Professional Documents
Culture Documents
Osmanlı
İmparatorluğu
1700-1922
The Ottoman Empire, 1700-1922
e t m
Kardeşlerim Patricia, Phyllis, Pamela, Michael,
Peter, Robert ve Helen'e...
BiRiNCi BÖLÜM
Osmanlı tarihini incelemek neden gerekli?... .... ...........................25 .
iKiNCi BÖLÜM
Başlangıcından 1683'e kadar Osmanlı imparatorluğu. ......4 1
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Osmanlı imparatorluğu, 1683- 1798 ... .... .. ............................... .......73
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
19. yüzyıl .......... .... ... ····· ···· ····----------- -----· - - - - - · · · · --- 95
BEŞiNCi BÖLÜM
Osmanlılar ve içinde yer aldıkları dünya·---· ----··--- _____ _____ -- · · · - - - · · · 12 3
ALTINCI BÖLÜM
Osmanlı yönetim yöntemleri·---. -· - ·· - ··· - . 143
YEDiNCi BÖLÜM
Osmanlı ekonomisi: Nüfus, ulaşım, ticaret,
tarım ve imalatçılık. .. . ..... __ _ - - - - ----· ----·----------·----- .. 17 1
SEKiZiNCi BÖLÜM
Osmanlı toplumu ve popüler kültür... .. . . ··· · · .211
DOKUZUNCU BÖLÜM
Cemaatler arası işbirliği ve çatışma . . .. .. ..
... ..... .... ... .... ....... ... ... . . 251
. . . . . .... ..
ONUNCU BÖLÜM
Osmanlı lmparatorluğu'nun mirası ..........279
Dizin ........ ..................... ........ ..... ... ... . ... . .. .. . ........................ ............. 289
Önsöz
9
bir çalışmadır. Burada daha önce yapmış olduğum araştırma
lardan bol bol yararlandım. Aynca, başkalarının araştırmaları
nı da kullandım ve bugüne kadar genel okur kitlesi için büyük
ölçüde ulaşılmaz kalmış harika uzman araştırmalarını onların
önüne sermek istedim. Her bölümün sonunda, okunması öne
rilen eserlerin listesine yer verdim. Bunlar her zaman o bölüm
hazırlanırken kullanılmış çalışmalar değil. Hedef kitle göz
önüne alınarak sadece İngilizce eserler sayılıyor (çok az istis
nayla) . Ancak, bu eserlerin hepsinde, daha ileri okumalar için
hareket noktası oluşturabilecek, birçok dilde kaynak içeren
kapsamlı bibliyografyalar var. Bugünkü Osmanlı tarihi yazı
mıyla ilgili genel bir fikir edinmek için Turcology Annual1 adlı
yıllık bibliyografyayı inceleyin; bu bibliyografya İngilizce, Ja
ponca, Arapça, Fransızca, Rusça, Türkçe, lspanyolca, Alman
ca, Çince ve Ermenice gibi çok çeşitli dillerde yazılmış yüzler
ce kitap ve makaleye yer veriyor.
Konuyu, sadece siyasal tarihi değil, toplumsal, ekonomik ve
emek tarihini de içeren daha geniş kapsamlı olduğunu düşün
düğüm bir biçimde sunmaya çalıştım. Osmanlı tarihi yazılır
ken, çoğunlukla devlet aşırı ölçüde abartılır. Bu kısmen, tari
hin yazımında kullanılan kaynakların, bizzat devlet tarafından
üretilmiş kaynaklar olmasından kaynaklanmaktadır. Elinizdeki
metin, "sivil toplum"daki, devletin dışındaki gruplara eyleyici
lik kazandırma çabasındadır. Osmanlı deneyiminin çeşitli yön
lerine eşit ağırlık verme gayretime karşın, hem yer sınırlamala
rından hem de kendi eksikliklerimden kaynaklanan birçok
boşluk var. Bu ikinci baskıyı hazırlarken kültürel araştırmalar
alanında, esasen hakkıyla yapamama endişesiyle, yine yeterli
bir sunum gerçekleştiremedim. Aynca, Müslüman ulema ve
Yahudi, Hıristiyan ruhban sınıfı gibi dini sınıflara ilk yaklaşı
mım da temelde değişmeden kaldı. Sonunda, bu gruplara yö
nelik daha doygun bir yaklaşımın, Osmanlı toplumundaki tüc
car, esnaf ve asker gibi çeşitli önemli unsurlara da nispeten da
ha ayrıntılı bir yaklaşımı gerektirdiği ve böyle bir analizin ge-
10
nel bir metne yedirilmektense özel bir araştırmayı hak ettiği
sonucuna vardım. Kölelik yine büyük ölçüde ele alınmadı. Yi
ne de ekonomik kölelik meselesinin tekrar gözden geçirilmesi
gereğini destekleyen bazı bulgular var. Bu tür köleliğe sık rast
lanmıyordu ve ev içi kölelik daha yaygındı; ancak, bazı köleler
üretimde ve tarımda çalışıyordu ki onların faaliyetlerine daha
sonra daha ileri düzeyde değinmek daha doğru olabilir. Bu açı
dan, örnek olarak on dokuzuncu yüzyıl süresince, Osmanlı
İmparatorluğunun kuzeyinde varlık gösteren A frikalılarla
muhtemel bir ilişkiye değindim.
Gözden geçirilen çoğu bölümde, okurlarca ya da şahsi ya
zışmalarla -ki hepsine ayn ayn minnettarım- dikkatime sunu
lan hatalar düzeltilmeye çalışıldı. Değişikliklerin çoğu ise ilk
baskıdan sonra çıkan yayınlardan okuduğum ya da geliştirdi
ğim yeni yorumlara dayanıyor. Örneğin, can alıcı önem taşı
yan kültürel araştırmalar alanına gereğince yer verilmedi. Kö
lelik ele alınmadı; dini sınıflara, hem Müslüman hem de Yahu
di ve Hıristiyan din adamlarına hak ettikleri ağırlık verilmedi.
Bir uyan: Osmanlı deneyimleri zengin, çok çeşitli ve kimi
zaman sıra dışıydı. Fakat sui generis ya da benzersiz değildi.
Bu deneyimleri, tarihçilerin Ming Çini, Tokugawa japonyası,
Habsburg İmparatorluğu ve Viktorya İngilteresi devlet ve top
lumlarını incelerken kullandığı analiz kategorilerini kullana
rak anlayabiliriz. Osmanlı kurumlarının ve halklarının, özel
bir dizi tarihsel olumsallık tarafından kendine özgü bir tarzda
şekillendirildiği kanısındayım. Ancak, dünyanın dört bir ya
nındaki siyasal ve toplumsal örgütlenmelerin her biri, kendi
olumsallıklan tarafından özgün bir şekilde oluşturulmuştu.
Gereken yerlerde, Osmanlı deneyiminin özgün niteliklerinin
altını çizdim. Fakat kitabın genelinde, Osmanlı dünyasındaki
değişim sürecinin, başka yerlerdeki devletlerin, toplumların ve
ekonomilerin değişim süreçleriyle pek çok ortak noktası oldu
ğunu da göstermeye özen gösterdim. Yani, burada ortak örün
tülere rastlamanız kuvvetle muhtemeldir ve bu ortak örüntü
ler içinde de , özgül olumsallıklann şekillendirdiği Osmanlı ti
kelliklerini buluyoruz.
11
Birinci bölüm Osmanlı tarihini geniş bir bağlam içine otur
tuyor ve Batı Avrupa'nın gelişiminde oynadığı rolü ele alıyor.
Ondan sonr.aki üç bölüm, 1 683 öncesi dönemi, 1 8 . yüzyılı ve
1 800- 1 922 dönemini kronoloj ik olarak inceliyor. 5 . - 1 0. bö
lümler, uluslararası ve iç politika, ekonomi, toplum ve popü
ler kültür, kimlik ve tebaa arası ilişkiler gibi çeşitli temel ko
nulan irdeleyen tematik nitelikte bölümler. Son bölüm, Os
manlı geçmişinin, bugün, eski Osmanlı topraklarında bulunan
otuzu aşkın devlette yaşayan insanların bilinç ve deneyimle
rindeki yansımasını araştırıyor.
Bu kitabı hazırlarken çok sayıda arkadaş ve meslektaşım ge
nellikle kabul ettiğim, ama kimi zaman da geri çevirdiğim de
ğerli fikirler verdiler. Dolayısıyla, yanlışların ve yanlış değer
lendirmelerin sorumluluğu bana aittir. Binghamton Üniversi
tesi'ndeki meslektaşlarım ve özellikle -Rifaat Abou-El-Haj , john
Chaffee, Brendan McConville, Tiffany Patterson ve jean Qu
ataert'i içeren- dünya tarihi grubu, tarih hakkında düşünme
şeklimi değiştirdi. Aynca Elif Akşit, Lynda Carroll, Eric Cra
han, Kasım Kopuz, Thomas Page ve Margarita Poutouridou'ya
bu metnin ilk taslaklarını okudukları için teşekkür etmek isti
yorum. Faruk Tabak olağanüstü yardımcı oldu ve metnin, bir
birinden çok farklı iki taslağını okudu, yorumları benim için
çok yararlı oldu. Binghamton Üniversitesi'nde iki yılda bir ya
pılan Osmanlı tarihi konferansları benim için çok güçlü birer
öğrenme aracı oldu. Bazı özgül noktalardaki katkılan için Vir
ginia Aksan, Selçuk Esenbel, Carter Findley, Heath Lowry,
Nancy Micklewright, Şevket Pamuk, Leslie Peirce, Ariel Salz
mann, Zafer Toprak ve Andreas Tietze'ye teşekkür ederim. tik
baskıya getirdikleri eleştirileri ve yorumlan için Carter Find
ley, Fred Lawson, Viorel Panaite, Christine Philliou, Michael
Quataert ve Yunus Uğur'a özellikle teşekkür ediyorum. H
Turk'te yürütülen tartışmaları da çok yararlı bulduğumu be
lirtmek isterim.
12
Yer adlarıyla ilgili bir not
13
kullanım, öğrencilerin standart uluslararası atlaslara başvu
rup, kitapta adı geçen yerleri kolaylıkla bulmasına imkan ve
recektir. *
(*) Türkçe kitapta, mümkün olduğunca Türkçe yer adları kullanılmışıır (iletişim
Yayınları) .
14
Osmanlı hanedanının soyağacı
Osman 1. Gazi
(O. 1324)
Süleyman Çelebi Musa Çelebi Mustafa, Düzme Mehmet 1, Kirişçi lsa Çelebi
(1402-11) (1411-13) (1421-22) (1413-21)
Mustafa ı Ahmet l
(1617-18, 1622-23) (1603-17)
---,
lbrahim 1, Deli Osman il Murat iV
(1640-48) (1618-22) (1623-40)
1
Süleyman il Mehmet iV, Avcı Ahmet il
(1687-91) (1648-87) (1691-95)
,�������
Ahmet 111 Mustafa il
(1703-30) (1695-1703)
,---- ,----- -------,
111
Mustafa Abdülhamit 1 Mahmut 1 Osman 111
(1757-74) (1774-89) (1730-547 (1754-57)
1
Selim 111 Mahmut il, Adli Mustafa ıv
(1789-1807) (1808-39) (1807-08)
f----- �����- --ı
j
Abdülmecit Abdülaziz
(1839-61) (1861-76)
,--�
Murat V Mehmet V. Reşat Abdülhamit il Meh � Vahideddin
1876) ( 1909-18) ( 1876-1909) (1918-22)
,----�--
Halife Abdülmecit Yusuf lzzeddin
1922-24 (Ö. 1916)
15
Osmanlı tarihinfn kronolojisi, 1260-1923
17
1 403- 1 3 Bayezit'in oğullan arasında tahtı ele geçir
meye yönelik iç savaş
1 4 13-21 1. Mehmet
142 1 -44,
1 446- 5 1 il. Murat
1423-30 Selanik için Osmanlı-Venedik Savaşı
1 425 Osmanlıların lzmir'i topraklarına katması
ve Batı Anadolu'yu yeniden fethetmesi
1 439 Osmanlıların Sırbistan'ı ele geçirmesi
1 443 Janos Hunyadi'nin Balkanlar'ı istila etmesi
1 444 Sırbistan despotluğunun yeniden tesisi, Var
na Savaşı
1 444-46,
1 45 1 -8 1 il. Mehmet, Fatih
1 448 İkinci Kosova Savaşı
1 453 Konstantinopolis'in fethi, Pera'nın ele geçi
rilmesi
1 459 Sırbistan ve Mora'nın fethi
1 46 1 Trabzon Rum Pontus Devleti topraklarının
ele geçirilmesi
1 463-79 Venedik'le savaş
1 468 Karaman'ın fethi
1 473 Otlukbeli Savaşı
1 475 Kırım'daki Cenova kolonilerinin ele geçiril
mesi
1 48 1 - 1 5 1 2 il. Bayezit
1 485-9 1 Memluklerle savaş
1 499- 1 503 Venedik'le savaş; lnebahtı , Koron ve Mo
don'un fethi
1 5 1 2-20 1. Selim
1514 1.Selim'in Çaldıran'da Şah lsmail'i yenmesi
1516 Diyarbekir'in fethi; Doğu Anadolu'nun Os
manlı topraklarına katılması; Memluklerin
Mercidabık'ta yenilmesi
1517 Ridaniye Savaşı, Mısır'ın fethi; Mekke şerifi
nin boyun eğmesi
18
1 520-66 1. Süleyman, Kanuni
1521 Belgrad'ın fethi
1 522 Rodos'un fethi
1 526 Mohaç Savaşı; Macaristan'ın Osmanlı vasalı
olması
1 529 Viyana kuşatması
1 534 Tebriz ve Bağdat'ın fethi
1 537-40 Venedik'le savaş
1 538 Hindistan'da Diu kuşatması
1 54 1 Macaristan'ın ilhakı
1 553-55 lran'la savaş
1 565 Malta kuşatması
1 566-74 il. Selim
1 569 Fransız kapitülasyonları; Rusya'ya karşı ilk
Osmanlı seferi; Astrakan kuşatması
1 570 Uluç Ali'nin Tunus'u alması; Kıbrıs seferi;
Lefkoşa'nın düşmesi
1571 lnebahtı Savaşı
1573 Venedik'le ve Roma-Germen imparatoruyla
barış
1 5 74-95 ili. Murat
1 5 78-90 lran'la savaş, Azerbaycan'ın ilhakı
1 580 İngiliz kapitülasyonları
1 589 lstanbul'da yeniçeri isyanı
1 59 1 -92 Başka yeniçeri ayaklanmaları
1 593- 1 606 Habsburglarla savaş
1 595- 1 603 ili. Mehmet
1 596 Anadolu'da Celali isyanları
1 603-39 Iran savaşları
1 603- 1 7 1. Ahmet
1 606 Habsburglarla Zitvatorok barışı
1 609 Anadolu'da Celalilerin bastırılması
1612 Kapitülasyonların Felemenkleri de kapsaya
cak şekilde genişletilmesi
1 6 13-35 Manoğlu Fahreddin isyanı
19
1 6 18 İran barışı, Osmanlıların Azerbaycan'dan
çekilmesi
1 6 1 8-22 il. Osman
162 1 Lehistan seferi
1 622 il. Osman'ın öldürülmesi
1 6 1 7- 1 8,
1 622-23 1. Mustafa
1 623-40 iV. Murat
1 624-28 Anadolu'da isyan; İstanbul'da kargaşa
1 632 IV Murat'ın iktidar dizginlerini bütünüyle
ele geçirmesi
1 635 Revan (Erivan) kuşatması
1 624-37 Karadeniz kıyılarına Kazak saldırıları
1 624-39 lran'la savaş, Bağdat'ın düşmesi
1 637 Azak'ın Kazakların eline geçmesi
1 638 Osmanlıların Bağdat'ı geri alması
1 640-48 1. İbrahim
1 640 Azak'ın geri alınması
1 645-69 Venedik'le savaş; Girit'in fethi; Kandiye ku
şatması
1 648-56 Çanakkale Boğazı'nda Venedik ablukası
1 648 Padişahın tahttan indirilip öldürülmesi
1 648-87 IV. Mehmet
1 648- 5 1 İktidar çocuk padişahın annesi Kösem Sul
tan'ın elinde
1 649- 5 1 İstanbul'da yeniçerilerin hakimiyeti, As
ya'daki eyaletlerde Celali paşaları
1 65 1 -55 İstanbul'da anarşi, Venedik ablukası devam
ediyor
1 656 Köprülü Mehmet'in olağanüstü yetkilerle
sadrazamlığa getirilmesi
1 656-59 Yeniçeriler ve eyaletler üzerinde merkezi
devletin hakimiyetinin yeniden tesisi
1 657 Venedik ablukasının kaldırılması
1 658-59 Erdel ve Eflak'ta Osmanlı hakimiyetinin ye
niden tesisi
20
1661 -76 Köprülü Fazıl Ahmet'in sadrazamlığı
1 663 Habsburglarla savaş
1 664 St. Gotthard Savaşı, Vasvar banşı
1 669 Kandiye'nin zaptı, Venedik'le barış
1 672-76 Lehistan'la savaş, Podolya ile Kameniçe'nin
ilhakı, Zuravno Antlaşması
1 676-83 Kara Mustafa'nın sadrazamlığı
1 677-8 1 Rusya'yla Ukrayna üzerinde çekişme
1 68 1 Sakız'a Fransız saldırısı
1 683 Viyana kuşatması
1 684 İmparator, Lehistan kralı ve Venedik arasın
da Osmanlılara karşı Kutsal Birlik
1 686 Budin'in düşmesi, Rusya'nın Kutsal Birlik'e
katılması; Venedikliler Mora'da
1 687 lkinci Mohaç Savaşı; orduda isyan; IV Meh
met'in tahttan indirilmesi
1 687-9 1 il. Süleyman
1 688 Belgrad'ın düşmesi
1 689 Avusturyalılar Kosova'da; Rusların Kırım'a
saldırması
1 689-91 Köprülü Fazıl Mustafa'nın sadrazamlığı;
vergi reformları
1 690 Belgrad'ın Avusturyalılardan geri alınması
1 69 1 -95 il. Ahmet
1691 Salankamen Savaşı; Fazıl Mustafa'nın ölü
mü
1 695- 1 703 il. Mustafa
1 695 Azak'ın düşmesi
1 696 Macaristan'da Osmanlı karşı saldırısı
1 697 Osmanlıların Zenta'da yenilgiye uğraması
1 698- 1 702 Köprülü Hüseyin'in sadrazamlığı
1 699 Karlofça Antlaşması
1 700 Rusya'yla barış
1 703 Orduda isyan; II. Mustafa'nın tahttan indi
rilmesi
21
1 703-30 III. Ahmet
1 709 İsveç kralı XII. Şarl'ın [Demirbaş Şarl) Os
manlı topraklarına sığınması
1711 Prut Savaşı, Osmanlıların Rus Çarı 1. Pet
ro'ya karşı zafer kazanması, Kahire'de ayak
lanma, Memlukler arasında yeni saflaşma;
Cebel-i Lübnan'da Şihabilerin üstünlüğü ele
geçirmesi
1 7 13 Rusya'yla barış antlaşması: Azak geri alını
yor, X I I. Şarl İsveç'e dönüyor; Tuna prens
liklerinde Fenerli idaresinin tesisi
1 714-18 Venedik'le savaş, Mora'nın geri alınması
1716 Avusturya'yla savaş
1717 Belgrad'ın düşmesi
1 7 18-30 İbrahim Paşa'nın sadrazamlığı
1718 Avusturya ve Venedik'le Pasarofça barış ant
laşması: Mora geri alınıyor, Sırbistan ve Ef
lak'ın önemli bir bölümü Avusturya'ya bıra
kılıyor
1 723-27 İran'la savaş, Osmanlıların Azerbaycan ve
Hemedan'ı ele geçirmesi
1 730 Pa trona Halil ayaklanması; I II. Ahmet'in
tahttan indirilmesi; Llle Devri'nin sonu
1 730-36 İran karşı saldırısı ; Az erbaycan ve Batı
İran'ın kaybedilmesi
1 730-54 1. Mahmut
1 736-39 Rusya ve Avusturya'yla savaş
22
1 757-74 III. Mustafa
1 768-74 Rus İmparatorluğu'yla savaş
1 770 Ege'de Rus donanması; Tuna boyunda Os
manlı yenilgisi
1 77 1 Kırım'da Rus istilası
1 773 Mısır'da Ali Bey'in isyanı
1 7 74-89 l. Abdülhamit
1 774 Küçük Kaynarca An tlaşması, Kırım'ın ve
Karadeniz'in kuzey kıyılarının Osmanlı İm
paratorluğu'ndan kopması
1 783 Rusların Kırım Hanlığı'nı ilhakı
1 787 Rusya'yla savaş
1 788 İsveç'in Rus İmparatorluğu'na savaş ilan et
mesi
1 789- 1 807 III. Selim
1 792 Yaş Antlaşması
1 798 Napolyon'un Mısır'ı istilası
1804 Sırp isyanı
1 805-48 Mehmet Ali Mısır'da yönetimde
1807 Selim'in reform programının isyanla bastı
rılması
1 807-08 IV. Mustafa
1808-39 il. Mahmut
1 808 Sened-i İttifak
181 1 Mehmet Ali'nin Mısır'daki Memluk kalıntı
larını katletmesi
1812 Bükreş Antlaşması
1 826 Yeniçeri Ocağı'nın kapatılması
1832 Konya Savaşı
1 833 Rusya'yla Hünkar İskelesi Antlaşması
1 838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması
1839 Nizip Savaşı
1 839-6 1 l. Abdülmecit
1 839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu'yla Tanzimat'ın
başlaması
1 853-56 Kırım Savaşı
23
1 856 Islahat Fermam
1 856 Paris Antlaşması
1861 -76 Abdülaziz
1 875 Osmanlı Devleti'nin mali iflası
1 876 llk Osmanlı anayasası
1 876- 1 909 il. Abdülhamit
1 878 Berlin Antlaşması
1881 Düyun-u Umumiye ldaresi'nin kurulması
1 885 Bulgaristan'ın Doğu Rumeli'yi işgali
1 896-97 Girit'te isyan; Yunanistan'la savaş
1 908 Jön Türk Devrimi ve 1 876 Anayasası'mn
yeniden yürürlüğe konması
1 909- 1 8 V. Mehmet
191 1 ltalya'yla savaş
1912 Balkan Savaşı ,
1914 Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması
1 9 1 8-22 Vl. Mehmet
1 920 Suriye ve Lübnan'da Fransız, Irak ve Filis
tin'de lngiliz mandalarının tesisi
1 923 Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanı
Kaynak: Halil inalcık ve Donald Quataerı. An econom ic and social history of the Ot·
ıoman Empire, 1300-1914, (Cambridge, 1994), s. xviii-xxiv.
24
BiRiNCi BÖLÜM
Giriş
25
Güneydoğu Avrupa'da uçsuz bucaksız topraklar vardı. Os
manlı orduları Habsburg Viyanası'nı ele geçirmek için 1 5 29'da
ve 1 683'te iki kez girişimde bulundular.
Viyana müzesinin sergisindeki objeler 1 683 olaylarının nite
liği hakkında çok şey anlatmaktaydı. Örneğin, Osmanlı sadra
zamının otağının ve kişisel eşyalarının sergilendiği bölüm, Os
manlı kuvvetlerinin Viyana'yı kuşatmasında birkaç gün önce
sine kadar içinde bulundukları ordugahları nasıl bir panik
içinde terk edip kaçtıklarını gösteriyordu. Orta ve Doğu Avru
palı müttefiklerin, özellikle de Lehistan Kralı Jan Sobieski'nin
zamanında yetişmesi, Viyana'yı kuşatan Osmanlı ordularını
kaçmak zorunda bırakmış ve Osmanlıların kenti ele geçirmek
için yaptığı ikinci girişimi tam anlamıyla bir bozguna çevir
mişti. Osmanlı kuvvetleri yüzlerce yıldır, sınırlarını kuzey yö
nünde zorlayarak, Balkan Yarımadası'ndan öteye, Viyana'nın
ve Almanca konuşulan ülkelerin yakınlarına doğru ilerlemek
teydi. Osmanlılar, kelimenin tam anlamıyla düşmanlarının
korkulu rüyasıydı; yenilmez olduklarına inanılırdı. Viyanalı
anneler, çocuklarını yatırırken, uslu durmazsanız Türkler' ge
lip sizi yer, diye korkuturlardı. Bu dünya 1 683'te değişti. Viya
na'yı kuşatan Osmanlı kuvvetleri, her iki tarafın da beklemedi
ği, feci bir yenilgiye uğradı. Bu olay, Osmanlı ve Habsburg im
paratorlukları arasındaki güç ilişkilerinde kalıcı bir tersine dö
nüşün işareti oldu.
Yürekleri korku dolu Viyanalı anneler "Türkler" derken, da
ha karmaşık bir gerçeklikten -çoketnili, çokdinli Osmanlı lm
paratorluğu'nun, belki Türk belki de başka etnik kökenden
savaşçılarından- söz ediyorlardı. Bu nedenle, burada "Türk
ler" ve "Osmanlılar" terimleriyle ilgili bir çift söz söylemek ye
rinde olacaktır. Batı, Orta ve Doğu Avrupalılar Osmanlı hane
danının yönettiği devletten söz ederken "Türk imparatorluğu"
ve "Türkler" derlerdi. Bu , 14. yüzyılda olduğu kadar 20. yüz
yılda da geçerliydi. Osmanlı hanedanı ve bir kısım uyrukları
ve yandaşları etnik olarak Türk kökenli olduğu için, böyle bir
adlandırmanın belli bir temeli de vardır. Fakat, göreceğimiz
gibi, pek çok farklı etnik grupla evlilikler gerçekleştiren hane-
26
dan, bu 'Türklük" niteliğini çarçabuk yitirdi. "Türk impara
torluğu" terimine gelince, devlet de farklı farklı kavimlerin
meydana getirdiği karışıma dayanmaktaydı. Osmanlı İmpara
torluğu, Türk göçerlerinin Orta Asya'dan Ortadoğu'ya göçle
rinde yatan köklerinin hızla ötesine taşıp, karşılaştığı çok çe
şitli halkları bünyesine kattığı için başarılı olmuştu (bkz. bö
lüm 2) . "Türk" kelimesinin taşıdığı etnik anlam her ne idiyse
o, kısa zamanda kayboldu ve terim "Müslüman" anlamına ge
lir oldu. Türkleşmek, dinini değiştirip Müslüman olmak anla
mına geliyordu. "Osmanlı" kavramı, başarısı kendi bünyesine
dahil etmeye dayanan, çoketnili, çokdinli oluşuma ilişkin da
ha doğru bir imge yarattığı için, bu çalışmada, Osmanlı terimi
ni kullanmayı tercih ettik.
Geriye dönüp baktığımızda, Osmanlıların 1 683'ten sonra
bir daha asla Orta Avrupa için tehlike oluşturmadığını görebi
liriz. Ancak, daha 200 yılı aşkın bir süre Güneydoğu Avrupa'yı
ellerinde tutmaya devam ederek, modern dönemde Bulgaris
tan, Sırbistan, Yunanistan, Romanya vb. halini alacak devletle
re hükmettiler. En sonunda da, İngiliz siyasetçisi Gladstone'un
önyargısız denemeyecek ifadesiyle, bu toprakları " tası tarağı
toplayıp" terk etmek zorunda bırakıldılar. Osmanlı İmparator
luğu Asya ve Afrika'daki eyaletlerinde daha da uzun süre da
yandı. Modern Türkiye, Suriye , Lübnan, Irak, İsrail, Filistin,
Ürdün ve Suudi Arabistan'ın büyük bir bölümü Birinci Dünya
Savaşı sonuna kadar imparatorluğun parçası olarak kaldı. Os
manlı İmparatorluğu, l 922'de yıkılmadan önceki son kırk
kırk beş yılını, yüzyıllardır candamarı olmuş Avrupa eyaletle
rinden yoksun geçirdi. Osmanlı İmparatorluğu'nu işte bu son
demlerinde, ama ancak o zaman, Asyalı, Ortadoğulu bir güç
olarak adlandırmak mümkündür. Balkanlar'daki topraklarının
neredeyse tamamını elinden alıp geriye bölük pörçük bazı
toprak parçaları bırakan 1 878 Berlin Antlaşması'na kadar, Os
manlı İmparatorluğu Avrupalı bir devletti ve Avrupa'nın askeri
ve siyasi meseleleriyle iç içe olduğu için, dönemindekiler tara
fından da öyle görülmekteydi. Rakibi Fransız ve Habsburg im
paratorlukları Avrupa siyasal düzeninin ne kadar parçasıysa,
27
Osmanlı Devleti de, altı yüz yıllık tarihinin hemen hemen ta
mamı boyunca, Avrupa siyasal düzeninin o kadar parçasıydı.
28
dede daha büyük önem taşıyan Venedik ve Cenova kent devlet
leri, dört bir yana yayılan donanmaları ve Hindistan, Ortadoğu,
Akdeniz ve Batı Avrupa dünyalarını birbirine bağlayan ticaret
ağlan sayesinde muazzam siyasi ve ekonomik güce sahipti. Do
ğuda o sırada güçlerinin ve zenginliklerinin doruğunda olan iki
büyük imparatorluk vardı: Safavi Devleti ve Hindistan altkıtasın
daki Moğol İmparatorluğu. Osmanlı, Safavi ve Moğol imparator
lukları batıda Viyana'dan doğuda Çin sınırlarına kadar uzan
maktaydı. 16. yüzyılda hepsi de Avrupa ile Asya arasındaki tica
retle zenginleşmiş, işbilir yöneticiler idaresinde refaha ulaşmış
lardı. İspanya ve Portekiz'in Yeni Dünya'yı ve hazinelerini ele ge
çirdikleri anda, ekonomik ve siyasal güç dengesi (Çin'den son
ra) bu üçünün elindeydi. Ming döneminin ortasında olan Çin,
kuşkusuz bu sırada dünyanın en güçlü ve zengin devletiydi.
Osmanlılar 1453'te, 4. yüzyıldan 1 5 . yüzyıla kadar bin yıldır
ayakta duran ikinci Roma'yı, Bizans'ı yıkmışlardı. Böylelikle Os
manlı devleti bölgesel bir güç olmaktan çıkıp bir dünya impara
torluğuna dönüşmüştü. Bu devleti yıkan Osmanlı İmparatorlu
ğu, bir yandan da, Roma İmparatorluğu'nun Bizans'ta ifade bul
muş "Doğu" varyasyonunun mirasçısı olmuştu. Gerçekten de
Konstantinopolis fatihi İkinci Mehmet, Kayzer-i Rum, yani ahir
zaman imparatoru olma iddiasını çok açık bir şekilde ifade et
mişti. 1 6. yüzyıldaki halefi Kanuni Sultan Süleyman, saltanat
dönemini Roma'yı alarak taçlandırmak peşindeydi. Dahası, Os
manlı hükümdarları İkinci Roma'yı aldıktan sonra, dört yüz kü
sur yıl boyunca başkentin isminde kentin Romalı kurucusunun
adını kullandılar. Osmanlıların resmi yazışmalarında, sikkelerin
de ve 19. yüzyılda kullanılmaya başlayan posta pullarında ken
tin adı, imparatorluğun sonuna kadar, "Konstantin'in kenti," ya
ni Konstantiniyye olarak kaldı. Aynca, Osmanlılar bazı yönler
den Bizans'ın belirli idari modellerini benimsediler. Bizanslılar
gibi Osmanlılar da, ruhani-dünyevi hükümdarlık [caesaropa
pacy] benzeri, devletin din adamlarını kontrol altında tuttuğu
bir sistemi hayata geçirdiler. Osmanlı adalet sisteminde mahke
meler ulema sınıfı mensubu kadılar tarafından idare edilirdi. Ka
dıları atayan Osmanlı padişahları, Bizans İmparatorluğu'ndaki
29
halefleri gibi, din kurumu mensuplan üzerinde doğrudan dene
tim sahibiydiler. Bunun dışında, Bizanslılardan Osmanlılara sü
reklilik gösteren kurumlara bir örnek daha verecek olursak, Bi
zans'taki toprak mülkiyeti biçimleri de Osmanlı dönemine akta
nlmıştı. Kuşkusuz, Osmanlılar, haleflerini sadece taklit etmekle
kalmamışlar, kendi özgün sentezlerini yaratmışlardı, ama Bi
zanslılara pek çok şey borçlu olduklan da bir gerçekti.
Osmanlı siyasal düzeninin şekillenmesinde Bizans dışında
başka güçlü faktörler de etkili olmuştu. lleride de göreceğimiz
gibi , Osmanlı İmparatorluğu göçer Türklerin, Orta Asya'daki
anayurtta tam açıklık kazanmayan etkenlerle başlayan nüfus
hareketleri çerçevesinde IS 1 000 sonrasında Ortadoğu'ya geli
şiyle oluşan kargaşanın içinden doğdu. Osmanlı Devleti, Türk
halklarının Orta Asya'dan batıya, Ortadoğu ve Balkanlar'a gö
çünden doğmuş, Selçuklular ve Timur'dan sonraki son büyük
Türk-lslam devletiydi (bkz. bölüm 2). Bu göçerlerin Şamanist
inanışları Osmanlı hanedanının manevi pratiğinde ve dünya
görüşünde derinlemesine yerleşmiş olarak varlığını sürdürdü.
Daha sonraki dönemlerde Iran ve Doğu Akdeniz lslam dünya
sının idare ve hukuk usulleri Osmanlı pratiğine girmekle bir
likte, İslamiyet öncesi dönem Türklerinin gelenek ve görenek
leri Osmanlı yönetim çevrelerinde önemini hep korudu. Os
manlı sistemini, nihai olarak, lslam dünyasının yanı sıra, Bi
zans, Türk göçerleri ve Balkan devletleri kaynaklı etkilerin bir
harmanı olarak görmek gerekir.
Osmanlılar, bir yandan başkaları tarafından şekillendirilir
ken, bir yandan da pek çok Orta, Doğu ve Batı Avrupa devleti
nin gelişimini ve yapılanmasını ve bu ülkelerde halk imgele
minin şekillenişini etkilediler. Eğer 20. yüzyıl Sovyet Rusya si
yasetinde paranoid üslup diye bir şey varsa, bunu büyük ölçü
de Osmanlılara borçluyuz. Moskova merkezli Çarlık Rusyası
açısından , güçlü bir Osmanlı Devleti'nin varlığı, Karadeniz ve
Akdeniz'deki sıcak su limanlarına giden yolları uzun süre tıka
yan bir engeldi. Yüzyıllar boyunca Osmanlılar Rus devletinin
biricik ve en önemli dış düşmanıydı. Çarlarla padişahlar 1 7 .
yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında, iki devlet d e ortadan kalkana ka-
30
dar ardı arkası kesilmeyen savaşlara tutuştular. Bu savaşların,
yükselen Rus devletinin gelişimi ve şekillenişi üzerinde çok
güçlü bir etkisi oldu: Moskof Devleti'nin güney (ve batı) ka
natlarındaki güçlü düşmanlarından duyduğu derin korku , si
yaseti üzerinde kalıcı izler bırakarak, güvenliği, topraklarını
genişletmekte ve tahakküm kurmakta arama ihtiyacı duyması
na yol açtı. Tuna üzerindeki Habsburg Devleti ise, muazzam
bir bölgesel kargaşa içinden Osmanlıların kuzeye doğru daha
fazla genişlemesini engellemek amacıyla kuruldu. Viyana mer
kezli devlet bir direniş merkezi oldu; daha güneydeki çeşitli
Balkan Yarımadası krallıklarının hiçbiri Osmanlıları durdur
mayı başaramadığı için de, zamanla Orta Avrupa savunması
nın ön hattı olma rolünü ve kimliğini edind i . Osmanlılar
Habsburg Devleti'nin niteliğini tanımladılar, devletin yapılanı
şında ve daha sonra gelişiminde belirleyici rol oynadılar.
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kavşak noktasındaki je
opolitik konumu, Osmanlı Devleti'ne dünya tarihinde önemli
bir rol yükledi. Bu önem 1 683'teki askeri felaketten ve Osmanlı
ların toprak bütünlüklerini savunma yeteneğinin azalmasından
sonra kaybolup gitmedi. Tam tersine, Osmanlıların zaafı, Os
manlı topraklarından parçalar koparmak ya da en azından bu
toprakların hasımlarının eline geçmesini önlemek isteyen, top
raklan genişleyen komşuları arasında rekabete ve uluslararası
istikrarsızlığa neden oldu. Bu "Doğu Sorunu" ya da Osmanlı
Devleti ortadan kalkınca hangi toprakların kime kalacağı mese
lesi, Düvel-i Muazzama ( "Büyük Devletler") arasında çekişme
lere yol açtı ve 19. yüzyıl uluslararası diplomasisinin en temel
meselelerinden biri haline geldi. Doğu Sorunu'nun çözülmesi
konusundaki başarısızlık, l 9 l 4'te çağımızın ilk büyük felaketi
olan Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesinde rol oynadı.
Osmanlı lmparatorluğu'nu incelemenin ve dünya tarihinde
önemli bir yer vermenin gerekliliğine ilişkin çok daha olumlu
bir başka neden de, imparatorluğun varolduğu dönemin büyük
bölümünde uyguladığı hoşgörülü idare modeliyle bağlantılıdır.
Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin ve halkların göçlerinin farklı
lıklarla eşi görülmemiş ölçüde yüzleşmeyi zorunlu kıldığı çağ-
31
daş dünya açısından, Osmanlı imparatorluğu dikkatle incelen
mesi gereken bir örnektir. Osmanlılar kendilerine tabi halklar
üzerinde yüzyıllar boyunca gevşek bir denetim kurdular. Os
manlı siyasal sistemi, idarecilerinin ve askeri yetkililerinin, Is
lam, Musevi, Hıristiyan dinlerinin Sünni, Şii, Rum, Ermeni veya
Süryani Ortodoks ya da Katolik hangi mezhebine bağlı olursa
olsun, bütün tebaayı dinlerinin gereğini yerine getirme konu
sunda korumasını şart koşardı. Bu şart lslamiyet'in "Kitap eh
li"ne, yani Yahudi ve Hıristiyanlara hoşgörü gösterilmesi ilkesi
ne dayanmaktaydı. "Kitap ehli," mükemmel olmayan ve eksik
bir biçimde de olsa, Allah kelamına sahipti, dolayısıyla, Osmanlı
lslam devleti onların ibadetlerini himayeyle yükümlüydü. Hıris
tiyan ve Yahudi tebaanın inançları nedeniyle zaman zaman ceza
landırılmış veya öldürülmüş olduğu kuşkusuzdur. Fakat bu
olaylar, devletin uyulmasını beklediği ve şart koştuğu yüksek
standardı, en temel ilke olan hoşgörü ilkesini ihlal eden olaylar
dı. Osmanlı lmparatorluğu'nda cemaatler arası ilişkiler yüzyıl
larca bu ilkelere göre yürütüldü. Fakat imparatorluğun son yılla
rında uyumsuzluklar arttı (bkz. bölüm 9) . Ancak, Osmanlı im
paratorluğu, tarihinin neredeyse tamamında, dünyanın geri ka
lanı için, çokdinli politik sistemiyle etkili bir model oluşturdu.
Fakat bunlar, devletin uyulmasını beklediği ve istediği bir
yüksek standart olarak temel hoşgörü ilkesinin ihlal edildiği
eylemlerdi. Yüzyıllar boyu Osmanlı imparatorluğundaki ce
maatler arası ilişkileri bu hoşgörü ilkesi yönlendirmişti. An
cak, son yıllarda giderek artan bir uyumsuzluk ve cemaatler
arası çatışma vardı (bkz. bölüm 9) Yine de Osmanlı impara
torluğu hemen hemen tüm tarihi boyunca çok dinli siyasal
sistemiyle dünyanın geri kalanı için etkileyici bir örnek oldu.
33
nı düzeltmeye çağırdılar. Söz konusu yazarlar, "Bunlar, bizim
Batı'da sahip olmamız gereken niteliklerdir" diyorlardı. Dahası,
Avrupalılar kendilerini tanımlamaya çalışırken, bunu kısmen
de, ne olmadıklannı tarif ederek yaptılar. Avrupalılar Osmanlı
lan bütün kötülüklerin kaynağı yaptılar, sahip olmak istedikle
ri özellikleri, tam karşıtlannı düşmanlanna atfederek tanımla
dılar. Zalimliğe karşı insancıllık, barbarlığa karşı uygarlık, ka
firlere karşı gerçek müminler. Kim olduğunuzu, ne ve kim ol
madığınızı tanımlayarak kavrayabilirdiniz. (Bugün İngiltere,
Fransa ve Almanya olarak bildiğimiz yerlerde, ahali, lS 7. yüz
yılda lslamiyet'in ilk günlerinde bu "öteki"lik rolünü Arap ül
kelerinde yaşayan Müslümanlara vermişti.) Avrupalılık kimlik
leri henüz oluşmakta olan bölge sakinlerinin imgeleminde Os
manlılar (onlar) , uygar insanların (biz) sahip olmadığı/olama
yacağı niteliklere sahip kişiler olarak tanımlandı. Avrupalı ak
lın dünyasında, Osmanlılar, hem korkunç, vahşi ve tarifsiz de
recede kötü, hem de seks delisi, harem düşkünü ve sefih idi.
19. yüzyılda bile Avrupalı hayal gücünün ürünlerinde Osmanlı
Doğusu, kendilerine hakim, ciddi, adil, cinsel olarak kontrollü,
ılımlı ve rasyonel oldukları iddia edilen Avrupalıların uygar ve
güçlü Batısı'nda bulunmadığı ya da yasak olduğu varsayılan
zevklerin yozlaşmış merkezi olarak gösteriliyordu.
Osmanlılar, bugün genellikle göz ardı edilen veya unutulan
çeşitli yönlerden, Avrupa gündelik yaşamının gerçekten parça
sıydılar. Örneğin Batı Avrupalıların veya Amerikalıların çoğu
büyük bir ihtimalle, çok sevdikleri kahve ve laleleri ya da ha
yatlarını koruyan çiçek aşılarını Osmanlılara borçlu oldukları
nın farkında değildir. Oysa bunlar, Batı Avrupa'ya 1 6 . ve 1 8 .
yüzyıllar arasında gelmiş Osmanlı ürünleridir. Osmanlı İmpa
ratorluğu, ilk günlerinden itibaren, sonradan Avrupa halini ala
cak olan gerçekliğin gündelik yaşamı, dini ve siyasetiyle iç
içeydi. Genel olarak, bu iç içeliğin derecesi mesafeyle ters oran
tılıdır. Dolayısıyla muhtemelen günümüz Avusturyası'ndaki
Osmanlı mirası Daniınarka'dakinden daha fazladır. Yine de, Ba
tı Avrupalı değerlerin birçoğunun korunduğu Amerika Birleşik
Devletleri de dahil, her yerde Osmanlı etkisi hissedilmektedir.
34
Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'daki din savaşlarında didak
tik bir işlev üstlenerek önemli bir rol oynadı. Reform devrinde
birbiriyle mücadele halindeki tarafların çoğu için, Osmanlılar,
Tann'nın yeryüzündeki gazabıydı. Anabatist* denen bazı radi
kal Reformcular Osmanlıları Tanrı'nın bir işareti olarak kabul
ediyor ve Osmanlıların dünyayı ele geçirmek üzere olduğunu
savunuyorlardı. lşte artık Deccal gelecekti. Daha sonra Seçil
mişler tanrısızları yok edecek ve lsa'nın ikinci gelişinin yolu
nu açacaktı. Martin luther ise, benzer bir çizgide, Osmanlıla
rın, Tanrı'nın papalıktaki bozulma nedeniyle verdiği bir ceza,
Tanrı'nın gazabının bir aracı olduğunu yazdı. Katolikler ise yi
ne kendi açılarından bakarak, Türkleri, luther yandaşlarının
çoğalmasına göz yumulmuş olmasına karşı verilmiş ilahi bir
ceza olarak görüyorlardı.
Aynı şekilde, Osmanlılar Avrupa halk kültürüne de yer et
mişlerdir. 1 7. yüzyıl Fransız edebiyatı sık sık padişahları konu
alırdı. Örneğin 1 648'de yayımlanan , kafesteki I. Bayezit ( 1 389-
1 402) ile onu esir alan Timur öyküsünde olduğu gibi. Ancak,
öykülerin çoğu Türklerin gaddarlığı , örneğin Kanuni Sultan
Süleyman'ın gözdesi Sadrazam lbrahim Paşa'ya yaptıkları hak
kındaydı. Aslında bir kozmopolit, ince zevklere sahip, çok dil
bilen bir "Rönesans prensi" olan Fatih Sultan Mehmet, 1 6 1 2
tarihli bir Fransız piyesinde, zalim, acımasız bir zorba olarak
temsil edilmiş, annesi de kurbanının kanını içen birine dönüş
müştü. Aynı ölçüde garip başka öykülerde, Osmanlı askerleri ,
Roma savaş tanrısı Mars'a adakta bulunan insanlar olarak be
timlendi. Ancak, Viyana önündeki 1 683 bozgunundan sonra
Osmanlı tehlikesinin azalmasıyla birlikte, çizilen Osmanlı
imajı bir ölçüde değişti.
Böylelikle, 1 8 . yüzyılda Batı, Orta ve Doğu Avrupalılar ken
dilerini Osmanlı komşularından açık ve aktif bir biçimde bir
şeyler almaya başlayacak kadar güvende hissettiler. Bu dö
nemde Osmanlılar, klasik müziğe modern orkestranın vurmalı
çalgılar (perküsyon) bölümünü ekleyerek Avrupa klasik mü-
35
zik dünyasına önemli katkılar yaptılar. 1 720'lerden 1 850'lere
kadar süren dönemde "Türk müziği" denen müzik -bir za
manlar orkestradaki vurmalı çalgılara verilen ad- Avrupa'yı
kasıp kavurdu. Avrupa sarayları Osmanlı vurmalı çalgılarının
seslerini çıkartmak için birbiriyle yarışa girdi -ziller, kösler,
nekkareler ve davullar, ayrıca üçgenler, defler ve çevgan de
nen bir grup zilden oluşan çadır biçimli çalgılar. Bu müzik, as
keri coşturmak ve düşmanın yüreğine korku salmak için Os
manlı ordularıyla birlikte yürüyen mehter takımıyla birlikte
çıkmıştı. Lehistan Kralı il. Augustus ( 1 697 - 1 733) mehter mü
ziğini o kadar beğendi ki, padişahlardan biri kendisine hediye
olarak 1 2- 1 5 müzisyenli bir mehter takımı gönderdi. Kralın
komşusu Rus Çariçesi Anna, kendisinin de bir bandoya ihti
yacı olduğuna karar vererek 1 725'te, bir takım getirmek üzere
lstanbul'a adam gönderdi. 1 74 1 'e gelindiğinde Viyana Habs
burglarının kendilerine ait bir mehter takımları vardı; bir süre
sonra da Berlin'deki Prusya kralı bir mehter takımı edindi. Bu
takımların hepsi de Osmanlılardan oluşmaktaydı. Mehter ta
kımı mensubu Osmanlıların bu yabancı ülkelerdeki kariyerle
rin in a n l a tılmaya değer öyküleri olduğu muhakkaktı r.
1 782'de Londra kendi bandosuna sahip oldu, fakat bu sefer,
egzotizmi daha da güçlendirmek için olsa gerek, davullar,
simballer ve deflerin başına Afrikalılar kondu. Bu mehter takı
mı çılgınlığının bir kalıntısı da bando şefleri tarafından baton
atılmasıdır. Tempo tutmak için mehterbaşı tarafından taşınan
asa, zamanla bir tören aracı haline geldi. Bu , sonunda değişe
rek tro m p e t takımı ö n ü n d e yürüyen gös terici kızları n
ABD'nin her yerinde geçitlerde v e futbol maçlarında havaya
attıkları batona dönüştü.
Mehter müziğinin popülerliği, orkestra sınırlarını aşıp bu
gün klasik Batı müziği diye adlandırdığımız müziğin anaçizgi
sine girdi. tık olarak 1824'te yayınlanan Beethoven'ın Doku
zuncu Senfoni sinin son bölümünde, yeniçerilerin yürüyüşünü
'
37
ğümüz gibi, salak Türk figürü beylik bir imge haline gelmişti
bile; oyunda baş karakter seyircilerin Osmanlıca olarak algıla
ması beklenen anlaşılmaz bir dil konuşuyordu. 19. yüzyılda
ise, koca koca cinsel organları olan şehvet tutkunu Türkler
Viktoryen dönem pornografi edebiyatının önemli bir unsuru
haline geldiler. Dahası, Lord Byron'dan romancı Pierre Loti'ye
ve İngiliz casusu Lawrence'a kadar birçok Avrupalı, Osmanlı
lmparatorluğu'nu cinsel ve cinsel olmayan her türlü fantezinin
gerçekle.,,tirilebileceği bir rüyalar ülkesi olarak görür hale geldi.
Anılan bu üç kişi ve binlerce başkası -Osmanlı diyarına gitsin
ler veya gitmesinler- modern endüstriyel yaşamın sıkıcılığın
dan ve tekdüzeliğinden kurtuluşu hayallerindeki Doğu'da ara
dılar. Delacroix, Gerôme ve diğerlerinin resimlerinde egzotik
ve erotik, ilkel, vahşi ve soylu imgeleri bol bol görülür.
19. yüzyılın, 1 876 Amerikan Yüzyıl Sergisi de dahil, çeşitli
dü nya fuarlarında sergilenen Osmanlı obj eleri sayesind e ,
"Türk köşesi" Avrupa v e Amerikan evlerinin olağan bir parça
sı haline geldi. Varlıklı sınıfların salonlarında, genellikle bir
bakır tepsi ve şark halılarıyla ayrı bir grup oluşturan uzun sa
çaklı, püsküllü kabarık koltuklar boy gösterdi. Örneğin
1900'de Paris'te tasarımcı Poiret "Oryantal" fantezileriyle ün
salmıştı. Hali vakti o kadar yerinde olmayanların evlerinde eg
zotik Doğu'yu genellikle, tek bir eşya -bir sedir veya divan
çağrıştırırdı. Büyük Alman romancısı Thomas Mann, Büyülü
Dağ ( 1924) romanında bir "Türk köşesi"ni betimler ve insan
larla biraraya gelip sohbet etmek için bir "Türk" kahve değir
meninden ve 'Türk" kahvesinden yararlanan bir karakteri an
latır. Ana karakterlerden birinin dedesinin "ipek giysiler için
de, küçük, komik bir Türk'ü vardı. lpek giysilerin altında,
içinde bir mekanizması olan sert bir gövde bulunuyordu. Bir
zamanlar kurulunca masanın üzerinde bir oraya bir buraya
zıplardı, ama uzun zamandır çalışmıyordu ." Örneğin ABD'de
mimarlar, New York, Portland, Oregon ve Chicago kentlerinde
yaptıkları düzinelerce sinema binasında (eski Yakındoğu'nun
da dahil, başka kültürlerin yanı sıra) lslam ve Osmanlı mimari
detaylarını çokça kullandılar.
38
Özet olarak, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi Os
manlılar Avrupalıların hayal gücüne pek çok malzeme sağladı
lar. Reform çağının ve 1 7 . yüzyıl Fransız edebiyatının Deccal'ı
ve düşmanı, Osmanlıların askeri olarak gerilediği dönemde
yerini daha masum imgelere bıraktı. Bunun içindir ki, 1 8 . yüz
yıl mehter müziğini ve Türkomanya salgınını, sonra da 1 9 .
yüzyılın her zaman hazır v e nazır şark halısı eşliğindeki egzo
tizm ve erotizmini ve sinema binalarını görüyoruz. Avrupa'nın
ve uzantılarının kültür dünyasında Osmanlı İmparatorluğu ar
tık yoktur, ama mirası bugün bile varlığını sürdürmektedir
(bkz. bölüm 1 0) .
Osmanlı İmparatorluğu son günlerini Batı Avrupa emperya
lizminin en parlak döneminde, dünyanın büyük kısmının İn
giltere ve Fransa imparatorluklarının fiilen işgal ve egemenliği
altına girdiği bir dönemde geçirdi. Her yerde halklar bu ikisi
nin ve diğer Batı Avrupa devletlerinin egemenliği altına gir
mişti. 1 9 . yüzyıl sonu dünyasında Avrupa kıtası dışında sadece
bir avuç bağımsız devlet vardı. Osmanlılar ile Çin ve Japonya
imparatorlukları ayakta kalıp bir miktar güç sahibi olan bu
devletlerin en önemlileriydi. Bu bağımsız devletler, dünyanın
sömürgeleştirilmiş halklarına, Avrupa emperyalizmine karşı
mücadelede örnek ve umut kaynağı oldular. Hint Müslüman
larından, Orta Asya'nın Türkçe konuşan halklarına , Mağrib'in
Kuzey Afrikalılarına kadar birbirinden farklı pek çok halkın
hepsi de, İngiliz, Rus ve Fransız sömürgeciliğine karşı müca
delelerinde Osmanlı İmparatorluğu'nu örnek aldılar.
Önerilen kaynakça
(*) işaretl i maddeler bu alana yeni başlayan ögrencilere tavsiye edilen kaynaklardır.
* Asad, Tala!. Anthropology and the Colonial Encounter (New York, 1973).
Bohnstedt, John Wolfgang. The Infidel scouıge of God: The Turkish meııace as seeıı
by German pamphleteers of rhe Reformation (Philadelphia, 1968).
*Brown, L. Cari, der. lmperial Legacy: The Ottoman lmpıint on the Balkans and the
Middle East (New York, 1996). iL Cari Brown, der. imparatorluk Mirası: Bal
kanlar ve Ortadogu'da Osmanlı izleri çev.: Gül Çağalı Güven (lsıanbul: iletişim
Yayınları, 2000) 1
39
*Çelik, Zeynep. Displaying the Orient: The Architecture of lslam and Nineteenth
Century World Fairs (Berkeley, 1992).
Daniel, Norman. lslam, Europe and empire (Edinburgh, 1 966).
*Deringil, Selim. "The Ottoman twilight zone of ıhe Middle East," Henri J . Bar
key, der. Reluctant neighbor: Turkey's role in the Middle East (Washington DC,
1996), 1 3-22.
Faroqhi, Suraiya. Approaching Otoman History: An introducıion to the sources
(Cambridge, 1999) [Osmanlı Tarihi Nasıl lncelenir7 Kaynaklara Giriş, çev.
Zeynep Altok (Tarih Vakfı Yayınlan, lstanbul, 2009) . ]
Fischer-Galati, Stephen A . "Ottoman Imperialism and German Protestantism,
1 5 2 1 - 1 555" (Cambridge, Yüksek lisans tezi, 1959).
* Karpa t , Kemal. The Oıtoman Empire and lıs Place i n World History (Leiden,
1974).
*Mansel, Philip. Constantinople: City of the World's Desire, 1 453-1 924 (Londra,
1995). [ Türkçesi: Mansel, Philip. Konstantinopolis: Dünyanın Arzuladıgı Şehir,
1 453-1924 çev.: Şerif Erol (lstanbul: Sabah Kitapları, 1996))
* Rodinson, Maxime. Europe and the mystique of lslam (Seattle, orijinal Fransızca
l 980 baskısının çevirisi, l 987).
Rouillard, Clarence. The Turk i n French History, Thought and Literature ( J 520-
1 660) (Paris, l 938).
*Said, Edward, Orientalism (New York, 1978). [Türkçesi: Said, Edward, Şarkiyat
çılık çev.: Berna ülner (lstanbul: Metis Yayınlan, 1999))
Sı. Clair, Alexandrine N. The i mage of the Turk i n Europe (New York, 1973).
*Schacht, Joseph ve C. E. Bosworth, der. The Legacy of lslam (Oxford, 2. baskı,
1979).
Schwoebel, Robert. The Shadow of the Crescent: The Renaissance lmage of the Turk,
1 453-151 7 (Nieuwkoop, 1967).
Southern, R. W Westem Views of lslam in the Middle Ages (Cambridge, 1968).
*Stevens, MaryAnne. The Orientalists: Delacroix to Matisse (Londra, 1984).
Thompson, James. The East: lmagined, Experienced, Remembered (Dublin, 1988).
*Valensi, Lucette. The Birth of the Despot: Venice and the Sublime Porte (Iıhaca,
l 993). [ Türkçesi: Valensi, Lucette. Venedik ve Bab-ı Ali: Despot'un Doguşu, çev.:
A. Turgut Arnas ( lstanbul: Bağlam Yayınlan, 1994) . ]
40
iKiNCi BÖLÜM
Giriş
41
KUTSAL ROMA RDU
e IMPARATORLUGU
FRANSA
Cenov!
�
ı S;.
�
__J
cJ
o�
,q
_r
o
Tunus -ı:_
1( -�-
'11
/ • Şam
! <?
Osmanlı fetihleri
1
[]]]]]) 1 300- 1 3 57
� 1 357-1 389
IZZ2ZI 1 389- 1 5 1 2
Harita 1. Osmanlı imparatorluğu, 1300- 1512. (Kaynak: Halil inalcık ve Donald Quataert, der., An economic and social
history of the Ottoman Empi re, 1 300- 1 9 1 4, Cambridge, 1994, xxxiii.)
lar: Göçer Türk topluluklarının, Bizans Devleti'nin Küçük As
ya'daki egemenliğini sarsan fetihleri; Moğolların Ortadoğu'yu
istilasının yarattığı kargaşa ve göç eden yığınların sınırlar üze
rinde büyüyen baskısı; pragmatik ve esnek Osmanlı politikala
rının her din ve toplumsal kesimden çok sayıda taraftar topla
ması ve Osmanlıları, göçer topluluklarının Balkanlar'a giriş
yolunu kontrol eden coğrafyaya yerleştirip daha da fazla yan
daş toplamalarına olanak sağlayan şans faktörü. Bu bölümde
Osmanlı Devleti'nin doğuşunun ayrıntılı öyküsü aktarılacak.
Osmanlı İmparatorluğu, 1 3 . yüzyıldan 14. yüzyıla geçilirken,
Anadolu Yarımadası'nın kuzeybatı köşesinde doğdu (harita 1 ) .
Döneme ve bölgeye muazzam bir kargaşa -siyasal, kültürel, di
ni, iktisadi ve toplumsal kargaşa- damgasını vurmuştu. Bu böl
ge, bin yılı aşkın bir süreden beri, Roma lmparatorluğu'nun ve
bu imparatorluğun Doğu Akdeniz dünyasındaki halefi, başken
ti Konstantinopolis olan Bizans lmparatorluğu'nun parçasıydı.
Bizans, bir zamanlar Güneydoğu Avrupa'nın, Kuzey Afrika'nın
ve ltalya'nın bazı kısımlarının yanı sıra, günümüz Ortadoğu
su'nun (lran dışında) hemen hemen tamamına egemendi -bu
günkü Mısır, lsrail, Filistin, Lübnan, Suriye, Ürdün, Türkiye ile
lrak'ın bazı kısımlarını içine alan bölgeye. Ancak, lS 7. yüzyıl
da, bu toprakların çoğunu, merkezleri Mekke, Şam ve Bağdat'ta
bulunan ve genişlemekte olan yeni devletlere kaptırdı. Bizans
Devleti, biraz güçlükle de olsa, kendisini yeniden yaratarak
Anadolu'daki eyaletlerini elinde tutmayı başardı. Bu küçülmüş
haliyle Bizans İmparatorluğu üç grup düşmanla karşı karşıyay
dı. Akdeniz'de Venedik ve Cenova tüccar devletleri, zengin
Ege, Karadeniz ve Doğu Akdeniz ticaret yolları üzerinde müs
tahkem mevkiler ve iktisadi imtiyazlar kazanmak için kendi
aralarında ve (genellikle tek başlarına) Bizanslılara karşı savaşı
yorlardı. Bizanslılar kuzeyde ve batıda ise, büyüyen, güçlü kara
devletleriyle, özellikle Bulgar ve Sırp krallıklarıyla karşı karşı
yaydılar. lS 1000 dolaylarından itibaren, Bizans'ın doğu sınırla
rında (Türkmen denen) Türk göçerleri boy gösterdi. Kökleri
Orta Asya'da, Baykal Gölü çevresindeki bölgede olan Türk ka
vimlerinin, anayurtlarından kalkan göçü, yaklaşık lS 1 000 ci-
43
varında Ortadoğu'ya girmeye başladı. Orta Asya'daki anayurtta
Türkmen yaşam tarzının belirgin özellikleri, dinde Şamanist
inançlar, ekonomide hayvancılığa bağımlılık ve toplumsal de
ğerlerde yiğitliğe gösterilen büyük saygı ve soylu kadınların ge
niş bir özgürlük ve hareketliliğe sahip olmasıydı. Türkmenler
Ortadoğu'ya gelmeden hemen önce yazılan ve kahraman erkek
ve kadınların öykülerini aktaran, Homeros destanları tarzında
ki Dede Korkut Kitabı, bir yandan da komutaya değil, oybirliği
ne dayalı bir önderlik sistemine sahip Türkmen siyasetinin
çokparçalı yapısını ortaya koyar. Dünya tarihinin belli başlı
olaylarından biri olan bu göçler, Küçük Asya'dan Çin'in batı sı
nırlarına kadar uzanan, Türkçe konuşan bir nüfus kuşağı ya
rattı ve Osmanlı Devleti'nin kurulmasına yol açtı. Göçebe ve
çokparçalı siyasal yapısıyla Türkmen yaşam tarzı, ilk göçle
rin/fetihlerin asıl yükünü taşıyan Iran Platosu yerleşik ahalisi
nin yaşamının alt üst olmasına yol açıyordu. Göçebeler, yerle
şik yaşam tarzının hakim olduğu Ortadoğu'ya doğru ilerlerken
ya da bu topraklara girdikten sonra Islamiyet'i kabul ettiler, fa
kat Şamanist ritüel ve pratiklerinin de birçoğunu korudular. Bu
yüzden Türk usulü Islam, uygulanmaya başlandıktan sonra
Iran veya Arap Islam anlayışından önemli farklılıklar gösterdi.
Türkmenler ve sürüleri göç sırasında yerleşik bölgelerde eko
nomiyi sekteye uğrattılar, köylülerden hükümdarlara vergi akı
şını engellediler. Bu istilacı Türk göçerleri arasında Selçuk aile
si de vardı . Batıya doğru sürüklenen irili ufaklı göçebe toplu
luklarının pek çok önderinden biri olan Selçuk ailesi, Iran'ı ve
tarımla uğraşan bölge ahalisini denetimi altına soktu, bölgenin
hakim Fars-Islam uygarlığına hızla asimile oldu. Sonra da yeni
devletindeki yerleşik tarımsal yaşam tarzını alt üst eden göçer
yandaşlarını ne yapacağı sorunuyla karşı karşıya kaldı. Selçuk
luların sorununa çözüm Bizans Anadolusu'nda bulunacaktı.
Bizans Anadolusu'ndaki eyaletlerin, bu bağlamda önemli
görünen iki grup özelliği vardı. Birincisi, bunlar verimli top
raklardı ve yoğun nüfusa sahip tarımsal yerleşim alanlarıydı,
dolayısıyla göçebeler için cazip yağma hedefleri oluşturuyor
lardı. Anadolu eyaletleri tek kelimeyle zengindi. Üstelik Hıris-
44
tiyan'dı. Bu nedenle de , lslamiyet'i daha yeni kabul etmiş ve
kendi aralarından çıkma, Şamanist inançlarla Müslümanlık'ı
birleştirmiş bilge kişilerin etkisi altındaki bu Türk göçerleri
için, onlarla savaşmanın cazibesi artıyordu. Anadolu'nun gö
çerler için çekiciliği, esas olarak zengin olmasından mı kay
naklanıyordu, Hıristiyan olmasından mı? Çağdaşları Hıristi
yan haçlılar gibi, göçerleri de yönlendiren etkenler ekonomik,
siyasal ve dini faktörlerin bir karışımıydı. Anadolu toprakları
zengindi ve bu topraklarda (ağırlıkla) bir başka inanca, Hıris
tiyanlık'a bağlı çiftçiler yaşamaktaydı. Arkadan, Orta Asya'dan
gelen göç dalgalarının ittiği Ortadoğu'daki muazzam göçerler
yığını için, bunlar güçlü etkenlerdi. Dolayısıyla, lran'a girme
lerinin üzerinden çok zaman geçmeden, göçebe Türkmenler
Bizans'ın doğu eyaletlerini yağmalamaya ve baskınlar düzenle
meye başladılar. Ekonomi, politika ve iman gücü onları bu
eyaletlere çekiyor, lran'ın merkeziyetçi Selçuklu hükümdarları
da onları buralara itiyordu. Bizans Devleti bu baskınlara onlar
ca yıl dayandıktan sonra, bu yeni tehdidi ezmek üzere hareke
te geçti. Ancak, 1071 'de, yeni bir dönem açan Malazgirt Mu
harebesi'nde Alparslan'ın ordusuyla geçici bir ittifak yapan
Türk göçerlerinin birleşik askeri gücü, İmparator Romanos
Diogenos komutasındaki Bizans ordusunu kesin bir yenilgiye
uğrattı. Bu yenilgi, imparatorluğun doğudaki sınır savunma
sisteminin iflası anlamına geliyordu; hemen hemen her türlü
denetimden kurtulan Türk göçerleri Bizans'a akın ettiler.
Bundan sonra birkaç yüzyıl, 1 5 . yüzyıl ortalarına kadar doğu
su ve batısıyla Anadolu tarihi şöyle bir benzetmeyle ifade edile
bilir: Kabaran Türk göçerleri dalgası, bu dalganın ortasında kal
mış Bizanslı tekfurlara veya feodal beylere bağlı yerleşik hayat
adacıkları. Türk göçerlerinin önderleri ise, bir yandan kendi kü
çük devletlerini kurmaktaydılar. Kısa vadede, Türkmen beylikle
ri doğar ve batarken, Bizans hakimiyeti bazen arttı, bazen azaldı.
Anadolu kah genişleyen kah küçülen küçücük Türkmen ve Bi
zans beylik ve devletçiklerinden oluşan bir yamalı bohçaya ben
zedi. Bizans'ın imparatorluk ve feodal beylikler düzeyinde gös
terdiği direniş, zaman zaman az çok başarılı oldu. Fakat, uzun
45
vadede, Hıristiyan Bizans, nüfusunun çoğunluğu Rumca konu
şan Anadolu, derin ve kaçınılmaz bir dönüşüm geçirerek Müslü
man ve Türkçe konuşan Anadolu oldu. Bu genel karışıklık, daha
doğrusu kaos ortamı Osmanlı Devleti'nin ortaya çıkışında kritik
bir rol oynadı. Türkmen istilalarının ortasında kuşatılmış Bi
zanslılar bir yandan da ltalyan tüccar devletlerine karşı savaşı
yor, büyük toprak parçalarını ve ticari tekel gibi iktisadi gelir
kaynaklarını onlara kaptırıyorlardı. Üstelik, Konstantinopolis,
1 204- 1 26 1 arasında, Filistin'e yürümek yerine imparatorluk
başkentini ele geçirip yağmalayan ve kendi kısa ömürlü Hıristi
yan Latin imparatorluklarını kuran eski haçlıların başkenti oldu.
Tarihçiler 1 204'teki yağmadan Konstantinopolis'in ağır darbe al
dığı ve bir daha hiç iyileşemediği konusunda hemfikirdir.
Osmanlı Devleti'nin doğduğu özgül bağlam, aynca, Moğol
lmparatorluğu'nun Cengiz Han idaresinde yükselişi, doğuya ve
batıya hızla genişlemesi ve 1 3 . yüzyılda Ortadoğu içlerine akın
lar düzenlemesiyle de bağlantılıdır. Moğol Devleti genişledikçe,
genellikle yolu üzerindeki Türk göçerlerinin hareketini hızlan
dırıyor, onlar da nüfuslarını ve hayvanlarını besleyebilecek böl
gelere kaçıyorlardı. 1 3 . yüzyıl ortasında bir Moğol komutanı
Anadolu Selçuklu Devleti'ne saldırdı . Bu Moğol zaferi Anadolu
Selçuklu Devleti'nin sonunu getirdi. Bu devlet, Bizans sonrası
Anadolu'da Osmanlılardan önce kurulmuş en başarılı devletti.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin parçalanması üzerine, yerine çok
sayıda küçük Türkmen beyliği kuruldu. Moğolların varlığı aynı
zamanda Türkmen göçerlerinin batıdaki otlaklara doğru kaç
masına yol açtı. Bunlar bir yanda çökmekte olan Anadolu Sel
çuklu Devleti'nin, diğer yanda dağılmakta olan Bizans dünyası
nın sınır bölgeleriydi. Anadolu, Sırp ve Bulgar, Cenovalı ve Ve
nedikli istilacılarla, Müslüman Türk göçerler ve Bizanslı Hıris
tiyan Rum köylı\lerle dolu, her şeyin değişmekte olduğu bir
dünyaydı. Osmanlı Devleti, işte Konstantinopolis'in güney ve
doğusundaki bu dağlık Anadolu topraklarında doğdu.
Osmanlı uzmanı tarihçiler, bu olağanüstü imparatorluğun
ortaya çıkışını ve yükselişini açıklayan en önemli etkenin han
gisi olduğu üzerinde tartışmayı severler. Soru yerinde bir soru-
46
dur, zira hanedana adını veren kurucusu Osman, sınır boyun
daki irili ufaklı çok sayıdaki Türkmen grubunun pek çok ön
derinden biriydi, kuşkusuz en güçlüsü de değildi. 1 300 yılın
da bu dünyaya bakıp da, kurduğu devletin tarihteki en başanlı
devletlerden biri olacağını tahmin etmek olanaksızdı. O sırada
Osman, yaklaşık 40.000 çadırlık bir Türkmen göçerleri grubu
nun başındaydı. Sınırın başka bölgelerinde 70.000 ila 1 00.000
çadıra komuta eden (her çadırda iki ila beş kişi bulunuyordu)
çok daha başarılı rakipleri bulunuyordu. Düzinelerce Türk
men beyliği daha vardı. Bütün bunlar, Anadolu dağlık bölgele
rindeki Türkmen göçerlerin, vadilerdeki ve kıyı ovalarındaki
ahalinin düzenini bozduğu, sonra da onların yerine buralara
yerleştiği daha büyük bir sürecin parçalarıydı. Bu beylikler ve
göçer grupları arasında bir tek Osmanlı hanedanı zafere ulaşır
ken, diğerleri kısa sürede ortadan kayboldu .
Osmanlı ailesiyle yandaşları ve diğer Türkmen önderleri ve
grupları hiç kuşkusuz bütün Anadolu'yu, özellikle sınır bölge
sini saran kargaşadan yararlandılar (Tıpkı daha sonra Balkan
lar'daki siyasal parçalanmışlıktan yararlanacakları gibi) . Ge
nellikle belirli bir hedefe yönelik olmaksızın bir anda gelişen
Türk göçebe akınları , yerel idareleri devirip Anadolu'nun
mevcut siyasal ve iktisadi düzeni yerine bir kargaşa ortamı ge
tiriyordu. Moğol baskısıyla artan bu göçlerin sınır bölgelerin
de büyük nüfus baskısı oluşturduğu anlaşılıyor. Osman'ınki
gibi savaşçı toplulukları, hem yerleşik ahaliden geçinebildikle
ri, hem de güçleri sayesinde, yandaşlarına devletlerin sağlaya
madığı güvenliği sağlayabildikleri için serpilip geliştiler. Bu
tür savaşçı ordugahları 1 3 . yüzyıl Anadolusu'nun önemli bir
siyasal örgütlenme biçimi oldu.
Osmanlıların devlet kurma konusundaki başarıları, hiç kuş
kusuz, olağanüstü bir esnekliğin, değişen koşullara pragmatik
bir biçimde uyum sağlama isteğinin ve yeteneğinin sonucuydu.
Doğmakta olan babasoylu hanedan Türk kökenliydi ve boy
gösterdiği yer, Hıristiyanların ve Müslümanların, Türkçe ve
Rumca konuşan toplulukların yaşadığı çok heterojen bir böl
geydi. Elde edilecek ekonomik kazanımlar, Anadolu'dan ve
47
Anadolu dışından Hıristiyan ve Müslüman yığınları Osmanlı
sancakları altına topladı. Osmanlı hükümdarları kendi kendile
rine biçtikleri gazilik, yani din ve iman uğruna Hıristiyanlara
karşı savaşan savaşçılar olma rolü sayesinde de yandaş topladı
lar. Ancak, bu dini telkinlerin gücünü de sorgulamak gerekir,
çünkü tam da aynı anda Osmanlılar, çok sayıda Hıristiyan Rum
komutan ve askeri, büyüyen kuvvetlerine kalmaktaydılar. De
mek ki, Osmanlıların çevresinde Müslümanlar kadar Hıristi
yanlar da toplanmaktaydı; Tanrı yoluna değil, altın ve zafer için
-elde edilecek ganimetler, kazanılacak mevkiler ve güç için.
Ayrıca, Osmanlıların, sadece komşu Bizans feodal beyleriyle
değil, en başından beri diğer Türkmen liderleriyle savaşa ağır
lık verdikleri de hatırda tutulmalıdır. Gerçekten, Osmanlılar
14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar Anadolu'daki Türmen beylik
lerine karşı devamlı savaştılar. Tarihçiler, dikkatlerini, Avru
pa'ya yönelik Osmanlı tehdidi ve Osmanlılara öncelikle devlet
kuruculuğu değil, yersiz bir biçimde gazilik rolü biçmek üze
rinde yoğunlaştırdıkları için, Türkmenlerle olan çatışmalar,
sertlik ve sıklıklarına karşın genellikle göz ardı edilmiştir. Ra
kip Türkmen hanedanları -Anadolu'da Karaman ve Germiyan,
Orta Asya'da Timurlu hanedanları gibi- Osmanlı Devleti için
dehşetli birer düşman ve ciddi birer tehdittiler. Osmanlı geniş
lemesi en başından beri çokyönlü oldu -sadece batıyı ve ku
zeybatıyı, yani Bizans ve Balkan topraklarını ve hükümdarları
nı değil, aynı zamanda hep doğuyu ve güneyi, yani rakip
Türkmen beyliklerini de hedef aldılar. Dolayısıyla, Osmanlılar
la ilgili olarak asıl belirleyici nokta, gazilikleri veya dini nite
likleri değildi -gerçi zaman zaman bu nitelikleri de bir çekim
gücüne sahip olmuştur. Kurulma, oluşma, taraftar kazanıp sa
fında tutma sürecinde Osmanlıların çarpıcı yönü, devlet olma
nitelikleriydi. Daha açık bir ifadeyle, Osmanlı projesi kapsa
mında kurulmakta olan bir din devleti değil, pragmatik bir
devletti. Bu bakımdan da aynı dönemin diğer devletlerinden,
lngiltere'deki ya da Çin'deki devletlerden hiçbir farkı yoktu.
Osmanlıların kuruluş ve yükselişinde coğrafya önemli bir rol
oynadı. Belki sınır boylarındaki diğer Türkmen önderleri de ko-
48
şullara uyum sağlamak, yeteneklerden yararlanmaya hazır ol
mak, farklı farklı yerlerden taraftar kabul etmek ve destek sağla
yacak çokyönlü cazibe merkezleri oluşturmak bakımlarından
Osmanlılara benzemekteydiler. Zaman içinde bu kadar uzaktan
bakarak, Osmanlıların söz konusu yönlerden ne ölçüde sıra dışı
nitelik taşıdıklarını kestirmek zor. Ancak, Osmanlıların başarıya
ulaşmasının nedenleri üzerinde dururken, daha kesin bir biçim
de işaret edebileceğimiz bir olay, 1354'te Çanakkale Boğazı'nın
Avrupa yakasındaki bir kalenin ( Çimpe) Osmanlılar tarafından
ele geçirilmesidir. Çimpe'yi alan Osmanlılar Balkanlar için gü
venli bir köprübaşına, kendilerini bir anda Anadolu sınır boyla
rındaki diğer rakiplerinin önüne geçiren bölgesel bir sıçrama
tahtasına sahip oldular. Gelibolu'ya sahip olunca, Osmanlılar
müstakbel yandaşlarına uçsuz bucaksız yeni zenginleşme alan
lan -Balkan toprakları- sundular. Boğazın karşı tarafındaki, As
ya yakasındaki diğer beylerin yandaşları bu alanlara ulaşma ola
nağına sahip değildi. Bunlar zengin topraklardı ve o sırada bu
zengin topraklarda hiç Türkmen yoktu. Harekete geçme çağrıla
rının ideoloji -gaza- adına da yapılması mümkündü.
14. yüzyıl Balkanları'nda, Bizans Anadolusu'nun daha önceki
zenginliklerine ve siyasal kargaşasına koşut bir zenginlik ve
kargaşa vardı. Daha önce Türkmenleri Bizans Anadolusu'na ge
tirmiş olan güçlerin benzerleri, şimdi de Osmanlılarla göçerleri
Balkanlar'a getiriyordu. Balkanlar Küçük Asya'nın batısında
büyüyen nüfus baskılarına karşı bir emniyet sübabı oluştur
maktaydı ve buraya geçiş olanağını bir tek Osmanlılar sağlıyor
du. Osmanlıların Balkanlar'a geçişinin Konstantinopolis tahtın
da hak iddia eden bir Bizanslı'nın (VI . Ioannes Kantekuze
nos'un) hırsı nedeniyle gerçekleşmiş olması da ironiktir. lç sa
vaşta zor duruma düşen bu Bizanslı, Osmanlı desteğini güven
ce altına almak için onlara, Avrupa'da böyle bir köprübaşı ver
di. Tarihin cilveleri birbirini izledi; Osmanlılar da, Avrupa'daki
bu yeni, ama küçük arazilerini genişletmek için Bizanslıların
eski düşmanı Cenovalılarla ittifaklarından yararlandılar.
15 1000 dolaylarının Anadolusu gibi, 14. yüzyıl Balkanları da
hem zengin hem de saldırı karşısında savunmasızdı. Hem Bul-
49
gar hem de Sırp bölgelerindeki devlet inşa etme çabaları iflas
etmişti; Bizans'ta iç savaş çıkmıştı, tahtın talipleri birbiriyle çar
pışıyordu ve Cenova ile Venedik bu karışıklıktan yararlanmak
için ayrı ayrı harekete geçmişlerdi. Dolayısıyla esneklik, bece
rikli politikalar, şans ve elverişli coğrafyanın birleşimi, Osman
lıların aradan sıyrılıp dünya imparatorluğuna giden yola koyul
masına ve rakiplerine karşı üstünlük sağlamasına katkıda bu
lundu. Balkanlar'a geçmek, zaten başarı sağlamış olan Osman
lıları, benzersiz avantajları olan yeni bir konuma getirdi.
51
A H R A ç ô Ü
52
o 500 1000 km
�=;=�..====;"===;=���
500mil
Moskova
.
R u y A
A R A B i S T A N
53
1 5 1 4'te Çaldıran Muharebesi'nde çok önemli bir yenilgiye uğ
ratmıştı. (lslam ve Fars kimlikleri edinmiş bir Türk hanedanı
olan Safaviler 1 5 . yüzyıldan 1 7 . yüzyıla kadar olan dönemde
Osmanlıların doğu sınırlarındaki baş düşmanı oldu . ) l. Selim
daha sonra ( 1 5 1 6- 1 5 1 7) Kahire merkezli Memluk Sultanlığı'na
ait Arap topraklannı alarak, Osmanlı hazinesini doldurdu; kut
sal Mekke ve Medine kentlerini Osmanlılann egemenliği altına
soktu . Kanuni Sultan Süleyman'ın uzun saltanat döneminde
( 1 520- 1 566) Osmanlılar dikkate değer bir güç ve zenginliğe sa
hiptiler. Yaygın görüş, Kanuni Sultan Süleyman'ın uzun salta
natı ( 1 520- 1 566) sırasında, Osmanlıların refah ve güçlerinin
doruğuna ulaştığı, bir altın çağ yaşadığıdır. Osmanlılar Kanu
ni'nin önderliğinde bir 1 6. yüzyıl dünya savaşına katıldılar. Ka
nuni Sultan Süleyman, Felemenk isyancılan İspanyol efendile
rine karşı desteklerken, donanması da bir yandan Batı Akde
niz'de İspanyol Habsburglarla çarpışmaktaydı. Bir noktada Os
manlı askerleri, kendisi de Habsburglarla savaşmakta olan
Fransa Kralı l. François'nın izniyle Toulon'da, günümüzün Ri
vierası'nda kışladılar (bkz. bölüm 5). Osmanlı diyarının öbür
ucunda, Osmanlı donanmaları Kızıldeniz'de ve Hint Okyanu
su'nda, doğuda günümüz Endonezyası'na kadar uzanan bir
alanda savaşmaktaydılar. Buralarda savaşıyorlardı, çünkü dün
ya güç ve zenginlik dengeleri, Portekizlilerin Afrika'yı dolaşan
keşif yolculukları neticesinde, Hindistan ile Avrupa arasında
denizyolu ulaşımının başlamasıyla alt üst olmuştu. Bu yeni gü
zergahlar, yüzyıllardır Ortadoğu devletlerinin egemenliği altın
da olan ve onlara kar getiren transit ticareti mahvetme tehlikesi
taşımaktaydı. Bu ticaret üzerindeki, giderek daralan, boğucu
Portekiz (ve daha sonra Felemenk ve İngiltere) kıskacını gev
şetmek ve denizyolu güzergahları üzerindeki artan hakimiyeti
ni kırmak için, Osmanlılar, doğu denizlerinde bir dizi hücuma
kalkıştılar. Örneğin, Hindistan kıyılarında Portekizlilerle sava
şan yerel hükümdarları desteklediler ve Avrupalıların denizler
de artan hakimiyetini kırmak için mücadele eden Molukların
(günümüz Singapuru yakınında) yardımına donanma yolladı
lar. Balkan cephelerinde Kanuni'nin kuvvetleri aynı şekilde ti-
54
caret yollarını, zengin madenleri ve diğer ekonomik kaynakları
Osmanlı hakimiyetine sokmak için harekete geçtiler. Önemli
bir dizi zaferde Osmanlılar 1 5 2 l 'de Belgrad'ı aldılar, 1 5 26'da
Mohaç Savaşı'nda Macar devletini ezdiler, daha sonra da
( 1 544) topraklarının bir bölümünü ilhak ettiler. 1 529'da Os
manlı orduları Habsburg Viyanası'nın surları önündeydi; onlar
da, 1 683'teki torunları da bu surları geçmeyi başaramadılar. Bu
tarihe gelindiğinde İstanbul merkezli devlet Akdeniz'i ve Ege
Denizi'ni Doğu ve Orta Avrupa'ya bağlayan zengin ticaret yolla
rının üzerinde duruyordu. Bu nedenle hem Venedik hem de
Cenova ağır darbeler yiyerek, bu bölgelerdeki ticaret yollarının
ve kolonilerin sağlamış olduğu servet ve kudreti yitirdiler.
16. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı askeri ve siyasi tecrübe
lerini etraflıca yansıtan sözcük "gelişme" ise, sonraki yüzyılda
ki durumu en doğru özetleyen de "sağlamlaşma" olmalı. Kanu
nt'nin ölümünden sonra Osmanlıların (savaş alanlarındaki) za
ferleri devam etmekle birlikte seyrekleşti. Verimli topraklara
sahip Kıbrıs Adası'nın 1 5 7 l 'de fethedilmesi, Osmanlıların Do
ğu Akdeniz denizyolları üzerindeki egemenliğini pekiştirdi.
Avrupalıların 1 57 l 'de lnebahtı'da (Lepanto) kazandığı deniz
zaferinin ve o sırada Akdeniz'deki donanmaların en büyükle
rinden biri olan Osmanlı donanmasının bütünüyle yok edilme
sinin, geçici bir durum olduğu ortaya çıktı. Ertesi yıl yeni bir
donanma, son yenilginin mekanı Doğu Akdeniz'de Osmanlı
hakimiyetini yeniden sağladı. Karada, Azerbaycan 1 5 78- 1 590
arasında alındı ve Bağdat 1 638'de geri alındı. Kıbrıs'tan sonra
Akdeniz'deki en büyük ada olan Girit, 1 669'da Osmanlı top
raklarına katıldı; daha sonra, 1 676'da Podolya ele geçirildi.
Birbirini izleyen bu zaferler Osmanlı Devleti'nin genişleme
sürecinde olduğu izlenimini uyandırır. Osmanlıların her savaşı
zaferle sonuçlanmamakla birlikte, genel olarak bakıldığında ba
şarı ağır basıyor, yeni hazineleri, vergileri ve nüfusuyla git gide
daha geniş alanlar Osmanlı topraklarına katılıyordu. 1 7 . yüzyıl
ortasına gelindiğinde Osmanlı kuvvetleri, Rus steplerini, Maca
ristan Ovası'nı, Sahra ve Suriye çöllerini ve Kafkaslar'ın koru
naklı dağlık mevkilerini kontrol etmekteydi. Osmanlılar, Kara-
55
deniz, Ege, Doğu Akdeniz kıyılarının tamamı ile hem Tuna,
Dinyester, Dinyeper ve Bug'un hem de Dicle-Fırat ve Nil'in hav
zalarının çoğu veya tamamı üzerinde tam denilebilecek bir ha
kimiyet kurmuşlardı. Dolayısıyla, bir zamanlar Roma ve Bi
zans'ı beslemiş olan, fakat sonra birbiriyle savaşan Venedik, Ce
nova, Sırbistan, Bulgaristan ve diğer devletler arasında bölünen
ticaret yollan ve kaynaklar artık tek bir imparatorluğa aitti.
56
baltalayan sürekli ve korkunç veba salgınlarını görmezden ge
lir. Düşmanların zayıflığı ya da bölünmüşlüğü ve vebanın etki
si bu şekilde talih diye vurgulanır ve Osmanlının başarıları
kendi kontrolleri dışındaki etkenlere atfedilerek küçümsenir.
Düşmanlarının yaşadıkları sorunlar sayesinde ellerine geçen
şansı değil, kendi çabalarıyla başardıkları şeyleri vurgulayarak
Osmanlı politika ve başarılarını incelemek yararlı olacaktır. Bu
analizde, Osmanlı Devleti'nin Çin'deki Minglerden veya Gül
ler Savaşı sırasında İngiltere ve Fransa'dakilerden farksız bir
hanedan devleti olma niteliği vurgulanmaktadır. Yazılı tarihin
hanedanlarının çoğu gibi, Osmanlılar da saltanatlarını sadece
erkek varisler yoluyla sürdürdü (bkz. bölüm 6) . Doğmakta
olan yeni devletin resmi siyasal yapısında kadınlar yine de za
man zaman görünürlük kazandılar. Örneğin ikinci Osmanlı
hükümdarı Orhan'ın ( 1 324- 1362) eşi Nilüfer Hatun, yeni fet
hedilen bir şehrin idaresini üstlenmişti. Ancak, kadınların
böyle resmi roller üstlenmesi olağan durum olarak görünme
mektedir. Daha sonraki dönemlerin Osmanlı tarihi, hanedan
daki ve diğer ileri gelen ailelerdeki eşlerin, annelerin ve kızla
rın, güçlerini, enformel kanallardan siyaseti etkileme ve şekil
lendirme yoluyla kullandığını açıkça ortaya koyar. Yaklaşık
1300- 1 683 arasındaki ilk dönemde ise, Osmanlıların da, diğer
pek çok hanedan gibi, iktidarlarını pekiştirmek veya genişlet
mek için sık sık evlilikleri kullandığını biliyoruz. Örneğin Or
han Bey, Bizans tahtı üzerinde hak iddia eden loannes Kanta
kuzenos'un kızıyla evlendi ve beraberinde stratejik önem taşı
yan Gelibolu Yarımadası'nı aldı. 1. Murat 1 376'da Bulgar Kralı
Şişman'ın kızıyla, 1. Bayezit ise Kosova Savaşı'ndan sonra (Sırp
Kralı Stefan Duşan'ın oğlu) Lazar'ın kızıyla evlenmişti. Os
manlılar bu tür evlilikleri sadece Hıristiyan komşularıyla yap
mıyorlardı, Müslüman hanedanlarla da sık sık evlilik bağları
kurulmaktaydı. Örneğin, 1. Murat, oğlu Şehzade Bayezit'i Ger
miyan beyinin kızıyla evlendirdi ve çeyiz olarak beyin toprak
larının yarısını aldı. i l . Bayezit ( 1 48 1 - 1 5 1 2) Doğu Anadolu'da
ki Dulkadiroğulları ailesinden kız aldı, Osmanlılarla bir başka
hanedan arasında yapıldığı bilinen son evlilik buydu.
57
Osmanlı başarısını anlamanın bir diğer önemli anahtarı da
fütuhat yöntemlerine bakmaktır. Evlilik politikaları alanında
olduğu gibi burada da, esnek ve pragmatik devlet kurucularıyla
karşılaşıyoruz. Osmanlı hükümdarları başlangıçta komşularıy
la eşitlik temeli üzerinde ittifak kurar, bazen de ilişkiyi evlilikle
perçinlerlerdi. Sonra Osmanlılar güçlendikçe, genellikle eski
müttefiklerini bir tür vasal konumuna sokarak üzerlerinde çok
sıkı olmayan bir hakimiyet kurdular. Böylelikle, yerel hüküm
darlar -ister Bizans prensleri, Bulgar ve Sırp kralları, ister aşiret
reisleri olsun- Osmanlı padişahının vasalı olma statüsünü ka
bul ederek, kendisini, sadakat gösterilmesi gereken bir üst ola
rak tanıdılar. Böyle durumlarda yeni tabi kılınmış vasallar ge
nellikle eski unvan ve konumlarını korurlar, fakat her şeye kar
şın bir başka hükümdara biat etmiş olurlardı. Osmanlıların
komşularıyla ilişkileri, kuruluşlarının ilk yıllarından itibaren
böyle bir değişim örüntüsü sergilemiş ve bu durum yüzyıllarca
böyle devam etmiştir. Örneğin, hanedanın kurucusu Osman
önce komşu hükümdarlarla ittifaklar kurmuş, sonra da onları
kendisine sadakat ve itaat bağlarıyla bağlı vasallar haline getir
miştir. 14. yüzyılın son bölümünde, Bulgar ve Sırp prensleri ve
Anadolu'daki Karaman beyi gibi, bizzat Bizans imparatoru da
Osmanlı Devleti'nin vasalıydı. 1 389'da Kosova'da muharebe
meydanındaki Osmanlı yandaşları arasında bir Bulgar prensi,
daha küçük Sırp prensleri ve Anadolu'nun bazı Türkmen bey
leri vardı. Yaşanan pek çok örnekte, hükümdarlar arasındaki
eşitlik örüntüleri yerini vasallığa ve sonunda da doğrudan ilha
ka bıraktı. Bu son aşamanın çarpıcı bir örneği, Osmanlı ve Bi
zans imparatorlukları arasındaki ilişkinin eşitlikten vasallığa,
oradan da doğrudan boyun eğme ve yok oluşa varan evrimini
tamamladığı 1453 yılıdır. Fatih Sultan Mehmet Bizans impara
torunu yenerken sadece Bizans lmparatorluğu'nu değil, arala
rındaki vasallık ilişkisini de ortadan kaldırmış, ölen imparato
run devletini doğrudan Osmanlı idaresi altına sokmuştu. i l .
Mehmet aynı şekilde, Anadolu'daki Türkmen beyleriyle d e itti
fak ve vasallık ilişkilerini sona erdirerek, onları da doğrudan
Osmanlı hakimiyeti altına aldı. Bir diğer örnek verecek olur-
58
sak, 1 6. yüzyıl başında Osmanlılar, Macaristan'ı önce vasal bir
devlet olarak idare ettiler, fakat sonra, sınırı daha etkili bir bi
çimde kontrol altında tutabilmek için ilhak ettiler.
Ancak, her zaman ittifaktan vasallığa, oradan da ilhaka gi
den düz bir çizgi söz konusu değildi. Örneğin il. Bayezit
( 1 48 1 - 1 5 1 2) , babasının politikalarını tersine çevirdi ve Türk
menlere yeniden özerklik verdi (ancak, bu dönüşün sonra ter
sine çevrilmiş olduğu da gerçektir) . 1 550'lerden sonra yerel
hanedanlar Tuna nehrinin kuzeyindeki pek çok bölgede, özel
likle de, Eflak, Boğdan ve Transilvanya'da (bir biçimde kendi
soyluları tarafından seçilerek ya da kabul görerek) yeniden
güç kazandılar. Her üç bölgede de, üçüncüsü dışında diğer iki
sinde Osmanlı garnizonları mevcutken bu krallar padişaha
bağlılıklarını ilan edip vergi ödemeyi kabul ettiler. Bunun dı
şında Osmanlı hakimiyetinden pek eser yoktu; özellikle örne
ğin hiç cami inşa edilmemişti. Fakat bu vergileri ödeyenler pa
dişahın hizmetindeydiler ve istemesi halinde komutasına as
ker temin e tmek zorundaydılar. Yerel yönetim Adriyatik'te
Dubrovnik'te de başka bir biçimde geçerliydi. Eflak ve Boğ
dan'daki yerel yönetim geleneği Osmanlının 1 7 1 0- l l 'deki
Rusya seferine kadar devam edip, prenslerin sözde "ihaneti"
nedeniyle sona erdi. Bu bağ devam ettiği sürece, Osmanlı ha
nedanının soyunun tükenmesi halinde, lstanbul tahtına Kırım
hanlarının çıkacağı kabul edildi. Bu nedenle, Eflak, Boğdan,
Transilvanya, Dubrovnik ve Kırım örneklerinde, Osmanlı fe
tihlerinin asıl baskısı geçtikten sonra yüzyıllarca devam eden
ilhaktan çok ittifak veya vassallık ilişkileri görülür.
Bu Eflak, Boğdan ve Kırım örneklerinde, vasallık veya ilhak
ilişkileri değil, Osmanlı fütuhatının ilk atılımı bittikten sonra
yüzyıllarca devam eden ittifak ilişkileri görülür. Bunlar istisnai
durumlar olarak ilginç olmakla birlikte, 1300 ile 1 550 yılları
arasındaki ana eğilim, Osmanlıların komşu ülkeler üzerinde
doğrudan kontrolünün giderek artması şeklindeydi. Ondan
sonra da, Osmanlıların idare yöntemleri imparatorluğun sonu
na kadar evrilmeye, yeni ve ilginç biçimler almaya devam etti
(bkz. bölüm 6).
59
Osmanlı Devleti -ister Anadolu'da, Arap eyaletlerinde ister
Güney veya Kuzey Balkanlar'da olsun- bir bölgeyi, doğrudan
denetimi altına aldığında, Osmanlı idaresi, yeni ele geçirilen
bölgelerde yaşayanlara, genellikle ekonomik yarar getiriyordu.
Anadolu ve Balkanlar'da, Bizans merkezi denetiminin sona er
mesi, genellikle, son derece ağır vergiler dayatan Bizanslı fe
odal ve yan-feodal beylerin ortaya çıkması demek olmuştu.
Osmanlı yönetiminde bu gidişat tersine çevrildi; Osmanlı dev
let görevlileri, yerel bey ve manastırların eline geçen toprak ve
gelirlerin pek çoğunu yeniden merkezi devlet denetimi altına
soktular. Bütününe bakıldığında, yeni Osmanlı uyrukları, Os
manlılardan önceki hükümdarların görevlilerine vermek zo
runda olduğundan daha az vergi ödemek durumunda kaldı.
Sonuçta Osmanlıya katılan her yeni halk eski yönetimlere ver
diğinden daha az vergi ödedi.
14. yüzyılın sonlarından erken tarihte ve on beşinci, on 16.
yüzyıllarda devlet görevlileri bir bölgenin doğrudan Osmanlı
kontrolüne alınmasının hemen ardından, bölgenin tüm vergi
lendirilebilir kaynaklarının dökümünü çıkaran titiz araştırma
lar yapıyorlardı (Efiak ve Boğdan gibi vergi ödeyen bölgeler ha
riç). Devlet tarafından atanan bir görevli (örneğin, 1 5 . yüzyıl
başında Arnavutluk'ta tahriri bir Hıristiyan yapmıştı) köyden
köye gider, hanehalklarının ve hayvanların ayrıntılı listesini çı
kartır, toprağı, toprağın verimini , üretkenliğini ölçer, ne şekilde
kullanıldığını -tahıl türünü, bağları ve meyva bahçelerini- be
lirler ve bu bilgileri tahrir defterlerine kaydederdi . Aynı zaman
da nüfusu, bütün erkek, kadın ve çocukları değil , devlet için
önem taşıyan kişileri, yani vergi mükellefi olan hanehalkı reis
lerini ve askere alınabilecek yaştaki erkekleri sayardı.
Devlet toprak kaynaklarının dökümünü çıkarttıktan sonra,
bunların vergi gelirlerini, Osmanlı asker ve idarecilerine timar,
yani belirli bir seviyede vergi geliri sağlayan (başta, timarın
değeri 20. 000 kuruştu ) mali-idari birimler şeklinde tahsis
ederdi. Kendilerine dirlik olarak timar tahsis edilen kişilerin,
timarın gelirlerini toplamasına izin verilirdi. Timar sahibinin
devlete verdiği hizmetin önemi arttıkça, toplama hakkına sa-
60
hip olduğu vergi geliri de artardı . Timar gelirinin temel birimi
bir sipahiyi atıyla birlikte bir yıl geçindirmek için gerekli oldu
ğu kabul edilen para miktarıydı. Bu sipahiler savaş mevsimin
de (ilkbahar ve yaz) savaşır, sonra da arazilerini idare etmek
üzere seferden dönerlerdi. İmparatorluğun Balkanlar ve Ana
dolu'daki toprakları bu şekilde temel timar birimlerine bölün
müştü. Timar olarak ayrılmış arazilerin fiziksel büyüklükleri
değişirdi -bazı bölgelerde toprak daha verimli olduğu için ti
mar arazisi daha küçük olurdu. Daha verimsiz bölgelerde, ge
reken parayı temin edebilmek için daha geniş arazi gerekliydi.
Komutanların ve üst makamlardaki devlet görevlilerinin ihti
yaçları daha yüksek değere sahip dirliklerden karşılanırdı (as
lında bunlar, her biri farklı adlarla anılan timar çeşitleriydi) .
"Modern öncesi" denen devletler arasında, yapılan hizmetler
karşılığında (görevlilerine nakit para ödeyen günümüz devlet
lerinden farklı olarak) gelir kaynaklarının kullanım hakkını ve
ren bu tür mali uygulamalar olağandı. Verilen toprak veya gelir
kaynağının kendisi değil, sadece vergi gelirleriydi. Timar kavra
mının bütünü, toprakları tanrılar adına yöneten eski Yakındo
ğu rahip-krallarının geleneklerine dayanıyordu. Dolayısıyla bü
tün toprak, (rahip) krala aitti ve o da başkalarının, krala yap
tıkları hizmetler karşılığında bu toprakları kullanmasına izin
verirdi. Osmanlıların ilk dönemlerinde timar yöntemiyle, Os
manlı kuvvetlerinin omurgasını, savaş alanındaki savaşçıların
büyük bir kısmını oluşturan sipahilere vergi geliri tahsis edili
yordu. (II. Bayezit zamanında ( 1 48 1 - 1 5 1 2) Hıristiyan timar sa
hipleri de vardı; hatta bunlar, kimi zaman bütün " timarlıların"
yandan fazlasını oluşturdular, fakat Hıristiyan timar sahipleri
zaman içinde yavaş yavaş ortadan kayboldu.) Yeni toprakların
gelirleri timar olacağı ve timarlar da sipahilere verileceğine gö
re, sipahilerin fütuhattan yana olmak için nedenleri vardı. Bu
askerler, Osmanlı hanedanının komşularıyla ilişkilerinin itti
faktan vasallığa, vasallıktan doğrudan idareye evrilmesinden de
benzer bir yarar sağlamaktaydılar. Örneğin Bulgar kralının top
raklarının gelirleri nihai olarak ele geçirilmiş, bölünmüş ve Os
manlı askeri sınıfına devredilmişti. Üstelik başlangıçta, devlet
61
timar sahiplerinin sık sık değişmesinden yanaydı; böylelikle,
bu kişilerin köklü yerel ilişkiler oluşturma şansını azaltarak
onlan daha iyi kontrol altında tutmaya çalışıyordu.
Bu tür yerel güç odaklarının ortaya çıkmasını engelleme ça
balarına karşın, Balkan ülkelerindeki timarlar zaman zaman
yine de bu arazilerin eski sahipleri olan beylere ve manastırla
ra gitmekteydi. Aynı şekilde Anadolu'da da pek çok aşiret re
isi, aşiretlerinin vergilerini timar olarak almış durumdaydı . Bu
örnekler, tam anlamıyla denetim kuramamış, yerel seçkinlerin
sadakatini pazarlıklarla güvence altına almak zorunda kalmış
bir devlet tablosu çizmektedir.
16. yüzyıl başına kadar, yeni kazanılmış gelir kaynaklarının
çoğu, özellikle Balkanlar ve Anadolu'daki topraklar, timar arazi
leri haline getirildi. Fakat 1 5 1 6- 1 5 1 Tde Arap bölgeleri Osman
lıların eline geçince, merkezi devlet, bu topraklann gelirlerini,
imparatorluğun başka bölgelerinde çok sınırlı ölçüde görülen
ve iltizam denen mali bir yöntemle düzenledi. Doğrudan nakit
olarak vergi toplamanın güçlüğünden ötürü, kronik bir nakit
sıkıntısı yaşayan modern öncesi devletler için, iltizam alışılagel
miş bir yöntemdi. tltizam sisteminde, devlet, bir bölgenin, yıllık
değeri devlet görevlileri tarafından önceden belirlenmiş vergile
rini toplama hakkını belirli zaman ve yerlerde ihaleye çıkanrdı.
İhalede en yüksek teklifi veren, devlete ihale sırasında veya kısa
bir süre sonra nakit ödeme yapardı. Mültezim, devletin verdiği
yetkiyle donatılmış bir şekilde kendisine tahsis edilen bölgeye
gider ve devletin askeri personeli eşliğinde vergileri toplardı.
Mültezim, masraflannı düştükten sonra, ihalede verdiği fiyatla
fiilen toplanan meblağ arasındaki farkı alıkoyardı.
1 6 . yüzyıldan itibaren, devletin nakit ihtiyacı hep arttığı
için, giderek daha çok timarın yerini iltizam almaya başladı.
Devlet bürokrasisi, kısmen imparatorluk genişlediği, ama aynı
zamanda da devletin niteliğinde değişiklikler meydana geldiği
için, sürekli büyümekteydi (bkz. bölüm 6) . Bir yandan da gi
derek karmaşıklaşan savaşlar daha fazla nakit gerektiriyordu.
1 6 . yüzyıla kadar, silahları ok ve yaylardan ibaret sipahiler or
dunun çekirdeğini oluşturmuştu. Taktik ve sayısal bakımdan
62
ordunun en can alıcı bileşeni olan sipahilerin iaşesi timarlar
dan sağlanıyordu. Kökleri 1 4 . ve 1 5 . yüzyıllara dayanan bir
gelişmeyle, savaş alanının en önemli unsuru olarak sipahilerin
yerini, ateşli silahlarla donanmış daimi bir yaya kuvveti aldı.
ldamesi çok daha pahalı olan bu piyade kuvveti için çok bü
yük nakit girdileri gerekliydi , bu nakit ise timarlardan değil,
iltizamlardan sağlanıyordu.
Ateşli silahların öneminin artması -teknolojik yenilikler ko
nusunda dikkate değer bir açık fikirlilik- Osmanlıların 1 300
sonrası yüzyıllardaki başarılarının açıklanmasına da yardım
eder. Osmanlı orduları, yüzyıllarca ateşli silahları düşman ha
nedanlara oranla çok daha muazzam ölçeklerde, çok daha et
kili biçimlerde ve daha erken tarihlerde kullandılar. 14. ve 1 5 .
yüzyılların v e 1 6 . yüzyıl başlarının büyük Osmanlı zaferlerin
de teknolojik üstünlük genellikle anahtar rol oynadı. Toplar
ve ateşli silahlarla donatılmış piyade kuvvetleri, çok erken ta
rihlerde kullanılmaya başlandı ve hem Balkanlar'da hem de
Safavi savaşlarında Osmanlılara muazzam teknolojik üstünlük
sağladı. Bu ateşli silahlar genellikle göçebe yaşam tarzıyla
uyum sağlaması mümkün olmayan uzun bir eğitim ve disiplin
gerektiriyordu. Osmanlılar da dahil pek çok kültürde süvari
ler, doldurulması çok zaman alan ve savaşçılığın göğüs göğüse
çarpışmalarla kanıtlanan yiğitlik etiğine aykırı sayılan tüfeğin
kullanılmasını engelledi veya geciktirdi. Dahası, padişahlar ye
ni kurulan ateşli silahlara sahip kuvvetleri, ülke içi iktidar
mücadelelerinde, uysal davranmayan timarlı kuvvetlere karşı
kullandılar. Ateşli silahlar önem kazandıkça, sipahilerin de,
dayandıkları timar sisteminin de anlam ve önemi azaldı.
Ateşli silahların öneminin artmasıyla, Osmanlıların başarı
öyküsünün bir diğer faktörü, devşirme sistemi arasında da bağ
vardır. Devşirme sisteminin kökleri 1. Bayezit, 11. Murat ve il.
Mehmet'in padişahlıkları dönemindedir. 1 7 . yüzyıl başına ka
dar, devşirme yazmakla görevli memurlar muntazaman hem
Anadolu ve Balkanlar'ın Hıristiyan köylerini hem de Bosna'nın
Müslüman cemaatlerini dolaşırlardı. Bütün erkek çocukları bi
raraya toplar, aralarından en iyi ve en zekilerini seçerlerdi. Se-
63
çilen bu çocuklar köylerinden Osmanlı payitahtına ve diğer
idari merkezlere götürülürdü. Buralarda saray okulu denilen
devletin sistemin içinde, uzun yıllara yayılan, dini eğitim ve
doğal olarak İslamiyeti kabul etmeyi de içeren, devletin sağla
yabileceği en iyi zihinsel ve fiziksel eğitimi alırlardı. Bu grubun
kaymağının kaymağı sayılanlar memur veya idareci olarak
devlet seçkinleri arasına girerdi. Pek çoğu komutan ve sadra
zamlık mevkilerine yükselerek Osmanlı tarihinde önemli rol
ler oynadılar. Diğerleri ünlü Yeniçeri Ocağı'na, Osmanlıların
ilk yüzyıllarında pek çok zafer kazanan, olağanüstü iyi eğitim
li, ateşli silahlara sahip piyade ordularına katılırlardı. Yeniçeri
ler yüzyıllarca Akdeniz dünyasının teknolojik açıdan en iyi si
lahlarla donatılmış, en iyi eğitilmiş savaş gücü olarak kaldı.
Devşirme sistemi erkeklere müthiş bir toplumsal hareketli
lik [ mobility) sağladı; köylü çocuklarının imparatorluğun ha
nedan haricindeki en yüksek askeri ve idari makamlarına yük
selmesine olanak tanıdı. İmparatorluğun, kendisine tabi kala
balık Hıristiyan nüfusun insangücü kaynaklarından yararlan
masını sağlayan önemli bir araç oldu. Osmanlı Devleti, 14. ve
1 5. yüzyıllarda olgunlaşıp, İslami niteliğini daha fazla vurgula
maya başlayınca, İslamiyet'i kabul etmemiş Hıristiyanların as
keri ve bürokratik hizmetleri daha sorunlu bir hal aldı. Dola
yısıyla, daha erken tarihlerde görülen, arazi tahrirlerinin ha
zırlanmasında Hıristiyanların kullanılması uygulaması gibi,
Hıristiyanlara timar verilmesi de yavaş yavaş son buldu. An
cak, bir yandan bu tür resmi görevlere atanan Osmanlı Hıristi
yanlarının sayısı azalırken, bir yandan da imparatorluğun Bal
kanlar'da fethettiği topraklar genişliyor, dolayısıyla Hıristiyan
lar toplam Osmanlı tebaasının eskisinden daha büyük bir ora
nını oluşturmaya başlıyorlardı. Osmanlı yönetiminin benimse
diğini iddia ettiği İslam hukukuna göre, devlet kendi Hıristi
yan tebaasını din değiştirip Müslüman olmaya zorlayamazdı.
Ancak devlet, dini değil, "iktidarını gerekli her türlü araçla
sürdürmek ve yaymak" şeklinde ifade edilebilecek siyasi kay
gıları ön planda tutuyordu . Dolayısıyla, siyasi nedenler (bkz.
bölüm 6) diye adlandırılan unsurlar ağır basmaktaydı ve bir
64
yorum inceliği vasıtasıyla, devşirme sistemi meşru bir devlet
kurumu olarak korundu .
Bize çarpıcı da gelse, devşirme yöntemiyle dini sınırların
ötesine uzanma sisteminin, daha önceki Musevi ve Hıristiyan
geleneklerinde de örnekleri görülmüştü. Batı Avrupa'da, Hıris
tiyanlık geç Roma döneminde yerini sağlamlaştırırken, Hıristi
yanların kendilerinden olanları köleleştirmeleri kabul edile
mez hale gelmişti. Dolayısıyla Slavlar Hıristiyanlık'ı kabul
edince, Batı Avrupa köle bulmak için Afrika ve Karadeniz böl
gelerine yöneldi. Dindaşlarından faiz almama ilkesi yüzünden
Yahudi tacirler, Yahudi olmayanlara borç para vermeyi tercih
ediyorlardı. Osmanlılar da tıpkı köleci Hıristiyanlar ve Yahudi
tacirler gibi , eğitilmiş asker ve idarecileri kendi dini cemaatle
rinin dışına uzanarak edindiler.
Yaklaşık 1 300 ile 1 683 yılları arasında, devlet hem biçim açı
sından hem de iktidarın idari aygıtta yoğunlaşmasıyla çok
köklü bir değişim geçirdi. Dönemin ilk bölümünde, yani
1 300- 1 453 arasında seçkinler uç beyleri, Türkmen beylikleri
nin liderleri ve hanedanlarıydı ve bu önderler Osmanlı hü
kümdarını eşitler arasında birinci (primus intcr pares) saymak
taydılar. Padişahınkinden ayrı hanehalkları, askerleri ve yan
daşlarıyla Osmanlı'nın hizmetine giren bu seçkinlerin, Os
manlıların peşinden gitmesinin nedeni, bu intisabın kendileri
ne daha da fazla kudret ve zenginlik kazandırmasıydı. Padi
şah, bu hemen hemen eşit seçkinlere komuta etmekten çok,
onlarla istişare ederdi. Öte yandan, padişahı rütbe ve saygınlık
bakımından herkesin üstünde bir konuma yerleştiren güçlü
bir karşı eğilim gelişiyordu. Padişahın üstünlüğünü öne çıka
ran bu kişilerin bazıları, mevki ve statülerini borçlu oldukları
hükümdarların yarattıkları unsurlardı. Diğerleriyse, lslami
yet'in eski devirlerine gönderme yapan din ve hukuk alimle
riydiler. Daha 1 4 . yüzyıl başlarında, ulema, devlet kademele
rindeki lider ve komutanların muazzam güçlerine karşın, as-
65
lında padişahın basit birer kölesi olduklarını savunmaktaydı
lar. Mülk sahibi olup miras alabildiklerine, kendi rızalarıyla
evlendiklerine ve serbestçe dolaşabildiklerine göre, bunlar,
Amerikalılann anladığı anlamda köle değillerdi. Ancak, özel
likle Osmanlılara özgü kullanımda padişahın kulu olmak, im
tiyaz ve kudret sahibi olmak, fakat bütün Osmanlı tebaasının
ilke olarak sahip olduğu kanun himayesinden yararlanama
mak anlamına gelmekteydi. Padişahın sadece çevresi kendisi
ne hemen hemen eşit kişilerce sarılmış bir Türkmen beyi de
ğil, mutlak bir hükümdar olduğu kuramı -yaşlı seçkinlerin
ateşli muhalefetine karşın- 14. yüzyıl başlarından itibaren ge
lişmeye başlamıştı. Bu mücadele bir ileri bir geri devam etti ,
fakat 1453'te Konstantinopolis'in fethinden sonra kazandığı
muazzam prestijden yararlanan i l . Mehmet, genellikle kendi
sinden bağımsız olmuş büyük Türkmen beylerinin birçoğu
nun servet ve iktidarını ellerinden aldı. Mutlak iktidar kura
mını yürürlüğe koymaya başlayan l l . Mehmet, genellikle dev
şirmeler arasından seç tiği kendi adamlarını göreve getirdi.
Bunlar kuramsal olarak kendisine tamamen borçlu ve tam de
netimi altında bulunan kişilerdi. Dolayısıyla 1453'te iktidarın
ağırlıklı kontrolü el değiştirerek hükümdarın şahsına geçti. Bu
noktadan itibaren , 1 9 . yüzyıla kadar padişah kuramsal olarak
mutlak iktidar sahibiydi, askeri ve bürokratik seçkinlerin ya
şamı ve ölümü onun elindeydi.
Ancak, gerçekte padişahın iktidarı zaman içinde büyük de
ğişiklikler geçirdi. Konstantinopolis'in fethinden sonra, bir
yüzyıl boyunca padişah tam denebilecek ölçüde kişisel haki
miyet kurdu. Dolayısıyla 1453- 1 550 döneminde padişah aske
ri ve bürokratik sistem üzerinde çok kişisel bir tür hakimiyet
sahibiyken, herkesten üstün, ulu ve ayrı bir hükümdar kavra
yışı yerleşti. Kanuni Sultan Süleyman ( lspanya'nın il. Felipe'si
gibi) saltanat dönemini, ya devlet aygıtını düzenleyerek ya da
bizzat orduların başında sefere giderek geçirdi.
Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman'ın salta
natlarıyla geçen yüz yılda yöneticiler ve tebaa arasında muhte
melen bir "Osmanlı lmparatorluğu" fikri gelişmeye başlamıştı.
66
Sınırlar hala genişliyor ve değişiyordu ama, padişahın diyarın
da yaşıyor olduklarına ilişkin genel bir kavrayış, örneğin
Habsburg kralının ya da Safavi şahının değil, padişahın top
raklarında bulunma kavrayışı gelişmişti. En temelde, içeride
kiler düşmanlara karşı padişahın himayesi altındaydılar, dışa
rıdakiler ise padişahın saldırısına uğruyorlardı. Fakat işin için
de daha fazlası vardı. Bir Osmanlı kavimler topluluğunun için
de bulunma duygusu , kısmen de padişahın, tebaasının sada
katini pekiştirmeye yönelik davranışlarının sonucuydu (bkz.
bölüm 6). Bir başka düzlemde, vergilerin bir düzene bağlan
ması ve Osmanlı devlet görevlilerinin yerel sahnede tekrar
tekrar boy göstermesi de benzer bir biçimde tebaanın aynı ev
rene ait olma duygusunu pekiştiriyordu. Ayrıca, hem Fatih
hem de Kanuni, padişahların davranış normlarını düzenleyen
yasalar çıkarttılar. Dolayısıyla, ortak bir adalet sistemi, vergiler
ve bütün tebaasını himayesi altına alan bir hükümdar, ortak
bir "Osmanlı" projesine katılma şeklindeki daha geniş kavra
yışın beslenip geliştirilmesine hizmet etti. Bu hiç de küçük bir
başarı değildir ve Osmanlı lmparatorluğu'nun niye bu kadar
uzun ömürlü olduğunun açıklanmasına epey yardımcı olur.
Artık devlet içindeki siyasal iktidar oluşum süreçlerinin öy
küsüne dönelim. Yukarıda anlatılan, padişahı yücelten süreç
devam etti. Kanuni'nin saltanatının son dönemlerinde, iktidar,
hükümdarın şahsından hanehalkı içindeki diğer kişilere geç
meye başladı. Genel olarak bakıldığında, hemen hemen hiç
kesintisiz Osmanlı lmparatorluğu'nun kurucusuna kadar uza
nan bir savaşçı padişahlar çizgisi Kanuni dönemiyle sona erdi.
Bu olgunlaşan imparatorlukta, fütuhat önce yavaşlar, sonra da
bütünüyle dururken, devlet yönetiminin gerektirdiği hünerler
de değişmekteydi. Genişleme sekteye uğradıkça, kadın ve er
keklerin idari becerileri savaşçıların becerilerinden daha bü
yük önem kazandı: Savaşan değil , meşruiyet sağlayan padişah
lara ihtiyaç vardı. Dolayısıyla, 1 6 . yüzyıl sonu ve 1 7 . yüzyıl or
tası arasında karar alma sürecinde padişahların anneleri ve eş
leri daha görünür bir şekilde ön plana çıktılar, enformel de ol
sa önemli ölçüde siyasal iktidar kullandılar. 1 7 . yüzyılda fiili
67
kontrolün, genellikle iktidar sahibi olmadan tahtta oturan hü
kümdarın elinde olduğu çok enderdir. Sıra dışı bir 1 7. yüzyıl
hükümdarı olan iV. Murat, saltanatının 1 623- 1 640 arasındaki
son döneminde seferde ordulara bizzat komuta etmiştir. Fakat
saltanatının ilk bölümünde, ağır bir enflasyon döneminden
sonra devlet gelirlerini ustaca yeniden düzene sokan, annesi
Kösem Sultan olmuştur. Genel olarak bakıldığında , ordunun
ve devletin idaresini fiilen ellerinde tutan padişahlar, il. Mah
mut ve i l . Abdülhamit'in saltanatlarına, yani 1 9 . yüzyıla kadar
tarih sahnesinden kayboldular. iV. Mehmet'in ( 1 648- 1 697) da
ha çocukken tahta çıkması mümkün oldu, çünkü gerçek anla
mıyla hükümdarlık etmesi gerekmiyordu. Onun görevi, ken
disi adına işlemekte olan bir sistemin simgesi olmaktı. iktidar,
annesinin (aynı Kösem Sultan ) , kendi hanehalkının diğer
mensuplarının ve bu tarihe gelindiğinde , saray dışındaki
önemli İstanbul hanelerinin üyelerinin ellerindeydi. Dolayısıy
la, yaklaşık olarak 1 550- 1 650 arasında siyaset belirleme ve uy
gulama yetkisi padişahın şahsından uzaklaştı, fakat lstan
bul'daki merkezi iktidar, devlet işlerini yönetmeye devam etti.
Devlet aygıtındaki yoğun dönüşüm 1 7 . yüzyılda da sürdü.
llk olarak, padişahlar, görüldüğü gibi, bürokratik buyrukları
meşrulaştıran, fakat genellikle kendileri politika oluşturma
yan, tahtta oturan, fakat iktidara sahip olmayan hükümdarlar
haline geldiler. Örneğin, 1 7. yüzyılın ikinci yarısının ( 1 656-
1 69 1 ) büyük bir bölümünde sadrazamlık makamını elinde tu
tan Köprülü ailesi, devlet işlerini gerçek anlamda yürütmek
teydi. lkinci olarak, 1 650'ye gelindiğinde lstanbul'da, vezir ve
paşa hanehalkları denen, sipahi ve yeniçeriler dışındaki yeni
seçkin zümreler, padişahları tahta çıkarmaya ve devlet işlerini
yürütmeye başladılar. Yeni bir kolektif önderlik -bir sivil oli
garşi- ortaya çıkmıştı ve aslında, eski uygulamalar yerlerini
yenilerine bırakırken, padişahlar da devamlılık görüntüsünü
sağlıyorlardı. Doğru, hakimiyet hala merkezi devletteydi, fakat
işin başında hükümdarın yanı sıra başkaları vardı. Monarkla
rın, iktidarlarını pekiştirdiği Batı ve Orta Avrupa'daki gidişatın
tersine bir durumdu bu.
68
Vezir ve paşa hanehalklannın yeni mali destekleri, 1 695 yı
lından sonra malikane denen, ömür boyu tahsis edilen iltizam
lann yanı sıra, yasadışı yollardan gaspettikleri devlet arazileri
ni de içeren, devletten özerk servet kaynakları vardı. Dini va
kıf denen kurumlardan gelen gelirler de önemliydi. Bu vakıf
lar, Osmanlıların ve diğer Islam toplumlarının ekonomik yaşa
mında can alıcı bir rol oynadılar. Bunlar, erkek ve kadın bağış
sahipleri tarafından , bir caminin, medresenin, öğrencilerin,
imaretin, kütüphane veya yetimhanenin idame ve iaşesi gibi
hayır işleri yapmak amacıyla tahsis edilmiş gelir kaynaklarıy
dılar. Gelir kaynağı ekilebilir araziler veya dükkan ve imalat
haneler olabilirdi. Vakfeden kişi toprağı ya da imalathaneyi
vakfa devren bir vakfiyye hazırlardı. Ilke olarak, vakıf kurulur
kurulmaz veya vakfeden kişi öldüğü andan itibaren, gelirler,
vakfın kuruluş amacına uygun şekilde kullanılmaya başlardı.
Fakat ortaya bir başka tür vakıf daha çıkmıştı; bu vakıflarda
gelirler kağıt üzerinde hayır amaçlı kullanılmak üzere ayrılı
yor, fakat aslında çeşitli ve yasallığı kuşkulu gerekçelerle vak
fedenlere ve mirasçılarına gitmeye devam ediyordu. Ulema ta
rafından kıskançlıkla korunan şeriat kuralları gereğince, dini
vakıflara (böyle karanlık olanlarına bile) el koymak mümkün
değildi. Dolayısıyla vakıflar, timarlardan veya iltizamlardan el
de edilen servetin asla olamayacağı kadar güvenli bir gelir kay
nağı oluşturmaktaydılar. Iltizamlar ve timarlar doğrudan dev
let tasarrufuyla ortaya çıkmış kaynaklardı, dolayısıyla sahiple
rinden her an geri alınabilirlerdi. Ancak, dini vakıfların gelir
leri böyle değildi ve el koyulma tehlikesi yoktu. Böyle bir vak
fın kurulması, kişinin -bürokratik ve askeri seçkinlerden ol
ması dolayısıyla kuramsal olarak padişahın kulu olan kişinin
mülküne el koyulamayacağı anlamına geliyordu. Bu Osmanlı
tarihinde çarpıcı bir dönüm noktasıydı. 1 6 . yüzyılda vakıflar
devlete aynlmış bir alandı ve sadece doğrudan padişahın kont
rolü altındaki kişilerin ayrıcalığıydı. Fakat 18. yüzyıla gelindi
ğinde, bu tekel kaybolmaya yüz tutmuş, yeni ortaya çıkan bazı
gruplar da vakıf kurmaya başlamıştı. Bu, padişahların iktidarı
nı zayıflatan sürecin parçasıydı. Bu vakıfların sağladığı mali
69
güvence, muhtemelen vezir ve paşa hanehalklarının ve ulema
nın 1 7. yüzyıl sonunun yeni ekonomik ve siyasal iktidar odak
ları olma konumlarını sağlamlaştırdı.
Önerilen kaynakça
(*) işaretli maddeler bu alana yeni başlayan öğrencilere tavsiye edilen kaynaklardır.
* Abou-El-Haj , Rifaat. The 1 703 rebel!ion and the strucıure of Oııoman poliıics (ls
tanbul, 1984).
*The origins of the modem state (Albany, 1989).
Barnes, John Roberı. An introduction to rdigious foundations in Lhe Ottoman Empire
(Leiden, 1 986).
Blair, Sheila S. ve Jonathan M. Bloom. Tlıe arı and archiıecture of Islam, 1250-1 800
(New Haven, gözden geçirilmiş baskı, 1995).
Brummet, Palmira. Ottoman seapower and Levanline diplomacy in the age of disco
very (Albany, 1994).
*Busbecq, O. G. de. The Turkish leııers of Ogier Ghiselin de Busbecq: lmperial Am
bassador at Constantinople (Oxford, 1968).
*Darling, Linda. "Another look at periodization in Otoman hisıory," Turkish Stu
dies Assocation]oumal 26, 2 (2002, sonbahar) , 19-28.
Faroqhi, Suraiya. Towns and townsmen in Ottoman Anatolia: Trade, crafts and food
producıion in an urban seııing (Cambridge, 1984). [Türkçesi: Faroqhi, Suraiya.
Osmanlı'da Kentler ve Kentliler: Kent Mekanında Ticaret, Zanaat ve Gıda Üretimi
çev.: Neyyir Kalaycıoglu ( lstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1993 ) ]
Men of modest substance. House owners and house properıy in seventeenth-cenıury
Ankara and Kayseri (Cambridge, 1987).
* " Crisis and change, 1 590- 1 699," Halil inalcık ve Donald Quataerı, der. An
economic and social history of the Ottoman Empire, 1 300- 1 9 1 4 (Cambridge,
1994), 4 1 1-636.
Fleischer, Cornell. Bureaucrat and i ntellectual in the Ottoman Empire: The lıistorian
Mustafa Ali (Princeıon, 1986). [ Türkçesi: Fleischer, Cornell. Tarihçi Mustafa
Ali: Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı çev. : Ayla Ortaç ( lstanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, 1996) . ]
*Goffman, Daniel. The Otoman Emmpire and carly modern Europe (Cambridge,
2002).
Goodwin, Godfrey. A lıisıory of Ottoman architecıure (Londra, 197 1 ) .
Hess, Andrew, The forgotte11 frontier: A hisıory of the sixıeeııth ceııtury Ibero-African
frontier (Chicago, 1978).
Hourani, Albert. A lıistory of the Arab peoples (Cambridge, Mass, 199 1 ) . [ Türkçesi:
Hourani, Albert. Arap Halkları Tarihi çev.: Yavuz Alogan ( lsıanbul: lletişim Ya
yınları: 1997)]
Howard, Douglas. "Ottoınan historiography and ıhe literature of 'decline' of the
sixteenıh and sevenıeenıh centuries," ]oumal of Asiaıı History, 22, 1 ( 1988),
52-77.
70
*Imber, Colin. The Otoman Empire, 1 300-1 650 (Londra, 2002).
inalcık, Halil. 'The Ottoman state: economy and society, 1 300- 1 600," Halil i nal
cık ve Donald Quataert, der. An economic and social history of the Ottoman Em
pire, 1300- 1 9 1 4 (Cambridge, 1994), 9-409.
inalcık, Halil ve Rhoads Murphey, der. The history of Mehmet the Conqueror (Chi
cago ve Minneapolis, 1978).
* Kafadar, Cemal. Between two worlds: The construction of the Ottoman state (Berke
ley, 1995) .
Karamusıafa, Ahmet. God's unruly friends: dervish groups in the 1slamic later middle
period, 1 200- 1 550 (Salt Lake City, 1994).
*Keddie, Nikki, der. Women and gender i n Middle Eastern history (New Haven,
1 99 1 )
Köprülü, M. Fuad. The origins of the Ottoman Empire, çev. v e der.: Gary Leiser (Al
bany, 1992).
Laiou-Thomadakis, A. E. Peasant society in the late Byzantine Empire (Princeıon,
1977).
Lindner, Rudi Paul. Nomads and Ottomans in medieval Anatolia (Bloomingıon,
1983). [ Türkçesi: Lindner, Rudi Paul. Ortaçag Anadolusu'nda Göçebeler ve Os
manlılar çev.: Müfiı Günay (Ankara: imge Kitabevi Yayınları, 2000).]
Lowry, Heath. "The nature of the early Oııoman sıate" (hazırlanıyor).
*Mansel, Philip. Constantinople: City of the world's desire, 1 453- 1 924 (New York,
1995).
*McNeill, William. Europd steppefrontier 1500-1 800 (Chicago ve Londra, 1964).
*Mihailovic, Konstantin. Memoirs of a ]annissary (Ann Arbor, 1975).
*Necipoglu, Gülru. Architecture, ceremonial and power: The Tophapı palace in the
fifteenth and sixteenth centuries (Cambridge, MA, 1 99 1 ) .
*Peirce, Leslie. The imperial harem. Women and sovereignty in the Ottoman Empire
(Oxford, 1993). [ Türkçesi: Pcirce, Leslie. Harem-i Hümayun çev. : Ayşe Berkıay
Mirzaoglu (istanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınlan, 1995) [
Tietze, Andreas. Mustafa Ali's counsel for sultans of 1 581 , 2 cilt (Viyana, 1 979-
1982).
Treadgold, Warren T. The history of the Byzantine state and society (Stanford,
1997).
*Tucker, Judith. Gender and 1slamic history Washington, DC, ilk baskı 1993).
Vryonis, Speros, Jr. The decline of medieval Hellenism in Asia Minor and the process
of lslamization from the eleventh through the fifteenth centwy (Berkeley, 1971 ) .
Wittek, Paul. The rise of t h e Ottoman Empire (Londra, 1938). [Türkçesi: Wiııek,
Paul. Osmanlı lmparatorlugu'nun Doğuşu çev.: Fatmagül Berktay (lsıanbul: Pen
cere Yayınları, ikinci baskı 2000) . ]
*Zilfi, Madeline. Women in the Ottoman Empire. Middle Eastern women in the early
modern era (Leiden, 1997). [Türkçesi: Zilfi, Madeline. Modernleşmenin Eşiğinde
Osmanlı Kadınları çev.: Necmiye Alpay (lsıanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
1995)]
71
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Giriş
73
Birincisi; esas itibariyle, Osmanlı yenilgilerini açıklamak,
daha önceki yüzyılların zaferlerini açıklamak kadar zordur.
1 6 . yüzyılın ilk yarısında, Yeni Dünya'nın zenginlikleri Avru
pa'ya akarken, askeri dengeler Osmanlıların aleyhine döndü.
Osmanlılar askeri teknoloji alanındaki üstünlüklerini yitirdi
ler, Avrupalı düşmanlarıyla önce aynı ayarda, sonra da onla
rınkilerden daha geri silahlar ve taktikler kullanarak savaşır
oldular. Ayrıca, eskiden saldırı ve savunma muharebelerinde,
askeri dengenin saldıran taraf lehine bozulması Osmanlılara
avantaj sağlamıştı, fakat artık savunma sistemleri gelişmiş ve
çok pahalılanmıştı. Saltanat dönemi pek çok zafere tanıklık et
miş Kanuni Sultan Süleyman, Zigetvar surları önünde ölür
ken, tahkim edilmiş kentlere saldırmanın güçlüğü acı bir şe
kilde görülmüştü; surlarla korunan şehirler, savaşlarda gittik
çe daha çok rastlanan bir unsur halini almaktaydı. Dahası, Batı
ekonomileri yeni teknolojilerin ve savunma savaşlarının gide
rek yükselen maliyetlerini, Yeni Dünya'dan akan muazzam
zenginliğin de yardımıyla, daha rahat karşılayabilmekteydi.
Osmanlıların tökezleyişinin ve Batı Avrupa'nın yükselişinin
öyküsü kuşkusuz çok daha karmaşıktır ve bundan sonraki bö
lümlerde devam edecektir.
İkincisi; 1 8 . yüzyılda Avrupa'da her zamankinden daha
merkeziyetçi bir nitelik kazanmakta olan mutlak monarşiler
ortaya çıktı. Osmanlılar, bir dereceye kadar bu sürecin içinde
yer alırken, dünyanın diğer devletleri dışında kaldı. Iran dev
leti yüzyılın ilk bölümündeki kısa yükseliş sonrasında zayıfla
yıp çöktü ve 20. yüzyıl başına kadar herhangi bir organize güç
oluşturamadı. Daha da doğuda, Moğol devleti ve Hindistan'ın
diğer bölgelerinin tamamı Fransız veya İngiliz egemenliği altı
na girdi.
Üçüncüsü; 1 8 . yüzyıldaki Osmanlı yenilgileri ve toprak ka
yıpları çok ağır ve korkunç olmakla birlikte, Batı, Doğu ve
Orta Avrupa devletleri arasındaki çatışmalar, bu kayıpların
büyümesini engelledi. Avrupalı diplomatlar, rakip devletlerin
büyük tavizler almasını engellemek için, Osmanlılarla yapılan
savaş sonrası pazarlıklara pek çok kez müdahale ettiler; yenil-
74
giye uğramış Osmanlılar da, bu olanağı, aksi takdirde kaybe
decekleri toprakları ellerinde tutmak için kullandılar. Bu ka
dar çok yenilgi ve geri çekilmeye sahne olmuş bir devri, baş
tan sona bir felaketler dönemi olarak görmek mümkün ol
makla birlikte, özellikle dönemin ilk yarısında Osmanlı ordu
larının gücü ve diplomatik becerileri yine de birkaç başarı
kaydetmiştir.
Askeri bozgunlarla dolu bir yüzyıl, 1 683'te Viyana'da başla
dı, l 798'de Napolyon Bonapart'ın Mısır'ı istila etmesiyle bitti
(harita 3 ) . Bir bozguna dönüşen başarısız 1 683 kuşatmasını,
İstanbul yönetimi açısından korkunç sonuçlar yaratan olaylar
izledi: Osmanlıların en önemli kalelerinden Belgrad düştü;
1 69 l 'de Salankamen'de yaşanan askeri felaket, Sadrazam Fazıl
Mustafa Paşa'nın savaş meydanında ölmesiyle daha da büyü
dü. Bir başka cephede, yeni yeni palazlanan Rusya (Osmanlı
Rus savaşları 1 677'de başlamıştı) 1 689'da Kırım'a saldırdı, altı
yıl sonra da hayati önemdeki Azak limanını ele geçirdi. Habs
burg kumandanı Savoia Prensi Eugene, Osmanlıları 1 697'de
Zenta'da bir başka felakete uğrattı. 1 699 Karlofça Antlaşması
bu kayıplara mührü basarak Osmanlı tarihinde yeni bir dö
nem açtı. Bu antlaşmayla, bir Osmanlı hükümdarı ilk kez ye
nildiğini ve ataları tarafından fethedilmiş toprakları (geçici
olarak geri çekilme değil), ebediyen kaybettiğini resmen kabul
etti. Böylelikle padişah, Macaristan'ın (Temeşvar'daki Banat dı
şında) tamamını ve Erdel, Hırvatistan ve Slovenya'yı Habs
burglara teslim ederken, Dalmaçya, Mora ve bazı Ege adalarını
Venedik'e; Podolya ve Güney Ukrayna'yı Lehistan'a verdi.
Rusya ise, Azak'ı (Osmanlılar Azak'ı geri aldılar, ama l 736'da
yeniden kaybettiler) ve Dinyester Irmağı'nın kuzeyindeki böl
geleri geri almak için l 700'e kadar savaştı.
Yirmi yıl sonra 1 7 1 8 Pasarofça Antlaşması'yla, Osmanlılar,
Banat'ı (ve bir kez daha Belgrad'ı), Sırbistan'ın hemen hemen
yarısını ve Eflak'ı kaybettiler. Doğu cephesinde de benzer ba
şarısızlıklar gösteren Osmanlı kuvvetleri, 1 723 ile 1 736 ara
sında yapılan bir dizi savaşta Azerbaycan'ı ve İran-Osmanlı sı
nırındaki başka birtakım toprakları kaybettiler. Tam on yıl
75
__Toprak kayıpları (1683-1800)
r:zz3 1800'de Osmanlı lmparatorlugu
....ı
O\ fı.Jn!
Cenova
O SOOkm
O 300mil
Harita 3. Osmanlı imparatorluğu, yak/. 1683- 1800. (Kaynak: Halil inalcık ve Donald Quataert, der., An economic and
social history of the Ottoman Empire, 1 300- 1 9 1 4, Cambridge, 1994, xxxiii.)
sonra, l 746'da Osmanlılar ile Iran arasında iki yüzyıldır süren
savaş, düşmanın siyasal kargaşa içine düşmesiyle sona erdi.
1 699 Karlofça Antlaşması gibi, l 774'te Romanovlarla Küçük
Kaynarca'da imzalanan antlaşma da 1 8 . yüzyılda uğranılan ka
yıpların boyutlarına ışık tutar. 1 768- 1 774 savaşı, yani Çariçe
Büyük Yekaterina'yla yapılan ilk savaş sırasında Baltık Deni
zi'nden yola çıkıp, Cebelitarık Boğazı'nı geçen ve Akdeniz'i
aşan Rus gemileri, Ege Denizi'nde Çeşme yakınlarında Os
manlı donanmasını yok etti. Ödenen muazzam tazminat, bir
bakıma, antlaşmanın getirdiği yüklerin en hafifiydi. Çünkü bu
antlaşma Osmanlı padişahı ile Kırım hanı arasındaki bağı ko
pardı, resmen bağımsızlaşan hanlar padişahın himayesini kay
bettiler. Bu yeni statü, Osmanlı ordularını Kırım hanının aske
ri kuvvetlerinin desteğinden yoksun bıraktı; oysa, yeniçerile
rin yozlaşmaya yüz tutmasının yarattığı boşluğu 1 8 . yüzyıl bo
yunca kısmen onlar doldurmuştu . Bunun kadar kötü bir baş
ka durum da, Osmanlıların, Dinyeper ile Bug ırmakları arasın
daki geniş topraklardan çekilirken, Karadeniz'in tek hakimi
olma konumunu yitirmeleri oldu; ardından da Kuzey .Karade
niz kıyılarını kaybettiler. Antlaşmanın diğer hükümlerinin, da
ha ileriki tarihlerde çok önemli sonuçları olacaktı. Rusya, hem
lstanbul'da bir Ortodoks kilisesi inşa etme, hem de orada iba
det edenleri himayesi altına alma hakkını elde etmişti. Bu kü
çük taviz, Rusya'nın daha sonraları , Ortodoks Osmanlı teba
asının tamamı namına müdahale etme hakkına sahip olduğu
iddiasının gerekçesini oluşturdu. Antlaşmanın bir başka hük
müyle Rusya, padişahı Kırım Müslümanlarının halifesi olarak
tanıdı. Daha sonraki padişahlar, özellikle 1 1 . Abdülhamit
( 1 876- 1 909) bu halifelik iddiasını, sadece bütün Osmanlı te
baasıyla sınırlı kalmayıp, dünyanın her yerindeki Müslüman
ları içine alacak şekilde genişlettiler (aşağıya ve bölüm 6'ya
bkz. ) . Dolayısıyla, 1 774 Küçük Kaynarca Antlaşması'nın Os
manlı dünyasında daha sonra meydana gelen iç ve uluslararası
olayların şekillenmesinde hayati bir rol oynadığı açıktır. 1 787 -
1 792 arasındaki bir diğer Osmanlı-Rus savaşını sona erdiren
Yaş Antlaşması'yla, Rusların Gürcistan'ı aldığı teyit edildi. Ay-
77
rıca, 1 774 antlaşmasıyla himaye ve destekten yoksun kalan
Kırım Hanlığı da, bu antlaşmayla resmen Çarlık Rusyası tara
fından ilhak edildi.
Tarihçiler, Bonapart'ın l 798 de Mısır'ı istila etmesinin ne
'
78
tular. l 737'de hem Avusturyalılara hem de Ruslara karşı başka
önemli zaferler kazandılar. Osmanlılar, daha önce Pasarofça
Antlaşması'yla Habsburglara vermiş oldukları yerlerin hepsini
1 739 Belgrad Barış Antlaşması'yla geri aldılar. Bunda Fransızla
rın aracılık etmesi, Rus başarılarının Habsburgları endişelen
dirmesi gibi çeşitli etkenler rol oynadı. Aynı yıl Azak'ı Ruslar
dan geri aldılar; Ruslar ticaret ve savaş gemilerini Karade
niz'den çekti, Eflak'tan da çekildi. Küçük Kaynarca'yla biten
savaşla gelen felaketler sonrasında bile, Osmanlılar bazı zafer
ler kazanarak Rusya'yı yeniden Tuna prensliklerinden (ve Kaf
kaslardan) geri çekilmek zorunda bıraktılar. Yekaterina, Tuna
ağzındaki limanlardan geri çekilmeyi de kabul ettiği 1 792 Yaş
Antlaşması'yla bu prenslikleri Osmanlılara bırakacaktı.
86
Arap eyaletlerinde mevcuttu- kökenleri Ortaçağ İslamiyet dö
nemlerine uzanan gulamlardan, yani Memluklerden oluşmak
taydı. Memlukler, örneğin Mısır'ı her yıl binlerce köle ithal
ederek yüzyıllarca yönetmişlerdi -ta ki 1 5 1 6- 1 5 1 ?'de Osman
lılar tarafından devrilinceye kadar. Osmanlı döneminde mem
luk, normal olarak bölge dışında doğmuş, savaş veya baskın
larda esir alınarak Osmanlı diyarına getirilmiş bir kişi olurdu.
Sonra valiler veya kumandanlar bu esiri bölgesel veya yerel
esir pazarlarından satın alır, gulam ya da çırak olarak hanehal
kının içine katar, idari ve askeri sanatlarda yetiştirirdi. Bu ye
tiştirme sürecinin bir noktasında azat edilen memluk, efendi
sine hizmete devam eder, yerel itibar kazanır, sonunda da ken
di hanesini kurar, hanehalkını satın aldığı kölelerle oluşturur,
böylelikle sistemi devam ettirirdi. Lübnan-Filistin bölgesinde
Sur ve Akka'yı yöneten ( 1 785- 1 805) güçlü Ahmet Cezzar Paşa
ve Bağdat'ta Büyük Süleyman Paşa, Mısır'da Ali Bey'in hizme
tinde memluk olarak yola başlamışlardı .
Erdel ve Eflak bölgelerinde -modern Romanya- yerel aya
nın hakimiyeti özgün bir gelişim gösterdi. Bölge soyluları tara
fından göstermelik de olsa seçilmiş bulunan yerel prensler bu
ralarda, Prut Seferi sırasında Çar Petro'ya destek verdikleri
1 7 1 1 sonrasına kadar sultanın "köleleri ve haraç ödeyenleri" ,
yani vergi ödeyen vassallar olarak hizmet görüyorlardı. Payi
taht, onların yerine Rum Ortodoks cemaatinin lstanbul'un Fe
ner semtinde yaşayan nüfuz ve servet sahibi mensuplarını ata
dı. Yüzyılın kalan kısmında, aslında Yunan bağımsızlık savaşı
na kadar, Fenerli Rumlar verdikleri haraç karşılığında, iki
prensliği tam bir özerklik içinde yönettiler. Yönetimleri, Os
manlı dünyasında görülmüş en zalim ve baskıcı yönetimdi,
serflik düzenine çok benziyordu. Merkezi olarak atanıyor, fa
kat prenslikleri tamamen kendi bildikleri gibi idare ediyorlar
dı; dolayısıyla, burada çizilmekte olan tablo içinde birer istisna
görünümündeydiler.
Kökenleri ister merkezi olarak atanmışlara, ister Osmanlı
öncesi seçkinlere ya da Memluklere dayansın, bu taşra ayanı,
genelde, hem yerel ulemayla hem de tüccar ve toprak sahiple-
87
riyle sıkı bağlar kurar ve bunları sürdürürdü. llk iki ayan gru
bunda -yani merkezi olarak atanmışların ve Osmanlı öncesi
seçkinlerin torunları- ayan ailelerinden kadınların yaptıkları
evlilikler, yerel güç toplama sürecinin parçasıydı. Ayrıca, bu
seçkin kadınlar hatırı sayılır miktarlarda mülk ve iltizamı elle
rinde tutar ve kendi adlarına kurulmuş dini vakıfları idare
ederlerdi. Dolayısıyla, bu kadınların elinde, yerel seçkinlerle
veya Osmanlı merkeziyle yapılan pazarlıklarda aile tarafından
da kullanılabilecek büyük bir kişisel güç vardı.
Bir ayan ailesinin bir bölgede otoritesini tesis etmesinin, ge
nellikle Osmanlı merkezi otoritesine karşı başkaldırı niteliğin
de olmadığının altını çizmek önemlidir. Tersine, yerel egemen
ler padişahı ve merkezi otoriteyi genellikle kabul ederler, bazı
vergileri merkeze gönderirler ve imparatorluğun yaptığı savaş
lara asker gönderirlerdi -bunlar 1 8 . yüzyıl Osmanlı dünyasın
da taşra ile merkez arasındaki karşılıklı ihtiyaçların karmaşık
ve büyüleyici etkileşimini yansıtan davranışlardı. Aslında 1 7 .
yüzyılın sonlarından beri merkezi devlet askeri birliklere
adam alınması ve erzak tedariki konusunda sırtını yerel ayana
dayamıştı. Görüldüğü üzere bu ilişki ayana önemli bir ayrıca
lık ve pazarlık gücü kazandırıyordu. Öte yandan, ayan eyalet
kuvvetlerini gönderiyordu, çünkü hem meşruiyet kazanmak
için hem de, şimdi göreceğimiz gibi, ekonomik refahları açı
sından merkezi devlete ihtiyaçları vardı.
Merkezi devlet, 1 695 yılından itibaren , malikane (ömür bo
yu geçerli iltizam) denen, hazineye nakit ödeme yapılması
karşılığında, bir bölgenin vergilerini toplama hakkının veril
mesi usulünü çıkardı. l 703'e gelindiğinde büyük bir hızla ya
yılan malikane usülü, Balkan, Anadolu ve Arap eyaletlerinde
geniş bir kullanım alanı bulmuştu. Merkezi devletin, taşrada
kapıkulu askerlerinden eser kalmadıktan uzun süre sonra bile,
nasıl olup da bölgeyi bir ölçüde kontrol altında tutabildiğinin
anlaşılması açısından malikane kurumu belirleyici önem taşır.
Malikane ihalelerinin kontrolünü ellerinde tutan, payitahttaki
vezir ve paşa hanehalkları, bu ihaleleri ya taşranın çeşitli böl
gelerinin yerel seçkinlerine verir ya da kendileri alıp onlara il-
88
tizam ederdi. Bu şekilde, bir yandan ayan aileleriyle ortak mali
çıkarlara sahip olan İstanbul seçkinleri, bir yandan da, bu kar
lı ayrıcalığa son verebilme gücünü ellerinde tuttukları için,
onlar üzerinde kontrol sahibi oldular. Dolayısıyla, taraflar ara
sındaki her çatışmada, ayan aileleri sonunda ya boyun eğer, ya
da malikanelerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar
dı. Payitaht ile taşra arasındaki bu malikane bağlarının varlığı,
ayan zümrelerinin aslında neden genellikle boyun eğdiğini ve
istendiğinde asker yolladığını açıklamaya yardımcı olmaktadır.
Yaklaşık 1 700 ile 1 768 yılları arasında egemen olan, bu pa
zarlık, karşılıklı tanıma ve kontrol örüntüsü , 1 8 . yüzyılın ka
lan bölümünde sarsıldı. 1 768- 1 77 4 ve 1 787- 1 792 Osmanlı
Rus savaşlarındaki çarpışmalar, savaş bölgelerinde düzeni mu
azzam ölçüde bozarak, her yerde çok büyük insan gücü ve
mali kaynak sıkıntısı yarattı. Bu koşullar altında, ayanın yerel
kaynaklar hakkındaki bilgisi ve bunlara erişebilme imkanı her
zamankinden daha büyük önem kazanmış, savaş zamanı kar
gaşası içinde hareket serbestileri artmıştı. Dolayısıyla malikane
sistemi kısmen dağılmış, bu da taşranın merkezle bağlarını za
yıflatmış görünmektedir. Bu kaotik dönemde, Cezzar Paşa ve
Karaosmanoğlu gibi bir kısım ayan, merkezi devletten ayrı dış
politikalar izlerken, Tepedelenli Ali Paşa ve Osman Pasvanoğ
lu gibi kimileri de, bazen başka ayana bazen de Ruslara karşı
kendi başlarına seferler düzenlediler. Bazı tarihçiler bu hare
ketleri Osmanlı süzerenliğinden fiilen kopma çabası sayar. An
cak aşağıda anlatılanlar, bunun, muhtemelen böyle olmadığı
izlenimini uyandırmaktadır.
1808'de ayandan birinin kısa bir süre sadrazamlık yapması ,
taşra zümrelerinin bu kriz döneminde sahip olduğu gücü orta
ya koymaktaydı. Tuna boyundaki Bulgar bölgesinden Alemdar
Mustafa Paşa, padişahı kendisine düşman olan yeniçerilerin
elinden kurtarmak için başarısız bir girişimde bulunarak payi
tahta yürüdü. lstanbul'a gelince Balkan ve Anadolu eyaletleri
nin en güçlü ayanının pek çoğunu kapsayan bir meclis topla
dı. Meclis görüşmelerinde, ayan padişahla tarafların hem hak
ları hem iktidarı üzerine pazarlığa oturdu. Resmi bir yazılı bel-
89
ge hazırlandı (Sened-i İttifak) fakat sonuçta padişah da ayanın
büyük çoğunluğu da anlaşmayı imzalamadı. Yine de bu olay
Osmanlı devletinin bu noktaya nasıl evrildiğinin göstergesidir.
Bir taraftan, padişahın, ayanın kendisine itaat etmeye razı ol
duğunu teyit eden bir belgeye ihtiyaç duymuş olması, ayanın
1 8 . yüzyıl sonu krizi içinde ne kadar bağımsızlaşmış olduğu
hakkında bir fikir verir. Öte taraftan, ayanın topluca merkezi
devlete karşı askeri güç üstünlüğünü ellerinde tuttukları bir
zamanda, padişaha desteklerini teyit etmiş olması, padişahlık
ve merkezi devlet çok zayıf bir duruma düşmüş olsa bile, ha
nedanın ve merkezi idarenin iktisadi ve siyasal yaşamdaki
önemini korumaya devam ettiğini göstermektedir. 1 808 anlaş
masıyla, taşra ayanı ve merkezi elitler süregiden, karşılıklı ve
her iki taraf için de karlı ilişkiye bağlılıklarını teyit ettiler.
Merkez, ayanın nakit parasına, askeri kuvvet ve diğer hizmet
lerine büyük ihtiyaç duyuyordu . Ayan ise, merkezi devletin ve
padişahın, taşra seçkinleri içinden yükselen rakiplerin hak id
diaları arasında hakemliğine muhtaçtı; bu hakemlik, siyasal
gücü ve resmi gelir kaynaklarına erişim hakkını resmen tanı
ma yoluyla yapılıyordu. Bunlar "yerel Osmanlılar"dı ve ne ka
dar üstü örtülü bir şekilde olursa olsun, Osmanlı sisteminin
parçası olma çabası içindeydiler ve parçasıydılar.
Önerilen kaynakça
(*) işaretli maddeler bu alana yrni başlayan öğrenci lere ıav., iye edilen kaynaklardır.
*Abou-El-Haj. Rifaaı . Tlıc 1 703 rcbcllion and tlıe _, trucıurc of Oııoman politics (ls-
Lanbul, 1984).
Aksan, Virginia. Aıı Otıomaıı statrnııaıı iıı war wıd peace (Leiden, ı995). [ Türkçe
si: Aksan, Virginia. S<1vaşt<1 vr Barışta Bir Osmaıılı Devlet Adamı: Alımed Resmi
Efrııdi (1 700-1 783) çcv.: Özden Arıkan Ostanbul: Tarih Vakfı Yun Yayınları,
199 7 ) 1
Anan, Tülay. "Archi teclure as a theatrc of life: profile of thc eightcenth-century
Bosphorus." Basılmamış doktora tezi, Massachusetts lnstituıe of Technology,
1 989.
Cuno, Kenneth. Tlı e Pasha's pcasaııts: Lcıııd, society aııd ecoııomy in low r r Egypt
1 740- 1 858 ( Cambridge, 1992).
92
Duman, Yüksel, "Notables, textiles and copper in Ottoman Tokat, 1 750-1 840."
Basılmamış doktora tezi, Binghamton University, 1998.
Hathaway, Jane. The politics of households in Ottoman Egypı: The rise of the Qazdag
lis (Cambridge, 1997). [Türkçesi: Hathaway, Jane. Osmanlı Mısır'ında Hane Po
litikaları Kazdaglılanıı Yükselişi çev. : Nalan Özsoy (lsıanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, 2002) . ]
*Hourani, Albert. "Oııoman reform and ıhe poliıics o f ıhe noıables," W. Polk ve
R. Chambers, der. The beginnings of modernization in the Middle East: The nine
tccnth century ( Chicago, 1968), 4 1 -68.
lvanova, Svetlana. "The divorce beıween Zubaida Haıun and Esseid Osman Aga:
Women in ıhe eighıeenıh-cenıury Shari'a court of Remelia," Amira El Azhary
Sonbol, Women, the family, and divorce laws in lslamic history (Syracuse, 1 996),
1 1 2- 1 25.
*Keddie, Nikki, der. Women and gender in Middlc Easterrı history (New Haven,
1 99 1 ) .
*Khoury, Dina. Statc a n d provincial society in ı h e Ottomaıı Empire: Mosul 1 540-
1 834 (Cambridge, 1997).
Kırlı, Cengiz. 'The world of coITee houses in Oııoman lstanbul during the early
nineteenıh cenıury," hazırlanmakta olan doktora tezi, Binghamton University.
Masıers, Bruce. The origiııs of wesıenı economic dominance in tlıe Middle East: Mer
canrilism aııd the /slaınic economy in Aleppo, 1 600- 1 750 (New York, 1988).
*McGowen, Bruce. "The age of ayans, 1699- 1 8 1 2," Halil inalcık ve Donald Qu
ataerı, der. An economic and social history of the Ottoman Eınpire, 1300- 1 9 1 4
(Cambridge, 1994), 637-758.
Olson, Robert. "The esnaf and the Paırona Halil rebellion of 1 730: A realignment
in Oıtoman politics," ]ournal of the Economic and Social History of the Orient,
1 7 ( 1 974 ) , 329-44.
Pamuk, Şevket. "Prices in the Otoman Empire, 1469-191 4," lnternarional ]oumal
of Middle East Studies (August 2004), 4 5 1 -468. [ İstanbul ve Diğer Osmanlı
Kentlerinde Fiyatlar, 1469- 1914] .
Panaite, Viorel. "Power relationships in the Otoman Empire: the sultans and the
tribute-paying princes of Wallachia and Moldovia from the sixteenıh to the
eighteenıh century." lntenıational ]ounıal of Turkish Studies, 7, 1 &: 2 (200 1 ) ,
26-53.
Raymond, Andre. The great Arab cities in the 1 6th- 1 8th ceııturies (New York,
1984).
*Quaıaerı, Donald, 'janissaries, arıisans and the question of Oııoman decline,
1 730-1826," Donald Quataert, der. Workers, peasants and economic change in
the Ottoman Empire 1 730- 1 9 1 4 ( lstanbul, 1993), 197-203.
Salzmann, Ariel. "Measures of empire: Tax farmers and thc Oıtoman ancieıı regi
ıne, 1695-1807." Basılmamış doktora tezi, Columbia University, 1995.
* "An ancien regime revisited: Privaıization and political economy in the 18ıh
century Ottoman Empire," Politics and society, 2 1 , 4 ( 1 993), 393-423.
Shaw, Stanford. Between old and new: The Ottoman Empire wıder Sultan Selim 111
1 789- 1 807 (Harvard, 1 97 1 ) .
93
Shay, Mary lucille. The Oıtoman Empire from 1 720 to 1 744 as revealed in despatches
of the Venetian Baili (Urbana, 1944).
Sılay, Kemal. Nedim and the poetics of ıhe Ottoman court: Medieval i nheritance and
the needfor clıange (Bloomingıon, 1994).
Sousa, Nadim. The capitulatory regime i n Turkey (Baltimore, 1933).
Wortley Montagu, lady Mary. The Turkish Embassy letıers (londra, yeni baskı,
1994). [ lady Montagu. Şark Mektuplan çev.: Ahmet Refik (lstanbul: Timaş Ya
yınları, 1998) . ]
Zilfi, Madeline. "Elite circulation i n the Ottoman Empire: Great mollas of the
eighteenth century," ]ounıal of the Economic and Social History of the Orient, 26,
3 ( 1983), 3 1 8-364.
Politics of piety: The Ottoman ulama in ıhe post-classical agc (Minneapolis,
1986).
* "Women and socieıy in the Tulip era, 1 7 1 8- 1 730," Amira El Azhary Sonbol, Wo
men, ıhe famil, and divorce laws in Islamic lıistory (Syracuse, 1996), 290-303.
*Zilfi, Madeline, der. Women in the Ottoman Empi re: Middle Eastenı women in the
early modem era (leiden, 1997 ) .
94
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1 9. yüzyıl
G i riş
1 798-1 922 arası kabul edilen uzun 19. yüzyıl boyunca bir ön
ceki dönemin Osmanlı siyasal ve iktisadi modelleri genel an
lamda varlığını korudu. Bu dönemde pek çok açıdan, 18. yüzyıl
ve az öncesinde başlamış bulunan değişim ve dönüşüm süreçle
ri devam etti. Toprak kayıpları bitmedi, ülke küçüldü; merkez
deki ve taşradaki devlet adamları arasında iktidar ve vergi geliri
üreten kaynaklara ulaşma mücadelesi devam ederken, uluslara
rası ekonomi daha da büyük önem kazandı. Bütün bunlara kar
şın, yeni olan pek çok şey de vardı. Toprak kayıplarına yol açan
etkenler giderek daha karmaşık bir nitelik kazanmış, impara
torluğun alışılagelmiş savaşlarına iç isyanlar da eklenmişti. İçe
ride, merkezi devlet insanların gündelik yaşanılan üzerinde Os
manlı tarihinde o güne kadar görülmemiş ölçüde etki sahibi
olarak, toplum üzerindeki hakimiyetini derinleştirdi. Birincil
kontrol aygıtları olan gösterişçi tüketim ve iltizam düzeninin
yerini bürokrasi ve daha büyük ve profesyonel bir ordu aldı.
Aynı sürecin bir parçası olarak, devlet, Müslümanların ve gayri
Müslimlerin statüsünü yeniden tanımladı; biraz gecikmeyle,
dönemin sonuna doğru, kadınların yasal statüsünü de yeniden
95
düzenlemeye girişti. Son olarak da, Osmanlı siyasal hakimiye
tindeki topraklarda, yeni ve ölümcül bir unsur boy gösterdi
-cemaatler arası şiddet. Bu da, yeni bir hız kazanan bu siyasal
ve ekonomik değişikliklerin gücüne tanıklık etmekteydi.
96
1 8 . yüzyıl Napolyon Bonapart'ın l 798'de Mısır'ı istilasıyla
sona erdi. Bu istila Napolyon'un l 799'da tek başına Fransa'ya
kaçması, ardından da Fransız ordusunun düşman İngiliz ve
Osmanlı ordularına teslim olmasıyla (bkz. harita 3, s. 76) sona
erdi. Bu kargaşa içinde Arnavutluk yöresinden bir Osmanlı za
biti olan Mehmet Ali Paşa 1 805'te iktidarı ele geçirerek, kendi
sini Mısır'ın hakimi olarak kabul ettirdi. Mehmet Ali Paşa, ül
keyi yönettiği uzun dönemde ( 1 848'de ölümüne kadar) hem
Avrupa güç dengesi, hem de görünen o ki, bizzat Osmanlı sal
tanatı için tehdit oluşturan müthiş bir ordu kurdu. Onun dö
nemi sayesindedir ki, Mısır, Osmanlı tarihinin bundan sonraki
bölümünde Osmanlılardan ayrı bir yola girdi. 1 882'deki İngi
liz işgalinden sonra ismen padişahın mülkü olarak kalan Mı
sır, l 9 l 4'te, Osmanlıların Birinci Dünya Savaşı'na Almanların
ve Avusturya-Macaristan'ın yanında katılmasıyla birlikte res
men İngiliz İmparatorluğu'nun parçası haline geldi.
Tam Mehmed Ali Paşa Osmanlı lmparatorluğu'nun güney
doğusunda bir bölgenin kontrolünü ele geçirdiği sırada, kuzey
batı ucundaki Sırplar 1804'te isyan etti. Padişahı yerel idarenin
suiistimallerini düzeltmeye çağıran Sırp isyancıları Rusya'dan
yardım istediler. Bu iki devleti ve Sırpları içine alan karmaşık
bir mücadele yaşandı. 1 8 1 ?'ye gelindiğinde, başında bir Sırp
prensinin bulunduğu ülkede bir hanedan idaresi kurulmuş ve
aslında Sırbistan, o tarihten itibaren Osmanlılardan ayrı bir
devlet haline gelmişti. Bu durum ancak 1878 Berlin Kongresi
sonucunda hukuki bir nitelik kazandı. Bu örüntü, bir bakıma,
Osmanlı fütuhatının olağan örüntüsünü tersine çevirerek, doğ
rudan idareden, vasallığa, oradan da bağımsızlığa uzanan bir
yol izliyordu. Diğer bazı toprak kayıpları da, Besarabya'nın yiti
rildiğini teyit eden 1 8 1 2 Bükreş Antlaşması örneğinde olduğu
gibi, daha tanıdık bir örüntü içinde, Rusya ile savaş ve savaş
sonunda resmi antlaşma örüntüsü içinde ortaya çıkıyordu .
Balkanlar'daki genel örüntü, ayrıntıları itibariyle karışık, fa
kat genel yönü bakımından çok açıktır. Bir isyanın başarıya
ulaşması ya da Rusların Güney Balkanlar'ın iyice içlerine kadar
girmesi sık rastlanan olaylardı. Ancak, Osmanlı Devleti'nin
97
parçalanmasından veya Rusların haşan kazanmasından çeki
nen, endişe içindeki uluslararası topluluk, bir toplantı düzen
ler, Osmanlıları savaşın en ağır sonuçlarından kurtarır, fakat
bazı kayıplara uğramalarına izin verirdi. Böylece, Osmanlı son
rası çıkması muhtemel bir dünya savaşı engellenerek impara
torluğun bütünlüğü korunur ama Rusya bazı kazanımlarla ya
tıştırılırdı. 1829 Edirne Antlaşması bu örüntünün tipik bir ör
neğidir. 1 828'de Rus orduları bir yandan Doğu Anadolu'da bü
yük zaferler kazanırken, bir yandan da Karadeniz'in batı kıyıla
rından ilerleyerek Varna'dan geçtiler, bugünkü T ürkiye-Bulga
ristan sınırına yakın olan eski Osmanlı başkenti Edirne'yi zap
tettiler; bizzat lstanbul'a saldırmaya hazırlıklı görünüyorlardı.
Yine de, Rusya, kazandığı bu büyük zaferlere karşın, aldığı yer
lerin hemen hemen hepsini bırakıp, yeni birkaç toprak parçası
ve Osmanlıların Eflak ve Boğdan'dan resmen değil, ama fiilen
çekilmesiyle yetinmeye razı oldu (bkz. harita 4).
"Doğu sorunu" diye adlandırılan mesele -Osmanlı lmpara
torluğu'nun toprak kaybetmeye devam etmesinin yarattığı so
runun nasıl çözüleceği meselesi- 19. yüzyıl boyunca bu min
val üzere ele alınmaya devam edildi. Bir taraftan, Avrupalı li
derlerin birçoğu Osmanlıların topyekun çöküşünün genel ba
nş için, ne kadar ağır bir tehlike oluşturacağının farkına vardı.
Dolayısıyla, Osmanlı ülkesinin bütünlüğünü korumaya çalış
ma konusunda bir fikir birliği oluştu; örneğin, savaşların biti
rici olabilecek sonuçları müzakere masalarında geçersiz kılın
dı ve 1 856'da Osmanlı Devleti "Avrupa Milletler Camiası"na
kabul edildi. lşte Avrupalılar arasındaki, imparatorluğu sarsın
tı içinde, ancak bütün halinde tutmak gerektiğine ilişkin bu
mutabakat, Osmanlı Devleti'nin ayakta kalmasına yardımcı ol
du. Öte taraftan, Avrupa devletleri, yaptıkları savaşlar ve Os
manlı tebaası içinden çıkmış isyancıların ayrılıkçı amaçlarına
verdikleri destekle, tam da o korktukları ve kaçınmaya çalış
tıkları parçalanma sürecini körüklediler.
19. yüzyıla damgasını vuran olaylardan 1 8 2 1 -30 Yunan ba
ğımsızlık savaşı, uluslararası siyasetin padişah karşıtı ayaklan
malarda ne kadar belirleyici bir role sahip olduğunu açıkça
98
Kiev•
J
D
99
gösterir. Yunanlı isyancıları bastırmayı başaramayan i l . Mah
mut, 1824'te Mehmet Ali Paşa'yı güçlü donanması ve ordusuy
la duruma müdahale etmeye davet etti. O da bunu büyük bir
başarıyla yaptı; Yunan isyanı sona ermiş görünüyordu. Fakat
1 827'de birleşik İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları, Mısır do
nanmasını Navarin'de yok etti; üç yıl sonra imzalanan 1 830
Londra Antlaşması'yla da modern Yunanistan'ın güney bölge
sinde yeni bir devletin kuruluşu tanındı .
Olayların izlediği bu seyir, Osmanlı İmparatorluğu'nun Meh
met Ali Paşa tarafından neredeyse ele geçirilmesine varan bir
duruma yol açtı. Yunanlı isyancılara yardıma koşmuş olması
nın kendisine Suriye eyaletlerini alma hakkını verdiğine inanan
Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa'yı 1832'de Osmanlı İmpa
ratorluğu'nun üzerine gönderdi. Akka, Şam ve Halep'i alan Mı
sır ordusu, Konya'da bir büyük zafer daha kazandı, (tıpkı daha
üç yıl öncesinin Rusya's ı gibi) İstanbul'u almaya hazırlanmış
görünüyordu. En garip çelişki de , Osmanlıların baş düşmanı
Rusların, ordularını Mehmet Ali Paşa'nın ordusuyla İstanbul
arasına sokarak, Osmanlıların kurtarıcısı rolünü üstlenmesiydi.
Osmanlıların en büyük dış düşmanı, İstanbul'u istila etmeye ve
Osmanlı idaresini devirmeye kararlı olduğu anlaşılan büyük
bir iç isyancıyı engellemişti. Güçlü bir devletin başına geçecek
yeni ve kuvvetli bir hanedana komşu olmaktan çekinen Ruslar,
Osmanlıları desteklediler ve bu desteklerini 1833 Hünkar İske
lesi Antlaşması'nı imzalayarak teyit ettiler.
1 830'larda Güneydoğu Anadolu'nun bir bölümünü ve Arap
eyaletlerinin çoğunu elinde tutan Mehmet Ali Paşa, 1 838'de
bağımsızlığını ilan etme tehdidinde bulundu. Mehmet Ali Pa
şa'nın kuvvetlerine Suriye'de saldıran Osmanlılar bozguna uğ
radılar ve bir kez daha, bu sefer bir İngiltere, Avusturya, Prus
ya ve Rusya koalisyonu (Fransa yok) tarafından kurtarıldılar.
Bu koalisyon, ele geçirdiği bütün toprakları -kutsal Mekke ve
Medine kentlerinin yanı sıra Girit ve Suriye'yi- Mehmet Ali
Paşa'dan geri aldı ve bunun karşılığında Mısır'ı Mehmet Ali
Paşa hanedanına bıraktı . Verilen ders açıktı. Batılı güçler Os
manlıların istikrarını ve uluslararası güç dengelerini tehdit
1 00
edecek dinamik ve güçlü bir Mısır devletinin doğmasına geçit
vermekten yana değillerdi. Mehmet Ali Paşa bunu yapacak gü
ce belki sahip olduğu halde, esas olarak Avrupa devletleri izin
vermediği için Ortadoğu'nun hakimi olamadı. 1
Osmanlı İmparatorluğu ile kağıt üzerinde kendisine bağlı Mı
sır eyaleti arasındaki ayrılık, 1869'da Mısır hükümdarı Hıdiv İs
mail Paşa'nın Süveyş Kanalı'nın açılmasına önderlik etmesiyle
son aşamasına girdi. Kanalın Mısır ve Avrupa ekonomileri ara
sında kurduğu -pamuk ve coğrafya nedeniyle zaten daha önce
den de yoğun olan- bağlar, eyaletin 1882'de lngilizler tarafından
işgal edilmesiyle iyiden iyiye kuvvetlendi. Nihai kopuş, Yavuz
Sultan Selim'in ordularının Kahire'ye girip Memluk lmparator
luğu'nu yıkmasından yaklaşık 400 yıl sonra, l 9 l 4'te, lngilte
re'nin Mısır'ı idaresi altına aldığını ilan etmesiyle meydana geldi.
Gerçekten muazzam toprak kayıplarına neden olan 1 877-
1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından yaşanan diplomasi tra
fiği, "Doğu Sorunu"nun özünü kusursuz bir şekilde ortaya ko
yar. Görüşmelerin ilk turunda Rusya, Osmanlıları, Balkan
lar'da, Ege Denizi'ne kadar uzanan devasa bir Rusya'ya bağlı
kukla devletleri bölgesi yaratan Ayastefanos Antlaşması'nı im
zalamaya zorladı. Böyle bir çözüm, Rus tahakküm "e nüfuz
alanını muazzam ölçüde genişletecek ve Avrupa'daki güç den
gelerini yerle bir edecekti. Dolayısıyla, devrin muhtemelen en
önde gelen siyasetçisi olan Alman Şansölyesi von Bi<>nı 1.rck,
kendisini sadece barış isteyen, Almanya için hiçbir topr;- 1< üs
tünlüğü peşinde olmayan "dürüst bir aracı" ilan ederek, Bü
yük Devletleri Berlin'de topladı. Burada toplanan diplomatlar,
Rusların kazanımlarının çoğunu ortadan kaldırarak Osmanlı
topraklarını, büyük bir eşya piyangosunun ödülleri gibi dağıt
tılar. Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız birer devlcL ')1-
du; bu, hiç kuşkusuz, yıllardır yaşanan ayrılma gerçeğinin rPs-
1 01
men tanınması demekti, ancak ne olursa olsun bu topraklar
resmen kaybedilmiş oluyordu. Bosna ve Hersek fiilen kaybe
dilmişti, fakat 1 908'de Avusturya-Macaristan tarafından ilhak
edilerek Osmanlılardan nihai olarak kopana kadar, buralar
Habsburgların idaresinde, ama kağıt üzerinde Osmanlı toprağı
olarak kaldı. Ayastefanos Antlaşması'nın büyük Bulgaristan'ı
küçültüldü. Bu toprakların üçte biri bağımsız bir devlet oldu,
diğer kısmı sınırlı ve belirsiz bir Osmanlı kontrolü altında kal
dı. Romanya ile Rusya, aralarındaki toprak anlaşmazlıklarını
çözdüler, Romanya Tuna'nın ağzındaki Dobruca Körfezi'ni al
dı, karşılığında Güney Besarabya'yı Rusya'ya bıraktı. Diğer ko
şullar Doğu Anadolu'nun bazı parçalarının Rusya'ya ve Kıb
rıs'ın -Süveyş Kanalı'nı ve hayati önem taşıyan Hindistan yo
lunu koruma açısından adeta savaş gemisi niteliği taşıyan bü
yük bir ada- l ngiltere'ye bırakılmasını içeriyordu. Fransa'ya
rüşvet olarak Tunus'u işgal etme izni verilmişti.
Berlin Antlaşması Avrupa'nın 19. yüzyılın son bölümünde sa
hip olduğu gücü gösterir; isteklerini dünyaya dayatabilmekte,
haritalara çizgiler çekmekte, halkların ve ulusların kaderlerini,
görünen o ki, tam bir dokunulmazlık içinde belirlemektedir.
Avrupa aynı şeyi daha birçok kez tekrarladı - örneğin 1 884'te
Afrika'yı, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'yu parçala
ra ayırdı. Hem Batı Avrupa'da hem de paylaşılan ülkelerde yaşa
yanların bir bölümü, askeri güç/zayıflığın kültürel, ahlaki ve di
ni güç/zayıflığa işaret ettiği gibi yanlış bir kanıya varmışlardı. Bu
da, gerçekten çok önemli sonuçlara yol açacak bir inanıştı.
Yeni bir çığır açan bu antlaşma ile Birinci Dünya Savaşı ara
sında, Osmanlı Devleti 1 897-98'deki kısa bir savaşta Yunanlı
lara karşı küçük bir zafer kazandı, fakat 1 9 1 1 - 1 2'de l talya'yla
yapılan Trablusgarp Savaşı'nda ve daha da ciddi sonuçlar do
ğuran 1 9 1 2- 1 9 1 3 Balkan Savaşlarında yeni kayıplara uğradı.
Balkan Savaşlarında, eski Osmanlı topraklarında kurulan Yu
nanistan, Bulgaristan ve Sırbistan, önce Osmanlılara karşı,
sonra da kendi aralarında savaştılar. Sonunda Osmanlılar,
Edirne ile payitaht arasındaki arazi dışında, Avrupa'da ellerin
de kalan son toprakları da kaybettiler. 1 6 . yüzyılda Viyana'ya
1 02
kadar uzanan topraklar, artık İstanbul'dan trenle birkaç saatlik
mesafede bitiyordu (bkz. harita 5).
1 9 14'te iki büyük ittifak -Almanya ve Avusturya-Macaristan'a
karşı İngiltere, Fransa ve Rusya- arasında patlak veren savaş, Os
manlı İmparatorluğu'nun sonunu getirdi. Osmanlı seçkinlerinin
çoğunluğu muhtemelen İngilizlerle ittifaktan yanaydı, fakat Os
manlı Devleti'nin böyle bir seçeneği yoktu. İngiltere, Kıbns'ı ve
Mısır'ı zaten almıştı, dolayısıyla Hindistan yolu iyi korunmak
taydı. Zaten İngiltere, olası müttefikinin Osmanlılann toprak bü
tünlüğü koruma talebi ile müttefiki Rusya'nın Osmanlı toprakla
n, özellikle Karadeniz ile Ege Denizi'ni bağlayan boğazlar üze-
A K D E N i Z
eeyrut
• Şam
•Nablus N
o 500km
3ôô'mil t
Harita 5. Osmanlı imparatorluğu, yak/. 1914. (Kaynak: Halil inalcık ve Donald
Quataert, der., An economic and social h istory of the Ottoman Empire, 1 300-
1 9 1 4, Cambridge, 1 994, s. 775.)
1 03
rindeki taleplerini uzlaştıramazdı. Osmanlı devlet adanılan, ta
rafsızlık diye bir seçenek olmadığını, zira bu takdirde ülkenin
kazanan blok tarafından bölüşülmesinin kaçınılmaz olacağını
kavramışlardı. Dolayısıyla, Balkan Savaşlan krizi sırasında ikti
dan ele geçiren Jön Türk elitlerinden bir bölümünün desteğiyle,
Osmanlılar savaşa, yenilgiye uğrayacak olan tarafta katıldılar.
Bu çok cepheli dört yıllık savaş sonrasında, Osmanlı dünya
sı çarpışmalar, salgın hastalıklar ve kendi ahalisine yönelik
katliamlar nedeniyle gerçekten dehşet verici kayıplara uğradı.
Savaş biterken muzaffer İngiliz ve Fransız orduları, payitahtın
yanı sıra Anadolu ve Arap eyaletlerini işgal ettiler. Savaş sıra
sında bu iki devlet, Osmanlı İmparatorluğu'nun Arap eyaletle
rini aralarında bölüşmek için 1 9 1 6 Sykes-Picot Antlaşması'nı
hazırlamışlardı. Savaş biterken her iki taraf da toprak talepleri
ni hayata geçirmek için buralara asker çıkardı; savaş dönemin
de gerçekleştirilen bu bölünme daha sonra barış konferansla
rında teyit edildi. Tek istisna, başlangıçta planlandığı gibi
uluslararası bölge değil, İngiliz bölgesinin parçası olan Filistin
idi. Böylelikle İngiltere günümüz Irak, İsrail, Filistin ve Ürdün
topraklarının büyük kısmını aldı; Fransa ise Suriye ve Lübnan
topraklarını aldı - her iki devlet de hakimiyetlerini İkinci
Dünya Savaşı sonrasına kadar sürdürdüler.
Arabistan ve Anadolu'da, Osmanlı enkazı içinden bağımsız
devletler doğdu. Suudi Devleti, uzun bir mücadeleden sonra,
Arabistan Yarımadası'ndaki Mekke Haşimileri de dahil birçok
rakibini yendi ve sonunda 1 932'de Suudi Arabistan Krallığı'nı
kurdu . Birinci Dünya Savaşı biterken çeşitli bölgelerde, yoğun
lukla da Osmanlı askerinin çoğunluğunu çıkaran Anadolu eya
letlerinde, Osmanlı direniş kuvvetleri oluşmuştu. Bunu izleyen
ay ve yıllarda Büyük Devletlerin Arap eyaletleri üzerindeki iddi
alan hayata geçirilirken, yabancı ordulann işgaline karşı genel
Osmanlı direnişi stratejileri, sadece Anadolu'nun kurtuluşuna
yönelik stratejilere dönüştü. Batı ve Kuzey Anadolu'yu Yunanis
tan'a katmak isteyen Atina hükümetinin istila kuvvetleriyle sa
vaşıp onları yenen direniş önderleri, giderek mücadelelerini
Türklerin Anadolu'daki bir Türk anayurdunu kurtarma müca-
1 04
delesi olarak yeniden tanımladılar. Önemli miktarda Osmanlı
Türk kuvvetinin Anadolu'da toplanmış olması, bir İngiliz ve
Fransız işgalinin çok pahalıya patlayacağı anlamına geliyordu.
Yeni Türk önderliği ise, büyük miktarlardaki Osmanlı borçları
nın ödenmesi, Boğazlar meselesi ve eski Avrupa eyaletleri üze
rindeki hak iddialarından vazgeçmek gibi, Büyük Devletlerin
çıkarları açısından hayati önem taşıyan bazı konularda müzake
reye hazırdı. Sonunda, Büyük Devletler ve Türk milliyetçileri
Osmanlı lmparatorluğu'nun sona erdirilmesi konusunda anlaş
tılar. Saltanat l 922'de kaldırıldı, hilafet ise l 924'te sona erdi.
1 08
dahildi. 1826'dan sonra merkezi devlet 1 820'lerde ve 1830'larda
beklenmedik bir zayıflığa düştü . Tam da i l . Mahmu t'un
( 1 808-1839) Yeniçeri hasımlarını yok ettiği ve taşra ayanına
karşı başarılı seferler düzenlediği sırada Rus ve Mısır orduları
nın başkentin hemen dışında tehditkar bir biçimde boy göster
meleri merkezi devletin dış düşmanlara karşı zayıflığını doğru
lar. 1826- 1839 arasında padişahın en üstün güç olduğunu, bu
nu 1839- 1876 arasında bürokrasinin yükselişinin izlediğini söy
lemek herhalde doğru olacaktır. il. Mahmut'un iktidarını güçlü
bir şekilde pekiştirmesinden sonra padişahlık makamının bu şe
kilde gücünü kaybedip ikinci plana düşmesi şaşırtıcıdır ve pek
açıklığa kavuşturulamamıştır. il. Abdülhamit bu örüntüyü tersi
ne çevirerek, 1876'da tahta çıkışından kısa bir süre sonra istib
dat idaresi kurdu. 1908'de Jön Türkler Abdülhamit'in istibdadı
na son verdiler ve meşruti yönetimi öngören, yürürlükten kaldı
rılmış 1876 Anayasası'na yeniden işlerlik kazandırdılar. Ancak,
Jön Türklerin parlamenter yönetimin toprak kayıplarına son ve
receği yolundaki iddiası, imparatorluğun meşrutiyet döneminde
yeni eyaletler yitirmesiyle geçersizleşmişti, bu durum rejime za
rar verdi. 19 13'e kadar ülkeyi siviller yönetti. 1 9 1 3'te, bir Jön
Türk askeri: diktatörlüğü, devleti daha fazla kayba uğramaktan
kurtaracağı sözüyle iktidarı devraldı (daha sonra gelişen olaylar
bu sözün tutulamayacağını gösterdi) .
109
Müslümanlann üstünlüğü varsayımına ve ikinci derece sayılan
gayri Müslim tebaanın özel vergiler ödeyip karşılığında devletin
güvencesi altında dinlerini koruyabildikleri akdi bir ilişkiye da
yalıydı. Gayri Müslimler hukuken Müslümanlardan aşağı ko
numdaydılar ve Osmanlı idaresinin ilk yüzyılları sonrasında,
(pek çok istisnası olmakla birlikte) genellikle devlet makamla
rında veya orduda hizmet edememekteydiler. Gerçek durum,
tabii ki, çok daha karmaşıktı. Örneğin, Hıristiyan tebaadan pek
çok kişi Avrupa devletlerinin himayesi altına girmiş, kapitülas
yonlar sistemi kanalıyla Osmanlı yasalarından (ve vergilerin
den) muaf olma hakkından yararlanmaktaydı (bkz. bölüm 5).
1 829 ile 1856 arasında birbiri ardına üç düzenlemeyle, mer
kezi devlet Osmanlı tebaası arasındaki farklılıkları ortadan kal
dırarak, tüm erkek tebaayı hem devletin hem de birbirlerinin
gözünde eşit kılmayı hedefledi. Bu, devletin ve erkek Osmanlı
toplumunun niteliğini kökten yeniden yapılandırma progra
mından başka bir şey değildi. Osmanlı elitlerinin bu tür tasar
rufları, 1 9 . yüzyıl dünyasının komşu Avusturya-Macaristan ile
Rusya ve daha uzaklardaki Japonya gibi birçok bölgesindeki
devlet liderlerininkiyle aynı amaçlara yönelikti. Bu düzenleme
ler, Osmanlı dünyasında erkek tebaayı her bakımdan, hem gö
rünüş, hem vergilendirme , hem de bürokratik ve askeri hizmet
açılarından eşit kılmayı amaçlıyordu. Reformlar bir yandan
Müslümanların yasal ayrıcalıklarını kaldırmayı, bir yandan da
yabancı devletlerin himayesine girmiş Hıristiyanları yeniden
Osmanlı Devleti'nin ve hukuk sisteminin yetki alanı içine sok
mayı hedeflemekteydi.
1 829'da yapılan bir düzenleme, yüzyıllardır varolmuş, fark
lılıklar üzerine kurulu giyim düzenini yok etti. Görüldüğü gi
bi, geçmişte, Osmanlı lmparatorluğu'ndaki, Batı Avrupa'daki
ve Çin'deki kıyafet yasalarıyla hep, hem erkekler hem de ka
dınlar arasındaki sınıf, statü, etnisite, din ve meslek farklılıkla
rı korunmaya çalışılmıştı. Herkesi kapsayacak şekilde yürürlü
ğe sokulan 1 829 düzenlemesi, aynı tip başlıklar kullanılmasını
şart koşarak (ulema ve gayri Müslim din adamları dışında) er
keklerin görünüşleri arasındaki farklılığı ortadan kaldırmayı
110
amaçladı (bkz. bölüm 8). Görünüşleri aynı olduğu zaman bü
tün erkeklerin eşit olacağı varsayılmaktaydı.
Bu eşitlik hamlesi, genellikle Osmanlı lmparatorluğu'nda
Tanzimat reform çağının başlangıcı sayılan ünlü 1 839 Gülha
ne H a t t - ı H ü mayunu'ndan tam on yıl ö nce gerçekleşti.
1839'daki bu reform programında, Müslüman ve gayri Müs
lim, zengin ve yoksul tüm tebaa için, eşitsizliği ortadan kaldı
rıp adaleti sağlamak gereği dile getirilmekteydi. Fermanda
yozlaşma ve yolsuzlukları ortadan kaldırmak, iltizam sistemi
ne son vermek ve bütün erkeklerin askere alınmasına yönelik
bir düzenleme getirmek için bir dizi özel önlem alma sözü ve
riliyordu. Eşit sorumluluklara karşılık eşit haklar vaat edili
yordu. 1 856'da bir başka hatt-ı hümayun, devletin eşitliği sağ
lamakla yükümlü olduğunu yineleyerek, bütün tebaa arasında
eşitliğin güvencelerini vurgulamaktaydı, bu güvenceler arasın
da devlet okullarına ve devlet memuriyetine girme konusunda
eşit haklar da vardı. Aynı zamanda Osmanlı erkeklerinin yü
kümlülüklerinin eşit olması, yani bütün erkeklerin askerlik
hizmeti yapması çağrısı tekrarlanıyordu.
Fransa'da, Amerika Birleşik Devletleri'nde ve 1870'ten sonra
Alman Reich'ında olduğu gibi, Osmanlı dünyasında da kadınlar,
uyrukların ve vatandaşların eşitliği gibi "modern" kavramlar içi
ne ancak yavaş yavaş dahil edildiler. Ne 1 829 kıyafet yasasında,
ne de 1839 ve 1856 fermanlarında kadınlardan hiç söz edilme
mekteydi. Fransız İnsan Haklan Beyannamesi'nde ve Amerikan
Bağımsızlık Bildirgesi'nde olduğu gibi, burada da kadınlar, mey
dana geleceği ilan edilen değişikliklerin bir parçası olarak görül
memişti. Dolayısıyla, anlaşılan, kadınlar cemaate ve sınıfa göre
farklılaşan giysiler giymeye devam edecekti. Fakat 18. yüzyılda
ki gibi, 19. yüzyılda da giyim tarzını modadaki değişiklikler be
lirliyordu, dolayısıyla kadınlar egemen cemaat ve sınıf sınırları
nı zorlamaya devam ettiler (aynca bkz. bölüm 8) . Osmanlı top
lumu eşitliğin ne anlama geldiği konusuyla uğraşmayı sürdürdü
ve kadınlar, çok yavaş da olsa, ister istemez sürece dahil edildi
ler. Örneğin, kızlarına formel eğitim aldırmak isteyen ailelerin
sayısı arttı. En seçkin tabaka kızlarını genellikle özel okullara
111
gönderirken, yükselme emelleri taşıyan orta tabakalar kızlarına
toplumsal hareketlilik [mobility ] imkanını devlet okulları kana
lıyla sağlamaya çalıştılar. Kadınlar, daha 1840'larda, devlet okul
larında bir miktar formel eğitim almaya başladılar. 19. yüzyılın
sonuna gelindiğinde, muhtemelen okul çağındaki her üç kızdan
biri, devlete ait ilkokullara gitmekteydi; fakat daha ileri seviye
deki okullar, Birinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesine kadar sa
dece erkeklere ait alanlar olarak kaldı. Ayrıca, çok az sayıda ka
dın devlet hizmetine girdi, bunların hemen hemen hepsi de
devlete ait kız okullarında ve Sanayi-i Nefise Mektebi'nde öğret
menlik yapmaktaydı. Bunun dışında dini, askeri ve sivil bürok
rasiler erkeklere ayrılmış alanlar olarak kaldılar.
Sonunda erkekler için de, kadınlar için de, haklar ve yü
kümlülüklerde eşitlik sağlanamadı. 1 880'lerde ve sonrasında,
toplum içinde edep sınırları dışında sayılan kıyafetler giyen
kadınlar devlet tarafından hala cezalandırılmaktaydı. Üstelik,
kadınların şeriat kapsamında sahip olduğu pek çok mülkiyet
güvencesi de ortadan kalkmıştı. Yeni yasal düzenlemeler, hak
ları şeriye mahkemelerden daha katı bir biçimde tanımlamak
taydı ve yapılan reformların etkisiyle kadınların yasal mülki
yet hakları bazı bakımlardan geriledi. Öte yandan, gayri Müs
limler (hamiliklerini yapan büyük devletlerin desteğiyle) as
kerlik yapmayı reddettiler ve 1 908 jön Türk devrimine kadar
da yapmadılar. Yeni Osmanlı rejimi Hıristiyanların askere alın
ması yasasının yaptırımlarını sertleştirince de, pek çoğu Yeni
Dünya'ya göç etti. Ayrıca, görüldüğü gibi, yetkilerini kıskanç
lıkla koruyan Hıristiyan dini cemaat liderleri, Osmanlı tebaası
arasındaki bazı yasal ayrımların korunması için Büyük Devlet
lere kulis yaptılar. Devlet ise, vaatlerini yerine getirmeyi başa
ramadı; gayri Müslimleri nüfuslarıyla orantılı bir şekilde dev
let hizmetine alıp yükseltmedi (bkz. bölüm 9 ) . Her şeye kar
şın, eşitlik yönünde gerçek başarılar elde edilmişti, fakat ka
dınların mülkiyet hakları örneğinin de gösterdiği gibi , değişim
her zaman sadece olumluluk içermiyordu.
Bu noktada, Osmanlı Devleti'nin veya herhangi bir devletin,
eşitlik konusunu vurgulamaya başlamasına ve yüzyıllarca ça-
112
lışmış bir sisteme son vererek kendi toplumsal temelini değiş
tirmeyi hedeflemesine yol açan şeyin ne olduğu sorusunu sor
mamız gerekir. Nitekim, pek çok devlet, iktidarını, başarılı bir
şekilde, çoğunluğun hakları değil, azınlığın ayrıcalıkları üzeri
ne kurmuştur. Bu konuyu, önce bir evrensel örüntüye, sonra
da özel olarak Osmanlı örneğiyle bağlantılı bazı örüntülere ba
karak ele almamız gerekli. Birincisi, Devrim Fransası'nın "in
san" hakları ve yükümlülükleri ilkeleri, Fransa'yı, levee en
masse [ kitlesel askere alım] yoluyla oluşturulmuş ordusuyla
bir anda kıta Avrupası'nın en güçlü ulusu haline getirmişti.
Bundan çıkan ders açık ve netti: Askerlik hizmetinin herkes
için zorunlu kılınması, askeri ve siyasal gücün muazzam ölçü
de artması anlamına geliyordu. Fakat bu tarz bir zorunlu as
kerlik hizmetini kabul edilebilir kılmak için, devlet herkese
(erkeklere) genel birtakım haklar vermek zorundaydı.
İkincisi, 1 500'den, belki de daha erken bir tarihten itibaren
Avrupa'nın ekonomik gücü artarak, yeryüzünün Osmanlı İm
paratorluğu da dahil diğer bütün bölgeleriyle önce eşit düzeye
çıkmış, sonra da onları geçmişti. Zaman içinde Avrupa ve Os
manlı ekonomileri giderek iç içe geçtiler; bu süreç Osmanlı Hı
ristiyanlarının ekonomik gücünü Müslümanlarınkinden daha
fazla artırdı. Niye böyle olduğu tam belli değildir. Kuşkusuz
bunda, Batı Avrupalıların, Osmanlı Hıristiyanlarını iş ortağı ola
rak bir şekilde Müslümanlardan daha güvenilir saymış olması
da rol oynamıştır. Osmanlı Hıristiyanları, Avrupalı tacirlerin
mahmileri olarak, mallarını Müslüman tacirlerden daha ucuza
alıp satmalarına olanak veren önemli vergi muafiyetleri (berat
lar, bkz. bölüm 7) elde ettiler. Aynı zamanda, 19. yüzyıl öncesi
Osmanlı Devleti gerçekten de askeri ve sivil bürokraside istih
dam konusunda Müslümanları kayırmıştı. Önlerinde bu tür iş
fırsatları daha az olan Hıristiyanların risk almaya girişmesi, yani
iş ve ticaret hayatına girmesi daha muhtemeldi. Batı ve Orta Av
rupa'yla ticaret arttıkça, böyle girişim fırsatları da artıyordu.
Dolayısıyla, pek çok Osmanlı Hıristiyanı bu ekonomik bağlan
tılardan yararlanarak 18. yüzyıldan itibaren önemli bir iktisadi
güç edindiler. 19. yüzyıl Osmanlı Devleti, Hıristiyanlara tam
113
eşitlik veren 1829, 1839 ve 1 856 yasal düzenlemeleriyle bu ba
şanyı denetimi altına alıp, kendisine tabi kılmaya çalıştı.
Üçüncüsü, söz konusu düzenlemeler, devletin, Balkanlar'da
ki Osmanlı Hıristiyan tebaasının bağlılığının sürmesini sağla
maya yönelik sistematik programının parçasıydı. Devlet, eşitlik
vaat ederek, Rusya'nın, Habsburgların ve/veya aynlıkçı hareket
lerin kendisinden koparmaya çalıştığı Balkanlı Hıristiyan Os
manlı tebaasının bağlılığını yeniden kazanmayı ya da korumayı
amaçlamaktaydı. Bu Osmanlılık ideolojisi -bütün erkek Os
manlı tebaasının eşitliği- imparatorluk 1922'de sona erene ka
dar, siyasetin köşetaşı olarak kaldı. Fakat, eşitlik üzerindeki
vurgu devam etmekle birlikte, 1878'den sonra Müslümanların
haklan bir parça ön plana çıkarılmaya başlandı. Abdülhamit'in
hükümdarlığı döneminde daha belirgin bir hal alan bu vurgu,
daha sınırlı ölçüde olmakla birlikte Osmanlılann son yıllarında
da kendisini hissettirdi. Bu değişimin, 1 878 Berlin Antlaşma
sı'ndan ve ahalisi Hıristiyanlardan oluşan çok fazla sayıda eyale
tin kaybedilmesi sonrasında meydana gelmiş olması rastlantı
değildir. Bu dönemde, imparatorluk nüfusunda çoğunluğu yüz
yıllardan beri ilk kez Müslümanlar oluşturmaya başlamıştı.
1 14
parçası olarak kavramak gerekir. Bu şiddeti bağlamına oturtarak
küçültmek ya da haklı çıkarmak çabasında değilim.
Osmanlı ahalisi arasında kuşkusuz bol miktarda şiddet var
dı. 1822'deki Yunan ayaklanması sırasında Osmanlı devlet gö
revlileri Sakız Adası nüfusunun tamamını ya öldürdü ya sür
gün etti. 1860'ta binlerce Şamlı Hıristiyan, hem sınıfsal hem
dini nedenlerle çıkan bir dizi olayda Osmanlı tebaasının yani
Müslümanların elinde can verdi. 1 895- 1 896'da alt sınıflardan
Müslümanlar, belki de resmi makamlarla suç ortaklığı içinde,
başkentte çok sayıda Ermeni'yi katlettiler. En kötüsü , 1 9 1 5-
1 9 1 6'da hem Osmanlı asker ve devlet görevlilerinin hem de
yine Osmanlı tebaasından insanların marifetiyle 600.000 sivil
Ermeni can verdi (bkz. bölüm 9).
Komşularının canına kıymak sadece Osmanlı Müslümanları
nın tekelinde değildi. Daha 1 840'larda, Lübnan ve Suriye bölge
sinde Maruni Hıristiyanlarla Dürziler birbirleriyle savaşmaya
başladılar. Yu nan bağımsızlık savaşının ilk aşamalarında,
182l'de Hıristiyan Ortodoks Rumlar Tripolis kentinde Osmanlı
Müslümanlarını katlettiler. 1876'da Bulgaristan'da Hıristiyanla
rın 1 000 Müslüman'ı öldürmesi, 3700 Hıristiyan'ın ölümüyle
sonuçlanan kıyımlar başlattı. Hıristiyanlann acılarına yoğunla
şıp Müslümanlarınkini göz ardı eden Batı basını da bunu "Bul
garistan vahşeti" olarak adlandırdı. Dahası, Ortadoğu'da şiddet
19. yüzyıla özgü bir olay değildi. Örneğin, 16. yüzyıl başındaki
Doğu Anadolu seferi sırasında I. Selim, siyasi rakibi Safavilerin
yandaşı olduğundan kuşkulanılan binlerce kişiyi katletmişti.
Aynı şekilde, Amerikan ve Avrupa tarihlerinin sayfaları da
masum sivillerin kanlarıyla kaplıdır. Amerika'daki kolonilerin
ve Amerika Birleşik Devletleri'nin doğuş ve genişlemesinin
kökeninde Amerika'nın yerli halkına ve Afrikalı kölelere yüz
yıllar boyu uygulanmış hadde hesaba sığmaz şiddet yatar. Bu
nun Avrupa tarihinde de pek çok örneği vardır: Fransız mo
narşisinin 1 5 72'de kendi (Huguenot) Fransız Protestan teba
asından 10.000 kişiyi katlettiği St. Bartholomew Yortusu Katli
amı veya 1 7.000 Fransız yurttaşını idama yollayan 1 793- 1 794
Terör dönemi gibi. 20. yüzyıl sonlarının, Yahudi Soykırımı'nda
115
Yahudilerin katledilmesi ve Bosna, Kosova ve Ruanda-Burun
di'de yaşanan vahşet gibi olayları daha da korkunçtur. Bu acı
ve dehşet verici insanlık suçlarını sıralamaktaki amaç, 19. yüz
yılın Osmanlı dünyasındaki şiddeti veya 1 9 1 5- 1 9 1 6'da Erme
nilerin katledilmesini örtbas etmek veya haklı göstermek de
ğildir. Bu sıralamanın amacı , devletlerin ve ulus-devletlerin
yaratılma ve yaşatılma süreçleriyle, kendi tebaa ve yurttaşları
üzerine uyguladıkları şiddet arasında tarihsel ve genel bir bağ
lantı olduğunu göstermektir.
Osmanlı tebaası içinde dini ya da etnik zaten önceden beri
var olan farklılıklar neden şiddete dönüştü? 19. yüzyılın Os
manlı lmparatorluğu'nda tebaa arası ilişkilerin eskisinden çok
daha kötü olduğu zaten ortadadır. Soru, bunun neden böyle ol
duğudur. Daha açık bir şekilde söyleyecek olursak, 19. yüzyıl
daki şiddet, bir bölgenin kopup Osmanlı lmparatorluğu'ndan
ayrı, yeni bir devlet haline gelmesi sürecinin ne ölçüde zorunlu
bir parçasıydı? Başka bir deyişle, şiddet, 1 9 . yüzyıl milliyetçi
mücadelelerinin gerekli ve döneme özgü, ortak bir parçası mıy
dı? imparatorluğun Balkan ve Anadolu (ve daha küçük ölçekte
Arap) eyaletlerinde meydana gelen ayrılıkçı [ ayrılma, kopma,
kopuş, breakaway] hareketlerin [ in] kökenleri konusunda ta
rihçiler arasında önemli görüş aynlıkları vardır. Genelde, biri
itme, diğeri de çekme diye adlandırılan iki faktör üzerine kuru
lu iki türlü tahlil yapılmaktadır. "ltme" tahlili, Osmanlı Devle
ti'nin iyi niyetli olduğunu fakat 19. yüzyıldaki reform çabaları
nın yetersiz kaldığını vurgular. Bu yaklaşıma göre, devlet, Müs
lüman ve gayri Müslim tebaa arasında eşitliği sağlamaya ve seç
kinlerle alt katmanlar arasında daha hakkaniyetli ilişkiler kur
maya çalıştı. Fakat bu konuda çok yavaş davranıp geciktiği
için, öfke ve çaresizlik had safhaya ulaştı, ardından da isyanlar
patlak verdi . Yani bu görüşe göre, devlet, kendi iyi niyetli poli
tikalarının kurbanı olmuştu. "Çekme" tahlili yapanlar ise, dev
letin niyetleri konusunda o kadar hoşgörülü değiller, onun ye
rine hem siyasal hem de iktisadi Osmanlı baskısından söz eder
ler. Siyasal haklardan yoksun bırakılmış ve kötü Osmanlı yöne
timi altında gittikçe artan yoksullaşmayla harekete geçmiş yerel
116
önderler arasında milliyetçi duyguların geliştiğini ve bunların
bağımsızlık mücadelesinin başını çektiğini söylerler.2
Dolayısıyla, milliyetçilik meselesi ön plana çıkmaktadır; bu
konuda, hem uzmanlar arasında hem de genel olarak kamu
oyunda müthiş bir kafa karışıklığı vardır. Eski bir görüşe göre,
milliyetçilik -özgün, tek ve üstün olma düşüncesi ve bağım
sızlık talebi- ulus-devletten önce çıkmış ve ulus-devletin doğ
masına yol açmıştır. İnsanlar, kendilerini, ekonomik, siyasal
ve kültürel haklarından yoksun bırakılmış ve bırakılmakta
olan, ezilen bir ulusal grubun parçası olarak hissetmekteydi
ler. Onun için de, Osmanlı egemenliğinden bağımsız bir dev
let kurma hakkı talep ettiler. Daha yakın zamanların tezlerin
de, önce devletin oluştuğu, milliyetçiliğin ancak bundan sonra
ortaya çıktığı savunulur. Yani, yeni devlet, kendisini koru
mak/varlığını sürdürmek için, sınırları içinde ulusal kimlik
oluşturma sürecini desteklemiş ve başlatmıştır.3
Görünen o ki, bu milliyetçilik olgusunun daha iyi anlaşılma
sı, daha önce yüzyıllarca oldukça sorunsuz bir şekilde bir arada
yaşamış Osmanlı cemaatleri arasında şiddetin doğmasına yol
açan faktörlerin daha iyi değerlendirilmesini sağlayacaktır. An
cak, bunu başarmak, hiç de kolay bir iş değildir; zira Osmanlı
tarihinde (ve başka ülkelerde) milliyetçilik, mitolojilerle kap
lanmış bir alandır. Bir zamanlar çok revaçta olan -ama artık bir
kenara atılan- bir mit, Balkan ekonomilerinin zalim ve kötü
Osmanlı yönetimi altında can çekiştiği, hayatta kalmak için öz
gürlüğe ihtiyaçları olduğu şeklindeydi. Oysa, son akademik ça
lışmalar gerçeğin bunun tam tersi olduğunu göstermektedir:
Osmanlı devlet politikaları olumlu ekonomik sonuçlar yarat
mıştı. Örneğin, Osmanlı Bulgaristanı'nda reformlar vergileri bir
düzene kavuşturmuş, iç istikrarı artırmış ve yaşamı daha gü-
2 Halil inalcık pek çok eserinde (örn. bkz. "Application o[ the Tanzimat") "itme"
kuramını savunurken, L. S. Stavrianos - The Balhans since 1 453 (New York,
1958) - "çekme" tezinin savunucularındandır.
3 L. S. Stavrianos, Tlıe Balhans since 1 453 (New York, 1958) ulusun daha önce
çıktığını savunur; Benedict Anderson, lmagined communit ies: Reflections on tlıe
origins aııd spread of nationalism (Londra, 1983) ulusal kimliğin icat edilişi üze
rinde durur.
117
venli bir hale getirmişti. Bu durum, Bulgaristan ekonomisinin
19. yüzyıl ortasında, yani Osmanlı hakimiyetinden kopmadan
önce, büyümesine neden olmuştu. Bulgaristan, refahtaki bu ge
nel artış koşullannda bağımsız olmuştu. Genel olarak, Osman
lılardan aynlmalannın arifesinde Balkanlar'da refah düzeyinde
düşüşe değil, artışa tanık olunmuştur. Fakat, yeni devletler da
ha sonra, topraklan yeniden dağıtma projesi gibi, siyasal açıdan
popüler, ama ekonomik bakımdan yıkım getiren, zamansız ve
isabetsiz politikalar uygulamaya koyulduktan için, bağımsızlığı
izleyen dönem iktisadi gerileme getirdi. Öyle ki, bu ekonomiler
bağımsızlık sonrasında, bağımsızlık öncesine göre daha kötü
durumdaydılar. Demek ki, aynlıkçı hareketlerin ortaya çıkışım
artık ekonomik gerileme teziyle açıklamak mümkün değil.4
Toparlarsak, milliyetçiliği ve 19. yüzyıldaki şiddeti anlamaya
başlamak için, mitlerden kopmak ve zamanın belirli noktala
rında ekonomik, kültürel, siyasal ve diğer değişkenlerin özgün
kesişme ve etkileşim biçimlerini incelemek gereklidir. Şöyle ta
mamlayayım. Osmanlı tebaası arasında eskiye, asırlar öncesine
dayalı farklar vardı. Ancak, aralarındaki nefret çok yeniydi ve
1 8 . ve 19. yüzyılda gerçekleşen belli başlı olaylarla yaratılmıştı.
Tarihçiler olarak bize düşen bu nefretleri yeniden yaratan ve
besleyen etkenleri açığa çıkarıp anlamaya çalışmaktır.
118
manlı yöneticileri, bu tür borçlann yol açabileceği, Avrupa'nın
egemenliği ve kontrolü altına girme tehlikesini çok iyi anlıyor
lardı. Yüzyıl ortasına kadar, bu yolu seçmeyi reddettiler, fakat
sonunda, tehlikelerini bile bile, 1 853- 1 856 Kının Savaşı'na katı
lan Osmanlı ordusunu finanse edebilmek için ilk borçlan aldı
lar. Kaçınılmaz bir şekilde, korkulduğu ve beklendiği gibi, bir
borç diğerini getirdi ve 1 870'lerin ortasına varıldığında, Os
manlı Devleti uluslararası borçlarını ödeyemez hale geldi. (Aynı
anda, Mısır, Tunus ve dünyanın çeşitli yerlerindeki pek çok
devlette de benzer krizler yaşanmaktaydı.) Bunu, Avrupalı ala
caklılar ile borçlu Osmanlı Devleti arasında yapılan görüşmeler
izledi ve 188 l 'de Osmanlı Düyün-u Umumiye ldaresi kuruldu.
Devlet mali yükümlülüklerini kabul ederek, bir yabancı alacak
lılar konsorsiyumu olan Düyün-u Umumiye, Osmanlı ekono
misinin bir bölümüne nezaret etmesine ve nezareti altındaki ge
lirleri borçların ödenmesinde kullanmasına izin verdi. Düyün-u
Umumiye ldaresi, alacaklılar tarafından yönetilen, geniş Os
manlı bürokrasisi içinde ayrı ve esas itibariyle bağımsız bir bü
rokrasi haline geldi. Burada, Avrupalı alacaklılara teslim edile
cek vergileri toplayan 5.000 görevli istihdam ediliyordu. Os
manlılar, bürokratik ve askeri büyümeyi, dış borçlarla finanse
etmeye bu tarihten sonra da devam ettiler.
Bunlara ek olarak, Düyün-u Umumiye ldaresi düzenlemesi
nin potansiyel yabancı yatırımcılarda yarattığı güvenlik duygu
su, Avrupa'dan, esas olarak demiryollarına, limanlara ve genel
altyapı hizmetlerine yatırım yapacak yeni sermaye de çekti.
Osmanlı lmparatorluğu'nun son dönemlerinde varolan bu tür
tesislerin fiilen hepsi yabancı sermaye yatırımlarıyla kurulmuş
tu (bkz. bölüm 7) . Böylelikle ulaşım, ticaret ve kentsel altyapı
da ihtiyaç duyulan gelişme sağlandı, fakat bunun bedeli Os
manlı ekonomisi üzerindeki yabancı sermaye denetiminin art
ması oldu. Devlete verilen dış borçlar ve Osmanlı özel sektörü
ne yapılan yabancı yatırımlar, bürokratik, askeri ve ekonomik
altyapılarda gerekli değişikliklerin hayata geçirilmekte olduğu
nu gösteriyordu. Fakat bunun bedeli yüksekti. Dev gibi büyü
yen borçlar, Osmanlı toplam gelirinin külliyetli bir miktarını
119
yutuyordu. Uluslararası kontrol gittikçe büyüyor, insanlar ver
gilerinin bir kısmını yabancı Düyun-u Umumiye ldaresi'ne
ödüyor ve çevrelerinde Avrupa sermayesine ait tesislerin gün
den güne arttığını görüyordu; bu durum, Osmanlı Devleti'nin
kendi tebaası nezdindeki otoritesini zaafa uğratmaktaydı.
Önerilen kaynakça
(*) işaretli maddeler bu alana yeni başlayan öğrencilere tavsiye edilen kaynaklardır.
* Abou-El-Haj, Rifaaı. Formalion of ıhe modern sıaıe (Albany, 1989). ! Türkçesi:
Abou-El-Haj, Rifaaı. Modern Devletin Doğası 1 6. Yüzyıldan 18. Yüzyıla Osmanlı
imparatorluğu çev.: Oktay Özel ve Canay Şahin (lstanbul: imge Kitabevi Yayın
ları, 2000 ) . 1
Adanır, Fikret. "The Macedonian question: ıhe socio-economic reality and prob
lems of its historiographic interpretations," lnıernational ]ournal of Turlıish Sıu
dies, Winter ( 1 985-6), 43-64.
Ahmad, Feroz. The making of modern Tu rkey (Londra, 1993). ! Türkçesi: Ahmad,
Feroz. Modern Türkiye'nin Oluşumu çev.: Yavuz Alogan (lstanbul: Sarmal Yayı
nevi, 1993 ) . 1
Akarlı, Engin. The long peace: Oııoman Lebanon, 1861 - 1 920 (Berkeley, 1993).
*Arat, Zehra f Deconslrucıing images of "Tlıe Turkish woman " (New York, 1998).
Berkes, Niyazi. The developmenı of secularism in Tu rkey (Montreal, 1964). ! Türkçesi:
Berkes, Niyazi. Türhiye'de Çağdaşlaşma (lstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002) . 1
*Brown, Sarah Graham. lmages of women: The portrayal of women i n plıorograplıy
of ılır Middle Eası, 1 860- 1 950 (Londra, 1988).
*Çelik, Zeynep. The remaking of lsıaııbul (Seatıle ve Londra, 1989). !Türkçesi: Çe
lik, Zeynep. 1 9. Yiizyı lda Osmanlı Başkenti Değişen lsıanbul çev. : Selim Deringil
(lsıanbul: Tarih Vakfı Yun Yayınları, 1996) . ]
*Cole, Juan. Coloııialism and revolulion i n ılıe Middlc Eası: Social aııd culıural ori
gins of Egypı's Urabi Sıudies, 13 ( 1 98 1 ) , 394-407.
*Doumani, Beshara. Rediswvering Palestine: Merclıants and peasanıs in jabal Nab
lus, 1 700- 1 900 (Berkeley, 1995).
Findley, Caner. B u reaucratic reform in tlıe Otıoman Empire: Tlıe Sublime Porte
1 789-1 922 (Princeton, 1992) . ! Türkçesi: Findley, Caner. Osmanlı Devleli'ndc
Bürokratilı Reform çev.: izzet Akyol, Latif Boyacı (lstanbul: iz Yayıncılık,
1994) . ]
Forma, Benjamin C . lmperial Classroom. lslam, ılıc sıaıe, and educalion i n tlıe lale
Otoman Empire (Oxford, 2000) [ Türkçesi: Mekteb-i Hümayun. Osmanlı lmpa
ratorlugu'nun Son Döneminde lslam Devlet ve Eğitim çcv. Pelin Siral ( lsıan
bul: iletişim Yayınları, 2005) . ]
Gelvin, James. Divided loyalties: Nalionalism and nıass polilics i n Syria a t ıhe c lose
of empire (Berkeley, 1999).
Gerber, Haim. Social origins of ıhe modern Middle Eası (Boulder, Co. , 1987).
1 20
Hovannisian, Richard G . , der. The Armenian people from ancient to modern Limes.
Il: Foreign dominion to statehood: The fifteenth century to the twentieth century
(New York, 1 997).
inalcık, Halil. "Application of the Tanzimat and its social effecıs," Archivum Oıto
manicum, 5 ( 1973), 97- 1 28.
*Keddie, Nikki, der. Women and gender in Middle Eastern history (New Haven,
199 1 ) .
Makdisi, Ussama. The culture of sectarianism. Community, history, and violence in
nineteenth century Lebanon (Berkeley, 2000).
*Mardin Şerif. "Super-westernization in urban life in the lası quarıer of the nine
teenth century," Peıer Benedict et al. , der., Tu rhey: Geographical and social pers
pectives (Leiden, 1974) , 403-445.
Marx, Kari. The Eastern Question (Londra, 1897). [ Türkçesi: Marx, Kari ve Fried
rich Engels Doğu Sorunu çev.: Yurdakul Fincancı ( lsıanbul: Sol Yayınlan,
1977) 1
Meeker, Michael. A nation of cmpirc. The Otoman legacy of Tu rhislı modrrnity (Ber
keley, 2002) [ Türkçesi: imparatorluktan Gelen Bir Ulus Türk Modemiıesi ve
Doğu Karadeniz'de Osmanlı Mirası. çev. : Tutku Vardağlı (lsıanbul Bilgi Üniver
sitesi Yayınlan, 2005).]
Miıchell, Timothy. Colonisiııg Egypt (Cambridge, 1 988). [ Türkçesi: Mitchell, Ti
moıhy. Mısır'ııı Sömürgeleştirilmesi çcv. : Zeynep Altok (lsıanbul: iletişim Yayın
ları, 200 1 ) . ]
Orga, irfan. Portrait of a Turkislı family (Ncw York, 1950). [ Türkçesi: Orga, irfan.
Bir Türk Ailesinin Öyküsü çev. : Arın Bayraktaroğlu (lsıanbul: Ana Yayıncılık,
1994) . ]
* Palairet, Michael. Tlıe Ballıan economies c . 1 800- 1 91 4: Evolution without develop
ment (Cambridge, 1997) .
*Quaıaerı, Donald. "The age of reforms, 1 8 1 2- 1 9 1 4," Halil inalcık ve Donald Qu
ataerı, der. An economic and social history of ılır Ottoman Empi re, 1300- 1 9 1 4
(Cambridge, 1994), 759-943.
Rogan, Eugene L. Frontiers of the stııte i n tlıe late Otoman Empire. Transjordan,
1 850- 1 92 1 (Cambridge, 1999).
Seıon-Waıson, R. W Disraeli, Gladstone and ılıe Easıenı Question (Londra, 1935).
Sousa, Nadim. The capitulatory regime in Turhey (Balıimore, 1933).
*Zilfi, Madeline. Woınen in the Oııoınaıı eınpirc: Middle Eastern women in ıhe early
modern era (Leiden, 1997 ) .
Zürcher, Erik. The Unionist factor: Tlıe role of ılıe Coınınitıee of Union a n d Progress
in tlıe Turhislı nationalist ınoveınent of 1 905-1 926 (Leiden, 1984). [ Türkçesi:
Zürcher, Erik. Milli Mücadelede lttilıatçılıh çev. : Nüzhet Salihoğlu (lsıanbul:
Bağlam Yayınları, 1987). [
* Turlıey: A modern lıistory (Londra, 1 993). [Türkçesi: Zürcher, Erik. Modenıle
şeıı Türhiye'nin Tarihi çev.: Yasemin Gönen Ostanbul: iletişim Yayınları, 1995) . ]
121
BEŞiNCi BÖLÜM
G i riş
1 23
U l uslara rası düzen içinde
Osmanlı imparatorluğu, 1 700-1 922
1 24
Ancak, 1 8 . yüzyıla gelindiğinde, "korkulan güç , " Avru
pa'nın "Hasta Adarn"ı haline gelmişti. Göreceğimiz gibi, yine
de 1 9 . yüzyılda Osmanlılar, İngiltere, Fransa, Rusya, Viyana,
yeni İtalya ve Almanya devletlerinin uluslararası gündemleri
nin üst sıralarını işgal etmeye devam etti. Osmanlı Devleti, ay
rıca Hint, Orta Asya ve Kuzey Afrika devletlerinin çıkarları
açısından da önemli görülmekteydi.
Osmanlılar ve komşuları arasında, erken zamanlardan beri,
karşılıklı sosyal, kültürel, ekonomik ve daimi diplomatik alışve
riş vasıtasıyla gayet geçirgen sınırlar mevcuttu. Örneğin tüccar
lar ellerinde mallarıyla her iki yönde bu sınırlan sürekli geçiyor
ve alınıp satılan malların miktarı giderek artıyordu (bkz. bölüm
7). Avrupalı sanatçılar, mimarlar, bilim adanılan ve macerape
rest askerler, padişahın sarayında ve kıdemli seçkinlerin hima
yesinde bir iş arayışıyla Osmanlı başkentine sık sık geliyorlardı.
Bu kültürel alışverişe 1 5 . yüzyıldan bir örnek Rönesans ressamı
Venedikli Gentile Bellini'nin Fatih Sultan Mehmet portresidir.
Üç yüzyıl sonra Mozart bu akışkanlığı Saraydan Kız Kaçırma
operasında çok güzel yansıtır. Eserin kahramanı Belrnonte sul
tanın sarayına girip sevgilisini bulmak için lspanyol mimar kılı
ğına girer. İstanbul'da bir batı Avrupalı, bestecinin Viyanalı izle
yicisine tanıdık gelen bir imge olmalıydı. İstanbul, Viyana, Ro
ma ve Paris - bunların hepsi, zamanın büyük saraylarında iş ve
itibar kazanma peşinde olanların gittikleri kentlerdi.
Sınırlar arası sürekli alışverişin bir başka ölçüsü de diplomatik
faaliyetlerdi. Az veya çok önem taşıyan, uzunlu kısalı sürelerde
çeşitli görevler için elçilerin karşılıklı olarak Osmanlı sınırların
dan geçmesi olağandı. Örneğin, 1 6 . yüzyılda padişahların ve
Fransız ve Habsburg hükümdarlarının temsilcileri menfaat ara
yışıyla, anlaşmazlıkları düzeltmek veya savaş ve barış olasılıkları
üzerine anlaşmaya varmak için karşılıklı saray ziyaretlerinde bu
lunuyorlardı. İki yüzyıl sonra, bu diplomatik alışverişin sıklığı
nı, "modem diplomasinin" önceli olan yüzyıllardaki sınır aşın
ilişkilerin temposu ve seyrine dair bir işaret sayabiliriz. Böylece,
1 703 ile 1 774 arasında Osmanlılar diğer egemen devletlerle ka
yıtlara geçmiş 68 antlaşma ve sözleşme imzaladılar. Bunların her
125
biri için sınırın şu ya da bu tarafına en az bir diplomatik heyet
gitmesi gerekliydi. lll. Ahmet'in saltanatı sırasında ( 1 703 - 1 730),
üçü Nogay Tatarları biri de lran'la olmak üzere 29 antlaşma im
zalanmıştı. 1. Mahmut ( 1 730- 1 754) ise, dördü lran'la, birisi Ce
zayir Dayısı ile olmak üzere 30 antlaşma imzaladı. 18. yüzyılı
model aldığımızda modem diplomasinin ortaya çıkışından önce
de Osmanlı İmparatorluğu ile dünyanın geri kalanı arasında sü
rekli bir diplomatik bağlantı olduğunu görüyoruz.
1 30
mek şeklinde yorumlanmıştır. Eğer böyleyse, o zaman aynı is
teksizlik gösterme suçunu 1 8 . yüzyıl başı Fransız hükümeti de
işlemişti, çünkü l 720'de Paris'e gelen Yirmisekiz Çelebi adlı
Osmanlı elçisinin ulaşım masrafları ve altı ay boyunca bütün
masrafları Fransız sarayı tarafından karşılanmıştı.
Karşılıklı ve sürekli ilişkileri başlatma adımı III. Selim'e atfe
dilir. III. Selim l 793'te Londra'da daimi elçilik kurdu, birkaç
yıl içinde de Paris, Viyana ve Berlin elçilikleri bunu izledi. Ay
rıca, ticari çıkarları gözetecek konsoloslar atadı ( l 725'ten beri
çeşitli yerlerde böyle konsolosluklar zaten vardı) . III. Selim'in
çabaları çeşitli nedenlerle başarısızlıkla sonuçlandı ve büyü
kelçilik düzeyindeki diplomatik hizmetler 1820'lerde askıya
alındı (konsolosluk düzeyindekiler alınmamış olabilir) .
"Modern" Osmanlı diplomatik servisi 182 l'de kesin şeklini
almaya başladı. Osmanlı hükümdarları yabancılarla ilişkilerin
de dragoman denen çevirmenlere bağımlıydı . Bu dragomanlar
esas olarak Osmanlı Rum cemaatinden alınırdı, zira ticaretle
uğraşan önemli bir kesiminin Akdeniz, Karadeniz, Atlantik ve
Hint Okyanusu diyarlarında iş yapması Rum cemaatine dikka
te değer dil becerileri kazandırmıştı. Uluslararası ticaret bağ
lantıları olan yeryüzüne dağılmış diğer cemaatler, özellikle Er
meniler aynı seviyede olmasa da, benzer dil yeteneklerine sa
hiptiler ve dragoman çıkarırlardı. Yunan bağımsızlık savaşıyla
birlikte, Osmanlı Rumlarının sadakatinden genel bir kuşku
duyuldu. İstanbul Rum Patriği asıldı, güçlü ve hassas mevki
lerde bulunan Rum dragomanların ihanet potansiyeli taşıdığı
düşünüldü. Dolayısıyla, 1 8 2 1 'dc Osmanlı Devleti'nin drago
manlara bağımlılığını sona erdirmek ve yeni bir çevirmen kay
nağı oluşturmak için Tercüme Odası kuruldu. 1 833'e kadar
çok küçük boyutta kalan bu Tercüme Odası, Avrupa dillerin
den çevirilerin sorumluluğunu üstlendi. Önemsiz bir makam
gibi görünen bu daire, hızla, Osmanlı bürokrasisi içinde en
fazla siyasi itibar kazanma ve yükselme imkanı sağlayan yer
haline geldi. Tercüme Odası elemanları yükselerek, daimi dip
lomasi şeklindeki uluslararası devlet sistemiyle giderek bütün
leşen 19. yüzyıl Osmanlı lmparatorluğu'nun en önemli bürok-
1 31
ratları arasında yer aldılar. Avrupa dillerini, özellikle Fransız
ca'yı bilmek Osmanlı devlet hizmetinde yükselmek için mut
laka gerekli bir nitelik haline geldi ve bunu öğrenmek için de
en iyi yer Tercüme Odası'ydı. Seçkinlerin hepsi değil ama pek
çoğu için, Fransızca'da yetkinlik kültürel modernliğin sadece
bir simgesi olmakla kalmayıp, fiilen içeriği halini aldı. Böyle
kişiler için modernlik Avrupa dillerini bilmek anlamına geli
yordu; bu tür bilgi araçlarına sahip olmamak, onların gözünde
(yanlış olarak) gerilik ve gericilikle eşanlamlıydı.
il. Mahmut ( 1 808-1839) Hariciye Nezareti'ni resmen kurdu
ve yurtdışında daimi misyonlar bulundurmaya olanak sağlaya
cak diplomatik aygıtı 1834'te oluşturdu. Burada zamanlama bü
yük önem taşımaktadır, zira başkent 1829'da Rusların, 1833'te
de Mehmet Ali Paşa kuvvetlerinin işgali altına girmekten kılpayı
kurtulmuştu. Bu krizde ordular görevlerini yerine getirememiş,
devleti kurtarmak tek başına diplomasiye kalmıştı. Dolayısıyla,
tam gün çalışan -ve sadece yabancı ülkelerde Osmanlı Devleti
adına diplomatik faaliyet yürütmekle uğraşan- maaşlı kişiler
grubu, ortaya çıkışını hem uzun vadede evrilerek oluşan örün
tülere, hem de 1830'ların başındaki ani krize borçluydu.
1 870'lerin başına gelindiğinde Osmanlıların, Paris, Londra,
Viyana ve Sen Petersburg'da büyükelçilikleri, Berlin, Washing
ton ve Floransa/Roma'da temsilcilikleri, Kuzey ve Güney
Amerika, Afrika ve Asya'daki bir dizi devlette de konsolosluk
ları vardı. 1 9 1 4'te Hariciye Nezareti'nin lstanbul'daki merkez
bürolarında 1 50 kadar görevli bulunuyordu. O sırada sekiz
büyükelçilik vardı : Berlin, Paris, Roma, Sen Petersburg, Tah
ran, Londra, Washington ve Viyana. Ayrıca, sekiz temsilcilikte
-Atina, Stockholm, Brüksel, Bükreş, Belgrad, Sofya, Madrit ve
Lahey- daha alt düzeyde diplomatlar hizmet etmekteydi ve
Osmanlı konsolosluk kadrolarında, ticari temsilciler hariç,
lOO'den fazla diplomat görevliydi.
Osmanlı diplomatlarının çoğu seçkin zümre kökenliydi.
1868'de kurulan Galatasaray Lisesi (Mekteb-i Sultani), Harici
ye Nezareti görevlilerinin yetiştiği en önemli kurum haline
geldi. Öğretmenlerin, Fransız liselerinin müfredat programına
1 32
dayalı bir programa göre verdikleri derslerin çoğu Fransız
ca'ydı. Öğrenciler zengin Müslüman ve gayri Müslim ailelerin
çocuklarıydılar; bu okula gitmek, Osmanlı seçkin zümresinin
yaşamına girmenin en önemli araçlarındandı.
Ayrıcalıklı geçmişleri ve eğitimleri sayesinde Hariciye Neza
reti görevlilerinin üçte ikisinden fazlası iki veya daha fazla ya
bancı dili çok iyi bilirdi. Yüzyıl ilerledikçe Fransızca bilmenin
önemi artarken Farsça'nınki azaldı, Arapça becerisinin önemi
ise değişmedi. Dolayısıyla, seçkinlerin eğitiminin içeriğinde
önemli değişiklikler oldu ve Arap-Fars lslam kültürüne haki
miyet, yerini giderek Batı Avrupa kültürüyle tanışıklığa bıraktı.
Hariciye Nezareti'nde hizmet, itibarlı ve çok revaçta olan bir
kariyerdi; bu durum, diplomasinin imparatorluğun yaşamındaki
önemini yansıtmaktaydı. Devlet hizmetine girenlerin en iyileri
ve en parlakları Hariciye Nezareti'ni seçerlerdi. Tanzimat'ın dö
neme egemen o l m u ş , önde gelen ü ç sadrazamının
-Mustafa Reşit, Fuat ve Ali Paşaların- hepsinin de hariciye na
zırları olması raslantı değildi. Hariciye'de ise en itibarlı görevler,
Batı Avrupa görevleriydi - özellikle Paris ve Londra. Bunlar lran,
Karadeniz kıyı bölgesi, Balkanlar ve Orta Asya'dakilerden daha
üst seviyede görevlerdi. Bu hiyerarşi, zamanın değerleriyle, kül
türel ve siyasal gücün nerede olduğu konusunda çok şey anlatır.
Yunan ihtilali sırasındaki dragoman krizine karşın, Osmanlı
Rumları ve Ermenileri Hariciye Nezareti'ndeki önemlerini koru
dular. Onları dragomanlar teşkila tına yükselten faktörler
-dünyaya yayılmış Ermeni ve Rum cemaatlerinin lran'da, Akde
niz ve Karadeniz dünyalarında, Avrupa, Güney ve Kuzey Ameri
ka'da yoğun bir şekilde ticaretle uğraşıyor olması- hala geçerlili
ğini korumaktaydı. Dolayısıyla, Ermeniler ve Rumlar hariciyeci
ler içinde ağırlıklı bir azınlık (yaklaşık yüzde 29) oluşturmak
taydılar. Bu oran, gayri Müslimlerin o sırada toplam Osmanlı
nüfusu içindeki oranının üstündeydi. Hariciye Nezareti'nin ge
neli içindeki temsil oranlan normalin biraz üstünde olan Os
manlı Hıristiyanları, iyi mevkilere gelme bakımından sayılarına
oranla başarısızdılar. Aralarında önemli büyükelçiliklerin başın
da bulunanlar olmakla birlikte, en iyi eğitim görmüş grup olma-
1 33
lanna karşın, çoğu, daha alt seviyedeki konsolosluk görevlerine
atandı. Sonuç olarak, Hariciye Nezareti'ne rahatlıkla girdiler, fa
kat yükselme konusunda eşit fırsatlara sahip değillerdi.
1 36
16. yüzyılda papa ve diğer Hıristiyan din alimleri hala, geniş Av
rupa dünyasının, Osmanlıların hakimiyetindeki İslam topraklan
ile respublica Christiana denen Hıristiyan dünyasına bölünmüş
olduğu fikrindeydiler. Respublica Christiana terimi, farklı diller
konuşmalarına ve farklı monarklann idaresi altında olmalarına
karşın, Ortodokslar hariç, bütün Hıristiyan Latin devletlerinin,
kuramsal olarak, birleşik tek bir topluluğun parçası oldukları
anlamına geliyordu . 16. yüzyılda artık ortadan kalkmakta olan
bu respublica Christiana fikri, sadece teologların ve çok az sayıda
insanın kafasında yaşıyordu; onun yerini ulus-devletler kavramı
almaktaydı. Bu ulus-devletlere bağlılık, muğlak bir Hıristiyan
birliği düşüncesinden daha büyük önem kazanmıştı. Örneğin,
16. yüzyılda Fransız kralı, Hıristiyan dünyasının diğer ülkeleri
zararına, kendi devletinin gücünü artıracak politikalar izledi. I.
François, Fransız dış politikasını Osmanlı dış politikasıyla eşza
manlılaştırdı, fakat resmi bir ittifak kurmaktan özenle kaçındı.
Bir mevsim, Osmanlılar kendisinin de düşmanı olan Habsburg
larla savaşırken, Osmanlı donanmasının kışı Fransa'nın güney
kıyılarında, yani günümüz Rivierası'nda geçirmesine izin verdi.
Bu nedenle, sert, fakat etkisiz bir şekilde kötülendi. (Kanuni'nin
Kral 1 . François'ya ilk kapitülasyonları verdiği hatırlansın . )
François'nın de facto Osmanlı müttefikine tavrındaki özenle, bir
buçuk yüzyıl sonrasında meydana gelen olayları karşılaştırın.
1 688'de bir başka Fransız kralı, XIV Louis, Avrupalı Hıristiyan
devletlerden Habsburglara, tam da onlar Osmanlılarla savaşır
ken saldırmakta bir sakınca görmedi. Louis bu yüzden hafif bir
şekilde kınandıysa da, davranışları genelde devlet işlerinin bir
parçası olarak kabul edildi. Fakat Louis'nin karan, Osmanlı-Batı
Avrupa ilişkilerinde devletlerarası sistemin evriminde bir dö
nüm noktasına ve respublica Christiana idealinin nihai iflasına
işaret eder. Louis politikasını birdenbire değiştirmişti. Daha bir
kaç yıl önce St. Gotthard ( 1 664) çarpışmasında Habsburglara,
Osmanlı kuvvetlerine karşı yardımcı olmak için asker yollamış,
ayın şekilde Girit'te Osmanlılara karşı savaşan Venedik'e yardım
etmişti. Onun için, 1 688 yılı, raison d'etat [hikmet-i hükümet]
denen, devleti korumak için her şeyin yapılabileceği ilkesinin
137
varlığının yanı sıra, Osmanlıların Avrupa güçler dengesinde da
ha görünür bir role sahip oluşunun ve respublica Christiana nın '
1 38
dü. Örneğin, 1 700- 1 774 yılları arasında lran hükümdarları
Osmanlı Devleti'ne 18 ayrı vesileyle elçi gönderdiler. Sıklık ve
önemlerine karşın, bu ilişkiler Osmanlı tarihi üzerine yapılmış
akademik yayınlarda büyük ölçüde göz ardı edilmiştir.
Osmanlı padişahları eskiden olduğu gibi 1 8 . yüzyılda da,
lran ve Orta Asya arasındaki sınır bölgelerinde bulunan Se
merkant, Buhara, Belh ve Hive hükümdarlarıyla zaman zaman
diplomatik ilişkiler kurdular. Genellikle aralarından biri ya da
diğeri bir tahta çıkış vesilesiyle ya da ortak düşmanlara -önce
leri İranlılara, sonraki yüzyıllarda ise Ruslara- karşı yapılacak
saldırılar konusunu görüşmek üzere elçiler gönderirdi. Müslü
man devletlerden Osmanlı sarayına gelen elçiler, genellikle
yolculuk programlarına hacca gitmeyi de dahil ederlerdi. Ör
neğin bir Özbek hanı, l l . Mustafa'ya bir elçi göndermiş, ancak
padişah bu sırada tahttan indirilmişti. Dolayısıyla elçi, tavsiye
mektubunu ve getirdiği hediyeleri, 1 703'te III. Ahmet'e takdim
etti, sonra hacca gitti ve ülkesine 1 706'da döndü. Onun he
men peşinden, bu kez yeni han tarafından, kendi tahta çıkışını
bildirmek ve III. Ahmet'i tebrik etmek için bir başka elçi yol
landı. Bu elçi de, hacca gidip ülkesine öyle döndü. 1 720'lerin
başında iki Özbek elçisi daha geldi, ama sonra 1 777'ye kadar
hiçbir Özbek elçisi gelmedi. Aral Gölü'nün Özbek Hive hanla
rıyla diplomatik ilişkilerin tarihi, 1 6. yüzyılın ikinci yarısına
dek uzanır. Viyana'daki 1 683 bozgunu, yardım olanaklarını
görüşmek üzere bir elçinin gelmesine yol açtı. 1 732, 1 736 ve
1 738'de başka elçiler geldi. 1 774'teki Küçük Kaynarca felaketi
de, Rusların yayılmaya devam etmesinden çekinen Orta Asya
hükümdarları ile Osmanlılar arasında hızlı bir diplomasi trafi
ği yarattı. Buhara'daki Özbek hanı 1 780'de Osmanlı sarayına
iki elçi gönderdi. Elçilerden biri hacca gittikten sonra Kon
ya'da öldü, diğeri ise sağ salim ülkesine döndü. 1. Abdülhamit
Buhara hükümdarına (Farsça) bir mektupla birlikte pahalı he
diyeler yolladı. Bu heyet ve Kazak hanlarıyla Kırgızlara giden
çeşitli heyetler, 1. Abdülhamit'in Kırım'ı geri almak için destek
sağlamak amacıyla giriştiği büyük diplomatik taarruzun par
çalarıydı. Padişahın 1 787'de Buhara'ya yolladığı elçilerden bi-
1 39
ri, daha sonra Afganistan'a gitti ve l 790'da Osmanlı ve Afgan
hükümdarları arasında yeniden ilişki kurulmasını sağladı.
1 40
iktidarı ele geçirdikten sonra, buralar farklı farklı türlerde vasal
devletler haline geldiler. Genel olarak bakıldığında, Osmanlı
diplomasisi bölgede, ya itibari vasal statüsünde olan devletlerin
davranışlarını bir düzene bağlamak, ya da vasalların kendi ara
larındaki veya vasallardan biriyle komşu Fas Sultanlığı arasın
daki mücadelelerde arabuluculuk yapmak çabası içindeydi.
Kuzey Afrika devletleri için korsanlık önemli bir gelir kayna
ğıydı. Geçimlerini gemilere saldırarak sağlıyorlardı. Ancak,
1 699 Karlofça Antlaşması, lstanbul'un, antlaşmaya taraf olan
devletlerin gemilerini Kuzey Afrikalı korsanların saldırıların
dan korumak için daha çok çaba harcamasını şart koşmaktay
dı. Böylelikle, kendi vasallarına karşı harekete geçmek zorunda
bırakılan III. Ahmet, l 7 18'de Cezayir dayısını Avusturya gemi
lerine karşı yaptığı saldırıları durdurmaya mecbur etti. Osman
lılar arabulucu olarak Faslılar ile Cezayirliler arasındaki anlaş
mazlıklara sık sık müdahale ederlerdi, örneğin 1 699'da olduğu
gibi. Fas sultanı askeri malzeme ve siyasal yardım sağlamak
için 1 76 1 , 1 766 ve l 786'da lstanbul'a hediyeler gönderdi.
l 766'da Fransız saldırılarına karşı destek istiyordu . Fakat
l 783'te, Ruslara karşı mücadele eden Osmanlılara ne gibi bir
yardımda bulunabileceğini sormaktaydı. Aynı sırada, Cezayirli
hasımları da 1. Abdülhamit'e hediyeler yollamaktaydılar.
Batı Akdeniz'deki Osmanlı diplomasisinin büyüleyici bir ör
neği 1 8 . yüzyıl sonlarında gerçekleşti. 1 768- 1 774 savaşında
Rusların, Baltık Denizi'nden Akdeniz'e ve Ege Denizi'ne gele
rek Çeşme'deki Osmanlı donanmasını yok ettiklerini hatırlaya
lım. (Beyrut'u yakıp yıkmışlardı.) Çariçe Yekaterina'yla ikinci
savaş patlak verince, padişah, Fas hükümdarından Cebelitarık'ı
kapatıp Rusları Akdeniz'e sokmamasını istedi, bu arada l 787-
l 788'de de bir Osmanlı heyeti aynı amaçla lspanya'yla görüştü.
Önerilen kaynakça
(*) işaretli maddeler bu alana yeni başlayan öğrenci lerr tavsiye edilen kaynaklardır.
*Aksan, Virginia. "Ottoman poliıical writing, 1 768-1808," lntemational ]ounıal of
Middle Eası Studies, 25 ( 1 993), 53-69.
141
Anderson, M. S. The Eastern Question (New York, 1966).
Cassels, Lavender. The strı.ıggle for the Oııoman Empire, 1 71 7- 1 740 (New York,
1967).
*Deringil, Selim. The well protected domains (Londra, 1998). [Türkçesi: Deringil,
Selim. lhtidann Sembolleri ve ideoloji: II. Abdülhamit Dönemi (1876-1 909) çev.:
Gül Çağalı Güven (lsıanbul: Yapı Kredi Yayınlan, 2002). 1
Farooqhi, Naimur Rahman. Mughal-Ottoman relations (Delhi, 1989).
Findley, Ca n er, B u reaucratic reform in the Otıoman Empire: The Sublime Porte
1 789-1 922 (Princeıon, 1980).
Oııoman civil officialdom (Princeton, 1992). [ Türkçesi: Findley, Carter. Kalemi
yeden Mülkiyeye: Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi çev.: Gül Çağalı Gü
ven ( lsıanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996) . 1
Göçek, Fatma Müge. East encounters West: France and the Oııoman Empire in the
eighteenth century (Oxford ve New York, 1987).
Heller, Joseph, British policy towards the Oııoman Empire, 1 908- 1 9 1 4 (Londra,
1983).
Hurewitz, J C. The Middle Eası and Norıh Africa, a documentary record. 1: European
Expansion, 1535- 1 9 1 4 , 2. baskı (New Haven ve Londra, 1975).
Iızkowitz, Norman ve Max Mote. Mubadele: An Ottoman-Russian exchange of am-
bassadors (Chicago, 1970).
Langer, William. The diplomacy of imperialism (New York, 2. baskı, 1951 ) .
Marrioıt, J A. R. The Eastenı Question (Oxford, 1940).
*McNeill, William. Europe's steppe frontier ( Chicago, 1964 ).
Parvev, lvan. Habsburgs and Otıomans between Vienna and Belgrade (New York,
1995)
Puryear, Vernon John. lntenıational economics and diplomacy in ılıe Near East: A
study of Briıish commercial policy in the Levanı, 1 834- 1853 (Londra, 1935).
Panaite Viorcl, The Otoman law of war and peace. Tlıe Otoman Empire and tribute
payers (Boulder: yayımlayan Colombia Universiıy Press, New York, 2000).
''Trade and merchants in the Oıoman-Polish 'Ahdnames ( 1 489- 1699) . " Tlıe
greaı Oıoman-Turhislı civilisation, (Ankara, 2000), 220-229.
Vaughan, Doroıhy M. Eu rope and tlıc Turlı: A pattern of alliances, 1350-1 700 (Li
verpool, 1 95 1 ) .
Wasiı, S. Tanvir. " 1 877 Oııoman ınission ıo Afghanisıan, " Middle Eastern Sıudies
30, 1 ( 1 994), 956-962.
142
ALTINCI BÖLÜM
G iriş
1 A.D. Alderson, The sıruclUre of ıhe Ottoman dyııasıy ( Londra, 1956) , s. 25.
145
ölen padişahın bir amcası veya kardeşi- tahta geçmekteydi. Bu
uygulamanın gelişmesiyle birlikte, 1 622'de kafes sistemi başla
dı. En büyük erkek padişah olduğu zaman, hanedan soyunun
devamı için diğer erkeklerin yaşamasına izin verilmekteydi.
Bu sistemde, şehzadelerin canı bağışlanıyor, gerçekten bir ka
fes içinde değil, ama saray arazisinde, özellikle haremde, hal
kın gözünden uzakta, padişahın gözünün önünde ve denetimi
altında yaşıyorlardı. Ancak, şehzadeler hemen hemen hiç idari
eğitim görmez, deneyim kazanmazdı, kafesteki günler genel
likle ilerde hükümdarlık e tmeye hazırlanmak için kullanıl
mazdı. Sadece padişahın çocuk sahibi olmasına izin vardı.
Şehzadeyken çocuk sahibi olan son hükümdar III. Mehmet'tir.
Yaşça en büyük erkeğin hükümdar olması, müstakbel hüküm
darın padişah olana kadar kafeste uzun bir süre bekleyebilece
ği anlamına geliyordu. Rekor 39 yıldır. 1 9 . yüzyılda hüküm
darlık edenler genellikle 15 yıl ya da daha fazla beklediler.
Tahta kimin geçeceğini belirleyen kurallardaki bu değişik
likler -güçlü olanın tahta çıkması, kardeş katli, ekberiyet- ile,
daha önce üzerinde durduğumuz, iktidarın Osmanlı tarihinin
belirli anlarında fiilen nerelerde bulunduğu konusu arasında
bağlantı kurmak çok önemlidir. Kardeş katli gibi bir değişiklik,
tam da Türkmen ileri gelenlerine ve uç beylerine karşı verdik
leri uzun iktidar mücadelesini kazanan padişahların, primus
inter pares [ eşitler arasında birinci) olma statüsünü bir kenara
bıraktıkları sırada yaşandı. 16. yüzyıl sonlarında, bütün şehza
deleri idari tecrübe edinmek üzere taşraya çıkarmak usulün
den, bir tek en büyük şehzadeyi göndermek usulüne geçilme
siyle meydana gelen politika değişikliği, iktidar kişi olarak pa
dişahın elinden çıkıp sarayının eline geçmekteyken gerçekleş
ti. Ekberiyet ilkesinin ve kafes sisteminin benimsenmesi ise,
iktidarın saraydan, vezir ve paşa hanehalklarına geçmesiyle ay
nı döneme denk düştü. Demek ki, iktidarın merkezi, soylular
dan padişaha, padişahtan kendisinin hanehalkına, ardından da
vezir ve paşa hanehalklarına kayarken, Osmanlıların tahta ge
çişe ilişkin ilkeleri de değişti. Savaşçı ve idareci olarak padişah
lara duyulan ihtiyaç giderek azalmıştı. Osmanlı seçkinlerinden
1 46
müteşekkil yapı içinde ittifaklar kurma ve sürdürme rolünü
saray kadınları üstlenmişti ve genelde siyasal iktidarın kontro
lünde de söz sahibiydiler. Bu kadar çok padişahın tahttan indi
rilmiş olmasının -toplam sayının hemen hemen yarısı- bir ba
kıma önemi de yoktu, zira sistemin işleyişinin vazgeçilmez bi
leşeni, artık padişahların şahısları değil, padişahlık makamıydı.
Bir başka deyişle, onlara saltanat makamı olarak ihtiyaç vardı,
yönetme yetkisi ve ayrıcalığı başkalarına geçmişti.
148
zında, imparatorluğun, ister Belgrad'da olsun, ister Sofya, Bos
na veya Kahire'de, b ü tü n camilerinde padişah adına hutbe
okunurdu. Böylelikle her yerdeki tebaa, dualarında onun hü
kümdarlığını tanımış o l u rd u . Payitahtta, i l . Abdülhamit
( 1 876- 1 909) namaz için Yıldız Sarayı'ndan hemen yanındaki
cuma camiine alayla gider, bu sırada bir görevli yol boyunca
birikmiş tebaadan dilekçelerini toplardı. Tebaaya çarşıda ve
her para kullanışında da padişah hatırlatılırdı. Osmanlı sikke
leri hükümdarları yüceltir, üzerlerinde padişahın tuğrası, tahta
çıkış tarihini ve genellikle saltanatının kaçıncı yılı olduğunu
gösteren işaretler bulunurdu. 1 9 . yüzyılda basılan posta pulla
rının üzerinde hükümdarın adı ve tuğrası vardı, hatta 20. yüz
yıl başında V Mehmet Reşat'ın ( 1 909- 1 9 18) portresinin basılı
olduğu posta pulları çıktı. Gazeteler çıkmaya başladıktan son
ra da hanedanın hayatından önemli olaylar uzun uzun anlatı
lır, manşetlerden duyurulur oldu.
Daha eski tarihlerde minyatürcüler, eserlerinde padişahın
zaferlerini veya bir avdaki cesaretini veya bir okçuluk gösteri
sini tasvir ederek kahramanlığını yüceltmişlerdi. 1 7. yüzyılda
epey yol alınıncaya kadar bu tür motiflere sık sık rastlanmakla
birlikte, belki de padişahlar o kadar kahramanlık göstermediği
ve vakitlerinin çoğunu sarayda geçirdiği için, bunları üreten
nakkaşhaneler zamanla onadan kayboldu. Genellikle yazma
eserlere konan bu tür minyatürlerin amacı ve etkisi pek belli
değildir, zira eninde sonunda saray duvarları içinde kalan bu
eserleri sadece saray halkı görmekteydi.
Hanedan mensupları kişisel kaynaklarını kullanarak, teba
aya lütufkarlıklarını hatırlatan binlerce kamu binası yaptırdı.
Bu noktada, 19. yüzyıl sonlarında dönüşüm geçiren Osmanlı
Devleti bu sorumluluğu üstlenene kadar, sağlık, eğitim ve ha
yır kurumlarının masraflarının devlet değil, zengin ve güçlü
kişiler tarafından karşılandığını hatırlamak gerek. Padişahlar
ve hanedan mensupları, özellikle payitahtta, ama imparatorlu
ğun başka yerlerinde de yüzyıllar boyunca cami, imaret, çeş
melerin yapım ve bakımını finanse ettiler. Bunların parasını da
devletin hazinesinden değil, kendi özel keselerinden ödediler
149
Resim 1. 111. Ahmed (1 703- 1 730) Çeşmesi, İstanbul.
1 50
de finanse ettiler, örneğin, Kanuni Sultan Süleyman'ın ve 1 .
Ahmet'in 1 6. - 1 7. yüzyıl İstanbul camileri v e i l . Selim'in Edir
ne camii bunlar arasındadır. Padişahlar bu camilere kendi ad
larını vermeye özen gösterdiler. Dolayısıyla, hanedan, Osmanlı
Müslüman dünyasının en büyük ibadethanelerine ayrılmaz
bağlarla bağlıydı. 19. yüzyılda il. Mahmut bu geleneği devam
ettirerek, yeni yaptırdığı camiye ( 1 826) , Yeniçeri Ocağı'm orta
dan kaldırışının anısına Nusretiye [ "zafer" ] adım verdi (resim
2). Hükümdarların enerji ve paralan, imparatorluğun dört bir
köşesine köprüler, çeşmeler, hanlar yaptırmak ve bu yapılan
idame ettirmek gibi başka pek çok amaç için de harcandı.
Şii tebaanın ihtiyaçlarını da karşılamaya özen gösteren padi
şahlar, (Şii tarihinde önemli olaylar anısına yapılmış) Kerbela
ve Necef türbelerinin tezyini konusunda 1 6 . yüzyıl sonlarında
Safavilerle yarış halindeydiler, bu desteği daha sonraki yüzyıl
larda da sürdürdüler. Aynca hanedan, kutsal Mekke ve Medine
kentlerindeki fiziksel varlığım enerjik bir şekilde vurgulaya
rak, hanedan ile Haremeyn arasındaki bağı herkese hatırlat
maktaydı. Osmanlıların neredeyse bin yıllık yapıların onarı
mında gösterdiği cömertlik göze çarpan kitabelerle ilan edil
mekte, böylelikle hanedana, kıskançlıkla koruduğu bu kutsal
yerlerin hayatında önemli bir yer verilmekteydi. Örneğin 1 9 .
yüzyıl sonunda i l . Abdülhamit, tıpkı 16. yüzyılda Moğol impa
ratorlarıyla rekabete giren atalan gibi, diğer Müslüman ülke
hükümdarlarının Haremeyn'i tezyinini engelledi. Osmanlılar
Mekke'nin yerli ahalisinin iaşesini de aynı şekilde tekellerine
almaya çalıştılar. Padişahlar, kutsal görevlerini yerine getirmek
üzere Mekke ve Medine'ye giden hacıların güvenliğini garanti
altına almak için de büyük gayret gösterdiler. Askeri bakımdan
zayıflamaya devam ettikçe, Osmanlı yönetimi Müslüman dev
let kimliğini daha önce görülmemiş derecede öne çıkartmaya
başladı. Yukarda görüldüğü gibi (bkz. bölüm 5) , halifelik un
vanı ve rolü, 1 8 . yüzyıl sonlarında bir uluslararası politika ara
cı olarak gündeme gelmeye başladı. 18. yüzyılın ilk yansında,
padişahlar Şam'dan Haremeyn'e (Mekke ve Medine) giden hac
yolunu korumak ve tahkim etmek için büyük bir titizlikle ön-
1 51
Resim 2. il. Mahmud'un (1808- 1839) yaptırdığı Nusretiye Camii'nin iç görünüşü.
1 52
lem almaya başladılar; kaleler inşa ettiler, gamizonlan takviye
ettiler. Osmanlı meşruiyetini yıpratmak için bilinçli çaba gös
teren Arabistan'daki Vahhabi isyancıları, 18. yüzyılda haccı en
gellediler ve 1 803'te Mekke'yi ele geçirdiler. O zaman il. Mah
mut Mısır'daki Mehmet Ali Paşa'nın oraya asker göndermesini
istedi. Mehmet Ali Paşa'nın kuvvetleri Vahhabi hakimiyetine
geçici olarak son verdi. il. Abdülhamit, halifelik unvanını pe
kiştirmek, hac yolculuğunu kolaylaştırmak ve Suriye-Arabis
tan eyaletlerini İstanbul'a bağlamak için 1 9 . yüzyıl sonunda
Hicaz demiryolunu yaptı. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngi
lizlerin Mekke ve Medine'yi ele geçirme ve demiryolu ulaşımı
nı kesintiye uğratma çabaları , bir yüzyılı aşkın bir süre öncesi
nin Vahhabi saldırıları gibi, Osmanlıların İslam alemi içindeki
itibarını azaltmayı hedeflemekteydi (bkz. bölüm 5).
Ancak, hiçbir Osmanlı padişahı saltanatı sırasında hacca git
medi, Haremeyn'i ziyan't etmedi. Aslında hacca giden hane
dan mensuplarının sayısı yarım düzineyi bulmaz.3 Bunların
dördü hanedan mensubu kadınlar, geri kalanı da padişah eşle
riydi. Yavuz Sultan Selim l 51 ?'de Kahire' deyken Haremeyn'in
anahtarlarını Mekke Şerifi'nden teslim aldı, fakat çok yakının
da olmasına karşın, kutsal yerleri ziyaret etmedi. 1 7 . yüzyıl
başlarında l l . Osman hacca gideceğini ilan e tti, fakat kısa bir
süre sonra öldürüldü. l 922'de tahttan indirildikten kısa bir
süre sonra Mekke'yi ziyaret eden VI. Mehmet Vahdeddi n, bel
ki de Osmanlı sülalesinin buraya giden tek erkek mensubu ol
duysa da, haccın gereklerini yerine getirmeden döndü. Sağlığı
ve mali durumu elveren bütün Müslümanların yerine getir
mekle yükümlü olduğu böyle temel bir görevin hanedan men
supları tarafından ihmal edilmesi nasıl yorumlanmalıdır? i l .
Osman zamanında, ulema padişahların hacca gitmek için pa
yitahttan ayrılmak yerine, İstanbul'da kalıp adalet dağıtması
nın uygun olduğuna dair fetva vennişti.4 O sırada 1 1 . Osman'ın
yönetimine muhalefet etmekte olan ulema, hacca gitme planı-
3 Aldcrson, Strucıurc, s. 1 25
4 Bu konuyla ilgili gözlemleri i1:in Hakan Karaıckc"yc teşekkür ederim.
1 53
nın gizli bir amacı olmasından endişeleniyordu . Dolayısıyla,
padişahın hacca gitmemesinden yana belirtilmiş bu görüş, çok
özel bir durumu yansıtıyor olabilir. Kısacası, hiçbir Osmanlı
padişahının saltanat döneminde hac farizasını yerine getirme
mesi çarpıcı görünmektedir.
Topkapı Sarayı - 1 5 . yüzyıldan 19. yüzyıl ortasına kadar pa
dişahların ikametgahı oldu- hanedanın vermeye çalıştığı o ür
kütücü ihtişam hissini yaratan, dışarıya kapalı, esrarengiz bir
iktidar alanı olarak kaldı. Burası bir yasak kentti; Pekin'dekin
den çok da farklı olmayan, ama daha küçük ölçekte bir yasak
kent. İç içe bir dizi eşmerkezli çember halinde inşa edilmişti.
Dış çemberlerden iç çemberlere giden kapılardan geçildikçe,
giriş izni sınırlanıyordu. Halk, sarayın ana kapısından birinci
avluya girer, ama daha ileriye geçemezdi. Resmi işleri olanlar,
konuyu Dlvan'a arz etmek için ikinci avluya girerler, ama daha
ileriye geçemezlerdi. Üçüncü avluya sadece görevliler girebilir
di. Diğer bölümler ise sadece padişaha, ailesine ve ihtiyaç duy
dukları şahsi hizmetkarlar ile maiyetlerine ayrılmıştı. Devlet
yapısı değiştikçe, saraylar da değişti. Abdülmecit, 1 856'da Top
kapı'yı terk ederek Boğaz kıyısındaki, gösterişli bir biçimde dı
şarıya açılan Dolmabahçe Sarayı'na taşındı. 11. Abdülhamit'in
Boğaz kıyısının yukarısındaki Yıldız Sarayı ise, bu padişahın
mahremiyete daha düşkün ve münzevi karakterini yansıtır.
Topkapı Sarayı'nda (bugüne kadar) muhafaza edilen kutsal
emanetlere sahip olmak, Osmanlı hanedanına önemli itibar ve
şeref kazandırmıştır. 1 5 1 7'de l. Selim tarafından Kahire'den
getirtilen bu emanetler arasında peygamberin hırkası, sakalı
nın kılları, ayak izi, yayı ve diğer kutsal nesneler vardır. Ayrı
ca, ilk dört halifenin kılıçları da buradadır. Bu emanetlerin, si
yasal iktidar mekanı olan sarayın içinde bulunması anlamlıdır.
Karşı karşıya bulunduğumuz şey, Avrupalı bir hükümdarın
Vaftizci Yahya'nın bedeninin bir parçasına veya Bizans impara
toru tarafından bulunup Konstantinopolis'e getirilen Gerçek
Haç'a sahip olmaktan duyduğu gurura denk bir durumdur.
1 54
Osmanlı idaresin i n çeşitli yönleri
1 55
na gelmiş bir dönüşümdü, zayıflama değil. Bu zayıflık ve geri
leme iddiaları, Osmanlıların gerçekten de savaşlar ve topraklar
kaybetmekte olduğu uluslararası cephedeki durumdan kay
naklanır. Uluslararası alanda, l 750'nin Osmanlı sistemi, hiç
kuşkusuz, 1 600'dekinden geride bir yerlerdeydi; imparatorlu
ğun görece uluslararası konumu enikonu zayıflamıştı. Gerile
menin gerçek öyküsü bu alandaydı. Avrupa'nın giderek daha
fazla gerisine düşen Osmanlılar, Japonya dışında bütün dün
yayla aynı kaderi paylaştılar. Batı (ve bazı Doğu ve Orta) Avru
pa devletleri kıyas kabul etmez ölçüde güçlenmişlerdi; 1 500
dolaylarında en güçlüler arasında yer alan Osmanlı İmparator
luğu 1 8 . yüzyılda ikinci sınıf ülke statüsüne düştü. İktidarın
padişahın elinden başka yerlere aktarılması, uluslararası alan
daki bu gerilemeyi yansıtıyordu, fakat onun nedeni değildi.
lkinci yanlış varsayım, Osmanlı Devleti'nin gücünün kayna
ğının devleti yöneten (lslam'ı kabul etmiş) Hıristiyanlar oldu
ğu şeklindeki artık terk edilmiş düşünceye dayanır. Bu varsa
yıına göre, devşirme usulü zayıfladıkça, devletin gücü de azal
mıştı , çünkü artık işlerin başında eski Hıristiyanlar değil ,
Müslümanlar vardı. Bu yaklaşımda, söz konusu olaylardan bi
rinin diğerinin nedeni olduğu -Osmanlıların büyüklüğünün
devşirme sisteminden kaynaklandığı ve bu sistemin terk edil
mesinin Osmanlı lmparatorluğu'nun gerilemesine yol açtığı
gibi çok yanlış bir sonuç çıkarılmaktadır. Kültürel önyargının
bu apaçık örneği nde , Hıristiyanları n, doğaları gereği, Müslü
manlardan üstün olduğu kabul edilmekte; Müslümanlar ise,
yanlış bir şeki lde, devlet yönetme becerisine sah ip olmayan
bir topluluk olarak görülmektedir.
Devşirme düzeninin gerilemesini ve Osmanlı Devlcti'nin
dönüşümünü -her ikisi de yaklaşık 1450 ile 1 650 yılları ara
sında meydana geldi- Osmanlı siyasal sisteminin dinamikleri
nin sonucu olan , ayrı , fakat ilişkili süreçler olarak görmek da
ha yerinde olacaktır. Birincisi, ilk dönem Osmanlı Devleti'nde
aşırı bir toplumsal hareketlilik vardı , erkeklerin devlet görev
lerine alınması ve yükselmesi önünde çok az engel söz konu
suydu. Hızla büyüyen devletin askeri ve idari aygıtlarında
1 56
müthiş insan ihtiyacı bulunuyordu ve esas itibariyle, sisteme
katılan herkese zenginlik ve güç olanağı sunulmaktaydı. İşte
bu akışkan sürecin bir parçası olan devşirme sistemiyle gelen
ler, hiç değilse ilk birkaç kuşak boyunca, her bakımdan (ku
ramsal olarak) hükümdara bağımlıydı. Osmanlı kapıkullarının
zamanla büyüyen safları içinde, ilk kuşak devşirmeler, Os
manlı hizmetinde yaşlanıp, çoluk çocuk sahibi olmuş ve oğul
lannın orduya veya bürokrasiye girmesini ayarlamış daha eski
kuşak devşirmelerin çocukları ve başka kanallardan giren as
ker ve bürokratlar yer almaktaydı. Zaman içinde, eski kuşak
devşirmelerin soyundan olanlarla, başka kanallardan gelenle
rin önemi sayıca arttı; yani, siyasal sistem olgunlaştıkça, eski
lerin yerini alacak kendi insan kaynağını yaratarak devşirme
sistemini gereksiz kıldı.
İkincisi, devşirme sisteminin yavaş yavaş terk edilişini, ikti
darın padişahın şahsından sarayına, sonra da İstanbul'un vezir
ve paşa hanehalklarına geçtiği , yaklaşık olarak sırasıyla, 1 453-
1 550, 1 550- 1 650 ve 1 650 sonrası şeklinde dönemlere ayrılabi
lecek sürecin bir parçası olarak düşünün. Devşirme sistemiyle
gelenler sadece padişaha tabi olduklarına göre, bu sistemin ge
rilemesi padişahların sistem içindeki güç kaybının bir parçası
olarak görülebilir. Devşirme usulünden ve devşirme yazılanla
rın padişah sarayında yetiştirilmesi sisteminden bu uzaklaşma,
daha 16. yüzyıl ortasında, padişahın kişisel iktidarının en güç
lü olduğu bir zamanda gözle görülür hal almıştı. O sırada, bir
takım kapıkulları, saray içoğlanlarını kendi hanehalklarında
eğitmeye başlamışlardı. Bunlar daha sonra padişahın hanehal
kına girdiler ve ardından da taşra yönetiminde yüksek ma
kamlara (sancakbeyliğine veya beylerbeyliğine) getirildiler. 1 7 .
yüzyılda, delikanlılar saray hizmetine, genellikle kendilerini
himaye eden, askeri veya sivil hizmette mevki sahibi kişiler
vasıtasıyla girerlerdi . Böylelikle, devşirme ve saray sistemi za
yıfladı ve padişahın hanehalkına çok benzeyen örgütlenme ya
pısına sahip vezir, paşa ve üst düzey ulema haneleri ortaya
çıktı . Bu vezir, paşa ve ulema hanelerine yetiştirmek üzere
devşirmeler alınamıyordu -buna sadece padişahın yetkisi var-
1 57
dı- onun yerine genç köleleri, yandaşlarının veya müttefikleri
nin çocuklarım veya başka isteyenleri alırlardı. Devlet görevle
ri için ihtiyaç duyulan, pek çok askeri, mali ve idari sorumlu
luk alanında çeşitli deneyimlere sahip insan yetiştiren bu ve
zir, paşa ve üst düzey ulema hanehalklannın önemi yavaş ya
vaş arttı. Devşirmelerden daha çeşitli ve esnek geçmişlere sa
hip yeni görevlilerin yetişmesini sağlayan bu kapılar, sarayla
başarılı bir şekilde rekabet ettiler. 1 7. yüzyılın sonuna gelindi
ğinde, vezir-paşa kapılarında yetişenler, merkez ve taşra idare
lerindeki kilit görevlerin hemen hemen yansını ellerinde tut
maktaydılar.
18. , 1 9 . ve 20. yüzyıllarda padişahların kendi iktidarlarım
desteklemek için, kızlarım, kızkardeşlerini ve yeğenlerini dev
let hizmetindeki önemli görevlilerle evlendirmesi alışılmış bir
durumdu. Bu şekilde, ittifaklar kurarak rakip ailelerin ortaya
çıkması ihtimalini azaltıyorlardı . Kızlar bazen yetişkin, bazen
de bebek ya da küçük çocuklardı. Sultan ailesi kadınlan koca
ları ölünce genellikle hızla yeniden evlenir, yüksek mevki sa
hibi bir başka görevliyle ittifak kurarak hanedana yardım et
meyi sürdürürdü. Evlilik yoluyla ittifaklar kurmak, imparator
luğun sonuna kadar hanedanın standart uygulamalarından bi
ri olmaya devam etti. Örneğin l 9 1 4'te, tahttaki padişahın bir
yeğeni, nüfuzlu Jön Türk önderi Enver Paşa'yla evlendi.5
Merkez-taşra ilişkileri
1 58
Şam örneğinin arka planı olarak, önce 1 8 . yüzyılda ve 1 9 .
yüzyıl başında olayların genel akışını hatırlayalım. 1 750 yılı
dolaylarına kadar, merkezi devlet savaş alanlarında başarılar
kazanmış, Mora'yı geri almış, önce Büyük Petro'yu, sonra Ve
nediklileri yenilgiye uğratmış, Belgrad'ı yeniden ele geçirmişti.
Bunları felaketler izledi, özellikle 1 768- 1 774 Osmanlı-Rus Sa
vaşı ve 1 820'lerde ve 1 830'larda Rusya ve Mehmet Ali Paşa
önünde uğranan bozgunlar. lç siyaset düzleminde, İstanbul,
18. yüzyıl başlarında taşrayı daha iyi kontrol altında tutmak
için birtakım güçlü programlar yürürlüğe koyduysa da, yakla
şık 1 750'den sonra yerel ayan büyük güç ve nüfuz kazandı. İs
tanbul, bu son dönemde taşra yöneticilerine daha fazla karar
yetkisi verdi, ahaliyle ilişkilerinde ayana daha fazla dayanır ol
du. Ancak, 18. yüzyıl boyunca, ortak mali çıkarlar merkez ve
taşra yetkililerinin çıkarlarını iç içe geçirdi. Daha sonra, 1 9 .
yüzyıla yaklaşırken kontrol mekanizmasının görünürdeki ay
gıtlarında önemli değişimler görülmeye başlandı. lll. Selim ve
-ondan daha başarılı olan- il. Mahmut, iktidarı merkezde top
lamayı ve taşranın gündelik yaşamı üzerindeki kontrolü artır
mayı amaçlayan daha merkezi bir siyasal sistem inşa etmeye
başladılar.
İmparatorluk topraklarının bölgelere ayrılması konusuna da
değinmemiz gerekir. Osmanlı toprakları ilk yüzyıllarda çok
basit bir şekilde iki büyük idari bölgeye ayrılmıştı: Anadolu ve
Rumeli beylerbeylikleri. Başlarında birer beylerbeyi bulunan
bu bölgeler, sancaklara ayrılmıştı. 1 6 . yüzyıla gelindiğinde,
çok genel anlamda imparatorluğun sonuna kadar devam ede
cek olan idari sistem kurulmuştu. En büyük idari birimleri
eyaletler oluşturmaktaydı. Bunların her birinin kendilerine
bağlı sancakları ve sancakların altında da kazaları vardı. Her
birimde bulunan çeşitli görevliler, hiyerarşik bir zincir içinde,
üstlerine ve nihai olarak da piramidin en tepesindeki valiye
karşı sorumluydular. Genel olarak bakıldığında, imparatorlu
ğun sonuna kadar bu idari örüntü hakim oldu; idari birimle
rin adları aynı kaldı, ama zaman içinde küçüldüler (harita 6 ) .
1 59
�
en
o
,...
'o
A K D E N i Z �
t
Trablus
O 500 km
1
6 300 mil
Harita 6. Osmanlı eyaletleri, yak/. 1900. (Kaynak: Halil inalcık ve Donald Quataert, der., An economic and social history of
the Ottoman Empire, 1 300- 1 9 1 4, Cambridge, 1994, xxxix.)
Merkez-taşra i l işkileri: Şam, 1 708-1 7586
1 61
devletin artık eyaletleri yönetmek üzere kendi seçkinlerini çı
karmayıp, yerel seçkinlerle işbirliği yaptığı ve onları, merkezi
devlet adına yönetmek üzere kendi bölgelerine geri gönderdiği
daha genel bir örüntünün bir parçasını yansıtmaktaydı. İşte
el-Azın ailesinden birinin valiliğe tayini, Osmanlı idaresinde
süren değişimin ve yerel bağlantıların saray eğitimine kıyasla
öneminin arttığının işaretiydi.
Üçüncü noktamıza gelecek olursak, bu tayin , başka idari
değişiklikleri de göstermektedir. 1 708'den sonra Şam valisinin
artık savaşta hizmet yapması ve komutası altındaki askerleri
sınır bölgelerine getirmesi gerekmemekteydi. Sorumluluğun
bu şekilde yeniden tanımlanması, 18. yüzyılın yeni gerçekleri
ni, artık genişlemeyen ve yeni gelir kaynakları ele geçiremeyen
bir imparatorluk gerçeğini yansıtmaktaydı. İmparatorluk karşı
karşıya olduğu yeni ihtiyacı, mevcut kaynakları sağlamlaştır
mak ve daha etkin bir şekilde kullanmak gereğini kabul et
mekteydi. Askeri hizmet olmayınca, vali önemli bir terli kana
lını kaybetmiş oldu. Artık bir savaşçı değil de, idareci olarak
sınıflandırılan vali, eyaletin her zamankinden büyük bir bölü
mü üzerinde daha doğrudan denetim ve otorite sahibiydi. Ön
celikle yerel düzeyde kanun ve düzeni sağlamakla görevlendi
rilen ve sefere çıkmaması açıkça emredilen vali, hareket alanı
son derece sınırlanmış bir şahsiyet haline geldi. Bunun doğal
sonucu olarak, 18. yüzyılda imparatorluk genelinde valilerin
yerlerinin değiştirilmesinde keskin bir düşüş görüldü, bu da,
yerel görevlerini başarıyla yerine getirmelerine verilen önemin
bir işaretiydi.
Dördüncü olarak, yerel koşulları bilen yeni vali, lstanbul'un
eyaletlerde özerk yapıların gelişmesini engelleme çabası dahi
linde, yerel ayan, yeniçeriler, Bedeviler ve aşiretler arasında
daha etkili denetleme ve dengeleme mekanizmaları oluştur
maya çalıştı. Bunu, yerel yargıyı kendi amaçlarına uygun bir
şekilde kullanmak da dahil, çeşitli yollardan başardı. Osmanlı
hukuku dört Sünni mezhebini tanımaktaydı, fakat devlet res
mi olarak Hanefilik'i benimsemişti. Şam'da, bölgede ağırlığı
daha ağırlıklı olan Şafii mezhebine bağlı Şam dini ileri gelenle-
1 62
ri aleyhine, Hanefi mezhebinden ulema giderek daha fazla ka
yınldı. Gerçekten de, yaklaşık 1 650'ye kadar Şam uleması Şa
fii , Hanefi ve Hanbeli fıkıh mezheplerine bağlıyken, l 785'e ge
lindiğinde hemen hemen hepsi Hanefi'ydi. Devlet, böylelikle,
lstanbul'da uygulanan ilkelere daha uygun, daha homojen bir
hukuk yönetimi oluşturmayı amaçlıyordu .
Beşinci olarak, yeni vali hacca gidenler için daha güvenli
koşullar yaratmak üzere harekete geçti, bu işe geçmişte oldu
ğundan çok daha büyük önem verilmekteydi. Bunun için daha
fazla garnizon kurdu, daha çok muhafız görevlendirdi ve Ha
remeyn'e giden yol üzerindeki müstahkem mevkilerin sayısını
artırdı. Şam valisi, l 708'den itibaren 1 9 1 8'e kadar resmen hac
kervanının kumandanlığını yaptı. Bu da padişahın bölgedeki
problemleri çözmenin yanı sıra, dinle ilgili konularda devletin
daha aktif bir rol üstlenmesi şeklindeki genel taahhüdünün
parçasıydı.
Şam eyaletinde daha sıkı merkezi denetim kurmaya yönelik
bu programlar 1 757'ye kadar az çok işe yaradı. 1 757'de Bedevi
ler hacdan dönen kervanı yağmaladılar, 20.000 hacı sıcak, su
suzluk ve saldırılar neticesinde öldü . Bu , Şam bölgesindeki
merkezileştirme çabalarını 1 9 . yüzyıl reformlarına kadar sona
erdirdi. Bundan sonra, yerel ayan bölgede daha büyük önem
kazandı. Bu ayanın ünlülerinden Zahir ül-Ömer Kuzey Filistin
ile Şam arasındaki bölgede küçük bir devlet kurdu, Cezzar Pa
şa da bu devleti biraz daha genişletti. (Akka'da, Cezzar Paşa'nın
güzel camiini ve hemen yakınında, Filistin'de pamuk üretimini
artırmak ve yöre pamuğunu Avrupa'ya satmak amacıyla yaptır
dığı su kemerlerini görmek hala mümkündür. ) Benzer bir şe
kilde, 18. yüzyıl sonlarında hemen hemen her yerde güçlü taş
ra ayanı ortaya çıktı. Örneğin, Karaosmanoğlu hanedanı 1 8 .
yüzyılın büyük kısmında Batı Anadolu'ya hükmederken, günü
müz Arnavutluk'unun yakınlarında Tepedelenli Ali Paşa 1 ,5
milyon Osmanlı uyruğunun kaderini belirledi.8
1 63
Merkez-taşra i l işkileri: Nabl us, 1798-1 8409
1 64
güçlerine övgüler düzer. Ancak, yirmi dört kıtalık bu şiirin
içinde bir kere bile padişahı veya Osmanlı idaresini anmadığı
gibi, "imparatorluğu korumanın gereğinden veya padişaha
hizmet etmenin şan ve şerefinden" söz bile etmez. 1 0 Onun ye
rine, yerel seçkinlerden ve lslamiyet'in ve kadınların karşı kar
şıya olduğu tehlikeden söz eder. Bölgeye sel gibi akarak kendi
lerini harekete geçmeye çağıran fermanlara ise, ancak şöyle bir
değinip "uzaklardan" geldiklerini söyler. Topkapı'nın ihtişamlı
kuleleri ve surları çok uzakta kalmış gibidir.
Devlet bu bölgede ne kadar denetim sahibiydi? Göründüğü
kadarıyla çok az. Filistin bölgesinden vergi toplamakta o ka
dar zorluk çekerdi ki, devre çıkma sistemini kullanırdı. Bu
yöntem, l 708'de Şam valiliğine atanan el-Azın ailesine men
sup bir kişi tarafından bölgede yaygın biçimde uygulanmıştı.
Her yıl, ramazan ayından birkaç hafta önce, vali, bir askeri bir
liğin başında Nablus bölgesinin belirli yerlerinde halkın önü
ne bizzat çıkarak, bölge sakinlerine , devlete karşı mali yüküm
lülüklerini hatırlatırdı. Buna rağmen, vergilerin tam olarak ya
da zamanında ödendiği çok enderdi.
Filistin genelinde özerklik büyük farklılıklar göstermektey
di. İstanbul Napolyon'la savaşacak asker istediğinde , Kudüs
civarındaki ahalinin önderi huzura çıkıp ya belirli sayıda asker
çıkarmaya ya da para cezası ödemeye söz vermişti. Fakat daha
uzaktaki Nablus'ta önderler ayak sürümekteydiler. Bakın, I I I .
Selim uzaklardan nasıl öfkelenmekteydi:
l O Aynı yer, s . l 7.
1 65
Herhangi bir tereddüt gösterdiğiniz takdirde . . . çok ağır bir şe
kilde cezalandınlacaksınız . 1 1
1 66
lüm 4). 18. yüzyılda bölgesel siyasete egemen olan yerel hane
danlar, 20. yüzyıl başlanna yer yer daha geç tarihlere kadar iş
lerin başında kaldılar. Eski ayan ile çocukları ve torunlan, ge
nellikle devlet tarafından kurulan yeni mahalli meclislerde ol
mak üzere, bölgesel görevliler olarak hizmet etmeye devam et
tiler. Daha ilerki tarihlerde, idari değişiklikler neticesinde bu
makamlarda hizmete ücret ödenmemeye başlayınca, yerel seç
kinlerin egemenliğinin devamı güvence altına alınmış oldu, zi
ra zenginler dışında kimsenin para almadan çalışmaya mecali
yoktu. Aynı zamanda, iltizam sisteminin imparatorluğun so
nuna kadar devam ettiğini hatırlayın; bu da, yerel ayanın yerel
ekonomide belirleyici role sahip olma gücünü devam ettir
mekteydi. Ayan tarım sektöründe başka şekillerde hakimiyet
kurdu, örneğin hem resmi hem de gayri resmi krediler üzerin
de, devlet tarafından finanse edilen Ziraat Bankası da dahil,
tam bir kontrol sahibiydi. Yerel seçkinler ile merkezdeki seç
kinler vergilerin toplanmasında, bu şekilde, hem rekabet hem
de işbirliği içinde oldular. 19. yüzyılın daha ileri tarihlerinde,
köylülerin vergileri eskiden olduğu gibi yerel seçkinleri besler
ken, bir yandan da eskisinden daha önemli ölçüde merkezi
devlet seçkinlerini de beslemekteydi. Dolayısıyla, merkez ve
taşra seçkinleri arasında varılan bu uzlaşma, ortalama köylü
nün genel vergi yükünü artırmış olsa gerektir.
1 840'ta İstanbul, yerel ayanı kendi yanına çekerek, onlarla
birlikte ve onlar kanalıyla idare etmek için taşranın resmi idari
örgütlenmesinde bir dizi değişikliğe girişti. Fermanla her vila
yet ve sancakta bir mahalli meclis kuruldu. Vilayet ve sancak
meclisleri, yedisi merkezi yönetimi temsil eden, altısı da yerel
ayan tarafından kendi aralarından seçilmiş, on üç üyeden
oluşmaktaydı. Kaza meclisinde ise, gayri Müslimler de dahil
olmak üzere yerel ayan arasından seçilmiş beş üyesi vardı. En
alt nahiye seviyesinde seçme hakkına sahip olacaklar kurayla
belirlenecekti. İstanbul her yerleşim merkezine başına denet
leyici görevliler atamıştı. İstanbul bu hükümlerle, bir yandan
yerel ayanın yeni merkezi idari yapılara katılmasını resmen
kabul ederken, bir yandan da onları daha fazla kontrol altına
1 67
alma çabasındaydı. Böylelikle, 1 840 değişiklikleriyle geçmişle
kopuş olmadı, daha çok, ayanın yönetme faaliyetine dahil ol
masının koşullarını yeniden tanımlandı.
N ablus'ta, mahalli meclislerle ilgili 1 840 tarihli ferman,
merkez ile yerel seçkinler arasında uzun bir süredir devam et
mekte olan şiddetli rekabet çerçevesinde, merkezi denetim ve
yerel özerklik konularıyla ilgili uzun ve yoğun bir dizi pazar
lık başlattı. Bu örnekte, yerel seçkinler zümresi mensupları, ki
bunlar Nablus mahalli meclisini oluşturmaktaydılar, merkezi
devletle geçmişte de yaptıkları gibi pazarlık ettiler. Fakat arada
bir fark vardı: Merkezi devlet eskisinden daha saldırgan ve
müdahaleci bir tavır içine girmişti. Kudüs sancakbeyi Nablus'a
yazarak mevcut mahalli meclisin bir sonraki mecliste çalışa
cak kişileri belirlemesini isteyerek, bunların hem Müslüman
hem de gayri Müslim cemaatlerinden seçilmesi gerektiğini
vurguladı. Nablus'un, yerel işleri yürütmekte olan Müslüman
ayanı, meclisin mevcut üyelerinin bölgenin doğal önderliğini
oluşturduklarını, dolayısıyla bir değişiklik yapmadan göreve
devam etmelerinde yarar olduğunu beyan ettiler. Ayrıca, dev
letin meclisin üyelerinin ve önderlerinin belirlenmesinde rol
oynama hakkına sahip olmasına çok açık bir biçimde karşı
çıktılar. Tartışmalar aylarca sürdü ve pazarlıklar sonucunda bir
uzlaşmaya varıldı. Nablus ayanı özerkliklerinin büyük kısmını
korudular, fakat aralarına bazı yeni üyeler katmayı kabul etti
ler. Nablus örneğinde , meclis üyeleri, yeni meclislerin meşru
iyetini sorgulamaya çalışmadılar, zira bu meclis, onlara, kent
teki bu (yeni) tüccar ve zanaatkar sınıfına siyasal süreçte res
mi söz hakkı veren bir araç olmuştu. Dolayısıyla, merkezi dev
let yerel yapılar içine eskisinden daha fazla sızmayı başarırken,
yerel seçkinler de, merkezileştirme programının etkilerinin
büyük kısmını başarıyla savuşturmuşlardı.
1 840'ta Nablus'ta sergilenen eğilimler, Osmanlı döneminin
kalan kısmında imparatorluğun her yerinde hız kazandı. Yüz
yıl süresince, gündelik yaşam üzerinde devlet denetimi ve mü
dahalesi arttı; büyük bir hızla büyüyen merkezi bürokrasi, Il.
Abdülhamit döneminde, gerçekten de, imparatorluğun çoğu
1 68
yerine nüfuz etmişti. Ayrıca, İstanbul yönetimi ile yerel seç
kinler arasındaki gergin, bazen çatışmacı, ama ortak yaşamaya
(sembiyoz) dayalı ve iki tarafa da karşılıklı yarar sağlayan iliş
ki, yeni dönemi de tanımladı.
İstanbul rejimiyle ayan arasındaki bu gergin, bazen kavgacı
ama yine de birbirine bağımlı ve karşılıklı çıkarlara dayalı iliş
kiler gelişen merkezileşmenin yeni çağda nasıl olacağını göste
riyordu . 1840'ta Nablus'ta sergilenen eğilimler Osmanlı'nın son
döneminde imparatorluğun her yerinde hız kazandı. Bu yüzyı
lın seyrinde günlük hayat üzerinde devlet denetimi ve müda
halesi arttı, büyük adımlarla ve sıçramalarla büyüyen merkezi
bürokrasi 1 1 . Abdülhamit döneminde resmen imparatorluğun
hemen her köşesinde mevcuttu . Ve Ürdün'deki Osmanlı haki
miyetine son bir örnek de bize yine yerel grupların emperyal
gasplar karşı başarılı direnişini hatırlatır. Burada, 1 9 1 0 isya
nında açıkça görüldüğü üzere İstanbul'un iradesi sınırlı kal
mıştı. Bir yandan, köylüler ve bedeviler sonunda zorla, baş
kentin tatminkar bulacağı bir miktarda, vergileri ödemeye
mecbur bırakılmışlardı. Fakat diğer yandan onlar da şahsi si
lahlarına devletin el koymasına karşı durdukları gibi her türlü
askerlik kaydını ve süresiz askerlik görevini reddetmeyi başa
rıyla sürdürmüşlerdi.
Önerilen kaynakça
(*) işaretli maddeler bu alana yeni başlayan öğrencilere tavsiye edilen kaynaklardır.
* Abou-El-Haj, Rifaat. The 1 703 rebellion and the structure of Oııoman politics Os
tanbul, 1984).
* Alderson, A. D. The structure of the Ottoman dynasty (Londra, 1956) .
Artan, Tülay. "Archiıecture as a theatre of life: profile of the eighteenıh-century
Bosphorus." Basılmamış doktora tezi, Massachusetts lnstiture of Technology,
1989.
Barbir, Kari K. Ottoman rule in Damascus, 1 708-1 758 (Princeton, 1980).
Barkey, Karen. Bandits and bureaucrats: The Ottoman route to centralization ( l thaca,
1994 ). [Türkçesi: Barkey, Karen. Eşkıyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı Devlet Mer
kezileşmesi çev. : Zeynep Altok ( lstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999) . ]
Bonner, Michael, ed. Mine Ener v e Amy S inger. Poverty and charity i n Middle Eas-
tem contexts (Albany, 2003) .
1 69
*Doumani, Beshara. Rediscovering Pa!estine: Merchants and peasants in ]aba! Nab
lus, 1 700-1 900 (Berkeley, 1995).
* Faroqhi, Suraiya. Pilgrims and sultans: The hajj under the Ottomans (Londra,
1994). ( Türkçesi: Faroqhi, Suraiya. Hacılar ve Sultanlar 151 7- 1 638 çev. : Gül
Çağalı Güven Ostanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınlan, 1995 ) . ]
* Fattah, Hala. The poliıics of regional irade in lraq, A rabia and t h e Gulf. 1 745-1900
(Albany, 1997).
*Gavin, Camey E. S. et al. "Imperial self-portrait: ıhe Ottoman empire as revealed
in the Sultan Abdul Hamid I I's photographic albums." Özel sayı, journal of Tur
kish Sıudies, 1 2 ( 1988) .
* Hourani, Albert. "Ottoman reform and the politics of the notables," W. Polk ve
R. Chambers, der. The beginnings of modernization in the Middle East: The nine
leenıh century (Chicago, 1968), 4 1-68.
*Khoury, Dina. Sıaıe and provincial socieıy in ıhe Ottoman Empire: Mosul 1540-
1 834 (Cambridge, 1997).
Özbek, Nadir. "Philanthropic activity Otoman paıriotism and the Hamidian regime,
1876-1909." lnternational]ournal of Middle East Studies, 37, 1 (2005), 59-81 .
*Peirce, Leslie. The lmperial harem: Women and sovereignty in t h e Ottoman Empire
( Oxford, 1993).
Penzer, N . M. The harem (Londra, ilk baskı 1936).
Rogan, Eugene L. Frontiers of ıhe staıe in the laıe Otoman Empire. Transjordan ,
1 850-1 92 1 (Cambridge, 1999).
Zarinebaf-Shahr, Fariba. "Women, law, and imperial justice in Otıoman Istanbul
in ıhe !ate seventeenıh century," Amira El Azhary Sonbol, Women, the family
and divorce laws in lslamic history (Syracuse, 1996), 8 1 -95.
1 70
YEDiNCi BÖLÜM
Giriş
171
büyük bir değişim geçirdi. Ayrıca, Osmanlı imalat sektörü önce
Asyalı, sonra Avrupalı rakiplerle boğuştu. Yine de, şaşırtıcı üre
tim düzeylerine ulaştı. Bu dönüşümler sanayi devrimine benzer
bir gelişmeye yol açmadıysa bile, imparatorluğun sonuna kadar
yaşam düzeylerinin iyileşme göstermesini sağladı.
Nüfus
1 74
cak bu, yetkililerin büyüyen endişelerini yansıttığı kadar, kul
lanımın arttığını da yansıtıyor olabilir. 1 8 . yüzyılda Halep'te
kürtajın bir doğum kontrol yöntemi olarak, çok sık olmamakla
beraber, kullanıldığı anlaşılmaktadır. Gebeliği geciktirmek için
emzirme süresinin uzatmak sık başvurulan bir yöntemdi. 19.
yüzyıl sonu lstanbulu'nda ise, geç evliliklere de sık rastlan
maktaydı. Sağlık ve hijyen koşullarının iyileşmesi, insan ömrü
nün uzamasında olumlu rol oynadı. Bu da kısmen, devletin
daha aktif bir hale gelerek, örneğin, 19. yüzyıl sonlarında ka
rantina istasyonları ve hastaneler kurmasının bir sonucuydu.
Salgın hastalıklar çok ağır kayıplara yol açmaktaydı. Veba, 1 9 .
yüzyılın ikinci çeyreğine kadar, Osmanlı toplumunda büyük
bir sorun olarak kaldı. Örneğin, 1 785'te vebadan Mısır nüfusu
nun altıda biri öldü. Kentlerde yoğunlaşmış nüfus, salgın has
talıklar sonucu belirli aralıklarla kırıma uğruyordu. Çoğu böl
gede kentliler toplam nüfusun yüzde 10 ila 20'sini oluşturur
ken, Osmanlı Makedonyası'nda bu oran sıra dışı bir seviyeye,
yüzde 25'e ulaşmıştı. Vebayla nüfusu kırıma uğrayan kentler,
kırsal alandan gelen göçlerle yeniden doluyordu. Dış dünyayla
sürekli ilişki içinde büyük bir liman kenti olan lzmir genel or
talamanın üzerinde kayıplarla karşılaştı, 1 8 . yüzyılın yarıdan
fazlasını tekrarlanan veba salgınlarıyla geçirdi. Bir başka liman
kenti olan Selanik'te de, 1 8 . yüzyılın 1 2 yılı büyük veba salgın
larıyla geçti. Fakat l 78l 'deki veba salgınında, burada 25 .000
kişinin öldüğüne dair raporu nasıl yorumlamamız gerek? Sela
nik'in o sıradaki nüfusunun yüzde 50'sine denk düşen bu ra
kam, kuşkusuz yanlıştır. Rapordaki bilgiyi, 25.000 kişinin de
ğil de, çok fazla sayıda insanın öldüğü şekilde kabul etmeliyiz.
Halep kenti için elimizde daha güvenilir ölüm oranları mev
cuttur, çünkü 18. yüzyıl sonlarında kentte yaşayan bir Avrupa
lı doktor vebadan ölenleri bizzat saymış ve kayda geçirmiştir.
Kervan yolları üzerinde önemli bir merkez olan Halep, 1 8 .
yüzyılda sekiz büyük kara veba salgını - 1 5 yıl sürdü- geçirdik
ten sonra, 1 802- 1 827 arasında dört salgın daha geçirdi. Bu
doktorun verdiği rakamlara göre, vebadan ölenlerin sayısı, Ha
lep'in 1 700'ler sonlarındaki nüfusunun yüzde 1 5 ila 20'sine
1 75
eşitti. Şehirler sadece hastalık yüzünden tehlikeli yerler değil
di. İmparatorluğun çoğu bölgesinde evler ahşap olduğundan
yangınlar da sık sık mahalleleri toptan yakıp kül ediyordu . Ör
neğin, 1820'lerin ortalarında başkentte bir hafta içinde çıkan
bir dizi yangında 2 1 .000 ev yok olmuştu.
Kıtlıklar da ağır kayıplara neden oldu. Kıtlıklar sadece kötü
hava şartları ve zararlı böcekler gibi doğal nedenlerle ortaya
çıkmaz. Gıda maddelerinin dağıtımını sekteye uğratan siyaset,
yetersiz ulaşım ve savaşlar gibi insan yapısı faktörler genellikle,
belki de en çok kıtlığa neden olur. Mısır, 1 687- 1 73 1 arasında
altı kıtlık yaşadı. Fakat ulaşım ve iletişimdeki gelişmeler saye
sinde 1 9. yüzyılda imparatorluğun her yerinde kıtlıklar seyrek
leşti. Birçok Balkan vilayetinde kıtlıklar 1830'larda ortadan kal
karken, Anadolu'da ölümlere yol açan son kıtlık bundan 40 yıl
sonra meydana geldi . Bu tarihten sonra belirli bir bölgedeki kö
tü hasat, buharlı gemiler, demiryolları ve telgraf hatları sayesin
de dışardan gıda sevk edilerek atlatıldı. Ancak, savaşlar ve siya
si krizler sırasında, ikmal sistemleri çöktüğünden kıtlık yeni
den baş gösterdi. Osmanlıların en amansız katili savaştı, savaş
meydanlarında çok sayıda insan öldüğü gibi, meydanların dı
şında da yaralılar ve hastalar can veriyordu. Bu şekilde savaşlar
erkek nüfusun azalmasına ve nüfusun kadın erkek oranının
bozulmasına neden oldu. Savaşlarda sadece gelecek nesillerin
babası olacak erkekler değil, analar ve savaşa katılmayan büyü
kanne ve büyükbabalarla çocuklar da ölüyordu. Ölüm bir yan
dan kurşunlarla, bir yandan da kötü beslenme ve buna eşlik
eden hastalıklarla geliyordu. Osmanlı tarihi sürekli savaşlarla
doluydu. Bu acımasız katil 18. yüzyılın 55 yılında ve 1 800 ile
1 9 1 8 arasında geçen tüm yılların yüzde 45'inde ortalığı kasıp
kavurdu. Son olarak göçler de toplam nüfusu azalttı. 1860 ile
1 9 14 arası civarında Osmanlı tebaasından bir milyonu aşkın
insan Yeni Dünya'ya göç etti. Bunların yüzde 80-85 gibi ezici
bir çoğunlu Hıristiyan'dı ve pek çoğu 1 909'dan, yani Osmanlı
Hıristiyanlarının askere alınmasına dair çıkan yasadan sonra
ülkeyi terk etmişti. Ayrıca, daha çok erkekler göç ettiği için ge
ride kalanların yine çoğunlukla kadın olduğu söylenebilir.
1 76
19. yüzyılda imparatorluğun büyüyen uluslararası ticaretine
hizmet eden liman kentlerinin ortaya çıkması sayesinde, kıyı
bölgelerinde de nüfus yoğunlaşması görüldü. Liman kentleri de
mografik bakımdan, genel nüfustan çok daha hızlı bir artış gös
terdi. Bu kentlerin çoğu, derin deniz limanlarıydı ve artbölgele
riyle aralarında önceleri kervanlar, sonra da demiryollan vasıta
sıyla kurulmuş sıkı bağlar bulunmaktaydı. Burada liman kentle
rindeki nüfus büyümesine ilişkin, Balkan, Anadolu ve Arap eya
letlerinden birer tane olmak üzere, üç örnek vermek yeterli ola
caktır. Modem Yunanistan'daki Selanik limanının 1 800'de 55
bin olan nüfusu, l 9 1 2'de 1 60 bine çıktı. İzmir limanı 1800'de
yaklaşık 100 bin ( 1 6. yüzyıl sonundaki rakamın yaklaşık iki ka
tı) ve l 9 l 4'te 300 bin kadar insan barındırıyordu . Beyrut,
1 800'de 1 0 bin nüfuslu küçük bir kentken, şaşkınlık verici bir
hızla büyüyüp l 9 l 4'te 1 50 bin kişilik bir kent haline geldi.
Tam tersine , denizden uzak bölgelerdeki kent ve kasabala
rın nüfusu genellikle değişmedi ya da azaldı. Bunun nedenleri,
bazen 1 9 . yüzyıl başında Sırp devletinin doğuşuna eşlik eden
iç çatışmalar sırasında nüfusu üçte iki azalarak, 25 binden 8
bine düşen Belgrad'da olduğu gibi siyasiydi. Diyarbakır'daki
ticaret yollarının önemini kaybetmesine paralel olarak, burada
yaşayanların sayısı da 1 830- 1 9 1 2 arasında 54 binden 3 1 bine
indi. Yine Anadolu'nun iç kesimlerinde yer alan Ankara,
önemli bir tiftik ipliği ve dokuması imalat merkeziydi. 1 9 .
yüzyıl başlarında, Ankara'nın bu üretim üzerindeki tekeli ya
vaş yavaş ortadan kalktı ve uluslararası rekabet nedeniyle bu
faaliyetler ortadan kayboldu. Fakat daha sonra Ankara, lstan
bul'dan gelen Anadolu demiryolunun son noktası olunca, yıl
dızı yeniden parladı. Dolayısıyla, arada geçen yıllarda keskin
düşüşler göstermekle birlikte, nüfusu l 9 1 4'te, bir yüzyıl önce
sininkine hemen hemen eşitti. Demek ki, çıplak nüfus istatis
tikleri, belirli yerlerdeki nüfus artışlarının veya azalmalarının
arkasındaki farklı öykülerin üzerini örtmektedir.
Göçler Osmanlı tarihi boyunca nüfus dağılımını etkileyen sa
bit bir faktör oldu. Göçler hem ekonomik hem de siyasal, çok
çeşitli nedenlerle meydana geldi. Ekonomik göçlerin örnekleri
1 77
arasında gelişen liman kentleri sayılabilir. Bu kentlere iç bölge
lerden ve lzmir örneğinde, Ege'deki komşu adalardan ekono
mik imkan ve fırsat arayan Osmanlı tebaası geldi. lzmir'de ve
Beyrut'ta, lskenderiye'de ve Selanik'te, onlara, Akdeniz dünyası
nın öteki yakasından -Malta, Yunanistan, ltalya ve Fransa'dan
göçmenler katıldı. Onlar sayesinde liman kentlerinde kozmopo
lit, çokdilli bir Levanten kültürü gelişti. Bu kültür özel olarak
Osmanlı lmparatorluğu'nun değil, genel olarak Akdeniz dünya
sının bir parçasıydı. Ekonomik nedenlerle kentsel merkezlere
göç, genelde Osmanlı yaşamının normal ve önemli bir özelliğiy
di. İşçiler sık sık çok büyük mesafeler aşar, uzak yerlerden gelir
ve birkaç yıl veya daha uzun bir süre kalıp evlerine dönerlerdi,
örneğin, 16. yüzyılda ve daha sonra lstanbul'un büyük selatin
camilerini yapan duvarcılar ve diğer inşaat işçileri gibi. Ayrıca,
19. yüzyıl sonlarında Balkan, Anadolu ve Arap eyaletlerinde de
miryolları yapılırken, yakın bölgelerden olduğu kadar uzaklar
dan da binlerce işçi gelmişti. Yüzyıllar öncesine dek uzanan ve
imparatorluğun sonuna kadar devam eden örüntüler içinde, er
kekler Doğu Anadolu'daki yoksul köylerinden, uzaklardaki ls
tanbul'a gelip, hamallık ve liman işçiliği yaptılar. lstanbul'da be
kar odaları oluşturdular. Daha başkaları, Orta veya Kuzey Ana
dolu kent ve kasabalarından başkentte terzilik veya çamaşırcılık
yapmaya geldiler. Hamallar gibi onlar da birkaç yıl lstanbul'da
kalır, sonra yerlerini aynı köyden başkalarına bırakarak döner
lerdi. 19. yüzyılda Hırvatlar ve Karadağlılar kuzeybatıdan, Bal
kanlar'daki evlerinden Zonguldak'ın kömür havzalarına geldi
ler. Beraberlerinde uzun yılların madencilik beceri ve gelenekle
rini getirdiler. Genellikle bölgeye temelli olarak yerleştiler.
iktisadi nedenlerin yol açtığı pek çok göç gibi, dramatik bo
yutlara sahip olan siyasal göçlerin bölge üzerindeki etkileri
bugün bile sürmektedir. Örneğin, 1 7 . yüzyıl sonlarına tarihle
nen ve 1 8 . yüzyılda da devam eden Habsburg-Osmanlı savaş
larının demografik etkisini alalım. Çatışmalardan kaçmak için,
Ortodoks Sırplar, kesik kesik akan bir su gibi, Kosova civarın
daki evlerini bırakıp kuzeye doğru göçtüler. O zamana kadar
Sırpların ağırlıkta olduğu Kosova bölgesine onlar ayrıldıktan
1 78
sonra yavaş yavaş Arnavutlar göç ederek, boşalan yerleri dol
durdular. Sırpların bir bölümü Doğu Bosna'ya geçince, Bosna
Müslümanların çoğunlukta olduğu bir yer olmaktan çıkıp, ha
tırı sayılır bir Hıristiyan nüfusa sahip bir yer haline geldi. Di
ğer Sırplar da kuzeye doğru yola devam ederek, örneğin 1 736-
39 Savaşı'ndaki Osmanlı zaferlerinden sonra Habsburg toprak
larına geçtiler. İşte 1 990'ların Bosna ve Kosova krizlerinin Os
manlılar zamanındaki arkaplanı budur.
Osmanlı dünyasının başka yerlerinde, siyasal zorunluluklar
nedeniyle yapılmış göçler, kökenleri itibariyle farklı ve çok da
ha büyük çaptaydı. Bu göçlerin başlamasına iki grup olay yol
açtı. Bunların ilki, Çarlık Rusyası'nın, Kuzey ve Doğu Karade
niz kıyı bölgeleri çevresindeki Müslüman devletleri, bu arada
Kırım Hanlığı'nı ve daha pek çok devleti yıkıp onların toprak
larını ele geçirmesiydi. !kincisi ise, Rus ve Habsburg devletle
rinin Osmanlı topraklarını ya ilhak etmesi, ya da Batı Karade
niz kıyı bölgeleri ve Balkan Yarımadası genelinde bağımsız
devletlerin kurulmasını teşvik etmesiydi. Bu süreçler yaşanır
ken, yeni efendilerin tahakkümü altına girmek istemeyen bir
kısım Müslüman ahali kaçtı. Ancak, çok daha fazlası, çarlar ve
yeni bağımsız olan devletlerin hükümetleri tarafından zorla
sürülüp topraklarından atıldı. Her ikisi için de, Müslümanlar,
gereken her türlü yolla ortadan kaldırılacak, istenmeyen, düş
man "Ötekiler" idi. Sonuç olarak, 18. yüzyıl sonlarından itiba
ren Müslüman mülteciler muazzam kalabalıklar halinde Os
manlı dünyasına akmaya başladılar. 1 783- 1 9 1 3 arasında en az
3,8 milyonu Rusya uyruklu olan, tahminen 5 veya 7 milyon
mülteci küçülen Osmanlı Devleti'ne geldi. Örneğin, 1 7 70-
1 784 arasında 200 bin Kırım Tatarı Tuna deltasındaki Dobru
ca'ya kaçtı. Birinci Dünya Savaşı sıralarında daha da fazlası ka
çıp geldi. l 92 l'de, çoğu Rusya'dan 100 bin kadar mülteci ls
tanbul'a gelmişti. Pek çok mülteci bir kez kaçıyor, sonra tekrar
göçüyor, Osmanlı Balkanları'nda bir başka yere yerleşiyor, ama
bu bölge de bağımsız olunca tekrar buradan da ayrılıyordu.
Bir başka örnek: Kafkas bölgesinden 2 milyon kadar insan,
Osmanlı Balkanları'ndaki (sadece Sofya'dan 1 2 bin kadar) ,
1 79
Anadolu ve Suriye'deki varış noktalarına gitmek üzere yollara
düştü. Mülteciler ya kendi istekleriyle ya da devletin planları
uyarınca, örneğin, sınırlara ya da yeni demiryollarının kenar
larındaki boş arazilere yerleşmeye gittiler. Sadece 1878'de, en
az 25 bin Çerkez Güney Suriye'ye, ayrıca 20 bin Çerkez de
Halep civarına geldi. Devlet Anadolu'da genellikle bazı teşvik
ler vererek, mültecileri gelişmekte olan Anadolu demiryolu
boyunca yer alan bölgeleri yerleşime açacak şekilde iskan etti.
Mülteciler çok büyük sıkıntılar çekti. Kafkas göçmenlerinin
belki beşte biri kötü beslenme ve hastalıklar nedeniyle yolcu
luk sırasında öldü. 1 860- 1 865 arasında, başlıca giriş noktala
rından biri olan Trabzon'da 53 bin kişi öldü.
Bu göçler çok derin izler bırakmıştır; bugün bile Türkiye ve
Bulgaristan gibi modern dönem ülkeleri arası ilişkilerde, çeliş
kileri alevlendirebilen sürgünün acı anıları da bu izlerin en ha
fifi değildir. Mültecilerin torunları bugün Ürdün, Türkiye ve
Suriye ekonomilerinde ve siyasal yapılarında önemli liderlik
konumlarında bulunmaktadır. Göçler Güney Rusya ve Balkan
lar'da bir tür merkezkaç etkisi yaparak, eskiden daha fazla çe
şitlilik barındıran nüfus yapılarını yalınlaştırdı ve bu ekono
mileri vasıflı zanaatkarlardan, tüccar, imalatçı ve tarımcılardan
yoksun bıraktı. Hem ev sahibi toplumlar hem de içinden geli
nen toplumlar dini olarak daha fazla homojenleşirken, ev sa
hibi bölgelerin toplumları etnik bakımdan daha karmaşık ve
çeşitli hale geldi. Dolayısıyla, Balkanlar (bazı bölgelerde Müs
lümanlar kalmasına karşın) eskisine göre daha net bir biçimde
Hıristiyanlaşırken, Anadolu ve Arap ülkeleri daha fazla Müs
lümanlaştı. Daha sonra, Birinci Dünya Savaşı döneminde Os
manlı Ermenileri ile Rumların tehcirinin ve katledilmesinin
ardından, Anadolu dini bakımdan daha homojen bir hal aldı.
1 700- 1 922 döneminde bir miktar kentleşme gerçekleşti ve
kent ve kasabalarda yaşayan nüfus oranı yükseldi. Daha önce
1 7 . yüzyılda ve belki 1 8 . yüzyılın bir bölümünde siyasal istik
rarsızlık dönemlerinde kırsal alandan daha emniyetli olan
kent ve kasabalara kaçılması nedeniyle kentsel nüfusta artış
olduğuna dair bazı bulgular vardır. Ayrıca, görüldüğü gibi, li-
1 80
man kentleri 18. yüzyılda, ama özellikle 1 9 . yüzyılda çarpıcı
bir büyüme göstermişti. Ayrıca hijyen ve hıfzıssıhha (sağlık
altyapısı) alanlarındaki gelişmeler sayesinde, kentlerde yaşa
mak genellikle daha sağlıklı ve cazip bir hale geldi.
1 700- 1 922 arasında nüfus daha yerleşik bir hal alırken, gö
çerlik azaldı. 1 8 . yüzyılda göçerler Orta ve Doğu Anadolu ile
Suriye, Irak ve Arabistan Yarımadası'mn bazı bölgelerinde eko
nomik ve siyasal yaşama egemendiler. Göçerler Şam'dan Mek
ke'ye giden hac kervanlarını defalarca yağmalamışlardı , genel
likle Orta ve Doğu Suriye steplerine ve doğu ve güneydeki bazı
noktalara hakimdiler. 1 9 . yüzyılda devlet, aşiretleri dize getir
meye yönelik bazı belirleyici girişimlerde bulundu. Örneğin,
aşiretleri Güneydoğu Anadolu'da mecburi iskana tabi tuttu.
Aşiretlere mensup çok sayıda insan bu yeni toprakların sıtmalı
sıcağında öldü. Devlet, başka yerlerdeki aşiretleri de yerleşik
hayata geçmek zorunda bıraktı, onları tarım yapmaya zorladı,
kendi başlarına buyruk bir şekilde yer değiştirme kabiliyetleri
ni ya azalttı, ya da tamamen ortadan kaldırdı. Ayrıca devlet, ge
len mültecileri iskan ederken, onları genellikle daha eski ta
rımsal yerleşim alanlarıyla göçerler arasında tampon nüfus
bölgeleri yaratmak için kullandı, göçerleri çölün daha içlerine
gitmeye zorladı. Hiç kuşkusuz, göçerlerin sayısal öneminde
l 800'den sonra keskin bir düşüş meydana gelmiştir (ayrıca
bkz . aşağıda "Tarım" altbölümü ) . Fakat Ürdün sının, doğu
Anadolu ve günümüz Irak bölgesi dahil bazı yerlerdeki aşiret
lerin, önemli ölçüde özerkliklerini korudukları doğrudur.
Ulaşım
Trabzon
Tokate
• Diyarbekir
Musul •
"'
�
D
E eagdat
/il
/
;?
K
t
lskenderiye
o 500km
b �OO mil
Harita 7. Osmanlı lmparatorluğu'ndaki ve Avrupa 'daki eski topraklarındaki
demiryolları, yak/. 1914. (Kaynak: Halil inalcık ve Donald Quataert, der., An
economic and social history of the Ottoman Empire, 1 300- 1 9 1 4, Cambridge,
7994, s. 805.)
1 87
Resim 3. "Anadolu Demiryolları Kumpanyası " tahvili, ikinci seri, 1893.
1 88
Resim 4. Berfin-Bağdat demiryolunda üçüncü sınıf vagon, 1908.
1 89
getirmek için hayvan taşımacılığına ihtiyaç duyuldu. Demiryolu
bölgelerinde ihracat için yetiştirilen ürün miktarı arttıkça, bu
mallan ana demiryolu hattına taşıyan hayvan sayısında muaz
zam artış oldu. Ege bölgesinde iki yerel demiryoluna yük taşıma
işinde 10.000 kadar deve çalıştırılmaktaydı. 1stanbul'dan gelen
hattın bitiş noktası olan Ankara istasyonunda binlerce deve
yüklerini indirmek için beklerdi. Demek ki, demiryollanna pa
ralel güzergahlardaki kervancılar çok geçmeden işlerini kaybet
tiler ama, ana hatlara yük taşıyanlara yeni işler çıktı. Dolayısıy
la, buhar makinesi teknolojisinin ticarette yarattığı muazzam ar
tış, 1stanbul'daki yelkenliler gibi, geleneksel kara taşımacılığı
türlerini de, hiç değilse geçici bir süre için canlandırdı.
Tica ret
1 90
si, Osmanlı ticaretinin ilerlemesinde önemli bir rol oynadı. Ye
ni imkanlar ticareti kendiliğinden biraz daha canlandırırken,
taşınacak mallara zaten önceden uluslararası talep olduğu için
demiryolları, büyük liman tesisleri ve rıhtımlar inşa edildi.
Bu bölüme, iç ve uluslararası ticareti etkileyen önemli ek
faktörlerden ikisini, yani savaşları ve devlet politikalarını ele
alarak başlayalım. Savaşlar, ticareti sekteye uğratıyordu -hem
de sadece, malları sınırlardan geçirmeyi, bazen imparatorluk
içinde taşımayı tehlikeli kılan sıcak çatışma zamanlarında de
ğil. Daha da kötüsü , Osmanlı iktisadi birliğinin dokusunu pa
ramparça eden savaşların, yüzyıllardır süren pazar ilişkilerini
ve örüntülerini zayıflatan ve sık sık da yok eden toprak kayıp
larına neden olmasıydı. lki örnek vereyim . Birincisi, Rusya ku
zey Karadeniz kıyılarını fethedince, Osmanlı imalatçılarının
önemli bir ticaret ağını da bozmuş oldu. Yani, Anadolulu Os
manlı tekstil imalatçılarının uzun zamandan beri mal sattıkları
önemli bir pazar bölgesini ilhak etti. Ardından Rusya ve Os
manlı İmparatorluğu arasında çizilen yeni sınırlar, bir zaman
lar tek bir ekonomik bölgeye ait olup artık iki imparatorluk
arasında bölünen mal ve insan akışını engelledi ya da tama
men kesti. Diğer örnek ise , Halep'in, Osmanlı lmparatorlu
ğu'nu sona erdiren ve başkalarıyla birlikte Türkiye Cumhuri
yeti'ni ve Fransız işgalindeki Suriye devletini doğuran Birinci
Dünya Savaşı sonrasındaki kaderidir. Tekstil ü re timinde
önemli bir yeri olan Halep kenti, ürünlerini esas olarak Ana
dolu'ya gönderirdi. Yani, kentin ürünleri, tek bir imparatorluk
içindeki bir noktadan diğerine giderdi . Osmanlı lmparatorlu
ğu'nun ortadan kalkmasıyla birlikte, üreticiler bir ülkede -Su
riye'de- müşteriler bir başka ülkede -Türkiye'de- kaldılar. Ye
ni sömürgesi Suriye'yi, kendi ekonomik uzantısı kalıbına sok
maya çalışan Fransa, tekstil ürünlerinin (Türkiye'ye) gönderil
mesini engelleyerek Halep tekstil üretiminin çökmesine neden
oldu. Rusya ve Halep örnekleri sınır değişikliklerinin ekono
mik faaliyetlere nasıl kötü etki ettiğini gösteriyor.
Devlet politikalarının ticaret ve genel olarak ekonomide oy
nadıkları rol, ateşli tartışmalara konu olmaktadır. Kimileri bu
191
politikaların çok büyük etkileri olabileceğini savunur, ki Fran
sızların Halep tekstil ürünleri üzerindeki etkisi, bu bakışı des
tekleyen bir örnektir. Başkaları da politikanın, ekonomide zaten
meydana gelmekte olan değişikliklere sadece resmiyet kazan
dırdığını ileri sürer. Örneğin, kapitülasyonların Osmanlı top
lumsal, iktisadi ve siyasi tarihinde hayati önem taşıyan bir rol
oynadığı söylenir. Ama, gerçekten böyle midir? Kapitülasyonlar
olmasa, Osmanlıların Batı Avrupa'yla siyasi ve iktisadi açıdan
eşit düzeyde olabileceğini düşünmek mümkün müdür? Ya da,
1 8 . yüzyıl sonlarında, muazzam devlet müdahalesiyle ekono
mik durgunluğun biraraya gelişini ele alın -tavuk mu yumurta
dan çıktı, yumurta mı tavuktan (bkz. bölüm 3)? Daha sonra 19.
yüzyılda devletin serbest ticaret lehine yaptıkları arasında,
1826'da loncaların tekellerini ve piyasa üzerindeki kısıtlamaları
koruyan Yeniçeri Ocağı'nın ortadan kaldırılması, 1838 İngilte
re-Osmanlı Ticaret Antlaşması ile 1839 ve 1856 fermanları var
dır. Sonuç olarak, Osmanlıların uluslararası ticareti ile iç ticare
tine devlet politikaları yoluyla konmuş engellerin çoğu kaldırıl
mış veya önemli ölçüde azaltılmıştır. Fakat bu kararların Os
manlıların ticari ve daha genel ekonomik gelişmesinde belirle
yici bir rol oynayıp oynamadığı tartışmaya açık bir konudur.
Uluslararası ticaretin önemini abartmak kolaydır, zira ulusla
rarası ticaret çok iyi belgelenmiş, kolaylıkla ölçülebilen ve Batı
dillerindeki rahatlıkla ulaşılabilen kaynaklarda uzun uzadıya
ele alınmış bir konudur. Uluslararası ticaretteki genel örüntüler
gayet açıktır. 1 8 . yüzyılda, özellikle yaklaşık l 750'den sonra
uluslararası ticaret daha önemli bir hale geldi. Eskisine göre da
ha iyi, yine de henüz düşük seviyelerde olan uluslararası ticare
tin önemi, 19. yüzyıl başında Napolyon savaşlarının bitmesinin
ardından, dramatik bir şekilde arttı. Ticaret dengesi -ihracatın
ithalata oranı- kısa vadede sık sık dalgalanmakla birlikte uzun
vadede Osmanlılar aleyhine gelişti. Ticareti yapılan malların
toplam değeri ve niteliği kuşkusuz çok değişti. 18. yüzyıl başla
rında ticaret gerçekten de çok sınırlıydı. Osmanlı ekonomisi
yüksek değere sahip lüks malları, esas olarak da, daha doğuda
ki ülkelerden gelen ipeklileri yeniden ihraç ediyor, tiftik ve da-
1 92
ha sonra pamuk ipliği gibi kendi üretimi olan çeşitli malları da
ihraç ediyordu. Bunun karşılığında lüks mallar gibi ithal ürün
leri geliyordu. Ancak 18. yüzyıl devam ederken Osmanlı ihra
catı hububat, tütün, yün, deri ve ham pamuk gibi işlenmemiş
mallara kaydı. Aynı zamanda Osmanlılar Batı Avrupa'nın Yeni
Dünya ve Doğu Asya'daki sömürgelerinden gittikçe daha fazla
mal ithal etmeye başladılar. Bu "sömürge malları" -köle eme
ğiyle üretilen, dolayısıyla fiyatı daha ucuz olan, şeker, boyar
maddeler ve kahve- Akdeniz'in şekerinin, Arabistan'ın Yemen
kahvesinin ve Hindistan'ın boyarmaddelerinin fiyatını kırdı.
Osmanlı tüketicileri ayrıca esas olarak Hindistan'dan ve ikincil
olarak da Avrupa'dan olmak üzere büyük miktarlarda tekstil
ürünü de ithal ettiler. Bazı araştırmacılara göre 18. yüzyıl so
nunda hala pozitif bir ticaret dengesi mevcuttu.
1 840- 1 9 1 4 arasında uluslararası ticaret hacmi, görüldüğü
gibi, 1 0- 1 6 kat arttığı halde, ihracat örüntüleri, daha önce 1 8 .
yüzyılda oluşturulduğu şekilde kaldı. Osmanlılar genellikle
buğday, arpa, pamuk, tütün ve haşhaş dahil bir grup besin
maddesi ve hammadde ihraç etmekteydi. 1 850'den sonra bu
gruba halı ve ham ipek gibi bazı mamul mallar da girdi. Bir şe
kilde bu ihraç ürünleri, 1 8 . yüzyıl ve öncesinde önem taşıyan
tiftik ve ipek kumaşların yerini aldı. İhraç ürünleri sepeti nis
peten sabit kalmakla birlikte, sepetteki ürünlerin tek tek göre
ce önemleri 1 8 . ve 1 9 . yüzyıllarda çok büyük değişikliklere
uğradı. Örnek olarak pamuk ihracatını ele alalım. Bu ihracat
18. yüzyılda hızla büyüdü ve çöktü, Amerikan lç Savaşı sıra
sında hızla büyüdü, daha sonra tekrar çöktü ve sonra 20. yüz
yıl başında yeniden zirve noktalarına tırmandı. ithalat sepetin
de ise, sömürge malları listenin ilk sıralarını korurken, mamul
mallar -özellikle tekstil, madeni eşya ve cam- 18. yüzyıla göre
çok daha büyük önem kazandı.
lç ticaret, yeterince belgelenmemiş olmakla birlikte, aslında
1 700- 1 922 döneminin tamamı boyunca hacim ve değer bakı
mından uluslararası ticareti fersah fersah geçmiştir. Bölgeler
içindeki ve arasındaki mal akışının değeri çok yüksekti, fakat
bununla ilgili dolaysız sayısal veriler çok ender olarak buluna-
1 93
bilmektedir. Aşağıda sunulan birbirinden kopuk verileri, Os
manlı iç ticaretinin önemi hakkında bir fikir vermesi açısından
ele alın. Birincisi, 1 759'da Fransız büyükelçisi Osmanlı lmpara
torluğu'nun yılda en fazla 800.000 kişiyi giydirecek kadar teks
til ürünü ithal ettiğini belirtti. Bu sırada toplam nüfus 20 mil
yonun üzerindeydi. İkincisi, 1 9 1 4'te toplam tarımsal üretimin
en fazla yüzde 25'i ihraç edilmekteydi, yani kalan yüzde 75 iç
ticaret kapsamındaydı. Üçüncüsü, 1860'ların başında Şam'da,
Osmanlı yapımı malların ticaretinin değeri, orada satılan bütün
yabancı malların değerinin beş katıydı. Dördüncü ve son ola
rak da, iç ticarete ilişkin ender veriler arasında üç Osmanlı
kentinin -Diyarbekir, Musul ve Harput'un- iç ticareti hakkın
daki 1890'1ardan kalma istatistikler vardır. Bu üç kentten hiçbi
ri önde gelen iktisadi merkezlerden sayılmaz. Ama, 1890'larda
bunların bölgeler arası ticaretinin toplam değeri ( 1 milyon İn
giliz sterlini) , o günlerin toplam Osmanlı uluslararası ihracatı
nın hemen hemen yüzde S'ine eşitti. Bu kentlerin ikinci dere
ceden ekonomik statüleri göz önüne alınacak olursa, bu çok
etkileyici ve yüksek bir rakamdır. Diğer Osmanlı kent, kasaba
ve köylerindeki iç ticaret hacmi bilinmiş olsaydı, toplam rakam
acaba kaç olurdu? İstanbul, Edirne, Selanik, Beyrut, Şam ve
Halep gibi ticari merkezlerden herhangi birinin iç ticaret hacmi
bu üç kentin toplamından çok daha büyüktü. Kelimenin ger
çek anlamıyla , düzinelerce orta büyüklükte kent ve kasabanın
iç ticaret hacimlerinin hesaplanmamış olduğunu da göz önüne
alın. Aynı şekilde, binlerce köy ve daha küçük kasabanın iç ti
caret hacmi de hilinmemektedir. Sonuç olarak, iç ticaret, ulus
lararası ticaret karşısında ezici bir ağırlığa sahipti.
Artan uluslararası ticaret, Osmanlı tüccar cemaatinin bileşi
mi üzerinde güçlü bir etki yaptı. 18. yüzyılda yükselen dış ti
carette yabancılar ve Osmanlı gayri Müslimleri egemen hale
gelince , Osmanlı Müslümanlarının büyük bir tüccar grubu
olarak sahip olduğu önem azalmıştı. Başlangıçta uluslararası
ticaret, hemen hemen bütünüyle, malları getiren Batı Avrupa
lıların elindeydi. 1 8 . yüzyıla gelindiğinde bu tüccarlar kendile
rine ortaklar bulmuş ve artan sayılarda gayri Müslim tüccarın
1 94
imtiyaz beratları edinmesine yardımcı olmuşlardı. Bu beratlar
yabancı tacirlerin sahip olduğu kapitülasyonları, yani daha az
vergi ödeme, dolayısıyla da maliyeti düşürme imkanını gayri
Müslim Osmanlı tacirlerine de vermekteydi. 1 793'te sadece
Halep'te gayri Müslimlere verilen berat sayısı l . 500'ü buluyor
du. 1 800'de imparatorluğun uluslararası ticareti hala yabancı
ların kontrolü altında olmakla beraber, himayeleri altına almış
oldukları Osmanlı gayri Müslimleri 1 9 . yüzyıl içinde yabancı
ların yerini aldı. Gayri Müslim Osmanlı tüccar sınıfının yeni
hakimiyetinin en iyi göstergesi, 20. yüzyıl başlarında lstan
bul'da kayıtlı 1 .000 tüccara ait listedir. Bu tacirlerin sadece
yüzde 3'ü Fransız, İngiliz veya Alman'dı, ama bu ülkeler Os
manlı dış ticaretinin yarısından fazlasını kontrol etmekteydi.
Kalan tacirlerin çoğunu gayri Müslimler oluşturuyordu. Yine
de iç kesimlerin kasabalarındaki ve genellikle de iç kesimler
ile liman kentleri arasındaki ticaret hala Müslüman tacirlerin
denetimi altındaydı. Demek oluyor ki, uluslararası tacirler
topluluğunda meydana gelen tüm değişikliklere karşın, iç tica
retin çoğu ve dışarıdan gelen mallar Osmanlı ekonomisi içine
girdiği noktadan itibaren yapılan ticaretin büyük kısmı Os
manlı Müslümanlarının kontrolündeydi.
Ta rım
imalatçılık
202
�'
o OS
o�
"'-'
...;; eNiş
� • Üsk üp
K A R A D E N i Z
•
)
A�ustos •
\ c.p't>f._{4-o Serez E ırne
• � d
Karate ıye lstanbul
(\Z ' Bafra
",
o Gelibol
Amasya Trabzon
: •Tokat
Ankara Zile �
. .
o Kütahya eSivas •Erzurum
Yozgat
� ' " ' 'l
ı?c
� �anisa
•Gördes Ürgü p
•
•Arapkir
o
�
O <> • Kayseri Harput eMu� ,s?
o <""0 Malatya:
Han i • �Van
' 0 •
1 )-�O:�>
�il\�\� -- � o
O
o
;;, "'öo
0� � 0D0 �
"oot::oa:�.Q
Konya.
Karaman•
•Nigde
•Bor
Ela�ıg
•Maraş
•
Diyarbakır
Bitlis
Antalya
•Adana
ars •Antep •Mardin
� e
\)
�
�� oO�o ()' e Musul
..
K
A K D E N i Z
--� 1 " "'
•Şam BaQdat •
1 t
, 500, km
Q
Ô 1
,
1
o 3o0 mil
""
-�"'
o
""
Harita 8. 19. yüzyılda pamuk ve yün ipliğinin imalatının yapıldığı bazı yerler. (Donald Quataert Ottoman manufacturing in the age
of the lndustrial Revolution, Cambridge, 1 994, s. 28 [Sanayi Devrimi Ça!)ında Osmanlı imalat Sektörü, iletişim Yayınları, 1999, s. 52).)
Lübnan'da buhar gücüyle çalışan ipek ipliği fabrikaları kurul
du. Özellikle Batı ve Orta Anadolu'da fabrika yapımı iplik ve
boyalarla el emeğinin biraraya gelmesiyle, Avrupalı ve Ameri
kalı alıcılar için akıllara durgunluk verecek miktarlarda halı
üretildi. Bu iki sektör, 1 9 1 4 dolaylarında, üçte ikisi halıcılıkta
olmak üzere , 100.000 kişiyi istihdam etmekteydi. Çalışanların
çoğu kadın ve kızlardı, aldıkları ücretler ise, bütün Osmanlı
imalat sektörünün en düşük ücretleriydi. Ayrıca, Irlanda dan
teline benzeyen Osmanlı dantellerini elde ören binlerce kadın
işçi de Avrupa'da önemli pazarlara ulaşıyordu.
Üreticilerin ezici çoğunluğu , 26 milyon tüketiciye sahip Os
manlı iç pazarına yönelik çalışıyordu. Bu tüketicilerin kimi
imalatçıyla aynı veya komşu bölgelerde, kimi ise imparatorlu
ğun uzak köşelerinde yaşamaktaydı. Gelişmelerinin saptanma
sı ve anlaşılması güç bir iç pazar için üretim yapan bu imalat
çılar, tarihçinin incelemeleri açısından neredeyse görünmez
haldedir, çünkü çoğu, geriye kayıtlar bırakmış organizasyon
veya firmalar içinde yer almıyordu. Tersine, kentsel ve kırsal
bölgelerdeki makineleşmemiş üretim biçimlerinde çok geniş
coğrafi alanlarda faaliyet gösteriyor, evlerde ya da küçük ima
lathanelerde tek başlarına veya küçük gruplar halinde çalışı
yorlardı. Örneğin tekstil sektörünün temel bir parçası olan pa
muk ve yün ipliği üretimi, pek çok yerde yürütülmekteydi (bu
yerlerin bir kısmı harita 8'de gösterilmiştir) . İzmir, Selanik ve
Adana gibi yerlerde iplik fabrikaları bulunmakla birlikte, be
lirtilen yerlerin çoğunda iplik elle üretilmekteydi.
1 700- 1922 döneminde, loncaların imalat alanındaki önemi
çok büyük ölçüde azaldıysa da loncalar bütünüyle yok olma
dılar. Ancak, loncaların (esnaf, taife) evrimi, nitelikleri, rolleri
ve ağırlıkları tam olarak anlaşılamamıştır. 1 8 . yüzyıl sonları
nın ekonomik krizi ve ağır kronik enflasyonu , kendilerini ko
rumak üzere harekete geçen üreticiler tarafından loncaların
resmen örgütlenmesini hızlandırmış olabilir. İşçiler araç-ge
reçlerini ortaklaşa satın almak üzere biraraya gelir, fakat Gü
ney Bulgaristan'da olduğu gibi, genellikle, krize daha iyi gö
ğüs gerebilen daha varlıklı ustaların kontrolü altına girerler-
204
di. 1 Dolayısıyla, Osmanlı imalatçılığı Sanayi Devrimi'nin reka
betinden darbe yerken, emek örgütlerinin de, ironik bir bi
çimde, yeni bir aşamaya, loncalara doğru evrilmiş olmaları
mümkündür.
Loncalar genellikle üyelerinin geçimini güvence altına alacak
şekilde hareket eder, üretimi sınırlar, kaliteyi ve fiyatları denet
lerlerdi. Geçimlerini güvenceye almak için üyeler belli bir be
del, yani yüksek üretimlerinin maliyetini öderlerdi. (Ancak, ba
zı tarihçiler yanlış bir şekilde, loncaların öncelikle devlet dene
timinin araçları olduğunu savunmaktadırlar.) Lonca liderleri,
bu tür konularda anlaşmaya vardıktan sonra, genellikle yerel
mahkemelere gidip, değişikliğe resmiyet kazandırmak için yeni
fiyatları tescil ettirirlerdi. Bir loncanın varlığının işaretlerinden
biri, kahyasının olmasıdır. Loncaların en azından bazılarının,
hastalık halinde üyelerine destek olmak, cenaze masraflarını
karşılamak veya dul ve yetimlere yardım etmek için oluşturul
muş ortak sandıklar gibi yönleri de vardı (resim 5).
Başkent lstanbul'un loncaları çok gelişmişti, imparatorlukta
belki de bir benzeri daha yoktu. Selanik, Belgrad, Halep ve Şam
gibi pek çok büyük kentte de lonca teşkilatları vardı. Amasya
gibi daha küçük kent ve kasabalarda da genellikle loncalar bu
lunmakla birlikte, bunların genel ağırlığı, biçim ve işlevleri he
nüz aydınlığa kavuşturulamamıştır. Bir kentin büyüklüğü ile
orada bir lonca bulunması ihtimali arasında bir bağlantı var gi
bi görünmektedir - fakat her kentte lonca yoktu.
Yeniçeriler, 1826'ya kadar loncalar açısından hayati bir rol
oynadılar. 18. yüzyılda ve öncesinde, imparatorluğun dört bir
köşesinde ve başkentinde fiilen bütün Müslüman lonca üyeleri
yeniçeri olmuştu. Bu, lstanbul'un yanı sıra örneğin, Bulgaris
tan'da, Sırbistan, Bosna, Makedonya'da da böyleydi. Bazı kent
lerde yeniçerilerin bizzat kendileri imalat yapan lonca üyele
riydiler, fakat Halep ve İstanbul gibi birtakım başka kentlerde,
yeniçeriler çalışanların mafyavari koruyuculuğunu üstlenmiş
lerdi. lstanbul'da ve bazı büyük kentlerde inşaat ve taşımacılık
205
işleri yeniçerilerin elindeydi. Yeniçeriler başkentte ve pek çok
başka kentte halkın çıkarlarını korumak için, lonca üyeleri
olarak ya da onlarla işbirliği halinde harekete geçerlerdi. Vali
leri korkutup yıldıran, sadrazam ve padişahları deviren bu
güçlü halk koalisyonları, loncaların imtiyazları ve korunması
için mücadele ederek, fiyatları oldukları düzeyde tutmaya ve
rekabeti kısıtlayıcı uygulamaları sürdürmeye çalışırdı. Örneğin
Bulgaristan'da yeniçeriler, kent loncalarını, işlerini tehdit eden
kırsal imalata karşı korumak için mücadele ettiler.2
Bu nedenle, 1 1 . Mahmut'un 1 826'da Yeniçeri Ocağı'nı orta
dan kaldırması aynı zamanda loncalara da indirilmiş korkunç
bir darbeydi. Bu darbe, tam da Napolyon Savaşları sonrasında,
uluslararası rekabetin hızla tırmanmakta olduğu bir anda indi
rilmişti. Rekabeti kısıtlayıcı uygulamaların ma liyetleri çok
yüksek tuttuğu bir devirde, koruyucularından yoksun kalan
loncalar ortadan kaybolmaya başladı. Loncalar, lonca oldukla
rı , yani üyelerine yarar sağlayacak şekilde fiyatları yüksek tut
mayı amaçlayan, rekabeti kısıtlayıcı organizasyonlar oldukları
için, bu gelişme yaşandı. Örneğin Şam'da, ustalar 1 830'lardan
1 870'lere kadar, kalfaların ücretlerinin sürekli olarak düşmesi
ne göz yumdular, öyle ki, kalfalar kendi dükkanlarını açacak
sermayeyi biriktiremediler. Daha önce nasıl bir öneme sahip
olmuş olurlarsa olsunlar, loncaların Osmanlı imalatçılığının
organize edici birimi olarak taşıdığı önem 1 9 . yüzyılda azaldı.
Bulgaristan ve Halep gibi bazı bölgelerde loncalar gerçekten de
dönemin sonlarına kadar yaşadı. Fakat genellikle biçimleri de
ğişerek üretim tekeline sahip üreticilerden, sadece yerel ima
latçıların isimlerini kaydeden ticaret odası benzeri kurumlara
dönüştüler. Loncalar gerilerken Osmanlı imalatçılığının gerile
mediğini tekrarlamakta yarar var. İmalat işçiliği daha çok lon
ca dışı kişilere geçmişti. Şehirlerde lonca mensubu olmayan
atölyeler vardı. Örneğin lstanbul'da 1 9 . yüzyıl sonunda sayacı
lık ilerlemişti ama evde üretim yaygındı ve bir lonca faaliyeti
207
olmaktan çıkmıştı. İmparatorluğun pek çok bölgesinde imalat
sektörünün ayakta kalmasında kırsal bölgedeki ev ve atölye
üretimi büyük rol oynadı.
Kırsal alana -ücretleri kısarak maliyeti düşürmek için- ka
çış 18. yüzyılda çeşitli bölgelerde çoktan başlamıştı. Örneğin,
yüzyılın son kısmında, üreticiler büyük bir imalat merkezi
olan Tokat şehrinden ayrılmaya ve işlerini yakındaki kasaba ve
köylerde kurmaya başladılar. Bulgaristan ve Halep kenti gibi
birbirinden çok farklı bölgelerde de benzer örüntüler saptan
mıştır. Kadın ve kızların -Müslümanların, Hıristiyanların ve
Yahudilerin- çok daha önemli bir rol oynamaya başlamaları
dikkat çekiciydi. Kadınlarla kızların işgücüne katılmaları 1 8 .
v e 1 9 . yüzyıllara özgü bir durum değildi, fakat katılım düzey
lerinde çarpıcı bir artış olmuştu. Kentlerdeki ve kırsal kesim
deki pek çok evde kadınlar, parça başı ücret ödeyen tacirlere
mal dokudular, eğirdiler, ördüler. Dünyanın her yerinde oldu
ğu gibi, Osmanlı dünyasında da kadınlar aynı iş için erkekler
den daha az para kazandılar. Demek oluyor ki, Osmanlı ima
latçılığının öyküsünün can alıcı bir bölümünü, loncalarda ör
gütlü, kentli, erkek emeğinden, kentlerdeki ve kırsal kesimde
ki örgütlenmemiş kadın emeğine geçiş oluşturmaktadır.
Önerilen kaynakça
(*) işaretli maddeler bu alana yeni başlayan öğrencilere tavsiye edilen kaynaklardır.
Akarlı, Engin Deniz. "Gedik implements, mastership, shop usufnıct, and mono-
poly among lstanbul artisans, 1 750- 1 85 0 , " Wissenschaftskol leg jahrbuch
( 1986), 225-3 1 .
Blaisdell, Donald, European financial control i n t h e Oııoman Empire (New York,
1929).
*Braudel, Fernand. The Mediterranean and the Mediterranean world in the time of
Philip il, 2 cilt (New York, 1973).
Duman, Yüksel. "Notables, texıiles and copper in Ottoman Tokat, 1 750-1840."
Basılmamış doktora tezi, Binghamton University, 1998.
Erdem, Hakan. Slavery in the Oıtoman Empire and its demise, 1 800-1 909 (New
York, 1996).
*Faroqhi, Suraiya, der. "Special issue on Ottoman Trade," New Perspectives on Tur
key, Güz ( 1991 ) .
*Gerber, Haim. The social origins of t h e modern Middle East (Boulder, C O , 1987).
208
*Goldberg, Ellis, der. The social history of labor in the Middle East (Bolder, CO,
1996).
Gould, Andrew Gordon. "Pashas and brigands: Oııoman provincial reform and iıs
impact on the nomadic tribes of southern Anatolia 1 840- 1 885." Basılmamış
doktora tezi, Universiıy of Califomia, 1973.
Gounaris, Basil. Steam over Macedonia, 1 870-1 912 (New York, 1993).
Huııcroth, Wolf-Dieter. "The inlluence of social structure on land division and
seıılement in lnner Anatolia," Peter Benedict, Erol Tümertekin ve Fatma Man
sur, der. Turhey: geographic and social perspectives (Leiden, 1974), 19-47.
inalcık, Halil. "The emergence of big farms, çiftlihs: State, landlord and tenants,"
Keyder ve Tabak, 17-53.
Kafadar, Cemal. "Yeniçeri-esnaf relations: solidariıy and conllict." Basılmamış
yüksek lisans tezi, McGill University, 198 1 .
Karpat, Kemal. Ottoman population, 1830- 1 91 4: Demographic and social characte
ristics (Madison, 1985 ) .
"The Ottoman emigration to Amcrica, 1 860- 1 9 14," 1nternational ]ournal of
Middle Eası Studies, 1 7 (2) ( 1 985), 175-209.
Kasaba, Reşat. The Oıtoman empire and ılır world economy: the nineteenth century
(Albany, 1988). ! Türkçesi: Kasaba, Reşat. Osmanlı imparatorluğu ve Dünya
Ekonomisi: Ondohuzuncu Yüzyıl çev. : Kudret Emiroğlu (istanbul: Belge Yayınla
n , 1993 ) . 1
Keyder, Çağlar v e Faruk Tabak, der. Landholding and commercial agriculture in the
Middle East (Albany, 1 99 1 ) . !Türkçesi: Keyder, Çağlar ve Faruk Tabak, der. Os
manlı'da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım çev. : Zeynep Altok (istanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, 1998) . 1
Khalidi, Tarif, der. Land tenure and transformation i n the Middle East (Beyrut,
1984).
Issawi, Charles, An economic history of the Midd!e East and North Africa (New
York, 1982).
Lewis, Narman, Nomads and settlers in Syria and ]ordan, 1 800-1 980 (Cambridge,
1987).
*Marcus, Abraham. The Middle Eııst on the eve of modemity (New York, 1 989).
Masters, Bruce. The origins of westem economic dominance in tlıe Midd!e East: Mer
canti!ism and tlıe Islamic economy in A leppo, 1 600-1 750 (New York, 1988).
Mears, Eliot Granville. Modem Turhey (Londra, 1924).
Meriwether, Margaret L. "Women and economic change in nineteenth-century
Aleppo," Judith E. Tucker, der. Arab women (Washington, 1993), 65-82.
Owen, Roger. The Middle East in ıhe world economy, 1 800- 1 9 1 4 (Londra, 198 1 ) .
*Palairet, Michael. The Balhan economies c . 1800-1 9 1 4. Evolution without develop
ment (Cambridge, 1997).
*Pamuk, Şevket. The Ottoman empire and European capitalism, 1 820- 1 9 1 3 (Camb
ridge, 1987). !Türkçesi: Pamuk, Şevket. Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve
Büyüme (1820-1 913) (lstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994, gözden geçiri
lişmiş 2. baskı) . ]
209
*Quaıaerı, Donald. Social disiııtegratioıı and popular resistaııce in the Ottoman Em
pire, 1881 - 1 908 (New York, 1983). !Türkçesi: Quaıaerı, Donald. Osmanlı Dev
leti'ııde Avrupa iktisadi Yayılımı ve Direniş çev.: Sabri Tekay (lsıanbul: Tarih Vak
fı Yun Yayınları, 1987 ) . ]
Ottoman maııufacturing i n tlıe age of the lndustrial Revolution (Cambridge,
1993 ) . ! Türkçesi: Quaıaerı, Donald. Sanayi Devrimi Çagında Osmaıılı imalat
Sektörü çev.: Tansel Güney Osıanbul: lletişim Yayınları, 1999) . 1
Salzmann, Ariel. "Measures o f empire: ıax farmers and ıhe Oııoman ancien regime,
1695-1807." Basılmamış doktora tezi, Columbia Universiıy, 1995.
Shields, Sarah. Mosul beforc lraq: Like bees makiııgfive-sided cells (Albany, 2000) .
Toledano, Ehud. The Ottoman slave trade a ıı d i t s suppressioıı, 1 840-1 890 (Prince
ıon, 1982). ! Türkçesi: Toledano, Ehud. Osmanlı Köle Ticareti, 1 840-1 890 çcv.:
Hakan Erdem (lsıanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınlan, 1994) . 1
*Vaııer, Sherry: "Militanı journeymen in nincıecnth-ccnıury Damascus: implicaıi
ons for the Middle Easıern labor history agcnda,"' Zachary Lockman, der., Wor
kcrs and workiııg classes in thc Middle East: Struggles, histories, historiograplıies
(Albany, 1994), 1 - 19.
Zilfi, Madeline. "Elite circulation in ıhe Oıtoman Empire: great mollas of ıhe cigh
ıeenth century," ]ourııal of the Ecoııomic aııd Social Histoıy of tlıe Orienı , 26, 3
( 1 983) , 3 18-64.
Politics of piety: Tlıe Ottomaıı ulama in ılıc posı-dassirnl agc (Minncapolis, 1 986).
*Womeıı in the Ottomaıı Empire: Middlc Eastenı woıııeıı in ılır early ıııodenı era (Le
idcn, 1997).
210
SEKiZiNCi BÖLÜM
G i riş
21 1
toplanırlar ya da biraraya getirilirler. Bir yerde kendilerini be
lirli bir gruba ait olarak tanımlar ya da başkaları tarafından bu
şekilde tanımlanırken, başka bir yerde başka bir kimlik ön
plana çıkabilir. Osmanlı dünyasında, çok genel olarak yöneten
ve yönetilen sınıflar, ayrıca Sünni veya Ermeni Katolik gibi di
ni inanç temelinde bölünmeler vardı. Bunların yanı sıra kadın
lar, köylüler veya aşiretler gibi çok büyük gruplar ve her za
man değilse de, yer yer loncalar (esnaf, taife) halinde teşkilat
lanmış, mesleki gruplar bulunmaktaydı. Hiçbiri homojen ol
mayan bu toplumsal gruplar, zenginlik ve statü açılarından
muazzam farklılıklar barındırmaktaydı .
Osmanlı bireyini veya grubunu şu ya da bu sabit kimlik içi
ne hapsetmemeli, söz konusu bireyler ve gruplar arasındaki sı
nırların muğlaklığını ve geçirgenliğini kabul etmeliyiz. Bir yer
de, kimliğin, kadın olmak gibi, belirli bir ifadesi ön plana çı
karken, bir başka yerde dokumacı ya da Yahudi olmak kadın
kimliğinin önüne geçebilir. Farklılaşmaya da mutlaka olumsuz
bir değer yüklememeliyiz. Farklılık bireyleri ve grupları ayırt
etme işlevi görür, fakat farklılıkların varlığı, bizatihi olumsuz
bir şey, bir çatışma kaynağı olmak zorunda değildir. Bir başka
örnek verecek olursak, Osmanlılarda din bir farklılaşma aracı
işlevi görmekteydi, fakat tek farklılaşma aracı değildi. Tek ba
şına din, kişiye statü vermez, bunu ancak diğer kimlik biçim
leriyle birlikte yapardı.
Ortadoğu literatüründe fazlaca revaçta olan, tek başına dini
kimliğin Müslümanları, hukuken gayri Müslimlerden üstün sta
tüye sahip kıldığı iddiasını ele alalım. Tarihsel kayıtlara bir göz
atmak bile, toplumsal hiyerarşide Müslümanlardan daha yuka
rılarda, daha büyük servete sahip ve siyasal güce erişme olanağı
daha fazla olan, muazzam sayıda Osmanlı Hıristiyanı ve Yahudi
si olduğunu gösterir. Örneğin zengin bir Hıristiyan tacirin, yok
sul bir Müslüman askerden daha büyük yerel itibar ve nüfuz sa
hibi olduğu pek çok örnek mevcuttur. Yani, Müslüman veya Hı
ristiyan kategorileri, tek başlarına kişinin toplumsal, ekonomik
ve siyasal gerçekliğini bütünüyle göstermiyordu, o bireyin kim
liğini oluşturan bir dizi nitelikten sadece bir tanesiydiler.
21 2
Kimliği oluşturan pek çok bileşenle ilgili bir örnek daha ve
relim, özel bir toplumsal kategori oluşturdukları söylenen din
alimlerini, yani ulemayı ele alalım. Çok heterojen bir bireyler
topluluğuna, "ulema" gibi, tek bir kimlik etiketi yapıştırmak
ne kadar anlamlıdır? Ulemanın bir kısmı, onyıllarca, Kahi
re'deki el-Ezher veya lstanbul'daki Süleymaniye gibi, büyük ve
itibarlı eğitim kurumlarında eğitilirdi. Kimilerinin de ancak
okuryazarlığı vardı. 1 7 . ve 18. yüzyıllarda lstanbul'da zengin
ve güçlü ulema aileleri birbirlerinden kız alarak ayrı bir üst sı
nıf grubu oluşturdular. Öte yandan da, yoksul semtlerde ve
kırsal bölgelerde hizmet eden daha alt seviyelerdeki ulema
vardı. Bu yoksul veya kırsal kesim din alimleri, ulema mensu
bu olarak, bir anlamda lstanbul'daki seçkinlerle aynı kategori
de yer aldıkları halde, toplumsal, kültürel ve ekonomik ba
kımdan zanaatkar ve köylü komşularıyla ortak yönleri, üst
düzey ulema mensuplarıyla olduğundan daha fazlaydı. Özetle,
"ulema " , yararlı bir kavram olmakla birlikte, tek başına, bire
yin Osmanlı toplumu içindeki yerini tarif etmez.
214
\i_.l_.I.._.!,- li.!..ıW.rt.,;.�
)\.! l..'!,.Oıil liUJfMOUC' Pt:'ltH G l..A lYC IH 'WAL.IT H
"' 110.C Dl C.0"""',.Cl DıJ !.IJ;,,, ! "" .... ,_,, (;.Al' ;,ı_ C!WOB�t 0\1 �VlT.U
...
UI
Resim 6. il. Mahmud ve bazı hizmetkarları. (Mecmua-ı Tesavür'den kartpostal, 19. yüzyıl başları. Yazarın kişisel koleksiyonundan.)
�ed\:rıo�-.ı t•ıt •· ·, 1Cot!•etief\ el•' c:ottu<l".OJ),
N
...
en
� •# -
\ı.�.a..
;.u. ��
oitlmvıı tu � $ (Jitf � IJW'lt>Wit l>U ıım;p ...W.
�� .-.u "" lliııws pil C>llJ
Jlf.t. � �
Resim 7. Sadrazam ve yüksek mevkilerdeki bazı hizmetkarlar ve görevliler.
(Mecmua-ı Tesavür'den kartpostal, 19. yüzyıl başları. Yazarın kişisel koleksiyonundan.)
M*4Jm�aı. �ir (Co.thtCtiO!lrd• tottvm••).
\V' "' •\
;,L -V" 11,14�.J.ı... J: v � ·'"' iC:ı;,��
· _;�,lJJ
. ·� � "" � •ll1H 4\ılltlOO \.\ -!<(
c�ıı w olıle�un� eow»ıJ.l�".f
N t t\ i'!Or.il<U C.,,_ l�l4 Ot l:l'lf e ı u tttr« �""' �,�• tll••ı« IM IU •U ,
...
�· !!f<14U kfJ H••ts te1tt.OMU.a !l'O\ltı )t}'i/'ltlJJ � < • tııt .ct' UC•i:ıl 4İ'• (M 0 HJl·l
"ol
Resim 8. Polis, asker ve diğer görevliler. (Mecmua-ı Tesavür'den kartpostal, 79. yüzy// başları. Yazarın kişisel koleksiyonundan.)
lmparatorluğu'nda- hanedanlarla yandaşlarının ekonomik,
toplumsal ve siyasal iktidarına meydan okuyan yeni zümreler
ortaya çıkmaktaydı. 1 650 dolaylarında dini vakıflara dayanan
vezir ve paşa kapıhalklarıyla başlayan bir süreç içinde, Os
manlı dünyasında, servet yoluyla elde edilmiş statü, makam
sahibi olarak edinilmiş statüyle boy ölçüşmeye başladı. 1 8 .
yüzyıl başında iki yeni zümre ortaya çıktı. Bunların ilki, yük
selen uluslararası ticaret ve meta dolaşımındaki genel artış sa
yesinde serpilip gelişen yeni Müslüman ve gayri Müslim tüc
car gruplarıydı. !kincisi de, 1 690'larda yaratılan malikaneciler
(ömür boyu iltizam sahipleri) grubuydu ; bunlar devletin refa
hına bağlı ve devlet aygıtı içinde çalışan, yeni ve kuvvetli bir
siyasal güç kaynağı haline geldiler.
Bu yeni zenginlik, Lale Devri'ncle ( 1 7 1 8- 1 7 30) gözle görü
lür hale gelmişti ve saray, bu yeni rakip grupların ilerlemesini
dizginlemek için, zenginliğin ve gücün tüketim yoluyla teşhi
rine dayalı bir rekabet ortamı yarattı. Padişah ve sadrazam hi
mayesinde saray yapma rekabeti arttı, eğlence ve şenlikler bir
yarış havasına büründü , lale yarışmaları düzenlendi. Bu sırada
uluslararası ticaret, daha yeni yeni dikkate değer seviyelere
gelmeye başladığına göre , öncelikle hedef alınanlar malikane
ciler olsa gerektir.
Lale Devri'nden başlayarak, 18. yüzyılın kalan kısmında, ör
neğin l 720'lerde, l 750'lerde ve l 790'larda, bir dizi kıyafet dü
zenlemesi getirildi. Bu düzenlemeler, aşırı bir hızla elden ka
yıp gitmekte olan bir statükoyu -ahlakı, toplumsal disiplin ve
düzeni- vazediyor, çok dar, çok iddialı, çok parlak, çok abartı
lı ya da yanlış renkteki kadın ve erkek giysilerinin giyilmesine
şiddetle karşı çıkıyordu . l 760'larda, tüccar ve zanaatkarları,
sadece padişah ve vezirlerin kullanımına mahsus samur kürk
leri giyenlere cezai müeyyide getiren düzenlemeler yapıldı.
l 792'de kadınların üstlerine aldıkları feracelerin neredeyse
şeffaf denecek kadar ince olduğu söyleniyor ve bunların giyil
mesi yasaklanıyordu , öte yandan, iddiaya göre daha birkaç yıl
önce gayri Müslimler sarı ayakkabılar giymekteydiler, oysa sa
rı sadece Müslümanların kullanmasına izin verilen bir renkti.
21 8
Resim 9. il. Abdülhamit döneminde saray görevlileri Topkapı Sarayı'nda yapı
lan bir törende. (Camey E. 5. Gavin et al., "lmperial self-portrait; the Ottoman
Empire as revealed in the Sultan Abdul Hamid's photograph albums, " Journal
of Turkish Studies özel sayısı, 1 998. Yayıncının izniyle yeniden basılmıştır.)
220
Resim 1 1. Çalışanların başlık ve giysilerine örnek, 19. yüzyıl sonları, Urfa,
yak/. 1 900. (Raymond H. Kevorkian ve Paul B. Paboudjian (der.), Les Armeni
ens dans l'empire ottoman a la veille du genocide, Paris, 1 992. İzin alınmıştır.)
221
bir tavır değildi. İşçiler daha çok, sınıf farkını korumak, lonca
imtiyazlarına saldıran, hamileri yeniçerileri yok edip, çalışan
ları uzun yıllardır korumuş ve onlara ayrıcalık sağlamış eko
nomik programları kaldıran devlete karşı dayanışmayı sürdür
mek konusunda ısrarlıydılar. Hepsi değil, ama pek çok Müslü
man ve gayri Müslim işçi, kendilerini ayrı bir grup olarak or
taya koyan başlıkları kullanmakta ısrar ettiler. Bazı işçileri fes
li, diğerlerini de özel başlıklarıyla gösteren 5, 10 ve 1 1 numa
ralı resimlere bakın. Toplumsal merdivenin daha üst basamak
larında birçok zengin Müslüman ve gayri Müslim, yeni servet
lerini, güçlerini ve toplumsal itibarlarını en son moda pahalı
ve gösterişli giysiler giyerek sergilemekteydiler. Bunu yapar
ken de, birörneklik, tevazu ve sadeliği hakim kılmaya çalışan
1829 düzenlemeleriyle adeta alay ettiler.
1 9 . yüzyılda giysilerde giderek artan heterojenlik, toplumsal
akışkanlıktaki artışı ve Osmanlı toplumundaki çeşitli mesleki
ve dini grup ve kesimler arasındaki eski sınırlarda süregelen
çözülmeyi yansıtmaktaydı . Osmanlı kadınlarının giysilerinde
de aynı olağanüstü ve giderek hız kazanan değişiklikler mey
dana geldi; bunlar, 18. ve 1 9 . yüzyıllardaki Osmanlı toplumu
na damgasını vuracak dönüşümleri yansıtmaktaydı .
222
Resim 12. Kadın sokak kıyafeti, yak/. 1 890, muhtemelen İstanbul. (Edwin A.
Grosvenor; Constantinople, Boston, 1 895.)
223
örten uzun etekli bir çarşafın altına gizlemeye özen göstererek
kamusal alanda giydiler. Zamanla bu uzun etekli çarşaf, Avrupa
lı kadınların paltolarına benzer bir şeye dönüştü ve peçe giderek
şeffaflaştı (resim 1 2) . Daha da sonralan, 1 9 1 0 dolaylarında ise
ortaya havalı ve cüretkar kadın görüntüsü çıktı.
Sadece modalar değil, diğer toplumsal yenilikler de ilk kez
evlerde sınandı. Örneğin, Osmanlılardaki kadın ve erkeklerin
ayrı ayrı toplumsallaşma adetini değiştirmeye yönelik ilk de
nemeler evlerde yapıldı ve adet önce evlerde yıkıldı. 19. yüzyı
lın seçkin aileleri arasında, önce lstanbul'da ve liman kentle
rinde, sonra da başka yerlerde, çiftler yakın arkadaşlarına mi
safirliğe birlikte gitmeye başladılar; kadınların kadınlara, er
keklerin de erkeklere misafirliğe gitmesi azaldı.
Uzmanlar, Osmanlı kadın ve erkeklerinin giydiği Batı giysi
lerinin anlamı konusunda tartışma halindedir. Bazı yorumcu
lar, Batı giysilerinin ve diğer kültürel biçimlerin benimsenme
sinin Batılılaşma'yı ya da Batı'nın bir parçası olma arzusunu
yansıttığını söylerler. Bu , savunulması güç bir görüş görün
mektedir. Bu görüşün doğru olduğunu kabul edecek olursak,
o zaman 1 9 . yüzyıl başında Osmanlılarda Hint kumaşlarının
yaygın bir biçimde kullanıyor olmasını nasıl yorumlamamız
gerek - Osmanlılar Hintlileşmeye mi çalışıyorlardı? Kimileri
de Batı modalarının benimsenmesini daha karmaşık bir olgu
olarak, Batı toplumuyla bütünleşme çabası olarak değil, 1 9 .
yüzyıldaki daha geniş bir "uygarlaşma süreci"nin bir parçası
olarak görürler. Bireyler, son Paris modasına uygun dantel el
biseler veya caketataylar giyerek, toplumsal farklılıklarını ve
modernliklerini -eskinin değil, yeninin bir parçası olduklarını
ve bu tür giysiler giymeyenlerden üstün olduklarını- göster
meye çalışıyorlardı (resim 13).
Evin yapısı
224
Resim 13. Kadın ev kıyafeti: Muhlise, fotoğrafçı Ali Sami'nin kızı, lstanbul 1907.
(Engin Çizgen'in koleksiyonundan, teşekkürlerimizle.)
225
mak değil, 1 700- 1 922 döneminde kır ve kentteki Osmanlı aile
yaşamı hakkında genel bir fikir vermektir. Bunu aklımızın bir
köşesine koyduktan sonra değerlendirmemize başlayalım.
19. yüzyıldan önce, kent evlerinin mekansal düzenlemesi,
toplumdaki cinsiyet rolleri ekseninde ayrı ayrı mekanlar oluş
masına kırsal kesimdeki evlerden daha elverişliydi. Kentlerde
ki pek çok evin ön bölümünde ağırlıkla erkek alanı olan se
lamlık bulunur; kadın alanı olan harem ise evin başka bir ye
rinde olurdu. Haremin, esas itibariyle kentsel ve üst sınıfa öz
gü bir olgu olması mümkündür. Kent konutlarının çoğunda,
kullanım hakkı öncelikle ailenin en yaşlı erkeğine ait olan se
lamlık kısmı bulunurdu. Evin ortasında yer alan selamlığa ba
ğımsız odalar açılırdı; bu odaları birbirine bağlayan koridorlar
yoktu. Bir mekanda erkekler, diğerinde kadınlar biraraya gelir
lerdi. 1 9 . yüzyıldan önce seçkin olsun olmasın kent evlerinin
hepsinde mobilya, duvar kenarlarındaki divanlar üzerine yer
leştirilmiş minderlerden ibaretti. Halı ya da hasır kaplı zemin
üzerine konmuş minderlerde oturulurdu. Yemek için, döşeme
den otuz santim kadar yüksekte duran sinilerin çevresine top
lanır, yemeklerini ortak tabaklardan elleriyle yerlerdi. Zengin
lerin sofrasına et, küçük parçalara kesilip öyle getirilirdi. Oda
lar genellikle çok amaçlıydı, haremin ve selamlığın misafir
ağırlanan bölümleri akşamları yatak odası haline gelirdi. Eşya
genellikle mütevazıydı. Örneğin 1 780'lerde Suriye' deki varlıklı
bir kentli ailenin evinde halılar, hasırlar, minderler, birtakım
küçük pamuk örtüler, büyük, düz bakır ve tahta tabaklar, gü
veçler, bir dibek ve portatif kahve değirmeni, biraz porselen ve
bir miktar kalaylı bakır sahan vardı.
1 9 . yüzyıl başında, eşya konusunda önemli değişiklikler
meydana geldi. Liman kenti İzmir'de, varlıklı tacirlerin evleri
Paris ve Londra'dan gelen çatal, bıçak, masa, iskemle, lngiliz
şömineleri ve İngiliz kömürü gibi eşyayla doluyordu. Yüzyılın
sonuna gelindiğinde, iskemleler, masalar, yataklar ve karyolalar
İstanbul ve liman kentlerindeki elitlerin evlerinde sık sık rastla
nan eşyalar haline gelmiş, iç kesimlerdeki kent ve kasabalara da
yayılmaya başlamışlardı. Yeni mobilyalar geldikçe, Osmanlı ev-
226
lerindeki mekanlann işlevleri değişti. Eski günlerin çok amaçlı
odalan tek amaçlı oldu. Ayn yatak odaları, oturma ve yemek
odaları ortaya çıktı; bunların her biri odayı bir başka amaçla
kullanmak için başka bir yere taşınamayacak veya kaldınlama
yacak, o kullanıma özgü mobilyalarla dolduruldu.
Kırsal bölgelerdeki konutlara bakacak olursak, pek çok köy
evinin basit bir şekilde, biri uyumak, diğerleri de yemek pişir
mek/yiyecek depolamak ve oturmak için kulanılan üç odaya
ayrıldığını görürüz. Bunlar cinsiyet temeline dayalı gerçek bir
mekansal ayrımın bulunmadığı, çok küçük mekanlardı. işte,
Karadeniz'de Trabzon civarındaki kıyı bölgelerinin köy evleri
ni anlatan bir 19. yüzyıl merni:
lngiliz Konsolosu Palgrave Trabzon'da; akı. Şevket Pamuk, The Oııoman Empi
re aııd Europeaıı capitalism, 1 820- 1 9 1 3 ( Cambridge, 1987 ) , s. 188.
227
yoksul sınıfın kulübeleri, en ilkel mimari tarzdadır. Yapının
kaplayacağı alan sırıklarla işaretlenir. Bunların arası ince se
petçi söğüdü dallarıyla örülür, samanla karıştırılmış tezek ve
kille içeriden ve dışarıdan kalın bir şekilde sıvanır. . . Ortalama
bir kulübenin içi üç göz odaya bölünmüştür - ortak oturma
odası, aile yatak odası ve kiler. Tokmaklanarak sertleştirilmiş
toprak zeminin üzeri kaba hasır ve kendi yaptıkları kalın ha
lılarla örtülüdür. Mobilya esas olarak kalın el dokumalarıyla
kaplanmış minderlerden ibarettir, bunlar aynı zamanda aile
nin döşek ihtiyacını da karşılar. . . Türkiye'nin [Osmanlı lmpa
ratorluğu'nun] bütün köylüleri gibi, Bulgarlar da yaşama alış
kanlıkları itibariyle son derece tutumlu , hatta çok basittir.
Pek az şeyle yetinir, genellikle çavdar ekmeği ile mısır lapası
veya sirkeli, biberli fasulye, bir de kendi yaptıkları süt ürünle
riyle beslenirler.2
2 Lucy M . ] . Gamett, Balhan home life (New York, 1 9 1 7 ) , s. 180; Bulgaristan Os
manlı lmparatorluğu'nun parçasıyken yazılmış.
228
riyle aynıdır . . . onlarda da, evlerine önemli yolcular gelme
dikçe, el çok nadiren kullanılır. . . Eşyaları diğer sınıflara göre
çok iyidir, çünkü kadınları güzel halılar dokurlar; bu halılar
dan, bir de kaliteli keçelerden her evde bulunur. 3
229
"'
•
o
;;:ı
o
"O
.
><
::ı
el
w
o
c:
....
c
!!
..
c
o
u
-'
-le
"'
""
--
....
�
�
-le
ı::ı
"'
..cı
''il
u ı::ı
"'
, "'
4
' �
.ı. ...
:... ·�
�
230
...
.ı:.
..!
"'
;
� ':J
il.
(.J...,:
.
. ...
"
"
� c:
�
c:
:>
c:
� -�
"'
ö' ""
.!: �
o
""
e .!
'ii
-�
r.: ... -�
o "
" ""
u " c:
� ;::;
... "'
"
c ıı"
s. u �
"' c::i
c:ı
::3 � �
t!
· �
.<: �
< �
.., .. --
....
-! "'
• �
<:. :.'. �
::ı ""
� :>
.g "'
H
""
'0
.:: "' \!)
<:
�
ltİ
.. .. ...
..
..:ı � .§
i
231
Resim 16. Bayram töreni, Karadeniz bölgesi, yak/. 1 900. (Yazarın kişisel ko
leksiyonu.)
232
mekanlardaki giyim kuşam yanşı, bir toplumsal statü mücade
lesiydi. Fes ve redingot devlet görevlisi sınıfların standart kıya
feti halini alırken, gayri Müslimler zarif, pahalı ve en son Paris
modası kıyafetleri giymekte öncülük ediyorlardı.
Gayri Müslimlerin bir grup olarak modayı belirlemiş, eko
nomiye öncülük etmiş olması, ama siyasi önderlik yapmamış
olması anlamlıdır. Gayri Müslimlerin büyüyen ekonomik zen
ginlikleri ve toplumsal alandaki/giyim kuşam alanındaki ön
cülük rolleriyle, siyasal bakımdan alt konumda bulunmaları
arasında bir gerilim, devletin 1829 kılık kıyafet düzenlemesi
ve 1 839 ve 1 856 fermanlanyla çözüme kavuşturmaya çalıştığı
bir çelişki vardı .
Kahvehane ve hamam
5 Cengiz Kırlı, ''The world o[ lstanbul coITee houses in the early nineteenth cen
tury." Devam eden tez çalışması.
233
içer, meddah dinler, müzik dinler, kağıt, tavla oynar, kimi za
man dışarıda, kahvehanenin önünde yapılan çeşitli eğlencele
re katılırlardı.
Hamamlar kadınlar (ve erkekler) arası dostluklar için top
lumsal cinsiyet temelinde bölünmüş kamusal alanlar oluştur
maktaydı. Eski devirlerde, ev içi su tesisatı, yapılmakla birlik
te, çok enderdi. Çoğu insanın evinde su yoktu, onun için de
kamusal hamam tesislerinden yararlanmak zorundaydılar. İs
lam dininde ve Müslüman dünyasında, kişisel temizlik konu
suna verilen büyük önem, hamamlara duyulan hijyenik ihti
yacı daha da artırıyordu. Sonuç olarak, hamamlar Osmanlı
kent ve kasabalarının olağan unsurlarındandı. Büyük hamam
larda erkekler ve kadınlar için ayrı ayrı bölümler olur, küçük
hamamlarda ise sadece kadınların ve sadece erkeklerin kulla
nımına ayrılmış zamanlar belirlenirdi . Hamamlar, kadınlar
için evleri dışında çok önemli toplumsallaşma alanlarıydı. Bu
ralarda sadece arkadaşlarıyla buluşmakla kalmaz , evlilikler
ayarlar, iş ilişkileri kurarlardı.
234
Karac'oğlan der, öldüğüm bilsinler
Toplansınlar namazımı kılsınlar
Mezarımı yol üstüne koysunlar
Geçerken uğrasın yolu kızların
ya da
235
içinde gösteriler yabancılar değil, Osmanlılar tarafından sergi
lenmeye başlamıştı, hatta bazı taşra kasabalarının bile kendi ti
yatro kumpanyaları vardı. Sinema lstanbul'a 1897'de, Fransa'da
Lumiere kardeşler tarafından icat edildikten iki yıl sonra geldi.
Osmanlı spor dünyasında güreş, özellikle Balkan eyaletle
rinde çok yaygındı; okçuluk ve şahinle avlanma sporları ise
seçkinler arasında revaçtaydı. 19. yüzyılın sonuna gelindiğin
de lstanbul'a ve Selanik gibi liman kentlerine dışarıdan birçok
rakip spor gelmişti. Bunlar futbol, tenis, bisiklet, yüzme, uçuş,
jimnastik, kriket ve bokstu. Aynı şekilde 1 890'da lzmir'de bir
futbol ve rugby kulübü kuruldu. Futbol bir ölçüde tutuldu, fa
kat diğer sporlar pek rağbet görmedi; örneğin, lstanbul'da te
nis (tıpkı zamanın imparatorluk Çini'nde olduğu gibi) saray
arazisi içinde kaldı.
Tarikatler ve tekkeleri
236
toplumsallaşma alanlarından biri olma işlevine sahip olan tari
katler, mensuplarına toplumsal, ticari ve bazen de siyasal ya
şamda önem taşıyan ilişkiler sağlarlardı. 19. yüzyılda başken
tin ve pek çok büyük kentin sakinleri, bir tarikate ya intisab
etmiş ya da tarikat muhibbi olmuş durumdaydı.
Tarikatler erkek ya da kadın bir pirin öğretilerine bağlılık
temelinde oluşur, bu kişi genellikle evliya makamında sayılır
dı. Söz konusu pirler, yaşam tarzları ve öğretileriyle dini haki
kate ve tasavvufi tecrübeye ulaşmanın kendine özgü bir yolu
nu gösterirlerdi. Her tarikatin öğretisi birbirinden farklıydı,
ama Allah'la manevi bir visal ve kişisel huzura ulaşma gibi or
tak bir hedefleri vardı. Tarikat mensupları zikir ve bir dizi ri
tüel yapmak için bir tekkede toplanırlardı. Mevleviler Hakk'a
ulaşmak için sema ederler, başkaları ilahiler söyleyip zikreder
di. Tarikat mensuplarının katkılarıyla finanse edilen tekkeler,
19. yüzyıl lstanbulu'nda çoğunlukla sıradan yapılar, genellikle
de tarikat lideri şeyhin evi olurdu. Ancak, pek çok tekke, bir
kütüphane, misafirhane, türbe, şeyh ve müritler -hem erkek
hem de kadın- için bir hücre, sınıflar, bir mutfak, hamam ve
tuvaletleri içeren bir külliyeden oluşmaktaydı. Ayrıca, asitane
denen büyük tekkelerde , kütüphane, mescit ve mutfağın yanı
sıra, ailelerin, bekarların, erkek ve kadın ziyaretçilerin kalabi
leceği yapılar da bulunmaktaydı. Osmanlıların son dönemle
rinde, sadece lstanbul'da yirmi kadar farklı tarikat ve bunların
toplam 300 tekkesi vardı ( 1 7. yüzyılda ise bu rakam herhalde
500 kadardı) . 1 9 . yüzyıl lstanbulu'nun en popüler tarikatleri
arasında 57 tekkeyle Kadiriler ve 56 tekkeyle N akşibendiler
vardı. Halvetiler, Celvetiler, Sa'diler ve Rufailer de önemliydi;
bunları l ü'un altında tekkesi olan Mevleviler gibi cemaatler iz
lerdi. Tarikatler genellikle belirgin toplumsal gruplara dayan
maktaydı. Örneğin Mevleviler, sayıca az olmalarına karşın si
yaseten güçlüydüler, çünkü mensupları üst sınıflardandı ve
aralarında devlet içinde lider konumda pek çok insan vardı.
Tersine, Bektaşiler zanaatkarlara ve alt sınıflara dayanmaktay
dı. Bunlar yeniçerilerin manevi önderleriydiler, dolayısıyla
1 826'da Bektaşiler de zulüm ve baskıya uğramıştır.
237
Evliya türbeleri
238
Bayramlar
239
!erinin önüne geçerdi.7 Ramazan, hicri takvimin dokuzuncu
ayıydı. Kur'an bu ayda, "Kadir Gecesi" (leylü'l-kadir) inmişti.
H ü s e y i n ' i n d o ğ u m u i l e A l i ve H a t i c e ' n i n ö l ü m l e r i n i n
-İslam tarihinin v e dininin çok büyük önem taşıyan bu ü ç kişi
liğinin- yıldönümlerinin de bu aya gelmesi, ramazanı daha da
önemli kılmaktaydı. Ayrıca Hz. Muhammed'in ilk önemli aske
ri zaferi olan Bedir Savaşı'nın yıldönümü de ramazanda kutla
nıyordu. Günbatımı ve gündoğumunda orucun ve iftarın baş
laması top atışlarıyla ilan edilirdi. Oruç ayı, İslami takvimin iki
büyük bayramından biri olan Şeker Bayramı'yla biterdi.
Yoğun bir toplumsallaşma dönemi olan ramazanda, günlük
yaşam temposunda büyük bir değişiklik meydana gelirdi. İs
tanbul'da ve diğer kentlerde, hem kamu sektörü hem de özel
sektör gündüzleri fiilen kapıları kapatırdı. Fakat sonra, lamba
larla aydınlatılmış dükkanlar ve kahvehaneler bütün gece bo
yunca açık kalırdı. Gece yaşamı bir tek ramazanda canlanırdı
- bu ay, geceyi gündüze çevirirdi. Ramazan öncesindeki hafta
larda evler temizlenir, haşerat öldürülür, minderler boşaltılıp
yeniden doldurulur ve pek çok özel ramazan yemeği için ha
zırlıklara başlanırdı. lftar için özel olarak hazırlanan yemekler
ve pideler vardı. Toplumsal ilişkilerin çok yoğun olduğu bu
ayın en önemli sosyal olaylarından iftar münasebetiyle her
gün ziyaretler yapılır, konuklar ağırlanırdı. Ekabir kısmı açık
iftar sofraları hazırlar, bu sofralara gelen yabancılar -yoksullar,
dilenciler- doyurulur, giderken de kendilerine hediyeler, ge
nellikle para verilirdi. 1 8 . yüzyılda sadrazamın, iftarda devlet
ileri gelenlerine hediyeler -altın, kürk, kumaş, mücevherat
vermesi adettendi. Ancak, 1 840'larda devlet görevlileri arasın
daki bu protokol dahili ev ziyaretleri yasayla kaldırıldı; bu ta
rihten itibaren resmi ziyaretler sadece makama yapıldı. Toplu
mun daha alt kademelerinde , efendiler hizmetkarlarına ve
kendilerine hizmet eden kişilere, örneğin tacirlere, bekçilere,
7 Ramazanla ilgili malzeme için bkz. François Georgeon, "Le ramadan a lstan
bul," F. Georgeon ve P. Dumonı, Vivre dans l'empire Oıtoman. Sociabiliıts et rela
Lions intercommunautaires (xviie-xxe siedes).Paris, 1997) , s. 3 1 - 1 1 3'ten yararla
nılmıştır.
240
tulumbacılara hediyeler verirlerdi. 1 9. yüzyıl ortalarında, yok
sullar Abdülmecit'in sarayına gidip padişahın yaverlerinden
hediyeler alırlardı. (Tanzimat reformlarına kadar daha genel
bir uygulama olan bu adet, bu tarihten sonra ramazan ayında
ki iftarla sınırlandı. ) En azından 1 8. yüzyılda ve 1 9 . yüzyıl
başlarında padişahlar ramazanın on beşinci gününde Hazret-i
Muhammed'in Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-i Şerif'ini ziyaret
eder ve yeniçerilere baklava dağıtırlardı. 1 826'dan sonra padi
şahlar orduyu taltife devam ederek, özel ramazan tayını dağıt
tılar. 1 1 . Abdülhamit döneminde, Yıldız Sarayı'nda her akşam
ayn bir alaya iftar yemeği ve hediyeler verilirdi.
Ramazan, sadece karşılıklı ev ziyaretleriyle değil, düzineler
ce özel halk eğlencesiyle bir eğlentiler ayıydı. Bu ay, Karagöz
oyunlarının en çok rağbet gördüğü dönemdi. Karagözcüler,
bayram arifesine kadar her gece ayn bir temsil sunabilmek
için yirmi sekiz farklı metin ezberlerlerdi. Aynı şekilde, 1 9 .
yüzyıl sonlarında tiyatro geliştikçe, ramazan tiyatro mevsimi
oldu; 20. yüzyıl başlarına gelindiğinde alışılagelmiş özel rama
zan tiyatro gösterileri oluşmuştu. Sinemalar açılınca da, on yıl
içinde lstanbul'da özel ramazan sinema gösterileri yapılmaya
başlandı. 18. yüzyılda, iftar etrafında şekillenen ve gezintileri,
Karagöz oyunlarını ve kahvehaneleri içeren sosyal olaylar, 19.
yüzyılda tiyatro ve sinema gibi yeni eğlence türlerini de içere
cek şekilde genişlemişti. Bir anlamda, ramazan, toplumsal en
gellerin kalktığı ya da Avrupa'daki karnaval mevsiminde oldu
ğu gibi kuralların askıya alındığı, bir şenlik ayıydı . Dolayısıyla,
örneğin 1 9 . yüzyıl başında devlet genellikle kamusal alanda
erkeklerle kadınların birlikte gezmesini yasaklamaktaydı, fa
kat bir fermanla Şeker Bayramı'nda kadınlarla erkeklerin bir
likte gezmesine izin verildi.
Bu ay aynı zamanda dini duyarlıkların ve dini faaliyetin art
tığı bir dönemdi. İmparatorluğun dört bir köşesinde, şehir ve
kasabaların camilerinde ulema tarafından Şeker Bayramı arife
sine kadar hiç aralıksız Kur'an okunurdu. Ramazanda pek çok
insan kutsal yerleri ve evliya türbelerini ziyaret ederdi. lstan
bul'da Eyüp Camii ve akraba mezarları da ziyaret edilir, gece,
241
kurulan çadırlarda geçirilirdi. Bayram namazından sonra aile
ler, anne ve babalarının ve yakın akrabalarının mezarlarını zi
yaret ederlerdi. Ulema i l eri gel enleri padişah huzurunda
Kur'an okur, kendisine özel dersler verirdi. Talebeler ramazan
ayında medreselerinden ayrılır, vaaz vererek kırsal kesimi do
laşır, köylülerden hem para hem de aynı: hediyeler toplarlardı.
lstanbul'da, Lale Devri'nde başlamış olması muhtemel bir adet
çerçevesinde ramazan ayında camilere ve minarelere mahyalar
kurulurdu (sıra sıra yağ ya da mum fenerleriyle donatılmış ip
ler gerilirdi) . 1 860'ta genel aydınlatma sistemi kurulmadan
önce, bu ışıkların olağanüstü bir etkisi olmuş olsa gerektir. Bu
ışıklandırılmış kelime ve sembollerin, yaklaşık bir milyon nü
fuslu, normal olarak sadece insanların taşımak zorunda oldu
ğu lambalarla aydınlatılmış, karanlık bir kent üzerinde yarattı
ğı etkiyi düşünün.
Ramazan farklı dinsel cemaatler arası ilişkileri de geliştirir
di . Pek çok gayri Müslim saraya iftara davet edilirdi. Sarayın
davranışı hem genel kuralı belirler, hem de toplumun geri ka
lan kısmının davranışlarını yansınrdı. Pek çok Müslüman iftar
için evlerini gayri Müslim komşularına ve arkadaşlarına açar
dı. Dolayısıyla, Ramazan hem Müslüman olma duygusunu pe
kiştirir, hem de Müslümanlarla gayri Müslimler arasındaki
sosyal ilişkileri geliştirirdi.
Oruç vecibesinin fiilen yerine getirilmesi, kuşkusuz yere,
zamana ve kişiye göre büyük farklılıklar gösteren bir konuy
du. Genelde insanlar oruç tutardı, tutmayanlar bunu uluorta
göstermezdi. 1 8 . yüzyıl lstanbulu'nda, mahalle bu konuda
toplumsal baskı yapardı, fakat -genellikle imam veya mahalle
nin namusunun koruyuculuğunu yapan kabadayı tarafından
herkesin önünde kınanmanın ötesinde bir cezalandırma gö
rülmezdi. 1 9 . yüzyılda, bu değişmeye başladı. Halkın davra
nışlarını bir düzene bağlamak için kullanılan eski sistem çözü
lürken, lstanbul'da oruç tutma kamu düzeniyle ilgili bir mese
le haline geldi. Kılık kıyafette i l . Mahmut tarafından yapılan
ve gözle görülür ayrımları daha belirsiz kılan değişiklikler, ku
rala uymayan Müslümanların, yemek ya da içmek için dikkat
242
çekmeden kentin gayri Müslim mahallelerine geçmesini ko
laylaştırmıştı. Devletin, kamu alanındaki davranışları düzene
bağlamak için kullandığı diğer yöntemler de değişti. Muhtesib
denilen bir devlet görevlisi çarşıyı denetler ve yerel düzeni
sağlardı. Fakat bu makam 1 854'te kaldırıldı ve görevleri iki
grup kanun ve nizam otoritesi arasında bölündü: polis ve jan
darma. Bu değişiklikler ve yeni yasaların yürürlüğe girmesi,
kamusal davranışların düzene bağlanmasında kargaşa anlamı
na geldi. Kendi konumlarından kuşkuya düşen ulema, oruç
vecibesinin yerine getirilmesi talebini daha yüksek sesle dile
getirir oldu, yeni gerekçeler aradı - hatta bir noktada orucun
sağlık için yararlı olduğunu savundu. Sivil otoriteler de belir
sizlik içindeydiler: Payitahtın bir mahallesinde zaptiye, rama
zan sırasında halka açık yerlerde yiyen ve içenleri falakaya ya
tırdı. Fakat bu tür umuma açık cezalandırmaların ne kadar
olağan olduğunu bilmiyoruz.
1 9 . yüzyıl sonlarında, ramazanda oruç vecibesinin yerine
getirilmesi konusunda devletin en üst kademelerinden karışık
sinyaller gönderilmekteydi. Halifeliğini, Müslümanların ön
derliği rolünü kuvvetle vurgulayan, il. Abdülhamit'i hatırla
yın. Abdülhamit'in Yıldız Sarayı'ndaki devlet dairelerinde çalı
şan görevlilerin ramazan boyunca yiyip içip tütün kullandıkla
rını okumak ilk anda şaşırtıcıdır. Bu tür davranışlar, devletin
19. yüzyılda yeni bir disiplin yaratıp, insanları dairelerde işle
rinin başında tutma çabasından kaynaklanmıştı. Dolayısıyla,
ramazanın gerekleri ile modern uygarlığın isterlerinin bağdaş
madığını belirten raporlar hazırlandı. Çalışma hayatı her za
manki gibi devam edecek ve devlet dairelerinde normal çalış
ma saatleri uygulanacaktı. Fakat devlet, 19. yüzyıl sonlarında
okullara karşı farklı bir davranış sergilemekteydi. Ramazan ,
medreselerde eskiden olduğu gibi tatil olarak kaldı. Devlet, aç
tığı çeşitli seviyelerdeki -ilk, orta , tıbbiye, harbiye ve diğer
okullar- yüzlerce okulda da ramazanı tatil ilan etti.
243
Resim 1 7. Harput Milli Koleji mezuniyet sınıfı, 1 909- 1 9 1 0. (Raymond H. Ke
vorkian ve Pau/ 8. Paboudjian (der.), Les Armeniens dans l'empire ottoman a
la veille du genocide, Paris, 1992. izin alınmıştır.)
Okuma ve okuryazarlık
244
�- ;, ,:. �::�':· r :*:
· ni
� • '"'.. ·'
ıın Ji
'<
Resim 18. il. Abdülhamit döneminde Emirgan kız rüşdiyesi öğrencileri. (Car
ney E. 5. Gavin et al., "lmperial self-portrait: the Ottoman Empire as revealed
in the Sultan Abdul Hamid's photograph albums, " Journal of Turkish Studies
özel sayısı, 1 998. Yayıncının izniyle yeniden basılmıştır.)
245
246
Okuryazarlığın bir başka ölçüsü, basılan kitap ve gazetelerin
sayısıdır. 1840'tan önce, lstanbul'da yılda sadece on bir kitap
basılmaktaydı. l 908'de bu sayı 285'e çıkmış, üretim 99 matba
ada yapılmıştı. Başka istatistiklerde de kitap baskı adedinin ve
okuryazarlığın hızla artması aynı şekilde kabul edilmektedir.
1729 ile 1829 arasında 180 kitap basılırken, 1876- 1 892 arasın
da geçen 16 yılda bu sayı 6.357'ye yükselmişti. 1893- 1 907 ara
sında ise 10.601 kitap basıldı. Gazete ve dergi sayısında da aynı
ölçüde etkileyici artışlar vardı: 1875-87; 1895-226; 1 903-365 ve
1 9 1 1 -548. i l . Abdülhamit döneminde sansür uygulamaları yü
rürlükteyken lstanbul'un önde gelen gazetelerinden ikisi günde
1 5 .000 ve 1 2.000 baskı yapıyordu. jön Türk devriminin ve öz
gür basının ortaya çıkışının ardından aynı gazetelerin tirajları
sırasıyla günlük 60.000 ve 40.000 gibi rakamlara fırladı.8
Önerilen kaynakça
(*) işaretli ınadddeı hu alancı yeni haşlayan ogırndlere tavsiye edilen kaynaklardır.
* An<l, Metin. Kanıxöz, J. baskı ( lsıanbul, ı.y. ) .
A piııorial histoıy of Turlıislı dwıciııg (lstanbul, 1 976) .
An<lrcws, Walıer. Poetıys voice, sodety'.s song: Oııoınan lyriı poetry (Seaıtle, 1985).
[ Türkçesi: Andrews, Walter. Şiiri n Sesi, Toplumun Şarkısı: Osmanlı Gazelinde
A11lıım ı•r Gdnırlı çcv. : Tansel Güney ( lstanbul: iletişim Yayınları, 2000) . ]
247
* Esenbel, Selçuk. "The anguish of civilized behavior: ıhe use of westem cultural
forms in the everyday lives of the Meijii Japanese and the Ouoman Turks du
ring the nineteenth century," ]apan Review, 5 ( 1995), 145-185.
Feldman, Walter. Music of the Ottoman court (Berlin, 1996).
Gameu, Lucy M. J. Mysıicism and magic in Turkey (Londra, 1 9 1 2) .
The women of Turkey a n d their folk-lore, 2 cilt (Londra, 1890).
Gibb, E. J. W Ottoman poetry, 6 cilt (Londra, 1900-1909). [ Türkçesi: Gibb, E. J.
W Osmanlı Şiiri Tarihi çev. : Ali Çavuşoğlu (lstanbul: Akçağ Yayınlan, 1999) . ]
Holbrook, Victoria Rowe. The unreadable shores of love: Turkish modemity and mys
tic romance (Auslin, 1994). [ Türkçesi: Holbrook, Victoria Rowe. Aşkın Okunmaz
Kıyılan çev. : Erol Köroğlu , Engin Kılıç (lstanbul: iletişim Yayınlan, 1998) . ]
J irousek, Charloue A. "The transilion ı o mass fashion dress i n the later Ottoman
empire," Donald Quaıaerı, der., Consumption sıudies and the h istory of tlıe Otto
man Empire, 1 550-1 922: An introduction (Albany, 2000), 201-24 1 .
Karabaş, Seyfi ve Judiıh Yama il. Poems by Karacaoglan: A Turhish bard (Blooming
ton, 1996).
*Keddie, Nikki, ed. Women and gender in Middle Eastern history (New Haven,
199 1 )
Lewis, Norman. Nomads and setılers in Syria and ]ordan, 1 800-1 980 (Cambridge,
1987).
* Kandiyoıi, Deniz, der. Gendering ıhe Middle East: Emergiııg perspectives (Syracu
se, l 996).
*Khouri, Dina Rizk. "Drawing boundaries and defining spaces: women and space
in Ottoman Iraq," Amira El Azhary Sonbol, Women, thefamily, and divorce laws
in lslamic history (Syracuse, 1996), l 73- 187.
Lifchez, Raymond. Tlıe dervish lodge: Architecture, art and Sufism in Otıoman Tur
key (Berkeley, l 992).
*Marcus, Abraham. The Middle East on the eve of modemity: Aleppo i n the eighte
enth century (New York, l 989).
*Mardin, Şerif. "Super westemization in urban lire in the Ottoman Empire in the
lası quarter of the nineteenth cenıury," Peter Benedict, Erol Tümertekin ve Fat
ma Mansur, der. Turhey, Geographic and Social Perspectives (Leiden, 1 97 4),
403-446.
Masters, Bruce. The origins of westem economic dominance in the Middle Eası: Mer
cantilism and the Islamic economy in Aleppo, 1 600-1 750 (New York, 1988).
Quataert, Donald, der. Consumption studies and the history of ılıe Oııoman Empire,
1 550-1 922: An lntroduction (Albany, 2000).
*Quataert, Donald. "Clothing laws, state and society in the Ottoman Empire,
l 720-1829," lnternational]oumal of Middle East Studies, 29, 3 (Ağustos 1997) ,
403-425.
* Social disi nıegration and popular resistance in tlıe Oııomaıı Empire, 1 881 - 1 908
(New York, 1983).
Scarce, jennifer. Womens costume of the Near and Middle East (Londra, 1987).
Sonbol, Amira El Azhary, Women, the fami ly, aııd divorce laws i n lslamic history
(Syracuse, 1996) .
248
*Tunçay, Mete ve Erik Zürcher, der. Socialism and nationalism in ıhe Otıoman Em
pire, 1 876- 1 923 (Londra, 1994). [Türkçesi: Tunçay, Mete ve Erik Zürcher, der.
Osmanlı l mparaıorlugu'nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, 1 8 76-1 923 çev.: Mete
Tunçay Ostanbul: iletişim Yayınlan, 1995) . 1
Wittman, Wil!iam. Travels i n Turkey, Asia Minor, Syria. . . Egypt during ıhe years
1 799, 1 800 and 1801 (Londra, 1803).
*Worıley Monıagu, Lady Mary. The Turkish Embassy leııers (yeni basım, Londra,
1994).
Zilfi, Made!ine. "Elite circulaıion in the Ottoman Empire: great mollas of the eigh
ıeenth century," ]ournal of ıhe Economic and Social History of ıhe Oıienı, 26, 3
( 1 983 ) , 3 1 8-64.
Politics of piety: The Ottomali ulama in the post-classical age (Minneapo!is, 1986).
*Women İli the Otıomali Empire: Middle, Easterıı women İli ılıe early modern era (Le
iden, 1997).
249
DOKUZUNCU BÖLÜM
G i riş
251
rın başına günümüzde bela olan pek çok çatışma nedeniyle
daha da büyük önem kazanmıştır. Örneğin, Filistin-İsrail ça
tışması, Kürt meselesi, frmeni sorunu, ayrıca Bosna ve Koso
va'da yaşanan dehşet ve-ici olaylar. Bunların hepsi de bir za
manlar Osmanlı ülkesi olmuş toprakları kasıp kavurmaktadır.
Öyleyse günümüzdeki bu çatışmalarla Osmanlı tarihinde ce
maatler arasında yaşananlar arasındaki bağlantı nedir?
Çatışmanın -tarihin dayattığı, yani özel koşullarda ortaya
çıkmış, belli nedenlerle yayılmış ama kaçınılmaz olmayan ça
tışmaların- zorunlu olmadığı iddiasıyla başlayalım. Tarihsel
olarak başka türlü sonuçların da ortaya çıkması mümkündü,
ama olayların izlediği seyir buna imkan vermedi. Bu çatışmala
rın hiçbiri, bin yıllık düşmanlıkları yansıtan, çok eskilere daya
nan çatışmalar değildir. Tam tersine , her biri, kavimler arası
düşmanlıklarla değil, özgül olayların gelişmesiyle, 1 9 . ve 20.
yüzyıllara atıfla açıklanabilecek çatışmalardır. Fakat çağdaş ça
tışmaların gözümüzde çok önemli bir yer tutması ve günümüz
düşmanlıklarının, yakın zamanlara ait özgül nedenlere değil de,
eski ve genel nedenlere dayandığını varsaymamız, Osmanlıların
cemaatler arası ilişkiler siciline ilişkin kavrayışımızı büyük öl
çüde çarpıtmıştır.
Aksi yöndeki bütün klişelere ve önyargılara karşın, Osmanlı
tarihinin büyük bölümünde cemaatler arası ilişkiler çağın
standartlarına göre gayet iyiydi. Azınlık statüsündeki kişiler,
yüzyıllar boyunca Osmanlı diyarında, örneğin, Fransız kralı
nın ya da Habsburg imparatorunun topraklarında olduğundan
daha eksiksiz haklara ve daha fazla yasal korumaya sahip ol
dular. Osmanlılardaki cemaatler arası ilişkilerin 1 8 . ve 1 9 .
yüzyıllarda kötüleştiği d e doğrudur. B u bölümde, ilişkilerdeki
bozulmanın, doğrudan, Batı sermayesinin, Büyük Devletlerin
Osmanlı içişlerine müdahalesinin ve daha geniş siyasal haklar
tesis etmek isteyen geçiş dönemi niteliğindeki Osmanlı siyase
tinin meydana getirdiği her an patlamaya hazır karışımdan
kaynaklandığı savunulmaktadır. Bu değerlendirmeyi yapar
ken, Osmanlıların pek lekesiz sayılamayacak cemaatler arası
ilişkiler sicilini idealize etmek, ya da Osmanlı tebaasına karşı
252
yapılmış büyük adaletsizlikleri ve zulmü örtbas etmek gibi bir
amacımız yok.
Buna karşılık, dini ve etnik Osmanlı cemaatleri arasındaki
ilişkiler konusunda fazlaca uzun bir süredir hüküm sürmüş
klişeleri değiştirmek gibi bir amacımız var. Kişinin dini -Müs
lüman, Hıristiyan veya Yahudi olması- Osmanlı dünyasında
önemli bir farklılaşma aracıydı. Aslında dini olan farklılıkları
ifade etmek için kafa karıştırıcı bir sıklıkla etnik terimler kul
lanılmaktaydı. Balkan ve Anadolu topraklarında, Osmanlı Hı
ristiyanlarının, günlük konuşma dilinde "Türkler" derken
kastettikleri, aslında Müslümanlardı. "Türk" , ister Kürt ister
Türk veya Arnavut olsun (Araplar hariç) her türlü Müslü
man'dan söz etmenin bir tür kısa yoluydu . Bugün Bosnalı
Müslümanlara, Sırp Hıristiyanlar Türk der, oysa, iki taraf da
Slav etnik grubundandır. Arap dünyasında, Müslüman Arap
lar, bazen Müslüman Arnavut veya Çerkez, yani bölge dışın
dan gelmiş Müslüman yerine "Türk" kelimesini kullanırlardı.
Klişeler, Osmanlı tebaasını, millet denen ve 1 5 . yüzyıla dek
götürülen birbirinden keskin çizgilerle ayrılmış, nüfuz edilmesi
imkansız dini cemaatler halinde birbirinden kopuk yaşar göste
ren, gerçeklere uymayan tablolar çiziyor. Bu yanlış bakışa göre,
her cemaat birbirinden soyutlanmış bir biçimde, yan yana, fakat
ayrı yaşamaktaydı. Aralarında giderilmesi sözde mümkün olma
yan nefretler hüküm sürerdi: Müslümanlar Hıristiyanlardan, Hı
ristiyanlar Yahudilerden, Yahudiler Hıristiyanlardan, Hıristiyan
lar Müslümanlardan nefret ederdi. Son zamanlarda yapılmış
araştırmalar, bu görüşün hemen hemen her bakımdan temelden
yanlış olduğunu göstermektedir. Her şeyden önce, millet terimi
nin Osmanlı gayri Müslimleri için kullanılması çok eski değil
dir, il. Mahmut dönemine, yani 19. yüzyıl başlarına aittir. Bu ta
rihten önce, millet sözü, imparatorluk içinde Müslümanlar, im
paratorluk dışında Hıristiyanlar için kullanılmaktaydı.
Cemaatler arası ilişkiler hakkındaki bu araştırmayı, 1 700-
1 922 dönemi Osmanlı Bulgaristanı tarihinin iki farklı versiyo
nuyla sürdürelim. l lk versiyonda, Peder Paisiy'nin ( 1 7 22-
1 773) ve S. Vraçanski'nin ( 1 739- 1 8 1 3 ) Osmanlı süzerenlerine
253
"canavar ve vahşi imansızlar" , "İsmail soyu " , "kafir oğulları " ,
"vahşi hayvanlar" v e "aşağılık barbarlar" diyen seslerini duya
rız. Daha ileriki bir tarihte de, bir başka Hıristiyan Bulgar ya
zarı , Hristo Bo tev ( 1 848- 1 876) , Osmanlı idaresi hakkında
şunları yazar:
Ve tiran yıkıyor
kasıp kavuruyor ülkemizi
kazığa oturtuyor, asıyor, kırbaçlıyor,
lanet ve vergi yağdırıyor köle ettiği halka.
254
"Hiçbir yere gitmiyorsun. Bizimle kalacaksın . . . " Annem de
Türklerle kaldı . . . Size anlatmaya çalışuğım, bu insanlarla iyi
geçindiğimiz. 3
255
cak, gerçek anlamda askerlik görevi, Müslümanlara özgü bir
yükümlülük haline gelmişti. 1 856'da yapılan bir düzenleme,
Osmanlı Hıristiyanlarının da askerlik hizmeti yapmasını ge
rektirdiğinde bile, muafiyetin satın alınması özel bir vergi ola
rak hızla kurumsallaştı. Bu boşluk, 1 909'da çıkartılan bir ya
sayla giderildi, fakat o zaman da, yüz binlerce Osmanlı Hıristi
yanı, askerlik yapmamak için imparatorluğu terk etti. Yani, te
baa, Müslümanların savaşa gitmesi, fakat gayri Müslimlerin
gitmemesi gerektiğini düşünüyordu.
Ayrımları sürdüren çeşitli mekanizmalar vardı. Gördüğü
müz gibi, kıyafet yasaları çeşitli dini cemaatleri birbirinden
ayırıyor, yoldan gelip geçenlerin dinlerini tam olarak gösteri
yordu . Bu yasalar, farklılıkların korunmasını, sadece birer di
siplin aracı olarak değil, cemaat sınırlarını, dahil olanlar ile
hariç olanları (yerliler ile yabancıları) anında belirleyen yararlı
işaretler olarak güvence altına almaktaydı. Giysi, cemaat men
suplarına gruba aidiyet ve kimlik duygusu vermekteydi.
19. yüzyıla kadar, hukuk sisteminde dini ayrımlar esas alın
dı. Her dini cemaatin kendi dindaşları için mahkemeleri, yar
gıçları ve hukuk ilkeleri vardı. Fakat, Osmanlı realitesi Müslü
man mahkemelerini daha güçlü kılıyordu . Müslümanlar, te
olojik olarak üstün oldukları için, ilke olarak, mahkeme sis
temleri de diğerlerinin üstündeydi. Dolayısıyla, Müslümanlar
ile gayri Müslimler arasındaki davalarda Müslümanların mah
kemeleri yetkiliydi. Dahası, gayri Müslimler velayet (yetki) sa
hibi olmadıkları için, çok az istisna dışında, Müslümanlara
karşı tanıklık edemezlerdi. Devlet, dini yetkilileri ve mahke
meleri fermanları ve vergileri ilan etmek ve daha genel anlam
da hükümdarın kontrolünün vasıtası olarak kullanırdı. Bir
bölgenin en kıdemli devlet görevlisi, örneğin vali, bir ferman
aldığında çeşitli cemaatlerin dini önderlerini huzuruna çağır
tırdı. Bu dini önderler de cemaatlerini bilgilendirir, cemaatler
fermanın nasıl uygulanacağını veya koyulan vergilerin nasıl
dağıtılacağını kendi aralarında müzakere ederlerdi.
Şer'i mahkemeler, Hıristiyan ve Yahudilere genellikle kendi
mahkemelerinde sahip olmadıkları haklar tanırdı. Dolayısıyla,
256
gayri Müslimler, böyle bir zorunlulukları olmadan da rutin
olarak kadılara başvururlardı. lslami mahkemeye bir kez çı
kınca, burasının kararları öncelik kazanırdı. Şer'i mahkemele
re genellikle, akrabalara -kızlara, babalara, amcalara, kız kar
deşlere- mirastan belirli mutlak paylar garanti eden lslami mi
ras hukukunun hükümlerinden yararlanmak için başvuruda
bulunurlardı. Dolayısıyla, bir Hıristiyan'ın veya Yahudi'nin va
siyetinde mirastan mahrum bırakılmaktan veya daha küçük
bir pay alacaklarından korkanlar, lslam hukukuna tabi olmayı
tercih ederlerdi. Dul Hıristiyan kadınları, ölenin karısına mi
rastan kilise hukukundakinden daha büyük pay veren lslami
mahkemelere sık sık başvururlardı . Ya da, Hıristiyan veya Ya
hudi dindaşları tarafından istekleri dışında görücü usulü evli
liğe zorlanan zimmi kızlarının durumunu ele alalım. lslam
hukuku, kadının evlilik sözleşmesine rızasını şart koştuğun
dan, söz konusu genç kadın kendi tarafını tutan lslami mah
kemeye gidebilir, böylelikle istemediği görücü usulü evliliği
engelleyebilirdi.
Tanzimat reformlarıyla birlikte, eski farklılaşma ve ayrımlar,
ayrıca lslam hukukunun üstünlüğü sistemi resmen ortadan
kalktı. Statü eşitliği, yükümlülüklerin eşit olması ve herkesin
askerlik hizmeti yapması anlamına geliyordu. Kıyafet yasaları
ortadan kalktı; dini mahkemeler varlığını sürdürdü , ama işlev
lerinin pek çoğunu kaybetti. Ortaya yeni mahkemeler çıktı:
Mahkeme-i muhtelite denen bu karma mahkemeler, başlangıçta
farklı dini cemaatlerden kişiler arasındaki ticaret ve ceza dava
larına , daha sonra da m e deni davalara baktılar. S o n r a ,
1 869'dan itibaren, Müslümanlar ile gayri Müslimler arasındaki
medeni hukuk ve ceza davalarına nizamiye mahkemeleri de
nen seküler mahkemeler baktı. Bu değişikliklerin -Hıristiyan,
Yahudi veya Müslüman- bireylerin hak ve statülerini otomatik
olarak ve her zaman geliştirip geliştirmedikleri ise henüz araş
tırmacılar arasında tartışma konusudur. Örneğin, kimileri, şe
riatın yerine laik hukukun geçirilmesiyle kadınların yasal hak
larında genel bir gerileme olduğunu savunurken, kimileri de
buna karşı çıkmaktadır.
257
Öyleyse, Osmanlı tebaası arasında ne ölçüde eşitlik vardı ve
gayri Müslimlere ne kadar iyi davranılıyordu? Özel bir seçim
yapmadan, Bulletin de l'A lliance Israelite Universelle adlı yayı
nın 1 893'te yayımlanan "Türkiye Yahudileri Yıllık Raporu"nda
kayıtlı Osmanlı Selanik kenti Yahudi cemaatinin tanıklığını
buraya aktarıyorum. Fransız Yahudileri, Alliance Israelite Uni
verselle'i 1 860'ta, Yahudilerin kurtuluşu için çalışmak ve tüm
dünyada ayrımcılıkla mücadele etmek için kurdular. Örgüt ,
bir özgürleştirme aracı olarak okullara v e eğitime büyük önem
vermekteydi. Osmanlılardaki ilk okulunu 1 867'de kurdu, yir
mi-otuz yıl içinde elli kadar okul daha kurdu. Paris'te Bulletin
adlı bir dergi çıkartıyordu. Dünyanın her yerinden Yahudi ce
maatleri bu dergiye yerel koşulları anlatan mektuplar yazıyor
lardı. İşte Selanik'teki Yahudi cemaatinin 1 893'te Bulletin'e
gönderdiği açıklama:
4 Paul Dumonı, 'jewish Communiıies in Turkey during ıhe lası decades of ıhe
nineıeenıh century in ıhe lighı of ıhe archives of ıhc Alliance lsraeliıe Univer
sellc," Benjamin Braude ve Bemard Lewis (der. ) , Clıristiaııs and ]ews in ılıe Ot
tomaıı empire (Londra, 1982), c. 1, s. 2 2 1 .
258
dileri hakkında olduğu halde, yine de 1 8 . ve 1 9 . yüzyıllarda
yaşayan çok sayıda Osmanlı Hıristiyan halkın da hislerine ter
cüman gibidir.
260
Cemaatler a rası paylaşıma i l işkin başka bulgular
261
etkileşimler bize birbirinden soyutlanmış kapalı cemaatlerden
çok sürekli ve yakın ilişki içindeki toplumları yansıtır.
264
bakımdan heterojen olsa da, aynı dinden olan kişiler zaman za
man dini temelde harekete geçmekteydiler. Örneğin, hem Hı
ristiyan hem de Müslüman üyeleri olan İstanbul'daki bir ma
navlar loncasını ele alalım. 1860'ta bu loncanın 1 00 kadar üye
si devlete (kömür fiyatlarıyla ilgili) bir dilekçe verdi. İmza sa
hiplerinin hepsi de Hıristiyan'dı. Her ne sebepleyse, o an için,
ortak dinleri temelinde biraraya gelmişlerdi. Benzer bir olay da
Halep'te oldu; 1 840'larda karma bir tekstil tacirleri loncasının
sadece Hıristiyan üyeleri bir dilekçe imzaladılar. 1 860'larda ise
devran döndü ve bu sefer sadece Müslüman üyelerin imzaladı
ğı bir dilekçe verildi. Hiçbir dini içeriği olmayan her iki olayda
da, dilekçe sahipleri sadece dindaşları olan işçiler adına değil,
bütün lonca adına hareket ettikleri iddiasındaydılar.
Bir işçi örgütlenmesi türü olarak sendikalar Osmanlı dönemi
nin sonlarında ortaya çıktı. Bazıları 1 880'1erde kurulmakla bir
likte, çoğu 1 908 Jön Türk Devrimi'nden sonra gelişti. Sendikala
rın dini bakımdan homojen olması seyrek rastlanan bir durum
du. Örneğin, ticari işyerlerinde çalışan Müslümanlar ile Hıristi
yanlar 1 908'de önce iki ayrı sendika halinde örgütlendiler. Fakat
birkaç hafta içinde iki örgüt birleşerek tek bir örgüt haline geldi.
Bu sendikalar, aralarında çok sayıda Hıristiyan, Müslüman ve
bazen Yahudi de bulunan heterojen üye kitlelerine sahipti. En
önemli sendikalar, belki de hepsi, yabancı sermayeyle ilişkili
bağlamlarda ortaya çıktı. Örneğin, Hıristiyan ve Müslüman üye
leri olan demiryolu sendikasını ele alın veya Yahudi, Rum, Müs
lüman ve Bulgar üyeleri olan Selanik bölgesi tütün işçileri sendi
kasını ya da İzmir, Beyrut ve başka yerlerdeki, Müslüman ve Hı
ristiyan üyelere sahip kamu hizmetleri sendikalarını alın. Hazi
ran l 909'da devletin işçi politikalarına karşı Selanik'te yapılan
bir protesto gösterisi, sendikaların cemaatler arası niteliğini canlı
bir şekilde ortaya koyar. Mitingde konuşmacılar kitlelere Os
manlıca, Bulgarca, Rumca ve Ladino seslendiler.5 Selanik, bir
265
kısmı daha sonra sosyalist hareketlere dönüşen, işçi sınıfı faali
yetlerinin çoketnili, çokdinli niteliğiyle dikkate değer bir kentti.
Yabancı şirketlerin işçi alımlan, 19. yüzyıl Osmanlı dünyasın
da fazlaca olağanlaşan cemaatler arası gerginliklerin anlaşılması
nın önemli bir anahtarını oluşturur. Sayılan düzineleri bulan bu
şirketler içinde bankalar, demiryollan, liman şirketleri ve kamu
hizmet şirketlerinin yanı sıra tekstil ve gıda işleme fabrikaları
vardı. Bu şirketler hep birlikte çok sayıda Osmanlı uyruğu çalış
tırmaktaydılar - 13.000'den fazla işçi demiryollannda çalışıyor
du. Düyıın-u Umumiye Idaresi'nin ise 5 .000'den fazla çalışanı
vardı. Buradaki mesele, bu yeni kurulmuş, genellikle büyük ya
bancı şirketlerdeki işgücü içinde oluşturulan tabakalaşmayla il
gilidir. Gördüğümüz gibi, bir bütün olarak Osmanlı işgücünün
genelgeçer bir örüntüsü yoktu. Fakat yabancı şirketlerin hepsin
de, aynı işe alma ve tabakalaşma örüntüleriyle karşılaşıyoruz. Bu
şirketler her zaman şirketin en üst makamlarına yabancıları alır
lardı. Bunlar idare heyetine katılan üst düzey yöneticiler ve ge
nellikle bölüm veya büro şefleriydiler. Bunların hemen altında
orta seviyede yöneticilik yapan ve vasıf gerektiren işlerin çoğunu
ellerinde tutan Osmanlı Hıristiyanları yer alırdı. Müslümanlar
bu şirket hiyerarşilerinin en altında yer alır, en alt seviyedeki, en
düşük ücretli işleri yaparlardı. Üstelik kriz dönemlerinde şirket
ler Müslüman işçi ve memura güvenmiyormuşçasına, oransız
gayn Müslim ve yabancı işçi alımına giderlerdi. Yaklaşık aynı şe
kilde, işçi sendikalarının üye kitlesi hem Hıristiyan hem Müslü
manlardan oluşurken, liderliği Hıristiyanlar yürütürdü. Bu geliş
menin bu şekilde olmasını doğal olarak zorunlu kılan herhangi
bir şey olmadığını vurgulamak gerekir. Kapitalizmin etnik veya
dini çizgilerde tabakalaşmış işçi sendikaları ortaya çıkartması
şart değildir, ama bazen de çıkartmıştır. Ele aldığımız bu Os
manlı örneğinde, yabancı sermaye yerel (Osmanlı) toplumuyla
girdiği etkileşim içinde, yabancı yatırımcıların dindaşlarının ay
rıcalıklı konumda bulunduğu bir işgücü üretmiştir. Bu hiyerarşi,
yabancıları ve gayri Müslimleri Müslümanlardan üstün konum
lara getirmiş ve Osmanlıların yüzlerce yıllık siyasal ve hukuki
Müslüman egemenliği örüntüsünü tersine çevirmiştir.
266
Yabancı şirketlerin işe alma politikalarının, bu şirketlerde is
tihdam edilen işgücü üzerindeki etkileri, Batı Avnıpa'nın ülke
ye nüfuz edişinin bir bütün olarak Osmanlı toplumu üzerin
deki etkisiyle mecazi bir benzerlik oluşturur. Batı'nın büyüyen
ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel gücü, Osmanlı lmpa
ratorluğu'nda mevcut düzeni alt üst eden bir dönüşüm yarat
mıştı. Gerçekten de Osmanlıların son yüzyılında, üstünlüğü
ele geçirmek için mücadele eden üç grup toplumsal hiyerarşi
vardı. 1 9 . yüzyıl başlarındaki değişikliklere kadar yüzyıllarca
resmen mevcut olan birinci grup hiyerarşi Müslümanları, gay
ri Müslimler üzerinde siyasal ve hukuki hakimiyet konumları
na getirmekteydi. Yabancı şirketlerdeki model olan ikinci
grup, 18. yüzyılda ortaya çıkmaya başladı. Bu hiyerarşide, ya
bancılar en üst, gayri Müslimler ikinci, Müslümanlar ise en alt
basamaklara yerleştirildi. Üçüncü grubu oluşturan Osmanlıcı
model ise, kanun ve devlet önünde bütün üyeleri eşit olan bir
toplum üzerinde hüküm süren, bütün dini ve etnik cemaatler
den alınmış idari bir devlet kadrosu gerektirmekteydi.
Kanun önünde eşitliğe dayalı yeni toplumun veya yabancı
şirketlerin öngördüğü yabancıların/gayri Müslimlerin üstünlük
sahibi olduğu yeni düzenin, Müslümanların üstünlüğüne dayalı
sistemin yerini alıp alamayacağını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Eski Osmanlı düzeni yavaş yavaş ortadan kaybolup gidiyordu,
fakat yenisi henüz doğmamıştı. Sonuç olarak, 19. yüzyılda Os
manlı toplumu bir evrim geçirmekteydi, fakat imparatorluğun
1 922'de yıkılması nedeniyle bu dönüşüm tamamlanamadı.
1 9 1 5- 1 9 1 6 Ermeni katliamları6
267
arasında farklılıklar her zaman vardı ancak görüldüğü üzere
bunlar yalnızca bazen çatışma ve şiddete dönüşmüştü. Bütün
toplumlarda olduğu gibi, topluluklar arası önyargı , tahammül
süzlük ve şiddet farklı farklı ekonomik, toplumsal ve siyasal
nedenlerle zaman zaman alevlenmekteydi. Rum Ünyatlar Rum
Ortodoks Kilisesi'nden ayrılıp l 70 l'de kendi kiliselerini kur
duktan sonra, "Ortodoksların bu döneklere karşı düşmanlığı
tehditlere, zulme ve bir Hıristiyan mezhebinin kiliselerinin
başka bir mezhepten Hıristiyanlar tarafından yakıldığı ayak
lanmalara dönüştü ."7 Şam'daki Ortodokslar 1 840'ta, bazı Ya
hudi evlerinin yanında İspanyol manasçırının üst düzey bir
din adamıyla uşağının parçalanmış cesetlerini buldular. Bunun
üzerine yerli Hıristiyanlar, Yahudilerin dini törenleri için Hı
ristiyan kanına ihtiyaç duyduklarına dair suçlamalarda bulu
narak, bazı zengin Yahudi tacirlerin tutuklanıp işkence görme
si için baskı yaptılar. Aynı şekilde, paskalya zamanı İzmir ya
kınlarında bir nehirde bir Rum çocuğu boğulunca, yerli Rum
lar Yahudileri suçlayarak onlara karşı saldırılara giriştiler. "8
19. yüzyılda şiddet hem ölçeği hem de sıklığı itibariyle artış
gösterdi (bkz. bölüm 4). Vahşeti ve kapsamı bakımından kıyas
kabul etmeyecek ölçüde büyük bir şiddet, Osmanlı Ermeni
nüfusuna karşı gerçekleştirilen saldırılarda yaşandı. Bu saldırı
lar 1 895- 1 896'daki Ermeni katliamlarıyla başladı. Katliamlar
1 908, 1 909 ve 1 9 1 2'de tekrarlandı. Bu son saldırılarda, Balkan
Savaşları sırasında Avrupa'daki Osmanlı eyaletlerinden daha
yeni atılmış olan Müslüman mülteciler, Tekirdağ, Malkara ve
Adapazarı gibi kent ve kasabalarda Ermeni topluluklarına sal
dırdılar. Kendi yurtlarından sürülmüş muazzam sayılarda
Müslüman mülteci, bu bölgelere kaçmıştı; çaresizliklerini ve
öfkelerini talihsiz ve suçsuz Osmanlı Ermenilerinden çıkardı
lar. 1 9 1 5- 1 9 1 6 katliamları bunların hiç kuşkusuz en kötüsüy
dü. Doğu Anadolu'daki yurtlarından çıkarılıp Arap eyaletleri-
7 Youssef Courbade ve Philippe Fargues, Clıristians and ]ews under Is lam (Londra
ve New York, 1997), s. 69.
8 Örneğin, Lucy M. J Gamett, Tlıe women of Turkey and their folk lore (Londra,
1890), s. 6-7.
268
ne doğru sürülen Osmanlı Ermeni tebaasından yaklaşık
600.000 kişi bu süreçte öldü. Bu konu hakkında günümüzde
de devam eden büyük ve ateşli tartışmalar vardır. Birinci Dün
ya Savaşı sırasındaki bu olayların ABD hükümeti tarafından
resmen anılmasından yana ve anılmasına karşı tavırlarına des
tek kazanmaya çalışan Yunan, Ermeni ve Türk lobilerinin ses
leri her yıl Amerikan Kongresi'nin salonlarında yankılanır.
Öykü 1 9 1 4'te, Ruslarla Osmanlılar arasında bütün Doğu
Anadolu sınırı boyunca savaş patlak vermesiyle başlar. İstilacı
Rus kuvvetleriyle gelen Ermeni Rus askerlerin yanı sıra düş
mandan yana geçmiş Osmanlı Ermenileri de vardı. Savaş bü
tün hızıyla sürerken, Ermeni milliyetçiliğinin etkilerinden en
dişe eden iktidardaki jön Türk çevreleri Ermeni cemaatinin
sadakatinden kuşku duymaktadır. 1 9 1 5'te Doğu Anadolu'daki
Ermeni nüfusunun tamamının savaş bölgesinden çıkartılarak
Suriye çöllerine doğru göç ettirilmesini emrettiler. Bu emirleri
ve bu emirlerle birlikte, sürülenlerin ve mülklerinin korunma
sını ve himayesini emreden pek çok devlet belgesini -bunlar
otantik belgelerdir, sahte veya bir aldatmacanın parçası olarak
hazırlanmış belgeler değildir- hala okuyup incelemek müm
kündür. Sürülenleri ve mallarını koruma ve güvenliklerini
sağlama gereğinden söz eden emir üstüne emir vardır. Çok az
tren olduğundan sürülenler genelde yayaydılar. Yürürken bes
lenme yetersizliğinden ya da buna bağlı hastalıklardan ölenler
oldu. Bazıları eşkıyanın elinde bazıları da çapulcu Osmanlı si
villerin elinde can verdi. Ancak, kayıtlı devlet belgelerinin ak
sine, yüksek ve düşük kademe Osmanlı memurlarının, asker
lerin ve bürokratların -din ve etnik kökene bakmaksızın bü
tün Osmanlı halkının canını korumak ve onları savunmakla
görevli gerçek kişilerin- çok sayıda Ermeni sivili, kadını, erke
ği ve hatta çocukları katlettiğini gösteren açık deliller bulun
maktadır. Farklı yerlerde cereyan eden cinayetlerin tüyler ür
pertici biçimde birbirinin aynı olması da ayrıca bu işin koordi
ne bir program dahilinde yapıldığı hissini uyandırmaktadır.
Dikkat ve özen gösterilmesini emreden komutlarla, devlet
askerinin ve sivil memurların canice ve açıkça işbirliği içinde-
269
ki katliamlarını birbiriyle nasıl bağdaştırabiliriz? Tartışmanın
her iki tarafındaki araştırmacılar tarafından kabul gören bir
değerlendirmeye bakalım.9 İttihat ve Terakki'nin yönetici eki
binde, devlet içinde devlet gibi faaliyet gösteren bir çevre var
dı. 1 9 1 3 başlarında iktidar kazanan bu çevrenin üyeleri gizli
den gizliye Ermenileri ortadan kaldırmak için tehcir kılıfını
kullanma arayışındaydılar. Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken
Osmanlı devletini devirme potansiyeline sahip Ermeni dev
rimci örgütlerinden ve/veya Doğu Anadolu'da Ermenilerin kit
leler halinde Rusların safına geçmesinin yaratacağı sonuçlar
dan giderek daha çok çekiniyorlardı. ittihat ve Terakki'nin ön
de gelenlerinden Talat Paşa liderliğindeki grup, katliamları
resmi devlet aygıtı ve iletişim kanalları dışında gerçekleştire
bilmek için Teşkilat-ı Mahsusa'yı kullandı. Paralel çalışan Teş
kilat çoğu zaman üyesi olan devlet görevlilerini ve askeri bir
likleri kullanarak katliamları organize etti ve gerçekleştirdi.
Üye olmayanlar ya da emirlere uymayanlar ya görevden alını
yor ya da uzaklaştırılıyorlardı. Teşkilat-ı Mahsusa cinayetlerin
gerçekleştiği pek çok yere talimatları devletin iletişim kanalla
rından çok kendi şebekesini kullanarak gönderdi. Hem Teşki
lat-ı Mahsusa'ya hem de ittihat ve Terakki Cemiyetine ait bel
geler kaybolduğu ya da imha edildiği için bu iddiaya dair şüp
heleri giderecek bir saptama yapmak mümkün değildir. Sunu
lan kanıtlar çerçevesinde, Osmanlı devletinin yüksek kademe
memurlarının Teşkilat-ı Mahsusa'yı kullanarak Osmanlı Erme
nilerini kitle halinde öldürecek kararlı ve merkezden idare
edilen bir program yürüttüklerini düşünmek akla yatkındır.
Bu krizin 20. yüzyılın ilk soykırımı olup olmadığını sormak
semantik tartışmalara batma ve dolayısıyla meselenin iç yü
zünden uzaklaşma riski taşıyor. Her şeyden önce Ermeniler
belli bir eylemde bulundukları ya da inançları yüzünden değil,
sahip oldukları kimlikten ötürü öldüler. Aslına bakılırsa
1 9 1 5'teki bu zulüm bir grubun tek tek her üyesini toplayıp or
tadan kaldırmayı hedefleyen Nazi olaylarına benzemiyordu.
9 Erik j . Zürcher, Turlıey: A mocleııı lıistoıy (Londra, 1993) adlı kitaptan alınmıştır.
270
Savaş alanı dışında sürgüne gönderilmemiş ve öldürülmemiş
çok sayıda Ermeni yaşıyordu. Bu çatışma dışı alanların bazıla
rında Ermenilere hoyratça davranılıyorduysa da ne Osmanlı
hükümeti ne de Teşkilat-ı Mahsusa Batı Anadolu ve Balkanlar
da yaşayan Osmanlı Ermeni cemaatlerini sürmeye veya öldür
meye kalkışmadı. İstanbul ve İzmir gibi yerlerde 1 9 1 5- 1 9 1 6'da
büyük Ermeni cemaatleri korundular ve savaş devam ederken
günlük hayatlarını sürdürdüler. Lakin bu durum savaşın pen
çesindeki doğu vilayetlerinde yaşayan yüzlerce ve binlerce Er
meni'nin katledilmesini telafi etmeye yetmiyor. Bugün tartış
malar doğudaki bu katliam çerçevesinde odaklanıyor. Yeni bir
bakışla gelen farklı bir soru var: Birinci Dünya Savaşı olmasay
dı bu mezalim yine de yaşanır mıydı?
271
yüzyıl sonunda hakimiyet Rum Ortodoksluğu'nun elindeydi.
Bir başka deyişle, 18. yüzyıl sonunda Hıristiyan Rum Orto
doks kavramı, çok farklı etnik kökenlere sahip birçok Hıristi
yan cemaatini içine almaktaydı.
19. yüzyılda, etnik ayrımların önemi arttı, Hıristiyanlara da
yansıyan bu süreç, ayn ayn kilise örgütlenmelerinin ortaya
çıkmasıyla hız kazandı. İşin aslında, 19. yüzyılın ayrılıkçı ha
reketleri sıklıkla Osmanlı idaresine karşı olduğu kadar Rum
Ortodoks Kilisesi'ne ve onun kültür emperyalizmine karşı da
savaştılar. Yunan devletinin kurulmasından sonra, 1 833'te,
orada bağımsız bir Yunan Kilisesi ortaya çıktı; aynı onyıl için
de, Sırp devletinin kurulmasını da aynı şekilde, ayn bir Sırp
Kilisesi kurulması izledi. Daha sonra, 1 870'te bir Bulgar ek
sarhhanesi ve 1 885'te de bağımsız bir Romen Kilisesi ortaya
çıktı. Bu bağımsız kiliselerin her biri, Sırp ya da Romen gibi
ayn ayn etnik kimliklere sahip olunduğu duygusunu yaratma
veya pekiştirme çabası içindeydi. "Ortodoks Kilisesi," Orto
doks tebaanın hemen hemen hepsini çatısı altına almışken, za
manla sadece etnik Rumları içine alan bir yapı haline geldi.
Aynı sıralarda, çeşitli cemaatlerdeki milliyetçiler kendi dilleri
ni "yabancı" unsurlardan arındırma çalışması yapmaktaydılar.
Dolayısıyla, örneğin Yunan milliyetçileri Osmanlı Rumlarının
pek çoğunun konuştuğu Türkçe'yi ortadan kaldırma çabasın
daydılar. Sonuç olarak, Osmanlı Balkanlan'nda "ayn olma"ya
dair yeni anlayışların kendini gösterdiği kuşku götürmez.
Ama, dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi , Osmanlı İm
paratorluğu'ndaki milliyetçi hareketler de, küçük bir azınlığın
örgütleyip desteklediği hareketlerdi. Osmanlı İmparatorluğu
içinden çıkan (muhtemelen) her yeni devlette, önce uluslaş
mak, sonra devlet kurmak değil, önce devlet kurup sonra
uluslaşmak söz konusu olmuştur. Bağımsız devletlerin kuru
luşu tabandan doğan yığın hareketlerinin değil, bu toplumla
rın, Osmanlı egemenliği altında sağlayamadıkları ekonomik
ve/veya siyasal ayrıcalıkları elde etme peşinde olan belirli
zümrelerinin eylemlerinin sonucuydu. Bir başka deyişle, göre
ce sınırlı sayıda kişi, bir devlet aygıtı kurdu, harita üzerinde sı-
272
nırlar çizdi ve bir ulusal bayrak ile ulusal marş hazırladı. Bul
gar, Sırp, Yunanlı vb. olma ortak duygusuna dayalı bir ulus
topluluğunun yaratılması, fiilen bunların yerli yerine oturma
sıyla birlikte başladı. Bu yeni devletlerin muhtemelen kendi
nüfuzları altına gireceğine inanan (ve genellikle haklı çıkan)
Rusya, Avusturya-Macaristan, İngiltere ve/veya Fransa, Balkan
topraklarında bu emelleri destekledi. Balkanlar'daki bütün Hı
ristiyanların yüreğinde yatan, Osmanlılardan ayrılma düşün
cesi değildi. 1 9 . yüzyılda bağımsız Balkan devletlerinin kurul
muş olması, Balkanlar'daki Hıristiyan tebaada, Osmanlı yöne
timine karşı kitlesel bir hoşnutsuzluk olduğunun kanıtı değil
dir. Ancak, bu devletlerin ortaya çıkması, ayrılıkçıların kararlı
lığına, örgütlenme becerilerine ve zamanın Büyük Devletleri
nin onlara verdiği yardıma tanıklık eder. Yeni devletleri, işte
bu temel üzerinde kurdular ve bu devletlerin içinde yeni milli
yetleri inşa etmeye giriştiler, bunu yaparken de "vahşi kafir"
taktiğini sık sık kullandılar.
Osmanlı egemenliği altında kalan topraklardaki Arap, Türk
ve Kürt milliyetçiliklerinin, Birinci Dünya Savaşı sonrasına ka
dar herhangi bir önem taşımadığını da anlamamız gerekir. İşin
temel noktasını, burada bir kez daha yinelemekte yarar var:
Etnik kökenleri ne olursa olsun, Osmanlı Müslümanlarının
çoğunluğu, Osmanlı yönetiminden esas olarak hoşnut kaldılar
ve aktif bir ayrılık mücadelesi içine girmediler.
Burada önem taşıyan birkaç konu var. Birincisi, 1 9. yüzyılın
devlet destekli Osmanlıcılık ve Panislamizm ideolojileri impa
ratorluğu koruyamamaktaydı: Toprak kayıpları sürüyordu . Yi
ne de, Osmanlı devlet seçkinleri ve 1 908'den sonra iktidara
geçen jön Türkler, Osmanhcıhk'a sadık kaldılar ve sık sık aksı
ileri sürülse de, tercihlerini Türk milliyetçiliğinden yana koy
madılar. Kimi önderlerin 1 908'den sonra, kişisel olarak, yeni
bir Türk kültürel kimliği fikrini benimsediği ve Türklerin di
ğer uluslardan üstün olduğuna inanmaya başladığı doğrudur.
Ancak, onlar da, bağlı oldukları siyasal parti de, imparatorlu
ğun Osmanlıcılık ve Panislamizm politikalarını savunmaya ve
desteklemeye devam etti. İmparatorluğun (daha çok Hıristi-
273
yanlardan oluşan) Rumeli eyaletleri giderek daha büyük bir
hızla ana gövdeden koparılmaya başladığı için, Jön Türklerin
kendi laik eğilimlerine karşın , 1 908'den sonra Osmanlı kimli
ğinin İslamcı bileşeninin daha büyük önem kazandığı da doğ
rudur. Osmanlı topraklarının dağılmasına son vermeyi vaat
eden 1 908 devriminin üzerinden daha birkaç ay geçmişken,
itibari olarak hala Osmanlı ülkesi olan yerler, biçimsel olarak
da ayrılmış ya da bağımsız olmuşlardı: Bulgaristan, Girit ve
Bosna-Hersek. Bu parçalanma, Osmanlı Devleti'nde hala hatırı
sayılır bir Ermeni ve Rum nüfus bulunmakla birlikte, l 9 l 4'te
geriye kalmış tebaanın çoğunluğunu Müslümanların, yani et
nik Arap ve Türklerin yanı sıra Kürtlerin oluşturduğu anlamı
na geliyordu. Osmanlı tebaası içinde yeni bir kimlik oluştur
makta kararlı olan Jön Türkler arasında laik ve Osmanlıcı bir
dünya görüşünün egemen olduğu açıktır. Bu ortak Osmanlı
kimliğini yaratma çabalarının bir işareti olarak, 1 908 devri
minden sonra çıkartılan ve dini cemaatlere göre temsili orta
dan kaldırarak cemaat politikalarının yerine parti politikaları
nı geçirmeyi öngören yeni seçim yasasını düşünün. Osmanlı
yönetimlerinin 1 908 sonrası politikaları , bütünü itibariyle ,
Türk milliyetçiliğinden çok, kontrolü sıkılaştıran v e impara
torluk çapında herkes için geçerli birtakım kurallar dayatan,
güçlü merkezileşme politikalarını yansıtmaktaydı.
Öyleyse, günümüz Ermeni ve Arap milliyetçilerinin , Jön
Türk idarelerinin sert ve acımasız bir biçimde Türk milliyetçili
ği yaptıklarına ilişkin suçlamalarını nasıl açıklayabiliriz? Örnek
olarak, Birinci Dünya Savaşı sırasında Şam'da bir grup yerli
ayanı idam eden ünlü Jön Türk önderi Cemal Paşa'yı gösterir
ler. En önemlisi de, 1 9 1 5- 1 9 1 6 Ermeni katliamlarını hatırlatır
lar. Bunları, azgın Türk milliyetçilerinin Türk ırkının diğer ırk
lar üzerinde egemenliğini sağlamaya yönelik eylemleri olarak
görmektense, merkezileşen bir devletin, istikrara yönelik her
türlü tehdidi ezip bitirme konusunda acımasız bir kararlılık
içindeki yetkilileri tarafından uygulanmış politikalar olarak
görmek daha doğrudur. Birinci olayda, idamlar lstanbul'un,
merkezi otoritenin yerine, kendilerinin başını çekeceği adem-i
274
merkeziyetçi bir idare geçirme çabası içindeki Şam ayanını de
netim altına almak ve denetim altında tutmak konusundaki
amansız kararlılığını yansıtmaktaydı. Hükümetin Türk yanlısı
olduğuna ilişkin suçlamalar konusunda ise, jön Türk yönetim
lerinin devlet aygıtında -bu konuda bir istisna oluşturan i l .
Abdülhamit devri dışında- diğer bütün dönemlerdekinden faz
la Arap'a yer vermiş olduğunu göz önüne alın. Ermeni katliam
ları hakkındaki ikinci olayda ise, devlet, ırkçı veya milliyetçi
gerekçelerle değil , Osmanlı kontrolünden çıkmak ve devletin
düşmanlarıyla ittifak kurmak peşinde, fiili veya potansiyel is
yancılar olarak gördüğü Ermenilerden korktuğu için öldürdü.
Devlet kendi tebaasına karşı savaştı, fakat bu, birbirine rakip
gruplar arasındaki bir milliyetçi iç savaş değildi.
Türk, Arap ya da Ermeni veya Kürt milliyetçilikleri, ölüm
döşeğindeki Osmanlı Devleti'ni 1 9 1 4'ten sonra milliyetçilik
girdabı içine sürüklemiş değildir. Gerçekten de, Osmanlı lm
paratorluğu'nun son onyılında milliyetçilik fikirlerine çok en
der rastlanmaktaydı. Ayrı bir ulus-devlet kurmak isteyen bazı
Ermeniler vardı, fakat ezici çoğunluk Osmanlı sisteminden ya
na olmaya devam ediyordu. Özerklikten söz eden Kürtlerin
sayısı çok azdı. Aynı şekilde, ayrı bir kültürel kimlik arayışı
içine giren ve Osmanlı imparatorluk sistemi içinde daha fazla
özerkliğe sahip bir bölgeciliği ön plana çıkartan birkaç Arap
önderine karşın, Arapların çoğu Osmanlı Devleti'nin parçası
olarak kalma beklentisiyle hareket etmekteydi. Sonuç olarak,
1 9 1 4'te Osmanlı tebaasının -hangi dil ve etnik kökenden olur
sa olsun- ezici çoğunluğu kopma arayışı içinde olmayıp, Os
manlı tebaası kimliklerini korumaktaydılar.
Türklerin yabancı düşmanlığı ve milliyetçiliğine ilişkin suç
lamaları anlamanın anahtarlarından biri, Birinci Dünya Savaşı
sonrasında Ortadoğu'da gelişen olaylarda yatar. Büyük Devlet
ler imparatorluğu zor kullanarak parçaladılar. İngiltere ile
Fransa Arap eyaletlerini aralarında bölüşerek, Milletler Cemi
yeti çerçevesi içinde, kendi denetimleri altında manda yöne
timleri kurdular ve 1950'lerin ortalarına kadar, hakimiyeti, çe
şitli maskeler altında , ellerinde tu ttular. N iyetleri Anado-
275
lu , ..ın büyülr br parçasını himayeleri altındaki Atina'ya ver
mek ve Osmanlı Devleti'ne arta kalanı bırakmaktı. Ancak, Os
manlı direniş kuvvetleri biraraya toplanarak, imparatorluğu
eski haline gctirrıenin imkanı olmaması üzerine, imparatorlu
ğun Anadolu'daki parçasında daha küçük bir devlet kurmaya
karar verdiler; işte bu devlet, daha sonra Türk ulus-devleti ol
du. Arap ve Anadolu bölgelerinin her ikisinde de, milliyetçi
hareketler, Osmanlı enkazından doğan devletlerde, yani Tür
kiye, Suriye, Lübnaı1 Irak, Mısır ve özel bir durum olan Filis
tin'de uluslar yaratmaya giriştiler. Her iki grup da Türk ve
Arap ulusal kimlikleriııi yaratmak ve yaygınlaştırmak için ça
lışıyordu. Her iki gruı.- da -çok farklı nedenlerle- Osmanlı'nın
son dönemindeki Türk milliyetçiliği unsurlarını icat etme,
bulma veya abartmakta kendine göre bir yarar gördü. Türk
devletini ve ulusunu inşa edenler bu unsurlara olumlu açıdan
baktılar. Bu durum yeni -;-ürk devletinin meşruiyet kazanma
sına hizmet etmekte, yeııi devleti tarihsel köklere sahip kıl
maktaydı. Arap devletini ve ulusunu inşa edenler için, Türk
lerin işledikleri suçlar, kendi bağımsız devlet kimliklerini hem
güçlendirmekte hem de haıdı kılmaya ve belki de kendi rıza
ları olmaksızın gelen İngifü: ve Fransız (Büyük Devletler) iş
galini daha kabul edilebilir kılmaya yardımcı olmaktaydı. Bu
Türk düşmanı yorum, bir yani.an da ironik biçimde, İngiltere
ve Fransa'ya, Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkma eylemini haklı
gösterme konusunda yardımcı oldu. Dolayısıyla, 1 9 1 8 önce
sinde Türk milliyetçiliğinin onemli bir mevcudiyeti olduğu
konusunda ısrarcılık, Birinci Dlınya Savaşı sonrasının birçok
gündemine, bu arada İngiltere'nin, Fransa'nın, Türkiye Cum
huriyeti'nin ve bağımsızlık mücadelesi veren Arap siyasetçi ve
aydınlarının gündemlerine uygun düştü . İronik biçimde bu
Türk düşmanlığı bir yandan da İngiltere ve Fransa'nın Os
manlı İmparatorluğunu yıkma eylemini haklı göstermelerine
yaradı. Dolayısıyla , 1 9 1 8 öncesinde kayda değer bir Türk mil
liyetçiliğinin var olduğu konusundaki ısrar, Birinci Dünya Sa
vaşı sonrası planlarının, İngiltere, Fransa, Türkiye Cumhuri
yeti ve Büyük Devletlerden bağımsıziıklarını alma mücadelesi
276
veren Arap politikacıları ve entelektüelleri dahil tı erkesin
planlarının menfaatineydi.
Önerilen kaynakça
(*) işaretli maddeler bu alana yeni başlayan öğrencilere tavsiye edilen kaynakla . .
Adanır, Fikret. "The Macedonian question: t h e socio-economic reality and pruc
lems of its historiographic interpreıations," lnternaıional ]ournal of Turkish Stu
dies, Kış ( 1 985-6), 43-64.
Ahmida, Ali Abdullatif. The making of modern Libya: State formation, colonization
and resisıance, 1 830- 1 993 (Albany, 1994).
Akarlı, Engin. The long peace: Otıoman Lebanon, 1 86 1 - 1 920 (Berkeley, 1993).
Anasıassiadou, Meropi. Salonique, 1 830- 1 9 1 2 . Une ville otıomane ıl l'age des refor
mes (Leiden, 1997). [ Türkçesi: Anastassiadou, Meropi. Selılnik 1 830- 1 9 1 2 : Tan
zimat Çağında Bir Osmanlı Şehri çev.: Işık Ergüden (istanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, 200 1 ) . ]
Andric, lvo. The bridge o n the Drina (Chicago, 1945 tarihli Sırpça-Hırvatça orij inal
kitabın Ingilizce çevirisi, 1977). [ Türkçesi: Andriç, lvo. Drina Köprüsü çev.:
Hasan Ali Ediz, Nuriye Müsıakimoğlu (lsıanbul: iletişim Yayınları, 2000) . ]
Berkes, Niyazi. The developmenı of secularism i n Tu rkey (Montreal, 1964).
Braude, Benjamin ve Bernard Lewis, der. Clıristians and ]ews in ıhe Oıtoman Empi
re, 2 cilt (Londra, 1982).
Cleveland, William. The making of an Arab nationalisı: Ottomanism and Arabism in
ıhe life and ıhoughı of Sati al-Husri (Cleveland, 197 1 ) .
*Cole, Juan. Colonialism and revolution in ıhe Middle Eası: Social and cultural ori
gins of Egypt� Urabi movemenı (Princeton, 1993).
Davison, Roderic. "Nationalism as an Ottoman problem and ıhe Otıoman respon
se," William W. Haddad ve William Oshsenwald, der. Nationalism in a non-na
Lional sıaıe: The dissolution of ıhe Oıtoman Empire (Columbus, 1977) , 25-26.
Dawn, C. Ernesı. From Ottomanism ıo Arabism: Essays on ıhe oıigins of Arab nali-
onalism (Urbana, 1973).
Edib, Halide. Memoirs (Londra, 1926).
Hasluck, f W. Chrislianity and lslaın undcr ıhe Sultans, 2 cilt (Londra, 1925).
Hovannisian, Richard G . , der. Tlıe Armenian people from ancienı ıo modern Limes,
il: Foreign dominion Lo statehood: The fifteenth century ıo the twenlieLh cenıuıy
(New York, 1997).
der. The Armenian genocide: Hisıory, polilics, ethics (New York, 1992).
Kahane, Henry, Rent�e Kahane ve Andreas Tietze. The lingua franca in the L r •ant:
Turkish nautical ıerms of ltalian and Greek origin (Urbana, 1958).
* Kayalı, Hasan. Arabs and Young Turks: Oıtomanism, Arabism and nationalism in
Llıe Oıtoınan eınpire, 1 908- 1 9 1 8 (Berkeley, 1997). [ Türkçesi: Kayalı, Hasan. Jön
Türkler ve Araplar Osmanlıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve lslamcılık (J 908-
1 918) çev.: Türkan Yöney (lstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998) . ]
277
Keddie, Nikki R. An lslamic response ıo imperialism: Poliıical and religious w ritings
of Sayyid]amal ad-Din 'al-Afghani' (Berkeley, 1968).
Kevorkian, Raymond H . ve Paul B. Paboudjian, der., Les Anntniens dans l'empire
oııoman a la veille du genocide (Paris, 1992).
Levy, Avigdor, The Sephardim in ıhe Oıtoman empire (Princeıon, 1992).
*Lockman, Zachary. Worhers and worhing classes i n ıhe Middle E a s ı (Albany,
1994).
*Marcus, Abraham. The Middle Eası on ıhe eve of modemity: Aleppo in ıhe eighte
enıh cenıury (New York, 1989).
* Quaıaert, Donald, der. Worhers, peasanıs and economic change in ıhe Oıtoman Em
pire 1 730-1 9 1 4 (lsıanbul, 1993).
Rodrigue, Aron. French ]ews, Turhish ]ews: the Alliance lsrat'lite Universelle and the
politics of]ewislı schooling i n Turhey. 1 860-1 925 (Bloomington, 1990).
Tibi, Bassam. A rab nationalism: A critical inquiry (New York, 1971 tarihli Almanca
orijinal kitabın lngilizce çevirisi, 198 1 ) . ! Türkçesi: Tibi, Bessam. A rap Milliyet
çiligi çev.: Taşkın Temiz (lstanbul: Yöneliş Yayınlan, 1998) . ]
*Tunçay, Mete v e Erik Zürcher, der. Socialism and nationalism in ıhe Oıtoman empi
re, 1 876-1 923 (Londra, 1994).
Vatter, Sherry. "Militanı ıextile weavers in Damascus: waged artisans and the Otto
man labor movemet, 1850- 1 9 14," Donald Quataert ve Erik J. Zürcher, der.
Workers and ıhe worlıing class in ıhe Oııoman Empire and ıhe Turkish Republic,
1 839- 1 950 (Londra, 1995), 35-57.
Zürcher, Erik. The Unionisı factor: ıhe role of ıhe Committee of Union and Progress
in ıhe Turhish nationalist movemenı of 1 905- 1 926 (Leiden, 1984).
*Turhey: A modem history (Londra, 1993).
278
ONUNCU BÖLÜM
279
Arap devletlerinde ise, tersine, Osmanlı dönemine ilişkin aka
demik çalışmalar son zamanlarda çoğalmıştır. lsrail'deki, daha
çok siyonizmle ve siyonizmin haklı gösterilmesiyle bağlantılı,
görece güçlü Osmanlı araştırmaları geleneği onlarca yıllık geç
mişe sahiptir. Türkiye'de Osmanlı mirasına ilişkin akademik
ve toplumsal bilinç gelişmekte ve kamuoyu önünde bu mira
sın anlamı üzerinde canlı bir tartışma sürdürülmektedir. Bu
toprakların pek çoğunda Osmanlı lmparatorluğu'nun mevcu
diyetinin beş-altı yüzyıl gibi olağanüstü uzun bir zaman bo
yunca sürmüş olması karşısında, ardıl devletlerdeki genel top
lumsal bilinç ve tartışma yokluğu ilk bakışta dikkat çekici gö
rünmektedir.
llk olarak Osmanlı dilbilimsel mirasının sınırlılığını ele ala
lım. Bir zamanlar, çeşitli dillerde Osmanlı Türkçesi'nden gel
me pek çok kelime vardı. Örneğin, 1 9 . yüzyılın bağımsızlık
öncesi döneminde , Romence sözdağarcığının altıda birini
Türkçe kelimeler oluşturmaktaydı. Oysa bugün, geriye sadece
birkaç kelime kalmıştır, ama Yunanca, Sırpça-Hırvatça ve Bul
garca gibi diğer Balkan dillerinde varlığını korumuş Türkçe
kelimeler biraz daha fazladır. Eski Anadolu ve Arap eyaletle
rinde, Osmanlı Türkçesi'nin çok az bir bölümü yaşamakta ve
hızla ortadan kaybolmaktadır. Bunun açıklaması , kısmen ,
edebiyatla ilgili Osmanlı seçkinlerinin hem sayıca çok az hem
de esas olarak Müslüman olmasında yatmaktadır. Dolayısıyla,
Osmanlı lmparatorluğu'nun yerine kurulan devletler bağım
sızlıklarını kazandıktan sonra okuma yazma seferberliği baş
lattıkları zaman, ellerinde esas olarak okuma yazma bilmeyen
bir nüfus malzemesi vardı ve bu nedenle, aşmaları gereken
pek fazla yerleşik edebi alışkanlık ve adet yoktu. Dahası, Bal
kan eyaletlerinde Osmanlı idari seçkinleri ayrılıkçı hareketle
rin başarı kazanması üzerine o toprakları terk etmiş, geride
Osmanlı edebi mirasıyla pek az canlı bağ kalmıştı. Fakat bü
tün bu özellikler, bir Osmanlı dilsel mirasının olmayışını an
cak kısmen açıklar. Osmanlı sonrası bütün rejimlerin dili
arındırma hareketlerine giriştiklerini, ardıl devletlerin doğ
makta olan ulusal dillerinden Osmanlıca geleneklerini atmaya
280
çaba gösterdiklerini de göz önüne almalıyız. Dolayısıyla, Türk
devleti Osmanlıca'ya girmiş Arapça ve Farsça kelimeleri ( top
lam kelime dağarcığının yüzde SO'sinden fazla) özel program
larla temizlerken -başka yönlerden çok farklı olan- Suriye ve
Bulgaristan devletleri, Türkçe kelimeleri Arapça ve Bulgar
ca'dan attılar.
Dilsel temizlik harekatları, ardıl devletlerin hemen hemen
tamamında, politikaları belirleme konumunda bulunanların,
Osmanlı dönemi konusunda sahip oldukları çok olumsuz gö
rüşlerden kaynaklanmaktaydı; onların, yaratmakta oldukları
ulusal kimliklerden Osmanlı'ya ait unsurları tam anlamıyla at
ma kararlılığının bir ürünüydü. Demek oluyor ki, bu nefret
varlığını, geçmişte fiilen uygulanmış Osmanlı politikalarından
çok, bu ülkelerin Osmanlı sonrası tarihlerine, özel olarak da
bu ülkelerdeki devlet inşa süreçlerine borçludur. Ardıl devlet
lerin hepsinde -Sırbistan'dan Romanya'ya, Türkiye'ye, Suriye
ve Irak'a- devletlerin oluşum sürecine, geçmiş Osmanlı döne
minin karalanması eşlik etti. Bu halkların her biri için, Os
manlılar -onların ne olmadığını simgeleyen- "öteki" ve Os
manlı yönetimindeki uzun yüzyıllar boyunca su yüzüne çıka
mamış, ama hep yüreklerde saklanmış "ulusal" değerleri bastı
ran unsur olma işlevini yüklendi. Dolayısıyla, Balkan, Arap ve
Anadolu ardıl devletleri, Osmanlı sonrası dönemdeki kimlik
arayışları içinde, Osmanlı mirasını onyıllar boyunca kesinlikle
reddettiler. Bu noktada, reddedilen imparatorluk sisteminin
oldukça yakın bir geçmişte, daha yetmiş beş yıl kadar önce ,
sona erdiğini göz önüne almak önemlidir. Dolayısıyla da, göz
lemlemekte olduğumuz süreç, hala çok büyük bir değişim ha
lindedir.
Eski imparatorluk topraklarının hepsinde, milliyetçiler Os
manlıların ülkeyi uğrattığı kültürel yıkım hakkında veciz ko
nuşmalar yaparlar. Bu ironik bir durumdur, zira ardıl devlet
lerde şu anda mevcut olan kültür, gelenek ve dillerin sergiledi
ği heteroj en çeşitlilik, aslında, Osmanlı Devleti'nin topluma
karşı fazla dayatmacı olmadığının güçlü bir kanıtıdır. Demek
ki, Bulgarca ya da Yunanca konuşan ve Osmanlı egemenliği al-
281
tında yaşayan Hıristiyan halkların Osmanlıların çekilmesinden
sonraki yüzyıllarda da hala bu dilleri ve dini koruyor olması
Osmanlı'nın din ve dil farklılıklarına hoşgörüsü hakkında bir
fikir veriyor. Yine de, bütün Balkanlar'da -Bulgaristan, Ro
manya, Yunanistan ve Sırbistan'da- yazarlar, siyasetçiler ve ay
dınlar Osmanlılara, yani "Türkler"e karşı müthiş bir nefretle
doludur. Bulgarların hemen hemen hepsinin gözünde, "Türk"
boyunduruğu altında geçen süre, Bulgar tarihinin en karanlık,
en acıklı dönemidir. Bulgar tarihi ders kitaplarının çoğunda
(ve Yunan ders kitaplarında) altı yüzyıl sürmüş Osmanlı döne
mine, topu topu bir bölüm ayrılır, orada da Osmanlı dönemi
en olumsuz çizgilerle gösterilir. Bu , tıpkı Amerika Birleşik
Devletleri tarihini Kuzey Amerika'nın doğusundaki İngiliz iş
galinden söz etmeden yazmak gibi, şaşkınlık verici bir tavırdır.
Arap devletlerindeki tarihyazımı da, onyıllar boyunca, aynı
şekilde Osmanlılar konusunda ya suskun kaldı, ya da düş
manca bir tutum takındı. Milliyetçiler, bir Arap cemaati bilinci
yaratmaya çabalarken, Osmanlı geçmişinin bugüne uzanan et
kisini lanetlediler. Osmanlı döneminde, yani 1 5 1 6- 1 9 1 7 ara
sında Arapların ulusal haklarının yok edildiğini söylediler. Bu
nedenle, ortaya çıkmakta olan yeni devletlere bir temel arar
ken, Arap tarihini bulmak için Osmanlıları atlayıp Abbasi ha
lifeliğine (750- 1 258) ya da zaman zaman firavunlara veya Ba
bil krallarına kadar gittiler. Suriye , Lübnan, Mısır ve Irak gibi
bazı yerlerde olumlu değişim işaretleri var. Bu ülkelerin tarih
çileri ve bu ülkeler üzerinde çalışan tarihçiler, artık yer yer
Arap topraklarındaki Osmanlı dönemini karalamak yerine in
celiyorlar, Osmanlı idaresi altında geçen yılları kendi geçmiş
leri içine katmaya başlıyorlar. Pek çoğu Osmanlı dönemi hak
kındaki aşırı ölçüde basitleştirilmiş, karanlık nitelemelerden
uzaklaşmış durumda ve bu dönemin Arapların bugünündeki
yerini kabul etmekte. Bu tartışma bağlamında, akademisyenler
arasında Arap tebaasının çoğunun Osmanlı l mparatorlu
ğu'nun yıkılmasına rıza göstermemiş ve yıkma faaliyetine ka
tılmamış olduğu konusunda giderek artan bir görüş birliği
vardır.
282
Anadolu'da, yeni devletlerini inşa eden Türk milliyetçileri,
Osmanlı öncesi Anadolu topraklarıyla aralarında bir bağ kura
rak ortak bir Türk kimliği anlayışı oluşturmayı hedeflediler.
Ulusal ataları olarak Hititleri yarattılar ve modem Türk kimli
ğiyle bir ilişkisi olmadığı gerekçesiyle Osmanlı dönemini atla
yıp geçmeye çalıştılar. (lran'da da, son Şah Pehlevi benzer şe
kilde, meşruiyet kazanmak için Persepolis'teki eski Ahemeni
lere kadar gitmişti.) Dahası, Osmanlı Devleti'nin çürümüş, ko
kuşmuş ve zaaf içinde olduğunu, dolayısıyla yerine Türk ulus
devletinin kurularak yıkılmaya müstahak olduğunu savunu
yorlardı. Fakat onyıllar içinde güçlenen karşı akımlar da var
dır. Daha l 940'larda, dönemin genel eğilimini yansıtan bazı
Türk akademik çalışmalarında, Osmanlı geçmişinin Türklerin
bugünü açısından taşıdığı otantik anlam ve önem tartışılmaya
başlanmıştı. l 953'te Cumhuriyet, lstanbul'un Osmanlılar tara
fından fethinin 500. yıldönümünü anan ve i l . Mehmet'i ulusal
kahraman ilan eden muazzam bir kutlama yaptı. l 980'lerden
beri, Osmanlı geçmişinin reddi genel olarak yerini kabul edil
mesine bırakmıştır, ancak bu geçmişin niteliği ve anlamı ko
nusunda yoğun tartışmalar vardır. l 990'lara gelindiğinde, en
fazla satan Türk yazarlarından Orhan Pamuk (ve başkaları) ,
kitaplarında Osmanlı geçmişini rutin bir biçimde fon olarak
kullanmaktaydı, bu da Osmanlı temalarının ne kadar popüler
bir hale gelmiş olduğunu gösterir. Bugün, Osmanlı geçmişine
hem popüler hem de akademik düzeyde çok fazla ilgi duyul
makta: Restore edilen Osmanlı mimari anıtları yeniden pırıl
pırıl parlıyor, Osmanlı objeleri Türk orta sınıflarının evlerinin
aranan süslerinden. Okuyamadıkları Osmanlıca kitapları alıp,
Osmanlı bakır eşyaları, paraları, mühürleri, giysileri ve mobil
yalarının yanı sıra sergiliyorlar. Bu Osmanlı antikalarının çok
büyük bir pazarı var; Osmanlı temalarını ve dekorlarını kulla
nan pek çok televizyon programı var. Çizgi romanlar dünya
sında da artık, genellikle daha önceki onyılların Osmanlı dö
nemi öncesi Türk savaşçılarının yerini alan Osmanlı padişah
ve kahramanları var.
Ama her şeye karşın, Türkiye'de bu Osmanlı olaylarının,
283
antikalannın ve şahsiyetlerinin anlamı konusunda derin anlaş
mazlıklar var. Bazı milliyetçiler Osmanlı'yı bir Türk devleti
olarak tanımlıyor, bu çok uluslu imparatorluğa hiç sahip ol
madığı bir özellik atfetme çabasıyla onu ulus devlet sayıyorlar.
Açıkça laikliği savunan bazı kimseler, Türk dış politikasının
cumhuriyetin kuruluşu sonrasındaki yönelişine tam ters bir
biçimde, imparatorluğun uçsuz bucaksızlığını Türk askeri ya
yılmasına örnek olarak almaya başlıyorlar. Başkaları ise, siya
sal güç kazanan bir İslami hareketin parçası olarak, manevi
değerlerin hayata geçirilmesine örnek olarak Osmanlı dönemi
ni gösteriyorlar. Bunlar, Panislamist programları nedeniyle i l .
Abdülhamit'e büyük saygı göstererek, halife konumunu vur
guluyorlar. Bu görüş, dinine ve etnik kökenine bakmaksızın
Osmanlı devletinin bütün tebaasının sadakatini kazanma ça
basını önemsemeyerek bir yandan geçmişi tahrif ediyor. Öte
yandan i l . Abdülhamit'in tasvip edilmesi 1 895'teki Ermeni
katliamları sırasında tahtta olmasından ötürü karmaşık ve teh
likeli bir hal arz ediyor.
Batı Avrupalıların çağdaş Türkiye'ye düşmanlığını düşündü
ğümüzde, Osmanlı geçmişinin bir başka mirasını daha görü
rüz. Almanya gibi ülkelerde, modern zaman Türklerine yöne
lik güvensizlik, hoşlanmama ve korku duygularına bol bol
rastlanır; bu duygular Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin üyelik
başvurusuna l 998'de verdiği ilk ret cevabında çarpıcı bir şe
kilde ifade bulmuştu. Bu reddin ekonomik nedenleri, kuşku
suz önemliydi: Avrupa'ya kitlesel bir Türk akınının ve Türk
sanayiinin rekabetinin yaratacağı sonuçlar. Bu tavrın arkasın
da başka konular da vardır: Genel bir ifadeyle, modem Türki
ye'nin insan haklan sicilinin bozukluğu ve Yunanistan açısın
dan, Türkiye ile Ege Denizi petrolü ve Kıbrıs konusundaki an
laşmazlıkları. Fakat Batı Avrupalıların Türkiye'ye ilişkin kor
kularını uyandırma konusunda, tarih de, belki pek açıkça iti
raf edilmeyen, ama güçlü bir rol oynamaktadır. Osmanlıların
Avrupa devletlerine karşı askeri alanda kazandığı başarıların
eski anıları, besbelli etkisini göstermektedir. Bu noktada, Batı
Avrupalılar, yanlış bir değerlendirmeyle, Türkiye'ye eski Os-
284
manlı topraklarında kurulmuş pek çok devletten biri değil de,
tek devlet muamelesi yapmaktadırlar. Bu tutum, kısmen Os
manlı lmparatorluğu'nun kökeninin Anadolu'da olmasından,
bu bölgeye gelmiş olan Türk göçlerinden, sonunda Anado
lu'nun imparatorlukta kalan en kalabalık bölge olmasından ve
burada da etnik Türklerin en büyük tek grup olmasından kay
naklanmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Anadolu ve Arap eyaletle
rindeki devlet kurma süreçlerinde Osmanlı idari sınırları bir
anlam taşımadı. Ancak, Balkanlar'da, bugünün siyasal sınırla
rı, eski Osmanlı eyaletlerinin idari sınırlarıyla aşağı yukarı ör
tüşmektedir. Fakat Osmanlılardan Balkanlar'daki ardıl devlet
lere aktarılmış idari uygulama veya yapı azdır, çünkü bu ülke
lerin bağımsızlıklarını kazanmasının ardından, Müslüman ida
ri sınıfların hemen hemen tamamı ya kaçmış ya da sürülmüş
tür. Tersine, pek çok Arap devletinde, örneğin Irak, Ürdün,
Mısır ve Suriye'de eski Osmanlı seçkinleri ya iktidara geçmiş,
ya da hatırı sayılır nüfuz sahibi olmuşlardır. lrak'taki durum,
bunun çarpıcı bir örneğidir: Burada eski Osmanlı subayların
dan ve idarecilerinden oluşan küçük bir grup, 1 958 darbesine
kadar devlete ve topluma tam anlamıyla egemen oldu. Başka
yerlerde, örneğin Suriye ve Mısır'da 18. yüzyıldan ve daha ön
cesinden kalma seçkin aileler hala ağırlık sahibiler. Eski Os
manlı paşaları, 1 950'ye kadar Türkiye Cumhuriyeti'ne cum
hurbaşkanlığı yaptılar, nispeten çok sayıda Osmanlı sivil ve as
keri personeli Türk bürokrasisinin kadrolarında yer aldı. Ge
nel olarak bakıldığında, Türkiye, diğer Osmanlı ardıl devletle
rinin hepsinden fazla Osmanlı dönemi kadrosu devraldı.
Kimi zaman bugünün örüntüleri yanlış bir biçimde Osmanlı
mirasına atfedilmektedir. Örneğin, bazı araştırmacılar, Türkler
de ve Araplarda genel olarak yaygın olan büyük bürokratik ay
gıtlara sahip olma ve ekonominin yönetiminde kamunun özel
kesime hakim olması özelliklerinde, Osmanlı mirasının payı
olduğunu savunurlar. Ancak bu örüntüler dünyanın başka yer
lerinde de sürdüğüne göre, muhtemelen başka etkenlerden
kaynaklanmaktadır. Örneğin kimileri de, Arapların, bir kuvve-
285
ti bir diğeriyle dengeleyip hepsini nötralize etmeye çalışarak,
düşmana kendi kendisini yok etme zamanı ve olanağı tanıyan
ve sabırlı ve temkinli olduğu iddia edilen siyaset yapma üslu
bunu Osmanlı etkileriyle açıklamaya çalışırlar. Kuşkusuz Os
manlı diplomasisi bu özelliklere sahipti, tıpkı Makyavel Flo
ransası'nın ve Ming Çini'nin de sahip olduğu gibi. Öte yandan,
Osmanlıların ve modem Türkiye'nin, çok güçlü merkezi dev
let, idari gelenekleri arasında da bir miktar bağlantı olabilir.
Osmanlı toprak mülkiyeti geleneğinin birçok bölgede bugü
nü anlamanın anahtarlarından olduğu kabul edilmektedir. 20.
yüzyıl Irakı'nda toprak mülkiyeti -kapitalizm, kolonyalizm ve
Osmanlı toprak kanunlarının karşılıklı etkileşimi sayesinde
kendine özgü bir tarzda gelişti. Irak'ta aşiret reisleri 1 858 Ara
zi Kanunnamesi'ni işlerine geldiği gibi kullanarak büyük top
rak sahipleri haline geldiler ve sonunda 1 958 darbesi yapılıp
kendilerini dize getirene kadar, hakimiyeti ellerinde tuttular.
Diğer Arap ve Anadolu bölgelerinin çoğunda, köylülüğün gö
rece özgür olmasının ve soylu toprak sahipleri zümresi bulun
mamasının Osmanlı zamanından kalma temel bir özellik oldu
ğu söylenir. Bu saptama, bazı bakımlardan geçerli görünmek
tedir: Modem Türkiye'de küçük araziler gerçekten de ağırlık
tadır. Yine de, bu nokta gereğinden fazla vurgulanıyor olabilir.
Bugün Anadolu ve Arap bölgelerindeki siyasal ve iktisadi güç
sahibi birçok aile, bu gücü yüzyıllardır ellerinde tutmaktadır.
l 960'larda Türkiye'nin kuzeydoğusundaki yerel seçkinler ta
imparatorluk zamanından beri öne çıkan ailelerin soyundan
geliyordu. Balkan ülkelerinde ise, tersine , Osmanlı dönemin
den kalma iktisadi örüntüler silinip tamamen ortadan kaldırıl
dı. Bağımsızlıkla birlikte kurulan yönetimler, genellikle Os
manlı döneminin toprak mülkiyeti örüntülerini tersine çevi
ren toprak dağıtma programları uyguladılar. Daha sonra da,
komünist rejimler, iktisadi ve siyasal alanlardaki eski Osmanlı
seçkinlerinin tasfiyesini tamamladılar.
Ancak çeşitli nüfus dağılım örüntülerine baktığımızda, Os
manlı mirası açık bir biçimde göze çarpar. Osmanlı sisteminin
dayattığı göçler, halkları imparatorluk içinde bir yerden diğe-
286
rine gitmek zorunda bırakmıştı; bu hareketlerin etkileri bugü
ne kadar ulaşmaktadır. Kıbrıs'taki Türkler 16. yüzyılda Anado
lu'dan getirilip iskan edilmiş yerleşimcilerin torunlarıdır; Ür
dün'deki Çerkezler ise 1 9 . yüzyılda gelmişlerdi. Sırplar ve Hır
vatlar, istilacılardan kurtulmak için daha önceki vatanlarını
terk edip kuzeye doğru kaçmışlar, ya da daha sonra Habsburg
lar ile aynı safa geçtikleri zaman göç etmişlerdi. Geçmişin bu
izleri her yerde yaşamaya devam etmekle birlikte, soğuk savaş
sonrası göçlerinin etkisiyle bunların önemi giderek azalıyor.
Osmanlıların siyaset alanındaki başarısızlıklarının etkileri
bugüne kadar uzanıyor. tik olarak, Büyük Britanya'nın Basra
Körfezi'ne girmesini engelleme konusundaki başarısızlık, Irak
topraklarında, Osmanlıların Basra eyaletinin bir parçası olan
Kuveyt'te, İngilizlere bağımlı bir devlet kurulmasına yol açtı .
Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgalinin ve l 990'ların başında
Kuveyt'i geri almak için yapılan Körfez Savaşı'nın izini bu şe
kilde Osmanlıların siyasal başarısızlığına kadar sürmek müm
kündür. Aynı şekilde, Osmanlılar Yahudilerin Filistin'e göç et
mesini engellemeye çalıştılar ama başaramadılar; siyonizme
orada demografik bir başlangıç noktası vermiş oldular. Bu ola
yın etkileri de bugün hala sürüyor. Ayrıca, bilindiği gibi , kro
nik Türk-Yunan çatışmalarının kökeni, doğrudan Rum teba
anın imparatorluktan kopup ayrılmasında yatmaktadır, Erme
niler ve Türkler ise 1 9 1 5 olayları konusunda hala şiddetli bir
fikir ayrılığı içindedirler.
Modern Türkiye'de, Suriye'de, işgal öncesi Irak'ta, Lüb
nan'da ve diğer Arap ülkelerinde halkların tutumu ve resmi
politikalar yer yer Türklerin emperyal üstünlük duygusuyla ve
Arapların sömürgeleştirilmişlik duygusuyla karışıktır. Mesela
Türkiye'de "arap" kelimesi olumsuz çağrışımlar taşır. Geçmiş
sürekli bugünün ensesindedir. Balkanlarda Türklerin Bosna
krizine müdahalesi Osmanlı emperyalizminin yeni versiyonu
olarak eleştirilmiş ve buna karşı çıkılmıştı. Burada yine yanlış
olsa da çok sık rastlanan, Türkiye'yi Osmanlının tek ardıl dev
leti sayma eğilimini görüyoruz.
Sonuçta, imparatorluğun bir zamanlar üzerinde kurulu ol-
287
duğu topraklara ve ötesine Osmanlı mirası karışmıştır. Kimile
ri Osmanlı geçmişini bugünkü varlıklarının nedeni sayarken,
kimilerine göre de bu miras muhalefet, alay, aşağılama ve nef
ret konusudur. Ancak, Osmanlı mirasının hayranları bölün
müş haldedir. Aradıkları Osmanlı mevcudiyetinin laik, milli
yetçi ya da İslamcı bir devlet ve toplum olup olmadığına karar
verememektedirler. Bu sayfalarda, milliyet, dini inanç ve etni
site bakımından fazlasıyla bölünmüş bir dünya için Osmanlı
mirasının milliyet-siz, çok dinli ve çok etnik gruplu örgütlen
me biçimleri sunan bir siyasal ve sosyal düzen olduğunu ak
tarmaya çalıştım.
Önerilen kaynakça
(*) işaretli maddeler bu alana yeni başlayan öğrencilere tavsiye edilen kaynaklardır.
Abou-El-Haj, Rifaat, "The social uses of the past: recent Arab historiography of Ot-
toman rule," lntemational]oumal of Middle East Studies, Mayıs ( 1982), 185-201.
Anscombe, Frederick F The creation of Kuwait, Saudi Arabia and Qatar (New York,
1997).
*Brown, Leon Cari, der. lmperial legacy: The Ottoman imprinl on the Balkans and
the Middle East (New York, 1996).
* Kayalı, Hasan. Arabs and Young Turks: Ottomanism, Arabism and nationalism in
the Ottoman empire, 1908-1918 (Berkeley, 1997).
Kiel, Machiel. Art and society of Bulgaria in the Turkish period (Aassen/Maastricht,
1 985).
*Schacht, joseph ve C. E. Bosworth, der. The legacy of /slam, 2. baskı (Oxford,
1979)
Selis, Michael A. The bridge betrayed: Religion and genocide in Bosnia (Berkeley,
1996).
Todorova, Maria. lmagining the Balkans (Oxford, 1997).
288
Dizin
ABD 33, 36, 38, 1 14, 269 Almanca 10, 26, 26 1 , 278
Abdülaziz ( 1861- 1876) 1 5 , 24, 135 Almanlar 97
Abdülhamit 1 ( 1 774-89) 139, 140 Almanya 34, 1 0 1 , 103, 1 25 , 190, 284
Abdülhamit il ( 1876-1909) 77, 107, Alparslan (Sultan) 45
109, 135, 136, 142, 149- 1 5 1 , 1 53, Altın Çağ 54
168, 169, 219, 241 , 245, 247, 275 Amasya 205
Abdülmecit 1 54 Amerika Birleşik Devletleri (ayr. bkz.
Adalet Sistemi 67 ABD) 34, 1 1 1 , 1 1 5 , 282
Adapazan 268 Amerika 28, 1 1 5 , 132, 133, 282
Afganistan 136, 140 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi 1 1 1
Afganlar 135 Amerikan i ç Savaşı 193
Afrika 27, 31, 50, 54, 65, 102, 132 Amerikan Kongresi 269
Ahemeniler 283 Anabatist 35
Ahlaki Reform 9 1 Anadolu Selçuklu Devleti 46
Ahmet Cezzar Paşa 8 7 , 89, 163 Anadolu 13, 25, 43-50, 57, 58, 60-63,
Ahmet 1 ( 1 603- 17) 1 5 1 7 1 , 85, 86, 88, 89, 96, 98, 100, 102,
Ahmet III ( 1 703-1730) 82, 126, 139, 104, 105, 107, 1 1 5 , 1 16, 159, 163,
141, 148, 1 50 166, 172-174, 176-178, 180, 1 8 1 ,
Ahmet Resmi Efendi 1 26 184-188, 1 9 1 , 196, 199, 200, 202,
Aileler 57, 8 1 , 85, 86, 88, 89, 1 1 1 , 204, 236, 238, 253, 261 , 263, 268-
133, 1 58, 164, 1 73, 196, 198, 199, 2 7 1 , 276, 280, 281 , 283, 285-287
213, 224, 237, 238, 242, 260, 285, Anayasa ( 1876) 109
286 Ankara 177, 185, 189, 190, 260
Akdeniz 29, 30, 4 1 , 43, 54-56, 64, 77, Anna (Çariçe) 36
1 24, 1 3 1 , 133, 140, 141, 172, 1 78, Antakya Patrikliği 271
181, 193, 239 Arabistan Yarımadası 4 1 , 91, 104, 173,
Akka Kuşatması ( 1 799) 164 181
Akka 87, 100, 1 50, 163, 164 Arabistan 27, 91, 92, 104, 135, 153,
Alacaklılar 1 1 9 1 73, 184, 193, 233
Alemdar Mustafa Paşa 89 Aral Gölü 139
Ali (Halife) 240 Arapça 10, 133, 261 , 281
Ali Bey 85, 87 Araplar 253, 275, 277, 282, 285, 287
Ali Paşa 133 Arazi Kanunnamesi 166, 286
Alliance lsraeliıe Universelle 258, 278 Arazi Vergisi 195
Alman Reich'ı 1 1 1 Arnavutlar 179
289
Arnavutluk 60, 97, 163, 238 Bayezıt il ( 1481 - 1 5 1 2) 57, 59, 6 1
Aşiretler 62, 107- 1 09, 162, 1 8 1 , 197, Baykal Gölü 43
212 Bayramlar 239, 254
Atina 104, 132, 276 Bedeviler 162, 163, 169, 228
Atlantik Ekonomileri 1 24 Bedir Savaşı 240
Atlantik Okyanusu 1 3 1 Beethoven 36
Augustus il ( 1 697-1 733) 36 Bektaşiler 237
Avratalan 185 Belgrad Barış Antlaşması ( 1 739) 79,
Avrupa Birliği 138, 279, 284 1 28
Avrupa Milletler Camiası 98, 138 Belgrad Banşı ( 1 730) 1 38
Avrupa Siyasal Düzeni 27, 28 Belgrad 13, 55, 75, 78, 85, 1 32, 149,
Avusturya 25, 34, 100, 141 1 59, 1 77 , 205, 224
Avusturyalılar 79 Belh 139
Avusturya-Macaristan 97, 102, 103, Benin Devleti 28
1 10, 273 Berlin Antlaşması ( 1 878) 24, 27, 102,
Aya Dimitri Kilisesi 238 1 14
Ayaklanmalar 96, 98, 1 6 1 , 268 Berlin 36, 1 0 1 , 1 27, 1 3 1 , 132
Ayan 88-90, 106- 1 08, 1 59, 1 62, 163, Besarabya 97, l 02
166, 167, 169, 199, 201 Beyrut 1 4 1 , 1 7 7 , 1 78, 184, 189, 194,
Ayan Aileleri 85, 88, 89 197, 202, 265
Ayastdanos Antlaşması 1 0 1 , 102 Biat Töreni 147
Ayrılıkçı Hareketler 1 1 4, 1 1 8, 272, Birinci Dünya Savaşı ( 19 14-19 18) 27,
280 28, 3 1 , 97, 102, 104, 1 1 2, 1 29, 1 53,
Azak Kalesi 78 1 79, 180, 1 9 1 , 269-27 1 , 274-276,
Azak Limanı 75 285
Azerbaycan 55, 75 Bizans imparatorluğu 29, 40, 43, 58
Aztek Devleti 28 Bodin 33
Boğazlar Meselesi 105
Bağdat 43, 55, 85, 87, 134, 183, 185, Boğazlar 103
186, 189 Boğdan 59, 60, 78, 98, 199, 200
Bağdat'ın Yağmalanması ( 1 258) 134 Bombay 1 36
Balkan Savaşları ( 19 1 2- 1 3 ) 102, 104, Borçlar 105, 1 18, 1 19
254, 268 Bosna Krizi 287
Balkan Yarımadası / Balkanlar 1 3 , 26- Bosna 5 1 , 63, 86, 102, 1 16, 149, 1 79,
28, 30, 3 1 , 33, 39, 43, 47-5 1 , 54, 205, 252, 253, 263
56, 60-64, 80, 85, 88, 89, 96, 97, Bosna-Hersek 274
1 0 1 , 102, 104, 1 14, 1 1 6- 1 18, 1 33, Boşanma 1 74
1 72- 1 74, 1 76-180, 183, 184, 186, Botev, Hristo 254
187, 189, 196, 200, 236, 238, 253, Brahms 36
254, 263, 268, 271-273, 279-282, Britanya imparatorluğu 4 1 , 287
285-288 Brubeck, Dave 37
Baltık Denizi 77, 1 4 1 Brüksel 1 3 2
Banal 7 5 Bug Nehri 5 6 , 7 7
Baron De Tott 9 1 Buhara 135, 139
Basra 4 1 , 287 Bulgarca 26 1 , 265, 280, 281
Batılılaşma 224 Bulgaristan 27, 37, 56, 78, 98, 102,
Bayezit 1 ( 1 389-1402) 35, 37, 57, 63 1 14, 1 1 5, 1 1 7, 1 18, 180, 185, 199,
290
200, 204, 205, 207, 208, 228, 253, Çin 28, 29, 39, 44, 48, 57, 1 10, 1 24,
254, 274, 28 1 , 282 1 28, 236, 286
Bulgarisıan'daki Vahşet imgesi 1 14 Çokeşlilik ı 74
Bulgarlar 33, 228, 254, 255, 282 Çukurova 200
Bulletin de l'Alliance lsradite Unverselle
258 Dalmaçya 75
Burgonya 5 1 Danimarka 34
Bursa 50, 56, 202, 238 Darü'l-Harb 1 28
Burundi 1 16 Darü'l-lslam 1 28
Bükreş Antlaşması ( 1 8 1 2 ) 97 Deccal 35, 39
Bükreş 132 Dede Korlıut Kitabı 44
Bürokrasi 62, 83, 95, 105-107, 109, Delacroix 38
1 1 2, 1 13 , 1 19, 13ı, ı s7, ı68, ı69, Deliorman 238
285 Demir Baba 238
Büyük Britanya 287 Demiryolları 107, 1 1 9, ı s3, ı 76-ı78,
Büyük Süleyman Paşa (Ayan Ailesi) ı8o, 185- 1 9 ı , 197, 199, 265, 266
85, 87 Devşirme sistemi 63-65, 1 55-1 57, 2 1 3
Büyük Toprak Sahipliği 200 Dicle Nehri 56, 183
Dikey Hareketlilik 2 1 3
Canikli Ali Paşaoğlu (Ayan Ailesi) 85 Din Savaşları 35
Cebeliıarık Boğazı 4 ı, 77, ı 4 ı Dinyeper Nehri 56, 77
Celili (Ayan Ailesi) 85, 86 Dinyester Nehri 56, 75
Celvetiler 237 Diplomasi 3 1 , 1 0 ı , ı23, 1 25-127, 1 29-
Cemaatler 32, 63, 65, 96, 105, 106, 134, ı38- l 4 ı , 286
108, ıo9, ı ı4, ı ı 7, ı 3 ı , ı33, ı3s, Diyarbakır ı 77
ı 36, ı68, 237, 242, 2S ı , 2s2, 2s3, Dobruca Körfezi 102
256-262, 265-267, 27 1 , 272, 274 Dobruca 1 79
Cemal Paşa 274 Doğu Hint Adaları 1 36
Cengiz Han (Hükümdar) 28, 46 Doğu Roma imparatorluğu (ayr. bkz.
Cenin ı64, ı6s Bizans imparatorluğu) 28
Cenova 29, 43, 46, 49, 50, 55, 56 Doğu Sorunu 3 1 , 98, 1 0 1
Cezayir Dayısı 1 26, 1 4 1 Doğum Kontrolü ı 74
Chicago 38 Dokunulmazlık 102, 129
Cihat Çağrısı 1 36 Dolmabahçe Sarayı ı s4
Cizye 1 66 Dragomanlar 1 3 1 , 133
Cülus Akçesi 83 Drama ı66
Dulkadiroğulları 57
Çaldıran Muharebesi ( 1 5 ı 4) 54 Dürziler 1 1 5
Çanakkale Boğazı 49 Düvel-i Muazzama 3 1
Çapanoğlu (Ayan Ailesi) 85 Düyun-u Umumiye 1 19, 1 20, 2o ı , 266
Çarlık Rusyası 30, 78, ı 79 Düzensiz Diplomasi ı 26
Çekirdek Aileler ı 73
Çekme Tahlili ı 1 6 Ebedi Barış Kavramı 1 28
Çerkezler 287 Edirne Antlaşması ( 1829) 98
Çeşme Olayı 77, ı4ı Edirne Vak'ası ( 1 703) 8 1
Çiçek Aşısı 34 Edime 5 0 , 8 ı , 9 6 , 98, ı o 2 , ı s ı , ı94,
Çimpe Kalesi 49 202
291
Eflak 5 1 , 59, 60, 75, 79, 87, 98, 199, Fıkıh 9 1 , 134, 163
200 Fırat Nehri 56, 183
Ege Adalan 75 Filistin 13, 27, 43, 46, 5 1 , 78, 104, 1 50,
Ege Bölgesi 190 158, 163, 165, 186, 20 1 , 276, 287
Ege Denizi 55, 77, 1 0 1 , 103, 1 4 1 , 284 Filisıin-lsrail Çatışması 252
Ekberiyet 144-146 Filistinliler 251
Ekonomik Güç 29, 1 1 3, 1 24, 190 Flander 51
El-Azın (Ayan Ailesi) 86, 1 6 1 , 162, Floransa 1 32, 286
1 65 Formel Egitim 1 1 1 , 1 1 2
Elçiler 1 25-1 27, 130, 1 36, 139, 140 François 1 (Kral) 54, 1 27-129, 1 3 7
Elçilikler 1 30- 1 33 Fransa 28, 3 4 , 3 9 , 5 1 , 54, 5 7 , 97, 100,
El-Ezher Üniversitesi 2 1 3 102-104, 1 1 1 , 1 1 3 , 1 24, 1 25, 1 27,
Elizabeth 1 (Kraliçe) 28 1 28, 1 30, 1 37, 138, 144, 1 78, 190,
Emperyalizm 39, 1 35, 20 1 , 272, 287 1 9 1 , 236, 273, 275, 276
Endonezya 54, 235 Fransız Edebiyatı 35, 39
Enflasyon 68, 84, 204 Fransız insan Haklan Beyannamesi ll l
Epir 85 Fransız Monarşisi l l 5
Erdcl 37, 75, 78, 87 Fransızca 10, 40, 1 32, 1 33, 261
Ermeni Katliamları 1 14, 1 1 6, 268, Fransızlar 79, 1 28, 130, 138, 140, 166,
270, 27 1 , 274, 275, 284, 192
Ermeni Milliyetçiligi 269 Friedrich (Büyük) 127
Ermeni Sorunu 252 Fuat Paşa 133
Ermeniler 1 1 6, 1 3 1 , 1 33, 180, 25 1 ,
26 1 -263, 268-27 1 , 275, 287 Galata Mezarlıgı 232
Erzurum 184, 185, 228, 229 Galatasaray Lisesi (Mekteb-i Sultani)
Eşitlik 58, 1 1 1 , 1 1 2, 1 14, 258 1 32
Eşitsizlik 1 1 1 Gayrımüslimler 95, 1 10- 1 1 2, l 1 6,
Eugene (Prens) 75 1 29, 1 33, 167, 168, 194, 1 95, 2 1 2,
Evlilik Poliıikalan 58 218, 220-222, 232, 233, 242, 243,
Eyüp Camii 147, 241 253, 255-258, 260, 266, 267
Eyüp el-Ensar'i (Sahabe) 147 Gazi Hasan Paşa 9 1
Eyüpsultan Türbesi 147 Geç Roma Dönemi 65
Gelenekler 9, 6 1 , 65, 144, 1 78, 239,
Faiz 65 280, 286
Farsça 1 33, 1 39, 26 1 , 281 Gelibolu Yanmadası 49, 57
Fas 140, 141 Gerçek Haç 1 54
Fatih Sultan Mehmet ( 145 1 - 1 48 1 / Gericilik 1 3 2
ayr. bkz. Mehmet il) 35, 5 1 , 56, 58, Gerome 38
66, 145 Girit 55, 100, 1 37, 274
Fazıl Mustafa Paşa (Sadrazam) 75 Gladstone 27, 37
Felemenk Cumhuriyeti 28, 54 Göç 43-45, 1 1 2, 1 76, 1 78, 1 79, 228,
Felipe il (Kral) 66, 1 24 269, 287,
Fener 87 Göçebeler 44, 7 1
Feodal Beylikler 45, 48, 60 Göçerler 27, 30, 43-47, 49, 1 8 1 , 196,
Feraceler 2 1 8 197, 213, 228
Fes 2 19-22 1 , 233 Göçler 27, 3 1 , 44, 47, 1 75-180, 184,
Fetihler 43, 44, 5 1 , 59 285-287
292
Göçmenler 1 78, 180, 199 Hazar Denizi 4 1
Göksu 229, 232 Hıristiyan Birliği Düşüncesi 1 3 7
Gölge Oyunu 235 Hıristiyanlar 32, 33, 47, 48, 64, 65,
Grand Champs du Morıs (ayr. bkz. 108, 1 10, 1 1 2- 1 1 5 , 133, 135, 1 56,
Taksim Mezarlığı) 232 1 74, 1 76, 198, 208, 229, 232, 238,
Gulamlar 87 239, 244, 253, 255, 256, 260, 262,
Güçler Dengesi 138 263 , 265, 266, 268, 272, 273
Gülhane Hatt-ı Hümayunu ( 1839) 1 1 1 Hıristiyanlaşma 180
Güller Savaşı 57 Hıristiyanlık 45, 65, 155, 238
Gürcistan 77 Hırka-i Şeri[ 241
Hırvatça 277, 280
Habsburg Devleti / 1 mparaıorluğu 1 1 , Hırvatistan 75
3 1 , 1 27 Hırvatlar 1 78, 287
Habsburg Viyana'sı 26, 55 Hicaz Demiryolu 1 53
Habsburglar 36, 54, 75, 79, 96, 102, Hidiv lsmail Paşa 1 0 1
1 14, 1 24, 1 37, 1 38, 287 Hilakı'in Sona Erişi ( 1924) 105
Hac Yollan 82 Hindistan 29, 54, 74, 78, 90, 91, 102,
Hac 82, 92, 139, 1 5 1 , 1 53, 154, 1 6 1 , 103, 1 23, 135, 1 36, 1 38, 140, 193
163, 181 Hint Müslümanları 39
Haçlılar 45, 46, 56 Hint Okyanusu 54, 1 3 1
Hadramut 9 1 Hintlileşme 224
Halep 100, 1 73-175, 180, 184, 185, Hititler 283
186, 190, 192, 194, 195, 205, 207, Hive 135, 139
208, 233, 235, 244, 260, 26 1 , 265 Hokand 1 35
Halı 193, 204, 226, 262 Homeros 44, 234
Haliç 147 Hoşgörü 32
Hali[elik 77, 1 23, 1 34, 1 35, 1 5 1 , 153 Huguenot 1 1 5
Halk Koalisyonları 207 Hukuk Sistemi 1 1 0
Halvetiler 237 Hümayun (Hükümdar) 140
Hama 200 Hünkar iskelesi Antlaşması ( 1 833)
Hamamlar 234 100
Hamburg 36 Hz. Hüseyin 240
Hande! 37 Hz. Muhammed (Son Peygamber) 9 1 ,
Hanehalklan 60, 65, 68-70, 8 1 , 82, 85, 92, 134, 240, 24 1 , 253
88, 105, 146, 1 57, 158, 164, 174, 214
Haneli Mezhebi l öJ loannes Kantakuzenos (imparator) 57
Handilik 162 Irak 27, 28, 43, 91, 104, 108, 1 73,
Haraç 78, 87 1 8 1 , 184, 20 1 , 276, 28 1 , 282, 285,
Harem 146, 226 286, 287, 279, 283
Haremeyn-i Muhteremeyn 82, 1 5 1 , Islah Programlan 197
1 53, 163
Hariciye Nezareti 1 32-134 lbn Hanbel 91
Harput 194 lbrahim Paşa (Mısır Hıdivi) 100
Hasta Adam imgesi 1 25 lbrahim Paşa (Nevşehirli / Sadrazam)
Havran Vadisi 186 35, 82
Haydn 36 iç Savaş (Bizans) 49
Hayır işleri 69, 14 7 lçoğlanlan 15 7
293
ikinci Dünya Savaşı 104 202, 205 , 207, 2 1 3 , 224, 226, 229,
tik Kuşatma (lstanbul / 674-678) 147 233, 235-237, 240-242, 247, 259-
tltizam Sistemi 62, 63, 69, 88, 95, 108, 261, 263-265, 27 1 , 274, 283
1 1 1 , 1 67, 218 istihdam 8 1 , 1 13 , 1 19, 189, 204, 263,
imalatçılık 1 7 1 , 20 1 , 205, 207, 208 267
imtiyaz Beratlan 195 iş Fırsatlan 1 1 3
imtiyazlar 207, 222 işçiler 1 78, 204, 2 2 1 , 222, 239, 264,
lnebahtı Savaşı ( 1 57 1 ) 55 265, 261, 262, 264
lngiliz Monarşisi 1 24 ltalya 37, 43, 46, 5 1 , 102, 1 25, 1 26,
lngilizce 10, 261 1 29, 1 78
lngilizler 101, 103, 1 35, 1 38, 140, ltalyanca 26 1
153, 287 i tme Tahlili 1 16
lngiltere 28, 34, 39, 48, 54, 57, 78, ittihat ve Terakki Cemiyeti 270
100- 1 04, 1 25, 1 30, 1 35, 190, 192, lzmir 1 75, 1 77, 1 78, 189, 197, 202,
270, 273 , 275, 276 204, 226, 236, 264, 265, 268, 271
lngiltere-Osmanlı Ticaret Antlaşması
( 1 838) 192 Jamal, Ahmad 37
lnka imparatorluğu 41 Jan Sobieski (Kral) 26
lran Platosu 41, 44 Japonya 1 1 , 39, 1 1 0, 1 56, 222, 279
Iran 30, 43, 44, 45, 74, 75, 77, 90, Jön Türk Devrimi ( 1 908) 1 1 2, 247, 265
1 26, 1 33, 138, 139, 140, 184, 283 Jön Türk(ler) 104, 109, 1 1 2, 1 29 , 1 58,
lsa (Peygamber) 35 269, 273-275, 277
lskender imparatorluğu 4 1
lskenderiye 1 78 Kadılar 29, 257
lskenderun 185 Kadınlar Saltanatı 80
lskoçya 5 1 Kadınlar 44, 57, 80, 88, 95, 106, 1 10-
lslam Dünyası / Alemi 30, 5 1 , 1 53 1 1 2, 144, 147, 148, 153, 1 58, 165,
lslam Hukuku 64, 257 1 74, 196, 208, 2 1 2, 218, 220, 222,
lslam Savaşçılığı 33 224, 226, 229, 234, 236, 238, 239,
lslam 9, 30, 32, 38, 44, 5 1 , 54, 64, 69, 24 1 , 244, 257
1 33- 1 35, 1 37, 153, 234, 240, 255, Kadir Gecesi 240
257 Kadirtler 23 7
lslamiyet Öncesi 30 Kafes Sistemi 146
lslamiyet (ayr. bkz. lslam) 32, 34, 44, Kafkaslar 55, 79
45, 64, 65, 87, 9 1 , 92, 1 28, 135, Kahire 54, 84, 1 0 1 , 149, 1 53 , 1 54, 2 1 3
165, 255 Kahve 34, 80, 1 93 , 228, 233
ispanya 28, 29, 66, 1 4 1 Kahvehaneler 37, 233
lsrail 2 7 , 4 3 , 104, 252, 280 Kalfalar 207
lsrailliler 251 Kamusal Alan 222, 224, 229, 232-234,
lstanbul Camileri 1 5 1 241
lstanbul Hükumeti 107 Kanuni Sultan Süleyman ( 1 520-66)
lstanbul 1 3 , 25, 36, 55, 59, 68, 75, 77, 29, 35, 50, 5 1 , 54, 55, 66, 67, 74,
78, 80, 82, 84, 87, 89 , 96, 98, 100, 83, 1 27, 1 28, 1 37, 140, 1 5 1 , 214
103, 107, 108, 1 25, 1 27, 1 3 1 , 132, Kapıkulu 88, 144, 1 55, 1 5 7 , 219, 220
1 34, 140, 141, 148, 1 50, 1 5 1 , 1 53, Kapitalizm 266, 286
1 57, 1 59, 1 6 1 - 167, 169, 1 73-175, Kapitülasyonlar 1 1 0, 1 28, 1 29, 1 37,
1 77- 1 79, 182- 185, 190, 194-197, 192, 195
294
Kara Mustafa Paşa (Sadrazam) 37 Köleler 1 1 , 87, 1 1 5, 1 58
Karadağ 101, 263 Köprülü Ailesi 68
Karadağlılar 1 78, 263 Köprülü Mehmet Paşa (Sadrazam) 8 1
Karadeniz 28, 30, 4 1 , 43, 65, 77-79, Körfez Savaşı 287
98, 103, 1 2 1 , 1 3 1 , 1 33, 1 79, 183, Kösem Sultan 68
1 9 1 , 227, 239 Kudüs 165, 1 66, 168
Karagöz 235, 241 Kutsal Emanetler 1 5 4
Karaosmanoğlu (Ayan Ailesi) 85, 86, Kutsal Roma imparatorluğu 28
89, 163, 166 Kuveyt 287
Kardeş Katli 145, 146 Kuzey Afrika 25, 43, 90, 9 1 , 123, 1 25,
Karlofça Antlaşması ( 1 699) 75, 77, 1 35 , 136, 1 38, 140, 141, 172
130, 1 4 1 , 161 Kuzey Amerika 1 33, 282
Kaşgar 1 36 Küçük Asya 25, 28, 43, 44, 49
Katolikler 35, 263 Küçük Kaynarca Antlaşması ( 1 774)
Kayseri 261 77, 79, 1 30, 1 34, 1 39
Kazak Hanlan 1 39 Kültürel Kimlik 1 66, 275
Kıbns 55, 80, 102, 103, 284, 287 Kültürel Ônyargı 1 56, 279
Kılıç Kuşanma 148 Küresel Düzen 1 23
Kılık Kıyafet Düzenlemeleri I Yasalan Kürt Aşiretleri 108
2 14, 2 19, 220, 233, 242 Kürt Meselesi 252
Kırgızlar 1 39 Kürtler 25 1 , 260, 274, 275
Kının Hanlan 5 1 , 59, 134, 1 36
Kının Hanlığı 78, 1 79 Ladino 265
Kının Savaşı ( 1 853-56) 1 19, 1 38 Lahey 132
Kının Tatarlan 83, 1 34 Laik Hukuk 257
Kının 5 1 , 59, 75, 77, 1 34, 1 39 Laiklik 284
Kıtlık 1 76 Lalalar 144
Kıyafet Yasalan 83, 1 1 0, 2 14, 256, 257 Lale Devri 82, 198, 2 18, 242
Kızıldeniz 41, 54 Lale 34, 82, 2 1 8
Kilikya 26 1 Latin Devleıleri 1 3 7
Kilise Hukuku 257 Lawrence (Casus) 38
Kitap Ehli 32 Lazar (Prens) 5 7
Klasik Müzik 35 Lehistan 2 6 , 28, 3 6 , 37, 5 1 , 75
Koloniler 55, 1 1 5 Levanten Kültürü 1 78
Kolonyalizm 286 Lobiler 269
Konsolosluklar 1 3 1 , 1 3 2 Lombardiya 5 1
Konstantiniyye 29 Loncalar 80, 84, 107, 109, 1 92 , 20 1 ,
Konstantinopolis 1 3 , 29, 43, 46, 49, 204-208, 2 1 2 , 222, 264, 265
5 1 , 56, 66, 147, 154 Londra Antlaşması ( 1 827) 100
Konya 100, 139, 189 Londra 36, 1 3 1 , 1 32, 1 33, 226
Koprivştitsa (Avratalan) 185 Lord Byron 38
Korkunç Türk imgesi 1 1 4 Louis XIV (Kral) 82, 1 37
Korsanlık 1 4 1 Louis XV (Kral) 37
Kosova Krizi 1 79 Lumiere Kardeşler 236
Kosova Zaferi ( 1 389) 50, 57, 58 Lübnan 27, 28, 43, 87, 104, 1 15, 1 74,
Kosova 50, 1 1 6, 1 78, 238, 252 202, 204, 276, 282, 287
Köleci Hıristiyanlar 65
295
Macaristan Ovası 55 Meriç Nehri 1 83
Macaristan 5 1 , 59, 75 Merkez-Taşra ilişkileri 158, 1 6 1 , 1 64
Machiavelli (ayr. bkz. Makyavel) 33, Meryem Ana Yortusu 239
145 Mevleviler 237
Madam de Pompadour 37 Mısır 25, 43, 75, 78, 80, 85, 87, 93,
Madencilik l 71, 1 78 97, 100, 1 0 1 , 103, 109, 1 19, 1 2 1 ,
Madenler 55 1 29, 1 38, 140, 1 53, 164, 1 7 5 , 1 76,
Madrit 132 184, 186, 276, 282, 285
Mağrib 39 Milliyetçi Mücadeleler ( 19. yüzyıl) 1 16
Mahkemeler 29, 1 1 2, 1 29, 205, 256, Milliyetçilik 1 14, 1 1 7, 1 18, 249, 25 1 ,
257 269, 27 1 , 273-278
Mahmut 1 ( 1 730-1 754) 1 26 Ming Dönemi 29
Mahmut il ( 1 808-1839) 68, 100, 107- Ming imparatorluğu 41
109, 132, 145, 1 5 1 , 1 53 , 1 59, 166, Mingler 57
207, 219, 242, 253 Mit 1 1 7, 1 18
Makedonya 1 75, 199, 205 Mitolojiler 1 1 7
Makineleşme 20 1 , 202 Mobilya 226-228, 283
Makyavel 286 Moda 37, 1 1 1 , 2 14, 222, 224, 232, 233
Malabar 140 Moğol imparatorluğu 29, 46
Malazgirt Muharebesi ( 1 0 7 1 ) 45 Moğollar 33, 43, 46, 5 1 , 1 34
Malkara 268 Mohaç Savaşı ( 1 526) 2 1 , 55
Malta 1 78 Moliere 37
Manisa 144, 145 Moluklar 54
Mann, Thomas 38 Monarklar 33, 68, 137
Mars (Kült) 35 Montesquieu 33
Martin Luther 35 Mora 5 1 , 75, 78, 159
Maruni Hıristiyanlar 1 1 5 Moskova 30
Matris 1 7 1 Mozart 37, 1 25
Maysor Sultanlığı 140 Muhammed Bin Abdulvahhab 9 1
Meddah 234 Muhammed Bin Suud 92
Medine 54, 82, 92, 100, 1 35, 1 5 1 , 153 Murat 1 ( 1 362-89) 57, 238
Mehmet Ali Paşa (Kavalalı) 78, 97, Murat il 63
100, 1 0 1 , 1 32, 1 53, 1 59 Murat I l l ( 1 579- 1 595) 144
Mehmet il (Fatih / 145 1 -8 1 ) 35, 50, Murat iV ( 1 623- 1 640) 68, 1 5 5
5 1 , 56, 58, 63, 66, 67, 1 25, 144- Mustafa il ( 1695-1703) 8 1 , 1 39, 148
147, 283 Mustafa 111 ( 1 757-74) 1 26
Mehmet I I l ( 1 595- 1 603) 144-146 Mustafa iV ( 1807-8) 145
Mehmet iV ( 1 648- 1 697) 68, 81 Mustafa Reşit Paşa (Sadrazam) 1 33
Mehmet Reşat V ( 1 909- 1 9 1 8) 149 Musul 85, 86, 183, 184, 194
Mehmed Vahdeddin VI ( 1 9 1 8-22) 1 53 Mutlak Monarşiler 74
Mehter Müziği 36 Mülkiyet Hakkı 1 1 2
Mehter Takımı 36 Mülteciler 1 79- 1 8 1 , 186, 268
Mekke Haşimileri 104 Mültezim 62
Mekke 43, 54, 82, 92, 100, 104, 135,
1 5 1 , 1 53, 161, 181 Nablus 1 58, 1 64-166, 168-170, 1 74
Memluk Sultanlığı 25, 54 Nakşibendiler 237
Memlukler 87, 1 24 Napolyon Bonapart 75, 78, 97, 164, 165
296
Napolyon Savaşlan 192, 207 Osmanlı imajı 35
Navarin 100 Osmanlı imparatorluğu (ayr. bkz.
Naziler 270 Osmanlı Devleti) 9, 1 1 , 25-35, 38,
Necef 1 5 1 39, 43, 66, 67, 7 1 , 78, 82, 96-98,
New York 38 100, 1 0 1 , 103-105, 1 10, 1 1 1 , 1 13 ,
Niğbolu Zaferi ( 1 396) 5 1 1 14, 1 1 6, 1 1 9, 1 20, 1 23 , 124, 1 26,
Nil Nehri 4 1 , 56, 78, 183 1 27, 1 29, 1 3 1 , 138, 1 55, 156, 1 6 1 ,
Nilüfer Hatun 57 1 7 1 , 1 78, 184, 190, 1 9 1 , 194, 195,
Nogay Tatarlan 1 26 199, 20 1 , 202, 209, 228, 245, 249,
Nusreıiye Camii 1 5 1 25 1 , 258, 26 1 , 262, 267, 27 1 , 272,
Nüfus Hareketleri 30 275, 276, 279, 280, 282, 285
Nüfus 44, 46, 47, 49, 5 1 , 55, 56, 60, Osmanlı Obje 38, 283
64, 80, 90, 1 1 2, 1 14, 1 1 5, 1 24, 133, Osmanlı Siyasal Düzeni / Sistemi 30,
135, 1 66, 1 7 1 - 1 73 , 1 75-1 77, 1 79, 32, 109, 1 56
180, 1 8 1 , 186, 189, 194, 195, 199, Osmanlı Tehdidi 48
242, 244, 245, 264, 268, 269, 274, Osmanlıca 38, 26 1 , 265, 280, 28 1 , 283
280, 286 Osmanlıcı Model 26 7
Osmanlıcılık 273, 277
Ohri Bulgar Eksarhlığı 271 Osmanlılar 9, 13, 26-36, 39, 4 1 , 43,
Okuryazarlık 244, 245 46- 5 1 , 54-66, 69, 7 1 , 74, 75, 77-79,
Opera 36, 37, 1 25, 235 87, 90, 9 1 , 92, 96-98, 100-104,
Oregon 38 1 1 4, 1 18, 1 19, 1 24, 1 25, 1 27-130,
Orhan ( 1 324-1362) 57 132, 134- 1 4 1 , 143, 146, 148, 1 5 1 ,
Orta Asya 27, 30, 39, 43, 44, 45, 48, 153, 1 55, 156, 1 6 1 , 1 73 , 1 76, 1 79,
1 23 , 1 25, 1 33 , 135, 1 36, 138, 1 39, 192, 193, 2 1 2 , 222, 224, 236, 237,
144 252, 254, 258, 26 1 , 266, 267, 269,
Ortaçağ 28, 71, 87, 91, 254 273, 279, 281-287
Ortadoğu 27, 29, 30, 39, 43-46, 54, Osmanlılık ideolojisi 1 1 4
1 0 1 , 102, 1 1 4, 1 1 5, 145, 182, 183, Osmanlı-Rus Savaşı ( 1 768-74) 159,
2 1 2 , 233, 236, 262, 275 235
Ortakçılık 199, 200 Osmanlı-Rus Savaşı ( 1 787- 1 792) 77,
Ortodokslar 1 37, 263, 268 89
Osman l Gazi ( 1 290- 1324) 47, 58, 147 Osmanlı-Rus Savaşı ( 1877-78) 1 0 1 ,
Osman ll Genç ( 1 6 18-22) 153, 1 5 5 1 35, 136
Osman Pasvanoğlu 8 5 , 89 Osmanlı-Yunan Savaşı ( 1 897-98) 102
Osmanlı Cemaatleri 1 1 7, 253, 267 Otranto 5 1
Osmanlı Devleti 25, 28-3 1 , 4 1 , 43, 44, Otto Von Bismarck 1 0 1
46, 48, 50, 5 1 , 55, 57, 58, 60, 64,
73, 78, 79, 90, 92, 97, 98, 102, 103, Öşür 195
105, 108, 1 1 0, 1 1 2, l l 3 , 1 1 6, 1 18- Ötekiler 1 79, 255
1 20, 1 23- 1 28, 1 30- 132, 138, 139, Özbek Hanlan 136, 139
143, 147, 149, 1 56, 161, 1 72, 1 79, Özel Sektör 1 1 9, 240
195, 20 1 , 210, 258, 270, 27 1 , 274-
276, 279, 28 1 , 283, 284 Pamuk, Orhan 283
Osmanlı Hanedanı 26, 30, 47, 59, 6 1 , Panislamist Yaklaşım 135
144, 1 54 Panislamizm 273
Osmanlı Hukuku 1 28, 162 Papalık 35
297
Paris Modası 224, 233 Rumlar 87, 1 1 5, 1 3 1 , 180, 133, 255,
Paris 38, 1 25, 1 3 1- 133, 226, 258 26 1 , 262, 263, 268, 272
Pasarofça Antlaşması ( 1 718) 75, 79 Rus-lngiliz-Osmanlı lııifakı ( 1 798)
Peç Sırp Patrikliği 2 7 1 1 30
Peder Paisiy 253 Ruslar 2 1 , 23, 77, 79, 89, 97, 98, 100,
Pekin 1 54 1 0 1 , 1 32 , 134, 135, 1 38, 139, 1 4 1 ,
Pera 232 269, 270
Persepolis 283 Rusya 30, 59, 75, 77-79, 96-98, 1 00-
Peıit Champs du Mons (ayr. bkz. 103, 1 10, 1 14, 1 25, 134-136, 144,
Galata Mezarlığı) 232 159, 1 79, 180, 1 9 1 , 273
Petro (Çar I Büyük I Deli) 78, 87, 1 59
Pierre Loti 38 S. Vraçanski 253
Pirler 237 Sa'diler 237
Podolya 55, 75 Sadabad 229, 232
Poireı 38 Saddam Hüseyin 287
Popüler Kültür 2 1 1 Safavi Devleti 29, 5 1
Portekiz 29, 54 Safavi Savaşları 63
Portekizliler 54, 140 Safaviler 54, 67, 1 1 5, 1 24, 1 5 1
Portland 38 Sahra Çölü 55
Primus lnıer Pares (Eşitler Arasında Sainı-Jean Şövalyeleri 5 1
Birinci) 65, 146 Sakız Adası 1 1 5
Prusya 36, 100, 1 24 Salankamen 75
Pruı Antlaşması ( 1 7 1 1 ) 1 28 Salgın Hastalıklar 104, 1 75
Pruı Nehri 78 Salıanaı'ın Sona Erişi ( 1 922) 105
Pruı Seferi 87 Sanayi Devrimi 1 72, 202, 203, 205
Sanayi-i Nefise Mektebi 1 1 2
Reform Çağı / Devri 35, 39 San Salıuk 238
Reformcular 35 Sarmaıçı Hareketi 37
Reformlar 1 10, 1 1 2, 1 1 7, 163, 164, Savoia 5 1 , 75
24 1 , 257 Selamlık 226
Resne 259 Selanik 5 1 , 1 75, 1 77, 178, 185, 194,
Riviera 54, 137 197, 202, 204, 205, 236, 238, 244,
Rodos 19, 51 258, 259, 264, 265
Roma imparatorluğu 28, 29, 4 1 , 43, Selçuklular 30, 44
56, 186 Selim 1 ( 1 5 1 2 - 1 520) 5 1 , 54, 1 0 1 , 1 1 5,
· Roma 29, 51, 1 25, 132 1 53, 1 54,
Romanos Diogenos (imparator) 45 Selim il ( 1566- 1574) 84, 1 28, 144, 1 5 1
Romanov imparatorluğu 201 Selim ili ( 1 789-1807) 127, 1 3 1 , 140,
Romanovlar, Rusya 77, 1 24 1 59, 164, 1 65
Romanya 27, 87, 1 0 1 , 102, 28 1 , 282 Sembiyoz 169
Romence 280 Semerkanı 139
Rossini 36, 37 Sen Peıersburg 1 3 2
Rönesans 9, 35, 1 25, 1 26, 1 29 Sendikalar 264-266
Ruanda 1 1 6 Sened-i lııifak 90, 108
Rufailer 2 37 Serflik 87. 200
Rum Ortodoks Cemaati 87 Sırbistan 27, 5 1 , 56, 75, 78, 97, 1 0 1 ,
Rumca 46, 47, 26 1 , 263, 265 1 0 2 , 1 73, 205, 28 1 , 282
298
Sırp Kimliği 50 Şeyh Veliullah 9 1
Sırpça 26 1 , 280 Şiddet (politikası I kullanılması) 96,
Sırplar 33, 50, 97, 1 78, 1 79, 287 1 14- 1 18, 268
Sikkeler 29, 147, 149 Şii 32, 1 5 1 , 263
Silahsızlandırma 166
Sinema 38, 39, 236, 241 Tacirler 65, 8 1 , 1 13 , 195, 196, 208,
Singapur 54 220, 226, 234, 240, 265, 268
Sivil Bürokrasi 1 1 2, 1 1 3 Tahran 1 3 2
Sivil Oligarşi 68 Taksim Mezarlığı 232
Slavlar 65 Takvim 239, 240
Slovenya 75 Talat Paşa 270
Sofya 84, 132, 149, 179, 255 Tanrı'nın Gazabı 35
Soğuk Savaş 287 Tarımsal Yerleşim Alanlan 44, 1 8 1
Sosyal Hareketlilik 2 1 3 , 2 1 4 Taıikaıler 236-238
Sovyet Rusya Siyaseti 3 0 Taşımacılık 182- 1 86, 190, 197, 205
Sömürgecilik 39 Tavizler 74
Sömürgeler 1 1 8, 193 Tavla 234
Spor 236 Tebaa 12, 32, 64, 66, 67, 73, 77, 96,
Sı. Barıholomew Yortusu Katliamı 98, 105-107, 109- 1 1 2 , 1 14- 1 16,
( 1 572) 1 1 5 1 1 8, 1 20, 1 28-130, 135, 136, 147,
Sı. Goııhard Çarpışması ( 1 664) 137 149, 1 5 1 , 1 72, 1 73 , 1 76, 1 78,
Stefan Duşan (Sırp Kralı) 57 189, 199, 2 14, 220, 2 2 1 , 252,
Stockholm 132 253, 256, 258, 269, 2 7 1 -275, 282,
Suistimaller 1 29 284, 287
Sumatra 1 36 Tebriz 185
Sung Devleti (Çin) 28 Tehcir 180, 270
Suriye 27, 28, 43, 55, 100, 104, 108, Tekirdağ 268
1 1 5, 1 53 , 1 6 1 , 1 64, 1 73 , 180, 1 8 1 , Tekkeler 236, 237
186, 1 9 1 , 196, 199, 200, 226, 228, Temeşvar 75
269, 276, 28 1 , 282, 285, 287 Tepedelenli Ali Paşa 85, 89, 1 63
Suudi Arabistan 27, 92, 104 Tercüme Odası 106, 1 3 1 , 132
Suudi Hanedanı 90 Terör Dönemi, Fransa ( 1 793-94) 1 1 5
Süleymaniye Medreseleri 2 1 3 Teşkilat-ı Mahsusa 270, 271
Sünı:i 3 2 , 1 6 2 , 212, 263 Ticani Tarikatı 9 1
Sürekıi Diplomasi 1 23 , 1 26, 1 30 Ticaret Ağları 29
Süveyş Kanalı ( 1 869) 1 0 1 , 102, 184 Ticaret Yolları 43, 54, 55
Süzerenler 96, 253 Ticaret 29, 43, 54, 55, 56, 70, 79, 82,
Süzerenlik 89, 134 106, 1 1 3, 1 19, 1 3 1 , 1 33, 1 7 1 , 1 77,
Sykes-Picot Antlaşması ( 1 916) 104 1 8 1 , 182-186, 190-195, 197, 198,
207, 2 10, 218, 257, 262, 263
Şafii Mezhebi 162, 163 Timar 60-64, 69, 8 1 , 86
Şah Pehlevi 283 Timur (Hükümdar) 30, 35
Şam 43, 84, 86, 1 00, 1 5 1 , 1 58, 1 59, Timurlu Hanedanı 48
161- 165, 1 74, 1 8 1 , 184, 194, 205, Tipu Sultan (Hükümdar) 140
207, 224, 233, 263 , 268, 274, 275 Tokat 208
Şer'i Mahkemeler 256, 257 Tomar Dağı 238
Şeriat Kuralları 69, 1 1 2, 257 Topkapı Sarayı 147, 1 50, 1 54, 241
299
Topkapı Surları 1 65 Ulus-Devlet 1 14, 1 1 6, 1 1 7, 1 37, 254,
Toplumsal Hareketlilik 64, 1 1 2, 1 56, 275, 276
219 Uşak 264
Toprak Kayıpları 7 3 , 74, 95-97, 1 0 1 ,
109, 1 9 1 , 273 Ücret 84, 106, 167, 200, 204, 207,
Toprak Mülkiyeti 30, 286 208
Toulon 54 Üçlü ittifak ( 1 799) 130
Trablusgarp Savaşı ( 1 9 1 1 - 1 2) 102, Ümmet 134
1 74 Ürdün 27, 43, 104, 108, 1 69, 180,
Trabzon 5 1 , 180, 184, 185, 227, 263 1 8 1 , 285, 287
Tripolis 1 1 5
Tuna Nehri 3 1 , 56, 59, 79, 85, 89, 102, Vaftizci Yahya 1 54, 239
1 79, 183, 185, 199 Vahhabı Devleti 135
Tunus 102, 1 1 9 Vahhabi Hareketi 90-92
Tuvaletler 237 Vahhabl isyancıları 153
Tüccar Devletleri 43, 46 Vahhabı Tehdidi 135
Tüccarlar 1 25, 194 Vahhabller 91, 92
Tüketim 82, 95, 1 96-199, 2 1 8, 233 Vaka-yı Hayriye 108
Türk Göçerleri 27, 30, 43-46, 2 1 3 Vakıflar 69, 8 1 , 88, 2 14, 218
Türk Göçleri 285 Valois 28
Türk imgesi 37 Varna Zaferi ( 1 444) 5 1
Türk Kahvesi 38 Yasallar 58, 141
Türk Milliyetçileri 105, 274, 283 Yasallık 58, 59, 61, 97
Türk Milliyetçiliği 273, 274, 276 Veba Salgını 56, 57, 1 75
Türk Modası 37 Venedik (Cumhuriyeti) 29, 40, 50, 5 1 ,
Türk Müziği 36, 37 55, 56, 75, 78, 124, 1 25, 127, 1 28,
Türkçe 10, 14, 39, 44, 46, 47, 254, 1 37, 182
26 1 , 272, 280, 28 1 Venedikliler 5 1 , 56, 159
Türkiye 27, 28, 43, 98, 108, 1 29 , 180, Vergi 44, 55, 59-62, 67, 87, 88, 95, 96,
1 9 1 , 228, 25 1 , 258, 276, 279, 28 1 , 105, 109, 1 10, 1 1 3, 1 1 7- 1 20, 1 29,
283-287 161, 165, 167, 1 69 , 1 72, 195, 197,
Türkler 25, 26, 30, 35, 38, 104, 236, 198, 20 1 , 254, 256
25 1 , 253-255, 262, 273-277, 282- Versailles (Sarayı) 82
285, 287 Vestfalya Barışı (Westphalia / 1 648)
Türklük 27 1 29
Türkmen Beylikleri 45, 48, 65 Vidinli Osman Pasvanoğlu 85
Türkmen istilaları 46 Viktoryen Dönem 38
Türkmenler 44, 45, 48, 49, 59 Viyana Habsburgları 36, 1 24
Türkomanya 37, 39 Viyana Kuşatması il ( 1 683) 25, 37
Tütün 193, 233, 243 Viyana Müzesi 26
Viyana 25, 26, 29, 3 1 , 35, 4 1 , 55, 75,
Ukrayna 2 1 , 4 1 , 75 102, 1 25, 1 27, 1 28, 1 3 1 , 132, 139,
Ulaşım 31, 54, 1 19, 1 3 1 , 1 53, 1 7 1 , 185
1 76, 1 8 1 , 183-186, 189, 190
Ulema 10, 29, 65, 69, 70, 8 1 , 87, 105, Wagner 36
1 1 0, 145, 148, 153, 157, 158, 163, Walt Disney 25
213, 2 1 4, 24 1 -243 Washington 1 32
300
Yabancı Sermaye 1 19, 187, 265, 266 107- 1 09 , 162, 205, 207, 222, 235,
Yahudi Soykırımı 1 1 5 237, 241
Yahudi Tacirler 65, 268 Yerel Osmanlılar 90
Yahudiler 83, 1 16, 198, 208, 244, 253, Yerleşim Örüntüleri 259
255, 256, 258, 260, 262, 263, 268, Yıldız Sarayı 149, 1 54, 24 1 , 243
287 Yirmisekiz (Mehmet) Çelebi 1 3 1
Yaş Antlaşması ( 1 792) 77, 79 Yoksullar 106, 148, 240, 241 , 260
Yaşam Döngüsü 1 24, 147, 148 Yoksullaşma 1 16
Yavuz Sultan Selim (ayr. bkz. Selim 1) Yunan Bağımsızlık Savaşı I isyanı
101 ( 1821-30) 78, 87, 98, 100, 106,
Yedikule Zindanları 1 27 1 1 5, 1 3 1 , 1 33
Yekaterina (Büyük I Çariçe) 77, 79, Yunanca 26 1 , 280, 281
141 Yunanistan 27, 100, 102, 104, 1 77,
Yemen Kahvesi 193, 233 1 78, 235, 272, 282, 284
Yemen 9 1 Yunanlılar 102, 244, 25 1 , 255, 269, 273
Yeni Dünya 29, 74, 1 1 2, 1 24, 1 76, Yüzyıl Savaşları 28
184, 193
Yeniçeri Ocağı Kaldırıldı ( l 826 I ayr. Zahir-üt Ömer 163
bkz. Vaka-yı Hayriye) 107, 108, Zigetvar 74
1 5 1 , 192, 207 Zimmiler 255
Yeniçeri Ocağı 64, 83, 84 Ziraat Bankası 16 7
Yeniçeriler 36, 64, 68, 77, 83-85, 89, Zonguldak 1 78
301
smanlı Imparatorluğu'nun tarihi son yıllarda çe
1LET1Ş1M 860
ARAŞTIRMA
iNCELEME 1 34 1 1 1 11111111 111111 1 1 1
9 789750 500930