ittihad'ın dayana­ geldiğini anlatmayı amaçlamaktadır.
cağı temeldi. Dönemin etkili gazetesi Ba­ lttihad-ı Osmani olarak adlandırdığımız
si ret in ifadesi ile, iki "efkar-ı ittihadkara­
' görüş üç farklı (ama birbirini tamamla­
ne milletimiz beyninde hasıl olmaya" baş- yan) teklif içerir. Birinci teklif hukuki eşit-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M 1

lik ve temel haklar formülüdür: impara­ Avrupa müdahalesine) ve aynı zamanda


torlukta yaşayan bütün unsurlara kanun keyfi yönetime son verecek çözüm meş­
önünde eşitlik verilir ve temel hakları sağ­ ruti (anayasal ve parlamenter) rej ime geç­
lanırsa devlete bağlanacakları varsayılmış­ mekti. Bir başka deyişle, eğer bir anayasal
tır. Fakat bir süre sonra bunun tek başına düzene geçilir, bir parlamento açılır, Hı­
yeterli olamayacağı ortaya çıktı. Kırım ristiyan azınlıklara siyasi eşitlik de sağla­
Harbi bu nedenle hem Tanzimat reformla­ nırsa, ayrılıkçılığın önüne geçilebilirdi.
rının genel bir değerlendirmesine, hem de Böyl ece Batı'daki bütün kurumlar Os­
gayrimüslim milliyetçiliğine yeni çözüm manlı'ya da taşınmış olacak, artık gayri­
arayışlarına yol açtı. ikinci teklif sosyal ve müslimlerin şikayet etmesi için hiçbir se­
ekonomik kalkın(dır) ma formülüdür: bep kalmayacaktı.
Eğer gayrimüslimlerin durumları sosyal lşte bu ortam içinde, Babıali'nin impa­
ve iktisadi bakımdan iyileştirilirse, devlet ratorluk içindeki ve dışındaki Müslüman­
bu bölgelere gerekli hizmeti götürürse, lara yönelik politikasına bir tepki olarak,
266 devletten şikayet etmek için herhangi bir ittihad-ı lslam formülü de gündeme geldi
sebepleri kalmaz, Hıristiyan tebaa devlete ve tartışılmaya başlandı. 19. yüzyılın yay­
bağlanırdı. Ni tekim bu formüle uygun gın ve etkili (ittihad-ı lslav ve ittihad-ı
olarak Babıali 1860'larda kaynaklarının Cermen gibi) Pan hareketlerinden ilham
büyük bölümünü gayrimüslim bölgeleri­ alan ittihad-ı lslam!Pan-lslamizm fikrinin
ne (özellikle Balkanlar'a) ayırdı; en iyi va­ iki ana kaynağı olduğunu söyleyebiliriz:
liler (başta Cevdet ve Mithat paşalar ol­ Biri özellikle Islahat Fermanı sonrasında
mak üzere) Balkanlar'a gönderildi; Balkan Osmanlı kamuoyunda ortaya çıkan mu­
vilayetlerinde yollar, köprüler ve okullar hafazakar tepkidir; diğeri lslam dünyası­
yapıldı. Aynı zamanda, karma bir eğitim nın sömürgeleşmesi sonucu olarak dünya
sistemi ve kamu hizmetinde fırsat eşitliği Müslümanları nezdinde hilafetin önemi­
yaratılarak Hıristiyanlar sisteme entegre nin ve buna mukabil Osmanlı devletin­
edilmeye çalışıldı. den yardım taleplerinin artmasıdır.
Ancak 1 860'ların sonlarına ve 1870'le­ Bu durumun o dönem Osmanlı lmpa­
rin başlarına gelindiğinde bu önlemlerin ratorluğu'nda yeni oluşmakta olan (hızla
de çare olamadığı ortaya çıktı; Balkan­ gelişmekte olan iletişim araçlarının, özel­
lar'da ayrılıkçı ayaklanmalar tekrar baş­ likle gazetenin bir sonucu olarak) kamu­
göstermeye başladı. Tanzimat'a her yön­ oyuna yansıması iki şekilde olmuştur:
den eleştiriler ve 'bu devlet nasıl kurtarıla­ "Batı/Avrupa aleyhtarlığı"nın ve " lslami"
bilir' sorusuna yeni cevap arayışları gecik­ ya da "Pan-lslamik duyarlılık"ın artması.
medi. Yeni Osmanlılar'ın Tanzimat'a eleş­ Bunun iki temel boyutu vardı: Bir kere,
tirileri şu noktalarda toplanabilir: Avru­ genel ola rak Türk d ü nyası na, Rusya
pa'ya karşı çok tavizkar davranıldı; Avru­ (Türkistan) ve Çin (Kaşgar) Müslüman­
pa baskısı nedeniyle bütün öncelik gayri­ larına duyulan ilgi arttı. Birtakım diplo­
müslimlere verildi; gayrimüslimler mem­ matik (hatta askeri) münasebetler başla­
nun edilecek diye Osmanlı Müslümanları­ dı; karşılıklı heyetler gidip geldi. Bu böl­
na ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıl­ geyle ilgili kitaplar basılmaya, gazete ve
dı; dışardaki Müslümanlara karşı sorum­ dergilerde dizi yazılar yayımlanmaya baş­
suz ve ilgisiz davranıldı; bütün tebaa key­ ladı. Bu zaten varolan Rusya karşıtı hava­
fi/kanunsuz yönetim altında ezildi. yı büyüttü. lkinci olarak, Avrupalı devlet­
Üçüncü teklif bu sırada dile getirilmeye lerin sömürgesi altında yaşayan dünya
başlandı. Yeni Osmanlılar kuşağına göre Müslümanlarına ilgi arttı. Aynı şekilde,
gayrimüslim milliyetçiliğine (dolayısıyla Hindistan, Açe-Sumatra, Güney ve Kuzey
I S L A M I V A T A N S E V E R L i K T E N I S L A M S i Y A S E T i N E

Afrika'daki Müslümanlarlarla ilgili kitap­ de ve halkın istidadında, zamanımızın va­


lar basıldı, gazete ve dergilerde dizi yazı­ tan-ı medeniyeti olan Avrupa'ya kurbiyet­
lar yayımlandı , heyetler gidip geldi. Bu da te ve hatta servette, marifette burası me­
Batı karşıtı söylemi besledi. Sonuçta, dış malik-i lslamiyenin kaffesine mukaddem­
politikada "Rus Pan-Slavizmi"ne ve "Batı dir, bahsettiğimiz içtimaın elbette merke­
emperyalizmi"ne karşı "neden Pan-lsla­ zi burası olacaktır" (Özön, 1997: 49).
mizm/i ttihad-ı lslam olmasın" görüşü lttihad lslam'ın doğasınaa vardır. lslam
ağırlık kazanmaya başladı. iç politikada ittihadı emreder: "bizde vasıta-i ittihad ci­
ise, "yeter artık çok taviz verildi" ve het-i camia-i lslamiyettir" veya "ittihad
"Müslümanlar ihmal edildi" görü.şü "lsla­ din-i mübin-i lslam'ın müessesat-ı kavi­
mi vatanserverlik" olgusunu geliştirdi. yesinden birisi, belki en kuvvetli bir esa­
işte bu süreçte, Osmanlı kamuoyunun sıdır" (Türköne, 199 1 : 209, 236). ittihadı
dikkati sınırları dışındaki ( Kaşgar'dan gerçekleştirecek olan da, Halife-Sultan'ın
Açe'ye) Müslümanlara çevrilir ve yavaş lslam dünyasındaki nüfuzudur. Ali Su-
yavaş bir dünya lslam birliği/dayanışması avi'nin ifadesiyle, "şimdi bizim padişahı- 267
fikri tartışma ve olgunlaşma süreci başla­ mız camilere gelse, minberlere çıksa,
mıştır. Namık Kemal'in ifadesiyle: "Bun­ Müslümanları muharebeye davet etse ve
dan 20 sene evvel Kaşgar'da lslam olduğu bu daveti ilan eylese, değil yalnız tebası,
b u ralarda bilinmez idi. Şimdi efkar-ı bütün dünyada Arabistan ve Türkistan ve
umumiye onlarla i ttihada çalışıyor. Bu Hindistan ve Çin'de hasılı Şarkda ve
meyelan bir seyelan-ı huruşana benzer ki Garbda tahmin olunan iki yüz milyon
önüne hiçbir şey ile set çekmek ihtimalin Müslüman silahlanır, hepsi padişahın ba-
haricindedir" (Özön, 1 997: 1 00) . şına toplanır" (Çelik, 1993: 155).
lttihad-ı lslam kavramı ilk ortaya atılıp Bu "maksad-ı umumi" gerçekleştirilebi­
tartışıldığı 1 868-1 873 döneminde çeşitli lirse, lslam dünyasındaki "iki yüz milyon
anlamlarda kullanılmıştır. llk olarak, Os­ kadar nüfus daderane ve yek-vücuda.ne
manlı hilafetinin ö ncülüğünde, bütün birbirinin terbiye-i efkar ve muhafaza-i
dünya Müslümanlarının siyasi ya da fikri menafi'ine çalışacaklarından Asya için ne
bir !iği/dayanışması anlamında kullanıl­ revnaklı bir devr-i saadet zuhüra geleceği
mıştır. lslam dünyasının içinde bulundu­ tarife muhtaç değildir" (Özön, 1997: 86) .
ğu problemler karşısında, "Avrupaca he­ Böylece meydana gelen "Şark muvazene­
yecan-ı umumiyeyi mucib olan i ttihad-ı si" Avrupa devletlerinin de yararına ola­
Islav ve ittihad-ı Cermen gibi efkara mu­ cak, Rusya'nın yayılmacı politikasının
kabil bir de ittihad-ı lslam fikrinin teşki­ önüne "bir sedd-i metin çekerek bu cihet­
li. ." kaçınılmazdır. lslam'ın gerileyişi kar­ le Avrupa medeniyetine dahi büyük bir
şısında, "en büyük çare-i halasımız itti­ hizmet" edecektir (Yerlikaya, 1 994: 1 90).
haddır" (Türköne, 1 9 9 1 : 204, 2 19). Bu Bütün bu tartışmalar sırasında dünya
bakımdan dünyadaki bütün Müslümanla­ Müslümanlarının siyasi ya da fikri birliği­
rın kaderi lslam dünyasının en güçlü dev­ ni/dayanışmasını öngören 'ittihad-ı lslam'
leti olan ve hilafeti elinde bulunduran kavramı iki farklı manada kullanılmaya
Osmanlı devletinin varlığına bağlıdır. Na­ başlandı. Birincisinde, lngiltere, Fransa,
mık Kemal'in ifadesiyle, "istikbalimiz Hollanda gibi ülkelerin sömürgesi altında
emindir: Çünkü (. .. ) Müslümanlar bu yaşayan "Fas'dan ta Çin içine ve Avustu­
alem-i terakkide elbette bir gün kelime-i ralya adalarından ta Rusya-yı Şimaliye va­
vahide üzerine içtima edecektir. Bu halde, rıncaya kadar ne kadar Müslüman var ise
mademki hilafet buradadır ve mademki cümlesini" içine alacak bir ittihat fikri
kuvvet de, nisbet de mevkiin kabiliyetin- vurgulandı. ikincisinde, Karadeniz'in ku-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

zey sahilinden Orta Asya'ya kadar, sadece ali'den çekinerek) ittihad-ı lslam kavramı­
Rusya'ya yönelik "bir lı ıiçıllı ittilıad-ı Is­ nın siyaset dışı bir kavram olduğunu. bu­
lam" fikri önerildi. Pan-Slavizm fikrinin nun bir medeniyet/terakki/maarif davası
mukabili ancak Pan-lslamizm fikri olabi­ olduğunu ispata girişecekdir. Namık Ke­
leceğinden, "eğer meydana bir küçük l tti­ mal'in ifadesiyle, "maksad ittihad-ı lslam
had-ı lslam fikri çıkarılır ise, cihet-i saire­ olunca ( . . . ) ancak siyaset ve mezheb de­
den kat'-1 nazar, Karadenizin sahi\-i şarki­ vaisinden bütü n bütün tecridiyle hasıl
sinden bed' ile bir ciheti ta Kazan'a ve di­ olabilir. (. . . ) Demek ki ehl-i !slam suret-i
ğer cihet Asya-yı vustada kain Gülçi han­ ittihadını politika ağrazında veya mezhep
lığına kadar kabail-i lslamiyenin derhal mücadelelerinde değil, vaiz önlerinde, ki­
ittihad edilebilecekleri red ve inkar olu­ tap sahifelerinde aramağa m uhtaçtır"
namaz. Red ve inkar ne demek? Eğer ci­ (Özön, 1997: 88). Ahmet Mithat'a göre
het-i camia-i lslaıniye'nin derece-i kuvvet de, "Gerek Avrupa ve gerek bizim Osman­
ve metaneti nazar-ı muvazeneye alınır ise, lılar evvel ve esas şunu bilmelidirler ki, 'it­
268 bu ittihadın Islav ittihadından daha suhü­ tihad-ı lslam' dediğimiz şey politik bir
let ve sür'at ve kuvvetle meydana çıkaca­ madde değildir. Yani Ümit Burnunda ki
ğını teslim etmemek mümkün olamaz" Müslümanları Osmanlı tabiiyetine sok­
(Yerlikaya, 1 994: 1 76). mak efkarına mübteni değildir. " lslam
lster Rusya'ya ister Avrupa'ya karşı ol­ dünyasında en medeni ve en terakki etmiş
sun, dışa dönük ittihad-ı lslam fikrine iki olduğu için, ittihad-ı lslam'ı, yani dünya
yönden itiraz gelecektir: Birinci grup, Müslümanlarını medeni milletler seviyesi­
( m uhtemelen Avrupa'dan yahut Babı- ne ulaştırmayı da ancak Osmanlılar yapa-

1.• -
Saraydan lıalk önüne pek az çıkan IL Abdıülıamit, bu ender vesilelerden olan Cuma
selamlığında... Abdüllıamit, bıı. göronürliik açığını, egemenliğin simgeli!fin; törenlerini,
mitlerini modernleştirerek gidermeye yönelmiştir. Osmanlı iktiddnmn. ilıtişlimını kamusa/,/
a.nonim o/4rak deklare eden sözlei; siislemelet, anıtlar, marşlar- -vb. bu dönemde nıştır.
I S L A M I V A T � N S E V E R L I K T E N I S L A M S i Y A S E T i N E

bilir. Kısaca, ittihad-ı lslam denilmesinden söylem değişikliğine gidilmiş, hilafet ku­
"ınalısat eflıtir-ı Islaın'ın ejlıar-ı medeniyetle rumu ruhani-cismani ayrımına göre ye­
itlilıadı idi" (Türköne, 1 99 1 : 230- 1). niden kavramsallaştırılmıştır. Buna göre,
ikinci bir grup ise, ittihad-ı lslam'ı dış Osmanlı padişahı "bütün Osmanlıların
politika manasından çıkarıp ittihad-ı Os­ hükümdar-ı cismanisi oldu ktan başka
mani yerine ikame etmeye, Osmanlı dev­ dünyada ne kadar Müslüman varsa has­
leti ile sınırlı bir lslam ittihadı fikrini tar­ belhilafe onların dahi padişah-ı ruhanisi­
tışmaya başlamıştır. Buna göre, Osmanlı­ dir" (Türköne, 1991: 227-8, 1 83). Hilafe­
cılık lehindeki bütün çabaya rağm en, ti Papalık gibi bir ruhani reisliğe dönüş­
" ... bu devletin esası ve kuvveti mutlak ve türen bu anlayışın en bariz ifadesi 1 876
mücerret lslamiyet cihetinde olduğu ta­ Anayasası'ndadır: "Zat-ı hazret-i padişahi
hattur edince ittihad hususunda artık te­ hasbel-hilafe din-i lslam'ın hamisi ve bil­
reddüte hacet kalmaz." "Esas ittihad-ı Os­ cümle tebea-i Osmaniye'nin hükümdar
mani lslamiyet olmak lazım geleceği ma­ ve padişahıdır."
lum olduysa da bu lslamiyetten heyet-i Aynı zamanda, dahili Pan-lslamizm tek- 2 69
umumiye-i lslamiye olamayacağı delaili lifini dile getirenlere karşı, gazetelerde itti-
gösterildiğinden memalik-i Osmaniye da­ had-ı Osmani politikasını savunan yazılar
iresinde bulunacak bilcümle Müslüman­ yer almaya başlayacaktır. Osmanlıcılığı
ların ittihadına hasr-ı efkar ile cümleden Şer'i delillerle de savunan bu yazarlara gö-
evvel Osmanlılık sıfatı celilesine esaslı bir re, "Şimalin [Rusya'nın) hırsı ile taassu-
milliyet-i vahide-i lslamiye hükmü veril­ bundan mürekkeb Pan-Slavizm efkarına
diği. .". (Türköne, 199 1 : 2 1 2-3). Bu teklif­ karşı, Şarkın adaletle medeniyete hidmet
te iki anlam sezilir: bir yandan Kürt, eyler 'Pan-Ottomanizm' efkarı sedd-i me-
Arap, Çerkez kabileleri(ne medeniyet gö­ tin olacaktır" (Türköne, 199 1 : 2 1 1).
türerek) Osmanlı padişahına ve merkezi
***
hükümete bağlamak; diğer yandan Tu­
nus, Mısır ve Yemen gibi yerleri merkezi 1 868 yılından itibaren yoğunlaşarak de­
hükumete daha sıkı bağlayarak devletin vam eden ittihad-ı Osmani mi, ittihad-ı
güçlenmesini sağlamak. lslam mı tartışmaları, 1873 yılında Yeni
Hiç şüphesiz, gayrimüslim nüfusun Osmanlılar'ın sürülmesi ve hükumetin
hala önemli bir oran teşkil ettiği, Osman­ bu tartışmalardan hoşnut olmadığını bel­
lıcılıktan vazgeçmenin mümkün olmadı­ li etmesiyle sona erdi. Tekrar tartışılmaya
ğı o dönemde içe dönük bir ittihad-ı ls­ başlanması Tanzimat politikalarının her
lam'ı savunmak büyük bir çelişki idi; bu bakımdan iflas ettiği 1 8 75-78 döneminde
nedenle sesleri hayli cılız kalmıştır. Nite­ olacaktır.
kim, bu çelişkiyi gidermek için Yeni Os­ l 8 70'li yılların başlarında, özellikle
manlı kuşağı bir orta yol arayışına gitmiş l 8 7 l'de A li Paşa'nın ölümüyle birlikte
ve bir çifte söylem geliştirmiştir. Namık ortaya çıkan iktidar boşluğunun da etki­
K emal'in i fadesiyl e , "Biz dünyada ls­ siyle, uzun zamandır biriken sorunların
lam'ın ittihadı ve memalik-i Osmaniye'de patlak verdiğini, Tanzimat politikalarının
akvamın imtizacı [ittihad-ı Osmani] la­ siyasi, idari, mali (bütün alanlarda) birer
zımdır dedik" (Özön, 1 997: 133). Böyle­ birer iflas etmeye başladığını görüyoruz.
ce imparatorluğun mevcut ortamında iki imparatorluğun girdiği bu sürekli kriz
fikir birden savunulacak , ikisi arasında ortamında Tanzimatçıların inandığı bü­
bir öncelik-sonralık yahut iç-dış ayrımı tün idealler ve uyguladığı politikalar tek­
getirilecektir. Bu çelişkiyi gidermek için rar sorgulanmaya başlanmış, yeni çözüm
aynı zamanda hilafet anlayışında da bir arayışları gündeme gelmiştir. lşte bu or-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M I

tam içerisinde, bir yandan iç problemlere ya'da ve Afganistan'da birtakım teşebbüs­


karşı meşrutiyet ilanı fikri, diğer yandan lerde bulunulduğunu biliyoruz (Çetinsa­
Rusya tehlikesine ve Avrupa müdahalesi­ ya, 1988).
ne karşı dış politikaya yönelik ittihad-ı
***
lslam tartışmaları tekrar gündeme gel­
miştir (Davison, 1 973) . Tanzimat politikalarının her bakımdan if­
Özellikle 1 875 yılından itibaren krizin las ettiği, siyasi çözümün bir işe yarama­
en yüksek aşamasına vardığını, tam bir dığının anlaşıldığı, özellikle Osmanlıcılık
kaos ortamına girildiğini söyleyebiliriz. politikasının savunulamaz duruma geldi­
Devlet hazinesi (Kırım harbinden beri alı­ ği Berlin Antlaşması (Temmuz 1 878) son­
nan borçların faizleri ödenemeyecek du­ rasında, il. Abdülhamit (ve çevresindeki
ruma geldiği için) iflas etmiş; o üzerine devlet adamları) yeni bir politika benim­
titrenen Balkan vilayetlerinde birbiri peşi sediler. Buna göre, artık devlet iç politika­
sıra isyanlar çıkmış; bütün bunlara ç ö­ sında elde kalan gayrimüslimleri değil, o
2 70 züm olsun diye (meşruti rejimi getirmek güne kadar ihmal ettiği (ve giderek milli­
için) bir hükümet darbesi gerçekleştiril­ yetçi kıpırdanmaların başladığı) Müslü­
miş, fakat iç siyasi kriz sona ermediğin­ man unsurları esas alacaktı. Bir yandan
den bir yıl içinde üç padişah değiş tiril­ mevcut bütün maddi imkanlar ve temel
miş; Rusya lehinde müdahalelerde bulu­ yatırımlar Müslümanların yaşadığı bölge­
nan Avrupa'nın büyük devletleriyle diplo­ lere yönlendirilirken; diğer yandan birbi­
matik alanda bir mücadeleye girilmiş; ve rinden çok farklı özellikler taşıyan Müs­
son olarak, Rusya ile (biraz da bile bile) lüman unsurlar (Türkler, Araplar, Arna­
girilen savaştan büyük bir hezimetle çı­ vutlar, Kürtler, Çerkezler) arasında eğitim
kılmıştır. 1 878 başlarında biten savaş so­ yoluyla ortak bir kimlik yaratılmaya çalı­
nucunda, Osmanlı Devleti topraklarının şılmıştır.
beşte ikisini ve nüfusunun beşte birini Bu dönüşüm için ortam hazırdı: Berlin
kaybetmiştir. Anlaşması'yla birlikte i mp ar a to r l u k
1875 Yazı'nda Balkanlar'daki isyanların önemli Hıristiyan vilayetlerini kaybettiği
başlamasından Nisan 1 877'de Osmanlı­ (ve bu arada önemli miktarda Müslüman
Rus savaşının başlamasına kadar g eçen göçü aldığı) için, gayrimüslimlerin top­
sürede gazetelerde sık sık ittihad-ı lslam lam nüfus içindeki oranı %20 civarına
ve hilafetin önemi ile ilgili yayınlar yapıl­ (daha kolay kontrol edilebilir bir orana)
makta, 'Halife-i kübra' olan Osmanlı p a­ inmişti. Şüphesiz %20 de önemli ve mer­
dişahının cihat çağrısıyla Rusya boyun­ kezi idareyi (Doğu Anadolu ve Makedon­
d u r u ğ u n d a yaşayan M ü slümanların ya'da olduğu gibi) m eşgul edecek bir
ayaklanacağı, başta Hindistan olmak üze­ orandır. Ancak artık Tanzimat yaklaşım­
re diğer Müslümanların da yardıma koşa­ larının Hıristiyan milliyetçiliğini önleme­
cağı temaları işlenmekteydi. llginç olan de bir faydasının olmadığı anlaşılmış, bu
savaşın başlamasıyla birlikte, bu tartış­ %20'nin de ergeç ayrılabileceği kabulle­
maların aniden bitirilip, bütün savaş bo­ nilmeye başlanmıştı. Bu tabii ki Osmanlı­
yunca iç politikada ittihad-ı Osmani vur­ cılık tamamen terk edildi demek değildir;
gusunun yapılmasıdır. Ö te yandan, yıl­ sadece öncelik artık %80 o ranındaki
lardır kamuoyunda yaratılan havanın bir· Müslümanlarda demektir.
sonucu olarak, asker ve sivil bürokratlar Gözler bir anda Anadolu ve Arap vila­
arasında ittihad-ı lslam'ı Rusya'ya karşı yetlerine çevrildi. . Özellikle Arap vilayet­
kullanma fikrinin yaygın olduğunu, bu lerinde devlete olan hoşnutsuzluk artmış,
uğurda savaşın başlarında Kuzey Kafkas- 1 878 sonrasında bazı milliyetçilik kıvıl-
I S L A M I V A T A N S E V E R L i K T E N I S L A M S i Y A S E T i N E

cımlarının işaretleri alınmaya başlanmıştı. unsuru, sosyal ya da milli dayanışma te­


Şimdi bütün imkanlar Müslümanların ya­ meli, ortak vatandaşlığın bir unsuru, dev­
şadığı bölgelere kaydırılmalı, bütün yatı­ let-tebaa ilişkilerinde bir referans noktası,
rımlar bu bölgelere yapılmalıydı. Bunun imparatorluğun Müslüman unsurlarını
bir de mali cephesi vardı. 1 877-78 sava­ bir araya getirmek için kullanılabilecek
şında kaybedilen Balkan toprakları devle­ bir sosyal çimento olarak görülmüştür.
tin gelirleri bakımınri ın önemli yerlerdi. Buna ek olarak, Abdülhamit'in bir en­
Mali iflas ve savaşı yaralarını sarmaya dişesi de 1 875-78 krizinin bir sonucu ola­
çalışan devlet hazinL�inin bu açığın kapa­ rak Türk olmayan Müslüman unsurlar,
tılmasına ihtiyacı vardı. işte eğer Anadolu özellikle de Araplar ve Arnavutlar arasın­
ve Arap bölgeleri gerekli alt yapı yatırım­ da hissedilmeye başlanan hoşnutsuzluk­
ları (sulama, ulaşım, bataklıkların kuru­ ların önüne geçerek, Müslüman tebaanın
tulması vb.) ile kalkındırılabilir, tarımsal sadakatini temin etmekti. Araplar örne­
üretim ve vergiler artırılabilirse bu açık ğinde en büyük endişesi, Avrupalı güçle-
kapanabilirdi. Cevdet Paşa'nın deyişiyle, rin de teşvikiyle Mısır ya da Hicaz mer- 2 71
93 Harbi felaketinden sonra, "Anadolu ve kezli bir rakip Arap Hilafeti kurulması ve
Arabistan kıtalarının imarıyla tezyid-i ser­ bu yolla imparatorluğun temelden yıkıl-
vet" sağlanması mümkün olabilirdi (Öz­ ması idi. Bu endişesine yönelik ipuçları
can, 1997: 1 29). özellikle 1 878- 1 885 döneminde Suriye,
Bu yeni yönlendirmenin bir de uzun Hicaz, Mısır ve Sudan gibi bölgelerde be­
vadeli, adına 'Müslüman millet tasavvuru' lirgindir.
diyebileceğimiz siyasi cephesi mevcuttur. Bu çerçevede, 1 880'lerin başlarından
1878 sonrasında elde Müslüman ağırlıklı itibaren (devam edegelmekte olan bütün
bir ülke kalmış ve bundan sonra Müslü­ iç ve dış sorunlara rağmen) 'Müslüman
manlara öncelik verilmesi kararlaştırıl­ milleti yaratm?Jkalkındırma' projesi eği­
mıştı ama, ortada homoj en bir Müslüman timden ulaşıma kadar her alanda başlatıl­
unsur yoktu. Eldeki bilgiler bize Anadolu dı. Bu politikadan Türkler, Kürtler, Arap­
ve Arap topraklarında belli şehir merkez­ lar, Arnavutlar, Çerkezler gibi imparator­
leri dışında muazzam bir farklı inançlar luktaki bütün Müslüman unsurlar çeşitli
manzumesi ile karşı karşıya olduğumuzu derecelerde istifade etmiştir. Bu politika
işaret ediyor. Bu farklı unsurların tasav­ Arap vilayetlerini Salnamelerde en başa
vur edilen bu Müslüman devlete uygun koyma gibi sembolik jestlerden Hicaz De­
bir tebaa, bir 'Müslüman millet', haline miryol u gibi önemli yatırımlara kadar
getirilmesi gerekiyordu. Bir başka deyişle pek çok konuda kendini gösterir.
'Müslüman devlet' 'Müslüman milleti'ni lttihad-ı lslam olarak adlandırılan bu
arıyordu. Bu da dini ve seküler ögelerin siyasetin ipuçları Cevdet Paşa'nın layiha­
birlikte yer aldığı modern eğitimle sağla­ larına yansımıştır. Cevdet Paşa'ya göre,
nacaktı. Bu dönem devlet adamlarının di­ "Devlet-i Aliyye Yavuz Sultan Selim za­
linden düşürmediği 'her köye bir mektep manından berü hilafet-i seniyyeye haiz
ve bir mescit' sözünü bu manada anla­ olduğuna nazaran din üzerine müesses
mak gerekir. bir devlet-i azimedir. ( . . . ) Devlet-i Aliy­
Yeni 'Müslüman millet' ortak bir ide­ ye akvam ve sunüf-ı muhtelifeden mü­
oloji, ortak bir kimlik etrafında şekillen­ rekkep bir heyet-i cesime olup bu ecza­
meliydi. Bu harç ise 'lslam'dı. Son çalış­ yı mü tebayen eyi birbirine rabt eden
malar bize bunun 'Sünni-Hanefi bir lslam' kuvve - i m u kaddese-i hilafettir. Zira
olarak algılandığı konusunda ipuçları ve­ Arap, Kürd, Arnavud , Boşnak kavimleri­
riyor. Bu açıdan lslam, ortak bir kimlik ni yek vücud eden cihet vahdet-i lslam-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

dır" (Özcan, 1 997: 1 3 7, 1 3 9 ) . Cevdet döneminde belli bir süre için tekrar Os-
Paşa'ya göre Osmanlı devleti mevcut iç mantıcılık siyasetine dö nüldüyse d e ,
ve dış probl emlerinden kurtulabilmek 191 1-13 yıllarında siyasi v e sosyal şartla­
için doğru bir politika b enimsemeli ve rın değişmesiyle (yani Balkanlar'daki bü­
gerekli olan ıslahatı uygulamalıdır. Bu tün toprakların gitmesinden sonra elde
ıslahat ise, siyasi söylemini 'din-vatan­ sadece büyük bir Müslüman nüfus kitlesi­
millet' üçgenine dayandıran Sultan Ab­ nin kalmasıyla) birlikte tekrar hatırlanmış
dülhamit'in ifadesiyle, "m emalik-i Os­ ve 19 18'e, yani bütün Arap topraklarının
maniyenin saadet ve selameti ile, millet-i ayrıldığının kesinleşmesine (veya bir baş­
Islanıiyeyi ibha ve lııfz eder ve mülkümü­ ka görüşe göre aslında Kurtuluş Savaşı'nın
zü zengin eyler ve ecnebiye müdafaa et­ sonuna) kadar uygulanmaya çalışılmıştır.
meğe kesb-i iktidar ettirir surette yapıl­ imparatorluktaki temel sosyal yapı deği­
ması lazım gelen" bir ıslahat olmalıdır şimlerinin yol açtığı bu fikri geçişlerin öy­
(Çetin ve Yıldız, 1976: 42) . küsü, başta Ziya Gökalp ve Mehmet Akif
2 72 Sonuç olarak birbiriyle irtibatlı iki nok­ olmak üzere dönemin aydınlarının yaz­
ta vurgulanabilir: Bu fikrin/politikanın dıklarından izlenebilir.
akıbeti ve etkisi ne oldu? 1856 sonrası Bıraktığı etkiye gelince, hiç şüphe yok,
Osmanlı (özellikle bürokrasi dışı) aydın eğer söz konusu olan devletin ayakta kal­
çevreleri, önüne geçilemeyecek bir sele ması ise bu politika (Müslüman unsurları
benzettikleri Batı medeniyeti/modernizmi sosyoekonomik bakımdan kalkındırma
karşısında, Osmanlı Devletinin ve lslam ve devlete bağlama projesi olarak) kısa
d ünyasının bekasını sağlamak üzere, vadede, en azından II. Abdülhamit döne­
problemlerin oluştuğu çeşitli alanlarda mi boyunca, başarılı olmuştur. Uzun va­
cevap arayışları içerisine girmişlerdir. ls­ dede ise, çeşi tli kesimlerce eleştirilen
lam modernizminin ilk nüvelerini buldu­ nokta, (tıpkı Osmanlıcılıkta olduğu gibi)
ğumuz bu dönem düşüncesinin ürettiği bu projenin ortak kimlik etrafında bir
(özellikle Avrupa emperyalizmi ve milli­ 'Müslüman millet' yaratmakta istenildiği
yetçilik akımları karşısındaki) teklifler­ kadar başarılı olamaması, Türkler hari­
den biri de 'ittihad-ı lslam' kavramıdır. cindeki Müslüman unsurlar arasında gi­
ilk tartışılmaya başlandığı 1868-73 dö­ derek siyasi taleplerin ve milliyetçiliğin
neminde iç ve dış politikaya yönelik ol­ gündeme gelmesini önleyememesidir. Bu
mak üzere iki manada kullanılan lttihad-ı politikanın Cumhuriyet Türkiyesi'ne ya­
lslam fikri, imparatorluğun siyasi ve sos­ hut Birinci Dünya Savaşı sonrası elde ka­
yal şartlarında meydana gelen değişmelere lan Anadolu coğrafyasına bıraktığı miras
göre bir süreç izlemiştir. Bu yazıda asıl söz ise anlamlıdır. il. Meşrutiyet dönemi nasıl
konusu ettiğimiz iç politikaya dönük fikri modern Türk siyasal hayatının laboratu­
cephesi, 1 875-78 döneminde nüfus yapı­ varı olarak nitelendiriliyorsa; Il. Abdülha­
sında meydana gelen değişmeler sonuL ...ın­ mit dönemi de (demografi, sosyal kurum­
da, imparatorlukta yaşayan farklı Müslü­ lar, sosyal tabakalaşma, sosyal kimlik ya
man unsurları esas alan bir politikaya dö­ da millet inşası gibi) çeşitli bakımlardan
f!_üşerek II. Abdülhamit dönemi boyunca modern Türkiye'nin sosyal yapısının la­
uygulanmaya çalışılmıştır. II. Meşrutiyet boratuvarı olarak algılanabilir. O
11. Abdülhamit'in Siyasal Düşüncesi
ORHAN KOLOG LU

i l . Abdülhamit hükümdar olmak için ha­ nedan mensubu olarak daha rahatça Do­
zırlanmamış ve hazırlatılmamış bir şehza­ ğu-Batı karşılaştırması olanağını bulmuş­
de olmasına karşılık 33 yıllık saltanatıyla tu. Nitekim hükümdar olduktan sonra ro­
siyasi düşünce tarihimizde en çok tartışıl­ man ıyla, tiyatrosuyla, müziğiyle Avrupa
m ış kişilerden biri o l m u ştur. Cumhuri­ kültürünü Saray'ın içine taşıdığı biliniyor.
yet'i n i la n ı ndan sonra bile bazı siyasal Dolayısıyla Batı'ya karşı önyargılı deği ldi.
yaklaşımlar çerçevesinde bir siyasal l ider Bu noktada tarih araştırıcı lığımızda yanlış
2 73
figürü olarak örnek gösterilm iştir. Başlan­ değerlendirilen bir hususu ortaya koyma­
gıcını 1 826'da Yeniçeri Ocağı'nın ortadan mız gerekir. Genel l i kle Ta nzimat' ın Ali
kaldırılmasına bağladığım elli yıllık Tanzi­ Paşa' n ı n 1 87 1 'de ölümüyle sona erdiği
mat uygulamas ı n ı n kendisine devrettiği ileri sürülür. Oysa Tanzimat Osmanlı'nın
mirası irdelemeden önce, saltanatı döne­ sonuna kadar hep devam eden bir yeni­
mince davranışlarını etkileyen fikri yapısı­ den yapılanma çabasıdır. Dolayısıyla Ab­
nın oluşumunu i ncelemek zorunludur. dülhamit' i n de bir Tanzimatçı sayıl m ası
Tahta oturtulduğu 34 yaşına varıncaya gerekir. Babası Abdülmecit'in bu alanda
kadar Abdülhamit'in padişahlığa adaylığı­ yaptıklarını daima saygı ile anan Abdül­
nı düşünen çıkmam ıştır. Daha uzun süre hamit'e Tanzimat'ın bıraktığı mirası şöyle
yaşaması beklenen Abdülaziz, Abdülha­ özetleyebil iriz: Ekonomi ve hukuk alanın­
mit'in veliaht konumundaki ağabeyi Mu­ da özgürlükler kabu l edilmiştir. Avrupa
rat'ı uzaklaştırmak için oyunlar düzenli­ nizam ve kurum ları nın alı nması sisteme
yor, kendi oğlu Yusuf İzzettin lehine taht soku lm uştur. Bun lara karş ı l ı k siyasi öz­
sırasını değiştirmeye çalışıyordu. Üstelik, gürlükler yani ifade ve örgütlenme özgür­
bir siyasi güç olarak yükselen Yeni Os­ lüklerinde mutlak kısıtlama vardır. Padi­
manlı lar bürokrasi içindeki etkinlikleriyle şahın s ı n ı rsız yetki leri, kendi isteğiyle,
Saray' ın dışından politikayı yönlendirebi­ devletin üst yönetim kurumlarına devre­
l iyorlardı. Saray'ın içindeki a i le arası çe­ dilmiş, ancak bu kez de özgürlüklerin ge­
kişmeler de (Azizliler, Muratl ılar vb ... ) Ab­ nişletilmesinden yana olan lar -Yeni Os­
dülhamit'in yalnızlığına katkıda bulundu, manlı lar- Babıali'nin diktatörlüğüne eleş­
esasen elinde grup oluşturacak bir olanak tirilerini yoğunlaştırmışlardır. Sultan Aziz
yoktu, kimseye de bağlanmadı. bu eği l i mden yararlanarak icrayı tekrar
Sınırl ı bir eğitim görmüş olmasına ve Saray'ın tam kontrolüne almak için hazır­
hiçbir resmi görev yapmamamış olması­ lıklar yapıyordu . Kısacası devleti yöneten
na karş ı l ı k çok iyi bir gözlemci oluşu, kadrolar kadar yönetime talip olan muha­
aniden tahta geçtiğinde politikalar üret­ l ifler arasında da çağdaşlaşma girişimine
mesine yarayacak yeteneği geliştirmesine karşıtl ık değil, bunun hangi aşamaya ka­
yardımcı olacaktır. dar ve hangi hızla yürütüleceği noktasın­
Abd ü l hamit' i n öncel ikle Tanzi mat' ı n da anlaşmazlık söz konusuydu. Şunu da
getirdiği anlayış karşısında b i r tutum oluş­ eklemek gerekir ki, Yeni Osma n l ı l a r ' ı n
turması gerekmiştir. Amcasının yan ında özgürlük anlayışı d a sınırsız deği ldi. On­
Avrupa'yı gezerken, en az ilgi gören ha- lar da devletin yüksek otoritesi ni ve üs-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B l, R I K I M I

tünlüğünü savunuyorlard ı . Nitekim yeni m e y i p a s k ı y a a l d ı r ı ş ı da b a ş l a n g ı çta


kullanmaya başlad ıkları "efkarı umumi­ olumsuz karşı lanmadı ve ona devleti tek
ye" kavramı da çoğulcu luğu değil, devleti başına yönetmek için hazırlanma olana­
kurtarmaya yönelik tek çizgili bir bütün­ ğını sağladı. Ancak bu hazırlanış sistemli
leşmeyi ifade ediyordu. bir yönetim mantığına dayanmıyordu.
Karşıt grupların dine bakışında da fark­ Abdülhamit, başarı l ı bir gözlemci ola­
l ı l ı k yoktu . Batı'yı İslam'la uzlaştırma an­ rak, l 860'lardan beri çeşitli düşünürlerin
layışında hemfikirdiler. Böylece bir Os­ önerdikleri çözümleri ve bunların sonuç­
manlı Mil leti'nin ilk kez vücut bulacağına suz kal ışını görmüştü. Devlet adam larının
inanıyorlard ı . Devletin varlığını sürdür­ i ktidara u laşmak için birbir leri n i nas ı l
mesi hususundaki fikir birlikleri bu çözü­ yıpratmaya ça l ıştıklarını d a gözlemlemiş­
m ü zoru n l u k ı l ı yord u . Böyl ece Avru­ ti. Bu güçleri birbirine karşı kullanarak
pa'n ı n destekl ediği ayr ı l ı kç ı a k ı m l a r ı n kararların Babıal i'den değil kendisinden
bertaraf ed ilebileceği zannedil iyordu . B u (Yıld ız'dan) çıkması koşu luyla, yöneti mi
2 74 an layışın sonucu olarak, d i n tartışmaları, istediği gibi yönlendirebilecekti. Böylece,
hatta islam' ı n üstün lüğünün aşırı vurgu­ çok kararl ı muhal ifler dışında, geçmişte
lanması bile engel lenmişti. Sadece sulta­ görev üstlenmiş herkesle çalışmaktan ka­
n ı n hal ifeliği geçmiş dönemlere nazaran ç ı nmad ı . Hatta Yeni Osma n l ı lar'la bile
daha ısrarla vurgulanıyordu. Devleti bü­ uzlaşma yollarını araştırmaktan geri kal­
yük bir borç yükü altına sokan mali ko­ mad ı . Onların gözdesi olan " H ü rriyet"
nuların ancak ikinci planda düşünüldüğü kavramına karşı olmadığını göstermek is­
de bir gerçekti. N itekim Yeni Osmanlı lar'ı termişcesine, özel bir "hürriyet" yorumu
kesin eyleme yönelten olay, devlet borç­ sunan Ahmet Mithat'ı sözcülüğüne getir­
ları n ı n ödenemeyece ğ i n i n ilanı değil, di. Mithat Paşa' n ı n yetiştirmesi olan ve
Balkan lar'da patlak veren ayaklanmalar kendini Yeni Osmanlılar'a dahil saymadı­
oldu. Orduyla işbirliği yapılıp Abdü laziz ğı halde onlarla birl ikte Rodos'a sürülmüş
indirildi ve tahta geçmek özlemiyle her­ olan Ahmet Mithat daha l 872 'de, Abdül­
şeye razı görünen Murat, padişah i lan hamit' in esamisinin okunmadığı ve Mit­
edildi. Ancak ruhsal dengesizliği fark edi­ hat Paşa'nın sadrazaml ığa getirildiği bir
l ince dört ay sonra, anayasayı ve Meşruti­ dönemde, H ü rriyet' i n " i n kiyad ı serbes­
yet' i i lan etmesi koşuluyla Abd ü l ha m it ta"yi yani "özgürce boyun eğmeyi" geti­
tahta geçirildi. receği tez i n i i leri sürmüştü . Tanzimatçı
Yen i sultanın düşünce yapısı hakkında, anlayışına uygun düştüğü gibi Abd ü l ha­
içerdekiler kadar, · Osman l ı İmparatorlu­ mit'in de yeğlediği bir tanımlamaydı bu.
ğu'ndaki gelişmeleri çok iyi izleyen Batı­ l 877'nin i l k aylarında Rus savaş ıyla
l ıların da bir fikri yoktu. Tahta aday sayıl­ başlayan büyük bunalım l 882'de sona er­
madığı için önemsenmediği oranda, ken­ diğinde ortada hükümran Osmanlı Devle­
disini çok iyi saklamayı da becerm işti . ti'nden artık pek az şey kalmıştı. Balkan­
Reformcu devlet a d a m ı M ithat Paşa'yı lar'ı n tamamen elden çıkması önlenmişti
Osmanlı geleneğine aykırı şekilde Avru­ ama, Tesalya, Karadağ, Bulgaristan, Kıbrıs,
pa'ya sürgüne göndermesine karşılık, ilk Kars-Ardahan, Tunus, Mısır elden çıkmış,
anda anayasan ı n i l a n ı n ı onaylaması ve Osmanlı topraklarında Avrupa devletleri­
m eclisin açıl ışı nda yaptığı konuşmanın nin ekonomi k üstünlüğe sah i p oldukları
içeriği itibariyle tam bir Meşrutiyetçi hü­ i mtiyaz bölgeleri oluşmuştu. Borçların
kümdar izlenimini verdi . 1 877-78 sava­ ödenebi lmesi için, Batı l ı güçlerin kontro­
ş ında Rusya karşısındaki yenilginin do­ l ünde, "devlet içinde devlet" yetki lerine
ğurduğu büyük buna l ı mdan yararlanarak sahip bir özel idare, Düyunu Umumiye
meclisi feshedişi ve anayasayı iptal ettir- kurulmuştu. Bu koşullarda Abdülhamit'in
i l. A B D Ü L H A M 1 T ' 1 N S 1 V A S A L D Ü Ş Ü N C E S 1

2 75
il. Abdüllıaınit, dogmatik olmaktan çok pmgmatis� nit�ltkti Pa;ılslfmıizmiııi;ı st1ı]trf.jik
bir ımsuru olarak da,. demiryo!u si)ıasetine ilgi dııjıtiızışiu.,

kurtarabildiği özerklik, Düyunu Umumi­ rini yansıtan raporları tetkik ettikten sonra
ye'nin dışında kendi kontrolünde bir mali­ vermesiyd i . izlediği politikalar şöyle özet­
ye oluşturmaktan ibaret kaldı . lenebilir:
Bu yarı sömürge koşul ları içinde, siyasi - Eğitime ve eğitim kurumları açılması­
düşü nce zem i n i nde "devleti n varlığını na öncelik vermiştir.
koruma"ya odaklanan, dolayısıyla ulusla­ - Avrupa'daki devletler dengesini iyi iz­
rarası koşu lların dalgalanmalarıyla biçim­ leyip anlaşmazlıklarını Osmanlı'nın lehi­
lenen pragmatist bir bakışı egemen kıldı. ne kul lanmıştır.
Koşulların zorlaması kadar Abdülhamit'in - Tam bir Tanzimatçı olarak, dine özel
kişi l iğ i n i n de etkisiyle a ncak tek elden bir ağırlık vermemiştir
yürütülebi lecek bir yönetimdi bu. Kalıcı - Silahlı çatışmalardan kesin kaçınmış
olabilmesi için yönetimin çevresi nde kü­ ve sıkışınca ödü n vererek olayları bastır­
melenenlerin tartışmasız itaati şarttı . Bir mayı �eçm iştir.
yüzyılın üçte biri kadar uzun bir süre de­ Bütün vilayetleri ve dış temsilcil iklerin i
vam edebilmesi, Padişahın çevresi ndeki telgraf hattıyla Saray'ı n a bağlatarak tama­
halkanın katkısı, hatta baskıcı yöntemler­ men kişisel bir haberleşme sistemi yürü­
de çoğu kez daha da aşırıya gitmeleriyle ten Abd ü l ha m it'in bu yöntemine siyasi
mümkün olmuştur. Bun lara göz yumması düşünce sistemleri literatüründen bir isim
sebebiyle sorumlu luğun eninde sonunda yakıştırmak mümkün müdür? Tanzimat'ın
sultanın sırtına yüklenmesi doğaldı. Ab­ ilk kuşağı, geri kalmışlığı birdenbire fark
dülhamit destekçilerinin kesinl ikle birbiri­ etmenin şokuyla h ı z l ı, devrimci bir re­
ne güvenmemesine özen gösteriyor ve form ad ı m ı atmıştı. Bu tür girişim lerin
perde gerisi denge oyu nlarıyla karşıtları devrimci ivmesi düştükten sonra, bir res­
çatıştırıyordu . Böylece jurnalciliği gözde torasyon (eskiyi canlandırma, eski düzeni
bir meslek haline getirdi . yeniden kurma) akımının doğması doğal­
Tek karar verici görünmekteki ısrarına dır. N itekim Yeni Osmanlı lar bu i l k ısla­
karşı l ı k öneml i bir özell iği, uzmanlığına hatçı ları tesl i m iyetçi olmakla suçlam ış,
ve kendisine bağlılığına güvendiği kişile­ aşırı bir "Batı adaptasyonu" yerine yerel
re (Sait, Kamil, Mahmut Ned im Paşalar koş u l ları çağdaş dü nya i l e bağdaştıran
gibi) danışması ve kararı nı karşıt görüşle- formü l ler arayışına g irmişlerdir. İttihad ı
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' l N B l, R I K I M I

İslam (sadece ü lke içi nde), İttihadı Anasır güçlerin Panislamizm korkusundan bah­
(Osmanlıl ık), Mil leti Hakimeyi (Türk un­ setmek doğrudur. Osmanlı ve İran dışında,
surunu) egemen kılmak, onun yanı sıra d ü nyadaki Müsl ü m a n l a r ı n yüzde 8 5 -
evrensel insan hakları ve demokrasi fik­ 90'ını sömürgeleşti rmiş olan Avrupalılar
riyle bağlantı kurmak, yeni dönemin dü­ böyle bir siyasal gelişmenin . ekonomilerini
şünsel yönelimleriyd i . yı kacağ ı n ı n farkındayd ı lar. B u sebeple
N a m ı k Kemal'in sentezinden çok ya­ komplocu bir bakışla kuşkucu bir arayışa
rarlandığı anlaşılan Abdülhamit, kendi si­ girişmiş ve çok defa da Abdülhamit'i he­
yasal konumu ve düşünce yapısı çerçeve­ def göstererek Panislamizm öcüsünü bü­
sinde bütün bu arayışlardan yeni bir sen­ yütmüşlerdir. Koloni yönetimleri bu yönde
tez oluşturdu. Radikal reformcu kimlikle­ önlemler almıştır. Abdülhamit'in ise, bası­
rine karşılık restorasyoncu yanları da olan nında din konularının yayınını engellediği
Yen i Osma n l ı lar'a karş ı l ı k Abdü lhamit gibi "esir Müslüman lar" için kampanya
açıkça "reformcu-restorasyoncu" (reform yaptırtmadığı da biliniyor. Hatta Rus-Mısır­
2 76 yoluyla restorasyon yanlısı) olmayı yeğle­ H int Müslümanlarının düzenledikleri bir
d i . Bel i rgin i l kelere bağlanması güç bir dayanışma konferansı nın ülkesinde yapıl­
çizgiydi bu. Onun içindir ki en yakınları masını engellemiştir. Bütün yaptığı, keskin
olan kişi ler bile zaman zaman o n u n la gözlemci liği ile fark ettiği bu korkuyu ey­
ters düşmüş hatta Said ve Kamil Paşalar lemlere başvurmadan körüklemekten iba­
gibi, canlarını kurtarmak amacıyla yaban­ ret kalmış, Paşa unvanı ve nişan dağıtımı­
cı elçiliklere sığınanlar olmuştur. nı bu iş için kul lanmakla yetinmiştir. Sö­
B i r s i stem o l a r a k bütü n l e şt i r i l m esi mürgeciler ise karşı girişimlerinde daha et­
m ü mkün olmamakla b i r l i kte Abdül ha­ kili olmuşlardır: İngil izlerin Arap H i lafeti
mit'i n uygulamasına yansıyan ideolojisi kampanyasını başlatmaları ve Arapların
kendisinden sonra yapılan tartışmalar se­ buna katı lmasını başarmaları gibi.
bebiyle topluma bir düşünce sistemi gibi Abd ü l ham it'e yakıştırılan düşünceler,
s u n u l m u şt u r. B u n l a r ı n başında, o n u n ondan sonra gelenler tarafı ndan bir sis­
"aşırı d i nci" olduğu ve Panislamizm akı­ temmiş gbi kısmen benimsenmiş, kısmen
mını başlattığı iddiası gelir. Oysa politik dışlanmıştır. İttihatçılar, Abdülhamit'e atfe­
çizgisinde bunun karşılığı görülmez. Za­ d ilen Panislamizmi fiiliyata sokmuşlardır.
ten o dönemin çok etkili Pangermanizm, Buna karş ı l ı k istibdat reji m·i konusu nda
Panslavizm, Panhe l len izm gibi akım ları ona en a ğ ı r suçlamaları yöneltm iş ler­
ile karşılaştırıl ınca, o dönemde dile geti­ dir. Ama hakim iyeti mill iye ilkesini yay­
rildiği kadarıyla Panislamizmin ciddi bir dıktan ve parlamento ile anayasayı işlettik­
proje olmadığı hemen ortaya çıkar. Sözü ten sonra koyu bir tek parti yönetim i ne
edilen "pan"-akımların hepsinde siyasi ve dönerek onun çizgisine düştüler. Araların­
maddi bir devlet desteği, gönüllü ajan kit­ daki temel fark, Abdülhamit'in barışçı ve
lesi (öğretmen, antropolog, papaz gibi), ödüncü politikasına karşı lık onların savaş­
diplomasi katkısı ve bol yayın organı var­ çılığı ve eylemi, ataklığı tercih etmeleridir.
d ı r. Abd ü l h a m it ise halife sıfatı n ı doğal Abd ülhamit bir düşünce sistemi oluş­
olarak kul lanmakla birl i kte asla eylemci turmadı, pratik yaklaşımlarla zaman ka­
bir hareketin lideri niteliğiyle ortaya çık­ zanmaya çalıştı . Bu bir yandan kurdurdu­
mamıştır. Bu işe para ve politik güç yatır­ ğu eğitim kurumlarından modern düşün­
madığı gibi yayın da yaptırmamıştır. Dö­ ceye yatkın bir kuşağın yetişmesine orta­
nemin dinci akımlarının da ona karşı ol­ mı hazırladı, diğer yandan da onlara ge­
dukları bilinir. tirdiği kısıtlamalarla daha dinamik bir an­
Asl ı nda o dönemde bir Panislamiı.ın titezin doğmasına -kuşkusuz bunu hedef­
hareketi nden çok, Avrupa l ı sömürgeci lemeksizin- yardım etmiş oldu.
20. Yüzyıl Başı Türk Düşünce
Hayatında Liberalizm
AY K U T K A N S U

1 908 D evrimi ile birlikte modern


Türkiye tarihinde yepyeni bir devir
'Milliyetçilik' dışında başka fikir akımları­
nın geliştiği de genelde atlanmaktadır.
açılmış oldu. 1908 Devrimi ile başla� 1908 Devrimi bir anlamda 'geç kalmış'
yıp on yıl süren bu dönem, Türkiye'nin bir liberal devrimdi (Kansu, 200 1 : xvii­
son bir yüzyıllık siyasal, sosyal ve ekono­ xviii). 18. yüzyıl sonunda Fransa'da baş­
mik tarihine bakıldığında, birbirine ben­ layarak dalga dalga önce Avrupa'nın di­
.
zeyen iki uzun dönem arasına sıkışıp kale ğer ülkelerine, sonra da dünyaya yayılan
mış gözükür. 1908 Devrimi öncesi II. Ab­ özgürlükçü düşüncenin· sonucu olarak
dülhamit'in büyük ölçüde kişisel iktidarı­ ortaya çıkmış bir dönüşümün halkaların­
na dayanan o tuz küsur yıllık ' lstibdad dan biriydi. 1905'te Rusya'daki devrimin
D.evri' He Birinci Dünya Savaşı sonrasının ardından 1 906 yılında lran'da gerçekle­
yirmi beş küsur yıllık 'Atatürk Devri' ara­ şen ve mu tlakıyetçi, otokratik rejimlere
sındaki bu dönem, ne kendinden önceki, karşı çıkışı simgeleyen devrim çabaların­
ne de kendinden sonraki döneme benze­ dan da konjonktüre! olarak hayli etkilen­
diği için, yaygın olarak kullanageldiğimiz miş olmasına rağmen 1 908 Devrimi'nin
tek boyutlu bir gelişme modeli çerçeve­ esas ilham kaynağı 1 789 Fransız Devri­
sinde yorumlamakta güçlük çektiğimiz ve mi'ydi. Bu etki öylesine güçlüydü ki 1908
sonuç olarak, 1 9 1 8 sonrası değişimlere Devrimi'nin sloganları l 789'daki özlem­
pek de uygun düşmediğinden, unutmayı lerin aynısıydı : " Hürriyet, Müsavat,
tercih ettiğimiz bir dönem olageliyor. Uhuvvet" -yani, Özgürlük, Eşitlik, Kar­
Bazı tarihçilerin Tanzimat'la, bazılarının deşlik" - ya da Fransızca orijinaliyle, "Li­
ise Ill. Selim'in ıslahat hareketleriyle baş­ berte, Egalite, Fraternite." Hem devrimin
lattıkları, çağdaş Türkiye'nin temellerinin ilk heyecanlı günlerinde, hem de Meclis
_
atıldığı 19. yüzyılın ardından gelen 1908 için yapılan seçimlerde bu sloganlar yal­
Devrimi, bu reform hareketleri silsilesinin nızca Türkler tarafından değil, bu yeni ve
sıradan bir halkasını teşkil ediyormuş gibi özgürlükçü düzende kendilerine saygın
değerlendirilegelmektedir (Kansu, 200 1 : bir yer edinerek birinci sınıf vatandaşlık
1 -34). 1908 Devrimi'nin teşkil ettiği kırıl­ haklarından yararlanmak isteyen tüm 'ana­
ma noktası, çoğunlukla, imparatorluktan sır' tarafından büyük bir inançla tekrarla­
cumhuriyete geçişte yaşanılan bir ara dö­ nacaktı (Kansu, 2001 : 357-373).
nem olarak görülmektedir. Bu dönemde Ekonomik yapıda kapitalist üretim iliş­
'Osmanlıcılık,' 'Batıcılık,' 'lslamcılık' ve kilerinin yerleşip yaygınlaşmasını amaçla-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

yan ve bu nedenle ülkelerindeki burjuva 'Batılılaşma' başlığı al tında ele aldığı


sınıfının 'ıemen hemen tümünün kayıtsız 'modernleşme' ve 'laikleşme' kavramlarını
desteğini kazanmış olan 1905 Rus, 1906 Batı'nın zorlaması ya da dayatması olarak
Iran ve 1908 Türk devrimleri, üstyapıda yorumlayan baskın tarihçiliğimiz, ister is­
da bu ekonomik ve toplumsal düzeni gü­ temez bu kavramları 'savunmacı' bir yak­
vence altına alacak değişiklikleri yerleştir­ laşımla ele almaktadır. Zımni kaygı, hem
mek istemişlerdir. Eski düzenle özdeşleş­ mecazi, hem de hakiki anlamıyla, Batı'ya
miş olan mutlakıyetçiliğe temelden karşı karşı Batı'dan alınan birtakım silahlarla
olan üç devrim de, seçilmiş bir meclis ve karşı koyınaktır. Bu anlayış çerçevesinde
yalnızca meclise karşı sorumlu bir hükü­ 'reform,' kurulu düzeni korumak için ya­
met modelini -yani, liberal demokratik pılan işleri kapsamaktadır. Savunmacı ya
yönetimi- yerleştirmeye çalışmışlardır. Bu da tepkici 'Batılılaşma' düşüncesi ve prati­
üç 'geç kalmış' devrimden uzun vadede ği ile 'modernleşme' ve 'laikleşme' süreci­
yalnızca Türkiye'dekinin 'kalıcı' nitelik ta­ ne destek veren ve tutuculuğa temelden
2 78 şımasının nedenlerinin taruşılması bu ya­ karşı çıkan liberal düşünce arasında te­
zının çerçevesini aşıyor. Ancak, ekonomik melden bir karşıtlık olduğu açıktır (Ber­
gelişmişlik düzeyi açısından o zamanki kes, 1975; Berkes, 1978) .
Rusya ile Iran arasında bir yerde olan Tür­
kiye'nin, 'geç kalmış' bir 'anayasal devrim' L1BERAL1ZM1N DÜŞÜNCE Ç1ZG1S1
için en ideal mekanı temsil ettiği söylene­
bilir. Buna karşılık, 1908 Devrimi içte ve 1880'li, özellikle 1890'lı yıllarda yadsına­
dışta çok güçlü tepkilere maruz kalacaktır maz bir şekilde gördüğümüz 'savunmacı'
(Kansu, 200 1 ; Kansu, 2000). tutuculuk ile liberalizm arasındaki bu zıt­
'Devrimi yapanlar, bunu gerçekleştirip lık ve karşıtlığı ortaya koymadan ve libe­
mutlakıyetçi yönetimi devirdikten sonra ralizmin Türkiye'deki izlerini sürmeye
ne yapacakları bilmiyorlardı,' tarzı iddi­ başlamadan önce liberalizmin tanımında­
alar Türk tarihçileri arasında 1 908 Devri­ ki zorluklardan ve muğlaklıktan bahset­
mi'nin bazı niteliklerini, özellikle fikri mek yerinde olacaktır. Liberalizm evren­
açıdan 'liberal' olarak tanımlayacağımız sel bir iddia ile ortaya çıktığı için, tüm za­
temellerini reddetmek için sık başvurulan manları kapsadığı ve eski uygarlıklardaki
savlardan biridir. Nasıl 1 908 Devrimi bir­ düşünüş biçimlerine dayandığı fikrinden
kaç isyankar subayın dağa çıkmasıyla or­ kaynaklanan bir karmaşaya yol açabilmiş­
taya çıkan ve yalnızca meşruiyetini top­ tir (Arblaster, 1984: 3- 14) . Liberalizm öz­
lumdaki farklı sınıflar katında yitirmiş gül olarak kapita!izmin oluşumuyla bağ­
olan rejimin yıkılmasından başka amacı lantılı bir düşünce sistemidir; ancak 1 9 .
olmayan bir hareket değilse, Devrim son­ yüzyıl v e sonrası liberalizmi b u olguyu
rasında kamuoyunda tartışılmaya başla­ gözardı etmiş olsa bile özellikle 18. yüz­
nan liberal görüş ve fikirler de el yorda­ yılda, liberal fikirlerin yalnızca kapitaliz­
mıyla bulunmuş değildi. 1 908 Devrimi min egemenliğini sağlamaya dönük ve
sonrası kurulan Meclis-i Mebusan'ın ya­ ekonomik alanına ilişkin olmayıp, sosyal
sama faaliyetlerine bakıldığında, sosyal, ve siyasal alanı da kapsadığını ve yeni si­
siyasal ve ekonomik alanda liberal bir dü­ yasal yapıları, yeni bir devlet biçimini he­
zen yaratmak için yapılan köklü değişik­ defleyen bir bütün teşkil ettiğini görürüz
liklerin çoğunun, her ne kadar sansürle (Arblaster, 1 984: 1 5-9 1 ; Freeden, 1996:
engellense de, il. Abdülhamit'in İstibdat 139-3 14; Ruggiero, 1959: 1 -90) . Siyasal
Devri'nde - 1 880'li yıllardan beri- uzun alanda mutlakıyetçi ya da kamu tarafın­
.
boylu tartışılmış olduğunu anlamaktayız. dan denetlenemez bir yönetim tarzına,
2 0 . Y Ü Z Y I L B A Ş I T Ü R K D Ü Ş Ü N C E H A Y A T I N D A L i B E R A L i Z M

sosyal alanda da dine karşı çıkmak libera­ sında içi boşaltılan "laissez-faire, laissez­
lizmin en belirgin özelliklerinden biri ola­ passer" -"bırakınız yapsınlar, bırakınız
rak bugüne kadar varolagelmiştir (Cassi­ geçsinler" - özdeyişinin kapsamına tüm bu
rer, 193 1 ; Ryan, 1993: 299-301). Mutlakı­ devlet müdahale, kısıtlama ve yasakları­
yetçiliğe karşı çıkışta yalnızca siyasal sis­ nın girdiği gözden uzak tutulmamalıdır
temin zirvesinde otorite olarak tanımla­ (Cole, 1933).
nan hükümdarın kişiliğine itiraz edilmez, Jeune Turc muhalefeti bünyesinde, 1 1 .
onun temsil ettiği ve desteğini aldığı tüm Abdülhamit'i bir saray darbesi ile devirip
kurumlara karşı çıkılır. Yönetim sorum­ işleri 'düzeltmeyi' planlayan Prens Saba­
luluğunu hükümdarla paylaşan aristok­ haddinci kanat ile çareyi köklü dönüşüm­
ratlara karşı çıkış, erken dönem liberaliz­ ler arayan ve mutlakıyetçi yapının yıkıl­
min belki en önemli özelliklerinden biri­ ması için çalışan, Ahmet Rıza'nın başını
dir. O zamana kadar yalnızca hükümdar çektiği ve Bahaeddin Şakir'in örgütlediği
ve aristokratların paylaştıkları siyasal ala­ kanat arasındaki fark, bu açıdan bakıldı-
nın toplumun daha geniş kesimlerine ğında daha kolay görülebilir. Bu fark 1908 2 79
açılması isteği, liberaller açısından, hem Devrimi sonrası çıplak bir biçimde gözler
kişi hak ve özgürlüklerinin güvence altı­ önüne serilmiştir (Kansu, 2000; Mardin,
na alınması , hem de sorumsuz -yani, 1983: 1 73-220 ve 25 1 -299).
mutlakıyetçi- bir devlet anlayışı yerine insan doğası hakkındaki iyimserliği ne­
'hukuk devleti' -yani, Reclıtsstaat- anlayı­ deniyle, liberalizmin mutlakıyetçiliğe kar­
şının yerleştirilmesi açısından önemliydi. şı mücadelesinde daima iyimser bir tutum
Dolayısıyla, mutlakıyetçiliğe karşı çıkış, içinde olduğunu da vurgulamak gerekir.
"Deylet, benim!" diyen zihniyete karşı çı­ Üzerlerindeki siyasal ve dini baskı kalktığı
kış olduğu kadar, soyut anlamda devlete, taktirde, sadece bireylerin kendileri için
'devlet çıkarı' kavramına, devletin toplu­ en iyiyi seçmekle kalmayıp bireylerin bi­
ma göre daha ayrıcalıklı konumuna ve leşkesinden oluşan toplumun da daha iyi
toplumu oluşturan b i reylerden daha bir geleceğe yöneleceği inancı liberal dü­
önemli görülmesine de karşı çıkışı içer­ şüncede egemendir. Dolayısıyla liberalizm
mekteydi (Arblaster, 1984: 7 1 -79; Brin­ ilerlemeci bir ideolojinin iyimserliğiyle
ton, 193 1 ; Brinton, 1 933; Gray, 1995: 70- desteklenir. Bu nedenle, yalnızca ekono­
77; Ruggiero, 1959: 50-73 ve 25 1 -264). mik yapının değil, toplum yapısının ve si­
Mutlakıyetçiliğe karşı çıkış, sosyal açı­ yasal yapının da değişmesini ve ilerleme­
dan da, bireyin otoriter ve ataerkil ilişkile­ sini tasvip edici bir tutumu vardır. Böylece
re maruz kalmasının engellenmesi hede­ gerçekleşecek 'dönüşüm' sonucunda top­
fiyle de temellendirilmiştir. Mutlakıyetçi lum içinde varolan sorunların çözülebile­
yönetimin tüm kurumlarına meşruiyet ceği inancı, liberalizmin ortaya koyduğu
sağlayan ve mutlakıyetçiliği destekleyen 'büyümeci' ekonomik modelin meşruiye­
ve besleyen bir ideoloji olması nedeniyle tini sağlamada kullandığı en önemli koz­
dini söylem de liberal söylem tarafından lardan biri olmuştur. Bu önkabul ise an­
'düşünce ve vicdan hürriyeti' adına tutarlı cak böyle bir değişme ve gelişmenin önü­
bir şekilde eleştirilmiş, din kurumunun nün açık bırakıldığı bir hukuki düzen ku­
tekeli kırılırken varolan tüm kurumların rulduğunda anlamlı bir güvenceye kavuş­
rasyonel bir düşünce temelinde sorgulan­ muş olacaktır.
masının önü açılmıştır (Ruggiero, 1 934). 19. yüzyılda bir vakıa haline gelen ve
Sonradan karşıtlarınca alaycı bir ifade ona tepkisel olarak karşı çıkan bağnaz tu­
biçimine d önüştürülen, liberal iddialı tucuların bile gönülsüzce kabullenmek
neo-liberallerce de 20. yüzyılın ikinci yarı- zorunda kaldığı sanayileşme ve kentleş-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K 1 M 1

me, liberal düşün celerden kaynaklanan baskın edebiyat tarihi anlayışımızla yo­
iyimserliği, özgürleşme ve kurtuluş umu­ rumlamaya çalıştığımız sürece bu tartış­
dunu yaygınlaştırmıştır. Kırsal hayatın sı­ manın önemini ve boyutunu kavramada
kıcılığı ve iticiliğine karşılık kentsel haya­ güçlüklerle karşılaşacağı mız kesindir.
tın canlılığı ve çekiciliği burjuva kültürü­ Tanzimat sonrası edebiyatta gördüğümüz
nün en önemli meşrulaştırma araçların­ 'modernleşme' ve 'Batılılaşma' sorunsalına
dan biri olan edebiyatta geçerli konular­ çok dikkatli bakmak zorundayız. Modem
dan biri haline gelmiştir. hayatın ve Batılılaşma ile ülkeye giren de­
ğişik fikir ve yaşam biçimlerinin edebiyat­
TANZiMAT SONRASI EDEBiYATTA ta yansımalarının görülmesini tespit et­
LiBERAL D ÜŞÜNCENiN GÜÇLÜ iZLERi mek her ne kadar ilk aşamada bize yüzey­
sel bir fikir verebilse de bu yansıtmanın
Edebiyat, kültürü yaymada, toplumsal so­ olumlu mu yoksa olumsuz yönde mi ol­
run ve tahayyülleri kamuoyuna sunmada duğunu görebilmek ilk tespiti yapmaktan
280 ve bunları toplum önünde tartışmaya aç­ çok daha önemlidir. Bu açıdan baktığı­
mada kullanılan araçlardan belki de en mızda, aşırı tepkici tutuculuğu bir kenara
önemlisidir. Tanzimat sonrası edebiyata bırakırsak, modernleşme üzerindeki gö­
baktığımızda, Avrupa'da görülen ve yuka­ rüşleri kabaca ikiye ayırmak mümkün gö­
rıda bahsettiğimiz konuların neredeyse tü­ zükmektedir. Birincisi, aşırı tutucu görüş
mü hakkında, Türk edebiyatında da fikir gibi tepkici olmakla birlikte, daha gerçek·
belirtildiğini, tartışmalar yapıldığını ve çi davranarak karşı konulamayan mo­
'modernleşme' üzerine değişik bakış açıla­ dernleşmeyi toplum yapısını en az düzey­
rının çarpıştığını görmekteyiz. Edebiyat, Il. de bozacak şekilde kabullenmeye yönelik
Abdülhamit'in otuz küsur yıllık mutlakı­ bir tavır sergileyen görüştür. Bu tavrın
yetçi yönetiminin başka ifade olanaklarını gerçek konumu aslında modernleşmenin
tümüyle ortadan kaldırmış olması nede­ temeli olan özgürleşmeye, kapitalistleş­
niyle de, özellikle üzerinde durulması ge­ meye ve her alanda liberalleşmeye karşı
rekli bir alan olmaktadır. Her iki neden yü­ olması nedeniyle tepkicidir. Bu nedenle
zünden, sorunların üst üste biriktiği, top­ de, zorunluluk nedeniyle istenmeden ka­
lum içindeki gerilimin arttığı ve değişik bullenmek zorunda kalınılan 'modernleş­
bakış açılarının keskinleştiği, fakat çözüm meci' tavra 'savunmacı modernleşme' ya
arayışlarının önünün tıkandığı ve sorunları da 'tepkici modenleşme' demek daha doğ­
çözmeye yönelik önerilerin karşısında du­ ru olacaktır. Bu tavrın belirleyici özelliği,
rulmaya çalışıldığı l89Ö'lı yıllarda edebiyat modernleşme olgusunu, alınmasında sa­
birdenbire önemli bir konuma geçti. Başka kınca olan ve olmayan kısımlar olarak,
konularda tartışmanın tamamen yasaklan­ ikiye ayırması ve modernleşmenin sakın­
dığı bu baskı döneminde sorun ve dilekleri calı gördüğü kısımlarını ağır bir dille eleş­
edebiyat kanalıyla topluma sunmak çok tiriye tabi tutarak karşi çıkmasıdır. Il. Ab­
önem kazandı (Uşaklıgil, 1998) . dülhamit mutlakıyetçiliğine en büyük en­
1890'lı yılların edebiyatına belki de şim­ telektüel desteği sağlayan Ahmet Mithat
diye kadar baktığımızdan daha değişik bir bu birinci konumu temsil edenlerin başın­
şekilde bakmamız ve 1908 Devrimi'nin da gelmektedir (Okay, 199 1).
hemen öncesi sayılabilecek bu on-onbeş Liberal bir düzene temelden karşı olan
yıllık dönemdeki edebiyat tartışmalarını bu birinci tavrın karşısında ise 1890'larda
daha değişik bir şekilde yorumlamamız Servet-i Fıinun dergisi çevresinde toplanan
gerekecektir. 'Tanzimat Edebiyatı' ve deva­ grub un tavrını görmek teyiz ( Çavdar,
mını, şimdiye kadar yapageldiğimiz gibi, 1992: 1 4 1 ; Yalçın, 1 999: 1 34). Ahmet lh-
2 0 . Y Ü Z Y I L B A Ş I T Ü R K D Ü Ş Ü N C E H A Y A T I N D A L i B E R A L i Z M

san Tokgöz'ün imtiyaz sahibi olduğu bu 1 887 yılı Ekim ayında çıkmaya başlayan
dergi, her ne kadar basın hayatına 1891 bu derginin hayatı çok kısa oldu. Kelime
yılında girmiş ve l 93 0'lu yıllara kadar anlamı 'bayındırlık,' 'uygarlık,' 'mutluluk'
ufak tefek kesintilerle yayımlanmaya de­ ve 'ilerleme' anlamlarına gelen ve ancak
vam etmişse de, Türk entelektüel hayatına yirmi dokuz sayı çıkan Umran dergisi,
damgasını 1 896 ile 1901 yılları arasında 1888 yılı Kasım ayında, mutlakıyetçi yö-
vurmuştur. Tokgöz, liberal düşüncelerle netimin yayınını yasakladığı birçok der-
ilk defa Mekteb-i Mülkiye öğrencisi oldu­ giyle birlikte kapatJdı . Dergisinin kapatıl-
ğu 1880'li yıllarda tanışmıştı. Modernleş­ masıyla birlikte tutuklanıp sorguya çeki-
me ve yenileşme yanlısı hocalardan aldığı len ve kısa bir süre sonra serbest bırakılan
eğitimde Tokgöz'ü en fazla etkisi altında Tokgöz yeni bir dergi yayımlamak için üç
bırakanların başında maliye ve iktisat yıl uğraştı (Tokgöz, 1 993: 4 1 -45). 1 888
derslerini veren Portakal Mikael Paşa ve yılından sonra dergilerin tümünün deneti-
Sakızlı Ohannes Efendi ile edebiyat dersi­ mi Maarif N ezareti'nden alınıp Dahiliye
ni veren Recaizade Mahmut Ekrem Bey Nezareti'ne verilmiş bulunmaktaydı. Yeni 281
bulunmaktaydı (Tokgöz, 1993: 31 ve 69) . bir dergi çıkartmak için uzun süren resmi
Hepsi de sonradan Mekteb-i Mülkiye'nin yazışmalar yapılması ve sonunda kesinlik-
eğitim kadrosundan il. Abdülhamit tara­ le padişah iradesi elde edilmesi gerekiyor-
fından atılacak olan bu hocalardan özel­ du. Tokgöz bütün bu olumsuzluklara rağ-
likle Portakal Mikael Paşa ile Sakızlı men yeni bir dergi kurma hayalinden vaz­
Ohannes Efendi öğrencilerine "dünyada geçmedi ve yayın imtiyazını alabildiği Ser-
hayatın ancak ekonomi üzerine kurulmuş vet-i Fünun dergisinin ilk sayısını 1891 yılı
olduğunu, ulus ve ülkeler güçlerinin her Mart ayı sonunda piyasaya sürdü (Tokgöz,
şeyden çok mali örgütlenmeden ve çalış­ 1993: 5 1-54).
ma hayatından kaynaklanacağını" öğret­
mişlerdi (Yalçın, 1 999: 9 1). Tokgöz, "ata­ SERVET-! FÜNUN
larımızdan dinlediğimiz boş inançları -ya­
ni, yanlış yorumlanmış olan 'kısmet,' 'ka­ Sansürün tüm ağırlığına rağmen, Servet-i
naat' ve 'fani dünya' inanışlarının boşluğu­ Fiimın dergisi hem basın hayatında hem
nu- Batı'da yükselmiş olan bilimsel ve tek­ de edebiyat alanında yeniliklere imzasını
nik görüşlerden yararlanılarak incelenip atan bir dergi oldu (Tokgöz, 1993: 56-68).
çözümlenmesi gereken sorunları, Ortaçağ Tokgöz dergisini çıkartırken Recaizade
kafasıyla düşünmekteki tehlikeleri bu iki Mahmut Ekrem'in önerilerine kulak ver­
hocadan" öğrenmişti (Tokgöz, 1993: 3 1) . mişti (Parlatır, 1995: 295-296). Recaizade
"Kaynayan Aydınlanma kazanının kepçe­ Mahmut Ekrem 1896 yılında yayımladığı,
sini" ise, Tokgöz'e göre, "Mülkiye Mekte­ ancak bu tarihten on yıl kadar önce yaz­
bi'nde edebiyat öğretmeniyken . . . Abdül­ mış olduğu, Araba Sevdası adlı romanıyla
hamit tarafından okuldan çıkarttırılan Re­ edebiyatta yepyeni bir çığır açmıştı. Araba
caizade Ekrem Bey tutuyordu" (Tokgöz, Sevdası romanının ciddi bir çözümlemesi
1 993: 32). bize bu romanın Tanzimat romanından
Mekteb-i Mülkiye'den 1 886 yılında me­ birçok açıdan farklı olduğunu, hatta buna
zun olan Ahmet Ihsan Tokgöz yayın haya­ bir yanı t olarak algılanması gerektiğini
tındaki ilk ciddi teşebbüsünü, kendisinin göstermektedir. Ahmet Mithat ve benzer­
de teknik, edebiyat ve ekonomi üzerine lerinin tepkici ve modernleşmeyi kötüle­
sürekli yazılar yazdığı Cihan dergisinin yici tavrına karşı Recaizade Mahmut Ek­
kapanması sonucu Umran adlı kendi yö­ rem, modernleşmenin toplum ve birey
netimindeki dergiyi kurmasıyla yapmıştı. üzerindeki etkisini ve eski ile yeninin ya-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K 1 M 1

rattığı karmaşayı yine modernist bir so­ mal olmuş, insanlar Tevfik Fikret yöneti­
runsal çerçevesinde anla tmıştı (Parla, mindeki bu derginin etrafında toplanmaya
1990: 1 29- 1 53). başladılar. Halit Ziya Uşaklıgil, Cenab Şa­
Recaizade Mahmut Ekrem'in 1896 yılı­ habettin, Hüseyin Siret Özsever, Mehmet
nın Şubat ayında Servet-i Fiiııım un yayın
' Rauf, Hüseyin Cahil Yalçın ve Hüseyin
yönetmenliğine Tevfik Fikret'i önermesi Suat Yalçın kardeşler, Ali Ekrem Bolayır,
de bilinçli bir tercihti (Akay, 1998: 1 54- Ahmet Reşid Rey, Süleyman Nazif, Ahmet
155; Akyüz, 1 947: 36; Rauf, 200 lb: 63- Şuayb, Süleymanpaşazade Sami, Faik Ali
68; Tokgöz, 1993: 78-80). Tevfik Fikret de Ozansoy, Safveti Ziya, Celal Sahir Erozan
şiirde bütü nüyle yenilikçi bir anlayışı ve Ahmet Hikmet Müftüoğlu gibi isimler
temsil ediyordu. Mutlakıyetçi düzen kar­ bu dergiye yazı yazdılar (Akay, 1998: 1 55-
şıtlarınca hürriyet şairi olarak el üstünde 156; Akyüz, 1 947: 41; Tokgöz, 1993: 80;
tutulan Namık Kemal'in hayranları arasın­ Uşaklıgil, 1969: 408).
da yer almaktaydı. Ayrıca, Namık Ke­ Dergi çok kısa bir zamanda gerek tasa­
282 mal'in eserlerinin elle çoğaltılmasında ve rım ve kurgu, gerekse de içerik açısından
bu kopyaların yayılmasında çalıştığından devrin yerleşik edebiyat anlayışını zorla­
mutlakıyetçilik karşıtı kimselerce bilin­ yan, bütünüyle modemist şiirler, hikaye­
m ekte ve saygı duyulmaktaydı. Tevfik ler ve roman tefrikaları ile dolmaya başla­
Fikret için bireyin siyasal ve toplumsal öz­ dı. Bütünüyle din dışı bir kurgunun ege­
gürlüğü ön planda idi. Adı anılan diğer men olduğu, modern toplumun karmaşa­
tüm Servet-i Fanun çevresi gibi, o da dini sını yansıtan bir dilin kullanıldığı, yerel ve
bireyin hayatından bütünüyle çıkarıp at­ geleneksel konuların değil evrensel ve
mıştı. inanç sisteminde dinin hiçbir yeri çağdaş sorunların işlendiği, her türlü gele­
yoktu ve gerektiğinde din karşıtı söylemi neksel ve diniahlak anlayışının reddedil­
korkusuzca şiirlerinde dile getirmekteydi. diği, bireyin toplumsal yaşantıdan doğan
Bireyin üzerinde baskı oluşturabilecek her sorunlarının gündeme getirildiği, özgür­
türlü bağnaz düşünceye karşıydı. Liberal leşme isteğiyle yanıp tutuşan kahramanla­
dünya görüşüyle, Abdülhamit'in mutlakı­ rın sıkıntı dolu yaşamlarının anlatılıp ge­
yetçi yönetimi altındaki insanların çektik­ lecek için kurdukları hayallerinin tartışıl­
leri çileyi onun şiirlerinden daha iyi anla­ dığı bu edebiyat, çok kısa bir sürede tepki
tan başka bir şair yoktu. Tevfik Fikret öz­ çekti. Tutucu çevrelerce alaycı ve küçüm­
gürlüğü 'Tarih-i Kadim' şiirinde şu şekilde seyici bir ifadeyle, 'Edebiyat-! Cedide' ola­
tanımlamaktaydı: "lşte hürriyet-i hakiki­ rak adlandırılan Servet-i Fümm çevresi,
ye: /Ne muharib, ne harb ü istila/Ne tasal­ 1908 Devrimi'ne kadar bu karalayıcı söy­
lut, ne saltanat, ne şekaa/Ne şikayet, ne leme karşı kamuoyu önünde cesaretle ko­
zulm-ü istibdat/Ben benim, sen de sen, ne numunu savundu (Akay, 1998: 164- 1 76;
Rab, ne ibat" (Fikret, 1984b: 2 10-213). Kaplan, 1995: 29-57; Tokgöz, 1993: 69;
Servet-i Fanun dergisinin Tevfik Fikret Uşaklıgil, 1969: 408-409).
yönetimindeki ilk sayısı 7 Şubat 1 896 tari­ Baskın ideolojinin tems ilcileri Servet-i
hinde çıktı. Bu sayıdan başlayarak dergi­ Fanun dergisi etrafında şekillenen yeni
nin hem görünümü, hem de içeriği deği­ edebiyatı Fransız edebiyatına aşırı bağlı
şerek edebiyat tarihine damgasını vuracak olmakla suçluyorlardı. Özgün olmadığını
bir duruma geldi. Bir kısmı derginin yeni iddia ettikleri bu edebiyatın memleketin
haliyle devam edeceği 1901 yılına kadar, kendi yaşayışına kayıtsız kalmasından ya­
bir kısmı da bu tarihten önce fikir ayrılık­ kınıyorlar, bu edebiyat dalgasını 'gayr-ı
ları nedeniyle ayrılacak olan, ama hepsi milli' ve 'kozmopolit' buluyorlardı (Uşak­
de 20. yüzyıl Türk entelektüel hayatına lıgil, 1 969: 479) . Edebiyat-ı Cedide yazar-
2 0 . Y Ü Z Y I L B A Ş I T Ü R K D Ü Ş Ü N C E H A Y A T J N D A L i B E R A L i Z M

283

!arının Fransız şiirinden taşıdıkları hayal­ Servet-i Fünun çevresindeki yazarlardan


lerin acaipiiğinin Türk şiirini anlaşılmaz bir grup, son derece tutarlı bir biçimde
hale getirdiğinden şikayetçiydiler. Kötüle­ yalnızca edebiyatta değil, tüm toplum ya­
dikleri bir başka konu da bu yenilikçi ya­ pısında durağanlığa karşı ilerlemeden, ge­
zarların tuttuğu yolun ve kullandıkları di­ leneksele karşı yeni ve modern olandan ve
lin halktan kopuk oluşu idi. 14 Mart 1897 dinsele karşı dindışı bir yaşantı biçimin­
tarihli Sabah gazetesinde Ahmet Mithat, den yanaydı (Çavdar, 1992: 141). Ahmet
"Decadentlar" adlı yazısı ile, Servet-i Fü­ Mithat ve benzerlerinin savunduğu ve
nun çevresinin ürettiği şiirlerde gördüğü 'halkçılık' adıyla anılan antientelektüel tu­
yeni hayallerden ve kullandıkları dilin tumu reddediyor, halktan farklılığını ko­
karmaşıklığından doğan anlam kapanıklı­ ruyan entelektüel bir tutumu destekliyor­
ğını ağır bir dille eleştiriyordu (Akay, lardı. Bireyi özgürleştirecek bir ortamın
1998: 1 58- 1 60; Akyüz, 1 947: 47-49; Ak­ yaratılması gerektiğine dair güçlü inaçları
yüz, 1995: 90-9 1 ; Uşaklıgil, 1969: 422 ve vardı. Hayallerindeki toplum Fransız Dev­
427; Yalçın, 1 999: 94) . Joris-Karl Huys­ rimi ve Sanayi Devrimi sonrası bir top­
mans'nın 1884 yılında yayımladığı A rebo­ lumdu. Ekonomik yapıda da özel girişim­
urs romanıyla gündeme gelmiş bir akım cinin önünü açan liberal bir politikadan
olan Decadence da Fransız edebiyatında yanaydılar ve devlet müdahale ve engelle­
benzer eleştirilere konu olmuştu (Bemhe­ melerinin karşısındaydılar.
imer, 1 989: 784-785; Humphries, 1989: Servet-i Fünun çevresinin çekirdeğini
785-788) . Mutlakıyetçi devrin baskın ide­ oluşturan bu grubun, içlerinden birinin
olojisinin en büyük temsilcisi olan Ahmet yeni yazıp bitirdiği bir romanı basımdan
Mithat tarafından Edebiyat-! Cedide çev­ önce beraber okumak üzere Tevfik Fik­
resine takılan bu ad, modernist Batı edebi­ ret'in çağrısıyla bir araya geldikleri bir
yatına karşı olanlarca rağbet görerek, toplantı, özel önem taşır (Uşaklıgil, 1969:
uzun süre, bu akımın temsilcileri hakkın­ 476-481 ) . Hayal Içinde adlı romanın yaza­
da birçok yayın yapılmasına yol açtı (Ak­ rı Hüseyin Cahit Yalçın, daha Mekteb-i
yüz, 1995: 9 1 ; Tokgöz, 1993: 84; Uşaklı­ Mülkiye'de öğrenciyken yenilikçi bir ede­
gil, 1 969: 421-423; Yalçın, 1 999: 94). biyat anlayışı benimseyen Mehteb adlı der-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M I

ginin yönetmenliğini üzerine almış ve içinde- anlatılacaktı (Huyugüzel , 1 984:


böylece daha önce lise yıllarında çevir­ 20 1-2 16; Yalçın, 1999: 144) .
menlik ile başladığı basın hayatına adımı­ Toplantıya çağrılanlardan biri Halit Zi­
nı resmen atmıştı (Huyugüzel, 1 984: 9- ya Uşaklıgil idi. lzmir'in ticaretle uğraşan
1 1 ; Yalçın, 1999: 71 -72) . Daha lise öğren­ önemli ailelerinden birine mensup olan
cisiyken, on beş yıllık hükümlülüğü sona Uşaklıgil daha küçük yaşta lzmir'de oku­
erip sürgünden dönen dayısının üzerinde duğu Fransız okulunda Aydınlanma Çağı
bıraktığı büyük etki ile çok ateşli bir öz­ yazarları ve bunların fikirleriyle karşılaş­
gürlük taraftarı olmuştu. Sürgüne gönde­ mıştı (Uşaklıgil, 1969: 1 1 1 - 1 1 2) . Voltaire
rildiği Rodos'ta Namık Kemal tarafından ve diğer Aydınlanma yazarları yanında
eğitilmiş olan dayısı, Yalçın için, kendisi­ Namık Kemal'in yazdıkları da onun üze­
ne yeni bir din, yurt ve özgürlük aşkı geti­ rinde büyük bir etki yaratmıştı. Mutlakı­
ren bir 'peygamber' gibiydi . Tıbbıye'de yetçi yönetim altında eğitim veren Türk
okuyan kuzeni vasıtasıyla hakkında bilgi okullarında en çok korkulan konunun ta­
284 edindiği Beşir Fuat'ın dini reddeden, mad­ rih olduğunu biliyordu. "Memleketin ta­
deci anlayışına da yakınlık duymuştu. Be­ rihinde isyan, ihtilal, tahttan indirme, ca­
şir Fuat'ın Büchner'den çevirdiği kitap, na kıyma namına ne varsa, idare kötülük­
Yalçın ve kuşağını dini ideolojinin zincir­ lerine, irtikap ve rüşvet almaya, bu idare­
lerinden kurtararak daha geniş ufuklara nin halini hatıra getirebilecek şekilde ne
götürmüştü (Yalçın, 1999: 52). bulunursa , " bunların resmi tarih eğiti­
Hayal lçiııde romanının konusu görü­ mindeki müfredattan ayıklandığının bi­
nürde bir liseli gencin acıyla son bulan ilk lincindeydi. Uşaklıgil'e göre, "bunlar çı­
aşkı idi. Otobiyografik olan bu romanda kınca, ortada manasız, cansız bir iskelet
on yedi yaşındaki kahramanın hayatı tanı­ şeklinde kalan Türk tarihi yalnız padişah­
ması sonucu kişiliğinde meydana gelen ların servet ve şefkatine, harplerin ve fe­
değişme anlatılıyordu. Romanda toplum­ tihlerin her zaman Al-i Osman hanedanı­
daki sınıflar arasındaki eşitsizlik, toplum­ nın şerefine olan hikayelerden ibaret ka­
da egerrıen olan davranış kalıplarının yan­ lırdı. Hele umumi tarih, perdesinin ucu
lışlığı gibi konular da işlenmekteydi. Ku­ kaldırılmayacak, yalnız deliğinden karan­
rulu düzenin vermekte olduğu eğitimi be­ lıkta seyredilebilecek bir sahneydi, ve on­
ğenmeyen roman kahramanı hayal ettiği da cemiyetleri sarsmış, milliyetleri uyan­
dünyanın 'liyakat' ve 'meziyet' prensipleri dırmış, dünyayı miskinlik ve esirlik haya­
üzerine kurulacağını düşü nüyor, ama tından çıkararak hürriyet ve kurtuluş mili
içinde yaşadığı gerçeklikle yüz yüze geldi­ üzerinde çevirmek için vücuda gelmiş ne
ğinde bu prensiplerin hiçbirinin yaşamak­ inkılaplar varsa, onlar o yarı görülen sah­
ta olduğu mutlakıyetçi düzende el üstün­ nenin arkasında, karanlık köşelere tıkıl­
de tutulmadığını görüp bunalıma düşü­ mıştı. Mesela, dünyayı baştan başa değiş­
yordu. Yaşamış olduğu aşk macerası ro­ tirecek yeni esaslar, başka görüşler geti­
man kahramanına yeni bir dünya görüşü ren Fransa Büyük lhtilali, değil mektep
kazandırıyor ve roman, yazılması tasarla­ kitaplarında, Türk'ün hiçbir yazısında da­
nan bir sonraki romana başlangıç teşkil ha vücuda gelmiş bir iş değildi" (Uşaklı­
edecek şekilde son buluyordu. Hüseyin gil, 1969: 488-489) .
Cahil Yalçın'ın tasarlayıp da yazmaya ola­ Uşaklıgil ilk gençliğinden o güne kadar
nak bulamadığı bu dizinin Halıilıat Pençe­ altı roman yayınlamış ve k�ndini artık ka­
si adlı ikinci kitabında kahramanın öğren­ nı tlamış bir yazardı. ilk romanı Sefi le
cilik yıllarından sonra içine girdiği basın 1 886 yılı Sonbahar'ında Hizmet gazetesin­
dünyası -daha da karamsar bir ruh hali de tefrika edilmeye başlanmış, ekonomik
2 0 . Y Ü Z Y I L B A Ş I T Ü R K D Ü Ş Ü N C E H A Y A T I N D A L i B E R A L i Z M

zorunluluklar yüzünden düşen bir kadı­ zun olmuştu. Her ikisi de mezun olduk-
nın sefaletini ve ıstıraplarını anlatan bu ları yılın en başarılı öğrencileri olmaları-
eser sansür tarafından gayriahlaki buluna­ na rağmen, mutlakıyetçi yönetimin ken-
rak yasaklanmış ve roman yarıda kalmıştı. dilerine yüksek bürokraside tanıdığı iş
Yine Hizmet gazetesinde tefrika edilen Bir olanaklarını, özgürlükçü inançlarına ters
Ölüntin Defteri ve Ferdi ve Şürehası roman­ düştüğü için reddetmişlerdi. Mehmet Ca-
larıyla Recaizade Mahmut Ekrem'in dik­ vit, okulu bitirdiğinde en başarılı öğrenci-
katini çekerek Servet-i Fiinı111 dergisinde lerin girdiği Mabeyn'e ya da Hariciye Ne­
yazması için gruba dahil edilmişti. Uşaklı­ zareti'ne girmemiş, Ziraat Bankası'nda
gil, kendisine büyük ün getirecek ve bir­ memuriyete başlamıştı. Toplantının yapıl-
çok bakımdan Edebiyat-ı Cedide toplulu­ dığı 1898 yılında ise hem Ayasofya Mer-
ğunun bildirgesi niteliğinde olan Mqi ve kez Rüşdiyesi hem de Dar-ül Muallimin-i
Siyah romanını Haziran 1 89 6 ile Nisan A liye'de iktisat ve maliye öğretmenliği
189.7 arasında Servet-i Fıintm dergisinde gö revl erinde b u l unuyord u . Mekteb-i
yayımlamıştı ( Çetişl i , 2000; Önertoy, Mülkiye'de, 1877 yılında sürüldüğünden 285
1 999; Rauf, 200 lb: 1 36-145). Mutlakıyet­ beri bu okulda iktisat dersleri okutan Sa-
çi yönetim tarafından çok sıkı bir şekilde kızlı Ohannes Paşa'dan ders almıştı. Böy-
sansürlenmesine rağmen, okuyucuları ta­ lece, Sakızlı Ohannes Paşa'nın ilk baskısı
rafından anlaşıldığı şekliyle, roman mutla­ 1 880 yılında yapılan Mebadi-i Ilm-i Ser-
kıyetçi yönetim altındaki haya ttan ve vet-i Milel eseriyle tanışmış ve liberal ikti-
memlekette solunan zehirli havadan bu­ sat kuramını savunan bu kitaptaki fikirle-
nalmış bir gencin bahtsızlığını anlatıyordu ri benimsemişti. Kendisi de o sıralarda li-
(Uşaklıgil, 1984). Uşaklıgil, romanını ya­ beral iktisat kuramını savunacağı, 1 899
ratırken istemişti ki, bu genç "ruhunun ile 1 9 0 1 yılları arasında basılacak olan
bütün acılarını haykırsın, coşkun bir deli­ dört ciltlik llm-i lhtisad kitabını yazmak-
likle çırpınsın ve bütün bu emelleri par­ taydı (Cavit, 1 899a; Cavit, 1899b; Cavit,
maklarının arasından kaçan gölgeler gibi 1900; Cavit, 190 1 ) .
silinip uçunca, o da gidip kendisini, öl­ B u toplantıda hazır bulunanlardan bir
mek için saklanan bir kuş gibi, karanlık diğeri, Hüseyin Cahit Yalçın'ın Vefa lda­
bir köşeye atsın. Bu gençte bir aşk yıldızı, disi'nden arkadaşı olan Ahmet Şuayb idi .
bir de sanat hulyası olacaktı ve bunların Yalçın'la aynı idealleri paylaşan Ahmet
arasında bir sarhoş gibi yıkıla yıkıla, o du­ Şuayb Hukuk Mektebi'ndeki öğrenciliği
vardan bu duvara çarpa çarpa geçip gide­ sırasında Türkiye'ye çoğunlukla yabancı
cek, sonunda bir kovukta sinip can vere­ postaneler aracılığıyla giren basın ve ya­
cekti; mavi hulyalar içinde yaşamak için yın organlarını çok düzenli bir şekilde
yaratılmışken siyah bir uçuruma yuvarla­ takip etmekteydi. Yalçın'la birlikte, Babı­
nacaktı" (Uşaklıgil, 1969: 463). ali Caddesi'nde 'ateşli birer komitacı ru­
Uşaklıgil'in Kırlı Yıl adlı anılarında bah­ huyla' çalışan iki Ermeni kitapçıdan sağ­
settiği bu toplantıya katılan davetlilerden ladıkları, Fransa'daki liberal basının en
biri Mehmet Cavit idi. Mehmet Cavit Se­ önemli yayın organlarından Le Temps ga­
lanik'de Feyz-i Sıbyan Rüşdiyesi'nde oku­ zetesini düzenli olarak izliyordu. Ayrıca,
duktan sonra lstanbu\'a gelmiş, Dersaadet Meşveret gibi, Avrupa'daki jeune Turcsle­
ldadisi'ndeki öğrenciliğinden sonra da rin çıkardıkları propaganda yayınlarını
M ekteb-i Mülkiye'ye girmişti. Mekteb-i da bu gruba düzenli olarak sağlayan ,
Mülkiye'de en yakın arkadaşı olan Hüse­ Ahmet Şuayb idi (Rauf, 200 l b: 9 1 ; Yal­
yin Cahit Yalçın'la aynı sınıfta okumuş ve çın, 1 999: 53). Ahmet Şuayb bu gazete­
okuldan onunla birlikte 1896 yılında me- lerin hepsini biriktirdiği gibi önemli say-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

286

dığı makaleleri konularına göre ayırdık­ Hem Hüseyin Cahit Yalçın'la hem de
tan sonra tuttuğu defterlere özet olarak Ahmet Şuayb'le arkadaş olan diğer davet­
geçirir ve bu defterleri grup içinde elden li Mehmet Rauf idi. Mehmet Rauf'un ay­
ele dolaştırırarak herkesin faydasına su­ rıca Halit Ziya Uşaklıgil ile Uşaklıgil'in
nardı (Yalçın, 1999: 67). Ahmet Şuayb Hizmet gazetesinde çalıştığı yıllardan beri
Servet-i Fünun dergisinde 'Hayat ve Ki­ devam eden bir edebi dostlukları vardı
taplar' ve 'Esmar-ı Matbuat' anabaşlıkları ( Rauf, 200lb: 3 3 -44; Uşaklıgil, 1 9 6 9 :
altında yayımladığı incelemelerle Batı ve 344-34 7 ) . Yalçın'la Mehmet Rauf Yal­
özellikle de Fransız edebiyatının ö nde çın'ın Melıteb dergisini çıkardığı yıllarda
gelen natüralist ve gerçekçi yazarların tanışmışlardı (Tarım , 2000: 45-46; Yal­
yapı tlarını o kuyu cuya tanıtmaktaydı çın, 1 99 9 : 74) . 1 8 9 4 yılında Bahriye
(Uşaklıgil, 1 969: 53 1 ) . Sonradan kitap­ Mektebi'nden mezun olan Mehmet Rauf
laştırılacak olan 'Hayat ve Kitaplar' yazı küçük yaşta girmiş olduğu edebiyat dün­
dizisinde edebiyatın ve toplumsal olayla­ yasında her anlamda yeniliklerden yana
rın bilimsel yöntemlerle incelenmesi ko­ olmuş biriydi (Tarım, 2000; Törenek,
n usunda denemeler kaleme alıyordu . 1999: 3 5-42). M ehmet Rauf'un Ahmet
'Esmar-ı Matbuat' başlığıyla yazdığı yazı­ Şuayb ile olan dostluğu ise Yalçın'ın
lardaysa, Fransız gazete ve dergilerinden Mekteb-i Mülkiye'de okumakta olduğu
yaptığı çeşitli konulardaki eleştiri ve in­ yıllarda başlamıştı. Hafta sonları buluşan
celeme çevirileriyle Fransa'daki entelek­ bu üç gençten M ehmet Rauf da, diğer
tüel tartışmaları Servet-i Fünun sütunla­ ikisi gibi, edebiyat ve yurt sevgisiyle dolu
rına taşıyordu. özgürlükçü düşler ve umutlarla yaşıyor-
2 0 . Y Ü Z Y I L B A Ş I T Ü R K D Ü Ş Ü N C E H A Y A T I N D A L i B E R A L i Z M

du. Yalçın'ın evindeki odasının duvarın­ edebiyatını ve yazarlarını büyük ölçüde


da asılı olan ve Fransa'da lmparatcir Na­ Hippolyte Adolphe Taine'den ilham al-
poleon'un saltanatının yıkılıp Üçüncü dıkları bir yöntemle eleştiriyorlardı (Ak-
Cumhuriyet'in kuruluşunu tasvir eden, polat Davud, 1994: 1 1 ; Ercilasun, 1 998:
ön planında da direnişin gücünü ve coş­ 77-98; Şuayb, 1 9 13: 5-200; Yalçın, 1999:
kusunu simgeleyen Gambetta'nın resmi­ 105). Fransa'nın büyük dönüşümler ge-
nin bulunduğu poster her üç genç için çirdiği 1848 devrimleri döneminde yeti-
de özgürlüğe duydukları özlemi pekişti­ şen ve Üçüncü Cumhuriyet döneminin
riyordu (Yalçın, 1 999: 74-77) . önde gelen fikir adamlarından biri olan
Tevfik Fikret, Hali t Ziya Uşaklıgil ve Taine, ister alttaki 'güruh,' ister üstteki
Mehmet Rauf ile 1 908 Devrimi sonrası idareciler tarafından gelsin, toplumdaki
siyaset alanında parlayan Hüseyin Cahit her türlü şiddeti eleştirmekteydi. Bu tu-
Yalçın ve Mehmet Cavit -ve 1 9 1 0 yılında tumu ile aslında Fransız Devrimi aleyh-
o tuz dört yaşındayken ölen Ahmet Şu­ tarı bir konumda olan Taine, zamanının
ayb- Servet-i Fıinun dergisi çevresinde te­ kesinliklere şüpheyle bakmaya başlayan 287
sadüfen buluşmuş kimseler değildi. Hep­ yeni akımları karşısında büyük ölçüde
sinin de, aldıkları eğitim ve bulundukları Mill'den aldığı pozitivist ve determinist
çevreden gelen, ortak bir düşünüş biçim­ bakış açısıyla, çözümlemesi çok da kolay
l eri vardı (Uşaklıgil, 1 9 69: 3 70-3 7 3 ) . yapılamayacak özgün bir duruş sergile­
D ü nya görüşleri Aydınlanma felsefesi mekteydi. Fransa'daki devrimin nedenle-
üzerine kurulmuş bir liberal bakış açısıy­ ri ve sonuçları konusundaki bakış açısı,
dı. Doğal olarak, kamuoyu önünde, mut­ tıpkı hala tutuculukla liberalizm arasın-
lakıyetçi rejimin çok sıkı bir şekilde uy­ da kesin bir yere konulamayan Alexis de
guladığı sansürün elverdiği ölçüde tartı­ Tocqueville ile örtüşmekteydi (Taine,
şabilmekteydiler. Uşaklıgil'in anlaumıyla, 1974: xi-xlv) . Taine'e göre üç temel güç -
1 890'lı yılların sonuna doğru, "dokunu­ "la race, le milieu ve le moment, yani ırk,
lamayacak mevzuların, ve kalemin ucuna ortam ve an- bir halkın tarihini ve ruhu-
geldikçe atılacak kelimelerin, hele ne ne­ nu açıklamaktaydı (Taine, 1974: xxviii).
viden olursa olsun oraya, idareye, olup Edebiyat da toplumun yansıması olduğu
bitenlere işaret denebilecek sözlerin sayı­ için, Ahmet Şuayb'ın Taine'den yaptığı
sı arta arta öyle bir yekün çıkmıştı ki çeviri ile yazar önce ırkının, sonra içinde
matbuatın sahası artık içinde dolaşılama­ yaşadığı alemin ve zamanının ürünü idi.
yacak kadar daralmış , kullanılabilecek 'Irk' kavramı burada sorunlu bir konum-
kelimelerin küçük lügati iptidai bir kav­ da idi ve liberalizmde yeri olmayacak bir
min dili kadar küçülmüştü. Siz, yazı ya­ kavramdı. llginçtir ki, Ahmet Şuayb Ta-
zanlar, bu çekinilecek bahisleri, sözleri ine'in görüşlerini kullanırken en çok bu
bilmeliydiniz, tarihten, dinden, siyaset­ kavramdan rahatsızlık duymuş, 'ırk' kav-
ten söz edemezdiniz; ilk önce 'hürriyet,' ramının anlamlı olmadığını savunmuş ve
'vatan,' 'millet,' 'zulüm,' 'adalet' gibi elli sunduğu çeşitli kanıtlarla Taine'in bu
yüz kelime ile başlayan yasak kelimelerin kavramsallaştırmasını reddetmiştir (Ak-
gün geçtikçe sayısını kabartan yeni kötü polat Davud, 1994: 1 1 ; Ercilasun, 1 998:
eşlerini öğrenmeli ve bunları her zaman 87-96; Şuayb, 1 909d; 4 l ; Şuayb, 1913: 5-
hatırda tutarak kalemin ucuna geldikçe 200) .
murdar bir b ö c e k gibi atm alıydınız" Edebiyatta geçmişle hesaplaşmaya son
(Uşaklıgil, 1969: 434) derece siyasal bir açıdan yaklaşan Hüse­
1 890'lı yıllarda Servet-i Fünun çevre­ yin Cahit Yalçın 1 898 yılı ortalarında Ser­
sinde toplananlar, mutlakıyetçi dönemin vet-i Fünun dergisinde yazdığı bir makale-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

de Fransız Devrimi'nin geçmişin eserle­ !erinde siyasetten en uzak olduğu varsa­


riyle daha sonraki eserler arasında derin yılan Tevfik Fikret'in 1 902 yılında yazdı­
bir uçurum açtığını ve bu devrimin her ğı ve gizlice elden ele dolaşan "Sis" şiiri
şeye tesir ederek edebiyatta da büyük bir mutlakıyetçi düzenin ağır baskısını eleş­
değişiklik yarattığını söylemekteydi (Er­ tiren güçlü bir metindir. Artık baskının
cilasun, 1998: 1 87-188). 1901 yılında ba­ iyice arttığı ve ge!eceğe dair umutların
şında "Edebiyat ve Ahval-i iktisadiye" neredeyse tümüyle yoko lduğu bir dö­
başlığıyla yazdığı makalede kapitalizmin nemde yazılan bu şiir aynı zamanda mut­
gelişmesi ile edebiyatın da geliştiğini ve lakıyetçi yönetimin meşruiyetini sağla­
ortaya yeni fikirler ve yeni konular atıldı­ makta en etkili dayanaklarından biri olan
ğını belirtmekteydi. Yeni fikirler yeni bir 'zengin ve parlak Osmanlı mirası' edebi­
ekonomik düzende ortaya çıkmaktaydı yatına karşı yapılmış acımasız bir eleşti­
(Ercilasun, 1 998: 1 29). Aynı yılın Ekim riydi (Fikret, l 984a: 3 6 2-3 7 1 ; Kaplan,
ayında yayınladığı "Edebiyat ve Hukuk" 1 995: 1 0 1 - 1 02 ve 153- 1 5 7 ) . Yine 1 902
288 adlı makalede de yine Fransız Devrimi ile tarihli "izler" şiiri ile özgürlük yolunda
eski hukuk düzeninin değiştiğini anlatı­ yürürken karşılaştığı zo rlukları v e bu
yordu. Bu makalede, toplumun ileriye yolda bıraktığı izleri anlatıyordu (Fikret,
gitmesinden ve hukuk düzeninin yeni­ l 984a: 336-33 7) . 1 905 yılında yazdığı
lenmesinden yana olanlarla bunların kar­ "Sabah Olursa" şiirinde toplumsal dönü�
şısında olanların hem felsefi hem de ede­ ş ü m i ç i n uğraşanların o g ü n l e rdeki
bi platformda büyük savaşlar verdiklerin­ umutsuzluklarını dile getiriyor, ama ken­
den bahsediyor ve sonunda yeni fikirlerin disinin görüp görmeyeceği şüpheli olan
eskiyi yendiğini, ama tartışmaların süre­ gelecek parlak günlerden yine de umu­
gittiğini anlatıyordu. Yani, siyaset ile ede­ dunu kesmiyordu (Fikret, 1 984a: 3 42-
biyat, tıpkı ekonomi ile edebiyat arasın­ 343; Kaplan, 1 995: 1 5 7 - 1 5 9 ) . Aynı yıl
daki ilişkide olduğu gibi, yine iç içe geç­ yazdığı "Tarih-i Kadim" şiiri ise milliyet­
miş bir şekilde birbirlerini etkilemektey­ çi ve dini fikirleri bütünüyle reddeden li­
di. Yalçın Paul Lacombe'un 1898 yılında beral bir metindi. Bu şiirde de mutlakı­
yayımladığı lııtroduction a l'lıistoire littera­ yetçiliğe meşruiyeı sağlayan 'parlak geç­
ire adlı kitabından yaptığı bu çeviri ile miş' efsanesine saldırıyor, bize en doğru,
Servet-i Fiiıııın dergisinin kapatılmasına en güzel örnek olarak sunulan geçmiş
sebep oldu (Akyüz, 1 9 47: 65; Tokgöz, zamanı göstererek gelecek günlerin de
1993: 88-90; Uşaklıgil, 1 969: 547; Yalçın, geçmişten farkı olmayacağını tekrarlayan
1 999: 1 72- 1 79 ) . Derginin kısa bir süre tutucu ideolojiye karşı çıkıyordu. Dinle
için kapatılması ve yöneticilerinin mah­ desteklenen mutlakıyetçi yönetimlerin
kemeye verilm esi, edebiyatın, özellikle milliyetçi savaş kahramanlığı edebiyatını
mutlakıyetçi yönetimleri eleştirmede, ne yerden yere vururken, liberalizmin en
kadar etkili bir yöntem olduğunu bir kere belirgin özelliklerinden biri olan savaş
daha kanı tlamaktaydı. Buna ek olarak, aleyhtarlığı fikrini savunuyordu (Fikret,
dergi yöneticilerinin bu makale yüzünden 1 984b: 202-2 2 1 ; Kaplan, 1 99 5 : 1 5 9 -
mahkemeye verilmesi o günden bugüne 1 63 ) . 1 908 so nrası yayımlandığında bu
kadar Edebiyat-ı Cedide'yi toplumsal so­ şiir doğal olarak liberalizm karşıtları ta­
runlardan uzak bir edebiyat hareketi ola­ rafından şiddetle eleştirilmiş ve Avru­
rak eleştiren görüşlerin de tarihsel ger­ pa'daki tepkici modern ist görüşlerin
çeklikten ne kadar uzak olduklarına güç­ Türkiye'deki temsilcileri arasında sayıla­
lü bir delil teşkil etmekteydi. bilecek ve 'Medeniyet dediğin tek dişi
Serveki Fiin.u n . çevresi i.ncelenirken iç- kalmış canavar' mısraının da yazarı olan
2 0 . Y Ü Z Y I L B A Ş I T Ü R K D Ü Ş Ü N C E H A Y A T I N D A L i B E R A L i Z M

Mehmet Akif Ersoy Tevfik Fikret'e hü­ şik düşünce sistemini zorlamasına ben­
cum etmişti. "Tarih-i Kadim'e Zeyl" baş­ zer bir oluşum 1 9 0 8 D evrimi öncesi
lığıyla verdiği cevapta Tevfik Fikret ken­ Türkiye'de de yaşanmaktaydı. Eskinin
disine hücum edenleri kararlı tutumuyla artık Ahmet Mithat gibi kurulu düzen
eleştirmekte ve liberal görüşlerini bir ke­ destekçileri dahil kimseyi heyecanlan­
re daha savunmaktaydı (Fikret, 1 984b: dırmadığı, yeninin ise önünün tıkanma­
2 5 8 - 2 6 5 ; Kaplan, 1 9 9 5 : 1 6 3 ; Sertel, ya çalışıldığı bir ortamda toplumsal dö­
1996: 59-65). nüşüm taraftarları kaleyi edebiyatla ku­
Edebiyat-! Cedide yazarlarının Türk şatmışlardı.
edebiyatına getirmeye çalıştıkları ve bü­ Gerek Yalçın'ın gerekse Uşaklıgil'in ça­
yük ölçüde de başarılı oldukları yenilik baları çağdaş yaşantının tüm unsurlarının
aslında mutlakıyetçi yönetim altında çe­ edebiyata yansıtılmasıydı. Yazdıkları, de­
kilen sıkıntıları dile getirmek ve liberal ğişim özlemi içindeki bir toplumun tüm
bir düzende toplumsal yaşantının nasıl beklentilerine yanıt verecek nitelikteydi.
olması gerektiğini tartışmaktı. Sansürün Modern ya da liberal toplumsal düzeni 289
sınırlarını son derece bilinçli bir şekilde ahlakçı açıdan ele alan ve bu yaşantı tar-
zorlayarak yazdıkları hikaye ve roman­ zını eleştiren diğer yazarların aksine, Ede-
larda yaşadıkları sıkıntıları topluma ak­ biyat-! Cedide yazarlarının derdi modern
tarmaktaydılar. Bu sıkıntıların en acil yaşatitının tüm zorluklarına rağmen eski-
olanı elbette ki siyasal alanda yaşanan­ ye tercih edilmesi gerektiği yönündeydi.
lardı. Siyasal yapının değişmesi, kişi hak Kendilerini hem önceki hem de erken
ve özgürlükleri ile ifade ve vicdan öz­ Cumhuriyet dönemi yazarlarından ayıran
gürlüğünün güvence altına alınması son bir diğer önemli özellik de yarattıkları
derece önemliydi. Zaten, çekilen sıkıntı­ edebi kişilerin bunalımlarının temel ne-
nın başlıca kaynağı siyasal olarak tanım­ deninin eski ile yeni ya da geleneksel ya-
lanabilecek bu özgürlüklerin hemen he­ şantı tarzı ile modern yaşam arasında bo­
men tamamının yasaklanmış olmasında calamaktan ziyade çağdaş ve özgür bir ya-
yatıyord u . G erek Hüseyin Cahit Yal­ şantı biçimini istedikleri gibi yaşayama-
çın'ın ve gerekse de Halit Ziya Uşaklı­ m a k tan ö tü r ü o l d u ğuydu ( K e r m a n ,
gil'in hikaye ve romanlarında bireylerin 1 995). Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi
çektiği bu sıkıntı oldukça ustalıklı bir 1 908 D evrimi'ne baştan beri kuşkuyla
biçimde dillendirilmiş ve yazdıkları eser­ yaklaşan ve modernist edebiyatı eleştiren
ler bu özgürlükleri isteyen kültürlü bir erken Cumhuriyet dönemi yazarlarının
okuyucu kitlesi tarafından çok kısa bir yarattıkları tiplemeler ve bu edebi kişile-
sürede benimsenmişti. Bü tünüyle mo­ rin bunalımlarının nedeninin modern ve
dern bir yaşantıyı benimseyen ve bunun liberal toplumu bütünüyle reddedeme-
gereklerini gösteriş için veya zorunlu­ mekten kaynaklandığını hatırlarsak, Ede-
luktan değil, içten gelen bir inançla yeri­ biyat-! Cedide yazarlarının liberal toplum
ne getiren edebi kahramanlar çok büyük tahayyülünü koşulsuz kabullenme ko­
bir olasılıkla toplumda bu şekilde yaşa­ numlarını çok daha iyi anlayabiliriz.
mayı deneyen ya da hayal eden bireyle­ Edebiyat-! Cedide yazarları içinde biri­
rin özlemlerine tercü man olmaktaydı si, arkadaşlarından daha da ileri giderek,
(Finn, 1 984: 1 23-208) . Tıpkı 1 789 Dev­ 19. yüzyıl'ın başından beri varolan ve li­
rimi öncesi Fransız toplumundaki düşü­ beral geleneğin özellikle 20. yüzyıl başın­
nüşte yaşanan değişiklik ve kurulu dü­ da tekrar radikal bir biçimde gündeme
zenin belli başlı kurumlarına karşı baş­ getirdiği kadın-erkek eşitsizliğini roman­
gösteren şüpheci bakış açısısının yerle- larında işlemiştir. llk defa 1 900 yılında
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M 1

Servet-i Funun sütunlarında tefrika edil­ yazarları içinde liberal toplum özlemini
dikten sonra kitap olarak basılan Eylül en uç noktaya kadar taşıyan biri olması
romanıyla ün kazanan Mehmet Rauf ka­ nedeniyle önemini hala korumaktadır.
dın-erkek eşitliğine inanmış biriydi (Ra­
uf, 1 990) . insanların ancak birbirleriyle LlBERALlZMlN SOSYOEKONOMiK
tanışıp anlaştıktan sonra ve eşit şartlar VE SiYASAL SAVUNUCUSU:
altında evlenmeleri durumunda mutlu AHMET ŞVAYB VE MEHMET CAVlT
bir yaşantı sürebileceklerini düşünen
Mehmet Rauf'un tüm romanlarındaki ka­ Servet-i Fiinıın çevresinden Ahmet Şuayb
dın kahramanlar son derece kültürlü tip­ ile bu çevredekilerle birlikte ele aldığımız
lerdi ve hiçbir konuda erkeklerden eksik Mehmet Cavit verdikleri edebi eserlerle
tarafları yoktu (Tarım, 2000: 1 09- 1 1 5 ; değil, ekonomik, siyasal ve toplumsal ko­
Törenek, 1999: 3 1 2-328). Kadının eğiti­ nulardaki görüşleriyle tanınmışlardır. 20.
minin ve toplum içinde erkekle eşit şart­ yüzyıl başı liberal geleneği Türkiye'de fi­
290 larda yer almasının bugün bile tutucu kir temelinde tartışan bu iki önemli yazar­
çevrelerce ahlakçı bir açıdan sorun ola­ dan Ahmet Şuayb 1908 Devrimi ö ncesi
rak görüldüğü dikkate alınırsa, kadınla­ Servet-i Fıinım dergisindeki yazılarında üs­
rın erkeklerden bağımsız serbest bir ha­ tü kapalı bir biçimde değindiği konuları
yatlarının olması gerektiği ve liberal an­ 1908 sonrası Mehmet Cavit ve Rıza Tevfik
lamda modern bir toplumun ancak böyle Bölükbaşı ile ortaklaşa yayımladıkları
bir eşitlik anlayışı üzerine kurulabilece­ Ulum-u Ihtisadiye ve içtimaiye Mecmuası
ğini söyleyen Mehmet Rauf'un sıradışı sayfalarında daha açık bir şekilde tartışa­
konumu layığıyla anlaşılabilir (Törenek, bildi. Bu nedenle, Ahmet Şuayb'ın bu der­
1 9 9 9 : 222-236) . Pornografik olmakla gide yazdıkları bize onun liberalizm anla­
suçlanıp toplatılan ve mahkemece yazarı­ yışı hakkında oldukça iyi bir fikir verebil­
na hapis cezası verilmesine neden olan mektedir (Çavdar, 1992: 147-152).
Bir Zambağın Hihayesi adlı kısa eserinde liberalizmin 1 8 . yüzyıldan beri en
bile M ehmet Rauf bilinçli erkek kahra­ önemli dayanak noktalarından biri olan
manının ağzından tarihsel gelişim içinde toplumsal değişimin kaçınılmazlığı ve
kadınların erkeklere karşı nasıl eşit bir olumlanması Ahmet Şuayb'ın düşünce­
konumdan derece derece uzaklaştıklarını sinde de temel başlangıç noktasıdır (Ak­
anlatıyordu. Erkek egemen bir toplumda polat Davud, 1994: 44; Şuayb, 1 909c:
erkeklerin kadınları istedikleri gibi kul­ 421) . Ahmet Şuayb'a göre de değişme ka­
landıklarından yakınan M ehmet Rauf, çınılmaz bir doğa yasasıdır ve beraberin­
erkek kahramanının ağzından, böyle bir de gelişmeyi getirir. Uygarlığın ilerlemesi
kültürün ürünü olan erkeklerin "genç de bu değişim sayesinde olmuş ve bilim
kızları bakire, kadınları da sadık kalmaya bu ilerlemede belirleyici rol oynamıştır.
mecbur" tuttuklarını ve "kadınlara bu Ziya Gökalp ve diğer tutucu görüş sahip­
kanunu vaz' ve telkin ederken hod-kam­ lerince gündemde tutulan kültür/uygar­
lıklarının neticesi olarak kendi ihtirasla­ lık çatışmasının Ahmet Şuayb'ın düşün­
rını istedikleri gibi teskin etmek hakkını cesinde yeri yoktur (Akpolat Davud,
muhafaza" ettiklerini dile ge tiriyo rdu 1 994: 13). Uygarlık, ona göre, evrensel­
(Rauf, 200 la: 25) . Günümüzde bile ço­ dir ve ölçütü de bilimsel ilerlemedir (Şu­
ğunlukla ahlakçı bir bakış açısından eleş­ ayb, 1 909d: 73) . Bu nedenle, toplumlar
tirilen ve ancak 'müstehcen eserl erin arasındaki eşi tsizlikleri kültürlerarası
unutulmaz yazarı' olarak anılmak istenen farklılıklardan yola çıkarak açıklamayı
Mehmet Rauf belki de Edebiyat-ı Cedide baştan reddeder (Akpolat Davud, 1 994:
2 0 . Y Ü Z Y I L B A Ş I T Ü R K D Ü Ş Ü N C E H A Y A T I N D A L i B E R A L i Z M

50) . Doğu ile Batı ara­ fakat toplum düzenini


sındaki farklılık onla­ bozmayacak kurallara
rın bilimsel düzeyle­ bağladığı bir ortamda
rind eki fa rklılıktan yerine getirebilmeleri­
ileri gelmektedir ve ni ö nemser (Şuayb ,
bu fark, onun verdiği 1 9 09a: 1 6 1 - 1 62 ) .
örnekte Petersburg'a 'Hürriyet-i mezhebiye'
yerleşen Alman bilim -yani, bireylerin üzer­
a d a m l a r ını n Rus­ lerinde bir dini kurum
ya'nın ilerlemesine veya devlet baskısı ol­
yol açmış olması gibi, madan tercih ettikleri
geri kalmış toplumla­ dini görüşlere inan­
rın bilimde ilerlemesi maları-hem mutlakı­
ile kapatılacaktır (Şu­ yetçi devletin baskıcı
ayb, 1 909d: 6 9 ; Şu­ gücünü kırması, hem 291
ayb, 1 909h: 460) . Ah­ de laikliğin yerleşmesi
met Şuayb'a göre ka­ açısından uygulanma-
çınılmaz olan bu de­ sını arzuladığı bir
ğişme ve gelişme an­ prensiptir. Papalık ku­
cak bilimsel düşünce­ rumunun ortaçağ so-
nin önündeki engelle­ nunda içine düştüğü
r i n kald ı r ı l m as ı i l e durum nedeniyle artık
mümkün olabilecek­ dinin devlete egemen
tir. Bu engellerden en olmadığı bir düzende
önemlileri ise, mutlakıyetçi yönetim ile yaşanıldığını anlatan Ahmet Şuayb, geriye
dini kurumların toplumdaki egemenliği­ mutlakıyetçi yönetimlerde dinin devlete
dir. Bu tıkanıklığı aşmanın yolu da, hiç­ tabi olduğu düzen ile liberal yönetimlerde
bir denetime tabi olmayan mutlakıyetçi din ile devlet işlerinin bütünüyle ayrıldığı
bir yönetim yerine parlamenter bir liberal laik düzen kaldığını söyler (Şuayb, 1 909b:
düzen kurulmasından ve din ile devlet iş­ 3 15-3 16). Avrupa tarihinden örnekler ve-
lerinin bütünüyle birbirinden ayrıldığı la­ rerek, mutlakıyetçi yönetimler altında dev-
ik bir düzenin yerleştirilmesinden geç­ letin tercih ettiği ve büyük ölçüde denetim
mektedir. Uygarlığın ölçütlerinden biri altında tuttuğu din kurumu aracılığıyla
olarak ele aldığı liberal siyasal düzenle­ toplumda baskı uyguladığını yazar. Örne-
meler ve meclis üstünlüğüne dayanan bir ğin, Rusya'da devlete tabi olan kilise Rus
yönetim biçimi ancak 1 908 Devrimi ile çarının mutlakıyetçi düzenine destek ol-
beraber geldiği için, Ahmet Şuayb bu makta ve uygulanan baskıya katkıda bu­
devrimle Türkiye'nin de artık Avrupa uy­ lunmaktadır (Şuayb, 1910c: 459). Ayrıca,
garlığına dahil olduğunu düşünür (Şu­ 'hürriyet-i mezhebiye'nin olmadığı devrim
ayb, 1909g: 289). öncesi Fransa'da devlet dinine inanmayan-
18. ve 19. yüzyıl liberalizminin fikriyatı­ lar toplumdan dışlanmış ve devlet yöneti-
nı tekrarlayan Ahmet Şuayb'a göre, vicdan minde ve bürokraside görev almaları en­
ve inanç özgürlüğü düşünce özgürlüğü­ gellenmiştir. Ancak lnsan Hakları Bildirge-
nün bir parçasıdır ve kısıtlanmamalıdır si'yle Fransızların inanç özgürlüğü garanti
(Groethuysen, 1934). Bireylerin istedikleri altına alınmış ve devlet memurluğu atama-
dini inanca bağlanmalarını ve inandıkları larında mezhep farkı gözetmeme kararı
dinin vecibelerini devletin yasaklamadığı verilmişti (Şuayb, 1909b: 3 19). Ahmet Şu-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K I M I

ayb, Rusya ve Fransa'dan verdiği örnekler­ ken yine Rusya'dan verdiği örnekte, peder­
le, devletin dini kurumlara hükmeunesini şahi aile yapısının ve 'mir' adıyla bilinen -
-yani, laikliğin olmamasını- bu birbirinden toprağın ortaklaşa kullanılması olarak an­
farklı, ama birbirine bağlı, iki nedenle sa­ laşılabilecek- ekonomik yapının hem top­
kıncalı bulmuştur. lumsal alanda otokratik yapıyı ve siyasal
Ahmet Şuayb laiklik konusunu mutla­ alanda mutlakıyetçiliği pekiştirdiğini hem
kıyetçilikle birlikte ele alır ve konuyu si­ de ekonomik alanda özel girişimciliği en­
yasetteki güçler dengesi açısından inceler. gellediğini vurgular (Şuayb, 1 9 1 Oa: 1 49;
Liberal düzenin kurulmasında bu güç Şuayb, 1910d: 849-850) . Rusya'da bireysel
dengesinin çok önemli bir rol oynadığını, düşüncenin ve bireysel girişimciliğin geliş­
Batı'da kilisenin devlet karşısında göreli memesini, katı mutlakıyetçilik sonucu
özerk konumda olması ve bundan dolayı aristokrasi ve burjuvazinin devlete karşı
da devletin toplum içindeki baskısını ve hukuki güvencelerinin olmayışına bağlar
iktidar alanını kısıtlaması nedeniyle libe­ (Şuayb, 1910b: 302). Ahmet Şuayb'a göre,
292 ralizmin doğmasının kolaylaştığını söyler burjuvazinin ve onun yanı sıra parlamen­
(Şuayb, 1909b: 3 15-3 16). Rusya örneğin­ tonun olmaması Rusya'nın Batı uygarlığı­
de olduğu gibi, devletin kiliseyi kendi de­ nın dışında kalmasının en önemli nedenle­
netimi altında tuttuğu yerlerde liberaliz­ rinden biridir (Şuayb, 19 10e: 973).
min yerleşmesinin güç olacağını söyleyen lngiltere ile Fransa'da tarihsel durumun
Ahmet Şuayb, bu nedenle laiklik üzerinde farklılığını ise Ahmet Şuayb şöyle anlatır:
ısrarla durmuştur (Şuayb, 1 9 1 0c: 466) . lngiltere'de aristokratlar topraklarını kapi­
Ona göre, Batı'da kilise ile devletin birbir­ talist mantıkla birer işleune haline getirip
lerinin otoritelerini sınırlamaları, bireylere bu yöntemle sermaye birikimi yapmışlar,
düşünce ve vicdan özgürlüğü konularında kendi çıkarlarını ve himayeleri altındaki
serbest bir alan bırakır. Dolayısıyla, laik­ köylülerin çıkarlarını krala karşı korumuş­
lik, bireyin her alanda ö zgürleşmesine lardır; böylece lngiltere kapitalizm önün­
olanak tanır (Şuayb, 1 9 10c: 466). deki mutlakıyetçilik engelini devrim değil
Ahmet Şuayb bahsi geçen konuları Av­ de evrim yoluyla aşmıştır. Fransa'da ise
rupa toplumlarında burjuvazinin gelişmesi topraklarını verimli ve kapitalist bir man­
ve kapitalistleşme olgusu ile birlikte düşü­ tıkla işletmeyen soylular Paris'te yaşayarak
nür. Bu çözümlemelerinin arka planında, krala destek çıkmış, köylülerin dertlerin­
burjuvaların kendilerine yeni yaşam alanı den uzak kalmışlardı (Akpolat Davud,
açmalarının ve kapitalist gelişmenin önün­ 1994: 42-43) . Burjuvazi ise biriktirdiği ser­
deki engellerin kaldırılmasının gerekliliği­ mayenin saray tarafından israf edilmesine
ni hesaba kattığını görmekteyiz. Ahmet tepki duymaktaydı. Hem aristokrasiye
Şuayb'ın tarihçiliğin evrimi konusunda hem de saraya karşı gelişen bu bilinçli tep­
yazdıkları da kapitalizmin meşruiyetini ka­ kinin sonucunda burjuvazi, devlet bütçesi­
nıtlamaya dönüktür. Ona göre, tarihin ev­ ni denetlemek ve bu bütçe üzerinde söz
rimi Hegel, Taine veya Fustel de Coulan­ sahibi olmak için mücadeleye girişmiş,
ges'de olduğu gibi manevi değerler aracılı­ meşruiyetini kaybeden mutlakıyetçi yöne­
ğıyla değil ekonomi aracılığıyla olmaktadır. tim ancak bir devrim yoluyla ortadan kal­
Eski devirlerde tarih felsefesi değişik te­ dırılabilmişti (Şuayb, 1909e: 1 17-1 1 9).
mellere dayanmış olmasına rağmen, günü­ Ahmet Şuayb kapitalist ilişkilerin ve ka­
müzde tarihi açıklamakta ekonomik yapı­ pitalist üretim tarzının yerleşmesi sonucu
lar önemlidir (Şuayb, 1908: 1 7). Burjuvazi, dünyada paranın egemenliğinin başladığı­
kapitalizm ve modem toplum yapısı ara­ m ve artık onun ölen ilahların ve giden

sında son derece sıkı bağlardan bahseder- kralların yerine geçtiğini belirtir. Röne-
2 0 . Y Ü Z Y I L B A Ş I T Ü R K D Ü Ş Ü N C E H A Y A T I N D A L i B E R A L i Z M

sans'tan itibaren gelişen ticari kapitalizmle ğı makaleler ile liberal iktisat politikaları­
birlikte önem kazanan ve tek başına bü­ nı savunmuş, özellikle de 'korumacılık'
yük bir güç haline gelen para, bireylerin politikası ile 'devlet sosyali zmi' ya da
toplumsal konumlarını da belirlemektedir. 'kürsü sosyalizmi' olarak adlandırılan ve
Aruk insanların değeri para ile ölçülmeye kapitalizmin devlet denetimi altına alın­
başlanmıştır. Ahmet Şuayb, liberal dünya masına yönelik görüşlere karşı çıkmıştır
görüşü çerçevesinde, paranın insanları öz­ (Karaman, 200 1 : 14-73) .
gürleştirdiğini söylemekte, parasızlığın fu­ Mehmet Cavit tıpkı Adam Smith v e
huş ve cinayet gibi toplumsal sorunlar ya­ onun ardılları gibi b i r toplumun ekono­
ratUğını, ama bu toplumsal sorunların yi­ mik yapısının işbölümü ile gelişeceğine
ne yalnızca ekonomik gelişme ile çözüme inanmaktadır. Bu işbölümü hem yurtiçin­
kavuşturulacağını savunmaktadır (Şuayb, de tarım, ticaret ve sanayi olarak ayrıştıra­
1909f: 289-321). Herhangi bir ahlakçı kı­ bilecek dallar hem de uluslararası ticaret
namaya ya da liberal toplumsal ve ekono­ ve değiş tokuş için geçerli olan bir pren-
mik düzenin birey ve kamu ahlakını boz­ siptir. Klasik liberal ekonomik görüşün te- 293
duğu iddiasına yer vermez. Kapitalizmin mel taşlarından biri olan göreli rekabet
bir tüketim toplumu yaratmış olduğunu gücü Mehmet Cavit Bey tarafından da sa­
kabul eden Ahmet Şuayb insanların "şim­ vunulmakta ve bir ülkenin ekonomik
diki gibi hiçbir vakit böyle na-mahdud ih­ alanda gelişebilmesi için rekabet edebile-
liyacata malik" olmadığını anlamış, bunu ceği alanlarda üretim ve değiş-tokuş yap-
kapitalist gelişmenin doğal sonucu saymış­ ması gerekli görülmektedir. Hem yurtiçin-
tır (Şuayb, 1 909f: 296). deki hem de yurtdışındaki değiş tokuşun
Çağdaş liberal ve laik düzenin Avru­ ise serbest olması -yani üretim, dağıtım ve
pa'da nasıl ortaya çıkmış olduğunu Ulum­ değiş-tokuş mekanizmalarının tek bir el
u iktisadiye ve içtimaiye Mecmuası sütun­ tarafından denetim altında tutulmaması­
larında değişik makalelerle anlatan Ah­ gerekmektedir (Cavit, 1 899a: 4 1 -42; Ca-
met Şuayb 1908 Devrimi sonrası lstanbul vit, 1900: 281-328). Mehmet Cavit'e göre,
Dar ül-Fünunu Hukuk Fakültesi'nde ida­ ancak kişisel özgürlüklerin kısıtlanmadığı
re hukuku dersleri vermiş ve bu fakülte­ ve bireyin girişimcilik dürtüsünün devlet
nin ilk iki sınıfında verdiği dersler ölü­ dahil hiçbir kurum tarafından sınırlandı­
münden sonra Huhuh-u idare adıyla iki rılmadığı bir ortamda sürekli büyüme sağ­
cilt halinde toplanmıştır (Şuayb, 1 9 10- lanabilir ve sağlam bir ekonomik altyapı
1 9 1 1 ; Şuayb, 1 9 1 1 ) . Ahmet Şuayb'ın ge­ gelişebilir ( Cavit, 1899a: 50-53).
rek Ulum-u iktisadiye ve içtimaiye Mecmu­ Mehmet Cavit ekonomik gelişmenin ön­
ası'ndaki makalelerine gerekse Hulıulz-u şartının aynı zamanda siyasal özgürlük ol­
Idare kitabına bakarsak, yazdıklarının da­ duğunu da vurgulayarak siyasal yapının li­
ha çok kapitalizmin gelişme tarihi ile ilgi­ beral demokratik prensipler üzerine kurul­
li olduğunu görürüz. Kapitalist ekonomik muş olmasının şart olduğunu söylemekte­
düzenin ve bu düzene dair 19. yüzyıl bo­ dir (Cavit, 1 899a: 55). Bu özgürlük orta­
yunca baskın olan liberal ekonomik kura­ mının 1908 Devrimi sonrası kurulan 'Meş­
mın genel bir anlatımını ve savunusunu rutiyet' yönetimi ile sağlanacağını belirt­
ise Mehmet Cavit'in son derece kapsamlı mekte, devrimin bu anlamda bir amaç ol­
Ilm-i Ihtisad kitabında bulabiliriz. Meh­ maktan ziyade bir araç olarak görülmesi
met Cavit hem 1899- 1 90 1 yılları arasında gerektiğine inanmaktadır. Kendi ifadesiyle,
basılan bu dört ciltlik kitapta, hem de "eğer m eşrutiyeti bir gaye gibi telakki
1 908 Devrimi sonrası Ulum-u Ilztisadiye edersek hayatımızda daima aldanırız. O
ve lçtimaiye Mecmuası sütunlarında yazdı- gaye milletin refah ve saadetinden başka
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K I M 1

birşey değildir," ve "meşrutiyet de yalnız o Devrimi ertesinde terk edildi. Yalnızca


gayeye isal edebilecek, tarihin, ilmin ve 1908 sonrası faaliyete geçen büyük ölçekli
tecrübenin bulduğu en salim çare ve vası­ anonim şirketlerin sayısındaki arllşa bak­
tadan ibarettir" (Karaman, 2001: 14). Ona mak bile 1 908 öncesi Türkiye'de mülklü
göre, nihai amacı ekonomik gelişme olan sınıfın elindeki serveti yatırıma dönüştü­
böyle bir özgürlük ortamını güvence altına remediğini ve bunu ancak devrim sonrası
alacak, bireyin mal ve can güvenliğini sağ­ bulduğu özgürlük ortamında yapabildiği­
layacak ve eğitim; adalet ve bayındırlık ni kanıtlar (Toprak, 1995: 184- 195).
hizmetleri gibi gerekli alanlarda yatırım Devletin ekonomiye bir diğer müdaha­
yapacak bir devlet, tüm bu toplumsal yapı­ lesi ise 'korumacılık' politikası yoluyla,
nın genel kollayıcısı ve koruyucusu olarak daha çok iç pazarın dışarıdan gelecek
görev yapacakur. Özgürlük kavramından mallara karşı korunması yoluyla olur. 19.
anlaşılması gerekenin bireyin her istediğini yüzyılın ekonomik gorüş, liberal düşün­
istediği gibi yapması olmadığını vurgula­ cenin savunduğu serbest ticaret prensipi
294 yan Mehmet Cavit'in devlet hakkındaki bu ile fikri temellerini Friedrich List'in 1 840
görüşü de klasik liberal kuramın devleti yılında basılan Das r.ationale System der
kavramsallaştırmasında ileri sürdüğü 'gece politisclıe Ohoııoınie adlı kitabında ortaya
bekçiliği' görevinden hiç farklı değildir atuğı korumacı politika önerileri arasında
(Cavit, 1899a: 469-474) . Siyasal platform­ yapılan şiddetli bir kuramsal kavgaya sah­
da da bireylerin kendi çıkarlarını koruya­ ne olmuştur. Yurtdışındaki bu tartışmalar,
bilmeleri için önlerinde hiçbir engelin ol­ 19. yüzyılın son çeyreğinde Türkiye'de de
maması gerekmektedir. Bu da, işçi-işveren, yankısını bulmuştur. Abdülhamit'in mut­
herkesin serbest örgütlenme hakkından kaliyetçi yönetiminden yana olanlar, ko­
yararlanması demektir (Cavit, 1899b: 204- rumacılık yanlısı görüşleri benimsemişler­
220). Mehmet Cavit, işçinin grev, işverenin dir. Abdülhamit yönetimi ekonomik libe­
lokavt hakkını savunmuş, tüm bu hakların ralizmin er veya geç siyasal liberalizmi
bir anlam ifade edebilmesi için sendika ve gündeme getireceğini ve bunun da mutla­
baskı grupları oluşturmarun serbest olma­ kıyetçi yönetimin sonu olacağını bildiğin­
sının önemi üzerinde durmuştur (Kara­ den, yalnızca liberal ekonomi politikaları­
man, 2001 : 37-38). nı savunan Portakal Mikael Paşa ile Sakız­
Devletin özel girişimcilerin yatırım yap­ lı Ohannes Efendi'nin düşünce ve politika
malarının önüne engel koyması, yasalarla üretmelerini engellemekle yetinmeyecek,
kendi yetkisine aldığı izinleri vermekte di­ yeni bir karşıt ekonomi politikası oluştur­
renmesi ve bu izinleri çoğu zaman rüşvet maya da çalışacaktı. Bu propaganda faali­
karşılığı yönetime yakınlığı ile bilinen kişi yetinde Ahmet Mithat önde gelen isimler­
veya şirketlere vermesi 1 880'li yıllardan den biri oldu. Ahmet Mithat, Elıonomi Po­
beri gündemde olan bir konuydu. Yöneti­ litih adlı kitabında ( 1874) ve Abdülhamit
mi devlet denetiminde olmasına rağmen, yönetimini karşıtlarına karşı savunduğu
Dersaadet Ticaret Odası'nca yayımlanan iki ciltlik Oss-a Inlıılab kitabında ( 1 877-
Dersaadet Ticaret Odası Mecmuası 1 880'li 1 878) korumacılık politikasını savunu­
ve 1 890'lı yıllarda sürekli olarak bu konu­ yordu. 18. yüzyılda devrim öncesi Fran­
yu işlemiş ve devletin özel girişimciliği sa'da merkantilist politikanın en büyük
engelleyen bu tutumu son derece ısrarlı isimlerinden Colbert'i öven Ahmet Mithat
bir şekilde eleştirilmişti (Hoell, 1 973 ) . bu korumacı politikanın laissez-faire uy­
Mehmet Cavit d e prensip olarak böyle bir gulamasının doğuracağı siyasal sonuçlar­
kısıtlamanın karşısındaydı. Nitekim, mut­ dan ülkeyi ve mutlakıyetçi yönetimi koru­
lakıyetçi devletin bu uygulaması 1 908 yacağını düşünmekteydi (Çavdar, 1992:
2 0 . Y Ü Z Y I L B A Ş I T Ü R K D Ü Ş Ü N C E H A Y A T I N D A L i B E R A L i Z M

1 1 7- 1 27; Okay, 1 99 1 : 324; Sayar, 2000: le devletin doğrudan sahip olduğu sanayi
372-393). Elıonomi Politilı kitabında da yatırımlarının ne kadar başarısız olduğu­
Sismondi gibi liberal düşünce karşıtı ikti­ nu, bu doğrudan yatırım faaliyeti ile ser­
satçıların 1 9 . yüzyılda ısrarla üzerinde best girişimciliği baltaladığını, genel çıkar­
durdukları dayanışma prensibini savun­ dan çok özel çıkarları koruduğunu, ada­
maktaydı. Dışa kapalı bir ekonomik yapı letten saptığını vurgular; belli ekonomik
içinde kurulacak ve korunacak bir 'milli alanların korunmasının ise bir grup giri­
sanayi' mod elinden yanaydı (Mardin, şimciyi diğer girişimcilere karşı korumak
1 990: 90-93; Sayar, 2000: 372-393). anlamına geleceğini ve bunun da fırsat
Mehmet Cavit korumacılık politikası­ eşitliği ve devletin tarafsızlığı ilkesine kar­
na Ilm-i Ilıtisad kitabında son derece tu­ şı olacağını söyler (Cavit, 1899a: 57-6 1 ) .
tarlı bir biçimde karşı çıkmıştır. Koruma­ Mehmet Cavit yalnızca devlet sosyaliz-
cılık yanlılarının ancak iç pazarı dış reka­ mine karşı değil, liberal ekonomik düzene
bete kapatarak 'milli sanayi'nin yaratıla­ yüzeysel bir tepki olarak ortaya çıktığını
bileceği ve rekabete karşı korunmayan söylediği kooperatifleşme hareketine de 295
sanayilerin giderek zayıflayarak sonunda karşı görüşler ileri sürer. 19. yüzyılın so-
çökeceği iddialarına karşı, korumacı po­ nunda ve 20. yüzyılın başında kapitalist
litikalar uygulayan ve serbest ticareti en­ gelişmenin ezdiği küçük esnafı yıkımdan
gelleyen lspanya ve Portekiz'in ekonomi­ korumak amacıyla gündeme gelen, özel
sinin gelişmediğine dikka t çeken Meh­ mülkiyeti reddetmeyen ama serbest reka-
met Cavit kalkınmanın içe kapanma ile bet koşullarını da kabullenmeyen bir gö-
değil, bilimin, eği timin ve sermayenin rüş olan kooperatifçilik özellikle kapitalist
yaygınlık kazanması ile sağlanabileceğine gelişmenin sınırlandırılması için mücadele
inanmaktaydı. 19. yüzyılın en güçlü ko­ veren ve siyasal yelpazede tutucu kanatta
rumacılık yanlısı iktisatçılarından Fried­ yer alan görüşlerle birçok ortak noktaları
rich List'i eleştirirken, onun bir milletin olan bir görüştü. Mehmet Cavit koopera­
hem ziraat, hem ticaret, hem de sanayi tifleşmenin toplumda büyük bir değişiklik
dalında kendine yeterli olması gerektiği getireceğini iddia edenlerin yanıldıklarını,
görüşünün gerçekçi olmadığını savun­ gerek üreticinin gerekse işçinin üretim
muştur. Hiçbir zaman kendi ayakları araçlarına sahip olarak aracıları ortadan
üzerinde duramayacak sanayi dallarına bütünüyle kaldırmasının mümkün olma-
getirilecek devlet korumacılığının ülke dığını yazar (Cavit, 1 899b: 236-258).
ekonomisine ve devlet maliyesine fayda­ 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında,
dan çok zarar getireceğine , ü lkelerin yalnızca Türkiye'de değil dünyada da, li­
mutlak üstünlük kuralına göre değil kar­ beralizmin tutucu ve radikal sağ tarafın­
şılaştırmalı üstünlük kuralına göre, reka­ dan sorgulandığı bir dönemde M ehmet
bet edebildikleri alanlarda sanayi yatı­ Cavit ve fikir arkadaşları, 1870'lerden beri
rımları yapmasının ü lke ekonomisinin süregelen mutlakıyetçi yönetimin uygula­
güçlenmesi açısından daha faydalı olaca­ dığı sıkı sansür ve denetime rağmen, özle­
ğı inancını taşımaktaydı (Cavit, 1 899a: mini duydukları özgür toplumun oluşa­
1 5 1 - 1 76; Cavit, 1 900: 301-306). bilmesinin yolunun liberal prensiplerin
Mehmet Cavit 20. yüzyıl başında, özel­ hayatın tüm alanlarında uygulanması ile
likle Almanya'da Bismarck zamanında uy­ mümkün olabileceği yolundaki görüşleri­
gulama alanı bulan 'devlet sosyalizmi' mo­ ni savunmuşlardı; 1908 Devrimi sonrasın­
deline de karşıdır. Devletin temel görevle­ da da gerek geleneksel gerekse radikal
rine birtakım ekonomik görevler ekleme­ tepkici modernist tutuculukla sürekli mü­
nin doğru olmadığı inancındadır. Özellik- cadele etmişlerdir. O
Cumhuriyet Öncesinde
Sosyalist Düşünce
M E T E T U N Ç AY

••
zgürlükçü, eşitlikçi, adaletçi nite- geleri arasında ekonomik durum açısın­

O likte evrensel ve değişmeyecek


değerlere dayanan modern sosya­
lizm, (sınıflı) kapitalist toplumlarda orta­
dan büyük bir çeşitlilik vardı. Ülkeye çok
az endüstri girmişti. işçi sınıfı zayıf ve ör­
gütsüzdü. Ancak liman şehirlerinde dış
ya çıkmış ve işçi sınıfının kendisine zor­ ticarete dayalı bir merkantil kapitalizm
lanan elverişsiz koşullardan kurtulmak gelişmiş, belirli bir burjuva tabakası oluş­
için vereceği mücadele ile toplumun tü­ maya başlamıştı. Yavaş yavaş Batı kaynak­
münü dönüştüreceği, başka bir varoluş larından sosyalizmi tanıyan aydınlar beli­
biçimi yaratacağı beklentisine dayanmış­ riyordu.
tır. Bu mücadele, yasal olarak ancak genel 1876- 1923 yılları arasında, Osmanlı ül­
oy hakkını tanıyan demokratik bir ortam­ kesinde sosyalist düşünce konusunu, za­
da yürütülebilir. Dolayısıyla, siyasal libe­ man açısından iç içe geçen dört başlık al­
ralizm ve demokrasi, sosyalizmin yeraltı tında incelemek doğru olur:
koşullarına düşmemek için çözülmesi ge­
reken bir ön-mesele oluşturmaktadır. 1) [O zaman kullanılmayan bir terim­
Sosyalizm, içine doğduğu 19. yüzyılın le] Azınlıkların, yani gayrimüslim
başat milliyetçiliğine karşı , enternasyona­ anasır'ın, Müslüman ve Türk olma­
listtir. Ulusal ayrımları kültürel özgüllük­ yan etnik ve dinsel toplulukların
lerden ibaret sayarak, hangi devletin uy­ Solculuğu.
ruğu olursa olsunlar, bütün dünya işçile­ 2) Osmanlı Solu.
rinin sınıfsal dayanışmalarını en önemli 3) Milli Mücadele Anadolusu'nda Sol­
etken olarak görür. Her ülkede sosyalist culuk
hareket, (çok defa kendi burjuva köken­ 4) Marksist Sol.
lerine sırt çevirerek) bu düşünceye gönül Osmanlı lmparatorluğu'nda bütün çağ­
vermiş aydınların işçi kitlelerine bilinç ta­ daş düşünceler gibi sosyalizm de, Türk­
şımalarının sonucu olmuştur. Müslüman millet-i hakimesinden önce,
Osmanlı lmparatorluğu, zaten dağılma Ermeniler, Makedonlar, Bulgarlar, Rumlar
sürecine girdiği 19. yüzyılın son çeyreğin­ ve Selanik Yahudileri gibi gayrimüslim
de anayasal (meşruti) bir monarşi düze­ anasır arasında serpilmiştir. *
nine adım atmış, ama pek yürütememişti.
Sultan Il. Abdülhamit baskıcı (müstebid) (*) Bu konuda, benim Erik Jan Zürcher'le birlikte
bir yönetim kurmuştu . Memleketin böl- derledi!'.jim, Osmanlı lmparatorluğu'nda Sosya-
C U M H U R i Y E T Ö N C E S i N D E S O S Y A L i S T D Ü Ü N C E

Ermeniler, Doğu Anadolu'da göreli bir Özellikle Daşnakların, 11. Meşrutiyet


yoğunlukta oldukları Osmanlı toprakla­ öncesinde (ve başlarında) i ttihat ve Te­
rından başka, Rus Çarlığının egemenliği rakki hareketiyle bir süre işbirliği yapma­
alundaki Kafkaslar'da ve (daha az sayıda sı, 11. Abdülhamit istibdadına karşı ortak
da) lran'da yaşıyorlardı. 1 863'te Osmanlı mücadeleye girmek istemesinin temel ne­
Hükümetinin kabul ettiği Ermeni [ Gre­ deni, ulusal sorun açısından demokratik­
goryen] Millet Nizamııamesi'nin, Batı dil­ leşmenin bir ön-mesele sayılmasıdır. Fa­
lerinde "anayasa" anlamındaki coııstitutioıı kat Ahmet Rıza yönetimindeki merkezi­
terimiyle anılması birtakım yanlış anlama­ yetçi i ttihatçıların, yabancı devletlerin
lara yol açmıştır. Oysa bu belge siyasal de­ müdahale ihtimallerine karşı çıkması, bu
ğil, dini/kültürel haklarla ilgiliydi. [Şurası­ işbirliğinin fazla uzun sürmesini engelle­
nı da unutmamak gerekir ki, o tarihte Os­ miş tir. Daşnakların Osmanlı siyasetiyle
manlıca'da henüz "anayasa" kavramı için ilişkilerinin bir kanıtı da, ikinci Enternas­
yerleşmiş Kaııuıı-i Esasi ya da Teşkiliit-ı yonal kongrelerine l 907'de bir Kafkas
Esasiye Kaııuııu gibi bir karşılık yoktu ! ] partisi olarak katıldıktan sonra, 1 909'da 297
Bütün Ermeni aydınları için olduğu gibi, bu uluslararası örgütün henüz kurulma-
sosyalistleri için de, ulusal sorun, yani ge­ mış Osmanlı Seksiyonunun bir alt-bölü-
rek Rus gerekse Osmanlı lmparatorlu­ mü olarak ikinci Enternasyonal'e girmiş
ğu'ndan özerkleşme ya da bağımsızlaşma olmalarıdır.
ülküsü büyük önem taşımaktaydı. Ermeni solcuları arasında en çok Daş­
1 887 yılında Cenevre'de Kafkasyalı Er­ naklar ulusal sorunla uğraşmışlar, ama
meni aydınları Sosyal Demokrat Hınçak­ Özgüllükçü (Specifist - "Biz bize benze­
yan Partisi'ni kurmuşlardı. Üç yıl sonra rizci") solcular, hatta Rus Sosyal Demok­
da Tiflis'te Daşnakzutyun, yani Ermeni rat lşçi Partisi'nin Bolşevik kanadına katı­
Devrimci Federasyonu oluşturulmuştu. lan Hınçaklar da sosyalist enternasyona­
Bu solcu ö rgütler, tıpkı 1 88S'te Van'da lizm ile Ermeni ulusçuluğunu bağdaştır­
kurulan liberal Armenakan Partisi gibi, maya çalışmışlardır. Yine de, bütün Erme­
Osmanlı Ermenilerinin yaşamının 1 878 ni solcularının gerek yurtdışında gerekse
Berlin Antlaşması'nda söz verilen düzel­ Osmanlı topraklarında yaptıkları etkin­
timlere göre iyileştirilmesini de amaçlı­ likler ve telif-tercüme kitaplar ve süreli
yorlardı. Sosyalist Hınçak ve Daşnakların, yayınlar, sosyalizm fikrinin bu ülkede ta­
Osmanlı Ermenileri arasında da yandaşla­ nınmasına katkıda bulunmuştur. ikinci
rı olduğu kuşkusuzdur. Friedrich Engels M eşru tiyet d ö neminin ilk M e c l is-i
Komılııist Maııifesto'nun 1 888 tarihli lngi­ Meb'usan'ında yer alan Ermeni milletve­
lizce basımına yazdığı önsözde ilginç bir killeri arasında Hınçak ve Daşnak partile­
olay anlatır. Birkaç ay önce (önsöz 30 rinin üyelerinin bulunması da önemli bir
Ocak tarihli olduğuna göre, Hınçakyan'ın noktadır.
kurulduğu 1887 yılı içinde) lstanbul'da Makedon ve Bulgarlar. Ulusal sorun,
biri Maııifesto'yu Ermenice'ye çevirmiş ve Balkanlar'da Makedonya ve Bulgaristan
yayımlatmak için basımevine götürmüş­ sosyalistleri için de büyük önem taşımış­
tür. Matbaacı, Kari Marx'ın adını taşıyan tır. 1878 Berlin Antlaşması'yla Bulgaristan
bir kitabı basmaktan korkmuş, çevirmen bağımsızlığını kazanmış, bir de özerk Do­
de bu yapıtı kendisi yazmış gibi yayımlat­ ğu Rumeli Vilayeti kurulmuştu. Make­
mayı kabul etmemiştir. donya'da Osmanlı egemenliği devam edi­
yordu. 189 l'de Bulgar Sosyal Demokrat
lizm ve Milliyetçilik 1 876- 1 923 (lstanbul: ileti­
işçi Partisi kuruldu; daha güneyde de Ma­
şim Yay., 2. baskı 2000) adlı kitaba başvurula­
bilir. kedonya-Edirne Sosyal Demokrat Grup-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M I

lan oluşturuldu. Ulusal kurtuluş hareket­ Şehirde Yahudiler ve Dönmeler, Rum, Bul­
lerinde burjuvaziyle işbirliği yapmak ya gar, Türk vb. halktan daha çok sayıdaydı.
da işçi sınıfının kapitalizme karşı müca­ 1909 Yaz başında Avram Benaroya'nın ön­
delesine yoğunlaşmak söz konusu oldu­ derliğiyle kurulan Selanik işçi Federasyo­
ğunda, daha enternasyonalist davranma­ nu (SlF) , diğer anasırı da kapsamakla bir­
ları beklenebilecek olan BSDIP'li Darlar likte, esas itibariyle bir Yahudi örgütüydü.
bile ulusalcı tutum takınmışlardır. SlF, tıpkı Daşnaklar gibi, ileride oluşturu­
Kari Kautsky'nin fikirlerinden esinle­ lacak Osmanlı Seksiyonu'nun bir altbölü­
nen demokratik bir Balkan Federasyonu mü olarak !kinci Enternasyonal Bürosu'na
ütopyasının, Makedon ve Bulgar solcuları kaydolmuştur. Federasyon'un ortak etkin­
tarafından paylaşılmasına karşın, Hürri­ likleri ve Türkçe-Bulgarca-Rumca ve l.adi­
y e t i n l lanı'ndan Balkan Savaşları'na no (Yahudi lspanyolcası) dillerinde birden
( 1 908- 1 9 1 2) kadar ittihatçılar Türk milli­ yayımlanan Amele Gazetesi'nden başlaya­
yetçiliği gütmek gayretinde olmadıkları rak bir hayli süreli yayını olmuştur. !kinci
298 halde, bu sosyalistler, ulusçu davranışlar Meşrutiyet'in ilk meclisine milletvekili se­
göstermişlerdir. Bu dönemde devletin çilen Makedonyalı Dimitar Ylahov'un
çok-uluslu niteliğinin kabul edilmesi ve kurduğu Ulusal Federatif Parti de, SlF ile
Osmanlıcılığın resmi ideoloji haline geti­ işbirliği yapmış, fakat Bulgar militanların
rilmek istenmesi, yükselen ulusçuluklar çok geçmeden örgütten ayrılmaları üzeri­
nedeniyle boşa çıkmıştır. ne, Yahudi sosyalistlerin az sayıda Rum ve
Rumlar. 182l'de başlayan Yunan Ayak­ Türk destekleyicisi kalmışur.
lanması, 1830 yılında küçük bir bağımsız SlF'in Türk soluna katkıları, belki bütün
Yunanistan krallığının kurulmasıyla so­ diğer unsurların sosyalist örgütlerinden
nuçlanmıştı. Ama 19. yüzyılın son çeyre­ daha büyük olmuştur. Bunun temel nede­
ğine gelindiğinde hala bugünkü kuzey Yu­ ni, o tarihte Yahudilerin Osmanlı devleti­
nanistan'la Girit ve Ege adalarından başka, nin dağılmadan sürmesini isteyen tek et­
lstanbul'da, Batı ve Orta Anadolu'da yaşa­ nik grup olmasıydı. Balkan Savaşı'nın ba­
yan pek çok Elen kökenli Osmanlı yurtta­ şında, 1 9 1 2 Eylülü'nde Romen sosyalist
şı vardı. (Bunlar Bizans'tan beri kendileri­ Christian Rakovski'nin kaleme aldığı ,
ne Romailıi/Rum diyorlardı. ) Özellikle "Türkiye ve Balkan Sosyalistlerinin Bildiri­
!kinci Meşrutiyet döneminde, Rumların si"ne en uyumlu davrananlar Selanik Ya­
Türkler ve diğer Osmanlı anasırıyla birlik­ hudileriydi. Çünkü bir kere, Osmanlı pa­
te çalıştıkları örgütler ve çıkardıkları Erga­ zarında Selanik şehrinin ayrıcalıklı konu­
tis/Irgat gibi dergiler olmuştur. Etkinlikle­ munun sürmesini istiyorlar, sonra da Os­
rine Rus sosyalisti Parvus'un da katıldığı manlılar yerine bir Hıristiyan boyunduru­
lstanbul'daki Türkiye Sosyalist Merke­ ğu altına girmekten korkuyorlardı. Ve
zi'nde ve (unsurlar-arası anlamında) Bey­ korktukları gibi de oldu: Yunan yönetimi
nelmilel lşçiler l ttihadı'nda (Panergatiki), altında Selanik, Yahudilerin ağırlıkta oldu­
Rumlar önderlik etmiş ve üye çoğunluğu­ ğu bir merkez olmaktan çıktı; geriye kalan
nu oluşturmuşlardır. 1 9 1 9'da lzmir'e çı­ Yahudi azınlığını da !kinci Dünya Sava­
kan ordularının Anadolu'yu ele geçirmek şı'ndaki Nazi Alman işgali bitirdi.
emellerine, yalnızca Yunanlı Komünistler Osmanlı Solculuğu deyince,* Hürri­
karşı çıkmışlardır. yet'in llanı'ndan (23 Temmuz 1908) Mah-
Selanik Yahudileri. 1 9 1 2'de Balkan Sa­
vaşı sonucu Osmanlı egemenliğinden çı­ (*) Bu ve bundan sonraki konularda, benim Tür­
kiye'de Sol Akımlar- 1 (1 908- 1 925) başl ı k l ı
kıp da Yunanistan'a geçinceye kadar, Sela­ kitabıma başvurulabilir, 2 cilt (lsta nbul: BDS
nik en önemli liman şehirlerinden biriydi. Yay., 1 991), 4. basım.
C U M H U R i Y E T Ö N C E S i N D E S O S Y A L i S T D Ü Ş Ü N C E

299

mut Şevket Paşa suikastına ( 1 1 Haziran haftalık bir dergi yayımlamaya başlamıştır.
1 91 3) kadar geçen görece özgürlükçü beş Baskıcı yönetim, bu süreli yayını kapatın­
yıl ve (Birinci Dünya Savaşı'nı da kapsa­ ca, çevre, başka adlar altında yeni dergi ve
yan beş yıllık ittihat ve Terakki diktatörlü­ gazeteler çıkarmıştır. Aynı yılın eylül ayı
ğünden sonra) Mondros Mü tarekesi (30 başında da, Hilmi ve arkadaşları Osmanlı
Ekim 1918) ile saltanatın kaldırılması ( 1 Sosyalist Fırkası'nı (OSF) kurmuşlardır.
Kasım 1 922) arasındaki dört yıl boyunca, Yazdıklarına bakılınca, bu grubun sosyaliz­
İstanbul, Selanik ve lzmir gibi büyük şe­ mi fazla bilmediği, ama özgürlükçü, ilerici,
hirlerde yapılan birtakım işçi eylemlerini barışçı ve entemasyonalist olduğu anlaşılı­
ve yayın etkinliklerini kastediyoruz. yor. Dergilerinin ilk sayılarında "Biri yer
ll. Meşrutiyet'le birlikte başlayan işçi biri bakar, kıyamet ondan kopar" gibi
grevleri, ücretlerin artırılması ve çalışma avamfirip (demagojik) bir sloganın tekrar­
koşullarının iyileştirilmesi istekleriyle sı­ lanması, halka yaklaşma niyetinin bir kam­
nırlı kalmış, herhangi bir sosyalist bilinç u sayılabilir. Çevrenin lslamiyetle uzlaşma
göstermemiştir. Yine de bunlardan tedir­ araması ise, bu yönde daha ciddi bir giri­
gin olan hükumet, 1908 Eylül ayı sonla­ şimdir. 1 9 1 1 güzünde, sosyalizmi daha iyi
rında (şimdiki Kanun Hükmünde Karar­ tanıyan, Refik N evzat adlı bir h ekim
namelere benzeyen) kısıtlayıcı bir geçici OSF'nin Paris şubesini kurmuş, orada yap­
grev yasası çıkarmış, 3 1 Mart [ 1335] (13 tığı yayınları ülkeye göndermiştir.
Nisan 1909) olaylarından sonra da, Mec­ 1908 - 1 9 1 3 kültürel çiçeklenme döne­
liste grev hakkını çok sınırlayan bir Tatil­ minde, Hilmi grubunun dışındaki bazı
i Eşgal Kanunu kabul edilmiştir. aydınlar da sosyalizmin yararlı, hatta ka­
Kendisine "lştirakçi" (Sosyalist) namı çınılmaz olduğunu düşünmüşlerdir. 1 9 1 3
verilen, lzmirli gazeteci Hüseyin Hilmi, ilk Haziran'ında ittihat v e Terakki her türlü
özgürlük döneminde lstanbul'da bazı fikir muhalefeti bastırırken solculuğu da ya­
arkadaşlarıyla birlikte bir çevre oluşturmuş saklamış, örgüt önderlerini Anadolu'ya
ve 1910 Şubat'ından itibaren iştirak adında sürmüştür.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

Şirket-i Hayriye, Hal iç, Tramvay şirketi


Hüseyin Hilmi işçileri n i n arasından, hem de kimi kay­
O YA B A Y D A R naklara göre Enternasyonal eşl iğinde
geçerken, ortasında yer aldığı bu renkli
tabloya yürekten inandığı bir gerçekti.
H üseyin H i l m i İ z m i r l i yd i . İ z m i r'de
bir süre Zaptiye Teşkilatına bağ l ı bir iş­
te, belki sivil pol i s olarak çal ışan, "Hür­
riyet' in i la n ı " ndan kısa b i r süre önce,
burada Serbest İzmir gazetesi n i ç ıkaran
H i lmi'nin siyasal ve toplumsal konula­
İştirakçi H il m i , Sosya l ist H i l m i , H i l m i
ra o zamanlardan i lgi duymaya başla­
Arkadaş olarak d a anı lan Hüseyin Hil­
d ığı anlaşıl ıyor. Babasından kalmış eski
300 m i , i l . Meşrutiyet sonrasında ve Müta­
bir evi satarak Romanya'ya giden, ora­
reke döneminde İstanbul işçi hareketi­
da işçi gösterileri ve sosya l ist fikirlerle
n i n en renkli ve ilginç simalarından bi­
karşılaşan Hüseyin H i l m i'nin, Roman­
riyd i .
ya dönüşü yerleştiği İstanbu l'da, anar­
Hakkındaki az sayıda - k i m i zaman
şist ve materyal ist fikirlere yatkın, Mül­
çel işik- anı, gazete haberi, dergi yazısı kiye mezunu ayd ın bir genç olan Baha
türünden kaynaklar, dönemin işçi hare­ Tevfik' le tan ıştığı, Baha Tevfik'in fikri
ketinin belge ve bilgi leriyle karşılaştırıl­ önderliğinde küçük bir çevre oluşturup
d ığında H üseyin H i lmi'nin kişiliği, işçi 1 91 0 Şubat'ında İştirak ad l ı haftalık bir
hareketindeki yeri, sosyal izm anlayışı dergi yayım lamaya başlad ıkları b i l i n i­
b i r ölçüde ayd ı nlanıyor. yor. İttihat ve Terakki'ye karşı sert mu­
Hüseyin H i lmi, İngiliz işgal kuwetle­ halefet yürüttüğü için bir yasaklan ıp bir
rinin bir ajanı, işçi hareketi içindeki bir açı lan İştirak' ı n yayına başlamasından
provokatör, sosyalizmin b i l iminden ha­ yedi ay sonra, 1 9 1 O E y l ü l ' ü başında
bersiz bir maceraperest mi, yoksa İs­ kurulan Osman l ı Sosyal ist F ı rkas ı ' n ı n
tanbul işçileri n i örgütleyebi lmek, işçi le­ kurucuları v e heyet-i idare üyeleri ara­
ri b i l inçlend i rmek ve sosyal ist fikirleri sında Hüseyin H il m i de vardı r ve F ı r­
yaymak için her olanaktan yararlana­ ka'nın başkan ı konumundadı r.
rak mücadele eden bir işçi l ideri miy­ Bu i l k dönemde, gerek F ırka, gerekse
d i ? 1 9 20 i l kbaharında, kırmızı boyun­ H ü seyin H i l m i , Fransız sosya l istlerin­
bağı, yakasında kırmızı karanfi l i , parti­ den, özellikle de Jaures'ten etkilenmiş
sinin k ı z ı l bayrağının dalgalandığı kır­ göz ü k m e kted i r. Yay ı m l arda ve part i
mızı otomobi l i ile kendisini selamlayan belgelerinde işçi sın ıfı v e sosyal izmden

Mütarekeden sonra lstanbul'da siyasal yurtseverlik duygularından da yararlana­


yaşam canlanınca, OSF'de 1 9 19 Şubat'ında rak, 192l'de görkemli bir 1 Mayıs kutla­
Türkiye Sosyalist Fırkası adıyla yeniden ması düzenlenmiştir. Fakat Hilmi'nin parti
kurulmuş ve idrak gazetesini çıkarmaya içinde diktatörce davranışları, rakip sosya­
başlamıştır. Bu dönemde Hilmi, özellikle list partilerin türemesine yol açmışur. Ay­
ulaştırma işçilerini örgütlemekte başarılı rıca, ikinci Enternasyonal yanlısı Sosyal
o l muştur. işgal koşullarında yükselen Demokrat Fırka ve Marksist Türkiye işçi
C U M H U R i Y E T Ö N C E S i N D E S O S Y A L i S T D Ü Ü N C E

söz ed i lmekle birlikte, çevrenin, gerek


fikriyatı gerekse eylemleri sosya l izm­
den çok siyasal l ibera l izme yakındır.
1 9 1 0- 1 9 1 2 arası nda Hüseyi n H i lmi
ve Osman l ı Sosyal i st F ı rkas ı ' n ı n yayın
faal iyeti, İştirak kapatıldıkça onun yeri­
ne çıkarı lan ve her b i ri ancak b i rkaç
sayı yaşayab i len İnsaniyet, Sosyalist,
Medeniyet gibi dergi lerle sürmüş; 1 9 1 2
y ı l ı n ı n ortaları ndan itibaren İştirak ga­
zetesi Osman l ı Sosyal ist Fırkası'nın or­
gan ı olarak ç ıkmaya başlamıştır. Hazi­
ran 1 9 1 3 'te Mahmut Şevket Paşa su­
i kast i n i n a rd ı nd a n , i tt i hatç ı l a r, başta 301
H ürriyet ve İti lafçılar olmak üzere tüm
muhalefeti sert bir şekilde bastırı rken
H ü rriyetç i l ere yak ı n o l duğu s a n ı l a n '
Hüseyin Hilmi, ôsmantı-Tıt;k toplumunu
H ü sey i n H i l m i ve Osman l ı Sosyal ist 11 Enternasyoııal çizgisinde bir
F ı rkası çevresi de bask ı lardan nasibini sosyalizmle tanıştırmıştır.
a l m ış, Hüseyin H i l m i de, d iğer muha­
l iflerle birlikte tutuklanıp S i nop'a sürül­ h ip olan H üseyin H i l m i, OSF' n i n oldu­
m ü ştür. 1 9 1 3 ' e kadarki bu dönemde ğu gibi yeni kurulan TSF'nin de reisidir
H üseyin H il m i ' n i n işçi hareketi içinde ve bu defa çevresinde İsviçre ve Fran­
yer aldığına dair işaret yoktur. sa'da okumuş, sosyalizmin bilimine gö­
İştirakçi H i l m i'nin dönemin işçi hare­ rece daha yakın aydınlar vardı r. Bu dö­
ket i n i n merkezi olan İstanbul'da, işçi nemde yayı m lanan İdrak gazetesi ve
çevrelerinde ün ve etk i n l i k kazanması, TSF'nin program ı daha bilinçli ve sağ­
kısa sürede binlerce işçiyi peşinden sü­ lam bir sol bakışı, sosya l izmin b i l imine
rükleyen bir işçi l ideri konumuna gel­ ve Marksist kavramlara yak ı n laşmayı
mes i ; M ü tareke'den sonra İ stanbul'a y a n s ı t m a kta d ı r. 1 9 1 9 Te m m u z u n d a
dönerek, Şubat 1 91 9'da Türkiye Sosya­ kongresi n i yapan parti Hüseyin H i l m i'yi
l ist Fırkası'nı kurmasından sonraya rast­ değişmez ve azled i lmez başkan i lan et­
lar. Sinop'ta sürgündeyken i l işki leri n i miş, aynı yıl Sosyal ist E nternasyonal'in
daha da gel iştiren v e artık iktidar mev­ Cenevre konferansına H üsey i n H i l m i
kilerine yükselmiş kimi H ürriyet ve İti­ imza l ı b i r Türkiye raporu sunulmuştur.
lafçı ların destek ve korumasına da sa- 1 9 1 9- 1 922 arası, İstanbul işçi hare-

ve Çiftçi Sosyalist Fırkası gibi kuruluşlar ve Terakki'nin Devlet Sosyalizmine egi­


da etkinlik göstermişlerdir. Anadolu zaferi limli sol kanadından Anadolu'ya geçenler,
gerçekleştiginde, Hilmi çevresi dagılmıştı; TBMM'ye girenler vardır. Birinci Dünya
onun bir cinayete kurban gitmesiyle örgü­ Savaşı'nın sonunda yurtdışına kaçan itti­
tü de büsbütün yok olmuştur. hatçı önderlerin, Teşkilat-ı Mahsusa'nın
Milli Mücadele Anadolu'sunda Solcu­ bir uzantısı olarak Rusya'da örgütledikleri
luk, karmaşık bir konudur. Bir kere l ttihat lslam ihtilal Cemiyetleri lttihadı'nın da
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

ketinin yükselişe geçtiği bir dönemdir. na itilmiş, bu çalışmaları sürdüren ay­


1 9 1 9 Ocak ayından itibaren Ş i rket-i d ı n l a r partiden uzaklaşm ı ş , H ü seyin
H ayriye i ş ç i l e r i n d en Reji i şç i l erine, H i l m i ' n i n faa l i yetleri, onun karakter
Tersane fabrikalarından Haliç vapurları yapısına ve yöntemlerine uygun olarak
müstahdemine, fırın işçi lerinden Hisar sendika faa l iyeti n iteliği kazanmıştır.
iskelesi hama l l arına, Telefon ve Tünel Hüseyin H i l m i ' n i n kişi l iğine de ı ş ı k
m ü sta h d e m i nden tan z i fat a me l e s i n e tutan s o n p a r l a k g ü n l erinden b i ri , 1
kadar, çok sayıda i ş ç i tatil-i eşgal (grev) Mayıs 1 92 1 ' d i r. İ şgal komutan l ı ğ ı n ı n
yapmakta d ı r. Döne m i n gazetelerinde yasaklamasına rağmen 1 Mayıs çok sa­
yer alan h aberlerden de a n l aş ı l d ı ğ ı yıda işçinin kat ı l ım ıyla coşku lu şekilde
üzere, grev yapan işyerlerinin bağl ı o l ­ kutlanmıştır. 2 Mayıs tarih l i İkdam ga­
d u ğ u Dahi l iye v e Bah riye nezaretleri­ zetesi, kutlamaları şöyle anlatmaktad ır:
ne karşı işçi lerin sözcü l üğünü Hüseyin "Şahrimizde işçi bayramı dün işçiler ta­
302 H i l m i l iderl iğindeki Türkiye Sosya l ist rafından tesit ed i l m iştir. Şi rket-i Hayri­
F ı rkası (TSF) üstlenm iştir. İştirakç i ' n i n ye, Haliç ve Tramvay Şirketleri amelesi
yıldızı bu grevler sırasında e l d e edilen çal ışmad ı kl arından vesait-i nakl iyen i n
başarılar sonucunda parlayacak ve kı­ büyük kısmı muattal kalmıştır. Amele­
sa süre sonra, Hüseyin H i l m i İstanbul den b i r k ı sm ı bayram l a r ı n ı tesit i ç i n
i ş ç i l e ri n i n ö n em l i b ö l ü m ü n ü n l ideri mavi işçi gömlekleri giydikleri, kırmızı
konumuna gelecektir. Tramvay ve ter­ boyunbağı taktıkları gibi hepsi de kır­
sane i ş ç i l e r i n i n grevleriyle bel irlenen m ız ı rozetleri h a m i l i d i l er. Ame len i n
1 920 y ı l ında, rakip sosyal ist parti ve b i n d i ğ i bazı otomob i l l ere de k ı rm ı z ı
çevrelerin varl ığına rağmen, en azın­ bayrak takıl m ı ştı. Türkiye Sosyal ist F ı r­
dan İstanbul'da işçi hareket i n i n yön­ kası'nın Babıa l i'deki merkezinde tören
l endiricisi H üseyin H i l m i'd i r. İşçi ara­ yapılmış, saat 1 0'dan 1 'e kadar muzıka
s ı n d a k i etk i n l i ğ i n i n te m e l i n d e i s e, E nternasyona l i çalmıştır... " Yazar Refik
grevleri ve işçi istem leri n i , son derece H a l it ( Karay) o g ü n l erde şöyle yaz­
pragmatist yöntemlerle de olsa, başarı­ maktad ır: "Evvel k i gün 1 Mayıs İstan­
ya u laştırması, istenen ü cret zamların ı b u l ' da i lk defa amele bayramı yap ı l ­
v e d iğer hakları alması, örgütç ü lüğü ve m ış, Ş irket v e Haliç vapurları, tramvay­
işçi kesimine uygun üslubu yakalamış lar işlememiş. Bunu haber aldığım za­
ol ması vard ı r. man, kendi kendime 'kim b i l i r İştirakçi
1 92 1 ortalarına kadar giden bu başa­ şimdi ne kadar memnundur, etekleri z i l
rı l ı dönemde, TSF artık bir siyasal parti­ çalar' ded i m v e tan ı d ıklarım arası nda
den çok bir sendika görünümündedi r. gayesine eren bu yegane bahtiyar ada­
Siyasal ve ideolojik çal ışmalar geri pla- mı ta yüreğ i m i n i ç i nden sami m iyetle

Anadolu'yla ilişkileri olmuştur. Bolşevik­ Anadolu sol akımlarıyla ortak özelliği Is­
likle Müslümanlığı antiemp eryalist bir lamiyetten yararlanma çabasıdır. Sosya­
doğrultuda bağdaştırmak, Sovyetlerin de lizm iyi Müslüman olmanın bir gereği di­
desteğini sağlamak isteyen bu grup, Tür­ ye sunulmuştur. Ancak bir yandan Sov­
kiye Şubesine "Halk Şüralar [yani Sovyet­ yetlere bir yandan da Mustafa Kemal Pa­
ler] Fırkası" adını vermiş, programlar ha­ şa'ya karşı çekinceler taşıyan bu grubun
zırlamıştır. Bu I tti hatçı solunun öteki Enver Paşa'ya endeksli olması, onun ka-
.
C U M H U R i Y E T Ö N C E S i N D E S O S Y A L i S T D Ü Ş Ü N C E

tebrik ve takdir ettim ... " rince, örneğin İ ngiliz genera l i Haring­
Hem Sosyal ist H i l m i' n i n yüksel işin­ ton'un anı larında üstü örtük biçi mde,
de, hem de 1 92 1 son larında başlayan Fran sız sermaye l i ş i rketlerin işç i l erini
h ı z l ı çöküşte temel etken Mütareke ve ayakland ırd ığı için Fransızlara yüklen­
işgal yıl ları İstanbul ' unun özel koşu lla­ mekte; k i m i lerince Pol is Müdürü Ha­
rıdır. İngiliz işgal kuvvetleri komutan l ı ­ san Tah s i n ' e atfed i l mekte d i r. İştirak­
ğı İştirakçı'yi, Fransız kumpanyalarına çi'nin ölümü de yaşamı gibi soru i şa­
ve Fransız işgal kuvvetleri komutanl ığı­ retleriyle doludur.
na karşı kul lanmış, H ükümet işgal güç­ Farklı tan ı k ve kaynakların farkl ı de­
leri n i y ı p rataca ğ ı d ü ş ü n ce s i y l e H i l ­ ğerlendirmeleri bir yana, eldeki veriler,
mi'nin yükselişine göz yummuş, Hüse­ İştirakçi ' n i n kar ı ş ı k yaşa m ı , kara n l ı k
yin H i l m i i se, herkesi b i rb i ri n e karşı
parasal kaynakları ve çel işkil i k i m l iğine
kul lanarak ve İngilizlerden madd i yar­
rağmen, işçi hareketini sadece bir ge­
d ı m almayı ve benzeri yol ları da red­
çim aracı olarak gören bir ajandan iba­
303
detmeyerek, hareketi b i r s ü re götür­
ret olmad ığını, derinlemesine bil mediği
müştür. Atak ve kabadayı yöntem leri,
ama yüzeyden kavrad ığı sosyalizme gi­
harekete gözü kara dalışı, amaca var­
derek daha fazla bağland ı ğ ı n ı göster­
mak için her aracı, her gücü ve yolu
mekted i r. O, k ı z ı l yeleği, yakasından
kul lanması, yüksel işinin ve düşüşünün
eksik etmed iği kırmızı karanfi li, ağzın­
ortak nedeni olmuştur.
dan düşürmediği "Cepte mete l i k kal­
1 922 i l kbaharında İstanbul işçi hare­
madı" sözü, babayani tavırları, kabada­
keti artık H üseyin H i l m i ve çevresinin
yı yöntem leri, pragmatizmi ile sosyal i st
etkisinden çıkmış görünmekted ir. Kur­
bir parti ve işçi l ideri portresinden uzak
tuluş Savaşı'nın seyri değişmiş, koşu l lar
olmakla birli kte, yine de kendi deyişiy­
farkl ı laşm ıştır. İşçi hareketi artık başka
eller tarafından yön lendiri lmektedir ve le "gözünü budaktan sakınmayan" bir

kimsen in İştirakçi'ye ihtiyacı kalmamış­ muhalefet yapmaktan çekinmemiş, bir­

tır. Tek adam olma tutkusu, d iktatörce kaç kez tutuklanmış, sürgüne gönderil­
yöneti m i ve çalışma yöntemleri, parti­ m iş, ama b i l diği yolda yürümeye de­
sindeki ayd ınları uzaklaştırmış, partinin vam etmiştir. İstanbul işçi hareketi üze­
de sonunu haz ı rlamıştır. rindeki etk i n l iği İngi liz işgal kuvvetleri­
Bu son aynı zamanda kend i sonunu nin desteği n e sah ip old uğu şa ibesiyle
d a ç ağ ı r m ı şt ı r. H ü s ey i n H i l m i ' n i n , gölgelenmiş de olsa, özellikle tramvay
1 923 başlarında b i r gece Haydar ad ın­ işçileri n i n sonraki y ı l larda da sürecek
da biri tarafından Bozdoğan kemerin in mücadele geleneğinde H üseyi n H i l ­
altında tabancayla öldürü lmesi, kimi le- mi'nin d e payı olduğu söyleneb i l ir.

derini paylaşması sonucunu vermiştir. amacıyla bir Yeşilordu Cemiyeti kurul­


1920 ilkbaharında TBMM kurulunca, muştur. Genel Merkez üyelerini sol ltti­
milli mücadeleyi Bolşevik ve kafir olmakla hatçılıktan gelen milletvekillerinin oluş­
suçlayan tutucu dindar çevrelere karşı, turduğu bu dernek Meclis dışında da ör­
Bolşevikliğin lslamiyetin uygulanmasın­ gütlenmeye başlayınca, Mustafa Kemal
dan ibaret olduğunu ileri sürerek Sovyet­ Paşa tarafından engellenmiştir. Yeşilordu­
lerle işbirliği yapma ortamını hazırlamak nun antiernperyalist "lslarn Bolşevizrni, "
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K I M 1

ö n em l i etk i l erde b u l u n m u ştur. N ite­


Parvus Efendi kim sonradan "sürekl i devrim" olarak
ASIM KARAÖMERLİOGLU a n ı l a n k u ra m ı n a s ı l fi k i r babası da
P a rvu s ' d u r. 1 9 0 5 Devri m i son ra s ı ,
Rusya'da sürgünden kaçarak Al man­
ya'ya giden, orada Al man Sosyal De­
m o k rat çevre l e r i n de s i yaset y a p a n
Parvus k ı s a süre içerisi nde bu parti n i n
önem l i kuramcı larından birisi ol muş­
tur. Hatta daha sonra Alman Marksist
hareketi i ç i nde Kari Kautsky' n i n "re­
Parvus Efend i , 20. yüzy ı l ı n en ren k l i
v izyo n i st" tez l e r i n e karşı en ö n em l i
entelektüel s imalarından b i risidir. Rus­
teorik argüman ları gel i ştiren d e yine o
304 y a , A l m a n y a ve O s m a n l ı g i b i ü ç
o l a c a kt ı r. A m a A l m a n y a m ac e r a s ı
önem l i ü lken in 20. yüzy ı l başlarında­
uzun sürmemiş; Bolşeviklerin Maksim
ki s i yasi ve e n t e l e k t ü e l ya ş a m ı n a Gorki' n i n kitaplarının yayı n hakları n ı
ö n e m l i kat k ı l a rd a b u l u n m u ş P a r ­ gaspetmekle suçladığı Parvus, Alman
vus'un asıl adı Alexander lsrael Help­ Marksistleri tarafı ndan eleşt i r i l m i ş ve
fand'dır. B i r Yahudi a i les i n i n çocuğu d ış l a n m ı şt ı r. Bir işçi devri m i n i n , işçi
o l a rak Rusya' da d ü nyaya gelen Par­ hareketi nden çok bir dünya savaşı ile
vus, genç yaşta Marksist harekete ka­ ç ı kacağ ı n ı i leri sürmüş, b i r idd iaya gö­
t ı l m ı ş ve 1 905 R u s D evri m i ' n i n en re, savaş ı n patlak vereceği yer olarak
öne m l i önderlerinden b i ri s i olmuştur. tahm i n ettiği Balkan lar'a yakın olmak
1 905 Petrograd Sovyeti nde görev a l ­ için 1 9 1 0 y ı l ında İstanbu l'a gel miştir.
m ı ş ve kuramsal d üzeyde ü n l ü Rus İstanbu l'dan Osman l ı üzerine Alman
devrimcisi Leon Troçki üzerinde çok Sosya l D e m ok rat ba s ı n ı n a yaz ı l a r

komünizmi bir Müslüman etiği olarak yo­ sı'nı (THIF) oluşturmuştur. Bu yasal parti­
rumlamaktaydı. Bu cemiyetin TBMM'de nin kurucularından biri, bir şeyhtir: Bursa
"Halk Zümresi" adını taşıyan bir grubu da mebusu Servet Efendi. Asıl etkili önderin
vardı. Mustafa Kemal Paşa bu oluşumu ise, sekreterliği üstlenen Baytar Bnb. Salih
bölmek için, onların arasındaki güvendiği Hacıoğlu olduğu anlaşılıyor. THIF daha
arkadaşlarına, Hakkı Behiç'in önderliğin­ iki aylıkken, 1 9 2 1 yılının Ocak ayında
de bir Türkiye Komünist Fırkası kurdur­ Çerkez Ethem ayaklanması vesilesiyle her
muştur. Bu parti, Rus Bolşevizmini taklit türlü sol bastırılırken sona ermiş ve so­
etmek yerine, aynı ideallere varmak için rumluları istiklal Mahkemesi'nce mah­
ülke koşullarına uygun yöntemlerle bir kum edilmiştir.
programın izlenmesini savunmuştur. Yeşi­ Anadolu solunun en önemli akımı, dı­
lordu'nun başta genel sekreter (tokat me­ şarıdan gelen Mustafa Suphi hareketidir.
busu) Nazım Bey olmak üzere, resmi fır­ lstanbul Hukuk'u bitirdikten sonra,
kaya katılmayan birkaç üyesi, yurtdışın­ 1 9 1 O'da siyasal bilimler öğrenimini ta­
daki ( M . S u p hi'nin başkanı olduğu) mamlayan M. Suphi lstanbul'da gazeteci­
TKP'nin Anadolu kolu olan gizli partiyle lik ve iktisat-sosyoloji öğretmenliği ya­
birleşerek Türkiye Halk lştirakiyun Fırka- parken, Milli Meşrutiyet Fırkası'nın orga-
C U M H U R i Y E T Ö N C E S i N D E S O S Y A L i S T D Ü Ş Ü N C E

gönderen Parvus bu ü l ken in de sorun­


ları i le i lgilenmiş, çeşitli konularda ya­
z ı l a r yazm ış, ve birçok yaz ı s ı Türkçe
o l a rak, Bilgi Mecmuası, }eune Turc,
Türk Yurdu ve Tasvir-i Efkar gibi döne­
m i n ö n d e ge l e n yay ı n orga n l a r ı nda
yay ı m l anm ıştı r. Yazı l a r ı n ı n en sık ya­
yımlandığı dergi, dönem in ü n l ü Türk­
çü dergisi Türk Yurdu ol muş, burada,
Yusuf Akçura' n ı n da ricasıyla, öze l l i k­
le iktisad i kon u l a rda yazı l a r yazm ıştır.
Parvus'un Türk Yurdu çevresi dola­
y ı m ıyla İttihat ve Terakki' n in önde ge­
l e n i s i m l e r i y l e d e i l i ş ki ye g i r d i ğ i ve 305
o n la ra i ktisa d i kon u l a rda tel k i n lerde
bu lunduğu b i l i nmekted i r. B u görüşler
doğrultusunda, Avrupa' n ı n Osmanl ı'yı "Devrimin tiiccarı " olarak da anılan
sömü rd üğünden dem vurmuş, ekono­ Parvııs Efendi döneminin parıltılı
simalarından biriydi.
m i k bağ ı m s ı z l ı k i ç i n hem antiemper­
yal ist hem de anti l iberal o l ma k gerek­
tiği n i n a l tı n ı ç i z m iştir. Gerçi Osman­ o t u rt u l m a s ı n d a P a r v u s Efen d i ' n i n
l ı 'da "Mi l l i İktisat" görüşü Parvus ön­ önem l i katkı ları o l muştur. Avrupa'n ı n
ces i n d e g ü n d e m e g e l m i ş ise de, bu verd i ğ i borç l ar ı n a s l ı n d a b i r söm ü rü
görüşe antiempe ryal ist ve anti l iberal i l işkisi kurduğunu savunan, kapitülas­
bir ton u n ver i l mesinde ve "Mi l l i İ kti­ yon ların "sömürgeci" niteliğine d i kkat
sat" görü ş ü n ü n teorik b i r s istematiğe çeken Parvus, O s m a n l ı ' n ı n Avr u pa

nı lflıam gazetesini yönetmişti. 1913 yaz Bakü'de düzenlediği Doğu Halkları Ku­
başındaki Mahmut Şevket Paşa suikastı rultayı'nda en kalabalık delegasyon, Tür­
üzerine o da Sinop'a sürülmüş, ama Rus­ kiye temsilcileriydi. M. Suphi çevresin­
ya'ya kaçmıştı. Birinci Dünya Savaşı yılla­ den başka, lstanbul'dan ve Kuzeydoğu il­
rında Bolşevik olmuş ve Rusya Türkleri lerinden gidenler vardı. Enver Paşa'nın
arasında etkinlik göstermiştir. 1 9 1 7 Dev­ da, eski Polis müdürü Azmi Bey'le birlik­
riminden sonra Moskova'da yayımlamaya te Kuzey A frika lslam d evrimcil erini
başladığı Yen i Dünya gazetesini Türki­ temsilen katıldığı kurultayda, Türk dele­
ye'ye de gönderiyordu. 1 9 1 9 Mayıs'ının gelerin çoğu, M. Suphi gibi ittihatçı düş­
sonunda Azerbaycan'ın Sovyetleştirilme­ manıydı.
siyle Bakü'ye yerleşen M. Suphi Ankara Kurultay'ın hemen ertesinde, 10 Eylül
hüküme tiyle haberleşmiş; bir yandan 1 920 günü TKP'nin kuruluş k ongresi
Sovyet yardımına aracılık etmeye çalışır­ toplanmıştır. Yarıdan çoğu ancak danışma
ken bir yandan da Anadolu'da komünist oyu hakkıyla toplantıya katılan 74 dele­
örgütlenmeye izin verilip verilmeyeceğini genin önemli bir bölümü, merkez komi­
araştırmıştır. tesine seçilen Kayserili lsmail Hakkı ve
Komin tern'in Eylül'ün ilk haftasında Süleyman Nuri gibi savaş tutsağı asker-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

esaretinden kurtu l ması n ı n esas olarak Parvus'un Türk ayd ı nları ile halk ara­
i ktisadi sahada bağımsızl ı ktan geçtiği­ sındaki kopukluğa işaret eden yazı ları
nin a l tı n ı çizmişt i r. 1 9 1 4'te İstanbul' da da son derece i lginçtir. Ona göre Türk
yayı m ladığı " Türkiye'nin Can Damarı: ayd ı n l arı i le köyl üler aras ında büyük
Dev/et-i Osmaniye'nin Borçları ve Is­ bir uçurum mevcuttur. Oysa Türk m i l l i­
/ahı" ad l ı ç a l ı şması Avrupa sermayesi­ yetç i leri n i n B at ı 'ya karşı d i re n i ş i n d e
n i n borç l ar yol u i l e Osmanl ı'da nas ı l köylü lerin desteğini a lmaları gerektiği­
b i r i ktisadi bağ ı m l ı l ı k yarattığı n ı gös­ n i düşünür. "Türk Gençlerine Mektup"
termesi açısı ndan önem l i bir katkıd ır. ad l ı Türk Yurdu yaz ı ları nda da, T ü rk
T ü rkiye örneği b i r a n l a mda, Parvus gençlerine bu yönde tavsiyelerde bulu­
için 1 890' ları n ortalarından beri sor­ nur. Parvus'un köylü lerle ilgili yazı ları
guladığı ve "kapital izmin i l l e de gel iş­ bir anlamda i l . Meşrutiyet dönem i n i n
meye yol açacağ ı " ü zerine bina edi­ "Halka Doğru" hareketinin rad ikal bir
306 len klasik Marksist teze karşı adeta bir yoru m u o larak değerlend iri l e b i l i n i r.
kan ı t oluşturmuştur. Beri yandan, Osmanl ı Devleti'nin köy­
Parvus'un üzerinde önemle durdu­ l ü ler için hiçbir şey yapmad ığını, köy­
ğu kon u lardan b i r i s i de Osman l ı ' n ı n l ülerin giderek yoksu l laştığını, devletin
b i r an önce sanayi leşmes i n i n gerekti­ en önemli görevlerinden birisinin köy­
ğidir. Batı ' n ı n iktisadi hakim iyetinden l ü lerin yaşam standartların ı yükseltmek
kurtu lmak için Osman l ı' n ı n kendi sa­ olduğunu bel irtir. Zaten Parvus'a göre
nayi s i n i kurmas ı n ı n önemine d i kkati Osmanlı Devleti'nin bel kemiğini oluş­
çeken Parvus'un mali ve i ktisadi dü­ turan köylü ler devlete hem vergi hem
ş ü nc e l er i n i n gerek İ tt i h at ve Tera k­ asker vermişler, ancak karş ı l ığında hiç­
ki'yi, gerekse de genç Cumhu riyetin bir şey alamamışlard ır.
ayd ın l arı n ı derinden etk i l e d i ğ i n i d ü­ Türkiye'de sadece İttihatç ı larla de­
şünmek yerinde olur. ğ i l , sosyal ist çevrelerle de temas ku-

!erdi. 1 9 1 9 başındaki Alman Spartakist dığı 1921 Ocak ayı sonlarında, Doğu Cep­
hareketini izledikten sonra lstanbul'da hesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa ve
örgütlenmiş ç evreden gelen eği timci Trabzon Valisi (Deli) Hamit Bey'in ayarla­
(Arap) lsmail Hakkı merkez komitesine dıkları bir düzenle yok edilmişlerdir.
seçilmiş, E them Nejat genel sekreter ol­ THIF yöneticileri şubat başında partiyi
muştu. Sovyet devrimi içinde yetişenler­ kapatmakla birlikte kovuşturmaya uğra­
den M. Suphi de başkanlığa geçmişti. mışlar, parti başkanı Nazım Beyin de do­
Ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak ve kunulmazlığı kaldırılarak istiklal Mahke­
ulusal bağımsızlığı sağlamak amacında m esi' nde 1 5 yıla mahküm edilmiştir.
Ankara hükümetiyle işbirliği yapmaya ha­ Onun yanında, Salih Hacıoğlu gibi fırka
zır olan bu grup, M. Kemal Paşa'nın bü­ ileri gelenleri de cezalandırılmıştır. 1921
tün solu tek bir yasal örgüt içinde topla­ güzünde, Sakarya zaferinden sonra Ana­
yıp kendi denetimi alunda tutma politika­ dolu solu yeniden canlanmış, mahkümlar
sıyla çelişmiştir. Bakü'de küçük bir dış bü­ özel bir af yasasıyla salıverilmiştir. THIF
ro bırakarak Türkiye'ye gelen M. Suphi ve 1922 Mart'ında Yeni Hayat adlı bir dergi
arkadaşları , Anadolu'da Çerkez Ethem yayımlamaya başlamıştır. Ankara'da o yı­
ayaklanması nedeniyle yerli solun basurıl- lın! Mayıs'ı parlak bir biçimde kutlanmış-
C U M H U R i Y E T Ö N C E S i N D E S O S Y A L i S T D Ü Ş Ü N C E

ran Parvus, örneğin 1 9 1 2 y ı l ı 1 Ma­ yandan savaş başlar başlamaz İ stan­


yıs' ında ara l a r ı n d a Romen sosya l i st i bu l'da Alman hükümeti i le temasa ge­
Rakovs k i ' n i n d e b u l u nduğu b i r grup çerek, Rusya'da istikrars ı z l ı k yaratmak
sosya l i st l e b i r l i kte İ stan b u l 'd a kutla­ için bu ü lkedeki m i l l iyetçi ve Marksist
m a l a r d üzen l e m i şt i r. Parvus İ stanbul h areketl ere para yard ı m ı ya p ı l m a s ı
y ı l larında ( 1 9 1 0-1 9 1 4) sık sık Balkan i ç i n A l m a n h ü k ü m et i n i i kn a etm i ş,
ü l ke l e r i n e gez i l e r yap m ı ş, orad a k i öze l l i k le Bolşevik'lere önem l i m i ktar­
sosya l ist v e s o l m i l l iyetç i çevrelerle da para n ı n pompalan masında aracı iş­
i l iş k i l e r k u rarak R u s İ m p a rato r l uğu levi görmüştür. Ayrıca Len i n ve Zinov­
içindeki olası m u h a l if ve i mparatorlu­ yev g i b i B o l şevik l iderlerin giz l i b i r
ğu y ı k ı c ı hareket l e re kat k ı d a b u l u n­ trenle 1 9 1 7 Şubat Devrimi'nde ü l keye
mayı hedeflemiştir. girişlerin i ayarlayan da Parvus'tur. Rus
Kondratieff çevr i m l eri olarak b i l inen Ekim Devr i m i ' n i n "Temmuz G ü n l eri"
kapita l iz m i n uzun döneml i dalgaları nı olarak anı lan evresinde Bolşevik'lerin 307
1 890'larda i l k göz l e m l eyenlerden bi­ Kerensky h ükümeti tarafı ndan A l m an
risi olan Parvus, daha sonraları , mali aja n l ığı i l e suçlanmaları n ı n nedeni de
ve i ktisadi saha lardaki derin b i lgileri n i Parvus' la olan "kirli" i l işki lerinden do­
ken d i kişisel zengi n l iğ i n i n artmasında lay ı d ı r. Son o larak, 1 9 1 7 sonrası nda,
da kul lanm ı şt ı r. N itek i m, Osmanl ı'da bütün gayretlerine rağmen Len i n tara­
s iyasi çevrelere yak ı n l ığ ı n ken d i s i n e fından Rusya'ya g i rm e s i n e m ü saade
büyük b i r zeng i n l i k get i re b i l eceğ i n i ed i l me m i ş, hayatı n ı n kalan yı l la r ı n ı
sezen Parvus, Türkiye'de yönetici seç­ Al manya'da Weimar C u m h u riyet i ' n e
kin lere yakı n l ığ ı n ı bu yönde kul lanmış d a n ı ş m a n l ı k y a p a r a k g eç i r m i ş ve
ve özel l i kl e B irinci D ü nya Savaşı'nın 1 924 y ı l ı nd a A l manya' n ı n en zengi n
ç ı kmasıyla spekü latif kazançlar sağla­ kişi lerinden birisi o larak hayata veda
yarak " m i lyoner" dahi olmuştur. Öte etmiştir.

tır. Partinin ilk döneminde belirgin olan bir sosyalist/komünist örgütlenme ol­
lslamla uzlaşma çabasından bu dönemde muştur. Önce Kurtuluş, sonra da Aydınlık
vazgeçilmiş, ama belki bir Yeşilordu kalıtı dergilerini yayımlayan bu çevre, Cumhu­
olarak öteden beri vurgulanan köylülükle riyet'in ilan edildiği günlerde de Vazife
işbirliği ilkesine devam edilmiştir. gazetesini çıkarmış ve 1 923 sonrasında
Ağustos ayında THIF Ankara'da ilk ve yasadışı TKP olarak etkinlik göstermiştir.
son kongresini toplamıştır. Hükümet önce Grubu oluşturan gençlerin çoğu, 1 9 1 9'da
izin vermişken, yabancı delegelerin (Ko­ öğrenci oldukları Almanya'da Spartakist
mintern temsilcilerinin) katılımı nedeniy­ ayaklanmasına tanıklık e tmiş ve Ber­
le izni kaldırınca, toplantı yasadışı olarak lin'de Kurtuluş adında önce Türkçe, son­
yapılmıştır. Rauf Bey kabinesinin partiyi ra Almanca bir dergi çıkararak bir de
kapatmasıyla Anadolu solculuğu sona er­ parti kurmuşlardır. Bunların arasında,
miştir. Bu örgütten d evrimcilikte ısrar ileride Ankara Hükumetinin ilk Ticaret
edenler, Komintern ilişkileri üzerinden ls­ Umum Müdürü olan Vehbi (Prof. San­
tanbul'daki yoldaşlarıyla birleşmişlerdir. dal) , M. Suphiler grubu içinde öldürülen
Marksist Sol. lstanbul'da 1 9 1 9 - 1 923 eğitimciler, (Arap) İsmail Hakkı ve Et­
yılları arasında, Osmanlı Solu'ndan farklı h e m N ej a t , 1 9 25 - 2 6 yıllarında gizli
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

TKP'nin genel sekre­ turmasını p r o t es t o


terliğini yapan Vedat ederke n, b i r yandan
Nedim (Tör) ile Eti­ da "cihan emperyaliz­
bank ve Sümerbank'ı m i " ne karş ı , bütün
kuran m ü h endisler dünya proleterlerinin
vard ı . B u çevrenin yardımıyla kazanılan
milliyetçi duygularını zaferi kutluyordu. Yi­
Marksist terminoloji­ ne d e , T I ÇSF'nin 1
leriyle dile getirdikle­ Mayıs l 923'te dağiltığı
ri söylenebilir. 1 9 1 9 bir bildiriyle TBMM
yazbaşında lstanbul'a yönetimini devirmeye
gelen bu gruba, Fran­ kalkış tığı suçla ması
sa'da tıp okuyan Şefik yapılmış ve Hıyanet-i
Hüsnü (Dr. Değmer) Va taniye Kanunu'na
308 ve pedagoji öğrenimi dayanılarak geniş bir
gören Sadrettin Celal tutuklama yapılmıştır.
(Prof. Antel) gibi baş-. Çevrenin öne çıkan
kalan da katılmıştır. 1908 seçi1nierindii"" tlsküp mebusu ideoloğu konumun­
Böylelikle genişleyen seçüen Teodor Pav"/bfEfendi.
·
daki Şefik Hüsnü, Ba­
Hürriyet ve itilaf Fırkası listesinden
grup , Eylül sonunda seçilen Pavtot sosyalistfikirlerin tı solundaki, aynı so­
Kurtuluş'u aylık dergi takipçisiydi. Ulusal kurtuluş n ul amacı paylaş a n
o l a rak yayımlamaya perspektifinin etkisinde olan Bulgar sosyalist - komünist
sosyalistleri, 1908 Devrimine dek
başlamış ve Türkiye ayrımının bizim ülke­
destekledikleri ittihat ve. Terakki 'nin
lşçi ve Çiftçi Sosyalist Türk miltiyetçiliğinaerı. rahatsızdılar. mizde anlamsız oldu­
F ı rkası'nı ( T l Ç S F ) ğunu ileri sürmektey­
kurmuştur. di. Ona göre, Cum­
Geniş bir "proletarya" tanımından hare­ huriyet öncesindeki Ankara yönetimi,
ket eden ilk Türk Marksistleri, "Kurtu­ ezilen sınıfların ağır basabileceği bir çeşit
luş"un tek yolunun sınıf bilinci edinip an­ halk hükümetiydi. Vedat Nedim de bir
tiemperyalist bir anlayışla sınıf mücadele­ yazısında siyasal özgürlük ve bağımsız­
si yapmaktan ibaret olduğunu düşünüyor­ lık, üretime dayalı ekonomik bir başarıy­
lardı. lstanbul'da gerek Rumların Beynel­ la tamamlanmazsa, bu uğurda dökülen
milel işçiler lttihadı'yla (Paııergatilıi) ve kanların bütün millete ve insanlığa karşı
Ermeni Daşnaklarla, gerekse Osmanlı So­ bir günah ve cinayet olacağını söylüyor­
lu'na dahil sosyalist partilerle ilişki kur­ du. 1923 yazında yapılan "cumhuriyet"
maya çalışan bu grup, Kurtuluş'un yasak­ tartışmalarına Aydııılık yazarları da katıl­
lanması üzerine bir yıldan fazla yayın or­ mıştır. Onlara göre, hanedansız birer hü­
gansız kalmış, ancak 1921 yazından itiba­ kümdarlık olan Avrupa ve Amerika cum­
ren Aydmlılı'ı çıkarmaya başlamıştır. 1 922 huriyetleri, burjuva egemenliğine en el­
Haziran'ında toplanan Komintern'in 4. verişli sınıf hükumetleridir; ama bizde
Kongresi'nde Sadrettin Celal ve Vedat Ne­ ayrıca bir cumhurbaşkanlığı olmamak
dim'in Sakallı Celal'le (Yalnız) birlikte, koşuluyla, devlete Türkiye Halk Cumhu­
Ankara'dan gelen THIF delegelerinin yanı riyeti denilmesinde bir sakınca yoktur.
sıra, Türkiye'yi temsil ettiklerine bakarak, Cumhuriyet'in ilanını izleyen günlerde,
söz konusu çevrenin TKP ile özdeş oldu­ Vazife gazetesi, yapılan anayasa değişikli­
ğunu saptayabiliriz. TKP, bir yandan An­ ğinin ("Sovyetik" diye düşündüğü anlaşı­
kara Hükümeti'nin Anadolu Solunu sus- lan) ulusal egemenlik ve kuvvetler birliği
C U M H U R i Y E T Ö N C E S i N D E S O S Y A L i S T D Ü Ü N C E

ilkesine dayalı Meclis Hükumeti sistemini güç bir sorunla karşı karşıya bırakmıştır.
bozduğunu ileri sürmü.ş, Mübadele uygu­ Sonuçta Sol adına, antiemperyalist ulusal
lamalarını eleştirmişti. Bu organ, Halk kurtuluş davalarına sahip çıkılmıştır. Söz
Fırkası'ndaki iç anlaşmazlıklar üstünde konusu yılların çoğunda, siyasal ortamın
durduktan başka, büyük yabancı şirketle­ baskıcı olması, Sosyalistlerin (aslında
rin devletleştirilmesini de desteklemişti. kendi ödevleri olmayan) liberalizm ve
Ertesi yıl toplanan 5. Komintern Kongre­ burjuva demokrasisi için mücadele etme­
si'nde bu tutum eleştirilince, konuşan lerini de gerektirmiştir.
Türk delegesi, bazı arkadaşlarının "burju­ Solun gerek evrensel değerlerle gerek-
va demokrasisi çevresinde devlet ve bele­ se varlık ve bilgi konularıyla ilgili felsefi
diye sosyalizmini savundukları"nı itiraf sorunları üstünde pek az durulmuştur.
etmiş, ama iç ve dış gericiliğe karşı "dev­ Hatta materyalis t o lması gereken bu
rimci milliyetçilikle işbirliği"nin doğru akım, halkçı (popülist) kaygılarla, birçok
olduğunu öne sürmüştür. ö r n e k te d i n l e uzlaşmalar a r a m ı ş tır.
Sonuç. Bu ülkede Cumhuriyet önce­ Marksistlerimizin bile, felsefi değerlerle 309
sinde Sosyalist düşünce, genel çağdaşlaş­ alışverişlerinin sınırlı kalması ve Sosya-
ma akımının bir parçası olarak, gayri­ lizm idealine araçsal (instnınıentalist) öl-
müslim azınlıklar üstünden Batı'ya öy­ çülerle yaklaşması, bir milli demokratik
künme yoluyla başlamıştır. Birinci Meş­ devrimcilik anlayışıyla, otoriter çağdaş-
ru tiyet'in ilanını izleyen yarım yüzyıl laşmacı iktidarların yabancı şirketleri
içinde, Osmanlı Devleti'nin görece daha milli(devlet)leştirmeleri gibi hareketleri-
gelişkin Balkan topraklarını kaybetmesi, ni desteklemelerine yol açmıştır. Ileriki
geri kalan yerlerde de, Sosyalizmin ger­ yıllarda Komintern politikalarına ayak
çekleşmesi için bel bağlanan işçi sınıfı­ uydurmaları, Türkiyeli Solcuların özgün
nın zayıflığı, hareketin kökleşmesini en­ düşünceler üretmek yerine, hazır klişe
gellemiştir. ve şablonları benimsemeleri sonucu ve­
O dönemde milliyetçiliklerin yüksel­ recektir. Yine de, 1 9 20'li yılların başla-
mesi, bütün etnik grupların Solcularını, rında ortaya koydukları Marksist çözüm-
bu yöndeki taleplerle Sosyalizmin enter­ lemeler, ülke sorunlarının kavranmasına
nasyonalist özünün bağdaştırılması gibi önemli katkılar getirmiştir. O
Osmanlı'da
Toplumbilimin Doğuşu
ZAFER TOPRAK

ürkiye'de toplumbilim sözcüğü Hürriyet"in en etkin ifadesidir. Derginin

T Osmanlı diline "hikmet-i ictima­


iyye", "ilm-i hikmet-i ictimaiy­
ye" , "ilm-i ictimai", ya da "ictimaiyyat"
ilk sayısında yer alan "Mukaddime ve
Program" başlıklı ortak yazılarında Meş­
rutiyet'in üç ünlü fikir ve siyaset adamı
olarak girer. Ancak, bu terimler yanı sıra şu satırlara yer verirler:
sosyoloji sözcüğü de zaman zaman kul­ "Auguste Comte'un 'hikmet-i ictimaiy­
lanılır. ye've Le Play'in 'llm-i cemiyet'e dair aç­
" 1 0 Temmuz lnkılabı"nın daha ilk gün­ tıkları mesalik son zamanlarda o derece
lerinden i tibaren toplumbilim Osmanlı tekemmül etti, o kadar şayan-ı hayret bir
yazınında yer etmeye başlar. "Hikmet-i faaliyet göstermeğe başladı ki şimdi he­
ictimaiyye"ye üzerine yazılar yeni bir top- men her mevzu'a her meseleye tarassu­
1 umsal doku arayışını simgeler: "Cemi­ dat-ı muşikafane ile müdahale eylemekte­
yet-i beşeriyye nasıl muhafaza-i hayat dir. . . Hayat-ı irfan-ı milelde ulum-ı icti­
eder ?" Dönemin sorunu budur.1 maiyyenin bu derece bir mertebe-i re­
ll. Meşrutiyet'in gündeme getirdiği "ic­ fi'aya irtifa edeceğini ihtimal ki vaz'ıları
timaiyyat"ın boyutları bugünkü toplum­ bile ümid etmemişlerdi. "2
bilimden çok daha geniştir. Eli kalem tu­ Ulum-ı Iktisadiyye ve Ictimaiyye Mecmu­
tan herkes "ictimaiyyat"tan söz eder. lcti­ ası, toplumbilim tarihimiz açısından son
maiyyatın çözüm önermediği sorun he­ derece önemli bir kaynaktır. "Nüfus Me­
men hemen yok gibidir. Toplumla ilgilen­ selesi ve Ehemiyet-i Siyasiyye ve lctimaiy­
mek, kişiyi ictimaiyyata sevk eder. lcti­ yesi" (Rıza Tevfik) ; "Devlet ve Cemiyet"
maiyyat orta öğrenimde yer alır. Darülfü­ (Rıza Tevfik) ; "Auguste Comte" (Salih
nun'da okutulur. "Halk için ictimaiyyat" Zeki ) ; " Tas n i f- i U l u m " ( Rıza Tev­
yazılır. Dergilerde ictimaiyyat sütunları­ fik) ; " Avamil-i lctimaiyye" (Ahmet Şu­
nın ayrı bir yeri vardır. Din, aile, çocuk, ayb); "Hikmet-i lctimaiyye" (Bedii Nuri) ;
gençlik, vatan, millet, devlet ictimaiyyatın "Demokrasi ve Sosyalizm" (Asaf Nef'i);
günlük konularıdır. "Kabiliyet-i lctimaiyye" (Bedii N u ri ) ;
ll. Meşrutiyet'in ilk yıllarında toplum­ "Uzviyetler v e Cemiyetler" (Satı') ; "Mü­
bilime geniş yer veren dergi Ahmet Şu­ cadele-i Hayatiyye ve Tekamül-i Cemiy­
ayb, Mehmet Cavit ve Rıza Tevfik'in çı­ yat" (Asaf N ef'i ) ; "Hayat-ı lctimaiyye"
kardıkları Uluın-ı Iktisadiyye ve Ictiınaiyye (Bedii Nuri) , "Sosyalizm Hakkında Tenki­
Mecınuas ı'dır. Bu dergi belki de " llan-ı dat" (Ali Karni) ; "Ulum-ı lctimaiyye" (Be-
O S M A N L l ' D A T O P L U M B I L I M I N D O G U Ş U

dii Nuri) toplumbilimi yakında ilgilendi­ yansıtılmasında önemli işlevler üstlen­


ren yazılardır. mişlerse de, düşünürün görüşlerini Os­
26 sayı yayımlanan Ultim-ı llıtisadiyye ve manlı gerçeğiyle bütünleyen ve Osmanlı
lctimaiyye'de Comte ve Spencer toplumbi­ toplumunun toplumbilimsel çözümleme­
lime açılım odaklarıdır. Durkheim henüz sine giden kişi Ziya Gökalp'tir. Gökalp'in
görünürde yoktur. Durkheim'i Osmanlı yazı yaşamı 1904'lere kadar geriye çekile­
aydınına tanıtacak eser, aşağıda değinece­ bilirse de toplumbilim alanında kalıcı
ğimiz E. Bougle'nin Türkçe'ye çevrilen ürünleri l 9 l 4'lerden sonra belirir.
Ilm-i lctimai Nedir? başlıklı kitaptır. Bu çalışmaları büyük ölçüde Durkheim
Toplumbilim üzerine ilk telif eser taş­ sosyoloj isinden esinlenir. ittihatçı ide­
baskısı bir ders notudur. Ziya Gökalp'in olog, Durkheim'in geliştirdiği kavramlar
Darülfünun'un Edebiyat Şubesi'nde okut­ ışığında topluma bakar. lslam Mecmu­
tuğu llm-i lctima' 64 sayfalık bir kitap ası'nda din sosyolojisine, Yeni Mecmua'da
olarak 1 9 1 3 yılında Hamit Sadi (Selen) aile ve ahlak sosyolojisine eğilir. Ayrıca o
tarafından yayımlanır. Ders notları büyük yıllarda lhtisadiyyat Mecmuası, Milli Te- 31 1
ölçüde Durkheim'den esinlenmiştir. Nite­ tebbular Mecmuası, Muallimler Mecmuası
kim ilk d ers " llm-i lctima'ın Tarihi - ve lctimaiyyat Mecmuası nda toplumbili-
'

Durkheim'den" başlığını taşır. Ayrıca, me yönelik çalışmaları yer alır.


Gaston Richard ve Levy Bruhl'e de gön­ Meşrutiyet toplumbilimi Osmanlı'ya üç
dermeler vardır.3 önemli kavram ve bunlarla bağlantılı üç
Ulum-ı lhtisadiyye ve lctimaiyye Mecmu­ akım kazandırır. B u n lar " tesan ü d " ,
ası, Bougle ve Gökalp'in eserinin ardın­ "halk", "millet" ve "tesanütçülük", "halk­
dan toplumbilimin geçirdiği evreleri Os­ çılık " , " milliyetçilik" tir. Bu kavram ve
manlı 'ya tanıtan en kapsamlı çalışma akımlar aynı zamanda Meşrutiyet aydını
Türk Bilgi Derneği'nin yayın organı Bilgi ile Cumhuriyet Türkiyesi arasındaki köp­
Mecmuası'nda yer alır. Fransız Akademi­ rüleri kurar. Diğer bir deyişle Cumhuri­
si'nden esinlenerek kurulan bu derneğin yet Türkiye's i siyasal yapısı geçmişle tüm
Emrullah Efendi'nin başkanlığında Felse­ bağlarını koparırken, toplumbilimsel dü­
fe ve lctimaiyyat Şubesi vardır.4 şün bir anlamda süreklilik taşır. Meşruti­
Dergide yer alan M. Zekeriya (Sertel)'in yet toplumbilim normları bugün bile et­
"Ferd ve Cemiyet" başlıklı yazısı toplum­ kinliğini sürdürmekte, retorikleşmiş yön­
sal düşüncenin değişik evrelerini ana hat­ leriyle "ideoloji" üretmektedir.
l arıyla verir. Montesquieu, Rousseau ,
Spencer, Darwin, Durkheim, Levy Eruh!, "TESANÜT" VE "TESANÜTÇÜLÜK"
Tarde, Bergson, Fournier, Nordau, günde­
me gelen düşünürlerdir. 5 il. Meşrutiyet toplumbiliminin en gözde
M eşrutiyet toplumbilimini D urkhe­ sözcükleri " tesanüd" ve " tesanü tçü­
im'den arındırılarak ele almak olanaksız­ lük" tür. Fransızca "solidarite" ve "solida­
dır. 1 9 1 Tde ölümü üzerine ltihatçıların risme" sözcüklerinin karşılıklarıdır. Soli­
yan resmi yayın organlarından Yen i Mec­ darizmin ilk Osmanlıca karşılıkları "mes­
mua, Durkheim'a geniş yer ayırır. Nec­ lek-i teavün" , "zaman mektebi" ve "itti­
mettin Sadık (Sadak) ünlü Fransız top­ hadiyyun"dur. Dilimize Meşrutiyet yılla­
lumbilimcisinin yaşamına ve eserlerine rında yapılan çevirilerle girmiştir.
geniş yer verir. Eserlerinden alıntılar ya­ Tesanütçülük Birinci Dünya Savaşı yıl­
yınlanır. Fotoğraflan basılır. 6 larında dergilerin "ictimaiyyat" sütunla­
Genç Kalemler dergisi ve Mustafa Sup­ rında yoğun bir tartışma ortamı bulursa
hi, Durkheim sosyolojisinin Osmanlı'ya da, daha 908 ertesi "ilm-i ictimai" ve
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

312

"ilm-i servet" ders kitaplarında göriilmii­ 1 9 1 2'de yayımlanan Emile Bougle'nin


ye başlar. llm-i lctimai Nedir (Qu'est-ce que la soci­
Ünlü solidarist iktisatçılardan Charles ologie?)'de8 çevirmen Mustafa Suphi, so­
Gide'in dört ciltlik ekonomi politik kita­ lidarizm karşılığı olarak "ittihadiyyun"u
bını llm-i iktisat dersleri başlığıyla Türk­ kullanır. Bu kitap aynı zamanda Durkhe­
çeye çeviren Hasan Hamit, Hasan Tahsin im sosyolojisini Türklere tanıtan ilk eser­
ve Mustafa Zühdü, solidarizmin Osmanlı­ dir. Kitabın önemli bir kısmı Durkhe­
ca karşılığını bulmakta hayli güçlük çe­ im'in geliştirdiği "tevzi'-i amel" yani "iş­
kerler ve en sonunda Mısır'da kullanılış böliimii" üzerinedir. Fransız toplumbi­
şekliyle dilimize aktarırlar. Nitekim 1 909 limcisinin opus magnumu "De la divisi­
yılında kitabın ilk cildinde solidarizm on du travail social" ya da "Toplumsal lş­
karşılığını ilk kez kullanırken çevirmen­ bölümii" başlıklı eserinden mülhemdir.
ler şu açıklamayı yaparlar: "Solidarite, so­ Belirtilen bu son eser Türkçe'ye TBMM
lidarizm kelimelerini Mısır gazetecileri­ Hükumeti Maarif Vekaleti yayını olarak
nin zaman diye tercüme ettiklerini işitti­ 1 9 23 yılında kazandı � ılır.9 Çevirmen
ğimiz cihetle burada da o yolda neşir ve Anayasa Profesörü A. Mithat Metya, ese­
tamimini münasip gördük."7 Zaman söz­ rin Türkçe adı ise " l c timai Taksim-i
cüğü Arapça'da kefil olma, kefillik anla­ Amel"dir. Eserin Cumhuriyet'in kuruldu­
mına gelir. Teavün ise keza Arapça'dır. ğu yıl TBMM tarafından çevriltilmesi il­
Anlamı yardımlaşmadır. ginçtir. Diğer önemli bir nokta Türkçe çe­
llk toplumbilim kitabı çevirisi olan ve viri ikinci baskıdan yapılmıştır. Bu baskı-
O S M A N L l ' D A T O P L U M B I L I M / N D O G U Ş U

da Durkheim'in meslek ahlakı üzerine ge­ ğunu vurgularlar; ancak "bırakın yapsın­
niş bir girişi vardır. Durkheim üzerine ya­ lar, bırakın geçsinler" düsturuyla adaleti
zanlar bu baskıya son derece önem atfe­ yadsırlar.
derler. Kolektivistler ise, salt maddi kaygılarla,
"Tesanüt" gerek M eşrutiyet, gerekse adalete arka çıkarlar, toplumu mutluluğu
Tek Parti Cumhuriyet toplumbilimine ve paylaştıracak bir güç olarak görürler; in­
toplum felsefesine hakim bir sözcüktür. sanın tek varlık nedeni özgürlüğünü yi­
Solidarizm ya da yaygın kullanımıyla te­ tirmesine yol açacak sözde bir adalet site­
san ü tçül ük (daya nışmacılık) l ttihatçı sini (cite de justice) otoriter yöntemlerle
ide ologların gündeme getirdikleri ve kurmaya kalkışırlar.
Tek-Parti Türkiyesi"ne açılımı olan bir Solidarizm, her iki öğretinin sakıncala­
toplumsal öğretidir. Bir ara, dil devrimi rını giderecek adaletle özgürlüğü aynı po­
ile birlikte "bağlılık"a dönüşür. Bugünkü tada bağdaştıracak, ekonomizmle sosya­
toplumbilim kitaplarında ise "dayanış­ lizmi uzlaştıracak bir çözüm peşindedir.
macılık" solidarizmin karşılığı olarak Diğer bir deyişle, teşebbüs serbestiyeti ve 3 13
kullanılır. mülkiyetin dokunulmazlığına gölge dü­
Birinci Dünya Savaşı yıllarında toplum­ şürmeksizin liberalizmle sosyalizm arası
bilimle ilgili yazılara geniş yer veren Yeni bir "orta yol" arar. Solidarizm, ekonomi-
Mecmua, solidarizme "icLimaiyyat"la ilgili de devlet müdahaleciliğini öneren, çalı-
hemen her yazısında yer verir. Solidarizm şanları ve güçsüzleri gözeten, sosyal
toplumbilimin Osmanlı için çizdiği yö­ mevzuatı gündemine alan, toplumsal ya-
rüngedir. Bu yazılar Meşrutiyet yıllarında şamda sınıf çatışmasının gereksizliğine
toplumbilime atfedilen önemin somut ka­ inanan, çelişkiden arınmış, uzlaşma esa-
nıtlarıdır. Dergi yazarları Ziya Gökalp, Te­ sına dayalı organik dayanışmayı (tesanü-
kin Alp, Necmettin Sadık, A. MithaL, Ha­ dü) benimseyen, laik eğitimi savunan,
lim Sabit, Ahmet Emin, M. Zekeriya soli­ pasHist, uzlaşmacı bir öğretidir.
darizmle dirsek temaslarını hemen her Yukardaki ilkelerden de anlaşılacağı gi­
yazılarında sürdürürler. Ancak, solidariz­ bi, var olan toplumsal yapıyı veri olarak
min Osmanlı'ya özgü kuramsal çerçevesi alır, kapitalizmin doğurabileceği sosyal
büyük ölçüde Gökalp ve Tekin Alp'in ese­ adaletsizlikleri parlamenter yoldan gider­
ridir. meyi amaçlar. Evrimci, ahlakçı, Bentham
Solidarizm, III. Cumhuriyet Fransa­ faydacılığını Fransa'ya yansıtan bir dü­
sı'nın bir anlamda resmi ideolojisidir. Ra­ şüncedir.
dikal Parti'nin benimsediği bir öğretidir. Solidarist çevrelerde sosyalizme dost
Filozof-politikacı, bir ara başbakan, Leon bir tavır alınır. Ancak, toplumsal değişik­
Bourgeois başta olmak üzere, Alfred Fo­ lik solidarizmin gündeminde yoktur. Öte
uillee, Alexandre Millerand, Charles Se­ yandan, eşitsizliğin kaynağına inilmeksi­
ignobos, Ferdinand Buisson, Charles Gi­ zin, sosyal adalet ilkesi benimsenir. Bazı
de, Gustave Geffroy gibi birçok düşünü­ çevreler, solidarizmi bir tür liberal sosya­
rü çevresinde toplar. 1 0 Solidarizm , 1 9 . lizm olarak nitelerler. Fakat sosyalizmin
yüzyıl ekonomist v e sosyalist öğretileri­ politik silahı sınıf çatışması solidarizmde
nin toplumsal sorunu saptamalarına rağ­ yerini işbirliği ve dayanışma ilkelerine
men tutarlı bir çözüm getiremediklerini bırakır.
ileri sürer. Solidarizm Birinci Dünya Savaşı'nın kar­
Ekonomistler, çabanın bireyi yükseltti­ gaşa ortamında lttihatçı çevrelerde kısa sü­
ğini, gayretin onu güçlü kıldığını, rekabe­ rede yandaş bulur. Cemiyet'in yarı resmi
tin bir ayıklama ve ilerleme unsuru oldu- yayın organı Yeni Mecmua, "tesanütçülük"
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

resine aza olarak katı l d ı . 1 9 1 0'da Ce­


M. Ziya Gökalp m iyet'in Selanik'teki İdadT'sinde sosyo­
H A M İ T B OZARSLAN loj i dersleri vermeye başladı . 1 9 1 1 yı­
l ı ndan itibaren Gökalp ismini ku l l an­
maya ve Türk Yurdu dergisinde yazma­
ya b a ş l ad ı . Ay n ı y ı l l a rda Tura n c ı l ı k
doktr i n i n i n savunucu ları arasında yer
aldı. Kısa zamanda İ ittihad ve Terakki
Cem iyet i ' n i n en önem l i ideologların­
dan biri haline gelen Gökalp l 9 1 2 'de
İstanbul'a yerleşti. Türk Ocağı'nda fa­
Sosyolog. Gençliğinde hocaları Yorgaki
aliyet gösterdi . 1 8 Nisan 1 9 1 2'de açılıp
Efendi ve İzzet Efendi'nin tesirinde ka­
1 8 Ağustos 1 9 1 2'te feshedilen Mecl is'te
314 lan Diyarbekirli Ziya Gökalp askeri rüş­
mebus olarak yer aldı. 1 9 1 3 'te Maarif
d iyede okudu . 1 894'de b i r intihar te­
nazırlığını kabul etmeyen Gökalp Da­
şebbüsünde bulundu. i l k defa "Mu z ı r
rülfünCın'da "içtimaiyat'' dersleri verme­
evrak" okumak suçundan olmak üzere,
ye başladı . 1 91 9'da İttihatcı faaliyetler­
1 898-1 900 arasında birkaç kez tutuk­
de bulunmak ve Ermeni kırımına katıl­
landı . D i yarbekir Vilayeti Maarif müfet­
mak suçlarından tutuklandı ve İngil iz­
t i ş l iğinde b u l u n d u . 1 904'ten itibaren
lerce Malta'ya sürgün edi l d i . 1 92 1 'de
yoğu n yay ı n faa l iyetleri i l e tan ı n d ı .
Malta dönüşü Ankara'ya ve daha sonra
Meşrutiyet'in i lanından kısa bir süre ön­ Diyarbekir'e yerleşti. Kemalist harekete
ce Anadolu'da başlayan Genç Türk fa­ yaklaştı ve Mustafa Kemal'e "istida"lar
aliyetlerine katıldı. Aralarında 1 909'da sundu . H a l k F ı rkas ı ' n ı n "Dokuz U m ­
yay ı m l an a n Kürd Tea vün ve Terakki de"lerinin hazırlanma aşamasında aktif
Caze tesi' n i n de bulu nduğu baz ı Kürt bir rol oynad ı . 1 923'te Diyarbekir me­
kaynakları, Meşrutiyet sonrasında Gö­ busu olarak atand ı. Ölümüne kadar yo­
kalp' i n k ü l tü rel K ü rt m i l l iyetç i leri i l e ğun yayın faa l i yetlerinde b u lu nmaya
i l işkide olduğunu göstermekte. Ayn ı dö­ devam etti. Gökalp hem pozitivist bir
nemde İttihat ve Terakki Cemiyeti' n i n sosyolog hem de Türk m i l l iyetçi l iğinin
D i yarbek i r şubes i n i n k u ru l m a s ı n d a ideologlarından biri olarak bilinmekte.
öneml i bir rol ald ı. l 909'da b u şehi rde Kend isini E m i l e Durkheim'ın şagird l e­
ç ıkan Peyman gazetesinde yazı hayatı­ rinden biri o larak tan ı m layan Gökalp,
na devam etti. 1 909' da İttihat ve Terak­ Ahmet Rıza gibi bazı ittihatçıların bağ l ı
ki'nin Selan ik'te yap ı lan umumi kong- bulunduğu Comte ekolünün dışında yer

adı alunda solidarizme geniş yer ayım. Te­ yişle, solidarizmde "iktisadi sınıflar"ın
kin Alp on iki kez makalelerine "Tesanüt­ kaldırılması amaçlanır.
çülük" başlığı atar. Gökalp'in geliştirdiği Gökalp, bireycilikle toplumculuk ara­
"halkçılık" solidarizmden esinlenir. sında "tezat" ya da bugünkü deyişle çeliş­
G ökalp'e göre, s o lidarizm "i ctimai ki olmadığını ileri sürer. Bireycilikle top­
halkçılık" tır. Siyasal demokrasinin siyasal lumculuğu uzlaşurarak her ikisini de ay­
düzeyde gerçekleştirdiği eşitliği iktisadi nı potada eriten yeni bir toplumsal öğreti­
alanda uygulamaya çalışır; diğer bir de- de, tesanütçülükte karar kılar.
O S M A N L l ' D A T O P L U M B I L I M I N D O G U Ş U

aldı. Ayn ı zamanda Tarde, Fou i l l e -ve


bazen sert b i r sek i l d e eleştirdiği- Le
Bon'dan da etkilend i . Türkiye'de kor­
porat i s t d ü ş ü n c e n i n ge l i ş m e s i n d e
önemli rol oynadı (bununla birl ikte Ta­
ha Parla' n ı n önerdiği gibi Göka l p' i n
korporatizminin h e m Avrupa'daki faşist
korporatizmden hem de daha sonraki
y ı l l a rd a T ü rkiye'de -öz e l l i k l e rad i ka l
sağ akımlar tarafından- geliştirilen bazı
korporatif model lerden oldukça uzak
olduğunu, daha ziyade solidarist bir ni­
t e l i k taş ı d ı ğ ı n ı tesl i m etmek gerekl i .)
Gökalp Durkheim'i, sosyoloj i n i n ger­ 315
çek başlangıcı olarak kabul etmekteydi .
Geliştirdiği sistemin Durkheim'dan etki­
lendiği kuşku götürmezse de, iki düşü­
nür arasında önem l i bazı farkların oldu­
Ziya Gökalp Türk düşün dünyasının
ğu gözl emlenmekte. Gökalp'de m i l l i­ simge isimlerinden biridir.
yetç i l i k Durkheim'in içtimai işbölümü­
n ü n yer i n i a l maktayd ı . D u rk h e i m ' i n araştırma konusu o larak kabul etti ğ i
sosyoloj isindeki sosyal olgular (faits so­ kolektif şuur, Gökalp tarafından gelece­
ciaux) Gökalp i ç i n normatif amaçlar ği aydınlatan bir "mefküre" ve kolektif
h a l i n i a l maktayd ı . D u rkheim, sosyal hüviyetin değişmez bir unsuru o larak
i l iş k i l erden çok modern topl u m l arda kabul edi lmekteydi . Böylece Durkheim
normatif değerlerin kabu l e d i l mes i n i sosyoloj i s i n i m i l let ol uşturma n ı n i l mi
sosyoloj inin temel konusu o larak kabul dayanağı haline getiren Gökalp, Adnan
etmekteyd i . Gökalp, sosyolojiyi doğru­ Adıvar'ı n tanımıyla pozitivizmin Türki­
dan normatif sosyal bir model in oluştu­ ye'de neredeyse m i l l i bir din olarak yer­
ru l m a s ı i ç i n gerekl i b i r metot o larak leşmesinde önemli bir rol oynad ı. Fran­
görmekteyd i . Durkheim i ç i n normatif s ı z sosyologu Alain Roussi l lon'un da
bir içeriğe sahip olmayan "tesanüt" (da­ Mısır ve Türkiye üzerine karşılaştırmalı
yan ı şma) Göka l p için içti mai ve m i l l i bir araştırmasında bel irttiği gibi, Gökalp
b i r hedef oluşturmaktaydı . Durkheim'in "modern izmde eleme" yol uyla "Türk
bir sosya l olgu (fa i t soc i a l ) ya da bir modern i z m i n i " o l u şturmayı h edefle-

Gökalp'e göre solidarizm, Türk huku­ !er her iki mülkiyet ilişkisini de gündem­
kunun dogasında vardır. Bu nedenle tesa­ lerine almışlardır. Osmanlı Arazi Kanun­
nü tçülük "milli bir m eslek", ulusal bir namesi'nde "tasarruf' ferdi ya da bireysel
öğretidir. Özellikle, geleneksel Osmanlı mülkiyeti, "rakabe" ise ictimai ya da top­
toprak hukuku bunun somut kanıtıdır. lumsal mülkiyeti ifade eder.
Bireyciler salt bireysel ya da özel mülki­ Gökalp, tesanütçülerin uz]aşurıcı mül­
yeti, toplumcular ise toplumsal ya da ka­ kiyet ilişkilerini salt topraga hasretmedik­
mu mülkiyetini benimserken, tesanütçü- lerini, üretim aracı niteligi taşıyan diğer
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

mekteyd i . Normatif amaçları a rasında el eşti rmekteyd i . Konsensüs yan l ı s ı ve


d üşüncen in Türkleşmesi n i n de bulun­ tutucu Durkheim, her türlü istibdada
duğu Gökalp, gerçekte Batı düşünce karşıyd ı . Bir komitacı zihniyetine sahip
kaynakları n ı n , yarı m istik yarı i l mi ek­ Gökalp ise -yazdı kların ı anlamaktan bi­
lektik bir sentezini mümkün k ı l d ı . Taha le aciz olan- İttihat ve Terakki dönemi­
Parla' n ı n vurgulad ığı Gökalp'in "ide­ nin meşruiyet mekanizmalarını ü reten
al ist" epistemolojisi ile "pozitivist" yön­ b i r ideologd u . ideolog olarak Gökalp
tem i arasındaki çel işki de bu eklektiz­ 1 908 sonrası yaygınlaşan ferdi haklar
m i n kaç ı n ı l maz bir sonucuydu. H i l m i söylemini sistematik bir şekilde reddet­
Ziya Ü l ken' in de belirttiği gibi, 2 0 . asrın mekteyd i . Onun için "hak yok vaz ife
başında Türk entelektüelleri çok haşin v a r" d ı ve m o d e r n to p l u m u n b i re y i
bu ldukları materyal iz m i de, çok ferdi "gözleri n i kapar, vaz i fes i n i yapar"d ı .
değerlend i rd ikleri idea l izmi de kabul Dahi ler ve kahramanlar dışındaki fertler
316 edemiyorlard ı . Eklektizm bu koşullarda "büyük bir kıymeti haiz değiller" diyen
bir kaçamak haline gelmekteydi . Örne­ Gökalp, Durkheim sosyoloj isinde bel i r­
ğin Gökalp bazen fazla materyal ist bul­ leyici ol mamakla birlikte önemli bir rol
duğu Durkeh im'ın "eksiklikleri n i", psi­ oynayan "fert" kavramını da küçümse­
kolojiye ya da ruha ağırl ık veren Fran­ mekteyd i . Ona göre "Mil l i hars yal n ı z
s ı z d üşünürlerin katkı l arıyla "tamam lı­ dahi lerin fikirlerinde, kahramanların fi­
yor''du. Ü lken'in de bel irttiği gibi, sos­ i l l erinde tecel l i eder. Bu iki nev'i fertler
yoloj ik anket yöntem inin normatif ide­ temsili (representatif) bir mah iyeti haiz­
a l lere u laşmaya el vermediği a n larda, d ir". Statülerini sadece "tahsil"e borçlu
fı k ı h m etodu n a da başvura b i l iyord u . " m ütefekki rler" b i l e " d a h i ve ka h ra­
Eklektizmin -Prens Sabahaddin d ı şında manlar"dan oluşan "mi lletin güzideleri"
·
hemen hemen bütün son dönem Os­ arasında yer a lamazlard ı . Talat Paşa ve
m a n l ı d ü ş ü n ü r l e r i n i b e l i rl eyen- en M u stafa K e m a l P a ş a ' y a yazd ı ğ ı ve
önem l i özel l iği i se Fransız ve Alman D u rkheim g i b i b i r sosyologun ancak
d ü şünce a k ı m ları n ı n yerel bir s i mya araştı rı l ması gereken "sosyal bir olgu"
i ç i n d e değerlen d i r i l m es i yd i . Gökalp, olarak kabul edebi l eceği meth iyel er,
Hegel ve Schell ing gibi pek iyi tanıma­ Gökalp'i n bu iki cemaat-üstü kategori­
d ığı Alman düşünürlerinin "Fransızların ye duyduğu hayranl ığı d i le getirmektey­
aksi olarak devleti takviye edecek esas­ d i . Hal ide Edib Adıvar ve Yusuf Hikmet
lar" önerd i klerini yazmakta ve onlardan Bayur'un da belirtti kleri gibi, Gökalp'in
yola çıkarak Fransız İhtilali'ni -ve doğal hem şiirlerinde hem de nesrinde gel i şti­
olarak i l . Meşrutiyet sonrası "anarşi"yi- rilen bu düşünceleri total iter bir dünya

"mülk"lere de yaydıklarını ileri sürer: Ör­ tasarruf bir tapu, yani "ictimai bir memu­
neğin, ormanlar, sular, madenler, demir­ riyet" niteliğindedir. Birey üretim araçla­
yolları, gemiler gibi fabrikalar da, toprak rını gereğince kullanmazsa, tıpkı toprakta
gibi bu iki mülkiyet ilişkisi ışığında ele olduğu gibi devlet müdahale etme gereği
alınmalıdır. duyar. Çünkü tüm üretim araçlarının "ra­
Bir fabrika işletilmez, atıl bırakılsa bu kabesi" , gerçek sahipliği devlete aittir. Bi­
fabrika üzerindeki özel mülkiyet "sakıt" reylerin bu üretim araçlarında ancak "ta­
olur; kalkar. Türk hukukuna göre, ferdi sarruf' hakları bulunur. Bu nedenle dev-
O S M A N L l ' D A T O P L U M B I L I M I N D O G U Ş U

görüşünün yansımaları olarak kabul et­ Bununla birlikte bir hedef olarak Türk­
mek mümkün. leşmek, m i l l i bir hars ı n oluşmas ı n ı ge­
İdeolog olarak Gökalp'in temel ama­ rekli k ı lmaktaydı . Gökalp'in hars kavra­
cı ise Türk m i l l iyetç i l iğinin bir doktrin mı açı kça Alman düşüncesindeki ktıltur
olarak oluşturu lması ve i l . Meşrutiyet kavra m ı n a denk düşmekteyd i . Geme­
dönemi fikir kargaşa ları n ı n gideril me­ inshaft' ın temel unsuru olarak hars, za­
siyd i . Bu hareketler arasında Batıcıl ık, yıf bir m i l leti güçlü kılan olguydu. Türk­
İslam c ı l ı k -bazı İslamcı lar tarafı ndan da leşme aynı zamanda siyasi bir bütünlü­
kabul edi len- Osmanlıcıl ı k, M i l l iyetçilik ğün oluşması anlamına gelmekteyd i .
ve sosyal b i r m u kaveleyi öngören ve Bu siyasi bütü n l ük, tersanelerinden
m i l l iyetçil ikleri reddeden l i bera l izm bu­ trenlerine kadar her şeyin Türk olduğu
l u n maktayd ı . Osma n l ı c ı l ığa ve l ibera­ ve "Boşoların" bulunmadığı bir ü lkeni n
l izme şiddetle karşı olan Gökalp, geriye oluştu r u l m a s ı a n l a m ı n a gelmekteyd i .
kalan üç fikir hareketi arasında bir sen­ Gökalp'in B i rinci Dünya Savaşı döne­ 31 7
tez oluşturdu. B i r benzeri daha önce - m indeki İ ittihat ve Terakki icraatın ı tü­
Gökalp'in şahsen tan ıd ığı Azeri H üse­ müyle desteklediği ve Ermeni katliam­
yinzade Ali tarafından sunulan bu sen­ ları n ı meşrulaştırd ığı b i l i nmekte. Ne var
tez, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasır­ ki savaşın Turancı projeleri akim bırak­
laşmak a d ı y l a 1 9 1 B ' d e yay ı m l a n d ı . ması, Göka l p' i n Türkleşmek hedefi n i
1 923 'te yayınlanan Türkçülüğün Esas­ yeniden değerlendirmesini zorun l u kıl­
ları bu eserdeki bazı konuları derinleşti­ maktaydı . 1 923'te çizdiği yeni çerçeve­
riyor ve özell ikle de İttihatcıların Turan de, T ü rk l eşmek i l k aşamada T ü rk iye
idea l i n i n B irinci D ünya Savaşı'nda uğ­ Türklerin i n bütünleşmesi anlamına gel­
radığı hezimetten sonra Türk m i l l iyetçi­ mekteydi . İkinci aşama Oğuz Türkleri­
l iğine yen i bir ist i ka met gösteriyordu . n i n -Türkiye, İran ve Azerbaycan Türk­
Gökalp'in i lk şiarı, Türkleşmek, seman­ leri-, son aşama ise tüm Türklerin b i r
tik an lamda Türklüğün bir olgudan çok a raya gel mes i n i ö n gö r m e k t e y d i .
bir hedef olduğunu açıkça göstermek­ 1 923'te sunulan bu uzun erim l i prog­
teydi . Fakat, Gökalp için ı rki bir temele ram, savaşa rağmen Göka l p' in fikirle­
dayan mayan Türk l ü k şuuru, ayn ı za­ rinde temel b i r değ i ş i m i n o l m a d ığ ı n ı
manda tarih-ötesi bir niteliğe sahipti ve göstermekte. 7 Mart 1 9 1 1 'de yayım la­
bu an lamda, m i l l i hüviyetin tek değiş­ dığı "Turan" ad l ı şi irinde Gökal p "Va­
mez unsuru n u o l u şturma ktayd ı . Tarih tan ne Türkiye'dir Türkler'e ne Türkis­
boyunca birçok kez din ve medeniyet tan . Vatan büyük ve m üebbet bir ü l ke­
değiştirm i ş olan Türkler, Türk l ü kleri n i d i r : Tu ra n " d e m ekteyd i . Tu ra n , G ö­
h e r zaman korumuş bulunmaktaydı lar. kalp'in -çocuksu yönleri ağır basan- şi-

Jet, gerek görürse, bireylere ait tasarruf kişi özgürlüğüyle toplumsal adaleti, özel
bedellerini ödeme koşuluyla, rakabesi mülkiyetle toplumsal mülkiyeti uzlaştır­
kendisine ait olan toprak ve fabrikaları is­ mayı amaçlar. 1 1
timlak edebilir. Bu yolla tüm üretim araç­ Gökalp'in solidarizmi sosyal devlete yö­
larını toplumsallaştırmak ( içtimaileşti­ nelik öğeler içerir. Liberal, ya da "jandar­
mek) ya da"na-ehil ellerden alıp ehliyetli ma" devlet Gökalp için yetersizdir. Devlet
ellere vermek" mümkündür. Nitekim, so­ toplumsal hayata katılmalı, düzenleyici,
lidarizmden esinlenen gerçek halkçılık, yönlendirici işlevler üstlenmelidir. Bu ne-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

i rl erindeki " Kı z ı l E l ma " n ı n başka b i r bulunmaktayd ı . D i n i neredeyse ahlaki


a d ı yd ı . B u yön üy l e G ö ka l p ' i n eseri ve sosyal bir olgu olarak değerlend iren
Cumhuriyet' in daha sonraki yıllarındaki Gökalp, medeniyeti normatif bir hedef
radikal-sağcı - Turancı akımı besleyen hal ine geti rmekteydi . Gökalp için sos­
temel kaynaklardan biri haline gel iyor­ yoloj i, bel l i b i r ölçüde, el itin medeni­
du. Gökalp' in ikinci şiarı İslamlaşmak, yete varmas ı n ı -ve meden iyeti avama
hem Gökalp' i n gençlik yıllarında aldığı dayatmasını- mümkün k ı labi lecek bir
d ini terbiye i l e hem de i l . Meşrutiyet vasıta id i . Bu an lam ıyla, Gökalp Com­
sonrası fikir hareketleri i l e ilgili bir şiar­ te'un aksine evrensel medeniyet konu­
d ı . Gökalp d i ni / ah laki değerlere ve bu sunda oldukça kuşku lu olan Durkhe­
değerlerin bel irlediği hadlere sahip ol­ im'dan da, gesselschaft olarak tan ımla­
mayan bir cemaat düşünememekteydi . d ığı medeniyet konusunda radikal eleş­
Devlete itaatı b i r nas olarak kabul eden t i r i l e r get i ren A l m an d ü ş ü n ürü We­
318 d i n sadece rej i m i sti k rarlaşt ı r ı c ı b i r ber'den de, en ileri medeniyetin çöküş
meşruiyet aracı deği ldi. Ayn ı zamanda hal indeki medeniyet olduğunu d ü şü­
"halk"ın i ltisak unsurları ndan b i riyd i . nen Pareto'dan da uzaklaşmaktayd ı .
D i n , yine Göka l p' i n öngördüğü Batı Daha da garibi, Batı medeniyetine hay­
m edeniyetine katı l m a n ı n kaç ı n ı l maz ran l ı k duyan Gökalp, bu medeniyetin
olarak getireceği olumsuz etkilere karşı kaç ı n ı l maz bir koşulu olduğu düşünü­
b i r denge unsuru da oluşturmaktayd ı . lebi len kozmpol itizme de şiddetle kar­
B u anlamıyla -daha sonra Kemalist dö­ şıyd ı . Türk talebelerinin Avrupa'ya gön­
nemde öngörüldüğü gibi- elitlerin d i ni derilmemelerin i ve Türkiye'de "muas­
sahaya doğrudan bir m üdaheleleri söz sırlaşmaları"nı kozmopol itizm önünde
konusu o lamazd ı . D i ni sahayı avama öne m l i bir engel olarak görmekteyd i .
b ı rakan Gökalp, avama bırakılamaya­ İdeolog Gökalp' i n b u eklektik sentezi­
cak kadar ciddi bir mesele olan mede­ nin İslamcı ve m i l l iyetçi düşünürler ta­
n iyet konusunda çok daha radikal bir rafından eleştiri l d i ğ i n i , hatta, bel l i b i r
tavı r takınmaktayd ı . Meden iyet konu­ ö lçüde, entel ektü e l an lamda "yet i m "
sunda ancak "güzideler" karar verebi­ bir sentez olarak k a l d ı ğ ı n ı söyleyebil­
l irdi . Batı medeniyetine katılmak, tarih mek m ü m k ü n . İ s l a m c ı l a r (H. Kaz ı m
boyunca birkaç kez medeniyet değiştir­ Kadri, Mehmet Doğan, Mustafa Müftü­
m i ş olan Türklerin 20. asırdaki varl ı k oğlu ... ) Gökalp'in "muassırlaşma" yolu
koşu l u i d i . B at ı m eden iyeti bel l i b i r i l e Batı meden iyet i n i kabul etmek ve
coğrafi alanla ya d a tarihi b i r kesitle sı­ "Türkç ü l ü k" hedefi i le İ slam birli $ i n i ,
n ırlanmayan, evrensel bir niteliğe sahip Osman l ı l ığ ı v e Anadol u Türklüğünü

denle toplumsal mülkiyet kaçınılmazdır. mek için, Batı iktisatçıları ve toplumbi­


Gökalp'in deyimleriyle "fertçilik"le "ic­ limcileri arasında yaygın kullanımı olan
timaicilik" telif edilmeli, "ferdi mülki­ "artık değer"den yola çıkar. "Fazla temet­
yet"le "ictimai mülkiyet" birlikte ele alın­ tü", Fransızca "plus value"nün o günkü
malıdır. Bu bağlamda kişi özgürlüğüyle Türkçesidir. Toplumsal mülkiyetle birlik­
toplumsal adalete eşit ağırlık tanımak ge­ te kamu girişimlerinden (cemiyet teşeb­
rekir.12 büslerinden) doğacak artık değerler top­
Gökalp, toplumsal adaleti gerçekleştir- luma mal edilecektir. Toplumsal adaletin
O S M A N L l ' D A T O P L U M B I L I M I N D O G U Ş U

zayıflatmakla suçlamaktayd ı lar. "Os­ zin, mimarı tarafından öngörü lemeyen


man l ı Anadolu m i l l l iyetç i l iği " n i savu­ bazı sorunlar yaratması kaç ı n ı l mazd ı .
nan ve İslamı " m i l letin hayati kuvvet Sentez in normatif hedeflerinden her bi­
kaynağı" olarak değerlendiren N u rettin ri toplumun bir kanadı n ı devletin meş­
Topçu, "Turanc ı l ı k davası n ı b i r serap" ru iyet kaynaklarından biri haline geti­
olarak görmekteydi . Türk m i l l iyetç i l iği­ rirken, diğer bir kanadı n ı sistematik bir
nin öne m l i s i malarından Erol Güngör b i ç i mde d ışta l amakta ya d a d ü şman
ise, Ziya Gökalp'in "pratik bir endişeye o larak a l g ı lamaktayd ı . "Tü rk l eşmek"
dayanan" "kültür ve meden iyet ayrımı­ Türkleri s isteme entegre ediyor, fakat
nı", "kuvvetli ve kök l ü yerli Türk kültü­ Kürtleri ve diğer grupları d ışl ıyordu. "İs­
rünün parçalanması"nın sebeplerinden lam laşmak" Sünni grubu meşrulaştırır­
biri olarak değerlendiriyordu. Ziya Gö­ ken, Alevi grubu dışlıyordu. "Muassı r­
kalp'in -İslamdan n ispeten arınd ırılmış­ laşmak" ise Batı l ı laşm ış bir e l iti siste­
Türkçü/üğün Esasları eseri n i "Türkçü lü­ m i n meşru iyet kaynağı o l arak kabu l 319
ğün nasları" ol arak değerlend iren H. e d i yor, a m a her z a m a n k i n d e n d a h a
Namık Orkun ise, sentezin İslami bo­ fazla Batı l ı laşm ı ş o l a n b i r top l u m u n ,
yutunu kabul etmemekteyd i . Bununla devletin kendisine "medeniyet" dayat­
birl i kte, Göka l p ' i n üçlü d enklem i n i n mas ı n ı kab u l etmeyen katman l a r ı n ı
Kemal i st dönemde gen i ş bir uyganım düşman i lan ediyordu . Bunun hem Ke­
alan ı b u l d uğu söyleneb i l i r (Sentez i n malist dönemde hem de çok-parti l i dö­
"İslamlaşmak" boyutunu kısmen törpe­ nemde şiddete dayalı muhalefetlere yol
lemekle b i rl i kte, Kema l i st iktidar d i ni açtığını söylemek mümkün. M i l l iyetçi­
referansın meşruiyet aracı olarak kul la­ l iği, İslamcı lığı ve Batı l ılaşmayı bir po­
n ı l masından vazgeçmedi). Fakat sente­ tada eriten ve böylelikle her tür tartış­
zin siyasi itibarını, tam anlam ıyla itiba­ mayı imkansız kı lan Gökalp'in sente­
r ı n ı yen iden kazanması 1 9 70'l erdeki zinde "siyaset" mefhumu yer almıyor­
M i l l i yetç i Cephe i k t i d a r l a r ı ve daha du. Öze l l ikle Osmanl ı l iberal hareketi­
sonraki 1 2 Eyl ü l darbesi ile sağlandı . n i n savunduğu siyasi h ürriyetler, Gö­
Ayd ı n l a r Ocağı'nca hazırlanan ve bu kalp'in sentezinde yerlerin i "erkeği n
yıllardaki devlet politikasına damgasını kurduğu devlet"e v e "hak yok, vazi fe
vuran "Türk-İslam-Batı Sentezi " büyük var düsturunu kaide ittihaz eden idare-i
ölçüde, l 976'da 1 00. doğum yılı kutla­ örfiye sayesinde idame" edi len "zapt-ü
nan Gökalp'in eserlerine dayanmaktay­ rapt"a b ı rakm ıştı . Gökalp dönem i ve
d ı . Gökalp'in sentezi Osma n l ı İmpara­ sonrasında bu "siyaset eksikliği"n in de
torluğu'n u n çöküş yıl larında hazırlan­ şiddetin önem l i bir kaynağını oluştur­
m ı şt ı . Cu m huriyet döneminde, sente- duğu söyleneb i l i r.

gerçekleşmesi uğruna bu gelirle "mağdur Gökalp'in gündeme getirdiği solidarist


sınıflar" sefaletten kurtarılacak, bu kesi­ öğreti Fransız toplumbiliminden esinle­
min geleceği güvence altına alınacaktır. nir. Nitekim "tesanüt" (solidarite) Durk­
Sosyal güvenlik, genel sigorta, hayır ce­ heim'ın baştacı ettiği bir kavramdır. Meş­
miyetleri toplumsal mülkiyetten kaynak­ ru tiyet'in ilk yıllarında, "ilm'i içtimai"
lanan fonlarla finanse edilecek, tüm Os­ sözcüğüyle Osmanlı aydını Fransız top­
manlı çocuklarına parasız yatılı eğitim lumbilimiyle tanışır. Bu arada, Alman
olanakları devletçe sağlanacaktır. sosyal demokrat fikir hareketinin ilk etki-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

!eri Osmanlı aydın çevrelerinde görülme­ lu düzeni veri olarak alır. Toplumsal dü­
ye başlar. Tekin Alp, ekonomik ve top­ zeni satsacak kökten dönüşümlerden ka­
lumsal düşüncede sosyal demokrat gö­ çınır. Tekin Alp'e göre, solidarizm yürür-
rüşlere geniş yer veren bir l ttihatçıdır. 1 ükteki ve geçerli hukuki ve toplumsal
" içtimai siyaset" ilk kez Tekin Alp'in yazı­ örgütte "inkılab"a başvurmaya gerek gör­
larıyla geniş yankı uyandırır. mez. Hukuki ve toplumsal düzen aynen
Gökalp'in "fazla temettü" adını verdiği devam etmeli, ancak, toplumsal düzenin
topluma ait paya Tekin Alp "tezayüd-i kı­ işleyişi aksadığı ya da düzende çarpıklık­
yem" der. Artık değer, Tekin Alp için sos­ lar doğduğu zaman doğal akışa müdaha­
yal siyaset gereğidir: "Ferdi mülkiyet" ya­ le etmelidir. Diğer bir deyişle, düzenin
nı sıra "cemiyet mülkiyeti"nin benimsen­ devamı ve korunması, liberalizmde oldu­
mesi toplumdaki eşitsizliklerin giderilme­ ğu gibi herşeyin doğal akışına bırakılma­
si için zorunludur. 1 3 sı, bireyin iktisadi faaliyetinin hiçbir sı­
Solidaristler y a d a tesanütçüler, Tekin n ırlamaya tabi tutulmaması anlamına
320 Alp'e göre, sosyal siyaset yanlısıdırlar: Bi­ gelmez. Doğal akış, bireyin özgürlüğünü
reyciler (endividüalist) ya da liberaller, sağlasa da, zamanla toplumda yer alan
artık değer hasılatını bireysel mülkiyete, muhtelif "halk tabakaları" arasında çıkar
ferdi mülkiyete verirler. Oysa, sosyal siya­ çatışmalarına, derin uçurumlara neden
set yandaşları artık değere salt bireysel olur. Liberalizm bireyin gelişmesine or­
mülkiyet açısından bakamazlar. Bireyin tam hazırlar, ancak talih ve tesadüfün et­
elindeki servetin önemli bir kısmı toplu­ kisiyle toplumsal düzende Çarpıklıklar
ma aittir ve her ne surette olursa olsun doğar. işte bu aşamada devlet devreye gi­
toplumun huzur ve refahını, toplumun rer: Devlet bireyin çıkarının değil, top­
gelişmesini sağlamaya hasredilmelidir. Bu lum düzeninin koruyucusudur. Bu ne­
nedenle solidaristler, bireysel mülkiyetle denle, toplumsal düzen çözülmeye başla­
birlikte toplumsal mülkiyeti, c emiyet dığı anda devlet müdahale etmeli , top­
mülkiyetini gündeme getirirler. Esasen, lumsal sınıf ve tabakalar arasında doğal
artık değer bireyden değil topl umdan gelişmeden kaynaklanan çarpıklıkları gi­
kaynaklanır ve bu nedenle doğrudan doğ­ dermeli, toplumda düzeni, dengeyi, bü­
ruya topluma ait olmalıdır. tünlüğü, türdeşliği olanaklar ölçüsünde
Türkiye'de solidarizmin tartışıldığı dö­ korumaya çalışmalıdır. 14
nemde kuzeyde, Çarlık Rusyası yıkılmış, Ancak, bu konuda ifrata kaçmamak ge­
yerine toplumsal mülkiyet esası üzerine rekir. Solidarizmde devlet müdahalesinin
kurulu yeni bir düzen kurulmuştur. Os­ sınırı vardır. "Ferdi büsbü tün ortadan
manlı solidaristleri, sosyalizmle aralarında­ kaldıran, devleti ikame etmek is teyen
ki farkı vurgulamakta gecikmezler. Tekin sosyalizm, toplumu tekdüze bireylerden
Alp'e göre, sosyalistler "Ferdi mülkiyet"i oluşan bir organizmaya dönüştürmek is­
tümüyle yadsımış, "cemiyet mülkiyeti"ni ter. Bu nedenle bireysel mülkiyeti, şahsi­
benimsemişlerdir. Tekin Alp, bu tür tek tip yeti yok edip, her şeyi devlete irca eder,
mülkiyet ilişkisinin de başarı şansı olmadı­ toplumsal hayattaki doğal farkları gider­
ğını ileri sürer: Rusya'da birtakım idealist­ meyi amaçlar.
ler bireysel mülkiyeti inkar ederek top­ Oysa toplum, kendine özgü hayat tarzı,
lumsal düzeni altüst etmişlerdir. Oysa ya­ farklı yetenek ve beklentileri olan sayısız
pılması gereken toplumsal düzeni çökert­ bireyden oluşur. Yeknesak, tekdüze bir
meksizin, bireysel mülkiyetin yanı sıra halk kitlesi toplum değildir. Solidarizm,
toplumsal mülkiyeti kabul etmektir. kişi özgürlüğü ile sosyal adaleti bağdaştı­
Solidarizm evrimci bir öğretidir. Kuru- rarak bu sorunun üstesinden gelir.
O S M A N L l ' D A T O P L U M B I L I M I N o o G u ş u

Birinci Dünya Savaşı solidarizmin gere­ Böylece, solidarizm sosyalizme bir al­
ğini bir kez daha kanı tlamıştır. Tekin ternatif olarak geliştirilirken, öte yandan
Alp'e göre, savaşın nedeni içtimai darvi­ kapi talizmin ve milliyetçiliğin doğurabi­
nizmdir: Birçok ülkede toplumsal sömü­ leceği toplumsal sorunlara da çözüm geti­
rü geniş boyutlar kazanmış, imparator­ receği ileri sürülür. Bu bağlamda solida­
luklar çıkar kaygısıyla birbirleriyle kapış­ rizmin sosyal adaletçi yönü gündemdedir.
mışlar, gücü ellerine geçiren sınıflar em­ Tekin Alp'e göre, uygarlıkla kapitalizm
peryalist emeller p eşine düşmüşlerdir. uyum içersinde gelişirler: "Bir millet me-
Tüm bu gelişmeler dünyayı bir barut fıçı­ deniyet sahasında ne kadar yükselirse ka­
sına dönüştürmüş, küçük bir kıvılcım bu p i talizm dahi o d erece kesb-i kuvvet
fıçıyı uçurmaya yetmiştir.1 5 eder." Milliyetçilik ise "muhtelif memle­
Tekin Alp, b u tür savaşların solidarizm­ ketlerde tezahür ettiği şekilde kapitaliz-
le önlenebileceğini s avunur. İ nsanlar, min kuvvetini tezyid ve takviye etmekten
zümreler, muhitler, sınıflar, meslekler için başka bir şeye yaramamış"nr. Savaş diğer
genel çözüm çatışmaktan değil uzlaşmak­ ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de ser- 321
tan geçer. Bu kategorilerde yer alan farklı vet dağılımında büyük değişikliklere ne-
öğeler işbölümü gereği birbirleri için ge­ den olmuştur. Sermaye birikimi sonucu
reklidir. Uyum içersinde çalıştıkları vakit yüzlerce şirket ortaya çıkmıştır. Kısa bir
bir organizmanın bütünselliğini oluştu­ süre sonra diğer ülkelerde olduğu gibi
rurlar. Türkiye'de de büyük girişimler küçük
Tekin Alp'e göre Çarlık Rusyası'nı devi- üreticiliği ortadan kaldıracak, bir yanda
. ren Bolşevikler bu gerçeği görememişler­ "güzide, zengin, münevver ve mesut bir
dir. Sınıfları uzlaşnracaklarına sınıf çanş­ zümre-i kalile (azınlık zümre) " , öte yan-
masını körüklemişlerdir. Burjuvaziye sa­ da "proleter denilen ve her türlü mahru­
vaş açacaklarına, mevcut düzeni çökerte­ miyetlere katlanmaya, her tülü eza ve ce-
ceklerine, solidarizmi uygulayıp muhtelif faya mahkum olan millein ekseriyet-i azi-
zümreler arasında işbölümü ilkelerince m esi (büyük çoğunluğu) " arasındaki
düzeni sağlasalar ve yalnız toplumdaki uçurum giderek açılacaktır. Bu nedenle,
çarpıklıklara neden olan "içtimai darvi­ milliyetçilikten, ulusal uyanıştan yalnız
nizm" i ortadan kaldırsalar, Bolşevikler, kapitalist denilen azınlık zümresi yarar-
yeryüzünde temelleri solidarizm üzerinde lanmış olacaktır.1 6
yükselen ideal yurdu, cite ideale'i yarat­ Tekin Alp, milliyetçilik bu şekilde geli­
mayı başarabilirler. şirse karşısında sosyalizmi bulacağını
Ekim Devrimi ertesi, ittihatçılar Rus­ söyler. Sosyalizmin ifratçılığından kaçın­
ya'daki Müslümanlarla yakından ilgilenir­ mak için, kapitalizmin olumsuz etkilerini
l er. Müslüman unsur arasında da toplum­ gidermek gerekmektedir. Türkiye'nin
sal sınıf farklılıkları oluşmuş tur. Rus­ geçmekte olduğu aşamaları daha önce ya­
ya'daki "Türk şubeleri"ne seslenme gere­ şamış olan ileri Ban ülkeleri, uzun dene­
ği duyan Ziya Gökalp, "Rusya'daki Türk­ yimler sonucu nasyonalizm ile sosyalizm
ler Ne Yapmalı ?" başlıklı yazısında, sos­ arasında, her iki akımın olumlu yanlarını
yalizmin etkin olduğu Rus aleminde bu içeren, olumsuz yönlerini dışlayan üçün­
akımdan esinlenen Tiırklerin gereksiz ye­ cü bir toplumsal öğretide karar kılarlar.
re kardeş kanı döktüklerini, oysa Türk Adını tesanütçülük ya da solidarizm ko­
şubelerinin bu tür aşırılıklardan kaçınma­ yarlar.
sı gerektiğini, sınıf mücadelesini bir ke­ Tekin Alp'e göre, Birinci Dünya Sava­
nara bırakıp, tüm halkı hoşnut kılacak şı'nın solidarizm için çok müsait bir or­
solidarizm öğretisini izlemelerini önerir. tam yarattığı kanısındadır. Savaşla birlik-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

te liberal iktisat politikaları bırakılmış, Osmanlı'da "millet" terimi bugünkün- .


devletler iktisadi hayata yoğun müdahale den çok daha farklı anlam içerir, dini ce­
gereği duymuşlardır. Savaşın neden oldu­ maat anlamına gelir. Osmanlı meşrutiyet
ğu iktisadi çöküntü, savaş ertesi liberal hareketi içinde Müslümanları da içeren
politikalarla giderilemez. Devlet, savaşla biç imde 'toplam' bir " Osmanlı mille­
olduğu gibi, savaş sonrası da ülke iktisa­ ti"nden söz edilmiş, "Türk milleti" deyişi,
dıyla yakından ilgilenecektir. Ülkelerin yaygın kullanımıyla türdeş Cumhuriyet
yeni baştan imar edilmeleri gerekir. Üreti­ Türkiyesi'nde anlam kazanmıştır.
min artırılması, tüketimin kısılması, öde­ IL Meşrutiyet yıllarında halk sözcüğü
meler dengesinde açık verilmemesi kaygı­ bir anlamda bugünkü ulus ya da millet
ları ekonomiye doğrudan müdahaleye or­ sözcüğüyle eşanlamlı kullanılır. Cumhu­
tam sağlar. Ayrıca devletler "harp istikraz­ riyet Halk Partisi'ndeki halk sözcüğü de
ları "yla gelecek nesilleri boçlandırmışlar­ bu kavram örtüşmesinin bir uzantısıdır.
dır. Nihayet, yüz binlerce harp malulü, Tek-Parti döneminde bu iki kavram gide­
322 dul yetim ve göçmen devletçe gözetilme­ rek farklılaşır. "Millet" sözcüğünün top­
lidir. Tüm bu görevler, devletleri solida­ lumsal içeriği "halk" sözcüğünde kristal­
rizmin ilkelerini benimseyerek, toplumsal leşir. Milliyetçilik ve halkçılık bundan
çöküntülere yer vermeksizin ekonomileri böyle rejimin ve partinin altı ilkesi arasın­
toparlamaya sevk etmektedir. Devletlerin da ayn ayrı yer alır.
iktisadi hayata müdahaleleri solidarizm Aslında her iki ilkenin temelleri Meşru­
gereğidir. tiyet yıllarında atılmıştır. Milliyetçilik ve
halkçılık ittihatçıların "ictimai inkılab"
"HALK" VE "HALKÇILIK" dedikleri "yeni hayat"ın temel dayanakla­
rıdır.
Osmanlı'da toplumbilim ile toplumbilim­ Gerek Mustafa Kemal'in 1 9 20 tarihli
sel içeriği olan "halk" sözcüğü yaşıttır. "Halkçılık Programı"nda yer alan, gerek­
Her ikisi de IL Meşrutiyet'in kazanımları se 193 1 CHF Programı'nda ve 1 93 ?'de
arasında yer alır. Anayasa'da altı oktan biri olarak beliren
Reaya, teb'a, ah�li, avam ve halk söz­ "halkçılık" sözcüğünü ilk kez Ziya Gö­
.
cükleri · değişik döne il1 lercl� aynı beşeri kalp kullanmıştır. Yeni Mecmua'nın 14 Şu­
unsurun adlandırılış biçimleri"dir .. tialk bat 1 9 1 8 günlü 32. sayısı ittihatçı ideolo­
)'l
sözcüğüne, 19. yüz l ,söz_lÜ�l�ri�cle �a�t­ ğun "Halkçılık" başlığını taşıyan bir yazı­
lan0ırsa _da günlük kcwtışmalarga ya dı;ı.Ya: sına yer verir. 1 7
.

zı 4a ahali yeğleµen .. J:ıir _terirn.cÜr. Ahali Halk v e halkçılık, Gökalp'in gündeme
s,ci?:p:iğü, reayı;ı ya dı;ı teb'ad.an halka,geçişi getirdiği toplumbilimin önemli bir boyu­
sirn.g�ler. [)iğer bir ,deyişle ,'.'kul''dan �·va­ tudur. ittihatçı düşünür, birçok meşruti­
t�ndaş"a uzanan eng('!b�li yolun bir ara yet aydını gibi evrimden yanadır; "teka­
a.Şapı,a�ıdır. "A�a rrı." ise hav�ssırı ��rşm� mül"ü ilke edinmiştir. Toplumsal yaşa­
.
d;�. Tophımbi!iı:nsel bir içeriği .vardır. ,Be­ mın aşamaları ancak evrim yasalarının
şeri unsurun "bayağı" kesimin_e,. yı;ı da ışığında izlenebilir. I L Meşrutiyet "ictirna­
s �Ç�in plrrıaya.nlara �erilen �d�ır. ·. .· . iyyat"ı, evrimci pozitivizminin bir uzantı­
II. Meşrutiyet yılları halk sözcüğünün sıdır.
giderek yer ettiği bir dönemdir. Halk bir Toplumsal gelişmenin kavramsallaştı­
anlamda "vatandaş"lardan oluşur. Ancak, rılması ve sistematize edilmesi, Türki­
vatandaşlar topluluğu olmanın ötesinde ye'de toplumbilimin ilk sorunsallarından
kolektif bir boyutu vardır. Tıpkı "millet" biridir. Toplumlar, Gökalp'e göre altı aşa­
gibi bütüncü bir sözcüktür. malı bir evrimden geçerler. Her aşamanın
O S M A N L l ' D A T O P L U M B I L I M I N D O G U Ş U

kendine özgü toplumsal katmanları (icti­ ğun ender kullandığı bir s ö z c ü k tür.
mai tabaka) bulunur. llk aşama klan dev­ "Milletçilik" sözcüğünü tercih eder.
ri yada semiyye devridir. Onu kast devri "Milletçilik", "Milletçilik ve Beynelmilli­
izler. Üçüncü aşama tarik devridir. Dere­ yetçilik", "Milliyetçilik ve Cemaatçılık"
beylik devri dördüncü aşamadır. Buna Yeni Mecmua'da konu ile ilgili yazılarının
Tanzimat öncesi Osmanlı toplumundaki başlıklarıdır.
ayanlar örnek olarak gösterilir. 18 Milletçilik, Gökalp için, ulus-devlet
Halkçılığın gündeme geldiği dönem, (nation-state, etat-nation) diye bilinen
derebeyliği izleyen sınıf devridir. Osmanlı devlet modelini açıklayıcı bir kavramdır.
tarihinde Tanzimat bu aşamayı simgeler. Dar anlamda milliyetçiliğin siyasal boyut­
Tanzimat "raiyyeliği ve zımmiliği" kaldı­ larını zorlar. Milliyetçiliğin bağrında ye­
rır. Ayanların "asalet" ve "hürriyet"ini; ül­ şerdiği maddi ortamı açıklar.
ke yönetimine katılma hakkını "aşağıdaki Gökalp'te, düşünce akımı olarak Türk
diğer tabakalara" da tanır. Diğer bir deyiş­ milliyetçiliği Türkçülük olarak ifade edi-
le "siyasi" anlamda liberal hak ve özgür­ lir. Ya da daha soyut bir düzeyde ele alın- 323
lükler Osmanlı reayasına "vatandaşlık" <lığında "milliyet mefkuresi" olarak karşı-
yolunu açar. "Avam" adı verilen kitle mıza çıkar.
"iiyanlık"la eşit olunca "halk" adını alır. Türkçülük, Gökalp'in düşünce siste­
Gökalp'e göre, Tanzimat ve Meşrutiyet minde bugünkü anladığımız milliyetçilik­
siyasal hukuk açısından eşitliği amaçlaya­ ten çok daha kapsamlı bir fikir hareketi­
rak Türkiye'ye siyasi halkçılık ya da siyasi dir. Siyasal boyutu ö tesinde toplumsal
demokrasiyi getirmiştir. "Halkçılık" baş­ boyutu da olan bir düşünce yumağıdır.
lıklı yazıda siyasi halkçılık deyimi yanına Gökalp'e göre, il. Meşrutiyet'le birlikte
parantez açılmış ve Fransızca "democra­ bir "siyasi inkıliib" gerçekleşmiştir. Siya­
tie politique" yazılmıştır. Halkçılık, bir sal devrim için "hürriyet, musavat, uhuv­
anlamda, Gökalp için Batı'daki demokrasi vet" türü meşrutiyetin ruhunu simgele­
sözcüğünün Türkçesidir. Nitekim yazıda yen "kuvvet fikir"lerin yayılması yeterli!•
birkaç satır aşağıda içtimai halkçılığın ya­ dir. "Kuvvet fikir" Gökalp'in Alfred Fo­
nına "democratie sociale" açıklaması ko­ uillee'den esinlendiği bir kavramdır.
nur. Ancak, şurasını hemen hatırlatmak lnkıliibın ikinci aşaması "ictimai inkı­
gerekir. Gerek Meşrutiyet gerekse Tek­ liib" dır ve 1 9 1 0'lu yılların başında Gö­
Parti dönemlerinde demokrasi ve sosyal kalp, Osmanlı için bir toplumsal devrim
demokrasi kavramları bugünkü anlamla­ öngörmektedir.
rından çok daha farklı boyutlar içerirler. "lctimai i nkıliib "da bu kez "kuvvet
Meşrutiyet toplumbiliminin anahtar his"lerin gelişmesi ve yükselmesi gerekir.
sözcüğü halktır. Halk sözcüğünün top­ "Kuvvet his" yine Alfred Fouillee'nin söz­
lumsal boyutu "cemiyet"i gerektirir. Ce­ lüğünden kaynaklanır.
miyet ise "içtimaiyyatı". Gökalp, "Fert Gökalp, toplumsal devrimi şu şekilde
yok Cemiyet var" özdeyişiyle toplumun tanımlar: Eski hayatı beğenmeyerek, yeni
ve toplumbilimin önemini vurgular. bir hayat yaratmak. Yeni hayatla, "yeni ik­
tisat" , "yeni aile", "yeni estetik" , "yeni
"MiLLET" VE "MlLLIYETÇILIK"
felsefe", "yeni ahlak", "yeni hukuk", "ye­
ni siyaset" amaçlanmaktadır. Eski hayat
Türkiye'de milliyetçiliğin birçok farklı tüm bu alanlarda yeni bir yaşam tarzı ya­
esin kaynağı varsa da sosyolojik açıdan ratmakla sona erer ve "yeni hayat" Os­
ilk akla gelen isim Ziya Gökalp'tir. manlı için kurtuluş yoludur.
Ancak " milliyetçilik" l ttihatçı ideolo- Gökalp'e göre yeni hayat, milli bir ya-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

şam tarzıdır. Sonradan kendi de belirttiği Büyük ölçüde Durkheim'in görüşlerin­


gibi Türkçülük adını alacaktır. Görüldü­ den esinlenen Gökalp, korporasyonu si­
ğü gibi Türkçülük, Gökalp'te salt bir siya­ yasal örgütün temeli ya da belli başlı te­
sal platform olmaktan çıkmakta; bir top­ mellerinden biri olarak görür. Devletin
lumsal dönüşüm, kendi deyimiyle bir "iç­ temel siyasal birimi, temel ayrımı korpo­
timai inkılab" anlamına gelmektedir. rasyonlardır.
Gökalp "Milliyetçilik ve Beynelmilliyet­ Durkheim'e göre, sanayileşen toplum­
çilik" başlıklı makalesinde Türkçülüğün larda, eski siyasal yapı giderek çözülür;
toplumsal içeriğini açık bir biçimde dile bölgesel ayırım önemini yitirir; bireyin
getirir: Türkçülüğün esası "halkçılık ve bölgesel ayırımla bağlantısı her gün gev­
milletçilik mefkureleri"dir. Toplumsal ev­ şer. Zamanla toplum yan yana konmuş
rimin değişik evrelerinde halkçılıkla mil­ bölgeler toplumu olmaktansa geniş bir
letçiliğin birlikte görüldüğünü kaydeden ulusal korporasyonlar bütününe dönüş­
Gökalp, halka değer verilmediği zamanlar­ melidir. Korporatif toplum modelinde,
324 da millete de aynı gözle bakıldığını, halk korporasyonlara zorunlu üyelik uygulan­
güçlenince millet fikrinin de aynı oranda malı; aynı mesleğe ait olmaktan kaynak­
pekiştiğini söyler. Bu nedenle halkçılıkla, lanan bir tür dayanışma, Durkheim'in de­
milletçilik arasında sıkı bir dayanışma, yimiyle "entelektüel ve ahlaki türdeşlik"
kendi deyişiyle "tesanüt" vardır.19 sağlanmalıdır.
G ökalp'e göre, halkçılıkla milletçilik Gökalp, çizdiği ulus-devlet modelinde,
aynı fikrin, "musavat mefkuresi"nin iki Durkheim'in korporatif devlet modelin­
farklı tecellisinden ibarettir. Toplumla­ den esinlenir: Türk ulusu, camia toplum
rın i çsel eşitliğini, yani "dahili musa­ türüne dahildir ve gelecekte korporatif
vat"ını halkçılık; dışsal eşitlik ya da "ha­ toplumlar arasında yer alacaktır.
rici musavat"ını milletçilik sağlar. Bir Camia toplumu kentlerde toplumsal iş
toplumda tabakaların ya da sınıfların bölümü sonucu esnaf korporasyonların­
bulunması "dahili musavat"ın bulunma­ dan oluşmuş, yerel derebeylerin egemen­
dığını gösterir.20 liğinden kurtularak, kendi kendini yönet­
Bu n edenle Türkçülüğün dayanak meye başlamış, aynı zamanda derebeyine
noktalarından halkçılık tabaka ve sınıf karşı m erkezi o toriteyle birleşmiş bir
farklarını kaldırarak, toplumun farklı "millet türü"dür. Korporatif toplum ise,
zümrelerini yalnız iş bölümünün doğur­ başkentte ulusal nitelikte örgütlenmiş es­
duğu meslek zümrelerine indirger. Gö­ naf korporasyonlarından oluşur.
kalp halkçılığı şu düsturla özetler: "Sınıf Gerek camia toplumu, gerekse korpo­
yok, meslek var". ratif toplum loncalar üzerine kurulmuş­
G örüldüğü gibi, G ö kalp'in önerdiği tur. Ancak camia toplumunda loncaların
ulus-devlet modeli, meslek zümrelerin­ etkinliği yöreseldir. Bunların yaşam ve ey­
den oluşan bir devlettir. Diğer bir deyiş­ lemleri toplulukla sınırlıdır. Bu nedenle
le korporatif bir devlet modeli gündem­ camia toplumundaki loncalara camia kor­
dedir. porasyonları denir. Korporatif toplumda
Gökalp, korparatif bir ulus-devlet öne­ ise korporasyonlar, başkentte seçtikleri
risini ilk kez lslanı Mecnıuası'nda işler.21 temsilciliklerden oluşan konfederasyon
Bu yazıda Osmanlı lonca geleneğiyle meclisleriyle ulusal nitelik kazanırlar.
Durkheim'in korporatif iş bölümü ilkesi Gökalp'in korporatif ulus-devlet mode­
aynı potada örtüşür. Cihan Harbi yılların­ li iktisadi konularda yazdığı makalelerde
da Gökalp'in önerisi korporatif bir dü­ de belirgindir. llıtisadiyyat Mecnıuası'nda
zendir. önerdiği "Milli iktisat N ezareti" esnaf
O S M A N L l ' D A T O P L U M B I L I M I N o o C; u ş u

korp orasyo nla rın ı Gökalp'in ulus-dev-


kent düzeyinden bir 1 e tinde
karma bir
üst düzeye çıkararak korporatif model ha­
ulus düzeyinde örgüt­ kimdir. Burada büyük
leyecektir. iktisadi ya­ ölçüde Durkheim'in
şamın en son aşaması dayanışma, solidarite
milli iktisadı ulusal üzerine yapmış oldu­
düzeyde örgütlenmiş ğu ayırım geçerlidir.
esnaf korporasyonları Millet Mec lisi'nde
yönlendirecektir. Milli mekanik dayanışmayı
iktisat, cemaat ve şe­ simgeleyecek olan "li-
hir ekonomilerini bü­ va mebusları" yanı sı-
tünleyecektir. 22 ra, organik dayanışma
Gökalp, korporatif temsilci leri o l arak
ulus-devlet modelini " m esleki mebuslar" 325
Cumhu riyet'in i l a n yer alacaktır. Liva me-
edildiği y ı l yayımla­ busları genel seçim-
nan Tarkçülüğıiıı Esas­ lerle gelirken, mesleki
ları başlıklı yapıtında mebuslar heyetleri ta­
da ayrıntılı bir şekilde rafından, diğer bir de-
ele alır. Türkçülüğün yişle iş bölümü esası
esasları korporatif dö­ üzerine kurulu mesle-
nüşümlerin zorunlu­ ki zümreler tarafın-
luğunu vurgular. Yö­ dan seçilirler. Gökalp,
resel esnaf loncaları­ Cumhuriyet'in ilk se­
nın yerine m e rkezi ç i m lerinde, Büyük
milli loncalar önerir. Millet Meclisi'ne elli
Gökalp'in modelin­ adet mesleki mebu-
de kentlerde bütün loncaların temsilcile­ sun gönderilmesini önerir.
rinden oluşan birer merkez heyeti vardır. Gökalp'in ulus-devleti, mesleki örgütle­
Buna "iş borsası" adını verir. Bu örgütün rin egemenliği esası üzerine kurulu bir
görevi kentteki loncaların ortak işlerini halkçılıktan kaynaklanır.
görmek ve kentin iktisadi yaşamını dü­ Toplumun evrimi, Gökalp'e göre deter­
zenlemektir. Böylece kentsel düzeyde ya­ minist bir çizgide gelişir. Sınıflı toplumla­
tay örgütlenme gerçekleşir. rı meslek devri izler. Sınıf devri siyasal
Loncalar ayrıca dikey olarak, ulusal dü­ halkçılığın, diğer bir deyişle siyasal de­
zeyde örgütleneceklerdir. Kentlerde, ör­ mokrasinin egemen olduğu bir dönemdir.
neğin debbağ loncaları kurulur, bunlar Osmanlı toplumunda, Tanzimat ve Meş­
kendi aralarında federasyona giderek baş­ rutiyet dönemleri bu amaca yönelik giri­
kentte bir Debbağ Federasyonu Merkez-i şimlerdir. Meslek devri ise, siyasal halkçı­
U mumiyesi oluştururlar. B öylece tüm lığın yok edemediği iktisadi tabakaları or­
lon caların devlet merkezinde bir genel tadan kaldırmayı amaçlar. Gökalp'e göre,
merkezi bulunur. sınıf adı verilen ve "büyük burj uvazi n '

Lonca genel merkezlerinin seçtikleri "küçük burjuvazi" ve "gündelikçiler"den


temsilciler bir araya gelip loncalar konfe­ oluşan bu tabakalar meslek devri ile son
derasyonunu kurarlar. Konfederasyonun bulacaktır.
Millet Meclisi üyelerini seçerler. Meslek devrinde "içtimai halkçılık"· ya
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M I

da toplumsal halkçılık egemen olacaktır. mektir. imparatorlukta bir dil, bir din, bir
Toplumda "semiyye, kast, tarik, ocak, sı­ örf hakim olduğu için, imparatorluğu
nıf' gibi birtakım "inhisarcı", ayırımcı oluşturan milletlerden yalnız biri kültürel
zümre ve tabakalar bulunmayacaktır. bağımsızlığa sahiptir. Diğerleri bundan
G örüldüğü gibi, Gökalp Türkçülüğü­ mahrumdur.
nün temel dayanak noktalarından biri Milletl erin uluslararası hukukta eşit
halkçılıktır. haklara sahip olabilmeleri , imparatorluk­
Halkçılık toplumun bireylerini bir di­ ların çözülmesine ve milletlerin kendi
ğerine bağlayan meslek zümrelerinin sınıf başlarına buyruk devlet olmalarına bağlı­
ayırımı yerine geçirilmesini önerir. Top­ dır. Halkçılık "sınıf yok, meslek var" düs­
lum bir organizmaya benzetilir. Meslek turuna karşı milletçiliğin düsturu "impa­
zümreleri bu organizmanın hayati görev­ ratorluklar yok, milli devletler var" ola­
ler üstlenmiş organlarını oluştururlar. caktır.
Toplum geliştikçe, iş bölümü ve uzman­ Diğer bir deyişle, ulusal bağımsızlık
326 laşma derinleşir. Meslek örgütleri giderek Gökalp milliyetçiliğinin temel dayanak
daha sıkı bir dayanışmaya girerler. Toplum noktalarından birini oluşturur.
düzenli, dengeli bir yapıya kavuşur. Gökalp'in üç deyişi; "Fert yok Cemiyet
Türkçülüğün diğer boyutu, Gökalp'e var" , "Sınıf yok Meslek var", ve "impara­
göre milletçiliktir. Milletçilik her milletin torluk yok, Milli Devletler var" Meşruti­
kendi başına bir devlet olmasını gerekti­ yet toplumbiliminin Cumhuriyet Türki­
rir. imparatorlukların varlığı milletlerin yesi'ne mirasıdır. Toplumbilim, Tek-Parti
uluslararası hukuk açısından eşit olma­ döneminde de karşılaşılan sorunlara çö­
dıklarını gösterir. imparatorluk birçok züm önererek CHP çevrelerinin gözde bi­
milletin tek yönetim altında yaşaması de- lim dalı olacaktır. O

D İ PNOTLAR

Hakkı Behiç, "Hikmet-i ictimaiyyeye dair: Cemi­ 1327, cilt 1, s. 59. Kitap solidarizmi ayrıntılı bir
yet-i beşeriyye nasıl muhafaza-i hayat eder?, biçimde anlatmaktadır. Bak: s. 59-62.
Musawer Muhit, cilt 1, nümero 1 2, 10 Kanun-ı 8 E. Bougle, /lm-i lctimai Nedir?, mütercimi: Mus­
sani 1 324, s. 1 88- 1 90 tafa Suphi, Dersaadet; Mürettibin-i Osmaniyye
2 Ahmet Şuayb, Mehmet Cavit ve Rıza Tevfik, Matbaası, 1 328
"Mukaddime ve Program," Ulum-ı lktisadiyye 9 Emile Durkheim, lctimai Taksim-i Amel, ter: A.
ve lctimaiyye Mecmuası, cilt 1 , 1 5 Kanun-ı ev­ Mithat, lstanbul, Matbaa-i Amire, 1339.
vel 1324, s. 9.
1 0 Theodore Zeldin, France 1 848- 1 945: Politics
3 Ziya Gökalp, /lm-i lctima' Dersleri, naşiri: Darül­ and Anger, Oxford Un iversity Press, 1 979, s.
fünun-ı Osmani Edebiyat Şubesi'nden Hamid 276-3 1 8; Leon Bourg eois, Solida rite, P a ris,
Sadi, Dersaadet, 1329. 1897; J. E. S. Hayward, "The Offical Social Phi­
4 Zafer Toprak, "Türk Bilgi Derne!:'Ji ( 1 9 1 4) ve Bil­ losophy of the French Third Republic: Leon Bo­
gi Mecmuası", Osmanlı ilmi ve Mesleki Cemi­ urgeois and Solidarizm", lnternational Review
yetleri, yay: Ekmeleddin lhsano!:'Jlu, lsta nbul, of Social History, cilt. 6, 1 969, s. 1 9-48; Steven
1 987, s. 247-254. Lukes, Emile Durkheim, Penguin Books, 1 975,
5 M. Zekeriya, "Fert ve Cemiyet", Bilgi Mecmu­ s. 350-345.
ası, yıl I, sayı 6, Nisan 1 330, s. 586-610. 1 1 Ziya Gökalp, " Rusya'daki Türkler ne yapmalı?",
6 Necmettin S a d ı k, " E m i l e Durkhe i m " , Yeni Yeni Mecmua, sayı 38, 4 Nisan 1 9 1 8, s. 234.
Mecmua, sene 1, sayı 26, 3 Kanun-ı sani 1 9 1 7, s. 12 Ziya Gökalp, " lctimai mezhepler ve ictimaiy­
509-512. yat", Yeni Mecmua, sayı 26, 3 Kanun-ı sani
7 Charles Gide, //m-i iktisat Dersleri, çev: Hasan 1 9 1 8, s. 503.
Hamid, Hasan Tahsin, Mustafa Zühdü, lstanbul, 13 Tekin Alp, "Tesanütçülük -7- Harp zenginleri
O S M A N L I D A T O P L U M B I L I M I N o o G u ş u

meselesi", Yeni Mecmua, sayı 42, 2 Mayıs 1 9 1 8, manlandırma girişimleri dönemin koşulları ışı-
s. 3 1 3 . 1'Jında sürekli de1'Jişime u!'ıram ıştır. Ancak, bu
1 4 Tekin Alp, "Tesanütçü lük: lctimai siyaset -3-", farklılıklar düşünce sisteminin bütünsellikten
Yeni Mecmua, sayı 30, 31 Kanun-ı sani 1 9 1 8, s. yoksun oluşu a n l a m ı n a gelmez. G ö k a l p ' i n
62. top lumbilim anlayışında toplumların tarihsel
süreçte geçirdikleri aşamalara birkaç örnek sı­
1 5 Tekin Alp, "Tesanütçülük -5- Yeni istikamet", ralaya lım:
Yeni Mecmua, sayı 37, 28 Mart 1 9 1 8, s. 205.
a) içtimai tabakalar itibariyle cemiyetin geçirdi­
16 Tekin Alp, "Tesanütçülük - Solidarizm", Yeni !'ıi merhaleler: Semiyye devri, kast devri, tarik
Mecmua, sayı 26, 3 Kanun-ı sani 1 9 1 8, s. 5 1 8. devri, derebeylik devri, sınıf devri, meslek devri.
1 7 Ziya Gökalp, "Halkçılık", Yeni Mecmua, sayı b) Hayat-ı i ktisadiyye tarihinde muhtelif devre­
32, 1 4 Şubat 1 9 1 8, s. 1 02-1 04. Aradan bunca yıl ler: Kölelik devresi, servaj devresi, proletarya
geçmesine, ve birçok kez Gökalp külliyatı ya­ devresi, kooperatif devresi.
yınlama girişiminde bulunulmasına karşın, Gö­
kalp'in bu yazısı bugüne de1'Jin yeni harflerle c) iktisadi hayatın başlıca enmuzecleri: Aile ikti­
yayı mlanmam ıştır. sadı, şehir iktisadı, milli iktisat.

Ölümünün 50. yıldönümü nedeniyle Kültür d) Cemiyetlerin teşkil ettikleri siyasi zümreler:
8akan l ı 1'J ı ' n ı n yay ı m l a d ı 1'J ı ve Gökalp'in tüm Aşiret, devlet. Devlet şekileri: Kavmi devlet, im­
eserlerini kapsamayı amaçlayan Gökalp Külli­ paratorluk, milli devlet.
yatı, yazarın yazılarının büyük ço1'J unlu1'Junu 19 Ziya Gökalp, "Milletçilik ve 8eynelmilliyetçilik", 32 7
yeni harflere kazandırırken Yeni Mecmua'da Yeni Mecmua, cilt 2, sayı 35, 14 Mart 1 9 1 8, s.
yer alan "ictimai mezhepler velctimaiyyat", 1 62-164.
"Turan Nedir'', " Halkçılık", "Mil letçilik ve Ce­ 20 Ziya Gökalp, "Milletçilik", Yeni Mecmua, cilt 2,
maatçılık", " Rusya'daki Türkler Ne Yapma l ı " sayı 35, 2 1 -28 Şubat 1 9 1 8, s. 1 22-1 23.
başta o l m a k ü z e r e b i r ç o k d ü zya z ı s ı n a yer
vermemiştir. Daha do1'Jrusu on sekiz sene 2 1 Ziya Gökalp, "lctimaiyyat - lctimai nev'iler", /s­
geçmesine karşın makaleler d izisinin altıncı /am Mecmuası, s a y ı 20, 1 5 K a n u n- ı s a n i
kitabı bir türlü yayımlanamam ıştır. Oysa bu 1 33011 9 1 5, s . 51 7-523.
yazılar, Gökalp'in düşünce sisteminin evrimi­ 22 Ziya Gökalp, "Türklerde milli i ktisat devreleri",
ni izlemekte ve Cumhuriyet'e etkilerini gör­ lktisadiyyat Mecmuası, sayı 44-48, 8 Mart 1 333,
mekte araştırmacılara önemli açılımlar sa1'Jla­ s. 4; " B i r kavmin tetkikinde takip o lunacak
yacaktır. usul", Milli Tetebbu/ar Mecmuası, sayı 2, Ma­
18 Gökalp'in toplumsal aşamalandırma ve kat- yıs-Haziran 1331, s. 193-205.
Ziya Göka/p'in korpora tifçilik,
Millet-Milliyetçilik ve Çağdaş Medeniyet
Kavram/an Üzerine Bazı Düşünceler
K E M A L H . K A R PA T

Ziya Gökalp' in Türk düşünce tarihinde rına neden bu kadar önem verdiğini anla­
çok önem li bir yeri olduğu kesin bir ger­ mak için konuyu biraz daha derinleştir­
çektir. İttihat ve Terakki devrinde temel mek gerekir. Gökalp'in düşüncesinin te­
yaz ı larını yayı nlayan ve siyasi faal iyette melinde modern sosyoloj inin kurucula­
bulunan Gökalp'in ana etkisi 1 923-1 950 rından biri olan Emile Durkhei m ' ı n
yıl ları nda gerçekleşme imka n ı n ı bulmuş­ (1 858-1 9 1 7) fikirleri vard ı r. Durkheim'a
328 tur. Onun düşüncelerinin temel i nde ya­ göre toplumların ortak fikirleri ve vicdanı
tan ana f i k i r korporat i z m d i r . 1 Tar i hte vard ı r ve bunlar ahlakın hatta dinin kay­
korporasyon lar, ilk kez ekonomik ve ti­ naklarıdır. İşte bu ortak toplumsal fikir ve
cari amaçları gerçekleştirmek için kurul­ vicdan (vicdan konusunu Gökalp özel
muş, bel irli amaçları olan (mesleki) ör­ olara k vurgu lamıştır), toplum içinde da­
gütlerdir. Korporatizmde, küçük korpo­ yanışma, güven ve ortak değerler yarat­
rasyonların tek bir birim içinde toplan­ maktadır. Toplumu fizik ilminin metodla­
maları, başında devletin olduğu bir ana rına göre i ncelemek yolunu tutan Durk­
korporatif s istem oluşturur. Devlet bu şe­ heim metod i l hamını pozitivist (maddi­
kilde hem korporatif yapıyı yaratır hem yatçı) Auguste Comte'tan almakla bera­
de onunla kaynaşarak küçük birimlerin ber onun maddiyatç ı l ığına karşı çıkarak
korporatif-devlet suretinde tek bir birim top l u m ların d i ni, psikoloj i k ve kültürel
olarak ortaya çıkması nı sağlar. Korpora­ yönleri bulunduğunu ve maddi olmayan
tizmi bir devlet felsefesi olarak kabul le­ kurallarla da yönetildiğini çeşitli kitapla­
nen ve bir dereceye kadar gerçekleştiren rında savunmuştur. Durkheim, endüstri­
ü l ke İta lya olmuştur. İtalyan korporatif leşmenin ve sınıf çekişmelerinin toplum­
devletin i n 1 9 29'da yani Ziya Gökalp' i n sal ortak vicdan ve değerleri yok ederek
ö l ü m ü nden beş y ı l sonra gerçekleştiği anomi yani ruhi psikolojik sarsıntılar ya­
göz önünde tutulursa Gökalp'in italya'yı rattığını ileri sürmüştür. Bu tehlike karşı­
model aldığı söylenemez. sında, korporasyonların bir dereceye ka­
Buna rağmen Gökalp'in korporatif gö­ dar toplumun ortak vicdan ve değerlerini
rüşleri n i n kaynağı yine Avrupa'dır. 1 9 . koruyaca ğ ı n a i na n m a ktad ı r. Ziya Gö­
yüzyı l ı n sonlarına doğru Batı Avrupa'da kalp' i ilgilendiren ana konu anomi idi,
işçi sendi kalarının çok güçlenmeleri ve çünkü o d a buna benzer b i r durumun
siyasileşmeleri sınıf kavgalarını h ızlandır­ mensubu bulunduğu Osma n l ı ve Türk­
mış ve ü l ke birliğinin dağılma korkusunu M ü s l ü m a n topl u m u nd a o l uşmasından
ortaya çıkarmıştı. i leri sürülen ilk korpo­ korkuyord u . A s l ı nda Göka l p ' i n ken d i
ratif düşünceler çeşitli işkollarının ve üre­ toplumunun karşı karşıya bulunduğunu
timin örgütlenmesi ile ilgili, demokratik sezd iği durum anomi değil yabancılaşma
n itel i kte düşü ncelerd i . Z iya Göka l p ' i n i d i . Osmanlı Devleti'nde endüstrileşme
korporasyonlarla ilgili tartışmaları yakın­ ve sınıflaşma daha başlangıçta olduğuna
dan izlediği b i l i nm ekted i r. Fa kat Gö­ göre burada ekonomik köken l i bir ano­
kalp'in ekonomik konulara fazla eğilme­ miden bahsetmeye i m ka n yoktur. Gö­
diği düşünülürse, korporasyon tartışmala- kalp' in korktuğu, Batı'nın ekonom ik ve
..
Z I Y A G Ö K A L P ' I N B A Z I K A V R A M L A R Ü Z E R i N E D Ü Ş Ü N C E L E R i

siyasi etkisi altında kalan gelişmemiş ül­ ratik deva m l ı l ı k ile devlet sürekliliğinin
kelerin (yani Batı Avrupa ve Amerika'nın eşit olduğu görülür. İttihat ve Terakki'nin
d ı ş ı nda ka lan ü l kelerin) hemen hemen ve Cumhuriyet yöneticilerinin Osm a n l ı
topunun geçirdiği bir evre ola n, kendi askeri v e sivil bürokratlarından oluşması
kültürüne yabancılaşmadır. Yabancılaş­ da bunu doğrular. Bürokrasinin gerçekleş­
man ın bir sonucu ferdileşme, yani kişisel t i rd iğ i evr i m lerle devlet yap ı s ı n d a ve
çıkar ve görüşleri toplumsal çıkar ve gö­ fonksiyon l ar ı nda hatta rej i m i nde köklü
rüşlerden üstün tutmaktır. Sonuç olarak değişiklikler meydana gelmişse de bunlar
d iyeb i l iriz ki Gökalp korporatizmi b i r devletin deva m l ı lığını engel lememiştir.
devlet örgütlenmesinden z iyade ortak Gökalp Türkçülüğün İslamın ve Osmanlı
toplumsal vicdanı ve değerleri koruyacak Devleti'nin gerçek dayanağı olduğunu4
bir savunma aracı olarak görmüştür. Kor­ anlatırken devleti aynı idare altında yaşa­
poratif devletten ancak birkaç yazısında yanların oluşturduğunu da dile getirmiştir.
-o da çok sathi olarak- söz eder. Devlet, beli rl i bir grubun hükmettiği top­
D urkhe i m ' ı n fikirleri n i yansıtan Gö­ rağa ve nüfusa sahip olmasıdır. Öte yan­ 329
kalp'e göre 'bir sosyal grup birbirine aile, dan Gökalp devletlerin etnik, sultani (im­
köy cemaati, s ı nıf, korporasyon, devlet paratorluk) ve milli olarak üçe ayrıldığına
veya millet gibi dayanışma bağları ile ke­ işaret etmiştir. Emevi Devleti'nin kavim
netlenmiş fertlerin bütünüdür. Sosyal ör­ esasına dayandığı için etnik bir devlet ol­
güt, dini inançlar, adetler, hukuk ve ahlak duğuna, Abbasilerin sultani ve sonra ü m­
kura l la r ı , ekonom i k metod l a r vs. ' n i n met devleti şekline dönüştüğüne işaret et­
meydana getirdiği, toplumun kendil iğin­ tikten sonra Gökalp Osmanlı Devleti'nin
den serbestçe kabu l ettiği veya kabu le ancak 1 83 9 G ül hane H attı'ndan sonra
zorlandığı bir düşünce ve aksiyon şekli­ yani zımmi veya gayrimüslimlerin Müslü­
dir.2 Gökalp'e göre bazı kültür korporas­ manlarla eşit hale gelmesinden sonra İm­
yonları ana kentte bir i htisas merkezine paratorluk şek l i n i a l d ı ğ ı n ı idd ia eder.5
bağlanabilir. Kültür-mi let tipi olan bu çe­ 1 9 1 6'da İslam Mecmuası'nda İttihat ve
şit mil let 'korporatif temeli olan bir millet' Terakki Kongresi münasebeti ile yazdığı
olarak adlandırılabilir.3 bir yazıda devlet ve din arasındaki ilişki­
G öka lp'in korporasyon fikrini devlet leri incelerken Tanzimatçı ların devletin İs­
örgütü olara k değil m i l l i dayanışmanın bir lami karakterini yok ettiklerini, halifelikle
aracı olarak anladığı görülüyor. Başka bir devleti aynı gördüklerini ve özel bazı ku­
deyişle Ziya Gökalp korporasyonu eko­ ruluşların devlet içinde devlet olmak iste­
nomik bir örgüt değil bir kültür korporas­ d iklerini i leri sürmüştür.6 Gökalp b izce
yonu yani millet olarak görmüştür. Kültür hatalı olarak devletin 'başlı başına bir güç
korporasyonunu bir m i l l i korporasyona olmadığını' iddia etmiştir. Ona göre dev­
yani millete dönüştürmek ise devlete dü­ let gücünü m i lletten ve ümmetten almak­
şen bir görevd ir. Gökalp devletin yapısı, tadır. "Yalnız iki şey mukaddestir; m i l let
tarihi işlevi ile ilgili fazla yorum yapma­ ve ümmet ve onların iki mukaddes simge­
m ıştı r. Çünkü o, devleti mevcut ve de­ si (sembolleri), ümmetin vatanı ve m i l le­
vam l ı bir varl ık olarak görmüştür. Gerçek­ tin vatanıdır."7
ten de Tanzimat'tan Cumhuriyet'e kadar Gökalp'e göre devlet daha yüksek bir
devlet ile ilgi l i tüm reformların mevcut varlığın yani milletin -kültürel korporas­
devlet çerçevesi içinde bizzat devleti yö­ yonun- amaçlarını yerine getirmekle gö­
netenler tarafı ndan oluşturulmuş olması, revlidir. Mil letin ana amacı çağdaş mede­
bu devamlı l ı k fikrini işaret eder. Devletin niyet seviyesi ne çıkmaktır ki bu vazife
esasının otorite olduğu ve bu otoriteyi bü­ devlete verilmiştir. Esasen Türkçülüğün
rokrasi nin yürüttüğü düşünülürse bürok- Esasları kitabının ikinci bölümünü oluştu-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B IJ R I K I M I

ran Türkçülüğün Programı'nı gerçekleştir­ nü kaybeden m i l let olarak dörde ayırır.


mek ödevi devlete aittir.8 Ziya Gökalp'in Din ve medeniyet gibi devlet elinde asi­
düşüncesinde ve yazı larında medeniyet m ilasyon mekanizması olarak ku llanılan
(uygarlı k) konusu birinci derecede yer alır. araçlara karşı en fazla direniş gücüne sa­
Zaten l 9 1 3 ' te yazd ı ğ ı orij i n a l ve en hip olan gruplar millet olarak ortaya çı­
önemli yazı ları ndan birisinde ele ald ığı karlar. Çok kez, devlet gücüne sahip olan
'Üç Cereyandan' biri, Türkleşmek ve İs­ gruplar millet bilincine sahip olamadıkla­
lamlaşmanın yanında Muasırlaşmak yani rı ve bu uğurda bir mefkure oluşturama­
çağdaş medeniyetin seviyesine ulaşmak­ dıkları için hakimiyetleri altına a ld ı kları
t ı r.9 Gökalp'e göre medeniyet herkesin gruplar tarafı ndan asimile ed i l irler. Ör­
kolayca paylaştığı ilmi düşünce, yapıt ve nek, Bu lgarların Slavlar ve Doğu Roma
değerlerden oluştuğu için ortak olarak idarecilerinin Helenler tarafı ndan asimile
paylaşı labilir. Kültür ise tabii ve mill idir, edilmesidir.
her mil letin maddi ve ruhsal özell iklerine Kavmin ve etn ik toplumların m i l let sa­
330 göre farklılaşır, dolayısıyla ne paylaşıla bi­ yılamayacağını belirttikten sonra Gökal p
l ir ne de başka kültürle değiştirilebilir. Me­ Türk kavm inin, İslam ümmetinin v e Os­
deniyet İslamiyetle çatışmadığı gibi milli m a n l ı i l e S e l ç u k İ m parator l u k l a rı n ı n
kültürle de birarada yaşayabilir. Milli kül­ oluşmasından evvel mevcut olduğunu
tür duygusal bir kültürdür. Medeniyet de i leri sürer. Gökalp ayrıca Türk kavm inin
akla dayanan bir bütün olarak fikirlerden kend ine mahsus b i r etn i k meden iyete
o l uşur. 1 0 Yan i ona göre biri ncisi ruhtan sahip olduğunu savunmuştur. İçine gir­
ikincisi akıldan kaynaklanır. Medeniyet dikleri İran medeniyeti, İslam ümmet� ve
bir mil letin gelişmesinin ölçüsü ve millet Osmanlı İmparatorluğu Türklerin bir çok
olmanın simgesidir. etnik müesseseleri ni yok etmiştir. Çok
Bu noktaya kadar yazd ıklarımızın ama­ çelişki l i bu fikirleri i leri sürdükten sonra
cı Ziya Göka lp'in düşüncesinin ve yaz­ Gökalp ilginç bir fikir ortaya atmaktadır.
d ı klarının bir ana mihver etrafında oluştu­ Ona göre Türklerin bu evrensel örgütle­
ğunu göstermektir. Gökalp'in korporas­ re yani İslamiyet ve Osmanlı Devleti'ne
yon, medeniyet, kültür gibi temel fikirleri katılmaları on ları n yani bir m i l l iyet ola­
eninde sonunda m i llete bağlanmaktadır. rak ortaya çıkmalarının yolunu hazırla­
O halde Gökalp'in m i llet kavramına nasıl mıştır 13 B u konuyu biraz aşağıda ele ala­
bir anlam verdiğini tayin ve tespit etmek cağız.
gerekmekted i r. Gökalp'e göre mil let, ne Gökalp mil letlerin ve hususen Türkle­
ırki ne kavmi ne coğrafi; ne siyasi, ne de r i n etn i k b i r kü ltüre sahip oldukları n ı
iradi bir zümredir. "Mil let, di lce, dince, söylerken, d a h a evvel, etn ik grupların
ahlakça ve güzellik duygusu bakımından birçok bölüm lere ayrı ldıkları, bazen baş­
müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış ka etn ik grupları asimile ettikleri ve çok
ferdlerden mürekkep bulunan bir toplu­ kez de bazı Türk grupları nın başka grup­
luktur. "(1 1 ) Gökalp, mil letlerin doğuşunu lar tarafı ndan asi m i l e ed i l d iği üzerine
büyük i m p a ratorl u k l a r ı n d a ğ ı l m a s ı n a söylediklerini unutmuş gibidir. Yani mil­
bağlamaktad ı r: B i r m i llet bir etni k grup leti oluşturan top l u l u klar, m i l let h a l i ne
o l arak bir imparatorl u k i çinde (kaynaş­ gel inceye kadar çeşitli şekil lere bürüne­
mış) olarak yaşadı ktan uzun bir süre son­ bilmektedirler.
ra kimliğini tekrar elde etmek ve canlan­ Gökalp m i l leti oluşturacak gruplar ve
d ı rmak için çabalayan (bir varlıktır) 1 2 Gö­ kültürlerin öteden beri mevcut olduğunu
kalp m i l letleri teokratik (üstün bir inanç kabul etmesi yani "ezeli mil let" fikrini sa­
ve hukuka dayanan) m i l let, hukuki millet vunmasıyla, modern anlamda siyasi mil­
(kent devleti), kültür milleti ve özgürlüğü- letlerin ancak 1 8. yüzyı ldan sonra ortaya
Z I Y A G Ö K A L P ' I N B A Z I K A V R A M L A R Ü Z E R i N E O Ü Ş Ü N C� L E R I

çıktı k l a r ı n ı kaa l e a l ma m a ktadır. Haklı Gökalp i l hamını güncel olarak yaşadığı


olarak milletin, kavim, ırk vs. demek ol­ Osmanlı toplumundan aldığı bu sezişini
madığını kabul ettikten sonra siyasi an­ daha rasyonel biçimde incelemiş olsa idi
lamda m i l letin neden yakın zamanlarda millet konusunda ve bilhassa Türk milli­
oluştuğunu açıklamamaktadır. Avrupa' da yetin i n nasıl oluştuğu hakkındaki görüşle­
modern m i l l e t l e r R o m a İ m p a ratorlu­ r i n i köklü o l a rak değiştireb i l i rd i . Gö­
ğu'nun 5 . yüzyılda dağılmasından sonra ka lp'in büyüdüğü 1 880- 1 900 yıl ları arası
değil 1 8 . yüzyıldan sonra ortaya çıkmış­ Osmanlı toplumu köklü değişikl ikler ge­
lardır. Günümüzün İtalyası ve Almanyası çirnıiştir. Kapitalizmin girmesi, özel mül­
1 9 . yüzyılda ortak d i l esasına dayanarak kiyetin miri yani devlet mülkiyetin i n yeri­
ve etn i k kültürünü temel yap ı p birçok ni alması, Osmanlı Devleti'ne çeşitli et­
fa rklı küçük devletçiği bi rleştirerek bir nik gruplardan oluşan mi lyonlarca Müs­
m i l l i devlet olara k ortaya çıkm ı şlardır. lüman göçmenin gelmesi, gittikçe yay­
Gerek Avrupa'da gerek Asya ve Afrika'da gınlaşan modern eğitimin toplumun alt
ortaya çıkan m i l l i devletler bünyesinde, tabakalarını etkilemesi, yeni bir orta sını­ 331
(bazı ları aynı devlet çatısı altında yaşa­ fı n ortaya ç ı k ı ş ı , modern profesyo n e l
yan) m i lletlerin yalnız d i l ve kültür birliği­ okullardan mezun olan bir elitin eski sul­
ne dayanarak mil let şeklini aldıkları söy­ tani elitlerin yerine geçmek için siyasile­
lenemez. İtalyan yarımadasında yaşayan şerek yeni tip aksiyon lara baş vurması ve
toplulukların aynı d i l i (Latince kökenli), bunun gibi daha başka gel işmeler eski
aynı d i n i (Katolikl iği) ve aynı tarihi pay­ Osma n l ı sosyal ve devlet yapısı yerine
laştıkları halde neden ancak 1 9 . yüzyılda çağdaş bir yapı hazırlamakta idi. Bu ge-
bir mi llet çatısı altında birleştiklerini yal­ 1 işmeler ve değişmeler topl u m u n hem
nız mefkure (ideal-ideoloji) ile açıklaya­ kim liğini hem inançlarını yeni bir düzeye
m a y ı z . Modern m i 1 letleri n d o ğ u ş u n u çıkarırken kişinin de bi linçlenmesine yol
doğru dürüst anlamak i ç i n endüstri leşme­ açmıştır. Eskiden Müslüman ismi altı nda
yi ve iletişimi mutlaka göz önünde tutma­ ortak bir yaşayış ve düşünme şekl ini be­
mız gerekir. Yen i ekonom i k güç ler dar n imseyerek yaşayan insanlar, 1 9. yüzyı l ı n
çevreli yerel ekonomi leri daha geniş bir sosyal, ekonomik ve kültürel değişmeleri
sistem içine girmeye zorlayarak d ışarıya altında eski yaşayışın sarsıldığını, eski gö­
açı lmalarını sağlam ıştır. Bu yeni güçler rüşlerinin geçersizleştiğini görerek buna­
yeni örgütleşme -milli devlet de bunlar­ lımlar geçirmiş olabil irler. Fakat yıkı lır gi­
dan biridir- şekilleri ortaya çıkardığı gibi bi görünen eski değerler, yaşam ve kültür
eski k i m l i k leri de köklü bir deği şmeye şekil leri yerlerini daha değişik değerlere
zorlamıştır; hem de bazı eski kimlik ve ve örgüt şekillerine bırakmakta iseler de,
ü l ke i s i m le r i n i koruyara k . Deva m l ı l ı k asl ı nda bu eski değerler şekil değiştirerek
içinde değişme geçiren çağdaş b i r Fran­ yaşamaya devam etmekteyd i. 1 9 . yüzyı­
sızı n veya İ ng i l i z i n 1 8 . yüzyıldaki bir lın yarısında Osmanlı Devleti'nde yaşa­
Fransız veya İngil izden köklü farkları ol­ yan Müslüman kesimi kısmen Batı em­
duğu aşikardır. peryalizmine bir tepki olarak yeni bir ör­
Gökalp'in önemli bir hususuyeti, seziş gütlen meye ve kimlik değiştirmeye yö­
gücünün çok büyük oluşudur. Zaten bir nelmiştir. Bu planlı ve "düzgün" bir de­
çok konuyu siyasi sezişi ile ele alarak çö­ ğişme değild i . Diyalektik nitelikte, iç güç­
zümlemiştir. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi lerin birbirini etkilemeleri sonucundcı ve
Gökalp, Türklerin, İslam ümmeti ve Os­ devlet kontrolünün dışında oluşan sos­
man 1 ı İ mparatorl uğu içinde yaşamakla, yo-pol itik tarihi olayd ı . Kökleri eskiye gi­
mill iyet kimliği ed iniş ve m i l let oluş sü­ den bir kavme, bir dile ait/özgü olmayan
reçleri n i hazırlad ı k l a r ı n ı yazmıştı . Eğer Türk ismi, ortaya çıkmakta olan bu mo-
T A N Z 1 M A T V E M E Ş R U T 1 V E T ' 1 N B I" R 1 K 1 M I

dem siyasi topluluğa mal edi lmiştir. Bu doğumu, Osmanlı-Türk toplumunun sos­
topluluğun kültürü İslamdan kaynaklan­ yal yapı değişmeleri, kültürünün ve kimli­
dığı kadar Osmanlı siyasi kü ltüründen ve ğinin yeniden oluşumu olgularını bu sos­
onun tarihinden yani ortak yaşanmış ger­ �·al yapının tarihi tecrübesi çerçevesinde
çek bir hayattan oluşmakta idi. Bu değiş­ i n celemek yeri ne Durkheim, Sorel ve
melerin Gökalp'i o kadar korkutan ano­ başka Fransız sosyolog ve düşünürlerinin
m iyi ve yabancılaşmayı doğurması tabi­ teori l erine uyarlayarak yoru m l a m ı şt ı r.
idir. Fakat bunlar modern hayatın ve ko­ Gökalp, kendine has hukuki, siyasi, este­
şul ların yarattığı, yeni bir toplumun orta­ ti k yönleri, maddi ve manevi kültürü olan
ya çıkışına ait doğum sancılarıdır. bir medeniyet olduğunu bir yana attığı
Gökalp tari h i n değersiz, ölüme mah­ Osmanlı'yı, dili ve kültürüyle toplumdan
kum bir ilim kolu olduğunu iddia ederken ve halktan ayrı, kozmopolit ve ümmetçi
Osmanlı tarihine de tamamiyle subjektif bir idareci grup, bir üst sosyal grup olarak
ve ideoloj ik bir açıdan bakarak, bugünkü görmü ştür. Ta rihi bir siyasi dönüşümü
332 Türk toplumunun ve siyasi yapısının Os­ görmüş, ancak modern Türk u l usunun
manlı devrinde hazırlandığın ı görmemiş, çöken Osmanlı Devleti'ni oluşturan par­
görmek istememiştir. Teorilerine konsant­ çalardan biri değil bizzat onun devam ı
re oluken, yaşadığı toplumda olan bazı olduğunu görmesini sağlayacak olguları
gel işmeleri de yakalayamamıştır. Bunun gözardı etmiştir.
için de eserleri, gerçek manada sosyolojik Modern Türk u l usunun 1 9 . yüzyılda,
bir okulun kurulmasına (izinden yürüyen Osman l ı Devleti'nin kuru luş temel i nde
ciddi i l i m adamlarına rağmen) dayanak yatan Rumeli ve Anadolu'da nası l oluştu­
olamamıştır. Gerçek manada bir "Gökalp ğunu, eski dil, kültüre ve dine nası l yeni
sosyolojisi" yoktur. F ikirleri bir geçit dö­ 'milli' şekil ler vererek çağdaşlaştığını baş­
nemi olan 1 908-1 9 1 5 yılları için idareci­ ka çalışmalarımızda uzun uzadıya ince­
lere ve elitlere ışık tutmuştur. Bununla be­ lediğimiz için burada fazla söz etmeyece­
raber, fikirlerinin değerl i yönleri olarak sa­ ğiz.14 Modern sosyoloj i, antropoloj i ve
yabileceğimiz, dinin medeniyet ve devlet kü ltür teori lerini yakından i n celeyerek
i le i l işkileri, İslamın Türk toplumundaki bunların kavramlarını göz önünde tutmak
yeri vs. üzerine görüşleri gözden uzak tu­ gerekir, ancak bu kavramlar Türk toplu­
tulmuştur. Açıkça anti-sosyal ist olan Ziya munun değişmelerinin üzerine kılıf gibi
Gökalp'in sosyolojisi Türkiye'de mill iyet­ geçirilmemelidir.15
çilik ideolojisinin temel i olmuştur. Bu ide­ Gökalp'in Türk siyasi düşüncesine yap­
olojinin dinamik yönünü oluşturan mef­ tığı hizmeti birkaç nokta etrafında topla­
kure (ideal-mythl kavramı, bu eği limdeki m a k m ü m k ü nd ü r. O, sosya l ve siyasi
s i yasi a k ı m la ra ve kuru l u ş l a ra hareket olayların köken lerinin toplumda bulun­
ufukları açmıştır. duğunu ilk kez anlamış ve a n l atmıştı r.
İleri sürdüğümüz bu eleştirel düşünce­ Sosyal olayları (bu arada dini de) akılcı
lerin, bu yazının başında söylediklerimiz­ bir yöntemle inceleyerek siyasi örgütlerin
le, yani Ziya Gökalp'in Türk düşünce ta­ sosya l köken leri bul unduğunu ortaya
rihinde çok öneml i hatta devam lı bir yeri koymuştur. Türk düşüncesine sosyal-siya­
olduğu fikri i le çel işki l i görünüyorsa da sal relativizmi (nisblliği) getirmiş yani her
aslında çelişki yoktur. Görüşümüze göre sosyal olayın dinamik ve değişken oldu­
Gökalp 1 9 . yüzyı lın sonunda modern an­ ğunu göstermiştir. İnsan iradesinin ve kül­
l amda siyasi n itel ikli bir Türk u l usunun türün top l umsal değişmede önem l i rol
ortaya çıktığ ı n ı a n l a m ı ş ve ömrünü bu oynad ığını anlatmış, şahsiyetin önem ini
m i l let oluşumunu i ncelemeye vermiştir. belirtmiştir.16
Ancak Gökalp, modern Türk m i l leti n in Gökalp modernleşme yani uygarlaşma
Z I Y A G Ö K A L P ' i N B A Z I KAV R A M L A R :Ü Z E R i N E D Ü Ş Ü N C E L E R i

ve bunların gerçekleşmesi için gereken geleri vermiştir. Bu hareket progra m ı n ı n


sosyal ve siyasi değişikli kleri savunmuş­ doğru v e yan lış taraflarını tartışmak her
tur. Her ne kadar m i l liyetten ve kültürden zaman m ü mkündür. A s ı l önem l i nokta
ayrı bir varlığı olduğuna işaret ettiği çağ­ böyle bir programın ortaya konmuş ol­
daş meden iyeti ben i msemenin kaç ı n ı l­ masıd ır, ki bu program 1 908-1 930'1arda
maz bir zorunluluk olduğunu, çağdaş uy­ doktrin ve teori noksanları içinde çırpı­
garlığın bir din olarak benimsenmesi ge­ nan idarecilere yol göstermiştir. Gerçek­
rektiğ i n i vurgulamışsa da, h içbir zaman ten İttihat ve Terakki'nin i l k dönemi sa­
Batı'nın körü körüne takl itçil iğini savun­ y ı l a n 1 908- 1 3 y ı l ları (ki bu dönemde
mamıştır. Onun d i n ve bu arada laiklik Sait ve Kami l paşalar gibi rej im adamları
hakkında söyledikleri hala geçerlidir. Gö­ l ider mevkiinde idi ler) kararsızlık ve bil­
kalp'in fikirlerine göre hareket ettiğini id­ hassa idelojik yönden mahrum iyet için­
dia eden Cumhuriyet'in ilk iki kuşağı din de geçmiştir. Cumhuriyet'in kuru l uşun­
ve laiklik konusunda Gökalp'in düşünce­ da önem l i rolleri olan genç kuşaklar ve
lerine önem vermiş olsalardı bugün Tür­ kuruluşlar ancak 1 9 1 3'ten sonra ortaya 333
kiye'nin bu alanda geçirdiği bunalımların çıkmıştır, ki bu dönem Gökalp' in fikirle­
önü alınmış olurdu. rinin etki l i olmaya başladığı bir zamana
Osmanlı Devleti'nin 'milli' (bu terimi tesadüf eder.17
burada kü ltürel değ i l coğrafi anlamda N i hayet Gökalp'in, m i l letin (ul usun)
kullanıyoruz) b i r a n layışı ve politikası yaşadığımız çağın en öneml i siyasi kuru­
yoktu. Gökalp İttih at ve Terakki'ye ve luşu olduğunu vurgulayarak bu kiml ikte
bil hassa Cumhuriyet l iderleri ne bir hare­ vatana bağl ı l ığın esas olduğunu savun­
ket programı hazı r l ayarak b u n u n ger­ makla, m i l l i kültürün halk kültürü oldu­
çekleşmesi için gereken tesanüde (daya­ ğunu ileri sürmekle, halkçıl ığa ve demok­
n ışma) esas olacak ortak hedef ve sim- rasiye verdiği hizmet de kaydedilmelidir.

D İ P N OTLAR
Taha Parla, The Social and Political Tho­ kılarında terimler değiştirilmiştir. Örnek; İs­
ught of Ziya Gökalp 1 876- 1 924 (leiden: lam beynelmilelcilik terimi 'ümmet'e çev­
1 985) s. 7-8. rilmiştir ki birincisi daha doğrudur. Müslü­
manlar bir 'ümmet' mefkuresini (idealini)
2 N iyazi Berkes, Turkish Nationalism and
gözetlemekle beraber bir çok farklı kavim
Wesıern Civilization (New York: 1 958) s.
ve mil lettlerden ol uşmakta idi ler.
1 1 7.
5 a.g.e., s. 1 30.
Gökalp'in artık basıl mayan ve Onun ana
yapıtı olan Türkçülüğün Esasları (1 923) ki­ 6 İslam Mecmuası cilt iV. no: 48 1 9 1 6 -Bu ya­
tabında yer almayan bir çok yazıyı kapsa­ zı Gökalp'in imzasını taşımamakla beraber
yan Berkes'in çalışması değerini korumak­ onun olduğu kabul edilmektedir. Yazı değiş­
tadır. M i l l i Eğitim Bakanlığı Türk Klasikleri tirilerek yayınlanmıştır. - Kazım Nami Duru,
serisi adı altında rahmetli Prof. Mehmet Ziya Gökalp (İstanbul: 1 91 9) s. 60-65.
Kaplan tarafından yayınlanan Türkçülüğün 7 Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak
Esasa/arı (İstan b u l : 1 990) kitaında Gö­ Berkes, s. 78.
kalp'in bir çok eski yazılarından söz edil­
8 Türkçülüğün Esasları (Kaplan baskısı) s .
memektedir.
1 1 3-252.
3 Berkes, a.g.e., s. 1 2 1 . 9 Bu yazı için bkz. 'Üç Cereyan' Türk Yurdu
4 a. g. e. , s. 74 (Bu düşünceler Türkleşmek, İs­ 111, no: 35 sonra kitap başlığı olarak kulla­
lamlaşmak, Muasırlaşmak kitabının 1 9 1 8 nılmıştır. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasır­
tarihinde k i baskısında vardır. Sonraki bas- laşmak (İstanbul: 1 9 1 8).
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B i R i K i M i

1 0 Hars ve Medeniyet , Hars ve Siyaset, Hars Hans Kohn'dan Hobsbawm'a ve Anthony


ve Tezhib gibi makalelere bakınız. Smith'e kadar köklü biçimde inceledi kten
11 Türkçülüğün Esasları (Kaplan baskısı) s. 22.
sonra bu kuramsal çerçeven in Türk m i l l i -
yetç i l i ğine (bu bir kiml iktir) ve milletine
1 2 Bu yazı i l k kez İçtimaiyat Mecmuası 1 no: (bu bir topluluktur) çok az nisbette uygula-
3'de l 9 1 7'de yay ı n l an m ı ş ve Berkes s. nabileceğini anladık.
1 28'de bulunmaktadı r.
1 6 B u Onun 'kahramanlar' ve 'güzideler' (elit-
1 3 Berkes, a.g.e. 1 32. ler) ile ilgili yazıl arda ele a l ı nmıştır.
1 4 Kemal H . Karpat, The Politicization of Is- 1 7 Z i ya Göka l p ' i n idareci s i yasi çevrelere
lam - The Reconstruction oi ldentity, State, çok yakı n ol uşunun Onun fikirleri ni b i r
Community and Faith in the Lası Decades dereceye kadar etkilediğini d i l e getirmek
of the Ottoman Empire- (New York: Ox- gerek. 1 923'de basılan Türkçülüğün Esas-
ford Press,2001 ) ve Tarih Vakfı nın yayın- farı yeni kurulan Cumhuriyet rej i m i n i n
layacağı göçlerle i l g i l i kitap larıma bakı- ideolojik ve ihtiyaçları da göz önünde tu-
nız. tularak yaz ı l m ıştır. Aslında kitabın önemli
1 5 The Politicization of lslam adl ı kitabımızda kısmı Gökal p'in daha evvel yayı n l a d ı ğ ı
v e Üniversite seminerlerimizde mil liyet ve yazıların değiştirilmiş şeklinden ol uşmak-
334 m i l l etlerin doğumu ile i lgili ana literatürü tadır.

-
Osmanlı Müslümanlarında
Feminizm
N I C O L E A . N . M . VA N 0 5

• slamiyette Fem i n i zm yahut A l em-i Öte yandan diğer grup olan "ailesel fe­

I Nisvan'da Musavat-ı Tamme 1326 ya­


ni 1 9 1 0 yılında çıkan Osmanlıca bir
kitabın adıdır. Kitabın adında " femi­
ministler" ataerkil toplumu kabul edip,
kadınların yerini bu var olan ataerkil ya­
pılı toplum.un içerisinde yükseltmek iste­
nizm" sözünün anlamı olarak "musavat­ diler. Onlara göre erkek ve kadın, farklı
ı tamme", yani "tam eşitlik" verilmiştir. olmakla beraber birbirinin tamamlayıcı­
Oysa kitabın içeriğine bakıldığı zaman, sıydılar. Eşitliğin yerine eşdeğerliliği, ya
beklendiği gibi erkek ve kadın arasında da farklı bir deyimle "farklılıkta eşitliği" ,
tam eşitlik söz konusu olmayıp "femi­ savunuyorlardı. Feminizmin bu şekli
nizm"e aslında başka bir anlam verildiği "burjuva", "liberal" ve "sosyal" feminizm
görülür. olarak da tanınır. (Kaplan, 1 997; Offen,
Bu, "feminizm" kavramının tek bir an­ 1 984; Nash, 1996)
lamı olmadığının göstergesidir. "Femi­ Radikal feminizm, Fransa'daki Aydın­
nizm" sözü ilk defa 1 890'larda Fransa'da lanma hareketinden esinlenmişti. Bun­
kullanılmış ve genel olarak kadınların dan dolayı radikal feministler öncelikle
toplumdaki yerini değiştirmek isteyen bireyi ön plana çıkarıp erkek ve kadın
kişi ve gruplar "feminist" olarak adlandı­ arasındaki farkların doğal olarak değil,
rılmıştır. Ancak kadınların toplumdaki fakat toplum tarafından oluşturulduğu
yerini değiştirmek isteyen feministler, fikrindeydiler. Ailesel feminizmin kökü
bunun nasıl gerçekleşmesi gerektiği ko­ ise dinsel canlanış hareketinde (religious
nusunda fikir birliği içinde değildiler. Bu revival movement) yatmaktadır. Bu hare­
konuda farklı iki temel akım vardı. Birin­ kete göre toplum bireyden önce gelmek­
ci kategorideki feministler, toplum içeri­ teydi ve erkeğin kadına üstünlüğü tartı­
sindeki erkek ve kadın arasındaki temel şılmazdı. Nitekim aile ve ev değerlerine
eşitsizliği sorgulayıp, toplumun ataerkil önem verilmekteydi ve dolayısıyla onlara
yapısını kökten değiştirmek istiyorlardı. göre kadının yeri öncelikle evinin için­
Her bireye, cinsiyeti göz önüne alınmak­ deydi. (Nash, 1996; Banks, 1 986: 7-4 7)
sızın, bütün toplumsal alanlarda eşit hak Geleneksel değerlere fazlasıyla önem
ve imkanların sağlanmasını istediler. Fe­ veren dinsel canlanış hareketi, pek femi­
minizmin bu akımı literatürde "radikal nist görünmese de feminist bir bilinç ge­
feminizm" . "siyasal feminizm" ve "birey­ lişmesine yardımcı oldu. Şöyle ki, bu ha­
sel feminizm" olarak tanımlanmıştır. reketin bazı grupları, kadınlara halka hi-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

tap etme ve dolayısıyla umumi yerlere gi­ guluyorlardı. Nitekim bu kavramlara da­
riş hakkı sağladığı gibi, eğitime önem ve­ yanarak bazı 'feminist' olarak nitelendire­
rip özel kız okulları açtırdılar. Ayrıca bu bilecek isteklerde bulunmaktan da çekin­
hareket çerçevesinde kadınlara dernek mediler. Bu isteklerden en önemlisi eği­
kurma ve yönetme tecrübesi kazandıran tim hakkıydı.
önce dini amaçlı, ardından ise hayırse­ Kadının aile içindeki yerine ayrı bir
ver kadın dernekleri kuruldu . (Banks , önem verilmişse de, kadınlar özellikle
1 986: 7-47) 1 908'den sonra kendilerine aile dışında
Ailesel feminizm, erkek ile kadın ara­ da bir rol biç tiler. 11. Meşrutiyet döne­
sında temel bir fark olduğunu ve kadının minde kadınlar hem birey olarak hem
ailedeki yerini savunduğu için, birkaç yıl d ernek ku rarak Osmanlı Devleti'nin
öncesine kadar, çoğu Batılı, radikal femi­ ekonomik ve askeri alanda güçlendirilip
nizm savunucusu feminist kuramcılar ta­ yükseltilmesinde katkıda bulunabilecek­
rafından feminizm olarak kabul edilmi­ leri görüşündeydiler ve bu mücadelede
336 yordu. Bu düşünceye göre onlardan fark­ yerlerini almak istediklerini açıkça ifade
lı bir yerde, farklı bir zamanda yaşayan ettiler. Bu istekler doğrultusunda kuru­
kadınların erkeklerle eşit hakları isteme­ lan dernekler ve yapılan faaliyetler Os­
den kendilerine daha iyi bir durum ya­ manlı kadınlarına - dinsel canlanış ha­
ratmak mücadelesi feminizm olarak nite­ reketinin çerçevesindeki kurulan der­
lendirilmiyordu. Bu Avrupa ya da Batı neklerin yaptığı gibi - geleneksel cinsi­
merkezci tutum 1970'lerde şiddetle eleş­ yet düzeninin dışında olan bazı tecrübe­
tirildi ve neticede feminizm tanımı tekrar ler kazandırdılar. Nitekim bu faaliyetler,
gözden geçirilip düzenlendi. Ardından ilk amaçları feminist değil milliyetçi ol­
bu tip kadın hareketleri de feminizm ile duğu halde, yine de kadınların toplum
ilgili araştırma yapanların ilgisini çekme­ içindeki yerinin değişmesine yardımcı
ye başladı ve araştırmalara dahil edildi. olmuştur.
Mısır'daki feminizmi araştıran Badran
"kadınlara cinsiyetlerinden dolayı yapı­ OSMANLI'DA "FEMINlZM"
lan sınırlamanın farkına varıp da, bu sı­
nırlamaları yok etme ve kadınlar için ye­ Osmanlıda ilk feminist sayılabilen faali­
ni roller ile yeni erkek-kadın ilişkilerini yetlerden biri "üç kadın" imzah ve Terah ­
kapsayan adil bir cinsiyet düzeni geliştir­ ki (llerleme) gazetesinde çıkan bir mek­
me gayretinde bulunmanın" feminizmin tup sayılabilir. Yazarlar bu mektupta yeni
dahilinde olduğunu kabul ediyor. (Bad­ başlatılan Boğaz vapur seferlerini övüp,
ran, 1995: 1 9-20) Bu tanımlamadan yola vapurlarda kadınlara ayrılan yerlerden şi­
çıkarak, Osmanlı Devleti'nin son yarım kayetçi oluyorlardı. Erkeklerle gibi aynı
yüzyılında Müslüman toplumda gelişen ücreti ödeyip, onlar gibi kapalı ya da ha­
kadın hareketini de feminist bir hareket vadar bir yerde oturma seçeneğine sahip
olarak niteleyebiliriz. olamamaktan şikayetçiydiler. Bu mektu­
Bu çerçevede Osmanlı Müslüman fe­ bun gerçekten üç kadın tarafından yazıl­
ministi denilebilen kişiler -erkek ya da mış olup olmadığı bilinmiyor ancak cin­
kadın olsun- düşünce ve fikirlerinde, ka­ siyetten dolayı uygulanan ayrımcılığın
dının yerinin cinsiyet düzenine göre ön­ bir gazetede yayımlanan bir mektupla
celikle aile içinde olduğunu tartışmıyor, protesto edilmiş olması -yazarlar üç ka­
hatta kadının ailedeki yeri ve ondan do­ dın olmasa bile- önem taşımaktadır.
ğan rol ve görevlerinin vatan, millet hatta Terahlıi gazetesi Osmanlıca yayınlanan
ırk için ne kadar önemli olduğunu vur- ilk bağımsız gazetelerden biriydi. l 868'de
O S M A N L I M Ü S L Ü M A N L A R I N D A F E M i N i Z M

Gazete ve dergilerin yanı sıra 19. yüz­


yılın ikinci yarısında yazılmış romanlar
da değişen fikirler hakkında bilgi ver­
mektedir. O dönemde geliştirilen yeni
edebiyatta daha gerçekçi olmaya çalışan
yazarlar evlilik, aşk, sevgi, ebeveyn-ço­
cuk ilişkileri gibi konuları işliyorlardı.
(Evin, 1 983: 29-40) Ancak bu romanlar­
da yansıtılan gerçek sınırlı bir 'gerçek'ti:
öyle ki, yazar ve okurların. yaşadıkları
hatta yaşamak istedikleri gerçek, büyük
şehirlere hatta lstanbul'a ait orta ve üst
sınıfların gerçeğiydi.
Sınırlı bir çerçevede olsa bile, bu yazı-
lar değişen bir toplumun değişen fikirle- 33 7
rinin taşıyıcılarıydı. Gazete ve dergilerin
sahip, editör ve yazarları -ve okurları- bu
değişen toplumun hem ürün hem de üre­
ticileriydi. Modernleşme olarak da tanım-
lanan bu değişim sürecinin başlangıcı 19.
yüzyılın ilk yarısına denk gelir. Osmanlı
Devleti'nin lstanbul'daki merkezi yöneti-
cileri devletin gücünün giderek azalmış
olduğu görüşündeydiler. Devleti hem dış
hem de iç güçler karşısında yeniden kuv­
vetlendirebilmek için askeri ve bürokra-
çıkmaya başlayan gazete, Fransa'daki ka­ tik ve dolayısıyla eğitsel ve hukuksal re­
dınlar ve hak arayışları, kadın eğitimi, ta­ formların gerekliliğini savundular. Avru-
addüt-Ü zevcat (çok eşlilik) gibi tartışma­ pa'daki devletler ile arasındaki (askeri)
lara yer veriyordu. Ayrıca yukarıdaki tür­ üstünlüğe yeniden erişebilmek için Batılı
d en okuyucu mektuplarım da yayımlı­ teknolojiyi reddetmektense onu çalışıp
öğrenmek ve kullanmak gerektiğine inan-
yordu. Gazetenin sahibi ve editörleri ka­
dılar. (Hanioğlu, 1995: 10-23) iç güçler
dın konusu ile o kadar ilgilenmişlerdi ki
karşısındaki otoritelerini güçlendirmek
ayn bir ek yayımlamaya karar verdiler.
için ise var olan bürokrasiyi ıslah edip
Böylece ilk Osmanlıca kadın dergisi kabul
Fransa'daki XVI. Lui'nin mutlak monarşi-
edilen Terakki-i Muhadderat'ın (lffetli ka­
sinin merkezi devlet sistemine benzer bir
dınlar için ilerleme) yayın hayatı Haziran sisteme döndürmek istediler. (Zürcher,
1 869'da başlayıp Eylül 1 870'e kadar sür­ 1993: 28) Bu amaçlara ulaşabilmek için
dü. Bunu takip eden gazete ve dergilerde yeni okullar açıldı, dışarıdan hoca ve ki-
-ve özellikle kadın dergilerinde- yayımla­ tap getirildi ve öğrenciler yurt dışına gön-
nan makaleler, kadının toplum içindeki derildi. Böylece sayıları hızla artan bir
yeri hakkında düşünce ve tartışmalar ile grup devlet adamı ve askerler Avrupa'da-
ilgili bilgi veren ö n emli birer kaynak ki çalkantıların sonucunda gelişen yeni
oluşturmuşlardır. 1 (Çakır, 1 994; D emirdi­ fikir ve düşünceleri yakından tanıma fır-
rek, 1993; Kurnaz, 1991; Taşkıran, 1973; satı bulup onlardan etkilendiler. Fran-
Toska, 1994; Yaraman-Başbuğu, 1992) sa'daki Aydınlanma hareketinin poziti-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

vizm ve onunla gelen bilime önem veren (kadınlara ait) sözü o zamanlarda Mı­
eğitimde reform hareketi, Osmanlı'da da sır'da kullanmaktaydı. (Baron, 1994: 6)
eğitim ile ilgili tartışmaların başlamasında Osmanlı Müslüman feministleri ise lıa­
etkili oldu. Osmanlı aydınlarına göre Av­ dın sıfatını kullanmayı tercih ediyor ve
rupa devletleri gibi medeniyete giden yol­ örneğin /ıadın lı are /ı eti'nden bahsediyor­
da ilerlemek için çağdaş bilime hakim ol­ lardı. Feminizm teriminden ve Avrupa,
mak bir şarttı. Fransız devrimin "liberte, Amerika ve diğer ülkelerdeki feminist ha­
egalite, fratemite" (özgürlük, eşitlik, kar­ reketlerden haberdar olmalarına rağmen
deşlik) fikirleri ile gelişen milliyetçilik kendilerini "feminist" olarak tanımlamaz­
akımları ise Osmanlı için ne gibi bir mil­ lardı. Bunun başlıca nedenlerinden bir ta­
liyetçiliğin söz konusu olabileceği yönün­ nesi, başka yerlerdeki hareketlere katılan
de tartışmalara yol açu. Öte yandan, 1 848 ve Osmanlı basınında feminist olarak ta­
devrimlerinde ortaya atılan meşrutiyetçi­ nımlanan kadınların bazı tutucu çevreler
likten dolayı Osmanlı aydınları da meşru­ tarafından kötülenip eleştirilmiş olmaları­
338 tiyet ve parlamento sistemini ve dolayı­ dır. Muhtemelen, Osmanlı kadınlarının,
sıyla Padişahın pozisyonunu tartışmaya bu eleştirilerde bazen ahlak dışı olarak
başladılar. Ayrıca Avru pa ve dünyanın gösterilen feministler ile kendilerinin bir
başka yerlerindeki kadının toplum için­ tutulmasını istemediği düşünülebilir. Di­
deki yeri ile ilgili tartışmalar da Osmanlı­ ğer taraftan Osmanlı Müslüman kadınları
lara izlerini bıraktı. -özellikle ilk yıllarda- Batı'da feminizm
Avrupa'da gelişen bu fikirler Osmanlı olarak tanımlanan hareketin faaliyetlerini
basınında -bazen sansürün izin verdiğin­ ve amaçlarını tam olarak benimsemeyip,
ce ve imkanlar zorlanarak, bazen de sür­ yabancı bir hareket olarak da görmüş ola­
gün yerinde bile olsa- hararetle tartışılı­ bilirler. Şöyle ki, Osmanlıca yayınlarda fe­
yordu. Kadınlarla ilgili tartışmalar ilk se­ minizm ile bağdaştırılan faaliyetler daha
nelerde çoğunlukla erkek feministler ta­ çok kadın ile erkek arasındaki eşitliği ve
rafından kaleme alınmışsa da, 19. yüzyı­ özellikle kadınlara siyasal hakların veril­
lın son yıllarında sayısı giderek artan ka­ mesi savunan faaliyetlerdi. Bu çerçevede
dın feminist yazarlar kendi fikirlerini örneğin l ngiliz "süfrajetler" tarafından
okuyucularıyla paylaşıyorlardı. yapılan eylemlerin Osmanlı Müslüman
Bu makalede "feminist" olarak nitelen­ kadınları tarafından benimsenmemiş ol­
dirilen Osmanlılar, kendileri için büyük ması mümkündür.
bir ihtimalle -zaten nadiren kullanılan­ Çünkü bu lngiliz feministlerin ne so­
bu terimi kullanmazlardı. Feminizm sö­ kakta yürümek, pankart asmak, polisler­
zünün Osmanlıda ilk defa ne zaman kul­ le çatışmaya girmek gibi saldırgan faali­
lanıldığı bilinmezken, Ebüzziya Tevfik yetleri, ne de amaçları Osmanlı Müslü­
bu başlık altında 1899 yılında bir makale manların cinsiyet düzeni ile uyuşuyordu.
yayınladı ve bu makalede, bu Fransızca
terimin nasıl çevrilmesi gerektiği ile ilgili OSMANLI'DA CiNSiYET DÜZENi
sorunlardan bahsedip, aynı zamanda Av­
rupa'nın değişik ülkelerindeki feminizm Cinsiyet düzeni doğadan gelen bir düzen
akımları ve faaliyetleri hakkında bilgi deği l , toplum tarafından veya içinde
verdi. Bu makaleye dayanan 1 9 1 8'de çı­ oluşturulan bir düzendir. Bu yüzden bu
kan başka bir makalesine ise yazar tara­ düzen toplumdan topluma değişir. Hatta
fından Nisaiyyun (kadınlara ait) başlığı bir toplum içindeki gruplar arasında bile
verildi. (Demirdirek, 1 993: 89-92; Demi­ farklar olabilir. Nerede veya ne zaman
roğlu, 1993) Aynı kökten gelen nisa'iyya olursa olsun cinsiyet düzeninin temelin-
O S M A N L I M Ü S L Ü M A N L A R I N D A F E M i N i Z M

de her zaman maskülinite ve femininite çoğu için gündem dışı ve fazlasıyla "ile­
ayrımı yatar. Bu iki kavram birbirine zıt ri" bir konuydu. Nitekim, Birinci Dünya
ancak birbiriyle bağlıdır. Daha fazla ka­ Savaşı'nın sonuna kadar Osmanlı kadın­
dınsı, daha az erkeksi demektir veya ter­ ları tarafından yazılan yazılar bu yönde
si. Erkeklik ve kadınlık, erkekliği yapan bir istek içermiyordu. Tam tersine, bu
ve kadınlığı yapan toplumlarda belli ste­ konuda Avrupa ve Amerika'da yapılan
reotipler üzerinde kurulan düşünce ve mücadelelere göndermeler yapıp kendi
beklentilerdir. Bu beklentilerin dışında ülkelerinin toplumsal ve ekonomik haya­
davrananlar ise toplum tarafından hoş tına katkıda bulunmadan siyasal haklara
görülmez, cezalandırılır hatta dışlanır. Bu sahip olmaya hazır olmadıklarını açıkça
yüzden var olan bir cinsiyet düzenini ifade ediyorlardı. Birinci Dünya Savaşı
kırmak hiç de kolay değildir. sonuna kadar, parlamentoya girip orada
Osmanlı'daki cinsiyet düzeni, başka devletin işleri hakkında karar vermek,
toplumlarda olduğu gibi tek bir şekil al­ kesinlikle bir Müslüman Osmanlı kadını-
mıyordu. Toplum i çindeki millet, sınıf nın işi olarak görülmüyordu. 339
gibi ayrımlara göre değişiyordu. Bazı sı­ Ancak, Osmanlı Müslüman kadınları
nıflarda kadınlar için kabul görülen faali­ Osmanlı cinsiyet düzenini fazla sarsma­
yet ve davranışlar başka bir sınıftaki ka­ dan yani yukarıda çizilen kamu-özel ay­
dınlar için düşünülemezdi. Ancak Os­ rımının temelini bozmadan gerçekleşti­
manlı'da Müslüman feminist olarak nite­ rilebilen değişikler istemekten de çekin­
lendirilebilen kişilerin çoğu orta ve üst mediler. Osmanlı feministleri olarak ni­
sınıflara aitti. Bu yüzden onların feminiz­ telendirilen bu kadın ve erkeklerin is­
mini o sınıfta var olan cinsiyet düzeni tekleri, kadına cinsiyet düzeni tarafın­
çerçevesinde algılamak gerekir. Bu düzen dan biçilen rolünün çerçevesinde deği­
19. yüzyıldaki batı toplumlarında mev­ şiklikler yapmak doğrultusundaydı. Za­
cut olan orta ve üst sınıfın cinsiyet düze­ ten Avrupa ve Amerika'da bu düşünce
ninden çok farklı değildi. Ayrıntılara gir­ paralelindeki mücadeleler Osmanlı ka­
meksizin Osmanlı cinsiyet düzenine göre dınları tarafından daha kolay benimse­
ideal olarak kamu mekanı erkeklere ait nebilmişti. Başlıca konulardan bir tanesi
i ken, kadınlara özel mekan ayrılmıştı. kadınlar için çok sınırlı hatta neredeyse
Erkekler evin dışındaki işlerle uğraşır­ hiç bulunmayan eğitim imkanlarının
ken, kadınlar evin içindeki işlerden so­ sağlanmasıydı.
rumlu tutuluyordu. Böylece, siyasal, ulu­
sal, ekonomik veya askeri işler erkekler OSMANLI FEMlNlZMl
dünyasına; ev, çocuk, aile ile ilgili işler VE KADIN EClTlMI
ise kadınlar dünyasına aitti. Bunun neti­
cesinde evin gelirini sağlamak erkeğin işi Avrupa ve Amerika'da olduğu gibi Os­
olurken, tersi, yani o geliri harcamak, ka­ manlı'da da kadın ve onun toplum için­
dınlardan bekleniyordu. deki yeri ile ilgili en çok tartışılıp müca­
Böylece Osmanlı'daki "ideal" cinsiyet dele verilen konulardan bir tanesi kadın
düzeni, özellikle orta ve üst sınıf men­ eğitimi idi. Kadın eğitimi ile ilgili bu mü­
supları için oldukça katı ve değişmez gö­ cadele ve tartışmalarda ortaya konan dü­
rünüyord u . Bundan dolayı Avrupa ve şünceler, var olan cinsiyet düzenindeki
Amerika'da yapılan bazı mücadeleler Os­ değişiklikleri göstermesi açısından önem­
manlı kadınları arasında pek tutulmadı. li birer örnektir. Ayrıca kadın eğitimini
Örneğin kadınlara siyasi haklar istemek geliştirme çabalarında kadınların faaliyet­
gibi bir mücadele Osmanlı kadınlarının leri de bu açıdan önem taşımaktadır.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K 1 M 1

Avrupa'da kadın eğitimi konusundaki eğitiminin önemi ile ilgili bir bölüm de
tartışmalar 18. yüzyılda başlayıp 19. yüz­ bulunuyordu. (Berkes, 1 964: 199; Evin,
yılda hız kazanmıştı. l 792da çıkan ve 1 983: 48)
Mary Wollstonecraft tarafından yazılan A Öte yandan dinsel canlanış hareketi
Vindication of tlıe R iglıts of Woman da ' çerçevesinde Osmanlı topraklarına gelip
(Kadın Haklarının Temize Çıkarılması) , misyonerlik yapmak amacıyla kız (ve er­
yazar kökü Aydınlanma hareketinde ya­ kek) okulları açan Amerikalılar da bu dö­
tan liberal bireysellik fikirlerine uyarak neme damgalarını vurmuşlardır. Başlan­
insanlar arasındaki farkların doğal olma­ gıçta çalışmalarını gayrimüslimlere yönel­
yıp toplum ve çevre tarafından yaratıldığı ten misyonerler, 19. yüzyılın son yılların­
fikrini savunuyordu . Eğitimli bir kadının da, okulları -sonradan kadın hareketinde
daha akıllı (rasyonel) ve namuslu olaca­ öncü rol alan- Müslüman kızlara da aç­
ğını ve dolayısıyla daha iyi eş, kız çocuk maya başladılar. (Stone, 1 974)
ve anne olacağını söyleyen Mary Wolls­ Osmanlı Devleti yöneticileri de eğitim
340 tonecraft, aslında erkeklere hitap ettiği konusunda faaliyet gösterip, Batılı tarz­
kitabında, bireyselliği ön plana çıkarıp da bir okul sistemi geliştirmek amacıyla
erkek ile kadın arasındaki farkın doğal 1 857'de Maarif-i Umumi Nezareti (Eği­
olmadığını ispat etmeye çalışmışsa da, tim Bakanlığı) kurdular. Bu bakanlığın
böylece kadınların geleneksel rolünü ka­ ilk faaliyetlerinden birisi 1 859'da ilk Kız
bul etmiş oluyordu. Rüştiyesini açtırmasıydı. ligi beklendiği
Ö te yandan 1 9 . yüzyılda, özellikle gibi olmadığından mı yoksa eleştirildi­
Amerika'da, erkek ile kadın arasındaki ğinden mi bilinmiyor ancak 1862'de bir
farkın doğallığını savunan ve bundan gazetede yayımlanan bir makalede bu
ötürü erkeğin kadına üstünlüğünü iddia okulun açılışı için şöyle bir neden gös­
eden dinsel canlanış hareketi çerçevesin­ terildi:
de de kadın eğitimine ağırlık veriliyordu.
O k uy up y azmanın erheh ve lıadınlar
iyi, yani Hıristiyanlığa ve onun değerleri­
için elzem olup geçiıımelı için ağır işler gö­
nin getirdiği geleneklere sıkı sıkıya bağlı
ren erlzelılerin ev işlerinde ralıat etmeleri
anne ve ev kadını yetiştirmek üzere
ancak kadınların dahi din ve dünyalarını
Amerika ve dünyanın en ücra yerlerinde
bilerelz hocalarının emirlerine itaat etmele­
kız okulları açıldı. Bu okullarda ders ve­
riyle ve istemediklerini yapmalıtaıı sahın­
rebilecek hoca ve yönetici yetiştirmek
ıııalariyle ve iffetlerini lzonıyup /zanaat eh­
amacıyla da bir dizi özel kız kolejleri ku­
li olıııalariyle ıııümlıün olaca/ıtır. (Ergin,
ruldu. (Melder, 1 993; Stone, 1976)
1 977: 458)
1 9 . yüzyılda Osmanlı aydınının kadın
eğitimi ile ilgili tartışmalarının bu iki Gösterilen bu nedenler dinsel canla­
akımdan etkilenmiş olması muhtemel­ nış hareketi ç erçevesinde açılan kız
dir. Osmanlı aydınlarının başta Fransız­ okulları için gösterilen nedene çok ben­
ca olmak üzere yabancı dilde yazılmış zemektedir. Bu hareketin çerçevesinde
eserleri okudukları bilinmektedir. Ya­ kız okulları " [E ] ş ve anne olarak alışıl­
bancı bir dile hakim olmayanlar için ise mış görevlerini daha iyi bir şekilde yeri­
çeviriler mevcuttu. (Male kova , 1 994) ne getirebilmek ve geleneksel dinsel if­
Ö rn eğin, sonradan Paşa sıfatı alan ve fetlerini korumak üzere kızların eğitime
Maarif Nazırı olan Münif Efendi 1 860'da ihtiyacı olduğu" için kuruldu. (Banks,
Voltaire, Fene!on ve Fontanelle'nin eser­ 1 986: 39-4 7)
lerinden seçtiği bölümleri tercüme edip Kadın eğitimi ile ilgili tartışmalarda,
kitap olarak yayınladı. Bu çeviride kadın Osmanlı'nın hem Batı özentiliğine hem
O S M A N L I M Ü S L Ü M A N L A R I N D A F E M i N i Z M

de Osmanlı'nın lslami kimliğine gönder­ manlı Devleti'nin adeta sürekli savaşta


meler bulunmaktadır. Batı merkezci po­ olduğu ll. Meşrutiyet döneminin özellik­
zitivizmin etkisi altında kalan yazarlar le ikinci yarısında anne ve çocuklarının
Batı toplumlarını uygar ülkeler arasında daha sağlıklı olmaları için annelerin sağ­
en ileri olanlar olarak görüyorlardı. En lık bilgisi sahibi olmaları daha çok önem
ileri olmalarını ise bu ülkelerde bilimsel kazandı. Kayıpları ve özellikle Müslü­
eğitime önem verilmesine bağladılar. Zi­ man kayıplarını telafi etmek için çocuk
ra, Osmanlıların uygarlığa giden yolda sayısının artması gerekiyordu. Savaşlar
ilerlemesi ve dolayısıyla "çağdaşlaşması"2 annelik ile direkt bağlı olmayan bilgiler
için eğitime de önem vermesi lazımdı. de gerektiriyordu. Bazılarına göre kadın­
Söz konusu ilerlemenin de kadını eğitim­ lara coğrafya ve tarih okutulması lazım­
den mahrum bırakarak mümkün olama­ dı. Böylece, özellikle erkek çocuklarını,
yacağını ileri sürüyorlardı. Bu görüşü sa­ devletin eski halini öğrenip kayıp top­
vunan yazılarda sık sık medeniyet (uygar­ raklardan haberdar olarak, vatan için sa-
lık) ve terakki (ilerleme) sözleri bulun­ vaşıp kaybedilen toprakları geri kazanma 341
maktadır. isteğiyle büyütebileceklerdi.
Öte yandan bazı yazarlar kadınların Kadınlardan bilgili bir anne olmaları­
eğitim alma hakkını hatta görevini Ba­ nın yanı sıra ev işlerini bilinçli ve bilgili
tı'ya göndermeler ile değil de lslami ge­ bir şekilde yapan bir ev kadını olmaları
rekçelerle savunmaktaydılar. Onların gö­ da istenmekteydi. Evin temizliğinden,
rüşüne göre lslamiyette kadınlara eğitim sağlıklı yemek hazırlanmasından, lekele­
verilmesi z o runluyd u . Sünnet'ten ve rin nasıl çıkarılacağına kadar bilgi sahibi
lslamiyetin tarihinden örnekler vererek olmaları lazımdı. Ancak bir ev kadınının
bu görüşü savunuyorlardı. Önde gelen en çok ihtiyaç duyduğu yetenek "evin
Müslüman kadınların hayatı ve eserlerini ekonomik idaresi" idi. O dönemki yazar­
anlatan makale ve kitaplar bunun birer lara göre bir evin bütçesi nasıl yapılır, bir
örneğidir. hesap nasıl tutulur gibi konular özellikle
Avrupa'ya ve lslam'a göndermeler ile Il. Meşrutiyet döneminde takip edilen ve
talepler meşru kılınmaya çalışılmışsa da, milli ekonomiyi güçlendirmeyi amaçla­
gösterilen gerekçeler daha çok bir toplu­ yan politikalar çerçevesinde önem taşı­
mun ve özellikle Osmanlı toplumunun yordu. Bununla iyi bir ev kadınının dev­
kendi ihtiyaçları üzerine yoğunlaşmıştı. letin ekonomisine katkıda bulunabileceği
Kadının aile içindeki ve dışındaki görev­ görüşü ortaya atıldı.
lerinin onun bilgili olmasını gerektirdiği Evini iyi idare eden bir kadın, kocası
savunuluyordu. Kadının aile içindeki gö­ ve ailesini de memnun eder, böylece ko­
revleri ise, Maarif Nazırı Şükrü Be}; Şu­ casını evine bağlar ve alkol, kumar gibi
bat 1 9 1 3'te, lstanbul Darülfünunu'nda kö tü alışkanlıkları edinmesini engeller
açılan kadınlara özel kursların açılışında diye, ev idaresi ile ilgili bir kadının kabi­
yaptığı konuşma ile net bir şekilde göste­ liyetinin önemine bir gerekçe daha ek­
rildi. Ona göre kadınlara verilen eğitim lendi. Ancak iyi bir ev kadını olmak için
onların aydın ve aydınlatan bir anne, be­ sadece bu yeterli görünmüyordu. Kadın­
cerikli bir yönetici ve iyi bir eş olmalarını ların kocalarıyla eğlendirici ve doyurucu
sağlayacaktı. bir sohbete girebilmek için de eğitimli
Kadınlar anne qlarak milletin devamı­ olmaları gerekiyordu. Bu düşünce kadın­
nı sağlıyorlardı. Anne olarak sadece ço­ erkek ilişkileri ile ilgili fikirlerin değişi­
cuk doğurup büyütmüyorlardı ayrıca ço­ me uğradığının bir simgesidir. Bu yeni
cuklarının ilk öğretmeni oluyorlardı. Os- oluşan fikirlere göre evlenecek kadın ile
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

erkeğin eğitim, yaş veya ekonomik sosyal ninin değişimi açısından önem taşımak­
durumları çok farklı olmamalı, daha çok tadır. Şöyle ki, bu tartışmalar kadınlara
arkadaş gibi ilişkileri olması ve dolayısıy­ cinsiyet düzenine göre biçilen ailesel rol­
la mümkün olduğu kadar aralarında or­ lerin artık doğal bir yetenek değil ancak
tak noktaların bulunması iyi yürüyen bir eğitim gerektiren bir tecrübe olduğunu
evlilik için şarttı. Eğitimli bir kadının bu (erkeklerin bir meslek öğrenm ek için
şekilde mutlu bir aile oluşturup, toplu­ gayret sarf etmeleri gerektiği gibi, kadın­
mu daha sağlamlaştırmakta önemli bir ların da artık işlerini iyi yapmayı öğrene­
rolü olduğu yazılıyordu. bilmek için aktif olup bir gayret sarf et­
Ancak başka nedenlerle eğitimin ge­ meleri lazımdı) topluma kabullendirmek
rekliliğini hissedip bu konuda yazanlar için bir mücadele olarak da görülebilir.
da vardı. Kadınların evin dışında da çalı­ Bu tartışmalar kadınların aile içindeki
şabilmesi için kadın eğitimini geliştir­ yerini eğitim ile değiştirip daha değerli
mek gereğini duyanlar vardı. Bunun için kılmak hatta 'yükseltmek' için bir müca­
342 birkaç neden gösterdiler. Birincisi nor­ dele olarak da algılanabilir. Böylece bu
mal durumlarda çalışıp para kazanmaya tartışmalara katılan Osmanlı Müslüman
ihtiyacı olmayan kadınlar, zor günlerde erkek ve kadınları Avrupa ve Ameri­
bazen kendilerini geçindirmek zorunda ka'daki dinsel canlanış hareketindekiler
kalabilirlerdi. Bu durumda bir meslek gibi kadının rolünün aile içinde olup ol­
veya belli bir yetenek sahibi olmaları la­ madığını değil o rolün içeriklerini tartış­
zımdı. !kinci bir neden ise daha milliyet­ tılar. Nitekim, bu sınırlı tartışmalar ka­
çi bir karakter t_aşıyordu ve Osmanlı dınların toplumdaki yerinin değiştiril­
Devleti'nin ekonomik durumuyla ilgiliy­ mesi ile ilgili daha kapsamlı tartışmalara
di. Namık Kemal'in 1 867 yılında yayın­ yol açtılar. Kadınların faaliyetleri dolayı­
lanan ve kadın eğitiminin ciddi bir bi: sıyla ulusal ekonomiye katkıda buluna­
çimde savunulduğu ilk yazılarından bi­ bilecekleri düşüncesi bu çerçeve içinde
rinde eğitimsiz bir kadının vatana eko­ ilk defa öne sürüldü . Bu düşünce var
nomik bir katkıda b u lunamayacağını olan cinsiyet düzeninde iki seviyede de­
yazdı. (Frierson, 1996; Yaraman-Başbu­ ğişiklik anlamına geliyordu. Genelde pa­
ğu, 1 992) Bu nedenin 1908'den önce çı­ rayı kazanan, dolayısıyla aktif ve üretici
kan d ergilerde de gös terildiği halde, olarak gösterilen erkeğin karşısında ko­
özellikle bu tarihten sonra daha milliyet­ casının kazandığı parayı harcayan dola­
çi bir ekonomik politika takip edildiği yısıyla pasif ve tüketici olarak gösterilen
dönem süresince çıkan yazılarda, kadın­ bir kadın vardı. Birinci değişiklik, kadı­
ların tüketici yerine üretici olmaları ge­ nın tüketici olsa bile pasif değil seçici ve
rektiği vurgulanıyordu. d olayısıyla aktif olarak gösterilmesi ,
Böylece kadın eğitiminin önemiı:ı.in çe­ ikinci değişiklik ise bir adım daha ileriye
şitli nedenler gösterilerek ispatlanması gidip kadınların potansiyel üretici olarak
denendi. Gösterilen gerekçelerin hepsi görülmesiydi.
kadınların bireysel istek ve ihtiyaçlarını Böylece, eğitim ile ilgili tartışmalarla
gözardı etmeksizin toplumun çıkar ve var olan s tereotipler ve ondan d oğan
ihtiyaçlarına yönelikti. G ös terilen ne­ beklentiler sorgulanmaya ve tartışılmaya
denlerin büyük bir çoğunluğu ile yazar­ başlandı. Hatta bu tartışmaların sonu­
ların hemen hepsi kadının rolünün aile cunda eğitim sisteminde gerçekleştirilen
içinde olmasını sorgulamadan kabul et­ ilerlemelerden dolayı cinsiyet düzeni de
miş gözüküyordu. Buna rağmen bu is­ değişikliklere uğradı.
tekler ve onun sonuçları cinsiyet düze- Kadın eğitiminin reformlarına, daha
O S M A N L I M Ü S L Ü M A N L A R I N D A F E M i N i Z M

önce bahsedilen Maarif-i Umumi Nezare­ tim sisteminin geliştirilmesinde önemli


ti öncülük etti. Yaşanan bütün zorluk ve adımlar atıldığı halde kadınların çoğu­
sorunlara rağmen, özellikle ll. Abdülha­ nun okul için ya yaşı geçmişti ya da baş­
mit ve ardından il. Meşrutiyet dönemle­ ka nedenlerle sıradan bir okula gidemi­
rinde kadın eğitimi konusunda önemli yordu. Bu gibi kadınlar için bilgi edin­
gelişmeler elde edildi. Sınırlı da olsa en mek üzere başka imkanlar m evcuttu .
azından şehir ve kentlerde daha fazla ka­ Dergi ve kitaplar, özel kurslar ve konfe­
dına eğitim alma imkanı sağlandı. ranslar bunun örnekleridir.
Eğitim ile ilgili tartışmaları sırasında Özellikle kadın dergilerinde çıkan ve
eğitime verilen önem, kadınlara gelenek­ bir kız veya erkek çocuğunun nasıl ye­
sel cinsiyet düzeninin dışına adım atmak tiştirildiğini, ev yemeklerinin nasıl ha­
için imkan sağlıyordu. Yeni bir meslek, zırlandığını, temizliğin nasıl yapıldığını
öğretmenlik, onlara açıldı. Ancak bazı vs. ayrıntılı bir şekilde anlatan makale-
kadınlar resmi öğretmenlik dışında, bu ler kadınları bilgilendiriyordu. Kadın
konuda sorunlar -maddi ya da manevi dergilerinde yazanlann bazıları da kadı- 343
olsun- ile karşılanan kız ve kadınlara na yönelik yemek kitapları, ev ekonomi-
eğitim imkanlan sağlamakla meşgul olu­ si ve aile hayatı ile ilgili kitaplar çıkarttı-
yordu. lar. Ayrıca dergi ve kitaplar yoluyla ka-
Osmanlı Devleti eğitimin önemini an­ dınlar başka konularda da aydınlanıp
layıp kabul etmişse de, mali imkanları daha genel bilgiye sahip olmaları sağla­
hep kısıtlıydı. Kendi çıkarttığı yasalara nıyordu. Örneğin, Hanımlara Mahsus
göre kurulması gereken sadece kız okul­ Gazete matbaasında lslamiyetin öncü
larını değil erkek okullarım bile kuramı­ kadınları hakkında ve bir kadın yazar
yordu. Bu durum Osmanlı b asınında tarafından yazılan bir dizi kitap basıldı.
özellikle 1908'den sonra yeni bir tartış­ Bu kadın bir istisna değildi. Kadın dergi-
maya yol açtı. Okul açmak sadece devle­ lerinde çıkan yazıların büyük bir bölü-
tin görevi miydi? Yoksa halk, özel kişi mü kadınlar tarafından yazılıyordu. Hat-
olarak ya da dernek olarak, devletin zor ta bazı kadın dergilerinin editörleri er-
durumunu kabul ederek bu konuda giri­ kekler tarafından yazılan metinleri çok
şimde bulunsun muydu? Kadınlar kadın kararlı bir ş ekilde reddetmekteydiler.
eğitiminin önemini kabul ederek, "zaten (Frierson, 1 996)
ikinci planda olan kız okullarını açtır­ Bu yazılı bilgilerden ötürü kurslar açı­
mak devlete mi bırakılsın yoksa kendi lıp konferanslar verildi. Çeşitli dernek ve
ellerine mi alsınlar" diye sordular. Os­ kurumlar bu alanda faaliyet gösterdi .
manlı kadın dergilerinde yazan kadınlar­ Özellikle kadınlar i çi n kurs ve konfe­
da bu konuda fikir birliği yoktu. Ancak ranslar düzenleyenlerin büyük bir bölü­
faaliyetler gösteriyor ki her şey devlete mü kadınlar tarafından veyahut kadına
bırakılmadı. Hem birey olarak hem de yönelik amaçla kurulan derneklerdi.
dernek kurarak kadınların kız eğitimi­ Osmanlı'nın son döneminde kadın
nin geliştirilmesi için gösterdikleri gay­ eğitimi ile ilgili takip edilen süreç femi­
ret büyüktü. Yeni okullar açtırıldı, buna nizm açısından böylece büyük bir önem
p arası yetmeyenler var olan okullara taşıyor. Birincisi, yapılan tartışmalar ile
maddi destekte bulundular, kızlara burs kadınlar, cinsiyet düzeniyle ön görülen
verildi, taşradan gelenler için yatakhane­ rol ve görevleri farklı bir biçimde değer­
ler inşa edildi. lendirmeye başladılar. Bu doğrultuda rol
Kadınlar eğitimi sadece okul yoluyla ve görevlerini kabul edip, içeriği tartışı­
değil başka yollarla da alabilirlerdi. Eği- yor ve eski hali eleştiriyorlardı. Bu tartış-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M 1

malarla kadınlara, cinsiyet düzeni tara­


OSMANLI'DA KADIN DERNEKLERi
fından belirlenen konumlarını yeniden
şekillendirip biçimlendirme imkanı ve­ Dördüncü yenilik olarak kadınlar tara­
rildi. Ama bu imkana sarılmalarına rağ­ fından başka kadınları eğitmek amacıyla
men, rol ve görevlerinin en önemlileri­ kurulan dernekler sayılabilir. Osmanlı
nin halen evin içinde olduğunu kabul döneminde, tam sayısı bilinmemekle bir­
ediyorlardı. likte, yüksek bir sayıda kadın derneği
Eğitim tartışmalarının verdiği ikinci kuruldu . Derneklerin çoğunun kurucu ,
bir sonuç eğitim sistemindeki ve dolayı­ yönetici ve üyeleri hakkında bilgi mev­
sıyla cinsiyet düzenindeki değişiklikler­ cut olmadığı halde, edinilen bilgilere gö­
di. Kız okullarının sayısı giderek arttı. Bu re kadın dernekleriyle meşgul olanların
artış sadece ilk eğitim seviyesinde görül­ çoğu okur-yazar orta ve üst sınıf tabaka
memekteydi, giderek lise gibi daha yük­ mensubu olan kadınlardı. Bu kadınlar ta­
sek seviyede kız okulları açıldı. Ayrıca rafından yürütülen 'kadın demekleri'nin
344 yaşı geçmiş olan veya başka nedenlerle çoğunun asıl amaçları hayırsever nitelik­
okula gidemeyen genç kız ve kadınlara teydi. Derneklerin bir bölümünün ise ha­
başka imkanlar yaratıldı. Bu yeni kitle, yırseverlikten başka amaçları da varken,
okur-yazar "aydınlanmış" kadınlar, cinsi­ o dönemdeki duruma uyum göstererek
yet düzeni ile ilgili tartışmalara aktif ola­ başka faaliyetlerin yanı sıra hayırsever fa­
rak katılmaya başlayıp ileride daha fazla aliyetlerde de bulundular. Kadın dernek­
isteklerde bulunup, cinsiyet düzP.nini da­ leri orta ve üst sınıfa ait kadınlara cinsi­
ha da temelden değiştirmek için mücade­ yet düzeninin onlar için biçtiği rol ve gö­
le vereceklerdi. revlerin dışında faa l i y e t t e b u l u n m a
Kadınların birbirlerine destek olup bir­ imkanı verdi.
birlerini eğitmek için gösterdikleri gay­ Derneklerin genelinde ,ve bilhassa ka­
retler cinsiyet düzeninin değişmesinde dın derneklerinin sayısında 1908'deki de­
üçüncü bir adım sayılabilir. Bu adım ile ğişikliklerin ardından bir patlama oldu.
özel alana ait olan ev içindeki rol ve gö­ 1909'da çıkan Cemiyetler Kanunu· ile sa­
revlerini geçici de olsa bırakıp kamu ala­ yısı hızla artan bu derneklere yasal bir
nına girmeye başladılar. Giriş çeşitli an­ çerçeve verildi. Kanunda erkek-kadın ay­
lamlarda bir giriş oldu. Bir yandan kadın­ rımı yapılmadı. Neden yapılmadığı bilin­
lar fiziksel olarak kamu alanına girdiler: miyor, ancak bazı yerel yöneticilerin tu­
kürsüye çıkıp dinleyicilere hitap ettiler. hafına gitmiş olmalıdır ki merkezi yöneti­
Ancak bu kamu alanı Birinci Dünya Sa­ me bu konuda soru sormak gereğini his­
vaşı'nın sonuna kadar kadınlara mahsus, settiler. Selanik'teki yöneticiler l 909'da
yani erkeklerden ayrı bir alan idi ve dola­ Teali-i Vatan Osmanlı Hanımlar Cemiyeti
yısıyla cinsiyet düzeninin getirdiği cinsi­ (Vatanı Yükseltmek için Osmanlı Hanım­
yet ayrımı bu açıdan yıkılmadı. Yazılarıy­ lar Cemiyeti) kurulduğunda, kadınların
la ise, sembolik de olsa bu duvarı geçe­ yasal olarak demek kurup kuramadığın­
bildiler. Kadınlar tarafından genel dergi dan emin değildiler. Bunun üzere lstan­
ve gazetelerde yazılan makaleler bunun bul'daki İçişleri Bakanlığına bir mektup
bir göstergesidir. Bu yazıların ne derece göndererek bilgi istediler. içişleri Bakanlı­
cinsiyet düzenine aykırı olduğu, içerikle­ ğı bu konu ile ilgili Şura-yı Devlet'e (Da­
ri ile ilgili şimdiye kadar ayrıntılı bir nıştay) danıştı. Danıştay'daki tartışmanın
araştırma yapılmadığından henüz tam ardından olumlu cevap geldiğinde, bu Se­
olarak bilinmiyor. lanik'teki yöneticilere iletildi ve demek
için izin verildi.
O S M A N L I M Ü S L Ü M A N L A R I N D A F E M i N i Z M

345

Bu olay Osmanlı toplumunda dernek ğer tarafta ise erkekleri askere gittikleri
kurmanın aslında bir erkek işi olarak gö­ için geliri kesilen asker ailelerine destek
rüldüğünü gösteriyor. Oysa Teali-i Vatan veren dernekler kurulmuştu.
Osmanlı Hanımlar Cemiyeti kurulan ilk Osmanlı Hanımları Cemiyet-i Hayriye­
kadın derneği değildi. Bilinen Osmanlı si'nin asıl amacı özellikle yaralı askerlere
Müslüman bir kadın tarafından kurulan yardım etmekti. Bunun için üyeleri tara­
ilk dernek 1876'da Mithat Paşa'nın eşi ta­ fından gecelik, çarşaf, sargı gibi malze­
rafından kurulmuştu. Bu derneğin amacı meler dikiliyordu. Dikiş dikmek isteme­
Balkan vilayetlerinde yer alan kargaşalar­ yen veya imkanı olmayanlar para vererek
da yaralanan askerlere yardım etmekti. destek oldular. Ayrıca da derneğin bazı
Az sayıda olsa bile 1 908'e kadar benzer üyeleri Balkan Savaşında hastabakıcılık
amaçla birkaç dernek daha faaliyet gös­ yapıp şahsen yaralı askerlere de baktılar.
termişti. Askerlerin yerine orduya maddi destek
l 908'den sonra sayısı hızla artan kadın veren kadın dernekleri de vardı. Donan­
derneklerinin çoğunun faaliyetlerinin de ma ve orduya askeri araç ve gereçler al­
ağırlıklı hayırsever bir karakter taşıdığı mak için para toplanıyordu. Örneğin da­
halde bazılarının faaliyetleri daha geniş ha önce adı geçen Teali-i Vatan Osmanlı
bir yelpazede yer alıyordu. Şöyle ki bazı Hanımlar Cemiyeti, donanmaya destek
dernekler birbirinden tamamen farklı gi­ olmayı hedefleyip zırhlı savaş gemileri
rişimlerde bulunuyorlardı . Ayrıca bazı aldırmak amacıyla para toplama girişi­
hayırsever faaliyetlerin asıl amacı hayır­ minde bulundu.
severlikle değil fakat milliyetçilik ile ilgi­ Asker Aileleri Yardımcı Hanımlar Cemi­
liydi. yeti ise, adından anlaşıldığı gibi, askere
Hayırsever faaliyetlerde bulunan der­ giden erkeklerin ailelerine gıda yardı­
neklerin özellikle savaş yıllarında yoğun mında bulunuyordu. Fakat, bazı dernek­
çalışmaları vardı . Bir tarafta askerlere ler sadece maddi yardımla yetinmeyip,
yardım elini uzatan dernekler vardı, di- bunun yanı sıra temel yardımları da esir-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M

gemediler. ihtiyacı olan kız ve kadınlara tan ziyade, hayati bir zorunluluk oldu.
meslek kursları ve atölyeler açıp aynı za­ Kadınlara çalışma hakkı isteyen ve
manda onlara eğitim, iş ve gelir imkanı onun için mücadele veren Kadınlar Dün­
sağladılar. yası adlı kadın dergisinde yazan kadınlar
Bu derneklerin verdiği eğitimin amacı ve onların kurduğu dernek Osmanlı M ü­
kısmen sosyal içerikli olmakla birlikte, dafaa-i Hıılııı h -ıı Nisvan Cemiyeti idi. 1 9 .
sırf kadınları eğitip aydınlatmak amaçlı yüzyılın son yarısında bazı erkekler, ka­
kurslar açıp konferans veren dernekler dınların yüksek eğitim gerektiren meslek
de vardı. Bazıları sadece kendi üyelerine sahibi olmalarını savunmuşsa da, orta sı­
yönelip, Amerikanvari "o kuma kulü­ nıftan gelen Osmanlı Müslüman kadınlar
bü"ne benzerken, diğerleri derneğe üye için bu 1 9 1 0 hatta 1920'lere kadar nere­
olmayan kadınları hedef seçiyordu. Sela­ deyse mümkün değildi. Sadece öğret­
nik'te Sabiha Zekeriya Sertel ve arkadaş­ menlik onlar için böyle bir imkan sağlı­
ları tarafından kurulan Tefeyyüz Cemiyeti yordu. Bu tabakadaki kadınların işe gidip
346 ve Halide Edib'in kurduğu Teali-i Nisvan çalışarak hayatlarını kazanmaları 1 9 .
Cemiyeti kendi üyelerine yönelen birer yüzyılda var olan cinsiyet düzenine göre
dernek olarak kuruldular. Teali- i Nisvan kabul görmezdi. Osmanlı Müdafaa-i Hıı­
Cemiyeti daha sonra üyelerinin yardımıy­ hııh-ıı Nisvaıı Cemiyeti ise çalışma hak­
la başka kadınları eğitip aydınlatmakta kından bahsederken bu tabakaya ait ka­
gayret gösterdi. dınları hedefliyordu. Oysa "çalışma hak­
Eğitim veren derneklerin arasında asıl kı" isterken gösterilen neden yine kadı­
amacı daha milliyetçi olanlar da vardı. nın bireysel ihtiyacı veya isteği değil ül­
ihtiyacı olan kız ve kadınlara sadece bir . kenin ekonomik ihtiyacıydı. Kadınların
gelir sağlamak değil, Osmanlı ve özellik­ boş oturmasındansa çalışarak ülke eko­
le Osmanlı Müslüman ekonomisine kat­ nomisine katkıda bulunmaları düşünce­
kıda bulunmak ve ulusal, geleneksel el siyle kadınlar için çalışma hakkı istediler.
işleri yapımını yeniden canlandırmak gi­ Yine de savaşın etkisiyle ve ülkenin
bi amaçları da vardı. Bunun birer örneği, ekonomisini daha iyi bir hale getirmeye
sırasıyla, Mamıılat-ı D ahi liye istihlaki Ka­ katkıda bulunmak umuduyla yapılan bu
dınlar Cemiyeti (Yerli Mallarının Tüketi­ tartışma ve girişimler, orta sınıftan gelen
mi için Kadınlar Derneği) ve Osmanlı ve kadınlara için bir fırsat idi. Orta sınıflı
Türk Kadınları Esirgeme Derneği. kadınların çalışması tartışılır hale getiril­
Bu derneklerin açtığı atölyelerde çalı­ di ve böylece cinsiyet düzeninden kay­
şan genç kız ve kadınlar genellikle böyle naklanan erkek-kadın ayrımında daha
bir işe muhtaç olanlardı. Toplumun alt sonra gerçekleştirilen değişikliklere bir
sınıfından veya savaşla gelen darbelerden kapı aralandı.
dolayı fakirleşen ve bir gelir sağlamak Osmanlı D evleti'nin son yıllarında ka­
zorunda kalan kadınlar bu atölyelere sı­ dınların dernek kurup kuramayacakları
ğınıyorlardı. llk görünüşte bu, cinsiyet diye bir soru kalmadı. Kadın dernekleri­
düzeninde bir değişiklik gibi görülse bile nin sayısı bu konuda şüphe bırakmadı.
alt sınıftaki kadınlar hep çalışmıştı ve bu Cinsiyet düzeninin bu değişikliği artık
yüzden bu a tölyelerde çalışmak onlar kabul görmüştür. Amerika ve Avrupa'da
için bir yenilik olmadı. Tabii ki fakirle­ olduğu gibi dernekler başka bir açıdan
şen orta ve hatta üst tabaka mensubu ka­ da kadınların faaliyet gösterdikleri alanı
dınlar için bu bir değişiklik oluyordu. genişletti. Kadınlar sadece dernek kur­
Ancak istenilen bir değişiklik olduğu makla kalmadılar, aynı zamanda dernek­
şüphelidir. Onlar için çalışmak bir hak- leri yönetip, mali işlerle de ilgilendiler.
O S M A N L I M Ü S L Ü M A N L A R I N D A F E M i N i Z M

Bundan ötürü , derneklerin faaliyetlerin­ na değil, toplumsal çıkarına önem veri-


de aktif rol alarak değişik etkinlikler dü­ lir; erkek ve kadın farklı olup birbirinin
zenleyip destek verdiler. Atölye açıp ora­ tamamlayıcısı olarak görülürdü; kadının
da üretilen malların satışını sağladılar. yerinin özellikle ailesinin içinde olduğu
Fuar, piyango, sergi ve "şefkat pazar"ları tartışılmazdı. Ancak kadının ailedeki ye-
düzenlediler. Böylece belirgin yeni tecrü­ rinin içeriği ve özelliği en önemli tartış-
beler kazandılar. Bu tecrübeleri sonra­ ma konuları oldu. Böylece orta ve üst sı-
dan, örneğin cinsiyet düzenine göre er­ nıflarda var olan cinsiyet düzeninin te-
keklere ait sayılan siyasi alana girmek melleri sorgulanmaya başlandı. Kadının
için kullandılar. Nezihe Muhittin bunu aile içindeki yeri toplum açısından son
yapan kadınlardan biriydi. l 909'da kuru­ derece önemli sayılsa bile, Osmanlı fe­
lan Osmanlı ve Türk Kadınları Esirgeme ministleri kadınların aile dışında da top-
Derneği'nin kurucularından biriydi. Ay­ lum açısından önemli bir rol oynayabile-
rıca 1 9 1 2'de Donanma Cemiyeti'nin ka­ ceğinin farkındaydılar. Osmanlı'nın son
dın şubesini açtırdı. Kurtuluş Savaşı'n­ yıllarında orta ve üst sınıftan gelen ka- 34 7
dan sonra kadınlar için siyasi haklar iste­ dınlar, haremliklerinden çıkıp giderek
yip ilk (siyasi) kadın partisi kurmaya ça­ daha fazla kamu alanlarına girmeye baş-
lıştı. Ancak sonra isteklerinin fazla ileri­ ladılar. llk önce yazılarıyla meydana çık-
ye gittiğini gören Cumhuriyet hükümeti tılar. Yazılarında var olan cinsiyet düze-
tarafından siyasi girişimlerinden dolayı ni, sınırlı da olsa tartışıldı ve kadınların
faaliyet dışı bırakıldı. Galiba yeni -ve sa­ kamu alanına girmesi için toplumun alt
dece erkeklerden oluşan- hükümet cinsi­ yapısı hazırlandi. S o nradan kadı nlar,
yet düzeninde Nezihe Muhittin tarafın­ hemcinslerine özel kamu alanlarına gir-
dan istenilen değişiklikler için henüz ha­ meye başladılar. Çeşitli faaliyetlerde .bu­
zır değildi. lundular ve adım adım karma kamu
alanlarına girmeleri toplum tarafından
SONUÇ kabul gördü. Böylece Osmanlı Müslü-
man kadın ve erkeklerinin bu konudaki
Osmanlı Devleti'nin son yüzyılında geli­ faaliyetleri " musavat-ı tamme"yi savu-
şen Müslüman kadın hareketi, dinsel nan bir feminizm sayılmasa bile, kadın-
canlanış hareketinden esinlenen ailesel ların var olan ve kabul edilen ataerkil
feminizmin özelliklerine benzeyen nite­ toplumundaki yerini değiştirip yükselt-
liklere sahipti. Kadının bireysel hakları- mek için önemli bir rol oynadı. O

DİPNOTLAR

lsta n b u l kütüph a n e l e r i n d e b u l u n a n kadın 2 Ç a g d a ş l a ş m a k b u r a d a öz a n l a m ıy l a k u l ­


derg i l e ri ve içerdikleri makalele r i ç i n bkz. lanılıyor yani Avrupa gibi aynı ça!j'da olmak
(1993) lstanbul Kütüphanelerindeki Eski Harfli anlamında.
Türkçe Kadın Dergileri Bibliografyası, lstan­
bul: Metis Yayı nları.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e
Feminizm
F AT M A G Ü L B E R K TAY

"Hiçbir günah kadınınki hadar büyıik değil­ den hareket etmek zorunda kalıyorlar.
dir diyorlar ama, kadınlar adam öldürmez­ Hıristiyanlığın doğuşundan itibaren ka­
ler, kentleri yakıp yıkmazlar, lıallıı ezmezleı; dınların, Kutsal Kitap eleştirisi de ortaya
toprakları yağmala-mazlar, kundalıçılık çıkmış olsa bile, bu eleştiri geleneği, varo­
yapmazlar, sahte sözleşmeler düzenlemezler. lan ataerkil paradigmayı değiştirmediği
Kadınlar şefaatli, nazik, yardımsever, alçak­ gibi, kadınların düşüncesinin feminist bir
gönüllü, sağdııyulu varlıklardır. " doğrultuda gelişmesini de pek teşvik et­
Clıristine de Pizan memiştir. 2
(1365-1 430'dan sonra) Gelişmiş bir feminist bilincin ortaya
çıkması, kadınların evlilik dışında bir
"Çünki nakıs ahi olur dirler nisa ekonomik alternatife sahip olmalarına ve
Her sözin mağrur tutmakdur reva kendi ekmeğini kazanan anlamlı sayıda
Lilı Milıri dainün zannı budur bir kadın grubunun varlığına bağlıdır. An­
Bu sözi dir ol ki kamil usludur cak bu tür önkoşulların varolması duru­
Bir müennes yiğ durur kim ehi ola munda kadınlar, ataerkil sisteme karşı dü­
Bin müzekkerden ki ol na-elıl ola şünsel ve toplumsal alternatifler oluştura­
Bir müennes yiğ lıi zihni palı ola bilirler. Batı'da bu önkoşulların ipuçları
Bin müzelıherdeıı lıi bi-idrah ola" 17. yüzyıldan itibaren kendini göstermeye
Mihri Hatun başlar ve daha önceki feminist yapıtların
(yalı!. 1 470-1 5 15'den sonra) 1 ötesine geçen sistemli bir feminist teori­
nin doguşunun da 18. ve 19. yüzyıllara ta­
Kadınların ezilmesini ve onlara karşı rihlenmesi rastlantı değildir. Çünkü ka­
ayrımcılık uygulanmasını, bilinen tarih dınların da tıpkı erkekler gibi, kendi dü­
boyunca hep görüyoruz; ama gene bili­ şüncelerinin kültürel olarak yankı bulma­
nen tarih boyunca, bu ezilmeye karşı sis­ sına ve onaylanmasına ihtiyaçları vardır.
temli bir karşı çıkışı her zaman göremiyo­ Manastırların dinsel, mistik ortamlarında
ruz. Batı toplumunda bu karşı çıkış, uzun bazen bunu buldukları oluyordu; 17. yüz­
süre, dinsel bir çerçevede sürdürülüyor; yıldan itibaren ise, dinsel olmayan ortam­
kadınlar, iyice geri bir noktadan, kadının larda da kendi oluşturdukları küçük çev­
da insan olduğunun kabul edilmesi ve relerde, iletişim ağları içinde bu dayanış­
"lanetli Havva" imgesinin reddedilmesin- ma ve onayı bulmaya başladılar.
O S M A N L l ' D A N C U M H U R I Y E T ' E F E M i N i Z M

KARŞll..AŞTIRMALI BiR ama bu "doğal" hakkın uygar (sivil) top­


BAKIŞ lHTfYACI lum ile bir ilgisi yoktu; dolayısıyla kadın­
lar "toplumsal sözleşme"nin tarafı değil­
Ancak, henüz kadınların çok büyük ço­ lerdi, bu nedenle de yurttaş değillerdi.
ğunluğunun geçimleri için kocalarına ba­ Böyle bir zihinsel ve yapısal kurgu içinde
ğımlı oldukları bir dönemde, bu tür ka­ kadınların bütün yapabildiği, eğitim hak­
dın çevrelerinin ve dayanışma ağlarının kı talep etmekti. Bu hakkın talebi için
üst sınıftan kadınların küçük bir grubuy­ kullandıkları argümanlar da, ister iste­
la sınırlı olması kaçınılmazdı. Ekonomik, mez, erkeklerin desteğinin kazanılmasın­
hukuksal ve siyasal iktidarın tümüyle er­ da yoğunlaştı ve ataerkil toplumsal cinsi­
keklerin elinde olduğu bir ortamda, zi­ yet tanımlarına dayandırıldı: Kadınların
hinsel bakımdan en özgür, toplumun de­ eğitilmelerinin gerekçesi, "ulusun anala­
ğişmesini en çok isteyen kadınların bile, rı" sıfatıyla ulus-devlete sadık oğullar ye­
bu değişimin erkeklerin etkisi ve yardımı tiştirebilmeleriydi !
olmaksızın gerçekleşebileceğini tasavvur Feminizmin sistemleştirilmesine büyük 349
etmeleri mümkün değildi. Feminist teori­ katkıda bulunan ve Aydınlanma idealleri-
nin Batı'daki gelişiminin ortaya koyduğu nin güçlü bir savunucusu olan Mary
bu noktanın metodolojik önemini vurgu­ Wollstonecraft, "Eğer ço cuklar, gerçek
lamak gerekir; çünkü çoğu zaman Os­ anlamda yurtseverliğin ne olduğunu anla-
manlı feminizminin kendine özgü nite­ yacak biçimde eğitileceklerse, annelerin
likleri olarak sunulan özelliklerin hiç de birer yurtsever olması gerekir" diyordu;
öyle olmadığını -bu, elbette her toplu­ ama aynı zamanda annelik görevlerinin
mun özgül nitelikleri olduğunu reddet­ salt "basit görevler" olduğunu, "nihai bü-
mek anlamına gelmez- sergilemeye yar­ yük amaç"ın, kadının kendi yeteneklerini
dımcı oluyor. Bu açıdan, karşılaştırmalı ortaya çıkarmak ve "bilinçli erdemliliğin
yöntem, "biz bize benzeriz"ciliğe (ya da onuruna sahip olmak"3 olduğunu da söy-
"Doğu Doğu'ya benzer"ciliğe) karşı ger­ lüyor ve böylelikle Aydınlanma'nın özerk
çekten bir panzehir. insan ve ahlak anlayışını dile getirerek,
Feminizmin doğuşu ile modernleşme, hem kendi tezine bir anlamda meydan
burjuva devrimi, ve "rasyonel insan"ı te­ okuyor, hem de Aydınlanma düşüncesi-
mel alan doğal ve evrensel haklar teorisi­ nin içerdiği ayrımcılığı ve tu tarsızlığı
nin gelişimi arasında yakın bir ilişki oldu­ eleştirmiş oluyordu.
ğu açık. Ne var ki, "eşitlik, özgürlük, kar­ Ne var ki, ne demokratik · cumhuriye­
deşlik" bayrağını yükselten burjuvazinin tin prototipi sayılan ABD'nin kurucu ön­
"insan" soyutlaması da, yüzlerce yıllık ge­ derlerinin, ne de diğer Batılı burjuva si­
leneği sürdürerek, kadınları dışlayan bir yasetçilerinin, tutarlı olmak adına, Loc­
nitelik taşıyordu ve yeni oluşmakta olan ke'un sözünü ettiği "paternel haklar"ın­
ulus-devletin kardeşliği, kadınları oy hak­ dan vazgeçmek ve kadınları da siyasal
kının dışında bırakmasının açıkça ortaya topluma dahil etmek gibi bir niyetleri
koyduğu gibi, "erkek kardeşlik"ti. Mutlak yoktu. Hatta henüz "eğitimli kadın" im­
siyasal iktidarın sınırlandırılmasını savu­ gesini bile, ailenin ve topluluğun birliği­
nan ve bu tezi doğal hukuk ve toplumsal ne zarar verecek bir şey gibi görebiliyor­
sözleşme teorisiyle temellendiren Locke'a lardı. Bu koşullarda kadınlar, ABD'de de,
göre, kadının aile içindeki bağımlılığı do­ başta eğitim olmak üzere haklarını, hep,
ğaldı ve örgütlü toplumdan önceye tarih­ cumhuriyetin "iyiliği"ne gönderme yapa­
lenmekteydi. Yani , erkeklerin kadınlar rak talep e tmek durumunda kaldılar.
üzerinde "doğal paternal hakları" vardı Analar oğullarını iyi birer yurttaş olarak
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K I M 1

yetiştirecekler ve cumhuriyetin siyasal gerekliliğini Batı'daki tartışmalara benzer


varlığına ancak böylece katılabilecekler­ biçimde kadının eş ve annelik rolünü da­
di. lyi zevceler (Louisa May Alco tt'un ha iyi yapabilmesi ile temellendiriyorlar,
ünlü Küçiilz Kadınlar kitabından sonraki bir yandan da milli bilincin gelişmesine
devam cildinin iyi Zevceler adını taşıdığı­ paralel olarak, milliyetçi öğeler söyleme
nı haurlayın ! ) ve anneler olarak, doğru­ giderek daha fazla dahil oluyordu.6 Erkek­
dan güç kullanmak yerine dolaylı etkide lerin, kadın hakları ile ilgilenmeleri ne ye­
bulunmakla yetinmeliydiler. ni bir şeydi ne de Osmanlı'ya özgüydü.
Eğitilmiş kadınların, ailenin ve ulusun Fransa'da Condorcet'yi, l ngiltere'de J ohn
daha iyi ve erdemli anneleri olacakları te­ Stuart Mill'i, ABD'de Seneca Falls Bildirge­
zi, Osmanlı toplumunda da 19. yüzyılın si'nin kaleme alınmasına katılan erkekleri
sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında yansı­ hatırlamak yeterlidir. Selanik Hukuk mek­
masını bulacak ("Zincir-i cehl ve taassu­ tebi hocalarından Muslihiddin Adil'in ka­
bu, maarifden başka hangi kuvvet kırabi­ dınlar hakkındaki görüşleri, kadınlara si­
350 lir? . . . Rehberimiz hürriyet, müzahirimiz yasal haklar tanınmasını gerekli görmesiy­
musavat olsun. Yaşasın vatan ve millet, le, örneğin Wollstonecraft'ın anlayışının
yaşasın musavat ve hürriyet! "),4 Cumhu­ ötesine geçerek, kadınlara oy hakkı tanın­
riyet'in kurucu i deoloj isinde de, bazı masının liberal teorinin iç tutarlılığı açı­
farklılıklarla, kendisine etkin bir yer edi­ sından gerekli olduğunu savunan Mill'in
necekti. Bu dönemde Osmanlı toplumun­ görüşlerine yaklaşır: "Feminizmden mak­
daki eğitim hamlesi ile feminizmin geliş­ sad, kadınların da erkekler gibi mesalik-i
mesi arasındaki bağlantı açıktır. Dolayı­ ilmiye ve sınaiye, ve siyasiyeye dahil ola­
sıyla, Osmanlı feminizmini ele alırken 19. bilmeleri, her ikisinin aynı hukuk ve ve­
yüzyıl ortalarından itibaren kitleselleşme­ zaife haiz olmalarıdır. "7 (abç.)
ye ve gerçek bir toplumsal harekete dö­ Yukarıda değindiğim gibi, entelektüel
nüşmeye başlayan ABD ve lngiltere'deki ve toplumsal/siyasal yaşama erkeklerin
feminist hareket ile değil, Batı'da ondan egemen olduğu bir durumda, kadınların
önceki feminist düşünce ve kilise ya da erkeklerin desteğini aramaları doğaldır.
kilise-dışı hayır örgütleri, özel kadın çev­ Ancak, Osmanlı feministleri arasında bu
releri ve iletişim ağlarının vb. oluşturdu­ anlayışın ötesine geçenler ve erkeklerin
ğu hareket i l e karşılaştırmak gerekir. gölge etmemelerini isteyenler de yok de­
Çünkü Osmanlı kadınlarının da öncelikle ğildir:
gündeme almak zorunda oldukları konu, "Evet, Osmanlı erkeklerinden bazıları
kadının eksiksiz bir insan varlığı olduğu­ bizi, biz kadınları müdafaa ediyorlar, gö­
nu ortaya koymaktır. rüyoruz, teşekkürler ediyoru z ! Hatta
Doktor Abdullah Cevdet Bey gibi kendisi­
"BIZ DE INSAN DECIL MIYIZ?" ni sınıfımızın bir vekil-i müdafii zan
edenlere dahi tesadüf ediyoruz. Biz Os­
Tıpkı kendilerinden önce Batılı hemcins­ manlı kadınları kendimize mahsus inceli­
lerinin yaptığı gibi onlar da soruyorlardı: ğimiz, kendimize mahsus adat ve adabı­
"El, ayak, göz, akıl gibi vasıtalarda bizim mız vardır; bunu erkek muharrirler, bir
erkeklerden ne farkımız var? Biz de insan kadının anlayacağı ruhla anlamazlar, lüt­
değil miyiz? Yalnız cinsimizin ayrı oluşu fen bizi kendimize bıraksınlar. . . Biz ka­
mu bu halde kalışımıza sebeb olmuştur?"5 dınlar hukukumuzu bizzat kendi 'içti­
Osmanlı kadınları ve anlan hem destekle­ had'ımızla müdafaa edebiliriz. . . Erkekler
yip hem de söylemin ve pratiğin sınırları­ bizi daima mahkum, daima esir etmişler­
nı çizen erkek aydınlar, kadın eğitiminin dir. Erkekler yüzünden çekmekte oldu-
O S M A N L l ' D A N C U M H U R I Y E T ' E F E M i N i Z M

ğumuz zulmün def'ini bugün biz erkekle­ Amerikan süfrajetlerinin eyl emlerinin
rin mürüvvetinden istemeye tenezzül aynısını ve kitleselliğini aramanın doğru
eder miyiz?"8 olmaması bir yana (kaldı ki, il. Meşruti-
Bu satırlarda, Cumhuriyet dönemi Tür­ yet döneminde, Meclis-i Mebusan'ın açı-
kiye'si kadınlarının ancak 1980'lerde ye­ lışını kadınların da izlemesine izin veril-
niden keşfedecekleri bir radikal ruh oldu­ mezse, "biz de lngiliz kadınları gibi par­
ğu açıktır. lamento önünde nümayiş yaparız" diye
Osmanlı'da kadınlar, dergi ve gazeteler tehdit savurdukları da biliniyor ! ) ,9 iki
çıkararak, bu yayın organlarındaki tartış­ toplum arasında önemli benzerlikler ka-
malara, konaklar ve hayır dernekleri vb. dar farklılıklar da olduğunu ve bu farklı-
yerlerdeki toplantılara katılarak bir "ka­ lıkların bazılarının kadınlar açısından
musal alan" yaratılmasına ve genişletilme­ can alıcı önemde olduğunu unutmamak
sine katkıda bulundular. Bu olgu, kadın gerekir. Çeşitli yazarların dikkat çektiği,
hareketi ile sivil toplumun oluşumu ve ge­ ataerkilliğin lslam'ın sınırlarını aştığı ve
lişimi arasındaki bağı vurgulamak bakı­ kadınların ezilmesini salt lslam'a bağla- 351
mından önemli. Elinizdeki derlemede yer manın yanlış olduğu saptamasına katıl-
alan Nicole van Os'un yazısında bu konu­ makla birlikte, ı o Osmanlı devletinin bir
ya ilişkin geniş bilgi verildiği için burada şeriat devleti olmasının ve lslam'ın yal-
yeniden bir döküm vermeye gerek yok; nızca dinsel alanda değil, kültürel alanda
ancak Os'un yazısında ileri sürülen, l l . fiziksel mekana da yansıyan etkisinin, bir
Meşrutiyet'e gelene dek kadınların vizyo­ özgüllük öğesi olarak, Osmanlı feminiz-
nuna siyasal haklar talebinin dahil edilme­ mine ilişkin analizlere mu tlaka dahil
miş olmasının onların "müsavat-! tamme" edilmesi gerektiği kanısındayım. Bunun
peşinde koşmadıklarını gösterdiği öner­ üzerine bir de imparatorluk milliyetçili-
mesi bence doğru değil. Siyasal hak talebi, ğinin hem d evleti kurtarma, hem d e
örneğin bir Mary Wollstonecraft'ın da uf­ lslamcılık i l e medeniyetçiliği birleştirme
kunun ötesindedir ve içinde yaşadığı top­ kaygıları eklenince, Müslüman-Türk ka­
lumun maddi koşullarıyla ilgili bir şeydir. dınlarının ö zgürleşme sorununun n e
Kadınlar için oy hakkı talebi, Batı'da da denli ç etrefil olduğu ortaya çıkar; bu
ancak 19. yüzyıl ortalarından itibaren güç­ "çetrefil"liğin, Osmanlı'nın Cumhuriyet'e
lü bir şekilde dile getirilir ve 20. yüzyıldan aktardığı mirasın bir parçası olduğu ra-
önce de hayata geçmez. Oy hakkının bü­ hatlıkla söylenebilir.
yük ölçüde, Birinci Dünya Savaşı'ndan Bütün bu zorluklara karşın, Osmanlı
sonra elde edilmesi ile, bu savaşın "topye­ kadınları da bireysel özgürlük ve onun
kun" niteliği dolayısıyla cephe gerisini de temeli olan özerklik talebini son derece
çok etkilemesi ve böylece kadınların rolü­ etkileyici biçimde dile getirmişlerdir. Mü­
nü artırarak kendilerini "kanıtlamaları"nı kerrem Belkıs Hanım'ın "Nebahat Hanı­
sağlaması arasında yakın bir ilişki vardır. mefendi'ye cevab"ı, Wollstonecraft'ın sö­
Türkiye bağlamı (kadınların Balkan Harbi, zünü ettiği "basit ödevler"in ötesine ge­
Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Sava­ çen "nihai büyük amaç"a gönderme ya­
şı'ndaki etkinlikleri) ile bir diğer benzerli­ par gibidir:
ği oluşturan bu noktada, mülksüz sınıfla­ "Hakk-ı insaniyelerinden vazgeçen ve­
rın erkeklerinin de oy hakkına kavuşmala­ yahut 'haklarımızın, ihtiyaçlarımızın bir
rında, ulusal orduların kurulup bütün ye­ kısmı verilmiyor' diye hepsini bırakan,
tişkin erkeklerin orduya katılmasının oy­ hiçbir şey istemeyen hemşirelerimiz var­
nadığı rolün hatırlanması gerekir. mış! Zararı yok, ben yine vazife-i vatani­
Osmanlı toplumunda, l ngiliz ya da ye-i insaniyemi kemal-i ifa edeceğim. Hiç
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B l R 1 K 1 M 1

kimse istemesin, yalnız başıma ben iste­ telik bu, yalnızca zihniyet değil, daha ya­
yeceğim. Onu istem emek insanlığıma pısal özellikler açısından da geçerlidir.
bence bir hıyanettir."11 Osmanlı hukukunda kadın-erkek eşit­
Bu, herhangi bir araçsallık konumun­ sizliği, kadının aleyhine olarak, kurum­
dan değil de, doğrudan "hakk-ı insani­ sallaşmış durumdaydı. Ne var ki bu, bü­
ye"den kaynaklanan eşitlik talebi, özerk tün geleneksel toplumlara özgü bir du­
bir insan varlığı, bir birey olma talebinin rumdur; üstelik modernleşme de, bu du­
haykınlmasıdır ve bir kez dile getirildik­ rumun otomatik olarak düzelmesine yol
ten sonra toplumda yankı bulmaması da açmaz. Her yerde, kadınların özsel insan­
mümkün değildir! lıkları, hakları ve eşitlik talepleri etrafın­
Osmanlı toplumsal değişimine ilişkin da yoğun tartışmalar ve mücadeleler var­
analizler, haklı olarak devletin ayrıksı ve dır ve sorunun ne yönde çözüleceği, top­
dinamik rolüne dikkat çekerler ve bu lumun maddi koşulları kadar bu mücade­
özelliğin bir sonucu da, toplumsal deği­ lelerin çapına ve niteliğine bağlıdır. 1 3 Os­
352 şimde bireyden çok topluluğun vurgulan­ manlı toplumunda Tanzimat sonrasında
masıdır. Bu analizlerden yola çıkıldığın­ yaşanan değişimler, kadınlar açısından
da, Osmanlı'daki Müslüman kadın hare­ bir yandan eşitlik yönünde adımlara yol
ketinin, 12 kadının bireysel haklarından açsa da, diğer yandan bu eşitliğin çerçe­
çok toplumsal çıkarına (ve özel olarak da vesinin devlet tarafından çizilmesine ve
toplumun genel çıkarına) önem verdiği deyim yerindeyse kadınlar üzerinde yeni
sonucuna varmak mümkündür. Ancak bir "efendi"nin de ortaya çıkmasına yol
bu özelliğin de gene, salt Osmanlı'ya (ya açtı. Bu, gene bütün ulus-devletleşme sü­
da daha genel bir düzlemde Orta Doğu reçlerinde görülen bir olgudur ve kadın­
devletlerine) özgü olmaktan çok, kadın lar üzer�nd e ikili -hem olumlu, hem
sorununa özgü olduğu saptanabilir. Ka­ olumsuz- bir etki yaratmaktadır.
dınların " topluluğun ruhu"nu simgele­ Tanzimat sonrasında kadın-erkek eşit­
meleri, dolayısıyla da topluluğun kurtu­ liğinin konu edildiği ilk yasalardan biri,
luşu ya da ilerlemesi kadar, çürümesi ve arazi üzerindeki miras işlemlerinde er­
gerilemesiyle özdeşleştirilmeleri, Batılı ya kek ve kadına eskiye göre eşitlik getiren
da Doğulu olsun ataerkil düşüncenin ge­ hükme yer veren Arazi Kanunnamesi'dir
nel bir özelliğidir. Mükerrem Belkıs Ha­ ( 1 856) . Bu kanunla, "ölenin kız çocukla­
nım gibi kadınların önemi de, bu düşün­ rı erkek kardeş yoksa, diğer paranteldeki
ceye baş kaldırarak bireyleşme yolunu aç­ erkeklere rağmen arazide erkek çocuk gi­
malarından ileri gelmektedir. bi eşit pay alacaktır. " 1 4 lngiltere'de evli
kadınlara mülkiyet hakkının tanınması
ATAERKlLLlK: SÜREKLlLlCIN ZEMINI ancak 1 8 8 2'dedir. Oysa Osmanlı'da,
lslam hukuku uyarınca, evli olanlar da
Tarihin, süreklilikler ile kopuşların bir­ dahil olmak üzere kadınların mülkiyet
likteliği olarak kavranması, biraz klişeleş­ hakları -erkeklerle eşit düzeyde olmasa
miş bir açıklama olsa da, geçerliliğini ko­ bile- tanınmaktaydı ve bu, Batı ile önemli
ruyor. Kültür, ideoloj i ve genel olarak farklılık noktalarından biriydi. Şimdi de
zihniyet dünyası söz konusu olduğunda Arazi Kanunnamesi, bir adım ileri git­
ise, süreklilikler özel bir önem kazanıyor. mektedir ama, llber Ortaylı'nın belirttiği
Bu açıdan bakıldığında Cumhuriyet Tür­ gibi, kanun yaygın bir uygulama getire­
kiye'sinde hem feminizmin hem de arıti­ memiştir. (Bu arada, Mecelle'nin, kadının
feminizmin, Osmanlı'nın mirasını güçlü tanıklığı konusundaki lslami anlayışı de­
bir şekilde yansıttığını söyleyebiliriz. Üs- ğiştirmeden koruduğu ve bir erkeğe karşı
O S M A N L l ' O A N C U M H U R I Y E T ' E F E M i N i Z M

353

iki kadının tanıklığını kabul etmeyi sür­ Cumhuriyet toplumu ile Osmanlı toplu­
dürdüğünü de hatırlamak gerekir.) mu arasındaki en önemli kopuş, kendisi­
lslam hukukunun geçerli olduğu bütün ni işte burada gösteriyor. Bu, bazı yazarla­
toplumlar gibi Osmanlı'da da, kentsel rın kadının toplumsal yaşama "fırlatılı­
mekan, cinsiyete göre keskin bir biçimde şı"ndan söz etmesine yol açan gelişmedir,
ayrılmış durumdaydı ve Tanzimat döne­ ve Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadınların
mine dek kadınları konu alan uyarı ve ya­ durumunun incelendiği her anl atıda
saklamaların, öncelikle giyim-kuşam ve önemli bir kopuş noktası olarak yer al­
kadınların gezinti yerlerindeki, alışveriş mak zorundadır. Ne var ki, bir yanıyla
sırasındaki vb. davranışlarını düzenleyen­ toplumsal yaşamda bir travma yaratacak
ler olduğu görülmekteydi. Aynı tür kısıt­ kadar derin olan bu kopuş, diğer yanıyla
lamaların Tanzimat sonrasında çıkarılan da ataerkillik temelinde şekillenen zihin­
yasalarda da varlığını sürdürdüğünü bili­ sel ve yapısal sürekliliklerle çevrilidir. Bu,
yoruz.15 Bu, kadını "mahrem" sayan ve lslami ataerkilliğin yerini Batılı ataerkilli­
dolayısıyla da kamusal alandaki varlığını ğin, 18 ya da daha net bir ifadeyle, ulus­
"zorunluluk" halleriyle sınırlayan, engel­ devlet ataerkilliğinin almasıdır. Bu eski­
lemediği durumlarda da katı bir biçimde nin yeniyle, geleneksel cinsiyetçi varsa­
denetlemeye çalışan 16 bir anlayıştır. me­ yım ve kuralların ulusçu, seküler ayrım­
kanın cinsiyete göre bölünmesinin mima­ cılıklar ve yeni toplumsal cinsiyet kalıpla­
rideki ilginç yansımalarından biri, Mecel­ rıyla eklemlenmesinin de ilginç bir örne­
le'ye göre, kadınlara ait yerler (makarr-ı ğini oluşturmaktadır.
nisvan) olarak kabul edilen mutfak, ku­ Tanzimat sonrasındaki Kanun-u Ce­
yubaşı ve avluların bir başka evden görül­ za'nın çeşitli hükümlerinin incelenmesi ve
mesinin "zarar-ı fahiş" sayılmasıdır.17 sonraki Türk Ceza Kanunu ile karşılaştı­
Kadınların kamusal alana çıkmalarını rılması bu açıdan anlamlıdır. Kanun-u Ce­
ve giderek siyasal haklarına da sahip za, 54. Maddesi'nde ceza görme konusun­
yurttaşlar haline gelmelerini sağlayan da erkeklerin kadınlarla farklı olmadığını
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

söylese de, zina ile ilgili olan 188. Madde­ yi" ön plana çıkaran 8. Bölümde düzenle­
sine göre, bir erkek zevcesini ya da "mah­ nen maddelerde, aynı ataerkil bakışın
reminden" birini bir kişi ile "fi'l-i Şen'i" egemenliği açıkça ortadadır. 2 1
icra ederken görüp ikisini birden öldü­ Bütün bu maddelerde egemen olan an­
rürse "mazurdur". Eğer zina eden bu ka­ layış, kadını özerk bir insan varlığı değil
dın öldürülmekten kurtulur da yargıla­ de baba ya da kocanın mülkü sayan ve
nırsa, üç aydan aşağı ve iki seneden yuka­ kaçırılması, tecavüze uğraması vb. haller­
rı olmamak üzere hapisle cezalandırılır de kendisinin değil, ona "sahip" olanların
(Madde 20 1 zeyli). Oysa, zevcesiyle bir­ mağdur olduğunu kabul eden binl erce
likte oturduğu evde başka bir hatun ile yıllık ataerkil anlayıştır.22 Bu bağlamda,
zina durumunda olan ve karısının şikaye­ Ortaylı'nın dikkat çektiği, Osmanlı toplu­
ti üzerine bu işi yaptığı anlaşılan koca, sa­ munda örf ile şeriat arasında varolan iki­
dece beş mecidiye ile yüz mecidiye altını liğin, Cumhuriyet döneminde de medeni
arası bir cezaya çarptırılır (Madde 207 kanun ve ceza kanunu ile gelenek arasın­
354 zeyli).19 da varlığını sürdürdüğü görülmekle bir�
Türk Ceza Kanunu'nun son yıllara ka­ likte,23 belki de daha ilginci "geleneğin"
dar geçerli olan 440 ve 44 1 . maddelerine bu yeni yasalarda kendine böylesine ko­
b a k tığımı z d a , zina s u ç u n u n "Adabı lay yer bulmasıdır. Bunun bir açıklaması,
Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhine Cü­ kadınların kamusal alana çıkmalarına
rümler" başlığı altında düzenlendiğini, izin verilmesinin erkeklerde yaratuğı de­
yani eşinden başka bir kişiyle cinsel iliş­ rin korku ve tehdit duygusunu, psikolo­
kide bulunan erkek ya da kadının esas jik travmayı hafifletmek ve ataerkilliğin
olarak aileye (toplumsal kuruma) karşı "endişesi"ni gidermek olabilir. (Burada,
suç işlemiş sayıldığını görüyoruz. Ancak, sadece şeriatı ataerkillikle özdeş tutmadı­
evli kadının zina suçunu işlemiş sayılma­ ğımı vurgulamak isterim; "örf'ün kendisi
sı için kocasından başka bir erkekle bir ataerkil olduğu gibi, örneğin 19. yüzyıl
kez cinsel ilişkide bulunması yeterliyken lngiltere'sinde kadına ve aileye ilişkin bir­
(TCK md. 440) evli erkeğin aynı suçu iş­ çok kural ve uygulamanın da Osmanlı
lemesi için "karısıyla birlikte ikamet et­ toplumuyla büyük benzerlikler taşıdığını
mekte olduğu evde yahut herkesçe bili­ hatırlamak önemlidir.)24
necek surette başka yerde karı-koca gibi Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki sü­
geçinmek için başkasıyla evli olmayan rekliliklerden bir diğeri, 19. yüzyılda aile
bir kadını tutmakta . . . " olması gerekmek­ ve evlilik kurumunun, giderek daha fazla,
teydi (md. 441) devletin koyduğu hukuksal kurallardan
lki ceza kanunu arasında, erkeğin sahip etkilenmesidir. Bu dönemde her alanda
olduğu ayrıcalığın derecesi açısından el­ yapılan kanunlaştırma ve kodi fikasyon
bette fark vardır ama, TCK' nın içerdiği faaliyeti, lslam devletinde bir "hukuki
ayrımcılığı meşrulaştırmak için kullanı­ Romanizasyon" devrini de başlatmış ve
lan ataerkil argüman açısından fazla bir Cumhuriyet devrinde Kanun-u Mede­
fark olduğu söylenemez ve asıl ilginç olan ni'nin kabulüyle bu Romanizasyon süreci
da zaten budur: " ... kadının zinasının ne­ tamamlanmıştır.25 Söz konusu sürecin ai­
sebe hile karışmasına yol açacağı, bunun leyi ve evlilik ilişkilerini kapsayan kısmı,
ise aile düzenini tahrip edeceği, kocayı kadınları özel olarak ilgilendirmektedir,
şerefsiz ve kamuoyu karşısında gülünç çünkü devletin modernleşmesine paralel
duruma düşüreceği. .. "20 TCK 440 ve 441 . olan bu süreç, kadınların bir yandan hu­
maddeler artık geçerli olmasa bile, halen kuksal güvenceye kavuşmalarını sağlar­
geçerli olan ve gene "genel adabı ve aile- ken, diğer yandan da onların devletin aile
O S M A N L l ' D A N C U M H U R I Y E T ' E F E M i N i Z M

ve nüfus politikasının araçları olmalarına rada da, nüfus ve istihdam politikalarıydı.


yol açmaktadır. Böylece, Tanzimat döneminde başlayan
Bu olgu, ulus-devlete geçen bütün top­ ve giderek gelişen eğilim sonucunda, es-
lumlara özgüdür ve ulus-devletin eril ni­ kiden "özel" alan kapsamına giren aile
teliği dolayısıyla kadınlar ile erkekler " kamusallaşarak" " milli aile"ye doğru
üzerindeki farklı etkisiyle ilgilidir. Ancak, yönlendirildi. Aile, ulus-devletin nüvesi,
çeşitli yazarların dikkat çektiği ve Os­ "aile ahlakı" ise ulusal dayanışmanın çi­
manlı açısından özgül olan nokta, aile ve mentosu olacaktı. Bu anlayışın solidarist
evlilik hukukundaki değişimin, devletin ve toplulukçu bir yönseme taşıdığı açıktır
topluma nüfuz etme ve toplumu biçim­ ama, ittihatçıların "yeni haya t" ve "içti-
lendirme amacı açısından oynadığı rol­ mai inkılap" amaçlarında da yansımasını
dür. Mehmet Ö. Alkan, "hiç kuşku yok bulan, dönüşümcü ve eşitlikçi söylemle-
ki, hukuk, devletin hukukudur, toplu­ rinin Osmanlı feminizmine ortam hazır-
mun d eğil. Hukuk devlet için misyon ladığı da aynı derecede açıktır.29 Nitekim
yüklenmiştir, denetleyici ve yönlendirici­ Kadınlar Dünyası, Ziya Gökalp ile aynı fi- 355
dir" derken önemli bir noktaya işaret et­ kirdedir: "Memleketimizde bir inkılap ge­
mektedir. Deniz Kandiyoti ise, bu sapta­ çiriyoruz. lnkılab-ı siyasiyeyi yaptık fakat
mayı daha geniş bir bağlama o turtarak, bir de inkılab-ı içtimaiye lazım. lşte bu
çeşitli üçüncü dünya ülkelerinde bağım­ inkılab-ı içtimaiyeyi ancak aile hayatını
sızlıktan sonra kurulan devletlerin aile, ıslah etmekle yapabiliriz."30 Osmanlı fe­
eğitim, istihdam ve nüfus kontrolü alan­ minizmi ile Il. Meşrutiyet'te belirginleşen
larında uyguladıkları müdahaleci politi­ Türk ulusçuluğu arasındaki kesişme nok-
kaların çok sınırlı bir etki yapabilmesinin tasıdır, bu.
nedenini, öncelikle, bu politikaların, de­ Üstelik bu eğilimi, henüz imparatorluk
mokratikleşme ve kadınların cins çıkarla­ ulusçuluğunun egemen olduğu daha er­
rını bağımsız olarak savunabilecekleri bir ken dönemlerde de izlemek olasıdır. Ya­
sivil toplumun oluşumuyla paralel gitme­ vuz Selim Karakışla, Osmanlı kadın der­
miş olmasına bağlamaktadır. 26 gilerinin, her ne kadar cins ve mezhep
Tanzimat sonrasında evliliğin giderek ayrımı yapmadıklarını iddia etseler de,
daha fazla hukuksal işlem konusu olması, kendilerine seçmiş oldukları hedef kitle­
ve kolaylaştırılması, devletin, yerel gele­ nin gayrimüslim azınlık kadınlarından
neklerin yarattığı sorunları çözme çabası­ değil, yalnızca varlıklı katmanları okur
nın (örneğin Mayıs 1 844 tarihli bir fer­ yazar kadınlardan oluşan Müslüman ka­
man, kız çocuklarl.mn kendi hür iradele­ dınlar olduğuna işaret ediyor. 31 Bu sapta­
riyle evlenebilmelerini ve başlık gibi öde­ ma, feminizmin ilk dönemlerinde esas
melerin yapılmamasını emrediyordu)27 olarak eğitimli kadınlara hitap ettiği ve
yam sıra nüfus artışını sağlamak amacı eğitimli kadınların da üst ve üst-orta sını­
taşıyordu. Bu politika 11. Meşrutiyet dö­ fa mensup oldukları hatırlandığında, fe­
neminde de ittihat ve Terakki yönetimi minist hareketin başlangıcında bütün
tarafından d evralınacaktı. . . 28 Ama bir toplumlar açısından genelleştirilebilir.
yandan kadınların kamusal alana çıkma­ Önemli olan, hareketin buradan sonra
ları teşvik edilmekte, diğer yandan "ya nasıl bir yol aldığı ve kimlerle ittifak yap­
denetimden de çıkarlarsa? ! " korkusuyla tığıdır. Ulus-devletleşmenin geç kaldığı
bu "çıkış", devlet politikaları tarafından toplumlarda, kadınların, egemen ideoloji
d en etlenip s ı nırlan dırılmaktaydı . B u , olan ulusçuluğun fazlasıyla etkisinde kal­
merkezi denetim mekanizmalarının en dıkları ve kadın hareketine bu ideolojinin
etkili olanları, her yerde olduğu gibi bu- damgasını vurduğunu görebiliyoruz. Bu
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

bağlamda, son zamanlarda feminist ya­ düşer, ama bir yandan da "ideal kadın"ı
zında sıkça rastlanan , Osmanlı ile Cum­ birleştirici bir simge olarak kullanarak
huriyet arasındaki farklılığı vurgulayarak içine düştükleri ikilemden kurtulmaya
ulusçu yönsemeyi salt Kemalist dönemin çalışırlar. Türk modernleşmesinde, ka­
özelliğiymiş gibi ele almanın yanlış oldu­ dınlara bir yandan Batılılaşma ve mo­
ğu kanısındayı m . " K a d ı n " meseles i , dernleşmenin taşıyıcılığı rolü verilmiş, di­
Cumhuriyet öncesinde d e milliyetçi pro­ ğer yandan da bu rolün sınırları erkekler
jenin bir parçasıdır ve hem Osmanlı hem tarafından sıkıca çizilmiştir ("ideal ka­
de Cumhuriyet feminizmine esas rengini dın" ile "varolan kadın" arasındaki çeliş­
veren bu olgudur.32 kinin ataerkil "çözümü " ! ) . M odernleşme­
Sabiha Zekeriya'nın, kadınlara oy hak­ ci erkeklerin, geleneksel mutlak otoriteye
kını savunurken gösterdiği gerekçe, baş­ (babanın ve sultanın otoritesine) baş kal­
ka söze gerek bırakmayacak kadar açıktır: dırırken "kız kardeşleri" ile ittifak yapma
"Biz de bu vatanın evladı, bu memleketin arayışında olduklarını görebiliyoruz. An­
356 hayatı, istiklali için en ağır fedakarlıklara cak bu, sorunlu bir ittifaktır. Babanın ve
katlanan, yavrularını canından koparıp yaşlı kuşağın mutlak iktidarının yıkılma­
hudutlarda kurban veren analarız. Hiç ol­ sında, oğullar kadar kızların da çıkarı
mazsa ölen çocuklarımızın namına bizim vardır ama, psikanalitik teoriden alıntı
de söyleyecek sözlerimiz vardır. Evlatları­ yapacak olursak, modernitede ayrıcalıklı
mızın kanını asırlardan beri emen bu top­ "ego", "erkek-kardeş"in egosudur ve yeni
rağa herkesten ziyade merbutuz. Vatana toplum da oğulların yönetimindedir.
karşı olan kayıtsızlıklarını ilan eden ana­ Oğulların kurduğu yönetim, bir "er­
sırı musirren intihabata iştirake davet kek-kardeşler rej imi" ya da bir "erkek-
ederken bizleri ihmal etmek hem günah,
hem cinayettir. "33 (abç. )

BABANIN MUTLAK EGEMENL1C1NDEN


ERKEK-KARDEŞLER CUMHURlYETINE

Milli bilincin oluşmaya başladığı çeşitli


toplumlarda, yeni toplumun birleşmesini,
uyanmasını, kurtulmasını ya da yaratıl­
masını sağlayacak milli kimlikler ile onla­
rı uygar toplumlar arasına katacak milli
bir ilerleme ve gelişme çizgisi arayışı var­
dır ve bu toplumlarda ortak bir strateji,
kadınların milli geçmişin inşasına, hatta
"uydurulması"na dahil edilmesidir. Ne
var ki, bu noktada modernleşmeci vatan­
sever erkekler çözümü zor bir ikilemle
karşı karşıya kalırlar. Ziya Gökalp'te de
gördüğümüz gibi, ideal "milli kadın" im­
gesi milletin uzak bir geçmişte sahip ol­
duğu erdemleri kendinde toplasa da,
"çağdaş kadın" bu ideale pek uymaz. 34
Yaralan "edilgen ve geri kalmış" kadınları
kurtarmak gene -ne yapsınlar! - erkeklere
O S M A N L l ' D A N C U M H U R I Y E T ' E F E M i N i Z M

kardeşler cumhuriyeti"dir. Bu cumhuri­ somut dişil varlıklar olarak, hiçbir zaman


yete, kız kardeşlerin katılmasına izin ve­ erkeklerle aynı anlamda "birey" olmaları
rilse bile, bu ancak, erkek-kardeşin koy­ mümkün değildir: "Somut [bedenleşmiş]
duğu sınırlar dahilinde olabilir. Daha va­ kimliği ciddiye almak, eril üniter bireyin
himi ise, modernitenin "yeni adam"ının, bir yana bırakılmasını ve biri eril diğeri
erkek olmak için reddetmek zorunda ol­ dişil iki kişiye yer açılmasını gerektirir". 38
duğu "öteki"nin artık annesi değil, kız­ Ulusçu söylemin, vatanı çoğunlukla bir
kardeşi olmasıdırı35 Bu "öteki"nin oluş­ kadın bedeni olarak temsil ettiği ve erkek
turduğu tehditle başedebilmek için mo­ kardeşlerden kurulu olan ulusta, erkekle­
dernleşmeci "yeni adam", yeni dönemin rin birliğine dayanan bir ulusal kimlik in­
kadınının -kız kardeşin- kimliğini belirli şa e ttiği39 ha tırlandığında, Pateman'ın
kalıplar i çinde tutmak ve ehlileştirmek sözleri daha da çarpıcı bir gerçeklik ka­
ihtiyacındadır. zanmaktadır.
Gerçi, erkek kardeşin rej imine isyan Rousseau, yeni ve özgür bir toplumun
eden ve kendi bildiğini okumaya kalkan kurulabilmesi için öncelikle "yeni in- 357
kız kardeşler de yok değildir;36 ne var ki, san"ın yaratılması gerektiğini savunmuş-
"asi" ya da "itaatkar" olsun, her iki "kız tu, ama modernleşmenin "yeni insan"ı
kardeş" tipi de ulusçuluğu içselleştirmiş­ erkekti; üstelik de bu "yeni erkek" , "eski
tir ve ulus-inşasına ancak simgesel ola­ erkeğe" inanılmaz derecede benzemeye
rak dahil edilmek, ikisi açısından da or­ d evam ediyordu! Türkiye Cumhuriye-
tak bir kaderdir. Mehmet Emin Bey, "Yeni ti'nin "yeni kadın" kalıbını belirlemeye
düzen, Türk kadınının ruhunu canlan­ girişenler de kendilerine "Yeni Adam"
dırmıştır. Eski düzen, kadını salt aile adını verseler bile, hiç de yeni olmayan
ocağına bağlarken, Yeni düzen kadını va­ bir erkek kimliği çiziyorlardı ve burada
tan ocağına bağlamıştır"37 derken temel asıl ilginç olan, Batıcı/modernleşmeci er-
noktaya işaret etmekte, Halide Edip ha­ kekler ile gelenekselciler arasında fazla
nım ise, "bir kadın evvela Osmanlı, bir bir fark olmamasıydı. Cumhuriyet'in res-
vatanperverdir. . . Vatanın hukuku kadın­ mi ideoloj isi kadınların kamusal alana
lık hukukundan bin kat mühim ve muh­ çıkmalarından, meslek sahibi olarak ev
teremdir" diyerek aynı anlayışı dile getir­ dışında çalışmalarından yanaydı. Ama
mektedir. dönemin kadın konusundaki algılaması-
Cumhuriyet d ö n em i " k a d ı n soru­ na biraz daha yakından bakıldığında, ge­
nu"nun parametreleri, 1 1 . Meşrutiyet'ten lenekselci kalıp ile modernleşmeci kalıp
başlayarak Kemalist Cumhuriyet'e uza­ arasında, toplumsal cinsiyet rolleri açısın-
nan Türk ulusçuluğunun özgül tarihsel dan temel bir farklılık olmadığı görülür.
koşullarınca şekillenmiştir. Batılılaşma, Kemalist erkeklerin hayalindeki "yeni ka-
ulusçuluk ve lslam arasındaki gerilimler dın "da, "ailevi, içtimai, milli vazifelerini
hala çözülmediği gibi, günümüz siyasal benimseyen ve başkaları için yaşayan" bir
tartışmalarında da merkezi bir rol oyna­ varlıktı. Kadının en belirgin meziyeti, fe­
maya devam etmektedir. Burada sorun, dakarlığı ve feragatiydi. Erkeklerin bu ko-
Türk modernleşmesinin "birey"i temel al­ nudaki açık sözlülükleri, sorgulanmayan
,
mamasından ibaret değildir; sorulması bir iktidar konumuna özgü cüreti yansıt­
gereken soru, "birey"i temel alsaydı, du­ maktadır: "Bize göre, kadın ne kadar di-
rumun kadınlar açısından farklı olup ol­ ğer 'mevcut'lar için fedakar olur, ne dere-
mayacağıdır. Carole Pateman'ın dediği gi­ ceye kadar bir erkeğin hayatta muvaffaki-
bi, ulus-devlette kadınlar formel olarak yetini temin eyleyecek ihtiras ve kuvveti
sivil yurttaşlar olarak kabul edilseler bile, verebilir ve çocuğu için bir muhabbet
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

ocağı haline gelebilirse o kadar mesut, ce­ sonrasında lstanbul kadını/Anadolu ka­
miyetin kuvvet ve ahengi de o nisbette zi­ dını, kentli kadın/köylü kadın, asri kadın
yade olur. "40 -"tango" -/iffetli kadın, modern kadın/ge­
Batıcı modelin, kadına, aile ve özel leneksel kadın vb. karşıtlıklarda somut­
alandaki "doğal" görev ve sorumlulukla­ laşıyordu. Bu bölünmenin kadınların içi­
rının yanısıra, bir de toplumsal alanda fe­ ne de yansımaması mümkün değildi; ni­
dakarlık ve sorumluluk yüklediğini görü­ tekim, "iffetlilik ile alaturkalık korku­
yoruz. Bu, kadınları "çifte yük"le karşı su"42 arasında sıkışıp kalan Cumhuriyet
karşıya bırakırken, erkekler açısından da kadınlarının kamusal alana çıktıklarında
yeni bir kimlik bocalamasına yol açmak­ farklılıklarını ve cinselliklerini bastırmak
ta, erkek kendisini bu "yeni kadın" karşı­ zorunda kalmaları, ne yapsalar ulusun
sında "küçülüp silinmiş" hissetmektedir: "öz evlatları" o lamayacakları algılama­
"Kadın fikri hayatın ra'şesiyle uykusun­ sıyla birleşerek derin bir karamsarlığa
dan silkinerek ufkun altınları üzerinde yol açacak ve içinde yaşadıkları birey­
358 yükselip büyüdükçe, erkek geceye düşen sel/toplumsal koşulları sorgulama açma­
şekiller gibi süratle kararıyor, küçülüyor, zında onları "ölmeye yatmak" zorunda
siliniyor. "41 Kadının kamusal alana "fırla­ bırakacaktı. 4 3
tılması" , erkeği ailenin "tek ekmek getire­ Batı'da, kadınlararası dayanışmanın ta­
ni" olma konu mundan çıkarmış ve bu rihsel olarak ulusçu dalganın geri çekil­
nedenle de iktidarının temelinde bir ge­ mesinden sonra yaşanmış olması ve sos­
dik açılması tehlikesiyle yüz yüze bırak­ yal haklar, üreme hakları vb. için müca­
mıştır. Değişen toplumsal koşulların er­ dele eden kadın hareketlerinin, bu süreç
keklik kimliği üzerinde yarattığı tehdit al­ içinde soyut yurttaşlık anlayışının içinde
gılaması karşısında modernleşmeci erkek, barındırdığı eşitsizlikleri sergilemiş olma­
ulusçu/Batıcı kızkardeşiyle özgürleşim sı dikkate değerdir. Sömürgecilik karşıtı
noktasında ittifak yapamazken, ataerkil hareketlerde ise, feminist programların
kalıplar konusunda kendisini gelenek­ milli bağımsızlık davasına kurban edildiği
çi/lslii.mcı erkek kardeşine daha yakın ve kadınların eski "evsel" rollerine geri
hissetmekte ve bu, bilincinde ve kişiliğin­ dönmek zorunda bırakıldıkları görülür.44
de bir yarılmaya yol açmaktadır. Ulusun Her zamanki gibi "arada" bir konumu
inşasına yalnızca simgesel olarak katılma­ olan Türkiye'de, Cumhuriyet sonrasında
sına izin verdikleri "kızkardeşler"ini "öte­ kadınlar, dinsel ve etnik cemaatlerin bas­
kileştirerek" onları "iyi zevcelik ve anne­ kısından önemli ölçüde kurtulma ve ka­
lik"le sınırlandırmak için ellerinden gele­ musal alana girme olanağı buldular. Bu
ni yapan Kemalist babaların, bir yandan onlar açısından, küçümsenmeyecek bir
da kızlarını bağımsızlık yönünde destek­ kazanımdı ve kadınların modernleşme­
lemeleri, onları güçlendirmeye çalışmala­ ci/ulusçu projeye sıkıca sarılmalarının da
rı, belki de bilinç altında, bu şizofrenik -anlaşılır- nedeniydi. Bu bağlamda Kema­
bölünmeyi ortadan kaldırmaya yönelik list projeye katılan kadınların kendilerini
bir çabaydı! var etme yönündeki bilinçli seçimlerini
"Yeni adam"ların kendi içlerinde yaşa­ ve öznelliklerini dikkate almak, cumhuri­
dıkları bu bölünmeye karşı, " Cumhuri­ yetin ilk yarım yüzyılındaki sorgulama
yet'in anaları" katmerli (hem içsel, hem eksikliği kadar, daha sonra dile getirilen
de dışsal) bir bölünme yaşıyorlar ve milli hayal kırıklıklarını ve muhalefeti de anla­
bilincin uyanma dönemlerine özgü "va­ yabilmemizi sağlar.
rolan kadın" ile uza.k geçmişteki "ideal Çünkü ataerkil yapının ve ideolojinin
kadın" arasındaki karşıtlık, Cumhuriyet bütün baskısına karşın, "Cumhuriyet'in
O S M A N L l ' D A N C U M H U R I Y E T ' E F E M i N i Z M

anaları"nın yetiştirdiği kızlar -"kurucu siyle oluşan ortamda böylesi bir meydan
babaları"nın da desteğiyle!- eğitim ola­ okumaya girişen kadınların kendileri,
naklarına kavuşup meslek sahibi olabil­ 1990'lar Türkiye's inde, tıpkı tek bir aynı-
dikleri için kendi ayakları üzerinde daha laştırıcı "yurttaş" kategorisine yöneltilen
fazla durmaya başlamışlar ve bu olgu, sorgulama gibi, tek bir "kadın" kategori-
dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, sine yöneltilen eleştiri ve meydan oku-
onların da eleştirel bir bilinç geliştirebil­ mayla karşı karşıya kalmışlardır. Artık,
melerinin temel dayanağını oluşturmuş­ farklılık taleplerinin ve kimlik politikala-
tur. Cumhuriyet'in ilk yarım yüzyılında rının geçerli olduğu postmodern bir ik-
kendilerine biçilen rolleri v ,ıynılaştım.ı _ limde, gerçekten de "lslamcı feministle-
(eril) yurttaşlık anlayışını sorgulama ko­ rin, Kürt feministlerin, Kemalist feminist-
nusunda çekingen davranmış olsalar da, lerin, radikal feministlerin, sosyalist femi­
edebiyat yapıtlarının da ortaya koyduğu nistlerin, şehirli kadınların, gecekondulu
gibi, daha bu dönemde zihinlerinde ve kadınların, köylü kadınların, kısacası tüm
ruhlarında soru işaretleri ve huzursuzluk­ kadınların 'kız kardeşlik' adı altında ortak 359
lar belirmiş, soruları açıkça dillendirip bir paydada birleşmeleri imkansız gibi
egemen ataerkil kalıplara meydan oku­ görünmektedir."45 Bu, yalnızca "Türk fe­
mak ise, onların kızlarına düşmüştür. Ne minizmi"nin değil, "Türk modernleşme-
var ki, l 980'lerde uygun toplumsal/siya­ si"nin de yeni ve belirsiz bir döneme gir-
sal/ideolojik koşulların bir araya gelme- diğine işaret etmektedir. O

D İ P N OTLAR

"Kadınlar eksik akıllı olur derler. Bundan dolayı insanlık hakkımı istiyorum. Katib-i adil odasın­
onların her sözünü boş saymak yerinde olur da bana dairemdeki alelade memura verdi!)i
[derler). Mihri duacınızın zannı budur ki, olgun insanlık hakkımı benden esirgeyen kanundan
ve akıllı kişiler şu sözü söyler: Becerikli bir kadın, iddiam, benim de her fert gibi görmek ve gör­
beceriksiz bin erkekten iyidir. Zihni açık bir ka­ dü!)ümü bilmek kabiliyetine sahip oldu!)umu
dın, anlayışsız bin erkekten iyidir." Akt. S. Faro­ kabul etmesidir." Resimli Ay, Temmuz 1 927,
qui, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Tarih cilt: 4, no. 4 1 -5, s. 1 ; akt. Tülay a l i m Baran,
Vakfı Yurt Yayınları, lstanbul, 1 997, s. 1 37. "Resimli Ay'da Kadın", Toplumsa/ Tarih, Mart
2 Bkz. Gerda Lerner, The Creation of Feminist 1 999. sayı 63, s. 7-8.
Consciousness, Oxford U niversity Press, New 4 Bu açıdan J itka Maleçkova'nın, Osmanlı toplu-
York, 1 993, s. 274-283. - mu ile Rusya, ltalya, Yunanistan ve Çek toprak­
5. aynı yerde, s. 5 1 , akt. Lerner, s. 136. ların da, milli bilincin uyandı!)ı dönemlerde,
milliyetçi lik ile kadınlara biçilen rol arasında
3 "Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniye ve Sergide Zeki­
ilişki kurdu!)u karşılaştırmalı çalışması açıklayı­
ye Hanımefendinin Nutku"ndan, Kadın, 10 Ka­
cıdır: "Kadın ve Bir Milletin Kaderi: Milli Uyanı­
nun-i Ewel, 1324, no. 1 0, s. 1 2-14; akt. Serpil
şın ilk Dönemlerinde Kadınlara Biçilen Rol",
Çakır, "Osmanlı Kadın Dernekleri", Toplum ve
Tarih Eğitimi ve Tarihte "Öteki" Sorunu, Tarih
Bilim, sayı 53, Bahar 1991, s. 1 41 .
Vakfı Yurt Yayınları, lstanbul, 1 998. Maleçkova
7 . 1 868'de yayına başlayan Terakki gazetesin­ da, di!)er ülkeler ile Osmanlı arasında milli bi­
de yazan Rabia hanım; akt. Serpil Çakır, Os­ lincin uyanışı ve buna ba!)lı olarak Osmanlı va­
manlı Kadın Hareketi, s. 24. ilginç olan, bu so­ tanseverlerinin kadın meselesine ilgi duymaları
runun Cumhuriyet sonrasında da sorulmak zo­ konusunda varolan zaman farkına de!)iniyor.
runda olmasıdır: Resimli Ay dergisinin temsilci­ Batı ile Türkiye arasındaki bu zaman aralıl'Jı, gi­
si Sabiha Sertel, bir dava dolayısıyla avukata derek azalsa bile, varlı!)ını koruyor.
vekalet vermek üzere gitti!)i büroda, kadın ol­
5 Akt. Zafer Toprak, "Muslihiddin Adil'in Görüş­
du!)u için şahitli!)inin geçersiz olması ve soru­
leri: Kadın ve 'Hukuk-ı N isvan"', Toplumsal Ta­
nun matbaanın getir-götür işlerine bakan bir
rih, sayı 75, Mart 2000, s. 16.
delikanlının getirilerek çözülmesi karşısında,
"ben insan de!) il miyim?'" diye haykırmakta­ 6 "Kadınlar Dünyası" imzasıyla, "Hukuk-u Nis­
dır: "Ben intihap hakkımı istemezden ewel, van", Kadınlar Dünyası, 4 Nisan 1 329� no. 1,
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T i Y E T i N B 1 R 1 K I M I

s. 1 ; akt. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareke­ 1 2 llber Ortaylı, "Osmanlı Aile Hukuk � nda Gele­
ti., s. 1 25. nek, Şeriat ve Örf", Sosyo-Kültürel Değişme Sü­
7 Servet-i Fünun, "lslam kadınlarının Bir Teşeb­ recinde Türk Ailesi, 2. Ci lt, Başbakanlık Aile
büsü", Na. 9 1 6 (4 Kanun-u Ewel, 1 324 -1 7 Ara­ Araştırma Kurumu Yayını, Ankara 1 992, s. 466.
lık 1 90B) s. 45;akt. Mehmet ö. Alkan, "Tanzi­ 13 Mehmet ö. Alkan, Tanzimat döneminde çıkar­
mat'tan Sonra Kadının H u kuksal statüsü ve tılan ve günümüzün "Polis vazife ve selahiyet­
Devletin Evlilik Sürecine Müdahalesi Üzerine", leri kanunu"na benzetilebilecek yasada kadın­
Toplum ve Bilim, sayı 50, Yaz 1 990, s. 92. ların al ışveriş için dükkanlara girmelerinin ve
8 Bu konuda en açıklayıcı çalışmalar Deniz Kan­ dükkanda oturmalarının, erkeklere özgü ge­
diyoti'ye aittir. Bkz. Cariyeler, Bacılar ve Yurt­ zinti yerlerine girmelerinin, geceleri sokakta
taşlar (Metis yayınları, lstanbul, 1 996) içinde: d o l a ş m a l a r ı n ı n yasak l a n d ı ğ ı n ı a k t a r ı y o r .
"Kurtulmuş ama Özgürleşmiş mi? Türkiye Ör­ a.g.m., s . 88.
neği üzerine Bazı Düşünceler", "Kadın, lslam 1 4 "Çalışan" diyorum, çünkü bütün toplumlarda
ve Devlet: Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım", "lslam olduğu gibi Osmanlı'da da kadınlar kendileri­
ve Ataerkillik: Karşılaştırmalı 8ir Perspektif". ne uyg u l a n a n yasak ve s ı n ı r l a m a l a r ı " d e l ·
9 Kadınlar Dünyası, 14 Mayıs 1 329, na. 93, sayı 2; me"nin çeşitli yollarını bulabiliyorlardı. B u ko·
akt. S. Çakır, a.g.e .. s. 1 57. nuda bir karşılaştırma için bkz. Fatmagül Berk·
tay, "Ortaçağ'da Kadınlar", Kadın Olmak, Ya·
1 0 "Osmanlı feminizmi", elbette salt Müslüman- şamak, Yazmak, Pencere Yayınları, lstanbul,
3 60 Türk kadınlarıyla sınırlı değildi. Bu açıdan son
zamanlarda yapılan araştırmaların çeşitli milli­
1 998, 3. Baskı.
yetlerden kadınların kurdukları dernekleri ve 15 M. Ö. Alkan, a.g.m., s. 88: Buna göre, bir kim·
faa liyetleri sergilemesi bir yana, Müslüman­ senin yeni yaptığı binada veya varolan evinde
Türk kad ı n derneklerinin bazılarının " bütün açtığı pencereden kapı komşusunun ya da kar·
milletlerden" kadınlara açık olduğunun vurgu­ şı komşusunun "makarr-ı nisvan" olan yeri gö·
lanması bu olguyu kanıtlamaya yeter. Ancak, rünebilir ise bu durum bir zarar olarak kabul
imparatorluğun dağılma sürecinin hızlanması­ edilmekte ve o kimse kadınların yerleri görün­
na paralel olarak yükselen Türk ulusçuluğu ile meyecek biçimde duvar ya da tahta perde yap·
Türk feminizmi arasında, hem ampirik hem de tırıp "zarar"ı gidermekle yükümlü bulunmak­
teorik içsel bir bağlantı olduğu kanısındayım. tadır.
Dolayısıyla, "öteki kadınlar" ın -Rum, Ermeni, 16 Örne!'.Jin bkz. Zehra F. Arat, "Kemalizm ve Türk
Musevi, Süryani, Çerkes, Kürt vb. - mücadelele­ Kadını", 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, Tarih
rini görünmez kılmamak konusundaki uyarıyı Vakfı Yayınları, lstanbul, 1 998 içinde .
çok anlamlı bulmakla birlikte, Cumhuriyet'in
17 Akt. Mehmet ö. Alkan, a.g.m. s. 87
kurucu ideolojisi olan ulusçuluk ile "Türk femi­
nizmi"nin el ele gittiğini özellikle vurguluyo­ 18 A. Pulat Gözübüyük, akt. llknur Kalan, Kadı�
rum. Bu, bir gerçeği yansıtmakta ve aynı za­ ve Adalet. Kaynak Yay., lstanbul, 1 998, s. 27.
manda Türkiye'deki kadın hareketinin sınırlılı­ 1 9 Bu konuda bkz. "Kadınların insan Hakları: in·
ğını da belirlemektedir. Söz konusu eleştiri için san Hakları Hukukunda Yeni Bir Açı lım", insan
bkz., Ayşe Gül Altınay, "Giriş: Toplumsal Cinsi­ Hakları, YKY, Cogito dizisi, Ocak 200 1 .
yet, Milliyetçilik, Feminizm", Vatan, Millet, Ka­
2 0 Bu konuda bkz. Fatmagül Berktay, Tek Tanrı!.
dınlar, iletişim Yayınları, lstanbul, 2000, s. 24-
Dinler Karşısında Kadın, ikinci Bölüm, " Ataer·
25. Bu kitap, çeşitli ülkelerde mil liyetçilik ile fe­
kil Sistemin Ayırt Edici Özelliği: Kadın Bedeni­
minizm arasındaki ilişkiyi ele alan son derece
nin Toplumsal Denetimi", Metis Yayınları, Is·
açıklayıcı maka lelere yer vermekte, Türkiye
tanbul, 2. baskı lstanbul, 2000; ayrıca, Türk hu·
bağlamını inceleyen yazılar ise konuya orijinal
kukunun erkek egemen bakış açısını çarpıcı biı
bir katkı anlamını taşımaktadır.
biçimde sergileyen bir makale için bkz. Yüce
11 Elbette değişim yönündeki çabalara önemli bir Sayman, "Türk Hukukunda Kadın Cinselliği",
direnme de söz konusudur. Osmanlı feminizmi Kadın ve Cinsellik, der. Necla Arat, Say yayınla·
bağlamında, genelde değişme yönündeki ça­ rı, lstanbul, 1 993, s. 143-1 58.
baları ele alıyoruz, oysa hemen her toplumda
2 1 llber Ortaylı, a.g.m., s. 467. Ortayl ı'nın işare1
görülen gelenekçi direnişin Osma nlı kadınları
ettiği bir diğer ilginç süreklilik noktası, Osman·
arasında ne ölçüde yayg ın olduğunu bilmiyo­
lı'da evlilikte mal ayrı lığı rej iminin uygulanma·
ruz. Tuncer Baykara, " 1 9. Asırda Yöneticilerin
sıdır. lslam fıkhına uygun olan bu rejimin gü·
Aile Yapısı " adlı makalesinde (Sosyo-Kültürel
nümüz Türkiye'sinde de devam etmesi ve de·
Değişme Sürecinde Türk Ailesi, cilt 1, s. 1 99-
ğiştirilmesine karşı -erkeklerden kaynaklanan·
2 1 5) 1 830'1u yıl larda özellikle "çarçabuk sivilize
çok güçlü bir direnişin bulunması, şaşırtıcı ol
olmak isteyenlere karşı Türk kadınının direndi­
masa gerek.
ğini" öne sürmekte, ancak herhangi bir kanıt
getirmemektedir. Yazarın tutucu tavrını bir ya­ 22 lngiltere'de (ve genel olarak Batı toplumların·
na b ı rakacak o l ursak, bu i d d i a n ı n ilginç ve da) "ataerkillik" ve hukuksal eşitsizlikle ilgil
araştırmaya değer olduğunu ve eğer do!'.Jruysa son derece kapsamlı ve analitik bir çalışma içir
örneğin 18. yüzyıl Fransa'sında kadınların gele­ bkz. lntroduction ta Femin ist Jurisprudence,
nekçi direnmeleri ile karşılaştırılabileceğini söy­ Hilaire Barnett, Cavendish Publishing Lim ited,
leyelim. Landon, 1 998.
O S M A N L I D A N C U M H U R i Y E T E F E M i N i Z M

23 Ortaylı, a.g.m., s. 462-467. bir biçimden yeni, modern (erkek kardeş mer­
24 Mehmet Ö. Alkan, a.g.m., s. 93; Deniz Kandi­ kezli) bir biçime dönüşmesini içerdiğini öne
yoti, "Kadın, lslam ve Devlet: Karşılaştırmalı Bir sürmektedir: "Kardeşler Arası Toplumsal Söz­
Yaklaşı m " , Toplum ve Bil im, sayı 53, bahar, leşme", Sivil Toplum ve Devlet, der. John Ke­
1 99 1 , s. 3 1 -32. ane, Ayrıntı, lstanbul, 1993.
25 Ortaylı, a.g.m. s. 464. 34 Durakbaşa, Halide Edip üzerine yaptığı çalış­
mada, Halide Edip'in böylesi bir "asi" kız kar­
26 iT Cemiyeti, "milli aile" yaratma politikası çer­ deş olduğunu savunuyor: Halide Edip, Türk
çevesinde evlilikleri teşvik etmekte ve hatta işi Modernleşmesi ve Feminizm, iletişim, 2000.
"çöpçatanlığa" kadar vardırm aktayd ı : Zafer
Toprak, "Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiye­ 35 Mehmed Emin [Yurdakul], "Türk Kadını", Süs,
ti, Kadın Askerler ve Milli Aile", Tarih ve Top­ 7 Temmuz 1 339, 1 . sayı, s. 5; akt. Yıldız Akpo­
lum, cilt 9, sayı 5 1 , Mart 1 988, s. 34-38. Ayrıca lat-Davut, " B i r Kadın Magazin Dergisi: Süs",
bkz. Hamide Koyukan, "Karadeniz Ereğlisi Ev­ Tarih ve Toplum, cilt 26, sayı 1 5 2, Ağustos
lendiriciler Cemiyeti", Toplumsal Tarih, Mart 1 996.
1 996, sayı 27, s. 2 1 -23 ve Murat Koraltürk, " 36 Pateman, a.g.e .. s. 224.
'Milli Aile'ye ilişkin Bir Belge", Toplumsa/ Tarih, 37 Nationalisms and Sexua lities, eds. And rew
E k i m 1 9 9 7 , sayı 46, s . 2 3 - 2 5 . K o y u k a n , Parker, Mary Russo, Doris Sommer, and patri­
TBMM'de de 1 921'de evliliğin zorunlu kılınma­
cia Yaeger, Routledge, 1 992, "lntroduction",
sı için yasa önergesi verildiğini ama kabul edil­
mediğini aktarmaktadır: Zabıt Ceridesi, 22. 2.
s. 1 - 1 2 . 3 61
1 92 1 , içtima 1 55, Erzurum mebusu Salih Efen­ 38 Duygu Kôksal, " 1 930'1ar '40'1arda Kadın, Cinsi­
di'nin önergesi. yet ve Ulus", Toplumsal Tarih, Mart 1 998, sayı
5 1 , s. 39; ayrıca, Cumhuriyet aydınlarının bilin­
27 Zafer Toprak, "il. Meşrutiyet Döneminde Dev­ çaltına ilginç bir yolculuk için bkz. Duygu Kök­
let, Aile ve Feminizm", Sosyo-Kültürel Değişme sal, "lsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, inkılap ve Terbi­
içinde Türk Ailesi, cilt 1, Başbakanlık Aile Araş­ ye: U l usun 'Çocukluğu"', Toplumsal Tarih,
tırma Kurumu Yayınları, Ankara, 1 992, s. 237. Mart 1 997, sayı 40.
28 "Ailede i mtizaç", Kadınlar Dünyası, no. 1 5 1 , 12 39 Ahmet Haşim' den aktaran Vivet Kan etti: "Ah­
Temmuz 1 330, s. 2; akt. S. Çakır, "Meşrutiyet med Haşim'le Özel Bir Diyalog ve Türk Kadın­
Devri Kadınlarının Aile Arayışı", Sosyo-Kültürel ları", Karizma, Ocak-Şubat-Mart 2000, sayı 1,
Değişme Sürecinde Türk Ailesi, cilt 1, s. 240 s. 69. Kanetti, "Cumhuriyet inkılabının ve yeni
29 Yavuz Selim Karakışla, "Osmanlı Hanımları ve asrın aniden değiştirdiği kadın karşısında Türk
H i zmetçi K a d ı n l a r " , Toplumsal Tarih, Mart erkeğinin boğuşmasını, red ile kabul, aşk i le
1 999, sayı 63, s. 1 5-24. Nermin Abadan-Unat nefret arasındaki gelgitini" Haşim'in en açık
da, Osmanlı'da kadın konusunda dünya gene­ yüreklilikle anlattığını söylüyor. Dönemin baş­
line yakın bir evrim görüldüğünü ve Türkiye' de ka yazarları da aynı tehdidi hissederler, ama
kadın sorunsalının uluslaşma süreciyle birlikte kendilerine karşı Haşim kadar açı k yürekli ola­
ortaya çıktığını belirterek Türk feminizmi ile madıkları için, daha çifte standartlı bir yakla-
Türk ulusçuluğu arasındaki ilişkiye dikkat çeki­ . şım içine g i rerler. Bu konuda bir örnek için
yor: "Türkiye'de K a d ı n Ha reketi - Dün- Bu­ bkz. Fatmagül Berktay, "Yeni Kimlik Arayışı,
gün", Bilanço 1 923-1 998, Türkiye Cumhuriye­ Eski Cinsel Düalizm: Peyami Safa'nın Roman­
ti'nin 75 Yılına Toplu Bakış, Tarih Vakfı yayınla­ l a r ı n d a To plumsal Ci nsiyet", Bilanço 1 923-
rı, lstanbul, 1 999, s. 248-249. 1 998: Türkiye Cumhuriyeti'nin 75 Yılına Toplu
30 örneğin, bkz. Ş. Tekeli, "Birinci ve ikinci Dalga Bakış, Tarih Vakfı Yayınları, lstanbul, 1 999, cilt
Feminist Hareketlerin Karşılaştırmalı incelemesi 2. Ekrem Işın da, Tanzimat sonrasında, özellik­
üzerine Bir Deneme", 75 Yılda Kadınlar ve Er­ le de "kadının gündelik hayata gi rmeye baş­
kekler, Tarih Vakfı Yayınları, lstanbul, 1 998 için­ ladığı istibdat yılla rında" erkeğin sokaktaki
de. Meltem Ağduk-Gevrek de, "Cumh uriyet'in kadın karşısında şaşırıp boca ladığını ve sokak­
Asil Kızlarından 90' 1arın Türk K ızlarına" adlı ta sarkıntılık, laf atma vb. olaylarının bu dö­
çok ilginç makalesinde (Vatan, Millet, Kadınlar, nemde çok arttığını belirtiyor: "Tanzimat, Ka­
i letişim, lstanbul, 2000) aynı görüşü tekrarlıyor. dın ve G ü nd e l i k Hayat", Ta rih ve Toplum,
Mart 1 988, cilt 9, sayı 5 1 .
31 Sabiha Zekeriya [Sertel], "Kadınlar ve intihap",
Büyük Mecmua, no. 14 (30 teşriniewel 1 9 1 9), s.
40 Ayşe Kadıoğlu , "Cinsel liğin inkarı: Büyük Top­
2 1 8-2 1 9; akt. Zafer Toprak, "Sabiha (Zekeriya) lumsal Projelerin Nesnesi Olarak Türk Kadınla­
Sertel ve Türk feminizmi " , Toplumsal Tarih, rı", 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, Tarih Vakfı
Mart 1 998, sayı 5 1 . Yayınları, lstanbul, 1 998.

3 2 Maleçkova, a.g.m., s . 202-, 206 41 Bkz. Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Ya tmak, Remzi
Kitabevi, ?
33 Bkz. Juliet Flower MacCannell, The Regime of
the Brother, after the Patria rchy, Routledge, 42 Nationalisms and Sexualities, s. 7.
Landon, 1 991, s. 2, 3. Ve Carole Pateman, The 43 Meltem Ağd uk-Gevrek, "Cumhuriyet' i n Asil
Sexual Contract, Polity Press, 1 988 ; Pateman, Kızlarından '90'1arın Türk Kızlarına ... ", Vatan,
geleneksel bir dünyadan modern bir dünyaya Millet, Kadınlar, der. Ayşegül Altınay, i letişim,
geçişin, ataerkinin geleneksel (baba merkezli) lstanbul, 2000, s. 290.
Ermeni ve Yahudi Cemaatlerinde
Siyasal Düşünceler
A R U S Y U M U L / R I F AT N . BALI

smanlı Devleti'nde yaşayan gay­ rakması, her millette özellikle muhafaza­

O rimüslim topluluklar için 1 9 .


yüzyıl, dini mitlerin yerini sekü­
ler mitlere, milliyetçilik, sosyalizm gibi
kar kesimlerin tepkisine neden olmakta
idi. Örneğin Rum milleti içinde gelişen
Ortodoks kimliğin karşısına Helen kimli­
modern jdeolojilere bıraktığı bir yüzyıl ği çıkaran milliyetçi akım, Rum Patriği
olarak tanımlanabilir. Daha önce büyük tarafından onaylanmamakta idi. Patrik
ölçüde din görevlilerinin tekelinde olan Gregor, Il. Alexandr lpsilanti'nin başını
kültürel ve düşünsel üretim, bir bölümü çektiği bağımsızlık hareketine karşı çık­
Batı'da eğitim görmüş, Batılı değerleri be­ makla kalmamış, aynı zamanda lpsilan­
nimsemiş 'laik entelektüeller' tarafından ti'yi aforoz etmiştir. lzmir'de doğup Fran­
ele geçirilmekteydi. Bu toplulukların eği­ sa'da yaşayan ve orada Fransız Ansiklope­
tim sistemleri, yaşanan kapitalistleşme dicilerin fikirleriyle tanışan Adamantios
süreçlerine de bağlı olarak dönüşüme Korais, ruhbancılık ve geleneğe karşı çı­
uğramakta, eğitim yaygınlaşmakta, din kıyor, Hıristiyanlığın Avrupa'yı karanlığa
dışı laik eğitim kurumları kurulup, dinin sürüklediğini savunuyordu. Rum halkı­
eğitim üzerindeki denetimi zayıflamak­ nın kökenlerinin Bizans'ta değil Antik Yu­
taydı. Güçlenen orta sınıflar liberal ay­ nan'da olduğunu vurguluyordu. Laik eği­
dınlarla el ele vererek milletlerinin oli­ tim veren ve Patrikhane'nin kontrolü dı­
garşik yapılarını değiştirmek için çaba şında kurulan Kuruçeşme Rum Darülfü­
sarf etmekte, yönetim teşkilatlarını laik­ nunu gibi okullar mutaassıp kesimlerin
leştirme yönünde adımlar atmaktaydılar. tepkisini çekiyordu. Aydınlanmacı sekü­
Bu yüzyılda yazı dilinin sadeleşmesi için ler ve rasyonalist akımlara şüpheyle yak­
çaba sarf edilmiş, seçkinlerin ve din gö­ laşan Patrikhane bu fikirlerin kendi mil­
revlilerinin kullandığı klasik ve kutsal leti arasında yaygınlaşmasına engel olmak
diller yerini halkın kullandığı gündelik için çabalamıştır. Patrikhanenin zengin
dile bırakmıştır. Dildeki bu dönüşüm da­ 'Fenerli beylerin' etkisi altında tüm Orto­
ha önce seçkinlerin tekelinde olan bilgi­ doks dünyasını Rum po tasında eritme
nin toplumun diğer katmanlarına yay­ politikası, Balkan Hıristiyanları arasında
gınlaşması ve yeni ideolojilerin bu toplu­ kendi özgül kimliklerine yaptıkları vur­
luklarda kök salması işlevlerini yerine guyu artırarak, bu halklar arasında milli­
getirmiştir. yetçiliğin yayılmasının nedenlerinden biri
Dini mitlerin yerini seküler mitlere bı- olmuştur. Bu yüzyılın en yaygın ideoloji-
E R M E N i V E Y A H U D i C E M A A T L E R i N D E S i Y A S A L D Ü Ş Ü N C E L E R

!erinden biri olan milliyetçilik gayrimüs­ !erde- eğitim görmüş, yenilikçi fikirlerle
limler arasında da kabul görmüş, Osman­ donanmış aydınlar lstanbul'a dönüyor­
lı Devleti ile ilişkilerinde reformlar yoluy­ lardı. Ermeni milletini aydınlatıp , mo­
la gayrimüslim milletlerin durumlarının dernleştirme misyonunu yüklenmiş bu
düzeltilmesi yaklaşımı da bu milletlerin kişiler eğitime verdikleri önemle hem ls­
kendi bağımsız devletlerini kurmaları gö­ tanbul'da hem de Anadolu'da modern ve
rüşü de bu cemaatlerin aydınları arasında laik eğitim veren çeşitli okullar açmışlar,
taraftar bulmuştur. yazı dilinde klasik Ermenice'den (lıra­
Osmanlı Devleti yıllarında zimmi ko­ par) halkın kullandığı gündelik dile (aş­
numunda bulunan gayrimüslim cemaat­ lıarapar) geçilmesini sağlamışlardı. Bu
lerinin Reform hareketlerini ve 1 1 . Meşru­ yıllarda Fenelon'un -halkın hükümdarlar
tiyet'in ilanını sevinçle karşılamış olmala­ için değil, hükümdarların halk için oldu­
rı bu nedenle şaşırtıcı değildir. 11. Meşru­ ğu görüşünü savunan-Telemaque'ı da da­
tiyet'in "adalet, hürriyet, müsavat" vaat hil olmak üzere, çeşitli eserler Ermeni-
eden sloganını heyecanla sahiplenenlerin ce'ye çevrilmişti. Vartan Paşa'nın dini ta- 3 63
başında gayrimüslimler yer aldı. Gayri­ assup ve hoşgörüsüzlüğe karşı çıkan
müslimlerin bir bölümü ittihat ve Terakki Alwbisi de bu dönemin ürünüdür. Bu dö-
ile işbirliği içinde iken, diğer bir bölümü neme kadar edebi eserlerde hakim olan
de Jön Türklerin Prens Sabahaddin'in ba­ dini temalar yerini daha dünyevi konula-
şını çektiği, 'Teşebbüsü Şahsi' ve 'Adem-i ra bırakmıştı. 19. yüzyılın başından itiba-
Merkeziyet' ilkelerini savunan, liberal ka­ ren romantiklerin etkisinde gelişen Er-
nadına destek vermişler, Paris'te 1902 yı­ meni edebiyatı yüzyılın son çeyreğinde
lında yapılan Birinci Jön Türk Kongresine realizmin etkisine girmişti. Realist akı-
katılmışlar ve Meclis'te ittihat ve Terak­ mın temsilcileri eserlerinde fakirlerin sö­
ki'ye karşı muhalefeti desteklemişlerdir. mürülmesinden, materyalizme, lstanbul-
Osmanlı Devleti içinde sosyalist düşün­ lu zengin Ermenilerin yobazlığından, ah-
ce öncelikle Rumlar, Ermeniler, Selanik laki yozlaşmaya ve toplumsal yabancılaş-
Yahudileri, Makedon ve Bulgarlar arasın­ maya kadar Ermeni cemaatinin yaşadığı
da filizlenmişti. Çeşitli sosyalist kaynak­ sorunların gündeme getiriyorlardı. Bu
lar bu dillere çevrilmiş, sosyalist düşün­ akımın temsilcileri yarattıkları 'sahte ay­
ceyi savunan partiler, örgütler kurulmuş, dınlanma' ile geleneksel Ermeni değerle-
süreli yayınlar çıkarılmıştı. Ancak enter­ rine . tehdit oluşturdukları ve Ermenileri
nasyonalizme dayanan kapsayıcı bir sos­ 'her iklim, toplum ve din i l e barışık'
yalizmden çok her millet kendi sosyaliz­ 'dünya vatandaşları'na dönüştürdükleri
mini geliştirmiş, ve sosyalizm birçok kez gerekçesiyle eleştirilmişlerdi. l 908'de
milliyetçi düşünceden ayrışamamıştı. sürgünde bulunan yazarların dönmesi ile
Milliyetçilik ile enternasyonalizm arasın­ edebiyatta Fransız rasyonalizmi ve klasi-
da ciddi bir çelişki olduğu gerçeği çoğu sizm e tkisi yerini başta Ni etzsche ve
kez göz ardı edilmişti. Schopenhauer olmak üzere Alman felse-
fesine bırakmıştır.
ERMENi CEMAATiNDE
19. yüzyılda Avrupa'da olduğu gibi, ls­
SiYASAL D ÜŞÜNCELER tanbul'da da aydınların katıldığı 'salon'
toplantıları yapılıyordu. Ortaköy ve Be­
İstanbul 18. ve 1 9. yüzyıllarda yaşanan yoğlu gibi semtlerde cemaatin ileri gelen­
Batı Ermeni rönesansının merkezi idi. Bu lerinin evlerinde, Ermeni yazar, şair ve
dönemde Avrupa'da -önce ltalya'da sonra sanatçıların ve bu konulara ilgi duyan ki­
başta Fransa'da olmak üzere çeşitli ülke- şilerin toplandığı salonlar mevcuttu. Bu
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

salonların müdavimlerinden Arşak Ço ­ grubu ise Dr. Nahabet Rusinyan, Krikor


banyan'a göre bu mekanl arda "günün Odyan, Dr. Serviçen, Mıgırdiç ve Krikor
milli meseleleri tartışılıyor, edebi, sanatsal Ağaton kardeşler, Hovhannes Hisaryan
konular hakkında fikir alışverişinde bulu­ gibi çoğu Fransa'da eğitilmiş genç aydın­
nuluyor, şiir, söyleşi, müzik ve nihayet lar grubu oluşturuyordu. Aynı amiralar
düşünsel yüksek zevklerle iştigal edili­ gibi bu aydınlar da çifte bir işlev yerine
yordu." Bahsedilen salonlar, Batı'daki mo­ getiriyorlar, hem Osmanlı devleti hem de
dern kamusallığın oluşumuna öncülük cemaatleri için çalışıyorlardı. Ermeni mil­
etmiş, salon ve kafe gibi toplumsal me­ letinin ilerlemesi, Batılılaşması, aydınlan­
kanların, yani Habermasyen erken burju­ ması en önemli amaçlarından biriydi. Bu
va kamu alanının izlerini taşır. amaçla 1849'da Paris'te Ararat Cemiye­
1 9 . yüzyılda Ermeni milletinin gele­ ti'ni kuruyorlar ve yayımladıkları bildiri­
neksel yapısı Batı'nın etkisine açılıyordu. de eği timin önemini vurguluyorlardı.
Milletin yönetiminde söz sahibi olmak 1860 Anayasası da bu kişilerin ürünüydü.
3 64 isteyen burjuvazinin ve daha demokratik Bu Anayasanın kaleme alınmasında yer
bir ortamda yaşamak isteyen liberal ay­ alan, Hariciye, Şura-ı Devlet azalığı gibi
dınların çabaları ile şekillenen Ermeni görevlerde bulunan Krikor Odyan, Mithat
Ulusal Anayasası ( 1 860) veya Ermeni Paşa'mn yakın arkadaşı ve danışmanı idi.
Milleti Nizamnamesi ( 1 863) , bu etkinin Aynı zamanda Osmanlı Anayasası taslağı­
bir ürünüdür. Anayasa/Nizamname mil­ nı hazırlamak için kurulan komisyonun
letin yönetiminde ruhanilerin ve kendile­ üyeleri arasındaydı. Krikor Ağaton PTT
rini Ermenilerin eski aristokratları ile öz­ Umum Müdürlüğü ve Nafia Nazırlığı gibi
deşleştiren, şehirli zengin amira sınıfının görevlerde bulunmuştu. 19. yüzyılda dev­
yetkilerini kısıtlayan ve milletin yöneti­ let hizmetinin gayrimüslimlere resmen
mini demokratikleştirip, laikleştiren bir açılması ile devlet hizmetindeki Ermeni­
metin idi. Ancak bu metin çelişkili sosyal lerin sayısı hızla arttı. Hariciye ve Maliye
ideal ve simgeleri bir arada barındırmak­ Ermenilerin en çok istihdam edildikleri
taydı. Anayasa hem milli iradeden bahse­ bakanlıklar oldu. Agop Kazazyan, Mikael
diyor ve milli olması için idarenin temsil Portakal, Sakız Ohannes Paşalar Hazine-i
ilkesine dayanması gerektiğini söylüyor, Hassa Nazırlığı görevinde bulunmuşlardı.
ancak uygulamada temsil hakkını sadece Krikor Odyan, Manas ailesi, Artin Dad­
milletin bir bölümüne tanıyordu. Hem yan Paşa gibi Hariciye'de çalışan Ermeni­
meclislerle, ruhanilerin ve Patriğin yetki­ lerin yanı sıra yabancı ülkelerde elçilik,
lerini kısıtlıyor, hem de Patriği tüm mec­ konsolosluk gibi görevlerde bulunan Er­
lis ve kurulların başkanı olarak kabul menilerin de sayısı bu yüzyılda arttı. Kap­
ediyordu. riyel Noradukyan Efendi 1912'de Harici­
19. yüzyılda Batılılaşmış iki grup ente­ ye Nezareti'ne atandı.
lijansiya ön plana çıkıyordu. Bunlardan 19 . yüzyılda Ermeniler arasında yay­
birincisi Dadyan, Düzyan , Balyan gibi ne­ gınlaşan siyasal düşünceler, liberalizm,
sillerdir saraya kuyumcubaşılık, mimar­ milliyetçilik, sosyalizm ve feminizm ola­
başılık, barutçubaşılık, darphane müdür­ rak tanımlanabilir. Liberalizm daha çok
lüğü gibi görevlerle hizmet eden aıııira ai­ Batı'da eğitim görmüş aydınların ve piya­
lelerinin Avrupa'da eğitilmiş genç nesille­ sa ekonomisini destekleyen şehirli orta
riydi. Bu aileler bir yandan saraya hizmet sınıfların benimsediği bir düşünce idi. Bu
ederken öte yandan okullar açıp, kültürel düşünce Liberal Demokratik Ramgavar
proj eleri desteklemek yoluyla Ermeni Partisi tarafından temsil edilmekteydi.
milletine de faydalı oluyorlardı. ikinci Parti liberalizmi daha çok ekonomik an-
E R M E N i V E Y A H U D i C E M A A T L E R i N D E S i Y A S A L D Ü Ş Ü N C E L E R

lamda savunuyordu. Tutucu ve devrim den etkilenmiş kadın haklarını savunan,


karşıtı bir partiydi, ideolojik pragmatizmi Srpuhi Düsap gibi, kadın yazarlar ortaya
ve evrimci ilerlemeyi savunuyordu. Sos­ çıkmış ve bu kişiler kadınlara karşı aile­
yalist düşünce 1 887 yılında Cenevre'de de, evlilikte ve toplumsal hayatta uygula­
kurulan, Rus popülizmi ile Marksizm'den nan ayırımcılığa son verilmesi ilkelerini
etkilenen, devrimci Sosyal Demokrat içeren bir kadın hakları bildirisi de hazır­
Hınçakyan Partisi tarafından temsil edil­ lamışlardı. Bu dönemde okullardaki kız
mekteydi. Parti adını aylık yayımlanan çocuklarının sayısı artmış, özellikle bü­
dergisinden (Hıııçalı-Çan) alıyordu. Rus yük şehirlerde kadınlar iş hayatına gir­
sosyalisti Alexander Herzen'in Rusça ya­ mişler, yardım kuruluşlarında, dernekler­
yımladığı (Kololwl-Çan) dergisi ile aynı de çalışmaya başlamışlardır. l 908'den
adı taşıyordu . Hınçaklar Ermeni halkı sonra Osmanlı'da görülen kadınların der­
arasında sınıf bilinci yaratmaya çalışıyor­ nekler kurarak bizzat hak ve çıkarlarını
du Hınçak basını sosyalizmi Ermeni So­ koruma hareketine Ermeni kadınları da
runu'na bağlamaya çalışmıştı . Sosyalist katılmış, bu dönemde Ermeni Kadınları 365
bir dünya düzeni içinde bağımsız sosya­ Terakki Derneği kurulmuştur.
list bir Ermeni devletinin kurulmasını sa­
vunuyordu. Marksizme bağlı kalmakla YAHUDl CEMAA.TlNDE
birlikte Hınçaklar, sosyalizm ile milliyet­ SiYASAL DÜŞÜNCELER
çiliği bağdaştırmaya çalışmışlar, bu iki
ideoloji arasında ciddi bir uyuşmazlık Osmanlı lmparatorluğu'nda Yahudiler
görmemişlerdi. 1890 yılında Tiilis'te ku­ genellikle siyasi düşüncelerden uzak bir
rulan sosyalist Ermeni Devrimci Federas­ tavır sergilediler. Paul Dumont'un deyi­
yonu (Taşnak Partisi) için milli birlik sı­ miyle "yerlerinin kendi evleri, dükkanla­
nıf savaşından daha önemliydi. Taşnaklar rı, muayenehaneleri, ticarethaneleri ol­
da Hınçaklar gibi Osmanlı Devleti'nde ya­ duğunu" düşündüler. Bu nedenle Yahudi
şayan Ermenilerin durumlarının düzeltil­ cemaati tarafsız bir görüntü arz etti ve
mesini, can güvenliklerinin sağlanmasını, kurulu düzene karşı pek çıkmadı. Bunda
hükümetin vaadettiği reformları gerçek­ da Yahudilerin kendilerini, gene Paul
leştirmesini, hukuk önünde tüm milletle­ Dumont'un yerinde tespitiyle, "fazlasıyla
rin eşitliğinin sağlanmasını, toprak refor­ savunmasız, fazlasıyla azınlık" görmele­
munun yapılmasını istemekteydiler. An­ rinde kaynakla nmıştır. Bu tavrın en
cak Hınçaklar tamamen bağımsız bir Er­ önemli istisnası, A. Benaroya'nın öncülü­
meni devleti kurmaya çalışırken, Taşnak ğünde 1 909 yılının Mayıs-Haziran ayla­
programı Osmanlı idaresi altında Ermeni­ rında bir grup Yahudi tarafından Sela­
lere tanınacak özgürlük ve otonomi ile sı­ nik'te kurulan ve sosyalizmi savunan Se­
nırlıydı. Taşnaklar için özgürlük ile ba­ lanik işçi Federasyonu'dur. Federasyon
ğımsızlık özdeş kavramlar değildi. Bağım­ içinde sadece Yahudiler yer almamıştır,
sızlık ilkesi partinin programına ancak ancak yönetici ve girişimci kadrosu Ya­
1919 yılında girmişti. Taşnaklar 1908'den hud ilerden oluşmuştur. Federasyo n ,
sonra ittihat ve Terakki'yle çalışmaya de­ Türkçe, Rumca, Bulgarca v e Yahudi ls­
vam ettilerse de Hınçaklar böyle bir işbir­ panyolcası dillerinde haftalık bir yayın
liğine yanaşmadılar. Bu partiler arasında­ çıkardı. Yahudi lspanyolcası dilinde ya­
ki uyuşmazlık, fikri ayrılıklardan ziyade yınlananjoımıal do Laborador daha sonra
kişisel çatışmalara dayanmaktaydı. kapandı ve yerine haftalık La Solidaridad
Kadın hakları konusu da bu dönemde Ovradera gazetesi yayınlanmaya başlan­
dile getirilmiş, Batı'nın feminist fikirlerin- dı. Balkan Savaşı'ndan önce Selanik'in
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

Yunanistan'a ilhak edilmesiyle birlikte amaçlandı. Alyans teşkilatı felsefesi itiba­


Federasyon, Balkanlar'da ayrı ayrı milli­ riyle Yahudilerin asimile olup Musa di­
yetçiliklerin fışkırması üzerine halklar ninden birer Fransız, lngiliz, Osmanlı,
arası dayanışmanın gerçekleşemeyeceği vb. vatandaşlara dönüşmelerini amaçlı­
gerçeğini kabullenmek zorunda kaldı. yordu. Siyonist ülkü ise bunun tam tersi­
Bundan sonra da Federasyon gitgide ne Yahudi benliğini ve kimliğini asimi­
kendi içine kapandı ve "Elenleşti". lasyon sürecine tabi tutmadan erozyona
Bir diğer Yahudi sosyalist, Ceride-i Fel­ uğramamasını amaçlamaktaydı. Cumhu­
sefe dergisini yayınlamış ve aynı dergide riyet'in kuruluşuna kadar Siyonist teşki­
Kari Marx'ın Kapital in çevirisini yayınla­
' latlar Osmanlı Devleti'nde yasal bir şekil­
maya başlayan Bohor lsrael'dir. Içtilıad ve de kurulmakta ve serbestçe faaliyet gös­
lştiralı gibi dergi ve gazetelerde yazılar termekteydiler. Cumhuriyet'in kurulma­
yazdı ve sosyalizmin yayılmasına çalıştı. sıyla birlikte tüm etnik ve dinsel toplu­
lştirah dergisinde Marksist iktisadın po­ lukları Türk milli ülküsü potası içinde
3 66 pülarize yorumlarını yayınladı. Sosyalist eritmeyi hedefleyen Kemalizm nedeniyle,
olmakla açıkça övünen Bohor lsrael aynı doğal olarak Türk milli ülküsüyle tezat
dergideki bir yazısında Kari Marx'ın Kapi­ teşkil eden Siyonist ülküye hedeflemiş
ta!'inin çevrilmesini önerdi. Bu teklifini olan Siyonist teşkilatlar da kapanmak zo­
ise 13 28 ( 1 9 1 2) yılında yayınlayacağı Ce­ runda kaldılar. Bunun sonu cunda Al­
ride-i Felsefe dergisinde gerçekleştirdi. yans'ın asimilasyonu tavsiye eden politi­
Osmanlı Yahudileri arasında sosyalist kasına uyumlu bir şekilde Türkiye Yahu­
bilinçlenmede Alyans okullarında veril­ dileri Cumhuriyet'in yurttaşlık po tası
miş olan laik ve aydınlanmacı eğitimin içinde kendilerini asimile etmeye uğraş­
rolü büyüktür. Nitekim Bohor lsrael bir tılar, ancak bunda da büyük ölçüde mu­
Alyans okulu öğretmeniydi. Selanik işçi vaffak olamadılar. Tek Parti döneminin
Federasyonu'nun doğduğu Selanik'te yo­ gergin ve o toriter atmosferi içinde ger­
ğun Yahudi nüfusu nedeniyle yedi tane çekleşemeyen bu yurttaş yaratma tasarı­
Alyans okulu mevcuttu. sının doğal bir sonucu da gayrimüslim
Osmanlı D evleti'nden Cumhuriyet'e vatandaşların herhangi belirgin bir siyasi
geçişte Türkiye Yahudilerinin fikir dün­ tavır takınmamalarıydı.
yasında da iki ana düşünce akımının bir­ Osmanlı D evleti altında yüzyıllar bo­
birleriyle çarpıştığı görülür: Siyonizm ve yunca zımmi olarak yaşamış bulunan
Siyonizmin tam zıttı olup Yahudilerin ya­ gayrimüslimlerin Cumhuriyet'i ve Kema­
şadıkları Osmanlı Devleti'yle asimile ol­ lizmi tek siyasi düşünce olarak benimse­
malarını savunan Alyans görüşü taraftar­ meleri ve bunun dışında kalan her türde­
ları. Merkezi Paris'te olan Alliance Uni­ ki düşünce akımlarına sırLlarını çevirmiş
verselle lsraelite (kısaca Alyans diye anı­ olmaları bu nedenle şaşırtıcı değildir.
lacaktır) Yakın Doğu'da yaşayan Yahudi­ Yüzyıllardan beri bir yandan devletin oto­
lerin içinde bulundukları toplumsal ve riter yaklaşımı, diğer yandan halkın ve
kültürel durumlarını yükseltme amacıy­ kamuoyunun gayrimüsl i mleri zimmi ,
la, aynı zamanda hem Fransızca eğitim Cumhuriyet döneminde de zimmi statü­
veren hem de bir zanaat öğreten bir dizi sünün değişime uğramış bir devamı olan
okul tesis etti. Anadolu ve Trakya'daki "yabancı" konumunda görmesi sonucun­
belli başlı Yahudi yerleşim merkezlerinde da gayrimüslimler, neredeyse bir yaşam
de kurulan bu okullarda, öğrencilere ay­ tarzı haline gelmiş bir re!1eks ile, daima
dınlanma kültürü verilip evrensel ilkele­ devletçi ve milliyetçi bir düşünceyi, görü­
re sahip Yahudi gençler yetiştirilmesi nürde, benimsemiş oldular. O
Millet-i Rum'dan
Helen Ulusuna (1 856-1 922)
FOTI B ENLISOY / STEFO BENLISOY

smanlı tebaası Rum-Ortodoks­ milleti Osmanlı yönetiminin algıladığı

O lar hakkındaki yaygın kanaat,


milliyetçi tarih yazımının etki­
siyle oluşmuştur. Milliyetçi tarih yazı­
gibi ya da görmek istediği gibi hiçbir za­
man bir 'bütün' kimi tarihçilerin anladı­
ğı biçimde bir 'aile' olmamıştır." (Millas,
mında, ulusal t o p l u l u k i çerisindeki 1994: 239)
farklılıklar ya yok ya da önemsiz adde­ Gayrimüslimlerin İmparatorluğun "en
dilir. Buna göre ulus bir bü tündür ve uzun asrındaki" serüveninde milliyetçili­
daima bu b ü tünlük içerisinde hareket ğin ayn bir yeri vardır elbette. Ancak ge­
eder. Ulusu meydana getirdiği farz edi­ nelde gayrimüslim topluluklar ve milli­
len topluluklar ve bireyler arasındaki sı­ yetçilik arasında çok doğal ve doğrudan
nıf, meslek, gelir, bölge, inanç, dil, ide­ bir ilişki kurulur. Sanki bu insanlar bir
oloji farklılıkları göz ardı edilir. Bu anla­ anda ulusal bir benlikleri olduğunu keş­
yışla uyum içerisinde Osmanlı Rum top­ fetmişler ve hep beraber bir ulusal devlet
luluğu da böylesi bir "bütün" olarak dü­ kurma işine soyunmuşlardır. Esasında 19.
şünülmüştür. Halbuki "millet-i Rum", yüzyılda Rum tabirinin manasında önem­
homojen bir bütün olmaktan bir hayli li bir farklılaşma meydana gelir ve daha
uzaktır. Bir kere millet tabiri bir etnik önce dini bir aidiyeti ifade eden kavram
birliği varsaymaz, Rum-Ortodoks kilise­ giderek ulusal bir anlam kazanmaya baş­
sine tabiiyet anlamına gelir. Sırp da, Yu­ lar. Ancak Ortodoksların dini cemaatten
nan da, Bulgar da hep bu tabirin içine Yunan ulusuna geçişi, doğrusal değil ke­
tıkıştırılır. Sonra Eflak'taki voyvoda da sintili bir gelişme seyri izlemiş, Rumlar
sığır çobanı da aynı millete mensuptur. "millet"ten ulusa tek bir vücut halinde
Sırf Anadolu düşünüldüğünde bile kar­ ilerlememişlerdir. lzmir'deki cemaat ile
şımıza muazzam farklılıklar çıkabiliyor: Karamanlı cemaat bu süreci çok değişik
Kapitalist dünya ekonomisi ile eklemle­ biçimlerde yaşarlar. Milliyetçilik siyaseti­
nen müreffeh Batı Anadolu cemaatleri­ ni Rumların tümünün eşit bir şekilde ka­
ni, "geri kalmış" ve ağırlıkla Türkçe ko­ bullendiklerini düşünmek, meseleyi basi­
n uşan O rta Anad olu c emaatl erini ve te indirgemek olacaktır. Kapitalist dünya
Güney Rusya ile ticari ilişkiler içerisin­ sistemiyle eklemlenme ve modernleşme
de olan ve oldukça farklı bir lehçeyle süreçleri bütün İmparatorluk için geçerli
konuşan Pontus cemaatlerini birbirin­ olduğu gibi, Rumlar arasında da eşitsiz
d e n ayırmak gerekiyor. Hasılı " Rum bir gelişme göstermiştir. Rumların siyasi
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K I M 1

tavır alış ve milliyetçilikle hemhal oluşla­ biyyesi (Ellinilws Filologilıos Si/logos) ve


rında da aynı eşitsiz ve farklı gelişmişlik özellikle yüzyılın ikinci yarısında kuru­
durumları etkisini gösterir. Milliyetçiliğin lacak çok sayıda eğitim derneğidir. Yani
benimsenmesi alternatifsiz de değildir; Rum eğitiminin ne anlam taşıyacağına ve
1830'da Yunan Krallığı'nın kurulmasıyla hangi kiml ik anlayışının oluşturulması­
etkili bir referans noktası yaratılmışsa da, na koşulacağına ilişkin tartışma, kilisede
alternatif kimlik tarif etme yolları da var­ ifadesini bulan geleneksel anlayış ile ce­
lıklarını sürdürüyordu. Bu süreçte Millet­ miyetlerde ifadesini bulan yeni eğitim
i Rum'un lider ve cemaatleri farklı görüş, anlayışı arasında ortaya çıkar. Ancak ta­
çıkar ve beklentiler içerisinde olmuş, top­ raflar, başlangıçtaki katı ve birbirini dış­
lumsal, coğrafi vb. konumlanışlar düşün­ layan tavırlarını zamanla terk etmek du­
ce ve tavır alışları belirlemiş ve farklılaş­ rumunda kalırlar. Patrikhane, ülkede sa­
tırmıştır (Augustinos, 1 997: 349). * yısı hızla artan yabancı okullar (özellikle
Rumlar arasında ulusal bir kimlik an- Pro testan okulları) ve Makedonya'da
368 layışının yaygınlaşmasında eğitimin ayrı Bulgar ve Sırpların eğitim faaliyetleri ile
bir etkisi olur. 1 9. yüzyılın ikinci yarısı­ rekabet etmek ve milleti içerisindeki
na kadar kilise, müminlerinin eğitim fa­ farklı eğilimleri bünyesinde tutabilmek
aliyetlerini belirlemede ve denetlemede için bu kesime yaklaşır. Din adamları la­
asli sorumluluğu üstüne almıştı. Fakat ik eğitimi artık dini cemaatin bütünlüğü­
giderek kilise dışındaki unsurlar da eği­ nü sürdürmeye yarayacak bir vasıta ola­
timle ilgili meselelerde söz sahibi olmaya rak benimseme sürecine girmişler ve
başlarlar. Her geçen gün kendisini daha toplumsal seferberliğin etkili bir aracı
yetkin bir biçimde ifade eden kentli okur olarak Helen kültürünü sahiplenerek bu
yazar kültürü, atalardan kalma düzenin, kültürün yayılmasında yol gösterici bir
geleneklerin ve ilahi kuralların muhafaza rol oynamaya yönelmişlerdi (Anagnosto­
edilmesini amaçlayan kilise merkezli eği­ poulou, 1 999: 17-29; Augustinos, 1 997:
timin karşısına modern, "Batı tipi" bir 29 1 -305).
eğitim anlayışıyla çıkar (Anagnostopo­ 19. yüzyıl boyunca eği tim, lmparator­
ulou, 1999: s. 20-21 ) . Bu durum kapita­ luğun büyük kentlerinde yaşayan ve eği­
list ilişkilerin yaygınlaşmasıyla güçlenen tim masraflarını karşılayabilecek varlıklı
ve genişleyen bir burj uva sınıfının Rum­ Rumların bir imtiyazı olmaktan çıkmış ve
lar arasında artan etkinliğiyle ilgilidir. Bu giderek daha düşük bir ekonomik seviye­
sınıf kendi çıkarları ve hedefleri olan bir de olan ve/veya coğrafi konumları daha
toplumsal kesim olarak millet içerisinde­ elverişsiz olan cemaatlere de ulaşmıştır.
ki farklı kesimlerle (örneğin kiliseyle) Rum eğitimi "entelektüel gıdasını" Yuna­
çatışma içerisinde olabilmiştir. Eğitim bu nistan'dan alıyor, okullardaki kitaplar ve
çatışma alanlarından birisiydi. Bu kesim diğer eğitim malzemeleri Yunan Krallı­
için söz konusu olan yeni zamanların ih­ ğı'ndakilerle benzeşiyordu. Orta ve üst
tiyaçlarına cevap verebilecek modern bir düzeydeki Rum okullarında görev yapa­
eğitimdir ve bu anlayışın taşıyıcısı, en cak öğretmenlerin yetiştirildiği başlıca
önemlisi lstanbul Helen Cemiyet-i Ede- yer Atina Üniversitesi'ydi. Bu süreçte tek
tek cemaatlerin kültürü özellikle yerel
lehçeler yerlerini yavaş yavaş krallığın
(*) Bu fark l ı l ıkları göz önünde bulundurmakla
birlikte, Osmanlı Rum d ü nyas ı n ı n entelek­
eğitsel kurumlarının kalıba dökerek yay­
tüel-kültürel merkezi olarak ba�kentin önemi dığı standart Yunan kül türüne bırakmaya
ve özellikle de yer darlığı dolayısıyla bu yazı­ başlamışlardı (Augustinos, 1 997: 244-
da daha çok lsta nbul merkezl i bir an latımı
tercih ettik. 50). Yine bu dönemde Rum cemaatleri
M i L L E T - ! R U M ' D A N H E L E N U L U S U N A (1 856- 1 922)

kurdukları okullar ve buralarda uygula­ zenlemelerle ruhban sınıfının yetkilerinin


dıkları öğretim programları açısından ola­ azaltılması öngörülüyordu. Osmanlı ida­
bildiğince benzer modellere yönelmek­ resi, kilisenin gücü azalırsa Avrupa'nın
teydiler. Bu şekilde Rum milleti, bir taraf­ gayrimüslimler lehine gerçekleşen müda­
tan imparatorluk içindeki diğer gruplar halelerinin zorlaşabileceği düşüncesiyle
karşısında farklılıklarını muhafaza edebil­ bu reformları gündeme getirmiştir. Yine
miş, öte yandan da kültürel bir homojen­ mezhep çatışmalarına ve ruhban sınıfının
leştirme ile kendi içinde daha kuvvetli bir sık sık karışıklıklara neden olan mali ve
bütünleşme yaratabilmiştir. hukuki zorbalıklarına engel olmak amaç­
Yüzyılın ikinci yarısında kurulan çok lanıyordu (Davison, 1997: 138). Reform
sayıdaki cemiyetin eğitime ve hayır işleri­ öncesinde patriği Kutsal Sinod ile Rum
ne yönelik faaliyetlerini ve basının artan ayanlar ve esnaf loncalarından oluşan,
etkinliğini Osmanlı l mparatorluğu'nda görev alanı pek belirlenmemiş bir meclis
oluşan orta sınıfı hesaba katmadan anla­ seçmekteydi. Gerçekteyse patriği Sinod
yamayız. Eğitim ve hayırseverlik faaliyet­ üyesi olan beş metropolit seçmekte ve 3 69
lerine katılımları Rum milletinin orta-üst bunlar, millet işlerinin idaresinde gerçek
sınıfın toplumsal hiyerarşiyi ve bunun gücü ellerinde bulundurmaktaydı. Sinod,
içinde de kendi hegemonik konumunu Hatt-ı Hümayun'daki reform önerilerinin
yeniden üretmesine yarar (Exertzoglou, uygulanmasına karşıydı ve bu nedenle de
1 996: 165-167). Böylece cemiyetler orta Bab-ı Ali Patrikhaneye baskı uygulamak
sınıf için hem kolleklif bir kimliğin ku­ durumunda kalır. Sonuçta 1860 ile 1862
rulduğu hem de bu sınıfın Rum toplumu arasında bir dizi düzenleme çıkarılır ve
içerisindeki hegemonik konumunun ye­ bunlar Rum milletinin nizamnamesini
niden üretildiği alan olur. (Exertzoglou, oluşturur. Yeni örgütlenmede kilisenin
1998: 1 7-21). Bulgar Eksarhlığı'nın ku­ gücü Ermenilerde söz konusu olan geniş-
rulduğu, Batılı misyonerlerin cirit attığı likte kısıtlanmıyordu. Fakat yine de Is-
bir ortamda eğitim ve hayır işleri giderek tanbu l Rum ahalisinin temsilcileri ile
daha fazla "ulusal" bir nitelik kazanır. Zi­ ruhban üyelerden oluşacak Karma Mec-
ra eğitimsiz ve yoksul kesimler toplulu­ lis, millet işlerinin idaresinde söz sahibi
ğun dışardan gelebilecek "saldırılara" en oluyordu (Clogg, 1982: 195). Millet bün­
açık olan kesimi olarak değerlendirilmek­ yesindeki reformların çelişkili sonuçları
tedir. Bu kesimleri topluma kazandırmak, olur. Bir kere kilisenin gücünü azaltarak
onları entegre etmek milli bir vazifedir ar­ aslında millet düzeyinde devlete bağlılı-
tık (Kanner, 1996: 191). ğın önemli bir etkenini zayıflatmış olur-
1 85 6'da ilan edilen Islahat Fermanı, lar. Keza bir taraftan tebaa arasında etnik-
gayrimüslim toplulukların kendi iç idare dinsel farklılıkları aşan bir eşitlik ortaya
ve işleyişlerinde zamanın gerekliliklerine konmaya çalışılırken, diğer yandan da
göre bazı düzenlemelerin yapılması ge­ milletlerin sınırları daha da belirginleşti-
rektiğini belirtiyordu. Bu yenilikler millet rilmiş olur. Bir başka husus da, reformla-
nizamnameleri yoluyla gerçekleşecekti. rın her düzeyde dünyevileşmeyi gündeme
Bu nizamnameler 1 86 4 - 6 7 yıllarında getirirken "millet" düzeyinde bu dünye­
oluşturulan yeni vilayet sistemi ve özel­ vileşmenin, yani reformların kilisenin so­
likle de 1876 Kanun-i Esasisi üzerinde et­ rumluluğuna bırakılmasıdır. Reformlarla
kili olmuştur (Davison, 1 982: 330). As­ birlikte Patrikhanenin gücü bağımsız,
lında nizamnamelerle Osmanlı Devleti kendiliğinden ve doğal hak olma niteliği-
içerisinde Meclis ve Anayasa kavramları ni yitirir. Bir yandan Patrikhaneye "mil-
siyasal pratiğe girmiş oluyordu. Bu dü- let"ini idare etme yetkisi tanınırken diğer
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K I M I

yandan bu yetki yasalara tabi tutulur. Pat­ rak tanımlanabilir hale gelir.
rikhaneye tanınmış olan imtiyazların geç­ Reformların yarattığı eşitlikçi anlayış
mişte sınırları belirlenmemişken şimdi bu kendisini idari alanda gösterir. Özellikle
sınırların açıkça belirlenmesi yoluna gi­ 1860'lardan sonra Rum ve Ermeniler Os­
dilmekte, bu imtiyaz ve yetkiler "yasalar manlı Devleti'nin Avrupa ülkelerindeki
çerçevesinde" düzenlenmektedir. Patrik­ diplomatik misyonlarında önemli görev­
haneye ait ruhani imtiyazlar artık tartış­ ler üstlenirler. Fenerliler olarak adlandı­
ma konusu olduğu gibi, neyin ruhani ne­ rılan Osmanlı Rum toplumunun aristok­
yin dünyevi olduğu meselesi de Patrikha­ ratik kesimi Osmanlı idaresindeki ayrıca­
nenin gücünü belirleyecek diğer bir tar­ lıklı konumlarını 1821 Yunan ihtilali ar­
tışmadır. Başka bir husus da imtiyazların, dından kaybetmişlerdi. Fakat aynı yüzyı­
artık yalnızca dini öndere değil, dini-et­ lın ortalarından itibaren yeni bir Osmanlı
nik bütüne ait kılınması ve böylece bun­ Rum kuşağı Babıali'ye hizmet e tm eye
ların dünyevileş tirilmesidir. " Dünyevi başlardı. Bu dönemde Yunan ayaklanması
3 70 meseleler" artık üyelerinin çoğunu (dör­ esnasında ülkeyi terk etmiş olan bazı Fe­
de karşılık sekiz) ruhban olmayanların nerli aileler de geri döndü.
oluşturduğu Karma Meclis'in yetki alanı­ Bu yeni Osmanlı Rum diplomat kuşa­
na dahil olmaktadır. Seküler seçkinlerin ğının en önemli temsilcisi A. Karathe­
katılımı, Yunan devletinin bu kurumlara odoris ( 1833- 1 906) idi. Babası ve amcası
sızmasını kolaylaştırır. Böylece merkezi ll. Mahmut ve Abdülmecit'in özel dok­
idari yapı daha etkin kılınarak merkezkaç torluğunu yapan, Mithat Paşa ile yakın
kuvvetleri geriletmek amacındaki reform­ ilişkisi bulunan Karatheodiris 1874'te Ro­
larla yeni merkezkaç güçler yaratılmış ma elçisi olarak tayin edilir. lki yıl sonra
olur (Anagnostopoulou, 1 999: 5-17) . da Hariciye'de nazır yardımcılığına ata­
Milliyetçiliğin gelişimiyle birlikte Pat­ nır. Karatheodiris uluslararası ününü ise
rikhane, yüzyıl boyunca art arda darbeler Berlin Konferansı'nda ( 1 878) Osmanlı
yiyerek zaman içerisinde ulus-üstü niteli­ lmparatorluğu'nu temsil etmesi ile kaza­
ğini kaybeder. Yunan Krallığı'nda 1833'te nır ve buradaki başarısından dolayı aynı
otosefal (özerk) kilise oluşur. 1850'ye ka­ yıl Hariciye Nazırı olur. Fakat kısa bir sü­
dar Fener tarafından tanınmayan bu kili­ re sonra Abdülhamit'in sadrazam Hayret­
senin yetki alanı, Yunanistan sınırlarını tin Paşa'nın liberal reformlar yapılması
genişlettikçe büyür. Yine 1 830'larda Pat­ önerilerini göz ardı etmesi üzerine istifa
rikhane, Sırp kilisesinin de facto özerkli­ eder. Bu "yeni Fenerli" sınıfın mensupları
ğini tanımak zorunda kalır. Tuna prens­ Tanzimat ideolojisini samimiyetle benim­
liklerinde Fener rejiminin çökmesiyle bu­ semiş kişilerdi. Osmanlı toplumunun en
radaki Ortodoks Kilisesi de Romenleşir. üst tabakasına mensup olmaları nedeniy­
Bu otosefal kilisenin varlığı resmen 1885' le temelde düzeni savunuyorlar ve Os­
te tanınır. 1 870'de Bulgar Eksarhlığı'nın manlı lmparatorluğu'nu parçalamaya yö�
kurulması ise Patrikhane için en şiddetli nelik her türlü etkinliğe karşı çıkıyorlar­
darbe olur (Clogg, 1982: 193-4). Bu hadi­ dı. Bu kişilerin görüşlerine göre Rumlar
se, Bulgar ve Yunan milliyetçilikleri ara­ modern, Batı yanlısı ve kozmopolit bir
sında Makedonya üzerinde gerçekleşecek Osmanlı imparatorluğu içerisinde gerek
uzun süreli bir mücadelenin başlangıcını ekonomik gerekse de siyasal ve toplum­
oluşturur. Özellikle Bulgar kilisesi ile mü­ sal olarak gelişebilirlerdi. Bu tutumların­
cadele sırasında Patrikhaneye bağlı olmak dan dolayı bu kişiler Atina tarafından ge­
Yunanlı olmakla özdeş hale gelir ve bu nelde ulus karşıtı olarak tanımlanıyorlar­
durumda da Fener, ulusal bir kurum ola- dı. Bu iki kesim arasında ilişkiler bazen
M I L L E T - 1 R U M ' D A N H E L E N U L U S U N A ( 1 8 5 6 - 1 9 2 2 )

öyle gerginleşiyordu ki, örneğin Atina'd� menter dönemde Osmanlıcılık anlayışına


Osmanlı elçisi olarak görev yapan Kasta­ sıkı sıkıya bağlı kalırlar. Örneğin seçim
ki Mousouros ve l oannis Fo tiadis gibi kanununa ilişkin görüşmelerde taslakta­
kimseler çeşitli sorunlar nedeniyle iki ül­ ki "Müslim", "gayrimüslim" ifadelerine
ke arasındaki ilişkileri kesmekten çekin­ itiraz ederler. İstanbul mebusu S eragi­
memişlerdi (Aleksandris, 1 980: 3 70-4). otis", taslağın anayasaya aykırı olduğunu
Fakat Osmanlı Rumlarının lmparatorluk belirterek "lzin verin Müslüman, gayri­
idaresinde, özellikle de Hariciye Nezare­ müslim, Rum ve Ermeni tabirlerini ebe­
ti'ndeki bu varlıkları 1 870'lerin sonların­ diyen yokedelim. Ayrıma son verelim,
dan itibaren azalmaya başlar. Sadece idari hepimiz Osmanlıyız" diye konuşur. Rus­
pozisyonların sayısı değil, bunların hiye­ ya ile harp esnasında da Rusya'nın Os­
rarşideki konumları da düşüş gösterir. Bu manlı tebaası Ortodoks ahaliyi kolladığı­
düşüşte Ermenilerin gayrimüslim toplu­ na ilişkin argümanlarına karşı çıkarlar.
luklar arasında daha güvenilir bir grup Rum mebuslarca en etkili muhalefet ise
olarak algılanmaları sonucu öne çıkmala­ yeni bazı kısıtlamalar öngören basın hak- 3 71
rının payı olmakla birlikte, asıl neden kındaki yasa tasarısına olur (Aleksandris,
1 877-78 savaşının acı sonucunun Tanzi­ 1 980: 375-83).
mat'ın eşitlikçi anlayışına indirdiği darbe Reform sürecinde, içerisinde Rumların
idi (Findley, 1996: 97-100). etkin o lduğu bir mason lo casın ı n da
Rusya'nın Balkanlar'da etkisini artırdığı önemli bir yeri vardır. Fransa'daki Grand
ve tercihini büyük bir Bulgar devletinden Orient locasının desteğiyle kurulan I Pro­
yana koyduğu koşullarda, Rum önde ge­ odos (llerleme) locasına, ikisi de gazeteci
lenleri reforma tabi tutulmuş bir Osmanlı olan Vrettos ve Tantalidis gibi pek çok
devletinin bütünlüğünü korumak gere­ Rum aydın mensuptu. Locayı şehzade ve
ğinde birleşiyorlardı. 1 876'da kısa süreyle
Zira lmparatorluğun sultan o l a n V. M u ­
parçalanması çok da­ rat'ın yakın arkadaşı
ha olumsuz sonuçlara olan K. Skalieris idare
yol verebilirdi. Bu ne­ ediyordu. Zaten 20
denle 1 876'da Meşru­ Ekim 1872 tarihinde
tiyet'in ilanını Rum Murat da locaya üye
toplumunun önde ge­ olmuştu. Loca farklı
lenleri genelde olum- milliyetlerden kişilere
1 u karş ı l amışlardı. açıktı ve Müslüman­
Anayasa taslağını ha­ Türk önde gelenlerin­
zırlamakla görevli 20 den de pek çok üyesi
kişilik k omisyo nda vardı. Bunlar arasın­
iki de Rum üye (Ka­ da, Murat'ın dışında,
ratheodoridis ve Sav­ Namık Kemal ve şeh­
vas) b u l u n u yo rd u . zadeler N urettin ve
Meclisin ilk devresin­ Kemalettin de bulun­
de 1 9 , ikincisindeyse maktaydı ( Ki tsikis,
16 Rum mebus bulu­ 1996: 197-8) Locanın
n u y o rd u . M e cl i s - i amacı imparatorlukta
Ayan'a i s e yedi Rum anayasal ve liberal bir
üye atanmıştı . Rum aüzeni ve farklı dini­
mebuslar kısa parla- etnik gruplar arasında
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

birl ikteliği sağlamaktı. Skalieris lstan­ !im, diğeri ise büyük bir ulus-devlete sa­
bul'un öndegelen Fenerli ailelerinden bi­ hip olmaktı (Svolopoulos, 1994: 21) . Ha­
rine mensuptu. Kendisini "çıkarları radi­ kikaten, Tanzimat reformlarıyla başlayan
kal şekilde yenilenmiş bir Türkiye'nin süreçte Rumlar arasında önemli çatışma­
muhafazasına dayanan Rum milletine lar boy verdi. Sekülerleşmeye yönelik re­
bağlı bir Osmanlı ailesinin mensubu" ola­ formlar, Patrikhane'de imtiyaz ve hakları­
rak tanımlıyan Skalieris, Yeni Osmanlılar na yönelik endişeler yaratmıştı. Patrikha­
hareketi içerisinde yer aldı. Murat tahttan ne reform girişimlerini kendi yetki alanına
indirildikten sonra Skalieris onu kurtar­ bir müdahale olarak görüyordu. Bu du­
m aya çalış tıysa da başarılı olamadı ve rum 1908 ve sonrası için özellikle geçer­
yurtdışına kaçtı (Svolopoulos, 1994: 29- liydi. Dönemin Patriği lll. Yoakim ittihat
30) . Yeni Osmanlılar'la ilişkili o lan bir ve Terakki Cemiyeti'ne (!TC) baştan itiba­
başka Rum da tanınmış yayımcı ve gaze­ ren mesafeliydi. Patriğin aksine Rum orta
teci Theodor Kasap idi. Uzun yıllar kaldı­ sınıfı, devrimi coşkuyla selamlamıştı. Yo­
3 72 ğı Paris'te baba Dumas'nın sekreterliğini akim'in katı tutumu patrikhane ve seküler
yapmış ve Namık Kemal ile tanışmıştı. elit arasında bir çatışma yaratır. Rum ileri
1 870'de lstanbul'a döndüğünde Rumca, gelenlerinin önemli bir kısmı Jön Türk
Türkçe ve Fransızca yayımlanan mizah hareketini milletin sekülerleşmesi ve pat­
dergisi Diyojen'i çıkarmaya başlar. Ancak rikhanenin gücünün azalması için bir fır­
sansür ile başı derde girer ve üç yıla mah­ sat addetmekteydi. Neologos, Proodos gibi
küm edilir. Abdülhamit devrinde pek çok gazeteleı; Talı idromos, Amalthia gibi dergi­
Rum idari görevlerde yer almaya devam ler patrik aleyhinde kampanyaya girişirler
ederken, çok sayıda Rum da muhalefete (Anagnostopoulou, 1997: SOS). Neticede
katılır. l 902'de toplanan ilk J ö n Türk Patrikhane geri çekilmek ve taviz vermek
kongresine Rumları temsilen V Musurus­ zorunda kalır ve laiklerle anlaşarak onlara
G ikas, D. Fardis ve kongrenin başkan idari yetkiler verir. 1908 sonrasında mille­
yardımcılığını yapan K. Sathas katılır. Şu­ ti ruhbanlar değil daha çok orta sınıf kö­
ra'yı Devlet eski azası olan Musurus-Gi­ kenli seküler elit temsil eder. Basın, me­
kas Prens Sabahaddin'in yakın arkadaşı buslar ve bazı siyasi cemiyetler bu temsi­
idi ve kongrede de onun adem-i merkezi­ lin araçlarıydı. Yeni liderliğin bir niteliği
yetçi görüşlerini savunmuştu (Aleksand­ de halihazırda Yunan tebaası veya Yuna­
ris, 1980: 386-8) . nistan'la yoğun ilişkiler içinde olmasıydı.
Rumlar arasındaki siyasi farklılaşmalara G eleneksel olarak bir Rum , millet-i
dönemin gözlemcileri dikkat çekmiştir. Rum'a dahil olması dolayısıyla Osmanlı
Ubicini'ye göre millet-i Rum içerisinde iki idi. Yani hem Osmanlı hem Rum olmak,
ayrı partiden bahsedilebilir. Bir tanesi Fe­ ancak en yüksek düzeyde Patrikhane ol­
nedi elit, kilise yüksek hiyerarşisi ve zen­ mak üzere bazı aracı yapılar dolayısıyla
gin tüccarlarca yönetilen ve statııs qııo'nun mümkün olmaktaydı. Reform sürecinde
devamından yanadır; diğeriyse Yunan ve özellikle 1908 sonrasındaysa aracı ya­
Krallığı'nın irredentist politikalarını des­ pılar giderek güç kaybederler. Fakat buna
tekleyenlerden oluşur. Ona göre ikinci rağmen reformcuların vaat ettiği vatan­
grup, serbest meslek sahipleri tarafından daşlar arasında tam bir eşitlik de sağlan­
destekleniyordu ( Clogg, 1 982: 196-7). mış olmaktan uzaktı. Zaten vatandaşlık
Toynbee'ye göre de Rumların birbiriyle çe­ da milliyetçilikler çağında giderek daha
lişen iki farklı ihtirası mevcuttu. Bunlar­ fazla bir ulusa ait olmakla tanımlanır hale
dan bir tanesi Osmanlı lmparatorluğu'nu gelmekteydi. Ortodoks-Rum olmakla Os­
Helenleştirmeye yönelik "Fenerli" yöne- manlı olmayı birleştiren aracı mekaniz-
M I L L E T - 1 R U M ' D A N H E L E N U L U S U N A (1 856- 1 9 2 2)

malar tedrici olarak ortadan kalkınca, Os­ raber) hakim ya da başat güç olacağı bir
manlı topraklarında Rum olmanın tek yo- doğu imparatorluğu düşüncesidir. Düşü­
1 u siyasal biçimde, yani milliyetçilikle nülen, Rumların ekonomik, kültürel ve
mümkün hale geldi. Aynı şey idari bir bi­ sosyal dinamizmiyle imparatorluğun en
rim olarak cemaat için de geçerliydi. Mer­ etkin unsuru haline gelebileceğidir. Ne­
kezileşme sürecinin hız kazanmasıyla bir­ ologos gazetesine göre örneğin, Megali
likte yerel düzeyde Metropoli tlik ve ce­ 1dea Osmanlı imparatorluğu koruması al­
maat gibi aracı kurumlar resmi olarak iş­ tında Yunan kültür ve uygarlığını doğuda
lemez duruma geldiler. Fakat bu aracı ya­ yaygınlaştırmak olarak tanımlanıyordu.
pılar Osmanlı siyasi sisteminin meşruiye­ (Svolopoulos, 1 994: 22) .
tini ve otoritesini taşımasalar da var ol­ Bu düşüncenin oluşumu ve gelişiminde
maya devam ettiler. Cemaat idaresi, okul­ Yunan diplomat lon Dragoumis ve Yunan
ları ve kilise kendisine bağlı nüfusu ör­ ordusunda subay olan A. Souliotis'in kur-
gütlemeye devam etti; fakat meşruiyetini dukları Konstantinopolis Ö rgü tü'nün
ve gücünü başka bir odaktan, ulusal bü­ (Orgaııosi Konstaııtinupoleos-KÔ) payı bü- 3 73
tünden almaya başladı. 1908 sonrasında yüktür. Bu ikisi, Hellenizm davasının an-
cemaatin idaresi seküler elitin eline geçti­ cak yurttaşlarına din ve milliyet farkı gö­
ğinde, kendisine bağlı olanları harekete zetmeksizin eşit muamele eden bir dev-
geçirecekleri yegane mekanizmalar dini lette gerçekleşebileceğini düşünmekteydi-
ve geleneksel mekanizmalar idi. Yani Os­ ler. ikisinin de Yunan devletinin irreden-
manlı Rumlarının modernleşme süreci tist politikalarla ulusun kurtuluşunu ger­
ancak ruhban sınıfının rızası ve gelenek­ çekleştirebileceğine dair inancı zayıfla-
sel milli kurumlar aracılığıyla mümkün­ mıştı ve onlara göre Slav tehdidine karşı
dü. Bundan dolayı Patrikhane ilk tepkile­ yegane tedbir çokuluslu bir yapı içerisin-
rinden sonra yeni duruma hızlı sayılabile­ de Türk-Yunan işbirliği idi. Soulio tis
cek bir biçimde intibak edebildi (Anag­ 1 908'in başında Atina'daki Makedonya
nostopoulou, 1 997: 463-7). Komitesinin Doğu seksiyonu tarafından
Osmanlı Rumlarının yeni önderliği lstanbul'a gönderilir ve burada KÖ'yü ku-
başlangıçta Hellenotomanizme sadık kal­ rar. Örgütün kuruluş amacı Trakya'daki
dı. Hellenotomanizm, Osmanlı idaresinde Bulgar faaliyetlerine karşı önlemler almak
görev alan eski Fener aristokrasisinin lm­ idi. KÖ Yunanistan'dan belli bir destek
p aratorl uğa bağlılık düşüncesinin, bir görmekle birlikte tam anlamıyla onun
"Hellenizm" fikriyatı ile birleşmiş şekli kontrolünde olan bir örgüt değildi (Vere-
idi. Bu yaklaşımın oluşumunda yüzyılın mis, 1999: 182-3). 1908 devriminin im­
son yıllarındaki gelişmelerin örremli payı paratorluk içerisindeki değişik topluluk-
vardır. 1897'deki Osmanlı-Yunan savaşın­ lar arasında kısa bir süre için de olsa ya-
da Krallığın mağlubiyeti, Yunan milliyet­ rattığı kardeşlik duyguları KÖ'nün yakla-
çiliği açısından irredentist siyasetin zayıf­ şımını , yani Hellenotomanizmi onaylar
lıklarını gözler önüne serer. Yine yüzyıl gözüküyordu. Aslında Patrikhane KÖ'yü
dönümünde Makedonya'da artan Bulgar kendi otoritesine karşı bir tehdit olarak
faaliyeti ve Panslavist hareketin yarattığı görüyordu. D ragoumis'e göre Yoakim
tehdit neticesinde Osmanlı-Yunan ilişki­ kendisini Helleniım ile özdeşleştirmek-
lerinde daha ılımlı bir hava egemen olur. ten çok kendi imtiyazlarını düşünüyordu.
Bu dönemde iki ulusal merkezi (lstanbul O bir "Bizanslı" idi ve kendi mevkii ni
ve Atina) tek bir projede birleştiren Hel­ muhafaza etmek için birçok Yunanlıyı fe-
lenotomanizm düşüncesi yaygınlaşır. Bu, da edebilirdi. Yoakim'in kendisinden des-
kabaca Rumların içerisinde (Türklerle be- tek isteyen Souliotis'e cevabı da aradaki
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K 1 M I

gerginliği açığa çıkarıyordu: "Patrikhane


nin nasıl bir programı olsun istiyorsu­
nuz? Patrikhanenin gelenekleri, hakları
ve imtiyazları vardır. . . Onun yalnızca bir
programı olabilir: imtiyaz ve haklarını
muhafaza etmek" (Anestides, 1998: 193)
KÖ'de temsil edilen seküler elit ile Patrik­
hane arasındaki gerilim Osmanlı Rumla­
rını bölme tehlikesini içeriyordu; ancak
lTC'nin uyguladığı politikalar millet içe­
risindeki değişik fraksiyonları zamanla
birleşmeye iter (Veremis, 1999: 185-6).
1908 yazında KÖ, yaklaşan seçimlerde
Rum cemaatinin belli adaylara yönlendi­
3 74 rilmesi ve seçmenlerin bilinçlendirilmesi
amacıyla Helen Politik Birliğini (Politilıos
Syııdesmos-PB)'u kurar. Birliğin hedefleri
1 ) anayasal düzenin güçlendirilmesi ve
anayasal hak ve özgürlüklere riayet edil­
mesi, 2) farklı etnik ve dini topluluklar
arasında barışçıl ilişkilerin tesis edilmesi,
3) uluslararası alanda ve özellikle de Os­
manlı ve Yunan Krallığı arasında barışçı
ilişkilerin ve işbirliğinin savunulması ve
4) birey ve cemaatlerin dini ve kültürel
hak ve imtiyazlarına saygı duyulması ola­
rak özetleniyordu. PB'nin söyleminin Patrikhane arasında bir uzlaşmaya varılır.
önemli bir özelliği millet sisteminin oluş­ Seçimler sonucu oluşan parlamentonun
turduğu bir bağlama liberal temaları (bi­ 24 üyesi Rum idi ve bunlardan 1 5'i KÖ
reysel özgürlükler, özerklik vs.) eklemle­ mensubu idiler.. Rum mebusların ekseri­
mesiydi. Yani milletin toplumsal ve kül­ yeti eski Fenerli seçkinlerden değildi; işa­
türel özerklik istemini modern ve liberal damı, avukat, doktor yani kısacası orta sı­
bir b a$lam içerisinde savunmaktaydı nıfa mensuptu (Boura, 1 9 9 9 : 1 9 5-6) .
(Anestidis, 1 9 97-98: 197-9). Bu esnada Meclisteki önemli tartışmalardan birisi
Patrik Yoakim ile KÖ arasındaki gerginlik imtiyazlar m eselesiydi. lTC'nin ö nemli
azalmış ve Politik Birlik'in seçimlere iliş­ bir hedefi milletlerin toplumsal ve kültü­
kin tavrı ağırlık kazanmıştı. lTC'nin sayı­ rel özerkliklerini ortadan kaldırmaktı. Bu
sı pek de fazla olmayan ittihatçı Rumların çerçevede eğitim, askerlik, cemiyetler gibi
desteklenmesi yönündeki telkinlerinin meseleler üzerinden lTC çoğunluğu ile
başarısızlığa uğraması, Girit sorununun gayrimüslim mebuslar arasında şiddetli
yeniden alevlenmesi ve Rumların gayri­ tartışmalar meydana gelir. lTC için yurt­
müslim seçmenlerin sayılarının Osmanlı taşlar arasında eşitlik sağlandığına göre
yöneticileri tarafından düşük tutulduğu artık imtiyazdan bahsetmeye gerek yok­
şeklindeki şikayetleri sonucunda seçim ken, Rumlar açısından bilhassa 1909'dan
sürecinde gerginlik artar ve seçim yolsuz­ itibaren lTC'ce gündeme getirilen reform
luklarına karşı bir çok protesto gösterisi önerileri milletlerin imtiyazlarına haksız
tertip edilir. Fakat en nihayetinde lTC ile tecavüzlerdi. Esasında meclisteki Rum
M I L L E T - 1 R U M ' D A N H E L E N U L U S U N A ( 1 8 56-1 922)

mebusları homojen bir grup oluşturmu­ mebus meclise girer. Savaş yıllarında
yorlardı. Bazı temel meseleler dışında bi­ Rum mebusların herhangi bir etkisi ol­
reysel tavır alıyorlardı. Kimi ITC mensu­ maz (Boura, 1 999: 197-9). Bu dönemde
buyken , çoğunluk liberallerin adem-i ITC'nin milli iktisat, zorunlu göç ve ame­
merkeziyet fikrine yakınlık gösteriyordu. le taburları gibi uygulamaları Rumları
Mecliste ve gazete sayfalarında cereyan (özellikle tehdit altındaki orta sınıfı) Os­
eden tartışmalara rağmen 1 9 1 0- l l 'e ka­ manlı siyasal düzenine iyiden iyiye ya­
dar, yani ITC "sertleşmeye" ve Yunanis­ bancılaştırır.
tan'da da Venizelos iktidara gelip daha Savaş bittiğinde, Rumların büyük ço­
a tak bir poli tika izlemeye başlayıncaya ğunluğunda olduğu gibi Patrikhanede de
kadar KÖ ve genelde Rumların önde ge­ Megali ldea'nın gerçekleşme aşamasında
lenleri Hellenotomanizm ve imtiyazların olduğuna dair inanç hakim olmuştur.
müdafaası dışında bir politikaya sahip de­ Mondros Antlaşması'nın imzalanmasının
ğildir. Ancak bu tarihten itibaren Yunan akabinde patrik Germanos, Jön Türklere
Krallığı hem Patrikhane hem de seküler karşı "tavizkar" bir tutum aldığı gerekçe- 3 75
önderlik nezdinde kendini ulusun politik siyle ve bazı mali konularda şikayetlerin
merkezi olarak kabul ettirir. 1 9 1 0 yılının artması sonucu istifa eder. Patriğin istifa-
sonlarına doğru PB'nin ısrarı ile ITC'nin sıyla, gerondismos olarak adlandırılan Os-
politikalarından hayal kırıklığına uğramış manlı idaresine gönüllü itaati içeren gele-
etnik toplulukların da yönelebilecekleri neksel Fener politikası tamamen terk edi-
umulan bir Rum partisi (Hellenilwn Poli­ lir. Yeni Karma Meclis, Megali Idea'nın
tihon Komma) örgütlenir. Bu girişim Rum hararetli taraftarlarından oluşuyordu. O
parlamento grubunu böler. 24 temsilci­ döneme kadar politika dışı bir tavır sergi-
den 1 6'sı girişime destek olur. 1 9 1 2 se­ leyen İstanbul iş alemi mensupları da ir­
çimleri öncesinde Patrik ile ITC arasında redentist politikalara destek verirler. Bu
görüşmeler olursa da PB liberalleri des­ değişimin nedeni, ITC'nin, özellikle savaş
tekleme kararı alır. ITC üyesi Rum me­ yıllarında sürdürdüğü "milli burjuvazi"
buslarla (Narlis, Orfanidis, Kofidis), ltti­ yaratma siyasetinin bu kesimi yabancılaş-
hatçılarla işbirliğinin daha fazla sandalye tırması idi. Patrikhane Babıalinin ülkeyi
anlamını taşıyacağını düşünen başka me­ yönetme kabiliyetinden uzak olduğu id-
buslar (Karolidis, Emmanuilidis, Savopu­ diasıyla Osmanlı hükümetiyle temas kur-
los) bu karara karşı çıkarlar. Bu durum mayı reddeder. 16 Mart 19 19'da Patrikha-
Rumlar içerisinde bir çekişmeye neden ne Konseyi'nin Yunanistan ile birleşme
olur ve PB, kendi görüşlerini benimseme­ kararı duyurulur ve Rumlar Osmanlı va­
yen adayların desteklenmemeleri çağrı­ tandaşları olarak yurttaşlık yükümlülük-
sında bulunur. Seçimler sonucunda Rum lerini yerine getirmeyi reddetliklerini ilan
mebus sayısı 1 6'ya düşer ve bunların da eder (Aleksandris, 1983: 143-50).
neredeyse tümü seçime ITC listesinden Yunanistan'da Venizelos'un iktidarı
girenlerdir. Balkan Savaşı s o nrasında kaybetmesiyle sonuçlanan Kasım 1 9 20
1 9 13 -1 4 kışında gerçekleştirilen seçim­ seçimlerine rağmen Osmanlı Rumlarının
lerde ITC tek örgütlü güç olarak girer. büyük çoğunluğu monarşistlere karşı Ve­
Muhalefet üzerinde artan baskı sonucu nizelos'u desteklemeye devam ederler.
KÔ ve Birlik dağılmış durumdadır. Bousi­ Venizelosçu çevreler Etlıııilıi Amina (Ulu­
os, Kosmidis ve Karolidis gibi isimler Yu­ sal Savunma) adlı örgütlenmeler kurarak
nanistan'a sığınmışlardır. 1 9 1 4 seçimleri Venizelos lehinde çeşitli gösteriler tertip
öncesinde yine ITC ile patrikhane arasın­ ederler. Rumlar için Venizelos Büyük Yu­
da görüşmeler yapılır ve sonuçta 16 Rum nanistan'ı gerçekleştirecek yetenekteki
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M I

yegane devlet adamı idi. 10 Ocak 192 l 'de zaman sonra Yunan ordusunun bozgunu
bir Aınina delegasyonu başbakan lloyd ile Rumların Anadolu'daki varlığı da sona
George'un sekreteri Phillip Kerr ile görü­ erer (Aleksandris 159-63) .
şür. Bu görüşmede Amiııacılar Britan­ l 9 1 2'den başlayarak impara torluğun
ya'nm otonom bir lonya idaresine destek Rum ve Müslüman ahalisi, Atina ve ls­
olması halinde 45 .000 kişilik bir Rum or­ tanbul (daha sonra da Ankara) olmak
dusu teşkil edebileceklerini deklere eder­ üzere iki ayrı merkezin yörüngesinde bir­
ler. Britanya hükümetinin bu tekliOere birinden kesin olarak ayrışmış, iki taraf
soğuk yaklaşır ve Osmanlı Rumlarının da, Balkanlar'dakine benzer şekilde diğe­
Londra konferansına ayrı bir Patrikhane rini dışlayan bir "çözüm" arayışına gir­
heyeti ile katılmaları engellenir. Bu esna­ mişti. Bundan sonrası artık yalnızca bir
da patrikhane ile Yunan kralı arasındaki strateji ve konjonktür meselesiydi. Kos­
ilişkiler de uyumlu olmaktan uzaktı. Pat­ mas Politis'in, yüzyıl dönümündeki lz­
rikhane 5 Kasım 1920'de krala bir çağrı mir'i anlatan "Yitik Kentin Kırk Yılı" ro­
3 76 yaparak Yunanlıların esenliği için taht manı bir kayık yarışıyla başlar. Rumlara
üz erindeki haklarından vazgeçmesini ve Türklere ait kayıklar yarışa katılır ve
öğütler. Fakat koyu bir Venizelosçu olan yarış ulusal bir çekişmenin, rekabetin ala­
patrik vekili Dorotheos'un ölümü ile yeri­ nı haline gelir. Rum kayığının yarışı ka­
ne geçen Kayseri Metropoliti Nikolas'ın zanmasıyla bir "zafer alayı" düzenlenir,
Patrikhanenin Venizelosçu poli tikasına marşlar okunur, bayraklar çekilir. Ulusal
daha mesafeli yaklaşımı krala ilişkin poli­ simgelerle neşeli bir oyun oynanmaktadır
tikada yumuşama meydana getirdi. lstan­ sanki . Ancak bu eğlence, lzmir'in top­
bul'a gelen Yunan Yüksek Komiseri Bot­ lumsal hayatının bölünmüşlüğünü ardın­
sis'in çabaları ile de ş ehirde kral yanlısı da saklar. Artı k kayık yarışları "milli
bir hareket oluşturulmaya çalışılır. Böyle maç"lara, mahalle kavgaları ulusal kapış­
bir tehdit karşısında patrikhanedeki Veni­ malara dönüşmüştür: "Birden, evlerin bi­
zelosçu kanat konumunu Venizelos yanlı­ rinden bir grup Türk çocuğu dışarı fırla­
sı bir patrik seçerek sağlamlaştırmaya ça­ dı. Ellerindeki kitaplara bakılırsa okullu
lışır. Patrik seçimi her iki kanadın da şid­ olmalıydılar. Bir an için put gibi oldukla­
detli mücadelesine sahne olur ve sonuçta rı yerde dura kladılar. Sonra, geziden
basının büyük bölümünün de desteğini dönmekte olan çocukların arkasından
arkasına alan Venizelosçu liberal Meletios bağırmaya başladılar: 'Gavur Girit'i ister­
6 Aralık 192l 'de yeni patrik seçilir. Atina siniz? Al Girit'-ve elleriyle uygunsuz işa­
yönetimi bu seçimi geçerli saymaz. Mele­ retler yaptılar. Fırlatılan bir taş , sıranın
tios'un patrik seçilmesi ile Amyna hareke­ en arkasındaki çocuğun iki metre kadar
ti lstanbul ve lzmir gibi büyük şehirlerde yakınına düştü. (. . . ) Stavrakis yerden taş
Rumlar arasındaki etkinliğini artırır. Böy­ topladı. G erindi ve taşı savurdu. Taş,
lece Venizelizm Osmanlı topraklarındaki Türk çocuklarının başlarını sıyırıp bir
son zaferini kazanmış olur; ancak kısa bir kapıya çarptı." (Politis, 1992: 68-9) . O
Resmi İdeolojinin Doğuşu
ve Evrimi Üzerine Bir Deneme
M E H M ET Ö . ALKAN

N'OLACAK BU MEMLEKETIN HALI?


maddeler lıendıılerden lıiç sadr olmamıştır
gibi ıizerlerine suç almamalıla şeytan mii­
"... Bir miiddetden beri bir alay nas lıendi salılıiresi olnııışlardır. lşbıı esnalarda ise
üzer/erine hiç lazım olmayan sözlerle evliya-yı ıımıının merhametleri ve bazı
lıahvelıane ve berber dalılıanları ve mey­ nııilalıazaları Jıesabıyle bir lıimesneye si­
lıanelerde Devlet-i Aliyeyi fasl li mezem­ yaset olunmadığından ciğeri bir alıçe et­
nıetle alude oltıb layılıı ıizere tedib olun­ mez ve sefer ve lıazırda din ve devlet ıınııı­
madılılarından istedilılerini soy/emeğe ce­ rıına yaramaz lıeman dıinya boş lıalmasııı
ri' ıi cesur olmuşlardır. Ve devletin nizam için yaradılmış bir alay lıizenı-i natenıyiz
ve intizamı bozıılmasll!a elıseriya bu lıey­ meyhane ve lıerlıane ve halı velıanelerde
fiyet sebeb olmuştm: Zaman-ı sa'd-ı ilıti­ Devlet-i Aliyeyi fasl ve mezeııımetde em­
ran-ı Sıileyman Han-ı Kanııııi'de biraz ce­ sal-i sabılıalarına Jailı ve racilı olmuşlar­
hele valıit bir malıalle cem' olub Devlet-i du: Bu malıule mıidbirler eğerci zalıirde
Aliyeyi mezemmet tal'ilıiyle vaz buyurıı­ müsliiman olııb lalıin nıesele-i taharet/e­
lan lıaıtıın-i cedidi alııllarınca beğemneyib rinden bihaber manav ve balılıal ve lıayılı­
ağızlarına yalıışmaz sözler binnefs vasıl-ı cı ve balılıcı ve Jıammal ve emsali malrnle­
sami-i lııimayun olmağla mezemmet ede­ leri devlet ıımurıma ağız açtılıları için 11i­
nin lisanmı istima' edenin lrnlalılannı di­ celeri11 i n tedibi ve bellı i nizam-ı alem
binden lıesib ibret-i alem için Sultan Baye­ (a.b.ç.) için siyasetleri lazimedeıı ise da/ıi
zıd'da Demirlıapı haribinde bulunan lııi­ Jıesabel'-i lı tiza tecalıal ve tegaffa l olıın­
çiilı bablll ıist eşlıine ııulılatmıştu: Malıall­ malıtadır. Elyevnı 11evcud olan avanı-ı na­
i merlzıım meıT-i avam ve ma'bed-i lıas ve sm ortalılıda biedebane ve tavr-ı sefi/ıane
amın olduğundan lıerlıes re'y-el-ayıı mıişa­ ile zuhura gelen ve edilerini ve lwsıısen la­
lıade ettilıçe dillerini lıesıııişlerdiı: Gerelı
zıma'l-inlıa olan bazı maddenin asi ve lıa­
valıt-i merlrnmda ve alellwsııs bu zaman­
lıilıatini vulrn üzere mıibeyyen-i taraf-ı şe­
da elıser nas lıııframi'l-niamelilıde lıeman
riflerinden bir risale tal.:b bııyıınılnıağla
beni-lsrail taifesine muaddel olmıışlardıı:
hacmi cıiz'i ve manası lıiilli o/aralı işbıı ri­
Fesad-ı al eııı malıza bu malı ıı le bazı
sale tahririne mıibaderet lıılıııdı. .. "1
avam-ı nasdan neş'et ettiğini lıendileri bil­
meyib zamane lıallıı şöyle oldıı böyle oldıı "Kocasekbanbaşı Risalesi"nin giriş bö­
deyıı sanlıi lıeııdisi zamane lıallımdan de­ lümündeki bu cümleler 18. yüzyıl sonu
ğilmiş gibi hallerinden gafil ve gıiya lıerilı ve 19. yüzyılın başında Osmanlı elitinin
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

siyasal düşünüşünü gayet iyi yansıtmak­ !enek-sel kaynakları zayıflamaktadır. Din­


tadır. Halkın devlet yönetiminden anla­ sel, geleneksel, ailesel ve etnik otoritele­
mazlığını vurgulayan bu yorumun yayım­ rin yerini tek, dünyevi, ulusal siyasal bir
lanmasından bir süre sonra, 1876 yılında otorite almaktadır. !kincisi , siyasal ku­
ilk anayasa Kanun-i Esasi adı ile ilan edi­ rumlar farklılaşmakta ve özgülleşmekte­
lecek ve yaklaşık 4 ay sonra da 1 877 yı­ dir. Üçüncüsü ise siyasete yönelik gittikçe
lında Osmanlı tarihinin ilk parlamentosu artan yaygın katılımdır. Bu süreçte devle­
açılacaktır. Çağdaş Türkiye'nin kurulma tin çevreye nüfuz yeteneği gelişmekte,
süreci demek olan Ulusal Kurtuluş Savaşı hukuk dünyevi ve şahsi olmayan We­
da, temsil niteliğine sahip bir parlamento ber'in deyişiyle "yasal ussal bir otoriteye"
aracılığıyla, 23 Nisan l 9 20'de kurulan dayanmaya başlamaktadır. Ayrıca hızlı ve
BMM tarafındart yürütülecektir. şiddetli bir "siyasallaşma" yaşanmaktadır.
Modernleşmenin bir yönüyle de resmi
lDEOLO]lLER YÜZYILI VE
ideoloji, resmi tarih yazma ve "gelenek
3 78 RESMi lDEOLO]lNlN DOGUŞU icat etme" süreci olduğu anımsanmalıdır.
Resmi ideoloji ve tarih (veya "myth") ik­
19. yüzyılda toplumsal, ekonomik ve si­ tidar/devlet kurumu kadar eskidir. Ancak
yasal alanlarda olduğu gibi, düşünce/dü­ resmi ideolojinin ve onun ayrılmaz bir
şünüş alanında da hem derin hem de geri parçası olan resmi tarihin sistematik, yeni
dönülmez bir değişim yaşandı. Halk, top­ ve farklı bir boyutta ortaya çıkışı diğer bir
lum, kitleler, (başta işçi sınıfı olmak üze­ çok siyasal rejimde olduğu gibi Osman­
re) sınıflar... -her nasıl adlandırılırsa ad­ lı'da da modernleşme dönemine rastlar.
landırılsın- toplumsal kesimler tarih sah­ ideolojilerin gündeme gelmesi toplum­
nesine çıkmaya ve başrolleri üstlenmeye sal sınıfların siyasal alana katılmaları ile
başladılar. Kitlelerin bu denli yoğun bir yakından ilgilidir. Devlet ile toplum ara­
biçimde ortaya çıkmasına koşut olarak sındaki klasik vergi ve askerlik eksenin­
ideolojiler de birincil önem kazanacaklar­ deki tek yönlü ilişki değişmektedir. Kla­
dır. Bu nedenle 19. yüzyıl aynı zamanda sik dönemde vergi adalet ve can güvenliği
"izm"ler yüzyılı olarak da adlandırılır. 20. için verilirken, yeni dönemde işlev ve içe­
yüzyıla devreden felsefi, ekonomik, siya­ rik değiştirmiştir. Beklenti vergi vermenin
sal ve toplumsal ideolojilerin neredeyse karşılığında hizmet b eklemeye dönüş­
tamamı ya 1 9 . yüzyılda doğmuş ya da müştür. Dolayısıyla artık devlet bütçesi­
-önceden varolanlar- yeniden biçimlen­ ne, eskiden olmayan eğitim, sağlık, yol,
miştir. Sosyalizm, liberalizm, milliyetçi­ sosyal güvenlik ve kentsel gereksinimler
lik, sendikalizm, anarşizm, feminizm, po­ gibi yeni kamu harcama kalemleri eklen­
zitivizm, ırkçılık, romantizm . . .bunlar ara­ mekte, buna koşut olarak merkezileşme
sındadır. Dinlerin (örneğin lslamcılığın) ve çevreye nüfuz artmaktadır. Eğiti m ,
ideoloji haline gelmesi de 19. yüzyıldadır. devlet dışında hiç bir örgütün üstleneme­
Genel olarak ideolojilerin muhalif ve tep­ yeceği kadar pahalı ve büyük bir yatırım
kisel karakteri ağır basmakla birlikte, si­ olduğundan eğitime bütçeden pay ayrıl­
yasal rejimler/sistemler de kendilerini maya başlanacaktır.
meşrulaştıracak ideolojiler kurgulamakta Kitlelerin yığınlar halinde siyasete ka­
gecikmeyeceklerdir. tıldığı, devleti elinde tutan -kişi ya da sı­
19. yüzyıl bir modernleşme sürecidir. nıfların- bunu istemeyerek de olsa kabul­
Siyasal modernleşme sürecinde genel ola­ lenmek zorunda kaldığı bu dönemde res­
rak üç eğilim gözlenmektedir. llk olarak, mi ideoloj iler de yazılmaya başlanacak,
devlet merkezileşmekte ve otoritenin ge- Marx'ın din için kullandığı "halkın afyo-
R E S M i i D E O L O J i N i N D O C'; U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

nu" benzetmesi aslında tam da resmi ide­ (ve bir süre sonra ulusal) eğitim sistemi
oloji için geçerli olacaktır. Zira geleneksel almaktadır. Bu değişiklik sırasında cema­
dönemin hakim ideoloj isi, hukuku ve atler kendi tekelindeki bu "hakkı" devret­
meşrulaştırma aracı olan din çözülmekte mek konusunda son derece kıskanç ve
yeni bir hukuk sistemi, m eşrulaştırma hırçın davranacaktır. Osmanlı D evle­
araçları ve resmi ideolojiler onun yerine ti'ndeki " millet"ler açısından da süreç
geçmektedir. Hemen bü tün siyasal sis­ böyle gelişmiştir.
temler, dini ani bir değişimle sistemden Tanzimat Döneminin başlıca özellikle-
dışlamamışlar, ihtiyaç oldukça bir meşru­ rinden biri, o güne dek dinsel otoritelerin
laştırma öğesi olarak kullanılmaya devam tekelindeki hukuk ve eğitimin devlet dene-
etmişlerdir. Bu nedenle -11. Abdülhamit timine alınmaya başlaması yönündeki ce-
(lslamiyet) , Ill. Napolyon (katoliklik) ve saretli adımdır. Tanzimatçılar bunu yapar-
Ill Aleksandr (ortodoksluk) gibi- çeşitli ken dini ve dinsel otoriteleri doğrudan
dönemlerde dinselleşme görülmesi istisna karşılarına almak yerine, kendi amaçlarını
değildir. gerçekleştirmek için çaba harcayarak do- 3 79
Resmi ideoloji en genel anlamıyla, dev­ !aylı bir zayıflatma süreci başlatmışlardır.
let aygıtını elinde tutan veya etkileme ye­ Cemaatlerin "ezeli ve doğal" haklarından
teneğine sahip olan elitlerin/seçkinlerin, olan eğitim ile hukuk bu süreçte devletin
ellerinde tuttukları devlet aygıtını, kendi­ üstlendiği, dünyevi/laik olarak düzenlediği
lerini meşrulaştırmak, varlıklarını sürdür­ alanlar haline dönüşmüştür. Medrese ve
mek, kendilerine yönelik itaati/bağlılığı ulema başlangıçta eğitim işleri ile ilgili
sağlamak için çoğunlukla gevşek, prag­ oluşturulan kurullarda görev almakla bir-
matik, irrasyonel, eklektik ve sistematik likte, zaman içinde eğitim işlerinden ve ba­
nitelikli değerler bütünüdür; dar anlamda kanlığından dışlanmışlardır. Yeni okullar
egemen siyasal kültür olarak da tanımla­ eski geleneğin tersine cami ve mescit dışın-
nabilir. Resmi ideolojinin aktarımı ile ita­ daki yerlerde inşa edilmiştir. Rüştiyelerin
at ve/veya sadakati sağlayan üç temel ku­ açılması ardından medreselerin bir öğret-
rum ordu, bürokrasi ve eğitimdir. Merke­ men kaynağı olarak kullanılması yerine,
zileşme sürecinde yeniden biçimlenen bu devlet denetiminde bir öğretmen okulu-
kurumlarla resmi ideoloji ve tarihin de nun açılması da dinsel etki ve denetimden
yeniden ortaya çıkışı ile eş zamanlıdır. uzaklaşma çabasından kaynaklanmaktadır.
Osmanlı lmparatorluğu'nda da eğitim iş­ Böylece klasik elit sırı.ı fından olan "ho-
.
lerine bakacak bir "daire"nin sonra da ba­ ca"nın yerini, mod.ern . toplumun örı emli
.
kanlığın Tanzimat döneminde kurulması mesleklerinderı ola.n ve devletin öğretmen
rastlantı değildir. okl.Jllarınciarı. yeJişeıı ·.·nıuallirıvrı;ıuallime"
..

Resmi ideolojinin yansıdığı temel me­ alacakt!r. Bu sınıf aynı zaII1anda resmi ide-
.
tinler siyasal belgelerdir. Ama bunun ya­ olojinin taşıyıcısıolacııktır.
nısıra müfredat programları ile ders ki­ Devletin açtığı ilk okulların (mühen­
taplarında da yansımasını bulur. Her siya­ dislik, tıp ve harp okulu) ve ardından ara
sal rejim üyelerine, sistemin örgütlenişi­ eğitim kurumlarının (rüştiyelerin) askeri
ni, bunu meşrulaştıran nedenleri, değer­ nitelikte oluşu değişimin meşruluk kay­
leri, inançları ve tutumları benimsetmeye nağını oluşturmuş ve bu nedenle bekle­
yönelik siyasal toplumsallaşma yöntemle­ nenin altında tepki almıştır.
ri geliştirmektedir. Modernleşme sürecin­ Eğitim aracılığı ile "birlik" s ağlama
de hayati önem kazanan bu işlevde, din­ amacına yönelik girişimler "Mekteb-i Sul­
sel/geleneksel cemaat/millet eğitiminin tani" ile somutlaşmıştır. Çeşitli din ve
yerini yaygın/kamusal, laik ve merkezi mezheplerden öğrencilerin bir arada oku-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M I

yabilecekleri Mekteb-i Sultani'nin amacı, Türk milleti teşkil etmek. Akçura bu siya­
öğrencileri Osmanlı vatandaşı olarak ye­ set tarzlarını "yarar" ve "uygulanabilirlik"
tiştirmek; "Osmanlılık ideolojisi" etrafın­ açısından da tartışır.
da, "birlik ve bütünlük" içinde kaynaş­ Osmanlı resmi ideolojinin ilk öğelerin­
malarını kolaylaştıracak ortamı yaratmak­ den biri modernleşme/medenileşmedir ki
tır. Sanıldığı gibi, her din ve mezhepten bu yalnızca devletin değil, aynı zamanda
öğrenci kabul eden bu muhtelit/karma siyasal muhalefetin de içten benimsediği
okulun açılmasına karşı çıkanlar yalnızca bir öğedir. Bu nedenle Osmanlı modern­
ulema değildir. Kendi cemaatleri üzerin­ leşmesinin mimarları olan Tanzimat paşa­
deki hakimiyetlerini yitireceklerini düşü­ ları, Yeni Osmanlılar, il. Abdülhamit ve
nen gayrımüslim dinsel otoritelerden, ilk Jön Türklerin modernleşme projeleri ve­
olara k Rum Ortodoks Patrikhanesi ve ya özl edikleri m odern Osmanlı toplu­
Rumlar, bu mektebe çocuklarını gönder­ mu/ülkesi arasında ciddi farklar olduğu­
meyeceklerini açıklamış, ardından Ha­ nu söylemek güçtür. Ama asıl ciddi fark
380 hamhane "Hıristiyanların idaresindeki ls­ her üç kesimin modern topluma giden
lam okuluna" "yemek" sorununu da ba­ yoldaki siyasal seçimlerinde görülmekte­
hane ederek Musevilerin çocuklarını gön­ dir. Bu açıdan bakıldığında ı:nodernleşıne­
dermemesini istemiştir. Son olarak Vati­ nin. üç evreden geçtiğini ileri sürebiliriz.
kan'dan Papalık iki emirname yayınlaya­ ilki Tanzimat paşalarının bürokrasi ile
rak Doğu'daki Katoliklerin Mekteb-i Sul­ yür\ıtmeye çalıştıkları "bürokratik" . veya
tanI'ye devamlarını yasaklamıştır. "memuri" modernleşme; ikincisi il. Ab­
Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Os­ dülhami t'ip "ınonarşik" .yeya "s.u l tani"
manlı Devleti'nde de zorunlu eğitimle zo­ rıı o d e r n l e ş m e s i ve üçüncüsü i s e j ö n
runlu geçici askerliğin 19. yüzyılın ikinci Türklerin Anayasa ve parlamentoyla yü­
yarısında eş zamanlı gelişmesi sıradan rütmeyi -.önerdii<leri ve denedikleri "meş­
bir rastlantı değildir. Zorunlu eğitim, dev­ rut.i" modernleşmedir. .Bu üç aşamanın
letin genişleyen iktidarının sacayakların­ onak bir başka özelliği ise . veri aldıkları
dan olan bürokratik yönetimin yayılması siyasal sistemin bir "imparatorluk" olma­
v e ordunun güçl enmesinin yanında sıdır. Oysa dördüncü ve sonuncu evre
üçüncü bir dayanak olacaktır. olan "cumhuri" modernleşmesinin başlı­
ca ayırt edici özelliği "deınokrasiyi" ve
"ulus-devlet"i veri almasıdır.
OSMANLI MODERNLEŞMESl VE
RESMl lDEOLO]lNlN ÜÇ EVRESl
Osmanlı modernleşmesi dönemlere gö­
re değişen yeni yönetici elit, muhalif ve
Yusuf Akçura önce 1904 yılında Kahi­ aydın tipini de ortaya çıkarmıştır. Tanzi­
re'deki Türlı adlı gazetesinde dizi halinde mat döneminin aydını ve eliti, bürokrasi­
çıkan sonra da kitaplaşan Üç Tarz.-ı Siya­ nin kendisini . yasal güvenceye kavuştur­
set adlı uzun yazısında, Tanzimat döne­ ması sonrasında, bürokrasi içinden usta­
minden başlayarak devletin "güçlenmesi" çırak ilişkisiyle (özellikle Dışişkrinden)
ve "ilerlemesi" için üç "siyasi yol" tasav­ yetişmişlerdir. . Tanzimat dön.eminin mu­
vur ve takip edildiğini yazar. Bu "siyasi halifleri ve I. Meşrutiyet'in hazırlayıcısı
yol" (resmi) ideolojiden başka bir şey de­ olan Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin üyeleri
ğildir. Akçura'ya göre, Tanzimat'tan beri ise. basınl.a. ve basında yetişmişlerdir. 1 1 .
bir "millet vücude" getirme arayışı vardır. Abdülhamit döneminin muhalif aydını ve
Tanzimat döneminde "Osmanlı milleti " , yönetiçi eliti ise bizzat il. Ab�ülhamit'in
.
i l . Abdülhamit döneminde "lslam milleti kurduğu okullarda okuınuşl ardı r. n ..

(Panislamizm) ve nihayet ırka müstenit Meşrutiyet dönemine gelindiğinde ise si-


R E S M i i D E O L O J i N i N D O G U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

yas.al par,tHer ve dernekler. aydınların ve


__ 19. yüzyılın başlarında Osmanlı salta­
.
elttin yet!Ştiği başlıca kaynak durumuna natı oldukça ciddi bir sarsıntı geçiriyor­
gaecektir. T��zimat somasında-(askeri ve du. Bu bunalımı aşmak için Padişahla
- s
si�Ü) \)�r��ra i d ışınd� yi �e devlete bagfı ayanlar arasında bir anlaşmaya varılmış
.
üç rrı eslek grubu; öğretmenler, . heki m ler ve anlaşma Sened-i !nifak adıyla yazıya
ve ll1 ü h�ndisler rrı odernleşme � i İ itanı
-
dökülmüştür. Bu belgenin giriş bölümün­
o laral:c or�ya. çıkmış!arciır. de şu tespitler vardır:
"... cı1m1enirı velinimeti oları Devlet-i Ali­
KOZMOS'DAN KAOS'A YA DA ye-i Osmaniye Saltarıat-ı Mıılıammediyye
"NlZAM - I ALEM'DEN SENED-l lTTIFAK'A olub baavıı-i hazret-i Huda ibtidai zuhu­
G eleneksel dönem Osmanlı resmi ideolo­ ruııda ila yevmiııa haza mazhar olduğu
jisinin benzer geleneksel/"emperyal" res­ fıitulı ve galibiyet ve şaıı ıi şevlıet it.Lilıcui .
mi ideolojilerden pek farkı yoktur. Gele­ ��-- i(tiJalı. (a.b.ç.) ve ref-i nefsaniyet v e şi-
neksel toplumu en iyi kavramlaştıran ifa­ lıalı ile hasıl oldugıı vareste-i lıayd-ı işaret 381
delerden biri "nizam-ı alem"dir. D evlet ilıeıı bir mıiddetten beri ... i lzliza-i gerdişi
yöneti ci ile özdeşleşmiş, siyasal iktidar çerlı-i gerdan ile şiraze-i ecza-i nizam pe-
din ve geleneklerle meşrulaştırılmaktadır. rişan ve vülıela-yı devlet beyninde ve taşra
Devletin temel görevi topladığı vergi kar­ memali/ı hanedanları meyanında esbab-ı
şılığında adaleti ve can güvenliğini sağla­ şittadaıı naşi nefsaniyet ve şilıalı halatı
maktan ibarettir. Yönetenler ve yönetilen­ nıimayan olmak mıilabesesi ile Saltaııat-ı
ler arasında keskin bir ayrım vardır. Yö­ Se11iyye'ııi11 lıuvveti suret-i teşetWte ınii-
netilenler kendi içinde iktisadi ve dini beddel ve dahilen ve haricen ncıfıızu ııııılı-
olarak kompartımanlar halinde yaşarlar. tcl ve bıı lıalet bay ıi geda ve ala ve edna
Toplumsal sınıflar için doğum esas alın­ lıalılıına yani umıınıen millet-i beyda-i
maktadır ve kimi istisnalar dışında top- A/ınıediyeye nııırisi velm ıi lıalel olnıagla
1 umsal s ta tü değiştirmek olanaksızdır. refte rcfte ne sııretde lıerilıeyi miiııtec oldu-
Toplum durağan, hiyerarşik, eşitsizliğe ğu ve bigayri lıalılıın vahi olan fezayi/ı-i
dayalı bir düzen içinde ve bu durumdan malıınıe tahribiyle esas-ı saltanat ııııiııde-
şikayetçi olmadan yaşamaktadır. ris olmalı riitbcsiııe vardığı itirafgerde-i si-
19. yüzyıla gelirken Osmanlı klasik dü ­ gar ıı lıibar olııb nass-ı celilüşşanı üzere
zeni bir başka deyişle " lwzmos" ya da "ııi­ sevı:ibık-ı muanıelatıaıı alı z-ı ibret ve dc-
zam-ı alem" çeşitli nedenlerle bozulmaya aıııi nizanı-ı din ii. devleti iluınıe ve ilıya
başlamıştır. Bu aşamada Osmanlı Devleti lıelimetullalıilu/ya niyct-i lıayriysiyle bu
kendi coğrafyasında "var olma" sorunu teşpelWWn illifalıa tebdiline ... "

ile karşı karşıya bulunduğundan, Osman­ Uçurumun, çöküşün veya dağılmanın


lı modernleşmesi önce askeri alanda baş­ eşiğinden dönme kaygısı, ani siyasal deği­
lamışur. Ardından gündeme gelen siyasal
şimlerin klasik mazeretlerinden biri ola­
ve ekonomik modernleşme çabası, taklit­
caktır. Sened-i l ttifak'ın giriş bölümü de
çiliğin ötesinde, siyasal birlik-bütünlük "Nizam-ı Alem"in bozulduğunun itirafı­
ve ekonomik kalkınma kaygısından kay­
dır. 19. yüzyıla girilirken Osmanlı Devle­
naklanmıştır. Bu süreçte Batı ve Rusya'nın
ti'nin başlıca sorunu "birlik ve bütiip­
öı;ıemli iki değişken olarak rol oynadığına
lü_k "ün sağlanmasıdır.
hiç kuşku yoktur. Osmanlı modernleşme­
Ta nzimat Fermanı'nda da benzer bir gi­
si de bir bakıma dayatmalar ve zorunlu­
riş bölümüne rastlamak olanaklıdır.
luklar karşısında iradi çözüm arayışları­
nın bir sentezi olarak nitelenebilir. "Cümleye malımı olduğu üzere Devlet-i
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

Aliyyenıiziıı bidayel-i zulııınıııdan beri Takvim-i Yak'ayi adını taşımaktadır ve


alılwm-t celile-i Kıır'aııiyeye ve lıavaniıı­ resmi ideolojinin ilk taşıyıcısıdır.
i şer'iyeye hemaliyle riayet oltmdıığıın­ Bu dönemde medenileşme bir hedef
dan Saltanat-ı Seııiyyemiz lmvvet ve me­ haline gelmiştir. Islahat Fermanı'nda me­
net ve bilcümle tebaasmm refah ve nıa­ denileşme hedefi "Devlet-i Aliyemizin şa­
ımıriyeti rütbe-i gayete vasd olnııış ilıen nına muvafık ve milel-i mütemeddine
yüz elli sene vardtr hi gavail-i nııitealıibe arasında bihakkın haiz olduğu mevki-i ali
ve esab-ı mütenevviaya mebni ve şer'i şe­ ve mühimme layık olan halin kemale isali
rife ve ne havaııiıı-i münifeye iıılıiyad ve için" sözleriyle ifade edilir. Osmanlı dev­
i m t isal o l ıınmamalı haseb iyle evvellı i letinin medeni milletler arasında hak etti­
lıııvvet v e nıamtıriyel bilalıis zaaf ve falı­ ği yeri alması hedefi, Cumhuriyet döne­
re nıübeddel olnııış . . ." minde "muasır medeniyete erişme" hede­
fiyle ifade edilen kapsamlı bir değişim
19. yüzyılda sıkça kullanılmaya başla­
programı haline gelecektir.
382 yan nizam-ı cedid, usul-ü cedid, ittifak,
tanzimat, ıslahat, ittihat, temeddün, itilaf,
terakki, tekamül gibi sözcükler siyasal lü­ BiLiME VERiLEN ÖNEM VE
YENi DÜNYANIN DiNi: POZiTiViZM
gatin sıfat ve fiillerini oluştururlar. Çağ­
daş anlamda kurulan ilk siyasal partinin Pozitivizmi, kurucusu Aguste Comte'un
adının "ittihat ve Terakki" olması da bir yayımı 1830 yılından 1854 yılına kadar
rastlantı veya yalnızca pozitivist bir öy­ süren 10 ciltlik devasa eseri Systenı of Po­
künme olmaktan çok, yaşanan ciddi bir sitive Polity ile sınırlı tanımlamamak gere­
soruna iki sözcükten oluşan bir yanıt bi­ kir. Özellikle sanayi devriminin yayılması
çiminde düşünülmelidir. Birlik ve bütün­ ve göreli demokratik gelişmeler pozitiviz­
lük temasının içeriğini eşitlik temelinde min yaygınlaşarak bir dünya görüşüne
bir siyasal uzlaşmanın sağlanması; varo­ dönüşmesine başlıca katkıyı yapan iki te­
lan siyasal coğrafyanın korunması, olası mel etkendir. Türkiye açısından bir yan­
toprak kayıplarının önlenmesi oluşturur. dan ikinci kuşak pozitivistler olarak ad­
Ilk Osmanlı anayasasının ilk maddesi de landırılan grubun ö te yandan özellikle
şöyledir. Fransız ve Alman pozitivistlerinin daha
"Madde-1 Devlet-i Osmaniye memalik etkili olduğu söylenebilir. Bunlar arasında
ve kıtaat-ı hazırayı ve eyalat-ı mümtazeyi Lamarck, H. Spencer, Ludwig Büchner,
muhtevi ve yekvücud olmağla hiç bir za­ Taine, Fustel de Coulanges, Emest Heac­
manda hiç bir sebeble tefrik kabul et- kel ve E. Durkheim etkileri en fazla olan­
mez." lardır. Örneğin Büchener'in Osmanlıcaya
Bu süreçte Tanzimat, bir yeniden yapı­ Madde ve Kuvvet olarak çevrilen eseri bü­
lanma, modernleşme projesidir. Tanzimat yük yankı uyandırmıştır.
Fermanı ise hem bir başlangıç hem de bir Pozitivizmin "ordre and progress" yani
sonuçtur. Bu nedenle Tanzimat dönemini "düzen ve ilerleme" olan şiarı aynı za­
Tanzimat Fermanı ile başlatmak doğru manda, 19. yüzyıl Avrupası'nın temel so­
olmaz. Aslında bu dönemi Vak'a-yı Hayri­ rununa bir yanıt arayışı niteliğindedir.
ye yani merkezileşmenin karşısındaki en Geleneksel düzenin çözülerek sanayi top­
ciddi toplumsal gücün, yeniçeriliğin kal­ lumuna geçişin yarattığı sorunlar Avrupa­
dırılması ile başlatmak olanaklıdır. Bu dö­ lı düşünürleri derinden etkilemiştir. Bu
nemde bürokrasi de yeniden yapılanmış­ karmaşa ve düzensizlik "düzen"e, "den­
tır. Ilk kez çağdaş anlamda resmi daireler ge"ye ilişkin siyasal, toplumsal, iktisadi
kurulmuştur. Ilk çıkan Türkçe gazete ve felsefi düşüncelerin revaç bulmasının
R E S M i i D E O L O J i N i N D O C'i U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

383

nedenlerinden biridir. 18. yüzyılda belir­ da "bilim" ile "kılıç"ın eşdeğer önemde
ginleşmeye başlayan "ilerleme" düşüncesi vurgulandığı ( "seyf ile tev'em olan hide­
ise bilim ve teknikteki gelişmelerce pekiş­ mat-ı ilmiyye-i kalemiyye. . . ")görülür.
tirilmişti. Pozitivizmin de içinde değer­ Tanzimat'ın ilanından bir süre önce ka­
lendirilebileceği en geniş anlamıyla bu leme alınan bir Layıhada, laik bir yöneli­
yüzyıla egemen olan materyalist düşünüş, m i n bel irtilerini i fade edecek tarzda
bu koşullarda, beklenti ve özlemleri farklı önemli cümlelere rastlanmakta, dini alan
da olsa hemen her düşünce akımına tesir ile dünyevi alan ayrı ayrı ele alınmakta­
ederek yaygınlaşmıştır. dır. Layihadaki fikirl er, " maarif" ve
Osmanlı aydınlarının "düzen" (ordre) "ulüm"un ülke kalkınmasının, sanayileş­
yerine "birlik"(ittihat) sözcüğünü seçme­ mesinin temel araçları olarak sunulmak­
leri, Osmanlı devletinin başlıca sorununa tadır:
ve arayışına işaret etmektedir. Pozitiviz­
min ve pozitivist düşünüşün yaygın ka­ "Ulum-u diniyye vesile-i neclit-ı ahiret ol­
bulü bu durumun ifadesidir. duğu misillu fıinun-u saire dahi muaşeret-i
Lerner'in ifadesi ile "insan işlerine reh­ nev'i beni ademin hemaline sebeb olacağı
berlikte dünyevi aydınlanmanın, kutsal vareste-i hayd beylin ve işılretdir. " 2
vahiylerin yerini alması kolay olmamış'', Layihada, bilim ve eğitimin önemi lwnu­
ciddi sorunlar yaşanmıştır. Pozitivizmin sunda da şu dıişiıııceler ileri sıirıilmelıte­
olduğu gibi Osmanlı resmi ideolojisinin dir:
de en önemli temalarından biri "bilim"dir.
Bu kavram çoğunlukla eğitim ile birlikte "... cehli cihetiyle devletin ve o suretle nail
anılan bir değer olmuş, Tanzimat dönemi­ olduğu nimetin hadıini ve devlet ve mem­
nin başlarından itibaren büyülü bir kav­ lehet muhabbeti ne demelı idltğıinıi bilme­
ram ve resmi ideolojinin ayrılmaz bir par­ yerelı kendisine ve milletine faidesi olma­
çası haline gelmiştir. Değişim gerektiği yacağı aşihar olmağla bu hususun dahi bir
fikrini işleyen resmi metinlere bakıldığın- lııisn-ıi surete lıonulması mıillıen ve mille-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R I K 1 M I

len elını ve nıenıalilı-i nıalınısa-i Şahanede Abdülhamit'in teşvik ettiği "bilim"sel ge­
eııır-i zıraal ve licarel ve sanayi'in ilıya�ı­ lişmeler ve edebiyatla ilgilenmişlerdir. 13u
ııa dair Meclisce ııı ıızalıere olunıııalıda dönemde siyasetin de yasak olmasının
olan lıer bir şeyin esası bulunan ıılaııı nıef­ katkısıyla, başlığının altında "siyasetten
lıııd oldıılıca birisi vılcıida gelmeyeceği ıııaada lıerşeyden balıs eder. " alt başlıklı
..

enır-i gayr-ı miiblıem olduğundan ulfım ve yayınlara çok sık rastlanacaktır. Pozitivist
maarifin talısiline ınedar-ı yesr ve sulıu­ düşünüşün yaygınlaşması ile bazı roman
leı olıııalı üzere ıııelıalib-i nıevcfıdeye bir ve hikayelerin "fenni roman" adıyla basıl­
nizanı verilmelı (a.b.ç.)" 3 dığı da görülecektir.
Tanzimat'tan sonraki süreçte özellikle
Rıfat Paşa'nın ahlak kitapları ile gündeme TANZiMAT IDEOLO]ISINDE
HUKUK VE EŞ1TL1K
gelen bir önemli konu da ahlakın kayna­
ğının dinsel/geleneksel atıf noktasından Eşitlik Osmanlı modernleşmesinin ve
384 dünyevi bir atıf noktasına doğru değişme­ Tanzimat ideolojisinin temalarından bir
ye b aşlamas ı d ı r. Bu s üre ç te b i r tür diğeridir. Tanzimat'ta icat edilen Osmanlı
"kul/teb'a ahlakı"ndan "birey/yurttaş ah­ kimliği hukuksal düzenlemelerle pekişti­
lakı"na geçişin ilk izlerini de görmek ola­ rilmiştir. Geleneksel Osmanlı sistemi dini
naklıdır. Sıbyan mektepleri için sade bir cemaatler halinde bölünmüştü ve lslami­
dille kaleme alınmış olan Rıfat Paşa'nın yet (dolayısıyla Müslüman teba) birincil
Alılalı Risalesi, il. Abdülhamit Dönemin­ ve ayrıcalıklı bir konumdaydı. Kamu hiz­
de de okutulan başlıca ahlak kitapların­ metlerine girme veya yararlanmada eşit­
dan biridir. Bu dönemde yeniden gözden sizlik söz konusuydu. Tanzimat dönemin­
geçirilip, dinsel ahlak dışındaki bölümleri de hukuk, toplumu yönlendirmenin, de­
çıkartılıp okutulmuştur. Bu kitabın deva­ ğiştirmenin sihirli değneklerinden biri
mı niteliğindeki Zeyl-i Risale-i Alılalı'ta, olarak algılanmıştır. Tanzimat Ferma­
Meşveret'iıı gerekliliği gibi siyasal temalar nı'nın girişinde devletin zaafa uğrama sü­
üzerinde durulması kitabın bu dönemde reci vurgulandıktan sonra "bundan böyle
yayınlanmamasının başlıca nedenlerin­ Devlet-i Aliyyea ve memalik-i mahrusamı­
den biri olsa gerektir. Bir süre sonra Alı­ zın hüsn-i idaresi zımnında bazı kavanin-i
lalı Risalesi de sansürden geçerek bazı bö­ cedide vaz' ve tesisi lazım ve mühim görü­
lümleri değiştirilmiş ve Rıfat Paşa'nın adı nerek. . . " ifadesi kanunlaştırma sürecinin
da kitaptan çıkarılmıştır. de başlaması anlamına gelir. Tanzimat
Tanzimat döneminde sivil basının orta­ Fermanı resmen tanınan din ve mezheple­
ya çıkması ardından bilim ve eğitim tema­ rin eşitliği yönündeki ilk ciddi adımdır.
lı makale ve kitaplarda artış görülür. Mü­ Osmanlı D evleti'nin tebaası o lmak için
nif Paşa'nın Cemiyet-i llmiye adlı derneği herhangi bir dine aidiyet değil , din dışı
ile Mecmııa-i Fiinıııı adlı dergisi bu döne­ hukuki kriterlerin getirildiğini görüyoruz.
min en önemli pozitivist girişimlerinden­ Bu çaba Tanzimat Fermanı'nın temennisi
dir. Ancak bilimin ve pozitivist düşünü­ yerine hukuki düzenlemelerle, özellikle
şün popülarize edilmesi asıl il. Abdülha­ Islahat Fermanı sonrasında din ve mezhep
mit döneminde o lmuştur. Bu dönemde farkı olmaksızın kamu hizmetine girme ve
başlığında "ulum" veya "fünun" bulunan kamu hizmetlerinden yararlanmada "eşit­
bir çok dergi yayınlanmıştır. il. Abdülha­ lik" olarak da gündeme gelecektir. Artık
mit dönemi siyasal açıdan bir despotizm gayrimüslimler din değiştirmeden memu­
dönemi olduğu için dönemin aydınları si­ riyete girme dahil bir çok hakka kavuşa­
yasetten daha az zararlı görülen, hatta Il. caklardır. "Kuleli Vak'ası" ise bu eşitleşme
R E S M i i D E O L O J i N i N D O C'; U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

sürecine ilk Müslüman tepkisidir. Bu sü­ mıştır. 19. yüzyılda Sırplarla başlayan ayrı­
reçten rahatsızlık duyan bir başka kesim lıkçı/ulusçu eğilimleri durdurmak, "cema­
Osmanlı düzeni içinde ayrıcalıklı bir yere at'ten ulus'a" geçme sürecini yavaşlatmak,
sahip olan Ortodoks Kilisesidir. Bireyler dinsel ve ulusal kimliklerin üstünde ortak
kamu ve özel hukuk alanında, artık din bir Osmanlı kimliği yaratmak için çabalar
esasına göre değil, Osmanlı tebaası olmak hızlanacaktır. "Din/mezhep" bir kimlik
esasına göre işleyen monist ve eşitlikçi bir olarak devam etmekle birlikte siyasal bir
karakterdeki hukuk sistemi ile eşit olma­ kimlik olarak "Osmanlı"nın icat edilme
ya başlayacaklardır. (Ancak imparatorlu­ sureci başlamışur. Tanzimat eğitimine ya­
ğun sonuna ve Cumhuriyet'in ilk yıllarına kından bakıldığında vatanseverlik ekse­
kadar "resmi din"in lslam olduğu da unu­ ninde ortak bir "vatan" fikri ve ona bağlı
tulmamalıdır. ) Tanzimatçılar Osmanlı Osmanlı vatandaşı yetiştirmek amacı he­
kimliğinin ölçüsünü dini ve etnik aidiyet­ men göze çarpmaktadır. Tanzimatçıların
le değil hukuki bir ilişkiyle tanımlamak Osmanlıcılık ideolojisini ve "Osmanlı va-
çabasındadırlar. Bunun ilk somut örneği tandaşı" yaratma amaçlarım yansıtacak bi- 385
Ceza Kanunname-i Humayunu'dur. "Ta­ çimde temel eğitim yasası (Maarif-i Umu-
biyyet-i Osmaniyye Kanunnamesi"/Os­ miye Nizamnamesi) 1869 yılında çıkacak,
manlı Yurttaşlık Yasası ise "kim Osmanlı­ okullar sıbyan ve rüştiye düzeyine kadar
dır?" sorusuna hukuki bir yanıt vermekte­ cemaat esasına göre, fakat devlet denetimi
dir. llk Osmanlı anayasası olan Kanun-i altında açılacaktır. Ancak idadi, sultani ve
Esasi'nin 8. maddesinde bu yanıt şu şekil­ yüksek eğitimin, din ve mezhep açısından
de verilmektedir. "Devlet-i Osmaniye tabi­ karma niteliği Osmanlı kimliğinin aktarıl-
yetinde bulunan efradın cümlesi her han­ ması ve siyasal-toplumsal birliğin sağlama-
gi din ve mezhebten olur ise olsun bila is­ sı için kurulduklarını göstermektedir. Bu
tisna Osmanlı tabir olunur ve Osmanlı sı­ amaç resmi olarak şu cümlelerle belirtil-
fatı kanunen muayyen olan ahvale göre is­ miştir: " ... sunuf-u tebaa etfalinin muhteli-
tihsal ve izae edilir." tan tahsil-i maarif tarikına sevki ve o cihet-
Bu eşitleşme süreci yalnızca din/mez­ le beynlerinde itilaf ve muhadenetin tahki-
hep eşitliği ile sınırlı değildir. Aynı za­ mi kazıyyesi istihsal olunmak için meka-
manda cinsler arasında da bir eşitleşme tib-i idadiyyenin ihdası elzem olduğu ... "

süreci başlamıştır. Tanzimat modernleş­ Osmanlı tarihi ve Osmanlı dili üzerine


mesi kızlara okuma olanağı yaratmış rüş­ resmi kitapların yazılması 1850'lerin ba­
tiye, sanayi ve öğretmen okulları açılmış­ şındadır. Bir yandan yeni okullar açılır­
tır. Kadınlar öğretmenlik yoluyla da ilk ken diğer yandan da 185 1 yılında okul­
kez kamusal yaşamda meslek edinmeye larda okutulacak kitapları "te'lif ve tercü­
başlamışlardır. Yine 1858'de yürürlüğe gi­ me" ettirmek üzere Encümen-i Daniş ku­
ren Arazi Kanunnamesi eşitlik açısından rulmuştur. Bu aslında resmi ideoloji ve
önemli bir adımdır. tarih yazımı açısından da önemli bir dö­
nüm noktasıdır. Ancak bu kurum bekle­
nen hizmeti çeşitli nedenlerle vereme­
RESMi lbEOLO]l OLARAK
miş, 1 862 sonrasında da kaybolup git­
OSMANLI K1MLIG1
miştir. Öte yandan bu dönemde kurulan
19. yüzyılda kullanıldığı anlamı ile "mil­ eğitim bakanlığının aynı zamanda basın
let" dini topluluk, cemaat anlamına gel­ üzerinde bir sansür merkezi haline gel­
mektedir. Ama modernleşme sürecinde meye başlaması son derece anlamlıdır.
"millet" bir kavram olarak bugün kullan­ Tanzimat dönemi eğitim programları nda
dığımız anlamda ulus'a dönüşmeye başla- "ulüm ve fünün" derslerinin din dersleri-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

ne oranla daha fazla yer aldığı ve rüştiye mektedir. Bilindiği üzere bu tiyatronun
sonrası eğitim kurumlarında din dersleri­ oynanması ardından yapılan gösteriler,
ne hemen hemen hiç yer verilmediği dik­ oyunun yasaklanmasına ve Namık Ke­
kat çeker. Bu durum II. Abdülhamit'in mal'in sürgün edilmesine neden olmuş­
yaklaşık ilk 15 yıllık iktidarında da böyle tur. Ancak duyulan rahatsızlığın asıl ne­
devam etmiştir. denini gösterilerde değiİ, itaat ve bağlığın
Daha 1 838'deki bir lahiyada (bir kişi­ padişah yerine vataıı'a yöneltilmesinde
nin) " .. . cehli cihetiyle devletin ve o süret­ aramak gerekir. Yeni Osmanlılar için va­
le nail olduğu nimetin kadrini ve devlet tan kavramı, parlamento ve anayasalı bir
ve memleket muhabbeti ne demek idü­ rejim talebiyle özdeşleşmeye başlamıştır.
ğünü bilmeyerek kendi�ine ve ı;nilletine
fai_de�i olnıayacağı aşikar o lmağla . . . '.'
II. ABDÜLHAMiT:
cüml�lerini okumak olana�lıdır. Bu ifade­ GELENEKÇi MODERNIZM
d�ki devlet ve merrıleket sevgisi bir süre
386 s.orira kavram olarak yerini "v�t�n"a bıra­ Resmi ideoloji ve resmi tarihin sistemati­
kacaktır.. Ortak siyasal coğrafyanın, topra­ ze edilmesi ve kurumlaşması il. Abdülha­
$ın yani "vatan"m kutsanm a.sı ve ··�atan­ mit döneminde yeni bir merhaleye girmiş
severliğin" teşvik edih:ne�i. Ösmanlıcılık
·
. ve sonraki dönemlere miras kalmıştır. il.
açısı�da.n önemsenmiştir, Abdülhamit, eğitimi, mutlak monarşinin
Bu dönemde ders kitabı olarak yazıla­ kendisini yeniden üretmesini sağlayacak
cak "ahlak risalesi" için öngörülen içerik­ bir kurum olarak kullanmaya çalışmıştır.
te insanın dinine, ana babasına, öğret­ Onun döneminde yürürlüğe giren dinsel­
menlerine, kendi cinsine, nefsine, yöneti­ leşmeden umulan başlıca amaç, bir siya­
cilere, "vatan"a karşı görevleri ile lıava­ sal otorite olarak padişaha (kendisine)
nin-i nıenılehete riayet de yer almaktadır. bağlı ve sadık bir kuşak "ubudiyet göste­
Ayrıca "Tarih-i Osmani" ders kitaplarının ren bendegan/elite" yetiştirmektir. Bu
yazımı için belirlenen kurallardan biri de dinselleşmenin ideolojik boyutu bir ls­ "

"vatan sevgisini (nııılıabbet-i vataniyyeyi) lam-Tiirlı Sentezi" oluşturmak çabasıdır


aşılayacalı" tarzda olmasıdır. ki buna biraz aşağıda değineceğiz.
Vatan kavramının yüceltilmesi vatanse­ Bu dönem, ders program, müfredat ve
verliğin teşvik edilmesi Tanzimatçıların kitaplarında yer alan fikirlere bakarak, ge­
beklemediği bir siyasal kriz yaratmıştır. leııelıçi moderniznıin dönemi olarak nite­
Vatan ve vatanseverlik Tanzimatçılar ka­ lenebilir. Zira Abdülhamit bir yandan ls­
dar onların baş muhalifleri olan Yeni Os­ lamiyeti bir ideoloji halinde kullanmaya
manlılar Cemiyeti'nin de üzerinde hassa­ çalışırken, öte yandan ilerlemeye ve bili­
siyetle durduğu ve kullandığı kavramlar­ me son derece önem vermiştir. Onun ye­
dır. Bu kavram Namık Kemal'in Vatan ya­ tiştirmeye çalıştığı insan tipi padişaha
hut Siliste oyunu ile patriyotik (vatanse­ dini bağlarla bağlı, ama "mütefennin" bir
verce) bir içerik kazanmıştır. Vatan Ya:lıııt kişiliktir. Fakat iktidarının ilk on yılında
Si_listre'nin tespit .. edebildiğimiz . kadarıyla uygulamada kalan eğitim programı mu­
şimdiye kadar edebiyat tarihçilerinin ilgi­ halif bir kuşağın doğmasına katkıda bu­
sini çekmeyen iki farklı finalle-biten bas­ lunmuş, bu yönelim farkedildiğinde eği­
kıları bulunmak�adır. Eserin gizli baskıla­ tim sistemi dinsel bir içeriğe büründürül­
rında tiyatronun finali "Yaşasııı Vata1ı! Ya­ müş, ama bir işe yaramamıştır. Sıfatların­
şasın Osmanl ılar!" diye biterken, resmi dan biri "Maarifperver" olan II. Abdülha­
izinJe yapılan baskılarınd a "Padişahım mit dönemi, her düzey okul sayısında ve
Ço h Yaşa ! Padişahım Çolı Yc:ışa" diye bit- okullaşma oranında (cemaat ve yabancı
R E S M i i D E O L O J i N i N D O C'; u ş u V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

okullar da dahil) en çok artışın meydana memur yetiştirme amacındadır. Eğitim


geldiği dönemdir. Bir yandan geleneksel programlarına Ortodoksluk, mutlakiyet
eğitim yapan sıbyan okulları modern eği­ ve milliyet esasına dayanan üç prensip
tim yapan iptidailere çevrilmiş ve yanı sı­ hakimdir.)
ra yeni iptidai okullar açılmıştır. lkinci Eğitimde dinselleşme ilk kez 1 882 yı-
olarak özellikle idadi düzeyi eğitime bü­ lında başlayan din derslerinin arttırılması
yük önem verilmiş ve sivil idadiler asıl bu yönündeki tavsiyeler yapan bir komisyo-
dönemde açılmaya başlamıştır. Bu dönem nun kurulması ile başlar. Okullarda "me-
bir anlamda idadiler çağıdır. Üçüncü ola­ deniyet-i islaıııiyyenin teralılıiyat-ı 111addi-
rak Hukuk, Güzel Sanatlar, Ziraat, Tica­ yeye 111ani değil, bellıi en ziyade mıisaid ol-
ret, Orman, Maden, Baytar. . . gibi yüksek duğu i'tihadını yerleşlirecelı asarın etfal-ı
okullar kurulmuş, Mülkiye Mektebi yeni­ tebaaya ta'lim" ettirilmesi de istenir. ilk
den yapılanmıştır. Bu okullar II. Meşruti­ uygulamanın 1883-1 884 yılından itibaren
yet ve cumhuriyetin yönetici eliti için de Şam rüştiyesinde başlandığı tahmin edil­
bir kaynak olacaktır. Eğitimin alt yapısı­ mektedir. Mekteb-i Sultani, erkek öğret- 387
nın kurulması ve yaygınlaştırılması, Ma­ men yetiştiren Darülmualliminin, kız öğ-
arif N ezareti'nin merkez ve taşra teşkila­ retmen okulu Darülmuallimat, iptidai,
tında düzenlemeler de bu dönemde ol­ rüştiye ve askeri okullara eklenen dersler
muştur. Ayrıca ilginç ve üzerinde durul­ arasında "ulüm-u diniyye" , "ilm-i ahlak"
ması gereken nokta aynı bakanlığın, dö­ ve " fıkh-ı ş erif" "Kur'an-ı Kerim"gibi
nemin ikinci yarısından itibaren ağır bir dersler bulunmaktadır. Ayrıca öğrencilere
sansür kurumuna dönüşmesidir. birlikte abdest alma ve camide namaz kıl-
I I . Abdülhamit D önemi'nde, yaklaşık ma dahil olmak üzere ibadet zorunluluğu
bir zaman vermek gerekirse 1880'li yılla­ da getirilmiştir
rın ortasından itibaren sistemde bir din­ Dinselleşmeden en çok dönemin devle­
selleşme başlamıştır. Tanzimat dönemin­ te eleman yetiştiren askeri ve mülki yük­
den miras kalan eğitim sisteminde din ve sek okulları payını alacak, bu kurumlar
ahlak derslerinin rüştiye düzeyine kadar sıkı denetime tabi tutulacaktır. Dönemin
oldukça az yer aldığı, idadi ve sonrası eği­ sonlarına doğru hazırlanan bir raporda
tim düzeyinde ise yer almadığı, pozitif bi­ bu o kullardan mezun olanların devlet
limlere ağırlık verildiği görülür. Bu ders hizmetine girdiği özenle belirtildikten
programlarının da etkisi ile, resmi belge­ sonra ahlaken ve dinen düşük durumda
lere yansıdığı kadarıyla önce Mülkiye me­ olmaları üzerinde durulmuş, hatta Darül­
zunları arasında "ahval ve atvarı" farklı fünün'un varlığının öğrencileri kötü etki­
bir kuşağın yetiştiği farkedilmiştir. Özel­ lediği, onların ahlakını bozduğu belirtile­
likle Beşir Fuat'ın "bilimsel intiharı" yö­ rek kapatılması önerilmiştir. Bu öneriye
neticileri hemen harekete geçirmiş, "ita­ göre öğrencilerin çoğu mezuniyetleri ar­
atkar ve sadık" bir kuşak yetiştirmek için dından devlet hizmetine gireceklerinden
her düzey okula, ama özellikle devlete dini ve ahlaki niteliklerinin arttırılması
doğrudan eleman yetiştire n askeri ve için dini terbiye ve "akaid" dersine önem
mülki okulların ders programlarına din verilmesi istenmektedir. Dinileşmenin
ve ahlak dersleri eklenmiş, zaman içinde göstergelerinden biri de 1890 yılında "li­
saatleri arttırılmıştır. llginçtir, aynı dö­ san-ı din-i mübin" olan Arap dilinin ge­
nemlerde ( 1 884) Rusya'da l ll. Alexandr, lişmesi, "etfal-i müslimine ta'limini teshil
eğitimde dinin/Ortodoksluğun etkisini maksadı" ve Il. Abdülhamit'in de "inayet
yeniden arttırmıştır. (Rusya'da I. Nikola ve ianeti" ile Darülta'lim adıyla bir okul
döneminde de eğitim� hükümete sadık kurulmasıdır.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

Bazı okulların ders programlarından ta­ en üstünde Allah, sonra son peygamber
rih, coğrafya, ahlak, malümat-ı nafia, ilm­ Hazret-i Muhammet ve üçüncü sırada da
i eşya, hikmet-i tabiiye" gibi dersler "şa­ padişah gelmektedir. Padişah "devlet" ile
kirdan111 alıaid-i diniyyesin i ifsad ediyor" özdeşleştirilir, hatta "devlet" , padişahın
veya "liizünısuz" gibi gerekçelerle kaldı­ "malı" olarak sunulur. Padişah tam anla­
rılmıştır. llginç olan noktalardan biri ida­ mıyla kutsallaştırılmış, padişaha itaatsizli­
dilerin parasız olması konusunda, taşra­ ğin veya başkaldırmanın Allah'a itaatsizlik
dan iletilen görüşlerde idadi ve yülı selı ve isyan anlamına geleceği üzerinde pek
okullara parasız yatılı fahir hallı çoculdan­ sık durulmuştur. Örneğin kız iptidai ve
nın al111nıas111111 ilerde toplumsal bir sonm rüştiye ders programında "Ulüm-u diniy­
yaratacağmın belirtilmesidir. Buna göre ye dersinde okutturulacak konulardan bi­
fakir çocukları okuldan mezuniyetl eri ri "dii.i-i padişahi", yani padişaha dua ko­
sonra da zengin çocuklarından aşağı ha­ nusudur. Zira kişi varlığını padişahına, ya­
yat seviyeleri olacak ve bunun da devletin ni II. Abdülhamit'e borçludur. Bu dönem­
388 adaletsizliğinden ileri geldiğini düşüne­ de yayınlanan dergi ve gazetelerde, ro­
ceklerinden "nihilist, anarşist ve sosyalist manlarda, ahlak ve din kitapları bir yana
gibi muzır fihirleri" hakikat gibi dinleyip tarih, coğrafya, kimya, matematik gibi
bu dünyayı kendilerine göre bir kalıba ders kitaplarının önsözlerinde veya için­
sokmak isteyecekleri vurgulanmıştır. de, gerekli veya gereksiz "padişaha" (ll.
Ahlak kitaplarında dikkat çeken ilk Abdülhamit'e) itaat ve sadaka.tın" gerekli­
nokta, Kant'ın ödev ahlakından söz eden liği ve öneminden, onu hep hayır dua ile
bir iki istisna dışında dinsel/geleneksel bir anmak gereğinden .söz edilmiştir.. Siyasetle
içerik taşımaları, bir din kitabı niteliğinde Ügilenmeyen depolitize bir kuşak yaratma
olmaları ve ahlakı "dinin kendisi" olarak arzusu, öğrencilerin belirlenenler dışında
belirtmesidir. Dinsel/geleneksel ahlakın roman d�hil hitap ohumalarınııı ve siyaset­
amacı "ideal hul" tanımlanmasıdır. le meşgul olmalarmııı yasak olduğu ş u
Konu, bir siyasal sistem içinde düşünül­ cümlelerle belirtilmiştir:
düğünde, " ideal hul"u n aynı zamanda " (U)mür-u siyasiyeden bahs ve anı te­
"ideal teb'a/uynık" olması gerekir. Bunun fekkür talebenin hatır ve hayalinden geç­
yolu itaat ve sadakatin yalnızca siyasal ik­ memelidir. Çünkü havsala-ı iktidarının
tidara/padişaha -ve onun idarecilerine- yö­ alamadığı şeyle vaktini zayi etmek abesle
nelmesini sağlamaktan geçmektedir. Ders­ iş tigal demektir. Ahval-i siyasiye zat-ı
lerde öğretilen ilk konulardan biri "emr-ıil hazrel-i hilafetpenahi tarafından mücer­
müminin padişahımız efendimiz Hazretleri­ reb ve muktedir zevata tevdii olunmuş
ne inhıyad" veya vezaif-i ubudiyet tir. Haz­
' bir vazife-i mühimmedir. Erbabının gayrı
ret-i Muhammet'ten aktarılan hadislerle olanların aklı ermez ... "5
padişaha itaat etmenin Allah'a itaat etmek Kıraat/okuma kitaplarında bile padişa­
demek olduğu, padişaha i taat etmeyen hın yaptıklarına şükretmek, ona sınırsız
toplumların yıkılıp gittikleri sıkça vurgu­ i taat ve sadakat duygularıyla yönelmek
lanır. Peygamberin hadisi şudur: "Her şa­ gereğine işaret edilen bölümler bulunur.
hıs h i emr-i sultana itaat ederse bana itaat. ll. Abdülhamit'in kendisi ve dönemi övgü
etmiş olur. Baııa itaat eden . adcım cenab-ı dolu cümlelerle anlatılır. Eğitim ve "ilm
hahha itaat etmiş olıır. . Bir adcım Jıi .eınir ve tahsil etmek" üzerinde pek sık durulmak­
sultana münlıad ve muti. olmazsa bana asi la, bu düşünceler din ile meşrulaştırıl­
olw: Ve bana asi olan cenab-ı Jıalıha asi ol� maktadır. Dini okuma parçaları, bilimsel
nrnş olur" 4 itaat konusunda üçlü bir hiye ­ okuma parçalan ve popüler okuma par­
rarşi söz konusudur. Bu üçlü sıralamanın çaları birlikte verilmektedir.
R E S M i i D E O L O J i N i N D O (°; U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

Okulda gerçekleştirilen törensel etkile­ lan ve duvarlara asılması istenen bir ta­
rin de siyasal tutum inanç ve duygu oluş­ kım resimler (tablo/gravür) vardır. Bun­
turmakta rolleri old uğu bilinmektedir. lardan ilki, Macar Krallığı'nın kurulma­
Armalar, kutsal günler, (padişahın doğu­ sında Osmanlı Devleti'nin rolünü vurgu­
mu, tahta çıkması. . . ) bayrak töreni, söy­ layan, Macar Kralına taç giydirme töreni­
levler, ulusal kahramanların yaratılmas ı ni resmeden bir tablodur. Bu olayı tasvir
ve yeni kuşaklara aktarılması bu yöntem­ eden ve ressam Nazmi Ziya Bey tarafında
lerden bazılarıdır. Sabah ve akşamları yapılan tablonun büyük fotoğrafları bü­
"padişaha dua" edilmesi, "Padişahım Çok tün okullara gönderilmiştir. Ayrıca öğret­
Yaşa ! " biçiminde bağırılması gibi törenler menlerin bir padişahın diğer bir padişaha
de ll. Abdülhamit döneminde kurumlaş­ krallık tacı giydirmesinin azimet ve ihti­
mış, ll. Meşrutiyet'e, ardından Cumhuri­ şam açısından önemini Osmanlı padişahı
yet'e tema ve içerik değiştirerek ve arta­ ve ülkesinin üstünlüğü, azameti, Avrupa
rak devretmiştir. krallarının korkusu v.b. konularının ay-
il. Meşrutiyet döneminde öğretmenler rıntılı anlatımı istenmiştir. 6 Bu tür etkin- 389
resmi ideolojinin militanı olarak görül­ likler savaş ortamı içinde ulusal gururu
müştür. Öğretmen okulları parasız yatılı okşayıcı, özgüveni yükseltmeye yönelik
hale getirilmiş, yatılı olmayan öğrenci ka­ çabalardır. Öğretmene verilen görev "me-
bulü de yapılmıştır. Öğretmenlikten ayrıl­ fahir-i milliyenin" en güzel örneklerinden
mak ise güçleştirilmiş, 8-10 yıl arası zo­ olan bu olay ile ilgili "ecdada hürmet ve
runlu hizmet getirilmiştir. Erkek öğret­ muhabbeti telkin ederek hissiyat-ı vatan­
men okullarında da " talim ve endaht" perveranelerini tenmiye" etmektir.
dersi eklenmiştir. Öğretmenler üzerinde­ Endoktrinasyon araçlarından biri d e
ki kontrol arttırılmış, öğretmenlerin yanı­ "mekteb temsilleri"dir. Birinci Dünya Sa­
sıra öğretmen okulu öğrencilerinin de si­ vaşı sırasında eğitim bakanlığı tarafından
yasetle ilgilenmeleri, bir derneğe üye ol� okullarda mektep temsilleri yapılması ko­
malan yasaklanmıştır. nusunda düzenleme yapılmıştır. Temsiller
Endoktrinasyonun bir parçası olan ders aracılığı ile ulusal duygu ve heyecanların
objeleri müfredat programlarında "Leva­ öğrencilere aşılanması amaçlanmıştır. Bu
zıııı-ı Terbiyeviye ve Tedrisiye" başlığı ile nedenle temsillerin daha çok tarihi olay­
düzenlenmiş, okullarda olması gerekli ob­ lardan seçilmesi, vatan ve millet duygula­
jelerle bulunacakları yerler ayrıntılı olarak rını coşturması istenmiştir.
saptanmıştır. Örneğin buna göre zorunlu
eşyaların başında bir büyük Osmanlı bay­
DlNlN DEVLETLEŞTlRlLMESl
rağı ile küçük Osmanlı bayrakları gelmek­
tedir. Büyük bayrak, kapı ya da direk üze­ Elde kalan topraklar içindeki nüfus kom­
rinde asılı duracaktır. "Besmele-i şerif" ise pozisyonu, siyasal egemenliğin yitirildiği
Osmanlı bayrağının altında bir yere kona­ fakat idari egemenliğin sürdüğü yerlerde­
caktır. Besmele-i şerifin altında okulun adı ki tebaanın ağırlıklı olarak Müslüman
bulunan levha, onun altında ahlaki, içti­ oluşu, (tıpkı Jön Türklerin de yaptığı gi­
mai ayet ve hadisler ve Türkçe anlamları bi) il. Abdülhamit'i lslamiyeti, siyasal ve
yer alacaktır. Sınıflarda kürsü arkasında toplumsal birliği sağlayıcı bir ideoloji ola­
"padişahım çok yaşa" levhası ile padişah rak kullanmaya yöneltmiştir. H:- f\b M lha.�
t�sviri bulunacaktır. Ayrıca milli şarkı ve I11 i t "panislaıpis(' ideiiH�.r p�şiııı;l._� plmıık­
_
-
marşlar.. da duvarlara asılacaktır. tan çok, lslanıiyeti kullal}arıık eld\!.hulu­
Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru naİı Osmanlı ülk(!,Sini, üşteli_k �oğu.nluğu
açıklamalı kitapçıklarıyla birlikte dağıtı- tv1üsl 11 man . ye ayrılmıı eğilim�rıde. bulu�
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

nan Arnavutlar, Kürtler ve Araplar gibi konularla birlikte ve asıl "cihat" ve bağ­
unsurları da bir arada tutma amacındaki lantılı olarak padişaha itaatin öneminden
savunmacı bir lslamcılık peşindedir. lsla­ söz edilecektir. Bir dinsel yükümlülük
miyet, içte birliği sağlamak için, devletle­ olarak padişaha ve yöneticilere itaat ba­
rarası ilişkilerde de bir "tehdit ve denge" zen farz, bazen de vacib olarak tanımlan­
aracı olarak kullanılnuşur. maktadır.
Dinselleşmenin bir başka nedeni bu Diğer mezhepler küçümsenmemekle
dönemde misyonerlik faaliyetlerinin art­ birlikte özellikle tarih kitaplarında Şiiliğe
ması ve Hıristiyan okullarında lslarn dini­ bakışın farklılığı hemen göze çarpar. Ya­
ni eleştiren propagandaların yapılmaya vuz Sultan Selim'in Anadolu'yu Şiilerden
başlamasıdır. "temizlemesi", Anadolu'nun Sünnileştiril­
Sanıldığının aksine, ll. Abdülhamit bir mesi ve Hilafet'in Osmanlı hanedanına
toplumsal güç durumundaki ulemayı ve geçmesine ders programlarının değişime
fukahayı ve onların elindeki medreseyi sis­ uğramaya başladığı " 1 89 1/1308 tadilatı"
390 tem dışına itmiş, din konusunda da tek öncesinde yazılan tarih ders kitaplarında
otorite olmak istemiştir. "ulema" önce eği­ pek fazla değinilmezken, sonrasında bu
timden (ilk öğretimden ve maarif vekale­ konuya ayrılan yerler artacaktır. Yavuz
tinden), sonra Hukuk Fakültesi'nin kurul­ Sultan Selim'in "Şiileri katledişi" Anado­
masıyla hukuk alanından, son olarak da lu'da karışıklık yaratan ve tahrikat çıka­
Darülfünün'daki yüksek din bilimleri bö­ ran sufilerin şeytaniyetkarilerine son ver­
lümünün kurulmasıyla din alanından dış­ mek için harekete geçip 40 bin kadar
lanmıştır. ulema yerine, padişaha bağlı ve Şii(sufi)'yi "dirlik ve düzenlik" "birlik ve
devletin resmi dinini aktaran bir din adamı bütünlük" adına "defetr ettiği"\öldürdü­
sınıfı gayreti gözlenmektedir. J(ısaca "ule­ ğü, "temizlediği" veya "kılıçtan geçirdi­
ma ve medrese" son kalelerini Il. Abdülha­ ği" ... gibi ifadelerle anlatılmaktadır. Şiile­
mit döneminde yitirıniştir. Artık din, dev­ rin öldürülmesinin lslam'ın ve devletin
letin tam denetimi altında bu yüksek okul­ birliği, Müslümanlar arasındaki bölünme­
da yeniden üretilen bir "resmi lslam"a dö­ nin ortadan kaldırılması, Müslümanların
nüşecektir. Pin, siyasal sisteme. bağlılığın bir merkeze bağlanması gibi kutsal amaç­
sağlanmasında temel değer olduğu için larla gerekçelendirilmiştir.
"ulema" ya da "medres.e" eliyle değil, dev­ Mekteb-i Sultani'nın Tanzimatçıların
let eliyle öğretilmeye başlanmışur, Devlet düşü olması gibi Aşiretler Mektebi de bir
okullarında öğretmenlik yapan medrese Abdülhamit düşüdür. Bu okul Müslü­
kökenliler yavaş yavaş azalmış, onların ye­ manlar arasında ayrılıkçı (ulusçu) eğilim­
rine devletin denetiminde olan öğretmen lerin başladığı bir dönemde, siyasal/top­
okullarından mezun öğretmenler atanma­ lumsal birliğin sağlanması için "din/lsla­
ya başlamıştır. 11. Abdülhamit'in medrese miyet" bir ortak paydası çimento gibi dü­
ve camiden çok okula önem verdiği görül­ şünülerek kurulmuştur. Bu okuldan önce
mektedir. Kendisi de fırsat düştükçe açtığı Harbiye, Mülkiye ve Halkalı Ziraat mek­
okullarla övünmüştür. tebinde "Sınıf-ı Mahsüs "lar açılmıştır.
11. Abdülhamit Dönemi boyunca lslam Aşiret Mektebi, öncelikle Arabistan civa­
ile itikatta Sünnilik ve amelde Hanefilik rında bulunan ve Osmanlı Devleti'ne so­
mezheplerinin resmi din ve mezhep ola­ run yaratan, başkaldıran, vergi vermeyen
rak kabul edildiği ve okullarda benimse­ aşiretlerin "yola getirilmesi", "medenileş­
tilmeye çalışıldığı görülmektedir. Büyük­ tirilmesi" için kurulmuş ve kullanılmıştır.
lerin çocukları, kocaların da karılarını Başlangıçta yalnızca Arap aşiretlerinden
ibadete zorlamalarının meşru olduğu gibi çocuklar alınırken, zamanla Kürt aşiretle-
R E S M i i D E O L O J i N i N D O G U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

rinden ve Arnavutluk'tan çocuklar da ka­ yaygın ve merkezi bir biçimde yeniden


bul edilmiştir. Okulun kurulma tasarısın­ örgütlenmesi sırasında ders ki taplarının
da belirtilen amaç, bu bölgelerin bilim ve içerikleri üzerinde özenle ve önemle du­
eğitimden pay almaları ve "Isli'un milliye­ rulacaktır. i l. Abdülhamit Dön em i'nin
ti" açısından "necat ve selamet, helak ve ikinci yarısında, Maarif Nezareti aracılığı
vahamet yollarını fark ve temyiz edebil­ ile genelde süreli ve süresiz yayınlar, özel­
meleri"dir. Bu okulda okutulmak üzere de ise okul kitapları için bir denetim me­
yazılacak bir kitabın Osmanlı Devleti'ııi kanizması/sansür getirmiştir. llk kez ya­
yıiceltici ve onun "millet-i islamiyye ve yınlanmaya başlayan müfredat program­
milel-i saire için haiz bulunduğu mevkii" ları ile yazılacak ders kitaplarının içerik­
vurgulayarak, çocukların Hilafet ile Salta­ leri de oldukça ayrıntılı olarak belirtil­
nat'a yönelik zaten varolan "meyi ve mu­ miştir. Sonunda 1893 yılında iptidai, rüş­
habbetlerini" bir kat daha arttırıcı, şer'en di ve idadi okullarında kullanılacak bü­
ve kanunen yükümlü oldukları sadakatle­ tün kitapların nezaretçe seçileceği ve eği-
rini ve dini görevlerini takviye edici ol­ timin "muallimlerin içtihadlarına mahvel 391
ması istenmiştir. olmakdan kurtarılarak tevhid ve tensik
kılınması" kararlaştırılmıştır.
RESMi TARiHiN KURUMLAŞlV!ASI
Resmi tarihin kurumlaşması asıl il. Ab­
VE ISLAM-TORK KlMLIGI dülhamit döneminde gerçekleşmiştir. Ta­
rih kitaplarında vurgulanması, öne çıka­
Eğer il. Abdülhamit döneminde Osmanlı rılması istenilen konular yer aldığı gibi,
D evleti için bir tür Kimlih Kartı/Nıifus önceki dönemde yazılan tarih ders kitap­
cüzdanı hazırlansaydı büyük bir ihtimalle larından bazı bölümlerin çıkarılması veya
şöyle b ir tablo o r taya çıkardı. Atası: Fransız lhtilali'ni anlatımı gibi bazı bö­
Nuh'un oğlu Yafes; Babası:Yasef'in Oğlu lümlerin tamamen yasaklanması söz ko­
Türk; Kardeş leri: Tatar, Moğol, Hun, nusudur. Hatta kitaplarda kullanılan söz­
Ulah, Macar, Bulgar; Dini: lslam; Mezhe­ cükler bile elemeden geçirilecektir. Resmi
bi: Sünni-Hanefi Uygarlığı: lslam ve Av­ tarih yazımının bir özelliği kimi kişi ve
rupa, Irheıı Ahrabalan: Rum, Acem, Arap olayların geçmişten silinmesidir. Abdül­
ve Avrupa. hamit döneminde bunun da örneklerini
Ders kitaplarının içerikleri resmi ide­ bulmak olanaklıdır. Örneğin V. Murat hiç
olojinin mütemmim cüzü olan resmi tari­ padişahlık yapmamış, hatta yaşamamış ve
hin anlaşılması açısından ayrı bir değer Osmanlı sultanları arasında yer almamış
taşır. Zira öğrencilere aktarılması gereken gibidir. Bunun yanısıra l. Meşrutiyet, Yeni
"değer"lerin içerikleri ilk kez titiz bir süz­ Osmanlılar Hareketi, Namık Kemal, Ali
geçten geçirilirken, egemen siyasal kültü­ Suavi, Ziya Paşa, Mithat Paşa, Kanun-i
rün, resmi ideolojinin, resmi tarihin ve Esasi, Meclis-i Mebusan gibi konular ta­
resmi tarih yazıcılığının oluşumu söz ko­ rih ders kitaplarında hiç yer almayacaktır.
nusudur. Gerçekte, yüzyıllardan beri va­ Genelde tarih ders kitapları Abdülme­
kanüvislerin sürdürdükleri bir meslek cit'in padişahlığı ile bitmekte ve çoğun­
olan resmi tarih yazıcılığı, Osmanlı lmpa­ lukla ll. Abdülhamit'in cülüs tarihi sonra­
ratorluğu'na hiç de yabancı bir kurum de­ sına ilişkin hiç bir bilgi yer almamaktadır.
ğildir. Ancak, "tarih" artık, vakanüvisle­ Bu nedenle bu tür kitapların sonuna ekle­
rin yazdığı, oldukça dar bir elitin istifade nen padişahlar listesinde Abdülmecit'ten
ettiği ve yazma olarak çoğaltılan resmi sonrakilere yer verilmediği için il. Abdül­
olayların kronolojisi dışında anlam ve iş­ hamit'in padişahlık sırası değişmiş, bazen
l ev taşımaktadır. Bu nedenle, eğitimin 3 1 . bazen 32. pad,işah olmuştur.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

Üzerinde durulması gereken konular­ Arab, Gürcü, Rum, Emıeni, Bulgaı; Anıa­
dan biri, pozitivist bir etkilenme ile yeni­ vud, Ulalı, Yahudi, olmalı üzere başlıca
leşmeci (teceddüt) ve ilerlemeci (terakki) selıiz lıavııı-i gayrınııislim dalıi vard ı r.
düzçizgisel yaklaşımın resmi tarihin bir Bunların cıiııılesi Osmanlı nanı-ı celili al­
parçası haline gelmesidir. Tarih kitapla­ tında ımitlelıidirler. ... asl-ı elsine-i Tiirlıi­
rında, "modernleşme" III. Ahmet zama­ den rııadııd olan Osmanlı lisanı bir lisan-ı
nındaki kıpırdanmalara ve Ill. Selim dö­ ııııııimi olduğu gibi islaıııiyeı ve o meyan­
nemindeki değişimlere kadar geri götü­ da ıııezlıeb-i celil lıarıefi elıseriyet ·iizere
rülmekte, ama asıl "terakki ve teceddüt" lııilımi cari olan diyanet ve mez/ıebdiı:
11. Mahmut'la başlatılmakta, ilerleme Ab­ Devleı-i Osnıaniyye'nin pay-ı ıalıtı belde­
dülmecit döneminde de devam etmekte i tabiyye Kostaııtiniyye olııb bıırada fer­
nihayet il. Abdülhamit ile birlikte doruğa nıaıı-ı lıülııımet olan zat-ı şevlıet semat
çıkmaya başlamaktadır. ıımıinı Osnıaıılılar'ııı paclişalıı ve sııltanı
1 1 . Abdülhamit döneminin resmi ide- olduğıı gibi hilafet ve imaıııet-i celile lıe­
392 olojisi lslamcılık yerine "lslam-Türk Sen­ sabıyle bıitıiıı dünya yıiziinde bıılııııaıı ilıi
tezi" olarak nitelenebilir. Bu döneminde­ yüz milyon lıadar elıl-i islaıııın nıerci'-i
ki "lslam-Türk Sentezi"nde "Türklük" ls­ mıılıaddesidiı: "8
lam potası içinde eritilen ve anlamlandırı­
Il. Abdülhamit döneminde lslam Tarihi
lan ikincil ve/veya yedek bir kimlik ola­
dersinin okul programlarına eklenmesi ve
rak sunulmuştur. Özellikle Osmanlı-Yu­
saatlerinin arttırılması eğitimdeki dinsel­
nan Savaşı ardından, dergi ve gazetelerde
leşmenin bir parçası olarak gerçekleşmiş,
bir kültürel kimlik çerçevesinde Türklük
zaman içinde "Tarih-i Umumi" dersi kal­
üzerine çeşitli yazılar, yayınlar görülecek­
dırılırken, bu ders varlığını sürdürmüş­
tir. Ancak basındaki bu yönelimin tersi­
tür. lslam tarihi ders kitapları, Osmanlı
ne, dönemin ikinci yarısından sonra ders
Devleti'nin orijini ile ilgili düşünceleri en
kitaplarındaki "Türklük" vurgusu gittikçe
iyi yansıtan kaynaklardır. Bu kitaplarda
azalacak, lslam vurgusu daha hakim bir
tarihin evrilişi genellikle üç bölümde iş­
nitelik kazanacaktır.
lenmekte, tarih Adem'in yaratılışından
Osmanlı kimliği zaman zaman kullanıl­
başlayarak Tarilı-i Enbiya> Tarilı - i Is­
makla birlikte hakim bir tanım değildir.
lam> Tarilı-i Osmaııi biçiminde sıralan­
Örneğin coğrafya kitaplarında Osmanlılık
makta ve Osmanlı Devleti lslam tarihinin
bir kimlik olarak vurgulanmakta veya Os­
bir parçası olarak ele alınmaktadır.
maııl ılılı, 1slamiyet, ve Tiirlıliilı birer kim­
Bu anla tımlarda Osmanlı Devleti'nin
lik olarak ifade edilmektedir.
kökeni ve kendisine atfettiği kutsallık
Anado l u- i Şalıaııeııiıı . . . lnsm-ı lu i l lisi açısından iki kaynak göze çarpmaktadır.
Tıirlı, ve mütebahıyesi Arab, Kürt, Laz, Bunlardan biri, Türklerin Nuh'un oğulla­
Çerlıes, Rıım, Ermeni ve Yalıudiden mü­ rından olan Yafes'in soyundan geldiğinin
relılıeb olup, lıepsi Osmanlı namı altında belirtilmesidir. Bu soyun Avrupa soyunu
buluıımaga mıiftelıirdir(a.b.ç.). "7 da içerdiği ve buna bağlı olarak Selçuklu
ve Osmanlılar'ın da Türk soyundan gel­
Bir başka tanımlama da şudur:
dikleri ve Avrupa ile "alıraba" oldukları
"Hey'et-i mıittelıide-i Osmaııiyye Tarlı, vurgulanacaktır. ikinci olarak, Osmanlı
Arab, Kıird, Laz, Boşııalı, Pomak, Çıtalı, Devleti, hem bir uygarlık, hem de bir si­
Arnavud, Çerlıes, Tatar, Mongay, Güreli, yasal güç olarak lslamiyet'in taşıyıcısı ve
olmalı ıizere başlıca onilıi miislıiman lıa­ Arapların da ırken akrabası olarak sunul­
vimden ııııiteşelı lıil olııb bwıdan maada makta, 11. Abdülhamit dönemi düşün ya-
R E S M i i D E O L O J i N i N D O G U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

şamının temel temalarından biri olan ls­ Doğrudan askeri okullarda okutulan ta-
lamiyet'in ilerlemeye engel olmadığı savı rih kitaplarınaa Tarlı kavmi konusu üze-
da ders kitaplarında işlenmiştir. "Şer'en rinde daha uzun ve ayrıntıyla durulmuş-
din ve milletin bir olması" nedeniyle bü­ tur. (Askeri okullarda okutulan kitapları
tün Müslümanların kardeş olması ve Os­ sivil okullarda okutulanlardan farklı ola-
manlı öncesi lslam tarihinin bilinmesinin rak Meclis-i Maarif-i Askeri komisyonu
önemi üzerinde durulmuştur. tarafından saptanmakta, incelenmekte,
Bazen Türklerin lslamiyet'i kabul et­ önerilmekte ve basılmasına izin verilmek-
meden önce vahşi, as i ve yağmagir ol­ tedir.) Bu bize II. Meşrutiyet döneminde
dukları üzerinde, bazen de sadılı ve itaat­ subaylar arasındaki milliyetçilik ideoloji-
lıar oldukları vurgulanmıştır. Üzerinde sine bağlılığı da açıklamakta yardımcı ol­
durulan bir diğer konu Türklerin lslami­ maktadır. Bir dönem askeri okullarda
yet'i kendi rızaları ile seçmeleridir. Adeta okutulan Siileyıııaıı Paşa'nın Tarilı-i Alem
Türkler lslamiyet'i kabulleri sonrasında adlı 1 876 yılında yayınlanan genel tarih
daha olumlu bir kimliğe bürünüp, mede­ kitabının önemi, ilk kez erken Türk tarihi 393
nileşmişlerdir. Türk soyundan gelen Sel­ ve mitoloj isinin ilk çağdan başlayarak
çuklulara ve Osmanlılar'a, lıaos'daıı hoz­ üzerinde uzun sayfalar boyunca durması-
mos'a, lslami söylemle " ııizam-ı alem"e dır. Bu kitabın bir özelliği de, yaratılış so-
geçiş misyonunun da yüklendiği görül­ runu ile ilgili hem dini hem de bilimsel
mektedir. lstanbul'un saltanat ve hilafet bilgileri içiçe anlatmasıdır. "Alem"in tarihi
merkezi, padişahın ülkedeki bütün Müs­ ve dünyanın yaratılışı konusunda pozitif
lüman ve Hıristiyanlann hükümdarı , bilimler çerçevesinde bilgi verilmekte.
dünya üzerindeki bütün Müslümanların dünyanın gaz halinde oluşu ile başlayan
halifesi ve hamisi olduğu güçlü bir bi­ oluşum süreci "nebatatın", "hayvanatın"
çimde vurgulanacaktır. ve en nihayet insanın yaratılışı ile devam
Bir süre sonra ders programlarından çı­ eden bir sıra ile anlatılmaktadır. Kitapta,
karılmaya başlanacak olan " Genel Ta­ sonraki tarih kitaplarına da girecek olan
rihffarih-i Umumi" kitaplarında, dünya Türklerin Yafes'in gözde oğlu olan
üzerindeki ırkların Nuh Tufanı sonrasın­ Tıirlı'teıı geldiği, buna bağlı olarak erken
da Nuh'un oğullarından çıktığı belirtil­ Türk mitolojisi ve Türklerin soyağacı, Ya-
mektedir. Bu kitaplarda Türklerin Orta fes'in oğullarının yeryüzünün çeşitli yön-
Asya'ya ve sonra da Avrupa'ya yayılmaları lerine dağılışı, Türk'ün uygarlığa katkıları
ve Oğuz Han ile Hunlar, Tatarlar, Moğol­ ayrıntılı olarak anlatılacaktır. Örneğin Os­
lar, Peçenekler, Özbekler gibi Türk ka­ manlılar'ın atasının Türk olduğuna ilişkin
vimleri hakkında bilgiler verilerek Macar­ "mitos"a göre Oğuz Han'ın üç oğlu vardır.
ların, Btılgarlanıı ve Ulahların ayrıca Sel­ "Glin Han Osınaıılılar'ııı, Deniz Han Sel-
çukluların atasının Türk olduğu belirtilir. çulılarııı ve Dağ Haıı Oğıız ismiyle ıııarııf
"Nuh'un oğlu Yafes'in oğlu Türk" biçi­ olaıı Tıirlıleriıı Cedd-i alasıdır. . " 9 Anlatım-
.

mindeki soyağacı Türklüğü kutsallaştırır­ da Türklerin bir yandan Avrupa ile olan
ken Osmanlı hanedanının Oğuz Han nes­ akrabalığı, diğer yandan da Macarlar, Bul-
linden olduğunun altı çizilmektedir. garlar ve LelıHlerle olan akrabalığı, aynı
Sivil okulların tarih ders kitaplarında, soydan geldikleri, dolayısıyla onların da
bir kaç istisna dışında, Osmanlı Devleti Türk oldukları vurgulanır. Bu vurgunun
kurucularının Türk soyundan gelişi ge­ "Panslavizmin" Balkanları faaliyet alanı
nellikle bir kaç cümle ile belirtilmekte, olarak seçtiği yıllarda ortaya çıktığını bir
ama Türklük vurgusu kısa tutulmakta ba­ not olarak kaydetmek gerekir.
zılarında ise belirtilmemektedir. Dönem boyunca askeri okullarda akutu-
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B I R 1 K 1 M 1

lan ve benzer anlarımı içeren diğer kitap­ metinler ve çizimler ders kitaplarına gir­
lar, Atatürk'ün de hocası olan ve Cumhuri­ meye başlamıştır. Öğrenciler okula, sınıfla­
yet dönemi dahil uzun yıllar tarih hocalığı ra girip çıkarken Il. Abdülhamit dönemin­
yapan Mehmet Tevfik'in Osmanlı Tarihi ile de olduğu gibi "Padişahım çok yaşa ! " diye
Bahriye'de kullanılan, Mehmet Şükrü'nün bağırmamakta, ilahiler ve "vatan-millet"
Osmanlı Tarihi kitabıdır. Bu okullarda oku­ manzumeleri, şarkıları ve marşları söyle­
tulan coğrafya kitaplarında da Türk kö­ mektedirler. Ders kitaplarında yakın siya­
kenli kavimlerin özellikleri ve bulunduk­ sal tarih Jön Türklerin eylemleri ile ittihat
ları yerlere ve "Ttıran Jıavmi içinde Tiirk ve Terakki iktidarını meşrulaştırıcı bir
neslinden" sık sık söz edilmektedir. tarzda anlaulmakta, Il. Abdülhamit öğren­
cilere "müstebit" bir padişah olarak tanı­
II. MEŞRUTiYET: "TÜRKLEŞMEK, tılmak tadır. I l . Meşru tiyet'le birlikte
ISIAMLAŞMAK, MUASIRLAŞMAK" "Hürriyet'in llanı" olarak da adlandırılan
anayasanın yeniden yürürlüğe konulması
394 il. Meşrutiyet Dönemi, görünüşte Osman­ ilk kez milli bir bayram (id-i milli) sıfatıy­
lıcılığın yeğlendiği izlenimi verse de 11. la kutlanmaya, o gün okullar tatil edilme­
Abdülhamit dönemindeki " lslam-Türk ye başlamıştır. Il. Abdülhamit Döneminde
Sentezi", "Türk-lslam Sentezi"ne dönüş­ kullanılamayan vatan, millet, devlet, ana­
müş, Türklük ve Türk milliyetçiliği vurgu­ yasa, meclis, seçim, yasa, mahkeme, yurt­
su hakimiyet kazanmıştır. Ancak sistema­ taş gibi kavramlar kutsallaştırılmış, eğitim
tik bir ideoloji olmaktan çok inşa halinde az çok laik/ulusal değerleri içeren katılım­
bir görünüm sunmaktadır. il. Meşrutiyet cı bir siyasal kültürün aktarıldığı bir süreç
döneminin resmi ideolojisini Ziya Gö­ haline dönüşmeye başlamıştır. Tanzi­
kalp'in önce yazı dizisi sonra da 1918 yı­ mat'tan beri uygulanamayan ilkokulun
lında kitap haline gelen kitabının başlığı zorunluluğu ilkesi kısmen de olsa bu dö­
özetlemektedir: "Türk­ nemde gerçekleştirile­
leşmek, lslamlaşmak, bilmiş , bu a m a ç l a
Muasırlaşmak." Aslın­ okul çağına gelen ço­
da bu slogan lttihat ve cukların listeleri çıka­
Terakki'nin de parti rılmıştır. Mülki amir­
ideolojisidir. Bu parti lere bu konuyu izle­
ideoloj isi Selanik'ten meleri için yetki akta­
biçimlenmeye başla­ rılmış , çocuğunu o ­
mış, Balkan Savaşları k u l a gö ndermeyen
ile de netlik kazanmış­ velilerin mahkeme
tır. "Türk-lslam Sente­ kararı olmaksızın bu
zi" söylemi militer bir konuda oluşturulan
milliyetçiliği içinde ba­ tedris meclisleri aracı­
rındırmaktadır. Asker­ lığı ile para ve hürri­
lik fırsat düştükçe yü­ yeti bağlayıcı cezalara
celtilmiş ve dinsel de­ uğratılması yetkisi ta­
ğerlerle meşrulaştırıl­ nınmıştır. Siyasal kül­
mıştır. Kaybedilen top­ tür açısından 11. Ab­
rakların geri alınması d ül hami t dönemine
için öğrencilerin dinsel göre derin bir değişim
ve ulusal duygularını meydana gel m iş tir.
c oşturacak n i telikte . ._._____.....,..._ .,.. .._....-...
. ......,.. ... - Dinsel bir kutsallıkla
R E S M i i D E O L O J i N i N D O <'.i U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

padişaha yönelik itaat ve sadakat yerine, husule getirmeğe lıiznıet eder; lııilasa, ta­
u lusal ve yasal meşruiyeti olan . "vatan, rih dersi, malunıat-ı medeniye ve terbiye-i
rrıillet, kanun ve devlet"e itaat ve sadakat siyasiyeye lzııvvelli bir esas teşlıil eyler."1 0
öne.. çıkmış ur.
"Türklük" vurgusu 1 1 . Abdülhamit dö­
ll. Meşrutiyeti üç alt döneme ayırmak
neminde askeri okullarda okutulan kitap­
olanaklıdır. ilki Meşrutiyet'in ilanından
larda olduğu gibi ağır basmaktadır. Artık
Abdülhamit'in tahttan indirildiği 3 1 Mart
Osmanlı'dan aynı zamanda Türk diye söz
Olayına kadar geçen dönem; ikincisi 3 1
edilmeye başlanmıştır. ll. Abdülhamit dö­
Mart Olayı'ndan Balkan Savaşına kadar
nemindeki tarih anlayışından en ciddi
geçen dönem ve üçüncüsü ise Balkan Sa­
kopuş, devletin tarihi (dolayısıyla ideolo­
vaşından Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna
j ik) kökeni (orijini) konusunda olmuş­
kadar olan dönemdir. Bu üç alt dönemin
tur. Artık Osmanlılar'ın kökeni eskiden
eğitime yansıyan başlıca özellikleri şun­
olduğu gibi lslamiyet'in ortaya çıkışı ile
lardır: ilk dönemde ders program ve müf­
değil, bundan çok daha önce, ilk çağ me- 395
redatlarında radikal değişimler yaşanma­
deniyeti olarak ele alınan Türk tarihi ile
mış, fakat "meşrutiyet" bir siyasal değer
başlamaktadır. Dünyanın oluşumu konu-
olarak aktarılmaya başlanmıştır. Abdülha­
sundaki dinsel açıklamalar kısa bir kaç
mit'in tahttan indirilmesi ardından yazı­
cümle ile geçmekte veya hiç geçmemekte,
lan ders kitaplarında, Abdülhamit döne­
"Hilkat-ı Alem" adlı dinsel yaratılış pa-
mi bir "istibdat" dönemi olarak gösteril­
ragrafı ardından "Teşkil-i Arz" başlığı ile
miş, 3 1 Mart olayı ise il. Meşrutiyet'e kar­
dünyanın güneşten ayrılan bir parça ol-
şı yapılan "şeriatçı ve gerici" bir ayaklan­
duğu konusuna yer verilmektedir. Son
ma olarak ders kitaplarına girmiştir. Bal­
olarak ve en önemlisi milli kimlik mililer
kan savaşı ise ulus ve ulusçuluğun öne­
bir özellik içinde aktarılmaya başlamıştır.
mini ortaya çıkardığından Türklük ve
D ersler anlatılırken , Türklerin askeri
Türkçülük militarist bir içerik ve lslami
özellikleri, kahramanlıkları, yeniçeriliğin
bir söylemle birleştirilerek verilecektir.
başarıları v.b. konular işlenmektedir. ls-
Birinci Dünya Savaşı'yla birlikte Türk
lam, Türk ve Osmanlı tarihinin büyük
u lusçuluğu ders kitaplarının belirgi n
adamları konusunda bilgiler verilecek,
özelliği olacaktır.
okul çevresinde bu tür adamların türbele-
Dönemin eğitim teorisyenlerinden Satı
ri varsa onların hikayeleri anlatılacak ve
Bey bir makalesinde tarih dersinin vatan
ziyaret edilecektir.
duygusunu geliştirmek, sevgi ve yücelik
Fransız Devrimi ayrıntılı anlatılan bir
duygusunu vermek açısından öneminin
diğer konudur. Zira "İttihatçılar kendile­
altını çizerek, tarih dersinin siyasal işlevi­
rini Fransız Devriminin Türkiye'deki
ni şu sözlerle açıklamıştır.
temsilcileri gibi görmekte, llan-ı Hürri­
"Tarih dersi, idare-i mutlalııyetin ne ha­ yet'i Türkiye'nin Fransız Devrimi olarak
dar fenalılılara sebebiyet verdiğini, idare-i algılamaktadırlar. Yeni eklenen derslerden
meşrutiyetin ne hadar iyililıler ettiğini ve­ olan "Malumat-ı Medeniye/Hukukiye/Ah­
hayi ile gösterir; lııln-iyetin meşrutiyetin lakiyeilktisadiye gibi adlar taşıyan ders­
ne hadar müddet malırıımiyetleı; ııe lıadar lerde sosyolojiye/siyasal bilgilere giriş ola­
cansiperane miicadeleler ııeticesiııde elde rak kabul edebileceğimiz insan toplumla­
edildiğini anlatır. B u suretle, hulı uh-u rının kurulması, hükumetlerin oluşması,
meşrutiyet hahlwıda hem daha vazılı bir hakimiyet-i milliye, istibdat, kanun-i esa­
fihir venııeğe ve hem de bıına lıarşı daha si, hürriyet, milletvekilleri, seçim, kuvva­
daha samimi bir iııcizab ve merbutiyet yı milliye, gibi konular işlenir. Ahlak dini
değil dünyevi olarak ele alınır. Ahlakça sel gelişme olarak işlenmeye başlanacak­
toplumsal vazifeler başlığı altında vatan, tır. "Gençlerin" idareden basın aracılığı
millet, vatanperverlik, milliyetkesterlik, ile şikayetleri, 11. Abdülhamit'in Mithat
vatandaşlık, hissiyat-ı vataniye, meşruti­ Paşa'nın ısrarıyla Kanun-i Esasi'yi ilan et­
yet, i rtica , inkılap, hürriyet, müsavat, mesi, Mebusan Meclisinin açılışı, kapatıl­
adalet, meclis-i umumi, mebusluk, hu­ ması, Abdülhamit'in İstibdadı, İttihat ve
kuk, hukukun tarif ve bölümleri, hüku­ Terakki Cemiyeti ve Yeni Osmanlılar, On
met ve görevleri, türleri: mutlak hüku­ Temmuz lnkılabı" gibi başlıklar ders ki­
met, meşruti hükumet, cumhuriyet gibi taplarının önemli konuları olmuştur. 11.
siyasal temalar ayrıntılı olarak işlenecek­ Abdülhamit'in tahttan indirilmesi sonra­
tir. Malumat-ı iktisadiye konusu ise eko­ sındaki müfredat değişikliği ile birlikte
nomiye giriş niteliğinde liberal ve milli kaleme alınan kitaplarda 11. Abdülhamit
iktisat temaları etrafında işlenmektedir. dönemi, bir "istibdat" dönemi olarak bel­
Eğitimde m eydana gelen değişmeler leklere yerleştirilecektir. Keyfi idare, hafi­
396 ideoloj ik değişimi de izlememize yardım­ yelik, mezalim, fena idare, rüşvet, devlet
cı olmaktadır. Öncelikle ittihat ve Terak­ i tibarının ve onurunun mahvedilmesi,
ki'nin 3 1 Mart olayı sonrasında sisteme devletin ıslahını arzu edenlerin sürülme­
tam hakim olmaya başlamasıyla d ers si, hapishanelere atılması ve sonuçta dev­
müfredatları, programları ve kitaplarına letin batacağının kesinleşmesi gibi konu­
bu değişim net bir şekilde yansımaya baş­ lar bu anlatımda yer almaktadır. Öte yan­
layacaktır. İttihatçılar ilk iş olarak iptidai dan bu anlatıma göre G enç Türkler, istib­
ve rüştiye eğitim düzeylerini birleştirerek dada karşı Rumeli'de İttihat ve Terakki
zorunlu eğitimin süresini arttırmışlardır. adıyla bir örgüt kuran, amaçları Abdülha­
Ardından ilköğretimin parasız olması il­ mit'in "gasp" ettiği anayasayı yeniden ilan
kesi getirilmiş ve zorunlu eğitim uygula­ etmek ve parlamentoyu açmak olan yurt­
ması konusunda yeni önlemler alınmıştır. sever gençlerdir. Sonunda 23 Temmuz
ittihat ve Terakki Cemiyeti, okulu yalnız­ 1908'de Hürriyet ilan edilmiş, anayasa ye­
ca devletin değil aynı zamanda partinin niden yürürlüğe konmuş ve Parlamento
ideolojik aygıtı haline getirmiştir. Eğitim açılmıştır. (Bu anlatım bir istisna ile cum­
konusundaki düşüncelerini ve ideolojisi­ huriyetin tarih ders kitaplarına miras ka­
ni hayata geçirebilmek için ülkenin çeşitli lacaktır: Bu istisna, Meşrutiyet'in ilanına
yerlerinde Partiye ait özel okullar açmış­ giden süreç anlatılırken lttihat ve Terak­
lar, ders programları yapmışlardır. ki'nin adı dahil olmak üzere tarih kitapla­
İttihat ve Terakki, 3 1 Mart sonrasında, rından çıkarılmasıdır.)
kendi tarihini ve iktidarını meşrulaştıra­ 3 1 Mart ·Ayaklanması da ittihatçıların
cak biçimde ders müfredatları ve kitapla­ dine bakışında bir dönüm noktası ol­
rmda değişime gitmiştir. Tanzimat döne­ muştur. II. Meşrutiyet döneminde hemen
minden başlayarak yaşanan siyasal geliş­ tarih dersi yazımına yansıyan ve Cumhu­
meler bir meşrutiyetleşme (demokratik­ riyete miras kalan başlıca konulardan bi­
leşme) tarihi ekseninde aktarılacaktır. il. ri de 3 1 Mart ayaklanmasının anlatımı­
Abdülhamit döneminde yok sayılan, V. dır. Bu olay ders kitaplarına Derviş Vah­
Murat, Abdülaziz, daha önce adı bile geç­ deti'nin önderliğinde Vollıan dergisinin
meyen Mithat Paşa, Genç Osmanlılar Ce­ yayınlanması ve lttihad-ı Muhammedi
miyeti ve onun üyeleri Fazıl Mustafa Pa­ örgütünün kurulması, ayaklanmanın "er­
şa, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali bab-ı fesad" taraftarlarının "şeriat iste­
Suavi..., Kanun-i Esasi'nin ilanı, ilk parla­ riz", "şeriat elden gidiyor" , "ittihat ve Te­
mentonun toplanması önemli birer tarih- rakki Cemiyeti hepinizi dinsiz yapacak"
R E S M i i D E O L O J i N i N D O G U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

biçimindeki sloganlarının atılması biçi­ nekleri gibi) kurulacak, resmi okul ve ku­
minde girmiştir. Bu hareket bir irtica ha­ rumlarda üye olmak zorunlu tutulacaktır.
reketi olarak tanımlanmış ve Abdülhamit Tarih de rs i inde militer milliyetçiliğin
'

yanlısı, milletin ilerlemesini ve yüksel­ bir gereği o larak öğretmenlere "ihtar"


mesini hazmedemeyenlerin bir eseri ola­ başlığı altında bir uyarıda bulunulmuş ve
rak tanıtılmıştır. Bu anlatımdaki önemli "münasebet düştükçe eski Osmanlı zafer­
vurgulardan biri Asheı-iye ve Rumeli'nin lerinden, Yeniçeri hayatından, gerileme
öne çıkarılmasıdır. nedenlerinden söz etmesi ve civardaki
Osmanlı medeniyetinin ve ordusunun
MILlTER TÜRK ULUSÇULUGU eserlerine geziler dl.zenlemesi" istenmiş­
tir. Kız lptidailerinde okutulan tarih ders­
ittihat ve Terakki Cemiyeti zahiren Os­ lerinde özellikle dini ve milli kadın kah­
manlıcılığa taraftar gözükse de Trablus­ ramanlar öne çıkarılacaktır. Bunlar ara­
garb ama özellikle Balkan Savaşları "mil­ sında Peygamberin ailesinden kadınlar
let" ve "milli his" kavramlarının öne çık­ olduğu gibi "Cevri Kalfa, Sivastopol Sefe- 397
masında uygun bir ortam yaratmış, ikti­ ri kahramanlarından Kara Fatma, 1 292
darın milliyetçi eğilimlerini su yüzüne çı­ Karadağ muharebesinde fevkalade yarar-
kartan gerekçelerden biri olmuştur. Artık lık gösteren Boşnak Şerife, Trablusgarb
"milli histen" yoksun olmak savaş kay­ muharebesinde kahramanlık gösteren
betme nedeni olarak düşünülmektedir. Mebruke Hanımlar" gibi "milli" kadınlar
Bu nedenle her düzey okula "gına" ve bulunmaktadır.
"terbiye-i bedeniye, sıhhiye, asker talimi, Okullarda, Selçuklular ve Osmanlılar'ın
oyun ve nişan" gibi mili ter içerikli dersler atasının Tü rkl er olduğu daha açık ve
eklenmiştir. Askerliği sevdirmek, yücelt­ uzun işlenmeye başlamıştır. Genel tarih
mek, askerliğe hazırlamak gibi nedenlerle ders kitaplarında llk Çağ anlatılırken
hem doğrudan doğruya ders (endaht) Türklerin dünyanın en eski medeniyet
hem de beden eğitimi dersleri içinde do­ kurucularından olduğu belirtilmekte,
laylı olarak askeriliğe ilişkin konular yer Türklük bir Asya uygarlığı olarak ele
alır. Örneğin ders programlarına eklenen alınmaktadır. Bu arada hem " Orta As­
Terbiye-i Bedeniye dersleri bir çeşit mililer ya"nın "vatan-ı asli" hem de "Anado­
beden eğitimidir ve askeri oyup.larla süs­ lu"nun "vatan" oluşu birlikte vurgulan­
lenmiştir. Oy�nlar arasında "hücum em­ maktadır. Bu arada Macarların Türklüğü,
ri", "sancak", "esir almaca" bulunmakta Ulahların şüpheli Türklüğü, Bulgarların
ve ayrıca "nişan tüfengi ile endaht/atış" ise Kıpçak'ta oturan Kanklı ismiyle bili­
da yapılmaktadır. Öğrencilere ayrıca res­ nen Türkler ile Slavların birleşmesinden
mi poligonlarda ayakta, diz üstü ve yere oluşan bir nesil olduğu anlatılmaya de­
yatarak silahlı gerçek atış talimleri yaptı­ vam etmiştir. i l . Meşrutiyet yazımında
rılmaktadır. göze çarpan bir başka konu Anadolu'nun
Kıraat (okuma) amaçlı kitapların bazı­ Türklüğünün ısrarla vurgulanmasıdır.
ları yalnızca askeri konuların işlendiği ki­ Türk dünyası da dönem ders kitabı ya­
taplardır. Askerlik, "kıvam-ı din ve ruh-u zm11nda vatan olarak adlandırılmaya baş­
hükümet" olarak tanımlanmaktadır. ikti­ lanmıştır. Vatan/memleket, kişinin doğ­
darın milliyetçi rengi Birinci Dünya Sava­ duğu yeri ifade eden dar anlamı dışında
şı ile daha bir belirginlik kazanacak ve it­ ve ötesinde " ... mensub olduğumuz tekmil
tihat ve Terakki Partisi'nin kontrolünde devlettir. Hem de devletin hal-i h�zırı de­
bütün ülkede "para-militer" nitelikte der­ ğil bundan evvelki hali de vatandır." biçi­
nekler (Osmanlı Güç, Genç, izcilik der- minde tanımlanmaktadır. Vatan, "hür ve
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

müstakil vatan" ve "esir vatan" olarak iki­ lan eziyet, işkence gibi. .. ) "Onlar"in en
ye ayrılmaktadır. Aynı şekilde millet de hainleri Yunanlılar ve Bulgarlardır.
"hür Osmanlılar", "esir Osmanlılar" ola­
rak ikiye ayrılmaktadır. Örneğin Bosna, lTAAT VE SADAKAT ÜÇGENi:
Arnavu tluk, Selanik, Yanya, Girit, Gü­ VATAN-MILLET-DEVLET
mülcine, Filibe, Romanya, Kafkasya, Mı­
sır, Bingazi, Trablusgarp, Tunus ve, Ceza­ Fransız devriminin ilkeleri, lttihat ve Te­
yir'deki milyonlarca Müslüman işgal al­ rakki Cemiyeti ile Meşrutiyet'in de kutsal
tındadırlar ve zarar görmektedirler. Ora­ değerleri olduğundan özgürlük, eşitlik,
ları da vatanının esaretle inleyen kısımla­ kardeşlik ve adalet kavramları öncelikle
rıdır. Bu tespit ardından öğrencilere şu ve en çok işlenen temalar arasında yer al­
görev yüklenmektedir. "Vazifemiz bütün mıştır. Aynı şekilde vatan, millet, (devlet)
vatanımızı sevmek, esarette kalanı kurtar­ ittihat temaları da özenle işlenmiştir. 1 1
mak emelini beslemek, kurtarmağa çalış­ Vatana karşı vazifeler içinde vatanı sev­
398 maktır. " Bu tespit yapılırken tarih, din, mek, kanunlara itaat ve riayet, "vatanın
dil konusundaki ortaklık vurgulanmakta­ muhafazası için asker olmak ve vatanın
dır. Millet dar anlamda; ortak vatanın or­ terakkisi, saadeti ve selametine sarf olun­
tak kanunları altında yaşayan ve o haki­ mak üzere hükümetin bizden istediği ver­
miyetten memnun veya geçici bir nedenle gileri vermek" gelmektedir. Fedakarlık,
o hakimiyetten zorla çıkarılmış ise de şehitlik ve yanısıra çalışmak, zengin ol­
kalben ona bağlı bulunan kardeşlerin mak vatan için gereklidir.
toplamı; geniş anlamda ise Müslümanla­ perslerde .bir yandan dini gerekçe ile
rın toplamı olarak tanımlanmaktadır. Os­ padişaha s.adakat belirtilmekte, ama asıl,
manlılık ise "millet-i lslamiye" içinde en itaat öznesi olarak "vatan" kutsanmakta­
mühim ve Müslümanlığı kurtaracak olan dır. Vatanfa ilişkili örneğin millet ve devlet
unsur olarak vurgulanmaktadır. Vatana gibi kavramlar da bir değer olarak işlene­
hizmet konusunda yapılması gerekenle­ cektir. Derslerde anlatılması istenen tarihi
rin başında yine vatanın elden çıkan kı­ fıkralarda "memleketi için pek büyük fe­
sımlarının geri alınması gelmekte ve bu dakarlıklar etmiş adamların ve bilhassa
bağlamda vatana karşı olan askerlik göre­ çocukların sergüzeştleri" yer alması isten­
vi kutsallaşurılmaktadır. miştir. işlenmesi istenen konular arasında
Balkan Savaşları ders kitaplarına "onla­ vatanperverlik, vatan toprağı, vatana karşı
rın/ötekilerin" girmesine neden olmuştur. vazifeler, vatana fedakarane hizmet etmek,
Her fırsatta Yunanlıların, Bulgarların, uğrunda çalışmak, vergi vermek,vatanın
Sırpların ve Karadağlıların işgal ettikleri nimetleri, vatan sevgisi, vatana karşı feda­
yerler belirtilir. Elden çıkan toprakların karlık, sancağa hürmet, askerlik, askerlik
önemi ve özellikle Rumeli'nin kaybedil­ şerefi, vergi, kanuna itaat gibi konular bu­
mesi ile büyük bir kayba uğranması, Os­ lunmaktadır. Ayrıca "hükümet-i müstebi­
manlıların "vatan-ı aslisi" olarak tanitılan de"nin zararları ve meşrutiyetin nimetleri,
Anadolu'nun korunması, işgalinin önlen­ kanuna itaat, devletin kolluk güçleri ve
mesinin önemi üzerinde durulur. Balkan memurlarına itaat, seçim hakkı, meşruti­
savaşında yapılan zulümlerden çizimler yetin yararları, "Meşrutiyet mücahaedeleri
kitapların içinde yer alır. Bazılarında ise hakkında bir fikr-i icmali", vatandaşlık
Bulgarların yaptığı insanlık dışı davranış­ hukuku, kişi, söz, toplanma, katılma öz­
ları sergileyen bir dizi resim yer almakta­ gürlükleri, askerlik, vergi, kışlaya, okula,
dır. (Anne karnından ceninin çıkartılıp milli kurumlara saygı, hükümetin yöneti­
süngülenmesi, ihtiyarlara çocuklara yapı- min merkezi ve taşra teşkilatı gibi konula-
R E S M i i D E O L O J i N i N D O C:i u ş u V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

rın her yıl tekrarlanarak ve ayrıntılandırı­ miştir. Bu kitap Maarif Nezareti içindeki
larak işlenmesi istenmiştir. milliyetçi eğilimi açık olarak göstermek­
11. Meşrutiyet döneminde "hukuk" la­ ted ir. Bu ki tabın ilk parçası Ziya Gö ­
ik, doğal hukuk eksenli olarak öğretil­ kalp'in Kızıl Elma's ındaki "Turan" şiiridir.
mektedir. Ders programlarına "kanun-i Ardından "Türklük Menakıbından:Altın
esasi" dersi yeniden eklenmiştir. Mekteb-i Ordu-Ahmed Hikmet" , "Vatanımız-Ali
Mülkiye'de veya Hukuk Mektebinde oku­ Ulvi" gibi Mehmet Emin, Mehmet Ali
tulan idare hukuku, hukuk-u esasiye Tevfik, Hamdullah Suphi, Ahmet Hikmet,
dersleri eskisinden farklı ve anayasa ekse­ Ziya Gökalp, ismail Safa, Halide Edip, Ali
ninde anlatılacaktır. Bu derslerde aktarı­ Canip gibi dönemin Türk Milliyetçisi ka­
lan "devlet" tanımı önem taşımaktadır. lemlerinden örnekler yer alır.
Toplum, birey v.e devlı; t üçgeninde ana Türkçe dersinin adı hala Lisan-ı Osma­
direk hep "devlet" olarak algılanrnıştır. ni'dir ama kültürel kimliğinin verilmesin­
Devlet'in amaç mı araç mı olduğu sorusu­ de önemli bir rol oynamaktadır. Zira
na da çeşitli yaklaşımlara değinildikten Türk dili ve bu dili konuşan toplumlar 399
sonra şu yanıt verilmiştir. "Umumiyet iti­ hakkında bilgiler verilmesi istenmiştir.
bariyle deylet alet, drad gayedir. lstis 11aen Dersindeki okuına parçalarında "vatan ve
.
ve zaruren efrad alet, de'llet gaye ola.b i­ mille.tini sevmek ve bunların ıığrunda fec
lir.n ldare hukul<u yazarının bu aynmı as­ d��arlık göstermek lüzumu telkin edile-
lında . istisnanın kaide olduğ u bir sişteme cek"tir. Yine. tasvir, hikaye ve manzume�
a.tıf yııpınaktadır. !erle vatanına, milletine hizmetli ve ma-
Aslında "milli" ve "millet" kavramları len ve bedenen fecJ.a.k arlıkla temyiz et-
Meşrutiyet Türkçülüğünün (milliyetçili­ miş . . . "olmak konusu işlenecektir. Benzer
ğinin) yararlandığı çoklu anlam taşıyan şekilde idadi düzeyinde okutulan "Ulum-
kavramlardır. Birinci olarak çeşitli ulus ve u diniye" dersinde de "menafi-i milliye
dinlerin birlikteliğini ifade eden Osmanlı­ uğrunda fedaJ<arlık'' işlenmesi istenen ko-
cılığı ve çok uluslu Osmanlı milletini çağ­ nu olaralqer almıştır.
rıştıran bir anlamı vardır. !kincisi dinsel Ancak modernleşme sürecinde eğiti­
ve geleneksel kullanımla bir ümmet çağ­ min umulmayan ve arzu edilmeyen so­
rışımı yapmakta, lslam milleti anlamına nuçları da ortaya çıkmakta, devleti oluş­
gelmektedir. Üçüncüsü ise dönemin başat turan farklı toplumlar arasında da ulusal
akımı haline gelen ulusçuluk, Türklük özbilinçlenmeyi uyandırmaktadır. Eğitim
karşılığı olarak kullanılmaktadır. Dolayı­ Osmanlı lmparatorluğu'nu oluşturan mil­
sıyla örneğin "milli terbiye" de hedef kit­ letlerin ayrılmasını güdüleyen ulusçu bi­
lesine göre içerik değiştiren bir anlam ta­ linci uyandırdığı gibi ayrılıkçı hareketleri
şıyabilmektedir. il. Meşrutiyet'teki "Milli de güdülemiştir. 11. Meşrutiyet dönemin­
iktisat". "Milli Edebiyat" ve "Milli Terbi­ de eğitimde ulusal dil kullanma sorunu
ye" kavramları aslında hep ulusal vurgu bir tartışma olarak başlamıştır. Cemaat ve
taşırlar. Dönemin eği tim sloganı "milli yabancı okullar dışında Müslüman cema­
terbiye"dir. Bu kavram üzerine o dönem­ atinden olan Araplar (Hıristiyan olanların
de çeşitli makaleler ve kitaplar yazılmış­ zaten bu hakkı vardır, bu kez Müslüman
tır. Maarif-i Umumiye Nezareti'nin bu ta­ Araplar da bu istekte bulunuyorlardı . ) ,
rihlerde açtığı bir yarışmada birinciliği Arnavutlar ve Çerkezler d e kendi dilleri
kazanan ve okullarda okutulan Köprülü ile eğitim isteklerinde bulunmaya başla­
Mehmet Fuat'ın kıraat kitabındaki okuma mışlardır. Tedrisat-ı iptidaiye Kanunu'nda
parçaları ulusçu ve yurtsever edebiyatın da bu yönde bir hüküm olduğu gibi itti­
yetkin ve etkin isimleri arasından seçil- hat ve Terakki Fırkası da kendi parti
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

programına mahalli dilde eğitim yapma Umumiye Nezaretinin idaresine alınması


serbestisi yönünde bir madde zaten var­ için adımlar atılmıştır. ittihat ve Terak­
dır. Çerkezler bu amaçla lstanbul'da bir ki'nin 1 9 1 6 kongresinde Evkaf Nezare­
okul açmışlar ve kitaplar yayınlamışlar­ ti'nin okul (mekatib-i umumiye) açması
dır. Arnavutların devlet kurması sonra­ kanuna aykırı görülmüş ve nezaretin
sında ise geriye Arapların tatmin edilmesi elindeki mekatib-i umumiyenin Maarife
kalmış, bu konuda da Şam'da Arapça egi­ devredilmesi kararlaştırılmış, ancak uy­
tim yapmak üzere iki idadi açılması ka­ gulanamamıştır.
rarlaştırılmış ve bütçeden de pay ayrıl­ Bu dönemde okullarda ibadet zorunlu­
mıştır. Ancak Birinci Dünya Savaşı nede­ luğu kaldırılmıştır. Din derslerinin saat
niyle uygulanmamıştır. sayıları düşürülmüş ve içerikleri de değiş­
tirilmiştir. 1 1 . Abdülhamit döneminde
RESMi ISLAM VE L4IKL1K
dini içerikli bir ders olan ahlak dersi bu
dönemde "milli" bir içerik kazanmıştır.
400 ittihatçılar II. Abdülhamit'ten devraldık­ Örneğin Malumat-ı Ahlakiye haftada bir
ları "devlet lslamı"nı geliştirerek kullan­ saat olarak dünyevi\toplumsal ve siyasal
mışlardır. Dine pek sıcak bakmamakla bir ahlak olarak işlenmektedir. Ahlak der­
birlikte lslamiyet'in toplumu s eferber sinin içeriğine "fikr-i teşebbüs", " tasar­
edebilme gücünden yararlanmayı da ih­ ruf' gibi konular eklenmiştir. Ahlak, di­
mal etmemişlerdir. Bir yandan Osmanlı nin değil, din, ahlakın bir altbaşlığı haline
ülkesi içindeki ve dışındaki Müslümanla­ gelmiş ve ahlakı dinden ayrı bir bilim ola­
rın desteğini sağlamaya çalışmışlar, diğer rak ele almanın gerekliliği işlenmiştir.
yandan militarist bir amaçla, milliyetçili­ Sokrates'ten itibaren ahlakın dinden ayrı
ğin değerleri olan vatan, millet, devlet gi­ ele alındığı belirtilerek konu Kant ahlakı­
bi kavramları cihat, gazilik ve şehitlik gi­ na kadar getirilmekte ve toplumsal bir ol­
bi aslında lslami nitelik ve içerik taşıyan gu olarak ele alınmaktadır. Ders program­
değerlerle meşrulaştırmışlardır. Böylece larına "malumat-ı ahlakıyye, medeniye,
askerliği sevdirip kutsallığı vurgulanarak, diniye veya iktisadiye" gibi değişen adlar­
erkeklerin askere gitmesini kolaylaştır­ la giren bu yeni derste ahlak, medeni ah­
mak, askerin komutanına itaatini sağla­ lak, siyasi ahlak, dini ahlak gibi başlıklar
m a k ve askerden kaçmayı azal tmak altında ele alınmaya başlamıştır. "Ahlak-ı
amaçlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı da dini" adıyla ders programlarına eklenen
aynı şekilde, ittihatçıları ulusçu eğilimle­ yeni ders rahatsızlık uyandırmakta gecik­
rine rağmen bir Türk-lslam sentezi vitrini memiş, "ahlak-ı din i" terkibine i tiraz
oluşturmaya itmiştir. Cihat ilan edilmesi edilmiştir. ltiraz, ahlak ve dinin bir oldu­
bunun en tipik örneklerinden biridir. Si­ ğu, ahlakın hiç bir ilkesinin dine aykırı
yasal iktidarın " u l u s ve d i n kimya­ olmadığı, dinin ahlakın değil, ahlakın di­
sı" (Türk-lslam sentezi) iptidailerin "dini­ nin bir dalı olarak ele alınması gerektiği
ne merbut, vatanını seven, milliyetini ta­ biçimindedir.
nıyan, münevver vatansever insan" yetiş­ Din kitaplarında itikatta resmi mezhe­
tirme amacında bulunabilir. bin Sünnilik, itikatta ise Hanefilik olduğu
Eğitimin her aşamasına hakim olmak vurgusu devam etmektedir. Ancak mey­
isteğinin bir ifadesi olarak Evkaf Nezare­ dana gelen değişikliklerin başında padi­
ti'nin deneti mindeki dini karakterdeki şah merkezli itaat ve sadakat vurgusunun
"sıbyan" okullarının sayısı bu dönemde kalkması gelmektedir. Cihat, özenle işle­
oldukça azalmaya başlamıştır. Ayrıca Ne­ nen ve kutsallaştırılan bir anlatım taşır.
zaretin idaresindeki okulların Maarif-i Şiiler ile ilgili klasik anlatım da aynen
R E S M i i D E O L O J i N i N D O i°; U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

devam etmektedir. Yavuz Sultan Selim ideoloji (CHP'nin altı oku) eğitim siste­
"devleti meşgul eden lran gailesini berta­ mine (ders program ve müfredatlarına)
raf etmek için evvel emirde Anadolu'da yansıtılmaya başlanmıştır. Cumhuriyet,
mevcud olan kırkbin kadar Şiiyi katl etti­ eğitim sistemini de yeniden düzenleye­
rerek dahil-i fesadın önünü aldı'', "tedib" rek, harf devrimi ardından geniş bir- yurt­
etti, "Anadolu'daki yaklaşık 44.000 lsma­ taş kitlesini okur-yazar kılmayı başarmış­
iliyi defetr ettirip kılıçtan geçirdi/öldürül­ tır. Q.in dersleri kaldırılacak, ahlak tam
dü/kati etti" gibi ifadeler vurgulanmaya anlamı . ile dünyevi bir ahlak halinde işle­
devam etmiştir. necektir. Tarih kitapları yeni rejimi meş­
rulaştıracak biçimde değişiklikler geçire­
SONUÇ YERlNE: MlRAS cektir. lslam ise resmi ideolojinin gerek­
tiğince kullandığı bir öğe olmaya devam
Tanzimat ve 1 1 . Meşru tiyet Dö neminin edecek. ancak Osmanlı dö neminden
cumhuriyete belki de başlıca mirası, res­ farklı olarak din tamamen devlet deneti-
mi ideoloji oluşumudur. II. Meşrutiyet'te mine girecektir. Cumhuriyet laikliği ce- 401
"Türk-lslam Sentezi"ne dönüşen resmi saretle siyasal sistemin özelliklerinden
ideoloji Cumhuriyetle birlikte Türk milli­ biri haline getirmiştir. Son olarak 1 1 .
yetçiliği olarak berraklaşacaktır. Cumhu­ Meşrutiyet döneminde resmi tarih yazı­
riyet'in milliyetçiliği artık doğru bir ad­ mındaki yeniliklerden biri olan Tarih-i
reste, ulus-devlet sistemi içinde işlenmek­ Osmani Encümeni. Cumhuriyet döne-
tedir. "Türklük" ise hukuki, kültürel, ırki minde önce Türk Tarihi Encümeni adını
ve dini niteliklerin bir kimyası olarak bi­ alacak, sonra kapatılarak yerine Türk Ta-
çimlenecektir. "Türk" tanımı dönemlere rihi Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kuru-
göre değişen bir içerikte yorumlanacak, mu) kurulacaktır. Başka alanlarda da ku-
bazen bu öğelerden biri veya bir kaçı da­ rumsal devamlılıklar saptanabilecektir.
ha öne çıkacak, ağır basacaktır. f\sıl öneınlisi, .resıni ide()loj i ni n . res.ıni
Atatürk'ün Büyük Nutku'nu okuduğu jestlere, .. [i tüfllfrf dı: yarsıyan ..ktı n.ıın sal
..
tarih olan 1927 yılından itibaren resmi sürfkliliğinf dikkat etmektir.. o

D İ PN OTLAR VE K AY N A K Ç A

Kocasekbanbaşı; Hülasat-ül Kelam fi Redd-ül miye Nezaret Tarihi Levhalar Kül liyatı Aded : 1
Avam Kocasekbanbaşı'nın /dare-i Devlet Hak­ özellikle s.8-14
kında Yazdığı Layihadır. (lstanbul: Hilal Matba­ 7 Hüseyin Hıfzı; Rehnüma-yı Coğra fya-yı Umumi
ası, 1 334) s.6-7 Tarih-i Osmani Encümeni Mec­ (lstan bul: A. Asadoryan Şi rket-i Mü retti biye
muası'nın ilavesidir. Matbaası, 1 323), s. 1 23
2 Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umümiyye -üçüncü 8 Bkz. Reşad; Muhtasar Osmanlı Tarihi (Rüşdiye
Sene- 1318 Sene-i Hicriyyesine Mahsüsdur. (Da­ Kısmı) (Kostantiniyye: Artin Asadoryan Şirket-i
rülhilafetülaliye: Matbaa-i Amire, 1 3 1 8) s.6-10 Mürettibiye Matbaası, 1309) s. (vav)
3 satname-i Nezaret-i Maarif-i Umümiyye -Birinci 9 Süleyman Hüsnü, Tarih-i Alem (lstanbul: Mek­
Sene- 1316. . . s. 1 9 teb-i Harbbiye Matbaası, 1 3 27). s.394-395 Sü­
4 Bkz. Rıfat; Rıfat; Coğrafya-yı Hususiden Asya leyman Paşa bu bilgileri aldığı kaynakları da
Kıt'asının Taksimatı (lsta nbul: Mihran Matba­ zikretmiştir. s.398
ası, 1 295). s.24-26 1 0 Tedrisat-ı lbtidaiye Mecmuası, No:8 (1 327) s.88-92
5 Rıfat; a.g.e.s. 1 29-134 1 1 Ali Nizama; On Temmuz Malumat-ı Medeniyye
6 Mekatibe Tevzii Edilen Resm-i Tetvic Levhası ve Tatbikat-ı Ahlakıyye Vesa ireye Dair Kıraat
Hakkında lzahat-ı Tarihiye ve Terbiyeviye (ls­ Kitabı 1. Kısım (lstanbul: Kasbar M atbaası,
tanbul: Matbaa-i Amire, 1 333) Maarif-i Umu- 1 328) s.3-1o.
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M 1

Abdurrahman Şeref; Fezleke-i Tarih-i Devlet-i Os­ Ali irfan; Rehber-i Ahlak (Dersaadet: A. Asadoryan
maniye (Dersaadet: karabet Matbaası, 1 3 1 2). Şirket-i Mürettibiye Matbaası, 1 3 1 8).
Abdurrahman Şeref; Fezleke-i Tarih-i Düvel-i lslfımi­ Mehmet Akgün; Materyalizmin Türkiye'ye Girişi ve
ye (lstanbul: Mahmud Bey Matbaası, 1301). ilk Etkileri (Ankara:Kültür ve Turizm Bakanlı!jı
Abdurrahman Şeref; lim-i Ahlak (Darülhi lafetülali­ Yayınları, 1 988).
ye: Darültıbaat-ül Amire, 1 3 1 6). Sina Akşin; 31 Mart Olayı (lstanbul: Sinan Yayınları,
Abdurrahman Şeref; Tarih-i Devlet-i Osmaniye Me­ 1 972).
katib-i Aliyede Tedris O/nmak üzere iki Cild Dündar Akünal; "Münif Paşa - Padişahı Azarlayan
Olarak Tertib Olunmuftur. Tab-ı Sani Cild:1 (ls­ Vezir" Cumh u riyet Gazetesi ( 1 6- 1 7 Ş u bat
tanbul: Karabet Matbaası, 1 3 1 0) Cild:2 (lstan­ 1 972).
bul: Karabet Matbaası, 1 3 1 2). Dündar Akünal; "Türk Basınının 1 50. Yı lında - ilk
Abdurrahman Şeref; Tarih-i Osmani Mekatib-i Ali­ Türk Dergisi Mecmua-yı Fünun" Sanat Olayı
ye Talebesine Tedris Olunmak üzere Tertib No:B (Kasım 1 98 1 ) .
Olunmuştur. Cild-i Ewel ([lstanbul:] Mekteb-i Kenan Akyüz: Encümen-i Daniş (Ankara: A . Ü. Bası­
M ülkiye-i Şahane Destgahı, 1 307). mevi, 1 975).
Adnan Adıvar [Genişletilmiş iV. Baskıyı Hazırlayan­ Yahya Akyüz; "Maarif Nazırı Haşim Paşa ile ilgili
lar: Prof. Dr. Aykut Kazancıgil-Prof. Dr. Sevim Orjinal Bir Belge ve bazı E!jitimsel Sorunlar Bel­
Tekeli]; Osmanlı Türklerinde ilim (lstanbul: leten Sayı : 1 79 (Temmuz 1 98 1 ) Cilt: XLV/2.
402 Remzi Kitabevi, 1 982).
Yahya Akyüz; Türk Eğitim Tarihi (Başlangıcından
Ahlak (Darülhi lafetülaliye: Matbaa-i Amire, 1 3 1 5). 1988'e) (Ankara: A.Ü. Basımevi, 1 989) Genişle­
Ahlak Dersaadet ve Taşra Kasabat-ı Mekteb-i lbti­ tilmiş 3. baskı.
daiyesinin ikinci ve Kur'ra Mekatib-i lbtidaiyesi­ Kenan Akyüz; " Encümen-i Daniş'in K u ru l uşu ve
nin Üçüncü Senelerinde Tedrisi Maarif-i Umu­ Mahiyeti Ha kkında Yeni Belgeler" iç. STUDI
miye Nezaret-i Celi/esince Tensib Kılınmıştır. PREOTTOMANI E OTTOMANJ Atti del Conveg­
Dörüdüncü Tab'ı (Darülhilafetülaliye: Matbaa-i no di Napoli (24-26 Settem bre 1 974) Estratto
Amire, 1 3 1 9). (Napoli: lstıtuto U niversitario Orientale, 1 976).
Ahmed Cemal; Coğra fya-yı Umumi ([lsta nbul :] Benedict Anderson; Jmagined Communities, Ref­
Mekteb-i Fünun-u Şahane Matbaası, 1 Teşrin-i lections on The Origin and Spread of Nationa­
Ewel 1 307). lism (Landon: Verso Editions and NLB, 1 983)
Ahmed Cevdet;] Eser-i Ahd-ı Hamidi (lstnabul: Türkçe çevirisi için (Çev: lskender Savaşır) Haya­
M atbaa-i Amire, 1309). li Cemaatler - Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayıl­
ması (lstanbul: Metis Yayınları, 1 993).
Ahmed Rasim; Küçük Tarih-i Osmani Birinci Sene
Sıbyan Mektebleri Mahsusdur. Üçüncü tab'ı Gabriel Almond - Sidney Verba; Civic Culture (Bas­
(lstanbul: A. Asodoryan Şi rket-i Mürettibiye ton: Lıttle, Brown and Company, 1 965)Gabriel
Matbaası, 1 306). A. Almond and James S. Coleman Ed., The Poli­
tia of The Developing Areas (Princeton: Prin­
Ahmed Zıyaeddin; Vesi/et ün-Necat Üçüncü Tab'ı ceton University Press, 1 960).
(Dersaadet: Ş i rket-i M ü rett i biye Matbaası,
Mehmed Ali Ayni; Darülfünun Tarihi (lstanbul: Ye­
1 3 1 7).
ni Matbaa, 1 927).
Ali Cevad: Muhtasar Tarih-i lslfım Mekatib-i Rüştiye
lsmail Hakkı [Baltacıo!jlu]; "Milli Talim ve Terbiye
Şakirdanına Suhuletle Tedris Edilebilmek Nok­
lslahatına Medhal" Milli Talim ve Terbiye Ce­
ta-i Nazarından Tahrir ve Tertib Edilen. (Dersa­
miyeti Mecmuası, No:2 (Nisan 1333).
adet: Kasbar Matbaası, 1 309).
Niyazi Berkes; " Türkiye'de Toplumbilimin Başlan­
Ali Cevad; Mükemmel Osmanlı Tarihi Birinci Cild
gıcı" iç. Felsefe ve Toplumbilim Yazıları (lstan­
(lstanbul: Kasbar Matbaası, 1 3 1 7[1ç kapakta
bul: Adam Yayınları, 1 985).
1 3 1 6]).
Niyazi Berkes; "Osmanlı lmparatorlugu ve Orto­
[Ahmed Cevdet]; Eser-i Ahd-ı Hamidi Mekatib-i lb­
d o k s K i l i s es i " Teokrasi ve La iklik ( l s t a n ­
tidaiyede Okunacak /Jm-i Ha/'dir. (lstanbul:
bul:Adam Yayıncılık, 1 9 84).
Matbaa-ı Amire, 1 3 1 2).
Jere E. Brophy; Child Development and Socializati­
Ali Nazima; Tarih-i Nizama 'dan Küçük Tarih-i Os­
on (U.S.A.: Science Research Associates, ine.,
mani (Dersaadet: Kasbar Matbaası, 1 3 1 3).
1977).
Ali Saib; Coğrafya-yı Mufassal Memalik-i Devlet-i
Bu Defa Emr ve lrade-i Hayriwet lfade-i Hazret-i
Osmaniye (Kostantiniyye: Matbaa-ı Ebüzziya,
Şahane Mucibince Verilen Nizamına Tatbiken
1304). Etfalin Ta lim ve Tedrisi ve Terbiyelerini Ne­
Ali Tevfik; Fezleke-i Tarih-i Umumi Cild-i Ewel Me­ vechle icra Eylemeleri Lazım Geleceğine dair
katib-i ldadi-i Şahane Birinci Sene Şakirdanına Sıbyan Mekatibi Hace/eri Efendilere ha Oluna­
Mahsusdur. (lstanbul: Matbaa-i Ceride-i Askeri­ cak Talimattır ([lstanbul:] 21 Receb 1 263).
ye, 1 304). Gülnihal Bozkurt; Alman ve lngi/iz Belgelerinin ve
Ali Tevfik; Memalik-i Osmaniye Coğrafyası (lstan­ Siyasi Gelişmelerin ışığı Altında Gayrimüslim
bul:. Kasbar Matbaası, 1 320). Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu
R E S M i i D E O L O J i N i N D O <'.; U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

(1939-19 14) (Ankara: T.T.K. Yayınları, 1 989). insan Yayınları, 1 992).


James S. Coleman; "Education and Political Deve­ Robert Gilda; Barricades And Borders Europe 1 800-
lopment" iç. Education and Political Culture 1914 (Oxford: Oxford University Press, 1 987).
(Princeton: Princeton University Press, 1965). Joseph R. Gusfield; "Tradition and Modernity:
Musa Çadırcı; Tanzimat Döneminde Anadolu Kent­ Misplaced Polarities in The Study of Social
leri'nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları (Ankara: Change" (Ed: Claude E . Welch;) Political Mo­
Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991 ). derniza tion A Reader in Comparative Po/itical
Change Second Edition (California: Wadsworth
Mücellido!'llu Ali Çankaya; Yeni Mülkiye Tarihi ve
Mülkiyeliler , /. Cild "Mülkiye Tarihi 1859- 1968
Publishing Company ine., 1 971).
(Ankara: Mars Matbaası, 1 968-1 969). Naim Güleryüz; Türk Yahudileri Tarihi+ (20. Yüzyı­
lın Başına Kadar) (lstanbul: GOzlem Gazetecilik
Mücellito!'llu Ali Çankaya, Mülkiye Tarihi ve Mülki­
yeliler (1 959-1 949) 1. Cilt Tarihçe (Ankara: ör­ Basın ve Yayın A.Ş., 1 993).
nek Matbaası, 1954). Tevfik Güran; Tanzimat Döneminde Osmanlı Mali­
yesi: Bütçeler ve HazineHesapları (1841-1861)
" Darülfünun Nizamnamesi" Mütemmim (Dersa­
adet: Hilal Matbaası, Eylül 1 333). (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1 9B9).

Darülmullimin Programı ([istanbul:] Matbaa-i Ami­


Habib Efendi; Hülasa-yı Rehnüma-yı Farisi Maarif
nezaret-i Celilesi'nin Emr ve Tensibi Üzerine
re, 1 3 1 2).
Mekatib-i Rüştiyyede tedris Olunmak üzere
"Dersaadet Ermeni Batrikinin Suret-i intihabı Beya­ Tertib Kılınmıştır. (Dersaadet: Matbaa-i Osma- 403
nındadır" Düstur, Birinci tertib, Ci ld:2 ([lstan­ niye, 1 309).
bul:] Matbaa-ı Amire, 1289).
"Hahamhane Nizamnamesidir" Düstur, Birinci ter­
"Dersaadet ve Bilad-ı Selasede Bulunan Mekatib-i tib, Cild:2 ([istanbul:] Matbaa-ı Amire, 1 289).
Sıbyaniyenin idaresi için Ahalice lntihab Oluna­
"Hamidiye Ticaret Mektebi Nizamnamesidir" Düs­
cak Azadan M ü rekkeb O l m a k üzere Teşkil
tur-Zeyl-4 [Birinci tertib] (Dersaadet: Matbaa-i
Olunacak Mecalis-i Tedrisiye ve Şubelerinin Su­
Osmaniye, 1 302).
ret-i Teşkiliyle Vazifeleri Hakkında Talimattır."
Düstur [Birinci Tertib] Cild-i Salis (1 293). Harbokulu Tarihçesi 1834-1945 (Harbokulu Matba­
ası, 1 946).
Kari W. Deutsch; "Social Mobilization and Politi­
cal Development" Ed: Claude E. Welch; Politi­ Hasan Sırrı; lbtidaiye Kısmı Muhtasar Osmanlı Coğ­
ca/ Modernization A Reader in Comparative rafyası Mekatib-i lbtidaiyede Tedris Olunmak
Political Change Second Edition (California: ÜzereTedris Olunmuş. (lstanbul: 1 3 1 3).
Wadsworth Publishing Company ine., 1 97 1 ). Eric J. Hobsbawm; (Çev: Osman Akınhay) 1 780'den
Kari w. Deutsch; The Nerves of Government (New Günümüze Milletler ve Milliyetçilik "Program
York: The Free Press, 1 965). Mit, Gerçeklik " (lsta n b u l : Ayrıntı yay ın ları,
1 993).
D. Mehmet Do!'Jan; Ba tılılaşma ihaneti (lstanbul
Beyan Yayınları, 1 975). Eric Hobsbawm and Terence Ranger; lnvention of
Tradition (Cambridge; Cambridge U n iversity
S. N. Eisenstadt; " Bureaucracy and Political Deve­
Press, 19B3).
lopment" in. Bureaucracy and Politica/ Deve­
lopment ( E d : J os e p h La P a l o m bara) T h i rd Samuel P. Huntington; "Political Modernization:
p r i n t i n g (Prencet o n : P r i nceton U n iversity America vs. Europe" Worl Politics, XVlll, (3 Ap­
Press, 1 97 1 ). ril 1 966).

Osman Ergin; Türk Maarif Tarihi (lstanbul: Eser Samuel P. Huntington; Political Order of Changing
Matbaası, 1 977) Cilt: 1 -4. Societies (New Haven and London: Yale Uni­
versity
Esad; Çocuklara Hediye Beşinci Tab'ı (lstanbul:
Mecmua-i Havadis Matbaası, 1300). Samuel P. Huntington ve Jorge 1. Dominguez; Siya­
sal Gelişme (Çev: Ergun ôzbudun) (Ankara: Se­
Feyzi; Muhtasar Usu/-ü Farisi (lstanbul: A. Asador­ vinç Matbaası, 1 985).
yan Şi rket-i Mürettibiye Matbaası, 1 308).
Hüseyin Hüsnü; Mecmua-i Fünun Nam Eserin Birin­
Ziyaeddin Fahri (Fındıko!;ılu); "Türkiye'de Pozitiviz­ ci (Malumat-ı Mülkiye) Kısm-ı Coğrafyadan Av­
min Tarihçesi" L. Levy -B ruhl; Auguste Com­ rupa (lstanbul: Aramyan Matbaası, 1 300).
te'un Felsefesi (Çeviren: Ziyaeddin (Fahri) (ls­
tanbul: Bürhaneddin Matbaası, 1 940). Hüseyin Hıfzı; Hülasa-i Tarih-i lslam; (lstanbul: Şir­
ket-i Mürettibiye Matbaası, 1324).
Frederick W. Frey; "Political Development, Power,
and Communications in Turkey" (Ed: Lucian W. Hüseyin Hıfzı; Mini Mini Feridun (lstanbul: A. Asa­
Pye) Co mm u nica tio ns and Po/itical Develop­ doryan Şirket-i Mürettibiye Matbaası, 1 323).
ment (Princeton: Princeton University Press, Hüseyin Hıfzı; Rehber-i Coğrafya (lstanbul: A. Asa­
1 972) Third printing. doryan Şirket-i Mürettibiye Matbaası, 1 3 1 6).
Galib; Müntehabat-ı Tarih-i Osmani (Dersaadet: Hüseyin Hıfzı; Rehnüma-yı Coğrafya-yı Umumi (ls­
Matbaa-i M ekteb-i Sanayi, 1 307). tanbul: A. Asadoryan Şirket-i Mürettibiye Mat­
baası, 1 3 23).
Ernest Gellner; Uluslar ve Ulusculuk (Çev: Büşra Er­
san lı Behar-Günay Göksu Erdo9an) (lsta nbul: Hüseyin Hıfzı; Sualli Cevablı Musawer Coğrafya-yı
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R I K 1 M I

Osmani (lstanbul: A. Asadoryan Şirket-i Müret­ Numerolu Matbaa, 1 3 1 4).


tibiye Matbaası, 1 323). işbu Risale Asar-ı Mehmed Sadık Rıfat Paşa'dan Ri­
Hüseyin H ıfzı; //m-i Hal (Dersaa det; Arif Efendi sale-i Ahla kiye ve Zeyl ile Nesayih-i Müfideyi
Matbaası, 1 3 1 5). Camidir. ([lstanbul:]Şaban 1 288).
Hüseyin Hıfzı; istifadeli Dersler (lstanbul: Şi rket-i Veled Çelebi lzbudak; Hatıralarım . Canlı Tarih ler,
Mürettibiye Matbaası, 1 324). (lstanbul: Türkiye Yayınevi, 1 946).
Hüseyin Hıfzı; Zübde-i Mantık yahud Sualli Cevab/ı Ersin Kalaycıol)lu; Çağdaş Siyasal Sistem Teori Olgu
lsogoci (Dersaadet: Şirket-i Mürettibiye Matba­ ve Süreçler (lsta nbul: Beta yayınları, 1 984).
ası, 1 322).
Ersin Kalaycıol)lu; "Türkiye'de Siyasal Kültür ve De­
Hüseyin Remzi; Ahlak-ı Hamidi (lstanbul: Mahmud mokrasi" Türkiye'de Demokratik Siyasal Kültür
Bey Matbaası, 1 3 1 O). (Ankara: Türk Demokrasi Vakfı, 1 995).
Hüseyin Sırrı; Yeni Kıraat (lstanbul: A. Asadoryan Nafi Atıf (Kansu]; Türkiye Maarif Tarihi Hakkında
Şirket-i Mürettibiye Matbaası). Bir Deneme (Muallim Ahmed Halit Kitaphane­
Yeşim Işıl; Bir Aydınlanma Hareketi Olarak Mecmu­ si, 1 930).
ai Fünun Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi (ls­ John H. Kautsky; "An Essay in The Politics of Deve­
tanbul: lstanbul Üniversitesi, 1 9B6). lopment" (Ed:John H. Kautsky) Politica/ Chan­
Yeşim Işıl; "Mecmua-ı Fünun'da Bilimsel Zihniyet" ge in Underdeveloped Countries: Nationalism
and Comminism (U . S.A.:J ohn Wıley - Sons, ine.,
404 Tarih ve Toplum No:46 (Ekim 1 9B7) s.237-240.
1 967) seventh printing.
Ekrem Işın "Osm anlı Bilim Tarihi, Münif Paşa ve
Mecmua-i Fünun" Tarih ve Toplum No: 1 1 (Ka­ Kemal H. Karpat; "The Transformation of The Ot­
sım 1 984). toman State, 1 7 89- 1 90 8 " l.J.M.E.S. V o l : 3
(1 972).
H a l i l inalcık; The Ottoman Empire The C/assical
Age 7 3 00- 7 60 0 ( L o n d o n : The T r i n i ty Kıraat-ı Fenniye Birinci Kısım ilm-i Hey'et Mecl is-i
Press, 1 973). Maarif-i Askeriye'nin kararıyla Umum Mekatib­
i Rüşdiye-i Askeriyede Tedris Olunur. (lstanbul:
Ulu!) llldemir; Kuleli Vak'ası Hakkında Bir Araştır­
Karabet Matbaası, 1 3 1 4) Kıraat-ı Fenniye Dör­
ma (Ankara: Türk Tarih Kurumu yayı nlarından,
düncü Kısım Hikmet-i Tabiyye Meclis-i Maarif-i
1 937).
Askeriye'nin kararıyla Umum Mekatib-i Rüşdi­
lbrahim Hakkı-Mehmed Azmi; Muhtasar lslam Tari­ ye-i Askeriyede Tedris Olunur. (lstanbul: Kara­
hi Beşinci Tab'ı (lstanbul: K arabet Matbaası, bet Matbaası, 1 3 1 1 ) Kıraat-ı Fenniye ikinci Kı­
1 3 1 3). sım /lm-i Nebatat Meclis-i Maarif-i Askeriye'nin
lbrahim Hakkı; Hukuk-u idare Cild-i Ewel (lstanbul: kararıyla U mum Mekatib-i Rüşdiye-i Askeriye­
Karabet Matbaası, 1307). de Tedris Olunur. (lstanbul: Karabet Matbaası,
1308).
lbrahim Hakkı; Tarih-i Umumi Mekteb-i Ali-i Hu­
kukda Tedris Edilmek üzere Tertib Olunmuş­ Hasan Ali Koçer; Türkiye'de Modern Eğitimin Do­
tur. Cild-i Ewel (Dersaadet: Karabet ve Kasbar ğuşu ve Gelişimi (1 773- 1923) (ista nbul: M i l l i
Matbasıı, 1 305) Cild-i Salis (Dersaadet: Kasbar El)itim Bakanlı91 Yayınları, 1 991).
Matbasıı, 1 306 Bayran Kodaman; Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi
lbrahim Hakkı; Zübdetü'I Tarih-i Osmani Mekatib-i (Ankara: T.T.K. Basımevi, 1 988).
lbtidaiyede tedris olunmak üzere tertib olun­
Murtaza Korlaelçi; Pozitivizmin Türkiye'ye Girişi ve
muş ve Maarif Nezaret-i Celi/esi maarifetiyle ilk Etkileri (lstanbul: insan yayınları, 1 986).
kaleme alınan yeni programa kabul edilmiştir.
Kuleli Askeri Lisesi Tarihi ([lstanbul:) Kuleli Askeri
(lstanbul: Karabet Matbaası, 1 309).
Lisesi Matbaası, 1 985).
lbra h i m Hakkı-Mehmed Azmi; Atlaslı Muhtasar
Orhan Kurmuş; Emperyalizmin Türkiye'ye Girişi ( l s­
lslam Tarihi Mec/is-i Maarif-i Askeriye'nin Kara­
tanbul: Bilim Yayınları, 1 974).
rıyle Mekatib-i Rüştiye-i Askeriye-i Şahanede
Tedris Olunmaktadır. Üçüncü Tab'ı (lstanbul: Daniel Lerner; The Passing of Traditional Society
Karabet Matbaası, 1 3 06). Modernizing the Middle East (London: The
Free Press, 1 964) Paperback Edition.
ilk //m-i Hal (Darülhi lafetülaliye: Matbaa-i Ami re,
1 3 16). "Maarif-i Umumiye Nizamnamesidir" Düstur Cüz­
ü Sani (Tertib-i Evvel] ([Dersaadet:]Matbaa-i
llm-i Hal Sağir Rüştiye-i Askeriye/erde Okunmak
Amire, 1 289).
üzere Meclis-i Maarif-i Askeri ve Darüşşa faka
ikinci Senesinde Tedris Olunmak Üzere Hey'et-i Mahmud Cevad lbn-i Eşşeyh Nafi; Maarif-i Umumi­
Tedrisiye-i İslamiye tarafından lntihab ve Kabul ye Nezareti Tarihçe-i Teşkila t ve icraa tı, (Mat­
olunmuştur. (Kostantiniyye: Matbaa-i Ebüzzi­ baa-i Amire, 1 338).
ya, 1 3 1 7) On üçüncü tab'ı Mahmud Esad; Tarih-i lslfım Mekatib-i Rüştiye ve
Müt: lsmail Cenani; İlm-i Eşya Birinci Kısım (lstan­ ldadiyede Tedrisi Maarif-i Umumiye Nezaret-i
bul: Feridiye Matbaası, 1 3 17). Celi/esince Tensib Kılınmıştır. (Darülhilafetüali­
[Manastırlı] lsmail Hakkı; Mevaidü'I ln'am Fi Bera­ ye: Matbaa-i Amire, 1 3 1 5).
hin-i Akaid-i /slam beşinci tab'ı (Dersaadet: 38 Charles Moraze (Ed.) Hirtory of Mankind: Cultural
R E S M i i D E O L O J i N i N D O Cô U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

and Scientific Development The Nineteenth re Aydın Vilayeti Maarif Meclisi Tarafından Ka­
Century (Great Britain: U NESCO, 1 976) üç cilt. bul Edilmiştir. (Kostantiniyye: Matbaa-i E büzzi­
Mehmed Arif; Küçük Kıraat-ı Fenniye Meka tib-i ib­ ya, 1 308).
tidaiyenin üçüncü senesine mahsus olarak ha­ Muallim V ahyi ; Zamani, Fenni, Milli ve Dini Tedri­
zırlanmıştır. (Dersaadet: Matbaa-i Cihan, 1 323). sata Dair (lstanbul: 1 333).
Mehmed Ata; Tertib-i Cedit üzere ilaveli Bina (ls­ Muhi iddin; Kainata Bir Nazar- Mücmel-i Tarih-i
tanbul: Karabet Matbaası, 1 3 1 6). Umumi (Dersaadet: Kasbar Matbaası, 1 307).
Mehmed Celal; Ameli Küçük Hesab Kurra Meka­ Musahhah Mülhaz-ı Tarih-i Osmani Şehr ve Kasaba
tib-i ibtidaiyesinde Tedrisi Maarif-i Umumiye Mekatib-i lbtidaiyesinin Üçüncü Senesinde
Nezaret-i Celi/esince Tensib Kılınmıştır. (Darül­ Tedrisi Maarif-i Umumiye Nezaret-i Celi/esince
hilafetülaliye: Matbaa-i Amire, 1 3 1 5). tensib Kılınmıştır. Dördüncü tab'ı (Dersaadet:
Karabet Matbaası, 1 3 1 8).
[Tertip eden:] Mustafa Bey; Mufassal //m-i Haf (Der­
saadet: 25 Numerolu Matbaa, 1 3 1 O). Mustafa; Telhiz-i Mülahhas-ı /lm-i Hal Zükur-u lbti­
daiye Mekteblerinin ikinci Senesi Şakirdanına
Mehmed Esad lmamzade; Musahhah Dürr-i Yekta
Mahsusdur. (y.y.b.y. t.y.).
(lsta nbul: Hanmlara Mahsus Gazete Matbaası,
1 323). Müesses ve Müretti bi: Kitabcı Arakel, Musahhihi
Mehmed Esad; Mir'at-ı Mühendishane-i Berri Hü­ Muallim Naci; Talim-i Kıraat Malumat-ı ibtida-
iye ve Nesayih-i Nafia Otuzikinci Tab'ı (lstan-
mayun (/stanbuf Teknik Üniversitesi Tarihçesi)
[Haz: Sad ı k Erdem] (lstanbul: l.T.0. Bilim ve bul: Kitabcı Arakel Matbaası, 1323). 405
Teknoloji Tarihi Araştırma Merkezi, 1 986). Mülhaz-ı Tarih-i Osmani Şehir Ve Kasaba Mekatib-i
lbtidaiyesinin Üçüncü Senesinde Tedrisi Maarif­
Mehmed Esad; Mir'at-ı Mekteb-i Harbiyye, (lstan­
i Umumiye Nezaret-i Celi/esince Tensib Kılın­
bul: Artin Asadoryan Şirket-i Mürettibiye Mat­
mıştır. (Darülhi lafetü lailye: Matbaa-i Amire,
baası, 1 3 1 0).
1 3 1 5).
Mehmed Hayri-M ustafa Hayrullah; Ahlak Müderri­
Ernest Nagel; "The Development of Modern Sci­
si B i rinci K ı s ı m (lst a n b u l : Kasbar Matbaası,
ence" Chapters in Western Civilazition (New­
1 308).
york: Columbia Un iversity Press, 1 948) Volu­
Mehmed Hilmi; lcmaf-i Vukuat (lstanbul: Karabet me 1.
Matbaası, 1 308).
Namık Ekrem; Fevaid (Dersaadet: Asır Matbaası;
Mehmed Nuri; Mükemmel Nevusuf Osmanlı Elifba­ 1322).
sı (Dersaadet: Karabet Matbaası, 1 324).
Cemil Oktay; " "Ça�daşlaşma "yı Tanımlamak" Ye­
Meh med Tevfik; Mekatib-i Askeriye-i Şaha neye ni Toplum No:1 (Mayıs-Haziran 1 992).
Mahsus Tarih-i Osmani ikinci tab'ı (Mekteb-i
llber Ortaylı; Gelenekten Geleceğe (lstanbul: Hil
Fünun-u Harbiye-i Şahane Matbaası, 1308).
Yayınları, 1 982).
Mehmed Tevfik; Telhiz-i Tarih-i Osmani (lstanbul:
llber Ortaylı; "Osmanlı'da Ulusalcılık" Sosyalizm ve
Ceride-i Askeriye Matbaası, 1 302).
Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi No:53 (4
Mekatib-i Umumiye Nezaretine Merbut Bilcümle Aralık 1 989) (lstanbul: iletişim Yayınları, 1 990).
Mekatibin Ders Cedvel/eridir; (lstanbul: Asır
Osman Hilmi; Hulasatü'I Vakayi (lstanbul: Karabet
Matbaası, 1 320).
ve Kasbar Matbaası, 1 305).
[Tertib Eden:]Mustafa Bey; Mufassal //m-i Ha/Tab'­
Nazif ôztürk; "Osmanlılar'da Vakıfların Merkezi
ı salis (Dersaadet: 25 Numerolu Matbaa, 1 3 1 0).
Otoriteye Ba�lanması ve Sonuçları" Le Waqf
Menemenlizade Mehmed Tahir; Memalik-i Osma­ dans le Monde Musulman Contemporain (XIX­
niye Coğrafyası, (lstanbul: Karabet matbaası, XX Siecles) VARIA TURCICA No:XXVI (1994).
1 3 1 2).
Joseph La Palombara; "An Overwiew of Bureauc­
Mehmed Şükrü; Osmanlı Tarihi Mekteb-i Bahriye-i racy and Political Development" Bureaucracy
Şahane /diadisinin Birinci Sınıfı talebesine ted­ and Politica/ Development (Ed: Joseph La Pa­
ris Olunur. ([lstanbul:] Mekteb-i Fünun-u Bahri­ lombara) Third printing (Prenceton: Princeton
ye-i Şahane Matbaası, 1 3 1 3). University Press, 1 97 1 ).
Mehmed Şükrü; Sualli ve Cevablı Muhtasar Mema­ "Protestan Cemaati Nizamname-i Esasisi" Düstur,
lik-i Osmaniye Coğrafyası Maarif Nezaret-i Ce­ Birinci tertib, Cild:4 (lstanbul: Matbaa-ı Amire,
li/esince Ahiren Tertib Buyuru/an Mekatib-i lb­ 1 295).
tidaiye Programına Muvafık Olarak Tahrir Edil­ Lucian W. Pye; "The Concept of Political Develop­
miştir. (lstanbul: A. Asadoryan Şirket-i Müretti­ ment" (Ed:J.L. Finkle - R.W. Gable) Political De­
biye Matbası, 1 3 1 7). vefopment and Social Change (New York; John
Mehmed Şükrü; Tertib-i Cedit Ahlak Cüz-O Sani Viley i n e.. 1968).
Maarif Nezaret-i Celi/esince Ahiren tertib Bu­ " Lucian W. Pye; " l ntroduction: Political Culture
yuru/an Mekatib-i lbtidaiye Programına Muva­ and Political Development" Political Cu/ture
fık Olarak tahrir Edilmiştir. (lstanbul: A. Asa­ and Pofitica/ Deve/opment [Ed: Lician W. Pye
doryan Şirket-i Mürettibiye Matbaası, 1 3 1 9). and Sidney Verba] (Pri nceton. New J e rsey:
Mim. Safvet; Kıraat Mektebde Okutturulmak üze- Princeton University Press, 1 972).
T A N Z i M A T V E M E Ş R U T I Y E T ' I N B 1 R 1 K 1 M 1

Ernest Emondson Ramsaur; Jön Türkler ve 1908 Salih Zeki - Ahmed Fahri; Hikmet-i Tabiiyye Umu­
lhtla/i (lstanbul:Sander Yayınları, 1 972). me-i /dadi-i Mülki Mektebleri Programına Mu­
Raşid; Hükümat-ı /slamiye Tarihi Üçüncü tab'ı (ls­ vafık Olarak Tertib Edilmiştir. Cil d-i Evvel,
tanbul: Mekteb-i Fünun-u Hari biye-i Şahane Cild-i Sani (lstanbul: Karabet Matbaası, 1 309).
Matbaası, Nisan 1 3 1 8). Salih Zeki; Hikmet-i Tabiiyye Umume-i /dadi-i Mül­
Rehn üma-yı Ahlak Dersaadet ve Taşra Kasabat ki Mektebleri Programına Muvafık Olarak Ter­
Mekatib-i lbtidaiyesinin Üçüncü ve Kur'a Me­ tib Edilmiştir. Cild-i Ewel ve Cid-i Sani (lstan­
katib-i lbtidaiyesinin Dördüncü Senelerinde bul: Karabet Matbaası, 1 3 1 1 ).
Okutturulması Maarif-i Umumiye Nezaret-i Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, Birinci Se­
Ce/ilesince Tensib Kılınmıştır. (Darülhi lafetüla­ ne, 1376 Sene-i Hicriyesine Mahsusdur. (Darül­
liye: Matbaa-i Amire, 1 3 1 7) ikinci Tab'ı. hilafetülaliye: Matbaa-i Ami re, 1 3 1 6, ikinci Se­
Reşad; Kıraat . idadi Kısmı (lstanbul: Karabet Mat­ ne, 131 7 Sene-i Hicriyesine Mahsusdur. (Darül­
baası, 1 3 1 1). hilafetüla liye: Matbaa-i Amire, 1 3 1 6), Üçüncü
Sene, 1318 Sene-i Hicriyesine Mahsusdur. (Da­
Reşad; Muhtasar Osmanlı Tarihi (Rüşdiye Kısmı) rülhi lafetülaliye: Matbaa-i Amire, 1 3 1 8), Dör­
(Kostantiniyye: Artin Asadoryan Şirket-i Mü­ düncü Sene, 1 3 1 9 Sene-i Hicriyesine Mahsus­
rettibiye Matbaası, 1 309). dur ( D a r ü l h i l afet ü l a l iye; M at b a a - i A m i re,
Rıfat Paşa; Müntehabat-ı Asar Onbirinci Cild-Ah­ 1 3 1 9), Altıncı Sene, 1321 Sene-i Hicriyesine
lak Risalesinin Zeyli ([lstanbul:) Ali Bey Matba­ Mahsusdur (Dersaadet; Alem Matbaası, 1 321).
40 6 ası, 1 293). Sami; /lm-i Terbiye-i Etfal Birinci Kısım Usul-i Terbi­
Rıfat Paşa; Risale-i Ahlak ([lstanbul:] Cemal Efendi ye (Dersaadet: Matbaa-i Ahmed Ihsan, 1 323 \.
Matbaası, 1 3 1 4 ?).
Sarf-i Osmani Dersaadet ve Taşra Mekatib-i lbtida­
Rıfat; Coğrafya-yı Hususiden Asya Kıt'asının Taksi­ iyesini üçüncü Senesinde Tedris olunmak üzere
matı (lstanbul: Mihran Matbaası, 1 295). Maarif-i Umumiye Nezaret-i Celi/esince Kabul
Rıfat; Fezail-i Ahlak (lsta nbul: Mekteb-i Sanayi Olunmuştur.(Dersaadet: Matbaa-i Amire, 1 3 1 7).
Matbaası, 1 3 1 1). Sarf-i Osmani Mekatib-i lbtidaiye üçüncü Sınıfında
Rıfat; Risale-i Ahlak ([lstanbul:] 1 309). Tedris Olunmak üzere Maarif-i Umumiye Ne­
zaret-i Celi/esince Kabul Olunmuştur. (Darülhi­
Rıfat; Zeyl-i Risale-i Ahlak ([lstanbul:) Darüttıbatü­
lafetülaliye: Matbaa-i Amire, 1 3 1 6).
lamire, 1 273).
"Sefain-i Ticariye Kapudan Mektebinin Suret-i te­
Rıza Tahsin ; Mir'at- ı Mekteb-i Tıbbiye (Dersaadet:
sisi Hakkında Nizamname layihası M üsvedde­
Kader matbaası, 1 328).
sidir." Düstur-Zeyl-4 [Birinci tertib) (Dersaadet:
Narman Rich; The Age of Na tionalism and Re­ Matbaa-i Osmaniye, 1 302).
form, 1 850- 7890 (New York: W.W. Norton &
Selanikli Ali Saib; Şemsü'I Maarif Mektebine Mah­
Company lnc., 1 970).
sus Olan Kitaplardan Usul-ü Coğrafya-yı Sagir
Risale-i Ahlak ([lstanbul:) Matbaa-i Amire) Şirket-i ikinci Sene //m-i Hey'et, Coğra fya-yı Tabii, Ma­
Osmaniyenin Matbaa-i Amirede tab etti rdigi lumat (lstanbul: Ba!jdadlıyan matbaası, 1 308).
işbu Risale-i Ahlak Şirket-i mezkurun zir-i ida­
Selanikli Fazlı Necib; Coğrafya-yı Tabii ve Politiki
resinde b u l u n a n dükkanlarda füruht olun­
Mekab-i Rüştiyye Şakirdanına Mahsusdur. (ls­
maktadır.
tanbul: A. Mavyan Şirket-i Mürettibiye Matba­
Risale-i Ahlak (Taşbasma). ası, 1 305).
"Rum Patrikhanesi Umurunun ıslahı Zımnında Bat­ Sırrı Bey; "Sultan Abdülhamit Devrine Aid Bazı Ha­
rikhane-i Mezkurede Müçtemi Olan Komisyo­ tıralar" Vakit Gazetesi (24 Kanun-i Sani 1 324).
nun 8atrik lntihab ve Nasbuna Dair Tertib Ey­
Edward A. Shi ls; "The lntellectuals in The Political
ledigi Nizamname-i Umuminin Tercemesidir"
Developments of the New States" in (Ed:John
Düstur, Birinci tertib, Cild:2 ([lstanbul:) Mat­
H. Kautsky) Po/itical Change in Underdevelo­
baa-ı Amire, 1289).
ped Countries: Nationalism and Comminism
D;ınkward A. Rustow; "Turkey: The Modernity of (U.S.A.: John Wıley - Sons, ine., 1 967) seventh
Tradition" Political Culture and Political Deve­ printing_
lopment (Princeton: Pri nceton U n ivers ity
Sual Cevablı Tertib-i Cedit Üzere Emsile (lstanbul:
Press, 1 972) Second printing.
Şirket-i Mürettibiye Matbaası, 1 322).
Dankwart A. Rustow; "The Development of Parti­
Süleyman Hüsnü; Tarih-i Alem (lstanbul: Mekteb-i
es in Turkey" Political Parties and Political De­
Harbbiye Matbaası, 1 327).
velopment (Ed: Joseph la Palombara - Myron
Weiner) Second (paperback) printing (Prince­ Süleyman Paşa; //m-i Hal (lstanbul: Mihran Matba­
ton: Princeton U niversity Press, 1 972). ası, 1302).
Said Paşa; Said Paşa'nın Hatıratı Cild-i Ewel (Dersa­ ilhan Tekeli; Tanzimat'tan Cumhu riyet'e Egitim
adet: Sabah Matbaası, 1 328) Cild-i Sani, Kısm-ı Sistemindeki Degişmeler" Tanzimat'tan Cum­
Ewel (Dersaadet: Sabah Matbaası, 1 328). huriyet'e Türkiye Ansiklopedisi 2.Cilt (lstan­
Necdet Sakaoglu; Osmanlı Eğitim Tarihi (lstanbul: bul: iletişim Yayınları, 1 9B5).
iletişim Yayınları, 1 991). Zafer Toprak; "il. Meşrutiyet Döneminde Para mili-
R E S M i i D E O L O J i N i N D O G U Ş U V E E V R i M i Ü Z E R i N E B i R D E N E M E

ter Gençlik örgütleri" Tanzimat'tan Cumhuri­ Robert E. Ward - Dankwart A. Rustow; " l ntraduc­
yet'e Türkiye Ansiklopedisi Cilt:2 (lstanbul:lle­ tion" iç. Political Modernization in Japan and
tişim Yayınları, 1 985). Turkey (Princeton; Princeton University Preess,
l lter Turan; Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış (ls­ 1 964).
tanbul: Der yayınları, 1 976). Myron Weiner; "Political lntegration and Political
llter Turan; Türkiye'de Demokrasi Kültürü Wor­ Development" Ed:Claude E. Welch; Po/it ica /
king Paper Series (lstanbul: Koç üviversite­ Modernization A Reader in Comparative Poli­
si, 1 996). tical Change Second Edition (California: Wads­
worth Publishing Company ine., 1 971).
Hilmi Ziya Ü l ken; "Türkiye'de Pozitivizm Temayü­
lü" insan Mecmuası No: 1 1 (1 939). [Claude E. Welch]; "The Comparative Study of Po­
litical Modernization" iç. Ed: Claude E. Welch;
Hilmi Ziya Ü l ken; Ziya Gökalp Hayatı. Fikirleri ve Political Modernization A Reader in Compara­
Eserlerinden Parçalar (lstanbul: Kanaat Kitabe­ tive Political Change Second Edition (Califor­
vi, Ahmed Ihsan Basımevi). n i a : Wadsworth Publishing C o m p a ny i ne .,
Sidney Verba; "Comparative Political Culture" Poli­ 1 97 1 ).
tical Culture and Political Development (Ed: Li­
[Claude E. Welch]; "The Setting tor Modernization:
cian W. Pye and Sidney Verba] (Princeton, New Traditional Societies and The Process of Trans­
Jersey: Princeton University Press, 1 972). formation" Ed:Claude E. Welch; Political Mo­
Vilayet-i Şahanedeki Mekatib-i ldadiye-i Mülkiye­ dernization A Reader in Comparative Political
nin 1 3 1 0 Sene-i Hicriyesinde Maarif Nezaret-i Change Second Edition (Ca lifornia: Wadsworth
407
Celi/esince Tadilen Tanzim Olunan Müfredatlı · Publishing Company ine., 1 971).
Ders Programları Mucibince tertib ve lntihab
Zeyl-i Risale-i Ahlak ([lstanbul:]Darültıbaatül Ami­
Edilen Kütüb ve Risailin Esasmisiyle Fiyatını ve
re, 1293).
Satıldıkları Mahalleri M übeyyen Cedveldir
(Musahhah olarak ikinci defa rab' olunmuş­ Zükur Rü�iye Mekatibine Mahsus Birinci //m-i Hal
tur.] (Dersaadet: Karabet Matbaası, 1 3 1 2). (Darülhilafetülaliye: Matbaa-i Amire, 1 3 1 6).
Jehuda L. Wallach; [Çev: Em. Tu�g. Fahri Çeliker) Zükur ve /nasa Mahsus Dahili ve Harici Mekteb-i
Bir Askeri Yardımın A n a to m isi (A n k a r a : Numune-i Terakki'nin Talimat-ı Esasiyesidir.
Gnkur. Basımevi, 1 985) (ikinci Baskı). (Dersaadet: Alem Matbaası, 1 305).
409
Press, 1992) adıyla İngilizceye de çevrilmiştir.
GENEL
"Milli Şef' döneminde yayınlanan Taıızimat-
Hiç kuşku yok ki son/geç dönem Osmanlı si­ 1 Yüziiııcıi Yıldôııümü Miiııasebetiyle (Ankara:
yasal düşünüş tarihi konusunda öncelikle Yu­ Maarif Vekaleti, 1940) adlı yapıt, Cumhuri­
yet'in Osmanlı dönemine bakışındaki kırılma
suf Akçura'nın Oç Tarz-ı Siyaset adlı yapıu
noktasını simgeler. Bu yapıtla Cumhuriyet, bir
özel bir önem taşımaktadır. Önce Türk Gazete­
anlamda Osmanlı modernleşmesi ile hesaplaş­
si'nde (Kahire- 1904) iki bölüm halinde yayın­
masını yapmakta ve Tanzimat'tan Cuınhuri­
lanan bu çalışına sonradan kitap olarak basıl­
yet'e kadar geçen evreyi yetersiz b i r "ısla­
mıştır. ( lstanbul: l 327) Bu kitap Cumhuriyet
hat/reform" dönemi olarak betimlemektedir.
döneminde Akçura'nın doğumunun 1 00. Yıl­
Hilmi Ziya Üken'in bu yapıtta yer alan "Tanzi�
dönümü münasebetiyle yeni harflerle ve aynı mat'tan Sonra Fikir Hareketleri" adlı makalesi
adla yayınlanmıştır. [ (Ankara: Türk Tarih Ku­ bir anlamda sonradan kendisinin bir klasik
rumu, 1976, ikinci baskı 1987 ve son baskısı haline gelecek olan Türk Düşünce Tarihi adlı
1 9 9 8 . ] Ayrıca Tlıree Policies (lstanbul: lSlS eserinin de ilk çekirdeğini oluşturur. Gerçi dü­
şünce tarihi konusunda daha 1930'ların başın­
da Hilmi Ziya Ülken'in Türk Tefelılıür Tarihi ve
(*) Bu yazıda verilen seçilmiş kaynakçada -bazı is­
Tarlı Feylosofları Antolojisi I (lstanbul: Yeni
tisnalar bir kenara bırakılırsa- yalnızca akade­
Matbaacı, 1935) Uyaııış Devirlerinde Tercüme­
mik ve yarı-akademik nitelikteki belli başlı ya­
pıtlara yer verilmiş, makaleler -yine bir kaç is­ nin Rolü (lstanbul: Vaki t _Matbaası, 1 935) gibi
tisna dışında- dahil edilmemiştir. Ayrıca Osma­ çalışmalar varsa da ağırlık noktası Tanzimat
nlıca düşünce tarihi ile ilgili yazın da bu kay­ öncesine rastlamaktadır. Aynı kitapta yer alan
nakçanın dışında tutulmuştur. Diğer kaynakla­ Ihsan Sungu'nun kaleme aUığı "Tanzimat ve
ra ilişkin bilgi edinmek için hem bu cilmki Yeni Osmanlılar" adlı makalesi ise ağırlıklı ola­
makalelere, hem de toplu kaynakçaya bakılabi­ rak siyasal düşünüşü konu almış ilk ciddi de­
lir. Siyasal düşünceler içinden çıktıkları top­ nemelerden biridir.
lumsal yapının açık ya da kapalı derin izlerini Siyasal düşünce tarihi kanusundaki bilimsel
taşırlar. Bu nedenle siyasal, toplumsal ve eko­ çalışmalar l 940'lı yıllarda Tarık Zafer Tuna­
nomik koşullar bir veri olarak hep elde tutul­ ya'nın doktora tezi olan Mı1essese Teorisinde Fi­
malı, bu seçilmiş kaynakçada verdiğimiz yapıt­ lıir Unsuru adlı çalışması ile yeni bir boyut ka­
lar dışında dönemin siyasal, ekonomik ve top­ zanır. Tunaya'nın bu tezi daha sonraki doçent­
lumsal tarihine ilişkin yapıtlara bakılmalıdır. lik tezine de ilham kaynağı olmuş ve Türki­
Bu arada Türkiye'de düşünce tarihi üzerine ya­ ye'de düşünce tarihçiliği konusunda da bir ilk
pılan çalışmaların çoğunun, modernleşme sü­ yapıt sayılabilecek Amme Hulıulıumuz Balıı­
recinin milat noktası olarak simge haline gel­ ımndan Ilıinci Meşrutiyet'iıı Filıir Cereyanları
miş olan Tanzimat'ın ilanı sonrasına rast­ [ ( Teksir) (Istanbul: 1948)] adlı çalışmasını ya­
ladığını bir not olarak kaydedelim. yınlamıştır. Bu yapıtta il. Meşrutiyet'in Batıcı-
K A Y N A K Ç A

lık, lslamcılık ve Türkçülük gibi üç ana siyasal N iyazi Berkes'in geniş bir perspektiOe, mo­
düşünce akımını tanıtan ve tartışan Tunaya, dernleşme tarihini bir düşünce mücadelesi bi­
daha sonra bu akımlardan bazılarını makale çiminde ele aldığı ve Türkiye'deki kimi çalış­
bazılarını da genişleterek kitap halinde yayın­ malara ismen de kaynaklık etmiş olan ve önce
lamıştır. Tunaya'nın Türlıiye'nin Siyasi Haya­ ingilizce olarak Tlıe Developmeııt of Secularism
tında Batılılaşma Hareketleri Müşahadeler ve in Turlıey (Montreal: McGill University Press,
Tez l e r 1 ( l s tanbul :Yedigün Matbaası, 1 9 6 0 ) 1964) adıyla yayınlanan çalışması (l 998'de ye­
ikinci baskı (lstanbul: Arba Yayınları , 1 996) ] ni lngilizce baskısı Feroz Ahmad'ın önsözüyle
adlı yapıtının Birinci Bölümü Osmanlı döne­ tekrar yayınlanmıştır.) Türkçede Tıirhiye'de
mini kapsamaktadır. Yine Tunaya'nın Hüıı-i­ Çağdaşlaşma adıyla yayınlanmıştır. (Birinci ba­
yet'in !lanı !hinci Meşrutiyet'in Siyasi Hayatma sım. (Ankara: Bigi yayınevi, 1973) ikinci baskı
Bakışlar 1 ( lstanbul: Baha Matbaası , 1 9 5 9 ) (lstanbul: Doğu-Batı yayınları, 1 978) . Ayrıca
ikinci baskı (lstanbul: Arba yayınları, 1996) ] , bu ve benzeri konuları içeren Tı:ırh Düşününde
özellikle Devrim Hareketleri içinde Atatatürh ve Batı Sorunu (Ankara: Bilgi Yayınevi, 1975) adlı
Atatürhçıilüh [ (lstanbul: Baha Matbaası, 1964) yapıt daha önce yayınlanan Ihi Yıiz Yıldır Ne­
genişletilmiş ikinci baskı (Ankara: Turhan Ki­ den Bocalıyoru z ? ( [ Ankara : ] Yön Yayınları
41 0 tabevi, 1981) ve üçüncü baskı (lstanbul: Arba [ 1 9 6 4 ] ) ve Batıcı/ıh Ulusculuh ve Toplumsal
Yay ı n l a r ı , 1 994) ] adlı yapıtı Osmanlı'dan Devrimler ( [ Ankara:] Yön Yayınları, [ 19 65 ] )
Cumhuriyet'e geçiş dönemi üzerinde yoğunla­ adlı iki kitabın bir araya getirilmesinden oluş­
şan makaleleri içermektedir. Ayrıca yine Tuna­ muştur. Berkes'in bir başka yapıtı ise Turlıislı
ya'nın Medeniyetin Belıleme Odasmda 1 ( lstan­ Nationalism and Westenı Civilizalion: Selected
bul:Bağlam Yayınları, 1989)] ve Insan Derisiyle Essays of Ziya Gökalp (New Yo rlc Colombia
Kaplı Anayasa 1 ( lstanbul: Çağdaş Yayınlar ı , University Press, 1959) adlı yapıtıdır. Ber­
1 9 7 9 v e ikinci baskı Arba Yayınları , 1988) ] ad­ kes'in çeşitli makalelerini bir araya getiren
lı çalışmalarında konumuzla ilgili değerli ma­ Atatürk ve Devrimler (lstanbul: Adam Yayıncı­
kaler bulunmaktadır. lık, 1982) Teokrasi ve Laihlilı (lstanbul: Adam
Tunaya'nın başyapıtı olan ve ilkin 1952 yı­ Yayıncılık, 1 984) Toplumbilim Yazılan (lstan­
lında basılan Türhiye'de Siyasi Partiler [ (lstan­ bul: Adam Yayıncılık, 1983) adlı yapıtlarında
bul: Doğan Kardeş A.Ş., 1952) ve tıpkı basımı da önemli makaleler bulunmaktadır.
(lstanbul: Arba yayınları, 1995 ) ] adlı yapıtı da­ Düşünce tarihi konusunda, aslında Cumhu­
ha sonra genişletilerek üç cilt halinde yayınlan­ riyet'le başlamakla birlikte Osmanlı mirasını
mıştır. [Türhiye'de Siyasal Partiler Cilt 1 , ikinci veya geçiş dönemini de kısmen atıOar taşıyan
Meşrutiyet Dönemi genişletilmiş ikinci baskı alan makalelerin bulunduğu en son çalışma­
(lstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1984, üçün­ lardan biri Mete Tunçay'ın editörlüğünü yaptı­
cü baskı 1988 ve dördüncü baskı l letişim Ya­ ğı 75 Yılda Düşünceler Tarışmalar (lstanbul:
yınları, 1998), Türhiye'de Siyasal Paıtiler Cilt 2, Tarih Vakfı Yayınları, 1999) adlı yapıttır.
Mütareke Dönemi Genişletilmiş ikinci baskı (ls­ Tanzimat'tan sonraki düşünce yaşamının
tanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, ikinci baskı önemli ürünlerinden biri de "rüya"lardır. Dö­
1986 ve üçüncü baskı lletişim Yayınları, 1999) nemin aydınlarının bir kısmı siyasal siteme,
ve Türhiye'de Siyasal Partiler Cilt 3, ittihat ve topluma, devlete ve iktidara yönelik eleştirile­
Terakki, bir çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Ta­ rini birer rüya anlatımı olarak işlemişlerdir.
rihi Genişletilmiş ikinci baskı (lstanbul: Hürri­ Namık Kemal ile başlayan "siyasal rüya" ede­
yet Vakfı Yayınları, 1989 ve üçüncü baskı lleti­ biyatı i l . Meşrutiyet'in sonuna kadar devam
ş i m Yayınları, 2000) ] Ancak bu dev eserin etmiştir. Bu edebiyatı derleyen ve değerlendi­
Cumhuriyet dönemini kapsayan bölümünü ge­ ren bir kitap Metin Kayahan Özgül'ün Tıırlı
nişleterek yayınlamaya Prof. Dr. Tarık Zafer Tu­ Edebiyatı'nda Siyasi Rüyalar (Ankara: Akçağ
naya'nın ömrü vefa etmedi. Yayınları, [ 1989 ] ) adlı yapıtıdır.
1950'li yıllarda düşünce tarihine olan ilgide idris Küçüköm.er'in 1968 yılında Alışanı Ga-.
kıpırdanmanın bir ürünü de Kamuran Bi­ zet esi nde yayınlandığında oldukça tarışma ya­
'

rand'ın Aydınlanma Devri Devlet Felsefesinin ratan, ancak sonradan unutulan yazıları ilkin
Tanzjmat'ta Tesirleıi (Ankara: A. Ü . llahiyat Fa­ ertesi yıl Düzenin Yabancılaşması adıyla bir ki­
kültesi Yayınları, 1955) adlı çalışmasıdır ki si­ tapta toplandı. [ (lstanbul: Ant Yayınları, 1969,
yasal düşünüş konusundaki önemli yapıtlar­ ikinci Baskı Alan Yayınları 1990, Üçüncü bas­
dan biridir. kı Bağlam Yayınları, 1994) ] Bu kitap özellikle
K A Y N A K Ç A

Türkiye tarihinde alışılagelmiş/yerleşik sağ sol ading in Turhislı Poliıics [ Volume !, Volume l l
siyasal çizgilerini sorgulaması ve yerlerini de­ (yy:yyy,yty) ] ile editörlüğünü Ersin Kalaycıoğ­
ğiştirmesi ile göze çarpmakta, üzerinde durul­ lu ve Ali Yaşar Sarıbay'ın yaptığı önce Tarh Si­
ması gereken oldukça ilginç tespitleri içinde yasal Hayatı (lstanbul: Beta Yayınları , 1983)
barındırmaktadır. sonra Tarhiye'de Siyaset: Sarelılililı ve Degişim
Hiç kuşku yok ki 19 yüzyıl Osmanlı düşün­ (lstanbul: Der Yayınları, ty) adıyla yayınlanan
cesini anlayabilmenin en önemli yollarından yapıtlar önemlidir.
biri llber Ortaylı'nın artık bir klasik haline ge­ Taner Timur'un; Tarh Devrimi ve Sonrası
len Imparatorluguıı En Uzun Yüzyılı [ ( lstan­ 1 91 9-1 946 [ (Ankara: Doğan Yayınları, 1 9 7 1 ,
bul: Hil Yayınları, 1983 ve son baskısı 1996 ve ikinci baskı (Ankara: imge Yayınları , 1993) ] .
l letişim Yayınları, 2000) ] adlı yapıtından geçi­ Osmanlı Kimligi [ (Hil Yayınları, (Ankara: imge
yor. Bu yapıt 1 9 . yüzyıl Osmanlı düşünce Yayınları, 1998) ] . Osmanlı Çalışmaları (Verse
dünyasını anlamaya ve anlamlandırmaya elve­ Yayınları, Ankara: imge Yayınları, 1996)] adlı
rişli iklimi büyük bir ustalıkla ortaya koymak­ yapıtları, konuya değişik bakış açıları getiren
ta, çerçevesini çizmekte ve temel verilerini yapıtlar arasındadır.
sunmaktadır. Bülent Tanör'ün önce 1982 yılında teksir
Kemal H. Karpat'ın yine artık klasik yapıtlar sonra da Osmanlı Imparatorlugu'nda Anayasal 41 1
arsına girmiş olan Tarh Demokrasi Taıilıi, önce Gelişmeler (lstanbul: Der Yayınları, ( 19 9 1 ) )
Tıırhey'.s Politics, Tlıe Transitioıı to a Mıılti-party adiyla basılan ertesi yıl Osmanlı Tarlı Anayasal
System (Princeton: Princeton University Press, Gelişmeleri adıyla ( l s tanbul: Der Yayınevi,
1959 adı ile Princeton üniversitesi yayınları ( 1992 ] ) üçüncü baskısı Osmanlı Tarlı Anaya-
arasından çıkmış, sonra Türkçe'de iki baskısı sal Gelişmeleri 1 789-1 980 [ (Is tanbul: Afa Ya-
yapılmıştır. [ ( l s tanbul : İstanbul M a tbaası, yınları, 1996) ve dördüncü baskısı. (lstanbul:
1 96 7 ) ve ikincisi ( lstanbul : Afa Yayınları, Yapı Kredi Yayınlan, 1998) ] adlı yapıtı siyasal
1996) ] Yine Kemal Karpat'ın bu yıl yayınlanan düşünüşün anayasal gelişmelerin içinde an­
Tlıe Politicizatioıı of Islam: Reconstrııcting lden­ lamlandırıldığı önemli bir kitaptır.
tity, State. Faitlı, and Community in Tlıe Late Metin Heper'in Bürohratilı Yönetim Gelenegi
Ottoman State (Oxford : Oxford Unı versity Osmanlı Imparatorlugu ve Türkiye Cumlıııriye­
Press, 200 1 ) son dönem Osmanlı düşünce ta­ ti'nde Gelişimi ve Niteligi (Ankara: ODTÜ Ya­
rihini anlamak açısından son derece büyük bir yınları, 1974) ve İngilizce olarak basılan Tlıe
önem taşımaktadır. Karpat'ın editörlüğünü State Tradition in Turhey (The Eothen Press,
yaptığı ve geçen yıl yayınlanan Ottoman Past Beverley, 1985) ve son yapıtlarından biri olan
Today'.s Turhey (Leiden: Brill, 2000) adlı kitap Historical Dictionary of Tıırhey (Scarecrow
da konumuz açısından önemli makaleler bu­ Press) adlı yapıtları bulunmaktadır.
lunmaktadır. Sina Akşin'in iki cilt haline yayınlanan Ana
IRCICA tarafından iki cilt halinde yayınla­ Çizgileıiyle Türlıiye'ııin Yalım Taıilıi-1 ve 2 [ (ls­
nan Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi tanbul:Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncı­
[ Cilt:l (istanbul: IRCICA, 1994) ve Cilt:2 (ls­ lık, 1997) ikinci baskı bir arada Ana Çizgile­
tanbul: IRCICA, 1998) ] adlı derlemenin özel­ ıiyle Türhiye'nin Yakın Taıilıi (Ankara: imaj Ya­
likle ikinci cildinde Ekmeleddin lhsanoğlu, yıncılık, 1998) ] adlı kitabın özellikle birinci
Orhan Okay ve Ahmet Yaşar Ocak tarafından cildi ile Akşin'in lngilizce yayınlanan Essays in
yazılan ve düşünce tarihini konu alan makale­ Ottoman-Turhislı Political History (!stanbul:
lere bakılmalıdır. Ercüment Kuran'ın [ D erle­ !SiS, 2000) kitabı ve ayrıca yine editörlüğünü
yen: Mümtaz'er Türköne] Türhiye'nin Batılı­ Sina Akşin'in yaptığı 5 ciltlik Türkiye Tarihi
laşması ve Milli Meseleler (Ankara: Türkiye Di­ dizisinin 3. Cildinde Türlıiye Tarilıi-3 Osmanlı
yanet Vakfı Yayınlan, 1994) adlı yapıtı ile Tu­ Devleti 1 600-1 908 ( lstanbul:Cem Yayınevi,
cer Baykara'nın Osmanlılar'da Medeniyet Kav­ 1988) Sina Akşin'in yazdığı "Düşünce ve Bilim
ramı ve Ondohuzuııcu Yüzyıla Dair Araştırma­ Tarihi" ( 1839-1908) ve aynı dizinin 4. Cildin­
lar [ ( lzmir: Akademi Kitabevi, 1992) ve geniş­ de Türkiye Taıilıi-4 Çagdaş Türkiye 1 908-1 980
letilmiş ikinci baskı, 1999)] adlı esere de ba­ (lstanbul :Cem Yayınevi, 1989) Salahattin Hi­
kılmalıdır. lav'ın yazdığı "Düşünce Tarihi 1908- 1980" ad­
Türk Siyasal Hayatı için olduğu kadar dü­ lı makaleler özet ve toparlayıcı niteliktedir.
şünce tarihi açısından da önem taşıyan ve edi­ Editörlüğünü lrvin Cemil Schick ve Ertuğrul
törlüğünü Metin Heper'in yaptığı iki ciltlik Re- Ahmet Tonak'ın yaptığı önce İngilizce Turlıey
K A Y N A K Ç A

in Trnnsition (Oxford: Oxford University Press, Ôner'in öğrencisi olan bu i ki yazar N e cati
1987) adıyla basılan ve Türkçeye Geçiş 5ı1re­ Öner'in Ta11zi111aıtaıı Soııra Tıırlııyede lli111 ve
cinde Tıirlıiye (lstanbul: Belge Yayınları, 1990) Mantılı Anlayışı (Ankara: A.Ü.llahiyat Fakülte­
adıyla çevrilen yapıttaki makaleler de mutlaka si Yayınları, 1967) adlı kitabının açtığı yoldan
okunması gerekenler arasındadır. il e r l e m i ş l e r d i r . Bu arada ö z e l l i k l e O r han
Cavit Orhan Tütengil'ln doktora tezi olan Okay'ııı !Ilı Tıtrlı Pozilivisti ve Naıııralisti Beşir
ve ilk baskısı 1956 yılında Montesquieu'ıııin Si­ Fııad (Istanbul: Dergah Yayınları, ikinci baskı)
yasi ve Ilıtisadi Filıirleri adıyla yapılan ki tabın adlı yapıtı ile yine Okay'ın Bal ı Medeniyeti
gözden geçirilimiş ikinci baskısı Montesquieu Karşısıııda Alı111ed Midhat Efendi 1 (Ankara:
Siyaset ve Ilıtisat Açısından Bir Yalılaşı111 (lstan­ Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayın­
bul: Cem Yayınevi, 1977) adıyla yapıldı. Bu ları, 1 975 ikinci baskısı (lstanbul: Milli Eğitim
çalışmanın içinde yer alan dördüncü bölüm Basımevi, 1 989) ] adlı yapıtları önemlidir. Bu
"Montesquieu ve Türkiye" onun ilk altbaşlığı alanda son yayınlanan önemli yapıtların başın­
M o n tesquieu'nün E s e r l e r i n d e Türkiye ve da, Türkiye'deki çağdaşlaşma sorununa felsefi
Türkler" ikinci altbaşlığı ise 'Türkiye'de Mon­ bir birikimle bakan, Abdullah Kaygı'nın Türlı
tesquieu'nün Etkileri" başlığını taşımaktadır. Dıişıtncesinde Çağdaşlaşma (Ankara: Gündo­
412 Bunların dışında Hüsrev Hatemi; Tıırlı Aydım ğan Yayınları, 1992) adlı eseri gelmektedir.
Dılnü Bugünü (lstanbul: işaret Yayınevi, 1 99 1 ) , Ayrıca " Ö ns ö z " ü n ü Sü heyl Ü nver'in v e
Kurtuluş Kayalı; Tarlı Dıişılnce Dıinyası I (An­ "Sonsöz"ünü T . Remzi Kazancıgil'in yazdığı ve
kara: Ayyıldız Yayınları, 1994) , Osman Kafa­ Fındıkoğlu Z. Fahri'nin kaleme aldığı, Claude
dar; Türlı Eğiti111 Dıişüncesinde Batılılaşma (An­ Benıard ve Şalıir Paşa (lstanbul: Türkiye Harsi
kara: Vadi Yayınları, 1997) ve Ali Gevgilili; ve içtimai Araştırmalar Derneği Yayını, 1962),
Türlıiye'de Yenileşme Dılşılncesi, Sivil Toplum, Erol Ôzbilgen'in Pozitivizm Kıslıacmda Taı-lıiye
Basın ve Atatiirlı (!stanbul: Bağlam Yayınları, ( lstanbul: Ağaç yayıncılık, 1994) ve Cumhuri­
1990) adlı kitaplara bakılmalıdır. yet'in ilk yıllarında Konya'da yayınlanan Yeni
Son olarak Murat Koraltürk'ün Osmanlı Fi/zir Dergisi ( 1 925- 1929) ve onun benimsedi­
Elıononıilı ve Toplumsal Taıihine Ilişlıiıı Tıırlıçe ği felsefi ekol ve dergi üzerine biricik monog­
Malıaleler Bibliyorafyası Denemesi (1 91 0-1 997) rafi için Muammer G. Muşta'nın Konya Eııeıje­
Clstanbul: Creative Yayıncılık, 1998) düşünce tizm Felsefe Olııılıı (Ankara: Kültür Bakanlığı
tarihi açısından kısmen de olsa kullanılabile­ Yayınları, 1 990), Osman Bahadır'ın Osmaıılı­
cek bir emek ürünüdür. lar'da Bilim (lstanbul: Sarmal yayınevi, 1996)
C . Parkan Ôzturan'ın yayına hazırladığı Illı
Tarlı Mateıyalisti Beşir Fııad'm Melıtııpları ( ls­
FELSEFi DÜŞÜNÜŞ
tanbul: Arba yayınları, t.y.) adlı kitaplar bu ko­
nuda kullanılabilir.
H i l mi Z iya ü l ke n fe lsefi d ü şü n ü şle daha
1920'li ve 1930'lu yıllarda ilgilenmesine karşın
onun bir klasik haline dönüşen ve ilk baskısı
TANZ1MAT DÔNEMI
1966'da yayınlanan Türlıiye'de Çağdaş Düşünce
Tarihi iki cilt (Konya:Selçuk Yayınları, 1966) Bu döne:me ilişkin en son yayınlanan eserler­
adlı yapıtı daha sonra altı kez basılmıştır. (Is­ den biri, 1 996'da vefat eden Roderic H. Davi­
tanbul: Ülken Yayınları, 1 9 7 9 , 1 9 9 2 , 1994, son'ın Nineteentlı Century Ottomaıı Diplomacy
1966 ve altıncı basım 1998) Bu yapıtın henüz and Reforms ( lstanbul: lsıs Press, 1999) adlı
aşıldığı söylenemez. 19BO'li yıllarda yeniden yapıtıdir. Bu eserde öncesi ve sonrasıyla Tanzi­
felsefi düşünüşü başlayan ilginin bir sonucu mat dönemi ve paşaları üzerine daha önce çe­
olarak Süleyman Hayri Bolay'ın Türlıiye'de şitli dergi ve ansiklopedilerde yazdığı yazılar
Rulıcu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi (Anka­ bir araya getirilmiştir. Yine Davison'un konu­
ra: Akçağ yayınları, 1987) ile birer monogarafi muz açısından okunması gereken kapsamlı ve
olan M urtaza Korlaelçi'nin Pozitivizmin Tı1rki­ önemli çalışması, Refonn in tlıe Ottoman Empi­
ye'ye Girişi ve Illı Etlıileri (Istanbul: insan Ya­ re 1 856-1876 (Princeton: Princoton University
yınları, 1986) adlı yapıtı ile Mehmet Akgün'ün Press, 1963) adlı kitabı da Osmanlı Imparator­
Materyalizmin Tarlıiye'ye Girişi Ve Illı Etlıileıi l ıığıı'nda Reform 1 856- 1 8 76 I Çe v : Osman
(Ankara. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Akınhay] !ki Cilt ( lstanbul: Papi rus Yayınları.
1 988) adlı yapıtları yayınlanmıştır. Necati 1997) adıyla Türkçeye kazandırıldı.
K A Y N A K Ç A

Tanzimat Dönemi devlet adamlarından Ah­ Araştırma (Ankara: Türk tarih Kurumu Yayın­
med Cevdet Paşa üzerine M . Şakir Ülkütaşır'ın lan, 1937) ve Osmanlı Düşünce tarihi üzerin­
Cevdet Paşa Hayatı-Şalısiyeti-Eserleri 1 8 22- de önemli bir rol oynadığı düşünülen Encü­
1895 (Ankara: Doğuş Matbaası, 1945) kitabı men-i Daniş üzerine Kenan Akyüz'ün Encü­
vardır. Ama ilk bilimsel eser Ebül'ula Mar­ nıen-i Dilııiş (Ankara: A.Ü. Eğitim fakültesi
din'in Medeni Hu/ıulı Ceblıesiııden Alınıed Cev­ Yayınları, 1975) ve y'ne Akyüz'ün bu çalışma­
det Paşa (1822-1 895) Ôlü111L111iin 50inci Yıldö­ ya katkı biçiminde yayınladığı " Encümen-i
n li m u Ves i l esiyle [ ( l stanbu l : l . Ü . Yayı nları , Daniş'in kuruluşu ve mahiyeti hakkında yeni
1946) Yeni baskısı (Ankara: Türkiye Diyanet belgeler "Stııdi Preottoıııani e Oıtomani Atti del
Vakfı Yayınları, 1996) ] yapıldı. Ayrıca Ümit Convegno di Napoli (24-26 settcnıbre 1 9 74)
Meriç'ln Cevdet Paşa'ııın Ceıııiyet ve Devlet Gö­ (Napoli: lnstituto Universitario Orientaleü,
ruşii ( 2 . Basım. lstanbul: Ö tüken yayınlarıi 1976) adlı yapıtlar dönemi anlamak açısından
1979) Ahmet Cevdet Paşa üzerine yapılan iki mutlaka kullanılmalıdır
toplantı kitaplaşmıştır. Bunlardan ilki Alımed Tanzimat'ın 150. Yıldönümü vesilesiyle ya­
Cevdet Paşa Semineıi 2 7-28 Mayıs 1 985 Bildiri­ pılan toplantıların bir kısmı kitaplaşmıştır. Bu
ler (lstanbul: !.Ü.Edebiyat Fakültesi Basımevi, kitapların içinde de konu ile ilgili makaleler
1 986) , ikincisi ise Alımet Cevdet Paşa (1 823- bulmak olanaklıdır. Bunların başlıcaları şun- 4J J
1 895) Vefatının 1 00. Yılına Anııagan (Ankara: \ardır. 1 50. Yılında Tanzimat (Yayına hazırla-
Türk Diyanet Vakfı Yayınları, 1997)
yan: Hakkı Dursun Yıldız) (Ankara: Türk Ta-
Tanzimat döneminin bu ünlü ismi üzerine rih Kurumu Yayınları, 1 992); Tanzinıat'ın 1 50.
onun özellikle tarihçiliği hakkında kuşkusuz en Yıldö1111mı1 Senıpozyunuııııııı Bildiıileri, (6-7 lıa-
yetkin eser Chritoph K. Neumann'ın doktora
.rnn 1 989) ( lzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat
tezi olan ve Araç Taıilı Amaç Tanzimat Tarilı-i
Fakültesi Yayınları ,1992); Tanzimat'ın 1 50. Yıl-
Cevdet'in Siyasi Anlaıııı ( lstanbul: Tarih vakfı döniimı1 Uluslarnrsı Senıpozyıınııı Aıılıara: 3 1
Yurt Yayınları, 1999) adı ile çevrilen başarılı ça­
Elıim-J Kasıııı 1 989 (Ankara: Türk Tarih Kuru-
lışmasıdır. Tanzimat döneminin simgesi haline
mu Basımevi, 1994)
gelmiş modernist kanadın öncüsü Mustafa Re­
Tanzimat'tan Birinci Meşrutiyet'c geçişin
şit Paşa üzerine en önemli eser ise devamı hala
önemli isimlerinden olan Tunuslu Hayrettin
yayınlanmayan Reşat Kaynar'm, Mustafa Reşit
Paşa üzerine Atilla Çetin'in, hazırladığı Tııııus­
Paşa ve Tanzimat (Ankara: Türk Tarih Kurumu
lıı Hay reddin Paşa [ (Ankara: Kültür Bakanlığı
Basımevi, 1954, ikinci baskı, 1985) adlı yapıu­
Yayınları, 1 988) ikinci baskı 1999)] adlı yapıta
dır. Bu arada !.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarafından
bakılabilir. Tanzimat, Birinci Meşrutiyet ve i l .
yapılan 1 9 . yüzyıl padişahları dönemin kimi
Abdülhamit Döneminin önemli isimlerinden
önemi isimleri ve dönemleri konusundaki ki­
olan modernist kimliği ile öne çık;ın Münif
taplar da görülmesi gereken kitaplar arasında­
Paşa için lsmai\ Doğan, Taıızinıat'ın llıi Um:
dır. Bunlardan biri de Mııstafa Reşit Paşa ve Dö­
Mıinif Paşa ve Ali Suavi (Sosyo-pedagojilı Bir
neıni Senıineıi Bildiıiler 1 3-1 4 Mart 1 985 (Anka­
Karş ı laştırma) ( lstanbul: iz Yayınları. 1 99 1 )
ra: Türk tarih Kurumu Yayınları, 1987); ile Sul­
kullanılabilir.
tan il. Malınıut ve Refonnlan Senıineıi 28-30 Ha­
ziran l 989 Bildiriler ( lstanbul:Edebiyat Fakülte­
si Basımevi , 1990) adlı yapıtlardır. (Diğerleri bu YEN! OSMANLILAR VE I. MEŞRUTiYET
seçilmiş kaynakçanın ilgili yerlerinde verilmiş­
tir.) Fuat Andıç-Süphan Andıç; Sadrazaııı Ali Robert Devereux; Tlıe First Oıtonıan Constitııti­
Paşa Hayatı, lamam ve Siyasi Vasiyetnamesi (ls­ onal Period A Stııdy of tlıe Mid/ıat Constitulion
tanbul: Eren Ya}1ncılık, 2000) adlı yapıt da son and Parliaıııent (Ballimore: TheJ ohns Hopkins
yayınlanan eserlerden biridir. Press, 1963) adlı henüz Türkçeye çevrilmeyen
Kamuran Birand'ın bugün unutulmuş ol­ eseri ile Uluslararası Midlıat Paşa Semineri Bil­
makla birlikte değerini hala koruyan Aydııılan­ diriler ve Tartışmalar Edime, 8-1 0 Mayıs 1 984
ına Devıi Devlet Felsefesi'nin Tanzimaıta Tesirle­ (Ankara: T.T.K. Yayınları, 1986) adlı kitaplar
ri (Ankara: A . Ü . ilahiyat Fakültesi Yayı lan, Birinci Meşrutiyet'ln simegelerinden biri hali­
1955) ile Tanzimat döneminin ilk muhalefet ne gelmiş Midhat Paşa üzerine önemli yapıt­
hareketlerinden biri olan Kuleli Vak'ası üzeri­ lardır. Ayrıca Birinci Meşrutiyet üzerine yapı­
ne biricik monografi olma özelliğini sürdüren lan iki toplantı sonradan kitaplaştı Bunlardan
Uluğ lğdemir'in Kuleli Valı'ası Halık111da Bir biri A nnağan Kanun-u Escısi'nin 1 00 Yılı (An-
K A Y N A K Ç A

kara: A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Tarafından yayınlanan Namılı Keınal Halılwıda
1978) adlı yayındır ki içinde son derce önemli Büyith Şairin Yüzitncü Dogum Yıldönümü Mit­
maka l e l e r yer a l maktadır. Cemil Oktay'ın nasebetiyle Dil ve Taıilı-Cografya Falııiltesi Pro­
"Hum Zamirinin Serencamı: Kanun-u Esasi fesôr ve Doçentleıi Tarafından Ha:z:ırlanınıştıı:
ilanına Muhalefet Üzerine Bir Deneme" Bal11i (Ankara: A.Ü. D.T. C . E Neşriyatı, 1942) adlı
Savcıya Annagan (Ankara: Mülkiyeliler Vakfı yapıt gelmektedir.
yayınları, 1988) adlı makalesi [ (Daha sonra Mithat Cemal Kuntay'ın Namılı Keınal, Dev­
çeşitli makalelerinden oluşan kitaba isimlik rin lnsanlan ve Olaylan Arasıııda Cilt 1 (lstan­
yapan "Hum" Zamirinin Serencaını ( lstanbul: bul: Maarif Matbaaası , 1944), Cilt 2 Kısım 1 :
Bağlam Yayı nları, 1 9 9 1 ) ve Siyaset Yazıları (lstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1949) Cilt 2
Hum Zamiri ve Diğerleri (Der Yayınları, 1997) ] Kısım 2: (lstanbulMaarif Basımevi, 1956) adlı
dönem muhalefet düşüncesini anlamak açın­ iki cilt üç kitaplık eseri de hem Yani Osmanlı­
dan son derece önemlidir. lar'ın Siyasal düşünceleri açısından hem de dö­
M. Kaya Bilgegil'in üç kitabı da bu dönem nem açısından kullanılması gereken önemli
için kullanılabilecek orjınal bilgiler içeren kay­ bir klasik kaynak niteliğindedir. Ayrıca Yusuf
naklardandır. Yakm Çag Türk Kültür ve Edebi­ Mardin, Namıh Kemal'in Loııdra Yıllan, (lstan­
41 4 yatı Üzerine Araştırmalar-!: Yeni Osmanlılar bul: Milliyet Yayınları, 1 9 74) onun yurtdışı
(Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları, 1976), macerasını anlatan önemli bir eserdir.
Yalım Çag Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerine Namık Kemal'in popüler hale gelmesi ikinci
Araştınnalar-II Müteferrilı Malıaleler I, (Erzu­ kez ve bu kez 1 00. Ölüm yıldönümü nedeniy­
rum: Atatürk Üniversitesi Yayınları, 1980) ve le oldu Ôlümünüıı 1 00. Yılmda Namıh Kemal
Ziya Paşa üzerine B i r Araştırma Birinci Cilt ( l s tanbul: Marmara Üniversi tesi Yayınları,
ikinci baskı (Ankara: Atatürk Ü niversitesi Ya­ 1988) Bu arada 1980'li yılların sonunda sol ay­
yınları, 1979) da mutlaka bakılmalıdır. dınlar Namık Kemal'e ilgi gösterdiler. "Türk
Yeni Osmanlılar konusunda, onun üyelerin­ Aydınlarıyla Dayanışma Girişimi"nin öncülü­
den biri olan Ebüzziya Tevfik'in il. Meşrutiyet ğünde Mainz'da 15 Nisan 1988'de yapılan ve
sonrasında dizi yazı halinde kaleme alınan yarı Türkçe ve Almanca tebliğlerin sunulduğu kol­
haurat niteliğindeki yazıları 1973 yılında yeni lokyuma sunulan bildiriler aynı yılın sonunda
harflere çevrilerek kitaplaştı. Üstelik 1973 yı­ Bir Çagdaş Oncü Namıh Kemal (1888- 1 988)
lında üstelik aynı ay Mart ayında ve aynı adla ( l stanbul: Amaç Yayıncılık, 1988) adıyla ya­
ama yayınevi ve sadeleştiren farkıyla iki ayrı yınlandı. Namık kemal hakkında kullanılabi­
Yeni Osmanlılar Tarihi yayınlandı. llki Ebüzzi­ lecek en iyi bibliyografya Mustaf Can'ın hazır­
ya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi (Sadeleştiren: ladığı Namık Kemal Bibliyografyası (Anlkara:
Şemsettin Kutlu) (lstanbul: Hürriyet Yayınları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1988)
1973) iki cilt ve Ebüzziya Tevfik, Yeni Osman­ bu alanda geniş bir kaynakça sunmaktadır.
lılar Tarilıi (Bugünkü dile uyarlayan: Ziyad Fevziye Abdullah tansel'in dört cilt olarak ya­
Ebtizziya) Birinci Cilt (lstanbul: Kervan Yayın­ yına hazırladığı ve Türk Tarih Kurumu yayın­
ları, Mart 1973), !kinci Cilt ( lstanbul: Kervan larından çıkan Namık Kemal'!n Hususi Melıtup­
Yayınları, Kasım 1973) ve üçüncü cild ( lstan­ lan onun düşünce dünyasını anlamak açısın­
bul: Kervan Yayınları, Şubat 1 9 74) dan kullanılabilir.
Birinci Meşrutiyet'in romantik yurtseveri Şinasi üzerine ilk önemli kitap Ahmet Ra­
Namık Kemal üzerine oldukça fazla sayıda ya­ sim tarafından kaleme alınan ve Osmanlıca ya­
yın bulunmasına karşın onu gerçekten değer­ yınlanan Matbuat Tarihine Medlıal-llh Büyılk
lendiren yapıt sayısı son derece azdır. Latin Mulıarrirlerden Şinasi (lstanbul: Yeni Matbaa,
harfli ilk çalışma Kemalinin Şükrü'nün Namık 1 927) adlı çalışmasıdır. Şinasi hakkında iki
Kemal Hayatı ve Eserleri (lstanbul: Kanaat Kü­ eser daha vardır. Bunlardan biri edebiyat yö­
tüphanesi, 193l)adlı eseridir. Namık Kemal'e nünü ele alınmakla birlikte Gündüz Akın­
ilgi doğumunun 100. Yılı nedeniyle artmıştır. cı'nın Batıya Yönelirken Şinasi (Ankara: Ayyıl­
Necip Fazıl Kısakürek Namılı Kemal Şahsı-Ese­ dıı: Matbaası, 1962) ve Ziyad Ebüzziya tarafın­
ri-Tesiri (Ankara: Recep Ulusoğlu Basımevi, dan yazılan ve ölümünden sonra ilavelerle Hü­
1940) adlı yapıtı ile başlayan ilgi devam etmiş­ seyin Çelik tarafından yayınlanan Şinasi (ls­
tir. Onun hakkında en erken yayınlanan ve tanbul: lletişim Yayınları, 1997) adlı kitaplar
bugün hala değerini korumakta olan eserler­ bulunmaktadır.
den başında A.Ü. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Ali Suavi üzerine yazılan başlıca kitaplar
K A Y N A K Ç A

şunlardır: Midhat Cemal Kumay, San/ılı ihti­ Sultan Abdülhamit (Hatıralanm) (Ankara:Sel­
lalci Ali Suavi ( lstanbul: Ahmet Halit Kitabevi, çuk yayınları, 1984) adlı hatıratı önemlidir.
1 946) , Falih Rıfkı A tay, Başveren lnkı labcı Abdülhamit'ln siyasi düşüncelerini anlayabil­
(Dünya yayınları, Gün Matbaası, t.y, Yyy), !s­ mek için şu kitaplara bakılabilir: K. M ehmet
ınai! Hami Danişmend; Ali Suavi'nin Türlıçülii­ Hocaoğlu sadeleştirdiği ve Abdülhamit Han ve
ğü ikinci baskı ( lstanbul:CHP Genel Sekreter­ Muhtıraları [ (lstanbul:Türkiyat Matbaacılık,
liği Neşriyatından, 1942) ve son olarak kap­ 1989) , ikinci baskı Kamer Yayınları ( 1 999) ] .
samlı bir çalışma olan Hüseyin Çelik'in Ali Su­ A . Alaaddin Çetin ve Ramazan Yıldız'ın yayına
avi ve Dönemi (lstanbul: i l etişim Yayınları, hazırladığı Sultan If. Abdülhamit Han Devlet ve
1994) adlı eserine bakılabilir. Memleket Görüşlerim ( lstanbul: Çığır Yayınla­
Serol Teber'in Paris Komümi'nde Oç Yurtsever rı, 1976) , Orhan Koloğlu, Ne Kızıl Sultan Ne
Tarh Mehmet Reşat ve Nuri Beyler (lstanbul: Ulıı Halıaıı Abdülhamit Gerçeği (lstanbul : Gür
D e Yayınevi, 1986) da ikinci el kaynakları kul­ yayınları, 1987), Aydın Talay. Eserleri ve Hiz­
lanmasına rağmen dikkat çekici bir çalışmadır. metleıiyle Sultan Abdülhamit (lstanbul: Risale
A h m e t M i dhat Efen d i Üzerine Carter V. yayınları, 1999 1 ) , Ihsan Süreyya Sırma, II. Ab­
Findley'in yazdığı Ahmed Mithad Efendi Avru­ dnlhamit'in Islam Birliği Siyaseti 4. Baskı (ls-
pa'da ( Çev: Ayşe n Anadol) (lstanbul : Tarih tanbul: Beyan Yayınlan, 1990), Cezmi Arslan, 415
Vakfı Yurt Yayınları, 1999) II. Abdülhamit v e Islam Birliği Osmanlı Devle-
ti'nin Islam Siyaseti 1 856-1 908 (lstanbul: Ô tü-.
ken Neşriyat, 1992) , Cevdet Ergül, II. Abdnl-
II. ABDÜLHAM1T hamit'in Doğu Politilıası ve Hamidiye Alayları
(lzmir: Çağlayan Yayınları, 1997) , il. Abdülha-
Türkiye tarihinin en tartışmalı isimlerinden
mit ve dönemi konusundaki iki sempozyum
biri olan il. Abdülhamit üzerine bilimsel çalış­
kitaplaşmıştır. Bunlardan ilki ilim Kültür Sa-
ma son yıllarda peş peşe geldi. Birincisi Selim
nat Vakfı Tarih Enstitüsü'nün düzenlediği top-
Deringil'in Well-protected Domains: Ideology &
lantıda yapılan konuşmalar II. Abdülhamit ve
The Legitimation of Power in The Ottoman Em­ Dönemi Sempozyum Bildiıileıi 2 Mayıs 1 992
pire, 1876-1 909 (l.B.AURIS,1999) adıyla lngi­ C lstanbul: Seha N eşriyat, 1992) adıyla kitap-
lizce yayınlanan ve Türkçeye çevrilmekte olan laşmıştır. ikincisi ise 1 . 0 . Edebiyat Fakülte-
eseridir. Selim Deringil'in "Legitimacy Structu­ si'nin düzenlediği kapsamlı toplantıdır ki Sul-
res in the Ottoman State: The Reign of Abdül­ tan II. Abdnlhamit ve Devri Semineri 27-29 Ma-
hamit I l " Intenıational jurnal of Middle East yıs 1 992 Bildiriler (lstanbul: 1.0. Edebiyat Fa-
Stııdies Cilt::XXJII, No:3 ( 1 9 9 1 ) s.345-359 adlı kültesi Basımevi, 1 994) adıyla kitaplaşmıştır.
çalışmasıyla müjdelediği çalışması son derece i l . Abdülhamit .ve sonrasındaki dönemde
önemli. Daha önce sözünü ettiğimiz Kemal H . önemli roller oynamış iki süyasetçi ve düşünü­
Karpat'ın The Politicization of Islam: Reconst­ şü üzerine Gazi Ahmet Muhtar Paşa B i r Os­
rııcting Identity, State, Faith, and Community in manlı Paşası ve Dönemi ( lstanbul: Milliyet ya­
The Late Ottoman State (Oxford: Oxford Unı­ yınları, 1976) ve daha sonra Gazi Ahmet Muh­
versity Press, 200 1 ) adlı eseri de uzun yılların tar Paşa (1839-1 919) (Askeri ve Siyasi Hayatı)
birikimini yansitan, dönemi etrafiıca değerlen­ Gözden Geçirilmiş ikinci Baskı (lstanbul: Filiz
diren ve son derece değerli tahliler içeren yet­ Kitabevi, 1989) ile Yusuf Hikmet Bayı.ır'un Ka­
kin bir çalışmadır. leme aldığı Sadrazam Kı'lmil Paşa -Siyasi Haya­
Abdülhamit'in siyasi görüşleri üzerine fikir tı- (Ankara: Sanat Basımevi, 1954) bakılabilir.
veren ilk kaynaklardan biri onun hatıratıdır. Ayrıca bu dönemin ünlü iki sadrazamının anı­
Aslında bu hatıratlar da tartışmalıdr. Abdiilha­ ları dönemi ve düşünce dünyasını anlamak
mit'in Hatıra Defteıi (lstanbul: Selek Yayınları, açısından önemlidir. Said Paşa'nın Osmanlıca
1960) Sultan Abdülhamit Siyasi Hı'ltırdtırn (ls­ üç cilt olarak yayınlanan kitabı Şemsettin Kut­
tanbul: Hareket yayınları, 1974) Abdalhamil'in lu tarafından sadeleştirillerek yayınlandı. Ani­
Hatıra Defteri Belgeler ve Resimlerle (Yayına lar Sadrazam Sait Paşa (Notlar ve açıklamalar­
hazırlayan ve sadeleştiren: ismet Bozdağ) (ls­ la günümüz diline uygulayan Şemsettin Kut­
tanbul: Kervan Yayınları, 1 9 75) Çeşitli baskı­ lu) ( lstanbul: Hürriyet Yayınları, 1977) ve Ka­
lar yapan bu hatıratlar üzerine Alaaddin Yal­ mil Paşa'nın anıları için Kamil Paşa'11111 Anılan
çınkaya'nın tenkidine ve kitabına mutlaka ba­ (Yayına Hazırlayan Gül Çağalı Güven) (lstan­
kılmalıdır. Ayrıca Ayşe Osmanoğl u ; Babam bul: Arba Yayınları, 1 99 1 )
K A Y N A K Ç A

( lstanbul Remzi Yayınevi, 1987), Yuriy Aşato­


JÖN TÜRKLER VE 1I. MEŞRUTIYET
viç P e trosya n ; Sovyet Gôziiy le Jön Tıirlıler
Hiç kuşku yok ki gerek "Yeni (ya da Genç) Os­ ( Çev: Mazlum Beyhan-Ayşe Hacıhasanoğlu)
manlılar" ve gerekse "j ön Türk" Düşünüşü ( l s tanbul: Bilgi yayı nevi , 1 9 7 4) Feroz Ah­
üzerine en yetkin iki çalışma Şerif Mardin'in mad'ın Tlıe Yoııng Tııdıs Tlte Conııııitee of Union
tarafından yapılmıştır. Bunlardan ilki Birinci and Progress in Tıırhislı Politics 1 908- 1 9 1 4 (Ox­
Meşrutiyet ve dönemin önemli isimlerinin si­ ford: The Clarendon Press, 1969) adlı araştır­
yasal ve toplumsal düşünüşü konusunda 1962 ması 1971 yılında Ittilıat ve Teralılıi 1 908- 1 9 1 4
yılında lngilizce yayınlanan yapıt Şeri f Mar­ [ Çev: Nuran Yavuz] ( lstanbul: Sander Yayınevi
din'in doktora tezi olan ve Princeton Üniversi­ 1 9 7 1 ) adıyla çevrilmiştir. ( ikinci baskı lstan­
bul: Kaynak Yayınları, 1984 ve üçüncü baskı
tesi yayınları arasında basılan Tlıe Genesis of
1986] Yine Feroz Ahmad'ın çeşiLli dergilerde
Yoımg Ottoman Tlıoııglıt-A Stııdy in tlıe Modenıi­
konu ile ilgili yayınlanmış makaleleri lt ti lı adç ı­
zation of Tıırlı islı Political Ideas (Princeton:
lılı'tan Kemalizme (lstanbul: Kaynak Yayınları,
Princeton University Press, 1962) adlı eseridir.
1986) başlığı altında yayınlanmıştır. Ahmet
Bu yapıt yayınlanışından yaklaşık 35 yıl sonra
Bedevi Kuran'ın lnlıılap Tarihimiz ve jön Tıi rlı ­
Yeni Osmanlı Dtişıincesinin D oğıış ıı ( lstanbul:
41 6 ler (lstanbul: Tan Matbaası, 1945) ve Osnıanlı
lletişim Yayınları, 1996) Türkçeye çevrilmiştir.
lmparatorlıığıı'nda Inlıılap Harelıetleri ve Milli
Bu yapıt geçen yıl tekrar lngilizce olarak da ya­
Mücadele (lstanbul: Baha Matbaası, 1956), I n­
y ı n l a n m ı ş t ı r. ( Syracuse U n i v e rs i ty Press,
lıılap Tarihimiz ve lltilıat ve Te ralılıi ( lstan­
2000). Yine Şerif Mardin 1964 yılında bu defa
bul: 1948), Osmanlı lmparatorlıığıı'ııda ve Tür­
Türkçe olarak kaleme aldığı jön Tıirlıleı-in Siya­
lıiye Cıımhııriyeti'nde Inlıılab Harelıetleri (lstan­
si Fikirleri 1 895-1 908 (Ankara: iş Bankası Ya­
bul: 1959) adlı yapıtları önemlidir.
yınları, 1964) adlı ve artık bir klasik haline gel­
M. Şükrü Hanioğlu'nun B i r Siyasal Orgıit
miş olan yapıtı 1983 yılından i tibaren lletişim
O/aralı Osmanlı lttilıad ve Teralılıi Cemiyeti ve
yayınları tarafından yapılan baskıları dörde
jön Türlılak Cilt 1 : 1898-1902) (l stanbul: ileti­
ulaşmıştır. Mardin'in bir kitapçık şeklinde bası­
şim Yayınları, 1986, lkinci baskı 1989) Bu ya­
lan Continııity and Clıange in the Ideas of tlıe Yo­
p ı t Osmanlı l t tihad ve Terakki Cemiyeti'nin
ııng Tıır-Jıs (Ankara: Yenişehir Matbaası , 1 969)
bir örgüt olarak tarihi üzerinde yoğunlaşmak­
da dikkate değer bir başka çalışmadır. Mardin
tadır. Ne yazık ki ikinci cildi Türkçe olarak ya­
çeşitli dergilere yayınlanmış ve konumuzu da
yınlanmamıştır. Bu yapıtın 1908'e kadar olan
ilgilendiren makaleleri dört cilt halinde toplan­
dönemi de içeren ve henüz Türkçeye çevril­
mıştır. Türkiye'de Toplum ve Siyaset, Malıaleler meyen baskısı lngilizce olarak yapıldı jonı u rlı s
1 (lstanbul : lletişim Yayınları 1990), Siyasal ve in Opposition 1 889-1 908 (Oxford: Oxford Uni­
Sosyal Bilimler; Malıaleler 2 (lstanbul: lletişim versity Press, 1995) . Hanioğlu'nun Türkçe ya­
Yayınlan, 1990), Türlıiye'de Din ve Siyaset Ma­ yınladığı ve 1902 Kongresi ile bıraktığı kitabı
lıa l el e r J (lstanbul:lletişim Yayınları, 1991) ve ingilizce ve ikinci cilt niteliğindeki kitapla ta­
Tıi rlı Modem/eşmesi Malıalelcr 4 ( lstanbul :lleti­ mamlanmış oldu. Bu kitap Preparation for a
şim Yayınları, 199 1 ) Bu derlemelerde düşünce Revolııtion: Tlıe Yoııng Ttırlıs, 1 902- 1 908 (Ox­
tarihi açısından önemli makaleler bulunmakta­ ford: Oxford University Press, 2000) adını ta­
dır. Şerif Mardin'ln yine Syracuse University şımaktadır.
yayınlan arasından çıkan Religion, Society and i l . Meşrutiyet'in döneminin öncesi ve sonra­
Modenıity in Tıırley ( 1999) adlı yapıtına bakıl­ sı için Aykut Kansu; 1 908 Devrimi ( lstanbul:
malıdır. l l e tişim Yayı nları, 1995) yapı ta bakılabilir.
Jön Türk düşünüşü için özellikle şu yapıtlar Kansu'nun ayrıca Elusive Transfonnation: Tlıe
m utlaka kullanılmaldır. Ernest Edmondson Reforınation of 1 908 in Tlırlıey (Leiden : Brill,
Ramsaur; Tlıe Yoımg Tıır-lıs: Prelııde to the Revo­ 1997), Tlıe Revolution of 1 908 ın Tu rlıey (Le­
lııtion of 1 908 (Princeton: Princeton University iden: Brill, 1997) ve geçtiğimiz yıl yayınlanan
Press, 1957) Türkçe Çevirisi jön Tıirlıler ve P o l itics in pos t-revolutionary Tıı rlı ey, 1 908-
1 908 llıtilali l Çev: N uran Ü lken i ( I s tan bul: 1 913. (Leiden: Brill,2000) adlı kitapları kulla­
Sander Yayınları, 1972. ikinci Baskı 1982) , Si­ nılabilir.
na Akşin; 1 00 Sonıda jön Tti rlıler ve Ittilıat ve Ali Birinci'nin Hlirıiyet ve itilaf Fı rlı as ı 11.
Teralılıi (lstanbul Gerçek Yayı nevi, 1979) ve Meşrutiyet Devrinde ittihat ve Teralılıi'ye Karşı
ikinci baskı jön Tılrlıler ve lttilıat ve Te ralı lı i Çı lıa n la r ( l s tanbul: Dergah Yayı nları, 1 990)
K A Y N A K Ç A

adlı yapıtı ise il. Meşrutiyet'in muhalefet parti­ (lstanbul: Der Yayınları, 1989), Masayuki Ya­
si ve bu parti etrafında örgütlenen siyasal dü­ mauchi; Hoşnut Olmamış Adam Enver Paşa (ls­
şününüş ve kişilere ilişkin ayrıntılı bilgiler tanbul: Bağlam Yayınları, 1995) adlı çalışmalar
sunmaktadır. bulunmaktadır.
Jön Türk hareketinin önderlerinden olan Talat Paşa için Hüseyin Cahiı yalçın; Talat
Prens Sabahattin üzerine Nezahat Nurettin Paşa ( lstanbul: Yerdigün Neşriyatı, 1 943) ve
Ege'nin Prens Sabahaddin Hayatı ve ilmi Mada­ Tevfik Çavdar; Talat Paşa, Bir Orgat Ustasının
falan ( lstanbul: Fakülteler M a tbaası ,' 1977) Yaşam ôyhü.sü (Ankara: Dost Kitabevi, 1984)
adlı eserinde Prens Sabahattin'in çeşitli yerler­ ikinci Baskı (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayın-
de yayınlanmış yazılarının çevrimyazılarını ları, 1995) adlı kitaplara bakılabilir. Ahmet Rı-
bulmak olanaklıdır. Cavit Orhan Tütengil'in za için ise Fındıkoğlu Z. Fahri; Aguste Comte
Prens Sabahattin (lstanbul: lstanbul Matbaası, ve Ahmet Rıza (lstanbul: Türkiye Harsi ve içti-
1954) adlı yapıtı da Prens'in düşünüşün anla­ mai Araştırmalar Derneği, 1962), Ahmet Rı-
mak açısından önemlidir. Prens Sabahattin'in za'nın Batıda Fransızca olarak yayınladığı ken-
kardeşi Lütfullah üzerine Cavit Orhan Tüten­ di kitabı n eredeyse 100 yıl geçtikten sonra
gil ve Vedat Günyol'un birlikte hazırladıklan Türkiye'de lngilizce olarak yayınlanmıştır.
küçük kitapçık Prens Lütfullah Dosyası (lstan­ [Çev:Adair Mili] The Moral Banhruptcy of Wes- 41 7
bul: Çan yayınlan, 1977) adıyla yayınlanmış­ tem Policy towords tlıe East (Ankara: Kültür ve
tır. Son olarak Le Play Sosyolojisinin 1 00. Yılı Turizm bakanlığı Yayınları, 1988) Rıza Nur
Danyada ve Türhiyede Tesirleri Tarh Sosyoloji için, Riza Nur; Hucumlara Cevablar ( lstanbul:
Cemiyeti'nin 21 Aralık 1 95 7 ganü tertiplediği Matbaai Ebüzziya, 1941) Cavit Orhan Tüten­
toplantıda bu mevzua dair yapılan tebliğler (ls­ gil, Doktor Rıza Nur üzerine Üç Yazı-Yanhılar­
tanbul: Türkiye Yayınevi ve basımevi, 1958) Belgeler (Ankara: Güven Matbaası, 1965) Boz­
adlı çalışmayı zikredebiliriz. Prens sabahhattin kurt Zakir Avşar; Bir Mulıalifın Portres i: Dr. Rı­
üzerine yayınlanan son kitap onun risaleleri­
za Nur (lstanbul:Belgesel Kitaplar, 1992) Son
nin derlendiği Prens Sabahaddin; Tarhiye Na­
olarak Rıza Nur'un Almanya'da da çeşitli bas­
sıl Kurtanlabilir? Ve [zdh'lar [ Çeviriyazı:Fahri
kıları yapılan Hatıratına bakılabilir.
Unan ] (Ankara: Ayraç Yayınevi, 1999) adlı ça­
lışmadır. Bu çalışmanın giriş yazısı daha önce
Cavit Orhan Tütengil'in yazdığı yazıdır! SOL D ÜŞ ÜNÜŞ
G enel olarak liberal siyasal düşünüşün
Türkiye'de sol siyasal düşünüş üzerine çalış­
uzun erimli tarihçesi için Tevfik Çavdar'ın
Tarhiye'de Liberalizmin Doğuşu (lstanbul: Uy­ malar 1 9 60'lı yıllarda peşpeşe ortaya çıktı.

garlık Yayınları, 1982) ikinci baskı Tarhiye'de Ama Osmanlı dönemi sol/sosyalist siyasal dü­

Liberalizm (1 860-1 990) (Ankara: imge Yayıne­ şünüşünü ayrıntısıyla inceleyen ve alanında

vi, 1992) adlı kitaba bakılabilir. bir klasik haline gelen bir yapıt kuşkusuz Me­

Mizancı Murat Üzerine Birol Emil'in Mizan­ te Tunçay'ın çalışmasıdır. Tunçay'ın, bilimsel

cı Murad Bey Hayatı ve Eserleri (istanbul: Ebe­ çalışma üslubu ve akademik ahlak açısından

biya t fakii.ltesi Basımevi, 1 9 79 ) , Abdullah da yenilikler içeren Türhiye'de Sol Akımlar


Cevdet için Şükrü Hanioğlu'nun Bir Siyasal 1 908-1 925 (Ankara: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fa­
Daşanar Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dô­ kültesi Yayınları, 1967) adlı yapıtı bugüne ka­
nemi (Istanbul: Üçdal Neşriyat, ( 198 1 ] ) , Enver dar her defasında genişletilerek dört baskı yap­
Paşa için Şevket Süreyya Aydemir'in; Makedon­ mıştır. [ Son baskısı Cilt: 1 Metin (Istanbul:
ya' dan Ortaasya'ya Enver Paşa (1860-1 908) BDS Yayınları, 1 9 9 1 ) Belgeler (lstanbul: BDS
Cilt: l (lstanbul: Remzi Kitabevi, 1970), (1908- Yayınları, 1991)] ve bu yapıtın 1925-1936 yıl­
1 91 4)Cilt:2 ( lstanbul: Remzi Kitabevi , 1971) lannı kapsayan devamı niteliğindeki ikinci cil­
(1914-1922) Cilt 3 ( lstanbul: Remzi Kitabevi, di de Türhiye'de Sol Ahımlar-II 1 925-1936 (ls­
1972), Kazım Karabekir'in istiklal Harbimizde tanbul: BDS Yayınları, 1992) adıyla yayınlan­
Enver Paşa ve ittihat Terakki Erkanı (lstanbul: mıştır. Sol sosyalist düşünce açısından kullanı­
Menteş Matbaası, 1967), ikinci baskı (lstan­ labilecek bir kaynak da asıl adı Ahmet Nevzat
bul: tay Yayınlan, 1990), Feridun Kandemir'in Cerrahlar olan ve A. Cerrahoğlu takma adınını
Enver Paşanın Son Ganleri ( lstanbul: Güven da kullanan ve Kerim Sadi adıyla ilk baskısı
Yayınevi, 1943), M. Şükrü Hanioğlu'nun yayı­ 1975 yılında yayınlanan kitabıdır. Daha önce
na hazırladığı Kendi Mehtuplannda Enver Paşa kitapçıklar halinde yayınlanan eserler daha
K A Y N A K Ç A

sonra biraraya getirilerek Tarkiye'de Sosyalizm (lstanbul: Amaç Yayınları, 1989 ) , 28-29 Ocak
Tarilıine Katkı (lstanbul: May Yayınları, 1975) 1 921 'i Unutma Mustafa Subhi ve Yoldaşlaıı (ls­
adıyla yayınlanmıştır. Bu eser bazi eklemeler tanbul: Güncel yayınlar, 1977) , Mete Tunçay;
ölümünden sonra aynı adla yayınlanmıştır. Mustafa Sublıi'nin Yeni Danya�ı ( lstanbul: BDS
(lstanbul: lletişim Yayınları, 1994) Yayınları, 1995) ve Hikmet Bayur; "Mus tafa
Bu alanda kullanılabilecek diğer kaynaklar Subhi ve Milli Mücadeleye El Koymaya Çalı­
arasında şu eserler sayılabilir: Fethi Tevetoğlu, şan Başı Dışarıda Akımla r" . Belleten C i l t :
Tarkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler XXXV, No: l40 (Ekim 1971) v e Mustafa Subhi
(1 9 1 0 - 1 960) (Ankara: Ayyıldız M a tbaas ı , üzerine son yapıtlardan biri Tuncay Aslan'ın
1967) , Dimitır Şişmanov; Tarlıiye'de lşçi ve Tarhiye Komunist Fırkası'nın.Kunıluşu ve Mus­
Sosyalist Hareketi (Haz: Ayşe ve ragıp Zarako­ tafa Subhi (Ankara: Türk tarih Kurumu yayın­
lu) ( lstanbul: Belge Yayınları, 1 9 7 8 , ikinci ları, 1997) adlı yapıtıdır.
baskı 1 990) , Münir Süleyman Çapanoğlu; Son yıllarda yayınlanan Socialism and Nati­
Tarkiye'de Sosyalizm Hareketleri ve Sosyalist onalism in tlıe Ottoman Emp i re 1 9 76- 1 923
Hilmi ( lstanbul: Pınar Yayınevi, 1964), Aclan [ D erleyenler: Mete Tunçay-Erik J . Zürcher]
Sayılgan; Tarkiye'de Sol hareketler (1 8 71 - (London-New Yo rk: British Academic Press,
418 1 971) ( lstanbul:Hareket yayınları, 1972) (ilk 1994) adlı yapıt Mete Tunçay'ın çevirisiyle
baskısı 1968), Refik Sönmezsoy; Türkiye'de ve Osmanlı lmparatorluğu'nda Sosyalizm ve Milli­
Danya'da lşçi Hareketleri (lstanbul:Boğaziçi yetçililı 1 876-1 923 (lstanbul: lletişim yayınla­
Yayınları, 1 9 8 1 ) , Lütfü Erişçi; Tarkiye'de lşçi rı, 1995) adıyla yayınlanmıştır. Osmanlı lm­
Sınıfının Tarihi (ôzet Olarak) ( lstanbul:Kutul­ paratorluğu'ndaki Yahudi, Rum, Bulgar ve Er­
muş Basımevi, 1 9 5 1 ) , George Haupt-Paul Du­ meni Cemaatlerinin sosyalist hareket ve düşü­
mont; Osmanlı imparatorluğunda Sosyalist Ha­ nüşe katkılarını inceleyen makalelerden oluş­
reketler (Çev:Tuğrul Artunkal) (lstanbul: Göz­ maktadır.
lem yayınları, 1977), M. Şehmus Güzel; Tür­
hiye'de lşçi Harehetleri (lstanbul: Sosyalist ya­
yınlar, 1993), Oya Sencer; Tarlıiye'de lşçi Sıııı­ 1SLAMCI DOŞONOŞ
fı Doğuşu ve Yapısı (lstanbul: Habora Yayınla­
Türkiye'de lslamcı düşünüş üzerine ilk çalış­
rı, 1969) , Hüseyin Avni şanda'nın daha önce
malar ise çok-partili siyasal yaşama geçildiği
çeşitli tarih ve farklı yayınevleri tarafından çı­
dönemde, bu düşüncenin yeniden canlandığı
kan kitapları Bir Yanm Müstemleke Oluş Tarihi
bir sırada en azından makaleler şeklinde belir­
(lstanbul: Sinan Matbaası, 1932), 1 908'de Ec­
nebi Sennayesine Karşı ilk Kalkınmalar ( 1935) miş, Demokrat Parti döneminde yoğunlaşmış

ikinci baskısı Tarkiye'de 54 Yıl Ônceki lşçi Ha­ ve ilk çalışma ilk askeri darbenin sonrasında

rehetleri ( lstanbul: Evre n Yayınları , 1 9 6 2 ) yine Tarık Zafer Tunaya tarafından Tarkiye'de

adıyla yapılmıştır. Bunlar Hüseyin Anvi Şan­ lslamcılılı Cereyanı lhinci Meşrutiyet'in Siyasi
da; Yan Mastemlelıe Oluş Tarihi-1908 lşçi Ha­ Hayatı Boyunca Gelişmesi ve Bugane Bıraktığı
rehetleri ( l stanbul: Gözlem Yayın ları , t.y.) Meseleler (lstanbul: Baha Matbaası, 1962) baş­
adıyla bir araya getirilerek tekrar yayınlanır. lığı ile yapmıştır. Bu yapıtın dili sadeleştirile­

Ayrıca onun ilk baskısı 1 9 4 l 'de yayınlanan rek. Tarkiye'de lslamcılık Ahımı (lstanbul: Si­
Reaya ve Koyla adlı yapıtı yeni düzeltmelerle mavi Yayınları, 1991) adı ile ikinci baskısı da
1970 ve 1975 yılında iki kez basılır. (lstanbul: yapılmıştır. lslamcılık düşüncesi üzerine bir
Habora yayınevi, 1970 ve 1975), G.S. Harris; uzman olan lsmail Kara'nın çalışması ise Tür­
Tlıe Origins of Communism in Turhey (Stand­ kiye'de lslamcılık Dılşl1ncesi Metinler/Kişiler Ki­
ford: Hoover Institution, 1 967) adlı yapıtın şiler Cilt: 1 (lstanbul: Risale yayınları, 1986)
Türkçesi Tarkiye'de Komünizmin Kaynahları Cilt: il (lstanbul: Risale yayınları, 1987)Cilt:3
[ Çev: Eniz Yedek] (lstanbul: Boğaziçi yayınla­ (lstanbul: Pınar Yayınları, 1994) adı ile üç cilt
rı, 1979) adıyla yayınlanmış ve üç baskı yap­ halinde yayınlanmış ve yapıtta ilk kez doğru­
mıştır. Feridun Kandemir; Atatark'ı1n Kurduğu dan doğruya seçilen kişilerin düşüncelerini
Tarhiye Koını1nist Partisi ve Sonrası (Yayınla­ yansıtan metinler (sedeleştirilerek) verilmiştir.
yan : Nejat Ağbaba) (lstanbul: Yakın Tarihimiz Kara'nın, yeni baskıları da yapılan bu çalışma­
Yayınları, 1965) Mustafa Subhi'nin ilk dönem nın ilk cildinin başına yazdığı uzun giriş yazı­
yazılarını bir araya getiren Dilek A. Kanat'ın sı, lslamcıların düşüncelerini çözümlemesi
Mustafa Subhi: ll1ı Yazılar 1 . Cilt 1 908- 1 9 1 0 açısından ayrıca önem taşımaktadır. lsmail
K A Y N A K Ç A

Kara'nın bu konuda yayınladığı önemli bir bir


MlLLIYETÇlLIK
kitap da lslamcılanıı Siyasi Görüşleri ( lsıan­
bul : iz Yayınları, l 994) adını taşımaktadır. Is­ Özellikle l930'lu yıllar Türkiye'de milliyetçi­
lamcı düşünüş üzerine yayınlanan yapıtlardan liğin yükseldiği ve milliyetçi literatürün arttı­
biri !. M eşrutiyet'de l s lamcı düşünüşün bir ğı bir dönemdir. ikinci Dünya Savaşı bu ilgiyi
i d eoloji o l arak doğuşun u i nceleyen Müm­ pekiştirmiştir. Türkiye'de telif olarak kaleme
taz'er Türköne'nin Siyasi ideoloji Olaralı ls­ alınmış ilk çalışma olan ve yakın zamanlarda
laıııcı lığııı Doğıışıı (\stanbul: i l e tişim Yayınları, ikinci baskısı yapılan M ehmet Ali Ayn i'nin
199 1 ) başlıklı eseridir. Kuşkusuz Cumhuri­ M i i l iyetçi li 11 ( l staıı b u l : M aarifet Bası mevi,
yet'in başlarından itibaren Türkiye'de lslami­ l943) adlı eseri de bu sıralarda yayı nlanmış­
yeıe bakış ve lslamcılık konusunda muhakkak tır. Teorik ve genel milliyetçilik tartışmaları­
okunması gereken kitaplar arasında Goııhard nın yanısıra Osmanlı Devleti'nde mil liyetçili­
Jasschke'nin Yeıı i Tıı r/ıiye'de lsliim l ı lı ( lstan­
ğin gelişimi ve özellikle Arnavutlar, gayrımüs­
bul : Bilgi Yayınevi, 1972) adlı çalışması gel�
lim i:eamaatler, Rumlar, Ermeni milliyetçiliği
mektedir. Bir başka çalışma Türkiye üzerine
konusunu ele almaktadır. Bu sırada milliyetçi­
araştırmaları ile tanınan Jacob Landau'un Tlıe
lik konusundaki ilk sistematik çalışmaların
Politics of Pan-/slam. /deology aııd Orgaııizatioıı
öncüsü Hans Kohn'un A History of Natioııal 419
(Oxford: The Clarendon Press, 1990) adlı ya­
Motıvemeııt in tlıe East (New York, 1 9 29) adlı
pıtıdır. Son olarak bu konuda yapılan bir sem­
yapıtın Tük milliyetçiliğine dair olan sekizinci
pozyuni Türlıiye'ııi n Çağdaşlaşma Problemi ve
bölümü Ali Çeti nkaya tarafından Ttı rlı l'dilli­
/sliiııı Sempozyum 3-4 Mayıs 1 997, liııı i r (Yayı­
yetçiliği ( lstanbul: Hilmi Ki abevi , 1 944) adıyla
na Hazırlayan: Mehmet Demirc i ) ( A nkara:
çevrilmişt i r. Yine H ü seyin N a m ı k O rk u n ;
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2000) adıyla
Tiirlıçiilıiğiin Ta rihi ( lstanbul: Bcrkalp Kitabe­
kitaplaşmıştır. Dönemin lslamcılarından Said
vi, 1944) adlı eseri bu dönemde yaz ıl mıştır.
Halim Paşa'ııın eserleri, düşüncele � i ve yaşamı
Hilmi Ziya Ülken'in Mil/et ve Tari/ı Şuuru { ls­
için M. Hanefi Bostan; B i r /slamcı Dılşüıııir Sa­
tanbul: Pulhan Matbaası, l 948) adlı kitabı bir
id Hal i m Paşa ( l s ta n b u l : A m i l Yay ı n c ı l ı k ,
bütün olarak düşünce tarihi açısından önem
l 992) adlı eseri kullanılabilir.
taşımakla birlikte, özellikle Üçüncü Bölüm
Türki'deki islamcı l ı k düşüncesi n i n k i l i t
"Türkçülüğün Tekamülü" konusuna ayrılmış­
isimlerden biri olan ve Abdülhamit dönemin­
tır. Ayrıca H i l m i Ziya Ü lken'in M i l le t l e r i n
den başlayarak Cumhuriyet döneminde de et­
Uyanışı ( lstanbu l : Marmara K i tbevi , 1 9 4 5 )
kili olmuş olan Said N ursi üzerine Şerif Mar­
adlı eseri de bu açıdan değerlendiril ebilecek
din'in Religioıı and Social Clıaııge in Modern
kitaplardan biridir.
Turlıey (Tlıe Case of Becliuzzaman Said Nıırsi)
Türk milliyetçiliği konusundaki ilk çalışma­
( N ew York: State U n iversity of New Yo rk,
lardan biri David Kushner'in Tlıe Rise of Tu r­
1989) adlı çalışması Beddıizzaınaıı Said Nursi
Olayı -Modern Tiirlıiye'de Dlıı ve Toplumsal De­ h i s lı Natioııalisın 1 860-1 908 ( London: Frank
ğişim (Çev:Metin Çulhaoğlu) ( lstanbul: ileti­
Cass Press, _ 1977) adlı yapıtıdır ve Türkçeye
şim Yayınları , 1992) adıyla Türkçeye kazandı­ Tıirlı Milliyetçiliğinin Doguşıı 1 876-1 908 ! Çevi­
rılmıştır. Said Nursi üzerine de geniş bir litera­ renler: Şevket Serdar Türet-Rekin Ertem-Fahri
tür bulunmaktadır. Mardin'in kaynakçasında Erdem] ( lstanbui: Kervan Yayınları, i 979) adı
büyük bölümü yer a l maktadır. Ayrıca, Said ile çevrilerek yayınlanmıştır.
N ursi'nin Kürtçülük hareketi i l e olan ilgisi Türk milliyetçiliği deyince akla i l k gelen
için Rohat; Uııutıılınıışluğt111 Bir Öylıiisü Said-i isimlerin başında Ziya Gökalp gelir. Uriel
Kürdi ( lstanbul: Fırat yayınları, 199 1 ) ve Mal­ H eyd'in Ziya Gökalp üzerine Fouııdcıti ons of
misaniJ ; Said-i Nursi ve Kiirt Sonıııu ( l stan­ Tu rlıis/ı Nationalism: T/ıc Life and Tecıdıings of

bul: Doz yayınları, 1 9 9 1 ) Kürtçülük ile ilgisi Ziya Gölıalp ( london: Luzac Co. , 1 9 50) adlı
i çin Naci K u t l ay; /llilıcıl- Tcra/ılıi ve Kıı rıler yapıtı Tarlı Ulusçıılııgıııııııı Temelleri I Çev: Ka­
(Stockholm: Vejin yay ı nevi , 1990) adlı kitapla­ dir Günayl (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınla­
ra bakılabilir. Genel olarak Kürt mill iyetçiliği rı, 1979) adıyla çevrilmişitir. Bu yapıtın bir de
üzerine ise Robert O lson; T l ıe Emergeııce of kısaltılmış bir çevirisi Cemil Meriç tarafından
Kurdis/ı Natioııalism aııd Tlıe S/ıeilılı Said Rebel­ Ziya Gölıalp'iıı Hayatı ve Eserleri -Tiirlı Milli­
l ioıı 1 880-1 925 (Austin: Uni versity of Texas yetçiliğinin Temelleri- Uriel Hcyd'deıı Cemil Me­
Press, l 989) adlı çalışmaya bakılabilir. riç ( lstanbul: Sebil Yayınları, 1980) adı ile ya-
K A Y N A K Ç A

pılmıştır. Ama Ziya Gökalp ve siyasal/toplum­ ru; Ziya Gökalp ikinci basılış (lsıanbul: Milli
sal düşünüşü üzerine yayınlanan en iyi biyo­ Eğitim Basımevi, 1965 ) , Mehmet Emin Erişir­
garafilerin başında şüphesiz Taha Parla'nın gil; Bir Filıir Adamıııııı Ronıaııı Ziya Gölıalp
Tlıe Social And Political Tlıoııglıt of Ziya Gölıalp ( lstanbul: inkılap Kitabevi, 195 1 ) ikinci badı­
(Leiden: E. J . Brill, 1985) adlı yapıtı Türkçede lış (2. Basıma hazırlayanlar:Aykut Kazancıgil­
Ziya Gölıalp, Kemalizm ve Tlirhiye'de Korpora­ Cem Alpar) (istanbul: Remzi Kitabevi, 1 984) ,
tizm [Yayına hazırlayan: Füsun Üstel-Sabir Yü­ iktisadi Fikirleri için Osman Tolga; Ziya Gö­
cesoy] (lstanbul: iletişim Yayınları, 1989) Ziya kalp ve llztisadi Filıirleri (lstanbul: 1 . ü . iktisat
Gökalp konusunda zengin bir kaynakçaya sa­ ve içtimaiyat Ensti tüsü Neşriyatı, 1949), Sos­
hip tir. Ziya G ökalp üzerine, Namık Kemal'e yoloji Konferansları, Ondördüncıi Kitap, Bu Sa­
benzer şekilde diğer düşünürlere oranla daha yımız Dogumıınuıı 1 00. Yılı Vesilesiyle Tı1rlıi­
geniş bir yazın bulunmaktadır. Bunlardan ba­ ye'de Sosyolojinin Kıınırnsu Ziya Gölıalp'e Ay­
zıları aşağıda verdik: nlmıştı r (lstanbul l . Ü . l . F Sosyoloji Enstitüsü
Sosyoloji konusundaki eserlerini dolayısıyla Yayını, 1976) , Orhan Türkdoğan; Ziya Gölıalp
etkilendiği başlıca kaynakları öğrenmek açı­ Sosyolojisinde Bazı lıavramlarııı Degerleııdiril­
sı ndan Şevket Beysanoğlu; Tamamlanmamış mesi 2 . Baskı (Ankara: Atatürk Ü niversitesi
420 Eserler Sosyoloji Dersleri- Hııhıılı Sosyolojisi­ Yayınlan, 1973), lsmail Hakkı Baltacıoğlu; Zi ­
Din Sosyolojisi-Tatbilıi Sosyoloji-Hallı Klasilıleıi ya Gölıalp (lstanbul: Yeni matbaa, 1966) , 60.
I. Nasrettin Hoca'nın Latifeleri Birinci Cilt (An­ Öllim Yıldönilmıinc Ziya Gökalp (lstanbul: l . Ü .
kara: Neyir Matbaası, 1985) adlı derlemesine A . 1 . 1 .T.E. Yayınları, 1986), Ali Nüzhet Göksel;
bakılmalıdır. Ziya Gökalp'in sol düşünceden Ziya Göluılp Halılııııda Malıale ve On Fılıra (ls­
bir eleştirisi için Kerim Sadi; Ziya Gökalp Tari­ tanbul: yenilik Basımevi, 1955), Haz: Ali Nüz­
lıi Materyalizmin M u arı z ı ( l sıan b u l : Çeltüt het Göksel; Ziya Gölıalp'in Neşredilmemiş Yedi
Kollektif Şirketi Matbaası, 1940) okunabilir. Eseri ve Aile Melıtupları ( lstanbul: Işıl Matba­
Bir başka değerlendirme için Abidin Nesimi; ası, 1956), Dogumııııun 80. Yıldöıııimıı Dolayı­
Tü rlıiye'nin Telıam ül Hamlesinde Ziya Gölıcılp sıyla Ziya Gölıalp ve Açılaıı Ziya Gölıalp Müze­
(lstanbul: Sebat Basımevi, t.y.) adlı esere bakı­ si (lstanbul: Işıl Matbaası, 1 9 5 6 ) , Alaaddin
labilir. Bunların dışında Ziya Gökalp ve düşü­ Korkmaz; Ziya Gölıalp Alısiyonu Meşrutiyet ve
nüşü için şu kitaplara bakılabilir. Hilmi Ziya Cumlıuıiyet Ozeıindehi Tesirleri ( istanbul: Mil­
Ülken; Ziya Gökalp (lstanbul:Kanaat Kitabevi, li Eğitim ve Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayın­
t.y.) , Haz:Fevziye Abdullah Tansel; Ziya Gö­ ları, 1988), Rıza Filizok; Ziya Gölıalp'ı ıı Edebi
kalp Külliyatı-1 Şiirller ve Hallı Masa/lan (An­ Eserleri Ozerine B i r Araştınna (Ankara: Kültür
kara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989) , Bakanlığı yayınları, 199 1 )
H az : Fevziye Abdul lah Tans e l ; Ziya Gökalp M i lliyetçilik konusunda yayınlanan h e m
Külliyatı-il Limni ve Malta Melıtııpları (Anka­ T ü r k milliyetçiliğinin anlaşılması açısından
ra: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989), Haz: hem de bu konudaki gerçekten kilit isimler­
Şevket Beysanoğlu; Doğumunun 80. Yıldöııümıi den biri olan Yusuf Akçura'nın değerlendiril­
Münasebetiyle Ziya Gölıalp'in llh Yazı Hayatı mesi açısından önemli bir çalışma François
(lstanbu: Şehir Matbaası, 1956), ismet Binark­ Georgeon tarafından doktora tezi olarak A ıı.x
N ejat Sefercioğlu; Dogıımunun 95. Yıldöıılimü origines du nationalisme tıırc: Yu s uf A lı ç u ra
Münasebetiyle Ziya Gölıalp Bibliyografyası Ki­ (1 876- 1 835) ( Paris: 1980) adı ile yapılmış ve
tap-Makale (Ankara: Türk Kültürününü Araş­ bu yapıt Tıirlı Milliyetçiliğinin Kölıeııleri Yusuf
tırma Enstitüsü Yayınları, 1 9 7 1 ) , Cavit Orhan Alıçııra (1876-1 935) [ Çev: Alev Er] (Ankara:
Tütengil, Ziya Gökalp Ha/ılımda B i r Bibliyog­ Yurt Yayınları, 1986, ikinci baskı (lstanbul:Ta­
rafya Denemesi ( ls tanbul : l . Ü . l . F i ç t i maiyat rih Vakfı Yurt Yayınları, 1996) adı ile yayınlan­
Ensti tüsü Neşriyatından 1949), Cavit Orhan mıştır.
Tütengil, Ziya Gölıalp üzerine Notlar ( lstan­ Jacob M. Landau'nun da Türk milliyetçiliği
bul:TÜRK Sosyoloji Cemiyeti Yayınları , 1 956), üzerine uzun soluklu bir dönemı kapsayan ça­
Ziya Gölıalp Kimdir? Tiirlıçii lıik Nedi r ? ( lstan­ lışması Pan-Tıı rlı ism in Tu rlıey A Study of l rre­
bul: Tasvir Neşriyatı, t.y. ) , Enver Behnan Şa­ dantism (Landon: C. Hurst Co., 198 1 ) adını
polyo; Ziya Gökalp lttilıat ve Teralılıi ve Meşru­ taşır. Bu çalışma gözden geçirilip genişletilerek
tiyet Tarilıi (lstanbul:Güven Basımevi, 1 943) , ikinci baskısı Pan-Iiırlıism: From /rredentism ta
Fındıkoğlu Z . Fahri; Ziya Gökalp (lstanbul: Cooperation (Bloomington: University of indi­
M . Sıralar Matbaası , 1 95 5 ) , Kazım Nami Du- ana Press, 1995) adı ile yapılmışır. Bu yapıt
K A Y N A K Ç A

Paıı t li rlıizm ! Mesut Akı n ] ( lstanbul: Sarmal üzerine d e bazı çalışmalar bul unm aktad ır.
Yayınevi , 1 999) adıyla Türkçeye kazandırıl­ Türk Ocakları üzerine başlıca analıtik çalışma­
mıştır. Landau kitabın i ki n ci baskısında 1 9 . lardan biri Füsun Üstel'in Tarlı Ocalıları { ls­
yüzyılın sonundan ele alamaya başladığı ko­ tanbul:. iletişim Yayınları, 1996) adlı çalışma­
nuyu, l 990'ların ortalarına kadar getirmekte­ sıdır. Bunun dışında lbrahim Karaer'in Tarlı
dir. Ayrıca aslen Yahudi olmakla birlikte Türk Ocalıları (1 9 1 2 - 1 93 1 ) (Ankara: Turk Yurdu
M illiyetçiliği n i n ideologlarından biri haline N eşriyatı, 1992), Hüseyin Tuncer'in Ta rlı Yur­
gelmek gibi ilgi çekici bir yanı olan Moiz (Mo­ du Üzerine Bir inceleme (Ankara: Kültür ba­
şe/Musa) Kohen, daha yaygın olarak bilinen kanlığı Yayınları, 1990) , Yusuf Sarınay-'ın Tarlı
adıyla Tekinalp üzerine Landau'nun, Tdıinalp Milliyetçiliğinin Tarihi Gelılişimi ve Türlı Ocalı­
Tu rlıish Patıiot (1883-1 9 6 1 ) ( lsıanbul: Neder­ ları 1 9 12-1 93 1 (lstanbukl: Ötüken Neşriyat,
land Historich - Arche o l ogissch l n stituut, 1994), ve son olarak Hasan Ferit Cansever'in
1984) adlı eserini de zikretmek gerekir. Bu ki­ Tarlı Ocağının Doğuşundalıi Sebeb v e Sailıler,
tap Türkçeye Telı i nalp B i r Tıirlı Yu rtseveri Abdülhak Şinasi Hisar, Tarlı Ocağı Hatıraları,
( 1 883- 1 96 1 ) ( i stanbu l : i l e tişim yayınları, Kenan Akyüz Tarlı Ocalılan ve Yücel Hacaloğ­
1996) adı ile çevrilmiştir. lu, Tıırlı Ocalıları Yeniden Kuru l uyor (Ankara:
Literatürde jön Türk veya i ttihat Terakki Türk Yu rdu N eşriyatı, 1993) adlı çalışmalar 42 1
Dönemi olarak da adlandırılan 1908-1 9 18 yıl­ bu\unmaktadir.
lan arasındaki dönemdeki Türk Milliyetçiliği Büşra Ersanlı (Behar)'ın Ilı t ida r ve Ta rilı
konusunda yayınlanan çalışmalardan biri Ma­ Ta rlıiyc'de "Resmi Ta r i h " Te z i 'n iıı O l u ş u m u
sami Arai'nin 1992 yılında çıkan Tu rlıislı Nati­ ( 1 92 9- 1 93 7) { lstanbul: Afa yayınları , 1992)
onalism in the Young Tu rlı Area ( Leiden: E.j. adıyla yayınlanan dokıora tezi de Cumhuri­
Brill, 1992), adlı yapıtı Jön Tıırlı Dönemi Tıirlı yet'in başlarında şekillenen milliteçiligin anla­
Milliyetçiği { lstanbu\: iletişim yayınları, 1994, şılması açısından kullanılabilir.
ikinci baskı 2000] adı ile Türkçeye çevrilmiş­ Türkçülüğün Türkiye dışından gelen başlıca
tir. Bu çalışma -daha önce bazı bölümleri ma­ isimlerinden olan Gaspıralı lsmail bey için,
kaleler halinde ODTÜ Gelişme ve Tu rcica'da C.S. Kırımer; Gaspı ralı ls111ail Bey ( lstanbul,
yayınlanmıştır. Bu çalışma i l . Meşrutiyet döne­ 1934) , A(hmet) . Caferoğlu; ls111ail Gaspıralı:
m i n deki i l k Türkçü ö rg ü t l e n me l e re n olan ôla1111111ı:ın 50. Yı ldöııtimü Mı:ıııasebcliyle B i r
Türk Derneği, Türk Yurdu, Türk Ocağı ve on­ E ı o d ( \stanbul: 1 9 64) , M e h m e t Saray; Ta rlı
ların aynı adı taşıyan yayın organları ile döne­ Dıiııyasıııda Eğilim Refonnıı ve Gaspırcılı lsmail
min Türkçü dergilerinden Genç Kalemler ve ls­ Bey ( 1 85 1 - 1 9 1 4) (Ankara: Türk Kültürünü
lam Mecmuası üzerinde yoğunlaşmaktadır. Araştırma Enstitüsü, 1987) ve Nadir Devlet;
Fındıkoğlu Ziyaeddin Fahri'nin küçük bir /smail Bey (Gaspıralı) (Ankara: Kültür ve Turi­
kitapçık şeklinde yayınlanan; Sosyoloji Sohbet­ zim Bakanlığı Yayınları, 1988) Bu alanda ya­
leri Tarlıiye'de Sosy o l oj i Tar i h i , Ta rlıiye'de pılmış önemli ama yayınlanmamış bir doktora
Türlıçalalı, Ta rlıiye'de Çalışma Sosyolojisi ( ls­ tezi için Edward james Lazzerini· lsınail Bey
tanbul:Türkiye Harsi ve içtimai Araştırmalar Gaspriııslıii aııd Mıısli111 Modenıism in Rııssia,
Derneği Kitapları, lstanbul Matbaası, 1958) ki­ 1 8 78- 1 9 1 4 ( ya y ı n l a n m a m ı ş d o k t o ra t e z i )
tabı kısa ama ilginç tespit ve bilgiler verir. ( Wash i n g to n : U n ivers i ty o f Wash i ngton ,
Türkiye'de milliyetçilik Konusunda bakıla­ 1973) bakılabilir. Bu alanda son yayınlanan
bilecek diğer kitaplar şunlardır: ilhan E. Da­ yapıtlardan biri olan Suavi Aydııı'ııı, 'Modeııleş-
rendelioğlu, Tü rlıiye'de Milliyetçi lilı Harelıeı­ 111e ı•e Milliyeıçililı (Ankara: Gündoğaıı Yayın­
leri Toplantılar, Mitingler, N ümayişler, B i ldiıi­ ları, 1993) adlı çalışması Emestgil açılımı sor­
leı; Cemiyetleı; Basın (lstanbul: Toker Yayınla­ gulaması açısından ilginçtir. Suavi Aydın'ın da­
r ı , 1 968) , Ali Kemal M e r a m ; Tıirlı ç ü l tilı ve ha önce çeşitli yerlerde yayı nlanmış ve Os­
Tıirlıçalı:ı lı M ücadeleleri Tarihi ( lstanbul: Kül­ manlı dönemini de içeren makalelerden olu­
tür Kitabevi Yayınları, 1 9 69 ) , E. Ervcrdi-D. şan Modernleşıne, Milliyetçililı ve Ta rlıiye { \s­
Özer-A. D ebbağoğl lu; Ta rlı M i l l iyetçil iği ve tanbul: Bağlam yayınları, 1995) adlı kitabı da
Batılılaşma ( lstanbul: Dergah Yayınları, 1975. bulunmaktadır.
ikinci baskı 1 9 79) Dönemin popüler milleyctçi militan larından
Türkçülüğün (kesintilerle de olasa) en uzun Ömer Seyfettin için Hikmet Dizdaroğlu; Ômer
süreli Kurumu Türk Yurdu ve Türk Ocakları Seyfeıliıı (Ankara: Türk Dil Kurumu yayılan,
ve onun yayın organı Tü rlı Yurdu Mernıııcısı 1964), Kemal Karpat "Ömer Seyfettin and the
K A Y N A K Ç A

Transformation of Turkish Thought" Revııe des Uyar) (Ankara: Bilgi Yayınevi , l984) ve Jale
E t ıı dcs S u d - E s t E u rop e c n n c s , C i l t : X N o : 4 Parla'nın büyük bir analitik usıalıkla kaleme
( 1 972), Doğumunun 1 00. Yılında Ômcr Seyfet­ aldığı Babalar ve Oğıılfar Tanzimcıı Romanınııı
tin Cls.tanbul: M armara Üniversitesi Yayınları, Epistcmolojilı Temelleri (lstanbul : l letişim Ya­
1984) ve Doğuınunun 1 00. Yılında Ömer Seyfet­ yınları, 1990) lsmail Habib, Edebi Yeniliğimiz
tin ( Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, ( l s t a n b u l : R e m z i Ki tabevi . 1 9 3 ) ve B i rol
1985) adlı yapıtlar kullanılabilir. Emil'in derlediği Jön Ttirlı lere Dcı ir Vesilwlar:
Dönemin Ermeni ulusçuluğu üzerine Ana­ Edebiyatçı Jôıı Türhleriıı Mclıtupfll rı: (A li Kemal
ide Ter Minassian, Ermeni Devrimci Harelıe­ ve Sü lcyıııaıı Nazif'dcıı Mizaııcı M u rad B cy 'e)
t i 'ııdc M i l l iyetçi lilı ve Sosyal izm 1 88 7- 1 9 1 2 ( lstanbul : lstanbul Üniversitesi Edebiyat Fa­
( Çev: Mete Tunçay) ( lstanbul: iletişim yayınla­ kül:csi, 1982) adlı esere bakılabilir. Ayrıca ge­
rı, 1992) adlı yapıta bakılabilir. Bu yapıta Mete nci olarak Mehmet Kaplan-inci E nginün-Birol
Tunçay'ın eklediği iki belge il. M eşruytiyeı dö­ E m i l , Ye ııi Ttirlı Edebiyatı Aııı o loj isi C i l t 2
nemi Ermeni siyasal ve toplumsal düşünüşü ( 1 789- 1 85 6 ) ( l s tanbul: 1978)i M ehmet Kap­
açısından ilginçtir. Arap milliyetçiliği için C. lan-inci Enginün-Birol Emi l , Yeııi Ttirlı Edebi­
E r n e s t D a w n ; O s nı a n c ı l ı lı t a n A ra pç ı l ı ğa yatı A n t o loj i s i C i l t 1 ( 1 8 3 9 - 1 8 6 5 ) ( l stan­
422 [ Çev:BahattinAydın-Taşkın Temizi ( l stanbul: bul: Marmara Üniversitesii Yayın ları,1988) adlı
Yöneliş Yayınları, 1998) ve Hasan Kayalı'nın derlemelere bakılabilir. Son olarak Tevfik Nev­
Arabs & Yoımg Turlıs: Ottonıaııisnı, Arabism, & zad için Ziya Somar; Bir Adaın'ııı ve Bir Şehrin
lslamism in tlıe Ottoman Enıpi ı·e, 1 908-1 9 1 8 Tarihi: Tevfi lı Nevzad /zmiriıı lllı Filıir-Hüııiyet
(Univcrsity o f California Press. 1 997) adlı ça­ Kurbanı ( l zmir: Ahenk Matbaas ı . 1 948) adlı
lışması hem Arap milliyetçiliği Hem Osmanlı­ kitap kullanılabilir.
cılık Hem de lslamcılık açısından kullanılabi­
lecek önemli bir çalışmadır. Bu çalışma Jön
FEMINIZM
Türlıler ve Araplar Osmanlıcılılı , Erlıeıı A rap
Milliyetçiliği ve lslaınc ı l ı lı (1 908- 1 9 1 8) ( Çev. Türkiye'de femizim konusunda ilk hazırlanan
Türkan Yöney) adıyla Türçeye kazan dırıldı. kitaplardan biri Serpil Çakır'ın Q_, ıııaıılı Kadııı
Arnavut miliyteçiliği için N uray Bozbora; Os­ Harelıeti (lstanbul: Metis Yayınları, 1994) adlı
manlı Yönetiminde Anıavutlıılı ve Arnavut Ulııs­ yapıtıdır. Osmanlı Feınizııimi ik Cumhuriyet
çııluğu'ııun Gelişimi (lstanbul: Boyut Yayınları, femizinmi arasındaki köprünün ilk isimlerin­
1997) adlı kitaba bakılabilir. den biri olan Nezihe Muhiddin ve onun femi­
nist düşünüşü üzerine olan yayına Ayşegül
Baykan ve Belma Ötüş-Baske tı'iıı hazırladığı
EDEBiYAT
Nezilıe Muhiddin ve Tfırlı Kadını 1 93 1 ( lstan­
Edebiyat eserleri olmakla birlikte düşünsel dö­ bul: i letişim Yayınları, 1999) adlı yapıta bakı­
nüşümü de vermek konusunda önemli olan labilir.
edebiyat tarihi çalışmalarından da birkaç ör­
nek vermek gerekir. Bunlardan biri yalnızca
CUMHURIYET'E GEÇiŞ VE MIRAS
bir edebiyat çalışma olarak düşünülmemesi
gereken Ahmed Hamdi Tanpınar'ın ilk cildi Türkiye'de Cumhuriyet'in ilk yıllarına ilişkin
yayınlanan ve ardı gelmeyen yapıtıdır. XIX. bilimsel çalışmalar için 1980'li yılları bekle­
A s ı r Tü r/ı E d e b iy a t ı Ta rilıi C i l t : ! ( l s t a n ­ mek gerekmiştir. Bu alandaki öncü ve klasik
bul : l 956) sonraki bazı baskılar Çağlayan Yayı­ çalışma ise yine Mete Tunçay'a aittir. Türlıi­
nevi 6 baskı) lbrahim Necmi Dilmen, Taıızi­ ye'de Te/ı parti Yönetiminin K u ru lması 1 923-
mat Edebiyatı Tarilıi Notları ( 1 940- 1 94 1 Sö­ 1 93 1 [ (Ankara: Yurt Yayınları , 1 98 1 ) i kinci
mestrlerindeki takrirlerden toplayan Zeynep baskı ( l s t a n b u l : Cem Yay ı n e v i , 1 9 8 9 ) ve
Dengi) (Ankara: Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi üçüncü baskı ( lstanbul: Tarih Vakfı Yurt Ya­
Türk Dili ve Edebiyatı Semineri, Aliiecldin Kı­ yınları. 1999) [ Bu yapıtla Cumhuriyeı'in ilk
ra! Basımevi, 1942) Güzin Dino, Tan zimat'tan yıllarındaki siyasal gelişme ve onunla birlikte
Sonra Edebiyatta Gerçelıçiliğe Doğru Birinci Kı­ siyasal düşünüşe ilişkin çok değerli saptama
sım (Ankara: A . Ü . Dil ve Tarih-Coğrafya Fa­ ve yorumlar vardır. Geçiş süreci için, ilk bas­
kültesi Yayınları, 1954) Robert P. Finn, Tarlı kısı 19 76'da çıkan Sina Akşin ; lsıaııbul Hülıü­
Roma111 (/llı dönem 1 8 72 - 1 900) ( Çev:Tomris metleri ve Milli Mücadele ( lsıanbul: Cem Yayı-
K A Y N A K Ç A

nevi, 1983) adlı çalışması önemlidir. Bu araş­ Kurtuluş Savaşı dönemi için Ö m ü r Scz-
tırma daha sonra iki cilt halinde yayınlanmış­ gin' l n Tti rlı Kıırlıılıış Savaşı ve Siycısal Rcjiııı
tır. /sLaııbııl Hü/ııııııelleri ve Milli Mııcadelc Son Sonııııı (Ankara: Birey ve To plum Yayınları ,
MeşrııtiyeL (1 91 9-1 920) ( lstanbul: Cem Yayı­ 1984) Nuray Mcrt'in büyük bir ustalıkla kale-
nevi, 1992) me aldığı Lailılilı Tart ışıııasıııa Kavrcımsal B i r
Mütareke Dönemi olarak adlandırılan ve si­ Balı ı ş Cumhu riyet Kıını l u rlıeıı Lailı Düşünce
yasal açıdan lam bir kaosun yaşandığı, lmpa­ ( islanbul: Bağlam yayınları, 1994) adlı çalış-
ralorluk'tan Ulus-devlet'e geçiş sürecindeki si­ ması, Taha Parla'nııı Tıırlıiye'de Siyasal Küllı1-
yasal olaylar ve kısmen düşünüş için Erik Jan nı n Resmi Kaynalılan Cil l : : l (istanbul: iletişim
Zürcher, Tlıe U ıı i o ıı i s ı Facıor: Tlıe Role of ılıc Yayınları, 1991), Cill:2 ( lslanbul: lleıişim Ya-
Commitlce of Uııioıı and Progress in t/ıe Tıır/ıish yınları, 199 1 ) Ciil:3 (istanbul: lletişim Yayın-
Naıioııal Moveıııcııt (1 905-1 926) (Leiden: Brill, ları, 1992) başlıklı ve üç cildi yayınlanan ki-
1984) adlı eseri ekleme ve düzeltmelerle Milli tapları mutlaka okunmalıdır. Ayrıca Çağdaş
M ııcadelede lttihatçıl ılı ( Çev:Nüzhel Salihoğlu) Daşııııcenin /şığında Atatıırlı (islanbul: Eczacı-
(lstanbul: Bağlam Yayınları, l 987) adıyla çev­ başı Vakfı Yayınları, 1983 . ikinci baskı 1986)
rilmiştir. adlı eserde de düşünsel gelişim üzerine önemli
Bu dönemde yaşamış birinin biyografisi ve makaleler yer alır. lskender Gökalp-François 423
düşünceleri için Seha L. M eray'ın çalışması Georgeon'un derledikleri Kemalisme et moııde-
olan Lozaıı'm Bir Öncüsü Prof. Ahmet Seldhaıtin 111ımılınarı cahiers dıı getc adlı kitap Kemalizm
Bey (1878-1 920) (Ankara: Türk Tarih Kurumu ve /slam Dıınyası (Çev: Cüneyt Akalın) ( \slan-
Yayınları, 1976) adlı kitaba bakılabilir. Ameri­ bul : Arba yayınları, 1990) Kemalist idelojinin
kan mandası konusundaki tarnşınalar için Mi­ çevresine etkileri üzerine mutlaka okunması
ne Erol'un Tü rlıiye'de Ameri/mıı lvlaııdası Mese­ gereken bir kitaptır.
lesi 1 9 1 9- 1 920 (G iresun: ileri Basımcvi, 1 9 72) Halil Berktay tarafından yazılan Cıııııhu riyeı
adlı yapıtı kullanılabilir. ideolojisi ve Fııad Köpnı lıı (Ankara: Kaynak ya­
Zürcher'in ikinci kitabı Cumhuriyel'in he­ yınları, 1 983) adlı yapıl ise bir Cumhurieyt
men ilk yılını kapsıyor Political Oppositi oıı in ideoloğunun yetkin bir değerlendirmesidir.
t/ıe Early Tu rlıislı Republic The Progressive Re­
publican Party 1 924-1 925 (Leiden : : E .J . Brill,
199 1 ) yayınlanışının ertesinde Türkçeye çev­ 1KTISAD1 DÜŞÜNÜŞ
r i l d i . Te ra/ı/ı iper verver C u m h u riyet F ı rlıası
( Çev: G ül Çağalı Güven) ( lslanbul: Bağlam Türkiye'de siyasal düşünüş konusunda ilk ça­
Yayınları, 1992) aynı konuda bir başka çalışma lışmaların yayınlandığı yıllarda Sabri Ülgener
için Nevin Yurdsever Ateş; Tü rlıiye Cumlıııriye­ ikdisadi düşünce yazdığı makale ve kitaplar
t i 'ııi n K u ru l u ş u ve Tera/ı /ı iperver Cumhuriyet bu alanda yeni bir evre açıyordu. l lkin 1 9 5 l 'de
Fırkası ( lstanbul: Sarmal Yayınevi, 1994) ve yayınlanan ve gözden geçirilmiş ikinci baskısı
(lstanbul: Der Yayınları, ty) 198 l 'de yapılan /lıtisadi Çözülıııenin Alılalı ve
Birinci M eclis üzeri ne iki çalışma bulun­ Zihniyet Dünyası: Fihir ve Sanat Tari h i Boyu
maktadır. Ihsan Güneş; Birinci TBMM'ııiıı Dıı­ Alıislcıi ile Bir Portre Denemesi (lstanbul : Der
şıınce Yapısı (1 920-1 923) , (Eskişehir: Anadolu Yayınları, 198 1 ) , Dünıl ve B ııgıııııı ile Zilıniyet
Ü niversitesi Yayınları, 1985) ikinci baskı (An­ ve Din: lsldm, Tasavvuf ve Çözıllıııe Devri /lıtisat
kara: Türkiye iş Bankası Yayınları, 1997) diğe­ Alıldlıı/ ( lslanbul : Der Yayınları, 198 1 ) ve çe­
ri ise gerçekten yetkin ve önemli bir çalışma şitli makalelerini bir araya getiren Zilıniyet Ay­
olan Ahmet Demirel'in B i rinci Mecliste Mulıa­ dııılar ve /zm 'ler: Denemeler ve A ra ş t ı rmalar
lefet (\stanbul: lletişim Yayınları, 1994. ikinci (Ankara : Mayaş, 1983) adlı kitapları son dere­
baskı 1995) Yine Ahmet Demirel'in Ali Ştılırü ce dikkate değer çalışmalardır.
Bey ve Tan Gazetesi (\stanbul:lletişim Yayınla­ Şerif mardin'in yine bu yıllarda yaptığı Tan­
rı, 199) adlı yapıtı ile Dursun Gök'ün /lıinci zimat Sonrası iktisadi düşünüş üzerine olan
Tü rlıiye B üy ü h Mi llet Meclisi Dönemi (1 923- yapıu da bir çalışma olarak yayınlanmışur.
1 927) (Konya: Günay O fset, 1995) kitapları Türlıiye'de /lıtisadi Düşüncenin Gelişmesi 1 838 -
kullanılabilir. Bu Konuda son yayınlanan de­ 1 91 8 [ (Ankara: A. Ü. S. B. F. Maliye Enstülüsü,
ğerli b i r ç a l ışına R ı d v a n A k ı n tarafından 1962) Bu çalışma daha sonra makaleler Cilt :
TBMM Devleti ( lstan b u l : i l etişi m Yayınları, 3 de de yayı nlanmışur. ! Bu alanda daha geniş
200 1 ) adıyla yayınlandı. bir çalışmayı Ahmed Güner Sayar Osmanlı Ilı-
K A Y N A K Ç A

tisat Düşllııcesinin Çağdaşlaşması Klasilı Dô­ huriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, Cıımlıııriyet


nem 'deıı il. Abdıılhamit'e ( lstanbul: Der Yayın­ Dönemi Tıirlıiye Aıısilılopedisi, Tarilı ve Toplum,
ları, 1986) ikinci baskı ( lstanbul: Ötüken ya­ Toplumsal Tarilı, Toplum ve Bilim. Toplıımbiliııı,
yınları. 2000) Bu kitabın ikinci cildi de yayın­ B i rilıim, Türlı Dılşılııcesi, Derga h , Yapı t , Yen i
lanacak ve il. Abdülhamit Döneminden i tiba­ Türkiye, Türkiye Yazıları, Yeni Hayat gibi der­
ren iktisat düşüncesi üzerine olacağı vadedil­ gilerde yayınlanmış veya yayınlanmaya da de­
miştir. adı ile Klasik dönemden başlayıb Tanzi­ vam e tmektedir.
mat dönemi ile devam eden ve i l . Abdülhamit Tanzimat öncesi dönem için kullanılabile­
dönemine kadar olan zamanı kapsayan bir cek eserler arasında M e hmed Ali Ay n i ' n i n
araştırmadır. il. Meşrutiyet Dönemi iktisadi Türlı Alılalıçı ları , Cornell Hugh Fleischer' ı n
D üşüncesi üzerine bugüne dek yayınlanmış Bureaııcrat and Intellectuel in t h e Ottıııaıı Eıııpi­
tek yapıt olan Zafer Toprak'ın Tıirlı iye'de "Milli rc Tlıe Histori aııs M u stafa A l i ( 1 54 / - 1 600)
iktisa t " (1 908- 1 9 1 8) (Ankara: Yurt Yayınları, (Princeton: Princeton University Press, 1 986)
1982) adlı yapıtıdır. Bu yapıt yeni eklemelerle adlı yapıtı Türkçeye Cornell H . Flcischer, Ta­
genişletil erek ciltler halinde yeniden Tarih rihçi Mustafa Ali Bir Osmanlı Aydııı ve Bürolıra­
Vakfı'ndan yayınlanmaya başlamıştır. Türkiye t: Gelibolulu Mustafa Ali (Çev. Ayla Ortaç) ( ls­
424 Harsi ve içtimai Araştırmalar Demeği'nin bazı tanbul: Jarih Vakfı Yurt Yayınları.) adıyla çev­
yayı n l arı sosyoloj i k düşünüş açısından da rildi. Ayrıc<! Virginia Aksan 'ııı, Savaşta ve Ba­
önem taşımaktadır. rışta Bir Osmarı!ı. Devlet Adamı Ahmed Resmi
Ayrıca Osmanlı Dönemi düşünce tarihini ve Efendi (Çev. Özden Arıkan) ( lstanbul: Tarih
kişileri ilgilendiren makaleler Ensilı lopedia of Vakfı Yurt Yayınları,) old•ıkça dikkate değer
lslam, lslarn Aıısilılobedisi, Tanzimat'tan Cum- bir çalışmalardır.

GENEL KAYNAKÇA

A.Mithat Efendi, Beşir Fuad, Oğlak yayınları, A h m a d , F e r o z , l t t i lı a t ç ı l ı htaıı Kema l i z m e ,


lstanbul ( 1 887), 1996. Çcv. F a tmagül Berktay (Baltal ı ) , Kaynak
Yayınları, lstanbul, 1 996.
A. Mitha Efendi, Denizci Hasan (Hasan Mel­
ltılı ) , Kültür Bakanlığı Yayınları, lstanbul Ahmad, Feroz, Thc Malıiııg of Modern Tu rhey,
( 1 874) , 1975 Routledge , Londra, 1 9 9 3 : ( M o d e r n
Türkiye'nin Oluşumu, Çev. Yavuz Alogan,
A . Mi that Efendi, Felı'ltun Bey ile Ralııın Efendi,
Kaynak Yayınlan, lstanbul, 1 999.
Mo·pa Kültür Yayı nları, lsıanbul ( 1 8 7 5 ) ,
1992. Ahmed Hilmi, Şehbenderzade Filibcli, Tarih-i ls­
lam, Hikmet Matbaası, lstanbul, 1910 ( 1 326)
A.Mithat Efendi . Jön Türlı, Oğlak Yayınları, ls­
tanbul ( 1 9 1 0) , 1995. Ahmet Cevat, Melıtepte Malumaı-ı Alılalıiye ve
Medeniye Ders/eri, Mahmud Bey Matbaası,
Abdullin, Ya. G . x , Djadidizm s redi tatar: voz­
lstanbul, 1 9 1 2.
nilmovenie, razvitie i istoriçeslıoe ıııesto, Ka­
zan , 1996 . Ahmet Rıza, Alımed Rıza Bey 'i ıı Anıları (ya­
yımlayan: Bülent Demi rbaş) , Arba Yayınla­
Adanır, Fikret, "Osmanlı lmparatorluğıı'nda
rı, lstanbul, 1988.
Ulusal Sorun ile Sosyal i zmin Oluşması ve
Gelişmesi: Malıedoııya Örneği", Osmanlı lm­ Ahmet Rıza, Tlıe Moral Baıılırııptcy of Westenı
paratorlıığu'nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, Policy Towards Tlıe East, Ministry of Culture
Deı: Mete Tunçay ve E rilı }. Zürcher, iletişim and Tourism Publications, Ankara, 1988.
Yay, lstanbul, 1995.
Akarlı, Engin D. ( 1979), "Abdulhamid IJ's /sla­
Ahmad, Feroz, ittihat ve Teralılıi 1 908- 1 9 1 4 , mic Policy in tlıe Arab Proviııces " Ta rlı-Arap
Çev. Nuran Yavuz, Kaynak Yayınları, lstan­ ilişkileri: Geçmişte, Bugıiıı ve Ge/ecelıte için­
bul , 1984. de, Hacettepe Üniversitesi, Ankara, 1979.
K A Y N A K Ç A

Akarlı, Engin D . . "Abdııllıaınid l/'s Attrnıpt ıo y ı l lstabul'uııda Gayrimiis/imler , drı: P. Stat­


Inıegraıe Arabs inıo tJıe Otıoınaıı Systeın " Jıis, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, l stanbu l ,
Palestine in tJıc Late Oıtomaıı Period içinde, 1 999.
derleyenler David Kuslıner ve E.j. Brill. Lc­ Anagnostopoulou. MıKpa A aıa, J 9oç aı . . -
iden, 1986. 1 9 1 9 Oı EA.A. 11 vopı9oôoÇEç K o ı vorı7 rEç
Akarlı. Engin Deniz. Belgelerle Tanzimat: Os­ Aıro w Mı.M.Ef rcvv Pcvµıcvv ara FUryvı­
ınanlı Sadnazamlarıııdan Ali ve Fuad Paşa­ KO Eı9voç, E l l i n i k a G ra m m a ı a . A t i n a ,
ların Vasiyyeınameleri, Boğaziçi Üniversite­ 1997.
si Yayınları, lstanbul, 19 78. Ancstidis, Stavros Th, "Oı'hııµavıKOÇ noA.ın­
Akay, Hasan Serveı-i Fıinün Şiir Estetiği: Cenab KOÇ l:uvörnµoç Km ApµEVtKO <t>ıA.ocrnv­
ŞaJıabeddin'in Gözüyle, lstanbul, 1998. tcxyµanKo Kcxı ct>ıA.oliıı µoKpanKo Koµ­
µcx" . lı.EA.tıo KEvtpou M ıKpcxo ıcxnKov
Akçam, Taner, insan Halıları ve Eılll eni Soru­
L7tOUÔCılV, Cilt. 12, 1997- 1998.
nu, imge Yayınları, Ankara, 1999.
Arai, Masami, Jön Tıi r/ı Dönemi Tıir/ı Milliyet­
Akçam, Taner. Tıirlı Ulusal Kimliği ve Enneni çiliği, lstanbul, 2000.
Sorunu, iletişim Yayınları. lsıanbul, 1992.
Arblaster, A n thony. Tlıe Rise aııd Dedi n e of 425
Akçura(oğl u ) , Yusuf. T ıi rlı Y ı l ı . l s t a nb u l , Weslem Libera/ism. Basil Blackwell. Oxford
1 928. ve New York, 1984 .
Akçura, Yusuf, Oç Tarz-ı Siyaset, Türk Tarih Aron, Rodrigue, Tü rlıiye Yalıudileriniıı Batı lı­
Kurumu, 1993. laşması, Ayraç Yayınları, Ankara, 1997
Akşin, Sina, }ôn Türlıler ve lttilıad ve Tcralılıi , Augustinos, G erasimos, Küçıllı Asya Rumlan,
Remzi Kitabevi, lstanbul, 1987. Ayraç Yayınevi, Ankara, 1997.
Akyüz, Kenan Modem TıirJı Edebiyatmııı Ana Aybay, Rana, "Tebaa-i Osmani'deıı I C. Yu rıta­
Çizgileri, 1 860-1923, Beşinci Baskı , inkılap şı 'ııa Geçişin Neresindeyi z ? '', 75 h lda Te­
Kitabevi, lsıanbul, 1995. baa'daıı Yurltaş'a Dogru içinde, dn: Arııııı
Akyüz, Kenan Tevfilı Filıreı, A. Ü . Dil ve Ta­ Onsa/, Ta r i h Vakfı Yayı n l a r ı . l s ıa n b u l ,
rih-Cografya Fakültesi Yay ı n ı , Ankara, 1998.
1 947. Aydın. Suav i , Mode rn l eşme v e M i l l iyeıçil ilı .
Alangu, Tahir, Ômer Seyfeddin: Ullıücii Bir Ya­ Gündogan Yayınları, 1993.
zanıı Romanı , lstanbul, 1968. Badran, Margot, Fenıiııisls, lslam, aııd Nalion:
Gender and ılıc Malıiııg of Modern Egypı ,
Aleksandris, Aleksis, "TJıe Constanlinopolilan
Princeton U n i versiıy Pres s , Princeton,
Greclı F a c ı o r d u ri ng tlıe G reco-Tu rlı i s lı
New Jersey, 1995.
Confrontation of 1 91 9-1 922. " Byzantine &:
Modern Greek Sıudies. Cilt. 8, 1983. Banks, Olive, Faces of Femiııism: A Stııdy of
F e m i n s i m as a S o c i a l M o veıneıı l , Basil
Aleksandris, Oı EA.?ı.17 veç arrıv Ym7peaıa
Blackwell , Oxford &: New York, 1986.
rrıç Oı9wµavıK1JÇ A vroKparopıaç 1 850-
1 922, .1E'A:rıov rrıç JaropıKTJÇ Kaı Eı9vo­ Baykara, Tuncer, Osmanlılarda Medeniyet Kav­
A.oyıKl)Ç Eraıpıaç Tl)Ç EUaôaç Cilt. 23, raım, Akademi, lzmir, 1 992.
1980. Berkes, Niyazi, "Unuuı/an Adam: Yu s uf Alıçu­
Ali Fahri, Yeni Osmanlılar Kongresi . Cenevre rn", Sosyoloji Konferansları, 1976.
(taşbaskı) , 1 3 16. Berkes, N iyazi, Tarlı Düşününde Batı Sorunu,
Ali Fahri, Yine Kongre, Paris ( taşbaskı) , 1 3 18. Bilgi Yayınevi, Ankara, 1975.

Alkan, Mehmet Ö., " 1 856-1 945 lstanbul'da Si­ Berkes, Niyazi, Ta rlıiye'de Çagdaş laşma, Do­
vil Toplum Kurumları'', Der. A.N. Yılcelıölı-1. ğu-Batı Yayınları, lstanbul, 1978.
Turnn-M.ô. Allıan, Tanvmatıan Günıiımize Bilgegil, M. Kaya, Yalım Çag Türlı Kültür ve
lslanbul'da STK'lar içinde, Tarih Vakfı Ya­ Edebiyatı Ozerinde Araştınnalar /: Yeııi Os­
yınları, lstanbul, 1998. manlılar. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fa­
kültesi, Ankara, 1976
Anagnos ıopoul o u , Anasıas i a , " Taıı z i ın a ı ve
Rum Milletinin Kurumsal Çerçevesi Patrilı­ Binek, Faruk. "Devletçiliğin Ylilıse/işi ı'e Diişü­
Jıane. Cemaat Kurumları, Eğitim. " 1 9. Yıiz- şü 1 923-1 950", Der: Nevin Coşar; Tiirlıiye'de
K A Y N A K Ç A

Devletçililı içinde, Bağlam Yayınları , 1995. Denais, joseph. L<ı Tıırquie Nouvclle el l'Aııcieıı
B l e d a . M i t h a ı $ . , / m pcı ra r o rl ııgıı ıı Ç ö h ü s ii . Regimc, Librairic des Scienccs Politiqucs et
Remzi Kitabevi, lstanbul, l 979. Sociales, Paris, 1 909.

Braude, B. ve Lewis, B. (derleyenler) , C/ırisri­ Deringil, Selim. Tlıe Wel l-Protecred Doıııaiııs:
ans aııd Jcws iıı tlıe Otıomaıı Empirr. derle­ ldeol ogy and ılıc Legi r i ıııalioıı of Poıvcr in
yenler cilt. l, Holmes & Mcier Publishers. tlıe Otıoman Empire, 1 8 76-1 909. l . B . Tauris.
New York. 1982. Londra. 1998.

Boura, Kaıerina, "Tlıe G reck M i llet iıı Tu rlıislı Devclioğlu, Feri t . Osmanlıca-Türkçe Lügat.
Politics: G rcclıs in tlıe Ottoıııan Parliamcııı AK Yayınları, 1998.
(1 908- 1 9 1 8) . " Ottoman Greclıs iıı tlıe Age of Devle t, Nadir, "/dil- Ural 'da Tatar ve Başlııırt
Nationalism, derleyenler D. Gondicas ve C. Türlıleriııde Milliyctç i l i /ı " , Milliyetçilik ve
Issawi, The Darwin Press, Princeıon. 1999. Milliyetçilik Tarihi il. ilmi Kongresi-Teb­
Butrus Abu-Manneh, "Tlıe Islamic Roots of tlıc liğler, Ankara, 1989.
G ıı l lıane Rescripl " , Dic Welı Des lslams, Devlet, Nadir, 1 9 1 7 E/ıim ihtilali ve Türlı - Tata r
1994. Millet Meclisi (iç Rusya ve Sibirya Mııslii­
426 Cavid , M ehmed, llm-i /lıtisad, ikinci K i ta p , maıı Tıırk Tatarlarının Millet Meclisi- 1 91 7-
Mihran Matbaası, lsıanbul, 1899 1 1 3 1 5 ] . 1 91 9) , Ötüken Yayınları, lsıanbul, 1998.
Cavid, Mehmed, llm-i lhtisad, Birinci Kısım. Devlet, Nadir, Rusya Ttirlıleıiııiıı Milli Mücade­
lstanbul, 1 899 1 1 3 1 5 1 . le Tari/ıi (1 905- 1 9 1 7) , Türk Tarih Kurumu.
Cavid, Mehmed, 1 1 111-i /ktisad, Dördüncü ve 2. baskı, Ankara, 1995.
Sonuncu Kitap. Alem M atbaası , lstanbul, Dumont, Paul, "Uıı ecoııomiste social-democra­
1 90 1 1 1 3 1 7 ] . te au service de la }eııııe Tııı-quic, " Memoı-ial
Cavid, Mehmed, Jlm-i llıtisad, Üçüncü Kitap, Barlıan, Ömer Latfi , Librairie d'Amerique
Karabet Matbaası, lstanbul, 1900 ] 1 3 1 6 1 . et d'O r i e n t Adrien Maison n e u v e , Paris.
1980 .
Celal Nuri , /ıtilıacl-ı lslam, Osmanlı Matbaası,
lsıanbul, 1 3 3 1 1 1 9 1 5 1 Dumanı, Paul, "Yahudi -Sosyalist-Osmanlı B i r
Örgııı: Selaııilı işçi Fedcrasyoıı ıı ", derleyen­
Ceran, Ahmet Şeref, Prens Saba/ıatıin Bey, Arı
ler Mete Tıı nçay ve Erih }. Ziin/ıeı; Osmanlı
Matbaası, Konya, 1984.
Imparatorlugu'nda Sosyalizm ve Mil liyetçi­
Çakır, Serpil, Osmanlı Kaclııı Harclıeri, Metis lilı, iletişim Yayınları, lstanbul, 1 99 5 .
Yayınları, lstanbul, 1996.
Dumanı, Paul, v e G . Haupt, Os111mılı lmpara­
Çavdar, Tevfik, lttilıat ve Terahhi, iletişim Ya­ ıorlugu'ııda Sosyalist Harelıetlcr (çev. I Ar­
yınları, lsıanbul , 1 99 1 . ıunlıa/), Gözlem Yayınları, lstanbul, 1977.
Çavdar, Tevfik, Tarlıiye'de Liberalizm, 1 860- Ebüzziya, Tevfik, Yen i Osmanlılar Tari hi, yeni
1 990, imge Kitabevi, Ankara, 1992. Türkçesi Şemsettin Kutlu, Hü rriyet Yayın­
Çelik, Hüseyi n , Ali Suavi ve Dönem i , iletişim, , ları, lstanbul, 1973.
lsıanbul, 1994. Ege, Nezahet Nurettin, Prens Saba/ıaddin, Ha­
Çetin, A. Alaaddin ve Ramazan Yıldız, Sulraıı yatı, ve llmi M üdafaaları, Fakülteler Mat­
lI. Abdülıamid Han: Devlet ve Meııılehet Gô­ baası, lstanbul, 1 977.
rüşleriııı, Çığır, lstanbul, 1976.
Encyclopaedia of ıhe Social Scieııccs, derleyen­
Dakin, D o uglas, Tlıe Unification of G rcece, ler Edwin R. A. Seligman ve Alvin jo/ınson.
Londra, 1972. C i l t 9 , The M a c m i l l a n Compa ny, N e w
York, 1933.
Davison, Roderic H , Osmanlı lmparatorlu­
ğu'nda Reform, 1. Cilt, Papirüs Yayınları, Ercilasun, Bilge, Servet-i Fııııun'da Edebi Teıı­
lstanbul, 1997. lıil , T. C. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 1998.
Davison, Roderic, Turkey. A 5/ıort History, Eat­
hon Press, Huntingdon, 198 1 . Ergi n , Osman. ( 1 9 7 7 ) Türk Maarif Tar i h i ,
Eser Matbaası, lstanbul. 1977.
Demirdirek. Aynur, Osmanlı Kadınların Hayat
Hakkı Arayışının bir Hilıayesi, imge Kitabe­ E s a d E fe n d i , / ı ı i lı a d - ı / s l a m . l s ı a n b u l .
vi, Ankara, 1993. 1873 ( 1 290) .
K A Y N A K Ç A

Etmekj ia n , J a mes , The Frenclı Influence on Gövsa, lbrahim Alaetıin, Tıirlı Meşhurları An­
Wesıenı Annerıian Reneissance: J 843-J 915. s ik l oped i s i , Yedigün N eşriyat, l s tanbul,
New York, 1964. 1946.

Evin, Ahmed, Origins and Deve l opmeıı ı of the G ubcydul l i n , Abdülaz i z , M i l l eı ç i l i ği n Bazı
Tu dıish N o v e l , Bibliotheca lslamica, Min­ Esasları, Kazan , J 9 1 8.
neapolis. 1 983. Günal tay, M . Şemseddin, Hıı rafattan Hakilıate,
E x c nzog l o u , Haris EJ nikh Ta utothta sthn lstanbul, Tevsi-i Tıbaaı Matbaası, lstanbul,
Kwnstantinoupolh ton 190 ai . , N c feli, Ati­ 1 9 14 ( 1 3 3 2)
na, 1 996. Günal tay, M . Şemseddin, Z ı ı l ın et t cn N u ra , Tev­
E x e r t z o g l o u , H a r i s , "H 5 u g k r o t h s h tou si-i Tıbaat Matbaası, Is tan bul , 1 9 1 5 ( 1 3 3 1 )
Dhmosiou Cwrou sthn Kwnstantinoupolh Hanioğlu, M . Şükrü, Tlıe Yoııng Tuıfa i n Oppo­
ton 190 ai." Episthmoniko 5umposio,Eta­ s i ı i on , N ew York & O x fo rd U n i v e rsi t y
ireia 5poudwn N eoellhnikou Poliıisnıou Press, Oxford, 1995.
kai GcnikhV PaideiaV O Exw EllhnismoV
Hanioğlu, M. Şükrü, Bir Siyasal Dıi� fıııiir Ola­
Kwnstantinoupolh kai 5murnh 1 800-
rak Dolıtor Abdullah Cevdet ve Dö n em i , Üç­
1 9 2 2 , Atina, 1 998. 42 7
dal Neşriyat, Ankara , 1 9 8 1 .
Fazlurrahman, lslam v e Çağdaşlık, çe virenler
Hanioğlu, M . Şükrü, B i r Siyasi ôrgüı Olarak
A. Açı/ıgenç ve M. H . Kırbaşoğlu, Fecr Ya­
Osmanlı lttilıad ve TeraJıhi Cemaati ve }ôn­
yınları, Ankara, 1990.
Tıırklıik (1889-1 902) , lletişinı Yayınları, ls­
Fikret, Tevfik, B ftııin Şiirleri 3: Haliık'un Defte­ tanbul, 1986.
ri, Şermin, Son Şiirler (hazı rlayan Asım Be­
Hanioğlu, M . Şükrü, Preparation for a Revolu­
zirci) , Can Yayınları, \stanbul, 1984.
tion. The Young Turks, 1902-1908, Oxford
Fikret, Tevfik, BıiCıin Şiirleıi 2: Rlibab-ı Şilıes­ University Press, New York, 200 1 .
te-Kı rılı Saz (hazı rlayan Asım Bezirci ) ,
Heyd, Uriel , Foundalions of Tıı rlıislı Naıiona­
Can Yayınlan, \stanbu\, 1984. lisın. Tlıe Life and Teaclıings of Ziya G ôlıalp ,
Findley, Caner V. , Ahmed Midhat Efendi Avrıı­ Lusac and Company, Londra, 1950.
pa'da, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, lstanbul, Huyugüzel, Ömer Faruk, H iı s eyi ıı Cahil Yal­
1999. çııı'ııı Hayat ı ve Edebi Eserleıi ıizcı-inde bir
Findley. Caner V, Ka l emiyede ıı Mtilkiycye Os­ Araştırma, Ege Ü niversitesi Edeb iyat Fa­
manlı Memu rlarının Toplumsal Tarilı i , Tarih kültesi Yayınları, lznıir, 1 984.
Vakfı Yurt Yayınları, lstanbul, 1 996. inal, lbnülemin Mahmut Kemal , Son Sad ra ­
F i n n , Robert P. . Tü rlı R o m a n ı : / I lı Dönem, zaııı l a ı; 1 - 1 1 Dergah Yay ı n l arı , l s tanbul ,
1 Bi2- 1 900 (çev iren Tomris Uyar) , Bilgi Ya­ 1982.
yınevi, Ankara, 1984. insel, Ahmet, Düzen ve Kalkınma Kıskacında
Georgeon, François, "Le "modele" Talar dans Türkiye, Ayrıntı Yayınları, lstanbul. 1 996.
l'emp i re Oıtomaıı et la Tu rq u i e r_publica­ Kadri, H . K . , Ziya Gö lıa lp 'ı ıı Tenlıidi, der. J. Ka­
ine", /slam de Russie: actes du colloque iııter­ ra, Dergah Yayınları, lstanbul, 1989.
national de Qazaıı, derleyenler Stephane A. Kanlıdere, Ahmet, Reform witlıin lslaın: Tlıe
Dudoig ıı on , Dam i r /shaqov v e Rafyq Mo­ tajdid and ]adid moveıııenl among ılıe Kazan
hammatshin, Paris, 1997. Tatars (1 809- 1 91 i): Conciliation or Conf­
G eorgeon, François, Türlı Milliyetçiliğinin Kö­ lict? lstanbul, 1997.
kenleri: Yusuf Alıçu ı-a. Tarih Vakfı, Ankara, K a n n e r, E fi , " F i l a nJ rw p i k o i 5 u l l o g o i kai
1996 Apokrustallwsh Koinwnikwn Tautothtwn
Georgeon, François. "Un positivisıe oıı Orient sthn Ellhnikh Koinothta thV Kwnstantino­
oıı X/Xe Siecle: Charles Mısmeı; La Tıı rq ıı ie upolhV ( 1 8 6 1 - 1 922) . " H KaJ ıt hmaV Ana­
eı l'/slam, " François G eorgeoıı, Des Oııo­ tolh, 1996.
maııs aux Turcs içinde, 1515, lstanbul, 1995. Kansu, Aykut, 1 908 Devrimi {çeviren Ayda Er­
bal ] , iletişim Yayınları, lstanbul. 200 l .
Gökalp, Ziya, Tıırlıislı Nationalism and Westenı
Civilization: Selecıed Essays of Ziya Gölıalp. Kaplan, Gisela, "Feminism and Nationalism:
Greenwood Press, Westport, 1959. Tlıe Europcan Case''. Wes t içinde, der. Lois
K A Y N A K Ç A

A . , Feminist Nationalism, Routledge, New Kurnaz, Şefika, C u m h u riyet öncesinde Türk


York & London, 1997. Kadmı ( 1 839- 1 923) , T.C. Başbakanlık Aile
Kaplan. Mehmet, Tevfilı Fikret: Devir-Şalısiyeı­ Araştırma Kurumu, Ankara, 1 9 9 1 .
Eseı; Dördiinnı Baskı, Dergah Yayınları . ls ­ Kurnaz, Şcrika, Il. Meşrutiyet Döneminde Türlı
tanbul, 1 99 5 . Kadı n ı , M . E . B Yayınları, lstanbul, 1 996.
Kaplan, Mehmet, Yeni Tarlı Edebiyatı Anıoloji­ Kushner, David, Tarlı Milliyeıçiliginin Doğuşu,
si /: 1 839- 1 865 lstanbul Ü niversitesi Edebi­ Kervan Yayınları, 1979.
yat Fakültesi, lstanbul, 1 988
Kutay, Cemal, Üç Devirde Bir Adwn, Fethi Ok­
Kaplan, Mehmet, Yeni Tarlı Edebiyatı Antoloji­ yar, Tercüman Yayınları, lstan bul, 1 980.
si II: 1 865- 1 8 76, lstanbul Üniversitesi Ede­
biyat Fakültesi, lstanbul, 1 9 78. Küçükömer, idris, D a zenin Yaba ncı laşması ,
Alan Yayınları, lstanbul, 1989.
Kara, lsmail, lslaıncılanıı Siyasi Gönlşleri, iz
Yayınları, lstanbul, 1994 Landau, Jacob M., Telıinalp: Bir Tıi r/ı Yıırıseve­
ri (1 883-1 96 1 ) , iletişim yayı nları, lstanbul,
Karaman, Deniz, Cavid Bey ve Ulam-ı /lılisadi­
1996.
ye ve içtimaiye Mecmiıası , Liberte Yayınları,
428 Ankara, 200 1 . Landau, Jacob M . , T/ıe Polilics of Pan - /slam:
ldeology and Organization, Oxford, 1990.
Kayalı, Hasan, Jön Tarlı/er v e Araplar, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, lstanbul, 1999. Lewis, Bernard, Modern Tıtrlıiye'nin Doğu ş u ,
Türk Tarih Kurumu, 1993.
Kaynar, Reşat, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat,
Türk Tarih Kurumu.Ankara, 1985. Mardin, Şerif, Din ve ideoloj i . SBF Yayınları,
Kemper, Michael, Sııfis ıınd Gelehrte iıı Tatari­ Ankara, 1969
en und Basdı)ı i rien, 1 789-1 889: der is!a­ Mardin, Şerif, Jön Tiırlılerin Siyasi F i lıi rleri
misdıc Diskıırs ıınter nıssisdıer Hcıı-schaft, 1 895- 1 908 , i l etişim Yayı n l a r ı , l s ta n b u l ,
Berlin, 1998. 1983 (son baskı 1996).
Kerman, Zeynep, Halid Ziya Uşalılıgil'in Ro­ Mardin, Şerif, Siyasal ve Sosyal Bilimler: Ma­
manlarında Batılı Yaşayış Tarzı ile ilgili Un­ lıaleler il, derleyenler Milmtaz'cr Türlıöne ve
surlar, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, An­ Tuncay Oııder, iletişim Yayınları, lstanbul,
kara, 1995. 1990.
Keyder, Çağlar, "Ta rlıiye Deıııokrasisiniıı E!ıo­ Mard i n , Şerif. Tıi r/ı Modernleşmesi, iletişim
nomi Politiği", Geçiş Surecinde Tıi rlıiye için­ Yayınları, lstanbul, 1995.
de, Belge Yayınları, lstanbul, l 992.
Mardin, Şerif, Tıirlıiye'de /lıtisadi Düşüncenin
Khalid, Adeeb, 1998, Tlıe Politics of Muslim Gelişmesi (1 838- 1 91 8) , A.Ü. Siyasal Bilgi­
C u l ı u ral Reform: Jadidism in Central Asia, ler Fakültesi Maliye Enstitüsü Yayını, An­
Berkeley-Los Angeles, 1998. kara, 1 962.
Kitsikis, Dimitri, Tıirlı-Yuııan imparatorluğu , Mardin, Şerif, Türkiye'de Toplum ve Siyaset:
l letişim Yayınları, lstanbul, 1 996. Makal eler 1 i l e tişim Yayınları , lstanbul,
Kongar, Emre, Tı:ırlı Toplıımbi l i mcileri, Remzi 1990.
Kitabevi, lstanbul, 1982. Mardin, Şeri[, Yeni Osmanlı Dilşiiııcesiııin Do­
Köker, Levent , Modernleşme, Kemalizm ve De­ ğuşu, iletişim Yayınları, lstanbul, 1996 .
mokrasi, lletişim Yayınları, lstanbul, 1993. M en teşe, H a l i l , Halil M e n teşe'ıı i n A n ı l a r ı ,
Kösemihal, Nurettin Şazi, "Prens Sabahattin'in Hürriyet Vakfı Yayınları, lstanbul, 1986.
Hayatı ve Sosyolojisi", 1953. Midhat Paşa, Tabsıra-i ibret, haz. Osman Se­
Kösemihal, Nurettin Şazi, "Tı1rlıiye'de Sosyolo­ lim Kocahanoğlu, il Cilt, lstanbul, Temel,
jinin Doğuşu ve Prens Sabahatıiıı ", 1953. 1997.

Kudret, Cevdet, Ahmet Mithat, Ankara Ü ni­ Millas, Herkül, Yunan Ulusunun Doğuşu, l le­
versitesi Basım Evi, Ankara, 1962. tişim Yayınları, lstanbul, 1994

Kuran, Ahmed Bedevi, lnlıılap Ta rihimiz ve it ­ Minassian, Anaide Ter, Ermeni Devrimci Hare­
tihat ve Terahlı i , Tan M a tbaası, l s tanbul, lıeti 'nde M i l l iyetç i l i lı ve Sosyalizm 1 88 7 -
1 948. 1 91 2 . iletişim Yayınları, lstanbul, 1992.
K A Y N A K Ç A

Minassian, Anaide Ter, Selanih (1 850-1 918), Parvus Efendi, Tıl rlıiye'nin Mali Tutsalılığı , der.
il etişim Yayınları, lstanbul, 1 999. Muammer Senceı; May Yayınları, lstanbul,
1 9 77.
Moran, Berna, Ttı rlı Romanıııa Eleştirel Bir Ba­
Jıış /. Cilı; Ahmet M i ılıat'tan Alıınet Hamdi Petrosyan. Y. A., Sovyeı Gözüyle Jöntii rlıler. çe­
Ta npına r'a , i l e t işim Yayı n l a r ı , lstanb ul , v i renler: M. Beyhan ve A. Hacılıa.r nnoglıı,
1 99 5 . Bilgi Yayınevi, Ankara, 1 974.

M ustafa Sami Efendi, Avrupa Risalesi, Jıaz. M . Politis, Kosmas . , Yi tilı Kentin Kı rlı \'ı l ı , Belge
Fatih Andı lstanbul, 1996. Yayınları, lstanbul, 1992.

Nalbandian, Louise, Tlıe Anıı enimı Revoluti­ Prens Sabahatti n , Tıirhiye Nasıl Kıırıan labi­
onary Movement: The Devclopment of Politi­ lir?, Elif Yayınları, lstanbul, 1965 .
cal Parlies tlırough the Nineıeeııtlı Ceıııııry,
Ramsaur, E. E.jr., Jön Tıirlıler ve 1 908 ihtilali,
Berkeley ve Los Angeles, 1963.
çev. N. Oliıen, Sander Yayınları, lstanbul ,
Namık K e m a l , " Us ıı l - u Meşveret HaJllıı ııda 1 972.
Mehtııplar", Kiilliyat-ı Kemal, B i rinci Tertip,
Rauf, Mehmed, Melımed Rauf'un Aııılcırı, yayı-
Mahaliit-ı Siyasiye ve Edebiye, Selanik Mat­
na hazı rlayan Rahim Tannı, Özgür Yayınla-
baast, lstanbul.
rı, lstanbul, 200 1 .
429
N eumann , Ch ristoph K . , A raç Ta rih Amaç
Renan, Ernest, Nutuklar v e Konferanslar, çev.
Tanzimat, Çev. Meltem A s ı m , Tarih Vakfı
Ziya Ihsan, Sakarya Basımevi , A nkara,
Yayınları, lstanbul, 2000
1946.
O kay, Cüneyd, Meşrutiyet Çocukları, Bordo,
Rorlich, Azade-Ayşe, Volga Tatarları, çev. Meh­
lstanbul, 2000.
met Süreyya Er, lstanbul, 2000.
Okay, Orhan, Batı Medeniyeti Karşısında Ah­
Rousill o n , A . , La Representation de I.'.identiıe
med Midhat Efendi , T. C. Milli Eğitim Ba­
par les Discours Fondateurs de la Sociologie
kanlığı Yayınları, Ankara, 1 99 1 .
Tu rque et Egyptienne : Ziya Gôhalp et 'Al i
Olsan, R . , "The Young Tu rhs and t h e ]ews: A 'Abd al-Wahid Wafi , 1 990, (teksir)
Historiographical Revision ", Turcica, 1986.
Ruggiero, Guido de, Thr History of E ıı ropean
Ortaylı, llber, l rnparatorlıığıın En uzun Yıizy ı l ı , Liberalism, çeviren R. G. Colliııgwood, Be­
iletişim Yayı nları, I s tan bul, 1999 acon Press, Baston, 1 959.

Ortaylı, llber, Osmanlı lmparatorlıığu 'nda Al­ Sagdi , Gabdurrahman, Tatar Edebiyatı Tari hi,
man N üfu z u , il etişim Yayı nları, lstanbul, Kazan, 1 926.
1998.
Sayar, Ahmed Güner, Os m anl ı /IHisaı Düşliııce­
Özön, Mustafa Nihat, Nam ı k Kemal ve ibret sinin Çağdaşlaşmas ı : Klasilı Döneın 'den l l .
Gazetesi , Yapı Kredi Yayınları, lstanbul, Abdıillıamid'e, G özden Geçirilmiş i kinci
1997. Baskı , Ö tüken N eşriyat A . Ş . , l s ta n b u l ,
2000.
Özön, M ustafa Nihat, Tü rlıçede Roman, ileti­
şim yayınları lstanbul, 1985. S e l a n i ki M us ta fa E fe n d i , Ta ri lı - i S e l an i lı i
(1 003-1 00811 595-1 600) Haz Melıınet lpşir­
Pakal ı n , Mehıned Zeki, Son Sadrazamlar ve
l i , Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1 999.
Başvelıiller, Ahmet Sait Matbaası, lstanbul,
1940. Sertel, Sabiha, llericilih, Gericililı Ka vgasında
Tevfih Fihret, Çağdaş Yayınları , l stanbul,
Parla, Jale, Babalar ve Oğu l lar; Tanzimat Ro­
1996.
maıı ı n ı n Epistemolojilı Temell eri , i l e tişim
yayınları, lstanbul, 1 993. Shaw, Sıanford ve Ezel Kural Shaw, History of
the Ottoman Empire and Modern Tu rlıey ,
Parla, Taha, Ziya Gôlıalp, Kemalizm ve Tıirlıi­
Cambridge U niversity Press, N e w Yor k ,
ye'de Korporatizm, lletişim Yayınları, lstan­
1977.
bul , 1993.
Solov'ev, Oleg Fedorovich. "Parvus: Politiches­
Parvus Efendi, Türlıiye'nin Can Daman: Dev­
hii Portret, " Novaia i Noveishaia lstoriia,
let-i Osmaniye'nin Borçlan ve Jslalıı, çeviren
1 99 1 , no. l .
Emin Raşid, Türk Yurdu Kütüphanesi, ls­
tanbul, 1 9 1 4 ( 1 330) Svolopoulos, Konstan tinos , Kwnstan tino-
K A Y N A K Ç A

upolh 1 8 5 6 - 1 908 H Akmh ıou E l l h n i s­ ler) . Osmanlı /mparaıorluğu'nda Sosyalizm


mou. Ekdoıiki ALinon, ALina, 1 994. ve Milliyc!çililı (1 876- 1 923) , 1 ktişinı Yayın­
ları. lstanbul, 1 995.
Şuayb, Ahmed. Hayaı ve Ki ıcı p lar. M a ı baa-i
Hukukiye, lsıanbul, 1 9 1 3 ( 1 3 2 9 ) . Tunçay, Mete . "Siyasal Tarih 1 908- 1 9 2 3 " , Tür­
kiye Tarihi 1 908- 1 980, Cilt 4. Cem Yayın­
Ş u a y b , A h m e d , H u 1ı u lı - u idare: /lı i n c i S ı n ıf
ları, 1997.
Dersleri, Hacı Hüseyin Efendi Matbaası. ls­
Lanbul, 1 9 1 1 ( 1 3 27). Tunçay, Mete, TC'de Telı-Parti Yöııctimi'nin Ku­
rulması (1 923- 1 93 1 ) , Yurt Yay ınları, 1 9 8 1 .
Tanpınar, Ahmet H am d i , l 9 u n cu Asır Tü rlı
Edebiyatı Tarilıi, Çağlayan Kitabevi, lstan­ Türköne, Mümtaz'er, Siyasi ideoloji O/aralı ls­
bul, 1985. laıııcılıgın Doguşıı iletişim Yayınları, lstan­
bul, 199 1 .
Taşkıran, Tezer, Cumlıuriyeıin 50. Yılında Türk
Kadm Halılar, Başbakanlık kültür Müste­ Tütengil, Cavit Orhan, P rens Sabalıaııiıı. Geçit
şarlığı, Ankara, 1973. \'aymevi, \sıanbu\ , 1954.

Tekeli, llhan ve Selim llkin, "l ttilıat ve Teralılıi Ülken, Hilmi Ziya, Tıi rlıiye'de Ça,�daş Düşılııce
Harelıetinin Oluşumunda Selc'lni1ı'in Toplum­ Taıilı i , Ülken Yayınları, lsıanbul, 1998.
430 sal Yapıs111ın Belirleyiciligi". Birinci Uluslara­ Validov, Djama\yutdin, Oçerlı istorii obrazo­
rası Türlıiye'nin Sosyal ve El1onoıni l1 Tarilıi
vaıınosli i l itera t u n ıaıar (do revoly u ı s i i
Kongresi Tebligleri, 1 9 7 7 (deı: O. Olıyar ve H.
1 9 1 7 g.) , Oxford, 1986.
Incılcılı), Meteksan Matbaası, Ankara, 1980.
Velidi , Cemaleddin, Otıomaıı Gredıs in ılıe Age
Tekeli , i lhan, Toplumsal Döııüşıl m ve Egilim
of Nationalism, derleyenler D. Gondicas ve
Taıilıi Ozeıiııe Konuşmalar, Mimarlar Oda­ C. lssawi, The Darwin Press . , Princeton,
sı Yayını, Ankara, 1980.
1999.
Tem a , lbrahim, l b ra l ı i m Temo'nun lttilıad ve
West, Lois A . (der. ) , Feminist Nationalism,
Teralıhi Aııılan (yayımlayan: Bülent Demir­
Routledge, New York & London, 1997.
baş) , Arba Yayınları, lstanbul, l987 .
Yaraman-Başbuğu, Ayşegül . . Elinin Hamuruyla
Tinrnr, Taner, 1 91 5 ve Sonrası Türlıler ve Er­
Ozgıi rl ü lı: Resmi Ta ri lıt e n Kcıdın Tarihine,
meniler. imge Kitabevi. Ankara, 2000.
Milliyet Yayınları, lstanbul, 1 99 2 .
Tokay, Gül. Malıcdonya Sonınu, Afa Yayınları,
Yazgıç, Kamil. Alımet Mitlıaı Efendi; Hayatı ve
1 996.
Hatıraları, Tan Matbaası , lstanbul, 1 940.
Tokgöz, Ahmed I hsan, Matbuat Hatıralarım
Yerlikaya, il ha n , X/X. Yıızy ı l O.ı man l ı Siyasi
(yayına hazı rlayan Alpay Kabacalı ) , lleıi­
Hayatında Bas i ret Gazetesi , Yüzüncü Yıl
şim Yayınları, lstanbul, 1993.
Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Yayın­
Toprak, Zafe r, lıtihaı-Tercılılıi ve Devletçi lilı , ları, Van, 1994.
Tarih Vakfı Yun Yayınları, 1 995.
Zcman, Z. A. B. & Scharlau, Winfried B., Tlı e
Toprak, Zafer, Milli /lıtisa!-Milli Buıjııvazi. Ta­ Merclıanı of Revolıı!ioıı; ılıe Life of Alı:xan­
rih Vakfı Yun Yayınları, 1995. dcr /s rncl Helplıand (Parvıı.ı) 1 86 7 - 1 924,
Oxford University Press, New York, 1 965.
Tunaya, Tank Zafer Türkiye'de Siyasal Parti­
ler, 3 C il t , lletişim Yayınları, 2000. Zenkovsky, Serge A . , Pıin-Tıırlıisnı and /slam in
Russia, Cambridge, 1960 ( 2 . baskı, 1 970).
Tunaya, Tarık Zafer, "/hinci Meşnııiyeı'in S iya ­
sal Hayaıımızdalıi Yeri", Tlırlı Parlamenıo­ Ziyad Ebüzziya. Ş inasi, Haz. Hııseyiıı Çel i lı ,
culuguııun lllı Yüzyılı (l 876- 1 9 76), Kanun­ lleüşim Yayınlan, lstanbul, 1997.
u Esasi 'nin 1 00. Yılı Seınpozy ıımıı içinde, Zürcher, Erik Jan, Modenıleşeıı Tiirlıiye'nin Ta­
Ankara, 1976.
ı·ilıi, iletişim Yayınları , lstanbul , 1 998.
Tunaya, Tarık Zafer, Hııniyeı'in ilan ı , Arba Ya­
Zürcher, Erik Jan, Milli Mııwdelcde /ııilıaıçı­
yınları, lstanbul, 1996.
lılı, Çev. N üzhet Salihoğlu , Bağlam Yayın­
Tunçay Mete ve Zürcher Erik Jan (derleyen- ları, 1 995.
YA Z A R L A R HAKK I N DA

YAR. DOÇ. MEHMET Ö. ALKAN PROF. DR. MURTAZA KORLAELÇİ


lstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi. ögretim Üyesi
Uluslararası ilişkiler Bölümü, ögretim Üyesi
ORHAN KOLOGLU
EMİN ALPER Tarihçi. Gazeteci
Bogaziçi Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap Tarihi
Enstitüsü PROF. DR. ŞERİF MARDİN
Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi,
DOÇ. DR. MASAMI ARAi ôgretim üyesi
Tokai Üniversitesi Batı Asya Araştırmaları Bölümü,
ögretim Üyesi DR. CHRISTOPH NEUMANN
lstanbul Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
DOÇ. DR. SUAVİ AYDlN insan ve Toplum Bilimleri Bölümü, ögretim Üyesi
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Antropoloji Bölümü, ögretim Üyesi PROF. DR. CEMİL OKTAY
lstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
DR. OYA BAYDAR U luslararası ilişkiler Bölümü, ögretim üyesi 43 1
Yazar
BURAK ONARAN
FOTİ BENLİSOY Mimar Sinan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
lstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Sosyoloji Bölümü, Araştırma Görevlisi
Yönetimi Bölümü
PROF. DR. İLBER ORTAYLI
STEFO BENLİSOY Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu
lstanbul Teknik Ü niversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü, ögretim üyesi
insan Bilimleri Bölümü
NICOLE VAN OS
PROF. DR. FATMAGÜL BERKTAY
Leiden Üniversitesi, lstanbul Bilgi Üniversitesi,
lstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ôgretim Üyesi
Uluslararası ilişkiler Bölümü, ögretim Üyesi
BARIŞ ALP ÖZDEN
DR. HAMİT BOZARSLAN
Bogaziçi Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap
EHESS {Ecole des Hautes Etudes.en Sciences Sociales),
Tarihi Enstitüsü
ögretim Üyesi
PROF. DR. JALE PARLA
DOÇ. DR. GÖKHAN ÇETİNSAYA
lstanbul Bilgi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Hacettepe Üniversitesi iktisadi ve idari Bilimler
Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü
Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü, ögretim Üyesi
CENK REYHAN
KAAN DURUKAN
Wisconsin Üniversitesi-Madison Tarih Bölümü, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Cografya Fakültesi
Doktora ögrencisi Tarih Bölümü, Doktora ögrencisi

YAR. DOÇ. SELÇUK AKŞİN SOMEL


ERDOGAN ERBAY
Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Bilkent Üniversitesi iktisadi, idari ve Sosyal Bilimler
Edebiyatı Bölümü. ôgretim Üyesi Fakültesi Tarih Bölümü, ögretim Üyesi

PROF. DR. CEMAL KAFADAR A. GÜN SOYSAL


Harvard Ü niversitesi Tarih Bölümü Osmanlı Türkiye Marmara Üniversitesi Türkiyat Ara�tırmaları Enstitüsü.
Araştırmaları, ögretim Üyesi
PROF. DR. ZAFER TOPRAK
DOÇ. DR. AYKUT KANSU Bogaziçi Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap Tarihi
Ortadogu Teknik üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Enstitüsü, ögretim Üyesi
Tarih Bölümü, ôgretim Üyesi
PROF. DR. METE TUNÇAY
DR. İSMAİL KARA lstanbul Bilgi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Araştırmacı, Yazar Fakültesi Tarih Bölümü, öc;ıretim Üyesi

YAR. DOÇ. DR. M. ASIM KARAÖMERLİOGLU KEREM ÜNÜVAR


Bogaziçi Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap Tarihi Boc;ıaziçi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Enstitüsü, ögretim Üyesi Tarih Bölümü

PROF. DR. KEMAL H. KARPAT PROF. DR. FÜSUN ÜSTEL


Wisconsin Ü niversitesi-Madison Tarih Bölümü, Marmara Üniversitesi iktisadi ve idari Bilimler Fakültesi
ögretim Üyesi Fransızca Kamu Yönetimi, öc;ıretim üyesi

DOÇ. DR. CEMİL KOÇAK DOÇ. DR. ARUS YUMUL


Sabancı Ü niversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi, lstanbul Bilgi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
ögretim Üyesi Sosyoloji Bölümü. ögretim Üyesi
Dl "/l 1!1ı.. 4,,_ L D

12. Yüzyıl, 253 Abdülhak Hamit, 52 293, 3 1 3 , 329, 384, 388, 400
13. Yüzyıl, 227, 228 Abdülhak Şinasi, 145 Alılalı-ı Ala, 25, 33
16. Yüzyıl, 89 Abdülhamit il (Padişah), 2 1 , Ahmad, Feroz, 145
1 7. Yüzyıl, 33, 34, 348 39, 40, 50, 5 1 , 52, 53, 63, Ahmed Agayef, 1 1 2, 1 1 3
18. Yüzyıl, 37, 38, 40, 4 1 , 74, 80, 8 1 , 84, 87, 102, 1 05, Ahmed Lütfi, 83
90, 163, 198, 2 1 7, 227, 277, 107, 1 14, 1 1 7, 1 18 , 120, Ahmed Resmi Efendi, 40, 92
291, 330, 33 1 , 340, 348, 122, 123, 124, 126, 127, Ahmed Samim Bey, 149
377, 383 130, 1 3 1 , 140, 144, 146, Ahmed Şefik (ayr. bkz. M ithaı
19. Yüzyıl, 24, 29, 30, 38, 42, 147, 148, 154, 1 72, 182, Paşa), 60
45, 54, 55, 56, 66, 86, 88, 203, 2 1 7, 226, 227, 228, Ahmetli, 23
93, 1 58, 1 59, 1 62, 1 98, 1 99, 229, 242, 250, 2 7 1 , 272, Ahmet Ağaoğlu, 132, 1 54, 1 83,
223, 235 , 241 , 245 , 252, 273, 274, 275, 276, 277, 188, 1 9 1 , 199, 202, 203,
265, 279, 289, 29 1 , 293, 278, 279, 280, 282, 294, 205 , 206, 207, 21 1 , 2 1 2
295, 296, 322, 332, 337, 297, 370, 372, 380, 384, Ahmet Cevat, 1 7 7 , 1 78
339, 340, 348, 350, 354, 386, 387, 388, 389, 390, Ahmet Cevdet Paşa, 39, 4 1 , 83,
363, 364, 368 , 377, 378, 391, 392, 394, 396, 397, 400 84, 85, 86, 87, 100. 1 0 1 ,
380, 38 1 , 382, 385 Abdülmecid (Padişah), 144, 242, 256, 266, 271, 272
20. Yüzyıl, 24, 99, 1 58, 1 59, 146, 273, 370 Ahmet Emin, 313
163, 165, 200, 205, 208, Açe-Sumatra, 266 Ahmet F erit, 194
241, 252, 277, 282, 289, Adalet, 32, 33, 47, 86, 89, 105, Ahmet Ill (Padişah), 392
295, 304, 3 1 6 , 350, 351 1 76, 218, 259, 287, 294, Ahmet Mithat Efendi, 107,
31 Mart Yakası, 148, 167, 395, 3 1 7, 318, 363, 378 170, 1 7 1 , 1 72, 1 73, 174,
396 Adaletnameler 33 175, 199, 224, 225, 226,
93 Harbi, 271 Adana, 149 230, 231, 233, 268, 28 1 ,
Adem-i Merkeziyet, 64, 134, 283, 289, 294, 3 1 3
143, 150, 153, 154, 156, Ahmet Naim Bey, 1 9 1 , 237
A 162, 163, 165, 363, 372, 375 Ahmet Resmi Efendi, 40
Abbasiler, 27, 329 Adem-i Merkeziyetçilik, 148, Ahmet Rıza Grubu, 1 1 9
ABD 5 1 , 349 190 Ahmet Rıza, 1 08, 1 1 8, 120,
Abdullah Cevdet, 98, 99, 100, Adıvar, Adnan, 3 1 5 1 2 1 , 1 22, 1 23, 124, 127,
1 0 1 , 102, 1 03, 108, 1 10, Adıvar, Halide Edip, 316, 399 128, 145, 1 47, 1 5 1 , 1 53,
1 1 2, 1 18, 137, 1 53, 235, 350 Adliye Nezareti, 135, 138, 1 93 202, 2 1 5 , 2 1 7 , 218, 279,
Abdullatif Suphi Paşa, 44 Afyonkarahisar, 203 297, 3 1 4
Abdurrahman Sami Paşa, 44 Agop Kazazyan, 364 Ahmet Şuayb, 220, 22 1 , 282,
Abdurrahman Şeref, 52 Alılalı Risalesi, 94, 384, 386 285, 286, 287, 290, 29 1 , 293
Abdülaziz (Padişah), 5 1 , 62, Ahlak, 24, 28, 67, 1 22, 134, Ahmet Vefik Paşa, 1 06
63, 64, 68, 70, 79, 227, 273, 1 76, 209, 221 , 222, 229, Ahrar Fırkası, 1 10, 1 1 1 , 147,
274, 396 249, 260, 261, 263, 282, 148, 149
D i Z i N

Ahreweiler, H., 3 1 , 34 397, 40 1 Asya, 37, 47, 5 1 , 33 1 , 397


Aile Yasası, 135 Anakronizma, 21 Aşıkpaşazade, 32
Akatlar, 182 Analitik, 26 Aşiretler Mektebi, 390
Akçura, Yusuf, 1 13 , 1 28, 1 3 1 , Anarşist, 39 Aşiyan, 229, 230
1 32, 133, 134, 145, 180, Anarşizm, 19, 99, 122, 378 Atalay, Besim, ı92
1 8 1 , 182, 194, 195, 196, Anayasacılık, 19, 1 1 7, 154 Atalet-i Fikriyye, 1 1 3
197, 1 97 , 2 1 1 , 2 1 3 , 305, 380 Ancien Regime, 176 Atatürk, 1 39, 1 73 , ı93, 205,
Akdeniz, 246 Ang Deıxisi , 208, 2 1 1 277, 401
Akif (Mehmet AkiO, 240, 249, Anglo-Sakson Toplum, 1 08 Ataullah Bayezidof, 200
251 Anglo-Sakson, 1 23 , 1 26, 150, Atina Cumhuriyeti, 1 58
Akkoyunlu Devleti, 26 154, 158 Atina Üniversitesi, 368
Akseki , Ahmet Hamdi, 237, Ankara, 148, 234, 306, 307, Atina, 370, 373, 376
239 308, 314, 376 Atinalılanıı Devleti , 1 7
Alangu, Tahir, 187 Ansiklopedici, 48 Avnıpa Risalesi, 40, 225
Alcott, Louisa May, 350 Ansiklopediciler, 362 Avustralya, 267
Alembert, 2 1 7 Ansiklopedizm, 44, 99 Avusturya, 37, 40, 4 1 , 59, 63,
Alevi, 3 1 9 Anuşirvan Oran Hükümdan) , 67, 7 ı , 9 1 , 93, 98
Alexander Herzen, 365 23
Avusturya-Macaristan impara-
Alexandr lll, 387 Araba Sevdası, 281 torluğu, ll 5, 1 69
Alexandr lpsilanıi il, 362 Arabistan, 39, 57, 267
Ayanlık, 39
Ali Canip, 184, 185, 399 Arai, Masami, 180, 196
Ayasofya Camii, 28, 256, 26ı
Ali Fahri, 1 20, 123 Arap Milliyetçiliği, 1 18
Ayaz lshaki, 199
Ali Kemal Bey, 1 13 , 180 Arap Ulusçuluğu, 1 33
Aydemir, Şevket Süreyya, 204
Ali Paşa, 54, 55, 56, 59, 60, 6 1 , Arap, 20, 25, 1 1 1 , 1 1 3 , 178,
Aydın, 9 1 , 92, 96, 99, 102,
64, 65, 66, 69, 70, 7 1 , 77, 191
103, l ı4, ı 1 5, l ı 7. ı 23 ,
84, 93, 102, 104, 155, 1 7i , Arapça, 60, 178, 183, 185,
1 3 ı , 150, 154, 157, 180,
269, 273 ı93, 200, 262, 3 1 2
188, 197, 203, 206, 2 ı 3 ,
Ali Suavi, 47, 48, 49, 73, 77, Araplar, 58, 1 1 3, 134, 2 7 1 ,
239, 243, 244, 253, 263,
132, 144, 250, 267, 39 1 , 396 390, 399
297, 303, 306, 3 ı ı , 320,
Ali Şefkati, 1 1 7 Ararat Cemiyeti, 364
322, 338, 363 , 3 7 1 , 380, 383
Alimcan lbrahimof, 204, 205, Ardahan, 274
Aydınlanma, 132, ı s ı , 163,
207, 208 Aristokrasi, 43, 157, ı 6 ı , 292,
ı 12, 2ıo, 28ı , 284, 287,
Alliance Universelle Israelite, 373
337, 349
366 Aristoteles (Aristo),ı 7, 23, 33,
Aydınlanmacı, 96
Almanca, 126, 307 36, 4ı, 219
Aydınlanmacılık, 90
Almanya, 1 9 , 1 14, 126, 127, Arkeoloji, 20
Aydınlar Ocağı, 3 1 9
163, 169, 1 78, 182, 188, Armenakan Partisi, 297
236, 295, 304, 307 Arnavut Ayaklanması 132
Aydınlılı, 307, 308
Ayni, Mehmet Ali, 237
Alyans Okullan, 366 Arnavut M illiyetçiliği, 145
Amalıhia Dergisi, 372 Arnavutlar, 1 2 ı , 271, 390, 399 Ayrılıkçılık, 54, 64, 68, 88, 98,
Amele Gazetesi, 298 Arnavutluk, 83, ıo7, 39 ı , 398 103, 105, 1 1 9, 184
Amerika Birleşik Devletleri, Arşak Çobanyan, 364 Ayrımcılık, 93
158, 1 59, 169 Asabiyye, 38 Azerbaycan, ı 99, 20 ı , 202,
Amerika, 29, 236 Asaf Nafi, 220 203, 20S, 209, 305, 3 ı 7
Amerilıa'da Demolırasi , 29 Asajndme, 27, 38 Azınlık Hakları, 226
Aminacılar, 376 Asakir-i Mansure-i Azınlık, 107, ı 64, ı 9 ı
Anadolu Solculuğu, 307 Muhammediye, 237 Azınlıklar, 266
Anadolu Solu, 308 Asimilasyon Sorunu, ı9S Aziz El-Mısri, 135
Anadolu Türkleri, 3 1 Asimilasyon, 366 Azmi Bey (Polis Müdürü) , 305
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Asker Aileleri Yardımcı
Hukuk Cemiyeti, 142 Hanımlar Cemiyeti, 345
Anadolu, 23, 83, 103, 120, Askeri Rüştiye, 3 ı 4 B
124, 136, 138, 142, 1 6 1 , Askeri Tıbbiye, 197 Babanzade Ahmed Naim, 237
184, 1 8 5 , 190, 204, 228, Askert, 20, 37, 38 , 40 , 73, ı34, Babıali Baskını, 1 27
270, 271, 298, 305, 306, 253 Babıali, 60, 64, 68, 77, 8 1 , 84,
3 1 4 , 363, 366, 367, 390, Asr-ı Saadet (Altın Çağ), 249 88, 92, 96, l ı 2, 266, 268,
D i Z i N

273, 274, 285 , 370 298, 308 Bulgar Eksarhlığı, 369


Babinger, 30 Beyoğlu, 40, 363 Bulgar Sosyal Demokrat işçi
Bağdat Demiryolları, l 45 Bichat, 221 Partisi, 297
Bağdat, 6 1 , 63, 95, 1 75 Bilgegil, M. Kaya, 214 Bulgar, 20, 123, 2 1 2
Bağımsızlık Savaşı, 1 8 1 Bilgi Mecmuası, 202, 305, 3 1 1 Bulgarca, 13 l . 365
Bahaeddin Şakir (Dr) 1 2 4 , 127, Bilim Fetişizmi, 252 Bulgarcılar, 2 1 1
1 28, 1 53, 279 Bingazi, 1 78 Bulgarcılık, 199
Bahriye Mektebi, 286 Bir Olünıln Defteri, 285 Bulgaristan, 41, 60, 70, 83,
Bakü, 199, 202, 306 Bireyciler, 320 1 1 9, 274, 297
Balkan Halkları, 41 Bireycilik. 29, 150, 205, 314 Bulgarlar, 41, 71, 1 1 4, 1 72,
Balkan Krizi, 63 Bireysel. 160 186, 187, 201 , 296, 297,
Balkan Savaşları, 1 1 2, 1 14, Bireysellik, 1 1 0, 340 363, 398
1 3 1 , 132, 133, 1 77 , 1 88, Birinci Dünya Savaşı 134, 137, Burjuva, 1 50, 152, 162, 278,
189, 203, 2 1 3 , 345, 3 5 1 , 139, 163, 188, 2 1 2 , 2 1 3, 280, 296 , 308, 309, 335, 349
365, 375, 394, 397, 398 219, 272, 277, 299, 30 1 , Burjuvazi, 90, 1 1 9, 1 33, 148,
Balkanlar, 60, 94, 1 25, 266, 305, 307, 3 1 1 , 313, 317, 292, 298, 325, 364, 375
274, 297, 304, 366, 3 7 1 , 393 321 , 339, 35 1 , 389, 395, Bursa Fethi, 32
Basın, 285, 304, 343 Busbec, 30
397, 400
Basiret Gazetesi, 224, 265 Bismarck, 295
Büchner, Ludwig, 382
Basra, 6 1 Bürokrasi, 6 1 , 68, 78, 97, 1 00,
Bizans Müesseselerinin Osmanlı
Başkurt, 201 1 1 5 , 1 25, 272, 285, 329,
Müesseselerine Tesiri
Batı, 23, 32, 36, 40, 43, 44, 47, 379, 381
Halıhında Bazı Mıllllhazalar,
50, 5 1 , 52, 7 1 , 77, 8 1 , 90, Büyük Britanya, 158, 160
30
100, 1 0 1 , 104, 1 1 9, 1 23, Büyük lskender (Kral) , 23
Bizans Sonrası Bizans, 30
125, 132, 136, 137, 145,
Bizans, 26, 29, 30, 3 1 , 32, 34,
160, 1 72, 182, 194, 224,
227, 233, 246, 248, 265,
35, 298
Bleda, Mithat Şükrü, 128
c
266, 273, 274, 278, 283, Calinus (Galen) , 23
Boğaziçi, 1 54
296, 297, 306, 308 , 3 1 8 , Carbonari Derneği, 46
Boğdan, 41
328, 336, 340 , 349, 364, 381 Ceditçiler, 206
Bolayır, Ali Ekrem, 282
Batıcı, 41, 230 Ceditçilik, 197, 198, 199
Bolşevik, 297, 307
Batıcılık, 28, 41, 232, 277 Celal Nuri, 235
Bolşevikler, 304, 321
Batılılaşma, 23, 27, 28, 40, 99, Celal üd-din Devvani, 86
Bolşeviklik, 303
1 1 5, 1 7 1 . 188, 194, 195, Celaleddin Harzemşah, 228
Bolşevizm, 304
205 , 223, 224, 229, 234, Cemaat, 19, 90, 9 1 , 92, 96, 97,
Bonald, Louis De, 158, 1 59,
278, 280, 3 1 9 , 356 106, 107, 109, 1 1 2, 134,
161
Batılılık. 48 160, 162, 166, 243, 256,
Bonapartist, 1 1 7 323, 362, 363, 379
Baytar Mektebi, 1 1 8
Bosna , 83, 398 Cemal Paşa, 1 28
Bayur, Yusuf Hikmet, 3 1 6
Bedevi, 3 9 , 1 1 3 Bosna-Hersek, 62 Cemaleddin Velidi, 208, 209,
Bedeviyet, 56 Boşanma, 135 210
Belçika, 169 Boşnak Şerife, 397 Cemiyet-i ilmiye , 384
Belgrad, 104 Boısis (Yüksek Komiser), 376 Cemiyet-i lnkıl�biye, 147
Benaroya, Avram, 298, 365 Bougle, Emile, 3 1 1 , 3 1 2 Cemiyetler Kanunu, 167, 344
Bentham, Jeremy, 1 54 Bourgeois, Leon, 3 1 3 Cenab Şahabettin, 282
Bereketzade lsmail Hakkı Bourget, Paul, 220 Ceneviz Surları, 40
Efendi, 264 Bousios, 3 75 Cenevre Grubu, 1 1 9
Bergson, 22 1 , 3 1 1 Bozdoğan Kemeri, 303 Cenevre, 9 8 , 1 1 7, 120, 297,
Berlin Antlaşması ( 1 878), 270, Bölücü, 1 1 3 301 , 365
297, 370 Brezilya, 218 Cengiz Han, 1 12, 1 1 3, 207
Berlin, 4 1 , 307 Britanya, 1 88 Cengiztler, 26
Beşair, 231 Bruhl, Levy, 3 1 1 Ceride-i Felsefe, 366
Beşir Fuat, 1 73, 2 1 6, 2 1 7 , 233, Brüksel, 60 Cevdet Paşa (ayr. bkz. Ahmet
284, 387 Buhara, 182 Cevdet ... ), 38, 48, 62
Beyannarni-i Umumi, 1 19 Buisson, Ferdinand, 313 Cevdet Paşa Tarihi, 40
Beynelmilel işçiler ittihadı, Bukrat (Hipokrates), 23 Cezayir, 1 78, 398
D i Z i N

Chardin (Seyyah), 37 Daire-i Adliye, 33 197, 275, 277, 278 , 287,


CHF. 136, 141 Danıştay, 20, 344 288, 290, 293, 304, 323
CHP, 326, 401 Darülfünun, 1 14, 13S, 1 7S, Devrimcilik, 307
Cihan Dergisi, 281 202, 219, 229, 293, 3 1 0, Diderot, 2 1 7
Cihat, 270, 400 3 1 1 , 314, 341 Diehl, 30
Cinsellik, 28 Darülmuallimat, 1 7S Difai Partisi, 202
Code Civil, 1 0 1 Darülmuallimin, 170 Diktatorya, 12 7
Cohen, Meses (ayr. bkz. Darüşşafaka, 1 7S Dimitri Cantimir, 41
Tekinalp), 1 14 Darv.in (Charles), 219, 3 1 1 Dino, Güzin, 223
Colbert, 294 Darwinizm, 1 0 1 , 1S2, 187 Divan-ı Hümayun, 250
College de F rance, 202 Daşnaklar, 297 Diyalektik Tarih, 29
Comte de Chambord, l S9, 163 Davison, Roderic, 14S Diyarbekir, 314
Comte, Auguste, 1 20 , 121 , Dayanışma, 38, 123, 324, 329, Diyojen, 372
1 22, 143, 2 14, 216, 2 1 7 , 349 Doğu Akdeniz, 37
2 1 8 , 219, 220 , 221, 222, Decadence, 283 Doğu Dilleri Okulu, 202
310, 3 1 1 , 314, 328, 382 Değmer, Şefik Hüsnü, 308 Doğu Halkları Kurultayı, 30S
Condorcet, 3SO Delbet, M., 2 1 S Doğu, 23, 36
Constitüsyon Kanunu, 6S, 70 Deli Hamit Bey, 306 Doğu-Batı Sentezi, 22S
Coulanges De, Fustel, 292, 382 Demokrasi, 20, 48, 22S, 296, Donanma Cemiyeti, 34 7
Courrier d'Orient, 4S 309, 3 14, 323 Dorotheos (Patrik Vekili), 3 76
Cumhuriyet Devrimleri, 20 Demokrat Parti, l S S Dönmeler, 298
Cumhuriyet Halk Partisi, 322 Demokratikleşme, 1 1 6 Dragoumis, lon, 373
Cumhuriyet, 204 Demokratikleştirilme, 243 Draper,John, 23 1
Cumhuriyet! 7, 2 1 , 42, 63, 7 1 , Demolins, Edmond, 108, 143, Dumont, Paul, 365
128, 129, 1 36, 139, 140, ıso, ı s ı , 1S2, 1 S4, 1 S6, Durkheim, Emile, 1 14, 143,
143, 144, 1 S8 , 16S, 167, 1 S7, 1 S8, 160, 1 6 1 , 1 64 216, 220, 221 , 222, 3 1 1 ,
168, 1 69 , 17S, 1 76, 178, Denais, Joseph, 14S 3 1 2, 3 1 3, 314, 3 1 5 , 324,
184, 193, 194, 20S, 206, Dersaadet idadisi, 28S 325, 328, 332, 382
232, 236, 237, 248, 2SO, Dersaadet Ticaret Odası Duru, Kazım Nabi, 128
272, 273, 289, 296, 306, , Mecmuası, 294 Düsap, Srpuhi, 36S
308 , 309, 3 1 1 , 312, 3 1 9, Derviş Vahdeti, 396 Düşünce Akımları, 19
32S, 326, 329, 333, 348, Descamps, Paul, 143, lSO, 1 S2 Düyunu Umumiye, 220, 274,
3 S l , 3S3, 3S4, 3S6, 3S7, Despotizm, 96, 1 1 8, 14S, 384 27S
3S8, 3S9, 382, 394, 401 Despotluk, S l Düzen Egemenliği, 3 1
Devellioğlu, Ferit, 263
Devlet - Politeia, 1 7
ç Devlet Ebed-Müddet, 129 E
Çağdaşlaşma, 136 Devlet Sosyalizmi, 1 63 Ebubekir Ratib Efendi, 92, 93
Çağman, Ergin, 39 Devlet, 19, 24, 38, 39, 43, 46, Ebuzziya Tevfik, 46, 338
Çamlıca, 1 S4 S l , S3, S4, SS, S8, 63, 64, Ecole Des Roches, 160
Çantay, Hasan Basri, 240 6S, 68, 70, 73, 77, 78, 79, Edebiyat, 83, 8S, 280, 282,
Çarlık Rusyası, 320, 321 80, 8 l , 82, 8S, 86, 89, 92, 283, 286, 287, 288, 289,
Çekoslavakya, 149 93, 97, 109, 120, 122, 126, 363, 399
Çelebi Mehmet (Padişah) , 28 127, 128, 129, 1 3 1 , 140, Edebiyat-ı Cedide, 282, 283,
Çelik, Hüseyin, 47, 24S 1 4 1 , 149, ı s ı , 1S6, ı s8, 28S, 288, 289, 290
Çerkez Ethem Ayaklanması, 1S9, 1 63, 168, 210, 2 1 1 , Edime, 6 1 , 219
304, 306 2 1 7 , 221, 237, 238, 243, Edward Vll (Kral), 1 26
Çerkezler, 18S, 271 , 399 2S4, 2S9, 26S, 27 1 , 274, Eflak, 41, 367
Çırağan Sarayı Vak'ası , 1 44 278, 279, 29 1 , 29S , 3 1 0 , Eflatun, 23
Çin Duvarı, S9 3 1 3 , 316, 319, 320, 321 , Ege Adaları, 1 09
Çin, S6, 182, 266, 267 322, 328, 329, 33 1 , 378, Ege, 246, 298
380, 381 , 387, 39S, 399 Ege, Nezahat Nurettin, 143,
Devletçilik, 19, 136 157
D Devlet-i Aliyye, SS, 60, 271 Eğitim, 47, 50, 52, 59, 70, 77,
D'azeglio, 43 Devrim, 1 1 7, 130, 14S, 1 S3, 90, 97, 99, 1 0 1 , 1 1 0, 1 1 2 ,
Dahiliye Nezareti, 281 1 S6, 1 6 1 , 162, 163, 1 84, 1 13, 125, 1 3 5 , 1 55 , 194,
D i Z i N

198, 202, 230, 271 , 273, Esad Efendi, 236 Fontanelle, 340
275, 287, 3 1 3 , 339, 340, Esnaf, 134, 141 Fotiadis, loannis, 3 7ı
341 , 343, 344, 363, 368, Eşitlik, 20, 39, 59, 69, 91, 92, Fouillee, Alfred, ı85, 3 1 3 , 3 1 5 ,
369, 379, 380, 385, 387, 96, 105, 1 07. 166, 1 74, 180, 323
396, 399 247, 254, 277, 335, 349, Fournier, 3 1 1
Ehl-i Sünnet, 242 352, 372, 384 Franklar, 188
Ekim Devrimi, 307, 321 Eşitsizlik, 313 Fransa Sefaretnanıesi, 40
Ekim Manifestosu, 197 Ethem Nejat, 306, 307 Fransa, 38, 4 1 , 45, 48, 57, 63,
Eklektisizm, 99, 316 Ethniki Amina, 375, 376 68, 7 1 , 9 ı , ı ı 3, ı ı 4, ı ı 8 ,
Elıonomi Politilı, 294, 295 Etibank, 308 1 2 8 , 1 4 7 , ı s ı , ı55, ı s6,
El Ahd, 135 Etni, 41 ı6o, ı6ı, ı63, ı65, 169,
El Hac Ali Paşa, 40 Etnik, 49, 90, 9 1 , 98, 1 03, 1 05, 1 78, 1 79, 188, 197, 2 ı 6 ,
Elazığ, 98 107, 108, 1 09, 1 1 0, 1 1 8, 220, 267, 277, 285, 287,
Eliı. 72, 102, 1 1 2, 122, 246, 123, 125, 126, 131. 132, 292, 30 1 , 308, 3 1 3 , 335,
377, 379 208, 213, 298 , 330, 37 1 , 336, 350, 363
Elitler, 1 0 1 374, 378 Fransız Akademisi, 3 1 1
Ellioıt, Sir Henry, 5 1 Eınisite, 200 Fransız Devrimi (ayr. bkz.
Elmalılı Hamdi Yazır, 222, 237, Evkaf Nezareti, 135 .. .ihtilali), 93, 1 1 7 , 120,
258, 259 Evliya Çelebi, 37 142, 1 58 , ı59, 1 6 1 , 277.
Emeviler, 249, 257, 258 Evrim, 322, 377 283, 287, 288, 289, 338,
Emin Arslan, 1 1 8 395, 398
Emin Bülent, 194 Fransız ihtilali ( ı 789), 40, 4 1 ,
Emmanuilidis, 375 F 88, 128, 254, 256, 3 1 6 , 39ı
Emperyalizm, 1 58, 182, 272, Faiz Bey, 149 Fransızca, 60, 64, 83 , 1 2 ı ,
331 Farabi, 33 1 3 1 , 144, 1 74, 202, 2ı4,
Emrullah Efendi, 3 1 1 Fardis, D., 372 2 1 5 , 220, 3 1 1 , 318, 323, 340
Encümen-i Daniş, 83 Farsça, 60, 183, 185, 200 Fransızlar, 126, 243
Engels, Friedrich, 297 Fas, 267 Fuat Paşa, 54, 55, 57, 58, 60,
Engizisyon, 232 Fatih Camii, 1 75 64, 65, 69, 70, 7 1 , 77, 93,
Entelijensiya, 144 Fatih Sultan Mehmet 102, ı o4, 1 72
Entelektüel, 246 (Padişah), 26, 27 Fuat Sabit, 194
Enternasyonal (izm) , 297, 363 Fatma Aliye Hanım, 224 Fuat Şemsi Bey, 240
Entrika, 48 Faydacılık, 3 1 3
Envar-ı Zelıil Dergisi, 216 Fazıl Mustafa Paşa, 396
Enver Paşa, 1 24 , 1 26, 128, Fazlurrahman, 251 , 252 G
1 85 , 305 Federalist, 123 Galata, 40
Epistemolojik, 38 Federalizm, 65 , 1 1 9 Galatasaray Sultanisi / Lisesi,
Erbakan (Necmettin), 235 Feliltun Bey ve Rilhım Efendi, 120, 219, 229
Erenköy, 1 54 1 7 1 , 230 Galland, Antoin, 38
Erkul, Ali, 144 Feminizm, 19, 20, 335, 336, Galliler, ı88
Ermeni Devrimci Federasyonu, 338, 348, 349, 350, 352, 356 Gambetta, 287
297 Fenden, 340 Gayrimüslim 59, 64, 65, 68,
Ermeni Kadınlar Terakki Fenni, lsmail, 222 88, 89, 90, 9 ı , 92, 97, 1 02,
Derneği, 365 Feodal Düzen, 157, 199 106, 107, 1 1 2, 1 1 4, 1 1 5 ,
Eııııeni Millet Nizamnamesi , Ferdi ve Şarelıası, 285 ı l9, 166, ı 76, ı 79, ı 9 1 ,
297 Fethi Naci, 223 235 , 253, 254, 255, 257,
Ermeni Olayları, 1 1 9 Fetva, 25 265, 266, 309, 355, 362, 367
Ermeni Tehciri, 127, 128, 1 88 Feyzi Paşa, 101 Gaziz Gubeydullin, 2 1 1 , 2 1 2
Ermeni, 20, 53, 90, 123, 1 78 Feyz-i Sıbyan Rüşdiyesi, 285 Gelenek, 2 5 , 2 9 , 3 5 , 44, 4 8 , 5 1 ,
Ermenke, 1 3 1 , 297, 363 Fıkıh, 25, 1 0 1 , 1 1 1 , 193, 254, 56, 68, 7 1 , 7 2 , 7 4 , 77, 85, 89,
Ermeniler, 93, 1 14, 1 2 1 , 138, 256, 257 90, 9 1 , 92, 94, 122, 128, 129,
296, 297, 363, 369 , 370, 371 Filibe, 1 78 130, 133, ı39, 156, 163, 167,
Erozan, Celal Sahir, 282 Filibeli Ahmed Hilmi (Şehben­ 192, 198, 206, 226, 227, 228,
Ersoy, Mehmet Akif, 1 9 7 , 289 derzade), 237, 242, 250 232, 233, 237, 242, 249, 252,
Ertuğrul, lsmail Fenni, 237 Filistin, ı ı.4 289, 290, 315, 335, 346, 372,
Erzurum. 148 Findley, Carter, ı 74 374, 384
D i Z i N

Gelibolulu Mustafa Ali, 26, 27 , Hahimiyet-i Milliye, 204 348, 362


38 Hakkı Behiç, 177, 304 Hıyanet-i Vataniye Kanunu,
Gemeinshafı, 3 1 7 Halet Efendi, 40 308
Gence, 202 Halide Salih, 216 Hızr-ul Malalı, 38
Genç Kalemler, 1 8 1 , 183, 184, Halil Bey (Dahiliye Nazırı), Hicaz, 89, 271
185, 192, 3 1 1 131 Hicri Bey (Dr), 149
Genç Osmanlılar, 396 Halil Ganem, l l 8 Hilımet, 202
George, Uoyd(Britanya Halil Şerif Paşa, 54, 105 Hilafet, 24, l l8 , 242, 243, 248,
Başbakanı) , 376 Halim Sabit (Şibay), 196, 3 1 3 253, 257, 258, 260, 267,
Georgeon, François, 1 54, 197 Halk Fırkası (CHP), 309 269, 2 7 1 , 390
Geri , 65 Halka Dognı, 202 Hindistan, 1 55, 234, 254, 267,
Gerici, 40, 208, 213 Halkçılık, 139, 283, 3 l l , 3 14, 270
Gericilik, 309 322, 323, 324, 325, 333 Hint Kültürü, 33
Gennanos (Patrik), 3 75 Halli Şerif Paşa, 69 Hint, 23
Giampetri, 45 Hamdullah Suphi, Hiyerarşi, 32, 5 1 , 77, 259, 263,
Gibbon, 30 (Tannöver) 194 369, 381
Gide, Charles, 3 1 2 , 3 1 3 Hammer, 232 Hizmet Gazetesi, 284, 285, 286
Girişimcilik, 1 6 0 , 1 6 1 , 165, Hanedan , 30, 85, 98, 102, 156, Hobbes (Thomas) , 86
293 242, 248 , 284 Hollanda, 267
Girit lsyanı, 104, 1 19 Hanefi, 1 0 1 Hugo, Victor, 229
Girit Sorunu, 374 Hanımlara Mahsus Gazete, 343 Huhuh-u idare, 293
Girit, 63 , 1 78 , 298, 376, 398 Harb Mecmuası, 202 Hume, David, 154
Goncourt, Edmond de, 216 Harbiye Yüksek Mektepler itti- Hunlar, 393
Gotlar, 1 88 hadı, 147 Huysmans,Joris-Karl, 283
Gökalp, Ziya, 1 13, 1 14, 127, Harbiye, 1 1 7, 1 1 8 Hürriyet ve itilaf Fırkası, 1 1 0,
132, 133, 1 34, 137, 138, Harf Devrimi, 401 111, 112
139, 143, 1 8 1 , 185, 186, Hariciye Nezareti, 285 Hürriyet, 48, 104
189 , 190, 1 9 1 , 193, 194, Harp Akademileri, 20 Hüseyin Avni Paşa, 62
195, 204, 2 1 6 , 221, 222, Hasan Fehmi Bey, 149 Hüseyin Cahil (ayr. bkz.
272, 290, 3 1 1 , 3 1 3 , 3 1 4, Hasan Hamit, 3 1 2 Yalçın, ... ), 147, 1 54
3 1 5 , 3 16, 3 1 7 , 3 1 8 , 319, Hasan Mellalı, 1 70 Hüseyin Fikret, 194
320, 321, 322, 323, 324, Hasan Tahsin, 303, 3 1 2 Hüseyin Hezarfen Efendi, 38
325, 326, 328, 329, 330, Haver Mecmuası, 2 1 6 Hüseyin Hilmi (iştirakçi) , 299,
33 1 , 332, 333, 399 Hayal içinde, 283 300, 3 0 1 , 302, 303
Gövsa, lbrahim Alaettin, 1 5 1 Hayat ve Kitaplar, 221 Hüseyin Kazım, 220
Grand Orient Locası, 3 7 1 Hayat, 202 Hüseyinzade Ali (Turan), 1 18 ,
Gregor (Patrik), 362 Hayrettin Paşa, 3 70 197, 202, 3 1 7
Grignon Ziraat Okulu, 120 Hayrullah Efendi (Şeyhülis- H z . Adem, 250
Guyo-Daubes, 1 0 1 lam) , 62 Hz. Ebubekir, 258
Gülhane Hatt-ı Hümayunu Heackel, Ernest, 382 Hz. Muhammed, l l 3, 193, 388
( 1 839) (ayr. bkz. Tanzimat Hegel, 292, 316 Hz. Nuh, 39 1 , 392
Fermanı), 19, 9 1 , 93, 94, 96, Helenistik, 23
104, 1 66, 180, 254, 329 Helenler Dünyası, 36
Gülnihal, 227 Helenler, 4 1 I
Gümülcine, 1 78, 398 Helen Politik Birliği, 374 !orga, Nicolas, 30, 36
Günalıay, Şemsettin, 192, 23 7, Helenizm, 4 1 , 373 Irak, 6 1 , 89
244 Helenotomanizm, 3 73 Irkçılık, 56, 378
Helpfand, Alexander Jsrael Irksal, 1 1 3
(Parvus Efendi), 304 Islahat Fermanı ( 1856), 1 9 , 68,
H Helvetius, 120 9 1 , 96, 100, 103, 1 04, 1 07,
Habsburg, 26 Hersek lsyanı, 105 1 1 6, 166, 168, 253, 254,
Haçatur Malumian, 147 Hınçaklar, 365 255, 265, 369, 382, 384
Hadi Atlasi, 1 99, 204 Hınçakyan Partisi, 297, 365 Islahat Layihaları, 39
Haclimu Haremeynü'ş-şerifeyn, Hıristiyanlar, 59, 68, 69, 70, Islahat, 19, 20, 25, 27, 37, 38,
89 1 04, 109, 210, 266, 393 39, 40, 237, 243, 253, 272,
Hakilıat Pençesi, 284 Hıristiyanlık, 87, 232, 340, 277
D i Z i N

lslahatçılık, 27 ilerlemecilik, 96 1 1 2 , 1 1 5 , 123, 132, 137,


lsnard, 1 0 1 Ilm-i lctima (ayr. bkz. Science 206, 235 , 236 , 251 , 253,
lsrael, Bohor, 366 Sociale), 143, 150, 152, 1 54, 255, 277, 3 1 9, 378, 392
163 lslami Cihat, 89
llm-i Ilıtisad, 285, 293, 295 lslami Devlet, 135
1 llmiyye, 47, 255 lslamiyet, 64, 87, 139, 2 1 1 ,
l'la-yı Kelimetu'llah, 215 imparatorluğun En Uzun 212, 228, 231, 232, 235,
lbn Heysem, 24 Yüzyılı, 223 250, 299, 303, 386, 389,
lbn Rüşd. 24 inalcık, Halil, 26 393, 395
lbn Sina, 24 Incil, 89 Js!dmiyette Feminizm Yahut
lbn Suud Ailesi, 39 lngiliz Muhipleri Cemiyeti, 98, A!em-i Nisvan'da Musavaı-ı
lbn-i Haldun, 25, 38, 40, 85, 102, 103 Tamme 1 32 6 , 335
144 lngilizce, l 55 lslamlaşmak, 3 1 7
lbn-i Halduncu, 38 lngilizler, 98, 203, 242, 3 14 lslamlık, 190
lbrahim Edhem Paşa, 70 lngiltere, 57, 63, 7 1 , 79, 9 1 , lsmail Cezmi, 1 74
lbrahim Mütderikka, 26 96, 152, 154, 1 5 5 , 159, 162,
lsmail Gaspıralı, 196, 197,
Ibrahim Şinasi (ayr. bkz. 243, 267, 292, 350
198, 200
Şinasi), 214, 2 1 5 , 224 inhitat, 27
lsmail Hakkı (Arap) , 306, 307
lbrahim Temo, 98, 1 10 , 1 18, insan Hakları Bildirgesi, 291
lsmail Kemal Bey, 108
124 insan, 204 lsmail Safa, 399
ibret, 50, 51 insaniyet, 301
ispanya, 19, 27, 295
/ctimaiyyaı Mecmuası, 3 1 1 lntihab-ı Mebusan Kanunu,
lsrailiyat, 250, 252
167
i ç Asya Siyaset Kültürü, 26 lstanbul Rum Ortodoks
lran, 23, 89, 204, 229, 234,
içti had, 98, 1 1 2, 1 1 5, 366 Patrikhanesi, 90
276, 278, 297, 317, 401
i deoloji, 29, 32, 42, 45, 47, 50, lstanbul Üniversitesi, 20, 204
irtica, 235, 237, 396, 397
55, 76, 82, 88, 89, 103, 1 1 5 , lstanbul, 34, 45, 47, 48, 50, 5 1 ,
ishak Süktlti, 98, 128
l i6, 1 2 7 , 1 2 9 , 1 3 1 , 136, 60, 62, 64. 98, 1 18, 120,
lslırndcmdmt, 23
137, 138, 140, 141, 142, 123, 124, 1 3 1 , 132, 145,
lslam Aleyhtarlığı, 123
154, 156, 158, 1 6 1 , 163, 147, 1 8 1 , 183, 195, 197,
lslam Birliği, 246, 254, 267
1 77, 1 79, 196, 235, 239, 199, 202, 203, 212, 218,
lslam Bo(şevizmi, 304
241 , 243, 279, 288, 302, 220, 226, 245, 247, 297,
lslam Çağı, 37
3 1 1 , 3 13, 332, 355 , 357, 298, 299, 300, 302, 303,
lslam Dünyası, 24, 25, 166,
377, 378, 379, 380, 383, 306, 307, 308, 314, 337,
182, 234, 236, 238, 241,
385, 389 363, 373, 376
242, 244, 252, 253, 254,
! dil-Ural Bölgesi, 198, lstanos Politikos, 38
256, 260 , 261, 262, 263, 264
199, 200 istibdat, 1 3 1 , 145, 146, 147,
lslam Hukuku, 25, 198
ldralı Gazetesi, 300 lslam ihtilal Cemiyetleri i tti- 169, 193, 205, 227, 244,
l dris-i Bitlisi, 26 259 , 276, 316, 396
hadı, 302
ljham, 305 lslam Kalkınma Teşkilatı, 235 lstibşar, 231
Ihkak-ı Hak, 48 lslam Kardeşliği, 105 istihbarat, 48
ihtilal, 27, 76, 124, 127 lsldm Mecmuası, 133, 181, 192, lstilıbal, 1 17
i htilalci Askerler Cemiyeti, 194, 202, 3 1 1 , 324, 329 istiklal Mahkemesi, 138, 306
147 lslam Medeniyeti, 24 lstimalet, 32, 33, 34
ihtilalciler, 43 lslam, 23, 39, 49, 55, 57, 59, lsviçre Medeni Yasası, 13Ç'
ihya, 130 68, 69, 70, 100, 106, 122, lsviçre, 149, 169, 301
lhdam Gazetesi, 302 133, 135, 140, 1 72, 1 9 1 , iş Kanunu, 141
Ik.inci Dünya Savaşı, 1 39, 298 1 9 2 , 193, 210, 215, 218, lşıiralı, 300, 301, 366
iklimler Teorisi, 151 224, 234, 238, 239, 242, iştirakçi Hilmi, 300
Ihtisadiyyat Mecmuası, 3 1 1 251, 260, 265 , 271, 274, l ta!ya, 1 9 , 43, 46, 63, 203, 236,
iktisat, 52, 59, 1 14 , 133, 134, 307, 340, 341 , 390, 392, 328
1 "37, 140, 1 76, 233, 285, 399, 400 ltalyanca, 220
305, 322, 325 lslamcı, 23 itfaiye Teşkilatı, 20
lleri, 65 lslamcılar, 204, 236, 237, 243, !nifakı Hamiyet (Yeni
ilerici, 40, 232 259, 3 1 7 Osmanlılar), 78
ilerleme, 19 lslamcılık, 20, 2 1 , 28, 5 0 , 56, lttihad-ı Anasır, l l l , 1 3 1 , 132,
D i Z i N

1 76 , 1 78 , 235, 255, 276 341, 342, 344, 346, 347, Kautsky, Kari, 298, 304
lttihad-ı lslam, 124, 235, 236, 348, 349, 3 5 1 , 353, 365 Kayserili lsmail Hakkı, 305
265, 267, 268, 269, 270, Kadınları Çalıştırma Cemiyeti, Kazaklar, 1 98, 199
27 1 , 272 136 Kazan Türkleri, 198
l ttihad-ı Muhammedi, 396 Kadtzadeliler, 39 Kazım Nami, 183
lttihad-ı Osman! Cemiyeti, 64, Kadro, 204 Kemalettin (Şehzade), 371
98, 1 08, 1 1 8, 265, 269, 270 Kafkaslar, 297 Kemalist Tarih Yazımı, 1 38
ittihat ve Terakki Cemiyeti, 98, Kafkasya, 84, 1 78, 202, 212 Kemalist, 132, 1 36, 140, 1 4 1 ,
1 1 0 , 1 1 2, 1 1 7 , 1 1 8, 122, Kahire, 98, 1 1 9 1 73, 3 1 4 , 3 1 8
124, 126 - 1 36, 1 38, 140, Kalemiye, 54 Kemalistler, 1 3 6 , 139
142, 143, 147, 148, 149, Kalkınma, 70, 109, 243 Kemalizm, 129, 1 36, 138, 139,
1 53 , 1 54, 155, 164, 183, Kam, Ferid, 237 140, 1 42, 366
196, 1 97, 202, 203, 2 1 5 , Kamil Paşa, 203, 275, 276 Kent, 125, 126, 324, 353
2 1 7, 219, 221 , 230, 255, Kamu Hizmet Birimleri, 20 Kerbela Hadisesi, 242
299, 305, 306, 3 1 4 , 3 1 6 , Kamusal Alan, 1 29, 168, 1 77, Kerensky, 307
3 1 7, 328, 329, 333, 355, 358 Khalid, Adeeb, 206
363 , 365, 372, 382, 394, Kamusal Hayat, 162 Kıbrıs, 274
396, 397, 398, 399 Kanıu.s-ı Felsefe, 261 Kınalızade Ali, 25, 33, 36, 38
ittihatçılar, 1 34, 144, 297, 301, Kansu, Nafi Atuf, 164 Kırgız, 201
306, 400
Kant, 67, 388 Kırım Savaşı, 91, 96, 270
ittihatçılık, 129
Kanun-i Esasi, 70, 105, 106, Kırım. 84. 196, 198, 201
iyileştirme, 19
1 07, 108, 1 1 1 , 130, 147, Kırlı Yıl, 285
lzmir Suikasti ( 1 926), 136
149, 166, 167, 168, 1 72, Kısas-ı Enbiya, 84, 242
lzmir, 63, 103, 148, 284, 299,
1 8 1 , 259, 260, 297, 369, Kıtlık, 125
300, 362, 367, 376
385, 391 , 396, 399 Kızıl Elma, 318, 399
izzet Efendi, 3 1 4
Kanunlaşttrma, 1 66 Kızılbaş, 28
Kaos, 393 Koca Selıbanbaşı Ri s ales i, 40,
Kapital, 366 377
1Jakoben, 1 1 7 Kapitalizm, 136, 159, 1 6 1 , Koçi Bey, 38, 40
1 6 3 , 1 74, 209, 278, 292, Koidis, 375
Janet, Paul, 222
293, 296 Kollektivite, 44
Japonya, 74
Kapitülasyonlar, 109, 166 Komintern, 305, 307, 308, 309
Jeopolitik, 5 1
Kapriyel Noradukyan Efendi, Komünist Manifesto, 297
]eu.ııe Tu.rc, 202, 305
364 Kongar, Emre, 143
Jeune Turquie, 43, 44
Kaptan Paşa Sebili, 40 Konstantinopolis Örgütü (Or-
]in Gazetesi, 98
Karabekir, Kazım, 306 ganosi Konstantinupoleos)
]ou.mal des Dcbats, 202
Karadağ, 274 373, 374, 375
joumal do Laborador, 365
Karadağlılar, 172, 398 Kooperatifleşme, 295
}ôn Tarlı Gazetesi, 199
Jön Türk Hareketi, 19, 65, 122, Karadeniz, 204 Korais, Adamanıios, 362
123 Karakışla, Yavuz Selim, 355 Korporasyon, 324, 325
Jön Türk Kongresi 1 , 1 09, 1 1 9, Karakol Cemiyeti, 1 36 Korporatizm, 328, 329
120, 145, 1 53 , 363, 372 Karaköy Kapısı, 40 Kosmidis, 375
Jön Türkler, 47, 5 1 , 52, 53, 98, Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. Koşulu Medresesi. 4 7
102, 1 07 , 1 14, 1 1 5 , 1 1 6, 289 Kozmos, 393
1 27, 1 38 , 142, 145, 146, Karatheodoris, A., 370 Köprülü, Fuat, 30. 3 1 , 190
147, 153, 1 80, 1 85, 186, Karay, Refık Haliı, 302 Kösemihal, Nurettin Şazi, 143
375, 380, 389, 394 Kardeş Katli, 27 Krikor Ağaton, 364
Jurnal, 48, 63, 228 Karolidis, 375 Krikor Odyan, 364
Jurnalcilik, 2 7 5 Kars, 204, 274 Kudüs, 1 3 1
Kasap, Theodor, 372 Kuleli Askeri Tıbbiye idadisi,
Kaspiy, 202 98
K Kaşgar, 266, 267 Kuleli Vak'ası, 384
Kadın Hakları, 1 O 1 Katerina il (Çariçe) , 40 Kuntay, Mithat Cemal, 244
Kadınlar Dünyası, 346 Katip Çelebi, 25, 26, 38, 40 Kuramsal Bilgi, 164
Kadınlar, 1 35, 336, 338, 339, Katolik Ermeniler, 4 1 Kuran, Ahmed Bedevi, 145
D i Z i N

Kureyş Kabilesi, 242 Lerner, 383 Mahmut Şevket Paşa, 148


Kurtuluş Savaşı, 138, ı48, 272 Letourneau, 1 0 1 Mai ve Siyalı, 285
Kurtuluş, 307, 308 Leunclavius, 3 0 Makedonlar, 296
Kurumsallaşma, 139, 198, 221 Levi-Strauss, Claude, 3 1 Makedonya Sorunu, 1 25 , 1 26
Kutsal Şehir, 34 Lewis, Bemard, 38 Makedonya, 125, 1 30, 270,
Kuzey Türkleri, 2 1 1 Lewis, George Henry, 2 1 6 , 2 1 7 297, 368, 370, 373
Küçük Asya, 3 1 Liberal Demokratik Ramgavar Makedonya-Edime Sosyal
Kaçalı Kadınlar, 350 Partisi, 364 Demokrat Grupları, 297
Küçük Kaynarca Antlaşması Liberal, 20, 43, 48, 145 Malta, 203, 220, 3 1 4
( 1 774), 9 1 , 198 Liberalizm, ı9, 43, 47, 49, 1 1 7, Malumat-ı Medeniye, 1 76
Kültür Haftası, 204 ı4ı, 143, ı4s, ı s ı . 1 54, Mamulat-i Dahiliye lstihlaki
Kard Teavün, 3 1 4 155, 156, 163, 277, 278, Kadınlar Cemiyeti, 346
Kürsü Sosyalizmi, 163 279, 287, 288, 290, 294, Manastırlı Ismail Hakkı
Kürt Teali Cemiyeti, 98, 103 296, 30 1 , 3 1 7 , 320, 364 Efendi, 256, 26ı , 262, 263,
Kürtler, 103, 138, 27 1 , 390 Library of Congress (Kongre 264
Kütahya-Eskişehir Kütüphanesi / ABD), 51 Manchester Okulu, 133
Muharebeleri, 148 List, Friedrich, 133, 294, 295 Maneviyat, 137
Littre, Emile, , 214, 2 1 7 Mardin, Şerif, 54, ı os, ı s2.
Locke, John, 1 2 0 , 1 5 4 , 248, ı 74, 236, 244
L 349 Marksizm, 365
La Nouvelle Revue, 202 Loncalar, 324, 325, 369 Maruni, 41
La Patrie Gazetesi, 1 1 9 Londra Konferansı, 376 Marx, Kari, 297, 366
La Science Sociale Dergisi, 1 5 7 , Londra, 48, 49, 60 Mason, 3 7 1
1 58, ı 6 3 Louis Philippe (Kral), 214 Materyalist, ı o l , 309
La Solidaridad Ovradera, 365 Louis XVI (Kral), 39, 43 Materyalizm, 20, 2 ı 6
l..acombe, Paul, 288 Lovec, 83 Maupassant, Guy d e , 2 1 6
l..acombe, Pierre, 220 Lozan Antlaşması, 1 23 , 139 Maurras, Charles, ı63
l..adino, 1 3 1 Lübnan Krizi, 104 Maverdi, 24
Laffitte, Pierre, 1 2 0 , 2 1 5 , 2ı 7 Lütfi Paşa, 25, 27, 38 Mebadi-i Ilm-i Servet-i Milel,
Laik, 90, ıo2. 1 14, 1 3 5 , ı 64, Lütfullah Bey, ı46 285
ı68, 29 ı , 3 ı 3 , 362, 363, Lütfullah Efendi, 144 Mebruke Hanım, 397
372, 399 Mecelle, 84, ı o ı , 102, 256, 352
Laikleşme, ı33, ı 9s, 278 Meclıveret, 2 1 5
Laikleştirilme, 1 35 , 1 39 M Meclis-i Ayan, 3 7 ı
Laiklik, 140, 29ı . 292, 333, Maarif Cemiyeti, ı94 Meclis-i Mebusan (Mebusan
400 Maarif Nezareti, 135, 1 77, 185, Meclisi), 62, 70, 106, 123,
Laissez-Faire, 294 ı93, 28ı , 387, 391 ı27, ı 30, 278, 3 5 l , 39ı
Lamarck, 382 Maarif Vekaleti, 312 Meclis-i Meşaı'ih, 193
Landau, Jacob M., 235 Maarif-i Umumiye Meclis-i Umumi, 203
Latin Harfieri, ıoı Nizamnamesi ( 1 869), 99, Meclis-i Vala-yı Ahkaın-ı
Latince, 41 1 79 Adliye, 60
Latinler, 188 Macaristan, 182 Mecmua-i Fünün, 56, 58, 384
l..avisse, 30 Macarlar, 393 Medeniyet, ı 78, 301
l..avoisier, 221 Macchiavelli, 86 Medeniyet, 24, 26, 55, 56, 57,
Layihalar, 38 Magna Carta, 93 58, 59, 64, 67. 138, 21 1 .
Le Bone, Gustave, 102, 120, Mağrip, 19 218, 24ı , 246, 252, 318,
315 Mahmud Celaleddin Paşa, ı s6 328, 330
L e Mettrie, 2 1 7 Mahmut Il (Padişah), 46, 70, Medine, 57, 89
Le Play Okulu, ı o8 , 149, ı s ı 88, 9 1 , 93, 139, ı80, 254, Megali idea, 373, 375
L e Play, Frederic, ı o8, ı43, 370, 392 Mehitaristler, 41
159, 160, ı 6 ı , ı 63 , ı64, Mahmut Nedim(oO Paşa, 5 1 , Mehmed Lütfi Efendi, 41
216, 3 1 0 54, 6 1 , 62, 155, 275 Mehmed Sabahaddin (ayr. bkz.
L e Revue Occidentale, 1 20 Mahmut Paşa, 26, 144, 145 Prens Sabahaddin), 143
Le Teınps, 285 Mahmut Şevket Paşa Suikasti Mehmed Şerif Efendi, 39
Lenin, 307 ( ı 9 ı 3 ) , 299, 3 0 ı , 30S Mehmet Akif (Ersoy), 243, 272
D 1 Z 1 N

Mehmet Ali Paşa (Kavalalı) , 54 Mıgırdiç, 364 337, 349, 354, 356, 359,
Mehmet Ali Tevfik, 194, 399 Mısır Çarşısı, 174 378, 379 , 380 , 381 , 378,
Mehmet Cavit, 285, 290, 293, Mısır Hanedanlığı, 78 380, 385, 399
294, 295, 3 1 0 Mısır, 45, 89, 155, 1 78, 1 93, Moğol istilası, 228
Mehmet Emin (Yurdakul), 234, 240, 254, 269, 271, Moğollar, 1 1 3, 228, 393
194, 399 274, 312, 3 1 5, 336 Monarşi, 8 1 , 82, 1 9 7 , 248, 337
Mehmet Rauf, 282, 286, 290 Midilli (Adası), 94 Mondros Mütarekesi ( 1 9 1 8) ,
Mehmet Reşit, 1 1 8 Militarizm, 186 299, 375
Mehmet Tevfik, 394 Mill, John Stuan, 2 19, 220, Montesquieu, 67, 120, 1 5 1 ,
Meinecke, 127 350 311
Mekke , 89 Millerand, Alexandre, 313 Mora Ayaklanması, 90
Mehteb Dergisi, 283, 286 Millet ve Milliyet, 208, 209 Mora Fetreti, 90
Mekteb-i Aliye, 182 Milletçilik, 326 Moran, Berna, 172, 223, 224
Mekteb-i Harbiye, 1 54 Millet-i Rum, 367, 368 Mordtmann (Şarkiyatçı), 45
Mekteb-i Mülkiye, 220, 281, Milli Meşrutiyet Fırkası, 305 Moskoflar, 1 72
283, 285, 286 Millf Mücadele, 123, 148 Moskova, 305
Mekteb-i Sulumi, 229, 379, Milli Müdafaa Cemiyeti, 136 Mousnier, 3 7
390 Milli Tetebbular Mecmuası, 3 1 1 Mousouros, Kastaki, 3 71
Mekteb-i Tıbbiye, 98 Milliyetçi Cephe, 3 1 9
Muallim Naci, 173
Mehtep, 208 Milliyetçiler, 236
Muallimler Mecmuası, 1 65, 3 1 1
M eleklerin Kanatlan Altındaki Milliyetçiligin Bazı Esaslan, Muhafazakar(lık), 4 9 , 77, 1 1 7,
Şehir, 34 211
130, 1 54, 163
Melkitler, 41 Milliyetçilik, 1 9 , 20, 5 3 , 54,
Muhalefet, 52, 68, 72, 76, 77,
Mercani Nogay, 200 59, 65, 90, 107, 125,126,
78, 82, 96, 100, 103, 107,
Merkezileşme, 162 131, 132, 136, 137, 142,
109, 1 14, 123, 148, 238,
Merkeziyetçilik, 92 1 54, 1 78 , 1 79, 180, 1 8 1 ,
254, 260, 265
Meşruiyet, 47, 100, 132, 172, 1 8 5 , 1 8 9 , 1 9 1 , 195, 206,
Muhammed Abduh, 239
234 , 2 53 , 257 , 259 , 278, 265, 266 , 270, 272 , 277,
Muhammed lbn Abd-ül Vahab,
292, 3 1 6 , 373 296, 309, 3 1 1 , 3 1 7 , 3 1 9 ,
39
Meşrutiyet, 19, 20, 42, 46, 64, 3 2 1 , 322, 323, 324, 328,
Muhbir, 47, 48
65 , 70, 72, 92, 97, 98, 102, 332, 3 5 1 , 363, 365, 367,
Muhaddime, 25, 144
104, 105, 1 06, 107, 108, 368, 370, 373, 394, 399, 401
Murad Molla Tekkesi, 83
109, 1 1 0, 1 1 2, 1 1 4, 1 1 5, Mirsad Dergisi, 226, 231
M urad V (Padişah), 5 1 , 80,
124, 1 26, 127, 128, 133, Misak-ı Milli, 137
274, 371, 372, 391
1 4 1 , 147, 148, 1 52, 166, Mishinler Tekhesi, 263
Musa Kazım Efendi
167, 168, 1 70, 1 74, 175, Misyonerlik, 390
(Şeyhüllsliim) , 237, 261 , 264
1 76, 1 77, 1 78, 1 79, 204, Mithat Paşa, 54, 60, 62, 63, 64,
210, 2 13, 229, 230, 253, 65, 70, 83 , 84, 95, 96, 98,
Musahabat-ı Ahlalıiye, 1 78
1 0 1 , 105, 106, 125, 1 27, Museviler, 1 14
256, 258, 260 , 272, 293,
294, 297, 299, 300, 306, 1 53, 1 73, 175, 180, 214, Muslihiddin Adil, 350
3 1 0 , 313, 3 14, 317, 318, 2 1 5 , 266, 274, 345, 364, Mussolini (Benito) , 139
322, 323, 325, 336, 338, 370, 3 9 1 , 396 Mustafa Celaleddin Paşa, 196
341 , 343, 3 5 1 , 355, 363, Mithat Paşazade Ali Haydar, Mustafa Fazıl Paşa, 45, 46, 47,
37 1 , 380, 387, 389, 391, 145 48, 54, 67, 68, 78, 104
393, 394, 395, 395, 398, Mitoloji, 232, 393 Mustafa Kemal Paşa (ayr. bkz.
399, 399, 401 Mizan, 1 1 9 Atatürk), 123, 136, 142,
Meşveret dergisi, 1 18 , 1 2 1 , 123, Mizancı Murat, 1 1 9 , 120, 123, 304, 306, 314, 316, 322
285, 384 1 5 1 , 224 Mustafa Naima Tarihi, 38
Meşveret, 48, 55, 64, 65, 66, Modernite, 5 1 Mustafa Rasih Paşa, 40
70, 104, 122, 226 , 248, 258, Modemizm, 28, 237, 3 1 5 , 386 Mustafa Reşit Paşa, 42, 54, 56,
260 Modernleşme, 1 7, 20, 2 1 , 29, 59, 60, 77, 83, 85 , 1 55, 214,
Metafizik, 220, 232 37, 7 1 , 72, 73, 74, 80, 94, 215
Metya, A. Mithat, 3 1 2 125, 1 30, 148, 174, 195, Mustafa Sabri Efendi, 237, 256
Mevhufiyet Hatıralan, 197 198, 223, 232, 234, 235, Mustafa Sami Efendi, 40, 4 1 ,
Mezhep, 69, 242, 25 1 , 254, 234, 237, 238, 241 , 246, 5 4 , 58, 225
29 1 , 385 250, 253, 254, 280, 281 , . Mustafa Satı, 1 1 2, 1 13, 1 1 4
Di Z iN

Mustafa Suphi, 305 , 307 Nazi Almanyası, 298 137, 1 8 1 , 187, 197, 206,
Mustafa Zühdü, 3 12 Nazmi Ziya Bey, 389 2 1 3 , 236, 241 , 272, 274,
Musul, 6 1 Necid, 39 309, 328 , 330, 332, 333,
Musurus Gikas, 372 Necip Asım (Yazıksız), 1 8 1 336, 340, 341 , 342, 343,
Mutedil Hürriyetperveran Neologos Gazetesi, 372 346, 362, 363, 366, 369,
Fırkası, 1 1 0, 1 1 1 Nesl-i Cedid, 164 381, 389, 391 , 392
Mutlakıyet, 1 30 Neuchatel, 149 Osmanlı Dünyası, 242
Mutlakıyetçilik, 162 Nezihe Muhittin, 347 Osmanlı Düşünüşü, 1 9
Mutluluk Kapısı, 34 Nietzsche, 363 Osmanlı Entelijansiyası, 36
Mübadele, 309 Nigar Hanım, 1 75 Osmanlı Gazetesi, 1 1 9
Müdafaa, 231 Nikola 1 (Çar), 387 Osmanlı Hürriyet Cemiyeti,
Müdafaa-i Milliye Cemiyeti, Nikolai il (Çar), 126 124
203 Nikolas (Metropolit), 376 Osmanlı i mparatorluğu, 19,
Mılftüoğlu, Ahmet Hikmet, Nikolo Mavrokordato , 41 30, 37, 43, 44, 45, 49, 5 1 ,
282 Niş, 60, 174 54, 69, 83, 85 , 86, 89, 99,
Mükerrem Belkıs, 352 Niş'li Mehmet Ağa, 40 106, 107, 108, 1 1 2, 1 1 5 ,

Mülkiye Mektebi, 54, 1 1 7, 387 Niyazi Bey (Resneli), 124, 126 125, 1 30, 132, 136, 146,
Nizam-ı Cedid, 81, 237 150, 1 53 , 1 66, 1 8 1 , 182,
Münif Efendi, 340
Nizami Mahkeme, 237 185, 188, 215, 218, 266,
Münif Paşa, 54, 56, 66, 67, 68
Nizamülmülk, 24 296, 297, 3 1 9, 33 1 , 365,
Mılntehabat-ı Asar, 225
Nordau, 3 1 1 369, 370, 373, 379, 399
Mürzteg Antlaşması ( 1903 ) ,
Nuh Tufanı, 393 Osmanlı Kadın Hareketi, 142
1 26
Nur Gazetesi, 199, 200 Osmanlı Liberalleri Kongresi,
Müsavat (Eşitlik) , 20, 1 28,
Nurettin (Şehzade), 371 146
1 76, 253, 254, 255, 256, 277
Nushatü�-Selatin, 27 Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-u
Mütareke Dönemi, 98, 103
Nutuh, 401 Nisvan Cemiyeti, 346
Müteferrika Matbaası, 4 1
Osmanlı Solculuğu, 298
Mütercim Rüşdi Paşa, 6 2
Osmanlı Sosyalist Fırkası, 299,
o 300, 301
Oğuz Han, 393 Osmanlı Tarihi, 394
N Oğuzculuk, 1 8 1 Osmanlı ve Türk Kadınları
Nabi, 34
Oikonomia, 3 1 Esirgeme Derneği, 346, 347
Nahabet Rusinyan, 364
Okullaşma, 125 Osmanlı, 1 7 , 34, 37, 73, 74,
Naima, 40
Oligarşi, 90 75, 102, 108, 144, 1 66, 167,
Nakşibendilik, 47, 50, 5 1 170, 1 78, 201 , 209, 2 1 3 ,
Orenburg, 197, 209
Namık Kemal, 43, 44, 47, 48, Orfanidis, 375 2 1 7, 223, 224, 2 3 1 , 234,
50, 5 1 , 52, 73, 74, 75, 77, Orkun, Hüseyin Namık, 319 245 , 250, 273 , 275, 276,
85, 93, 99, 104, 105, 108, Orta Asya, 31, 49, 89, 1 52, 304, 305 , 306, 307, 3 1 0 ,
1 15 , 1 1 7, 132, 1 72, 1 80, 1 59, 182, 208, 268, 393 322, 323, 335, 336, 338,
199, 2 1 6 , 224 , 225, 226, Orta Çağ, 35, 36, 28 1 , 291 339, 340, 348, 3 5 1 , 352,
227, 230, 23 1 , 232, 244, Ortadoğu, 24, 37, 47 366, 395 , 401
245, 246, 247, 248, 249, Ortaköy, 363 Osmanlıca, 183, 184, 1 97, 199,
250, 267, 268, 269, 282, Ortaylı, Ilber, 37, 1 06, 223, 200, 236, 297, 3 1 1 , 335,
284, 342, 3 7 1 , 372, 386, 352 336, 337, 382
39 1 , 396 Ortodoks, 41, 362 Osmanlıcılar, 236
Napoleon (Bonaparte) , 158 Ortodokslar, 254, 367 Osmanlıcılık, 56, 64, 65, 88,
Napoli, 46, 1 1 7 Ortodoksluk, 236 9 1 , 92, 93, 94, 96, 98, 100,
Napolyon III (imparator) , 48, Osman Hamdi Bey, 1 75 102, 1 04, 1 05, 106, 107,
287, 379 Osman il (Genç Osman I 108, 1 09, 1 1 0, 1 1 1 , 1 12,
Narlis, 375 Padişah), 27 1 1 3, 1 14, 1 1 5, 1 16, 130,
Nasihat'us Selatin, 38 Osmanlı Aydınları, 24 1 3 1 , 137, 153, 186, 187,
Nasihatname, 27 Osmanlı Birliği, 1 07, 1 22 265, 269, 272, 277, 3 1 7, 386
Nasyonalizm, 321 Osmanlı Demokrat Fırkası, Osmanlı-Cumhuriyet
Nazım (Dr. / Selanikli), 1 18 , 1 1 0, 1 1 1 , 1 1 2 Kutupsallığı, 2 1
124, 127, 1 2 8 , 1 53 , 202 Osmanlı Devleti, 1 9 , 5 5 , 69, Osmanlılar, 23, 2 5 , 26, 27, 29,
Nazım Bey, 306 75, 90, 9 1 , 102, 103, 1 1 2, 34, 35, 36, 153, 1 77, 182,
D i Z i N

187, 242, 243, 257, 262, 306, 307 Realizm, 363


268 , 298, 393 Pateman, Carole, 357 Reaya, 93
Osmanlılık, 109, 1 1 3 , 1 14 , Paternalizm, 1 4 1 Recaizade Mahmud Ekrem, 52,
13 1 , 148, 1 7 1 , 1 77, 1 79, Patriyotizm, 1 14 281, 282, 285
180, 1 85, 190, 195, 269, Peçenekler, 393 Reclus, Elisee, 152
3 1 8 , 392 Periferileşme, 1 5 1 Reel Politik, 1 3 1 , 203
Osmanlı-Rus Savaşı 1 87711878 Perin, Cevdet, 2 1 4 Refik Nevzat, 299
(ayr. bkz. 93 Harbi), 63 Petersburg, 212, 291 Reform, 19, 43, 50, 59, 60, 88,
Osmanoğullan, 27 Petrograd, 304 9 1 , 94, 96, 104, 106, 133,
Ozansoy, Faik Ali, 282 Petrosyan (Tarihçi), 126 134, 139, 145, 1 50 , 1 8 1 ,
Peyam Gazetesi, 1 1 3 192, 193, 198, 204, 276,
Peyami Safa, 232, 2 37 278, 329, 338, 363, 369,
ö Peyman Gazetesi , 3 1 4 370, 3 7 1 , 372
Ömer Seyfettin, 137, 184, 186, Pietro Della Valle, 30 Rehber-i l ttihad-ı Osmani, 2 1 9
188, 189, 1 90, 1 9 1 Pirizade Mehmet Said, 38 Reji, 302
Özalizm, 1 55 Platon, 1 7, 33, 36 Remzi Osman, 194
Özbekler, 393 Politilıa, 1 7 Renan Müdafaanamesi, 231
Özel Girişim, 1 1 9 Politis, Kosmas, 376 Renan, Ernest, 120, 214, 220,
Özentilik, 340 Polonya, 46 232, 239
Özleşmeci, 185 · Pontus, 36 7 Restorasyon, 127. 276
Özön, Mustafa Nihat, 263 Popülist, 47, 48 Reşid Rıza, 238
Özsever, Hüseyin Siret, 282 Popülizm, 50, 365 Reva[ Görüşmesi ( 1 908), 126
Porphyrogenetis, Constantin, Revue Bleu, 202
31 Rey, Ahmed Reşid, 282
p Portakal M ikael Paşa, 28 1 , Rıfat Paşa, 94, 384
Paidea Kültürü, 33 294, 364 Rıza Tevfik (Bölükbaşı) , 194,
Paissiy Hillanderskiy, 4 1 Portekiz, 295 219, 220, 261 , 290, 310
Palmerston (Lord), 59 Pozitivist, 4 1 Rızaeddin bin Fahreddin, 200,
Pancatantra, 23 Pozitivizm, 20, 120, 1 2 1 , 140, 201 , 202, 203, 206, 208
Pan-Germenizm, 2 1 1 , 265 214, 2 1 5 , 216, 2 1 7, 2 1 8 , Richard, Gaston, 3 1 1
Pan-lsliimik Duyarlılık, 266 221 , 222, 337, 341 , 382, 383 Robert Kolej, 226
Pan-lslamistler, 2 1 1 Pragmatizm, 190, 365 Rodos, 274, 284
Pan-lsliimizm, 132, 197, 235, Pre-Modern, 88 Roma imparatorluğu, 331
265 , 267, 268, 276, 380 Prens Lütfullah, 1 19 Roma, 23, 24, 29
Pan-Romanizm, 2 1 1 Prens Sabahaddin, 20, 1 08, Romantizm, 86, 90, 378
Pan-Slavi.zm, 1 05, 198, 2 1 1 , 109, 1 10 , 122, 123, 1 24, Romanya, 70, 105, 1 78, 300
265, 267, 268, 269 1 28, 143, 144, 145, 146, Romen, 20
Pan-Türkizm, 197, 2 1 1 147, 149, 150, 1 5 1 , 1 52, Romenler, 4 1
Papalık, 269, 291 1 55, 1 56 , 157, 159, 1 6 1 , Romilly, Jacqueline de, 35
Paradigma, 25, 1 67 , 234, 348 162, 165, 316, 363 , 372 Rousseau O. ].), 38, 1 54, 3 1 1 ,
Paradoksal, 44, 4 7 Prince de Joinville, 214 357
Paramiliter, 124, 126 Proletarya, 308 Roussillon, Alain, 315
Paris Akademisi, 3 7 Promelheus (Mitoloji) , 232 Rönesans, 29, 36, 37
Paris Barış Konferansı, 203 Proodos Gazetesi, 3 72 Ruhban, 90, 370
Paris Komünü, 76 Proto-Demokrat, 47 Rum Kültürü, 92
Paris, 4 1 , 44, 45, 57, 60, 67, Prusya, 59, 67, 7 1 , 93 Rum, 20, 90, 1 1 1 , 123, 2 1 2
98, 1 1 7, 1 18 , 1 1 9, 1 20, 123, Rumca, 1 3 1 , 365 , 372
124, 131, 1 44, 145, 157, Rumeli Seyahati (il. Mahmud),
202, 2 1 7, 2 1 8 , 219, 225, R 94
292, 299, 363, 364, 372 Rakovski, Christian, 298, 307 Rumeli, 194, 396, 398
Parla, Taha, 3 1 6 Ramsaur, Ernest Edmondson, Rumlar, 93, 1 14, 1 86, 296,
Parlamentarizm, 1 5 8 145 298, 363, 367, 368, 371 ,
Parlamento, 68, 1 0 5 , 1 2 8 , 1 6 1 , Rasyonalizasyon, 53 372, 373, 374, 375
396 Rasyonalizm, 363 Rus Devrimi, 1 8 1 , 197, 199,
Parvus Efendi, 298, 304, 305, Rauf Bey, 307 304
D i Z i N

Rusça, 202, 210 Sayıştay, 20 Simavna, 4 7


Rus-Japon Savaşı ( 1 905) , 199 Schelling, 316 Sinod, 369
Ruslar, 201 , 208, 213 Schopenhauer, 363 Sinop, 3 0 1 , 305
Ruslaştırma, 198 Science Sociale, 143, 149, 150, Sismondi, 295
Rusya, 37, 54, 57, 6 1 , 63, 69, 1 54, 163 Sistematik, 26
74, 99, 180, 182, 183, 1 92, Seaille, Gabriel, 222 Sivas, 6 1
1 93, 195, 196, 203, 205, Sebilü'r-Reşad, 202 Sivil Toplum, 1 6 7
206, 210, 2 1 1 , 2 1 3 , 243, Seçim Kanunu, 106 Sivil, 20
255, 266, 267, 270, 274, Seçkinler, 154 Sivilizasyon, 56
277, 278, 29 1 , 292, 304, Sefaremameler, 38 Siyasal Bilgiler Fakültesi, 20
307, 320, 3 7 1 , 381 , 387 Sefile, 284 Siyasal Düşünce, 23
Rüşdiye, 47, 1 79 Seignobos, Charles, 3 1 3 Siyasal Islam, 235
Sekban-ı Cedit, 8 1 Siyasal Kültür, 82, 394
Selanik işçi Federasyonu, 130, Siyasal Tarih, 19
s 298, 365, 366 Siyaset Kültürü, 26, 28
Sabalı , 283 Selanik Yahudileri, 1 27 , 296, Siyasetname, 24
Sadak, Necmettin, 3 1 1 , 3 1 3 298, 363 Siyasi Elit, 74, 75, 77
Sadeleştirme, 1 8 7 Selanik, 62, 124, 1 25 , 1 3 1 , Siyasi iktidar, 72, 79, 8 1 , 231
Sadık Rıfat Paşa, 54, 5 5 , 56, 1 78 , 183, 285, 298 , 299, Siyasi Kimlik, 48
59, 62, 66, 67, 94, 95, 224, 3 1 4, 344, 365 , 398 Siyasi Kültür, 149
225 Selanilıi Tarihi, 38 Siyasi Partiler, 209
Sadık, Necmettin, 216 Selaniki, 38 Siyasi Rejim, 64
Sadrettin Celal, 308 Selim III (Padişah), 39, 2 77, Siyasi Teori, 48, 50, 89, 249
Sadri Maksudi, 1 97 392 Siyonizm, 1 14, 366
Sadullah Paşa, 54 Seneca Falls Bildirgesi (ABD) , Skalieris, K . , 371, 372
Saf Kan, 1 1 3 350 Slavlar, 397
Safvet Paşa, 54, 93 Sened-i ittifak, 40, 381 Smith, Adam, 1 54, 293
Safveti Ziya, 282 Seniha Sultan, 144, 146 Sofroniy Vrasanskiy, 41
Sahte Aydınlanma, 363 Seragiotis (Mebus), 371 Solculuk, 301
Saint Simoncu, 122 Serbest Cumhuriyet Fırkası, Solidarizm, 139, 3 1 1 , 3 1 2 ,
Saiı Halim Paşa, 23 7 204; 206 313, 314, 3 1 7 , 320, 32 1 , 322
Saiı Paşa, 275, 276 Sertel, Sabiha, 226, 232, 346, Son Posta, 204
Sakız (Adası) , 50 356 Sorel, 332
Sakızlı Ohannes Efendi, 2 8 1 , Sertel, Zekeriya, 3 1 1 , 3 1 3 , 346, Sosyalist, 301
285, 294, 364 356 Sosyalistlik, 1 54
Sakin Müslüman Türk Servet Efendi, 304 Sosyalizm, 19, 20, 122, 130,
Tatarlarının Haklarını Servet'i Fanun Dergisi, 184, 1 4 1 , 295, 296, 297, 300,
Müdafaa Cemiyeti, 203 216, 226, 280, 281 , 282, 309, 3 1 3 , 321, 363, 365, 378
Salih Hacıoğlu, 306 283, 285, 286, 287, 288, 290 Sosyal-Siyasal Relativizm, 332
Salih Zeki, 216, 2 1 9 Servet-i Fünun Edebiyatı, 220, Sosyoloji, 25, 50, 54, 71 , 1 13,
Salnameler, 2 7 1 226 143, 1 52, 1 55, 22 1 , 3 1 0 ,
Saltanat, 2 4 , 6 3 , 6 9 , 7 9 , 1 0 1 , Serviçen (Dr.), 364 315, 332
1 02, l l8, 243, 299 Sevres Antlaşması, 219 Sovyet Devrimi, 306
Samipaşazade Sezai, 224 Seyfi Çelebi, 26 Sovyet Rusya, 149
Sanayi Devrimi, 1 56, 283, 382 Shakespeare (William), 98, Sömürgecilik, 358
Sanayileşme, 125 229 Spartakist Hareketi (Alman) ,
Sansür, 130, 241 , 285, 289, Shaw, Stanford, 5 1 , 145, 193 306
372 Sıbyan Mektepleri, 384 Spencer, Herbert, 120, 185,
Sardunya, 46 Sıhhiye, 1 78 219, 220, 3 l l , 382
Sarı Mehmed Paşa, 38 Sınıf Mücadelesi, 308 Spiritualisme et Materialisme,
Sandal, Vehbi, 307 Sırat-ı Müstalıim, 197, 202 101
Sasaniler, 31 Sırbistan, 70, 9 1 , 1 05 Stan Polis (lstanbul), 3 4
Sathas, K., 372 Sırp isyanı, 90 Stockholm Müsteşrikler
Satı Bey, 395 Sırp, 20, 212 Kongresi, 175
Savopulos, 375 Sırplar, 4 1 , 1 72, 368, 385, 398 Stolıpin irticası, 210
D i Z i N

Sıolıpin, 210 Taklit, 73, 8 1 , 205, 254 2 7 1 , 367, 372, 384


Sudan, 182 Taklitçilik, 333 Teceddüd Fırkası, 142
Suriye, 63, 89, 104 Takrir-i Sükun, 138 Tedrisat-ı lptidaiyye Mecmuası,
Süfrajetler, 338 Talıvim-i Valı'ayi, 382 1 76
Süleyman Fehmi Efendi, 83 Talat Paşa, 124, 142, 316 Tefeyyüz Cemiyeti, 346
Süleyman Nazif, 1 1 2, 1 13 , Tanin Gazetesi, 220, 229 Tek Parti, 1 29, 322, 323, 326,
188, 1 9 1 , 282 Tanpınar, Ahmed Hamdi, 49, 366
Süleyman Nuri, 305 50, 52, 55, 56, 173, 228 Tekin Alp (Tekin Alp, Munis),
Süleymaniye Camii, 28 Tantalidis, 3 71 1 14, 133, 3 1 3 , 314, 320,
Sümerbank, 308 Tanyol, Cahil, 143 321,
Sümerler, 182 Tanzimat Fermanı (1839), 19, Terahlıi Gazetesi, 1 57, 162,
Sünnt, 319 43, 55, 58, 6 1 , 64, 77, 214, 202, 314, 336
Sürgün, 79, 98, 126, 127, 203, 245 , 253, 265, 38 1 , 382, 384 Terakki Grubu, 1 24
220, 240, 244, 314, 386 Tanzimat Osmanlıcılığı, 107 Teraklti, 55, 56, 57 , 58, 59, 64,
Tanzimat, 19, 20, 39, 4 1 , 43, 243, 244, 246 , 247, 252, 392
44, 45, 47, 5 1 , 52, 54, 55, Teralıhi-i Muhaddcrat, 337
ş 56, 57, 59, 60, 62, 64, 65,
66, 67, 68, 70, 71, 72, 77,
Tercüman, 199, 20 1 , 202, 203
Şahruh (Hükümdar) , 27 Tercılman-ı Ahval, 225
8 1 , 83, 85, 88, 92, 94, 100, Tercııman-ı Halıihat, 1 73, 1 75 ,
Şakir, Bahaeddin, 1 54
104, 107, 109, 1 1 5 , 1 3 1 ,
Şark Meselesi, 247 202
132, 1 3 7 , 154, 162, 1 70,
Şark, 37, 40 Tercüme Odası, 93, 245
1 72, 1 79, 188, 189, 223,
Şarlıi Rus Gazetesi, 202 Tesalya, 274
224, 226, 229, 232, 233,
Şefik Hüsnü (Dr), 145 Tcşebbüs-i Şahsi ve Adem-i
246, 248, 253, 265, 269,
Şehirlerin Sultanı, 34 Merkeziyet Cemiyeti, 122,
270, 273, 275, 280, 323,
Şemseddin Sami, 107, 196, 147, 157
325, 329, 352, 353, 355,
199, 224 Teşkilat-ı Mahsusa, 1 36
3 7 1 , 372, 379, 38 1 , 383,
Şeriat, 47, 48, 84, 95, 96, 1 1 1 , Tevfik Fikret, 220, 226, 227,
384, 385 , 387, 394, 401
135, 19 1 . 255, 259, 396 228, 229, 230 , 231 , 232,
Tarde, 3 1 1 , 315
Şia, 242 241 , 282, 283, 287, 288, 289
Tarım Devrimi, 155
Şihabeddin Mercani, 200 Tevhid-i Anasır, 188
Tarih Yazımı, 1 15 , 136, 367
Şiiler, 390 Tevhid-i Etrak, 195
Tarikat, 51, 260, 261 , 262, 263
Şiileşme, 242 Tevrat, 89
Tasavvuf, 83, 239, 260, 261,
Şinasi, 44, 48, 50, 52, 56, 72, Tıbbiye, 1 0 1 . 1 1 7, 1 18
26i , 263
73, 75, 77, 97, 1 72, 396 Tırnarlar, 39
Tasvir-i Ejlıar, 44, 225, 305
Şirket-i Hayriyye, 20, 300, 302 Ticaret Odası, 141
Taşnak Partisi, 108, 124, 365
Şirpençe (Hastalık), 64 Tillis, 297
Taşnaklar, 365
Şirvanizade Mehmed Rüşdi Tirnur (Hükümdar), 27
Tatar, 1 13
Paşa, 62 Tocqueville, Alexis De, 29,
Tatarca, 199, 2 1 2
Şura Dergisi, , 204 Tatarcılar, 2 1 1 1 58, 159, 287
Şura, 258 Tatarcılık, 199 Tokgöz, Ahmed Ihsan, 281
Şura-yı Devlet, 60, 6 1 , 2 1 9, Tatarlar, 182, 196, 198, 199, Topçu Mektebi, 1 1 8
344, 364, 372 200, 209, 393 Topçu, Nurettin, 237
Şura-yı Ommet, 1 64 Tatarlık, 208 Topçubaşı, Ali Merdan, 202
Şuşa, 202 Tatil-i Eşgal Kanunu, 167 Topkapı Sarayı, 2 7
Şükrü Bey (Maarif Nazırı), 341 Taxis, 31, 32, 33 Toplurnbilirn, 3 1 0, 3 1 1 , 3 1 2 ,
TBMM , 301 , 303, 304, 308, 313, 319
3 1 2 , 378 Toskana, 4 6
T Teali-i Nisvan Cemiyeti, 346 Tourville, Henri D e , 1 4 3 , 1 50 ,
Taaşşuh-ı Talat ve Fitnat, 224 Teali-i Vatan Osmanlı 158, 160
Tabiat Kanunu, 1 22 Hanımlar Cemiyeti, 344, Tör, Vedat Nedim, 308
Tahidromos Dergisi, 372 345 Trablusgarb, 1 78, 398
Tahran, 41 Teb'a, / Tebaa, 44, 45, 64, 86, Trabzon, 148, 306
Taif. 64 90, 9 1 , 93, 94, 96, 97, 1 02, Trakya, 366, 373
Taine, Hippolyte, 185, 220, 105,'106, 107, 1 1 5 , 135, Troçki, Leon, 304
22 1 , 287, 292, 382 166, 1 78 , 235, 253, 254, Truman Doktrini, 149
D i Z i N

Tuna Gazetesi , 1 75 1 1 7, 124, 128, 129, 143, 1 8 1 , 187, 195, 197, 2 1 1 , 380
Tuna, 60, 63, 98 156, 161, 1 62, 1 64, 167, ülken, Hilmi Ziya, 145, 236,
Tunalı Hilmi Bey, 108, 120, 123 196, 197, 203, 205, 213, 237, 3 1 6
Tunaya, Tarık Zafer, 42, 1 67, 2 1 4, 2 1 5 , 219, 222, 232, Ümit Bumu, 268
236 234, 236, 277, 278, 288, Ümmet, 104, 206, 248, 329,
Tunç, Şekip, 3 3 29 1 , 295, 305, 306, 310, 330, 331
Tunus, 1 82, 274, 398 3 1 5 , 3 1 7 , 3 2 1 , 3 5 1 , 358, Üsküp, 126
Turan ideali, 3 1 7 359, 372, 3 78 , 382, 395 Oss-i lnkılab, 294
Turancılık, 1 8 1 , 195 Tılrlıiye'de Çağdaş Düşünce Ütopya, 103, 204
Tatiııame, 23 Tarilıi, 237
Türk Bilgi Derneği, 203, 3 1 1 Türkiyecilik, 1 8 1
Türk Birliği, 196 Türkler, 1 1 3 , 164, 1 78, 1 8 1 , v
Türk Derneği, 1 8 1 , 1 82, 186, 1 8 2 , 1 8 5 , 1 8 8 , 1 90, 192, Vahdet-i Islam, 271
187 196, 20 1 , 206, 207, 208, Vahhabilik, 39
Türk Dünyası, 266 2 1 0, 2 7 1 , 277, 3 1 7, 33 1 , Vahy, 38
Tarlı Inlıılabına Balıışlar, 237 393, 397 Vak'a-yı Hayriye, 382
Türk lslam Sentezi, 392, 394, Türkleşme, 3 1 6 , 3 1 7 Vakanüvis, 26, 41
400, 401 Tıırkleşmelı, lslamlaşmalı, Vakıflar, 1 35 , 138
Türk Kadınlar Birliği, 142 Muasırlaşmak, 132, 1 36, Vambery (Şarkiyatçı), 52
Türk Ocağı I Ocakları, 132, 189, 194 Varlık Vergisi, 139
142, 194, 203, 2 1 0 , 3 1 4 Türkleştirilme, 133
Vartan Paşa, 363
Türk Tarih Kurumu, 401 Türklük Meselesi, 207
Vasilaki Efendi, 106
Türk Tarih Tezi, 250 Türklük, 49, 5 1 , 190, 210,
Vatan Yalıııt Silistre, 1 72, 225,
Türk Yurdu Cemiyeti, 1 32, 392, 395
226, 386
187, 203 Türkmencilik, 1 8 1
Vatandaş, 6 1 , 89, 108, 1 16; 123,
Tarlı Yurdıı, 1 1 2, 132, 133, Türkoloji, 182
166, 167, 168, 175, 1 76, 196,
1 8 1 , 183, 186, 192, 202, Türköne, Mümtaz, 244
210, 213, 219, 372, 385
208 , 305 , 306, 314 Tütengil, Cavit Orhan, 143
Vataniye ve insaniye, 1 78
Türkçe, 43, 48, 56, 73, 79, 98,
Vatanperver, 48, 396
108, 1 10, 1 14, 1 23 , 1 57,
1 58, 160, 163, 165, 1 7 1 , u Vatansever, 1 77, 1 79, 180, 182,
194, 218, 225, 265, 400
1 79, 183, 202, 235, 305, Ubeydullah Efendi, 216
Vattel (Hukukçu), 44
307, 3 1 1 , 3 1 2 , 323, 365, Ufa, 198
Vazife Gazetesi, 307
372, 382 Uhuvvet, 128, 1 76, 254, 256,
Veled Çelebi (lzbudak), 1 8 1
Türkçeleştirme, 133 277
Velestinlis, Rhigas, 9 2
Türkçü, 1 1 0 Ulahlar, 393
Venedik, 26
Türkçüler, 1 14, 2 1 3 , 236 Ulema, 25, 47, 60, 62, 100,
Venizelos, 375
Trırlıçrllrlğrln Esaslan, 1 3 7 , 139, 193, 2 1 1 , 249, 254,
Vergi, 39, 89, 90
3 19, 325, 329 259, 390
Ulum-ı iktisadiye ve içtimaiye Vidin, 1 74
Türkçülük, 1 1 1 , 1 1 2, 1 14, 1 15,
127, 1 3 1 , 132, 133, 136, 137, Meanuası, 133, 216, 2 1 9 , Viyana Sefaretnamesi, 40
139, 195, 196, 197, 199, 200, 293, 310, 3 1 1 Viyana, 60, 98, 1 20, 225

204, 206, 212, 213, 3 1 8, 324, Ulus Devlet, 2 1 , 1 14, 136, 1 3 7, Vlahov, Dimitar, 298
325, 326, 329, 330, 395 1 39, 140, 189, 195, 324, Vlora, lsmail Kemal, 145
Türkistan, 42, 43, 267 325, 355, 380 Volga Türkleri, 2 1 1
Türkiye Halk lştirakiyun Ulusçuluk, 28, 1 3 1 , 357 Vollıan, 396
Fırkası, 304 Umran Dergisi, 281 Voltaire, 1 20, 2 1 7, 340
Türkiye işçi ve Çiftçi Sosyalist Ussallaştırma, 137 Van Der Goltz, 126
Fırkası, 308 Usul-i Cedid, 209 Vrettos, 3 7 1
Türkiye Komünist Fırkası, 304 Uşaklıgil, Halit Ziya, 282, 284,
Trırlıiye Nasıl Kıırtanlabilir?, 285, 286, 287, 288, 289
149 w
Türkiye Sosyalist Fırkası, 301 , Weimar Cumhuriyeti, 307
302 Ü Wilson Prensipleri, 1 03
Türkiye Sosyalist Merkezi, 298 Üç Medeniyet, 203 Wollstonecraft, Mary, 340, 349,
Türkiye, 19, 2 1 , 42, 45, 5 1 , 52, Üç Tarz-ı Siyaset, 1 3 1 , 180, 351
D i Z i N

Yeni MelıLep, , 1 64 Yunan, 1 7 , 24, 29, 33, 35, 125


y Yeni Osmanlılar Hareketi / Yunanca, 41
Yafes,391, 392
Cemiyeti, 46, 72, 76, 77, 78, Yunanistan, 70, 91, 298, 366,
Yahudiler, 1 2 1 , 1 25, 127, 254, 79, 80, 81, 82, 103, 104, 1 17, 370, 373, 375
298, 365, 366 1 72, 214, 245, 246, 250, 253, Yunanlılar, 35, 1 25, 126, 1 72,
Yahudilik, 87
265, 266, 269, 273, 274, 275, 398
Yakup Cemil, 1 28
276, 372, 380, 386, 391 Yurttaş, 166, 1 68, 218
Yalçın, Hüseyin Cahit, 220,
Yeni Osmanlılar, 42, 43, 44, Yusuf lzzeuin, 273
229, 282, 283, 284, 285, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 5 1 ,
286, 287, 289 52, 72, 73, 97, 99
Yalçın, Hüseyin Suad, 282
Yaltkaya, Şerafeddin, 192, 237
Yeniçeri Ocağı, 27, 250, 273 z
Yeniçeri(ler) , 25, 249, 397 Zabıta Teşkilatı, 20
Yanya, 1 78, 398 Yeşilordu Cemiyeti, 303, 307 Zeus (Kült), 232
Yanyalı Hoca Mehmed Esad Yıldız Sarayı, 63, 64, 109, 274 Zımmi, 27
Efendi, 41 Yinnisekiz Mehmet Çelebi, 38, Zinovyev, 307
Yapı, 31 40, 43 Ziraat Bankası, 285
Yargııay, 20 Yoakim Ill (Patrik), 372, 373, Ziya Paşa, 47, 48, 49, 73, 74,
Yavuz Sultan Selim (Padişah), 374 75, 77, 79, 1 1 7, 216, 240,
271. 390, 401 Yorgaki Efendi, 314 391 , 396
Yekta Bahir, 185 Yularkıranoğullan, 83 Ziyad Ebuziyya, 245
Yemen, 269 Yunan Ayaklanması (182 1 ) , Zola, Emile, 2 1 6
· Yeni Dünya, 305 41, 298
Yeni Hayal, 306 Yunan Krallığı, 368, 370, 374,
Yeni Mecmua, 133, 196, 202, 375
3 1 1 , 313, 322 Yunan Savaşı (1897), 1 19
Seçme Metinler

TANZİMAT FERMANI
449
Cümleye malum olduğu üzere, Devlet-i Aliy­ mukteziyyenin sOret-i celb ve müddet-i istih­
ye'mizin bidayet-i zuhurundan beri ahkam-ı damı kaziyyelerinden i baret olup şöyle ki,
celile-i Kur'aniyye ve kavanin-i şer'iyyeye ke­ dünyada candan ve ırz ve namustan eazz bir
mal iyle riayet olunduğundan, Saltanat-ı se­ şey olmadığından, bir adam onları tehlikede
n iyyemizin kuvvet ve meknet ve b i l-cümle gördükçe, h i l kat-i zatiyye ve cibilliyet-i fıtriy­
teba'asının refah ve ma'muriyyeti rütbe-i ga­ yesinde hıyanete meyil olmasa bile m uhafa­
yete vas ı l olmuşken yüz e l l i sene vardır ki, za-i can ve namusu için elbette bazı suretlere
gava i l - i m ü te a k i b e ve esbab-ı m ütenev­ teşebbüs edecek ve bu dahi devlet ve memle­
vei'aya mebni, ne Şer'-i şerif'e ve ne kavanin­ kete muzır olageldiği müsellem olduğu misil-
i münifeye inkıyad ve imtisal olunmamak ha­ 10 bilakis, can ve namusundan emin olduğu
sebiyle, evvelki kuvvet ve mamuriyyet bilakis halde dahi sıdk u istikametten ayrılmayacağı
za'af ve fakra mübeddel olmuş ve halbuki ka­ ve işi ve gücü hemen devlet ve m i l letine
vanin-i şer'iyye tahtındai dare olunmayan hüsn-i hizmette olacağı dahi bedihi ve zahir­
mema l i kin payidar olamıyacağı vazı h attan dir ve emniyet-i mal kaziyyesinin fıkdanı ha­
bulunmuş olup, cülus-ı hümayunumuz ruz-ı linde ise, herkes ne devlet ve ne m i l letine
firuzundan beri, efkar-ı hayriyyet -asar-ı mü­ ısınmayıp ve ne iumar-ı mülke bakmayıp en­
lükanemiz dahi, mücerred imar-ı memalik ve dişe ve ıztırabtan ha l i olmadığı misillO aksi
enha ve terfih-i ahali e fukahara kaziyye-i na­ takdirinde yani emval ve emlakinden emni­
fi'asına münhasır ve memalik-i Devlet-i Aliy­ yet-i kamilesi olduğu halde dahi, kendi işi ile
ye'mizin mevkii coğrafisine ve arazi-i münbi­ tevsi'-i daire-i ta'ayyüşüyle uğraşıp ve kendi­
tesine ve halkın kabiliyet ve istidatlarına na­ sinde gün-be gün devlet ve m i l let gayreti ve
zaran esbab-ı lazimesine teşebbüs oldunduğu vatan muhabbeti artıp, ona göre hüsn-i hare­
halde, beş on sene zarfında b i-tevfikihi-Taala ketle çalışacağı şüpheden azadedir. Ve tayin-i
suver-i matluba vas ı l olacağı zahir olmakla, vergi maddesi dahi, çünkü, bir devlet muha­
avn-i inayet-i Hazret-i Bari'ye itimat ve im­ faza-i memaliki için elbette asker ve leşkere
dad-ı ruhaniyyet-i Cenab-ı Peygamberiye te­ vesair masarif-i mukteziyyeye muhtaç olarak,
vessül ve istinad birle, bundan böyle Devlet­ bu ise akçe ile idare olunacağına ve akçe da­
i Al iyye ve memal ik-i mahrusam ızın hüsn-i hi teba'asının vergisiyle hasıl olacağına bina­
idaresi zımnında bazı kavani n-i cedide vaz' en dahi, bir hüsn-i suretine bakılmak ehemm
ve tesisi lazım ve mühim görülerek, işbu ka­ olup, eğerçi m ukaddemlerde varidat zanno­
vanin-i m u kteziyyen i n mevadd-ı esasiyyesi lunmuş olan yed-i vahid beliyyesinden lehül­
dahi emniyet-i can ve m ahfOziyyet-i ı rz ve hamd, memalik-i mahrusamız ahalisi bundan
n a m us ve m a l ve tay i n - i vergi ve asakir- i evvelce kurtumuş ise de, alat-ı tahribiyyeden
S E Ç M E M E T i N L E R

olup, hiç bir vakitte semere-i nafi'ası görül­ !arı ndan, onun malını müsadere i le veresesi
meyen iltizamat usul-i muzırrası, elyevnı cari hukuk- ı irsiyyeleri nden kal ı n nıamak ve te­
olarak, bu ise bir memleketin nıesalih-i siya­ ba'a-i saltanat-ı sen iyyemizde olan a h a l i - i
siyye ve unıur-ı nıaliyyesini bir adamın yed-i islanı v e m i lel-i saire bu müsaeda-i şahane­
ihtiyarına ve belki pençe-i cebr ü kahrına tes­ m ize bila-istisna mazhar olmak üzere can
lim demek olarak, ol dahi eğer zaten bir iyice ve ırz ve namus ve n maddelerinden hü knı-i
adanı değilse, hemen kendi çıkarına bakıp, şer'i iktizasınca kaffe-i nıemal ik-i nıahrusa­
cenıl-i harekat ve sekenatı gadir ve zulümden nın ahalisine taraf-ı şahanemden emn iyet-i
ibaret olmasıyla, ba'd-ezln ahali-i nıenıalik­ kamile veri lmiş ve diğer hususl ara dahi itti­
ten her ferd i n emlak ve kudretine göre bir fak-ı ara ile karar verilmesi lazım gelmiş ol­
vergi-i münasib tayin olunarak, kimseden zi­ makla, Meclis-i Ahkam-ı Ad l iye azası dahi
yade bir şey a l ı n amaması ve Devlet-i Al iy­ l üzumu mertebe teksir olu narak ve vükela
ye'nıizin berren ve bahren masarif-i askeriyye ve rical-i Devlet-Aliyye'nin dahi bazı tayin
ve sairesi dahi kavanin-i kabiyye ile tahdld olunacak eyyamda orada i ctima' ederek ve
ve tayin olunup, ona göre icra olunması lazı­ cüm lesi efkar ve mütalaatını hiç çekinmeyip
450 medendir. Asker maddesi dahi ber-nı i nval-i serbestçe söyleyerek, işbu enıniyet-i can ve
nıu harerer nıevadd-ı m ü h i mmeden olara k, mal ve tayin-i vergi hususlarına dair kava­
eğerçi muhafaza-i vatan için asker vermek n in-i m u kteziyye bir taraftan ka rarlaştırı l ı p
ahalinin farlza-i zimmeti ise de, şimdiye ka­ v e tanzimat-ı aske_riyye maddesi d a h i Bab-ı
d a r cari o l d uğ u veç h i le, b i r m e m l eketi n Seraskeri Dar-ı Şurası'nda söyleşilip, her bir
aded-i nüfOs-ı nıevcudesine bakılmayarak, ki­ kanun karar-gir oldukça hattı-ı h ü nıayunu­
m i nden rütbe-i tahanımülünden ziyade ve ki­ m uz ile tasdik ve teşvik olunmak için, taraf-ı
m i nden noksan asker istenilmek, hem nizam­ hümayunumuza arz olunsun ve işbu kava­
sızlğı ve hem ziraat ve ticaret mevadd-ı na­ n i n-i şer'iyye m ü cerred, d i n ve devlet ve
fi'asının i h la l i n i muciub olduğu nı isillu, as­ m ü l k ve m i l leti ihya için vaz' olunacak ol­
kerl iğe gelen lerin i la-ni hayetü' l-ömr istih­ duğundan, canib-i hümayunumuzdan, h i la­
damları dahi, füturu ve kat'-ı tenasü lü müstel­ fına hareket vuku' bulmayacağına ahd ü mi­
zim olmakta olmasıyla, her memleketten lü­ sak olunup, H ı rka-i Şerife odası nda ceml-i
zumu takdirinde taleb olunacak neferat-ı as­ u lema ve vükela hazır oldukları ha lde, ka­
keriyye için bazı usul-i hasene ve dört veya­ sem-b i l l ah dahi ol unarak u lema ve vükela
hut beş sene müddet istihdam zımnında dahi dahi tahlif olunacağından, ona u lema ve vü­
bir tarik-i münavebe vaz' ve te'sis olunması zeradan velhası l, her kim olur ise olsun, ka­
icab-ı haldendir. vani n-i şer' iyyeye muhalif hareket eden lerin
Velhasıl, bu kavanin-i nizam iyye hası l ol­ kabahat-i sabitelerine göre te'dTbat-ı layı ka­
madıkça, tahsil-i kuvvet ve ma'muriyyet ve l arnı n hiç rütbeye ve hatır ve gönüle bakıl­
asayiş ve istirahat mümkün olmayıp, cümle­ mayarak icrası zımnında, ceza kanun-name­
sinin esası dahi mevadd-ı meşruhadan ibaret si dahi tanzim ettirilsin ve cümle memurinin
olduğundan, fimabad ashab-ı cünadan da­ el-haletü hazihi, mikdar-ı vafi maaşları ola­
vaları kavanin-i şer'iyye iktazasınca alenen rak şayet henüz olmalanları var ise, onlar
ber-vech-i tedkik görü lüp hükm olunmadık­ dahi ber-tanzim olunacağ ı ndan, şer'e men­
ça, hiç kimse hakkında hafi ve celi idam ve fur olup, harabiyyet-i mülkün sebeb-i azamı
tesmlm m u a m e l esi c a i z o l ma m ak ve h i ç o l a n rüşvet madde-i kerlhesi n i n fi-mabad
kimse tarafından diğeri nin ı rz v e namusuna adem-i vuku'u maddesinin dahi bir kanun-ı
tasa llut vuku' bulmamak v� herkes emval ve kat'i ile te'kidine bakılsın.
e m l a kine kema l- i serbestiyyetle m a l i k ve Ve keyfiyet-i meşruha usul-i atlkayı bütün
m utasarrıf olarak, ona bir taraftan müdahale bütün tagyir ve tecdid demek olacağ ı ndan,
o l u nmamak ve firarada b i r i n i n töhmet ve işbu i rade-i şahanemiz Dersaadet ve b i l­
kabahati vuku'unda onun veresesi, ol töh­ cümle memal i k-i mahrusamız ahalisine i l an
met ve kabahatten beriyyü'z-zimnıe olacak- ve işae olunacağı misillu, düvel-i mütehab-
S E Ç M E M E T i N L E R

be dahi bu usulün i nşa'a l lahu Taala i lelebed mizi muvaffak buyursun ve bu kavanin-i mü­
bekasına şahid olmak üzere Dersaadet'imiz­ essisen in hilafına hareket edenler, Allahü Ta­
de mukim b i lcümle süferaya dahi resmen ala Hazretleri'nin lanetine mazhar olsunlar
bildirilsin. ve ilelebed felah bu lmasınlar, Amin.
Hemen Rabbimiz Taala Hazretleri cümle- (3 Kasım 1 839)

ISLAHAT FERMANI

Malum ola ki yed-i müeyyed-i mülukaneme atiyetü'z-zikrin icrasına i rade-i madelet-ifade­


vedia-i Cenab-ı Bari olan kaffe-i sunuf-ı te­ i padişahanem şeref-sudur olmuştur.
baa-i şahanemi n her cihetle tamami-i husul-i Şöyle k i : Gülhane'de kıraat olunan hatt-ı 451
saadet-i hali a kdenı-i efkar-ı hayriyyet-nisar-ı hümayunum ile ve Tanzimat-ı Hayriyye mu­
pad işa h a nem o l arak, cü l u s-ı meymenet­ cibince her din ve mezhepte bulunan kaffe-i
me'nus-ı h ü m ayu n u m g ü n ü nden beri bu tebaa-i şahanem hakkında bila-istisna emni­
babda zuhura gelen himem-i mahsusa-i şaha­ yet-i can ve mal ve mehfGziyet-i namus için
nemin hamd olsun pek çok semere-i nafi'ası taraf-ı eşref-i padişahanemden va'd ve ihsan
meşhud olup, mülk ve m i l letimizin mamuri­ olunmuş olan teminat, bu kere dahi te'kid ve
yet ve serveti an-be-an tezayüd etmekte ise te'yid kılındığından bunun kamilen fi l ie çıka­
de, Devlet-i Al iyye'mizin şanına muvafık ve rı lması için tedabir-i müessirenin ittihaz olun­
m i lel-i mütemeddine arasında bihakkın haiz ması ve zir-i cenah-ı atıfet-i seniyye-i padişa­
olduğu mevki'-i ali ve müh imme layık olan hanemde olarak memalik-i mahrusa-i şaha­
halin kemale isali için şimdiye kadar vaz' ve nemde bulunan hristiyan vesair tebaa-i gayr-i
tesisine muvaffak olduğum nizamat-ı cedide-i müslime cemaatlerine ecdad-ı izam ım taraf­
hayriyyenin ez-ser-i nev te'kit ve tevsi'i mat­ larından verilmiş ve sinin-i ahirede ita ve ih­
lub-ı madelet-mashub-ı padişahanem olduğu san kılınmış olan bilcümle imtiyaza! ve mu­
halde, umum tebaa-i şahanemizin mesai-yi afiyat-ı ruhaniyye bu kerre dahi tak?? ve ibka
cemile-i hamiyetkaraneleri ve müttefik-i hass­ kılınıp, fakat hristiyan ve tebaa-i gayr-i müsli­
ı bahirü'l-ihlasımız olan düvel-i müfahhama­ me-i sairenin her bir cemaati bir mehl-i mu­
nı n himmet ve muavenet-i hayırhahaneleri ayyen içinde imtayazat ve muafiyyat-ı hazıra­
eseri olmak üzere Devlet-i Aliyye' mizin bu larının rü'yet ve muayenesine ibtidar i le, ol
kerre bi-inayetil lahi Taala haricen huku k-ı se­ babda vaktin ve gere kasa medeniyet ve ma­
n iyyesi bir kat daha te'ekküd eyled iğine ve lumat-ı mükteseben i n icab ettirdiği ıslahatı
bu cihetle şu asır, Devlet-i Aliyyemiz için bir irade tensib-i şahanem ile Babıali'mizin ne­
zaman-ı hayriyyet-i ktiranın mabadi olacağın­ zareti tahtında olarak mahsus patrikhanelerde
dan, dahilen dahi saltanat-ı seniyyemizin tez­ teşki l olunacak meclisler marifetiyle bi l-mü­
yid-i kuvvet ve meknetini ve revabıt-ı kalbiy­ zakere canib-i Babıal i'mize arz ve i fade eyle­
ye-i vatandaşi ile birbirine merbut olan ve na­ meğe mecbur olarak cennet-mekan Ebülfetih
zar-ı ma'delet-eser-i müşfi kanemde müsavi Sultan Mehmed Han-ı Sani Hazretleri ve ge­
bulunan kaffe-i sunuf-ı teba'a-i şahanemin rek ahlaf-ı izamları taraflarından patrikler ile
her. yüzden husul-i tamami-i saadet-i hal ve hristiyan piskoposlarına ita buyurulmuş olan
memalik-i şahanemizin mamuriyetini müstel­ ruhsat ve iktidar niyat-ı fütüwetkarane-i padi­
zim olacak esbab ve vesailin an-be-an ilerle­ şa hanemden naşi i ş b u cemaatlere tem i n
mesi murad-ı merhamet-itiyad-ı mülukanem olunmuş olan hal ve mevki'-i cedid i l e tevfik
i ktizasından bulunduğuna b inaen, hususat-ı olunup patriklerin el-ha letü hazihi cari olan
S E Ç M E M E T i N L E R

usul-i i ntihabiyyeleri ıslah olunduktan sonra ce, bunlar için ruhsat-ı lazımeyi patrikler ve­
patr i k l i k berat-ı alis i n i n ahkamına tatbiken yahut cemaat metropolitleri ca n i b-i Babı­
kayd-ı hayat i le nasb ve tayin olunmaları usü- ali'mizden istida edip Devlet-i Al iyye'mizce
1 ü n ü n ta m a m e n ve s a h lhen i cr a s ı B a b ı ­ bundan bir gune mevani'-i mül kiyye olmadı­
a l i'mizle cemaat-ı muhtelifenin rüesa-yı ruha­ ğı halde ruhsat-ı seniyyem erzan kılınması ve
n iyyesi beyninde kararglr olacak bir surete bu makule işlerde hükumet tarafından vuku'
tatbikan patrik ve metropolit ve murahhasa bulacak muamelat küll iyen hasbi olması ve
piskopos ve hahamların hln-i nasbında usul-i bir mezhebe tabi olanların adedi ne m i ktar
tah l ifiyyenin ifa k ı l ı nma ve her ne suret ve olursa olsun ol mezhebin kemal-i serbesti ile
nam i l e o l u rsa olsun rah ipl ere veri lmekte icra olunmasını temin için tedabir-i la:ı:.ıme ve
olan avaiz ve avaidat cümleten men olunarak kaviyyenin ittihaz kılı nması ve nıezheb ve l i­
yerine patriklere ve cemaat başılarına varidat­ san veyahut cinsiyet cihetleriyle sunuf-ı te­
ı muayyene tahsis ve ruhban-ı sairenin dahi baa-i saltanat-ı seniyyemden bir sı nıfın aher
rütbe ve mansı bları n ı n ehemmiyetlerine ve sın ıhan aşağı tutu lmasını mutazamnıın olan
bundan sonra verilecek karara göre kendileri­ kaffe-i tabirat ve temyizat muharrerat-ı dlva­
452 ne ber-vech-i hakkaniyyet maaşlar tayin olu­ n iyyeden ilelebed mahv u izale kılınması ve
nup, fakat hristiyan rahihleri nin emval-i men­ ahad-ı nas beyninde veyahut memurin taraf­
kule ve gayr-i menkulelerine bir gune sek lras larından dahi mucib-i şeyn ve ar olacak veya
o l unmayarak hristiyan vesair tebaa-i gayr-i namusa dokunacak her türlü tarif ve tavsifin
müslime cemaatlerinin m i l letçe olan masla­ i stim a l i ka n u nen men o l unması ve çünkü
hatlarının idaresi her bir cemaatin ruhban ve memalik-i mahrusamda bulunan her d i n ve
avam beyninde müntehab azadan mürekkeb mezhebin ayini ber-vech-i serbesti icra olun­
bir mecl isin hüsn- i muhafazasına havale kı­ duğundan tebaa-i şahanemden hiç bir kimes­
l ınması ve ahalisi cümleten bir mezhebte bu­ ne b u l u nduğu d i n i n ayi n i n i icradan men
lunan şehir ve kasaba ve karyelerde icra-yı o l u nmaması ve bundan dolayı cevr ü eza
ayine mahsus olan ebniyeni n ve gerek mek­ görmemesi ve tebdil-i din ve mezheb etmek
teb ve hastahane ve mezarl ık m isillu sair ma­ üzere kimse icbar olunmaması ve saltanat-ı
hal lerin hey'et-i asl iyyeleri üzere tamir ve ter­ seniyyemizin memurin ve hademesinin iı:ıti­
mim lerine bir gune mevani' i l ka olunmayıp hab ve nasbı tensib ve irade-i şahaneme me­
böyle maha l lerin müceddeden i nşası lazım nut olarak tebaa-i Devlet-i Aliyye'min cümle­
geldi kçe patrik veya rüesa-yı m i l letin tasvibi si herhangi m i l letten ol ursa olsun devletin
halinde bunların resm ve suret-i inşası bir ke­ hizmet ve memuriyetlerine kabul olunacakla­
re can i b-i Babıali'mize arz olunmak i ktiza rından bunlar ehliyet ve kabil iyetlerine göre
edeceği nden ya suver-i m a'ruza kabul i le umum hakkında meriyyü'l-icra olacak n iza­
mütea ll olacak irade-i seniyye-i mülukanem m ata i mt i s a l e n m e m u r i yetlerde i sti h d a m
i ktizası icra veya bir müddet-i muayene zar­ olunmaları v e saltanat-ı seniyyem tebaası n­
fında ol babda olan itirazat beyan olunup, bir dan bulunanlar mekatib-i şaha nem i n n iza­
mezhebin cemaati yalnız olarak sairiyle karı­ mat-ı mevzuaları nda gerek since ve gerek im­
şık olmayarak bir mahalde bulunur ise o yer­ ti hanca mukarrer olan şeraiti ifa eyled ikleri
de ayine müteal l i k hususatı zahiren ve ale­ takdirde cüm lesi bila-fark u temyiz Devlet-i
nen icrada bir türlü kuyuda duçar olmayıp Aliyye'min mekatib-i askeriyye ve mülkiyye­
ahalisi edyan-ı muhtel ifede bulunan cemaat­ sine kabul olunması ve bundan başka her bir
lerden mürekkeb olan şehir ve kasaba ve kar­ cemaat maarif ve hıref ve sanayi'e dair milet­
yelerde ise her bir cemaatin takımı sakin ol­ çe mektebler yapmağa mezun olup, fakat bu
duğu ayrıca maha lde ba lad a bast u beyan makule mekatib-i umumiyyenin usul-ı tedrisi
olunan usule ittiba'en kendi kil ise ve hastaha­ ve m u a l l im leri n i ntihabı azası taraf-ı şaha­
ne ve mekteb ve mezarl ı klarını tamir ve ter­ nemden mensub muhtelit bir meclis-i maari­
m i me m u ktedi r olabilmesi ve müceddeden fin nezaret ve tehişi tahtında olması ve ehl-i
inşa olunması i ktiza eyleyen ebniyeye gelin- İslam ile hristiyan vesair tebaa-i gayr-i nıüsli-
S E Ç M E M E T i N L E R

me miyanesinde veyahut tebaa-i iseviyye ve­ verecek surette tanzim kılınması ve verginin
sa i r tebaa-i gayr-i m ü s l i m eden mezahib-i müsavatı tekalif-i sairenin müsavatını mQcib
muhtel ifeye tabi olanların birbiri beyn inde ti­ olduğu misillQ, hukukça olan müsavat dahi
caret veyahut cinayata müteallik zuhura gele­ vezaifçe olan müsavatı müstelzim olduğun­
cek cemi-i deavi m uhtelit d ivanlara havale dan, hristiyan vesair tebaa-i gayr-i müslime
olunup, istima'-ı dava için işbu divanlar tara­ dahi ahali-i İslam misi lJQ hisse-i askeriyye ita­
fından akd olunacak meclisler aleni olacağın­ sı hakkında m uahharan verilen karara i nkı­
dan müddei i le müddeialeyh muvacehe olu­ yad mecburiyetinde bulunması ve bu hususta
narak bunların ikame edecekleri şahitler teka­ bedel vermek veya nakden akçe itasıyla hiz­
rir-i vakıalarını daima kendi ayin ve mezheb­ met-i fi'l iyyeden muaf olmak usulünün icra
leri üzre icra edecekleri birer yemin ile tasdik olunması ve İslamdan maada tebaanın sunQf­
eylemeleri ve hukuk-ı adiyyeye aid olan de­ ı askeriyye içinde sQret-i istihdamları hakkın­
avi dahi eyalat ve elviye muhtel it meclislerin­ da n izamat-ı lazıme yapılıp müddet-i kalile-i
de val i ve kadı-ı memleket hazır oldukları mümkine zarfı nda neşr ve i lan kılınması ve
halde şer'en ve nizamen rü'yet olunup işbu eyalat ve elviye meclisinde tebaa-i müslime
mehakim ve mecal i ste m u h a kemat-ı vakıa ve iseviyye vesairden bulunan azanın emr-i
453
aleni icra olunması ve hristiyan vesair tabaa-i intihablarını bir sQret-i sahihaya koymak ve
gayr-i müslimeden iki kimse beyninde hukuk­ aranın doğruca zuhurunu temin eylemek için
i irsiyye gibi deavi-i mahsusa, sah ib-i dava işbu meclislerin suret-i tertib ve teşkil leri hak­
olanlar istedikleri halde patrik veya rüesa ve kında olan n izamatın ıslahına teşebbüs ile
mecalis marifetiyk· ti'yet olunmak üzre ha­
· Devlet-i Aliyye'm netice-i arayı ve verilen hü­
vale kılınması ve mucazat ve ticaret kanunla­ küm ve kararı sahihen bilmek ve buna neza­
rıyla muhtelit divanlarda icra olunacak usul ret etmek esbab ve vesail-i müessirenin istis­
ve n izamat-ı m u ra fa'a m ü m k ü n mertebe halini mütalaa eylemesi ve çünkü bey' ve fü­
sür'atle ikmal olunarak ve zabt ve tedvin kılı­ ruht ve tasarruf-ı emlak ve akar maddeleri
narak memalik-i mahrQsa-i şahanemde müs­ hakkında olan kavanin-i Devlet-i Al iyye'me
ta'mel olan elsine-i muhtelifeye tercüme i le ve n izamat-ı zabıta-i belediyyeye ittiba' ve
neşr ve i lan olunması ve hukuk-ı insaniyyeyi imtisal eylemek ve asıl yerli ahal inin verdik­
hukuk-ı adalet i le tevfik etmek için mazanne­ leri tekalifi vermek üzre saltanat-ı seniyyem
i sQ'i olanların veyahut te'dibat-ı cezaiyyeye ile düvel-i ecnebiyye beyninde yapılacak su­
m üstahak bulunanların haps ve tevkiflerine ver-i tanzimiyyeden sonra ecnebiyyeye dahi
mahsus olan kaffe-i mahbes mahall-i sairede tasarruf-ı emlak müsaadesinin ita o l u n ması
usul-i habsiyyenin mümkün mertebe müddet­ ve tebaa-i saltanat-ı seniyyemin kaffesi üzeri­
i kalile zarfında ıslahına m übaşeret olunması ne tarh olunacak vergi ve tekal if sınıf ve mez­
ve herhalde hapishanelerde bile canib-i salta­ heplerine bakılmayacak bir surette ahz olun­
nat-ı seniyyemden vaz' kılınan nizamat-ı in­ makta idiğünden işbu tekal ifin ve alel-husus
zibatiyyeye muvafık muamelattan maada hiç­ aşarın ahz ve istifasında vuku' bulmakta olan
bir güne mücazat-ı cismaniyye ve eziyet ve sQ-i istimalatın ıslahı tedbir-i seri'ası mütalaa
işkenceye m üşab kaffe-i muamele dahi kami­ ve müzakere olunup doğrudan doğruya ahz-ı
len lağv ve iptal kılınması ve bunun hilafına vergi etmek usulünün peyderpey icrası kabil
vuku' bulacak harekat şediden men ve zecr oldukça varidat-ı Devlet-i Aliyye'min i ltizam
o l unacağından m aada b u n u n icra s ı n ı emr olunması usulünün yerine bu suret ittihaz kı­
eden memurin i le bilfii l icra eyleyen kesanın l ınıp usul-i hal iyye cari oldukça memurin-i
dahi ceza kanun-namesi iktizasınca tekdir ve Devlet-i Aliyye'm ile mecalis azalarının mü­
te'dib olunması ve Darü's-saltanat-ı seniyyem zayedeleri alenen icra olunacak iltizamattan
ve eyalat ve bilad ve kurada umur-ı zaptiyye­ birini deruhte ettirmeleri veya bir güne h isse
nin tanzimi mahudesi asude-i hal olan kaffe-i almaları mücazat-ı şedide i le men kılınması
tebaa-i mülQkaneme kendi mal ve canlarının ve teka\if-i m aha\liyye dahi mehmaemken
muhafazasına sahihen ve kaviyyen emniyet mahsulata halel vermeyecek ve ticaret-i dahi-
S E Ç M E M E T i N L E R

liyyeye mani olmayacak surette vaz' ve ta'yin ne türlü memuriyetlerde bulunurlarsa bulun­
olunması ve umur-ı nafi'a için tayin ve tahsis sunlar usul-i meşru'asına tevfikan icra olun­
o l u nacak mebal iğ-i münasibeye berren ve ması ve Devlet-i Aliyye'm i n tashih- i usul-i
bahren ve ihdas olunacak turuk-ı mesalikten sikke ile umur-ı mal iyesine itibar verecek baş­
istifade edecek eya lat ve sancaklarda vaz' ve ka misillu şeyler yapı lıp memalik-i mahrusa-i
tesis kı lınacak vergi-yi mahsuslar dahi i lave şahanemin menba'-ı servet-i maddiyyesi olan
edilmesi ve saltanat-ı seniyyemin beher sene hususata i ktiza eden sermayelerin teyiniyle
için varidat ve masarifat defterinin tanzim ve ve mahsulat-ı memalik-i şahanemin nakli için
iraesi hakkında muahnaren bir nizam-ı mah­ icab eden turuk ve cedavll i n küşadıyla ve
sus yapılmış olduğundan bunun tamaml-i ic­ emr-i ziraat ve ticaretin tevessü'üne hail olan
ra-yı ahkamına itina olunması ve her bir me­ esbabın men'iyle teshilat-ı sahlhan icra olun­
mura tahsis kı lınmış olan maaşların hüsn- i ması ve bunun için maarif ve ulum ve serma­
tesviyesine mübaşeret kılınması ve her bir ce­ ye-i Avrupa'dan istifadeye bakılması esbabı­
maatin rüesasıyla taraf-ı eşref-i şahanemden nın bi l-etraf mütalaasıyla peyderpey mevki' -i
tayin olunacak birer memurları tebaa-i salta­ icraya konulması maddelerinden ibaret ol­
454 nat-ı seniyyemin umumuna a id ve raci' olan makla, siz ki sadrıazam-ı süt"ude-şiyem-i
maddeler i n müzakeratına Mecl is-i Vala'da müşarüni leyhsiz, işbu ferman-ı cel i l ü' l - ü n­
b u l u n m a k üzere makam-ı cel i l -i veka let-i van-ı mülukanemi usulü üzre gerek Dersa­
mutlakamdan mahsusen celb olunup ve işbu adet'imde, gerek memalik-işahanemin her bir
memurlar birer sene için tayin kılınıp bunlar tarafında ilan ve işaatle hususat-ı meşruanın
memuriyetlerine başladıkları gibi tahlif olun­ balada beyan olunduğu vechile icra-yı iktiza­
maları ve Meclis-i Vala'nın azası gerek adi ve larına ve bundan böyle ahkam-ı cellles i n i n
gerek fevkalade vuku' bulan ictima'larında d a i m a v e mestemi rren meriyyü'l-icra tutul­
rey ve mütalaalarını doğruca beyan ve ifade ması bab-ı lazıme ve vesai l-i kaviyyesinin is­
etmeleri ve bundan dolayı asla rencide olun- tihsal ve istikmali hususuna be cell-i himmet
mama ları ve ifsad ve irti kab ve itisafa dair eyleyesiz. Şöyle bilesiz, alamet-i şerlfeme ita-
olan kavaninin ahkam-ı kaffe-i tebaa-i salta- at kılasız.
nat-ı seniyyem haklarında herhangi sınıfta ve (28 Şubat 1 856)

TARlH-1 CEVDET*
Fasl-ı Sani, "Hükümetlerin Etvar ve Aksamı Beyanındadır"

AH M ET CEVDET PAŞA

Bu a lem-i dünyaya nazar olunsa teceddüdat-ı bu m i nval üzere kah kuwet bulur ve kah za­
yevmiyeden ibaret bir hengame-i ibret oldu­ af ve fütur haline gelir. Ve her devlet bidayet-i
ğ u ru-nüma o l u r ve bu m a n a-yı teceddüt zuhurunda sade ve sebük-bar olup eğerçi
cem-i a'yan ve a'razda bulunur. Bu kabilden günden güne kuvvetlenir ise de insan yaşlan­
olmak üzere şahs-ı vahit gerek vücutça ve ge­ dıkça me'kel ve meşaribde ve mesken ve m e­
rek halce bir zaman-ı terakkide ve bir zaman­ labiste ihtiyacı arttığı gibi devlet dahi eskidik­
ı tenezzülde olduğu misillü her devlet dahi çe tekellüfatı arttırageldiğinden ewelki sade­
l iği kalmayıp meşagıl ve masarifi ziyadeleşir
ve fevkalade bir vak'a hadis oldukta ve masa­
(*) Tertib-i Cedit, Matbaa-ı Osm aniye, lstanbul, rif-i mu'tadesinden ziyade bir masraf açıldık-
1 302
S E Ç M E M E T i N L E R

ta müzayakaya duçar ve emr-i idarede bazı haniyede İstanbul patriğine tabidirler. Ermeni­
guna kusur dahi sadı r olur ise ser-pençe-i za­ lerin reis-i ruhanilerine katogigüs denilir ki
af ve fütura giriftar olur. Sineallah-ı fi lülamin. üçtür. Birisi Gürcistan'da vaki Açmiyazin ve
Velhası l hangi devlet olursa olsun bir ta­ diğeri Kozan'da vaki Sis ve üçüncüsü Van ta­
vırdan tavr-ı ahire nakledegeldiği ci hetle her rafında kain Ahtamar kil iselerinin reis-i ruha­
devirde bir tavr-ı mahsusta bulunur. Ve her nileridir. Ama Protestanların böyle bir reis-i
tavırda b i r türlü davran m a k ve her devrin umumileri yoktur.
m izacına göre çare ve ilaç aranmak lazım Hükumet-i maddiye dahi üç kısımdır. Hü­
gel i r. Şöyle ki her şa h ı sta si nn-i nema ve kumet-i m utlaka hüku met-i meşruta hüku­
sinn-i vukuf ve sin-i inhitat olduğu gibi her met-i cumhuriyedir. Hükumet-i mutlaka inan­
devlette dahi bu meratib-i sel ase bulunup ı hükumeti bütün bütün eline almış olan bir
herkes hıfz-ı s ı hhat hususunda sinnine göre hükümdarın hükumetidir. Rusya Devleti gibi.
davrandığı m i s i l l ü heyet-i devlet dahi bir Hükumet-i meşruta mi llet mecl isinin reyi­
cism-i i nsani mesabesinde olduğundan her ne ittiba eden hükümdarın hükumeti olup bu
tavır ve mertebesinde hareket-i münasibeye dahi iki kısımdır.
dikkat olunmak lazım gel i r. Ve tavr-ı inhitat Kısm-ı evvel meşruta-i umumiye olup am­
455
bazen hissolunmayacak surette hafi olur. Ve me-i aha li müsavat üzere bulunur. Almanya
bazen dahi celi ve aşikar olup i lacı müşkil ve İtalya devletlerinden bazıları gibi ki vüke­
ve düşvar olur. Ve bazen bir devlette ziyade­ la-yı devletten başka milletçe intihap olunan
siyle inh itat ve fütur emareleri zuhur etmiş azadan mürekkep bir mil let meclisleri vardır.
i ken tedabir-i hakimane ile teceddüt edip ta­ Kısm-ı sani meşruta-ı hasebiyedir ki zade­
zelendiği vard ı r. Fakat ol halde devletin teh­ gan-ı mil let bayağı ahaliden vücuh ile müm­
l i kesi ziyade olup fevkalade bazı ilel-i hari­ taz ve mütehayyiz olurlar İngi ltere Devleti gi­
ciye dahi zuhur eder ise teceddüt edip de bi ki amme-i ahalisi zadeganın nail oldukları
halas bulması pek düşvardır. Ve vukuu var rüteb ve i mtiyazata nail olamayıp fakat her
ise de vukuat-ı cesime ve inkı labat-ı azime kazadan i ntihap ile payitahta gönderdikleri
ile hasıl olabilm iştir. Ve nice devletler dahi azadan mürekkep mebusan mil let meclisi na­
si nn-i vukufunu ikmal etmeden kendi kusu­ mıyla bir meclisleri vardır ki bir maslahat on­
ruyla yahut bir kaza z u h u ru y l a m a hv ve da tezekkür olunduktan sonra zadegan millet
münkariz olmuştur. meclisinde karar-gir olur. Bu meclisler daima
Malum ola ki düvel-i nasaranın ahkam-ı si­ açık olmayıp belki senede üç dört ay kadar
yasiyeleri içtima'-ı ara-yı ukala ile tertip olun­ küşad o l u n up parlement tes m i ye o l u n u r.
muş olan kavanin-i hikemiyeden ibaret oldu­ Devletin vükelası kral tarafı ndan nasbolun­
ğu halde hükumetleri iki kısma münkasımdır. muş memurlar olup umur-ı devleti bit-tezek­
Biri hü kumet-i ruhan iye yani d i n iye diğeri kür kra l l a r ı n a i mza ettirdi kten sonra icra
hükumet-i cismaniye yani maddiyedir. ederler lakin her hususta parlement tarafın­
Hükumet-i ruhan iye Kato l i k mezhebinde dan mes'u l olurlar.
papanın hükumetidir ki bilcümle Katolik ra­ H ü k u m et-i c u m h u riye b i r h ü kü m d a r- ı
hiblerinin amiri ve kil iselerinin reisi olup onu mahsusu olmayıp belki ekseriyet-i ara i le biri
H az ret- i İ s a' n ı n vek i l i o l m a k üzere iti kat intihap olunarak kral makamında olmak üze­
ederler. Ve b i l c ü m l e Kato l i k devletleri n i n re muvakkaten millet reisi nasbolunur. Ameri­
memalikinde onun hükumet-i ruhaniyesi ca­ ka cumhuru gibi.
ridir. Vaktiyle Avrupa içinde bu hükumet-i ru­ Fransa Devleti mu kaddemleri hükumet-i
haniyenin pek ziyade tesiri ve nüfuzu var idi. mutlaka i ken m illet içine ihti lal düşerek mu­
Lakin hükümdarlar papaların e l i nden çok ahharen cumhur olmuşlar idi. Ol vakit ci­
cevr ve cefa çektiklerinden refte refte papala­ hangirlikle huruç eden Napoleon Bonaparte
rın nüfGzlarını kesr ve taklil ettiler. Rum yani imparatorluk rütbesini haiz olmakla yine hü­
Ortodoks mezhebi nde b u l u n a n b i l c ü m l e kumet-i mutlakaya münkalip olmuş idi. Va­
H ristiyanlar papayı tanımayıp hükumet-i ru- kıa şekl-i devlet hüku met-i meşruta üzere
S E Ç M E M E T i N L E R

müesses idi. Lakin Bonaparte her istediğini Tezakir 40 - Tetirnrne


icraya muktedi r olduğu cihetle hakikat-i hal­ Layiha*
de bir hükumet-i mutlaka idi. Bonaparte'tan
sonra hü ku met-i meşruta-i umum iye olup Her yerde hükümetlerin tebeaya karşı iki va­
Louis P h i l i ppe' i n eyyam-ı kra l i yetinde bu zifesi olub biri ihkak-ı hukuk-ı ibad ve diğeri
hal üzere gitti 1 265 (1 848) senesi halal inde h ı fz-ı b i l ad meselelerid ir. B i rinci vazife ki
vuku bulan Fransa i hti l a l inde yine cumhur umur-ı adliye demekdir bunun ifasına mah­
olup Louis N apoleon'u dört senel i k olmak kemeler memur olub rüzmerre bu vazifenin
üzere reis-i cumhur nasbettiler. Lakin ahali ifasıyla meşgul olurlar. İkinci vazifenin ifası
beyn inde ittifak olmayıp kimisi kral l ı k taraf­ dahi heyet-i askeriyyeye aid olub ledelhace
tarı ve kimisi teşkil olunmuş olan adi cum­ ifay-i vazife edebilecek surette hazır u mü­
huriyet taraftarı oldular. Bir takımı dahi böy­ heyya bulunur. Bir taife-i mahkemeler tertib
le adi cumhuriyete kanaat etmeyip azıttılar. ettiği gibi devlet heyetine girmiş demek olub
Ve bütün bütün hadd-i ma'rufun öte tarafına mahkemeleri ne kadar muntazam ve mükem­
gittiler. Şöyle ki hukuk-ı mül kiyet ve zevci­ mel olur ise kuvve-i maneviyyesi ana göre
456 yeti i nkar edip ve herkes kaffe-i h ususatta müstekmel olur. Ancak kuvve-i harbiyyesi ne
müsavat üzere olmalıdır deyip bir çok edani kadar mükemmel ise dahilen ve haricen aza­
dahi bunu m izaçlarına muvafık görmeleriyle met-i şanı dahi ana göredir. Bir hükümet bu
Fransa Cumhuriyeti'ni bu renge boyamağa iki vazifeyi ifa eder olucak tebeasın bihakkın
teşebbüs etti ler. Fransa kibar ve ukalasının onun evamirine imtisal i le bila fütur onun te­
bundan gözü ü rkmekle cumhuriyetten ve kalifıni ifaya mecbur olurlar. Ahaliye evamir-i
belki hükumet-i meşruta serbestl iğinden yüz hükümeti tebliğ ve (s.9 7) tekalif-i miriyyeyi
çevirip Napoleon'un henüz dört sene müd­ hakkan iyet üzere tahsil ve masarif-i adl i yye
det-i riyaseti h itam bulmazdan evvel impa­ ve askeriyye ve saireye vefa edecek mebaliği
ratorluğunu bit-tasd i k hükumet-i mutlakaya istifa ve memleketin menabi-i servetin i yokla­
ser-furu-berde-i i n kıyat oldular. İşbu Fransa yıb varidatı tezyid ve mucib-i servet o l a n
i htilalatı arasında Nemçe halkı dahi serbest­ emr-i ticareti tevsi ve her iş i ç i n e h i ü erbabı­
l i k sevdasına düşerek ve pek çok kanlar dö­ nı tehyie vü i'dad etmek ve düvel-i saire i le
kerek h ü ku metlerini hükumet-i meşrutaya olan revabıt-ı münasebatı gözetmek gibi me­
ka lbetmek istedi ler ise de hükumet-i impara­ salih-i mühimme dahi kuvve-i icraiyye mu­
toriye galip gelerek yine hükumet-i mutlaka havvezdir ve buna müteferri olan işler dah i l i­
tahtında kaldılar. Bunların her birinde birer ye ve hariciye ve maiye ve nafia ve maarif-i
gune fena l ı k melhuz ve meşhut o l u p hele umumiye gibi mütenevvi ve yekdiğere müba­
cumhuriyetin zikr olunan fı rka-ı mütecavi­ yin kısımlara münkasimdir ki bunlara umur-ı
zesi bütün bütün akıldan ve nevamis-i tabi­ mülkiyye ve siyasiyye ve emr-i idare den i lir.
iyeden baid bir fikr-i batıldır. İşbu mesalih-i siyasiyye bir tarafdan umur-ı
Ama hükumet-i İslamiye hilafet ve saltanatı adl iyeden ve bir tarafdan umur-ı askeriyyeye
cami olup imamü'l-müslimin olan padişah-ı dokunur ve i k i s i n i n dahi devam-ı i ntizamı
İslam hami-yi şeriat ve muhyi-yi saltanat ol­ idare-i m ü lkiyeye tealluk eden işbu icraat-ı
makla Allahü'l-hamd bu guna teferruk ve te­ m ü h i m me n i n h ü s n - i cereya n ı na tevakkuf
şettütten beridir. Ve eğerçi zirde beyan oluna­ eder. Zira heyet-i adliyye ve askeriyyenin ma­
cağı vechile Devlet-i Abbasiye'nin evahirinde sarifine vefa edecek mebaliğin tedariki kuvve­
memal i k-i İslamiyede zuhura gelen ihtilalat-ı i icraiyyeye aid olan mesali h-i mühimmenin
azime hasebiyle h i lafet ve saltanat ayrılarak yolunda deveranına mevkuf olduktan başka
hilafet bir riyaset-i diniye ve saltanat bir riya­ mahkeme ilamlarının yoluyla icrası ve tahsil-i
set-i maddiye derecesine vardı ise de muah­ ulum u maarif işleri sekteden vikaye olunarak
hare n Devlet-i Al iye-i Osmaniye'nin zuhu­
ruyla millet-i İslamiye teceddüt ederek yine (*) Yayınlayan Prof. Cavid Baysun; Ankara: Türk
halet-i asliyesini buldu. Tarih Kurumu Basımevi, 1 986, s.97-103
S E Ç M E M E T i N L E R

ihtiyacat-ı zamana kafi hakimler yetiştirilmesi talimata muvafık hareketlerinden dolayı bir
ve nüfus defterleri yolunda tutulub ve hakka­ netice-i muzirre çıksa bile mesGI olmazlar ve
niyet üzere kur'a çekil i p de bir suret-i meşru­ ve kanun ve talimata muhalif hareketleri bir
ada mıkdar-ı kafi neferatın heyet-i askeriyeye kaideyi müntic olsa bile emre muhalif hareket
teslim edi lmesi gibi umur-ı adliyye ve askeriy­ eylemiş olduklarından dolayı mustehak oldu­
yeni n mevkufun-aleyhi olan mesa l i h-i mü­ kalrı mücazattan kurtlu lamazlar. Hakimlerin
himme hep kuvve-i icraiyyeye a id olub umur­ mercii olan şer'-i şerif ve kanun-ı münif dahi
ı adliyye ve askeriyyenin devam-ı i ntizam ı kat'idir. Hakimler hususat-ı vakıayı şerh ve ka­
kuvve-i icraiyyenin m ihver-i layıkında devera­ nuna tatbikan kemal-i adalet üzere fasl ü has­
n ına mütevakkıfd ır ve i l l a ihtiyacat-ı zamana me memurdurlar. Kendi mahkeme-i vicdani­
kafi hakim bulunamaz ve heyet-i askeriyye­ yelerine müracaat ile hükm edemezler. Bu ci­
nin hüsn-i intizamı muhafaza olunamaz olur. hetle suret-i ifay-i vazifede askere benzerler;
Kaldı ki bir saatın çarhları yekdiğere merbut ve bir de bu iki sınıfın dahi işleri mütenevvi
ve sıhhat üzere işlemesi her çarhı n düzgün ve olmayıb sade ve nesek-ı vahid üzered ir. Bina­
birbirine uygun olmasıyla meşrut olduğu gibi enalaza l i k ikisinin dahi vazifeleri mazbut ve
umur-i devlet dahi bir-birinemerbut ve inti­ müdevven ve kendilerine verilegelen emr ü
457
zam üzere cereyan eylemesi hepsinin hüsn-i talimat kat'idir. İcra memurlarının h izmetleri
intizamda mütenasib ve mütenasık olmasına ise o kadar mütenevvi ve müteşa'ibdir ki ta­
menuttur.Ale'l-husus heyet-i icraiyye intizam­ mamiyle bir kaide-i muttaride a ltına a l ı na­
sız olduğu halde diğer heyetlerin devam-ı in­ maz. Belki emr-i siyaset ve idare neden ibaret
tizamı kaabil olamaz. Zira bir heyet-i gayr-ı olduğu hakikatiyle tarif bile olunamaz. Bu ci­
muntazama bir heyet-i muntazamayı ne bes­ hetle bir tarafa gönderilen icra mem urlarına
leyebi lir ve ne de hüsn-i istimal eyleyebi l i r. her ne kadar mufassal talimat verilse ekseriya
Elhasıl bir devletin devlet-i muntazama olma­ netice-i matlubenin istihsali anların dirayet ve
s ı şuabat-ı idaresinden her birinin intizamına reviyyetlerine havale o l u nage l m iştir. Z i ra
mütevakkıfdır. Bir şubenin intizamsızlığı diğer umur-ı siyasiyyede hal ü mevki in icabına dik­
şuubatının intizamına halel getirir. Mesela şu­ kat etmek ve ahalinin mizacını gözetmek la­
ebat-ı idare hep intizam üzere cereyan edib zımgelir ve çok defa nass-ı talimatın doğrudan
de yalnız nafia işleri geri klasa yollar bozulur doğruya icrası muvafık-ı maslahat olamaz. Bu
köprüler yıkıl ır. Emr-i ehemm-i ticaret geri ka­ cihetle icra memurları vardıkları memleketin
l ır. Zürra dahi mahsulatı nı satamaz. Memle­ töresini bilib ve ahalisinin tavr u mizacını öğ­
kette servet artmaz. Bundan ise hazine-i dev­ renib de ana göre ifay-ı memuriyete ibtidar
let mutazarrır oldukdan başka lede'l-hace as­ ederler; ve ruh-ı maslahatı derpiş edib ana gö­
ker sevkinde su'ubet çekil ir. Mühimmat nak­ re yedlerindeki evamir ve talimatı şerh ü tefsir
l inde müşkilat görülür. (s.98) ve icab-ı hal ü mevkie tevfik ederek netice-i
Mukaddimat-ı meşruha ile sabit olur ki dev­ matlubeye musil olabilecek yola giderler; ve
letin heyet-i icraiyye ve adl iyye ve askeriyyesi icab-ı hal ü mevki gözetmeyib de işde cüz'i
bir tarz-ı muttarid ve hep sıyak-ı vah id üzere bürüz peyda olsa reviyyetsizlikler makduh ü
muntazam olmak lazımdır ve tafsilat-ı maru­ muateb olurlar. Binaenalazalik umur-ı siyasiy­
zaya göre memurin-i devletüç kısma münka­ yede iş ademi olmanı n mektebi yine işdir. Ya­
sim olur ki icra memurları ve hükkam ve zabi­ ni çok vakit iş içinde bulunmaktı derler. Bu ci­
tan-ı askeriyedir. İfay-i vazife hususunda ha­ hetle sahih icra memuru olabilmek için müd­
kimler ümera-yı askeriyyeye benzer. Zira as­ det-i medide istihdam i le pek çok m ümarese
kerlik emr u incazdan i baret olmasıyla askere lazım gelir; ve eğerçi memurinin diğer sınıfları
verilen emr ü talimat hep kat'idir ve sınıf-ı as­ ve belki her sınaat ashabı dahi amell iyat ve
keri kanununa itaat ve amirleri tarafından ve­ mümarese ile (s.99) kesb-i melekeye muhtac­
rilen talimat-ı mahsusaya tevfik-i hareket ile d ırlar. Nazariyatı ancak ameliyat i le hasıl olan
ifay-i vazifeye memur olub evamiri şerh ü tef­ melekenin istikmaline sebeb olur. Yoksa ame­
sire mezun değillerdir. Binaenaleyh kanun ve liyyat olmadıkça yalnız nazariyyat bir husus-
S E Ç M E M E T i N L E R

d a medar-r amel ü hareket olamaz. Amma Hakim lere lazım olan nazariyyatın suret-i
yalnız ameliyyat i le nakıs lsa bile yine iş görü­ matlubede tahsili ile ihtiyacat-ı asra kafi ha­
l ü r. B i r işi b i l mek i l e yapabi lmek beyninde kimler yatiştirmek için şimdiden tedabir-i la­
Bu'd-i ba'id vardır. Dülger bir ağacı keser iken zime ittihazı elzemdir; ve şimdi tarik-r ilmiy­
gören adam nası l kesildiğini öğrenib bil ir. Am­ yede gerek mehakim-i (s.1 00) şerriyede ve
ma bellemek ve Düstur'u ezberlemek i le bir gerek mehakim-i nizamiyede istihdama elve­
adem hakim olamaz. Mahkemelerde bir müd­ rişli zatler b u l unabi leceğinden ve bunların
det-i istihdam i le kecb-i melekeye muhtac içinden güzideleri alınarak kanunaşina zatler
olur. Memurinin diğer sınıfları dahi istihdam ile birleştirildil lerinden ihtiyacat-r asra kifayet
o l u nacakları işlerde keza l i k a m e l iyyat i l e edebilecek mahkemeler teşkil olunabileceği­
kesb-i meleke etmiş olmaları lazım gel ir. Şu ne ve bunların hüsn-i intihabına fevka l ade
kadar varki hükkam ve zabitan-r askeriyyenin d ikkat ü itina olunmak lazım gelir; ve cinayet
bervech-i bala vazifeleri sade ve mazbut ol­ meclisleri için tarik-ı kalemiyyede dahi epey­
mağla nazarri yat-r lazimeyi i kmal ettikten ce adem l e r yet i ş m i ş o l d u ğ u ndan c i n ayet
sonra az vakit zarfında amell iyat görmekde meclisleri için lazım gelen memurin-i kanu­
458 kesb-i meleke edebilirler. niyyenin bunlardan intihabı muvafık-ı masla­
İcra memurları ise hizmetlerinin mütenev­ hat o lur. Ancak gerek mehakim-i şer'iyyede
vi ve müteşettit olmasından naşi daha ziyade ve gerek mehakim-i nizam iyyede ası l lazım
tecar i b ve amel iyyat i l e kesb-i mel ekeye olan mahkemeler hakkında ammenin emni­
muhtac olurlar. İcra işi sırf tecribeye müste­ yeti olub bu dahii hükkamın kendi hal lerin­
n id gibi bir keyfiyettir ve eğerçi muamelat-r den emi n olmalarına tevakkuf eder. Binaena­
asra göre icra memurları dahi umur-u mül­ lazal i k hakimler vech-i meşruh üzere bir ka­
kiyyece lazım gelen mamulatı istihzar eyle­ ide-i sahihe üzere i ntihab olundukdan sonra
miş olmaları lazıme-i haldendir. Ancak anla­ layenazl olmaları vacibat-r umurdandır. Bil­
ra tekerrür-i amel iyyat ve tecarib i l e kesret-i cümle düvel-i muntazamada bu kaaide-i mü­
mümarese elzemdir. Elhasıl mesalih-i devle­ selleme meriyyü l-icra olduğu gibi Devlet-i
tin her çubesi yekdiğere mütenasib ve müte­ Al iyye'de dahi mukaddema hakir haksız şu­
nası k olarak mu ntazam olmadıkça devletce nun bunun başı kesil irken hakim ler bundan
temami-i i ntizam has ı l olmaz. Askeri s ı n ıfı müstesna ve her türlü mekarihden masun ve
matlub olan derece-i intizamı bulmuş ve di­ muhterem idi ler. Şimdi dahi hakimlerin bir
ğer sın ıflar ana rıisbetle geri kalmış olduğun­ guna töhmetleri olmadıkça azl olunmayacak­
dan askerden bahse hacet olmayıb ancak di­ larına ve mahkemeler serbest olub işlerine bir
ğer sınrfalrın ıslahat-ı lazimesi hakkında ber­ tarafdan müdahale ed ilmeyeceğine dahi len
vech-i ati bazı muta leat-i kaasıra n ı n arz u ve haricen efkar-r ammeyi kandıracak tedbir
ifadesine ibtidar olunur. ne ise onun ittihazı elzemdir.
H ü kkamrn fakih ve kavanin-i devlete açina Mehakimin derece derece tertibine gelince
olmaları birinci şarttır. Bir mühendisin taba­ beyandan müstagni olduğu üzere asri maha­
bette ve bir tabibin mühendislikde istihdamı keme iki derecedir ki bidayeten ve istinafen
kabil olmadığı gibi fıkıh ve kanun b i lmeyen rü'yet-i da'va olunur. Andan sonra mehakime
kimesnenin dahi ulum-r sairede mahareti olsa mahal! olmayıb fakat hüküm i lamları Mahke­
b i l e hakim l i kde istihdamı caiz olamıyacağı me-i Temyiz'de tedkik olunur ve bidayeten
ısbata muhtac değildir. Bundan başka Mek­ mahkemeden mukaddem bir de sulh i l e sulh
teb-i Tıbbiyye'de ya l n ız nazariyyat görmüş ile tesviye-i maslahat sureti olmağla bu kerre
olan bir şagird amell iyat görmedikçe icray-i Dersaadet'de bir cemiyyet-i sulhiye teşkil bu­
tababet edemeyeceği g i b i h ü kkamın d a h i yuruldu ve muhasssenatı görüldü. B inaena­
i lm-i fıkıh v e kanun öğrendikden sonra mu­ leyh gerek Dersaadet'de ve gerek taşralarda
hakematta istihdam ile kesb-i meleke etmiş mevki be-mevki sulh meclisleri yapılmalı ve
olmaları lazım geleceği balada bası u tembih su l h i le tesviye-i maslahat kaabil olmaz ise ol
olunan mukaddimat ile müsbettir. vakit mahkemeye havale olunmalıdır. Maha-
S E Ç M E M E T i N L E R

kimin tertib-i derecatı mülkiye memurlarının süluk ederler. Devlet umurunda kullanılacak
tertibine tabi olduğundan mül kiye s ın ıfının bayağı ademler kal ır. Anlar ise enzar-ı am­
derecatı nasıl tertib olunursa adl iye işlerinin mede haysiyetsiz bir sınıf olarak kendilerine
dahi ana göre taksim ü tertibi münasib olur. faik olan nası idareden aciz olurlar ve her sı­
Gelel im mesa l i h-i mülkiyyeye ve tevabi­ nıfın içinde ağraz-ı şahsiyyesine tebaiyyet
ine: Kuvve-i icraiyyeye aid olan işler ber­ eden ademler olmamak ve her s ınıfın içinde
vech-i bala mütenevvi ve pek nazik ci hetleri ağraz-ı şahsiyyesine tebaiyyet eden ademler
havi olmağla devlet bu işleri gördürmek için olmamak emr-i muhal olduğundan böyleleri
m ütenevvi l iyakatte ve m ütefavit kifayette mücazat görmezse saire sirayet ederek he­
pek çok kağ-güzar ve mücerrebü'l-etvar me­ yet-i m e m u r i n i ç i n d e fe n a l a r çoğa l ı r ve
murlara mu htacdı r. Eğerçi memuri n-i adliy­ umur-u devlet duçar- ı iğtişaş olur. Her an ü
yece dahi noksanımız var ise de icra memur­ dakika ihkak-ı hukuk ile icray-i adalet lazım
larınca noksanımız dahi ziyadedir ve günden geldiği gibi hüsn-i idare-i memlekete dahi bi­
güne tenakus etmekted i r. Mül kiye Mektebi la-imhal ikdam olunmak vacibat-ı umurdan
icab-ı vakt-i hale göre tevsi ve ders cedvelle­ olduğuna mebni mahakimin suret-i matlube­
rini ana göre tertib ile buradan (s.1 01 ) şıkarı­ de tanzimiyle beraber umur-ı mülkiyyeyi bir
459
lacak zevatı derece derece h idemat-ı mü­ hüsn-i hale koymakvacibat-ı umurdandır. Fa­
himmede istihdam ile hüsn-i idareye mukte­ kat bu babda ibtida bir meseleye karar veri­
dir bendegan yetişdirmek zaruriyat-ı asırdan­ lib anda sebat olunmak lazımdı r.
dı r; ve şimdiki halde oldukça mücerreb olan­ Şöyleki idare-i umur-ı mülkiyyede iki usul
ları hüsn-i intihab ve isti hdam ile icraat-i olub biri idare-i merkeziyye ve diğeri idare-i
devleti yoluna koyma k feraiz-i haliyyeden­ gayr-ı merkeziyyedir. Düvel-i Avrupa'nın ba­
dir; ve ademe iş aramakdan vaz geçib de işe zıları nda ezcümle Fransa'da idare-i merke­
adem aramak kaaidesi mesluk-i kadem-i iti­ ziyye usulü ve bazılarında ezcümle İngiltere
bar olursa az vakit zarfında idare-i memleke­ ve Rusya'da idare-i gayr-ı merkeziyye usulü
te mu kted i r bendegan yetişeceği müsel le­ meriyetülicradı r. Devlet-i Al iye'de ezkad im
mattand ı r. Bu kaidenin icrası "İnallah yamür­ idare-i gayr-ı merkeziyye usulü cari olduğu
kim antevdu ülamanat ali ehliha "ayet-i keri­ halde Tanzimat-ı Hayriyye'nin icrasında bazı
mesine hakkıyla imtisalden ki nayet ve emr-i mertebe idare-i merkeziyye u s u l ü ne meyi
idare vü siyasetin ruhu bu ayet-i kerimeye olub giderek bu usul bayağı galebe eder gibi
tevfi k-ı hareketten ibarettir. Bunun manası oldu ise de (s. l 02) bunun taşralarca azim me­
her işi ehline tefviz demek olur bunun suret-i haz iri görülmekle muahharan idare-i gayr-ı
icrası dahi her ademi ehli olduğu işde kul­ merkeziyye usulüne avdet olunmuş ve bunun
lanmakla olur. Yoksa bir hususda ehi olan bir inzibat u idarece muhassenatı görü lmüş ise
kimse ehi olmadığı diğer bir hususda kullanır de sonradan yine idare-i nıerkeziyye usulüne
ise ehline tefviz-i umur edilmiş olmaz. Heki­ meyi olunub şimdi bir karışık hale gidil iyor.
m i hakimlikte ve haki m i hekimlikte kul lan­ Halbuki bu esas kararlaşmadıkça idarece bir
mak naehline tefviz-i umur eylemekdir. Elha­ salim yola gidilemez. İşte evvel be evvel bu
sıl herkesi ehli olduğu işde kullanmak lazı m müşevveş halden çıkılıb da ittihaz olunacak
gelir. B u n n la beraber m ü kafat ve mücazat usul-i esasiye kararlaşdırıldıkdan sonra me­
usulüne tamamiyle itina her halde ehemm Ü murinin derece derece vezaif ve derece-i me­
elzemdir. Bu i kisi şehbaz-ı devletin iki kana­ suliyetleri tayin olunmak lazım gelir ve bu da
dı hükmünde olub bunların birinde cüz'i za­ başlı bir işdir. Zira değil taşralarda hala Babı­
af olsa evc-i alay-i i kbal ü iclalde uçamaz. al i'de vesair devair-i idarede memurinin dere­
Memurin-i devlşet ahalinin bir güzide sınıfı ce derece vazifeleri muayyem olmadığından
olarak l iyakat ve kifayetce efrad-ı nasa faik mesalih-i mühimme-i devletin aksam u envaı
olmak laz ı mdır. Halbuki mükafat olmaz ise nedir her nev'inin icrası kimlere aiddir ve her
ahali içinde mümtaz olacak ademler devlet memurun derece-i mesul iyyeti ned ir gereği
memuriyetlerineheves etmeyib başka işlere (gibi) malum olmadığından ekser-i mesal i h
S E Ç M E M E T i N L E R

havaleden havaleye düşerek sürüncemede ceyi vermemesi tarihce bir mühim mesele ol­
kal ıyor. Balada arz olunan tafsilaman hülasa duğundan burası dahi mebadisini yazan mü­
olunabilir ki devletin umur-ı m ü l kiyyesi ve verrihin kaleminden çıkmak mutalaasınabina­
ana tabi olan umur-ı maliyyesi m ihver-i layı­ en Tarih'in ilerisine devam olunması cümle-i
kında cereyan etmekle beraber umur-ı adliy­ iradat-ı hikem-ayat-ı celilelerinden olub halbu­
yesi dahi yolunda cari olmak umur-ı mefru­ ki nice seneler ism-i bimüsemma gibi salna­
zedendir. İşte andan sonra u mur-ı mü lkiyyye­ melerde yazıldıkdan sonra adı unutulmuş olan
nin diğer şuubatınca dahi terakkiyat-ı lazıme Encümen-i Daniş tarafından hisse-i acizaneme
esba b ı n ı taharri etmelidir. Şöyleki bu sene ifraz olunan kıt'a-ı tarihiyye vak'a-ı mezkureye
devletin umur-ı mal iyyesi yolunda olsa bile dek yazılmak üzere tayin edilmiş ve irade-i se­
gelecek seneler için şimdiden umur-ı nafiaya niyyesi dahi ol vechile isdar buyrulmuş idiğün­
say edib de menabi-i varidatı açmak ve ser­ den vak'a-i mezkureye gelindiği gibi memuri­
vet-i memleketi artırmak lazım gelir ve illa bir yet-i bendeganem hitam bulmuş ve atisi halef-i
iki sene sonra sıkıntı çeki l i r. Halbuki umur-ı acizanem olan Vak'anüvis Efendi'ye kalmıştır.
nafianı suret-i matlubede terakkisi u l u m u Kaldıki asr-ı hazıra takarrüb oldukça iş ağırlaşı­
460 maarifin terakkisine menuttur. Bu cihetle ma­ yor. Hakayık-ı ahva l i tasrih değil telmih bile
arif-i umumiyye emr-i ehemmine her halde güçleşiyor. İlerisini artık ahlafa bırakmak lazı­
itina levazım-ı umurdandı r. {s. l 03) me-i haldendir.
Yeniçerilerin ilgası Strelitz askerinin i lgasına
ba'z-ı cihat ile mümasil ise de bu iki kazıyye­
Cevab* nin pek çok cihetleri mütebayindir. Çimdi bu
cihetleri ta'dad ile bir derin bahsr giremeyiz.
(Bu mektub Tarih-i Cevdet'in Onikinci cildinin Fakat sathice nazar-ı mütalaaya alındığı halde
sona ermesi üzerine bir nüshasının Viyana Se­ b u n u ana kıyas etmek kıyas maalfa r i kd i r.
firi Sadullah Paşa'ya gönderilmesi ve Sadullah {s.21 8)
Paşa ' n ı n Ahmed cevdet Paş'ya bir mektub Malum-a devlet den ilen heyet-i mecmua
göndermesi üzerine Ahmed Cevdet Paşa'nın evvela üç tabakaya münkasim olur ki daire-i
cevaben kaleme aldığı mektubdur.) saltanat ve vücuh ü eşraf-ı mil let ve efrad-ıa­
Onikinci cildin vusulüne dair ve teveccü­ halidir. İşbu sını nf-ı selase mütevazin ve müte­
hat-ı celilelerinin hakk-ı bendeganemde beka­ vafık olursa cemiyetin ahengi düzgün olur ve
sını mübeşşir bir kıt'a emirname-i iltifatserna­ i l la bozulur. Bozuk sözler buruk sesler işitilir.
me-i asafaneleri vusul buldu. Mucib-i mesar ü Sonra bu üçten kangısı evvel davra n ı b da
iftihar oldu. ahengi düzeltirse cemiyet pek çok vakit onun
İşbu eser-i acizane ve naçizane hakkında havasını çal ıyor ve hükümet o perdeden dem
i rad buyru lan tafs i l at-ı sitayiş-ayat-ı asafileri uruyor.
onun değerinden çok ziyadedir. Ahass-ı amal-ı ingiltere'de ibtida asilzadegan sın ıfı davra­
çakeri olan ehasin-i enzar-ı devletlerinin istim­ nıp islahata kıyam eylediklerinden anların ar­
rarınıı mutazammın olmak hasebiyle bendele­ zusuna muvafık bir hükümet-i meşruta teşek­
rince kadr ü kıymeti ise fevkaladedir. Tarih-i kül etmiştir. Fransa'da tabaka-i ulya ve muta­
acizin hatimesi olan Vak'a-i Hayriyye Devlet-i vassıta davranamayıb iş tabaka-i süfla yedine
Aliye için bir asr-ı cedide mebde olduğundan geçerek cumhuriyet yoluna gitmiştir. Rusya'da
orada söz kesilebi lirse de bu vak'a Rusya'da ise islahata tabaka-i ulyadan başlandı. En kavi
Strelitz Ocağının ilgasına müşabih ve muvafık bir hükümet-i mutlaka te'sis olundu. Bizde da­
olduğu halde neticelerinin mütenefi olması ya­ hi islahata taraf-ı Saltanat-ı Seniyye'denbaşla­
ni Strelitz'in ilgası Rusya'nın izdiyad-ı kuweti­ mış olduğu cihetle Yeniçerilerin ilgaası Strel itz
ne badi olmuş iken Yeniçerilerin ilgaası o neti- askerinin ilgasına benzer. Lakin Yaniçeri Dev­
let-i Aliye'nin kalbinde bir seretan illetine ben­
{*) Yayınlayan Prof. Cavid Baysun; Ankara: Türk
zerdi. Strel itz askeri ise Rusya'nın omuzunda
Tarih Kurumu Basımevi, 1 986, s.21 8-222. bir ur idi. Yeniçerilik Osmanlı lar'ın iliğine işle-
S E Ç M E M E T i N L E R

miş ve Ocaklar asabiyyet-i milliyye makamına alıb bihıde nazariyyat i le uğraşmış idi. Hatta
kaaim olarak devair-i devletin usul Ü füruunu kölelerle idare olunan çiftlikat ashabının imti­
istila eylemiş olduğuna nazaran devletin zatiy­ yazatına dokunmamış idi. Çünkü devletine
yatından ma'dud olmuş idi. Onun ilgaasıyla kuvvet vermek için o gibi şeylere mecbur de­
ehl-i islamın kuvve-i asabiyesine za'f geldi. ğil idi. Mısırlı Mehmed Ali Paşa'nın hali biraz
Şuabat-ı idare taraf taraf açılan yerleri asakir-i ana benzer. Çünki Mısır'da islahata mani olan
nizamiyye ile dolduramayıb o türlü boşlukları Kölemenler bigane bir kavim olub ahal iye
doldurmak için pek çok ıslahat-ı dahiliyye ic­ merbut değiller idi. Anlar aradan kalktığı gibi
rası lazım idi. Devlet-i Al iye ise idare-i gayr-ı memleket her türlü islahata müsteid oldu. O
merkeziyye tahtında idare olunageldiği ve iya­ dahi sefahat yoluunda Avrupa'ya taklid etmek­
latın biri diğerine benzemeyib her biri idarece sizin mücerred esbab-ı terakki ne ise anların
başka yol almış olduğu cihetle her tarafın ah­ istihsaline i kdam etti . Gerek askerce gerek
val-i hususiyesini düşünerek ıslahat-ı matlube­ mülkçe ashab-ı malumattan ademler yetiştirdi
yi ana göre yapmak lazım gelirdi. Bunu yapa­ ve Mısır az vakit zarfında bir hükümet-i kaviy­
bilmek ne kadar çok vukuf ve meharete mev­ ye vücude getirdi.
kuf olduğu muhtac-ı tafsil değildir. Strelitz as­ Sultan Mahmud Han-ı Sani hazretleri azi­
461
keri Yeniçeri gibi Rusya'nın ahval-i zatıyyesin­ met-i kaviyye ve irade-i kat'iyye sahibi bir zat
den ma'dud ve kavmiyyet ü milliyete merbut olub Saltanat-ı seniyye'yi Yeniçerilerin dest-i
olmayıb onun ilgaasıyla yalnız daire-i askeriy­ tagal lübünden kurtarmak için Ocakları ilgaa
yede açılan yer asakir-i nizamiyye ile dolub ile emeline nail ve kudret-i lazimeyi haiz ol­
taştı. Rusya'n ı n dahil iyece ihtiyacatı bizim du. Lakin bizim ahvalimiz iktizasınca bir Av­
müşkilatımız kadar değil idi. İslahat-ı dahiliye­ rupa seyahati edemezdi. Dahilen ve haricen
ce ihtiyacatı bizim ihtiyacatımız kadar değil lazım olan malumatı hasıl etmek devletin kuv­
idi ve Petro tanzim-i askerle beraber devletine ve-i akilesi makamında olan vükelaya aid idi
lazım olan islahatı icra ediverdi. Bizim bu yol­ ve seri karda ihtiyacat-ı zamaniyyeye göre ic­
da olan ihtiyacatımız daha ziyade olduğu hal­ rasına m u kted ir zatler bulunmak laızm idi.
de gereği gibi teşebbüs olunamadı . Arasıra vu­ Halbuki o zaman ser-i kara geçenlerde bu ilm
kubulan teşebbüsat dahi h i kmete ve icab-ı ü iktidar yok idi ve Hüsrev Paşa olmasa ihti­
hal-i memlekete muvafık değil idi. Malum-a mal ki asakir-i nizamiyye dahi oldukça yolun­
bir tasavvuru kuvveden fi'le çıkarmak mebadi­ da tertib ü tanzim olunmazd ı . Vak'a-i Hayriy­
i selasenin ictima ı na m ütevakkıfd ı r. Bunlar ye'den sonra sefine-i devletin dümenini eline
ilim ve irade ve kudrettir. Yani yapmağı bil­ alan Reis Pertev Paşa tekye şeyhlerinin söziyle
mek ve azm ü cezm-i kavi ile yapmağı iste­ hareket ederek Edirne musalahası'nı müntic
mek ve yapabilmekdir. Bu mebadi-i selase bir olan sefer-i meş'umun açılmasına ve badihu
ademde yahud bir şahs-ı manevide mevcud Cezayir'in elden gitmesine sebeb oldu ve hay­
olduğu halde her şeyi yapar ve birisi nakıs li müddet islahat-ı dahiliyyeye bedel muhare­
(s.2 1 9) olsa iş aksar. Petro'da bu mebadi-i se­ bat-ı dahil iyye ile uğraşıldı. Memleket harab
lase mevcusd idi. Zira kendisi azimet-i kat'iy­ oldu. Devlet bi-tab oldu. Sonra da s ı rf taklid
ye ashabından olduğu halde ol vakte göre la­ yoluna gidildi. Bunda da ifrat edildi . Binanın
zım olan malumatı hasıl etmek üzere Avru­ ihkam-ı erkanına bakılmadı. Nakşına özenild i .
pa'nın en mütemeddün yerlerini gezib dolaş­ Emr-i terakkinin ilel ü mebadisini istihsale çalı ­
mış ve servet ü miknet ne gibi şeylerden husu­ ş ılacağına malumat v e asar-ı müteferrikasına
le geldiğini muayene vü tahkik etmiş idi. Bina­ heves edildi. Bu yolda dahi memleketin uğra­
enaleyh Strelitz Ocağını i lgaa ile kesb-i i ktidar dığı hasarat kaabil-i ihsa değildir. Eski merkub­
eylediği gibi islahat-ı lazımeyi derhal icra ile l arı n i ' m a l i n i i s l a h y o l u n d a işe b a ş l a m ı ş
senayi ve ticaretin terakkisi esbabının istihsal i­ (s.220) olsaydık a z vakit zarfında ayakkabı di­
ne müsaraat eylemiş ve memleketince esbab-ı kici leri miz ala kundura dikmeği ve kırmızı
terakki olan şeylere hasr-ı nazar edib taklid-i meşin yapan debbağlarımız ala kundura ke­
sırf yoluna gitmemiş idi ve kaabilül icra bir yol restesi yapmağı çğrenirlerdi. Acele kundura
S E Ç M E M E T i N L E R

giymeğe heves ettik. Kerestesiyle beraberdiki­ Hanson'un kendisinden işittim. Der idi k i :
cileri haricden gelerek burada kazandıklarını "lstanbul'a geldiğimde Galata'da o n bir ecne­
çıkın çıkın altın edip memleketlerine gönder­ bi mağazası var idi. O zaman bu ecnebi lerin
diler. Bizim esnafımız ise mahv olub bitti. Ni­ davaları gümrükde bir komisyon marifetiyle
ce sanayiimiz battı. Güzel gemiler yapıldıysa rü'yet olunurdu. Serbesti-i ticaret mua hede­
da asakir-i bahriyyenin fidanlığı ticaret-i bah­ sinden sonra memleketim ize o kadar ecnebi­
riyye olduğu bilinmedi ve emr-i ticaretin tervi­ ler tehacüm etti ki idareleri pek müşkil oldu.
cine hiç ikdam olunmadı. Bir aralık bazı ze­ Anlar için ayrıca mahkeme küşad olunmak
vat-ı fetanet-simat zuhur ile devletin umur-ı lazım geldi. Himaye-i ecnebiyye belası bize
hariciyyesini iyice yoluna kodular. Lakin anlar yeter i ken bela ü stüne bela o l arak b i r de
da ahval-i memleketi bilmezlerdi. Bilmeyerek mahkeme-i m uhtelite yap ı l d ı . Ya o zaman
yapdıklarınizamlar ekseriya memleketin bir ta­ hikmete muvafık yolda bir ticaret mahkemesi
rafına uyarsa diğer tarafına uymazdı. Bu cihet­ yapmak kaabil değ i l mi idi. Lakin o zaman
l e kaabil-i icra o l mazd ı . Baksan-a devletin ser-i karda bulunanlar dekayık-ı umur-u ad­
mahkeme-i kübrası olan Meclis-i Valaz'da teş­ l iyyeyi bi lmezler ve erbabından öğrenmeğe
462 kil-i tarafeyn kaadidesine riayet olunmaz ve tenezzül etmezler idi. Belki ticaret ne demek
ewel ü ahir kazasker efendiler teşkil-i tarafeyn olduğunu bilmediklerine bu dahi del il-i kafi­
etmedikçe muhakemeye başlamaz iken koca d i r ki salifüzzikr ticaret muahedenamesinde
bir Meclis-i Vala'da bunun lüzumu bilinmez­ ecnebiler büyük ve küçük ticaret edebilir fık­
di. Biz o zamanlarda ileri gidiyoruz der iken rası münderic olub esnafın dü kkanlarındaki
ne kadar geri gittiğimizi ve kuwetimizden ne ahz u i'taları küçük ticaret tabirinde dahil ol­
mertebe düştüğümüzü şok sonra anladık. duğunu bilmeyerek imza eylemiş oldukları
B u cümle ile beraber bizim bazı ahval-i bir müddet sonra Babıali ile sefaretler (s.2 2 1 )
hususiyemiz var ki diğer devletlere nafi olan beyninde zuhura gelen keşakeşlerden anlaşıl­
b i ze m a z a r o l u r. A n l ara d eva-i a c i l bize mıştır. (arabaç bir iifade var.) Sathice bir na­
semm-i helaai l ol ur. Burasını derk ü temyiz zar edelim derken şevk-i iltifat-i mahasin ga­
eylemek ise en dakik mesaildendir. Her yerde ayat-ı devletleri ile sadedden çı karı l d ı . Söz
tevsi-i ticaretin menafi-i azimesi olduğu cay-ı uzad ı . Maksad ise ehasin-i teveccühat-ı celi­
bahs deği ldir. Amma bizde Avrupa ticaretinin le-i hid iv-i ekremi leri nin bekaası niyazında
tevessüü bak neler yaptı. Müteveffa i htiyar ibaret olmağla o l babda ... (s.222)

FİKİR BUHRANIMIZ*
SAIT HALIM PAŞA

Memleketimizin i lerlemesini ve yükselmesini Bu ayd ı n s ı n ıf, Batı meden iyeti nin tesiri
tem i n edebi l mek için Batı medeniyetinden a ltı nda sahsiyetin i kaybetmiş ve aşırı derece­
faydalanmak zorunda kaldık. Bu mecburiyet, de Batı hayra n l ığına müptela ol muştur. Da­
aydın larımız arası nda yeni bir sınıfın ortaya ha da fenası bu aydınlar m i l l i kurtul uşumu­
çıkmasına sebep oldu. ( ... ) zun çaresini, kendilerinin tutulduğu bu has­
tal ığın bütün memlekete yayıl masında gör­
mektedirler. ( ... )
(*) Haz. M. Ertu!:'Jrul Düzda!:'J, Said Halim Paşa: Buh·
İşin tuhafı Batı hayranı olan bu aydın sını­
ranlarımız ve Son Eserleri, iz Yayıncılık, lnanbul fın zihniyeti, kendisine üstad tanıdığı, Batı
1 993.
S E Ç M E M E T i N L E R

zihniyetine, hiç bir bakımdan benzemez. Bi­ fayda ummazlar.İşte onları, cehaletlerin en
zimki ler, kendi mem leketleri hakkı nda ileri uğursuzu olan "kendini bilmeme" hal ine dü­
sürdükleri son derece kötümser ve yıkıcı ten­ şüren de budur.
kidleri ile kendi lerini gösterirler. Bunların ten­ Bundan dolayı, Batı hayranları, bizi yan i
kidleri, meseleleri izah ve isbat edemedikleri kendi m i l letleri ni, henüz teşekkül eden ve
için ithamlarla ve anlayamadıkları için de in­ milli varl ığını elde etmeye çalışan, yeni doğ­
kar ile dol udur. Bunlar, elde halen mevcut muş bir cemiyet sayacak derecelere gel iyor;
olanı ve memleketimizin yaşayan gerçeği n i tarihimizin ve ecdadımızın büyüklüğü nden
bilmezler; fakat nasıl olmamız gerektiğini bi­ şüphe ediyor, bizi hakir görüyorlar.
ze öğretmeye kalkışırlar. (. ..) Bu acaip düşünce ve bilgi lerle dolan zihin­
Bu aydın sınıfın, böylesine karanlık bir kö­ ler, onları, sonunda şuna sevked iyor: Ruhla­
tümserl iğe düşmes i n i n sebebi, vata n ı ndaki rın vatan değiştirmesi ve fikren göç! ... (. .. )
her şeyi ıslah ve düzeltmelerle kurtulamaya­ Daha da fenası, Batı hayranı bu aydınlar,
cak kadar bozuk görüyor olmasıdır. Bu yüz­ sahte il imleri ile cemiyete verdikleri zararlara
den, kurtu luşu, mevcut olanı tamamen yık­ son vermezlerse, neticede kendi leri gibi, bu
makta buluyor. Yıkacağı cemiyetin yerine, az cemiyeti de Avrupa cem iyeti n i n bir asalağı
463
çok Garpl ı laşmış olan bi lgi, mantık ve ahlakı­ hal ine düşüreceklerdir. ( ...)
na ve iyice Frenkleşmiş olan sosyal ve siyasi Bugünkü ger i l iğ i m iz, varmak isted iğimiz
tasavvurlarına göre şekil vereceği yeni bir ce­ hedefin ne olduğunu bilmeyişimizin netice­
miyet kuracaktır. sidir.
Bu ruh ve fikirde bulunması sebebiyle bü­ Mil letçe yükselmek için, Batı medeniye­
tün mevcudu y ı karak yerine b i r başkas ı n ı tinden istifade etme l üzumunu duyduk. Bu
koymak isteyen ve kendi yurtlarında, ruh ve düşünce, nası l olduysa "Bunun için mutlaka
fikirlerin i hoşnud edecek bir şey bulamayan, Batılılaşmamız gereklidir" gibi yanlış bir ka­
orada hiç bir manevi haz duyamayan bu in­ naat doğurdu. İşte bütün gayretlerimizi fay­
sanların, vatanları i le ne alakaları vardır? ( ... ) dasız ve güdük bırakan en esaslı yanl ışımız
Gerçekten de, Batı hayran ları nın manevi, bu olmuştur.
sosyal ve siyasi meseleler hakkındaki bilgiler Bu yan l ı ş kanaatten b i r d e : "Kurtulmak
iki mühim özel lik göstermektedir: için, her bakımdan Batı milletlerini taklide
Birincisi: Bu meselelerden hangisine dair mahkumuz" fikri doğmuştur ki, bu da öteki
olursa olsun, bizimle ilgi l i olan taraflarını bil­ kadar kötü ve yersizdir.
memek, öğrenmeye de tenezzül etmemek. Ne yazık ki, bu yan l ı ş kanaat ve zanlara
İkincisi: Bizimle ilgili olanların d ışında, pek uyarak, bütün varlığımızla Batı l ı ları takl ide
çok şeye, pek çok bilgi, metod ve prensiplere koyulduk. Bunu o kadar iyi başardık ki, inan­
vakıf bulunmak. cı, his ve a n 'anesi, i l i m ve fen n i tamamen
Fakat bu garip karı ş ı k l ı k, cem iyetimizde taklidden ibaret sahte bir dünya kurabildik.
mevcut bulunan ve bundan daha tuhaf ve Şimdi artık dışı parlak, ama aslında ölüm ge­
y a n l ı ş o l a n b i r b a ş k a h a l i n n etices i d i r : tiren arzu ve hayaller içinde mest ü müstağ­
Osma n l ı cem iyeti a s ı r l arca ö n ce teşekkül rak, yaşayıp durmaktayız.
ederek, büyük ve herkesce malum bir mede­ İşte bundan dolayıd ır ki bilgiçl iğimiz, bu
niyet meydana getirmiş, dünya tarihinde mü­ ufuk daraltıcı kendini beğenmiş "yarı alimli­
him bir vazife ifa etmiştir. ğin" dairesi dışına, şimdiye kadar çıkamamış­
Böyle olduğu halde bizim Batıcılar, kendi tır. Taklitçil ikle ustalaşmak gayreti içindeyiz;
m i lletlerin inin manevi ve ah laki hayatını, sos­ eski bildiklerimizi u nutmak, ş imdiye kadar
yal ve siyasi kanun ve prensiplerindeki olgun­ yaptıklarımızı bir kenara atıp terketmek isti­
lukları yani m i l letin dehasını gösteren, milli, yoruz.
fikri ve ahlaki varlığını meydana getiren kıy­ Tatbiki mümkün olan eski bilgilerimizle iş
metleri bilmedi kleri için küçümser, hatta tah­ görecek, onları daha iyi bir hale getirip, daha
kir ederler. Bunları öğrenip tedkik etmekten çok netice a lacak yerde; aksine, h iç bir za-
S E Ç M E M E T i N L E R

man öğrenemediğimiz, bilmediğimiz şeyleri İşimiz, medeniyetimizin gelişmesi için ge­


tatbik için, kıymetli vakitler ve gayretler har­ rekli ve ona uyabilecek olan şeyleri Batı'dn
cayıp gid iyoruz . ( . . . ) alarak, kend imize tatbik etmekten ibaret ol­
Batı l ılaşmak zururetine olan inancımızın mal ıydı . ( ... )
bu kadar kötü neticeler vermesi, milliyetimi­ Bu suretle, Batı medeniyetin i n özel l i kleri
ze aykırı bulunmasındand ır. Çünkü m i l l iyet olan ve üstü nlüğününsebebi bulunan "ilim
ile medeniyet aynı şey demektir ve Batı lı laş­ zihniyeti" ile "tecrübe usulü"nü birleştirerek
mak, kendi medeniyetimizi terk veya inkar ortaya koyacağımız binlerce hakikat, binlerce
etmek manasını taşır. Netice olarak da kendi hatanın tamir olunmasını sağlayacaktır.
mill iyetimizden vazgeçmek demek olur. Bu faa l iyetimiz sırasında, şu hakikatı da
Hakikaten de, hayli zamandan beri bizlere öğreneceğiz: Bizim ideallerimiz ile sosyal ve
her ne öğretilmiş ve telkin ed i l m iş ise, hep siyasi kanaatlerimiz, tamamiyle dinimizden
kendi m i l l i ve tarihi varl ığımızı teşki l eden doğmuştur.
şeyleri kaldırıp, yerine yeni ve "Batı işi" şey­ Dolayısiyle, dinimize saygı göstermek mec­
leri koyma k gayesini hedef almıştır. buriyetinde olduğumuz gibi, üzerimizdeki bü­
464 B irisi çıkıp da Almanlara, kurtu l uşların ı n tün haklarını da kabul etmek zorundayız.
ancak Alman kültür, medeniyet v e irfanını bı­ Yine anlayacağız ki: Dinsizlik denilen şey,
rakmakla kabil olacağını söylemiş olsa; aca­ Latin fikrinin düştüğü bir sapkınlık halinden
ba nasıl bir karşılık görürdü? Böyle bir iddi­ ibaret olup, zannedildiği gibi, bir fikri üstün­
ada bulunan kimse "Alman", hele bir "Alman lük alameti değildir.
ıslahatçısı" sayıl ı r m ıydı ? Alman medeniyeti Yine öğreneceğiz ki: "Her milletin milli ka­
ile bizimki arasında bugün mevcut olan bü­ nun ve an'ane/eri, üzerinde yaşadığı toprak­
yük farka bakarak benzetmemizi yersiz bu­ tan daha kıymetli bir "manevi vatan" meyda­
lanlarımız olabil ir. Halbuki Osmanlı medeni­ na getirirler.
yetinin daima Batı mil letleri medeniyetinden Çünkü insan topluluklarını bir mil let haline
geri kalmış olduğunu sanmak yanl ıştır. Çünkü getiren onlardır. Başka bir kavmin tahakkümü
bir zamanlar meden iyetimiz, onlarınkine her altına düşen mil let, arazisini değil, kanun ve
bakımdan üstündü. Şu meş'um taklid hastalı­ an'anelerini kaybettiği için istiklalinden mah­
ğına tutulmasaydık, bugünkü fark da bu ka­ rum kalmıştır. Üzerinde yaşadığı toprağı çoğu
dar olmazd ı . Zaten yaptığımız maddi büyük­ zaman terke mecbur olmadığı ve belki de on­
lük mukayesesi değil, bir prensip meselesidir. dan daha fazl a istifade ettiği halde esird ir;
Kendi memleketinin kültürünü, medeniye­ çünkü milli değerlerini kaybetmiştir.
tini, irfanını inkar eden veya hakir gören m i l­ Bizim gibi vatan toprağını korumak uğrun­
l iyetini kaybeder. Dolayısiyle de, artık bu mil­ da asırlardan beri, kanını cömertçe dökmüş
let ve m i l l iyet adına konuşmak onun hakkı olan bir mil letin, "manevi vatan"ına karşı ilgi­
değildir. ( . . .) siz kalıp, sevgisii lik ve saygısızlık göstermesi,
Batı medeniyetinden istifade teşebbüsleri­ tasawuru güç, anlaşılmaz bir hatadır. ( ... )
mizin hezimetle neticelenmesine rağmen, şu­ Bugüne kadar pek haksız olarak hakir gör­
nu da itiraf etmeliyiz ki, milli terakklmizi te­ düğümüz medeniyetimizi sevmek ve ona hiz­
min için, o medeniyetten büyük ölçüde fay­ met etmek lazım geldiğini sonunda iyice an­
dalanmaya mecburuz. Ancak bizzat yaptığı­ layacağız. O medeniyet ki, hudutsuz bir im­
m ız tecrübeler, kat'I olarak ispat etmiştir ki, paratorluk kurarak, bozkırlarda şehirler mey­
Batı medeniyetinden hakikaten istifade ede­ dana getirmiştir. Evvelce "ırk tetkiklerinde"
bilmemeiz, onu aynen tatbik ile mümkün de­ bir konu olan "Türk" kelimesinden, Fransız,
ğildi r. ( ... ) İngiliz, Alman kelimeleri kuwetinde içtimai
Şu halde bizim de şimdiye kadar takip et­ ve siyasi bir varl ık çıkararak Türk medeniyeti­
memiz gereken yol, Avrupa meden iyetini ni, irfanını ve ruhunu kabul eden her Müslü­
milli leştirmek, yani mümkün mertebe muhiti­ mana "Osmanlı Türküyüm" demek selahiye­
mize ısındırmak olacaktı . tini kazandırmıştır. ( . . .)
S E Ç M E M E T i N L E R

MİLLİYETÇİLİK VE TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE*


BABANZADE AHMED NAi M

( . . . ) Müslümanlar arasına m i l l iyetç i l i k v e ırk­ neticeleri doğurur" tabi i ve makul kaidesine


ç ı l ı k davası n ı n, başka bir tabirle m i l l i ve ırki göre bu meslekte devam ettiğimiz takdi rde
asabiyetin bel i rmesi 1 5-20 sene l i k bir şey ergeç bizim de baş ı m ıza gelecek m u sibet
ise de en ziyade açığa vurulması, memleke­ budur. Bu gidişle İslam ı n son sığınağı olan
t i n ölüm-ka l ı m meselelerinden biri hal ine bu diyar Allah korusun -Arnavutlu k gibi- kü­
getiril mesi Meşrutiyet'ten başl ıyor. Bu da ce­ für yurduna dönüşecektir.
halet sebebiyle Avrupa'dan ödünç aldığımız Bazı Arap kardeşlerimizin ırkç ı l ı k davasıy­
zararlı -acizane fikrime göre- İslam vücudu­ la takip ettikleri gayeyi bilemezsek de "Türk­
nun veremi kadar öldürücü bir yabancı bi­ çü" adı n ı şiar edinen Türk kardeşlerimizle
d attir. Zaten Avrupa'nın en fena şeylerini al­ temasımız fazlaca olduğu için görüş ve mes­
mak, iyi şeylerini de bozmadı kça tabik et­ leklerini biliyoruz zannındayız. Kürt kardeş­
memek bizim en d i kkate değer felaketleri­ lerimiz ise -anladığıma göre- henüz bu has­
465
mizden birid i r. Dışta sahte bir z i ndel i kle, ge­ tal ığa yakalanmamışlard ı r. Bundan sonra da
çici bir faa liyetle tece l l i eden bazı asabi has­ yakalanmamalarını Cenab-ı Hak'dan niyaz
talıklar gibi bu da i l k bakışta ve Avrupa göz­ ederim.
l üğüyle tetki k edi l i rse m ü h i m bir terakki adı­ Türkçülerle olan mü nakaşa ve münazara­
mı, ruhu yücelten bir hayat mayası gibi gö­ l a r ı m ızdan -beş sene l i k mesa iye rağmen­
rünüyorsa da bu frenk asabiyeti hastalığı İs­ hala kendi l erine sağlam bir gaye edi nmekle
lamın basi ret gözüyle tetki k ed i l i rse ümmet-i müttefik olmadıkları nı anl ıyoruz. Nereye ve
merh umeni n ölüm sebebi olmak şanından niçin gittiğini idrakten aciz ve bütün yayga­
olan, tedavisi müşkil bulaşıcı bir hasta l ı k ol­ raları "uydum kalabalığa" demekten i baret
duğu anlaş ı l ı r. ( ... ) olan cemaatın ekseriyeti bertaraf ed i l i rse
B izim idd iamız şudur: ırkçı l ı k davası ( . . . ) Türkçülük savunucularını, imamları n ı, ön­
şeran kötü lenmiş ve reddedi lmiştir. Şeri tabi­ derlerin i , u l u larını i kiye böl ünmüş görüyo­
rine göre bir cahil iyet devri davasıdır. İsla­ ruz : B i r takımı halis "Türkçü", diğer tak ı m ı
mın kıvamı ve deva m l ı l ığına, m üslümanla­ i s e "Türkçü-İslamcı"dı r.
r ı n refah ve saadetine en müthiş darbedir. Halis Türkçüler büsbütün yeni bir "mefku­
Özel l ikle hemen hemen bütün İslam d iyarı re" (müşterek gaye demek olacak) ihdas et­
küfü r d iyarı na dönüşm üşken b u radaki bir mek, biraz eski ananelerle münasebet bağını
avuç müslümanın "ben Türküm, ben Ara­ keserek, y e n i ananeler vücuda getirmek,
bım, ben Kürdüm, ben Lazım, ben Çerke­ "yeni bir i man" i le "yeni bir kavim"', "yeni
zim" gibi iddia ve sebeplerle bibirlerine kar­ bir m i l let" meydana getirmek iddiası ndadır­
şı olan sevgi ve dostluk bağlarını zerre kadar lar. Bunların, sohbet ve konuşmalar esnasın­
gevşetmeleri -hele düşmanlarımızın tecavüz da en sami m i ve en makul olarak söyledik­
ayağı ta kalpgahımıza bastığı bir sırada- cin­ leri sözler aşağı yukarı şöyle hu lasa edi lebi­
nettir ve m i l l i asabiyet bayrağını e l leri nde lir:
tutanların a ld ığı manaca da vatanperverliğe "Bizi, m i l l iyetçilik gayes i n i takip etmeye
aykırıdır. Din ve iman, akıl ve izan sahasın­ sevkeden şey Türklerin dışta ve içte maruz
dan uzaklaşı lsa bile, a ldatıcı bir serap olan kaldığı teh l i kelerdir. Şimd iye kadar bu dev­
m i l l i saadet a rd ında koşan Arnavut kardeşle­ letin deva m l ı l ığ ı n ı tem i n i ç i n c a n ve m a l
r i m i z i n başına gelen büyük m u s i bet bize vergisini mebzül olarak ödeyen Türklerdir.
müth iş bir ibret dersidir. ''Aynı sebepler aynı Bunca dağdağalar, bunca gai leler neticesin­
de Türk unsuru zayıf düşmüştür. Maarifi, ti­
careti, sanatı e hatta ziraati mahvolmuştur.
(*) lsmail Kara, Türkiye'de lslamcılık Düşüncesi -
Metinler/Kişiler- 1, Risale, lstanbul 1 986. Bir vatanda yaşayan müslim ve gayrimüslim
S E Ç M E M E T i N L E R

bunca kavimden ise bu fedakarlıkların şük­ mefküresidir. H a l k ı n d i n i n i çekip çıkarıp ye­


ranesi olarak daima cefaya, gönül kırıklığına rine ona den k başka bir şey ikame ed ilemi­
maruz kalmıştır. Artık kendini toplayıp biraz yeceğini, i l a-yı kel imetu l lah uğruna kılı kı­
da kendine bakması, fedakarl ıklarını d iğer pırdamayan bir herifin ta Kamçatka yaylala­
kavimlere karşı biraz kısarak kend ine tahsis rındaki ı rkdaşları için silaha sarılam ıyacağı­
etmesi zaruridir. Buna ise yeni bir mefküre, nı, bin yı ldan beri kardeşimdir ded iği, bin
Türklük esasına dayalı bir mefküre lazımdır. yıldan beri üzü ntü ve sevi ncine ortak oldu­
Herşeyden önce buna ihtiyacımız var. İslam ğu, uğrunda hayatını feda etmekten çekin­
bağı ise ancak i kinci derecede kal ır. Ah ıret mediği din kardeşini b ı rakan bir kimsen i n
işleri ni dünyada i ken kendine dert edinmek­ S i b i rya ' n ı n b i l mem h a n g i boz ova l a rı nda
te bil meyiz ki o kadar büyük pratik bir mana H ıristiyan mı, Şamanist m i bell i olmayan Ya­
var m ıdır? Biz bu dünyadaki saadetimizi te­ kut kardeşini sevemiyeceğini düşünem iyen;
m i n etmenin yolunu arayal ı m . Din mefküre­ Türklerin i kbal devrinin İslam dinine sıkısıkı­
si bizi mesut ettikçe biz arkasından koşabili­ ya bağlanma devirlerine rasladığını, gerile­
riz. Biz ise görüyoruz ki din hissiyatı gevşe­ mesinin ise iman ve akiden i n gerilemesin­
466 m i ştir. İ la-yı kelimetu llah etmeye de Avrupa­ den itibaren başladığını gizleyen k i ş i l erle
l ı n ı n sillesi engeldir. Demek ki eski iman ile münakaşa etme yeri harhalde bu makale de­
kurtu lacağımız yok. Kurtaracak bir şey olay­ ğildir. Biz yal n ız "Türkçü-İslamcı"larla dert­
dı zaten bu hale gelmezdik. B i r de m i l l i yet­ l eşeb i l iriz. Z i ra b u n l a r l a İslam d a i resinde
ç i l ik cereyan ı Avrupa'dan kopup gelen coş­ anlaşmak, onlara hakikatı d i n adına kabul
kun bir seld i r. Bunu durdurmak, sirayetine ettirmek daha kolaydır kanısındayım.
mani olmak mümkün değildir. 'Muasırlaşa­ "Türkçü-İslamcı" olan ulularla yaptığı m ız
rak' terakki edeceksek Avrupa cemaatinden tartışmalar d iğer yoldaşlarından nisbet kabul
ayrı lamayız. Avrupa'da din ehram larıyla hu­ etmeyecek derecede insaflı oldukları nı isbat
d utları s ı n ı rlandırmak m odası çoktan geç­ ediyor. Bunlar vakıa Türk unsurunun zaafın­
m i ştir. Biz de böyle a ntika mefkürelerden dan, yardıma muhtaç olduğundan bahsedi­
vazgeçmezsek m üzelerdeki antikalar g i b i yorlar.Lakin İslam camiası nı kırmak istemez­
a d ı m ı z yalnız tarih sayfalarında okunur. Bi­ ler. Bu camiayı d iğer İslam unsurlarının ay­
naenaleyh bu halk önce Türk sonra müslü­ rı lmaması, hem de Türklerin kolaylıkla terbi­
man olmalıdır. Böyle olmakda başka bir fay­ yesi ve yükselmesi için çok lüzumlu adde­
damız da vard ı r : d e r l e r. Ya l n ı z b i r n o ktada ya n ı l ı yo r l a r :
"Malumdur ki Avrupa l ı ların e l i ne düşen "Tü r k l ü k camiası İ s l a m camiasını takviye
İslam diyarı n ı birleştirmeye imkan yok. İçte­ eder. Asabiyet davası İslama mugayir değil­
ki İslam unsurları da İslam kardeşliği namına d ir. İki mefküre birdiğerine zahmet vermez,
zan nettiğim i z kadar yapışık değ i l . O halde aksine bird iğirini tamamlar ve vücut bulma­
Türklük mefküresiyle Boğaz içinden Büyük sını kolaylaştırır. Ne yazık ki iman ve İslam­
Okyanus'a kadar aynı ı rktan ve aynı d i l i ko­ dan nasibini almamış olan birçok genci hiç
nuşan 80 mi lyon halkın bir birl i k bayrağı al­ olmazsa milli ve vatani hamiyet adına İsla­
tında toplanması mümkün i ken buna neden ma ısındırmaya çalışabil iriz" diyorlar. "Dini
çalışmıya l ı m ?". iman"ın yanı başında bir de "milli iman" i ka­
N as ı l ? Mantık parlak, hülya tatlı değil mi? me ediyorlar. Hatta içlerinde iman ve İslama
İtiraf ederiz ki m i l let u l u ları içinde böyle dü­ olan s ı kı bağl ı l ı klarında hiç şüphe etmedi­
şunen mefküreci ler ekseriyeti teşki l etmez­ ğim bazı kişilere tesadüf ettim ki "mill iyetle
ler. "Türkçü-İslamcı" olan diğer ulular ise ne övünmek İslami duyguya hiç zarar vermez,
serden, ne yardan geçem iyorlar. İslami mef­ aksine bir insan -isterse müslüman olsun- di­
küre i l e m i l l i mefkürenin h içbirini feda et­ ğer m i lletlere karşı bir varlık gururu duygu­
m e k istemezl er. B ir i n c i l er l e burada uzun suyla övünürse pek yüksek bir terakki merte­
uzad ıya münakaşa etmeyi abes görüyoruz. besine ulaşır" d iye cidden inanmaktadır.
Açıklamak isted i kleri şey a ç ı kça d i n s i z l i k İşte bu kişiler b i r mü nazara netices i nde
S E Ç M E M E T i N L E R

davayı kaybederek haki katın ortaya çıkması­ kötü lü klere alet etmeyiniz. Türkü muhtaç ol­
na karşı mecalsiz kalı nca, m azeret olarak duğu dini, dünyevi i l im lerin bütününü anla­
"Ne yapa l ı m ? Biz bu propagandamıza son yacağı basit veya yüksek bir dille aşina edi­
veri rsek Türklük mahvolacak. Arnavutlar, niz. Kütüphanesini dünyanın en zengin kü­
Araplar bizden önce bu davaya kal kıştılar. tüphanesi h a l ine koyunuz. Fa kat d a i m a -
Biz nefis müdafaası mevkiindeyiz. Bu müda­ evet bundan gaflet etmeyiniz- daima kendi­
faamızdan müslüman lara bir zarar gel iyorsa sine "ey Tü rk" d iyecek yerde "ey m ü s l ü ­
kusur bizde değil, i l k başlayanlarda, saldı­ man"' diye hitap ediniz. Kendisine daima
ranlardadır. 'İlk başlayan daha zal imdir' (El­ müslümanlığından bahsed in iz, Türklüğün­
Badi azlem)" diyorlar. den bahsetmeyi niz. Gayretini gıdıklamak is­
Arap mil liyetçiliği güdenlere "niçin böyle ted iği n iz vakit Türkl ü k a d ı n a değil müsü­
yapıyorsunuz?" diye sorarsanız onlar da bin manlık adına gıdıklayınız. Türkün tarihini İs­
dereden su getirerek hakl ı olduklarını ve sa­ lam tarihinden ayırmayınız.
vunma mevkiinde bu l undukları n ı söylerler. B i raz kend in ize gel i n i z de insaf ederek
Aynen Türk kardeşlerimiz gibi " i l k başlayan düşününüz. Dört beş senedir bu ham dava­
daha zal imdir" sözünü tekrar ederler. nın arkasına düştü nüz. Hesap ederek Türk­
467
Kim kime zulmetmiş, bunu araştıracak de­ lere yaptığınız hizmetlerin yekununu topla­
ğ i l iz. Biz her iki tarafta da şeriata muhal if, yınız. Edebiyatına, dil kurallarına, lugatına,
İslam ruhu ile barışmaz b i r kötü durum gö­ i l mine, sanatına, ticaretine, ziraatine ekledi­
rüyoruz. " Kardeşine -za l i m olsun mazlum ğiniz şey nedir?
olsun- yard ı m et" hadis-i şerifine uyarak her­ Ona kuru bir enan iyet davasından, .fazla
kese yard ı m etmekle, yani hak yola ve doğ­ olarak biraz öteki kardeşleriyle bozuşmak­
ruya davet etmekle kendim izi m ükel lef gö­ tan başka ne kazand ırdınız? Bir kere gayeni­
rüyoruz. B i naenaleyh "Türkçü-İslamcı kar­ zi "halis Türkçü ler" le bütünüyle bi rleştire­
deşlerimize deriz ki: med iğiniz için ne demek istediğinizi layı kıy­
Türklerin yard ı ma ve s i z l e r i n irşa d ı n a la anlamayan halktan kişi ler ne yapacağını
m u htaç o ld uğu i nkar ed i lmez. Türkü bun­ bi lemiyor. Kendilerine "Siz i n atalarınız Kara
dan sonra da zararına yol açacak yorgunluk­ H a n ' d ı r, Bozkurt H a n 'd ı r, Oğuz H a n ' d ı r,
lara salıp dünya ve a h ı ret saadetini düşüne­ Cengiz Han'dır, Hulagu Han'dır, bilmem ne
miyecek hale getirmek reva deği ldir. Onun handır" dediniz. Onlar da inandı lar. Bin yıl­
ictimal durumunu yükseltmek, istihsal gücü­ dan beri diğer mil letlerin kanıyla karışa karı­
nü çoğaltmak, maneviyatı nı takviye etmek, şa Türklükle d i lden başka bir nisbetleri ka l­
fazilet melekelerini gel iştirmek, aşağ ı l ı k me­ madığını, hatta birçokları n ı n Türklüğü -son­
leke l eri n i gidermek cidden takd i re şayan, radan öğren ilmiş dilden dolayı- sırf arızi bir
Allah indinde ve i nsanlar katında makbul ve şey old uğu n u akıl l arı na bile getirmeyerek
güzel, hayırlı bir iştir. Buna u laşmak için di­ kend ilerin i hakikaten bu saydığınız müşrik­
l i ne hizmet etmek, edebiyatını cidden ruha lerin öz evladı zanned iyorl a r ve c i n netin
gıda olacak hale getirmek, m i l leti n i lmi ve son sınırı olmak üzere Cengiz'in "mukaddes
ameli gücü nü artırmak pek mübarek bir va­ toprağ ı n a ! " , "mu kaddes yasas ı n a ! " yem i n
zifedir. H atta bu vazifede aslen Türk olmadı­ ediyorlar.
ğ ı halde Türk d i l iyle konuşan d iğer müslü­ Bu işin propagandacı larından kaç tanesi­
man kardeşlerin de size yard ımda acele et­ n i n üçüncü batna kadar halis m u h l i s Türk
meleri d i n i b i r vaz ifesi d i r. N iteki m bizim çı kacağı cidden merak edi lecek bir şeydir.
yaptığımız başka bir şey değildir. Fakat bu Bununla beraber sizin bize tanıttığınız gaye­
ictimal hizmetlerin yapı l ması hiç bir zaman n izden -mefkürenizden- cidden uzakla­
sizleri cevap sınırının ötesine geçerek cah ili­ şan tabi leriniz, tuhaflığı isimleri değiştirme­
yet davası na, nesep le, ecdatla övünmeye ye kadar vard ırıyorlar. İslami olan isim leri
sevketmemelidir. Dil, l ugat bir anlaşma vası­ G ü n d ü z B e y ' l e r, U ya n ı k B e y ' l e r, G ö k
tasından ibarettir. Bunu güzel ku llanınız da Bey'ler gibi garip değişim lere uğruyor. ( . . ) .
S E Ç M E M E T i N L E R

EyTürkçu- İslamcı kardeşler! İşte görüyor­ ederim, istirham ederim halkı "çifte rnefkü­
sunuz ki ne kadar iyi n i yetle çalışsanız Al­ re" sahibi yapmayınız. İçinizde üç vatan sa­
lah tarafı ndan yasaklanmış yol lardan mak­ hibi olmak isteyenler de varm ış. Halbuki yi­
sada u laşmak mümkün değild i r. B ü tün iyi ne Türk atasözüdür: "Çatal kazık yere g i r­
n iyetleriniz korktuğunuz ters neticelerin vü­ mez" derler. Siz bu çatal mefküreyi, üç baş­
cut b u l m a s ı n a m a n i o l a m a z . S i z ler h a l i s lı vatan kaygusunu kimin kalbine sokabilir­
Türkçüler g i b i i nsafsız da değilsiniz. O hal­ s i n iz? Siz yine halis İslam gayesinden şaş­
de felaket büsbütün sarpa sarmadan geçmi­ mayı n ı z . İ s l a m gayes i Türklüğü kurtarır.
şi tel afi etmeyi, İ s l a m iyet a d ı na, i ns a n l ı k Türklü k gayesi ise İslam da iresini h içbir za­
adına, hatta bu gidişle geleceğinden pek zi­ man kuşatamaz. Çifte gaye ile de h içbir iş
yade korktuğum Türklük adına sizden n iyaz görülemez. ( . . . )

468

MALİYE NAZIRI CAVİT BEY'İN MEBUSAN


MECLİSİ'NDE İÇ BORÇLANMA ÜZERİNE SÖYLEVİ*

Efendiler, bu harb bize pek büyü k şeyler ka­ şu dört seneden beri inkişaf etmeğe başla­
zandırm ıştır. Ord u l a r ı m ı z , m i l leti m iz i n ve yan inkı lab-ı iktisadiye düşman memleket­
memleketim i z i n hakk-ı bekasını, hakk-ı ha­ l erinde e m i n o l u n u z ki i n a nacak bir ferd
yatı n ı bir kere daha an'anevi cengaverlikle­ yoktur. Bu istikrazın muvaffakiyeti, sizi te­
riyle teyid etm iş oldular ve bundan evvelki m i n ederim, düşmanlarımız i ç i n en ka n l ı
bir mu harebenin, düşmanlarımızın silahla­ b i r meydan m uharebesinde kazanacağımız
rıyla değ i l d a h i l i n siyaset zehirleriyle kay­ zafe r i n vücude geti receği tesirden d a h a
bett i ğ i m i z b i r harbin ecnebi z i h i n lerinde m üt h i ş b i r d arbe-i hüsran v e e l em teşki l
vücude getirdiği tereddü d ve meşkGkiyyet edecektir.
şebekesi n i parçaladılar. Fakat efendi ler b i l i­ Bu had ise efendi ler, memleketimizin ha­
yorsunuz ki Osman l ı orduları asırlardan be­ yat-ı mal iyesi nde bir mebde-i tarih ol arak
ri yalnız muzaffer oldukları muharebelerde kalacaktır. Çünkü, değil yalnız eski zaman­
değil hatta mağlup oldukları m ubarezelerde larda hatta Meşrutiyet'i n i lanından beri, he­
b i l e daima ken d i leri i ç i n şevket, şehamet, p i n i z b i l i yo rs u n u z ki, ecnebile r i n d a i m a
satvet desta n ları yazd ırmı şlard ı r. (Al kışlar) Türkiye'nin zaafından istifade ederek hergün
Bu defaki hareketleriyle de tari h i bir defa istiklalimizden bir parça kemirmek için en
daha te'kid etmiş oldular ve esasen alemşü­ z iyade isti'mal etmek isted i kleri s i l a h mali
mul bir hakikati bir defa daha ilan eyled i ler. olmuştur. (Kahrolsunlar) Daima bizi para ta­
Fakat efendi ler, ecnebilerin inanmıyacakları hakküm ve istibdadıyla esir etmek istemiş­
ve havsa l al arına sığd ıram ıyacakyarı bir şey lerdir. Daha birkaç sene evvel birkaç m i lyon
varsa o da Osmanlı m i l letinde i ktisad uya­ a lmak için rical-i siyasiyyemizin ecnebi d i­
nıklığının mevcudiyetidir. Memleketimizde yarlarında dol aştığı n ı Meşrutiyet'ten evvel
de kırk e l l i bin l i radan i baret bir meblağ-ı
kalili n tedarik edilmesi için bu memlekette
(* ) "lstikraz-ı dahili hakkında Maliye Nazırı Cavit
namus-u saltanatı ve haysiyet-i hi lafeti kefil
Bey tarafından Meclis-i Mebusan'da irad edilen
nutuk," Ticaret-i Umumiyye Mecmuası, sene 2, ve rehin veren adamların mevcut olduğunu
cilt 2, sayı 1 4/38, 10 Nisan 1 334/1 9 1 8, s. 228- bilen düşmanlarım ıza birkaç hafta zarfında
229. (aktaran: Zafer Toprak, Türkiye'de 'Milli
m i lyonlar toplanabilmesi gösterecektir ki ar­
i ktisat" ( 1 908- 1 9 1 8), Yurt Yayı nları, Ankara
1 982. Belge 25). tık Türkiye'de kullandıkları si lah-ı mali kör-
S E Ç M E M E T i N L E R

lenmeye yüz tutmuş bir si lahtır. bir saik olan h izmet-i vatan saikiyle i'tilaf et­
B iz bu sayede isti klal-i malimizin en rasin miş olduğu bir teşebbüse kendi lerini davet
tem e l le r i n i atm ı ş o l acağ ı z . İşte efe n d i ler, ediyorum.
bende mevcut olan bu kanaat ve imanladır Bu istikrazda efrad ı n menafi-i maddiyyesi
ki bila istisna bütün efrad-ı m i llete, taa Ana­ ne derecede temin edilmiş ise vatana edile­
dolu'nun en hücra bir köyünde yaşayanlar­ cek hizmet de o derece büyüktür. İşte bunun
dan, paytaht-ı saltanatın ve bütün merakizi­ içindir ki efrad-ı milletten talep ettiği m şey,
nin mükellef ve müstesna evlerinin si ne-i re­ arzettiğim gibi, teberru' ve iane değil, kendi
fah ve saadetinde yaşayanlara varıncaya ka­ menafi-i maddiyyeleri ni istihsal eyliyerek i l­
dar mutavassıt, büyük, küçük, bütün efrad-ı vi ve mukaddes bir hizmet-i vatan ifa' eyle­
m i l lete müracaat ediyorum ve kendilerinden meleridir.
bu vatani emre iştirak etmelerini talep eyli­ Bu sözlerimle sizin de hissiyatınıza tercü­
yorum. Bu talebim, bir teberru', iane talebi man olduğumda hiç iştibah etm iyorum. Ve
değildir. Efendiler, dü nyada hayat-ı maddi­ bu sözlerimin bütün efrad-ı m i l letin kalbin­
yede en büyük olan menfat-ı şahsiyye saiki­ de samimi bir ma'kes bulacağını ümid ede­
nin hayat-ı maneviyyede en u lvi ve en kudsi rek sözümü kesiyorum . (Sürekli alkışlar)
469

TEKİN ALP'İN OSMANLI DEVLETİ'NDE


BURJUVAZİ-BÜROKRASİ
İLİŞKİLERİ ÜZERİNE GÖRÜŞLERİ*

Bizde umumi hayata hakim olan devlet ka­ mevk i - i i ktid arda y i n e m e m u rin z ü m resi
lesi hiçbir vakit sermaye erba b ı n ı n, burju­ kalmıştır. . . .
vaların e l inde bulunmamı ştır. Öteden beri Şimdi artık i ş işten geçti m i ? ... Devlet kalesi
bizde devlet kalesini işgal eden ler ne say ne acaba başka el lere mi geçti? Hayır. Devlet ka­
de sermaye erbabına mensupturlar. Bunlar lesi başka ellere geçmedi ; fakat şimdiye kadar
başlı başına bir zümre, bir "kast", bir sınıf bitaraf bir vaziyette bulunmuş olan kale mu­
halk teşkil ederler. B u zümrenin menafii ne hafızları, yani memurin sın ıfıyla, burjuvalar
burjuvalar, ne say erbabı için tarafgirl iği is­ arasında azçok tesanüd hasıl olmuştur. Me­
ti lzam eder . . . . Meşrutiyet'in i l a nıyle haki­ murin unsurunun büyük bir kısmı azçok tica­
miyet-i m i l l iyye teessüs ettikten sonra dahi ret ve iktisat hayatına karışmıştır ve hiç şüphe
meclis-i m i l l i burjuva ların eline geçmemiş, yok ki bu vadide i lerlemeye devam edecektir.
Gayr-ı tabii olan eski vaziyet, ilca-i hal ile or­
(*) Tekin Alp, "Tesanütçülük -9- lctimai siyaset için tadan kal kacak ve yirmi, otuz sene sonra
bizde zemin müsait mi?" Yeni Mecmua, sayı devlet kalesi artık bitaraf el lerde kalmayacak,
45, 23 Mayıs 1 9 1 8, s. 363. (aktaran: Zafer Top­
doğrudan doğruya m ücadeleyle a l a kadar
rak, Türkiye'de 'Milli iktisat" (1 908- 1 9 1 8), Yurt
Yayınları, Ankara 1 982, Belge 4 1 . olan şu veya bu sın ıfın eline geçecektir.
S E Ç M E M E T i N L E R

VATAN-1 OSMANİYE'NİN ESBAB-1 TEALİSİ NEDİR! *


KIRKOR ZÖHRAB

Vatan-ı Osmaniyenin selamet ve tealisi neye olduğu ibret ve i ntibah dersleri var. Tarih-i
mütevakkıfdır? Daha birkaç ay evvel vatan-ı Osmanim iz, her sah ifesi bunca mefa h i rle
Osmani bir hayal, bir emel, bir ümid idi. Bu­ (s . 1 1 ) d o l u t a r i h i m i z de b i ze ü ç ü n c ü b i r
gün ise bir emr-i vaki, bir haki kattir. Fi madad merci olmalıdır. Geçird iğimiz b u otuz sene-
bu vatan cümlemizin yani bütün Osmanlı­ 1 i k devr-i i s i bdadda tarih-i Osm a n i n i n bir
lar'ın mabed-i siyasiyesidir. cüz'ü bir kısmı deği l m id i r d iye sora b i l i rsi­
B u raya gel i b sizi n l e b i raz m usahabe ve n iz, fikrimce bu otuz sene tarih-i Osmaniye
müzakere etmek için cemiyyet-i muhtereme­ giremez, bu tarihim izin tamamen haricinde
n iz tarafından vaki olan davet ve iltifata ica­ bir fasl, daha doğrusu bir tarih-i mahsusu,
brt ve imtisale karar vermekle beraber sizler­ birkaç kişinin tarih-i hususi leridir. B i naena­
le hangi mevzua dair mübahese edeceğimi leyh bu tarihin bütün ar ve cehalatı da onla­
470 düşününce derhal şu bahsi tensib ettim. Za­ ra aid olmak lazımdır.
ten bu öyle bir mevzu ki beni senelerce dü­
• *.
şündürmüş, çalışdırm ış ve hiç bir zaman kal­
bimden çıkmamıştır. Bu hem siyasi hem içti­ Bir çok m i l letler küçükden büyüyüb asır­
mai bir meseledir. ( s. 1 O ) larla daima muvaffakıyyet ve muzafferiyyete
Bu mabedin, bu mübarek vatan mabedinin nail olduktan sonra ınkıraz ve tedenniye yüz
binası henüz natamamdır; Natamam da de­ tutuyorlar. Bazıları da, Romal ı lar gibi, şan ve
mek doğru olamaz, çünkü bunun temel taşla­ şerefleriyle cihanı doldurduktan sonra kü l l i­
rını daha birkaç ay evvel vaz' ettik. Şimd i de yen nabedid olub gidiyorlar. Yahud İran gibi
ancak duvarlarını inşa ediyoruz. Fakat fenn-i küçülüb vadi-i perişaniyede sürünürler. Bun­
m i mariye göre mi inşaata devam edeceğiz, ların hayatını bir hatt-ı fasl daima ikiye taksim
yoksa gel işi güzel, keyfi bir şey mi yapaca­ ediyor. Bu hattı n bir tarafında muzafferiyyet
ğız?... En evvel buraları ca-yı suald ir. ve teal i d iğer ci heti nde inkıraz ve tedenni
Vatanların, memleketlerin, devletlerin ha­ bekliyor. Terbiye ve ah lak-ı umumiye de bu
s ı l ı büyük küçük bütün heyet-i içtimaiyenin, hattı n i k i tarafı nda kamilen değişir. Tar i h-i
mesela aşair ve kabail gibi henüz devre-i ib­ Osmanide dahi aynı hatt-ı fasl mevcud değil
t i d a i yede b u l u n a n heyetlerden teka m ü l-i m idir?
tamme varmış m ilel-i mütemeddi neye varın­ B inaenaleyh bir m i lletin feyz ve terakkisi
caya kadar kaffes i n i n teşki lat ve terakkiya­ nasıl heyet-i (s. 1 2) umumiyesinin mahsu l-ü
tında bir tak ı m kavaid-i sabite-i i çtimaiye sa'yı ise tedenni ve hezimeti de yine umum
cereyan eylediği müşahade olunmuştur. Bu efradının nevakıs ve hatayatı ndan i leri geldiği
meşhudat bir yere cem o l u narak bir i l m-i şu suretle sabit oluyor. Bu bir kaide-i esasiye­
m a hsus h a l i ne ifrağ edi l m iştir. Buna " i l m-i dir. Bir mil letde ne muzafferiyet hası l olsa re­
içti mai" sociologie derler. Vatanımızın ihya is-i umurda bulunanlar bunu hep kendi mezi­
ve imarıyla meşgul olduğumuz şu sırada bu yet ve d i rayet-i zatiyeleri n i n mahsulü gibi
i l m i n ahkam ve meşhudatından istifade et­ göstermeği i t i ya d ey l e m i ş o l d u k l a r ı i ç i n
mek pek tabidir. Vatanımız hem güzel, mü­ adem-i muvaffakıyyetleri d e halk kendi lerine
zeyyen, hem de kuvva ve muhkem olmalı­ atf ve tevcih eder. Bu mukabelenin iki cihe­
d ı r. Bir de otuz senelik bir mazi-i faciadan ti nde de isabet yoktur. Reiskerde olanların
a l ı nmış, herkesin kendi hissesine göre almış dahli diğerlerinden ziyade olabilir fakat kat-i
değildir.
Zaten çokdan beri söylenilmiş bir hakikat
{*) [iç. Siyasi Nutuklar ( Dersaadet: 1 324) ] (Beykoz
değil midir ki her millet layık olduğu hükü­
ittihat ve Teavün Cemiyeti Tarafından Tertib
Edilen Mitingde Verilen Konferansdır. ) mete nail olur? Binaenaleyh her iyilik gibi her
S E Ç M E M E T i N L E R

fenalığı da daima bir m i l letin ecza-ı asliyesin­ ler meselenin ehemmiyetini derhal gösteriyor.
de, terkib-i sahihinde yani efrad-ı umumiye­ Bu noktalardan birkaçını tedkik ve muhake­
sinde aramalıdır. Öyle ise selamet ve teal i-i me edelim.
vatan mücerred evlad-ı vatanın fikren ve ah­
. * .
laken terakki ve tea l isiyle vucuda gelebilir.
Buralarda pek ihtilaf yoktur. Ancak ihtilaf fik­ 1 ) Şübhe yok ki vatan ve memleketin hu­
ren terakkiyi tayin etmek noktasında başlar. kuk ve menfaati hukuk ve menafi-i şahsiyeye
Herkes terakkiyi başka türlü anlıyor. takaddüm etmeli . Fakat bu takaddüm kavani­
Mesail-i siyasiyede, maarifde, terbiye-i mil­ nin kabul eylediği şekl ve surette olmalıdır.
liye gibi bahislerde fikirler ayrılır. Birinin be­ Alelıtlak hukuk ve menafi-i şahsiye memleke­
yaz dediğine diğeri siyah diyebilir. (s.1 3) tin menfaatine feda edilmek esası kabul olu­
Bir memleketin bütün ikbal ve istikbaline nursa bunun netayici pek vahim olur.
talik eden mesail-i hayatiyede daima ihti laf­ Fransa'da pek çok m uteber adamlar bir
lar, azim ihti laflar zuhur eder. Ve bu hal ci­ ara l ı k casuslukla mezfun ve mahkum olan
han-ı medeniyetin her tarafında, memalik-i Dreyfus'un masumiyetine ve bu isnadı n Fran­
mütemeddinenin hemen kaffesinde mevcud­ sa umera-ı askeriyesi tarafından tertib ve ta­
471
dur. Her yerde bu ihtilafdan m ütehassıl i ki azzi kılınmış bir iftira olduğuna tamamen ka­
büyük ve mühim ictihad-ı siyasi ve içtimai te­ ni i d i ler. Ha lbuki bunu itiraf etmek (s.1 5 )
sis etmiştir: Biri muhafazakarların diğeri ser­ Fransa ordusunun kader v e haysiyetini mahal
besti tarafdarlarının meslekidir. ve memleketinde menafiine muzır olacağın­
Muhafazakarlar efrad-ı m i l letin hukukunu dan Dreyfusu bigayr-ı hakkın mahkum ettiler.
izale edib devletin h u kukunu çoğaltmağa, Bizde dahi efkar-ı avamı tehyic etmemek
devletin her kuvvetini yalnız merkezde cem luzumunu daima ileri sürerek vatanımınız se­
etmeğe, devlete daima emniyet ve itimad lametine tal i k eden en mühüm mesailde ha­
ile işine müdahale etmemeğe ve umur-ı ida­ kikati söylememeği kendilerine adet edinmiş
rede -velev gayet sakim ve batıl olsun- müm­ ve bunu doğru bir meslek-i siyasi olmak üze­
kün mertebe adat ve terbiye-i mevcudeyi mu­ re kabul etmiş bir çok i leri gelenlerimiz var­
hafaza, hatta usul-ü sabı kayı iadeye, idare-i d ır. Mevki-i iktidarda bulunan vükelamız ve
memleket i ç i n mesela taassubu tahrik i l e bunların müzaher ve mürevvicleri ötedenberi
bundan istaneye, düvel-i ecnebiye ile temas bu fikre hadim adamlard ı r. Fikrimce bundan
ve ihti latı tahdide, anasır-ı muhtelifenin mev­ muzır meslek olamaz. Fransa'da Dreyfus ni­
cudiyetini tasdik etmemeğe cehd ederler. hayet mazhar-ı adalet oldu. Fransa'n ı n şere­
Serbesti tarafdarlarının hatt-ı hareketi efra­ fiyle beraber bir de masum kurtuldu. Drey­
dın hukukunu h iç bir nam ve suretle kimse­ fus'un masumiyetini ilan etmekle Fransanın
ye feda etmemek ve devletin kuvvet ve me­ büyük muhataralara uğrayacağı iddiasının
kanetini memleketin her tarafına yaymak, ih­ ne mevhum, batıl bir zann olduğu görüldü ve
tiyacat-ı zamana göre u mur-u idareyi daima bu sayede Fransa enzar-ı medeniyetde bir kat
ıslah ve tebdil eylemek, faidesi görülmeyen, daha teali etti. Bir mem leket için necat ve se­
sakim ve muzır olan bir takım adat-ı (s. 1 4) lamet adaleti, hakkı tervic ve muhafazadadır.
mevzuadan feragatle daima alem-i medeni­ Z i ra hak ergeç tezahür ve her şeye galebe
yette birincil iği ihraz eden memleketlerdeki eder, hakk ebedidir.
terbiyeyi i sti hasale cehd etmek ve umur-u 2) Eski adat ve usulü muhafaza mı ediyor
devleti teftiş ve murakabe-i daimi altında bu­ yoksa efkar ve cedideyi kabul etmek mi daha
lundurmak, anasır-ı muhtelifenin mevcudiye­ nafi olur?
tini inkardan ise bunları hürmet ve menfaat-ı Ben adat-ı kadimeyi muhafaza yolundaki
mütekabile i le yekdiğeriyle bağlayıb sevişdir­ idd iaların nokta-i {s.1 6) istinadını bulamıyo­
mek ve düvel-ü ecnebiye ile münasebatı ço­ rum.
ğaltmak suretindedir. Usul ve adat ve terbiye daima insanı n ihti­
Şu mecmulen taadat ettiğimiz bu gibi şey- yacat-ı maddiye ve maneviyesine tal iki olan
S E Ç M E M E T i N L E R

şeyler değil midir ve insanın bu kabil i htiya­ bunlar iddia-ı hukuk suretiyle elyevm yekdi­
catı her vakit değişmez m i ? Böyle tahavvile ğeriyle uğraşıyorl ar. İtalya aynı vaziyettedir.
ve zamana tabi şeylerde eskiyi mu hafazada Piyemonte eyaleti (s. 1 8) ve Sici lya birbirinin
hiç bir menfaat tasavvur edemem. Adat ve gözleri ni çıkarır. Belçika iki ayrı lisan tekel­
usul-i akikenin mücerred-i hatırat-ı m i l l iye­ l ü m eden iki m i l letden müteşekkildir. Rus­
miz kabil inden bilinib öğrenilmesi kafidir. Fa­ ya'dan, Avusturya'dan bahs etmiyorum . Ya l­
kat bunların ibtidaen muhafazasında bir hiss-i nız cinsen müttehid zannedilen memleketleri
milli ve izzet-i nefs karışd ırmak pek yanl ıştır. tadat ediyorum .
Hatta bu gibi usul ve adatın tebdilini tedricen Bizde anasır-ı muhtelife bulunduğu için biz
yapma lıdır fikri ni de pek m uzır addederim. kendimizi bir mevkii-i müstesna ve müşkilde
Biz evvelleri bu gibi hususatta serbest ve mü­ zannediyoruz. Akıbetimizi fena görmeyelim
terakki bir millet idik. Fıtrat ve maye-i asliye­ çünkü böyle zanlar, faraziyeler Avrupa'nın ta­
miz ınkı lab ve terakkiye meyyal idi. Bu sözü­ rihi ve coğrafyasını bil mediğimizden neşet
mü bir netice-i katiye-i tarihiye i le teyid ede­ ediyor. Şübhe yok ki böyle anasır-ı muhtelife­
bilirim. den müteşekkil bir memleketde bir anasır di­
472 S u ltan Seli m-i Evve l i n kem a l atı n ı tadat ğerine tagallüb ve hakimiyyet davasında bu­
eden Kemal Bey "Evrak-ı Prişan'ında" bu hü­ lunursa her türlü müşkilat varid-i hatırd ır. İh­
kümdardişanın en güzide evsafı nı tarif eyledi­ lal-i müsavat daiyesinde bulunmakdan müte­
ği sırada: "meyl-i inkılab, tahkir-i adat, gal iye­ hassıl fenalıkların önünde muhafazakarlar ta­
i müşkilat, nefret-i lezaiz, istihfaf-ı hayat gibi gallübü ref ve izaleden ve iade-i müsavattan
her biri bir kahramana sermaye-i iftihar ola­ ise anasır-ı saireyi yok hükmünde tutmak gibi
cak mezayat-ı cel ileyi haiz idi." diyor. bir fikr-i batıl ı müdafaa ederler. Hiç bir akl-ı
Biraz ötede: sel i m sahibi çıkmaz ki buna cevaz versin. Bu
"İbtida mübaşeretinde 'fikr-i cedidi' o de­ babda şevah id-i tarih iyen i n had ve hesabı
rece ileri (s.1 7) götürdü ki saltanatın sakallı yoktur. Vukuat-ı hazıradan bile delil getirebi­
bulunmak gibi en cüzi merasimine bile riayet l irim.
etmedi . Ve avza ve etvarında ecdad ının hiç Muhafazakarlar ve serbesti tarafdarları ara­
bir haline ve hatta l ibasına taklid etmek iste­ s ı ndaki i hti lafat-ı esasiyeyi bundan z iyade
med i . İşte bu cüziyat ile başlayan tahavvül tedkik ve tafsil etmek mevzuumuzun çıkmak
bir iki sene geçer geçmez memlekette ahval-i olacağından bu bahse burada ni hayet vererek
medeniye ve siyasiyenin her cihetine sirayet diyeceğim k i : (s. 1 9)
ederek asrın mizacını bütün bütün değiştir­ Bizim için takib edilecek bir meslek varsa
di." diyor. o da efkar-ı ahrarane-i müterakkiyane ile ha­
3) Anasır-ı muhtelife yalnız bizde değil her reket eylemekdir. Bunun haricinde hare ket,
memlekette mevcuddur. En yekvucud zanne­ aşikar olarak görülür ki, vatana ihanetten baş­
di len asıl Fransız kavmi bile ayrı ayrı elsine ka bir şey olamaz.
ve adat ve itikadat-ı mahsusaya tabi muhtelif Biraz evvel arz ettim ki bir memleketin ah­
cinslerden müteşekkildir. Mesela nefs-i Fran­ valindeki fenalıkdan esasen o memleketin ev­
sa'da Puruvans, Biritani, Bask Eyaletleri ken­ ladı mesuldür. Fakat devr-i istibdaddaki me­
dilerine mahsus bir lisanla mütekallimdirler. zalim, ağzımıza takılan kilitler, el lerimize vu­
Hatta bir müddetten beri biraz inkıraza uğra­ rulan zincirler umur-u memleketde iştigalimi­
yan bu lisanların ı yeniden ihya için cemiyet­ ze mani oluyor idi. Vatanımızın bir çok kıy­
ler teşkil ediyorlar. Garabet şuradaki Fransa metli aksamının elimizden ç ı kması gibi bizi
hükümeti her suretle bu mesaiye müzaharet b ih akkı n d i l h u n eden ahval-i müellimenin
gösteriyor. Vükeladan çoğu bu cemiyetlerde mesuliyetlerini tamamen müsebbiblerine atf
hazır bulunuyor. ve iade edebil iriz. Fakat bugün hukukcı me­
İngi ltere'de asıl İngil izlerin ta yan ında se­ deniyemizin serbesti-i istimali halinde ya bu­
nelerden beri düşman ve muharibleri olan İs­ nu su-i istimal veyahud hiç istimal etmezsek
koçya l ı lar, G a l is l a l ı l ar, İrland a l ı l a r var. Ve artık vatanım ıza karşı ihanetle mahkumiyet-
S E Ç M E M E T i N L E R

ten kurtulamayız. O zaman istikbal-i memle­ Şarkılarını taganni etmek zaman ı çokdan
ket bizi tel'in eder. Her şey hükümetten bek­ geşdi. Şimdiye kadar o kadar gafil bu lunduk
lemeğe ve binaenaleyh her şeyi bigane dur­ ki bunun geçtiğini bile işte maetteessüf pek
mağa al ışmış pek çok vatandaşlarımız var. geç anlıyoruz. Vakit nakittir.
Bunlar bir nevi muhafazakarandır. Biz böyle Avrupa bize biraz mütevecceh bulunuyor;
lakayd duramayız. Vatanımızın selamet ve te­ Emniyet ve müzaheret gösteriyor. Bu bizi yi­
al isi her birimizin umur-ı memleketle iştigal ne gaflete sevk etmesin. "Kahr yüzünden la­
etmesi, her şeyi arayıb sorması, adat-ı sabıka­ tif" medlulünden aksi de vardır. Bu teveccüh
mızdan "neme lazım" yahud "yorganı başı­ ve müzaheret bize veri lmiş bir mühel-i kati­
na çek" gibi meskenetleri terk ederek (s.20) dir. Fransızlar buna Delai fatal derler. Bu ma­
gösterilmesiyle hasıl olur. Bu gayretler müfid halde ısbat-ı ehl iyet etmez isek her hakdan
ve müsemmir olmak için makasıd-ı malume sakıt olacağımıza emin olmal ıyız. Mükerre­
üzerine cem ve tanzüm edilmeli ve usu l-ü rat-ı siyasiye istinaf ve temyiz kabul etmez
Meşrutiyet'in temin eylediği vesait dahilinde hükümlerdendir. Bun ları kavaid-i esasiye ol­
intihabatta ve matbuatta ve cemiyetler terti­ mak üzere arz ederim. (s.22)
biyle daima istimal edilmel idir. Buna siyasi
4 73
. * .
fırkalar teşkil etmek derler.
Garibdir ki henüz memleketimizde ve hu­ Biraz da usül-ü Meşrutiyet'in tatbikatından
susiyle i lam lığı kimseye verilmeyen payitahtı­ bahs edel im: Ben usül-ü Meşrutiyet cümlesini
m ızda henüz teşekkül etmiş veya edecek bir çok işitiyorsam da onun ruh ve maksadına
fırka-i siyasiye göremiyorum . Böyle fırkalar muvafık icraat ender görüyorum, m atbuat
teşekkü l etmeyib m ünferiden herkes kendi aleyhine hükümet her gün yeni bir dava ika­
akl ve zammınca hareket edecek olursa, ya­ me ediyor. Galiba bıçağının keskinliğini evve­
zık, bu mesai ekser su-i tefehhümden, maksa­ la matbuatın boynunda denemek istiyor. Vel­
d ı n anlaşı lmamasından birbiriyle çarpışarak hasıl her tarafdan böyle irticai rüzgarları esi­
heba ve heder olur. Fırak-ı siyasiye tesis ve te­ yor. Vükelamız hüsn-ü niyetle meluf ve hepsi
şekkül ederse herkes evvel beewel o meclis­ namuslu olmakla beraber müfredat-ı umur ile
de mübahase ve yekdiğerini ıskat edib ittihad daha doğrusu ad iyat-ı umur i le meşgul olu­
eder ve maku l-ü müfid olmak üzere kabul yorlar. Bizde levazım-ı Meşrutiyetle ü lfetleri
olunan makasıdı takib için elbirliği ile çalışır. olmasa gerekdir. Biz vatanımız için pek ma­
Bizim için en elzem şeylerden biri açıkdan temli gönler geçirdik ve geçiriyoruz. Her daki­
açığa efkar-ı cedideyi kabul etmek ve her hu­ ka endişe ve heyecan içindeyiz. Vükelamız­
susda tatbiki için bütün kuvvetimizle, bütün dan kimse çıkıb da henüz bir cemiyyetde iza­
akl ve kabil iyetim izle uğraşmakd ı r. "İdare-i hat vermeğe gelmedi. Avrupa'da erkan-ı vüke­
maslahat", "her şey vakt-i merhununda olur" lanın her biri memleketin her tarafı na koşub
gibi sözlerle en vacib ve müstacel icraatı te­ nutuklar irad ederek efkar-ı umumiyeyi tatmin
hirata uğratmak usulünden vaz geçmemek ve teskin ederler. Halka hakikat-i hali an latır­
bizim (s.2 1 ) için pek tehl ikelidir. Düvel-i mü­ lar. Biz hakikati evvelki gibi Avrupa gazetele­
temeddine i le aramızdaki mesafe pek büyük­ rinden işitiyoruz. Vükelamız biraz garba tev­
tür. Mesafeyi mümkün olduğu kadar çok kat cih-i nazar etseler elbet iyi olur.
etmek lazımdır. O n l a r b u l u n d u kları yerde İşgal ettikleri mevkii ler acaba huzur-u mil­
durmayıb, oldukları ile kanaat etmeyib daima lete çıkıb (s.23) izahat vermelerine mani mi­
i leri lemekde oldukları düşünülmeli. Biz ne dir? Fransa üdeba-yı nıeşhuresinden biri, Bu­
süratle hareket etmeliyiz ki onlara yetişebile­ elu, muharabe esnasında çadırı altında durup
lim ! Selamet sürattedir. hali temaşa ile iktifa eden hükümdar ondör­
Japon hükümeti bizim için büyük bir mi­ düncü Lou is'ye tarifen demiştir ki:
saldir, bir misal-i ibrettir. "Kral h idnıetinin u lviyetinden dolayı bu­
"Erişir menzil maksuduna aheste giden" lunduğu noktadan ayrılamadığına pek sıkılı­
"Tez reftar olanın payına damen dolaşır" yor idi."
S E Ç M E M E T i N L E R

Acaba bu söz vükelamıza tatbik olunabilir leri n i gösteriyorl a r. Şan l ı ord u m u z u n za­
mi? Bilmem ki gençlerim izi -velev bir tecrübe bitleri mem leketimizin, payıtahtımızın her
için mevkii-i i ktidara götürmek, gençleri iş n o kta s ı n d a b ü tü n a h a l i m i z l e yekvu c u d
başında bulundurmak pek korkunç bir tasav­ olara k cemiyyetler, hamiyyet böl ü k l eri teş­
vur mudur? Muhak bir olay varsa o da şudur, k i l ediyorlar. (s.24)
şu acı hakikattir: Bu meyanda teşkil ettiğiniz cemiyyetde ha­
" Ya b i z a d at-ı Ş a r k ı y y e m i z i v ey a h u d kikaten sezavar-ı takdirdir. Bir faal iyet-i ciddi­
Şarkı terk edeceğiz " ş ü k r o l u n u r ki erkan-ı ye ile temyiz ediyorsunuz. Bilhassa biz Erme­
hükümeti n şu m üşevveş ve garib m u ame­ ni vatandaşınızı böyle bir muhasebe ve mü­
l atına mukabil tesell iler yok deği l . Matbu­ bahese için davet ettiğinizden dolayı nasıl te­
atım ı z, gençleri m iz hepsi ibraz-ı hamiyyet şekkür edeceğimi bilemem. Burada dermiyan
ve ciddiyete büyük b i r rekabet-i vatanper­ eylediğim fikirlerin haiz-i ehemmiyet ve kıy­
veri i b raz e d i y o r l a r. Ş u ra d a b u rada baş met olmadığını pek iyi bil irim. Yalnız bir kıy­
k a ld ı ra n istibdad tarafd a r l a r ı n a karşı bir meti haizdir ki o da mubarek ve m ukaddes
kuvva-yı h ayatiye olduğunu, en şedid b i r vatanımızın selamet ve saadetine matuf ol­
4 74 azim ve mu kavemetle, mu kabele edecek- masından ibarettir. (s.25)

"lDARE-1 CUMHURlYE lLE


HÜKÜMET-1 ŞAHSlYENlN FARKI"*
ZIYA PAŞA

İ d a re-i C u m h u r iyede padişah, imparator, İdare-i c u m h uriyede tersaneye l uz u m u


sadr-ı azam, h a r ic iye n a z ı r ı fi l a n yokdur. olan kereste v e halat için ahali angarya kulla­
Memleketin padişahı, imparatoru, kıralı, sadr­ nılamaz. Eğer idareye kereste ve halat lazım
ı azamı hep ahal i-i memlekettir. ise parasını verir ahaliden satın alır.
İdare-i cumhuriyede bir n ice milyon halk idare-i cumhuriyede gazeteler hükümete
birkaç şahs-ı menfaatperestin hükm ve keyfi­ müdahane etmeğe borçlu olmayıb, h ü km-i
yetine esir olmayıb bay ü geda herkes hukuk­ kanun dairesinde her türlü tarize mezundur­
i hürriyetini muhafazada azadedir. lar. Binaenaleyh idarenin en küçük bir kusu­
İdare-i cumhuriyede kur'a ve cebr ü zulm runu dev aynasıyla görür gibi büyütüb kıya­
ile asker yazmak ve nice yüzbin kişiyi dar ü metler koparırlar.
d iyarından kesb ü karından mehcur edib kış­ idare-i cumhuriyede bir mil let meclisi olur,
lalarda çürütmek usulü yoktur. Zira memleket bunun azasını ahali intihab eder. Yani ahali­
herkesin olduğu ve herkes malının tasallud-ı nin en hamiyyetli ve malumatlı olanları seçi­
adaddan vi kayes i ne bezl - i m a kd u r etmek lib bir müddet-i muayyene için aza nasb edi­
umur-ı tabiyyeden bulunduğu cihetle küçük lir. Ve yine ahaliden hamiyyet ve malumatda
büyük herkes askerdir. H in-i iktizada silahını serefraz-ı akran olan bir zat dahi yine muvak­
kapan koşar. Buna mebni İsviçre Cumhuru katen bu meclisin riyasetine intihab olunur.
bir i ki m i lyon nüfusdan i baret iken bugün İdare-i cumhriyede her şahıs hukuk-ı me­
kendisine haricden taarruz edilse birkaç yüz deniyesince ne kadar hür ve azade ise ka­
bin asker sevkine muktedirdir. Ve bu sebeb­ nun-ı mevzua itaatde o kadar esir ü ferman­
dendir ki İsviçre idaresi civardaki devletlerin berdirler. Kanun usul ve ahlak-ı mill iyeye ve
tasallatundan emind ir. iktiza-yı mevki-i memlekete göre mezkur m il­
let mecl isin in ekseriyet-i arası üzre tanzim ve
( * ) Hürriyet; No: 99 ( 1 4 Rebiyyül Ewel 1 287) s.1-3 tesis olunmuş ahkam ve nizammattır. Kaffe-i
S E Ç M E M E T i N L E R

malumat bu kanuna merbut olmağla mezkur bir fena işde bulunsa da yine medh ü senası­
meclis onun hafız ve n igehbanı ve reis dahi nı göklere ç ı karırlar. Yapılan fena l ı ğ ı iyi l i k
alet-i icrasıdır. Aza-yı meclisin ahali-i saire­ şeklinde göstermeğe çalışırlar. Zira a s ı l mak­
den i mtiyazı muttasıf oldukları hasail-i ha­ sadları vatana ve millete hidmet olmayıb, pa­
m iyyet ve dirayet ile mazhar-ı intihab olun­ ra kazanmakdır. Para kazanma n ı n yolu da
mak şerefinden ve reisin şerefi dahi bir müd­ böyle olur.
det-i muvakkate için mevki-i riyaseti intihab Hükumet-i şahsiyenin en kötüsü İran an­
ile ihraza muvaffak olmasından i baret olub dan sonra bizim şimdiki Babıali bade Rusya
sair ahvalde ahali-i saire-i adiyyeden asla fark ve İtalya ve Avusturya ve Prusya ve Fransa ve
ve imtiyazları yokdur. Bunlar aylık, yıllık rüt­ İngiltere devletleridir. İngi ltere Devleti bu ida­
be, n işan için aza ve reis o lmad ı klarından relerin en ehven-i şerri iken, orada dahi ka­
hiçbirisi aherinden ihtiraz etmez. Reis ve aza nun bazı kere vükelanı menafii-i mahsusası
herkes gibi tevzii olunan vergiden h isselerini için feda olunur. Hususen İngil izler her ka­
verirler. Bunların fayton ları, yaverleri, çavuş­ vimden z iyade menfaatperest ve hodpesend
ları, s ı r m a l ı cic i l i ü n i formaları, Saray' ları, ve m a i l - i tahakküm olmalarıyla kaz gelen
köşkleri yokdur. Ve hiçbirinde memuriyetleri yerden tavuk esirgemez, meseline riayetle her
475
üzerinden zengin olmak, para kazanmak ku­ ne zaman bir yerden fazla bir faide h iss etse­
suru olamaz. Mahkemeler ise büsbütün hü­ ler artık kanun hakkan iyet gibi şeylere bak­
kumet-i müstakile olub her biri kanun-ı mev­ mayıb o menfaat uğurunda vazife-i i nsaniyeti
zua üzere icra-yı ahkam eder. Ne mil let mec­ bile feda ederler.
l isinin ne reisinin asla müdahaleye salahiyet­ İşbu iki nev'i idarenin farkı n ı (Hürriyef) ga­
leri yokdur. Velhası l reis ve aza ve ahad-ı nas zetesi dört mah zarfında nefsinde tecrübe etti.
herkes bir kanunun gerden beste-i hükmü ol­ Bundan dört mah m ukaddem A l i Paşa ' n ı n
makla kimsenin bu daireden (s.l ) bir hatve her türlü itmaına mebni ise İngiltere vükelası
harice çıkmak i hti m a l i o lamaz. Bu sebebe memleketi n kanununu ayak a l tına a l ı b A l i
mebni idare-i cumhuriyede vükela entrikaları Paşa'yı hoşnud etmek için Hürriyef i n matba­
asla yürümez. asını zulm i le ihlal etti. Ali Paşa hazretleri ha­
Ama hü kumet-i şahsiyeler tamam iyle bu mil olduğu hukuk-ı devletden bir takımını fe­
idaren i n h i l afına olub onlar d a padişah ve da ederek icra-ı nefsaniyet etmeği her yerde
imparator namıyla umum idarenin dizginini cereyan eder bir politika sanıb bu kerre dahi
el ine almış birer adam bulunur. Hürriyef i n men-i tab ve neşri için Fransa se­
Yahud onların vükelası ve müsteşarları Un­ fareti vasıtasıyla İsviçre Cumhuru'na müraca­
vanıyla bazı şahıslar idarenin başına geçerler. at eyled i . Lakin idare-i cumhuriyede herkes
Güya memleket bunların ecdadından mevrus hür ve azade olduğu gibi matbuat nizamı da­
çiftlik ve ahali dahi çiftliklerindeki damızl ık hi derya-yı nihayede vasidir ve herkes istediği
gibi milyon milyon halkı çalıştırırlar, soyarlar. gibi gazete çıkarır. Anı idare men edemez,
Ellerindekini alırlar, kendi sefahatlerine sarf cevabını aldı. Koca diplomat politika fennin­
ederler. de yeganedeherim deyu kerrat kerrat kekeri­
Hükumet-i şahsiyede işin başında bulunan ken Cenova Cumhuru'nun kavanininden asla
kim ise istediği n i yapar. istediğini cennete is­ haberi olmamağla orada da bir Lord Klaron­
temediğini cehenneme koyar. H imaye ettiği don vardır. Ben Devlet-i Al iye hukukunu feda
eşhasdan biri müttehem olsa pençe-i kanun­ ederim o da bilmukabele buna müsaid bulu­
dan kotarır. Mahkemede haksız bir iş olsa nur zumuyla gürlemeden saldırdı. Lakin diş­
haklı çıkarır. Adavet ettiği bir adamı kat'a töh­ leri et yerine taşa rast geld i. Artık bu şımarık
meti yoğiken habs ü nefy eder. Medar-ı taay­ üzerine (Zafername) deki (Kangı hengameye
yüşünü ihlal ile zaruret ve sefalet çektirirler girdiyse muzaffer oldu. Değmedi arızına lat­
kimse sesini çıkaramaz. ma-ı el-harb ü sical) beytinin hükmü kalır m ı ?
Hükumet-i şahsiyedeki gazeteler evliya-yı Şair-i mahir Fazı l Paşa i l e Hayri Efend iden so­
umurun dalkavukluğu ile geçinirler. Hükumet rulmalıdır.
S E Ç M E M E T i N L E R

Şu münasebetle geçen gün reis-i cumhur yet eder bir kimseye tesadüf etmediğim izden
ile mülakat olundu. Odası n ı n tezyinatı dört gayet taaccüb etmiş ve fakat sebeb ve hikme­
beş aded meşin kapl ı ve hasır sandalya ile tini layıkıyla an layamam ış i d i k . İşte şehr-i
bir tahta trapeze ve bir yazıhaneden ve elbi­ mezkur da hal olundu.
sesi tozlu bir setre ve adi bir pantolon ve ye­ Zira bir idare ki ahal iye peder-i müşfik gibi
lek ile bir hasır şapkadan i ibaret idi . Kapısı­ muamele eder ve ümmetde kanun karşısında
nın ön ünde perdeci uşak çavuş gibi kimse büyük küçü k, yer l i ecnebi fa rkı o l u n m a z .
olmad ığ ı ndan herkes yan ı n a gel i b bi perva Herkes daire-i vazifesini tanır. H e r mazlum
işini söylediği ve her gelen in güya eski dostu zalimden hakkını alabilir. H içbir zalim müca­
i m i ş g i b i el uzatıb hal ve hatı r ı n ı ve i ş i n i zatsız zulm edemez. Hatır gönül rütbe me­
u z u n uzun sorduktan sonra söylenen iş ola­ muriyet için vazife-i adi ve hakkaniyet ayak
cak şey ise derhal icabını söyleyib olmaya­ altında çiğnenmez. Elbette orada fakir ü ihti­
cak ise hükm-i kanunu biletraf tefehhüm ile yac barınamaz dolayısıyla bir memleketde
nazikane itizar etiği nazar-ı hayretle görüle­ zabtiyenin hiç luzumu olamaz.
rek ve bir de o esnada bizim sadr-ı azam Bundan zahir olur ki bir hükümetin idaresi
476 hazretlerinin Babıal i'deki etvar-ı azametşiarı adil m idir ve ahalisi bahtiyar m ıdır değil mi­
hatıra gelerek a radaki fark-ı fah i ş m ucib-i d i r derhal a n l amak m u rad o l u nursa o n u n
büht ve istiğrab oldu. {s.2) memleketine girildiği g ü n sokaklarına dikkat
Lakin bununla beraber bir büyük şehir de etmeli. Eğer d ilenci ve zabtiye çok ise idare­
hal o l u n d u . Ç ü n k ü m ukaddema Paris ve nin zülmune ve ahalinin makhuriyeti ne bila­
Londra'da bulunduğumuz sokaklarda d ilenci tereddüd hükm etmel i . Ve böyle değil ise ak­
ile zabtiyeden geçilmez iken buraya geleli üç sini mukarrer bilmeli. Ya bizim lstanbul'a bir
dört mahdır değil zabtiye ve d i lenci esnafdan ecnebi girdikde bu iki halin hangisine hükm
ve hamal makulelerinden bile hal inden şika- eder.......(s.3)

"VATAN"*
NAM I K KEMAL

H i kmet-i tecrübiye ki cihanı n şu gördüğümüz ki dünyada lemsi ve müşahadesi nakabil her


kemalat ve terakkiyatına her şeyden ziyade ne var ise mevhum veya madum hükmünde
hidmet etmişdir, bu kadar fevaidiyle beraber tutmak isterler. Umumun menfaatinden başka
bir iki asırdan beri her türlü hududu zir ve zir hak, efrad ı n i htiyatından başka ahlak tanı­
ederek fikirlerde ne kadar mütekadat gönül­ mazlar. Tasarrufa sirkat verasete gasb nikaha
lerde ne kadar hissiyat var ise cümlesini birer esaret namı verirler.
birer nazar-ı şek ve tedkik önüne çekilmiş şa­ İşte insaniyeti bu nokta-ı nazardan temaşa
ibesinden masun olamamıştır. Tecrübe namı­ eden lerd ir ki vatan fikr-i mukaddesesinden
na taharri-i hakikatle meluf olanlarda ise ara­ bahs olundukça bulundukları yerin ya hudud
d ıklarını maddiyat içinde bulmağa hasr-ı na­ veya haritası n ı tasavvur ederek "vatan ı tayin
zar etmiş bir takım eshab-ı muaheze görü lür eden madde birkaç bin mazlumun fani veya
birkaç rical-i devletin kalemiyle çizilmiş bir
hatt-ı mevhumdan ibaret değil midir? Böyle
{*) Maka lat-ı Siyasiye ve Edebiye Cüz:S {lstanbul: akıl bir tabiyyatla hiç münasebeti olmaksızın
Amidi Matbaası, 1 327) s.320-330 ve ibret; ( 1 0
Mart 1 289)
sarf mevzuat-ı beşerden olan ve i nsanların
S E Ç M E M E T i N L E R

uhuvvet ve itilafına sed çekmekden başka hakimiyetin bir cüzüne tasarruf-u hakiki ile
dünyada bir tesiri görülmeyen bir vehimenin mutasarrıftır. İnsan vatanını sever. Çünkü va­
insaniyet nazarında ne hükmü olabi lir? "der­ tan, öyle bir galibin şimşiri veya veya bir kati­
ler. (s.320) bin kalemiyle çizilen mevhum hatlardan iba­
Evet! sani-i hakim i n sa n ı n fi kri n i kerrat ret değil, millet hürriyet menfaat u huvvet ta­
cedveli vicdanını hendese m i kyası mahiye­ sarruf hakimiyet ecdada hürmet a ileye mu­
tinde halk etmiş olsa idi dünyada ai le-i mil­ habbet yad-ı şebabet gibi bir çok hissiyat-ı ul­
let mesken-i vatan tasavvurlarının vücuduna vlyenin içtimaından hasıl olmuş bir fikr-i mu­
imkan kal mazdı, s ı ıf maddi olan fevaidden kaddesedir.
başka bir şey düşünü lemez idi. Şu kadar var Bundan dolayıdır ki tarih-i insaniyetin han­
ki adam başka sın ıfda başka hasiyyetde ya­ gi sahifesine atf-ı nigah olunsa her zamanda
radı lmış. Akıl iki ile iki dört eder davasını ne her m i lletde zuhur eden efkar-ı al iye ve ah­
kadar bedahetle kabu l ediyorsa vicdan da lak-ı fazıla eshabının cümlesi vatan muhab­
bir kadın ile bir erkek meyl-i tabii ve kavl-i betini umur-u dünyeviyenin kaffesine merec­
şer'i ile i rtibat hasıl edi nce bir aile meydana cah tutmuş ve pek çoğu vatan yolunda feda­
gel ir, hükmünü o kadar bedahetle tasdik ey­ yı can etmiş görülür. (s.322)
477
liyor. Akl, mürabba başkad ır müsel les başka Bundan dolayıdır ki her dinde her mil letde
kazıyyes i n i n hakikatine ne kuvvetde hükm her terbiyede her medeniyetde hubb-u vatan
eyl iyorsa vicdan da vatan başkad ı r haric-i en büyük faziletlerden en mukaddes vazife­
vatan başka sözün ü n sıhhati ne o kuvvetde lerdendir.
itimad ediyor. Ya ne vakte kadar insanların itilafı böyle
Şirharlar beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, vatan namıyla bir takım eczaya ınkısam edib
gençler maişetgahını, i htiyarlar guşe-i feraga­ duracak? Acaba umum ebna-yı beşer bir aile
tını, evlad val idesini, peder a i lesi ni ne türlü ve bütün dünya bir vatan olmak lazım gelse
hissiyat i le severse i nsan da vatanını o türlü insaniyet için şimdiki halde faideli değil m i­
hissiyat ile sever. dir?
Bu h issiyat ise sırf sebebsiz meyl-i tabiiden Faideli midir? Değil midir? Orasını kabl-el­
i baret deği ldir. İ nsan vata n ı n ı sever. Çünkü vuku tayin etmek keramete muhtac görünü­
mevahib-i kudretin en azizi olan hayat, hava­ yor. Zira böyle bir halin husulü takdirde mu­
yı vatanı teneffüsle başlar. İnsan vatanım se­ harebe mündefi olur, deni lecek ise biz şimdi
ver. Çünkü ata-yı tabi yyat ı n en revnaklısı mevcud olan vatanlar içinde bir takım dahi l i
olan nazar-ı lemha-i iftitahında can vatana ta­ ihtilaller görüyoruz k i mucib olduğu tahribat
alluk eder. İnsan vatanını sever. (s.321 ) Çün­ muharebelere kat kat galebe ediyor.
kü madde-i vücudu vatanın bir cüz'üdür. İn­ Hele hudud-u vatan aradan kalkmak ve in­
san vata n ı n ı sever çünkü etrafına bakdıkça sanların mecmuu yek cins ve yek terbiye bu­
her köşesi nde ömr-ü gezeştes i n i n bir yad-ı lunmak ve dünyada yalnız bir l isan kal mak
hazinini tahaccür etmiş gibi görür. İnsan vata­ halasa şairin .
nını sever. Çünkü hürriyeti rahatı hakkı men­
faati vatan sayesinde kaimdi r. İnsan vatanını "Milletim nev'i beşerdir vatanım
sever. Çünkü sebeb-i vücudu olan ecdadının ruy-i zemin"
makbere-i sükunu, ve netice-i hayatı olacak kavli herkese şiar ittihaz olmak bu alemin
evlad ı n ı n ci lvegah-ı zu huru vatandır. İnsan başka bir a lem olmasına ihtiyac gösterdiğin­
vatanını sever. Çünkü ebna-yı vatan arasında den veya hiç olmazsa böyle bir halin zuhuru
iştirak-i l isan ve ittihad-ı menfaat ve kesret-i bu alemi başka bir a lem hükmüne koyaca­
m üva nese c i heti y l e b i r karabet-i ka l b ve ğı ndan insaniyet için ümid saadeti ittihad-ı
uhuwet-i efkar hasıl olmuştur. o sayede bir umumi zamanına hasr etmekle öteki dünyaya
adama, dünyaya nisbet vatan oturduğu şehre hasr etmek beyninde pek de fark görülemez.
nisbet kendi hanesi hükmünde görünür. İnsan B inaenaleyh bir (s.323) mil let için o kadar bir
vatanını sever, çünkü vatanında mavcud olan istikbal i nasb-ı ayn ederek ittihad-ı insaniyet
S E Ç M E M E T i N L E R

namına fikr-i vatan ı ilgaya kıyam etmek ah­ ve Osmanlılar bu gün vata n ı hem tasdik edi­
retde rahat ümidiyle kendini öldürmek kabi­ yorlar hem seviyorlar. Fakat hiçbiri vatan ı n ı n
lindendir. ikbal ve istikbal inden itminan-ı tam ile e m i n
Çünkü zamanımızca hamiyyetin en büyük olabildiği yokdur. İngilizler İrlanda halkı n ı n
muharriklerinden olan vatan fikrini gönül ler­ tem a y ü l at-ı i fti rakcüya nesiyle Rusya ' n ı n
den kaldırmak hıfz-ı hukukun en müesser es­ H i nd'e takarrü bünü düşünürler. Fransızlar
babından olan ateşl i silahı e l lerden al mağa hıfz-ı intitama muktedir olacak bir hükumet-i
benzer. Bir m i l let vatan muhabbetinden tec­ ahrarane peyda ed i b de içlerinde mevcüd
rid-i nefs eder ise çok zaman geçmez elbette olan politika fırkaları nın pençesinden kurta­
vatanını o muhabbetle melüf olanların raiy­ rabi l mek için çare taharri ederler. Almanlar
yet-i istilası altında görür. N itekim bir kavm hasıl ettikleri itti hadı ikmal eylemek ve husu­
ateşli silahdan keff-i yed eylerse pek az vakit siyle o ittihadı n husulüne sebeb olan eazım-ı
içinde o silahı düşman el iyle kendi göğsüne dünyadan (s.325) gittikden sonra dahi beka­
çeviri imiş bulur. sını temin edebi l mek endişesindedirler. İtal­
D ünyadan vatan fikrini kaldırmak insan iye­ yanlar bir tefrikaya daha düşüb de yine asır­
4 78 te bir hidmet ve muktedir olanlara bir büyük larca papasların zincir-i esareti a ltında in le­
meziyyet olabilmek zannında bulunanlarda mekden korkarlar. Rusyalılar seyf-i tegallüb­
var i m iş. Biz öyle garib bir maksadı fi ile çı­ lerine baş eğen bu kadar akvamı bünye-i as­
karmak teşebbüsünde pişvalığı ihtiyara cesa­ ITyeleri ne meze etmed i kçe h a i z o l d u k l a r ı
ret edenlere tayyib-i hatırla terk eyleriz. Biz mertebe-i azimetin bekası n ı katiyyen ü m id
oturduğumuz yerlerin her taşı için bir cevher­ etmez ler. B i z ise ebna-yı vatan a r a s ı n d a
i can verdik. Her avuç toprağı nazarımızda o mencud o l a n c i n s v e mezheb ihtilafı nın ileri­
yola feda olmuş bir kahramının yadigar- ı vü­ de vatanca bir inhilal-i külliyi mucib olabil­
cududur. Anı bi naenaleyh bize göre vatanı mesi vehmesinde bulunuruz.
Çin i le Sibirya ile hemkıymet tutmak ihtima­ Avrupa akva m ı n ı düşündüren hatırlar ne
l i n haricinde görünür. dereceye kadar m ü h i m ne dereceye kadar
Vatan bize k ı l ı cı m ız ı n ekmeğidir. Daima mümkün-ul-vuku olduğunu taharri bizce se­
kendimize mahsus kendimize münhasır bili­ dad ve vazifeden bütün bütün haricdir. Fakat
riz. Daima nefsimizden ziyade sever nefsimi­ şunun beyanını lazım addederiz ki bize deh­
zi uğrunda feda ederiz. (s.324) şet veren cins ve mezheb ihti lafı nı öyle müb­
İşte mademki hubb-u vatan bir hiss-i vicda­ rem ve mümteni-Ol-indifa bir bela hükmünde
nidir. Ve mademki vicdaniyat bahs ve tariz tutamıyoruz. İtikad-ı acizanemizce bu iti l af
götürmez. Vatan h ususunda hükmen vukuu vatan için inhilali mucib olamaz. Bilakis eğer
bulacak muahazatın redd-i pek güç bir şey doğru hareket olunursa o i htilaf kuvvetiyle
deği l d i r. Balada verd i ğ i m i z tafs i l at d a bu alem-i terakkide belki en büyük mevkie biz
müddeayı meydana çıkarabil ir. haiz olabiliriz.
Davanın halline daha tecrübi daha bedihi Fikrimizi izah edeli m : cins ve mezhebce
deli l ler istenil irse vatan fikrini kabul etmeyen­ mevcud olan ihtilaf, vatanın inhilalini mucib
ler içinde pek çok adamlar gösterebiliriz ki olamaz. Çünkü Arabistan istisna olun unca
kendi vatanını muhatarada görünce rahatın ı m ülkün her hangi cihetine bakılsa cinsiyet ve
meşgul iyetini terk ederek s i l a h a sarı lmış ve diyanet-i m ütebay i n e eshabı bir vücudun
gönül l ü ler arasında vatan yoluna her tü rlü aza-yı aliyesi gibi birbirine geçmiş, birbirine
eziyyeti çekmekden ve her türlü fedakarlığı sarılmış görünür. Bir vilayet hatta bir sancak
ihtiyar etmekden geri durmamışdır. bulunamaz ki içinde yalnız bir kavm mevcud
Asıl vatan bahsinda dehşetres-i efkar olan olsun da ayrıca bir hükumet (s.326) suretine
mesai! bir kere o fikri n vücudu kabul olun­ koymak veya Osmanlılar'dan tefrik i le başka
dukdan sonra siyasiyatca bittabi zuhur ede­ bir hükumete i lhak etmek kabil olabilsin.
gelen muazilatdır. Mesela İngi l izler, Fransız­ Bundan başka tefrika meyilleri bir zaman­
lar, Almanl ar, İspanyollar, İtalya n lar, Ruslar dan beri mülkümüzde velev ne kadar cüz'i
S E Ç M E M E T i N L E R

olursa olsun görülmekde olan asar-ı terakki­ kıyyet gelmiş bir vücuda benzeyecek, i htila­
nin ve hususiyle birbirini takib eden bu kadar fatımız bir çalgı takımının mukaddematında
tecarib-i el imenin tesiratı altında ezilib duru­ görü l e n i h t i l aflar g i b i d a i m a b i r h ü s n - ü
yor. H i ç zan netmeyiz ki bundan sonra bir ahenge hidmet edecek.
Kürdistan fitnesi veya bir G irid had isesi daha Ya bu kadar esbab-ı muavine hüsn-ü isti­
zuhur edebilsin. mal olunursa karşısına hangi suubet, hangi
Arabistan halkı ise ittihad-ı diyanet cihetiy­ mania durabi l ir? Avrupa her biri bir başka
le asabiyet-i Osmaniyenin rabıt-yı uhuvvetin­ yer tutmuş, bir başka hü kumet altına düş­
de ve hilafet-i islamiyen in taht-ı biatında bu­ müş bir çok m i l letlerden mürekkeb olduğu
lundukları için oraların ihirakından hiç kor­ için şimd iye kadar mesa isinin belki yüzde
kulmaz. seksenini adam öldürmeğe memleket tahrib
Bahs ettiğimiz ihti l af kuvvetiyle alem-i te­ etmeğe ticareti müşkilata düşürmeğe sarf et­
rakkide bel ki en büyük mevkie biz haiz ola­ miş iken iki asır (s.328) içinde ava l i m i ihata­
b i liriz. Çünkü vatanı m ızda mevcud olan ak­ ya muktedi r olan efkar-ı beşeri idraki nden
vam Avrupa'dan pek de az değildir. Bu ka­ aciz bırakacak kadar asar-ı terakki meydana
vimlerin her biri l isan ı n ı m i l l iyetini muhafa­ getirdi. Hem de bu asarın bel ki y :.lzde sekse­
4 79
za ediyor. Mülkün vüsati n i ve kabil iyetin i n i n i yokdan i cad eyled i . Ya biz b i r vatan
ise tarif ve tekrara ihtiyac göremeyiz. Şimdi içinde bir ittifak dairesinde bulu narak mede­
bir kere doğru hareket olunur yan i sunuf-u niyetperverl iği layıkıyla iltizam ettiğimiz ve
ahalinin umumi hukuk ve hürriyetinden ta­ yapacağımız şeylerin numunesi n i önümün­
mamiyle müstefid edi l i r ve terbiye-i umumi­ de gördüğümüz halde acaba ne kadar beda­
ye herkes vata n ı n ı n kıymetin i bildirecek ve yi-i izharına muktedir olamayız?
hangi fırka daire-i ittihatdan ayrı l ı rsa ya Rus­ Avrupa kadar nüfusumuz yok deni lecek . . .
ya'n ı n ikab-i satvetine lokma veya başka bir Avrupa'nın mamur o l a n tarafları kadar m ü l ­
ecnebi n i n pençe tasal l atuna esir o l mamak kümüz var, n üfus ise medeniyet istirahat sa­
i mkanın harici nde bulu nd uğu layıkıyla gös­ yesinde çoğalmağa başlar. Bir kere de terak­
terecek bir yol a getirilir de böyle altıyü;:. se­ ki yolunu tutunca satranç hesabıyla tezayid
nelik bir cemiyyetin efradı (s.327) beyninde eder; B inaenaleyh memal ik-i Osman iyenin
bittabi -her türlü tefrika i m kanını selb ede­ de İ ngiltere gibi oturduğu yer bulunamaya­
cek suretde- hasıl olan i mtizac-ı menafi gö­ cak suretde i nsanla dolması bir yüz senenin
nül lere gerçekden h issettirebil i rse elbette va­ karıdır.
tan-ı umumi patrikhanelerden muazzez tu­ Memleketimizde esbab-ı mamuriyet yok
tulacağı ndan mü lkün içinde her türlü hase­ denilecek . . . Yapmamışız ki o l s u n . Avrupa
n atını cami ve bayağı her türlü seyyiatından caddeleriyle, dem iryol larıyla, l i m a n l a rıyla,
beri bir diğer Avrupa peyda olacağında şüb­ cetvel leriyle, şeh irleriyle ve kasabalarıyla
he yoktur. Vatanım ızda birbirine edebiyatca halk olunmadı ya! B i r i k i yüz sene evvel
takaddüm davasına düşecek birkaç l isan bu­ oras ı n ı n d a b i z i m memleketden h i ç farkı
l unacak, mevcud her fenn ve mürebbi-i ci­ yokd u . Say i le orada vücuda gelen şeyler
han iyan vasfı na bihakkın layı k olan birkaç burada niçin yap ı lamasın?
kavmi n a hfad ı gerek b i rb irleriyle ve gerek H a l k ı m ızd a servet yok den i lecek .... İb­
sair m i l letlerle maarif yarış ı na kalkışacak, ret'de b irkaç kere beyan etmişti k ki say\
mevaridat-ı ticaretin merkez-i tabiyyesi olan servet vücuda getirmez. Serveti say vücuda
böyle b i r m ev k i i - i m üstesnada zekavetce getirir.
kudretin bir azime-i mahsusasına nail olmuş Avrupa terakkiye bizden evvel başlamış
birkaç m i l let isti hsal-i servetde birbirine re­ denilecek ... Evvel başllamakla ne lazım gelir?
kabet edecek, her biri asırlarca cihangirlik S a at-i eyya m v a kt-i g u r u b u ç a l m aya m ı
etmiş birkaç kahraman halk h ıfz-ı vatan yo­ (s.329) başladı ? Ferda-yı kıyamet hemen yarı­
l unda yekdiğeriyle fedakar l ı k imtihanına çı­ na mı tesadüf ediyor? Yahud bir işe sonradan
kacak, has ı l ı cemiyetimiz her uzvuna natı- başlayanların evvelden başlayanlara yetişe-
S E Ç M E M E T i N L E R

bilmesi ihtimalini selb edecek bir kaide mi rar için kendi zararını ihtiyar eylesin. -keşfi
peyda old u ? Yoksa biz vatanın saadeti ni biz­ nakabil olan vukuuat bir tarafa bıra kı l ı nca­
zat göremeyeceğimizi b i l i rsek arzu etmiye­ hikmeten ve kaideten vatanımızın iistikbal in­
cekmiyiz? ce sal ib-i emniyet olacak bir madde var ise
Biz terakkiye başlarsak Avrupa mani olur maarifde olan noksanımızdır.
denilecek ... Bu itikad memalik-i mütemeddi­ Zira temin-i istikbalin mevkuf-u aleyhi olan
nede alelıtlak hükmünü ittihaz etmekde olan teşyid-i revabıt ve ittihaz-ı efkar, mücerred-i
efkar-ı umum iyenin meziyyetini bilmemek­ maarif sayesinde vücuda gelebilir.
den neşet eder. Avrupa'da kimse kalmamıştır İşte bu hal lere nazaran vatan muhabbetiyle
ki bir kavmin terakkisi her kavmin terakkisine müteha l l i olan gönülleri gerçekden hun eden
hidmet edeceğinden gafil olsun. Eshab-ı te­ facia mülkümüzce maarif hakkında görülen
meddün o kadar mecnun değildir ki gayrı ız- fikdan-ı himmetdir. (s.330)

480

AUGUST COMTE'DAN
MUSTAFA REŞİT PAŞ�YA YAZILAN MEKTUP

Paris, Le 7 H omere 65. teklifini size arzetmeye karar verdiren özel


Cuma 4 Şubat, 1 853 sebepler bunlardır.
Saygıdeğer istifanızın (retraitre) boş zaman­
Beyefendi (seigneur), ları, yeterince bir ilgi ile evvela doktrinimin
Asrımız, Avrupa'da, Doğu politikasıyla genel özetini size sunacak olan "Pozitivizm
Batı politikası arasında dikkate değer bir zıt­ İlmihali" ni, sonra da onu kesinlikle düzenle­
lık arzediyor. Toplumsa/ hareketleri idareden yen "Pozitif Sistemi" ni kabul ve tastik edece­
aciz hale gelmiş batılı otoriteler, sadece kö­ ğinizi ümit etmeme izin veriyor. Bu iki kitap,
rü körüne baskı yapıyorlar ki bu da maddi tali ve belgesel görüşlerin sonunda belli olan
düzenin derhal korunmasında zaruri olması­ kesin bir tutumun etkisi altında, batılı deha­
na rağmen, devrim halini uzatıyor. Fakat nın bundan böyle medenileşmiş bütün top­
gerçekten milletlerin başında kalan doğulu lumların ortak ihtiyaçları ile doğrudan ilgili
şefler, her hükümetin "iyiliğe teşvik, kötülü­ kurumlar üzerinde çok uğraştığını size hisset­
ğe mukavemet"le hülasa edilebilen çift gö­ tirecektir.
revlerini yapmaya çaba sarf ediyorlar. Bu Asırlardan beri, Doğu ve Batı, eşit iştiyakla,
asil tutum şimdi Türkiye'de Rusya'dakinden şu ana kadar elde etmeye asla muktedir ola­
daha az belirgin değildir. Sizin yönetiminiz madığı evrensel dini arıyor. Politeizmin sade­
burada yenilikçi bir Sultanın cesurane ilk ce milli inançları besleyebildiği her iki taraf
defa yaptığı teşebbüsü akıllıca devam ettire­ için de bilinmiş olduğundan, monoteizme itti­
rek şerefli bir pay alıyor. Osmanlılar'ın baş­ hadın kesin kaynağı gibi bakıldı. Fakat tecrü­
kentini hala kirleten, esir pazarını kaldırıp be ve muhakeme böyle bir ümidin boş oldu­
monogamie (tek evlilik) nin parlak bir örne­ ğunu kesin olarak gösterdi. Roma dünyasının
ğini vererek, Müslüman meden iyeti için geri elde edilmez şekilde Katoliklik ve İslami­
şimdi en fazla önem taşıyan çift yönlü terak­ yet arasında bölüşülmesinden sonra, beyaz ır­
kiye tamamıyla işaret ettiğiniz asla unutul­ kın tek tanrıcılık evrenselliğini yerleştirmek
mayacaktır. Gerçek bir filozofu, Doğuda da için iki büyük teşebbüsü karşılıklı olarak etki­
Batıdakinden daha az beklemeyen zihinsel siz hale gelmiştir. Bu iki başarısızlık özü bakı­
ve toplumsal bir yenileşmenin sistematik mından belirsiz ve zorunlu olarak ispat/ana-
S E Ç M E M E T i N L E R

maz görüşler üzerinde böyle bir uzlaşmanın bilhassa suni rejimlerinin kendiliğinden dağıl­
imkansız olduğunu doğrudan belirten bir fel­ masına bağlı metafizik düzensizlikten korun­
sefeye hiçbir gariplik getirmez. Doğulular ve muş bulundular.
Batılılar kendi arasında aynı zamanda oluştur­ Pozitif dinin istediği hazırlıkların tümüne
dukları ilmi sahaya ait kendiliğinden olan uy­ göre müspet din sadece Batıdan çıkabilir. Son
gunluk, bu giderilmesi güç ayrılıklar ile apaçık kabulü ile Doğuyu daha iyi düzenlemiş oldu­
bir tezat oluşturuyor. Her ilahi inancı bir tarafa ğu için Müslümanlık değerlendirilmelidir. Ay­
iterek, toplumsa/ olduğu kadar da ferdi insani rıca Müslümanlık; nassı "Protestante"lık ve
varlığın bütününü tamamıyla pozitif bir iman­ "deist"likten gelen bozulmayı hiç ihata etme­
da kucaklamak için beni gerçek evrensel dini diği ve rejimi kuvvetlice kalıtım ilkesine bağ­
keşfetmeye götüren esas bilgi budur. Bu şekil­ ladığı için devrimci bozulmaya karşı toplum­
de düşünme mutluluğunu elde edince ilk ların emniyetini sağladı. Aynı zamanda, da­
gençliğimden beri en yüksek problemin bu ima toplu bakışları sezen yöneticiler, daha iyi
tek son çözümünü sistemleştirip geliştirmeye yerleştirerek, nazari anlayışları ve pratik de-
bütün hayatımı verebildim. ğerleri arasında mükemmel olmayan ahenge
Ortaçağın sonundan beri, her ne kadar de­ göre hükümetlerin normal üstünlüğünü de-
481
ğişik şekiller altında da olsa, seçkin kafaların vam ettirdi. O halde son yenileme harekatı
ilahi yetkili/iği (emancipation), Batıda olduğu Doğuda, üsttekilerin bilinen iktidarının dü-
gibi Doğuda da aynı adımla yürüdü. Zira ila­ şük hatalarına filozofların bağırmaya zorlan-
hi yetki/ilik, iki tek tanrıcılığın, pozitivizme dığı Batıdaki teşebbüse bağlı anarşik çalkan-
ayrılan evrensellik üzerindeki bağdaşmaz id­ tıyı uyandırmaksızın üstün gelebilir.
dialarının müşterek boşluğunu hissettiren ke­ Müslüman dehasının böyle bir tarihi değer­
sin çatışmadan doğdu. Daha basit inancı ve lendirmesine göre bugünkü Müslüman tiple­
daha pratik yöneticiliğinden dolayı gerçeğe rin, ilk şaşkınlık/arını atlattıktan sonra, belli
doğru daha fazla yönelmiş olduğu için İslami başlı kaygılarına umulmadık çözümü kendi
deha pozitivizmin son gelişine, katolik deha­ kendiliğinden sunan müspet dini kabul etme­
sından daha az karşı olmalıdır. Eşsiz Muham­ lerine şüphem yoktur. Hiçbir metafizik geçiş
med, dogmatik olarak birbirine benzeyen Ro­ olmaksızın İslam'dan, insanlığa tapınmanın
ma ve Bizans dinlerinin derin tezatına baka­ ulu evrensel/iğini sistemleştiren pozitivizme
rak insani iki gücün normal ayırımına göre zi­ geçerek, büyük peygamberlerine özgü değer­
hinsel ve ahlaki yararları, layiki vechile tanı­ li niyetlerinin, layık devam ettirici/erini hisse­
dı. Onun çok yüksek seviyedeki sosyal deha­ deceklerdir.
sı, ilahi esasa uygun olan medeniyetten daha Böyle boş bir politik birliği terk etme yo­
ilerlemiş bir medeniyet isteyen bu mükem­ luyla, geçici eğemenliğin tabii bölgesini her
melliği tahmin etti. O, çok güzel olmasına tarafa sınırlayan sosyolojik kanunun normal
rağmen mevsimsiz bir teşebbüsün kesin başa­ bir tatbikatını görerek Osmanlı İmparatorlu­
rısızlığını önceden sezdiği için daha basit ve ğunun zaruri dağılmasına üzülmelerini bıra­
ilahiyatçılığın tabiatına daha iyi uyan bir ge­ kacaklardır. Aynı zamanda Osmanlı şefleri,
çiş kurmakla yetindi. kendilerininkinden daha az homogen bir gü­
Kadınların ve işçilerin kademeli iki özgür­ cün gelecek istilası ile ilgili ve o zamandan
lüğe kavuşmaları için Doğu, gerçek kato/ik beri bu kendiliğinden dağılmaya daha fazla
rejimine başkanlık eden toplumsal devrimin ramedilmiş, yıkıcı olduğu kadar da esassız
şerefini Batıya bırakmak mecburiyetindedir. olan endişelerinden kurtulmuş bulunacaklar­
Fakat Doğulular bu kesin başlangıcı takip dır. İslam'ın esas ruhuna göre siyasi bir yöne­
eden büyük hareketlerin kati sonuçlarını ken­ tim altında toplanma, sadece görüş ve adetle­
dilerine maletmede bizden daha iyi yetenekli rin benzerliğini sağlayıp sağlamlaştırmaya yö­
oldular. Zira bunlar böylece, çağdaş batılıla­ neliktir. Bu büyük gayeye Allah'ın yerine in­
rın çok mistik inançlarının karakterinden ge­ sanlığı geçirerek, daha iyi ulaşılacağını yakın­
len zihinsel ve toplumsa/ engellerden, ayrıca dan göreceklerdir.
S E Ç M E M E T i N L E R

TÜRKÇÜLÜGÜN ESASLARI*
ZIYA GÖKALP

Türkçülük Nedir? makta beraber, eski cemiyetler, kavm iyet


mefkuresi n i takip ederlerd i . Bunun sebebi
Türçül ük, Türk m i l letin i yükseltmek demek­ dini idi. Çünkü, o cemiyetlerde, mabud, ce­
tir. O ha lde, Türkçü l üğün mahiyeti n i an la­ miyetin ilk ceddinden ibaretti. ( . . . )
mak için, evvel emirde (mil let) adı veri len Şurası da var ki içtimai tekamülün o mer­
zümrenin mah iyetini tayin etmek lazımdır. halesinde yaşayan m i l letler i ç i n kavm iyet
M i l et hakkındaki muhtel if telakkileri tetkik mefkuresi n i takip etmek normal bir hareket
edel i m : olduğu halde, bugün içinde bulunduğumuz
1 ) Irki Türkçülere göre m i llet (ırk) demektir. merhaleye n isbetle marazidir. Çünkü, o mer­
(Irk) kelimesi esasen mevaşi fenninin ıstılah la­ halede bulunan cemiyetlerde, içtimai tesanüt
rındandır. Her hayvan nevi, teşrihi vasıfları yalnız dindaşl ık rabıtasından ibaretti. ( . . .)
482 itibariyle bir takım enmuzeçlere ayrı l ı r. Bu Bugünkü içtimai merhalemizde ise, içtimai
enmuzeçlere (ırk) adı veril ir. Mesela, at nevi­ tesanüt, harstaki iştirake istinat ediyor. Harsın
n i n Arap ırkı, İngiliz ırkı, Macar ırkı adlarını i ntikal vasıtası terbiye olduğu için, kandaşlık­
a lan bir takım teşrihi enmuzeçleri vardır. ( ... ) la hiç bir alakası yoktur.
Maamafih, Avrupa'da hiç bir mil let, bu en­ 3) Coğrafi Türkçülere göre, mil let, aynı ül­
muzeçlerden yalnız birini m u htevi değildir. kede oturan a h a l i lerin mecmuu demektir.
Her milletin içinde, muhtelif nispetlerde oy­ Mesela, onlara göre bir İran m i lleti, bir İsviçre
mak üzere bu üç ırka mensup fertler mevcut­ milleti, bir Belçika mil leti, bir Britanya m i lleti
tur. H atta, aynı a i le n i n i ç i nde, b i r kardeş vardır. Halbuki İran' da Farisi, Kürt ve Türkten
uzun kafa l ı kumral, diğerleri uzun kafalı es­ i baret olmak üzere üç m i l let, İsviçre'de Al­
mer ve yassı kafalı olabil irler. man, Fransız, İtalyandan ibaret olmak üzere
Vakıa bir zamanlar, beşeriyatçılar bu teşri­ yine üç m i l let, Belçika'da aslen Fransız olan
hi enmuzeçlerle içti mai hasletler arasında Va l o n l ar l a aslen Cermen o l a n F l a m a n l a r
bir münasebet bulunduğunu iddia ederlerd i. mevcuttur. B ü y ü k B ritanya adalarında ise
Fakat birçok i lmi tenkitlerle ve bil hassa biz­ Anglo-Sakson, İskoçyalı, Galli, İrlandalı nam­
zat beşeriyatç ı l a r arası nda en yü ksek b i r larıyle dört m il let vardır. Bu muhtelif cemiyet­
mevkide b u l u n a n (Manouvrier) ismi ndeki lerin l isanları ve harsları biri birinden ayrı ol­
a l i m i n , teşrihi vasıfl a r ı n içti m ai seciyeler duğu için, heyet-i mecmualarına (mil let) adı­
üzerinde hiç bir tesiri ol madığı n ı ispat etme­ n ı vermek doğru deği ldir.
si, bu eski idd iayı tamamiyle çürüttü. lrkın, Bazen bir ül kede müteaddit mil letler oldu­
bu suretle, içtimai hasletlerle hiç bir müna­ ğu gibi, bazen de bir mil let müteaddit ülkele­
sebeti kalmayı nca, içtimai seciyelerin mec­ re dağı lmış bulunur. Mesela, Oğuz Türklerine
muu olan m i l letle de hiç bir manasebeti kal­ bugün Türkiye'de, Azerbeycan'da, İ ran'da,
maması l az ı m gel ir. O halde m i l leti başka Harezm ülkesinde tesadüf ederiz.
bir sahada aramak iktiza eder. Bu zümrelenri lisanları ve harsları müşte­
2) Kavmi Türkçüler de m i lleti (kavim) züm­ rek olduğu halde, ayrı mil letler telakki etmek
resiyle karıştırırlar. doğru olabil i r m i ?
Kavim, aynı anadan, aynı babadan türe­ 4 ) Osmanlıcılara nazaran, m i l let Osmanlı
miş, içine hiç yabancı karışmamış kandaş bir İmparatorluğunda bu lunan bütün tebaaya şa­
zümre demektir. ( . . .) mild ir. Halbuki, bir imparatorluğun bütün te­
Kavmi safvet,hiç bir cemiyette bulunma- baası n ı bir tek m i l let telakki etmek büyük bir
hatadan ibaretti. Çünkü, bu hal itanın içinde
müstakil harslara malik müteaddit m i l letler
(*) Haz. Mehmet Kaplan, Kültür ve Turizm Bakan­
lı!jı Yayınları, Ankara 1986. vard ı .
S E Ç M E M E T i N L E R

5) İslam İttihatç ı l arına göre, m i l let bütün terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan
Müslümanların mecmuu demektir. Aynı d in­ bir zümredir. Türk köylüsü onu "di l i d i l ime
de bulunan insanların mecmuuna (ümmet) uyan, dini d i n ime uyan" diyerek tarif eder.
adı verilir. O halde Müslümanların mecmuu Fi lhakika, bir adam kanca müşterek bulun­
da ümmettir. Yalnız l isanda ve harsta müşte­ duğu i ns a n l ardan z i yade, d i lde ve d i nde
rek olan m i llet zümresi ise bundan ayrı bir müşterek bulunduğu insanlarla beraber ya­
şeydir. şamak ister. Çünkü, i nsani şahsiyetim iz, be­
6) Fertçilere göre, m i l let bir adam ın kendi­ denimizde değil, ruhumuzdad ı r. Maddi me­
sini mensup addettiği herhangi bir cemiyettir. z i yetl eri m iz ırkım ızdan gel i yorsa, m anevi
Filhakika, bir fert, kendisini zahiren şu yahut meziyetlerimiz de terbiyesi n i aldığımız ce­
bu cemiyete nisbet etmekte h ü r zan neder. m iyetten gel iyor. ( ... ) Bu tibarla m i l liyette şe­
Halbuki fertlerde böyle bir hürriyet ve istiklal cere aranmaz. Yal nız, terbiyen in ve mefku­
yoktur. Çünkü insandaki ruh duygularla fikir­ renin m i l l i olması aranı r. ( . . .)
lerden mürekkeptir. Yen i ruhiyatçılara göre,
hissi hayatımız asıldır, fikri hayatımız ona aşı­
lanm ıştır. B i naena leyh, ruhumuzun normal Türkçülük ve Turancılık 483
bir halde bulunabilmesi için, fikirlerimizin
hislerimize tamamiyle uygun olması lazımdır. Türkçü lükle Turancı lığın farkları n ı anlamak
Fikirleri hislerine tevafuk ve istinat etmeyen için, (Türk) ve (Turan) zümrelerin i n hudutları­
bir adam ruhen hastadı r. (. .. ) Bunun gibi, her n ı tayin etmek lazımdır. Türk bir milletin adı­
fert h isleri vasıtasıyle m uayyen bir m i l lete dır. Millet, kendisine mahsus bir harsa malik
mensuptur. Bu mil let, o ferdi n içinde yaşadığı olan bir zümre demektir. O ha lde, Türkün
ve terbiyesi n i aldığı cemiyetten ibarettir. Çün­ yalnız bir l isanı, bir tek harsı olabi lir. ( ... )
kü, bu fert, içinde yaşadığı cemiyetin bütün Bugün, harsça birleşmesi kolay olan Türk­
duygularını terbiye vasıtasıyle a l m ış, tama­ ler, bil hassa Oğuz Türkleri yani Türkmenler­
miyle ona benzemiştir. O halde bu fert ancak dir. Türkiye Türkleri gibi, Azerbeycan, İran,
bu cemiyetin içinde yaşarsa mesut olabil ir. H a rezm ü l keleri n i n Türkmenleri de Oğuz
( ... ) O halde, bir ferdin, istediği zaman, milli­ uruğuna mensupturlar. Binaenaleyh, Türkçü­
yetini değiştirebilmesi, kendi elinde değildir. lükteki yakın mefkuremiz (Oğuz ittihadı) ya­
Çünkü, mil iyet de, harici bir şe'niyettir. İnsan hut (Türkmen ittihadı) olmalıdır. Bu ittihattan
m i l l iyeti ni, cehaletle tanıyamamışken, sonra­ maksat nedir? Siyasi bir ittihat m ı ? Şimdilik,
dan taharri ve tahkik vasıtasıyle keşfedebilir. hayır! İstikbal hakkında bugünden bir hüküm
Fakat, bir fırkaya girer gibi, sırf iradesiyle şu veremey i z . F a kat, b u g ü n kü mefk u re m i z,
yahut bu m i l lete intisap edemez. Oğuzların yalnız harsça birleşmesidir. ( . . . )
O halde, m i l let nedir? Irki, kavmi, coğrafi, Türkçülüğün uzak mefkuresi ise (Turan) dır.
siyasi, iradi kuvvetlere tefavvuk ve tahakküm Turan bazılarının zannettiği gibi, Türklerden
edebilecek başka ne gibi bir rabıtamız var? başka, Moğol ları, Tu nguzları, F i n u va l ı ları,
İçtimaiyat ilmi ispat ediyor ki, bu rabıta ter­ Macarları da ihtiva eden bir (kavimler halita­
biyede, harsta, yani duygularda iştiraktir. İn­ sı) değildir. ( . . . ) Turan kelimesi, Turlar yani
san en samimi, en deruni duyguların ı ilk ter­ Türkler demek olduğu için, münhasıran Türk­
biye zamanında a l ı r. ( . . . ) Zevkimiz, vicdanı­ leri ihtiva eden camiavl bir isimdir. O halde,
mız, iştiyaklarımız, hep içinde yaşadığım ız, (Turan) kelimesini bütün Türk şubelerini ihti­
terbiyesi n i aldığımız cemiyetindir. Bunların va eden büyük Türkistan'a hasretmemiz la­
aksisadasını ancak o cemiyet içinde işitebili­ zım gel ir. Çünkü, (Türk) kelimesi bugün yal­
riz. ( ... ) nız Türkiye Türklerine verilen bir unvan hük­
Bu ifadelerden anlaşıldı ki m i l let, ne ırki, müne geçmiştir. Türkistan'daki Türk harsına
ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasi, ne de iradi dahil olanlar, tabii yine bu ismi alacaklardır.
bir zümre deği ldir. M i l let, l isanca, d i nce, ah­ Benim itikadımca, bütün Oğuzlar �·akın bir
lakça ve bed iiyatça m üşterek olan, yani aynı zamanda bu isimde birleşeceklerdir. Fakat,
S E Ç M E M E T i N L E R

Yakutlar, Özbekler, Kırgızlar ayrı harslar vü­ Mefkure, istikbalin halikidir. Dün Türkler için
cuda getird ikleri takdirde, ayrı m i lletler halini hayali bir mefkure h a l i nde b u l u n a n ( m i l l i
alacaklarından, yalnız kendi isimleriyle anı la­ devlet), bugün Türkiye'de b i r şe'niyet halini
caklardır. O zaman bütün bu eski akrabaları almıştır.
kavmi bir camia halinde birleştiren müşterek O halde, Türkçülüğü mefkuresinin büyük-
bir unvana lüzum hissedilecek. İşte, bu müş­ l üğü noktasından üç dereceye ayırabil iriz :
terek unvan (Turan) kelimesid ir. ( ... ) 1 ) Türkiyecilik.
Yüz mi lyon Türkün bir m i l let halinde bir­ 2) Oğuzculuk, yahut Türkmencilik.
leşmesi Türkçüler için en kuvvetli bir vecd 3) Turancıl ık.
menbaıdır. Turan mefkuresi olmasaydı, Türk­ Bugün şe'niyet sahasında yalnız Türkiyeci­
çülük bu kadar süratle i ntişar etmeyecekti . lik vardır. Fakat, ruhların büyük bir iştiyakla
Mamafih kim bilir? Belki, istikbalde (Turan) aradığı (Kızı l Elma), şe'niyet sahasında değil,
mefkuresinin husulü de m ümkün olacaktır. hayal sahasındadır. ( ... )

484

ÜÇ TARZ-1 SİYASET*
YUSUF AKÇURA

Osm a n l ı ü l ke l e r i nde, g arpten feyz a larak kan m i l leti gibi müşterek vatanla birleşmiş
(kuvvet kazanmak) ve terakki arzuları uyana­ yen i bir m i l l iyet, Osmanlı milleti meydana
lı, bel l i başlı üç siyasi yol tasavvur ve takip çıkarmak ve bütün bu zor amel iyatın netice­
(ebaucher) ed i ld i sanıyorum : B i ri ncisi, Os­ si olarak da, "Devlet-i Aliyye-i Osmaniye"yi
m a n l ı H ü kümetine tabi m u htel if m i l letleri asli şekliyle yani eski hudutlariyle mu hafaza
tem s i l ederek ve birleştirerek bir Osmanlı eylemekti. ( ...)
milleti vücude getirmek. İkincisi, hi lafet hak­ Osm a n l ı m i l leti yaratmak siyaseti, ciddi
k ı n ı n Osmanlı Devleti h ükümdarlarında ol­ olarak İkinci Mahmut zamanında doğdu. ( ...)
masından faydalanarak, bütün islamları söz O zamanlar Avrupa'da mill iyet düşünceleri,
konusu hükümetin idaresinde siyaseten bir­ Fransız Büyük ihti lal iyle, soy ve ırktan çok
/eştirmek (Frenklerin "Panislamisme" dedikle­ vicdani isteğe dayanan Fransız kaidesini m il­
ri). Üçüncüsü, ırka dayanan siyasi bir Türk liyet esası kabul ediyordu. Sultan Mahmut ve
milleti teşkil etmek. ( ...) onu takip edenler, iyice anlayamadı kları bu
Osmanlı m i l leti vücuda getirmek arzusu, kaideye aldanarak, devletin ırk ve dini farklı
pek yüksek bir hayali gayeye, pek yüksek bir tebaasını serbestlik ve müsavat i le, emniyet
ü m ide doğru yüce l m iyord u . As ı l ma ksat, ve karş ı l ı k l ı dostluk i le meze ve terkip edip
Osmanlı memleketindeki müslim ve gayri­ tek bir m i l let haline sokmanın imkanına i na­
müslim ahal iye ayni siyasi hakları tanımak nıyorlard ı . ( ...)
ve vazifeleri yüklemek; böylece aralarında Osmanlı mil leti fikri, en ziyade Ali ve Fuat
tam müsavat husule getirmek; fikirlerce ve Paşalar zamanında geçerl i idi. Fransız kaide­
dince tam serbesti vermek; bu müsavat ve sinin; plebisit ile milletler teşkil etmenin resu­
serbestiden faydalanarak, söz konusu ahaliyi lü Üçüncü Napolyon, bu garpl ı laşmış paşala­
aralarındaki d i n ve soy i htilaflarına rağmen ra kuvvetli destek oluyordu. Sultan Abdülaziz
yekd iğerine karıştırarak ve tem s i l ederek, devrindeki Fransızvari ıslahat ve bu ıslahatın
Amerika B i rleşik H ü kümetlerindeki Ameri- timsa l i Mekteb-i Sultani, hep bu sismetin
"Alamod" olduğu zamanların meyvala;ıd ı r.
(*) Türk Tarih Kurumu, Ankara 1 976. Vakta ki m i l liyet kaidesi, Almanlar tarafın-
S E Ç M E M E T i N L E R

dan hakiki vakalara daha yakı n bir surette, larını -evvela Osmanlı ü l kelerindekileri, son­
m i l liyetlerin esası ırk olmak üzere tefsir olun­ ra bütün kürei arzdakileri- soy farkları na bak­
du ve bu tefs i r i n g a l ebesi demek, evvela maksızı n d indeki ortaklıktan istifade ile tama­
1 870-71 seferiyle Napolyon ve Fransız İmpa­ men birleştirmeye, her müslimin en küçük
ratorluğu tekerlendi, işte o zamandan itibaren yaşında ezberlediği "din ve millet birdir" ka­
Osmanlı mil leti denilen siyasi görüş, biricik idesine uyarak bütün Müslüman ları, son za­
dayanağını kaybetmiş oldu. manların m i l let kelimesine verdiği mana ile
Vakıa Mithat Paşa, isimleri yukarda geçen bir tek millet haline koymaya çalışmak lüzu­
iki ünlü vezirin bir dereceye kadar takipçisi muna kani oldular. Bu, bir cihetten Osmanlı
idiyse de, Mithat'ın siyasi programı onlarınki­ ülkeleri sakinleri arasında ayrışmaları ve fark­
ne nispetle daha karışık ve pek gelip geçici l ı laşmamları davet edecekti, müslim Osmanlı
olduğundan ve Mithat'ı izleyen şimdiki Genç tebaası i le gayrimüsl imler artı k ayrı lacaktı .
Osmanlılar'ın programları ise hayl i müphem Lakin diğer cihetten, büyük bir imtazaç ve it­
bulunduğundan Osman l ı m i l leti teşki l i haya­ tihada sebep olacaktı. Bütün Müslümanlar
l i n i n Fransa İmparatorluğu i l e beraber ve birleşecekti. Bu yol, geçen yola nazaran, da­
onun gibi tekrar d i ri lmek üzere, öldüğüne ha geniş, yeni bir deyim ile alemşümul (mon­
485
hükm olunsa, hata edi l memiş olur sanırım. diale) idi. ilkin sırf nazari olup yalnız matbuat
Osman l ı m i l l iyeti siyaseti n i n başarısızl ığı sahifelerinde görüymekte olan bu fikir, gitgi­
üzerine İslamiyet politikası meydan ald ı . Av­ de tatbik olunmak istenildi. Abdülaziz'i n son
rupalıların Panislamizm dedikleri bu fikir son devirlerinde, "Panislamizm" sözü diplomatik
zamanlarda Genç Osman l ı l ık'tan yani Os­ konuşmalarda işiti lir oldu, bazı Asya İslam
manlı m i lleti teşki l i siyasetine kısmen iştirak hükümdarlarıyle münasebet istihsaline uğra­
eden fırkadan doğd u . Evve l leri en z i yade şıldı. Mithat Paşa'nın düşmesinden, yani Os­
"Vatan" ve "Osman l ı l ık" yani vatanda mes­ manlı m i l leti ihdası fikrin i n hükümetçe büs­
kOn bilcümle halktan mürekkep bir Osmanlı­ bütün terk olunmasından sonra, Sultan İkinci
l ı k nidalarıyle işe başlayan Genç Osmanlı şa­ Abdülhamit de bu siyaseti tatbike çal ıştı. Bu
i rlerinin ve siyasetçilerin in bir çoğunun duruş padişah Genç Osmanlılar'ın amansızca karşı­
noktası "İslamiyet" oldu. Avrupa içinde bu­ s ı nd a olmakla beraber, bir dereceye kadar
lunmak, garp fikirlerini yakından görmek, on­ onların siyasetlerinin talebesidir. ( . .)
.

ların bu değişimine en kuvvetli sebepler idi. Irk üzerine müstenit bir Türk siyasi milliyeti
Adı geçenler şarkta bulundukları zaman, baş­ husule getirmek fikri pek yenidir. Gerek şim­
larını onsekizinci asır siyasi ve içtimai felsefe­ diye kadar Osmanlı Devleti'nde, gerekse ge­
siyle pek çok doldurmuşlar (içlerinden birisi lip geçen diğer Türk devletlerinin hiç birisin­
Rousseau mütercimi idi) ve fakat soy ve din­ de bu fikrin mevcut olduğunu zannetmiyo­
l erin ehemmiyet derecesi n i tamamen idrak rum. (. ..) Tanzimat ve Genç Osmanlılık hare­
eylemem işler ve özel l i kl e yeni bir m i l l iyet ketlerinde de, Türkleri birleştirmek fikr i n i n
teşkil i için zamanın pek geciktiğini, Osmanlı varlığına d a i r hiçbir belirtiye rastgel medim.
Devleti'nin hakimiyeti altında bulunan muh­ B i l mem, merhum Vefik Paşa, lehçesiyle saf
telif unsurların, menfaatleri değilse bile, arzu­ Türkçe yazmak arzusiyle bu yüksek hayal ar­
larının böyle bir ittihat ve imtizaçta olmadığı­ kasında biraz olsun dolaşmış mıdır? Şu mu­
nı ve binaenaleyh Fransız mill iyet kaidesinin hakkak ki, son zamanlarda İstanbul'da Türk
şarkta tatbiki imkansızlığını, tamamen anla­ milliyeti arzu eden bir mahfel, siyasi olmak­
yamamışlard ı . Ecnebi d iyarda iken, ekserisi tan ziyade i lmi bir mahfe!·teşekkül etti.
memleketleri ni uzaktan daha kavrayışlı bir Bu mahfe l i n teşekkülünde, Osm a n l ı lar'la
nazarla görmye, din ve ırkın şark için gittikçe Almanların m ünasebetinin artmasın ı n, Alman
artan siyasi ehemmiyetin i ve bu cihetle Os­ l isanını ve bahusus Almanların tarih ve l isan
manlı m i l leti ihdası arzusunun beyhudeliğini ilimleri hakkındaki tetkikatını Türk gençleri­
anlamaya muvaffak oldular. nin bilir olmasının hayli tesiri olmuştur sanı­
Artık, var kuvveti pazıya verip İslam unsur- yorum. Çünkü bu genç mahfelde, Fransız iz-
S E Ç M E M E T i N L E R

leyicilerinde olduğu gibi bazı hafif ve "decla­ adetleri v e hatta ekseriyetinin d inleri bile bir
matoire" edebiyattan ve siyasiyattan ziyade, olan ve Asya kıtasının büyük bir kısmıyle Av­
sessiz, sabırlı ve inceleyici şekilde elde edil­ rupan ı n şarkına yayı lmış bulunan Türklerin
miş sağlam bir ilim mevcuttur. ( ... ) birleşmesine ve böylece diğer büyük m i l l i ­
En çok Türklerle meskun Rusya'da Türkle­ yetler arası nda varlığını muhafaza edebile­
rin birleşmesi fikri nin pek müphem bir surette cek büyük bir siyasi mill iyet teşkil eylemele­
var l ı ğ ı n ı tahmin ediyorum . Henüz doğmuş rine hizmet edilecek ve işbu büyük toplu luk­
"İdil Edebiyatı" Müslüman olmaktan ziyade ta Türk toplumlarının en güçlü ve en mede­
Türktür. Dış tazyikler olmasa, bu fikrin kolay­ n i leşmişi olduğu için Osm a n l ı Devleti en
l ı kla gelişmesine Osmanlı ülkelerinden fazla mühim rolü oynayacaktı . Son vakaların fikre
müsait muhit, Türklerin en kalabalık bulun­ getirdiği uzakça _b ir istikbalde, meydana ge­
dukları Türkistan ile Yayık ve İd i l havzaları lecek beyazlar ve sarı lar alemi arasında bir
olurdu. Tü rklük c i h a n ı husule gelecek ve bu orta
Kafkasya Türklerinde de bu fikir mevcut ol­ dünyada Osmanlı Devleti, şimdi Japonyanın
sa gerek. Azerbaycana Kafkasın fikrit esiri ol­ sarılar a l e m i nde yapmak i sted iği vaz ifeyi
486 makla beraber, şimali İran Türklerinin ne de­ üzerine alacaktı .
recelere kadar Türklerin birleşmesi taraftarı Bu faydalara mukabil, Osmanlı ü l kelerinde
olduklarını bilmiyorum . mesku n, müslim olup da Türk olmayan ve
Ne olursa olsu n, ırka müstenit siyasi b i r Türkleştirilmesi de mümkün bulunmayan ka­
m i l let türetmek fikri henüz pek turfandadı r, vimlerin Osman l ı Devleti elinden çıkması ve
pek az yaygındır. ( . . . ) İslamiyetin Türk ve Türk olmayan kısımlarına
Hala her Müslü lman, Türk veya İraniyim ayrılarak, artı k Osmanlı Devleti'nin Türk ol­
demekten evvel, "elhamdü-l i l lah Müslüma­ mayan Müslümanlar ile ciddi bir münasebeti
n ı m .. " diyor. Hala İslamiyet dünyası nın bü­ kalmaması mahzurları vardır.
yük kısmı, Osmanlı Türkleri hakanını İslamın Türkleri birleştirmek politikasının tatbikin­
h a l i fesi tanıyor. Hala bütün Müslümanl ar, deki dahili müşkülat İslam siyasetine nazaran
günde beş defa Mükerrem Mekke'ye yüz çe­ ziyadedir. Hernekadar, garbın tesiriyle Türkler
viriyor ve Kabe'ye yüz sürüp Hacer-i Esved'i arasında m i l liyet fikirleri girmeye başlamıs ise
öpmek için, büyük bir heyecan ile kürenin de, yukarıda söylenildiği gibi, bu vaka henüz
her tarafı ndan mu hte l if sıkıntıya katlanarak pek yenidir. Türklük fikirleri, Türk edebiyatı,
koşuyorlar. Hiç korkmadan tekrar olunabilir Türkleri birleştirmek hayali henüz yeni doğ­
ki İslam henüz pek güçlüdür. Bunun üzerine muş bir çocüktur. İslamiyette gördüğümüz o
tevhid-i İslam siyasetinin tatbiki nde, dahili kuvvetli teşkilattan, o pür hayat ve pür heye­
maniler az güçlük ile katlanı labilecek surette­ can h issiyattan, h ü l asa sağ l a m b i r itt i h a d ı
d ir. Lakin harici mani ler pek kuvvetl idir. Ger­ meydana getirebilecek madde v e hazırl ı ktan
çekten, bir taraftan İslam devletlerinin hepsi hemen hiç birisi Türklükte yoktur. Bugün ek­
Hıristiyan devletlerinin nüfuzu altındadı r. Di­ seri Türkler mazi lerini unutmuş bir halde bu­
ğer taraftan bir iki müstesnası dışında, bütün lunuyorlar.
H ı ristiyan devletleri Müslüman tebaaya ma­ Lakin şu da u nutulmamalıdır ki, zamanı­
liktir. ( ...) m ızda birleşmesi muhtemel Türklerin büyük
Türk birliği siyasetindeki faydalara gel ince, bir kısmı Müslümandır. Bu cihetle, İslam di­
Osmanlı ülkelerindeki Türkler hem dini, hem ni, büyük Türk m i l l iyetinin teşekkülünde mü­
ırki bağlar ile pek sıkı, yalnız dini olmaktan him bir unsur olabil ir. Mill iyeti tarif etmek is­
sıkı birleşecek ve esasen Türk olmadığı halde teyenlerden bazı ları, dine bir amil (factuer)
bir dereceye kadar Türkleşmiş sair müslim gibi bakmaktadırlar. İslam, Türklüğün birleş­
unsurlar daha ziyade Türklüğü benimseyecek mesinde şu hizmeti yerine getirebilmek için,
ve henüz h i ç benimsemem i ş u n s u r l a r da son zamanlarda Hıristiyanlıkta da olduğu gi­
Türkleştiri lebi lecekti . bi, içinde m i l liyetlerin doğmasını kabul ede­
L a k i n a s ı l büyük fayda; d i l leri, ı r k l a r ı , cek şekilde değişmelidir. Bu değişme ise he-
S E Ç M E M E T i N L E R

men hemen mecburidir de: Zamanımız tari­ devletlerden yalnız birisinin, Rusya'n ı n Müs­
h i nde görü len umumi cereyan ı rklardad ı r. lüman Türk tebaası vardır. Bu cihetten, men­
Dinler, din olmak bakımı ndan, gittikçe siyasi faatleri gereği, Türklerin birleşmemesine çalı­
ehemmiyetleri ni, kuvvetlerini kaybediyorlar. şacak ya l n ı z bu devlettir. Başka H ı ristiyan
İçtimai olmaktan ziyade şahsi leşiyorlar. Ce­ devletlere gel ince, ihtimal ki bazı ları, Rusya
m iyetlerde vicdan serbestliği, d i n birl iği nin menfaatlerine zararlı olduu için, bu siyaseti
yerini al ıyor. Dinler, cemiyetlerin ek işleri ol­ desteklerler bile.
maktan vazgeçerek, kalblerin hadi ve mürşit­ Yukarıdaki mütalaalardan şu neticeler çıkı­
l iğini deruhte ediyor, ancak halik ile mahluk yor: Osmanlı milleti yaratı lması, Osma n l ı
arasındaki vicdani rabıta haline geçiyor. Do­ Devleti için faydalara sahipse de, gayr-i kabil­
layısıyle d i n ler ancak ırklarla birleşerek, ırk­ i tatbiktir. Müslümanların veya Türklerin bir­
l ara yard ımcı ve hatta h izmet edici olarak, leşmesine dönük siyasetler, Osman l ı Devleti
siyasi ve içtimai ehemm iyetlerin i mu hafaza hakkında eşit denilebilecek menfaat ve mah­
edebi liyorlar. zurlar i htiva etmektedir. Tatbikleri ci hetine
Harici engeller ise, İslamiyet siyasetine nis­ gelince, kolayl ık ve zorluk yine aynı derece­
petle daha az kuvvetlidir. Çünkü H ıristiyan de den i lebilir. ( ...)
487

ÜSS-1 lNKlLAP*
AHMED M ITHAT EFENDi

Üçüncü Bab leyerek inkı lab-ı mezkurdan sonra medeni­


Tensikat-ı Esasiye ve Cedide yetin ve medeniyet semeratından olan istira­
hat ve asayiş ve hürriyet gibi ni'me'l-celile­
Birinci Fıkra den ne vech ve suretle müstefit ve mütemetti
Kavanin-i Esasiye olabi leceklerini bi'l-irae cümles i n i ikaz ve
tembih eylemişlerdir.
İşbu devr-i i nkılabımız gibi bir devr-i teced­ Her mebhasta i ltizam eylediğimiz i htisar
düdü m i lel-i mütemeddine ve mütecedide­ münasebetiyle işbu eser-i naçizde bahsin şü­
den her biri birer zaman-ı muayyende geçir­ mul gösterdiği her şubeye dair tafsilat ve mu­
m i ş ve bu i nkılap devirleri her m i l let tarihi­ hakemat-ı müfideye girişerek kariin-i kirama
n i n en m ü h i m bir b a b ı n ı teş k i l eylemiştir. o yolda bir istifade için hizmet edememekli­
Edvar-ı inkılabın m i l letler ve o m i l letlerin te­ ğimiz zaruri olup ancak cemiyat-ı medeniye­
racim-i ahva l i demek olan tarihler için ol ka­ nin sahihan nefs-i natıkası kuvve-i müfekki­
dar ehemmiyeti vard ı r ki erbab-ı fikir ve ka­ resi ruh-ı müşabihesinde bul unan kavanin-i
lem bu ehemmiyetlerden münbais ve mün­ esasiye üzerine ale'l-ıtlak malumat-ı müte­
şaib olan şuabat-ı mesail-i siyasiyeden her kaddime ve mücmele vererek daire-i mede­
birisi için kütüphaneler dolduracak kadar n iyet dah i l inde yaşayan halk nezdinde kanu­
m übahasat ve muhakemat ile devr-i i nkıla­ nun ne suret ve keyfiyetle cihan-ı mut� oldu­
bın ehemmiyet fevkü'l-gayesini gerek evlad-ı ğunu ve bunların hürriyet-i tabiiye-i beşeri­
zamane ve gerek ahlaf ve ahfada tefhim ey- yeyi neden dolayı asla ihlal değil bi' l-vücuh
temin eylediği ve kavanin-i esasiye-i mede­
niyenin ne suretle cebir ve tahakküm-i müs­
(*) Kısm-ı Sani, Takvim-i Vakayi Matbaası, lstanbul, tebidin suretine i nkılap ve nihayet her m i l le-
1295, s. 1 1 4-1 76.
S E Ç M E M E T i N L E R

tin bir devr-i istibdaddan bir devr-i hürriyete nefsi için bir mebit bir yuva düşünmek bile
inkılabı hakikatte insa n l ı k için yen i bir şey i ktidarının haricinde olan insan evladını gör­
değil bel ki kadim ve tabii olan hal-i ewele mekte ve şu iki nokta-ı gayeyi birbirine vasıl
ric'at demek olduğunu bast ve temhid eyle­ eden ve binaenaleyh her biri meratib-i me­
meksizin üssü'l-esas i n kılabımız olan kanun­ deniyetten bir dereceyi iş'ar eyleyen nokta­
ı esasi mebah isine girişiyor i sek bir bahsin larda dahi yekdiğerinden aşağı veyahut bir­
mukaddemesinden sarf-ı nazarla yalnız neti­ birinden yukarı milel ve halayıkı müşahede
ces i üzerine idare-i kelam etm işçes ine bir eylemekteyiz. Öyle bir suret-i garibede mü­
mantıksız l ı kta bulunacağ ı mızdan şu yolsuz­ şahede eylemekteyiz ki insanların ilk münfe­
l uğa mahal bırakmamak için ol babda mu­ rit ve mütevahhiş halinden son müçtemi ve
kaddeme makamına kaim olarak işbu fıkra­ m ütemeddin hal ine kadar ne gibi derecatı
mızı tesise l üzum-ı sahih görü lmüştür. geçerek vas ı l o lduğunu sahaif-i tevari hten
Mebahis-i siyasiye üzerine idare-i efkar okunmağa ihtiyaç b i l e ka lmayıp bu i l m - i
eyleyen m üd ekki klerin c ü m lesi cemiyet-i azimi sahife-i sath-ı dü nya üzerinde saldır
beşeriye n i n i l k suret-i fam i lyalardan ibaret saldır okuya b i l mekteyi z . Ancak kavanin-i
488 olduğunu bi'l-ittifak hükmederler. Zira bü­ esasiye hakkında istihzar eyleyeceğimiz ef­
yük bahislerde her şeyi n evve l i n i b u l m a k kar için insanların familya suretiyle içtimaın­
i ç i n o şeyin ezmi ne-i ibtidaiyesine doğru b i r dan ewelki hal lerine kadar sarf ve isal-i zi­
nazar-ı ric'i atfetmek zaruri olup cem i yat-ı hin etmeğe ihtiyacı m ı z yoktur. Zira kanun
meden iyen i n ezmi ne-i ibtidaiyesine doğru denilen şey ne kadar küçük olur ise olsun bir
atfedilecek nazar-ı ric'i ise efkar-ı m i l l iyet-i cemiyet dairesi içi nde müçtemi olan i nsan­
azime ve kavmiyet-i hususiye gibi tabakattan ların arası ndaki revabıt-ı i çtima iyeyi tayin­
geçire geçire n ihayet cemiyat-ı beşeriyenin den ibaret bulunduğuna göre kanunun esası­
birer tek familyalardan ibaret kalacağı dere­ nı cemiyet-i medeniye haricinde ve münferit
ceye kadar vardırır. Vakıa efkarımızı biraz b i r surette beyaban-ı vahşette puyan olan
daha ta'mik eyler isek i nsanlığın daha ewel­ yabani ve vahşi-yi hakikiler nezd i nde ara­
ki halini dahi bulabil iriz. Ewel hal ki efrad-ı mak abes ve binaenalaz a l i k cumhur-ı mü­
beşer meyanınd a hemen hiç bir rabıta mev­ dekkikin in ittifakı üzere fam i lyalar derece­
cut olmayıp her biri m ünferiden ormanlarda sindeki cemiyat-ı beşeriyeyi esas tutmak ve
gezen ve beyne'l-beşerin rabıta-ı içtima olan mebde-i ittihaz eylemek elzemdir.
zevciyet bile hayvanat-ı vahşiye gibi tesadü­ İnsanların fami lya suretiyle müttehit ol­
fen vuku bulur ve yalnız valide ile evlat ara­ dukları zaman beynlerindeki münasebeti ta­
s ı ndaki m ü nasebat-ı batıniye evlad ı n kendi y i n ve a h ka m ı n ı mer'i eyleyen h ü k umete
kendisini idareye muktedir olacakları zama­ "hükumet-i pederane" den i l i p mülahaza edi­
na kadar devam edeb i l ip ondan sonra evlat lecek olsa bir insanı tevlit ve kendi kendisini
dahi ot ve kök veyahut kendisinden ez'af ve idareye m u ktedi r olacak hale isa l eyleyen
a c i z o l m a s ı n d a n d o l ayı s aydedebi leceği ebeveynin o insan üzerinde hakkı en büyük
hayvanat i le tagaddi ve taayyüş için valide­ bir hak olduğu görülüp teslim ed ilir ve bina­
sinden ayrı l ı r gider idi . enaleyh makam-ı hükumette bulunan pede­
Beşeriyetin şu ahval-i ibtidaiyesini yalnız rin kendi m ahsul-i ömrü demek olan evlat
zihinde ve hayalde bulmakla kalmayız. Keş­ üzerine keyfi istediği veçhile icra-yı h üku­
fiyat-ı ahire-i coğrafiye kürre-i arzın safahat-ı mette haklı olacağı varid-i hatır olur. Nasıl ki
sath iyesi n i hemen tamamıyla nazar-ı vukuf cemiyat-ı beşeriyenin dairesi bayağı tevsi ey­
ve ıttılamız önüne açmış bulunduğu cihetle lediği zamanlarda bu hatıra bazı halk nez­
bir tarafta medeniyetin mertebe-i kusvasına d inde hükmünü gösterip evlad-ı abanın esir­
varmış olan İ ngilizleri Belçikalıları ve Ameri­ den daha mahkum bir metaı olmak üzere ta­
ka m i llet-i cedidesini gördüğümüz gibi diğer savvur ed i l m i ştir. Ve ezcümle beni İsra i l i n
tarafta henüz efrad-ı insan meyanınd a bir ra­ kendi teşekkül v e terakkileri asrında cihan
bıta-ı içtima düşünmek şöyle dursun kendi içi nde bir kanun-ı muayyenle idare olunur
S E Ç M E M E T i N L E R

yegane bir d i n Hakk'a tabi bir cemaat-ı mü­ re hizmet eylemesi ve pederi mes'ut bir hal­
tedeyyine bulunduğu halde o cemiyet içinde de yaşatması kaziyesinden ibaret kalmayıp
bile pederlerin val ideler ve çocuklar üzerin­ belki bir peder kaffe-i levazım-ı n isvan iyesi­
de adeta sahibane ve m a l i kane birer hakları ni tesviye edeceği taahhüdüyle a l d ı ğ ı bir
o l u p bazı h ususatta evlatl a r ı n ı sata b i l mek zevceye kendisinin kaffe-i havayic-i merda­
derecesi nde garabetler d a h i görü l müştür. nesini tesviye vazifesi n i de tah m i l edip şu
Ancak her ne suretle olur ise olsun emr-i hü­ halde has ı l olacak evlada ayn ıyla kendi leri­
kumet ve mesele-i hürriyet içi ndeki hakikat n i n kendi analarıyla babalarından görm üş
bundan ibaret olmayıp Cenab-ı Hallak-ı Ek­ oldukları i l k hizmeti deruhte eylemiş olmak
rem her ferd i hürr-i mutlak olarak yarattığı ve o çocu klar sinn-i i ktidara geldikleri za­
emr-i h i lkatte ebeveynin hiç bir i htiyarı ola­ man henüz başl ı başlarına bir fam i lya teşkil
mamasıyla sabit olarak henüz hal-i tufu liyet­ yani tezevvüç ve teehhül etmeyip de aşiya­
te bulunan ve bi naena l eyh kendi kendisini ne-i pederde o mevsi m i i ntizar eyledi kleri
idareden aciz ve muavenet-i ebeveyne muh­ müddet peder ve validelerinden gördükleri
taç olan insanlara ebeveyni n i l k hizmeti on­ ilk h izmetin mükafatı o larak onlar hesabına
ların da baba larından gördükleri yine aynıy­ çal ışmak ve peder ve val ideni n halet-i acz-i
489
la bu hizmetin mukabi l i demek olduğu kazi­ plr i s i n d e d a h i kend i l e r i n e b a k m a k g i b i
yesi daha kuvvetli b i r suretle h ükmünü yü­ "adet" namıyla yad olunan kanun-ı tabilde
rütmüş ve hakikat-i matlubeyi a lemin nazar-ı m ü nderi ç a h kam üzerine b i re r cemiyet- i
tasvip ve kabu lüne koymuş o l maktan naşi medeniye vücuda gelmiştir ki bu cemiyetle­
evladı esirden daha mahkum tasavvur eyle­ rin zikreyled iğimiz suretlerinde hiç bir kim­
yen halk nezdinde bile sinn-i bu luğ ve mev­ senin hürriyet-i şahsiye ve i nsaniyesine halel
sim-i rüştten sonra ve bir takım kuyud-ı ka­ gelmeyeceği suret-i zahireleriyle bile görül­
nuniye tahtında yine evladın hürriyeti bi't-ta­ mekte bulunmuştur. Böyle esaslı bir bahiste
bi ve bi'l-zarure tan ı n ı p tesl i m olunmuştur fikirlerin daima cihet-i itiraza sapması kaide­
ve mevsim-i hululünde ibhal ed ilmiştir. i tabiiye haricinde ve suret-i istisnada o larak
İmdi bir familya hal kı ndan ibaret bulunan bir kimseye bir hak kazand ı ramaz. Mesela
c e m i ye t - i m ed e n i ye a z a s ı b i l e fe r d e n vakt-i şebabda evladın pedere edecekleri i l k
ba'du'l-fert hürr-i mutlak olduktan sonra iş­ hizmet d a h a evvelce yani hal-i acz-i saba­
bu familya azasını yekdiğerine rabt ile o ce­ vette kendi lerinin onlardan görmüş o ldukları
m i yetin haysiyet-i içtimaiyyesi n i muhafaza h i zmetin m ükafatı addolunur ise de peder
için bir rabıtaya l üzum görülmüş ve bu rabı­ ve maderin h a l-i acz-i plride e v l a d ı n d a n
tan ı n evvel-be-evvel hürriyet-i beşeriyeyi ih­ hizmet istemeleri onların hürriyet v e istiklal­
lal etmemesi lazım g e l m i ş o lduğundan şu lerine menafi görülemez. Zira ebeveyne ed i­
maksud-ı asliyi istihsal için cemiyet dahilin­ lecek bu son hizmet ebeveynin m i rasıyla te­
de yaşayacak efradı n o cemiyetten edecek­ d iye ed i lmekten fazl a çocuklar kendi hal-i
leri istifade göz önüne getirilerek ve bir kim­ plrilerinde kendi evlad ından isteyecekleri
senin bila-bedel ve la-a'vez istifade edebil­ hizmeti istemeğe haklı olmak için evvel-be­
mesi kendisini sair efrat üzerine bar edeceği evvel kendi pederlerine böyle bir h izmetleri
ve bu dahi sai rlerin i n h ürriyet-i tabi iye ve sebkat eylemiş olmak dahi muvafık-ı vazife
asl iyesi n i i hl a l eyleyeceği düşünülerek in­ ve hukuktur. Elhasıl her şeyde kanun-ı tabi­
sanlığın hukuk-ı hürriyeti ile herkesin cemi­ atı n bir hükmü olup insanların i htiyaç gör­
yetten edeceği istifade i htiyacı arasından va­ dükleri medeniyet hakkında dahi kanun-ı ta­
z ife den i l i r b i r üçü ncü h ü k ü m ç ı karılarak biatın hükmü iktizasınca bir fam i lya halkın­
kanunun esası işte bu üçüncü hüküm üzeri­ dan i baret b u l u nan b i r cem iyet-i beşeriıe
ne bina edi l m iş ve bu halde bir familya hal­ dah i l i nde de herkes yiyeceği bir lokma ek­
kı ndan ibaret bulunan cemiyat-ı beşeriyede meği ve edeceği bir lahzacık rahatı beheme­
maksud-ı içtima ve hele evlada hatırlara ge­ hal bir h izmet mukab i l i nde haklı o larak bi­
leceği veçhile bütün fami l ya azasının pede- la-istifa böyle bir lokma ekmeği yiyip bir ne-
S E Ç M E M E T i N L E R

fes rahat etmesine bir "hak" ve ona mukabil yet-i mutlaka aleminde kendi nefs i n i n sela-
edeceği hizmete dahi bir "vazife" namı ve­ meti için yine kendi nefsine tayin eylediği
ri lmiştir. vazifeyi h ü rriyet- i m u kayyede a l e m i nde
Bahsin şu nokta-ı esasiyes i n i tayin eyle­ dahi yine kendi nefsine bir vazife tanıyarak
d i kten s o n ra keyfiyeti u m u m i yetl i ce a rz ondan ayrı lmasını tem i n-i i htiyaçtan kanun
edel i m : Her biri ayrı ayrı hür olan insanları deni len hükm-i umumi ile onun ahkam ı n ı
cemiyet üzere taayyüşe cebreden şey i hti­ mer' iyet-i icrası dahi l i nde muhafaza i ç i n bir
yaçtan başka hiç bir şey olamamak tabii ve de kuvve-i i cra iyeye i htiyaç görü l mü ştür.
zaruridir. Zira hürriyet insanın yalnız tabiat­ Kanun den i len şeyin bir hükm-i umumiden
ı medeniyes i ne değil bel ki asıl tabiat-ı hay­ ibaret olduğu z i h i n lere kabul ettiri l d i kten
van iyesine de o kadar hoş gelir bir şeyd ir ki sonra bunun mer'iyet-i ahkamını muhafaza
pek büyük bir i htiyaçtan m üteve l l it pek bü­ için bir de kuvve-i icraiyeye ihtiyaç olduğu
yük bir menfaat i nsanı mecbur etmedi kten dahi zihin lere derhal kabul ettiri l i r. Evet ka­
sonra i nsan kend i s i n i yani h ü rr iyetini bir n u n u n esas-ı tab i iyesi tarif ed i l mek lazım
kayıt ile mu kayyet etmeğe rıza gösteremez. geldi kte bunun tabayi-i eşya ve a hvalden
490 H ayvanat-ı sairenin bile tabiat-ı hayvaniye­ mü nbais ahkam olması en ziyade sel i m ve
si daima bu hakikati irae eyler. İnsanları ce­ müstakim bir tarif olmak üzere kabul ed i l i r.
m iyetle taayyüşe mecbur eyleyen i htiyaç Tabayi-i eşyan ı n tayin-i ahkamı ise hakikat­
ise hariçten gelecek taarruzata e l birl iği ile te hükm-i u m u miden başka hiç bir şey o la­
ve daha kuvvetl i bir suretle m üdafaa göster­ mamak zaruridir. Vakıa bir madde üzerinde
mek ve havayic-i beşeriyeyi dahi yine böyle hükm-i umumi istihsal için ittihat ve ittifak-ı
el birliği ile tesviye eylemek ihtiyacı olacağı efkar her daim mümkü nattan addol unamaz.
pek bedihi bir Ş eydir. Zira böyle def-i zaru­ Zira i nsanoğ l u n u n çehreleri nas ı l b irbiri ne
ret i htiyacı insanların i rtibatı emri nde o ka­ benzemeyecek derecede muhalif ise reyleri
dar büyük bir kuvvet gösteri r ki bir fam i lya fi kirleri dahi o kadar mütehalif ve mütezad­
a z a s ı n d a n i b a ret b u l u n a n i ns a n l ar ı değ i l d ı r. Ancak fikirlerin kaffesi yalnız i htiyacat-ı
i k i s i birbiri n i n ecneb i s i b u l u n a n adamları meden i ye n i n s u ret-i tes v i yesi n i b u l m a k
bile yekd iğeriyle rapteder. Hatta birbir i n i n noktası n ı tayine çalışırlar ise pek çok fikir­
c a n ı n a kasteden iki a d a m mukatele-i vakı­ lerin bir noktada ittihat etmeleri de zaruri­
aları esnası nda i kisine dahi kasteyleyen me­ d i r. Z i ra tesviye-i i htiyaç tarikini irae ede­
sela bir aslana tesadüf edecek olsalar şu ta­ cek noktalar o kadar çok deği ldir ki hatta
arruz-ı hariciden tedafi için derhal öz kar­ her fi kir kendisine bir başka nokta bu lup ta­
deşler gibi ittifak ederler. Bu halde cemiyet­ yin eyles i n . Bu noktalar pek ma'dut olduk­
i b e ş e r i ye i ç i nd e J e a n J ac q u e s R o u s s e ­ l ar ı n d a n efkar-ı u mu m iyen i n m u h a l efet-i
au'nun ded iği gibi " e l b i r l i ğ i i le çalışalım" umumiyesi dahi ga iyeti bir kaç nokta üze­
esası üzeri ne bir mukavele-i içti maiye ak­ rinde münhasır kal ı r. Halbuki ekseriyet ve
detmek pek kolay tasavvur ed i lebi l i r. Şu ka­ a g l e b i yeti n ta y i n e y l ed i ğ i h ü k m ü n b i r
dar var ki insa n ı n tabiat-ı hayvaniyesindeki hükm-i umumi olarak kab u l ü zaruriyattan­
hürriyet-i mutlaka cibil leti "çal ışalım" hük­ d ır. Aza-yı cem iyetten eka l l i yet-i sahihede
m ü n ü pek kuvvetsiz b ı ra kacağı d a h i asla ka lan bir kısım bu hükmü kabul etmeyecek
ehemm iyetten uzak tutu l m ayacak b i r şey olsa çünkü o cemiyetin şerait-i içtimaiyesi
olmasıyla efrad-ı ahrarın h ü rriyet-i tabiiye­ o hükümden ibaret bulu nduğu cihetle şart-ı
sini b i ' l-muhafaza hürr-i m utlak bulunduğu mezkuru kabul etmeyenlerin cemiyeti dahi
zaman kendi nefsi için sarf edeceği himme­ kabu l etmeyerek ç ı kıp gitmesi lazım gelir.
ti bir cemiyet-i medeniye dahil i nde m uka­ Bu halde şartı kabul etmekle cemiyeti terk
vele-i içtimaiyeye manen ve h ükmen vaz etmek arası n d a k i menfa a t i n muvazenesi
etm iş olduğu imzadan dolayı hürr-i mukay­ eka l l iyet ve m u h a l efet erba b ı n ı d a h i y i ne
yet olarak yaşayacağı zaman dahi sarf et­ kendi i htiyarlarıyla o cemiyette kal ı p şartı
mekten istin kaf eyleyememes i n i ve h ü rri- yani aglebiyetin hükmünü tav'en ve i htiya-
S E Ç M E M E T i N L E R

ren kabul etmek zarureti n i on lara tercih et­ mecbur ve o hüküm i l e mahkum görmeği
tirir. Öyle bir hükmü tav'en kabul ise yine dahi hürriyet-i hayvan iyeyi menafi bir esaret
ahrarı n i htiyar-ı ahraranesine tevd i ed ildiği addetmek isteyen adama benzer ki hizmet-i
cihetle mugayir-i hürriyet görü lemez. Hatta nefsiyesi için mahkumiyeti kabul edemediği
şahs-ı vahidi n kendi efkar-ı hususiyesine kı­ halde felaket-i mevte bi la-lüzum mahkumi­
yasen vaz eylediği kanun-ı cemaat tarafın­ yeti kabu l eylemiş olur. Bu ise bu cennettir
dan i nde' l-ted k i k şaya n-ı kabul görülerek ki cevher-i akl ı n birinci mevludu olan kava­
tav'en ve i htiyaren k a b u l o l u n u r ve itaat nin-i medeniye ve kavaid-i insan iye meba­
ed i l i r ise o bile m ugayir-i hürriyet addolu­ his-i dakikası gibi gayet nazik bahislerde bu
namaz. Zira kanun-ı mezkurun i nde' l-ted­ eser-i cennetin hiç bir dahli olamaz.
kik bila-ihtiyar ve bi 't-tav kabulü haddiza­ İşte her ne suretle olur ise olsun kanunun
tında h ü rriyet-i beşeriyeyi i h l a l etmeyecek bir hükm-i umumi olduğu bu surette tahkik
esas üzerine müesses yani kanun den i len eyledi kten sonra bu kanunu kendi şanı olan
şey hükm-i umumi i le mevzu olacağına gö­ istiklaliyle meydana çıkarmak için dahi şöy­
re hükm-i u m umi her neye karar verecek le bir farz edeceğiz. Cemiyet-i meden iye de­
id iyse o ferd-i m ü nfe ri d i n kanun-ı şahsisi n i len şey b irer b i rer hür olan i ns a n l ardan
491
dahi o kararları cami görü lmüş olacağı mü­ mürekkeptir ve ahrar-ı mezkure n i n kendi sa­
nasebetiyle kabul ed i l m iş o l acaktır ki şu adet-i zatiyeleri için edecekleri h izmetin su­
hal-i hürriyet-i i nsaniyeye m u h a l if değil bi­ ret-i müttehide ve müştereke ve müctemiası­
lakis riayet ve muvafakat sayı l ı r. İşte şerayi-i na vaz ife den i l m i ştir. Ve o vazifeyi efrad-ı
diniyeden bir şeriata iman ed ip de itba ey­ cemiyetten her birisine vazife olarak tayin
lemek dahi bundan dolayı h ü rriyet-i beşeri­ eyleyen hükm-i umumi dahi kanundur. An­
yeye mugayir say ı l maz çünkü bu makamda cak tabiid i r ki ahval-i ibtidaiyede kanun de­
iman demek o kan u n- ı şer'inin a h k a m ı n ı ni len şey bir veya bir kaç cilt düstur içinde
i nsanın kendi fikrine m uvafı k bularak kabu l münderiç olamaz idi. Medeniyetin o zaman
eylemesi d e m e k o l u r. Böyle o l m a d ı kta n için delalet eylediği terakki insanlarda henüz
sonra i nsanlara cebir ve i krah ile kabu l ka­ böyle bir kitap edinebilmek iktidarı nı tevl it
bul ettirilmek istenilen kanunlarla beşeriye­ eylemem i ş i d i . Kavanin-i mezkure "adet"
tin hürriyetini mahvetmek yoluna gidilmiş namıyla cemiyetin ahlak-ı umum iyesi içine
olur ki daire-i temeddünde yaşayan evlad-ı derç olunmuş idi. Nası l ki adattan i baret i l k
ademin hukuk ve hü rriyeti gibi mebah isle kanunlarımızın hükmü h a l a bugü nkü günde
böyle b i r kan u n - ı cebriyi tatb i k ve tevfik bile yine adet namıyla familyalarım ı z meya­
edeb i l m ek m u h a l atta n d ı r. H atta kavanin-i nında meriü'l-icra olup ahkam-ı asliyesinden
i l a h iyeden o l a n kavanin-i d i n iy e n i n b i l e birisine fam i lyaca ri ayet etmemek bayağı
eğer e h l e kabul ettiri lmeğe çal ışmak sureti­ müşki lat ve mümteniattandır. Bizim Osmanlı
ne rağbet edilmemesi her halde tabii görü­ cemiyet-i medeniyesi henüz tamamıyla ka­
len hürriyet-perverl i k i ktizası ndandır. nt n a ltına a lınmış demek değil belki bu ce­
Ası l cay-ı dikkat ve ehemmiyet şundadır ki m iyetin kanunları henüz tamamıyla sahaif
kendi nefsine hizmet demek olan bir vazife­ ve l evayi h e derç ed i l me m i ş o l d uğ u n d a n
yi y i ne kend i nefs i ne vazife o l m a k üzere adat v e a h l a k g i b i fami lyalara ait o l a n husu­
hükmeden ve kendisinin bu hükmüne yine sat deği l bir çok usul-i siyasiyemiz bile he­
kendisi kanun n a m ı n ı verip o hükme itaati nüz "adet" lafzının bir tabir-i resmiyesi ol­
dahi zimmet-i ahraranesine borç tanıyan i n­ mak üzere "teamül-i kadim" denilen kava­
san hürriyetinden hiç bir şeyi feda etmemiş nin-i gayr-ı mesture ve gayr-ı muharrere üze­
o l ur. Eğer bunu d a h i h ürriyete m ü n afi bir rine cereyan etmekte bulunmuştur hatta te­
esaret addeyler ise o insan beyaban-ı vahşet­ amül denilen işbu kavanin gayr-ı mesturenin
te hürriyet-i mutlaka-ı hayvaniyesine tama­ hükmü elhaletü hezihi kavanin-i mestureden
mıyla sahip olarak gezer iken acıkan karnını bile ziyade kuwetlidir. Zira bir çok yerlerde
doyu rmak için kend i s i n i g ı d a tah arris i ne teamü l-i kadimin hükm-i kanunide ta'dil ve
S E Ç M E M E T i N L E R

te' hlr eyled iği taşra l a r h ü kumetine vakıf lere görülen lüzumu uzun uzun şerh etmeğe
olanlara mestur değildir. Her ne hal ise ka­ hacet var mıdır? Bize kal ı r ise bahiste bu lü­
nun gerek düstur tarzında bir yere cem olun­ zumun dahi h ü rriyet-i beşeriyeye m ugayir
sun ve gerek adet ve teamül-i kadim namıyla o l m a d ı ğ ı n ı göstermek kafid i r. Evet b u da
ahlak-ı umumiye içinde münderiç bul unsun hürriyet-i beşeriyeye m ugayi r olamaz. Zira
bu kanun bir şahıs üzerinde teşahhus etme­ bir h ü k ü m d a ra o kuvveti veren şey y i n e
d i kten sonra kendi hükmünü ale'l-devam ef­ hükm-i umumiden ibaret o l a n kanun olduğu
rada ihtar edemeyeceğinden cemiyet içinde gibi o kuvveti istimal edeceği zamanlar ve
kanun-ı müşahhas veyahut şahs-ı kanun ol­ keyfiyetler d a h i kanunen tayin o l u nur. Şu
mak üzere bir adama tab'en lüzum görü l ­ halde kuvvet kendi kuvveti olup da hüküm­
m ü ş v e işte bu adam fam i lyalardan ibaret dar o kuvveti kendi keyfinin istediği yerlerde
bulunan cemiyetlerde baba ve cemiyet-i cis­ sarf etmiş olmuyor ki işin içinde bir cebbar­
miye-i medeniyede hükümdar namıyla tayin l ı k çıksın da h ü rriyet-i beşeriyeye m u ha l if
eylemiştir. Hükümdar bir kanu n-ı şahsi veya­ düşsün. O kuvvet kanun kuvveti olup sarf ve
hut bir şahs-ı kan u ndur ki vereceği ahkam-ı istimali dahi kanunun emriyle vuku b u l ur.
492 kanuniye balada zikrolunduğu veçhile yine Bu halde faraza bir caninin boynu vuruluyor
hü km-i umumiyi i htar demek olacağından ise onun boynunu cellat vuruyor d iye tabir
cemiyet efradından her biri kendi sözüne olunamaz. Belki cel lat dahi kanunun istih­
kendi h ü km ü ne itaat kabi l i nden o larak bu dam eylediği bir memur olup hükm-i kanu­
hükümdarın hükmüne itaatle muvazzaf ol­ nu icra eylediğinden ve hü km-i kanun ise o
muştur. Bu suret dahi efradı n hürriyet-i asli­ can i n i n dahi reyi munzamm olduğu halde
yesini ihlal etmemiş olduktan ma-ada bilakis istihsal olunan bir hükm-i umumi bulundu­
şahs-ı hükümdarın zeka-yı i nsaniyesi n i ka­ ğundan gayet hakikat-i emrde merkum cani
n u n u n ş a h s i yet-i m a n e v i ye s i n i k a t a r a k kendi kendisinin boynunu vurmuş oluyor.
nev'ama kanuna kendi k e n d i kend i s i n i ve Hükümdarın ve o h ü kümdar uhdesinde
kendi hukukunu muhafaza gibi bir i ktidar ve olan kuwe-i icraiyeni n dahi suret-i asl iye ve
istidat verd iği cihetle o kanun ile m uayyen ibtidaiyesi n i şu yolda tayin eyledikten sonra
bulunan hürriyet-i beşeriyeyi bir kat daha te­ bir cemiyet-i m edeniyeyi yani m i l leti ve
min eylemiştir. onun kavanln-i esasiyesini ve hükümdarını
Ancak kanunun bir zat u hdesinde teşah­ ve kuvve-i icraiyesini teşki l ve tayin edip bi­
hus etmesi muhafaza-ı ahkamı için yine kafi tirmiş oluruz. Bu mil letin bir familyadan ve
olamaz. O zatın ihtarı herkesin haiz olduğu bu kanunun o familya adatından ve hüküm­
hukuku bi'l-hafıza herkesi n mükel lef olduğu darın dahi o fam i lya babasından ibaret ol­
vazifeyi de ifa ettiremez. B u i htar yalnız bir ması yan i m i kyasın bu kadar küçük bulun­
ihtardan i baret kaldığı surette kanun evlad-ı ması şu kaide-i küll iye-i esasiyeyi gerek mil­
ademi n tabiat-ı hayvaniyesinde olan sevda­ l iyet-i vahideden ve l isan-ı vahit erbabından
yı hürriyet-i hayvaniye ve istiklal-i tamdan ve gerek m i l l iyet-i m ütenevvia ve e l s ine-i
m ünbais itaatsizl iğe karşı yine aciz kal ı r. Bi­ mütehal ife ashabından yüzlerce m i l yon in­
naenaleyh fam ilyalardan ibaret bulunan ce­ sanlardan ibaret cemiyat-i azlmeye ve hatta
m i yetlerde b i l e adetten ibaret olan kanun yekpare bir cemiyet-i umumiye-i beşeriyeye
hükmünü m u h afaza babında o h ü kümden bile tatbikini men edemez. Zira hakikat de­
teba'üt edenleri ta'zlr için hükümdar maka­ n ilen şeyin mahiyeti asla tenevvi edemeye­
m ı nda bulunan babalara bir hak ve kudret ceğinden yani cihanda hakikat olarak i ki su­
verilmiştir. İşte bu hak ve kudretin cemaat-ı ret bulunabilse onun birisi diğerine nisbetle
medeniye hükümdarlarına dahi itasına ıstıla­ e l bette ahakk o l u p binaena leyh d iğeri n i n
hat-ı siyasiyeden olarak "kuvve-i icraiye" de­ butl a n ı tahakkuk eyleyeceğ i nden insa n l a r
n i l miştir. Hükümdarları kuvve-i icraiyeye bi­ herhangi mahalde bulunur ise bulunsun ve
hakkın m uktedi r olabilecek bir kuvvete sa­ her hangi l isan ile mütekellim olur ise olsun
hip eylemek için asker gibi polis gibi kuvvet- kendi lerine arz olunacak hakayık kavanln-i
S E Ç M E M E T i N L E R

medeniyeyi nihayet bir mübahese ve müca­ meydana koymuş olduğu şu usul-i medeni­
dele-i hakikat-cuy-aneden sonra elbette ka­ ye-i alem-şümul pek güzel muvaffak olmuş
bul ederler ki bu zaruret i nsanların tabiat-ı ve elsine ve diyanet ve ahlak-ı mütehalife er­
medeniyesi tarafından hasıl edi lmekle kimse babından yüz otuz m ilyona kadar ahali bir
o zarureti i n kara m u kted i r olamaz. Hatta k a n u n a l t ı n d a i ç t i m a eylem i ş t i . Bu h a l
medeniyet-i beşeriye mebhas-ı vesi'i üzerine umum-ı ebna-yı beşerin bir kanun al tında iç­
idare-i efkar eyleyen bir müdekkik şimd iye timaını muhal add etmeğe asla i mkan yok­
kadar bu tatbikin icrasıyla umGm-ı ebna-yı tur. Gayeti baid addolunarak şimdiki asırlar­
beşere yekpare bir m i l l i yet-i neviye verile­ da husu lüne i ntizar olunamaz.
memiş o l ma s ı n a i st igrap eylerler i se bazı Mülahazatın kısm-ı maneviyes i ne gel ince
mülahazat-ı muhakkike m ümanaat etmemek dahi bizim için ol babda meskut-ı anh geçe­
şartıyla bu istigrabda n dolayı kendisine hak meyeceğimiz bazı hakayık mevcuttur.
dahi veri lebi lir. Cemiyet-i medeniye-i beşeriye hakkında
M ü l a h azat-ı m u h a k k i ke - i m e z k u ren i n balada tasvir eylediğimiz üss-i evvel ve asli
maddi ve manevi diye ikiye ayrı lan aksamın­ muahharen bir çok su-i istimalata d uçar ol­
dan kısm-ı maddisi ta a'sar-ı ahireye gelince­ mamış olsa idi efrad-ı beşerden hemen umu­
493
ye kadar dünyanın kıtaat-ı fesihesi üzerinde miyete karib bir kısmın cemiyet-i medeniye­
bulunan i nsanların yekdiğerinden haberdar sine yine esas olab i l ir idi. Ancak i nsan ın ci­
olamaması gibi b i r ta k ı m esbab-ı azime-i bil iyet-i mahsusası ile beraber i nastan doğ­
mecbureden ibaret olup işbu esbab-ı maddi­ muş olan sevda-yı hürriyet ve istiklal mürur-ı
ye üzerine idare-i efkar eyleyen müdekkikle­ zaman ile medeniyetin i l k kanun-ı tabiisini
rin asırlar geçip de evlad-ı beşer yekdiğerini i h l a lden hali kalmamıştır. Ezan c ü m l e ka­
kemaliyle tanıdıktan ve m ünasebat-ı ticariye nun-ı medeniyetin müşahhası b u l u n a n hü­
mertebe-i gaiyetin i bulup menafi-i medeniye kümdar hükm-i umumiyi cami bul u nan ka­
dahi hükmünü tamamıyla ortaya koyduktan nun-ı mukteziyatını ilan ve i htara bedel ken­
sonra umum-ı ebna-yı beşerin bir m i l liyet-i di efkar-ı zatiye ve iradat-ı keyfiyesini emir
insaniye teşkil eyleyebilecekleri hakkındaki ve icbar edince medeniyetten matlup olan
efkar-ı mahsusaları her ne kadar baid görülür maksud-ı asli ve hakiki bozulmuş ve şu hal­
ise de el bette batıl görülemez. Vakıa bey­ de efradın o hükümdar-ı müstebide itaat et­
ne'l-hükema bu kaziyeyi muhalattan adde­ mesi hürriyet-i beşeriyeye muvafık görülüp
denleri dahi vardı r onlar cihanın afak-ı ba­ bu ise cemiyetleri n rabıta-ı itti had ı n ı boza­
idesinde bulunan a h a l i n i n a h l a kça l isanca rak müteferrik ve perakende olmalarını icap
ve d iyanetçe birbirine benzememeleri cüm­ eylemiştir. Şüphe yoktur ki heyet-i müttehi­
lesinin bir m i l l iyet-i umumiye teşkil etmele­ de-i beşeriye meyanında vukua gelen tefri­
rine manidir diye itikat ederler. Ancak bu iti­ kalar güya hürriyet-i beşeriyeyi istirdat gay­
kadları mahza fikirlerine l üzumu derecesi n­ retiyle meydana çıkan sah ib-i huruçlar tara­
de vüsat ve füshat vermed i klerinden neşet fından ika edilmiştir. Ancak bunların da tabi­
eder. Şimdiki halde mebahis-i siyasiyemizde atlarında mevcut olan sevda-yı istibdat o ce­
deriz ki "yegan yegan i nsanlar familyaları ve miyetleri de biraz sonra bir cebbarın idare-i
fami lyalar köyleri köyle nah iyeleri nahiyeler keyfiyesi a ltında mazl um-ı üsera cemiyeti
elviye ve vilayeti ve v i layetler ü l keleri teşkil hal ine koymaktan geri kalmamıştır. İngiltere
ederler" bunu demekle beraber kavanin-i i ç i n Cromwe l l , Fra nsa i çi n Bonapa rte b u
medeniyeni n hiç bir kimseyi hürriyet ve hu­ babda bire r güzel misaldirler.
kukundan men etmediğini bilakis bir kat da­ Medeniyetten matlu p olan esası tagayyür
ha temi n eylediğini de der-miyan eyleriz. O hususunda görülmüş ve gösterilmiş olan se­
halde işbu meratip meyanına bir de l isan ve bebiyetleri yalnız hükümdarlara atf ve tahsis
diyanet ve ahlak cihetiyle müstaki l olan ce­ etmek de haklı değildir. Efrad-ı cemiyetin de
miyetleri de ithal etmekte ne beis vardır? Os­ ahlak kanun-perverisine halel gelerek n izam
man l ı l ığ ı n d ü nyada i l k defa o l m a k üzere ve i ntizam-ı cemiyete kendilerinin dahi sekte
S E Ç M E M E T i N L E R

vermiş oldukları da nazar- ı dikkate a l ınmaz böyle müttehit olmayıp da müteferrik olsalar
ise bahiste matlu p olan hakikate vusul mü­ bile menafi-i medeniye kendi lerini tevhit ey­
yesser olamaz. Yalnız kavanin-i siyasiye ile lemek l azım ve zaruri iken an-asi müttehit
idare olunan m i l letlerde değil hatta kavanin-i oldukları halde bu ittihadı m uhafaza edeme­
şeriye ve diniye i l e idare olunan mil letlerde yerek müteferrik olmaları elbette mes'ud iyet­
dahi bu tagayyür görül müştür. Ezcümle Beni i dünyeviyeyi cemiyetlerin yekdiğerinden if­
İsra i l meyanındaki bunların kanunları keteb-i tirak ve teba'üdlerinde aramış olmalarından
semaviye ahkamına müstenit kavanin-i ilahi­ neşet eyleyeceği ve bu dahi kendi lerini va­
yeden olduğu halde mürur-ı zamanla halkın tan-ı asliyi terk ettirecek bir mecburiyet-i si­
tavı rlarında şeriat-ı mevcudeye adem-i itaat yasiye altında görmelerinden i leri geleceği
fikirleri peyda olarak aralık aral ı k bais-i enbi­ bu misillü mecburiyetler içinde dahi ilk ser­
ya-ı kiram ile di n-i hakikiyenin teyidi bu hü­ riştenin hürriyet halkası na bağlanacağı zaru­
k u m ete i bt i n a eylem i şt i r. Aşağ ıda fı kra-ı riyat-ı umurdandır.
mahsusasında beyan olunacağı üzere yal nız Tarihin daire-i ıttılaı haricine çıkmağa ne
diyanet-i cellle-i İslamiyedir ki tabiat-ı zama­ hacet aradığımız hakikati tari hinin daire-i ı t­
494 nın tagayyürü üzerine icma-yı ümmetle ah­ tılaı dah i l i nde de bulabi l i riz. Bu taharriyatı­
kam ı n dahi ta'dili esası bu şeriat-ı garranın mızda pek uzak zamanlara kadar gitmeğe de
e l i yevmena heza daim o l duğu mertebede hacet yoktur. Pek yakın zamanlar bizi kendi­
m e t i n o l d u ğ u g i b i metanet-i v a k ı a s ı e l i l iği ile istikbal ederler. İşte Almanya kıtası.
yevm-i elkıyyam dahi devam edecektir. Bu kıtanın ahalisi bir m i l liyete mensup ve bir
İşte Cenab-ı Hakkın i nsan evladına bah­ l isan ile m üteke l l i m i ke n kırk elli parçaya
şeylediği kudret ve istitaatı alemin mamuri­ bi'l-inkısam yüzlerce seneler birbiriyle bo­
yeti yol u nda sarf eylemek gibi bir hareket ğuşmaları neden i ktiza etmiştir? Yal n ız Al­
akı lane ve medeniyet-perverane h ilafına ola­ manya'ya mahsus değ i l İtalya'nın Fransa'nın
rak bilakis mamuriyet-i mevcudeyi hedm ve vesair hemen her m i lletin aksam-ı müteaddi­
harap eyleyecek olan muharebat-ı şedide ve deye i nkısamıyla asırlarca müddet yekdiğeri
medideye sarf ettirmek adeti mahza cemiyat­ aleyhine kıyamları hep medeniyetin ibtida­
i medeniyenin esas-ı ahrarane ve mu ntaza­ daki kavanin-i esasiyesi i h l al ve nisyan edi­
masını bi't-tagylr işte bir suret-i esirane ver­ lerek fikr-i istibdadın her beş on kişiye söz
mek amal-i evvel iyesinden neşet eylemiştir. geçi rebilecek o l a n rüesa ve derebeylerine
Mesa i l i n sathiyatından vukuatın yenilerin­ varıncaya kadar taammüm eylemiş ve efrad­
den bahseyleyen müdekkiklerin beni beşer ı cemiyet nezd inde dahi kanun-perverliğin
meya n ında vukua gelen kavga-yı ezeli ve gaybubetiyle bu misillü derebeylerine itaati
ebediyi her halkın hem civarı bulunan hala­ kanun-ı umum iye itaatten daha m ü reccah
y ı k - ı s a i re e l i ndeki esbab-ı saadete g ıpta görecek surette fikirlere intizamsızlık gelmiş
ederek onları n m a l ı n ı yağma ve kendi lerini bulunmasından başka hiç bir şeye mübteni
esir eylemek da iyelerine d üşmüş o lmasına değildir. Zadegan derebeyleri ve pes-paygan
h a m l etmel eri burada i ltizam eyl ed iğ i m i z ve bazı yerlerde üsera namlarıyla beni beşe­
m u hakeme-i d a kika v e esasiyeyi şaşırtma­ rin bir kaç tabakata inkısamı dahi medeniye­
malıdır. Elyevm m iktarı yüzleri geçen m ilel-i tin i l k vazife olmak üzere efrad-ı cemiyete
mütenevvianın menşelerini araştıracak olur hükm-i umumi i l e ta'yin eylediği vezaiften
isek bunların yekd iğerinden münşeap oldu­ kendisini kurtarıp onu diğerlerine tahmil mi­
ğunu ve bir kaç asır mukaddeminde bir kaçı­ sillü her halde istibdadiye tabir edebileceği­
nın m i l l iyet-i vahide dairesinde içtima eyle­ miz bir istidat icabı değil midir?
diklerini ve ni hayetü' l-emr cümlesinin o ka­ Flemenkli G rotius ve İ n g i l iz hükemasın­
dim Asya kıtasında ve onun dahi kısm-ı ce­ dan Hobbes gibi tasavvurat-ı siyasiyelerince
nub-ı garbiyesinde b i rl eşti klerini hatta el­ i mkan ve ihtimal dairelerinin haricine kadar
_yevm güzergahlarında görülen alaim-i kadi­ çıkan bazı m üdekkikin-i müfritanın istibdat
mesiyle m üşahede eyleriz. İnsanlar an-asi ile dahi beni beşerin mes'ut olacaklarına da-
S E Ç M E M E T i N L E R

ir kemal-i maharetle yürüttükleri muhakema­ katta görü l üyor ki i nsanoğlu fikir cihetiyle
tı hüsn-i kabul etmek isteyenlere hiç bir di­ ilim cihetiyle sanayi cihetiyle ilk derecesine
yeceğimiz yoktur. Medeniyet-i beşeriyenin nisbeten pek çok terakki eylemiş ise de te­
mukteziyat-ı tabi iyesi nden ayr ı l madığımız rakkiyat-ı vakıası kendisini henüz kavanin-i
cihetle şahs-ı vahidin n ice emraz-ı nefsani­ tabiatın haricine çıkarmak derecesine varma­
yesi bugü nkü reyi ile yarı nki reyi arası nda mıştır. İhti mal ki bu dereceye vard ı rabilmeğe
pek çok tefavüt gösterebi leceğini nazar-ı dik­ yine kanun-ı tabiatın dahi müsaadesi yoktur.
kate alan hükemanın hükümdar-ı vahit tara­ Ancak şimdiki halde tahkikini görd üğümüz
fından kendi rey-i hoduyla konulan kanunla­ şey cemiyetin ilk kanun-ı esasisi ne halde ne
rın her zamana ve her işe tatbiki kabil ola­ suretle takannün etm iş olması lazım gel iyor
mayacağı n ı ve hatta o hükümdarın bir emri ise şu son halde dahi yine o suretle yani ka­
diğerin i nakz ve cerh eyleyeceği n i mübey­ nunların bir hükrn-i umumi olması için yine
yen mu hakematında daha ziyade rüçhan gö­ ittifak ve rey ve rıza-yı umumi ile takannün
rüyoruz. Jean Jacques Rousseau'nun dediği etmesi suretine müracaat olunur.
gibi eğer bir kan u n şahs-ı vahit tarafından Vakıa cemiyet-i beşeriyenin şimdiki vüsat­
konulacak olur ise o kanunda m ültezim olan ı fevka ladesine nazaran efrad-ı cemiyeti bir
495
adaletin tamam-ı h u s u l ü i ç i n vaz-ı kanun araya toplayıp cümlesi nin hükm-i um umisi
olan zatın ol kadar bl-taraf o derece garazsız ne olacak ise ondan bir kanun yapmak akıl­
ve menfaatsiz olması lazım gel ir ki böyle bir lara sığmayacak bir keyfiyet gibi görünür ise
adam ancak meleklerde bulunacak masumi­ de kanun deni len şeyin her halde hüküm ve­
yetle i nsan l ı k mertebesi n i n fevkine çıkmak ya kabul-i umumiden başka hiç bir şey ola­
icap eyliyor. Halbuki ol suretle mevzu olan mayacağı tahakkuk etmesi üzerine m i lyon­
kanunun dahi nas beyninde m üta ve mer'i larca ahal inin hüküm veya kabu l-ı umumlsi­
olması için nasın onu kanun tanıması ve öy­ ni istihsal için behernahal bir yol bulmak la­
le itikat etmesi lazım gelir. Böyle olmadıktan zım gel miş ve o da heyet-i mebusan-ı m i l let
sonra halk tarafı ndan mevzu veya musaddak tarzında bulunmuştur.
olmadığı gibi makbul ve müta olması emrin­ Şöyle k i : İnsanlar için alelumum matlup
de halkın i rade ve ihtiyar-ı zatlleri dahi hasıl olan hürriyet-i kamile aleminde bir adamın
o l mayan k a n u n a r i a yet i ç i n edi l e n ceb i r kendi verdiği hükme yine kend isinin tabi ol­
Grotius ile Hobbes' in halkı mes'ut edecek ması rnugayir-i hürriyet olmadığı gibi kendi
en adil hükümdar diye farz eyledikleri ger­ tarafından vekil olarak irae eyleyeceği ada­
çekten adil hükümdarları dahi nas beyn inde mın verdiği hükme tabiyet dahi vekalet i l e
cebbarlar nazarıyla gösteriyor. asaletin hükü mleri hakikatte bir olacağı ci­
Senelerce müddet bütün Avrupa'yı tesirat-ı hetle yine mugayir-i hürriyet görülemez ve
muzırre ve tazyikat-ı seyyiesi a ltında ezen görülememiştir. Şahs-ı vah i d i n yine şahs-ı
idare ve iradat-ı istibdad-karaneye ni hayet vahit için vekil olması ve eşhas-ı kesireye
vermek lüzumu artık seyyiat-ı zamaneye ta­ vekil olamaması hakkında hiç bir kanun-ı ta­
kat götüremeyen insanların efkar-ı umumiye­ bii bulunmayıp bir vekil kendi vekaletini ka­
sinde vücut bulmağa başladığı zaman nice bul eyleyen bin lerce müvekkil lere vekalet
efkar- ı vasia ve ted ki kat-ı arnika erbabı n ı n eyleyebileceğinden cemiyet-i medeniye kaç
mebahis-i dura-d ur g i d e gide medeniyetin m ilyon ahrar-ı mükel lefeden ibaret ise bun­
kavanin-i tabiiye ve ibtidaiyesine kadar var­ ların fırka fırka ve fevç fevç i ntihap ve irae
m ış olması ve insanların ilk devr-i hürriyeti­ eyleyecekleri vek i l ve mebu s l a r ı n heyet-i
n i n teceddüdünden ibaret dernek olan ezrni­ umurniyes i ne mil letin heyet-i umumiyesidir
ne-i cedide için yine ezrni ne-i ibtida iyeni n nazarıyla bakmak her halde muvafık-ı man­
kava nln- i esasiyesi tarzı nda y a n i h ü km-i tık ve tabiattır.
umuminin hülasasından ibaret kanunlar va­ Keteb-i siyasiyede işbu intihab-ı mebusin
zından başka çare bulunamaması hakikaten kaidesinin esasına hiç bir kimse itiraz ede­
istigrap ed ilecek bir keyfiyettir. Zira bu tedki- meyi p bunun ya l n ı z suret-i icrası kaziyesi
S E Ç M E M E T i N L E R

mesai l ve mübahasat-ı şedideyi istilzam ey­ nun hakkında reyini vermek birinci salah iye­
lemiştir. Bu mübahasatın netice-i gayesi iki tidir. Saniyen rey-i umumiden mütevellit ola­
bahs-i müstakile müncerr olmuştur ki bunun cak bir kanun icrasını hükümdara cebretmek
birincisi vaz-ı kanun hususunda rey verecek cümle i ndinde mukaddes olan hürriyete mü­
o l a n vek i l ve mebusları h a l k ı n doğrudan nafi bir cebbarl ı k ve cümle indinde mülte­
doğruya i ntihap etmesi ve d iğeri ise vaz-ı ka­ zim olan ittihada mugayir bir iftirak olup bir
nun maddesi öyle ara-yı adiye erbabının ya­ de hükümdar kendi şahsından ma-ada o za­
pacağı iş olmayıp evvelden kanun-şinas bu­ m a n a kadar rey ve e m r i m i l letin irade-i
lunma k birinci derecede lazım olduğundan umumiyesine muadil ve müsavi bir kanun-ı
ve kanun-şinas olan a d a m l ar ise ammeye mücessem olmak mevkiini ihraz eylemiş bu­
malum olmayıp havasın malumları olacağın­ lunduğu ndan bir heyet-i m i l letin hükmüyle
dan halk evvel-emirde kendi lerince vüsuk ve bir hükümdarın i radesi arasındaki itidal ve
itimat erbabını i ntihap ed i p bunların dahi tevazüne dahi mugayir ol ur. Hele bir kerede
asıl mebus vekilleri i ntihaba memur edilmesi işi suret-i evvel iye ve ibtidaiyes ine tatbi k
bah islerid ir. Bu iki bahsin h angisi d iğerine edel im. Esasta efrad ın hükm-i umumisinden
496 nisbetle eslem olacağını tayin müşkildir. Zira ibaret bulunan kanunu fam i lyanın makam-ı
birinci suret-i hürriyet-i mutlaka-ı umumiye­ hükumetinde bulunan peder efrada ihtar ve
ye daha muvafık olur ise de ol suretle halkın i rae edecek değil mi idi? Eğer peder hüküm­
intihap edeceği mebuslar meyanında mesela dar-ı kanunu olmak üzere riayet edilecek ah­
m üddet-i ömründe usul-i hükumeti düşün­ kamda kendi hükmünü dahi ara-yı umumi­
memiş bir çiftç i n i n bulunması dahi muhte­ yeye karıştırıp ara-yı umum iyeyi kendi hük­
meldir ki o adamın kanun meselelerince re­ müyle tasdi k ve teyit etmeyecek olur ise fa­
yinden istifade olunamaz. İkinci surette ise m i lyanın babası ve hakimi değil bilakis sagi­
kanun-şinas mebusların i ntihap olunabi lmesi rü's-sinn mahdumu ve hatta mahkumu olu­
daha ziyade ihtimale karlb ise de halkın te­ ruz ki bu d a hiç bir vakitte ve hiç bir yerde
ban haiz oldukları bir haktan doğrudan doğ­ muvafık-ı mantık olamaz.
ruya istifade edememeleri gibi hürriyet-i ka­ H ü kümdarın biat ve itaat-ı u m u m iyeye
m ileye nev-umma mugayeret vard ı r. Eğer bu mazhariyetinden dolayı rey-i mahsusu he­
suret dahi bir kere rey-i umumiye konulup yet-i umumiyen i n ara-yı müşterekesine mu­
da eğer halk iki nci derecedeki intihaba rıza ad i I o l m a k kaffe-i kava nin- i meden iyede
gösterir ise ol sureti taknln etmek vakıa hür­ esas ittihaz edilmiştir. H atta tensikat-ı esasi­
riyet-i kami leye de mugayir görülmez. Zira ye üzerine her nevi tedkikatı icra eyleyen
demek olur ki halk kendi hakk-ı intihabını müdekkikler bu bah iste bir kadem daha i le­
yine kendi rızasıyla bir vekile terk eylemiştir. riye giderek yüzlerce azadan mürekkep he­
Elhasıl her ne suretle intihap edilirse edil­ yet-i mebusanı n ukul-ı müctemiasına muka­
sin bir mil letin birkaç yüz mebusu bir yerde bil hükümdarı yalnız bırakmamak ve onun
içtima i le o n l a rı n h ükm-i u mumisi ve hü­ kuvve-i müfekkiresine muavin olmak üzere
kümdarın hükm-i hususlsi içtimaından hasıl bir de senato yani heyet-i ayana i htiyaç gör­
olan kanun evlad-ı beşeri hürriyet-i tamme­ müşlerdir ki bunun azası her memleketin ah­
leri n i bi't-temin idare edebilecek kavanln-i val-i hususiyesine göre ya asıl zadegandan
medeniye ve m ukavele-i i çtimaiye olmak veyahut hükümdarın tensip eyleyeceği vüke­
üzere kabul edilmek her m i l l et-i mütecedide la ve ulema vesair müntehabatından m ürek­
ve m ütemeddinenin mebna-yı i n kılabı ol­ kep olarak her bahiste hükümdarın hukuk-ı
muştur. Heyet-i mil letin hükm-i umumisi ile zatiye ve mevkisi ni muhafaza eylemeği ol
hükümdarın hükm-i hususlsi bir kanunda iç­ heyete vazife-i zımmet kaydetm işlerd i r. Kı­
tima eylemek taben ve siyaseten lazımdır. yas edilecek olsa kavanin-i medeniyenin şu
Zira evvel-emi rde hükümdar dahi o milletin suret-i ahraranede teceddüdü üzerine ma­
hem de en mühim bir ferd i olduğundan ken­ kam-ı hükumette bulunan hükümdarların is­
di hürriyet-i ferdiye ve şahsiyesi icabınca ka- tiklali devr-i istibdaddaki hükümdarların is-
S E Ç M E M E T i N L E R

tiklalinden daha emin ve daha kuvvetli oldu­ efendimiz hazretleri vasıta-ı celllesiyle taraf-ı
ğu tahakkuk etmez m i ? Hürriyet-perver olan rebObiyetten vaz ol unmuş ve hükümdar bu­
bir akil bu babda asla şüphe edemez. Zira lunacak zat-ı şevket-i sematın o esas üzerine
idare-i ahraranede hükümdar m i l letin hürri­ icra-yı ahkam eylemeleri ve halkın dahi bir
yetin i kanun-ı esasi ile temin etmiş olduğu mucib-i şer-i şerif icra-yı hükmeden hazret-i
gibi mil let dahi hükümdarına itaat-ı kami leyi Padişah evvel-emire itaaat etmeleri ferman
yine o kanun-ı esasi ile taahhüd eylemiş bu­ buyurulmuştur.
l u nduğundan bu halde ol hükümdar hürri­ Bu esas-ı ademü'l-indirasın hürriyet-i be­
yet-pervere itaat etmemek bütün m i letin rı­ şeriyeyi ihlal etmesi mutasavver bile olamaz.
za-yı umumisine itaat etmemek demek olur Zira ol suretle mevzu olan kanun-ı şerlf-i ah­
ve bu itaatsi z l i k n azar-ı u mu mide nefretle medi müdekkikin-i erbab-ı siyasetin vaz-ı
görülüp onun terbiyesinde heyet-i umumiye­ kanun için melekler derecesinde masum ol­
i m i l let müttehit bulunur. ması lüzumunu farz eyledikleri şahs-ı vahi­
İşte daire-i medeniyet dahilinde bu suret-i din masum iyetine dahi kıyas kabu l edeme­
a h ra ra n ed e m aişet- i m e s ' u d a n e a r a m a k yecek bir ismet ve münezzehiyet canibinden
emeliyle kavanin-i esasiyenin vaz ı n ı mütalaa mahza halkü'l-ilahin saadet-i maneviye ve
497
eyleyen fiki r l e r b i z i m ş u f ı k r a m ı z d a pek zatiyesi için yegane bir tarik-i selamet olmak
mücmel ve muhtasar olara k irae ve tayin ey­ üzere konu lmuş ve ehl-i iman dahi onu bila­
lediğimiz mülahazat ve m ütalaat köşelerini ikrah ve la-taklit iman-ı kamil ile yani haki­
dönüp dolaştıktan sonra n i hayet ara-yı umu­ kat-i mes'udiyet-i maddiye ve maneviye bu
m iye ile mevzO-yı kavanine tabiyet bahsinde kanun-ı i lahi ahkamına tevessülde hasıl ola­
karar kılmışlar ve o karar üzerine bir heyet-i cağını bilerek hüsn-i kabul eylemiştir ki ce­
mebOsan ve bir heyet-i ayan ile bir de hü­ m iyet-i beşeriye için kavanin-i esasiye-i ah­
kümdarı cemiyet-i medeniyeni n kuvvet-i teş­ rarane taharri eyleyen hükemanın hakikaten
riiye ve tenfiziyesi olarak tayin eylemişlerdir. arayıp arayıp da ta etrafında dolaşmağa ka­
Kavanin-i esasiye hakkında buraya kadar dar takrip eyled i kleri halde bulamadıkları
vermiş olduğumuz malumat-ı mücmele şeri­ kanun-ı esasisinin ruhu işte bu şeriat-ı garra­
at-ı İslamiyenin daire-i celllesi haricinde bu­ yı cihan-aradı r.
lunan m i lel-i m ütemeddinenin i lm-i hukuk Bu kanun kudsiyet-nümOn beni beşer için
d iye siyaset-i m i l l iyeye ait mebahiste esas it­ hürriyet ve müsavat ve adaleti gerçekten te­
tihaz eyledikleri i l m i n netice-i delaleti olup m i n eyleyecek nice ahkam-ı celile ile mal-a­
halbuki Saltanat-ı Seniye-i Osman iye'nin üs­ mal ve meşhOndur ki zaman ına göre her ne­
sü' l-esas mebna-yı şeriat-ı ga rra üzerine rede buna tevessül edilmiş ise mütevessil le­
m ü bteni b u l u nduğu c i hetle bir cem iyet-i r i n i n üç ala-yı saadete vası l olmuş b u l u n ­
medeniye olmak haysiyetiyle umOm-ı cemi­ d u kları berahin-i tarihiye ile müberhendir.
yet-i beşeriyenin kavanin-i esasiyesi üzerine Zira kendi hükmü altında bulunan hüküm­
bir nazar-ı şam i l atfeyled iğimiz gibi bir de daran için istibdat ve tecebbür ve tahakküm
cemiat-i mütemeddi ne-i müslime bulundu­ işbu kanun-ı i lahinin birinci menfGru olduğu
ğumuz münasebetiyle cem iyet-i mütemeddi­ gibi hükümdar-ı meşrOa-ı adem-i itaat ve in­
ne-i İslamiye kavanin-i esassiyesini teşkil ey­ kıyad d a h i b i ' l - kü l l iye merdudu o l u p hü­
leyen şer-i şerif-i ahmedi mukteziyatı na iha­ kümdardan edna-yı efrad-ı ahal iye varıncaya
le-i nazar etmek cümle vezaifim izdend ir. kadar herkesi n gerek hukukunu ve gerek va­
Şeriat-ı islamiyeye dahi atf-ı nazar-ı tedkik zifesi n i ayrı ayrı tayin etmiş ve tayin olunan
edildiği zaman görülüyor ki cemiyet-i beşe­ h u k u k ve vezaifi n i n gayes inde ise d a i m a
riyeyi teşkil eyleyen efradı n hukuk ve hürri­ mes'udiyet-i beşeriye netice-i celllesi göze­
yet-i tabiiyesi asla ihlal edi l meksizin vezaifi­ tilmiştir.
ni tayin ve alem-i medeniyette şeh-rah-ı sa­ Makam-ı h i lafette b u l u nacak i m a m ü ' l ­
adeti irae ve tebyin eyleyen kanunun esası m ü s l i mi n i n cemaat i n d i nde m uta o l m a s ı
m u h bi r- i sad ı k-ı aleyhü's-sal avatü ' l-islam ülü'l-emre itaat farizasıyla mefrQz olup b u
S E Ç M E M E T i N L E R

farizaya riayet etmeyenler ta' zir görürler. Bu­ beti teslim olunur. Bi' l-cümle mil el-i m üsli­
na m u ka b i l h a l ika isyan h a l i nde mahl uka meyi asırlarca mes'ut eyleyen kavaid-i celile­
adem-i itaat dahi kaydedi l m iştir ki hal ikten i şeriyenin esası ayat ve ahadis-i şerifeden ik­
m u rat emr-i halik teali ve takaddüs olacağı tibas edilmiş olduğu halde adetleri b i nlere
bedihidir. Evamir-i i lah iyenin bir kanun-ı ha­ varan eimme-i fukaha ve müçtehidin-i kiram
kiki olduğu nazar-ı d i kkate a l ı n ı r ise medeni­ efendilerimiz hazeratı tarafından nice tedki­
yet-i İslam iye esasında dahi hiç bir cebbarın kat ve tahkikat ve mübahasat ve münazarat
kendi emr ü nehy-i cebbaranesini terviç et­ üzerine tesi s e d i l m i ş o l d u k l a r ı n a kema l -i
mesi caiz olmayıp daima hükm-i kanunu ya­ ehemmiyetle d ikkat lazımdır ki şeriat-ı i lahi­
n i muradü'l-ilahi emr ü nehyetmekle mükel­ ye haricinde idare olunan mil letlerin içtima­
lefiyet vard ır ki buna l i san-ı şer'ide "emr-i at-ı umOmiyesi nde müşahade olunan suret
bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker" diye tabir ve münazaraları hiç bir vakitte bu suret-i ce­
olunmuştur. Marufu emir yani kanun-ı i lahi­ lile-i şeriyeye kıyas bile kabul etmez.
de münderiç olan evamiri tebliğ ve münkeri Cemiyat-ı m ütemeddinenin i l k kavanin-i
nehy dahi yine kanun ilahi hükmünce yasak esasiyesi muahharen ne suretlerle ihlal edil­
498 o l an ları tebliğ demek olduğu şerh ve izahtan miş olduğunu görmek için atfeylediğimiz na­
varestedir. İmdi her h a lde emr ü nehy ka­ zar-ı icmal gibi bir nazar-ı icmal dahi mede­
nun-ı ilahiye menut olduğu ve evamir ve ne­ niyet-i İslamiyeni n ilk kanun-ı esasisi demek
vahi-yi ilahiye ise herkes nezdinde bila-ikrah olan şer-i şerife ne cihetlerle riayetsizli kler
ve ez-can u d i l iman-ı kamil i le makbu l bu­ gösteri l m i ş old uğu kaz iyesine de atfeyler
lunduğu halde artık hürriyet-i beşeriyenin bu isek maa't-teessüf görürüz ki her biri asrinin
tarik-i beşeriyede izaası gibi bir veh i m ve i lame-i ferid i addol unan yüzlerce m üçtehi­
hayale meydan mı kal ı r? din-i u lema-yı kiram ve müdekkikin fuh u l-ı
Şer-i şerif-i ahmedi hatime-i şerayi-i mürse­ azam-ı ı kyasat ve içtihadat vakıasıyl a a h ­
lin o l up h ü k m ü n ü n i la-maşa a l l a h deva m ı kam-ı şer-i şerifi icabı veçhi le bast v e temhit
için d a h i iktiza eden kavaid-i esasiye bunda ederek yalnız medeniyet-i İslamiye için değil
"tagayyür-i ezman ile tagayyür-i ahkam" ka­ medeniyet-i umumiye-i beşeriye için bile bir
ide-i kül l iyesi tarzında tesis edilmiş ve ezman m ü kemmel kanu n heyetine koymağa sarf-ı
ve emkeneye göre yeniden vaz veya ta'dili nakdine i htimam eylemişler ise de hep o is­
lazım gelen ahkam için kıyas-ı fukaha ve ic­ m i unutulasıca fikr-i istibdat hükümdaran-ı
ma-yı ümmete müracaat esası vaz olunmuş­ İslami bu kanun-ı ilahinin de hükmü harici­
tur ki ol suretle meydana konulacak kanunla­ ne çıkarmış ve binaen-al a-zal i k asar-ı ibtida­
rın elbette m urat ve adaletu'l-laha muvafık iyesinde yüzlerce m i lyon ahali-yi müslime­
birer hükm-i umumi demek olacakları cihetle den mürekkep yekpare bir devlet-i İslamiye
kavaid-i esasiye-i hürriyete nasıl muhayyer-i halinde bulunan m i l let-i muzzamayı bir çok
ukul-ı ukala olacak surette mutabık düşeceği mücadelat-ı dahil iye ile parça parça münka­
m a l u m at-ı m a'ruza-ı s a b ı ka i l e m ü steban s ı m eyleyip kuvvet-i m üctemiasını elyevm
olur. Zira ta'dil-i ahkam için kıyas edecek fu­ maa't-teessüf görüldüğü üzere zaaf ve iftira­
kaha ve içtima eyleyecek olan ümmet aynıy­ ka duçar eylemiştir.
la hükm-i umumiden ibaret olan kanu nları Bari şu a ksamdan her b i ri şer-i şerif i l e
vaz eylemek tarzında olan mebusan ve ayan kendi dairesi dahili nde hakim olsalar idi her
gibi içtimaat-ı umumiyenin mukabil-i şerisi­ b i r i b a ş k a b a ş ka b i re r m a m u r i ye t ve
d ir. Şeriatla idare olunmayan mem leketlerde mes'udiyetle mema l i k-i saireye yine gıpta­
bile bir kanun ta'dil edileceği zaman onun bahşa olab i l i rler idi. Ancak daire-i İslamiyet
kavanin-i asliye-i sai reye bütün bütün muga­ haricinde b u l u n a n h a l k kavanin-i asl iye-i
yereti asla tecviz edilmediği nazar-ı muhake­ m ed e n i ye n i n e mreylediği itti hadı iftiraka
meye alınır ise kıyas-ı fukaha ve icma-yı üm­ m ü n ka l i p eyledikten sonra kendi a ksam-ı
met ile tayin olunan mesailin de esas-ı şer-i müteaddideleri meya n ı nd a dahi o kanun-ı
şerife mugayir olamayacağı zaruretinin isa- tabii ve esasinin i ktizasına tevfik-i hareketle
S E Ç M E M E T i N L E R

h ürriyet üzere idare-i umura rağbet edeme­ rıp hükmünü dahi tamim etmemiş olmaları­
yerek daha ziyade fenalaştı kları misillü ak­ na mukabi l m ilel-i müteceddide ve müterak­
sam-ı kesire-i İslamiye dahi ayn ıyla bu sureti kıyen in bu hürriyet-i umum iye bahs i n i ço­
alıp tevaif-i mülukten her müstebit ahkam-ı cuklara ve kad ınlara varıncaya kadar telkin
şer'e bedel kendi iradat-ı cebbaranesini ter­ ve tamim eylemiş olma ları işte böyle mühim
viç eylemiştir. Zaten böyle olmak zaruri de­ neticeler i ntaç eylemiştir.
ğil m idir? Bu afet-i iftirak ve inkısam-ı mü­ Gerek tari hin haber verdiği veçhi le altı ye­
cerret fikr-i istibdadın sevkiyle hasıl olduktan di bin seneden beri alem-i medeniyet üzeri­
sonra kavanin-i asliye ve esasiyenin emrey­ ne hükmünün şümulü tabii olan kavanin-i
lediği i ntizam-ı ahraraneye riayet mutasav­ esasiye-i medeniye ve gerek bin iki yüz se­
ver mi olabil i r? Muahharen i nsanların enzarı neden beri akvam-ı müslime üzerinde cere­
nur-ı maarifet ve hakikatle tenevvür ederek yan-ı hükmü lazım gelen kavanin-i şeriye-i
daire-i İslamiyet harici nde bulunan milletle­ ilahiye hakkında buraya kadar arz eylediği­
rin aglebi ve belki Rusya'dan ma-ada kaffesi miz malumat-ı mücmele yekdiğeriyle muka­
balada arz olunduğu veçhile insanları hürri­ bil götürü lür ise görülür ki hilafet-i celile-i İs­
yet-i esasiye üzerine mevzu-ı kavanin-i kati­ lam iye i l e Saltanat-ı Sen iye-i Osmaniye'yi
499
yeden başka h i ç b i r şeyi n i hya ve mes'ut cami olan ve binaenaleyh kavanin-i şeriye
edemeyeceği n i görerek o tarik-i teceddüde ve tabiiyenin ikisinin dahi vaz eylediği esas-ı
vakıf olamayanları her biri tabi olduğu idare­ hürriyete iki cihetle riayet etmesi lazım gel­
i müstebide altında azalıp gitmektedir. diği ve bu esaslara riayet-i kam ilede bulun­
Şurada kariin-i kiramın nazar-ı istigrap ve duğu müddet Bohemya'dan Bahr-i Amman'a
belki tessüflerini bile şu nokta üzerine davet ve Fas'tan Azerbaycan'a kadar Fransa gibi
eyleriz ki şeriat-ı celile-i ahmed iyenin men­ on, on beş devlete ü l ke olabilecek bir mem­
fGr gördüğü istibdat altında n ice asırlar ezi­ leket-i vesiaya kemal-i şan ve şevketle fer­
len bazı memal ik-i İslam iye muahharen Av­ ma n-ferma o lduğu halde nasılsa sonraları
rupa milel-i mütemedd i nesinin hüküm ve is­ sevda-yı istibdat ve la-kaydi bu iki esasın iki­
tilası altına girdikleri zaman kendi hürriyet-i sine de galebe etmesinden naşi iki cihet için
mil l iye ve istiklal-i m a hsusalarını kayıp eyle­ dahi bir hü kCımet-i istibdadiye suretini alan
d iklerinden dolayı pek mütessif ve müteleh­ Devlet-i Aliye-i Osmaniye şu iki suret-i mu­
h if olarak asıl hürriyet-i mukaddese ve istik­ z ı rren in sadmatı arasında hemen hemen
lal-i akdesleri n i istirdada sai ve mütehal l i k mahvolup gitmekte i ken şehriyar-ı hürriyet
olacakları yerde bilakis mahkumiyet-i ecne­ şiar ve h ü kümdar-ı faruk-ı iktidar padişahı­
biyeden memnuniyet göstermek derecelerini mız Sultan Gazi Abd ülhamid-i Sani efendi­
bile bulmaktadı rlar. B u halk nezdi nde ma­ miz hazretleri şu iki suret-i istibdadın ikisine
zallah teali-yi adl-i umumi hükCımat-i İslami­ birden n ihayet verecek ve zaten kavanin-i
yede bulunmayıp Avrupa hü kCımatında bu­ şeriye ve tabiiyenin her ikisi bir hükm-i haki­
lunacağı tarzında fikirler bile peyda edildiği kati tasvir ve bir maksad-ı hürriyeti taharri
memalik-i m üslime-i şarkıyeye seyahat eden eylediği için böyle iki metin esas-ı şer'i ve
meşhur keşşafların kitaplarında okunmakta­ tabii üzerine devlet ve m i l letin b i na-yı te­
d ı r. Bed ihid i r ki bu yoldaki efkar-ı mühl ike ceddüdü n ü tesis etmek gibi bir m uvaffakı­
yine medeniyet-i ced ide erbabı n ı n ahal i-yi yet-i azimeye mazhar buyurulmuşlardır ki
müsl imeyi bütün bütün kendilerine raptet­ bu muvaffakıyet-i azimenin derece-i ehem­
mek için n ice külfetler ve fedakarlıklar ile m iyeti ve buna mukabil amme-i ibad ı n borç­
vücuda getiril i r. Ancak ş i md iye kadar mü­ lu oldukları teşekkürün suret ve keyfiyeti ka­
I O k-i İslam'dan hemen h iç b i r i s i n i n henüz vanin-i esasiye-i medeniye hakkında buraya
m i lletini cebbar suretiyle bir idare-i keyfiye­ kadar vermiş olduğumuz malumat ve idare
ye tabi olmaktan kurtarmak hakikatini gör­ eyled i ğ i m i z efkarın m uvazene ve t a kd i r- i
memiş ve şer-i şerifin işbu adalet-i umCımiye­ ehemmiyetle meydana çıkar.
i hürriyet-perveranesi meydan-ı intişara çı ka- Ukul ve efkar-ı umCımiyeye arz ve tefhimi-
S E Ç M E M E T i N L E R

ne ça lıştığımız bir şey dahi ol şehriyar-ı adi­ feyz bulamayıp da yalnız efkar-ı hürriyet-d i­
mü'l-misa l in bu muvaffakıyet-ı celileye nasıl sar hazret-i Abdü l hamid-i San i'de perveriş
ve ne suretle vasıl olmuş bulundukları mese­ bulmuş olması ve ibtida-yı cülusta neşir bu­
lesidir. Bu suret-i muvaffakıyet sahihan me­ yurulan hatt-ı hümayun-ı hazret-i pad işahiyi
den iyet medeniyet olalı h iç bir padişaha mü­ mutazammın olan varak-ı bahtiyarın işte o
yesser olmamış bulunduğunu evvelden te­ tohum-ı hürriyetten tenemmüv eyleyen i l k
m i n eyleyeb i l iriz. Kaziye n i n bu c i hetince varak-ı şevket-medar b u l u nması hakkında
olan tafsi lat aşağıki fıkra-ı mahsusalarında yukarıki fıkramızda vermiş olduğumuz haber
görülecek ise de hele şimdiden şu kadarcığı­ pek ziyade ehemmiyete şayan bir haberdir.
nı olsun arza mecburuz ki gerek kavanin-i Cülus-ı meymenet-i me'nus hazret-i padişahi
şeriye ve gerek kavanin-i tabi iyenin hürriyet­ şeref vuku bulduğu günden bir kaç güne ka­
i beşeriyeyi tem i n eyleyen esasları şimd iye dar işbu hatt-ı şerifin tehir eylemesi evvelce
kadar müslim ve gayr-ı müslim adeta her hü­ dahi bi'l-münasebe ihtar ol unduğu üzere bu­
kümdar tarafı ndan hedmedilmeğe ve onlara n u n m ü nderecatı erkan-ı devlet bey n i nde
bedel kendi evamir-i cebbaraneleri bir ras-ı muhtelif fih olmasından naşi id i . Zat-ı haz­
500 kanun tarzı nda terviç olunmağa çalıştığı hal­ ret-i padişahı bu mülk ve m i lleti bayağı ta­
de şevketli padişah ımız Sulatan Abdü lhamid karrüb eylediği varta-ı inkırazdan kurtarmak
Han efendimiz hazretleri makam-ı h i lafet ve m utlaka b i r idare-i ahraraneye bir kanun-ı
sa ltanatı n ş a n - ı aslis i n e katiyyen tevafuk esasiye bir heyet-i mebGsana menGt ve mü­
edemeyen ve hele ken d i s i n i m i l letten ve tevakkıf olduğu i htar ile hatt-ı hümayun-ı
m i l leti kend isi nden ibaret b i lerek ömrünü mezkuru bunları vaat eder bir surette kaleme
gününü ve kaffe-i iktidar ve mesaisini m i l le­ a l mağa ferman buyurdukları halde heyet-i
tine hüsn-i h izmetle b i h a kkın ibka-yı nam erka n-ı s a ltanattan bir k ı s m ı n bunda bazı
etmek isteyen hükümdarlar için asla makbul mertebe-i m a hzurlar görerek razı o l mamak
ve memduh olamayan bina-yı istibdadı ken- istemeleri istigraba şayan görülse yeri vardır.
· di yed-i i htiyar ve ve iktidarlarıyla ve hatta Tahkikat-ı sahihedendir ki cülusundan sonra
işbu istibdadı muvafık şan-ı h i lafet ve salta­ padişaha nev-cah ım ı z efendimiz hazretleri
nat zannederek muhafazası emelinde bulu­ mabeyn-i hümayun serkatibi Sait Paşa'yı bir
nanların dahi h i laf-ı reyleriyle bala-zale yeri­ kaç defa vükeladan b i r kaç zata gönderip
ne h i l afet ve sa ltanat şa n ı n a c idden şayan hatt-ı hümayun-ı mezkurun ol surette kale­
olan ve şeriat-ı ahm ediye gibi bir kanun-ı me al ınması hakkındaki rey-i hümayunlarını
i l a hi ve kavanin-i tabi i ye gibi bir kanun-ı tebliğ ve o l babda vükelanın dahi reyleri ni
medeni ile tem i n edi len istiklal-ı sahih ve ta­ istifsar buyurmuşlardır.
mı ikame buyurmuşlard ı r ki u ku l-ı evvelin Tensi kat-ı cedideyi muzır gören erkan ile
ve ahirine cidden hayret verecek olan şey iş­ tensikat-ı mezkGreyi terviç eyleyen erkanın
te bu kaziyedi r. asıl muhakeme-i fikir ve mütalaaları yakın va­
İmdi kavanin-i esasiye hakkında buraya kitte gelecek bir şey olup ibtida-yı emrde yani
kadar aldığımız malumat-ı mücmele ile Os­ hatt-ı hümayunun kaleme alınması babı nda
manlı kan un-ı esasisi meselesini hüsn-i mu­ ise muhalefet-i efkar o kadar imtidat etmedi .
hakemeye tehiye edi l m iş demek olan efkarı­ Neşrolunan surette kaleme alınan hatt-ı hü­
mız o künh-i kanun-ı mezkurun keyfiyet ve mayunu kanun-ı esasi taraf-giranı nizamat ve
suret-i vazını mübeyyen fıkrat-ı atiyenin dahi tensikat-ı cedide için bir vaad-i sarih addeyle­
küşadı sırası gelmiştir. ( . . .) d i kleri gibi kanun-ı esasi h i laf-giranı dahi bu­
nu ileride te'vi l-i kabil bir vaat olmak üzere
üçüncü Fıkra telakki ederek ewel surette yazılmasına mu­
lstanbul'da Kanun-ı Esasi Mebahisi kavemet ve mu'anede etmediler. Kezalik tah­
kikat-ı sahihedendi r ki bunların mütalaaları
Efkar-ı umumiye hak-i feyz-nakine ekilen to­ hatt-ı hümayunda (Meclis-i Umumi) diye vaat
h u m hürriyet i n h i ç b i r fikr-i bereket-darda edilen heyeti devletçe bazı zevat-ı münasebe
S E Ç M E M E T i N L E R

ve müntehabadan ibaret bir şOra-yı (hususi) müslim halkın hasılı hükm-i şer-i şerif altın­
suretinde teşkil ile bu vaadi dahi yerine getir­ da bulunan her sınıfın ve herkesin hukuku
miş saymaktan ibaret idi. birer birer muayyen olup bu şerait ise işte
Ası l kanu n-ı esasi mebahisi hatt-ı hüma­ meşrutiyet-i idare demek olduğu besbe l l i
yOn-ı mezkOrun intişarından sonra ortaya meydanda b i r şeydir. "Veşavi rhüm" emr-i
çıktı . Hem de bir surette çıktı ki söz yalnız celili musarrah olduğu halde işte hükOmet-i
matbuat a lemine i ntişar ile kalmayıp adeta İ s l a m iyenin esası u s O l-i meşveret o l d uğu
ayağa kadar düştü ve ahad-ı nas mahfillerine meydan-ı beda hete çı kmaktad ı r. Zama n ı n
kadar indi. Bu halde kanun-ı esasi hilaf-giranı tagayyü rat ı n a göre a h ka m ı n tagayyüratı
ile taraf-giran ından ibaret olan iki kısm-ı asli esas-ı celile-i fıkhiyeden bir üss olup da kı­
kendilerince dahi ikişer kısma inkısam eyle­ yas-ı fukaha ve icma-yı ümmet ve irade-i ha­
m işler idi. H ilaf-gira n ı n iki kısmından birisi l ife i le zamanın teceddüdüne nisbeten mü­
işbu kanun-ı esasin i n m u ha l i f- i şeriat b i r ceddiden vaz olunacak bir hükmün bir ka­
bid'at olmasını düşünür v e ikincisi ise bunun nun-ı muta olması ile işte kavanin-i cedide­
hi laf-ı şeriat bir bid'at olmadığını bi l ip şu ka­ nin h i laf-ı şer'i bir bid'at olmadığı tahakkuk
dar var ki onu siyaseten muzır bir şey görür eyl iyor. "La-taate" ila ahire kaydı şer'en bir
501
idi. Taraf-giranın münkasım olduğu iki kısma büyOt-ı şürOt ise işte biz de usOl-i meşrutiyet
gelince bunlardan birisi konstitüsyon yani bu veçhile dahi sübut bulur. Ancak şu haka­
kanun-ı esasi denilen şey taraf-ı devletten ve­ yık-ı şeriye gerek a lem-i matbuatta ve gerek
rilir bir şey olmayıp m i l let tarafı ndan a l ı n ı r mehafil-i hususiyede mu'terizleri n nazargah­
bir şey old uğu için n izamat-ı esasiyes i n i n ı m uhakemesine arz olundukta cümlesi bu
doğrudan doğruya mil let tarafı ndan vaz edil­ hakayıkı teslim ile beraber onlar istişare ba­
mesini iltizam etmiş idi. Zira o zamanlar or­ bında m ilel-i gayr-ı müslimeye dahi m üraca­
tada gezen havadis-i kanun-ı esasinin taraf-ı atı istikrah eylemekte oldukları c i hetle bi­
devletten tanzim olunmak üzere bulunduğu­ hakkın yalnız şu ciheti şayan-ı mülahaza gö­
nu mübeyyen idiler. Taraf-gi ranın ikinci kısmı rülmüştür.
ise bizim konstitüsyonumuz Avrupa konsti­ Tevarih-i selef karıştırılacak olur ise görü­
tüsyonlarına makis olmayıp taraf-ı devletten l ü r ki a h kam-ı şer-i şerife t a m a m ı y l a itba
i hsan olunmuş bir şey olduğu için n izamatı­ ed i ldiği zaman larda ve mahal lerde çünkü
nın dahi taraf-ı devletten tanzimi tabii oldu­ şeriat-ı m ukaddese-i ahmediye her hükmü
ğunu bi't-teslim onunla kanaat ederler idi. tamam ıyla cami ve muvazzah olduğundan
B i rinci ve i kinci fı kralarımızda kavanin-i gayr- ı m ü s l i m lerle değil hatta mebOsan-ı
esasiye hakkında mukaddeme yol lu tarih ve müslimin ile dahi istişareye hemen asla i hti­
hukuk a l i m leri nin delaleti üzerine ibtina-yı yaç görülmemiş olduğu gibi cebbar olan hü­
bast eylediğimiz malumat-ı ibtidaiye üzerine kümdarların istibdat ve tecebbürü ahkam-ı
bu fıkramızda dahi şu dört fikri m uhakeme şeriyeyi bir tarafa bıraktırdığı zaman larda ve
etmez isek bir bahsin yalnız m ukaddemesiy­ - mahal lerde yalnız erbab-ı istibdadın evamir­
le bila-iştigal neticesi n i meskOt-ı anha bırak­ i cebbaranesi hüküm sürdüğü cihetle yine
mak gibi d i ğer bir m a ntıksı z l ı kta daha bu­ ne müslim ve ne de gayr-ı müslim lere istişa­
lunmuş ol uruz. reye lüzum görü lmemiştir. Ancak en küçük
Evvel-emi rde o zamanlar (meşrutiyet) ve bir vakıası bile bir zaman gelip de m i l let için
(usOl-i meşveret) ve (kanu n-ı esasi) vesai re i mtisale şayan bir senet olmak üzere n ice
bir çok nam ve elfaz ile tabir olunan kanun-ı hükm-i hafiyeden hali ol mayan asr-ı saadet
esasini n şer'en bir bid'at-ı seyyie nazarıyla hasr-ı hazret-i peygamberide mutlaka bin üç
görülüp görülemeyeceğini düşünel i m : yüz sene sonra zuhur edecek bir mesele-i
Vakıa bed i hid i r ki bunda d üşü necek hiç azimenin hall ine medar olmak üzere gayr-ı
b i r şey yoktur. Zira şer-i şerif-i Muhamme­ müsli m lerle dahi istişareye bir l üzum göste­
di'de halifenin ve ahrar-ı sunOf- ı müsl iminin rildiği keteb-i şerife-i sirde mestOrdur.
ve ehl-i z i mmet d iye tabi r o l u n a n gayr-ı Ezcümle Ebu Sefeyan henüz şeref-i İslam
S E Ç M E M E T i N L E R

i l e m üşerref o l ma d ı ğ ı b i r zamanda gayet kurdan murat sorulacak olan o şey ile iştigal
mühim bir harp mecl isine girip meşverete iş­ demek olacağı ve binaenalyh her şeyi erba­
tirak etmek istediği nde ashab-ı güzln-i haza­ bından sormak meşru olduğu gibi bir tevcihe
ratı böyle bir müşriki öyle mühim bir mecli­ göre ehl-i kitap yani Yehud ve Nasara dahi
se kabul buyurmamak istemeleriyle Ebu Se­ ehl-i zikrden ma'dut olduğu ci hetle mevad-ı
feyan "Ey ma'şer-i Kureyş bin umur-ı harbi­ müşkilenin onlardan da sorulmasında bir be­
yeye vukuf cihetiyle sizin akdeminizim niçin is o lmad ığı işbu hükm-i celll-i Kuranı ile de
beni meclise kabul etmiyorsunuz?" deyince istidlal olunabil ir.
aleyhü's-salavatü's-selam efendim iz hazret­ Hası l ı üssü'l-esası hikmet üzeri ne mebni
leri Ebu Sefeyan'ı meclise kabul buyurup ol olmak şöyle dursun belki hikmetin de üssü'.1-
babda ashab-ı güzln-ı rızva n a l l a h aleyh im esası kend isinden ibaret bulunan şer-i şerlf-i
ecmaln efendilerimiz hazaratında hasıl olan Muhammedi bu suret-i selametin hi lafına ol­
istigraba mani ve kend i leri n i irşat için "Şu mad ıktan başka hatta bir devletin temeli hür­
zatı kabulde hiç bir beis yoktur bi lakis men­ riyet üzerine ibtina eylemek ve bir kanun-ı
faat vard ı r. Zira vereceği reyler muvafık ise muayyen ve la-yetegayyer ile idare olunmak
502 kabu l olunur değil ise red edil ir." buyurmuş­ suretini emir dahi eylediğinden bahsin bun­
tur. Sünen-i seniye-i peygamberlden ibaret dan ziyade tafs i l i ne ihtiyaç görülemez. Ka­
o l makla mükel lef isek düşünel im bakalım ki nun-ı esasiye bu suretle muhalefet eden ze­
her heyet-i mebusanda tarik-i istişare bun­ vatın en i leriye gidenlerinden birisiye aciza­
dan başka bir şey midir? Müşavirln-i gayr-ı ne bir bahse girişildikte şu hakayık-ı maruza
müslimln değil hatta müşavirini n müsl imlnin vesair istitaat-ı acizanenin kifayet edebildiği
b i le verecek l er i rey l e r ta m a m ı y l a k a b u l şeyler kendisine arz olunup yürütülen muha­
o l u n m a k taben v e mantı ken u s u l - i istişare kematında müşarünileyh der-miyan eylediği
h i lafına olup rey-i sevap hangisi ise mutlaka berahlnin zaafiyetleri sabit olmakla n ihayet
ekseriyetle onun şayan-ı kabul görüneceği "Bu işte hal-i ihtiyarda m ıyız? Yoksa hal-i ız­
bedihidir. Bu ise zamanımızda kanun-ı esasi tırarda m ıyız evvel-em irde burası n ı n tayi ni
ve usul-i meşveret hakkında tamamıyla imti­ lazı m gel ir. Eğer hal-i ihtiyarlde isek bu ka­
sale şayan bir kaziye-i cellledir. nun-ı esasiyi niçin yapa l ı m ? Yok hal-i ıztırar­
Keza lik keteb-i şerlfe-i slrde mesturdur ki da isek yalnız bu kadarını değil daha ziyade­
ibtida-yı İslam'da bir şehrin etrafı na hendek sini de vermeğe şer' en zaruri mümanaat ola­
hafriyle onu hücum-ı a'dadan muhafaza su­ maz. Malumu nuzdur ki şer'en hal-i ıztı rar
reti indü'l-Arap malum olmayıp hendek va­ demek düşman kılıcını gerdanım ıza dayayıp
kıa-yı harbiyesinde düşm a n ı n kü l l iyetinden da eğer bunu kabul etmez iseniz sizi katle­
dolayı çare düşü n ü l meğe başlandı ktan şu deriz demek derecesinde bir zarurettir." de­
meclis-i istişareye m i l let-i Yehud'dan olup miş idi. Buna mukabil taraf-ı acizanemden
İslam'ın saye-i adi ü refetinde müstezil olan arz o l u na n cevapta evve l-em i rde seyyiat-ı
bazı kimseler dahi ithal edi lmiş ve şehrin et­ zaman kendi lerine bir vech-i müfredat arz
rafı na hendek hafri bunlar tarafı ndan rey ve olunarak "İşte efendim bunların cümlesi hi­
canib-i saml-yi hazret-i peygam berlden se­ laf-ı şer-i şerif değ i l midir? Bu seyyiat devam
vap görülerek kabul buyurulmasıyla hende­ eder ise Devlet-i Aliye ve ondan sonra tek­
ğ i n hafrine cüm lece bi' l-müsaraa matlub-ı m i l m i l llet-i İslamiye için mahvolmak mu­
hasıl edilmiştir. İşte bu senet-i seniye-i haz­ karrer değ i l midir? Bu halde farz edelim ki
ret-i peygamberi d a h i gayr-ı müsl i m olan meşru olunduğuna i nandığınız değil ise in­
z im milerden de istişaren i n meşru-ı ittihaz safı n ı z ı n şüphesi ka l mayan ka n u n - ı esasi
edi lebileceğini isbata kafi sünen-i seniyeden gayr-ı meşru i m iş. İşte zama n ı n bizim için
ma'dut bulunmuştur. kıl ı cı n ı boğa z ı m ıza dayamış olan düşmanı
"Eğer bilmez iseniz ehl-i zükurdan soru­ şu seyyiattır. B i naenaleyh seyyi5t-ı zamane­
nuz" hükm-i şerifi ni havi olan ayet-i cellle-i ye mukabil bendeniz kendimizi hal-i ıztı rar­
Kuraniyenin mefh u m-ı samlsi nde ehl-i zü- da görmektey i m . Bundan da kat'a nazar- ı
S E Ç M E M E T i N L E R

ahval-i siyasiyemize ve devletlerle olan mu­ nice mahaziri müstelzim imiş.


amele-i diplomatikiyemize siz dahi en ziya­ Daha nice nice mahaziri müstelzim olmak
de vakıf olanlardansınız görüyorsunuz ki bü­ o kadar müphem bir lakırdıdır ki "n ice nice
tün devletler böyle b i r ciddi ı s l ah atı bize "d iye taht-ı i bhamda bırakılan şeyler ortaya
cebren ve kahren yaptırmak için ittifak üze­ konulmadı ktan sonra bahse şayan hiç bir de­
redirler. Eğer kılıcı ta gerdanım ıza dayamala­ ğerleri olamaz. Bir kanun-ı esasin in hukuk-ı
rına kadar sebat edecek olur iseniz o halde hazret-i padişahiyi tahdit edeceği kaziyesine
ısl ahat-ı mezku reyi vermekle gerd a n ı m ı z ı gel ince müdekkikin-i erbab-ı s iyaset buna
kurtara b i l i r m iyiz? B i n aenaleyh m i l letimizi adeta istigrap ederler. "Hukuk-ı padişahi" laf­
dinimizi devletimizi seviyor isek şu halimize zıyla tabir olunan hukuk eğer devlet ve millet
dahi kendimizi hal-ı ıztırarda görmeliyiz ne için muzır şeyler ise onları makam-ı celil-i pa­
kadar tedenni etm iş olsak kavanin-i esasiye-i dişahide bulunan zat-ı şerifin kendisi dahi ka­
ahrarane bizi terfi edebil ir" dedim. Erbab-ı bul etmemek tabiidir. Zira zat-ı hümayunları­
i nsaftan imişler ki şu maruzat-ı acizaneyi ka­ nın şaşaa-ı şevketi devlet ve mil letin mes'udi­
bul ve tasd i k buyurdular.1 yet ve terakkisi ile derece-i kemale vusul ola­
Kanun-ı esasiyi h i laf-ı şer-i şerif gördükleri cağı der-kar olup bunlar için muzır olan cebr-i
503
için tasvip etmeyenlerden ya lnız m übahese istibdad-karane ise mihr-i münir-i şevketini se­
ile iştigal eylemeyip de ol babda efkar-ı nası hab-ı tedenni ve tehir ile setr eder ve mazal­
ihlale dahi çal ışan bazı u lema şu harekat-ı lah teali ol suret-i cebbaranen in devamıyla
muzırrelerinden men edilmek için muvakka­ bütün münhasif eylemek dahi pek müstebit
ten bahr-i sefid-i cezirelerine teb'id edilmiş­ değildir. Hukuk-ı hazret-i padişahi devlet ve
lerdir bunlar hakkında neşrolunan [1 2 ] i lan-ı mil let için nafi iseler çünkü kanun-ı esasiden
resmilerde suret-i hareketleri gayet şiddetli maksad-ı asli def-i mazarrat ve cem-i menafi
bir l isan i le tabir o l u n m u ş ise de kanun-ı olacağı cihetle hukuk-ı mezkurenin kaffesi ka­
esasisinin henüz tayin ve tahakkuk etmemiş nun-ı esasiye derç olunduktan sonra hukuk-ı
o ld uğ u bir zamanda bunun h i laf-giranına padişahi tahdit edi lmiş olmaz teyit ve temin
hain nazarıyla bakmağa l üzum görülemeye­ edilmiş olur. Bu mebahisin ispatı evvelden
ceğinden ilanat-ı mezkurede istimal olunan geçtiği için tekrarına hacet göremeyiz. Yalnız
l isan-ı şiddeti fevkalade bir hal g i bi telakki şunu i l ave edel i m k i bir h ü kümdar kendi
edeceklerini kariin-i kiram-ı hazeratının mü­ menfaat-ı m a hsusa s ı n ı m i l letin me nfaat-ı
rüvvetlerinden bekleriz. H atta heyet-i u l e­ umumiyesinde arayıp bulacak kadar hamiyet­
ma-yı kiram bunların teba'üdünden dolayı li olur ise hükümdar hürriyet-i şiarımız şevket­
teşekküratı havi huzur-ı hümayuna takdim li Gazi Abdü lhamid-i Sani efendimiz hazretle­
olunan arizaların [ 1 3] ruşu dahi elyevm er­ ri gibi o hükümdar kanun-ı esasiyi kendisi is­
bab-ı mürüvveti onlar bir nazar-ı ta'dil i le kı­ ter. Böyle olmayıp da o hükümdar kendisi yal­
raata teşvik eyler d iye itikat eyleriz. Bunlar nız milletin değil hatta nev-i beşerin dahi hari­
tarih sahifesinde dahi balada arz olunan su­ cinde ve rübubiyete karib bir mevki tecebbür
retiyle iskat edildikten sonra nevbet-i kelam ve tekebbürde bulur ise firdevs-i aşiyan Abdü­
kanun-ı esasiyi siyaseten muzır görenlere ge­ laziz Han gibi kanun-ı esasi vermek şöyle
l i r. Kanun-ı esasi evvela hukuk-ı hazret-i pa­ dursun hürriyet lafzını kelime-i küfür gibi te­
d işahiyi tahdit eyler imiş saniyen daha n ice lakki ederek onu takdis ile telaffuza çalışanları
da mahvetmeğe çalışıyor.
Sad-hezaran-ı teessüf ki muahharen hal-i ıztı­ Menafi-i mahsusası menafi-i u m u m iye-i
rar-ı vukuatı yalnız kelimeden görenler için de­ m i l letle müttehit bulunan bir pad işahla bir
!'.Jil gelip kılıcını borJazımıza koyduktan sonra
de kendi hevesat-ı cebbaranesi münhemik
da göremeyecek olanlar için bile kendisini gös­
termiştir. E!'.Jer bizim gördü!'.Jümüz hal-i ıztırar olan müstebit hakkında sa'di-yi kami l ve he­
bizden daha on sene mukaddem görülmü� olsa kimin şu güftesini sem-i kabul ile d i n ler isek
idi elbette pek büyük bir menfaat husüle gelir
yine matlubumuz olan hakikate vası l olmuş
idi. Şu m ukayese ikinci sene-i cülOsa mahsus
olan kısımda izah olunacaktır. oluruz.
S E Ç M E M E T i N L E R

h e r tarafında kanun-ı esasi deni len berat-ı


• * •
necat-ı hürriyet devletler tarafından verilme­
İşte bir memlekette yaşa mak ve cümleten yip m i l letler tarafından a l ınmış ise de bu su­
Osmanlı b u l u nmak hesabıyla dost-darımız ret ya l n ı z Avrupa'da değil bütü n d ü nyada
olmaları lazım gelen ve vaktiyle dost-dar ol­ cidden ve hakikaten çevketli Abdül hamid-i
dukları tarihçe müspet olduğu kısm-ı eweli­ sani efendi m iz hazretleri gibi hürriyet-perver
mizin mukaddeme-i evvelasında gösteri len bir padişah daha gelmemiş olmasından baş­
Rumeli ahalisinin muahharen düşman-ı zor­ ka hiç bir şeyden neşet etmemiştir. Avrupa
aver görü nmeleri bir devr-i istibdadda hasıl hükümdarları meyan ında bir çokları n ı n mü­
olarak yine o devirde baş göstermiş beliye-i verrih-i mahsusları olup bi'l-emr mahsus on­
uzmad ı r ki sonradan ele aldığımız bunca ıs­ lara yazdıkları tarihler ile bir de zat-ı şevket­
lahat dahi bu fenal ığı ıslah için geç kalmıştır. simat hazret-i Abdü lhamid-i San i'nin baira­
Zaten tabiat-ı masla hatın i lzam ve iskat de-i seniye kullarına yazd ıkları şu tarih-i mu­
ederek matlubu hasıl eylemiş olduğu kanun-ı vazene olunur ve onlar tarihlerinde fikr-i is­
esasi taraf-giranına gel i r. Bunların münkasım tibdat ve tecebbür ne kadar i ltizam edilmiş
504 oldukları iki kısımdan birincisi evvelce dahi olmasına mukabil bir de bu tarihte fikr-i is­
haber vermiş olduğumuz veçhile "kanun-ı tibdadı n redd i için sarf edi len kuvvetin hürri­
esasiyi bir devlet vermez onu mi llet al ır" da­ yet-i umCım iye-i beşeriyeyi i ltizam tarikinde
vasında bulunan efkar-ı müfrita erbabıdır. Bir d a h i ayn ı y l a sarf ed i l m i ş olduğuna d i kkat
ecnebi l isanına ve Avrupa tarihiyle umur-ı si­ buyuru l u r ise pad i ş a h l a r ve h ü k ü m d a r l a r
yasiyesine vakıf olanlar b i l i rler k i bunların içinde hazret-i Abdülhamid-i hürriyet-perve­
esas fikirleri Fransızca ol babda darb-ı mesel rin mevki-i müstesna-yı alü'l-ali her nazarda
hükmünü almış olan lakırd ı n ı n aynen tercü­ derhal taayyün eder. Çünkü bu tarihte ba­
mesi demektir. Muharrir-i acizin müddet-i irade-i seniye tayin olunan suret-i ahrarane­
menfiyet-i hengamında edi len teşvik üzerine den başka hiç bir şeye tatbik-i hareket etme­
bina ve tanz i m ine başlanılan b i r mektebin diğimi dünya ve ahirette a lemin ve rabbü'l­
ikmali için Rodos'a i kinci defa olarak ihtiya­ alemin huzurunda arz ve ityan etmekten as­
rımla vuku-ı azimetimde efkar-ı müfrita erba­ la çekinmem.
bının şu davası gerek alem-i matbuatında ve Bunca akran ve emsal meya n ı nd a şöyle
gerek mehafil-i hususiyede meydan-ı intişar bir tarihi kaleme almak için i ntihap buyurul­
ve mübahaseye kon u l ması üzerine çünkü muş olmaklığım bu bende-i ahkar için pek
acizleri dahi o zamana kadar kanun-ı esasi büyük bir şeref ve imtiyaz olduğunu takd ir
taraf-gira n ı ndan bulunmuş olduğum cihetle eylemiş isem de zaten medar-ı i ntihab-ı rüç­
kardeşim Cevdet meselenin şu cihetinde be­ han olarak malik olduğum bir şey var ise o
n i m efkar ı m neden i baret olduğunu istifsar da zemmin doğru luğundan başka hiç bir şey
ve istizah eylemiş idi . Ona cevaben 28 Ra­ olamayacağından şu doğruluğu muhafazaya
mazan sene 293 tarihiyle yazdığım ve İttihad b i r mecburiyet-i sahihe ile mecburum. Bu
gazetesinin 80 numaralı ve 1 3 Şevval sene davam ise henüz bu tarihi yazmağa memur
293 tarihli nüshası na derç ettirdiğim mektub­ olmadığım ve hatta bir gün olup da böyle bir
ı mahsus-ı acizanem efkar-ı müfrita erbabı­ memuriyete i ntihap olunmak şerefine naili­
nın nizamat-ı esasiye taraf-ı m i l letten tanzim yetim i dahi hatır ve hayalden bile geçirme­
olunması lüzumuna dair der-miyan eyledik­ diğim bir zamanda ve ba-husCıs henüz ka­
leri mebahis için cevap kafi olduğu cihetle nun-ı esasinin de neşrolunmamış olduğu bir
mektubun aynen bir sureti ni [ 1 4] rakamıyla vakitte hülasa-ı efkarım olmak üzere yazdı­
bu kısmın asar-ı mütemmimesi cihetine derç ğım mektupta "Madem ki kanun-ı esasimiz
etmeği lazım gördüm. taraf-ı devletten bir inayet-i mahsusa o lmak
Maahaza burada mektub-ı mezkur mün­ üzere ihsan buyuruluyor bunun n izamatı nın
dericatı üzerine şu kadarcık izahat i lave et­ da tanzim i n i o taraftan beklemek lazımdır
mek herhalde lazı m d ı r : Vak ı a Avrupa' n ı n biz Avrupa'n ı n efkar-ı müfrita erbabına kıyas
S E Ç M E M E T i N L E R

edi lemeyiz." sözü n ü kend i m gibi kanun-ı ne bedel bir mevki-i mahsus ve m uayyene
esasi taraftarları na söyleyerek hatta o zama­ koyarak o halde kanun-ı esasiyi hem talep
na kadar bunlar iki kısma mü nkasım olma­ hem de emir buyurmakta ya n i "Madem ki
yıp cism-i vahitten ibaret olarak fikirleri dahi ben milletimdenim m i l letim namına devle­
kanun-ı mezkuru bütün bütün m i l li bir ka­ timden bir kanun-ı esasi isterim. Ve madem
nun suretine kaymağa tercih eylediği halde ki bu devletin reis ve padişahıyım milletim
bu imi had ı efkar-ı acizanemle i kiye taksim namına isted iğim şeyin itası n ı da emrede­
etmiş olmaklığım ile sabittir ki artık bu gün­ rim ." hükmünü her hal ü kar ile tekrar et­
kü günde şu fikrimin riyaya ve müdaheneye mekte idi ler.
hamledilmesine asla imkan olamaz. Bu nokta hem pek mühim ve hem de ta­
Ebu'l-a hrar şevketli efendimiz hazretleri rihte ve kitab-ı siyasiyede emsal i na-mevcut
zat-ı hümayun-ı mülukanelerini bir padişah-ı bir nokta olduğu için karilerimizin efkarını
müstebit yerine koyarak ihsan-gerdeleri olan bu nokta üzerinde biraz işgal ve it'ab etmek
kanun-ı esasiyi vermek için kendilerinde hiç isteriz. Sultan Hamid hürriyet-meab efendi­
bir mecburiyet görmemişler idi ki hatta onun miz hazretlerinin zat-ı hümayunlarını hürri­
kavanin-i müteferriasın ı tanzim etmesini da­ yet-cu o l a n m i l letin heyet-i u m Q m iyesi ne 505
hi bu mecburiyeti gösterenlere havale etsin­ bedel bir mevki-i mahsusa koyduklarını arz
ler. Cümlemiz hür değil miyiz? Ahrarane dü­ eyledik. Düşünülmelidir ki bu halde tekmi l
şünel i m . Efkar-ı müfrita erbabının işbu tan­ mi llet kendilerinden ibaret imiş suretiyle bir
zim-i kavanin-i esasiye hakkı nı da mil let için kanun-ı esasi istiyorlar idi. Kimden istedi kle­
istihsal mübaheselerinde hakları nası l tesl im ri derhal varid-i hatır olur. Öyle değ i l m i ?
olunabi lir ki inkılab-ı mes'udumuzun vukuu Devr-i Sultan Murat Han'ı d a kanun-ı esasi
gecesinde mil letin haberi bile olmayıp onu ümitlerin i kat eyleyen taraftan. Ondan sonra
heyet-i erkan-ı devlet i ka eylemiş idi. Sabah­ kanun-ı esasiyi em i r buyururlar idi ded i k.
la beraber atı l an toplar keyfiyet-i tahavvülü Çünkü zat-ı şahaneleri kendileri n i m i l leti n
aleme i lan eyledikleri zaman halk bunun ne heyet-i umumiyesine bedel-i talep sıfatıyla
olduğunu birbirinden sual eylemişler idi . Va­ meydana koyduktan sonra bir de makam-ı
kıa efkar-ı umumiyen i n bu keyfiyeti derhal saltanat ve hilafetin sahibi olmak sıfat-ı celi­
tasvip etmek gibi gösterd ikleri hürriyet-per­ lesini haiz oldukları cihetle m i llet namına is­
verliği dahi takdir etmemek kad ir-şinaslıktır. tedi kleri h ürriyet ve kanun-ı esasiyi devlet
Ancak ispat etmek istediğimiz şey bu değil­ namına dahi kabul ve emrediyorlard ı. Bina­
d i r. Madem ki bu i n k ı lap heyet-i devletçe en-ala-zal i k bu işi Fransa ve memal ik-i saire­
hem de cihanı hayrette b ı rakacak bir suret-i de kavanin-i esasiyenin suret-i isti hsali ve
asayiş-perveri i l e vukua geld i . N izamat-ı tanzi m i n e kıyas ve tatbi k etmekte efkar-ı
esasiyesinin tanzimi davasında efkar-ı müfri­ müfrita erbabının hakları olamaz. Kavanin-i
ta erbabının haksız olduklarını arz ve ityan esasiye-i mezkureni n tanzimini yine erkan-ı
eylemek istiyoruz. B u ndan sonra şunu da devletçe bir mesele olmak üzere oraya hava­
muhakeme-i umumiyeye arz etmek istiyoruz le etmek babında zat-ı kudsiyet-i simat haz­
ki Abdü laziz Han hazretlerinin feragatleriyle ret-i hilafet-penahinin gösterd i kleri eser-i ze­
Sultan Murat Han Hazretlerinin devr-i salta­ ka ve fetaneti bi't-takdis o suretle vücuda ge­
natları hulQI eylediği zaman heyet-i erkan-ı tirilecek olan kanun-ı esasiye intizar etmek
devletçe edilen istişarelere dahi maksad-ı as­ umum için bir vazife olur.
liyi istihsal edemeyerek artık kanu n-ı esasi­ Her meselenin içinde ihtilaf ve tesadüm-i
den bütün bütün ü m itler kesilmiş idi. Zat-ı efkar o meselenin hakayık-ı dakikasına ka­
şahanelerinin bir padişah-ı müstebit yerine dar kaffe-i gavamızının meydana çıkarı laca­
koymadı klarını haber verdiğimiz Sultan Ab­ ğını kafil olur ise kanun-ı esasinin vaz'ı için
dül hamid Han efendimiz hazretleri ise cü­ en sonraya kalan efkar-ı muted ile erbab ı n­
I Qs-ı h ü m ay u n l a r ı y l a beraber kend i le r i n i dan dahi bir kısmının bunu siyaseten muzır
hürriyet-cu o l a n m i l letin heyet-i umumiyesi- gören ler ve bir kısmının dahi siyaseten mü-
S E Ç M E M E T i N L E R

fid ve lazım addedenlerden mürekkep olma­ lim ise onları temyiz ve tayine mukted ir ve
sı bu muhsinatı da cem eylemiştir. İmdi her itimad-ı umum iye mazhar memurin-i mülki­
halde taraf-ı şahaneden ed i len ihtarat üzeri­ yeden mürekkep olmak üzere bir komisyon
ne keyfiyet heyet-i vükelaya havale olunduk­ teşki l iyle onun marifetiyle kaleme alınacak
ta ol babda evveli sınıf olana kadar zevattan kanun-ı esasi layihası meclis-i vükelada dahi
ve yine mertebe ile mütekabil bulunan ule­ ted kik olunara k netices i n i n keza l i k istizan
ma-yı kiramdan mürekkep akdolunan bir iki edilmesi müteal l ik buyurulan irade-i sen iye-i
mecl iste m ü cerred-i efkar-ı mehasi n-disar tacdari ma ntuk-ı mün ifi ndendir" ibaresiyle
hümayunda olan vüsat-ı ahraraneyi mecalis­ heyet-i vükela-yı fahame tebliğ olunmuş ve
i mezkurenin temyiz ve takdir edememiş ol­ şu irade-i seniye üzerine meclis-i mahsus ak­
malarına mebni bulunmalıdır ki kanun-ı esa­ diyle Midhat Paşa riyaseti altında olarak yir­
sin i n her hükmüyle bir kanun-ı esasi olarak mi kadar erbab-ı vukuftan mürekkep bir ko­
akd i lüzumunu hükmeylemekte azanın ekse­ misyon-ı mahsus akdolunarak kanun-ı esasi­
riyeti ziyadesiyle tereddüt eyleyerek encam­ yi müzakere etmesine karar verild i .
kar Eylül'ün on dördüncü ve Ramazan'ın se­ Gerek meclis-i resmiye v e mehafil-i h usu­
506 kizinci çarşamba günü akdolunan mecalis-i siyede ve gerek matbuat aleminde işbu ka­
umumide bu defaki ıslahatın dahi Mahmut nun-ı esasi bahisleri bir suret-i garibede mü­
Ned im Paşa'nın zamanında ihlal ed ilen vila­ zakere olunur idi ki buna şaşmamak elden
yet n izamnamesinin yeniden ıslah ve tecdi­ gelmez. Diyebiliriz ki bah islerin onda sekizi
d iyle sair bazı icraat-ı nafianın ilavesinden kavanin-i esasiye hakikatinin ne demek ol­
ve bunların süfera-yı düvel-i müfehhi meye duğunu b i l medikleri halde yalnız kendi ef­
d a h i c idden vaat ve tem i n o l u n m a s ı ndan kar-ı zatiye ve evham-ı şahsiyeleri üzerine
ibaret bırakılmasına yani b u defaki fırsatın bahsederler idi. B inaenaleyh bunu isteyen le­
dahi bu suretle geçiştirilmesine ekseriyet-ara r i n de istemeyenlerin de cümlesi talep ve
i le karar verilip keyfiyet Sadrazam Mahmut red lerini hemen a le' l-amya terviç ederler
Rüştü Paşa tarafı ndan ha k-pa-yı şahaneye idi. Hatta en sonra Midhat Paşa'nın kanun-ı
bi't-tezkere-i mahsusa arz olunmuş id i . Fakat esasi layihası olmak üzere mabeyn-i hüma­
efkar ve amal-i hümayun behemahal hürri­ yuna arz eylediği layi hanın bir kanun-ı esa­
yet ve kanun-ı esasi ci hetinde olmakla bu siye müşabeheti bile ol madığı yakında görü­
tezkere üzerine 11 Ramazan tarihiyle yazı­ lecektir.
lan irade-i seniyede vilayat için dahi bir ta­ En ziyade ehemmiyet verilecek şey şudur
k ı m ı s l ahatı tecd iden y a p m a k m a t l u p ve ki bahsin ol suretle gayet muallak bir hale
mültezim olmakla beraber bu ıslahatın dahi girmiş olması bayağı efkar-ı şahane için dahi
üssü' l-esası mesul iyet-i vükelayı d a tayi n bir medar-ı husus-ı meşgul iyet olmasını icap
edecek b i r kanun-ı esasi v e tanzimat-ı ced i­ eylem iş id i . Z i ra hariçte cereyan eyleyen
de vaz'ı kaziyesi olduğu "merkez-i hükumet­ mebahisin bazı suretleri bu işte her kimi olsa
i seniyede bir meclis-i umu minin teşkil iyle tevhiş edebilecek kadar garip ve fakat has­
bunun vezaif-i dahil iyesi ve idare-i umumi­ be'l-cehale ve ale'l amya garip olduğu gibi
ye-i devlet için vaz olunacak nizamat-ı cedi­ nazar-ı i ltifat-ı h ümayuna kanun-ı esasi n i n
deye ve hususen vükela ve memurin için itti­ h ilafını iltizam ile mazhar olabi lmeği düşü­
hazı m atlu p o l a n ka id e-i mesul iyete dair nen bazı heves-karlar dahi ariza-ı mahsusa­
mükemmel bir kanun-ı esasi tanzim olun­ larla la-yenkati bu kanun-ı esasinin hukuk-ı
mak lazım geleceğinden işbu kavanin-i cedi­ meşrua-ı h i lafet-penahiyi ihlal edeceğinden
deyi ahkam-ı mukaddese-i şer-i şerif ile tat­ bahisle buna rıza gösterilmemesini zat-ı şev­
bik ve telife mukted ir u lemadan vesair dü­ ket-simat hazret-i padişahiye arz ederler idi .
vel-i mütemeddinenin idare-i umumiyelerin­ İşbu maruzat meyanında o kadar acaip ve
ce mer'i olan kava idin hangileri nafi ve ah­ garip şeyler vardır ki insan sahihan istigrap
lak ve adat-ı memlekete m uvafık ve şeren eyler. Kanun-ı esasi aleyhinde olmak üzere
kabu l ve ihtiyarı mazarrat ve vehanıetten sa- gerek hilk-pa-yı şahaneye takdim olunan la-
S E Ç M E M E T i N L E R

yihalardan ve gerek enzar- ı ammeye konu­ üzere itmama memur olan selefü' l-zikr mec­
lan hafi ve matbu evraktan bazı ları birer nü­ lis-i mahsusa havale buyurmuş idiler. İşte bu
müne olmak üzere [ 1 5 ] rakamıyla asar-ı mü­ suretle o l u na n ta'dllatın kaffesi h ü rriyet-i
temmime kısmına derç ed ildi. umüm iyeyi tahdit değ i l bir kat daha tevsi
Hatta o zamana kadar evc-gah-ı serbesti­ edeceği Midhat Paşa ve Sait Paşa layihala­
nin en yü ksek tabaka larından bala-pervaz rıyla bir de asıl Kanun-ı Esasl-yi Osmanl'yi
olan ve mücerret bu kadar h ürriyet-perver tatbikten anlaşılacak iken bu ta'dllatı Kemal
olmalarından dolayı iltifat-ı mahsus hazret-i Efendi gibi ammenin en ziyade hürriyetpe­
tacdarlye dahi mazhar olmuş bu lunan Ke­ rest tanıdığı bir zatın beğenmemesi ve ba­
mal Bey'in hak-pa-yı şahaneye takdim eyle­ husus "her şeyden" yani n ice mazarrat bl-ni­
yerek bu tarihi kaleme a lmak emrinde müta­ hayeden başka "hukuk-ı şeh inşahlye" dahi
laa-güzarım olan asar meyanında gördüğüm dokunacağı arz etmesi istigrap o l u n u r. Ba­
arizalarında dahi kanu n-ı esasin i n hukuk- ı husus ki mazhar olduğu i ltifat-ı pad işahinin
cellle-i hilafet-penah iye dokunacak bir hayli sebeb-i aslisi hi lafında olduğu için istigrap
ci hetleri olduğu a rz e d i l m i ş ve mekatib-i olunur.
mezkürenin birisinde şu " . . . bundan başka N a za r- ı h ü mayunda l ü z u m ve vücubu
507
yapılan n izam-ı esasiye mecl is-i vükelada ic­ muhakkak olan kanun-ı esasiyi tehl ikeli gös­
ra olunan ta'dll ler d i kkat-i mahsusa-ı şaha­ termek için her taraftan vuku bulan maruza­
nelerine şayested ir. Çünkü her şeyden ziya­ tın nezd-i hakayık-ı vefd Abdülhamid Han'ı
de hukuk-ı seniye-i şeh inşahi lerine dokunu­ d a elbette tesirsiz kalacağı der-kar olup bu
lur." ibaresi bir nümüne olmak üzere buraya babda başkatip Sait Paşa'nın maruzat-ı hi la­
kaydedilm iştir. "Yapılan" nizam-ı esasi Mid­ fet-gi raneye m ukab i l bir kanun-ı esasisinin
hat Paşa tarafı ndan takd i m olunan ve [1 6] elbette huku k-ı mukaddese-i padişa hı için
rakamıyla asar-ı mütemmime kısmına derç nafi ve müfid olacağı itikat ve tem i natında
edilen layiha üzerine icra olunan müzakerat sebat göstermek elhak tahsin kı l ı nacak bir
o l up bu layihada meclis-i mebüsan tay i n metanettir. Zira diğer sair bendegan-ı tevci­
ed i ld i ğ i ha lde ona m u kab i l b i r de hayet-i hat vel iyü'l-n imete mazhariyeti bu haki kati
ayan tayini lazım gel ir iken tayin edilmemiş bir akis göstermekte aradıkları halde müşa­
olmak ve hukuk-ı umüm iye-i Osman iye'ye rünileyh bilakis hakikati hakikat tarzı nda arz
dair derç edilen şeyler gayr-ı kafi olduğu gibi eylemek muvafık-ı zımmet-i sadakat olduğu
hukuk-ı padişahiye dair derç olunanlar dahi efkar-ı selametinde sebat ve metanet göster­
hem gayr-ı kafi hem de gayr-ı muvazzah bu­ meleri haylice müşkil bir şey i d i . Eğer a s ı l
l u nmak ve mehakim ve vil ayat ve mal iye hürriyet-perverlik a s ı l kanun-ı esasi taraf-gi­
hakkında adeta hiç bir şey söylenmemek gi­ ran l ığı şevket-meap efend imiz hazretlerinde
bi bi'l-vücuh noksan lar olduğundan ve ma­ olmasa idi müşarünileyh için şu nokta-ı sa­
beyn-i hümayun serkatibi Sait Paşa tarafın­ dakatında sebatlarından dolayı i htimal ki i lti­
dan Fransa hükumetinin derece-i serbestlsi fat-ı hümayundan mehcCıriyet gibi bir tehlike
söz götürmeyen kanun-ı esasisi üzerine bil­ dahi bedihi idi.
tanzim hak-pa-yı şahaneye takdim olunarak işte bunca müşkilat içinde ilan edilen su­
tarihçe bir nümune olmak üzere [1 7] raka­ retle tanzim o l u nan kanun-ı esasi kaleme
m ıyla asar-ı mütemmime kısmına derç edi­ alınıp bittikten sonra hak-pa-yı şahaneye le­
len layihada ise kanun-ı esasi için lazım ge­ de'l-arz eğerçi üss-i inkı lap bu tecdidimiz ol­
len tamamiyet mükemmelen mevcut bulun­ mak üzere kanun-ı mezkurun derece-i kifa­
duğundan matlup olan kanun-ı esasinin ta­ yeti nezd-i h ümayun-ı m ü luka nede takd i r
mamiyet ve mükemmel iyetinden başka hiç buyurulmuş ise d e kanun-ı mezkurun siyase­
bir şey düşünmeyen padişah-ı hürriyet-per­ ten mazarratını göstermek isteyenlerin dahi
ver efendimiz hazretleri bu nümuneyi nazar­ efkarın ı almak için bunun neresi hukuk-ı sal­
ı ehemmiyete almış ve kanun-ı esasiyi Mid­ tanata dokunur ise tashih edi lmesini öteden
hat Paşa l ayihası ve m u ktaza-yı şer-i şerif beri kanun-ı esasinin h ukuk-ı m ukaddese-i
S E Ç M E M E T i N L E R

saltanat-ı seniyyeye dokunacağından bahisle kuk tanınmamış olmak gibi daha başka bir
itirazat-ı vakıayı o noktaya hasreyleyen bazı garabet meydana ç ı kacağından işbu rey er­
zevat-ı fehame irade ve ferman buyurmuşlar babı nın m ü lahazaları nefsü'l-emre m uvafık
idi. Halbuki mübahasat-ı medide ve tavile­ olmadığı gibi hukuk-ı mukaddese-i şahane­
nin gayetinde ve ba-husus efkar-ı hümayu­ nin kanun-ı esaside münderiç ve mestur ol­
nun mutlaka kanun-ı esasi tarafında olduğu ı:ıası bi'l-vücOh nafi olacağı yani öteden beri
artık h iç bir şeyle mukavemeti kabil olama­ suret-i mu hakeme-i acizanem ize göre hu­
yan sebat-ı şahane ile sabit oldukta bunların kuk-ı mukaddese-i padişahinin yalnız efkar­
dahi son itikadı yalnız hukuk-ı seniyeye do­ da mahfuz olmasından ziyade böyle bir ka­
kunacağı bahsinden ibaret olmasıyla ve hu­ nun-ı esasi ile umum m i l letin zımmet-i taah­
kuk-ı hazret-i padişahiyi öyle bir kanun ile h üd ü nde m ahfuz b u l u n m a s ı n ı n e nfa ve
tayin ve tahdit eylemek ciheti edeb-i ubudi­ ehem görüleceği suretinden ibaret bulunan
yete mugayir görülmesyle kanun-ı esasin in bir hakikat mukabi li nde mulahaza-ı mezku­
yal n ı z o fas l ı n ı n tay ed i l mesi rey olunmuş re dahi aciz kalmış ve binaenaleyh kanun-ı
ise de bundan mukaddem dahi ispat edildiği esasi-yi mezkurun ol suretle hukuk-ı hazret-i
508 veçhi le bir kanun-ı esasi bir padişah ın huku­ padişahi kısmı dahi dahil o l u nduğu halde
kunu tayin ve tahdit değil tem in ve edece­ neşri hususuna ba-hatt-ı hümayun-ı irade-i
ğinden ve şu halde bu tem i n ve teyidi tasvip seniye ve kat'iyye-i cenab-ı şehriyari müteal­
etmemekte h ükümdar için h iç bir künh-i hu- l i k ve şeref-sudur buyuru lmuştur ( . . .)

OSMANLI İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ'NİN


1908 (1324) SENESiNDE
KABUL EDİLEN SİYASAL PROGRAMI

1 283 Kanun-ı Esasisi ve bunu teyiden Babı­ mi yaşını ikmal eden her ferd-i zükurun em­
ali tebliğ olunan 4 Recep 1 32 6 tari hli Hatt-ı lak ve serveti olsun ve olmasın birinci dere­
Hümayun i le müeyyed kaffe-i huku ku n ka­ cede i ntihap hakkını haiz olmaları talebolu­
n u n -u mezkura m u h a l if o l m ı ya n a k s a m ı nacaktır. Hukuk-u medeniyeden sakıt olan­
meclis-i u m u m i ce h i lafı na bir karar ittihaz lar bittabi bu hakk-ı intihabı haiz olamazlar.
olunmadıkça mer'i ve mahfuz olacaktır. 4 - 1 293 Kanun-ı Esasisinin l 'inci madde­
1 - Kanun-ı Esaside ara-yı m i l l iyenin rüc­ sine riayet etmek şartiyle cem' iyat-ı siyasiye­
han-ı nüfuzunu temin esas ittihaz olunacak nin teşekkül ü hususunun sarahaten Kanu n-ı
ve bu c ü m leden o l m a k ü zere vükel a n ı n Esasiye derci talebolunacaktır.
Meclis-i Meb'usuna karşı mes'ul iyeti suret-i 5 - Vilayatın emr-ü idaresinde usu l-O ida­
mutlakada kabu l ettiri l i p mecl iste ekseriyet-i redeki rabıta-i mevcude fek ve ihlal o l u n­
ara kazanamayan vükela m üstafi addoluna­ mamak şartiyle Kanu n-ı Esas i n i n 1 08 ' i n c i
caktır. maddesinde mevzuu bahsolan tevsi-i mezu­
2 - Heyet-i Ayan, meb'usan adedinin sü­ niyeti idari usulünün tema m i-i tatbiki n i te­
l ü s ü n ü tecavü z etmemek şarti y l e 6 2 ' n c i min edecek kavanini mahsusa vaz'ı talebo­
madde i le mukayyed olmıyarak sülüsü padi­ l unacaktır.
şah ve sülüsanı m i l let tarafından intihap olu­ 6 - Vi layatı n h a l - i h a z ı rdaki taksi mat-ı
nup memuriyetleri müddetli olacaktır. mü lkiyen in suret-i umumiyede tadi l ve teb­
3 - Teb'a-i Devleti Al iyyeden olan ve yir- d i l i Meclis-i Meb'usanın kararına vabested ir.
S E Ç M E M E T i N L E R

Ancak kurra ve nevahice kurbiyet-i mesafe hemen icra ve bilahare "kadastro" usulünün
ve münasebet-i rnevki iye itibariyle teshil-i tedricen tatbiki teklif olunacaktır.
umuru badi o lacak surette m u ktazı tad i lat 1 6 Emr-ü tedris serbesttir. Ka nun-i Esasi­
-

tesri olunacaktır. de musarrah olduğu veç h i l e her Osm a n l ı


7- Devletin l isan-ı resmisi türkçe kala­ kanun-u mahsusa tevfikan h u su si mektep
caktır. Her nevi m u h aberat ve müzakerat- ı küşad edebilir.
resmiye türkçe icra olunacaktır. 1 7 B ilcümle mekatip Devletin taht-ı ne­
-

8 Meb'usanın laakal onu tarafı ndan der­


- zaretinde bulunacaktır. Teb'ai Osmaniyenin
meyan olunmak kaydiyle bila kaydüşart ka­ terbiyei bir siyak-ı ittihad ve i ntizam üzere
nun layihaları teklifine salahiyettar olmaları olmak için umumi ve derununda serbest ta­
teklif olunacaktır. l i m ve tedris olunur ve her unsura muhteli­
9 - Cins ve mezhep tefrik ed i l meksizin ten küşade resmi mektepler açt ı r ı lacaktı r.
herkes müsavat ve hürriyet-i tammeye malik Tahsi l-i iptidaide l isan-ı türki mecburittalim­
ve aynı mükel lefiyete tabidir. B i lcümle Os­ dir. Mekatib-i resmiyede tahsil-i i ptidai mec­
m a n l ı lar h uzur-u kanunda ve memleket i n canendir.
h u k u k ve vezaifinde m ü savi o l u p u m u m Tah i l - i idadi ve ali yukarıda z i krolunan
509
tab'a ehl iyet v e kabil iyetlerine göre münasip u m u mi ve resmi mektepler vasıtasiyle ve
olan memuriyetlere kabul olunacaktır. Gayr­ türkçe esas ittihaz ile icra olunacak ve prog­
ı m ü s l i me dahi ahz-ı asker kanununa tabi ramlara ve mual l i m ve muall ime yetiştiril­
tutulacaktır. mesine ve bunların suret-i tayin ine dair mu­
1 O - Edyanı n serbesti-i icrası ve cemaat-i karrerat-ı ciddiye ittihaz edilecek ve memle­
muhtel ifeye veri lmiş o l a n i mtiyazat-ı mez­ ketin terakkiyat-ı iktisadiyesine h izmet ede­
hebiyen in kemakan cereyan ı esasları tama­ cek ticaret ve ziraat ve sanayi mektepleri kü­
men mahfuz kalacaktır. şad ettiri lecektir. S ı rf din tahsili ile nıüteveg­
11 - Devletin Avrupa heyet-i düvel iyesi gil mekatip bu umumiyetten müstesnadır.
aras ı ndaki vaziyet-i s i yasiye ve coğrafiyesi 1 8 Memleketin iktisaden terakkisini ve
-

ile mütenasip bir surette kuva-yı berriye ve umranını temin ve tekeffül edecek olan es­
bahriyenin tanzim ve tensi ki teklif olunacak­ babı n vücude geti r i l mesi ve z i raat nokta-i
tır. H izmet-i askeriye n i n ord u n u n ta l i m ve nazarından her türlü terakkiyatın temi n i bil­
tekemm ü l ü nü i hl a l etmiyecek bir müddete hassa iltizam olunacaktır.
tenzi l i talebolunacaktır. 1 9 İ ntihab-ı Meb'usan hakkında mevcut
-

1 2 - Kanun-ı Esas i n i n 1 1 3 . maddesi n i n olan kanunnamen i n işbu programa tevfiki


hürriyet-i şahsiyeye münafi olan son fıkrası­ ve intihabatın kemal i serbesti ile cereyanına
n ı n i lgası talebolunacaktır. mani olabi lecek edna bir m ü lahaza n ı n ci­
1 3 Amelelerle patronların hukuk ve ve­
- het-i hükumetten vukuuna meydan bırakma­
zaifi mütekabilelerini tayin edecek kanunlar yacak veçhi le tadi l i tek l if olunacaktır.
vaz'ı teklif olunacaktır. 20 - Evsaf-ı matlObeyi haiz her Osmanlı­
1 4 Ashab-ı araz i n i n kanu nen mer'i ve
- nın Mem a l i k- i Osma n i ye n i n her yeri nde
mahfuz bulunan hukuk-u tasarrufiyesi ihlal kend i n i meb'us intihap ettirmeğe hakkı ol­
ed i l memek şartiyle köyl ü lerin arazi sahibi ması teklif edi lecektir.
olmaları eshabı n ı n istihzar edi l mesi teklif ve 21- İşbu programın ihtiva ettiği mevcud
bunlar hakkında cüz'i faiz i le akçe tedarik icabat-ı zamaniyeye göre vuku bulacak içti­
edebilmeleri için teshilat iltizam olunacaktır. ma-ı umumiyelerce verilecek karar üzerine
1 5 Aşar için şimd i l i k "tahmis" usulü bir
- tadi l ve tağyir ed ilebilecek, b u n l ardan b i r
esas-ı sal i me bina' ettirilerek kabul ettirile­ veya birkaç madde n i n lağvı veya bun lara
cek ve derhal kabi l-i tatbik olan yerler için bazı mevad i lavesi kabil olabi lecektir.
S E Ç M E M E T i N L E R

HÜRRİYET VE lTlLAF FIRKASI PROGRAMI*


ALI BiRiNCi

Maksad-ı Teşekkülü bila-mani hizmet edebilir. Hükümet-i Osmani­


ye'nin bu türlü teşebbüsata karşı ittihaz edeceği
Madde 1 . Hü rriyet ve İti laf Entente Liberale
hatt-ı hareket hiç bir kavm ve unsurun diğerinin
Fırkası'nın esas ve maksadı-ı teşekkülü her tür­
hukukuna tecavüz etmemesine ve bilhassa
lü vesait:i kanuniye ile memalik-i Osmaniye­
vahdet-i Osmaniye maksad-• aksasını ihlal ede­
de meşrutiyet-i hakikiyenin temin-i cereyanı­
cek harekatta bulunmamasına dikkat etmekle
na, anasır-ı muhtelife-i Osmaniye arasında -
beraber anasır ve akvam-ı muhtelifenin kaffesi­
her unsurun hayat-ı ictimaiye ve faaliyet-i ta­ ne bila-tefrik ü istisna muavenet-i mümkine-i
biiyesi mahfuz kalmak üzere- hakiki bir vah­ kanuniyeyi siyyanen ifadan ibaretdir.
det-i siyasiye tesisine ve vatan-ı Osmaniyenin Madde 1 8. Akvam-ı Osmaniye'den birinin
düçar olduğu mehalikin ve avamilinin izale­ heyet-i umumiyesi veyahud herhangi unsur
51 0 siyle Osmanlı saltanatının temin-i atisine ça­ ve dine mensup olursa olsun ale'l-ıtlak efrad
lışmakdır. ( . . .) veya cemiyyat tarafından vahdet-i siyasiye-i
Madde 1 4. Devlet-i Osmaniye'nin dini din-i Osmaniyeyi ihlale müstaid her türlü teşebbüs
İslamdır. Bu esas-ı kadimi muhafaza ile beraber vukuu vatan-ı Osmaniye'ye karşı derece de­
zaten şeriat-ı Muhammediye ile müeyyed, hila­ rece hıyanet ve cinayetdir. Hürriyet-i vicdan
fet-i mukaddese ve saltanat-ı seniyece de öte­ ve hürriyet-i kavmiyeyi yalnız bu nokta tah­
den beri müttehaz olduğu üzere devletçe res­ did eder ve bu da bir kanun-u mahsusla sari­
men tanınmış olan mezahibe mensup cemaat-i han tayin edilec�kdir. (. .. )
gayr-i müslimenin serbesti-i ayinleri ve mine'l­
kadim haiz oldukları bilcümle hukuk ve imtiya­ Siyaset-i Dahiliye
zatı kema-kan mahfuz tutulacakdır.
Madde 1 5. Asrın mizacı ve medeniyet-i ha­ Madde 3 1 . Aksam-ı Memalik-i Osmaniye ida­
zıra ile ahali-i memleketin ilca ve ihtiyacı yek­ re-i siyasiyede merkeze merbut ve vahdet-i
memleket halelden masun bulunmakla beraber
diğeriyle telif olunarak bünyan-ı devlete birkaç
bazı vilayat-ı Osmaniyenin hususiyet-i kavanin­
asırdan beri arız olan vehn ü inhitatın izalesi ve
i muvakkate-i istisnaiye ile idaresini müstelzim­
terakkiyat-ı medeniyeni n memalik-i Osmani­
dir. Kıtaat-ı muhtelife ahalisi arasında irfan ve
ye'ye teshil-i dühulü esbabı istihsal edilecekdir.
terbiye-i siyasiye itibariyle mevcud olan tefavü­
Madde 1 6. Fırkamızca ittihad-ı anasır gayesi
te ve her mahallin istidad ve mizac-ı mahsusu­
ancak anasır ve akvam-ı muhtelifenin menfaat-i
na tevafuk edecek ve kıtaat-ı muhtelifeni n bila­
hakikiyelerinin yekdiğeriyle ve vahdet-i Osma­
here tesavi-i ahvalini müeddi olacak su rette
niye ile telifinde aranılacakdır.
usul ve kavaid ittihaz olunacakdır.
Madde 1 7. Millet-i Osmaniyeyi teşkil eden
Madde 32. İdare-i vilayat tevsi-i mezuniyet
anasır ve edyan-ı mu htelife ashabından her bi­
ve tefrik-i vezaif kaidesine tevfik edilecekdir.
rinin vahdet-i Osmaniyeyi haleldar etmemek
Maarif gibi umur-u nafia ve ziraat ve ticaret ve
şartıyla dini, edebi, ilmi ve iktisadi mesai-i müş­
sanayie müteallik hususatın menafi-i esasiye-i
tereke veya münferide sarf etmeleri ve bu mak­
devlete ve vatan-ı Osmaninin müdafaasına te­
sadla kendi mezheb ve kavmiyetlerine has her
mas eden ve nef'i ve zararı bir vilayete inhisar
türlü müessesat-ı i lmiye ve iktisadiye teşkil ey­
etmeyerek bütün millete veya bir kısmına şamil
lemeleri serbestdi r. Her kavm mensub olduğu
olan mevaddan maada kaffesi idare-i mahalfi­
dinin menafiine -akvam ve edyan-ı sairenin hu­
yeye terk edilecek ve kavanin ve nizamat-ı lazi­
kuk-u mütesaviyesine taarruz etmemek şartıyla-
meye göre tanzim olunacakdır. İdare-i merkezi­
yeden dahi muhtelif devair-i resmiye rüesasının
(*) Ali Birinci, Hürriyet ve itilaf Fırkası, Dergah Ya­ hukuk ve vezaifi tevsi ve buna mukabil mesuli­
yınları, lstanbul 1 990. yetleri tayin edilecekdir. (. . .)

You might also like