Professional Documents
Culture Documents
Özne Sayı 29 Stoa Felsefesi Güz 2018
Özne Sayı 29 Stoa Felsefesi Güz 2018
OZN�
Felsefe Bilim ve Sanat Yazıları
1
I
- - .
...
• 1 .
Medeniyet Tasavvurları
t!mimHll
İnsanlığın !'Ygarlaşma serüveni çok büyük ölçüde farklı olanı veya kendisiyle benzeşmeyeni tanıma gayretinin ve bu gayretini sürekli
kılmasının bir sonucudur. Çünkü tanıma gayreti farklı olanı ötekileştirmek yerine, farklılıkların anlamlı olabileceğini ve olduğunu kavramayı
öncelemek demektir. Bu önceleme aynı zamanda benzerliklerin doğru bir şekilde farkına varılmasının da etkili yoludur. Benzemeyeni
ötekileştirmeden birlikte alına gayretinin ortadan kalktığı veya kaldırıldığı andan itibaren ortaya çıkan durum uluslararasında ve medeniyetler
arasında bir çatışma olarak kendini göstermektedir. Bunun bir sonucu olarak da günümüzde iletişim araçlarının sağladığı olanaklarla, yazılı ve
görsel medya üzerinden çok daha yakıcı bir biçimde duyumsadığımız ve duyumsamak zorunda kaldığımız vahşete tanık olmaktayız. Evreni,
doğayı ve insan başta olınak üzere her tiirlü canlı ve cansız varlıkları hedef alan bu vahşet, olağanüstü insanlık dramlarının yaşanmasına,
doğaya ve doğal olaoa pervasızca müdahale etmeye, bireylerin bilişsel ve bedensel yetileriyle elde ettikleri bütün kazanımlarını kaybetmelerine
neden olmak.tadır. Bu süreç sonuçta her geçen gün şiddeti artan acımasız politik ve maddi çıkar savaşlarının ve soy kırım raddesine vaian etnik
çatışmaların gün yüzüne çıktığı negatif bir insanlık durumuna yol açmaktadır. Belki konunun daha yakıcı yanı ise bu bütünüyle ormao
kanunlarının egemen olduğu, medeniyet dışı veya uygarlaşamama hali olarak betimleyebileceğimiz bu tiirden insanlık durumlarının sanki her
geçen gün daha fazla kanıksanmakta olduğuna ilişkin sezgilerimizdir. Bu bağlamda düşünüldüğünde negatif insanlık durumlarına düşünsel
temel bulına veya meşrulaştırma gayretinin de beraberce gündeme getirilınesi ise tam anlamıyla bir bilişsel körleşmedir. Medeniyetler
Çatışması adlı çalışmasında Huntington'ın bu tarzda bir negatif insanlık durumuna düşünce temeli yaratma gayreti henüz belleklerimizde
bütün canlılığıyla yer alınaktadır. EntelektÜel kültiir tarihi bağlamında doğrulamaoın olanaklı olınadığı bu sipariş edilıniş düşünce örgüsü,
aslında doğası gereği felsefe-iktidar birlikteliğinin sonucunda üretilınişti. Başka bir deyişle, benzer olınayanı aolaroak yerine, ötekileştirmek
isteyen egemen güçlerin kendilerini karouoyu nezdinde meşru kılınak için sipariş olarak verdikleri bir kurgusal anlatımdı. Çünkü başta felsefe,
saoat ve bilim olınak üzere, entelektüel disiplinlerin tarihine ilişkin incelemeler, tam aksine ve açıkça insanlığın ilerleme kaydettiği anların
çatışmayla değil, bütünsel bir dayanışmayla gerçekleştiğini ortaya koymaktadır.
Entelelı:tüel medeniyet unsurları olarak betimlenen Dilim, felsefe ve sanat alaolarındaki bilişsel yiirüyüşümüz devam edeceğine göre, yukarıda
söz konusu ·edilen doğaya müdahale ile doğal olanı aslından uzaklaştuan, insanı haksız yere beslenme, barınma ve kültürel zorluklarla baş etme
mecbUriyetinde bırakan gelişmelerin radikal bir biçimde irdelenmesinin gerekliliği ortadadır. Bu sorunsalların yarattığı bilinçlenmenin
ışığında, ülkemizin felsefe, bilim ve sanat alanlarında ortaya konulmuş olan veya konulacak olan çözüm önerilerinin görünür kılınmasını
. sağlaroak, çeşitli yeni çözüm önerilerinin geliştirilınesine fırsat tanımak için ÔZNE'nin Nisan 2019 sayısını Medeniyet Tasavvurları temasına
·i;ynımasını uygun bulduk. Ana temamız "medeniyet nedir" sorusuna cevap aramak olmak.la birlikte, aynı zamanda bu yoldan medeniyetleri
"'
oluşturao kurucu unsurları ortaya koymak ve medeniyet tasavvurlarının nasıl oluştuğu sorusuna da cevap bulmaktır. Bunun için de aşağıda
sıraladığımız başlıkları dikkate alan incelemelerin büyük önem taşıyacağını düşünmekteyiz. Bu düşünceler doğrultusunda aşağıda yer alao
başlıkları dikkate alan sorgulayıcı yazılardan oluşan bir sayı oluşturmanın yerinde olacağına karar verdik.
ı:mt;1rı:rnm:mı
Medeniyet ve Bilgi: Medeniyet Yaratan Bilgi - Bilgiyi Üreten Medeniyet
Medeniyet ve Almaşık Düşünebilmek: Olağana Farklı Bakabilmek
Medeniyet ve Efsaneler: Medeniyet Efsaneleri - Efsane Medeniyetler
Medeniyçt ve Geçmiş: Geçmişi Yeniden Üretmek
Medeniyet ve Değer: Medeniyeti Yaratan Değerler - Medeniyetin Yarattığı Değerler
Medeniyet ve Kültürel Dayanışma: Sempati mi? Empati mi?
Medeniyet ve Matematik: Doğayı Saymak ve Ölçmek
Medeniyet ve Makine: Dakiklik ve Hız
Medeni�et ve Dünya Görüşü: Klasik, Skolastik, Modern
Medeniye{ve Derin Düşünce: Soyutlama ve İdealleştirme
Medeniyet ve İnsan: Düşünce, Duygu, İnanç
Medeniyet ve Etik: Bilişsel ıfü Kural mı? Etik Bir Gereklilik mi?
Medeniyet ve Dil: Söz Varlığı ve Medeniyet
Medeniyet ve Yön: Doğu-Batı I Kuzey-Güney Olmaz mı?
Medeniyet ve Varlık: Medeniyetin Ontolojisi
Medeniyet ve Estetik: Medeniyetin Değiştirdiği Güzellikler
Medeniyet ve Kent: Kent Medeniyetleri-Medenileşmiş Kentler
Medeniyet ve ötekileştirme: Diyalog Yerine Monolog
Medeniyet ve Çatışma: Medeniyetler Arası Dayanışmanın Olanağı
Yazılar word programında tlmes new roman 11 punto ile yazılmış olarak gönderilmelidir.
Gönderilen yazıların daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış olması ve belirlenen yazım kurallarına uygun olması gerekmektedir.
Yazıların tek aralıklı olarak 10 sayfadan uzun olmilması gerekir.
Kaynaklara göndermeler 'metin içi kaynak gösterme' sistemi (APA biçemi) olarak adlandırılan yöntem göz önüne alınarak yapılmalıdır.
Uy.gun şekilde yazılan makaleler, 300 kelimeyi aşmayacak şekilde TürkçeMİngilizce özetleri ve yazarın kısa biyografisiyle birlikte gönderilmelidir. Özetin hemen sonunda
anahtar kelimeler yer almalıdır.
Verilen başlıklar dışındaki orijinal konular da de§erlendirmeye alınacaktır.
••
OZNE
29. Kitap-Güz 2018
STOA FELSEFESi
ÖZNE D ANIŞM A KURULU
Güz 2018- 29. Kitap Prof. Dr. Oğuz Adanır (9 Eylül Üniv.),
Stoa Felsefesi Prof. Dr. Hasan Aslan (Akdeniz Üniv.),
Prof. Dr. Gönül Bünyadzade
GENEL YAYIN YÖNETMENİ (Azerbaycan Milli İlimler Akademisi,
Felsefe, Sosyoloji ve Hukuk Enstitüsü)
Mustafa GÜNAY (Çukurova Üniv.)
Prof. Dr. Sebahattin Çevikbaş (Muğla Üniv.),
Pof. Dr. Betül Çotuksöken (Maltepe Üniv.),
YAYIN KURULU
Prof. Dr. A. Kadir Çüçen (Uludağ Üniv.),
Birdal Akar, Yasemin Akış, Zehragül Aşkın,
Prof. Dr. H. Haluk Erdem (Ankara Üniv.),
Esra Çağrı, Aylin Çankaya, Gülsun Dülgeroğlu,
Prof. Dr. Hatice Nur Erkızan (Muğla Üniv.),
H. Haluk Erdem, Sadık Erol Er, Mustafa Günay,
Celal Gürbüz, Güncel Önkal. Prof. Dr. Doğan Göçmen (9 Eylül Univ.)
Prof. Dr. Ülker Gökberk (Reed College-Arnerika)
Prof. Dr. Hatice Nur Erkızan Prof. Dr. Adnan Gümüş (Çukurova Üniv.),
(Muğla Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan (Muğla Üniv.),
Sıtkı Koçman Üniv.) Prof. Dr. Selahaddin Halilov (UFAD-Uluslararası
Felsefe Araştırmaları Derneği-İstanbul),
İLETİŞİM Prof. Dr. Doğan Özlem (Emekli)
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Prof. Dr. Ali Utku (Atatürk Üniv.),
Felsefe Grubu Eğitimi Bölümü Prof. Dr. Ahmet Sarı (Atatürk Üniv.)
0 1330 Bakalı/ Adana/Türkiye Prof. Dr. Ebulfez Suleyrnanov (Üsküdar Üniv.),
Prof. Dr. Zehragül Aşkın (Mersin Üniv.)
e-posta: mgunay@cu.edu.tr, Doç. Dr. Sadık Erol Er (Çukurova Üniv.)
f.mustafagunay@gmail.com Doç. Dr. Gerrit Steunebrink
Web adresi: http://oznefelsefesanat.blogspot.com (Radboud Üniversitesi-Hollanda)
Doç. Dr. Marzenna jakubczak
(Cracow Üniversitesi - Polonya)
Bireysel Abonelik : 100 TL
Doç. Dr. Mustafa Günay (Çukurova Üniv.),
Kurumsal Abonelik : 150 TL
Dr. Adnan Onart (Boston Üniversitesi-Amerika)
Posta çeki : 1 0970 14-
Mustafa Günay adına
Yıl: 14 - Sayı: 2 9
ISBN: 978-605- 196-230-6
Baskı Tarihi: Aralık 2 0 1 8
Baskıya Ön Hazırlık: Çizgi Kitabevi Yayınları
Özne hakemli bir yayındır. Yılda iki kez çıkar.
Baskı: Sebat Ofset
Philosopher's Index içinde yer almaktadır.
Matbaacılar Sitesi Yayın Cd. No: 2 / Konya
ÇİZGİ KİTABEVİ
Sahibiata Malı. Mimar Muzaffer Caddesi
Helvacıoğlu Apt. No:41/1 - Meram / Konya
Tel: 0332 353 62 65 - 353 62 66
Faks: 0332 353 10 22
www.cizgikitabevi.com
ÖZNE Board of Consultants:
Autumn 2 0 1 8-29. Issue Prof. Dr. Oğuz Adanır (9 Eylül Üniv.)
Stoic Philosophy Prof. Dr. Hasan Aslan (Akdeniz Üniv.)
Prof. Dr. Gönül Bünyadzade
Editor: (Azerbaycan Milli ilimler
Birdal Akar, Yasemin Akış, Zehragül Aşkın, Prof. Dr. H. Haluk Erdem (Ankara Üniv.),
Esra Çağrı, Aylin Çankaya, Gülsun Dülgeroğlu, Prof. Dr. Hatice Nur Erkızan (Muğla Üniv.)
H. Haluk Erdem, Sadık Erol Er, Mustafa Günay, Prof. Dr. Doğan Göçmen (9 Eylül Univ.)
Celal Gürbüz, Güncel Önkal. Prof. Dr. Ülker Gökberk (Reed College-Amerika)
Prof. Dr. Sevinç Güçlü (Akdeniz Üniv.)
Prof. Dr. Hatice Nur Erkızan (Muğla Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan (Muğla Üniv.)
StoaFelsefesindeFizik ve Etik:
Mutluluğun Yolu Olarak Stoacı Erdem / Mustafa Ağaoğlu .....................................................................77
4
Dosya Dışı
Geç Dönem Sofistlerde İktidar ve Güç Düşüncesi /H.Haluk Erdem ......................................... 199
5
CONTENTS
La Questiondu Destin Et De La Liberte Dans L'ancienne Stoa/ Celal Gürbüz . . ... .... .......... .... .. ....
. . . 65
A Philosopher in Cydnus in theFirst Period of Stoic Philosophy: Khrysippos/ Mustafa Günay ..........
91
Posthumous and Death in EpictetusMehmet Önal... . . ....... ... .. .......... ..... .... ..................... ........ .......
. . . . . . . . 107
From Nature to Environment: Rethinking Stoic Philosophy Today/ Güncel Önkal .................159
The Thesis, Articles andBook Studies About the Stoic Philosophy / Selda Kiraz ....................185
6
Other Artides
The Thought of Force and Power in the Late Sophists/H.Haluk Erdem ............... . ...................
.. 199
Thoughts on the Relationship Between Child and Society /Mehmet Özcan ........................ ......
. 26 1
Some Evaluations on the Basis of Peace inHuman Nature/ Emin Çelebi... . .... ........................... 267
Book Review: the Philosopher of Despair : E.M. Cioran/ Özgül Ekinci . .. ................. ....................
. 277
7
STOACILIK ...
9
İlk Dönem Stoası (Erken Dönem): Bu dönemin ana düşüncesi; insanın ba
ğımsızlığı/özgürlüğü ve doğaya uygun yaşamasıdır. Kurucusu Kıbrıslı Zenon
da olmak üzere, önemli temsilcileri; Kleanthes, Tarsuslu Zeno ve yine Tarsuslu
Antipater'dir.
1. Orta Dönem Stoası: İlgili dönemin en belirleyici özelliklerinden biri,
Zenon'dan bir yüzyıl kadar sonra, Erken Stoacılıkta hakim olan kah rasyo
nalizmin ve yine kah ahlaki tutumun yumuşamaya yönelmesidir. Önemli
temsilcileri arasında Panaitios ve Poseidonios anılabilir.
2. Yeni Stoa/Roma Stoası: Yeni Stoacılığın ünlü ve önemli isimleri arasın
da Cicero, Seneca, Marcus Aurelius, Epiktetos, Gaius Musonius Rufus'u
görürüz. Onlar, istenci ve doğaya uygun yaşamayı; yaşamın merkezine
yerleştirirler.
Şimdi; Stoacılar felsefeyi yalnızca birkaç kişinin özel ilgi alanı veya -geçmişe
ait ilginç düşünceler yığını/toplamı olarak görmediler. Onlar için felsefe bir yaşa
ma yolu; yaşama yollarını açan bir çabadır. Dolayısıyla, felsefe aslında yaşamda
uygulama (askesis) olanağını bulan bir etkinliktir. Çünkü biz bir kez kendimizin
ve dünyanın ne olduğunu anladığımızda, hem yaşamı ve hem de içinde yaşa
dığımız dünyayı dönüştürebiliriz; değiştirebiliriz. Stoacıların ve hatta onların
rakiplerinin bile ortak yönüdür bu. Tarihsel olarak bakıldığında; felsefenin bu
terepatik/iyileştirici/tedavi edici olarak kendini göstermesi birçokları tarafından
tehlikeli bulundu ... Ve tam da bu nedenle, denilebilir ki, Stoacı felsefenin önü,
önce Hıristiyanlık tarafından kesildi.
Stoacılık hiçbir zaman'saf akademik' bir felsefe olmadı ve onun bugünkü iz
leyicileri de felsefeyi yaşama yolu olarak görmeyi sürdürmekteler. M.Nussbaum,
M.Piglucci ve P.Hadot gibi filozofların adlarını bu bağlamda anabiliriz.
Başlangıçta da ifade edildiği gibi, Stoacılık en önemli felsefe hareketlerinden
biridir. Türkiye'ye bakhğımızda Stoacı felsefeye ilgi, kaygı ve hatta bilginin pek
de yüksek olduğu söylenemez.
Özne Dergisi olarak bu sayının, Stoacı felsefeye ilgiyi canlandırmasını ve var
olan boşluğu az da olsa gidermeye katkı sunmasını dileriz.
Ve, 'Felsefenin Yaşama Yolu' üzerine olan bu dosyanın hayatımıza değmesini
umut ederiz.
10
TAN DOGAN
STOA
11
Prof. Afşar Timuçin
Fotoğraf: Erkan Özaydın
STOA AHLAKI*
Stoa felsefesi Herakleitos (576-480) felsefesinden derin izler taşıyan bir okul
felsefedir. Stoa'run birinci dönemiyle ve ikinci dönemiyle ilgili bilgilerimiz yok
denecek kadar azdır. Üçüncü ve sonuncu dönemden bize çok önemli metinler
kalmışhr. Altı yüzyıl kadar etkin olmuş ve sonraki zamanlarda da etkilerini du
yurmuş, bugün de hepimizin ilgisini çeken Stoa felsefesi Yunanistan'da doğmuş
ve en asıl gelişimini Roma'da yaşamış olan bir felsefedir.
Mityleneli kuşkucu filozof hekim Sextus Empricus'un (150-230) ve ilk gerçek
felsefe tarihçisi diye bildiğimiz Diogenes Laertios'un ya da Laertesli Diogenes'in
(M.S. III. yüzyıl) bildirdiklerine göre Stoa filozofları felsefeyi mantık, fizik ve
ahlak olmak üzere üçe ayırırlarmış. Diogenes Laertios bu filozofların felsefeyi
hayvana, yumurtaya ve tarlaya benzettiklerini anlahr: hayvanın kemikleri ve si
nirleri mantık, eti ahlak, ruhu fiziktir; yumurtanın kabuğu manhk, meyvesi ah
lak, sarısı fiziktir; tarlanın çiti manhk, meyvesi ahlak, toprağı ve ağaçları fiziktir.
Okulun kurucusu Kıbrıs'lı Zenon da Herakleitos gibi yapar, her oluşumun teme
line Logos'u yani evrensel usu koyar. Buna göre doğa ussaldır, bizler de bu ustan
pay alırız. Böylece insan ussallığı doğa temelinde evrensel usa bağlanır. Evren
bu ussallığıyla tam anlamında düzenli bir yapı ortaya koyar: evrende düzen her
şeyin üstündedir. Bu heptanrıcı ve belirlenimci felsefeye göre yalnız maddesel
dünya vardır, bu dünya tek dünyadır, maddesel dünyanın dışında dünya yok
tur. Usla düzenlenmiş evren fizik dünyadan başka bir şey değildir. Evrendeki
düzen bu çerçevede tam anlamında bir belirlenim düzenidir: onda rastlanhya
yer yoktur.
Her şey cisimseldir. Üçüncü dönem Stoa'sının ya da İmparatorluk Stoa'sırun
Epiktetos'la birlikte doruğunu oluşturan Roma imparatoru Marcus Aurelius'un
deyişiyle "dünya dediğimiz tek ve evrensel varlık " her şeyi kucaklar: "Bütünü kucak
layan tek bir dünya vardır. Her yana yayılmış bir Tanrı vardır, tek bir töz, tek bir yasa,
• Bu yazı daha önce şu kitapta yer almışhr: Aratos Felsefe Okulu Ders Metinleri 1. Dönem; (Yay. Haz.
Uğur Pişmanlık), Aratos Yayınlan, Tarsus, 2017. Yazı yazar tarafından gözden geçirilmiş ve genişle
tilmiştir.
13
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
tüm ussal varlıklar için ortak tek bir us vardır; bir aynı zamanda doğrudur, çünkü aynı
doğadan olan ve aynı usa katılan varlıklar için yetkinlik de birdir. " Stoa filozoflarının
dört ögeli varlık anlayışında Herakleitos'da olduğu gibi her şey Ateş'den türer:
ateşin bir bölümü hava olur, havanın bir bölümü su olur, suyun bir bölümü top
rak olur. Bu dünyada ruh yalnız hayvanlarda vardır ama us yalnızca insana öz
güdür: insan ruhu tümüyle ustur. Marcus Aurelius şöyle der: "Canlı varlıklar can
sız varlıklardan üstündür, ussal varlıklar da canlı varlıklardan üstündür. " Epiktetos
da şöyle der: "Her an kendine şöyle söyle: 'Tanrısallık yarattı beni, tanrısallık benim
içimde, onu her yerde taşıyorum. Onu neden açık saçık düşüncelerle, aşağılık ve pis ey
lemlerle, alçakça arzularla kirleteyim? " "Birbirinden çok ayrı iki doğadan yapılmışız:
hayvanlarla ortak olan bir bedenden ve tanrılarla ortak olan bir ruhtan. "Epikuros bu
arada "bir tanrı olmak "dan söz eder.
Buna göre insan yaşamı evrenin ussallığına başeğmiştir: bu onuiı için bir
mutluluk kaynağıdır. Epiktetos der ki: "Bir Stoa'cı yani bir insan hastalıkta mut
ludur, tehlikede mutludur, ölürken mutludur, aşağılandığında ve suçlandığında mut
ludur. " Çünkü o ruhunun gücünü tanrısallıktan alır. Bu durum korkuyu da an
lamsızlaşhrır. Der ki Epiktetos: "Ne yoksulluktan, ne sürgünden, ne hapislikten, ne
ölümden korkmalı. Ama korkmaktan korkmalı. " İnsan için en uygun yaşam doğaya
uygun yaşamdır yani evrensel usa uygun yaşamdır. Ahlakın temelinde de bu
evrensel usa uygunluk vardır. Bu çerçevede insanı bir doğal varlık olarak düşü
nebiliriz. O da doğadaki tüm varlıklar gibi doğar büyür ölür. Her doğa olayını
olduğu gibi ölümü de doğal karşılamak gerekir. İnsanlar da ağaçlar gibi doğar
büyür ve ölürler. Stoa filozofu bu noktada kendi canına kıymaya kadar gidecek
bir anlayışa bağlanır: yaşam yük olmaya başladığı zaman kişi yaşamına son ver
meyi bilmelidir. Birçok Stoa'cının intihar ederek öldüğü bilinir.
Stoa felsefesi öncelikle bir ahlak felsefesidir. Onda bütün sorunlar ahlak so
runlarından önce gelir. Stoa filozofu ahlak alanında iyi-kötü karşıtlığı üzerine
kurmuş olduğu bir şemaya göre düşünür. Doğada bir iyi şeyler, bir kötü şeyler,
bir de ne iyi ne kötü şeyler yani ortalama şeyler vardır. Bu ortalama şeyler istenir
şeyler değildirler ama istenmez şeyler de değildirler. Ne iyi ne kötü olanı iyi'nin
yerine koyamayız, kötünün yerine koyabiliriz. Bir başka deyişle bu ortalama şey
leri iyiye yeğ tutamasak da kötüye yeğ tutabiliriz. Bunların belli bir ölçüde istenir
olanları da vardır istenmez olanları da vardır. Ama bunlar genelde ne istenir
ne istenmez şeylerdir. Mutluluğa da mutsuzluğa da katkısı olmayan bu ne iyi
ne kötü şeylerin bazıları istenir şeylerdir, örneğin sağlık istenir bir şeydir ama
hastalık istenir bir şey değildir. Kurucular Fenike kökenli Kıbrıs'lı Zenan ya da
Kition'lu Zenan (322-264), Assos'lu Kleanthes (331-251) ve Soloi'li Khrysippos
(280-206) mutluluğu yaşamın uyumlu akışında buluyorlardı. Bu çizilen istenir ve
istenmez tablosu bu akışın temel koşullarını gösterir bize.
14
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Fenikeli bir tüccarken felsefeye merak salıp Atina'ya yerleşmiş olan Kıbrıslı
Zenon Krates'in, Stilpon'un ve Ksenokrates'in öğrencisi olmuş, 308 dolaylarında
Atina'da okulunu kurmuştu. Ressam Polygnotos'un resimleriyle süslenmiş olan
Stoa Poikile' de revaklı galeriler altında dersler veriyordu. Felsefeyi tanrısal ve
insani şeylerin bilimi diye tanımlıyor, dünyanın kökeninde tanrısallığın soluğu
vardır diye düşünüyordu. Ona göre bir ağzımızın ve iki kulağımızın olması az
konuşup çok dinlememiz içinmiş. Bir atlet ve dövüşçü olan Kleanthes Zenon'un
çömeziydi, onun ölümünden sonra okulun yönetimini eline aldı. Kleanthes
tanrıyı sanatçı ateş olarak görüyordu. Khrysippos Kleanthes'in derslerini izledi.
Stoa'nınm doğaya uygun yaşam ilkesini ortaya atan odur. Kleanthes'le Eski Stoa
dönemi kapanmışhr. Orta Stoa'nın iki önemli filozofu vardır: Rodoslu Panaitios
(180-110) ve onun çömezi Apameialı (Suriye) Poseidonios (135-50). Onlar Stoa
öğretisine başka düşüncelerden de bazı şeyler katlılar.
Üçüncü evre filozofları köle Epiktetos (M.S. 1. yüzyıl) ve onun izini süren im
parator MarcusAurelius AntoniusAugustus'un ya da kısaca MarcusAurelius'un
(121-181) Stoa felsefesi adına ortaya koyduğu formüller son derece basit formül
ler olmakla birlikte insan için ve özellikle ahlak alanı için son derece önemli
formüllerdir. Epiktetos, Nero'nun azatlısı olan Epaphrodite'nin kölesiydi. Stoa
filozoflarından Musonius Rufus'un derslerini izledi. Efendisi ölünce o da azatlı
oldu ve bundan böyle kendisini felsefeye adadı. İmparator Domitianus filozofla
rı Roma'dan kovmaya hazırlanırken Epiktetos erken davrandı Nicopolis'e çekil
di. Uzun yaşadığı sanılır. MarcusAurelius 161'de imparator oldu. Yaşamı hemen
tümüyle savaş alanlarında geçti. Çabası Barbarlar diye bilinen toplumların Roma
sınırlarından girmelerini engellemek içindi. Roma'da birçok önemli hukuk refor
mu onun zamanında yapıldı. Viyana yakınlarındaki Sirmium'da öldü.
Stoa'nın ahlak formülleri özellikle Marcus Aurelius'da kısa ve basit öner
meler olarak belirginleşir. Herkesin rahatça anlayabileceği ve uygulayabileceği
öngörülerdir bunlar. Hep aynı kalmamız yani dış koşullara göre değişmeme
rniz, "en büyük acılarda bile, bir çocuğun ölümünde bile, uzun hastalıklarda bile" din
ginliğimizi ve dengeliliğimizi korumamız gerekir. Sabırlı olmak çok önemlidir,
özellikle "cahiller karşısında, düşünmeden karar verenler karşısında " sabırlı olmak
bir zorunluluktur. İnsana "kendinin efendisi olmak ve kendini herhangi bir şeyin sü
rüklemesine bırakmamak " yakışır, bu da ancak "dengeli ve sarsılmaz bir ruh "un işi
olabilir. Sonuca yavaş yavaş gitmek, bir yolda ağır ağır ilerlemek ve özellikle
"açıklamalar yaparken acele etmemek " doğru olur. Stoa'nın uygulamayla ilgili ya da
yaşamla ilgili temel ilkeleri bu ve buna benzer ilkelerdir. Ancak hepsinin teme
linde usa ya da doğaya uygun yaşam ilkesi vardır.
Daha önce Epiktetos'un belirlemiş olduğu ilkeler de benzer ilkelerdir ve
tümü uygulamayla ilgilidir. Bize ne önerir Epiktetos? Bir şölendeysen, tabak se
nin önüne gelmediyse açgözlü gibi davranma. Tabağın sana gelmesini sabırla
15
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
16
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
yanlış olmazdı. Ama sen benim güzel bir atım var dediğinde bil ki atınla ilgili bir iyilikle
gururlanıyorsun. Düşünceleri doğaya uygun kullandığın zaman övün kendinle, çünkü o
zaman kendinle ilgili bir iyilik için övünüyorsun. "
Stoa' cı için önemli olan kendine yönelmek ve doğadan gelen güçle daha da
insan olmayı öngörmektir. Bu da sabır ister. "Hiçbir büyük kendini bir çırpıda kura
maz " der Epiktetos. Ona göre "Bilge kişi yaşamını yitirerek kazanır. " Her bilge kişi
öncelikle güçlü insan yanını ortaya çıkarmalıdır. Epiktetos, Agrippius'un bir sö
zünü anar: "Hiçbir zaman kendime ayak bağı olmayacağım. " Zenginlik içimizdedir,
güç içimizdedir. Bunu dışta aramanın bir anlamı yoktur. Buna göre insan yalnız
lığının değerini bilmelidir. Kendi olmayı bilmek diyebiliriz kısaca buna. Marcus
Aurelius der ki: "İnsanlar kırda kıyılarda dağlarda sığınak ararlar. Ve sen, sen de bu in
ziva yerlerini çokça arzuluyorsun. Bütün bu görüşler basit görüşlerdir. Çünkü istediğin
anda kendine sığınabilirsin. " Bununla birlikte insan için en uygun yaşam toplum
sal yaşamdır. İnsan denen varlığın temel özelliği toplumsallıkhr. Stoa ahlakı bir
bireysellik ahlakı olduğu kadar bir toplumsallık ahlakıdır, bir katlanma ahlakı
olduğu kadar bir ödev ahlakıdır. Asla bireyci bir ahlak değildir. Toplumsallıkta
anlamını bulmayan bireysellik boş bireyselliktir ki bir adım ötede bireyciliğe ka
vuşur. "Kovan için yararlı olmayan arı için de yararlı değildir" der Marcus Aurelius.
İnsan olmanın bir yüzü ussallıksa öbür yüzü toplumsallıkhr. Bir insan için
yararlı olan bütün insanlar için de yararlıdır. Şöyle düşünemez miyiz: hep bir
likte aynı amacı yerine getiren yıldızlar da birbirlerinden oldukça uzak değiller
mi? Toplumsallık aynı zamanda bir yazgıdır, bir başka deyişle doğa buyruğu
dur. "Yazgının sana verdiği şeylere uyum göster, alınyazının sana yoldaş diye sunduğu
insanları sev, bütün kalbinle sev " diyen Marcus Aurelius hoşgörüyü zorunlu bir
yaşam koşulu olarak belirler: "Şu dünyada değerli bir tek şey var: yaşamını doğruyla
ve adaletle geçirmek, bu arada yalancılara ve adaletsizlere karşı hoşgörülü olmayı elden
bırakmamak. " Görüldüğü gibi burada iyiye iyi davranalım kötüye kötü davra
nalım gibi bir anlayış yok: her şeyi iyinin gücüyle çözmek, iyilikle iyileştirmek
önemlidir. Ceza vermek değil örnek olmak önemlidir. Bu da bir anlamda her
türlü kötülüğe karşı iyiliğin gücünü kullanmak diye anlaşılabilir. Stoa filozofu
örnek olmayı birinci planda önemser. Daha doğrusu çeşitli ahlak anlayışlarında
belirginleşen örnek olma formülünü Stoa filozofu da benimser ve ona üst düzey
de bir anlam verir.
17
Mozaik, Tarsus
Fotog· raf" u gur
· · Pışmanlık
.
ENKHEİRİDİON, 1-23
EPİKTETOS
19
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
B. Çeviri
[I] Bazı şeyler bizim kontrolümüzdedir, bazı şeyler ise değildir.
Kontrolümüzde olan şeyler fikir, iştah, arzu, kaçınma1 ve kısaca yapabildiğimiz
her şeydir. Kontrolümüzde olmayan şeyler ise bedenimiz, mal varlığımız, ünü
müz, makamımız ve kısaca yapamadığımız her şeydir. [2] Dahası, kontrolümüz
de olan şeyler doğası gereği özgür, engellenmemiş ve durdurulmamış karak
terdedir, kontrolümüzde olmayan şeyler ise zayıf, köleye özgü, engellenmeye
müsait olan ve bize ait olmayan şeylerdir. [3] O halde köleye özgü bir şeyin öz
gür birine ait olduğunu ve sana ait olmayan bir şeyin de sana ait olduğunu dü
şündüğünde, önünün kesileceğini, kederleneceğini, telaşa kapılacağını, tanrıları
ve insanları suçlayacağını hatırla. Buna karşın sadece, gerçekten sana ait olan
bir şeyin sana ait olduğunu ve sana ait olmayan bir şeyin de sana ait olmadı
ğını düşünürsen, kimse sana baskı yapamayacak, kimse seni engellemeyecek,
sen kimseyi suçlamayacaksın, kimsede kabahat bulmayacaksın, isteğin dışında
hiçbir şey yapmayacaksın, kimseye düşman olmayacaksın, kimse sana zarar ver
meyecek, zira seni etkileyebilecek bir zarar olmayacak.
[4] O halde yüce amaçlara ulaşmak için büyük bir çaba sarf etmen gerekti
ğini hatırla, ayrıca bazı şeylerden tümüyle vazgeçeceksin ve bazı şeyleri de ger
çekleşmesi için zamana bırakacaksın. Ancak hem gerçekten sana ait olan şeyleri,
hem de makam ve zenginlik istersen, makam ve zenginliğe kavuşamayacaksın,
bununla birlikte sana özgürlük ve mutluluk getiren o ilk unsurları amaçlamış
olsan da onları elde edemeyeceksin.
[5] Dolayısıyla her izlenim2 karşısında öncelikle şunu söylemeye çalış: "Sen
bir izlenimsin ve gerçek gibi algılansan da, gerçek değilsin." Sonra onu araştır ve
benimsediğin ölçütlerle sına, o ölçütlerin ilki ve en önemlisi şudur: Bu izlenim
bizim kontrolümüzde olan şeylere mi, yoksa kontrolümüzde olmayan şeylere mi
dayanıyor? Eğer kontrolümüzde olmayan şeylere dayanıyorsa, şu cevabı verme
ye hazır ol: "Bu izlenimin benim için hiçbir değeri yok."
1 Burada geçen Stoacı kavramlar sırasıyla şunlardır: unoArpjnç (hypolepsis) "sanı" ve "varsayım"
anlamlarından hareketle edinilen "fikir"dir. OQJ.Itj (horme) "bir şeyi güçlü bir şekilde arzulama"
anlamından hareketle "iştah"tır. ÖQcl;Lç (oreksis) olumlu ya da olumsuz olabilen "bir şeyi arzulama"
anlamında kısaca "arzu"dur. Bu ikisi arasındaki temel fark şudur: ilki yani OQJ.Itj ruhun zorunlu
(dolayısıyla güçlü) bir işlevi ve eğilimiyken, ikincisi yani ÖQcl;Lç askıya alınabilir ve vazgeçilebilir
niteliktedir. EKKAi<Hç (ekklisis) "yolunu değiştirme, sapma, bir yerden ayrılma, uzaklaşma" anlamla
rından hareketle "kaçınma" dır. Bunlar doğanın insana yüklediği güdülerdir, dolayısıyla insan bun
ları kontrol edebilir.
2 " İzlenim" olarak çevirdiğimiz q>av'Cıiofa (phantasia) ilkin duyuma dayalı "görünüm, görünüş" an
lamındadır. İnsan ilk aşamada çevresindeki nesnelere yönelip onları tanımaya çalışhğında onların
görünümleriyle karşılaşır, başka deyişle ilk aşamada nesnelerden duyusal izlenimler elde eder. İkinci
aşamada bu izlenimler üzerine bir düşünce geliştirir ve onları önerme biçimine sokar. Nesnelerin
özüne, varlık sebebine, aralarındaki ilişkiye vb. durumlara ilişkin gerçek bilgiye ulaşabilmemiz için
ilk aşamada kalmamalı, başka deyişle bu metin boyunca sık geçtiği üzere "izlenime kapılmamalıyız",
ikinci aşamaya geçip doğru muhakemeyle izlenimleri yorumlamalı ve ardından ahlak duyuşumuzu
buna göre şekillendirmeliyiz.
20
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
[il] Hahrla ki, arzunun hedefi yöneldiği şeyi elde etme başarısıdır, kaçın
manın hedefi ise kaçınılan şeye maruz kalmamakhr. Arzusuna kavuşamayan
da talihsizdir, kaçındığı şeye maruz kalan da. O halde kontrolünde olan şeyler
arasında sadece doğal olmayan şeylerden kaçınırsan, kaçındığın şeylerden hiç
birine maruz kalmamış olacaksın. Hastalıktan, ölümden veya fakirlikten kaçın
maya çalışırsan, talihsizliği deneyimlemiş olacaksın. [2] Dolayısıyla kontrolünde
olmayan her şeyden kaçınmaktan ve onları kontrolünde olan şeyler arasındaki
doğal olmayan bir şeye atfetmekten vazgeç. Bu arada arzundan tümüyle kurtul,
zira kontrolünde olmayan şeylerden birini arzularsan, talihsizliğe maruz kalır
sın, aynı zamanda, sana arzulanmaya değecek kadar harika görünen, kontrolün
deki bir şey de senin elde edemeyeceğin bir şeydir. Aksine sadece tercih etme
ve reddetme hakkını kullan ama kaygısızca, koşulları göz önünde tutarak ve
zorlanmadan.
[III] Seni keyiflendiren her şey yararlıdır veya çok küçük bir şey olsa bile,
hoşuna giden bir şeyle ilgili her şeyden önce şunu söylemen gerektiğini hahrla:
"Bunun doğası nedir?" Bir testi hoşuna giderse, "bir testi hoşuma gitti" de, onun
kırılması seni üzmeyecektir. Çocuğunu veya karını öpüyorsan, kendine bir insa
nı öptüğünü söyle, onun ölmesi seni üzmeyecektir.
[IV] Bir eyleme girişmek istediğinde kendine o eylemin doğasını hahrlat.
Yıkanmak için evden çıkacaksan, halka açık hamamda ne olduğunu, orada sana
su sıçratanlar, seni itip kakanlar, kirletenler ve soyanlar olduğunu aklına getir.
Başta kendine şöyle dersen, daha güvenli bir şekilde eyleme girişmiş olacaksın:
"Hem yıkanmak, hem de ahlak duyuşumu3 doğayla uyumlu kılmak istiyorum."
Her eyleminde bunu yap. Böylece yıkanırken seni engelleyecek bir şey olursa,
şunu söylemeye hazır olacaksın: "Tamam, bu benim istediğim bir şey değildi,
ancak ahlak duyuşumu da doğayla uyumlu kılmak istiyordum, dolayısıyla bu
benim canımı sıkarsa, ahlak duyuşumu doğayla uyumlu kılmamış olurum."
[V] İnsanları rahatsız eden, nesneler değil, o nesnelerle ilgili düşünceleridir.
Örneğin ölüm korkutucu değildir, Sokrates de böyle düşünüyordu, buna karşın
ölümün korkutucu bir şey olduğu düşüncesinin kendisi korkutucu bir şeydir.
Dolayısıyla engellendiğimizde, rahatsız edildiğimizde veya kederlendiğimizde
kendimiz, yani düşünceleriıniz dışında kimseyi suçlamayalım. Cahil insan, so
runun kaynağı kendisi olduğu halde, başkasını suçlar; insanın eğitimi kendisini
suçlamasıyla başlar, kendisini veya başkasını suçlamamaya başladığında ise eği
timi tamamlanmış olur.
[VI] Sana ait olmayan üstünlükten ötürü böbürlenme. Bir ahn "güzelim"
diyerek böbürlenmesine katlanılabilir, ancak sen "güzel bir ahın var" diyerek
3 ''.Ahlak duyuşu" olarak çevirdiğimiz neoa(QwLÇ (proairesis) terimi, uzun olarak "bir şeyi başka bir
şeye tercih etme" anlamından hareketle "amaç, plan, yaşam yolu, ilke, ahlak duyuşu" anlamlarında
da kullanılrruşhr
21
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
böbürlenirsen, bir ata ait olan bir üstünlükle böbürlenmiş olursun. Peki, sana ait
olan ne? İzlenimleri değerlendirmek. O halde izlenimleri doğayla uyumlu bir şe
kilde değerlendirdiğin için böbürlenebilirsin, zira böbürlendiğin iyi nitelik sana
aittir.
[VII] Yolculuk sırasında gemi limana yaklaşınca, su almak için gemiden çı
karsan, karşına çıkan kabuklu bir hayvanı veya yeşil bir otu keyif için toplarsın,
ancak aklın fikrin yine de gemide olmalıdır ve sürekli olarak kaptanın seni geri
çağırıp çağırmadığını kontrol etmen gerekir, kaptan çağırınca da, koyun gibi
bağlı tutulup güvert�ye ahlmamak için, yerden topladığın her şeyi atman gere
kir. Aynısı hayatta da olur, sana yeşil bir ot ve kabuklu bir hayvan yerine, küçük
bir eş ve çocuk verilmesinde hiçbir sakınca yoktur, ancak kaptan seni çağırdı
ğında her şeyini geride bırakıp arkana bile bakmadan gemiye koşman gerekir.
Arlık yaşlı bir adamsan, O'nun seni çağırdığını duyabilmek için g�miden çok
uzaklaşma.
[VIII] Olan her şeyin senin istediğin gibi olmasını arzulama, aksine her şeyin
olduğu gibi olmasını iste, böylece yaşamın huzurlu olacak.
[IX] Hastalık bedenine engeldir, ahlak duyuşuna,• o uygun görmedikçe, en
gel değildir. Topallık bacağına engeldir, ahlak duyuşuna değil. Başına bir şey
geldiğinde, bunu kendine söyle, senin değil, başka bir şeyin engelle karşılaşhğını
göreceksin.
[X] Başına ne zaman bir şey gelse, kendine dönmeyi hahrla ve onun üstesin
den gelmeni sağlayacak gücünü araşhr. Güzel bir adam ya da kadın görürsen,
direnme gücünün kendini tutmak olduğunu bulacaksın. Büyük bir sıkınh yaşa
dığında, gücünün dayanmak olduğunu bulacaksın. Kötü sözler işittiğinde, gü
cünün sabretmek olduğunu bulacaksın. Kendini böyle davranmaya alışhnrsan,
izlenimler seni kapıp götürmeyecek.
[XI] Hiçbir şey hakkında, "onu kaybettim" deme, sadece "geri verdim" de.
Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu geri verdin. "Tarlam
elimden alındı." Onu da geri verdin. "Ama onu rezil biri benden aldı!" Onu sana
verenin senden geri alırken neyi aracı yaphğı seni niye ilgilendiriyor? Sana baş
kası bir şey verdiğinde, yolcuların hanlara bakhğı gibi, sen de o şey sana ait de
ğilmiş gibi bak.•
4 Burada kastedilen Stoa felsefesinde sıkça karşımıza çıkan beden ve ruh (ya da zihin) düalizmine
uygun olarak bedensel engelin benimsenen ahlak anlayışına engel olmadığıdır.
5 "İzleniın"le ilgili olarak bkz. 1.5.
6 Talihin insan aklıyla kavranması mümkün olmayan bir hareket tarzı vardır (Aetius, Placita 1 .29.7),
verdiğini insandan ne zaman ve niçin geri alacağı belirsizdir, o halde özünün ve gücünün farkında
olan bilge talihin verdiklerini küçümser, onlara bel bağlamaz ve dolayısıyla onlar kendisinden geri
alındığında bundan etkilenmez. Bununla birlikte talihi küçümsemek, yaşamda bilerek kendini zor
duruma sokmak olarak yorumlanmamalıdır. Nitekim Seneca "talihin tüm krallığını küçümseyece
ğim" dedikten sonra, bir tercih hakkı sunulduğunda daha iyi olanı tercih edeceğini de belirtir (De
Vita Beata 25.5). Yine aynı eserinde belirttiği gibi (20.3) talihi küçümsemek, daha çok onun geldiğini
gittiğini umursamama iradesidir.
22
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
7 Kölene eziyet çektirerek kendi ruh dinginliğini sağladığında kölen bundan mutlu olmayacakbr.
23
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
8 Tann .
9 Epiktetos kehanetin gerçekliğini reddeden Stoacılardan biridir. Ona göre akla sahip olan ve onu
kullanan bir insan kehaneti umursamaz, herhangi bir olayın önceden işaretinin verilmesine ihtiyaç
duymaz. Doğa olaylan arasındaki ilişkiyi aklıyla keşfeder ve ona göre izlenimlere aldanmadan, her
durumu sahip olduğu tek şey olan öz varlığıyla kabullenir. Bkz. Epiktetos, Dissertationes 2.7.
24
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
25
Roma Yolu
Fotoğraf: Uğur Pişmanlık
ERKEN DÖNEM HIRİSTİYANLIKTA
STOACILIK ve AZİZ PAUL
senkretik ve eklektik olarak anılmasına neden olan unsurlardan birisi olan felsefi düşünce
ekollerinden Stoacılık ile olan ilişkisine temas etmeye çalışacağız. Aynca Hıristiyanlık ve
Stoacılığın iki önde gelen figürü olan Aziz Paul ve Seneca ile olan etkileşime değineceğiz.
Anahtar Kelimeler: Stoacılık, Hıristiyanlık, Paul, Seneca
• Doç. Dr. Fatih Mehmet Berk, Necmettin Erbakan Üniversitesi, SBBF Tarih Bölümü.
27
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
1 What has Athens to do with Jerusalem? What Concord between Academy and Church? (Prescripton
Against Heretics, 7).
28
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
29
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
30
Özne 29. Kitap-Güz 20 18 : Stoa Felsefesi
Stoacılık v e Hrıstiyanlık
Felsefi düşünce, bir zorunluluk sonrası, insanın aklını kullanma ihtiyacı his
setmesi sonucu ortaya çıkmışhr. Grek felsefesi, geleneksel çok tanrılı Grek dinine
karşı oluşan bir isyan dünyası içinde doğmuştur. Dolayısıyla felsefenin prob
lemlerinden birisi de Greklerin çok tanrılarının yerini alacak bir değişim ve takip
edilebilecek nihai bir çözüm bulmakhr. İlk başlarda çok tanrıcılığı reddettiği için
ateist bir yapı arz eden felsefe, ilerleyen yıllarda evrenin tek bir yarahcısı ve ege
menini bulma uğraşı içinde olmuştur (Burton, 1909: 351-353). İnsanlar, dini, felsefi
ve politik yönden bir umutsuzluk ortamında iken yeni oluşumlar ortaya çıkmışhr.
Politik yaşamdaki imkansızlıklar, insanları iç dünyalarına dönmelerine sebep ol
muş ve Grek tanrıları gözden düşüp alanı boş bırakınca, bırakhkları koltuğa yeni
birileri yani felsefe ile din talip olmuştur (Lightfoot, 1888: 286). Stoacı düşünce
ve Hıristiyanlık bu umutsuz ortamda insanların iç dünyalarına hitap eden biri
teolojik diğeri felsefi yönü olan iki unsur olarak karşımıza çıkar.
P. Wendland, Helenistik Dönem'in dinsiz bir dönem olarak tanımlanmama
sı gerektiğini düşünür. Her ne kadar Helenistik Dönem rasyonalist bir dönem
olsa bile dinsel dip akınhları mevcuttur. İnsanların dine olan ihtiyacı, insanları
yeni tatmin olma araçlarına ve yeni tanrı arayışına yöneltmiştir. Doğu ve Mısır
31
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
bu konuda Batı'ya göre bir adım öndedir. Yeni tanrıların ortaya çıkışı ile eski
tanrıların reddedilişi aynı dönem içindedir. Bu arayış içinde olanlardan birisi de
Stoacılar' dır. "Gerçek erdem" arayışı Stoaaları dine doğru yönlendirmiştir (Grant,
1915: 271). Hıristiyanlığın doğduğu ilk yıllarda Roma İmparatorluğu'nda ahlaki
ilkelerin en büyük savunucusu Stoacılar'dır (Latourette, 1938: 17). Paul Tillich,
Stoaalığı, Batı Dünyası'nda Hıristiyanlığın tek alternatifi olarak görür (Tillich,
1952: 9).
Stoacı düşünce de diğer felsefi düşüncelerde olduğu gibi yeni arayışların
neticesinde ortaya çıkmıştır. Mitostan logosa geçişe adım atılan yıllardır. Bu dö
nemde M.Ö. 3.yüzyılda Zenan ve Khrysippos tarafından Atina'da kurulan Stoa
Okulu, Platonizm ile birlikte Hıristiyanlığa zemin hazırlayan en önemli felsefi
düşüncedir (Pfleiderer, 1906, 39). Stoacılık, tek Tanrılı dinlerin temsilcilerinden
olan Hıristiyanlığın Hz. İsa ve havarileri tarafından tanıtılmadan önce toplum
daki sorunlara çözüm arayışı içerisinde olan bir düşünce olarak karşımıza çıkar.
Döneminin içinde öğretileriyle Hıristiyanlığa en çok benzeyen felsefi akımlardan
birisidir. Stoacı düşünce aslında iki dünyanın evliliğidir: Doğu ve Batı. Doğu' da
Stoacı düşüncenin kurucularının ana vatanları olan Doğu Akdeniz bölgesi
yer alırken, diğer taraftan Batı' da ise Stoacı Okul' un kurulduğu Atina yer alır
(Sedley, 2003: 8). Stoacı düşünce muhtemelen Doğu 'nun dini bilinci ile Batı'mn en
telektüel kültürünün ilk kez bir araya gelmesi ile oluşan bir birlikteliktir (Lightfoot,
1888: 274). Stoacı düşünce Atina'da olsa bile Doğu'nun dini atmosferi gibi soluk
almıştır. Helen topraklarında doğmuş olmasına, Atina' da okulu bulunmasına ve
Helen zihninin ürünü olmasına rağmen Büyük İskender sonrası oluşan Doğu
Batı sentezinin ilk meyvelerindendir. İlk merkezlerinden birisi olan Tarsus'un
Doğu-Batı sınırında olması bu etkileşimin en somut göstergesidir (Grant, 1915:
273).
Bruna Bauer, Stoacılığın Hıristiyanlıktan önce var olduğu için henüz inşa
döneminde olan Hıristiyanlığı Stoacılığın etkilediğini söyler. Van Der Bergh
Van Eysinga ise Hıristiyanlığı Antik Dönem dinlerinin sona yaklaşmasının do
ğal sonucunun gelişiminin bir toplamı olarak görür. Ayrıca Stoacı düşüncenin
önde gelen ismi Seneca'nın düşünceleri ile Yeni Ahit, İsa Mesih ve Paul'un eserlerinde
ortak noktalar olduğunu söyler (Sevenster, 1961, 3). Stoacı düşüncede egemen
olan dinsel yön, pek çok Stoacı düşünürün eserlerinde açıkça gözlenir. Epiktetos,
Markus Aurelius ve Seneca'nın eserlerinde pek çok yerde Tanrı ismi geçmesi,
Stoacılığın dinsel karakterini ortaya koyar. Stoacılıkta var olan dinsel yönün altı
m çizen birkaç satırı aşağıda sıralayalım:
Stoacılık, dini bir felsefedir (Edward Caird).
Stoacılık, herhangi bir delile ihtiyaç duyulmaksızın dünya dinlerinden birisi
olarak varsayılmalıdır (Edward Vemon Amold).
32
Özne 29. Kitap-Güz 20 18 : Stoa Felsefesi
3 C. Fisher'in "The Reli gious Nature of Stoicism : An Introduction with Scholarly Quotes and
References" adlı yazısından alınmışhr. http://www.traditionalstoicism.com/the-religious-nature-of
stoicism-2/.
33
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Felsefi bir din, geleneksel bir dinden oldukça farklıdır. Geleneksel dinlerde
var olan inanç ile Stoacıların inanca bakışı farklıdır. Stoacılara göre Tanrı için
yapılacak gerçek ibadet Tanrı'yı bilmek için yapılan akli çaba, ahlaki ve dini bir
yaşamdır. Örneğin Stoacı düşüncenin kurucusu Zenan, mimar ve işçilerin yaphk
ları binaların nasıl bir kutsallık arz ettiğini sorgularken; Seneca ise her zaman cö
mert olan Tanrı için ibadet etmeyi saçma bulur. Tanrı'ya olan ibadet, kurban ve
seremonilerle değil, hayatın saflığı içinde olmalıdır. Tanrı, tapınağın taşlarında
değil tapınağın kalbinde olmalıdır. Yine tanrıların sembollerine olan ibadeti uy
gun bulmayıp, mitolojinin değersiz hikayelerini keskin bir ironi ile dalga geçer.
Zenan sonrası Stoacı düşüncenin kurucularından olan Khrysippus ise Tanrılar
arasında cinsiyet ayrımı ve insanlara benzeyen yönleri çocukça hayaller olarak
görür (Zeller, 1892: 343-345).
Stoacılığın amacı tamamen uyumlu ve ahenkli bir dünya portresi çizmektir.
Doğadaki olayları, insan egemenliği ve gerçeğin (fizik, etik ve manhk) tanım
lanması ve algılanmasını, dünyaya yayılan logosun bir tezahürü olarak görürler
(Long, 1996: 45). Stoacılık, aynı zamanda evren, doğa ve neyin doğru neyin yan
lış olduğu ile ilgilenen klasik bir felsefe akımı olmayıp, tüm bunların üzerinde
bir yaşam biçimidir. Stoacılık, öncelikli olarak "birey nasıl yaşamalıdır" sorusu
üzerinde odaklanır. Bu bağlamda Epikürcüler ve Kiniklere benzer bir bakış açı
sına sahiptirler (Sellars, 2006: 2). Örneğin Epiktetos, Stoacı felsefeyi kişinin hayat
tarzını dönüştüren bir sanat (techne) olarak görür. Bir kişinin felsefi düşüncesi
söyledikleri değil, nasıl davrandığıdır (Sellars, 2006: 32). Stoacı düşüncede, de
ğişmeyen, önceden takdir edilen bir kader anlayışı ve sonsuz gücü olan bir Tanrı
anlayışı vardır. Evrenin yarahlışında ilk ilke olarak faal ve yarahcı olan, tüm var
lığın hücrelerini içeren ve nihayetinde Tanrı ile özdeşleştirilebilecek ateş vardır
(Arnold, 191 1 : 17). Stoacı düşünce, panteizm, teizm ve politeizmin bir karmasıdır.
Stoacı düşünürlerin Tanrı tanımlamalarında bir taraftan ölümsüz, evrenin yara
tıcısı ve her şeye hakim tek bir Tanrı görebilirken diğer taraftan varlıklara yansı
ma ile ölümlü olan çoktanrılığın izleri görülebilir (Algra, 2003: 166).
Stoacıların amaçları, etik ilkeleri göz önüne alındığında organize bir dinden
ayrılmış Sokrates'in "Kendini bil" sözünde tekrar ettiği bir düşünce ortaya çıkar
(Grant, 1946: 52-53). Prof. Mahaffy, Stoacı düşüncenin önemini şu sözlerle des
tekler: "Yunanlıların uygulanabilir en büyük mirası Platon 'un görkemi, Aristoteles'in
bilginliğinden ziyade Stoacı düşünürler olan Zenan ve Epikuros 'un pratik söylemleri ve
Phyrrhon 'un septisizmidir" (Arnold, 191 1 : 27). G. Murray, Stoacı düşünce anlayı
şını Hıristiyanlık ortaya çıkmadan önceki Greko-Romen dünyasında en gelişmiş
organize düşünce olarak tanımlar. Roma'yı ayakta tutan pek çok insan Stoacı' dır
(Johnson, 1958: 15).
Büyük başarılar, güçlü inançların var olduğu iklimlerde ortaya çıkar. Roma,
sadece devlet düşüncesi, askeri yapısı ve mühendisliği ile değil düşünce ve dini dün-
34
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
35
Ö z n e 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
dünyasının önemli bir parçası olmuştur (Latourette, 1938: 1). Felsefi akımlar
ise Hıristiyanlık gibi bir imparatorluğun ya da bir devletin dini olmasa bile
Aydınlanma, Rönesans, Reform ve Hümanizm Dönemleri sonrasında farklı izm
ler ve kişiler ile devam etmiştir. Teoloji ve metafizik içermeyen pozitivizm ve
Tanrı' dan daha çok insanı ön plana çıkaran Hümanizm ile felsefe ölmemiş, teo
loji ile olan rekabetini sürdürmeye devam ettirmiştir.
Stoa felsefesi, eğitim, felsefe ve dinin ilgilendiği sorunlar ile ilgili çözümler
ortaya koymuştur. Stoacılar, bireyin kendini kontrol etmesi, hayah öğrenmesi,
ahlak vb. konularda bireyin davranışlarını biçimlendirerek kontrol alhna almayı
amaçladılar ve bu konuda fikirler sundular. Stoa düşüncesinin zirvede olduğu
dönemlerde Yeni Ahit'te yeni şekillendiği için Stoacı düşünce ve Yeni Ahit ara
sındaki etkileşim her zaman tarhşıla gelmiştir. Diğer tüm dinlerde. olduğu gibi
Hıristiyanlığın da insan ilişkilerine dair söz söylemesi bu ilişkiyi güçlendirir
(Johnson, 1958:1).
R. Stob, Stoacılık ve Hıristiyanlık adlı makalesinde iki unsur arasındaki bağ-
lanhyı üç madde üzerinden inceler:
Tanrı (God).
İnsan (Man).
Tanrısal Öngörü (Takdir-i İlahi-Providence).
İlk olarak Hıristiyanlık ve Stoacılığın Tanrı bakış açısı, tektanrıcıdır. Her iki
si de var olan her şeyin nihai yarahcısı ve düzenleyicisi olarak Tanrı'yı görür.
Hıristiyanlık ve Stoacılık tek bir varlık olarak Tanrı konusunda ortak olsalar bile
Tanrı'nın karakterleri Hıristiyanlık ve Stoacı düşüncede farklıdır. Hıristiyanlık'ta
Yahudilikten beslenen manevi bir varlık olarak Tanrı algısı varken, Stoacı dü
şüncede sonsuz yarahcı Tanrı'nın kişilik ve ruhani vasfı yoktur. Stoacı düşünce
de Tanrı'nın özü "ateş olan ve doğaya yayılmış bir ilkedir". Kainatta tek bir ilkenin
ve tek bir varlığı kabul etme anlamında monizmi (tekçilik) savunan Stoacılar
Tanrı'yı her şeyin özünde bir unsur olarak görmüşlerdir• (Stob, 1935: 217). Stoacı
düşünceye göre her şeyin gelişimi ve evrimi Tanrı' dan başlamış ve sonunda tek
rar Tanrı'ya dönecektir. Dolayısıyla dünyanın başında ve sonunda Tanrı vardır
(Zeller, 1892: 342). Stoacı düşünce, Tanrı düşüncesinde mitsel tanrıların varlığını
kabul etmekle birlikte, Yunan tanrılarını tek bir Tanrı'nın özel tezahürü olarak
görür. Seneca bundan dolayı Tanrı'yı "Yeryüzü ve cennetin yöneticisi, insanoğlu
nun taptığı tüm tanrıların Tanrısı5" olarak görür. Seneca'nın düşüncesinde mitsel
tanrılar tek bir Tanrı- Doğa- Evren 'in karşılığıdır. Seneca, "Tanrı nedir" sorusu
na "Tanrı, görülen ve görülmeyen evrendir" diyerek Tanrı'yı evrenle özdeşleştirir
4 All this universe which encompasses us is one, and it is God; we are associates of God; we are his
members (Seneca, Epistles, II, XCII, 30.)
5 God of ali Gods.
36
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
(Burton, 1909: 358). Stoacı düşüncede Tanrı ile evren arasında bir ilişki vardır.
Evrenin yarahlışı, yok oluşu vb. şeyler tamamen mükemmel bir şekilde organi
ze edilmiş rasyonel eylemlerdir. Akla uygunluğu, Tanrı'nın evrende her şeyde
tezahür etmesi ile alakalıdır. Stoacı düşüncede Tanrı, var olan her şeyin hare
ketini kontrol eder ve bundan dolayı da bu hareketlerin de sorumlusudur. Bu
bağlamda Tanrı, tüm evreni kontrol eden tek bir fiziksel ilke olarak tanımlanır.
Yaşayan tüm varlıklar, onun ruhuyla yönetilir (Salles, 2009: 1). Zenon, Kleanthes
ve Khrysippus gibi Stoacı felsefenin kurucuları tüm düalist yaklaşımları redde
der. Tanrı, dünyanın ruhu ve nefesi; evrende var olan görülen ve görülmeyen
nesneler ise Tanrı'nın tezahürleri ve aklıdır (Burton, 1909: 356-357).
İkinci olarak Hıristiyanlık ve Stoacıların "insan" kavramına nasıl yaklaşhk
larını inceleyelim. Hıristiyanlığa göre "insan" Tanrı'nın suretinde yarahlmışhr
fakat hiçbir Tanrı ile insan aynı özden yarahlmamışhr. İnsan, Yeni Ahit'te insan
olarak kalır; tanrısallaşmaz. Stoacılar ise temel öz "logos " tur ve hem tanrı ve hem
insanda bulunur. Tanrı ve insan özdeştir. Tanrı, insandır, insan Tanrı' dır. Stoacı
anlayışa göre her yerde mevcut olan Tanrı anlayışı doğal olarak Tanrı ve insanı
bir araya getirmektedir. Seneca'nın şu sözü Tanrı ve insan özdeşliğini net bir şe
kilde tanımlar: Akıl, insanın içine salınan kutsal ruhtan başka şey değildir. Bizi çevre
leyen şey, tek olan Tanrı 'dır. İnsanlar, Tanrı 'nın elemanlarıdır." Hıristiyanlıkta insan
günahkar bir varlık iken, Stoacı düşüncede insan kutsaldır (Stob, 1935: 220-221).
R. Stob, Stoacılık ve Hıristiyanlık arasındaki karşılaşhrmasında Tanrı ve
insandan sonra Tanrısal Ö ngörüyü (Takdir-i İlahi) inceler. Hıristiyanlıkta "Tanrısal
Öngörü" incelendiği zaman üç unsur öne çıkar:6 Birinci olarak en küçük detaylar
bile Tanrı'nın koruması alhndadır, ikinci olarak Tanrı her bir detayda Tanrı'nın
çocuklarına yani yarathklarına gösterdiği olağanüstü sevgi ve şefkat vardır ve
üçüncü olarak ise olayların akışı Tanrı'nın çizdiği bir sona doğru ilerlemektedir.
Stoacılıkta ise Tanrısal Ö ngörü Hıristiyanlıktaki kadar net ve lütufkar değildir.
Hıristiyanlıkta her şey mükemmel bir şekilde kararlaşhrılıp Tanrı'nın sevgisi
her şeyi kuşahrken, Seneca'nın ifade ettiği üzere Tanrı evrenin tek hakimi olup,
her şeyi kontrol alhnda tutup insan ırkını korurken bazen kayıtsız kalabilirler.
Cicero'nun ifade ettiği üzere "Tanrılar büyük şeyleri kontrol ederken küçük şeyleri
görmezden gelebilir" . Yeni Ahit'te "Başınızdaki saçlardan bir tel bile yok olmayacaktır"
(Luka 21: 18) ifadesinde olduğu üzere Tanrı'nın koruyuculuğu en küçük detaya
bile odaklanırken Stoacıların Tanrı anlayışında Tanrısal Öngörü konusunda bu
6 -"Bu nedenle size şunu söylüyorum: 'Ne yiyip ne içeceğiz?' diye canınız için, 'Ne giyeceğiz?' diye
bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi? Gökte
uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de
onlan doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz? Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü
bir anlık uzatabilir? (Matta 6: 25-28).
-İki serçe bir meteliğe satılmıyor mu? Ama Babanız'ın izni olmadan bunlardan bir teki bile yere
düşmez. Size gelince, başınızdaki bütün saçlar bile sayılıdır. Onun için korkmayın, siz birçok
serçeden daha değerlisiniz. (Matta 10: 29-31).
37
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
kadar ince detaya inilmez. Stoacı öğretide Hıristiyanlıkta olmayan kader ve şans
kavramları da vardır. Fortuna ve fatum Stoacıların sıkça kullandığı kavramlardır
ama bu kavramlar Yeni Ahit'te yoktur. Yeni Ahit'te geçen Tanrısal Ö ngörü hakikat
iken, Stoacı öğretide Tanrısal Ö ngörünün yerini şanş & talih kelimesi karşılaya
bilir. Epiktetos, her şeyiyle Tanrı'ya teslim olmayı "Fortuna (talih, şanş)" olarak
tanımlar. Bu yüzden Hıristiyanların tersine, küçük şeyleri görmezden gelen tan
rıları yüzünden, "korku", Stoacıların başında Demoklesin kılıcı gibi asılıdır (Stob,
1935: 221-223).
Tanrısal öngörü anlayışında Hıristiyanların ve Stoacıların farklı düştükleri
bir nokta da tarih anlayışı ile alakalıdır. Stoacılarda kendilerinden öncekilerde
olduğu gibi döngüsel bir tarih anlayışı vardır. Her şey ateş ile başlayıp sonun
da tekrar ateşe dönecektir. Hıristiyanlıkta ise Stoacılarda olduğu gibi her şeyin
varlığını kaybedip özüne yani ateşe dönmesi değil, ebediyete doğru uzanan bir
süreç vardır. Eski Ahit'in Eyüp adlı kitabında " İnsan ölür de dirilir mi?" sorusuna
(Eyüp, 14: 14), Stoacılar net bir cevap veremezken7 Hıristiyan dini cenneti vaat
eder.• Stoacılar "ölüm nedir?: Bir son mu yoksa bir geçiş mi ?" karar verememişler
dir. Stoacılarda Hıristiyanlığın vaat ettiği öte dünya huzuru yoktur. Fakat bazen
Stoacıların ölümle yok olmayı kabul etmeyip, Hıristiyanlıktaki gibi olmasa da bir
ölümsüzlük umudu beslerler. Bu ölümsüzlük umudu yarahlmış oldukları öze
tekrar dönmektir (Stob, 1935: 221-224).
7 mors quid est? aut finis aut transitus / And what is death ? It is either the end, or a process of change
/ Ölüm nedir? Bir son mudur ya da bir geçiş midir? (Seneca, 65: 24).
8 İsa, ona, "Sana doğrusunu söyleyeyim, sen bugün benimle b irlikte cennette olacaksın" dedi. (Luka 23: 43).
38
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
21 :39). Bir diğer ifadesinde ise doğumunun sekizinci günü sünnet olan, İsrail so
"
yundan gelen Benyamin kabilesine mensup, özbeöz İbrani olarak tanımlar" (Filip. 3:5).
Resullerin İşleri'nde Ferisi olduğunu ifade eder (Res. İş. 23:6). Güçlü bir dini ge
lenek içinde Ferisilerin dini metinlerini, metotlarını, dini talimatlarını, gelenek
lerini öğrenerek yetişir.
9 Doğu Roma, Bah Roma çökerken, Hıristiyanlığın ipine sarılıp yaklaşık 1000 yıl daha ayakta mı
kaldı; ya da Hıristiyanlık, Roma ve onun kültürel mirası ile mi büyüdü ve gelişim gösterdi? Her iki
yaklaşımı da savunanlar vardır.
39
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
40
Ö zn e 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
13 Grant, bu düşünceye itiraz eder. Paul'un karamsar dünya görüşü Yahudiliğin Geç Dönemi'ndeki
pek çok eserle de bağlantılı olabilir (Grant, 1915: 276).
14 Grant, bu düşünceye de itiraz eder. Seneca'dan yıllar önce yazılmış olan Eski Ahit'in Mezmurlar
Bölümü'nde suçun iç dünyamızda olduğu ifade eden bölüm vardır. Bkz. Mezmurlar 51(Grant, 1915:
276).
15 Grant' göre Paul'un evrenselliği Stoacılıktan önce var olan Doğu dinlerindendir. Kozmopolit
düşünce sadece Stoacılığa özgü değil, Helenistik Çağ'ın genel özelliğidir (Grant, 1915: 276).
16 Grant'e göre Paul'de bireysel ideal insan tipi yerine kilise ideal insan tipi vardır. İsa bile ideal
insan modeli değildir. Yeni Ahit'te ideal insan tipi şu şekilde geçer: "Bu nedenle, biz artık kimseyi insan
ölçülerine göre tanımayız. Mesih'i bu ölçülere göre tanıdıysak da, artık öyle tanımıyoruz" (Kor. II. 5: 16).
17 Stoacılara göre evrenin ruhu pneuma iken; Paul'a göre dünyanın ruhu şeytandır (Grant, 1915: 276).
18 Paul'a göre ruhun özgürlüğü İsa Mesih' in kölesi olmaktır.
19 Clement, Origen gibi Hıristiyan teologlar Platon için "Grekçe konuşan Musa" benzetmesini yaparlar.
41
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
20 Jerome'nin mektuplan doğru ya da sahte olarak kabul ettiği tartışmalıdır (Lightfoot, 1888: 330).
21 Seneca tarafından Paul'a yazılan mektup sayısı sekiz; Paul tarafından Seneca'ya yazılan mektup
.
sayısı alhdır (Mitchell, 2010: 21 )
22 Apokrif: Hıristiyanlıkta Kanonik (dini otoritelerce genel kabul görmüş) kitapların ve metinlerin
parçası olınayan, heretik olarak adlandınlan eserlere verilen ad.
23 Tertullianus'un Seneca için kulladığı ifade : Saepe noster (frequently our own) (Mitchell, 2010: 21).
42
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Sonuç Yerine
İlk bakışta inanç ve düşünce heterojen fenomenler olarak görülse bile arala
rında yoğun bir ilişki vardır. İnanç ve düşünce arasındaki etkileşim tarih bo
yunca sürekli olarak tartışılmış ve tartışılmaya da devam edecektir. İnsanın
"Homo Religious" bir varlık olduğu olgusu Neolitik Dönem'i de aşarak Paleolitik
Dönem'e kadar geriye götürülebilmektedir. Mağaralarda bulunan duvar resim
leri, insanların eşyalarıyla birlikte gömülmesi, insanların "hem düşünen hem ina
nan" bireyler olarak hayvanlardan farklı olduğunun ilk izlenimleridir. Tahayyül
gücüne sahip olan insanoğlu K. Armstong'un ifadesiyle "Anlam arayan varlığa"
dönüşmüştür. Tarihin ilk dönemlerine yer alan mitler, bugünkü anlamıyla yar
gıladığımız başıboş, saçma hikayeler değildir. M. Eliade bu durumu çok güzel
tespit etmiş ve "Antik Dünya'da mit yoktur, gerçeklik vardır" demiştir. Anlam ara
yan varlığın sergilediği tavırlar bir taraftan "usçu düşüncenin " ilk örnekleri ya da
"dinsel düşüncenin" ilk izleri sayılabilir.
İnanç ve düşüncenin insanlık tarihinde birer "weltanschauung (dünya görüşü)"
olarak karşılıklı etkileşime açık olduğu açıktır. Doğu'yu dinlerin merkezi, Batı'yı
düşüncenin merkezi olarak düşündüğümüzde Doğu ile Batı etkileşimin başlan
gıç noktası Helenizm Dönemi'nden önceye M.Ö. 750- 550 Yunan Kolonizasyon
Dönemi ve M.Ö. 1500'lerdeki Fenike Kolonizasyon Dönemi'ne kadar götürüle
bilir. Doğu- Batı arasında sosyal, kültürel, ekonomik vb. pek çok karşılıklı etki
leşim olmuştur. Kudüs kökenli Hıristiyanlık yönünü Batıya çevirip 300-400 yıl
içerisinde Roma İmparatorluğunun resmi dini olurken serpildiği coğrafyanın
kültüründen etkilenmiştir. Batı kökenli olduğu iddia edilen felsefe ise Doğu' dan
etkilenmiştir. Medeniyetin beşiği olarak addedilen Mezopotamya coğrafyasında
43
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Nil, Dicle ve Fırat nehirleri arasında Bah düşüncesini besleyen uygarlıklar ortaya
çıkmışhr. Sümer, Mısır ve Yahudiler, Doğu dünyası, Bah'daki tinsel ve düşünsel
yapının beşiğidir. Antik Yunan'ı etkileyen toplumlardan Fenikeliler Doğu kültü
rünün taşıyıcısı olarak bilinir. Yunanistan alfabeyi Fenikelilerden almış, denizci
liği ve pek çok mesleği Fenikelilerden öğrenmiştir.
Stoacılık ve Hıristiyanlık arasındaki etkileşim kaçınılmaz bir olgudur. Aynı
yüzyıllar içinde insanlara hitap etmeleri ve ortak coğrafya, bu etkileşimin önünü
açmışhr. Stoacılık ve Hıristiyanlık arasındaki bu etkileşim, gerek Yeni Ahit ve
Kilise Babalarının eserlerinden ve gerekse felsefecilerin özellikle de Stoacıların
eserlerinden anlaşılmaktadır. Tanrı, insan, kader, mutluluk vb. onlarca konuda or
tak noktaları vardır. Stoacılık ve Hıristiyanlığın pek çok konuda ortak noktaya
sahip olması, Stoacılığın panteist bir yapıya sahip olmasına ve Stoacı düşüncede
ahlakın merkezi bir rolü olmasına dayanır. Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olarak
addedilen Paul ve Seneca'nın çağdaş olması, Stoacılık ve Hıristiyanlık arasındaki
bağlanhyı daha da önemli kılmaktadır. Paul'un memleketi Tarsus'un Atina ve
İskenderiye ile yarışacak çapta felsefi bir şehir olması, pek çok Stoacı düşünürün
burada bulunması Paul'un Helen kültürü ve özellikle Stoacılıkla karşılaşma ihti
malini yüksek tutmaktadır.
Kaynakça
ALGRA, K. 2003. Stoic Theology (edit. B. Inwood), The Cambridge Companion to The
Stoics, Cambridge University Press.
AUGUSTINE, 1909. City of God (translated into English J.Healey), Edinburgh, Printed by
John Grant.
ARNOLD, E.V.1911. Roman Stoicism, Being Lectures on the History of the Stoic Philosophy
within the Roman Empire, Freeport, N.Y., Books for Libraries Press.
BACON, B.W. 1904. The Story of St.Paul, Boston and New York: Houghton.
BEDEL, G.T. 1830. The Life and Travels of St. Paul, Philadelphia, American Sunday School
Union.
BERNAL, M. 2014. Kara Athena: Eski Yunan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi? 1 785-1985,
İstanbul, Kaynak Yay.
BETZ, H. D. 1994. The Birth of Christianity as a Hellenistic Religion: Three Theories of
Origin, The fournal of Religion, Vol. 74, No. l (Jan., 1994), pp. 1-25.
BRAUDEL, F. 2007. Akdeniz: Tarih, Mekan, İnsanlar ve Miras (Çev. N. Erkurt, A. Derman},
İstanbul, Metis Yay.
BROWN, C. 1992. "Quest of Historical Jesus", Dictionary of Jesus and the Gospels (ed. Joel B.
Green, Scot McKnight and I. Howard Marshall}, Downers Grove lL: InterVarsity Press.
BULTMANN, R. 1956. Primitive Chıristianity in its Contemporary Setting (Çev. R. H. Fuller),
New York, Meridian Books.
BURTON, H. F. 1909. Seneca's idea of God, The American fournal of Theology, Vol. 13, No.
3 (Jul., 1909), pp. 350-369.
44
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
CASE, J. 1908. Was Christianity a New Religion?, The Biblical World, Vol. 32, No. 6 (Dec.,
1908), pp. 417-427.
DOBSCHUTZ, E. V. 1914. Christianity and Hellenism, Journal of Biblical "Literature, Vol.
33, No. 4, The Society of Biblical Literature.
GARDNER, P. 1913. The Religious Experience of St. Paul, London, Williams and Norgate.
GRANT, F. 1946. The Practice of Religion, New York, The Macrnillan Company.
GRANT. C. F. 1915. St. Paul and Stoicism, The Biblical World, Vol. 45, No. 5 (May, 1915),
pp. 268-281 .
HOBSON, J. M. 201 1 . Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri (Çev. Esra Ermert), İstanbul,
YKY.
HORSLEY, R. A. 1997. Paul and Empire: Religion and Power In Roman Imperial Society, Trinity
Press Intemational,Harrisburg, Pennsylvania.
GÜNDÜZ, Ş. 2004. Pavlus: Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara, Ankara Okulu Yayınları.
JACKSON, F.-KIRSOPP, L. 1922. The Beginnings of Christianity, Vol. I. London, Macmillan
and Company.
JOHNSON, R. L. 1958. A Critical Comparison of the Teachings ofNew Testament Christianity,
A Phd Thesis; Doctor of Philosophy in the School of Education of New York U
niversity.
İPLİKÇİOGLU, B. 2009. Antik Roma ve Mirası, Doğu Batı Dergisi, Yıl:ll, Sayı: 50, Ankara.
KNOPF, R. K. 1914. Paul and Hellenism, The American Journal of Theology, Vol. 18, No. 4
(Oct., 1914), pp. 497-520.
KUTSAL KİTAP, 2008. İstanbul. Yeni Yaşam Yayınları.
KUNG, H. , 1995. Christianity:Its Essence and History (tr. J. Bowden), London: SCM Press
LATOURETTE, K.S.1938. A History of the Expansion of Christianity, Harper&Brothers
Publishers, Vol. II.
LEE, M. 2006, Paul, the Stoics, and the Body of Christ, Edinburgh, Cambridge University
Press.
LESYK, L. 2013. Plato As Greeks' Moses in element' s Of Alexandria Conceptualization,
Littera Antiqua, 7, Lubnin.
LIGHTFOOT, J. B. 1888, Saint Paul's Epistle to the Philippians: A Revised Text with Introduction,
Notes, and Dissertations, London, Macmillan and Co.
LONG, A.A. 1996. Stoic Studies, London, University of Califomia Press,
MITCHELL, D. 2010. Legacy: The Apocryphal Correspondence between Seneca and Paul, Xlibris.
NIETZSCHE, F. 2012. Deccal, Hıristiyanlığa Lanet (Çev. A. Kaya), İstanbul, Say Yay.
PITS, A.W. 2007. Paul and Hellenistic Education: Assessing Early Literary, Rhetorical and
Philosophical Influences, A Thesis Submitted to the Faculty ofMcMaster Divinity
College in partial fulfillment of the requirements or the degree of Master of Arts in
Christian Studies. McMaster Divinity College, Hamilton, Ontario.
PFLEIDERER, 0. 1906. Christian Origins (Engl. translated by D. Huebsch), New York, B.W.
Huebsch.
RAMSAY, W. 1908. The Cities of St. Paul: Their influence on his Life and thought, the cities of
eastern Asia Minor. New York, A.C. Armstrong.
45
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
SALLES, R. 2009. God and Cosmos in Stoicism, Oxford University Press, Oxford.
SCOBIE, H. H. ,1984. /esus or Paul ? The Origin of the Universal Mission of the Chıristian
Church From /esus to Paul (Edt. P.Richardson &John Hurd), Waterloo. Wilfrid Laurier
University Press.
SCOIT, C. A. A. ,1927. Christianity Accoding to the St. Paul, London. CUP.
SEDLEY, D. 2003. The School, from Zeno to Arius Didymus (edit. B. Inwood), The Cambridge
Companion to The Stoics, Cambridge University Press.
SELLARS, J. 2006. Stoicism, Routledge Publishınent, New York, NY 10017, USA.
SENECA, 1979. Seneca In Ten Volumes Iv Ad Lucilium Epistulae Mora/es (With An English
Translation By R. M. Gummere, Ph.D), Harvard University Press.
SENECA, 1917. Moral Epistles (translated by Richard M. Gummere), The Loeb Classical
Library, Cambridge, Mass, Harvard UP.
SEVENSTER, J.N. 1961. Paul and Seneca, Leiden: E. J. Brill.
STARK, R. 2007. Cities of God: The Real Story of How Christianity Became an Urban Movement
and Conqured Rome, Harper Collins e- books.
STOB, R. 1935. Stoicism and Christianity, The Classical /ournal, Vol. 30, No. 4 Gan., 1935),
pp. 217-224.
STOWERS, S. 2017. "The Dilemma of Paul' s Physics: Features Stoic-Platonist or Platonist
Stoic?", From Stoicism To Platonism: The Development of Philosophy, 1 00 BCE-100 CE.
(Edited by Troels Engberg-Pedersen), Cambridge University Press.
STRABON, 2005. Geographika, Antik Anadolu Coğrafyası, XII-XIII-XIV, Arkeoloji ve Sanat
Yayınları.
TARNAS, 201 1 . Batı Düşüncesi Tarihi, Antik Yunan 'dan Modern Döneme I, Külliyat Yayınları,
'
İstanbul.
TAŞDELEN, V. 2014. "Bah Kültürü ve Oluşum Evreleri Üzerine", Hece Dergisi Batı
Medeniyeti Özel Sayısı, Sayı: 210, 211, 212, Ankara.
TERTULLIANUS, 1850. The Prescription Against Heretics,(Translated by the Rev. Peter
Holmes, D.D., F.R.A.S., Etc.,Etc.)
TILLICH, P. 1952. The Courage To Be, New Haven, CT: Yale University Press. Chicago.
ZELLER, E. 1892. The Stoics, Epicureans and Sceptics (Translated by O.J.Heichel), London:
Longmans, Green and Co.
WEISS, J. 1909. Paul and /esus (Translated by H.J. Chaytor), London: Harper & Brothers.
WREDE, W., 1908. Paul (Translated by Edward Lummis), American Theological Library
Association.
e-kaynak
http://www .traditionalstoicism.com/the-religious-nature-of-stoicism-2/.
http://www.tertullian.org/anf/anf03/anf03-24.htm#P3208_1 148660.
46
ERKEN DÖNEM STOA DÜŞÜNCESİNDE KHÖRA
Melike MOLACI*
Özet: Gündelik Yunan dilinde ve Antik felsefede uzaya ilişkin kavramlardan birine kar
şılık gelen khöra, Timaias'un kozmolojisindeki kurucu konumu ve Platon'un ona dair ana
lojileri nedeniyle postmodern filozofların sıklıkla tarbştıklan kavramların başında gelir.
Kavramın ilk kullanımından günümüze değin içerdiği bütün anlam bağlamları ve ima
ettiği ilişki biçimleri, bu kavramın felsefe tarihinin belirli bir döneminde ne şekilde dü
şünüldüğünü tarbşmayı gerektirir. Bu gereklilik uyarınca bu çalışmada Helenistik dö
nemin en etkili okullarından biri olarak görülen Stoacılığın, bu kadim kavrama ilişkin
incelemeleri ele alınacakbr. Kavramsal bir incelemeyi amaç edinen bu çalışmada, khöra
ve onun kavramsal akrabaları olan tapas ve kenan'un Stoacılığa değin ne şekilde düşünü
lüp anlamlandırıldığı tarbşılacak; Stoacıların khöra ve diğer iki kavramı hangi problemler
doğrultusunda ve nasıl belirginleştirdikleri ortaya konulacakbr. Böylece antik ve güncel
felsefede yoğun tarbşmaların ağırlığını taşıyan bir kavrama dair alternatif bir teorinin,
bir felsefe sisteminin bütünlüğü ve içsel tutarlılığı açısından ne kadar önemli olduğu bir
örnek kabilinde de olsa gösterilmeye çalışılacakbr.
Anahtar Kelimeler: Stoa Fiziği, Ontoloji, Uzay, Khöra, Tapas, Kenan.
•Arş. Gör. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Felsefe Bölümü,
melikemolaci@gmail.com.
47
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Giriş
Gündelik Yunan dilinde ve Antik felsefede uzaya ilişkin üç ayn kavramın
kullanıldığı görülür. Çeşitli bağlamlarda ihtiyaç duyulan topos, kenon ve khö
ra1 kimi zaman birbirinin yerine kullanılan kimi zaman da aralarında tür-cins
ilişkileri bulunduğu varsayılan kavramlara işaret ederler. Antik ve Helenistik
felsefelerde içerimi ve işlevi bakımından önemli değişimler geçirmesine karşın
genellikle boşluk olarak düşünülüp Parmenides tarafından var-olmayanla öz
deşleştirilen (DK 28 B8)2 ve gündelik dilde boş bir mekanı ya da boş bir nesneyi
(söz gelimi boş fıçı) ifade eden bir sıfat olarak kullanılan kenon, topos ve khöra'dan
seçik bir biçimde ayrılır. Topos ve khöra ise kimi bağlamlarda birbirinin yerine
kullanılan ve aralarında net sınırlar çizmenin bir hayli zor olduğu karmaşık kav
ramlara işaret ederler.
Topos 'a nazaran kadim metinlerde izine rastlanan khöra yer, yön, yöre, alan,
arsa, toprak, diyar, ülke, uzaklık vb. anlamlarda kullanılır (Od. 8. 573; 16.352;
17.394; 21 . 366). Bu haliyle nesneler tarafından işgal edilen üç boyutlu bir me
kanı ve yayılımı imler. Topos'un khöra ile eş anlamlı kullanımına ise Aiskhylos
ve Sofokles'te rastlanır (Aesch. Eu. 249; Pers. 769; Soph. Ant. 1091; Soph. OC).
Bununla birlikte bu iki kavram arasındaki nüans Yasalar'da belirgin bir şekilde
ortaya konulur. Buna göre Platon ülkenin nasıl paylaşılması gerektiğinden bahse
derken ülkenin bölümleri (tous tes khöra topous) tamlamasını kullanır (Leg. 760c).
Tamlamada ülkeye karşılık gelen khöra, topos'tan daha büyük bir uzamı imler. Bu
bakımdan topos, khöra'nın bir parçasına karşılık gelir; topos genellikle çevresiyle
ilişkili olan bir konumu ya da muhiti (location), khöra ise topos 'a nazaran belirsiz
olan bir yayılımı ya da bir genişliği (extension) ifade eder (Algra, 1995: 34).
Topos ve khöra arasındaki bu ayrım Timaios ile birlikte silikleşir ve hatta khö
ra'nın uzama karşılık gelen kullanımı şüpheli hale gelir. Platon "kozmolojik öy
kü" sünde oluşta iş başında olan üç türden bahseder: Birincisi, kavranabilen ve
her zaman aynı kalan; ikincisi, oluşa bağlı ve gözle görülebilen; üçüncüsü ise
doğan her şeyi içine alan (hypodokhe) ve adeta onları besleyen bir şeydir (Ti. 49a).
Diğer bir ifadeyle mutlak varlık, doğan varlıkların kendisi ve bu varlıkların tut
tukları yer (khöra) (52d). Metaforik olarak ifade edilirse alma ilkesi (dekhomenon)
bir anneye, kaynak ya da başlangıç bir babaya ve aradaki doğa da bir çocuğa
benzetilir (50d). Fakat Platon' a göre hiçbir algının bulunmadığı bayağı bir düşü
nüşle (logismo tini nothö) sezilebilir ve zorla inanılabilir olan (mogis piston) (52 d)
bu üçüncü türü açık bir şekilde anlatmak kolay değildir: "O hiçbir zaman kendi
öz niteliğinden kaybetmez; o hiçbir zaman içine aldığı şekillerden birini bile al
madan her zaman, her şeyi içine alır. Onun özü, her nesneye yataklık (ekmageion)
1 Çalışmada yer alan Yunanca kavramlar, Herkül Millas'ın (1992) transliterasyon yöntemiyle Latin
harflerine çevrilmiştir.
2 Çalışmada kullanılan kısaltmalar Oxford Classical Dictionary, 4th Edition ve An Intermediate Greek
English Lexicon (LSJ)'a göre düzenlenmiş olup, Kaynakçada belirtilmiştir.
48
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
3 Algra'ya göre Aristoteles hypodokhe'rtin yalnızca tek bir anlamını dikkate alarak kh6ra'yı madde
leştirir. Oysa Platon'un hypodokhe'si özü (ousia) bakımından maddeyi çağrışhrsa da, işlevi (dynamis)
bakımından kh6ra'ya karşılık gelir. Bu bakımdan Timaios'a sadık kalındığında bu özdeşleştirme an
cak bir bakımdan savunulabilir (Algra, 1995: 72-120). Bununla birlikte Aristoteles topos üzerine olan
tarhşmaları irdelerken Timaios'un yanı sıra Yazıya Dökülmemiş Görüşleri (Agrapha Dogmata) de anar
(Aristoteles, 2005: 209bl4-15). Bu görüşlerde Platon'un hyle ile hypodokhe arasında bir özdeşlik kurup
kurmadığı bilinmediğinden Aristoteles'in eleştirisini değerlendirmek olanaksızdır. (Konu hakkında
ayrınhlı tarhşmalar için ayrıca bkz.: (Algra, 1995; Sorabji, 1988: 125-218; Casey, 1998: 50-74; Sallis,
1999))
4 Bununla birlikte Fizik ve Kategoriler halen khöra'dan bahseder. Fizik'te khora "değişmertin ona doğru
ve ondan olduğu şey" olarak (208b7) kullanılırken, Kategoriler'de evrertin ortası, ortaya doğru olan,
aşağıda olan anlamlarına gelir (6a12-14). Bu iki kullanımda da kh6ra, hep bir aralığı ve yayılımı imle
mek suretiyle, topos'un teknik kullanımından ziyade gündelik kullanıma daha yakın görünür.
49
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
5 Stoa felsefesi üç dönemde incelenir. Orta ve geç dönem düşüncesinin Platon ve Aristoteles onto
lojilerinden yoğun bir biçimde etkilendiği göz önünde bulundurulursa, bu çalışmada ele alınacak
olan dönem Zenon, Kleanthes ve Khrysippos'un bulunduğu erken dönemdir. Nitekim erken dönem
Stoacılık khöra üzerine olan kavramsallaşbrmasını Platon, Aristoteles ve Epikuros'un düşünceleriyle
bir polemik halinde ortaya koymuş göriinmektedir.
6 Stoa fiziği geleneksel felsefenin varlık ve gerçeklik anlayışından farklı bir anlayış sunar. Şöyle ki
Stoacılar için var olan, en genel cins değildir. Stoacı bir şey, var olan bedenler ile var olmayan beden
sizleri içeren en genel cinstir. Bu bakımdan Stoacı gerçeklik varlıktan ya da var olandan daha geniş bir
kümedir. Stoa ontolojisinde var olan yani beden olan her şey gerçektir; bununla birlikte bedensizler
gerçek olmalarına karşın var olan değildirler.
50
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
sağlayan bir gerçeklik olarak düşünürler. Bu haliyle Stoacı khöra hem Platoncu
hypodokhe'den hem de Aristotelesçi topos 'tan ayrılır ve bağımsız bir anlam içeri
ğine kavuşur. Bu seçikleştirme işleminin ayrınhlan ise Stoacı diğer iki bedensiz
olan topos ve kenon 'un göz önünde bulundurulmasıyla belirginleşir. Stoa fiziğin
de teknik bir kavram hüviyeti kazanan khöra'mn mahiyetinin tarhşılacağı bu ça
lışma, o halde ilkin Stoacı diğer iki bedensizin incelenmesini, sonrasında ise khö
ra'ya ilişkin tanıklıklardan hareketle belirli bir tanıma ulaşmayı amaçlamaktadır.
Stoacı khöra'mn mahiyeti açığa çıkhğında, Stoacılann Platoncu ve Aristotelesçi
kavramsallaşhrmalardan ne denli farklılaşhkları ve bu farklılığın onların fizik
anlayışları açısından ne anlama gelebileceği açığa çıkacakhr. Daha çok kavram
sal bir inceleme amacı güden bu çalışmada elde edilecek khöra tanımı, postmo
dem yahut feminist düşünürlerin de odağında olan bir kavrama dair farklı bir
tanımın mümkün olabileceği iddiasını zımnen içermektedir. Üzerine herhangi
bir tarhşmanın yapılmayacağı bu örtük iddia ise güncel tarhşmalarda merkezi
konuma haiz bir kavramın, her zaman için geleneğe1 yöneltilmiş bir eleştiri ile
deşifre edilemeyeceğini göstermesi bakımından önemlidir.
Topos ve Kenon
Stoa fiziğinde var olanın dışında bulunan ve "etkileme ya da etkilenme" ola
nağına sahip olmayan bedensizler, bedenlerle birlikte gerçekliği meydana geti
rirler. Zaman ve lekton ile birlikte anılan topos ve kenon, bir şey oldukları bedenler
aracılığıyla temellendirilen iki bedensizdir. Topos var olan tarafından tamamıyla
işgal edilen (to katekhomenon) ya da var olan bir ya da birkaç şey tarafından ta
mamıyla işgal edilebilir olan bir bedensizdir (LS 49A; SVF il. 503). Kleomedes'e
göre her beden bir şeyde bulunmak zorundadır ve bedenin işgal edip doldur
duğu bu şey, bedenden farklı olmalıdır. Bu haliyle Aristotelesçi topos'u andıran
Kleomedesçi temellendirme, aynı zamanda kavranamaz olan bu şeyin bir be
densiz olduğunu ileri sürer (Cael. 1. 17-25). Üç boyuta sahip olduğu düşünülen
topos (SVF il. 502) yer kaplayan bedenle/var olanla aynıdır (Sextus. Adv. Math. X.
3-4) ve bu nedenle sınırlıdır. Aynca yine Kleomedes' e göre topos'un sınırlı olması
onu işgal eden evrenin bedenli doğasından hareketle çıkarsanır. Evrenin sınırlı
olması onun Doğa tarafından idare edilmesinden kaynaklanır. Çünkü Doğa'ya
ait olan hiçbir şey sınırsız olamaz, aksi takdirde Doğa'nın bunları idare etmesi
olanaksız olur (Cael. 1. 3). Bununla birlikte topos her zaman için bir beden tara
fından işgal edilmeye bağlı bir şey olduğundan, evrende ne boş bir mekan ne de
kenon bulunur (LS 49D; SVF il. 424).
7 Kuşkusuz burada gelenekle kastedilen Platonculuktur. Ve Stoacılık da köken itibariyle Platoncu
ya da Aristotelesçi olarak tanımlanır (Cicero, Acad. 1. 19; Hahm, 1977; Sedley, 2002: 42). Bu yaygın
sınıflandırma tartışmalı olmakla birlikte, eğer geleneğin geleneksel alımlanışına sadakat duyulacaksa
Stoacılığı geleneğin içinde yer alan yeni bir yol ayrımı olarak görmek de olanaklıdır.
51
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8: Stoa Felsefesi
Kenan ise "var olan tarafından işgal edilebilme olanağına sahip olmasına
karşın işgal edilmemiş olandır (me katekhomenon)" (Sextus, Adv. Math. X. 3). Var
olan tarafından işgal edilmediğinden dolayı sınırsız (apeiron) olan kenon evrenin
dışında bulunur. Ayrıca bir bedensiz olduğu için (DL VII. 140) her türlü temastan
uzak olan kenon bir şey' dir ve o, ne bir şekle ne de bir şekil alma olanağına sahip
tir. Kenon'un sahip olduğu tek olanak bedenleri alabilmektir (dekhesthai) (LS 49C;
SVF il. 54 1 ) Evrenin sınırlı olmasına karşın kenon'un sınırsız oluşu ise arkaik
.
52
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
dışında henüz bir beden tarafından işgal edilmemiş olmasına karşın işgal edilme
olanağı olan bir şey' in bulunmasını gerektirir. Bu nedenle Khrysippos kendinde
sonsuz ve sınırsız olan kenon 'un, ancak dolu bir şey olmaya başladığında, yani
evrenin sınırlan ona doğru genişlediğinde bir sınıra sahip olacağını ifade etmek
tedir (LS 49A). Boşluğa ilişkin evrenden hareketle yapılan bu negatif temellendir
melerin yanı sıra Kleomedes bir "düşünce deneyi" (Algra, 1995: 315) ile kenon'u
temellendirir: "Evrenin işgal ettiği uzamda kendiliğinden hareket ettiğini düşü
nelim, evren hareketi esnasında bir topos'ta olacakhr ve hareketi boyunca arlık
işgal etmediği bu topos, kenon tarafından doldurulacakhr. Dolayısıyla evrenin
hareket ettiğini varsaymak, kenon'u gerektirir" (I. 39-43).
Kenon 'a ilişkin temellendirmeler Peripatetikler ile Stoacılar arasında önemli
bir tarhşma konusu olup, bu tartışma khôra açısından oldukça önemli ipuçları
sunmaktadır. Peripatetikler evrenin dışında bir kenon olması durumunda, varlık
ların burada dağılıp, yok olacaklarını iddia ederler. Bu iddiaya karşılık Stoacılar
evreni çevreleyen kenon 'un bir hiç (ouden) olduğunu ve varlıkların dağılmasını
önleyen şeyin evrenin sahip olduğu "bir arada tutuculuk (heksis)" olduğunu ileri
sürerler. Buna göre evren doğası gereği bir birlik olduğundan, o, varlıkları bir
arada tutup (synerkhousan), onları korumaktadır (synterousan). Stoacılara göre var
olanların kenon 'da dağılmaları onun bedenlere olan etkisinden dolayı değildir;
bu durum bedenlerin doğal değişimleri sonucu bazen ateşe dönüşmek suretiyle
başka bir kozmogoninin oluşması içindir (LS 49H: SVF il. 540).
Khöra
Peripatetiklere olan muhalefetin merkezinde yer alan kenon, aynı zaman
da Epikuros ile Stoacılar arasında da önemli bir tarhşma konusudur. Tam da
bu nedenle Stoacı khöra iki yönlü bir polemiğin sonucunda kavramsallaşhnlır.
Evrende boşluk olmadığı hususunda Aristoteles ile mutabık olan Stoacıların,
uzaya ilişkin kavramlarını ilk bakışta Epikurosçuluğa karşı temellendirdikle
ri düşünülebilir. Nitekim Plutarkhos'un da belirttiği üzere Stoacılar atomların
aşağıya doğru olan hareketini çürütmek için sınırsız olan kenon 'da herhangi bir
başlangıcın, sonun ve ortanın bulunmadığını ileri sürerler (Plut. St. Rep. 1054b
c). Böylece Epikuros için özel bir boşluğu ya da aralığı imleyen khöra, Stoa fiziği
açısından evrenin içinde yer alan bir istikamet ya da özel bir boşluk olarak dü
şünülemez hale gelir. Bununla birlikte Khrysippos khöra, topos ve kenon arasında
şöyle bir bağlantı kurar:
"Olanaklı Olan Üzerine'nin dördüncü kitabında O [Khrysippos], orta bir yer
(topos) ve tam ortada uzayın (khöra) bulunduğunu varsayar, [ki] evren tam da bu
rada bulunur. Ona göre: 'Sonuç olarak evren söz konusu olduğunda dahi onun
yok oluşun nesnesi olup olmayacağı üzerine olan soruşturma, sanırım düşünüp
taşınmayı gerektirir. Buna karşın, bence durum şöyle: [evrenin] uzayın (khöra)
53
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
belirli bir bölümünde bulunması yani ortada var olması bile, onun varsayılan
yok olmazlığı için iyi bir kanıttır. Zira onun başka bir yerde (allakhe) olduğu dü
şünülürse, yok oluş kesinlikle ona ilinecektir (synaptoi).' ( . . . ) 'Aynca bu şekilde
o [evren] var olanla (ousia) bir arada bulunmaktadır. Sonuç olarak açıktır ki yok
olmayı üstlenmeyen (epidekhomai) ve böylece sonsuz olan [evren], bir başka ne
denden ötürü de, daima orta yerde (topos) bulunur'" (Plut. St. Rep. 1054c-d).
Buna göre Khrysippos bir yandan kenon'un "eşbiçimli" ya da "parçasız" ol
duğunu düşünürken, öte yandan evrenin kenon'un ortasında bulunduğunu ima
eder. Plutarkhos' a göre açık bir tutarsızlık olan bu durum, evrenin yok olmazlığı
nı tehlikeye düşürecek sonuçlara neden olur. Açıktır ki Plutarkhos'a göre bu yer
54
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
55
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
siz, eidos'u ise bir beden olarak düşünmek suretiyle Platoncu oluş teorisini tersine
çevirmiştir.
Stoacı khöra'mn mahiyetinin belirlenmesinde etkili olabilecek olan
Aristotelesçi topos ise tanımı itibariyle her zaman için var olanların sınırı olmak
bakımından, Stoacı topos 1a örtüşür. Bununla birlikte khöra açısından önemli olan
husus, topos'tan ziyade kenon 'un Aristoteles ve takipçileri tarafından nasıl düşü
nüldüğüdür. Evrenin dışında var olan hiçbir şey olmadığı konusunda Aristoteles
ile uzlaşan Stoacılar, bu var olmayanın ne olduğu konusunda ondan ayrılırlar.
Aristoteles evrenin dışında hiçbir şeyin bulunmadığını ifade edip, kenon 'a düşün
sel dahi olsa hiçbir ayrıcalık tanımaz (Aristoteles, 2005: 215a5-10; 1997: 279all-
18). Oysa Stoacılar var olmayan bu şeyin kenon olduğunu ileri sürerler. İlkesel
ortaklığa karşın bu terminolojik fark ya da kavramsallaşhrma, kenon dolayımıy
la khöra'nın mahiyetini belirginleştirmeyi sağlar. Nitekim Aristoteles'in evrenin
dışında bulunan hiçliğe hiçbir ad vermek istememesi, kenon 'un öncel düşünür
lerce "içinde hiçbir bedenin olmadığı fakat yine de bir bedenin bulunmasının
olanaklı olduğu yer (topos)" olarak tanımlanmasından (Aristoteles, 2005: 213b-
33-34; 1997: 279al3-14) ve Aristoteles kozmolojisinde bir bedenin evrenin dışı
na çıkmasının imkansız olmasından (Aristoteles, 1997: 278b21) ileri gelir. Bu iki
varsayım birlikte düşünüldüğünde Aristoteles'in asla bozulmayacak olan evre
ninde (Aristoteles, 1997: 283b26-28), herhangi bir bedenin evrenin dışına çıkması
söz konusu olmadığından, kenon 'un tanımında içerilen "olanak" hiçbir zaman
gerçekleşmeyecektir. Dolayısıyla tanımı gereği bir imkansızlığı imleyen kenon
bir hiçtir. Buna karşılık Stoa eskatolojisi her bir tekil evrenin belirli bir vadesi
nin olduğunu ve bu vade dolduğunda her bir evrenin yok olacağını düşünür.
Kenon'un negatif temellendirilmesinde ortaya çıkan bu durum, evrenin dışında
"nitelik" bakımından ondan farklı olan bir şey'in bulunmasını zorunlu kılar.
Kenon'un gerek mantıksal gerekse "ontolojik"8 açıdan olanaklı olmasıyla birlikte,
khöra'mn "yalnızca" evrene içkin bir uzay olma ihtimali ortadan kalkar. Böylece
yukarıda bahsi geçen ilk anlam içeriğinin muteber olma ihtimali, kenon 'un temel
lendirilmesiyle birlikte bir ihtimal olarak değerlendirilebilir hale gelir. Fakat yine
de Fizik'in topos 'a ilişkin tartışmasında kullanılan bazı benzetmeler ve ayrımlar,
khöra'yı halen evrene içkin ya da evrensel bir uzay olarak düşünülebilir kılar:
"Dolayısıyla yer (topos) bir nesnenin parç�sı değil, onun iyeliğinde (heksis)
de değil, ondan ayrılabilir ((h)ekastos) bir şey. Yerin kap (angeion) gibi bir şey
olduğu da düşünülebilir. Ne ki kap [içindeki] nesnenin hiçbir şeyi değil. Demek
nesneden ayrılabilir olduğundan onun biçimi (eidos) değil, çepeçevre sardığın
dan ötürü de maddeden (hyle) farklı bir şey" (Aristoteles, 2005: 209b26-32).
8 "Ontolojik" meşruiyet Stoa fiziği açısından tartışmalıdır. Zira kenon ontos olmadığı için, /cenon'a dair
ontolojik bir olanaktan bahsetmek, Stoa fiziği ile çelişir. Fakat meramımızı anlatacak başka bir kavra
ma sahip olmadığımızda, buna ontolojik demekten başka bir yol bulunmamaktadır.
56
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
57
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
bedenlerin bilgi koşullarından biri olan khöra için de geçerli olması gerektiği dü
şünülebilir. Aksi takdirde kenon hususunda Aristoteles ile olan ilkesel ortaklığın
sürdürülerek, kenon 'a dair temellendirme denemelerine girişilmesi gereksiz olur.
Bununla birlikte bu kozmolojik ve ontolojik farkın, khöra'nın mahiyetinde de bir
fark yaratmasının zorunlu olmadığı iddia edilebilir. Bu iddia ise iki açıdan çü
rütülebilir: İlkin eğer Stoacılar evreni bütün; evren ve kenon'un birlikteliğini de
tüm olarak adlandınyorlarsa, tümün uzamını imleyecek bir kavrama da gerek
sinim duyarlar. İşte khöra tam da böyle bir gereksinimin sonucu olarak ortaya
çıkar. Aynca Stoacı bedensizler teorisinde khöra'ın tümlüğe işaret eden kulla
nımını temellendirecek bir perspektifsellik bulunur. Stoacı bedensizlere ilişkin
tanıklıklar bedensiz türleri olarak topos, kenon, zaman ve lekton'u9 sıralarlarken,
khöra'yı anmazlar (Sextus, Adv. Math. X. 218). Bunun muhtemel nedeni, zamanın
ve lekton'un kendi içinde iki tür tarza olanak sağlamasıyken; topos. ve kenon'u
kuşatan khöra zaten içerdiği kavramların işlevleri ile bu ikiliği kendinde taşır
görünmektedir.
Bu iki yönlü anlayışı ise şöyle düşünmek mümkündür: Stoacılar için zaman,
şimdiki zaman anlamında kullanıldığında bedenlerin zamanına işaret eder ve
şimdinin bulunuşunu ifade etmek üzere hyparkhein (süregitmek) kavramı kulla
nılır; zaman, geçmiş ve gelecek olarak düşünüldüğünde ise bedenlerin hareketini
ölçecek bir anlama gelir ve bu zaman bölümlerini ifade etmek üzere hyphistanai
(alttan alta işlemek) kavramı tercih edilir.10 Benzer bir biçimde bedenlerin şimdi
de olan etkinliklerinin gerçekliğini ifade etmek üzere kullanılan doğru lekton'un
tarzı hyparkhein iken, herhangi bir zamanda meydana gelmiş ya da gelecek olan
lekton 1ar hyphistanai ile birlikte kullanılırlar (Plut. Adv. Col. 1116b-c; SVF il 509;
Sextus, Adv. Math. VIII. 10). Dolayısıyla Stoacı bedensizleri ifade eden bu iki tarz,
Stoa fiziğinde belirli bir perspektifin bulunduğu anlamına gelir; bu bakımdan
ya topos ve kenon 'un kendinde bu ikiliği sürdürmesi ya da bu ikiliği sürdürmek
üzere khöra'nın bu kavramları kuşatması gerekir. İlk ihtimal tanıklıklarla örtüş
mez; hiçbir tanıklıkta topos ve kenon hyparkhein ile birlikte kullanılmaz, aksine
Kleomedes bunların alttan alta işleyen (hypostasin) gerçeklikler olduğunu açıkça
belirtir (Cael. 1. 20-24). Bu bakımdan ne topos ne de kenon tarz bakımından kendin
de bir ayrım içerir. İkinci ihtimal ise bedenlerin bulunuşu bakımından temellen-
9 Stoa felsefesinde lekton bütün araştırma alanlarında ele alınan kapsamlı bir araştırma konusudur.
Legein fiilinden türetilmiş olan lekton, 'konuşulan', 'ifade edilen', 'ifade edilebilir olan' anlamlarına
gelir ve Stoacılar lekton teorilerinde bütün bu anlam içeriklerini göz önünde bulundurmuş görünürler
(Dürüşken, 1991: 292). Lekton diyalektik incelemenin önemli bir bölümünü oluşturduğundan, nere
deyse Stoa mantığına eş değer görünür. Özel kullanımında ise sıklıkla önermeye ya da önermenin
belirli bir bölümüne karşılık gelse de etik, mantık ve fiziğin üzerinde durduğu çok kapsamlı bir an
lam teorisi içerir.
10
Stoa fiziğinde bir şey' in türlerini birbirinden ayırmayı sağlayan etkileme/etkilenme ölçütünün kav
ramsal karşılığı, bedenler ile bedensizlerin farklı fiillerle ifade edilmesidir. Buna göre var olan (ousia)
bedenler için einai kullanılırken, bedensizler işlevleri ve bedenlere "yakınlık"lanna göre kimi zaman
hyparkhein kiıİıi zaman da hyphistanai ile birlikte kullanılırlar.
58
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
dirilebilir. Eğer topos'u kenon 'dan ayırmayı sağlayan ölçüt, bir beden tarafından
işgal edilmek (işgal edilme olanağına sahip olmak değil) ise, topos halihazırda bir
beden tarafından işgal edilen bir şey olur. Bu haliyle de onun şimdiki zamanda
olan bir etkinliği ya da durumu bir lekton 'da ifade edilebilir ve bu ifade ilgili bede
nin etkinlik ya da durumuna karşılık geldiğinde süregiden (hyparkhein) bir doğru
olur. Kenon hakkında ise doğru bir ifade dile getirilemez; çünkü kenon her zaman
için bedenler tarafından işgal edilme olanağına sahip olsa bile işgal edilemeyecek
olandır. Dahası büyük tutuşma gerçekleştiğinde kenon 'a doğru genişleyecek olan
evren, yeni bir uzamı işgal ettiğinde dahi bu uzam kenon olmayacakhr; o yine de
bedenlerin uzamı yani topos olacakhr. Dolayısıyla kenon 'un hiçbir koşulda bir be
denle ilişkiye girmesi mümkün olmadığından, onun süregitmesi. de imkansızdır.
Bütün bunlardan hareketle Stoaa bedensiz ikiliğini bütün bedensizlere genişlet
menin tek yolu khöra'yı, kenon ve topos'un toplamı olarak düşünmektir.
Khöra'nın bütünün değil de tümün uzamı olduğu iddiasını destekleyecek
bir diğer husus, kavramın mahiyetinin belirlenmesinde etkili olan polemiğin
"gerçek" muhatabının kim ya da kimler olduğuna dair yapılacak saptamayla
ortaya çıkar. Buna göre elde kalan metinlerde, "gerçek" rakibin ya da Stoa fizi
ği açısından esaslı tehlikenin Aristoteles değil, Epikuros olduğu göze çarpar. 11
Nitekim Epikurosçuluk yalnızca kenon 'dan hareketle temellendirdiği atomların
hareketi düşüncesiyle değil, aynı zamanda nedenselliğe ve tanrısal öngörüye
ilişkin düşünceleriyle de Stoaalar için alt edilmesi gereken bir rakip hüviyetin
dedir. Epikurosçu kozmoloji Stoa fiziğinin ve teolojisinin temel dayanaklarından
olan kader ve öngörü düşüncesine taban tabana zıthr. Bu bakımdan Stoaalar
için Epikurosçu kenon'un evrenin dışına sürülmesi bir zorunluluk olup, kenon
ile birlikte khöra'nın da aynı müdahaleye maruz kalması anlaşılır bir stratejiyi
yansıtacakhr. Yine yukarıda bahsi geçen Plutarkhos eleştirisi hahrlanacak olur
sa, bedenlerin yöneldiği ortanın var olanın ortası değil, onları kuşatan khöra ol
duğu ifade edilir. Bu bakımdan evren ne kenon'un ne de topos'un ortasında bu
lunur; onun konumu khöra'nın ortasıdır. Bu sayede evren ne kenon 'da dağılır ne
de kenon'un sınırsızlığından kaynaklanan eşbiçimlilik tasarımı tehlikeye düşer.
Dahası Stoaa tanıklıklarda kenon ile topos sınırlılık bakımından birbirlerinden ay
rılırlarken, khöra'nm bu bakımdan herhangi bir bahse konu olmaması tam da bu
kapsayıcılığından ötürüdür.
Khöra'nm mahiyeti konusunda son olarak dikkat çekilmesi gereken husus ise
ayrım yapma gerekliliği ve kavramın tanımından kaynaklanır. Buna göre Stoacı
khöra Epikurosçu tanıma yapılmış önemli bir düzeltme olarak görülmek duru
mundadır. Zira eğer khöra, evrene içkin olarak düşünülürse topos1a aynı anlama
11
Aslında Epikurosçuluk atomcu kozmolojisi ve nedensellik anlayışı bakımından yalnızca Stoacıların
değil, Helenistik dönemde var olan bütün okulların hesaplaşıp, çürütmek zorunda olduklan ciddi
bir rakiptir. Özellikle Cicero'nun eserlerinde ortaya çıkan bu belirgin muhalefet, Helenistik ve Roma
dönemlerinde genel bir tutum halini almış görünür.
59
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
gelecek bir bedensize işaret eder. Halbuki khöra'run büyük bir kaba benzetilmesi
ve bu kabın kısmen dolu kısmen boş olarak tasvir edilmesi, onunla kastedilenin
her zaman için bedenler tarafından doldurulan topos'tan ve bedenler tarafından
doldurulma olanağına sahip olmakla birlikte doldurulmamış olan kenon 'dan
farklı bir şey olmasını zorunlu kılar. Bu haliyle khöra ne kenon 'un ne de topos'un
özel bir türüne karşılık gelir. Evren ile kenon bir tümlük olarak ele alındığında
bunların işgal ettikleri uzam, kısmen evren tarafından doldurulmuş, kısmen de
kenon tarafından boş bırakılmış olur. Khöra'nın Khrysippos tarafından büyük ola
rak tasvir edilmesi, en büyük beden ya da bütün bedenlerin toplamı olan evren
den daha büyük bir uzamın gerekliliğini vurgulamak içindir. Dolayısıyla Stoa
felsefesinde khöra, evrenin topos 'u ile kenon 'dan oluşan tümlüğü tasvir etmek üze
re kullanılan fiziksel terimdir. Khöra'nın bir bedensiz olmasına rağmen standart
aktarımlarda sıklıkla bahsi geçen bir kavram olmamasının gerekçesi de onun bu
_
bileşik doğasıdır. Topos' a ve kenon' a ahf yapan khöra, muhtemelen onların be
densizliğinden hareketle bedensizliği anlaşılan ve herhangi bir temellendirmeye
ihtiyaç duymayan bir şey olarak anlaşılmıştır.
Sonuç
Stoacıların khöra'ya ilişkin temellendirmelerinde dikkat çeken en önemli hu
sus, ona öncellerinden ve çağdaşlarından farklı bir "konum" tayin etmiş olma
larıdır. Bu yeni konumunda o, Platoncu kozmolojide ima edilen her türlü mad
desellikten soyutlanır; açıkça evrenin ve bedenin dışında bulunan bir gerçeklik
olarak düşünülür. Bu haliyle halen onun bilgisi ve algısı, başka şeylere bağlı dır;
zira Stoacı bedensizler daima bedenlerin var oluşundan hareketle çıkarsanırlar.
Fakat yine de Stoacı khöra'nın mahiyeti Platon'un ileri sürdüğü gibi bayağı bir
düşünüşle ortaya konulmaz. Aksine evrenin d oğuşu ve yok oluşunun hem ola
.
naklı hem de anlaşılabilir olması için khöra'run gerçekliği kabul edilir.
Bunun yanı sıra Stoacı khöra, hem Platon'un hem de Aristoteles'in yok oluş
tan azade evrenlerinin, nasıl yok olabileceğini temellendirmeyi sağlar. Evrenin
yok olacağına ilişkin bedenli kanıt, evrenin doğasından gelir; bunun bedensiz
kanıh ise kenon ve khöra'run işlevleridir. Stoacılar bu iki bedensiz sayesinde ev
renin genişlemesinin olanaklı olduğunu ortaya koyarak, öncel kozmolojilerin
teodise açısından olanaksız buldukları yok oluşu, doğal bir süreç olarak düşü
nebilirler. Bunun felsefi açıdan değeri ise varlık/oluş ikiliğine dair çarpıcı bir uz
laşıma olanak sağlamasıdır. Şöyle ki khöra ve kenon dolayımıyla olanaklı olan
evrensel yangın, her defasında yeni ve ebediyen tekrar eden bir kozmolojinin
nedeni ya da ilk adımı olarak düşünülür. Dolayısıyla Stoa evreni doğal vadesini
tamamladığında yok olup. yerini yeni ve eskisiyle aynı olacak bir evrene bırakır.
Bu haliyle evrenin her devr-i daiminde aynı evren olması, onun değişmez bir
düzen olduğunu ortaya koyar ve varlık lehine bir kanıt sunar. Bununla birlikte
60
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
her bir evrenin belirli bir süresinin olması, oluşun evrene içkin bir hakikat olarak
düşünülmesinin yolunu açar. O halde ebedi tekerrür ve büyük tutuşma doktrin
leriyle kadim soruna alternatif bir çözüm bulan Stoa eskatolojisinin temel daya
nağı, uzama ilişkin bu kavramsallaştırmalardır.
Khora'nın "boşluk-dışı" ya da "tümlük-kuşatıcı" bu karakteri ise kenon ile
topos arasındaki sınır sorununu ortadan kaldırmayı sağlar. Kenon'un evrenin
birliğini tehlikeye düşüren sınırsızlığı ile evrenin kenon 'u dışarıda bırakan sınırı
arasındaki uçurum, her ikisinin de son tahlilde khi5ra tarafından "kuşatılır" ol
masıyla bir sorun olmaktan çıkar. Zira hem sınırlı olanı hem de sınırsız olanı
"kuşatan" bir kavramın bu ikilik aracılığıyla düşünülmesi olası değildir. Eğer
khora düşünülebilir bir şeyse, onun hem sınır hem de sınırsız açısından düşünül
mesi gerekir. Onun sayesinde "sınırsızın sınırı" ya da "sınırın sınırsızlığı" gibi
paradoksların aslında öyle olmadıkları ortaya çıkar. Stoacı khora bu "karşıt" kav
ramların herhangi bir çelişki içermeksizin bir arada düşünülebilmesini sağlar.
Platon için belki de tam da bu nedenle açıklanması zor olan khi5ra, Stoacı bir şey
ile açıklanabilir bir hale getirilir. Belki de Stoacılar Platon'un "öyküsü"nün bağ
lamını değiştirerek onu akledilebilir kılmak istemişlerdir. Kuşkusuz bu yeni ha
liyle khora var olanların kundağı olmaktan çıkar. Ama bu yeni "öyküde" artık o,
yalnızca var olanlara dayanak olan bir var olmayan değildir; o aynı zamanda var
olanların hiçbir zaman orada olamayacağı bir şey'in, kenon 'un da "kundağı" dır.
Stoacı khi5ra ile birlikte Platon'un dolaysızlığı içinde düşünmekten imtina ettiği
var olmayan, düşünülebilir bir hale gelir ve onun da dolaysızca dahil edildiği bir
ontoloji tesis edilebilir.
Dahası eidos'un ima ettiği bütün kavramların karşısında bulunan khi5ra ve
çağrıştırdığı kavram ailesi, belirsizliği ya da varlıktan yoksunluğu bakımın
dan değersizleştirilmez. Stoa ontolojisinde bir akrabalıktan bahsetmek olanaklı
olacaksa, khora'nın "akrabalar"ı, var olmayan diğer bedensizler olacaktır. Son
tahlilde "var olma"nın bir ayrıcalık olarak görülmediği bir antolojide, bu gö
rünür ikiliğin var olmayan kutbunun değersizleştirilmesi söz konusu değildir:
Düşünmenin doğası gereği ikilikleri düşünmesinin doğal olduğunu düşünmek
zorunluysa da, bu ikilikleri asimetrik olarak düşünmek elbette zorunsuzdur.
Haliyle herhangi bir değer sorunu yaratmayan Stoa ontolojisi, hiyerarşik iki
likler açısından postmodem eleştirilerin hedefi olmaktan uzaktır. Fakat Stoa on
tolojisinin çağdaş felsefeler için "görünmez" oluşu, "ontolojik farksızlık"tan ya
da "simetrik gerçeklik" tasarımından kaynaklanmaz. Aksine modem dönemden
itibaren spekülatif büyüklük, teorik incelik ve özgünlük bakımından felsefi açı
dan bir "bozulma" ya da "çöküş" olarak düşünülmüş olan Stoacılık, bu meşum
yaftadan halen kurtulamamış görünmektedir. Oysa ontoloji yahut fizik bakımın
dan düşünüldüğünde Platon' a ve Platonculuğa alternatif bir teori ortaya koyma
iddiasında olan Stoacılar, çöküşün ya da bozuluşun değil; aksine bir kopuşun,
61
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Kaynakça
Algra, Keimpre. (1995). Concept of Space in Greek Thougt. Leiden: E. J. Brill.
Aristoteles. (1997). Gökyüzü Üzerine. (Saffet Babür. Çev.). Ankara: Dost Kitabevi.
Aristoteles. (2002). Kategoriler. (Saffet Babür. Çev.). Ankara: İmge Kitabevi.
Aristoteles. (2005). Fizik. (Saffet Babür. Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınlan.
Arnim, Hans, Von Amim. (1964). Stoicorum Veterum Fragmenta Vol. 1-W. Stuttgart: Teubner.
(SVF)
Aeschylus. (1926a). Eumenides. (Herbert Weir Smyth. Trans.). Cambridge: Harvard
University Press. (Eu.)
Aeschylus. (1926b ). Persians. (Herbert Weir Smyth. Trans.) Cambridge: Harvard University
Press; London, William Heinemann, Ltd. (Pers.)
Casey, Edward S. (1998). The Fate of Place A Philosophical History. Berkeley: University of
Califomia Press.
Cicero, Marcus Tullius. (1967). Academica. (H. Rackham. Trans.). Cambridge, MA: The
Loeb Classical Library / Harvard University Press. (Acad.)
Cleomedes. (2004). Lectures on Astronomy. (A.C. Bowen & R.B. Todd. Trans.). Berkeley:
University of Califomia Press. (Cael.)
Diels, H. & Kranz, W. (1974). Die Fragmente der Vorsokratiker. Three Vols. Bedin: Weidmann.
(DK)
Dürüşken, Çiğdem. (1991) "Stoa Manbğı" . Felsefe Arkivi. 28. s. 287-308.
Epicurus & Usener, H. (2010). Epicurea. New York: Cambridge University Press. (Ep. Hdt.)
Empiricus, Sextus. (1935). Against Logicians. (R.G. Bury. Trans.). Cambridge, MA: The
Loeb Classical Library / Harvard University Press. (Adv. Math.)
Empiricus, Sextus. (1936). Against Physicist Against Ethicists. (R.G. Bury. Trans.). Cambridge,
MA: The Loeb Classical Library / Harvard University Press. (Adv. Math.)
Empiricus, Sextus. (1949). Against Professors. (R.G. Bury. Trans.). Cambridge, MA: The
Loeb Classical Library / Harvard University Press. (Adv. Math.)
Hahm, David E. (1977). The Origins of Stoics Cosmology. Ohio: Ohio State University Press.
Homeros. (2006). Odysseia. (A. Erhat & A. Kadir. Çev.). İstanbul: Can Yayınlan. (Od.)
Laertios, Diogenes. (2015). Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri. (Candan Şentuna.
Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınlan. (DL)
Laertius, Diogenes. (1931). Lives of Eminent Philosophers Books 6-10. (R.D. Hicks. Trans.).
Cambridge, MA: The Loeb Classical Library / Harvard University Press. (DL)
Liddell, H.G. & Scott, R. (1889) An Intermediate Greek-English Lexicon. Oxford: Clarendon
Press.
62
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Long, A.A. & Sedley, N.D. (1987). The Hellenistic Philosophers, Caınbridge: Cambridge
University Press. (LS)
Millas, Herkül (1992). "Yunanca'nın Türkçe Harflerle Yazılışı". Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi. 16(27)/1992: s.
189-197.
Plato. (1902). Platonis Opera: Volume IV. (Bumet, J. Ed.). Oxford: Clarendon Press. (Ti.)
Plato. (1922). Platonis Opera: Volume V. (Bumet, J. Ed.). Oxford: Clarendon Press. (Leg.)
Platon. (1945). Theaitetos. (Macit Gökberk. Çev.). Ankara: MEB Basımevi. (Tht.)
Platon. (2011). Timaios. (E. Güney & L. Ay. Çev.). İstanbul: Sosyal Yayınlan.
Plotinus. (1990). Ennead II. (A.H. Armstrong. Trans.). Caınbridge, MA: The Loeb Classical
Library / Harvard University Press. (En.)
Plutarch. (1967), Moralia Volume XIV. (B. Einarson & P.H. De Lacy. Trans.). Caınbridge,
MA: The Loeb Classical Library / Harvard University Press. (Adv. Col.)
"
Plutarch. (1976b). On Stoic Self-Contradictions" . Moralia Volume XIII: Part 2. (Harold
Cherniss. Trans.). Caınbridge, MA: The Loeb Classical Library / Harvard University
Press. p. 413-603. (St. Rep.)
Sallis, John. (1999). Chorology on Beginning in Plato's Timaeus. Bloomington and Indianapolis:
Indiana University Press.
Sedley, David. (1999). "Hellenistic Physics and Metaphysics". The Cambridge History of
Hellenistic Philosophy. (Keimpre Algra vd. Eds.). Caınbridge: Caınbridge University
Press. s. 356-411.
Sedley, David. (2002). "The Origins of Stoic God" . Traditions of Theology: Studies in
Hellenistic Theology, lt's Background and Aftermath. (D. Frede & A. Laks. Eds.). Leiden:
Brill . p. 41-83.
Sorabji, Richard. (1988). M.atter, Space and Motion Theories in Antiquity and Their Sequel.
London: Duckworth.
Sophocles. (1912). Oedipus the king. Oedipus at Colonus. Antigone. (F. Storr. Trans.). The
Loeb classical library, 20. Francis Storr. London; New York. William Heinemann
Ltd.; The Macmillan Company. (OC) (Ant.)
63
Özgürlük Yazıtı
Fotoğraf: Uğur Pişmanlık
ANTİK STOA'DA KADER ve
İRADE ÖZGÜRLÜ G Ü SORUNU
Celal GÜRBÜZ
Özet: Bu makalede, Antik dönem Stoa felsefesinde evrene ve yaşama içkin bir gerçeklik
olarak düşünülen kaderle (önceden belirleme) özgür iradeyle onay verme (seçim)arasın
daki olası karşıtlıklar inceleniyor. Onların görüşleri, her türden insan özgürlüğünü dışta
bırakan bir belirlenimcilik içerdiği eleştirilerine yol açar. Bu tarhşmada Khrisippos'un
konumu dikkat çekicidir: çoğunlukla, bu tezlerin-kaderle birlikte özgür seçim- birlikte
savunulabileceğine dayanır. Çözüm yolu, zorunluluğun kaderden çıkhğını reddetmek ve
kaderin, kendiınizin efendisi olmamızla uyumlu olduğunu göstermektir. Khrysippos, bu
uzlaşhrmanın kanıtlarını, evrenin ve insanın yapı birliğiyle doğru eylemin doğru seçime
dayandığını doğrulayacak bilgi anlayışı ve manhk ( diyalektik)tan elde etmeye girişecektir.
Anahtar sözcükler: Kader, belirlenim, doğaya uygunluk,bilgelik, özgür irade, onay
verme.
Farklı felsefi anlayışları (başta Kinik ve Megarik) bir araya getirmiş (eklek
tik) gibi görünmekle birlikte Stoa felsefesi, birlikli bir sistem kurmaya girişmiştir.
Evrenin yapı ve işleyişini açıklamaya yönelik fizik; yargıların incelenmesi olarak
manhk ve bu iki araşhrmanın asıl hedefi olan insan eylemlerinin ereğini temel-
65
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
lendiren etik, iç içe örülü bir yapı oluşturur. Antik stoa felsefesinin paradoksal
ve parçalı yapısı bütününde bir çelişki oluşturmadığı gibi, sorunların tarhşılması
ve eleştirisine uygun bir zemin de oluşturur. Dolayısıyla, izlenecek sorgulama ve
çözümlerde bu 'iç içe örülü" yapı özelliği dikkate alınacakhr. Soruna dolayımlı ve
katmanlı yaklaşımın nedeni de budur.
Stoacılık, pratik bir bilgeliğe yöneldiğinden 'doğaya uygun' erdemli bir ya
şam biçimini amaç edinir. Bu amaca katkıda bulunabilecek farklı görüş ve dene
yimleme biçimlerini ( başta kinik öğreti olmak koşuluyla) benimsemekten kaçın
madılar. Özerklik ve iç hakimiyet amaç edinildiğinden, Sokratik ironi, "kendini
bil" özlü sözünde dile gelen anlayış için eleştirel bir tutum yarahyordu. Pyrroncu
kayıtsızlık (ataraxia), bilgeliğe erişmenin bir başka tarzını ima ediyordu.
Stoacılık (Epikurosçulukla birlikte), "insana, yaşamın kurallarını verebile
cek kesinlik ölçütlerini (kanonik) öğretmeyi üstlenir. Okulun kuruaisu Kitionlu
(şimdiki Lamaka) Zenon, insanın, Tanrının istencini ifade eden olaylar düzenine
uyarak doğayla uyumlu yaşamasını ister ki, böylece stoacılık, bir maddecilik ve ah
laki akılcılık olarak gelişir." (Brun 2003) Stoacıların manhğa birincil anlamda önem
vermeleri anlaşılır bir şeydi, çünkü kosmosun aynı zamanda tümel ve tanrısal bir
aklı içermesi nedeniyle, ' insan ruhunun evrensel akıl içinde biçim kazanmasını
ve doğaya 'isteyerek' uyması sağlanarak (Dürüşken: 2012), ruhun erdemli bir
yaşama ulaşması sağlanacakhr. Doğa yasası aynı zamanda akıl yasası da oldu
ğundan, manhk, ahlak için temel bir eğitim konusu olmaktadır.
Stoacılık, Aristoteles' e ve özellikle onun manhğına karşı eleştirel bir tutum
alsa da (karşılık olarak, başta Aristotelesçi Afrodisyaslı Alexandre olmak üzere,
onları eleştireceklerdir) yararlandıkları başlıca filozoflardan biridir. Aristoteles,
varolanı, duyulur niteliklerin dayanağı olan bir töz kategorisiyle temellendir
diğinden, bir şeyin neliğini sadece duyulur etkinliğin verileriyle sınırlamaz.
Anlayış, duyulur etkilenimlerden tasarımlar oluştururken, olanaktan gerçekliğe,
şeyin tam bir bilgisine oracıkta ulaşamaz. Ruh Üzerine'deki(Peri Psykhe) analiz
ve argümanlar, nesne ve algısı ile tasarım ve anlayışın bağınhlarının derinlikli
bir açıklanışıdır. Stoacılarda ise,her varlığın özgün doğasını oluşturan ve aynı
sınıfta içerilenlere ortak olan bir şey değil, tekil ve somut bir niteliktir. Hiçbir yer
ve şeyde özdeşlik yoktur; sadece tekiller vardır. Stoacılığın Aristoteles'in ontolojisine
(manhğına da) karşıtlığını bu özlü sav oldukça açık belirtir.
Antik dönem Stoa felsefesinde (aynı konuda farklı görüş ve kanıtlar bulunsa
da) kader1 (gr.(h)eimarmene) den anlaşılan şey, dünyanın yapısında yer alan,
evreni ve varlıkları canlandıran yaşama içkin bir gerçekliktir. Khrisippos, olanı
1 Grekçe (h)ermaimene'yi 'kader1e karşılamayı seçtim, çünkü,arapça sözcük, kadr, kadir (olma), gücü
olma ve yetme gibi arılamlan karşılar. Bu da, kosmotheos (kosmos=theos) demek istediğimStoik an
layışa daha uygundur. 'Alınyazısı' ise, yaratıcı bir tannnın, yaratmadan önce belirlediği bir gelecek
yaşantısını ifade eder ki, Stoiktann'da söz konusu bu özellik bulunmaz.
66
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
olan yapan tanrısal logos'u kutsayarak, "şeylerin toplamının doğal ve ebedi be
lirli bir düzenlenişine" kader der, ve ekler: ezelden beri bir şeyin bir başka şeyi
etkileyip bu şeye eşlik eden bir içkonumdur.(Brun 2003: 62)
"Eski filozoflarda, erdemli yaşamın dayanacağı anlayış bakımından iki gö
rüş ayırt edilir: kimileri her şeyin zorunluluğu içeren kader yoluyla meydana
geldiğini düşünür; Demokritos, Herakelitos, Empedokles ve Aristoteles gibi fi
lozoflar ise, ruhların istençli hareketlerinin kaderden kurtulduklarına inanırlar;
onlar arasında Khrisippos, gönül hoşluğuyla bir yargıç olarak, orta bir yer tutmak
istedi, fakat daha çok, ruhların serbest (libre) hareketlerini kabul edenlere yakla
şır.(Ciceron, Du Destin, 39)
İnsanın belirlenimi ve özgürlüğü arasındaki bağıntıüzerinestoacı konum
alma, tamamlayıcı açıklamaları olanaklı kılıyor.Khrisippos'un sağladığı geliş
meler, 'kader' ve 'belirlenimcilik' konusunda tartışma ile karşıtlarının özgürlüğü
savunmaları, stoacı filozoflarda ikisini bağdaştırma çabalarına yol açar. Ciceron,
eski stoa dönemindeki tartışmaya, özellikle Khrisippos'un savunduğu konuma
bir tanıklık sağlar (Kohler 2004: 4)
Khrisippos'undurumu, bu farklı elemanları elde tutmaya zorlar ve bu ne
denle, bu tartışmada görevi çoğunlukla, bu tezlerin-kader- özgür seçim- birlikte
oluş olanağını savunmaya dayanır. Stoacılar kaderi onaylasalar da, insan özgür
lüğünün belirli bir formunu korumaya ulaşıp ulaşamadıklarını bilmek sorusu
açık kalır. Onların konumları, her türden insan özgürlüğünü dışta bırakan bir
belirlenimcilik gösterdiği eleştirileriyle karşı karşıya kalır. (Kohler 2004: 6)
'Kader, tanrısal aklın bir çeşit gerçekleştiricisidir', denilebilir, grek dilinde
hem yansımalı görünüş (aspect) hem yönelimsel ve iradi olan" tanrısal akıl" dır.
Kader kavramı, hem belirli bir düzen içinde şu veya bu olayın süregitme gücü
hem de şeylerin oldukları gibi olmalarının nedenidir. Kaderin bu işlevleri bizi
belli bir "neden" anlayışına götürür.(Kohler 2004: 20)
67
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
68
Özne 29. Kitap-Güz 201 8 : Stoa Felsefesi
69
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
litif) merci, akla bir yeti formunda sabitlenmeyen bir mercidir.Bununla birlikte,
yönetici ilke olma farklı modaiitelerde dağılmış gibidir: onay ( sunkatathes, as
sentiment),tasarımlara onayını verir ya da reddeder. İçtepi (İmpulsion, (h)orme)
eylemlere bağlanır; sonunda, Epiktetos ve Marcus-Aurelius'da istek (orexis)
duygulanıma (passion), emotionlara (pathe) geri döner.(Laetitia 2008: 35)
Eğer içtepi, eğilimin yanında, bizim özgün doğamıza göre eylemekse, istek/
arzu evrensel doğa yanında etkisine uğradığımız şeye geri döner. Bir insanın öz
doğası, her zaman ancak evrensel doğanın bir parçası, dünyanın nedenselliğinde
bütünlenen küçük bir nedenselliktir.(Laetitia 2008: 36)
Kabul etme (rıza, consentement) de ruhun bir işlemidir, fakat, onay tasa
rımlara uygulandığı halde, kabul, arzuyla ilgilidir. Gerçekten de, tasarımlara veya
önermelere değil, fakat, bize bağlı olmayan dış olaylara rıza gösteririz. Arzu et
mek ve daha özel olarak razı olmak, bir eylem teorisiyle değil, fakat bizim dün
yayla bağımızı araşhran şeyle ilgilidir. Gerçekten de, arzunun nesnesi bize ula
şan şeydedir, bize kaderin, evrensel doğanın gönderdiği olaylardır. Ruhumuzun
işlemi olarak arzu ise, bize bağlıdır.
Şu veya bu nesneyi istemede ya da istememede özgürüz. Arzu (istek) öyley
se nesnelere, fakat etkilendiğimiz olaylar aracılığıyla duyduğumuz emosyonlara
da dayanır. Aslında, içtepinin eylem ilkesi olduğu yerde, (o ) öyleyse duygula
nımdır. Stoacı öğreti tarafından övülen tavır, sadece bize bağlı olanı övmek ve gücümüze
bağlı olmayan şeye rıza göstermektir. Dünya düzeninden çok, yargılarımızı değiştir
meye çalışmak daha iyidir (Epiktetos, Entretiens (Konuşmalar). Kadere rıza gös
teren tek arzu, hayal kırıklığı ve umduğunu bulamamanın barınağıdır. "Herşeyi
olduğu gibi istemeyi öğrenmek" (Epiktetos 1989: 15) ve şeylerin akışında eyle
mekten kaçınmak gerekir. İsteğini kosmosta, dünyanın düzenine uygun kılmak
söz konusudur. (Laetitia 2008: 37) "istencimizi olaylarla uyumlu hale getirmeli
dir, öyle ki, olmayacak bir şey, bu şeyin olmasını istersek olmamazlık edemez .. "
Stoacılann dünya anlayışı, kuşkusuz deterministtir, fakat, insan özgürlü
ğünün, önceden belirlenmiş bir özde analitik olarak içerilen bir kadere kendini
terk etmeye indirgenemez. İnsan seçme gücüne sahiptir, aklım iyi veya kötüye
kullanabilir, akıl, Platoncu anlayışın tersine özünde iyi değildir. İnsan, dünya
da yerinin bilincine varır ve, dünyanın rasyonel işlevini anladığında, onu kabul
eder.(Hadot 1992: 38)
Bilişsel sürecin doğası- Stoacı antropoloji, bilgi ve irade arasındaki kaba karşıt
lığı aşmaya davet eder, çünkü, bu öğretide etkin olmayan bilgi yoktur. Stoacılar
için her bilgi, iradi bir etkinlikten çıkar.(Voelke: 1973) Bu süreç, tasarımla onay
vermenin el birliği yaphkları karmaşık bir edimdir: doğru bir tasarıma onay ver
diği zaman, düşünce bilir.Dahaiyi bir ifadeyle, onay vermenin dolaysız nesnesi,
bir önermedir (axioma). Fakat, önerme, ifade edilebilir bir tür veya lektondur ve,
her ifade edilebilir, 'rationel' bir tasarımlamada verilen bir anlamlandırma (signification)
dur.
70
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Kestirme bir görüş, tasarımın ruhun edilgin bir belirlenimi olduğunu inan
dırabilir. Etkinlik yoluyla değil, edilgenlik yoluyla bir değişme olarak, bir duy
gulanım (pathos) olarak düşünülemez mi?(Voelke 1973: 41)Fakat, pathos sözcü
ğü her zaman bir pür edilgenlik durumunu göstermez. Platon pathosu, felsefi bir
şaşma, etkin bir tavır olarak niteler. Aristoteles bu sözcüğü, eylemi işaret eden
ergon veya paxisgibi terimlerle eşanlarnlı olarak kullanrnışh. De Anima'ya göre
örnekle, imgeleme (phantasia) herhangi bir gözler önünde varetrneye dayanan
zihinsel bir işlemle karakterize edilir.
Zenon'a göre tasarım, bir "iz"dir (typosis). Khrysippe'te ise iz, onaylama
veya eğilimle aynı adlandırmada hegemonikon'un bir değişimi, yani bir olma
tarzıdır.
71
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
72
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
yini gösterir. Heksis, başkasından ayrılan bir beden durumunu imleyen bir kav
ramdır. Bu anlamda, rasyonel ruh, bir durumdur da.(Mikes 2008: 69)
Erdem ve Özgürlük
Stoacıların etik teorisi, bir paradoks etrafında döner. Bu paradoks, pet çok
tarzda ifade edilebilir. Temelde tek bir gerilim (tension) söz konusu. Stoacılar,
bir yandan insani iyinin doğada açığa çıkhğını göstermek isteyen doğalcılardır,
diğer yandan, bu iyinin onu gerçekleştiren özelliklere sahip olduğu görülüyor.
Stoacı iyinin, insan yaşamıyla bağını görmek zordur. (Mikes 2008: 98)
Stoacılar, etik teorilerinin kökleri, Sokrates, Platon ve Aristote'un düşünce
sindedir. İyi, insani iyinin amacıdır. Stoacı iyinin en tam sunumları, D.Laerce ve
Ciceron, teorilerinin saadeti, erdem ve bilgiyi bağlayan çıkış noktası doğa ide
sinde bulunur. Stocı doğalcılık, insanı yetkinliğine doğal olarak ulaşmaya yetili
olduğunu bildirir. İnsan, doğadan gelir veya hatta, doğanın ürünüdür. İnsan,
aklın providentiel (esingeyici) doğası tarafından donahlmışhr ve insanın yet
kinliği, bu aklın kullanımından ibarettir. Aklın yetkin kullanımı erdemdir, bu
bağlamada, bilgiyle eşitlenmiştir. Sadece bu rasyonel erdem, insan mutluluğuna
güvence verebilir (Mikes2008: 100). Rasyonel erdemin tekeldenliği (exclusivite),
mutluluğun elde edilmesi için, erdemin autarkeia üzerine en son onaylamada
kendini gösterir.
Düzen sözcüğü, her bir şeyi meydana geldiği gibi istemeyi öğrenmektir
(Epict., 1,12,15) Böyle bir tavır, kendi gücümüzü dış olaylar üzerine taşımaktan
vazgeçmeyi içerir: ' Her şeyi, durumlar neyi gerektiriyorsa öyle isteyecek şekilde
ruhumuzu yöneltmektir.' (Kara: 2017)
Kadere onay verme, ruhun işlevlerinin tam uyumunu gerçekleştirir, her bi
rini daha üst gücüne taşır. Yetkinlikle iradi akt, akla dayalı varlığın özelliğidir ve
en içkin biçimde istemenin çeşitli iç formlarını birleştirir.
Öncelikle, kadere onay verme, düşünme(intellection)in gücünün duyulur
tasarımlama üzerine dayandığı yerde, evrenin anlaşılmasını gerektirir. Bu çaba,
aklın birincil önceleme (anticipation)lerinin metodik aydınlahlmasına bağlanır
öyle ki, öncel kavramlar "prenotion"lar, çocukluk boyunca, duyulur deneyim te
melinde biçim alır- ve 'ortak kavramlar', evrensel olarak kabul edilen bilgiler ve
onların hakikati, evrenselliğin kendisi tarafından sağlanır. Bu yöntemsel aydın
latmadan, git gide uyumlu olarak üstün bir esirgemeyle (providence) düzenlen
miş olan iyi bir evrende yaşadığımız rasyonel kesinliği açığa çıkar. Bu kesinliğin
biçim alması, kendini ifade etmek ve haklı çıkması için, diyalektiğin, fiziğin ve
teolojinin tüm kaynaklarına başvurur - fakat, daha önce ortak kavramlarda, onu
en azından temel yapan, deneyimi her insanın ruhunda doğal olarak ortaya çıka
cak olan kısmen Tanrı kavramında tohum halinde içeriliyordu.(Voelke 1973: 97)
73
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Böylece, hakikati seyre dalmak için kader, esirgemeyle uyuşur. Tanrı isten
cine esirgeme (inayet, providence )denir ve kader, nedenlerin kaçınılmaz zinciri,
bu üstün iradeyle sabitlenmiş olduğu gibi. (Voelke: 1973: 98)"İrademizi olaylar
la uyumlu hale getirmek gerekir (Epiktetos: 1989). Olacak olan bir şeyin, bizim
isteğimize karşı olmaması ve olmayacak bir şeyin, eğer biz olmasını istiyorsak
olmaktan geri kalmaması şeklinde. (Voelke 1973: 99)Böylesi bir çaba, bilgiyle ha
rekete geçirilen eğilimin eylemini varsayar: "eğer kaderim, şu anda hasta oldu
ğumu bilmekse, oraya yönelirim de.
74
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
75
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Kaynaklar
Kohler, Alaric; Le probleme de la destination a la vertu dans le Stoicisme, [memoire de Philosophie,
2004
Zeller, Eduard, Grek felsefesi tarihi(çev. Ahmet Aydın) , İz Yay. 2001
Brehier, Emile; Chrysippe,Felix Alcan, 1910, Paris .
. . . . . . . . . ; Histoire de la Philosophie; tomepremiere: L'Antiquite et le Moyenage, F. Alcan, 1928,
Paris.
Gourinat, Jean- Baptiste; La dialectiquedesStoiciennes, Libr. Phil. J. Vrin, 2000.
JacquelineLagree, conference, 3 octobre 2001
Voelke, Andre-jean L'İdee de volonte dans le stoicisme; P.U.F, 1973
Brun, Jean, Stoacılık, çev. Medar Ahcı, İletişim Yay. 2003.
Ciceron, Kader Üzerine, çev. Cengiz Çakmak, Zeplin Yayınları, 2015
Vladimir Mikes; Le paradoxestoicien, 2008
Dürüşken, Çiğdem; "Stoa Manhğı", İ.Ü. Felsefe Arkivi, sayı 28, s. 287-307,1991
Laetitia Montels-Lang; Electr. Ed., Traces14, 2008/1 pages: 31-41
Alexandred' Aphrodise, Traitedu Destin, trad.fr. Pierre Tillet, Lesbelles lettres,1984
Epiktetos, Düşünceler ve Sohbetler, çev. Burhan Toprak, MEB, İstanbul, 1989
Kara, Aysun, "Seneka'nın Epistulae Morales'inde Fatum, Providentia ve Fortuna kavram
larının çözümlenmesi", İst. Üni. Sos. Bil. Enst. Est. Latin Dili ve Edeb. bilim Dalı,
YLT, 2017.
76
STOA FELSEFESİNDE FİZİK ve ETİK:
MUTLULU GUN YOLU OLARAK STOACI ERDEM
Mustafa AGAOGLU*
Özet: Stoa felsefesi Sokrates sonrası gelişen pek çok felsefe okulunda pratik felsefe yapma
biçiminin sonucu olarak görülebilen ve üç büyük döneme yayılarak -ilk, orta ve geç- çe
şitli coğrafyalarda varlık gösteren felsefe okuludur. Stoa felsefesiyle özellikle karşımıza çı
kan fizik meselesi, dünyayı anlama biçimini etik bir görüş ortaya koyarak daha bir anlam
kazandırabileceği ifade edilebilir. Fizik ve etiğin insan ile doğayı bütünlüklü bir yapıda
buluşturabileceğini, bu bütünleşmenin sonucunda mutluluğun ve hakikatin bilgisinin or
taya çıkacağım ifade eden Stoacılık "dünyanın bilgisinin, hakikatin bilgisi" olduğunu ifa
de ederken felsefenin bu hakikatin bilgisini anlamada insana yol göstereceği söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Stoacılık, Fizik, Etik, Kosmos, Doğa, İnsan, Hakikat
Giriş
Sokrates bütün bir felsefe ve insanlık tarihindeki "düşünce kabuğunu" kı
rarak, felsefenin ve düşünmenin yollarını değiştirecektir. Artık düşünmenin ey
lemek demek olduğunu -veya eylerek düşünmenin- hatırlatarak felsefe tarihine
77
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
adını yazdıracaklır. Hatta onun felsefi mirası; felsefe ve yaşanu birbirine sentez
leme uğraşında bunu bir ahlak olarak belirleyip ölüme ve tehditlere karşı bile
savunmanın gerekliliğini geride bırakmışlır. Bu önemlidir çünkü felsefe arlık
düşünme yollarını aramanın dışında bir kimlik oluşturma gayesine ulaşmışlır.
Arlık Sokrates'ten sonra hiçbir şey olduğu gibi kalmamış, felsefe tarihinin istika
meti farklı alana-alanlara doğru kaymışlır.
Sokrates insan hayahndaki asıl amacın eudaimonia olduğunu yani en yüksek
iyinin peşinden gidilmesi gerektiğini vurgulamışlır. Arlık onunla birlikte ahlaki
yaşamın temel amacı bu yönde belirlenmeye başlamışlır. Öyle ki Sokrates yaşa
mı ve öğretisini bir arada düşündüğümüzde yazılı bir eseri olmasa dahi yaşa
yarak öğrettiği felsefi düşünme ya da yaşama tarzı ile "Kinik okulun kurucusu,
insanlara gerilimi ve sadeliği öğütleyen, ileride Stoacılığı da derinden etkileye
cek olan Antisthenes'i esinlediği kadar, Kyrene okulunun kurucusu Aristippos'u
da esinlemiştir" (Hadot, 2017: 34) . Özellikle Sokrates ile "mutluluk etiği" kavra
mı felsefenin önemli bir konusu haline gelir ve böylelikle Pre-Sokratik felsefenin
araşlırma konusunu oluşturan ve anlamaya çalışlığı arkhe meselesinden arlık
felsefe insanın kosmos içindeki yerini araşlırmaya ve bunu etik üzerinden yo
rumlamaya yönelir. Bu felsefi dönüşüm sonucunda etik-politik konular felsefe
çalışmalarında önemli bir yer tutar. Özellikle Platon ve Aristoteles'te varlık ve
bilgi araşlırmalarının yanında aynı zamanda etik ve politika önemli noktalara ula
şacak, felsefe arlık varlık alanını bu meseleler ile dolduracaklır.
Sokrates'in bıraklığı felsefe mirası felsefenin yaşama biçimi oluşturma ama
cı gütmesinin bir temsili olarak görülmesi ve insanı felsefe tarihinde önemli bir
yere koyması ile anlaşılabilir. Bununla birlikte arlık ilk çağ felsefesinde özellikle
düşüncenin yaşam ile uyumlu bir paralellik göstermesi önemli bir yer alır.
İlk çağ felsefe geleneklerinde ya da okullarında felsefi öğretiler ya da yaşa
ma biçimi oluşturma çabaları "okulların" amacına göre şekillenmiştir. Bunu an
lamak için okulları ve düşünce sistemlerini bir arada düşünmek gerekir. Örneğin
Platoncu felsefe okulu daha sistemli, aşkıncı bir felsefi kanalı oluştururken bu
okul temsilcileri bu yönde hareket eder. Ya da bir öğreti biçimi olarak Kinik
okulunda öğrenilecek olan bir yaşama tavrı olarak anlaşılabilir. Bu diğer okullar
içinde geçerlidir. Çünkü her felsefe okulu bir yaşama biçimi alhnda şekillenmek
tedir. (Hadot, 2017: 111).
Sokrates'in miras bıraklığı bu ahlaki yaşamın ne yönde kurulacağı müca
delesi Stoa okulunda da bir kez daha karşımıza çıkacaklır. Çünkü onun miras
bıraklığı eudaimonia (en yüksek iyi) arayışı bütün bir insanlık tarihinin ana düşünce
yapısını oluşturacaktır. Stoa okulu da bu mirası sahiplenerek kendilerine has bir felsefi
yaşama sanalı ortaya koymaya çalışmışlır.
Böylece Sokrates'in felsefi tavrı kendisini Stoa okulunun üzerinde inşa edi
lecek bir yapı olarak karşımıza çıkacaklır. Öyle ki Cassirer'in belirttiği üzere
78
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Sokratik tavır ile Stoa felsefesi arasında derinden bir bağ mevcuttur. Sokrates'in
düşüncelerinde olduğu gibi "Stoacılıkta da kendini-sorgulama gerekimi insanın
ayrıcalığı ve temel ödevi olarak karşımıza çıkıyor." (Cassirer, 1980: 18) İşte stoa
felsefesinin özgün yanı burada belirir. Bu sadece ahlaksal olarak kalmıyor ve
kendini geniş bir alanda gösteriyor: "evrensel ve metafizik bir art-alanı" olarak.
(Cassirer, 1980: 18)
79
Ö z n e 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
başındaki Krates'i göstererek "yapacağın tek şey onu izlemek"tir. O andan sonra
Zenon, Krates'in derslerini takip eder. (Laertios, 2007: 303). Böylelikle Zenon etik
görüşlerini de büyük oranda şekillendirecek olan kinikleri ve diğer okul dersle
rini büyük oranda izlemeye başlar.
Şu bir gerçektir ki Zenon düşüncesi itibariyle ilk etkilenmelerini Kinik okulu çiz
gisinde yaşar. Kinik okulu bilindiği gibi Antisthenes'in kurduğu ama asıl ününü
Sinoplu Diyojen ile yakaladığı, kökleri Sokrates' e uzanan bir felsefi öğreti ya da
toplumsal bir protesto okuludur. Bu öğretide toplumsal normlar insanı bağla
yan, özgürlüğünü sınırlayan bir yapıdadır. Böylece onlarda dünyaya ya da tam
olarak söylenebilirse insanı dünyadan koparan her şeye bir protesto damgasını
vurur. Onlara göre bilge kişi, doğayla uyum içinde olan ve toplum içinde de
kendi içinde yaşayandır. Böylelikle Zenon da felsefi kaynağını ve felsefi duru
şunun bir bölümünü Kiniklerden özellikle Krates'ten aldığı söylenebilir. Zenon,
Krates'in öğretisinden, "bilge kişinin doğaya uygun yaşayan kişi olduğu fikrini
almış olsa gerektir" (Brun, 2003: 16).
Zenon, bu düşünsel olgunluğunu pratik yaşamda sadeliğin, ihtişamdan ka
çışın bir formülünü kinik okul esinlenmesi ile düşünce ve pratiğe uygun olacak
şekilde kazanmışhr. Yukarıda işaret edildiği ölçüde bu zaman diliminde felsefe
pratik bir faaliyeti kapsamaktadır. İyi bir etik oluşturabilen yaşamı da iyi karşıla
yacaktır. Böylece yaşam, doğa ile uyumlu olmalıdır. Onda ortaya çıkan denge ve
ahengi insanın kendisi de yakalamalıdır.1
1 Zenon bu uzun felsefi yöneliminde-deneyiminde çeşitli felsefi figürler ve düşünceler ile karşılaşarak
ve kendi çizgisini kurma yolunda adımlar atarak 42 yaşında Stoa okulunu kurup öğretisini aktarma
ya başlar. Stoa felsefesi anlam itibariyle "Yunanca sütunlu giriş anlamına gelen stoa sözcüğünden
gelir, çünkü Zenon derslerini Poekile diye anılan sütunlu girişte veriyordu" (Brun, 2003: 16).
80
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
nin tam olarak pratik bir şekilde gösterilmesi, bir yaşama sanalı oluşturulması
Zenon'dan, Epiktetos'a, Epiktetos'tan Marcus Aurelius'a dek açık bir şekilde
görülür. Bu felsefi figürlerin bize göstermiş olduğu önemli bir nokta vardır. Bu
nokta ilk dönemde gördüğümüz kadar son döneminde de Stoacı öğretinin bizi
uyuma, doğa ile bütünleşmeye götürdüğünde ortaya çıkan erdemli yaşamdır. Stoacı
felsefenin yaşamı sarması ve doğa ile bütünleşme anlayışı ile ortaya çıkan felse
fi hakikat; kral(Aurelius) ya da köle(Epiktetos) demeden herkesi aynı kucaklar.
Böylece doğa karşısında kralda birdir kölede . . . Böylelikle bizim evrensel logos
karşısındaki tutumumuz ve onu anlama çabamız bireysel bir mutluluk talebinin
de dışında evrensel bir mutluluğun bireysel pratiği olarak kavranır. Stoacı felsefe
burada bir ahlak oluşturarak insanın mutluluğa giden bir yolda ahlaki reçetesi
nin ne olması gerektiği üzerinde durur. Bu reçete hiçte dışarıdan insana dikte
ettirilen bir formda değil tamamen kosmos ile insan arasındaki bağıntıda ve yö
nelimde gizlidir. İşte burada önemli olan yönelimdir, bilgiyi isteme, kaynağını
öğrenme talebidir ve bu isteğin önüne hiçbir şey geçmemelidir. Aurelius buna şu
şekilde işaret eder: "Evrenin doğasının ne olduğunu, benim doğamın ne olduğu
nu, bunların birbirleriyle ilişkisinin ne olduğunu; hangi parçanın bütünün hangi
parçası olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir; hiç kimse, yaphklarırun ve
söylediklerinin, senin parçasını oluşturduğun doğayla her zaman uyum içinde
olmanı engelleyemez."(Aurelius, 2013: 42)
Düşünceyi; yaşam ve dünya ile uyumlu hale getirmenin adını Stoacı okul
bir disiplin olarak önümüze koymuş olur. İşte burada Zenon "insanın, Tanrı'nın
istencini ifade eden olaylar düzenine uyarak doğayla uyumlu yaşamasını ister ve
böylece Stoa öğretisi bir maddecilik ve ahlaki bir akılcılık olarak gelişir" (Brun,
2003: 34).
Stoa okulu için artık mesele üçlü bir disiplin üzerinden kurulacak bir felsefi
anlayış geliştirmenin yollarını aramakhr. Bu ister toplumsal açıdan olsun ister
epistemolojik olarak düşünülsün amaç temel olarak düşünceyi doğaya uyumlu
hale getirme gayretidir. Onlar için bu üçlü disiplin ne olursa olsun her Stoa dö
nemi için aynı şekillenir: fizik, mantık, etik. . . Bunu Laertios açıklayıcı bir örnekle
şu şekilde aktarır: "Stoacılar felsefeyi canlı varlığa benzetirler: Mantık kemik ve sinirlere
karşılıktır, ahlak etli kısımlara, fizik de ruha. Ya da yumurtaya benzetirler: Kabuğu man
tıktır; bundan sonraki bölüm, yani akı ahlaktır; içi, yani sarısı da fiziktir. Ya da sağlam
surlarla çevrilmiş ve aklın gösterdiği yolda yönetilen bir kente benzetirler" (Laertios,
2007: 316). İşte onlarda hiçbir parça ötekinden ayrı değildir, hepsi iç içe olacak
şekilde belirlenir. Çünkü bu üçlü yapıda fiziksel ve maddi koşulları algılama,
bunları belirli süreçler sonucunda anlama ve bir yaşam prensibine dönüştürme
yönünde bir hareketlilik görünür.
Stoacı düşüncede insan eylemlerinin, yapıp etmelerinin özü insanın akıl
cılığının doğanın akılcılığına bağlanmasıdır. Böylece burada fiziğin, etik yansı
maları söz konusu olacakhr. Çünkü insanın bu şekilde bir davranış belirlemesi
81
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
etiğin temel meselesini gündeme getirir. Burada söz konusu olan fizik tamamen
·
bu döneme özgü bir kavramdır: "fizik sözcüğünün kaynaklandığı physis, Grekçe
büyümek anlamına gelen phyein fiilinden gelir: doğadan söz eden, yaşamdan söz
eder" (Brun, 2003: 51). Böylelikle fizik ile dünyayı, onun içinde olup bitenleri
anlamak aslında kendimizi kendi varlığımızı anlamak adına önemlidir. Çünkü
biz ne kadar dünyadaki devinimleri, akışı anlarsak ondaki bir parça olan insanı
doğru anlar ve yorumlama sonucuna varabiliriz. Bu yüzden dışsal olayları an
lamanın sonucunda yaşamın pratik alanında olup bitenlerin nedenlerini anlama
girişiminde bulunabilecektir. Sonuç olarak Stoacı felsefesinin özünü gözden ka
çırmadan düşünürsek ilk hareket noktası fizik' tir. Bu doğal olarak belirli açılardan
Stoa anlayışında manhk ve etiği öncelemektedir. Çünkü erdem doğayla uyumlu
yaşama ise fiziği anlamak erdemli bir hayalın ilk basamaklarıdır. Felsefe bu er
demi sağlama konusunda önemli bir bilgi birikimini bize sağlayacakhr. İşte Stoa
felsefesinde modem felsefeden bildiğimiz üzere2 içkin bir tanrı ya da evrensel bir
akıl anlayışı ortaya çıkar. Bu düşünceye göre insan aklı doğadadır. Bu yüzden insanın
taşıdığı logos evrenin sadece bir parçasıdır ve onun üstünde değildir. Bu evren
modelinde doğa da insanın logosunu aşan bir yapıya bürünmemektedir. Bu yüz
den insan bu aşkın olmayan varlık alemine bir kahlma, onu tanıma girişiminde
bulunurken sonuçsuz kalmayacakhr. Çünkü onu aşmayan bu evren anlaşılacağı
yapıları da doğanın kendisinde mevcut bırakır. İnsan da bu doğal hareketin bir
parçası olarak onu tanıdığı kadar erdemli bir davranış göstermiş olur. Böylelikle
onlarda ahlaki yaşam doğal uyumun sonucunda ortaya çıkar: "Ahlaki yaşam
akla göre yaşamaksa, akla göre yaşamak da doğaya göre yaşamak, yani dünya
nın evrimini içeriden hareket ettiren evrensel yasaya uymakhr" (Had ot vd., 2012:
1 12). Bu uyum sonucunda insan kendi dışsal olaylarını anlayabilecektir. Kendisi
ve kendi dışındaki olaylar arasındaki bağlanhyı anladıkça bilgisi artacakhr.
2 Örneğin 17. Yüzyıl felsefesinde, Spinoza'run içkin tanrı anlayışı ya da deus sive natura şeklinde for
müle ettiği tabiat ile tanrının bir görüldüğü ve bunun da ancak tanrının sıfatlanndan biri olan düşün
me ile anlamlanabileceğini ve hakikati keşfetme yolunda önemli bir noktayı oluşturduğunu görürüz.
Özellikle o tanrı ile ya da tanrı yönetimi diye bahsettiği şeyden Teolojik-Politik İnceleme'de, "tabiatın
sabit ve değişmez düzenini, yani tabii şeylerin zincirleme bağlanbsıru" anladığını ifade eder.
82
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
yolunda yürüyen yarabcı bir ateştir, yani ateşli ve yarabcı bir soluktur; ruh da
algılama yeteneği olan -doğa-dır" (Laertios, 2007: 354). Bu ateş her şeyin devin
dirici kuvvetidir. Ateş ve soluk ya da nefes Pierre Hadot'nun ifadesiyle "bu ikisi
töi.l.e tümden karışarak, bpkı bütün tohumları içeren ve bütün tohumların türe
diği bir tohum gibi, bütün varlıkları doğurur" (Hadot, 2017: 133). Yani kendisi
değişmeyen bu ateş her şeyi yakıp geçerek yeniden bir tohumlaşmanın, yenilen
menin ifadesi olur. Bu devindirici hareketin adı ateş; doğa ya da tanrıdır. Bu üç
kavram da aynı şeyi açıklamak için kullanılır.
Stoacılara göre dünya bu anlablanlar üzerinden hareketle iki ilkeden olu
şur: bunlar Laertios'un belirttiği üzere: edilgin (to pashon) ve etkin (to pouion) il
kelerdir(Laertios, 2007: 346). Edilgin ilke niteliği olmayan töz, yani maddedir.
Etkin ilke ise edilgin olan maddeyi etkileyen akıldır yani logos, tanrı, ya da doğa.
Logos her şeyin üzerindedir ve her şeyin yarabcısıdır. Onlara göre bu ilkeler or
tadan kaldırılamaz. Bir ayrımda ilkeler ve öğeler arasında yapılır. Çünkü onlara
göre ilkeler yarablmamışbr ve bozulmazlar; ancak ögeler evrensel yangında yok
olur. (Laertios, 2007: 347).
Böylelikle bu evren modelinde, her şey oluş içindeyken ve yine kendine dö
nerken insan bu düzen içerisinde kaynaşmalı, akılsal varlığı ile bütünleşmenin
yolunu aramalıdır. Çünkü bilgi dünyayı tanımakbr, dünyayı tanımak ise evren
sel aklı tanımak yani erdemli bir yaşamın sınırlarını dolaşmakbr. Yani sonuç ola
rak bilgelik "dünyaya kablmadır" (Brun, 2003: 53).
Stoacılarda birey ya da varolan temel bir kavramdır, bilinçli bir yönelim
sergiler. Bu her canlı için geçerlidir. Her canlıda potansiyeli itibariyle doğaya
yönelme, kaynaşma görülür. Örneğin: "madende varlık tarzı ya da yapı (hek
sis), bitkide doğa (physis), hayvanda ruh (psykhe) ve insanda tin (nous)" (Brun,
2003: 55). Böylelikle her varlığın içsel bir yönelimi mevcuttur. Potansiyeli kada
rıyla varlık gösterir. Stoacılar bununla kalmaz her bireyi bir beden (soma) olarak
adlandırır ve dünyanın bedenden başka bir şeyi içinde barındırmadığını ifade
ederler(Brun, 2003: 55). Stoa maddeciliği işte bu beden kavramı ile örtüşerek öz
gün bir şekle dönüşür. Beden her şeydir, tek gerçekliktir. Bunun tek töz olduğunu ifade
eden Stoacılar bununla beraber maddenin bir olduğunu belirtirler (Brun, 2003: 55). Bu
bütünlüklü yapıda her şey bedendir. Günler, sözler, hatta tanrı bile bedendir.
Böylelikle karşımıza her şey beden olduğu için(tanrı veya doğa bile) insan bu
evrensel yapıda bir bütün oluşturmalıdır. Erdemli bir yaşam için insan bu bü
tünlüğü oluşturacakbr da.
Böylece onların evren modelinde dağılmışlık, saçılmışlık ve başıboşluk yok
tur. Düzenli ve iç içe bir evren modeli, bütünlüklü bir yapıdadır. Bu evren mode
linde her şey; insan, taş ya da bir ağaç kendi kuvvetini kosmosun içsel dinamiğin
den almaktadır. İnsan logosu, diğer canlı ve cansız maddeler varolma potansiyeli
ile kosmosa içten bir şekilde bağlılık göstermektedir. Böylelikle doğada var olan her şeyin
doğaya karşı bir sorumluluğu, bir bağlılığı söz konusu olacakbr. Demek ki insanın
83
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
84
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Yani insanın daha ilk baştan bu dünya ile arasında bir bağlantı mevcuttur.
İnsan daha ilk baştan yaşama bir atılım gösterir. Bilinci ile ya da bir varlık olarak
yaşamda kalma arzusu ile bir itilim gösterir. Stoacılara göre bu durum, yani insanın
yaşama bağlılık göstermesi ya da kendini koruma arzusu -bu ilk içgüdü- canlı varlığın
doğanın daha başlangıçta içine koyduğu kendini koruma içgüdüsüdür(Laertios, 2007:
331 ). Böylelikle canlı ile doğa arasındaki bu uyumluluk, birliktelik ya da yakınlık
insanın doğa ile yabancılaşma durumuna bir engel oluşturur. Çünkü canlı ve
doğa arasında bir ayrıksılık mevcut değildir. Yani tam anlamıyla canlının doğa
ile eşliği onun evrimsel ve tabi yasalarına uygunluğu canlının doğal yasası olarak
ifade edilebilir. Yani çabalarımız ve yapıp etmelerimiz doğa ile uyumlu onunla
ortaklık kurabilecek bir mevcudiyet barındırır. Bu nedenle Zenon " İnsan Doğası
Üzerine adlı eserinde ereği doğaya uygun yaşama olarak saptayan ilk filozoftur,
bu aynı zamanda erdeme uygun yaşamaktır; çünkü doğa bizi erdeme yöneltir."
(Laertios, 2007: 331)
Biz aynı şekilde Stoa felsefesinin geç döneminde de bu konular ile karşılaş
maktayız. Doğanın devinimlerini, doğa olaylarını Seneca'nın düşüncesinde aynı
ilk dönem Stoacılarda olduğu gibi bir ahlak belirleme girişimi olarak okunma
sı-anlaşılması gerektiğini anlıyoruz. Doğa Araştırmaları adlı çalışmada Seneca bu
sorun üzerine eğilir. Böylece tutkuların esirliğinden kurtulmak ve doğa ile bir
olmak gerekmektedir. Bu bütünleşme doğanın yapısını anlama ve bunu içsel bir
şekilde hissetme ile ilgilidir. İnsan değerini ancak doğanın bu içsel sesine kulak
vermesi ile ortaya çıkarabilecektir: "İnsan, insanlığının da üzerine çıkmadıkça,
ne değersiz bir şey! Tutkularımızla dövüştükçe olağanüstü bir iş yapmış olmaz
mıyız?" (Seneca, 2014: 20) Erdem tam olarak burada ortaya çıkar ve felsefi bir
hakikat olarak belirir: "Oysa peşinde koştuğumuz erdem, harikuladedir; bu da,
kötülükten kaçınmak güzel olduğu için değil de, ruhu dinlendirdiği, kutsalların
bilgisine hazırladığı ve Tanrı'yla bütünleştirerek değerli kıldığı için böyledir."
(Seneca, 2014: 20)
Böylelikle insan doğasının ereği erdemin peşinden gitmektir. Erdem ise do
ğanın bize sunduğu olanaklar ile bir birliktelik kurmak, doğaya uygun yaşamak,
etik ve politik olanakları buna göre belirlemektir. Ayrıca evrensel yasanın yani
tüm evrene yayılmış evrensel aklın yasakladığı şeylerden diğer bir ifade ile can
lıların doğa ile bağını kesebilecek olan duygulardan ve çabalardan kaçınarak bir
amaç peşinde olunmalıdır. "Mutlu insanın erdemi ve yaşam mutluluğu da işte
budur, her şey, evreni yönetenin iradesiyle her birimizin içinde bulunan daimon
la uyum içinde gerçekleştiği zaman." (Laertios, 2007: 332) Başka türlü nasıl mut
lu şekilde yaşanabilir? Doğaya diz çöktürüp, ona hakim olmanın beyhudeliği
doğa ile insan arasındaki uyumu kesmekten, onunla bütünleşmeyi alıkoymaktan
başka ne işe yaramaktadır?
85
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Sonuç
Sonuç olarak bu anlablanlar üzerine Stoa etiğinde insan doğasının aslında
doğa ile uyumlu bir birliktelik gerçekleştirdiğinde erdeme ulaşacağını anlaya
biliriz. İnsan, hakikat ile ancak doğada bütünleşebilir. Aklın yolu, doğadan geç
mektedir. Logos ile bütünleşmek yani parçayı bütüne tamamlamak, mutluluğun
yolu buradadır. Böylelikle "Stoa bilgeliği birdir: o, olayların içerilmesinin anla
şılmasıdır ki bu doğaya boyun eğiştir, iyiliğe kablmadır. İyi olan, doğru olandır,
doğru olan yaşamdır. Yaşam akıldır, akıl Tanrı'dır"(Brun, 2003: 91).
Mutlu bir yaşam Stoacılara göre tutkuların esiri olmayan, bilgece yaşayan ve
doğayla bütünleşerek yeryüzünde evrendeşlik ya da dünya vatandaşlığını etik
ve politik açıdan kurarak mümkün olduğunu bize sunmaktadır. Bir kişi doğ
duğu ülkenin değil, dünyanın vatandaşıdır. Böylelikle insanlar suni sınırlar ile
birbirinden ayrılamazlar. Onlar ancak doğaya akıl ile erişme yönünde bir ablım
göstererek birbirinden ayrılabilir. Kimisi erdemli bir yaşamın parçası olur, kimi
si bu erdemli yaşamın sınırlarında dolaşır ya da kimisi tutkularının esiri olarak
bu erdemli yaşamın dışında dolanır. Böylece bu dünya yurttaşlığı Stoacı okulda
politik bir karşılık bulur. Çünkü Stoacı okulun işaret ettiği mutluluğun sağlan
masında, insanın doğayla bütünleşmesinde ve kendini gerçekleştirme yönün
deki çabasının politik müdahaleler ile önünü kapatmamak gerekir. Belki de bu
her çağın aynı problemidir. İnsan aklının sınırlarını ve mutluluğun etrafındaki
engelleri oluşturan, insan ile doğanın -yani pür bir yabancılaşma olanağı bulun
mayan bir alanın- etrafını politik-etik müdahaleler sarmış olmasından kaynak
lanıyor olabilir. Stoacı felsefe bizleri bunu anlamak yönünde tarihsel ve felsefi
bir bilgi vermenin dışında bir yol sunar; felsefi bir cesaret göstermenin ve umut
göstermenin yoludur bu.
Kaynakça
AURELIUS, M.(2013). Düşünceler (çev. Şadan Karadeniz). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
BRUN, J.(2003). Stoa Felsefesi (çev. Medar Atıcı). İstanbul: İletişim Yayınları.
CASSİRER, E.(1980). İnsan Üstüne Bir Deneme. (çev. Necla Arat). İstanbul: Remzi Kitabevi
Yayınları
HADOT vd.(2012). Felsefe Tarihi-Kurucu Düşünceler (çev. İsmail Yerguz). İstanbul: İletişim
Yayınları
HADOT, P.(2017). İlkçağ Felsefesi Nedir ? (çev. Muna Cedden). Ankara: Dost Kitabevi
Yayınları
LAERTİOS, D.(2007). Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri (çev. Candan Şentuna). İstanbul:
Yapı Kredi Yayınları
SENECA.(2014). Doğa Araştırmaları (çev. C. Cengiz Çevik). İstanbul: Jaguar Kitap
86
KLEANTHES (M.Ö. 33 1/33 0-232/23 1)*
Özet: Kleanthes Assos'ta, Türkiye' de doğdu. Onun hakkında bilgi edinilebilecek en iyi
kaynak Diogenes Leartios'un Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri adlı kitabıdır. Kendisi,
geceleri su taşıyıp gündüzleri ise tüm zamanını felsefeye adadı. Assoslu Kleanthes esas
olarak boksördü. O, en iyi, Zeus için yazdığı şiirle bilinir ki bu şiir Stoacıların evrenin dü
zeni, evrensel aklın gücü ve logos için duydukları derin saygıyı etkileyici bir biçimde dile
getirir. Stoacı fiziğe yeni düşünceler katar ve de Stoacı felsefeyi yeniden ele alır. Kleanthes,
Zenon' dan sonra da okulun başına geçer.
Anahtar Sözcükler: Kleanthes, Assos, Türkiye, Stoacılık, evren, doğa ve akıl.
CLEANTHES (B.C.331/330-232/231)
Abstract: He was bom in Assos, in Turkey. The best source on Cleanthes that we have is
Diogenes Laertius in his Lives of the Eminent Philosophers. He worked as a water-carrier at
night and spend his entire day studying philosophy. Cleanthes of Assos was originally a
boxer. He is best known for his Hymn Zeus, which movingly describes Stoic reverence
for he cosmic order, the power of universal reason and logos. The developed new ideas in
Stoic physics and reconsrued Stoicism. He succeded Zeno as a head of the Stoic school.
Key words: Cleanthes, Assos, Turkey, Stoicism, universe, nature and logos.
• Burada yer alan yazı, yeniden gözden geçirilerek v e ele alınarak yazılrnışhr. Öncesinde; Cevizci,
Alunet- Editör (2005), Felsefe Ansiklopedisi III; s: 258-259, Ankara: Babil Yayınlan.
87
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Antik Yunan Dünyasında beden işi aşağılanır ve onun özgür insana değil
de, köleye yakışan bir şey olduğu düşünülürdü. Fakat, Kleanthes'in yaşamına
denk düşen yıllarda bu anlayışın değiştiğine tanık olunur. Stoacıların gözünde
bu türden ayırımların hiçbir önemi yoktur. Onlara göre, asıl ayrım rasyonel (lo
gos) ve (alogos) irrasyonel olan arasında yapılmalıdır. Kleanthes'in ilk önceleri
boksör olduğu söylenir. Daha sonraları Atina'ya giderek yayılmakta olan Stoacı
öğretiyi araşhrmaya yönelir. Oldukça iri yan ve pek kuvvetli olduğu söylenen
Kleanthes'in çok yoksul olması nedeniyle son derece zor işlerde çalışhğı söylenir.
Onun hamallık yaphğı, bütün gece bostan dolabı çevirdiği rivayet edilir. Geceleri
çalışıp gündüzleri Kıbrıslı Zenon'un (Stoacılığın kurucusu) derslerini izleyen
Kleanthes, kısa zamanda onun hem dostu ve hem de en iyi öğrencileri arasına
girer. Nitekim de hocasının ölümünden sonra okulun başkanlığına en değerli
öğrencisi olarak düşünülen Kleanthes getirilir. Bir rivayete göre ok�lun başkam
olduktan sonra bile, kimseden para almamak için ekmeğini çalışarak kazanmaya
devam eder (Diogenes, 2002) .
Öncede belirtildiği gibi, Stoacılar arasında evren üzerine olan açıklamaların
da Herakleitos'u en yakından izleyen Kleanthes olmuştur. Evrenin temelinde bu
lunan asıl ilkenin ateş olduğundan hareketle, onu, tanrısal aklın taşıyıcısı ve aracı
olarak görür. Ona göre, dünya ateşle başlar ve ateşle son bulur. Bu, neredeyse
bütün Stoacıların kabul ettiği bir düşünce olmakla birlikte, Kleanthes doğadaki
esas yarahcı gücün ateşle birlikte gelen sıcaklık olduğunu öne süren kuramın en
önde gelen temsilcisi durumundadır. Daha sonraki dönemlerde Stoacıların ilk
ilke olarak ateş yerine, hava ve ateşi kendinde içeren "sıcaklığı" (pneuma) asıl
kurucu fiziksel ilke olarak kabul ettikleri görülür.
Zenon, erdemi bilgeliğin çeşitli formları olarak tanımlamışh. Kleanthes' e
göre ise, erdem; ateşin insan ruhunda yarathğı hareketliliklerdir ki bunlar insa
nın benliğinde farklı karakter sağlamlıklanna/ biçimlenmelerine neden olurlar.
İşte biz de onları kimi zaman adalet kimi zaman cesaret diye çağırırız. Kleanthes
için ahlaka uygun yaşamak aslında doğaya uygun yaşamakhr; yani, erdem; in
sanın doğaya uygun bir biçimde varlığım inşa etmesidir. Her insan sahip olduğu
akıl aracılığıyla doğaya, evrene; başka bir ifadeyle, varlığa kahlır. Ahlak'ın teme
linde de yüce olan bulunur ki bu da adalet, düzen ve ödevdir (Rist, 1969) .
Şimdi denilebilir ki; aslında Kleanthes'in ahlak üzerine olan düşünceleri
Stoacı anlayış ile pek de örtüşmez. Kendisinden önce gelenlerin aşın rasyonel
tutumlarına karşın o, daha çok fizikalist bir tutum sergiler. Aynı şey, onun bilgi
üzerine olan görüşleri i�in de geçerlidir. Kleanthes'e göre ruh, bir maddedir ve
dış dünyanın etkileri aynı bir mührün mum üzerinde bırakhğı gibi izler bırakır.
O, bu açıdan kendisinden sonra okulun başkam olan Khrysippos tarafından eleş
tirilir. Kleanthes bütün ruhların ölmezliğine inanmakla birlikte, onların ölüm
den sonraki zamanda bu dünyada sahip oldukları özellikleri koruyacaklanıu
düşünür.
88
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Kaynakça
Laertios, Diogenes (2002) Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri (Çev: Candan Şentuna),
İstanbul: YKY Yayınlan.
Long, A.A (1996) Stoic Studies, Cambridge: Cambridge University Press.
Rist, J.M (1969) Stoic Philosophy, Cambridge: Cambridge University Press.
Sena, Cemil (1974) Filozoflar Ansiklopedisi ( Cilt: 1), İstanbul: Remzi Kitabevi.
89
Efes Antik Kenti, İzmir
İLK STOA DÖNEMİNDE TARSUSLU BİR FİLOZOF:
KHRYSIPPOS
Mustafa GÜNAY
Özet: Stoacılık, Helenistik dönemde ortaya çıkan en önemli felsefi akımlardan biridir.
Khrysippos Stoa felsefesinin ilk döneminde yer alan bir filozoftur. Bu çalışmada Stoa fel
sefesinin ilk dönem filozofu Khrysippos'un bazı yönleri ele alınacakhr. O, insan özgür
lüğünün mümkün olduğunu savunur. Khrysippos, Tanrının kötülüğe neden olmadığı
görüşünü ileri sürer. Khrysippos'un ahlaka gösterdiği özel ilgi diğer Stoacılardan daha
azdır. Özellikle manhkla ilgilenmiş, kuramsal çalışmalara daha fazla değer vermiştir.
Anahtar kavramlar: Stoacılık, doğa, logos, özgürlük, determinizm, kötülük.
91
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
4. yy) kurduğu felsefe okuludur. Zenon okulunu Atina'da stoa Poikile'de (resim
lerle süslü, direkli bir galeri) açlığından, okul bu adı almışhr. Stoa, Yunancada
direkli galeri demektir.(Akarsu 1994: 164)
Stoa felsefesi, felsefe tarihçileri tarafından çoğunlukla üç döneme (ilk, orta
ve geç Stoa) ayrılarak incelenir. Her dönemin kendine özgü problemleri ve te
maları bulunmakla birlikte, tümünde stoa felsefesinin genel çizgisinin devam
ettiği saptanabilir.(Günay 1994) Stoacılığın ilk dönemi içinde yer alan filozof
lar, Kıbns'lı Zenon, Kleanthes ve Tarsus'lu Khrysippos'tur(I. Ö . 280-207). Orta
Stoa döneminde ise, Rodos'lu Panaitios ve Suriye'li Poseidonios'u görürüz. Geç
Stoa ya Roma Stoası'nın önemli temsilcileri ise Epiktetos, Marcus Aurelius ve
Seneca' dır. Elimizde en fazla eser ve belgenin bulunduğu dönemin Roma döne
mi olduğu kabul edilir.
Bütün Stoacı filozofların felsefeyi, manhk, fizik ve ahlak olmak üzere bö
lümleme konusunda ortak bir yaklaşımları olmakla birlikte, "çalışmayı hangi
sırada yapmanın uygunluğu konusunda" birbirlerinden farklılık gösterdikleri
saptanabilir. Zenon ve Khrysippos manhk, fizik ve ahlak düzenini benimserken
Ptoleme'li Diogenes ahlakla, Panetius ve Poidonius ise fizikle başlamayı seç
mişlerdir. Ama Khrysippos' a göre felsefenin bu farklı 'biçimler'i ya da kısımlan
birbirine içten bağlı olup, birbirinden bağımsız olarak hiçbir değeri bulunmaz.
(Brun 1997: 35)
Stoacılığın ideal ve pratik amacı olan, kişisel mutluluk etiğinin kurulma
sı, üç dönem boyunca geçirdiği değişimler içinde temel anlayış olma özelliği
ni korumuştur. Stoa ahlakının temelinde belli bir varlık öğretisi, yani metafizik
bulunur. Stoacılann fizik anlayışları panteizme dayanır. Maddenin kendisinde
hayat ve enerji olduğunu düşünen stoacılar evreni bir cisim olarak kabul ederler.
Stoacılığa göre, eşyanın kendinde her şeyin kendisinden çıkıp kendine döndüğü
bir ilke vardır ki, bu evrensel ilke Tanrıdir, evrenin ruhudur. Bu ilke maddeyi
hareket ettiren ve maddesiz mevcut olmayan kuvvettir, ne kendisi maddeden ne
madde kendisinden yarahlmışhr. Ama edilgin olan madde, etkin olan bir kuv
vetin düzeniyle var olmuştur. Doğa yasaları, bu iki varlığın birbiriyle uyumuyla
meydana gelir. Bu iki varlık nasıl mutlak olarak varolmaya mecbur iseler, mey
dana gelen kanunlar da zorunlu olarak vardır. Bu bir "kader"dir, değişmez ve
zorunludur .(George-Aspell: 254.)
Stoacılann düşünce sisteminde Logos, Tanrı ve Doğa eşanlamlı olduğu için,
teolojinin fiziğin bir kısmını oluşturması yadırganmamalıdır. Brun'a göre, "bu
özdeşleştirmeler, Yazgı fikrinin aynı zamanda fizik ve dinsel bir görünümü de
üzerine geçirdiğini açığa çıkarır, Yazgı, aynı anda neden, hakikat, doğa, zorunlu
luk ve tanrısal öngörü olarak belirir. ( . . . ) Stoa düşüncesiyle Yazgı, kesinkes trajik
ya da özünde dünya-dışı bir ifade olmaktan çıkar, dünyanın yapısında, evreni
92
Ö zne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
ve varlıkları canlandıran yaşamın içinde yer alan doğal, ahlaki ve teolojik bir
gerçekliğe dönüşür." (Brun 1997: 62-63)
Stoacılara evrensel nedensellik ve determinizm görüşlerinden dolayı, kader
cilik eleştirisinin yöneltildiğini görürüz. Khrysippos ise, Stoa öğretisi içinde in
san özgürlüğünün mümkün olduğunu savunan bir anlayışa sahiptir. Bu nedenle
Khrysippos'un "ılımlı determinist" olduğu söylenebilir. Bu, determinizmin insan
özgürlüğüyle uyumlu olduğunu, en azından onunla bir tutarsızlık oluşturmadı
ğını savunan anlayışhr. İrademiz ve eylemlerimiz arasında determinist ya da ne
densel bir bağınh olduğunu ifade eder. İradenin özgürlüğü ile eyleme özgürlüğü
farklıdır. Khrysippos' a göre özgürlüğümüz, karakterimiz ve değerler tarafından,
kısmen kalıhm ve çevre gibi kontrolümüz dışındaki faktörler tarafından belirle
nir. Ama onlar da anne babalarımız ve eğitimciler tarafından sonradan edinilen
ve öğrenilen faktörleri de içerirler.2
Stoacılar Tanrının tüm şeyleri en iyi uğruna düzenlediğine inandıkları için,
dünyadaki kötülüğü açıklamaları ya da hiç olmazsa "iyimserlikleri" ile uyum
lu bir hale getirmeleri gerekiyordu. İlk Stoa döneminde yer alan Khrysippos,
Tanrının kötülüğe neden olmadığı görüşünü savunur. O, özellikle bir "teodise"
ortaya koymanın güçlüğünün farkında olduğu için, şeylere bakıldığında ger
çekte hiçbir kötülük olmadığını söyler. (Burada Spinoza ve Leibniz'i anımsaya
biliriz.) Khrysippos'a göre, iyiler, kötüler olmaksızın varolamazlar. Karşıtların
birbirini içerdiğini ve kötüsüz iyinin manhksal yönden olanaksız olduğunu sa
vunur. Khrysippos, daha sonra yeni-Platonculuk, St. Augustinus, Berkeley ve
Leibniz' de tekrar edilecek olan bir akılyürütrne ortaya koyar: evrende kötülük
iyiliğin göze çarpar hale gelmesine yol açar.(Copleston 1990: 14)
Tanrı'nın iyiliği ve adaletiyle evrende karşılaşılan kötülükler arasında nasıl
bir ilişki bulunduğu sorusu ve Tanrı'nın evrene yönelik inayetinin, iyilik dolu
ilgisinin evrende görülen kötülükle uzlaşamaz olduğu yönündeki itirazlar ve
eleştiriler, diğer Stoacıların olduğu kadar Khrysippos'un da ele aldığı önem
li konulardır. Onun İnayet Üzerine adlı eserinde bu konudaki düşünceleri şöy
ledir: "Kötülükler olmaksızın iyilikler olabileceğini düşünenlerden daha aptal
kimseler yoktur; çünkü kötülükler iyiliklerin zıddıdır ve onların zorunlu olarak
birbirlerine zıt bir şekilde var olmaları ve zıtlığa dayanan bir tür karşılıklı bağım
lılık içinde birbirlerini desteklemeleri zorunludur. Hiçbir zıd, zıddı olmaksızın
var olamaz. Çünkü adaletsizler olmasaydı adalet nasıl anlaşılabilirdi? Adalet,
adaletsizliğin ortadan kalkmasından başka nedir? Benzeri şekilde korkaklığa zıt
olmasaydı cesaretin ne olduğu anlaşılabilir miydi? ... Aptallar nasıl olup da yanlış
olmaksızın doğrunun olmasını istiyorlar? Çünkü iyiler ve kötüler, talih ve talih
sizlik, acı ve haz tamamen aynı şekilde mevcutturlar; onlar Platon' un dediği gibi
tam bir zıtlıkla birbirine bağımlıdırlar."(Akt. Arslan 2008: 359)
93
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
94
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Kaynakça
Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefesi Tarihi 4-Helenistik Dönem Felsefesi: Epikurosçular Stoacılar
Septikler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlan, 2008.
Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Kitabevi, 1994.
Jean Brun, Stoa Felsefesi, Çev. Medar Ahcı, hetişirn yayınlan, 1997.
F. Copleston, Helenistik Felsefe, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınlan, 1990.
F. Mclean George-Patrick J. Aspell, Ancient Western Philosophy
Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, 1980.
Mustafa Günay, "Seneca'nın İnayet Üzerine Adlı Eserinin İncelenmesi" başlıklı yayınlan
mamış yüksek lisans tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994.
Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, Çev. Candan Ertuna, Yapı
Kredi Yayınlan, 2007.
Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi, Çev. Muammer Sencer, Say Yayınlan, 1983.
95
Atina'dan Bir Görünüm
BİREY TOPLUM DİYALEKTİGİNDE EPİKTETOS
Özet: Epiktetos insanlara doğaya uygun yaşamalarını önerir. Ona göre bireylerin etkin
yaşamı bir toplumu huzurlu kılar. Kişinin doğaya uygun yaşamasını sağlayan tek gÜç
onun istemliliğidir. Birey tutkuların olumsuz etkilerini tanıdıkça aldığı kararlar da o
ölçüde toplumsal yaşama olumlu etki eder. Epiktetos'un ödev ahlakına göre genel an
lamda değer yaratan eylemlerimiz özel uğraşlarımıza ilişkin eylemlerimizi kapsayacak
genişliktedir. Bu makalede Epiktetos'un eğitici bulduğu Sokrates ve Sinoplu Diogenes
örneklerinden yararlanarak bireyin toplumsal yaşamdaki ağırlığı irdelenecektir. Ayrıca
Epiktetos'un bireyden topluma uzanan ahlak anlayışının siyasal yaşama da uzandığı gös
terilmeye çalışılacakhr.
Anahtar Sözcükler: istem, ödev, Sokrates, Sinoplu Diogenes.
Abstract: Epictetus suggests that people should live in accordance with nature. According
to him, affective individual life creates peaceful atmosphere in a society. The only power
is that a person has his or her will which provides for his or her life in accordance with
nature. The more individual know negative effects of passions, the more his or her
decisions create positive effects in social life. According to Epictetus' the morality of duty,
in general meaning our meriting acts involve in our acts of occupations. in this article, the
responsibility of individual is going to be searched for in the social life, considering the
model persons, like Socrates and Diogenes of Sinope whom Epictetus found educative.
Besides, it is going to be tried to make clear that Epktetus' moral understanding extends
from individual to society and his moral understanding extends to political life, too.
Keywords: will, duty, Socrates, Diogenes of Sinope.
Stoa felsefesi için kuramsal bilgi uygulamaya götürülebilir bilgidir. İlkeler ya
şamla buluştuğunda anlam kazanır. İmparatorluk Stoa'sının Marcus Aurelius'la
birlikte adı en çok öne çıkan filozofu Epiktetos öncelikle bireyin eğitimi üzerinde
durur. Ona göre de uygulamaya geçemeyecekse yani topluma ulaşmayacaksa
kişinin aldığı eğitim bir anlam taşımaz. Her kişi mesleğinin gereklerini yerine
getirmelidir. Yaphğı çekmeceler açılmayan marangoz, yarışı tamamlayamayan
koşucu gibi "yaşama sanahnı" ortaya koymaktan kaçan ya da erdemsiz yaşayan
97
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
bir filozof adayı da yeterli olamaz. Filozof her davranışıyla topluma örnek olma
lıdır. Bunun için kendini tanrısal bir yetkinliğe çıkarabilmelidir. Yetkin olınak
kişinin kendini ve bağlı olduğu doğayı tanımasıyla ilgilidir. Kişi kendinden ve
doğadan edindiği izlenimleri usuyla doğru değerlendirerek erdemlilik yoluna
girer. Yani kişi doğru seçimlerle yaşamını doğaya uygun götürdüğünde başka
insanlarla yaşamı etkin bir biçimde paylaşabilecektir. Epiktetos' a göre böylesi
eksiksiz insanların tarihteki örnekleri Sokrates ve Sinoplu Diogenes' dir. Bu ör
neklerden de yararlanarak bu makalede Epiktetos' da bireyin toplumsal yaşam
daki ağırlığı irdelenecektir. Ayrıca Epiktetos'un bireyden topluma açılan ahlak
anlayışının siyasal yaşama da uzandığı gösterilmeye çalışılacaktır.
Stoa felsefesi kendi döneminin koşulları içinde Platon ve Aristoteles felsefe
leri kadar köklü bir toplum anlayışı ortaya koyamamıştır. Platon ve Aristoteles
Epiktetos' dan daha açık biçimde bireyin mutluluğunu toplumsal çerçevede te
mellendirdiler. Oysa Stoa filozofları ve bu dönemin öbür filozofları toplumsal
ve siyasal açıdan daha bunalımlı bir ortamda bireyci yanları ağır basan felse
feler geliştirdiler. Yine de Stoa felsefesi özellikle ödev ahlakıyla dönemin öbür
felsefelerinden, Epikurosçuluktan Sokratesçi okul felsefelerinden bu arada Orta
Akademia'dan ve Yeni Akademia'dan daha az bireycidir. Bununla birlikte Stoa
filozofları özellikle Eski Stoa ve İmparatorluk Stoa' sı döneminde bilgi, varlık,
ahlak alanlarını toplumsal ve siyasal yaşama uzanacak genişlikte bütünsel bir
düzleme oturtmaya çalışmışlardır.
Epiktetos felsefesi kaynağını Eski Stoa' a' dan yani mantık, fizik ve ahlak bil
gisi üzerine kurulu köklü bir kaynaktan alıyordu. O kuramsal olarak mantık bil
gisini önemli görür, bu arada fizik bilgisi üzerinde durur. Ama onda fizik bilgisi
daha çok ahlaki eylemlerin ilkesel dayanaklarını gösterir. Böylece ahlak bilgisi
onun felsefesinin temeline yerleşir. Epiktetos kölelikten gelen bir filozoftur. Bu
nedenle bireyi yaşama tutunmaya çağıran bir felsefe geliştirdiği ileri sürülebilir.
Ama o Söylevler' de sık sık Roma siyasetinde gözlemlediği olumsuzlukları yansıt
mıştır. Toplumsal ve siyasal koşullardaki güçlükler ona kurtuluşu toplumsaldan
çok bireyselde aratmış gibidir. Epiktetos'un niyeti neyin ne olacağının belirsiz
olduğu bir dünyada doyumsuzluklara, hastalıklara, ruhsal sıkıntılara karşı öğ
rencilerine daha mutlu ve daha etkin olmanın yolunu yani iyi yaşamanın yolunu
göstermekti. Bunun için de o çarpıcı örnekler sundu (Seddon, 2005: 203). XVIII.
yüzyılda Rousseau eğitim açısından Emile' de nasıl gençlere büyük insan örnek
lerini tanıtmak için Plutarkhos okumalarını önerdiyse Epiktetos da erdemli insan
örneklerini değişik bağlamlarda eğitici bulur.
Sokrates ve Sinoplu Diogenes Epiktetos'un örnek saydığı erdemli insanlar
dı. Onlar kendilerini ve yaşadıkları yeri bilen, içinde bulundukları koşullarda
karar verme yeteneğine ulaşmış olan böylece kendine yeten insanlardı. Epiktetos
98
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
99
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Buna göre bireyin istemli davranması yalruzca gücü yettiğini istemesine da
yanır. Bireyin gücünün yettiğiyse yalruzca yargı gücüdür. Bu anlamda bireyin
gücünün yettiği biricik şey izlenimlerinden de yararlanarak yargısı, seçimleri ve
onaylamalarıdır (Sellars, 2012: 941). Epiktetos' a göre kişi doğayla ve kendiyle ilgi
li izlenimlerini doğru değerlendirebilecek bir bilinçle yola çıkmalıdır. Bunun için
usu kenara koyup yaşama tutkularla yönelmek yanılhcıdır. İnsanlar usun denet
leyiciliği olmadan tutkularıyla yaşama kahlırsa birbirlerine yırhcı hayvanlar gibi
zarar verebilirler. Ama koyunlar gibi edilgin kalmak da bir o kadar sıkınh yara
hr. Tiranların peşinden sürüklediği insanların davranışı koyunlarınkinden fark
sızdır. Bu nedenle topluma verilen zararlar açıkhr. Epiktetos öbür Stoacılardan
daha keskin bir biçimde insanın tek iyiliğini istemli kararlarında görürken XVII.
yüzyılın doğal hukuk kuramcısı Pufendorf'u anımsahr: insan kendine yararlı
gördüğü eylemleriyle doğrudan toplumsallaşmaya katkı verir. Yaı:ı-i "Genelde
Zeus öyle bir yapıda ussal hayvan ortaya çıkardı ki o ortak yarara katkı yapmadan kendi
özel şeylerinden herhangi birine ulaşamaz. Böylece sonunda o kendi adına herhangi bir
şey yaptığı için toplumdışı olmayacaktır. Sonunda ne bekliyorsunuz ? Biri kendine ve
kendi yararına özen göstermesin mi? Nasıl bu durumda bütün canlı yaratıklar bir ve
aynı eylem ilkesine yani kendilerine bağlılıklarına sahip olabilirlerdi ? O zaman buradan
ne çıkar? İnsanlar seçim alanı dışında kalan şeylerle ilgili iyi ya da kötü bu şeyleri
alarak saçma kanılara kapıldıklarında hep birlikte kaçınılmaz olarak bedelini saray çev
resinden tiranlara kadar ödemekle kalacaklardır" (Epiktetos, 2014: 45). Epiktetos'un
istemliliği siyaset bağlamında da irdelemesi anlamlıdır. Aslında o erdemli insan
siyasette görev alırsa işini düzgün yapamaz demek istemez. Kişinin olabildiğin
ce içinde bulunduğu koşulları zorlamasından yanadır. Buna göre erdemli insan
bulunduğu ortamda görevini yapabileceği en iyi biçimde yapmalıdır. Bu da do
ğaya uygun davranmakla yani insanın yapısına aykırı eylemde bulunmamakla
ilgilidir. İyilik dışımızdakilere değil doğrudan bize bağlıdır.
Epiktetos Sokrates'den Platon'a uzanan ahlakı değişik biçimde yansıtır.
İnsanlar ün, unvan, para, kamu görevi gibi beklentiler üzerine yaşamlarını kur
mamalıdırlar. Bunların hepsi dışımızdaki şeylerdir. Birçok Stoa filozofunun olsa
daha iyi olur diyeceği ve ne iyi ne kötü şeyler arasında gösterdiği sağlık bile
onun dışta bırakhğı bir şeydir. Bunda zihinsel etkinliğimizin parçası olan içsel
etkinliklerimizi bize bağlı olarak görürken dışsal etkinliklerimiziyse bedenle
bağlantılı görmesinin payı vardır. Ruhsal gelişimimiz içsel bir gelişimdir. Bizi
yaşamı daha doğru değerlendirmeye iter. Ancak sakatsak da ya da başka bir be
densel rahatsızlığımız olsa da anlığımızı kullanıp yargıda bulunabilmekteyizdir.
Yani Epiktetos insanın ölüm gibi tamamen ya da sağlık gibi kısmen gücünün
yetıneyeceği her şeyi seçim alanının dışında bırakır. Bu insan özensiz yaşayabilir
anlamına gelmez.
Özen gösterilecek şey kişinin seçimleridir. Bu nedenle Epiktetos aldığınız
görevi önemsemeyin demez. Sokrates'in savaştaki başarılarını ve devlet görevin-
100
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
deki kişilikli tutumunu örnek gösterirken onun bu işlerden felsefeden aldığı se
vinci almadığını vurgular. Ama o kararlarını durumun gerektirdiği ölçülere göre
verdiğinden her zaman kendiyle barışık huzurlu bir insandır. Sokrates kamusal
işlerde seçimini adaletli olma ölçütüne göre yapar. Onun bu konuda başka hiçbir
etkeni gözetmemesi Epiktetos'un ödev ahlakıyla uyuşur. Sokrates Atina' da aldı
ğı tek görev olan halk meclisi üyeliğindeyken ölümü göze alacak kadar kişilikli
davranmıştır. O ilk yürekliliğini bu meclisin yürütme kurulundayken göstermiş
tir: bir savaşta gemideki tayfalarını kurtaramayan komutanlarla ilgili olarak ya
pılan suçlamaya karşı oy vermiştir. Platon Sokrates 'in Savunması'nda Sokrates'in
adalet adına ölüm ve hapse atılma korkusuyla yüzleşmek zorunda kaldığını
vurgular. Bu sırada demokrasi yönetimi vardır. Ancak oligarşi yönetimi geldi
ğinde de Otuzlar Yönetimi Sokrates'le birlikte meclisten dört üyeye Salamis'den
Salaminian'lı Leonis'i getirmelerini buyurur. Sokrates Leonis'i ölüme bile götü
rebilecek bu karara da doğru bulmadığı için uymaz. Oysa öbür dört üye bu kara
rı uygular. Otuzlar Yönetimi kısa süre içinde devrilmese Sokrates öldürülecektir
(Platon, 1979: 38-39). Epiktetos'a göre de insanı güzel kılan erdemlerden biri öl
çülülük ve özdenetimle birlikte adaletliliktir (Epiktetos, 2014: 142-143). Buna göre
insan birtakım yarar gelecek beklentisiyle sözünü ve eylemini karşısındakinden
sakınmamalıdır. Herhangi bir adaletli davranış örnek bir yurttaşın davranışıdır.
Sokrates'in ona verilen ölüm cezasına karşın yurdunu bırakıp gitmesi önerile
rine direnişi bu bağlamdadır. O zamana kadar birlikte yaşadığı, değerlerini bir
ölçüde paylaştığı toplumunu bırakıp gitmesi yetiştiği topluma ihanet olacaktır.
Epiktetos'un bakış açısına göreyse Sokrates herhangi bir insanın yararına göre
değil insana özen gösteren ödeve uygun davranış sergiler (Epiktetos, 2014: 144) .
Durumun gerektirdiği biçimde davranmak zaten Stoa düşüncesinin belir
lenimci varlık anlayışıyla da uyuşur. Epiktetos için de bu nedenle yapılacak şey
öncelikle kendimizi yetiştirmek ve kişilikli kılmaktır. Sokrates'in "kendini tanı"
öğretisi yaşamıyla felsefesini uyuşturan herkes için esin kaynağıdır: "Atinalılar,
sizin bana emretsin diye seçtiğiniz generaller Potiadaeaus, Amphipolis ve Delium sa
vaşlarındaki görevimi bildirdiğinde onların benim için belirlediği yerde kaldım ve öbür
insanlar gibi ölüm tehlikesine atıldım. Ö lüm korkusundan ya da Tanrı 'nın bana buyur
duğu -Tanrı 'nın beni yapmaya inandırdığı biçimde yaşamımı bilgelik araştırmasına ve
kendimle başkalarını incelemeye harcamak gibi- herhangi bir şeyden dolayı görevimden
kaçsaydım kendi açımdan çok garip olacaktı " (Platon, 1979: 35). Sokrates'in bu bakış
açısı Epiktetos' daki geniş kapsamlı ödev ahlakında yankısını bulur.
Her zaman yapılan seçimler enine boyuna düşünülmez. Bazı eylemler zaten
doğası gereği ödeve uygundur. Aile içindeki hoşgörülü ve saygılı davranışlar
böyledir. İnsanın babasına saygılı davranması ya da hastalanan kızını koruma
ya çalışması ödevi gereğidir. Sokrates'in örneğindeki gibi yurdunu savunurken
yapılan eylemler ya da kamusal görevleri kişilikli biçimde yerine getirmek ödev
ahlakına girer. Bu bağlamda Epiktetos'un ödev ahlakı Stoa' cı bakış açısına uy-
101
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
gun olarak kaba bir mutluluk ahlakı diye değerlendirilemez: "Aristoteles ve öbür
eski ahlakçılar gibi Stoacılar mutçudur: onlar mutluluğu ahlaki güdünün ve gerekçenin
asıl kaynağı olarak alırlar. Bu geleneksel bakışa göre Stoacılar ödeve odaklandığı ve
mutçunun mutluluğa başvurmasına karşı çıktığı varsayılan Kant'dan ayılır. Yine de
evrensel us üzerine vurgularıyla Stoacılar doğa yasası üzerine kurulu ahlaki ödev kavra
mını açıkça dile getirirler. Bu bakışları genelde Aydınlanma ahlakını derinden ve Kant'ı
özelden etkiler" (Engstrom ve Whiting, 1998: 2-3). Stoacılar için de Epiktetos
için de doğaya uygun davranmak yaşamın gerektirdiği biçimde davranmakhr.
Yukarıda saydığımız eylemler üzerine tarhşılıp düşünülebilen özel durumlara
göre davranmaktan çok yaşamın gereklerine ve toplumun gereklerine uygun
davranmakla ilgilidir. Toplumsal gereklerle davranmak kişinin gündelik huzu
ruyla ilgili değildir.
Genelde her türlü eylem gündelik doyumların getirdiği mutluluktan farklı
bir mutluluğu hedefler. Özellikle filozof için bir yaşam biçiminin içselleştirilme
siyle gelen bir iç huzurun getirdiği mutluluk önemlidir. Bu nedenle "Bu 'dışsal'
şeyleri (Epiktetos'un adlandırdığı gibi) denetleme becerimiz sınırlıdır, parçalıdır, daha
doğrusu geçicidir. Bu dışsal şeyleri arzularımıza ve tercihlerimize uydurmak için de
ğiştirmek yerine Epiktetos bize kendimizi değiştirmemizi öğretir- yani bu şeylere bakış
biçimimizi değiştirmemizi ve gerçek değerde ve gerçek önemde olduğuna inanışımızı
değiştirmemizi öğretir. Kısaca öğrencilerinin iç benlerindeki bir dönüşümü etkilemeye
çabalar" (Seddon, 2005: 204).
Kişinin kendini değiştirmesi ve iç benini geliştirmesi çabaya bağlı bir süre
ci gerektirir. Bunun için de tutkuların dış dünyaya ilişkin yargılarımızı bozucu
etkilerine karşı dikkatli olunm alıdır. Öncelikle olumlu duygularımızı yargımızı
bozucu tutkulardan ayırabilmek önemlidir. Kıskançlıkla, öfkeyle, şehvetle, kor
kuyla kendini gösteren duygu bozuklukları bireyleri birbirlerine karşı olağandışı
davranışlara yöneltebilir. Böylesi duygulara kapılarak verilen tepkilerin yaşama
ilişkin doğru kararlara dayandığını söyleyemeyiz. Epiktetos'un örneğiyle kızı
hastalanan babanın korkuya kapılıp çaresizlik duygusuyla kızını yalnız bırak
ması onun olumsuz duygulara kendini bırakhğını gösterir. Epiktetos her ne ka
dar sağlığı bizim dışımızda bir şey olarak düşünse de kızının hastalığı karşısında
babanın gösterdiği tepki yanlışhr. Çünkü baba korkuya kapılıp aşırı bir duygu
yoğunluğu içinde doğaya uygun olmayan ve ödeve aykırı bir tutum takınmışhr.
Oysa babanın soğukkanlılığını koruyarak kızının yanında kalması ve elinden gel
diğince ona destek olması gerekirdi. Epiktetos babanın çocuğuna, ağabeyin kar
deşine kötü davrandığı uç durumlarda bile aile bireylerine saygının korunması
gerektiğini söyler. Karısı Ksantippe'nin olumsuz davranışlarına ailenin sürerliği
adına Sokrates'in katlanışı da Epiktetos'un örneklerindendir. Yani aile bağlarını
güçlü tutmak Epiktetos'un üzerinde durduğu toplumsal gereklerdendir.
Epiktetos Sokrates'in "Sorgulanmamış yaşam yaşanmaya değmez" (Epiktetos,
2014: 57) görüşünü benimseyerek kendini sorgulayan kişilerin insana ilişkin
102
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
gerçek duygulan göreceğini söylemek ister. Böyle biri başka insanların tutku
lu davranışlarına yerine göre katlanacak yerine göre onları hoş görecek yerine
göre de onlardan uzak duracakhr. Çünkü kimse dış dünyayı bildiği gibi değiş
tiremez (Epiktetos, 2014: 58). Önemli olan dışımızdaki olayların izlenimlerinden
doğru sonuçlar çıkarıp doğru eylemlere götürecek yargılarda bulunabilmektir.
Epiktetos' a göre "Bir şey gerçek bir duruma ilişkin görünüyorsa bu durumu onay
layabiliriz. Neden böyledir? Çünkü doğru olan şeylerle uyuşan, yanlış olan şeyleri be
nimsemeyen ve belirsiz olan şeylere ilişkin yargısını askıya alan zihnimizin doğasıdır "
(Epiktetos, 2014: 59). Bu nedenle Platon'un da vurguladığı gibi bile bile kimse
yanlış yapmayacakhr. Çünkü herkes doğrusunun istemiyle uyuştuğunu sanarak
birtakım eylemlerde bulunur. Ancak sözü edildiği gibi bu durum çoğu zaman
kişinin tutkularına kapılarak yanlış yapmasını getirir. Bu konuyu açıklamak için
Epiktetos Medea trajedisinden yararlanır. Bu trajedide Medea'nın kendisini alda
tan kocası karşısındaki yanlış davranışı tutkularına kapılıp değerlendirme gü
cünü yitirmesinden kaynaklanır. O kocasını cezalandırmak ister. Ama aslında
onun yaphğı öfke ve intikam gibi olumsuz duygulan yüceltmektir. Yani tutku
lara ilişkin yargısı onu yapmaması gereken bir eyleme itmiştir: ödevi çocukla
rını korumak olan anne dıştan gelen izlenimleri yanlış yorumlayarak kocasın
dan intikam almak adına çocuklarını öldürmüş yani doğaya aykırı davranmışhr
(Epiktetos, 2014: 60).
Stoa' da dışımızdaki değiştiremeyeceğimiz şeylere katlanmak yaşamı doğru
değerlendirmemizle bağlanhlı olup ruh dinginliğimizi korumamızı sağlar. Çoğu
zaman Stoa' daki katlanmacılık duyarsızlıkla eş tutulur. Oysa katlanmak kişiyi
yanlış eylemden kurtarıp doğru tutum almaya yöneltir. Birey tutkulara kapılıp
anlık tepkilerle büyük pişmanlıklar duyacağı ve başkalarınca kınanacağı ey
lemlere izlenimlerini doğru değerlendiremediği için girer. Bu nedenle Epiktetos
Medea'nın davranış biçimini gösteren insanlara öfkelenmek değil acımak gerek
tiğini düşünür. Çünkü bu tip insanlar gerçekten eylemlerini toplumsal kılacak
bir değerlendirme gücünden yoksundurlar. Böylece sözü edildiği gibi istemini
doğru kullanamayan insanın gerçek anlamda insan olamaması acınacak bir du
rumdur. Epiktetos konuyu şöyle açıklar: "( . . . ) insanın varolan izlenimi her eylemi
nin ölçüsüdür. Bir izlenim ayrıca iyi ya da kötü oluşabilir. İyiyse bu kişiden yakınılmaz,
kötüyse o bedelini öder. Çünkü iyi izlenimlinin yolundan sapması kötü izlenimlinin bu
nun cezasını çekmemesi olanaksızdır. Her kim bunu zihninde tutarsa bu durumda o hiç
bir zaman herhangi birine öfkelenmeyecek ve sövmeyecektir, hiçbir zaman kimseyi eleş
tirmeyecek, kimseden nefret etmeyecek ve kimseyi kırmayacaktır" (Epiktetos, 2014: 60).
Epiktetos böyle söylerken insan edilgin bir yaşam sürsün demek istemez.
Epiktetos'un Söylevler' de gönderme yaphğı Sinoplu Diogenes Sokratesçi okul
lardan Kinikler'in öğretisinin gereğine göre yaşar: ölçülü, her türlü toplumsal
etkiden bağışık ve kendine yeten bir yaşam. Bu nedenle Sinoplu Diogenes de
çoğu zaman yaşama duyarsız biri olarak değerlendirilir. Ancak Epiktetos'un
103
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
onu tam tersine etkin bir filozof olarak görmesi anlamlıdır. Hatta o dünya yurt
taşlığı fikrinin bir yansımasıdır. Epiktetos böyle düşünse de Sinoplu Diogenes
Sokrates' den farklı olarak toplumsal gereklere bağlı bir yaşamın uzağındadır.
Epiktetos açısındansa Sinoplu Diogenes'in direngen özyapısıyla yalnızca kendi
seçimlerine bağlı kalan biri olması önemlidir. Bu nedenle o erdemlidir. Epiktetos
Sinoplu Diogenes' deki toplumdışı yanları önemsemez. Çünkü Epiktetos' a göre
insanlar erdemli yaşayışa yani topluma yararlı eylemlere kendi iç benlerinden
kopuk biçimde dışa yönelerek ulaşamazlar. Söylevler' de verilen örnekte yolculu
ğa çıkan kişinin önüne çıkan yerlere uğrayıp bir türlü ailesine ve yurduna kavu
şamaması tutkularına kapılıp sürüklenenlere eğretilemeli bir göndermedir. Buna
göre dış dünyanın çekiciliklerine kapılıp sürüklenenlere Epiktetos'un önerisi dı
şarıda gezideyse yurduna dönüp ailesinin kaygılarını gidermesi, yurttaş olarak
ödevlerini yapması, evlenmesi, çocuk yapması, kamusal görevler almasıdır. Yani
Epiktetos öncelikle bireyin kendi yurdunda kalıp toplumuna yararlı olmasını
önerir (Epiktetos: 2014: 135). Bununla birlikte kişi usuyla doğaya uygun yaşa
manın gereğini kavradığında dünya yurttaşı olmaması için de bir neden kalmaz.
Bu nedenle Epiktetos seçimlerini hiçbir dış etkiye bağlı kalmadan yapan Sinoplu
Diogenes'i önemser.
Genelde Kinikler doğaya uygun yaşasalar da Stoa'yla çelişecek biçimde top
lumsal yaşamın dışında dururlar. Yine de onların dışa karşı bağımsız duruşları
onları erdemli kılar. Epiktetos' a göre her ne kadar Kinik yaşam tarzını benimse
miş olan Hiparkhiaslı bir kadının Krates'le evlenmesi gibi bir aykırı durum olsa
da Kiniklerin bilgelikten daha büyük bir görevleri yoktur. Bu nedenle onlar aile
yaşamını ve kamu görevlerini bir yana bırakmışlardır. Genel insan değerlerine
yönelik tutumlarıyla aile kurmaya, toplumsal bağlar geliştirmeye ve başkaları
nın işleriyle uğraşmaya vakit ayıramazlar (Epiktetos, 2014: 189). Sonuçta Sinoplu
Diogenes gibi Kinikler kendinin efendisi olan ve köle ruhlu olmayan insanlardır.
Böylece onların hiçbir dışsal varlığı olmasa da onlar kendilerine yeterler. Onların
kararlılıklarından farklı olarak bozuk duygulanımlarla, dalgalı ruh durumlarıy
la, doyumsuzluklarla birlikte bozuk yargılar sürdükçe insanların yetersizlikleri
nin her yerde görülmesi kaçınılmazdır.
Kinikler sınırlı gereksinimlerini gidererek ölçülü bir yaşam sürdürürler.
Onlar çoğunlukla dış görünüşleriyle eleştirilmişlerdir. Oysa Epiktetos onların
yanlış anlaşıldığını düşünür ve onların da Sokrates gibi kendi ölçülerinde duruş
larıyla bakışlarıyla aydınlık bir görüntü verdiklerini ileri sürer (Epiktetos, 2014:
191). Aslında Epiktetos insanların filozofları dış görünüşleri üzerinden yargıla
malarına tepkilidir. İnsanlar böyle yaparak felsefeyi aşağılamaya çalışıyorlardır.
Böylece o bu tepkilere karşı Sokrates ve Sinoplu Diogenes üzerinden tam tersi
bir bakışı savunur. Onların kendine özen göstermediği düşüncesini yersiz bulur.
Buna göre Epiktetos' da bireyin dış görünüşüne ve temizliğine dikkat etmesi top
lumsal yaşama kahlımının bir parçasıdır.
104
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
105
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
revleri kabul etmeden önce sakınımlı bir biçimde kararlarınızı verin kendinizi ne
siyasal sürüklenmelere bırakın ne de siyasetin yaratacağı şiddetin parçası olun
demek ister.
Kaynakça
Ed. Engstrom S., Whiting J. (1998). Aristotle, Kant, and the Stoics, Carnbridge: Carnbridge
University Press.
Epiktetos (2014). Discourses, Fragments, Handbook, Çev. Robin Hard, Oxford: Oxford
University Press.
Long A. A. (2004). Epictetus A Stoic and Socratic Guide to Life, Oxford: Clarendon Press.
Plato (1979). Euthyphro, Apology, Crito, Çev. F. J. Church, Indianapolis: Bobbs-Merrill
Educational Publishing.
Seddon K. (2005). "Epictetus", Meet the Philosophers of Ancient Greece, Surrey: Ashgate.
Sellars John (2012). "Stoics against Stoics in Cudworth's A Treatise of Freewill", British
Journal of the History of Philosophy, 20 (5), https://doi.org/10.1080/09608788.2012.71887
O, 4 Eylül 2018, 935-952.
106
EPİKTETOS'TA ÖLÜM ve SONRASI*
Özet: Epiktetos, M.S. 55-135 yıllan arasında yaşamıştır. O ölümü bir nevi Tann'ya kavuş
ma ve onunla birleşme olarak görmekte ve adeta ölüme meydan okumaktadır. Çünkü
ona göre, ölüm bir yok oluş değil aksine bir tür ebedi mutluluktur. Bu yüzden, bütün Stoa
filozoflarında olduğu gibi, onun için qe ölüm korkusunu yenmek ve doğaya uygun bir
hayat sürmek gerekir. Bu insanların ahlaklı yaşamasının garantisidir. Hiçbir dine mensup
olmayan Epiktetos'un bu fikirlerinin dayanağı çok güçlü bir Tanrı inancı ve bir tür ahiret
bilincidir. O, Tanrı, özgürlük, irade, ahiret ve ahlak kavramlarını içten birbirine bağlar.
Buradan hareketle, ölüm korkusunu yenmeye dayanan bütüncü bir ahlak ve mutluluk
öğretisi kurmuştur. O gerçek anlamda bir bilgedir. Bu bildiride, bilge Epiktetus'un ölüm
karşısındaki tutumu değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Epiktetos, Tanrı, ölüm, özgürlük, ahiret, ahlak, mutluluk.
Abstract: Epictetus lived between 55-135 A.D. He challenged death thinking of it as a kind
of convergence and reunion with God. For him, death is not annihilation, but a kind of
etemal happiness. Therefore, as in all the Stoic philosophers, for Epictetus, it was essential
to overcome the fear of death and live a life in accordance with nature. This is the guaran
tee of people living moral lives. Although, Epictetus was not connected to any religion,
he had a strong belief in God and a kind of hereafter consciousness. He interrelated the
concepts, God, freedom, will, ethics and hereafter. Hence, to overcome the fear of death he
established a holistic teaching of morality and happiness. He is a wise man in the strictest
sense of the word. in this presentation, we aim to discuss the attitude of the wise Epictetus
towards death.
Keywords: Epictetus, God, death, freedom, hereafter, ethics, happiness.
1. FELSEFEDE ÖLÜM
Her ne kadar ölüm insan hayalında biyolojik olarak çok kısa bir anı, yani
klasik ifadeyle, ruhun bedenden ayrılması anını anlatmak için kullanılsa da o
hem kültür ve medeniyet tarihinde hem de tek tek bireylerin hayalında çok geniş
• Bu makale, 7-9 Ekim 2015 tarihinde Kırıkkale Üniversitesinde yapılan "Felsefe ve Ölüm" temalı W
Ilgaz Felsefe Günleri Sempozyumu 'nda aynı başlıkla sözlü bildiri olarak özet şeklinde sunulan metnin
geliştirilmiş ve genişletilmiş halidir.
107
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
bir etkiye sahiptir. Başta edebiyat olmak üzere, ölüm sanat etkinliklerinin de en
önemli konularından biri olmuştur. Öte yandan, ölümsüzlük arzusu da gerek bu
dünyada ölüme çare aramak, gerek ölümsüzlüğe ulaşmak için yol ve yöntemler
bulmak, gerekse de ahiret yoluyla sonsuz bir hayata kavuşmak için çabalamak
biçiminde olsun, bir inanç veya umut olarak etkisini bütün kültür ve medeniyet
lerde hissettirmiştir. Bu yönüyle, dinin yanında felsefe de ölümü konu etmiş ve
bütün felsefe tarihi boyunca ölüm duygusu ve kaygısı felsefenin önemli konu
larından biri olagelmiştir. Karl Jaspers ve Heidegger gibi filozoflar bizzat ölü
mü felsefelerinin temel problemlerinden biri yapmışlardır. Ancak bu ölümü yok
etmek gibi bir arayış için değil insanın ölüme yönelik varlık olması ile ilgilidir.
Şayet böyle olmasa Heidegger'in Dasein'in ölüme yönelik varoluşsal varlığının
zeminini kaybeder. Öte yandan bu felsefi yönelim ölüm üzerinde kara kara dü
şünmek de değildir, çünkü böyle bir tavır ölümün gücü ve etkisini kfrmaya dö
nük bir çabaya dönüşürdü ki bu istenen bir şey değil, tam tersine insanın ölümlü
bir varlık olması üzerinde düşünmek asıl gerçekliktir (Çelebi, 2012: 20).
Peki, ölüm bizatihi yaşanan bir şey olarak nedir? Tem Horwitz 1995 yılın
da duygu olarak yaşadığı kendi ölüm tecrübesini anlatırken şunları yazar: "O
sırada bilincinde olmasam da ölüm deneyimi o kadar ilginçti ki, beni yapayal
nız bıraktı. Ölü_mümde hiç kimse yoktu-Susan yanı başımda olmasına rağmen.
Bu yalnız bir yolculuktu. Arkadaşa izin yoktu." (Horwitz, 2006: 24) Devamla
Horwitz tecrübesini şöyle anlatır: "Görüşüm, dünyayı görme tarzım tamamen
değişmişti. Maddi dünya bundan böyle içi dolu görünmüyordu. Algılanan dün
yam deliklerle, boş uzaylarla doluydu. Çevremdeki insanlar, duvarlar, iskemle
ler, pencereler ölümümden önceki şekilde (olduğu gibi) cisim değildi artık. Ölüm
sürecinde, bağlılıklarımın kayıp gittiğini hissettim. (Horwitz, 2006: 34) Harwitz
bu deneyimini bitirirken şöyle der: "Dünyadaki bütün veciz sözleri toplasanız
her birimizin içinde değişik derecelerde ve değişik derinliklerde gömülü olan bir
ölüm korkusunu gidermeye yetmeyebilir. Ama ölüme alışmak bu danışman ile
iyi bir ilişki olabilir. Yaşamlarımızla ilgili en kötümser olduğumuz zaman ölümü
kurtarıcımız ve akıl hocamız olarak görebiliriz. Hastalıklı bir yaşama hiçbir şey
ölüm kadar kesin şifa olamaz. (Horwitz, 2006: 38)
Kısaca söylersek, felsefi anlamda ölüme rasyonel olarak bakabilen ve ölüm
gerçeğinin farkında olan insan, yaşamını bütünüyle daha anlamlı ve dolu yaşa
yabilmekte ve gereksiz korku ve kötümser bakıştan kurtulabilmektedir. Buna
karşı olarak, ölüm düşüncesine sahip olmayanlar için hayatın anlamından çok
şey kaybedilmektedir. (Tanhan, 2009: 2) Şimdi bu kısa girişten sonra düşünce
sisteminde ölüm korkusunu yenmeye çok büyük bir yer ayıran Epiktetos'un
önce hayatını ve mutluluk öğretisini sonra da ölüme dair görüşlerini ele alıp
değerlendirelim.
108
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
109
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
110
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
dile ki hayalın üzüntüsüz sürüp gitsin. Hastalık vücuda bir engeldir, fakat seçme
iradesinin kendisine değil. Topallık bir insanın bacağına engeldir; fakat seçme
iradesine değil. Ve bunu başına gelen her şeyle ilgili olarak aynen söyleyebilirsin.
Karşılaşhğın olumsuzlukları başka şeylere engel olarak görebilirsin ama iradene
değil. . . Başına gelen her hangi bir şeyde durup kendine bir bakmalı ve kendine
bu durum karşısında hangi mevcut yeteneğini kullanarak bu durumu faydaya
dönüştüreceğini sormalısın. Çok güzel bir çocuk veya kadın mı gördün, buna
karşı içinde kendini kontrol yeteneğini bulacaksın. Bir acıya mı maruz kaldın,
bunun için tahammül yeteneğini bulacaksın. Bir tacize mi uğradın, içinde bunun
için de sabır yeteneğini bulacaksın. Bu yeteneklerini kullanmaya alışırsan, istek
lerin seni hiçbir zaman yoldan çıkaramaz." (Epiktetos, 2015: 61).
İnsanın mutsuzluk sebeplerinden biri de, Epiktetos' a göre, bize ait olmayan
şeyleri bize ait zannedip onları kaybetmekten korkmamızdır. Bizi ahlaka aykırı
ve erdemsiz davranışlara yönelten de bu korkulardır; mal, mülk, ün ve ölüm
korkusu. Epiktetos, "Hiçbir şey hakkında "Onu kaybettim" deme, diyerek baş
ladığı paragraf şöyle devam eder: Bu durumda "onu geri verdim" de. Çocuğun
mu öldü? O bir geri vermedir. Hanımın mı öldü? O da bir geri verme. Çiftliğin
elinden mi alındı? İşte bir geri verme daha. "Fakat onu elimden alan kötü bi
riydi" dersen, ben de sana derim ki "Onu verenin onu şu veya da bu yolla geri
istemesinin ne önemi var?" O sende emanet kaldığı sürece kıymetini bil. Eğer
kendi malın değilse (doğal olarak) ondan seyyahların hanlardan istifade ettiği
gibi istifade et." (Epiktetos, 2015: 61)
Epiktetos bir başka yerde de şöyle der: "Eğer kendini geliştirmek istiyorsan,
"Şayet işlerimi ihmal edersem rızkımı kaybederim, aç kalırım. Kölemi cezalan
dırmazsam, saygısız biri olur çıkar ve beni dinlemez" şeklinde düşünmekten
vazgeç. Keder ve korkudan arınmış olup da açlıktan ölmek, bolluk içinde ama
huzursuz şekilde yaşamaktan daha iyidir ve sen mutsuz olacağına varsın hiz
metçin saygısız olsun, Öyleyse, işe küçük adımlarla başla. Az bir şey yağın mı
döküldü? Azıcık şarabın mı çalındı? Kendi kendine "Bu, gönül huzurum, rahat
sız edilmeyişim, başımın selamette olması dolaysıyla ödediğim bir bedeldir, hiç
bir şeye boşuna sahip olamayız" de. Köleni çağırırsan, seni duymayabilir, duysa
bile emrini yerine getirmeyebilir. Fakat bu durumda köle hiçbir zaman senin hu
zursuz olup olmamana karar veremez."(Epiktetos, 2015: 61)
Aynen Sokrates gibi Epiktetos için de dünya malına sahip olmak, sağlıklı
olmak ya da bir makam sahibi olmak kötü değildir; sadece bunları elde etme yol
ları kötü olabilir. Epiktetos'un açıklamasıyla, bunlar bize hiçbir ücret istenmeden
verilirse, ya da senin talep etmediğin, makam ve mevki sana el-etek öpmediğin
halde sunulursa ne ala. Yok, belli bir ödün vererek bunları elde edeceksen, işte
o zaman kötü bir iş yapmış olursun. Bu bağlamda Epiktetos'un ahlak öğretisini
ölüm ve ahiret kavramlarıyla ilişkili olarak ele aldığımızda karşımıza İslam ve
Hıristiyanlığın evrensel iman ve ahiret inancına uymasa da en azından sonsuz
bir mutluluk olarak tanımlanan bir bilince sahip bir inanış çıkar.
111
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
1 12
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
113
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
deymişsin gibi davranmayı unutma. Bir şey dönüp dolaşıp sana kadar gelmiş
se, elini uzat ve kibarca payına düşeni al. Gidiyorsa alıkoymaya çalışma. Henüz
önüne gelmemişse, iştahla kendine doğru çekme, önüne gelene kadar bekle.
Kendini yönetmenin (rejisör) sana vereceği rolü oynayan bir oyuncu (aktör)
olarak düşün. O, uzun isterse uzun, kısa isterse kısa bir oyun ortaya koyabilir.
(Yani ecelin Tanrı elindedir) Yine eğer o, senden bir fakiri, bir kötürümü, bir dev
let adamını veya özel birini canlandırmam isterse, onu ustaca oynamaya çalış.
Senin işin sana verilen rolü hakkıyla oynamakhr; fakat onu seçmek başkasının
(Tanrı'nın) işidir, senin değil."
Ölümü sürekli akılda tutmanın da insanı kötülüklerden koruyacağını söyle
yen Epiktetos şunları söyler: "Yaşın ilerledikçe ölüm, sürgün ve bunun gibi sana
korkunç gözüken her ne varsa onlardan gözünü ayırma; ama bunlar içinde özel
likle ölümü hiç unutma. Böylece, hayatta ne rezil bir düşüncen, ne de şirazeden
çıkmış bir arzun olur." (Epiktetos, 2015: 64)
Bir filozof olarak bu hususları derinlemesine düşünen kimselerin başına ge
lebilecek hususlara da dikkat çeken Epiktetos şunları söyler: "Eğer filozof olmayı
arzularsan, öncelikli olarak pek çok kimsenin seni alaya almasına, gülmesine,
eğlenmesine ve "Bak hele şuna, başımıza filozof kesildi", "O mağrur bakışı ne
reden öğrendin bakıyım sen!" demesine kendini hazırla. Elbette mağrur bir eda
takınmamalısın; fakat Tanrı tarafından bu konuma yükseltilmiş biri olarak en
iyi gözüken şeylere sımsıkı sarılmalısın. Şunu unutma, eğer sen prensip sahibi
olmayı sürdürürsen, o sana gülenler daha sonra sana hayran olacaktır. Yok, eğer
sen onların etkisiyle zikzaklar çizersen iki kez gülünç hale düşersin. Eğer birine
yaranmak için dışsal şeylere yönelmişsen, bil ki, hayalını kendi ellerinle mah
vetmişsin demektir. O zaman her konuda bir filozof gibi davranarak mutlu ol.
Başkaları tarafından da bir filozof olarak görülmek istersen bunu önce kendine
göstermelisin. Bu yolla bunu başkalarına da göstermiş olursun."(Epiktetos, 2015:
64,65)
Hazların tehlikesine de işaret eden Epiktetos bazı hazların etkisine maruz
kalan insanların yoldan çıkabileceklerini söyler. Buna çözüm olarak insanın ken
dine zaman ayırarak ve bir hazzı tatma anını ve hazzın bitiminde yaşayacağın
pişmanlık ve rezaleti birlikte düşünmesini önerir. Bu yolla, bahsi geçen hazzın
insanı yoldan çıkarmasına mani olduğunda ne kadar güçlü bir sevinç ve gurur
yaşayacağını aklına getirmesini tembihler. Fakat bir insan bu hazzı tatmak için
harekete geçmenin tam zamanı olduğunu düşünüyorsa, sınırı aşmamalı ve haz
za esir düşmemelidir.
Epiktetos'un Düşünceler adlı eserini bir teist gibi dua ederek bitirir: " Her
vesile ile biz şu duayı dilimizden düşürmeyelim: "Sen Yüce Tanrım Zeus ve ey
kader, nerede olursam olayım sizin kararınıza uymak için bana yol gösterin. Ben
itinayla onlara uyacağım. Şayet benim iradem zayıf kalacak olursa bana destek
olun ki tahammül edip takibimi sürdürebileyim." Her kim ki kendini tamamen
(bu) tabii olan zorunluluğa teslim ederse biz onu hem insanların hem de ilahi
1 14
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Sonuç
Epiktetos'un kendi ağzından duyulan sözlerin derlenmesi şeklinde günü
müze kadar ulaşan Sohbetler (Söylevler) ve Düşünceler adlı iki eseri okunduğun-
115
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
da, onun Tanrı, ölüm, ahlak, ahiret, irade ve özgürlük gibi kavramları bir bü
tün halinde kendi içinde tutarlı olarak kullandığını ve hayatına da uyguladığını
görüyoruz. Bu yönüyle onun Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta olduğu gibi ahlak
ile özgürlüğü irade üzerinden birbirine bağladığı ve bunu güçlü bir Tanrı ve
onun kadar güçlü olmasa da ahiret inancıyla temellendirerek bir ahlak felsefesi
ve hayat öğretisi kurduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu ahiret anlayışı İslam ya
da Hıristiyanlıktaki gibi olmasa da yine de ruhun bedenden ayrılması ve sonra
Tanrıya dönmesi yönüyle bir benzerlik kurulabilir.
Epiktetos ve diğer Roma dönemi Stoacılarının Hristiyanlık bütün Avrupa' ya
hakim olana kadarki 400 yıllık dönemde Romalıların din, felsefe ve ahlak ihtiyaç
larını karşılamış olması tesadüf değildir. Bu aynı zamanda, Epiktetos'un tem
sil ettiği ahlak ve hayat felsefesinin iç tutarlılığını ve bütünlüğünü göstermesi
açısından da ilginçtir. Fakat sistematik tarzda yazılı bir eser bırakmadığı için
Epiktetosun felsefesi daha çok ahlaki öğütler seviyesinde algılanrnışhr. Onun
ahlakı, Tanrı, ölüm sonrası ve ahiret aracılığıyla temellendirmesi, kötülük prob
lemini modern din felsefecilerinden çok önce bir tür ahiret hayalı ile ilişkilendi
rerek çözmeye çalışması felsefe tarihi açısından önemlidir.
Kayn akça
1. Çelebi, Emin, "Ölümde Özdeşliğini Bulan Dasein: 'Moribundus Sum' versus 'Cogito
Sum"' Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 2, December 2012,
ss. 18-34.
2. Epiktetos, Epiktetos'un El Kitabı (Düşünceler), Mehmet Önal, Epiktetos'un Mutluluk
Öğretisi Nasıl Mutlu Olabilirim? içinde, Bilsam Yayınları, Malatya, 2015.
3. Epiktetos, Konuşmalar ve Düşünceler, çev. Burhan Toprak, M.E.B. Yayınları,1984.
4. Epiktetos, Söylevler (2. baskı), çev. Birdal Akar, Divan Kitap, Ankara, 2013.
5. Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984.
6. Günay, Mustafa, "Epiktetos'un İnsan Anlayışı", Hierapolisli Bir Filozof Epiktetos, için
de, Yayına Hazırlayanlar H. Haluk Erdem- Mustafa Günay, Türkiye Felsefe Kurumu,
Ankara, 2014, s. 139-148.
7. Hierapolisli Bir Filozof Epiktetos, Yayına Hazırlayanlar: H. Haluk Erdem- Mustafa Günay,
Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara, 2014.
8. Horwitz, Tem, "Ölümüm Varolmayışa Yolculuğum Üzerine Düşünceler" Ölüm ve Felsefe
ed. Jeff Malpas ve Robert C. Soloman, İthaki Yayınları, çev. Nur Küçük, İstanbul, 2006.
9. Ölüm ve Felsefe, ed. Jeff Malpas ve Robert C. Soloman, İthaki Yayınları, çev. Nur Küçük,
İstanbul, 2006.
10. Önal, Mehmet, Epiktetos 'un Mutluluk Öğretisi Nasıl Mutlu Olabilirim? Bilsam Yayınları,
Malatya, 2015.
11. Tanhan, Fuat, Figen Arı İnci, Ölüm Eğitimi(l. Baskı), Pegem Akademi, Ankara, 2009.
12. Tuğcu, Tuncar, Immanuel Kant ve Transendental İdealizm, Alesta Yayınları, Ankara 2001.
13. Yazıcı, Sedat, "Epiktetos'un Ahlak Felsefesinde Akılcılık ve Doğalcılık" Felsefe Dünyası,
1999 (1) Sayı, 29, s. 101-109.
116
STOACILIK AÇISINDAN SENECA'NIN 'BÜYÜK'
İSKENDER BETİMLEMELERİ
Özet: İskender ya da Antikçağ' dan bu yana yaygın bir şekilde bilinen ünvanıyla 'Büyük'
İskender dünyanın en büyük fatihleri arasında sayılır. Kısa ömründe yaptığı fetihler,
Doğu Akdeniz' den Asya' ya, yeni bir kozmopolitan kültürün Helenistik çağını uyan
dırmıştır. Ancak Roma'nın imparatorluk döneminde yaşamış olan Stoacı filozof Lucius
Annaeus Seneca'nın (İÖ 4 -İS 65) eserlerinde İskender olumsuz karakter yönleriyle öne
çıkarılan tarihsel bir figürdür. Bu çalışmada öncelikle Seneca'nın eserlerinde beliren tüm
'Büyük' İskender betimlemeleri sunuluyor, daha sonra İskender'in karakteri özellikle de
Stoacı ruh ve bilge anlayışı açısından ele alınıyor.
Anahtar kelimeler: Bilge, Epiktetos, Felsefe, İskender, Kinik felsefe, Seneca, Stoacılık
117
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Giriş
Seneca bir mekhıbunda1 İskender'in geometri çalışmaya başladığını söyle
yerek bu sayede ele geçirdiği toprakların ne kadar küçük olduğunu anlayacağı
nı belirtir. İskender'i nitelerken iki defa "zavallı" (infelix) sıfatını kullanır,2 zira
o geometri sayesinde, kendisine verilen "Büyük" sıfatının yanlış olduğunu da
öğreneceği için zavallıdır. Seneca evrenin kendisine kıyasla "küçücük bir yer
de kim 'büyük' olabilir?"3 diye sorarak tarihe mal olan "Büyük İskender" adını
tarhşmaya açmış olur. Ona "Büyük" denmesinin (Meyaç Ai\e�avbqoç, Magnus
Alexander) nedeni elbette genç yaşında kazandığı savaşlar ve yaphğı fetihlerle,
büyük bir coğrafyada büyük tarihsel ve kültürel değişimlere neden olmasıdır.
Ancak Seneca'nın metinlerinde bu büyüklük, yukarıda da bir örneği verildiği
üzere tarhşmalıdır ve İskender'in kişiliği büyük ölçüde insanlara kötü örnek
olarak sunulan niteliklerden oluşur. Bu çalışmada önce Seneca'nın eserlerindeki
İskender betimlemeleri üzerinde durulmakta, sonra da bu betimlemelerin başta
Seneca'nın metinleri olmak üzere genel Stoa felsefesi literatürü bağlamında ne
anlama geldiği incelenmektedir.
118
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
6 Epistulae Mora/es 119.7: "Post Dareum et Indos pauper est Alexander. Mentior? Quaerit, quod suum
faciat, scrutatur maria ignota, in oceanum classes novas rnittit et ipsa, ut ita dicam, mundi ciaustra
perrumpit."
7 Epistulae Mora/es 94.61: "ut vincerent hostem, cupiditate victi sunt."
8 Epistulae Mora/es 94.61: "cum agere alios visi sunt, agebantur."
9 Epistulae Mora/es 94.62: "Agebat infelicem Alexandrum furor aliena vastandi et ad ignota rnittebat."
10 Epistulae Mora/es 94.62: "nec subsistit usquam lassa crudelitas immanium ferarum modo, quae plus
quam exigit fames mordeht."
11 Mitolojiye göre Hercules Tyrus'tan Atlantik Okyanusu'na geçmiş, Liber (Dionysus ya da Bacchus)
ise Hindistan'dan, Lydia, Thracia ve Doğu Akdeniz üzerinden geçerek Yunanistan'a varmışbr.
119
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
15 Seneca aynı yerde tümüyle aklını yitirmiş olan Pers kralı Xerxes'in Yunanistan'ı geçeceğini v e fethe
demese de orayı bir orduyla dolduracağını belirtir. Keza aynı yerdeki bir diğer örneğe göreyse, aynı
açgözlülük (avaritia) Romalı Crassus'un Parthlar arasında ölmesine neden olınuştur. Bkz. Amold,
1911 :339.
'6 Ep istulae Mora/es 94.63: "Non ille ire vult, sed non potest stare, non aliter quam in praeceps deiecta
pondera, quibus eundi finis est iacuisse."
17 Epistulae Mora/es 94.66: "Marius exercitus, Marium ambitio ducebat."
120
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
18 Epistulae Mora/es 94.67: "lsti cum omnia concuterent, concutiebantur turbinurn rnore, qui rapta
convolvunt, sed ipsi ante volvuntur et ob hoc rnaiore irnpetu incurrunt, quia nullurn illis sui regimen
est ideoque cum multis fuerunt malo, pestiferarn illarn vim, qua plerisque nocuerunt, ipsi quoque
sentiunt. Non est quod credas quemquarn fieri aliena infelicitate felicem."
19 Plutarchus, Alexander 7.3-8.3.
20 Plutarchus, De Alexandri Magni Fortuna aut Virtute 327F; 328B.
21
Bu anlah için bkz. De Ira 3.17.1.
2 2 Roller, 2001:159.
121
Ö zne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
122
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
içme cesareti ile ölçülülük arasında yaphğı ve ikincisini daha değerli bulduğu bir
karşılaşhrmadır. Nitekim hemen ardından Caesar'ın iç savaş sırasında sergile
diği bir ölçülülük örneğini hahrlahr, buna göre Caesar tarafsız ya da üçüncü bir
tarafın, düşmanı olan Pompeius' a yazmış olduğu mektupları bulduğunda onları
yakmışhr. Seneca'nın vermek istediği mesaj, ölçülülük ya da kendini dizginleme
konusunda Caesar'ın İskender'den daha üstün olduğunu göstermek olabilir.
İskender yersiz kibriyle de öne çıkan bir figürdür. Örneğin Seneca bir yerde
"deli" olarak nitelediği İskender'in bir kent bağışladığı bir kişinin böyle büyük
bir armağanın alhnda ezildiğini söylemesi üzerine, İskender "ne almanın sana
yakışacağını değil, ne vermemin bana yakışacağını düşünüyorum" der.28 Seneca
bu sözün "yürekli ve krala özgü" (animosa vox . . . regia) görünse de (videtur), ger
çekte "çok aptalca" (stultissima) olduğunu söyler, görünen ile gerçekte olan ara
sındaki bu ayrım, elbette Seneca'nın İskender'in karakterine getirdiği önemli bir
eleştiridir. Nitekim metnin devamında armağanın değerinin verene olduğu ka
dar alana da bağlı olduğunu, keza armağanın ne zaman, ne sebeple ve nerede alı
nıp verildiğinin de önemli olduğunu belirtir. Burada Seneca İskender'e "kendini
beğenmiş yarahk!" (tumidissimum animal!) diyerek seslenir, ardından İskender'in
ele geçirdiği kentlere sözü getirerek talih sayesinde ulaşhğı o yüksek konumdan,
ele geçirdiği kentleri bağış gibi dağıtmasını eleştirir, kentleri böyle dağılıp saç
maktansa onları elinde tutmak daha yüce bir ruhun alametidir, İskender ise bu
ruh yüceliğinden yoksundur.
Seneca'nın metinlerinde, İskender'in olumlu bir davranışından tarhşma gö
türmeksizin bahsedilen tek bir yer vardır. Epistulae Morales 59.12-13'te İskender'in
Hindistan' da bir kuşatma sırasında bacağından yaralandığı, ancak yaralı hal
de kuşatmayı sürdürdüğü ve sonunda yanındakilere "herkes luppiter'in oğlu
olduğumu düşünüyor ama bu yara benim insan olduğumu haykırıyor"29 der.
Seneca'ya göre, bu örnek alınması gereken bir davranışhr, insan dalkavuklukla
ve abarhlı övgülerle karşılaşhğında İskender gibi davranmalıdır.
28 De Beneficiis 2.16. 1 : "Non quaero . . . quid te accipere deceat, sed quid me dare." İskender' in kendisini
büyük görmesiyle ilgili benzer bir anekdotu 53. Mektupta da okuruz. İskender arazisinin ve bütün
varlığının yansını vereceğini söyleyen bir kişiye "Ben Asya'ya, bana vereceklerinizi alınak için değil,
alrnadıklanmı size bırakmak için geldim" der. Ancak Seneca bu anekdotu olumsuz bir yargıyla ta
mamlamaz, felsefenin de diğer uğraşlara benzer bir söz söyleyeceğini belirterek felsefenin üstünlü
ğiinü ortaya koymak ister.
29 Epistulae Mora/es 59.13: "Ornnes, . . . iurant esse me Iovis filium, sed vulnus hoc horninem esse me
damat."
123
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Bu algı İskender gibi politik figürlerin olumlu anlamda örnek kimseler olduğu
yanılgısını doğurur, oysa Seneca İskender gibi politik figürlere atfedilen yeryüzü
başarılarının erdemlere (virtutes) değil, kusurlara (vitia) dayandığını düşünür.30
Bu erdem-kusur zıtlığı, Stoa felsefesinde sıkça karşımıza çıkan, kısıtlı beden ya
şamıyla ruhun ebedi yaşamı arasındaki kıyasa dayanmaktadır. Bu kıyas, teolojik
ve politik felsefe bağlamında, kabaca yeryüzündeki geçici şan ve şöhret için ser
gilenen politik ve askeri çabanın anlamsızlığını ortaya koyarak insanları ölüm
den sonraki gerçek yaşam olarak değerlendirilebilecek olan ebedi ruhsal yaşama
hazırlamayı amaçlar.
Bu yaklaşımın bir benzerini Cicero, De Re Publica 6.22' de de görürüz. Genel
olarak Platoncu31 ve Stoacı ruh öğretisini temel alan, "Scipio'nun Düşü" olarak
bilinen bu bölümde ideal devlet adamının, ölümden sonra kavuşacağı tanrısal
alemdeki ebedi yaşam yerine yeryüzü gibi dar bir alanda (quantis in angustiis) şa
nını (gloria) yaymayı isteme hatasına düşmemesinden bahsedilir.32 Birinin böyle
bir hataya düşmemesi için, Cicero'nun başka bir eserinde dile getirdiği gibi, "bü
tün evrenin tüm ebediliğini ve büyüklüğünü" (aeternitas omnis totiusque mundi . . .
magnitudo)33 bilmesi gerekir.34 Bu bilgi sayesinde, ebedi evrende ölümsüz olan
ruhunun kısıtlı bedene üstünlüğünü onun üzerindeki yönetici kimlikle ilişkilen
direbilir hale gelecektir. Bu noktada Seneca'nın Stoacı literatüründen ruhun be
den karşısındaki üstünlüğüyle ilgili birkaç örnek vermek doğru olacakhr. Seneca
bir mektubunda bedeni kirli diye niteler (corpus . . . putre).35 Başka bir mektubunda
ise bedeni Stoacı Posidonius'tan bir alınhyla "faydasız, geçici ve sadece yemek
almaya müsait" (inutilis ... et fiuida, receptandis tantum cibis habilis) bir şey olarak
görür.36 Marcia'ya tesellisinde ise37 bedenimizi oluşturan "kemiklerin, sinirlerin,
30 İskender gibi politik figürlerin halka iyi örnekler olarak sunulmasına rağmen, gerçekte kötü örnek
ler olmasıyla ilgili kapsamlı bir analiz için bkz. Roller, 2018: 269-274.
31 Socratesçi ruh ve beden düalizminin temelinde, Sokarates'in ilkin Anaxagoras'un bir görüşü ola
rak öğrendiğini söylediği, evrendeki her şeyi idrakin kendisiyle eşitlenen akıl ya da zihnin (vouç)
düzenleyip nedensel zeminde yönettiği fikri yatar (Platon, Phaedo 97C). Akıl ya da zihin özden her
şeyi yaratmış, her şeye şekil vermiş ve varlığını sürdürmelerini sağlamışhr. Odaklanılması gereken
konu akıl ya da zihnin yöneticiliğidir, aynı durum insan için de geçerlidir. İnsan beden ve ruhtan
(akıl ya da zihin) oluşur, yönetici olan ruhtur, bu açıdan evrensel akıl ya da zihin gibi kutsaldır. Bkz.
Xenophon, Memorabilia 1 .4.2-4; 9; 4.3.14; Cicero, De Natura Deorum 2.6.18.
32 Düşün çevirisi için bkz. Cicero, 2014:222-238. Düşle ilgili kapsamlı bir analiz için bkz. Çevik,
2017:166-196. Aynca insanın yeryüzünde ismini yaymasıyla ilgili olarak bkz. Cicero, Hortensius, fr.82:
"Ne in continentibus quidem terris vestrum nomen dilatari potest." (Cicero, 1862:986)
33 Cicero, Tusculanae Disputationes 4.17.37.
34 Stoacılar evren ya da doğa araşhrmasına büyük önem venniştir. Bu araşhrmayı genel olarak birbir
lerinden ayrılamayacak olan şu alt kategorilere bölmek mümkündür: 1) Fiziğin temeli olarak metafi
zik, 2) Evren ve tarihi, yani fiziğin kendisi, 3) Evrenin tarihindeki tanrısal öngörü, kötülüğün varlığı,
özgür istenç ve şans gibi unsurlar, 4) Tanrıların varlığı, sayısı, karakteri ve insanlarla ilişkisi gibi din
sorunları, 5) İnsanın doğası, psikolojisi ve fizyolojisi. Bu bölümleme için bkz. Arnold, 1911:155. Aynca
Seneca'nın doğa araşhrmasına yüklediği arılam için bkz. Natura/es Quaestiones l .Pr.1-2; 4-17; 2.1 .1-5;
3.Pr.1-4; 3.18, et al.
35 Epistulae Mora/es 120.17.
36 Epistulae Mora/es 92.10.
37 De Consolatione ad Marciam 24.5.
124
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 18: Stoa Felsefesi
bizi kaplayan derinin, bu yüzün, bize hizmet eden ellerin ve bizi sarmalayan di
ğer her şeyin ruhun zincirleri ve karanlığı olduğunu" söyler. Ruh için "bu beden
bir ev değil, sadece bir konukevi, hem de kısa süreli bir konukevidir."38 Kısa süre
de olsa ruha mesken olması bedenin tek saygınlık gerekçesidir.39 Ruhun beden
karşısında üstün olduğu düşüncesi, Seneca'ya "kralımız ruhtur" (rex noster est
animus) dedirtir. Ruh sağlam olduğu sürece, diğer her şey ona karşı görevini ye
rine getirir, ona boyun eğer ve tabi olur, ancak ruh en ufak bir sarsınh geçirdiğin
de, diğer her şey ona karşı şüpheye düşer. Seneca bu noktada ruhun kral olduğu
kadar tirana dönüşme kapasitesinden de söz eder:
Ruhumuz bazen kral, bazen tirandır. Şerefli şeylere yönelip kendisine teslim
edilen bedenin sağlığıyla ilgilendiği, ona rezil ve çirkin bir şey buyurmadığı za
man kral olur. Buna karşın gerçekten güçsüz, açgözlü ve şehvetli olduğu zaman,
iğrenç ve ürkütücü bir ad alarak tiran olur.40
Ruhun tiranlaştığırun temel göstergesi, Seneca'ya göre, kötü anlamda tutku
ların (adfectus) insanı ele geçirmiş olmasıdır. Mektubun bu bölümünde İskender
örnek verilmez, ancak yukarıda değindiğimiz Epistulae Morales 94' teki 'Büyük'lük
sorunu da İskender'in bu bağlamda tutkularına esir olmasının bir sonucu olarak
görülebilir. Nitekim Seneca'ya göre, "tutkular kötü komutan olduğu kadar kötü
asttır",•1 başka deyişle tutkuların buyruğuna girmek de tutkulara buyurmak da
zordur. Bu açıdan bakıldığında, Seneca'nın İskender betimlemelerini tutkula
rın insan üzerindeki etkisi bakımından değerlendirmek mümkündür. Bununla
birlikte mevcut betimlemeler, Cicero'nun Stoa felsefesi bağlamında tek tek "ra
hatsızlık" (perturbatio) örneği olarak gördüğü şu dört ahlak kusuru açısından da
değerlendirilebilir: Korku (<f>6f3oç, metus), şehvet (em8uµia, libido), acı (Aunrı,
aegritudo) ve aşırı keyif ya da mutluluk (t'Jbovtj, laetitia).42
Cicero başka bir eserinde Yunanların "hastalık" (morbus) dediği bu duygu
durumlarını "ruhun (ya da zihnin) akla boyun eğmeyen hareketleri" (motus ani
mi rationi nan obtemperantes) olarak adlandırdığını söyler.43 Seneca da benzer bir
şekilde "aklın asla kör ve şiddetli dürtüleri yardıma çağırmayacağını" (numquam
adsumet ratio in adiutorium improvidos et violentos impetus) söyleyip bunun gerek
çesinin aklın onlar üzerinde otorite (auctoritas) kuramaması olduğunu belirtir.44
Akıl örneklenen duyguları ya da duygusal dürtüleri baskılayamaz (numquam
comprimere possit), bunu yapabilmesinin tek koşulu eş ve benzer duygu ya da
125
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
45 "İstek" olarak çevirdiğimiz aviditas terimi Seneca literatüründe bazen kendinde olumsuz anlama
sahip olup "açgözlülük" anlamındaki avaritia terimine yakınsar. Örneğin bir yerde aviditas'ın, insanın
elde ettiğiyle yetinınemesine neden olan "haksız, kötü umut'' (improba spes) ile birlikte değerlendi
rilerek onun mevcut durumundan ötürü "minnettar" (gratum) olmasına izin vermediği söylenir. De
Beneficiis 2.27.3. Başka bir kötü anlamda kullanım için bkz. Epistulae Mora/es 101.10. Aviditas teriminin,
bağlamda buradaki betimlemelere uyan ama bir kavram olarak kendinde kötü anlama sahip olma
dığı kullanımları da vardır. Örneğin bir mektubunda (76.24) da doğruluk ya da erdem (honestum)
dışında bir şeyin iyi (bonum) olduğıınu düşünen insanlardan bahsederken, "aviditas vitae" (yaşam is
teği) ve " aviditas rerum vitam instruentium" (yaşamı donatan şeylerin isteği) tamlamalarıyla onların
katlanılamaz, sonsuz ve değişken şeylerin peşinde olduğıınu hatırlatır. Seneca'ya göre, iyi bir ölçüsü
olan doğruluk ve erdemden başka bir şey olamaz, dolayısıyla yaşama ve onu donatmaya dönük
aviditas yukarıda bahsettiğimiz kısıtlı yaşama getirilen eleştiri bağlamında değerlendirilebilir. Başka
bir mektubunda da (23.7) "gerçek iyi isteğinin güvenli olduğıınu" (veri boni aviditas tuta est) söylerken
aynı kelimeyi kötü anlam içermeyecek şekilde kullanır. Kötü anlamda olmayan benzer kullanımlar
için bkz. Epistulae Morales 47.2; 60.3; 95.15; 114.25.
46 Bkz. Arrianus, Anabasis Alexandri 1 .3.5; 2.3.1; 3.1.5; 4.28.4; 5.2.5; 7.1.1; 7.2.2; 7.16.2.
47 Bu konuyla ilgili olarak bkz. Stoneman, 2003:337-338.
48 Cicero, De Officiis 3.5.25
126
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
kazanma hırsı değil, aklıdır. Kötülerin düşmanı (malorum hostis), iyilerin koruyu
cusu (bonorum vindex), karaları ve denizleri huzura kavuşturan (terrarum marisque
pacator) olmuştur.•• Buna karşılık İskender, Seneca'nın aynı yerde karşılaşhrdığı
gibi, çocukluk evresinden itibaren "kavimler için bir soyguncu ve yağmacı" dır
(latro gentiumque vastator). Dahası, İskender "düşmanları için olduğu kadar dost
ları için de tehlikelidir" (tam hostium pernicies quam amicorum) ve çok önemli bir
tespit olarak İskender için "en yüce iyi" (summum bonum) "tüm ölümlülerin kor
kuya kapılmasını sağlamakhr" (duceret terrori esse cunctis mortalibus). Bu, Seneca
literatüründe İskender'in, Stoacılar tarafından "en yüce iyi" olarak görülen er
demden (virtus) tümüyle yoksun olduğunu gösteren en açık ifadedir. Stoacıların
idealize ettiği bilge yeri geldiğinde barbar bir kral olarak Pers Cyrus'un şahsında
kimlik bulur, çünkü o acıya katlanma başarısını göstermiştir.50 Heraclitus bir bil
gedir, çünkü tutkularını kontrol etmek için doğaya gitmiştir.51 Socrates yaşam
da olduğu kadar ölümde de örnek bir insan ve vatandaş olduğu için bilgedir.52
Keza Stoacılığın başlangıç döneminden, kurucu Zenon ve Cleanthes de bilge
dir .53 Roma tarihinden Yaşlı Cato, Scipio ve Laelius da yaşamları boyunca sergi
ledikleri erdemlerle birer bilgedir.54 Ayrıca Publius Rutilius Rufus'un şahsında
en zor zamanda sözünden dönmeyen ve aman dilenmeyen Socrates'in karakteri
bulunabilir.55 Keza Genç Cato olarak da bilinen Marcus Porcius Cato da belagati,
cesaret ve vatanseverlikle örülü karakteri ve eylemleriyle sonraki imparatorluk
döneminde bile, özellikle de Seneca'nın metinlerinde ve Lucanus'un Caesar ile
Pompeius arasındaki iç savaşı anlatan Pharsalia şiirinde sadece gerçek bir Romalı
olarak değil, aynı zamanda Roma' daki Stoacıların en önemli örneği olarak tasvir
edilmiş ve övülmüştür. Cato "ülkesinin yıkınhları arasında dimdik durmasını"56
bilecek ve yine o "bütün dünyanın bir adamın egemenliğine girdiği, kara parça
larının lejyonlarla, denizlerin donanmalarla kontrol edildiği, Caesar'ın ordusu
nun limanları ele geçirdiği bir ortamda bu kapandan çıkmasını bilecek, tek eliyle
kendisine geniş bir özgürlük yolu açacak"57 bir karaktere sahip olduğunu kanıtla
mışhr. Şüphesiz bu yorumda Stoacıların ama özellikle de Seneca'nın kendisinin
zorunlu kader anlayışının ve buna bağlı olarak ideal bilgenin başına ne gelirse
gelsin, iyi ya da kötü her olayı sarsılmadan, cesurca karşılaması gerektiği düşün-
49 De Beneficiis 1. 13.3. Stoacı bilge idealinin Hercules ve Odysseus figürlerinde belirmesiyle ilgili ola
rak bkz. Brouwer, 2014:110-112.
50 Diogenes Laertius 6.1.2
51 Epictetus, Encheiridion 15; Arnold, 1911:296.
52 Cicero, De Officiis 1 .26.90; Epictetus, Arrianou Ton Epiktetou Diatribon 3.24.61.
53 Epictetus, Arrianou Ton Epiktetou Diatribon 3.26.23
54 Seneca, Epistulae Mora/es 25.6; 11.10.
55 Cicero, De Oratore 1 .53.229; Arnold, 1911:297.
56 Seneca, De Providentia 2.9: "Catonem. . . stantem nihilo minus inter ruinas publicas rectum."
57 Seneca, De Providentia 2.10: "Licet . . . omnia in unius dicionem concesserint, custodiantur legionibus
terrae, classibus maria, Caesarianus portas miles obsideat, Cato qua exeat habet: una manu latam
libertati uiam faciet."
127
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
cesinin etkisi vardır.58 Nitekim yaşamanın aynı zamanda ölmek süreci olduğunu
düşünen Seneca yaşamak gibi sükilnet içinde ölmeyi bilmenin de önemini vur
gular, ona göre "ölmeyi öğrenen, kölelik nedir bilmez."59 İnsanın ölüm cezasına
çarphrılmış olanların bile arhk korkmadığı bir düzeye gelerek ölümü kendisinin
istemesini kaderin oklarını önceden yakalamak olarak yorumlar ve yücel tir.60
Ona göre Cato bunu başarmış biridir. Nasıl ki baldıran zehiri Socrates'i yücelt
mişse, Cato'ya özgürlüğünü veren kılıcı da onun şöhretinin büyük bir parçasını
oluşturur, dolayısıyla onu Socrates'e benzeten,61 dahası Hercules ve Ulysses'ten
daha büyük bir kahramana dönüştüren de budur.62 Seneca Roma' da arhk "öz
gürlükten sonra Cato'nun, Cato'dan sonra da özgürlüğün var olmadığını"63 dü
şünecek kadar özgürlük kavramını Cato'nun kendisiyle özdeşleştirir.
İskender sadece Stoacı bağlamda değil, Kinik alıntılarda da çoğunluk
la eleştirilmiş ya da idealize edilen Kinik öğretinin sergilenebilmesi için, Kinik
Diogenes'le tezat oluşturan politik bir figür olarak sunulmuştur. Kinik öğretinin
Stoacılığın başlangıcında, kurucu Zenon'un toplum ve politika öğretisini filozof
Krates üzerinden etkilediği ve genel olarak Stoa literatüründe doğaya uygun ya
şama ve avamın kusurlarına karşılık erdemli olma ideali bağlamında benimse
nen bir ekol olarak sunulduğu düşünülürse, İskender'le ilgili Kinik alınhların
önemi daha iyi anlaşılır.64 Nitekim Stoacılar da Kinik alıntılardan yararlanmıştır,
örneğin Epictetus bir yerde insanın gerçekte sadece dışsal unsurları değerlendir
me gücü dışında hiçbir şeye sahip olmadığını anlatırken bunu Kinik Diogenes'in
sözü olarak aktarır. Kinik Diogenes, Antisthenes'ten öğrendiği bu öğretiyle öz
gürleşmiş bir filozof olarak görünür ve Philippus, Perdiccas ve Perslerin kralıy
la birlikte İskender'in de adını anarak bu tür güçlü kişilerin kendisi üzerinde
otorite sahibi olmadığını belirtir.65 Özgürlük alanının, bu şekilde kişinin sadece
kendisine indirgenmesi hem Kinik hem de Stoacı öğretinin ortak bir çıkarımıdır.
Konumuz bağlamında düşünürsek, İskender Diogenes'le tümüyle zıt bir anlayı
şın temsili olup doğaya uygun yaşayan, erdemli bireyin özgürlük alanına müda
hil olamayan, kusurlu bir yeryüzünün egemen unsurlarından biridir.
58 Stoacılıktaki intiharla ilgili yaklaşımların felsefi kökenleri ve analizi için bkz. Griffin, 1986:70-75.
59 Seneca, Epistulae Mora/es 26.10: "Qui mori didicit, servire dedidicit." Karş. Epistulae Mora/es 24.20;
3.4; 22.15-16.
60 Seneca, Epistulae Mora/es 18.11. Aynı zamanda Epictetus gibi (1.9.12) Seneca da sadece yaşamdan
bıkhğı ya da yaşamın ne olduğunu bilmediği için ölmeyi isteyenleri eleştirir, bkz. Epistulae Mora/es
24.25-26.
61 Zadorojnyi Plutarchus'un biyografisindeki Cato'nun intiharıyla ilgili olan aktarımdan hareketle
Cato'nun ölümünü Socrates'in ölümüyle kıyaslar ve özellikle de Cato'nun intihar gecesinde sergi
lediği yer yer öfkeli ve saldırgan davranışların Socrates'in ölmeden önceki dingin tavrının tümüyle
tersi olduğunu vurgular. Bu konuyla ilgili analizi ve diğer kaynaklar için bkz. Zadorojnyi, 2007: 217.
62 Seneca, De Constantia Sapientis 2.2; Epistulae Mora/es 13.14.
63 Seneca, De Providentia 2.2: "neque enim Cato post libertatem uixit nec libertas post Catonem."
64 Kinik öğretinin Stoacılık üzerindeki etkisi için bkz. Rist, 1969: 54-80.
65 Arrianou Ton Epiktetou Diatribon 3.24.68-71 .
128
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Epictetus başka bir yerde insanın kendisini sevmesinden ve buna bağlı ola
rak sevdiği tüm dışsal unsurlara da bağlanmasından söz ederken İskender'in
sevdiği dostu Hephaestio'nun yakalandığı ağır bir hastalıktan ötürü ölümün
den sonra şifa tanrısı Asclepius'un tapınaklarının yakılmasını buyurduğunu
hatırlatır.66 Elbette bu ölçüsüz bir sevgi ve sahiplenme duygusunun bir örneği
olup, sonucu itibariyle bir karakter zaafıdır. Nitekim bu davranış, İskender'in
kendisini bir tanrıdan bile üstün görecek kadar egemenlik alanını yücelttiğini
gösterir. Bu anlayışın eleştirildiği en meşhur anlatılardan birinde Kinik Diogenes
kendisine bir ihtiyacı olup olmadığını soran İskender'e, "Güneş'imden biraz
çekil" der, onu ve onun yeryüzündeki egemenliğini küçümser. Cicero'nun bu
anekdotun devamında anlattığına göre, Diogenes, yaşamı ve talihi bakımından,
(sadece İskender'in değil) Perslerin kralından da çok üstün olduğunu iddia et
miştir.67 Temel gerekçesi ise kralın, her daim ihtiyacını hissedeceği şeylerden ve
yine onun hiçbir zaman tatmin olmayacağı hazlardan yoksun olmamasıdır. Oysa
hem İskender hem de Perslerin kralından farklı olarak Diogenes'in hiçbir şeyi
olmadığı gibi, ihtiyacını hissettiği bir şey de yoktur, dolayısıyla hiçbir zaman do
yuramayacağı haz arzusundan da yoksundur.
Başka bir aktarıma göre, Atinalılar tabi oldukları İskender'in "Dionysos"
olarak onurlandırılması yönünde oy kullanınca, Diogenes o halde beni de /1
129
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
C. Sonuç
Sonuç olarak İskender Seneca'ya ve onun Stoacı perspektifine göre fetihle
riyle başarı sağlamış, tarihi, coğrafi ve kültürel değişimlerin önünü açmış olan
askeri ve politik bir deha değil, hastalık derecesindeki kişisel karakter zaaflarıyla
kötü bir örnektir. İskender'le ilgili Kinik ve Stoacı anlahlar, onun 'küçük' yeryü
zü egemenliğine dayalı 'Büyük'lüğünün aldahcılığına dikkat çeker. Bu bağlam
da o, idealize edilen bilge figürüyle taban tabana zıt bir figürdür.
Kaynakça
Amold E. V. (1911), Roman Stoicism, Cambridge: Cambridge University Press.
Arrianus. (1976), Anabasis of Alexander, I: Books 1-4, trans. P. A. Brunt. Loeb Classical
Library 236. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Arrianus. (1983), Anabasis ofAlexander, II: Books 5-7. Indica, trans. P. A. Brunt. Loeb Classical
Library 269. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Brouwer, R. (2014), The Stoic Sage: The Early Stoics on Wisdom, Sagehood and Socrates,
Cambridge: Cambridge University Press.
Cicero. (1862), L. G. Baiterus - C. Halmius (Eds. ), M. Tullii Ciceronis Libri qui ad Philosophiam
et ad Rem Publicam, Turici.
Cicero. (1914), On Ends, trans. H. Rackham. Loeb Classical Library 40. Cambridge, MA:
Harvard University Press.
Cicero. (1927), Tusculan Disputations, trans. J. E. King. Loeb Classical Library 141 .
Cambridge, MA: Harvard University Press.
Cicero. (2014), Devlet Üzerine, trans. C. Cengiz Çevik, İstanbul: İthaki Yayınları.
Çevik, C. Cengiz (2017), Cicero'nun Devlet'i: De Re Publica Yazıları, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Çevik, C. Cengiz (201 7), Kinik Diogenes'in Toplumsal ve Politik Karşıtlığının Ana Hatları,
Arkhe-Logos, 3: 21-44.
Diogenes Laertius. (1925), Lives of Eminent Philosophers, II: Books 6-1 0, trans. R. D. Hicks.
Loeb Classical Library 185. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Epictetus. (1928), Discourses, Books 3-4. Fragments. The Encheiridion, trans. W. A. Oldfather.
Loeb Classical Library 218. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Griffin, M. (1986), Philosophy, Cato, and Roman Suicide: I, G&R, 33.1: 64-77.
Heckel, W. (2008), Who's Who in the Age of Alexander the Great: Prosopography of Alexander's
Empire, Oxford: Blackwell Publishing.
Platon. (2005), Euthyphro. Apology. Crito. Phaedo. Phaedrus, trans. H. N. Fowler. Loeb
Classical Library 36. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Plutarchus. (1919), Lives, VII: Demosthenes and Cicero. Alexander and Caesar, trans. Bemadotte
Perrin. Loeb Classical Library 99. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Plutarchus. (1936), Moralia, Volume IV: Roman Questions. Greek Questions. Greek and Roman
Parallel Stories. On the Fortune of the Romans. On the Fortune or the Virtue of Alexander.
Were the Athenians More Famous in War or in Wisdom ?, trans. Frank Cole Babbitt. Loeb
Classical Library 305. Cambridge, MA: Harvard University Press.
130
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
131
Heraditus, Hendrick Terbrugghen, 1 628
İNAYET DÜŞÜNCESİNİN TARİHSEL SERÜVENİ:
HERAKLEİTOS'TAN SENECA'YA*
Mustafa GÜNAY
Özet: Bu çalışmada amacımız, Tanrısal inayet düşüncesinin tarihsel serüvenini bazı yön
leriyle ele almakhr. İlk olarak Stoa öncesi felsefede inayet kavramının hangi anlamlarda
kullanıldığı gözden geçirilecektir. Herakleitos, Epikuros, Platon ve Aristoteles'in inayet
hakkındaki düşünceleri ele alındıktan sonra Stoa felsefesinde inayet kavramı üzerinde
durulacakhr. Zenon, Kleanthes, Poseidonius, Seneca vb. önemli Stoaa filozofların tanrısal
inayet konusundaki düşünceleri ele alınacakhr. Tanrısal inayet kavramının kader ve kö
tülük sorunuyla ilişkileri de irdelenecektir.
Anahtar Kavramlar: Tanrısal inayet, kader, kötülük, Stoa felsefesi.
İnayet Kavramı
"İnayet" kavramı ne anlama gelir? İnayet düşüncesinin üç bileşeni vardır:
öngörme, yönlendirme (yönetme) ve ilgi (dikkat). Bu kavram, tam anlamıyla,
Tanrının öngördüğü ve yönettiği dünyanın kendi ilgisinin konusu olduğu anla
mına gelir. Daha sonra tanrıların insan sorunlarıyla ilgileri bulunmadığını dü
şünen Epikurosçular tarafından reddedilen İlahi İnayet düşüncesi ilk kez Platon
· Bu makale, 1994 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne sunulan "Seneca'nın İnayet
Ü zerine Adlı Eserinin İncelenmesi" başlıklı yüksek lisans tezinden üretilmiştir.
133
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Herakleitos'ta İnayet
Herakleitos'ta tanrısal bir inayet kavramından söz edilebilir mi? Bunu an
lamak için onun evren (logos) öğretisini ele almak gerekir. Herakleitos, hem
varlığı hem de oluşu (Biri ve Çok'u) birlikte açıklamak isteyen bir filozoftur.
Herakleitos'a göre evren, Zeus'un bir oyunudur, ya da fiziğe uygun bir deyimle,
ateşin kendisi ile bir oyunudur; bir olan işte bu anlamda aynı zamanda çok olan
dır. Herakleitos şöyle der: "Zaman (aion) oynayan, dama taşı süren bir çocuktur:
bir çocuğun hakan oyunu. Olduğu yerde kalan hiçbir şey yoktur. Ayru ırmaklara
girenlerin üzerine hep başka başka sular akar gelir. Ayru ırmaklara hem giriyo
ruz hem girmiyoruz, hem biziz hem değiliz."(Kranz 1984: 64)
Herakleitos'a göre, Tanrı için bütün şeyler güzel, iyi, hakça ve adaletlidir.
İnsanlar ise birtakım şeyleri haksız, birtakım şeyleri de hakça buluyorlar. Haksız
şeyler olmasaydı hak adını bilemeyeceklerdi.(Kranz 1984: 55-56) Şimdi bura
da, evrende suç, haksızlık, çelişki ve acı yok mudur diye sormak mümkündür.
Herakleitos bunları kabul eder. Ancak ona göre, herşeyi birlikte görmeyen, ayı-
134
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
rarak gören insan için vardır; herşeyi bir arda gören Tanrı için yoktur. Bu neden
le, birbirine karşıt olan şeyler bir uyumla birleşmiştir.
Herakleitos'un tasarımladığı şekliyle evrende, oluş ile yok olma, yapma ile
yıkma hep aynı "suçsuzluk" içinde ve işin içine ahlak bakımından sorumluluk
kahlmadan meydana gelir. Bu nedenle Herakleitos'un felsefesinde etik bir anla
yış ve tanrısal inayetin herhangi bir görünüşünü bulamayız. Herakleitos evreni
Zeus'un bir oyunu ya da başka deyişle ateşin kendisiyle oyunu olarak görüyor.
Evrenin sona ermesi ile herşeyi yok eden dünya yangınından daima yeni bir
evrenin doğuşu, devirli olarak tekrarlanıyor. Bu sürekli tekrarlanan ve belli bir
amacı olmayan bir süreçtir. Bu bakış tarzına göre, evrende herşey "iyinin ve kö
tünün ötesinde" olup bitmekte ve bunlara ilişkin ahlaki ölçütler söz konusu ol
mamaktadır. Herakleitos'ta etik değil, belki estetik bir bakıştan söz etmek müm
kündür.(Nietzsche 1985: 53-54)
Herakleitos'un ifade ettiği şekilde evrende, ne tanrısal bir yarahm ne de
tanrının bir öngörüsü, yönlendirmesi ve insanlara olan ilgisi söz konusu değil
dir. Herakleitos'ta tanrısal inayet düşüncesi bulunmaz. Bu düşünce daha sonra,
Herakleitos'un düşüncesine dayanmakla birlikte, onu belli bir değişime uğratan
Zenon' da karşımıza çıkar.
Platon' da İnayet
Platon' un felsefesinde tanrıların evrene ve insan hayahna olan ilgileri açıkça
görülebilir. Onun tanrısının sıfahnın "inayet" olması bunun ifadesidir. Platon
tanrının evrene olan ilgisi hakkında, Yasalar kitabında şunları söyler: "Evrenle
ilgilenen varlık, bütünün kurtuluşu ve mükemmelliği için her şeyi hazırlamış
hr; bunların her bir parçası da içindeki güce uygun olarak etken ve edilgen bir
durumdadır. En küçük etken ve edilgen duruma bakmak ve hedefi en ince ay
rınhsına kadar gerçekleştirmek üzere, bunların her birinin başına bir yönetici
koymuştur, bunlardan biri de sensin, sefil, küçücük de olsa, her zaman bütü
ne bakan ve yönelen parçalardan birisin; oysa sen burada her türlü oluşumun
bu sayede ortaya çıkhğını, evrenin yaşamında mutlu bir özün bulunması için
oluştuğunu, onun senin için değil, senin onun için var olduğunu anlamıyorsun.
Nitekim, her hekim, her usta el sanatçısı herşeyi bütünü göz önüne alarak yapar;
en üstün ortak amaca yönelen parçayı bütün için gerçekleştirir, bütünü parça
için değil. Ama nasıl oluyor da senin başına gelen evren için en iyisi oluyor, aynı
zamanda ortak kökenden geldiğine göre senin için de en iyisi oluyor? İ şte sen
bunu bilmediğin için kızıyorsun. Oysa ruh sürekli olarak kimi zaman bir bedene
kimi zaman başka bedene girip ya kendine ya da başka bir ruhun etkisiyle çeşitli
değişikliklere uğradığına göre, her şeyin düzenleyicisine iyi bir karakteri daha
iyi bir yere geçirmekten başka bir iş kalmıyor: böylece her biri hak ettiği kaderi
buluyor." (Platon 1994: 410)
135
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
136
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Aristoteles'te İnayet
Aristoteles'te tanrısal bir inayet bulunup bulunmadığını anlamak için, onun
dünya tasarımını ve tanrı anlayışını gözden geçim1ek uygun olur.
Aristoteles'e göre, saf ve aşkın, en yüksek kişi olarak Tanrı, varlığın iki kut
bu, madde ve saf düşünce arasında gelişen formlar dizisinin doruk noktası ve so
nudur. Aristoteles'in evreni, bir gerçeklikler hiyerarşisinden oluşur. Bu gerçek
likler hiyerarşisi ise belli bir tarzda birbirine bağlı olan, hepsi farklı derecelerde
madde ve formdan gelen bileşimler olan ve bileşimlerden her birinin kendisini
takip eden şeye dayanak ve özne ödevi gördüğü ve onu kendine özgü fiili ile
aşhğı sürekli bir merdivene göre düzenlenmiştir. Çünkü her tözsel form, kendi
sine dıştan olan bir maddede gerçekleşmesinin koşulunu bulur. Örneğin insan,
bir gerçeklik olmak için, organlaşmış bir bedenin varlığını gerektirir. Daha üstün
form, belirlenimlerinin daha büyük zenginliğinden ötürü, daha aşağıdaki for
mun varlık nedeni ve akılsal ilkesidir. Böylece tedrici olarak maddi öğe ve kuv
veyi sürekli olarak dışarı atmak suretiyle kendisine ulaşhğımız mutlak olarak saf
form, arhk gerçekleşmek için daha önceden var olan bir maddeye dayanmaya
gerek duymaz. O, kendisinden başka bir koşula sahip değildir. O, en yüksek, em
mükemmel anlamdaki gerçekliktir. O, en yüksek, en mükemmel anlamdaki ger
çekliktir. Bütün diğerlerine varlık ve akılsallık veren en gerçek varlıkhr. O halde
var olan herşey, belli bir derecede ve kendine özgü mükemmelliği ölçüsünde
mutlak anlamda arınmış tek şey olan tanrısal varlıktan, en yüksek formdan pay
alır. Herşeye form veren, hiçbir şeyden form almayan Tanrı, böylece kendisinde
bütün diğer akılsallıkları içeren en yüksek akılsal ve formel nedendir.
Yine bundan dolayı, ereksel neden, en yüksek iyi, evrensel çekim ve mık
nahs, aşk ve arzunun en son objesidir. Çünkü bütün varlıklar, faaliyetlerinde,
Tanrının kendisi olan ezeli ebedi, mükemmel, bağımsız ve tinsel hayah taklit
etmeye çalışırlar. Tanrı, Salt Fiil olarak aynı zamanda ezeli ebedi, hareketsiz ilk
Hareket Ettiricidir.(Aristoteles 1993: 163-164)
Aristoteles'in Tanrının varoluşuna ilişkin kanıtları, onun varoluşunu varlık
ların ilk nedeni ya da son ereği olarak gösterirler. Aristoteles'te herşey hareket
eder, ancak hiçbir şey kendi kendine hareket etmez, her hareket bir hareket etti
riciyi gerektirir. Böylece, bir hareket ettiriciden diğerine, kendisi aynı zamanda
varlıkların ilk ya da son ereği olan ilk hareket ettiriciye varılır. Ancak Aristoteles,
hareket ettirici Tanrısını bir yarahcı Tanrı haline getirmez.(Koyre 1989: 28-29)
Aristoteles'te düşünceye derin bir saygı söz konusudur. Çünkü düşünce,
Aristoteles için, Tanrının kendi özüdür. Onun Tanrısı salt düşüncedir. Başka hiç
bir yerde düşünülmeye değer bir nesne bulamadığı için, kendi kendini düşünen
bir düşüncedir.(Koyre 1989: 30)
Aristoteles' e göre, tanrısal düşüncenin, tanrının düşündüğü şeyin onun ken
disi olması gerekir. Çünkü o var olan en mükemmel şeydir ve onun düşüncesi,
137
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Epikuros'ta İnayet
Epikuros'ta doğa öğretisi, pratik yaran bakımından büyük önem taşır.
Nesnelerin doğal bağlanhlannı bilmekle ruh da boş inançlardan kurtulacakhr.
Doğa öğretisi, dünyanın tanrıların eseri olmadığını, tanrıların dünyaya egemen
olmadığını, ruhun ölümden sonra sürüp gitmediğini gösterir, bundan dolayı
öbür dünya kaygılarından insanı kurtarır.
Epikuros' a göre, yeryüzü ve bizce görülen yıldızların tümü birlikte bir dün
ya kurarlar, bu dünya yanında sonsuz sayıda başka dünyalar da vardır. Tanrılar
da dünyalar arasındadırlar. Yani dünyalar arasındaki boşlukta otururlar ve dün
ya işleriyle kaygılanmazlar. Böylece Epikuros'un öğretisinde, tanrıların dünya
üzerinde hiçbir etkileri söz konusu değildir. Tanrılar eksiksiz bir mutluluk içinde
bulunduklarından, onların dünya ile ilgilenmeleri de böyle bir mutlulukla bağ
daşamaz.(Akarsu 1982: 78-79)
Bu konuda Epikuros, Menoikeus' a yazdığı mektubunda şöyle der:
"Herşeyden önce tanrının ölümsüz ve mutlu bir varlık olduğuna inan. Onun
138
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
139
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
Zenon' da İnayet
Zenon'a göre, evrene düzen kazandıran akılsal ilke, Tanrı ya da doğadır.
Bunun özü de ateş olarak tanımlanır. Burada Herakleitos'un etkisi göze çarp
makla birlikte, Zenon bu öğretiyi geliştirmiştir. Yarahcı, düzenleyici maddi bir
güç olan ateşten dolayı, öncesiz-sonrasız yasalar doğrultusunda evren bir bütün
oluşturur. Zenon'a göre, evren sonsuz değil, geçicidir. Bütün varlıkların nedeni
olan ateş, belli bir zaman sonra bütün nesneleri kendisine geri alır. Bu ana-ate
şe geri dönüşü, Zenon, bir arınma (katharsis) olarak betimler. Tanrı tarafından
bütün ayrınhlarıyla belirlenmiş olan evrenin işleyiş tarzı periodik olarak yine
lenmektedir. Tüm varlıklar ve davranışları kesin olarak önceden belirlenmiş bir
süreç içinde yer alırlar. Kader söz konusudur. Tanrı, bu süreci belli bir amaca
doğru yönelttiği için, bu, onun bir önceden-görüp bilmesi anlamını da ifade eder.
(Gökberk 1980: 104)
Kader ya da İlahi irade, evrenin kendisini sürekli olarak döngüsel bir bi
çimde yinelemesidir. İnsanın ruhu da bu İlahi logosun bir parçasıdır. Bu neden
le insanın görevi, özü bakımından akılsal olan evrenin gidişine uymakhr, ona
140
Özne 29. Kitap-Güz 201 8 : Stoa Felsefesi
kendini bağlı kılmakhr. Çünkü insan bu sürecin dışına çıkamayacağı için, ona
gönüllü olarak kahlması daha iyi olacakhr. Stoa felsefesinin temeli olan, "doğa
yasasına boyun eğme" düşüncesinin burada ortaya çıkhğını görebiliriz. Evren,
tanrıların ve insanların oluşturduğu, tanrıların yönettiği ve insanların itaat ettiği
bir topluluktur. Bu, doğal yasa olarak tanımlanmaktadır.
Evreni hareket ettiren güç olan Tanrı, inayet olduğu için herşeyi kaplar ve
herşeye hükmeder. Onun egemenliği bilgelik ve akıldır.(Sena 1976: 530) Zenon'a
göre, evrende bir amaçlılık ilkesinden söz edilebilir. Evren, birbirine uymayan
parçalardan oluşan bir bütün değildir. O, inayete ilişkin bir amacın birliğini ifa
de eder. Zenon'a göre, ahlakın temeli, inayete ilişkin zorunluluktur.(Sena 1976:
531-532)
Görüldüğü gibi, Zenon' da Tanrı bütün varlıkların nedeni, düzenleyicisi,
yönlendiricisi ve belirleyicisi olan akılsal bir ilke olarak konumlanır. Bu akılsal
ilke evrene içkin olarak betimlenir. Tanrı amaçlılığa ve öngörüye sahiptir. İnayet
de Tanrının temel özelliği olarak ifade edilir. Zenon'un tanrısı etkide bulunduğu,
inayetini gösterdiği evrenden ayrı olmayıp, onun içinde bulunur. İnsan ruhu da
onun bir parçası olduğu için, bu akılsal ilkenin yönetimine itaat etmekle, kısacası
bu doğal yasayı izlemekle yükümlüdür. Evrenin işleyiş tarzı bütün ayrınhlarıyla
belirlenmiş olduğundan, Tanrı zorunlu olarak inayete sahiptir. İnsan da zorunlu
olarak doğal yasaya uymak durumundadır.
Kleanthes'te İnayet
Kleanthes' e göre, tanrısal yüklemleri kendisinde toplayan töz, bazen evrenin
kendisidir ya da içinde bütün varlıkların yüzdüğü alevli bir akış ya da akıldır.
İnsanın erdemleriyle tanrının erdemlerinin benzerliğini kabul eden Kleanthes' e
göre, ruhun yeri kalp olarak kabul edilirse, tanrının yeri de güneştir. Güneş akıl
sal bir ateştir ve denizin buharlarıyla beslenir. Evrene hükmeden güç, güneşte
yerleşmiştir.(Sena 1974: 402) Evreni yöneten tanrısal akıldır.
Kleanthes, oldukça ün kazanmış olan "Zeus'a İlahi"sinde Tanrı ve onun
evrenle olan ilişkisi hakkındaki düşüncelerini dile getirir.(Copleston 1990: 22)
Kleanthes' e göre Tanrı, doğanın sonsuza kadar değişmez yöneticisi olarak, her
şeyi denetler ve sınırsız olan gücü herşeye yeter. Tanrının amacı, dünyadaki var
lıklara yaşam vermektir.
Kleanthes, Tanrıyı evrenin yöneticisi olarak tanımlar. Onun egemenliği
ezelidir, herşey ona bağlıdır. İnsanın mutluluğu da, Tanrının yasasına uymakla
mümkündür. Zenginlik hırsı, haz düşkünlüğü gibi yanılgılardan kurtulmayı da
ancak tanrısal inayet sağlayabilir. İnsanın görevi, inayet sahibi olan Tanrıyı öv
mek, ona saygılı olmaktır. Kleanthes'in Zeus'a yazdığı İlahi de bunun bir örneği
sayılabilir.
141
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Khrysippos'ta İnayet
Kleanthes'in aşın maddeciliğini hafifleten Khrysippos'a göre, güneş, eş
yanın ve evrenin, evrensel ruhun ilkesi olarak kabul edilemez. O, ancak tümel
akıldan ayrılmayan, bir tanrısal eser olarak görülebilir. Ona göre, sonsuzluğun
gerçekten varlığı yoktur. "Sınırsız olan yokluktur." İki şey vardır: insan ve evren.
İnsan, Khrysippos' a göre, tanrıları taklit eder. Tanrılar da evrenin, uçsuz bucak
sız bütünün iyiliğine hizmet ederler. Herşey evrensel sebepler zinciriyle bağlıdır.
Tanrı, hem hayat ilkesi, yani evrenin bir tohumdan çıkar gibi kendisinden çıkhğı
yarahcı ateş, hem de evreni düzenleyen ve koruyan akıldır.
Khrysippos' a göre, herşey başlangıçta evrenin tohumu olan ilkel ateşte bir
çekirdek halinde mevcut olduğu için ve herşey tanrısal aklın değişmez yasaları
na uygun olarak geliştiğinden, evren ve bu dünyadaki bütün olaylar da mutlak
bir zorunluluğun etkisi altındadır. Bundan da kaderle özdeş bir tanrısal inayet
görüşü ortaya çıkar.(Sena 1974: 391)
Khrysippos, evrendeki kötülüğün varlığını açıklamak için, "kötülük olma
saydı, iyiliği' kavrayamazdık" görüşünü savunur. Ona göre, bu evrende herşey
ancak kendi karşıhyla bulunabilir. Khrysippos' a göre, iyiler, kötüler olmaksızın
varolamazlar. Çünkü bir aykırılar çiftinden her biri diğerinin varlığını gerektirir.
Ona göre bütün eksiksizdir, eksiklik ancak bireyler için söz konusudur. Tanrı el
bette iyiliği ister ve tanrısal plan iyiliğin gerçekleşmesini amaçlar. Doğadaki kötü
lük bir ilinekten başka bir şey olmayıp, iyiliği kavramamızı sağlar. Khrysippos' a
göre, aslında evrende yüceltilmeye ya da hor görülmeye değer bir şey yoktur.
(Sena 1974: 392)
Khrysippos, tanrının evrenin iyiliğine hizmet ettiğini düşündüğü için, tanrı
sal inayetin varlığına inancı tamdır. Öyle ki dünyada bulunan kötülükler bile, bu
inayetin varlığı için bir tehlike ya da kuşku oluşturmaz. Ona göre bu kötülükler
iyiliği daha görünür kılmak için birer vesiledir. Evrende tanrısal bir plan gerçek
leşmektedir. Kötülükler ise ancak birer ilinek durumundadır. Burada daha son
ra Seneca'nın felsefesinde, kötülük sorununu açıklama çabasında göreceğimiz
benzer düşüncelerle karşılaşırız. Seneca da kötülük gibi görünen şeylerin, ger
çek kötülük olmayıp erdemin gerçekleşmesi için birer fırsat ve olanak olduğunu
söyleyecektir.
Poseidonius'ta İnayet
Poseidonius evreni bir varlık düzeyleri hiyerarşisi olarak tanımlar: bütün bir
varlık alanı tek bir büyük dizgede bir araya getirilmekte ve her ayrınh Tanrısal
inayet tarafından düzenlenmektedir. Bu evrensel uyum ve evrenin yapısal dü
zenlenişi Mutlak Aklı, Tanrıyı hiyerarşinin doruğu olarak . ve herşeye yayılan
Akılsal Etkinlik olarak konumlar. Poseidonius, Tanrıyı akılsal, ateşten bir soluk
olarak tasarımlar.(Copleston 1990: 64)
142
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Epiktetos'ta İnayet
Epiktetos' a göre, insanın öğrenmesi gereken ilk bilgi, ilahi lütufları ile herşe
yi yöneten bir Tanrının varlığı, yalnız eylemlerimizin değil ama duygularımızın
ve düşüncelerimizin de ondan saklanamayacağıdır. Bundan sonra onun mahiye
tini çözmek gerekir. Mahiyeti iyice bilindiği için ona kendini beğendirmek ve ita
at etmek isteyenler bütün gayretlerini zorunlu olarak ona benzemeye harcamalı,
yani özgür, hayırsever, merhametli ve efendi olmalıdır. Bunun için de insanın
bütün düşünceleri, sözleri ve işleri Tanrıyı taklit eden, ona benzemek isteyen
insanın işleri, sözleri ve düşünceleri olmalıdır.(Epiktetos 1994: 53)
Epiktetos' a göre, dinin esası ve temeli Tanrılar hakkında doğru ve sağlam
düşüncelere sahip olmaktan, onların var olduğuna ve İlahi lütuflarını herşeyin
üzerine yaydıklarına, evreni erdem ve adaletle yönettiklerine ve insanın ancak
onlara itaat için ve başına gelenlerin çok iyi olan ilahi kuvvetten gelen şeylermiş
gibi, doğa olarak ve bütün gönlüyle benimsemek ve onlara rıza göstermek için
dünyaya geldiğine inanmaktan ibarettir. İnsan da ancak bu yolla Tanrılardan
asla şikayet etmez ve kendisine özen göstermedikleri için onları suçlama duru
muna düşmez.(Epiktetos 1994: 20-21 )
Epiktetos, Tanrının insani olaylara asla karışmadığım, iyiliğin v e kötülü
ğün yalnız irademizden kaynaklandığım belirtir. Onun deyimiyle, "Tanrı bütün
insanları mutlu olmaları için yaratmışbr; mutsuz oluyorlarsa kendi yanlışla
rı yüzünden oluyorlar." (Epiktetos 1994: 70) İnsan ve Tanrı ilişkisi konusunda
Epiktetos şunları söyler: "Tanrı bana özgürlük vermiştir ve ben de onun buyruk
larım tanıyorum. Tanrının hakkımda istediği şeyin benim istediğimden daha iyi
olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla ona bağlanıyorum, onun ardı sıra gidiyorum,
· isteklerimi, hareketlerimi, irademi, korkularımı ona bağlıyorum. Bir kelime ile
Tanrı ne isterse onu istiyorum."(Epiktetos 1994: 80)
143
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
144
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
145
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
146
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
miştir. Buna karşı çıkamayız. Bu nedenle insan başına gelen felaketlere cesaretle
katlanmalı ve kendini sınamalıdır. İnsan, meydana gelen kötülükleri ortadan
kaldıramaz. Ancak bunlara yiğitçe katlanabilirse, kendini erdemli kılabilir. İşte
bu felaketlere ve güçlüklere dayanma gücü veren akla sahip olduğu için, bilge
insan özgürdür.
Seneca, tanrısal inayetin kendisini ortaya koyuş tarzı ile ilgili olarak
Stoacılığın genel kuramından biraz olsun ayrılır. Stoacı felsefede tanrı tek tek bi
reylerle ilgili değilken, Seneca'mn felsefesinde ise Tanrı özellikle seçilmiş kişilere
inayetini gösterir. Çünkü ancak böyle cesur ve büyük insanlar tanrının inayetini
hak etmektedirler.
İnsan ve Tanrı arasında, daha sonra Hristiyanlıkta ortaya çıkacak olan yara
dan-yarahlan ayrımı bulunmadığı için, bir benzerlikten söz edilir. Seneca bunu
"benzerlik", "akrabalık" kavramlarıyla ifade eder. İnsan ve tanrı aynı soydan
gelen, anacak biri ölümlü diğeri ölümsüz olan ve zaman bakımından farklıdır.
Kötülüklerden korunmuş durumdadır, kendinde iyidir. İnsan ise kötülükle mü
cadele ederek iyiliğe ulaşır. Seneca'ya göre de Tanrı tek tek kişilerle değil, daha
çok insanlık için iyi olanla ilgilenir. Ancak yine de seçilmiş kişilere inayetini
gösterir. İnsan da, doğa yasasına ve tanrısal iradeye uymakla erdemli ve özgür
olabilir.
Seneca, evrende tanrısal bir inayetin olup olmadığım değil, tanrısal bir ina
yete karşın, kötülük denilen şeylerin nasıl mümkün olabildiğini tarhşır. Ancak
tanrısal inayetin varlığı tarhşmasız olarak kabul edilir. Seneca, tanrısal inayete
ilişkin örneklerini önce doğadan, doğadaki oluşumlardan, ama daha çok da bi
reysel yaşamlardan verir. Doğadaki düzenlilik ve mükemmellik tanrının yara
hcı ve düzenleyici olduğunun bir işaretidir. İnsan dünyasında, ahlak alanında
ise tanrısal inayet kendisini sunar. Çünkü tanrısal inayetin varlığı ancak insanı
ilgilendirir.
147
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Kaynakça
Ed. Edwards, Paul, The Encyclopedia of Philosophy, 6. Cilt, New York, Macmillan, 1967.
Walter Kranz, Antik Felsefe, Çev. Suad Y. Baydur, Sosyal Yayınlar, 1984.
F. Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, Çev. Nusret Hızır, BFS Yayınları 1985.
Platon, Yasalar, Çev. Candan Şentuna-Saffet Babür, Kabalcı Yayınları, 1994.
Aristoteles, Metafizik Cilt I, Çev. Ahmet Arslan, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları, 1985 .
. . . . . . . . . . . . .. ., Metafizik Cilt II, Çev. Ahmet Arslan, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları, 1993.
Alexandre Koyre, Yeniçağ Biliminin Doğuşu, Çev. Kurtuluş Dinçer, Ara Yayıncılık, 1989.
Etien Gilson, Tanrı ve Felsefe, Çev. Mehmet Aydın, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları,
1986.
Bedia Akarsu, Ahlak Öğretileri, Remzi Kitabevi, 1982.
Epikuros, Mektuplar ve Maksimler, Çev. Hayrullah Örs, Remzi Kitabevi, 1962.
Heinrich Schmidt, Epikuros 'un Yaşama Sevinci Felsefesi, Çev. Yunus Kazım Köni, Remzi
Kitabevi, 1946.
F. A. Lange, Materyalizmin Tarihi ve Günümüzdeki Anlamının Eleştirisi, Çev. A. Aslan, Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1982.
Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, 1980.
Cemil Sena, Filozoflar Ansiklopedisi 1. Cilt, Remzi Kitabevi, 1974 .
. . . . . . . . . . . . . . . , Filozoflar Ansiklopedisi 4. Cilt, Remzi Kitabevi, 1976.
Copleston, Hellenistik Felsefe, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, 1990.
Epiktetos, Düşünceler ve Sohbetler, Çev. Burhan Toprak, İnkılap Kitabevi, 1994.
Seneca, Ahlaki Mektuplar, Çev. Türkan Uzel, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992.
Seneca, "De Providentia", Moral Essay I, The Loeb Classical Library, Trans: John W. Basore,
William Heinemann Ltd., 1928.
Fatma Paksüt, Seneca'da Ahlak Görüşü-Zevk Anlayışı, Ulusal Basımevi, 1971 .
Francis E. Peters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü, Çev. Hakkı Hünler, Paradigma
Yayınları, 2004
148
SENECA'NIN STOACI ONTOLOJİSİ BAGLAMINDA
KÖTÜLÜK SORUNUNUN NEDENSELLİGİ
Özet: Bu çalışmada Romalı stoa filozofu Seneca'run insanın talihi, tanrısal öngörü, evren
sel kötülük ve ahlaki erdem üzerine olan bazı düşünceleri ele alınmışhr. Bu bağlamda
Stoa düşüncesinin genel özellikleri ortaya konmuş, ardından da Seneca'run erdem, kö
tülük ve talih konusundaki düşünceleri stoacı manhk (ontoloji) zemininde incelenmiştir.
Seneca'nın kötülüğün nedenselliğine ilişkin düşünceleri Stoa felsefesinin insani olan ile
evrensel olan arasında kurduğu ilişki zemininde ele alınmışhr.
Anahtar Sözcükler: Akıl, Kötülük, Stoa, Tanrısal Öngörü, Yazgı.
Abstract: In this study, some thoughts of Roman Stoic philosopher Seneca on human for
hme, providence, universal evil and moral virtue are discussed. In this context, the gene
ral characteristics of stoic thought were revealed and then Seneca' s thoughts on virtue,
evil and fortune were examined on the basis of stoic logic (ontology). By this way, Seneca's
thoughts about the causality of evil are discussed on the basis of the relationship between
the humanitarian and the universal founded by Stoic philosophy.
Keywords: Evil, Forhme, Providence, Reason, Stoa.
149
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
150
özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
gı anlayışına vurgu yaphğında görürüz. Ne var ki, eski Stoa döneminin belirgin
özelliği bilgi sorunlarını ve manhğı öğretilerinde temele koymalarıdır. Asmis,
Bartsch ve Nussbaum (2010)' a göre eski Stoa döneminin en büyük felsefi başarısı,
özellikle de Khrysippos'un başarısı önermeler manhğını, dil felsefesini keşfetmiş
olmalarıdır. Diogenes Laertios (2003) ise Stoacıların manhğı iyi konuşmanın bil
gisi olan retorik ve soru-yanıt şeklinde bir konuyu doğru bir şekilde tarhşmanın
bilgisi olan diyalektik olarak iki alt bölüme ayırdıklarını söyler (VII, 41-42). Buna
göre diyalektik aklın kurallarının bilgisi olarak aynı zamanda logos'u da yansıt
maktadır. Zira insan aklının bilgisi olarak diyalektik, insan aklı evrensel akıldan
pay aldığı için, aynı zamanda bu evrensel aklın bilgisi olarak bize doğayı kav
ramanın bir olanağını da sunmaktadır. Bu yüzden de eski Stoa ahlakının temel
ilkesi olan secundum naturam vivere' sonraki dönemlerde de temele alınan bir
ilke olarak görülmelidir. Bu ilkenin kaynağı ise insan aklıdır, zira insan doğayı
onun logos'unu bilerek, üstelik bunu da yine kendi aklıyla kavrayarak bilecektir.
Manhk ya da diyalektik bu anlamda doğaya göre yaşamanın olanağını sağlaya
caktır; başka bir deyişle doğaya göre yaşamak için bir bilme temeli sağlayacaktır,
doğaya göre nasıl yaşanacağını gösterecektir. Burada manhk bir tür bilgi kuramı
olarak karşımıza çıkar ki, bu da Aristoteles'in ele aldığının tersine mantığı bir tür
organon olarak ele almadıklarını gösterir. Bu anlamıyla diyalektik aynı zamanda
doğayı yöneten Tanrısal aklı da yansıtmaktadır, bu da doğayı bilmenin olanağı
nı oluşturmaktadır. Öyleyse Stoa öğretisinde manhk temeldedir, çünkü manhk
hem doğayı kavramamız için hem de bu kavradığımız doğaya, Tanrısal akla ve
yasaya göre yaşamamız için zorunludur. Diğer yandan Fizik temeldedir çünkü
ahlakın da bilginin de ölçütünü bize doğa sağlar, ikisinin de ölçütü logos'tur.
Ayrıca Etik de diğer öğretilerin amacı olması bakımından temel öğretidir, çünkü
Manhğı da Fiziği de Ahlaklılık için çalışmak gerekir. Zira Stoa filozoflarına göre
manhk ve metafizik çalışmadan iyi olanın anlamını kavrayamayız (Thilly, 2002:
194). Burada Stoa felsefesinin insan anlayışı da ortaya çıkar. İnsan akıl sahibi bir
varlık olarak akıl sahibi bir varlık olan evrenin ya da Tanrısal aklın bir parçası
dır. Burada insanın akıllı yanı ön plana çıkarılarak aslında insanın kendi yaşamı
boyunca aklın buyruğunda olması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Öyleyse do
ğaya göre yaşamak aslında akla göre yaşamakhr. " İnsan doğası gereği akıllı bir
yarahk olduğuna göre doğaya uygun yaşam, aynı zamanda 'akla uygun yaşam'
demektir . . . Bunların ikisi de eş anlamlıdır" (Störig, 2000: 318). Bununla birlikte
Stoa düşüncesi bilgi kuramında, özellikle bu evrensel aklın bilinmesi söz konu
su olduğunda deneyimden hareket etmek gerektiği konusunda Epikurosçularla
aynı düşünmektedirler. Bilgi duyusal izlenimlerin akıl tarafından düzenlenmesi
sonucu ortaya çıkar, ama duyusal izlenimler olmadan yalnız akıl yoluyla fizik
dünyanın bilgisine ulaşmak olanaksız görünmektedir. İnsan aklının ortaya koy-
151
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
duğu bilgiler sistemi bütün evreni temsil eden bir sistem olacaktır, çünkü insan
aklı evrensel aklın bir parçasıdır demiştik. Seneca da insan aklını dünyayı yöne
ten tanrısal aklın bir yansıması, tanrısal ruhun insan bedeni içindeki bir parçası
olarak ele almıştır. De Providentia da bütünüyle eski Stoa' dan kalan bu varsayı
ma dayanmaktadır. Kıbrıslı Zenan' dan beri Stoa öğretilerinde doğayla uygunluk
içinde yaşama anlayışı erdemli yaşamakla bir görülmüştür; çünkü bizim bireysel
doğalarımız bütün evrenin doğasının parçaları olduğundan kendi insan doğa
mıza uygun yaşamak evrenin doğasına uygun yaşamak anlamına gelmektedir,
ya da tersi (Laertios, 2003: VII, 87-89). İnsan kendi doğasını izleyerek kendisini
doğaya uygun hale getirerek bu sayede evren ve doğa konusunda bir kavrayışa
ulaşabilir.
Stoa mantığında en çok koşullu önermelerle ilgilenmeleri Stoa mantığı ve
kozmolojisi arasındaki sıkı ilişkiyi göstermektedir, zira evrendeki sebep-sonuç
ilişkisi mantıkta koşullu (hipotetik) önermeler yoluyla temsil edilmektedir.
Stoacılar için evren sonsuz sayıdaki olay dizilerinden, birbirleriyle ilişki içindeki
olgusal bağlantılardan meydana gelmektedir. Bu olaylar ya da olgu bağlamları
dizisi içinde her önce gelen olaya neden, sonra gelene sonuç dersek ve her olgu
bağlamını temsil eden bir önerme varsayarsak karşımıza neden-etki bağlantıları
nı temsil eden koşullu önermeler çıkar. Öyleyse Stoa felsefesi varlık, bilgi, man
tık ve ahlak öğretileri olarak birbiriyle bağlantılı bir öğretiler sistemi olarak da
düşünülebilir.
Stoa kozmolojisinde dünyaya içkin olan akıl Tanrı' dır. Burada yine Stoa koz
molojisi ile teolojisi arasında bir örtüşme görülür. Stoa teolojisinde Tanrının dünyaya
aşkın bir varlığı yoktur, o dünyaya içkin olan akıldır. Dünya "akıllı bir yaşayandır,
yalnızca tanrısal değil, Tanrı'nın kendisidir" (Brun, 2003: 53). Tanrının Stoa koz�
molojisinde karşılığı evrensel logos' tur. Tanrı ve dünyanın özdeşliği de 'logos' un
yine kendisinden gelen mantıksal bir zorunluluktur. Ayrıca bu evrensel logos
tanrısal iradeyle ya da tanrısal akılla özdeştir. Bu tanrısal aklın yönettiği olaylar
zinciri olarak evren tasarımı teleolojik bir tasarımdır, ama aynı zamanda deter
minist bir olaylar zinciri varsayımına dayanmaktadır. Stoa öğretisinde determi
nist nedensellik tasarımı teleolojik evren tasarımıyla da tutarlıdır. Evrendeki sıkı
ve zorunlu determinizm insan için geçerlidir, çünkü insan evrende olayların gerçek
sebeplerini ve nihai amaçlarını bilemez. Oysa Tanrı olayların gerçek amacını ya da
niçin olduklarını bilerek evreni yönetir. Stoa felsefesi evrenin düzenli yapısını da
Tanrı'nın ereksel etkinliğinin bir sonucu olarak gördüğünden, aynı zamanda bu
sonucu Tanrı'nın varlığının bir kanıtı olarak kabul eder. Evrensel düzenin var
lık nedeni Tanrı' dır ve Tanrı'nın bilinme nedeni de var olanların bu düzenidir.
Stoacılar evrendeki zorunluluk olarak işleyen yazgıyı da yine evrende işleyen
etkin akıl olarak Tanrı'nın bir yansıması kabul ederler. Yazgının varlık nedeni
Tanrı' dır ve Tanrı'nın bilinme nedeni de yazgıdır.
152
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
153
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
sanın başına gelen bütün felaket ve kötülüklerle mücadele etmesi gerekir. Seneca
Mektuplarda da erdemi olmayan kişinin kusurunun da olamayacağını söyleyerek
bu karşıt kavramların birbirlerinin varlığı için gerekli olduklarına vurgu yapar.
Stoacı düşünürler moral olan kötülüğün varlığını iyi ve kötü kavramlarının gö
reli kavramlar olmasıyla açıklarlar (Spring, 1922: 51).
Diğer yandan Stoa düşüncesine göre "kötülük tanrısal yasaya başkaldıran ve
doğayla uyum içinde yaşamayı reddeden insanın akılsızlığından doğabilir" (B�
run, 2003: 7), yani kötülük insanın eseridir, Tann'nın istemesinin değil. Burada
Stoacıların insan istemesine verdikleri önem de ortaya çıkar. Zira insan isteme
siyle tutkularından vazgeçerek doğaya ve akla göre yaşamayı isteyecektir. Bu
da insanın kendine özgü doğasını, onun ikili yapısını ifade etmektir ki, Stoa dü
şüncesi insanın bu doğasını evrensel doğayla uyum içinde düşünmüştür. İnsan
doğasındaki bu ikili yan, evrende de var olacakhr, zira insan doğasr Tanrısal
doğanın bir parçasıdır sadece. Öyleyse insanın ne yapması gerektiği ne yapabi
leceğinden hareketle, insanın doğasından hareketle ortaya konulmaktadır. İnsan
doğaya göre yaşayabilme olanağı olduğu için, erdemli yaşama olanağı olduğu
için öyle de olmalıdır. İnsanın bireysel doğası evrensel doğayla uyum içindeyse
erdem de olanaklı olacakhr. Öyleyse yapılması gereken bu olanağı gerçekleştir
mektir. Mayer (2008)'e göre Seneca De Providentia'da erdemli eyleyen insanla
ra tarihsel figürlerden örnek verir, çünkü onların erdeminin sıradan insan için
gerçekleştirilemeyecek ölçüde büyük olduğunu düşünür. Aynca tarihten örnek
vermek mitlerden örnek vermeye göre daha inanılırdır, çünkü tarihsel figürler
gerçekten yaşamış karakterlerdir (Mayer, 2008: 312). Bu da ahlaki ve erdemli ya
şamın insan için olanaklı olduğunu gösterir. Seneca'ya göre Cato gibi karakterler
ahlaki erdemin yaşayan imgeleridir (Mayer, 2008: 315).
Burada vurgulanması gereken bir diğer nokta da tek gerçek erdemin bilgelik
olduğudur. Bilgelik Stoa düşüncesinde evrenin doğasını, evrensel düzenin yapı
sını kavramış olmayı gerektirir. Dolayısıyla bilge kişi evrenin düzenini, doğayı
bir kez kavradıktan sonra bu düzenin getirdiği olaylara da, bunlar felaketler ve
talihsizlikler de olsa katlanacakhr. Zira bu olanların, başına gelenlerin Tanrısal
öngörü, evrensel yazgı ya da zorunluluk gereği olduğunu ve bunu değiştire
meyeceğini, olsa olsa bununla yaşamaya katlanması gerektiğini bilecektir. İnsan
kendisini doğanın bir parçası olarak görür görmez, yani bilgelik sahibi olur ol
maz bu düzene, doğaya göre yaşamayı erdemlilik olarak görecektir. Bu bağlam
da yalnızca bilge insan özgür olabilir. Erdem doğaya göre yaşamak olduğundan
dolayı doğaya karşıt bir yaşam sürmek erdemsizlik olacakhr.
Roma düşüncesi Antik Yunan düşüncesinin bir taklidi olduğu için Seneca
da kendi düşüncelerinde yukarıda ifade ettiğimiz Stoa düşüncesine bağlı kal
mışhr. Stoa düşüncesinin insan varlıklarının kozmosun parçaları olarak bir bü
tünün parçası oldukları görüşünü kendisini bir Stoacı olarak nitelendiren Seneca
154
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
155
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
156
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
157
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
niçin kötülüklerin geldiği bir dünyada yaşadığımız sorusuna yanıt vermek ola
rak açıklar. Bu saptamalar kötülüğün varlığının teleolojik bir nedensellik çerçe
vesinde haklı çıkarıldığı bir felsefe ortaya koyduğunu göstermektedir.
Özetlemek gerekirse, Seneca Stoa felsefesinin bilgelik, ahlaklılık, yazgı, zo
runluluk evrensel ve moral kötülük düşüncelerini Roma tarihinden verdiği bir
Caesar gibi ya da bir Cato gibi 'kahraman' olarak bilinen belirli karakterler üze
rinden işlemiştir. Düşüncelerinde yeni bir anlayış ya da yeni bir kavrayış ileri
sürmemiş, yeni bir felsefe ortaya koymamış, daha ziyade Stoa felsefesinin kav
ramlarını örneklerle işlemiş, bir anlamda Roma'nın tarihsel kişiliklerinin Stoacı
bir açımlamasını yapmışhr. Bu açıdan bakıldığında düşünce tarihindeki en bü
yük katkısı insan tutkuları, insan istenci ve doğası ile toplumsal ve siyasal konu
larda döneminin sorunlarını ele alarak Stoacı bakış açısını geliştirmiş olmasıdır.
Kaynakça
ASMIS, BARTSCH, NUSSBAUM. "Seneca and His World", Seneca: Anger, Mercy, Revenge
içinde, Chicago: The University of Chicago Press, 2010.
BRUN, Jean. Stoa Felsefesi, (çev. M. Aha), İstanbul: iletişim Yayınlan, 2003.
GILL, Christopher. "The School in the Roman Imperial Period", The Cambridge Companion
to Stoics içinde, (ed. B. Inwood), New York: Cambridge University Press, 2006.
INWOOD, Brad. Reading Seneca Stoic Philosophy at Rome, New York: Oxford University
Press, 2005.
LAERTIOS, Diogenes. Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, (çev. Candan Şentuna),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınlan, 2003.
MAYER, Roland· G. "Roman Historical Exempla in Seneca", Oxford Readings in Classical
Studies Seneca, (ed. John G. Fitch). New York: Oxford University Press, 2008, ss.
299-315.
SENECA, Lucius A. Moral Essays, Vol. I, trans. John W. Basore, Loeb Classical Library,
Landon: Harvard University Press, 1928.
SENECA, Lucius A. Dialogues and Essays, Seneca, trans. John Davie, Oxford World's
Classics, New York: Oxford University Press, 2007.
SPRING, Evelyn. "The Problem of Evil in Seneca" The Classical Weekly,Vol. 16, No. 7 (20
Kasım, 1922), ss. 51-53
STÖRIG, Hans J. İlkçağ Felsefesi Hint Çin Yunan, (çev. Ö . C. Göngören), İstanbul: Yol
Yayınlan, 2000.
THILLY, Frank. Yunan ve Ortaçağ Felsefesi, (çev. İ. Şener), İstanbul: İzdüşüm Yayınlan,
2002.
158
DOGADAN ÇEVREYE: STOA FELSEFESİNİ
GÜNÜMÜZDE YENİDEN DÜŞÜNMEK
Güncel ÖNKAL*
159
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
160
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
doğanın anlaşılması gereğidir (Des Jardins, 2006). Diğer deyişle çevre teriminin
doğanın yerine kullanılması insanın insanmerkezci egoist otoritesinin sosyal bi
limler literatüründe ilanından başka bir şey değildir. Dahası insan, doğaya çev
re diyerek onun üzerinde egemenliğini kurduğunu da tüm kavram alanlarında
duyurmakta ve tespit etmektedir. Çevre felsefesi (environmental philosophy) çevre
etiğine dayalı yaklaşımlarla kendisini uygulamalı etik konu başlıklarından hare
ketle kurgularken aslında doğayı kaybedişin vicdanını da yapmaktadır(Rolston,
1991). Bu alanda -benim gibi- emek vermiş olanların başlangıçtaki etik kaygıla
rı, dünyada gücü elinde bulunduran gelişmiş ülkelerin etik kodlarla diğer ülke,
toplum, kültür ve düşün akımlarını sürdürülebilirlik başlığında çalışhrarak biri
kim sağlamak amacında olduklarını idrak etmeleri ile yerini topyekun terime iti
raza bırakmışhr. Tumturaklı eleştirel bir tavırla bugün adında "çevre" geçen her
türlü bilimsel disiplin kendi kısa tarihselliğine eleştiri ile ifade edilir. Çevre teri
minin uydurulmasının uzunca bir tarihi yoktur. Özellikle başta anılan neoliberal
ekonomik yaşam tarzına geçişin ilk aşamalarında terim doğayı koruyormuş gibi
yapmanın diğer adıdır. Başka deyişle doğayı daha uzun yıllar sömürmek için
korumanın mühendislik paradigmasından hareketle felsefi söylem içerisinde
meşrulaşhrılmasıdır. Ne yazık ki çevre felsefesi alanında da ürünler verenler ko
nunun doğa-insan boyutunu doğa felsefesinden uzaklaşarak, "uygulamalı" söz
de etik anlayışı çerçevesinde kurgulamışlardır. Bu uğraşılar sürerken gözden ka
çırılan sosyal etken çevrenin kitle kültürüne dönüşümde olumlu değil olumsuz
bir anlamı imlediği gerçeğidir. Filozofların bireysel hareket noktasında çevreye
indirgenen doğa koruma ve güven alhna alınmış olan anlamına gelmekteyken;
sosyolojik gerçekliğin inşası o yıllarda çevreyi oldukça bozucu, vasat, sıradan ve
muğlak olarak tanımlayarak felsefi öngörünün ulaşamadığı eleştiriyi yapmak
tadır. Kitlelere dönüşmüş toplumlar çevresel faktörlerin manipülasyonuna açık
olmakla tanımlandıkları gibi, çevreye de bir yararı olmayan, gündelik alışkan
larında değer üretemeyen ve dahası çevreye değer katamayan birimler olarak
ifade edilirler. Teknolojik tüketimin hızlandırıcı etkisiyle kontrol edilebilir, yığın
halinde yaşayan, eleştiri gücünü atalete teslim etmiş kitlelerin çevre adı altında
doğayı koruma anlayışları kendisine turizmde, alternatif yaşam biçimlerinde, si
vil toplum kuruluşlarında yer bulur; ancak ne yazık ki felsefe çoktan yitirilmiştir.
"Çevre" kavramsallaşhrmasının doğa-insan-toplum ilişkisini imler biçimde
kullanılması şu gerilim noktalarını içerir:
a. Çevre kavramı ile, insan doğaya "yönelen" dir. Doğanın canlı doğa ola
rak insan üzerinde bırakhğı izlenim insanın izlenim ve deneyimleri ile
sınırlandırılmıştır.
b. Doğanın özsel, formel ve işlevsel temellerinden farklı olarak çevre tamamen
maddi öğelerden oluşur, fiziksel ve nesneleştirilme düzeyinde tanımlanmış
bir çerçeve-sınırı ifade eder.
161
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
162
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
163
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
ederek bir form, uzmanlık, yetenek ve bilgi bütünlüğü olarak insanın tüm kişi
olma özelliklerini ve yaşam biçimini kaplar (Gill, 2014) .
Stoacı filozofların ahlak yaklaşımı önceki yaklaşımların eleştirisini içerir.
Onlara göre gerçek iyi, sağlık, zenginlik ve mutluluğun gerçek dünyayla bağ
lanhlı kılınması değildir. Örneğin Zenan' a göre gerçek iyi bütünlüğe ve din
ginliğe ulaşmış bir zihin durumu olarak erdemli bir yaşamdır. Huzursuzluğu
yaratan ise dünyanın parçalı olarak ele alınışıdır. Erdemsiz insan bu anlamda
tümüyle mutsuzdur. Mutluluğun insanın içine doğduğu şartlarla ilişkili olmadı
ğı kavrayabilmek doğal us yürütme kapasitesinin dengeli biçimde kullanımıdır.
Mutluluk temellerini insanın içinde ve dolayısıyla erdeme yönelik amaç, düşün
ve eylemlerinde bulan Stoacı felsefe toplumun tüm üyeleri için bu durumu iste
yen bir adalet anlayışını da temsil edecektir. Başta Zenan olmak üzere daha son
rasında Assoslu Kleanthes, Khyrsippos, Panaitos, Poseidonios, Ciceto, Seneca,
Epiktetos ve Marcus Aurelius'un metinleriyle olgunlaşan düşünce yapısı etikten
manhğa, manhktan siyaset ve devlet felsefesine, etikten yaşam felsefesine ka
dar Platoncu etkiyle birleşerek ilk Hıristiyan Kilise Babalarına kadar temsil et
tikleri okulcu bütünlükçü felsefeyi gelenek olarak bir etki alanına dönüştürecek
lerdir. Bu etkiyi en somut biçimiyle günümüz hukukunun kurucu alanı olarak
Roma Hukukunun dayandığı "dürüst yaşam, kimseyi incitmemek ve herkese
hakkını vermek" ilkelerinin Stoacı felsefeden kaynaklandığını ifade eden Şadan
Karadeniz, Türkçedeki yetkin Marcus Aurelius çevirisinde döneme yönelik in
celemesini önsözünde bir kaç adımda özetler (Aurelius, 2013:7-13) . İlk dönem
stoacılık evrenin bütün oluşumlarını iyi ve gerekli ol arak değerlendirirken, orta
dönem kinik felsefesine yakınlaşması, Roma dönemi ise eklektik ve pratik bil
geliğin hüküm sürdüğü bir döneme karşılık gelir. Dolayısıyla Erken Dönem
Stoacılık bize doğanın konumlandırılması açısından asıl manzumeyi veren ta
rihsel dönemdir.
Stoacı filozofların doğaya yönelik etik çağrısı doğanın bir arada tutan yapısı
ile ilgilidir. Başlıca rehber ilke doğaya uygun yaşamaktır. "Doğanın bir arada tut
tuğu şeyleri ayırma" diyen filozoflar, insanın doğru rehberlik ilkeleri ve araçla
rıyla mutluluğu yakalayabileceğini ve kendisine bunun için sürekli olarak daha
doğru ve erdemli nasıl yaşayabileceğini sormasını isterler. Onlara göre ahlakın
dışında hiçbir şeyin insana yararı olmaz ve mutluluk getirmez. Stoalılar sonuç
odaklı bir erdem yolculuğunda değil süreç üzerinde yoğunlaşmışlardır ( Öztürk,
vb. 2017: 36). Tanrının kusursuz olarak dizayn ettiği doğada her şey yerli ye
rindedir. Bu düzen hem insanı hem de onun dışındakileri kapsar. Tanrısal akıl
doğada mevcuttur. Stoalılar Herakleitos'un etkisiyle doğanın "logos" tarafından
düzenlendiğini ve logostan pay alan insanların da uygun yaşamayı tercih ede
ceğini, iyiye yöneler erdemi ve doğa yasasını rehber edineceğini düşünürler(
Capelle, 1994:121-122). Onlar için çünkü erdem bilgi ve doğa eşittir. Erdem ile
164
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
doğa arasında yer alan bilgi aynı zamanda iradedir. Erdem böylelikle Stoalılarda
yaşanarak edinilir. Stoacı felsefede erdem insanları eşitleyendir. İnsan doğanın
içerisinde sosyalliğini edinmesi bakımından hem doğanın hem toplumun üye
si olmaktadır(Gill, 2014:4) . İ şte, bu bütünlük kapitalizmin yitirdiği, ayırdığı ve
ayrıştırdığıdır.
165
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
166
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Kaynakça
Aurelius, M. (2013) Düşünceler, (Çev. Ş. Karadeniz), İstanbul: YKY.
Bookchin, M. (1990) The Philosophy of Social Ecology, Montreal: Black Rose.
Cafaro, P. (2004) Thoreau's Living Ethics: Walden and the Pursuit of Virtue, Athens: The
University of Georgia Press.
Capelle, W. (1994) Sokrates'ten Önce Felsefe, (Çev. O. Özügül), İstanbul: Kabalcı.
Des Jardins, J. R. (2006). Çevre Etiği: Çevre Felsefesine Giriş. (Çev.R. Keleş) Ankara: İmge.
Foster, J. B. (2012) Marksist Ekoloji, (Çev. B. Baysal) İstanbul: Kalkhedon.
Garrard, G. (2016) Ekoeleştiri: Ekoloji ve Çevre Üzerine Kültürel Tartışmalar, (Çev. E. Genç),
İstanbul: Kolektif Kitap.
Gill, C. (2014) "What is Stoic Virtue? Stoicism Today: Selected Writings, Vol.2. Exeter:
CreateSpace.
Holly, M. (2006) "Environrnental Virtue Ethics", Joumal of Agriculture and Environrnental
Ethics (19), Springer, ss.391-424.
Konak, N (2010) "Çevre Sosyolojisi: Kavramsal ve Teorik Gelişmeler", Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (24), ss.271-283.
Önkal, G. (2006) "Derin Ekoloji", Felsefe Ansiklopedisi, (ed. A. Cevizci), Cilt:4, Ankara:
Ebabil, ss. 179-181 .
Önkal, G. (2010) "Thoreau'nun Yaşam Felsefesi ve Çağnşhrdıkları", Nerede ne için yaşa
dım ? , H. D. Thoreau. , (çev.Y. Y. Çakmaklı), İstanbul: Notos, ss. 146-155.
Önkal, G. , Yağanak, E. (2005) "Çevre Etiği", Felsefe Ansiklopedisi (ed. A. Cevizci), Cilt:3,
Ankara, Babil, ss. 589-595.
Öztürk, F., Çalışkan S. , Özdemir M. (2017) "Geç Dönem Stoa Felsefesinde Yaşam Sanalı
Olarak Etik Anlayışı", İnönü Üniversitesi Kültür ve Sanat Dergisi, Vol. 3. No. 2,
ss.31-39.
Prath, V., Howarth J., Brady E. (2005) Environment and Philosophy, London& New York:
Routledge.
Rolston, H. (1991). "Environrnental Ethics: Values in and Duties to the Natural World",
Ecology, Economics, Ethics: The Broken Circle. (Edts. F. H. Borrnann and S. R. Kellert)
Yale University Press, ss. 73-96.
167
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
Smith, K., .Kirby, M. (2015) "Wildemess 2.0: What does wildemess mean to Millennialls?",
J Environ Stud Sci, (5), ss. 262-271 .
Tuna, M. (2000) "Çevresel Sorunların Küreselleşmesi", Muğla Üniversitesi SBE Dergisi, 1
(2), ss.1-16.
Ünder, H. (1996). Çevre Felsefesi-Etik ve Metafizik Görüşler, Ankara: Doruk.
1 68
"ZEUSC*l'A ÖVGÜLEME C**l " YA DA CANLI VAROLUŞ
OLARAK SYMPAN ÜZERİNEC***l BİR ÇÖZÜMLEME
Özet: Kleanthes, "Zeus'a Övgüleme"sinde , "Sympan"ı, canlı bir varoluş olarak görür.
İlk bakışta Kleanthes'in övgülemesi dış görünümü ile geleneksel bir sunumdur. İnsanlar
bu övgülemeyi stoacı dinsel temelin bir teolojik yorumu olarak görebilirler. Her ne ka
dar Kleanthes Homerosçu bir sözcük dağarcığı kullanıyor ve Ortaçağ dinsel kozmolojileri
için esin kaynağı oluyor ise de bu değerlendirme geçersizdir. Yaphğımız çözümlemede
söylenceler ile söylemler arasındaki geçişlilik ortaya konmaktadır. Homerosçu sözcük
dağarcığı yeni anlamlar kazanır. Kleanthes çalışmasında, kendisine dek ulaşmış birikim
sel öğretileri (söylencelerden, doğa söylemcilerinden, Herakleitos, Ksenofanes, Platon,
Zenon vb.den) harmanlar. Anlamların etimolojik çözümlenmesi ile sözcüklerin alego
rik kullanımlarını çok açık olarak görürüz. Pankozmik tanrı (burada Zeus) ya da yasa
tüm sympanı yönlendirir, aynı zamanda onunla özdeşleştirilir. Bu nedenle insanların
onurlandırmasını hak eder. Ayrıksı tanrıların adları sympanın, doğanın değişik görü
nümleridir. Stoacı tanrı, aynı zamanda doğa, logos, yasa, önkavrama / takdiri ilahi, yazgı
olarak karşımıza çıkar. İnsanlar tanrının görünümüne göre doğdular. Kökenlerini, uslam
lama yeteneklerini tanrıdan alırlar. Böylece syrnpanın tanrısal düzeni ile ilişki kurmak
olanaklı olmaktadır. Ortak ussallık, insanın teomorfik niteliğidir. Böylece usun kurnazlığı
yaşama geçmektedir. İnsanların bu ortak ussallığı kavramaları gerekmektedir. Bunun üs
tüne etik kuralların odağa yerleştirildiği bir yaşam biçimini geliştirmeleri gereklidir.
Anahtar Sözcükler: Sympan, logos, physe, nomos, eimarrnene, panteizm, teomorfik, or
tak ussallık, usun kurnazlığı, ekousia . . .
IlEPIAH'PH: O KM:av8rıç mo EQYO 1:0u ""Yµvov c:iç b.la" 'W oıJµnav 8 ı:: w Qd aav µı.a
Çwvravfı vnaQl;TJ . Mı:: 'tT]V TıQW'tT] µa-rtıi aav El;W'rEQLKf) ı:: µc)>avrıarı uµvoAoyla 'WU
KAı:: av8rı dvm µı.a naQaboaı.aKf) naQovalaarı . MnoQd va 'tT] �Mnn Kavdç aav µı.a
.
· Özgün metindeki başlık""Yµvov elç ô.la" dır Zeus yerine "ô.laç" (Dias) sözcüğü kullanılmaktadır.
Sonraki Deus, Dieu sözcüklerine dönüşümde görüldüğü gibi. "ô.L' ov Cwµev" : Kendisi sayesinde
yaşadığımız" . "O bibwv Cwtj": "Yaşam veren" (ô.laç Zevç: Dias Zeus) biçiminde birlikte de kullaru
labilmektedir.
•• 'Yµvov sözcüğü, "övgüleme / methiye" anlamındadır. Daha sonraki dönemlerdeki dinsel içerikli
anlamı ise "ilahi"dir.
••• K!eanthes'in yapıtı, Yuannes Stobaios'un (5.yy.) yaşadığı döneme dek 12 yüzyıllık 204 söylemci,
şair, retorikçinin yapıtlarının derlendiği Antoloji' si sayesinde, kurtarılarak elimize ulaşmıştır.
169
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
8 wAoyuo'J bf]Awoıı yı.a TTJ 8QfJOl<EUnKf] f3aoıı 1:0u mwLKLaµou. Eav Km o KAEav8rıç
XQf]aLµorı:OLEL 'ı:ü o µf]QLKO AE/;LA6yLO Kal ytvEı:m e µrı:vwoıı yı.a 't:LÇ 8Qf]Ol<EU't:LKEÇ Koaµo
AoytEÇ Ka'l:a 'ı:üV MEaatwva, aU'l:O 'ı:ü axoALO ÖEV LUXUEL.
ETTJV avaAuoıı rı:ou Kavou µE arı:oKaAurı:'l:E'l:m rı µE1:af3anKÜTTJ'l:a µE'l:a/;u µu-
8wv Km Aoywv. To oµf]QLKo AE/; LAoyLO rı:atQVE L KmvoıJQyı.a oıı µaaın. E1:0 EQYO 1:0u, o
KAEav8rıç auvbuai:;EL 't:LÇ avaaWQEVUE LÇ rı:ou 'ı:üV exouv cjnaaE L µfoa arı:6 't:LÇ 8 EWQLEÇ
(6rı:wç oL µu8m, oı cpumoA6ym, o HQaKAEL1:0ç, o 8Evocpavrıç, o IlAa'l:wvaç Km o Zfıvwv.)
ME 'IT]V E'l:UµoAoyLKf] avaAuoıı vorı µa'l:WV f3Mrı:ou µE on rı aAAfJYOQLKf] XQf]ITT) 'l:WV M
/;EWV dvm rı:oAu /;EKli8aQrı · o rı:aYK6aµLOÇ 8 Eoç (Ebw o ZEuç) fı voµoç ÖLEU8UV E L 6Ao
'ı:ü aıJµrı:av, aAAa 'l:aU'l:Li:;E'l:m µ> aU'l:O. [ı.a av'l:o a/;t(E L 'rT] bo/;oAoyta 'l:WV av8QWTIWV.
Ta ovoµma 'l:WV b ı.acpÜQWV 8Ewv dvm bllicpOQEÇ 6\j!E LÇ 'ı:üU aıJ µrı:aV'ı:üÇ, 'IT]Ç cpuaEWÇ. o
O'rWLKOÇ 8 E6ç ETILITT) Ç dvm cpumç, Aoyoç, voµoç, TIQOVOUX, E LµaQµEVf] K.1:.A. ÜL av8QW
TIOL yEvvf] 8f]KaV Ka'l:> E lKOVa 'ı:üU 8EOU. 'EXOUV TT]V aQXfı 'l:OUÇ U'ı:ü 8Eo, TT]V LKaVO'IT]'l:a
TTJÇ AoyLKf]ç. 'E'l:m dvm aE rnacpf] µE 1:0 8 do Aoyo 1:0u aıJ µrı:av1:0ç. O KoLv6ç Aoyoç d
vm o 8EoµoQcplKOÇ xaQaK1:f)QaÇ 'ı:üU av8QWTIOU.'E1:Ul EcpaQµoi:;Eı:m Kal rı:aVOUQYLa 'ı:üU
A6you. ÜL av8QWTIOL TIQETIEL va Ka'l:avofıaovv au'i:fıv 'IT]V KOlvf] OQ8oAoyLK01:f]1:a. ea
TIQETIE L UTT] UVVEXE UX va bı.aµoQcpwaE L µı.a i:;wfı ETILKEV'l:QWµevrı O'rOUÇ f] 8 LKOUÇ KaVOVEÇ.
AE8EII:: KAEIAIA: Euµrı:av, cpumç, A6yoç, voµoç, TIQOVOUX, E LµaQµEVf], eKouaı.a, rı:a
VOUQYLa 1:0u Aoyou, Kmvov Aoyov, 8 w µoQcpLKoç, rı:av8 fi:aµ6ç . . .
2
. . . f.v Toiç xfınotç fıvT.\n . . . 1
Kleanthes tarihsel Troas bölgesinin Assos (Behramkale /Çanakkale) antik
kentinde doğmuştur. 330-232 yılları arasında yaşamış bir söylemci. Kurucusu
Kıbrıslı Zenon' dan sonra Stoa okulunun başına geçer. Çalışması, günümüzde
bildiğimiz klasik anlamda dinsel yorumun stoacı karşılığı olarak görülebilir.
Anlahmsal boşluktan anlaşılabileceği gibi birkaçı eksik olmak üzere elimi
ze ulaşan metin ve düzenlemeye göre Kleanthes'in yapılı 37 ya da 39 dizeden
oluşmaktadır.2
Övgülemede görünen vurgu, pankozmik tanrının, yasanın tüm nenleri
yönetmekte olduğu ve onurlandırmaya, şereflendirmeye değer olduğudur.
Övgü.leme, kompozisyon olarak 3 bölüme ayrılabilir:
1-6 dizeler: Önsözü
7-31 dizeler: Ana Kısmı
32-39 dizeler: Tamamlanması
1 kuyulardan su çeker, çıkarır ve bahçeleri sulardı. . . " tümcesi, yalnızca Klenathes'in geçimini na
sıl sağladığını anlatmaz. Ayru zamanda bir söylemcinin söylemini nasıl oluşturmaya, geliştirmeye
çalışhğıru da betimler. Üstelik bu zorlu çabası ile biçimlenen söylemi ile hpkı suyun canlılara
yaşam vermesi gibi, insanların yaşamına kendince ışık tutarak katkı koymaya çalışma tutumu da
dillendirmektedir.
2 Anlamsal eksiklik, boşluk oluşturan kısım. Elimizdeki metinde 13. ve sonrasındaki dizelerdir. Daha
başka nesnelerden de söz edildiği düşünülmekte. Bu da özgün metinden elimize ulaşamayan bazı
dizelerin de olduğunu ileri sürmemize yol açıyor.
170
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
3
ÖVGÜLEMENİN ÖNSÖZÜ
KYAILT> A0ANATON, TIOAYONYME, TIAfKPATEL AIEP
K'.UÔUJ't' a8ava'twv, 7to.\uwvuµE 7tayıq�a'tEÇ ai.Ei.
KvôıaTe a8avaTwv . . . : Tüm ölümsüzlerin en şanlısı . . .
Ksenofanes etkisi. . .
" Ölümsüzler" yani "tanrılar" arasında yapılan derecelendirmede "en üst-ün
niteliğe iye olan" anlamında. Daha sonra ortaya çıkacak tek tanrıcılığı çağrışhrsa
da, çok açık biçimde bir çok tanrıcılık vurgusu vardır. Tıpkı Ksenofanes'te oldu
ğu gibi.
IIo.\uWvuµE4 • • • : En çok övülen, çok adlı, sıfatlı . . .
Geleneksel dinsel düzlemde, sözcük (no/ı.vwvvµe: having many names), bir
tanrının pekçok tapınımsal başlığı, sıfah ile ilgilidir. Burada, Stoacı tanrıda logos,
3 Dönemin özgün metinleri yalnızca büyük harflerle yazılırdı. Küçük harf ve noktalama işaretleri
kullanımına geçiş Helenistik dönemde yavaş yavaş olur. Bu nedenle çalışmada ve sonunda özgün
metine iki biçimde de yer verilmiştir.
4 "rcoi\u-wvu µ e" :Tarihsel süreç içerisinde Zeus'a atfedilmiş, yüklenmiş 500 kadar takma ad, sıfattan
söz edilebilir. Bunların da, özellikle Homeros yapıtlan başta olmak üzere değişik söylencelerde geçen
biçimlerin taranması ile elde edildiğini ileri sürmek yanlış olmayacaktır.
Bu adlara özel olarak burada yer verilmemesinin nedenleri şunlar olabilir:
a. Bu nitelemeler, adlar Helenistik dönemde zaten bilinmektedir. Helenistik dönemde, coğrafyasal
yayılım ile birlikte, yayılman alanın geçmişindekiler de dahil olmak üzere en önemli tannlan ile
Zeus'un özdeşleştirildiği göriilür. Stoacı genel söylemle tutarlı olarak Evren-sel bir tanrı haline gelir.
Bazen de "Zeus Asklepeios" örneğinde olduğu gibi her bir tann ile beraber anılır.
b. Anlatımlarda kendisine yüklenen niteliklerden dolaylı biçimde doğal olarak çıkarsanan anlam
lara ulaşılır.
171
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
nomos (yasa), physis (doğa), pronoia (ilahi takdir, önkavrama), eimarmene (yaz
gı) 5 vb. nitelemeler kullanılmışhr.
4
Ilay1q�ıa't€ç ai.ri.. . . : Her zaman her nene egemen . . .
"Pan + krates" : Her neni elinde bulundurma. Tüm var olanlara egemen
olma. Üstelik "her zaman" : "ai.d" .
Stoacıların tanrısı, sympanın üstünde ve ötesinde yer alan, aşkın, yarahcı
ve yönetici bir varlık değildir. İçkindir, hatta sympan ile özdeştir. Yönlendiren
(Tanrı) = Yönlendirilen (Kozmos) . Kozmos, Doğa kendi kendisini yönlendirir,
yönetir. Bir tür panteizm denebilir.
172
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Başlangıçta DOGA: Kozmos' ta var bile olmayan tanrı-lar, zaman içinde do
ğanın, kozmosun bir parçası olarak yerlerini alırlar. Anaksimandros, Herakleitos
öğretilerinde olduğu gibi. Ör. Hem doğal, hem de tanrısal bir varoluşa iye Güneş
bile kendi payına düşen sınırları, yetkileri aşamaz! Üstelik "Güneş", ışık, ateş, ay
dınlık vb. olması nedeni ile antik düzeneklerin odağına yerleştirilmiş olsa bile . . .
Stoacılarda yeni gelişen aşama, yorum ise, "Tanrı, zaten doğanın, sympanın
kendisidir." Tersinden okumak gerekir ise, "Doğa, sympan da Tanrı-Zarın kendisin
den başka bir nen değildir. "
Thales'e atfedilen "Doğa, tanrılarla doludur."7 önermesinin söylencesel ya
lın açıklaması, Doğa' da etkin rol oynayan güçlerin her birinin tanrı olarak
algılandığıdır.
16. yüzyılda Giordano Bruno'nun "Doğa" yorumu, bu çerçevede dillendiril
miş bir söylemdir.
Spinoza (1 7.yy.) da, "Deus sive Natura" derken Eh:6ç (Tanrı) ile <Pforı (Doğa)
bir öz deşlik olarak konumlanacakhr.
v6µov µf:ra rrıivTa KvpEpvwv, xai.QE: Var olan her neni yasa ile yöneten,
selam . . .
Zeus, var olan her neni yönetir. Ancak bu gelişigüzel, keyfi olarak değil,
belli bir kurallılığa göre gerçekleşir. Bu anlamda Zeus'un da sınırlandırılmış ol
duğunu söyleyebiliriz. Söylencelerde, tanrıların yetki ve sorumluluk alanları ile
sınırlandırılmış olması gibi. Söylencelerde "Moira"lar (Yazgıcılar), tanrıların bile
karışamadığı düzen belirleyicisidir. Tanrılar, bu yazgıcı 3 kızkardeşin yönettiği
evrensel düzene kahlım gösterirler, geçici olarak bazı süreçleri engelleyebilirler,
geciktirebilirler, ama dönüştüremezler . . .
173
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
8Zeus'a, zamirlerin ikinci -tekil- kişisi (sen, sana . . . ) olarak seslenilmektedir. Bu kullanım yineleme
gösterir. Yüceltmenin gerekçelendirilmesi aracı olarak kullanılır.
9 8v17wiat: 8V1/'fOÇ < 8vrjJKW : payına düşenle sınırlandırılmış yaşam süren, ölümlü, insanlar
10rıpOJ- (pros-) -ıfavoaw (audıiö) : -e seslenmek
11
ytvoç: aile, soy, insan türü
12 ı
µ µ to µ aı (µiµ oç): tam da resmedilmiş olana uygun yapılı -taklit- olma
13 "'Ev auı:cfı yaQ Çwµıov ıcal KLvoı) µe0a KlXL foµev, WÇ Ka l 'l:LVEÇ 'IWV ıca0' u µaç 7toLT]'IWV e LQTJ KllaLV"
rnü yitQ ıcal yf.voç foµiv ." (TIQitC: e LÇ ı:wv Arıouı:ôAwv 17, 28).
174
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
15 "Kozmos", hem coğrafyasal / astronomik bir var olan olarak "Dünya"yı, hem de -buradaki anlamı
ile- yeryüzünde yaşayan "insanların toplamı"ru dile getirmektedir.
16
Eıcoucrı.a: kendi isteğiyle, gönüllü olarak Zeus / Logos, syrnpanın ateş taşıyıcı / yüklü başlangıcı ve
her nenin yöneticisidir. Stoacılığın bu kozmos modeli determinist / belirlenirncidir. Her olgu, iyilik
için her zaman devinen / etkin olan tanrısal düzen / tasanın / yasa ile belli bir uyum içinde başından
belirlenmiş olarak kendine bir yer edinmiştir.
175
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
176
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
Herakleitos'un "Pyr"i
Diogenes Laertios, "Filozofların Yaşamı" Z kitabında, Kleanthes' e ait 50
yapıtlık bir listeden söz eder. Çoğunluğu ethik içerikli çalışmalarının arasında
Homeros ve Herakleitos yorumlamalarının da yer aldığını bildirir. Bu bilgi bize,
Kleanthes'in övgülemesinin yorumsal çerçevesi için bir ipucu vermektedir.
Stoacılar, Herakleitos'u izleyerek sympanın yönetici ilkesi olarak arı ether
(aither) ateşi benimserler. İnanırlar ki, tek bir parça, durum, ton, sympanın tama
mını / bütününü içerir. Her bir parça, tekillik sympanın prototipidir. Ama aynı
zamanda biribirinden ayrı her bir parça da bu bütünün içinde yer alır. Bu durum
ateşin yönetici, yönlendirici vuruşu, dokunuşu ile ortaya çıkmaktadır.
Tek bir parçaya bakarak bütünün neliğine ilişkin çıkarsama yapmak olanak
lı ise, "parça (tekil olan) ile bütün (tümel olan) türdeştir" gibi bir sonuca ulaşı
labilir. Bu türdeşliği, "tümel ussallık" -"tekil ussallık" ilişkisinde de yakalamak
olanaklı olacaktır. " İnsanın, tanrının yeryüzündeki taklidi olması" yorumu daha
anlaşılır hale gelmektedir. Ortak ussalığın yaşama geçmesi de böylece olanaklı
olacaktır.
Kmvov Aôyov : Ortak Ussallık
"Ussallık", insanların ortak paydasıdır.
İnsanları birbirinden ayrıksı kılan, yani bilge ile kavrayışsız arasında, bu or
tak ussallığı yakalayabilirlik düzeyleri, dereceleridir.
Kavramanın Aracı Olmak. . : 4J oiı Kaı:c:uSt'.ıvnç KOLvov i\6yov, öç bı.ıX
.
'TtCTV't:WV 8
• • •
177
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Zeus, logos, yasa, manhksallık, kurallılık vb. karşı karşıya olduğumuz işleyişi
"kavrayabilme aracı" dır.
Anaksagoras'ın "Nous"u . . .
Böylece Zeus'u, belli bir zorunlu yönü göstermekten çok, yönlendirme,
danışmanlık, klavuzluk, taktik veren antrenör vb. gibi düşünmek gerek.
Anaksagoras'ın "nous"unda olduğu gibi.
Mutlak determinist bir yorum, insanı mutlak edilgen kılacakhr. Oysaki böy
lesi bir yorumlama ile "özgür istenç" sorunundaki "Kavrayışsızların usdışılığı yaz
gı değil midir?" çelişkili sorusuna bir çeşit çözüm üretilmiş olacakhr.
Özgürlük alanlarımız, sınırlarımız konusu gündeme gelecektir. Burada yine
Spinozacı " Özgürlük zorunluluğun tanınmasıdır." çıkarsanabilir . . .
17 baiµwv < baiµwv, E>e6ç. Daimon (Theos, Moira): Tanrı, Tanrılar üstü doğa gücü Yazgıcı. L1aiw:
Daio: herkese şansına düşeni paylaştırmak. Paylaşhncı eril ya da dişil, tanrı ya da tanrıça olabilir. Antik
söylemcilerin tamamı sözcüğü bu anlamda kullanmıştır. Daha sonraki dönemde, başlangıç anlamı
değiştirilerek dinde, iyilik üreten değil, geçmişteki anlamı yok sayılarak kötülük yapıcı olarak yo
rumlanmıştır.
178
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
18 "• • •
AL'tta ci\o µ tvou 0côç ava(noç." (Bkz. Platon, Politeia, 617, e)
179
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
180
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Sonlandırırken . . .
Zeus, yalnızca yıldırımın ve ateşin efendisi değil, ateşin (PYR) bizzat
kendisidir.
Logos, nomos, doğa, physe, kozmos, tanrı vb. bir ve aynı gerçekliğin değişik
görünümleridir.
Övgüleme, görünümüne karşın tipik bir teoloji çalışması değildir. Elimize
ulaşmamış olsa da, Kleanthes' in diğer yapıtlarının başlıkları bile böylesi bir indir
gemeye izin vermez. Dönemin toplumsal koşullarının, insanlar arası -egemenlik
ilişkilerinin değişimi nedeniyle yeni "evrensel" bir toplum, kişi arayışını yansıt
maktadır. Doğanın kavranmasını önkoşul sayan, etik değerlerin yaşamın odağı
na yerleştirilmesini vurgulayan bir söylem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Stoacılığın kurucusu Kıbrıslı Zenan "Doğa'yı yaşa"(Tf] L <l>uon) belirlemesi
yapar. Kleanthes bir adım daha atar. Stoacı bir kişinin, Doğa karşısında mutlak
/ salt bir içsel uyum (omologia: ikrar, itiraf, kabulleniş) ile yaşaması gerektiğini
(oµoi\.oyouµevwç TIJ L <l>uan ı'.,;ı')v) dile getirir.
Anaksagoras, Euripides, Sokrates'in, Zeus'un söylencedeki rolünü bir kena
ra bırakarak göksel olguları açıklama biçiminden sonra, oldukça gecikmiş, hatta
modası geçmiş bir övgüleme. Homerosçu sözcük dağarcığına alegorik (başka
türlü demece) bir biçimde de olsa yoğun yer verilen bu övgüleme, biçimsel ola
rak özgün değil. Söylem geleneğinin daha sonra ortaya çıkan sürecini sıklıkla
etkilemiş, dayanak oluşturmuş olması anlamında önemsenmeli. Günümüzde
de karşımıza çıkmaya devam eden gelenekçi söylemlerin kendisinden sıklık
la esinlendiği, kendi döneminin tanıklığım yapan bir söylem olarak kesinlikle
irdelenmeli.
18 1
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
182
özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
183
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Kaynakça
1. "EK.ı\OfAI" (Seçkiler), Yuannes Stobaios, l .Cilt, l .Kitap,12, Kleanthes, ss.44-49
Kaktos Yayınevi, Atina, 1995
2. "BION KAI fNONOM TON EN <I>IAOI:O<l>IAI" (Filozofların Yaşamları ve
Görüşleri), Diogenes Laertios, 3.Cilt, 7.Kitap, Kleanthes, ss.232-243, Kaktos Yayınevi,
Atina, 1994
3. "EPfA KAI HMEPAI" (İşler ve Günler), Hesiodos, ss.100-101, Kaktos Yayınevi,
Atina, 1993
4. "EENO<I>ANHI:" (K'>enofanes), Kaktos Yayınevi, Atina, 1997
5. "IAIAM" (İliada) Homeros, Yeni Yunanca Çev. N.Kazancakis, Th. Kakridis Free -E
Books. Gr
6. "AEEIKON THI: TIPOI:OKPATIKHI: <I>IAOI:O<l>IAI:" (Sokrates Öncesi Felsefe
Sözlüğü), Atina Akademisi Yunan Felsefesi Araşhrma Odağı, Atina, 1994
7. "AEEIKO AATINO-EAAHNIKON" (Latince-Yunanca Sözlük) Stefanos
Koumanoudes, Atina, 1854
184
STOA FELSEFESİ İLE İLGİLİ TEZ,
MAKALE ve KİTAP ÇALIŞMALARI
Selda KİRAZ
Kitaplar
Ahmet Arslan (2008), İlkçağ Felsefe Tarihi 4, Helenistik Dönem Felsefesi:
Epikurosçular, Stoacılar, Septikler; İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları
Cicero M. T. (2013), Yükümlülükler Üzerine (Çev. C. Cengiz Çevik). İ stanbul:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlan
Epiktetos (2013), Söylevler, (çev. Birdal Akar), Ankara: Divan Kitap.
Epiktetos (2017), Düşünceler ve Sohbetler, (Çev. Cemal Süer), İ stanbul: İnkılap
Kitabevi.
H. Haluk Erdem-Mustafa Günay(2014) , (Edit.), Hierapolisli Bir Filozof Epiktetos
Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
Frederick Copleston (2009), Felsefe Tarihi, Helenistik Felsefe, (Çev. Aziz Yardımlı),
İstanbul: İdea Yayınevi
İbrahim Çapak (2006), Stoa Mantığı ve Faarabi'ye Etkisi, İstanbul: Araştırma
Yayınlan
Jean Bnın (2018), Stoa Felsefesi, (Çev: Medar Atıcı), İstanbul: İletişim Yayınları.
Marcus Aurelıus (2014), Düşünceler, (Çev. Şadan Karadeniz), İstanbul: Yapı Kredi
Yayınlan
Marcus Aurelius (2017), Kendime Düşünceler, (Çev: Ceyda Eskin), İstanbul: Oda
Yayınlan.
Marcus Tullius Cicero (1997), Şair Archias Savunması, (Çev. Bedia Demiriş,
Çiğdem Dürüşken), İ stanbul: Kabalcı Yayınevi
Marcus Tullius Cicero (2003), Pompeus 'un Yetkisi Hakkında, (çev. Ü. Fafo Telatar),
İstanbul: Arkeoloji Ve Sanat Yayınları.
Marcus Tullius Cicero (2006), Tanrıların Doğası, (Çev. F.Gül Özaktürk, Fafo
Telatar), Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
185
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Marcus Tullius Cicero (2014), Ölüme Övgü, (Çev. Cana Aksoy), İ stanbul: Sel
Yayıncılık
Marcus Tullius Cicero (2016), Stoacıların Paradoksları, (Çev: Serap Gür
Kalaycıoğulları, Ceyda Üstünel Keyinci), İstanbul: İmge Kitabevi.
Marcus Tullius Cicero(201 1 ), Dostluk ve Yaşlılık, (Çev. Hacı Berat), İstanbul: Arya
Yayıncılık
Seneca (1992), Ahlaki Mektuplar, (Çev. Türkan Uzel), Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları
Seneca, (2010), Teselliler, (Çev. Kenan Sarıalioğlu), Kırmızı Yayınları.
Seneca, (2014), Doğa Araştırmaları (Çev. C. Cengiz Çevik), Jaguar Kitap.
Seneca, (2014) De Providentia - Tanrısal Ö ngörü, (Çev. Çiğdem Dürüşken), İstanbul:
Alfa Basım.
Seneca, (2015), Hoşgörü Üzerine - Ruh Dinginliği Üzerine, (Çev. Bedia Demiriş,
Doğu Bah Yayınları.
Seneca, (2015), Törel Mektuplar, (Çev. Münevver Özgen), Biblos Kitabevi Yayınları.
Seneca, (2017), Bilgenin Sarsılmazlığı, (Çev. Elif Burcu Özkan), Doğu Bah Yayınları.
Seneca, (2018), Bilgeliğin Sarsılmazlığı Üzerine - İnziva Üzerine, C. Cengiz Çevik,
Türkiye İ ş Bankası Kültür Yayınları.
Seneca, (201 8), Yaşamın Kısalığı Üzerine , (Çev.Cemal Bilge Özşar), Biblos Kitabevi
Yayınları.
Makaleler
Ahmet Seyit Atak (2004), "Stoa Felsefesinin İnsan Kavramına Ve Haklarına
Yüklediği Değerler" , Sosyal Bilgiler Araştırma Dergisi, Sayı:4, ss.243- 248
Arslan Topakkaya (2009), "Stoa Etiğinin Temel Kavramları", Felsefe Dünyası,
Sayı: 49, ss.56-69
Arslan Topakkaya (2013), "Ontolojik Doğal Hukuk Anlayışına İki Farklı Örnek:
Stoa ve Hristiyan Doğal Hukuk Öğretileri", Türkiye Adalet Akademisi Dergisi,
Yıl: 4 Sayı: 15, ss. 56-69
Çiğdem Dürüşken, "Stoa Mantığı", Felsefe Arkivi, İÜEF Yayınları, İstanbul 1991,
sy.28.
Elif Burcu Özkan (2014), "Stoa Ahlakında ve Seneca' da Özgürlük Anlayışı", şura
da: Eskiçağ Yazıları 6 - Akran 8, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, (s. 225-2 70)
Fatih Durgun, M. Burak Özdemir (2011), "Antikitenin Öğrettikleri: Yeni Çağ
Avrupa Düşüncesinde Yeni Stoacılık", İnsan ve Toplum Dergisi, Cilt:l,
Sayı:l, ss. 25-44
186
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Fatih Öztürk, Sadık Çalışkan, Musa Özdemir (2017), "Geç Dönem Stoa
Felsefesinde Yaşam Sanab Olarak Etik", Dergipark Akademik, Cilt: 3, Sayı: 2,
ss. 31-39
Fatih Öztürk, Sadık Çalışkan, Musa Özdemir (2017), "Geç Dönem Stoa
Felsefesinde Yaşam Sanab Olarak Etik Anlayışı", İnönü Üniversitesi Kültür
ve Sanat Dergisi, Cilt:3 Sayı:2, ss. 31-39
Harun KUŞLU (2011), İb rahim Çapak, Araşhrma Yayınları: STOA MANTIGI VE
F ARABİ'YE ETKİ Sİ, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XIII,
Sayı: 24
İbrahim Çapak (2015), "Kıbrıslı Zenon ve Stoa Okulu", Yakın Doğu Üniversitesi
İslam Tetkikleri Merkezi Dergisi, Cilt:l, Sayı: 1, ss. 9-20
İbrahim Çapak (2015), "Stoa Felsefesi ve İ slam Düşüncesine Etkisi", Yakın Doğu
Üniversitesi İslam Tetkikleri Merkezi Dergisi, Sayı: 2, ss. 7-29
Kürşat Haldun Akalın (2015), "Stoa Felsefesinde Tanrının Doğası ve İnsanın
Uyumu", Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 30, ss.
91-112
Kürşat Haldun Akalın (2016), "Hristiyanlığın Kaynağı ve Karşıh Olarak Stoa
Felsefesi", Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 32, ss. 63-86
Meriç Pehlivan (2018), "Toplumsal Etik Yozlaşma Sorununa Stoa Etiği Yoluyla
Çözüm Arayışları", Akademia Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 3, ss. 21-31
Murat Arslan (2001), "Helenistik Döneme Damgasını Vuran Yarabcı Felsefe
Sistemleri: Epikurosçuluk ve Stoacılık I", Arkeoloji ve Sanat Dergisi, Sayı:lOO,
İstanbul, ss. 19-28
Murat Arslan (Ocak 2001), "Epikurosculuk ve Stoacılık", Arkeoloji ve Sanat
Yayınları Dergisi, Sayı: 100, ss. 19-27.
Sedat Yazıcı (1999), "Epiktetos'un Ahlak Felsefesinde Akılcılık ve Doğalcılık",
Felsefe Dünyası, Sayı:29, ss.101-109
Sedat Yazıcı(1999), "Epiktetos'un Ahlak Felsefesinde Akılcılık ve Doğalcılık",
Felsefe Dünyası, Sayı: 29, ss.101-109
Tezcan KAPLAN (2018), "ROUSSEAU'NUN DÜŞÜNCE DÜNYASINDA STOA
FELSEFESİN İN İZLERİ ", ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar,
Ocak
Tezler
Ahmet Faruk Çağlar (2015), Yüksek Lisans Tezi, Stoaci Oikeiosis Öğretisi.
Baksen Ertürk (2007), Yüksek Lisans Tezi, Son Dönem Stoa Felsefesinde Ahlak.
Ceyda Keyinci (2017), Doktora Tezi, Marcus Tullius Cicero'nun Felsefi Yapıtlarında
Kullandığı Akıl Yürütme Teknikleri
187
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Gökçe Yırcalı (2007), Yüksek Lisans Tezi, Stoacılıkta Yazgı ve Ahlaki Sorumluluk.
Hülya Kahveci (2015), Yüksek Lisans Tezi, Epiktetos, Sokrates ve Stoa'da Erdemli
Yaşam ve Mutluluk
Melike Molacı (2018), Doktora Tezi, Güncel Bir İmkan Olarak Stoa Ontolojisi.
Merve Aslanbaş (2010), Yüksek Lisans Tezi, Marcus Tullius Cicero 'nun
Düşüncesinde Yaşlılık Kavramının İncelenmesi
Mesut Güngör (1989), Yüksek Lisans Tezi, Stoaların Kökeni
Müslüm Turan (1989), Yüksek Lisans Tezi, Tarihsel Süreç İçinde Stoa Felsefesi.
Mustafa Günay (1994), Yüksek Lisans Tezi, Seneca'nın İnayet Üzerine Adlı Eserinin
İncelenmesi
Meral Işıldak (1996), Yüksek Lisans Tezi, Seneca'nın Ahlak Felsefesinin ve Ruh
Dinginliği Adlı Eserinin İncelenmesi
Yasemin Kaya (2014), Yüksek Lisans Tezi, Mutluluk Öğretisi Bağlamında Stoa
Felsefesi.
188
XENO<l>ONTOI OIKONOMIKOI KSENOPHON
OIKONOMIKOS - HANE YÖNETİMİ*
1.
(1) Ksenophon: Bir zamanlar Sokrates'in hane yönetimi hakkında şöyle
söylediğini işittim. Söyle bana dedi Ey Kritobulos "Hane yönetimi tıpkı tıp,
demircilik ve marangozluk gibi bir bilgi dalının adı mıdır?" .
Kritobulos, "En azından bana öyle görünüyor" dedi.
(2) Sokrates: Tıpkı bu sanatların her birinin ışının ne olduğunu
söyleyebileceğimiz gibi, hane yönetimi hakkında da onun işinin ne olduğunu
söyleyebilir miyiz?
Kritobulos, "Hane yöneticisinin iyisinin, en azından kendi hanesini iyi bir
şekilde yönetmek olduğunu" söyledi.
(3) Sokrates: Birisinin bir başkasının hanesini devralması durumunda,
tıpkı kendi hanesi gibi başkasının hanesini de iyi bir şekilde yönetemez mi?
Marangozluktan anlayan birisi kendisi için çalıştığı gibi, benzer bir şekilde bir
başkası için de çalışabilir; aynı şey hane yönetimi için de söylenebilir.
Kritobulos: Ey Sokrates, en azından bana öyle görünüyor.
189
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
(4) Sokrates, "Bu sanattan anlayan biri her ne kadar zengin olmasa da, hpkı
bina inşa etmede olduğu gibi, başkasının hanesini yöneterek para kazanabilir
mi?" diye sordu.
"Hiç şüphesiz" dedi Kritobulos, "hatta çokça kazanabilir, tabi şayet haneyi
devraldıktan sonra gerekli olan şeyleri yerine getirip aynı zamanda fazladan
üreterek haneyi zenginleştirirse."
(5) Sokr: Peki hane deyince aklımıza ne gelir? Yalnızca yaşanılan yer midir,
yoksa yaşanılan yerin dışında da birinin sahip olduğu her şey haneye dahil
midir?
"En azından bana öyle görünüyor" dedi Kritobulos, "birinin sahip olduğu
herşey aynı şehirde olmasa bile haneye dahil olur."
(6 ) Sokr: Bazı insanlar düşmanlara sahip değil midir?
Krit: Şüphesiz, kimilerinin çokça düşmanı vardır.
Sokr: Peki düşmanları da, bu kimselerin sahip olduğu şeyler içerisine dahil
edecek miyiz?
Kritobulos, "Birisinin düşmanlarını arthrmasıyla birlikte daha fazla kazanç
elde etmesinin kesinlikle saçma olacağını" söyledi.
(7) Sokr: Çünkü bir adamın hanesi, sahip olduğu her şey olarak görünür.
"Hiç şüphesiz, fakat onun sahip olduğu şey iyiyse bu böyledir; zira kötü bir
şeyse, bunu sahip olunan şey olarak adlandırmayacağım" dedi Kritobulos.
Sokr: Sen o halde sahip olunan şeyleri, her bir kimseye kazançlı olan şey
olarak adlandırıyor görünüyorsun.
"Tam da öyle" dedi Kritobulos. Ve kazançlı olmayan şeylerin ise zenginlikten
ziyade zarar getiren şeyler olduğunu düşünüyorum.
(8) Sokr: Biri at almasına rağmen onu kullanmayı bilmez ve diğer yandan
attan düşüp kendini incitirse, bu at ona zenginlik getirmeyecektir, değil mi?
Krit: Eğer gerçekten zenginlik iyi bir şeyse, bu at ona zenginlik getirmeyecektir.
Sokr: Peki toprak, onu zarar edecek şekilde işleyen insanlar için zenginlik
getirmeyecektir değil mi?
Krit: Toprak besleyeceğinin aksine aç koyarsa, gerçekten zenginlik değildir.
(9) Sokr: Bu yüzden sığırlar için de aynı durum söz konusudur. Şayet birisi
kullanmayı bilmemesinden ötürü sığırlara zarar verirse, sığırlar ona zenginlik
getirmeyecektir, değil mi?
Krit: Bana getirmeyecek görünüyor.
Sokr: O zaman göründüğü kadarıyla sen, kazançlı olanın zenginlik olduğuna,
zararlı olanın ise öyle olmadığına inanıyorsun.
Krit: Aynen öyle.
190
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
(10) Sokr: Aynı şeyler onların her birini kullanmayı bilene zenginlik iken,
bunu bilmeyene zenginlik değildir. Benzer bir biçimde; flütler, söz edilmeye
değer bir şekilde çalmayı bilene zenginlik iken, bunu bilmeyene ise yararsız
taşlar gibidir.
En azından bu kimse kalkıp da bunları satmazsa.
(11) Böylelikle bize şöyle görünüyor: Flütler kullanmayı bilmediği için
satanlara zenginlik iken, satmayıp elinde bulunduranlara ise zenginlik değildir.
Krit: Kazançlı olanların zenginlik olduğu noktasında, ikimiz de aynı
fikirdeyiz. Sahlmayan flütler zenginlik değildir, zira yararlı değildir; öte yandan
sahlanlar ise zenginliktir.
(12) Buna yönelik olarak Sokrates şöyle dedi: "Tabi en azından satmayı
biliyorsa" . Şayet sahp karşılığında kullanmayı bilmediği bir şey alırsa, sahlanlar
senin sözüne göre zenginlik değildir.
Krit: O zaman ey Sokrates, kullanmayı bilmeyen kimseye paranın bile
zenginlik olmadığını söylüyor görünüyorsun.
(13) Sokr: Böylelikle ey Sokrates, sen birinin kendilerinden kazanç elde
edebileceği şeylerin zenginlik olduğu noktasında benle uzlaşıyor görünüyorsun.
Peki o zaman birisi parayı bir metres tutmak amacıyla kullanırsa ve bu yüzden
bedeni, ruhu ve hanesi kötüleşirse para hala o kimseye nasıl kazanç sağlayacakhr?
Krit: Hiçbir şekilde. Tabi en azından yiyenleri çılgına döndürdüğü söylenen
banotunun zenginlik olduğunu söylemeyeceksek.
(14) Sokr: Ey Kritobulos, birisi parayı kullanmayı bilmiyorsa para ondan uzak
tutulmalıdır ve zenginliğe dahil edilmemelidir. Dostlara gelince, birisi kazanç
elde edecek denli onları kullanmayı biliyorsa, bu durumda onlar hakkında ne
diyeceğiz?
"Hiç şüphesiz zenginliktir" dedi Kritobulos, "hem de sığırlardan daha çok
bir zenginlik, tabi gerçekten onlardan daha fazla kazançlı olursa."
(15) Sokr: O zaman senin sözüne göre, düşmanlar da onlardan kazanç elde
edebilenlere zenginliktir.
Krit: En azından bana öyle görünüyor.
Sokr: İyi bir hane yöneticisinin görevi, düşmanlardan kazanç sağlayacak
denli onları kullanmayı bilmektir.
Krit: Kesinlikle öyle.
Sokrates dedi ki, "Ey Kritobulos, çoğu şahsın hane gelirinin savaşlardan;
çoğunun da tiranlıklardan arthrılmış olduğunu açık bir şekilde görüyorsun."
(16) Krit: Bu şeyler bence iyi bir şekilde ele alınmış görünüyor.
191
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
192
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
2.
(1) Kritobulos bu şeylerle ilgili olarak haspel kadar şunları söyledi. "Bu
şeyler hakkında senin anlattıklarını yeterince işittiğimi düşünüyorum. Kendimi
incelediğimde bu şeylerle ilgili olarak kendime oldukça hakim olduğumu
düşünüyorum, öyle ki hanemi geliştirmek için ne yapacağım hususunda
tavsiyede bulunursan, senin efendiler olarak adlandırdığın şeyler tarafından
engelleneceğimi düşünmüyorum. Fakat sen bana iyi tavsiyeler vermeye devam
et. Yoksa ey Sokrates, bizi oldukça zengin olmakla mı suçlayacaksın; yani bizim
çok paraya ihtiyaç duymadığımızı mı düşünüyorsun?
(2) "En azından ben değilim" dedi Sokrates, ve şayet benim hakkımda
konuşuyorsan, ben paraya ihtiyacım olmadığını aksine yeterince zengin
olduğumu düşünüyorum. Öte yandan ey Kritobulos, senin oldukça fakir
olduğunu düşünüyorum, ve seni temin ederim ki kimi zaman sana gerçekten
acıyorum.
(3) Kritobulos gülerek "Ey Sokrates, satmamız durumunda senin sahip
oldukların ne getirir, benim sahip olduklarım ne getirir!" dedi.
Sokr: İyi bir alıcıya denk gelirsem, hanemdeki bütün şeyler beş mina
getirecektir. Fakat açıkça biliyorum ki, senin sahip olduğun şeyler benimkilerden
yüz kat daha fazla getirecektir.
(4) Krit: Bu [gerçeği] anlamana rağmen bir yandan çok paraya ihtiyacının
olmadığını düşünüyorsun diğer yandan kalkmış benim fakirliğime mi acıyorsun?
Sokr: Benim sahip olduğum şeyler isteklerimi karşılamak için yeterlidir.
Fakat senin saçıp savurarak yaphğın gösteriş ve sahip olduğun ünle ilişkili
olarak, şimdikinden üç kah fazlasına sahip olsan da, yine de bunun sana yeterli
olacağını düşünmüyorum.
(5) "Bu nasıl olur!" dedi Kritobulos.
"Çünkü" dedi Sokrates "senin hem çokça hem de büyükçe kurbanlar kesmek
zorunda olduğunu görüyorum aksi takdirde ne Tanrıların ne de insanların
seni onaylayacağını düşünüyorum." Sonra senin çokça misafir kabul etmen ve
onları cömertçe ağırlaman gerekir. Senin çokça misafirin gelir ve onları adına
yaraşır bir şekilde ağırlaman gerekir. Daha sonra yurttaşlara ziyafet vermelisin
ve [onlara] iyi davranmalısın aksi takdirde dostlarından mahrum olursun. (6)
Anlıyorum ki şehir sana yerine getirmen gereken büyük şeyler buyuruyor: atların
yetiştirilmesi, koro ve gymnaziumun ihtiyaçlarının karşılanması ve kamusal
hizmetlerin yerine getirilmesi. Savaş çıkması durumunda da biliyorum ki,
193
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
194
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
195
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
196
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
fakirliğe düştüklerini; öte yandan bazı insanların ise atlar sayesinde oldukça
zengin olduklarını ve aynı zamanda kazançlarıyla övündüklerini göstersem?
Krit: Bu son bahsettiğin kimselerin her birini hem görüyorum hem de
biliyorum fakat ben bunlardan daha çok kazanç elde eden biri değilim.
(9) Sokr: İyi ama sen onlara tragedya ve komedilerdeki aktörlere bakhğın
gibi bakıyorsun, ve bunu da şair olmak için değil, daha ziyade bir şeyi görmek
ve işitmekten haz duyduğun için. Belki bu şekilde doğru olabilir, zira şair olmayı
istemiyorsun. Peki atlarla ilgilenmek zorunda olduğun için, bu işlerde beceriksiz
olmaktan nasıl kaçınılabileceğine dikkat etmezsen, aptal durumunda düşeceğini
düşünmüyor musun? Zira aynı atlar hem kullanım için iyi hem de sahş için
karlıdır.
(10) Krit: Tayları sürmemi mi öneriyorsun?
Sokr: Kesinlikle hayır, çocukları sahn alıp onları çiftçi olarak kullanmayı
[önermemden] daha çok değil, çünkü bana öyle görünüyor ki hem insanlar hem
de atlar için yararlı olan ve daha iyi gelişmeleri için uygun dönemler vardır.
Sana ayrıca hanelerini zenginleştirmek için eşlerini birlikte çalışacak şekilde
kullananlar ile hanelerini zarara uğratacak şekilde kullananları gösterebilirim.
(11) Krit: Peki bu ikisinden hangisini Sokrates, kadını mı yoksa erkeği mi
suçlamak gerekir?
Sokr: Sığırlar kötü olduğunda çoğunlukla çobanı; atlar uygun olmayan
şekilde hareket ettiklerinde de bu sefer binicisini suçlarız. Kadına gelince, kocası
tarafından iyi şeyler öğretilmesine rağmen uygun olmayan şekilde hareket ederse
kuvvetle muhtemel o da adil bir şekilde suçlanacakhr. Ve şayet kocası iyi ve
soylu şeyleri öğretmez ve kadın da bu konularda cahil kalırsa, (12) adil bir şekilde
adamı da suçlamak gerekmez mi? Ey Kritobulos o zaman her durumda bize
hakikati olduğu gibi söyle, zira dostlarımız huzurumuzda. Önemli konularda
eşinden daha fazla güvendiğin kimse var mıdır?
Krit: Elbette yoktur.
Sokr: Peki hanımından daha az fikir paylaşhğın kimse var mı?
Krit: Aslında pek kimse yok.
(13) Sokr: Sen eşinle o daha çok küçükken ve daha henüz görüp geçirmemişken
mi evlendin?
Krit: Evet gerçekten öyle. Sokr: O zaman yanlış yapması yerine ne söylemesi
veya ne yapması gerektiğini bilmesi şaşırtıcı olur.
(14) Krit: İyi eşleri olduğunu söylediğin kocalara gelince, eşlerini kendileri
mi eğitiyorlardı?
Sokr: Böylesi bir araşhrma yoktur. [Şimdiyse] sana bütün şeyleri benden
daha bilgece gösterecek olan Aspasia'yı tanıtacağım. (15) Hanede iyi bir eş
197
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
198
GEÇ DÖNEM SOFİSTLERDE İKTİDAR ve
GÜÇ DÜŞÜNCESİ
H. Haluk ERDEM*
Özet: Antikçağ Sofistleri ve özellikle geç dönemin düşünürleri olarak kabul edilen
Antiphon, Euthydemos, Kallikles, Kritias ve Trasymakhos her türlü kuramsal ve kurum
sal yapıya karşı aklın ve düşünmenin sınır ve imkaruarını yer yer dilsel çürühnelere de
başvurarark eleştirel bir dönemi temsil ederler. Bu dönemin genel kabul gören ve top
lumsal yapının temelerini üzerine kurduğu kavram ve teorilere yönelik eleştriler adalet,
iktidar, güç, devlet, bilgi, doğruluk vb. kavramlar etrafında gelişmiştir.
Anahtar Kelimeler: Güç, İktidar, Devlet, Bilgi, Doğruluk, Sofistler
199
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
200
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
riyle sözleşme kuramı şunu dile getirir: insan belli yasalara uymayı, başkalarına
zarar vermemeyi kabul etmiş ve böylece toplumsallaşmışlır.
Kritias, Sisyphos adlı yapılında bir 'doğa durumu' betimlemesi yapar. Ona
göre "şiddetin ve vahşiliğin hüküm sürdüğü bu dönemde, insanlar hiçbir ya
saya bağımlı değillerdir ve yalnızca içgüdülerine göre davranıyorlardı. Sonra,
adaletin sağlanabilmesi için bir düzene gereksinimi olduklarını anladılar ve ya
saları yaparak toplum durumuna geçtiler."(Ağaoğullan, 1989: 68) Geç dönem
Sofistlerin en önemli düşüncelerinden biri de, ' doğadan olan' ile 'insanın koy
muş olduğu' kurallar arasındaki karşıtlıklır, bir başka deyişle 'physis' ile 'no
mos'un uyuşmazlığı, hatta çalışmasıdır. Bu çalışma (karşıtlık) öyle boyutlarda
dır ki, doğanın belirlediği insan organlarının algılama gücü sınırlan bile, yasalar
tarafından yeniden düzenlenip saptanmaktadır. Geç dönem Sofistler, genellikle
'doğa'yı bencillik ya da kişisel çıkar anlamında ele alırlar ve 'physis-nomos' kar
şıtlığından hareketle bireyciliği aşırı boyutlara götürüp kişiyi toplumun karşısı
na dikmeye dek vanrlar.(Taşçıer 2009: 52-53)
'Physis-Nomos' karşıtlığı ile aşırı bireycilik düşüncelerinin ardından, ikti
darı salt güce bağlayan iktidar ve güç kuramları ortaya çıkmışlır. Gücün nasıl
elde bulundurulacağı iktidarın doğasının özelliklerini de gösterir.(Ağaoğullan
1989: 72) Kritias'a göre "hem fiziksel hem akılsal gücü kapsayan ve eğitimle elde
edilen 'kuvvet' çalışmalara, savaşlara son verebilecek ve toplumda düzeni sağ
layabilecek tek ilkedir." (Ağaoğullan 1989: 72) Devletin kendi özgül şartlarında
oluştuğu bu düzende iktidar kendi varlık koşulunu tözsel bir kategoriye daya
mışlır. Tözsel olan gücün kendi yansıması niteliğindeki böylesi kurumlandırıcı
bir işlev gören kurumsal kategoriler tarihsel olan şeyi gerçekleştirme savı üzeri
ne kuruludur. Bu durum tarihsel koşullar değişse de kendini çeşitli savlar teme
linde günümüze kadar taşımıştır.
Dolayısıyle geçmiş bütün tarihsel oluşlar gözönüne alındığında iktidarın
varlık temelini oluşturan güçtür. Özünde ancak bir amaç için araç olduğundan
tek hedef olan güç egemen iktidar tarafından sürekli olarak kendine dönüştü
rülerek yaralılan ve biriktirilen bir şeye dönüştürülür. Tabi gücün bu dönüşü
mü kendini farklı kategorilerde ama tek bir amaç (egemenlik) etrafında ve bir
makine düzeninde yapılandırır. Burada meydana gelen işleyiş tam bir rasyonel
işleyiştir. İnsanın insanlar tarafından yönetilmesine denk Çoklu iliskiler agında
kendini gösteren bu rasyonalite herhangi bir araçsal siddeti gerektirmeyecek bi
çimde isler.(Taşçıer 2010: 74)
Antiphon, Gerçek adlı eserinde 'physis-nomos' karşıtlığını vurgulayarak
şunları söyler: "Yasaların buyrukları dileğe göredirler, doğanınkiler ise zorunlu
durlar. Yasaya göre haklı olan şeylerin çoğu doğaya düşmanlık (karşıtlık) halin
dedir. Bu karşıtlık öyle boyutlardadır ki, doğanın belirlediği insan organlarının,
algılama gücü sınırlan bile, yasalar tarafından yeniden düzenlenip saptanmak-
201
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
tadır. Örneğin, doğal olarak gözün neyi görüp göremeyeceği, dilin neyi söyleyip
söyleyemeyeceği ya da kulakların neyi duyup duyamayacağı bellidir; fakat dev
letin yasaları bazı şeylerin görülüp, bazı şeylerin söylenmesini ya da duyulma
sını yasaklayabilmektedirler. Demek ki, 'yasaların bize yaptırmak istedikleri de,
yasakladıkları da, aynı şekilde doğaya dost ve uygun değillerdir."(Ağaoğulları
1989: 71)
Antiphon, doğal yasalarla karşıtlık içinde bulunan pozitif yasaların gerçek
adaleti temsil etmediklerine inanır. O halde neden onları sınırlayan, yaşamları
nı onlara tutsak kılan bu yasalara uyulmaktadır. Antiphon' a göre insanlar eğer
202
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
203
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
204
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
205
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
ilk Yunan dünyasında yazılmış olan yapıtlarda da siyasete vurgu yapan eserler
de de işlenen temalar siyasi sayılabilecek tarzda yazılmışhr.
Sofistlerle başlayan tarhşmada insanın tanrıyla olan ilişkisi ve tanrısal düze
nin bir iktidar kavgası alanı olarak işlenmesi, bu çağda insanların siyaset üzerine
ilk zamanlardan beri ilişkide olduğunun belirtileri olarak görülebilir. Bu dönem
de yazılan birçok söylencede siyasi alanın zengin örneklerini bulmak mümkün
dür. Heseidos'un İşler ve Günler yapıh, Theogonia ve Homeros'un İlyada'sı bu
dönemde işlenmiş eserlerden sadece birkaçıdır. Kuşkusuz geç dönem sofistlerin
bu söylencelerin siyasi pratiklerinden etkilendikleri söylenebilir. Etkilemenin
bir diğer nokta ise sofistlerin bu tip söylencelerden teorik sonuçlar çıkarmış
olmalarıdır.
Görelilik zemini üzerinde hareket eden sofistler Yunan felsefesinin nesnesi
ni doğadan insana yöneltmiştir. Yönelim nesnesinin değişmiş olması sıradan bir
kurgunun sonucu değildir. Onları insan odaklı bir düşünceye sevk eden daha
çok zorunluluktur. Bu zorunluluk daha önce açıklanmaya çalışılan doğa ve ev
ren merkezli açıklamaların, insanı ve onun içinde bulunduğu toplumu yeterince
ele almamalarından kaynaklanmaktadır.
Costarıadis' e göre, Greklerdeki siyasal yaşamda asıl önem taşıyan şeyin özü
kurumlandırma işlevini gören tarihsel süreçtir: "Kurumların değişimi çerçeve
sinde gelişen etkinlik ve mücadele, sürekli bir süreç olarak polis'in açıkça (kıs
men bile olsa ) kendi kendini kurumlandırmasıdır. Bu süreç yaklaşık olarak dört
yüzyıl boyunca böyle devam etmiştir. Atina kendi kurumlarını sürekli sorgular,
demos içinde yaşadığı kuralları değiştirmeye devam eder. Yasaları konusunda
açıkça karar alan ve bu yasaları değiştirebilen bir toplum örneği ilk kez Antik
Yunanda görülmüştür."(Costariadis 1993: 276)
Sofistlerin gördükleri biçimiyle iktidar ve güç ilişkileri daha çok polis için
deki iç işleyişin özüne ait değerlendirmelerden ibarettir. Bunu da daha çok göreli
bir zeminden hareketle gerçekleştirmişlerdir. Gerek Protagoras, gerekse Gorgias
ve diğer birçok sofist gibi göreliliği radikal bir boyuta götürerek, Devlet yasala
rının, ahlaksal ilkelerin göreliliğini ileri sürmeleri, bunların saygınlıkları ve meş
ruiyeti üzerine ciddi kuşkular düşürmüştür. Hemen hemen her şeyin göreli bir
imbikten geçirilmesi sonucu insanları birarada barındıracak toplumsal değerle
rin ve yasaların olduğunu söylemek arhk boşuna bir uğraş olacakhr.
Peki ama iktidara olumsal gözle bakarsak, toplumsal işleyişin düzenleyicisi
olarak yönelmek nasıl olanaklı olabilir? Zira toplum karmaşık bir bütünlüktür.
Bu bütünlüğün birlikli bir yapıda durması için iktidarı ne ölçüde meşru görme
miz gerekir. Elbette her yurttaşın ortak çıkarını koruyan bir iktidar sağlayacağı
adaletle ve kişinin gelişimini destekleyeceği ölçüde bir ölçüde maruz görülebilir.
Adaletin sağlanamadığı yerde günümüzün de en büyük Dünya sorunlarından
birisi olan şiddet(Taşçıer 2009: 94-95) ve buna bağlı olarak terör olgusuyla karşı
karşıya kalmaktayız.(Taşçıer 2006: 61-62)
206
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Sonuç ve Değerlendirme
İktidar ilişkileri bütün özel ve kamusal ilişkilerde söz konusudur. Bütün bu
iktidar biçimleri gündelik hayat içinde bütünleşmiştir. Toplum, değişik birçok
iktidar öbeklerinin birleşmesi, ilişkiler toplamının bir sonucudur. Aslında, devlet
ya da toplum gibi yüksek aşamada bulunan mekanizmalar başlangıçta oluşma
mış, birbirinden farklı iktidarların birleşmesi sonucu meydana gelmiştir.
Sofistler için iktidarın oklarından kurtulmak ancak onun mutlak oluşuna
karşıt bir uslamlama yolu olan görelilik ile mümkündür. Onlara göre, görelilik
ilkesi herkes için eşit haklar imlediği için, tüm insanlar, gerçeğin ne olduğu üze
rine yargılarını kendileri vermektedir. Aslında Herakleitos, Sofistlerden çok önce
'özel' yargıların göreli olduklarını vurgulamaktadır. Ancak, Sofistler göreliliği
daha etkili bir biçimde tarihsel konumda ele almışlardır. Onlar daha çok doğa ek
senli hareket eden felsefelere karşı özne merkezli savlardan hareket ebnişlerdir.
Kaynakça
AGAOGULLARI, M. Ali, Eski Yunanda Siyaset Felsefesi, Teori Yayınevi, Ankara, 1989.
CASSİRER, Ernst, Devlet Efsanesi, (Çev. Necla Arat), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984.
CASTORIADIS, Cornelius, Dünyaya, İnsana ve Topluma Dair, hetişim Yayınevi,
İstanbul, 1993.
KRANZ, Walter, Antik Felsefe Metinler ve Açıklamalar, (Çev. Suad Y. Baydur), Sosyal
Yayınevi, İstanbul, 1984.
TAŞÇIER, Feysel, "Hukukun (Si)yasal Kaynağı Olarak Egemenliğin İki Yüzü", FLSF (Felsefe ve
Sosyal Bilimler Dergisi), Isparta, 2009; ss. 47-59.
TAŞÇIER, Feysel, "Maskelenen Bir Fenomen: Şiddet ve Yüzyılımız", Şiddet, Felsefe Logos,
sayı 37, İstanbul, 2009. ss. 93-102.
TAŞÇIER, Feysel, "Küresel Bir Tehdit: Terörizm", Kaygı, Bursa, 2006, ss. 58-66.
TAŞÇIER, Feysel, "Michel Foucault ve Güç / İktidar Çözümlemeleri (Modern İktidarın
Yapısı ve İşleyişi), Postyapısalcılık, (Editör: Bülent Özçelik), Phoneix Yayınevi,
Ankara, 2010, ss. 73-123.
PLATON, "Gorgias", Diyaloglar-1, (Çev. Melih Cevdet Anday), Remzi Kitabevi, İstanbul,
1993a,
PLATON, Devlet, (Çev. Sabahattin Eyüboğlu), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993b.
SUNAR, hkay, Düşün ve Toplum, Birey ve Toplum Yayınları, Ankara, 1986.
THILLY, Frank, Bir Felsefe Tarihi, (çev. Nur Küçük- Yasemin Çevik), İdea Yayınevi,
İstanbul, 2000.
von ASTER, Ernst, İlkçağ ve Ortaçağ, Felsefe Tarihi, (Çev. Vural Okur), İm Yayınevi,
İstanbul, 1999.
207
'
fi/
SPİNOZA'NIN DÜŞÜNCE ve
İFADE ÖZGÜRLÜGÜ KAVRAYIŞI
Özet: Klasik siyasal düşünce geleneği içinde yer alan Sokrates, Platon, Aristoteles gibi
düşünürler, siyasal düşüncelerini; "iyi", "erdem", "mutluluk" ve "adalet" kavramları
bağlamında temellendirirler. Diğer bir ifadeyle, siyasal düşüncenin temelinde "etik" yer
alır. Eskiçağ siyasal düşüncesinin temelinde yer alan etik, Ortaçağ'da yerini ahlaka terk
eder. Yani, Ortaçağ' da siyasal düşüncesinde, "iyi", "erdem", "mutluluk" ve "adalet" kav
ramları Hristiyan ahlakına uygun biçimde tanımlanır. Modem dönem siyasal düşünce
geleneğinin düşünürleri ise kendi siyasal düşüncelerini Eskiçağ ve Ortaçağ düşünce ge
lenekleriyle hesaplaşarak ortaya koyarlar. Söz konusu dönemde, Hobbes, Locke, Spinoza
gibi düşünürlerin "insan doğası", insanın uygar yaşama geçmeden önce varsaydıkları
"doğa durumu" bağlamında temellendirdikleri "toplum sözleşmesi", yeni ve farklı bir
kavrayışa işaret eder. Modem siyaset felsefesi geleneği içinde yer alan ve bir 17. yy. düşü
nürü olan Spinoza siyasal düşüncesinin merkezine 'demokrasi' kavramını alırken hoşgö
rü, ılımlılık ve kendi kendini sınırlayan yönetim biçimlerini savunur. Diğer bir ifadeyle,
klasik dönem düşünürleri gibi yöneticinin erdemini temel almak yerine sınırlı yönetim
biçimini savunan Spinoza, söz konusu yönetim biçimleri içinde düşünce ve ifade özgürlüc
ğünün olanağını inceler. Düşünürün düşünce ve ifade özgürlüğü üzerine ortaya koyduğu
düşünceleri çağının oldukça ötesinde bir kavrayışa işaret eder. Bu makalede Spinoza'nın
siyasal düşüncesi, düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında incelenmektedir.
Anahtar sözcükler: Spinoza, doğa durumu, toplum sözleşmesi, düşünce ve ifade
özgürlüğü.
Abstract: Thinkers such as Socrates, Plato, Aristotle, who take part within the tradition of
classical political thought base their politic thoughts on the concepts of "good", "virtue",
"happiness" and "justice" . in other words, ethics is at the core of political thought. Ethics,
which lies at the base of ancient political thought, abandons its place to moral in the midd
le ages. in other words, in the middle ages, the concepts of "good", "virtue", "happiness"
and "justice" are defined in accordance with Christian morality. The thinkers of the tra
dition of modem political philosophy put their own political thoughts into account with
the ancient and medieval thought traditions. in that period, some thinkers like Hobbes,
·Ahmet Umut Hacıfevzioğlu, Dr. Öğr. Üye., Nişantaşı Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, umut.hacifev
zioglu@nisantasi.edu.tr.
209
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Locke, and Spinoza points to a new and different understanding that social conventions
based on human nature establish firmly the context of "state of nature" prior to civilized
life. Spinoza, a 17th-century thinker that located within the tradition of modem politi
cal philosophy defends tolerance, moderation and self-limiting forms of administration
while receiving the concept of 'democracy' as the center of his political thought. in other
words, Spinoza advocates the limited form of administration rather than the virtue of the
govemors like the classical period thinkers examines the possibility of freedom of thought
and expression within the form of govemance. His ideas that expressed in the context
freedom of thought and of expression point to a concept that goes well beyond his age.
This article is examined Spinoza' s political thought in the context of freedom of thought
and expression.
Keywords: Spinoza, state of nature, social contract, freedom of thought and expression.
Giriş
Spinoza'run siyasal düşünceleri her ne kadar çağının toplumsal, siyasal ve
iktisadi koşullarından beslense de, bu düşünceler özgün bir yoruma ulaşacak
denli zamanının koşullarını aşar (Timuçin, 2016, 37). On yedinci yüzyılın sonları
na doğru, ulusal monarşilerin yükselişi ve kentsel endüstrilerin gelişmesiyle bir
likte Ortaçağ feodalizmi ve Roma papalığının egemenliği altındaki Avrupa ideali
sona ererken çağın Avrupa'sında soylular ve ruhban sınıfı politik güçlerini kay
beder. Siyasal alanın yeni yükselen aktörleri prensler ve burjuvazidir (Dunner,
1955, 89) . Söz konusu dönemde kamusal alanda da değişim yaşanırken geçmiş
ten farklı olarak düşünceler özgürce tarhşılabilmekte ve ifade edilebilmektedir
(Israel, 2001, 59) . Konuşabilme, tarhşabilme bağlamında çağın Avrupa'sında,
kamusal alanı özgür olan ülkelerin başındaysa yönetim biçimi federatif bir cum
huriyet olan Hollanda gelir (Lefebvre, 2004, 80). İşte bu cumhuriyette yaşamını
sürdüren Baruch Spinoza, Rene Descartes ve Gottfried Leibniz ile birlikte on ye
dinci yüzyıl felsefesinin en önde gelen rasyonalistleri arasında yer alır. Çağının
cumhuriyetçilerinden daha ileri bir anlayışla demokratik bir devlet nosyonu or
taya koyarken (Nadler, 1999, 256) hoşgörüyü ele alışı çoğulcu bir kavrayışa da
yanan (Hampshire, 2005, 148) Spinoza, H. Oldenburg'a yazdığı bir mektubunda
kendisini yazmaya iten nedenleri şu ifadelerle dile getirir;
1. Teologların ön yargıları. B u ön yargılar insan z ihnini felsefeden alıkoyan
yargılardır. Bu ön yargılan ifşa ederek erdemli kişilerin zihinlerini söz ko
nusu önyargılardan temizlemek,
2. Ateizmle suçlayan insanların görüşlerini bertaraf etmeye çalışmak,
3. Felsefe yapmak ve hissettiklerini ifade etmek özgürlüğü (Spinoza, 2014, 189).
Siyasal düşüncelerini ortaya koyduğu yapıtlarında insanın var oluşunun te
mel anlamlarından biri olarak özgürlüğe işaret eden ve felsefe tarihinin bilinen
ilk düşünce ve ifade özgürlüğü savunucuları arasında yer alan (Bumin, 2010, 69)
Spinoza'nın felsefesi; farklılıkların evrenselleştirilerek aşılmasından ziyade söz
210
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Doğal Hak
Grotius'tan ve Hobbes'tan etkilendiği bilinen Spinoza'nın siyasal kuramı,
Hobbes'unki ile benzer özellikler gösterir. İnsanı; doğanın bir parçası ve onun
tarafından hükmedilen bir varlık olarak tanımlayan (Spinoza, 2015, 123) Spinoza,
bu konuya ilişkin geçmişte ortaya konan ahlaki ya da dinsel önermelerle hesap
laşırken tıpkı Hobbes gibi "hak" kavramını "güç" ile ilişkilendirir. Spinoza'ya
göre, insan doğasının güçsüzlüğüne ilişkin ortaya konan teolojik argümanlar
kendi içinde çelişki barındırmaktadır:
İnsan doğasının bu güçsüzlüğünün nedeninin, kökeninin ilk insanın düşü
şünden alan kötülük ya da günah olduğunu söyleyen tanrıbilimcilerin bu zor
luğun üstesinden geldikleri doğru değildir. Eğer gerçekte, düşmek kadar doğru
yolu tutmak da ilk insanın elinde olsaydı ve eğer kendi kendisinin ve henüz kö
tülüğe eğilim göstermemiş bir doğanın sahibi olsaydı, nasıl olur da insan bilgi
ve ihtiyat sahibi olduğu halde yine de düşerdi ? Şeytan tarafından kandırıldığını mı
söyleyecek? Ama öyleyse şeytanı kim kandırdı ? . . . Öyleyse, aklını doğru biçimde kul
lanmanın ilk insanın iktidarı dahilinde olmadığını, aynı bizim gibi tutkulara tabi
olduğunu teslim etmek gerekir (Spinoza, 2012, 17-18).
Teolojik argümanları eleştirmesinin yanında insanı, kimi filozofların ileri
sürdüğü gibi, yalnızca akıl sahibi bir varlık olarak da tanımlamayan Spinoza'nın
gözünde insan aynı zamanda arzu ve iştah duyan bir varlıktır. Bir şeyin doğası
var olmanın onun için olanaksız olduğunu ima ediyorsa bu şeye "olanaksız";
doğası var olmamanın onun için bir çelişki olduğunu ima ediyorsa bu şeyin "zo
runlu" (Spinoza , 2015, 56) olduğuna işaret eden Spinoza, insan doğası ve tutku
lar arasında bir zorunluluk ilişkisi kurar. Yani Spinoza'nın gözünde "nesnesin
den habersiz oldukları bir şeyi ele geçirme çabası" olan "appetitus-iştah" ve "ki
şinin yöneldiği nesneyi bilmesi durumu" olan "cupiditas-arzu" insan doğasına
içkin doğal şeylerdir. Söz konusu kavrayışıyla Spinoza, arzuyu kötü eylemlerin
nedeni olarak gören insan doğasına ilişkin skolastik düşünceye mesafeli durur
(Arrmaner, 2009, 1 1-12). Düşünüre göre, tutkuları insanların kendi hatalarıyla
içine düştükleri kötülükler olarak gören filozoflar hiçbir yerde var olmayan in
san doğası kavrayışlarıyla aslında insanları oldukları gibi değil, kendileri nasıl
olmalarını istiyorlarsa öyle tasarlarlar (Spinoza, 2012, 11-12). Spinoza şöyle akıl
yürütür: Bir insanı etik bağlamda, yapmaması gerektiği şeyi yapan biri olarak
eleştirdiğimizde, o insanı ideal bir insan hakkında oluşturduğumuz bir kavrayı
şa karşıt olarak yargılarız. Fakat bu kavrayış, kaçınılmaz olarak, sınırlı ve tesa
düfi deneyimlerimizden çıkarılmış keyfi bir yapıdır. Üstelik bir insanı yargıladı-
211
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
ğııiuzda, o insanın olduğundan başka bir şey olabileceğini ima eder bir biçimde,
olduğu gibi olmaması gerektiğini ileri süreriz. Fakat bu yanılsahcı bir insan do
ğası nosyonuna işaret eder (Maclntyre, 2001, 158); çünkü Spinoza'ya göre, diğer
canlılar gibi doğanın bir parçası olan insan doğa yasasına tabidir ve duygular da
doğanın ortak yasalarından kaynaklanan doğal şeylerdir (Spinoza, 2017, 195).
Tam da bu nedenle Spinoza'nın gözünde, "sevgi, nefret, öfke, kızgınlık, kıskanç
lık, kibirlilik, acıma ve ruhun diğer devimleri gibi insani duygular" kötülükler
değil, insan doğasının özellikleridir (Spinoza, 2012, 13) ve insanların eylemlerini
akıldan çok tutkular yönlendirir. Özetle tutkular hpkı akıl gibi insan doğasının
bir parçasıdır ve doğanın zorunluluğundan kaynaklanır.
Söz konusu tutkuların başında da conatus yani, insanın var olma ve varlığı
nı sürdürme çabası gelir (Spinoza, 2017, 211). İnsanları varlıklarını sürdürmeye
yönelten şeyin kendisi ise doğal hakhr. O halde Spinoza'ya göre; var olma çaba
sındaki istek ve varlığını sürdürme yönündeki güç, her şeyin kendileri uyarın
ca olduğu doğanın yasaları, yani doğanın gücünün kendisi olan doğal hak ile
özdeştir. Doğanın ve dolayısıyla her bireyin doğal hakkı, gücünün yettiği yere
kadar uzanır ve bu durumda bir insan "Kendi doğasının yasalarına göre yaphğı
her şeyi doğanın egemen hakkı uyarınca yapar ve doğa üzerinde gücü ölçüsünde
hakkı vardır" (Spinoza, 2012, 16). Bir insanın varlığını sürdürebilmesi için güçlü
olması gerekir ki, böylece Spinoza'da "doğal hak", "istek" ve "güç" kavramları
üzerine temellenir. Spinoza'nın "Bir şeyin, bir şeyin doğası ya da kavramında
bulunduğunu söylemek, onun o şeyle ilgili olarak doğru olduğunu söylemekle
aynı şeydir" (Spinoza, 2015, 40) şeklindeki tanıtlaması insanın yapıp ehnelerinin
onun doğal hakkının bir uzanhsı olarak düşünülebilir. Söz konusu "doğal hak"
bütün insanlar için geçerlidir. Yaşamak ve varlığını korumak, bir insan için do
ğasından gelen en temel isteklerdir ve bu isteklerin akıl yürühne ya da aklı temel
alma ile bir ilgisi olduğu söylenemez. Doğanın hakkı, bir insanın yapmak için
arzusu ya da gücü olmaması dışında hiçbir şeyi yasaklamaz. "Bu hak ve kural
ne çahşmaya, ne nefrete, ne öfkeye, ne aldatmacaya, ne de mutlak olarak iştahın
öğütlediği bir şeye karşıdır" (Spinoza, 2012, 18). Buna göre; her varlık, doğanın
genel-zorunlu yasası uyarınca ve var kalma çabasında gücünün olanaklı kıldığı
her şeyi yapabilir, yapmalıdır, bu doğal haktır. Bu açıdan insanın diğer canlı
lardan herhangi bir farkı yoktur. Dahası, Spinoza, Hobbes'un 'doğa durumu'
kavrayışını çağrıştıracak biçimde, insanların yalnızca doğanın egemenliği altın
da yaşadıkları göz önüne alındığı sürece dediği koşullarda aklını kullanabilen
ve kullanamayan insan ayrımının da yapılamayacağına işaret eder. İnsanların,
yalnızca var kalma çabasının bir ifadesi olan arzu ya da iştahla eyledikleri söz
konusu koşullar, aklın kişiyi erdemli eylemeye yönlendirmesine fırsat vermeye
cek ölçüde herkesi herkes karşısında eşit ve doğal bir hak savaşçısına dönüştü
rür. Böylesi bir durumda, şu ya da bu kişiye haklı denemeyeceği gibi, şu ya da
212
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 18: Stoa Felsefesi
213
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Siyasal Toplum
Spinoza bağlamında sözleşmenin gerekliliği insanın doğal hakkı olan ken
di varlığını koruma çabasıdır. Yalnız, siyasal toplumu oluşturarak kendileri için
daha yararlı olanı tercih eden insanların salt aklın buyruklarına göre eyleyecek
lerinin sözünü tutabileceklerini düşünmek deyim yerindeyse ütopik olacakhr.
Spinoza'nın insan doğası kavrayışı dikkate alındığında, her insan tutkularının
peşinden koşarken etik ilkeleri göz ardı edebilir. Bu nedenle insanları bir arada
tutacak ve toplumsal yaşamın gerektirdiği kuralları koyacak üstün bir erke ge
reksinim vardır. Bunu olanaklı kılan şey ise, her insanın sahip olduğu tüm erki,
egemen güce devretmesidir. Grotius ve Hobbes gibi, Spinoza da bu erkin ege
men güce bir "toplumsal sözleşme" tarafından verildiğine, bu toplumsal sözleş
me sayesinde insanların "doğa durumu"nun çalışma içinde olan kaotik yapısın
dan sivil toplumun barış ve iş birliğine geçtiğine işaret eder (Scruton, 2007, 137).
Spinoza, her insanın tüm gücünü "topluma" devretmesi ile "egemen bir
güce" devretmesi arasında bir ayrım gözetmez. Bunun nedeni, egemen gücün
toplumun kendisi olmasıdır. Her insan sözleşmeyle haklarını topluma devreder
ken üstün gücü elinde tutar; yani, itaat edeceği güç bizzat kendisidir. Egemen
gücün toplumun kendisi olduğunu ileri süren Spinoza, söz konusu yaklaşımıyla
Rousseau'nun genel iradesini müjdeler görünmektedir. Sözleşmeyle kurulan si
yasal toplumda devletin buyruklarına uymak zorunda olan her yurttaş neyin
doğru, neyin ahlaki olup olmadığına kendi başına karar veremez, "Site'nin ira-
214
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
desi herkesin iradesi olarak kabul edilmesi gerektiğinden, Site neyin doğru ve iyi
olduğuna karar verirse, herkes de bu şekilde karar vermelidir. Öyleyse, uyruk,
Site'nin kararlarının çok haksız olduğuna hükmetse bile, gene de bunlara uymak
zorundadır" (Spinoza, 2012, 27). Yalnız Spinoza'da Hobbes'tan farklı olarak ege
men güç, toplumun diğer bireyleri üzerinde, onlardan daha fazla bir hakka sahip
değildir(Carritt, 1935, 40). Spinoza, her ne kadar sözleşmeyle hakları kendisinde
toplayacak olan egemen gücün, toplam hakkın sağlayacağı güç ölçüsünde bir
hakka sahip olacağını kabul etse de, sözleşmenin kalıcı olmasının ancak egemen
gücün tüm insanların esenliğini sağlamaktan başka bir ereğe hizmet etmemesiy
le olanaklı olduğuna işaret eder. Bir başka ifadeyle, egemenin gücü, egemenin
kendi arzu ve isteklerinin bir aracı olamaz(Balanuye, 2016, 242). Sözleşme, ege
men gücün kendi yararını gözetmesi için değil, insanın doğal hakkı olan kendi
varlığını koruma çabasını olanaklı kılmak için yapılır. Dolayısıyla, Spinoza'da
Hobbes'ta olduğu gibi egemene kayıtsız şartsız itaat, mutlak kavramlarla ya da
soyut bir biçimde meşrulaşhrılamaz. Üstelik böyle bir itaat, devlette mutlak bir
uyumu gerektirirken uyum yukarıdan dayahlır, "mutlak" bir çalışma yokluğun
dan doğar ve son tahlilde egemenin, biyolojik varlığın sürdürülmesini garanti et
mesiyle açıklanır ve meşrulaşhrılır. Spinoza ise bu kavrayışı reddeder (Balanuye,
2016, 242). "Sözleşme"yle kurulan toplumun temeli ve ereği, arzu ve isteklerinin
peşinden koşan insanı, aklın buyruklarına göre eylemesini, böylelikle, barış ve
uzlaşma içinde yaşamasını olanaklı kılmakhr. Dolayısıyla, üstün gücün buyruk
verme hakkının temeli, topluma tahakküm etmek değil, siyasal birliği korumak,
ortak yararı gözetmek ve her şeyi aklın buyruklarına göre yönetmektir. Yalnız
Spinoza' da ortak yarar egemenin eylemlerini ne a priori olarak meşrulaşhrır ne
de siyasal bütünü birbirine bağlar. Daha çok, ortak yararın sürekli ispatlanması
ve ortak eylemde yaşam bulması gerekir. Siyasi bütünün istikrarı, her an, yurt
taşlarından elde edebildiği konsensüsün derecesiyle oranhlıdır. Tam da bu ne
denle ortak yarar klasik dönem düşünürlerinin ortaya koyduğu gibi, aşkın ve
normatif olan hipostatik bir kavram değil, insan ilişkilerine içkin bir politikadır
(Lucchese, 2016, 143). Spinoza'nın ortak yararı gözetmesini beklediği egemene
yüklediği sorumlulukların başındaysa özgürlükleri olanaklı kılması gelir.
215
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
ret eden Spinoza, özgürlüğü; etkinliği kendi kendine belirleyen olarak tanımlar.
Yalnız, etkinliği kendi kendine belirlemek; dilediğini yapmak anlamına değil,
"kendi doğasının zorunluluğu"na itaat etmek anlamına gelir. Böylece Spinozacı
özgürlük, bilgeliğin bilinen klasik şeması uyarınca zorunlulukla uyuşur. Eğer
özgürlük dışsal bir belirlenime itaat edilmeden yapılan bir etkinlikse, düşünü
re göre yalnızca tanrı kelimesi tam anlamıyla özgür nedendir; "Salt kendi do
ğasının zorunluluğunda var olan ve eylemini sadece kendisi belirleyene özgür
denir" (A.g.e., 35). İnsan da ilahi ussallık içinde yer aldığı ölçüde özgür olabilir
(Ramond, 2014, 90). Ancak aklın kılavuzluğunda eylediğinde özgür ve erd emli
bir yaşam sürebilen(Spinoza, 2017, 341) insanın ortak yaşamı ve ortak yararı gö
zeterek devletin ortak yasalarına göre yaşamayı arzulamasının nedeni de özgür
yaşama isteğidir (A.g.e., 402).
Sonuçta Spinoza'nın gözünde insanın özgürlüğü deneyimleyebilmesi ancak
siyasal düzen içinde yaşamını sürdürmesi ve aklın buyruklarına uygun eyleme
siyle olanaklıdır. Düşünüre göre; "Gerçekten de, aklın buyruklarına uygun dav
randığı zamandır ki, Site kendisinin efendisidir (Spinoza, 2012, 34)" ve "En güçlü
en bağımsız Site de akla dayanan ve akıl tarafından yönetilendir" (A.g.e., 28). O
halde insanların kendi akıllarını kullanabilmelerini olanaklı kılmak Spinoza'nın
devletinin erekleri arasında yer alır. Herkesin kendi aklını kullanabildiği bir
siyasi bütünün kamusal alanında insanlar kendi doxalarını (kanı) ifade edebil
melidir. Böylelikle Spinoza, insanların akıllarını kullanamadığı, yani belirli bir
düşüncenin ya da tek bir hakikatin dayahldığı bir devlet nosyonuna karşı durur.
Bir siyasi bütünü düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında şiddetli ya da ılımlı
olarak sınıflayan Spinoza, herkesin düşündüğünü söyleme ve öğretme özgür
lüğünü elinden alan siyasi bütünü ""şiddetli"; her insana düşünce ve ifade öz
gürlüğünü tanıyan siyasi bütünü ise "ılımlı" olarak niteler(Spinoza, 2016, 285) .
Düşünürün şiddetli olarak tanımladığı siyasi bütünde belirli bir düşünce ya da
hakikat topluma dayatılırken korku, insanların söz konusu hakikati ya da dü
şünceyi kabullenmeleri bağlamında bir araç işlevi görür. Eğer bir devlette yö
netenler belirli bir hakikati tüm topluma kabul ettirmeye çabalıyor, bunun için
de korkuyu araç kıbyorlarsa söz konusu devlette özgürlüğün egemen olması
olanaklı değildir. Herkesin düşündüğünü söyleme ve öğretme özgürlüğünün
elinden alındığı siyasi bütünde düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlamak için
yönetenlerin yurttaşlar üzerinde korkuyu egemen kılmaları devletin varoluş
nedeniyle çelişir. Düşünüre göre; devletin ereği hükmetmek, " İnsanlara korku
salarak onları avcunun içinde tutmak ve bir başkasının hakkına tabii kılmak de
ğildir." Aksine, devletin ereklerinden biri, "Elden geldiğince güvenlik altında
yaşayabilmesi için, her insanı korkudan kurtarmaktır" (A.g.e, 285). Düşünür;
ideal olanın, bir devlette "insanların kendi özgür kararlarına göre ve kendi mi
zaçlarına uygun olarak yaşadıklarına inanacakları biçimde yönetilmeleri" oldu-
216
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
ğuna işaret eder (Spinoza, 2012, 107). Üstelik, özgürce akıl yürütme ve yargıda
bulunma olanağı insanın var kalma çabasında başvurduğu en önemli yetiler
dendir. Tam da bu nedenle, özgürlüğün siyasal organizmanın 'conatus 'u olduğu
ileri sürülebilir (Scruton, 2007, 139-140); insanı bu yetiden yoksun bırakmakla
onu var kalma ısrarından vazgeçinnek aynı anlama gelir (Balanuye, 2016, 249).
Düşünce ve ifade özgürlüğünün işlevi tam da bu noktada önemlidir. Yani, dü
şünce ve ifade özgürlüğü insanların kendi özgür kararları ve kendi mizaçlarına
göre yaşamalarını olanaklı kılar. Dolayısıyla her insan; üstün gücü kullananların
otoritesini ve hakkını, yani devletin esenliğini tehlikeye atmadan, düşündüğünü
söyleyebilmelidir (Spinoza, 2016, 286). Her insanın neye inanması gerektiğini be
lirleyen ve şu ya da bu fikir aleyhinde konuşmasını ya da yazmasını yasaklayan
yasaların egemen olduğu bir devlette aslında engellenmeye çalışılan düşünce ve
ifade özgürlüğünü savunan özgür mizaçlı insanlardır (A.g.e., 289). Ü stelik bi
reysel özgürlüğe getirilen kısıtlamalar söz konusu kısıtlamalara karşı gösterilen
tepkilerin de sert ve yıkıcı olmasına neden olur. Bu ise bir çeşit doğa yasasıdır.
Yani, her birey bir şekilde bir başkası gibi düşünmeye zorlandıkça düşüncesinin
üretici kuvveti yıkıcı hale gelir. Dolayısıyla insanların aynı şeyleri düşünmesi
için gösterilen çaba yararsızdır. İster barbar ya da medeni, isterse Hristiyan ya
da "putperest" olsun, bütün toplumlarda ilahiyat, dindarlık ve ahlak, doğa ve
insanlık hali hakkında çeşitli fikirlerin ortaya çıkhğı görülür. Bunun böyle olma
sının nedeni esas olarak insanların düşüncelerinin imgelemlerinden gelmesi ve
kaçınılmaz bir şekilde her bir insanın imgeleminin (oluşturduğu öyküler, dün
yaya yüklediği imgeler) kendi "mizacına" göre olınasıdır. Spinoza'nın ingenium
olarak ifade ettiği kavram; biçimi, yaşamın ve karşılaşmaların tecrübesi ile şekil
lenmiş olan ve biricik bileşimi itibarıyla hem zihne (ya da ruha), hem de bedenin
doğasına kaydedilmiş olan anlamındadır. Buna göre insanların düşüncelerinin
tek bir dünya görüşüne indirgenebilmesi için yalnızca tamamen aynı şeyi iste
meleri değil, bunun yanında aynı deneyimleri yaşamış olmaları ve birbirlerin
den ayırt edilemez olarak birbirlerinin yerine geçebilmeleri gerekir. Böylesi bir
durum ise kendi içinde çelişkilidir (Balibar, 2016, 45-46). Sonuçta, korkunun ege
men olduğu, belirli bir düşünce ya da hakikatin dayatıldığı her yönetim biçi
mi devletin varlık nedeni ile çelişen bir duruma işaret eder. Oysa devletin ereği
"insanları akıllı varlıklardan hayvanlara ya da otomatlara dönüştürmek" değil,
aksine, "zihinsel ve bedensel işlevlerini güvenlik içinde yerine getirmelerini ola
naklı kılmak"hr. "Bu amaç; insanların, kinle, öfkeyle, hilekarca rekabete girme
den ve kötü niyetli bir çalışmaya sürüklemeden, özgür aklı kullanmalarından
başka bir şey değildir. Demek ki devletin gerçek amacı özgürlüktür" (Spinoza,
2016, 285). Sonuçta, kamu yaşamında düşüncenin ifade edilmesini engellemek
insanın ortak yaşamının en büyük kaynağını -anlaşmazlıkların rasyonel yoldan
tartışılmasınıı< ve gerçeğin toplu halde aranmasının olanağını- ortadan kaldırdı-
217
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
ğı gibi düşünce ve fikir özgürlüğüne izin vermeyen hiçbir devlet aklın yolundan
da gidemez (Scruton, 2007, 133-134).
Spinoza'nın devletin sınırlarına işaret eden ve özgürlüğü tanımlayan bir di
ğer kavrayışı hakların devredilmesine ilişkin savda ifadesini bulur. Sözleşmeyle
"her insan, akıl yürütme ve yargılama hakkını değil, yalnızca kendi kararına göre
davranma hakkını" devreder (Spinoza, 2016, 285). Düşünüre göre doğal bir hak
olan, her konuda özgürce akıl yürütme ve yargıda bulunma yetisi, devredilemez
(A.g.e., 283). Yalnız, düşünme ve ifade özgürlüğü ile eyleme geçme özgürlüğü
arasında bir sınır yer alır. Her insan, aklını kullanarak herhangi bir engelle kar
şılaşmadan özgürce konuşma, düşünme ve yargıda bulunma hakkına sahip olsa
da söz konusu hak siyasi bütüne zarar verecek biçimde kullanılamaz. Düşünme
ve yargıda bulunma bir yana, düşündüğünü ifade etme konusunda da Spinoza
insanla ilgili bir gerçeği şu sözlerle dile getirir: " İnsanların ortak kusuru, gizli
lik gerektiği zaman bile, düşündüklerini başkalarına açmalarıdır" (A.g.e., 285).
Bunun yanında Spinoza, düşüncelerin sınırsız bir özgürlükle ifade edilmesinin
üstün güce zarar verdiği ya da verebileceği kimi durumların da olabileceğine
işaret eder. Yalnız buradaki "zarar" kavramı doğru anlaşılmazsa Spinoza'nın da
düşünce ve ifade özgürlüğünün önüne set çekmeye çalışan bir kavrayış ileri sür
düğü akla gelebilir (Balanuye, 2016, 250-251). Düşünüre göre; "konuşmanın ve
öğretmenin ötesine geçerek, yöneticiyi eşitsiz davranmakla suçlamak ve yığın
ların ona karşı öfke duymasını sağlamak" ya da "yöneticinin isteğine karşı, bir
yasayı kışkırhcı biçimde kaldırtmaya" çalışmak, bozgunculuktur (Spinoza, 2016,
286). O halde, ifade özgürlüğünün sınırlarının, siyasi bütünün varlığının tehli
keye girdiği yerde başladığı söylenebilir. Spinoza bağlamında ifade özgürlüğü,
üstün gücün otoritesini ve toplumun huzurunu tehlikeye atmadan yargıda bu
lunma özgürlüğü olarak tanımlanabilir. Demek ki Spinoza, yasaları eleştirmek
ile yasaları ortadan kaldırmaya çalışmak arasındaki ayrımı, ifade özgürlüğü ile
eyleme geçme hakkı arasındaki ayrımı göstermek için tanımlar. İnsanlar, elbette
ki farklı düşüncelere ve yargılara sahiptirler; bunları ifade etmeleri de insanların
en doğal haklarıdır; yalnız barış içinde yaşamak için yasalara aykırı bir biçim
de eyleme geçme hakkından vazgeçmek Spinoza'nın gözünde zorunludur. Her
insan kendi doğru bildiğini yaşama geçirmeye çabalarsa, uzlaşma sağlama ve
düzen kurma olanağı ortadan kalkacak, adeta doğa durumuna geri dönüş söz
konusu olacakhr. Yalnız, Spinoza sadece bu iki özgürlük arasındaki farkı gö
zetmekle kalmaz, bazı fikirlerin de "kışkırhcı" olabileceği, dolayısıyla bunların
da ifade edilemeyeceği yolunda bir sav öne sürer. Devlet içinde kışkırtıcı olarak
tanımlanabilecek fikirlere şunlar örnek gösterilebilir; "Üstün güç kendi hakkı
na dayanmamaktadır. Hiç kimse verdiği sözü yerine getirmek zorunda değildir.
Her insan kendi iradesine göre yaşamalıdır" (A.g.e., 287). Yasaları ve siyasal dü
zeni eleştiren düşüncelere ve bu düşüncelerin siyasi bütünü yıkmayı amaçlayan
218
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
1 İnsan zekası.
219
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Demokrasi ve Özgürlük
Spinoza, Teolojik Politik İnceleme'nin pek çok yerinde her ne kadar üstün gü
cün bir kişi, bir grup ya da toplumun tümü olabileceğine işaret ederek bu se
çeneklerin hiçbirini "en az sakınca içeren yönetim biçimi" olarak tanımladığı
demokrasi lehine peşinen göz ardı etmese de (Balanuye, 2016, 259) demokrasi
tek kişinin gücü kendi elinde temerküz etmesini olanaklı kılmaması bağlamın
d a ideal bir yönetim biçimidir. Spinoza toplumun ortak yararına ilişkin siyasal
kararların bir kişinin iyi niyetine bırakılmayacağına işaret eder. Yurttaşlar, is
ter kendi iradeleriyle ister zorla, aklın buyruklarına göre yaşamaya mecbur ol
malıdırlar. "Bu da ancak devlet meseleleri, ortak esenliği ilgilendiren hiçbir şey
mutlak surette bir kişinin iyi niyetine bırakılmayacak biçimde düzene konduğu
zaman böyle olur" (Spinoza, 2012, 42).
Düşünüre göre, "Tek bir insanın gücü böylesi bir yükümlülüğü kaldıramaz"
(A.g.e., 43) . Teolojik-Politik İnceleme' de "tabii hakla çelişmeden, bir toplum oluş
turabilmenin ve her türlü anlaşmayı kusursuz bir bağlılıkla her zaman koruya
bilmenin yolu" olarak tanımladığı demokraside her insan tüm gücünü topluma
devreder. Böylece her şeyin üzerinde tabiatın üstün hakkına sahip olan bir kişi
değil, toplumdur. Bir başka ifadeyle; demokraside, ister özgürce ister ölüm ce
zası korkusuyla olsun her insan itaat etmek zorunda olduğu üstün gücü elinde
tutar. Bu yönüyle; "gücü altındaki her şeye ilişkin üstün hakka toplu olarak sa
hip, evrensel insan birliği" (Spinoza, 2016, 234-235) olan demokrasi, insanların
bir arada uyum içinde yaşamalarını olanaklı kılan olası yönetim biçimlerinin en
idealidir. Yalnız yönetim biçimi olarak demokrasi, bir siyasi bütünde özgürlü
ğün egemen olması ve tarhşmacı bir kamusal alanın kurulması için yeterli değil
dir. Spinoza'nın gözünde, devletin temel ereği, yöneticilerin erdemlerine bırakıl
mayacak kadar önemli olan özgürlüktür. Yönetenin erdemli olup olmamasının
herhangi bir etkisinin olmamasının ise ancak nesnel bir düzenlemeyle olanaklı
olduğu söylenebilir. Yani, anayasayla. Yalnız bir devletin anayasaya sahip olma
sı da söz konusu özgürlüklerin olanaklı kılınması bağlamında tek başına yeterli
değildir. Spinoza, anayasal bir devlet kadar, hukuku yoıumlayanların yöneten
lerden bağımsız olmaları gerektiğine işaret eder. Diğer bir ifadeyle yargı bağım
sızlığı özgürlüklerin korunmasında vazgeçilmez önemdedir (Zabcı, 2013, 472).
Devlete ilişkin geliştirdiği anayasal modelin Spinoza'run en önemli si
yasal öngörülerinden biri olduğu ileri sürülebilir. Söz konusu öneri ileride
Montesquieu gibi düşünürler tarafından geliştirilecektir. Yalnız Spinoza'nın fel
sefesinin ayırt edici yanı, çağının genel anlayışlarına aykırı bir biçimde, siyasal
toplumu bir kamu otoritesi olarak hukuk bağlamında temellendirirken düşünce
ve ifade özgürlüğünü de hukukun güvencesi altına almasıdır. Spinoza siyaset
felsefesinde ortaya koyduğu hukuk, hak, egemenlik, devlet ve özgürlük kav
ramları ile modem devletin bir tanımını vermektedir. Düşünürün dile getirdiği
"Devletin gerçek amacı özgürlüktür." düşüncesi, Locke ve Montesquieu'nün ku-
220
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Sonuç
Spinoza'nın özgürlük kavrayışı şöyle dile getirilebilir: Devletin temel ereği
özgürlüktür; yurttaşların yargıda bulunma özgürlüğünü güvence altına almaktır.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün engellendiği koşullarda devletin varoluş nedeni
ortadan kalkar. Bu nedenle siyasal toplumun temel işlevlerinden biri, düşünce
ve ifade özgürlüğünü olanaklı kılmak ve korumaktır. Siyasal toplumun olmadığı
bir durumda söz konusu özgürlüklerin korunması olanaklı değildir. İnsanların
birbirlerine söz vererek, bir sözleşme ile siyasal düzeni kurma nedenlerinden biri
bu özgürlükleri olanaklı kılmaktır. Böylelikle Spinoza'nın devleti; farklı siyasal
görüşlerin, inançların, mezhep ayrımlarının üstünde, bütün bunlardan özerk ve
tüm farklılıkların koruyucusu olan bir siyasi bütündür. Bu siyasi bütüne üstün
buyurma gücünü, yani egemenlik hakkını veren, söz konusu koruyucu niteliği
dir. İktidarın meşruluğunun kaynağı da insanı koruyarak özgürleştirmesinde,
yani herkesin aklını özgürce kullanmasını ve inanç özgürlüğünü olanaklı kılan
koşulları yaratmasında yatar. Bu yönüyle Spinoza'nın devletinin bütün farklı
düşüncelerin ve inançların bir arada yaşayabileceği, bir barış ve uzlaşı düzeninin
güvencesi olduğu söylenebilir. Sonuçta Spinoza farklı doxaların kamusal alanda
ifade edilebilmeleri gerektiğini savunarak hakikat tiranlığının egemen olduğu
bir siyasal bütün kavrayışını reddeder. Aslında hakikat tiranlığının egemen ol
duğu bir toplumu siyasal bütün olarak tanımlamak da olanaklı değildir; çünkü
bireylerin politik varoluşları ancak düşüncelerini özgürce ifade edebilmeleriyle
olanaklıdır. Tam da bu nedenle Spinoza'nın düşünce ve ifade özgürlüğü üzeri
ne ortaya koyduğu düşünceleri aynı zamanda insanların politik varoluşlarının
olanağına işaret eder. Politik olmak her şeyden önce özgürce düşünüp, kamusal
alanda konuşabilmeyi gerektirir.
Kaynakça
Armaner, Türker. "Spinoza'da Doğal Hak ya da Aklın Doğası" . Spinoza Günleri: Teolojik
Politik İnceleme Etrafında. Haz. Cemal Bali Akal, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2009.
Balanuye, Çetin. Spinoza, İstanbul: Say Yayınları, 2016.
Balibar, Etienne. Spinoza ve Siyaset. Çev. S. Soyarslan, İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2016.
Bumin, Tülin. Tartışılan Modernlik: Descartes ve Spinoza, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,
2010.
Carritt, Edgar Frederick. Morals and Politics: Iheories of their Relation form Hobbes and Spinoza
to Marx and Bosanquet. Oxford: Oxford University Press, 1935.
Dunner, Joseph. Baruch Spinoza and Western Democracy: An Interpretation of his Philosophical
Religious and Political Ihought. New York: Philosophical Library, 1955.
221
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Ergün, Reyda. "Spinoza'da Hukuk ile Hak ilişkisi" . Spinoza ile Karşılaşmalar. Der. Güçlü
Ateşoğlu ve Eylem Canaslan, Ayrınh Yayınlan, 2015.
Gatens, Moira. Collective Imaginings: Spinoza, Past and Present. New York: Rougledge, 2002.
Hampshire, Stuart. Spinoza and Spinozism. Oxford: Oxford University Press, 2005.
Israel, Jonathan 1. Radical Enlightenment Philosophy and the Making of Modernity 1 650-1 750.
Oxford: Oxford University Press, 2001.
Lefebvre, Georges. The French Revolution. London, New York: Rougledge, 2004.
Lucchese, Filippo Del. Machiavelli ve Spinoza'da Çahşma Güç ve Çokluk, Çev. O. Güner,
İstanbul: Otonom, 2016.
Maclntyre, Alasdair. Ethik'in Kısa Tarihi. Çev. H. Hünler ve S.Z. Hünler, İstanbul:
Paradigma, 2001.
Nadler, S. Spinoza A Life. Cambridge: Cambridge University Press, 1999.
Ramond, Charles. Spinoza Sözlüğü. Çev. B. Şişman. İstanbul: Say Yayınlan, 2014.
Scruton, Roger. Spinoza. Çev. H. Gür. Ankara: Dost Kitabevi, 2007.
Spinoza. Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine İnceleme. Çev. E. Ayhan. Ankara: Dost
Kitabevi, 2015.
Spinoza. Ethica. Çev. Ç. Dürüşken. İstanbul: Alfa, 2017.
Spinoza. Descartes Felsefesinin İlkeleri ve Metafizik Düşünceler. Çev. C. Şenkaya. Ankara:
Dost Kitabevi, 2015.
Spinoza. Kısa İnceleme. Çev. E. Ayhan. Ankara: Dost Kitabevi, 2015.
Spinoza. Mektuplar. Çev. E. Ayhan. Ankara: Dost Kitabevi, 2014.
Spinoza. Politik İnceleme. Çev. M. Ergen. Ankara: Dost Kitabevi, 2012.
Spinoza. Teolojik - Politik İnceleme. Çev. C.A. Akal ve R. Ergün. Ankara: Dost Kitabevi,
2016.
Tatian, Diego. Spinoza. Dünya Sevgisi. Çev. H. Turşucu ve S. Aksoy Hancı. Ankara: Dost
Kitabevi, 2009.
Timuçin, Ali. Spinoza'nın Özgürlük Kavrayışı. İstanbul: Bulut, 2016.
Villanova, Marcelo G. "Hobbes ve Spinoza: Tabii Halde ve Sivil Toplumda Tabii Hak" .
Spinoza Günleri 2. Haz. R. Ergün ve C.B. Akal. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınlan, 201 1 .
Zabcı, Filiz. "Spinoza v e Locke: Siyasal Özgürleşmeden Bireysel Özgürlüğe" . Batı'da
Siyasal Düşünceler. Ed. M.A. Ağaoğullan. İstanbul: İletişim Yayınlan, 2013, 457-476.
222
EGİTİME FELSEFEYLE YAKLAŞMAK:
PLATON'UN MAGARALILARI, TONY KAYE'İN KOPUŞ
FİLMİ, GATTO ve KİTLE İMHA SİLAHI OLARAK
EGİTİM ve ROBİNSON CRUSOE NE YAPTI?
Metin BAL*
Özet: Bu makale eğitime felsefi bir yaklaşım denemesidir. İlk bölümde Platon'un Mağara
Alegorisi yorumlanır. İkinci bölümde Tony Kaye'in Kopuş filmi çözümlenir ve eğitim
de eğitimcinin rolü ve sorumluluğu açıklanmaya çalışılır. Üçüncü bölümde John Taylor
Gatto'nun Eğitim Bir Kitle İmha Silahı kitabına dayanılarak günümüzün eğitim sistemi
nin birtakım olumsuz yönleri saptanır. Dördüncü bölümde Grigoriy Petrov'un Beyaz
Zambaklar Ülkesinde adlı kitabından yola çıkılarak eğitimle ilgisi bakımından Robinson
Crusoe'nun ne yapmış olduğu kısaca açıklanır. Sonuç bölümünde, eğitim alanında öğret
menler ve öğrenciler için faydalı olduğu düşünülen birtakım felsefi nitelikler saptanır ve
bu nitelikler iyi bir eğitimin gerçekleştirilmesi için her iki tarafa da önerilir.
Anahtar Sözcükler: Eğitim felsefesi, Platon, Mağara Alegorisi, Tony Kaye'in Kopuş filmi,
John Taylor Gatto'nun Eğitim Bir Kitle İmha Silahı, Robinson Crusoe.
•DEÜ Felsefe Bölümü öğretim üyesi, Doç. Dr., Web sayfası: www .metinbal.net E-posta: balmetin@
gınail.com
223
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
1 Dev/elin VII. Kitabı için bkz. : Platon, 201 8: ss. 231-265. Prg. 5 1 4a-541 b.
224
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
225
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
226
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
227
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
2 Aldous Huxley'in Point Counter Point (1928) adlı kitabından aktaran: Gatto, 2018: 193. "How infuria
ting not to know! Ali those years at Eton . . . Why didn't they teach me anything sensible?" Gatto, 2009:
123. Türkçesi için bkz.: Huxley, 2015.
228
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 18: Stoa Felsefesi
3 "Usher Evi'nin Çöküşü" öyküsü için bkz. Poe, 2002: ss. 335 - 349.
4 "The Fail of the House of Usher" öyküsü için bkz. Poe, 2009: ss. 221 - 23 7 .
5 Filmde geçen bu repliğin çıkanldığı "Usher Evi'nin Çöküşü" öyküsündeki cümle: "Evin taşlanrun
diziliş tarzı, bu taşları kaplayan yosunlar, etraftaki çürük ağaçlar ve hepsinden öte bu dizilişin uzun
süredir bozulmamış olması ve gölün dingin sularında yansıması evin hissedebildiğini gösteriyordu
ona göre." (Poe, 2002: 343)
229
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
230
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
231
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
defidir. Her türlü kusura rağmen "iyi"ye dönük çaba, öğretmeni ve öğrenciyi
değerli kılar. Konu ne olursa olsun "iyi"ye dönük merak ve ilgi uyandırmak ve
bunu sürükleyici kılmak eğitim etkinliğinin dinamiğidir. Barthes şikayet etmez,
elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışır. Hepimizin beklentisi de bu değil mi?
Eğitim koşulları ve eğitim sistemi ne olursa olsun, hepimiz bir öğretmenin ağır
sorumlulukları her durumda taşıması gerektiğini düşünürüz. Bunu yapmadığı
zaman o kimseye "öğretmen" denmesini yakıştıramayız.
İnsanlar çocuklarını neden eğitir? Ebeveynleri çocuklarını okula götürdük
leri ilk gün onları buna nasıl ikna etmişlerdir? Okulun ilk günü, çocuklarını ikna
etmek için onlara artık büyüdüklerini ve yalnız başına hareket etme yeteneği ka
zanmaları gerektiğini söylerler. Ebeveynler çocuklarını terk ederken bunu söy
lerler fakat onlarla birlikte yaşarken çoğu zaman onların henüz çocuk olduklarını
ve henüz sırası gelmediği için beklemeleri gerektiğini söylerler. Bu_ çocuklara,
onları "okul" denilen bir yere götürüp bir süre orada tutmayı nasıl kabul ettir
diler? Gerçekten onlarla bir iletişime geçerek mi yaptılar bunu? Mevcut eğitim
anlayışı ve düzeninde, en başta olduğu gibi, iletişim çoğu zaman yoktur. İdeal
olmak üniformel olmak değildir. Bu koşullara rağmen bir öğretmen aile ve eği
tim sisteminin öğrencilerle mevcut temas tarzı olan şiddeti iletişime çevirebilir.
Barthes: "Bir birey olmak için vermemiz gereken mücadele hakkında hiç kimse
düşünmüyor." Barthes, başka bir yerde: "Koruma gibi bir sorumluluğumuz var."
Bu nedenle Barthes kopmuş öğrencilere karşı disiplinli davranır. Eğitimdeki cid
diyet ve disiplin eğitimin bir toplum düzeni oluşturmanın en yaygın ve güçlü
mekanizması olmasından kaynaklanır. İnandığınız bir dünyanın gerçek olabi
leceğini düşünmek, gerçekten öğrenmek, bilmek isteyip istemediğimizi sormak
ve disiplinli, azimli öğrenciler olmaya sevk eder. Eğitmen Barthes'ın yaptığı gibi
erdemleri mutlulukla hatırlatmalı, bunların deneyimlenebilir olduklarının kanı
tını sunmalıdır.
Mevcut eğitim sistemi içinde Barthes gibi bir öğretmen tuhaf karşılanır ve
Barthes onun hakkında söylenen itibarsızlaştırmalara kulak asmaz. Şöyle der:
"Bana ne söyledikleri önemli değil." Böyle der çünkü Barthes içinde yaşadığı
toplumun bu mevcut halinden kopuk yaşamaktadır. Dünyadan kopmuş kimse
lerin böyle olmalarının, her biri için farklı olabilecek sağlam nedenleri olmalıdır.
Barthes'ın annesi Patricia'nın kendi babası, Barthes'ın dedesi Henry tarafından
tecavüze uğramış olduğunu anlıyoruz ve bu nedenle Patricia aşırı doz ilaçla inti
har etmiştir. Bunun sonucunda dede Henry, kızı Particia'ya yaptıklarından dola
yı şimdi ölüm döşeğinde pişmanlık duymaktadır. Dede Henry, torunu Barthes'ı
büyütürken ona verebileceği benzer bir zararı önlemek için Barthes'ın odasını
Barthes' a içerden kilitletiyordu. Barthes o zamandan beri, dünyadan kopmuştu.
Kendisini kitlediği odasında dünyanın bu halinden farklı da olabileceğini hayal
etmişti. Kendimize soralım: Toplumun mevcut bu halinden ne zaman, nasıl ko-
232
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
puyoruz ve bu kopuşun farkında mıyız? Barthes şöyle sorar: "Bir çocuk, hayat
tan koptuğu o hassas anı farkedebilir mi?" Çocukluğuna dayanan bu kopuşla
Barthes, okula bir tane bile velinin uğramıyor olmasını yadırgahcı bulmaz, şöyle
der: "Kendimi evde hissediyordum." Barthes böyle der çünkü kendisiyle birlikte
öğrencilerin okula kilitlenmiş olduğunu deneyimliyordu.
Anlamak istiyoruz. Anlaşılmak istiyoruz. Bunun için dinlememiz ve dinle
nilmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Bu bir tür müzik etkinliğine benziyen sanat
sal bir çaba. Fahişelik yapan çocuk yaşta bir kimse olan Erica Lewis de kopmuş
bir kimsedir. Bir otobüste onunla karşılaşan Barthes, sorumluluk duygusuyla
ona yardım etmeye çalışır. Barthes'ın Erica'ya öğrettiği en önemli şey kendi ha
yatından ve başkalarından sorumluluktur. Barthes sorumluluğun ne demek ol
duğunu öğretiyor: Kendi hayahnı değerli bulmak ve ona değer katmak. Erica
sorumluluğun bir kimsenin kendi yalnızlığının meselesi olduğunu anlar. Başka
bir kimsede sorumluluk duygusu uyandırmayı Barthes şöyle tanımlar: "Denizde
sürüklenip, buna rağmen birine can yeleği atmaya çalışmakhr bu." Barthes
Erica'yı kendi kopuşunun nedenlerinin farkına vardıracak şekilde düşündürür.
Şöyle der: "Hayatın mahvolduğunda, zaman ve olay neydi bilmiyorum. Bunun
cevabı bende değil." Barthes'ın ilgisine şaşıran Erica: "Neden bunu yapıyorsun?"
diye sorar. Erica bu soruyu sorar çünkü Barthes onunla empati kuran, iletişim
kuran ve ona varolan bir şey olduğunu kanıtlayan ilk kimsedir. Barthes Erica'yı
anlar. Bir öğretmen bu şekilde öğrencilerin kendilerini hissetmelerini, onların
gerçekten varolduklarını hissetmelerini sağlayabilir. İşte böyle anlarda öğrenci
ler bu tarz öğretmenlere ihtiyaçları olduklarını anlarlar. Öğretmen olarak bizler
gerçekten bize ihtiyacı olana, özgürlük talep edenlere itaat ve hizmet etmeliyiz.
Eğitimle ilgili olması gereken öneriler söylendikleri kimseleri şaşırtmaz, çünkü
olması gerekendir böylesi, ikna konusu bile olamayacak kadar hayatidir.
Barthes karatahtaya dört sözcük yazar: Assimilate (özümsemek), ubiqutious
(her zaman, her yerde), ubiquitous assimilation (her zaman, her yerde özümsemek)
ve doublethink (doğru olmadığını bildiğiniz halde yalanlara kasten inanmak.)
Doğru olmadığını kolayca anlayabileceğimiz birtakım fikirleri her yerde ve her
zaman özümsememiz isteniyor. Örneğin günlük hayatta medyanın kadınlara
verdiği sürekli mesajlardan biri şudur: Benim mutlu olmak için güzel olmam
lazım. Güzel olmak için estetik yaphrmam, zayıf olmam, ünlü olmam, şık olmam
lazım." Barthes kadınları bir meta olarak kabul etmemizi dayatan bu fikirlere
karşı "hayalgücümüzü geliştirecek şekilde okuma" mızı önerir.
Barthes: "Tek bir kuralım var, derse kahlmakta özgürsünüz." Jerry adında
ki öğrenci Barthes'a hakaret eder ve Barthes'ın çantasını fırlahr. Barhes: "Jerry
o çantanın içi boş, hisleri yok." Başka bir durumda ise bir kediyi çantada vah
şice öldüren öğrenci Raven'e Barthes şunu sorar: "Ne hissediyorsun Raven?"
"Tuzağa düşmüş hissediyorum, bu kedi gibi." Cevabını veren Raven kendi
233
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
234
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
ştan bir eğitimcinin dikkatini başka özellikler çekebilirdi. Eğitimle ilgili olarak
beni düşündüren sorun "zorunlu öğretim" (forced schooling) (Gatto, 2009: xv) ya
da "zorunlu kitlesel eğitim" (mass schooling of a compulsory nature, xvi) ve "ev
okulu" (homeschool, s. xv) arasındaki tercih tarbşması değildir, çünkü birbirine
karşı gibi görünen zorunlu öğretim ve ev okulunun, her ikisinin de amacı "iyi
insan yetiştirmek, iyi vatandaş yetiştirmek, herkesin elinden gelenin en iyisini
yapmasını sağlamak", "genç nesli bilgilendirmek veya onların zihinlerini aydın
latmak"br. (Gatto, 2018: 21) Ayrıca dikkatli bir öğrenci kendisine verilen eğiti
min kendi başkaldırı ve özgünlüğünü basbrıp basbrmadığını, kendisini tehdit
oluşturmayacak bir şekilde köreltip köreltmediğini ve onu idare edilebilir kılıp
kılmadığını fark edebilir. Bunun ötesinde, öğrenci eğitim yoluyla kendisine han
gi alışkanlıkların kazandırıldığını fark edebilir.
Soralım: Eğitim bize hangi alışkanlıkları kazandırdı? Dikkat ederseniz gü
nümüz öğrencilerinde yerleştirilmiş yaygın alışkanlık tüketim çılgınlığıdır. "Bir
zil veya boru sesiyle sorgulamadan harekete geçme"ye alışbrılmış kimseler için
bu durum şaşırbcı bulunm az. (Gatto, 2018: 91) Elbette eğitim size bunun gibi ya
rarlı ya da zararlı olarak değerlendirilebilecek birçok "sabit alışkanlıklar" yerleş
tirmekte başarılı oldu. Fakat uzun yıllar boyunca ömrünüzün önemli ve en güzel
kısmını alan eğitim sistemi size farkında olduğunuz hangi yararlı alışkanlıkları
edindirdi? Kitap okumaya mı alışbruz? Hiç düşündünüz mü? Eleştirel bakış açı
sına mı sahip oldunuz? Ne dersiniz? Bu eğitim sistemi dürüst olmayı, anlayışlı
olmayı, inançta ve düşüncede özgürlüğü, dahası yaşamı ve insanı sevmeyi öğ
retti mi? Yoksa bunlar gerekli değil miydi? Ve eğitim sizin için gerekli olanın
ötesine hiç geçti mi? Habrlıyor musunuz? Eğitim sistemi nasıl olur da öğrencileri
düşünmekten çok düşünmemeye sevk etti? Eğitim düzeninde eğer durum buy
sa, Mark Twain'in dediği gibi " Özgürlüğün yarabcısı, okul öğretimi değil, "ip
lememektir"/takmamakbr" çünkü kötülükle ilgilenmenin kazandıracağı bir şey
yoktur. (Aktarılan yer: Gatto, 2018: 99) Lev Tolstoy "kötülüğe karşı koymanın ge
rekmediği"ni söylüyor. (Petrov, 2017: 39) Öğretmenler kötülükleri kullanmama
lıdır. Kötülükleri kullanan öğretmenler, örnekleri kötülüklerden verip halka bu
kötülüklere katlanmalarını ve sabretmelerini vazeden politikacılara benzerler.
Bugün öğrencilere kazandırılmış yaygın olarak gözlemlenebilir bir alışkan
lık yalnız kalmaktan duyulan nefret ve bu nedenle sürüye bağımlı yaşamdır.
Mevcut eğitim anlayışının içinde yetiştirilmiş öğrenciler bugün "sürekli olarak
televizyonun, bilgisayarın, cep telefonunun, çabuk edinilen ve çabuk kaybedi
len sığ dostlukların kendilerine arkadaşlık etmesini isterler." (Gatto, 2018: 30)
Bugünün eğitim sisteminde kazandırılan en yaygın alışkanlık ise "sıkınb"dır.
Herhangi bir okulda bir sınıfa girin ve bunun böyle olduğunu görün. ABD New
York şehrinin Manhattan bölgesinde otuz yıl İngilizce öğretmenliği yapbktan
235
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
sonra, kendi ifadesiyle hizmet ettiği zorunlu eğitim "yarahğı"ndan 1991'de New
York Eyaleti'nde yılın öğretmeni seçildikten hemen sonra istifa ederek ayrı
lan John Taylar Gatto 2008 yılında Eğitim Bir Kitle İmha Silahı, Zorunlu Eğitimin
Karanlık Dünyasında Bir Yolculuk başlıklı kitabında öğretmenlik deneyiminde,
hakkında uzman haline geldiği konunun "sıkınh" (Gatto, 2018: 17) [boredom,
Gatto, 2009: xiii] olduğunu yazıyor.
"Çocuklara neden bu kadar sıkıldıklarını sorduğunuzda [ . . . ] daima aynı
cevapları alıyordunuz: Dersler aptalcaydı, anlamsızdı ve çoğu zaten bildikleri
şeylerden ibaretti. Oysa onlar orada oturmak yerine gerçek bir şeylerle uğraş
mak [doing something real, xiii] istiyorlardı. Üstelik öğretmenler kendi branşla
rı konusunda çok da yetkin ve bilgili görünmüyorlardı, yeni şeyler öğrenmeye
meraklı olmadıkları da ayan beyan ortadaydı. Çocuklar pek de haksız değillerdi
çünkü öğretmenler de en az çocuklar kadar sıkılıyorlardı." (Gatto, 2018: 17)
İnanabiliyor musunuz? New York dünyanın eğlenmek için gittiği yer ama
eğitimciler orada sıkınh üretiyor. " Öğretmenler odasında biraz vakit geçiren
birisinin tanık olacağı şeyler üç aşağı beş yukarı aynıdır: Şevk eksikliği, enerji
düşüklüğü, sızlanma, şikayet, moral bozukluğu . . . Niye sıkılıp durdukları so
rulduğunda, [ . . . ] öğretmenler suçu öğrencilerde buluyorlardı." (Gatto, 2018: 17)
Öğretmenlerin bu demotivasyonu öğrencilerin "misilleme korkusuyla" [fear of
reprisal, s.xiv] ifadesiz kalmalarının temel nedenidir. Öğretmenler eğitimi eğlen
celi bir iş yapmak yerine, binlerce yıllık çalışmalarında öğrencileri kontrol altı
na almanın tekniklerini geliştirdiler. Özellikle ilköğretimdeki 12 yıllık zorunlu
eğitimin öğretmenleri öğrencilerin aşağılanma, ayıplanma ve utandırılmaktan
korktuklarını keşfetmişler ve bunu öğrencileri kontrol altında tutmanın tekniği
olarak sisteme yeni kahlan öğretmenlere tavsiye ediyorlar. Bugüne kadar geliş
tirilen bu şartlandırma tekniği Eski Çinlilerin adlandırdığı "insanları aptal halde
tutma politikası" dır. (Gatto, 2018: 174) İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa' da
Nazilere karşı bir yeralh direniş grubunun başkanlığını yapan J acques Lusseyran
böyle bir eğitim anlayışının salgıladığı şeyin "ahlaki koku" olduğunu düşünür.
Lusseyran Ve Işık Göründü [And There Was Light] adlı otobiyografi kitabında şöyle
diyor: "Ahlaki koku diye bir şey vardır ve okuldaki durum tam da buydu. Bir
odada zorla bir araya getirilen bir grup insan kokmaya başlar." (Aktarılan yer:
Gatto, 2018: 163) Oysa eğlencenin gerekli koşulu yoktur. Eğer canımız sıkılıyorsa
suçu başkalarında değil kendimizde aramalıyız. "Bir şeyler öğrenmek ve eğle
niyor olmak konusundaki sorumluluk" kişinin kendisine aittir. (Gatto, 2018: 18)
Öğretmen birçoğu için sıkıcı görünse bile, yaphğı işten keyif duyduğunu sergi
lemelidir. Örneğin, bilgilerini değişen dünya şartlarını gözönünde tutarak revize
etmek inanılmaz eğlencelidir. Böylece o, hayalleri ve vizyonuyla henüz dünyada
bile olmayanları, mümkün başka bir dünyaya geçiş yapabilmeleri için cesaret
lendirebilir, dahası buna öncü ve kılavuz olabilir.
236
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
237
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
238
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
önce kısa bir yorumunu yaphğım John Taylor Gatto'nun ABD' de 2008' de yazdı
ğı Eğitim Bir Kitle İmha Silahı, Zorunlu Eğitimin Karanlık Dünyasında Bir Yolculuk
kitabı. İkincisi ise bu bölümde kısaca değineceğim Grigoriy Petrov'un 1923'te
yazdığı orijinal adı Hayat Mimarları olan fakat Türkçe'ye Beyaz Zambaklar Ülkesi
ya da Beyaz Zambaklar Ülkesinde adıyla çevrilen kitabı. Beyaz Zambaklar Ülkesi'ni
okumadan önce çevremde okumaya ilgi duyan kimselere bu kitaptan haberdar
olup olmadıklarını sordum. Bu kimselerin kitaptan haberdar olanlarının çoğun
luğu bu kitabın bir "ütopya" olduğunu hahrladıklarını söylediler. Fakat ben ki
tabı okuduğumda gördüm ki bu kitap bir "ütopya" romanı değil Petrov'un 1908
yılında ziyaret ettiği Finlandiya' daki gözlemleri ve orada yaşanmış anılardan
oluşuyor. Gerçek şeylerdi orada anlahlanlar. Kitabı okurken bir taraftan da bu
kitabın onu okuyan kimseler tarafından neden bir "ütopya" olarak hahrlanıyor
olduğunu merak ediyordum. Böylece kitabı daha dikkatli okudum. Gördüm ki
bu kimseler haksız sayılmazlardı. Finlandiya'da 110 yıl önce gerçekleştirilmiş
şeyler bugünün dünyasının birçok ülkesinde yaşayanlar için ancak bir ütopya
olabilirdi.
Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabında konuyla ilgili olarak paylaşmaya değer
gördüğüm bir örnekle karşılaşhm. Halk üniversitesinin çalışmalarının 25. yılın
da "Fin entelektüellerinin en iyi temsilcisi" (Petrov, 2017: 58) Snellman'ın doğ
duğu Kuopio'da bir halk bayramı yapılır ve orada Finlandiya'nın kalkınmasında
önemli bir rol oynamış "tatlı kralı" ünvanına sahip işadamı Jarvinen bir konuş
ma yapar. Jarvinen bundan yıllar önce dinleyici olarak kahldığı "Gasp Edilmiş
Kitap" başlığı alhnda Daniel Defoe'nun (1660-1731) Robinson Crusoe'nun Hayatı
ve Tuhaf Şaşırtıcı Maceraları (1719) adlı romanı hakkında, "Sokrates'in konuşma
sı" na (Petrov, 2018: 153) benzettiği bir konferans veren profesörün sunumuna
değinir. Kitapta adı anılmayan bu profesörün Robinson Crusoe'nun hayahyla
ilgili aktarılan sözleri çarpıcıdır. Profesör şunları söylüyordu:
" İnsanlar hala büyük bir çocuğa benzemektedir. Aptal ve küçük çocukla
rın yaphğı gibi, aralarındaki anlaşmazlıkları kavga ederek ve savaşarak çözmek
istiyorlar. [ . . ] Hepiniz Robinson Crusoe hakkında bir şeyler duymuş veya oku
.
239
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
2018: 154) Dikkat edin, orada uygarlık adına yapılanlar ıssız bir adada, tek ba
şına genç bir adamın gerçekleştirdiği şeylerdi. Robinson adını Cuma koyduğu
yamyam bir vahşiyi ıssız bir adada eğitti ancak eğitimcilerin çoğunluğu bugün
metropolün ortasında eğitimi gerçekleştiremiyorlar. Profesör konuşmasını şöy
le sürdürür: "Robinson'un hayalini önünüze alın ve yaşadığınız dünyaya karşı
yaklaşımınızı tekrar gözden geçirin." (Petrov, 2018: 154)
Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabında aktarılan, profesörün Robinson
Crusoe'yla ilgili bu sözlerini etkileyici buldum ve Robinson Crusoe'nun orada
ne yapıyor olduğunu kendi gözlerimle görmek için romanı okudum. Gördüm ki
Robinson Crusoe kendisiyle, hayalleriyle ilgileniyor çünkü kendisine verilenler
de ilgilenmeye değer bir şey bulamıyor ve bir deniz yolculuğuna çıkmaya karar
veriyor. Robinson Crusoe, kendisini içinde bulduğu koşullara bakarak, orada
mahsur kaldığını görüyor ve hayaller kuruyor. Bu hayalleri onu, başkalarının
zenginlik olarak gördüğü tüm varlığından yoksun bırakıyor. O, kendi sefaletinin
kaynağıdır ve işin ilginç tarafı bunu seve seve yapıyor. Crusoe ölümü asla dü
şünmez. Onun saltanatı onun tutsaklığıydı. Bunu şöyle ifade ediyor: "Bu yolcu
luğa çıkışım Kasım'ın 6'sında saltanatımın mı desem tutsaklığımın mı". (Defoe,
2018: 151) Crusoe, sözcüğün gerçek anlamında, bir süre "sefil bir köle" olarak
da yaşamıştı. (Defoe, 2018: 20) Bu deneyiminde bir kölenin, efendisi tarafından
konforlu bir hayata mahkum edildiğini anladı ve oradan da kaçtı. Doksan birin
ci sayfaya varana kadar bu kitabı neden okuyor olduğum konusunda kendimi
ikna edememiştim. Bu sayfada Crusoe adada bir süre sonra "hiçbir şeyden do
layı ümitsizliğe düşmediğini öğrendiği"ni fark ettiğini söylüyor. (Defoe, 2018:
91) Ona göre yalnızca koşullardan memnuniyet ve konfor içinde sürdürülen bir
hayat öldürücüdür.
Crusoe bunları yapmak zorunda değildi çünkü her zaman başka bir seçe
neği daha vardı. O yaşamını, olayları her defasında bir tarafta asla seçmeyeceği
bir ölümün olduğu ve diğer tarafta hayallerinin olduğu bir yolda sürdürüyordu.
Böylece onun hayatı yaşamaya değer oluyordu. Crusoe'nun yaşamında dikkat
çekici olan onun tek başına eyleme gücü ve hangi değeri üretip üretemediği
nin farkında olma yeteneğidir. Kendimizde bir adaya düşmüş gibiyiz ve kaçıyo
ruz. Kendi hayatımızın Robinson Cruroe' suyuz. Robinson Crusoe Umutsuzluk
Adası'ndaki tüm zorluklara rağmen yaşamını sürdürerek bizim yaşamımıza
değer katıyor. Şu soruyu düşünmeye değer: Biz karada yaşıyoruz ancak kara
ya ayak basmanın ne demek olduğunu Crusoe kadar nasıl bilebiliriz? Crusoe,
ailesinin ve inandığı Tanrı'nın ona konforlu bir hayat vaadi sunmuş olduğuna
inanmasına rağmen kendi hayallerinin başkalarının değerlerine dayanarak ger
çekleştirilebileceğini düşünmez. Crusoe'nun hayalleri vardır fakat hayalperest
bir kimse değildir. Hayalperest kimse kendi konforlu alanında kurduğu hayalle
ri gerçekleştirmek için bir atılımda bulunmaz. Robinson Crusoe romanı bu neden-
240
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Sonuç
Öncelikle öğretmenler öğrencilerini nasıl görmek istiyorlarsa kendilerinde
de bu özelliklerin olup olmadığına dikkat etmelidirler. Eğer kendilerinde bun
lar yoksa bu özellikleri geliştirseler iyi bir şey yapmış olacaklar. Öğretmenler
kendilerini sadece mesleki alan bilgisiyle sınırlandırmamalıdırlar. "Aklın stan
dartlaştırılması" na itiraz etmelidir. (Gatto, 2018: 287) Öğretmenler eğitmen ola
rak kalmamalı kendilerini bir entelektüele dönüştürmelidirler. Kendi bilgilerini
sürekli olarak yenilemeye dikkat etmelidirler. Gatto bu yenilenmeye "entelek
tüel diyet"/entelektüel perhiz adını veriyor. (Gatto, 2018: 78) Entelektüel perhiz
yapan kimse "hayalın büyük akışından beslenir." (Gatto, 2018: 229) Ufuk açıcı
farklı şeyler düşünmek için okuma eylemini aynı malzemelere dayandırılmış ve
böylece bayağılaşhrılmış bir alışkanlık olmaktan çıkarmalıyız. Bunun yanında
öğretmenlerin kendilerinde geliştirmeleri onlar için faydalı olacak özelliklerin
başka bir kısmını şöyle saptayabiliriz: "Başkalarının hayahna" ve "çevrelerin
deki dünyaya değer katmanın bir yolu"nu bulma çabası (Gatto, 2018: 80, 101)
Başkalarının ve kendi hayahnıza değer katmanın en sade ve temel yolu mutlu
luktur. Mutsuzsanız, neden böyle olduğunuzun cevabını bulmak zorundasınız.
Mutsuzluğunuzun hesabını elbette bu konuda çok düşünmüş olan filozoflara
sorabilirsiniz. Nasıl mutlu olacağımız konusunda iki seçeneğın söz konusu oldu
ğunu düşünüyorum. İlki düşünmenin mutlu eden bir yolunu bulmalıyız. Eğer
bunu gerçekleştiremiyorsak kendiliğinden gerçekleşen ikinci bir seçenek var. Bu
seçenek Herman Melville'in Katip Bartleby (1853) romanında işlenmiştir. Mutsuz
bir hayalı sürdürecek şeyleri yapmamayı tercih ederek yaşamın o şekline son ve
rebiliriz. Öğretmen ya da öğrenci eğtime zarar vermesine rağmen zevk aldığı ba
ğımlılığına karşı, Bartleby'in dediği gibi "yapmamayı tercih ederim" ["I would
prefer not to."6(Melville, 2002: 10)] diyerek, kendi iradesinin üstünlüğünü kanıt
layabilir. Buna yaşamını değiştirmek ya da kökten dönüşüm diyebiliriz.
Eğitimin öğretebileceği en önemli şey "kendinize değer katmanın tek yolu
nun başkalarına değer katmak olduğu" dur. (Gatto, 2018: 102) Bana göre, en de
ğerli şeyimiz, eğer var ise, düşünme faaliyetinin en muhteşem ürünü olan hayal
lerimizdir. Öğrencilerimizi hayalperest yapmaksızın hayalgüçlerini artırabiliriz.
6 Bartlelry, The Scrivener, A Story of Wall-Street metni için bkz. Melville, 2002: 3-34.
241
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
242
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Kaynakça
Defoe, Daniel (2018) Robinson Crusoe, çev. Fadime Kahya, İstanbul: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınlan.
Gatto, John Gatto (2009) Weapons of Mass Instruction, A Schoolteacher's fourney Through the
Dark World of Compulsory Schooling, Canada: New Society Publishers.
Gatto, John Taylor (2018) Eğitim Bir Kitle İmha Silahı, Zorunlu Eğitimin Karanlık Dünyasında
Bir Yolculuk, çev. Mehmet Ali Özkan, İstanbul: Edam.
Huxley, Aldous (2015) Ses Sese Karşı, çev. Mina Urgan, İstanbul: İletişim Yayınları.
Melville, Herman (2002) Melville's Short Novels, selected and edited by Dan McCall, Comell
University: New York.
Petrov, Grigoriy (2017) Beyaz Zambaklar Ülkesi, çev. Sabri Gürses, İstanbul: Ayrınh
Yayınları.
Petrov, Grigoriy (2018) Beyaz Zambaklar Ülkesinde, çev. Elnur Osmanov, İstanbul: Koridor
Yayıncılık.
Plato (1942) The Republic, tr. by Paul Shorey, in two volumes, il, Books VI-X, Massachusetts:
Harvard University Press London.
Platon (2018) Devlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, İstanbul: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları.
Poe, Edgar Allan (2002) Bütün Hikayeleri, çev. Dost Körpe, İstanbul: İthaki Yayınları.
Poe, Edgar Allan (2009) The Collected Tales and Poems of Edgad Allan Poe, Hertfordshire:
Wordsworth Library Collection.
243
S0REN A. KIERKEGAARD'DA VAROLUŞSAL BİR
SORUN OLARAK EGİTİM
Kemal BAKIR*
Özet: S0ren Aabye Kierkegaard, varoluşçu felsefenin öncüsü ve modem anlamda ilk va
roluşçu sorunlaşhrmayı yapan düşünürdür. Çağının genel kavrayışına bir tepki olarak
insanı yeniden ele alan Kierkegaard, onu, ölümcül bir hastalık olarak nitelediği umutsuz
luğun pençesinde kıvranan henüz varoluşunu gerçekleştirememiş, yani "Ben" olamamış
ama olmaya muktedir bir varlık olarak yeniden tanımlar. Kierkegaard' a göre, eğer insan
Tanrı'nın belirlediği şeyleri gerçekleştiren bir tutsak ise o zaman özgürlüğünden bahse
dilemeyeceği için gerçek anlamda bir insan olamayacakhr. Zira insanı insan yapan onun
özgürlüğü ve seçim yapabilmesidir. Eğitim ise insanın, belirlenmiş ve rasyonel olandan
bağımsız olarak özgürce seçim yapabilecek ve sorumluluk alabilecek şekilde kendi varo
luşunu gerçekleştirebileceği, yani kendini bulacağı, fani hayalın tamamını kapsayan bir
süreçtir. O halde insanın yönelmesi gereken şey akla yatkın olan değil, akılla anlaşılmaz
olandır. Eğitimin amacı bir insanın ya da öğrencinin kendi varoluşunun farkına varabil
mesi için, duyarlılıkları, hissiyah ve duygulan uyandırmak, onu bu yolda isteklendirmek
ve böylece fanilik içinde sonsuz olana yani Tanrı'ya ulaşmasını sağlamakhr. Bu anlamda
eğitim varoluşsal bir sorundur.
Anahtar kelimeler: Kierkegaard, Varoluşçuluk, Özgürlük, Ahlak, Eğitim.
245
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
might freely make decisions and take responsibilities. That is to say, a process involving
the entire mortal life where he would find himself. This would mean that the individual
should head towards to the things that cannot be comprehended by the rational mind, not
to things that are rational themselves. Purpo�e of education is awakening the sentiments,
emotions and feelings within an individual or a student, so that he would become aware
of himself; encoring him along that path, and ensuring that he reaches to the etemal one
among mortality; i.e reaches to God himself. Education is an existential problem in this
sense.
Keywords: Kierkagaard, Existentialism, Freedom, Morals, Education.
Giriş
Bir insan etkinliği olan eğitim, genellikle, bir davranış, tutum ve düşünce
değiştirme ve geliştirme süreci; bir insanın zihinsel ya da bedensel açılardan bir
durumdan arzu edilir başka bir duruma geçişini amaçlayan süreç ya- da süreç
ler bütünü olarak değerlendirilir. En eski ve hala en yaygın olan kavrayışa göre
ise, eğitim, ortak bir insan doğasının ve onun gerekliliklerinin belirginleştirilme
ve ortaya konulma sürecidir (Morris 1966: 105). Bu doğrultuda, en genel anlamı
itibariyle eğitim, "insanın içinde yaşadığı toplum ve evrenin uyumlu bir üyesi
olabilmesi için gerekli olan bilgi, beceri ve değerleri kazanabilme süreci", en dar
anlamıyla da, "insanın bir varoluş halinden başka bir varoluş haline geçme sü
reci"dir (Aydoğdu 2010: 501). Burada bahsi geçen birey, amaç/niyet, istem, dav
ranış/eylem, zihin ve beden gibi kavramlar, eğitimin farklı yönleri olduğunu ve
felsefi bir kavrayışla ele alınması gerektiğini ortaya koyar. F akat gene burada
bahsi geçen başka bir kavram olan "varoluş" ve onun savunusunu ifade eden
varoluşçuluk (egzistansiyalizm), eğitimin yukarıda sözü edilen en genel ve hatta
en dar anlamına ve tanımına karşı çıkıp onu daha farklı bir mecraya çekerek
sorunlaşhrır. Bu çerçevede, bir insan ya da kişinin genel ortaklık içerisinde bir
varoluşu mümkün olmadığı gibi, "ben" olmanın dışında farklı varoluşları da söz
konusu değildir, olsa bile bunlar birer ara aşamayı temsil eder ve tam anlamıyla
hakiki bir varoluş sayılmazlar. Bir kişinin varoluşunun yolu bizzat kendisinden,
kendine yönelmesinden, kendisini seçmesinden geçer ve bütün mesele eğitimin,
kişinin kendisini seçmesine imkan tanıyıp tanımadığı ile ilgilidir. Eğitime ilişkin
bu varoluşçu sorunlaşhrma, çağdaş varoluşçu filozoflar tarafından aralarındaki
fikir ayrılıklarına bağlı olarak farklı biçimlerde ele alınmakla birlikte, ilk kez ve
en belirgin biçimde Kierkegaard' da görülür.
Kierkegaard ve Varoluşçuluk
Danimarkalı bir teolog olan Seren Aabye Kierkegaard (1813-1855), umut
suzluk ve kişisel ıshrap ile kuşahlmış bir insan ve ilk büyük varoluşçu düşünür
olarak kabul edildiğinden dolayı düşünceleri varoluşçu bir bağlamda yorumla-
246
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
nır. Çağdaş Avrupa felsefesinin klasik geleneği içerisinde aykırı bir filozof, bir
putkırıcı/ikonaklast olarak görülen Kierkegaard, Hegelcilerin Avrupai vicdan
üzerine çizdiği zarif resmi silmeye çalışmışhr. Anlaşılması kolay ve çok kapalı ol
mayan takma adlarla yayımladığı bir dizi monolog ve günlükte "Sistem kurucu
ları"n Büyük Tasarımı'nı alaya alıp, kendi varlığının anlamını sorgulayan tek bir
kişinin mücadelesini işlemeyi tercih etmiştir(Morris 1966: 1-2). Kierkegaard'ın
sogulaması varoluş ile ilgilidir ve bundan dolayı sorularında "nedir" den "na
sıl" a ve "anlamı nedir"e bir geçiş söz konusudur. Bu doğrultuda Kierkegaard,
sorgulamasında sıklıkla şu soruları yineler: " İnsan olmanın anlamı nedir?"
" Ölümün anlamı nedir?" " İnsanın ölümsüz olduğunu söylemenin anlamı ne
dir?" "Varolmanın anlamı nedir?" "Nesnel inancın anlamı nedir?", "Evlenmenin
amacı nedir" vb. (Taşdelen 2004: 51). Ancak Kierkegaard'ın bu sorgulaması yak
laşık yüz yıl sonra tekrar gündeme gelerek hak ettiği değeri bulacak ve yeni sayı
labilecek bir felsefenin, varoluşçuluğun yolunu açacakhr.
Yaşadığı dönemde -on dokuzuncu yüzyılda- olduğu gibi, yirminci yüzyıl
başlarında da Bah' da Kierkegaard' a çok az ilgi gösterilmiştir, zira insanlar dış
dünyada hakikati arayarak büyük sistemleri ispatlamakla meşgullerdi. Hiç kim
se kendi içinde hakikati arayan bir insanın safça konuşmaları ile ilgilenmedi. O
zamanlar, nesnel, bilimsel hakikatin araşhrılması gerçekten de doğru bir meşga
le gibi görünüyordu. Çünkü bilim bilgi üretiyordu ve deneyimi rasyonelleştiri
yordu. Yirminci yüzyılda her nasılsa, "Büyük Tasarım" yağmur alhndaki karton
kutular gibi sessizce ilgisiz şekiller alarak çökmeye başladı. Hakikate ilişkin ol
dukça çok vaatte bulunan bilim henüz teslim olmamışh fakat dünyayı açıklama
manhğı olarak, modern olayların ezici gücü karşısında çaresiz göründü ve bun
lara manhklı, rasyonel bir gerekçe bulmakta zorlandı. Bilim ve sistem, bir insan
ömrüne iki dünya savaşının sığdığı, insanların topyekı1n imha edildiği ve bunun
basit sıradan bir şey gibi alelade bir biçimde tarhşıldığı bir çağı rasyonelleştire
bilir mi? Bunun mümkün olmadığı bir ortamda varoluşçu düşünce nihayet ken
dini gösterecek, söz söyleyecek bir nokta bulmuştu. Varoluşçuluk, özellikle arhk
açıkça söz konusu edilen savaş tazminahnda, işgal sonrası Fransa' da ve perişan
haldeki Almanya'da şaşkına dönmüş, "köşeye sıkışmış" Avrupa halkının tedir
gin düşüncelerini dile getirdi. Teknik felsefe de olduğu kadar sanat ve edebiyat
ta Martin Heidegger, Karl Jaspers, Gabriel Marcel, Albert Camus ve Jean Paul
Sartre gibi varoluşçu filozoflar Bah'nın dikkatini bir kez daha Kierkegaard'ın so
rusuna çekmişlerdi. Ve bu, şu şekilde ifade edilmekteydi: Varoluşçuluk bir buna
lım felsefesi, özellikle yaşadığımız endişe verici çağa münasip bir hayat ve insan
teorisidir. Fakat bu iki şekilde anlaşılabilir: şayet varoluşçuluk insanın sinirlerini
yahşhrabilen ve onun vahim bir çağda yaşamasını sağlayan spritüel bir ilaç ola
rak anlaşılıyorsa bu kesinlikle yanlışhr. O bir yatıştırıcı ya da ağrı kesici değildir.
Eğer varoluşçuluk, bir bunalım felsefesiyse, bu, varoluşçuluğun bunalıma karşı
247
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
bir kalkan olmaktan ziyade, bunalımın bir özelliği olduğu anlamına gelir(Morris
1966: 2).
Bu anlamda, çağdaş bir felsefe akımı, bir bunalım -çağı- felsefesi olarak va
roluşçuluk, adından da anlaşılacağı üzere varoluş kavramından hareket eder
(Çüçen 2015: 19). Varoluş (existence, mevcıldiyet) ise en genel itbariyle; " l .
Varolma durumu. 2. Dış dünyada insanın bilgisinden bağımsız olarak gerçekleş
me, mekan ve zaman içinde potansiyel değil de, aktüel bir varlığa sahip bulunma
hali. 3. Soyutlama ya da teorilere karşıt olarak, canlı ya da yaşanan gerçeklik. 4.
Bir şeyin asli doğasından dolayı, olması gereken şeyi ifade eden öze karşıt olarak,
o şeyin her ne ise, her nasılsa öyle olma durumu. 5. Tanımlanamayan, kendin
de-kaim birey" gibi anlamlara gelmektedir (Cevizci 2005: 1693). Bu anlamlara
binaen varoluşçuluk, bireyi ve onun deneyimini tekil ve eşsiz bir şey olarak ele
alarak bunu insan doğasını anlamanın temeli olarak görür. Ayrıca insanın varo
luşuyla doğal nesnelerin varlık türü arasındaki ilişki üzerine odaklanarak, insa
nın bir irade ve bilince sahip olmasına rağmen irade ve bilinçten yoksun nesneler
dünyasına fırlahlıp ahldığını ileri sürer ve bu doğrultuda dünyada insan olarak
varolmanın ne anlama geldiğini sorgular (Çüçen 2015: 19).
Bu sorgulama sonucunda, bir şeyin özünün, yani bir şeyi o şey yapan şeyin,
varoluşundan, yani dünyada etkin olarak bulunma durumundan önce geldiği
ne dair yaygın kanaate ve inanca karşı çıkarak varoluşun özden önce geldiğini
ileri sürer. Yirminci yüzyıl varoluşçuluğunun en bilindik temsilcilerinden olan
Sartre' a göre, "insanda -ama yalnız insanda- varoluş özden önce gelir. Bu de
mektir ki, insan önce vardır; sonra şöyle ya da böyle olur. Çünkü o, özünü kendi
yarahr. Nasıl mı? Şöyle: Dünyaya ahlarak, orada acı çekerek, savaşarak yavaş
yavaş kendini belirler. Bu belirleme yolu hiç kapanmaz, her zaman açıkhr . . . "
Sartre'ın bu açıklamasına rağmen, "varoluş özden önce gelir" ilkesi diğer va
roluşçu filozoflar tarafından farklı biçimlerde yorumlanmışhr. Sartre, Jaspers,
Heidegger ve diğerleri varoluşçuluğa dair ana konularda hatta varoluşçuluğun
tanımında ve isminde bile anlaşmazlığa düşmüşlerdir (Bezirci 2001: 8-9). Çünkü
varoluşçu düşüncede öne çıkan "varoluş özden önce gelir" ilkesi irade ve bilinç
sahibi olmayan diğer varlıklara nispeten insanın öznelliğine, özgünlüğüne ve bu
anlamda özgürlüğüne vurgu yapar. Varoluşçuluğun sabit bir tanıma bağlana
maması da bu öznellik, özgürlük, irade ve sorumluluk problemi ile ilgilidir. Yani
problem büyük ölçüde ahlaklılıkla ilgilidir. Bu durum, özgürlüğe ilişkin radikal
bir niteleme olan Sartre'ın "insan özgürdür, özgür olmaya mahkümdur, çünkü
o kendini kendisi yaratmış değildir. Öte yandan yine özgürdür, çünkü bir kez
yeryüzüne ahlmış olarak, yaphğı her şeyden sorumludur"(Sartre 1998: 77) şek
lindeki açıklamalarından da anlaşılabilir. Varoluşçulukta özgürlüğün bu denli
önemli ve merkezi bir konum alması, istendik bir tutum ve davranış değiştirme
süreci olaraktanımlanan eğitimin, zorunlu bir şekilde, özgürlüğün yolunu açan,
248
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
Varoluşçuluk ve Eğitim
Varoluşçuluk ile eğitim arasında kurulacak ilişkide "eğitim" kavramının ye
niden formüle edilmesi, "örgün" eğitimin sınırları dışına çıkılarak eğitimin en
genel, "yaygın" anlamıyla ele alınması söz konusudur. Bu bağlamda her insan,
hayatın her aşamasında bir öğrencidir, en azından öyle olması gerekir. İnsan
varoluşunun temel yapısını betimleme girişimini temsil eden varoluşçuluk, bu
betimlemesine eğitim ya da öğrenmeyi de dahil eder ancak geleneksel anlamda
okula, örgün eğitime ilişkin çok az şey söyleyebilir. Varoluşçuluk, daha ziyade
insan tüıünün yaşamında deneyimlediği yaşam boyu eğitim sürecinin anlaşıl
masına katkı sağlamaya dönüktür (Büyükdüvenci 2001: 44). Varoluşçuluğun
eğitim anlayışından bahsedilebilmesi de bu katkılarından dolayıdır ve bu çerçe
vede eğitime yansıması, en dar açıdan özgürlük bağlamında, daha geniş açıdan
ise yukarıdaki Sartre'ın ifadelerine binaen özgünlük, özgürlük ve sorumluluk
bağlamındadır. Zira her ne kadar varoluşçu düşünürler arasında sistemli bir
bütünlük olmasa da hemen her biri farklı derecelerde seçme özgürlüğünü ve
özgürlüğü söz konusu etmiştir. Onlara göre, insan kendi bireysel ya da öznel
varoluşunu gerçekleştirirken özgürdür . Fakat varoluşçu perspektifte özgürlük
mutlak serbestlik ya da kayıtsızlık anlamına gelmez, bilakis özgürlük berabe
rinde sorumluluğu getirir. Sorumluluk ise özgürlüğü kısıtlayıcı bir etken değil
özgürlüğün varoluşsal yapısını ortaya koyan ve aynı zamanda bilinçli bir şekilde
ortaya çıkmasını belirleyen bir duygudur (Çüçen 2015: 33-34).
Bu bağlamda varoluşçuluk, geleneksel eğitim anlayışlarının bireyi kah bir
topluluk ya da grup bilinci içerisinde bir eğitime tabi tutmalarını eleştirir. Çünkü
varoluşçulara göre, grup hayalı, insanın bazı problemlerini gidermesine rağmen
bireylik bilincini zayıflatır dolayısıyla da özgürlüğünü kısıtlar ya da yok eder.
Böylece de insan daha farklı ve yoğun bir problem yumağının içine itilmiş olur.
Birey, bireylik ve bireysel özgürlük oldukça önemlidir. Bu nedenle eğitim, insan
da bireyselliği kurmalı, özgürlüğü geliştirmeli ve bunlara karşı tehdit oluşhıran
her şeyi tespit ederek ortadan kaldırmalıdır. Birey, gruba kahlmaya ya da uyu
ma zorlanmamalı, hangi gruba kahlacağı bireyin özgür seçimine bırakılmalıdır
(Tozlu 1997: 65). Bundan da anlaşılacağı üzere varoluşçuluk, insanın toplumsal
bir varlık olduğu gerekçesiyle insanlık ideali uğuruna toplum ya da topluluk
içerisinde eğitimine karşı çıkmaktadır. Bu doğrultuda mesleki eğitime de karşı
çıkarak bireyin ne olacağına .okulun değil, bizzat bireyin kendisinin karar ver
mesi gerektiğini savunur (Ergi.in 2009: 52). Fakat ne kadar varoluşçu filozof var-
249
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
250
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
sürecektir. Ruhsal olarak bir insanın düşüncesinin mutlaka içinde yaşadığı bina
olması gerekir -aksi halde bu düşünce yanlışhr" (Kierkegaard 2005: 262). Bundan
dolayı insanı yeniden ele alan Kierkegaard, onu, kendi binası içinde ölümcül bir
hastalık olan umutsuzluğun pençesine düşmüş ve öylece kıvranan henüz "Ben"
olamamış ama olmaya muktedir bir varlık olarak yeniden tanımlar.
Bu anlamda insani varoluşun, estetik, etik ve din'i olmak üzere üç aşaması
vardır ki, Kierkegaard bunlara varoluş alanlan adını verir. Bunlardan ilki olan
estetik aşama, duyusal ve gelip geçici (fani) olana ilişkindir ve daha çok ön plan
da olan hazdır. İnsan kahkahalarla anı yaşar ve an' a aittir fakat bir an' a sahip
değildir (Çetin 2016: 29-31). Bu fanilik içindeki anlık kahkahalar bir anlam ifade
etmediğinden, sonunda umutsuzluğa evrilir ve insanın bu anlamsızlık karşısında
son bir kez kahkaha atmaktan başka yapabileceği bir şey kalmaz: "kahkaha ben
den yana" demek daha iyi olsa bile, kahkaha ile umutsuzluk sonunda bir ölçüde
özdeşleşir" (Cauly 2006: 106). Bu darlıktan kurtulmayı başaran kişi, etik aşamaya
geçer, daha özel bir kavramla sıçrar ve bir önceki durumun tutarsızlıklarından
kurtulmaya çalışır. Bir yönüyle duyusallığa (estetik) bir yönüyle de dinselliğe ba
kan etik aşamada, estetik aşamada mevcut olamayan seçme iradesi devreye girer
ve kişinin kendini seçerek gerçek bir "ben" geliştirebilmesi en önemli husus olarak
öne çıkar. İrade göstermek karar vermektir, kararlı olmak ise sürekliliği ifade
eder ve bu anlamda insan arhk bir an'a sahip olur. Fakat gene de tam anlamıyla
varoluşunu gerçekleştirebilmiş değildir. Din'i aşama daha önünde durmaktadır
ki, bu aşamada kişi, kendisinin sorumluluk alabilen ve karar verebilen bir benliğe
sahip olduğunun ve de duyusallıkla ruhun bir sentezi olduğunun bilincine vara
rak bu sentezi oluşturan bileşenlerin her biriyle, yani dünyevi ve aşkın olan ile
ilişki kurar (Çetin 2016: 31-32). Kierkegaard' a göre, bu üç varoluş aşmasını/alanı
nı belirleyen üç kavram ve bunlara göre şekillenen üç hayat tarzı ve üç insan tipi
vardır. Estetik alan da egemen olan hazdır ve ortaya koyduğu insan tipi Don Juan,
Johannes ve Faust gibi karakterlerdir. Etik alan da egemen olan çaba ve başarıdır
ve bu alanda Agamennon ve Sokrates gibi karakterler ortaya çıkar. Din'i alanı be
lirleyen ise acıdır ve burada Hz. İbrahim gibi iman şövalyeleri kendini gösterir.
Bu son aşamada, benlik, onu yaratan aşkın güçle kendini doğru şekilde ilişki
lendirir ve böylece kendini de kendisiyle doğru şekilde ilişkilendirmiş, kendini
bulmuş ve varoluşunu gerçekleştirmiş olur (Gülten 2014: 100, 106). Kierkegaard
bunu şu şekilde ifade eder:
İnsan tindir. Ama tin nedir? Tin ben' dir. Ama ben nedir? Ben, kendine bağlı
olan bir ilişkidir; daha doğrusu ben, ilişki içinde bu ilişkinin içsel yönelimidir;
ben, ilişki olmayıp ilişkinin kendine dönüşüdür. İnsan, sonsuzluk ile sonlunun,
geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezidir, kısaca bir sentezdir.
Sentez iki terimin ilişkisidir. Bu görüş açısından ben, hala varolmamışhr. İki te
rim arasındaki bir ilişkide, her terim, bu ilişki ile sürdürdüğü bağınh aracılığıyla
251
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
varolduğundan, olumsuz bir birim olan üçüncü bir terim ile olan ilişki ve iki te
rim, ilişkiye bağlıdır; böylece ruh söz konusu olduğunda, ruh ve bedenin ilişkisi
yalnızca yalın bir ilişkidir. Bunun aksine, ilişki yalnızca kendine bağlıysa, bu son
ilişki olumlu bir üçüncüdür ve böylece ben' e sahip oluruz. ( . . . ) Umutsuzluk ta
mamen yok olduğunda, ben' in durumunu betimleyen formül şudur: Ben, kendi
ne yönelerek, kendi olmak isteyerek, kendi saydamlığı içinde onu ortaya koyan
gücün içine dalar (Kierkegaard 2010: 21-23).
"Ben" olmak, özgür ve özgün bir insan olarak kendisiyle ve aşkın olanla
doğru bir ilişki kurmuş bir birey olmaktır. Kierkegaard' a göre, "bireysel insa
nın, Tanrı'nın bir imajı olan mikrokozmosun yaşamı ya özgür, sorumlu eyleme
yetkindir ve bu nedenle zahmetli, acılı, ve tehlikeli bir yaşamdır, ya da bağımsız
bilgi ve sorumlu eylem olanağından yoksun, topluluğun özgür olmayan üye
sinin yaşamıdır. Bilinmeyen güçlerin hizmetindeki bir yaşamdır .. " Eğer insan
Tanrının belirlediği şeyleri gerçekleştiren bir tutsak ise o zaman özgürlüğünden
ve özgünlüğünden bahsedilemeyeceği için gerçek anlamda bir insan olamaya
caktır. Zira insanı insan yapan onun özgürlüğü ve seçim yapabilmesidir. " İnsan
olmak, belirlenmemiş olmaktır, özgür olmaktır. Herkes kendi doğru ve yanlışı
nın yargıcıdır. Yoksa ne yaptığı belirsiz ve sorumsuz bir varlık değildir insan"
(Büyükdüvenci 2001: 45).
Eğitim ise Kierkegaard açısından, insanın özgürce seçim yapabilecek ve
sorumluluk alabilecek şekilde kendi varoluşunu gerçekleştirebileceği, yani ken
dini bulacağı, hayatın tamamını kapsayan bir süreç, bir varoluşsal sorundur.
Eğitimin, "bireyin kendisini bulmak üzere baştan sona izlediği bir öğretim izlen
cesi olduğunu ve bu izlenceden geçmek istemeyen kişiye en aydınlanmış çağda
doğmuş olmasının pek yardımcı olmayacağını" düşünen Kierkegaard (2002: 90),
bunu daha açık bir biçimde şöyle ifade eder:
Yaşamın kendisinin, şimdi olduğu gibi, uyanışı vaaz ettiği zamanlarda, o
yönde daha fazla baskı yapmaya cüret etmemem gerektiği fikri oldukça genel bir
şekilde zihnimde daha berrak hale geliyor. Bana o kadar olağanüstü bir şey ema
net edilmediği gibi, herhangi birisine de böyle bir şeyin emanet edilmiş olması
pek mümkün değil. Bu kadar hadım edilmiş, kısır, aşırı eğitimli bir çağ' da benim
rolüm uyandırmak olmalı ve öyle olması gerekir. Ama şimdi yerleşik düzene
daha fazla yaklaşmak zorundayım (Kierkegaard 2005: 434-435).
Bu doğrultuda çağının yerleşik kavrayışının, Mlihazıdaki Hıristiyanlığın
ve mevcut eğitim anlayışının bireyin kendisi olmasının, kendi varoluşunu ger
çekleştirmesinin önünde duran en büyük engellerden biri olduğu kanaatine va
ran Kierkegaard, bunun bilhassa her şeyi rasyonelleştirme, akla uydurma, an
laşılır kılma ve böylece bütün mantıksal çelişkilerden arındırarak nesnelleştirip
tek düze bir hale koyma arzusundan kaynaklandığı kanaatindedir. Geçmişi ve
bugünü kaplayan bu arzuya binaen kafası rahat, aklı karışmamış lakin ruhsal
252
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
sefalet ve çelişki içinde bir nesil, geniş ölçekli kütleler vücuda gelmiştir. Fakat
ne yazık ki gerçek anlamda özgün bir insan varolamamıştır. Eğitim, her insanı,
matbaadan yeni çıkmış, anonim bilgiyi paylaşan bir kitabın nüshaları gibi kalın
kapaklarla ciltlemiştir. Kierkegaard, bu durumu şöyle ifade eder:
Her kim ki [ruh çağırır gibi] bir kitap çağırsa, [kitabın] ruhu görünmelidir
tabii içinde ruh varsa. Bugünlerde insan herkesle konuşabiliyor ve itiraf etmek
gerekir ki insanların görüşleri son derece akla yatkın, ne var ki, biriyle konuşma
nın ardından insanın kafasında sanki ' anonim' bir kişiyle konuşmuş gibi bir izle
nim kalıyor. Aynı kişi en çelişik şeyleri söyleyecektir, hem de en sakin biçimde,
kendi hayatı hakkında sert bir hiciv yapacaktır. Söylediği söz akla yatkın olabilir,
bir toplantıda kulağa hoş gelen türden olabilir ve bir tartışmanın başlangıcında
bir karara varmaya hizmet edebilir, tıpkı kağıdın paçavralardan yapılması gibi.
Fakat bütün bu görüşleri üst üste koyduğunuzda tek bir insan yapmıyor, çok
az konuşan ama gerçekten konuşan oldukça sıradan bir insandan duyabileceği
niz türden kişisel bir görüş oluşturmuyor. İnsanların sözleri çok nesnel, çok her
şeyi kapsayıcı, öyle ki kimin ifade ettiği önemsiz kalıyor ve insan konuşması söz
konusu olduğunda, o zaman 'prensip gereği' hareket etmekle aynı oluyor. Yani
konuşmalarımız kamuya benziyor, tamamen bir soyutlama. Nasıl konuşacağını
bilen kimse yok artık, nesnel düşünce insanın konuşmasını lüzumsuz kılan bir
atmosfer, soyut bir ses yaratıyor, tıpkı makinenin insanı lüzumsuz kılması gibi.
Almanya' da aşıkların kullanması için konuşma kitapları bile var, işin sonun
da aşıklar yan yana oturup "anonim" kişiler olarak konuşmaya başlayacaklar.
Aslında her şey için kılavuz kitaplar var. Pek yakında tüm dünyada eğitim, az
ya da çok sayıda yorumu ezbere bilmekten oluşacak, insanlar bir matbaacının
harfleri seçip alması gibi çeşitli olguları seçip alma kapasitelerine göre başarıya
ulaşacaklar, hiçbir şeyin anlamını zinhar bilmeden (Kierkegaard 2013a: 266).
Bu durumu ciddi bir sorun olarak gören Kierkegaard' a göre, yukarıda açık
lanmaya çalışıldığı üzere, insan aslında duyusallıkla ruhun bir sentezidir. Bilinç,
belirli bir fenomenin herhangi bir anda belli belirsiz göründüğü genel bir fon gibi
bir şeydir. Bilinç seviyesi etik aşamada yeni bir yaratımdır ve biz çelişik durum
larda karar vermede bunun farkına varırız. İnsan yüksek ruhlu bir varlık olmalı
fakat biz faniliğinden dolayı onu vasat ruhlu olmakla ve kötülükle temellendi
ririz. Böylece ahlaki düşkünlük, vahim bir dar görüşlülüğe ve özsel bir orijinal
liğin, ilk başlangıç durumunun yoksunluğuna bağlı umutsuz bir çapsızlığa yol
açar. Estetik aşamadan etik aşamaya geçişi betimleyen bu durumda eğitimin rolü
daha net bir biçimde ortaya çıkar. Zira Kierkegaard, bir insanın ya da öğrencinin
dış dünyanın ihtiyaç ve talepleriyle yüz yüze geldiği zaman, iç çatışmaların, ken
di içindeki soruların cevabını yine aynı yerde, kendi içinde bulabileceğini farkına
varması gerektiğini ileri sürer. Öğrencinin bilinci fani gerçeklere yakınlaştığında
onların farkına varıp anlayabilir ve eyleme geçmek için bir karar verir. Bu süreç
253
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
asla bitmez ve öğrenci daima henüz tamamlanmış bir ödev olarak kalan bir oluş
süreci ile baş başadır. Bu yüzden o, sorun çözücü bir karakter olmanın gereği
olarak öz-güvenini geliştirmelidir. Hedefini belirlemede, seçim yapmada, oku
lundan ya da toplumundan herhangi bir yardım almamalıdır ve gereksinimleri
ni ve yükümlülüklerini kendisinden başka hiç kimse üstlenmemelidir. Değerler
dizgesi ve davranış kuralları olmamalıdır. Öğrenci, iyi, doğru ve güzel değerler
bilgisi için kendi içine bakmalıdır. Bilgi onun iç tutumlarını ve "bilinç seviyesini"
keşfetmesine yardımcı olmalıdır (Malik ve Akhter 2013: 88-89).
Bu noktada, kişide kendisinde eksik olan bilgilere yönelik açlık uyandırmak
amaayla sorular sormayı temel alan Sokratik eğitim ile onun tam aksine öğren
cinin soru sormasını temel alan eğitim olmak üzere iki tür eğitimden bahseden
Kierkegaard, yurttaşı olan filozof ve teolog N. F. S. Grundtvig'in bir sohbetinde
dile getirdiği, çocuğa soru sormayı temel alan bir eğitim sistemini yaruış, çocu
ğun soru sormasına müsaade edilen eğitimin doğru olduğu fikrine kahlır(Kier
kegaard 2005: 489). Ancak buradan Kierkegaard'ın Sokratik ironiden vazgeçtiği
ya da onu tamamen yadsıdığı anlamı çıkmaz. Bilakis soru sormak ve ironide bu
lunmak oldukça önemlidir fakat küçük bir farkla; soruyu bir başkası değil kişi
nin bizzat kendisi sormalı ve soruyu öğretmene ya da bir başkasına değil kendi
ne sormalıdır. Zira hakikat kendi dışında değildir. Bundan dolayı Kierkegaard'ın
ısrarla üzerinde durduğu husus "öznel sorun" dur ve bu da kişinin bir başkası
ya da bir başka konu hakkında değil, bilakis öncelikle kendisi hakkında sorma
sını gerektirir. Kişinin sorabileceği en anlamlı soru kendisine soracağı sorudur.
Bu, "Kim olmalıyım?" Ne yapmalıyım?" "Nasıl yaşamalıyım?" şeklindeki her
kesin kendi sorusudur. Ne yapmalıyım ve nasıl yaşamalıyım soruları varoluşçu
çerçevede Kim olmalıyım sorusunu cevabını verir. Çünkü kişinin kim olduğu
büyük ölçüde onun ne yaphğına, nasıl yaşadığına ve kendisini hangi yönde seç
tiğine bağlıdır. Bu açıdan, insanın kimliği ve özü, eylemlerinde kendini gösterir.
Kendimiz hakkındaki soru, bize bizi soran sorudur ki, işte "gerçek soru" budur
(Taşdelen 2004: 50-51). "Estetik ve entelektüel olarak edimselliğe (actuality) iliş
kin sormak bir yanılgıdır; başka bir kişiyi ahlaksal olarak soruşturmak da bir
yanılgıdır; çünkü, bir kişi ancak kendisi hakkınd a sorabilir"(Taşdelen 2004: 51).
Bu soru, dışsal bir bağlama ve bağımlılığa sahip olmadığından kişinin ken
disi ile ilişkisinde ona başlahcı bir etkinlik olarak ironiyi kullanma özgürlüğü ve
imkarn sağlar ki, bu aslında bir varoluş imkarndır. Bundan dolayı Kierkegaard
ironiyi oldukça önemser. Ona göre, ironinin ve bu anlamda ironik tutuma sa
hip kişinin her zaman baştan başlayabilme gücü vardır, çünkü geçmiş ironi için
hiçbir şekilde bağlayıcı değildir. Üstelik teorik kaygılarla eleştirel bir doyum ya
şamanın ötesinde gerçek ilişkilerde de hiçbir engel ya da bağ tanımadığından,
hiçbir şeyi umursamadığından dolayı Tanrısal özgürlüğe benzer bir özgürlüğün
tadını çıkarır. Bu minvalde ironi kesinlikle özgürdür, edimselliğin bütün kay-
254
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
255
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
bir eğitim verebilecek duruma gelmeleridir. Arhk insanlar, düşünürler, aşılar vs.
yok; insan soyu basın tarafından, hiç kimsenin olmayan, hiç kimseye ait olmadı
. ğı halde herkese ait olan duygular, düşünceler, ruh halleri ve hatta sonuçlar ve
niyetler sisine büründü" (Kierkagaard 2005: 427) .
Burada Kierkegaard'ın odaklaşhğı nokta, birey ve onun Tanrı'yla olan eş
siz ilişkisidir ki, o, bu ilişkinin, herhangi bir dogmatik ya da kanonik hakikatten
(bilimsel, tarihsel, etik ve dini olsun fark etmez) üstün ve öncelikli olması gerek
tiğini düşünür. Kierkegaard'ın bu vurgusu aslında, insanları bireyselliklerinden
ve öznelliklerinden arındırıp tek düze, nesnelleştirilmiş ve genelleştirilmiş bir
hissiyatın içine sokmaya çalışan filizlenme aşamasındaki sosyal bilimlerin po
zitivist tavırlarına karşı bir meydan okumadır. O, nesnel gerçekliğe yönelik bu
yaklaşımların, yalnızca empirik fenomenlere uygun olan ikincil önemdeki bir
hakikati açıklamaya muktedir olduğunu, her bir bireyin öznel deneyimlerinin
sonsuz inceliklerinin üstesinden gelemeyeceğini düşünür. Zira Kierkegaard için,
bir insanın ya da bireyin ve onun birincil varoluşsal motivasyonlarıyla ilişkisinin
en önemli mesele olduğu hakikat, hakikatin en yüksek standardıdır ki, olması
gereken de budur (McMillan 2013: 5). Tanrı ile yaşama imkanı, kaygı ve absürt
lük içindeki bir kimsenin, bir mümin için dünyevi (fani) bedeli ne olursa olsun,
Tanrının nihai sevgisine ve iyiliğine teslim olma yolunda kendini açmasıyla do
ğar. Bu, üstlendiği riskli sonsuzluk operasyonuna kendini daima hazır tutması
demektir. Bu, bir kimsenin iradesini, üstüne vermesi (kişisel iradesini özgür ve
gönüllü bir şekilde Tanrı'nın iradesine bırakması), bireyin özgürlük pratiğindeki
nihai noktadır. Bu, absürt bir eylemdir, çünkü doğası gereği, fani alanın sınır
landırmalarındaki hayal kırıklıkları haricinde, Tanrı'ya doğru böyle bir sınırsız
hareket için fani bir mekan yoktur (McMillan 2013: 109) .
Ebedi teslimiyetle varoluşun derin hüznünü içine boşaltmış, ebediyetin sa
adetinden haberdar, her şeyden, dünyadaki en sevdiği şeylerden vazgeçmenin
acısını duyuyor, ama yine de sonluluk ona, daha yücesini hiç bilmemiş birine ve
receği kadar tat veriyor; çünkü sonluluktaki sürekliliği eğitim sürecinin yarathğı
sinmiş ve korkmuş bir tinin izini taşımıyor: yine de bundan güvenle zevk alma
anlayışı içinde, sanki fani hayat her şeyin en güvenlisi gibi. Ama, ama, sergile
diği dünyevi biçimin bütünü absürtten dolayı meydana gelmiş yeni bir yarahm.
Her şeyden sonsuza dek feragat etmiş ve her şeyi yine absürtteen dolayı yeniden
kazanmış. Aralıksız ebediyet hamlesi yapmakta; fakat bunu öyle bir doğruluk ve
özgüvenle yapmakta ki bundan aralıksız faniliği elde etmekte, başka bir şeyden
bir saniye bile şüphelenilmez (Kierkegaard 2013a: 195-196).
Bu noktada, eğitim, fanilik içerisinde sonsuzluk içindir yoksa fani olan için
yapılacak her şey insanın enerjisini soğurarak onu varoluştan, etik bilinçten ve
dolayısıyla kendisini seçmekten ve kendisi olmaktan yoksun bırakacak, büyük
endişe ve acılara gark edecektir. Fakat bu da boşuna olmayacak, insanın kendisi
256
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
257
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
bir insanın bütün ömrünü okula giderek tüketmesini gerektiriyorsa, o zaman öğ
renci sabırsızlanıp şöyle bir serzenişte bulunabilir: "Okulda öğrendiklerimden
ne zaman iyi bir şeyler elde edeceğim!" Bu durumda yalnızca bizzat sonsuzluk
ve onu gaye edinmiş öğrenci, bütün bir ömrün okula gitme dönemi haline geti
rilmesini haklı kılabilir. Şayet sonsuzluk okula gitmekse, o zaman bu okulun en
seçkin okul olması gerekir, bu durumda en seçkin okul da kesinlikle en uzun sü
ren okuldur. Bir öğretmenin daha şimdiden okul zamanını çok uzun bulan genç
öğrenciye genellikle söyleyeceği şey şudur: "Şimdi, sabırsızlanmayın, önünüzde
uzun bir yaşam var." Yani sonsuzluk acı çeken için daha çok nedenle ve daha
güvenilir bir şekilde şöyle demektedir: "Sadece bekle, sabırsızlanma, daha çok
zaman var, biliyorsun ya sonsuzluk var" (Kierkegaard 2012: 98).
Sonuç
Yaphğı varoluşsal sorunlaşhrmayla çağının genel felsefi kavrayışına ve
mevcut Hristiyanlığa karşı ruhun isyanını dile getiren Kierkegaard, ruhun fa
nilik içerisinde hapsedildiği kafesten kendi potansiyel imkanlarıyla kurtularak
kendi yuvasını sonsuzluğa inşa etmesi ve her ne kadar acı verici olsa da bu yolda
kanat çırpması gerektiğini vurgular. Zira Tanrı' ya ulaşmanın başka bir yolu yok
tur. Onun için insan ruhunun bu yönde eğitimi elzemdir. Böyle bir ruhun sahibi,
özgür, özgün, sorumlu ve inançlı, hakiki anlamda bir Hıristiyan, bir insan, bir
"kişi" olarak varolur. Varoluşun gerçek şarh budur. Eğitim, bu şarhn yerine ge
tirilememesinde ya en etkili engel ya da getirilmesinde en işlevsel etkendir. Şöyle
ki, insan ya geleneksel kavrayışın ve dinin Tanrı veya herhangi bir mutlak adına
kendisi için belirlediği eğitime -ve bu anlamda kadere- rıza gösterip etik bilinç
ten yoksun bir zihinsel konformizme teslim olup, onu seçip hiçbir zaman kendisi
olamadan fanilik içinde çürüyüp gidecektir; ya da fanilik içerisinde, zihinsel bula
nıklığa, ruhsal çelişkilere ve derin acılara gark olma pahasına, Tanrı'run istediği
gibi, kendi kaderini kendisi belirleyecek şekilde kendi ruhunu eğitip -terbiye
edip- etik bir bilinçle kendisini seçerek sonsuzluğa, yani Tanrı' ya ulaşacak ve ona
teslim olacakhr. "Varoluşsal bir sorun olarak eğitim" ile ifade edilmeye çalışılan
şey kısaca budur.
Kaynakça
Akış, Y. (2015). "Varoluş Başlangıcı: S0ren Kierkegaard", Varoluş Filozofları, (Ed. A. Kadir
Çüçen), Bursa: Sentez Yayıncılık, 71-108.
Aydoğdu, H. (2010). "Eğitimde İdeolojik Arayışlar: 'Tek Tip İnsan' ve 'Denge' Sorunsalı",
Küreselleşme Sürecinde Eğitim Sorunlarının Felsefi Boyutu Bildiriler ve Tartışmalar, Ankara:
Eğitim Bir-Sen Yayınları, 500-509.
Bezirci, A. (2001). "Önsöz", içinde Jean-Paul Sartre, Varoluşçuluk, (çev. Asım Bezirci), Ankara:
Say Yayınları.
258
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
259
Çocuk Oyunları, Pieter Bruegel The Elder, 1 560
ÇOCUK ve TOPLUM İLİŞKİSİ
ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Mehmet ÖZCAN*
Özet: Çocuk olgusuna masumiyet ve şiddet üzerinden bakmak tarihsel olarak uygarlık
üzerine bir değerlendirmeyi gerekli kılacakhr. Uygarlığın ortaya çıkma meselesi genellik
le kategorik düzeyde doğa-kültür alanlarına ilişkin bir tahayyüle dayalı olarak düşünülür.
Uygarlık süreci doğadan kopuş ve doğanın dönüştürülmesi olarak gerçekleşir. İnsanın
doğadan kopuşu ve insanın dönüşümü de bu sürece dahildir. Sosyolojik bir kategori ola
rak toplumsallaşma bu yönüyle ele alındığında çocuğun toplumsala dahil oluşu süreç
olarak bir benzerlik göstermektedir. Sosyal bilimlerde temel bir değerlendirme olarak
doğadan kültür alanına geçiş bir masumiyet yitimi olarak gerçekleşmiştir. Doğadan ko
ğuş bu çerçevede birçok toplumsal sorunun ortaya çıkması anlamını da taşır. Masumiyet
kaybı yerini şiddetin sıradan tarihine bırakmışhr. Çocuk tarihsel düzlemde bu pratiğin
muhatabıdır.
Anahtar Kelimeler: Doğa, Kültür, Çocuk, Toplumsallaşma
Giriş
Toplumsal teorinin toplumun yeniden üretimine ilişkin tam teçhizatlı kav
ramı olan "toplumsallaşma"yı masumiyet ve şiddet durumları üzerinden uy-
• öğrt. Gör. Dr. Mehmet Özcan, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Polatlı Sosyal Bilimler MYO.
261
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
garlık sorununu düşünmeye dönük bir içerik ile ele almak mümkündür. Bu
sorunu yine toplumsal teorinin kategorik düzeyde vazettiği doğa-kültür kav
ramları çerçevesinde de düşünmek mümkündür. Kuramsal düzeyde tarihsel
duruma sosyo-antropolojik düzeyde doğa-kültür alanına ilişkin farklı değer
lendirmeler yapılır. Bu değerlendirmelerin öne çıkardığı temel tema insanın
doğadan uzaklaşarak ya da doğayı dönüştürerek, tarihsel ve toplumsal bir
dünyayı inşa etmesidir. Uygarlaşma olgusu ve süreci bu düzlemde ortaya çı
kar. Toplumsallaşma bu çerçevede uygarlığa dahil olma olarak sürecine karşılık
bir durumu ifade ettiği söylenebilir. Dolayısıyla bu süreç, doğanın ve insanın
dönüşümünün de tarihidir. Çoçuk ve toplum arasındaki ilişkilerin alanı top
lumsallaşmanın cenderesinden geçerek karşılık bulur. Toplumsal tarihte çoçuk
imgesini şiddet ve masumiyet temaları üzerinden düşünmeye yönelmek bağla
mında toplumsal teoriyi anlamaya çalışmak bu metnin amacı olarak görülebilir
·
(Giddens,2000;Tuna,2012;Aries,1962).
Doğa-Kültür Alanı
Toplumsal teorinin kuruluş dönemi kuramcıları ağırlıklı olarak toplumsalın
nasıl oluştuğu üzerinde durmuşlardır. Toplum sözleşmecileri bu konuda teorik
imgelemimizi adeta bütünüyle belirlediler. Doğa durumu Rousseau tarafından
bütün yönleriyle düşünülerek sorun uygarlık bağlamında değerlendirilir. Doğa
durumu bir yönüyle romantik bir kavrayışla ele alınarak insanın tarihi için yü
celtilen bir moment olarak düşünülür. Bu düşünce insanın tarihi konusunda
farklı değerlendirmelere kaynaklık ettiği söylenebilir ( Childe,2006)
Tarihsel alanın oluşumu yani doğadan kopuş ya da farklılaşma yeni yapılaş
maların ortaya çıkması boyutunu ortaya koyar. Bu kavrayışta toplumsal tarihin
oluşumu insan yaşamı için farklı boyutlar ortaya koymuştur. "İnsan özgürdür
fakat her yerde zincire vurulmuştur" şeklindeki değerlendirme de uygarlık ve
toplumsallaşma olarak ortaya çıkan sürecin insan için içerdiği anlamı ortaya
koyar (Rousseau,1996;29). Toplumsal alanın oluşumu doğanın dönüştürülmesi
anlamına da gelir. Tarih ve toplumsal olan bu yönüyle bir müdahale alanı olarak
da görülebilir. Doğa-kültür alanı arasındaki farklılaşma kültürün bir uygarlık
hapishanesi olarak geliştiğini ifade etmeye çalışır. Bu yaklaşımı benimseyen top
lumsal teori bu değerlendirmeye ütopyanik boyutlar da ekleyerek doğa alanın
insanın ontolojik yurdunun özgür toprakları olduğu gerçeğini ifade etmeye ça
lışır. Bütün ütopyanik yönüne rağmen doğadan kopuşun ya da doğayı dönüş
türmenin anlamı bizi bunları düşünmekten alıkoyamıyor. Doğadan kopuş mitik
ve teolojik düzeyde bir tür 'cennetten düşüş 'ün tekrarına gönderme yapan bir
arka plana sahip olduğu bir imgeleme beslediği söylenebilir. İnsanın tarihsel va
roluşu bir anlamda "yabancılaşmış bir düzende" gerçekleşen bir durum ortaya
koymaktadır.
262
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Çocuk-Toplum İlişkisi
Çocuk kendisinden önce yapılaşmış bir sürekliliğe sahip bir toplumsal alan
da varolur. Bu varoluş kültürel paradigmalar çerçevesinde farklı süreçler anla
mına gelecektir. Her toplumsal sistem kendi yapısal rasyonalitesi çerçevesinde
bu varoluş inşa edecektir. Bunun masumiyet durumu açısından ne tür bir boyut
taşıdığı temel bir sorunsaldır. Sosyal olarak şiddet sorunsalını fiziki boyutları
üzerinden düşünmeye eğilimliyiz. Şiddetin estetizasyonu ve bunun yapılaşması
tarih aşın bir durum olarak uygarlık düzeyinde ele alındığında çocuk için bek
leyen hazır durum masumiyet şiddet karşılığım farklı bir senaryoyla ortaya ko
yacakhr. Toplumsal alan bir "savaş alanı" olarak çoktan insanlık durumu olarak
zaten tanımlanmışhr. Bu alan modem iktidarın toplumsal alana temellük etmeye
çalışmasının pratiğidir. Şiddet güzergahı bütün durumlarda çocuk varoluşu için
kaçınılmaz bir alan olarak varolacakhr.
Psikanalitik kuramın bu konuda önümüze koyduğu kavramsallaşhrmalar
bu sorunu düşünmeye katkı sağlayacakhr. Lacan'ın meşhur "ayna evresi" üze
rinden yaphğı tarhşma çocuğun toplumsal alana kahlımının nasıl bir duruma
yol açlığına ilişkindir. İnsanın kültürel bir kimlik kazanması ve özneleşmesi bir
anlamda toplumsallaşması "imgesel, simgesel ve gerçeklik" olarak tanımladığı
durumlardan oluşur. Burada kültürel sistem 'gerçeklik' durumunu asla tahkim
edemeyeceği için kişi sistematik olarak bir tür kadim baş edilemez "eksiklik"
normuyla baş başa kalır (Tura,2010;189). Bu kişi için telafisi imkansız bir kayıp
alandır. Bunun sosyal tarihe tercümesi doğanın kültür alanı tarafından fethet
medilmesidir. Özne bir anlamda esir düşmüştür. Sosyal sistemin verili olarak
önceden oluşmuş hegomanik yapısı çocuğu bekleyen bir aygıthr. Masumiyetin
bu verili hegomanik süreçte yerini şiddetin kültürel ve sosyalleşmiş dünyasına
263
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
2 64
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Sonuç ve Değerlendirme
Uygarlık tarihi üzerine yapılan tarhşmalar nihayetinde geçmiş ve gelecek
üzerine bir anlama çabasını ifade eder. İnsanın tinsel anlamı homo economicu
sun cenderesindedir. Bu sıradan şiddet durumudur. Neredeyse her şey buna
programlanrnışhr. İnsanın özü felsefi bir retorik düzeyine inmiştir. Bir anlamda
insan yeniden keşfedilmelidir. Küresel bir gözetleme kampına dönüşen yeryü
zünde şiddeti yalnızca sosyolojik göstergeler üzerinden düşünmeye çalışmak,
bu durumun ontolojik boyutunun unutulmasına yol açar. Şiddet bir olağan du
rumlar sosyolojine dönüşmüştür. Şiddetin ontolojisi üzerine gerçekleşmeyen her
düşünce sadece şiddet hakkında bir dedikodu olacakhr. Bugün uygarlığın en
görkemli merkezlerinde üretilen şiddet tahayyülleri dünyayı esir almışhr. Her
şeye nüfuz eden şiddet, göstergelerin ve sonuçlarının ötesinde, tarihsel ve kül
türel kökenlerinin gün ışığına çıkarılmasını beklemektedir. Bunun odak noktası
geleceğin inşasının ne tür boyutlar ortaya koyacağıdır. Çocuk bu gelecek inşa
sının muhatabı olarak kendisini bulacakhr. Çocuk eğitimine ilişkin tarhşmaları
kültür eleştirileri üzerinden temellendirmek ve buna uygun otantik politikaları
düşünmek gerekir. Masumiyet imgesini gündelik hayatta çocuklara yakışhrırız.
Gizil olarak sanki büyüme bir masumiyet yitimi olarak karşılık buluyor. Nostalji
ya da geçmişi yadeden tarih felsefeleri de bu yitip giden geride kalana ilişkin
bilincin sesi olmak isteyen heveslerdir. Uygarlık bunun bu anlama geldiğini bize
265
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Kaynakça
Rousseau, J.J.(1996). Toplum Sözleşmesi, (Çev. A. Erenelu), Öteki Yayınları:
İstanbul
Benjamin, W.(1995). Son Bakışta Aşk. (Çev, N. Gürbilek), Metis Yayınları: İstanbul
Tura, S.M.(2010) Freud' dan Lacan' a Psikanaliz. Kanat Kitap: İstanbul
Bumin, K.(1983). Balı' da Devlet ve Çocuk. Alan Yayıncılık: İstanbul
Günay, M.& Özcan, M.(2016). "Ece Ayhan'ın Şiirinde Epistemik Politik Boyutlar",
Felsefe ve Edebiyat, (Ed).M. Günay, A. O. Gündoğan) ss.265-269,Çizgi:
Konya.
Nietzsche, Friederich.(2001) Tan Kızıllığı: İmge Yayınları
Aries, P. (1962) Centuries of Childhood, A Social History of Family Life, Alfred
A.Knopf: New York
Tuna, M.(Ed.)(2012) . Sosyolojiye Giriş, Detay Yayıncılık: İstanbul
Postman, Neil (1995) Çocukluğun Yokoluşu, (Çev. K. İnal), Ankara: İmge.
Özel, İ. (2013). Erbain, Tiyo Yayınları: İstanbul.
Dickens, C. (2009). Oliwer Twist, (Çev. N. Yeniboğalı), Can Yayınları: Ankara
Giddens, A. (2000). Sosyoloji, Ayraç Yayınevi: Ankara
İllıch, İ. (2005). Okulsuz Toplum,(Çev. M. Özay) Şule Yayınları: İstanbul
266
BARIŞIN İNSAN DO GASINDAKİ TEMELLERİ ÜZERİNE
BAZI DEGERLENDİRMELER*
Emin ÇELEBİ**
gerçekleştiği anlamına gelmemektedir. Aksine ortaya çıkan yeni ekonomik ve politik du
rum, ilerlemeci ve rasyonel paradigma, birçok kategori üretmiş ve günümüze kadar gelen
birçok savaşın ve yıkımın doğrudan ya da dolaylı sebeplerinden olmuştur.
Bu çalışmada insan doğası bağlamında ortaya çıkan temel düşüncelere vurgu yapıldıktan
sonra insanın, doğası itibarıyla barışa imkan verip vermediği üzerinde durulacakhr.
Anahtar Sözcükler: Barış, İnsan Doğası, Doğa, Değer, Aydınlanma
' Bu metin, 1 1-12 Haziran 2015 tarihinde Bingöl Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen "Toplumsal
Barışın Sağlanması ve Sonrası Sempozyumu"nda sözlü bildiri olarak sunulmuş herhangi bir yerde
yayımlanmamışhr.
" İnönü Üniversitesi, Felsefe Bölümü.
267
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Giriş
"İnsan bir meçhuldür." der A. Carrel. Bu söz, kuşkusuz insana dair bir ger
çekliğe işaret eder. Buradan insanın tamamen meçhul olduğu çıkarsaması yapı
lamaz. Öyle olsa idi insanla ilgili hiç bir şey konuşamamamız gerekirdi. İnsanın
meçhul olmayan bir yönü yahut yönleri olmalı ki söze konu edilebilsin v.e dola
yısıyla anlaşılabilsin. Bu itibarla insanın meçhul yönünün ve karmaşık yapısının
yanı sıra anlaşılabilir, hakkında konuşulabilir bir boyutu da olmalıdır.
Öte yandan Carrel'in önermesinin karşısına "İnsan bütünüyle bilimsel ola
rak analiz edilebilir nesnel bir varlıkhr." yargısını da koyamayız. Bu yargı da
yukarıdaki önerme gibi, tümel bir ifade olması itibarıyla kusurlu bir mahiyete
sahiptir. Çünkü «bütünüyle» teriminin kendisi tikel olarak ifade edilemez. Şayet
bunun yerine «İnsan bilimsel olarak da söze konu edilebilir" denilecek olursa
"bir yönüyle" kaydı düşülmesi koşuluyla bu önerme yanlış olmayacakhr. Çünkü
insanın bütünüyle meçhul olmamaklığı, bir yönüyle nesnel olmaklığı da ifade
eder ve hakkında konuşulabilir ortak alanı bu nokta oluşturur.
Düşünce tarihinde önemli bir kırılma noktasını teşkil eden ve etkileri günü
müze kadar görülen Aydınlanma düşüncesi, ihtiyat payını her daim yok sayan,
en hafif deyimiyle önemsemeyen bir karakter arz eder. Birçok kavramın ade
ta polarize edildiği bu dönemin, paradoksal bir biçimde tenkit ettiği hususları
içinde taşıdığı ve ayrıca var ettiği söylenebilir. Örneğin, "aklı" ve "akletmeyi"
salt empirik temelli bir karaktere büründürür. Skeptik bir tutum benimsediğini
iddia etmekle birlikte kendi doğrularından kuşku duymaz. Dolayısıyla metafi
zik ile dogmatikliği eşitlemek suretiyle dogmatik bir tavrın örnekliğini sergiler.
Metafizik kavramını ontolojik bütünsellikten soyutlayarak salt fizik ötesine in
dirgemekle başka bir veçheden bir ontoloji inşa eder. Tanrıyı yok saymak ya da
onun yerine insanı koyarak tanrılaşhrır. Bunun gibi daha birçok örnek verilebilir.
Netice olarak felsefi olarak bakıldığında Aydınlanma düşüncesinin en temel ni
teliklerinden birinin, kavramlara yeni yüklemelerde bulunarak oluşturduğu ter
minolojinin evrenselliğini iddia etmek olduğu söylenebilir. Çalışmamızın mih
verini oluşturan "doğa" kavramı, dolayısıyla "insan doğası" terkibi de bu yeni
kavramsal yüklemelerden nasibini almışhr.
2 68
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
1 Bu anlayışa örnek olarak bkz., Hume, İnsan Doğası Üzerine Bir inceleme, çev. Aziz Yardımlı, İdea
Yay., İstanbul 1997, s. 40-41 vd.
2 69
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
270
Özne 29. Kitap-Güz 20 1 8 : Stoa Felsefesi
2 Detaylardaki kimi tarhşmalara rağmen, kabaca ifade edecek olursak Husserl felsefesinde "noesis"
yorumlayıcı akta, "noema" ise bilinç aklına konu olan nesne olarak anlaşılabilir. Bu konuda aydınlah
cı bir çalışma için bkz. R. Mclntyre, D. W. Srrrith, "Theory of Intetionality", in Husserl s Phenomenology:
A Textbook, University of Pressof America, Washington D. C. ,1989, ss.147-179.
271
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
gibi paradoksal bir karakter arz eder. Bilindiği gibi, Yunan tanrıları antropomor
fik özellikler taşırlar. Yerler, içerler, evlenirler, doğururlar vs. Bir taraftan üstün
güçlerle donatılı iken, burada güçten kastın da yine fiziksel güç ve tahakküm ol
duğu unutulmamalıdır, bir taraftan da bu gücü doğal yaratık formunda doğal ya
ratıklara karşı kullanırlar. Bu somutlaştırma özelliği, güçlü bir damar olarak Batı
düşünce geleneği içinde sürekli varlığım korumuştur. Kanımca Hıristiyanlıkta
Tanrımın İsa ve Kilise suretinde somut hale gelmesi bu düşünsel genetik ile ilgi
lidir. Bu düşünce geleneğinde göze çarpan diğer bir husus ise Tanrıların sürekli
bir biçimde insan ile bir gerilim yaşamasıdır. Ali Şeriati>nin de işaret ettiği gibi,
Promete insana vermek üzere Tanrıdan ateşi çaldığı için cezalandırılır. Halbuki
İslam' da Adem' e secde etmediğinden İblis lanete uğrar. İlahi ateş peygamberlere
emanet edilir. Zeus'un aksine Allah insanlığın tabiatın büyük kölelik boyundu
ruğundan kurtulınasım murat etmektedir.3 Ayrıca İslam geleneğinde Allah'ın
insana ruhundan üflediği düşüncesini de hatırlayacak olursak Tanrı insan iliş
kisinin mahiyetinin farklılığı daha iyi anlaşılabilir. Ancak burada şunun altım
çizmek gerekir ki, söz konusu üfleme, Allah'ın insani bir hüviyet kazanmasından
ziyade insanın ulvi bir hüviyet kazanmasına, O'na doğru yükselmesine ilişkin
dir. İnsanın tanrılaşması ile insanın ulvi bir nitelik kazanması arasında önemli
farklılıklar olduğu açıktır.
Söz konusu mitolojik tasavvurda, insan Tanrıların güçlerini gösterdiği bir
tahakküm nesnesi olduğu için insanın tanrılara karşı savaş vermesi de bir gerek
lilik halini alır. Hatta tanrıları alt etmesi gerekir ki özgürleşebilsin. Bu durum da
yukarıda değindiğimiz insanın merkeze oturmasının ve adeta tanrılaşmasının
önemli düşünsel gerekçelerini oluşturur. Bize göre Batı düşüncesindeki bu ka
rakteristik, Aydınlanmanın Antik Yunan'a niçin sürekli göndermede bulundu
ğunu da izah eder.
3 Ali Şeriati, Marksizm ve Diğer Bah Düşünceleri, çev. Ali Erçetin, Birleşik Yay., s. 14.
272
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
Doğa teriminin doğa ötesini yok saymak ve duyumsanabilir olanı esas al
mak olduğunu, "insan doğası" terkibinin de buna koşut olarak insanın "salt
doğa içinde" ve "doğal bir varlık" olmasını ifade ettiğini belirtmek gerekir. Bu
minvalde, insanın hem özne hem de nesne olarak bir değer varlığı olarak ortaya
çıkışını ve bu düşüncenin tarihsel ardal anını kısaca özetledikten sonra konumu
zun odak noktası olan insan doğası ve barış ilişkisinin nasıl temellendirilebilece
ğine değinelim.
Düşünce tarihinde insan doğası ve toplumsallaşma sürecini ilgilendiren gö
rüşleri kabaca iki kategoride tasnif edebiliriz. Birincisi insan doğasının bencil,
savaşçı ve yabanıl olduğu tezi, ikincisi ise tam bunun karşısında yer alan ve insan
doğasının uysal, barışsever ve insancıl olduğu tezidir. Birinci tez, T. Hobbes ile
özdeşleştiği için onun düşüncelerini esas alarak ilerleyeceğiz. İkinci tez için ise J.
Locke'u esas alacağız.
Hobbes' a göre insan doğası gereği savaşçı ve yabanıldır. Bu durumu « İnsan
insanın kurdudur." önermesi ile dile getirir. İnsan doğası böyle olduğu için in
sanlar doğa durumunda birbirlerine zarar vermişlerdir. Bu kaos durumundan
kurtulmak için insanlar bir sözleşme ile güvenliklerini bir üst otoriteye devret
mişlerdir. Dolayısıyla toplumsallaşma ve devlet uzlaşımsal bir biçimde zorunlu
olarak ortaya çıkmışhr.•
J. Locke'un tezini ise şöylece özetlemek mümkündür: İnsan, doğası gereği
doğa durumunda uysal, hoşgörülü ve barışçıl yaşamışhr. Ancak bir süre sonra
özellikle mülkiyete ilişkin bir takım adaletsizliklerin ortaya çıkması kaçınılmaz
olmuştur. Bu durumda bunu gidermek için bir sözleşmeye ihtiyaç duyulmuş ve
sonuçta "devlet" aygıh ortaya çıkmışhr.5
Görüldüğü üzere her iki paradigma da insanın bir toplum ve devlet içinde
yaşaması gerektiğini var sayar. Ancak insan doğasına ilişkin farklı görüşler dev
letin hangi ilkeler doğrultusunda yönetilmesi gerektiğine dair hususlarda belir
leyici olmaktadır. İnsanı yabanıl bir varlık olarak telakki eden Hobbes'un devlet
anlayışının hoşgörüyü esas alan bir devlet olması beklenemez. Çünkü insan ter
biye edilesi bir varlık olarak telakki edildiği için devlet de ancak otoriter olmak
suretiyle barışı ve güvenliği sağlayabilir. Bu otoriter yapıyı da en iyi biçimde
ancak monarşik yönetimler gerçekleştirebilir. Lockecu anlayışta ise insanın uy
sal ve barışçıl doğasına paralel olarak devletin de bunu yansıtan bir yapı olması
gerektiği ifade edilir. Nitekim liberal anlayışın kökenlerinin Locke' a dayandı
rılmasının da sebebi budur. Ancak dikkatli bakıldığında, Hobbes ve Locke'un
bir yerde uzlaşhğı görülür. Her iki düşünür de nihai noktada toplumsal bir
sözleşmeye ihtiyaç duyarak toplumsal birliktelik için bir otoritenin olmazsa ol-
4 Hobbes, T. , Leviathan, çev. Semih Lim, Yapı Kredi Yayınlan, İst. 2005, s. 93-95.
5 Ayrıntılı bilgi için bkz.,
Hoşgörü Üstüne Bir Mektup John Locke Çeviren: Melih Yürüşen, (http://
ozgurtoplumundegerleri.com/res!John_Locke_Hosgoru_Ustune_Bir_Mektup.pdf).
273
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
mazlığını kabul etmektedir. Bu ihtiyacın kökeninde de her iki filozofa göre mül
kiyetin korunamaması ve adaletin sağlanamaması yatmaktadır. Adaletsizliğin
ortaya çıkması, insan dışı bir faktörden gelmeyeceğine göre aslında Locke da
insanın her daim "melek" cinsinden bir varlık olmadığını bilmekte ve insanın
bencil doğasını zımnen teyit etmektedir. Bu da bizim yukarıda ifade ettiğimiz
insanın tanımlanmasının zorluğunu örneklemektedir. İnsan karmaşık bir varlık
hr. Dolayısıyla insan Hobbes'un ve Locke'un düşüncelerinin bir bileşim kümesi
olabilir. Fakat bize göre barışı temin etmeyi insan doğasının niteliklerinde yahut
egemen bir otoritenin kural koymasında aramak yerine, yukarıda değindiğimiz
üzere, insanın "değer varlığı" oluşunu dikkate alarak çözümlemeye çalışmak
daha sağlıklı bir yoldur.
İnsanı değer temelli eyleyen bir varlık olarak tanımladığımızda, insan de
ğerin hem öznesi hem de nesnesi olması itibarıyla değerler skalasında birincil
olarak kendine yönelmelidir. Burada da hem değer olarak hem de eyleme ola
nağı olarak karşımıza "insanın" özgürlüğü sorunu çıkmaktadır. Bize göre insa
nın kendisine atfettiği en yüce değer özgürlüktür. Çünkü özgürlük eylemenin
birincil koşuludur. Eyleme ahlaki bir edim veya tersten söyleyecek olursak ah
lak bir eylem olduğuna göre Kant'ın ifadesiyle "özgürlük ahlakın varlık düzeni"
olur.6 Dolayısıyla insanın vaz geçemeyeceği başat değer özgürlük olmaktadır.
Ahlakı, akıl gibi insanın olmazsa olmaz a priori bir niteliği olarak varsaydığı
mızda özgürlük düşüncesi de a priori olarak var olmalı, hatta insan doğasının
bir parçası yahut bir varlık imkaru olarak ahlakı öncelemelidir. Bu bağlamda
" Özgürlük insanın formudur." denebilir. Yukarıda insanı beden-düşünce sente
zi olarak tarif ettik. Beden madde ise düşünce veya ruh formdur. Form özgürlük
ise madde ne olmalıdır? Maddeye karşılık gelen kısım ise bize göre özgürlüğün
eyleme imkan vermesi için olması gereken vasattır. Tıpkı ruhun eylemesinde
bedenin zarureti gibi. Bunu da mülk olarak isimlendirmek istiyorum. Burada
mülk, mülkiyetten siyasal iktidara kadar giden geniş bir anlam yelpazesine sa
hiptir. Basitten karmaşığa kadar insanın eylemesine imkan veren bütün maddi
olanaklar mülktür. İnsanın bedenine (maddesine) karşılık gelen en önemli değeri
mülk' tür. Aristotelesçi terminoloji ile ifade edecek olursak, mülk madde, özgür
lük ise formdur. Diğer değerler bu iki temel zemin olmaksızın bir anlam ifade
etmedikleri gibi, ontolojik olarak da var olma imkanını elde edemezler.
Mülk ve Özgürlük diyalektiğini bir nüve veya bir temel olarak görebiliriz.
Bu temelin üzerinde inşa edilecek bir yapı bu zemine uygun olmalıdır. Ekonomik
refah, fırsat ve imkan eşitliği, sosyal ve siyasal kahlım, çoğulculuk, tahammül,
hoşgörü gibi bütün değerler bu iki temel sütuna dayanmalı daha doğrusu bu
zemin üzerinde inşa edilmelidir.
Bu iki etmen var olduktan sonra, hpkı beden ile ruhun uyumlu çalışması
nı sağlayan bir yetkeye yahut kılavuza ihtiyaçlarının olması gibi, mülkiyet ile
6 Kant, 1., Pratik Aklın Eleştirisi, çev. İsmet Zeki Eyüoğlu, Say Yay., İst., 2008, s. 24.
274
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
özgürlük arasındaki uyum için de bir güce ihtiyaç vardır. Bu güç, temel erdem
olan adalettir. Adaletin sağlanması için gerekli olan zorunlu koşul ise kuşkusuz
hukuktur. Hukukun üstünlüğü doğal olanın dengelenmesi, kaosun kozmosa ev
rilmesi için zaruridir. Bize göre insan doğasının karmaşık ve diyalektik yapısı
nın toplumsal yapı içerisinde yine insan tekinin kendisini tatmin edecek düzeye
ulaşhrılması bu sayede mümkün olacakhr. Başka bir deyişle insanlar yine insan
ların üzerinde uzlaşhkları ilkelerle kendilerine sınır çizebilirler. Evrensel ilkele
rin göz ardı edilip salt yerel dinamiklerin hükmetmesi biçiminde tecelli edecek
bir birlikte var olma projesinin, tekilin tümele hükmetmesi, gücün hakikate galip
gelmesi ile eşdeğerdir.
Kısacası "insan mülkünde özgür olmak ister. İnsan, hem mülküne hem de
özgürlüğüne evrensel ilkeler ve hukukun garantörlüğünde sahip olduğunda
kendini emniyette hisseder. Unutulmamalıdır ki insan doğası bencil olduğu ka
dar güvende olmayı da talep eder. İnsan birey olduğu kadar toplumsaldır da.
Esas mesele bu dengeyi gözeterek bir toplumsal yapı inşa edebilmektir. Ancak
ne olursa olsun " İnsan, insanın merhametine terkedilemeyecek kadar değerli bir
varlıkhr."
Kaynaklar
Hobbes, T. , Leviathan, çev. Semih Lim, Yapı Kredi Yayınlan, İstanbul 2005.
Hume, D .. , İnsan Doğası Üzerine Bir inceleme, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, İstanbul
1997.
Kant, 1., Pratik Aklın Eleştirisi, çev. İsmet Zeki Eyüoğlu, Say Yay., İst., 2008.
Locke, J., Hoşgörü Üstüne Bir Mektup, Çev., Melih Yürüşen, (http://ozgurtoplumundegerle
ri.com/res/John_Locke_Hosgoru_Ustune_Bir_Mektup.pdf)
Mclntyre, R., Smith, D.W., "Theory of Intetionality'', Husserl's Phenomenology: A Textbook,
içinde, University of Pressof America, Washington D. C. 1989.
Şeriati, A., Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri, çev. Ali Erçetin, Birleşik Yayıncılık, Tarihsiz.
275
Celsus Kütüphanesi, Efes, İzmir
KİTAP İNCELEME/BOOK REVIEW
Özgül EKİNCİ
Emil Cioran pek çok kişi tarafından, "Batının en büyük nihilist düşünürle
rinden biri" olarak kabul edildi. Metinlerinde daha çok Tanrı, tarih, ölüm, ısh
rap, saçma, sonsuz, hiçlik, kaos, intihar ve delilik gibi kavramları işleyen Cioran,
geleneksel felsefenin düşünme ve yazma biçimlerine mesafe koyarak, ele aldığı
meseleleri Nietzscheci "poetik bir felsefi dil" ile açıklamaya çalışh. Şüphesiz bu
düşünce ve söylem biçimi, bir yandan Hristiyanlık nezdinde bütün dinleri aşın
dırırken, öte yandan Aydınlanmacı ve pozitivist felsefi anlayışlar da Cioran'ın
hışmına uğrayacakh. Hatta son dönemlerde ilginç bir şekilde Cioran'ı Almanya,
İtalya ve Fransa' dan gelen özgün kıta okullarının anti-tarih, anti-temsilci ve akıl
cılık karşıh bir alanda 20. yüzyılın yapısöküm yönelimlerinin tipik temsilcisi
yapanları da görmek mümkündür. Cioran, yıkıcı lirizm aracılığıyla varoluşun
ağırlığından kaçan bir yolu göstermekle kalmaz, aynı zamanda, varolan her şeye
-kendisine, gökyüzüne ve dünyaya- karşı meydan okuyan bir misyonu üstlenir.
Bir yerde ifade ettiği biçimiyle antlaşmasını, "yaşamı ve kendini aşağılama" ola
rak tarif eder.
Cioran, ülkemizde de hahrı sayılır bir okuyucu kitlesi olmasına rağmen dü
şünceleri üzerine pek bir çalışma yapılmayan bir isim. Gerçi İngilizce konuşulan
277
Özne 29. Kitap-Güz 2 0 1 8 : Stoa Felsefesi
2 78
Özne 29. Kitap-Güz 2018: Stoa Felsefesi
nan bu eser de ilk çalışma gibi Cioran'ın bazı kavramlarına odaklanıyor. Bunlar
sırasıyla şöyle: tarih, uykusuzluk, sıkınh, hiçlik, müzik ve teodise. Kitabın sunu
şunda Cioran'ın yazını ve düşüncesi ile ilgili tespitler okura bir okuma kılavuzu
sunacak nitelikte:
"Bah felsefesinin geniş bağlamı içinde Cioran'ı bir yere yerleştirmenin zor
luğu şüphesiz onun göçebe yazını ve karakteri ile doğrudan ilintilidir. Bu yüz
den yazıları, paradoksal kara mizahla, iftiralarla, huysuz yakarışlarla ve itiraflar
la dolu olan çağımızın bu "uykusuz bilgesi" üzerine düşünmek ve yazmak her
zaman tehlikeli olagelmiştir. Çünkü Cioran okumak ve onun metinlerine nüfuz
ehnek belirli bir bilgi ve yaşam pratiğinin yanı sıra güçlü bir sabır da gerektirir.
Kitaplarındaki hava kasvetlidir ve okuyucuya herhangi bir çıkış yolu gösterme
diği için kişi kendisini sürekli tedirgin hisseder" (s. 9).
Cioran'ın bu anlayışının arkasında yatan temel motivasyon şüphesiz ken
disini "profesyonel" bir filozof olarak görmemesidir. "Bağımsız ve özel bir dü
şünür olarak" Cioran'ın Bah felsefesini ele geçiren aşkınlık anlahlarına (aşkın
tarih, özne, tanrı, özcülük vb.) doğrudan saldırısı aslında bu minvalde düşünül
düğünde ona farklı bir yerde durma imkfuu sağlamışhr. Bu imkfuun açhğı felsefi
mahalde, kitapta da vurgulandığı gibi Pascal, Chamfort, Kierkegaard, Nietzsche,
Schopenhauer gibi filozoflar yer alır. Şüphesiz, onu bu filozoflarla düşünsel hı
sımlığa götüren pek çok ortak mevhumun olduğu seçilen makalelerin ortak özel
liğinde kendisini açığa vuruyor.
Sonuç olarak Cioran üzerine kaleme alınmış bu iki eser, "onun felsefesine
içkin kıldığı bazı temel kavram ve sorunları (tarih, ütopya, ölüm, sıkınh, hiçlik,
tanrı, müzik, antisemitizm vb.) irdelemesiyle ve farklı okuma stratejileriyle" bir
davet ve bir okuma şölenidir.
279
Yayın İlkeleri
1. ÖZNE bilimsel hakemli bir felsefe dergisi olup yılda iki kez (Bahar v e Güz) yayınlanır.
Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizcedir.
2. ÖZNE akademik makalelerin yanı sıra felsefe alanındaki akademik etkinlik, söyleşi,
kitap ve makale değerlendirmesi ve eleştiri yazılarına da, maksimum 600 ile 1000
kelime arası olmak kaydıyla, yer verir.
3. ÖZNE çeviri makalelere de yer verir. Çevirisi yapılacak makalenin yazarı, tarihi, ne
rede yayımlandığı, cildi, sayısı ve sayfası gibi künye bilgileri eksiksiz belirtilmeli ve
eğer telif koruması kapsamından çıkmamışsa yayım izni alınmış olmalıdır.
4. Dergiye gönderilen yazılar 150 kelimeyi geçmeyecek bir Türkçe ve İngilizce başlık
ve özet içermelidir. Yazılarda konuyu tanımlayan Türkçe ve İngilizce uygun anahtar
kelimeler bulunmalıdır. Yazılarda kullanılan kaynaklar makale sonunda kaynakça
listesi olarak APA formatında verilmiş olmalıdır. Yazıların 11 punto ve tek aralıklı
olarak, 10 word sayfasını aşmaması gerekir.
5. Dergiye yayınlanmak üzere gönderilen yazılar en az iki hakem tarafından
değerlendirilir.
6. Yayın Kurulu, yazıların yayımlanmasına veya yayımlanmamasına karar verme
yetkisine sahiptir. Yazılardaki fikirlerin her türlü yasal sorumluluğu yazara aittir.
Yayımlanan yazıların tüm hakları ÖZNE dergisine aittir. Kaynak gösterilmek şarhy
la alınlı yapılabilir.
Author Guidelines
280
Çj�Ç?J 1 Osmanlı Felsefe Çalışmaları 57. Kitap
"Ebu 'l- 'Ala felsefe ve ahlakta Ömer Hayyam 'dan yüksekti. İki dahi
meslek itibariyle birbirinden farklıydılar. Ömer Hayyam hikemiyiitı
zevkiylU ve acı istihza vadisine döktü. Ebu 'l- 'Alil bilakis hikemiyiitını
mahrumiyet ve inzivada, alemden nefrette buldu. Ömer Hayyam
avamın anlayabileceği bir dil ile şiir söyledi. Ebu 'l- 'Alil ise fikirlerini .
ifade ederken dildeki kudretini de göstermek istedi. Hatta bu yolda , ,_.
pek ziyade ileri gitti. Onun için söylediği şiirler çoğunlukla muğlaktır.
Hayyam kadar avamın fikrini okşayamadı. Ebu 'l- 'Alil 'nın haİktan
nefreti, kırk beş sene zühdünün eseri olarak et vesaire yememesi,
evlenmek ve evlat yetiştirmek aleyhinde bulunması bütün felsefesine
hakim olmuştu. "
Ze ki Mega m iz