You are on page 1of 3

Evrenselliğe Karşı Ulusötesi Feminist Dayanışmalar

Evrenselciliğe feminist bakış açısı yeni olmasa ve Olympe de Gouges ile


başlayan on sekizinci yüzyıla kadar izlenebilse de 1960'lardan beri önemli
ölçüde geliştirilmiştir. Bu durum, Marksist, ardından siyahi, lezbiyen ve
birkaç yıl sonra queer feministler, beyaz batılı ve heteroseksüel
feministlerin, genellikle imparatorluğun kolonyal gramerini kullanmış ve
diğer kadınlar adına konuşma eğilimlerine dikkat çekmesiyle olmuştur.
Bu bakış açısı, yıllardır sömürgeci egemenlik mekanizmalarını
gizlemenin ve yaymanın bir yolu olarak kullanıldığı için evrensel
kavramının Avrupa merkezli ve emperyalist alt tonlarına yöneltilen
sömürge sonrası kuşkularla güçlendirilmiştir. Son yıllarda, postmodern
felsefenin ve özellikle postmodern feminizmin gelişimi, bu kavramın
diskalifiye edilmesi sürecini tamamlamış görünüyor.?? Sözde
evrensellere meydan okurken, ulusötesi dayanışmalara yönelik son
feminist iddialar (Grewal ve Kaplan 2001, 664-665), özcü bir “kadın”
kimliğinin sömürgeci iddiasına dayanmayacak yeni ittifaklar hayal
etmeye ve inşa etmeye çağırıyor. Batılı özne ve ulus-devlete yönelik post-
modern eleştirilerin yanı sıra beyaz olmayan feministlerin teorilerine
dayanan ulusötesi feminist dayanışmalar, küresel siyasetin çıkmazına ve
uluslararası ittifakların jeopolitik sınırlar içinde ve ötesinde sosyal ve
ekonomik adalete ulaşmadaki başarısızlıklarına bir yanıt olarak
anlaşılabilmektedir. Kadınların dünya çapında aynı ataerkil baskının
kurbanları olduğu yanılsamasına dayanan “küresel kız kardeşlik” hayali
artık savunulamaz. Bunun yerine, ulusötesi feminist çalışmaları, kadınlar
arasındaki farklılıkların ve hiyerarşilerin eşzamanlı varlığının yanı sıra
sınırlar ötesinde ortak direniş gündemleri yaratma olasılığının da
farkındadır. Ulusötesi feministler, aydınlanma felsefesinden miras kalan
sözde evrensel değerlere dayanan batı hümanizmini hedef almaktadır. Bu
yüzden batılı feminist kurumların diğer kadınlar adına konuşan (böylece
onları susturan) dışlayıcı uygulamalarını tekrarlamaktan
kaçınmaktadırlar. Bunun yerine sınır ötesi feminist siyasetin heterojen,
kesişen ve eşitlikçi bir oluşumunu savunmaktadırlar
.
"Ulusötesi" kelimesi, çeşitli teorik çerçeveler ve politik stratejiler bütünü
anlamına gelmektedir. Bazen bu kelime uluslararası, evrensel veya küresek
kelimeleri ile eş anlamlı olarak kullanılabilir ve bu da kafa karışıklığına yol
açabilmektedir (Grewal and Kaplan 2001). Bununla birlikte çoğu feminist,
bu kelimenin ve tanımladığı politik uygulamaların, evrensel değerler
söyleminden ve feminizmin evrensel bir öznesi olacağı veya olabileceği
varsayımından kaçınmak anlamına geldiği konusunda hemfikirdir.
Grewal ve Kaplan'a göre ”ulusötesi feminizm“, ”küresel ekonomik yapılar,
ataerkil milliyetçilikler, ‘otantik’ gelenek biçimleri, yerel egemenlik yapıları
ve çeşitli düzeylerde hukuki/adli baskı“ gibi ”dağınık hegemonyalar"
(1994, 17) dedikleri şeye karşı bir direniş stratejisidir. Ulusötesi
uygulamaları kuramsallaştırmak bu dağınık hegemonyaların cinsiyet
temsillerimizi ve deneyimlerimizi şekillendirdiği çeşitli yolları analiz
etmemiz gerektiği anlamına gelmekte ve böylece eşzamanlı olarak işleyen
baskı yapılarına etkili bir şekilde yanıt verebilmemizi sağlamaktadır.
Ulusötesi feminizm, "küresel feminizm savunucuları tarafından üstlenilen
farklılıkların göreli bağlantıları yerine karşılaştırmalı bir çalışma; yani,
birleşik bir cinsiyet kategorisi altında bir hegemonik baskı teorisi inşa
etmek yerine çoklu, örtüşen ve ayrık baskıları karşılaştırma” (Grewal ve
Kaplan 1994, 17-18) gereksinimi duymaktadır .
Grewal ve Kaplan'a göre bu kavramsal çerçevede
evrensel kategoriler için yer yoktur. Daha ziyade, ulusötesi feminizm
hegemonyaların homojenleştirici ve emperyalist söylemine alternatif
sağladığı için evrensel idealler içinde yeniden üretilen güç ilişkilerine
meydan okuma stratejisi olarak düşünülmektedir. Ulusötesi ittifaklar,
baskın konumların somutlaşmasını ve evrenselci anlatılardaki
kristalleşmelerini önlemek için çok sayıda ses, bakış açısı ve anlatı
içermektedir. Dahası ulusötesi feminizm, feminist siyasi vekillerin
iddialarının yanı sıra kendilerinin de derin ve devam eden bir dönüşüm
sürecini ifade etmektedir. (Bacchetta 2006). Yine de bu dinamik siyasal
dönüşümleri evrenselci iddialardan kaçınmanın bir yolu olarak düşünmek
yerine, onların evrenseli yeniden kavramsallaştırma ve evrenseli çeviride,
normatif, emperyalist ve değişmez bir ahlaki çerçeveden ziyade ulusötesi
ve dinamik bir etik ve politik süreç olarak düşünme fırsatı olduğunu
savunacağım.

Çeviride Evrensel Kavramı


Spivak, Iveković ve Alvarez gibi bazı ulusötesi feminizm kuramcıları,
yukarıda sözü edilen evrenselin çeşitli yapı sökümcü eleştirilerinin ve sınır
ötesi dayanışmaları yeniden tanımlama girişimlerinin ışığında feminist
çeviri siyaseti için fikir ileri sürmüşlerdir. Tarih, evrenselcilik dilinin
egemen erkek öznenin dili olduğunu göstermektedir. Bu hakikat rejimine
müdahale etmek için oluşturulan ulusötesi feminist dayanışmalar,
evrenselin görünüşte tarafsız ve birleşik söylemine itiraz etmek için çok
dilli bağlantı stratejilerini teşvik etmemizi gerektirmektedir. Ulusötesi
feminist ittifakların çeşitli kuramcılarına göre, ister yeni bir küresel düzen
inşa etmeye yönelik siyasi bir paradigma (Iveković 2015), isterse çeviri
pratiklerinin siyasi boyutu (Alvarez ve diğerleri 2014; Spivak 2000) olarak
tanımlanan çeviri politikası, batılı feminizmlerin dışlayıcı
uygulamalarından ve sözde evrensel gerçeklerinden kaçınmamızı
sağlamaktadır. Aynı zamanda ırksal baskı da dahil olmak üzere toplumsal
cinsiyet egemenliğinin ve küresel eşitsizliklerin çağdaş operasyonlarına
meydan okumamıza da yardımcı olmaktadır. Onlarca yıllık feminist
eleştirinin gösterdiği gibi, kadınlar ya hegemonik sembolik düzende öteki
olarak tanımlandıkları için (Irigaray 1974) ya da ulus-devletin ataerkil tek
dilliliklerine ve/veya sömürge imgelemlerine hapsoldukları için hiçbir
zaman uluslarının diline ait olamazlar (Spivak 1988). Bu nedenle, öznelerin
var olamayacağı ataerkil sembolik düzenlere yerel ve ulusötesi olarak
meydan okumak ve dönüştürmek için feminist çeviri politikası
gerekmektedir. Alvarez'in dediği gibi, "Çeviri, feminist, toplum yanlısı
adalet, ırkçılık karşıtı, sömürgecilik sonrası, sömürgecilik ve emperyalizm
karşıtı siyasi ittifaklar ve epistemolojiler oluşturmak için politik ve teorik
olarak vazgeçilmezdir." (Alvarez ve diğerleri 2014, 1). Başka bir deyişle
çeviri, yalnızca evrenselci, emperyalist ve ataerkil epistemolojileri değil,
aynı zamanda onlara dayanan sosyal ve politik düzeni de sınamak için bir
araç olarak kullanılabilmektedir.
Bununla birlikte, feminist ittifakları evrenselliği reddeden şekillerde
düşünmek yerine, feminist küresel adalet iddialarının aslında
evrensel kavramından asla vazgeçmemesini öneririm. Dahası
baskıcı bir siyasi düzenin meşruiyetine itiraz etmek için, adalet
fikrinin kendisinin tarihsel ve koşullu (ve dolayısıyla kusurlu)
gerçekleşmelerini aşan bir adalet idealine atıfta bulunmak
gerekmektedir. Siyasi iddialarının meşruiyetini (eşitlik ve özgürlük
iddiaları veya kadınların kendi bedenlerini kontrol etme hakkı gibi)
temellendirmek ve ataerkil emirleri değiştirme ihtiyacını haklı
çıkarmak için feministler, açıkça varlıkları kabul edilmediklerinde
bile her zaman evrensel adalet ideallerine güvenmek zorunda
kalmışlardır. Başka bir deyişle, evrenselciliğin eleştirisi ve onun
ataerkil sonuçları ne kadar meşru ve önemli olursa olsun
feministler, küresel taleplerinin ve gündemlerinin yeniden
düzenlenmesinde gizlice kilit bir kavram olmaya devam eden
evrensel fikrinden asla vazgeçmediler. Bu nedenle, evrensel
kavramını kötü tarihi nedeniyle bir kenara atmak yerine, kabul
edilmese de devam eden varlığının ışığında yeni siyasi stratejilerin
ve dayanışmaların temellerini atabilmesi için evrensel kavramını
yeniden tanımlamaya ve geri almaya odaklanmamız gerektiğini
savunuyorum. Bu amaçla, çeviride evrensel olanı düşünmemizi
öneririm.
Paul Ricœur, Etienne Balibar ve Judith Butler gibi filozoflar son
zamanlarda Balibar'ın evrenselin “belirsizliği” dediği şeyi koruyarak
evrenselin tarihsel olarak yozlaşmış sahiplenmelerinden
kaçınabileceğimizi öne sürmüşlerdir (1995, 48-74). Bu araştırmacılar,
aşağıda ayrıntılarıyla anlatılan çeviride evrensel kavramını
düşünmemiz için bize yararlı araçlar sağlarken hiçbiri evrensel ile
ulusötesi feminist bir politika veya çeviri etiği arasındaki etkileşimi
detaylandırmamaktadır. Örneğin, Undoing Gender'da, "cinsel
farklılık"ın sözde evrensel doğası üzerine düşünen Butler (2004b, 190),
"evrensel" kavramına özel bir önem vermektedir. Evrensel
kavramının tanımının durmaksızın yeniden işlenmesi gerektiği
gerçeğini vurgulamaktadır:

"Evrensel"in anlamı kültürel olarak değişkendir ve “evrensel”in


belirli kültürel ifadeleri, onun kültürler arası bir statü iddiasına karşı
çalışmaktadır. Bu, evrensele gönderme yapılmaması gerektiği ya da
bizim için imkansız hale geldiği anlamına gelmemektedir. Evrensel
kavramının parantez içine alınması şu anlama gelmektedir:
Kavramın ifade edilmesi için her zaman kültürel koşullar aynı değildi
ve bu kavram bizim için anlamını tam olarak ifade edilmesinin
evrensel kültürel koşullarından kesinlikle daha azıyla kazanmıştır.

You might also like