You are on page 1of 642

TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

FİİL YAPIM EKLERİ


VE
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMALI ETİMOLOJİK
FİİL SÖZLÜĞÜ

Dr. Musa SALAN


Hiperyayın 497
Araştırma- İnceleme

Yazarı
Dr. Musa SALAN

Genel Yayın Editörü


Hatice BAHTİYAR

Mizanpaj
Meral GÖK

Kapak Tasarım
Eylül Grafik

Yayıncı Sertifika No: 16680

ISBN: 978-605-281-607-3
e-ISBN: 978-605-281-605-9

1.Baskı: İstanbul, 2019

Copyright© Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın telif hakları, 5846 sayılı yasanın hükmüne göre, kitabı yayımlayan
Hiperlink Eğitim İletişim Yay. San. ve Tic. Ltd. Şti. ve Dr. Musa SALAN’a aittir. Yayımcının ve yazarın izni
olmaksızın elektronik ve mekanik herhangi bir kayıt sistemi veya fotokopi ile çoğaltılamaz, kopyalanamaz.
Ancak kaynak gösterilerek kısa alıntı yapılabilir.

Salan, Musa.
Tarihi Kuzeybatı Kıpçakçası fiil yapım ekleri ve tarihi karşılaştırmalı etimolojik fiil sözlüğü / Musa Salan.-- 1.
Baskı. -- İstanbul: Hiperyayın, 2019.
640 sayfa: şekil, tablo; 24 cm. -- (Hiperyayın; 497)
ISBN: 978-605-281-607-3 e-ISBN: 978-605-281-605-9

Kaynakça sayfa: 599-612.


1.Kıpçak dili. 2. Kıpçak dili – Gramer. I. Eser adı. II. Dizi.
PL63.4/.S35 2019 419.3/SAL

Baskı-Cilt: Mikyas Basım Yayın Matbaacılık Sertifika No: 35532

GENEL SATIŞ PAZARLAMA VE YAYINEVİ


Hiperlink Eğitim İletişim Yayıncılık San. Paz. ve Tic. Ltd. Şti.
Tozkoparan Mah. Haldun Taner Sok. Alparslan İş Merkezi
No: 27 Kat: 6 D: 21 Merter- Güngören / İstanbul
Telefon: 0212 293 07 05-06 Faks: 0212 293 56 58
www.hiperlink.com.tr / info@hiperlink.com.tr
Dr. Musa SALAN

1984 yılında Ankara’da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise eğitimini


bu şehirde tamamladı. 2003 yılında başladığı Gazi Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde lisans
programından 2007 yılında mezun oldu. Aynı yılda, mezun olduğu
üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili Bilim Dalında
başladığı yüksek lisans eğitimini 2010’da “Et-tuhfetü’z-zekiyye fi’l-
lugâti’t-Türkiyye’de Fiil” isimli tez çalışması ile; 2010 yılında aynı
üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili Bilim Dalında
başladığı doktora eğitimini ise 2016 yılında “Codex Cumanicus ve
Ermeni Harfli Kıpçak Türkçesinde Fiil Yapımı” isimli tez çalışması
tamamladı. 2009’dan beri Çankırı Karatekin Üniversitesi, Gazi
Üniversitesi ve Bartın Üniversitesinde öğretim elemanı olarak hiz-
met vermiştir. Hâlen Bartın Üniversitesinde Çağdaş Türk Lehçeleri
ve Edebiyatları Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
Tarihî ve çağdaş Kıpçak dilleri özelinde morfolojik, fonolojik
ve leksikolojik yayınlar yapmaktadır. İyi seviyede İngilizce, orta
seviyede Rusça ve İspanyolca bilmektedir.
İÇİNDEKİLER

ÖN SÖZ........................................................................... 9
SİMGELER VE KISALTMALAR................................11
GİRİŞ..............................................................................17

I. BÖLÜM: FİİL YAPIM EKLERİ VE


KATEGORİ DIŞI FİİLLER.......................................... 27
1.1. İSİMDEN FİİL YAPIM EKLERİ.......................... 27
1.1.1. +A-................................................................... 27
1.1.2. +Ay- (< +Aḍ-) ................................................ 30
1.1.3. +(A)l-................................................................31
1.1.4. +(A)r-............................................................... 32
1.1.5. +DA-................................................................ 34
1.1.6. +DI-................................................................. 36
1.1.7. +GA-/+(X)rGA-............................................... 37
1.1.8. +I- . ................................................................. 38
1.1.9. +(X)K-/+(X)ḫ.................................................. 40
1.1.10. +KAr-/+Ar-.....................................................41
1.1.11. +KI-................................................................ 43
1.1.12. +KIr-/+GIr- ve +KrA- . ................................ 44
1.1.13. +lA-................................................................ 47
1.1.14. +lI-................................................................. 56
1.1.15. orA-................................................................. 56
1.1.16. +sA-............................................................... 58
1.1.17. +sI-................................................................. 59
1.1.18. +sIn-............................................................... 59
1.1.19. +sIrA- ............................................................61
1.1.20. +U-.................................................................61
1.2. FİİLDEN FİİL YAPIM EKLERİ.......................... 63
1.2.1. Pekiştirici Ekler.............................................. 63
1.2.1.1. -A-.............................................................. 63
1.2.1.2. -KXn-........................................................ 64
1.2.1.3. -I-............................................................... 64
1.2.1.4. -(X)K-........................................................ 65
1.2.1.5. -mA-.......................................................... 66
1.2.1.6. -(X)p- ....................................................... 67
1.2.1.7. -y-/-t- (< -d-).............................................. 68
1.2.2. Ara Ekler........................................................ 69
1.2.2.1. -lA-............................................................ 69
1.2.2.2. -lAn-......................................................... 69
1.2.2.3. -r-.............................................................. 70
1.2.3. Gerçek Eyleme Yakınlık/Benzerlik
Bildirici Ek............................................................... 70
1.2.3.1. -(X)msXn-................................................. 70
1.2.4. Eylem İsteği Bildiren Ek.................................71
1.2.4.1. -(U)vsA- ve -sA-........................................71
1.2.5. Sıklık Çatı Ekleri........................................... 72
1.2.5.1. -AlA-......................................................... 72
1.2.5.2. -ḫAlA-/-KAlA-......................................... 73
1.2.5.3. -ḫlA-...........................................................74
1.2.5.4. -lA-.............................................................75
1.2.5.5. -mAlA-.......................................................75
1.2.6. Edilgenlik Çatı Eki..........................................76
1.2.6.1. -(X)l- .........................................................76
1.2.6.1.1. Tam edilgenler:...................................76
1.2.6.1.2. Yarı edilgenler................................... 82
1.2.7. Dönüşlülük Çatı Eki....................................... 85
1.2.7.1. -(X)n-......................................................... 85
1.2.8. İşteşlik Çatı Eki............................................ 104
1.2.8.1. -(X)ş-....................................................... 104
1.2.9. Ettirgen Çatı Ekleri.......................................110
1.2.9.1. -Ar-...........................................................110
1.2.9.2. -DXr-........................................................ 111
1.2.9.3. -GXr- ve -GXz-.......................................118
1.2.9.4. -(X)r-/-Xz-............................................... 120
1.2.9.5. -(X)t-....................................................... 122
1.3. KATEGORİ DIŞINDA TUTULAN FİİLLER....133
1.3.1. Basit Fiiller.....................................................133
VC- Yapısında Basit Fiiller:....................................133
CV- Yapısında Basit Fiiller:....................................134
VCC- Yapısında Basit Fiiller:.................................134
CVC- Yapısında Basit Fiiller:.................................134
1.3.2. Kaynaşmış Birleşik Fiiller............................137
1.3.3. Eylemsi + Yapım Eki Ekleşmeleri................138
1.3.4. Yapısı Kapalı Fiiller.......................................138
1.3.5. Moğolca Alıntı Fiiller....................................142
II. BÖLÜM: TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA
VE ETİMOLOJİ...........................................................145

KAYNAKLAR............................................................ 599
DİZİN...........................................................................613
ÖN SÖZ

Elinizde tutmakta olduğunuz bu kitap, Gazi Üniversite-


si Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili Bilim Dalı doktora
programı süresince, Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇEN-
GEL danışmanlığında hazırlanıp 2016 yılı Temmuz ayın-
da savunulan “Codex Cumanicus ve Ermeni Harfli Kıpçak
Türkçesinde Fiil Yapımı” isimli doktora tezinin revize edilip
güçlendirilmiş biçimidir. Savunulduğu tarihten bu yana aka-
demiye hizmet etmiş mezkûr tez, her bilimsel eserde olabil-
diği gibi, gerek yazıldığı dönemdeki zaman kısıtı ve buna
bağlı stres gerekse dönemdeki yetkinlik seviyesine bağlı
olarak hatalar içeriyordu. Bu hatalar daha ziyade yabancı
kaynaklardan alınan verilerin anlamlarına ilişkin idi. Bu ha-
talar büyük oranda giderildi. Tezde benimsenen metoda göre
fiil derlemi için başvurulan her kaynağın verisi o yayının
dili ile teze alınmış ve her yabancı veri için Türkçe tercüme
verilmişti. Bu yöntem açık olmakla beraber kullanım kolay-
lığı yaratmıyor, hacmi artırıyordu. Dolayısıyla bu kitapta bu
yöntemden vazgeçilmiş, kullanılan veriler bir potada eritile-
rek her bir fiil verisi için belirli anlamlarda karar kılınmış-
tır. Bu noktada Ermeni Harfli Kıpçak Türkçesi verileri için
Aleksandr Garkavets’in Kıpçakskiy Slovar’ (2010) sözlüğü
belirleyici kaynak olmuştur. Bunun yanı sıra mezkûr tez için
Codex Cumanicus için birincil kaynak Kaare Grønbech’in
1942 tarihli idi. 2015 yılında Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH
ve Doç. Dr. Galip GÜNER bu eser için yeni bir yayın çıkar-
mışlardı. Ancak tezde büyük aşama kaydedildiği için bu ça-
lışmaya Codex Cumanicus fiil verileri için sadece tartışmalı
noktalarda başvurulmuştu. Kitapta ise Grønbech verileri ye-
10 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

rine 2015 yılında basılmış yayındaki veriler birincil olarak


kullanılmıştır.
Bu kitabın ve bu kitaba kaynaklık eden teze beni yönlen-
dirmiş olan danışman hocam Prof. Dr. Hülya KASAPOĞ-
LU ÇENGEL’e ve tezin yazım aşamasında bana destek olup
katkı sağlayan herkese tekrar teşekkür ederim. Bununla bir-
likte bu kitaba zemin hazırlayan yayınları yapan Prof. Dr.
Mustafa ARGUNŞAH ve Doç. Dr. Galip GÜNER’e, emekli
Prof. Dr. Aleksandr GARKAVETS’e ve diğer Ermeni-Kıp-
çak sahası çalışanlarına; kitabın yapım eki bahislerinde sık-
ça başvurduğum (ve açıkçası bu yayına bakılmaksızın yapı-
lan her Türkçe sözcük yapımı çalışmasının eksik kalacağını
düşündüğüm) Old Turkic Word Formation (1991) çalışması-
nın yazarı, e-postalarımla sorduğum soruları hiçbir zaman
yanıtsız bırakmayan emekli Prof. Dr. Marcel ERDAL’a ve
Ebū Hayỵ ān Kitābu’l-İdrāk li Lisāni’l-Etrāk Fiil: Tarihî-
Karşılaştırmalı Bir Gramer ve Sözlük Denemesi (2001) ça-
lışması ile inceleme yöntemi açısından bana ilham vermiş
olan Prof. Dr. A. Melek ÖZYETGİN’e teşekkürü bir borç
bilirim.
Musa SALAN
Bartın, 2019.
SİMGELER VE KISALTMALAR

Bu çalışmada kullanılmış bazı simgeler ve kısaltmalar,


açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur.

Simge Açıklama
* Farazî biçimi gösterir.
- Fiil tabanı veya fiil tabanına gelen eki gösterir.
+ İsimden fiil yapan eki gösterir.
() Yardımcı ünlü veya yazıda olmayan ses eklemesi.
< Sözcüğün kaynağını veya gelişimini gösterir.
~ Denk iki biçimi gösterir.
// Sesleri gösterir.
̄ Ünlülerde uzunluk gösterir.
A Yapım ekindeki hem /a/ hem de /e/ sesini gösterir.
D Yapım ekindeki hem /d/ hem de /t/ sesini gösterir.
G Yapım ekindeki hem /g/ hem de /ġ/ sesini gösterir.
I Yapım ekindeki hem /ı/ hem de /i/ sesini gösterir.
U Yapım ekindeki hem /u/ hem de /ü/ sesini gösterir.
X Yapım ekindeki bütün yardımcı ünlüleri gösterir.

Kısaltmalar Açıklama
AB Algış Bitigi
AH Atebetü’l-Hakayık
Alm. Almanca
And. A. Anadolu ağızları
AOYB Altın Ordu, Kırım ve Kazan Yarlık ve Bitikler
Ar. Arapça
ay. Aynı
‘ay.’ Aynı anlam
12 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

bk. Bakınız
BM Bulgat Al-Mushtaq Fi Lugat-at-Turk Wa-l-
Qıfcaq
C. Cilt
CC Codex Cumanicus
çbk. Çabukluk
çev. Çeviren
Çin. Çince
Çuv. Çuvaşça
DAK Dictionnaire Armeno-Kiptchak
dilb. Dilbilimsel
DL An Armeno-Kipchak document of 1640 from
Lvov
DLT Divânü Lugâti’t-Türk
DLTa Compendium of The Turkic Dialects (Diwan
Lugat at-Turk)
DLTb Kaşgarlı Mahmud - Dîvânu Lugâti’t-Türk
DPY Dokumenty na Polovetskom Yazıke
DM Ed-dürretü’l-mudiyye fi’l-lügati’t-Türkiyye
DMWA A Dictionary of Modern Written Arabic
dön. Dönüşlü çatı
DS Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü
DTS Drevnetyurskiy Slovar’
EAT Eski Anadolu Türkçesi
ed. Editör.
edl. Edilgen çatı
EDPT An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-
Century Turkish
EK Ermeni harfli Kıpçak Türkçesi
EKT Armeno-Kiptschakische Ehekontrakte Und
: Testamente
ELS Kitâb-ı Mukaddime-i Ebû’l-Leysi’s-
Semerkandî
SİMGELER VE KISALTMALAR • 13

Erm. Ermenice
ESTY Etimologiçeskiy Slovar’ Tyurskih Yazıkov
ET Eski Türkçe
ettr. Ettirgen çatı
Far. Farsça
Fin. Fince
Gag. Gagauzca
geç. Geçişli
geçsz. Geçişsiz
gram. Gramatikal
GT Kitâb Gülistan bi’t-Türkî
GTü. Genel Türkçe
Hak. Hakasça
Haz. Hazırlayan
HKT Harezm Türkçesi Satır Arası Kur’an Tercümesi
HŞ Najtarsza Wersja Turecka Husräv u Şirin Qutba
İH El-İdrâk Haşiyesi
İM İrşâdü’l-Mülûk Ve’s-Selâtîn
İN Kitab fi ‘ilm an-nuşşab
İng. İngilizce
İr. İranî
işt. İşteş çatı
KB Kutadgu Bilig
KCH Armeno-Kipchak Parts from the Kamenets
Chronicle
KE Kısasü’l-Enbiyâ
KEF Kitâbü’l-Ef’âl
KFT Kitâbü fi’l-fıkh bi-lisâni’t-Türkî
KH Kitâbü’l-Hayl
Kİ Kitâb al-İdrâk li-lisân al-Etrâk
KK El-kavânînü’l-külliyye li-zabti’l-lügati’t-
Türkiyye
KPN Kıpçakskoe Pis’mennoe Nasledie
14 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

KRPS Karaimsko-Russko-Pol’skiy Slovar’


KS Kıpçakskiy Slovar’
KW Komanisches Wörterbuch
Kum. Kumukça
kuv. Kuvvetlendirme
kim. Kimya
Krg. Kırgızca
krş. Karşılaştırınız
Kzk. Kazakça
Leh. Lehçe
LEK Les Ephémérides de Kamieniec
LST Leksika Sredneaziatskogo Tefsira XII-XIII vv.
Mac. Macarca
ME Mukaddimetü’l-Edeb
mec. Mecazî
MED Mongolian-English Dictionary
MG Munyetü’l-Guzat
ML İbnü Mühenna Lugati
MM Muînü’l-Mürîd
MNa Horezmi - Muhabbat-name
MNb Il lessico del “Muhabbat-nama”
Moğ. Moğolca
ms. Milattan sonra
NDAE New Dictionary Armenian-English
NF Nehcü’l-Ferâdis
OÇin. Orta Çince
OFar. Orta Farsça
OT Orta Türkçe
OTWF Old Turkic Word Formation
ör. Örneğin
Özb. Özbekçe
PED Persian-English Dictionary
SİMGELER VE KISALTMALAR • 15

PTW An Armeno-Kipchak Chronicle on the Polish-


Turkish Wars
R Radloff = Versuch Eines Wörterbuch Der Türk-
Dialecte
RH King’s Dictionary: Rasulid Hexaglot
RKT Rylands Kur’an Tercümesi
Rus. Rusça
s. Sayfa
S. Sayı
Sansk. Sanskritçe
sık. Sıklık çatısı
Soğd. Soğdakça
Soy. Soyotça
Sür. Süryanice
TA Kitâb-ı Mecmû-ı Tercümân-ı Türkî ve Acemî ve
Mugalî
Tat. Tatarca
TDAY Türk Dili Araştırmaları Yıllığı
TDK Türk Dil Kurumu
Tel. Teleütçe
TKAE Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Tkm. Türkmence
TTAS Tatar Télénéng Anglatmalı Süzlégé
ttkht. Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde tanık-
lanmamıştır.
TTK Türk Tarih Kurumu
Tun. Tunguzca
Tuv. Tuvaca
Tü. Türkçe
TZ Et-tuhfetü’z-zekiyye fi’l-lugati’t-Türkiyye
TZa Et-tuhfet-üz-zekiyye fil-lugat-it-Türkiyye (Be-
sim Atalay)
TZb İzıskannıy Dar Tyurskomu Yazıka
16 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Ukr. Ukraynaca
UW Uigurisches Wörterbuch
Uyg. Uygurca
vd. Ve diğerleri
VEWT Versuch eines etymologischen Wörterbuchs der
Türksprachen
Yay. Yayınları.
YTS Yeni Tarama Sözlüğü
Yun. Yunanca
yy. Yüzyıl
GİRİŞ

Kapsam ve Sınırlılık
Bu çalışma çerçevesinde Tarihî Kuzeybatı Kıpçakçası1
olarak adlandırılan Codex Cumanicus2 (buradan itibaren
“CC”) ve Ermeni harfli Kıpçak Türkçesi3 (buradan itiba-
ren “EK”) eserleri üzerine bugüne değin ayrı ayrı fiil yapım
eklerini içeren çalışmalar yapılmış olmak ile birlikte, tarihî
Kıpçak metinleri içinde aynı bölgede ve artzamanlı olarak
tebarüz etmiş, bir eser (CC) ve eserler külliyatı (EK)’nın
tek bir çalışma içerisinde bir bütün olarak ele alındığı bir
çalışma yapılmamıştır. Bu iki Kıpçak alanı, bugün (tehlike
altında bulunan) Karay Türkçesi ile sıkı sıkıya bağlıdır ve
onun önceki merhâlelerini teşkil etmektedirler. Dolayısıyla
iki dönemi de içine alan bir fiil yapım ekleri çalışması Karay
Türkçesi ile olan leksikal ilişkiyi de aydınlatacaktır.
Çalışma öncelikle belirtilen iki Kıpçak sahası ve bu saha
eserlerinde bulunan türemiş fiiller ile sınırlıdır. Bununla bir-
1 Abdülkadir İnan, Memlûk sahası dışında, yani Altın Orda Devleti sınırları içindeki
sahada (bugünkü Ukrayna’yı da kapsayarak), yazıya geçmiş Kıpçak metinlerini
-terimleştirmese de- Bozkır Kıpçakçası olarak; Codex Cumanicus’u Koman-
Kıpçak Türkçesi olarak anar (İnan, 1953). Jean Deny, Karadeniz kuzeyinde
kayda geçen Kıpçakçayı, Kuman(ca) olarak Memlûk sahası eserlerinden ayırır ve
şöyle tasnif eder: I) Codex Cumanicus Kumancası, II) Ermeni harfli metinlerdeki
Ermeni-Kumanca (l’arméno-Coman), III) Karay metinlerindeki İbrani-Kumanca
(l’hébréo-coman) (1957: 10). Bu çalışmada ise, Orta Türkçe devresi içinde
yer alan Codex Cumanicus ve Ermeni harfli Kıpçak metinlerini bu devrede
Kıpçakçanın yazıya geçtiği diğer bölgelere, yani güneybatıda yer alan Mısır ve
Suriye ile Hazar Denizi kuzeyi ve doğusu (Saray, Herat), göre konumlandırıp
“kuzeybatı” olarak adlandırma tercihinde bulunulmuştur. Tercih edilen bu terim
çağdaş Türk dillerinin tasnifinde sıklıkla kullanılan “Kuzeybatı Türk lehçeleri”
ile karıştırılmamalıdır.
2 Bu eser ile ayrıntılı bilgiye ulaşmak için bk. Grønbech 1942; Çağatay, 1944;
Ligeti 1984; Drimba 2000; Ünal 2010, Argunşah&Güner 2015.
3 Bu tarihî yazı dili ve eserleri ile ilgili ayrıntılı bilgiye ulaşmak için bk. Garkavets,
2002; Chirli 2005.
18 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

likte 1. Bölüm’ün son kısmında (Kategori Dışı Fiiller) iki


Kıpçak sahasındaki basit fiil varlığını göstermek amacı ile
VC-, CV-, VCC-, CVC- dizilişli basit fiiller detaya inilmeden
listelenmiştir. Bunun yanı sıra birleşik fiiller de kapsam dışı
olmakla birlikte yine aynı bölümde (Kategori Dışı Fiiller)
türemiş fiil görünümünde olan fiillere “Kaynaşmış Birleşik
Fiiller” alt başlığında yer verilmiştir. Son olarak, kapsam
dışı oldukları hâlde listelenmiş üçüncü fiil varlığı da Mo-
ğolcadan doğrudan (ek ile türetime girmeden) alıntılanmış
fiiller bulunmaktadır. Etimolojisi belirlenemeyen, bununla
birlikte türemiş olduğu düşünülen fiillere de yine bu kate-
goride yer verilmektedir. Yapısı kapalı bu verilere, etimolo-
jilerine ışık tutabilmek adına ikinci bölümde ayrıntılı olarak
yer verilmiştir. CC ile ilgili fiil verisi temel olarak 2015 yı-
lında Prof. Dr. Mustafa Argunşah ve Doç. Dr. Galip Güner
tarafından yayınlanan Codex Cumanicus adlı çalışmadan
alınmış olmakla birlikte tartışmalı örneklerde Kont Geza
Kuun tarafından 1880 yılında yayınlanan Codex Cumani-
cus. Biblothecæ ad templum Divi Marci Venetiarum, Kaare
Grønbech’in 1942 yılında yayınlamış olduğu Komanisches
Wörterbuch. Türkischer Wortindex zu Codex Cumanicus,
A.K. Kurışjanov, A. K. Jubanov, A. B. Belbotayev tarafın-
dan 1978 yılında yayınlanan Kumanşa-Kazakşa Jiyilik Söz-
dik ve Vladimir Drimba tarafından yayınlanan 2000 yılında
yayınlanan Codex Comanicus. Édition diplomatique avec
fac-similés isimli kaynaklardan yardımcı çalışmalar ola-
rak faydalanılmıştır. EK metinleri için fiil verilerinin alın-
dığı kaynaklar ise kronolojik sırası ile şöyledir: Jean Deny,
L’Arméno-Coman et les Ephémérides de Kamieniec (1604-
1613), 1957; T. I. Grunin, Dokumentı na polovetskom yazı-
ke XVI. v. (Sudebnıe aktı Kamenets-Podolskoy Armyanskoy
obşçinı), 1967; E. Tryjarski, Dictionnaire Arméno-Kiptchak
D’après Trois Manuscrits des Collections Viennoises, 1968-
1972; E. Schütz, An Armeno-Kipchak Chronicle on the Po-
lish-Turkish Wars in 1620-21, 1968; Istvan Vásáry, Armeno-
Kipchak Parts from the Kamenets Chronicle, 1969; Arme-
GİRİŞ • 19

no-Kiptschakische Ehekontrakte Und Testamente, 1971; E.


Schütz, An Armeno-Kipchak document of 1640 from Lvov
and its background in Armenia and in the diaspora, 1987;
Nadejda Chirli, Alġış Bitigi, Ermeni Kıpçakça Dualar Kita-
bı, 2005; Aleksandr Garkavets, Kıpçakskoe Pis’mennoe Nas-
ledie III - Kıpçakskiy Slovar’, 2010.
Çalışmanın ikinci bölümünde tarihî karşılaştırma için
Eski Türkçe (VIII-IX. yy.’lar) için aslî başvuru kaynağı
olarak Sir Gerard Clauson’un 1972 tarihli An Etymological
Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish adlı yayını
seçilmiş, bu dönem için yardımcı kaynaklar olarak da 1969
tarihli Drevnetyurksiy Slovar’, Marcel Erdal’ın 1991 tarih-
li Old Turkic Word Formation, A Functional Approach to
the Lexicon yayını; Klaus Röhrborn’un 2010 tarihli Uigu-
risches Wörterbuch I. Verben Band 1 yayını kullanılmıştır.
Tarihî karşılaştırmanın Orta Türkçe ayağı Karahanlı, Ha-
rezm-Altın Ordu ve Memlûk sahaları ile sınırlandırılmış ve
şu kaynaklardan faydalanılmıştır: R. R. Arat, Kutadgu Bilig
III - İndeks (Haz. Kemal Eraslan, Osman F. Sertkaya, Nuri
Yüce), 1979; Robert Dankoff, James Kelly, Compendium of
the Turkic Dialects I-II-III, 1982-19854; R. R. Arat, Atebetü’l-
Hakayık, 2006; A. K. Borovkov, Leksika Sredneaziyatskogo
Tefsira XII-XIII vv., 1963; Aysu Ata, Türkçe İlk Kur’an Ter-
cümesi (Rylands Nüshası) Karahanlı Türkçesi (Giriş-Me-
tin-Notlar-Dizin), 2004; Nuri Yüce, Mukaddimetü’l-Edeb,
H ̮vārizm Türkçesi ile Tercümeli Şuşter Nüshası, 1993; Aysu
Ata, K ıs
̣ as
̣ ü’l-Enbiy
̣ ā (Peygamber Kıssaları) II Dizin, 1997;
Recep Toparlı, M. Argunşah, Mu’înü’l-Mürîd, 2008; A.
Zajączkowski, Najstarsza Wersja Turecka H ̮ usräv u Şirin
Qutba, 1961; E. N. Nadjip, H ̮ orezmi - Muh ̮ abbat-name (İz-
danie teskta, transkriptsiya, perevod i issledovanie), 19615;
4 DLT eseri için alternatif kaynak olarak Ahmet B. Ercilasun ve Ziyat Akkoyunlu
tarafından 2014’te yayınlanan Dîvanu Lugâti’t-Türk (Giriş-metin-çeviri-notlar-
dizin) çalışması kullanılmıştır.
5 Bu çalışmaya alternatif olarak T. Gandjei’nin 1959 tarihli Il lessico del “Muhạ bbat-
nāma” adlı çalışmasından da faydalanılmıştır.
20 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Aysu Ata, Nehcü’l-Ferā d ī s III Dizin-Sözlük, 1998; Aptullah


Battal, İbnü-Mühennâ Lûgati, 1934; Gülden Sağol, Harezm
Türkçesi Satır Arası Kur’an Tercümesi, 1993; A. Melek Öz-
yetgin, Altın Ordu, Kırım ve Kazan Sahasına Ait Yarlık ve
Bitiklerin Dil ve Üslûp İncelemesi, 1996; Ahmet Caferoğ-
lu, Kitâb al-İdrâk li-lisân al-Atrâk, 1931; R. Toparlı vd.,
Tercümân-ı Türkî ve Acemî ve Mugalî, 2000; P. Golden vd.,
The King’s Dictionary: The Rasu ̄ lid Hexaglot: Fourteenth
Century Vocabularies in Arabic, Persian, Turkic, Greek,
Armenian and Mongol, 2000; Emin Eminoğlu, Kitâbü’l-
Ef’âl – Kıpçakça Satır Arası Sözlük, 2011; Kurtuluş Öz-
topçu, Kita ̄ b f ī ‘ilm an-nuşşa ̄ b – A 14th-Century Archery
Treatise in Mamluk-Kipchak, 2002; Ali F. Karamanlıoğlu,
Gülistan Tercümesi (Kitâb Gülistan bi’t-Türkî), 1978; R. To-
parlı, İrşâdü’l-Mülûk Ve’s-Selâtin, 1992; R. Toparlı vd., El-
Kavânînü’l-külliyye li-zabti’l-lügati’t-Türkiyye, 1999; Be-
sim Atalay, Et-tuhfet-üz-zekiyye fil-lugat-it-Türkiyye, 19456;
A. Zajączkowski, Vocabularie Arabe-Kiptchak de l’époque
de l’État Mamelouk, Bulġat Al-Muşta ̄ q f ī luġat at-Turk
wa-l-Qıfçaq – Le verbe, 1954; Can Özgür, Kitâbü’l-Hayl,
2002; M. Emin Agar, Kitâbu fi’l-fıkh bi-lisâni’t-Türkî, 1989;
Mustafa Uğurlu, Münyetü’l-Ġuza ̄ t, 1984; R. Toparlı, Ed-
dürretü’l-mûdiyye fi’l-lügâti’t-Türkiyye, 2003; R. Toparlı,
Kitabu Mukaddime-i Ebu’l-Leysi’s-Semerkandi, 1987; Veled
İzbudak, El-İdrâk Haşiyesi, 1989.

Yöntem
Ermeni alfabesinde /ç/, /k/, /r/, /t/ seslerinin nefesli var-
yantları olduğu, bunlar EK metinlerinde bir kurala bağlı ol-
madan karışık kullanıldığı, bu alfabede /ö/, /ü/’yü gösteren
6 Bu çalışmaya alternatif olarak, E. Fazılov’un M. T. Ziyayeva ile 1978 yılında
neşrettiği İzıskannıy Dar Tyurskomu Yazıku (Grammatiçeskiy Traktat XIV. v. Na
Arabskom yazıke) da kullanılmıştır.
GİRİŞ • 21

özel karakterler olmadığı ve normalde /a/ sesini gösteren ayb


(ա) harfinin /ä/ gibi de okunma ihtimali olduğu için bu sa-
hanın çalışırları bu karakterleri translitere etme ile transkri-
be etme arasında ayrılıklar göstermişler, bu da aslında aynı
yazılışa sahip sözcüklerin pek çok değişik şekilde yazılma-
sına sebebiyet vermiştir. Bundan dolayı bu çalışmada söz
konusu ihtilafı ortadan kaldırmak için tam anlamıyla değil,
fakat kısmi
transkribe etme bir standardizasyona
arasında ayrılıklar göstermişler,gidilmiştir:
bu da aslında aynı yazılışa sahip
sözcüklerin pek çok değişik şekilde yazılmasına sebebiyet vermiştir. Bundan dolayı bu
çalışmada söz konusu ihtilafı ortadan kaldırmak için tam anlamıyla değil, fakat kısmi bir
standardizasyona gidilmiştir:
Ցց Չ չ Ք ք Ռ ռ Օ օ Թ թ
DOĞU ERM. BATI ERM. DOĞU ERM. BATI ERM. DOĞU ERM. BATI ERM. DOĞU ERM. BATI ERM. DOĞU ERM. BATI ERM. DOĞU ERM. BATI ERM.
/tsʰ/ /tʃ/ /dʒ/ /kʰ/ /r/ /ɾ/ /o/ /tʰ/
TRYJARSKİ c̣ č̣ k̔ ṙ o ť
GARKAVETS c č k r o t
DENY ts̮ ç k r o t
GRUNİN ts ч к r o т
SCHÜTZ c č (č´) k (k̔ ) ṙ o (ȯ) ť (t)
transkribe
VÁSÁRY etme arasında
c ayrılıklar
č göstermişler,
k bu dar aslında aynı o yazılışa sahip
t
sözcüklerin
CHİRLİ pek çok
ts´ değişik şekilde
ḉ yazılmasına
k̔ sebebiyetṛ vermiştir. Bundan
ọ dolayıť bu
ts ç k r o t
çalışmada söz konusu ihtilafı ortadan kaldırmak için tam anlamıyla değil, fakat kısmi bir
STANDART

standardizasyona
Çizelge 1.1. EK metingidilmiştir:
yayınlarında farklı transkribe edilen Ermenice harfler ve standardizasyonu
Çizelge 1.1. EK
Ցց
metin yayınlarında
Չ չ Ք ք farklı transkribe
Ռ ռ edilen
Օ օ Ermenice
Թ թ
İnceleme verilerinin
DOĞU ERM. BATIalındığı kaynakların
ERM. DOĞU ERM. BATI ERM. DOĞU kullandıkları
ERM. BATI ERM. DOĞU transkripsiyon harfleri
ERM. BATI ERM. DOĞU ERM. BATI ERM. birbirinden
DOĞU ERM. BATI ERM.
harfler ve standardizasyonu
ayrılmaktadır.
TRYJARSKİ
/tsʰ/
Bu ayrılık

/tʃ/
şu şekilde
č̣
/dʒ/ /kʰ/
giderilmiştir:

/r/

/ɾ/ /o/
o
/tʰ/
ť
GARKAVETS c č k r o t
DENY ts̮ ç k SESLER
r (IPA'ya göre) o t
GRUNİN
DÖNEM ÇALIŞMACI
ts /æ/ /dʒ/ к/tʃ/ /ð/ /ė/ r/ɡ/ /χ/ /ɪ̈/ /q/
ч o /ŋ/ /ʃ/ /β/ т /j/
İnceleme verilerinin alındığı kaynakların kullandıkları
SCHÜTZ č (č´) ̔
c
ARGUNŞAH&GÜNER e c k (kç) – ė ṙ
– ḫ ı o–(ȯ) ŋ ş – ť (t) y
CC VE ERMENİ-KIPÇAK

VÁSÁRY c č k r o t
CHİRLİ
GRØNBECHts´ ḉ e ǧ k̔
č – – ṛ
γ χ y qọ ŋ š v ť j
transkripsiyon harfleri birbirinden ayrılmaktadır. Bu ayrılık
STANDARTTRYJARSKİ
ts
GARKAVETS
ç e
ä
dž̮ kč ̣ – ė
dž̮ č (č ̣) – e, ẹ γ
rγ χ
χ
ɪ̈
ɪ̈
–o ng š v t i̯ , y
q ŋ š w y
TR.

Çizelge 1.1. EK metin yayınlarında farklı transkribe


dž̮ edilen ç Ermenice
– – harfler
ğ veḫ standardizasyonu
ı – ng ş v y
şu şekilde giderilmiştir:
DENY
GRUNİN
e
e дж ч – – ғ x ы – нг ш в j
İncelemeVASARY
verilerinin alındığı kaynaklarıne ǰ kullandıkları
č – transkripsiyon
γ χ y harfleri
– ng birbirinden
š v j
ayrılmaktadır.
SCHÜTZ Bu ayrılık şu şekilde giderilmiştir:
e ǰ č – – γ χ y – ng š v j
CHİRLİ ўe, a c ḉ – e ġ ḫ ı – ŋ ş v ў, y
SESLER (IPA'ya göre)
STANDART ä c ç ḏ e ġ ḫ ı ḳ ŋ ş v̇ y
DÖNEM ÇALIŞMACI /æ/ /dʒ/ /tʃ/ /ð/ /ė/ /ɡ/ /χ/ /ɪ̈/ /q/ /ŋ/ /ʃ/ /β/ /j/
ARGUNŞAH&GÜNER e c ç – ė – ḫ ı – ŋ ş – y
CC VE ERMENİ-KIPÇAK

Çizelge 1.2. CC ve EK metin yayınlarında farklı biçimde yer alan transkripsiyon harfleri ve standardizasyonu
GRØNBECH e ǧ č – – γ χ y q ŋ š v j
TRYJARSKİ e dž̮ č̣ – ė γ χ ɪ̈ – ng š v i̯ , y
Tarihî karşılaştırmada kullanılan diğer eserlerde pek çok çalışır, transkripsiyon konusunda
GARKAVETS ä dž̮ č (č ̣) – e, ẹ γ χ ɪ̈ q ŋ š w y
kendi tercihlerini ortaya koymuştur.eBunların her birini kendi transkripsiyonları ile vermek
TR.

DENY dž̮ ç – – ğ ḫ ı – ng ş v y
verilerinGRUNİN
sunumunda karmaşa yaratacağı e дж içinч –bu –çalışmada
ғ x transkripsiyon
ы – нг ш için в bir
j
standardizasyon
VASARY belirlenmiştir: e ǰ č – γ χ y – ng š v j
SCHÜTZ e ǰ č – – γ χ y – ng š v j
CHİRLİ ўe, a c ḉ – e ġ ḫ ı – ŋ ş v ў, y
STANDART ä c ç ḏ e ġ ḫ ı ḳ ŋ ş v̇ y

Çizelge 1.2. CC ve EK metin yayınlarında farklı biçimde yer alan transkripsiyon harfleri ve standardizasyonu
Çizelge 1.2. CC ve EK metin yayınlarında farklı biçimde yer alan trans-
Tarihî karşılaştırmada kullanılan diğer eserlerde pek çok çalışır, transkripsiyon konusunda
kripsiyon harfleri
kendi tercihlerini ortayavekoymuştur.
standardizasyonu
Bunların her birini kendi transkripsiyonları ile vermek
verilerin sunumunda karmaşa yaratacağı için bu çalışmada transkripsiyon için bir
standardizasyon belirlenmiştir:
22 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Tarihî karşılaştırmada kullanılan diğer eserlerde pek çok


çalışır, transkripsiyon konusunda kendi tercihlerini ortaya
koymuştur. Bunların her birini kendi transkripsiyonları ile
vermek verilerin sunumunda karmaşa yaratacağı için bu ça-
lışmada transkripsiyon için bir standardizasyon belirlenmiş-
4
tir:
SESLER (IPA'ya göre)
DÖNEM ÇALIŞMACI /æ/ /dʒ/ /tʃ/ /ð/ /ė/ /ɡ/ /χ/ /ɪ̈/ /q/ /ŋ/ /ʃ/ /β/ /j/
CLAUSON e c ç ḏ é ğ x ı k ŋ ş w y
TÜRKÇE

DTS ä ǯ č δ e γ χ ɪ̈ q ŋ š v j
ESKİ

RÖHRBORN ä – č d e g h ı k ŋ š v y
ERDAL ä – ç d e g x ı k η ş v y
ARAT (KB) e c ç ḍ – ġ ḫ ı ḳ ~ ş v̇ y
KARAHANLI
TÜRKÇESİ

DANKOFF ä j č ḏ e γ x – q ᶇ š w y
BOROVKOV ä дж ч δ e ҕ x ɪ̈ қ ӊ ш w j
ARAT (AH) e c ç ḍ – ġ ḫ ı ḳ ~ ş v̇ y
ATA (Ryl.KT.) e c ç ḍ é ġ ḫ ı ḳ ~ ş w y
YÜCE e c ç ḏ ė ġ ḫ ı ḳ ~ ş v̇ y
HAREZM-ALTIN ORDA TR.

ATA (KE) e c ç ḍ ė ġ ḫ ı ḳ η ş w y
ECKMANN e c ç ḍ ė ġ ḫ ı q ~ ş w y
TOPARLI-ARGUNŞAH (MM) e c ç ḍ ė ġ ḫ ı ḳ ŋ ş w y
SAĞOL e c ç ḏ – ġ ḫ ı ḳ ñ ş w y
TAYMAS e c ç d̓ – g, ğ h ı k ñ ş v y
ZAJĄCZKOWSKİ (HŞ) ä ǯ č ḏ e γ ḫ y q Ŋ š w j
NADJIB a җ ч – e ғ ҳ ы қ ӊ ш в й
ÖZYETGİN e c ç – – ġ ḫ ı ḳ ~ ş w y
CAFEROĞLU ä c ç – – ğ x ı q ŋ ş v y
ATALAY e c ç – é g x ı k nğ ş v y
ZAJĄCZKOWSKİ (BM) ä ǯ č ḏ e γ ḫ y q Ŋ š v j
TOPARLI (ELS) e с ç – – ġ h̠ ı ḳ n̄ ş v y
TOPARLI (İM) e с ç – – ġ h̠ ı ḳ ~ ş w y
MEMLUK-KIPÇAK TR.

TOPARLI vd. (TA) e с ç – – ġ ḫ ı ḳ ñ ş v y


TOPARLI vd. (KK) e с ç – – ġ ḫ ı ḳ ŋ ş v y
TOPARLI vd. (DM) e с ç – – ġ ḫ ı ḳ ñ ş v y
KARAMANLIOĞLU e c ç – – ġ ḫ ı ḳ ~ ş v y
ÖZTOPÇU ä с ç – e ġ ḫ ı q ñ ş v y
ÖZGÜR e с ç – – ġ ḫ ı ḳ ñ ş v y
UĞURLU e с ç – – ġ ḫ ı ḳ ~ ş v y
AGAR e с ç – – ġ h̠ ı ḳ n̄ ş v y
HEXAGLOT e j č – – ġ – ı q ng š v y
EMİNOĞLU e c ç ḍ – ġ ḫ ı ḳ ŋ ş v̇ y
İZBUDAK e c ç – – ğ h ı k ng ş v y
STANDART e c ç ḏ ė ġ ḫ ı ḳ ŋ ş v̇ y

Çizelge 1. 3. Tarihî karşılaştırmada kullanılan kaynaklarda farklı biçimde yer alan transkripsiyon
Çizelge 1. 3. Tarihî karşılaştırmada kullanılan kaynaklarda farklı biçim-
harfleri ve standardizasyonu

Birinci
de ve ikinci
yer alan bölümde, incelenen
transkripsiyon verilerin
harfleri ve sunumunda bazı tasarruflarda bulunulmuştur.
standardizasyonu
Bunlar maddeler hâlinde şöyledir:
Birinci Bölümde;

Birinci ve hem
Bir fiil eğer ikinci bölümde,
CC hem incelenen
de EK metinlerinde yer verilerin sunumunda
almışsa, kronolojik olarak her
bazı zaman CC verisi ilk sırada yer almıştır. Eğer EK verisi CC ile eş sesli ise fiil tekrar
tasarruflarda
yazılmamıştır:
bulunulmuştur. Bunlar maddeler hâlinde
şöyledir:
aşa- ‘yemek yemek’ (CC, 425) ~ ‘yemek yemek; acıya tahammül etmek’ (DAK, 79; KS, 153)
Birinci Bölümde;
 Ermeni alfabesinde /ö/, /ü/ sesleri olmadığı ve Garkavets dışındaki çalışırlar da bu
muhtemel /ö/ ve /ü/ seslerinde alfabeye sadık kalarak sözcükleri o ve u harfleri ile
transkribe etmişlerdir. Eğer derleme alınan veri Kıpçakskiy Slovar’ çalışmasında da
GİRİŞ • 23

• Bir fiil eğer hem CC hem de EK metinlerinde yer al-


mışsa, kronolojik olarak her zaman CC verisi ilk sıra-
da yer almıştır. Eğer EK verisi CC ile eş sesli ise fiil
tekrar yazılmamıştır:

aşa- ‘yemek yemek’ (CC, 425) ~ ‘yemek yemek; acıya tahammül


etmek’ (DAK, 79; KS, 153)

• Ermeni alfabesinde /ö/, /ü/ sesleri olmadığı ve Gar-


kavets dışındaki çalışırlar da bu muhtemel /ö/ ve /ü/
seslerinde alfabeye sadık kalarak sözcükleri o ve u
harfleri ile transkribe etmişlerdir. Eğer derleme alınan
veri Kıpçakskiy Slovar’ çalışmasında da bulunmakta
ise Garkavets’in verdiği şekil aslî olarak kabul edil-
miş, diğer durumlarda yararlanılan kaynakların veri-
leri aynen kullanılmıştır.
• Garkavets, Ermeni Kıpçak harfli metinleri yazan ya-
zıcıların harf atlamalarını kendisi telafi etmiş, bu ek-
lemeleri de italik olarak belirtmiştir (ör. hayvanlan-).
Çalışmanın birinci bölümünde yer alan fiiller italik
olarak sunulduğu için bu ayrıntı Garkavets örnekle-
rinde “[]” ile telafi edilmiştir. Tryjarski ve Grunin ve-
rilerinde kullanılan “[]” ise kendi tasarruflarıdır.
• Derlem için faydalanılan kaynaklarda, özellikle çatı
eki almış fiillere, müstakil bir anlam verilmeyip bir
tabanın edilgen, ettirgen, işteş biçimi gibi ifadeler
kullanılmıştır. Bu durumda söz konusu çalışırın kul-
landığı örnek cümleden gerekli anlam mastar hâlinde
çıkartılmış ve dip not ile belirtilmiştir.
• Jean Deny’nin derlemde yer alan çalışmasının dizin
bölümünde bazı sözcükler mastar şeklinde verilmeyip
cümle içinde kullanılmışlardır. Bu durumda cümlede
çekimli olan fiil kaynak dildeki mastar biçimine so-
kulmuş, bu durum da dipnot ile belirtilmiştir.
24 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

• Kullanılan kimi kaynaklarda anlamlar numaralandırı-


larak birbirinden ayrılmıştır. Çalışmada böyle bir yol
izlenmediği için kullanılan kaynaklardaki numaralan-
dırma kaldırılmış, farklı anlamlar noktalı virgül ile
birbirinden ayrılmıştır.
• Eş sesli veriler üst işaretli Romen rakamı ile sıralan-
mıştır.
• Çalışırlar, tereddütlü buldukları verilerde soru işare-
ti “?” kullanmışlardır. Çalışma bünyesinde tereddüt
edilen unsurların bunlardan ayrılması için soru işareti
parantez içinde “(?)” kullanılmıştır.
• Garkavets’in kullandığı kısaltmalar, sadece gerektiği
durumlarda (gram., dilb., sık. vb.) belirtilmiş, her söz-
cükte gösterilmemiştir.
• Derlemde özellikle EK metinleri için pek çok kayna-
ğa başvurulmuştur. Bunlardan biri (Algış Bitigi) hariç
tamamı yabancı dillerde yazılmıştır. Bu kaynaklardan
alınan sözcüklerin anlamları Türkeçeye çevrilerek su-
nulmuştur.
• EK metinleri için kullanılan kaynaklar arasında Alek-
sandr Garkavets’in 2010 yılında basılan eseri Kıp-
çakskiy Slovar’ en geniş ve en güncel çalışmadır. Do-
layısıyla kendisine kadar yapılan çalışmalarda yapılan
pek çok hatanın bu çalışmada telafi edildiği gözlem-
lenmiştir. Dolayısıyla bu çalışmada da EK verilerinin
anlamları Garkavets’in çalışmasına göre dizayn edil-
miştir.
• EK eserlerine /ı/ sesinin yazımı genelde önemsen-
memiştir. Bu nedenle bir sözcüğün hem /ı/’lı hem de
/ı/’sız varyantları mevcuttur. Ayrıca normalde /ı/ sesi
barındıran ve bu varyantı olan sözcükleri /i/’li var-
yantları da EK eserlerinde görülmektedir. Bu tip ay-
kırı varyantlar orijinal varyantlar mevcutken listelen-
memiştir.
GİRİŞ • 25

İkinci Bölüm’de;
• Fonetik varyantları veya imlaya bağlı farklı şekilleri
olan fiillerin ya en aslî biçimi ya da en yaygın biçimi
asıl madde olarak değerlendirilmiş, diğer şekiller bu
asıl maddeye göndermeli olarak sunulmuştur.
• Dankoff&Kelly ve Clauson, verilerdeki uzunlukları
belirtirler. Bu verilerde sadece sözcük kökü veya ta-
banında yer alan uzunlukları dikkate alınmış, bilinen
ekler üzerindeki uzunlukla dikkate alınmamıştır.
• Dankoff&Kelly’nin çalışmasında dizin bölümünde
sadece kök (ya da kök kabul edilen geniş biçimler) bi-
çimlere anlam verilmiş, o kökten türeyen sözcüklere
anlam verilmemiştir. Bundan dolayı mastar biçim me-
tinde yer alan kaynak dildeki cümlede yer alan çekim-
li fiilin içinden çıkartılmıştır. Clauson ve DTS’de de
çatı eki alan fiillere kimi zaman doğrudan bir anlam
verilmemiştir. Bu durumda örnek cümlelerden mastar
halinde bir anlam çıkartılmış, eğer buna imkan tanı-
yan bir örnek yoksa, Marcel Erdal’ın Old Turkic Word
Formation adlı çalışmasına başvurulmuştur.
• İmladan ya da yorumlamadan dolayı varlıkları şüp-
heli (veya geçersiz) olan verilerin başına (!) işareti ko-
yulmuştur.
• Fiillere taban teşkil eden alıntı sözcükler için kulla-
nılan sözlüklerde (ör. Steingass’ın Persian-English
Dictionary’si) kimi zaman çok detaylı anlam silsilesi
verilmiştir. Eğer bu silsile söz konusu alıntı sözcüğün
semantik boyutunu aydınlatacak durumda ise, aynen
o sözlükten alınmıştır; ancak herhangi bir katkı sağla-
mayacaksa o zaman daraltılmış veya ilgili anlam bö-
lüğü verilmiştir.
• Fiillere taban teşkil eden alıntı sözcükler (Arapça,
Farsça ve Ermenice) için kullanılan sözlüklerin ver-
26 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

diği (Ermenice hariç) Latin harfli biçimler, doğrudan


alınmakla beraber Türk Latin alfabesinde bulunan
harfler ile gösterilmiştir.
• (Birinci bölüm ile birlikte) Sözcük ve anlamı bir çalış-
madan alıntılandığında normal metin içi atıftan fark-
lı olarak sadece “çalışmanın kısaltması”, “virgül” ve
“sayfa numarası” gösterilmiştir: Ör. (KS, 355). Bunun
dışında kalan kullanımlarda normal metin içi atıf sür-
dürülür.
I. BÖLÜM: FİİL YAPIM EKLERİ VE KA-
TEGORİ DIŞI FİİLLER

Bu bölümde, fiil yapım ekleri isimden fiil yapım ekleri ve


fiilden fiil yapım ekleri olarak iki ana başlıkta incelenmek-
tedir. Bunlara ilaveten üçüncü bir başlıkta, fiil yapımı içeri-
sinde bulunmayan ya da etimolojik olarak bir kategori içine
alınamayan (bununla birlikte türemiş olduğu düşünülen) fi-
iller yüzeysel bir şekilde verilmiştir. Bu veriler -birleşik fiil-
ler hariç- CC ve EK’de türemiş fiiller dışındaki fiil varlığını
göstermesi bakımından tamamlayıcı olacaktır.

1.1. İSİMDEN FİİL YAPIM EKLERİ


1.1.1. +A-7
Ünsüz ile biten isim tabanlarına gelerek geçişli ve geçiş-
siz fiiller yapar.
Eski Türkçenin en işlek ikinci isimden fiil yapan eki ko-
numunda olan bu ek ünsüzle bitmek koşulu ile tek veya iki
heceli tabanlara gelebilmektedir (Erdal, 1991: 428). +A- eki
Eski Türkçede, +tA- gibi, sadece Türkçe tabanlara eklen-
mektedir; ancak +tA-’dan farklı olarak iki heceli tabanlara
da gelebilmekte ve bu durumda ikinci hecedeki ünlü genel-
likle düşürülmektedir (Erdal, 1991: 416).8
Brockelmann geçişli ve geçişsiz fiiller yapan bu ekin ön-
ceki dönemde daha canlı olduğunu sonradan donuklaştığını
söylemektedir (1954: 213). Ercilasun, ekin Kutadgu Bilig’de
7 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 213; Räsänen, 1957: 144; Gabain,
1988: 48; Erdal, 1991: 418; Gabain, 1998; Karaşlar, 2012: 202; Güvenç, 2014:
49.
8 Buna tek istisna Erdal’ın verdiği mayak+an-’dır.
28 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

işlek kullanıldığını, geçişli ve geçişsiz fiiller türettiğini ve


iki heceli olup /n/, /r/, /z/ gibi ünsüzlere eklendiğinde önceki
dar ünlülerin orta hecenin vurgusuzluğundan dolayı düştü-
ğünü aktarır. Ayrıca kökre-, opra- gibi örnekler üzerinde
taklidî tabanlara geldiğinde vurgusuz orta hece ünlüsünün
düştüğünün tahmin edilebileceğini söyler (Ercilasun, 1984:
15-16).
Ek Orta Türkçede de işlek biçimde kullanılmıştır (bk. Ha-
cıeminoğlu, 1991: 180, 181, 195, 196).
Aşağıda verilen CC&EK örnekleri, yukarıda da zikredil-
diği gibi, ünsüz ile biten tek ve iki heceli tabanlara eklen-
miştir. Derlemdeki çayaḫa- 9 (< yayıḳ+a-) ve saġışa- gibi
örnekler istisna olmakla birlikte, söz konusu ek iki heceli
tabanlara geldiğinde o tabanın ikinci hece ünlüsü Eski ve
Orta Türkçedeki gibi düşmektedir.

a) Geçişli +A- fiilleri:


aşa- ‘yemek yemek’ (CC, 425) ~ ‘yemek yemek; acıya tahammül
etmek’ (DAK, 79; KS, 153); ata- ‘ad vermek; vadetmek’ (AB, 140;
KS, 164); bezä- ‘süslemek, düzenlemek, temizlemek (KS, 265);
çayaḫa-/çayḫa- ‘çitilemek, çırparak yıkamak’ (DAK, 183; KS,
373); çinä- ‘ipek işlemek, örmek’ (CC, 685); elä- ‘elekten geçir-
mek; tohum serpmek, savurmak’ (DAK, 234; KS, 481); klä-/kıla-
(< tile-) ‘istemek, niyetlenmek; rica etmek, talep etmek’ (LEK, 60,
74; DPY, 397; DAK, 400; PTW, 135; KCH, 177; EKT, 291; AB, 175;
DL, 324; KS, 703); küçä- ‘zorlamak, zor kullanmak’ (CC, 767), ~
‘güç uygulamak, kaba kuvvetle etkisiz kılmak, boyun eğdirmek,
hakim olmak, üstünlük kurmak’ (KS, 766); ḳama- ‘kamaştırmak,
kamaşmak’ (CC, 724); ḳarġa- ‘beddua etmek, lanetlemek’ (CC,
727) ~ ḫarġa- ‘beddua etmek, lanetlemek, küfretmek’ (PTW, 130;
DAK, 452; AB, 162; KS, 812); ḳıyna-/ḳına- ‘işkence, eziyet et-
mek’ (CC, 739, 741) ~ ḫıyna- ‘ay.’ (DAK, 478; KCH, 173; AB, 174;
9 çayḫa- biçimi de eş zamanlı olarak mevcuttur.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 29

KS, 858); ḳısta- ‘sıkıştırmak, ısrar etmek, üstelemek, zorlamak’


(CC, 741); ḳopsa- ‘ilahi söylemek’ (CC, 751); oyna- ‘oynamak’
(CC, 537) ~ ‘oynamak, kendini eğlenceye kaptırmak, dans etmek’
(DAK, 599, KS, 1084); örtä- ‘yakmak’ (KS, 1100); sana- ‘say-
mak, hesaplamak’ (CC, 547), ay. (LEK, 69; DAK, 664; KS, 1234);
saġışa- ‘düşünmek, niyet etmek’ (CC, 803); sına- ‘sınamak, dene-
mek’ (CC, 812) ~ ay. (LEK, 68; DAK, 680; KCH, 184; KS, 1276);
tergä- ‘araştırmak, incelemek, denetlemek’ (CC, 838) ~ tergä-/
tergi- ‘teyit etmek, denemek, incelemek, üzerinde düşünüp taşın-
mak’ (LEK, 74; DAK, 752; AB, 196; KS, 1426); tibä- ‘sürmek,
devirmek, tahttan indirmek, baş aşağı etmek, üzerinde baskı kur-
mak, baskı yapmak’ (KS, 1437); tilä- ‘istemek, arzu etmek, dile-
mek’ (CC, 575, 842) ~ ay. (KS, 1440); töşä- ‘yaymak, döşemek,
örtmek, saman veya talaş sermek’ (DAK, 778; KS, 1496); ula- I
‘ulamak, bağlamak, eklemek’ (CC, 860); uvşa- I ‘okşamak, okşa-
yarak sevmek’ (CC, 865).

b) Geçişsiz +A- fiilleri:


açıġan- (bk. -(X)n- maddesi); (aḍ na- >) aynı- ‘dönmek, bulan-
mak’ (CC, 646); benzä-10 ‘benzemek’ (KW, 55) ~ beŋzä- ‘ben-
zemek, çağrıştırmak’ (KS, 255-256); esnä- ‘esnemek’ (CC, 704);
ḫavşa-/ḫavş-11 ‘çatırdamak, gevşemek, düzeni bozulmak’ (KS,
830); ḫora- ‘güçsüz, zayıf olmak’12 (KW, 103, CC, 713); ınçḳa-
‘hıçkırmak’ (CC, 717) ~ ınçḫa- ‘iç çekmek, inlemek’ (DAK, 292;
KS, 638); oġra- ‘karşılaşmak; beklenmedik bir duruma düşmek’
(DAK, 565; KS, 1038); opra- ‘sallanmak, dalgalanmak, titremek’
10 Argunşah&Güner bu sözcüğü isim olarak düşünmüşlerdir (2015: 181, 437); fakat
oşḳa- fiilinin üçün teklik şahıs çekiminin yanına ilave edilen benzär verisi onun
gibi fiil çekimi olmalıdır. Ünal’da da fiil şeklindedir (2010: 241).
11 Bu veri Tryjarski’de bulunur ve anlamı ‘bir kadınla sevişmek, (ahlak açısından)
düşmek’tir (DAK, 462). Garkavets bu veriyi ondan doğrudan alıp müstakil bir veri
oluşturmuştur; fakat ḫavşa- maddesine de gönderme yapmıştır. Kaynakta şimdiki
zaman çekimi ile bulunan veri (= ḫavşıyırmen) Garkavets’in de öngördüğü gibi
Tryjarski tarafından yanlış analiz edilmiştir.
12 Argunşah&Güner, bu fiili ‘güçsüzleştirmek, zayıflatmak’ şeklinde anlamlandırmışlardır;
fakat Latince fiilin (deficio) geçişli anlamının bu anlamı vermemesi, geçişsiz
anlamının ise en iyi şekilde vermesi (bk. OLD 1968: 500), tarihi tanıklar bu
anlamı desteklememesi dolayısıyla Grønbech’in verdiği anlam korunmuştur.
30 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(DAK, 581; KS, 1058); oşḳa-/ovşa-/uvşa- II ‘benzemek; bir şeyi


adet haline getirmek, bir şeye alışmak’ (CC, 535, 790, 865) ~
oḫşa- ‘benzemek, çağrıştırmak’ (AB, 183; KS, 1047); orna- ‘ika-
met etmek, bir yerde yerleşmek, bir yeri yurt edinmek’ (CC, 789);
sarna- ‘okumak, seslenmek, ilahi söylemek’ (LEK, 69; DPY, 404;
DAK, 667; PTW, 143; KCH, 183; EKT, 294; AB, 188; KS, 1242);
sıḫta-/sıġta- ‘yalvarmak, dilemek; yas tutmak; bastırmak, sıkış-
tırmak’13 (DAK, 680; KS, 1275); yaŋşa-/yaŋışa- ‘saçmalamak;
çekiştirmek, dedikodu etmek, iğnelemek’ (DAK, 314; KS, 1643);
yaşa- ‘yaşamak, yaşında olmak’ (LEK, 81; DPY, 395; KS, 1667);
yoḫa-14 ‘yok edilmek, tahrip edilmek’ (KW, 125).

Bu kategorideki fiillerden ḳama-, ḳarġa-, opra-, sarna-,


töşä- ve yaŋşa- sözcüklerinin etimolojik olarak bu ekle tü-
reyip türemediği, tarihî dönemde tanıklanan bir tabanları
olmadığı için, tartışmalıdır; bununla birlikte bu eki almış
diğer fiiller ile aynı işlevleri taşımaları aynı şekilde türemiş
oldukları ihtimalini saklı tutar. Bunlar dolayısıyla bu kate-
gori altında değerlendirilmişlerdir.

1.1.2. +Ay- (< +Aḍ-)15


+A- ve -y- (< -d-)̣ eklerinin birleşiminden oluşmaktadır.
Gabain, Eski Türkçe için bu ekin “bir şey olmak veya
yapmak” gibi bir anlam sağladığını belirtir (Gabain, 1988:
48-49). Gabain’in kullandığı örnekler arasında anlam değiş-
mesine uğramış yiged- (“iyileşmek” >) “yenmek”, köked-
(“göğe yükselmek” >) “övmek” gibi geçişlilik kazanmış
fiiller var; ancak bu, Erdal’da görüldüğü üzere, +U- gibi,
13 ‘bastırmak, sıkıştırmak’ anlamları Garkavets’in kendi tasarrufudur. Verilen örnekler
bu anlamları desteklemez.
14 Bu fiil, Argunşah&Güner’de yer almamaktadır; zira Grønbech’in heč bütün
joχady teni olarak transkribe ettiği kısmı (1942: 125), onlar heç bütün yoḫ edi
teni olarak okumuşlardır (2015: 362). Bu noktada Drimba’nın bu kısmı heč
bwtwn iochadi teni şeklinde translitere ettiği görükmektedir (2000: 122), ki bu
da Grønbech’in okuma tercihini doğrulamaktadır.
15 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 216; Gabain, 1988: 48-49; Erdal, 1991:
485; Gabain, 1998; Karaşlar, 2012: 214; Güvenç, 2014: 60.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 31

geçişsiz fiiller oluşturmaktadır (Erdal, 1991: 485; ayrıca bk.


Ercilasun, 1984: 17; Taş, 2009: 87-88).
Ekin türetim işlekliği Eski Türkçede yüksek iken (bk.
Erdal, 1991: 485), Orta Türkçede düşer (bk. Hacıeminoğlu,
1991: 182, 196).
berkäy- ‘güçlü, dayanıklı olmak; direnmek, baş kaldırmak’
(DAK, 128; KS, 249, 258); bükräy- ‘bükülmek, kamburlaşmak;
kıvranmak’ (KS, 350); egräy- ‘eğilmek, bükülmek’ (DAK, 231;
KS, 471); ḫartay- ‘yaşlanmak’ (LEK, 56; DAK, 458; KS, 824);
körkäy- ‘güzel, çekici, hoş olmak; süslenmek, şık giyinmek’
(DAK, 415; KS, 737); küçäy- ‘gelişmek, güçlenmek; güç göster-
mek; hakim olmak’ (KS, 766); muŋay- ‘üzülmek, acı çekmek’
(KS, 988); saġay- ‘sağlığına kavuşmak, iyileşmek’ (PTW, 143;
DAK, 656; KCH, 183; KS, 1217); soḫray- ‘kör olmak’ (DAK, 689;
KS, 1291); ulġay- ‘büyümek, gelişmek’ (CC, 588); (yoḳ ay- >)
yoġoy- ‘küçülmek, incelmek’ (CC, 893).

1.1.3. +(A)l-16
Sıfat türündeki isim tabanlarına eklenerek geçişsiz fiil
yapar. Ünsüz ile biten tabanlara +Al- şeklinde; ünlü ile biten
tabanlara ise sadece +l- şeklinde eklenir.
Brockelmann’a göre ek ol- “olmak” fiilinden gelmektedir
(1954: 218).
Gabain, bu ekin Eski Türkçede sık kullanılmadığını be-
lirtmiştir (1988: 49). Erdal’da bu eke rastlanmamaktadır;
fakat onun edilgen çatı eki -(X)l- bahsine bakıldığında, Er-
cilasun tarafından +l- eki bünyesinde değerlendirilen tusul-
“faydası dokunmak, yaramak” (1984: 20) fiilinin, bu bahiste
görülmektedir (Erdal, 1991: 679). Erdal, edilgenliği tartış-
malı olan alpal- ‘savaşçı olmak’, moymal- ‘şaşırmış olmak’
gibi örnekleri -(X)l- bahsine almıştır.
16 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 218; Räsänen, 1957: 147; Gabain,
1988: 49; Güvenç, 2014: 75.
32 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

-(X)l- ekinin “morfoloji” alt başlığında, çok heceli olup


/l/ ile biten fiillerin tamamının edilgen fiiller olmadığını, kö-
sül-, sögül-, suçul-, topol-, yaŋıl- ve yaval- gibi fiillerin bu
bölümde ele alınmayacağını dile getirmiş (Erdal, 1991: 689);
fakat bunların nasıl değerlendirileceğinden bahsetmemiştir.
Nugteren ve Korpershoek; Oğuzca olarak adlandırdıkla-
rı ekin ne +(A)r ve +(A)d-’ın aykırı ses değişimine uğramış
biçimi olduğu ne de *al- veya *bol- fiillerine dayandığı fik-
rini kabul ederler. Bu çalışırlar, temel olarak bu ekin +A- ve
-l- kombinasyonu ile oluştuğu ve zamanla ikinci unsurun
edilgenlik durumunu yititirdiğini düşünmektedirler (2007:
64-65).17
Bu ek ile türetilen fiillere sadece EK’de rastlanmıştır.
ḫaral- ‘karanlık olmak, loş olmak, sönükleşmek’ (DAK, 450; KS,
808); sarıl- ‘sararmak, soluklaşmak’ (KS, 1241); saġal-/saġıl- II
‘iyileşmek, düzelmek’ (KS, 1217).

1.1.4. +(A)r-18
Ad ve çoğunlukla sıfat türündeki isimlere; ünlü ile biten-
lerine doğrudan +r-, ünsüz ile bitenlerine ise +Ar- şeklinde
eklenerek geçişsiz fiil yapar.19Ekin semantik işlevi ise ekle-
nilen kök veya gövdeden, eğer nitelik bildiren bir sıfat ise, o
nitelik gibi olma; eğer bir durum bildiren ad ise, o durumu
taşıma, ona sahip olma ifaden eden fiiller türetmektir. Bu
iki semantik boyuttan, aşağıda da görüleceği üzere, birincisi
baskın gelmektedir.
17 Ayrıca şunu da belirtirler ki, ekin daha sonra, belki de Eski Oğuzcada, morfolojik
karakteri değişmiş ve +(A)l-’a dönüşmüştür. Bu karakter onun ünlü ile biten
sıfatlara da eklenebilme esnekliği tanımıştır (2007: 65). Ekin bu dönüşümü
muhtemelen +(A)r-, +(A)d-’a benzeşme yoluyla gerçekleşmiştir.
18 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 220-221; Räsänen, 1957: 149; Gabain,
1988: 50; Erdal, 1991: 499; Gabain, 1998; Karaşlar, 2012: 268; Güvenç, 2014:
55.
19 Buna ilave olarak, Erdal bu eki almış fiillerin sıkı sıkıya geçişsiz olup sonradan
ne edilgen ne de geçişli olabildiğini söylemektedir (1991: 506).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 33

Ekin etimolojisi için Brockelmann “belki de är- ‘olmak’


fiilinden gelmektedir.” der (1954: 220). Ramstedt de bu eki
Moğolca -rA- yapım eki ile birleştirir (1912: 34).
Bu ekin ilk örneklerine Eski Uygur Türkçesinde rast-
lanır. Runik harfli metinlerde görülmeyişinde, o dönemde
isimden geçişsiz fiil yapan +(A)d- ve +(X)k eklerinin baskın
mevcudiyeti rol oynamış olabilir.
Ancak Köktürk dönemi sonrasında sayıca onları yakala-
dığı Erdal tarafından ifade edilmiştir (1991: 499).
Orta Türkçede, metinlerin söz varlığı çerçevesinde, ekin
işlekliği düşmüş gözükmektedir (bk. Ercilasun, 1984: 18;
Hacıeminoğlu, 1991: 181, 196; Karamanlıoğlu, 1994: 47).20
aḫar- ‘ağarmak, kırlaşmak’ (DAK, 57; KS, 55); belgir- ‘meydana
gelmek, belirmek’ (KS, 254); bular-/burul- II/bulur- ‘şaşırmak;
yolunu kaybetmek; doğru yoldan ayrılmak, sapkınlık göstermek’
(LEK, 48; DAK, 167; AB, 149; KS, 334); delir-/telir-/delil-/delin-
‘çıldırmak, aklını kaçırmak; öfkeden deliye dönmek’ (DAK, 208;
KS, 422, 1410); eskir- ‘eskimek, yaşlanmak; eski ve harap olmak’
(KS, 503); ḫısḫar- ‘kısalmak, küçülmek’ (KS, 855); ḫocar- ‘zen-
ginleşmek; yaşlanmak, kocamak’ (DAK, 482) (KS, 866); ḫovar-
‘ölmek, kırılmak, telef olmak’ (CC, 713); ḳoyur- ‘kurumak, suyu
çekilmek, katılaşmak’ (CC, 753) ~ ḫoyur- I ‘koyulaşmak, kıvamlı
olmak, katılaşmak’ (KS, 888); inçkärt- ‘inceltmek’ (DAK, 292;
KS, 615); kebär- I ‘ölmek’ (KS, 663); keçar- ‘son bulmak, sona er-
mek’ (KS, 65); kegär- ‘rezil olmak, utanç verici duruma düşmek’
(CC, 731); kögär- ‘mavi olmak, maviye dönmek’ (DAK, 402; KS,
721); ḳarar- ‘kararmak’ (CC, 726) ~ ḫarar- ‘kararmak, kasvet-
li olmak’ (DAK, 450; KS, 810); ḳayġır- ‘üzülmek, kaygılanmak’
(CC, 729) ~ ḫayġur-/ḫayġır- ‘ay.’ (DAK, 464; AB, 162; KS, 832);
ḳızar- ‘kızarmak, yanıp tutuşmak’ (CC, 742) ~ ḫızar- ‘ısınmak,
kızmak; kızarmak’ (DAK, 479; KS, 860); sarart- ‘sarartmak, sol-
durmak; sarıya boyamak’ (KS, 1239); teŋärt- ‘denk kılmak; ben-
20 Son iki çalışmada da hatalı bir şekilde isimden geçişli fiil yapan +gAr- eki almış
fiiller (başar-, oŋar-) +(A)r- bahsine dâhil edilmiştir. Benzer bir hatayı söz yapımı
çalışmasında oŋar- ‘düzeltmek, onarmak” ile İbrahim Taş da tekrarlar (2009: 89).
34 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

zetmek’ (KS, 1414); yaḳşır-21 ‘kendini düzeltmek, (kendine) çeki-


düzen vermek’ (CC, 871); yaşar- ‘yeşermek, yeşile dönmek, çiçek
açmak’ (DAK, 327; KS, 1667); yäŋir-/yäŋil- ‘yenilenmek’ (AB,
206; KS, 1680); yuḫart- ‘inceltmek silmek’ (KS, 1735).

Yukarıdaki fiillerden ḫovar-, keçar- (keçär- okumak


mümkün) ve keger- etimolojik açıdan sarih değildir. An-
cak ilk ikisi sonuncuya göre bu başlık altında değerlendi-
rilmek için uygundur. Birinci fiilin tarihî tanıklamalarda
“solmak, sararmak, kurumak” anlamlı örnekleri vardır (bk.
2. Bölüm). Öyleyse kov/kof gibi tabandan bu ekle türetilmiş
olabilir. “sona ermek” anlamlı ikinci örnek ise muhtemelen
keç/kéç tabanına dayanıyor. keger- örneğine gelince, bu fiil
“kök/taban + Ar- = geçişsiz fiil” formülüne uygun olmakla
birlikte semantik açıdan muğlaktır.
telir-/delir- fiili EK’de delil- ve delin- şekillerinde de
kayda geçmiştir. Bunları farklı ek ile türetilmiş şekiller ola-
rak kabul edilemez; zira -n- eki ile isimden fiil oluşturmak
mümkün değil, +l- ile de bu mümkünse bile tarihî olarak
buna rast gelinmemiştir. Bu durumu, /r/’nin akıcı bir ses ola-
rak diğer akıcılara yani /l/ ve /n/ dönüşmesi veya yazıcı ha-
tası olarak yorumlamak mümkündür.

1.1.5. +DA-22
Tek heceli ad tabanlarına gelerek geçişli, iki heceli yan-
sıma ad tabanlarına gelerek de geçişsiz fiiller yapar.23 Ek,
CC&EK’de ünlü ve tonlu ünsüzlerden sonra +dA-, tonsuz
ünsüzlerden sonra ise +tA- şeklindedir.
21 Grønbech bu sözcüğü yular olarak okumuş, anlam verememiştir (1942: 128).
22 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 216, 223; Räsänen, 1957: 145; Gabain,
1988: 50; Erdal, 1991: 455; Gabain, 1998; Karaşlar, 2012: 215; Güvenç, 2014:
62.
23 Erdal, yansıma tabanlara gelen odA-’nın bu yapım ekine dahil olmadığını, de-
‘demek’ fiilinin kaynaşması ile ortaya çıkmış veya Moğolca modellerin takip
edildiğini ifade etmektedir (1991: 457). Bu düşünceler şimdilik ikna edici olmadığı
için yansıma fiilleri de bu kategoride değerlendirmekteyiz.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 35

Eski Türkçedeki üretkenliği, aynı fonksiyondaki +A- ve


+lA-’ya nazaran, daha düşüktür (Erdal, 1991: 455). Yukarıda
zikredildiği gibi tek heceli tabanlara gelir; fakat Erdal üstä-
<*üzä+tä- istisnasını da göstermiştir (1991: 457).24
Orta Türkçede de yansıma tabandan türettiği sözcükler
bir tarafa bırakılırsa ekin türetim işlekliliği düşüktür (bk.
Ercilasun, 1984: 18-19; Hacıeminoğlu, 1991: 183-184, 196-
197; Güner, 2013: 159).
CC&EK’de bu ek ile türetilen fiiller aşağıda geçişli, ge-
çişsiz ve yansıma olarak üç grupta ele alınmaktadır:

a) Geçişli +DA- fiilleri:


alda- ‘aldatmak’ (CC, 418, 624) ~ ay. (LEK, 43; DAK, 62; AB, 134;
KS, 69); iste-/istä- ‘istemek, dilemek, arzulamak, ihtiras duymak’
(KS, 624); izdä- ‘aramak, sormak’ (CC, 486, 487) ~ ‘aramak, izini
sürmek, izlemek; talep etmek, rica etmek’ (LEK, 58; DPY, 393;
DAK, 300; AB, 170; KS, 636); tılta- ‘bahane göstermek, ihmal et-
mek’ (CC, 840); ündä- ‘seslenmek; davet etmek’ (CC, 593, 868) ~
‘davet etmek, mahkemeye çağırmak’ (LEK, 78; DPY, 409; DAK,
805; EKT, 296; KS, 1577); yeltä-/yılta- ‘yüreklendirmek, teşvik
etmek; kışkırtmak, ayartmak’ (KS, 1687).

b) Yansıma +DA- fiilleri:


bürküldä- ‘titreşmek, sallanmak’ (CC, 677); cıvılda- ‘şakımak,
cıvıldamak’ (KS, 462); çatırda- ‘çatırdamak, çıtırdamak’ (KS,
372); gırçılda- ‘gıcırdamak’ (KS, 545); hav̇ ulda-/havılda- ‘hav-
lamak’ (DAK, 271; KS, 573); ḫırılda-/ḫırıldır-/ḫırışdır- ‘hırıl-
damak’ (KS, 851; DAK, 474); pırḫılda- ‘kaynamak, köpürmek,
dalgalanmak’ (KS, 1142); solḳulda- ‘sendelemek, titremek, sal-
24 Tekin; bu etimolojiyi, vurgusuz orta hece ünlüsünün sadece dar varyantlarda
düşmesi ve üz ‘üst’ sözcüğünün CC’de geçmesi dolayısıyla doğru bulmamaktadır
(1993: 205).
36 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

lanmak’ (CC, 817); taḫılda- ‘tıkırtı yapmak; lak lak etmek’ (KS,
1369); tırpılda- ‘tir tir titremek; çabalamak, çırpınmak’ (CC, 841).

Yansıma grup içinde yer alan ḫırıldır- ve ḫırışdır- örnek-


leri +dA- eki almadıkları halde bu başlık altında değerlen-
dirilmektedir; zira “hırıldamak” anlamına gelen bu fiillerin
başka bir ek (örneğin; -dIr-) bünyesinde değerlendirilme
şansı yoktur. Son hecelerinin {-da} yerine {-dır} olması ve
yansıma tabanların ikinci hecesinde hiç görülmedik şekilde
{-ış-} kullanılması yazıcı hatası olarak düşünülebilir.

1.1.6. +DI-25
Geçerliliği kabul gören bir ek olmamakla birlikte, aşa-
ğıdaki örnekler için söz konusu olabilir. İsim tabanlarından
geçişli ve geçişsiz fiiller türetmektedir. Brockelmann’a göre,
+dA- ekinin ses değiştirmiş biçimidir (1954: 217).
(a ŋdı->) andı- ‘sabırsızlıkla beklemek, gözetlemek, pusu kur-
mak’ (CC, 630); (uḍ ı->) uyu- ‘uyumak’ (CC, 591, 866) ~ ‘uyu-
mak; uyuşmak, hareketsiz kalmak, felç olmak; donmak, katılaş-
mak, yoğunlaşmak, pelteleşmek (kan, süt, bal ve yağ)’ (DAK, 819;
KS, 1569).

Bu iki örneğin aynı +DI- eki ile türetilip türetilmediği


kesin olarak söylenemez. Eş zamanlı olarak metinlere yansı-
mış andı- ve uyu- sözcüklerinde; bir örnekte ek ünsüzü de-
ğişmeden kalırken, diğer örnekte önceden akıcılaşmış oldu-
ğu görülüyor. Diğer yandan ilk sözcük geçişli iken, ikincisi
geçişsizdir. İkinci örnek ise ET u ‘uyku’ ile ilişkilidir (bk.
Clauson, 1972: 2).26

25 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 217; Räsänen, 1957: 145.


26 Clauson, uḏı- fiilinin *uḏ gibi bir tabandan türemiş olmayı düşündürdüğünü;
ancak bu anlamda böyle bir sözcüğün hiçbir dönemde görülmediğini söyler.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 37

1.1.7. +GA-27/+(X)rGA-28
Bu yapım ekleri duygu ve algı anlamı taşıyan, çoğunlukla
geçişli fiiller oluşturmaktadır (Erdal, 1991: 458). Söz konusu
iki ek burada aynı başlık altında değerlendirilmektedir; zira
belirtildiği üzere ikisi de semantik boyutu aynı olan duygu-
algı filleri oluşturur. Bu eklerin hangisinin hangi tabanlara
geldiği konusunda Erdal şu koşulları verir:
I. Ünsüz ile biten tek heceli tabanlarda ek tam biçiminde,
yani +IrKA- şeklindedir.
II. Ünlü ile biten iki heceli tabanlara ek yardımcı ünlüsü
olmaksızın + rKA- biçiminde eklenir.
III. Ünsüz ile biten iki heceli tabanlara ise +KA- olarak
gelir (1991: 458-459).
Gabain’in ET kiŋkäş- ‘danışmak’ verisi yukarıdaki ko-
şullara uymamaktadır (1988; ayrıca bk. Räsänen, 1957: 146).
Bu koşulu sağlamayıp semantik olarak bu ekin özelliği-
ni taşıyan tek örnek iske-’dir. Bununla beraber, bu sözcük
Et-tuhfe’de iyiske-, Kitab fi’l-fıkh’ta da yiske- biçimindedir.
Dolayısıyla bu, sözcüğün aslında iki heceli bir tabandan tü-
remiş olabileceğini gösterir.29
Bu iki ek, çok işlek olmamakla birlikte en çok sözcük ya-
pımını Eski Türkçede göstermektedir. Orta Türkçede30 +(X)
rKA-’nın türetimi çok düşüktür (bk. Hacıeminoğlu, 1991:
197). Kaynaklara yansıyan tek yeni türetim Memlûk-Kıpçak
eseri Tercüman-ı Türkî’deki azırga- ‘küçümsemek’tir (Gü-
ner, 2013: 164). Bununla birlikte, morfem sayısının azlığı
27 Bu ek için ayrıca bk. Erdal, 1991: 458; Karaşlar, 2012: 227; Güvenç, 2014: 68.
28 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 217, 222; Räsänen, 1957: 146, 149;
Gabain, 1988; Erdal, 1991: 458; Gabain, 1998: 84; Karaşlar, 2012: 274.
29 Räsänen, Zajączkowski’den naklen Karayca ijis ‘Geruch’ tabanını vermektedir
(1957: 146).
30 Ali Fehmi Karamanlıoğlu Kıpçak Türkçesi Grameri adlı çalışmasında (bk.
1994 yayını) ve Necmettin Hacıeminoğlu Harezm Türkçesi ve Grameri adlı
çalışmasında bu eklere yer vermemiştir (bk. 1997 yayını). Halbuki bu dönemde
esirge-, soyurḳa-, yarlıḳa-/yarlıġa- sözcükleri bulunmaktadır (bk. Ünlü, 2012).
38 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

nedeni ile olsa gerek, +KA- diğerine nazaran daha canlı kal-
mıştır.
CC&EK’de +KA- eki, tonsuz ünsüzlerden sonra +ḳa-
/+ke-, tonlu ünsüzlerden sonra +ġa-/+ge-’dir. +(X)rKA- ekin-
deki tonsuz ET /ḳ/ ve /k/ söz konusu verilerde hep tonludur.
a) +KA- fiilleri:
esirgä- ‘acımak, merhamet etmek, esirgemek’ (CC, 703) ~ ay. (KS,
502); iskä- ‘(güzel) kokmak’ (DAK, 295; KS, 623); (yarlıġḳ a->)
yarlıġa-/yarılġa- ‘merhamet etmek; affetmek’ (CC, 877, 878) ~
yarlıġa-/ yarlıġay-/yarlıha- ‘ay.’ (LEK, 80; DAK, 324; KCH, 175;
EKT, 290; AB, 208; KS, 1658).

b) +(X)rKA- fiilleri:
buşurġan-/buşurhan- ‘kaygılanmak, tedirgin olmak, kafa karı-
şıklığı yaşamak; yaygara yapmak’ (KS, 341); soyurġa- ‘ödüllen-
dirmek, nimet vermek; lütfetmek’ (CC, 817).

1.1.8. +I-31
Bu ek, Gabain ve Räsänen tarafından +A-’nın bir varyan-
tı olarak kabul edilip aynı kategoride değerlendirilmiş (Ga-
bain, 1988: 48; Räsänen, 1957: 144), Brockelmann ise +I- ve
+U-’yu farklı başlıklarda ele almıştır (1954: 215). Erdal da
bu ekleri farklı başlıklarda ele almış; fakat bunu yaparken
+U-’nun semantik olarak +I-’dan daha istikrarlı oluşu gibi
bir gerekçe sunmuştur (1991: 474). +U- eki her ne kadar +I-
ile benzer işlevde olsa da düz ünlülü kök/tabanlara da ek-
lenmektedir. Dolayısıyla Erdal’ın de değindiği gibi bu ekler
birbirinin allamorfu değildir (1991: 474).
31 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 215; Räsänen, 1957: 144; Gabain,
1988; Erdal, 1991: 479; Gabain, 1998: 83; Karaşlar, 2012: 221; Güvenç, 2014:
72.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 39

+I- eki, +A- ekinde olduğu üzere, ünsüzle biten tabanlara


gelmektedir. İki heceli olup ikinci hecesinde vurgusuz ünlü
taşıyan fiillerde ikinci hecenin düşmesine neden olur.
Çatı açısından “geçişli ve geçişsiz” (Ercilasun, 1984: 16)
veya “genellikle geçişli” (Taş, 2009: 91) fiiller türettiğine
dair ifadeler vardır. Bu, eldeki veri ile de paralellik gösterir.
Bununla birlikte Erdal, +I-’yı “geçişsiz” fiil yapan bir ek ola-
rak tanımlar ve bu bahiste sadece geçişsiz fiillere yer verir
(1991: 479-485).32
Bu ek ile türetilen fiillerin pek çoğu “kök veya tabanın
ifade ettiği şey olmak” anlamını taşırlar (Erdal, 1991: 479);
bununla birlikte Erdal bu semantik yönü ihtiva etmeyen fiil-
leri de örneklemiştir (1991: 483-484).
+I- eki ile teşkil edilenler arasında rotasizm/zetasizm ör-
nekleri de vardır: kutur- (< *kutrı-) ve kutuz; sekir- (< sekri-)
ve sekiz33; semir- (< semri-) ve semiz.
Orta Türkçede bu ekle türetilen sözcükler çoğunlukla ön-
ceki dönemlerden miras kalan söz varlığıdır. Farklı olarak
alıntı sözcüklere de eklendiği görülmektedir (bk. Hacıemi-
noğlu, 1991: 197).

a) Geçişli +I- fiilleri:


biti- ‘yazmak’ (CC, 665).

b) Geçişsiz +I- fiilleri:


aġrı-/aġru- ‘acı çekmek, ağrımak’ (CC, 416) ~ aġrı-/ahrı- ‘ay.’
(DAK, 55; KS, 47); ayaġış- ‘ayaklı başlı yatmak’ (CC, 644); balḳı-
‘parlamak’ (CC, 650) ~ balḫ- (< bal ḫı-) ‘parlamak, ışıldamak’
32 Erdal, geçişli olan biti- ‘yazmak’ fiilini, Türkçede bit gibi bir sözcük tanıklanmadığı
için ve bu gibi sözcüklerin alıntı olma ihtimali (Ana Moğolcada var olduğunu
belirtiyor) dolayısıyla ele almayacağını söylemektedir (1991: 484).
33 Erdal tarafından EUT metinlerinde tespit edilen bu sözcük ‘kıvrak zekalı’ olarak
anlamlandırılmıştır (1991: 480).
40 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(KS, 212); (yıḍ ı->) ıy- II ‘kokmak’ (CC, 718); ḳutur- (< *ḳū trı- 34)
‘hiddetlenmek, öfkelenmek, kudurmak’ (CC, 766) ~ ḫutur- ‘ku-
duz olmak; cinnet geçirmek’ (DAK, 503; KS, 905); sekir- (<
sekri-) ‘sekmek, sıçramak’ (CC, 550) ~ ‘zıplamak, atlamak, atıl-
mak, sıçramak’ (LEK, 69; DPY, 404; DAK, 671; PTW, 144; KS,
1255); semir- (< semri-) ‘şişmanlamak, yağlanmak, semirmek’
(CC, 808) ~ ‘ay.’ (DAK, 672 KS, 1257); yararı- 35 ‘uymak, uyum-
lu olmak’ (LEK, 80); yıltra- (< yaltrı-/yıltrı-) ‘şimşek çakmak’
(CC, 608) ~ yaltra-/yıltıra-/yıltra-/yeltra- ‘parlamak, ışıldamak’
(LEK, 82; DAK, 309, 344; KS, 1634, 1717); yürü-/yür- (< yorı-)
‘yürümek; (kayık vb. ile denizde) gitmek’ (CC, 614, 615, 900) ~
yüri-/yürü- ‘yürümek’ (LEK, 83; DPY, 396; DAK, 357; PTW, 133;
KCH, 176; AB, 214; KS, 1746, 1749).

1.1.9. +(X)K-/+(X)ḫ36
Ünlü veya ünsüz ile biten tabanlara gelerek geçişsiz fi-
iller türetir. Brockelmann, bu ekin -(X)l- gibi edilgen fiiller
türettiğini söyler (1954: 218). Tüm fiiller için söylenemese de
tarihî örneklerde edilgen fiiller de oluşturmuştur.37
Tek veya iki heceli tabanlara gelen bu ek; fiilden fiil ya-
pan -(X)K- eki ile biçim, anlam, ek dizilişi ve geniş zaman
ekindeki tercihi ile benzerlik gösterir (Erdal, 1991: 492).
Tabanının belirttiği şey olmak veya o hâle gelmek anlamı
34 Tekin, bu biçim yerine, ikinci hecesi yuvarlak ünlülü yani *ḳūtru- biçimine
götürür (Tekin, 2003: 5, 9, 10). Taş ise *ḳūtrı-‘ya dayandırmaktadır (2009: 92).
İsim tabanı ile türemiş fiil arasında rotatisizm/zetasizm ilişkisi bulunan örnekler
hep +I- fiilleri olduğu için bunun da burada değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
35 Deny, bu fiile doğrudan bir anlam vermeyip, şu cümleyi sunmuştur: “toγru
yazuçilarga yararıgaysiz ‘conformez-vous aux bons écrivains’”. Bu cümleden
çıkarıldığı kadarıyla bu fiilin anlamı “uymak, uyumlu olmak”tır.
36 Brockelmann, 1954: 218; Räsänen, 1957: 146; Gabain, 1988: 49; Erdal, 1991:
492; Gabain, 1998: 83; Karaşlar, 2012: 225; Güvenç, 2014: 65.
37 Erdal, örneklerinden sonra fiillerinin edilgen olup olmayışı üzerinde durmamıştır;
fakat söz konusu fiiller arasında edilgen olanlar mevcuttur: agok- ‘to be or get
poisoned’, muŋuk- ‘to be distressed, tormented, pressed’, yelvik- ‘to be affected
by sorcery’ (1991: 497).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 41

taşımayışı ile +U-, +(A)d-, +(A)r-, (ve çoğunlukla da) +I- ek-
lerinden ayrılır (Erdal, 1991: 499).
Eski Türkçede gayet işlek olan bu ek, +GAr- isimden fiil
yapım ekinin oluşmasına da zemin hazırlamıştır (Hacıemi-
noğlu, 2003: 133; Erdal, 1991: 747).
Orta Türkçedeki türetim, Karahanlı dönemi bir kena-
ra bırakılırsa, düşüktür. Bu ek ile türetilmiş sözcüklerinde
metinlerde rastlanma oranı Harezm-Altın Ordu ve Memluk-
Kıpçak eserlerinde oldukça azdır (bk. Hacıeminoğlu, 1991:
197, 202).
açıḳ- 38 ‘acıkmak’ (CC, 620) ~ açıġ-/açıḫ- ‘açlık yaşamak, açlı-
ğa dayanmak’ (KS, 24); birik- ‘birleşmek, toplanmak’ (CC, 664)
~ ‘bağlanmak, birleşmek’ (LEK, 47; DAK, 141; KS, 276); çıḳ-/
çıḫ- (< taşıḳ-) ‘çıkmak’ (CC, 457, 683), ‘(dışarı) çıkmak; (… ol-
duğu) ortaya çıkmak’ (LEK, 49; DPY, 414; PTW, 107, 109; DAK,
189; AB, 151; KS, 388); çınıḳ- ‘denenmek, alışmak’ (CC, 683) ~
çınıḫ- ‘öğrenmek, alışmak; meşk etmek’ (DAK, 192; KS, 393);
keçik-/keçiḫ- ‘geç kalmak, oyalanmak’ (DAK, 376; KS, 665);
tarıḫ- ‘hasret çekmek; endişelenmek; umutsuzluğa düşmek, kor-
kuya kapılmak’ (KS, 1389); uyaḫ- ‘(güneş veya ay) batmak’ (CC,
865); yoluḳ-/yoluḫ- ‘karşılaşmak’ (CC, 611, 895) ~ yoluḫ-/yuluḫ-
‘karşılaşmak; meydana gelmek, ortaya çıkmak’ (LEK, 82; DPY,
395; DAK, 351; KS, 1729).

1.1.10. +KAr-/+Ar-39
İsim tabanlarından geçişli fiiller türetir.
Ramstedt bu ekin isimden fiil yapan +ga- ile ettirgenlik
ekinin kaynaşmış bir şekli olabileceğini söyler (1912: 79).
Brockelmann ise, ig, ıġ taşıyan (ile biten) sıfatlardan er- ‘ol-
38 Berta, bu fiili -(X)k- maddesine almakla birlikte, fiilin aç+ıḳ- şeklinde analiz
edilebileceği ihtimalinin göz ardı edilmemesi gerektiğini, bunun yanısıra *aç-
sıḳ- gibi daha başka bir ihtimalin olduğunu ifade eder (1996: 15).
39 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 217; Räsänen, 1957: 146; Gabain,
1988: 49; Erdal, 1991: 742; Karaşlar, 2012: 220; Güvenç, 2014: 55-59.
42 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

mak’ fiili ile türetilmiş olma ihtimalini düşünmekte40, bu-


nunla birlikte bazı isimden yapılan fiillerin ettirgen anlam
taşıdığını söylemektedir (1954: 217). Bu düşünce öncelikle
fonksiyon olarak tutarsızdır; zira bu tarz bir yapım söz ko-
nusu olsa idi bu ancak geçişsiz bir fiil oluştururdu. Diğer
taraftan {IG} hecesi ile biten sıfatlardan türemiş bir örnek
yoktur. Menges, “muhtemelen -qa- aktif geçişli ile pekişti-
rici -r-”den oluştuğunu belirtir (1995: 160). Erdal, bu ekin
+(X)K- ve -Ar- eklerinin kombinasyonu olduğu görüşün-
de olmakla birlikte ikinci unsur (-Ar-) dolayısıyla bunu bir
isimden fiil yapım eki olarak değerlendirmez (1991: 747).
Ek, Eski Türkçede tek ve iki heceli tabanlara gelmiştir.
İşlekliği ET döneminden sonra düşer. Orta Türkçede, DLT
örnekleri dışarıda tutulursa, örnek yok gibidir (bk. Taş,
2009: 91; Hacıeminoğlu, 1991: 197; Karamanlıoğlu, 199441;
Güner, 2013: 157-15842).
Ek, derlemde fonolojik olarak iki farklı şekilde görünür.
Damak ünsüzü ile başlayan şekil orijinal olandır. İkincisi
Oğuzca tesiri ile, modern Oğuz dillerinde de görüldüğü üze-
re, damak ünsüzünü düşürmüş şekildedir.
başḫar-/başar- ‘başarmak, üstesinden gelmek; başlanan işi bitir-
mek; büyütmek, geliştirmek’ (KS, 232-233); eskär- ‘hatırlamak,
anmak’ (CC, 703) ~ ‘fark etmek, dikkate almak’ (DAK, 243; KS,
502); keŋär-/keŋer- ‘genişletmek, yaymak, açmak’ (KS, 677);
meŋär- 43 ‘elde etmek, zimmetine geçirmek, varis olmak; ebedî
kılmak’ (DAK, 523; AB, 180; KS, 965); suvar- ‘sulamak, su ver-
mek veya içirmek, suya doyurmak’ (DAK, 716; KS, 1334).
40 Ramstedt’e atıflı bu cümlenin, söz konusu kaynakta bir karşılığı yoktur (bk. 1912:
79).
41 Tek örnek olan oŋar- ‘ıslah etmek, onarmak, iyileştirmek’ (s. 47) yanlışlıkla +Ar-,
+r- bahsine sokulmuştur.
42 Güner’de isimden geçişli fiiil yapan +KAr- (+Ar-) gibi bir başlık yoktur; bununla
birlikte başar-, suvar-, yatar- ‘kızını kocaya vermek’ fiilleri isimden geçişsiz fiil
yapan ek içerisinde verilmiştir.
43 Garkavets “?” ile meŋgär- biçimini de vermiştir.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 43

Bu örneklerden başar- ve suvar- ekin Oğuzca versiyonu


(yani ek başı ünsüzü olmadan) ile kayda geçmiştir. İlk veride
başar- yanında başḫar- biçiminin de olması Oğuz-Kıpçak
ikili kullanımını gözler önüne serer. Diğer sözcüğün suvġar-
biçimine rastlanmamıştır. ke ŋer- ve meŋär- sözcükleri iki
farklı şekilde türetilmiş olabilirler.

1.1.11. +KI- 44

Bir sonraki bahiste ele alınan +KIr- ve +KrA- gibi bu ek


de yansıma tabanlardan geçişsiz fiil yapar. Aslına bakılırsa
böyle bir ek, Erdal’ın Old Turkic Word Formation (1991) ça-
lışmasına kadar düşünülmemiştir. Ancak hem aşağıda +KIr-
ve +KrA- için Tekin’in öne sürdüğü oluşumun ilk safhası
(yani “yansıma ses” ve kı- ‘yapmak, etmek, üretmek’ fiili)
hem de tarihî metinlerdeki son ses {-KI}’lı tanıklar (DLT
bırkır- ve bırkıg) böyle bir ekin mevcudiyetini delillendir-
mektedir.
Bu eki alan sözcükler aslî olarak geçişsiz fiillerdedir; fa-
kat +KIr- ekli fiillerde de olduğu üzere bunlarda da anlamsal
değişme ile geçişlilik özelliği kazanılmıştır.
Erdal, Eski Türkçe için okı- I ‘seslenmek; bağırmak; da-
vet etmek, çağırmak; seslendirmek, dışından okumak’, okı- II
‘kusmak’, sukı- ‘parmak şıklatmak veya parmak ile dürt-
mek’, tokı- ‘vurmak, çarpmak; halı örmek’ sözcüklerini
gösterir (1991: 468). Çağdaş Türkiye Türkçesinden bunlara
şakı- (< *şakkı-?) da eklenebilir.
(oḳ ı->) oḳu- ‘öğrenmek, okumak’ (CC, 784); (toḳ ı->) toġu- I
‘dokumak’ (CC, 846) ~ toḫu- ‘dokumak, eğirmek, süs işlemek’
(DAK, 772; KS, 1475).
44 Bu ek için ayrıca bk. Erdal, 1991: 468.
44 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Yukarıdaki son iki fiil, özellikle oḳu-, kimi kaynaklarda


ya +I- fiili olarak değerlendirilmiş45 ya da hiç zikredilme-
miştir.46

1.1.12. +KIr-/+GIr- 47 ve +KrA- 48


Bu iki ek de ses yansımalı tabanlardan geçişsiz fiiller
oluşturur. Ekin geldiği tabanlar çoğunlukla /r/ sesi ile bi-
ten tek heceli tabanlardır. Bu ses, aşağıda görüleceği üzere,
Moğolcadaki karşılığın bir kalıntısı olmakla birlikte sıklıkla
düşürülmüştür.
Bu eklerin yapısı hakkında Ramstedt (1912), Bang (1919),
Sevortyan (1962), Räsänen (1969), Şçerbak (1971) çeşitli gö-
rüşler öne sürmüşlerdir (bk. Tekin, 2003: 150-153). Fakat bu-
güne kadar yapılan en açık izah Tekin’den gelmiştir. Kısaca
aktarmak gerekirse, Tekin, Moğolcadaki “yansıma ses49 +
ki- ‘yapmak, etmek, üretmek’ fiili” (ör. çir ki- ‘cıvıldamak’,
bur bur ki- ‘çağıldamak, fokurdamak’) oluşumundan hare-
ketle, bu ekin Ana Altaycada olmasa bile Ana Türk-Moğol
dil birliği içerisinde, -rA- verba media ilavesi ile birlikte
oluştuğunu, yapının Moğolcada tam olarak korunduğunu;
ancak Türk dillerinde kimi fiillerde son sesin (yani /a/, /e/)
kimi fiillerde de ilk hecedeki ünlüsünün düştüğünü böylece
+Kır ve +KrA- fiillerini oluşturduğunu söyler (Tekin, 2003:
154-156). Tekin ayrıca {ŋrA-} ile biten yansıma fiillerin de
yine +KIrA eki ile türediğini çağdaş Türk dillerinden örnek-
lerle göstermektedir (2003: 159-160).
45 Brockelmann, tokı-’nın ses yansımalı olduğunu belirtmiş, fakat +ı- eki ile
düşünmüştür (1954: 215). Ercilasun, KB’de geçen bu iki fiili +ı- ile ilişkilendirir
(1984: 17). oḳ+ı- tercihi için bk. (Hacıeminoğlu, 1997: 136; Güner, 2013: 161).
46 Ramstedt (1912), Brockelmann (1954), Räsänen (1957), Gabain (1988).
47 Bu ek için ayrıca bk. Ramstedt, 1912: 36-37; Gabain, 1988: 49; Erdal, 1991:
465; Karaşlar, 2012: 229; Güvenç, 2014: 71.
48 Bu ek için ayrıca bk. Ramstedt, 1912: 36-37; Brockelmann, 1954: 221-222 ;
Räsänen, 1957: 167 ; Erdal, 1991: 469; Karaşlar, 2012: 271; Güvenç, 2014: 110.
49 Moğolcadaki bütün yansıma tabanlar /-r/ ile bitmektedir.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 45

Erdal, +KIr- ve oKrA- eklerinin, son ses /A/’nın neden


kimi örnekte düştüğünün veya kimi örnekte korunduğunun
gösterilemediği takdirde, birbirine bağlanmasının güç oldu-
ğunu söyler (1991: 467).50 Buna ilaveten, +KIr- ekinin, +KI-
ile fiilden geçişsiz fiil yapan -r- eki ile türetilmiş olabileceği-
ni bunun da, yine birleşik bir ek olan Moğ. +KirA- ekine ters
düşmeyeceğini belirtir (1991: 468).
Erdal, +KIr- ekini; okı-, sukı-, tokı- fiillerini içine alan
+KI- yansıma fiil yapım eki ile birlikte ele almış; oKrA-’yı ise
o
rA- hecesi ile biten yansıma ve sinestezi fiilleri içerisinde
değerlendirmiştir (1991: 465-474).
+KIr- ekinin başlangıç sesi, her koşulda olmamakla bir-
likte, iki tonlu ses arasında tonlulaşır.
Ek yukarıda zikredildiği gibi geçişsiz fiiller yapmaktadır
ve çoğunlukla da bu kurala bağlıdıdır; fakat bu ek ile türetil-
miş sözcükler daha sonra anlam geçişi yaşayarak (bürkür-,
çağır- gibi) ‘geçişli’ bir anlam kazanmışlardır.
Söz konusu eklerin Eski ve Orta Türkçedeki türetim iş-
lekliği yüksektir.

a) +KIr- fiilleri:
bögövür- (< bögür- ?) ‘tiksinti duymak, midesi bulanmak, öğür-
mek’ (CC, 673), bögövre- ‘sarhoş olmak; cümbüş yapmak’ (KS,
324); bürkür- ‘sıçratmak, püskürtmek’ (CC, 677) ~ bürk- ‘sıçrat-
mak, sulamak, püskürtmek’ (DAK, 168; KS, 351); çaġır- ‘bağır-
mak, çağırmak’ (CC, 679) ~ çaḫır-/çaġır- ‘bağırmak; çağırmak,
50 Tekin, söz konusu eseri değerlendirdiği yazısında, bu söze cevaben şunu söyler:
“Eski Türkçedeki (+kIr-) // (+krA-) nöbetleşmesi bence şöyle açıklanabilir:
+kIr- ekli yansıma eylemlerin geniş zaman eki daima -Ar biçimindedir ve buradaki
/A/ bu gibi eylemlerin daha eski biçimlerinin kalıntısıdır, yani MK ba:kır- “bağırmak”,
ba:kır-ar <*ba:kıra-r, MK sıkır- “ıslık çalmak”, sıkr-ar <*sıkıra-r vb. gibi. Böyle
olunca, bu gibi geniş zaman biçimlerinin Türkçe konuşanlarca iki ayrı biçimde,
yani sıkır-ar ya da sıkra-r biçimlerinde algılanmış ya da çözümlenmiş olması
doğaldır. Nitekim, MK’daki bākır- eylemi daha Anonim Tefsir’de (XIII. yüzyıl)
bakra- biçiminde geçer. Bu eylem bugün Yeni Uygurcada da waqıra- biçimindedir.”
(Tekin, 1993: 205).
46 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

seslenmek; mahkemeye çağırmak’ (LEK, 48; DPY, 412; DAK,


178; PTW, 125; AB, 151; KS, 364); çüçkür- ‘hapşırmak, aksırmak’
(CC, 687); ḫızġır- 51 ‘ıslık çalmak’ (KS, 861); kekir- ‘geğirmek’
(CC, 731); ḳaḳır- ‘genizden kanrığı çıkarıp tükürmek’ (CC, 724);
ḳıçḳır- ‘çağırmak, seslenmek’ (CC, 502, 738) ~ ḫıçḫır-/ḫıçır- ‘ba-
ğırıp çağırmak’ (DAK, 471; KS, 844); ossur- ‘yellenmek, osur-
mak’ (CC, 790); ögür- ‘öğürmek’ (CC, 793); öskür- ‘öksürmek’
(CC, 539); sızġır- ‘ıslık çalmak’ (CC, 552); (*sinkir->) siŋir- II ‘de-
rin derin solumak’ (CC, 815); tükür-/tüpkür- ‘tükürmek’ (CC,
586) ~ tükür- ‘ay.’ (KS, 1523); yötkür- ‘öksürmek’ (CC, 896).

b) +KrA- fiilleri:
kökrä- ‘gürlemek’ (CC, 511) ~ ay. (DAK, 403; KS, 722); maŋra-
‘melemek’ (CC, 773), müŋrä- ‘(sığır) böğürmek, bağırmak’ (CC,
779) ~ muŋra-/mugra-/maŋra- ‘böğürmek, bağırmak; homurdan-
mak, söylenmek’ (DAK, 532; AB, 181; KS, 988).

bögövür- büyük ihtimalle bögür- yansıma fiilinin bir bi-


çimidir; fakat ikinci hecesinin neden genişlediğine dair bir
bilgi yoktur. EK metinlerdeki bögövre- ilkinden farklı ola-
rak +KrA- eki örneğidir ve yalnızca bir kez mastar eki -meχ
ile tanıklanır. Bu fiil semantik olarak yansıma anlamından
uzaklaşmıştır.
CC bürkür- fiilinin EK örneklerinde fiilin ses grubu dü-
şürdüğü gözlemlenmektedir.
ḫızġır- “ıslık çalmak” fiilinin tarihî dönemlerde ne ön ses
/ḫ/’li ne de ön ses /ḳ/’li bir tanığı vardır. Diğer taraftan aynı
dönemlerde “ıslak çalmak” anlamında sızġır- veya sısḳır-
hep vardır ki bunlardan biri de CC örneğidir. Bu durumda
EK ḫızġır- ya bir yazıcı hatasıdır ya da Başkurtçadaki ben-
zer bir ses değişimi yaşamıştır.
maŋra- ve muŋra-, yukarıda belirtildiği üzere /ŋ/ ile biten
taban üzerine +ḳıra- veya +ġıra- ekinin gelmesi ile oluşmuş
olmalıdır.
51 Garkavets, “?” ile sızġır- biçimine işaret etmiştir.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 47

1.1.13. +lA-52
İsim kök ve gövdelerinden geçişli53 ve geçişsiz fiiller tü-
retir.
Bang (1957: 147) ve Gabain (1988: 66), ekin al- ‘almak’
fiili ile zarf-fiil eki -a’nın kombinasyonu ile türediğini dü-
şünmektedirler.
Bu ek tarihî ve çağdaş dönem Türk dillerinin en işlek
isimden fiil yapım ekidir. Türkçe isim kök ve tabanların yanı
sıra yabancı isim tabanlarına da gelebilen tek ek olması; ünlü
veya ünsüz ile biten tabana eklenmek gibi bir koşul taşıma-
ması; ikiden fazla heceli tabanlara da gelebilmesi; sonunda
ünsüz çifti (ünsüz yığını) bulunduran tabanlara da eklenebil-
mesi (Erdal, 1991: 416) onu işleklik bakımından diğer isim-
den fiil yapım eklerinin önüne geçirmiştir.
Ekin bu avantajı sadece fiilden türemiş (iki heceli) -Xş
ve -Xn tabanlarında +A- lehine bozulmaktadır (Erdal, 1991:
454).
Erdal, +tA- ve -(X)rKA- ile birlikte, bu ekin herhangi bü-
yük bir sentaktik gruba uymadığını ifade eder (1991: 415).
Yani bu ek ile türetilenler tek ve değişmez bir geçişlilik veya
geçişsizlik özelliği göstermeyip bu özelliklerden herhangi
birini benimseyebilirler.
Eski Türkçede tematik olarak aynı grupta yer alan söz-
cüklerden +lA- ile türetilenlerin -istisnalar ile birlikte- se-
mantik olarak paralel anlamlar ihtiva ettiğini örnekleri ile
ortaya koyulmuştur (bk. Erdal, 1991: 454).
CC&EK’de bu ek ile türetilenler aşağıda geçişli ve geçiş-
sizlik özelliği açısından iki ana gruba ayrılmaktadır.

52 Ramstedt, 1912: 80-82; Brockelmann, 1954: 219; Räsänen, 1957: 14-148; Gabain,
1988: 49; Erdal, 1991: 429; Karaşlar, 2012: 231; Güvenç, 2014: 76.
53 Ercilasun’un KB için vurguladığı gibi (1984: 14), mevzubahis ek çoğunlukla
geçişli fiiller türetir. Bu durum eldeki veride de kendini gösterir.
48 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

a) Geçişsiz +lA- fiilleri:


aa) Yansıma fiiller:
çatla- ‘çatlamak, kırılmak, yarılmak’ (PTW, 126; KS, 372); çıŋla-
‘inlemek’ (CC, 683), çuvla- I /çuvlu-‘kükremek, bağırmak, nara at-
mak’ (CC, 686); fırla- ‘uçmak, havada süzülmek’ (KS, 527); ıġla-
/ıla- ‘ağlamak’ (CC, 481, 715, 716) ~ yıġla-/yıġıla-/yıhla-/yıġıl- III/
yıhıl- ‘ağlamak, yas tutmak, feryat etmek’ (LEK, 82; PTW, 133;
DAK, 341; KS, 1710); körlä- ‘horlamak, horuldamak’ (CC, 760);
kürlä- ‘böğürmek, bağırmak’ (CC, 770); şapla- ‘vurmak, tokat
atmak’ (DAK, 721); şıpıldaşla- ‘fısıldamak’ (KS, 1356).

ab) Diğer geçişsiz fiiller:


aşaḫla- ‘inmek, alçalmak; alçalmak (mec.); boyun eğmek’ (KS,
155); atla- ‘atlamak’ (CC, 641); ‘adım atmak, yürümek; hareket
etmek’ (DAK, 85; KS, 166); baluḳla-/baluḳra- 54 ‘balık avlamak’
(CC, 433); buzla- ‘donmak, buzlanmak’ (DAK, 173); cadula-
‘büyü veya sihir yapmak; büyücü olmak’ (DAK, 222; KS, 451);
erinçäklä- ‘üşenmek, erinmek’ (DAK, 240; KS, 495); ḫaraḫla-
II
‘kararmak’ (DAK, 450; KS, 809); ḫartla- ‘yaşlanmak’ (KS,
824); ḫayırsızla- ‘olumsuz davranışlarda bulunmak’ (KS, 834);
ḫolayla- ‘hafiflemek’ (KS, 870); ırla- ‘şarkı veya ilahi söylemek’
(CC, 482, 717) ~ yırla-/yerla-/yerıl- ‘şarkı veya ilahi söylemek’
(DAK, 346, 370; AB, 212; KS, 1702; 1719); irinlä- ‘çürümek’ (KS,
620); itmälä- ‘alıştırma, uygulama veya egzersiz yapmak’ (CC,
721); küfürlä- ‘sövmek, lanet etmek, nahoş sözcükler sarf etmek’
(DAK, 430; KS, 768); ḳışla- ‘kışlamak, kış mevsimini geçirmek’
(CC, 741) ~ ḫışla- ‘ay.’ (KS, 856); ḳulunla- ‘(kısrak) yavrulamak’
(CC, 763); latsla- ‘hıçkırarak ağlamak’ (KS, 911); miskinlä- ‘yok-
sul, acınacak hâlde olmak’ (KS, 975); oġraşla- ‘savaşmak, dö-
vüşmek’ (DAK, 566; KS, 1039); oḫla- ‘oklamak, kurşunlamak,
ateş etmek’ (KCH, 180; KS, 1046); öçäşlä- ‘öfkelenmek, kızmak’
(KS, 1087); öktämlä- ‘kibirli davranmak, böbürlenmek’ (KS,
1092); öpkälä- ‘öfkelendirmek’ (CC, 538) ~ ay. (KS, 1099); saar-
54 Argunşah&Güner her ne kadar bu biçimi transkripsiyona yansıtmasalar da
transliterasyonda göstermişlerdir. Grønbech (1942) ve Ünal (2010)’da bu biçimler
transkripsiyona yansıtılmıştır.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 49

la- ‘utanmak, mahcup olmak’ (CC, 802); sätälä- ‘sallanmak’ (CC,


811); taborla- ‘kamp veya karargah, ordugah kurmak’ (KS, 1363);
tamaşala- ‘şaşırmak, hayret etmek, hayranlıkla bakmak’ (KS,
1375); terlä- ‘terlemek’ (CC, 838) ~ ay. (KS, 1428); tıŋla- ‘dinlen-
mek’ (CC, 573); tirilä- ‘canlı, diri olmak veya öyle kalmak’ (KS,
1446); totḫarla- ‘acı çekmek’ (DAK, 778; KS, 1486); tülä- ‘tüy
dökmek, tüy değiştirmek’ (CC, 857); ustatla- ‘kurnazlık, sinsilik
yapmak, pusuya yatmak’ (KS, 1562); yasla- ‘yas tutmak, üzül-
mek’ (DAK, 326; KS, 1665); yayla- ‘yaz mevsimini geçirmek’
(CC, 882); yüräklä- ‘kızmak, öfkelenmek’ (KS, 1747); zabunla-
‘zayıf, düşkün olmak, hastalanmak’ (DAK, 836; KS, 1754).

b) Geçişli +lA- fiilleri:


aġırla-/avurla- ‘hürmet göstermek, şereflendirmek, kutsamak’
(CC, 415, 643) ~ aġırla- ‘ay.’ (LEK, 43); aḫçala- ‘nakde çevirmek’
(KS, 56); aḫla- ‘badanalamak, beyazlaştırmak’ (KS, 62); alçaḫla-
‘küçümsemek, hor görmek’ (DAK, 62; KS, 69); altınla-/altunla-
‘altın kaplamak, yaldızla süslemek’ (LEK, 44; DAK, 66; EKT,
285; KS, 86-87); altınsuvla-/altunsuvla- 55 ‘altınla kaplamak veya
süslemek’ (KS, 88); alġışla- ‘kutsamak’ (CC, 422, 625), ‘yücelt-
mek, övmek, saygı göstermek, hayır dua etmek; dua etmek veya
ilahi okumak’ (LEK, 43; DAK, 63; AB, 135; KS, 77); anuḳla- ‘ha-
zırlamak’ (CC, 422); aŋla- ‘anlamak’ (CC, 421, 631), ay. (DAK,
67; KS, 113); artıḫla- ‘aşırı, fazla ve bol yapmak’ (DAK, 75; KS,
139); arzula- ‘arzulamak’ (CC, 638); aşla- ‘(ağaç) aşılamak, parça
nakletmek’ (DAK, 81; KS, 158); avla-/ola-/ula- ‘avlamak, balık
tutmak’ (DAK, 801; KS, 174, 1544); aybla-/ayıbla-/ayıpla- ‘ayıp-
lamak; alay etmek; tenkit etmek, azarlamak’ (LEK, 45; DAK, 93;
KS, 180); ayġaḳla- ‘ihanet etmek’ (CC, 645); azarla- ‘azarlamak;
üzmek, incitmek’ (DAK, 99; KS, 191); barabarla- ‘aynı ve eşit
kılmak; kıyaslamak’ (KS, 217); başla- ‘bir şey yapmaya girişmek’
(CC, 435), ‘başlamak, girişmek, tesis etmek’ (LEK, 46; DPY, 386;
DAK, 119; PTW, 123; KCH, 166; KS, 236); baġla-/bavla- ‘bağla-
mak’ (CC, 649, 655), baġla-/balġa-/bayla-/bahla- ‘bağlamak, bir-
55 Bu veri Deny’de de bulunmaktadır; fakat o bunu birleşik bir fiil olarak düşünmüş
ve suvla- sözcüğünde yer vermiştir (bk. 1957: 71).
50 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

leştirmek, sıkıca tutturmak; bukağılamak’ (DPY, 386; DAK, 104,


121; PTW, 123; KCH, 166; AB, 143; KS, 204; KS, 240); baġıla- (<
baġışla- ?) ‘teslim etmek, bağışlamak, devretmek’ (DPY, 386);
baġışla-/baḫışla- ‘hediye etmek’ (CC, 431), ‘bağışlamak, vermek,
hediye etmek, sunmak; affetmek’ (DPY, 386; DAK, 104; PTW,
123; AB, 141; KS, 204); başḫışla- ‘bağışlamak, hediye etmek’
(KS, 235); behlä- ‘kaparo, depozito vermek’ (LEK, 46; KS, 247);
beklä- ‘güçlendirmek, sıkılamak; kapatmak, kilitlemek’ (LEK,
46; DAK, 125; KS, 249); bernälä- ‘bağışlamak, armağan etmek’
(KS, 261); beslä-/bestlä- ‘beslemek; bir duyguyu gönülde yaşat-
mak’ (CC, 439, 658) ~ beslä-/beşlä- ‘ay.’ (DAK, 130; KS, 262);
bırovla- ‘matkapla delmek’ (KS, 299); biçaḫla- ‘bıçaklamak, kes-
mek, dilmek’ (KS, 265); bilä- ‘keskinleştirmek, bilemek’ (CC,
662); birlä- ‘birleştirmek, bağlamak’ (KS, 277); biyiklä- ‘yükselt-
mek, yüceltmek; yukarı kaldırmak’ (KS, 291); boġozla- ‘boğazla-
mak, boğmak, boğazını kesmek, infaz etmek’ (DAK, 152; KS,
305); cehezlä- ‘çeyiz vermek’ (KS, 458); comartla- ‘cömertlik
yapmak’ (KS, 463); curumla- ‘suçlamak’ (CC, 454) ~ ‘ceza ver-
mek/kesmek; cezalandırmak’ (KS, 464); çaşutla- ‘casusluk yap-
mak, izini sürmek, pusuya yatmak’ (KS, 371); çaḫla- ‘öyle yap-
mak’ (CC, 680); çebärlä- ‘düzenli, temiz, asil ve çekici kılmak’
(DAK, 183; KS, 375); çetänlä- ‘çitle çevirmek, korumaya almak’
(KS, 382); çiçäklä- ‘çiçekler ile süslemek, bezemek’ (KS, 384);
çonstkala- ‘parçalara ayırmak’ (KS, 400); çöplä- ‘bir araya topla-
mak, bağlamak’ (CC, 459, 686) ~ ‘yerden toplamak, bir araya ge-
tirmek’ (DPY, 414; DAK, 197; KS, 403); çövrälä- ‘çevrelemek,
kapsamak, içine almak; çevirerek korumaya almak’ (DAK, 199;
KS, 405); çuvla- II ‘ifşa etmek, ilan etmek; yüceltmek, methetmek’
(KS, 408); çürgä- ‘sarmak, dolamak’ (AB, 152; KS, 408); davilä-
‘dava açmak, mahkemeye vermek’ (KS, 418); duşmanla- ‘kavga,
münakaşa etmek; düşman saymak’ (KS, 446); eliklä- ‘alaya et-
mek, küçük düşürmek’ (CC, 465, 697) ~ eliklä-/eriklä- II ‘alaya
almak, dalga geçmek; yermek, azarlamak’ (KS, 494); emlä- ‘teda-
vi etmek, iyileştirmek’ (CC, 699); eŋsälä- ‘enseye vurmak’ (CC,
700); eriklä- I ‘deri tabaklamak, işlemek’ (CC, 701) ~ erikla- ‘ay.’
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 51

(AB, 154)56; eslä- ‘hatırlamak, anmak’ (CC, 704), ~ ‘farkına var-


mak, dikkate almak’ (LEK, 53; KS, 504); eyärlä-/yärlä- ‘eyerle-
mek’ (DAK, 324; KS, 515, 1681); eylä- ‘yapmak, etmek, eylemek’
(KS, 515); farḫla- ‘ayırt etmek, birbirinden ayırmak’ (DAK, 250;
KS, 518); faydala- ‘kullanmak, fayda sağlamak’ (DAK, 251; KS,
519); ḫadirlä-/ġadirlä- ‘hazırlamak, düzenlemek’ (DAK, 265;
AB, 157; KS, 559); hakiätlä-/hakiyätlä- ‘anlatmak, hikaye etmek’
(DAK, 266; KS, 562); haybatla- ‘yüceltmek, hürmet göstermek’
(LEK, 54; DAK, 271; AB, 158; KS, 574); heseplä-/heseblä- ‘he-
saplamak, saymak’ (DAK, 275; AB, 159; KS, 584); ḫaçla- ‘vaftiz
etmek, haç çıkarmak; çarmıha germek’ (LEK, 55; DAK, 440; KS,
788); ḫadaḫla-/ḫadaġla- ‘çivi ile çakmak, çivilemek’ (KS, 789);
ḫaḫla- I ‘istemek, arzu etmek’ (DAK, 441); ḫaḫutla- ‘zayıf düşür-
mek, gevşetmek’ (DAK, 441; KS, 793); ḫalayla- ‘kalay ile kapla-
mak’ (DAK, 444; KS, 796); ḫalḫala- ‘kilitlemek, kilitle kapat-
mak’ (DAK, 797; KS, 797); ḫamçıla- ‘kamçı ile vurmak, dövmek’
(KS, 798); ḫapla- ‘kaplamak, örtmek’ (LEK, 55; PTW, 130; KS,
804); ḫaramġula- ‘karartmak’ (KS, 809); ḫaraḫla- I ‘soymak, hır-
sızlıkla ya da gasp yoluyla almak’ (KS, 807); ḫarcla-/ḫarçla-
‘harcamak’ (DAK, 452; KS, 812); ḫarġışla- ‘azarlamak, payla-
mak; lanetlemek’ (KS, 812); ḫarıla- ‘dirsek ile ölçmek’ (KS, 813);
ḫarşıla- ‘buluşmak; karşı koymak; zıtlaşmak’ (LEK, 56; DAK,
458; AB, 162; KS, 822); ḫaşla- ‘haşlamak’ (DAK, 460; KS, 826);
ḫayınla- ‘hain ilan etmek’ (KS, 834); ḫaznala- ‘servet, kazanç bi-
riktirmek’ (DAK, 471; KS, 841); ḫışımla-/ḫısımla- ‘öfkelenmek;
cezalandırmak’ (DAK, 477; KS, 856); ḫıyıḫla- ‘kesmek, yarmak,
kıymak’ (KS, 857); ḫızla- ‘kızartmak’ (KS, 862); ḫoḫula- ‘kokla-
mak’ (KS, 867); ḫorla- ‘hor görmek, aşağılamak’ (CC, 713);
ḫormatla- ‘saygı, hürmet göstermek’ (CC, 713) ~ hörmätlä- ‘ay.’
(DAK, 279; KS, 594); ḫoşla- ‘memnuniyet ile kabul etmek, hoş
karşılamak, temayül göstermek’ (KS, 881); ḫozla- ‘taşımak, yu-
murtaları yaymak, yerleştirmek’ (KS, 890); ḫuçaḫla- ‘kucakla-
mak’ (DAK, 495; KS, 892); ḫutla- ‘mutluluk dilemek, kutlamak,
selamlamak’ (KS, 904); ḫuvatla- I ‘güçlendirmek, kuvvetlendir-
56 Bu veriye ihtiyatla yaklaşmak gerekir; zira Garkavets ‘deri tabaklamak’ anlamında
bir veri sunmaz (bk. KS, 494).
52 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

mek’ (KS, 907); ḫuvatla- II ‘kovalamak’ (KS, 905); işlä-/islä- ‘ça-


lışmak, işlemek, yapmak, üretmek’ (DPY, 393; PTW, 131; DAK,
298; KS, 629); itilä- ‘keskinleştirmek, bilemek; kılıç ile yarala-
mak’ (DAK, 300; KS, 632); izlä- ‘aramak, araştırmak’ (DPY, 393;
KS, 637); kefinlä- ‘kefenlemek’ (KS, 669); kesäklä- ‘kesmek, par-
çalara ayırmak’ (DAK, 387; KS, 686); kıspısla-/pıspısla- ‘arka-
sından konuşmak, iftira etmek, kötülemek, istihza etmek, iğnele-
mek’ (DAK, 400; KS, 703); köplä- ‘çoğaltmak, artırmak’ (KS,
731); kösürüklä- ‘(atın ayağını) zincirlemek, kösteklemek, bukağı
takmak’ (CC, 761); közlä- ‘izlemek, gözetmek, bakmak, korumak’
(DL, 324; KS, 751); kümüşlä- ‘gümüş işlemek, gümüş ile kapla-
mak’ (KS, 771); ḳurşovla- ‘kuşatmak, çembere almak, sarmak’
(CC, 764); meronla- ‘(dinî ritüel için) yağ sürmek’ (KS, 967);
mıḫla- ‘çivilemek, mıhlamak’ (DAK, 527; KS, 977); mohorla-
‘mühürlemek’ (CC, 527), möhürlä- ‘mühür vurmak; madenî para
basmak’ (DAK, 529; KS, 985); murdarla- ‘kutsallığı bozmak, ona
saygısızlıkta bulunmak’ (KS, 989); mülklä-/mülkrä- 57 ‘mirasa
konmak, mirastan pay almak’ (CC, 528); müşḫüllä- ‘cesaretini,
şevkini kırmak, kızdırmak’ (KS, 993); nalätlä- ‘lanet etmek, afo-
roz etmek’ (KS, 999); naḳşla- ‘resmetmek, nakşetmek’ (CC, 529)
~ naḫışla- ‘boya veya başka unsurlar yardımıyla resmetmek’ (KS,
999); nişanla- ‘bir şeyin yerini belirtmek, işaretlemek, nişan koy-
mak’ (CC, 530) ~ nışanla- ‘işaretlemek; nişan yapmak’ (KS,
1024); otla- ‘iksir/zehir vermek, zehirlemek’ (KS, 2010); oyovla-
‘nakış işlemek, motif yapmak’ (CC, 791); oġrula-/oġurla- ‘çal-
mak’ (CC, 531, 532) ~ oġrula-/oġurla- ‘çalmak, yağmalamak’
(LEK, 65; DPY, 401; DAK, 567; KS, 1039, 1041); oḫtsovla-/
oḫşovla- ‘ölçmek, tartmak; (konseyde bir mesele) tartışmak’
(LEK, 65; KS, 1046); ögütlä- ‘öğüt vermek, uyarmak; kınamak
azarlamak; cezalandırmak’ (LEK, 64; DAK, 564; KCH, 180; AB,
183; KS, 1090); paçayla- 58 ‘aydınlatmak, parlatmak, (ateş) tutuş-
turmak’ (DAK, 605); palayla- ‘yakmak, tutuşturmak’ (KS, 1115);
pambasla-/pampasla- ‘(Tanrıya veya dine) saygısızlıkta bulun-
57 Argunşah&Güner bu ikinci şekle yer vermemişlerdir. Bunun için bk. (Grønbech
1942: 167; Ünal 2010: 281).
58 Tryjarski, bu sözcüğün palayla- yerine yanlışlıkla yazıldığını düşünmekte, ancak
“?” ile bırakmaktadır.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 53

mak; arkasından konuşmak, iftira etmek’ (LEK, 66; DAK, 607;


KS, 1116); parala- I ‘parçalara ayırmak, kıymak, katletmek’
(DAK, 609; KS, 1119); parala- II ‘(gururunu) okşamak’ (KS,
1120); payla- ‘pay etmek’ (KS, 1127); paḫılla-/paḫillä- ‘imren-
mek, kıskanmak’ (KS, 1113); rastla- ‘karşılaşmak, tesadüf etmek’
(KCH, 183; KS, 1192); ränglä- ‘boyamak, renklendirmek’ (DAK,
641; KS, 1194); rısvayla-/rısfayla- ‘aşağılamak, hakaret etmek;
karalamak, iftira etmek’ (DAK, 645; KS, 1200); saḫla- II ‘bekle-
mek’ (CC, 804); sajala- ‘kirletmek, lekelemek; yüz karartmak
(üzüntü ve yasta)’ (KS, 1247); sanla- ‘saygı, hürmet göstermek’
(KS, 1236); sapla- ‘batırmak, delmek’ (KS, 1237); saḳla- ‘koru-
mak, saklamak’ (CC, 546) ~ saḫla- I /saġla- ‘korumak, saklamak;
gizlemek; gömmek; yetiştirmek, eğitmek’ (LEK, 68; DPY, 404;
DAK, 660; KCH, 183; EKT, 294; DL, 325; AB, 188; KS, 1225);
saġışla- ‘düşünmek, niyet etmek’ (CC, 803) ~ saġışla-/sahışla-
‘düşünmek, mantık yürütmek, tasavvur etmek’ (DAK, 658; AB,
187; KS, 1220); saḫtla- ‘gözlemlemek’ (KS, 1227); sbgla-/sbla-
‘paraya çevirmek’ (KS, 1251); selamla- ‘esenlik, barış dilemek;
selamlamak, selam vermek’ (KS, 1249); säbäplä- ‘gerekçelendir-
mek, sebep göstermek, kanıtlamak, argüman ortaya koymak’
(KS, 1248); sımarla-/simarla- ‘emir vermek, görevlendirmek;
teslim etmek, emanet etmek’ (LEK, 69; DAK, 676; PTW, 144;
KCH, 184; EKT, 294; AB, 190; KS, 1275); sınçla- ‘gözlemek, gö-
zetlemek’ (CC, 812); sırla- ‘süslemek, boyamak, boya sürmek’
(CC, 813); sıyla- ‘saygı göstermek, saymak, hürmet etmek’ (KS,
1281); sitlä- ‘ağ ile tutmak veya avlamak’ (KS, 1273); soymaçla-
‘(kabuk vs.) soymak, kırkmak, deri yüzmek; (hırsızlık) soymak,
yağmalamak’ (KS, 1298); sözlä- ‘söylemek, demek, konuşmak’
(CC, 821) ~ ‘söylemek, zikretmek, demek, konuşmak; sesletmek;
ikna etmek’ (LEK, 70; DPY, 405; DAK, 697; AB, 192; KS, 1307);
sövünçlä- ‘müjdelemek’ (CC, 557, 819); sünätlä- ‘(cerrahi olarak)
sünnet etmek’ (DAK, 711; KS, 1336); sürätlä- ‘tasvir etmek’ (KS,
1339); tsınala- ‘kurşun veya kalayla kaplamak’ (KS, 359);
şaġavatla- ‘merhamet göstermek, acımak’ (KS, 1344); şişlä- ‘şiş-
lemek, şişe geçirmek; pişirmek, şiş üzerinde kızartmak’ (DAK,
54 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

724; KS, 1354); şükürlä- 59 ‘teşekkür etmek’ (KS, 1361); tabala-/


tapala- ‘tekdir etmek, kınamak, suçlamak, eleştirmek’ (AB, 194;
KS, 1361); tacla- ‘taç giydirmek, krallığını kutsamak’ (KS, 1365);
tahimlä-/taġimlä- ‘terbiye etmek, herhangi bir nesneyi lezzetli,
tatlı kılmak’ (DAK, 729; KS, 1367); tamamla- ‘tamamlamak, (iş,
görev vs.) bitirmek’ (DAK, 732; KS, 1374); tanıḫla- ‘tanıklık için
ifade vermek’ (DPY, 406); tarla- I ‘daraltmak, sınırlandırmak;
utandırmak’ (KS, 1390); taşla- ‘taşlamak, taş atmak’ (CC, 830) ~
ay. (DAK, 741; KS, 1397); tatlıla- ‘tatlılaştırmak’ (KS, 1399);
tädbirlä- ‘kavramak; araştırmak; icat etmek’ (KS, 1404); tekrar-
la- ‘yinelemek; alıntılamak’ (KS, 1409); temizlä-/temüzlä- ‘te-
mizlemek’ (KS, 1411); tenlä- ‘cisimleştirmek’ (DAK, 749; KS,
1413); teränlä- ‘derinleştirmek’ (KS, 1425); täräzülä- ‘terazi ile
tartmak, ağırlığını ölçmek’ (KS, 1405); tıyırmanla- ‘öğütmek, de-
ğirmende öğütmek’ (KS, 1464); tişlä- ‘ısırmak, dişlemek’ (CC,
577) ~ ‘ısırmak, kemirmek; (arı) sokmak; (mec.) saldırmak, incit-
mek’ (DAK, 763; KS, 1149); tişsizlüḫlä- ‘(bir şey ile) dişleri te-
mizlemek’ (CC, 845); torla- ‘kafes biçiminde yapmak, kafes ile
düzenlemek, döşemek’ (DAK, 777; KS, 1485); törälä- ‘yargıla-
mak, hüküm vermek’ (CC, 581) ~ ‘yargılamak, mahkemeye taşı-
mak, mahkemede duruşma yapmak’ (KS, 1495); tusnaḫla- ‘rehin
olarak vermek’ (KS, 1511); tuzla- ‘tuzlamak’ (CC, 585) ~ ay.
(DAK, 796; KS, 1518); tügällä- ‘tamamlamak, bitirmek, yerine
getirmek’ (DAK, 784; EKT, 295; AB, 199; KS, 1519); tügänlä-
‘tamamlamak, bitirmek; ödemek, tazmin etmek’ (DAK, 784;
DPY, 408; KCH, 186; KS, 1522); ulula-- ‘yüceltmek, ululamak’
(KS, 1548); usınla-- ‘gafil olmak; tembellik etmek, şikayetlen-
mek?’ (CC, 864); uyala- ‘yuva yapmak’ (KS, 1568); uyatla- ‘ayıp-
lamak, kınamak, tekdir etmek, sövmek, aşağılamak’ (KS, 1568);
(uyuḫla->) yuḫla- ‘uykulamak’ (LEK, 82; DAK, 355; PTW, 133;
AB, 213; KS, 1735); yaġla- ‘yağ sürmek, yağ ile ovalamak, yağ
sürerek kutsamak’ (DAK, 303; KS, 1622); yalaŋaçla- ‘ortaya çı-
karmak’ (CC, 872) ~ yalaŋaçla-/yalanaçla- ‘soymak, giysilerini
59 Bu sözcük, doğrudan nesne almakta yani nesnesi yükleme durumunda olmaktadır:
…bar yüräkimdän menim seni haybatlarmen, seni şükürlärmen… (bk. Garkavets,
2002: 284).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 55

çıkartmak’ (KS, 1629); yamanla- ‘kınamak, ayıplamak, azarla-


mak, kötülemek, birisine kötülük yapmak’ (LEK, 80; DAK, 310;
KS, 1637); yarala- ‘yaralamak, vurmak, çarpmak’ (LEK, 80;
DPY, 394; DAK, 319; KCH, 175; AB, 207; KS, 1649); yarımla-
‘yarıya bölmek’ (DAK, 323; KS, 1658); yarıḫla- ‘aydınlatmak,
ışıtmak’ (KS, 1655); yarġula- ‘hüküm vermek, yargılamak’ (CC,
601, 877) ~ ay. (DAK, 321; AB, 207; KS, 1654); yasaḫla- ‘vergi,
görev, sorumluluk, zorunluluk yüklemek, icbar etmek’ (KS,
1662); yaḫşıla- ‘iyi hâle getirmek’ (KS, 1627); yergälä- ‘istifle-
mek, yerleştirmek, düzenlemek’ (DAK, 368; KS, 1699); yäŋilä-
‘yenilemek’ (KS, 1679); yıraḫla- ‘ortadan kaldırmak, yok etmek’
(KS, 1718); yırtıḫla- ‘sökmek, yırtmak, parçalara ayırmak’ (KS,
1720); yoḫla- ‘yokluğunu fark etmek’ (CC, 894); yumruḫla- ‘vur-
mak, yumruklamak’ (DAK, 356; KS, 1736); yuvuḫla- ‘yaklaştır-
mak, bir araya getirmek, bitiştirmek, uzlaştırmak, uyumlu kıl-
mak’ (DAK, 359; KS, 1741); yuzaḳla- ‘kilitlemek’ (CC, 613) ~
uzaḫla- ‘kapatmak, kilitlemek; son kararı, onayı vermek’ (DPY,
409; DAK, 82060; KS, 1570); yapsarla- ‘(ağaçları) birbirine çat-
mak’ (CC, 875); yügänlä- ‘yularlamak, dizginlemek, gemlemek’
(DAK, 353; KS, 1742); yüklä- ‘yüklemek’ (CC, 614), ay. (PTW,
133; KS, 1745); yüvütlä- ‘teselli etmek’ (CC, 900).

c) Hem geçişli hem geçişsiz fiiller:


ıyla- ‘koklamak’ (CC, 483, 718); ḳonaḳla- ‘evinde misafir etmek,
konaklatmak’ (CC, 508) ~ ḫonaḫla- ‘gece için kalmak, konakla-
mak; konuk etmek, ağırlamak’ (KS, 873); taŋla-/tanla- ‘arayıp
bulmak, seçmek’ (CC, 565), taŋla- ‘hayret etmek’ (CC, 565) ~
taŋla-/tanla- ‘hayret etmek; seçmek, elemek; atamak, aday gös-
termek’ (LEK, 73; DAK, 735; PTW, 146; AB, 194; KS, 1383).

+lA- derlemdeki en üretken yapım ekidir. ırla- ‘şarkı


söylemek’, baluḳla- ‘balık avlamak’, taborla- ‘karargah kur-
mak’, yazuḳla- ‘günah işlemek’ gibi geçişsiz fiiller aslında iç
nesnelidir, yani fiil nesnesini üstünde taşımaktadır.61
60 Hrunin ve Tryjarski bu sözcüğün anlamını hatalı belirlemişlerdir. Olması gereken
anlam Garkavets’in verdiği şekilde kısaca “kilitlemek”tir.
61 Erdal, emgek emgen- gibi verileri iç nesneli sayar (bk. 1991: 427, 492, 597).
56 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Hem geçişli hem geçişsiz olan örneklerden ḳonaḳla- ve


taŋla- esasında geçişsiz örneklerdir; fakat birinci örnekte
fiilin tabanı eş zamanlı anlamsal kayganlık gösterirken (‘ko-
nuk’ ve ‘konak’ anlamlarındaki kararsızlık), ikincisi ise art-
zamanlı anlamsal süreç yaşayarak ikinci geçişsiz bir anlam
(‘seçmek’) kazanmıştır (bk. Clauson, 1972: 521).
CC baluḳla- ve mülklä-; baluḳ ra- ve mülkrä- varyantla-
rına sahiptir. Gabain (1998: 84) ve Karaşlar (2012: 271, 273)
bu örnekleri morfolojik düşünerek +rA- eki bahsine dahil
etmişlerdir. Oysaki bunlar fonolojik şekillerdir; zira +rA- ol-
dukça tartışmalı bir ek olmanın yanısıra şeffaf örnekleri en
erken Çağatay Türkçesinde ortaya çıkar (bk. Aydemir, 2003:
115-16).

1.1.14. +lI- 62
Brockelmann bu ekin +lA-’nın bir varyantı olduğunu
söyler. sumlı- ve tumlı- gibi tarihî örnekler ve eldeki veriye
göre, isimden geçişsiz fiil yaptığı söylenebilir. Bununla bir-
likte, Güngördü’ye göre çağdaş örneklerde geçişli olanları
da bulunur (2003: 9).
(ulı- >) ulu- ‘ulumak’ (CC, 861).

1.1.15. orA- 63
Brockelmann orA-’yı Moğolcadaki -ra- gibi inchoative
(“başlatıcı”) olarak kabul etmekte ve ani hareket fiilleri oluş-
turduğunu ifade etmektedir (1954: 200). Bunun yanı sıra, ra,
ri, ru eklerini değerlendirdiği bölüme {ra} ses birliği taşı-
yan örnekleri (çıġra-, yigren-, kevre-, muŋra-, gandra- 64) de
Eldekilerin tam olarak böyle bir durumları olmasa bile bu sözcüklere paralel
kabul edilebilir.
62 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 220; Güngördü, 2003.
63 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 221-222; Räsänen, 1957: 149; Gabain,
1988: 50; Erdal, 1991: 469; Karaşlar, 2012: 271; Güvenç, 2014: 110.
64 Tek saf +rA- örneği sayılabilir (bk. Aydemir, 2003: 116).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 57

almış ve bu ekin +Ar-/+r- ekinin gelişmiş formu olduğunu


belirtmiştir (1954: 222). Fakat bu örneklerin bir +rA- eki
taşıyıp taşımadığı tartışmalıdır. En azından muŋra-’nın bir
+KIrA- yansıma şekli olduğu bilinmektedir.
Marcel Erdal, oKrA- ve oŋrA- ile birlikte, sinestezi örneği
olma olasılığı taşıyan sözcükleri tek çatı altında orA başlığı
içerisinde ele almıştır (1991: 471-474). Ona göre, orA’lı fiille-
rin DLT’de taban sayılabilecek sözcükler ile beraber bulun-
ması, yani koŋra- ve koŋur ün; çaldır çaldır et- ve çalra-/
çaldra-; tigir tigir et- ve tigre- gibi paralel sözcüklerin bu-
lunması bunların +A- ile türetilmiş olabileceği fikrini akla
getirse de bu sözcüklerin sadece DLT’de tanıklanması bun-
ların esasında ters türetim şekilleri olduğu ihtimalini saklı
tutar (Erdal, 1991: 473).
ET käkräş- ‘tahkir etmek, kızdırmak’ (< käk ‘kin’ + re-
ş-) (Gabain, 1988: 50)65 ve Çağataycada görülen ve ‘olmak’
anlamı ihtiva eden fiiller (bk. Aydemir, 2003: 116) bir ta-
rafa bırakılırsa bu ekin sarih örnekleri yoktur. Arta kalan-
lar, +KIrA- ve +KrA- dışında, son hecesinde {rA} ses grubu
taşıyan fiiller büyük olasılıkla +A- türetimleridir.66Türkiye
Türkçesindeki kıvır ve kıvra-n-; kıpır ve kıpra-n- veya
kıpra-ş- gibi yansıma taban ve bundan türemiş fiiller dikkate
alınırsa aşağıdaki hareket tasvir eden fiiller de benzer şekil-
de oluşmuş olabilir. Fakat yine de farklı bir kategori olarak
söz konusu fiiller bu bahis altına alınmıştır.
Eldeki veriler iki heceli olup geçişsizdir. İki heceli olan
bir fiilin üç heceli varyantları da vardır. Erdal’a göre bunlar
ikincil biçimlerdir (1991: 471).
65 Sözlükte ise anlam şöyle verilmiştir: ‘tahkir etmek, kızmak, nefret etmek” (Gabain,
1988: 279). Bununla birlikte Alttürkische Grammatik’in 1950 yılında yapılan
ikinci baskısında anlam erzürnt werden ‘öfkeli olmak, öfkelenmek’tir (s. 68).
66 Örneğin; ögren- ve ögret- fiillerinin tabanı uzun zaman ög ‘düşünce’ + rA- yapısı
ile düşünülmüştür; ancak Erdal (1991: 33) bunun ögür ‘sürü’ + A- ile türetildiğini
düşümekte Tekin (1993: 201-202) de ona katılmaktadır. Bu çalışmada da Erdal’ın
yaklaşımı semantik ve morfolojik açıdan eskisine nazaran daha makbuldür.
Bununla birlikte eski görüşü hâlâ geçerli bulan çalışırlar da vardır (bk. Aydemir,
2003: 114-119).
58 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

saçıra-/saçra-/saçla- ‘sıçramak, zıplamak’ (DAK, 654; KS, 1214);


teprä- ‘harekete geçmek, kımıldamak’ (DAK, 750; KS, 1421);
titrä- ‘titremek’ (CC, 845) ~ ay. (LEK, 74; PTW, 146; DAK, 763;
AB, 197; KS, 1450).

1.1.16. +sA- 67
İstek bildiren fiiller yapar. Bu ek ile yapılan fiiller, nesne-
sini içinde taşıdığı için geçişsizdirler.
Bang bu ekin sa- ‘saymak, düşünmek, istemek’ fiili ile
aynı olduğunu söylemektedir (bk. Brockelmann, 1954:
211).68Erdal, +sA- ekinde ET için tek sağlam tanık olarak
suvsa-’yı gösterir (1991: 528). Bununla birlikte EUT’de pek
çok -(I)GsA- fiili bulunmaktadır.
Ekin üretkenliği DLT ile beraber artmıştır (bk. Erdal,
1991: 528; Hacıeminoğlu, 1991: 192-193). Harezm dönemin-
de var olan örneklerin tekrarı söz konusudur (Hacıeminoğlu,
1991: 200).
Derlemde isimden türetilmiş tek örnek aşağıdaki suvsa-/
susa-’dır.69
suvsa-/susa- ‘susamak; özlemek, hasret çekmek; su çekmek’ (CC,
558, 823) ~ susa- ‘susamak’ (DAK, 715; AB, 193; KS, 1332).

67 Bu ek için ayrıca bk. Ramstedt, 1912: 74; Brockelmann, 1954: 211; Räsänen,
1957: 150; Gabain, 1988: 50; Gabain, 1998; Erdal, 1991: 528; Karaşlar, 2012:
276; Güvenç, 2014: 116.
68 Erdal, sa- ‘to count’ fiilinin DLT ve KB’den itibaren görüldüğünü ve muhtemelen
hiçbir zaman ‘istemek’ veya hatta ‘düşünmek’ anlamına gelmediğini söylemektedir
(1991: 529).
69 Korpustaki ḫapsa- örneği, pek çok kez kap ismi ile ilişkilendirilmişse de, bu
çalışmada bir fiilden fiil yapısı olarak değerlendirildi. Bunun sebebi söz konusu
fiilin -(X)GsA- ve -sA- fiilleri gibi geçişli olmasıdır.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 59

1.1.17. +sI-70
İsim kök veya tabanlarından geçişsiz eylemler türetir.
Bu ek ile türetilen fiiller, öznelerinin fiilin tabanına ben-
zerliğini ifade ederler (Erdal 1991: 534).
Eski Türkçede doğrudan doğruya görülen bir +sI- fiili
yoktur. KT süçig, muhtemel bir *sütsi- biçiminden gelmekte
ve Eski Türkçe için dolaylı bir örnek teşkil etmektedir (Erdal
1991: 534). Gabain, tek fiil örneği olarak ärksin- fiilini ver-
mekte (1988: 50), bu ekin kombinasyonu olan +sIG sözcük-
lerine (1988: 48) gönderme yapmaktadır.
Pek çok örnek DLT ile birlikte görülmüştür (bk. Erdal,
1991: 534). Harezm ve Memluk-Kıpçakta +sI- örneği hiç
yoktur. Ek yerini +sIn-’a terk etmiştir (bk. Hacıeminoğlu,
1991: 200; Güner, 2013: 164-165).
sası- ‘pis kokmak, kokmak’ (CC, 548, 806), sası-/saşı- ‘ay.’
(DAK, 667; KS, 1243).

1.1.18. +sIn-71
İsim tabanlarından geçişli fiiller yapar. Çoğunlukla taba-
nın belirttiği kavramı hissetmek, öyle görmek anlamı içerir.
Bu ek,+sI- ve -n- eklerinin bir birleşimidir; fakat -n- dönüş-
lülük eki olup geçişsiz sağlayan bir ek olmasına rağmen bu
kombinasyonda daha ziyade +sI- ekinin bir pekiştiricisi gibi
hareket eder. Bu ikinci unsuru genişletici olarak kabul et-
mek, tabii ki başka seslere (yani /r/, /l/ gibi akıcılara) dö-
nüşmediği için, mümkün gözükmez. Yine de ikinci unsur
-n- asli görevini bir tarafa bıraktığı için bu esnek bir kom-
70 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 212; Räsänen, 1957: 150; Gabain,
1988: 50; Gabain 1998; Karaşlar, 2012: 277.
71 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 212; Räsänen, 1957: 151; Gabain,
1988: 50; Gabain, 1998; Karaşlar, 2012: 278; Güvenç, 2014: 114.
60 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

binasyon olarak görülmemiş bu müstakil bir kategori olarak


burada ele alınmıştır.
İsim tabanlarına gelen +sIn- kombinasyonu ilk olarak
tek bir örnek ile Eski Türkçede görülür (bk. Gabain, 1988:
50; Erdal, 1991: 533). Orta Türkçede çok üretken olmamıştır
(bk. Brockelmann, 1954: 212-213).
aġırsın- ‘ağır saymak, yük görmek; yüklenmek’ (KS,
45); biysin- ‘küçümsemek, aşağılamak’ (CC, 665); erksin-
‘bir şeyin sahibi olmak’ (CC, 702); hayıfsın-/hayuvsun-/
ayıvsun-/ayuvsun- ‘merhamet etmek, bir şeyden şikayet et-
mek’ (DAK, 272; AB, 159; KS, 576); titsin- ‘tiksinmek, iğ-
renmek’ (KS, 1451); üüksün-/üpsün- ‘hatırlamak’ (CC, 593,
594); yöpsän-/yöpsin- ‘tasvip etmek, onaylamak; buyurmak,
emretmek’ (CC, 896) ~ yöpsün-/yüpsün- ‘tasvip etmek,
onaylamak’ (LEK, 82; DAK, 352; AB, 212; KS, 1732).
Yukarıdakilerden biysin- ve erksin- örneklerinde seman-
tik boyut yön değiştirmiştir.72Yani ekin asli semantik yönü
ile ilk fiil, ‘bey gibi görmek’; ikincisi ise ‘güç, iktidar (veya
bunların sahibi) olarak görmek’ olmalıydı. biysin- mevcut
anlamı ile büyük ihtimalle geçişsiz bir fiildir; ancak CC fiil
için örnek cümle içermediği için bu konuda kesin bir şey
söylenemez.
titsin-, EK’da sadece zarf-fiil örneği ile tanıklanmıştır
(bk. Garkavets, 2010: 1451; Garkavets, 2002: 178). Bu yüz-
den fiilin Türkiye Türkçesindeki gibi geçişsiz olup olmadığı-
nın bilinmesi olanaksızdır.
Derlemde iki biçimli üksün-/üpsün- ve yöpsen-/yöpsin-
çiftleri bulunmaktadır. Bunlardan ikincisideki {se}’li var-
yant asli olmamalıdır; zira diğer tanıklar daima dar ünlülü-
dür. İlk çiftte ise fiilin ilk hecesinin /k/’li mi yoksa /p/’li mi
olduğunu ortaya koymak güçtür; yalnız Gabain, bu fiili ög
‘düşünce, akıl’a bağlar (Gabain, 1998: 84). Fakat bu sadece
bir faraziyedir. DLT’deki ükşür- ‘hatırlamak’ ile (DLTa I,
72 Erdal, biysin- için kısmen bu duruma temas eder (1991: 532).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 61

1982: 209) ilişkili gözükse de bu ilişkiyi morfolojik olarak


aydınlatmak zor gözükmektedir.

1.1.19. +sIrA-73
İsim kök ve tabanlarından geçişsiz fiiller türetir. Bu ek ile
yapılan fiiller, tabanın içerdiği kavramın yoksunluğu, eksik-
liğini ifade eder.
Erdal, bu ekin etimolojisi için şöyle bir açıklama yapar:
“A possible explanation could be that +sIrA- was original-
ly *+sXz+A-. As so often happens in +A- derivation, the fi-
nal vowel of the base was syncopated, resulting in *+szA-.
The two sibilants were apparently dissimilated and, in later
texts, an anaptyctic vowel appeared. A zetacistic explanation is also
possible.” (1991: 509).

Bu ek ile türetilen çok sayıda örnek olmamakla birlikte,


ek Köktürk döneminden Karahanlı ve son dönem Eski Uy-
gur Türkçesine kadar üretkenliğini korumuştur (Erdal, 1991:
508).74Sonraki dönemlerde rastlanmaz. Bundan ötürü, aşa-
ğıdaki CC verisi tarihî Türkçede tanıklanan son +sIrA- ekli
fiildir:
uyuḫısıra- ‘uykusuz kalmak, uyumamak’ (CC, 866).

1.1.20. +U-75
+U- da, +A- ve +I- ekleri gibi isim kök ve tabanlarından
geçişli ve geçişsiz fiiller türetir. +U- eki ünsüz ile biten ta-
banlara eklenmektedir (Erdal, 1991: 474).
73 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 222; Räsänen, 1957: 15; Gabain, 1988:
50, 1; Gabain, 1998; Erdal, 1991: 507; Karaşlar, 2012: 280.
74 Erdal, en geç örnek olarak burada da ele alınan CC uyuḫısıra-’yı zikreder (1991:
508).
75 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 215; Räsänen, 1957: 144; Gabain,
1988: 48; Erdal, 1991: 474; Karaşlar, 2012: 281; Güvenç, 2014: 72.
62 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Kimi çalışmalarda (Gabain, 1988: 48; Brockelmann,


1954: 215; Räsänen, 1957: 144), ya, yukarıda zikredilen, üç
ek bir arada ya da +U- ve +I- bir arada değerlendirilmiş-
tir. Fakat +I- başlığında değinildiği gibi ne bu üç ek aynıdır
ne de son ikisi birbirinin allomorfudur. Bununla birlikte, bu
ekler artzamanlı süreçte fonolojik olarak birbirinin yerine
geçmiştir.
Derlemdeki örneklerde harfi harfine böyle bir kategoriye
başvurulmasa da, Erdal Eski Türkçede bu üç ek için ayırıcı
özelliklerden bahseder (1991: 474). Bunlar maddelenirse:
I. +A- eki hem geçişli hem geçişsizdir.
II. +U- ve +I- ise sadece geçişsizdir.
III. +I- semantik açıdan çeşitlilik gösterirken, +U-’nun
daha kararlı bir semantik profili vardır.
Bununla birlikte bu tarz bir yaklaşım Erdal’ı, örneğin,
taşu- gibi bir fiili simplex, yani basit fiil, olarak kabul etmeye
itmiştir (1991: 478).76
Ek Eski Türkçe’den sonraki dönemlerde daralarak /ı/ olur
ve dolayısıyla +I- eki ile karıştırılır (ör. agru-, bayu-, bekü-,
taşu-).
a) Geçişli fiiller:
(boδu->) boya- ‘boyamak’ (CC, 448), ‘boyamak, boya ile resim
yapmak, yaymak, sıvamak’ (DAK, 162; KS, 321); öçü- ‘kışkırt-
mak, harekete geçirmek’ (CC, 792); (taşu->) taşı- 77 ‘alıp götür-
mek, taşımak’ (CC, 830) ~ taşı- ‘taşımak, nakletmek, aktarmak’
(DAK, 741; KS, 1397).

b) Geçişsiz fiiller:
(köbü->) köbö- ‘şişmek, kabarmak’ (CC, 754); (törü->) törä- ‘tü-
remek’ (CC, 850).
76 Erdal, bu yargıya varırken taşu- fiilinin taş ‘dış’ ile ilgili olmadığını gerekçe
göstermektedir. Başka bir istisna olarak boşu- fiilinde, ki ilk tanıklamalarında
hep geçişli, fiilin belki de +A- ile türemiş veya geçişsiz özelliğine geçişliliğin
de eklenmiş olması ihtimaline değinir (1991: 478).
77 Güner tarafından, taş ‘dış’ kökünden hareketle +ı- eki ile ilişkilendirilmiştir (2013: 161).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 63

Yukarıdaki fiillerden öçü- ve köbü- dışındakiler etimolo-


jik olarak belirsiz örneklerdir. Bununla birlikte yapısal ola-
rak diğer +U- örnekleri ile benzerlik taşımaktadırlar.

1.2. FİİLDEN FİİL YAPIM EKLERİ

1.2.1. Pekiştirici Ekler


1.2.1.1. -A-78
Brockelmann’a göre, tek heceli fiil tabanlarına eklenen bu
ses hiçbir semantik fark oluşturmaz (1954: 199). Räsänen de
bunu ekleme ses olarak tanımlar (1957: 152).
Erdal; Eski Türkçede -A- şeklinde bir ekin veya pekişti-
rilmiş fiillerin varlığını varsayacak zeminin olmadığını ifade
eder (1991: 525). Ayrıca, Osttürkische Grammatik’te verilen
buyura-, sapa-, sora-, sürä-, talka-, tuta- ve tüzät- fiillerinin
tamamının Orta Türkçeye ait olduğunu belirtir (1991: 524).
Orta Kıpçakçada da tanıklanan ek için, Berta; Eski
Türkçede görülmeyen bu eke Orta Türkçede seyrek olarak
rastlandığı, bununla birlikte açık bir işlev ile görüldüğünü
söyler. Ayrıca bu ekin, fiil tabanının işaret ettiği eylemin sık-
lılığını, sürerliğini ve tekrar tekrar yapıldığını ifade ettiğini
belirtir (1996: 640).
Yukarıda belirtildiği üzere bu eki alan fiiller yoğun ola-
rak Orta Türkçe dönemi ile görülmeye başlar (bk. Brockel-
mann, 1957: 199; Hacıeminoğlu, 1991: 45, 87).
Eldeki veriye dayanarak, öncelikle EK’da bu ekin nötr bir
görev gördüğü, yani hiçbir işlev üstlenmediği söylenebilir.
tara- ve tıḫa- gibi ET’de de tanıklananlar ise anlamca nüans
78 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 199; Räsänen, 1957: 152; Berta, 1996:
640; Karaşlar, 2012: 283; Güvenç, 2014: 120.
64 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

kazanmışlar. Bunun yanında en eski şekli kayın- olduğu için


ḳayna- da bu kategoriye dahil edilmiştir.
aġınan- ‘çıkmak, yükselmek’ (CC, 415); çövrä- ‘çevirmek,
döndürmek, tersine döndürmek’ (KS, 405); sora- ‘soru sormak’
(KS, 1296); suvra- I (< süre- ?) ‘çekmek, sürüklemek, savurmak’
(DAK, 717; KS, 1335); tara- ‘saç taramak’ (LEK, 73; DAK, 737;
KS, 1387); tıḫa- ‘tıkamak’ (CC, 840); üfrä- ‘üfürmek, üflemek,
soluk almak’ (DAK, 800; KS, 1575).

1.2.1.2. -KXn-
Nadir olarak kullanılan bir ektir. Büyük olasılıkla -(X)
K- ile dönüşlülük ekinin birleşmesi ile oluşmuştur.
Tarihî metinlerde sadece Ercilasun tarafından KB için
zikredilir. Ercilasun, vazifesinin belirsiz olduğunu belirtmiş
ve ıç-ġın- ‘kaybetmek’, öt-gün- ‘taklid etmek’, tez-gin- ‘dön-
mek, dolaşmak’ örneklerini vermiştir (1984: 42-43).
Çağdaş örneklerden Tr. yutkun-, Az. udgun-, Kzk. jutkın-
ve Tat. aşkın- ‘heves, istek duymak’ (< aşık- ‘acele etmek’)
sözcükleri bu ek ile türetilmiş olmalıdır.
açḫın- ‘aç olmak, açlık yaşamak; hırs, şehvet duymak’ (DAK, 50;
KS, 26).

1.2.1.3. -I-79
Brockelmann ve Räsänen’in bir önceki bahiste verilen gö-
rüşleri bu ek için de geçerlidir. Erdal, Karahanlı döneminde
görülen kazı-, tatı- gibi örnekleri yok saymamakla birlikte
bu varyantların pekiştirici biçimler olmadığını vurgulamak-
79 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 199; Räsänen, 1957: 152; Gabain,
1988: 50; Karaşlar, 2012: 301; Güvenç, 2014: 148.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 65

tadır (1991: 525).80Dolayısıyla aşağıdaki şekiller türetilmiş


sayılabileceği kadar genişlemiş olarak sayılabilir.
arı- ‘zayıflamak, güçten düşmek, tükenmek’ (DAK, 72; KS, 131);
yanı- ‘tehdit etmek’ (CC, 599).

1.2.1.4. -(X)K- 81
Gabain, Brockelmann ve Çağatay bu ekin ‘kuvvetlendiri-
ci’; Räsänen ise ettirgen olduğunu düşünmektedir. Erdal ise
bu ekin ‘kuvvetlendirici/pekiştirici’ olduğu iddiası için bir
zemin göremediğini, Eski Türkçede esasında böyle bir an-
lamın varlığını düşündürecek gerekçenin olmadığını söyler
(1991: 650) ve sonuç olarak -(X)K- fiillerinin hiçbirinin ne
geçişli ne edilgen ne de dönüşlü olduğunu, bunların tamamı-
nın ‘karşı-geçişli (anti-transitive)’ olduğunu belirtir (1991:
651).82 Fakat söz konusu çalışmalarda kullanılan kimi örnek-
lerde belirgin bir edilgenlik işlevinin olduğu görülür.83Taş,
ise Kutadgu Bilig’de Söz Yapımı çalışmasında iki tane fiilden
fiil yapan -k- eki belirlemiş; birincisinin “Öze dönüşlülük ve
edilgenlik”, ikincisinin ise “pekiştirme ve yoğunluk” bildir-
diğini ifade etmiştir (2009: 177-178).
80 Erdal; korpusta da yer alan kaġı- ile ilintili olarak, “The similarity between
kak- ‘to strike lightly’ and kakı- ‘to be angry and annoyed at’ is likely to be a
coincidence.” (1991: 525) demektedir.
81 Bu ek için ayrıca bk. Ramstedt, 1912: 59; Brockelmann, 1954: 211; Räsänen,
1957: 155; Gabain, 1988: 59; Erdal, 1991: 645; Berta, 1996: 639; Karaşlar,
2012: 302; Güvenç, 2014: 146. Pekiştirilen fiiller hakkında detaylı bilgi için bk.
Çağatay, 2008: 135.
82 Bununla birlikte Erdal’ın verdiği örnekler arasında yer alan soruk- ‘soruşturulmak’,
soyuk- ‘soyulmak, yağmalanmak’ örnekleri edilgen gibi gözükmektedir.
83 Hacıeminoğlu de bu hususta “Prof. A. von Gabain Alt. Gr.’de, Prof. Saadet
Çağatay ‘Pekiştirme Fiiller’ adlı makalesinde ve Talat Tekin A Grammar of
Orkhon Turkic’te bu ekin fiil kök veya gövdesindeki manayı kuvvetlendirdiğini
ileri sürmektedirler. Ancak, mevcut örnekler bu görüşleri destekleyecek durumda
değildir. Bahis konusu ek bazen pekiştirme vazifesi görmekle beraber, bazen de fiile
ettirgenlik, edilgenlik ve dönüşlülük gibi manalar vermektedir. Bu itibarla -k-/-ḳ-
ekini bir kuvvetlendirme unsuru olarak kabul etmeyi pek isabetli bulmuyoruz.”
demektedir (1991: 33).
66 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Aşağıda verilen örneklerde ise söz konusu ek, ya taba-


nın işlevini sürdürmekte ya da dönüşlülük sağlamaktadır.
Bu örnekler geçişli ve geçişsiz olmak üzere iki alt başlıkta
değerlendirildi:

a) Geçişli fiiller:
ḳırḳ- ‘koyunun yünlerini kesmek, kırkmak’ (CC, 740) ~ ḫırḫ-/
ḫır- ‘kesmek, kırkmak; sünnet etmek, iğdiş etmek’ (DAK, 474;
KS, 851); yaḫ- ‘sürmek, sıvamak, yapıştırmak’ (CC, 871) ~ yaḫ-/
yaġ- II ‘(yağ) sürmek, yağlamak, meshetmek’ (DAK, 304; KS,
1625); yulḳ- ‘yolmak, koparmak’ (CC, 897) ~ yulḫ- ‘çekmek, yol-
mak (tüy, saç/kıl)’ (DPY, 396; DAK, 355; KS, 1735).

b) Geçişsiz fiiller:
aşıḳ- ‘acele etmek, koşturmak’ (CC, 640) ~ aşıḫ- ‘ay.’ (LEK, 45;
KS, 157); erik- ‘acele etmek, telaşlanmak’84 (CC, 468); ḫalḫ-/
ḫalġ- ‘kalkmak’ (KS, 797); ıraḳ- ‘uzaklaşmak’85 (CC, 482);
keräk- ‘gerekli, lazım olmak, yaraşmak, uygun düşmek’ (KS,
679); kirik- ‘katılmak, uyum sağlamak, anlaşmak’ (CC, 747);
ḳorḳ-/ḳorḫ- ‘korkmak’ (CC, 508, 752), ḫorḫ-/ḫor- ‘ay.’ (LEK, 57;
DAK, 486; KCH, 173; AB, 165; KS, 876); ürk- ‘korkmak, ürkmek,
telaşlanmak’ (KS, 1579); yomuḳ- ‘toplanmak, yığılmak’ (CC,
611).

1.2.1.5. -mA-
Fiillerden geçişli fiil yapar. Büyük ihtimalle fiilden isim
-(X)m ile isimden fiil yapım eki +A-’nın bir kombinasyonu-
dur. Bu yapısı ile kuvvetlendirme görevi görüyor denebilir.
Taş, KB’de yer alan eymen- fiilinde bu ekin varlığını düşün-
mektedir. DLT’deki çermet- ‘ördürmek, dolatmak’, tarma-
84 Ünal bu fiili “tiksinmek, iğrenmek” olarak anlamlandırmıştır (2010: 115).
85 Grønbech, bu fiilin anlamını ‘entfernen’ olarak vermiştir. Bu sözcüğün anlamı
“ortadan kaldırmak, gidermek, taşımak, uzaklaştırmak” (1942: 274).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 67

‘çizmek, tırmalamak’, sarmal- ‘(başa) dolanmak’, sarmaş-


‘iç içe geçmek, dolaşmak’, sarmat- ‘dolanmasını sağlamak,
dolatmak’86 örnekler bu birleşik ekin varlığını delillemekte-
dir.87
çırma- ‘sarıp sarmalamak, dolamak’ (CC, 684) ~ ay. (DAK, 194;
KS, 396); ḳarma- ‘dokunmak’ (CC, 493); yama- ‘yamamak’ (CC,
598), ay. (KS, 1635).

1.2.1.6. -(X)p-
Fiil tabanının mevcut işlevini devam ettirir.
VC- ve CVC- fiillerinden son sesi -p olanlar bu ek ile iliş-
kili olabilir; fakat kökteş başka fiiller tespit edilmedikçe bu
yargıya varmak doğru olmaz.88
Tarihî Türkçede iki heceli -(X)p- fiilleri yok denecek ka-
dar azdır: Kİ kırp- ‘tüyün uçlarını kesmek’ (< *kır-ıp-), İH
kayıp- ‘ayağı kaymak, düşecek gibi olmak’.
tayıp- ‘kaymak; akışkan olmak, erimek; baştan çıkarılmak’ (LEK,
73; KS, 1402); yap- ‘örtmek, kapamak; yapmak, etmek’ (CC, 600,
875), ~ ‘örtmek, kapamak’ (LEK, 80; DAK, 315; PTW, 126, 147;
KCH, 174; AB, 207; KS, 1643).

Bu üç örnekten en şeffafı ilk örnektir; zira tay- tabanı bi-


linmektedir. İkinci örnek de kökteş yaş- ‘gizlenmek’ vasıta-
sıyla ortak bir *ya- köküne bağlanabildiği için yarı şeffaftır.

86 Clauson, bunlara taban teşkil eden sarma- fiilini farazi *sarum tabanına
dayandırmaktadır; zira ET saru- ‘sarmak, dolamak’ anlamındadır (1972: 853).
87 karma- ekinin en eski şekli karva- (bk. Clauson, 1972: 646) ekin yapısı hakkında
soru işareti uyandırmaktadır.
88 Çağatay, kap-, kop-, öp-, tep-, tap- gibi fiilleri de bu ek ile pekiştirimiş kabul
etmektedir (Çağatay, 2008: 140).
68 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

1.2.1.7. -y-/-t- (< -d-)89


Pekiştirici görev ile fiilden fiil türetir. Pekiştirdiği fiilin
sentaktik karakterini devam ettirir.
Çoğunlukla CV yapısındaki kök fiillere eklendiği görül-
mektedir.90
Eski Türkçede /d/ olan ek iki farklı yol izleyerek /y/ ve
/t/ biçimlerini almıştır. İlk versiyon, ikincisine nazaran daha
yaygındır.
a) Geçişli fiiller:
közät-/közet- ‘gözlemlemek, gözetlemek, gizlice gözlemek veya
beklemek; korumak, bakmak; mahkemede kovuşturmak’ (LEK,
61; DAK, 423; DAK, 424; PTW, 136; KCH, 178; KS, 749); ḳoy-
‘koymak, bırakmak, terk etmek’ (CC, 753) ~ ḫoy- ‘ay.’ (LEK, 57;
DPY, 412; PTW, 130; DAK, 490; AB, 165; KS, 884); tıy- ‘engel-
lemek, engel olmak’ (CC, 574, 84191) ~ ‘engellemek, yasaklamak;
kapatmak, kilitlemek, zaptetmek; yatıştırmak’ (LEK, 75; KS,
1461).

b) Geçişsiz fiiller:
örpäy- ‘kabarmak, diken diken olmak; korkudan sinmek’ (DAK,
586; KS, 1100); siy- ‘işemek’ (CC, 553, 815); toy- ‘doymak’ (DAK,
780; KS, 1487).

89 Bu ek için ayrıca bk. Gabain, 1988: 58; Erdal, 1991: 645; Karaşlar, 2012: 290;
Güvenç, 2014: 220.
90 Eski Türkçede bunun dışında çıkan iki örnek vardır: söküd- ve uyad- (bk. Erdal,
1991: 644).
91 Argunşah&Güner Alman bölümündeki veriyi tıyalma- ‘hakim olamamak,
tutamamak, engel olamamak’ (2015: 841) olarak dizine dahil etmişlerdir; fakat
bu şekil iktidar kipinin olumsuz çekimi olduğu için fiil gövdesi dikkate alındı.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 69

1.2.2. Ara Ekler


1.2.2.1. -lA- 92
Bu ekin esasında hiçbir semantik veya sentaktik işlevi
yoktur. Bununla birlikte Zajączkowski bu eki alan fiillerin
kimi zaman hafif bir anlam farkı taşıdığını söylemektedir
(1954: 27). Bu eki almış fiiller derlem içinde yoğun olarak
EK’de tanıklanmakla birlikte iki örnek de CC’de görülmek-
tedir. CC ve tarihi Kıpçakçadaki diğer örnekler bu ekin daha
erken bir zamanda belirdiğini ve Kıpçakçanın bir özelliği
olduğunu ortaya koyar.93
abrala- ‘düzene koymak; yeni doğmuş çocuğu yıkamak,
kundaklamak’ (KS, 17); açıḫla- ‘açlık hissetmek, yemek ye-
mek istemek’ (KS, 25); arçıla- ‘tartışmayı kesmek, başından
savmak’ (CC, 635); artla- (<*arıtla- ?) ‘temizlemek, arıt-
mak’ (KS, 141); ayl[a]- (< *ayala- ?) ‘(bk. aya-)’ (DAK, 95;
KS, 177, 186); bularla- ‘kafası karışmak, afallamak, şaşır-
mak, yanılgı içinde olmak, hata yapmak, kaybolmak; doğru
yoldan ayrılmak, günah işlemek; tutku ve ihtirasın kölesi
olmak, zina etmek’ (KS, 334); çürgälä- ‘sarmak, dürmek,
bağlamak’ (KS, 409); ḫaḫla- II ‘demir dövmek, çekiçlemek’
(KS, 792); titrälä- ‘silkmek, sarsmak’ (DAK, 763; KS, 1450).

1.2.2.2. -lAn-
Önceki ekin /n/ sesi ile genişletilmiş veya -(X)n- ile kom-
bine edilmiş biçimidir. Bununla birlikte bu ses veya ek işlev-
sizdir. Bu ek kombinasyonu çoğunlukla EK fiillerine gelir-
ken CC örneklerinde de rastlanmaktadır.
92 Bu ek için ayrıca bk. Zajączkowski, 1954: 27-28; Karamanlıoğlu, 1994: 51;
Karaşlar, 2012: 332.
93 Memluk-Kıpçakçasındaki örnekler de bu eki tasdik etmektedir (bk. Karamanlıoğlu,
1994: 51). Altın Orda metinlerindeki örnekler için bk. (2. Bölüm, itlen- fiili).
Bununla birlikte Zajączkowski’nin Eski Anadolu Türkçesinden verdiği örnekler
bu ekin Kıpçakçaya has olduğu fikrine aykırıdır (bk. 1954: 28).
70 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

açıḫlan- I ‘açlık çekmek, açlıktan kıvranmak’ (DAK, 51; KS, 25);


aġrılan- ‘hastalık geçirmek, acı çekmek’ (KS, 49); alġasalan-/
alhasalan-/aġlasalan-/alġasalnan- ‘şaşırmak, kafası karışmak;
budalalık etmek’ (DAK, 63; KS, 73); aşıḫlan- ‘acele etmek’ (KS,
157); bulġalan- ‘bulanmak, karışmak, açık seçik olmamak’ (KS,
335); ḫovanlan- ‘kibirlenmek, övünmek’ (CC, 713); itlän- ‘kay-
bolmak’ (CC, 721); keçiklän- ‘geç kalmak, oyalanmak’ (DAK,
376; KS, 666); tügänlän- ‘sona ermek, sonlanmak’ (DPY, 408;
AB, 199; KS, 1523); yoluḫlan- ‘tesadüfen olmak veya meydana
gelmek’ (KS, 1729).

1.2.2.3. -r-
İşlevi belirsizdir. Ünlü ile biten fiil tabanlarına gelerek
eklendiği tabanın işlevini devam ettiriyor olabilir.
Eski Türkçede alaŋur-, ilgür-, köpir-, süçir-, talpır-, ya-
gur-, yılır-, yunçır- gibi fiillerde tanıklanır (bk. Erdal, 1991:
535).
ayır- ‘bölmek, ayırmak’ (CC, 428, 645), ‘bölmek, ayırmak; çöz-
mek, açıklamak, yorumlamak, dışa vurmak’ (LEK, 45; DPY, 383;
KCH, 163; KS, 182); çimdir- ‘çimdiklemek’ (KS, 385).

1.2.3. Gerçek Eyleme Yakınlık/Benzerlik Bildirici Ek


1.2.3.1. -(X)msXn- 94
Fiillerden geçişsiz filler türetir.
-(X)m fiilden isim ve +sXn- isimden fiil yapım eklerinden
oluştuğu düşünülmektedir (Gabain, 1988: 59; Erdal, 1991:
531).95
94 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 212; Gabain, 1988: 59; Erdal, 1991:
531; Karaşlar, 2012: 268.
95 Bununla birlikte, Erdal bu ekin eşzamanlı olarak parçalanamaz olduğunu
söylemektedir; zira EUT’deki hiçbir -(X)msXn- fiilinin -(X)m’lı isim tabanı aynı
dönemde tanıklanmamıştır (1991: 531).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 71

Brockelmann’a göre bu eki alan fiiller, ‘gibi gözükme’yi


veya ‘tamamlanmamış hareket’i tasvir ederler (1954: 212).
Erdal da, göstermelik bir eylemi tasvir etmek için, eylemin
gerçek versiyonunu gösteren fiil tabanına bu ekin eklendiği-
ni söyler (1991: 531).
Orhun yazıtlarında hiç görülmeyen bu ek, Eski Uygur
döneminde sekiz kez tanıklanmıştır (bk. Erdal, 1991: 531).
Bu da gösterir ki söz konusu birleşik ek -(X)msXn-, aynı dö-
nemde sadece bir kez tanıklanan +sXn-’a nazaran çok daha
üretken olmuştur.
Ek, DLT’de çok fazla örneklenmiş, diğer dönemlerde dü-
şüşe geçmiştir.
külümsün- ‘gülümsemek, sırıtmak, kıkırdamak’ (DAK, 431; KS,
770).

1.2.4. Eylem İsteği Bildiren Ek


1.2.4.1. -(U)vsA- 96 ve -sA- 97
Bu ek -(I)ġ ve +sA- eklerinin birleşiminden oluşmaktadır.
Geçişli ve fiil tabanının gösterdiği eylemi yapmak iste-
mek anlamlı fiiller türetir. Kıpçak fonolojisine uygun olarak,
ilk morfemin son sesi sızıcılaşarak yardımcı ünlüsünü yu-
varlaklaştırmış.Tek veya iki heceli tabanlara eklenir.
İkinci form -sA- ise ilkinin kısalmış şeklidir.98
Her iki biçim de sonraki dönemlerde işlekliği yitirmiştir.
Aşağıda da görüleceği üzere ilk ek sadece CC’de tanıklan-
maktadır.
96 Bu ek için ayrıca bk. Gabain, 1988: 59; Erdal, 1991: 525; Karaşlar, 2012: 292.
97 Bu ek için ayrıca bk. Räsänen, 1957: 160; Karaşlar, 2012: 378; Güvenç, 2014:
193.
98 Erdal, fonetik olarak -(X)gsA-’dan -sA-’ya (veya DLT’deki -IsA-’ya) geçişin,
/g/ sesi bu dönemde ortadan kalkmadığı için ne Eski Türkçede ne de Karahanlı
Türkçesinde olağan bir ses gelişimi olmadığını belirtir ve isimden fiil +sA-’nın
fiilden fiil yapım eki dünyasına aktarıldığını söyler (1991: 527).
72 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

a) -(U)vsA- fiilleri:
körüvsä- ‘görmek istemek, arzulamak’ (CC, 761); ḳutḳaruvsa-
‘kurtarmak istemek’ (CC, 766); tabuvsa- ‘bulmak istemek’ (CC,
825).

b) -sA- fiilleri:
ḫapsa- ‘kavramak, yakalamak’ (LEK, 55; DAK, 448; AB, 161;
KS, 804); umsa- ‘umut etmek’ (KS, 1551).

1.2.5. Sıklık Çatı Ekleri


1.2.5.1. -AlA- 99
Sıklık bildiren çatı ekidir.100
Brockelmann, bu eki +lA- bahsinde bir fiilden fiil yapım
eki olarak ele alır ve a, u zarf-fiil ekleri ile kullanıldığını be-
lirtir (1954: 219). Räsänen ise bir başka sıklık eki -KAlA-’dan
ayrılmış olabileceğini söyler (1957: 166).101
Bu ek Eski Türkçede görülmez.102 Orta Türkçede ise sey-
rektir (bk. Hacıeminoğlu, 1991; Güner, 2013: 166).
Derlemde bu ekin üretkenliği düşüktür. Sıklık çatısında
bir sonraki bahiste bulunan -KAlA-, -ḫala-’nın üretkenliği
çok daha ileri düzeydedir.
ḫuvala- ‘kovalamak, kovmak’ (CC, 715) ~ ay. (DAK, 503; PTW,
131; KCH, 174; KS, 905); yorala- ‘hayal etmek, ümit etmek, tah-
min etmek’ (CC, 895); yuvala- ‘yuvarlanmak, dönmek’ (KS,
1739).

99 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 219; Räsänen, 1957: 166; Karaşlar,
2012: 284; Güvenç, 2014: 138.
100 Bununla birlikte, bu çatı eki gövdenin anlamıyla da kaynaşabilir veya sıklık
dışında yeni bir anlam da kazandırabilir.
101 Ayrıca Fince sıklık eki -ele- ile olan paralleliğe de dikkat çekmiştir.
102 Bununla birlikte, Güner; Karahanlı satırarası Kuran tercümelerinde bu eki sadece
ölçele- fiili ile tanıklar (2008: 172).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 73

1.2.5.2. -ḫAlA-/-KAlA-103
Sıklık ve pekiştirme görevinde kullanılır. Ünsüz ile biten
bir veya iki heceli tabanlara eklenir.
Çalışırlar, bu birleşik ekin isim-fiil -GA (ve -GU) ile isim-
den fiil yapan +lA-’dan müteşekkil olduğunu düşünmekte-
dirler (Räsänen, 1957: 165).
Tarihi dönemlerde belirişi -AlA- ekinde olduğu gibi sınır-
lıdır. Yalnızca Çağatay Türkçesinde az sayıda -GUlA- örne-
ği tanıklanmıştır (bk. Brockelmann, 1954: 165; Bodrogligeti,
2012: 163).
Ek, sürekli ünsüzler ile biten tabanlara -KAlA-; süreksiz
ünsüzlere ile biten tabanlara ise -ḫ AlA- şeklinde eklenir. Ek
büyük çoğunlukla damak uyumuna riayet etmez.
Eldeki veriler tamamı ile EK’ye aittir, ek CC’de tanık-
lanmaz. Garkavets’ten alınan kimi örneklerde, yazar bu eki
alan örnekler için parantez içinde многокр. (= “tekrar, sıklık
belirtici”), инт. (= “kuvvetlendirici”), учащ. (= çabukluk
belirtici) kısaltmalarını vermekte kimi örneklerde de hiçbir
kısaltma kullanmamaktadır. Kısaltma verilmiş örneklerin
Türkçeye aktarımında da aynı yol izlenmiş ve (sık.), (kuv.)
ve (çbk.) kısaltmaları kullanılmıştır.104
atḫala- ‘(sık.) atmak, fırlatmak’ (KS, 166); basḫala- ‘(kuv.) ayak-
la ezmek, çiğnemek’ (PTW, 123; KS, 229); buzġala- ‘(sık.) boz-
mak, mahvetmek, yok etmek’ (KS, 346); çapḫala- ‘(sık.) parça-
lara ayırmak, kesmek’ (PTW, 126; KS, 368)105; ḫapḫala- ‘(sık.)
kapmak’ (KS, 804); ḫısḫala- ‘(sık.) kısmak, kısaltmak, küçült-
mek’ (DAK, 476; KS, 855); ḫoyġala- ‘(sık.) koymak, yaymak’
(KS, 886); kesḫälä-/keskälä- ‘kesmek, kıymak, dilmek’ (DAK,
387; KS, 687); ketärġälä- ‘harcamak, savurganca tüketmek’ (KS,
689); öldürġälä- ‘(sık.) öldürmek, yok etmek, katletmek, katliam
103 Bu ek için ayrıca bk. Räsänen, 1957: 165; Güvenç, 2014: 138.
104 Bunun dışındaki örneklerde ise herhangi bir kısaltma kullanmamıştır. многокр.
ve инт. kısaltmalar bahsinde yer almamıştır.
105 Garkavets bu fiilde (< *çarpḫala-) gibi etimolojik bir fikir de belirtmiştir.
74 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

yapmak’ (PTW, 139; KCH, 181; KS, 1095); ösḫälä- ‘(çbk.) büyü-
mek, (bitki) bitmek’ (DAK, 590; KS, 1101); salġala- ‘(sık.) saçmak,
dağıtmak, fırlatmak’ (KS, 1231); sançḫala- ‘defalarca batırmak,
bıçaklamak, delmek’ (DAK, 665; KS, 1235); sındırġala-/sındır-
hala- ‘(sık.) kırmak, parçalamak’ (LEK, 69; DAK, 681; KS, 1277);
sınġala- ‘(sık.) kırmak, parçalamak’ (KS, 1278); sökkälä-/sökḫälä-
‘(kuv.) azarlamak, sövmek’ (DPY, 405; KS, 1299); tartḫala- ‘farklı
doğrultulara çekmek, çekip almak, sökmek; karıştırmak’ (KCH,
185; KS, 1392); teşilġälä- ‘tamamıyla delinmek’ (DAK, 754; KS,
1430); teşḫälä- ‘delmek, pek çok noktadan delmek’ (DAK, 756; KS,
1433); tüşḫälä- ‘(sık.) düşmek, yıkılmak’ (DAK, 791; KS, 1530);
urġala- ‘(sık.) vurmak, bıçaklamak’ (KS, 1556); üzġälä- ‘(kuv.)
çekmek, sürüklemek’ (KS, 1582); yırtḫala- ‘(sık.) yırtmak, sökmek,
parçalara ayırmak’ (KS, 1720); yıḫḫala- ‘(sık.) yıkmak, boşaltmak,
yere çalmak’ (KS, 1713).

Tryjarski’nin sunduğu örnekler tam bir metin içinde yer


almadığı için anlam tayininde güçlük doğurmuş, yazar da
bu yüzden pek çok örnekte soru işareti koymak durumunda
kalmıştır. Dolayısıyla böyle nüans içeren bir ekin semantik
boyutu tam olarak ortaya koyulamamıştır. Garkavets ise pek
çok metni esas aldığından daha isabetli anlamlar belirler.

1.2.5.3. -ḫlA-106
Ünlü ile biten tabanlara gelerek sıklık işlevi görür. -KAlA-
/-ḫ AlA- ekinin ünlü ile biten fiil tabanları için kullanılan bir
varyantı olarak düşünülebilir.
sandraḫla- ‘aklını kaçırmak; uykusunda sayıklamak’ (KS, 1235).

106 Ayrıntılı bilgi için bk. Räsänen, 1957: 165. Räsänen bu eki Osmanlıcada
tanıklamıştır: öp-ekle- ‘oft küssen’. Bununla birlikte bu ek ünsüz ile biten tabana
gelişi ile EK örneğinden farklıdır.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 75

1.2.5.4. -lA-107
Önceki iki sıklık çatısının kısalmış şekli olması muhte-
meldir (bk. Brockelmann, 1954: 220).
otala- ‘tedavi etmek’ (CC, 536) ~ ‘ilaç vermek, ilaç ile
tedavi etmek; zehirlemek’ (DAK, 593; KS, 1077); ḳarmala-
‘acele etmek, çabuk olmak’ (CC, 727) ~ ḫarmala- ‘dokun-
mak, hissetmek’ (DAK, 456; KS, 817); tırmala- ‘(tırnakla)
kazımak, sürtmek, yırtmak’ (DPY, 408; DAK, 766; KS,
1460).
CC ḳarmala- fiili semantik olarak tarihî varyantlar ile ör-
tüşmemektedir. Ancak yine de ‘dokunmak, elle yoklamak’
anlamı içeren fiil ile aynı fiil olmalıdır.

1.2.5.5. -mAlA-108
Büyük ihtimalle {ma} hecesi ile biten fiillere -lA- sıklık
çatı ekinin kaynaşması ile oluşmuştur. Bu kompozit ek de
diğerleri gibi bir sıklık çatı eki olmakla birlikte semantik de-
ğişim ile bu görevini bırakmış olmalıdır.
Tarihî dönemde, aşağıdaki örnekler haricinde, tanıklan-
maz.
ayamalan- ‘üzüntü duymak, bakılmak, ilgilenilmek’
(DAK, 93; KS, 180); tumala- ‘bastırmak, el ile sıkarak tı-
kamak’ (CC, 852); yulmala- ‘kavurmak, yakmak’ (CC, 897)
~ yılmala-/yulmala- ‘ütülemek, düzleştirmek, kusurlarını,
kaba yerlerini temizlemek ve tıraşlamak, cilalamak, parlat-
mak (alet, silah vs.)’ (DAK, 344; KS, 1717).
Üç örnekten en şeffafı ilkidir; zira EK’de aya- fiili mev-
cuttur. Diğerleri ise farazi olarak bu eke bağlanabilirler.

107 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 220; Räsänen 1957: 165; Karaşlar,
2012: 332. Räsänen bu eki, -ala-, -älä- ile birlikte değerledirmiştir.
108 Ayrıca bk. Güvenç, 2014: 170.
76 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

1.2.6. Edilgenlik Çatı Eki


1.2.6.1. -(X)l-109
Fiil tabanlarından pasif fiiller türetir.110Dolayısıyla bu
ek ile türeyen tüm fiiller geçişsizdir. Erdal, beklenin aksine
ekin geçişsiz tabanlara da eklendiği belirtmiş, bunun da me-
taforik anlatım; paralel örneklere uymak ve Sanskritçedeki
yapılara benzer çeviri şekiller kullanmaktan kaynaklandığı-
nı ifade etmiştir (1991: 690-691).111
Eski Türkçede /l/ ve ünlü ile biten bütün gövdelere -(X)
n- ile nöbetleşme ihtiyacı duymaksızın gelebilmektedir (bk.
Erdal, 1991: 651-689). Derlemde ise ünlülerden sonra -(X)
n- ile nöbetleşme göstermese de, /l/ sesi ile biten ve +lA- ile
türetilen fiillerde yerini tamamı ile -(X)n-’a bırakır.112
Derlemde tanıklanan edilgen fiilleri mahiyetleri bakı-
mından iki ana kategoride değerlendirmek gerekir. Birin-
cisi, orijinal görevini sürdüren tam edilgenler; ikincisi ise
edilgenlik dönüşlülük arasında kalan yarı edilgenlerdir. Bu
ikinci kategori de Nugteren ve Korpershoek’in görüşü doğ-
rultusunda açıklayıcı edilgen ve sahte edilgenler olarak ikiye
ayrılabilir (2007: 62, 63, 65):

1.2.6.1.1. Tam edilgenler:

abral- ‘tedavi edilmek, bakım görmek; savunulmak, kurtarılmak’


(KS, 2010); açıl- ‘açılmak’ (CC, 620), ‘açılmak; ateş almak; algısı
açılmak; saflaşmak, arınmak’ (DAK, 50; KS, 25); aḫtarıl- ‘ters
109 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 201; Räsänen, 1957: 160; Gabain,
1988: 59; Erdal, 1991: 651; Berta, 1996: 629; Karaşlar, 2012: 307; Güvenç,
2014: 149.
110 Berta, bu ekin Orta Kıpçakçada edilgen ve dönüşlü olduğu belirtir (1996: 629).
111 EK’da geçişsiz tabanlardan yapılan edilgenler de çoğunlukla çeviri kaynaklıdır.
112 EK’daki tek örnek tişläl- bir yazıcı hatası olabilir. Bunun yanısıra ye- fiili EK’da
yeyil- biçiminde edilgen kılınmıştır. Brockelmann, kimi örneklerde -n-’nin
fonolojik aykırılaşma ile edilgenlik varyasyonu oluşturduğunu ifade etmektedir
(1954: 201-202).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 77

çevrilmek, ters yüz olmak, devirilmek, kökünden sökülmek’


(LEK, 43; PTW, 121; KCH, 163; KS, 64); aŋıl- ‘anılmak; bir anla-
ma gelmek; adlandırılmak, (bir ad ile) çağırılmak’ (KS, 112); arı-
tıl- ‘arındırılmak’ (KS, 132); asıl- ‘asılmak’ (CC, 638) ~ ay. (DAK,
78; KCH, 165; KS, 148); asral- ‘bakılmak, büyütülmek, beslenil-
mek’ (KS, 150); atal-/atıl- II ‘adlandırılmak; vadedilmek, miras
bırakılmak’ (KS, 164); atıl- I ‘atılmak, fırlatılmak, ateşlenmek;
dört dönmek’ (KS, 166); (!) ayal- ‘reddedilmek, aşağılanmak’
(DAK, 93); ayırıl-/ayrıl- ‘ayrılmak, bölünmek; (hukuken) boşan-
mak; uzaklaşmak; ayırt edilmek, okunaklı, anlaşılır olmak; açık-
lanmak, yorumlanmak’ (LEK, 45; DPY, 383; DAK, 94; EKT, 284;
AB, 141; KS, 183); aytıl- ‘söylenmek, anılmak’ (CC, 647), aytıl-/
haytıl- ‘söylenmek, anlatılmak, ifade edilmek’ (LEK, 45; DAK,
98; KS, 189); barıl- ‘gidilmek, yürünmek’ (KS, 222); basıl- ‘basıl-
mak, çiğnenmek (ayak ile), ezilmek; yoğurulmak’ (DAK, 115;
AB, 143; KS, 229); başlanıl- ‘başlanmak, meydana getirilmek,
ortaya çıkarılmak’ (KS, 237); baḫıl- ‘dikkate alınmak, göz önün-
de bulundurulmak; refaakat, nezaret edilmek’ (DAK, 106; KS,
208); beril- ‘verilmek’ (CC, 657), ‘verilmek, sunulmak, bağışlan-
mak’ (LEK, 47; DPY, 387; DAK, 128; PTW, 124; KCH, 166; EKT,
286; AB, 144; KS, 258); biçil- ‘kesilmek, biçilmek; enenmek’ (KS,
266); boşatıl- ‘boşaltılmak, tahliye edilmek, özgür bırakılmak’
(KS, 319); boyal- ‘boyanmak, boyaya bulanmak’ (DAK, 163; KS,
322); burul- I ‘kıvrılmak, halkalanmak’ (CC, 675), (!) burul- I 113
‘ay.’ (DAK, 168; KS, 340); buyurul- ‘buyurulmak, emredilmek’
(KS, 345); büzül-/buzul- II ‘parlatılmak, cilalanmak’ (KS, 352);
çekil- ‘çekilmek, gerilmek, sürüklenmek, sürülmek’ (DAK, 183;
KS, 375); çıdal- ‘dayanılmak, tahammül edilmek’ (DAK, 188; KS,
387) çıḫarıl- ‘çekilmek, çıkarılmak, kurtarılmak’ (DAK, 194;
KS, 391); çızıl- ‘çizilmek, taslak çıkarılmak, şema çıkarılmak’
(DAK, 194; KS, 396); çozıl- ‘gerilmek, yayılmak, açılmak’ (KS,
401); çövürül-/çövüril- ‘döndürülmek, çevirilmek, kıvırılmak’
(KS, 406); çürgäl- ‘sarılıp sarmalanmak, belenmek, örtülmek;
makaraya sarılmak’ (DAK, 200; KS, 409); devşiril- ‘derlenmek,
113 Garkavets bu fiili bürüş- olarak kabul eder ve o maddeye gönderme verir (2010:
351).
78 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

toplanmak’ (KS, 425); dolaşıl- ‘etrafı çevrilmek, çevrelenmek’


(DAK, 213; KS, 434); donatıl- ‘düzenlenmek, süslenmek, dekore
edilmek’ (DAK, 214; KS, 436); eltil- ‘teslim edilmek, gönderil-
mek; eşlik edilmek (geçirilmek)’ (DAK, 236; KS, 485); esirtil-
‘sarhoş edilmek’ (KS, 502); etil- ‘yaratılmak’ (CC, 706), ~ etil-/
yetil- ‘üretilmek, yapılmak’ (LEK, 53; DAK, 246; KS, 509); ezil-
‘dövülmek, ezilmek, ufalanmak; üzerine basılmak’ (DAK, 249;
KS, 516); ḫadal- ‘çivilenmek’ (KS, 789); ḫaḫıl- ‘tıklatılmak, vu-
rulmak; çekiçle dövülmek; (para) basılmak’ (DAK, 441; KS, 792);
ḫapsal- ‘yakalanmak, tuzağa düşürülmek, kaçırılmak’ (KS, 804);
ḫarışıl-/ḫarşıl- ‘karıştırılmak; şaşırmak, yolunu kaybetmek’
(DAK, 454; KS, 815); ḫatıl- ‘eklenmek, katılmak; kenarı basıl-
mak, kuşaklanmak, yaka yapılmak’ (DAK, 460; KS, 826);
ḫatıştırıl- ‘karıştırılmak, dahil edilmek, tutturulmak’ (KS, 826);
ḫaytarıl- ‘geri çevrilmek; eski haline döndürülmek; ters yüz edil-
mek’ (DAK, 469; KS, 838); ḫazıl- ‘kazılmak’ (KS, 841); ḫısıl-
‘kıstırılmak, ezilmek, rahatsız edilmek, baskılanmak’ (DAK, 475;
KS, 853); ḫızdırıl- ‘kızdırılmak, tutuşturulmak, yakılmak’ (KS,
860); ḫovurul-/ḫuvurul- ‘kavurulmak, kızartılmak; işkenceye
maruz bırakılmak, acı çekmek’ (DAK, 489; KS, 882); ḫurul-/
ḫorul- ‘gerilmek, çekilmek, kurulmak (yay veya silah)’ (KS, 880);
ḫutḫarıl- ‘kurtarılmak, özgür bırakılmak’ (LEK, 58; DAK, 502;
KS, 903); ḫuvul- I ‘sürülmek, sürgün edilmek, kovulmak’ (KS,
910); ırġal- ‘sallanmak, silkelenmek, sarsılmak’ (CC, 717); içil-
‘içilmek’ (KS, 602); içiril- ‘(suya) doyurulmak’ (KS, 603); inanıl-
‘inanılmak, güvenilmek’ (KS, 614); işitil- ‘duyulmak, işitilmek,
(bir dedikodu) yayılmak’ (KS, 627); izdäl- ‘aranmak, gerek du-
yulmak, talep edilmek’ (KS, 636); keçikil- ‘gecikilmek’ (KS,
666); keltiril- ‘verilmek, getirilmek, sunulmak’ (DAK, 380; KS,
673); kemişil- ‘dışarı çıkarılmak, kovulmak’ (CC, 733); keril- ‘kol
ve bacakları açılarak bir yere bağlanmak; gerinmek, esnemek’
(CC, 735) ~ ‘açılmak, yayılmak, çarmıha gerilmek’ (DAK, 386;
KS, 683); kesil- ‘kesilmek, parçalarına ayırılmak’ (DAK, 387; KS,
686); köçürül- ‘nakledilmek; istinsah veya kopya edilmek; tercü-
me edilmek’ (KS, 721); kömül- ‘gömülmek’ (CC, 756) ~ ay. (KCH,
178; AB, 172; KS, 724); körül- ‘görülmek, tespit edilmek; incelen-
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 79

mek, değerlendirilmek’ (KS, 740); kötürül-/kötüril- ‘kaldırılmak,


yukarı çıkarılmak, dikilmek; övülmek; temizlenmek, ortadan
kaldırılmak’ (DAK, 421; KS, 745); közätil- ‘korunmak, gözetil-
mek’ (KS, 749); kütül- ‘otlatılmak’ (DAK, 435; KS, 776); küyül-
‘yakılmak’ (KS, 777); ḳınal- ‘eziyet görmek, acı çekmek’ (CC,
739) ~ ḫıynal- ‘ay.’ (AB, 164; KS, 859); ḳırıl- ‘ölmek, yok olmak’
(CC, 740) ~ ḫırıl- ‘yok edilmek, öldürülmek’ (PTW, 130; KCH,
173; KS, 851); ḳoşıl- ‘birleşmek, bağlanmak’ (CC, 752) ~ ḫoşul-
‘ay’ (DAK, 488; KS, 881); ḳoyul- ‘bırakılmak, konulmak’ (CC,
753) ~ ḫoyul-/ḫoyur- II ‘koyulmak, yerleştirilmek, tesis edilmek’
(LEK, 57; DAK, 492; KS, 886); manıl-/maŋıl- ‘ıslatılmak, (su
vb.’ne) daldırılmak, batırılmak’ (DAK, 517; KS, 946); maḫtal-
‘övülmek, yüceltilmek’ (KS, 940); meŋäril- ‘el koyulmak, sahip-
lenilmek, miras bırakılmak’ (KS, 966); oŋarıl-/onarıl- ‘başarılı,
talihli olmak, başarı ile ilerlemek, gelişmek’ (DAK, 579; AB, 184;
KS, 1056); ornatıl- ‘dekore edilmek, renklendirilmek, donatıl-
mak’ (DAK, 585; KS, 1065); oynal- ‘oynanmak’ (DAK, 600; KS,
1084); oyul- ‘batmak, çökmek’ (CC, 791); ögül- ‘yüceltilmek,
övülmek’ (KS, 1089); ölçül- ‘ölçülmek’ (DAK, 576; KS, 1095);
öltürül- ‘öldürülmek’ (CC, 794) ~ öldürül- ‘ay.’ (KS, 1096); örtül-
‘örtülmek, üzeri kaplanmak’ (KS, 1101); (? avunul->) övünül- ‘te-
selli edilmek, moral verilmek’ (KS, 1108); saçıl- ‘saçılmak, ekil-
mek; dağılmak, yayılmak’ (DAK, 654; KS,1214); sanal- ‘sayıl-
mak, hesaplanmak’ (KS, 1235); sançıl- ‘batırılmak, deşilmek’
(KS, 1235); sapıl- ‘sapılmak, dönülmek, dönmek’ (DAK, 666; KS,
1237); sarnal- ‘okunmak’ (DPY, 404; EKT, 294; KS, 1242); satıl-
‘satılmak’ (DPY, 404; PTW, 144; KS, 1246); sayıl- ‘sayılmak, he-
saplanmak’ (KS, 1247); saġıl- I ‘sağılmak; madenden üretilmek,
alaşımdan çıkarılmak’ (KS, 1218); saġınıl- ‘düşünülmek, sanıl-
mak’ (DAK, 657; KS, 1219); seril- ‘serilmek, yayılmak’ (KS,
1261); sezil- ‘soruşturulmak, incelenmek; ortaya çıkarılmak, bi-
linmek’ (DPY, 404; KS, 1265); sıḫıl- ‘sıkıştırılmak, sıkılmak’
(DAK, 679; KS, 1275); sınal- ‘denenmek, sınanmak’ (CC, 812) ~
ay. (KS, 1277); sındırıl- ‘kırılmak, sakatlanmak’ (KS, 1278); sı-
nıl- ‘kırılmak, ezilmek’ (KS, 1278); sıtıl- ‘ezilmek, basılmak’
(DAK, 682; KS, 1281); silkil- ‘çalkalanmak, silkilmek’ (DAK,
80 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

676; KS, 1268); sorul- ‘sorulmak’ (KS, 1296); soyul- ‘katledil-


mek, kesilip doğranmak, kurban edilmek’ (DAK, 695; KS, 1298);
sökül- ‘sökülmek, ayırılmak’ (CC, 818) ~ ‘sökülmek, parçalan-
mak, harap olmak’ (DAK, 689; KS, 1299); sövül- ‘sevilmek’ (KS,
1303); sunul-/suŋul- ‘sunulmak, arz edilmek; kurban edilmek’
(DAK, 712; KS, 1330); suvarıl- ‘sulanmak, su verilmek’ (KS,
1335); suvral-/sovral- ‘sürülmek, sürünmek’ (DPY, 406; DAK,
717; KS, 1336); suvul- ‘gizlice sıvışmak, kaybolmak’ (CC, 823);
sürkül-/sürkäl-/sülkän-/ḫurkul- ‘sürülmek, çekilmek’ (DAK,
713; KS, 1336, 1339); sürtül- ‘sürülmek, sürtülmek; silinmek, te-
mizlenmek’ (DAK, 714; KS, 1340); sürül- ‘sürülmek, çekilmek;
takip edilmek, kovalanmak; (tarla) sürülmek’ (DAK, 714; KS,
1340); taġıl-/daġıl- ‘dağılmak, saçılmak, parçalanmak, çözülmek,
çökmek’ (DAK, 729114; KS, 1366); tanıl- ‘tanınmak’ (KS, 1381);
tapıl-/tapul- I ‘bulunmak, tespit edilmek, teşhis edilmek’ (LEK,
73; DPY, 406; DAK, 737; KCH, 185; DL, 325; AB, 194; KS, 1386);
tergäl- ‘sınanmak, incelenmek, araştırılmak’ (KS, 1426); teşil-
‘delinmek, deşilmek’ (KS, 1430); teşkiril- ‘değiştirilmek, dönüş-
türülmek, bildindik görünümü kaybetmek, bozulmak, kötüleş-
mek’ (LEK, 74; (DAK, 755; AB, 196; KS, 1431); tıyıl- ‘durdur-
mak, engellemek’115 (CC, 574) ~ tıyıl-/tiyil- II ‘engellenmek, durdu-
rulmak, sona erdirilmek, dindirilmek, sakinleştirilmek, susturul-
mak’ (LEK, 75; DAK, 767; AB, 197; KS, 1462); tikil- I ‘(kumaş
vs.) dikilmek’ (DAK, 759; KS, 1439); tikil- II ‘dik konumda yerleş-
tirilmek/koyulmak, yerleştirilmek, oturtulmak, (ağaçlar, çalılar
için) yerleştirilmek’ (DAK, 759; KS, 1439); tişläl- ‘ısırılmak, diş-
lenmek, yenmek’ (DAK, 763; KS, 1449); tiyil- I ‘dokunulmak; eri-
şilmek; ilintilendirilmek; değerli bulunmak’ (KS, 1452); tizil-/te-
zil- ‘istif edilmek, sıraya sokulmak, dizilmek’ (DAK, 765, 757;
KS, 1454); toġurul- ‘doğurulmak, meydana getirilmek, yaratıl-
mak, üretilmek’ (DAK, 770; KS, 1472); toḫtal- ‘kurulmak, yerleş-
tirilmek, güçlendirilmek, sağlama alınmak, tahkim edilmek, pe-
kiştirilmek’ (DAK, 771; EKT, 295; AB, 198; KS, 1473); toḫtatıl-
114 Tryjarski bu fiili tak- tabanı ile ilişkilendirmiş ve ona uygun bir anlam vermiştir;
fakat olması gereken yukarıda verilen anlamlardır. Bu anlamı, aynı cümlede yakın
anlamlı olan verilen tökül-, yayıl-, aḫ- da desteklemektedir (bk. DAK, 729).
115 Ünal’daki anlam “son bulmak, kesilmek, dinmek”tir (2010: 119).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 81

‘durdurulmak, kurulmak, konumlandırılmak, temellendirilmek’


(KS, 1474); toḫul- ‘dokunmak, örülmek’ (DAK, 773; KS, 1475);
toḫunul- ‘?’ (DAK, 773); tol- ‘dolmak’ (CC, 847) ~ ay. (LEK, 75;
DAK, 773; PTW, 152; AB, 198; KS, 1476); toldurul- ‘doldurul-
mak, yüklenmek’ (KS, 1477); tögül- ‘dökülmek’ (CC, 849) ~ tö-
kül-/tögül- ‘dökülmek, saçılmak’ (DAK, 771; PTW, 147; KS,
1490); töşäl- ‘(zemin üzerinde) yayılmak, döşenmek’ (DAK, 778;
KS, 1496); tövül-/tüvül- ‘dövülmek, vurulmak, çarpılmak, kırıl-
mak, berelenmek’ (DAK, 779; PTW, 147; AB, 199; KS, 1497);
turġuzul- ‘bir nesne veya kişi önüne koyulmak, gösterilmek’
(DAK, 787; KS, 1509); tutaşıl- ‘(toz, pas vb.) ile kaplanmak, kir-
lenmek; birbirine yapışmak’ (DAK, 792; KS, 1513); tutul- ‘tutul-
mak, yakalanmak; gözetim altında olmak; mayalanmak, katılaş-
mak’ (DPY, 408; DAK, 792; PTW, 147; KCH, 187; KS, 1515); tu-
yul- ‘kendini duyurmak, hissettirmek; bilinmek, bilinir olmak
(dedikodu veya dolaylı bilgi ile)’ (KCH, 186; KS, 1517); tükürül-
‘tükürülmek’ (KS, 1524); tüzül- ‘kurulmak, inşa edilmek, düzen-
lenmek, kompoze edilmek; yaratılmak’ (LEK, 77; DAK, 796;
EKT, 296; KS, 1535); tüzäl- ‘organize edilmek, düzeltilmek, düze-
ne sokulmak’ (DAK, 795; KS, 1532); tüzätil- ‘düz hâle getirilmek,
düzeltilmek, doğrultulmak, düzenlenmek’ (KS, 1533); unutul-
‘unutulmak’ (DAK, 807; KS, 1553); urul- ‘vurulmak, ezilmek,
berelenmek; çılgına çevrilmek, müptela edilmek; bulaştırılmak,
yağ sürülmek, (yemek) terbiye edilmek, sürülmek, yayılmak’
(LEK, 78; DAK, 809; KS, 1559); uzanıl- ‘çekilmek, uzatılmak’
(DAK, 820; KS, 1570); uzatıl- ‘uğurlanmak, yolcu edilmek’ (KS,
1571); ündäl- ‘çağrılmak, isimlendirilmek; yakarılmak, davet
edilmek’ (LEK, 78; DAK, 806; KCH, 187; AB, 203; KS, 1578);
üşkürül- ‘korkutulmak, ürkütülmek’ (KS, 1581); üzül- ‘parçalan-
mak, kırılmak veya tahrip edilmek’ (DAK, 820; KS, 1582); yalba-
rıl- ‘yalvarılmak, rica edilmek, istenmek’ (KS, 1630); yançıl- ‘dö-
vülmek, savrulmak’ (DAK, 312; KS, 1640); yapul-/yapıl- ‘kapa-
tılmak, örtülmek, duvar örülmek’ (DAK, 317; AB, 207; KS, 1647);
yaratıl- ‘yaratılmak, kurulmak, üretilmek’ (LEK, 80; DAK, 320;
KS, 1651); yasal- ‘üretilmek, yapılmak, kurulmak, inşa edilmek,
tamir edilmek’ (LEK, 80; DAK, 326; AB, 208; KS, 1663); yaşırıl-
82 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

‘gizlenmek (edl.), saklanmak (edl.), sığındırılmak’ (KS, 1669);


yazıl- I ‘yazılmak, kayıt altına alınmak, tescil edilmek’ (LEK,
1957; DPY, 394; DAK, 332; PTW, 132; EKT, 290; AB, 210116; KS,
1676); yazıl- II ‘çözülmek, açılmak’ (CC, 883); yaḫışıl- ‘uygun ve
yakışır şekilde yapılmak’ (KS, 1625); yaraşıl- ‘kişiye göre, kişiye
uygun ve hoş yapılmak’ (KS, 1651); yeberil- ‘gönderilmek, yön-
lendirilmek; azat edilmek, tahliye edilmek, taşırılmak; başvurul-
mak, referans edilmek (delile dayanarak)’ (DPY, 395; DAK, 334;
KS, 1683); yediril- ‘beslenmek (edl.), yedirilmek’ (KS, 1685);
yeŋil-/yenil- ‘yenilmek, alt edilmek’ (DAK, 364; KS, 1691); yeti-
şil- ‘erişilmek, kavranmak, tutulmak’ (DAK, 371; KS, 1704); ye-
yil-/yiyil- ‘yenmiş olmak, emilmek, soğurulmak’ (KS, 1705); yır-
tıl- ‘yüzsüzleşmek, küstahlaşmak’ (CC, 891) ~ ‘yırtılmak, sökül-
mek’ (KS, 1720); yıġışıl- ‘bir araya getirilmek, toplanmak’ (KS,
1709); yıġıştırıl- ‘toplanmak, istiflenmek’ (KS, 1710); yıḳıl-/
yıḫıl-/yıġıl- II ‘yıkılmak, devrilmek’ (CC, 608, 890) ~ yıḫıl-/yıġıl-
II
/yıhıl- I ‘ay.’ (DAK, 343; PTW, 133; KCH, 175; AB, 212; KS,
1712); yonul- ‘yontulmak’ (DAK, 352; KS, 1730); yorul- /yolul-
‘yorulmak’ (DAK, 352; KS, 1731); yubal- ‘yumuşatılmak, yoğu-
rulmak’ (KS, 1733); yuvul- ‘yıkanmak (edl.), banyo yaptırılmak’
(KS, 1741); yügürül- ‘koşturulmak, dörtnala koşuya izin veril-
mek’ (KS, 1744).

1.2.6.1.2. Yarı edilgenler


a) Açıklayıcı edilgenler
artıl- ‘artmak, çoğalmak’ (KS, 141); batıl- ‘batmak’ (KS, 238);
bitil- ‘büyümek, çimlenmek, filizlenmek’ (DAK, 144; KS, 283);
boġul- ‘boğulmak’ (CC, 445) ~ boġul-/boḫul-/bozul- II ‘(nefes-
siz kalarak/bırakılarak, suya batarak) boğulmak; bir şeyin içine
batmak, gömülmek’ (DAK, 152; PTW, 125; KCH, 167; KS, 305);
busul-/pusul- ‘pusuya yatmak, gizlenmek’ (DAK, 170; KS, 340);
buzul-/bozul-/pozul-/buzur- ‘bozulmak, çürümek; hasar görmek;
116 Chirli, dizinde iki yazıl- fiiline yer verir; fakat ‘yayılmak’ anlamındaki örneğinin
tercümede ‘yazılmak’ olarak verildiği görülür (bk. AB, 61). Dolayısıyla diğer
çalışmalarda da hiç görülmeyen ‘yayılmak’ anlamı geçersizdir.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 83

kanunsuz olmak veya davranmak’ (LEK, 48; DAK, 174; PTW,


125; KS, 348); bügül- ‘bükülmek, eğilmek’ (CC, 452) ~ bükül-
‘ay.’ (KS, 350); çaḫırıl- ‘çığlık atmak, feryat etmek, bağırmak’
(KS, 365); çayḫal- ‘çalkalanmak, sallanmak, dalgalanmak’ (CC,
681); çeşil- ‘çözülmek, parçalanmak, gevşemek; kurtulmak, azat
edilmek’ (LEK, 49; DAK, 185; KS, 381); çırmal- ‘sarılmak, dolan-
mak’ (CC, 684), ‘sarmalanmak, düğümlenmek’ (DAK, 194; KS,
396); çirıl-117 ‘çürümek, bozulmak’ (DAK, 187); çüväl- ‘devril-
mek, bir tarafa yatmak’ (CC, 687); darıl- ‘tahkir edilmek, incin-
mek’ (KS, 415); egril- ‘iki büklüm olmak, eğilmek, çarpılmak,
biçimi bozulmak’ (KS, 472); (egil- >) il- II ‘eğilmek’ (CC, 719) ~
egil- ‘eğilmek; baş eğmek’ (DAK, 231; KS, 470); eksil- ‘eksilmek,
azalmak, tükenmek’ (LEK, 52; DAK, 234; PTW, 127; AB, 154;
KS, 480); eril- ‘erimek, yumuşamak’ (KS, 494); ḫatışıl- ‘eklen-
mek, bitişmek, bir terkibe, gruba girilmek, dahil olunmak’ (KS,
827); ḫorḫul-/ḫurḫul- ‘korkmak, dehşete düşmek’ (DAK, 487;
KS, 878); ḫozġal- ‘kımıldanmak, harekete geçmek, teyakkuza
geçmek’ (KS, 889); kemil- ‘aşağı salınmak, inmek’ (KS, 675);
könäl- ‘bir şeye kabiliyetli olmak’ (CC, 758); könül- ‘doğru, ger-
çek olarak algılanmak; kendini doğrulamak, haklılığını ortaya
çıkarmak’ (LEK, 60; KS, 727); ḳamal- ‘sallanmak, çalkalanmak,
silkelenmek, sarsılmak’ (CC, 724); ḳarıl- ‘(sesi) kısılmak’ (CC,
727); ḳutul- ‘kurtulmak’ (CC, 519, 766) ~ ḫutul-/ḫuvul- II ‘kur-
tarılmak, özgür kılınmak; korunmak, kendini kurtarmak’ (LEK,
58, 61; DAK, 503; PTW, 131; KCH, 174; AB, 167; KS, 904); oḫşal-
‘benzemek’ (DAK, 572); oḫşaşıl- ‘benzemek, benzer olmak’ (KS,
1049); oŋal- ‘iyileşmek’ (CC, 789) ~ ay. (DAK, 578; KS, 1055);
saptırıl- ‘umutsuzluğa düşürülmek, çaresizliğe kapılmak’ (KS,
1238); sasıl- ‘kötü kokmak’ (KS, 1243); sıġıl- ‘sığışmak, sığış-
tırılmak’ (KS, 1274); tapul- II118 ‘tapınmak, ibadet etmek’ (DAK,
737); tartıl- ‘çekilmek, gerilmek, uzatılmak, çekilip çıkarılmak;
çekilmek (dön.); mazerete başvurmak’ (KS, 1392); tayıl- ‘kay-
mak; hataya düşmek’ (KS, 1403); toġrul-/doġrul- ‘doğru veya düz
117 Garkavets bu veriyi isim-fiil olarak değerlendirmektedir (bk. 2010: 386).
118 Garkavets bu örneği tapun- fiilinin hatalı şekli olarak değerlendirir ve bu madde
başına alır (bk. 2010: 1386).
84 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

duruma gelmek, dikelmek, düzelmek; aklanmak, temize çıkmak’


(KS, 1469); tozul- ‘saçılmak, tozmak, dağılmak’ (KS, 1488); tu-
rul- ‘yerleşmek, konumlanmak’ (KS, 1511); uşal- ‘parçalanmak,
ufalmak’ (CC, 864) ~ uşal-/aşal- ‘parçalanmak, birbirinden ay-
rılmak, ufalanmak’ (KS, 1564); uval-/ufal- ‘tozmak, dağılmak,
parçalara ayrılmak, ezilmek, ufalanmak’ (KS, 1566, 1542); uyal-
‘utanmak’ (CC, 591, 865) ~ uyal-/ayal- II ‘ay.’ (DAK, 818; AB,
204; KS, 1567); uyul- ‘donmak, hissizleşmek, uyuşmak, katı-
laşmak’ (KS, 1569); yarıl- ‘çatlamak, yarılmak’ (CC, 602, 877)
~ ay. (DAK, 323; KS, 1656); yayıl- ‘yayılmak, dağılmak’ (CC,
882) ~ ‘açılmak, yayılmak, gerilmek, yayvanlaşmak’ (DAK, 330;
KS, 1673); yemiril- ‘devrilmek, çökmek, harap olmak’ (LEK, 81;
DAK, 364; KS, 1689); yerişil- ‘olmak, olgunlaşmak’ (DAK, 370);
yırıl- ‘büzülmek, buruşmak’ (CC, 891); yäŋiril- ‘yenilenmek, ta-
zelenmek, güncellenmek’ (KS, 1680); (yıġıl->) yııl-/yıl- ‘toplan-
mak, yığılmak’ (CC, 6098, 890) ~ yıġıl- I ‘ay.’ (LEK, 82; DAK,
338; KS, 1707); yumul- ‘(göz) kısılmak veya kırpılmak’ (DAK,
356; KS, 1736); yürül- ‘koşmak; taşmak, parıldamak (renkler
için)’ (KS, 1749); yüzül- ‘(suda) yüzmek’ (KS, 1753).

b) Sahte edilgenler:
kebäl-/kebär- II ‘giyinmek’ (CC, 498, 730); kösül- ‘açmak, uzat-
mak, ayağı uzatarak oturmak’ (CC, 761); sıpçırıl-/çıpçırıl- ‘çık-
mak, kurtulmak, özgür olmak’ (LEK, 70; DAK, 193; KS, 395); so-
çul-/suçul-/çuçul-119 ‘soyunmak’ (CC, 459, 557); tiril- ‘dirilmek;
yaşamak’ (CC, 576) ~ ‘yaşamak, sağlıklı olmak, uzun yaşamak;
dirilmek’ (LEK, 74; DAK, 762; KS, 1446); todul- ‘korkuya, endi-
şeye, huzursuzluğa, kedere gark olmak’ (KS, 1466); yaŋıl- ‘yanıl-
mak, hata etmek’ (CC, 599, 875) ~ yaŋıl-/yanıl- ‘ay.’ (LEK, 80;
DPY, 394; DAK, 314; KS, 1641).

Buradaki açıklayıcı edilgenlerin tamamı Nugteren ve


Korpershoek’in formulize ettiği gibi ünlü ile biten geçişsiz
fiil + edilgenlik eki -(X)l- şablonu ile oluşmamaktadır.120 Fa-
119 Erdal’a göre edilgen kategorisinde değildir (1991: 689), yaŋıl-, kösül- de bunlara
dahildir.
120 Bunlardan bitil-, çaḫırıl-, ḫorḫul-, turul-, yalbarıl-, yaraşıl-, yüzül- fiilleri Ermenice-
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 85

kat semantik açıdan açıklayıcı edilgen gibi hareket edenler


de tam edilgenler yerine bu kategoriye dahil edilmişlerdir.

1.2.7. Dönüşlülük Çatı Eki


1.2.7.1. -(X)n-121
Aslî vazifesi eklendiği fiil tabanına dönüşlülük işlevi
vermektir.122 Bununla birlikte Orta Türkçede /l/ ile biten ve
+lA- eki ile türemiş fiillerde -(X)l- edilgenlik çatı ekinin iş-
levini devralmıştır. Hatta bu durum, eldeki örnekler çerçe-
vesinde, kimi zaman ünsüz ile biten tabanlardan sonra da
devam etmektedir.
Brockelmann, ekin semantik mahiyeti hakkında dört
özellik sunar:
I) Eylemin eylemin öznesinin yararına, onun için yapıl-
dığını gösterir,
II) Eylemin özne tarafından tamamlandığını gösterir,
III) Eylemin öznenin üzerinde (duygular) gerçekleştiğini
gösterir,
IV) Eylemin gerçekten yapılmadığını gösterir (1954: 203;
Räsänen 1957: 162).
Bu ek ile türediği düşünülen çok az örnekte, ekin aslî ka-
rakterinde bulunmayan geçişlilik özelliği görülmektedir.123
Çatı eki olmakla birlikte, tabanıyla kaynaşma oranı ( -(X)
ş- dışında) diğer çatı eklerine göre çok daha fazladır. Kay-
naşma durumu ünlü ile biten fiillerde çok daha yoğundur,
Ermeni Kıpçakça iki dilli sözlükler, eser dizini ve gramatikal listelerden elde
edilmiştir (bk. Garkavets, 2007: 648-901). Dolayısıyla bunlar Ermenice veriler
için yapay olarak türetilmiş olabilir.
121 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 203; Räsänen, 1957: 161; Gabain, 1988:
59; Erdal 1991: 584; Berta, 1996: 633; Karaşlar, 2012: 333; Güvenç, 2014: 171.
122 Berta, ekin işlevini medial, edilgen ve dönüşlü olarak belirlemiş; fakat herhangi
bir kategorizasyon oluşturmamıştır.
123 Erdal, +(X)(r)kA- ekinin -n- alsa bile geçişliliğini devam ettirdiğini belirtmiştir
(1991: 458).
86 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

hatta +lA- ekli fiiller oluş bildirirken çoğunlukla bu ek ile


genişlerler.124
Çatı eki olarak her dönemde işlektir. Orta Türkçede yu-
karıda belirtilen durum ile birlikte işekliği çok daha fazla
artmıştır.
Bu ekin hangi işlevde kullanıldığını anlayabilmek için fi-
ilin tam bir cümle, hatta tam bir gereklidir. Ancak gerek CC
gerekse EK’daki birçok örnek ya gramatikal çekim içinde ya
da sözcük listesinde yer almıştır. Bundan dolayı, ele alınan
fiillerin anlamları söz konusu çalışırların kimi zaman ikincil
dil üzerinden125 ya da ikinci bir dil yoksa kendi çıkarımla-
rı ile belirledikleri anlamlardır. Bunun yanı sıra en hacimli
EK kaynağı olan Кыпчакский Словарь Rusça karşılıklı bir
sözlüktür ve Rusçada dönüşlülük ile edilgenlik aynı şekilde
gösterilebildiği için anlamsal keskinlik pek çok örnek için
söz konusu olamamıştır.
Derlemdeki -(X)n- örnekleri dört ana kategoride değer-
lendirilmektedir: Dönüşlü fiiller, Edilgen fiiller, Dönüşlü ve
Edilgen Fiiller, Geçişli Fiiller.

a) Dönüşlü -(X)n- fiilleri:


abran-/abron- ‘sakınmak, kurtulmak; giyinip kuşanmak; temiz-
lenmek’ (DAK, 47; KS, 17); acızlan- ‘güçten düşmek; umudunu
kaybetmek’ (KS, 36); açıġan-126 ‘acımak, ekşimek’ (CC, 620);
açın- ‘açlık çekmek’ (KS, 26); açırġan- ‘pişman olmak’ (CC,
620); açıġlan-/açıḫlan- II ‘zehirlenmek; öfkelenmek; yakınmak,
124 +lAn- kalıplaşması ile türemiş fiiller pek çok çalışmada bağımsız bir kategori
olarak düşünülmektedir. Bununla birlikte eldeki verilere dayanarak söylenebilir ki
pek çok +lAn- fiilinin +lA- ve +lAt- biçimleri de eş zamanlı olarak görülmektedir.
Dolayısıyla bunların bağımsız, kemikleşmiş bir ek kombinasyonu ile türeyen fiiller
olarak kabul edilmesi yerine bu bahiste değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
+lA- ve +lAt- biçimleri hiç görülmeyen fiillerin ilgili eki altı çizilerek belirtilmiştir.
125 CC için Latince ve Eski Almanca; EK içinse Ermenice.
126 Berta, bu fiili açı- tabanına gelen -(O)k+A-(X)n- ek kombinasyonu ile açıklamakta;
fakat Erdal’ın -(O)k üzerine gelen +A- türetme ekinden bahsetmediğini de
nakletmektedir (1996: 23).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 87

homurdanmak; kuşkulanmak, hayret etmek’ (DAK, 49; KS, 21);


adamlan- ‘insan biçimini almak’ (KS, 32); aġın- ‘çıkmak, yük-
selmek’ (CC, 415, 621) ~ ‘yükselmek, yukarı çıkmak, uçmak, ha-
valanmak, üzerinde salınmak, tırmanmak’ (LEK, 42; AB, 133;
KS, 43); aġınan- (bk. 1.2.1.1. -A-); aġırlan-/aġarlan-/ahırlan-
‘ağırlaşmak, yüklü olmak; yorulmak; kaygı veya üzüntü duymak’
(DAK, 54; AB, 133; KS, 44); aġızlan- ‘konuşmak, ağız ile telaffuz
etmek’ (KS, 47); aġulan- ‘acımak, kokuşmak; zehirlenmek; üzül-
mek, incinmek’ (DAK, 56; KS, 50); aḫılsızlan- ‘aklî muhakemeyi
kaybetmek’ (DAK, 59; KS, 60); aḫın- ‘dökülmek, akmak, taşmak’
(KS, 61); aḫlan- ‘beraat etmek, aklanmak’ (KS, 62); akahlan- ‘aç-
gözlü olmak’ (DAK, 56; KS, 52); alçaḫlan- ‘(mec.) küçülmek,
kendini küçük düşürmek’ (DAK, 62; KS, 69); alışın- ‘alışmak,
uyum sağlamak, düzene girmek’ (KS, 82); alġasan- ‘korkmak,
ürkmek’ (DAK, 63); anıḳlan- ‘hazırlanmak’ (CC, 630); arın- ‘te-
mizlenmek, arınmak’ (CC, 423, 636), ‘arınmak, temiz, pür olmak;
günahlardan, hastalıklardan kurtulmak, iyileşmek’ (DAK, 72;
KS, 131); artarlan- ‘dürüst olmak; haklılığı ortaya çıkmak, aklan-
mak’ (KS, 137); artıḫlan- ‘aşırı, fazla, gereksiz olmak, aşırıya
kaçmak’ (KS, 139); aruvlan- ‘temizlenmek, arınmak; doğru ve
dürüst olmak’ (KS, 144); aşaḫlan-/aşaġlan- ‘inmek, alçalmak;
alçalmak (mec.); boyun eğmek, sinmek; eğilmek’ (DAK, 80; AB,
139; KS, 155); aşın- ‘suç, kabahat veya günah işlemek’ (DAK, 81;
AB, 139; KS, 157); atlan- I ‘ata binmek’ (CC, 427), ‘binmek, ata
binmek; sefere çıkmak, atağa kalkmak’ (LEK, 45; DAK, 86; PTW,
122; KCH, 165; KS, 167); (!) atlan- II127 ‘adlandırılmak; ünlü ol-
mak’ (DAK, 86); avlaḫlan- ‘geniş, ferah olmak, genişlemek’
(DAK, 87; KS, 174); ayamalan- (bk. 1.2.5.5. -mAlA-); ayan- ‘ko-
rumak, esirgemek’ (CC, 644) ~ ay. (KS, 180); ayın- ‘uyanmak,
ayılmak, bilincine kavuşmak’ (DAK, 94; KS, 182); aylan- ‘dön-
mek, yuvarlanmak, kıvranmak, eğrilip bükülmek; değişmek;
(gram.) çekimlenmek’ (DAK, 95; KS, 186); azıḫlan- ‘yiyecek,
azık istiflemek veya hazırlamak’(DAK, 99; KS, 193); azıḫsız[lan]-
‘azıksız olmak, yiyecek kıtlığı yaşamak’ (KS, 193); azulaḫlan-
127 Bu anlamıyla bir atlan- sözcüğü Garkavets’in sözlüğünde yer almaz. Dolayısıyla
sözcüğün geçerliliği tartışmalıdır.
88 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

‘küçülmek, azalmak’ (KS, 195); baġlan-/baylan-/bahlan- ‘bağ-


lanmak, kenetlenmek, düğümlenmek’ (DPY, 386; DAK, 104;
DAK, 121; KS, 205, 241); balçıḫlan-/barçḫlan- ‘balçığa bulan-
mak, kirlenmek’(DAK, 107; KS, 210); barlan- ‘gerçekleşmek,
meydana gelmek, var olmak’ (DAK, 114; KS, 223); başḫalan-
‘başkalaşmak, farklılaşmak; diğerlerinden soyutlanmak’ (DAK,
117; KS, 233); baştaġlan- ‘kendine sınır koymamak, ahlaksızlık
yapmak, gayrimeşru ilişkiler yaşamak’ (KS, 237); bazıḫlan- ‘iyi-
leşmek, güç kazanmak; semirmek, gelişmek, irileşmek’ (DAK,
123; KS, 243); berklän-/beklän- ‘güçlenmek, gelişmek, dayanıklı,
sıkı olmak’(DAK, 125; KS, 249, 260); belgisizlän- ‘belirsiz veya
bilinmez hâle gelmek’ (DAK, 126; KS, 254); berin- ‘çalışmak’
(CC, 657) ~ ‘teslim olmak, boyun eğmek; saf değiştirmek’ (LEK,
47; PTW, 124; KS, 258); berkin- ‘güçlenmek, sağlamlaşmak, da-
yanıklı olmak’ (KS, 259); beslän- ‘beslenmek (dön.); semirmek,
büyümek; yetişmek’ (DAK, 130; KS, 262); beyin- ‘oynamak, ke-
yiflenmek, sevinmek’ (CC, 659), biyän- I ‘sevinmek’ (CC, 444);
bınyatlan- ‘sağlam bir temele, zemine sahip olmak veya onu elde
etmek’ (DAK, 148; KS, 296); bısaklan- ‘evlenmek, evlilik bağıyla
bağlanmak’ (KS, 299); biliksizlän- ‘aptallaşmak; kabalaşmak,
vahşileşmek’ (DAK, 138; KS, 271); birfikirlilän- ‘aynı düşüncede,
aynı görüşte olmak’ (KS, 276); birlän- ‘birleşmek, bir araya gel-
mek, dahil olmak, eşleşmek; iyi anlaşmak, uzlaşmak’ (LEK, 47;
DAK, 141; AB, 145; KS, 277); birliklän- ‘birlik oluşturmak, bir
birliğe, ittifaka dahil olmak’ (KS, 280); biyän- II ‘yakınlık göster-
mek, bağlılık beslemek, hoşlanmak, sevmek’ (LEK, 47; DAK,
145; AB, 146; KS, 287); biyiklän-/böyüklän- ‘kibirlenmek, böbür-
lenmek’ (DAK, 146; AB, 146; KS, 291); biylän- ‘bey, kinez olmak,
kinezlik yetkilerine sahip olmak’ (KS, 293); bizminlän-/bizmilän-
‘azgınlık, arsızlık ve barbarlık yapmak’ (LEK, 47; DAK, 147; KS,
295); borçlan- ‘borca girmek, borçlanmak’ (KS, 315); borniglän-
‘fuhuş, zina yapmak’ (KS, 316); boşan- ‘kurtulmak, boşanmak’
(CC, 447) ~ ‘tahliye olmak, kurtulmak, özgür olmak’ (DAK, 161)
(KS, 318); boşlan- ‘boş olmak, yükü indirilmiş olmak; tahliye ol-
mak, özgür olmak’ (KS, 319); boylan- ‘gerçekleşmek; ruh bul-
mak, manevi anlam kazanmak’ (DAK, 163; KS, 322); boylulan-
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 89

‘uzun boylu, güçlü kuvvetli olmak’ (DAK, 163; KS, 322);


bozuḫsuzlan- ‘el sürülmemiş, bozulmamış, temiz ve saf olmak’
(KS, 324); börlän-/bürlän- ‘tomurcuklanmak’ (CC, 673);
buçḫaḫlan- ‘köşe oluşturmak, büzülmek, kıvrılmak’ (DAK, 166;
KS, 332); bularġılan- ‘hataya düşmek, yanılmak’ (KS, 335); bu-
lutlan- ‘bulutla kaplanmak, örtülmek’ (KS, 337); bulġan- ‘bulan-
mak’ (CC, 674), ‘bulanmak, donuklaşmak, lekelenmek; rahatsız
edilmek, mahcubiyet duymak, karışıklık, huzursuzluk içine sü-
rüklenmek’ (DAK, 167; KS, 336); buşurgan-/buşurhan- (bk.
1.1.7. +(X)rKA-); buyruḫçılan- ‘gücü, yönetimi elinde tutmak,
emir vermek, buyurmak’ (DAK, 172; KS, 344); buzlan- ‘buza
dönmek, donmak, buzla kaplanmak’ (KS, 346); cadulan- ‘büyü
yapmak, büyü veya sihir ile uğraşmak’ (KS, 451); cahtlan-/
caḫtlan- ‘acele etmek; çabalamak’ (DAK, 222; KS, 452); cansız-
lan- ‘duygusuz, vurdumduymaz olmak’ (DAK, 224; KS, 457);
cınslan- ‘üremek, çoğalmak’ (KS, 462); cüftlän-128/çüftlän- ‘çift
olmak, çift oluşturmak’ (DAK, 228; KS, 408); çaḫın- ‘iftiraya
başvurmak’ (KS, 364); çatlan- ‘çatlamak, parçalanmak’ (KS,
373); çayaḫan-/çayḫan- ‘çalkanmak; yıkanmak, arınmak’ (DAK,
183; KS, 372, 374); çeşin- ‘çözülmek, açılmak, ayrılmak; gevşe-
mek, güçten düşmek’ (KS, 381); çıdovsuzlan- ‘dayanıksız, sabır-
sız, öz denetimini kaybetmiş olmak’ (DAK, 189; KS, 388); çılan-/
çilan- ‘ıslanmak, sırıksıklam olmak, ıslanıp yumuşamak, gevşe-
mek’ (DAK, 192; KS, 393); çiçäklän- ‘çiçeklenmek’ (CC, 685),
‘ay.’ (DAK, 186; AB, 152; KS, 384); çlunoklan- ‘uzuvlarına, or-
ganlarına ayrılmak, parçalanmak’ (DAK, 195; KS, 400); çolġan-
‘sürünmek, emeklemek’ (KS, 399); çovlan- ‘bağırmak, gürültü
etmek, nara atmak’ (CC, 685); çovraḫlan- ‘pınar, kaynak (su veya
maden) ile dolu olmak’ (DAK, 199; KS, 401); çöplän- ‘toplanmak,
toparlanmak’ (DAK, 49; KS, 403); çüstlän- ‘direnç ve dayanıklı-
lık ortaya koymak; çabuk, kıvrak olmak’ (DAK, 201; KS, 410);
damahlan- ‘açgözlülük, pisboğazlık, aşırılık göstermek’ (DAK,
204; KS, 413); dav̇ ġalan-/davġalan- ‘tartışmak, münakaşa etmek’
(DAK, 206; KS, 416); delilän- ‘aklını yitirmek, çıldırmak, delir-
128 Tryjarski’de džuftlan- olarak yer alan veri, Garkavets’te barabar maddesinde
örnek olarak verilmiş (2010: 216), fakat madde başı yapılmadan bırakılmıştır.
90 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

mek’ (KS, 421); dinsizlän- ‘dinsiz olmak’ (KS, 425); donan- ‘do-
nanmak, kuşanmak, süslenmek, bezenmek’ (KS, 436); eglän-
‘(bir şey ile) meşgul olmak, oyalanmak, aylaklık etmek’ (KS,
471); egrilän- ‘eğri olmak; doğruluktan ayrılmak’ (KS, 472);
ekifikirlän- ‘ikilemde olmak, tereddüt etmek, kuşkulanmak’ (KS,
475); ekiköŋüllän- ‘tereddüt etmek, kararsızlıkta kalmak, şüphe-
ye düşmek’ (KS, 475); elçilän- ‘elçi olmak, elçilik yapmak’ (KS,
483); emän-/imän- ‘utanmak’ (CC, 485, 698) ~ imän- ‘utanmak;
çekinmek, rahat hissetmemek’ (LEK, 58; KS, 613); emgän- ‘acı
çekmek’ (CC, 699) ~ ‘çabalamak, zahmet çekmek; yorulmak, tü-
kenmek’ (DAK, 237; AB, 154; KS, 486); eminlän- ‘sakinleşmek,
yatışmak’ (DAK, 237; KS, 487); erin-I /yerin- ‘erinmek, ağır dav-
ranmak’ (DAK, 239; AB, 210; KS, 494); erin- II ‘erimek; çiçek
açmak, tomurcuklanmak’ (KS, 494); erinçäklän- ‘tembel olmak,
tembelleşmek’ (DAK, 240; KS, 495); erlän- ‘gelişip adam olmak,
er gibi cesur olmak, kahraman olmak’ (DAK, 241; KS, 497);
ertälän- ‘erken kalkmak; kahvaltı yapmak; bir şeyi önceden yap-
mak, önceden tahmin edip ona göre davranmak’ (DAK, 242; KS,
499); eskilän- ‘yaşlanmak, eskimek, köhnemek’ (KS, 503); eslän-
‘düşünmek’ (LEK, 53); essizlän- ‘delirmek, aklını kaçırmak’
(DAK, 244; KS, 505); ärkälän- ‘nazlanmak, şımarmak’ (CC,
702); faḫirlän- ‘fakirleşmek’ (KS, 517); faydalan-/faydaylan-
‘kullanmak, kar elde etmek; faydalı olduğu ortaya çıkmak’ (DAK,
251; KS, 519); färahlan-/färaḫlan- ‘sevinmek, mutlu olmak’
(DAK, 250; KS, 521); fikirlän- ‘düşünmek, düşünüp taşınmak, dü-
şünceye dalmak’ (DAK, 253; KS, 525); friştelän- ‘meleğe dönüş-
mek, melek olmak’ (DAK, 255; KS, 531); gagazlan- ‘kekelemek’
(KS, 534); gizlän- ‘(Oğuzca) gizlenmek, pusuya yatmak’ (KS,
545); harlan- ‘utanmak, mahcup olmak’ (DAK, 268; KS, 569);
harsızlan- ‘arsız, terbiyesiz veya cüretkar olmak’ (DAK, 269; KS,
570); hasrätlän- ‘arzularına, tutkularına kapılmak, özlemek’
(DAK, 270; KS, 572); hayuflan- ‘merhamet etmek’ (KS, 576);
hayvan[lan]- ‘vahşileşmek, gaddarlaşmak’ (DAK, 273; KS, 577);
heceplän- ‘utangaç, çekingen veya alçakgönüllü olmak’ (DAK,
274; KS, 580); heçlän- ‘hiçliğe dönüşmek, yok olmak’ (KS, 580);
hertsov̇ adzoġlan- ‘kilisenin görüşünden ayrılmak, inancından
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 91

dönmek’ (KS, 582); hillälän-/hillalan- ‘kurnazlık, sinsilik yap-


mak’ (DAK, 276; KS, 586); ḫaḫutlan- ‘zayıflamak, gevşemek,
parçalanmak’ (DAK, 441; KS, 793); ḫaḫutsuzlan- ‘dengesizlik,
tutarsızlık, zayıflık barındırmamak veya göstermemek’ (DAK,
442; KS, 793); ḫalabalıḫlan- ‘karışıklık, karmaşa içine girmek
veya içinde olmak’ (KS, 795); ḫalınlan- ‘semirmek, gürbüzleş-
mek; yoğunlaşmak, kalınlaşmak, artmak’ (DAK, 444; KS, 796);
ḫamurlan- ‘hamur biçimine girmek, mayalanmak; hamura bulan-
mak’ (DAK, 446; KS, 799); ḫapın-/ḫapun- ‘tutuşmak, yanmak,
parlamak, ateş almak’ (DAK, 448; KCH, 173; KS, 805);
ḫarabaşlan- ‘köle, cariye olmak’ (KS, 806); ḫaramġuluḫlan-
‘kararmak, karanlığa gömülmek’ (KS, 810); ḫarclan- ‘(para) har-
camak’ (DPY, 411; KS, 812); ḫarkibiklän- ‘kara benzemek’ (KS,
817); ḫaranġulan-/ḫaraŋġulan-/ḫaramġulan- ‘karanlığa gömül-
mek’ (DAK, 451; KS, 809); ḫarşılan- ‘karşı çıkmak, direnmek,
inat etmek; yaslanmak, dayanmak’ (DAK, 458; KS, 822); ḫartlan-
‘yaşlanmak’ (KS, 824); ḫastalan- ‘hasta düşmek, hastalanmak’
(DAK, 459; KS, 825); ḫatsaklan-/ḫatsaglan- ‘zayıflamak, güçten
düşmek, tükenmek’ (DAK, 439; KS, 782); ḫaşın- ‘kaşınmak’ (KS,
826); ḫatunlan- ‘kadınsı olmak; zayıf karakterli olmak’ (DAK,
461; KS, 829); ḫayġulan- ‘kaygılanmak, üzülmek’ (KS, 832);
ḫayırsızlan- ‘ahlaksız, haysiyetsiz, serseri olmak’ (KS, 834);
ḫazġançlan- ‘kendine kazanç sağlamak, çalışmak, çabalamak,
zahmete girmek’ (KS, 840); ḫaznalan- ‘servet, oluşturmak, biri-
kim yapmak’ (KS, 841); ḫılıḫsızlan- ‘karaktersiz, prensipsiz, ah-
laksız olmak’ (DAK, 473; KS, 846); ḫılımlan- ‘çoğunlukla belirli
bir şekilde hareket etmek veya öyle yapmaya alışmak, uyum sağ-
lamak’ (KS, 846); ḫırḫlan- ‘kırk sayısına ulaşmak (gün, yıl)’ (KS,
851); ḫışımlan- ‘öfkelenmek, acımasızlığa kapılmak’ (DAK, 477;
KS, 856); ḫızġançlan- ‘cimri, hasis, aç gözlü olmak’ (KS, 860);
ḫızıllan- ‘kızarmak, kırmızı renge dönmek’ (KS, 862); ḫocalan-
‘varlıklı olmak’ (DAK, 482; KS, 866); ḫoḫulan- ‘koku almak’
(KS, 867); ḫolaylan- ‘hafif, umursamaz, ihmalkâr olmak, şımar-
mak’ (DAK, 484; KS, 870); ḫorḫulan- ‘korkuya kapılmak, dehşe-
te düşmek’ (KS, 878); ḫorḫusuz[lan]- ‘korkusuz olmak’ (KS,
879); ḫoşlan- ‘haz duymak; tat almak’ (KS, 881); ḫoturlan- ‘uyuz
92 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

hastalığına yakalanmak, uyuz olmak’ (KS, 882); ḫovatlan- ‘güç-


lenmek, kuvvetlenmek’ (CC, 714) ~ ḫuvatlan- ‘ay.’ (DAK, 504;
KCH, 174; AB, 168; KS, 907); ḫovuşlan-/ḫuvuşlan- ‘içten çürü-
mek, içi boşalıp kof olmak, oyuk hâle gelmek, gevşemek, sönmek;
zayıflamak, gücü tükenmek’ (KS, 883); ḫulaḫlan- ‘kulak vermek,
dinlemek’ (KS, 895); ḫullan- I ‘kul, köle, hizmetçi olmak, hizmet
etmek’ (KS, 895); ḫuluḫçılan- ‘kul veya hizmetkar olmak; yal-
taklanmak’ (DAK, 498; KS, 897); ḫuluḫlan- ‘hizmet etmek, hiz-
metçilik yapmak’ (KS, 897); ḫurtlan- ‘kurtlanmak’ (DAK, 500;
KS, 900); ḫuşan-/ḫuşun- ‘sarınmak, kuşanmak’ (DAK, 502; KS,
903); ḫuvatsızlan- ‘bitkin düşmek, gücü tükenmek’ (DAK, 505;
KS, 910); huzurlan- ‘keyif, sefa sürmek’ (DAK, 283; KS, 600);
ıġran- ‘(köpek) hırlamak’ (CC, 715); ınan- ‘inanmak, güvenmek;
iman etmek’ (CC, 481, 716) ~ inan- ‘ay.’ (LEK, 58; DPY, 393;
DAK, 290; PTW, 131; AB, 169; KS, 614); ınçḫan- ‘inlemek, çığlık
atmak’ (KS, 638); ışan- ‘güvenmek, inanmak’ (CC, 482), ~ işan-
‘güvenmek, inanmak, beklenti içinde olmak, umut beslemek’
(DAK, 296; PTW, 131; KCH, 174; AB, 169; KS, 626); içkilän- ‘es-
rimek’ (KS, 603); igitlän- ‘gençleşmek’ (KS, 606); igrän- ‘tiksin-
mek, iğrenmek’ (CC, 719) ~ ay. (DAK, 288; KS, 606); igränçilän-
‘iğrenç, tiksinç olmak, iğrenti uyandırmak’ (DAK, 288; KS, 607);
ilgerilän- ‘ileride olmak, öne geçmek, önden gitmek, başkanlık
etmek’ (KS, 609); ilin- ‘takılmak, takılıp kalmak’ (CC, 719);
imşaḫlan- ‘yumuşak olmak, yumuşamak’ (DAK, 290; KS, 612);
imşan-/yımşan- ‘ay.’ (DAK, 290; KS, 612; 1718); iŋirlän- ‘akşam
olmak, karanlık olmak’ (KS, 619); irinlän-/yirinlän- ‘irinlenmek,
irinle dolmak’ (AB, 169; KS, 620); isilän- ‘ısınmak’ (KS, 622);
issin- ‘ısınmak’ (CC, 486) ~ isin- ‘ısınmak; öfkelenmek’ (DAK,
295; KS, 623); işkillän- ‘kuşkulanmak, kuşkuya gark olmak’
(DAK, 298; KS, 628); ivaşlan- ‘yumuşak, uysal, evcil hâle gel-
mek’ (KS, 635); keçin- ‘yaşamak, geçinmek’ (KS, 666); (közdän)
kesin- ‘gizlenmek’129 (KS, 686); keyin- ‘giyinmek’ (CC, 737) ~
kiyin- ‘giyinmek, kuşanmak, donanmak’ (DAK, 397; KS, 701);
kiçilän- ‘küçülmek, ufalmak’ (KS, 691); kilän- ‘hevese kapılmak,
129 Garkavets, fiilin anlamını mastar halinde değil, çekimli şekilde vermiştir. Bunlar
çeviride mastar biçimine sokuldu.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 93

arzulamak; rica etmek, yalvarmak’ (KS, 69, 704); kirlän- ‘kirlen-


mek, lekelenmek’ (DAK, 394; KS, 696); kiyiklän- ‘yabanileşmek,
azgınlık yapmak; çıldırmak, cinnet geçirmek’ (KS, 701);
kölgälän- ‘gölgeye sığınmak, gölgelenmek’ (DAK, 405; KS, 724);
kölgäsizlän- ‘gölgesiz olmak, gölgelenmemek’ (DAK, 405; KS,
724); kömürlän- ‘kömüre bulanmak veya kömürleşmek’ (KS,
725); könän- ‘tatmin olmak, memnun olmak, hoşlanmak’ (CC,
756) ~ ‘tatmin olmak, hoşnut olmak; ikna olmak, uzlaşmak; gü-
venmek’ (DAK, 406; KS, 725); könüsüzlän- ‘adaletsiz olmak,
dürüst davranmamak’ (DAK, 409; KS, 728); köŋüllän- ‘kendini
belli bir şekilde hissetmek, bir duyguya kapılmak’(DAK, 408; KS,
408); köplän- ‘çoğalmak, üremek’(DAK, 411; AB, 172; KS, 731);
körklülän- ‘güzel veya yakışıklı olmak’ (KS, 738); körksüzlän-
‘güzelliğini yitirmek, çirkinleşmek’(DAK, 416; KS, 739);
körümsüzlän- ‘görünmez olmak, gözden kaybolmak’(DAK, 418;
KS, 741); körün- ‘görünmek’ (CC, 515, 760), ay. (LEK, 61; DAK,
418; PTW, 136; KCH, 178; AB, 173, 176; KS, 742); közätin- ‘ken-
dine dikkat etmek, korumak, kollamak’ (KS, 750); közlän- ‘dik-
katle bakmak’ (KS, 751); küçän- ‘uğraşmak, çabalamak, gayret
etmek’ (CC, 767) ~ küçün- ‘ay.’ (KS, 768); küçsüzlän- ‘gücünü
yitirmek, güçsüz düşmek’ (DAK, 429; AB, 173; KS, 767); küflän-
‘küflenmek, küfle kaplanmak’ (KS, 768); küfürlän- ‘küfretmek,
lanetlemek, azarlamak’ (DAK, 430; KS, 768); küpçäklän- ‘teker-
lek gibi dönmek, yuvarlanmak’ (DAK, 433; KS, 774); küsän-
‘arzu etmek, istemek’ (CC, 521) ~ ay. (DAK, 434; KS, 774);
ḳatulan- ‘uğraşmak, çabalamak, gayret etmek’ (CC, 728); ḳılın-
‘yapılmak, edilmek, kılınmak’ (CC, 739) ~ ḫılın-/ḫılan- ‘bir iş ile
meşgul olmak, hareket halinde olmak’ (LEK, 56; DAK, 472, 473;
AB, 163; KS, 846); ḳon- ‘konmak, konaklamak’ (CC, 750) ~ ḫon-
‘yerleşmek; gecelemek için durmak; batmak (kuşlar, güneş ve ay
için)’ (DAK, 485; PTW, 131; KS, 872); ḳoŋran- ‘kendi kendine
söylenmek, sokranmak’ (CC, 751); ḳovan-/ḫovan- ‘sevinmek, kı-
vanmak, mutlu olmak’ (CC, 713, 752); lamslan- ‘ihmalkar, ihti-
yatsız olmak’ (DAK, 507; KS, 912); leġilan- ‘çürümek, safrası
veya ödü delinmek, kokuşmak’ (KS, 918); maḫtan-/maġtan-
‘övünmek, böbürlenmek’ (DAK, 515; KS, 940); masḫaralan- ‘gü-
94 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

lünç duruma düşmek’ (KS, 954); mırmıldan-/mrmrdan- ‘homur-


danmak, huysuzlanmak, yakınmak’ (DAK, 528; KS, 978); mır-
mırlan- ‘homurdanmak, şikayetlenmek’ (KS, 978); mızdasızlan-
‘ödüllendirilmemiş, karşılığı verilmemiş kalmak’ (DAK, 528; KS,
979); miskinlän- ‘düşkün veya zavallı bir hâlde olmak’ (DAK,
526; KS, 975); murdarlan- ‘kirlenmek, bozulmak’ (KS, 989);
müşḫüllän- ‘umudunu yitirmek, üzgün, kederli olmak’(LEK, 62;
DAK, 534; AB, 181; KS, 993); nämlän- ‘nem almak, rutubetli
veya ıslak olmak’ (DAK, 540; KS, 1007); oḫşaşlan- ‘benzeşmek,
benzer olmak, benzerlik kazanmak’ (DAK, 572; KS, 1049);
oḫşaşsızlan- ‘uygun, uyumlu veya benzer olmamak’ (DAK, 572;
KS, 1049); opran- ‘aşınmak, eskimek, yıkılmaya yüz tutmak; çü-
rümek; yorulmak’ (DAK, 581; AB, 185; KS, 1058); ortaḫlan- ‘ar-
kadaş, ortak olmak; iştirak etmek; empati kurmak’ (DAK, 587;
KS, 1068); osan- I ‘isteksizlik duymak, bıkmak, bunalmak; tiksin-
ti duymak’ (DAK, 589; AB, 185; KS, 1070); öçäşlän- ‘öfkelen-
mek, kızmak’ (AB, 182; KS, 1087); öçlän- ‘bozuşmak, küsmek,
kavga etmek, birine öfkelenmek’ (DAK, 562; KS, 1088); örtän-
‘yanmak; sıcaktan, susuzluktan kavrulmak’ (DAK, 587; KS,
1100); örtövlän- ‘örtü veya peçe ile örtünmek’ (DAK, 588; KS,
1101); övränçiklän- ‘alışmak, gelenek ve göreneklere aşinalık
göstermek’(DAK, 597; KS, 1107); öktämlän- ‘gururlanmak, ki-
birlenmek, övünmek’ (CC, 793) ~ ay. (DAK, 570; KS, 1092);
övlän- ‘evlenmek; ev, aile sahibi olmak’ (KCH, 181; KS, 1106);
övrän-/üvrän- ‘öğrenmek’ (CC, 539, 870) ~ ‘öğrenmek, talim et-
mek, yatkınlık kazanmak’ (LEK, 66; DAK, 596; PTW, 140; KS,
1106); özdänlän- ‘mükemmel, fevkalade olmak’(DAK, 601; KS,
1109); padşahlan- ‘padişah olmak, hükmetmek’ (KS, 1112);
paḫillän-/paḫıllan- ‘kıskanmak, imrenmek’ (LEK, 66; DAK,
606; KS, 1113); panbassızlan- ‘kendini aklamak veya haklı bir
mazereti olmak, aklanmak’ (KS, 1117); pintilän- ‘pis, tiksinç ol-
mak’ (AB, 187; KS, 1139); pisaklan-/pişaklan- ‘evlenmek’ (KS,
1140); paralan- II ‘yaltaklanmak, dalkavukluk etmek’ (KS, 1120);
pustalıḫlan- ‘terk edilmek, çöle dönmek’ (DAK, 640; KS, 1187);
radılan- ‘neşelenmek, mutlu olmak’ (KS, 1190); saġın- ‘düşün-
mek, hatırlamak’ (CC, 544, 802), saġın-/sahın- ‘düşünmek, var-
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 95

saymak, tahminde bulunmak, farkına varmak; hatırlamak, özle-


mek’ (DAK, 657; EKT, 294; DL, 325; KS, 1218; 1225); saġışlan-
‘düşünceye dalmak, tefekkür etmek’ (DAK, 658; KS, 1221);
saġıtlan- ‘silahlanmak’ (CC, 544); saḫtlan- ‘sakınımlılık göster-
mek’ (DAK, 661; KS, 1228); saḳlan- ‘korunmak, kaçınmak, sa-
kınmak’ (CC, 546) ~ saḫlan-/saġlan- ‘gizlenmek, korunmak, sa-
kınmak, beklemek’ (LEK, 68; KS, 1226); salġalan- ‘saçılmak,
yayılmak, dağılmak; yıkıma uğramak’ (DAK, 663; KS, 1231);
sallan- ‘sallanmak, sallantıda olmak, sarkmak, dalgalanmak’
(KS, 1232); san- ‘hesap etmek, sanmak, tasarlamak’ (KS, 1234);
sansızlan- ‘sayısız, pek çok olmak’ (DAK, 665; KS, 1237); sasın-
‘kötü kokmak’ (KS, 1244); sekinlän- ‘sakinleşmek, ağır başlı,
mütevazı olmak’ (KS, 1254); semizlän- ‘semirmek, yağlamak,
şişmanlamak’ (DAK, 672; KS, 1257); seskän- ‘korkmak, ürkmek,
irkilmek, çekinmek’ (CC, 811) ~ ay. (DAK, 674; AB, 190; KS,
1262); seziklän- ‘hissetmek, duyular ile algılamak’ (KS, 1264);
seziksizlän- ‘duygusuz, kayıtsız veya serinkanlı olmak’ (DAK,
675; KS, 1265); säbäpsizlän- ‘gerekçesiz olmak; (dilb.) şart duru-
munu kaybetmek’(DAK, 653; KS, 1249); sıġın- ‘sığınmak’ (CC,
811) ~ sıġın-/sızın- ‘sığmak, sığışmak, yerleşmek’ (DAK, 679;
KS, 1274); sıḫan- ‘kol yeni sıvanmak, çemrenmek’ (CC, 812);
sıḫlan- ‘sıkı veya yoğun yapılmak, yakın yerleştirilmek’ (DAK,
679; KS, 1275); sınġalan- ‘parçalanmak, parçalara ayrılmak’ (KS,
1278); sıtaralan- ‘müreffeh ve mutlu olmak, şansı yaver gitmek’
(KS, 1281); sövin-/sövün-/söyün- ‘sevinmek’ (CC, 551, 556, 819,
820) ~ sövün-/süvün- ‘ay.’ (DAK, 694; DL, 625; AB, 191; KS,
1303); starostalan- ‘starosta olmak’ (DAK, 704; KS, 1317); silkin-
‘silkinmek’ (CC, 814) ~ silkin-/sikin- ‘ay.’ (KS, 1269); sovuḫlan-
‘soğumak, serinlemek’ (KS, 1297); soḫran- ‘yas tutmak, üzül-
mek’ (CC, 816); soḫun- ‘vurunmak, dövünmek’ (KS, 1291); sö-
kün- ‘küfretmek, sövmek’ (DAK, 689; KS, 1300); soḫlan-/
suḫlan- ‘tamah etmek, arzu duymak, can atmak’ (CC, 554, 822) ~
suḫlan- ‘gıpta etmek, açgözlülük yapmak, arzulamak’ (LEK, 71;
DAK, 710; AB, 192; KS, 1326); suḫlançlan- ‘arzulu, ihtiraslı, tut-
kulu olmak’ (DAK, 710; KS, 1328); sun- ‘uzatmak, sunmak’ (CC,
822) ~ ‘teklif etmek, sunmak, bağışlamak’ (DAK, 711; AB, 193;
96 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

KS, 1329); susan- ‘çok susamak’ (KS, 1332); sustlan-/suslan-


‘susmak, suskun, sakin olmak’ (KS, 1333); suvran- ‘sürünmek,
emeklemek’ (KS, 1336); sürätlän- ‘belirli bir görünüm, suret ka-
zanmak’ (KS, 1339); süyän- ‘yaslanmak, dayanmak’ (CC, 824);
şaġavatlan-/şahavatlan- ‘acımak, bağışlamak, merhamet etmek’
(DAK, 718; AB, 193; KS, 1344); şaġavatsızlan- ‘acımasız, merha-
metsiz olmak’ (DAK, 720; KS, 1345); şapatlan- ‘cumartesiyi kut-
lamak’ (KS, 1347); şöhrätlän-/söġrätlän- ‘giyinip kuşanmak, göz
kamaştırıcı olmak’ (KS, 1358); şükürlän- ‘minnettar olmak,
şükretmek’(DAK, 726; KS, 1361); tabun- ‘saygı göstermek, şük-
retmek; tapınmak’ (CC, 825) ~ tapun- II ‘tapınmak’ (LEK, 73;
DAK, 737; AB, 194; KS, 1386); taġlan- ‘dağa çıkmak veya tır-
manmak’ (KS, 1367); talġalan- ‘dalgalanmak’ (KS, 1373); tama-
şalan- ‘şaşırmak, hayret etmek’ (DAK, 732; KS, 1375); tamurlan-
‘köklenmek, kök salmak’ (KS, 1376); tapın-/tapun- I ‘kazanmak,
edinmek erişmek’ (KS, 1385); tarlovlan- ‘tarla hâline gelmek’
(DAK, 739; KS, 1391); tartın- ‘göstermek’130 (CC, 567), ‘geri çe-
kilmek, geri dönmek, terk etmek, kaçınmak, çekinmek’ (KS,
1392); taşın- ‘taşınmak; koşuşturmak; gürültü yaparak oynamak
veya aylaklık etmek’ (KS, 1397); tatlılan- ‘tatlı, lezzetli, hoş, ol-
mak; hoş veya yumuşak bir karakter kazanmak’ (KS, 1399); ta-
yan- ‘dayanmak, yaslanmak; güvenmek, bel bağlamak’ (DAK,
743; PTW, 146; KS, 1403); tädbirlän- ‘düşünerek anlamak, kavra-
mak’ (KS, 1404); tahimlän- ‘tat almak, tatlanmak’ (KS, 1368);
tenlän- ‘tecessüm etmek, bir vücuda sahip olmak’ (LEK, 74; KS,
1413); teŋrilän- ‘Tanrı olmak, ilahlaşmak’ (KS, 1419); teprän-/
tebrän- ‘hareket etmek, titremek, silkinmek, uyanmak’ (LEK, 74;
PTW, 146; KCH, 185; KS, 1421); terä[n]län- ‘derin olmak, derin-
leşmek, derine inmek’ (KS, 1425); teşvişlän- ‘kaygılanmak, ger-
ginlik yaşamak, huzursuz olmak’ (KS, 1406); tezgin- ‘dönmek’
(CC, 840); tezlän- ‘hızlanmak, çabucak, hızlıca yapmak, acele
etmek’ (KS, 1435); tınçsızlan- ‘ağır hasta olmak, ölüm döşeğinde
olmak’ (KS, 1457); tınıḫsızlan- ‘nefesi kesilmek, ölmek’ (DAK,
130 Ünal’daki anlam “hayal, tasavvur etmek” olup (2010: 138) Grønbech’teki anlam
ile de paraleldir (1942: 236). Argunşah&Güner, “göstermek” anlamını Farsça
veriye göre belirlemiş olabilirler.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 97

766; KS, 1459); tınlan- ‘duyulmak, anlaşılmak’ (LEK, 75); tınsız-


lan- ‘hastalanmak’ (KS, 1459); tiräklän- ‘yaslanmak, dayanak,
destek bulmak’ (DAK, 761; KS, 1444); tişilän- ‘dişilere, kadınlara
benzemek’ (KS, 1449); tilän- ‘dilenmek, yalvarmak’ (KS, 1441);
tilsizlän- ‘konuşma yetisini kaybetmek; sükut etmek, sessiz kal-
mak’ (DAK, 760; KS, 1441); tirän- ‘sertleşmek’ (CC, 575), ‘yas-
lanmak, dirsek dayamak’ (KS, 1445); toġrulan- ‘doğrulmak, düz,
dik olmak, düzelmek; aklanmak, doğrulanmak’ (DAK, 769; AB,
198; KS, 1469); toḫun- ‘temas etmek; ilintili veya ilişkili olmak’
(KS, 1475); tolġan- ‘(acıdan dolayı) kıvranmak, sancılanmak, ka-
sılmak; kaygılanmak, huzursuzlanmak’ (KS, 1477); tolun- ‘dol-
mak, tıka basa olmak, bol olmak; şişmanlamak’ (DAK, 775; KS,
1479); tolġunlan- ‘dalgalanmak, çalkanmak, fıkırdamak, kudur-
mak’ (KS, 1478); toyun-/toyın-/toġun- ‘doymak, kanmak (su vs.),
doygunluğa ulaşmak’ (DAK, 780; KS, 1488); törälän- ‘mahkeme-
ye başvurmak, mahkemeye taşımak’ (KS, 1495); töräsizlän- ‘ka-
nunsuz davranmak, yasaları ihlal etmek’ (AB, 202; KS, 1495);
törmelän-/törmellän-/törmenlän-/tirmelän- ‘solmak, büzüşmek,
kırışmak, rengi solmak’ (DAK, 777; KS, 1495); tullan- ‘dul kal-
mak’ (KS, 1505); tutun- ‘sıkıca sarılmak; sorumluluğu üstlen-
mek; tutuşmak, ateş almak’ (LEK, 77; DPY, 408; PTW, 147; EKT,
296; KS, 1515); tuyun- ‘hissetmek, duymak, algılamak, kavra-
mak’ (KS, 1517); tuzsuzlan- ‘tuzsuz olmak, tuzundan arındırıl-
mak’ (DAK, 796; KS, 1518); tügällän- ‘tamamlanmak, son bul-
mak; gerçekleşmek’ (LEK, 76; DAK, 784; KS, 1521); tügän- ‘bit-
mek, tükenmek’ (CC, 857) ~ ‘tükenmek, bitmek, sona ermek, yok
olmak’ (LEK, 76; AB, 199; KS, 1522); tüşün- ‘düşmek; dökül-
mek; yoksullaşmak’ (KS, 1530); türlän-131 ‘değişmek, çeşitlen-
mek’ (CC, 858); türlü-türlülän- ‘çeşitlenmek’ (KS, 1528); tüzlän-
‘düzlüğe inmek’ (KS, 1534); tüzövsüzlän- ‘dağınık, düzensiz
olmak’(DAK, 796; KS, 1535); ululan- ‘büyük, iri olmak; kibirlen-
mek, böbürlenmek’ (DAK, 803; KS, 1548); (!) uluşlan- ‘birleş-
mek, katılmak; birleşmiş veya eklenmiş olmak’ (DAK, 804); um-
san-/omsan- ‘umut beslemek, güvenmek’ (DAK, 805; KCH, 187;
131 Bu veri Grønbech’te türlendi ‘verschiedenartig’ şeklinde bir isim olarak kayda
geçmiştir (1942: 260).
98 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

AB, 203; KS, 1551); umsasızlan- ‘umudunu yitirmek’ (KS, 1551);


urun- ‘dövüşmek, vuruşmak’ (CC, 863) ~ ‘vurunmak, dövünmek’
(LEK, 78; DAK, 809; KS, 1559); uşan- ‘yumuşamak, nazik, dos-
tane bir tavır takınmak; üzerine titremek, okşamak’ (DAK, 817;
KS, 1564); uvan-/ufan- ‘ufalanmak, ezilmek’ (KS, 1542, 1566);
uyan- ‘uyanmak’ (CC, 865) ~ oyan-/oyyan-/osan- II ‘uyanmak,
kendine gelmek, bilincini geri kazanmak’ (LEK, 66; DAK, 599;
AB, 186; KS, 1083); uyatsızlan- ‘utanmaz, terbiyesiz olmak’
(DAK, 819; KS, 1569); uzan- ‘uzanmak, gerinmek’ (KS, 1570);
uḫın- ‘umutsuz veya çökkün olmak; mütevazı olmak’ (DAK,
801); ülüşlän- ‘pay elde etmek, pay almak’ (KS, 1576); (yalın->)
yalan- ‘soyunmak, giysilerini çıkartmak’ (KS, 1629); yalaŋaçlan-/
yalanaçlan-/yaŋalaçlan- ‘soyunmak, giysilerini çıkartmak, çıp-
lak olmak’ (AB, 206; KS, 1629); yalın- ‘rica etmek, yalvarmak’
(CC, 873); yalġanlan- ‘yalana baş vurmak, yalan söylemek’ (KS,
1631); yalġansızlan- ‘yalansız olmak, çarpıtılmamış, düzgün ol-
mak’ (DAK, 307; KS, 1632); yalġızlan- ‘inzivaya çekilmek, ken-
dini soyutlamak’ (DAK, 307; KS, 1633); yalsızlan- ‘alacağı ücret-
ten, haktan mahrum olmak’ (KS, 1634); yan-132 ‘yanmak, tutuş-
mak’ (CC, 874) ~ ‘yanmak, alev almak; ateşlenmek, ağrılanmak;
acı çekmek, kederlenmek’ (LEK, 80; DAK, 312; KCH, 174; KS,
1639); yaŋlan- ‘yankılanmak, tınlamak’ (CC, 875); yapuḫlan-133
‘kapanmak; solmak’ (KS, 1647); yapun- ‘örtünmek, sarınıp sar-
malanmak, gizlenmek’ (DAK, 317; KS, 1647); yarıḫlan- ‘aydın-
lanmak, parıldamak’ (DAK, 322); yarlıġan- ‘bağışlayıcı, merha-
metli olmak’ (KS, 1659); yarlılan- ‘yoksullaşmak’ (KS, 1660);
yaslan- II ‘yaslanmak, dayanmak; aylaklık etmek’ (KS, 1665); ya-
şın-/yaşun- ‘gizlenmek’ (CC, 880,) ~ yaşın- ‘ay.’ (LEK, 81; DAK,
328; KS, 1668); yaşlan- ‘yeşermek, tazeleğini geri kazanmak,
canlanmak, gençleşmek’ (KS, 1669); yatlan- ‘yabancılaşmak, ka-
çınmak, uzaklaşmak, ilgisiz ve uzakta olmak’ (DAK, 330; KS,
1672); yazıḫlan-/yazıġlan- ‘günaha bulaşmak/batmak, suçlu ol-
132 Grønbech bu fiili ‘dönmek’ anlamı taşıyan diğer yan- fiili olarak düşünmüştür
(1942: 112).
133 Garkavets, soru işareti ile yapullan- olma ihtimalini de ortaya koymuştur.
Tryjarski’de de bu fiil soru işaretlidir (DAK, 317).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 99

mak’ (AB, 209; KS, 1675); yazısızlan-134 ‘yazılmamak, kayda ge-


çirilmemek’ (DAK, 332; KS, 1676); yemäklän- ‘beslenmek, ye-
mek yemek’ (KS, 1687); yemişlän- ‘meyvelenmek, yemişlenmek’
(KS, 1690); yemlän- ‘beslenmek, doymak’ (KS, 1690); yeŋillän-
‘hafiflemek, rahatlamak, coşkulu hissetmek’ (DAK, 336; KS,
1692); yerlän- ‘yerleşmek, konaklamak’ (DAK, 370; KS, 1702);
yergäsizlän- ‘ahlaksız, haysiyetsiz, gayrimeşru olmak’ (DAK,
369; KS, 1701); yeşillän- ‘yeşillenmek, yeşermek зеленеть,
позеленеть, зазеленеть’ (KS, 1682); yäŋilän- ‘yenilenmek, taze-
lenmek’ (KS, 1679); yıraḫlan- ‘uzaklaşmak’ (DAK, 345; AB, 212;
KS, 1718); yıġılan- ‘sık olmak, yoğun olmak’ (KS, 1708); yıġın-
‘toplanmak, bir araya gelmek’ (DAK, 339; KS, 1709); yıġlan- ‘ma-
tem tutmak, ağlamak’ (KS, 1711); yoḫsuzlan- ‘yoksullaşmak,
kötü duruma düşmek’ (DAK, 348; KS, 1723); yolsuzlan- ‘münase-
betsiz olmak, uygunsuzca davranmak’ (DAK, 351; KS, 1729); yu-
balan- ‘rahatsız olmak, çok endişelenmek’ (KS, 1733); yuban-
‘bahane göstermek, ihmal etmek’ (CC, 896) ~ ‘eğlenmek, zevk
almak, avunmak’ (DAK, 352; KS, 1733); yuvalan- ‘yuvarlanmak,
dönmek’ (DAK, 359; KS, 1740)135; yuvun- ‘yıkanmak, arınmak’
(CC, 613, 898) ~ ‘ay.’ (LEK, 83; DAK, 360; KS, 1742); yuvuḫlan-/
yovuḫlan- ‘yakınlaşmak, yaklaşmak’ (DAK, 359; AB, 214; KS,
1741); yügün- ‘saygıyla eğilmek, diz üstü yere çökmek, aman di-
lemek’ (CC, 899) ~ ‘eğilmek, ibadet için önünde eğilmek, saygı
göstermek’ (LEK, 82; KS, 1721, 1743); yüklän-/yuḫlan- ‘yüklen-
mek (dön.), batmak, gömülmek’ (DPY, 396; AB, 213; KS, 1745);
yülün- ‘tıraş olmak’ (KS, 1746); yüräklän- ‘öfkelenmek, kızmak’
(LEK, 83; DPY, 396; DAK, 357; PTW, 133; AB, 213; KS, 1747);
zabunlan- ‘hastalanmak, hasta düşmek, acı çekmek’ (DAK, 386;
AB, 214; KS, 1754); zaġalsızlan- ‘lekesiz, beneksiz, temiz olmak’
(DAK, 838; KS, 1759); zalımlan- ‘zalimleşmek’ (DAK, 839; KS,
1761); zararsızlan- ‘zararsız, hasarsız olduğu ortaya çıkmak’
(DAK, 842; KS, 1768 zorlan- ‘gerilmek, gücü çekilmek’ (DAK,
853; KS, 1790);
134 +sızlan- şeklinde oluşmuş tek örnektir.
135 Garkavets, Türkçenin etkisinden olsa gerek verilerin r harfinin yazılmadığını
düşünmüş ve ekleme yapmıştır. Fakat ikinci bölümde görüleceği üzere tarihî
tanıklar zaten yuvala- biçiminin lehinedir.
100 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

b) Edilgen -(X)n- fiilleri:


aldan-/aldaŋ- ‘aldanmak, ayartılmak, hataya sürüklenmek’
(DAK, 62; DL, 323; KS, 70); alın- ‘kabul edilmek; satın alınmak;
hayran olunmak; üstlenilmek’ (DAK, 64; PTW, 121; KS, 81);
altunlan- ‘altınla kaplanmak veya işlenmek’ (KS, 87); aŋlan-/
anlan- ‘kavranmak, bilincine varılmak; kavramak, bilincine var-
mak’ (LEK, 44; DAK, 67; PTW, 122; KS, 114); arilän- ‘ululan-
mak, kutsanmak, yüceltilmek’ (KS, 129); aşlan- ‘aşılanmak’ (KS,
158); avlan- ‘yakalanmak, ağ vb. ile tutulmak’ (KS, 175); ayblan-/
ayıblan-/ayıplan- ‘ayıba, iftiraya, saygısızlığa maruz bırakılmak,
küçük düşürülmek’ (KS, 181); azarlan- ‘aşağılanmak, azarlan-
mak, kötü davranılmak’ (KS, 192); baġışlan-/baḫışlan- ‘hediye
olarak sunulmak, bağışlanmak’ (KS, 204); barabarlan- ‘eşitlen-
mek, denk yapılmak, benzer hâle getirilmek’ (KS, 217); başlan-
‘başlatılmak, meydana getirilmek, şekillendirilmek, kurulmak,
temellendirilmek’ (LEK, 46; DAK, 119; KCH, 166; AB, 143; KS,
236); bädenlän-/bedänlän- ‘uzuvlarına, eklemlerine ayrılmak,
parçalara ayrılmak’ (DAK, 102; KS, 246); bıġovlan- ‘demir, kös-
tek veya zincir ile bağlanmak’ (DAK, 148; KS, 296); bolun-136 ‘bir
kimsenin aracılığı ile meydana gelmek, üretilmek’ (DAK, 158;
KS, 311); boluşlan- ‘yardım edilmek’ (KS, 312); boyan- ‘boyan-
mak’ (KS, 322); bölin-/bölün- ‘bölünmek’ (KS, 326); cuvaplan-
‘cevaplanmak’ (DAK, 230; KS, 464); çalın- ‘yumruklanmak, vu-
rulmak; biçilmek; bir enstrüman ile çalınmak veya sesle icra edil-
mek’ (DAK, 179; AB, 151; KS, 366); çoġurlan- ‘çukur, hendek ile
çevrilmek’ (KS, 399); çulġan- ‘sarınmak, bürünmek, dolanmak’
(CC, 686); çurgalan-137 ‘dürülmek, sarmalanmak’ (DAK, 201);
därmanlan- ‘gözetim, bakım altında olmak’ (DAK, 206; KS, 418);
elän-/elen-/elin- ‘elekten geçirilmek’ (DAK, 234; KS, 482); ezin-
‘ezilmek, öğütülmek, ufalanmak’ (KS, 516); hörmätlän- ‘sayıl-
mak, hürmet gösterilmek’ (DAK, 279; KS, 594); ḫaberlän- ‘haber
verilmek, duyurulmak’ (KS, 781); ḫadaḫlan-/ḫadaġlan- ‘çivilen-
mek, mıhlanmak’ (KS, 789); ḫalḫalan- ‘kilitlenmek, üzerine kilit
136 Bu fiil esasında metinlerde yardımcı fiil olarak yer almış; fakat söz konusu
çalışırlar tarafından bağımsız bir fiil gibi madde başı haline getirilmiştir.
137 Bu verideki ihtilaf için ikinci bölüme bakınız.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 101

vurulmak’ (KS, 797); ḫamçılan- ‘kırbaçlanmak, kamçılanmak’


(DAK, 445; KS, 798); izlän- ‘gerek duyulmak, talep edilmek’ (KS,
637); keskälän- ‘kesilmek, doğranmak, parçalara bölünmek’ (KS,
686); kümüşlän- ‘gümüşle kaplanmak’ (KS, 771); mıḫlan- ‘mıh-
lanmak, çivilenmek’ (KS, 978); miralan- ‘mür (sarı sakız) ile ka-
rıştırılmak veya onunla esanslandırılmak’ (DAK, 525; KS, 974);
möhürlän- ‘tescillenmek, mühürlenmek’ (AB, 180; KS, 985); nı-
şanlan- ‘işaretlenmek, etiketlenmek’ (KS, 1024); oḫlan- ‘ok veya
mermi ile vurulmak’ ok batmak’ (AB, 183; KS, 1046); ögövlän-
‘övülmek, yüceltilmek’ (DAK, 563; KS, 1088); ögütlän- ‘öğüt
verilmek; ayıplanmak, kınanmak, azarlanmak; cezalandırılmak’
(DAK, 564; KS, 1090); peşälän- ‘yapılmak, üretilmek, sanatsal
olarak meydana getirilmek’ (KS, 1134); paralan- I ‘paralanmak,
parça parça olmak’ (KS, 1120); paylan- ‘pay edilmek, üleşilmek’
(KS, 1127); samolovkalan- ‘tuzağa düşmek, ağ ile tutulmak, ya-
kalanmak’ (KS, 1233); sımarlan- ‘emanet edilmek, vekalet veril-
mek’ (DAK, 676; KCH, 184; KS, 1276); sındırġalan-/sırdırġalan-
‘kırılmak, harap edilmek’ (KS, 1278, 1279); sorun- ‘sorulmak,
sorgulanmak’ (DPY, 405; KS, 1296); soymaçlan- ‘derisi (veya
kabuğu) yüzülmek, (hırsızlık) soyulmak’ (KS, 1298); sözlän-
‘söylenmek, ifade edilmek’ (DAK, 698; KS, 1309); sünätlän-/
sünnätlän- ‘sünnet edilmek’ (AB, 192; KS, 1336); şişlän- ‘şişe
takılmak’ (KS, 1354); tabalan- ‘tekdire, kınamaya, siteme maruz
kalmak’ (KS, 1362); taclan- ‘taçlandırılmak, krallık adına kut-
sanmak’ (LEK, 72; KS, 1365); talan- ‘talan edilmek, soyulmak’
(DAK, 731; KS, 1371); tamamlan- ‘tamamlanmak, bitirilmek’
(KS, 1374); tanıḫlan- ‘tasdik edilmek, müşahede edilmek’ (KS,
1380); taŋlan- ‘seçilmek’ (LEK, 73; DAK, 735; KCH, 183; KS,
1384); tarbiyatlan- ‘yetiştirilmek, büyütülmek’ (KS, 1388); taş-
lan- ‘taş ile vurulmak, dövülmek’ (KS, 1397); tergälän-/tergilän-
138
‘test edilmek, denenmek, araştırılmak, incelenmek’ (KS, 1426);
teşḫälän- ‘pek çok yerinden delinmek, deşilmek’ (DAK, 756; KS,
1433); tıkatlan- ‘örülmek, dokunmak’ (DAK, 765; KS, 1455);
tıyırmanlan- ‘öğütülmek, değirmende öğütülmek’ (KS, 1464);
tişlän- ‘ısırılmak, dişlenmek; (yemek vs.) yenmek’ (KS, 1449);
138 Garkavets, bu iki biçime tergäl- içinde yer verir.
102 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

torlan- ‘toplanmak, bir araya getirilmek’ (DAK, 777; KS, 1485);


totḫarlan- ‘işkence veya eziyet edilmek’ (DAK, 778; KS, 1468);
tökün- ‘devirilmek, alaşağı edilmek; dökülmek’ (KS, 1491);
tölän- ‘tazmin edilmek, ödenmek, iade edilmek, bedeli öden-
mek’ (DPY, 407; KS, 1492); tövün-/dövün-139 ‘dövülmek’ (KS,
1498); tuzlan- ‘tuzlanmak, tuz serpilmek’ (KS, 1518); uzaḫlan-
‘kilitlenmek, kilit vurulmak’ (KS, 1570); üläşin- ‘bir kimse ile
bölüşülmek, paylaşılmak’ (LEK, 78; AB, 203; KS, 1575); ündän-
‘seslenilmek, çağırılmak’ (KS, 1578); yamanlan- ‘kötülenmek,
yerilmek, çekiştirilmek’ (DAK, 311; KS, 1637); yapraḫlan- ‘yap-
rakla örtülmek’ (KS, 1646); yaralan- ‘yaralanmak’ (DAK, 320;
KS, 1650); yarġulan- ‘yargılanmak, mahkum edilmek’ (DAK,
321; KS, 1654); yarımlan- ‘yarıya bölünmek (edl.)’ (DAK, 324;
KS, 1658); yasaḫlan- ‘vergilendirilmek, yükümlü kılınmak, taah-
hüt altına alınmak’ (KS, 1663); yaslan- I ‘yasın, matemin nesnesi
olmak’ (DAK, 327; KS, 1665); yergälän- ‘bir düzene göre sıra-
lanmak, organize, sistematize edilmek’ (DAK, 369; KS, 1700);
yulun- ‘kurtarılmak, fidye ödeyip kurtulmak’ (CC, 897).

c) Dönüşlü ve edilgen -(X)n- fiilleri:


alġışlan- ‘dua etmek, kutsamak, yüceltmek; kutsanmak, yüceltil-
mek’ (DAK, 63; KS, 78); baġın-/baḫın- ‘bakınmak, izlemek, göz-
lemek, gözetlemek; gözetim altında olmak’ (LEK, 46; PTW, 123;
KS, 208); bezän-140 ‘giyinip kuşanmak, süslenmek, bezenmek;
dekore edilmek’ (KS, 265); bilin- ‘bilinmek’ (CC, 662), ‘itiraf et-
mek, ikrar etmek’ (DPY, 387; DAK, 138; AB, 145; KS, 271); bu-
lun- ‘bulunmak, keşfedilmek; (bir yerde) olmak, mevcut olmak’
(KS, 336); çatırlan- ‘çadır veya çatı sahibi olmak; koruma, göze-
tim altında olmak’ (KS, 372); çöplüklän- ‘çöp, gübre içine sap-
lanıp kalmak; çöp, gübre ile gübrelenmek’ (KS, 404); çövrälän-
‘çevrelenmek, sarmalanmak, dolanmak, kaplanmak’ (DAK, 199;
KS, 405); çöp-çövrälän- ‘etrafı çevrilmek, kaplanmak, sarılmak,
kuşatılmak’ (KS, 403); çuvlan- ‘ifşa edilmek, açığa çıkmak; ün-
lenmek’ (KS, 408); duşmanlan- ‘düşman olmak, düşman sayıl-
139 Garkavets bu ikinci veriyi Oğuzca olarak etiketler.
140 Garkavets, bu fiilin dönüşlü ve edilgen olduğunu kısaltma ile belirtmiştir.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 103

mak veya öyle olduğu ortaya çıkmak ve damgalanmak, düşman


olarak eziyete, işkenceye maruz kalmak’ (KS, 446); ekilän-/
eklän- ‘ikiye ayrılmak, çatallanmak; şüphe duymak’ (DAK, 232;
KS, 476); hadirlän- ‘hazırlanmak; hazır edilmek’ (LEK, 54;
DAK, 265; PTW, 128; KS, 560); haybatlan- ‘övülmek, yüceltil-
mek; zekat ve sadakaya bağlı yaşamak’ (DAK, 272; AB, 159; KS,
575); heseplän-/heseblän- ‘düşünmek, dikkate almak; addedil-
mek, hesap edilmek’ (DAK, 275; AB, 159; KS, 584); ḫaçlan- ‘haç
işareti yapmak; haç şeklinde olmak; çarmıha gerilmek’ (LEK, 55;
DAK, 440; AB, 160; KS, 788); ḫarġışlan- ‘lanetlemek; lanetlen-
mek’ (DAK, 453; KS, 812); ḫarmalan- ‘yoklamak, el yordamı ile
aramak veya aranmak’ (DAK, 457; KS, 818); ḫaşlan- ‘haşlanmak,
yakılmak; sokulmak’ (KS, 826); ḫıyınlan- ‘işkenceye maruz kal-
mak, ıstırap çekmek’ (DAK, 478; KS, 858); ḫolun- ‘rica etmek,
yalvarmak; rica edilmek, istenmek’ (DAK, 485; PTW, 131; KS,
872); incin-/ıncın-/ınçın- ‘incinmek, darılmak, üzülmek’ (DAK,
292; KS, 616; KS, 638); işlän- ‘yapılmak, üretilmek’ (DAK, 298;
KS, 629); itilän- ‘keskinleştirilmek, bilenmek; şiddetlenmek,
kızışmak’ (DAK, 300; KS, 632); izdän- ‘bulmaya çalışmak, ara-
mak; gereksinilmek, talep edilmek’ (KS, 637); oġurlan- ‘çalın-
mak; hırsız gibi davranmak veya hırsızlık yapmak’ (DPY, 401;
DAK, 567; KS, 1041); ovun-/övün- II /üvün-141 ‘teselli olmak veya
edilmek; yüreklendirilmek; azarlanmak’ (DAK, 598; KS, 1108);
pilonlan- ‘pelerinle örtülmek veya örtünmek’ (KS, 1138); övün- I
‘övünmek, gururlanmak, kibirlenmek’ (CC, 797) ~ ögün- ‘ay.’
(DAK, 563; AB, 183; KS, 1089); salın- ‘salınmak’ (CC, 804) ~ ‘sa-
lınmak, bırakılmak; ertelenmek’ (LEK, 69; DAK, 663; AB, 188;
KS, 1231); säbäplän- ‘sebebini araştırmak; bir sebep doğrultusun-
da açıklanmak’(DAK, 652; KS, 1248); sın- ‘kırılmak, parçalan-
mak’ (CC, 812); ~ ay. (LEK, 69; DAK, 680; AB, 190; KS, 1276);
sirkälän- ‘sirke ile doldurulmak, sirkeye doyurulmak, sirkeye
dönüşmek’ (KS, 1272); suvlan- ‘su verilmek; sulu olmak’ (KS,
1335); sürün- ‘kovalanmak, sürülmek; sendelemek, tökezlemek’
141 Bu sözcüğün kalın sıralı okunması daha uygun olabilir; zira övün- fiili için EK’de
zaten ögün- fiili bulunur. Ancak diğer yandan şimdiki zaman çekiminde bu fiil
ve bunun ettirgen versiyonun hiç /ı/ sesi taşımaması da, ki Garkavets’in tercihini
belirler, kalın sıralı okuma konusunda sağlam bir zemin sunmaz.
104 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(DAK, 715; KS, 1341); täräzülän- ‘tartmak; tartılmak veya askıya


alınmak’ (DAK, 738; KS, 1405); türtün- ‘itmek, dürtmek; itilmek,
çekiştirilmek’ (KS, 1528); yaġlan- ‘(hayvansal yağ, makine yağı,
tereyağı, kokulu yağ ile) yağlanmak; yağ veya yağlı gıdalar ye-
mek; oruç açmak’ (LEK, 79; DAK, 303; KS, 1622); yaġmurlan-
‘yağmura doymak’ (DAK, 304; KS, 1623); yaraġlan- ‘silahlan-
mak, silah kuşanmak; silah ile vurulmak, silah ile kendini incit-
mek’ (DAK, 319; KS, 1649); zähirlän- ‘zehirlenmek; incitilmek’
(DAK, 838; KS, 1774).

ç) Geçişli -(X)n- fiilleri:


ḫullan- II /ḫulan- ‘kullanmak, faydalanmak’ (DAK, 497; KS, 895);
ḫuvalan- ‘kovalamak, takip etmek’ (KS, 905); ḳazġan- ‘başar-
mak, kazanmak’ (CC, 497) ~ ḫazġan-/ġazġan-/ḫazan-142 ‘kazan-
mak, elde etmek’ (DAK, 470; AB, 163; KS,840); ḳızġan- ‘cimrilik
etmek’ (CC, 504).

d) Geçişli ve dönüşlü -(X)n- fiilleri:


islän- ‘kokulanmak, kokmak; koku almak’(DAK, 295; KS, 623);

1.2.8. İşteşlik Çatı Eki


1.2.8.1. -(X)ş-143
Fiillere gelerek, eylemin birlikte ya da yardımlaşarak ya-
pıldığını ifade eder (Brockelmann, 1954: 205).144 -(X)ş- ile
türetilen fiiller, doğası çoklu katılımdan etkilenen olayla-
rı gösterir; diğer durumlarda konuşur sadece çokluk ekine
142 Garkavets bu veriyi Oğuzca olarak etiketler.
143 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 204-205; Räsänen, 1957: 163; Gabain,
1988: 60; Erdal, 1991: 552; Berta, 1996: 623; Karaşlar, 2012: 379; Güvenç, 2014:
195.
144 Kaşgarlı, eylemin yardımlaşarak mı yarışarak mı olduğu konusunda şöyle bir
ayrım verir: Eğer maŋa ‘bana’ zikredilirse, fiil ‘yardımlaşma’ bildirir; eğer meniŋ
birle ‘benim ile’ fiile ekleniyorsa, fiil ‘yarışma’ anlamı verir (bk. DLTa II, 1984:
21; DLTb 2014: 265).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 105

başvurur (Erdal, 1991: 552). Bununla birlikte işteşlik anlamı


yerine, sadece oluş bildiren fiiller de vardır.145
Bu ek ile türetilen fiiller çoğunlukla geçişsizdir146 ve söz-
dizimsel çerçevede özne ya bir grubu temsil eder veya dolay-
lı nesnenin ya yönelme durumunu ya da birle (veya varyantı)
ile teşkil edilen enstrümental durumunu gerektirir.147
Gabain, bu ekin -ma- dışında daima fiilden fiil yapan di-
ğer eklerden sonra geldiğini söylemektedir (1988: 60). Bu-
nunla birlikte, Erdal, tägşil-, bagdaşın- ve yapşın- gibi işteş-
liği tartışmalı örnekler bir tarafa bırakılsa bile dört -şUr- ve
yirmiye yakın -(X)ş-tUr- örneğinin söz konusu olduğunu do-
layısıyla Gabain’in iddiasının doğru olmadığını belirtmiştir
(1991: 575).
Eski ve Orta Türkçede işlek olarak kullanmıştır (bk. Ha-
cıeminoğlu 1991: 37; Toprak 2005: 145).
Derlemdeki basit, türemiş ve ettirgen çatı eki almış ta-
banlara eklenmekte ve kendisinden sonra (-mA- olumsuzluk
eki ile birlikte) ise edilgenlik, dönüşlülük ve ettirgenlik çatı
eki eklerini almaktadır.
Derlemdeki örnekler öncelikle işteş fiiller ve işteş olma-
yan fiiller olarak iki gruba ayrılmakta; ilk gruptakiler ey-
145 Toprak, DLT’de bu ekin pekiştirme fonksiyonu ile de kullanıldığını tespit etmiştir:
kuruş- ‘tamamen kurumak’, opraş- ‘tamamen yıpranmak’, soruş- ‘tamamıyla
emmek’, soġış- ‘soğumak’ (2005: 147). Hacıeminoğlu, bu ek ile türetilen fiillerde
eylemin karşılıklı yapılması ile birlikte yapılmasının çoğunlukla karıştırıldığını,
bunlardan hangisinin birincil olduğunun bilinmediğini ve kimi örneklerde işteşlik
anlamının tamamen kaybolduğunu söylemektedir (1991: 37). Erdal da birlikte
veya birbiri için icra edilen eylemlerde spesifik anlamı tespit etmenin güçlüğünü
ifade eder (1991: 582).
146 Geçişli olanlar öncelikle ‘yardımlaşma’ durumunun söz konusu olduğu cümlelerde
belirirler, yani ol maŋa bitig bitişdi ve ol maŋa ton tikişdi (DLTa II, 1984: 21)
gibi. Diğerleri ise kökü tanıklanmayan kemiş- ‘atmak’ gibi işteşliği meçhul
örnekler veya (CC&EK’da) sonradan geçişlilik kazanmış olan dolaş-, kozġalış-
gibi örneklerdir.
147 Erdal, birinci biçimde oluşanları ‘simetrik’, ikincileri ise ‘asimetrik’ olarak adlandırır
(1991: 579). Ayrıca birlä ile bir vasıta grubu oluşturan örneklerinin tamamının
(Eski Türkçede) bir insanı ya da insan topluluğunu temsil ettiğini belirtir (1991:
580).
106 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

lemin birlekte veya karşılıklı gerçekleşmesi durumunlarına


göre iki alt gruba bölünmektedir. İkinci gruptakiler ise işteş-
lik fonksiyonunu ya kaybetmiş ya da hiç bu özelliğe hiç sa-
hip olmamış olanlar olarak pekiştirme fiilleri ve geçişli fiiller
olarak ikiye ayrılmaktadır.
Edilgenlik ve dönüşlülük bahislerinde yaşanan handikap
bu ek için de söz konusudur; zira CC ve EK örneklerinin her
biri bir cümle içinde yer alan örnekler değildir; dolayısıyla
tasnifte yazarların verdikleri anlamlar ayırıcı rol üstlenmiş-
tir.
-(X)ş-; +I- ve +lA- fiili ile türetilmiş fiillere kimi zaman
art zamanlı kimi zaman da bir isim tabanına eş zamanlı ola-
rak gelmektedir (CC bollaş-, EK yanlaş- gibi). İkinci durum
onların birleşik bir ek olduğunu düşündürse de parçalı ör-
nekleri bunun aksini göstermektedir. Bu ek bütünleşmesi148
daha ziyade “oluş” anlamı ön planda ise görülmektedir; bu-
nunla birlikte bu anlam -ş-’siz de mümkündür.149
a) İşteş olan -(X)ş- fiilleri:
aa) Eylemin birlikteliğini bildiren işteş fiiller:
biliş-150 ‘birlikte bilmek, anlamak, kendi içlerinde çözüm bul-
mak’ (KS, 271); bitiş- ‘birlikte bitmek (büyümek)’ (KS, 283);
148 Koyu font ile belirtildi.
149 Hacıeminoğlu, (isimden fiil yapılı) tabanları tanıklanmayan -ş-’li fiiller ve benzer
durumu paylaşan diğer örnekler için şöyle der: “Gerek ögleş- ve sözleş-, gerekse
süngüş- gibi bazı fiillerin tabanı sayılan ögle-, sözle- ve süngü- fiillerine metinlerde
rastlanmamış olması, bu kelimelerin bulunamayacağı mânâsına gelmez. Ayrıca
bahis konusu fiiller hiç kullanılmamış dahi olsa, Türk milletinin dil mantığı o
sözleri var farz ederek, onlardan yeni kelimeler türetmiştir. İleride daha zengin
misaller gösterecektir ki, Türkçenin hazinesinde iki tür söz vardır: 1. Gerçekte
olan ve kullanılan canlı kelimeler: Ev, evli, evlenmek gibi. 2. Nazarî bakımdan
olması gereken, olduğu farz edilen kelimeler: Evlemek, dillemek gibi. Nitekim bu
sonuncu kelimeler Türkçede mevcut olmadıkları halde, var farz edilerek onlardan
evle-n-, dille-n- fiilleri türetilmiştir. Bilindiği gibi Türkçede belli eklerin kök
ve gövdelere gelmesinde dilin kanunları bakımından nazarî olarak hiçbir engel
yoktur. Fakat dilin sahibi olan millet bu geniş hak ve imkânları kullanırken millî
dil mantığı ile hareket ederek, Türk dilini bir makine gibi değil, canlı bir varlık
gibi şuurla işlemiştir. Biz bu gibi sözlere “basamak kelime” diyoruz.” (1991:
37-38).
150 bilä edatı ile kullanılmıştır.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 107

bölüş- ‘üleşmek, paylaşmak’ (KS, 236); ḫısış- ‘birlikte kısılmak,


büzüşmek’ (KS, 853); içiş- ‘birlikte içmek’ (CC, 719); külüş- ‘dur-
madan, sık sık gülüşmek’ (KS, 770); olturuş- ‘birlikte oturmak,
yerleşmek; sönmek’ (KCH, 181; KS, 1054); paylaş- ‘üleşmek, pay-
laşmak’ (EKT, 293; KS, 1127); sekiriş- ‘birlikte hoplamak, zıpla-
mak vb.’ (PTW, 144; KS, 1255); tabuş- ‘tartışmak, ileri sürmek’
(CC, 562, 825); üläş- ‘bölüşmek, paylaşmak’ (CC, 593) ~ ‘kendi
arasında paylaşmak, bir kimse ile bölüşmek’ (LEK, 78; DPY, 409;
DAK, 801151; KS, 1575).

ab) Eylemin karşılıklılığını bildiren işteş fiiller:


alış- ‘karşılıklı almak, değiştirmek’ (CC, 419) ~ ‘alışkanlık ka-
zanmak; arkadaşlık kurmak, evlenmek’ (KS, 82); ayaġış- (bk.
1.1.8. +I-); barış- ‘barışmak, uzlaşmak, anlaşmak’ (LEK, 46;
DAK, 113; KS, 222); başḳarış- ‘tartışmak, bir şey ileri sürmek’
(CC, 654); bazarlaş- ‘pazarlık yapmak’ (KS, 242); beriş- ‘yardım
etmek’ (CC, 657); birläş- ‘birleşmek, birbirine eklenmek, bağlan-
mak; uzlaşmak, anlaşmak’ (DAK, 141; KS, 278); boluş- ‘yardım
etmek, desteklemek’ (CC, 446, 671), ‘yardım etmek, katkı sağla-
mak, destek olmak, refakat etmek’ (LEK, 48; DAK, 158; KCH,
168; AB, 148; KS, 312); çalış-/çarış- ‘çaba sarfetmek; mücadele
etmek, savaşmak; rahatsız etmek, saldırmak, yaralamak, incit-
mek’ (DAK, 179; KS, 366); çekiş- ‘iddialaşmak, tartışmak; mah-
kemelik olmak’ (KS, 375); çızış- ‘birbirine sınır çekmek veya
çizmek’ (DAK, 194); haḫlaş- ‘ödeşmek’ (KS, 563); hesebläş-/
hesepläş- ‘hesaplaşmak, karşılıklı olarak hesabı kapatmak, ödeş-
mek’ (KS, 585); hälallaş-/halalaş- ‘karşılıklı af, günahlardan
arınma dilemek’ (KS, 577); ḫapuş-/ḫapış- ‘birbirini tutmak,
yakalamak; kavga, münakaşa etmek; yanmak, tutuşmak; kapa-
tılmak, kaplanmak; tıkanmak’ (DAK, 449; KS, 805; KS, 804);
ḫarış- I ‘müdahil olmak, karışmak; dolaşık olmak, karmakarışık
151 Tryjarski bu fiili ulaş- olarak okur (ki imlaya göre bu doğaldır) ve ‘s’unir, se
joindre, adhérer’ olarak anlamandırır; fakat verinin bu hali ve anlamı ile EK içinde
tek örnek olması, üleş- fiilinin diğer üç EK kaynağında da yer alması, DAK’deki
ikinci örnek cümlede ulaş et- fiilinin olması, Tryjarski’nin karşılaştırma olarak
DYP’deki ulaş- [üläş-] fiilini vermesi, bu verinin üleş- fiili ile birlikte verilmesini
gerekli kılar.
108 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

olmak’ (KS, 815); ḫatış- ‘bağlanmak, birleşmek, katışmak’ (KS,


827); ḫuvalaş- ‘birbirinin peşine düşmek, kovalamak’ (PTW, 131;
KS, 905); kesiş- ‘birbirini kesmek; uzlaşmak, anlaşmaya var-
mak’ (KCH, 177; KS, 686); körüş- ‘görüşmek, buluşmak’ (DPY,
398; DL, 324; KS, 743); ḳarış- ‘korumak, savunmak’ (CC, 493)
~ ḫarış- II ‘savaşmak, mücadele etmek, savunmak’ (DAK, 454);
ḳırlış- ‘saldırmak, kavga etmek, tartışmak, çekişmek’ (CC, 740);
ḳıstalış- ‘birbirine sokulmak’ (CC, 741); ḳovuş- ‘kavuşmak’ (CC,
753); ḳoyġaş- ‘koyun koyuna uyumak’ (CC, 753); oḳşaş- ‘benze-
mek, benzeşmek’ (CC, 532) ~ oḫşaş- ‘benzer olmak, benzer hâle
gelmek’ (DAK, 572; KS, 1049); oġraş- ‘savaşmak, vuruşmak, mü-
cadele etmek’ (DAK, 566; KS, 1039); öçäş- ‘bahse girmek’ (CC,
792) ~ ‘öfkelenmek, kızmak’ (DPY, 402; DAK, 561; AB, 182; KS,
1087); öpüş- ‘öpüşmek’ (KS, 1099); soruş- ‘birlikte veya birbirini
sormak’ (KS, 1296); sovaş- ‘savaşmak, karşı koymak’152 (CC, 555)
~ savaş- ‘savaşmak, vuruşmak, dövüşmek; yarışmak’ (KS, 1246);
sövüş- ‘birbirini sevmek’ (KS, 1304); sözläş- ‘sohbet etmek’ (KS,
1309); tanış- ‘tanımak, bilmek; tanışmak’ (KS, 1381); (!) taġış-
153
‘başkasına takılmak, asılmak’ (DAK, 729); talaş- ‘saldırmak,
kavga etmek, tartışmak, çekişmek’ (CC, 826) ~ ay. (DPY, 406;
DAK, 731; KS, 1371); teŋläş- ‘denk, eşit olmak, aynı seviyeye gel-
mek’ (KS, 1415); tıyış- ‘çekişmek, didişmek’ (KS, 1464); töräläş-
‘birbirini mahkemeye vermek, mahkemede tartışmak’ (KS, 1495);
tövüş-/tüvüş- ‘dövüşmek, savaşmak’ (PTW, 147; KS, 1498); tutuş-
‘kapışmak, tutuşmak; yanmak, alev almak’ (DAK, 793; KS, 1516);
uruş- ‘kavga etmek, tartışmak, çekişmek’ (CC, 863) ~ ‘(işt.) vuruş-
mak, yumruklaşmak, savaşmak’ (LEK, 78; DAK, 809; KCH, 187;
KS, 1559); uzlaş- ‘uzlaşmak, mutabık olmak’ (KS, 1571); yapuş-/
yabuş- ‘yapışmak, bulaşmak, birbirine sıkıca kenetlenmek veya
bağlanmak’ (DAK, 302; AB, 205; KS, 1618); yamanlaş- ‘birbiri-
ne karşı hakaret etmek, suçlamada bulunmak, birbirine kızmak,
birbiri ile kavga etmek’ (KS, 1637); yaralaş- ‘birbirini yaralamak’
(KS, 1650); yaraş- ‘uyumlu olmak, iyi geçinmek; uygun düşmek;
152 Ünal’da “kavga etmek” (2010: 122).
153 Garkavets, bu veriyi sözlüğünde taġıl- verisine yönlendirir.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 109

hoşnut olmak’ (CC, 600) ~ ‘uyuşmak, gerektiği gibi olmak, uygun


olmak, işe yaramak’ (DAK, 320; KS, 1651).

b) İşteş olmayan -(X)ş- fiilleri:


ba) Pekiştirilmiş -(X)ş- fiilleri:
azaş- ‘yolunu kaybetmek veya şaşırmak’ (CC, 648); bollaş- ‘gebe-
lik sebebiyle şişmanlamak’ (CC, 670); boġuş-154 ‘kendini asmak’
(KS, 306); bürüş- ‘buruşmak, kırışmak’ (DAK, 170; KS, 351);
çürüş- ‘çürümek, buruşmak, pörsümek’ (CC, 687) ~ ‘buruşmak,
kırışmak, solmak, kurumak’ (DAK, 201; KS, 410); ḫamaş- ‘(göz)
güçlü ışık karşısında kamaşmak’ (KS, 798); ḫaynaş- ‘kaynamak,
köpürmek, fışkırmak, taşmak’ (DAK, 465; AB, 162; KS, 835);
keŋäş- ‘istişare etmek, karşılıklı danışmak’ (CC, 734); keriş- ‘ge-
rinmek, yayılmak’ (DAK, 386; KS, 683); kiriş- ‘(borca) girmek’
(KS, 694); ögütläş- ‘kendini cezalandırmak’ (KS, 1090); tenläş-
‘vücut bulmak, bedenlenlemek’ (DAK, 749; KS, 1413); teyiş- ‘he-
diye sunmak’ (CC, 839) ~ tiyiş-/tiiş-/tış- ‘temas etmek, yaklaş-
mak, bitişmek’ (AB, 196; KS, 1453); turuş- ‘durağan olmak’155
(KS, 1511); tutaş- ‘tutuşmak, yanmak, parlamak’ (KS, 1513); ya-
naş-/yaynaş- ‘yanaşmak, yaklaşmak’ (DAK, 312; KS, 1639); yan-
laş- ‘katılmak, eklenmek’ (KS, 1641); yaḫış- ‘yakışmak, üstünde
güzel durmak’ (KS, 1625); yeriş- ‘erişmek, ulaşmak; büyümek,
olgunlaşmak’ (DPY, 395; DAK, 369; PTW, 133; KCH, 175; AB,
211; KS, 1701); yerläş-/yırlaş- ‘yerleşmek, konumlanmak, meskun
olmak’ (DAK, 370; KS, 1702); yetiş- ‘yetişmek, ulaşmak; ömrü
vefa etmek; yeteri kadar olmak, yetmek; olmak, olgunlaşmak’
(DAK, 337; AB, 211; KS, 1703).

bb) Geçişli -(X)ş- fiilleri:


dolaş- ‘çevrelemek, etrafını çevirmek veya almak, etrafında dön-
mek, çevresine yerleşmek’ (DAK, 213; AB, 153; KS, 434); kelti-
riş- ‘birlikte getirmek, getirmede birbirine yardım etmek’ (CC,
154 Tartışmalı bir örnektir; zira metindeki gerçek şekli boluşkan’dır. Garkavets
parantez açarak bunu boġuşkan olarak düzeltmiştir.
155 Bu sözcüğün yer aldığı Ermenice-Kıpçakça iki dilli sözlükte Ermenice madde başı
“kirli, çamura bulanmış, matlaşmış” anlamındadır (bk. Garkavets 2010: 1511).
110 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

733); ḳozġalış- ‘karıştırmak, karıştırarak aramak, deşelemek’


(CC, 754); tanlaş-156 ‘incelemek’ (CC, 565).

1.2.9. Ettirgen Çatı Ekleri


1.2.9.1. -Ar-157
Çok seyrek kullanım gösteren bir ettirgenlik ekidir.
Ünsüz ile biten tek veya ikinci heceli fiil tabanlarını et-
tirgen yapar. -(X)t- ettirgenlik ekine üzerine gelerek, ilk
ettirgenliğin düşmesine158 neden olarak bütünleşmiş bir ek
görüntüsü sergiler.159
İşlev ve sözdizimsel özellikleri açısından -Ar- ile -Ur-
arasında bir fark yoktur (Erdal, 1991: 741-742).
Eski Türkçede az sayıda fiil türeten ek, sonraki dönem-
lerde ise çok az yeni sözcük türetmiştir (bk. Hacıeminoğlu,
1991: 45-46; Toprak, 2005: 94-95; Güner, 2013: 166-167).
aḫtar-/atḫar- ‘devirmek, ters yüz etmek’ (PTW, 121; KS, 64,
166); çıġar- ‘çıkarmak’ (CC, 457) ~ çıḫar- ‘çıkarmak, çekmek,
ayırmak; bırakmak, salmak; imal etmek’ (LEK, 49; DPY, 414;
DAK, 190; PTW, 126; KCH, 169; EKT, 287; AB, 151; KS, 389);
ḫotar- ‘boşaltmak, kotarmak’ (CC, 713) ~ ‘boşaltmak, dökmek
(tabağa); parçalara ayırmak’ (KS, 881); ketär- ‘yok etmek, orta-
dan kaldırmak, gidermek’ (CC, 737) ~ ketär-/ketir- ‘temizlemek,
gidermek; yükseltmek, kaldırmak; harcamak, tüketmek’ (DPY,
397; DAK, 389; DL, 324; KS, 688); ḳaytar- ‘geri dönmek’ (CC,
497, 730) ~ ḫaytar- ‘geri döndürmek, geri getirmek, vazgeçir-
mek’ (LEK, 56; DPY, 410; DAK, 468; KCH, 172; AB, 163; KS,
837); ḳobar-160/ḳopar- ‘kurmak, inşa etmek’ (CC, 508); ḳutḳar-/
156 Argunşah&Güner, bu fiili art damak n’si /ŋ/ ile okumuşlardır; fakat Ünal’ın da
okuduğu gibi (2010: 298) bu sözcük n ile yazılmıştır.
157 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 206; Räsänen, 1957: 153; Gabain,
1988: 60 ; Erdal 1991: 734; Berta, 1996: 620; Karaşlar, 2012: 285; Güvenç,
2014: 120.
158 Erdal, -Ur-’da da olduğu gibi (C)VCVC- tabanlarda ses yitiminin genel bir kural
olduğunu söyler (1991: 742).
159 Aynı durum -(X)K-’den sonra da görülmektedir.
160 Argunşah&Güner bu ikinci şekli yok saymışlardır. Fakat ünlüler arası /p/ sesinin
Kıpçak lehçelerinde tonlulaşması karakteristik bir özelliktir (bk. Schönig 1999:
65).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 111

ḳutḫar- ‘kurtarmak’ (CC, 765) ~ ḫutḫar- ‘ay.’ (LEK, 58; DAK,


502; KCH, 174; AB, 167; KS, 903); oŋar-/onar- ‘müreffeh kılmak;
bayındırlaştırmak’ (DAK, 579; KS, 1055); yomdar- ‘toplamak, bir
araya getirmek’ (CC, 611).

***
Yukarıdaki fiillerden aḫtar-, ḳaytar-/ ḫaytar- ve yomdar-
yukarıda zikredildiği üzere -(X)t- ettirgenliği üzerine -Ar-
eki alarak çifte ettirgenlik ekli örnekleri teşkil eder. ḫotar-
ve ḳobar-/ ḳopar- fiilleri, daha eski örneklerde -Ur- ettirgen-
liğini taşımaktadır. Dolayısıyla aslında -Ar- ile türetilmemiş
olabilirler.

1.2.9.2. -DXr-161
-(X)t- ve -Ur- eklerinin birleşiminden müteşekkil olduğu
düşünülmektedir (Erdal, 1991: 709).
Çoğunlukla ünsüz ile biten tek veya çok heceli fiil taban-
larını ettirgen kılar. -(X)t- ile ettirgen yapılan fiillere ikinci
ettirgenliği sağlar.
ET’de ekin ünlüsü her koşulda yuvarlaktır; fakat sonra-
ki dönemlerde bu ünlü düzlük yuvarlaklık uyumuna riayet
eder.
açıḫtır- ‘acıktırmak’ (KS, 25); açtır- ‘açtırmak; çörek, pide vs.
açtırmak; kil, toprak yaydırmak, tesviye etmek’ (LEK, 42; KS,
29); aġındır- ‘çıkartmak, yükseltmek’ (CC, 621) ~ ‘yükseltmek,
kaldırmak; taşıtmak, yerini değiştirmek’ (KS, 43); aġışdır- ‘bir-
likte akıtmak’ (CC, 621); aḫtır- ‘dökmek, akıtmak’ (DAK, 60;
AB, 134; KS, 64); aldır-/aldur- ‘aldırmak’ (DAK, 62; KS, 72);
alındır- ‘hayran bırakmak, hayrete düşürmek’ (KS, 82); alıştır-
‘öğretmek, ehlileştirmek (at vs.); adapte etmek, katılmasını sağla-
mak; değiştirmek (kendi yararına), değiş tokuş etmek’ (KS, 82);
161 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 208-209; Räsänen, 1957: 158-159;
Gabain, 1988: 60; Erdal, 1991: 799; Berta, 1996: 601; Karaşlar, 2012: 422;
Güvenç, 2014: 122.
112 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

aŋdır- ‘anımsatmak’ (KS, 112); aŋlattır- ‘açıklattırmak’ (KS,


115); arıttır- ‘temizletmek, arıttırmak’ (KS, 132); arttır- ‘çoğalt-
mak, abartmak’ (DAK, 76; EKT, 285; AB, 138; KS, 142); aslan-
landır- ‘aslan hâline getirmek’ (KS, 150); astır- ‘astırmak’ (KS,
151); aştır- ‘aştırmak, geçirtmek’ (KS, 159); ayblandır- ‘suçlat-
mak, saygısızlık yaptırmak, hakaret ettirmek’ (KS, 181); aylan-
dır-/anlandır- ‘döndürmek, dürmek; yerinden oynatmak; değiş-
tirmek; (dilb.) çekim yapmak’ (LEK, 45; DAK, 96; PTW, 121; KS,
186); bardır- ‘vardırmak’ (KS, 221); barıştır-/barışdır- ‘uzlaştır-
mak, anlaşmaya vardırmak’ (DPY, 386; DAK, 113; KS, 223); bas-
dır-/bastır- ‘bastırmak; damgalatmak’ (DAK, 115; KS, 229); bat-
tır- ‘daldırmak, batırmak, saplamak’ (LEK, 46; KS, 239); baḫtır-
‘baktırmak, inceletmek, bakım vs. yaptırmak’ (DPY, 386; KS,
208); berdir- ‘verdirmek, teslim ettirmek’ (KS, 258); biçtir- ‘biç-
tirmek’ (KS, 266); bildir- ‘bildirmek’ (CC, 661) ~ ay. (DPY, 387;
KS, 270); biriktir- ‘birleştirmek’ (CC, 664) ~ ay. (KS, 277); biş-
tür-162 ‘olgunlaştırmak’ (KW, 60); bittir-/bitdir- ‘icra ettirtmek,
(bir görevi vs.) yerine getirtmek; mahkeme aracılığı ile elde et-
mek, (kararı) düzelttirmek’ (DPY, 387; KS, 284); biyändir- ‘sevgi,
beğeni uyandırmak, razı etmeye çalışmak’ (KS, 289); boġdur-
‘boğdurmak (boğaz sıkarak, suya sokarak vs.)’ (KCH, 167; KS,
303); bularttır- ‘(bulart-’ın ettr. biçimi)’ (KS, 335); bulġaştur-
‘karıştırmak’ (CC, 450); buzdur- ‘kırdırmak, bozdurmak, harap
ettirmek’ (KS, 346); caḫtlandır- ‘teşvik etmek; acele ettirmek’
(KS, 453); çeştir- ‘çözdürmek, açtırmak’ (KS, 382); çınıḫtır-/
çıḫtır- ‘öğretmek, terbiye etmek, talim yaptırmak’ (DAK, 192;
KS, 394); çozdur- ‘germek, açmak, yaymak, uzatmak’ (KS, 401);
çustur-/tsustur- ‘susturmak’ (KS, 408); çürüştür- ‘buruşturmak,
büzmek, toparlamak (veya topan yapmak)’ (DAK, 201; KS, 410);
dolaştır- ‘dairesel hareket ettirmek, döndürmek’ (KS, 434); dön-
dür- ‘döndürmek, çevirmek; iğrentiye sebep olmak’ (DAK, 214;
KS, 440); elgändir- ‘korkutmak, ürkütmek’ (CC, 697); elttir-
‘göndertmek, taşıtmak, sürdürmek’ (DAK, 236; KS, 485); emiz-
162 Argunşah&Güner bu sözcüğü bíʃturume biçiminde translitere etmiş; ancak
bişürü[r]-men olarak transkribe eder (2015: 164). Ünal da, Grønbech’te olduğu
gibi, bu veriyi biştür- olarak okur (2010: 141).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 113

dir- (bk. 1.2.9.4. -(X)z-); endir- ‘indirmek’ (CC, 699) ~ ‘indirmek,


düşürmek, yatırmak’ (DAK, 238; KS, 488); eriktir- ‘başıboşluğa,
can sıkıntısına sevk etmek’ (KS, 494); ettir- ‘yaptırmak, ettirmek,
kurdurmak; mahkeme vasıtasıyla elde etmek’ (PTW, 128; KCH,
171; KS, 511); göndür- ‘göndermek, iletmek, aktarmak’ (KS, 550);
ḫaḫtır- ‘(madeni para) bastırmak’ (KS, 792); ḫaḫuttur- ‘ahlakî
çöküşe sürüklemek, skandal çıkarmak’ (DAK, 442; KS, 793);
ḫalaba[la]ştır- ‘kafa karıştırmak, alt üst etmek, düzeni bozmak’
(KS, 794); ḫaldır-/ḫardır- ‘bırakmak’ (LEK, 55; DPY, 411; PTW,
130; KCH, 173; AB, 160; KS, 796); ḫamaştır- ‘göz kamaştırmak,
diş kamaştırmak’ (DAK, 445; KS, 798); ḫandır- ‘tatmin etmek,
hoşnut etmek’ (KS, 801); ḫapandur-/ḫapındur-/ḫapındır-/
ḫapundur- ‘ateşe vermek, tutuşturmak; belirli bir duyguya neden
olmak’ (KCH, 173; KS, 805); ḫapuştur- ‘geri çektirmek, kendini
tutturmak, kandırmak, susturmak, yatıştırmak’ (DAK, 449; KS,
805); ḫayttır- ‘geriye yöneltmek, geri döndürmek’ (KS, 839);
ḫaytur- ‘hatırlamak’163 (LEK, 56); ḫazdır- ‘kazdırmak’ (PTW,
130; KS, 840); ḫılındır- ‘yaptırmak, kıldırmak, harekete geçir-
mek’ (KS, 846); ḫırdır-164 ‘katliam yaptırmak’ (PTW, 130);
ḫıstır-/ḫısdır- ‘kıstırmak’ (AB, 163; KS, 855); ḫızdır- ‘çok ısıt-
mak, yakmak, kızdırmak’ (KS, 860); ḫoldur- ‘rica ettirmek’
(DPY, 412; KS, 871); ḫoydur- ‘koydurmak, yerleştirtmek’ (PTW,
130; KS, 885); ḫulandır- ‘kullandırmak’ (KS, 895); ḫullandır-
‘köleleştirmek’ (KS, 896); ḫuvatlattır- ‘güçlendirmek, kuvvetlen-
dirmek’ (KS, 908); ḫuvdur- ‘sürgüne göndermek’ (KS, 910); içtir-
‘içirmek, sulamak’ (KS, 603); igrändir- ‘iğrendirmek’ (KS, 607);
ilindir- ‘bağlamak, takmak’ (CC, 719); işandır- ‘ikna etmek,
inandırmak, güvendirmek’ (KS, 626); işittir- ‘işittirmek, duyur-
mak’ (CC, 721) ~ ‘duyulmasını sağlamak, dinletmek, itaat ettir-
mek’ (AB, 170; KS, 628); işlättir- ‘çalıştırmak, yaptırmak’ (KS,
630); keçiktir- ‘(günahı itiraf etmeyi) geciktirmek, (günahı) gizle-
mek’ (CC, 731) ~ ‘geciktirmek’ (LEK, 59; KS, 666); keçirttir- ‘ge-
çirtmek’ (KS, 667); keläştir- ‘nişanlamak’ (KS, 670); keltir-/kel-
163 Deny bu fiilin ḫaytar- ile aynı olup olmadığı hakkında emin değildir.
164 Garkavets bu veriyi bir fiil olarak kullanmamanın yanı sıra ḫızdır- verisine
gönderme yapar (bk. 2010: 849).
114 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

tür-/ketir- ‘getirmek’ (CC, 499, 733) ~ keltir-/keldir- ‘getirmek,


ulaştırmak, sunmak; (dilb.) ait olmak, bağlı olmak’ (LEK, 59;
DPY, 396; DAK, 379; PTW, 114, 135; KCH, 177; EKT, 291; DL,
324; AB, 171, 174, 175; KS, 672); kestir- ‘kestirtmek; idam ettir-
mek; bedel belirletmek’ (LEK, 59; PTW, 134; KCH, 177; KS, 687);
keydir- ‘giydirmek’ (CC, 737) ~ kiydir- ‘giydirmek’ (DAK, 396;
PTW, 135; AB, 171; KS, 700); kezdir- ‘gezdirmek, gezmesi için
salmak’ (KS, 690); kiyindir- ‘giydirmek’ (KS, 701); klättir- ‘is-
teklendirmek, niyetlendirmek’ (KS, 705); kölgäländir- ‘gölgesine
sığındırmak, gölgelendirmek’ (KS, 724); kömdür-
‘gömdürmek’(LEK, 60; KS, 724); körkäyttir- ‘güzelleştirtmek’
(KS, 737); körüştür- ‘görüştürmek, buluşturmak’ (PTW, 136; KS,
743); küydür- ‘yakmak, tutuşturmak’ (CC, 522) ~ küvdür-/köy-
dür-/küydür- ‘ay.’ (LEK, 62; DAK, 435; PTW, 136; KCH, 178;
AB, 173; KS, 777, 776); küldür- ‘güldürmek’ (AB, 173; KS, 769);
küsändir- ‘arzulatmak’ (KS, 775); ḳarıştur- ‘karıştırmak’ (CC,
493) ~ ḫarışdır-/ḫarıştır- ‘karıştırmak, bulandırmak; kafa karış-
tırmak; rahatsız etmek’ (DPY, 411; DAK, 455; DL, 324; AB, 162;
KS, 816); ḳatıştur- ‘karıştırmak’ (CC, 495) ~ ḫatıştır- ‘karıştır-
mak, birbirine eklemek, birleştirmek’ (KS, 827); ḳondur- ‘barın-
dırmak, misafir etmek, evinde konaklatmak’ (CC, 508, 750) ~
ḫondır-/ḫondur- ‘ay.’ (KS, 874); mindir- ‘at vb.’ne bindirmek,
üzerine çıkartmak’ (KS, 973); osandır- ‘usandırmak, üzmek, iç
karartmak, iğrenti uyandırmak’ (DAK, 590; KS, 1071); ovundur-/
övündür- ‘teselli etmek, moral vermek, eğlendirmek; merhamet
duymak’ (DAK, 598; KS, 1108); oyandır- ‘uyandırmak, kendine
getirmek’ (KS, 1083); oyattır- ‘uyandırtmak’ (KS, 1084); öçäştir-
‘öfkelendirmek’ (KS, 1088); ölçtür- ‘ölçtürmek, tarttırmak, he-
saplatmak’ (KS, 1095); öldür-/öltür- ‘öldürmek’ (CC, 793) ~ ‘ay.’
(LEK, 65; DPY, 401; DAK, 576; PTW, 139; KCH, 181; AB, 184;
KS, 1095); östür- ‘yetiştirmek’ (DAK, 591; KS, 1101); ötläştir-
‘batırmak, içinden geçirmek’ (KS, 1102); övdür- ‘yücelttirmek’
(KS, 1105); övländir- ‘evlendirmek’ (KS, 1106); paḫıllandır-
‘kıskandırmak, imrendirmek’ (KS, 1114); saldır- ‘attırmak’
(PTW, 143; KS, 1230); sattır- ‘sattırmak’ (KS, 1246); saġındır-
‘öğüt vermek, uyarmak, ihtar etmek’ (CC, 544); seskändir- ‘kor-
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 115

kutmak, ürkütmek’ (CC, 811) ~ ay. (KS, 1262); sezdir- ‘sezdir-


mek, algılatmak, bilgilendirmek, uyarmak’ (DAK, 674; KS,
1264); sındur-/sındır- ‘kırmak, parçalamak’ (CC, 552, 812) ~ sın-
dır- ‘ay.’ (DAK, 680; KS, 1277); sıġındır-/sıḫındır- ‘yerleştirmek,
içine sokmak, sığdırmak, yüklemek’ (KS, 1274); sıḫtır- ‘sıkıştır-
mak, zaptetmek’ (KS, 1275); sordur- ‘sordurmak’ (DPY, 405);
soruştur- ‘soruşturtmak’ (PTW, 145; KCH, 184; KS, 1296);
soḫrayttır- ‘göz kamaştırtmak veya kör etmek’ (KS, 1291);
suḫlandır- ‘isteklendirmek, coşku ve heyecan uyandırmak’ (KS,
1328); söndür- ‘söndürmek’ (CC, 556) ~ ‘söndürmek; (borç vb.)
bitirmek’ (DPY, 405; DAK, 690; KCH, 184; KS, 1300); sövündür-
‘sevindirmek’ (CC, 820) ~ sövündür-/süvündür- ‘sevindirmek,
teselli etmek’ (PTW, 145; DL, 325; KS, 1304); susattır- ‘susattır-
mak’ (KS, 1332); sürdür- ‘çektirmek, sürükletmek, sürdürmek’
(KS, 1339); şaştır-/saştır- ‘kafasını karıştırmak, yanıltmak, pa-
nikletmek’ (DAK, 669; KS, 1244); şiştir- ‘şişirmek, kabartmak’
(KS, 1354); talaştır- ‘kavga ettirmek, saldırtmak, birbirine dü-
şürtmek’ (KS, 1372); tamdır- ‘damlatmak’ (DAK, 733; KS, 1376);
tamızdır- (bk. 1.2.9.4. -(X)z-); tanıdır- ‘tanıtmak, tanımak için
ikna etmek’ (KS, 1380); tanıttır-/tanıtır- ‘tanıştırmak; bildirmek’
(DAK, 736; KS, 1382); tapundur- ‘taptırmak, secde ettirmek’
(KS, 1386); tarttır- ‘çektirmek’ (KS, 1392); taşıttır- ‘taşıttırmak’
(KS, 1397); tayandır- ‘yaslandırmak, dayandırmak, ayakta tut-
mak’ (DAK, 743; KS, 1403); taydır- ‘kaydırmak, yanıltmak, yan-
lış yönlendirmek, ayartmak’ (LEK, 73; KS, 1403); temizländir-
‘temizletmek’ (KS, 1411); tındır- ‘sakinleştirmek, dinlendirmek;
konaklatmak, barındırmak’ (DAK, 765; KCH, 186; AB, 196; KS,
1458); tıyıldır- ‘engellemek, durdurmak, susturmak’ (KS, 1463);
tıḫtır- ‘tıktırmak, içine sokturmak’ (LEK, 75; KS, 1455); tiktir-
‘(dikiş) diktirmek’ (KS, 1440); tiydir- ‘değdirmek, dokundurmak;
layık görmek, takdir etmek’ (KS, 1452); tizdir-/dizdir- ‘belirli bir
düzen dahilinde yerleştirtmek’ (LEK, 50; KS, 1454); toġdur- ‘do-
ğurmak’ (AB, 197; KS, 1468); toltur- ‘doldurmak’ (CC, 847) ~
toldur-/toltur- ‘doldurmak, tıkıştırmak, yüklemek, doygunluğa
ulaştırmak’ (DAK, 773; AB, 198, 202KS, 1476); toydır- ‘doyur-
mak’ (CC, 849) ~ toydur- ‘ay.’ (DAK, 780; KS, 1487); tozdur- ‘to-
116 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

zutmak, saçmak’ (KS, 1488); töktür- ‘döktürmek’ (KS, 1490);


tövdür- ‘dövdürmek’ (KS, 1497); tözdür- ‘bekletmek’ (AB, 199;
KS, 1499); turdır-/turdur- ‘koymak, yerleştirmek’ (KS, 1508);
turġuzdur- ‘kaldırtmak, uykusundan uyandırtmak; yaşatmak, di-
riltmek’ (KS, KS, 1509); tutaştır- ‘tutuşturmak, yakmak’ (DAK,
792; KS, 1513); tuttur- ‘tutturmak, duygulanmak’ (CC, 855) ~
‘tutturmak, yakalatmak’ (PTW, 147; KS, 1514); tuydur- ‘duydur-
mak, hissettirmek, tahmin ettirmek; sezdirmek’ (KS, 1517);
tügälländir- ‘görevi yerine getirmek, tamamlamak’ (KS, 1521);
uçtur- ‘uçurmak, uçurtmak’ (KS, 1541); umsandır- ‘umutlandır-
mak’ (KS, 1551); unuttur- ‘unutturmak’ (KS, 1552); uruştur- ‘vu-
ruşturmak, savaştırmak’ (KS, 1559); uttur- ‘(oyunda) kaybetmek’
(KS, 1566); uyaldır- ‘utandırmak, mahcup etmek’ (KS, 1568);
uyattur-/uyattır- ‘utandırmak’ (DAK, 819; KS, 1569); uzattır-
‘eşlik ettirmek’ (KS, 1571); üläştir- ‘üleştirmek, paylaştırmak,
dağıttırmak’ (DAK, 801; KS, 1576); yabuştur- ‘iliştirmek, tutuş-
turmak, birbirine bağlamak’ (DAK, 302; KS, 1619); yanaştır-
‘yaklaştırmak, bir araya getirmek, birbirine koşmak’ (DAK, 312;
KS, 1639); yandır- I ‘geri vermek, geri döndürmek’ (CC, 875);
yandur- ‘ışık yakmak’ (CC, 599) ~ yandır- II ‘ay.’ (DPY, 394;
DAK, 313; AB, 206; KS, 1640); yanlaştır- ‘birleştirmek, iliştir-
mek’ (KS, 1641); yaŋıldır- ‘yanıltmak, ayartmak, günaha sürük-
lemek’ (KS, 1642); yaptır- ‘kapattırmak, örttürmek’ (KS, 1646);
yaraştur- ‘düzenlemek, tertip etmek’ (CC, 601); yardır- ‘yardır-
mak, kırdırmak’ (KS, 1653); yasatır-/yasattır- ‘inşa ettirmek,
kurdurmak, onartmak’ (KCH, 175; KS, 1663); yaşarttır- ‘yeşert-
tirmek’ (KS, 1667); yaşırındır- ‘gizletmek, saklatmak’ (KS,
1669); yattır- ‘yatırmak, yatırtmak’ (KS, 1672); yatḫızdır- ‘yatırt-
mak’ (KS, 1672); yavdır- ‘yağdırmak’ (CC, 881) ~ yaġdır- ‘yağ-
mur, kar vb. yağdırmak’ (DAK, 303; KS, 1621); yazdır- ‘yazdır-
mak’ (LEK, 81; DPY, 394; EKT, 290; KS, 1674); yaḫıştır- ‘yakış-
tırmak, uygun, yakışır hâle getirmek’ (KS, 1625); yedir- ‘yedir-
mek, beslemek, doyurmak’ (DAK, 362; AB, 210; KS, 1685);
yeŋdir- ‘mağlup ettirmek’ (CC, 886); yeriştir- ‘eriştirmek, teslim
etmek’ (DAK, 370; KS, 1702); yerläştir- ‘yerleştirmek, istiflemek’
(KS, 1703); yetiştir- ‘yetiştirmek, eriştirmek, ulaştırmak’ (AB,
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 117

211; KS, 1704); yıġıştır-/yıġışdır-/yıḫıştır-/yeġıştır-/yıştır- ‘top-


lamak, yığmak; düzene sokmak; paketlemek; cenazeyi defne ha-
zırlamak’ (DAK, 340; PTW, 133; KCH, 175; KS, 1709); yıldır- ‘sü-
ründürmek’ (KS, 1716); yoluḫtur- ‘yolunu kesmek, yolunu gizlice
gözlemek veya beklemek’ (KS, 1730); yubandır- ‘rahatlatmak,
yatıştırmak’ (KS, 1733); yuḳtur- ‘üzerine yapıştırmak, bulaştır-
mak’ (CC, 896); yuvalandır- ‘yuvarlandırmak’ (DAK, 359; KS,
1740); yügündür- ‘secde ettirmek, taptırmak’ (KS, 1743);
yüräkländir- ‘öfkelendirmek, kızdırmak’ (AB, 213; KS, 1747);
yüzläştir- ‘yüz yüze getirmek, birebir bir buluşma ayarlamak’
(KS, 1752).

***
Bu örneklerde söz konusu ek basit tabanların yanında
diğer çatı ekleri ile türetilmiş fiiller üzerine de gelmiştir.
Bunlardan kimileri özel bir dikkat gerektirir; zira orijinal
örnekleri teşkil ederler: tıyıldır-, uyaldır- ve yaŋıldır- fiille-
rinin tabanları daha kısa olan -(X)t- ettirgenlik ekini alabile-
cekleri hâlde -DXr- ile türetilmişlerdir.165 ḫılındır-, kiyindir-,
küsendir-, yaşırındır-, yuvarlandır- fiillerinden ilk ikisinde
-DXr- eki -(X)n- dönüşlülük eki ile birlikte hareket etmiştir.
Halbuki bu fiiller için daha kısa olan kiydir-, yaşırt- biçim-
leri de mevcuttur ve diğerleri için de ḫıldır-, küset-, yuvalat-
gibi türetimler mümkündür.
Bu ek sadece, iki örnekte ünlü ile biten fiillere gelmiştir:
yedir- ve tanıdır-. İlk örnek ET’den beri bilinmekle birlik-
te ikincisi hiçbir dönemde tanıklanmamaktadır. Bu da onun
DAK’deki tanıttır- yanındaki tanıtır- ve yine DAK’deki el-
tir- (elttir- olması gerekir) gibi hatalı bir biçim olma ihtima-
lini güçlendirir.
Başka ettirgenlik eki ile kanıksanan fiiller bu ek ile de
türetilmiştir: bişür- yanında biştür-; toyur- yerine toydır-/
165 yandır- da yine böyle bir örnektir. yak- fiilini karşılar.
118 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

toydur-; tuġur-/toġur- yanında toġdur- ve teyür-/tiyir- ya-


nında tiydir-.
Ek ünlüsü en eski biçimde yuvarlak idi ve CC daha eski
bir malzeme taşıdığı için düz ünlülü fiil tabanlarında da ekin
yuvarlak ünlülü biçimini sergiler; fakat bu eserde bile iki
şekillilik ve kimi zaman toydır- gibi tam tersi örnekler de
görülmektedir. EK’da ise düz ünlülü fiillerde birkaç örnek
(aldur-, ḫapındur-, uyattur-) dışında yuvarlaklık görülmez.
Örnekler arasındaki tek anormal fiil CC avstır-’dır. Bu
fiilde ettirgenlik doğrudan avıs ‘ağız’ isminin üzerine gel-
miştir.

1.2.9.3. -GXr-166 ve -GXz-167


Her iki ek de büyük çoğunlukla ünsüz ile biten fiil ta-
banlarından ettirgen fiiller meydana getirir. İkinci varyant
zetatik form olarak, ilkine göre daha yenidir. Gabain, -ġut-
eki tanıklandığı için, -GXr- ekinin -ġ+u-r-’dan müteşekkil
olduğunu söyler (1988: 128). Bununla birlikte Erdal, bu eki
basit yapılı saymaktadır (1991: 709).
ET’de /d/, /l/, /n/, /r/, /ş/, /t/ ve /z/ ile biten tabanlara ge-
len ek168, derlemde sadece /ç/, /r/ ve /t/ ile biten ünsüz ta-
banlarına gelmektedir. Ünlü ile biten tabanlara geldiği ET’de
ergür- ‘eritmek’ örneği ile (bk. Erdal, 1991: 748) bilinmek-
tedir. Derlemdeki küvür- de ET kigür-’e dayanmaktadır;
ancak bu fiilin *kirgür-’den geliştiği üzerine genel bir kanı
vardır.169Dolayısıyla derlemde ünlü ile biten bir -GXr-/-GXz-
örneği yoktur.
166 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 207; Räsänen, 1957: 157; Gabain,
1988: 59; Erdal, 1991: 748; Karaşlar, 2012: 294; Güvenç, 2014: 142.
167 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 210; Räsänen, 1957: 157-158; Karaşlar,
2012: 298; Güvenç, 2014: 144.
168 Erdal, büyük çoğunluğun /r/ ve /z/ ile biten tabanlar tarafından oluşturulduğunu
söyler (1991: 756).
169 Erdal, tirgür- vb. örneklerde /r/’nin hiç düşmediğinden hareketle bu fiili ki-‘’ye
bağlar (1991: 750).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 119

Derlemde olturġuz- dışında tek heceli fiili tabanlarına


gelmiştir.
Ek ünlüsü ET’de daima yuvarlaktır; fakat eldeki verilede
bu ünlü düzlük-yuvarlaklığa uyar. Ek başı damak ünsüzü de
ünsüz uyumuna göre /g/, /ġ/ veya /k/, /ḫ/ olur.

a) -GXr- fiilleri:
azġır- ‘yoldan çıkarmak, ayartmak’ (KS, 193); etkir- I ‘(resmi ola-
rak) çağırmak’ (KS, 510); (kigür- >) küvür- ‘yöneltmek, doğrult-
mak, girdirmek’ (CC, 770) ~ kövür-/küvür- ‘aktarmak, döndür-
mek; nakletmek; içeri sokmak, yerleştirmek; istinsah veya kopya
etmek’ (LEK, 62; DAK, 435; KS, 746; 776); (*köndgür->) könder-
‘doğrultmak, düzeltmek’ (CC, 512, 756); yetkir- ‘ulaştırmak’ (CC,
889) ~ yetkir-/etkir- II ‘zamanında ulaştırmak; götürmek; yeterli
olmasını sağlamak; hoşnut etmeye çalışmak; müsade etmek; ar-
gümanı kanıtlamak; görevi yerine getirmek’ (LEK, 53; AB, 211;
KS, 1704, 510).

b) -GXz- fiilleri:
arġız-/arıġız-170 ‘zayıflatmak, yormak’ (PTW, 122; KS, 131); etkiz-
‘davet etmek, (resmi olarak) çağırmak’ (KS, 510); körgüz- ‘gös-
termek, açıklamak’ (CC, 514, 759) ~ körgüz-/görgüz- ‘göstermek,
ortaya koymak, sergilemek’ (LEK, 61; DPY, 398, 390; DAK, 413;
PTW, 135; DL, 324; AB, 172; KS, 735); olturġuz- ‘oturtmak’ (CC,
788), olturġuz-/olturḫuz-/oturġuz-171 ‘ay.’ (LEK, 65; DPY, 401;
KCH, 181; KS, 1053); örgüz- I ‘ördürmek, eğirtmek, dokutmak’
(LEK, 65; KS, 1100); örgüz- II ‘(koyunları) otlağa salmak, otlat-
mak’ (CC, 795); sergiz- ‘evcilleştirmek, eğitmek’ (CC, 810); tir-
giz- ‘diriltmek, hayat vermek’ (CC, 844) ~ ‘diriltmek, canını kur-
tarmak’ (LEK, 74; AB, 197; KS, 1445); turġuz-/turḫuz- ‘koymak,
170 Bu ikinci biçimin ikinci ünlüsü Garkavets tarafından eklenmiştir.
171 Garkavets bu veriyi Oğuzca olarak etiketler.
120 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

yerleştirmek, konumlandırmak, eski düzgün hâline getirmek;


canlandırmak, diriltmek’ (LEK, 77; DPY, 408; DAK, 787; KCH,
186; AB, 200; KS, 1509); yatḫız- ‘yatırmak, sermek’ (DAK, 330;
KS, 1671); yetkiz-/yetgiz-/yetġiz-/yetḫiz- ‘eriştirmek, ulaştırmak;
teslim etmek, arz etmek; hedefi vurmak; hayatta kalmasını sağla-
mak; argüman öne sürdürmek; görevi yerine getirtmek’ (LEK, 81;
DPY, 395; PTW, 133; AB, 211; KS, 1705).

***
CC örgüz- ‘hayvanları otlamaya salmak’ bilinen bir taba-
na dayanmamak ile birlikte ettirgen anlamı ile bu kategoride
yer bulan fiiller arasındadır.

1.2.9.4. -(X)r-172/-Xz-173
Eski Türkçede sadece -(U)r- şeklinde görülen bu ek ge-
nellikle ünsüz ile biten fiil tabanlarından ettirgen fiiller ya-
par.
Yuvarlak ünlü veya dudak ünsüzleri kaynaklı biçimler
dışında sadece CC bişür- (bişir- ile birlikte) ve EK ḫaytur-174
doğrudan eskicildir.
-(X)r- eki devamına diğer çatı eklerini, ettirgenliklerden
de sadece -(X)t- ekini alır.
-Xz- da, -(X)r- ekinin zetatik biçimi olarak buraya dahil
edilmiştir. Bu ekin tek başına tanıklandığı tek örnek etiz-
’dir. Bununla birlikte emizdir- ve tamızdır- örneklerinde kat-
merli ettirgenlik teşkil etmiştir.
Çoğunlukla tek heceli fiil tabanlarına gelen bu ekler, iki
heceli tabanlara da gelmiştir. aytır-, devşir-, tekşir- gibi fiil-
lerde iki heceli tabanlara geldiğinde vurgusuz orta hece se-
172 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 207; Räsänen, 1957: 154; Gabain,
1988: 60; Erdal, 1991: 710; Berta, 1996: 612; Karaşlar, 2012: 375, 442; Güvenç,
2014: 187.
173 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 209-210; Räsänen, 1957: 154-155;
Karaşlar, 2012: 458; Güvenç, 2014: 222.
174 Bununla birlikte Deny bu fiilden emin değildir.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 121

sini düşürdüğü gözlemlenir; fakat keçikir- gibi fiillerde bu


ses korunmaktadır.
Eski Türkçede güçlü olan bu ek, özellikle /l/ ile biten ve
ikinci hecesini koruyan tabanlarda sonraki dönemlerde yeri-
ni kısmen -tXr-’a kaptırır.175
a) -(X)r- filleri:
artır- I ‘aşmak, yenmek, geçmek’ (CC, 637); artır- II ‘çoğaltmak’
(LEK, 44; DAK, 76; KS, 142); aşır- ‘atlatmak, aşırtmak’ (KS,
158); aytır- ‘itirafa zorlamak’ (CC, 648); batır- ‘gizlemek, sakla-
mak’ (CC, 435, 655), ‘(suya) batırmak, (sel) bastırmak; batırmak,
saplamak’ (KS, 238); bişir-/bişür- ‘pişirmek’ (CC, 443) ~ bişir-
‘pişirmek, haşlamak’ (DAK, 143; KS, 280); bitir- ‘bitirmek’ (CC,
443) ~ ‘görevi yerine getirmek; yargı yoluyla cezalandırmak veya
yoluna koymak; (bitki vb.) yetiştirmek’ (KS, 283); (!) çapur- ‘al-
kışlamak, elleri birbirine çarpmak’ (DAK, 180)176; çövür- ‘çevir-
mek, döndürmek’ (CC, 459) ~ ‘kıvırmak, döndürmek, çevirmek,
dürmek, tersine çevirmek, yuvarlamak’ (DAK, 199; KCH, 169;
KS, 406); devşir- ‘toplamak, bir araya getirmek’ (KS, 425); egir-
‘ip eğirmek’ (CC, 464), yir- ‘ay.’ (CC, 610); ḫaçır- ‘kaçmasına
izin vermek, ıskalamak’ (LEK, 55; KS, 785); ışır- ‘(ateşi) alev-
lendirmek, kuvvetlendirmek, hızlandırmak’ (CC, 717); içir- ‘içir-
mek’ (CC, 719), ‘içirmek, sulamak; (Kim.) doyurmak, doygunluğa
ulaştırmak’ (DAK, 286; AB, 168; KS, 602); keçikir- ‘ertelemek,
yavaşlatmak’ (KS, 666); keçir- ‘affetmek, bağışlamak; geçirmek’
(CC, 731), ~ ‘geçirmek, yol göstermek; suç veya günah işlemek;
affetmek, mazur görmek’ (LEK, 59; DAK, 376; PTW, 134; KCH,
176; AB, 171, 174, 177; KS, 666); kemir- ‘kemirmek’ (CC, 733);
köçür- ‘göçmesini sağlamak’ (CC, 754) ~ ‘yerini değiştirmek,
taşımak; istinsah veya kopya etmek; tercüme etmek’ (KCH, 177;
KS, 720); kötür-/kötär- ‘kaldırmak, yükseltmek’ (CC, 761), kötir-
‘bağışlamak’ (CC, 761) ~ kötür-/kütür- ‘kaldırmak, yükseltmek,
dikmek; övmek, yüceltmek; götürmek, taşımak; temizlemek;
175 kelür-, ölür-, olur- ‘oturmak’ gibi örneklerin keltür-, öltür-, oltur- ile değişmesi;
uyatur-, uyutur-, yarışır-, keçikir-’in uyattur-, uyuttur-, yarıştır- ve keçiktir- ile
değişmesi gibi.
176 Hatalı bir veridir. Ayrıntılar için ikinci bölüme bakınız.
122 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

hemfikir olmak’ (LEK, 61; DAK, 420; PTW, 136; KCH, 178; AB,
176; KS, 744); (ötkür->) ötkär- ‘batırmak, delmek’ (KS, 1102);
siŋir- I ‘sindirmek, hazmetmek’ (CC, 815) ~ ‘emmek, içine çek-
mek, (yiyecek) sindirmek’ (KS, 1271); (*soġur->) sovar-/suvar- II /
sovra- ‘serinletmek, soğutmak’ (KS, 1297); tatır- ‘tattırmak’ (CC,
831); teşir- ‘deşmek’ (DAK, 754; KS, 1430); tekşir-177 ‘değiştir-
mek’ (CC, 570) ~ teşkir-/tekşir- ‘değiştirmek, değiş tokuş etmek’
(LEK, 74; DAK, 754; AB, 196; KS, 1430); teyir- ‘ulaştırmak; değ-
dirmek’ (CC, 573, 839) ~ tiyir- ‘(tiy- fiilinin ettirgen biçimi)’ (KS,
1452); toġur-/tuvur-/toġır- ‘doğurmak’ (CC, 846, 855) ~ toġur-/
tohur-/tuhur- ‘ay.’ (DAK, 770; KCH, 186; AB, 201; KS, 1471);
tüşür- ‘indirmek, düşürmek’ (CC, 587, 858) ~ ‘devirmek, düşür-
mek; elinden kaçırmak, yitirmek’ (KS, 1530); tüvür- ‘çevirmek,
döndürmek, kıvırmak’ (CC, 859); utur- ‘(oyunda) kaybetmek,
karşı tarafa kazandırmak’ (DPY, 409; KS, 1566); uyur- ‘(kan, süt,
bal, yağ) uyutmak, katılaştırmak, yoğunlaştırmak; katılaşmak,
yoğunlaşmak’ (DAK, 819; KS, 1569); uyutur- ‘çökelmesini, koyu-
laşmasını, sağlamak, (yiyecek) uyutmak’ (DAK, 820; KS, 1569);
yarışır- ‘ifşa etmek, açığa çıkarmak, yaymak’ (KS, 1658); yaşır-
‘gizlemek’ (CC, 603, 880) ~ ‘gizlemek, belli etmemek’ (DAK,
328; AB, 209; KS, 1668); yitir- ‘kaybetmek, yitirmek’ (CC, 892);
yuvur- ‘yoğurmak’ (CC, 898).

b) -Xz- filleri:
emizdir-/yemizdir- ‘emzirmek’ (DAK, 237; KS, 488); (yetiz- >)
etiz- ‘erdirmek, ulaştırmak’ (CC, 706); tamızdır- ‘damlatmak’
(KS, 1377).

1.2.9.5. -(X)t-178
Bu ek, CC&EK’da bir veya birden fazla heceli, ünlü ve
/l/, /r/, /y/ gibi akıcı ünsüzler ile biten tabanlara doğrudan
177 Bu veri Grønbech (1942: 240) ve Ünal’da (2010: 141) isim biçimindedir.
178 Bu ek için ayrıca bk. Brockelmann, 1954: 207-208; Räsänen, 1957: 154; Gabain,
1988: 59; Erdal, 1991: 760; Berta, 1996: 616; Karaşlar, 2012: 397; Güvenç, 2014:
210.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 123

(Güvenç, 2014: 210), bunun dışındaki ünsüzler ile biten fiil


tabanlarına da yardımcı ünlüsü ile birlikte eklenerek eklen-
diği tabanı ettirgen kılar.179
-(X)t- eki, katmerli ettirgenlik durumlarında, diğer üç et-
tirgenlik eki /r/ ile sonlandığı için ikinci unsur olarak yer
alabilir.180 Bu avantajı da onun türetimde daha çok rol alma-
sını sağlar.
Türkçenin bütün dönemlerinde yaygın olarak kullanılır.
açıt- ‘ekşitmek, mayalamak; incitmek, baskı yapmak, küçümse-
mek, saldırmak, hakaret etmek’ (LEK, 42; DAK, 50; KS, 27);
açıġlat-/açıḫlat- ‘huzursuz etmek, kızdırmak, incitmek, gücen-
dirmek’ (DAK, 49; KS, 21); adamlat- ‘insan haline getirmek’
(KS, 32); aġart-/aḫart- ‘ağartmak, beyazlatmak’ (KS, 55);
aġırlat- ‘ağırlaştırmak; zorlaştırmak; iç karartmak, usanç ver-
mek’ (DAK, 55; KS, 45); aġırt- ‘ağrıtmak, can yakmak’ (KS, 45);
aḫıllat- ‘akıl vermek, aklını başına getirmek’ (KS, 58); aḫılsızlat-
‘aptallaştırmak’ (KS, 60); aḫlat- ‘badanalamak, beyazlaştırmak’
(KS, 62); aḫsat- ‘aksak, topal hâle getirmek’ (KS, 63); akahlat-
‘aç gözlü hâle getirmek’ (KS, 52); alçaḫlat- ‘küçümsemek, aşağı-
lamak’ (KS, 69); aldat- ‘aldatmaya sevk etmek’ (DAK, 62; KS,
71); aldırt- ‘aldırtmak’ (KS, 72); alġışlat- ‘kutsamak, adamak;
papazlığa, psikoposluğa atatmak’ (KS, 79); anlat-/aŋlat- ‘açıkla-
mak, anlatmak; haber vermek, bilgilendirmek, duyurmak, bildir-
mek, göstermek’ (DAK, 68; KS, 114); arılat- ‘temizlemek’ (KS,
131); arıt- ‘temizlemek, arıtmak’ (CC, 636), ‘temizlemek; kabu-
ğunu soymak, iç organları çıkarmak; yenilemek; tedavi etmek;
günahtan arındırmak’ (DAK, 73; AB, 137; KS, 131); arilät- ‘arın-
dırmak (mec.), kutsallaştırmak, aziz saymak’ (KS, 129); artarlat-
‘dürüst kılmak; temize çıkarmak’ (KS, 138); aruvlat- ‘temizle-
mek, arındırmak, haklı çıkarmak, aklamak’ (KS, 144); asrat-
‘emanet ettirmek, baktırmak, saklatmak’ (CC, 638); aşaḫlat-/
aşaġlat- ‘alçaltmak, indirmek; boyun eğdirmek’ (DAK, 81; AB,
179 Bununla birlikte, ET’de pek çok ünsüz ile biten taban bu eki yardımcı ünlü ise
ile alır (bk. Erdal, 1991: 760-796).
180 İlk ettirgen olduğu durumlarda ikinci çoğunlukla -TXr- olur.
124 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

139; KS, 156); atlat- ‘adlandırmak’ (KS, 167); avadanlıḫlat- ‘ge-


liştirmek, kalkındırmak’ (KS, 170); avlaḫlat- ‘yaymak, genişlet-
mek’ (KS, 174); ayırt- ‘böldürtmek, ayırtmak; uzaklaştırtmak’
(KS, 186); ayt- ‘söylemek, anlatmak, bildirmek’ (CC, 429, 646) ~
‘söylemek, telaffuz etmek; beyan etmek; okumak (ilahi), şarkı
söylemek; adlandırmak; anlamına gelmek; emretmek; izin ver-
mek’ (LEK, 45; DPY, 383; DAK, 97; PTW, 121; KCH, 164; EKT,
284; AB, 141; KS, 188); azadlat- ‘özgür kılmak; azletmek’ (KS,
191); azlat- ‘azaltmak, küçültmek’ (KS, 193); azulaḫlat- ‘(bk.
azulaḫlan-)’ (KS, 195); barabarlat- ‘eşleştirmek, eşitlemek, uz-
laştırmak, bir ve beraber kılmak’ (DAK, 110; KS, 217); başḫalat-
‘ayırt etmek, ayrı tutmak’ (KS, 233); bazıḫlat- ‘şişman, gürbüz,
güçlü kılmak’ (KS, 243); berkäyt-/berkiyt-/bergäyt-/berkät-/
bekäyt- ‘desteklemek, takviye etmek; güç, enerji vermek; teşvik et-
mek, coşturmak; güçlendirmek, sağlamlaştırmak, tahkim etmek,
sıkılaştırmak’ (DAK, 129; KS, 249, 259); beklät- ‘kapattırmak,
kilitletmek’ (KS, 250); belgirt- ‘belirtmek’ (CC, 656) ~ belgirt-/
bilgirt- ‘bildirmek, ilan etmek, göstermek’ (KS, 254); berkit-
‘sağlamlaştırmak, berkitmek’ (CC, 439) ~ berkit-/berkirt- ‘sağ-
lamlaştırmak, güçlendirmek’ (LEK, 47; DAK, 129; AB, 144; KS,
259); bıḫovlat- ‘köstek vurmak, bukağılamak’ (KS, 296); bildirt-
‘bildirtmek’ (KS, 270); biriklät- ‘birbirine eklemek, yeniden bir-
leştirmek’ (KS, 276); birlät- ‘birbirine eklemek veya mıhlamak;
karmak; alıştırmak, uysallaştırmak; çiftleştirmek; uzlaştırmak,
ikna etmek’ (DAK, 141; KCH, 167; KS, 278); biyiklät- ‘yükselt-
mek, yüceltmek’ (DAK, 146; AB, 146; KS, 292); bizmilät- ‘karga-
şa çıkarmasına, barbarlık yapmasına, gaddar olmasına izin ver-
mek’ (KS, 295); boşat- ‘serbest bırakmak, bağışlamak; uzaklaş-
tırmak’ (CC, 447, 671) ~ ‘boşaltmak; serbest bırakmak; azletmek;
affetmek; muaf tutmak’ (LEK, 48; DPY, 388; DAK, 161; KCH,
168; DL, 323; AB, 148; KS, 319); boyat- ‘boyatmak’ (KS, 322);
bulart- ‘hataya sürüklemek, şaşırtmak, yoldan saptırmak’ (LEK,
48; DAK, 167; KS, 335); bulutlat- ‘bulutla kaplamak, kuşatmak’
(KS, 337); bulġat- ‘çalkalamak, karıştırmak; öfkelendirmek’ (KS,
336); burclat- ‘burçlar ile donatmak’ (KS, 338); büyüt- ‘büyük
hâle getirmek, büyütmek, yetiştirmek’ (KS, 352); cansızlat- ‘duy-
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 125

gusuz kılmak’ (KS, 457); caḫtlat- ‘teşvik etmek; acele ettirmek’


(KS, 453); çaresizlät- ‘halsiz, bitkin düşürmek’ (KS, 369); çaşut-
lat- ‘casusluk veya keşif yaptırmak, iz sürdürmek, pusuya yatır-
mak’ (KS, 371); çatırdat-/çadırdat-/çadırtat- ‘çatlama, çıtırdama
sesi çıkarmak’ (DAK, 182; KS, 372); çatlat- ‘parçalara ayırmak,
kırmak’ (DAK, 182; KS, 373); çaḫırt- ‘çağırtmak’ (PTW, 125)
(KS, 365); çılat- ‘ıslatmak, sulamak, nemlendirmek, suda çöz-
mek’ (DAK, 192AB, 151; KS, 393); çıraḫlıḫlat- ‘lamba, şamdan
veya kandil tedarik etmek veya bunlarla aydınlatmak’ (KS, 396);
çıḫart- ‘çıkartmak, tahliye ettirmek, kovmak’ (DPY, 414; KS,
392); çiçeklät- ‘çiçekle donatmak, süslemek’ (KS, 384); çirit- ‘çü-
rütmek’ (KS, 386); çontskalat- ‘parçalattırmak’ (KS, 400);
çovraḫlat- ‘kaynak, pınar sağlamak’ (KS, 401); çöplät- ‘gübrele-
mek’ (KS, 403); çövrälät-/çövrät- ‘çember içine almak, çevrele-
mek’ (KS, 406); çüstlät- ‘sıkıştırmak, zorlamak, acele ettirmek,
koşturmak, teşvik etmek’(DAK, 201; KS, 410); damahlat- ‘aç
gözlüleştirmek’ (KS, 413); doġrat-/doġrayt- ‘(Oğuzca) gönder-
mek, yönlendirmek; doğrultmak, düzeltmek’ (KS, 433); donat-/
donart- ‘donatmak, teçhiz etmek; dekore etmek, süslemek’ (LEK,
50; DAK, 213; KS, 436); duşmanlat- ‘düşman etmek, düşmanmış
gibi hor görmek’ (KS, 446); duvarlat- ‘duvarla kaplamak, çitle
çevirmek’ (KS, 447); eçkimüŋüzlet- ‘birini dağ keçisi hâline ge-
tirmek’ (KS, 468); egrät- ‘eğriltmek, bükmek, kıvırmak’ (KS,
471); egrit- ‘bükmek, eğriltmek’ (KS, 472); eksilt-/eksirt- ‘azalt-
mak, eksiltmek; zarar veya hasar vermek’ (KS, 480; KS, 480); ek-
sit- ‘azaltmak, eksiltmek’ (CC, 465, 696) ~ ‘eksiltmek, kesinti
yapmak; çıkarma işlemi yapmak; eylemi veya işlemi sınırlandır-
mak; hafifletmek; küçümsemek’ (DAK, 234; KS, 480); eksiksizlät-
‘eksikliği, kusuru gidermek’ (KS, 480); emgät- ‘rahatsızlık ver-
mek, eziyet etmek, işkence etmek’ (KS, 486); eminlät- ‘sakinleş-
tirmek, yatıştırmak’ (DAK, 237; KS, 487); erinçäklät- ‘üşengeçli-
ğe, tembelliğe, savsaklığa alıştırmak, zorlamak’ (KS, 495); erit-
‘eritmek, yumuşatmak’ (LEK, 52; DPY, 392; DAK, 240; KS, 495);
esirt- ‘sarhoş etmek, kendinden geçirtmek’ (CC, 703), ~ ay. (DAK,
243; KS, 502); eskilät- ‘eskitmek; kök saldırmak’ (KS, 503);
essizlät- ‘akılsız, düşüncesiz kılmak, çıldırtmak’ (KS, 505);
126 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ärçällät- ‘bozmak, günahkar, ahlaksız kılmak’ (KS, 197);


färahlat- ‘hoşnut etmek, eğlendirmek, sevindirmek’ (KS, 522);
gırçıldat-/gırcıldat- ‘gıcırdatmak’ (KS, 545); güneşlät- ‘güneşle
aydınlatmak’ (KS, 557); ḫarart-/(!) ġapart- ‘karartmak’(DPY,
390; KS, 537, 810); haybatlat- ‘övdürmek’ (KS, 575); hillälät- ‘ha-
inlik, entrika yaptırmak’ (KS, 586); hörmätlät- ‘saygı ve hürmet
göstermesini sağlamak’ (KS, 594); ḫaḫutlat- ‘zayıflatmak, çatır-
datmak’ (DAK, 442; KS, 793); ḫalḫalat- ‘kapattırmak, kilitlet-
mek’ (KS, 797); ḫalınlat- ‘yoğunlaştırmak, kalınlaştırmak, şiş-
manlatmak’ (KS, 797); ḫanat- ‘kanatmak, kanatana kadar döv-
mek’ (AB, 161; KS, 801); ḫanlat- ‘han, kral yapmak’ (KS, 802);
ḫarabaşlat- ‘cariye hâline getirmek veya o şekilde almak’ (KS,
806); ḫaralat- ‘siyaha boyamak; kirletmek’ (KS, 808);
ḫaramġulat-/ḫaranġulat-/ḫaraŋġulat- ‘karanlık, kasvetli hâle
getirmek’ (AB, 161; KS, 809); ḫaraġlat- ‘yağmalatmak’ (KS,
807); ḫarġışlat- ‘lanet ettirmek’ (KS, 812); ḫarşılat- ‘zıtlaştır-
mak, karşı karşıya getirmek’ (KS, 823); ḫastalat- ‘hasta etmek’
(KS, 825); havalat- ‘yükseltmek, havaya kaldırmak, havada dai-
reler çizdirmek’ (KS, 573); haybatsızlat- ‘haysiyetsiz kılmak, ka-
ralamak, ayıplamak’181 (KS, 575); ḫayġurt- ‘rahatsız etmek, üz-
mek, kaygılandırmak’ (KS, 833); ḫayınlat- ‘hıyanete sevk etmek’
(KS, 834); ḫaytart- ‘geri dönmeye zorlamak, geri döndürtmek’
(KS, 838); ḫırçıldat-/ḫırcıldat-/ḫıçıldat- ‘diş gıcırdatmak’ (DAK,
474; KS, 849); ḫısḫart- ‘kısaltmak’ (DAK, 476; KS, 855); ḫıynat-
‘işkence veya idam ettirmek’ (PTW, 130; KS, 860); ḫızart- ‘kırmı-
zıya boyamak’ (DAK, 506; KS, 860); ḫızıllat- ‘kırmızıya boya-
mak, kızartmak’ (KS, 862); ḫocalat- ‘zengin, müreffeh kılmak’
(KS, 866); ḫolaylat-/ḫollat- ‘kolaylaştırmak; özgür kılmak, kur-
tarmak’ (DAK, 484; KS, 484); ḫoyurt- ‘koyultmak, kıvamlı hâle
getirmek’ (DAK, 493; KS, 889); ḫozġalt- ‘kımıldatmak, silkindir-
mek, harekete geçirmek’ (KS, 889); ḫurut-/ḫorut- ‘kurutmak, su-
yunu süzmek; tüketmek’ (LEK, 58; DAK, 501; KS, 901); ḫuvatlat-
‘kuvvetlendirmek, güçlendirmek’ (AB, 168; KS, 908); içirt- ‘içirt-
mek’ (KS, 603); igränçilät- ‘iğrenç hâle getirmek veya öyle addet-
181 Garkavets, bu sözcük için dönüşlü çatı içeren anlamlar kullanmıştı. Bu anlamlar
sözcüğün çatısına göre revize edildi.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 127

mek’ (KS, 607); imşat-/yımşat- ‘yumuşatmak’ (DAK, 290; KS,


612; KS, 1718); ıncıt-/ınçıt-/incit-/inciyt-/inçit- ‘rahatsız etmek,
baskı yapmak, eziyet etmek, üzmek, gücendirmek’ (DAK, 293;
KS, 638; 617); inçkärt- (bk. 1.1.4. +(A)r-); isit- ‘ısıtmak’ (DAK,
295; KS, 623); işlät-/şlät- ‘çalıştırmak, yaptırmak’ (LEK, 58;
DAK, 298; PTW, 131; KCH, 174; KS, 629); itilät- ‘keskinleştir-
mek’ (KS, 632); ivaşlat- ‘yumuşatmak, evcilleştirmek, uysallaş-
tırmak’ (KS, 635); izdät- ‘aratmak’ (KS, 637); keçirt- ‘geçmesine
izin vermek veya yardım etmek’ (KS, 667); keltirt- ‘getirtmek’
(KS, 673); keŋärt- ‘yaymak, genişletmek’(DAK, 382; KS, 677);
keŋlät- ‘genişletmek, yaymak’ (KS, 678); keräksizlät- ‘gereksiz,
faydasız kılmak’ (KS, 679); kert- ‘çentik açmak, kertmek’ (CC,
736); kestirt- ‘kestirtmek’ (KS, 687); kirlät- ‘lekelemek,
kirletmek’(DAK, 395; KS, 696); klät- ‘istetmek’ (KS, 705);
köbüklät- ‘köpük saçmak, köpürtmek’ (KS, 720); kögärt-/gögärt-
‘göğertmek, morartmak (o dereceye gelene vurmak)’ (DPY, 390;
KS, 721); kökrät- ‘gürüldetmek’ (KS, 723); könülät- ‘gerçeği ka-
nıtlamak, doğruluk için tanıklık yapmak; kehanette bulunmak’
(KS, 727); könült- ‘gerçekliğini, doğruluğunu göstermek’(LEK,
60; KS, 727); könüsüzlät- ‘doğru olmayan, adil olmayan eylemle-
re yöneltmek’ (KS, 729); köplät- ‘artırmak, çoğaltmak’ (KS, 731);
körkäyt-/körkät- ‘güzelleştirmek, süslemek’(LEK, 61; DAK, 415;
KS, 737); körklülät- ‘yenilemek, tazelemek, güzelleştirmek’182
(KS, 738); küçäyt- ‘güçlendirmek’(AB, 173; KS, 766); küçsüzlät-
‘güçten düşürmek, yormak’ (KS, 767); küvürt- ‘ters döndürmek;
içeri sokmak’ (KS, 777); küydürt- ‘yakmak’ (KS, 777); ḳaŋırıt-
‘utandırmak, mahcup etmek’ (CC, 725); ḳayt- ‘geri dönmek’ (CC,
730) ~ ḫayt- ‘ay.’ (LEK, 56; DAK, 468; PTW, 129; KCH, 172; AB,
163; KS, 837); ḳaynat- ‘kaynatmak’ (CC, 496) ~ ḫaynat- ‘kaynat-
mak; kızdırmak, öfkelendirmek’ (KS, 835); ḳorḳut- ‘korkutmak’
(CC, 752) ~ ḫorḫut- ‘ay.’ (KS, 879); meŋärt- ‘miras bırakmak’
182 Garkavets’in metin örneklerini çevirirken kullandığı fiiller oмолаживать,
обновлять, освежать, делать красивым’dır ve bunlar kısaca ‘gençleştirmek,
yenilemek, güzelleştirmek’ anlamında olup geçişlidirler. Fakat söz konusu maddede
‘становиться красивым, прекрасным, великолепным’ geçişsiz anlamlı karşılıklar
kullanılmıştır. Garkavets, büyük ihtimalle bir üst madde olan körklülän- fiilin
karşılıklarını sehven bu fiile de nakletti. Dolayısıyla bu fiilin anlamları metin
içinde kullanılanlar olarak belirlenmiştir.
128 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(KS, 966); miskinlät- ‘fakirleştirmek, düşkün hâle getirmek’ (KS,


975); muḫkamlat- ‘güçlendirmek, tahkim etmek’ (KS, 987); mur-
darlat- ‘kirlettirmek, lekeletmek’ (KS, 989); müşḫüllät- ‘üzmek,
mutsuz etmek’ (KS, 994); nämlät- ‘nemlendirmek, ıslatmak’ (KS,
1007); nışanlat- ‘işaretletmek, belirletmek’ (KS, 1024); olturt-
‘oturtmak’ (CC, 788), olturt-/oturt-183 ‘oturtmak, dikmek’ (KS,
1054; KS, 1078); oŋalt- ‘iyileştirmek’ (CC, 789), onalt-/oŋalt-
‘ay.’ (DAK, 579; AB, 184, 185; KS, 1055); oŋart- ‘başarıya ulaştır-
mak, gönendirmek’ (KS, 1056); oprat- ‘yıpratmak, eskitmek, kul-
lanılamaz hâle getirmek’ (DAK, 582; KS, 1059); oġut- ‘eğitmek,
yetiştirmek, okutmak’ (CC, 532); ornat- ‘dekore etmek, boyamak,
süslemek’ (DAK, 585; KS, 1065); oyat- ‘uyandırmak, kendine ge-
tirmek’ (DAK, 599; KS, 1083); oynat- ‘oynatmak; dans ettirmek’
(DAK, 600; KS, 1084); oḳşat- ‘bir şeyi adet haline getirmek, bir
şeye alışmak’ (CC, 533) ~ oḫşat- ‘benzetmek, karşılaştırmak’
(DAK, 572; KS, 1050); oḫşaşlat- ‘benzetmek’ (KS, 1049); öçäşlät-
‘kızdırmak, öfkelendirmek’ (KS, 1087); öktämlät- ‘gururlandır-
mak’ (KS, 1092); öpkälät- ‘öfkelendirmek’ (KS, 1099); örçüt- ‘in-
citmek, manen bir rahatsızlığa sebep olmak’ (KS, 1099); örpäyt-
‘(tüyleri) diken diken etmek’ (KS, 1100); övlät- ‘evlendirmek’
(KS, 1106); övrät-/üvrät- ‘öğretmek’ (CC, 539, 870) ~ ‘öğretmek,
eğitmek, öğütlemek’ (LEK, 66; DAK, 597; DL, 325; AB, 186; KS,
1107); övüt- ‘silmek, temizlemek’ (CC, 798); pilonlat- ‘pelerin ile
örtmek’ (KS, 1138); padşahlat- ‘hükümdarlığa geçirmek’ (KS,
1112); palaylat-/palalayt-‘alevlendirmek’(AB, 186; KS, 1115);
paḫıllät-/paḫıllat- ‘kıskandırmak, imrendirmek’ (KS, 1113);
ränglät- ‘boyatmak, süsletmek’ (KS, 1194); saçırt-184 ‘üzerine sıç-
ratmak, atlatmak’ (DAK, 654); saçrat-/saçırat- ‘sıçratmak, titret-
mek; saçtırmak’ (DAK, 655; KS, 1215); saldırt- ‘attırtmak, fırlat-
tırmak’ (KS, 1230); sanat- ‘saydırtmak, hesaplatmak’ (KS, 1235);
sarart- (bk. 1.1.4. +(A)r-); sarnat- ‘okutmak’ (KS, 1242); sarḫıt-
‘sızdırmak, suyunu akıtmak’ (CC, 805); sasıt- ‘kötü kokutmak,
kokuşturmak’ (DAK, 668); saġalt- ‘tedavi etmek, sağaltmak’
(KS, 1217); saġayt-/sahayt-/saḫayt- ‘tedavi etmek, iyileştirmek’
(DAK, 656; KS, 1218); saḫtlat- ‘uyanık, ihtiyatlı kılmak’ (KS,
1228); sazgarlat- ‘yatıştırmak, sakinleştirmek, ehlileştirmek’
183 Garkavets bu fiile “Oğuzca” etiketi vermiştir.
184 Bu veriyi Garkavets saçrat- maddesinde değerlendirmiştir. Metin içindeki düzeltmesi
saçırat- şeklinde olduğu halde madde başında bu şekil gösterilmemiştir.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 129

(KS, 1247); sekinlät- ‘sakinleştirmek, ılımlı hâle getirmek’ (KS,


1255); semirt- ‘semirtmek, yağlandırmak’ (DAK, 672; KS, 1257);
semizlät- ‘semirtmek, yağlandırmak’ (KS, 1257); sılat- ‘(kil, ki-
reç) sıvatmak’ (KS, 1275); sıt- ‘sıkmak, ezmek, buruşturmak’
(DAK, 682; KS, 1280); sıḫlat- ‘yoğunlaştırmak, sıklaştırmak’
(DAK, 679; KS, 1275); sıralat- ‘sıralamak, sıraya koymak’ (KS,
1279); sirkälät- ‘sirke ile çeşnilemek, sirkeye doyurmak, ekşit-
mek’ (KS, 1272); soḫrayt-/soḫrat- ‘kör etmek’ (LEK, 70; DAK,
690; PTW, 144; KS, 1291); soḫurlat- ‘kör etmek’ (KS, 1291); so-
vut- ‘soğutmak, serinletmek’ (KS, 1297); sovuḫlat- ‘soğutmak,
serinletmek’ (KS, 1297); soyurġat- ‘ödül kazanmak, lütuf elde
etmek’ (CC, 818); sözlät- ‘konuşturmak’ (KS, 1309); sövünçlüklät-
‘sevincini ilan etmek, müjde vermek’ (KS, 1304); sövünçlülät-
‘sevincini ilan etmek, müjde vermek’ (KS, 1304); sustlat- ‘sustur-
mak, sakinleştirmek’ (KS, 1333); suvart- ‘ıslattırmak, sulatmak’
(KS, 1335); sürküt- ‘süründürmek; yaltaklandırmak’ (KS, 1339);
sürt- ‘sürtmek’ (CC, 559); ‘sürtmek, ovalamak, silmek, arındır-
mak’ (LEK, 71; DAK, 714; AB, 193; KS, 1340); şaġavatlat- ‘mer-
hamet uyandırmak’ (KS, 1345); şişirt- ‘şişirtmek, kabartmak’
(KS, 1354); tahimlät- ‘tat verdirmek; (mec.) yumuşatmak, yatış-
tırmak, uzlaştırmak’ (DAK, 730; KS, 1368); tamaşalat- ‘hayrete
düşürmek, şaşırtmak’ (KS, 1375); tanıḳlat- ‘bildirmek, göster-
mek, haberdar etmek’ (CC, 828) ~ tanıḫlat- ‘tanıklık ettirmek,
tasdik ettirmek’ (DPY, 406; KS, 1380); tajälät- ‘tazelemek, yeni-
lemek’ (KS, 1404); tanovlat- ‘telkin etmek, zihne yerleştirmek’
(KS, 1382); tarġat- ‘dağıtmak, ortadan kaldırmak; yatıştırmak’
(CC, 829); taşıt- ‘taşıtmak’ (PTW, 146; KS, 1397); tatıḫlat- ‘çeşni
vermek, baharat ve aroma ile terbiyelendirmek’ (KS, 1399); tatlı-
lat- ‘tatlı, şekerli hâle getirmek, lezzetlendirmek’ (KS, 1399);
taġıt-/tahıt-/daġıt- ‘saçmak, dağıtmak, savurmak, yaymak’
(DAK, 729; AB, 194; KS, 1366); teŋärt- (bk. 1.1.4. +(A)r-);
teŋrilät- ‘ilahlaştırmak’ (KS, 1419); teprät- ‘hareket ettirmek’
(CC, 571) ~ teprät-/tebrät-/tepät- ‘yerinden oynatmak, kımıldat-
mak, titretmek’ (DAK, 749, 750; KS, 1423); teränlät- ‘derinleştir-
mek’ (KS, 1425); tezlät- ‘hızlandırmak, acele ettirmek’ (KS,
1435); tıyıldırt- ‘engelletmek’ (KS, 1463); tıyırlat- ‘önünü veya
yolunu kesmek, durdurmak’ (KS, 1463); tibät- ‘indirmek, devir-
130 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

mek’ (KS, 1421); tilsizlät- ‘dilsiz bırakmak, konuşturmamak’


(KS, 1442); tirilät- ‘diriltmek, hayata döndürmek’ (KS, 1446); ti-
rilt- ‘diriltmek, hayata döndürmek’ (KS, 1446); tirit- ‘yaşamasına
izin vermek, yaşatmak, diriltmek’ (KS, 1447); titrät- ‘titretmek,
çalkalamak’ (DAK, 764; KS, 1450); tolġat- ‘acıdan kıvrandırmak,
azap çektirmek’ (KS, 1477); tolġunlat- ‘heyecanlandırmak, endi-
şelendirmek, dalgalandırmak185’ (KS, 1478); toġrulat- ‘düz hâle
getirmek, hizaya sokmak,’ (DAK, 769; KS, 1470); toġrut- ‘düzelt-
mek, doğrultmak; tesviye etmek’ (DAK, 770; KS, 1470); toḫtalt-
‘dayanıklı, sağlam, güvenilir hâle getirmek’ (KS, 1474); toḫtat-/
toġtat- ‘durdurmak; tesis etmek, tahkim etmek; karara bağlamak,
tasdik etmek’ (DAK, 772; PTW, 147; AB, 198, 202; KS, 1474);
tögäräklät- ‘yuvarlak hâle getirmek’ (KS, 1489); tölät- ‘tazmin
ettirmek, geri ödetmek’ (KS, 1492); törät- ‘türetmek, doğurmak’
(CC, 850); tövdürt- ‘dövdürtmek’ (KS, 1497); tuzlat- ‘tuzlatmak’
(KS, 1518); tügät- ‘bitirmek, (görev) yerine getirmek, icra etmek;
doldurmak; son vermek’ (LEK, 76; DAK, 785; KS, 1523); tüşürt-
‘devirtmek, düşürtmek’ (KS, 1530); tüzält- ‘düzeltmek, onart-
mak’ (KS, 1533); tüzät- ‘düzeltmek’ (CC, 588) ~ tüzät-/tüzet- ‘dü-
zeltmek, toparlamak, temizlemek, giydirmek, süslemek’ (DAK,
795; AB, 200; KS, 1533); ufat-/uvat- ‘ufalamak, paramparça et-
mek, tuzla buz etmek’ (DAK, 799; AB, 203, 204; KS, 1566); ulu-
lat- ‘büyüttürmek, yücelttirmek’ (DAK, 803; KS, 1548); umsalat-
‘umut aşılamak, umutlandırmak’ (KS, 1551); uşat- I /yuşat- I ‘par-
çalara ayırmak, öğütmek; yumuşatmak’ (DAK, 817; KS, 1564);
(avut- >) uvut- ‘avutmak, yatıştırmak, teselli etmek’ (CC, 865);
uyalt- ‘utandırmak’ (KS, 1568); uyurt- ‘katılaştırmak, yoğunlaş-
tırmak, uyutmak, ekşitmek’ (DAK, 819; KS, 1569); uyut- ‘uyut-
mak’ (CC, 866) ~ ‘yatağa yatırmak, uykuya yatırmak’ (DAK, 820;
KS, 1569186); uzaḫlat- ‘kapattırmak, kilitletmek’ (KS, 1570); uzat-
‘göndermek’ (CC, 591, 866) ~ uzat-/uşat- II ‘sürdürmek, uzatmak,
germek, yaymak; eşlik etmek, yol göstermek’ (LEK, 79; DAK,
820; PTW, 148; KCH, 187; DL, 326; AB, 204; KS, 1570); ündät-
‘çağırtmak, davet ettirmek’ (CC, 868) ~ ay. (KS, 1578); ürküt- ‘ür-
185 Garkavets’te bu somut anlamı delilleyecek bir cümle örneği bulunmamakla
birlikte, tolġun sözcüğünün temel anlamının ‘dalga’ olması nedeniyle bu anlam
da var sayılabilir.
186 Garkavets, aynı maddenin devamında uyutkan örneği için ‘проквашенный,
сквашенный, сделанный кислым (о молоке)’ anlamlarını vermiştir. Buna göre
bu fiilin “katılaştırmak, yoğunlaştırmak” anlamı da düşünülebilir.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 131

kütmek’ (LEK, 78; KS, 1579); üşkürt-/üçkürt- ‘ürkütmek’ (KS,


1581); vecalat- ‘kuleler ile donatmak’ (KS, 1594); yadat- ‘zahmet
vermek, bezdirmek, tiksinti, hoşnutsuzluk uyandırmak’ (KS,
1620); yalanaçlat- ‘soyundurmak, çıplak hâle getirmek’ (KS,
1629); yaltrat-/yıltrat- ‘parıldatmak, ışıldatmak’(KS, 1635;1717);
yaŋılt- ‘hata yaptırmak, yanılgıya düşürmek, şaşırtmak’ (KS,
1642); yaralat- ‘yaralandırmak’ (KS, 1650); yarat- ‘yaratmak’
(CC, 876) ~ ‘yaratmak, üretmek’ (LEK, 80; DAK, 320; KS, 1651);
yarıt- ‘aydınlatmak, parlatmak’ (CC, 878); yarıḫlat- ‘aydınlat-
mak’ (AB, 208; KS, 1655); yarlılat- ‘yoksullaştırmak, sefilleştir-
mek’ (KS, 1660); yarılġat- ‘affettirmek’ (CC, 878); yarsıt- ‘tahrik
etmek, kızdırmak’ (CC, 879); yasat- ‘inşa ettirmek, tamir ettir-
mek’ (LEK, 81; KS, 1663); yaşart- ‘yeşillendirmek’ (KS, 1667);
yaşat- ‘yaşatmak’ (CC, 879) ~ ay. (KS, 1667); yaşırt- ‘saklatmak,
gizletmek’ (KS, 1669); yaşlat- ‘yeşillendirmek, tazelemek, dirilt-
mek, gençleştirmek’ (KS, 1670); yaşnat- ‘şimşek çaktırmak, şim-
şekle aydınlatmak’ (KS, 1670); yavrut- ‘zayıflatmak; yormak’
(CC, 881); yaylat- ‘silahlandırmak, yay ile donatmak’ (KS, 1673);
yaġlat- ‘yağlamak, yağ sürmek’ (KS, 1622); yaġmurlat- ‘yağmur
yağdırmak, yağmura doyurmak’ (KS, 1623); yäŋirt-/yeŋirt- ‘yeni-
lemek; canlandırmak’ (DAK, 313; AB, 207; KS, 1681); yebert-
‘göndertmek, azat ettirmek’ (KS, 1684); yemişlät- ‘aşılamak,
meyveli, yemişli kılmak’ (KS, 1690); yeŋillät- ‘kolaylaştırmak;
sapkınlaştırmak, yozlaştırmak’ (DAK, 336; KS, 1692); yergälät-
‘istifletmek, düzenlettirmek’ (DAK, 369; KS, 1700); yäŋilät- ‘ye-
nilemek’ (KS, 1680); yılmalat- ‘pürüzsüzleştirtmek, düzleştirt-
mek, perdahlamak’ (DAK, 344; KS, 1717); yıraḫlat-/iraḫlat-
‘uzaklaştırmak, gidermek, ortadan kaldırmak; reddetmek’ (DAK,
345; AB, 212; KS, 1718); yırt- ‘yırtmak’ (CC, 609, 891) ~ yırt-/
ırt-/yert- ‘yırtmak, sökmek’ (DPY, 395; DAK, 346; KS, 1719);
yıġlat- ‘ağlatmak’ (KS, 1711); yibit- ‘ıslatmak, nemlendirmek, ıs-
latarak yumuşatmak’ (CC, 891); yovut- ‘yaklaştırmak, yaklaşma-
sına imkan vermek’ (CC, 895); yuḫalat- ‘inceltmek; silmek’ (KS,
1734); yuḫart- (bk. 1.1.4. +(A)r-); yuḫlat- ‘uyku için yatırmak,
uyutmak’ (KS, 1735); yuşat- ‘yumuşatmak, yoğurmak’ (KS,
1739); yuvuḫlat- ‘yaklaştırmak, bir araya getirmek’ (DAK, 360;
KS, 1741); yügürlät- (bk. yügürt-) (KS, 1744; KS, 1744); yügürt-
‘koşturmak, koşturarak sürmek’ (DAK, 354; KS, 1744); yülüt- ‘tı-
132 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

raş etmek’ (KS, 1746); yüräklät- ‘öfkelendirmek’ (KS, 1748); yü-


rüt-/yürit- ‘hareket ettirmek, sürmek, taşımak, götürmek’ (LEK,
83; DAK, 358; PTW, 133; KCH, 176; KS, 1750); yüşüt- ‘üşütmek’
(KS, 1581); zalımlat- ‘zalim hâle getirmek’ (KS, 1762); zararsız-
lat- ‘zararsız hâle getirmek’ (KS, 1768); zähirlät- ‘zehirlemek;
üzmek, incitmek’ (KS, 1774); zıŋırdat- ‘zıngırdatmak’ (KS, 1784).

***

Yukarıda fiillerden kimileri özel bir dikkat gerektirmek-


tedir:
Zikredildiği üzere söz konusu ek, /r/ ile biten tabanlara
yardımcı ünlüsünü kullanmadan eklenmektedir. Bununla
birlikte, egrit-, ḳaŋırıt- ve toġrut- fiillerinde bu yaşanma-
mıştır. İlk ve son örnekte bu şöyle açıklanabilir: egir- ve
toġur- biçiminde olan fiil gövdeleri, -(X)l- eki aldıklarında
olduğu gibi, yeni bir ek aldıklarında vurgusuz orta heceleri-
ni düşürmüşler dolayısıyla söz konusu ettirgenlik ekini yar-
dımcı ünlüsü ile almak zorunda kalmışlardır. Ancak ikinci
örnekte hiç böyle bir durum söz konusu olmamıştır.
Verilen koşula ait olmayan CC örneği tözt- ya bir yazıcı
hatasıdır ya da fiil tabanı akıcı bir ses ile bittiği için bu du-
rum oluşmuştur. Varsayılan ilk biçimi tözit- veya tözüt- ol-
muş olmalıdır.
Gövdelerinden emin olunan, /l/, /r/ veya /y/ ile sonlan-
mayan, örneklerde /k/ ve /ḳ/ (> /ḫ) ile biten gövdelerin -(X)
t- aldığı gözlemlenmektedir (sarḫıt-, ürküt-).
Bunun dışında örçüt-, övüt-, taġıt- fiillerinin tabanların-
dan emin olunamadığı için eki hangi şekilde aldıklarına dair
kesin bir söz söylemek güçtür.
Diğer ekler ile yaptığı gibi, +lA-, -(X)t- ile de birleşik bir
ek görüntüsü vermektedir. İkisinin doğrudan bir isim taba-
nına eklendiği fiiller +lAt- birliğinin koyu punto ile gösteril-
mesi ile sunulmuştur.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 133

1.3. KATEGORİ DIŞINDA TUTULAN FİİLLER


Bu bölüme kadar herhangi bir kategoriye yerleştirileme-
yen fiiller için böyle bir bölüm oluşturduk. Bundaki amaç
derlemdeki türemiş olmayan (veya basit kabul edilen); eti-
molojisi henüz aydınlatılmamış olan; farklı tiple türetilip ek-
leşik yapı görüntüsü veren; ekleşik türetimde içinde isim-fiil
ekleri taşıyan ve son olarak da Moğolcadan kopyalanan fiil
varlığını görmektir. Bu bölüm, okurun ek kategorisinde yer
almayan fiiller konusundaki soru işaretlerini ortadan kaldır-
mak ve onu ileriye dönük etimoloji çalışmalarına teşvik ba-
kımından mevcut çalışmaya dolaylı bir katkı sağlayacaktır.

1.3.1. Basit Fiiller


Basit fiiller, veya başka bir isimle kök fiiller, etimolojile-
ri henüz ortaya çıkarılamadığı için veyahut asli olarak kök
durumunda oldukları için türemiş olmadığı kabul edilen fi-
illerdir. Eski Türkçedeki u- ‘muktedir olmak’ veya ba- ‘bağ-
lamak’ gibi fiiller dikkate alındığında basit olarak kategorize
edilen pek çok fiilin de türemiş olma olasılığı bulunmakta-
dır. Fakat eldeki bilgiler çerçevesinde şu an için VC, CV,
VCC ve CVC ses dizisindeki kimi fiilleri basit kabul etmek
durumundayız. Aşağıda da bu ses dizilişindeki basit fiiller,
kaynakları gösterilmeksizin, sunulmuştur.

VC- Yapısında Basit Fiiller:

aç- I ‘açmak’ (CC, EK), aç- II ‘acıkmak’ (CC, EK), aḳ-/aḫ - ‘ak-
mak’ (CC, EK), al- ‘almak’ (CC, EK), a ŋ - ‘hatırlamak’ (EK), ar-
I
‘yorulmak’ (CC), ar- II ‘aldatmak’ (EK), as- ‘asmak’ (CC, EK),
aş- ‘aşmak’ (CC, EK), at- ‘atmak’ (EK), ay- ‘söylemek’ (EK), az-
‘yoldan çıkmak, hata yapmak’ (EK), er-/e- ‘olmak, imek’ (CC,
EK), eg- ‘eğmek’ (EK), ek- ‘ekmek’ (EK), em- ‘emmek’ (EK), en-/
e ŋ - I ‘inmek’ (CC, EK), e ŋ - II ‘eğilmek’ (CC), er- II ‘rahat hissetmek’
134 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(CC), eş- ‘delmek’ (CC), et- ‘yapmak, etmek’ (CC, EK), ez- ‘ez-
mek’ (EK), ıḫ - ‘akıntıyla gitmek’ (CC), ıd-/ıy- I ‘göndermek’ (CC),
iç-/ıç- ‘içmek’ (CC, EK), il- I ‘bağlamak, tutturmak’ (CC), it- I ‘it-
mek’ (CC, EK), it- II ‘gözden kaybolmak, yitmek; terketmek’ (EK),
öl- ‘ölmek’ (CC, EK), oŋ - I ‘solmak, rengi atmak’ (CC), oŋ - II ‘doğru
olmak; gönenmek, onmak’ (EK), or- ‘biçmek’ (EK), oz- ‘öne geç-
mek’ (CC), ög-/öv- ‘övmek’ (CC, EK), öl- ‘ölmek’ (CC, EK), ön-
‘çıkıp büyümek’ (CC), öp- ‘öpmek’ (CC, EK), ör- ‘örmek’ (EK),
öt- ‘içinden geçmek, delip geçmek’ (EK), uç- ‘uçmak’ (CC, EK),
ur- ‘vurmak, dövmek’ (EK), ut- ‘kazanmak’ (EK), uv- ‘kırmak,
ufalamak’ (CC), ün- ‘direnmek, dayanmak’ (CC), ü ŋ - ‘kazmak’
(CC), ür-/üfür- ‘üflemek, üfürmek’ (EK), ür- ‘ürümek, havlamak’
(CC), üt- ‘alazlamak’ (CC), üz- ‘kırmak, koparmak, parçalamak’
(CC, EK).

CV- Yapısında Basit Fiiller:

de- ‘demek’ (EK), ḫo- ‘koymak’ (EK), tu- ‘tıkamak’ (CC), yu-
‘yıkamak’ (CC).

VCC- Yapısında Basit Fiiller:

art- ‘artmak; zulmetmek’ (CC, EK), elt- ‘götürmek, taşımak’ (CC,


EK), ert- ‘geçmek, geçip gitmek’ (CC), ölç- ‘ölçmek’ (CC, EK),
ört- ‘örtmek, üstünü kapatmak’ (EK).

CVC- Yapısında Basit Fiiller:

bar- ‘gitmek’ (CC, EK), bas- ‘basmak, ezmek’ (CC, EK), bat-
‘batmak’ (CC, EK), baz- ‘cüret etmek’ (EK), baḳ-/baḫ -/baġ-
‘bakmak’ (CC, EK), ber-/bir- ‘vermek’ (CC, EK), bez- ‘vazgeç-
mek, bezmek’ (CC, EK), biç- ‘biçmek’ (EK), bil- ‘bilmek’ (CC,
EK), biş- ‘pişmek; olgunlaşmak’ (CC, EK), bit- ‘büyümek, bit-
mek’ (CC, EK), bol- ‘olmak, meydana gelmek’ (CC, EK), boġ-/
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 135

buv- ‘boğmak’ (CC, EK), böl- ‘bölmek’ (EK), bul- ‘bulmak’ (EK),
bur- ‘burmak, dürmek, kıvırmak’ (CC, EK), buz-/boz- ‘bozmak,
mahvetmek’ (CC, EK), bük- ‘eğmek, bükmek’ (CC, EK), çaḳ-/
çaḫ - ‘iftira etmek’ (CC, EK), çal- ‘(enstrüman) çalmak; vurmak,
biçmek’ (CC, EK), çap- ‘kesmek, biçmek’ (EK), çan- ‘küçümse-
yerek, hakir görerek davranmak; kendine eşit saymak (?)’ (CC),
çek- ‘çekmek’ (EK), çeş- ‘çözmek; salıvermek’ (EK), çiz- ‘yaz-
mak’ (CC), çök- ‘diz çökmek’ (CC, EK), çöm- ‘dalmak, batmak’
(EK), çöz- ‘çözmek, germek’ (CC, EK), çüv-187 ‘atmak, fırlatmak,
salmak’ (CC), dön-/tön- ‘dönmek’ (EK), ḫaḫ - ‘vurmak, çarpmak’
(EK), ḫal- ‘kalmak’ (EK), ḫap- ‘kapmak’ (EK), ḫat- I ‘katmak’
(EK), ḫat- II188 ‘katılaşmak’ (EK), ḫaz- ‘kazmak’ (EK), ḫır- ‘kır-
mak; katletmek’ (EK), ḫıy- ‘doğramak; eziyet etmek’ (EK), ḫor-
‘inip kalkmak, çırpınmak’ (CC), ḫoş- ‘eklemek’ (EK), ḫuv-/
ḫov- ‘kovalamak’ (CC, EK), keç-/kiç-/geç- ‘geçmek’ (CC, EK),
kel- ‘gelmek’ (CC, EK), ker- ‘germek’ (CC, EK), kes- ‘kesmek’
(CC, EK), ket-/kit- ‘gitmek’ (CC, EK), key-/kiy- ‘giymek’ (CC,
EK), kez-/gez- ‘gezmek, yürümek’ (CC, EK), kir- ‘girmek’ (CC,
EK), köç- ‘göçmek, göç etmek’ (CC, EK), köm- ‘gömmek’ (CC,
EK), kör- ‘görmek’ (CC, EK), kül- ‘gülmek’ (CC, EK), kün- ‘ka-
bul etmek, itiraf etmek, razı olmak; teşekkür etmek’ (CC), küt-
‘gütmek’ (CC, EK), küv- I/küy-/köy- ‘yakmak; yanmak’ (CC, EK),
küv- II ‘hareket ettirmek, uzatmak; geçirmek, yolcu etmek’189 (EK),
küy- ‘beklemek’ (CC), ḳ aç-/ ḫaç- ‘kaçmak’ (CC, EK), ḳ al-/ ḫal-
‘kalmak’ (CC, EK), ḳ ıl-/ ḫıl- ‘yapmak, etmek’ (CC, EK), ḳ ıs-/ ḫıs-
‘kısmak, ezmek’ (CC, EK), ḳ ız-/ ḫız- ‘ısınmak, kızmak’ (CC, EK),
ḳol-/ ḫol- ‘dilemek’ (CC, EK), ḳop-/ ḫop- ‘yükselmek’ (CC, EK),
187 Grønbech bu veriyi çüve- olarak düşünmüştür (1942: 78).
188 Bu fiilin, uyat-, söküt- fiillerinin varlığı ve koy- fiilinin kot- biçiminin de olması
dolayısıyla, fiilden fiil -d- ile türetilmiş olma ihtimalini düşündürür.
189 Garkavets ve Chirli’den elde edilen bu ikinci küv- fiili muhtemelen küvür- fiilinin
yanlış değerlendirilmesinden kaynaklanır. Alġış Bitigi’ndeki iki örnek (2005: 49-
50) de aslında Kasapoğlu Çengel’in belirttiği gibi (2012: 52) geniş zamanın birinci
teklik şahısının olumsuz çekiminde yaşanan kontraksiyon durumuna girerler (yani
kuvurman < kuvurmas-man). Garkavets’in ikinci örneği de çıh çıharı - küvür
yanımızġa ‘выйди наружу -тянется в нашу сторону’ (KS, 776) aslında küv- fiili
değil, küvür- fiilinin emir çekimindeki biçimi olmalıdır. Garkavets, ilk cümledeki
emir çekimini çevirmiş; ancak ikincisini o şekilde çevirmekten kaçınmıştır. İlk
örneği olan küviyirmen ise büyük olasılıkla küvür- fiilinde metaanalizle elde
edilmiştir.
136 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḳ uç-/ ḫuç- ‘kucaklamak’ (CC, EK), ḳ ur-/ ḫur-/ ḫor- ‘kurmak, ha-
zırlamak, düzenlemek’ (CC, EK), ḳ us-/ ḫus- ‘kusmak’ (CC, EK),
man- ‘banmak, içine batırmak’ (CC, EK), min- ‘üstüne çıkmak,
binmek’ (CC, EK), saç- ‘saçmak, serpmek’ (CC, EK), saġ- ‘sağ-
mak’ (EK), sal- ‘bırakmak, terk etmek, atmak’ (EK), sap- ‘baş-
kasına öncelik vererek geri çekilmek’ (CC), sar- ‘sarmak’ (EK),
saş-/şaş- ‘şaşmak, aklını kaçırmak’ (EK), sat- ‘satmak’ (CC,
EK), say- ‘varsaymak, addetmek’ (EK), seç- ‘seçmek’ (EK), (!)
sek-190 ‘sekmek, zıplamak’ (EK), sep- ‘serpmek, saçmak’ (EK),
seş- ‘çözmek’ (CC), sev-/söv-/söy-/süv- ‘sevmek’ (CC, EK), sez-/
ses- ‘sezmek, farkına varmak’ (CC, EK), sıḳ-/sıḫ - ‘sıkmak, baskı
yapmak’ (CC, EK), sır- ‘ovmak, el ile sürmek, silmek’ (CC), sıy-
‘sığmak’ (CC), sız- ‘sızmak, erimek’ (CC), sim- ‘yutmak’ (CC),
siŋ - ‘sindirilmek, sinmek’ (CC, EK), soḳ-/soḫ -/suḫ - ‘sokmak, sap-
lamak’ (CC, EK), sor- ‘sormak, rica etmek’ (CC, EK), soy- ‘soy-
mak’ (EK), sök- I ‘sökmek, yırtmak’ (EK), sök- II ‘sövmek’ (CC,
EK), sön- ‘sönmek’ sür-/sör- ‘sürmek, sürüklemek’ (CC, EK),
süz-/sus- ‘süzmek, arıtmak’ (CC, EK), şiş-/siş- ‘şişmek’ (CC, EK),
tal- ‘yorulmak’ (EK), tam- ‘damlamak’ (CC, EK), tan-/taŋ - ‘inkar
etmek’ (CC, EK), ta ŋ - ‘bağlamak’ (CC), tap- ‘bulmak’ (CC, EK),
taḳ-/taḫ - ‘takmak, asmak’ (CC, EK), tat- ‘tatmak’ (CC), tay- ‘tö-
kezlemek, kaymak’ (EK), tep- ‘tepmek’ (EK), teş-/tiş- ‘deşmek,
delmek’ (EK), tıḫ - ‘tıkmak, dürtmek’ (EK), tın- ‘dinlenmek, soluk
almak’ (CC, EK), tik- ‘(ağaç vb.) dikmek; (dikiş) dikmek’ (CC,
EK), tit- ‘yün vs. titmek, kabartmak’ (EK), tiy- ‘değmek, dokun-
mak’ (EK), tiz- ‘dizmek’ (EK), toġ-/tov-/tuv- ‘doğmak’ (CC, EK),
toŋ - ‘donmak’ (CC), tök- ‘dökmek’ (CC, EK), tön- ‘dönmek, dö-
nüşmek’ (CC), töv-/tüv- ‘dövmek’ (EK), töz- ‘dayanmak, sabret-
mek, beklemek’ (CC, EK), tur- ‘kalkmak, ayakta durmak’ (CC,
EK), tut-/dut- ‘tutmak, yakalamak’ (CC, EK), tuy-/duy- ‘duymak,
hissetmek’ (CC, EK), tüş- ‘düşmek’ (CC, EK), tüz- ‘düzmek, dü-
zene sokmak’ (EK), yaġ-I /yav- ‘yağmak’ (CC, EK), yar- ‘yarmak,
kesmek; hüküm, karar vermek’ (CC, EK), yat- ‘yatmak, uzanmak’
(CC, EK), yay- ‘yaymak, açmak’ (CC, EK), yaz- I ‘yazı yazmak’
(CC, EK), yaz- II ‘ıskalamak’ (CC), yaz- III ‘çözmek, açmak’ (CC),
190 Garkavets, bu sözcüğü silk- olarak okur (bk. 2010: 1254).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 137

ye-/yi- ‘yemek’ (CC, EK), yek- ‘atı arabaya koşmak’ (CC), yen-/
ye ŋ - ‘yenmek’ (CC, EK), yer- ‘iğrenmek’ (CC), yet- ‘erişmek, elde
etmek’ (CC, EK), yıġ- ‘yığmak’ (EK), yıḫ -/yıġ- ‘yıkmak, devir-
mek’ (CC, EK), yıl- ‘sürünmek’ (EK), yon- ‘yontmak’ (CC, EK),
yuḳ-/yuḫ - ‘yapışmak’ (CC).

1.3.2. Kaynaşmış Birleşik Fiiller


Bu çalışmada birleşik fiiller kapsam dışında tutulmuştur.
Bununla birlikte derlemdeki kimi fiiller kaynaşarak ekleşik
bir görüntü sergilemektedir. Bu belirsizliği gidermek ama-
cıyla aşağıdaki iki fiile bu bölümde yer vermeyi uygun gör-
dük.
köralma- ‘nefret etmek, tiksinmek, iğrenç bulmak’ (CC, 759) ~
koral- ‘nefret etmek’ (DAK, 413; AB, 172, 176)/körälmä- ‘ay.’
(KS, 734); yeber- ‘göndermek, yollamak; bırakmak, azat etmek’
(LEK, 81; PTW, 146; DAK, 334; KCH, 175; AB, 210; KS, 1682).

İlk veri, köre alma- yeterlilik kipinin olumsuzluk çeki-


mi ile oluşmuştur. Tryjarski, koral- verisinde CC’deki kör-
alma- (bk. Grønbech, 1942: 154) örneğini paylaşmaktadır.
Dolayısıyla bunun birleşik bir yapı olduğunun farkındadır.
Fakat, Chirli gibi, sözcüğü olumsuzluk çekiminden soyutla-
mak hatasına düşmüştür. Garkavets, çalışmasında bu veriyi
körälmä- olarak sunarak doğru bir yol izler; zira “göreme-
mek” > “nefret etmek” anlamı -mA- eki ile sağlanmaktadır.
yeber- fiili *ıḏu bėr- tezlik yapısı ile oluşmuştur (bk.
Clauson, 1972: 37). İlk örneği Karahanlı Kur’an tefsirindeki
iber- ‘посылать’ (Borovkov, 1963: 121) olmalıdır.
138 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

1.3.3. Eylemsi + Yapım Eki Ekleşmeleri


EK’da, EAT’deki -Ar/-Ur+lAn- ve -mAz+lAn- yapılarına
paralel şekilde191, ancak farklı bir ek ile, yani -GAn sıfat-
fiil eki ve onun olumsuzu -mAGAn ile, oluşturulmuş fiiller
vardır. Bu fiil örnekleri eylemsilerin esnek durumuna ayak
uydurmak zorundadırlar ve kalıcılık durumları yine eylem-
silerdeki gibidir.192
a) -GAn+lAn- ve -GAn+lAt- örnekleri:
abranganlat- ‘himaye etmek, koruma altına almak’ (KS, 17);
aŋlaganlat- ‘açıklamak, anlatmak’ (KS, 113); çıḫarılganlan-
‘serbest bırakılmak; elde edilmek, üretilmek’ (KS, 391); salıngan-
lan- ‘atılmak, fırlatılmak’ (KS, 1231); toḫtalganlan- ‘durulmak;
istikrarlı, sebatlı, güvenilir olmak’ (KS, 1473); tövülgänlän- ‘dö-
vülmek, ezilmek’ (KS, 1498).

b) -mAGAn+lAn- ve -mAGAn+lAt- örnekleri:


etilmägänlän- ‘yaratılmamak, üretilmemek, yapılmamak’ (KS,
510); kesilmägänlän- ‘kesilmez, bölünmez yapmak’193 (KS, 686);
opranmaganlan- ‘yıpranmamak, eskimemek’ (DAK, 582; KS,
1059); saġılmaganlan- ‘sağılmamak’ (KS, 1218); talanmagan-
lan- ‘talan edilmemek’ (KS, 1371); taŋlamaganlan- ‘okunaksız,
ayırt edilemez olmak’ (KS, 1384); teşkirilmägänlän- ‘değişme-
miş kalmak’ (KS, 1432); teşkirilmägänlät- ‘değişmemiş kılmak’
(KS, 1432).

1.3.4. Yapısı Kapalı Fiiller


Derlemde herhangi bir ek maddesine giremeyen bunun-
la birlikte basit olduğu düşünülmeyen, etimolojisi tartışmalı
191 Bk. Cin, 2011: 297-306.
192 Bu konu şu sempozyum bildirisinde detaylı şekilde ele alınmıştır: bk. Salan,
2013b: 483-508.
193 Garkavets’te fiilin çatı eki ile fiilin anlamı örtüşmemektedir. Hiçbir düzeltme
yapılmaksızın buraya alınmıştır.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 139

veriler bu başlık altında sunulmaktadır. Etimolojileri için


ikinci bölüme bakılabilir.
açı- ‘kederlenmek, yas tutmak; söylenmek’ (KS, 21); aḫsa- ‘ak-
samak’ (DAK, 60; KS, 63); aya- ‘reddetmek, karşı koymak’ (CC,
644) ~ ‘acımak, esirgemek, korumak; karşı çıkmak, reddetmek,
inkar etmek’ (LEK, 45; DAK, 91; KS, 177); belä- ‘bebeği kundağa
sarmak, belemek’ (CC, 656) ~ ay. (DAK, 125; KS, 250); beyi-/
biyi- ‘dans etmek, raks etmek; sevinmek’ (CC, 440, 444); böyü-/
büyü- ‘büyümek, gelişmek’ (KS, 327); bulġa- ‘bulandırmak, ka-
rıştırmak, çalkalamak’ (DAK, 167; KS, 335); buyur- ‘buyurmak,
emretmek’ (CC, 452, 676) ~ buyur-/boyur- ‘buyurmak, emret-
mek; yönetmek, yönlendirmek; cezalandırmak; vasiyet etmek;
talimat vermek’ (DPY, 388; DAK, 172; AB, 150; KS, 344); çaḫar-
‘bağırmak, ötmek’ (CC, 680); çayna- ‘çiğnemek’ (CC, 456) ~
‘çiğnemek, (ağızda) ezmek, un ufak etmek’ (DAK, 183; KS, 374);
çert- ‘fiske vurmak’ (CC, 682) ~ ‘işaret, kertik yapmak, kazımak,
çizmek, işaretlemek’ (DAK, 184; KS, 379); çıbçır-/çıpçır- ‘özgür
bırakmak’ (DAK, 188; KS, 395); çimdi- ‘çimdiklemek’ (CC, 685);
çiri- ‘çürümek, bozulmak, kokuşmak’ (DAK, 187; AB, 152; KS,
385); elgän- ‘korkmak, ürkmek’ (CC, 697); esäy- ‘büyümek, eri-
şikin hâle gelmek’ (KS, 501); esir- ‘sarhoş olmak, esrimek’ (CC,
703), ~ esir-/yesir- ‘ay.’ (DAK, 243; KS, 502); eşit- ‘duymak,
işitmek’ (CC, 469, 704), ~ ‘işitmek; söz dinlemek, riayet etmek’
(LEK, 58; DPY, 393; PTW, 131; AB, 170; KS, 627); ḫovat- ‘in-
celmek, küçülmek’ (CC, 713); ḫovur-/ḫuvur- ‘kızartmak, yağda
pişirmek veya balda kaynatmak’ (DAK, 489; KS, 882); ḫozġa-/
ḫosġa-/ḫozla- ‘harekete geçirmek, uyandırmak; rahatsız, tedirgin
etmek, telaşa düşürmek, kargaşa, isyan çıkarmak’ (DAK, 493;
KS, 889); ḫuru- ‘kurumak; solmak’ (DAK, 501; AB, 167; KS,
901); ıçḳın- ‘kaçmak, kurtulmak, serbest kalmak’ (CC, 715); ıdır-
‘göndermek’ (CC, 715); ikit-194 ‘yumurtlamak, yumurtadan çıkar-
mak, kuluçkaya yatırmak’ (DAK, 289; KS, 607); ilik- ‘alay etmek,
küçümsemek’ (CC, 719); iri- ‘sızmak, eriyip akmak, erimek’ (CC,
194 Garkavets; Tryjarski’nin bu verisi aynen sözlüğüne almakla birlikte isit- maddesine
gönderme yapmıştır.
140 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

720) ~ eri- ‘erimek, akıp yayılmak; gevşemek; çile çekmek; ürk-


mek’ (DAK, 239; KS, 493); kebänsi- ‘gürlemek, gürüldemek, pat-
lamak’ (CC, 730); kemiş- ‘fırlatmak, atmak’ (CC, 499), ‘elinden
kaçırmak, yitirmek; bırakmak, terk etmek; sonlandırmak’ (DPY,
396; KS, 675); kertir- ‘anlamında olmak, anlamına gelmek’ (CC,
736); kesät- ‘ürkütmek, korkutmak, cesaretini kırmak’ (CC, 737);
kiçi- ‘kaşınmak, gicişmek’ (CC, 743) ~ ay. (DAK, 393; KS, 690);
kilä- ‘huzursuzlanmak, huysuzlanmak, mızmızlanmak’ (CC,
743); kişnä-/kişinä- ‘kişnemek’ (CC, 749) ~ kişnä- ‘ay.’ (DAK,
396; KS, 698); küşän- ‘tekrar etmek’ (CC, 770); ḳaġı-195 ‘azarla-
mak, sövmek’ (CC, 489); ḳarı- ‘yaşlanmak’ (CC, 727); ḳaşı-/ḳaşa-
‘kaşımak’ (CC, 494) ~ ḫaşı-/ḫaşa-/ḫarşa- ‘kaşımak, kazımak’
(DAK, 460; KS, 826); ḳayna- ‘(mide) yanmak, ekşimek; kayna-
mak’ (CC, 729) ~ ḫayna- ‘kaynamak; azmak, kudurmak’ (DAK,
465; KS, 835); ḳustun- ‘sık ve yoğun bir biçimde nefes almak’
(CC, 518) ~ küstün-/küstän- ‘iç geçirmek, inlemek, ağlamak, yas
tutmak’ (DAK, 434; AB, 174; KS, 775); oltur- ‘oturmak’ (CC,
533, 788) ~ oltur-/oldur-/ortur- ‘oturmak; oturumda, toplantıda
bulunmak’ (LEK, 65; DPY, 401; PTW, 139; DAK, 577; KCH, 181;
AB, 184; KS, 1053); öçkir-/öçkür- ‘bahse girmek, (para vs. üzeri-
ne) yarışa girişmek’ (LEK, 64; KS, 1088); öktün- ‘gücendirmek,
rencide etmek’ (CC, 537); ötä- ‘yerine getirmek, gerçekleştirmek,
ödemek’ (CC, 796); sanç- ‘delmek, delip geçmek’ (CC, 805) ~ ay.
(DAK, 664; KS, 1235); sandıra- ‘paniklemek, çıldırmak’ (CC,
805); satḳa- ‘yıkıp geçmek, ezmek, çiğnemek’ (CC, 806); sıla-
‘okşamak, sıvazlamak’ (CC, 812) ~ ‘sıvazlamak; sıvamak (kil,
kireç vs.)’ (DAK, 680; KS, 1275); sıpa- ‘okşamak, sıvazlamak’
(CC, 813); sıyır- ‘deriyi sıyırmak, kabuğunu soymak’ (LEK, 70;
KS, 1281); sibir-/sipir- ‘süpürmek’ (DAK, 675; KS, 1267); silk-
‘sallamak, çırpmak, silkmek’ (CC, 814) ~ ay. (DAK, 676; KS,
1268); sirt-/sırt- ‘ağ ile avlamak, tutmak, yakalamak’ (DAK, 677;
KS, 1280); solu- ‘nefes almak’ (CC, 817); sovu- ‘soğumak, serin
olmak; soğuk almak’ (DAK, 693; KS, 1297); şıla- ‘takip etmek,
195 Argunşah&Güner bu sözcüğü, örneklerde böyle olmadığı halde kakı- olarak
okumayı tercih etmişlerdir. Tonlu gırtlaksılı biçim eski metinlere yansımamışsa
da Kırım Tatarcasında böyledir (Radloff II: 73), dolayısıyla metne sadık kalıp
ḳaġı- biçimini korumak gerekir.
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 141

kovalamak’ (KS, 1355); tala-/tarla-II ‘saldırmak, yağmalamak’


(DAK, 731; KS, 1370); tanı- ‘tanımak, bilmek’ (CC, 565), tanı-/
tanu-/tana- ‘tanımak, farkına varmak, teşhis etmek, tanıklık et-
mek’ (LEK, 73; DPY, 406; DAK, 736; AB, 194; KS, 1379); taŋış-
‘parlamak, kızarmak’ (CC, 828); tart- ‘çekmek; çekerek sıkmak;
çevirmek, döndürmek; (enstrüman) üflemek, çalmak’ (CC, 567,
830) ~ tart-/dart- ‘çekmek, sürüklemek’ (LEK, 73; DAK, 206,
736; AB, 195; KS, 1391); tint- ‘araştırmak, incelemek’ (CC, 843)
~ ‘el yordamıyla aramak, araştırmak, karıştırmak, kurcalamak’
(DAK, 760; KS, 1142); tiŋsi- ‘tadına bakmak, gizlice alıp yemek’
(CC, 843); tirä- ‘dayamak, yaslamak, desteklemek’ (KS, 1443);
toġu- II ‘kafaya dikip içmek, yutmak’ (CC, 846); tola-196 ‘dola-
mak, sarmak’ (AB, 198); tovra- ‘doğramak, parçalara ayırmak,
kıymak’ (KS, 1487); tulan- ‘devrilmek, (yere) kapaklanmak, yan
yatmak’ (KS, 1505); türt-/dürt- ‘itmek, dürtüklemek’ (DAK, 790;
KS, 1528); una- ‘kabullenmek, onaylamak, uygun bulmak, anlaş-
mak’ (CC, 589, 862) ~ ‘aynı duyguyu paylaşmak, empati kurmak,
yakınlık göstermek, hoşlanmak’ (DPY, 409; DAK, 805; DL, 326;
KS, 1552); unut- ‘unutmak’ (CC, 589, 862) ~ ay. (LEK, 78; DAK,
806; AB, 203; KS, 1552); üşi-/üşü- ‘üşümek’ (CC, 594, 869); ya-
çan- ‘utanmak, çekinmek, korkmak’ (CC, 596); yala- ‘yalamak’
(CC, 872) ~ ay. (DAK, 305; KS, 1628); yalbar- ‘yalvarmak, dua
etmek’ (CC, 597) ~ ‘rica etmek, yalvarmak, yakarmak’ (DAK,
306; AB, 206; KS, 1630); yanç- ‘ezmek’ (CC, 874) ~ ‘ezmek, par-
çamalak, ufalamak, öğütmek; berelemek’ (DAK, 312; KS, 1639);
yara- ‘uyuşmak, yakışmak, layık olmak’ (DAK, 318; KCH, 174;
KS, 1648); yelpi- ‘yellemek, yelpazelemek’ (CC, 886); yemir-/
emir- ‘devirmek, yıkmak, harap etmek’ (DAK, 363; KS, 1688);
yılbıra- ‘eklemek, bağlamak’ (CC, 890); yipkir- ‘tiksinti hisset-
mek, midesi bulanmak, öğürmek’ (CC, 891); yoġo- ‘itaat etmek’
(CC, 893); yügür- ‘koşmak’ (CC, 613, 899) ~ ay. (DAK, 354; KS,
1744); yülü- ‘tıraş etmek’ (CC, 614) ~ yülü-/yölü-/yül- ‘ay.’ (KS,
1746).

196 Garkavets tola- maddesini torla- maddesine gönderir (bk. 2010: 1476)
142 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

1.3.5. Moğolca Alıntı Fiiller


Derlemde hiç yapım eki almamış Moğolca alıntı fiiller de
bulunmaktadır. Bu veriler, Türkçe fiiller ile karıştırılmaması
için, bu bölümde sunulmuştur.
abra- ‘korumak, savunmak’ (CC, 413), ‘yeni doğan çocuğu, yı-
kamak, kundaklamak, yatırmak’ (DAK, 47; AB, 133; KS, 16)
< Moğ. abura- (avra-) ‘to save, rescue, help, deliver, preserve
life; to protect’ (MED, 6); asra- ‘beslemek, bakmak’ (CC, 638)
< Moğ. asara- (asra-) ‘to be compassionate; to take care, rai-
se, foster, nourish, or support by charity; to be a benefactor or
philanthropist; to love’ (MED, 56). (ayrıca bk. 2. Bölüm, asral-,
asrat-); bögäy- ‘söz dinlemek, itaat etmek, boyun eğmek’ (CC,
672) < Moğ. bökei- (bö ḫiy-) ‘to bend down, bow, bow one’s head,
salute by bowing, stoop, incline; to lean’ (MED, 127); büsre-/bü-
süre- ‘onaylamak, kabul etmek, tasvip etmek; teşekkür etmek’
(CC, 677) < Moğ. bisire- (bişre-) ‘to believe in, revere, worship; to
adore, admire; to respect, esteem’ (MED, 106); çıda- ‘çabalamak,
uğraşmak, dayanmak, üstesinden gelmek’ (DAK, 188; KS, 387) <
Moğ. çida- (çada-) ‘to be able, capable; to be able to over­come or
vanquish’ (MED, 176); eremsi- ‘kibirlenmek, övünmek’ (CC, 701)
< Moğ. eremsi- (eremşi-) ‘to hope, rely upon; to take courage; to
give oneself airs, be haughty, arrogant; to become accustomed to;
to act with impunity taking undue advantage of one’s wealth or
connections’ (MED, 323); ḳada- ‘çivilemek, mıhlamak, çakmak’
(CC, 723), ḫada- ‘çivilemek; saplamak, batırmak, delmek’ (KS,
788) < Moğ. ḫada- ‘o drive in, knock in; to nail; to inscribe or
enter one’s name on a register; to insert something in a text; to get
stuck’ (MED, 902); maḫta- ‘övmek’ (CC, 772) ~ maḫta-/maġta-
‘ay.’ (LEK, 62; AB, 178; KS, 940) < Moğ. maġta- ‘to praise, eulo-
gize, laud, extol, glorify’ (MED, 520) (bk. 2. Bölüm, maḫtal-); ös-
‘büyümek, gelişmek, yetişmek’ (CC, 796) ~ ‘büyümek, gelişmek’
(LEK, 65197; DAK, 589; KS, 1101) < Moğ. ös- ‘to grow, multiply;
197 Deny, metaanaliz sonucu osa- gibi başka bir fiil elde etmiştir, fakat diğer eserlerde
de tasdik edildiği üzere bu sözcük os- (ös-) olarak düşünülmelidir (ayrıntılı bilgi
için bk. Salan 2017: 148-149).
FİİL YAPIM EKLERİ VE KATEGORİ DIŞI FİİLLER • 143

to increase’ (MED, 645); tapta- ‘ayaklarıyla bir şeyin üzerine bas-


mak, basıp çiğnemek’ (CC, 829) < Moğ. dabta- (davta-) ‘to forge,
beat’ (MED, 213); tarḫa-198 ‘gitmek, yola gitmek, çekip gitmek’
(CC, 829) < Moğ. tarḫa- ‘(Intrans.) to scatter, spread, be disper-
sed’ (MED, 782) tavus-/tuvus- ‘tamamlamak, bitirmek, tüket-
mek’ (CC, 832, 856) < Moğ. daġus- (duus-) ‘to end, finish, lapse;
to become accomplished’ (MED, 220); toḫta- ‘(hafızada) tutmak,
saklamak’ (CC, 846) ~ ‘durmak, yerleşmek, kalmak; sağlam, da-
yanıklı olmak’ (DAK, 771; AB, 198-202; KS, 1473) < Moğ. toġta-
(toġto-) ‘to stop, rest, become immobile; to set; to become fixed or
established; to become stabilized; to depend on; to assume a shape
or form; to come to a decision or agreement; to become engaged;
to remain firm (in one’s resolution); to decide; to fix’ (MED, 815).
(ayrıca bk. 2. Bölüm, toġtat-); tölä- ‘ödemek’ (CC, 849) ~ tölä-/
töli- ‘ödemek, tazmin etmek; öç almak’ (LEK, 75; DPY, 407;
DAK, 773; DL, 326; KS, 1491) < Moğ. tölü- (tölö-) ‘to compensa-
te, pay off, pay a debt, recompense’ (MED, 833); tuŋa- ‘bildirmek,
ilan etmek’ (CC, 852) < Moğ. tu ŋġa- (tu ŋa-) ‘to know, think, judge
(elevated style)’199 (MED, 842); yada- ‘yorgun düşmek, yorulmak;
zayıflamak’ (CC, 871) ~ ‘zahmet çekmek, iğrenti, hoşnutsuzluk
beslemek; güçsüz düşmek, yorulmak’ (KS, 1619) < Moğ. yada-
‘to have no strength or power; to exhaust; to be in need; to-suffer;
to be unable’ (MED, 422); yasa- ‘yapmak, üretmek, hazırlamak,
kurmak, inşa etmek; düzeltmek, tamir etmek’ (LEK, 80; DPY,
394; PTW, 132; DAK, 325; KCH, 175; AB, 208; KS, 1662) < Moğ.
casa- ‘to put in order, fix, repair, correct, make correction; to imp-
rove; to decorate; to castrate’ (MED, 1039); yırġa- 200 ‘eğlenmek,
keyiflenmek, lezzet almak’ (CC, 891) < Moğ. cırġa- (carġa-) ‘to
be joyful, rejoice, enjoy, be happy, to be prosperous; to set (of the
sun); to sleep (hon.)’ (MED, 1059), cirga- ‘glücklich leben und
sein’ (Räsänen 1969: 202).
198 Grønbech bu sözcüğü arḫa- ‘es eilig haben’ [‘acelesi olmak’] olarak okumuştur
(1942: 40).
199 Anlam tuŋḫaġla- ‘to declare, make public, proclaim’ (MED, 842) fiilinde daha
açıktır.
200 Gabain, Türkçe ır ‘şarkı’ya bağlar (1998: 83). Argunşah&Güner de bu etimolojiyi
tekrarlarlar (2015: 86). Bu sözcüğün neden +GA- ile türetilmiş olamayacağı
hakkında bk. 1.1.7. +GA/+(X)rGA.
144 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

***
Bu verilerin yanı sıra Türkçe fiilden fiil yapım eki alan
Moğolca fiiller de bulunmaktadır:
alġasa- ‘to be distracted, confused, absentminded, inat-
tentive; to be unstable; to be worried; to be concerned; to
miss, skip’ (MED, 31) (bk. 2. Bölüm, alġasalan-); arçi- ‘to
wipe, clean or dry by rubbing; to erase; to weed’ (MED, 51)
(bk. 2. Bölüm, arçıla-); çada- (tsıda-) ‘to be able, capable;
to be able to overcome or vanquish’ (MED, 176) (bk. 2. Bö-
lüm, çıdal-); ḫada- ‘to drive in, knock in; to nail; to inscribe
or enter one’s name on a register; to insert something in a
text; to get stuck’ (MED, 902) (bk. 2. Bölüm, ḫadal-); tarḫa-
‘(Intrans.) to scatter, spread, be dispersed’ (MED, 782) (bk.
2. Bölüm, tarġat-); tölü- (tölö-) ‘to compensate, pay off, pay
a debt, recompense’ (MED, 833) (bk. 2. Bölüm, tölän-).
II. BÖLÜM: TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA
VE ETİMOLOJİ

Bu bölümde, birinci bölümde ek başlıkları altında verilen


fiiller ile birlikte kategori dışında kalan, etimolojisi belirsiz
fiillerin ET ve OT’deki tarihî tanıkları ile etimolojik yorum-
ları sunulmaktadır. Bu bölüm girişte de bahsedildiği üzere
alfabetik düzendedir. Alfabetik sıralama şu şekildedir: a, b,
c, ç, d, e, ä, f, g, ġ , h, ḫ , ı, i, k, ḳ , l, m, n, o, ö, p, r, s, ts, ş, t,
u, ü, v, y, z.

A
ABRA- (bk. 1.3.5.)
ABRAL- ‘tedavi edilmek, bakım görmek; savunulmak, kurtarıl-
mak’ (EK).
[< Moğ. abura- (avra-) ‘to save, rescue, help, deliver, preserve life;
to protect’ (MED, 6) + (-l-)]
(ttkht.!)
ABRALA- ‘düzene koymak; yeni doğmuş çocuğu yıkamak, kun-
daklamak’ (EK).
[< Moğ. abura- (avra-) ‘to save, rescue, help, deliver, preserve
life; to protect’ (MED, 6) + (-la-)]
(ttkht.!)
ABRAN- (ve abron-) ‘sakınmak, kurtulmak; giyinip kuşanmak;
temizlenmek’ (EK).
[< Moğ. abura- (avra-) ‘to save, rescue, help, deliver, preserve
life; to protect’ (MED, 6) + (-n-)]
(ttkht.!)
ABRANGANLAT- (bk. 1.3.3.)
ABRON- (bk. ABRAN-)
ACIZLAN- ‘güçten düşmek; umudunu kaybetmek’ (EK).
146 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< Ar. ā ciz ‘weak, feeble, powerless, impotent; incapable’ (DMWA,


592) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
AÇḪIN- ‘aç olmak, açlık yaşamak; hırs, şehvet duymak’ (EK).
[< aç- ‘to be hungry’ (EDPT, 19) + (-n-)]
(ttkht.!)
AÇI- ‘kederlenmek, yas tutmak; söylenmek’ (EK).
[< ?]

ET: ‘to be bitter, to be sour; to feel pain of the others, to feel com-
passion’ (EDPT, 20-21; ayrıca bk. DTS, 4); OT: ‘acımak, ağrımak’
(KB III, 2); ‘to be sour; (a wound) to hurt’ (DLTa II, 281); ‘ek-
şimek’ (ML, 7); acı- ‘bacakların arası kızışarak yanmak’ (TZa,
135).

Etimolojisi açık değildir. Bang bu sözcüğün *at+sı- (bk. Erdal,


1991: 534), Ercilasun da *aç+ı- şeklinde oluştuğunu düşün-
mektedir (1984: 16). Bu fiile kök teşkil eden semantik bakı-
mından uygun bir *aç veya *at gibi bir sözcük tarihî metinler-
de tanıklanmadığından yukarıdaki iki faraziye de eşit oranda
geçerlidir.
AÇIĠ- (bk. AÇIḲ-)
AÇIĠAN- ‘acımak, ekşimek’ (CC).
[< açıġ ‘bitter; painful, grevious’ (EDPT, 21) + (+a-n-)]
(ttkht.!)
Berta, bu fiili -(O)k+A-(X)n- şeklinde analiz etmekle birlikte,
dipnotta Erdal’ın -(O)k tabanlarına +A- ekinin gelmediğini ifa-
de ettiğini de eklemiştir (1996: 23; ayrıca bk. Karaşlar, 2012:
335). Tabanı oluşturan fiil esasında -(X)G ile türetilmiştir.
AÇIĠLAN- (ve açıḫlan- II) ‘zehirlenmek; öfkelenmek; yakın-
mak, homurdanmak; kuşkulanmak, hayret etmek’ (EK).
[< açıġ ‘bitter; painful, grevious’ (EDPT, 21) + (+la-n-)]

OT: açıġlan- ‘üzülmek, acı duymak; sinirlenmek, öfkelenmek’


(KE II, 3); ‘gniewać się, być rozgoryczonym’ (HŞ, 3).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 147

AÇIĠLAT- (ve açıḫlat-) ‘incitmek, gücendirmek, kızdırmak’


(EK).
[< açıġ ‘bitter; painful, grevious’ (EDPT, 21) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
AÇIH- (bk. AÇIḲ-)
AÇIḪ- (bk. AÇIḲ-)
AÇIḪLA- ‘açlık hissetmek, aç olmak’ (EK).
[< açıġ ‘bitter; painful, grevious’ (EDPT, 21) + (+la-)]
(ttkht.!)
açıḫlan-I fiili için geçerli olan semantik karışma bu fiil için de
geçerlidir.
AÇIḪLAN-I ‘açlık çekmek, açlıktan kıvranmak’ (EK).
[< açıḳ- ‘to be convulsed with hunger’ (DLTa I, 190) + (-lAn-)]
veya [< açıġ ‘bitter; painful, grevious’ (EDPT, 21) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
EK metinlerinde her ne kadar açıḫ gibi bir isim tabanı tanık-
lansa da örneği bir tanedir (bk. Garkavets 2010: 24) ve dolayı-
sıyla tabanın açıḫ- fiili olması daha olasıdır. Ya da bu fiil açlık-
tan kaynaklanan acı çekme hâli ile önceki fiilin görünümünde
yeni bir semantik içerik ile ortaya çıktı.
AÇIḪLAN-II (bk. AÇIĠLAN-)
AÇIḪLAT- (bk. AÇIĠLAT-)
AÇIḪTIR- ‘acıktırmak’ (EK).
[< açıḳ- ‘to be convulsed with hunger’ (DLTa I, 190) + (-tır-)]
(ttkht.!)
AÇIḲ- (ve açıġ-, açıḫ-) ‘acıkmak, açlığa dayanmak’ (CC, EK).
[< aç ‘hunger, hungry’ (EDPT, 17) + (+ıḳ-)] veya [< aç- ‘to be
hungry’ (EDPT, 19) + (-ıḳ-)]
OT: ‘to be convulsed with hunger’ (DLTa I, 190); ‘acıkmak, karnı
aç olmak’ (KE II, 4); ‘голодать’ (MNa, 163); ‘acıkmak’ (GT, 196).

İlk kez DLT’de tanıklanan bu fiil, yukarıda berlirtildiği gibi iki


şekilde de incelenebilir. Bununla birlikte yaygın görüş, ad olan
aç sözcüğünden türetildiği yönündedir.201
201 Bundan dolayı, bu çalışmada da isimden fiil yapan +(X)K- bahsinde yer almıştır.
148 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Clauson’a göre bu fiil, aç- ‘to be hungry’ fiilinin pekiştirilmiş


biçimidir (1972: 23). Dankoff ve Kelly de DLT dizininde bu fi-
ili ā ç- fiilinin altında değerlendirmişlerdir (DLTa III, 3). Berta
da yukarıdaki çalışırlar ile aynı doğrultuda hareket etmekle
birlikte aç+ıḳ- analizinin dışarıda tutulamayacağını ve bunun
yanı sıra üçüncü bir analiz olarak aç-sıḳ-’ın da mevcut olduğu-
nu belirtir (1996: 15).
Bu bilim adamları fiil tabanından türetilen açıḳ- fiili yönünde
görüş bildirmişlerse de bunun tam tersinin, yani ad tabanın-
dan türeme, olamayacağına dair bir delil sunamamaktadırlar.
Bunun nedenlerinden ilki her iki tabanın da uzun ünlü taşıma-
sıdır. İkincisi ise ad tabanı ile türetildiğinde de anlamsal bir
farkın ortaya çıkmamasıdır.
AÇIL- ‘açılmak; ateş almak; algısı açılmak; saflaşmak, arınmak’
(CC, EK).
[< aç- ‘to open (Trans.)’ (EDPT, 18) + (-ıl-)]
ET: açıl- ‘to be opened (with various extended and metaph. me-
anings)’ (EDPT, 26; ayrıca bk. DTS, 6); OT: ‘açılmak, ferahla-
mak, anlaşılmak’ (KB III, 3); ‘to open (itself); (sky) to clear; to
dilate (with enjoy)’ (DLT a I, 192); ‘открываться, обнажаться;
быть побежденным, покоренным’ (LST, 65); ‘açılmak; rahat-
lamak, korku ve dehşeti atmak’ (RKT, 199); ‘açılmak’ (ME, 83);
‘açılmak; (çiçek) açılmak; rahatlamak, ferahlamak’ (KE II, 4);
‘açılmak’ (MM, 197); ‘być otwartym; rozwinąć się, zakwitnąć’
(HŞ, 3); ‘открываться’ (MNa, 161,163); ‘açılmak; yayılmak; fet-
hedilmek; rahatlamak, ferahlamak’ (NF III, 4); ‘kapalı olma hali
kaldırılmak’ (ML, 7); ‘açılmak; zahir, belli olmak; ortaya çıkmak;
akmak, fışkırmak; akıtılmak, fışkırtılmak; yarılmak; açılmak, sı-
vanmak’ (HKT, 503); ‘açılmak’ (Kİ, 1); ‘açılmak, açıklamak, aç-
ğıa çıkmak, dağılmak, engel kaldırılmak’ (KEF, 154); ‘açılmak’
(GT, 196); ‘açılmak; yüzünden bir şey çıkarmak; ele geçirilmek,
zapt edilmek; orucu bozulmak; açığa çıkarılmak; belirmek, orta-
ya çıkmak, 496’ (İM, 496); ‘być otwartym’ (BM, 41); ‘izah edil-
mek, vuzuha kavuşturulmak’ (KFT, 935); ‘açılmak’ (MG, 93);
‘açılmak’ (ELS, 31).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 149

AÇIN- ‘açlık çekmek’ (EK).


[< aç- ‘to be hungry’ (EDPT, 19) + (-n-)]
Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde bu anlamı ile tanıklan-
mamıştır.
Sadece KS’de yer almaktadır. Fiilin içinde geçtiği cümlede
açıḫ- ve açḫın- ile sıralı şekilde verilmiştir. Sağlıklı bir örnek
olmayabilir.
AÇIRĠAN- ‘pişman olmak’ (CC).
[< açırġa-202 + (-n-)]
(ttkht.!)
Son ek olarak dönüşlülük eki ile türetildiği açıktır. Taban için;
Berta, ya açı(ġ ) isim tabanına +rKA- ekinin ya da açı- fiili-
ne -rKA- ekinin gelmesi ile türetildiğini belirtmektedir (1996:
24). Räsänen, +rKA- eki ile ilgili örnekler sunarken, Karaimce
açırġa(-n)- ‘öfkelenmek’ fiilini de kullanır; ancak tabanın isim
veya fiil oluşunu belirtmez (1957: 149). Aynı çalışırın etimolo-
jik sözlüğünde de açı- maddesinde Teleütçe açurġan- bulun-
maktadır (1969: 4).203
ET’de iki heceli ünlü ile biten tabanlar +rKA- eki almışlardır (bk.
Erdal, 1991: 459). CC hâlihazırda o dönemde açı ‘acı, ekşi’ sözcü-
ğünü içeriyordu (bk. Grønbech, 1942: 28). Dolayısıyla açırġa- fiili
o dönem içerisinde açı isim tabanından türeme olanağını taşıyor.
Berta’nın belirttiği ikinci olasılık da göz ardı edilemez; zira söz
konusu ekin fiil tabanlarına da gelebildiği ET örneklerden bilin-
mektedir (bk. Erdal, 1991: 463-465).

AÇIT- ‘ekşitmek, mayalamak; incitmek, baskı yapmak, küçümse-


mek, saldırmak, hakaret etmek’ (EK).
[< açı- ‘to be bitter, to be sour; to feel pain of the others, to feel
compassion’ (EDPT, 20-21) + (-t-)]
ET: açıt- ‘to make (sth.) better or sour; to cause or pain to someo-
ne’ (EDPT, 21; ayrıca bk. DTS, 6); OT: ‘acıtmak, ekşitmek, incit-
202 Bu taban yine CC’de köŋül açırgamaḫ’ta tanıklanmaktadır (Grønbech, 1942: 28;
Drimba, 2000: 44; Ünal, 2010: 212).
203 Karaşlar, bu veriyi Räsänen’in, bu fiili açı isim tabanına dayandırdığı yönünde
yorumlamıştır (2012: 335); fakat bu maddede Räsänen isim ve fiil biçimlerini
karışık sunmuştur. Dolayısıyla bundan kesin bir çıkarım yapılamaz.
150 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

mek’ (KB III, 4); ‘acıtmak’ (AH, I); ‘acıtmak, acı vermek’ (RKT,
199); ‘yüz ekşitmek, surat yapmak’ (KE II, 4).

AÇTIR- ‘açtırmak; çörek, pide vs. açtırmak; kil, toprak yaydır-


mak, tesviye etmek’ (EK).
[< aç- ‘to open (Trans.)’ (EDPT, 18) + (-tır-)]
ET: açtur- ‘to order something to be opened’ (OTWF II, 800);
OT: açtur- ‘to order the door to be opened’ (DLTa I, 204); açtur-
‘açtırmak’ (ME, 83); açtur- ‘ay.’ (KE II, 4); açtur- ‘ay.’ (NF III,
5); açtur- 1 ‘açtırmak; oruçlu durumdan çıkarmak’ (KEF, 154);
açtur- ‘orucunu bozdurmak’ (İM, 497).

ADAMLAN- ‘insan biçimini almak’ (EK).


[< Ar. ā dam ‘Adam’ (DMWA, 10) + (-la-n-)]
(ttkht.!)
ADAMLAT- ‘insan haline getirmek’ (EK).
[< Ar. ā dam ‘Adam’ (DMWA, 10) + (-la-n-)]
(ttkht.!)
AĠARLAN- (bk. AĠIRLAN-)
AĠART- (bk. AḪART-)
AĠIN- ‘yükselmek, yukarı çıkmak’ (CC, EK).
[< aġ- ‘to rise (from somewhere Abl.); to climb (up somet-
hing Dat.)’ (EDPT, 77) + (-ın-)]
OT: aġın- ‘yukarı çıkmak’ (ML, 8); ay. (Kİ, 2); ay. (TA, 85).

AĠINAN- ‘çıkmak, yükselmek’ (CC).


[< aġın- ‘yukarı çıkmak’ (ML, 8) + (-a-n-)]
(ttkht.!)
CC’de aġın- fiilinin birinci şahıs çekimine ek bilgi olarak iliş-
tirilmiş bir fiildir. Geza Kuun (1880: 6) ve Ünal (2010: 111)
bunu agman- olarak okumuştur. Grønbech (1942: 29), Drim-
ba (2000: 38) ile Argunşah&Güner (2015: 415) ise morfolojik
olarak daha geçerli olan yukarıdaki şekilde okumuşlardır. Bu-
nunla birlikte her iki biçim de tarihî arka planda yalnız kalan
şekillerdir. aġınan-; yapıca Türkiye ağızlarında kullanılan dö-
nen- fiiline benzemektedir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 151

AĠINDIR- ‘yükseltmek, çıkartmak; taşıtmak, yerini değiştirmek’


(CC, EK).
[< aġın- ‘yukarı çıkmak’ (ML, 8) + (-tur-)]
(ttkht.!)
AĠIRLA- (ve avurla-) ‘hürmet göstermek, şereflendirmek, kutsa-
mak’ (CC, EK)
[< aġır ‘heavy’ (EDPT, 88) + (+la-)]
ET: aġırla- ‘to honour, respect, reference’ (EDPT, 94); OT: aġırla-
‘ağırlamak, değer vermek, ikram ve ihsanda bulunmak’ (KB III,
9); ‘to honor’ (DLTa I, 246); ‘ценит; оказывать почтение’ (LST,
38); ‘saygı ve hürmet göstermek, yüceltmek’ (RKT, 207); ‘say-
gı göstermek’ (ME, 84); ‘ağırlamak, saygı ve hürmet göstermek,
değer vermek’ (KE II, 9); ‘poważać, czcić, szanować, okazywać
szacunek’ (HŞ, 5); ‘ağırlamak, hürmet etmek, misafir etmek;
ululamak, yüceltmek’ (NF III, 7); ‘hürmet etmek’ (ML, 8); ‘iyi
muamele etmek, ihsan ve lutufta bulunmak’ (HKT, 508); ‘ikram
ve ihtiram etmek’ (Kİ, 2); ‘saygı göstermek’ (TA, 85); ‘to honor,
respect’ (RH, 73); ‘ağırlamak, saygı göstermek; yüceltmek; ulu-
lamak; büyük tutmak’ (KEF, 156); ‘hürmet etmek’ (GT, 196);
‘ikram etmek, saygı göstermek’ (İM, 498); ‘yakınlık göstermek’
(KK, 99); avurla- ‘ağırlamak’ (TZa,144), aġırla- ‘оказывать
почет; уважать’ (TZb, 261).

AĠIRLAN- (ve aġarlan-, ahırlan-) ‘ağırlaşmak, yüklü olmak; yo-


rulmak; kaygı veya üzüntü duymak’ (EK).
[< aġırla- ‘to honour, respect, reference’ (EDPT, 94) + (-n-)]
OT: ‘to be honored’ (DLTa I, 241); ‘ağırlanmak, hürmet edilmek,
değer verilmek’ (RKT, 207); ‘hürmet ve itibar görmek’ (HKT,
508).

AĠIRLAT- ‘ağırlaştırmak; zorlaştırmak; iç karartmak, usanç ver-


mek’ (EK).
[< aġırla- ‘to honour, respect, reference’ (EDPT, 94) + (-t-)]
ET: aġırlat- (ayat- ile birlikte) ‘сделать почитаемыми и
уважаемыми’ (DTS, 27).
152 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

AĠIRSIN- ‘ağır saymak, yük görmek; yüklenmek’ (EK).


[< aġır ‘heavy’ (EDPT, 88) + (+sı-n-)]
OT: aġırsın- ‘ağır ve zor saymak’ (ME, 84); ‘(iş) ağır, güç, zor
gelmek, ağrına, zoruna gitmek’ (NF III, 8).

AĠIRT- ‘ağrıtmak, can yakmak’ (EK).


[< aġru- ‘to be, or become, heavy; to be in pain or painful’
(EDPT, 91) + (-t-)]
ET: aġrıt- ‘to cause pain (usually physical, less often mental)’
(EDPT, 92); OT: aġrıt- ‘ağrıtmak’ (KB III, 11); ‘to hurt someone’
(DLTa I, 225); ‘причинять боль’ (LST, 39); aġrıt-, aġrut- ‘vurup
sindirmek, can yakmak’ (RKT, 208); aġrıt- ‘ağrıtmak’ (ME, 84);
‘incitmek, üzmek’ (KE II, 11); ‘przysparzać bólu, spowodować
ból; zawracać sobie (głowę)’ (HŞ, 5); ‘ağrımak’ (Kİ, 2); ‘ağrıt-
mak, acı vermek’ (KEF, 156); ‘ağrıtmak, acıtmak’ (GT, 198); ‘acı
vermek, ağrıtmak’ (İM, 498); ‘ağrıtmak, acıtmak’ (MG, 94).

AĠIŞDIR- ‘birlikte akıtmak’ (CC).


[< aḳ ış- ‘to flow together’ (DLTa I, 188) + (-tır-)]
(ttkht.!)
AĠIZLAN- ‘konuşmak, ağız ile telaffuz etmek’ (EK).
[< aġızla- ‘to make a mouth for a canal; to strike somebody on
mouth’ (DLTa I, 246) + (-n-)]
ET: aġazlan-’to recite’ (EDPT, 98), aġızlan- ‘to be recited’ (OTWF
II, 510), (ayrıca bk. DTS, 17); OT: aġızlan- ‘dile düşmek, hakkında
konuşulmak’ (KE II, 11).

Sadece EK’da tanıklanan bu fiilin aġızla- tabanı aynı dönemde


kayda geçmemiştir. En eski şekil Uygur metinlerinde tanıkla-
nan aġızlan- fiilidir. Bununla birlikte +lA-’lı taban DLT’de gö-
rülmektedir; fakat Erdal, bunun EUT’deki örnekler ile alakalı
olmadığını ifade eder. Zira anlamsal açıdan farklı bir noktada-
dır.
AĠRI- (ve aġru-, ahır-) ‘acı çekmek, ağrımak’ (CC, EK).
[< aġır ‘heavy’ (EDPT, 88) + (+ı- veya +u-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 153

ET: aġrı- /aġru-’to be, or become, heavy; to be in pain or painful’


(EDPT, 91; ayrıca bk. DTS, 22); OT: aġru- ‘ağrımak’ (KB III,
11); aġru- ‘to be heavy’ (DLTa I, 232), aġrı- ‘to ache’ (DLTa I,
232); aġrı- ‘acı duymak’ (RKT, 208); ‘ağrımak, hasta olmak, acı
çekmek; darılmak, gücenmek’ (KE II, 11); ‘boleć’ (HŞ, 5); ‘ağrı-
mak, sancımak’ (NF III, 8); ‘incinmek; ağrıya duçar olmak’ (ML,
8); aḳ ır- ‘ağrımak’ (HKT, 511); aġrı- ‘ağrımak’ (Kİ, 2); ‘ağrımak,
acımak’ (GT, 197); ‘göz ağrımak, iltihaplanmak’ (İM, 498); aġır-
‘ağır olmak’ (TZa, 136), avur- ‘ağır olmak; ağrımak’ (TZa, 144);
aġır- ‘ağrımak’ (KH, 109).

ET’de hem aġru- hem de aġrı- biçimi tanıklanmaktadır. Cla-


uson bunları tek bir fiilin farklı biçimleri olarak düşünmüş ve
aġır sözcüğünde dayandırmıştır. Bununla birlikte Dankoff ve
Kelly sadece aġru- fiilini aġır sözcüğüne dayandırmaktadır.
Erdal da, Clauson’un iki fiili karıştırdığını söylemekte ve sa-
dece aġru- biçimini ele almaktadır (1991: 474). Dolayısıyla bu,
kökü meçhul kalan ayrı aġrı- fiilinin mevcudiyetini gösterir.
Ancak şu da bir gerçek ki bu iki fiil sonraki dönemlerde iç içe
geçer.
AĠRILAN- ‘hastalık geçirmek, acı çekmek’ (EK).
[< aġru- ‘to be, or become, heavy; to be in pain or painful’
(EDPT, 91) + (-lan-)]
(ttkht.!)
Bu fiil aġrı isim tabanından da türetilmiş olabilir; fakat EK
söz varlığında aġrı’nın çok az, onun muadili aġrıḫ’ın ise pek
çok kez tanıklandığı görülmektedir (bk. Garkavets, 2010: 47).
Dolayısıyla bu fiilin aġrı- fiil tabanından türetildiği düşünül-
mektedir.
AĠRU- (bk. AĠRI-)
AĠULAN- ‘zehirlenmek; acımak, kokuşmak; üzülmek, incin-
mek’ (EK).
[< aġula- ‘to poison’ (DLTa I; 250) + (-n-)]

OT: avulan- ‘ağulanmak’ (TZa, 144).


154 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Dönüşlülük eki ile birlikte taranan metinlerde sadece bir eser-


de geçmesine rağmen, aġula- fiili DLT ve KE’de görülmüş-
tür.
AHIR- (bk. AĠRI-)
AHIRLAN- (bk. AĠIRLAN-)
AḪAR- ‘beyaz olmak, ağarmak’ (EK).
[< aḳ ‘white’ (EDPT, 75) + (+ar-)]
ET: akar- ‘to become white’ (OTWF II, 499), ‘weiß werden //
ağarmak’ (UW 2010: 33); OT: aḳ ar- ‘ağarmak’ (ME, 85), ‘ağar-
mak, aklaşmak, beyazlaşmak’ (KE II, 14), ‘saç sakal ağarmak,
ihtiyarlamak; sabah yeri açılıp, aydınlanmak’ (İM, 498).

AḪART- (ve aġart-) ‘ağartmak, beyazlatmak’ (EK).


[< aḳ ar- ‘weiß werden // ağarmak’ (UW 2010: 33) (-t-)]
OT: aḳ art- ‘(kabuk) soymak’ (ME, 85); ‘ağartmak, temizlemek,
aklaştırmak’ (KE II, 14); ‘ağartmak, ihtiyarlatmak’ (KEF, 157);
‘tan ağarmak, sabah yeri açılıp, aydınlanmak’ (İM, 498); ‘ağart-
mak’ (TZa, 136).

AḪÇALA- ‘nakde çevirmek’ (EK).


[< aḳça ‘para’ (NF III, 11) + (+la-)]
(ttkht.!)
AḪILLAT- ‘akıl vermek, aklını başına getirmek’ (EK).
[< Ar. aḳ l ‘sentience, reason, understanding, comprehension,
discernment, insight, rationality, mind, intellect, intelligence’
(DMWA, 630) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
EK’da aḫılla- tabanına rastlanmaz.
AḪILSIZLAN- ‘aklî muhakemeyi kaybetmek’ (EK).
[< aḳ ılsız ‘ahmak , aptal’ (ME, 85) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
AḪILSIZLAT- ‘aptallaştırmak’ (EK).
[< aḳ ılsız ‘ahmak, aptal’ (ME, 85) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 155

AḪIN- ‘dökülmek, akmak, taşmak’ (EK).


[< aḳ- ‘to flow’ (EDPT, 77) + (-ın-)]
(ttkht.!)
AḪLA- ‘badanalamak, beyazlaştırmak’ (EK).
[< aḳ ‘white’ (EDPT, 75) + (+la-)]
(ttkht.!)
AḪLAN- ‘beraat etmek, aklanmak’ (EK).
[< aḫla- + (-n-)]
(ttkht.!)
AḪLAT- ‘badanalamak, beyazlaştırmak’ (EK).
[< aḫla- + (-t-)]
(ttkht.!)
AḪSA- ‘aksamak’ (EK).
[< ?]

OT: aḫ sa- ‘to be lame’ (DLTa I, 233); aḫ sa- ‘aksamak, topallamak’


(ML, 8), aḳ sa- ‘ay.’ (ML, 9); aḳ sa- ‘topallamak’ (Kİ, 5); ‘kuleć,
być kulawym’ (BM, 42); ‘aksamak, topallamak’ (KH, 109).

Sözcüğün eski varyantları EK’da olduğu gibi /ḫ/ taşımaktadır.


Sevortyan, bu sözcüğün aġna- ve aḫtar-/aġdar- fiillerinin
kökü olan aġ- ‘bir yana devrilmek, yatmak’ fiiline ‘bir şeye
yatkınlık, bağımlılık’ anlamı ihtiva eden -s- yapım ekinin gel-
mesi ile oluştuğunu düşünmektedir (ESTY 1974: 76). Bu dü-
şüncenin temeli makul olsa da ikinci unsur, yani -s- yapım eki
zayıf kalmaktadır.
AḪSAT- ‘aksak, topal hâle getirmek’ (EK).
[< aḫ sa- ‘to be lame’ (DLTa I, 233) + (-t-)]

OT: aḫ sat- ‘to cripple’ (DLTa I, 225).

Fiilin kendisi ve tabanı sadece DLT’de tanıklanmıştır.


AḪTAR- (ve atḫar-) ‘devirmek, ters yüz etmek’ (EK).
[< aġıt- ‘to alter, to shift (tr.) away from, modify; leave off
with’ (OTWF II, 760) + (-ar-)]
156 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ET: aḫtar- ‘(Intrans.) to turn, or roll, over; (Trans.) to turn, or roll


(something) over’ (EDPT, 81; ayrıca bk. DTS, 71); OT: aġtar-/
aḫtar- ‘to turn over, to fell’ (DLTa I, 205); aḫtar- ‘döndürmek, yö-
neltmek’ (RKT, 209); ‘alt üst etmek, arayıp taramak’ (KE II, 13);
‘kazmak, kazımak, alt üst etmek; (üstünü başını) aramak’ (NF III,
10); aḳ tar- ‘başı aşağı çevirmek’ (Kİ, 5); aḫtar- ‘devirmek, (yere)
yıkmak’ (GT, 198); aḳ tar- ‘çevirmek’ (KK, 99); ‘aktarmak’ (TZa,
137); aḫtur- ‘obracać, przewracać’204 (BM, 41).

Clauson, ikinci hecenin her daim -tar- olduğunu bunun da


onun ettirgenlik eki olma olasığını ortadan kaldırdığını ifade
etmiş, bunun yanında aġna- ile kısmen eş anlamlı olduğunu
ancak etimolojik olarak birleştirilmelerinin ihtimal dışı oldu-
ğunu söylemiştir (1972: 82). Brockelmann bu fiili şüphe ile
aġ- ‘yükselmek’in ettirgen biçimi olarak düşünmüş ve aġna-
fiilini belirtmiştir (1954: 208). Sevortyan, bu fiili aġ- ‘bir yana
devrilmek, yatmak’ kökü üzerine -tar-/-dar- ettirgenlik ekinin
gelmesi ile izah eder (ESTY, 1974: 79). Erdal’a göre ise, bu
fiilin tabanı, yukarıda belirtilen aġıt- fiilidir. -Ar- ettirgenlik
ekini alan taban vurgusuz ünlüsünü düşürmüştür. Bu durum
da / ḫ /’li varyantın oluşumunu hazırlamıştır denebilir.205
AḪTARIL- ‘ters çevrilmek, ters yüz olmak, devirilmek, kökün-
den sökülmek’ (EK).
[< aḫtar- ‘(Intrans.) to turn, or roll, over; (Trans.) to turn, or
roll (something) over’ (EDPT, 81) + (-ıl-)]

ET: aḫtarıl- ‘to be rolled over, turned over’ (EDPT, 82; DTS, 23);
OT: ahtarıl- ‘devrilmek, alt-üst olmak’ (ML, 8); aḫtarıl- ‘alt üst
edilmek, aktarılmak’ (HKT, 510).

AḪTIR- ‘akıtmak, dökmek’ (EK).


[< aḳ- ‘to flow’ (EDPT, 77) + (-tur-)]
204 Bu tarihî örnek aġtar-/aḫtar-’ın anlamına sahip olduğu için dikkate alınmıştır.
Müellif hatası olabilir.
205 Erdal, art ünlülerin çevrelediği /g/’nin sızıcılaştığını düşünmekte ve /gt/ ünsüz
birliğinin sonradan /ḫt/ olduğunu ifade etmektedir (1991: 734).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 157

ET: aḳ tur- ‘to pour out, cause to flow’ (EDPT, 82; ayrıca bk. DTS,
49); OT: ‘to make (water or something) flow’ (DLTa I, 206); aḳ dur-
‘заставить течь; литься; выливать’ (LST, 47); aḳ tur- ‘akıtmak’
(ME, 85); ‘aktırmak’ (KE II, 15); ‘wylewać’ (HŞ,10); ‘akıtmak’
(NF III, 11); ‘akmasını sağlamak, akıtmak’ (HKT, 512); ‘akıtmak,
dökmek; yağmur yağdırmak’ (KEF, 157).

AKAHLAN- ‘açgözlü olmak’ (EK).


[< Erm. akah ‘avaricious, stingy, grasping, sordid’ (NDAE, 1)
+ (+la-n-)]
(ttkht.!)
AKAHLAT- ‘açgözlü hâle getirmek’ (EK).
[< Erm. akah ‘avaricious, stingy, grasping, sordid’ (NDAE, 1)
+ (+la-t-)]
(ttkht.!)
ALÇAḪLA- ‘küçümsemek, hor görmek’ (EK).
[< alçaḳ ‘скромный, смиренный, кроткий’ (DTS, 34) + (+la-
)]
(ttkht.!)
ALÇAḪLAN- ‘(mec.) küçülmek, kendini küçük düşürmek’ (EK).
[< alçaḳ ‘скромный, смиренный, кроткий’ (DTS, 34) + (+la-
n-)]
(ttkht.!)
alçaḳ la- tabanı EK metinleri dışında tanıklanmaz.
ALÇAḪLAT- ‘küçümsemek, aşağılamak’ (EK).
[< alçaḳ ‘скромный, смиренный, кроткий’ (DTS, 34) + (+la-
t-)]
(ttkht.!)
alçaḳ la- tabanı EK metinleri dışında tanıklanmaz.
ALDA- ‘aldatmak’ (CC, EK).
[< al ‘device, method of doing something’206 (EDPT, 120) +
(+ta-)]
206 Clauson, bu kısa tanımdan sonra şu yorumu getirir: “Originally quite neutral and
used for honourable as well as dishonourable devices and methods; later it
became pejorative only and meant specifically ‘deceit, guile, dirty trick’”.
158 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ET: alta- ‘to deceive, trick, cheat (someone)’ (EDPT, 133; ayrıca
bk. DTS, 34); OT: alda- ‘to deceive’ (DLTa I, 231); ‘обманывать’
(LST, 48); ‘aldatmak’ (RKT, 212); ‘aldatmak, büyülemek’ (ME,
86); ‘aldatmak, kandırmak’ (KE II, 20); ‘kłamać, okłamywać,
oszukiwać, omamiać’ (HŞ, 7); ‘aldatmak’ (NF III, 13); ‘kandır-
mak, aldatmak; ayartmak istemek’ (HKT, 515); ‘aldatmak’ (Kİ,
3); ay. (TA, 86); ay. (KEF, 158); ay. (GT, 200); ay. (İM, 499), ay.
(TZa, 139), yalda- ‘ay.’ (TZa, 277); alda- ‘kandırmak’ (KFT, 939);
‘aldatmak’ (MG, 97).

ET sonrası ek başı ünsüzü çoğunlukla tonlu varyant iledir.


ALDAN- (ve aldaŋ-) ‘aldanmak, ayartılmak, hataya sürüklen-
mek’ (EK).
[< alta- ‘to deceive, trick, cheat (someone)’ (EDPT, 133) + (-n-)]
OT: aldan- ‘aldanmak’ (ME, 86); ‘oszukać się, dać się zwodzić’
(HŞ, 7); ‘aldanmak’ (HKT, 515); ay. (Kİ, 3); ay. (KEF, 158); ay.
(GT, 200); ay. (TZa, 139); ay. (KFT, 939).

ALDAT- ‘aldatmaya sevk etmek’ (EK).


[< alta- ‘to deceive, trick, cheat (someone)’ (EDPT, 133) + (-t-)]
OT: aldat- ‘aldatmak’ (KEF, 158).

Bu ettirgen biçimin bu kadar nadir olarak tanıklanması büyük


olasılıkla alda- fiilinin o dönemde hâlihazırda ettirgen bir an-
lam taşımış olmasındandır.
ALDAŊ- (bk. ALDAN-)
ALDIR- (bk. ALDUR-)
ALDIRT- ‘aldırtmak’ (EK).
[< altur- ‘to have something taken’ (OTWF II, 800) + (-t-)]
(ttkht.!)
ALDUR- (ve aldır-) ‘aldırmak’ (EK).
[< al- ‘to take’ (EDPT, 124) + (-tur-)]
ET: altur- ‘to have something taken’ (OTWF II, 800) ve altur-
“beschaffen lassen, herbeibringen lassen // temin ettirmek, ge-
tirtmek” (UW 2010: 54); OT: altur- ‘to order (someone) to take’
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 159

(DLTa I, 207); aldur- ‘aldırmak’ (ME, 86); ‘aldırmak, kaptırmak,


elden çıkarmak’ (KE II, 20); ‘kazać zabrać, pozbawić (czegoś)’
(HŞ, 7); ‘çaldırmak, kaptırmak’ (NF III, 13); ‘aldırmak’ (GT, 200);
ay. (İM, 499).

OT’nin ortalarına kadar ettirgenlik eki /t/’sini korumuştur.


EK’da ek ünlüsünün düzleştiği görülür.
AĠLASALAN- (bk. ALĠASALAN-)
ALĠASALAN- (ve alhasalan-, alġasalnan- aġlasalan-) ‘şaşır-
mak, kafası karışmak; budalalık etmek’ (EK).
[< Moğ. alġasa- ‘to be distracted, confused, absentminded,
inattentive; to be unstable; to be worried; to be concerned; to
miss, skip’ (MED, 31) + (-lan-)]
(ttkht.!)
ALĠASALNAN- (bk. ALĠASALAN-)
ALĠASAN- ‘korkmak, ürkmek’ (EK).
[< Moğ. alġasa- ‘to be distracted, confused, absentminded,
inattentive; to be unstable; to be worried; to be concerned; to
miss, skip’ (MED, 31) + (-n-)]
(ttkht.!)
Sadece Tryjarski’de kayda geçer. Garkavets’in, KS’de belirt-
mese de, KPN II’de bir alġasalan- örneğinde {la} hecesini
tamamladığı görülür (2007: 839). Bu müdahâleyi, alġasalan-
örneklerinin çokluğu ile yapmış olabilir; fakat diğer taraftan
Tryjarski’nin belirttiği gibi alġasan- Karaycada görülmekte-
dir.
ALĠIŞLA- ‘kutsamak; yüceltmek, övmek, saygı göstermek, hayır
dua etmek; dua etmek veya ilahi okumak’ (CC, EK).
[< al ḳ ış ‘blessing’ (EDPT, 137) + (+la-)]
OT: alġışla- ‘hayır dua etmek’ (DM, 70).

ALĠIŞLAN- ‘dua etmek, kutsamak, yüceltmek; kutsanmak, yü-


celtilmek’ (EK).
[< alġışla- + (-n-)]
(ttkht.!)
160 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ALĠIŞLAT- ‘kutsamak, adamak; papazlığa, psikoposluğa atat-


mak’ (EK).
[< alġışla- + (-t-)]
(ttkht.!)
ALHASALAN- (bk. ALĠASALAN-)
ALIN- ‘kabul edilmek; satın alınmak; hayran olunmak; üstlenil-
mek’ (EK).
[< al- ‘to take’ (EDPT, 124) + (-ın-)]
ET: alın- ‘to take for oneself’ (EDPT, 148; DTS, 35); OT: ‘alın-
mak’ (KB III, 17); ‘bir şeyi üzerine almak’ (AH, III); ‘быть взятым,
принятым’ (LST, 49); ‘alınmak’ (RKT, 212); ‘almak, edinmek’
(ME, 86); ‘alınmak’ (ME, 21); ay. (MM, 198); ‘alınmak, almak’ (NF
III, 14); ‘alınmak, kabul edilmek’ (HKT, 516); ‘alınmak’ (AOYB,
202); ay. (Kİ, 3); ‘alınmak; satın alınmak’ (KEF, 158); ‘alınmak, ele
alınmak’ (İM, 499); ‘bir şey alınmak’ (KK, 100).

ALINDIR- ‘hayran bırakmak, hayrete düşürmek’ (EK).


[< alın- ‘to take for oneself’ (EDPT, 148) + (-tur-)]
OT: alındur- ‘aldırmak, edindirmek’ (ME, 86).

Bu fiilin taranan eserlerde tek bir tanıkta görülmesi, dönüş-


lülük + ettirgenlik dizilişinin mümkün; bununla birlikte pra-
tik olmadığını göstermektedir. ME örneği içerdiği anlam ile
aldır-/aldur- ile aynıdır. Dolayısıyla konuşurlar için kısa olan
şekil daha makbuldür.
ALIŞ- ‘karşılıklı almak, değiştirmek; alışkanlık kazanmak, arka-
daşlık kurmak, evlenmek’ (CC, EK).
[< al- ‘to take’ (EDPT, 124) + (-ış-)]
ET: alış- ‘to take, or receive from one another’ (EDPT, 153; DTS,
36); OT: ‘beraber etmek, beraberce yapmak, beraber paylaşmak’
(KB III, 17); ‘karşılıklı almak’ (ME, 86); ‘alışmak, tutuşmak;
beraberce yapmak, yardımlaşmak’ (KE II, 21); ‘karşılıklı almak’
(ML, 9); ‘birbirinden almak’ (HKT, 516); ‘karşılıklı almak, alış-
veriş yapmak’ (AOYB, 202); ‘karşılıklı alıp vermek’ (KEF, 158);
‘alıp vermek; ek sıkışmak, tokalaşmak’ (İM, 499).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 161

Bu fiil için yukarıda belirtilen ilk anlam -ki tarihî tanıklarla


da örtüşür- CC’dendir. Diğer anlam ise yalnızca KS’de görülen
EK örneğidir. EK örneğindeki anlam büyük ihtimalle, Oğuz-
canın etkisi ile ortaya çıkmıştır. Clauson, Osmanlıcadaki ‘(bir
şeye) alışmak’ anlamını istisnai bulur.
ALIŞIN- ‘alışmak, uyum sağlamak, düzene girmek’ (EK).
[< alış- ‘to take, or receive from one another’ (EDPT, 153) +
(-ın-)]
(ttkht.!)
Bu fiil EK alış- fiilinin pekiştirilmiş biçimi olmalıdır.
ALIŞTIR- ‘öğretmek, ehlileştirmek (at vs.); adapte etmek, katıl-
masını sağlamak; değiştirmek (kendi yararına), değiş tokuş
etmek’ (EK).
[< alış- ‘to take, or receive from one another’ (EDPT, 153) +
(-tur-)]
ET: alıştur- ‘(in der Hand) halten? // (elinde) tutmak?’ (UW, 2010:
47).

Bu EK örneğinde, CC alış- fiilinde bulunan ‘değiş tokuş et-


mek’ anlamı ortaya çıkmıştır.
ALTINLA- (bk. ALTUNLA-)
ALTINSUVLA- (bk. ALTUNSUVLA-)
ALTUNLA- (ve altınla-) ‘altın kaplamak, yaldızla süslemek’
(EK).
[< altun ‘gold’ (EDPT, 131; DTS, 40) + (+la-)]
OT: altunla- ‘altınla süslemek’ (ME, 86); ‘altınla bezemek, altınla
süslemek’ (KEF, 159); ‘bir şeye altın sürmek, yaldızlamak’ (İM,
499).

ALTUNLAN- ‘altınla kaplanmak veya işlenmek’ (EK).


[< altunla- ‘altınla süslemek’ (ME, 86) + (-n-)]
(ttkht.!)
ALTUNSUVLA- (ve altınsuvla-) ‘altınla kaplamak veya süsle-
mek’ (EK).
[< altun suv ‘altın su’207 + (+la-)]
207 EK’da müstakil bir örneği bulunmaz. Diğer ek almış şekli altınsuvlu, altunsuvlu,
altunsovlu’dur (bk. Garkavets, 2010: 88).
162 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
ANDI- ‘sabırsızlıkla beklemek, gözetlemek, pusu kurmak’ (CC).
[< *aŋ + (+dı-)]
OT: a ŋdı- ‘to snare’ (DLTa I, 251).208

Brockelmann’a göre bu sözcük aŋ ‘yanak, yan’ tabanına da-


yanır (1954: 217). Taş da DLT verisi aŋdı- ‘av için pusuya
yatmak’yı farklı bir anlamı ile aŋ ‘av’ sözcüğüne bağlar (2009:
91). Bununla birlikte, Clauson’da görüldüğü kadarıyla tarihî
dönemlerde yalnızca Irk Bitig’de e ŋ ‘av’ veya ‘yemek’ şeklinde
bir sözcük bulunmaktadır (1972: 166). Öyleyse sözcük doğru-
dan doğruya Moğ. aŋ ‘beast(s), wild animal(s) game; hunting’
(MED, 43) ile türetilmiş olmalıdır.
ANLANDIR- (bk. AYLANDIR-)
ANIḲLAN- ‘hazırlanmak’ (CC).
[< anuḳ la- ‘hazırlamak, hazır bulunmak’ (KB III, 21) + (-n-)]
OT: anuḳ lan- ‘hazırlanmak’ (ME, 91); ‘hazırlık yapmak’ (TA,
87); ‘hazırlanmak’ (İM, 501).

CC’de bu fiilin tabanı anuḳ la- olmasına rağmen, dönüşlülük


almış bu biçiminin düz ünlülü olması o dönemde fonolojik ge-
çiş sürecinin bir göstergesi olarak düşünülebilir.
ANLAN- (bk. AŊLAN-)
ANLAT- (bk. AŊLAT-)
ANUḲLA- ‘hazırlamak’ (CC).
[< anuḳ ‘ready’ (EDPT, 182; DTS, 46) + (+la-)]
OT: anuḳ la- ‘hazırlamak, hazır bulunmak’ (KB III, 21); ‘to find
something to be ready’209 (DLTa I, 248); ‘hazırlamak’ (KE II, 29);
ay. (Kİ, 4); anıḳ la- ‘hazırlamak’ (TZa, 140).
208 Buna ilaveten, Karaşlar’ın verdiği bilgiye göre, bu sözcük Çağatay Türkçesinde
Senglaḫ Lugati’nde de ‘gizlice araştırma yapmak, gizlice konuşmak’ şeklinde
bulunmaktadır (2012: 29).
209 Dankoff ve Kelly, DLT’deki Ol anuḳlādi näŋ̄ ni cümlesini şöyle çevirmiştir:
“He found the thing to be ready, so took it.” Clauson ise “he found the thing
ready and prepared and so took it.” seklinde yorumlar (1972: 183). Ercilasun
ve Akkoyunlu çevirisi ise “O, nesneyi yapılmış olarak hazır buldu ve aldı.”dır
(2014: 132). Ancak Clauson’un bu veri için belirlediği genel anlam “to prepare
(something Acc.), to make (it) ready”dir (1972: 183).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 163

CC’nin bu verisi orijinal yuvarlak ünlüyü korumaktadır.


AŊDIR- ‘anımsatmak’ (EK).
[< aŋ- ‘anmak, anlamak, dikkat etmek’210 (KB III, 20)211+ (-tur-
)]
OT: aŋdur- ‘bildirmek, hatırlatmak’ (ME, 88); ‘hatırlatmak’ (KE
II, 28); ‘hatırlatmak, aklına getirmek’ (NF III,18); ‘andırmak, ha-
tırlatmak’ (TA, 87); ay. (KEF, 159); ay. (İM, 500).

Gerek fiil tabanı gerekse fiilin kendisi OT’den önce gözükmez.


EK verisinde ettirgenlik ekinin düz ünlülü varyanta geçtiği
gözlenir.
AŊIL- ‘anılmak; bir anlama gelmek; adlandırılmak, (bir ad ile)
çağırılmak’ (EK).
[< aŋ- ‘anmak, anlamak, dikkat etmek’ (KB III, 20) + (-ıl-)]
OT: aŋıl- ‘yadolunmak’ (ML, 10); ‘zikredilmek, anılmak’ (HKT,
521); ‘anılmak, yad edilmek’ (İM, 500).

AŊLA- ‘anlamak’ (CC, EK).


[< aŋ ‘understanding, intelligence’ (EDPT, 165)212 + (-la-)]
ET: aŋla- ‘to understand’ (EDPT, 186; DTS, 47)213; ‘anlamak’
(KB II, 20); ‘to understand’ (DLTa I, 240); ‘anlamak’ (ME, 88);
‘anlamak; öğrenmek; sanmak’ (KE II, 28); ‘rozumieć’ (HŞ, 9);
‘anlamak’ (NF III, 18); ‘akıl erdirmek, anlamak’ (ML, 10); ‘an-
lamak’ (AOYB, 202); ay. (Kİ, 4); ‘to understand’ (İN, 88); ‘an-
lamak’ (GT, 203); ay. (İM, 500); ay. (KK, 100); ay. (TZa, 140);
aŋġla- ‘rozumieć’ (BM, 42); ‘anlamak’ (KH, 110); ay. (KFT, 940);
ay. (MG, 99).
210 Tezcan bu anlamı Clauson’un uygun gördüğü anlama paralel olarak ‘anmak,
hatırlamak’ olarak düzeltir (1981: 29).
211 Clauson’da KB verisi görülmez, bunun yerine en eski veri AH’dedir (bk. 1972:
168); ancak Arat’ın AH neşrinde böyle bir veri yoktur. Clauson’un aŋ- verisini
elde ettiği dizeler, DTS yazarları tarafından farklı değerlendirilerek aŋa- ‘разуметь,
понимать’ (DTS, 46) verisini sunarlar. Ancak bu girişim tarihî tanıksızlık açısından
zayıf kalır.
212 Bu veri Çağatay eseri Senglaḫ’tandır. Daha eski kaynaklarda tek başına bulunmasa
da Erdal, EUT’de aŋlıg ve aŋsız verilerinin kayda geçtiğini söyler (1991: 429).
213 Erdal’a göre bu EUT verisi çok büyük olasılıkla bir yanlış okuma ürünüdür
(1991: 429). Röhrborn da bu fiile şüphe ile yaklaşmakta ve kayda geçenlerin
yanlış okuma/değerlendirme olduğunu belirtmektedir (2010: 64).
164 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

AŊLAGANLAT- (bk. 1.3.3.)


AŊLAN- (ve anlan-) ‘kavranmak, bilincine varılmak; kavramak,
bilincine varmak’ (EK).
[< aŋla- ‘to understand’ (EDPT, 186; DTS, 47) + (-n-)]
(ttkht.!)
AŊLAT- (ve anlat-) ‘açıklamak, anlatmak; haber vermek, bilgi-
lendirmek, duyurmak, bildirmek, göstermek’ (EK).
[< aŋla- ‘to understand’ (EDPT, 186; DTS, 47) + (-t-)]
OT: a ŋlat- ‘anlatmak’ (ME, 88); ‘pouczyć, poinformować,
zawiadomić, opowiedzieć’ (HŞ, 9); ‘anlatmak’ (AOYB, 202); ‘bil-
dirmek, açıklamak’ (KEF, 159); ‘anlatmak’ (GT, 203).

AŊLATTIR- ‘açıklattırmak’ (EK).


[< aŋlat- ‘anlatmak’ (ME, 88) + (-tur-)]
(ttkht.!)
ARÇILA- ‘tartışmayı kesmek, başından savmak’ (CC).
[< Moğ. arçi- ‘to wipe, clean or dry by rubbing; to erase; to
weed’ (MED, 51) + (-la-)]
(ttkht.!)
Grønbech, CC verisi için karşılaştırma olarak Kalmukça arçl-
fiiline gönderme yapar (1942: 40). Karaşlar, ilkin Moğ. arçila-
‘aramak, bakmak, dikkat etmek, göz kulak olmak’ verisini dik-
kate almış ve sonra Csáki’nin arçi- ‘temizlemek’ (2006a: 35)214
ile CC verisini ilişkilendirdiğinden bahsetmiştir (2012: 30).
ARĠIZ- (ve arıġız-) ‘zayıflatmak, yormak’ (EK).
[< ar- ‘to be tired, exhausted, weak’ (EDPT, 193; DTS, 50) +
(-ġuz-)]
OT: arġuz- ‘yormak’ (ME, 92); ay. (KEF, 160).

Bu fiilin aldığı ettirgenlik eki rotatik biçime göre daha yeni


olduğu için ME’den önce tanıklanmamıştır. Aynı anlama sa-
hip arġur- fiili DLT’de tanıklanır (bk. Dankoff ve Kelly, 1982:
208).
ARI- ‘zayıflamak, güçten düşmek, tükenmek’ (EK).
[< ar- ‘to be tired, exhausted, weak’ (EDPT, 193) + (-ı-)]
214 Csáki son tahlilde bu fiilin arça ‘juniper’ ile ilişki olması gerektiğini belirtir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 165

OT: arı- ‘yorulmak’ (İM, 501).

Clauson, arı- ve aru- biçimlerinin genişleme olduklarını söy-


ler (1972: 193).
ARIĠIZ- (bk. ARĠIZ-)
ARILAT- ‘temizlemek’ (EK).
[< arıġla- ‘auslesen, das Schlechte entfernen // seçmek, bir şe-
yin kötülerini ayırmak’ (UW, 2010: 69) + (-t-)]
ET: arıġlat- ‘Druckvorlage schreiben lassen // basılacak metni
yazdırmak’ (UW 2010, 69).

ARIN- ‘arınmak, temiz, pür olmak; günahlardan, hastalıklardan


kurtulmak, iyileşmek’ (CC, EK).
[< arı- ‘to be, or become, clean, pure’ (EDPT, 198) + (-n-)]
ET: arın- ‘to cleanse oneself’ (EDPT, 235; DTS, 52); OT: arın-
‘temizlenmek’ (KB III, 23); ‘to wipe, wash oneself’ (DLTa I, 195);
‘очищаться’ (LST, 58); ‘yıkanmak, boy abdesti almak’ (RKT,
223); ‘temizlenmek, kurtulmak’ (KE II, 32); ‘temizlenmek, arın-
mak’ (MM, 200); ‘temizlenmek; günahtan arınmak’ (HKT, 526);
‘temizlenmek’ (Kİ, 5); ay. (KEF, 161); ay. (İM, 501); ay. (KFT,
491); ‘arınmak, temizlenmek’ (MG, 100); ‘temizlenmek’ (ELS,
34).

ARIT- ‘temizlemek; kabuğunu soymak, iç organları çıkarmak;


yenilemek; tedavi etmek; günahtan arındırmak’ (CC, EK).
[< arı- ‘to be, or become, clean, pure’ (EDPT, 198) + (-t-)]
ET: arıt- ‘to clean, or purify (something)’ (EDPT, 207; DTS, 53);
OT: arıt- ‘temizlenmek, temizletmek’ (KB III, 23); ‘to clean’
(DLTa II, 124); ‘чистить, очищаться’ (LST, 58); ‘temizlemek,
temize çıkarmak, günahtan arıtmak’ (RKT, 224); ‘temizlemek,
temizletme’ (KE II, 32); ‘temizlemek, arıtmak’ (MM, 200);
‘oszyścić’ (HŞ, 12); ‘temizlemek, günahtan arındırmak’ (NF III,
20); ‘temizlemek’ (ML, 11); ‘temizlemek, arıtmak’ (HKT, 526);
‘temizlemek’ (Kİ, 5); arut- ‘to clean’ (RH, 71); arıt- ‘temizlemek;
eleyerek, kalburlayarak temizini ayrıştırmak’ (KEF, 161); ‘te-
mizletmek’ (İM, 501); ‘arıtmak, temizlemek; kabuğunu soymak’
(TZa,141); ‘oczyścić’ (BM, 43); arıd- ‘temizlemek’ (KFT, 941);
arıt- ‘temizlemek, temizletmek’ (ESL, 34).
166 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ARITIL- ‘arındırılmak’ (EK).


[< arıt- ‘to clean, or purify (something)’ (EDPT, 207) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
ARITTIR- ‘temizletmek, arıttırmak’ (EK).
[< arıt- ‘to clean, or purify (something)’ (EDPT, 207) + (-tur-)]
(ttkht.!)
ARİLÄN- ‘ululanmak, kutsanmak, yüceltilmek’ (EK).
[< arıġla- ‘auslesen, das Schlechte entfernen // seçmek, bir şe-
yin kötülerini ayırmak’ (UW, 2010: 69) + (-t-)]
(ttkht.!)
ARİLÄT- ‘arındırmak (mec.), kutsallaştırmak, aziz saymak’ (EK).
[< arıġla- ‘auslesen, das Schlechte entfernen // seçmek, bir şe-
yin kötülerini ayırmak’ (UW 2010: 69) + (-t-)]
ET: arıġlat- ‘Druckvorlage schreiben lassen // basılacak metni
yazdırmak’ (UW 2010, 69).

Temelde EK arılat- fiili ile aynıdır; ancak Garkavets bu fiili


daha başka anlamlar ile takdim etmiştir.
ARTARLAN- ‘dürüst olmak; haklılığı ortaya çıkmak, aklanmak’
(EK).
[< Erm. artar ‘just, upright, faithful, honest, loyal, well dis-
posed, worthy, equitable, reasonable, legitimate ; justly, equi-
tably, truly’ (NDAE, 71) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
EK’da doğrudan artarla- tabanına rastlanmaz.
ARTARLAT- ‘dürüst kılmak; temize çıkarmak’ (EK).
[< Erm. artar ‘just, upright, faithful, honest, loyal, well dispo-
sed, worthy, equitable, reasonable, legitimate; justly, equitably,
truly’ (NDAE, 71) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
ARTIḪLA- ‘aşırı, fazla ve bol yapmak’ (EK).
[< artuḳ ‘additional, an extra amount’ (EDPT, 204) + (+la-)]
OT: artuḳ la- ‘fazlalaştırmak’ (KFT, 942).

Tabandaki yuvarlaklık EK’da düzleşmiştir.


TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 167

ARTIḪLAN- ‘aşırı, fazla veya gereksiz olmak, aşırıya kaçmak’


(EK).
[< artuḳ la- ‘fazlalaştırmak’ (KFT, 942) + (-n-)]
OT: artuḳ lan- ‘to go beyond its limit’ (DLTa I, 253).

Tabandaki yuvarlaklık EK’da düzleşmiştir.


ARTIL- ‘artmak, çoğalmak’ (EK).
[< art- ‘to become bigger, increase; to be, or become, excessi-
ve’ (EDPT, 201) + (-ıl-)]
OT: artıl- ‘возвеличиваться’ (LST, 59).

DLT’de sesteş bir artıl- bulunmakla birlikte bu fiil art- ‘yükle-


mek’ (bk. Clauson, 1972: 201) tabanından türemiş bir sözcük
olarak söz konusu artıl- ile ilişkili değildir.
ARTIR-I ‘aşmak, yenmek, geçmek’ (CC).
[< art (?) + (-ur-)]
(ttkht.!)
Clauson, hiçbir yorum yapmaksızın bu veriyi ET artur- içeri-
sinde vermiştir. Ancak fiil kesin bir şekilde ‘arttırmak’ anlam-
lı veriden farklıdır. Berta, fiilin anlamı üzerinde durmamıştır
(1996: 52). Karaşlar ise bu fiili ‘arttırmak’ anlamlı artur- ile
izah etmiştir (2012: 443).
Bu veri, anlamına istinaden, belki de CC’deki avstır- gibi isim
tabanına ettirgenlik getirilişi ile oluşmuştur.
ARTIR-II ‘çoğaltmak’ (EK).
[< art- ‘to become bigger, increase; to be, or become, excessi-
ve’ (EDPT, 201) + (-ur-)]
ET: artur- ‘to add on, make more’ (OTWF II, 710); OT: artur-
‘artırmak, arttırmak’ (KB III, 26); ‘to add; to exceed’ (DLTa
I, 205); ‘arttırmak, fazlalaştırmak’ (AH, V); ‘увеличивать,
возвеличивать’ (LST, 60); ‘arttırmak’ (ME, 93); ay. (KE II, 35);
‘çoğaltmak, artırmak’ (MM, 200); ‘powiększać’ (HŞ, 11); ‘artır-
mak’ (NF III, 22); ‘artırmak, çoğaltmak; üstün kılmak, üstün hâle
getirmek’ (HKT, 529); ‘çoğaltmak, artırmak’ (AOYB, 203); ‘ar-
168 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

tırmak’ (Kİ, 6); ‘çoğaltmak, artırmak’ (TA, 88); ay. (KEF, 161);
‘to add’ (İN, 89); ‘artırmak’ (GT, 205); ‘artırmak, fazlalaştırmak’
(İM, 502); ‘powiększać, pomnażać’ (BM, 42); ‘artırmak’ (KFT,
942); ‘artırmak, arttırmak’ (MG, 101); ‘artırmak, fazlalaştırmak’
(ELS, 35).

ARTLA- ‘temizlemek, arıtmak’ (EK).


[< arıt- ‘to clean, or purify (something)’ (EDPT, 207) + (-la-)]
(ttkht.!)
Büyük ihtimalle tabandaki ikinci hece ünlüsü düşmüştür. Bu
fiil, EAT’de arıtla- ‘ayıklamak, temizlemek’ şeklinde görül-
müştür (bk. TS I, 211).215
ARTTIR- ‘çoğaltmak, abartmak’ (EK).
[< art- ‘to become bigger, increase; to be, or become, excessi-
ve’ (EDPT, 201) + (-tur-)]

OT: arttur- ‘arttırmak, fazlalaştırmak’ (AH, IV, V; DTS, 57).

ARUVLAN- ‘temizlenmek, arınmak; doğru ve dürüst olmak’


(EK).
[< arıġla- ‘auslesen, das Schlechte entfernen // seçmek, bir şe-
yin kötülerini ayırmak’ (UW, 2010: 69) + (-n-)]
(ttkht.!)
EK arılan- ve EK arilän- fiillerinin benzeridir. Tabanındaki
biçim Kıpçak karakteristiğini yansıtmaktadır.
ARUVLAT- ‘temizlemek, arındırmak; haklı çıkarmak’ (EK).
[< arıġla- ‘auslesen, das Schlechte entfernen // seçmek, bir şe-
yin kötülerini ayırmak’ (UW, 2010: 69) + (-t-)]

ET: arıġlat- ‘Druckvorlage schreiben lassen // basılacak metni


yazdırmak’ (UW 2010, 69).

ARZULA- ‘arzulamak’ (CC).


[< Far. ārz ū ‘desire, wish, will’ (PED, 36) + (+la-)]
215 Bununla birlikte ayırtla-’nın metatetik biçimi olduğu düşünülür (bk. Tietze, 2002:
120).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 169

OT: arzula- ‘arzulamak, istemek, dilemek’ (KB III, 27); ‘желать’


(LST, 57); ‘arzu etmek, istemek, temenni etmek’ (RKT, 229); ‘öz-
lemek, istemek’ (ME, 93); ‘arzulamak, istemek’ (KE II, 36); ay.
(NF III, 22); ay. (HKT, 530); ay. (KEF, 162).

ASIL- ‘asılmak’ (CC, EK).


[< as- ‘to hang, suspend (something Acc., on something,); to
execute by hanging’ (EDPT, 240) + (-ıl)]
ET: asıl- ‘hängen, aufgehänt sein // asılı olmak, asılmak’ (UW
2010: 88; ayrıca bk. OTWF II, 654); OT: asıl- ‘asılmak’ (KB III,
29)216; ‘to be hung (on), be stuck (to)’ (DLTa I, 193); ‘asılmak’
(KE II, 37); ay. (NF III, 23); ‘yukarıda olan nesneye takılmak,
asılmak’ (ML, 12); ‘asılmak, sarkmak; idam edilmek’ (HKT, 532-
533); ‘asılmak’ (Kİ, 6); ‘asılmak, salınmak, sarkmak’ (KEF, 162),
‘asılmak’ (İM, 502); ‘być zawieszonym, zawiesić się, powiesić się’
(BM, 43); ‘asılmak’ (KFT, 492).

ASLANLANDIR- ‘aslan hâline getirmek’ (EK).


[< aslanlan- + (-tur-)]
(ttkht.!)
Tarihî metinlerde aslanlan- tabanına rastlanmamakla birlikte,
arslanla- gibi tartışmalı bir taban vardır. Clauson, DLT’deki
arslanlayu verisini bir fiil şekli olarak düşünürken, Dankoff ve
Kelly onu bir fiil yapısı, daha doğrusu bir zarf-fiil şekli olarak
düşünmemişlerdir. Aynı durum KB için de geçerlidir. Dizin
ekibi arslanlayu’yu zarf-fiil olarak düşünürken, Semih Tezcan
bunun isim olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır
(1981: 30).
ASRA- (bk. 1.3.5.)
ASRAL- ‘bakılmak, büyütülmek, beslenmek’ (EK).
[< Moğ. asra-217 (< asara-) ‘to be compassionate; to take care,
raise, foster, nourish, or support by charity; to be a benefactor
or philanthropist; to love’ (MED, 56) + (-l-)]
(ttkht.!)
216 Tezcan, bu fiilin esil- ‘azalmak, eksilmek’ şeklinde okunması gerektiğini söyler
(1980: 31).
217 Türkçe eserlerdeki ilk örneği EUT’de görülmektedir (bk. UW, 2010: 88). Karaşlar,
Moğolca taban hakkında ayrıntılı bilgi verir (bk. 2012: 399).
170 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ASRAT- ‘emanet ettirmek, baktırmak saklatmak’ (CC).


[< Moğ. asra- (< asara-) ‘to be compassionate; to take care,
raise, foster, nourish, or support by charity; to be a benefactor
or philanthropist; to love’ (MED, 56) + (-t-)]
(ttkht.!)
Berta, bu fiili derlemine almamıştır.
ASTIR- ‘astırmak’ (EK).
[< as- ‘to hang, suspend (something Acc., on something,); to
execute by hanging’ (EDPT, 240) + (-tur-)]
ET: astur-, asdur- ‘aufhängen lassen // astırmak’ (UW 2010: 91);
OT: astur- ‘to order or have something to be hung’ (DLTa I, 204);
‘заставить повесить’ (LST, 62).
AŞA- ‘yemek yemek; acıya tahammül etmek’ (CC, EK)
[< aş ‘food’ (EDPT, 253) + (+a-)]
ET: aşa- ‘to eat; (met.) to eat up, destroy or to enjoy, experience’
(EDPT, 256; DTS, 62); OT: aşa- ‘yemek, aş yemek’ (KB III, 31);
‘to eat’ (DLTa I, 281); ‘yemek yemek’ (KE II, 39); ‘jeść, spożuwać’
(HŞ, 13); ‘есть’ (MNa, 164); ‘yemek yemek’ (NF III, 24); ay. (TA,
89); ay. (GT, 206).
AŞAĠLAN- (bk. AŞAḪLAN-)
AŞAĠLAT- (bk. AŞAḪLAT-)
AŞAḪLA- ‘inmek, alçalmak; alçalmak (mec.); boyun eğmek’
(EK).
[< aşaḳ ‘foot of a mountain (Oġuz dialect)’ (DLTa I, 108) +
(+la-)]
OT: (DLT) aşaḳ la- ‘to underestimate, consider small’ (EDPT,
259; DTS, 62).218
AŞAḪLAN- (ve aşaġlan-) ‘inmek, alçalmak; alçalmak (mec.); bo-
yun eğmek, sinmek; eğilmek’ (EK).
[< aşaḳ la- ‘to underestimate, consider small’ (EDPT, 259) +
(-n-)]
218 Dankoff ve Kelly, bu veriyi uşaḳla- altına almıştır (bk. 1982: 248). Ercilasun
ve Akkoyunlu, ise aşaḳla- ve uşaḳla- olarak iki ayrı madde oluşturmuşlardır
(2014: 133). Ancak bu veride Dankoff ve Kelly’yi haklı çıkartabilecek bir nokta
bulunur, bu da aşaḳla- olarak düşünülen verinin sonunda, diğer bütün verilerde
olan geniş zaman ve mastar çekiminin olmamasıdır. Ayrıca DLT aşaḳ ‘foot of
mountain’ (DLTa I, 108) verisinin mecazî bir anlamı yoktur. Öyleyse bu madde
tek bir veri ve bu da uşaḳla- olabilir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 171

(ttkht.!)
AŞAḪLAT- (ve aşaġlat-) ‘alçaltmak, indirmek; boyun eğdirmek’
(EK).
[< aşaḳ la- ‘to underestimate, consider small’ (EDPT, 259) +
(-t-)]
(ttkht.!)
AŞAL- (bk. UŞAL-)
AŞIḪ- (bk. AŞIḲ-)
AŞIḪLAN- ‘acele etmek’ (EK).
[< aşuḳ- ‘hastig sein, in Eile sein // sabırsız olmak, acele et-
mek’ (UW, 2010: 96) + (-lan-)]
(ttkht.!)
AŞIḲ- (ve aşıḫ-) ‘acele etmek, koşturmak’ (CC, EK).
[< *aşu- (?) + (-ḳ-)]
ET: aşuḳ- ‘hastig sein, in Eile sein // sabırsız olmak, acele etmek’
(UW 2010: 96); OT: aşuḳ- ‘to long for’ (DLTa I, 190); ‘acele et-
mek, ivedilenmek; özlemek’ (KE II, 40); aşuḳ-, aşıḳ- ‘śpieszyć
się, szybko coś robić’ (HŞ, 14); aşıḳ- ‘acele etmek’ (ML, 94); ay.
(GT, 206); ay. (İM, 503); açıḳ- ‘ivmek’ (TZa, 136); aşıḳ- ‘ivmek,
acele etmek’ (TZa, 143); ‘acele etmek, kızmak’ (KH, 111); ‘acele
etmek’ (KFT, 943); ay. (MG, 103); ‘hiddetlenmek, kızmak; hızlı
yürümek, acele etmek’ (İH, 6).

Räsänen, bu fiili etimolojik olarak aş- fiilinin altında değer-


lendirmektedir (1969: 30). Sevortyan’a göre de bu fiil -(X)K ile
oluşur (ESTY, 1974: 217). Ancak -(X)K- fiilden fiil yapım eki
yuvarlak ünlü taşımadığı ve yuvarlak ünlüye sebep olacak bir
etken olmadığı için bu görüş zayıf kalır. Karaşlar; Karaman-
lıoğlunun izahını sunar (2012: 303). Buna göre, fiil -(X)K- ile
türetilmiştir; fakat DLT verisi olarak kullandığı aşu- ‘koşmak,
aşmak’ (1994: 50) esasında Atalay’ın yanlış çözümlemesi ile
ortaya çıkmış bir sözcüktür (bk. Atalay, 2006: 44). Erdal,
aşuḳ- fiilinin türemiş kabul edilebilmesinin, ancak aşun- ‘to
surpass, excel’ fiili ile ilişkisi kanıtlandığında mümkün oldu-
ğunu belirtir. Bununla birlikte o da bu fiili -(X)K altında değer-
lendirir (1992: 645).
Erdal’ın aşun- için yaptığı varsayıma istinaden (bk. aşın-), şu
söylenebilir ki, eğer aşun- fiili aşuḳ-’tan önce oluştu ise, analo-
ji ile onu etkilemiş olabilir.
172 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

AŞIN- ‘suç, kabahat veya günah işlemek’ (EK).


[< *aşu- (?) + (-n-)]

ET: aşun- ‘übertreffen // üstün olmak’ (UW 2010: 96); OT: aşun-
‘aşmak, geçmek’ (KB III, 32); ‘to go ahead of someone’ (DLTa
I,196); ‘опережать’ (LST, 67); ‘öne alınmak, önce olmak’ (RKT,
232).

Erdal’a göre bu biçim çok yaygın kullanılan aşnu zarf-fiilinin


ters türetimi ile meydana gelmiş olabilir, dolayısıyla fiilin ori-
jinal hali aşın- olmalıdır (1991: 590).
AŞIR- ‘atlatmak, aşırtmak’ (EK).
[< aş- ‘to cross (a mountain, etc. Acc., later Abl.) (EDPT, 255)’
+ (-ur-)]

ET: aşur- (to abduct)219 (OTWF II, 710); OT: aşur- ‘aşırmak, çı-
karmak’ (KE II, 40); ‘pozwolić minąć, przekroczyć’ (HŞ, 14);
‘переваливать’ (MNa, 161)220; ‘aşırmak, ağdırmak, çıkarmak’
(NF III, 24); ‘aşırmak, geçirmek’ (AOYB, 203); ‘aşırmak, geçir-
mek, ötesine götürmek’ (KEF, 163); ‘to move back’ (İN, 89); ‘aşır-
mak, geçirmek’ (MG, 103).

AŞLA- ‘(ağaç) aşılamak, parça nakletmek’ (EK).


[< aş ‘repaired part of a vessel’ (DLTa I, 118) + (+la-)]

OT: aşla- ‘to repair’ (DLTa I, 118); ‘sarmak, bağlamak’ (ME, 94);
‘ok kırıldığı zaman onu eklemek’ (Kİ, 7); ‘sarmak, bağlamak,
eklemek, kırık kemiği kaynaştırmak’ (KEF, 163); ‘соединять,
скреплять’ (TZb, 271)221; ‘çanağı düzeltmek, yemek koymak’
(İH, 6).

AŞLAN- ‘aşılanmak’ (EK).


[< ā şla- ‘to repair’ (DLTa I, 118) + (-n-)]
219 Erdal, EUT verisi için kesin bir anlam belirlememiştir. bäg yutuzug aşurup adirsar
‘if a husband has his wife by obduction (abduction olmalı) and by separating her
(from her family)’ cümlesinden anlaşıldığı kadarıyla verilen anlamdır.
220 Bununla birlikte, Gandjei’de aşır- ‘oltrepassare’ (1959: 92). Clauson, iki şekli
de sözlüğünde belirtir (1972: 265).
221 Atalay, sadece ‘yemek yemek’ anlamı ile bir veri sunar (TZa, 143).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 173

OT: aşlan- ‘kaynaşmak, eklenmek’ (ME, 94); ‘być naprawionym,


zalatanym’ (HŞ, 13); ‘kaynaşmak, kırık kemik birleşmek, eklen-
mek’ (KEF, 163); ‘eklenmek, ulanmak’ (MG, 103).

AŞTIR- ‘aştırmak, geçirtmek’ (EK).


[< aş- ‘to cross (a mountain, etc. Acc., later Abl.) (EDPT, 255)’
+ (-tur-)]
OT: aşdur- ‘aşırmak’ (KE II, 39).

aş- fiili çoğunlukla -Ur- ile ettirgen kılındığı için, bu varyant


tarihî dönemde nadir görülmüştür.
ATA- ‘ad vermek; vadetmek’ (EK).
[< at ‘name; title; good name, reputation’ (EDPT, 32) + (+a-)]
ET: ata- ‘to call out (someone’s) name; to call out (someone); to
call’ (EDPT, 42; DTS, 66); OT: ata- ‘ad vermek, adlandırmak’
(KB III, 35); ‘дать имя; назначать’ (LST, 63); ‘adını söylemek’
(RKT, 235); ada- ‘adlandırmak’ (ME, 83); ata- ‘adlandırmak, ad
vermek, adını anmak; -den saymak’ (KE II, 45); ‘adlandırmak,
saymak’ (MM, 201); ‘nazywać, mianować’ (HŞ, 15); ‘ad vermek,
adlandırmak’ (NF III, 26); ‘at komak’ (ML, 13); ata-, ada- ‘isim
vermek, adlandırmak; nispet etmek’ (HKT, 505, 538); ata- ‘ad
vermek, adlandırmak’ (KEF, 164); ada- ‘ad vermek’ (TZa, 136).

ATAL- (ve atıl- II) ‘adlandırılmak; vadedilmek, miras bırakılmak’


(EK).
[< ata- ‘to call out (someone’s) name; to call out (someone); to
call’ (EDPT, 42) + (-l-)]
(ttkht.!)
ATḪALA- ‘(sık.) atmak, fırlatmak’ (EK).
[< at- ‘to throw, to shoot’ (EDPT, 36) + (-ḳala-)]
(ttkht.!)
ATḪAR- (bk. AḪTAR-)
ATIL-I ‘atılmak, fırlatılmak, ateşlenmek; dört dönmek’ (EK).
[< at- ‘to throw, to shoot’ (EDPT, 36) + (-ıl-)]
OT: atıl- ‘(an arrow) to be shot; to split’ (DLTa I, 191); ‘atılmak’
(KE II, 46); ‘rzucać się, denerwować się; być wyrzuconym,
174 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

wystrzelonym (o łuku)’ (HŞ, 16); ‘atılmak, kovulmak’ (HKT,


538); ‘atılmak’ (KEF, 164); ay. (İM, 503); ‘atılmak, kakıştırılmak’
(TZa, 143).

ATIL-II (bk. ATAL-)


ATLA- ‘atlamak; adım atmak, yürümek; hareket etmek’ (CC, EK).
[< at ‘horse’ (EDPT, 33) + (+la-)] veya [< *at ‘adım’ + (+la-)
veya *at- ‘adım atmak’ + (-la-)]

ET: atla- ‘reiten // ata binmek, at sırtında gitmek’ (UW 2010:


102; OTWF II, 431-432); OT: atla- ‘идти войной, выступать (с
войском)’ (DTS, 67; Bang&Rahmeti 1936: 53); ‘atlamak’ (ME,
94); ‘dosiąść konia’ (HŞ, 15); ‘(adım) atmak’ (NF III, 27); ay. (ML,
13); ‘adım atmak, atlamak’ (KEF, 164); ‘adım atmak; üzerinden
geçmek’ (İM, 503); ‘adım atmak’ (TZa, 144).

Karaşlar’ın da belirttiği üzere (2012: 332), Räsänen bu fiili


*at- ‘uzun adım atmak, üzerinden geçmek’ farazî fiiline bağ-
lar (1969: 31).222 Clauson, atla- fiilinin at ‘at’a dayanıp dayan-
madığının kesin olmadığını, ‘yola çıkmak, üzerine yürümek’
ve çoğunlukla ‘adımlamak, arşınlamak’ anlamlarını karşılı-
yor gibi gözüktüğünü, dolayısı ile başka bir köke dayandığını
belirtmektedir (1972: 58). Sevortyan, bu fiilin etimolojisi için
iki ve Türkiye Türkçesi için fazladan bir olasılık daha belirtir.
Ona göre, bu fiil:
I) *āt ~ *ā d ‘adım’ isim tabanından +lA- ile türetilmiştir;
II) *āt- ~ *ā d- ‘adım atmak’ fiil tabanından, sıklık eki -lA- ile
türetilmiştir ve
III) Türkçedeki ‘atlamak, sıçramak, sekmek’ anlamındaki fiil
muhtemelen at ‘at’tan +lA ile türetilmiş eşsesli atla- fiiline ait-
tir (ESTY 1974: 322).
222 Farazî olsa bile Tkm. ät̄ - ‘шагать’ ve Çuv. ot-, ut- ‘schreiten’ çağdaş şekillere
sahiptir (1969: 31).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 175

Yukarıdaki üç olasılık da geçerli olabilir; ancak bunlardan en


geçerli ve en şeffafı at ‘at’ isim tabanı ile türetilmiş olanıdır.
Sıklık eki ile türetilme öncelikle Orta Türkçeden itibaren or-
taya çıkmakta ve tek heceli tabanlara -AlA- (ve daha sonraları
-GAlA-) olarak eklenmektedir. Dolayısıyla bu fiili bir fiilden
fiil biçimi olarak düşünmek zordur.
ATLAN-I ‘ata binmek, binmek; sefere çıkmak, atağa kalkmak’
(CC, EK)
[< atla- ‘reiten // ata binmek, at sırtında gitmek’ (UW 2010:
102) + (-n-)]
ET: atlan- ‘steigen, aufsteigen // (ata) binmek; losreiten, aufbrec-
hen // (at sırtında) yola koyulmak’ (UW 2010, 102-103); OT: ‘at-
lanmak, ata binmek’ (KB III, 37); ‘to mount; to climb’ (DLTa I,
222); ‘ata binmek’ (RKT, 235); ay. (ME, 94); ‘süvari olmak, ata
binmek’ (KE II, 46); ‘dosiadać konia, wyruszać konno’ (HŞ, 15);
‘ata binmek, süvari olmak, (NF III, 27); ‘ata binmek’ (ML, 13);
ay. (Kİ, 7).

(!) ATLAN-II ‘adlandırılmak; ünlü olmak’ (EK).


[< at ‘name’ (EDPT, 32) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
Garkavets’te yer almayan bu verinin geçerliliği şüphelidir.
ATLAT- ‘adlandırmak, çağırmak’ (EK).
[< at ‘name’ (EDPT, 32) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
AVADANLIḪLAT- ‘geliştirmek, kalkındırmak’ (EK).
[< avadanlıḫ ‘благоустройство, благоустроенность,
обустроенное, обжитое, благоустроенное, обитаемое
место’ (KS, 169) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
AVLA- (ve ola-, ula-) ‘avlamak, balık tutmak’ (EK).
[< av ‘hunting wild game’ (EDPT, 10) + (+la-)]
ET: avla- ‘to hunt (wild game)’ (EDPT, 10; DTS, 70); OT: avla-
‘avlamak’ (KB III, 38); ‘to go hunting; to crowd around someone’
(DLTa I, 238); awla- ‘avlamak’ (RKT, 236); ay. (ME, 94); av ̇ la-,
avla- ‘avlamak’ (KE II, 47); av ̇ la- ‘polować (na zwierzynę)’ (HŞ,
176 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

16); avla- ‘ловить, поймать, охотится’ (MNa,168); av ̇ la- ‘avla-


mak’ (NF III, 28); avla- ‘avla meşgul olmak, avlanmak’ (ML,13);
av ̇ la- ‘avlamak, avlanmak’ (HKT, 539); avla- ‘avlamak’ (Kİ, 7);
ay. (TA, 89); ‘hunting’ (RH, 310); av ̇ la- ‘avlamak, yakalamak’
(KEF, 165); avla- ‘avlamak’ (GT, 207); av ̇ la- ‘av yapmak, avla-
mak’ (İM, 504); avla- ‘avlamak’ (TZa, 144); ‘polować’ (BM, 43);
‘avlamak, avlanmak’ (KH, 112); ‘avlamak’ (KFT, 944); (av) avla-
‘avlamak’ (DM, 72).

AVLAḪLAN- ‘geniş, ferah olmak, genişlemek’ (EK).


[< avlaḳ ‘bozkır, kıraç, ıssız yer’ (CC, 643) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
AVLAḪLAT- ‘yaymak, genişletmek’ (EK).
[< avlaḳ ‘bozkır, kıraç, ıssız yer’ (CC, 643) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
AVLAN- ‘yakalanmak, ağ vb. ile tutulmak’ (EK).
[< avla- ‘to hunt (wild game)’ (EDPT, 10) + (-n-)]

OT: avlan- ‘to hunt’ (DLT a I, 245); av ̇ lan- ‘avlanmak, yakalan-


mak’ (KEF, 165); ‘avlanmak’ (İM, 504); ay. (KFT, 944).

AVURLA- (bk. AĠIRLA-)


AYA- ‘reddetmek, karşı çıkmak, inkar etmek; acımak, esirgemek,
korumak’ (CC, EK).
[< ?]

ET: aya- ‘to treat (a person) with respect, to honour; to preserve (a


thing), to look after it carefully’ (EDPT, 264); OT: aya- ‘acımak,
korumak’ (KB III, 45); ‘to take (good) care of; to honour’ (DLTa
I, 230); ‘esirgemek, sakınmak’ (GT, 208);’kısmırlık etmek’ (TZa,
145).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 177

Etimolojisi belirsizdir. Räsänen, bu fiili Krg. ‘korku’ anlamın-


daki ay sözcüğüne dayandırır (1969: 11). Sevortyan ise birkaç
farklı veri sunar: Öncelikle Radloff sözlüğünde bulunan ay
‘gerçek fikir’, ‘kural, ilke’, ‘açıklama’ ve aya ‘en iyi’ sözcükle-
rine dayandırılabileceğini söyler. Melioranski’nin aymaḳ veya
ayamaḳ okunabilen (‫‘ )ﻖﺎﻤﻳﺍ‬saygı duymak, yeğ tutmak; göz
yummak, görmezden gelmek’ ve Anadolu ağzındaki ay- ‘gö-
zetlemek, korumak’ verilerini paylaşır. Altay dillerindeki eş-
sesli verileri de dikkat çeker; fakat nihai bir etimoloji yapmaz
(ESTY, 1974: 102).
Eldeki verideki dikkat çekici taraf, daha eski eserlerde bulun-
mayan ‘karşı çıkmak, inkâr etmek’ anlamıdır. Sevortyan, aya-
için dört ana anlam belirlemiştir. Üçüncü sırada ise söz konusu
ve buna paralel anlamların Karayca ve Anadolu ağızlarında
kayda geçtiğini gösterir (ESTY, 1974: 101). Buna Çağatay
Türkçesindeki ‘karşı koymak, vermemek, esirgemek’ anlam-
lar da ilave edilebilir (bk. Clauson, 1972: 264).
AYAĠIŞ- ‘ayaklı başlı yatmak’ (CC).
[< adạ ḳ ı- + (-ş-) veya adạ ḳ ‘leg, foot’ (EDPT, 45) + (+ış-)]
(ttkht.!)
Karaşlar, ayaġı- fiilinden -(X)ş- işteşlik eki ile türetildiğini
söyler (2012: 381). Bununla birlikte ayaġı- tabanı hiçbir metin-
de tanıklanmaz.
(!) AYAL-I ‘reddedilmek, aşağılanmak’ (EK).
[< aya- ‘to treat (a person) with respect, to honour; to preserve
(a thing), to look after it carefully’ (EDPT, 264) + (-l-)]
(ttkht.!)
Garkavets’teki verilere göre EK’daki tek ayal- fiili, uyal- fiili-
nin diğer fonetik biçimidir. Dolayısıyla bu verinin gerçekliği
tartışmalıdır.
AYAL-II (bk. UYAL-)
AYAMALAN- ‘üzüntü duymak; bakılmak, ilgilenilmek’ (EK).
[< ayamala- + (-n-)]
(ttkht.!)
Fiilin, kendisi gibi ayamala- tabanı da diğer tarihî eserlerde
yoktur. EK metinlerine has bir fiildir.
178 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

AYAN- ‘korumak, esirgemek’ (CC, EK).


[< aya- ‘to treat (a person) with respect, to honour; to preserve
(a thing), to look after it carefully’ (EDPT, 264) + (-n-)]
ET: ayan- ‘verehrt werden, geehrt weden // sayılmak, saygı göste-
rilmek, tapılmak’ (UW, 2010: 114).

AYBLA- (ve ayıbla-, ayıpla-) ‘ayıplamak; alay etmek; tenkit et-


mek, azarlamak’ (EK).
[< Ar. cayb + (+la-)]

OT: caybla- ‘ayıplamak’ (ME, 95); ‘zawstydzać, ganić’ (HŞ, 6);


‘ayıplamak, yermek’ (NF III, 36); ay. (İM, 36).

AYBLAN- ‘ayıba, iftiraya, saygısızlığa maruz bırakılmak, küçük


düşürülmek’ (EK).
[< caybla- ‘ayıplamak’ (ME, 95) + (-n-)]
(ttkht.!)
AYBLANDIR- ‘suçlatmak, saygısızlık yaptırmak, hakaret ettir-
mek’ (EK).
[< ayblan- + (-tur-)]
(ttkht.!)
AYĠAḲLA- ‘ihanet etmek’ (CC).
[< ayġaḳ + (+la-)]
(ttkht.!)
Karaşlar, Doerfer’in ayġaḳ sözcüğü ile ilgili verdiği bilgile-
re yer verir (2012: 235). Farsçaya geçmiş bu verinin o dildeki
anlamı ‘muhbir, dalkavuk’ olup Doerfer’in sunduğu tarihî ta-
nıklara göre bu taban Çağatay döneminde (ayḳ aḳ biçimi ile de)
‘boş, saçma konuşma (ve konuşan); dedikodu (ve bunu yapan);
iftiracı’ anlamlarındadır (1965: 187-189; ayrıca bk. Pavet de
Courteille, 1870: 118; Kúnos, 1902: 8).
Bu fiil Moğolcaya da geçmiştir: ayi ḫaḫla- ‘bilgi vermek, ifşa
etmek’ (Doerfer, 1965: 189).
AYIBLA- (bk. AYBLA-)
AYIN- ‘uyanmak, ayılmak, bilincine kavuşmak’ (EK).
[< *aḏ- veya *aḏı- + (-ın-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 179

ET: aḏ ın- ‘to sober up, recover from drunkness’ (EDPT, 61); OT:
ayın- ‘aklı başına gelmek, iyileşmek’ (İM, 504).

Clauson, KB’deki bir ança aḏın ‘sober up a little’ (2374)’daki


unsuru fiil olarak kabul etmiş; ancak Arat bunu isim olarak de-
ğerlendirmiştir (KB III, 6).223 Bunun dışında KB ve DLT aynı
anlamda aḏıl- ‘ayılmak’ (KB III, 6), aḏil- ‘to come to one’s
sense’ (DLTa I, 192) örnekleri vardır.224
Fiilin tabanı hakkında farklı yaklaşımlar mevcuttur. Clauson,
aḏın- fiilini, aḏıl- ‘to sober up, recover from drunkenness’ ve
aḏıġ ‘sober’ sözcükleri ile aynı farazî köke bağlar (1972: 61).
Röhrborn da onunla hemfikirdir (2010: 8). Erdal ise ET’deki
adıl, adın, adıl-, adın-, adır- sözcüklerinin tamamını geçişli
bir *ad veya *adı- tabanına bağlar (1991: 535, 584-585).
AYIPLA- (bk. AYBLA-)
AYIR- ‘ayırmak, bölmek; seçmek, çözmek, açıklamak, yorumla-
mak, dışa vurmak’ (CC, EK).
[< *aḏ- + (-ır-) veya *aḏı- + (-r-)]
ET: aḏ ır- ‘to separate (two different things, or something, from );
to distinguish (between things); to single out, prefer (something)’
(EDPT, 66; DTS, 12); OT: aḏ ır- ‘ayırmak’ (KB III, 6); ‘to discri-
minate, separate’ (DLTa I, 183); adır- ‘отделять’ (LST, 40; ayur-
(LST, 46); aḏ ır- ‘açıklamak; hüküm vermek; ayırt etmek’ (RKT,
204); ayır- ‘ayırmak’ (ME, 95); aḏ ır- ‘ayırmak’ (KE II, 7), ayır-
(KE II, 62); aḏ ır- ‘oddzielić, rozłączyć; zabrać’ (HŞ, 4); ‘ayırmak’
(NF III, 6); aḏ ır- ‘ayırmak’ (HKT, 506), ayır- (HKT, 541); ayır-
‘tefrik etmek’ (Kİ, 8); ayır- ‘ayırmak, birbirinden uzaklaştırmak’
(KEF, 166), aḏ ır- (KEF, 155); ayır- ‘ayırmak’ (GT, 209); ‘kesip
ayırmak; ayrımak, seçmek; ayırmak, uzaklaştırmak; ayırmak,
bölmek; birbirinden ayrımak’ (İM, 504); ‘ayırmak’ (TZa, 145);
‘oddzielać, rozłączać’ (BM, 42); ‘ayırmak; uzaklaştırmak’ (MG,
107); ‘ayırmak’ (ELS, 36).
223 Erdal, bu verinin Clauson’un verdiği şekilde okunamayacağını söyler (1991:
585).
224 Erdal, bu tercih değişikliğine temas eder (1991: 585).
180 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Fiil tabanı ile ilgili mevzu ayın- fiilinde tartışılmıştır. Bilim


adamlarının büyük çoğunluğu bu fiili ettirgen kategorisinde
değerlendirmektedir. Bununla birlikte Erdal, bu fiili çatı göre-
vi ve ne ifade ettiği açık olmayan bir -r- eki ile düşünmektedir
(1991: 538).225Erdal’ı böyle düşünmeye iten, ettirgen biçimin
ET’de istinasız -Ur- ile olması olmalıdır. Yani bu fiil eğer bir
ettirgen biçimi olsaydı aḏur- olmalı idi.
AYIRIL- (ve ayrıl-) ‘ayrılmak, bölünmek; (hukuken) boşanmak;
uzaklaşmak; ayırt edilmek, okunaklı, anlaşılır olmak; açıklan-
mak, yorumlanmak’ (EK).
[< aḏır- ‘to separate (two different things, or something, from
); to distinguish (between things); to single out, prefer (somet-
hing)’ (EDPT, 66) + (-ıl-)]
ET: aḏ rıl- ‘to be separated, parted; to break away from (someo-
ne)’ (EDPT, 68; DTS, 12); OT: aḏ rıl- ‘ayrılmak’ (KB III, 8); ‘to
diverge, to be separated’ (DLTa I, 218); adrıl-, adrul- ‘отделяться;
удаляться’ (LST, 41); ayrıl- ‘отделяться один от другого’ (LST,
45), ayrul- (LST, 46), aḏ rıl- ‘ayrılmak, bir kenara çekilmek’ (RKT,
205); aḏ rıl- ‘ayrılmak’ (ME, 84); ayrıl- (ME, 95); aḏ rıl- ‘ay.’ (KE
II, 7); aḏ rıl- ‘rozstawać się, oddalać się, rozłączyć się’ (HŞ, 4),
ayrıl- ‘ay.’ (HŞ, 6); ayrıl- ‘различаться’ (MNa, 200); aḏ rıl- ‘ay-
rılmak’ (NF III, 6); ayrıl- ‘ayrılıp yalnız kalmak, ayrılmak’ (ML,
14); aḏ rıl- ‘seçilip ayrılmak; uzaklaşmak, terketmek, ayrılmak;
evlilik birliğini bozmak’ (HKT, 506), ayrıl- (HKT, 544); ayrıl-
‘ayrılmak’ (AOYB, 203); ay. (TA, 90); aḏ rıl- ‘ayrılmak; birbirin-
den uzaklaşmak; uzaklaştırılmak’ (KEF, 155), ayrıl- (KEF, 166);
ayrıl- ‘ayrılmak’ (GT, 209); ayrıl-, ayrul- ‘bölünmek, ayrılmak;
ayrılmak; uzaklaşmak; kesilip ayrılmak, parçalara ayrılmak’ (İM,
505); ayrıl- ‘ayrılmak’ (KFT, 945); ay. (MG, 107).

AYIRT- ‘böldürtmek, ayırtmak; uzaklaştırtmak’ (EK).


[< aḏır- ‘to separate (two different things, or something, from
); to distinguish (between things); to single out, prefer (somet-
hing)’ (EDPT, 66) + (-t-)]
225 Röhrborn da Erdal’a katılıyor gözükmektedir (2010: 8).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 181

ET: aḏ ırt- ‘to distinguish’226 (EDPT, 68; DTS, 12); OT: aḏ ırt-
‘ayırtmak, ayırt etmek’ (KB III, 7).

AYIVSUN- (bk. HAYIFSIN-)


AYL[A]- ‘(bk. AYA-)’ (EK).
[< aya- ‘to treat (a person) with respect, to honour; to preserve
(a thing), to look after it carefully’ (EDPT, 264) + (-la-)]
(ttkht.!)
Büyük ihtimalle yukarıda belirtildiği üzere aya- fiili ile nötr
işlevli -lA- ile türetilmiştir.
AYLAN- ‘dönmek, yuvarlanmak, kıvranmak, eğrilip bükülmek;
değişmek; (gram.) çekimlenmek’ (EK).
[< ayla- ‘çevirmek’ (TZa, 145) + (-n-)]
OT: aylan- ‘dönmek, daireler çizmek’ (ME, 95); ‘dönmek, devir
etmek, çevrilmek’ (TZa, 145); eylen- ‘dönmek, döndermek’ (ELS,
52).

AYLANDIR- (ve anlandır-) ‘döndürmek, dürmek; yerinden oy-


natmak; değiştirmek; (dilb.) çekim yapmak’ (EK).
[< aylan- ‘dönmek, daireler çizmek’ (ME, 95) + (-tur-)]
OT: aylandur-, aylandır- ‘döndürmek, çevirmek’ (MG, 107).

AYNI- ‘dönmek, bulanmak’ (CC).


[< aḏın ‘other, another’ (EDPT, 60) + (+a-)]
OT: aḏ na- ‘to change’ (DLTa I, 239); äynä- ‘изменяться, менять
цвет’ (LST, 70); aḏ na- ‘değişmek, kötüleşmek’ (RKT, 205);
ayna- ‘değişmek, bir halden başka bir hâle geçmek’ (ME, 95);
aḏ na- ‘değişmek, başkalaşmak, bozulmak’ (KE II, 7), ayna- ‘de-
ğişmek, bozulmak’ (KE II, 62); ayın- ‘değişmek, durum değiş-
tirmek’ (MM, 202); ayna- ‘odmieniać się, zmieniać się’ (HŞ, 6);
‘değişmek, bozulmak’ (NF III, 36); aḏ na- ‘rengi atmak’ (ML, 7);
ayna- ‘bozulmak’ (HKT, 543); ‘to change, change color’ (RH,
126); aḏ na- ‘değişmek, bozulmak; bir halden diğer hâle geçmek’
226 Örnekten çıkartılan anlamdır. Clauson, bu fiilin aḏır- ile neredeyse eş anlamlı ve
bazı biçimlerde bunları birbirinden ayırt etmenin güç olduğunu söyler.
182 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(KEF, 155); ayna-, aynı- ay. (KEF, 166); ayna- ‘(rengi) değişmek,
atmak, güneş bozmak’ (İH, 6).

Daha eski örneklerden anlaşıldığı kadarıyla bu fiil +A- ile türe-


tilmiştir.227 Son sesin daralması KEF’te görülmektedir ve bü-
yük ihtimalle MM’de de yaşanmıştır.
AYRIL- (bk. AYIRIL-)
AYT- ‘demek, söylemek; telaffuz etmek; beyan etmek; okumak
(ilahi), şarkı söylemek; adlandırmak; anlamına gelmek; emret-
mek; izin vermek (CC, EK).
[< ay- ‘to speak; to say, declare, prescribe (something); to say’
(EDPT, 266) + (-t-)] veya [<*ayı- + (-t-) ]

ET: ayıt- ‘to make (someone Dat.) speak, to ask’228 (EDPT, 268;
DTS, 30); OT: ayıt- ‘sormak; söylemek, demek’ (KB III, 46);
‘to talk, to ask for words’ (DLTa I, 203); ‘söylemek’ (AH, VI);
ayut- ‘говорит; заставлять говорить; спрашивать (?)’ (LST,
46); ayt- ‘1. demek, söylemek, 2. iddia etmek’ (RKT, 241-242);
‘demek, söylemek’ (ME, 96); ‘söylemek, demek’ (KE II, 63); ayt-,
ayıt- ‘söylemek, demek’ (MM, 202); ayıt- ‘putać, mowić’ (HŞ, 6);
ayt- ‘сказать, говорить, рассказывать, изложить’ (MNa, 169);
ayıt- ‘söylemek’ (NF III, 36), ayt- ‘demek söylemek’ (NF III, 37);
ayt- ‘söylemek, demek’ (ML, 14); ‘söylemek, demek; sormak;
anlatmak, nakletmek; iddia etmek’ (HKT, 544); ayıt- ‘söylemek’
(AOYB, 203); ay. (Kİ, 8); ay(ı)t- ‘demek, söylemek’ (TA, 90);
ayıt-229 ‘to speak, talk’ (RH, 62); ayt- ‘demek, söylemek’ (KEF,
166); ayıt-, ayt- ‘to say; to argue; mean’ (İN, 89); ‘söylemek, de-
mek’ (GT, 209); ayıt- ‘söylemek, demek’ (İM, 505); ey(i)t- ‘söyle-
mek, demek’ (KK, 108); ayıt- ‘ayıtmak, söylemek, hitap etmek’
(TZa, 145); ayt- ‘mówić’ (BM, 41); ‘söylemek, demek’ (KH, 111);
eyid-, eyit- ‘söylemek’ (KFT, 984), iyid- (KFT, 1011); ayıt- ‘söyle-
mek, demek’ (MG, 107); ayt- ‘söylemek, demek’ (DM, 73); ayd-
‘söylemek, demek’ (ESL, 36) eyit- (ESL, 50).
227 Berta da aslî morfem analizini bu şekilde yapar (1996: 55).
228 Clauson, buradaki ilk açıklamayı ikinciye bağlar, yani aslî anlam ‘to ask’tir.
229 Emir çekiminde verilen bu fiilin Arap harfli formunda emir pekiştirme eki kâf
ile verilmiştir, dolayısıyla eyit- olarak okunması da muhtemeldir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 183

Genel yaklaşım bu fiilin ay- fiilinin ettirgen biçimi olduğu


yönünde; bununla birlikte Erdal, geniş zaman biçimi ayur <
*ayıyur ve ET ayık ‘vaat’ verisine istinaden bu fiilin *adı- <
adX- biçimine dayandığını belirtir (1991: 763).
AYTIL- (ve haytıl-) ‘söylenmek, anlatılmak, ifade edilmek’ (CC,
EK).
[< ayıt- ‘to ask’ (EDPT, 268) + (-ıl-)]
OT: aytıl- ‘to be asked’ (DLTa I, 229); aytul- ‘быть сказанным,
говорится; сказать (при подчёркивании большей
почтительности)’ (LST, 46); aytıl- ‘denilmek, söylenmek’ (RKT,
242); ‘denmek, söylenmek’ (ME, 96); ‘söylenmek’ (KE II, 65); ay.
(NF III, 38); ‘söylenilmek, denilmek’ (İM, 505).

AYTIR- ‘itirafa zorlamak’ (CC).


[< ayıt- ‘to ask’ (EDPT, 268) + (-ur-)]
OT: aytur- ‘to make somebody speak’ (DLTa I, 229).

ayttur- ve benzerlerinin pek çok çağdaş Türk dilinde yaşadığı


(bk. Clauson, 1972: 269), aytur-’un tarihî metinlerde de çok
seyrek olduğu dikkate alınırsa, burada -Ur- ettirgenlik tercihi-
nin çok istisnaî olduğunu söylemek mümkündür.
AYUVSUN-230 (bk. HAYIFSIN-)
AZADLAT- ‘özgür kılmak; azletmek’ (EK).
[< Far. ā zā d ‘free, independent, liberated’ (PED, 42) + (+la-t-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte KFT’de azadla- ‘serbest bırakmak’
(945) verisine rastlanır.
AZARLA- ‘azarlamak; üzmek, incitmek’ (EK).
[< Far. ā zār ‘trouble, disorder, affliction; tormenting, reproac-
hing, teasing’ (PED, 42) + (+la-)]
OT: ā zā rla- ‘eziyet etmek, incitmek’ (RKT, 244); ‘incitmek’ (ME,
96); ‘azarlamak, eziyet ve işkence etmek’ (KE II, 67); ‘krzywdzić,
poniewiearać, strofować’ (HŞ, 17); ‘azarlamak, incitmek, eziyet
etmek, zarar vermek’ (NF III, 39); ‘azarlamak, dille incitmek,
230 Güvenç, bu fiili ET añıġ (> ayıġ) ‘kötü’ sözcüğüne dayandırır (bk. 2014: 115);
ancak bu sözcük Ar. hayf sözcüğünün bozulmuş biçimidir. Bunun yanı sıra
EK’daki bir tek ayuv sözcüğü vardır ve o da ‘медведь’ yani ‘ayı’ demektir
(bk. Garkavets, 2010: 190).
184 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

sözle karşı gelmek’ (KEF, 167); ‘azarlamak’ (TZa, 146); ‘ganić’


(BM, 43).

AZARLAN- ‘aşağılanmak, azarlanmak, kötü davranılmak’ (EK).


[< ā zārla- ‘eziyet etmek, incitmek’ (RKT, 244) + (-n-)]
OT: ā zā rlan- ‘gücenmek, incinmek’ (ME, 96); ‘azarlanmak, zarar
görmek, incinmek’ (KE II, 66); ‘czuć się pokrzywdzonym, być za-
wiedzionym, mieć przykrość’ (HŞ, 17); ‘azarlanmak, incitilmek’
(KEF, 167).

AZAŞ- ‘yolunu kaybetmek veya şaşırmak’ (CC).


[< az- ‘to go astray, to lose one’s way’ (EDPT, 279) + (-a-ş- /
-aş-) (?)] veya
[< azġaş- (?)]
OT: azġaş- ‘zıtlaşmak’ (MM, 202).

Gabain, bu verideki -aş- morfemini -ış- olarak kabul eder ve


pekiştirme görevinde olduğunu belirtir (1998: 87). Berta Orta
Kıpçakçada işteşlik bahsinde -Aş- allomorfunu belirtmiş ve
Memlûk sahasında görülen yaraş- (yar-’dan), tabaş- (tap-’dan)
ve baraş- biçimlerini sunmuştur; fakat bunlar arasında CC
azaş- yoktur (1996: 626). Dolayısıyla onun bu fiili bir işteşlik
unsuru olarak görmediği anlaşılmaktadır.
Karaşlar, bu fiili tanıklanmamış *aza- tabanına bağlar (2012:
381-382).
MM’deki örnek; CC örneğinin daha korunmuş bir biçimi ola-
rak düşünülürse eğer, eldeki sözcüğün morfolojik analizi de
farklı bir hâl alır. azġaş- fiili, büyük ihtimalle yine az- fiilinden
türetilmiş, -(X)G eki ile isimleştirilmiştir. Dolayısıyla eldeki
sözcük isim tabanı üzerine +A-ş- biçiminde türetilmiş olabilir.
AZĠIR- ‘yoldan çıkarmak, ayartmak’ (EK).
[< az- ‘to go astray, to lose one’s way’ (EDPT, 279) + (-ġur-)]
ET: azġur- ‘to lead astray’ (EDPT, 284; DTS, 72); OT: azġur- ‘az-
dırmak, yoldan çıkarmak’ (ME, 96); ‘azdırmak, hak yoldan çı-
karmak’ (NF III, 40); ‘yoldan çıkarmak, azdırmak’ (HKT, 548);
azġar- ‘azdırmak, yoldan çıkarmak’ (GT, 211).

AZIḪLAN- ‘yiyecek, azık istiflemek veya hazırlamak’ (EK).


TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 185

[< azuḳ ‘food for a journey’ (EDPT, 283; DTS, 73) + (+la-n-)]
OT: azuḳ lan- ‘to obtain provisions’ (DLTa I, 242); ‘azık hazırla-
mak’ (KE II, 67).

AZIḪSIZ[LAN]- ‘azıksız olmak, yiyecek kıtlığı yaşamak’ (EK).


[< azıḫ sız ‘лишенный пищи, прожиточных средств, средств
к существованию, несостоятельный, нуждающийся,
бедствующий’ (KS, 193) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
AZLAT- ‘azaltmak, küçültmek’ (EK).
[< azla- ‘az görmek, azımsamak’ (KB III, 50)]
(ttkht.!) Bununla birlikte, KB ve DLT’de azlan- verisine rastla-
nır.
AZULAḪLAN- ‘küçülmek, azalmak’ (EK).
[< azulaḫ ‘маленький, коротенький, кратенький; немножко,
кратенько, вкратце, чуть-чуть, еле-еле, частично, кое-как,
кое-что, только, лишь, едва’ (KS, 194) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
Tarihî metinlerde EK dışında tanıklanmayan azulaḫ ,
Radloff’un sözlüğünde yer almaktadır: az ūlak ‘немножко
– ein klein wenig’. Radloff, Sibirya lehçelerinde (Teleüt, Ku-
mandı, Lebed, Şor) tanıkladığı bu sözcüğün azġılak gibi bir
biçiminden geldiğini düşünmektedir (1893: 573).
AZULAḪLAT- ‘azaltmak, küçültmek’ (EK).
[< azulaḫ ‘маленький, коротенький, кратенький; немножко,
кратенько, вкратце, чуть-чуть, еле-еле, частично, кое-как,
кое-что, только, лишь, едва’ (KS, 194) + (+la-t-)]
(ttkht.!)

B
BAĠLA- (ve bavla-, balġa- bayla-, bahla-) ‘bağlamak, birleştir-
mek, sıkıca tutturmak; bukağılamak’ (CC, EK).
[< bāġ ‘bound, tie, belt’ (EDPT, 310) + (+la-)]
ET: baġla- ‘to tie, fasten’ (EDPT, 314; DTS, 78); OT: baġla-
‘to tie’ (DLTa II, 299); ‘bağlamak’ (AH, VII); ‘завязывать,
186 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

привязывать’ (LST, 88); ‘bağlamak’ (RKT, 247); ‘bağlamak’


(ME, 97); ‘bağlamak, kapatmak, kilitlemek; ilgi kurmak’ (KE
II, 69); ‘bağlamak’ (MM, 203); ‘zawiązać, uwiązać, opasać,
zamknąć’ (HŞ, 23); ‘привязывать’ (MNa, 173); ‘bağlamak, ka-
patmak’ (NF III, 42); ‘bağla sıkıştırmak; bağlamak’ (ML, 15);
‘bağlamak, sağlamlaıştırmak; kilitlemek’ (HKT, 550); ‘bağlamak’
(AOYB, 204); ‘raptetmek’ (Kİ, 14); ‘bağlamak’ (TA, 91); ‘to bind’
(RH, 66, 125); ‘bağlamak; düğümlemek; kapamak; giyinmek;
sarmak; engel olmak; (sulamak için) suyun önünü açmak veya ka-
patmak, kaşları çatmak’ (KEF, 168); ‘to tie’ (İN, 89); ‘bağlamak’
(GT, 213); ‘düğümlemek; bağlamak, bir şeyi sağlamca bağlamak;
sarık sarmak; kapıyı kapamak’ (İM, 506); ‘bağlama’ (KK, 102);
‘bağlamak’ (TZa, 147), bayla- (TZa, 149); baġla- ‘zamukać’ (BM,
45); ‘bağlamak, sarmak, bantlamak’ (KH, 112); ‘bağlamak’ (KFT,
947); ay. (MG, 109).

ayla- versiyonu sadece TZ’de tanıklanır. Diğer fonetik biçim-


ler tanıklanmamıştır.
BAĠLAN- (ve bahlan-, baylan-) ‘bağlanmak, kenetlenmek, dü-
ğümlenmek’ (EK).
[< baġla- ‘to tie, fasten’ (EDPT, 314) + (-n-)]
OT: baġlan- ‘bağlanmak’ (KB III, 53); ‘to be tied’ (DLTa II, 81);
‘bağlanmak’ (AH, VII); ‘быть привязанным’ (LST, 88); ‘bağ-
lanmak’ (ME, 97); ay. (KE II, 69); ‘obwiązać się, opasać się,
przytroczyć’ (HŞ, 24); ‘bağlanmak, kapanmak’ (NF III, 42); ‘bağ-
lanmak’ (HKT, 550); ‘bağlanmak; (konuşan) tutulmak; belirsiz ve
gizli olmak, kapanmak’ (KEF, 168); ‘to be girded (sword, bow,
etc.)’ (İN, 89); ‘bağlanmak’ (GT, 213); ‘kuşanmak, takınmak; 2.
bağlanmak; 3. düğümlenmek, sıkıca bağlanmak’ (İM, 506); ‘bağ-
lanmak’ (KH, 113); ay. (KFT, 947); ay. (MG, 109).

BAĠILA- ‘teslim etmek, bağışlamak, devretmek’ (EK).


[< baġı(ş) (?) + (+la-)]
(ttkht.!)
Grunin, bu fiilde bilinçli olarak bir tamamlama yapmamıştır.
Çalışmasında baġışla- fiili de bulunur (bk. Grunin, 1967: 153).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 187

BAĠIN- (ve baḫın-) ‘bakınmak, izlemek, gözlemek, gözetlemek;


gözetim altında olmak’ (EK).
[< baḳ- ‘to look at’ (DLTa I, 395) + (-ın-)]

ET: baḳ ın- ‘to look at something for one’s own benefit; to look
around’ (OTWF II, 593); OT: baḳ ın- ‘bakınmak’ (KB III, 54); ‘to
consider’ (DLTa II, 34); ‘bakınmak, bakmak’ (AH, VII).

BAĠIŞLA- (ve baḫışla-) ‘bağışlamak, hediye etmek; affetmek’


(CC, EK).
[< İr. baġış ‘a gift’ (EDPT, 321)231 + (+la-)]

OT: baġışla- ‘bağışlamak’ (KB III, 53); ‘to present (a gift)’ (DLTa
II, 320); ‘дарить’ (LST, 88); ‘bağışlamak’ (ME, 96); ‘bağışla-
mak, affetmek; ihsan etmek, lutfetmek’ (KE II, 69); ‘bağışlamak’
(MM, 203); ‘darować, podarować, obdarzyć, przebaczać’ (HŞ,
24); ‘помиловать, пощадить, простить’ (MNa, 174); ‘bağışla-
mak, affetmek; bağışta, ihsanda bulunmak’ (NF III, 41); ‘bir nes-
neyi karşılıksız vermek’ (ML, 15); ‘vermek, bağışlamak’ (HKT,
549); baḳ ışla- ‘bağışlamak’ (TA, 91); baġışla- ‘bağışlamak, af-
fetmek; karşılıksız vermek’ (KEF, 168); ‘bağışlamak’ (GT, 212);
baġışla-, baḫışla- ‘bağışlamak, hibe etmek’ (İM, 506); baġışla-
‘bağışlamak’ (KK, 102); baḫışla- ‘podarować, darować’ (BM, 45);
baġışla- ‘bağışlamak, affetmek’ (KFT, 947); ‘bağışlamak’ (ELS,
37).

BAĠIŞLAN- (ve baḫışlan-) ‘hediye olarak sunulmak, bağışlan-


mak’ (EK).
[< baġışla- ‘bağışlamak’ (KB III, 53) + (-n-)]

OT: baġışlan- ‘to be presented’ (DLTa II, 325).

BAHLA- (bk. BAĠLA-)


BAḪIL- ‘dikkate alınmak, göz önünde bulundurulmak; refaakat,
nezaret edilmek’ (EK).
[< baḳ- ‘to look at’ (DLTa I, 395) + (-ıl-)]
231 Clauson, ‘bir İranî dilden’ demektedir.
188 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: baḳ ıl- ‘to be watched’ (DLTa II, 29); ‘bakılmak, değer veril-
mek; bakılmak’ (İM, 506).

BAḪIN- (bk. BAĠIN-)


BAḪTIR- ‘baktırmak, inceletmek, bakım vs. yaptırmak’ (EK).
[< baḳ- ‘to look at’ (DLTa I, 395) + (-tur-)]

OT: baḳ tır- ‘başkasını bakmağa sevketmek’ (ML, 16); ‘baktır-


mak’ (KK, 102); ay. (MG, 110).

BAḪIŞLA- (bk. BAĠIŞLA-)


BAḪIŞLAN- (bk. BAĠIŞLAN-)
BALÇIḪLAN- (ve barçḫlan-) ‘balçığa bulanmak, kirlenmek’
(EK).
[< balçıḳ ‘mud’ (DLT I, 349) + (+la-n-)] veya [< balçıḳ la- ‘ça-
mur sürmek’ (TA, 92) + (-n-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte aynı formda TA (s. 92), BM (s. 45) ve
balçaḳ la- formunda Kİ (s. 14)’de tanıklanır.
BALĠA- (bk. BAĠLA-)
BALḲI- (ve bal ḫ-) ‘parlamak, ışıldamak’ (CC, EK).
[< Ar. barḳ ‘lightning; flash of lightning’ (DMWĀ 53) + (+ı-)]
veya [< bal/balk ‘parıltı; alev’ + (+ı-)]

OT: bal ḳ ı- ‘parlamak, ışıldamak’ (KE II, 72); ‘promienieć,


jaśnieć, świecić się, błyszczeć’ (HŞ, 26); ‘şiddetle aydınlanmak,
parlamak’ (Kİ, 14).

Tietze’ye göre bu fiilin tabanı yukarıda gösterilen Arapça söz-


cüğe dayanır (2002: 208). Semantik ve fonetik açıdan (zira /r/
~ /l/ nöbetleşmesi yaygındır) uygun bir tespit olmakla birlikte
sözcüğün hep /l/’li varyantı tercih etmesi ilginçtir.232Sözcüğün
İslamiyet öncesi metinlerde tanıklanmaması Arapça köke da-
yanma düşüncesini destekler.
232 Tarama Sözlüğündeki verilerde /r/’li örnekler olmakla birlikte yine de ağırlık
/l/’li varyant lehinedir (I, 391-393).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 189

Sevortyan, bu fiili pek çok Türk dilinden örneklere getirerek,


bal (balk, balt genişlemiş biçimleri ile) yansıma tabanına da-
yandırır (ESTY, 1978: 56-57).
BALUḲLA- (ve baluḳ ra-) ‘balık avlamak/tutmak’ (CC).
[< balıḳ ‘fish’ (EDPT, 335; DTS, 80) + (+la-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte DLT’de balıḳ lan- ‘to be full of fish’
(DLTa II, 399) verisi mevcuttur.
Sözcük tabanındaki yuvarlaklık CC’ye mahsustur. Sebebi, bu
sözcüğün bir -(U)K biçimi olarak düşünülmüş olması olabilir.
Birinci bölümde belirtildiği gibi /r/’li varyant fonolojik bir bi-
çimdir.
BALUḲRA- (bk. BALUḲLA-)
BARABARLA- ‘aynı ve eşit kılmak; kıyaslamak’ (EK).
[< Far. bar-ā-bar ‘(breast to breast), equal, alike; plain, even;
uniform; accurate, exact’ (PED, 167) + (+la-)]

OT: ber ā berle- ‘birliktelik sağlamak’ (KFT, 951).

BARABARLAN- ‘eşitlenmek, denk yapılmak, benzer hâle geti-


rilmek’ (EK).
[< Far. bar-ā-bar ‘(breast to breast), equal, alike; plain, even;
uniform; accurate, exact’ (PED, 167) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BARABARLAT- ‘eşleştirmek, eşitlemek, uzlaştırmak, bir ve be-
raber kılmak’ (EK).
[< Far. bar-ā-bar ‘(breast to breast), equal, alike; plain, even;
uniform; accurate, exact’ (PED, 167) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
BARÇḪLAN- (bk. BALÇIḪLAN-)
BARDIR- ‘vardırmak’ (EK).
[< bar- “‘to go’ often more specifically ‘to go away’” (EDPT,
354; DTS, 83) + (-tur-)]
OT: bartur- ‘to make someone go’ (DLTa II, 47).

BARIL- ‘gidilmek, yürünmek’ (EK).


190 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< bar- “‘to go’ often more specifically ‘to go away’” (EDPT,
354; DTS, 83) + (-ıl-)]
ET: barıl- (Passive form of bar-) (EDPT, 365; DTS, 84); OT: ba-
rıl- ‘to be gone’ (DLTa II, 29).

BARIŞ- ‘barışmak, uzlaşmak, anlaşmak’ (EK).


[< bar- “‘to go’ often more specifically ‘to go away’” (EDPT, 354;
DTS, 83) + (-ış-)]
OT: barış- ‘birbirine gidip, gelmek, ziyaret etmek’ (KB III, 59);
‘to go to each other’ (DLT II, 12); ‘pogodzić się, żyć w zgodzie’
(HŞ, 27); ‘birlikte gitmek’ (HKT, 553); ‘barışmak’ (AOYB, 205);
‘barışmak, barış yapmak’ (TA, 92); ‘birlikte varmak, birlikte git-
mek’ (KEF, 170); ‘barışmak’ (GT, 214); baraş- ‘barışmak’ (KK,
102).

EK verisindeki anlam, Memlûk eserlerinden itibaren görülme-


ye başlamıştır.
BARIŞDIR- (bk. BARIŞTIR-)
BARIŞTIR- (ve barışdır-) ‘uzlaştırmak, anlaşmaya vardırmak’
(EK).
[< barış- ‘birbirine gidip, gelmek, ziyaret etmek’ (KB III, 59)
+ (-tur-)]
OT: baraştır- ‘barıştırmak’ (KK, 102).

BARLAN- ‘gerçekleşmek, meydana gelmek, var olmak’ (EK).


[< bar ‘existence’ (EDPT, 353) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
barla- tabanı İslamiyet sonrası metinlerde görülür ve Allah’ın
varlığını kabul için kullanılır (bk. RKT, 37; KE II, 79). Eldeki
fiile doğrudan bir taban olarak düşünülmeleri bu sebepten uy-
gun olmaz.
BASDIR- (bk. BASTIR-)
BASḪALA- ‘(kuv.) ayakla ezmek, çiğnemek’ (EK).
[< bas- ‘to press, crush, oppress, make a surprise attack (on
someone)’ (EDPT, 370; DTS, 85) + (-ḳala-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 191

(ttkht.!)
BASIL- ‘basılmak, çiğnenmek (ayak ile), ezilmek; yoğurulmak’
(EK).
[< bas- ‘to press, crush, oppress, make a surprise attack (on
someone)’ (EDPT, 370; DTS, 85) + (-ıl-)]
OT: basıl- ‘basılmak’ (KB III, 61); ay. (RKT, 251); ‘yumuşamak,
(öfkesi) geçmek’ (KE II, 80); ‘basılmak, yok edilmek, etkisiz hâle
getirimek’ (NF III, 49); ‘sıkıştırılmak, bunaltılmak’ (HKT, 554).

BASTIR- (ve basdır-) ‘bastırmak; damgalatmak’ (EK).


[< bas- ‘to press, crush, oppress, make a surprise attack (on
someone)’ (EDPT, 370; DTS, 85) +
(-tur-)]
OT: bastur- ‘to order someone to be held down; to prevent some-
one from rising or turning’ (DLTa II, 47); ‘hücum etmek’ (KE II,
80); ‘bastırmak’ (NF III, 49); ‘to attack’ (İN, 90).

BAŞAR- (bk. BAŞḪAR-)


BAŞḪALAN- ‘başkalaşmak, farklılaşmak; diğerlerinden soyut-
lanmak’ (EK).
[< başḳ a, başġa ‘başka ayrı; ayrı (ayrı), teker (teker)’ (KE II,
82) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BAŞḪALAT- ‘ayırt etmek, ayrı tutmak’ (EK).
[< başḳ a, başġa ‘başka ayrı; ayrı (ayrı), teker (teker)’ (KE II,
82) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
BAŞḪAR- (ve başar-) ‘başarıyla icra etmek, üstesinden gelmek,
başarmak; başlanan işi bitirmek; büyütmek, geliştirmek’ (EK).
[< baş ‘head; head (of an army); beginning’ (EDPT, 375) +
(+ġar-)]
ET: başġar- ‘to begin; to lead’ (EDPT, 380); başar- ‘исполнить,
выполнить, добиться’ (LST, 93); ‘dobrowadzić do końca,
dokonać (czego), wykonać, spełnić, wytrzymać’ (HŞ, 28); ‘başa
192 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

çıkartmak, itmam etmek’ (Kİ, 15); başar- ‘başarmak, tedbir al-


mak’ (TZa, 148), başḳ ar- ‘başarmak’ (TZa, 148).

OT’deki eserlerde ek başı ünsüzünün eridiği gözlenir. TZ’de de


EK’da olduğu gibi iki varyant da vardır.
BAŞḪIŞLA- ‘bağışlamak, hediye etmek’ (EK).
[< Far. baḫ şī ş ‘a gift, a present’ (PED, 159) + (+la-)]
Taranan hiçbir tarihî metinde bu biçimi ile tanıklanmamıştır.
Bu veri baġışla-’ya nazaran daha yeni olmalıdır; zira tanıklan-
ma durumu kısıtlıdır.
BAŞḲARIŞ- ‘tartışmak, bir şey ileri sürmek’ (CC).
[< başġar- ‘to begin; to lead’ (EDPT, 380) + (-ış-)]
Taranan hiçbir tarihî metinde bu biçimi ile tanıklanmamıştır.
BAŞLA- ‘bir şey yapmaya girişmek; tesis etmek’ (CC, EK).
[< baş ‘head; head (of an army); beginning’ (EDPT, 375) + (+la-)]

ET: başla- ‘to begin, to lead’ (EDPT, 381; DTS, 88); OT: başla-
‘başlamak’ (KB III, 65); ‘to begin; to indicate (the way); to lead’
(DLTa II, 299); ‘начинать; возглавлять’ (LST, 93); ‘başlamak’
(RKT, 253); ‘başlamak; yöneltmek’ (ME, 99); ‘başlamak; komuta
etmek, yol göstermek, kılavuzluk etmek’ (KE II, 82); ‘başlamak’
(MM, 204); ‘zaczynać’ (HŞ, 28); ‘начинать’ (MNa, 173); ‘baş-
lamak; başa geçmek, önderlik etmek, yol göstermek, kılavuzluk
etmek’ (NF III, 50); ‘bir işe girişmek; yaralamak’ (ML, 17); ‘baş-
lamak’ (HKT, 555); ay. (AOYB, 205); ay. (Kİ, 15); ‘bir işe baş-
lamak’ (TA, 92); ‘to begin’ (RH, 310); ‘başlamak; işe girişmek;
harekete geçmek; ortaya çıkmak’ (KEF, 171); ‘to begin’ (İN, 90);
‘başlamak’ (GT, 215); ay. (İM, 507); ay. (KK, 103); ay. (TZa, 149);
ay. (KH, 113); ay. (KFT, 949); ay. (MG, 112); ay. (ELS, 38).

BAŞLAN- ‘başlatılmak, meydana getirilmek, şekillendirilmek,


kurulmak, temellendirilmek’ (EK).
[< başla- ‘to begin, to lead’ (EDPT, 381) + (-n-)]
ET: başlan- ‘to begin (intrans.); to form ears (of a crop)’ (EDPT,
382; DTS, 88); OT: başlan- ‘to undertake to do a job’ (DLTa II,
81).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 193

BAŞLANIL- ‘başlanmak, meydana getirilmek, ortaya çıkarıl-


mak’ (EK).
[< başlan- ‘to begin (intrans.); to form ears (of a crop)’ (EDPT,
382) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
BAŞTAĠLAN- ‘kendine sınır koymamak, ahlaksızlık yapmak,
gayrimeşru ilişkiler yaşamak’ (EK).
[< baştaḳ ‘unarmed’ (DLT I, 349) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
Fiilin tabanı Memlûk-Kıpçak sahasında da tanıklanır: başdaḳ
‘çoluk çocuğu olmayan, kendine başına yaşayan’ (TA, 34).233
BATIL- ‘batmak’ (EK).
[< bat- ‘to sink; (of the sun, etc.) to set’ (EDPT, 298) + (-ıl-)]
ET: batıl- ‘to be sank’ (EDPT, 305; DTS, 89).

BATIR- ‘(suya) batırmak, (sel) bastırmak; batırmak, saplamak;


gizlemek’ (CC, EK).
[< bat- ‘to sink; (of the sun, etc.) to set’ (EDPT, 298) + (-ur-)]
ET: batur- ‘to cause to sink’ (EDPT, 308; DTS, 89); OT: batur-
‘batırmak’ (KB III, 65); ‘to hide; to submerge’ (DLT II, 1); ‘boğ-
mak, gark etmek’ (RKT, 253); ‘geçirmek, sokmak; suda batırmak’
(ME, 99); ‘batırmak, boğdurmak’ (KE II, 83); ‘boğulmasını sağla-
mak, batırmak; batırmak, geçirmek, yerle bir etmek’ (HKT, 557);
‘inkar etmek’ (Kİ, 15); ‘geçirmek, sokmak; üzerindekilerle yere
göçürmek, yerin veya suyun dibine sokmak’ (KEF, 172); ‘batır-
mak’ (GT, 216).

BATTIR- ‘daldırmak, batırmak, saplamak’ (EK).


[< bat- ‘to sink; (of the sun, etc.) to set’ (EDPT, 298) + (-tur-)]
(ttkht.!)
BAVLA- (bk. BAĠLA-)
BAYLA- (bk. BAĠLA-)
BAZARLAŞ- ‘pazarlık yapmak’ (EK).
233 Clauson, sözcüğün ayrı yani baş daḳ şeklinde yazılışına dikkat çekmiştir (1972:
378).
194 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< bā zār ‘a market’ (PED, 144) + (+la-ş-)]


(ttkht.!)
BAZIḪLAN- ‘iyileşmek, güç kazanmak; semirmek, gelişmek,
irileşmek’ (EK).
[< bazık ‘kalın, kaba’ (CC, 436) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BAZIḪLAT- ‘şişman, gürbüz, güçlü kılmak’ (EK).
[< bazık ‘kalın, kaba’ (CC, 436) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
BEDÄNLÄN- (ve bädenlän-) ‘uzuvlarına, eklemlerine ayrılmak,
parçalara ayrılmak’ (EK).
[< Ar. badan ‘body, trank, torso’ (DMWA, 47) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BEHLÄ- ‘kaparo, depozito vermek’ (EK).
[< beh < Ar. baic ‘sale’ (DMWA, 86) + (+le-)]
(ttkht.!)
BEKÄT- (bk. BERKÄYT-)
BEKÄY- (bk. BERKÄY-)
BEKÄYT- (bk. BERKÄYT-)
BEKLÄ- ‘güçlendirmek, sıkılamak; kapatmak, kilitlemek’ (EK).
[< berk ‘firm, stable, solid’ (EDPT, 361) + (+le-)]
ET: bekle- ‘to fasten, make fast, secure’ (EDPT, 326; DTS, 92);
OT: bekle- ‘kilitlemek, bağlamak, muhafaza etmek’ (KB III, 72),
berkle- (KB III, 75); bekle- ‘to guard’ (DLT II, 300); berkle- (DLT
II, 378); bekle- ‘muhafaza etmek’ (AH, VIII), bikle- ‘ay.’ (AH,
IX); bekle- ‘стеречь’ (LST, 96); ‘korumak; öğrenmek, hıfzetmek’
(ME, 100); bėkle- ‘korumak, muhafaza etmek’ (MM, 204); bekle-
‘hıfz etmek, ezberlemek’ (NF III, 53); ‘korumak, saklamak’ (ML,
18); ‘korumak; hıfz etmek, bellemek’ (HKT, 559); ‘intizar etmek’
(Kİ, 16); ‘to guard’ (RH, 73); ‘beklemek, gözetmek, korumak’
(KEF, 173); ‘kilitlemek’ (KK, 103); ‘beklemek’ (KFT, 950).

BEKLÄN- (bk. BERKLÄN-)


BEKLÄT- ‘kapattırmak, kilitletmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 195

[< bekle- ‘to fasten, make fast, secure’ (EDPT, 326) + (-t-)]

ET: beklet- ‘to have a thing or a person fastened or locked up’


(OTWF II, 765); OT: beklet- ‘kilitlemek, kapatmak’ (KB III, 73);
‘to order someone to be bound and imprisoned’ (DLT II, 134).

BELÄ- ‘bebeği kundağa sarmak, belemek’ (CC, EK).


[< be ‘kuşak’ + (+le-)] veya [< bel ‘bebek bezi’ + (+le-)]

OT: bėle-, bė̄ le- ‘to lay a baby in a craddle and fasten him/her in
it’ (DLT II, 289).

Räsänen’e göre bu fiil (*be ̄ l / *bīl >) bel ‘vücut bölümü’ sözü-
ğüne dayanır (1969: 69). Sevortyan ise Çuvaşcadaki piel ‘kun-
dak kuşağı’ veya yine Çuvaşçadaki pie ‘bebek bezi’ sözcüğüne
istinaden bu sözcüğün +A- veya +lA- eklerinden biri ile türetil-
miş olabileceğini öne sürer (ESTY, 1978: 111-112).
BELGİR- ‘meydana gelmek, belirmek’ (EK).
[< belgü “‘sign, mark’ occasionally in a concrete, but usually in
an abstract sense; ‘distinguishing characteristic’” (EDPT, 340)
+ (+r-)]

ET: belgür- ‘to appear, become manifest’ (EDPT, 341; DTS, 93);
OT: belgür- ‘belirmek, meydana çıkmak’ (KB III, 74); belgür-
‘to become apparent’ (DLT I, 48); belgür- ‘görünmek, belli ol-
mak, açığa çıkmak; açıklanmak’ (RKT, 258); ‘belirmek’ (ME,
100); ‘belli olmak, ortaya çıkmak, gerçekleşmek’ (KE II, 86);
belgür- ‘ukazać się, pokazać, ujawnić’ (HŞ, 29), belür- ‘ujawnić’
(HŞ, 30), bilgür- ‘okazać, ukazać; nauczyć’ (HŞ, 32); bilür- ‘быть
указанным, становится явным, ясным; обнаруживаться’
(MNa, 177, bilgür- ‘давать знать’234 (MNa, 177); bėlgür- ‘belir-
mek, belli olmak, ortaya çıkmak’ (NF III, 53); bilgür- ‘belirmek’
(ML, 19); belgür- ‘belirmek, belli olmak’ (HKT, 560); belgür- ‘za-
hir olmak’ (Kİ, 17); belgür- ‘belirmek, belli olmak, görünmek’
(KEF, 173); bilgür- ‘belirmek, belli olmak’ (GT, 222); ‘belirmek,
234 Gandjei’de bilgür- ‘apparire, essere chiaro’ (=ortaya çıkmak; açık, belirgin olmak)
(MNb, 93).
196 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ortaya çıkmak’ (İM, 509); belgür- ‘belirmek, ortaya çıkmak, gö-


rünmek’ (KFT, 950); bilgir- ‘bildirmek, belli olmak’ (MG, 117).

BELGİRT- (ve bilgirt-) ‘bildirmek, ilan etmek, göstermek, belirt-


mek’ (CC, EK).
[< belgür- ‘to appear, become manifest’ (EDPT, 341) + (-t-)]
ET: belgürt- ‘to make manifest, display’ (EDPT, 341); OT: bel-
gürt- ‘belirtmek, göstermek, belli etmek’ (KB III, 74); belgürt-
‘обозначать; представлять’ (LTS, 97); belgürt- ‘açıklama yap-
mak, belli etmek, açığa vurmak, meydana çıkarmak; yerine getir-
mek, pekiştirmek, kuvvetlendirmek; ayırt etmek, farkına varmak,
bilmek; belirgin kılmak, üstün kılmak’ (RKT, 258-259); ‘belirt-
mek’ (ME, 100); ‘belli etmek, ortaya koymak, açığa vurmak’
(KE II, 87); bėlgürt-, bėlürt- ‘belirtmek, göstermek’ (MM, 204);
belgürt- ‘okazać, ujawnić’ (HŞ, 30), bilgürt- ‘ukazać’ (HŞ, 32);
belgürt- ‘belirtmek, açığa vurmak’ (HKT, 560); belgürüd- ‘belirt-
mek’ (KFT, 950).

BELGİSİZLÄN- ‘belirsiz veya bilinmez hâle gelmek’ (EK).


[< belgüsüz ‘without a sign, mark etc.’ (EDPT, 342; DTS, 94) +
(+le-n-)]
(ttkht.!)
BENZE- (bk. BEŊZÄ-)
BEŊZÄ- (ve benze-) ‘benzemek, çağrıştırmak’ (CC, EK).
[< me ŋiz ‘the complexion’ (EDPT, 352) < *be ŋiz + (+e-)]
OT: me ŋ ze- ‘benzemek’ (KB III, 314); ‘to resemble’ (DLT II, 357);
‘сравнивать, уподоблять’ (LST, 222); ‘benzemek’ (ME, 156); ay.
(KE II, 434); ay. (MM, 239); ay. (NF III, 288); ay. (HKT, 790); ay.
(Kİ, 58); ay. (KEF, 243); be ŋ ze- ‘ay.’ (KK, 103); menze- ‘ay.’ (TZa,
217); be ŋ ze- ‘ay.’ (KH, 113), me ŋ ze- ‘ay.’ (KH, 133); ay. ‘benze-
mek’ (KFT, 1033); be ŋ ze- ‘ay.’ (ELS, 39).

BERDİR- ‘verdirmek, teslim ettirmek’. (EK)


[< bėr- ‘to give’ (EDPT, 354) + (-tür-)]
ET: bėrtür- ‘to cause (someone Dat.): to give (something Acc.) to
be given’ (EDPT, 359); OT: bėrdür- ‘verdirmek’ (KE II, 95).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 197

BERİL- ‘verilmek, sunulmak, bağışlanmak’ (CC, EK).


[< bėr- ‘to give’ (EDPT, 354) + (-il-)]
OT: biril- ‘verilmek’ (KB III, 92); bėril- ‘to be given’ (DLTa I,
30); biril- ‘verilmek’ (AH, XI); beril- ‘быть даденным, даваться,
отдаваться, передаваться’ (LST, 99); bėril- ‘verilmek’ (RKT,
263); ay. (ME, 101); ay. (KE II, 95), ay. (MM, 205); ay. (NF III,
58); biril- ‘verilmek’ (HKT, 573); ay. (AOYB, 207); ay. (KEF,
176); ay. (İM, 510); bėril- ‘verilmek’ (TZa, 150); viril- ‘verilmek’
(KFT,1083); ay. (ESL, 99).

BERİN- ‘çalışmak; saf değiştirmek, teslim olmak, boyun eğmek’


(CC, EK).
[< bėr- ‘to give’ (EDPT, 354) + (-in-)]
(ttkht.!)
BERİŞ- ‘yardım etmek’ (CC).
[< bėr- ‘to give’ (EDPT, 354) + (-iş-)]
ET: bėriş- ‘to give to one another’ (EDPT, 370; DTS, 96); OT:
biriş- ‘karşılık vermek’ (KB III, 92); beriş- ‘to give something
to each other’ (DLT II, 12); bėriş- ‘karşılıklı vermek’ (RKT, 264);
‘verişmek’ (ME, 101); biriş- ‘karşılıklı vermek’ (HKT, 573); ‘ve-
rişmek, yek diğerine bir şey vermek’ (Kİ, 18); ‘verişmek, karşılık-
lı alıp vermek’ (KEF, 176); ay. (İM, 510).

BERGÄY- (bk. BERKÄY-)


BERGÄYT- (bk. BERKÄYT-)
BERKÄT- (bk. BERKÄYT-)
BERKÄY- (ve bergäy-, bekäy-) ‘güçlü, dayanıklı olmak; diren-
mek, baş kaldırmak’ (EK).
[< berk ‘firm, stable, solid’ (EDPT, 361) + (+aḏ-)]
(ttkht.!)
Son ses /-y/’siz biçimler Ermenice imlasının bir özelliği dolayı-
sıyla görülmektedir (bk. Schütz, 1961: 153).
BERKÄYT- (ve berkiyt-, bergäyt-, berkät-, bekäyt-) ‘takviye et-
mek, tahkim etmek; güç, enerji vermek; teşvik etmek, coştur-
mak’ (EK).
198 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< berkäy- + (-t-)]


(ttkht.!)
BERKİN- ‘güçlenmek, sağlamlaşmak, dayanıklı olmak’ (EK).
[< be(r)kü- ‘to be or get firm’ (OTWF II, 475) + (-n-)]
(ttkht.!)
BERKİT- (ve berkirt-) ‘sağlamlaştırmak, güçlendirmek’ (CC,
EK).
[< bä(r)kü- ‘to be or get firm’ (OTWF II, 475) + (-t-)]
OT: berkit- ‘perkitmek, sağlamlaştırmak’ (KB III, 75); ‘to secure’
(DLT II, 133); berküt- ‘запирать, закрывать’ (LST, 99), beküt-
‘укреплять’ (LST, 96); berküt-, berkit- ‘pekiştirmek, sağlamlaş-
tırmak, sağlama bağlamak’ (RKT, 265); berkit- ‘sağlamlaştırmak’
(ME, 101); ‘sağlamlaştırmak; bağlamak, kapatmak, kilitlemek’
(KE II, 96); ‘kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak’ (HKT, 562);
‘kuvvetlendir(mek), tersin et(mek), sağlamlaştırmak’ (Kİ, 17);
‘sağlamlaştırmak’ (TA, 93); bikit- ‘kuvvetlendirmek, pekitmek’
(GT, 219); berkit- ‘sağlamlaştırmak’ (İM, 508); berkid- ‘kuvvet-
lendirmek’ (KFT, 951); birkit- ‘sağlamlaştırmak’ (MG, 119).

berkirt- biçimi {rt} ile sonlanan fiillere analoji ile oluşmuş ola-
bilir. Tarihî metinlerde tek başına berkir- fiiline rastlanmaz.
BERKİRT- (bk. BERKİT-)
BERKİYT- (bk. BERKÄYT-)
BERKLÄN- (ve beklän-) ‘güçlenmek, gelişmek, dayanıklı, sıkı
olmak’ (EK).
[< berkle- ‘kilitlemek, bağlamak, muhafaza altına almak’ (KB
III, 75) + (-n-)]
ET: beklen- ‘(reflective form of bekle-)’ (EDPT, 327; DTS, 92);
OT: beklen- ‘kilitlemek, kapatmak’235 (KB III, 73); ‘korunmak’
(ME, 100).

EK’daki /r/’li forma, diğer tarihî metinlerde rastlanmamıştır.


BERNÄLÄ- ‘bağışlamak, armağan etmek’ (EK).
[< bėrne ‘armağan, hediye’ (ME, 101) + (+le-)]
235 Tezcan’a göre bu fiilin anlamı ‘korunmak, koruma altına almak’ olarak düzeltilmeldir
(1981: 34). Fiilin morfolojisi de bu görüşü haklı çıkartmaktadır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 199

(ttkht.!)
BESLÄ- (ve bestlä-236, beşlä-) ‘beslemek; bir duyguyu gönülde ya-
şatmak’ (CC, EK).
[< bes/bėsi (?) + (+le-)]
OT: bėsle- ‘hodować’237 (HŞ, 31); bisle- ‘terbiye etmek’ (Kİ, 19);
besle- ‘beslemek, terbiye etmek’ (TA, 93); bisle- ‘beslemek, bü-
yütmek’ (KEF, 177); besle- (bisle-?) ‘beslemek’ (GT, 218); ‘terbiye
etmek, beslemek’ (İM, 508); ‘beslemek’ (KK, 103); ay. (TZa, 150);
bisle- ‘beslemek’ (KFT, 954); ‘terbiye etmek, beslemek, büyüt-
mek’ (ELS, 40).

Räsänen, CC’daki veriyi Far. bas {bes} ‘yeterli, yeter’ sözcü-


ğüne bağlar (1969: 71). Sevortyan, Gag. bes ‘yağlanma’, Kİ bis
‘terbiye’ ve Çağ. bes- ‘terbiye etmek; beslemek’ ve bu fiilden
türemiş olması muhtemel besi ‘yağlanma’ örneklerine istina-
den, bu sözcüğün ya bes+le- veya besi+le- şeklinde türemiş
olabileceğini söyler (ESTY, 1978: 120-121). Karaşlar, ME bési
‘aile (fertleri)’ ve bėslegü ‘aile fertleri’ verilerine istinaden,
sözcüğü bėsi+le- şeklinde analiz eder (2012: 238-239).
BESLÄN- ‘beslenmek (dön.); semirmek, büyümek; yetişmek’
(EK).
[< bislä- ‘terbiye etmek’ (Kİ, 19) + (-n-)]
OT: bėslen- ‘кормится, питаться, воспитываться’ (LST, 99);
‘karmić’ (HŞ, 31); bislen- ‘terbiye edilmek’ (Kİ, 19); beslen- ‘bes-
lenmek’ (GT, 218), bislen- (GT, 225).

BESTLÄ- (bk. BESLÄ-)


BEŞLÄ- (bk. BESLÄ-).
BEYİ- (ve biyi-) ‘dans etmek, raks etmek; sevinmek’ (CC).
[< böḏi- < ?]
ET: böḏ i- ‘to dance’ (EDPT, 300), büdi- ‘танцевать, плясать’
(DTS, 131); OT: bödi- ‘to dance’ (DLTa II, 284); biyi-238 ‘oyna-
236 Sevortyan, bu varyantı besi-t+le- olarak analiz eder (ESTY, 1978: 121).
237 ‘büyütmek, yetiştirmek’.
238 Clauson’un Melioransky ve Rifat’tan aldığı veriye göre fiil böyi- şeklindedir
(1972: 300).
200 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

mak, raksetmek’ (ML, 21); bük- ‘oynamak’ (Kİ, 24), buy- ‘rak-
setmek’ (Kİ, 24)239; bey- ‘raksetmek, oynamak’ (TA, 94); bey-,
biy- ?? ‘raks etmek’ (GT, 218).

Sözcüğün etimolojisi belirsizdir.


BEYİN- (ve biyän- I) ‘oynamak, keyiflenmek, sevinmek’ (CC).
[< böḏi- ‘to dance’ (EDPT, 300) + (-n-)]
(ttkht.!)
BEZÄ- ‘süslemek, düzenlemek, temizlemek’ (EK).
[< bediz ‘ornamentation, (specifically ‘painted ornamentati-
on’)’ (EDPT, 310) + (+e-)]
ET: beḏ ze- ‘to adorn’240 (EDPT, 310); OT: beze- ‘bezemek, süsle-
mek’ (KB III, 76); ‘to paint’ (DLTa II, 286); beze- ‘süslemek’ (AH,
IX), bize- (AH, XI); beze- ‘bezemek, süslemek, hoş göstermek,
göz boyamak, güzel gösterip kandırmak’ (RKT, 266); ‘süslemek’
(ME, 101); ‘bezemek, donatmak, süslemek’ (KE II, 98); bėze-
‘ozdabiać’, przystrajać, upiększać’ (HŞ, 31); beze- ‘süslemek, gü-
zel ve hoş gözükmesini sağlamak’ (HKT, 563); ‘süslemek’ (Kİ,
17); ‘bezemek, süslemek, nakşetmek’ (KEF, 174); bize- ‘bezemek,
süslemek’ (GT, 226); ay. (İM, 511).

BEZÄN- ‘giyinip kuşanmak, süslenmek, bezenmek; dekore edil-


mek’ (EK).
[< beḏ ze- (to adorn) (EDPT, 310) + (-n-)]
OT: bezen- ‘bezenmek, süslemek’ (KB III, 76); ‘to adorn itself; to
be decorated’ (DLTa II, 34); ‘süslenmek, bezenmek’ (RKT, 266);
‘süslenmek’ (ME, 101); ‘süslenmek’ (KE II, 98); bėzen- ‘być oz-
dobionym, być przystrojonym’ (HŞ, 31); bezen- ‘bezenmek, süs-
lenmek’ (NF III, 60); ‘bezenmek’ (HKT, 563); ‘süslenmek’ (Kİ,
17); ay. (KEF, 174); bizen- ‘bezenmek, süslenmek’ (GT, 226); ay.
(İM, 511); bezen- ‘bezenmek’ (TZa, 151).

BÄDENLÄN- (bk. BEDÄNLÄN-)


239 Özyetgin, bunları sırasıyla bög- ve böy- olarak vermeyi uygun görmüştür (2001:
411). Clauson ise ilkini bük- ikincisini böy- olarak verir (1972: 300). Clauson,
bük- maddesinde Caferoğlu’nun “raksetmek” anlamındaki fiiline de yer verip
“probably in the sense of ‘to bend (body)’” olarak yorumlamıştır (1972: 324).
240 Örnekten çıkartılan anlamdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 201

BIĠOVLAN- ‘demir, köstek veya zincir ile bağlanmak’ (EK).


[< buḳ aġula- ‘to fetter’ (OTWF II, 433, 434) + (-n-)]
(ttkht.!)
BIḪOVLAT- ‘köstek vurmak, bukağılamak’ (EK).
[< buḳ aġula- ‘to fetter’ (OTWF II, 433, 434) + (-t-)]
(ttkht.!)
BINYATLAN- ‘sağlam bir temele, zemine sahip olmak veya onu
elde etmek’ (EK).
[< Far. bunyā d ‘a foundation, basis’ (PED, 204) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BIROVLA- ‘matkapla delmek’ (EK).
[< burav ‘matkap, burgu’ (CC, 450) + (+la-)]
(ttkht.!)
BISAKLAN- ‘evlenmek, evlilik bağıyla bağlanmak’ (EK).
[< Erm. psak/bsak ‘crown, diadem; crown, prize, premium, re-
ward; circle, coping, top, crowning, brim, frame, edge, corni-
ce, parapet, battlement; coronation, achievement, accomplish-
ment’ (NDAE, 618) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BİÇAḪLA- ‘bıçaklamak, kesmek, dilmek’ (EK).
[< bıçaḳ ‘knife’ (EDPT, 293) + (+la-)]

OT: biçekle- ‘to stab with a knife’ (DLTa II, 322).

BİÇİL- ‘kesilmek, biçilmek; enenmek’ (EK).


[< bıç- ‘to cut’ (EDPT, 292, 293) + (-ıl-)]

ET: bıçıl- ‘to be cut, to be cut off’ (OTWF II, 655; DTS, 105); OT:
bıçıl- ‘to be cut’ (DLTa II, 25); biçil- ‘biçilmek’ (HKT, 565); ay.
(KFT, 953).

BİÇTİR- ‘biçtirmek’ (EK).


[< bıç- ‘to cut’ (EDPT, 292, 293) + (-tur-)]

ET: bıçtur- ‘to have something cut’ (OTWF II, 801; DTS,
105); OT: bıçtur- ‘to order something to be cut’ (DLTa II, 47);
‘заставить отрезать’ (LST, 105).
202 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

BİLDİR- ‘bildirmek’ (CC, EK).


[< bil- ‘to know’ (EDPT, 330) + (-tür-)]
ET: biltür- ‘to make (something) known (to someone)’ (EDPT,
334; DTS, 100); OT: bildür- ‘bildirmek’ (KB III, 81); biltür- ‘to
inform’ (DLTa II, 50); bildür- ‘bildirmek’ (AH, IX); ‘дать знать;
осведомит’ (LST, 101); ‘bildirmek, tanıtmak’ (RKT, 271); ‘bil-
dirmek’ (ME, 102); ‘bildirmek, farkına vardırmak’ (KE II, 103);
‘bildirmek, belli etmek, göstermek, öğretmek, tanıtmak’ (NF III,
64); ‘açıklamak, anlatmak, bildirmek; hissettirmek, fark etmek’
(HKT, 567); ‘bildirmek’ (AOYB, 206); ‘bildirmek, öğretmek, ha-
ber vermek, tanıtmak’ (KEF, 175); ‘to teach’ (İN, 90); ‘bildirmek,
belli etmek’ (GT, 221); ‘bildirmek’ (İM, 509); bildir- ‘ay.’ (TZa,
152); bildür- ‘bildirmek’ (KH, 114); ay. (KFT, 953); ay. (MG, 117);
bildir-, bildür- ‘bildirmek’ (DM, 76); bildür- ‘ay.’ (ELS, 39).

BİLDİRT- ‘bildirtmek’ (EK).


[< biltür- ‘to make (something) known (to someone)’ (EDPT,
334) + (-t-)]
(ttkht.!)
BİLÄ- ‘keskinleştirmek, bilemek’ (CC).
[< bi ‘knife’ (EDPT, 291) + (+le-)]
OT: bile- ‘to whet’ (DLTa II, 289); ‘bilemek’ (MM, 207); bile-
‘ostrzyć’ (HŞ, 32); bile- ‘bileği taşına tutarak keskinleştirmek’
(ML, 19); bile- ‘bilemek’ (Kİ, 18); bile- ‘bilemek, keskinleştir-
mek’ (KEF, 175); ‘bilemek’ (GT, 221); ay. (TZa, 152).

Räsänen, bu fiili EUT bī ve Yak. bī, mī ‘bıçak’ ilişkilendirmiş


ve Tunguzca ve Fincede paralel fiilleri göstermiştir (1969: 75).
Clauson ise bunun Çince p’i ‘to split’ gibi bir sözcüğün alıntı
biçimi olma ihtimaline dikkat çeker (1972: 291). Sevortyan da
bu sözcüğün bir isimden yapılan fiil olarak bī veya bī kökü-
ne dayandığı görüşündedir; ancak kökün hangi dile ait olduğu
noktasında bir açıklama yapmaz. Kendisi söz konusu tabanın
ayrıca Türk dillerinde bulunan biz, bıs, miz ‘bıçak ucu; hançer;
ustura’ sözcüğü ile ilişkili olabileceğini belirtir (ESTY 1978:
142).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 203

BİLGİRT- (bk. BELGİRT-)


BİLİKSİZLÄN- ‘aptallaşmak; kabalaşmak, vahşileşmek’.
[< biligsiz ‘ignorant, devoid of understanding’ (EDPT, 342;
DTS, 100) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
BİLİN- ‘bilinmek; itiraf etmek, ikrar etmek’ (CC, EK).
[< bil- ‘to know’ (EDPT, 330) + (-in-)]
ET: bilin- ‘to know oneself, to know one’s own (something Acc.);to
be known’ (EDPT, 345); OT: bilin- ‘bilmek, anlamak’ (KB III,
84); ‘to know; to acknowledge’ (DLTa II, 35); ‘bilinmek’ (AH, X);
‘быть узнанным’ (LST, 102); ‘dowiadywać się, być znanym’ (HŞ,
33); ‘bilinmek’ (KEF, 175); ay. (İM, 509); ay. (KH, 114); ay. (KFT,
953); ay. (ELS, 40).

BİLİŞ- ‘birlikte bilmek, anlamak, kendi içlerinde çözüm bulmak’


(EK).
[< bil- ‘to know’ (EDPT, 330) + (-iş-)]
ET: biliş- ‘to be acquainted with someone, to know each other, to
meet people’ (OTWF II, 554, 555); OT: biliş- ‘bilişmek, tanışmak’
(KB III, 85); ‘to be acquainted with (someone)’ (DLTa II, 18); ‘ta-
nışmak’ (RKT, 273); bilüş- ‘znać się wzajemnie, dać się poznać,
zawrzeć znajomość’ (HŞ, 33); biliş- ‘birbirini tanımak, tanışmak’
(HKT, 568); ‘karşılıklı bilmek’ (AOYB, 206).

BİRFİKİRLİLÄN- ‘aynı düşüncede, aynı görüşte olmak’ (EK).


[< birfikirli241 + (+le-n-)]
(ttkht.!)
BİRİK- ‘bağlanmak, birleşmek, toplanmak’ (CC, EK).
[< bīr ‘one’ (EDPT, 353) + (+ik-)]
ET: birik- ‘to come together, be united’ (EDPT, 363; DTS, 102); OT:
birik- ‘birikmek, toplanmak, bir olmak’ (KB III, 92); ‘birikmek’
(AH, XI); ‘birlikte yapmak’ (ME, 103); ‘birikmek, toplanmak’ (KE
II, 111); ay. (MM, 207); ‘łączyć się, jednoczyć się; iść w parze, ra-
zem, pasować’ (HŞ, 33); ‘birikmek, yığılmak’ (HKT, 573).
241 EK’da sadece bol- yardımcı fiili ile tek başına görülmektedir (bk. KS, 276).
204 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

BİRİKLÄT- ‘birbirine eklemek, yeniden birleştirmek’ (EK).


[< birik- ‘to come together, be united’ (EDPT, 363) + (-le-t-)]
(ttkht.!)
BİRİKTİR- ‘birleştirmek’ (CC, EK).
[< birik- ‘to come together, be united’ (EDPT, 363) + (-tür-)]
OT: biriktür- ‘biriktirmek’242 (KB III, 92); ‘toplamak’ (ME, 103);
‘biriktirmek, toplamak’ (KE II, 111); biriktir- ‘bir, tek yapmak’
(ML, 20); birikdür- ‘biriktirmek, toplamak’ (Kİ, 18).

BİRLÄ- ‘birleştirmek, bağlamak’ (EK).


[< bir ‘one’ (EDPT, 353) + (+le-)]
OT: birle- ‘(Tanrıyı) bir saymak’ (ME, 104); ‘Allah’ın birliğini
kabul etmek’ (NF III, 70).

EK verisi semantik olarak İslamî terim olan tevhid’i karşılamak


üzere türetilen birle- fiilinden farklıdır.
BİRLÄN- ‘birleşmek, bir araya gelmek, dahil olmak, eşleşmek;
iyi anlaşmak, uzlaşmak’ (EK).
[< birle- (-n-)]
(ttkht.!)
EK metinlerinden önce tanıklanan birle- fiilleri, birlä- fiilinde
bahsedildiği gibi, farklı bir anlam taşıdıkları için, eldeki bu fiil
onlardan türemiş olamaz.
BİRLÄŞ- ‘birleşmek, birbirine eklenmek, bağlanmak; uzlaşmak,
anlaşmak’ (EK).
[< birle- (-ş-)]
OT: birleş- ‘объединяться’ (LST, 104).

BİRLÄT- ‘birbirine eklemek veya mıhlamak; karmak; alıştırmak,


uysallaştırmak; çiftleştirmek; uzlaştırmak, ikna etmek’ (EK).
[< birle- (-t-)]
(ttkht.!)
BİRLİKLÄN- ‘birlik oluşturmak, bir birliğe, ittifaka dahil olmak’
(EK).
242 Tezcan’a göre anlam ‘birleştirmek, birbirine uygun duruma getirmek’ olarak
değiştirilmeldir (1981: 35). Bu teklif DTS ile de tutarlıdır: KB biriktür- ‘соединять,
объединять’ (DTS, 102).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 205

[< birlik ‘birlik, vahdet’ (KB III, 93) + (+le-n-)]


(ttkht.!)
BİŞTÜR- ‘olgunlaştırmak’ (CC).
[< bış- ‘to come to maturity, ripen’ (EDPT, 376; DTS, 105) +
(-tür-)]
(ttkht.!)
biş- fiilinin aslî ettirgenlik eki -Ur- (> -Ir-) olduğu için bu al-
ternatif oluşum tarihî metinlerde görülmemiştir.
BİŞÜR- (ve bişir-) ‘pişirmek, haşlamak’ (CC, EK).
[< bış- ‘to come to maturity, ripen’ (EDPT, 376; DTS, 105) +
(-ur-)]

ET: bışur- ‘to cause to mature; (usually) to cook’ (EDPT, 383;


DTS, 105); OT: bışur- ‘pişirmek’ (KB III, 77); ‘to cook’ (DLTa
II, 4); bişür- ‘pişirmek’ (ME, 104); ‘pişirmek, kızdırmak’ (KE
II, 115); ‘ugotować’ (HŞ, 34); bışur- ‘pişirmek’ (NF III, 61), bi-
şür- (NF III, 71); pişir- ‘bir çiğ nesneyi ateşte yahut kaynar su
içinde tutarak yenecek hâle getirmek’ (ML, 57); bişir- ‘pişirmek’
(Kİ, 19); büşür- ‘pişirmek’ (TA, 98); bışur- ‘pişirmek’ (KEF, 174);
bişir-, bişür- ‘pişirmek’ (İM, 510); bişir- ‘pişirmek’ (KK, 105);
piçir- ‘pişirmek’ (TZa, 229); bişür- ‘gotować’ (BM, 47); pişir- ‘pi-
şirmek’ (KH, 137); bişür- ‘pişirmek’ (KFT, 954); bişir- ‘pişirmek’
(DM, 77).

BİTİ- ‘yazmak’ (CC).


[< *bit (< OÇin. piit < pi ‘writing brush’) (EDPT, 299) + (+i-)]

ET: biti- ‘to write; to write (something)’ (EDPT, 299; DTS, 103);
OT: biti- ‘yazmak’ (KB III, 93); ‘to write’ (DLTa II, 125); ‘yaz-
mak’ (AH, XI); ‘yazmak, takdir etmek, nasip etmek’ (RKT, 280);
‘yazmak’ (ME, 104); ay. (KE II, 115); ‘pisać, kreślić, ułożyć’ (HŞ,
34); ‘писать’ (MNa, 176); ‘yazmak’ (NF III, 71); ‘yazmak; belir-
lemek, takdir etmek’ (HKT, 576); ‘yazmak’ (AOYB, 207); ay. (Kİ,
19); ‘to write’ (RH, 62); ‘yazmak’ (KEF, 178).
206 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Clauson, fiil tabanının hiçbir metinde kayda geçmeyen *bit


sözcüğüne dayandırılığını bunun da Çinceden alıntı pi ‘yazı
fırçası’ olabileceğini belirtir ve parantez içerisinde Orta Çince
piit verisini de paylaşır (1972: 299). Erdal, bu fiili çalışmasın-
da değerlendirme dışı bırakır; zira ET’de bit gibi bir tabanın
görülmediğini, bunun yanında, fiilin muhtemelen başka bir
dilden (ör., aynı fiile sahip Ana Moğolcadan) alıntılandığını
söyler (1991: 484). Doerfer, Çince sözcüğün -t’li biçiminin di-
ğerlerinden (-r ve ünlü ile bitenler) daha eski olduğunu belirtir
(1965: 263). bit+i- analizini mümkün addeden Berta, yukarıda
zikredilen isimlerin düşüncelerine de yer vermiştir (1996: 92).
BİTİL- ‘büyümek, çimlenmek, filizlenmek’ (EK).
[< büt- ‘to become complete’243(EDPT, 298) + (-ül-)]
(ttkht.!)
Geçişsiz fiil tabanı üzerine getirilen edilgenlik kendi işlevini
bırakarak taban anlamını sürdürmüştür.
BİTİR- ‘bitirmek; görevi yerine getirmek; yargı yoluyla cezalan-
dırmak veya yoluna koymak; (bitki vb.) yetiştirmek’ (CC, EK).
[< büt- ‘to become complete’ (EDPT, 298) + (-ür-)]
ET: bütür- (causative form of büt-) (EDPT, 308; DTS, 134); OT:
bütür- ‘sağaltmak, sağlam hâle koymak, alacağını tanıklamak, is-
bat etmek’ (KB III, 121); ‘to heal; to prove’ (DLTa II, 1); ‘tamamla-
mak, giydirmek’ (AH, XIII), bitür- (AH, XI); bitür- ‘взращивать,
заставить расти’ (LST, 105); ‘(iş) bitirmek, yapmak’ (ME, 104);
bitür- ‘bitirmek, tamamlamak’ (KE II, 17), bütür- (KE II, 148);
bitür- ‘sona erdirmek, tamamlamak’ (MM, 208); ‘dokończyć,
ukończyć, spełnić, załatwić’ (HŞ, 34); ‘sona erdirmek, tamam-
lamak, bitirmek’ (ML, 20), bütür- ‘bir işi sonuna erdirmek, bi-
tirmek’ (ML, 23); bitür- ‘yarayı bağlamak, sarmak’ (Kİ, 20);
bitür- ‘işini görmek, bitirmek’ (TA, 95), bütür- ‘bitirmek, sona
erdirmek’ (TA, 98); bitür- ‘bitirmek, yok etmek, sona erdirmek’
(KEF, 178); bütür- ‘bitirmek, tamamlamak, işlemek’ (KEF, 188);
243 Clauson, bu fiilin anlam açısından sıradışı şekilde geniş bir yelpaze sunduğunu,
bunların başlangıç noktasının “tamamlanmış olmak” gibi gözüktüğünü söylemekte
ve bu anlamın da ‘sona ermek, bitmek’ ve ‘başlamaya hazır olmak’ gibi iki zıt
yöne doğru geliştğini ifade etmektedir. Eldeki verinin dayandığı kök bu ikinci
anlamdan gelişmiş olmalıdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 207

bitür- ‘bitki yetiştirmek, bitirmek; bitirmek, üretmek’ (İM, 510);


‘kończyć, zakończyć’ (BM, 47).

BİTİŞ- ‘birlikte bitmek (büyümek)’ (EK).


[< büt- ‘to become complete’ (EDPT, 298) + (-üş-)]
(ttkht.!)
BİTDİR- (bk. BİTTİR-)
BİTTİR- (ve bitdir-) ‘icra ettirtmek, (bir görevi vs.) yerine getirt-
mek; mahkeme aracılığı ile elde etmek, (kararı) düzelttirmek’
(EK).
[< büt- ‘to become complete’ (EDPT, 298) + (-tür-)]
(ttkht.!)
biştür- verisi için geçerli olan durum bu fiil için de geçerlidir.
BİYÄN-I (bk. BEYİN-)
BİYÄN-II ‘yakınlık göstermek, bağlılık beslemek, hoşlanmak,
sevmek’ (EK).
[< beg ‘the head of a clan, or tribe, a subordinate chief’ (< Çin.
po ‘the head of a hundred men’) (EDPT, 322) + (+e-n-) ?]
Sevortyan, fiili beg ‘bey’ tabanına bağlar ve EAT’nin ilk ör-
neklerinde ‘bey saymak, bey gibi görmek’ anlamının bulundu-
ğunu belirtir (ESTY 1978: 101).
BİYÄNDİR- ‘sevgi, beğeni uyandırmak, razı etmeye çalışmak’
(EK).
[< biyän- ‘симпатизировать, питать симпатию, склонность,
привязанность, быть склонным, благосклонным,
доброжелательным, благодушным, приверженным к кому,
чему (Garkavets 2010: 287-288) + (-tür-)]
(ttkht.!)
BİYİ- (bk. BEYİ-)
BİYİKLÄ- ‘yükseltmek, yüceltmek; yukarı kaldırmak’ (EK).
[< beḏük ‘big, great (physically)’ (EDPT, 302) + (+le-)]

OT: beḏ ükle- ‘to reckon something or someone big’ (DLT a II,
322).
208 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

BİYİKLÄN- (bk. BÖYÜKLÄN-)


BİYİKLÄT- ‘yükseltmek, yüceltmek’ (EK).
[< beḏükle- ‘to reckon something or someone big’ (DLT a II,
322) + (-t-)]
(ttkht.!)
BİYLÄN- ‘bey, kinez olmak, kinezlik yetkilerine sahip olmak’
(EK).
[< begle- ‘to consider someone an emir’ (DLTa II, 300) + (-n-)]
OT: beglen- ‘bey edinmek, birini kendine bey olarak seçmek’
(KB III, 71); ‘(a woman) to marry’ (DLTa II, 81).

BİYSİN- ‘küçümsemek, aşağılamak’ (CC).


[<beg ‘the head of a clan, or tribe, a subordinate chief’ (< Çin.
po ‘the head of a hundred men’) (EDPT, 322) + (+si-n-)]
OT: bėgsin- ‘beylik etmek’ (ME, 100).

Gabain, bu sözcüğü analiz ederken “…muhtemelen biy ‘bey’


den, o hâlde: ‘yüksekten bakmak’.” gibi ekstra bir tanım ekler
(1998: 84). ME örneği ile karşılaştırıldığında iki veri arasında
anlam farkı varmış gibi gözükmektedir; ancak şöyle de düşü-
nülebilir ki CC’deki anlam ME’deki anlamdan daha ileridedir.
Yani ‘beylik etmek’, diğerleri için ‘bey olmak’tır ve olumsuz
geçiş ile diğerlerini ‘aşağı görmek’tir.
BİZMİLÄN- (bk. BİZMİNLÄN-)
BİZMİLÄT- ‘kargaşa çıkarmasına, barbarlık yapmasına, gaddar
olmasına izin vermek’ (EK).
[< bizmin < Far. bī zemīn244 + (+le-t-)]
(ttkht.!)
BİZMİNLÄN- (ve bizmilän-) ‘azgınlık, arsızlık ve barbarlık yap-
mak’ (EK).
[< bizmin < Far. bī zemīn245 + (+le-n-)]
244 Bk. bizminlän-.
245 Bu sözcük Steingass’ta bulunmamaktadır. Tryjarski’nin “Arabic and Persian
Loan Words in Armeno-Kipchak” adlı makalesinde de rastlanmaz (bk. 2000:
301-326). Garkavets, sözcüğü Arapça bir alıntı olarak işaretlemiş ve bizämin
‘беспочвенный’ veya bizämine ‘безосновательный’ olarak belirtmiştir (2010:
294).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 209

(ttkht.!)
BOĠDUR- ‘boğdurmak (boğaz sıkarak, suya sokarak vs.)’ (EK).
[< boġ- ‘to strangle, choke (someone Acc.)’ (EDPT, 311) +
(+tur-)]
OT: boġdur- ‘to order someone to be strangled’ (DLTa II, 47).

BOĠOZLA- ‘boğazlamak, boğmak, boğazını kesmek, infaz et-


mek’ (EK).
[< boġuz ‘throat’ (EDPT, 322) + (+la-)]
ET: boġuzla- ‘to cut somebody’s (or an animal’s) throat’ (OTWF
II, 433); OT: boġuzla- ‘перерезывать горло’ (LST, 106); ‘boğazı-
nı kesmek, (hayvan) kesmek’ (RKT, 287); boġazla- ‘boğazlamak’
(ME, 105); boġuzla- ‘boğazını kesmek’ (KE II, 121); boġazla-,
boġuzla- ‘(hayvan) kesmek, boğazlamak’ (MM, 208); boġuzla-
‘zarżnąć, podciąć gardło’ (HŞ, 35); ‘boğazını kesmek, (hayvan)
kesmek, kurban etmek’ (NF III, 74); boġazla- ‘boğazlamak, kes-
mek’ (HKT, 578); ‘boğazından kesmek’ (Kİ, 20); boġuzla- ‘bo-
ğazlamak, boğazını kesmek’ (TA, 95); ‘boğazlamak, boynunu ke-
serek öldürmek’ (KEF, 178); ‘boğazlamak, hayvan kesmek’ (İM,
511); boġazla- ‘boğazlamak, kesmek’ (KK, 105); boġuzla- ‘boğaz-
lamak’ (TZa, 154), bovuzla- (TZa, 155); boġazla- ‘boğazlamak’
(KFT, 955).

BOĠUL- (ve boḫul-, bohul-, bozul- II) ‘(nefessiz kalarak/bırakıla-


rak, suya batarak) boğulmak; bir şeyin içine batmak, gömül-
mek’ (EK).
[< boġ- ‘to strangle, choke (someone Acc.)’ (EDPT, 311) +
(-ul-)]
OT: boġul- ‘to be strangled’ (DLTa II, 29); ‘boğulmak’ (RKT,
287); ay. (ME, 105); ay. (HKT, 578); ‘boğulmak, (ses) kısılmak’
(KEF, 178).

BOĠUŞ- ‘kendini asmak’ (EK).


[< boġ- ‘to strangle, choke (someone Acc.)’ (EDPT, 311) +
(-uş-)]
ET: boġuş- ‘‘to strangle or try to strangle one another’ (OTWF II,
555); OT: boġuş- ‘to strangle each other’ (DLTa II, 15).
210 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

BOHUL- (bk. BOĠUL-)


BOḪUL- (bk. BOĠUL-)
BOLLAŞ- ‘gebelik sebebiyle şişmanlamak’ (CC).
[< bol ‘çok, geniş’ (Kİ, 20) + (+la-ş-)]
(ttkht.!)
Tabanın en eski örneği, Kİ’dedir; fakat Kİ yazım tarihi açı-
sından CC’den daha eski değildir. Dolayısıyla taban çok daha
eski veya CC’de tek başına görülmese bile en azından onunla
çağdaş bir sözcük olmalıdır.
BOLUN-246 ‘bir kimsenin aracılığı ile meydana gelmek, üretil-
mek’ (EK).
[< bol- ‘to become (something)’ (EDPT, 331) + (-un-)]

OT: bolun- ‘olunmak’ (RKT, 291); ay. (MM, 210); ‘stawać się,
okazać się’ (HŞ, 36); ‘olunmak’ (HKT, 581); olun- ‘olunmak’
(AOYB, 229), olın- (AOYB, 228); bolın-, bolun- ‘olunmak’ (İM,
511); ay. (MG, 129-130).

BOLUŞ- ‘yardım etmek, katkı sağlamak, destek olmak, refakat


etmek’ (CC, EK).
[< bol- ‘to become (something)’ (EDPT, 331) + (-uş-)]

ET: boluş- 247 (OTWF II, 555); OT: boluş- ‘to help’ (DLTa II, 18);
‘yardım etmek’ (Kİ, 20); ‘yardımlaşmak’ (TA, 95); buluş-248 ‘yar-
dım etmek’ (TZa, 158).
246 Birinci bölümde de belirtildiği gibi, bu fiil esasında metinlerde yardımcı fiil olarak
yer almış; fakat söz konusu çalışırlar tarafından bağımsız bir fiil gibi madde başı
haline getirilmiştir.
247 Erdal, EUT metinlerinde yer alan bu fiili doğrudan anlamlandırmaz, bununla
birlikte sayfa 549’daki veriye gönderme yapar: tüŋür böşük boluşup kız berişip
bağır böşük ädgü ögli bolurlar (TT VI 308-9) ‘They become each other’s
brothers- and sisters-in-law, give each other their daughters and become friends
and well-wishers’. Bu veriden hareketle bu en eski örnekte ‘yardım etmek’ anlamı
değil, ‘birlikte olmak’ anlamı vardır.
248 İlk hecede /u/ okuması Fazılov’da da aynı şekildedir (bk. TZb, 286). Bununla
birlikte Halasi-Kun, bu fiilin boluş- olarak okunması gerektiğini savunur. (bk.
1947: 25; 1949: 443, 444).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 211

Clauson, fiilin kelimesi kelimesine ‘to come together’; ancak


genellikle ‘to help (someone Dat.)’ anlamında olduğunu söy-
lemektedir (1972: 345). Belirtildiği gibi ‘yardım etmek’ anla-
mındaki fiil nesneyi yönelme durumunda gerektirmektedir.
BOLUŞLAN- ‘yardım edilmek’ (EK).
[< buluşla- 249 ‘yardım etmek, taziye ve teselli etmek’ (TZa,
158; TZb, 286) + (-n-)]
(ttkht.!)
BORÇLAN- ‘borca girmek, borçlanmak’ (EK).
[< borç ‘долг’ (LST, 107) < Soğ. pwçr < Sür. porç ‘dette’
(VEWT, 80) + (+la-n-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte, KEF’te borçlaş- ‘borçlanmak’ (s.
181) verisi bulunmaktadır.
BORNİGLÄN- ‘fuhuş, zina yapmak’ (EK).
[< Erm. bornig ‘fornicator; letcher, whore-monger; adulterer’
(NDAE, 616) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
BOŞAN- ‘kurtulmak, boşanmak, özgür olmak, tahliye olmak’
(CC, EK).
[< boşu- ‘to free, liberate’ (EDPT, 377) + (-n-)]
ET: boşun- ‘to free onself, to be freed’ (EDPT, 383; DTS, 113);
OT: boşun- ‘to be let free’, boşan- ‘to come loose’ (DLTa II, 34);
boşan- ‘boşanmak’ (ME, 106); ay. (HKT, 582); ‘alelumum ayrıl-
mak; karı kocasından ayrılmak’ (Kİ, 21); ‘boşanmak’ (TZa, 155);
ay. (KFT, 955); ‘ayrılmak, çıkmak’ (MG, 130).

BOŞAT- ‘boşaltmak; serbest bırakmak, bağışlamak; azletmek;


muaf tutmak’ (CC, EK).
[< boşu- ‘to free, liberate’ (EDPT, 377) + (-t-)]
ET: boşut- ‘to release’ (EDPT, 378; DTS, 113); OT: boşut- ‘boş
bırakmak, serbest bırakmak’ (KB III, 104); boşat- (boşut-?) ‘to
249 Her iki çalışır da bu fiilin ilk hecesini dar okumuşlardır. Bununla birlikte, Halasi-
Kun, bu fiilin Troki Karaimcesindeki örneğine istinaden boluşla- şeklinde olmasını
gerektiğini söylemiştir. (bk. 1947: 25; 1949: 443, 444).
212 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

empty’ (DLTa II, 117); boşat- ‘boşatmak, nikahı sona erdirmek’


(NF III, 83); ‘boşaltmak’ (KK, 105); boşad- ‘serbest bıraktırmak’
(KFT, 955); boşat- ‘boşaltmak, bırakmak’ (MG, 130).

BOŞATIL- ‘boşaltılmak, tahliye edilmek; özgür bırakılmak’


(EK).
[< boşut- ‘to release’ (EDPT, 378; DTS, 113) + (-ul-)]
(ttkht.!)
BOŞLAN- ‘boş olmak, yükü indirilmiş olmak; tahliye olmak, öz-
gür olmak’ (EK).
[< boş ‘not subject to external control, free’ (EDPT, 376; DTS,
113) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BOYA- ‘boyamak, boya ile resim yapmak, yaymak, sıvamak’ (CC,
EK).
[< *boḏ ‘colour’ (EDPT, 297) + (+u-)]

OT: boḏ u- ‘boyamak’ (KB III, 96); ‘to dye’ (DLTa II, 284);
boya- ‘boyamak’ (ME, 106); ‘farbować, barwić’ (HŞ, 35); boy(a)-
‘красить’ (MNa, 176); boya- ‘boyamak’ (NF III, 83); ‘boya sür-
mek, boyamak’ (ML, 21); ‘boyamak’ (TA, 96); ay. (KEF, 181); ay.
(GT, 230); ay. (İM, 511); ay. (TZa, 155); ‘farbować, barwić’ (BM,
47); ‘boyamak’ (KFT, 956).

Clauson, EUT boy ‘colour’ örneğinden hareketle söz konusu fi-


ili tanıklanmayan *boḏ tabanına bağlar (1972: 297). Sevortyan
da aynı fikirdedir (bk. ESTY 1978: 178-179).
BOYAL- ‘boyanmak, boyaya bulanmak’ (EK).
[< boḏu- ‘boyamak’ (KB III, 96) + (-l-)]
ET: boḏ ul- ‘to be dyed, stained’ (EDPT, 305; DTS, 108); OT:
boḏ ul- ‘boyanmak’ (KB III, 96).

BOYAN- ‘boyanmak’ (EK).


[< boḏu- ‘boyamak’ (KB III, 96) + (-n-)]
OT: boyan- ‘boyanmak’ (NF III, 83); ‘kendi kendini boyamak’
(ML, 21); ‘boyanmak’ (İM, 511).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 213

BOYAT- ‘boyatmak’ (EK).


[< boḏu- ‘boyamak’ (KB III, 96) + (-t-)]
ET: boḏ ut- ‘to have (something) dyed’ (EDPT, 301); OT: boyat-
‘boyatmak’ (TZa, 155).

BOYLAN- ‘gerçekleşmek; ruh bulmak, manevi anlam kazanmak’


(EK).
[< boḏ ‘stature, the size of a man’ (EDPT, 296) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BOYLULAN- ‘uzun boylu, güçlü kuvvetli olmak’ (EK).
[< boḏluġ , boyluġ ‘имеющий (какой-ливо) рост, стань’ (LST,
106) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BOYUR- (bk. BUYUR-)
BOZUḪSUZLAN- ‘el sürülmemiş, bozulmamış, temiz ve saf ol-
mak’ (EK).
[< buzuḳ ‘bozuk, kırık, yıkık’ (KB III, 119) + (+suz) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BOZUL-I (bk. BUZUL-)
BOZUL-II (bk. BOĠUL-)
BÖGÄY- (bk. 1.3.5)
BÖGÖVRE- (bk. BÖGÖVÜR-)
BÖGÖVÜR- (ve bögövre-) ‘tiksinti duymak, midesi bulanmak,
öğürmek; sarhoş olmak, cümbüş yapmak’ (CC, EK).
[< *bö ̄ ‘yansıma taban’ (Tekin 1995: 165) + (+kür-)]
OT: bögür- ‘böğürmek’ (HKT, 584).

Birincil biçim CC, ikincil ise EK örneğidir ve sadece


Garkavets’çe tespit edilmiştir. Bu ikinci örnek CC’in -A- ile
genişletilmiş bir biçimi olabilir; ancak burada bögövür- > bö-
gövrü- > bögövre- olasılığı dikkate alınmaktadır.
CC’deki anlam bu fiilin yansıma bir fiil olduğu düşüncesini
desteklemektedir; fakat fiilin neden üç heceli olduğunu açık-
lamak güçtür. Tekin’in tespit ettiği birincil uzun ünlüler için
+kIr- yansıma yapan ek yer almadığı için bu durum uzun ün-
lüye de bağlanamaz.
214 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Bu iki örneği pekiştiren veri Karay Türkçesinde bögäwrä- ve


diğer fonetik varyantları ile yer alır (bk. KRPS, 111, 114, 116).
Bu örneklerden çıkartılan anlamlar şöyledir: I) sarhoş olmak;
II) Susuzluğu gidermek, suya kanmak; III) Tadını çıkarmak.
Bunlardan birinci dolaylı olarak CC örneği ile, ve yine birinci-
si doğrudan ve üçüncüsü ile dolaylı olarak EK örneği ile ilinti-
lidir.
BÖLİN- (bk. BÖLÜN-)
BÖLÜN- (ve bölin-) ‘bölünmek’ (EK).
[< böl- ‘to divide, separate, distinguish’ (EDPT, 331) + (-ün-)]

OT: bölün- ‘bölünmek, parçalanmak’ (KE II, 135).

BÖLÜŞ- ‘üleşmek, paylaşmak’ (EK).


[< böl- ‘to divide, separate, distinguish’ (EDPT, 331) + (-ün-)]

OT: bölüş- ‘bölüşmek’ (KFT, 956).

BÖRLÄN- (bk. BÜRLÄN-).


BÖYÜ- (ve büyü-) ‘büyümek, gelişmek’ (EK).
[< beḏü- < ?]

ET: beḏ ü- ‘to be, or become, big, great, etc.’ (EDPT, 299; DTS,
91); OT: beḏ ü- ‘büyümek’ (KB III, 68); ‘to grow up’ (DLTa II,
284); büyü- ‘büyük olmak, büyümek’ (ML, 23); beyi- (biyi-?) ‘bü-
yümek’ (GT, 218); biyi- ‘ay.’ (TZa, 153).

Sevortyan, Türkmence, Azerice ve Türkçenin diyalektlerinde-


ki şekillere istinaden fiilin *beḏ (fonetik varyasyonlar ile) isim
köküne bağlar. Bunlardan en ikna edici örnek Anadolu ağız-
larındaki bed (bet) ‘çok, aşırı’ anlamındaki örnektir (ESTY,
1978: 288). Ancak tarihî metinlerde bunu destekleyen veri ol-
madığı için fiili bu tabana dayandırmak tartışmalı olacaktır.
BÖYÜKLÄN- (ve biyiklän-, biyiklan-) ‘kibirlenmek, böbürlen-
mek’ (EK).
[< beḏükle- ‘to reckon something or someone big’ (DLT a II,
322) + (-n-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 215

OT: bedüklän- ‘расти (о человеке)’250 (DTS, 91).

BUÇḪAḪLAN- ‘köşe oluşturmak, büzülmek, kıvrılmak’ (EK).


[< bıçġaḳ 251 “lit. ‘something cut off’, ‘segment’ and the like”
(EDPT, 294) + (+la-n-)]
OT: buçġaḳ lan- ‘to have corners or shanks’ (DLTa II, 99).

Tarihî metinlerde buçġaḳ la- tabanına rastlanmaz.


BULAR- (ve bulur-, burul- II) ‘şaşırmak; yolunu kaybetmek; doğru
yoldan ayrılmak, sapkınlık göstermek’ (EK).
[< bula (< bulġaġ252) + (+r-)]
(ttkht.!)
BULARĠILAN- ‘hataya düşmek, yanılmak’ (EK).
[< bularġı ‘блуждающий, заблудившийся, заблудший,
сбившийся с пути, запутавшийся’ (KS, 334) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BULARLA- ‘kafası karışmak, afallamak, şaşırmak, yanılgı içinde
olmak, hata yapmak, kaybolmak; doğru yoldan ayrılmak, gü-
nah işlemek; tutku ve ihtirasın kölesi olmak, zina etmek’ (EK).
[< bular- + (-la-)]
(ttkht.!)
Anlam ve işlev açısından bular- fiilinden farklı değildir.
BULART- ‘hataya sürüklemek, şaşırtmak, yoldan saptırmak’
(EK).
[< bular- + (-t-)]
(ttkht.!)
BULARTIR- (bk. BULARTTIR-)
BULARTTIR- (ve bulartır-) ‘(bulart-’ın ettr. biçimi)’ (EK).
[< bulart- (bk. bulart-) + (-tur-)]
(ttkht.!)
250 Soru işareti ile verilmiştir. Bang ve Rahmeti’de bedükle- ‘büyümek’tir (1936:
54).
251 En eski örnek buçġaḳ olmasına rağmen, Clauson bunu dudak benzeşmesine
bağlar ve sözcüğün bıç- fiilinden türeme olması hasebiyle aslî biçimi bıçġaḳ
olarak belirler.
252 Tarihî metinlerde bu biçimde tanıklanmış, yani söz sonu /ḳ/’lı dışında, tek veri
Çağatay eserlerinde tanıklanmıştır (bk. Clauson, 1972: 336).
216 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

BULĠA- ‘bulandırmak, karıştırmak, çalkalamak’ (EK).


[< ?]
ET: bulġa- ‘to stir (a liquid, etc.); (metaphorically) to confuse,
disturb (someone), produce a state of disorder’ (EDPT, 337; DTS,
112);

OT: bulġa- ‘to be muddied’ (DLTa II, 298); bulġa-, bula- ‘bula-
mak, bulaştırmak’ (ME, 108); bulġa- ‘bulamak, kirletmek, karış-
tırmak; bozgunculuk etmek’ (KE II, 142); ‘zamącać, zakłocać,
pomieszać (szyki)’ (HŞ, 37); ‘bulamak, bulanmak, karışmak, ka-
rıştırmak’ (KEF, 186); ‘bulamak, karıştırmak’ (İM, 512).

Sevortyan, çeşitli bilim adamlarının görüşlerini arz ettikten


sonra söz konusu fiili *bul farazi tabanına bağlar (ESTY, 1978:
255).
BULĠALAN- ‘bulanmak, karışmak, açık seçik olmamak’ (EK).
[< bulġa- ‘to stir (a liquid, etc.); (metaphorically) to confuse,
disturb (someone), produce a state of disorder’ (EDPT, 337) +
(-la-n-)]
(ttkht.!)
Fiil, bulġan- fiili ile aynı işlevdedir. Fiildeki -la- morfemi iş-
levsizdir.
BULĠAN- ‘bulanmak; kaygılanmak, gergin ve üzgün olmak’
(CC, EK).
[< bulġa- ‘to stir (a liquid, etc.); (metaphorically) to confuse,
disturb (someone), produce a state of disorder’ (EDPT, 337) +
(-n-)]

ET: bulġan- ‘to be disturbed agitated; to be saturated’253 (EDPT,


337; DTS, 122); bulġan- ‘to become muddy; to become nauseous;
to be angry; to be in turmoil’ (DLTa II, 81); ‘пачкаться, мазаться’
(LST, 111); ‘yanlış yola saptırılmak’ (RKT, 299); ‘bir şey sürün-
mek, bulanmak’ (ME, 108); ‘bulanmak, karışmak, bozulmak’
(KE II, 142); ‘być zmieszanym, być zamąconym, być zbrukanym’
(HŞ, 37); ‘bulanmak, karışmak; can sıkmak, üzmek, öfkelenmek’
253 Örnekten çıkartılan anlamdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 217

(KEF, 186); ‘bulanmak’ (İM, 512), bulan- ‘bulanmak’ (TZa 157),


bulgan- ‘ay.’ (TZa, 157).

BULĠAŞTUR- ‘karıştırmak’ (CC).


[< bulġaş- ‘смешиваться’ (DTS, 123) + (-tur-)]
OT: bulġaştur- ‘смешивать, перемешивать’ (LST, 111); ‘örtmek’
(ME, 108); bulġaştur- ‘bulaştırmak, bozmak’ (NF III, 88), bulaş-
tır- ‘bulaştırmak, kirletmek’ (NF III, 88); bulaştur- ‘karıştırmak,
bulaştırmak’ (TA, 97); bulġaştur- ‘bulaştırmak, karıştırmak’
(KEF, 187); bulaştur- ‘bulaştırmak’ (İM, 512); bulaştır- ‘bulaş-
tırmak’ (TZa, 157).

BULĠAT- ‘çalkalamak, karıştırmak; öfkelendirmek’ (EK).


[< bulġa- ‘to stir (a liquid, etc.); (metaphorically) to confuse,
disturb (someone), produce a state of disorder’ (EDPT, 337) +
(-t-)]
(ttkht.!)
BULUN- ‘bulunmak, keşfedilmek; (bir yerde) olmak, mevcut ol-
mak’ (EK).
[< bul- ‘to find; to obtain’ (EDPT, 332) + (-un-)]
ET: bulun- ‘to be found’ (EDPT, 344; DTS, 123); OT: bulun- ‘bu-
lunmak’ (KB III, 116); ‘to be found’ (DLTa II, 35); ‘bulunmak’
(AH, XIII); ay. (RKT, 299); ay. (KE II, 142); ay. (MM, 211); ‘ol-
mak, bulunmak’ (HKT, 586); bulın- ‘bulunmak’ (KFT, 957); bu-
lun- ‘bulunmak’ (MG, 133).

BULUR- (bk. BULAR-)


BULUTLAN- ‘bulutla kaplanmak, örtülmek’ (EK).
[< bulıt ‘cloud’ (EDPT, 333; DTS, 123) + (+la-n-)]
OT: bulıtlan- ‘to be clouded’ (DLTa II-93); ‘bulutlanmak’ (ME,
108); ay. (KEF, 187); bulutlan- ‘bulutlanmak’ (TZa, 158).

Tarihî metinlerde bulutla- tabanına rastlanmaz; ancak EK’da


bulutlat- fiilinin mevcudiyeti bu tabanın var olduğunun işare-
tidir.
BULUTLAT- ‘bulutla kaplamak, kuşatmak’ (EK).
218 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< bulıt ‘cloud’ (EDPT, 333) + (+la-t-)]


(ttkht.!)
BURCLAT- ‘burçlar ile donatmak’ (EK).
[< Ar. burc ‘tower, castle’ (DMWA, 50) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
BURUL-I ‘kıvrılmak, halkalanmak’ (CC, EK).
[< bür - ‘to twist, wind round, screw together’ (EDPT, 355) +
(-ül-)]

OT: bürül- ‘to be folded’ (DLTa II, 29); burul- ‘być kręconym’
(HŞ, 38); ‘burulmak, kıvrılmak’ (MG,133).

Clauson, fiilin orijinalde ön ünlülü olduğu söyler (EDPT, 355).


EK verisinin doğruluğu tartışılır; zira Garkavets bu fiili bürüş-
olarak kabul eder.
BURUL-II (bk. BULAR-)
BUSUL- (ve pusul-) ‘pusuya yatmak, gizlenmek’ (EK).
[< bus- ‘pusu kurmak, gizlenmek, saklanmak’ (KB III, 117) +
(-ul-)]
(ttkht.!)
BUŞURHAN- (bk. BUŞURĠAN-)
BUŞURĠAN- (ve buşurhan-) ‘kaygılanmak, tedirgin olmak, kafa
karışıklığı yaşamak; yaygara yapmak’ (EK).
[< buşı ‘hiddetli, sinirli, hırçın’ (KB III, 17) + (+rġa-) + (-n-)]

ET: buşurġan- (buşan- ile ikileme) ‘тревожиться, беспокоиться’


(DTS, 128; OTWF II, 464254).
254 Erdal’da ikinci fiil busan- biçimindedir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 219

Erdal, Eski Uygurcada tanıklanan busan- buşurkan- fiillerin


ikileme olarak ‘üzgün, kederli olmak’ anlamına geldiğini, ya
iki fiile de ortak bir taban olarak bus ‘sis, pus’ kökünden tü-
remiş olabileceklerini ya da buşurkan- fiilinin doğrudan doğ-
ruya buş- ‘sinirlenmek’ fiil tabanından türediğini255 ifade eder
(1991: 464). İkinci hecenin yuvarlak olması dolayısıyla Erdal
buşı ‘aksi, sinirli’ (1991: 341) gibi bir taban düşünmemiş olsa
gerek. Ancak +(X)rKA- ekinin aslî özelliği dolayısıyla bu ta-
ban daha uygun görünmektedir. Eldeki verinin semantik yö-
nüne bakılırsa, ET’deki fiil ile olumsuz duygu durumu açısın-
dan paralellik göstermektedir. Bu fiil Çağdaş Türk dillerinden
Karaycada ‘itaat etmemek’ anlamını taşır (bk. Musaev, 1964:
240).
BUYRUḪÇILAN- ‘gücü, yönetimi elinde tutmak, emir vermek,
buyurmak’ (EK).
[< buyruḫçı ‘повелитель, начальствующий, распорядитель,
правитель, властитель, владетель, владыка, командующий,
начальник, командир, предводитель, руководитель,
администратор, приказчик, чиновник’ (KS, 343) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
BUYUR- (ve boyur-) ‘buyurmak, yönetmek; cezalandırmak,
mahkemeye taşımak,’ (CC, EK).
[< *buy-ur- (?)]

OT: buyur- ‘buyurmak, emretmek’ (KB III, 118); ‘to order’ (DLTa
II, 246); ‘приказывать, повелевать’ (LST, 110); ‘buyurmak, em-
retmek’ (RKT, 301); ay. (ME, 108); ay. (KE II, 146); ay. (MM,
212); ‘приказывать’ (MNa, 176); ‘emretmek, buyurmak’ (NF III,
90); ‘emretmek; öne, yukarı geçmek’ (ML, 22); ‘emretmek, bu-
yurmak’ (HKT, 589); ‘emretmek’ (Kİ, 24); ‘buyurmak, emretmek’
(TA, 98); ‘‘to order’ (RH, 62); ‘emretmek’ (KEF, 187); ‘to order;
to tell’ (İN, 91); ‘buyurmak, emretmek’ (GT, 233); ay. (İM, 513);
255 ET’de fiilden türemiş diğer +(X)rKA- ve +KA- filleri Erdal tarafından örneklenmiştir:
tuyurka-, kısırkan-, isirkän-, ämirkäş- (ämri-’den), yıdışka- (Erdal, 1991: 463,
464).
220 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ay. (KK, 106); ay. (TZ, 159); ‘rozkazywać’ (BM, 48); ‘emretmek’
(KFT, 958); ‘buyurmak, emretmek’ (MG, 134); ay. (ELS, 42).

Bang’in bunu bir ettirgen biçim kabul edip *buy- farazi fiil
tabanına bağladığını belirten Sevortyan, kendisi de temkinli
yaklaşmakla birlikte Lobnor dili ve bir Uygur diyalektindeki
şekillere istinaden fiili *buy(u)- farazî tabanına bağlar (ESTY,
1978: 246-247).
Fiil tabanı hem *buy- hem de *buyu- olarak düşünülebilir; an-
cak ilk durumda yapım eki ettirgen olmalı, ikinci durumda ise
Erdal’ın ileri sürdüğü (bk. 1.2.2.3 -r-) nötr vazifeli ek olmalı-
dır. Ancak tabanın *buyu- olması durumunda ettirgen biçimi
daha ziyade *buyut- olacağı için, ki böyle bir biçim tanıklan-
mamıştır, ilk olasılık şimdilik daha güçlü görünmektedir.
BUYURUL- ‘buyurulmak, emredilmek’ (EK).
[< buyur- ‘buyurmak, emretmek’ (KB III, 118) + (-ul-)]

OT: buyrul- ‘buyrulmak’ (RKT, 301); ‘görevlendirilmek, emir al-


mak’ (NF III, 90); ‘emredilmek, buyrulmak’ (HKT, 589); ay. (İM,
513); ay. (KFT, 958).

BUZDUR- ‘kırdırmak, bozdurmak, harap ettirmek’ (EK).


[< buz- ‘to destroy, damage’ (EDPT, 389) + (-tur-)]
(ttkht.!)
BUZĠALA- ‘(sık.) bozmak, mahvetmek, yok etmek’ (EK).
[< buz- ‘to destroy, damage’ (EDPT, 389) + (-ġala-)]
(ttkht.!)
BUZLA- ‘donmak, buzlanmak’ (EK).
[< buz ‘buz’ (KB III,18) + (+la-)]

OT: buzla- ‘donmak, buzlanmak’ (İM, 513); ‘kırağı yağmak’


(TZa, 159).

BUZLAN- ‘buza dönmek, donmak, buzla kaplanmak’ (EK).


[< buzla- ‘donmak, buzlanmak’ (İM, 513) + (-n-)]

OT: buzlan- ‘buzlanmak, buz tutmak’ (GT, 233).


TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 221

BUZUL-I (ve bozul-, pozul-, buzur-) ‘bozulmak, çürümek, hasar


görmek; kanunsuz olmak veya davranmak’ (EK).
[< buz- ‘to destroy, damage’ (EDPT, 389) + (-ul-)]

ET: buzul- ‘to be destroyed, damaged’ (EDPT, 391; DTS, 131);


OT: buzul- ‘bozulmak, yıkılmak’ (KB III, 119); ‘to be ruined’
(DLTa II, 29); bozul- ‘bozulmak’ (ME, 107); buzul- ‘bozulmak,
yıkılmak’ (KE II, 147); ‘bozulmak’ (MM, 212); bozul- ‘być zruj-
nowanym, być zniszczonym’ (HŞ, 36), buz(u)l- (HŞ, 39); buzul-
‘bozulmak’ (NF III, 90); bozul- ‘alt üst olmak’ (HKT, 584); ‘garet
edilmek’ (Kİ, 21); ‘bozulmak, geçersiz duruma getirilmek’ (KEF,
182); ‘bozulmak’ (İM, 511), ay. (TZa, 156); bozıl-, bozul- ‘bozul-
mak’ (KFT, 956); ‘bozulmak (abdest)’ (ELS, 41).

Çağdaş lehçelerde söz konusu fiil çoğunlukla dar ünlülü ol-


duğu için kimi çalışırlar fiili /u/ ile okumayı tercih etmişken
kimileri de (Türkiye çalışırları) Türkçedeki biçimi esas alarak
okuma yapmışlardır.
BUZUL-II (bk. BÜZÜL-)
BUZUR- (bk. BUZUL-)
BÜGRÄY- (bk. BÜKRÄY-)
BÜGÜL- (bk. BÜKÜL-)
BÜKÜL- (ve bügül-) ‘eğilmek, bükülmek’ (CC, EK).
[< bük- ‘to skulk; to be filled to nausea with something (food
etc.); to be fed up’ (DLTa I, 397) +
(-ül-)]

ET: bükül- ‘to be bent or doubled over’ (OTWF II, 657); OT: bü-
kül- ‘to bend’ (DLT II, 30); ‘bükülmek’ (ML, 23); ay. (İM, 513);
ay. (MG, 134).

BÜKRÄY- (ve bügräy-) ‘bükülmek, kamburlaşmak; kıvranmak’


(EK).
[< bükrey < bükri ‘bent over (hunchbaked)’ (DLTa I, 319) +
(+eḏ-)]
222 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: bükrey- ‘eğilmek, bükülmek’ (KE II, 147); ‘kamburlaşmak’


(TZa, 159).

Kırım Tatarcası yapım eklerinde, Çeneli bükrey- fiilini bükür


tabanına dayandırmaktadır (1997: 38). Bu Kırım Tatarcası
içinde tutarlı olabilir; ancak tarihî tanıklarda bükrey- fiilini
içeren iki eserde de bükür gibi bir taban değil, bükri, bügri
(bk. KE II, 147; TZa, 159) tabanları mevcuttur. Dolayısıyla fii-
lin türetildiği isim tabanı bükri olmalıdır. Bu durumda türetim
esnasında ünlü kaynaşması hiç olmadan mekanik bir şekilde
tabanın son ünlüsü düşmüş denebilir. Güvenç de söz konusu
örnekler bükri/bügri tabanına dayandırmaktadır (2014: 62).
BÜRK- (bk. BÜRKÜR-)
BÜRKÜLDÄ- ‘titreşmek, sallanmak’ (CC).
[< bürkül ‘yansıma taban’ + (+de-)]
(ttkht.!)
BÜRKÜR- (ve bürk-) ‘sıçratmak, sulamak, püskürtmek’ (CC,
EK).
[< bür/bü~büv ‘yansıma taban’ + (+kir-)]

ET: bükür- ‘брызгать, опрыскивать, окроплять’ (Suv.) (DTS,


133); bükür-256 ‘to spurt out, spray’ (OTWF II, 466); OT: bürkir-
‘püskürmek, serpmek’ (KB III, 120), büvkir- (KB III, 122); bür-
kür- ‘to rain continually; to sprinkle’ (DLTa II, 47).

BÜRLÄN- (ve börlän-) ‘tomurcuklanmak’ (CC).


[< bür ‘a bud’ (EDPT, 354) + (+le-n-)]

OT: bürlen- ‘to bud’ (DLTa II, 80).

bürle- tabanı tarihî metinlerde tanıklanmamıştır.


BÜRÜŞ- ‘buruşmak, kırışmak’ (EK).
[< bür- ‘to twist, wind round, screw together’ (EDPT, 355) +
(-üş-)]
256 Erdal KB’deki büvkir- biçimini EUT bükür- ile DLT bürkür- arasında ara form
teşkil ettiğini dile getirmektedir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 223

OT: bürüş- ‘to help to tighten’ (DLTa II, 12), buruş- ‘to be cont-
racted’ (DLTa II, 12); buruş- ‘buruşmak’ (TZa, 158).

Erdal, Clauson’un DLT’deki bürüş- ile buruş- fiillerini birbiri-


ne karıştırdığını söyler ve Kaşgarî’nin bunlar arasında bir fark
olduğunu söylediğini, ilkinin ‘(çuval vb. ağzı) büzmek’, ikin-
cisinin ise ‘(deri, kumaş) kırışmak’ anlamına geldiğini aktarır
(1991: 555).
BÜSRE-, BÜSÜRE- (bk. 1.3.5)
BÜYÜ- (bk. BÖYÜ-)
BÜYÜT- ‘büyük hâle getirmek, büyütmek, yetiştirmek’ (EK).
[< beḏü- ‘to be, or become, big, great, etc.’ (EDPT, 299) + (-t-)]
ET: beḏ üt- ‘to make something, big, greater, etc.’ (EDPT, 300;
DTS, 91); OT: beḏ üt- ‘büyütmek’ (KB III, 69); ‘to raise, to bring
(a child) up’ (DLTa II, 114).

BÜZÜL- (ve buzul-II) ‘parlatılmak, cilalanmak’ (EK).


[< büz- ‘devşirmek, toplamak, büzmek’ (ML, 23) + (-ül-) ?]
Bu anlamı ile (ttkht.!)
EK eserlerinde büz- fiiline rastlanmaz. Garkavets’i bu anlama
yönelten büzül(gän) ile yan yana bir Ermenice veriye karşılık
olan polorovanıy ‘полированный, начищенный’ ve blişçittsa
‘блестеть, сверкать, лосниться, сиять’ gibi Slavca sözcük-
lerdir. Bununla birlikte Türkçe verinin bu anlama karşılık gel-
mesi ihtimal dışı gözükür.

C
CADULA- ‘büyü veya sihir yapmak; büyücü olmak’ (EK).
[< Far. cā d ū ‘conjuration, magic; juggling; a conjurer’ (PED, 349)
+ (+la-)]
(ttkht.!)
CADULAN- ‘büyü yapmak, büyü veya sihir ile uğraşmak’ (EK).
[< cadula- + (-n-)]
(ttkht.!)
CAHTLAN- (ve caḫtlan-) ‘acele etmek; çabalamak’ (EK).
224 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< Ar. cahd ‘exertion; endeavor, attempt, effort; trouble, pains’


(DMWA, 142) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
CAḪTLAN- (bk. CAHTLAN-)
CAḪTLANDIR- ‘teşvik etmek; acele ettirmek’ (EK).
[< caḫtlan- + (+tur-)]
(ttkht.!)
CAḪTLAT- ‘teşvik etmek; acele ettirmek’ (EK).
[< Ar. cahd ‘exertion; endeavor, attempt, effort; trouble, pains’
(DMWA, 142) + (+la-)]
(ttkht.!)
CANSIZLAN- ‘duygusuz, vurdumduymaz olmak’ (EK).
[< cānsız ‘cansız’ (NF III, 92) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
CANSIZLAT- ‘duygusuz kılmak’ (EK).
[< cānsız ‘cansız’ (NF III, 92) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
CEHEZLÄ- ‘çeyiz vermek’ (EK).
[< Ar. cahā z ‘equipment, appliances, outfit, gear, rig; trousse-
au; contrivance, gadget; implement, appliance, utensil; instal-
lation, apparatus’ (DMWA, 143) + (+le-)]
(ttkht.!)
CINSLAN- ‘üremek, çoğalmak’ (EK).
[< Ar. cins ‘kind, sort, variety, species, class, genus; category;
sex (male, female); gender (gram.); race; nation’ (DMWA, 141)
+ (+la-n-)]
(ttkht.!)
CIVILDA- ‘şakımak, cıvıldamak’ (EK).
[< cıvıl ‘yansıma taban’ + (+da-)]
(ttkht.!)
COMARTLA- ‘cömertlik yapmak’ (EK).
[< Far. cū mard ‘a liberal or generous man’ (PED, 379) + (+la-)]
(ttkht.!)
CÜFTLÄN- (ve çüftlän-) ‘çift olmak, çift oluşturmak’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 225

[< Far. cuft, cift ‘a couple, a pair, a mate, husband or wife’ (PED,
365) + (+la-n-)]
OT: cüftlen- ‘evlenmek’ (ME, 109); ay. (NF III, 96); ‘evlenmek,
eş olmak’ (KEF, 189).

CURUMLA- ‘suçlamak; ceza kesmek, cezayı uygulamak’ (CC,


EK).
[< Ar. curm ‘offense, crime, sin’ (DMWA, 121) + (+la-)]
(ttkht.!)
CUVAPLAN- ‘cevap vermek; (soru vs. için) cevabını bulmak’
(EK).
[< Ar. cav ̇ ā b ‘answer, reply’ (DMWA, 145) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
Ç

ÇADIRDA- (bk. ÇATIRDA-)


ÇADIRDAT- (bk. ÇATIRDAT-)
ÇADIRTA- (bk. ÇATIRDA-)
ÇADIRTAT- (bk. ÇATIRDAT-)
ÇAĠIR- (bk. ÇAḪIR-)
ÇAHIR- (bk. ÇAĠIR-)
ÇAḪAR- ‘bağırmak, ötmek’ (CC).
[< ça ‘yansıma taban’ + (+ḳır-) ?]
(ttkht.!)
Morfolojisi belirsiz olmak ile birlikte yansıma fiilleri andır-
maktadır. çaġır- fiilin farklı bir formu olabilir.
ÇAḪIN- ‘iftira edilmek, gammazlanmak, töhmet altında bırakıl-
mak’ (EK).
[< çaḳ- ‘to strike fire (with a flint or steel), (of a snake or scor-
pion) to bite, sting; to slander, decry’ (EDPT, 405) + (-ın-)]
Taranan hiçbir tarihî metinde bu anlamı ile tanıklanmamıştır.
Ancak tabandaki ‘iftira etmek’ anlamı EUT’de görülür.
ÇAḪIR- (ve çaġır-, çahır-) ‘bağırmak; çağırmak, seslenmek;
mahkemeye çağırmak’ (CC, EK).
226 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< ça ‘yansıma taban’ + (+ḳır-)]


OT: çaġır-, çaġur-, çaḳ ur- ‘кричать, звать; бить челом’ (LST,
355, 356); çaḳ ır- ‘bağırmak’ (RKT, 310); ay. (KE II, 156); ‘çağır-
mak, seslenmek, bağırmak’ (NF III, 100); çaġır- ‘davet etmek ve
kandırmak’ (ML, 24), çaḳ ır- ‘bağırmak’ (ML, 24); ay. (HKT, 599);
ay. (AOYB, 209); çaġır- ‘çağırmak’ (Kİ, 26); ay. (TA, 99); çaġır-
‘çağırmak, bağırmak’ (KEF, 189), çaḳ ır- (KEF, 190); çaġır- ‘ba-
ğırmak, inlemek’ (GT, 237); çaḳ ır- ‘çağırmak, seslenmek’ (İM,
515); çaġır- ‘bağırmak, çağırmak’ (KK, 106); ‘krzyczeć, wolać’
(BM, 49); çaġır- ‘çağırmak’ (KFT, 962).

Mühenna Lûgati’nde fonetik farklılık ile semantik farklılık


yan yanadır; ancak bu durum sadece o esere hastır.
ÇAḪIRIL- ‘çığlık atmak, feryat etmek, bağırmak’ (EK).
[< çaḳ ır- ‘bağırmak’ (RKT, 310) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
Fiilin yapısı ile Garkavets’çe verilen anlam tutarlılık göster-
mez.
ÇAḪIRT- ‘duyurtmak, ilan ettirmek, bir vasıta ile çağırtmak’
(EK).
[< çaḳ ır- ‘bağırmak’ (RKT, 310) + (-t-)]
OT: çaḳ ırt- ‘kazać wołać, zmusić do wołania; ogłosic’ (HŞ, 41);
çaġırıd- ‘çağırtmak’ (KFT, 962).

ÇAḪLA- ‘öyle yapmak’ (CC).


[< çaḳ ‘?’ + (+la-)]
Taranan hiçbir tarihî metinde bu anlamı ile tanıklanmamıştır.
HŞ’deki veri ‘kendini dizginlemek, durdurmak’ anlamı ile ta-
nıklanır. Her halükarda fiil bir +lA- türetimi gibi gözükmekte-
dir.
ÇALIN- ‘yumruklanmak, vurulmak; ; biçilmek; bir enstrüman ile
çalınmak veya sesle icra edilmek’ (EK).
[< çal- ‘to knock (someone Acc.) down, to throw (him) to the
ground’ (EDPT, 417) + (-ın-)]
OT: çalın- ‘to be emaciated; (words) to reach; to throw oneself to
ground’ (DLT II, 38); ‘grać (na trąbce)’ (HŞ, 40).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 227

ÇALIŞ- ‘çaba sarfetmek; mücadele etmek, savaşmak; rahatsız et-


mek, saldırmak, yaralamak, incitmek’ (EK).
[< çal- ‘to knock (someone Acc.) down, to throw (him) to the
ground’ (EDPT, 417) + (-ış-)]
OT: çalış- ‘to split open; to wrestle’ (DLTa II, 18); ‘birbirine çarp-
mak’ (ME, 110).

ÇAPḪALA- ‘(sık.) parçalara ayırmak, kesmek’ (EK).


[< çap- ‘to swim; to strike’ (DLTa II, 388) + (-ḳala-)]
(ttkht.!)
(!) ÇAPUR- ‘alkışlamak, elleri birbirine çarpmak’ (EK).
[< çap- ‘to swim; to strike’ (DLTa II, 388) + (-ur-)]
(ttkht.!)
Sadece Tryjarski’de (1968-72: 180) tanıklanan bu sözcük Gar-
kavets tarafından çap ur- şeklinde kayda geçmiştir (2010: 367-
68). Tarihî tanık açısından da zayıf olan bu biçimin birleşik fiil
olması olasıdır.
ÇARESİZLÄT- ‘halsiz, bitkin düşürmek’ (EK).
[< çaresiz + (+le-t-)]
(ttkht.!)
ÇAŞUTLA- ‘casusluk yapmak, izini sürmek, pusuya yatmak’
(EK).
[< çaşut ‘delation, false accusation’ (EDPT, 431) + (+la-)]
OT: çaşutla- ‘casusluk etmek’ (Kİ, 27).

ÇAŞUTLAT- ‘casusluk veya keşif yaptırmak, iz sürdürmek, pusu-


ya yatırmak’ (EK).
[< çaşutla- ‘casusluk etmek’ (Kİ, 27) + (-t-)]
(ttkht.!)
ÇATIRDA- (ve çadırda-, çadırta-) ‘çatırdamak, gıcırdamak, çıtır-
damak’ (EK).
[< çatır ‘yansıma taban’ + (+da-)]
(ttkht.!)
ÇATIRDAT- (ve çadırtat-, çadırtat-) ‘çatlama, çıtırdama sesi çı-
karmak’ (EK).
[< çatırda- + (-t-)]
(ttkht.!)
228 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ÇATIRLAN- ‘çadır veya çatı sahibi olmak; koruma, gözetim al-


tında olmak’ (EK).
[< çātır “(loan word) ultimately derived from Sansk. Chattra ‘a
royal umbrella” (EDPT, (ayrıca bk. Far. çā dar ‘a tent, pavilion’
(PED, 383)) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ÇATLA- ‘çatlamak, kırılmak, yarılmak’ (EK).
[< çat/çatı ‘yansıma taban’ + (+la-)]
OT: çat īla- ‘to crack (whip)’ (DLTa II, 314); çatla- ‘el şaklatmak,
el şaklatarak ses çıkartmak’ (Kİ, 27).

ÇATLAN- ‘çatlamak, parçalanmak’ (EK).


[< çat īla- ‘to crack (whip)’ (DLTa II, 314) + (-n-)]
(ttkht.!)
ÇATLAT- ‘parçalara ayırmak, kırmak’ (EK).
[< çat īla- ‘to crack (whip)’ (DLTa II, 314) + (-n-)]
OT: çatlat- ‘parmaklarını çatlatmak, parmaklarıyla çıt çıt ses çı-
karmak’ (İM, 516).

ÇAYAḪA- (ve çayḫa-) ‘çitilemek, çırparak yıkamak’ (EK).


[< yayıġ257 ‘dönek’ (KB III, 533), ‘unstable’ (DLTa II, 158) + (+a-)]
OT: yayġa- ‘ağız çalkalamak’ (MM, 270); yayḳ a- ‘yıkamak’ (Kİ,
123); ‘yaykamak, çalkamak’ (TZa, 282); ‘ağız çalkalamak, her
şeyi çalkalayarak yıkamak’ (İH, 52).
Yukarıdaki tanıklarının yanında, EUT’de de yayḳ al- biçimi
tanıklanır (bk. Clauson, 1972: 981). Sözcük aslında üç hece-
lidir; fakat daha eski örnekler vurgusuz orta hece ünlüsünü
düşürmüşlerdir. EK’daki örneklerde ise iki biçim de mevcut
olmanın yanı sıra vurgusuz hece ünlüsü düz-geniş ünlüye ge-
çiş yapmıştır. Tabanın son sesinde kararsızlık bulunsa da ge-
rek EK örnekler gerekse tarihî örneklerin çoğunluğu bu sesin,
Clauson’un dipnotta belirttiği gibi, /ḳ/ olması gerektiğini gös-
terir. Söz başı /y/ ~ /ç/ değişikliği dikkate değerdir.258 Tarama
verilerinde rastlanmasa da Çağatay döneminde çayḳ a- ‘mettre
257 Clauson’a göre DLT’deki ikinci örnek olan yayık; yayuk şeklindedir.
258 bk. Bang ve Rahmeti, 1936: 8.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 229

en mouvement’ (Pavet de Courteille, 1870: 282) varyantı kayda


geçmiştir. Ayrıca korpusta yer alan CC çayḫal- da ön ses /ç/’li
biçimlerin varlığına dair daha eski bir kanıttır.
ÇAYAḪAN- (ve çayḫan-) ‘çalkanmak; yıkanmak, arınmak’ (EK).
[< yayḳ a- ‘yıkamak’ (Kİ, 123) + (-n-)]
ET: yayḳ an- ‘to sway and be disturbed, (as) of water’259 (OTWF II,
628); OT: yayḳ an- ‘çalkalanmak’ (Kİ, 123).

ÇAYḪA- (bk. ÇAYAḪA-)


ÇAYḪAL- ‘çalkalanmak, sallanmak, dalgalanmak’ (CC).
[< yayḳ a- + (-l-)]
ET: yayḳ al- ‘to be shaken, to sway’ (EDPT, 981); OT: yayḳ al- ‘to
be disturbed; (heart) to sway’ (DLTa II, 201).

ÇAYḪAN- (bk. ÇAYAḪAN-)


ÇAYNA- ‘çiğnemek, (ağızda) ezmek, un ufak etmek’ (CC, EK).
[< çig īn ‘a plant which grows among the vines, forms ears, and
is used as fodder’ (DLTa I, 315) + (+e-)? veya (çikir ‘yansıma
ses’ + (+e-) >) çikrä- ‘(of teeth) to grate because of something’
(DLTa II, 294)]
OT: çikre- ‘(of teeth) to grate because of something’ (DLTa II, 294) ?;
çayna- ‘kemirmek, çiğnemek’ (ME, 110); çeyne- ‘çiğnemek’ (KE
II, 159); çėyne- ‘çiğnemek’ (MM, 213); çeyne- ‘çiğnemek’ (NF III,
102); çiyne- ‘dişle ezmek, çiğnemek’ (ML, 25); şeyne- ‘çiğnemek’
(TA, 141); çeyne- ‘çiğnemek, dişler arasında ezmek’ (KEF, 191),
çiyne- (KEF, 192); çiyne- ‘çiğnemek’ (GT, 239); çayna- ‘(sakız vs.)
çiynemek’ (İM, 516); çeyne- ‘çiğnemek’ (KK, 107); şayna- ‘çiğne-
mek’ (TZa, 246); çeyne- ‘żuć, przegryzać’ (BM, 49); çeyne- ‘çiğ-
nemek’ (KH, 117).

En eski örneklerde çigne- fiili bulunsa da bunların ‘çiğnemek’


anlamlı fiil ile hiçbir bağının olmadığı ve çigin ‘ipek; sırma
ilmek vb.’ tabanından türediği görülmektedir. Dolayısıyla Cla-
uson, ‘çiğnemek’ anlamlı bir fiili hiç ele almaz ve ikinci ihti-
mal olan çikre-’yi söz konusu fiil ile ilişkilendirmez (Clauson,
259 Clauson, EUT örneğine soru işareti koyup ‘shimmering’ anlamını vermiştir (bk.
1972: 981).
230 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

1972: 416). Räsänen ise sadece çağdaş biçimleri vermek ile


yetinir (1969: 95).
Türkiye Türkçesi etimoloji sözlükleri bu sözcük hakkında ikna
edici bir izah ileri sürmemişlerdir (bk. Tietze, 2002: 457; Gü-
lensoy, 2007: 241; Nişanyan, 2010: 110). Kazan Tatarcasının
kısa etimolojik sözlüğünde, Äḫmätyanov, çeyne- fiili için ET
çaġna- (çaġın-a-) verisinden hareketle fiil tabanını ‘yanak’ an-
lamındaki çaġ , caġ sözcüklerine bağlar. Bunu düşünmekteki
etken olarak Moğ. ceġu- ‘çiğnemek, ısırmak’ örneğini verir
(2001: 231). Ancak bu görüşe katılmak öncelikle ET verilerde
çaġna- olmayışı açısından, ikinci olarak da çaġ , caġ tabanla-
rından çäynä- fiilini oluşturmanın çok ihtimal dışı olması açı-
sından mümkün değildir.
Karaşlar, CC’deki bu fiil için bir yorum yapmamıştır (2012: 57).
Yukarıda belirtildiği gibi iki ihtimal söz konusudur:
I) Bitki olan DLT verisi çigin hayvan yemi olarak kullanıldığı
için hayvanların bu yemi yemesi zamanla ‘çiğnemek’ eylemini
karşılamış olabilir.
II) Ağızda çıkan diş sürtünmesi sesi çikre-, ses değişimi ile
çikne- olmuş olabilir.
İlk belirgin anlam ME’deki çayna-’dır; fakat bu örnek fiilin
yapısını iç ses /g/ olmadan düşünmeye itemez; zira Türkçe çiğ-
ne- ilk hece sonunda eskiden gelen bir /g/ olduğunun deliller.
ÇEBÄRLÄ- ‘düzenli, temiz, asil ve çekici kılmak’ (EK).
[< çėber ‘красивый; красавец’ (DTS, 142; Bang ve Rahme-
ti, 1936: 56) (< Moğ. tsever < tseber ‘clean, pure; neat[ly];
immaculate[ly]; net (as profit, etc.)’ (MED, 167)) + (+le-)]
(ttkht.!)
ÇEKİL- ‘çekilmek, gerilmek, sürüklenmek, sürülmek’ (EK).
[< çek- 260 ‘to point (a book); to blood (a horse)’ (DLTa I, 398) +
(-il-)]
260 Clauson, fiilin anlamsal sürecini şöyle değerlendirir: “The original meaning is
obscure; the prevailing meaning is now ‘to pull’, but it very soon developed
many extended meanings, both trans. ‘to borrow (money), to suffer (pain), to
smoke (tobacco)’ and intrans. ‘to withdraw’; in SW Rep. Turkish over 30 shades
of meaning are distinguished.” (1972: 413).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 231

OT: çekil- ‘(a book) to be pointed’ (DLTa II, 30); ‘to be drawn
(bow)’ (İN, 92); ‘(kuyunun) suyu boşaltılmak’ (İM, 516); ‘çekil-
mek’ (KH, 117); ‘tartılmak’ (KFT, 962).

ÇEKİŞ- ‘iddialaşmak, tartışmak; mahkemelik olmak’ (EK).


[< çek- ‘to point (a book); to blood (a horse)’ (DLTa I, 398) +
(-iş-)]

OT: çėkiş- ‘to help someone point (a text)’ (DLTa II, 18); ‘çekiş-
mek’ (GT, 238); ‘bozuşmak, birbirine düşmek’ (İM, 516); ‘çekiş-
mek’ (KK, 107); çekiç- ‘çekişmek, döğüşmek’ (TZa, 161); çekiş-
‘davalaşmak’ (KFT, 962); çikiş- ‘anlaşamamak, ihtilafa düşmek’
(ELS, 43).

ÇERT- ‘fiske vurmak; işaret, kertik yapmak, kazımak, çizmek,


işaretlemek’ (CC, EK).
[< ?]

OT: çert- ‘to let go (of something); to break off’ (DLTa II, 368);
‘sert bir şey vurup mesela fincan gibi şeylerin kenarı(nı) kertmek,
çatla(t)mak’ (İH, 11).

İkinci anlamı dikkate alınırsa, fiil kert- fiili ile hemen hemen ay-
nıdır; ancak CC’de kert- fiilinin de bulunması birbirine dönüşme
düşüncesine imkan tanımaz. Clauson, ET kert- ve ket- fiillerini,
/r/ düşmesinin erken dönemde gerçekleşmeyeceğini düşünerek,
ayrı ayrı değerlendirir (1972: 700). Osmanlıca ged- ve Türkçe
gedik ile yine Türkçe kert- fiilleri göz önünde bulundurulursa
bunların iki farklı biçim olduğu düşünülebilir. Tietze, Türkçe
çent-, (And. A.) çet-/çit-’i, Clauson’a referansla, ket- fiiline bağlar
(2002: 432); ancak Clauson böyle bir görüş ileri sürmez. Türkçe
çent- fonolojik açıdan ikincil şekil olabilir.
ÇEŞİL- (ve çezil-) ‘çözülmek, parçalanmak, gevşemek; kurtul-
mak, azat edilmek’ (EK).
[< seş- ‘to loosen, untie’ (EDPT, 857) + (-il-)]

ET: seşil- ‘to be unfastened’ (EDPT, 857; DTS, 497); OT: se-
şil- ‘to be untied’ (DLTa II, 26); şeşil- ‘być rozwiązanym, być
232 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

rozsupłanym’ (HŞ, 166); ‘rozwiązywać się, być rozwiązanym’


(BM, 73).

Tarihî tanıklara bakılınca, fiilin /ç/ ile başlaması beklenmedik


gözükmektedir.
ÇEŞİN- ‘çözülmek, açılmak, ayrılmak; gevşemek, güçten
düşmek’(EK).
[< seş- ‘to loosen, untie’ (EDPT, 857) + (-in-)]
OT: seşin- ‘to be about to (do something); of horse to be about to
slip out of the bond’ (DLTa II, 35).

ÇEŞTİR- ‘çözdürmek, açtırmak’ (EK).


[< seş- ‘to loosen, untie’ (EDPT, 857) + (-tür-)]
OT: seştür- ‘to have a knot untied’ (DLTa II, 54).

ÇETÄNLÄ- ‘çitle çevirmek, korumaya almak’ (EK).


[< çiten ‘kafes’ (TA, 101) + (+le-)]
(ttkht.!)
çiten sözcüğü ‘çit’ anlamı ile bugünkü Kazan Tatarcasında ya-
şamaktadır (bk. Äḫmätyanov, 2001: 235).
ÇEZİL- (bk. ÇEŞİL-)
ÇIBÇIR- (bk. ÇIPÇIR-)
ÇIBÇIRIL- (bk. ÇIPÇIRIL-)
ÇIDA- (bk. 1.3.5)
ÇIDAL- ‘dayanılmak, tahammül edilmek’ (EK).
[< çıda- ‘dayanmak, tahammül etmek’ (KE II, 159) < Moğ.
çada- (tsıda-) ‘to be able, capable; to be able to overcome or
vanquish’ (MED, 176) + (-l-)]
(ttkht.!)
ÇIDOVSUZLAN- ‘dayanıksız, sabırsız, öz denetimini kaybetmiş
olmak’ (EK).
[< çıdovsuz ‘нетерпеливый, нестойкий, невыносливый,
невыдержанный, невоздержанный, несдержанный’ (KS,
387) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 233

ÇIĠAR- (bk. ÇIḪAR-)


ÇIḪ- (bk. ÇIḲ-)
ÇIḪAR- (ve çıġar-, çi ḫar-) ‘çıkarmak, çekmek, ayırmak; bırak-
mak, salmak; imal etmek’ (CC, EK).
[< çıḳ- ‘çıkmak’ (KB III, 129) + (-ar-)]
OT: çıḳ ar- ‘çıkarmak’ (KB III, 130); ay. (AH, XV); ‘выводить,
вынимать; вытаскивать’ (LST, 359); ‘çıkarmak; uzaklaştırmak,
sürmek, sürgün etmek; ortaya çıkarmak’ (RKT, 313); ‘çıkar-
mak’ (ME, 111); ay. (KE II, 163); ay. (MM, 213); ‘wydobywać,
wyciągać, wyjawiać; usuwać’ (HŞ, 46); ‘выводить’ (MNa, 185);
‘çıkarmak; sürmek’ (NF III, 104); ‘dışarı çıkmak; yapmak, ya-
ratmak; kurtarmak; ortaya çıkarmak, göstermek; yetiştirmek,
çıkarmak; kovmak, sürmek; seçmek, ayırmak; elde etmek, sağ-
lamak; netice çıkarmak, ne olduğunu bilmek, anlamak; hayata
kavuşturmak, diriltmek’ (HKT, 603); çıġar- ‘çıkarmak’ (Kİ, 29);
çıḳ ar- ‘çıkarmak’ (TA, 100); ‘çıkarmak; ayırmak; kurtarmak; dı-
şarı atmak; sürmek’ (KEF, 191); ‘to push out; to make; to begin; to
discover’ (İN, 92); ‘çıkarmak’ (GT, 239); ay. (İM, 516); ay. (KK,
107); ay. (TZa, 162); ‘wyprowadzać’ (BM, 50); ‘çıkarmak’ (KH,
117); ay. (KFT, 963); ‘çıkarmak, uzatmak’ (MG, 138).

ÇIḪARIL- ‘gerilmek, çekilmek, çıkarılmak, kurtarılmak’ (EK).


[< çıḳ ar- ‘çıkarmak’ (KB III, 130) + (-ıl-)]

OT: çıḳ arıl- ‘быть выведенным’ (LST, 359); ‘çıkarılmak, uzak-


laştırılmak’ (RKT, 313); ‘çıkarılmak’ (ME, 111); ‘dışarı çıkarıl-
mak; kovulmak, sürülmek; meydana çıkarılmak, yaratılmak;
ortaya çıkarılmak, gösterilmek; diriltilmek’ (HKT, 604); ‘çıkarıl-
mak’ (KEF, 191); ay. (İM, 516).

ÇIḪARILGANLAN- (bk.1.3.3.)
ÇIḪART- ‘çıkarttırmak, tahliye ettirmek, kovdurmak’ (EK).
[< çıḳ ar- ‘çıkarmak’ (KB III, 130) + (-t-)]
OT: çıḳ art- ‘çıkartmak’ (KE II, 164).

ÇIḲ- (ve çıḫ-) ‘(dışarı) çıkmak; meydana gelmek; (… olduğu) or-


taya çıkmak’ (CC, EK).
234 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< taş ‘outside, the exterior, or outside of something’ (EDPT,


558) + (+ıḳ-) ?]
OT: çıḳ- ‘çıkmak’ (KB III, 129); ‘выходить’ (LST, 358); ay. (MNa,
185); ‘(dışarı) çıkmak, yükselme’ (ME, 111); ‘çıkmak’ (MM, 213);
‘çıkmak, ortaya çıkmak; ayrılmak, kaçmak; erişmek; ölmek’ (NF
III, 102); ‘içeriden dışarıya gitmek, çıkmak; Güneş, ay ve yıldız
gibi şeylerin doğması’ (ML, 26); ‘dışarı çıkmak; ayrılmak, git-
mek; karşısına çıkmak, görünmek; sefere çıkmak; bitmek, ye-
tişmek, büyümek; elde edilmek, sağlanmak; akmak, fışkırmak’
(HKT, 601); ‘çıkmak’ (AOYB, 209); ‘çıkmak’ (Kİ, 30); ay. (TA,
100); ‘çıkmak, ayrılmak, gitmek, yükselmek, yerinden çıkıp, ka-
barmak, karşı çıkmak’ (KEF, 191); ‘to come out; to leave; to be lo-
osed; to depart; to rap’ (İN, 92); ‘çıkmak’ (GT, 238); ay. (İM, 516);
‘çıkmak; doğmak (güneş, ay)’ (KK, 107); ‘çıkmak’ (TZa, 162); ay.
(KH, 117); ay. (MG, 137); şıḳ- ‘ay.’ (DM, 109); çıḳ- ‘ay.’ (ELS, 43).

Clauson, Oğuz-nâme neşrinde ileri sürülen fikri (bk. Bang ve


Rahmeti, 1936: 36, not 27), yani taşıḳ-’ın büzüşme ile çık- ol-
masını, ikna edici bulmamaktadır (1972: 405-406). Kaşgârî
taşıḳ- fiilini verdikten sonra pek çok Türk boyunun çıḳ- fiilini
kullandığını söyler (bk. Dankoff ve Kelly, 1982: 22). Räsänen
de bu görüşe katılıyor gözükmektedir (1969: 107).
ÇILAN- (ve çilan-) ‘ıslanmak, sırıksıklam olmak, ıslanıp yumuşa-
mak, gevşemek’ (EK).
[< çilä- 261 ‘to moisten’ (DLTa II, 290) + (-n-)]
OT: çılan- ‘to become moist’ (DLTa II-38).

Kalın sıralılık Karaycada da devam eder (bk. KRPS 1974:


637).
ÇILAT- ‘ıslatmak, sulamak, nemlendirmek, suda çözmek’ (EK).
[< çile- ‘to moisten’ (DLTa II, 290) + (-t-)]
OT: çılat- ‘to order something to be moistened’ (DLTa II, 119).

ÇINIḪ- (bk. ÇINIḲ-)


261 Clauson, DLT yazmasında, çılat-, çılan-, çılaş- örneklerinin tamamının -maḳ
mastarını aldığını, bu sebepten çilen-mek’in muhtemelen hatalı bir yazım olduğunu
belirtir (1972: 418).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 235

ÇINIḪTIR- (ve çıḫtır-) ‘alıştırmak, talim ettirmek, çalıştırmak,


eğitmek’ (EK).
[< çınıḳ- ‘to be verified’ (DLTa II, 23) + (-tur-)]
(ttkht.!)
ÇINIḲ- (ve çınıḫ-) ‘öğrenmek, alışmak; meşk etmek’ (CC, EK).
[< çīn ‘true, genunie; truth’ (< loan word from Chin. chên)
(EDPT, 424) + (+ıḳ-)]
OT: çınıḳ- ‘to be verified’ (DLTa II, 23).

Yukarıdaki veride ilk anlam CC’ye aittir. EK’daki anlam


kökten uzaklaşmıştır. Bununla birlikte Karaycadaki anlamın
EK’daki anlam ile aynıdır (bk. KRPS 1974: 637).
ÇIŊLA- ‘inlemek’ (CC).
[< çıŋ ‘the sound of bells or brass basin’ (DLTa I, 331) + (+la-)]
(ttkht.!)
Eski ve Orta Türkçede tanığı olmayan bu veri çıŋra- sözcü-
ğünden gelişmiş olabilir.
ÇIPÇIR- (ve çıbçır-) ‘salmak, özgür bırakmak’ (EK).
[< sıpçır- ? < sıptır-?]
(ttkht.!)
Etimolojisi belirsizdir. Aşağıda edilgen ekli biçimlerinde /s/ ön
sesli varyantlar da mevcuttur. Buna göre, Anadolu ağızların-
daki sıpıt- ‘atmak, fırlatmak’ ve sıpıḫ- ‘gizlice kaçmak, sıvış-
mak’ (DS X, 3613) fiillerinin tabanı ile bağlantılı olabilir.
ÇIPÇIRIL- (ve çıbçırıl-, sıpçırıl-, sipiçiril-, şıpçırıl-) ‘firar etmek,
çıkmak, kurtulmak, özgür olmak’ (EK).
[< çıpçır- + (-ıl-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte çıpçırıl- ve tsıptsırıl- ‘gözden kaybol-
mak’ biçimleri Karaycada kayda geçmiştir (bk. KRPS 1974:
637).
ÇIRAḪLIḪLAT- ‘lamba, şamdan tedarik etmek veya yakmak’
(EK).
[< çıraḫlıḫ (bk. KS, 395) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
ÇIRMA- ‘sarıp sarmalamak, dolamak’ (CC, EK).
236 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< çerme- 262 (bk. EDPT, 853) < ?]


(ttkht.!)
Bununla birlikte Çağatay döneminde görülür: çırma- ‘telfif,
ihate etmek, sarmak’ (Kúnos, 1902: 46).
Fiilin etimolojisi belirsiz olmakla birlikte, yüksek olasılıkla bu
fiil bir -mA- sıklık türetimidir ve bu düşünce ile o kategoriye
alınmıştır.
ÇIRMAL- ‘sarılmak, dolanmak, sarmalanmak, düğümlenmek’
(CC, EK).
[< çırma- + (-l-)]
OT: çärmäl- ‘to be coiled and plaited’ (DLTa II, 77).

ÇIZIL- ‘çizilmek, taslak çıkarılmak, şema çıkarılmak’ (EK).


[< çız- ‘to scratch; to draw a line’ (EDPT, 432) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
ÇIZIŞ- ‘birbirine sınır çekmek veya çizmek’ (EK).
[< çız- ‘to scratch; to draw a line’ (EDPT, 432) + (-ış-)]
(ttkht.!)
ÇİÇÄKLÄ- ‘çiçekler ile süslemek, bezemek’ (EK).
[< çėçek ‘flower; (hence metaph.) skin eruption, smallpox’
(EDPT, 400) + (+le-)]
OT: çiçekle- ‘çiçek açmak’ (ME, 112).

ÇİÇÄKLÄN- ‘çiçek açmak, çiçeklenmek’ (CC, EK).


[< çiçekle- ‘çiçek açmak’ (ME, 112) + (-n-)]
ET: çėçeklen- ‘to flower’ (EDPT, 401); OT: çėçeklen- ‘to blossom’
(DLTa II, 95); çiçeklen- ‘çiçeklenmek, çiçek açmak’ (KEF, 192);
‘çiçeklenmek’ (KK, 107).

ÇİÇEKLÄT- ‘süslemek, çiçekle donatmak’ (EK).


[< çiçekle- ‘çiçek açmak’ (ME, 112) + (-t-)]
(ttkht.!)
ÇİLAN- (bk. ÇILAN-)
262 Clauson’un belirttiği üzere bu taban biçimi Karahanlı döneminde görülmese de
bu tabandan türemiş örnekler DLT’de görülmektedir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 237

ÇİMDİ- ‘çimdiklemek’ (CC).


[< *çım + (+dı-)?]
OT: çimdi- ‘çimdiklemek’ (Kİ, 29).

Etimolojisi belirsizdir. Bir isimden fiil biçimi olabilir.


ÇİMDİR- ‘çimdiklemek’ (EK).
[< çimdi- ‘çimdiklemek’ (Kİ, 29) + (-r-)]
OT: çimdir- ‘çimdiklemek’ (TA, 100).

ÇİNÄ- ‘ipek işlemek, örmek’ (CC).


[< çikne- < çikin “‘gold embroidery’ (probably a Chinese loan-
word)” (EDPT, 415-416) + (+e-)]
OT: çikne- ‘sıkı dikmek, altın tel ile ipek kumaş üzerine nakış iş-
lemek; yere sürgü çekmek’ (KB III, 132); çigne- ‘to embroid with
gold thread’ (DLTa II, 304).

ÇİRIL- ‘çürümek, bozulmak’ (EK).


[< çüri-, çürü- ‘гнить; тлеть’ (LST, 361) + (-l-)]
(ttkht.!)
ÇİRİ- ‘çürümek, bozulmak, kokuşmak’ (EK).
[< çü ̄ ri- < ?]
OT: çüri-, çürü- ‘гнить; тлеть’ (LST, 361); çürü- ‘çürümek’ (ME,
112); çüri- ‘ay’. (KE II, 165); çüri-, çürü- ‘ay.’ (NF III, 105); çürü-
‘ay.’ (HKT, 606); ay. (Kİ, 32); çüri-, çürü- ‘ay.’ (KEF, 192); çüri-,
çürü- ‘ay.’ (İM, 517); şürü- ‘çürümek’ (TZa, 249).

Etimolojisi belirsizdir. Ancak yapıca isimden yapılan fiille-


re benzemektedir. Räsänen’den görüldüğü kadarıyla sözcük
Türkmencede uzun ünlülüdür (1969: 121).
ÇİRİT- ‘çürütmek’ (EK).
[< çüri-, çürü- ‘гнить; тлеть’ (LST, 361) + (-t-)]
OT: çürit- ‘çürütmek’ (KE II, 165).

ÇLUNOKLAN- ‘uzuvlarına, organlarına ayrılmak’ (EK).


[< çlunok/çlonok < Leh. członek ‘член, часть тела’ (KS, 397)
+ (+la-n-)]
238 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
ÇOĠURLAN- ‘çukur, hendek ile çevrilmek’ (EK).
[< çuḳur ‘çukur’ (Kİ, 32) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ÇOLĠAN- ‘sürünmek, emeklemek’ (EK).
[< çuġla- ‘to wrap and pack’ (DLT II, 301) + (-n-) ?]
OT: çuġlan- ‘to come together; to cluster together’ (DLTa II, 84);
çulġan- ‘owijać się, wplątać się, oplątać się’ (HŞ, 44); ‘örtünmek,
bürünmek’ (HKT, 606).

Tarihî tanıklar semantik açıdan EK örneğine çok yakın ol-


masalar da bu anlamı doğurma olasılıkları vardır ki bunu
Clauson’un HŞ’den paylaştığı veride görmek mümkündür
(1972: 408). Bu veriye göre çulġaş- fiili ‘yılan gibi kıvrılmak’
manasındadır. İlginç olan bir başka nokta ise Garkavets söz-
lüğünde aynı anlama gelen EK çolgatsa bol- gibi bir birleşik
fiilin bulunmasıdır. Ancak, Garkavets çolgatsa için herhangi
bir bilgi vermez.
ÇONTSKALA- ‘parçalara ayırmak’ (EK).
[< Leh. czą stka [çonstka] ‘часть, доля, пай, частица,
частность, подробность, деталь’ (KS, 399) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
ÇONTSKALAT- ‘parçalattırmak’ (EK).
[< çonstkala- + (-t-)]
(ttkht.!)
ÇOVLAN- ‘bağırmak, nara atmak, gürültü etmek’ (CC).
[< çoġla- ‘bağırmak, çağırmak’ (KB III, 132) + (-n-)]
(ttkht.!)
ÇOVRAḪLAN- ‘pınar, kaynak ile dolmak’ (EK).
[< çoḳ raḳ , çoḫ raḫ ‘kaynak, pınar’ (CC, 685) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
Tryjarski, bu veriyi yanlış değerlendirerek ‘çevrelemek, kap-
samak’ olarak tercüme etmiştir (1968: 199), halbuki çovraḫ
verisini ‘kaynak’ olarak çevirmiştir (1968: 1989).
ÇOVRAḪLAT- ‘kaynak, pınar sağlamak’ (EK).
[< çoḳ raḳ , çoḫ raḫ ‘kaynak, pınar’ (CC, 685) + (+la-t-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 239

(ttkht.!)
ÇOZDUR- ‘germek, açmak, yaymak, uzatmak’ (EK).
[< çöj- ‘to strech (yarn etc.)’ (DLTa I, 392) + (-tür-)]
OT: çöjtür- ‘to cause something to be streched’ (DLTa II, 52).

Garkavets, fiili kalın sıralı okumuştur; zira şimdiki zaman eki


{ıyır}, edilgen biçimlerde de ek /ı/ ile kayda geçmiştir. Karay-
cada da fiil tabanının kalın sıralı olması bu durumu pekiştirir
(bk. KRPS, 1974: 630).
ÇOZIL- ‘gerilmek, yayılmak, açılmak’ (EK).
[< çöj- ‘to strech (yarn etc.)’ (DLTa I, 392) + (-ül-)]
OT: çöjül- ‘to be streched’ (DLTa II, 30); çözül- ‘çözülmek’ (ME,
112); ay. (HKT, 606).

Ek ünlüsünün dudak uyumuna uymaması ilgi çekicidir. Kalın


sıralılık için (bk. çozdur-).
ÇÖP-ÇÖVRÄLÄN- ‘etrafı çevrilmek, kaplanmak, sarılmak, ku-
şatılmak’ (EK).
[< çöp+çövrälä- + (-n-)]
(ttkht.!)
ÇÖPLÄ- ‘bir araya getirip bağlamak; toplamak, kaldırmak, te-
mizlemek’ (CC, EK).
[< çö ̄ b ‘sediment, dregs; something worthless, rubbish; splin-
ters, bits of chaff, straw’ (EDPT, 394) + (+le-)]

OT: çöple- ‘(meyve) toplamak, derlemek’ (KEF, 192); ‘toplamak,


derlemek’ (GT, 239); şöple- ‘sağlamak, şifa bulmak; çöplemek’
(TZa, 248).

ÇÖPLÄN- ‘toplanmak, toparlanmak’ (EK).


[< çöple- ‘(meyve) toplamak, derlemek’ (KEF, 192) + (-n-)]

OT: çöplen- ‘süprüntülenmek, çör çöple kirlenmek’ (İH, 13).

Aynı ekler ile oluşmuş olsa bile İH örneği farklı bir anlama
bürünmüştür.
ÇÖPLÄT- ‘gübrelemek’ (EK).
240 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< çöb ‘sediment, dregs; something worthless, rubbish; splin-


ters, bits of chaff, straw’ (EDPT, 394) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
Bu fiilin, tanıklanmış çöple- fiillerinden gelmediği taşıdığı
farklı anlamdan çıkarılabilir.
ÇÖPLÜKLÄN- ‘çöp, gübre içine saplanıp kalmak; çöp, gübre ile
gübrelenmek’ (EK).
[< çöplük + (+le-n-)]
ttkht.!)
ÇÖVRÄLÄ- ‘çevrelemek, kapsamak, içine almak; çevirerek ko-
rumaya almak’ (EK).
[< çev ̇re ‘çevre, etraf’’ (İM, 516) + (+le-)]
(ttkht.!)
ÇÖVRÄLÄN- ‘çevrelenmek, sarmalanmak, dolanmak, kaplan-
mak’ (EK).
[< çövrälä- + (-n-)]
(ttkht.!)
ÇÖVRÄLÄT- (ve çövrät-) ‘çember içine almak, çevrelemek’ (EK).
[< çövrälä- + (-t-)]
(ttkht.!)
ÇÖVRÄ- ‘çevirmek, döndürmek, tersine döndürmek’ (EK).
[< çevür- ‘to test by turning; (arrow etc.)’ (DLTa II, 6) + (-e-)]
OT: şevre- ‘çevirmek’ (TZa, 246).

ÇÖVRÄT- (bk. ÇÖVRÄLÄT-)


ÇÖVÜR- ‘kıvırmak, döndürmek, çevirmek, dürmek, tersine çe-
virmek, yuvarlamak’ (CC, EK).
[< tevir- < *teg-ür-]
OT: çevür- ‘to test by turning; (arrow etc.)’ (DLTa II, 6); çev ̇ ür-
‘вращать, поворачивать’ (LST, 357); çevür- ‘çevirmek, değiş-
tirmek, döndermek’ (ME, 111); çev ̇ ür- ‘çevirmek’ (KE II, 159);
‘obracać, odwracać’ (HŞ, 43); çevür- ‘отворачиваться’ (MNa,
184); çev ̇ ür-, çevür- ‘çevirmek, döndürmek’ (NF III, 102); çe-
vir- ‘dönmek’263 (ML, 25); çev ̇ ür- ‘çevirmek, döndürmek; vazge-
263 Taymas, müellifin bu tercümesini hatalı bulduğunu ifade eder.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 241

çirmek, alıkoymak, döndürmek’ (HKT, 601), çiv ̇ ür- ‘ay.’ (HKT,


604); çev ̇ ür-, çevür- ‘çevirmek, döndürmek, bir şeye doğru dön-
mek’ (KEF, 191); çev ̇ ür- ‘çevirmek, altını üstünü getirmek; çe-
virmek, bir yere yönel(t)mek’ (İM, 516); çevir- ‘çevirmek’ (KK,
107); şövür- ‘ay.’ (TZa, 249); çevür- ‘çevirmek, döndürmek’ (MG,
137); ay. (ELS, 43).

Clauson, tevir- fiili XIV.yy.’dan sonra tanıklanmadığı için,


çevir- fiilinin onun ikincil bir biçimi olarak düşünülmesinin
mümkün olduğunu söyler (1972: 398). Her halükarda bu fiil bir
ettirgen türetimi olmalıdır.
ÇÖVÜRİL- (bk. ÇÖVÜRÜL-)
ÇÖVÜRÜL- (ve çövüril-) ‘döndürülmek, çevrilmek, kıvrılmak’
(EK).
[< çevür- ‘to test by turning; (arrow etc.)’ (DLTa II, 6) + (-ül-)]
OT: çevril- ‘döndürülmek’ (KB III, 128); çevrül- ‘to turn’ (DLTa
II, 77); ‘dolaşmak, dolanmak’ (ME, 111); ‘obracać się, być obra-
canym’ (HŞ, 43); çevürül- ‘быть опрокинутым; возвращаться,
быть возвращенным’ (MNa,184); çev ̇r ül- ‘çevrilmek’ (NF III,
101); çev ̇r ül-, çefrül- ‘çevrilmek, değişmek’ (İM, 516); çevril-
‘çevrilmek’ (MG, 137).

ÇUÇUL- (bk. SUÇUL-)


ÇULĠAN- ‘sarınmak, bürünmek, dolanmak’ (CC).
[< çuġla- ‘to tie up, wrap up’ (OTWF II, 435) + (-n-)]

OT: çuġlan- ‘to come together’ (DLTa II, 84); çulġan- ‘owijać się,
wplątać się, oplątać się’ (HŞ, 44); ‘örtünmek, bürünmek’ (HKT,
606).

Bu sözcük Clauson tarafından çuġla- tabanına bağlanmaktadır


(bk. 1972: 408).
ÇURGALAN- ‘dürülmek, sarmalanmak’ (EK).
[< çürgälä- + (-n-)]
(ttkht.!)
242 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Garkavets, bu sözcüğü çürgäl- fiilinin bir yazım şekli olarak


kabul eder (bk. 2010: 409). Fakat kendisinin de belirttiği üzere
sözcük, çürgälä- olarak okumayı gerektirecek şekilde yazıl-
mıştır.
ÇUSTUR- (bk. TSUSTUR-)
ÇUVLA-I (ve çuvlu-) ‘kükremek, bağırmak, nara atmak’ (CC).
[< çaġı/çoġı ‘onomatopoeic’ (EDPT, 406) + (+la-) ya da çav
(bk. çuvla- II) + (+la-)]
OT: çoġla- ‘bağırmak, çağırmak’ (KB III, 132); ‘kötü söylemek’
(ME, 112); ‘kötü söz söylemek, küfretmek’ (NF III, 104).

ÇUVLA-II ‘ifşa etmek, ilan etmek; yüceltmek, methetmek’ (EK).


[< çav “originally ‘fame, good reputation’ with a favourable
connotation, later ‘reputation’ (good or bad), and finally merely
‘rumour, noise’, perhaps owing to confusion with onomatopoe-
ics like çap” (EDPT, 393) + (+la-)]
(ttkht.!)
ÇUVLAN- ‘ifşa edilmek, açığa çıkmak; kutlanmak, yüceltilmek’
(EK).
[< çuvla- II (< *çavla-) + (-n-)]
OT: çav ̇ lan- ‘şanlanmak, şöhretlenmek, ün sahibi olmak’ (KB III,
128); ‘to become famous’ (DLT II, 85); çavlan- ‘şan şöhret bul-
mak, ünlü olmak’ (KE II, 157).

ÇÜÇKÜR- ‘hapşırmak, aksırmak’ (CC).


[< çüç ‘yansıma taban’ + (+kir-)]

OT: şüşkür- ‘aksırmak’ (TZa, 249).

ÇÜFTLÄN- (bk. CÜFTLÄN-)


ÇÜRGÄ- ‘sarmak, dolmak’ (EK).
[< yörge- < *yörüg + (+e-) (?) veya < çurġa < çulġa- < çuġla- <
çūġ ‘bunddle’ (EDPT, 405) + (+la-) (?)]
1 ET: yörge- ‘to wrap (something Acc.) up’ (EDPT, 965; DTS,
276); OT: yörge- ‘to wrap’ (DLTa II, 307); yörge- ‘dolamak, sar-
mak’ (KE II, 746); çözge- ‘sarmak, bağlamak, dolamak’ (GT, 239)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 243

2 ET: çuġla- ‘to tie up, wrap up’ (OTWF II, 435); OT: ‘to wrap
and pack’ (DLTa II, 301); çulġa- ‘to wrap (around)’ (İN, 92);
çulġa- ‘üzerine bir şey giyinmek’ (İM, 517); şulġa- ‘dolamak’
(TZa, 249); çula- ‘sarmak, dolamak’ (KH, 117); çulġa- ‘sarmak,
dolamak’ (MG, 139).

Bu sözcük yukarıda kısaca belirtildiği üzere iki etimolojik ih-


timal taşır. Eğer söz başında /y/ > /ç/ değişmesi dikkate alınırsa
(bk. Bang ve Rahmeti, 1936: 8), ET ve OT yörge- ile EK çürgä-
arasında neredeyse mükemmele yakın bir parallelik olduğu
görülür. Birinci ihtimalin kendi içindeki etimolojik durumu
şöyledir:
Bang’a göre yörge- fiil *yörüg gibi bir isim tabanından +e-
ile türetilmiştir (ESTY, 1989: 234).264 Räsänen (1969: 208) ve
Menges, yörge- sözcüğünü yör- ‘çözmek, yaymak’ tabanına
bağlarlar (bk. ESTY, 1989: 234). Levitskaya vd., Räsänen tara-
fından öne sürülen yör- ve yörge- ilişkisini semantik temelde
izaha muhtaç bulur ve sözcüğün bir başka *yör- fiilinden -ge-
eki ile türetilmiş olabileceğini söylerler (ESTY, 1989: 234).
İkinci ihtimal ise çuġ ‘bohça’ tabanından türeyen çuġla- fii-
linin metatetik şekli olan çulġa-’nın ses değişimine uğraşmış
biçimine dayanır. Bu ihtimal ilkine nazaran daha güç ve uzun
görünmektedir; zira tarihî tanıklar hep kalın sıralıdır ve /l/>/r/
değişimi göstermezler.
Karaycadaki çurġa- (ve çorġa-/çulġa-/çörgya-/tserge-/çer-
ge-) ‘обёртывать, забёртывать, обвязывать; пеленать,
укутывать’ (KPRS, 1974: 633) verisi iki ihtimale de olanak
tanır.
Güvenç, EK verisi çürgä-’yi, çürük isim tabanına dayandırır
ve ‘(yarayı) kapatmak, iyileştirmek’ anlamını verir (2014: 51);
fakat bu girişim ne tarihsel veriler ile örtüşür ne de semantik
açıdan uygundur.
ÇÜRGÄL- ‘sarılıp sarmalanmak, belenmek, örtülmek; makaraya
sarılmak’ (EK).
[< çürge- ‘to wrap and pack’ (DLT II, 301) + (-l-) ]
(ttkht.!)
264 Levitskaya vd. bu görüşü, Küerikçedeki tür- ve türge- ilişkisi ile desteklerler.
244 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ÇÜRGÄLÄ- ‘sarmak, dürmek, bağlamak’ (EK).


[< çürge- ‘to wrap and pack’ (DLT II, 301)) + (-le-)]
(ttkht.!)
ÇÜRÜŞ- ‘çürümek, pörsümek; buruşmak, kırışmak; solmak, ku-
rumak’ (CC, EK).
[< çüri-, çürü- ‘гнить; тлеть’ (LST, 361) + (-ş-)]

OT: çüriş- ‘marszczyć się, być zmarszczonym; gnić’ (HŞ, 45).

HŞ verisi ile de desteklenen ‘buruşmak, kırışmak’ anlamı bü-


yük ihtimalle buruş- fiiline analoji ile oluştu.
ÇÜRÜŞTÜR- ‘buruşturmak, büzmek, toparlamak (veya topan
yapmak)’ (EK).
[< çüriş- ‘marszczyć się, być zmarszczonym; gnić’ (HŞ, 45) +
(-tür-)]
(ttkht.!)
ÇÜSTLÄN- ‘direnç ve dayanıklılık ortaya koymak; çabuk, kıvrak
olmak’ (EK).
[< Far. çust ‘quick, brisk, active’ (PED, 392) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ÇÜSTLÄT- ‘sıkıştırmak, acele ettirmek, koşturmak, zorlamak,
teşvik etmek’ (EK).
[< Far. çust ‘quick, brisk, active’ (PED, 392) + (+la-t-)]
ÇÜVÄL- ‘devrilmek, bir tarafa yatmak’ (CC).
[< çüv- + (-ül-)?]
(ttkht.!)

D
DAĠIL- (bk. TAĠIL-)
DAĠIT- (bk. TAĠIT-)
DAḪLA- (bk. SAḲLA-)
DAMAHLAN- ‘açgözlülük, pisboğazlık, aşırılık göstermek’
(EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 245

[< Ar. ṭ amac ‘greed, greediness, avidity, covetousness; ambiti-


ous deaire, ambition; object of desire’ (DMWA, 569) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
DAMAHLAT- ‘açgözlüleştirmek’ (EK).
[< Ar. ṭ amac ‘greed, greediness, avidity, covetousness; ambiti-
ous deaire, ambition; object of desire’ (DMWA, 569) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
DARIL- ‘tahkir edilmek, incinmek’ (EK).
[< tar- ‘dağıtmak’ (KB III, 426) + (-ıl-)]
OT: tarıl- ‘dağılmak, açılmak’ (ME, 183); ‘dağılmak, saçılmak’
(KE II, 599); ‘dağılmak, ayrılmak’ (HKT, 917); ‘dağılmak’ (KEF,
283); darıl- ‘dağılmak’ (İH, 14).

Mecazî anlam daha sonraki dönemlerde gerçekleşmiş olmalı-


dır. Türkçe ile paraleldir.
DARMANLAN- (ve därmanlan-) ‘gözetim, bakım altında olmak’
(EK).
[< Far. darmān ‘medicine, remedy’ (PED, 514) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
Garkavets, fiilin birinci hecesini ince sıralı okumuştur; ancak
sonraki heceler kalın sıralı olduğu için bunu teyit etmenin ola-
nağı yoktur.
DAVĠALAN- (bk. DAV̇ ĠALAN-)
DAVİLÄ- ‘dava açmak, mahkemeye vermek’ (EK).
[<Ar. dacv ̇ ā ‘allegation, pretension; claim; lawsuit, case, acti-
on, legal proceedings’ (DMWA, 283) + (+le-)]
(ttkht.!)
DAV̇ ĠALAN- (ve davġalan-) ‘tartışmak, kavga etmek’ (EK).
[< dav ġ̇ a < Ar. dacv ̇ ā ‘allegation, pretension; claim; lawsuit,
case, action, legal proceedings’ (DMWA, 283) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
DÄRMANLAN- (bk. DÄRMANLAN-)
DELİL- (bk. DELİR-)
DELİLÄN- ‘aklını yitirmek, çıldırmak, delirmek’ (EK).
246 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< deli < telü < tėlve ‘lunatic, mad’ (EDPT, 493) + (+le-n-)]

OT: telilen- ‘delirmek’ (TZa, 255).

DELİN- (bk. DELİR-)


DELİR- (bk. TELİR-)
DEVŞİR- ‘toplamak, bir araya getirmek’ (EK).
[< teriş- ‘to help someone to pick’ (DLTa II, 12) + (-ür-)]

OT: tirşür- ‘toplamak, biriktirmek, saklamak’ (GT, 377); dirşür-


‘derlemek, toplamak’ (KFT, 971).

Clauson, degşür- ve devşür- fiillerinin Osmanlıcada (=EAT)


kimi zaman derşür-’nin bozulmuş biçimi olarak görüldüğünü
söylemektedir (1972: 488).
DEVŞİRİL- ‘derlenmek, toplanmak’ (EK).
[< tirşür- ‘toplamak, biriktirmek, saklamak’ (GT, 377) + (-ül-)]
(ttkht.!)
DİNSİZLÄN- ‘dinsiz olmak’ (EK).
[< d īnsiz ‘dinsiz, kafir’ (GT, 244) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
DİZDİR- (bk. TİZDİR-)
DOĠRAT- (ve doġrayt-) ‘göndermek, yönlendirmek; doğrultmak,
düzeltmek’ (EK).
[< toġra- ‘to cut, or split into slices or small pieces’ (EDPT,
472) + (-t-)]

OT: toġrat- ‘to order someone to carve something’ (DLTa II, 128).

Garkavets, fiilin Oğuzca olduğunu belirtmiştir.


DOĠRAYT- (bk. DOĠRAT-)
DOLAŞ- ‘çevrelemek, etrafını çevirmek veya almak, etrafında
dönmek, çevresine yerleşmek’ (EK).
[< tolġa- ‘to put on (clothes); to make hank (of wool or etc.); to
have colic (from dysentery, or the like)’ (DLTa II, 298) + (-ş-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 247

OT: tolġaş- ‘to vie with someone in winding (wool etc.)’ (DLTa
II, 72); dolġaş- ‘(yılan) dolaşmak’ (ME,115); tolġaş- ‘dolaşmak,
birbirine girmek’ (MM, 263); dolaş- ‘sarılmak’ (KFT, 972).

DOLAŞIL- ‘etrafı çevrilmek, çevrelenmek’ (EK).


[< tolġaş- ‘to vie with someone in winding (wool etc.)’ (DLTa
II, 72) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
DOLAŞTIR- ‘dairesel hareket ettirmek, döndürmek’ (EK).
[< tolġaş- ‘to vie with someone in winding (wool etc.)’ (DLTa
II, 72) + (-tur-)]
OT: dolġaştur- ‘(sözü) dolaştırmak’ (ME, 115).

DONAN- ‘donanmak, kuşanmak, süslenmek, bezenmek’ (EK).


[< tona- 265 (OTWF II, 424) + (-n-)]
OT: tonan- ‘donanmak, giyinmek’ (KB III, 459); ‘süslenmek’
(TZa, 261).

DONART- (bk. DONAT-)


DONAT- (ve donart-) ‘donatmak, teçhiz etmek; dekore etmek,
süslemek’ (EK).
[< tona- (OTWF II, 424) + (-t-)]
OT: tonat- ‘to have someone put on garment’ (DLTa II, 120).

DONATIL- ‘düzenlenmek, süslenmek, dekore edilmek’ (EK).


[< tonat- ‘to have someone put on garment’ (DLTa II, 120) +
(-ıl-)]
(ttkht.!)
DÖNDÜR- ‘döndürmek, çevirmek; iğrentiye sebep olmak’ (EK).
[< tön- ‘to return’ (DLTa II, 245) + (-tür-)]
OT: döndür- ‘döndürmek’ (AH, XVII); ‘bir nesnenin içini dışına
çevirmek’ (ML, 28); döndür- ‘to send back’ (RH, 64), dönidür-266
‘to turn’ (RH, 75); töndür- ‘döndürmek’ (İM, 609).
265 Erdal, bu fiile doğrudan bir anlam vermemiştir.
266 Bu ikinci veri Güner’in belirttiği üzere döndür- olarak okunmalıdır (bk. Güner,
2012: 145).
248 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

DÖVÜN- (bk. TÖVÜN-)


DÜRT- (bk. TÜRT-)
DUŞMANLA- ‘kavga, münakaşa etmek; düşman saymak’ (EK).
[< Far. duşman ‘an enemy, foe, adversary’ (PED, 526) + (+la-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte, düşmanlaş- ‘karşılıklı düşmanca
davranmak’ (KEF, 195) verisi bulunmaktadır.
DUŞMANLAN- ‘düşman olmak, düşmana dönüşmek, düşman
olarak kabul edilmek ve damgalanmak, düşman olarak eziyete,
işkenceye maruz kalmak’ (EK).
[< duşmanla- + (-n-)]
(ttkht.!)
DUŞMANLAT- ‘düşman etmek, düşmanmış gibi hor görmek’
(EK).
[< duşmanla- + (-t-)]
(ttkht.!)
DUVARLAT- ‘duvarla kaplamak, çitle çevirmek’ (EK).
[< Far. d īv ̇ ār ‘a wall’ (PED, 554) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
E
EÇKİMÜŊÜZLET- ‘birini dağ keçisi hâline getirmek’ (EK).
[< eçkimüŋüz ‘козерог’267 (KS, 468) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
EGİL- (ve il-II) ‘eğilmek; baş eğmek’ (EK).
[< eg- “ ‘to bend (something Acc.)’; occasionally, with ‘head’ or
‘neck’ understood, ‘to bow’” (EDPT, 99) + (-il-)]

OT: egil- ‘to bent down’ (DLTa I, 194); ‘eğilmek’ (KB III, 143);
‘ay.’ (AH, XVIII); ‘eğilmek, eğrilmek’ (RKT, 329); ‘eğilmek’
(ME, 118); ‘eğilmek, bükülmek’ (KE II, 179); ‘eğilmek’ (MM,
215); ‘pochylić się, zgarbić się’ (HŞ, 19), igil- ‘ay.’ (HŞ, 57); egil-
‘eğilmek’ (HKT, 615); ‘eğilmek’ (Kİ, 9); ‘eğilmek’ (KEF,196),
igil- (KEF, 211); ‘eğilmek’ (GT, 274); ‘eğilmek, meyletmek’ (İM,
267 ‘dağ keçisi’.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 249

536); egil- ‘eğilmek’ (TZa, 167), ėyil- ‘ay.’ (TZa, 171), e ŋil- ‘ay.’
(TZa, 169); igil- ‘eğilmek’ (MG, 158), yigil- ‘ay.’ (MG, 286).

Kısalmış biçim olan il- CC örneğidir. Tarihî tanıklarda bu şek-


lin ara formları dikkat çeker.
EGİR- (ve yir-) ‘eğirmek, döndürmek’ (CC).
[< eg- “‘to bend (something Acc.)’; occasionally, with ‘head’ or
‘neck’ understood, ‘to bow’” (EDPT, 99) + (-ür-?)]
ET: egir- ‘to surround, encircle (something); to twist, spin (so-
mething)’ (EDPT, 113); OT: egir- ‘to besiege; to spin; to turn; to
direct’ (DLTa I, 184); egir- ‘sarmak’ (AH, XVIII), igir- ‘ay.’ (AH,
XXIX); egir- ‘eğirmek’ (RKT, 329); ‘çevirmek, kuşatmak’ (ME,
118); ‘(çıkrık için) eğirmek, çevirmek; kuşatmak, kaplamak’ (KE
II, 179); ‘kuşatmak’ (NF III, 115); ‘eğirmek’ (Kİ, 10); ‘eğirmek’
(TA, 104); ‘eğirmek, bükerek ip yapmak’ (KEF, 196); igir- ‘eğir-
mek; tiksinmek’ (İM, 536), iyir- ‘yün eğirmek’ (İM, 543); egir-
‘eğirmek’ (TZa, 167), iyir- ‘ay.’ (TZa, 180); egir- ‘eğirmek’ (KFT,
979).

Fiilin morfolojik analizi pek çokları tarafından eg- tabanına


bağlansa da ET’de ettirgenliğin istikrarlı bir şekilde -Ur- ol-
ması, bu tip örneklerin (adır- vd.) başka bir tabandan gelme
ihtimalini saklı tutar (bk. Erdal, 1991: 536).
Hem egir- hem de yir- CC örnekleridir. Eğer bir yazıcı hatası
yoksa ikinci örnekte ses düşmesi yaşanmıştır.
EGLÄN- ‘(bir şey ile) meşgul olmak, oyalanmak, aylaklık etmek’
(EK).
[< egle- ‘eğlemek, oyalamak’ (ME, 118) + (-n-)]
OT: eglen- ‘oyalanmak, kalmak’ (ME, 118); ‘oyalanmak, konak-
lamak, dinlenmek’ (KE II, 179); ‘eğlenmek, oyalanmak, durmak,
kalmak, bulunmak’ (NF III, 115); ‘oyalanmak, beklemek, dur-
mak’ (KEF, 196); ‘odpocząć, spocząć, zatrzymać się’ (BM, 43);
‘gecikmek’ (KFT, 979).

EGRÄY- ‘eğilmek, bükülmek’ (EK).


[< egri ‘crooked, tortous’ (EDPT, 112) + (+eḏ-)]
250 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
Bu fiilin oluşumu EK bükräy- gibidir.
EGRÄT- ‘bükmek, kıvırmak, eğriltmek’ (EK).
[< egräy- + (-t-)]
(ttkht.!)
Fiilde ya ses düşmesi yaşanmıştır ya da Ermenicenin imlasın-
da açık hece ile biten sözcüklere eklenen ve okunmayan harfi
hiç yazılmamıştır (bk. Schütz, 1961: 153).
EGRİL- ‘iki büklüm olmak, eğilmek, çarpılmak, biçimi bozul-
mak’ (EK).
[< egir- ‘to surround, encircle (something); to twist, spin (so-
mething)’ (EDPT, 113) + (-il-)]
OT: egril- ‘to be besieged’ (DLTa I, 219).

Analizi her ne kadar yukarıdaki şekilde verilmiş de olsa bu fiil


sanki egri+l- ‘eğri olmak’ gibi türetilmiştir.
EGRİLÄN- ‘eğri olmak; doğruluktan ayrılmak’ (EK).
[< egri ‘crooked, tortous’ (EDPT, 112) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
EGRİT- ‘bükmek, eğriltmek’ (EK).
[< egir- ‘to surround, encircle (something); to twist, spin (so-
mething)’ (EDPT, 113) + (-t-)]
OT: egirt- ‘hâkim olmak, hükmetmek’ (RKT, 330).

EKİFİKİRLÄN- ‘ikilemde olmak, tereddüt etmek, kuşkulanmak’


(EK).
[< ekifikirli ‘с двоящимися мыслями, колеблющийся,
неуверенный, сомневающийся’ (KS, 475) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
Türetime girdiğinde tabandaki +lI eki düşürülmüştür.
EKİKÖŊÜLLÄN- ‘tereddüt etmek, kararsızlıkta kalmak, şüphe-
ye düşmek’ (EK).
[< ekiköŋüllü (bk. ekifikirli) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 251

Türetime girdiğinde tabandaki +lI eki düşürülmüştür.


EKİLÄN- (ve eklän-) ‘ikiye ayrılmak, çatallanmak; şüphe duy-
mak’ (EK).
[< ėkki ‘two’ (EDPT, 101; DTS, 167) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
EKLÄN- (bk. EKİLÄN-)
EKSİKSİZLÄT- ‘eksikliği, kusuru gidermek’ (EK).
[< egsüksüz ‘complete, in full, without defect or deficiency’
(EDPT, 118) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
EKSİL- ‘eksilmek, azalmak, tükenmek’ (EK).
[< egsü- ‘to be, or become, defective, deficient, lacking’ (EDPT,
117) + (-l-)]
OT: eysil- ‘to diminish (intr.)’ (DLTa I, 230); eksil- ‘eksilmek’ (ME,
118); eksül-, eksil- ‘eksilmek’ (KE II, 183); eksil- ‘zmniejszać się,
zanikać, ubywać’ (HŞ, 20); eksül-, eksil- ‘eksilmek, azalmak’ (NF
III, 118); eksil- ‘nakıs olmak, azalmak’ (ML, 28); ‘eksilmek, azal-
mak’ (HKT, 617); ‘azalmak, noksan olmak’ (Kİ, 10); ‘eksilmek,
azalmak’ (KEF, 186); iksil- ‘eksilmek’ (GT, 275); iksil-, iksül- ‘ek-
silmek’ (İM, 537); eksil- ‘eksilmek’ (TZa, 168); ‘zmniejszyć się’
(BM, 44); ‘eksilmek’ (KH, 122); ‘azalmak, eksilmek’ (KFT, 980).

EKSİLT- (ve eksirt-) ‘azaltmak, eksiltmek kılmak; zarar veya ha-


sar vermek’ (EK).
[< eksil- ‘eksilmek’ (ME, 118) + (-t-)]
OT: eksilid- ‘eksiltmek, azaltmak’ (KFT, 980).

EKSİRT- (bk. EKSİLT-)


EKSİT- ‘eksiltmek, azaltmak; çıkarma işlemi yapmak; eylemi
veya işlemi sınırlandırmak; küçümsemek’ (CC, EK).
[< egsü- ‘to be, or become, defective, deficient, lacking’ (EDPT,
117) + (-t-)]
ET: egsüt- ‘to diminish, curtail, reduce (something)’ (EDPT, 117;
DTS, 168); OT: eksüt- ‘уменьшать, делать недостаточным’
252 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(LST, 73); ‘eksiltmek, azaltmak’ (RKT, 330); eksit- ‘eksiltmek’


(ME, 118); öksüt- ‘eksiltmek, azaltmak’ (KE II, 503); eksit-
‘azaltmak, eksiltmek’ (MM, 216); ‘zmniejszać, usuwać, oddalać,
odmawiać’ (HŞ, 20); eksit-, eksüt- ‘azaltmak, eksiltmek’ (NF III,
118); eksit- ‘eksiltmek’ (ML, 28); ‘eksiltmek, azaltmak’ (HKT,
617), eksüt- (HKT, 617); eksit-, eksüt- ‘eksiltmek, azaltmak’ (KEF,
196); iksüt- ‘eksiltmek, azaltmak’ (GT, 275); iksit-, iksüt- ‘eksilt-
mek, noksanlaştırmak’ (İM, 537); iksit- ‘eksiltmek, azaltmak’
(MG, 160).

ELÇİLÄN- ‘elçi olmak’ (EK).


[< ėlçi ‘ambassador, representative of government in foreing
country’ (EDPT, 129) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ELEN- (bk. ELÄN-)
ELÄ- ‘elekten geçirmek; tohum serpmek, savurmak’ (EK).
[< elig ‘hand, forearm’ (EDPT, 140) + (+a-)?]
ET: ėlge- ‘to sift (a solid substance), pass it through a sieve’
(EDPT, 143; DTS, 170); OT: elge- ‘to sift’ (DLTa I, 237); ele- ‘unu
elekten geçirmek’ (ML, 29); ‘elemek’ (Kİ, 10); ‘elemek, elekten
geçirmek’ (KEF, 197); ‘elemek’ (TZa, 168).

Sevortyan, fiilin el sözcüğü ile ilişkili olabileceğini düşün-


mekle birlikte, Tuvaca eġle- ve Uygurcadaki elgi- biçimlerinin
bunun ile örtüşmediğini, bunun Türkçenin fonetik yapısı gere-
ği metatez ile oluşan şekiller olmadığını ve bu fiilin ek- fiili ile
ilişkili bir *eġ /ek tabanından türeyip metatez ile elge- biçimi
almış olabileceğini düşünür (ESTY, 1974: 262).
Türkçede de bulunan bu fiil hakkında, Nişanyan yukarıda
da belirtildiği gibi ET elig ‘el’ ihtimaline değinir (Nişanyan,
Nişanyan Sözlük, 2016). Bir uzuv olarak elin doğal bir eleme
aracı olduğu dikkate alındığında fiilin bu şekilde oluşmuş ola-
bileceği uzak bir ihtimal olarak görülmemelidir.
ELÄN- (ve elen-, elin-) ‘elekten geçirilmek’ (EK).
[< ėlge- ‘to sift (a solid substance), pass it through a sieve’
(EDPT, 143) + (-n-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 253

OT: ėlgen- ‘to sift for itself’ (DLTa I, 222); elen- ‘elenmek’ (Kİ,
10); ‘elenmek’ (KFT, 980).

ELGÄN- ‘korkmak, ürkmek’ (CC).


[< ?]
(ttkht.!)
Clauson, elgen- ‘elenmek’ maddesinde, bu veriyi de örnek-
lemiş ve anlamı için “muhtemelen temel olarak ‘titremek’”
demiştir. Bunu teklif ederken elgel- maddesindeki çağdaş ör-
neklerdeki ‘titremek’, ‘takırdamak’ anlamlarına da gönderme
yapar (1972: 143). Karaşlar da Clauson ile hemfikirdir (2012:
344).
ELGÄNDİR- ‘korkutmak, ürkütmek’ (CC).
[< elgen- ‘erschrecken’ (KW, 87) + (-tür-)]
(ttkht.!)
ELİKLÄ- (ve eriklä-268) ‘alaya almak, dalga geçmek; azarlamak’
(CC, EK).
[< elük ‘mockery’ (DLTa I, 147) + (+le-)]

OT: elükle- ‘to deride, to mock’ (DLTa I, 249); ėlü ḳ le- ‘осмеивать’
(LST, 76); ėlükle- ‘alay etmek’ (RKT, 332); eligle- ‘alay etmek,
ayıplamak’ (ME, 119).

ELİN- (bk. ELÄN-)


ELTİL- ‘teslim edilmek, gönderilmek, eşlik edilmek (geçirilmek)’
(EK).
[< ėlet- (ėlt- ?)269 ‘to carry; to bring (something), to carry away
(something)’ (EDPT, 132) + (-il-)]

OT: iltil- ‘iletilmek’ (HKT, 672).

ELTİR- (bk. ELTTİR-)


ELTTİR- (ve eltir-) ‘göndertmek, taşıtmak, sürdürmek’ (EK).
268 Güvenç, bu fiili ayrı bir fiil olarak değerlendirmekte ve yerig ‘kötü söz’ farazi
tabanına bağlamaktadır (2014: 85). Fakat bu bir ses hadisesi durumudur, orijinal
biçim /l/’lidir ve belirtildiği üzere DLT’deki elük sözcüğüne dayanır.
269 Ancak Clauson ėlt- biçiminin orijinal olduğunu ifade eder.
254 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< ėlet- (ėlt- ?) ‘to carry; to bring (something), to carry away


(something)’ (EDPT, 132) + (-tür-)]
(ttkht.!)
EMÄN- (ve imän-) ‘utanmak; çekinmek, rahat hissetmemek’ (CC,
EK).
[< *eyme- + (-n-)?]
ET: eymen- ‘to be timid, shy (of something or someone)’ (EDPT,
273); OT: eymen- ‘utanmak, çekinmek’ (KB III, 165); ‘to be as-
hamed’ (DLTa I, 230); ? uman- ‘korkmak, çekinmek’ (RKT, 710);
eymen- ‘çekinmek, korkmak’ (ME, 122); ay. (KE II, 219); ‘bać się,
wstydzić się, krępować się’ (HŞ, 19); iymen- ‘стыдиться’ (MNa,
172); eymen- ‘çekinmek, korkmak’ (NF III, 143).

Brockelmann, Moğ. ayul ‘korku, tedirginlik’ örneğini dikkate


alarak, bu fiili *ayım (< ay- ‘korkmak’) isim tabanına dayandı-
rır (1954: 214). İbrahim Taş, KB ayın- ‘korkmak’, EUT ayınç
‘korku’ ve Moğ. ayu- ‘korkmak, ürkmek’ verilerine dayanarak
bu fiilin ay-ma-n- şeklinde meydana geldiğini belirtir (2009:
187). Bununla birlikte, Erdal, ayın- ve äymän- fiillerinin köken
olarak ilişkili olmasını düşündürecek hiçbir sebep olmadığını
belirtir (1991: 599). Nihaî olarak bu fiil -n- dönüşlülük eki al-
mıştır ve bundan dolayı o kategoride değerlendirilmesi uygun
görülmüştür.
EMGÄN- ‘acı çekmek, zahmet çekmek; çabalamak; yorulmak,
tükenmek’ (CC, EK).
[< emge- ‘to suffer pain’ (EDPT, 159) + (-n-)]
ET: emgen- ‘suffer pain’ (EDPT, 160; DTS, 172); OT: emgen- ‘to
be overcome’ (DLTa I, 222); emgen- ‘zahmet çekmek’ (ME, 119);
ay. (KE II, 188); emgen- ‘wysilać się, trudzić się, męczyć się’ (HŞ,
20), ėmgen- ‘ay.’ (HŞ, 50), imgän- ‘ay.’ (HŞ, 59); emgen- ‘zahmet
çekmek, eziyet çekmek, emek sarfetmek, yorulmak’ (NF III, 122);
‘sıkıntıya düşmek, sıkılmak; bitkin düşmek, yorulmak’ (HKT,
618); ‘emek çekti’ (Kİ, 11); ‘zahmet çekmek, sıkıntı çekmek’
(KEF, 197); ay. (KFT, 981); imgen- ‘zahmet çekmek’ (MG, 162).

EMGÄT- ‘rahatsızlık vermek, eziyet etmek, işkence etmek’ (EK).


TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 255

[< emge- ‘to suffer pain’ (EDPT, 159) + (-t-)]


ET: emget- ‘to cause pain to (someone)’ (EDPT, 159; DTS, 173);
OT: emget- ‘to weary’ (DLTa I, 226); ‘yordurmak, zahmet çektir-
mek, eziyet çektirmek’ (KB III, 148); ‘мучить, изнурять’ (LST,
77); ‘eziyet etmek, incitmek’ (RKT, 334); ‘yormak, zahmet ver-
mek’ (ME, 119); ‘zahmet vermek, eziyet çektirmek, üzmek’ (KE
II, 189); ‘eziyet çektirmek, sıkıntıya sokmak’ (MM, 216); ėmget-
‘męczyć, trudzić’ (HŞ, 50), imget- ‘ay.’ (HŞ, 59); emget- ‘zahmet
çektirmek, eziyet etmek’ (NF III, 122); ‘sıkıntıya sokmak, sık-
mak’ (HKT, 618); ‘yormak, zahmet vermek, sıkıntı vermek’ (KEF,
197); imget- ‘zahmete, sıkıntıya sokmak’ (MG, 162).

EMİNLÄN- ‘sakinleşmek, yatışmak’ (EK).


[< Ar. amīn ‘eliable, trustworthy, loyal, faithful, upright, ho-
nest; safe, secure’ (DMWA, 28) + (+le-)]
(ttkht.!)
EMİNLÄT- ‘sakinleştirmek, yatıştırmak’ (EK).
[< eminle- + (-t-)]
(ttkht.!)
EMİR- (bk. YEMİR-)
EMİZDİR- (ve yemizdir-) ‘emzirmek’ (EK).
[< emiz- ‘to suckle’ (OTWF II, 757) + (-tür-)]
ttkht.!)
EMLÄ- ‘tedavi etmek, iyileştirmek’ (CC).
[< em ‘remedy’ (EDPT, 155) + (+le-)]
ET: emle- ‘to treat and cure with medicine’ (OTWF II, 435); OT:
emle- ‘ilaçlamak, tedavi etmek, iyileştirmek’ (KB III, 149); ‘teda-
vi etmek, iyileştirmek’ (KE II, 189).

ENDİR- ‘indirmek, düşürmek, yatırmak’ (CC, EK).


[< ėn- ‘to descend, come down’ (EDPT, 180) + (-tür-)]
ET: ėndür- ‘to cause to (someone) descend’ (EDPT, 80); OT: in-
dür- ‘indirmek’ (KB III, 198); ėndür- ‘to bring down’ (DLTa I,
207); indür- ‘опускать, снижать’ (LST, 125); ‘indirmek; indiril-
256 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

mek’ (RKT, 408-409); ėndür- ‘indirmek’ (ME, 119); indür- ‘indir-


mek’ (KE II, 270); ‘zniżyć, zrzucić, sprowadzić’ (HŞ, 59); ėndür-
‘indirmek, nazil etmek’ (NF III, 123); indür- ‘indirmek; yerleştir-
mek, kondurmak; akıtmak, dökmek’ (HKT, 674); ‘indirmek’ (Kİ,
39); ‘indirmek, aşağı salmak, akıtmak’ (KEF, 213); endür- ‘to
bring down’ (İN, 93), indür- ‘to send’ (İN, 95); indür- ‘indirmek
(vurmak)’ (GT, 277); indir-, indür- ‘indirmek; başını indirmek,
eğmek’ (İM, 539); indir- ‘indirmek’ (TZa, 178).

EŊSÄLÄ- ‘enseye vurmak’ (CC).


[< e ŋse ‘ense’ (NF III, 124) + (+le-)]
OT: e ŋsele- ‘enselemek, ensesine yapışmak’ (KE II, 191); ensele-
‘ensesine vurmak’ (Kİ, 11); e ŋsele- ‘enseye vurmak’ (TZa, 169).

EREMSİ- (bk. 1.3.5)


ERİ- (ve iri-) ‘erimek, eriyip akmak, yayılmak; gevşemek; çile
çekmek; ürkmek’ (CC, EK).
[< *er- + (-i-)?]
OT: erü- ‘to melt’ (DLTa II, 281); eri- ‘таять, плавится’ (LST,
81); eri- ‘erimek’ (NF III, 136); ‘zayıflamak’ (Kİ, 12); erü-, eri-
‘erimek’ (KEF, 199); eri- ‘erimek, çözülmek’ (İM, 521); ‘erimek’
(TZa, 170), ir- ‘erimek’ (TZa, 178).

Sevortyan, Nogayca ve Yakutçadaki ir- ‘erimek; kar suları eri-


mek’ fiiline istinaden er- fiil tabanı ve EUT ergür- ‘eritmek’
verisine er+kür- > ergür- analizi ile de *er isim tabanına işaret
eder (ESTY, 1974: 289-90). Taş da, Sevortyan’ın ilk düşüncesi
gibi, Yakutça biçimi ve bununla birlikte TZ ir- ve iz- biçimle-
rini esas alarak fiili *er- tabanına bağlar. Eki ise sıklık çatı eki
olarak düşünür (2009: 177).
ERİK- ‘acele etmek, telaşlanmak’ (CC).
[< ir- ‘to mope, feel lonely or bored’ (EDPT, 194) + (-ik-)]
OT: irik- ‘toplamak, yalnız kalmak, sıkılmak’270 (KB III, 199);
irik- ‘sıkılmak, usanmak, bıkmak’ (KE II, 271); ėrik- ‘odwracać
270 Tezcan, ‘toplamak’ anlamının irk- şeklinde başka bir fiil altında verilmesi
gerektiğini, Clauson’un sözlerine de dayanarak, ifade eder (1981: 44).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 257

się (od kogo), mieć dość’ (HŞ, 51), irik- (HŞ, 60); irik- ‘bıkmak,
usanmak, sıkılmak’ (KEF, 213); ‘içi daralmak, sızlamak’ (TZa,
178); ‘bıkmak, usanmak, sıkılmak’ (MG, 164).

ERİKLÄ-I ‘deri tabaklamak’ (CC, EK).


[< erük ‘anything used in tanning skin’ (DLTa I, 110) + (+le-)]

OT: erükle- ‘to tan’ (DLTa I, 248).

ERİKLÄ-II (bk. ELİKLÄ-)


ERİKTİR- ‘başıboşluğa, can sıkıntısına sevk etmek’ (EK).
[< irik- ‘yalnız kalmak, sıkılmak’ (KB III, 199) + (-tür-)]

OT: ėriktür- ‘kederlendirmek’ (ME, 120); iriktür- ‘uprzykrzyć,


obrzydzic’ (HŞ, 60).

ERİL- ‘erimek, yumuşamak’ (EK).


[< erü- ‘to melt’ (DLTa II-28) + (-l-)]
(ttkht.!)
ERİN-I (bk. YERİN-)
ERİN-II ‘erimek; çiçek açmak, tomurcuklanmak’ (EK).
[< erü- ‘to melt’ (DLTa II-28) + (-n-)]
(ttkht.!)
ERİNÇÄKLÄ- ‘üşenmek, erinmek’ (EK).
[< erinçig ‘lazy’271 (KB) (EDPT, 236) + (+le-)]
(ttkht.!)
ERİNÇÄKLÄN- ‘tembel olmak, tembelleşmek’ (EK).
[< erinçekle- + (-n-)]
(ttkht.!)
ERİNÇÄKLÄT- ‘üşengeçliğe, tembelliğe, savsaklığa alıştırmak,
zorlamak’ (EK).
[< erinçekle- + (-t-)]
(ttkht.!)
271 Bu veri, Arat neşrinde ‘acınacak, zavallı, acıklı’ olarak tercüme edilmiştir (KB III,
200). Erdal da ‘bored’ olarak çevirir (1991: 366); fakat burada en uygun anlam
‘tembel, üşengeç’tir.
258 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ERİT- ‘eritmek, yumuşatmak’ (EK).


[< erü- ‘to melt’ (DLTa II-28) + (-t-)]
OT: erüt- ‘to melt (transitive)’ (DLTa I, 199); erit- ‘erimek, eri-
tilmek’ (ME, 120); ‘eritmek; çürütmek’ (KE II, 209); erüt- ‘eri-
tilmek’ ? (NF III, 136); irit- ‘eritmek’ (ML, 34); erüt- ‘eritmek,
eritilmek’ (KEF, 199).
ERKSİN- ‘emri altına almak’ (CC).
[< erk ‘authority; free-will, independence’ (EDPT, 220) + (+si-n-)]
ET: erksin- ‘to have power, or authority (over someone)’ (EDPT,
227).
ERLÄN- ‘gelişip adam olmak, er gibi cesur olmak, kahraman ol-
mak’ (EK).
[< erle- ‘to be manly’ (OTWF II, 436) + (-n-)]
OT: erlen- ‘(a woman) to marry’ (DLTa I, 223); erlen-272
‘показывать свое превосходство; гордится’ (TZb, 273).
EK verisi EUT’de tanıklanan taban anlamına daha yakındır. Tarihî
tanıklarda ise TZ verisine paraleldir.
ERTÄLÄN- ‘erken kalkmak; kahvaltı yapmak; bir şeyi önceden
yapmak, önceden tahmin edip ona göre davranmak’ (EK).
[< ėrtele- ‘to rise early’273 (DLTa I, 254) + (-n-)]
(ttkht.!)
ESÄY- ‘büyümek, erişikin hâle gelmek’ (EK).
[< ös-e-y- ?]
(ttkht.!)
Bu fiil kapalı bir yapıya sahiptir. Bunu ös- ‘büyümek’ fiilinin
pekiştirilmiş bir biçimi gibi (esäy- < *ös-e-y- gibi) düşünmek
de mümkünse de EK’de ös- fiili hiçbir eserde pekiştirilmiş
değildir. Bu sözcük Türkiye Türkçesindeki eser- (geç.) ‘bak-
mak, beslemek, yetiştirmek’ ve Anadolu ağızlarındaki eser-
‘(geçsz.) beslenmek, gelişip gürbüzleşmek’ sözcüğü ile aynı
isim kökünden türetilmiş ve +Ay- yapılı fiiller ile karıştırılarak
bu şekli almış olabilir.
ESİR- (ve yesir-) ‘sarhoş olmak, esrimek’ (CC, EK).
[< esür- < ?]
272 Atalay bu fiili arlan- olarak okumuş ve ‘kasalmak’ anlamını vermiştir (1945:
141).
273 EDPT (1972: 213) ve DTS (1969: 182)’de ‘erken başlamak’.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 259

ET: esür- ‘to be, or become, drunk, intoxicated’ (EDPT, 251); OT:
esür- ‘sarhoş olmak’ (KB III, 160); esrü- ‘sarhoş olmak’ (ME,
121); esür-, esir- ‘sarhoş olmak, esirmek’ (KE II, 211); esrü- ‘sar-
hoş olmak’ (MM, 217); esri-, esrü- ‘upić się, być pijanym’ (HŞ,
22); esür-, esrü- ‘sarhoş olmak’ (NF III, 137); esir- ‘sarhoş olmak’
(ML, 30); esri- ‘serhoş olmak’ (Kİ, 12); esrü- ‘sarhoş olmak, es-
rimek’ (KEF, 199); isrü- ‘sarhoş olmak’ (GT, 279), esir- ‘sarhoş
olmak, içki içmek’ (İM, 522); ay. (TZa, 170); esri- ‘sarhoş omak’
(KFT, 982); esir-, esür- ‘sarhoş olmak’ (DM, 83).

Fiilin eski örnekleri yuvarlak ünlü taşır.


Sevortyan, Çuv. üṣěr ‘sarhoş’ verisi temelinde fiil tabanının
*esir / *esür gibi isim olduğu düşüncesini ileri sürer (ESTY,
1974: 309-310).
ESİRGÄ- ‘acımak, merhamet duymak, esirgemek’ (CC, EK).
[< (<*esir) esiz ‘kayıp, yas ünlemi’ + (+ge-)]
ET: esirge- ‘to be sorry (for someone); to regret parting with so-
mething; to grudge’ (EDPT, 252); ėsirke- ‘жалеть, сожалеть’
(DTS, 183); OT: esirke- ‘acımak, eseflenmek’ (KB III, 160); esir-
ge- ‘to regret a loss’ (DLTa I, 249); ‘esirgemek’ (ME, 121); ay.
(KE, 211); ‘żalować, litować się (nad kimś)’ (HŞ, 22); ‘merhamet
etmek, bağışlamak’ (İM, 522); esirke- ‘esirgemek’ (TZa, 170).

esirge- verisi kimi bilim adamlarınca +KA- eki ile (Brockel-


mann, 1954: 222; Ercilasun, 1984: 19; Taş, 2009: 106; Güner,
2013: 164), kimilerince de +(X)rKA- eki ile birlikte düşünülmüş-
tür (Erdal, 1991: 459-460). İlk görüşü paylaşanlar es* kökü için
makul bir anlam ortaya koymamışlardır.274 İkinci görüşte Erdal,
Yenisey yazıtlarında kayıp, yas ünlemi olarak geçen esiz sözcü-
ğünü taban olarak kabul eder ki, fiilin semantik yapısına bu daha
uygun düşer. Tabii bu, rotatik biçimde fiile tabanlık eder.
ESİRT- ‘sarhoş etmek, kendinden geçirtmek’ (CC, EK).
[< esür- ‘to be, or become, drunk, intoxicated’ (EDPT, 251) +
(-t-)]
274 Güner ės kökünü ‘kötülük, fenalık’ anlamı ile sunmuştur (2013: 164). Kök ile
fiilin anlam ilişkisi zayıf bu şekilde zayıf kalmaktadır.
260 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: esürt- ‘sarhoş etmek’ (KB III, 160); esürt- ‘to intoxicate’
(DLTa II, 369); esrüt- ‘sarhoş etmek’ (RKT, 347); ay. (KE II, 211);
ösrüt- ‘inebriare’ (MNb, 98); esrit- ‘sarhoş etmek’ (NF III, 137);
isrüt- ‘ay.’ (GT, 279); esrid- ‘ay.’ (KFT, 982).

ESİRTİL- ‘sarhoş edilmek’ (EK).


[< esürt- ‘sarhoş etmek’ (KB III, 160) + (-ül-)]
(ttkht.!)
ESKÄR- ‘hatırlamak, anmak; fark etmek, dikkate almak’ (CC,
EK).
[< es ‘akıl, hafıza, zihin’ (CC, 703) + (+ker-)]
(ttkht.!)
ESKİLÄN- ‘yaşlanmak, eskimek, köhnemek’ (EK).
[< eski ‘old’ (EDPT, 246) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ESKİLÄT- ‘eskitmek, kök saldırmak’ (EK).
[< eski ‘old’ (EDPT, 246) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
ESKİR- ‘eskimek, yaşlanmak, eski ve harap olmak’ (EK).
[< eski ‘old’ (EDPT, 246) + (+r-)]
ET: eskir- ‘to become shabby, worn out’ (OTWF II, 500); OT: es-
kir- ‘to wear out’ (DLTa I, 209); ‘eskimek’ (AH, XXI), iskir- ‘ay.’
(AH, XXX); eskir- ‘eskimek; eskitmek’ (ME, 121); ‘eskimek’ (KE
II, 211); ‘starzeć się, zużywać się (o ubraniu)’ (HŞ, 22); ‘bozulmak,
çürümek’ (NF III, 137); eski- ‘üzerinde uzun zaman geçmek, es-
kimek’ (ML, 31); eskir- ‘sona ermek, son bulmak’ (HKT, 624);
‘eskimek, bozulmak, çürümek’ (KEF, 199); ‘eskimek’ (TZa, 170);
eski- ‘eskimek’ (KFT, 982).

Tarihî tanıklardan geç dönem örneklerinde son ses /r/’nin düş-


tüğü gözlemlenir; buna rağmen EK örneği bu sesi muhafaza
etmiştir.
ESLÄ- ‘hatırlamak, anmak; farkına varmak, dikkate almak’ (CC,
EK).
[< es ‘vernunft, gedächtnis’ (KW, 94) + (+le-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 261

OT: esle- ‘dikkate almak, korkmak’ (ME, 121); ‘dikkate almak,


önemsemek; şaşırmak, hayret etmek’ (KEF, 199).

ESLÄN- ‘düşünmek’ (EK).


[< eslä- ‘hatırlamak, anmak’ (CC, 704) + (-n-)]
(ttkht.!)
ESNÄ- ‘esnemek’ (CC).
[< esin ‘breeze, gentle wind’ (EDPT, 248) + (+e-)]
ET: esne- “properly ‘to blow gently’ but usually methaporically
‘to yawn’ (EDPT, 249); OT: esne- ‘(breeze) to blow’ (DLTa I, 239);
ėsne- ‘esnemek; tan atmak’ (ME, 121); esne- ‘(yel için) esmek’
(KE II, 211); ‘uyku arzusundan yahut can sıkıntısından ağzın açıl-
ması, gerinmek’ (ML, 31); ‘esnemek’ (TA, 105); isne- ‘esnemek’
(İM, 541); ay. (KK, 110); esne- ‘esnemek’ (TZa, 170).

ESSİZLÄN- ‘delirmek, aklını kaçırmak’ (EK).


[< essiz ‘безрассудный, безумный, бестолковый’ (KS, 505)
+ (+le-n-)]
(ttkht.!)
ESSİZLÄT- ‘akılsız, düşüncesiz kılmak, çıldırtmak’ (EK).
[< essiz ‘безрассудный, безумный, бестолковый’ (KS, 505)
+ (+le-n-)]
(ttkht.!)
EŞİT- (ve işit-) ‘işitmek, duymak; riayet etmek’ (CC, EK).
[< *eş- + (-id-)?]
ET: ėşid- “primarily ‘to hear (something Acc.)’ in a physical
sense, with some extended meanings, like ‘to get news of (so-
mething Acc.)’ (EDPT, 257); OT: eşit- ‘işitmek, duymak, din-
lemek’ (KB III, 160), işit- ‘işitmek, duymak’ (KB III, 206); ‘to
hear’ (DLTa I, 201); ‘işitmek’ (AH, XXI), işit- ‘ay.’ (AH, XXXI);
eşit- ‘слышать; слушать’ (LST, 87); eşit-/ėşit- ‘işitmek, duymak;
duymak, kabul etmek’ (RKT, 348); ėşit- ‘işitmek, dinlemek’ (ME,
121); işit- ‘işitmek, duymak’ (KE II, 274); ėşit- ‘işitmek, duy-
mak’ (MM, 218); eşit- ‘słyszeć, posłyszeć’ (HŞ, 52); işit- (HŞ,
60); ‘слушать; услышать’ (MNa, 171); eşit- ‘işitmek, duymak’
(NF III, 137) işit- ‘ay.’ (NF III, 190); ‘kulakla duymak, işitmek’
262 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ML, 34); eşit- ‘dinlemek; duymak, işitmek’ (HKT, 624-625),


işit- (HKT, 683); ‘işitmek’ (AOYB, 218), işüt- (AOYB, 218); işit-
‘işitmek’ (Kİ, 41); ‘işitmek, duymak’ (TA, 110); ‘to listen’ (İN,
65); eşit- ‘işitmek, duymak’ (KEF, 200); işit- ‘işitmek, duymak,
dinlemek’ (GT, 281); ay. (İM, 542); ay. (KK, 110); ay. (TZa, 179);
‘slyszeć, poslyzeć’ (BM, 53); işid- ‘işitmek, dinlemek, kaale al-
mak’ (KFT, 1010); yeşit- ‘işitmek’ (DM, 124); işit- ‘işitmek, duy-
mak’ (ESL, 61); ‘hakikî veya mecazî bir ses, bir hareket, fısıltı,
hışırtı, bir nesne duymak’ (İH, 41).

Sevortyan; Bang ve Zajączkowski gibi bilim adamlarının gö-


rüşlerine ve kimi Türk dillerindeki (özellikle Sibirya) eş-, ėş-,
iş- ‘işitmek’ fiillerine dayanarak fiilin, böyle bir fiil tabanına
ettirgenlik eki -t-’nin eklenmesi ile oluştuğunu belirtir (ESTY
1974: 318-319). Taş da Sibirya Türk dillerindeki eş-, es-, is-
fiilleri ve Çuv. ilt- (< *el-id-) verisinden yola çıkarak fiili -d-
pekiştirici ek ile birlikte değerlendirir (2009: 172).
ETİL- (ve yetil-) ‘yaratılmak, yapılmak, üretilmek’ (CC, EK).
[< ėt- ‘to organize, put in order’ (EDPT, 36) + (-il-)]
ET: ėtil- ‘to be built; to ripen’275 (EDPT, 56); OT: itil- ‘düzelmek,
yapılmak; yoluna girmek’ (KB III, 206); etil- ‘to prosper’ (DLTa
I, 100); ėdil- ‘yapılmak, edilmek’ (ME, 117); itil- ‘yapılmak, edil-
mek’ (İM, 542); idil- ‘yapılmak’ (KFT, 1005).

ETİLMÄGÄNLÄN- (bk. 1.3.3)


ETİZ- ‘erdirmek, ulaştırmak’ (CC).
[< yėt- “originally ‘to overtake, catch up with (someone Acc.)’,
implying movement by both parties, as opposed to teg- ‘to re-
ach (something stationary Dat.)’; but from an early period also
almost Intrans., ‘to be sufficient’, i.e. ‘to catch up with what
is required’, and sometimes more vaguely ‘to reach’” (EDPT,
884) + (-üz-)]
(ttkht.!)
Bu fiilin tanıklanmama sebebi, rotatik biçimin, yani yetir-/ye-
tür-, daha baskın olması olabilir.
275 Örneklerden çıkartılan anlamdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 263

ETKİR-I ‘(resmî olarak) çağırmak’ (EK).


[< ėt- ‘to organize, put in order’ (EDPT, 36) + (-kir-)]
(ttkht.!)
ETKİR-II (bk. YETKİR-)
ETKİZ- ‘mahkemeye vermek’ (EK).
[< ėt- ‘to organize, put in order’ (EDPT, 36) + (-kir-)]
(ttkht.!)
ETTİR- ‘yaptırmak, ettirmek, kurdurmak; mahkemeye vermek’
(EK).
[< ėt- ‘to organize, put in order’ (EDPT, 36) + (-tür-)]
OT: ettür- ‘to order something to be settled’ (DLTa I, 204); etdür-
‘заставить сделать’ (LST, 86); ėttür- ‘ettirmek’ (ME, 121).

EYÄRLÄ- (ve yärlä-) ‘eyerlemek’ (EK).


[< eḏer ‘eyer’ (KB III, 138) + (+le-)]
OT: eḏerle- ‘eyerlemek’ (KB III, 139); eḏerle- ‘to saddle’ (DLTa I,
246); eḏerle- ‘eğerlemek’ (ME, 117); ‘siodłać (konia), kulbaczyć’
(HŞ, 18); iyerle- ‘eğerlemek, eğer vurmak’ (ML, 35), ederle- ‘hay-
vanın sırtına eğer koymak’, (ML, 95); eyerle- ‘eyerlemek’ (Kİ,
13); ay. (TA, 106); ‘to saddle (a horse)’ (RH, 77); eḏerle- ‘eyerle-
mek, hayvanın sırtına binmek için oturak bağlamak’ (KEF, 95);
iyerle- ‘eyerlemek, eyer vurmak’ (İM, 543); eyerle- ‘ay.’ (KK,
108); ay. (TZa, 170 ay. (KH, 123).

EYLÄ- ‘yapmak, etmek, eylemek’ (EK).


[< eḏ ‘movable property other than livestock’ (EDPT, 33) +
(+le-)]
ET: eḏ le- “‘to turn (something) into something useful’ hence ‘to
cultivate (a garden, etc.), to deem (something) to be useful’ hence
‘to esteem (someone) and finally ‘to make, create’” (EDPT, 57);
OT: eḏ le- ‘hürmet etmek, değer vermek, ehemmiyet vermek, ak-
lına getirmek’ (KB III, 142); ‘to manufacture anything as goods’
(DLTa I, 237); ‘заботиться’ (LST, 70); eyle- ‘onarmak, bakmak’
(ME, 122); ‘eylemek, etmek’ (KE II, 219); eyle- ‘делать’ (MN,
171); ‘eylemek’ (AOYB, 212); ‘etmek, yapmak’ (Kİ, 13); ay. (TA,
107); ay. (KEF, 201); ‘to cause’ (İN, 93); ‘eylemek’ (GT, 250);
264 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

‘(yardımcı fiil)’ (İM, 523); ‘eylemek’ (KK, 108); ‘eylemek; daba-


get etmek’ (TZa, 171); ‘robić, czynić’ (BM, 44); ‘eylemek, etmek’
(KH, 123); ay. (DM, 83); ay. (ELS, 51).

EZİL- ‘dövülmek, ezilmek, ufalanmak; üzerine basılmak’ (EK).


[< ez- ‘to scratch (skin or the like)’ (DLTa I, 176) + (-il-)]
OT: ezil- ‘to be scratched’ (DLTa I, 193); ‘ezilmek’ (KE II, 219);
‘być zgniecionym, być zmiętym, być roztartym’ (HŞ, 23); ‘kötü
görünmek, kötüleşmek, bozulmak’ (NF III, 143).

EZİN- ‘ezilmek, öğütülmek, ufalanmak’ (EK).


[< ez- ‘to scratch (skin or the like)’ (DLTa I, 176) + (-in-)]
(ttkht.!)

Ä
ÄRÇÄLLÄT- ‘bozmak, günahkâr, ahlaksız kılmak’ (EK).
[< ärçäl ‘uğursuz’ (Kİ, 11) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
ÄRKÄLÄN- ‘nazlanmak, şımarmak’ (CC).
[< Moğ. erke (erḫ) ‘self-willed, willed, willful, wayward, cap-
ricious; spoiled (of children)’ (MED, 329) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
Karaşlar; Aytaç çevirisi ‘yumuşamak, gevşemek, incelmek’
(Grönbech, 1992: 65) ile Räsänen’in Sibirya Türk dillerinde
bulduğu erke, irke ‘pohpolama, şefkat’ veriyi (1969: 48) bir-
leştirmiştir (2012: 346). Ancak CC verisinin tam çevirisi yu-
karıdaki gibi olmalıdır ve bu Moğolcadaki biçim ve anlam ile
yüzde yüz örtüşmektedir. Dolayısıyla fiil, Moğolca bir alıntıya
dayanmaktadır.

F
FAḪİRLÄN- ‘fakirleşmek’ (EK).
[< Ar. faḳīr ‘poor, poverty-stricken; poor man, pauper’
(DMWA, 723) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
FARḪLA- ‘ayırt etmek, birbirinden ayırmak’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 265

[< Ar. farḳ ‘separation, severance, sunderance, division, parti-


tion; differentiation, distinction, discrimination’ + (+la-)]
(ttkht.!)
FAYDALA- ‘kullanmak, fayda sağlamak’ (EK).
[< Ar. f ā’idat ‘utility, avail, benefit, advantage; gain, profit’
(DMWA, 735) + (+la-)]
(ttkht.!)
FAYDALAN- (ve faydaylan-) ‘kullanmak, kar elde etmek; faydalı
olduğu ortaya çıkmak’ (EK).
[< faydala- + (-n-)]
(ttkht.!)
FAYDAYLAN- (bk. FAYDALAN-)
FÄRAHLAN- (ve färaḫlan-) ‘sevinmek, haz duymak’ (EK).
[< Ar. farah ̣ ‘joy, gladness, glee, gaiety, hilarity, mirth, exhila-
ration, merriment, happiness’ (DMWA, 702) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
FÄRAHLAT- ‘hoşnut etmek, eğlendirmek, sevindirmek’ (EK).
[< Ar. farah ̣ ‘joy, gladness, glee, gaiety, hilarity, mirth, exhila-
ration, merriment, happiness’ (DMWA, 702) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
FÄRAḪLAN- (bk. FÄRAHLAN-)
FIRLA- ‘uçmak, havada süzülmek’ (EK).
[< fır ‘yansıma taban’ + (+la-)]
(ttkht.!)
FİKİRLÄN- ‘düşünmek, düşünüp taşınmak, düşünceye dalmak’
(EK).
[< Ar. fikr ‘thinking, cogitation, reflection, meditation, spe-
culation, contemplation, consideration; thought, idea, notion,
coneept; opinion, view’ + (+le-n-)]
(ttkht.!)
FRİŞTELÄN- ‘meleğe dönüşmek, melek olmak’ (EK).
[< Far. fir ī şta ‘an angel’ (PED, 927) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
266 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

G
GAGAZLAN- ‘kekelemek’ (EK).
[< Erm. gagaz ‘stammering, stuttering, lisping’ (NDAE, 320)
+ (+la-n-)]
(ttkht.!)
GIRCILDAT- (bk. GIRÇILDAT-)
GIRÇILDA- ‘gıcırdamak’ (EK).
[< gırçıl ‘yansıma taban’ + (+da-)]
(ttkht.!)
GIRÇILDAT- (ve gırcıldat-) ‘gıcırdatmak’ (EK).
[< gırçılda- + (-t-)]
(ttkht.!)
GİZLÄN- ‘gizlenmek, pusuya yatmak’ (EK).
[< kizle- ‘to hide (Trans.)’ (DLTa II, 303) + (-n-)]
OT: kizlen- ‘to pretend to hide’ (DLTa II, 89); ‘gizlenmek’ (ME,
146); ay. (KE II, 366); ‘ukryć się, być ukrytym’ (HŞ, 99); giz-
len- ‘прятаться’ (MNa, 204), kizlen- ‘nascondersi’, (MNb, 96);
kizlen- ‘gizlenmek, saklanmak’ (NF III, 252); ay. (HKT, 742); ay.
(TA, 120); ay. (KEF, 232), ay. (GT, 306); ay. (İM, 555); ay. (KK,
116); ay. (KFT, 1022).

EK verisi ME’de ve sonraki eserlerde görülen anlam ile para-


leldir.
GÖGÄRT- (bk. KÖGÄRT-)
GÖNDÜR- ‘göndermek, iletmek, aktarmak’ (EK).
[< kön- ‘to be, or become (physically) straight’276 (EDPT, 726)
+ (-tür-)]
OT: köndür- ‘göndermek, yöneltmek, doğrultmak’ (KEF, 235).

Bu fiil, eskicil köndger- ve fonetik varyantlarından gelişen bir


biçim olma olasılığını taşımakla birlikte, yukarıdaki analiz
doğrultusunda bağımsız bir şekilde de gelişmiş olabilir.
276 Bununla birlikte, Clauson bu fiilin çok geniz bir anlam yelpazesine sahip olduğunu
söyler.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 267

GÖRGÜZ- (bk. KÖRGÜZ-)


GÖVDÄLÄN- ‘uzuvlarına ayırılmak’ (EK).
[< kövdöŋ/kövtöŋ277 ‘the trunk, that is human body without its
extremities; a dead body’ (EDPT, 688) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
GÜNEŞLÄT- ‘güneşle aydınlatmak’ (EK).
[< ḳuyaş “originally ‘blazing heat (of the midday) sun’, later
more generally ‘the sun’” (EDPT, 679) ya da küneş ‘güneşin
ziyası; güneş’ (Kİ, 55)+ (+le-t-)]
(ttkht.!)

Ġ
ĠADİRLÄ- (bk. ḪADİRLÄ-)

H
HADİRLÄN- ‘hazırlanmak; hazır edilmek’ (EK).
[< hadirlä- + (-n-)]
(ttkht.!)
HAḪLAŞ- ‘ödeyip bitirmek, hesabı kapatmak’ (EK).
[< Ar. hạ ḳḳ ‘correctness, rightness; rightful posseasion, pro-
perty; one’s due; duty; proper manner; true, authentic, real;
right, fair and reaaonable’ (DMWA, 192) + (+la-ş-)]
(ttkht.!)
HAKİÄTLÄ- (bk. HAKİYÄTLÄ-)
HAKİYÄTLÄ- (ve hakiätlä-) ‘anlatmak, hikâye etmek’ (EK).
[< Ar. hiḳ āyat ‘story, tale, narrative, account’ (DMWA, 198) +
(+le-)]
(ttkht.!)
HALALAŞ- (bk. HÄLALLAŞ-)
HARLAN- ‘utanmak, mahcup olmak’ (EK).
[< Ar. arra ‘to be a shame, be a disgrace’ (DMWA, 601) + (+la-
n-)]
277 DTS’de kövtüŋ (1969: 320).
268 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: carlan- ‘utanmak’ (ME, 92); ā rlan- ‘çekinmek, utanmak’


(HKT, 527).

HARSIZLAN- ‘arsız, terbiyesiz veya cüretkar olmak’ (EK).


[< harsız ‘бесстыдствовать, хамствовать, хамить,
похабничать, нахальничать, наглеть’ (KS, 569) < carsız +
(+la-n-)]
(ttkht.!)
HASRÄTLÄN- ‘arzularına, tutkularına kapılmak, özlemek’ (EK).
[< Ar. hasra
̣ t
‘grief, sorrow, pain, distress, affliction’ (DMWA,
177) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
HAVALAT- ‘yükseltmek, havaya kaldırmak, havada daireler çiz-
dirmek’ (EK).
[< Ar. hav ̇ ā ‘air; atmosphere’ (DMWA, 1040) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
HAVILDA- (ve hav ̇ulda-) ‘havlamak’ (EK).
[< havıl ‘yansıma taban’ + (+da-)]
(ttkht.!)
HAV̇ ULDA- (ve HAVILDA-)
HAYBATLA- ‘yüceltmek, hürmet göstermek’ (EK).
[< Ar. haibat ‘fear, dread, awe; reverence, veneration, esteem,
respect; awe-inspiring, appearance, venerableness, gravity,
dignity; standing, prestige’ (DMWA, 1042) + (+la-)]
(ttkht.!)
HAYBATLAN- ‘övülmek, yüceltilmek; zekat ve sadakaya bağlı
yaşamak’ (EK).
[< haybatla- + (-n-)]
(ttkht.!)
HAYBATLAT- ‘övdürmek’ (EK).
[< haybatla- + (-t-)]
(ttkht.!)
HAYBATSIZLAT- ‘haysiyetsiz kılmak, karalamak, ayıplamak’
(EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 269

[< haybatsız ‘непрославляемый, недостохвальный,


непрославленный, бесславный’ (KS, 576) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
HAYIFSIN- (ve ayıvsun-, ayuvsun-, hayuvsun-) ‘merhamet et-
mek, bir şeyden şikayet etmek’ (EK).
[< Ar. haif
̣ ‘wrong, injustice; harm, damage, prejudice’
(DMWA, 223) + (+sı-n-)]
(ttkht.!)
HAYTIL- (bk. AYTIL-)
HAYUFLAN- ‘merhamet etmek’ (EK).
[< Ar. haif
̣ ‘wrong, injustice; harm, damage, prejudice’
(DMWA, 223) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
HAYUVSUN- (bk. HAYIFSIN-)
HAYVAN[LAN]- ‘vahşileşmek, gaddarlaşmak’ (EK).
[< Ar. hayav
̣ ̇ ān ‘animal, beast; (coll.) animals, living creatures’
(DMWA, 220) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
HECEPLÄN- ‘utangaç, çekingen veya alçakgönüllü olmak’ (EK).
[< Ar. hacb
̣ ‘seclusion; screening off; keeping away, keeping
off’ (DMWA, 156) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
HEÇLÄN- ‘hiçliğe dönüşmek’ (EK).
[< Far. heç ‘nothing; a mere trifle; annihilated; never, at no rate,
on no account,at all; some, any; none’ (PED, 1520) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
HERTSOV̇ADZOĠLAN- ‘kilisenin görüşünden ayrılmak, inan-
cından dönmek’ (EK).
[< Erm. hertsov ȧ dzoġ ‘dissenter, schismatic; heretic; sectary’
(NWAE, 404) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
HESEBLÄ- (ve heseplä-) ‘hesaplamak, saymak’ (EK).
270 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< Ar. his


̣ ā b ‘arithmetic, reckoning, oalculus; computation; cal-
culation, estimation, appraisal’ (DMWA, 176) + (+le-)]
OT: ḥisabla- ‘hesaplamak’ (KFT, 998).

HESEBLÄN- (ve heseplän-) ‘düşünmek, dikkate almak; addedil-


mek, hesap edilmek’ (EK).
[< heseblä- < ḥisabla- ‘hesaplamak’ (KFT, 998) + (-n-)]
OT: ḥiseblen- ‘hesaplanmak, sayılmak’ (İM, 534).

HESEBLÄŞ- (ve hesepläş-) ‘hesaplaşmak, karşılıklı olarak hesabı


kapatmak, ödeşmek’ (EK).
[< heseblä- < ḥisabla- ‘hesaplamak’ (KFT, 998) + (-ş-)]
(ttkht.!)
HESEPLÄ- (bk. HESEBLÄ-)
HESEPLÄN- (bk. HESEBLÄN-)
HÄLALLAŞ- (ve halalaş-) ‘karşılıklı af, günahlardan arınma di-
lemek’ (EK).
[< Ar. hal
̣ āl ‘allowed, perraitted, permissible, allowable, ad-
missible, lawful, legal, licit, legitimate; lawful possession’
(DMWA, 199) + (+la-ş-)]
OT: ḥalāllaş- ‘helallaşmak, haklarını karşılıklı olarak helal et-
mek’ (İM, 529).

HİLLALAN- (bk. HİLLÄLÄN-)


HİLLÄLÄN- (ve hillalan-) ‘kurnazlık, sinsilik yapmak’ (EK).
[< Ar. hīla ‘artifice, ruse, stratagem, maneuver, subterfu-
ge, wile, trick; device, shift, means to accomplish an end’
(DMWA, 217-218) + (-n-)]
(ttkht.!)
HİLLÄLÄT- ‘hainlik, entrika yaptırmak’ (EK).
[< Ar. hīla ‘artifice, ruse, stratagem, maneuver, subterfu-
ge, wile, trick; device, shift, means to accomplish an end’
(DMWA, 217-218) + (-t-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 271

HÖRMÄTLÄ- (ve ḫormatla-) ‘saygı, hürmet göstermek’ (CC,


EK).
[< Ar. hurma
̣ t
‘holiness, sacredness, sanctity, sacrocanctity, in-
violability; reverence, veneration, esteem, deference, respect’
(DMWA, 171) + (+la-)]
OT: ḥürmetle- ‘saygı göstermek, ikram etmek’ (İM, 535).

HÖRMÄTLÄN- ‘sayılmak, hürmet gösterilmek, tebrik edilmek’


(EK).
[< hörmätlä- + (-n-)]
(ttkht.!)
HÖRMÄTLÄT- ‘saygı ve hürmet göstermesini sağlamak’ (EK).
[< hörmätlä- + (-t-)]
(ttkht.!)
HUZURLAN- ‘keyif, sefa sürmek’ (EK).
[< Ar. huḍ ̠ ū r ‘presence; visit, participation, attendance’
(DMWA, 184) + (+la-n-)]
(ttkht.!)


ḪABERLÄN- ‘haber verilmek, duyurulmak’ (EK).
[< Ar. ḫabar ‘news; information, intelligence; report, commu-
nication, message; notification, rumor; story; matter, affair’
(DMWA, 225) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪAÇIR- ‘kaçmasına izin vermek, ıskalamak’ (EK).
[< ḳ aç- ‘to flee, run away’ (EDPT, 589) + (-ur-)]
ET: ḳ açur- ‘to put to flight, drive away’ (OTWF II, 715); OT:
ḳ açur- ‘to put someone to flight’ (DLTa II, 3); ‘kaçırmak’ (KB III,
212); ay. (ME, 132); ay. (KE II, 283); ḳ açır- ‘przepędzić, zmusić do
ucieczki’ (HŞ, 127); ḳ açur- ‘kaçırmak’ (NF III, 194); ay. (AOYB,
219); ‘kaçırmak, ürkütüp kaçırmak’ (KEF, 217); ḳ açır- ‘nefret et-
tirmek, tiksindirmek’ (İM, 544); ḳ açur- ‘przepędzić, spowodować
ucieczkę’ (BM, 65).
272 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḪAÇLA- ‘vaftiz etmek, haç çıkarmak; çarmıha germek’ (EK).


[< Erm. ḫaç ‘cross; crucifix’ (NDAE, 274) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪAÇLAN- ‘haç işareti yapmak; haç şeklinde olmak; çarmıha ge-
rilmek’ (EK).
[< ḫaçla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪADA- (bk. ḲADA-)
ḪADAĠLA- (bk. ḪADAḪLA-)
ḪADAĠLAN- (bk. ḪADAḪLAN-)
ḪADAḪLA- (ve ḫadaġla-) ‘çivi ile çakmak, çivilemek’ (EK).
[< ḫadaḳ 278 ‘çivi, mıh’ (CC, 709) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪADAḪLAN- (ve ḫadaġlan-) ‘çivilenmek, mıhlanmak’ (EK).
[< ḫadaḫla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪADAL- ‘çivilenmek’ (EK).
[< ḳ ada- ‘çivilemek, mıhlamak, çakmak’ (CC, 723) < Moğ.
ḫada- ‘to drive in, knock in; to nail; to inscribe or enter one’s
name on a register; to insert something in a text; to get stuck’
(MED, 902) + (-l-)]
(ttkht.!)
ḪADİRLÄ- (ve ġadirlä-) ‘hazırlamak, düzenlemek’ (EK).
[< Ar. h ̣āḏir ‘present; attending, resent (time); prepared, ready’
(DMWA, 185) + (+le-)]
(ttkht.!)
ḪAḪIL- ‘tıklatılmak, vurulmak; çekiçle dövülmek; (para) basıl-
mak’ (EK).
[< ḳ aḳ- ‘to strike lightly (on head)’ (DLTa II, 110) + (-ıl-)]
278 Fiil tabanı Moğolcadan alıntı olsa da bu sözcük, Moğolcada bu anlamı ile bulunmaz
ve Genel Türkçe içinde türetilmiş olabilir. Doerfer, CC’deki aynı anlama gelen
ḳadav için Kıpçakça derken, bu sözcüğü Çağatayca veya Moğolca olarak düşünür
(bk. 1967: 421).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 273

OT: ḳ aḳ ıl- ‘to be hit’ (DLTa II, 31).

ḪAḪLA-I ‘istemek, arzu etmek’ (EK).


[< Far. ḫwah ‘wishing, desiring, needing, wanting; desire, peti-
tion’ (PED, 481) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪAḪLA-II ‘demir dövmek, çekiçlemek’ (EK).
[< ḳ aḳ- ‘to strike lightly (on head)’ (DLTa II, 110) + (-la-)]
(ttkht.!)
Bu fiil, alternatif olarak Türkçedeki damla- ve kokla- gibi, yani
önce bir isim olma sahfası geçirip tekrardan fiilleştirilmiş ola-
bilir.
ḪAḪTIR- ‘(madeni para) bastırmak’ (EK).
[< ḳ aḳ- ‘to strike lightly (on head)’ (DLTa II, 110) + (-tur-)]

OT: ḳ aḳ tur- ‘to give somebody a task boxing’ (DLTa II, 58).

ḪAḪUTLA- ‘zayıf düşürmek, gevşetmek’ (EK).


[< Erm. ḫaḫut / ḫaḫud ‘unstable, ill-built, weak, frail; incons-
tant, mutable’ (NDAE, 269) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪAḪUTLAN- ‘zayıflamak, gevşemek, parçalanmak’ (EK).
[< ḫaḫutla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪAḪUTLAT- ‘zayıflatmak, çatırdatmak’ (EK).
[< ḫaḫutla- + (-t-)]
(ttkht.!)
ḪAḪUTSUZLAN- ‘dengesizlik, tutarsızlık, zayıflık barındırma-
mak veya göstermemek’ (EK).
[< ḫaḫutsuz ‘без расслабления, неослабно, нешатко,
устойчиво’ (KS, 793) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪAḪUTTUR- ‘ahlakî çöküşe sürüklemek, skandal çıkarmak’
(EK).
274 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< Erm. ḫaḫut/ ḫaḫud ‘unstable, ill-built, weak, frail; incons-


tant, mutable’ (NDAE, 269) + (-tur-)]
(ttkht.!)
İsim tabanına doğrudan ettirgenlik eki gelmiştir, anormal bir
örnektir.
ḪALABA[LA]ŞTIR- ‘kafa karıştırmak, alt üst etmek, düzeni boz-
mak’ (EK).
[< ḫalabalaş- + (-tur-)]
(ttkht.!)
ḪALABALIḪLAN- ‘karışıklık, karmaşa içine girmek veya için-
de olmak’ (EK).
[< ḫalabalıḫ ‘толчея, суматоха, сутолока, беспорядок,
расстройство, помешательство’ (KS, 794-795) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪALAYLA- ‘kalay ile kaplamak’ (EK).
[< ḳ alay ‘ay.’ (CC, 489) < Ar. ḳ alā ci (Nişanyan, 2010: 291) +
(+la-)]
(ttkht.!)
ḪALDIR- (ve ḫardır-) ‘bırakmak’ (EK).
[< ḳ al- “basically ‘to remain’ with some idiomatic meanings
like ‘to be only, to continue to be; to stop, come to a halt; to
remain behind, become obsolete’” (EDPT, 615) + (-tur-)]
ET: ḳ altur- ‘to leave behind, leave last’ (EDPT, 619); OT: ḳ altur-
‘to pass and left behind (to surpass, to outpace)’ (DLTa II, 58);
ḳ aldur- ‘kaldırmak’ (ME, 133); ay. (MM, 227); kaldırmak, çıkar-
mak’ (NF III, 198); kaldır-, kaltır- ‘bir nesneyi aşağıdan yukarıya
doğru kımıldatmak’ (ML, 36); ḳ aldır- ‘kaldırmak’ (KK, 110); ay.
(TZa, 182); ḳ aldur- ‘kaldırmak’ (ELS, 63).

Fiil, DLT sonrası eserlerde başka bir fiilden gelen *ḳ al ḳtur-


(bk. EDPT, 619) ile karışmış olmalıdır; zira tam tersi bir anlam
ortaya çıkar. EK örneği ise doğrudan doğruya ḳ altur- fiilinden
gelen bir biçimdir.
ḪALĠ- (bk. ḪALḪ-)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 275

ḪALḪ- (ve ḫalġ-) ‘kalkmak’ (EK).


[< ḳ alı- “originally ‘to rise in the air’, hence ‘to jump’” (EDPT,
617) + (-ḳ-)]
OT: ḳ al ḳ- ‘kalkmak’ (Kİ, 68).

ḪALḪALA- ‘kilitlemek, kilitle kapatmak’ (EK).


[< Ar. haḷ ḳa ‘ring (also earring, etc.); link (of a chain)’ (DMWA,
202) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪALḪALAN- ‘kilitlenmek, üzerine kilit vurulmak’ (EK).
[< ḫal ḫala- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪALḪALAT- ‘kapattırmak, kilitletmek’ (EK).
[< ḫal ḫala- + (-t-)]
(ttkht.!)
ḪALINLAN- ‘semirmek, gürbüzleşmek; yoğunlaşmak, kalınlaş-
mak, artmak’ (EK).
[< ḳ alın “(of a solid object) ‘massive, dense’, (of a crowd) ‘den-
se and the like’” (EDPT, 622) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪALINLAT- ‘yoğunlaştırmak, kalınlaştırmak, şişmanlatmak’
(EK).
[< ḳ alın “(of a solid object) ‘massive, dense’, (of a crowd) ‘den-
se and the like’” (EDPT, 622) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
ḪAMAŞ- ‘(göz) güçlü ışık karşısında kamaşmak’ (EK).
[< ḳ ama- ‘(an eye) to be dazzled; (teeth) to be set on edge’
(DLTa II, 290) + (-ş-)]
OT: ḳ amaş- ‘(teeth) to be set on edge’ (DLTa II, 20); ‘туманится,
мутнеть’ (LST, 196); ‘kamaşmak’ (NF III, 198); ay. (Kİ, 68); ay.
(GT, 287); ‘gözleri kamaşmak’ (İM, 544); ay. (TZa, 183).

ḪAMAŞTIR- ‘göz kamaştırmak, diş kamaştırmak’ (EK).


[< ḳ amaş- ‘(teeth) to be set on edge’ (DLTa II, 20) + (-tur-)]
(ttkht.!)
276 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḪAMÇILA- ‘kamçı ile vurmak, dövmek’ (EK).


[< ḳ amçı ‘a whip’ (EDPT, 626) + (+la-)]

OT: ḳ amçıla- ‘to whip’ (DLTa II, 328); ‘kamçıyla vurmak, kamçı-
lamak’ (HKT, 694); ‘to whip’ (İN, 100); ‘kamçılamak’ (MG, 172).

ḪAMÇILAN- ‘kırbaçlanmak, kamçılanmak’ (EK).


[< ḫamçıla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪAMURLAN- ‘hamur biçimine girmek, mayalanmak; hamura
bulanmak’ (EK).
[< ḫamır ‘Teig’ (KW, 100) < Ar. ḫamīr ‘(leavened) dough’
(DMWA, 261) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪANAT- ‘kanatmak, kanatana kadar dövmek’ (EK).
[< ḳ ana- ‘to bleed (a patient, animal, etc.)’ (EDPT, 634) + (-t-)]

ET: ḳ anat- ‘to make (something) bleed’ (EDPT, 635; DTS, 418);
OT: ḳ anat- ‘to cause someone/something to bleed’ (DLTa II, 120);
‘kanatmak’ (KE II, 294); ay. (NF III, 199); ay. (MG, 172).

ḪANDIR- ‘tatmin etmek, hoşnut etmek’ (EK).


[< k ān- ‘to be satisfied, satiated (both in a conctrete and abs-
tract sense)’ (EDPT, 632; DTS, 417) + (-tur-)]

ET: ḳ antur- “(Caus. f. of k ā n-) ‘to satisfy, satiate’” (EDPT, 636;


DTS, 419); OT: ḳ antur-’to quench thirst’ (DLTa II, 58); ḳ andur-
‘kandırmak, (suya) doyurmak’ (ME, 134); ‘napoić (do syta),
nasycić, pozwolić do woli się napić’ (HŞ, 130); ‘kandırmak, do-
yurmak’ (NF III, 199); ‘suya kandırmak, doyurmak’ (Kİ, 69); ay.
(KEF, 219); ‘inandırmak’ (İM, 546); ḳ andır- ‘suya kandırmak’
(TZa,183).

ḪANLAT- ‘han, kral yapmak’ (EK).


[< ḫan “a title at first practically synonymous with xaġan, but
later used mainly for a subordinate ruler” (EDPT, 630) + (+la-
t-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 277

(ttkht.!) Bununla birlikte Köktürk döneminde ḫanlan- tanıkla-


nır (bk. Clauson, 1972: 639).
ḪAPANDUR- (bk. ḪAPINDUR-)
ḪAPḪALA- ‘(sık.) kapmak’ (EK).
[< ḳ ap- ‘to grasp, or seize, with the hands, teeth, etc.’ (EDPT,
580) + (-ḳala-)]
(ttkht.!)
ḪAPIN- (ve ḫapun-) ‘tutuşmak, yanmak, parlamak, ateş almak’
(EK).
[< ḳ ap- ‘to grasp, or seize, with the hands, teeth, etc.’ (EDPT,
580) + (-ın-)]
OT: ḳ apın- ‘to pretend to steal’ (DLTa II, 40).

ḪAPINDIR- (bk. ḪAPINDUR-)


ḪAPINDUR- (ve ḫapandur-, ḫapundur-, ḫapundur-) ‘ateşe ver-
mek, tutuşturmak; belirli bir duyguya neden olmak’ (EK).
[< ḳ apın- ‘to pretend to steal’ (DLTa II, 40) + (-tur-)]
(ttkht.!)
ḪAPIŞ- (ve ḫapuş-) ‘birbirini tutmak, yakalamak; kavga, müna-
kaşa etmek; yanmak, tutuşmak; kapatılmak, kaplanmak; tı-
kanmak’ (EK).
[< ḳ ap- ‘to grasp, or seize, with the hands, teeth, etc.’ (EDPT,
580) + (-ış-)]
OT: ḳ apış- ‘to contend with somebody in snatching’ (DLTa II, 9);
ḳ apuş- ‘(kol) kapışmak’ (ME, 134); ḳ abuş- ‘chwytać (nawzajem)’
(HŞ, 127).

ḪAPLA- ‘kaplamak, örtmek’ (EK).


[< ḳā b “‘a leather bag, water-skin, sack’ sometimes more vagu-
ely ‘vessel, container’” (EDPT, 578) + (+la-)]
OT: ḳ apla- ‘kaplamak’ (KE II, 295); ḳ abla- ‘pokrywać,
przykrywać’ (HŞ, 127); ḳ apla- ‘kılıfa koymak’ (ML, 37); ḳ abla-
‘içine almak, kaplamak’ (ELS, 62).

ḪAPSA- ‘kavramak, yakalamak’ (EK).


278 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< ḳ ap- ‘to grasp, or seize, with the hands, teeth, etc.’ (EDPT,
580) + (-sa-)]

OT: ḳ apsa- ‘to surround’ (DLTa II, 296); ‘окружать; объять’


(LST, 199); ‘kapsamak, kaplamak, kuşatmak’ (RKT, 422); ‘kap-
lamak, sarmak’ (ME, 134); ay. (KE II, 295); ‘içine almak, kap-
samak’ (MM, 228); ḳ absa- ‘otaczać, okrążać’ (HŞ, 127); ḳ apsa-
‘kapsamak, kuşatmak’ (NF III, 200); ‘kuşatmak, sarmak; içine
almak, ihtiva etmek; kapsamak, kavramak, anlamak’ (HKT, 695);
ḳ avza- ‘bir şeyi ihtiva etmek, toplamak, ihata etmek’ (Kİ, 73);
ḳ apsa- ‘kaplamak, sarmak’ (KEF, 219); ‘içine almak, kapsamak’
(İM, 546); kabsa- ‘kaplamak, her tarafına erişmek’ (İH, 26).

Clauson, fiili yukarıda verildiği üzere analiz eder (bk. 1972:


587). Levitskaya vd. bu fiili Türk dillerindeki paralel anlamlı
ḳaba- ve ḳama- fiilleri ile ilişkilendirip, Özb. ḳamsa- fiilini
bunun delili olarak sunarlar ve nihai olarak ḳā ba- tabanına da-
yandırırlar (ESTY 1997: 167). Ayrıca ilk hecenin, /b/’li örnek-
lerden hareketle olsa gerek, uzun olduğunu düşünmüşlerdir.
Fakat bunu Arap harfli metinler ile belirlemek sağlıklı olma-
yabilir.
İlk bölümde de belirtildiği üzere bu fiil bir isimden fiil şek-
li olamaz; zira kap ismi ‘yakalamak, kapmak’ gibi bir anlam
oluşturamaz. Bununla fiil tabanı sadece kap- ‘kapmak’ olma-
yabilir; çünkü ‘kuşatmak, içine almak’ da bu fiil ile sağlana-
maz. Dolayısıyla ET ḳ apıġ , ḳ apġa ve ḳ apaḳ gibi sözcüklerin
tabanı olan *ḳ ap- ‘kapamak’ da bu fiile anlamca müdahil ol-
muş olmalıdır.
ḪAPIŞ- (bk. ḪAPUŞ-)
ḪAPSAL- ‘yakalanmak, tuzağa düşürülmek, kaçırılmak’ (EK).
[< ḳ apsa- ‘to surround’ (DLTa II, 296) + (-l-)]

OT: ḳ apsal- ‘kuşatılmak’ (RKT, 422).

ḪAPUN- (bk. ḪAPIN-)


ḪAPUNDUR- (bk. ḪAPINDUR-)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 279

ḪAPUŞTUR- ‘geri çektirmek, kendini tutturmak, susturmak’


(EK).
[< ḳ apış- ‘to contend with somebody in snatching’ (DLTa II, 9)
+ (-tur-)]
(ttkht.!)
Fiilin anlamına göre, sahip olduğu tabanın daha çok ‘kendine
hakim olma’ gibi bir anlam taşımış olması gerekir.
ḪARABAŞLAN- ‘köle, cariye olmak’ (EK).
[< ḳ ara baş ‘slave’ (male or female) (EDPT, 643; DTS, 422) +
(+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪARABAŞLAT- ‘cariye hâline getirmek veya o şekilde almak’
(EK).
[< ḳ ara baş ‘slave’ (male or female) (EDPT, 643; DTS, 422) +
(+la-t-)]
(ttkht.!)
ḪARAĠLAT- ‘yağmalatmak’ (EK).
[< ḳ araḳ la- ‘to take goods by highway robbery’ (DLTa II, 322)
+ (-t-)]
(ttkht.!)
ḪARAḪLA- I ‘soymak, hırsızlıkla ya da gasp yoluyla almak’
(EK).
[< *ḳ araḳ ‘yağma’ (> ḳ araḳçı ‘yağmacı, yankesici’ (KB III,
223)) + (+la-)]
OT: ḳ araḳ la- ‘to take goods by highway robbery’ (DLTa II, 322);
‘porywać, łupić, grabić’ (HŞ, 132).

ḪARAḪLA- II ‘karanlık, kara olmak; karartmak, soluklaştırmak’


(EK).
[< ḳ arā ‘black’ (EDPT, 643) + (+la-)]
(ttkht.!)
Bu fiil, ḫaraḫla- I’e benzeşerek kendisinde bir /ḫ/ türetmiş ola-
bilir.
ḪARAL- ‘karanlık olmak, loş olmak, sönükleşmek’ (EK).
280 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< ḳ arā ‘black’ (EDPT, 643) + (+l-)]


(ttkht.!)
Fiil ses değişikliği ile ḫarar- biçiminden gelmiş olabilir.
ḪARALAT- ‘karalamak, kirletmek’ (EK).
[< ḳ arala- ‘to blacken’ (DLTa II, 314) + (-t-)]
(ttkht.!)
ḪARAMĠULA- ‘karartmak’ (EK).
[< ḳ araŋġu ‘dark, darkness’ (EDPT, 662) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪARAMĠULAN- (bk. ḪARAŊĠULAN-)
ḪARAMĠULAT- (bk. ḪARAŊĠULAT-)
ḪARAMĠULUḪLAN- ‘kararmak, karanlığa gömülmek’ (EK).
[< ḳ araŋḳuluḳ ‘karanlık’ (RKT, 424) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪARANĠULAN- (bk. ḪARAŊĠULAN-)
ḪARANĠULAT- (bk. ḪARAŊĠULAT-)
ḪARAŊĠULAN- (ve ḫaranġulan-, ḫaramġulan-) ‘karanlığa gö-
mülmek’ (EK).
[< *ḫaraŋġula- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪARAŊĠULAT- (ve ḫaranġulat-, ḫaramġulat-) ‘karanlık, kas-
vetli hâle getirmek’ (EK).
[< *ḫaraŋġula- + (-t-)]
(ttkht.!)
ḪARAR- (bk. ḲARAR-)
ḪARART- (ve ġapart-) ‘karartmak’ (EK).
[< ḳarar- ‘‘to be, or become, black or dark’ (EDPT, 663) + (-t-)]
ET: ḳ arart- ‘to dim’ (OTWF II, 774); OT: ḳ arart- ‘karartmak’
(KB III, 224); ‘to blacken’ (DLTa II, 370); ‘чернить, делать
черным’ (LST, 200); ‘karaya boyamak’ (ME, 135); ‘karart-
mak’ (KE II, 298); ay. (MM, 228); ‘uczynić czarnym, poczernić,
zaciemnić’ (HŞ, 132); ‘karartmak’ (NF III, 201).

DPY’deki ġapart- biçimi tartışmalıdır.


ḪARCLA- (ve harçla-) ‘harcamak’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 281

[< ḫarc ‘expenditure, outlay, expense(s), costs; land tax’


(DMWA, 232) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪARCLAN- ‘harcanmak’ (EK).
[< ḫarcla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪARÇLA- (bk. ḪARCLA-)
ḪARDIR- (bk. ḪALDIR-)
ḪARĠA- (bk. ḲARĠA-)
ḪARĠIŞLA- ‘azarlamak, paylamak; lanetlemek’ (EK).
[< ḳ arġış ‘beddua’ (KB III, 224) + (+la-)]
OT: ḳ arġışla- ‘beddua etmek’ (DM, 88).

ḪARĠIŞLAN- ‘lanetlemek; lanetlenmek’ (EK).


[< ḫarġışla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪARĠIŞLAT- ‘küfrettirmek, lanetlettirmek’ (EK).
[< ḫarġışla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪARHA- (bk. ḲARĠA-)
ḪARILA- ‘dirsek ile ölçmek’ (EK).
[< ḳ arı “originally ‘the forearm’, but more often used as a unit
of measurement ‘a cubit, the distance from the elbow to the
finger tips’” (EDPT, 644-645) + (+la-)]
ET: ḳ arıla- ‘to measure by cubits’ (OTWF II, 438); OT: ḳ arıla-
‘to measure ground (or other) in cubits’ (DLTa II, 586); ‘ölçmek,
arşınlamak, karışlamak’ (KEF, 220).

ḪARIŞ-I ‘müdahil olmak, karışmak; dolaşık olmak, karmakarışık


olmak’ (EK).
[< ḳ ar- ‘to mix (something with something else)’ + (-ış-)]
OT: ḳ arış- ‘karışmak’ (ME, 135); ‘łączyć się, mieszać się, być
zmieszanym’ (HŞ, 134); ‘karışmak, kaynaşmak’ (NF III, 203);
282 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

‘birbirinin içine girmek, karışmak; katılmak, bir araya gelmek,


bir arada yaşamak’ (HKT, 700); ‘karışmak, bir araya gelmek’
(KEF, 220); ‘karışmak’ (GT, 289); ‘karışmak, birbirine girmek’
(İM, 547); ‘mieszać, wymieszać’ (BM, 66); ‘karışmak’ (MG, 173).

ḪARIŞ-II (bk. ḲARIŞ-)


ḪARIŞDIR- (bk. ḲARIŞTUR-)
ḪARIŞIL- (ve ḫarşıl-) ‘karıştırılmak; şaşırmak, yolunu kaybet-
mek’ (EK).
[< ḳ arış- ‘karışmak’ (ME, 135) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
ḪARIŞTIR- (bk. ḲARIŞTUR-)
ḪARKİBİKLÄN- ‘kara benzemek’ (EK).
[< ḫarkibik < ḳ ar kibik + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ḪARMALA- (bk. ḲARMALA-)
ḪARMAL[A]- (bk. ḲARMALA-)
ḪARMALAN- ‘dokunmak, hissetmek; el yordamı ile ara(n)mak’
(EK).
[< ḳ armala- ‘dokunmak’ (Kİ, 71) + (-n-)]
(ttkht.!) Fiil tabanının sesteşi ET’de (bk. Erdal, 1991: 439; Dan-
koff ve Kelly, 1982: 329) tanıklanmaktadır. Söz konusu taban
ḳarma- fiilinden, ḳarma ‘yağma’ isminden türemiştir.
ḪARŞA- (bk. ḲAŞI-)
ḪARŞIL- (bk. ḪARIŞIL-)
ḪARŞILA- ‘buluşmak; karşı koymak; zıtlaşmak’ (EK).
[< ḳ arşı “primarily a noun/adjective meaning ‘opposed, oppo-
site; the opposite, a place opposite’, e.g. the opposite bank of a
river and the like, but often used as an Adv., ‘against’ and the
like” (EDPT, 663) + (+la-)]
OT: ḳ arşıla- ‘yüz yüze gelmek ve karşılaşmak’ (TZa, 186).

Bu verinin yanında KFT’de ḳ arşulaş- ‘karşılaşmak’ (1014) da


vardır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 283

ḪARŞILAN- ‘karşı çıkmak, direnmek, inat etmek; yaslanmak,


dayanmak’ (EK).
[< ḳarşıla- ‘yüz yüze gelmek ve karşılaşmak’ (TZa, 186) + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪARŞILAT- ‘zıtlaştırmak, karşı karşıya getirmek’ (EK).
[< ḳarşıla- ‘yüz yüze gelmek ve karşılaşmak’ (TZa, 186) + (-t-)]
(ttkht.!)
ḪARTAY- (ve ḫaytay-) ‘yaşlanmak’ (EK).
[< ḳ art ‘yaşlı, ihtiyar’ (KE II, 301) + (+aḍ-)]
(ttkht.!)
ḪARTLA- ‘yaşlanmak’ (EK).
[< ḳ art ‘yaşlı, ihtiyar’ (KE II, 301) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪARTLAN- ‘yaşlanmak’ (EK).
[< ḥartla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪASTALAN- ‘hasta düşmek, hastalanmak’ (EK).
[< Far. ḫasta ‘wounded; sick, infirm’ (PED, 460) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪASTALAT- ‘hasta etmek’ (EK).
[< Far. ḫasta ‘wounded; sick, infirm’ (PED, 460) + (+la-t-)]
ḪATSAGLAN- (bk. ḪATSAKLAN-)
ḪATSAKLAN- (ve ḫatsaglan-) ‘zayıf, hasta veya aciz olmak’
(EK).
[< Erm. ḫotsov ȧ ts ‘wound’ (NDAE, 296) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪAŞA- (bk. ḲAŞI-)
ḪAŞI- (bk. ḲAŞI-)
ḪAŞIN- ‘kaşınmak, kendini tırmalamak’ (EK).
[< ḳ aşı- ‘to scratch’ (DLTa II, 288) + (-n-)]
OT: ḳ aşın- ‘to irritate’ (DLTa I, 225); ‘чесаться’ (LST, 206); ‘ka-
şınmak’ (ME, 135); ay. (KK, 111); ay. (KH, 129).
284 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḪAŞLA- ‘haşlamak’ (EK).


[< ḳ aşla- < ḳ aş ‘yansıma taban’ + (+la-) (?)]

OT: ḳ aşla- ‘haşlamak’ (Kİ, 72).

Tietze (2009: 270) ve Gülensoy (2007: 405) Türkçede de bulu-


nan bu sözcüğün yansıma tabandan türetildiğini kabul ederler.
Nişanyan, ise aş ‘yemek’ sözcüğünden türetilen bir biçim gibi
düşünür (2010: 231). Ayrıca, Nişanyan Ermenice ḫaş- ‘suda
kaynatarak pişirmek, haşlamak’ ile bu fiil arasındaki ilişkiyi
tesadüfî bulurken, Gülensoy da bunun kesin olarak bir yansı-
ma fiil olduğunu dile getirir.
Özyetgin ise sözcüğü Erm. ḫaş (ḫarş) isim tabanına dayandırır
(2001: 499-500).
ḪAŞLAN- ‘haşlanmak, yakılmak; sokulmak’ (EK).
[< ḳ aşla- ‘haşlamak’ (Kİ, 72) + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪATIL- ‘eklenmek, katılmak; kenarı basılmak, kuşaklanmak,
yaka yapılmak’ (EK).
[< ḳ at- ‘to mix two things’ and more specifically ‘to add (so-
mething) to (something else)’ (EDPT, 594) + (-ıl-)]

ET: ḳ atıl- ‘to be mixed with, or added to (something)’ (EDPT,


601); OT: ḳ atıl-’ katılmak, karıştırılmak’ (KB III, 228); ‘to be
mixed with something’ (DLTa II, 25); ‘katılmak, aynı fikirde ol-
mak; eziyet, işkence etmek’ (KE II, 304); ? ḳ atıl- ‘sıkıntı, eziyet
vermek, kötülük etmek’279 (NF III, 207); ‘katılmak’ (HKT, 706);
‘katılmak, karışmak’ (TZa, 188); ‘wzmocnić się, utwierdzić się’
(BM, 66); ‘cinsî ilişkide bulunmak’ (KFT, 1015).

ḪATIŞ- ‘bağlanmak, birleşmek, katışmak’ (EK).


[< ḳ at- ‘to mix two things’ and more specifically ‘to add (so-
mething) to (something else)’ (EDPT, 594) + (-ış-)]
279 Bu fiil, kat- ‘katılaşmak’ fiilinden türemiş olmalıdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 285

ET: ḳatış- ‘to fix (intr.), i.e. to mix with each other’ (OTWF II, 559);
OT: ḳatış- ‘to help someone mix’ (DLTa II, 10); ‘karışmak, birlikte
olmak’ (KE II, 304); ‘mieszać się, łączyć się (razem)’ (HŞ, 136).
ḪATIŞIL- ‘eklenmek, bitişmek, bir terkibe, gruba girilmek, dahil
olunmak’ (EK).
[< ḳ atış- ‘to fix (intr.), i.e. to mix with each other’ (OTWF II,
559) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
ḪATIŞTIR- (bk. ḲATIŞTUR-)
ḪATIŞTIRIL- ‘karıştırılmak, dahil edilmek, tutturulmak’ (EK).
[< ḳ atıştur- ‘(den Wein) mischen’ (KW, 197) + (-ul-)]
(ttkht.!)
ḪATUNLAN- ‘kadınsı olmak; zayıf karakterli olmak’ (EK).
[< ḫatun “‘lady’ and the like. Although attempts have been made
to connect this word etymologically with ḫagan/ḫan there is no
reasonable doubt think it is taken from Sogdian ḫwat’yn (ḫwaten);
in Sogdian ḫwt’y means ‘lord, ruler’ and ḫwt’yn ‘the wife of the
lord, ruler’, which is precisely the meaning of ḫat ūn in the
early period.” (EDPT, 602) + (+la-n-)]
OT: ḳāt ū nlan- ‘to dress like a Khatun’ (DLTa II, 256); ḫatunlan-
‘жениться, брать замуж’ (LST, 317).
ḪAVŞ- bk. (ḪAVŞA-)
ḪAVŞA- (ve ḫavş-) ‘çatırdamak, gevşemek, düzeni bozulmak’
(EK).
[< ḳoġuş ‘leather’ (EDPT, 613) + (+a-)]
ET: ḳoġ şa- ‘to become soft, weak’ (EDPT, 613); ḳoġ şa- ‘to be-
come soft’ (DLTa II, 297); ḳ akşa- ‘parça parça olmak, dağılmak’
(KE II, 287).

Clauson; fiilin, yumuşak ve esnek bir unsur olan ET ḳoġuş ‘le-


ather’ tabanından mecazi anlamda türetilmiş olabileceğini be-
lirtir (1972: 613). Levitskaya vd. ise bu fiilin varyantları içinde
‘yumuşamak, zayıflamak’ anlamındaki verileri genetik olarak
gevşe- ve gevre- ile ilişkilendirirken, ‘kurumak’ anlamındaki
verileri de ḳ aḳ sözcüğüne bağlarlar (ESTY 2000: 14-15). An-
cak {şa} bölümünü izahsız bırakmışlardır.
ḪAYĠIR- (bk. ḲAYĠIR-)
286 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḪAYĠULAN- ‘kaygılanmak, üzülmek’ (EK).


[< ḳ aḏġu ‘sorrow, grief, care, anxiety’ (EDPT, 598) + (+la-n-)]
OT: ḳ aḏġulan- ‘to be worried about a matter’ (DLTa II, 253);
ḳ ayḳ alan- ‘kaygılanmak’, (TZa, 189).

ḪAYĠUR- (bk. ḲAYĠIR-)


ḪAYĠURT- ‘rahatsız etmek, üzmek, kaygılandırmak’ (EK).
[< ḳ aḏġur- ‘to be grieved, sorrowful; to be anxious (about
something Dat.)’ (EDPT, 599) + (-t-)]
OT: ḳ aḏġurt- ‘kaygılandırmak, üzmek’ (RKT, 418); ay. (ME,
133); ‘‘zatroszczyć, zasmusić’ (HŞ, 128); ‘‘üzmek’ (NF III, 195);
‘kaygılandırmak, üzmek’ (HKT, 690); ḳ aḏġurt- ‘kaygılandırmak’
(KEF, 217), ḳ ayġurt- ‘ay.’ (KEF, 222); ḳ aḏġurt- ‘üzüntüsüne se-
bep olmak’ (İM, 544).

ḪAYINLA- ‘hain ilan etmek’ (EK).


[< Ar. ḫa’in ‘disloyal, faithless, false, unreliable, traitorous,
treacherous, perfidious; traitor’ (DMWA, 266) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪAYINLAT- ‘hıyanete sevk etmek’ (EK).
[< ḫayınla- + (-t-)]
(ttkht.!)
ḪAYIRSIZLA- ‘olumsuz davranışlarda bulunmak’ (EK).
[< ḫayırsız ‘нечестивый, непорядочный, зломысленный,
злодей’ (KS, 834) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪAYIRSIZLAN- ‘ahlaksız haysiyetsiz, serseri olmak’ (EK).
[< ḫayırsızla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪAYNA- (bk. ḲAYNA-)
ḪAYNAT- (bk. ḲAYNAT-)
ḪAYNAŞ- ‘kaynamak, köpürmek, fışkırmak, taşmak’ (EK).
[< ḳ ayna- < ḳ ayın- ‘to boil (intr.)’ (EDPT, 678; DTS, 407) +
(-ş-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 287

(ttkht.!)
ḪAYT- (bk. ḲAYT-)
ḪAYTAR- (bk. ḲAYTAR-)
ḪAYTARIL- ‘geri çevrilmek; eski haline döndürülmek; ters yüz
edilmek’ (EK).
[< ḳ aytar- / ḳ atar- ‘to turn something around’ (DLTa II, 249)
< ḳ atar- (< *kadtar-) ‘to turn something back’ (OTWF II, 734-
735) + (-ıl-)]

OT: ḳ aytarıl- ‘çevrilmek, geri döndürülmek’ (AH, XXXIV);


‘быть возвращенным’ (LST, 195); ‘çevrilmek, döndürülmek;
geri çevrilmek, bertaraf edilmek’ (HKT, 710); ‘geri çevrilmek,
iade edilmek’ (İM, 549).

ḪAYTART- ‘geri dönmeye zorlamak, geri döndürtmek’ (EK).


[< ḳ aytar-/ ḳ atar- ‘to turn something around’ (DLTa II, 249) <
ḳatar- (< *kadtar-) ‘to turn something back’ (OTWF II, 734-
735) + (-t-)]

OT: ḳ aytart- ‘to order something to be turned back’ (DLTa II,


370).

ḪAYTAY- (bk. ḪARTAY-)


ḪAYTTIR- ‘geri döndürmek’ (EK).
[< ḳ aḏıt- “Caus. f. of *ḳāḏ-; but hardly Caus. in meaning, ‘to
turn back, return’” (EDPT, 597) + (-tur-)]
(ttkht.!)
ḪAYTUR- ‘hatırlamak’ (EK).
[< ḳ ay- “basic meaning was probably ‘to bend or turn oneself’
hence ‘to bend in respect’ and ‘to turn away or back’ (EDPT,
674) + (-tur-)]

OT: ḳ aytur- ‘to urge someone to help and to be kind to someone


else’ (DLTa II, 249).
288 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Bu fiil sadece, Deny’nin çalışmasında kayda geçmiştir. Eğer


hatalı kayda geçen bir örnek değilse, ettirgenliği kaybetmiş ve
‘saygı göstermek’ anlamından ‘yad etmek, anmak, hatırlamak’
anlamına geçiş yapmış olmalıdır.
ḪAZAN- (bk. ḲAZĠAN-)
ḪAZDIR- ‘kazdırmak’ (EK).
[< ḳ az- ‘to dig, dig out’ (EDPT, 680) + (-tur-)]
OT: ḳ aztur- ‘to assign someone a task of digging’ (DLTa II, 57);
ḳ azdur- ‘заставить копать’ (LST, 193); ‘kazdırmak’ (KE II, 309);
ay. (KFT, 1017).

ḪAZĠAN- (bk. ḲAZĠAN-)


ḪAZĠANÇLAN- ‘kendine kazanç sağlamak, çalışmak, çabala-
mak, zahmete girmek’ (EK).
[< ḳ azġanç ‘приобретение; заработок’ (DTS, 439; EDPT,
682) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪAZIL- ‘kazılmak’ (EK).
[< ḳ az- ‘to dig, dig out’ (EDPT, 680) + (-ıl-)]
OT: ḳ azıl- ‘kazılmak’ (KB III, 232); ‘to be dug out’ (DLTa II,
31); ‘kazılmak, hakkedilmek’ (GT, 291); ‘eşilmek, kazılmak’ (İM,
549); ‘kazılmak, oyulmak’ (MG, 177).

ḪAZNALA- ‘servet, kazanç biriktirmek’ (EK).


[< Ar. ḫazna ‘treasure house ; safe, coffer, vault’ (DMWA,
237) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪAZNALAN- ‘hazine oluşturmak, birikim yapmak’ (EK).
[< ḫaznala- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪIÇIR- (bk. ḲIÇḲIR-)
ḪIÇḪIR- (bk. ḲIÇḲIR-)
ḪIÇILDAT- (bk. ḪIRÇILDAT-)
ḪILAN- (bk. ḲILIN-)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 289

ḪILIḪSIZLAN- ‘karaktersiz, prensipsiz, ahlaksız olmak’ (EK).


[< ḫılıḫ sız ‘безнравный, бесхарактерный, безнравственный’
(KS, 846) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪILIMLAN- ‘çoğunlukla belirli bir şekilde hareket etmek veya
öyle yapmaya alışmak, uyum sağlamak’ (EK).
[< ḫılım ‘поступок, деяние, действие, дело’ (KS, 846) + (+la-
n-)]
(ttkht.!)
ḪILIN- (bk. ḲILIN-)
ḪILINDIR- ‘yaptırmak, kıldırmak, ürettirmek’ (EK).
[< ḳ ılın- ‘to be made, created’ (EDPT, 623) + (-tur-)]
OT: ḳ ılındur- ‘ata istenilen tavrı takındırmak’ (MG, 187).

ḪIR- (bk. ḲIRḲ-)


ḪIRCILDAT- (bk. ḪIRÇILDAT-)
ḪIRÇILDAT- (ve ḫırcıldat-, ḫıçıldat-) ‘diş gıcırdatmak’ (EK)
[< ḫırçıl ‘yansıma taban’ + (+da-t-)]
(ttkht.!)
ḪIRDIR- ‘katliam yaptırmak’ (EK).
[< ḳ ır- ‘to scrape’ (DLTa I, 391) + (-tur-)]
OT: ḳ ırtur- ‘to impose on someone a task of scraping something’
(DLTa II, 57).

ḪIRḪ- (bk. ḲIRḲ-)


ḪIRḪLAN- ‘kırk sayısına ulaşmak (gün, yıl)’ (EK).
[< ḳ ırḳ ‘forty’ (EDPT, 651) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪIRIL- (bk. ḲIRIL-)
ḪIRILDA- ‘hırıldamak’ (EK).
[< ḫırıl ‘yansıma taban’ + (+da-)]
(ttkht.!)
ḪIRILDIR- (ve ḫırışdır-) ‘hırıldamak’ (EK).
290 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< ḫırıl ‘yansıma taban’ + (+da-)]


(ttkht.!)
Fiil, yansıma fiil oluşumuna uymayan bir yapı göstermektedir.
Yazıcı hatası olabilir.
ḪIRIŞDIR- (bk. ḪIRILDIR-)
ḪISḪALA- ‘kısmak, kısaltmak, küçültmek’ (EK).
[< ḳ ıs- ‘to compress, squeeze, pinch’ (EDPT, 665) + (-ḳala-)]
(ttkht.!)
ḪISḪAR- ‘kısalmak, küçülmek’ (EK).
[< ḳ ısḳ a ‘short’ (EDPT, 667) + (+r-)]

ET: ḳ ısġar- ‘укорачивать, уменьшать’ (DTS, 447); ḳ ısḳ ar-


(OTWF II, 739); OT: ? ḳ ısḳ al-280 ‘kısalmak’ (ME, 144); ḳ ısḳ ar-
‘kısaltmak’ (İM, 552); ay. (TZa, 199); kısar- ‘kısaltmak, kısmak,
kısa yapmak’ (İH, 36).

Tarihî tanıklar çoğunlukla geçişli ve ettirgen fiillerdir; dolayı-


sıyla bunlar doğrudan eldeki fiil ile aynı fiil değildir. Eğer bir
anlam geçişi yaşanmadıysa EK ḫısḫar- fiili yukarıda gösteril-
diği gibi isim tabanından türemiş olmalıdır.
ḪISḪART- ‘kısaltmak’ (EK).
[< ḳ ısḳ al- (< *ḳ ısḳ ar-) ‘kısalmak’ (ME, 144) + (-t-)]

OT: ḳ ısḳ art- ‘kısaltmak’ (İM, 552); ‘kısalttırmak’ (TZa, 199); ‘kı-
saltmak’ (MG, 188).

Bu sözcük ET ḳ ısġar- ‘укорачивать, уменьшать’ (DTS, 447)


türemiş olmamalıdır; zira doğrudan doğruya ḫısḫart-’ın anla-
mını verir. Fiil tabanı ḳ ısḳ a ‘kısa’ isim tabanından türeyen ge-
çişsiz bir fiil olmalıdır ki geçişli hâle -(X)t- ile gelebilsin. Bunu
sağlayacak tek taban ses farklılığı ile ME ḳ ısḳ al-’dır.
ḪISIL- ‘kıstırılmak, ezilmek, rahatsız edilmek, baskılanmak’
(EK).
[< ḳ ıs- ‘to compress, squeeze, pinch’ (EDPT, 665) + (-ıl-)]
280 Büyük ihtmalle ses değişikliği ile oluşmuş bir şekildir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 291

ET: ḳ ısıl- ‘to be squeezed, compressed’ (EDPT, 667); OT: ḳ ısıl-


‘kısılmak, arada kalmak’ (KB III, 252); ‘to be sequeezed’ (DLTa
II, 31).

ḪISIMLA- (bk. ḪIŞIMLA-)


ḪISIŞ- ‘birlikte kısılmak, büzüşmek’ (EK).
[< ḳ ıs- ‘to compress, squeeze, pinch’ (EDPT, 665) + (-ış-)]
(ttkht.!)
ḪISTIR- (ve ḫısdır-) ‘kıstırmak, yakalamak’ (EK).
[< ḳ ıs- ‘to compress, squeeze, pinch’ (EDPT, 665) + (-tur-)]
ET: ḳ ısdur- ‘to have something squeezed’ (OTWF II, 805, 806);
OT: ḳ ıstur- ‘to order someone to press/to torture/to reduce/to
shorthen’ (DLTa II, 57).

ḪIŞLA- (bk. ḲIŞLA-)


ḪIŞIMLA- (ve ḫısımla-) ‘öfkelenmek; cezalandırmak’ (EK).
[< Far. ḫışm ‘anger, passion, rage, indignation, fury’ (PED,
463) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪIŞIMLAN- (ve ḫısımlan-) ‘öfkelenmek, acımasızlığa kapılmak’
(EK).
[< ḫışımla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪIYIḪLA- ‘kesmek, yarmak, kıymak’ (EK).
[< ḳ ıyıḳ (ḳ ıḏuk*) ‘crooked, cut on a slant’ (EDPT, 676) + (+la-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte, ME’de ḳ ıyuḳ lan- ‘kıymıklanmak’
(145) biçimi mevcuttur.
ḪIYINLAN- ‘işkenceye maruz kalmak, ıstırap çekmek’ (EK).
[< ḳīn (ḳīñ) ‘punishment, torture’ (EDPT, 631) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪIYNA- (bk. ḲINA-)
ḪIYNAL- (bk. ḲINAL-)
ḪIYNAT- ‘işkence veya idam ettirmek’ (EK).
[< ḳ ına- ‘to punish, torture’ (EDPT, 634) + (-t-)]
292 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: ḳ ınat- ‘to order someone to be punished’ (DLTa II, 120); ‘ezi-
yet etmek’ (RKT, 456).

ḪIZAR- (bk. ḲIZAR-)


ḪIZART- ‘kızartmak, kırmızıya boyamak’ (EK).
[< ḳ ızar- ‘kızarmak’ (KB III, 254) + (-t-)]
ET: ḳ ızart- ‘накалять, раскалять’ (DTS, 450; EDPT, 685); OT:
ḳ ızart- ‘kızartmak, mutlu etmek’ (KB III, 254); ‘to redden’ (DLTa
II, 370); ‘kırmızılaştırmak’ (ME, 145); ‘spowodować, zaczerwi-
enienie, zawstydzić’ (HŞ, 149); ‘kızartmak, kırmızılaştırmak’
(KEF, 230).

ḪIZDIR- ‘çok ısıtmak, yakmak, kızdırmak’ (EK).


[< ḳ ız- “basically ‘to be red’; hence (I) ‘to be red hot’; (II) ‘to
be red (with anger, shame, etc.)’” (EDPT, 681) + (-tur-)]
OT: ḳ ızdır- ‘накалять’ (LST, 207); ḳ ızdur- ‘palić, rozniecać
(ogień), wzniecać’ (HŞ, 150); ‘kızdırmak, ısıtmak’ (NF III, 241);
ḳ ızdır- ‘kızdırmak’ (Kİ, 77); ay. (TA, 119); ḳ ızdur- ‘kızdırmak,
ısıtmak’ (KEF, 230); ḳ ızdır- ‘kızdırmak’ (KK, 115); ḳ ızdur- ‘kız-
dırmak’ (KFT, 1021).

ḪIZDIRIL- ‘kızdırılmak, tutuşturulmak, yakılmak’ (EK).


[< ḳ ızdır- ‘накалять’ (LST, 207) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
ḪIZĠANÇLAN- ‘cimri, hasis, açgözlü olmak’ (EK).
[< ḳ ızġançı (< *ḳ ızġanıç ?) ‘geizig, habsüchtig’ (KW, 209) +
(+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪIZĠIR- ‘ıslık çalmak’ (EK).
[< ḫız ‘yansıma taban’ + (+ḳır-)?]
(ttkht.!)
ḪIZILLAN- ‘kızarmak, kırmızı renge dönmek’ (EK).
[< ḳ ızıl ‘red’ (EDPT, 683) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪIZILLAT- ‘kırmızıya boyamak’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 293

[< ḳ ızıl ‘red’ (EDPT, 683) + (+la-t-)]


(ttkht.!)
ḪIZLA- ‘kızartmak’ (EK).
[< *ḳ ız(ıl) + (+la-)?]
(ttkht.!)
Tarihî metinlerdeki ḳ ızar- ‘kızarmak, kızıl olmak’ gibi örnek-
ler, ḳ ız gibi bir isim tabanının varlığına işaret eder; ancak tek
başına hiç kullanılmayan bu tabandan XVII. yy. metinlerinde
bir fiilin teşkil edilmesi çok makul görünmemektedir. Bu söz-
cük muhtemelen hatalı bir biçimdir ya da ḫızıl isim tabanının
ikinci hecesi düşmüştür.
ḪLIN- (bk. ḲILIN-)
ḪOCALAN- ‘müreffeh olmak, zengin olmak’ (EK).
[< Far. ḫwā ca ‘a man of distinction; a rich merhcant; a doctor,
professor, teacher, preceptor, school-master; a pedant; a vene-
rable old man; lord, master, owner’ (PED, 479) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪOCALAT- ‘zengin, müreffeh kılmak’ (EK).
[< Far. ḫwā ca ‘a man of distinction; a rich merhcant; a doctor,
professor, teacher, preceptor, school-master; a pedant; a vene-
rable old man; lord, master, owner’ (PED, 479) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
ḪOCAR- ‘zenginleşmek; yaşlanmak, kocamak’ (EK).
[< Far. ḫwā ca ‘a man of distinction; a rich merhcant; a doctor,
professor, teacher, preceptor, school-master; a pedant; a vene-
rable old man; lord, master, owner’ (PED, 479) + (+r-)]
(ttkht.!)
ḪOḪULA- ‘koklamak; kokmak’ (EK).
[< ḳoḳu ‘koku, rayiha’ (KFT, 1022) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪOḪULAN- ‘koku almak, kokulanmak’ (EK).
[< ḳoḳu ‘koku, rayiha’ (KFT, 1022) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
294 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḪOLAYLA- ‘kolaylaşmak, rahat hâle gelmek’ (EK).


[< ḳolay ‘kolay’ (TZa, 204) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḪOLAYLAN- ‘hafif, umursamaz, ihmalkâr olmak, şımarmak’
(EK).
[< ḫolayla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪOLAYLAT- (ve ḫollat-) ‘kolaylaştırmak; özgür kılmak, kurtar-
mak’ (EK).
[< ḫolayla- + (-t-)]
(ttkht.!)
ḪOLDUR- ‘rica ettirmek’ (EK).
[< ḳol- ‘to ask for (something)’ (EDPT, 616) + (-tur-)]

OT: ḳoltur- ‘to have someone ask for something’ (DLTa II, 58);
ḳoldur- ‘istetmek’ (KE II, 370).

ḪOLLAT- (bk. ḪOLAYLAT-)


ḪOLUN- ‘rica etmek, sormak, yalvarmak’ (EK).
[< ḳol- ‘to ask for (something)’ (EDPT, 616) + (-un-)]
OT: ḳolun- ‘to ask for something’ (DLTa II, 41).
ḪON- (bk. ḲON-)
ḪONAḪLA- (bk. ḲONAḲLA-)
ḪONDIR- (bk. ḲONDUR-)
ḪONDUR- (bk. ḲONDUR-)
ḪOR- (bk. ḲORḲ-)
ḪORA- ‘güçsüz, zayıf olmak’ (CC).
[< ḳo ̄ r ‘loss, damage’ (EDPT, 641) + (+a-)]

ET: ḳora- ‘to suffer loss, be diminished’ (EDPT, 645); OT: ḳora-
‘azalmak, zarar vermek’, (KB III, 271); ḳ ura- ‘eksilmek’ (Kİ, 82).

ḪORḪ- (bk. ḲORḲ-)


ḪORḪUL- (ve ḫurḫul-) ‘korkmak, dehşete düşmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 295

[< ḳorḳ- ‘to fear, be afraid of (someone or something)’ (EDPT,


651) + (-ul-)]
OT: ḳorḳ ul- ‘to be frightened’ (DLTa II, 80); ‘korkulmak’ (HKT,
748).

EK örneği istisnai şekilde dönüşlülük işlevindedir.


ḪORḪULAN- ‘korkuya kapılmak, dehşete düşmek’ (EK).
[< ḳorḳu ‘боязнь, страх’ (DTS, 459) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪORḪUSUZ[LAN]- ‘korkusuz olmak’ (EK).
[< ḫorḫusuz ‘бесстрашный, безбоязненный’ (KS, 879) +
(+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪORḪUT- (bk. ḲORḲUT-)
ḪORLA- ‘hor görmek, aşağılamak’ (CC).
[< Far. ḫwur ‘despicable, contemptible, abject, mean, vile, base,
infamous, consort’ (PED, 483) + (+la-)]
OT: ḫorla- ‘унижать, презирать’ (LST, 348); ḫvā rla- ‘horlamak,
küçük düşürmek’ (RKT, 372); ḫorla- ‘hor görmek’ (ME, 126);
‘horlamak, aşağılamak’ (KE II, 250); ‘lekceważyć, źle traktować,
poniwierać’ (HŞ, 54); ‘horlamak, aşağılamak, küçük görmek’ (NF
III, 174); ‘hakir ve zelil hâle getirmek, alçaltmak’ (HKT, 655-66);
‘küçümseyici davranmak, değer vermemek’ (KEF, 208); ḫo ̄ rla-
‘aşağılamak, küçük görmek’ (İM, 534).

ḪORMATLA- (bk. HÖRMÄTLÄ-)


ḪORUL- (bk. ḪURUL-)
ḪORUT- (bk. ḪURUT-)
ḪOSĠA- (bk. ḪOZĠA-)
ḪOŞLA- ‘memnuniyet ile kabul etmek, temayül göstermek, hoş
karşılamak’ (EK).
[< Far. ḫwuş ‘good, sweet, excellent, beautiful, fair, charming,
pleasant, delightful, agreeable, cheerful, amiable, lovely’ +
(+la-)]
296 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
ḪOŞLAN- ‘haz duymak; tat almak’ (EK).
[< ḫoşla- + (-n-)]

OT: ḫoşlan- ‘neşelenmek, sevinmek’ (ME, 126); ay. (KE II, 250);
‘cieszyć, bawić się’ (HŞ, 55); ‘hoşlanmak, hoşuna gitmek’ (NF III,
174); ‘beğenmek, hoşlanmak, zevk almak’ (HKT, 655).

ḪOŞUL- (bk. ḲOŞIL-)


ḪOTAR- ‘boşaltmak, (tabağa) dökmek; parçalara ayırmak’ (CC,
EK).
[< ḳuḏ- ‘to pour out (a liquid)’ (EDPT, 596) + (-ur-/-ar-?)]

OT: ḳotur- ‘boşaltmak’ (KB III, 272); ḳ utur- ‘to pour out’ (DLTa
II, 1); ḳotar- ‘to empty’ (RH, 77); ḳotar- ‘yemeği servis yapmak’
(KK, 116); ‘kotarmak’ (TZa, 205); ‘yemeği tabağa servis yap-
mak’ (DM, 94).

/u/>/o/ ve /u/>/a/ fonetik değişikliklerin sebebi belirsizdir. Le-


vitskaya vd. Clauson’un yukarıda verilen görüşüne katılma-
yıp, ḳotar- fiilinin fonetik yapısına bakıldığında daha eski bir
*ḳotor- biçimine gitmesi gerektiğini belirtiler (ESTY 2000:
84)281. Karaşlar, Clauson’un fiili ḳuḏ-’bırakmak’ köküne da-
yandırdığını söyler, ki doğrusu ‘dökmek, boşaltmak’tır, ve fiili
analiz ederken ḳut-/ ḳot- köklerini belirler (2012: 286).
İlk bölümde de değinildiği üzere bu fiil -Ar- ettirgenlik eki tü-
retilmemiş olabilir.
ḪOTURLAN- ‘uyuz hastalığına yakalanmak, uyuz olmak’ (EK).
[< ḳotur “various kinds of cutaneous disease, human and ani-
mal, ‘scrofula, scurf, scab, the itch, mange’” (EDPT, 604) +
(+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪOVAN- (bk. ḲOVAN-)
ḪOVANLAN- ‘kibirlenmek, övünmek’ (CC).
281 Clauson’u kullanırken hata yapmışlardır. Clauson fiili *ḳuḏtar- farazi biçiminden
değil *ḳuḏtur- farazi biçiminden getirir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 297

[< ḳuvan- (< küven- “originally, in a pejorative sense ‘to be


proud, arrogant’, a meaning still surviving in sorne languages;
later in a laudatory sense ‘to have legitimate pride, enjoy self-
respect’; thence ‘to be glad, rejoice’” (EDPT, 585)) + (-la-n-)]
(ttkht.!)
EK’daki pek çok örnekte görülen işlevsiz -lA- bu CC örneğinde
de gözükür.
ḪOVAR- ‘ölmek, kırılmak, telef olmak’ (CC).
[< ḳov ̇ı ‘hollow (tree)’ (DLTa II, 267) ya da ḳuv ‘soluk, renksiz;
kuru, kurumuş’ (CC, 766) + (+ar-)]

OT: ḳ uvar- ‘blednąć; wysychać, zanikać’ (HŞ, 146), ḳ uv ȧ r-


‘blednąć, wysychać’ (HŞ, 148); ḳ uv ȧ r- ‘kurumak, solmak’ (HKT,
773); ḳ uvar- ‘(ağaç) sararmak, solmak’ (GT, 313).

Karaşlar, Kıpçakça eserlerde tespit edemediği bu fiili yorum-


suz bırakır (2012: 799). Bununla birlikte yukarıda verilen
tarihî tanıkları çok büyük olasılıkla CC verisi ile aynıdır. Sa-
dece CC verisi anlamca diğer örneklerden fazla uzaklaşmıştır.
Fiilin etimolojisine gelince, yukarıda verilen iki taban ihtimali
vardır:
I) Ölü ağaçların kof hâle gelmesinden hareketle ḳov ̇ı ‘hollow
(tree)’ (DLT) > *ḳov isim tabanı.
II) Canlılığını yitiren bitkilerin sararması ve solmasından ha-
reketle ḳuv ‘bleich, blass, falb’ (KW) > *ḳov isim tabanı.
Bu tabanlardan hangisi ile olursa olsun, söz konusu fiil, geçiş-
siz olduğu için –tarihî tanıklar da aynı şekilde– kesinlikle +(A)
r- eki ile türetilmiştir.
ḪOVAT- ‘incelmek, küçülmek’ (CC).
[< ? ḳov ̇ı ‘hollow (tree)’ (DLTa II, 267) ya da ḳuv ‘soluk, renk-
siz; kuru, kurumuş’ (CC, 766) + (?)]
(ttkht.!)
298 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Grønbech bu sözcüğü isim olarak yorumlamıştır: χovat ‘klein’


(1942: 104). Drimba’nın notları ise bu verinin fiil olduğu yö-
nündedir: χowat- (2000: 292); fakat yazar sözcüğe bir anlam
belirlememiştir. Kurışjanov, Jubanov ve Belbotayev’in Ku-
manca-Kazakça sıklık sözlüğü çalışmasında bu sözcük CC’de
mevcut diğer sözcük ḳovat (< Ar. ḳūwat) ile aynı kabul edil-
miş282 ve bu alıntı sözcüğe uygun olarak anlamlandırılmıştır
(1978: 92). Argunşah&Güner, sözcüğün türü konusunda Drim-
ba ile hemfikir gözükmektedir (2015: 713). Bu sözcük bir fiil
olarak kabul edilirse, yukarıda verilen muhtemel isim taban-
larından birinden +Aḍ- eki ile türetilmiş olabileceği tasarlana-
bilirdi; ancak bu tasarı sonucunda sözcüğün *ḫovay- olması
gerekirdi. Sözcüğün +A- ile türetildikten sonra ettirgenlik eki
aldığı varsayılırsa da bu Argunşah&Güner’ce verilen anlam ile
örtüşmemektedir.
ḪOVATLAN- (bk. ḪUVATLAN-)
ḪOVUR- (ve ḫuvur-) ‘kızartmak, yağda veya balda pişirmek’
(EK).
[< ḳ aġur- < *ḳ aġ- (EDPT, 612) + (-ur-)]

ET: ḳ aġur- “‘to parch (grain, the like)’; later, more generally ‘to
bake, roast’” (EDPT, 612); OT: ḳ aġur-, ḳ av ̇ ur- ‘to fry’ (DLTa II,
6); ḳ avur- ‘kavurmak’ (Kİ, 73); ‘eti kavurmak’ (TA, 114); ḳ av ̇ ur-
‘kavurmak, kızartmak’ (KEF, 222); ḳovur- ‘kavurmak’ (TZa,
205); ḳ avur- ‘smażyć, prażyć’ (BM, 67).

Clauson, fiili *ḳ aġ- hipotetik fiil tabanına dayandırır. Levits-


kaya vd. de ḳ avut sözcüğüne dayanarak aynı hipotetik kökü
işaret ederler (ESTY 1997: 175-176).
Fiil tabanı ne olursa olsun, kesin olan şey, fiilin -Ur- ettirgenlik
ekini aldığıdır.
ḪOVURUL- (ve ḫuvurul-) ‘kavurulmak, kızartılmak; işkenceye
maruz bırakılmak, acı çekmek’ (EK).
282 Bu çıkarıma çalışmada bağımsız bir xovat verisinin olmayışı ve Arapçadan alıntı
sözcüğün karşısında sıklık sayısı olarak “2” bulunması ile varılabilmektedir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 299

[< ḳ aġur- ‘to parch (grain, the like), to bake, roast’ (EDPT, 612)
+ (-ul-)]

ET: ḳ aġrul-, ḳ avrıl- ‘to get parched’ (OTWF II, 661); OT:
ḳ av ̇rıl-283 ‘kavrulmak’ (KB III, 229); ḳ aġrul-, ḳ av ̇r ul- ‘to be fried’
(DLTa II, 79); ḳ avrul- ‘kavrulmak’ (TZa,188).

ḪOVUŞLAN- (ve ḫuvuşlan-) ‘içten çürümek, içi boşalıp kof ol-


mak, oyuk hâle gelmek, gevşemek, sönmek; zayıflamak, gücü
tükenmek’ (EK).
[< ḳoġuş ‘water-course; drain; millrace’ (DLTa I, 285) + (+la-
n-)]
(ttkht.!)
ḪOY- (bk. ḲOY-)
ḪOYDUR- ‘koydurmak, yerleştirtmek’ (EK).
[< ḳoḏ- ‘koymak, bırakmak’ (KB III, 266) + (-ur-)]

OT: ḳoydur- ‘koydurmak’ (ME, 148); ‘koydurmak, bıraktırmak’


(KE II, 377).

ḪOYĠALA- ‘(sık.) koymak, yaymak’ (EK).


[< ḳoḏ- ‘koymak, bırakmak’ (KB III, 266) + (-ġala-)]
(ttkht.!)
ḪOYUL- (bk. ḲOYUL-)
ḪOYUR-I (bk. ḲOYUR-)
ḪOYUR-II (bk. ḲOYUL-)
ḪOYURT- ‘koyultmak, kıvamlı hâle getirmek’ (EK).
[< ḫoyur- + (-t-)]
(ttkht.!)
283 Tezcan, Arat’ın bile serbest çeviride bu anlamı vermediğini, Clauson’un bu fiil için
‘sıkıştırılmak’ anlamını uygun gördüğünü ifade etmektedir (1981: 47). DTS’de de
bu fiil için ‘встречаться, попадаться навстречу (buluşmak, karşılaşmak)’ anlamları
verilmiştir (1969: 437). Erdal da Berliner Turfantexte XIII’teki ayaztakı künnüŋ
çogı üzä / arturu birdäm kavrıldı ‘(They) got quite parched by the blaze of the
sun in the clear sky’ (1991: 661) örneğinden sonra bu konudan emin olmanın
güç olduğunu ifade eder.
300 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḪOZĠA- (ve ḫosġa-, ḫozla-) ‘harekete geçirmek, uyandırmak; ra-


hatsız, tedirgin etmek, telaşa düşürmek, kargaşa, isyan çıkar-
mak’ (EK).
[< ḳozġa- < ? ]
(ttkht.!)
Doerfer, Çağ. ḳozġal- ve ḳozġun verilerine istinaden Proto-
Türkçe *ḳo ̌ r ̌- gibi farazi bir biçime ulaşır (1967: 547). Räsänen,
bu fiilin tarihî ve modern örneklerini sunar (1969: 285).
ḪOZĠAL- ‘kımıldanmak, irkilmek, harekete geçmek, teyakkuza
geçmek’ (EK).
[< ḫozġa- + (-l-)]
(ttkht.!) Ancak CC ḳozġalış- verisi ḳozġal- tabanını dolaylı
olarak tanıklar.
ḪOZĠALT- ‘kımıldatmak, silkindirmek, harekete geçirmek’
(EK).
[< ḫozġal- + (-t-)]
(ttkht.!) Fakat ME’de ḳozġat- ‘sürmek, götürmek’ (Yüce 1993:
148) fiili tanıklanır.
ḪOZLA- ‘taşımak, yumurtaları yaymak, yerleştirmek’ (EK).
[< ḫozġa- ?]
(ttkht.!)
Garkavets, ḫozġa- yerine kullanıldığı söylemektedir (KS, 889); fa-
kat verilen anlamlar o fiilin anlamları ile örtüşmez.
ḪUÇAḪLA- ‘kucaklamak’ (EK).
[< ḳuçaḳ ‘a bundle’ (DLTa I, 292) + (+la-)]
OT: ḳ uçaḳ la- ‘take something under arm’ (DLTa II, 322); ‘kucak-
lamak’ (KE II, 396); ‘obejmować, ściskać, brać w objęcia, oplatać
ramionami’ (HŞ, 142); ‘kucaklamak’ (ML, 47); ay. (Kİ, 80); ay.
(İM, 558); ay. (TZa, 210).

ḪULAḪLAN- ‘kulak vermek, dinlemek’ (EK).


[< ḳul ḳ aḳ ‘ear’ (EDPT, 621) + (+la-n-)]
OT: ḳ ulaḳ la- ‘to strike on someone’s ear’ (DLTa II, 322).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 301

EK verisi ile DLT verisi semantik olarak birbirinden çok uzak-


tır.
ḪULAN- (bk. ḪULLAN-II)
ḪULANDIR- ‘kullandırmak’ (EK).
[< ḫullandır- < ḳullan- ‘kul, köle edinmek’ (KE II, 399) +
(-tur-)]
(ttkht.!)
ḪULLAN-I ‘kul, köle, hizmetçi olmak, hizmet etmek’ (EK).
[< ḳul ‘(male) slave’ (EDPT, 615) + (+la-n-)]

OT: ḳ ullan- ‘kul, köle yapmak’ (ME, 151); ‘kul, köle edinmek’
(KE II, 399); ‘köle olarak kullanmak’ (İM, 559); ‘köleleştirmek’
(KFT, 1026).

ḪULLAN-II (ve ḫulan-) ‘kullanmak, faydalanmak’ (EK).


[< ḳul ‘(male) slave’ (EDPT, 615) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
Bu sözcük aslında bir önceki şekil ile aynıdır; fakat kullanılan
kaynaklar bunları ayrı değerlendirdikleri için burada da aynı
şekilde verilmektedir.
ḪULLANDIR- ‘köleleştirmek’ (EK).
[< ḳullan- ‘kul, köle edinmek’ (KE II, 399) + (-tur-)]
(ttkht.!)
ḪULUḪÇILAN- ‘kul veya hizmetkar olmak; yaltaklanmak’ (EK).
[< ḫuluḫçı ‘слуга, служитель, служанка, прислужница;
невольница’ (KS, 897) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪULUḪLAN- ‘hizmet etmek, hizmetçilik yapmak’ (EK).
[< ḳulluḳ ‘slavery, the status of slave’ (EDPT, 620) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪURḪUL- (bk. ḪORḪUL-)
ḪURKUL- (bk. SÜRKÜL-)
ḪURTLAN- ‘kurtlanmak’ (EK).
302 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< ḳurtla- ‘(of fruit, meat, etc.) to be worm-eaten, full of worms’


(EDPT, 650)’ + (-n-)]
(ttkht.!) Bununla ME’de ḳurtla- ‘kurtlanmak’ (Yüce, 1993:
152) verisi anlamca EK verisine en uygun tanıktır.
ḪURU- ‘kurumak, solmak; zayıflamak’ (EK).
[< ḳurı- < ?]

ET: ḳ urı- ‘to be, or become, dry’ (EDPT, 646); OT: ḳ urı- ‘kuru-
mak’ (KB III, 292); ‘to be dry’ (DLTa II, 286); ḳ uru- ‘kurumak’
(AH, XLI); ḳ urı- ‘сохнуть’ (LST, 217); ḳuru- ‘kurumak’ (RKT,
502); ḳ urı- ‘kurumak’ (ME, 152); ḳ urı-, ḳ uru- ‘kurumak’ (NF
III, 268); ḳ uru- ‘kuruluk kesbetmek’ (ML, 48); ḳ uru- ‘kurumak’
(HKT, 771); ḳ urı- ‘kurumak’ (Kİ, 82); ay. (KEF, 289); ḳ urı-, ḳ uru-
‘kurumak’ (İM, 560); ḳ uru- ‘kurumak’ (TZa, 212); ay. (KH, 132);
ḳ urı-, ḳ uru- ‘kurumak’ (KFT, 1027); ḳ uru- ‘kurumak’ (ESL, 71).

Ercilasun, bu fiili DLT’de Oğuzca etiketiyle verilen ḳū r ‘kuru’


sözcüğüne dayandırmaktadır (1984: 17). Taş da KB’deki ḳurı-
fiili için Ercilasun’u izler (2009: 92). Ancak Kaşgarlı, bu Oğuz-
ca verinin ḳuruġ sözcüğünden kısalma olduğunu söyler (Dan-
koff ve Kelly 1982: 210). Dolayısıyla bu veriyi mutlak taban
olarak kabul etmek sağlıklı olmaz.
ḪURUL- (ve ḫorul-) ‘gerilmek, çekilmek, kurulmak (yay veya
silah)’ (EK).
[< ḳur- “the basic meaning seems to be something like ‘to put
(something) in workin order’ with particular applications of
which the commonest is ‘to string a bow’” (EDPT, 643) + (-ul-
)]

OT: ḳ urul- ‘to be convulsed or cramped; (a bow) to be strung’


(DLTa II, 31); ‘kurulmak, yapılmak’ (KE II, 402); ‘być napietym
(o łuku, cieciwie)’ (HŞ, 145); ‘строиться, быть построенным,
расположиться’ (MNa, 200).

ḪURUT- (ve ḫorut-) ‘kurutmak, suyunu süzmek; tüketmek’ (EK).


[< ḳurı- ‘to be, or become, dry’ (EDPT, 646) + (-t-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 303

ET: ḳ urıt- ‘to dry (something)’ (EDPT, 649); OT: ḳ urıt- ‘to dry’
(DLTa II, 116); ‘kurutmak, soldurmak, yok etmek’ (KB III, 292);
‘сушить’ (LST, 217); ḳ urut- ‘kurutmak’ (ME, 152); ‘kuru hâle
koymak’ (ML, 48); ḳ urıt- ‘kurutmak’ (KEF, 239); ḳ urut- ‘ku-
rutmak’ (GT, 313); ‘wysuszć, osuszyć’ (BM, 67); ‘kurutmak’
(KH,132).

ḪUŞAN- (ve ḫuşun-) ‘sarınmak, kuşanmak’ (EK).


[< ḳurşa- ‘to fasten a belt’ (DLTa II, 297) + (-n-)]
OT: ḳ urşan- ‘to gird itself with a belt’ (DLTa II, 87); ḳ uşan- ‘ku-
şanmak’ (ME, 152); ‘kuşak sarınmak’ (KE II, 401).

ḪUŞUN- (bk. ḪUŞAN-)


ḪUTḪAR- (bk. ḲUTḲAR-)
ḪUTḪARIL- ‘kurtarılmak, özgür bırakılmak’ (EK).
[< ḳurtġar- ‘to rescue’ (EDPT, 649) + (-ıl-)]
OT: ḳ urtarıl- ‘kurtarılmak’ (HKT, 770).

ḪUTLA- ‘mutluluk dilemek, kutlamak, selamlamak’ (EK).


[< ḳut “originally in a rather mystical sense ‘the favour of he-
aven’, thence, less specifically ‘good fortune’ and the like, and
thence, more generally, ‘happiness’” (EDPT, 594) + (+la-)]
OT: ḳ utla- ‘kutlulamak’ (ML, 48); ‘kutlamak’ (TZa, 212).

ḪUTUL- (bk. ḲUTUL-)


ḪUVALA- (ve ḫuvatla- II) ‘kovalamak, kovmak’ (CC, EK).
[< ḳov- ‘kovmak, sürmek’ (KB III, 273) + (-ala-)]
OT: ḳovala- ‘kovalamak’ (TZa, 205).

ḪUVALAN- ‘kovalamak, takip etmek’ (EK).


[< ḳovala- ‘kovalamak’ (TZa, 205) + (-n-)]
(ttkht.!)
ḪUVALAŞ- ‘birbirinin peşine düşmek, kovalamak’ (EK).
[< ḳovala- ‘kovalamak’ (TZa, 205) + (-ş-)]
(ttkht.!)
304 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḪUVATLA-I ‘güçlendirmek, kuvvetlendirmek’ (EK).


[< Ar. ḳūv ȧ t ‘strength; vigor; potency; power, force; intensity;
violence, vehemence; courage, pluck; faculty, ability, capabi-
lity, aptitude; efficacy, efficiency, potential’ (DMWA, 802) +
(+la-)]
(ttkht.!)
ḪUVATLA-II (bk. ḪUVALA-)
ḪUVATLAN- (ve ḫovatlan-) ‘kuvvetlenmek, güçlenmek’ (CC,
EK).
[< ḫuvatla- + (-n-)]
OT: ḳ uvvätlän- ‘wzmocnić się, nabrać sił’ (HŞ, 146).

ḪUVATLAT- ‘kuvvetlendirmek, güçlendirmek’ (EK).


[< ḫuvatla- + (-t-)]
(ttkht.!)
ḪUVATLATTIR- ‘kuvvetlendirmek, güçlendirmek’ (EK).
[< ḫuvatlat- + (-tur-)]
(ttkht.!)
ḪUVATSIZLAN- ‘zayıflamak, bitkin düşmek’ (EK).
[< ḫuvatsız ‘бессильный, немощный, немочный’ (KS, 909)
+ (+la-n-)]
(ttkht.!)
ḪUVDUR- ‘sürgüne göndermek’ (EK).
[< ḳov- ‘kovmak, sürmek’ (KB III, 273) + (-tur-)]
(ttkht.!)
ḪUVUL-I ‘sürülmek, sürgün edilmek, kovulmak’ (EK).
[< ḳov- ‘kovmak, sürmek’ (KB III, 273) + (-ul-)]
OT: ḳov ̇ ul- ‘kovulmak, sürülmek’ (HKT, 751).

ḪUVUL-II (bk. ḲUTUL-)


ḪUVUR- (bk. ḪOVUR-)
ḪUVURUL- (bk. ḪOVURUL-)
ḪUVUŞLAN- (bk. ḪOVUŞLAN-)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 305

I
IÇḲIN- ‘kaçmak, kurtulmak, serbest kalmak’ (CC).
[< *ıçḳ ı- + (-n-)?]
ET: ıçġın- ‘to allow (someone or something) to disappear; to let
(something) slip’ (EDPT, 23; DTS, 216); OT: ıçġın- ‘kaçırmak;
kaybedilmek, yok edilmek, elden gitmek, yakalatmak’ (KB III,
181); ‘to let someone/something go; to break wind’ (DLTa I, 221);
‘привести в расстройство’ (LST, 130); uçġun- ‘(aklı) çıkmak’
(RKT, 701); ıçġın-’kurtulmak, bırakıp gitmek, kaç(ır)mak’ (ME,
127); uçġun- ‘kaçırmak’ (KE II, 664); uçġun- ‘wypuścić’ (HŞ,
194), ıçġın-, ıçḳ ın- ‘wypuścić, pozwolić odlecieć’ (HŞ, 205);
ıçġın- ‘bırakmak, terk etmek,’ (NF III, 177), uçġun-, uçḳ un- ‘yi-
tirmek, kaybetmek’ (NF III, 444); ıçḳ ın- ‘elden çıkmak, boşanıp
kurtulmak’ (ML, 35); uçḳ un- ‘kurtarmak’ (KEF, 296); ışḳ ın- ‘bo-
şanmak, kurtulmak’ (TZa, 175); uçḳ un- ‘kaçmak’ (İH, 49).

Clauson, bu fiilin morfolojik olarak dönüşlü olduğunu, bunun-


la birlikte bilinen bir taban formuna sahip olmadığını söyler
(1972: 23). Fiil öyle gözüklmekle birlikte pek çok tarihî tanıkta
geçişli-ettirgen anlama sahiptir. Räsänen, bu fiili uç- ‘uçmak’
fiiline bağladığı uçḳun ‘kıvılcım’ sözücüğü ile karşılaştırır
(1969: 164). Sevortyan, ise KB’de tanıklanan ıç- ‘kaybolmak,
saklanmak, gizlenmek’ (bk. KB III, 181) fiiline istinaden fii-
li ıç-ḳ ı-n- (ıç-ḳ ı-’yı ettirgen-geçişli sayar) olarak analiz eder
(ESTY 1974: 672-673). Fiilden fiil yapan -GI- gibi bir ek ol-
madığı için bunu kabul etmek güçtür; fakat aynı fiil kökünden
ıç-ḳ ın- (krş. yut-ḳun-) gibi bir yapı söz konusu olabilir.
Ercilasun, KB örneğini -GIn- fiilleri arasında zikreder; ama
tabanı konusunda bir izahta bulunmaz (1984: 42). Erdal, bu fiili
-(X)n- fiillerine almak ile birlikte, tabanı ve türetimini meçhul
olduğunu, muhtemelen bir medial fiil olduğunu söyler (1991:
601).
IDIR- ‘göndermek’ (CC).
[< īḏ- “‘to send (something)’ and by extension ‘to allow to go,
to release’” (EDPT, 37) + (-ur-)]
OT: ıḏ ur- ‘göndermek’ (KE II, 255).
306 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

IĠLA- (ve ıla-, yıġla-, yıġıla-, yıhla-, yıġıl-III, yıhıl-II) ‘ağlamak, yas
tutmak, feryat etmek’ (CC, EK).
[< *ıġ ‘yansıma taban’ + (+la-)]
ET: ıġla- ‘to weep’ (EDPT, 85; DTS, 218, 266); OT: yıġla- ‘ağla-
mak’ (KB III, 538); ıġla- ‘to cry’, yıġla- ‘ay.’ (DLTa I, 146; DLTa
II, 308); ıġla- ‘ağlamak’ (RKT, 392), yıġla- (RKT, 777); yıġla-
‘ağlamak’ (ME, 208); ay. (KE II, 733); ıġla- ‘ağlamak’ (MM,
223), yıġla- (MM, 272); ıġla- ‘wydawać rozpaczliwe krzyki,
lamentować; płakać’ (HŞ, 90), yıġla- ‘płakać, szlochać’ (HŞ, 205);
yıġla- ‘ağlamak’ (NF III, 483); aġla- ‘gözyaşı dökmek’, (ML, 8);
ıġla- ‘ağlamak’ (HKT, 661), yıġla- (HKT, 1025); aġla- ‘ağlamak’
(Kİ, 2), ıġla- (Kİ, 41); ıġla- ‘ağlamak’ (TA, 108); aġla- ‘to weep’
(RH, 66); ıġla- ‘ağlamak’ (KEF, 209), yıġla- ‘ağlamak’ (KEF,
310); yıġla- ‘ağlamak, sızlamak’ (GT, 395); ay. (İM, 620); aġla-
‘ağlamak’ (KK, 99), yıġla- (KK, 131); yıġla- ‘ağlamak’ (TZa, 285),
yıyla- (TZa, 286), yıla- (TZa, 285); yıġla- ‘ağlamak’ (DM, 124).

Clauson, /y/’siz biçimin aslî olduğunu söyler (1972: 85).


IĠRAN- ‘(köpek) hırlamak’ (CC).
[<ıŋra- ‘to moan’ (DLTa I, 145) + (-n-)]
OT: ıŋra- ‘to moan’ (DLTa I, 145); iŋre- ‘inlemek, kükremek’
(ME, 130); ıŋra- ‘ağlayıp inlemek, inildemek’ (KE II, 256); iŋrä-
‘jęczeć, lamenatować’ (HŞ, 60), ıŋra- ‘wydawać jęki, ciężko
wzdychać, stękać’ (HŞ, 206); ėngre- ‘плакать навзрыд’ (MNa,
172), iŋrä- ‘lamentarsi’ (MNb, 95); iŋre- ‘inlemek’ (NF III, 187);
ay. (HKT, 675); anra- ‘haykırmak, inlemek (ör. Arslan)’ (İH, 5),
ınra- (İH, 24).

Karaşlar, fiili ıġ ‘ağlama, hıçkırma’ +ra- şeklinde analiz eder


ve tabanın EDPT’de tanıklanan *ıġ ‘ağlama, hıçkırma’284 şek-
linde tanıklandığı söyler (2012: 272). Ancak tarihî tanıklar
ile ortaya çıkan paralelliğe göre bu fiilin tabanı *ıŋ olmalı ve
+rA- gibi müstakil bir ek olmadığı için +ḳ ırA- ile türetilmiş
olmalıdır. Grønbech bu fiili ıġray- olarak okur (1942: 272). Fiil
sonundaki /y/ sesi Karaşlar’ca ‘pekiştirme eki’ olarak düşünül-
müştür.
284 Bu taban, tarihî metinlerde tek başına görülmez. Bu yüzden Clauson sözcüğün
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 307

ILA- (bk. IĠLA-)


INAN- (ve inan-) ‘inanmak, güvenmek, iman etmek’ (CC, EK).
[< *ına- + (-n-)]

ET: ınan- (ınā n-) ‘to trust, rely on (someone)’ (EDPT, 188); OT:
ınan- ‘inanmak, güvenmek’ (KB III, 182); ‘to trust’ (DLTa I, 198);
‘inanmak’ (AH, XXVIII); ‘верить ‘ (LST, 129); inan- ‘inanmak’
(KE II, 270); ‘inanmak’ (MM, 223); ‘wierzyć, ufać’ (HŞ, 59);
‘inanmak’ (NF III, 177); ‘inanmak, güvenmek, emniyet etmek’
(HKT, 661); ‘inanmak’ (AOYB, 216); ay (Kİ, 39); ‘inanmak, doğ-
rulamak’ (TA, 108); ‘inanmak, güvenmek, iman etmek’ (KEF,
209); ‘inanmak’ (GT, 270); ay. (İM, 535); ay. (TZa, 177); ay. (KFT,
1008); ay. (MG, 156); ay. (ELS, 57).

Tarihî metinlerdeki ınaġ /ınaḳ ‘dost, arkadaş’ (bk. EDPT, 182)


ve CC ınaḳ /ınaḫ ‘treu’ (Grønbech, 1942: 273) bu fiilin, tanık-
lanmamış *ına- fiil tabanından geldiğini delillemektedir.
INCIN- (bk. INÇIN-)
INCIT- (bk. INÇIT-)
INÇḪA- (bk. INÇḲA-)
INÇḪAN- ‘inlemek, çığlık atmak’ (EK).
[< ınçḳ a- ‘stękać, wzdychać, cierpieć’ (HŞ, 205) + (-n-)]
(ttkht.!)
INÇIN- (ve ıncın-, incin-) ‘incinmek, darılmak, üzülmek’ (EK).
[< *inçi-/*yinçi- + (-ın-) veya yunçı- ‘to worsen’ (DLTa II,
305)? + (-n-)]

OT: inçin- ‘incinmek’ (GT, 277); ‘incinmek, ağrı içerisinde ol-


mak’ (KH, 128); incin- ‘incinmek’ (KFT, 1008).

Fiil yukarıda gösterilen farazi tabanlardan biri ile türemiş ol-


malıdır veya DLT yunçı-; zira ettirgen versiyonu -(X)t-’dir. An-
cak yunçı- ‘kötü hâle gelmek’ semantik olarak eldeki veri ile
örtüşmez.
başına * koymuştur. Clauson, bu sözcüğün Sibirya Türk dillerinde yer aldığını
örnekler ile gösterir.
308 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

INÇIT- (ve ıncıt-, incit-, inciyt-, inçit-) ‘rahatsız etmek, baskı yap-
mak, eziyet etmek, üzmek, gücendirmek’ (EK).
[< *inçi-/*yinçi- + (-t-) veya yunçı- ‘to worsen’ (DLTa II, 305)?
+ (-t-)]

OT: inçit- ‘incitmek’ (GT, 277); ‘incitmek, eziyet vermek’ (İM,


539); incit- ‘incitmek’ (TZa, 178); incid- ‘incitmek’ (KFT, 1008);
incit- ‘incitmek, eziyet etmek’ (DM, 85); incid- ‘incitmek’ (ELS,
59).

ınçın- için söz konusu olan etimolojik durum bu fiil için de


geçerlidir.
INÇḲA- (ve ınçḫa-) ‘hıçkırmak’ (CC, EK).
[< ınçıḳ ‘ah vah, inleye inleye; bitkin’ (KB III, 183) + (+a-)]

OT: ınçḳ a- ‘stękać, wzdychać, cierpieć’ (HŞ, 205); ınıçḳ a- ‘inle-


mek’ (ML, 35).

IRAḲ- ‘uzaklaşmak’ (CC).


[< yıra- ‘uzaklaşmak’ (KB III, 540) + (-ḳ-)]
(ttkht.!)
Grønbech verdiği Almanca çeviriye (‘entfernen’) göre
bu fiilin anlamı ‘ortadan kaldırmak, gidermek, taşımak,
uzaklaştırmak’tır ve fiilin yapısı ile örtüşmez. Aytaç çeviri-
sinde buna müdahele edilmiş olmalıdır (Grönbech, 1992: 80).
Kuun’un çalışmasında da fiilin anlamı ‘uzaklaştırmak’tır
(1880: 256). Ünal, fiili ‘uzaklaştırmak’ olarak anlamlandırır
ve ırat- olarak düşünülmesi gerektiğini belirtir (2010: 113).
Argunşah&Güner, de Aytaç çevirisinde olduğu gibi ‘uzaklaş-
mak’ anlamını verirler (2015: 482).
CC’de bu fiil ile birlikte, ikinci ve üçüncü şahıs çekimi için
verilen diğer fiillere bakıldığında, Ünal’ın teklif ettiği üzere,
fiil ırat- olarak kabul edilmelidir; zira -(X)K- eki bu anlamı
sağlamaz.
IRĠAL- ‘sallanmak, silkelenmek, sarsılmak’ (CC).
[< ırġa- ‘to shake’ (DLTa I, 236) + (-l-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 309

ET: ırġal- ‘to be shaken, to sway’ (EDPT, 217; DTS, 220); OT:
ırġal- ‘to be shaken’ (DLTa I, 219).

IRLA- (ve yırla-, yerla-, yerıl-) ‘şarkı veya ilahi söylemek’ (CC,
EK).
[< īr ‘song’ (EDPT, 192) + (+la-)]

ET: ırla-, yırla- ‘to sing, recite’ (EDPT, 230); OT: yırla- ‘teren-
nüm etmek; zikretmek’ (KB III, 541); ‘to sing’ (DLTa II, 308);
ırla- ‘петь’ (LST, 129); ‘şarkı söylemek’ (ME, 127); ‘ır (şarkı)
söylemek’ (ML, 36); ‘taganni etmek’ (Kİ, 42); ‘şarkı söylemek’
(TA, 108); ay. (KEF, 209); yırla- ‘şarkı söylemek, terennüm etmek,
teganni etmek’ (GT, 395); ırla- ‘şarkı söylemek’ (İM, 535), yırla-
(İM, 621); yırla- ‘ırlamak’ (TZa, 286); ‘śpiewać, nucić melodię’
(BM, 58); ırla- ‘şarkı söylemek’ (KFT, 1001).

IRT- (bk. YIRT-)


IŞAN- (ve işan-) ‘güvenmek, inanmak; umut beslemek, beklentide
olmak’ (CC, EK).
[< *ışa- + (-n-)]

OT: ışan- ‘itimad etmek, inanmak, güvenmek’ (KB III, 183);


işän- ‘to depend upon’ (DLTa I, 196); ışan- ‘ufać, mieć nadzieję,
uwierzyć’ (HŞ, 206); işen- ‘dayanmak, güvenmek’ (İM, 542);
işan- ‘tevekkül etmek’ (TZa, 174).

Sevortyan’ın verdiği bilgiye göre; Bang, EUT’deki ı ‘ağaç’


ile ınan- ve ışan- fiillerini ortak bir köke bağlı düşünmüş ve
-Räsänen ile birlikte- ışan- fiilindeki -n-’nin dönüşlülük eki
olduğunu belirtmiştir. Sevortyan ise son düşünceye katılmak-
la birlikte çatı ekleri ile bu fiilin köküne ulaşmanın mümkün
olmadığını söyler (ESTY 1974: 674).
IŞIR- ‘(ateşi) alevlendirmek, kuvvetlendirmek, hızlandırmak’
(CC).
[< ış- (< yış- < yaşı- < yaşu- ‘to flash, shine’ (EDPT, 977)) +
(-ur-)]
(ttkht.!)
310 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Bu fiil bir ettirgen olarak son sesini düşürmüş *ış- biçimine


dayanıyor olmalıdır; zira *ışı- tabanı geçerli olsaydı fiilin ettir-
gen biçimi ışıt- olurdu. Dolayısıyla fiil tabanı yukarıda göste-
rildiği üzere yaşu-’dan *ış-’a geçmiş olmalıdır.
Karaşlar ise bu fiili ışır- < ışı- ‘pırıldamak, ışımak’ -r- şeklin-
de analiz eder (2012: 377).
IY- ‘kokmak’ (CC).
II

[< yıyı- < yīḏ ‘scent, odour, smell’ (EDPT, 883) + (+ı-)]
ET: yıdı- ‘to have an unpleasant smell, to stink’ (EDPT, 886; DTS,
266); OT: yıḏ ı- ‘kötü kokmak’ (KB III, 537); yıḏ ı-/yidi- ‘to stink’
(DLTa II, 285); yiyi- ‘bozulup kötü kokmak’ (ML, 92); ‘kokusu
intişar etmek’ (Kİ, 126); yıḏ ı-, yıyı- ‘kokmak, çürüyüp bozularak
koku yaymak’ (KEF, 310); yiyi- ‘wydawac won, smierdzic’ (BM,
57).

IYLA- ‘koklamak, kokmak’ (CC).


[< yīḏ ‘scent, odour, smell’ (EDPT, 883) + (+la-)]
ET: yıḏ la- ‘to smell (something Acc.)’ (EDPT, 890); yıdla-, yıḏ la-
‘ обонять, ощущать ‘ (DTS, 265); OT: yıḏ la- ‘to smell’ (DLTa II,
307); ‘koklamak’ (ME, 208); ‘kokmak, koklamak’ (KE II, 731);
yıyla- ‘wąchać’ (HŞ, 91); yıḏ la- ‘koklamak’ (NF III, 482); yiyilä-
‘koklamak’ (Kİ, 126); yiyle- ‘koklamak’ (TA, 158); yıḏ la- ‘kokla-
mak’ (KEF, 310), yıyla- (KEF, 311); yiḏ le- ‘koklamak’ (İM, 620),
yiyle- (İM, 622); yiyle- ‘koklamak’ (İH, 54).

İ
İÇİL- ‘içilmek’ (CC).
[< iç- ‘to drink’ (EDPT, 21) + (-il-)]
OT: içil- ‘to be drunk’ (DLTa I, 192); ‘içilmek’ (İM, 536).

İÇİR- ‘içirmek, sulamak; (kim.) doyurmak, doygunluğa ulaştır-


mak’ (CC, EK).
[< iç- “‘to drink’ primarily of animated things, but also of po-
rous objects, earth, etc, to absorb’” (EDPT, 21) + (-ür-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 311

ET: içür- ‘to give (someone Dat., something Acc.) to drink’


(EDPT, 30; DTS, 203); OT: içür- ‘içirmek’ (KB III, 187); to give
someone water (or other) to drink’ (DLTa I, 183); ‘içirmek’ (RKT,
399); ay. (ME, 128); içir- ‘napoić, dać coś do picia’ (HŞ, 56), içür-
‘poić, napoić’ (HŞ, 56); içür- ‘içirmek’ (NF III, 182); ay. (HKT,
666); içir- ‘içirmek’ (Kİ, 37); ay. (TA, 108); içür- ‘içirmek’ (KEF,
211); içir- ‘içirmek’ (GT, 273); ay. (İM, 536); ay. (KK, 109); ay.
(TZa, 110); içür- ‘içirmek’ (KH, 127); içir- ‘içirmek’ (DM, 111).

İÇİRİL- ‘(suya) doyurulmak’ (EK).


[< içür- ‘to give (someone Dat., something Acc.) to drink’
(EDPT, 30) + (-ül-)]
(ttkht.!)
İÇİRT- ‘içirtmek’ (EK).
[< içür- ‘to give (someone Dat., something Acc.) to drink’
(EDPT, 30) + (-t-)]
(ttkht.!)
İÇİŞ- ‘birlikte içmek’ (CC).
[< iç- ‘to drink’ (EDPT, 21) + (-iş-)]

OT: içiş- ‘to vie with someone in drinking’ (DLTa I, 185); ‘birlikte
içmek’ (ME, 128); ‘karşılıklı içmek’ (HKT, 665-66); ‘karşılıklı
yemin etmek, (yemin) içmek’ (KEF, 211); ‘wywyższać’ (BM, 53).

İÇKİLÄN- ‘esrimek’ (EK).


[< içgü “originally quite neutrally ‘drink’” (EDPT, 24) + (+le-
n-)]
(ttkht.!)
İÇTİR- ‘içirmek, sulamak’ (EK).
[< iç- “‘to drink’ primarily of animated things, but also of po-
rous objects, earth, etc, to absorb’” (EDPT, 21) + (-tür-)]

OT: içtür- ‘to make someone drink’ (DLTa I, 204); içdir- ‘içirmek’
(TZa, 175); iştir- ‘su içirmek’ (DM, 86), yiştir- ay. (DM, 125).

İGİTLÄN- ‘gençleşmek’ (EK).


312 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< yigit “usually ‘a young man, strong and vigorous’, also


occasionally used for ‘young woman’” (EDPT, 911) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
İGRÄN- ‘iğrenmek, tiksinmek’ (CC, EK).
[< *irigen- < irig + (+en-) ?]
OT: yigren- ‘to consider something (meat etc.) to be raw and loath
to eat it’ (DLTa II, 202); ‘ненавидеть, испытывать отвращение’
(LST, 154); ‘iğrenmek’ (ME, 209); ay. (KE II, 739); ay. (NF III,
487); ay. (ML, 89); ay. (HKT, 1029); ay. (KEF, 311); yiyren- ‘iğren-
mek, tiksinmek’ (İM, 622); igren- ‘iğrenmek’ (TZa,176), yigren-
(TZa, 286), iren- (TZa, 178).

Brockelmann, fiili yig ‘çiğ, kötü’ sözcüğüne dayandırır (1954:


221-222). Clauson da bu fiilin aynı sözcükten türemiş, dönüşlü
bir fiil olma ihtimalini belirtir. Sevortyan, öncelikle bu fiili,
erik- ~ irik ve onun kökü er- ~ ir-, īr- ile ilişkili bulur ve fone-
tik olarak fiilin igiren- gibi daha kurallı bir biçime dayanması
gerektiğini, bu durumda da *igire- üzerinde īr- ile *igir taba-
nının biçimsel örtüşmesinin daha temelli olacağını ifade eder
(ESTY 1974: 375-76).
Karaşlar, bu sözcüğün etimolojisinde Clauson’u esas almakta-
dır (2012: 348).
Tabanı ne olursa olsun (*irig, erig* veya *igir, *egir) bu fiil
mutlaka +A-n- ek dizisi ile bir isimden türetilmiş olmalıdır;
çünkü tarihî metinlerde şimdiye kadar *igre- tabanını doğru-
layacak *igreg, *igrek, *igret- veya *igrel- gibi her hangi bir
sözcüğe rastlanmaz. Fiil, dönüşlülük eki almasına rağmen ge-
çişlilik göstermesi açısından begen- fiiline benzer.
İGRÄNÇİLÄN- ‘iğrenç, tiksinç olmak, iğrenti uyandırmak’ (EK).
[< yigrenci ‘iğrenç’ (ME, 209) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
İGRÄNÇİLÄT- ‘iğrenç hâle getirmek veya öyle addetmek’ (EK).
[< yigrenci ‘iğrenç’ (ME, 209) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
İGRÄNDİR- ‘iğrendirmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 313

[< yigren- ‘to consider something (meat etc.) to be raw and lo-
ath to eat it’ (DLTa II, 202) + (-tür-)]

OT: yigrentür- ‘iğrendirmek, kötü göstermek’ (RKT, 779); yig-


rendür- ‘tiksindirmek’ (ME, 209); yigrendir- ‘tiksinmesine yol
açmak, iğrendirmek’ (HKT, 1029); yigrendür-, yirgendür- ‘iğ-
rendirmek, nefret ettirmek’ (KEF, 311).

İKİT- ‘yumurtlamak, yumurtadan çıkarmak, kuluçkaya yatır-


mak’ (EK).
[< igid- < ?]

ET: igid- ‘to feed (a person or an animal)’ (EDPT, 103); OT: igiḏ-
‘terbiye etmek, eğitmek, yetiştirmek, beslemek’ (KB III, 189);
igit- (igiḏ-) ‘to rear’ (DLTa I, 201); igit- ‘beslemek, rızık vermek’
(RKT, 403); ‘beslemek, büyütmek’ (KE II, 264); ‘kazać zasiać,
wyhodować’ (HŞ, 57).

Etimolojisi belirsizdir.
İL- (bk. EGİL-)
II

İLGERİLÄN- ‘ileride olmak, öne geçmek, önden gitmek, başkan-


lık etmek’ (EK).
[< ilgerü “‘normally ‘forwards’ of space, and in the earli-
est period, when the cardinal points were fixed by facitly east,
‘eastwards’; later also sometimes of time, ‘earlier, preceding’”
(EDPT, 144) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
İLİK- ‘alay etmek, küçümsemek’ (CC).
[< *il- + (-ik-)? veya ilik- < *ilikle- < elikle- ?]
(ttkht.!)
Karaşlar, Moğ. ili- ‘kucaklamak, sevmek, el ile okşamak;
ovmak, ovalamak, masaj yapmak’ eylemini belirtmiş; ancak
doğrudan bir bağ kurmamıştır (2012: 84).
314 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Bu fiil, ilk olarak DLT’de elükle- biçiminde ve bu çalışmada


da hem CC hem de EK’da elikle- olarak kayda geçen fiil ile
semantik olarak doğrudan alakalı gözükmektedir. Bu nokta-
da yazıcı hatası ile +lA- eki unutulmuş veya daha arkaik ola-
rak DLT elük ismini oluşturan fiilden -(X)K- eki ile türetilmiş
olabilir. Ancak, CC’de elikle- mevcutken, bu fiilin dar ünlülü
olması ilgi çekicidir. Bu durum, aynı köke dayanmama ihti-
malini akla getirir. Belki de Türkçedeki takıl- ‘şaka yapmak,
uğraşmak’ fiili gibi il- ‘bağlanmak’ kökünden -(X)K- eki ile
türemiştir.
İLİN- ‘takılmak, takılıp kalmak’ (CC).
[< il- ‘to catch (something, with the hand, a hook, a noose, etc.)’
(EDPT, 125) + (-in-)]
ET: ilin- ‘to catch oneself on (something); to be attached to (it); to
be caught suspended, hung (on it)’ (EDPT, 148; DTS, 208); OT:
ilin- ‘yakalanmak, tutulmak, kapılmak, kaptırmak’ (KB III, 196);
‘to catch on’ (DLTa I, 197); ‘yakalanmak, tutulmak’ (AH, XXIX);
‘tutulmak’ (RKT, 406); ‘asılmak, bağlanmak’ (ME, 129); ‘iliş-
mek, ilişkili olmak, yakalanmak, yaklaşmak, maruz kalmak’ (KE
II, 267); ‘uwikłać się (w sieć), dać się, usidłać’ (HŞ, 58); ‘ilişmek,
asılmak’ (Kİ, 38); ‘yakalanmak, tutulmak, tutsak olmak’ (KEF,
212); ‘tutulmak, yakalanmak’ (GT, 276); ‘birbirine girmek, karış-
mak, ilinmek’ (TZa, 177).

İLİNDİR- ‘bağlamak, takmak’ (CC).


[< ilin- ‘to catch oneself on (something); to be attached to (it);
to be caught suspended, hung (on it)’ (EDPT, 148) + (-tur-)]
ET: ilintür- ‘привязывать, склонять’ (DTS, 208; EDPT, 150).

İMÄN- (bk. EMÄN-)


İMŞAḪLAN- ‘yumuşak olmak, yumuşamak’ (EK).
[< yumşaḳ “‘soft’ in a wide range of concrete and abstract
applications” (EDPT, 938) + (+la-n-)]
OT: yumşaḳ lan- ‘to be compliant, flattering and deferential’
(DLTa II, 206).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 315

İMŞAN- (bk. YIMŞAN-)


İMŞAT- (bk. YIMŞAT-)
İNAN- (bk. INAN-)
İNANIL- ‘inanılmak, güvenilmek’ (EK).
[< ınan- ‘to trust, rely on (someone)’ (EDPT, 188) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
İNCİN- (bk. INÇIN-)
İNCİT- (bk. INÇIT-)
İNCİYT- (bk. INÇIT-)
İNÇİT- (bk. INÇIT-)
İNÇKÄRT- ‘inceltmek, ufalamak’ (EK).
[< yinçger- ‘incelmek’ (KEF, 312) + (-t-)]

OT: yinçgert- ‘inceltmek’ (KEF, 312).

İŊİRLÄN- ‘kararmak, karanlık olmak’ (EK).


[< iŋir ‘dusk’ (EDPT, 188) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
İRAḪLAT- (bk. YIRAḪLAT-)
İRİNLÄ- ‘çürümek’ (EK).
[< iriŋ ‘pus’ (EDPT, 233) + (+le-)]
(ttkht.!)
İRİNLÄN- (ve yirinlän-) ‘irinlenmek, irinle dolmak’ (EK).
[< irinlä- + (-n-)]

OT: iriŋlen- ‘irinlenmek’ (ME, 130).

İSİLÄN- ‘ısınmak’ (EK).


[< isigle- ‘to go out in a heat’ (DLTa I, 249) + (-n-)]
İSİN- (ve issin-) ‘ısınmak; öfkelenmek’ (CC, EK).
[< isi- ‘to be warm’ (DLTa I, 281) + (-n-)]
316 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ET: isin- ‘to have warm feelings’ (EDPT, 248); OT: isin- ‘ısın-
mak, sevmek, bağlanmak’ (KB III, 201); ‘to love; to feel warm’
(DLTa I, 196); ‘ısınmak’ (ME, 130); ısın- ‘ısınmak; alışmak,
sevmek, hoşlanmak’ (KE II, 257); isin- ‘zagrać się, zgrzać się’
(HŞ, 61); ısın- ‘становиться жарким, горячим; согреваться’
(MB, 170); ‘ısınmak, sıcaklanmak’ (ML, 36); ‘ısınmak’ (HKT,
662); issin- ‘ısınmak’ (TA, 110); isin- ‘ısınmak’ (TZa, 179).
İSİT- ‘ısıtmak’ (EK).
[< isi- ‘to be warm’ (DLTa I, 281) + (-t-)]
ET: isit- ‘to heat (something)’ (EDPT, 243; DTS, 214); OT:
isit- ‘ısıtmak, bağlamak (?)’ (KB III, 201); ‘to warm’ (DLTa I,
200); ‘ısıtmak’ (ME, 130); ısıt- ‘kızdırmak, sıcaklık vermek’
(ML, 36); isit- ‘ay’ (KEF, 214); ısıt- ‘ay.’ (KH, 127).
İSKÄ- ‘koklamak; güzel koku yaymak’ (EK).
[< *iyis ‘koku’ + (+ke-)]
OT: iske- ‘koklamak’ (KK, 110); iyiske- ‘koklamak’ (TZa,
180); iske- ‘tiksinmek, koklamak’ (KH, 128); yiske- ‘kokla-
mak’ (KFT, 1089).
Sevortyan, Azerice diyalektlerindeki iŋ, in, ik isimleri ile Ana-
dolu ağızlarındaki iğ- ‘kötü kokmak’ verilerine dayanarak di-
ğer Türk dillerinde tanıklanan iyis, yis biçimleri *ig-iz veya
*ig-i-z rekonstrüksiyonları ile açıklamaya çalışmıştır. Bunun
yanı sıra, uzun ünlülü ī s’in de iyis’ten geldiği ve yis gibi /y-/’li
biçimlerin de ses düşürerek oluştuğunu belirtir (ESTY 1974:
380-82).
Erdal’ın +GA- ve +(I)rGA- ekleri ile ilgili prensibi göz önünde
tutulursa, bu filin tabanı mutlaka iki heceli olmalıdır. EK verisi
ile birlikte tek heceli tabanlar olmakla beraber iki heceli TZ ve
öncesinde iki heceli olduğunu düşündüren KFT verisi de mev-
cuttur. Fiilin Orta Türkçeden daha geri gitmediği de hesaba
katılırsa ET yıdı-’dan gelişen yiyi- ve ondan yapılmış bir *yiyiz
> *iyiz gibi tabandan türemiş olabilir.
İSLÄ- (bk. İŞLÄ-)
İSLÄN- ‘kokulanmak, kokmak; koku almak’ (EK).
[< *iyis ‘koku’ + (+le-n-)]
(ttkht.!)
İSTE- (bk. İSTÄ-)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 317

İSTÄ- (ve iste-) ‘istemek, dilemek, arzulamak, ihtiras duymak’


(EK).
[< izdä- < iz ‘footprint, track, trace’ (EDPT, 277) + (+de-) (?)]
ET: iste- ‘to seek, pursue (something)’ (EDPT, 243); OT: iste-
‘to follow’ (DLTa I, 231); iste- ‘istemek’ (AH, XXX), izde- ‘ta-
kip etmek’ (AH, XXXI); iste- ‘искать’ (LST, 126); ‘istemek,
aramak’ (ME, 130); ay. (KE II, 272); iste-, izde- ‘istemek, di-
lemek’ (MM, 226); izde- ‘szukać (pierwotnie: iść po śladach)’
(HŞ, 62); iste- ‘istemek, aramak’ (NF III, 188); iste- ‘dilemek’
(ML, 34), izde- ‘ay.’ (ML, 35); iste- ‘istemek, talep etmek; ara-
mak, araştırmak’ (HKT, 681); ‘istemek’ (AOYB, 218); izde-
‘aramak’ (Kİ, 41); ‘araştırmak’ (TA, 110); iste- ‘to seek, look
(for)’ (RH, 77); ‘istemek, arzu etmek; aramak, araştırmak,
sormak’ (KEF, 214); izde- ‘to want; to ask for’ (İN, 95); iste-
‘istemek, aramak’ (GT, 279), izde- (GT, 284); iste- ‘istemek’
(İM, 541); izde- ‘istemek’ (KK, 110); iste- ‘szukać’ (BM, 53);
izde- ‘istemek’ (KFT, 1011); ‘istemek; aramak’ (MG, 168); yiz-
de- ‘istemek’ (DM, 125); iste- ‘istemek’ (ESL, 60), izde- ‘iste-
mek, dilemek’ (ESL, 62).
Clauson’a göre, iki form (iste- ve izde-) şüphesiz aynı sözcük-
tür ve iste- fiilini, iz isminden türeyen izde-’nin ikincil formu
olarak açıklamak çok caziptir. Bununla birlikte VIII. yy.’dan
önce böylesine bir ses değişiminin meydana gelmesi şaşırtıcı-
dır ve benzerlik tesadüfî olabilir (1972: 243). Erdal, iste- fiili-
nin iz ile ilişkilendirilmesine ciddi itirazın, onun Uygur ve Ka-
rahanlı döneminde çoğunlukla /s/’li oluşundan ileri geldiğini,
bu etimolojiye alternatif olabilecek başka bir tabanın Yakutça
ies ‘borç’ olduğunu ve ies kü ̄ s olarak da aynı dilde yer aldığı-
nı dile getirip, bu ikilemenin de Orhun Türkçesindeki is küç
ile doğrudan bağlantılı olduğunu iler sürer. Ayrıca Yakutçada
yine ieste- ‘borcun verilmesini rica etmek’ verir ve istä- şekli-
nin *iz+te- ile *es+te-’nin üst üste binmesi ile oluşmuş olabile-
ceğini söyler (1991: 455-56).
İŞAN- (bk. IŞAN-)
İŞANDIR- ‘ikna etmek, inandırmak, güvendirmek’ (EK).
318 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< ışan- ‘itimad etmek, inanmak, güvenmek’ (KB III, 183) +


(-tur-)]
(ttkht.!)
İŞİT- (bk. EŞİT-)
İŞİTİL- ‘duyulmak, işitilmek, (bir dedikodu) yayılmak’ (EK).
[< ėşid- ‘to hear (something Acc.), to get news of (something
Acc.)’ (EDPT, 257) + (-il-)]

ET: ėşidil- ‘to be heard’ (EDPT, 258; DTS, 185); OT: eştil- ‘to be
heard’ (DLTa I, 218); eşitil- ‘быть услышанным’ (LST, 87); işitil-
‘işitilmek’ (KE II, 276); eşitil- ‘işitilmek, duyulmak’ (NF III, 138);
işitil- ‘işitilmek, duyulmak’ (İM, 542); işidil- ‘dikkate alınmak’,
(KFT, 1010); işitil- ‘işitilmek’ (MG, 165).

İŞİTTİR- ‘işittirmek, duyulmasını sağlamak, dinletmek, itaat et-


tirmek’ (CC, EK).
[< ėşid- ‘to hear (something Acc.), to get news of (somet-
hing Acc.)’ (EDPT, 257) + (-tür-)]

ET: ėşidtür- ‘to make, or let (someone Dat.) hear (something


Arc.); to inform (him) of (it)’ (EDPT, 258); OT: eştür- (< eşit-
tür-) ‘to let somebody hear’ (DLTa I, 206); ay. ‘işittirmek, haber
vermek’ (KB III, 162); eşittür- ‘заставить слушать, извещать’
(LST, 87); işittür- ‘işittirmek, duyurmak’ (Kİ, 43); işiddür- ‘ay.’
(KFT, 1010).

İŞKİLLÄN- ‘kuşkulanmak, güvenmemek; umutsuzluğa kapıl-


mak’ (EK).
[< Ar. işk āl ‘dubiosity, ambiguity, obscurity, vagueness’
(DMWA, 483) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
İŞLÄ- ‘çalışmak, işlemek, yapmak, üretmek’ (EK).
[< iş (ış ?) “basically ‘work, labour’; hence ‘something done, a
deed’ and, more indefinitely, ‘affair’ and ‘thing’ in a semi-abs-
tact sense” (EDPT, 254) + (+le-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 319

ET: işle- ‘to work, to do (something)’ (EDPT, 262; DTS, 215);


OT: işle- ‘işlemek, görmek, meşgul olmak, çalışmak, yapmak’
(KB III, 206); ‘to work’ (DLTa I, 238); ‘работать, делать’ (LST,
127); ‘çalışmak’ (RKT, 413); ‘işlemek, çalışmak’ (ME, 132); ‘işle-
mek, çalışmak, yapmak’ (KE II, 276); ay. (MM, 226); ‘pracować,
robić’ (HŞ, 61); ‘çalışmak, iş yapmak’ (NF III, 190); ay. (ML, 34);
ay. (HKT, 684); ay. (TA, 110); ay. (KEF, 116); ‘to make’ (İN, 95);
‘yapmak, işlemek’ (GT, 281); ay. (İM, 542); ‘işlemek, uygulamak’
(KH, 128); ‘işlemek’ (KFT, 1010); ay. (MG, 165); ay. (DM, 86);
ay. (ELS, 61).

İŞLÄN- ‘yapılmak, üretilmek’ (EK).


[< işle- ‘to work, to do (something)’ (EDPT, 262) + (-n-)]
OT: ī şlen- ‘to pretend to work’ (DLTa I, 244); işlen- ‘işlenmek,
nakşedilmek’ (İM, 542); ‘işlenmek’ (MG, 165).
İŞLÄT- (ve şlät-) ‘çalıştırtmak, yaptırtmak’ (EK).
[< işle- ‘to work, to do (something)’ (EDPT, 262) + (-t-)]

ET: işlet- ‘to make (someone Acc.) work; to operate (somet-


hing Acc.); to make (someone Dat.) make or do (something Acc.)’
(EDPT, 263; DTS, 215); OT: işlet- ‘işletmek, kullanmak, sarfet-
mek’ (KB III, 207); ‘to make someone do’ (DLTa I, 227); ‘çalıştır-
mak’ (ME, 132); ‘işletmek, çalıştırmak, yerine getirmek, yapmak’
(KE II, 276); ‘kullanmak, çalıştırmak’ (MM, 226); ‘çalıştırmak’
(NF III, 190); ‘uğraştırmak’ (TA, 110); ‘işletmek, çalıştırmak, sarf
etmek’ (KEF, 216); ‘yaptırmak’ (GT, 281); ‘işletmek, nakşettir-
mek’ (İM, 542); işled- ‘işletmek, işletmek, birisini çalıştırmak’
(KFT, 1010).

İŞLÄTTİR- ‘çalıştırmak, yaptırmak’ (EK).


[< işlet- ‘to make (someone Acc.) work; to operate (something
Acc.); to make (someone Dat.) make or do (something Acc.)’
(EDPT, 263) + (-tür-)]
(ttkht.!)
İTİLÄ- ‘keskinleştirmek, bilemek; kılıç ile yaralamak’ (EK).
320 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< yitig285 ‘sharp’, metaph. alert, quick, clever’ (EDPT, 889) +


(+le-)]
(ttkht.!)
İTİLÄN- ‘keskinleştirilmek, bilenmek; şiddetlenmek, kızışmak’
(EK).
[< itilä- + (-n-)]
(ttkht.!)
İTİLÄT- ‘keskinleştirmek’ (EK).
[< itilä- + (-t-)]
(ttkht.!)
İTLÄN- ‘kaybolmak’ (CC).
[< yit- ‘to stray, get lost’ (EDPT, 885) + (-le-n-)]
OT: itlen- ‘zgubić się, zawieruszyć się, przepaść’ (HŞ, 62), yitlen-
(HŞ, 81); itlen- ‘poterjatsja’ (MN, 169). Ayrıca itlet- ‘kaybetmek’
(GT, 284).

Grønbech bu veriyi EUT yitlin- ile karşılaştırır (1942: 108). Bu


düşünce de makul olmakla birlikte GT’deki itlet- ‘kaybetmek’
verisi bu morfemin varlığını pekiştirmektedir.
İTMÄLÄ- ‘alıştırma, uygulama veya egzersiz yapmak’ (CC).
[< itme ‘alıştırma, idman, egzersiz’ (CC, 721) + (+le-)]
(ttkht.!)
İVAŞLAN- ‘yumuşak, uysal, evcil hâle gelmek’ (EK).
[< *iveş < evüş ‘ıslak’ (ME, 122) ? + (+le-n-)]
(ttkht.!)
Sadece Garkavets tarafından hazırlanan EK metinlerinde görü-
len ivaş sözcüğü KPN I ve II’de bütün örneklerde ince sıralı ek-
ler almıştır. Dolayısıyla, Garkavets’in çoğunlukla yaptığı (ancak
bu örnekte farklı tutum sergilediği) gibi bu sözcük iväş olarak
okunabilir ve bu da sözcüğün tarihî durumunu görmek adına
yardımcı olabilir. Bu durumda, sözcük büyük ihtimalle ET ö ̄ l
‘damp, moist’ (bk. Clauson 1972: 124) sözcüğünün sigmatik
versiyonu ö ̄ ş’ten gelişen evüş verisine dayanıyor olmalıdır.
İVAŞLAT- ‘yumuşatmak, evcilleştirmek, uysallaştırmak’ (EK).
285 EUT’de yiti/yitti biçimleri görülmektedir (bk. Clauson 1972: 889).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 321

[< *iveş < evüş ‘ıslak’ (ME, 122) (?) + (+le-n-)]


(ttkht.!)
İZDÄ- ‘aramak, izini sürmek; talep etmek, rica etmek,’ (CC, EK).
[< iz ‘footprint, track, trace’ (EDPT, 277) + (+de-)]
Tarihî tanıklamalar için bk. iste-.
İZDÄL- ‘aranmak, gerek duyulmak, talep edilmek’ (EK).
[< iste- ‘to seek, pursue (something)’ (EDPT, 243) + (-l-)]
(ttkht.!)
İZDÄN- ‘bulmaya çalışmak, aramak; gereksinilmek, talep edil-
mek’ (EK).
[< iste- ‘to seek, pursue (something)’ (EDPT, 243) + (-n-)]

OT: izden- ‘istenmek’ (KFT, 1011).

İZDÄT- ‘aratmak’ (EK).


[< iste- ‘to seek, pursue (something)’ (EDPT, 243) + (-t-)]
(ttkht.!)
İZLÄ- ‘aramak, araştırmak’ (EK).
[< iz ‘footprint, track, trace’ (EDPT, 277) + (+le-)]

OT: izle- ‘takip etmek’ (KB III, 210); ay. (AH, XXXI); ay. (KE II,
277); ay. (MM, 226); ‘szukać, iść po śladach, śledzić’ (HŞ, 62);
‘iz sürmek’ (NF III, 191); ‘to follow’ (İN, 95); ‘istemek, dilemek’
(İM, 543); ‘irdemek, araştırmak’ (TZa, 180).

İZLÄN- ‘gerek duyulmak, talep edilmek’ (EK).


[< izlä- + (-n-)]
(ttkht.!)

K
KEBÄL- (ve kebär-II) ‘giyinmek’ (CC).
[< *kebe- (< kep+e-) + (-l-)]
(ttkht.!)
322 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Karaşlar; Räsänen’in fiili kep ‘giysi, kostüm’ sözcüğüne da-


yandırdığı söyler ve -(X)l- edilgenlik eki almış bu fiilin kebe-
fiiline dayandığını söyler (2012: 316; ayrıca bk. Räsänen 1969:
271). Fiil tabanı tanıklanmamıştır; ancak Räsänen Çağatay-
cadan gösterdiği kipäk, kipäŋ örnekleri ve Türkçe kepenek (<
kepe-n-ek?) tabanın varlığını düşündürmektedir.
KEBÄNSİ- ‘gürlemek, gürüldemek, patlamak’ (CC).
[< ?]
(ttkht.!)
Karamanlıoğlu tarafından yine CC’de geçen keben ‘yığın’ ile iliş-
kilendirilmiştir (1994: 47; ayrıca bk. Karaşlar 2012: 277); fakat
bu tarzda oluşmuş hiçbir yansıma fiil bilinmemektedir.
KEBÄR-I ‘ölmek’ (EK).
[< kebe286 + (-r-)?]

ET: kėber- ‘to swell, inflate’ (EDPT, 691); kiber- ‘трескаться,


лопаться, разрываться’287 (DTS, 306); OT: geber- ‘hamile ol-
mak, karnı şişmek’ (Kİ, 42), keber- ‘üflemek, şişmek’ (Kİ, 43).

KEBÄR-II (bk. KEBÄL-)


KEÇAR- ‘son bulmak, sona ermek’ (EK).
[< keç ‘late, lateness’ (EDPT, 692) + (+er-)?]
(ttkht.!)
EK metinlerdinde sadece bir eserde tanıklanmıştır. Eğer bir
yazım veya anlam hatası taşımıyorsa yukarıda verilen analiz
ile açıklanabilir.
KEÇİḪ- (ve KEÇİK-)
KEÇİK- (ve keçi ḫ-) ‘geç kalmak, oyalanmak’ (EK).
[< kėç ‘late, lateness’ (EDPT, 692) + (-ik-) veya < kėç- ‘‘to be
slow’288 (DLTa II, 243) + (-ik-)]
286 Erdal, bu tabanın XIV.yy.’dan önce tanıklanmadığını ve sonrasında da sadece
Batı Türkçesinde görüldüğünü söyler (1991: 501).
287 DTS’de ‘çatlamak, patlamak, yarılmak’ gibi bir anlam tercih edilmiştir.
288 Ercilasun ve Akkoyunlu tarafından ‘ölmek’ olarak çevrilmiştir (2014: 234).
Atalay’a göre ‘gecikmek’tir (bk. 2006: 290). Clauson, sözlüğündeki örneklemede
‘to be slow’ olarak tercüme eder (1972: 692).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 323

OT: keçik- ‘gecikmek’ (KE II, 312); kiçik- ‘yavaş davranmak


(geri kalmak)’ (ML, 41); ‘mahsus gecikmek’ (Kİ, 48); ‘gecikmek’
(KEF, 231); kiçik-, kiçük- ‘gecikmek, geç kalmak’, (İM, 553); ke-
cik-289 ‘gecikmek’ (TZa 190).

Bu fiil yukarıda belirtilen iki etimolojik olasılığa da eşit oran-


da yakındır. Räsänen (1969: 244) ve Sevortyan (ESTY 1980:
51), bu sözcüğün keç/kėç isim tabanından -(X)K- ile türetil-
diğini düşünmektedirler. Güvenç de bu etimolojiyi takip eder
(2014: 67).
KEÇİKİL- ‘gecikilmek’ (EK).
[< keçik- ‘gecikmek’ (KE II, 312) + (-il-)]
(ttkht.!)
KEÇİKİR- ‘ertelemek, yavaşlatmak’ (EK).
[< keçik- ‘gecikmek’ (KE II, 312) + (-ür-)]
(ttkht.!)
KEÇİKLÄN- ‘geç kalmak, oyalanmak’ (EK).
[< keçik- ‘gecikmek’ (KE II, 312) + (-le-n-)]
(ttkht.!)
KEÇİKTİR- ‘geciktirmek; (günahı itiraf etmeyi) geciktirmek,
(günahı) gizlemek’ (CC, EK).
[< keçik- ‘gecikmek’ (KE II, 312) + (-tür-)]

OT: kiçiktür- ‘geciktirmek’ (HKT, 736).

KEÇİN- ‘yaşamak, geçinmek’ (EK).


[< keç- “both ‘to pass away, elapse’ (Intrans.), including ‘to
pass through (something Abl.)’ and ‘to cross, pass over’ (so-
mething Acc., Trans.)” (EDPT, 695) + (-in-)]

OT: keçin- ‘to pretend to cross’ (DLTa II, 41).

KEÇİR- ‘geçirmek, yol göstermek; affetmek, mazur görmek; suç


veya günah işlemek’ (CC, EK).
289 Fazılov ve Ziyayeva’ya göre keçik- (1978: 324).
324 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< keç- “both ‘to pass away, elapse’ (Intrans.), including ‘to
pass through (something Abl.)’ and ‘to cross, pass over’ (so-
mething Acc., Trans.)” (EDPT, 695) + (-ür-)]
ET: keçür- ‘to make (someone) cross (something), to pass (somet-
hing) through (something)’, and abstract ‘to pass (time), to forgive
(sins)’ (EDPT, 698; DTS, 292); OT: keçür- ‘geçirmek, bağışlamak’
(KB III, 233); ‘to make someone cross; to pardon (sin)’ (DLTa II,
3); ‘geçirmek, affetmek’ (AH, XXXIV); keçür-, keçir- ‘прощать,
извинять’ , (LST, 177); keçür- ‘affetmek, bağışlamak; tamam-
lamak, bir işi yerine getirmek’ (RKT, 434-35); keçür- ‘aşırmak,
geçirmel; affetmek’ (ME, 137); ‘geçirmek; affetmek, bağışlamak’
(KE II, 312); kėçür- ‘geçirmek’ (MM, 229); ‘przeprowadzać,
prowadzić, doznać, spędzać (czas), doprowadzać’ (HŞ, 96);
‘прощать’ (MN, 203); keçür- ‘affetmek, bağışlamak; geçirmek;
sürdürmek, devam ettirmek’ (NF III, 212); ‘geçirmek, önden gön-
dermek; affetmek, bağışlamak’ (HKT, 713); kiçür- (HKT, 736);
keçür- ‘geçirmek, aşırmak; vakit geçirmek, bir süre yaşamak,
oturmak’ (KEF, 222); kiçür- ‘geçirmek’ (GT, 300); ‘bağışlamak,
affetmek; geçirmek’ (İM, 553-54); keçür- ‘geçirmek’ (KFT, 1017);
kiçir-, kiçür- ‘geçirmek’ (MG, 190).

KEÇİRT- ‘geçmesine izin vermek veya yardım etmek’ (EK).


[< keçür- ‘to make (someone) cross (something), to pass (so-
mething) through (something)’, and abstract ‘to pass (time), to
forgive (sins)’ (EDPT, 698) + (-t-)]
OT: keçürt- ‘to make someone cross’ (DLTa II, 371); ‘geçirtmek’
(ME, 137).

KEÇİRTTİR- ‘geçirtmek’ (EK).


[< keçürt- ‘to make someone cross’ (DLTa II, 371) + (-tür-)]
(ttkht.!)
KEFİNLÄ- ‘kefenlemek’ (EK).
[< Ar. kafan ‘shroud, winding sheet’ (DMWA, 834) + (+le-)]
OT: kefenle- ‘kefene sarmak’ (NF III, 213); kebinle- ‘kefenlemek’
(TZa, 190).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 325

Arapçadan alıntı taban ile türetilmiş bu fiilin ikinci hecesinin


dar oluşunun XIV-XV.yy.’a dayandığı, yine bir Kıpçak eseri
olan TZ’den anlaşılmaktadır.
KEGÄR- ‘rezil olmak, utanç verici duruma düşmek’ (CC).
[< *kek290 ‘kin’ + (+er-) veya < ET kėgen ‘illness, disease’ taba-
nı *keg/kėg + (+er-)]
(ttkht.!)
CC’nin etimolojisi karanlık örneklerinden bir tanesidir; fa-
kat +(A)r- fiillerine benzemektedir ve bu yüzden o kategoriye
alınmıştır.
Yukarıda gösterilen iki ihtimal düşünülebilir. İkinci ihtimale
Moğ. kegsey- (ḫegsiy-) ‘to be haughty, arrogant, or overbea-
ring’ (MED, 443) fiilinin tabanı da ilave edilebilir.
KEKİR- ‘geğirmek’ (CC).
[< ke ‘yansıma taban’ + (+kir-) krş. Moğ. kekere- (ḫeḫ re-) ‘to
belch, eruct’ (MED, 446)]
OT: kegir- ‘to belch’ (DLTa II, 7); ‘geğirmek’ (ME, 137); ay. (NF
III, 213); ay. (ML, 39); ay. (KEF, 223); ay. (İM, 550); keykir- ‘ge-
ğirmek’ (TZa, 197).

KELÄŞTİR- ‘nişanlamak’ (EK).


[< keleş- ‘nişanlamak, nişanlanmak, evlenmeye söz vermek’
(KEF, 223) + (-tür-)]
(ttkht.!)
Güvenç, fiili ME’deki keleşmiş ‘nişanlı, sözlü’ verisine da-
yandırmış ve söz konusu fiilin de Moğ. kele- ‘konuşmak, söy-
lemek, demek’ Türkçe ekler ile genişletildiğini belirtmiştir
(2014: 129). KEF’te taban ek almadan tanıklanır. Ve buna ‘ni-
şanlanmak’ anlamını pekiştirmesi bakımından Moğ. keleltse-
(ḫeleltse-) başlığı altında verilen keleltse-gsen keyken ‘fiancee,
betrothed girl’ (Lessing, 1960: 447) verisi dahil edilebilir.
KELDİR- (bk. KELTÜR-)
KELTİR- (bk. KELTÜR-)
290 ET kekreş- fiilinin tabanı olarak (bk. Clauson 1972: 713).
326 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

KELTİRİL- ‘verilmek, getirilmek, sunulmak’ (EK).


[< keltür- ‘to have or let somebody come; bring’ (OTWF II,
805) + (-ül-)]
OT: keltürül- ‘to bring (something)’ rather than ‘to make (so-
meone) come’ (EDPT, 716); keldürül- ‘gönderilmek’ (RKT, 439);
keltürül- ‘getirilmek’ (ME, 138); ketrül- ‘getirilmek’ (HKT, 719);
ketürül- ‘getirilmek’ (KEF, 225).

KELTİRİŞ- ‘birlikte getirmek, getirmede birbirine yardım etmek’


(CC).
[< keltür- ‘to have or let somebody come; bring’ (OTWF II,
805) + (-üş-)]
(ttkht.!)
KELTİRT- ‘getirtmek’ (EK).
[< keltür- ‘to have or let somebody come; bring’ (OTWF II,
805) + (-t-)]
OT: keltürt- ‘getirtmek’ (KE II, 325).

KELTÜR- (ve keltir-, keldir-, ketir-) ‘getirmek, ulaştırmak, sun-


mak; (dilb.) ait olmak, bağlı olmak’ (CC, EK).
[< kel- ‘to come’, sometimes with the implication of ‘to come
back’” (EDPT, 715) + (-tür-)]
ET: keltür- ‘to have or let somebody come; bring’ (OTWF II,
805); OT: keldür- ‘getirmek’ (KB III, 235), keltür- ‘ay.’ (KB III,
238); keltür-, keldür- ‘to bring’ (DLTa II, 60); kiltür- ‘getirmek’
(AH, XXXVII), ketür- (AH, XXXV), kitür- (AH, XXXIX); kel-
tür- ‘приносить’ (LST, 171), ketür- (LST, 176); keldür- ‘getirmek,
getirip göstermek, vermek; gelmek; yapmak, meydana getirmek;
yönetmek’ (RKT, 438-39) ketür- ‘almak’ (RKT, 446); keltür- ‘ge-
tirmek’ (ME, 138), keldür- (ME, 138), ketür- (ME, 140); keltür-
‘getirmek’ (KE II, 323), ketür- (KE II, 330); kėltür- ‘getirmek’
(MM, 230), kėtür- (MM, 230); keltür- ‘przyprowadzić, przynieść,
sprowadzić, objawić’ (HŞ, 94), ketür- (HŞ, 95); kėtür- ‘приносить’
(MN, 204), kėltür- (MN, 205); keldür- ‘getirmek; dünyaya getir-
mek, doğurmak’ (NF III, 217), keltür- ‘getirmek; aktarmak, ik-
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 327

tibas etmek; çocuk dünyaya getirmek, doğurmak’ (NF III, 218);


keldür- ‘getirmek’ (ML, 39), keltür- (ML, 40); keldür- ‘getirmek’
(HKT, 714), keltür- ‘ay.’ (HKT, 719), ketür- ‘ay.’ (HKT, 719); kel-
tür- ‘getirmek’ (AOYB, 221); keltür- ‘getirmek’ (Kİ, 44), ketür-
‘ay.’ (Kİ, 47); keltür-, ketür- ‘getirmek’ (TA, 116-17); keltir- ‘to
bring’ (RH, 66); keldür- ‘getirmek, ortaya çıkarmak, doğurmak’
(KEF, 223), keltür- (KEF, 223), ketür- (KEF, 225); keltür- ‘ge-
tirmek’ (GT, 292), kiltür- (GT, 302), ketür- (GT, 293), kitür- (GT,
306); keltür- ‘getirmek’ (İM, 550), ketür- ‘taşımak, getirmek’
(İM, 551); keltir- ‘getirmek’ (KK, 113); keltir- ‘getirmek’ (TZa,
193), ketir- ‘ay.’ (TZa, 197); getür- ‘getirmek’ (KH, 124); ketür-
‘getirmek’ (KFT, 1019); kiltir- ‘getirmek’ (MG, 192), kiltür- ‘ge-
tirmek, çevirmek, tercüme etmek’ (MG, 192), kitür- ‘ay.’ (MG,
197); keltir- ‘getirmek’ (DM, 90); ketür- ‘getirmek’ (ESL, 65).

KEMİL- ‘aşağı salınmak, inmek’ (EK).


[< *kemi- + (-l-)]
(ttkht.!)
KEMİR- ‘kemirmek’ (CC).
[< *kem- + (-ür-)]
OT: kemür- ‘to suck (marrow)’ (DLTa II, 8); ‘kemirmek’ (ME,
138); ay. (Kİ, 44); ay. (KEF, 224); kemir- ‘ay.’ (TZa, 194).

Clauson, morfolojik olarak *kem- fiilinin ettirgen biçimi oldu-


ğunu söyler (1972: 723). Bu tanıklanmamış fiil tabanı ET kev-
ile kökteş olabilir.
KEMİŞ- ‘fırlatmak, atmak; bırakmak, terk etmek; elinden kaçır-
mak, yitirmek; sonlandırmak’ (CC, EK).
[< ?]
ET: kemiş- ‘to throw away, abandon’ (EDPT, 724); OT: kemiş-
‘to throw’ (DLTa II, 20); ‘saldırmak, sürmek, çıkarıp atmak, bı-
rakmak’ (KB III, 238); ‘atmak’ (AH, XXXV); ‘бросать, класть,
ввергать, подстрекать’ (LST, 171); ‘atmak, salmak, bırakmak,
koymak, vermek; teklif etmek, ortaya atmak; koymak, yerleştir-
mek’ (RKT, 440-41); ‘atmak’ (ME, 138); ‘atmak; koymak; dol-
durmak; toplanmak; yarışmak’ (KE II, 326); ‘bırakmak, sürmek,
yaymak’ (MM, 230); ‘atmak, dökmek, koymak, bırakmak; ver-
328 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

mek; sermek, yaymak; meydana getirmek’ (NF III, 219); ‘düşür-


mek, bırakmak ve atmak’ (ML, 40); ‘atmak; bırakmak, salmak;
koymak, bırakmak, yerleştirmek; aktarmak, göndermek, vermek;
yarmak, kesmek’ (HKT, 715); ‘atmak’ (Kİ, 44); ‘mahvetmek, at-
mak’ (TA, 116); ‘atmak, bırakmak; aşağı koymak, indirmek; dök-
mek’ (KEF, 224); ‘to discard’ (İN, 95); ‘atmak, bırakmak; aşağı
koymak’ (İM, 550); ‘bırakmak, atmak, salmak’ (TZa, 194); ay.
(KH, 130); ‘atmak, fırlatmak’ (KFT, 1018); ‘salmak, bırakmak,
atmak’ (DM, 90).

KEMİŞİL- ‘dışarı çıkarılmak, kovulmak’ (CC).


[< kemiş- ‘to throw away, abandon’ (EDPT, 724) + (-il-)]

ET: kemişil- ‘to be cut off’291 (EDPT, 724; DTS, 297); OT: kemşil-
‘atılmak, atılarak verilmek; yere kapanmak’ (RKT, 441); kemişil-
‘atılmak, bırakılmak’ (KEF, 224); kemişil-, kemişül- ‘atılmak, bı-
rakılmak’ (İM, 550).

KEŊER- (bk. KEŊÄR-)


KEŊÄR- (ve ke ŋer-) ‘genişletmek, yaymak, açmak’ (EK).
[< ke ŋ ‘wide, broad’ (EDPT, 724) + (+ger-) veya ke ŋü- ‘to be-
come wide’ (DLTa II, 354) + (-(U)r-)]
Birinci analize göre (ttkht.!) Ancak eskicil örneğin yapısına
göre yapılan ikinci morfolojik izah için ET kėngür- ‘to wi-
den, broaden’ (EDPT, 733); kiŋür- ‘genişletmek’ (KB III,
258); ke ŋür- ‘to widen’ (DLTa II, 352) tarihî tanıklar vardır.
DLT’den sonra hiçbir metinde ke ŋür-’ün olmaması, ke ŋer-’in
EK veya öncesindeki Kıpçak dilinde bağımsız bir oluşumla
yani isim tabanı üzerine +GAr- ile oluştuğunu düşündürebilir.
Diğer yandan DLT’den sonra metinlere yansımayan ke ŋür-’ün
o süreçte ke ŋer- olup EK metinlerinde belirdiğini de söylemek
mümkün. oŋul-, köndür-, könül- gibi fiillerin sonraki dönem-
lerde yerini oŋal-, könder-, könel- varyantlarına bırakması bu
fiilde de ikinci olasılığın işlediğini akla getirir.
KEŊÄŞ- ‘istişare etmek, karşılıklı danışmak’ (CC).
291 Örnekten çıkartılan anlamdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 329

[< kė̄ nge- ‘to arrange one’s affair with someone else’ (DLTa II,
354) + (-ş-)]
ET: kėngeş- “In the sing. ‘to consult (someone Dat.); to discuss’
(with birle), in the Plur. ‘to take counsel with one another, have
a discussion’” (EDPT, 734; DTS, 299); OT: kiŋeş- ‘karşılıklı da-
nışmak’ (KB III, 258); kė̄ ŋeş-’to consult with someone’ (DLTa II,
353); kengeş- ‘совещаться’ (LST, 173); ‘istişare etmek, danışmak’
(RKT, 442); ‘danışmak’ (ME, 139); kėngeş- ‘danışmak, akıl al-
mak, istişare etmek’ (KE II, 327); ke ŋeş- ‘naradzać się, doradzać,
umówić się’ (HŞ, 94); ‘istişare etmek, danışmak, görüşmek’
(HKT, 716); keneş- ‘meşveret etmek’ (Kİ, 44); ‘danışmak’ (KEF,
224); ‘danışmak, müşavere etmek’ (İM, 550); keniş- ‘danışmak’
(TZa, 194), kinkeş- (TZa, 202).

KEŊÄRT- ‘yaymak, genişletmek’ (EK).


[< ke ŋer- ‘genişletmek’ + (-t-) veya ke ̄̇ ŋür- ‘to widen, broaden’
(EDPT, 733) + (-t-)]
Birinci olasılığa göre (ttkht.!) İkinci olasılığa göre ET’de
ke ŋürt- 292 ‘расширять, увеличивать’ (DTS, 624; EDPT, 733;
OTWF II, 776) ve OT ke ŋirt- ‘genişletmek’ (TZa, 194) örnek-
leri mevcuttur. Fiil tabanı olan ke ŋer-’in EK dışında hiçbir
tarihî metinde gözükmemesi EUT ke ŋürt- > OT ke ŋirt- ‘ge-
nişletmek’ (TZa, 194) silsilesinin devamında EK ke ŋert- olabi-
leceğini düşündürür.
KEŊLÄT- ‘genişletmek, yaymak’ (EK).
[< ke ŋ ‘wide, broad’ (EDPT, 724) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
KERÄK- ‘gerekli, lazım olmak, yaraşmak, uygun düşmek’ (EK).
[< kergä- 293 ‘to be stinted’ (EDPT, 743) + (-k-)]
OT: kerek- ‘gerekli olmak’ (RKT, 444); ‘gerekmek, gerekli ol-
mak’ (KE II, 329); ay. (MM, 230); ‘valere’ (MNb, 96); ‘gerekmek,
292 üklit- maddesinde.
293 Clauson, Huastuanift’teki neçe egsütümüz kergetimiz erser cümlesindeki kergetimiz’in
kergettimiz şeklinde okunabilmesinin mümkün olduğunu söylemektedir. Nitekim
DTS’de kergät- olarak yer alır (1969: 168).
330 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

gerekli olmak’ (NF III, 221); ay. (HKT, 716); kirek- ‘gerekmek,
icab etmek’ (GT, 304); kerek- ‘ay.’ (İM, 550); ay. (KFT, 1018); ki-
rek- ‘gerekmek, icâb etmek’ (MG, 196); kerek- ‘ay.’ (DM, 90).

KERÄKSİZLÄT- ‘gereksiz, faydasız kılmak’ (EK).


[< kergeksiz “normally ‘unnecessary’, but in some contexts
‘that ought not to be, improper’” (EDPT, 744) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
KERİL- ‘açılmak, yayılmak, çarmıha gerilmek; esnemek, gerin-
mek’ (CC, EK).
[< ker- ‘to stretch, spread out (something Acc.)’ (EDPT, 745) +
(-il-)]
ET: keril- ‘to be stretched’ (EDPT, 745; DTS, 301); OT: keril- ‘to
yawn and stretch’ (DLTa II, 32); ‘gerilmek’ (KE II, 329); ay. (GT,
292); kiril- ‘gerinmek’ (KK, 115).

KERİŞ- ‘gerinmek, yayılmak’ (EK).


[< ker- ‘to stretch, spread out (something Acc.)’ (EDPT, 745) +
(-iş-)]
ET: keriş- ‘to pull one another; to quarrel’ (EDPT, 747); OT:
keriş- ‘to help someone stretch; to vie’ (DLTa II, 14); ‘çekişmek’
(ME, 141); ‘kavga etmek, didişmek’ (GT, 293).

KERT- ‘çentik açmak, kertmek’ (CC).


[< *kär(X)- veya *ker- + (-t-)]
OT: kert- ‘to notch’ (DLTa II, 369); kirt- ‘kertmek, çintmek’ (ML,
41); kert- ‘cimada çekmek; çekmek’ (TA, 117); kerit- ‘kertmek’
(TZa, 195); kirt- ‘kertmek’ (MG, 196).

Berta, *ker(X)- gibi bir tabana dayandırır ve TZ kerit- örneği-


ni de bunun destekleyicisi olarak sunar (1996: 171). Gülensoy,
Moğ. kerçi- vasıtasıyla Ana Altayca kerti- biçimi ve kert- <
*ker-t- analizini verir (2007: 499). Her iki şekilde de farazi
tabanın ettirgenlik ile genişlediğini söylemek mümkün.
KERTİR- ‘anlamında olmak, anlamına gelmek’ (CC).
[< kertür- ?]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 331

Clauson, DLT kertür- fiilini tanıklarken, CC’nin bu örneğini


kullanır ve bunların muhtemelen aynı sözcük olduğunu, başka
açık bir alternatifin olmadığını dile getirir. Clauson, CC’deki
cümleyi çevirirken, kertür- fiiline karşılık önce ‘to mean’ ve-
rir, bununla birlikte parantez içinde ‘to comprise’, ‘to cover’
çevirilerini ekler (1972: 740).
Karaşlar da Clauson ile hemfikirdir (2012: 431).
KESÄKLÄ- ‘kesmek, parçalara ayırmak’ (EK).
[< kesek ‘piece of something’ (DLTa I, 299) + (+le-) krş. Moğ.
kesegle- (ḫesegle-) ‘to cut, break, or divide into parts, strips,
groups’ (MED, 459)]
(ttkht.!)
KESÄT- ‘ürkütmek, korkutmak, cesaretini kırmak’ (CC).
[< Moğ. kese- + (-t-) (?)]
OT: keset- ‘разделить, разбить на куски’ (LST, 175), ancak an-
lamsal bağı yoktur.

Räsänen bu sözcüğün Türk dillerindeki paralellerini verir ve


Moğ. kese- ‘warnen, bestrafen’ ile karşılaştırır (1969: 406).
Türk dillerindeki paralellerin arasından Tel. kezet- ‘drohen,
schrecken einflössen’ CC’deki anlam ile birebir aynıdır.
Berta, bu fiili ḳ ıs- fiili altında değerlendirir ve asli biçimi ḳ ısıt-
gibi kabul eder (1996: 252). Fakat Türk dillerindeki veriler bu
fiilin o şekilde okunmaması gerektiğini gösterir.
Karaşlar, bu fiili Moğolca kese- tabanının üzerine -t- ettirgen-
lik ekinin gelmesi ile açıklar (2012: 406).
KESḪÄLÄ- (bk. KESKÄLÄ-)
KESİL- ‘kesilmek, parçalarına ayırılmak’ (EK).
[< kes- ‘to cut,cut off’ (EDPT, 748) + (-il-)]
ET: kesil- ‘to be cut, cut off, severed’ (EDPT, 750); OT: kesil-
‘kesilmek’ (KB III, 242); ‘to be cut’ (DLTa II, 32); ‘bir yerden
ayrılmak, göç etmek, hicret etmek; ayrı durmak, ayrılmak, uzak
durmak; kesilmek’ (RKT, 445-46); ‘kesilmek, kopmak’ (ME,
140); ‘kesilmek’ (KE II, 330); ay. (MM, 230); ‘być odciętym’ (HŞ,
95); ‘kesilmek; durmak, dinmek; ayrı düşmek, ayrılmak’ (NF III,
332 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

222); ‘bir nesne keskin bir şey ile yarılmak’ (ML, 41); ‘kesilmek;
yok edilmek, ortadan kaldırımak; kopmak, sona ermek; parçalan-
mak, parça parça edilmek; sona erdirilmek, tamamlanmak; biçil-
mek, her şeyden vazgeçip yönelmek’ (HKT, 719); ‘kesilmek; sona
ermek, ayrılıp kurtulmak, uzaklaşmak’ (KEF, 224); ‘kesilmek’
(GT, 293), kisil- (GT 305); ‘kesilmek’ (İM, 551); ay. (KK, 114); ay.
(TZa, 196); ‘być odciętym’ (BM, 59); ‘kesilmek’ (KFT, 1019); ki-
sil- ‘ayrılmak, kopmak’, (MG, 196); kesil- ‘kesilmek, sona ermek,
bitmek’ (ELS, 65).

KESİLMÄGÄNLÄN- (bk. 1.3.3)


KESİN-294 ‘gizlenmek’ (EK).
[< kes- ‘to cut,cut off’ (EDPT, 748) + (-in-)]

OT: kesin- ‘to cut for itself’ (DLTa II, 41).

KESİŞ- ‘birbirini kesmek; uzlaşmaya, anlaşmaya varmak’ (EK).


[< kes- ‘to cut, cut off’ (EDPT, 748) + (-iş-)]

ET: kesiş- “usually for ‘to help to cut’, or as a Recip. ‘to intersect’,
but w. some extended meanings, esp. in SW Osm. where it also
means ‘to conclude (an agreement), to settle (an account), to draw
(a game)’ etc.” (EDPT, 752); OT: kesiş- ‘to help someone cut’
(DLTa II, 15); ‘(ilgiyi) kesişmek’ (ME, 140); ‘kesişmek; bir işte
uyuşmak; ilgiyi kesmek’ (KEF, 224).

KESKÄLÄ- (ve kesḫälä-) ‘kesmek, kıymak, dilmek’ (EK).


[< kes- ‘to cut, cut off’ (EDPT, 748) + (-kele-)]
(ttkht.!)
KESKÄLÄN- ‘kesilmek, koparılmak, parçalara bölünmek’ (EK).
[< keskälä- + (-n-)]
(ttkht.!)
KESTİR- ‘kestirtmek; idam ettirmek; bedel belirletmek’ (EK).
[< kes- + (-tür-)]
294 Sadece közdän kesin- deyimsel birleşik fiili içinde.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 333

ET: kestür- ‘to get something cut’ (OTWF II, 805); OT: kestür-
‘to give a task of cutting’ (DLTa II, 60); kistür- ‘kestirmek’ (MG,
196).

KESTİRT- ‘kestirtmek’ (EK).


[< kestür- ‘to get something cut’ (OTWF II, 805) + (-t-)]
(ttkht.!)
KETÄR- (ve ketir-) ‘yok etmek, ortadan kaldırmak; temizlemek;
yükseltmek; harcamak, tüketmek’ (CC, EK).
[< kėt- “‘to go’ usually specifically ‘to go away’” + (-er-)]
ET: kėter- ‘to send away, take away, remove’ (EDPT, 705); ki-
ter- ‘gidermek’ (KB III, 265); kėter- ‘to remove’ (DLTa II, 247);
kiter- ‘gidermek’ (AH, XXXIX); ‘удалять, отделять’ (LST, 176);
kiter- ‘gidermek, yok etmek, ortadan kaldırmak’ (RKT, 470); ‘gi-
dermek’ (ME, 146); kiter- ‘gidermek, yok etmek, uzaklaştırmak’
(KE II, 365), kitür- ay. (KE II, 365); kėter- ‘gidermek, yok etmek’
(MM, 230); kiter- ‘eliminare’ (MNb, 96); keter- ‘gidermek, yok
etmek; sürmek, kovmak, kovalamak; çekmek, çıkarmak’ (NF III,
222); kiter- ‘gidermek, uzaklaştırmak; bir yana alıkomak’ (ML,
42); gidermek, uzaklaştırmak, kaldırmak’ (HKT, 741); kiter- ‘or-
tadan kaldırmak, gidermek’ (AOYB, 222), gider- ‘gidermek, or-
tadan kaldırmak’ (AOYB, 213); ‘gidermek, uzaklaştırmak, yok
etmek’ (KEF, 232); kėder- ‘to remove; to avoid’ (İN, 96); kiter-
‘gidermek’ (GT, 306); keter- ‘ortadan kaldırmak, gidermek’ (İM,
551), kiter- ay. (İM, 555); keter- ‘gidermek’ (KK, 114); gider- ‘gi-
dermek’ (KH, 124); kider- ‘gidermek’ (KFT, 1021); kiter- ‘gider-
mek, uzaklaştırmak’, (MG, 197); kider- ‘gidermek, yok etmek’
(ESL, 67).

KETÄRĠÄLÄ- ‘harcamak, çarçur etmek’ (EK).


[< kėter- ‘to send away, take away, remove’ (EDPT, 705) +
(-kele-)]
(ttkht.!)
KETİR- (bk. KETÄR-)
KEYDİR- (ve kiydir-) ‘giydirmek’ (CC, EK).
[< keḏ- ‘to put on, or wear (clothing)’ (EDPT, 700) + (-tür-)]
334 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ET: keḏ ür- ‘to dress (someone Dat.) in (something Acc.)’ (EDPT,
705; DTS, 293); OT: keḏ ür- ‘giydirmek’ (KB III, 235); keḏ ür- ‘to
have someone put on’ (DLTa II, 3); keydür- ‘giydirmek’ (ME,
140); keḏ dür- ‘giydirmek’ (KE II, 312), keydür- ‘giydirmek’ (KE
II, 331); kėydür- ‘giydirmek’ (MM, 230); keydür- ‘włożyć (na
kogo), ubrać (kogo)’ (HŞ, 93); keydür- ‘giydirmek, takmak’ (NF
III, 223); ‘giydirmek; kaplamak, örtmek’ (HKT, 721); ‘geydirmek’
(Kİ, 47); keydir-, kiydir- ‘giydirmek’ (GT, 293), keydür- (GT, 293);
keydür- ‘giydirmek’ (İM, 551); ‘ubrać, włożyć na kogo’ (BM, 59);
kiydür- ‘giydirmek’ (MG, 198).

KEYİN- (ve kiyin-) ‘giyinmek, kuşanmak, donanmak’ (CC, EK).


[< keḏ- ‘to put on, or wear (clothing)’ (EDPT, 700) + (-in-)]
(ttkht.!)
KEZDİR- ‘gezdirmek, gezmesi için salmak’ (EK).
[< kez- ‘to travel, walk about, traverse’ (EDPT, 757) + (-tür-)]

OT: kezdir- ‘обносить, заставит обойти’ (LST, 169); kezdür-


‘gezdirmek’ (ME, 141); ay. (KE II, 331); ay. (Kİ, 48); ‘dolaştırmak,
gezdirmek’ (KK, 114).

KILA- (bk. KLÄ-)


KISPISLA- (ve pıspısla-) ‘arkasından konuşmak, iftira etmek, kö-
tülemek, istihza etmek, iğnelemek’ (EK).
[< ḳ ıspıs / pıspıs ‘yansıma taban’ + (+la-)]
(ttkht.!)
KİYDİR- (bk. KEYDİR-)
KİYİN- (bk. KEYİN-)
KİÇİ- ‘kaşınmak, gicişmek’ (CC, EK).
[< ?]

OT: kiçi- ‘to itch’ (DLTa II, 284); ‘kaşınmak’ (Kİ, 48); ay. (KEF,
231).

Clauson, etimolojik olarak bir açıklama yapmaz (1972: 695).


KİÇİLÄN- ‘küçülmek, ufalmak’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 335

[< kiçigle- ‘to consider someone to be small’ (DLT II, 323) +


(-n-) veya < kiçig “‘small’, with some extended meanings like
‘puppy’” (EDPT, 696) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
EK örneği DLT’deki tabandan oluşmuş gözükmemektedir. Do-
layısıyla doğrudan kiçig tabanına dayanıyor olmalıdır.
KİLÄ- ‘huzursuzlanmak, huysuzlanmak, mızmızlanmak’ (CC)
[< ?]
(ttkht.!)
Bu fiil CC bilmecelerinde geçmektedir:
Buga, tonguz kışlamış,
Ol kış kata kilegendir. (Güner 2016: 130)
Németh; Bang’in bu sözcüğü kila- ‘schnarchen, röcheln’ [hor-
lamak, böğürmek] şeklinde anlamlandırdığı; fakat bunun
‘kommend’ [gelecek, gelmekte olan, sıradaki] anlamına gel-
diğini belirtir (1913: 605). Fakat Németh’in bunu kila- için mi
yoksa kilagan verisi için mi söylediği açık değildir. Verdiği
anlamı bir fiil anlamı olmadığına göre ikinci olasılık söz konu-
su olmalıdır. Yalnız bu sözcük öyle olsa bile, fiilin CC’de istik-
rarlı bir biçimde kel- olduğunu da göz önünde tutmak gerekir.
Tietze kile- verisini (yazıda kilä-) müstakil olarak ele almaz,
ve çevirisinden anlaşıldığı üzere bu fiilin anlamı ‘to cry for
(somebody)’ veya ‘to entreat’ olarak çevirir (1966: 124). Drim-
ba bu fiili ‘şikayet etmek’ (1990: 98), Mollova ‘hata yapmak’295
(1996: 246), Garkavets ‘sızlanmak’ olarak çevirmiştir (2007:
78).
Yukarıda belirtildiği üzere bu fiil ‘gelmek’ manasıyla kil- ola-
maz. Fiilin kıl- olma ihtimali öncekine nazaran çok daha yük-
sektir. Bununla birlikte bu fiilin EK klä- fiilin ilk izi olma ola-
sılığı da göz önünde bulundurulmalıdır.
KİLÄN- (ve klän-) ‘hevese kapılmak, arzulamak; rica etmek, yal-
varmak’ (EK).
[< kilä- + (-n-)]
(ttkht.!)
295 Bu anlam Mollova’nın eldeki verileri qata (< Ar. hata) qıl- olarak yorumlaması
sonucu ortaya çıkar. Kendisi kilä- gibi bağımsız bir fiil varsaymaz.
336 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

KİRİK- ‘katılmak, uyum sağlamak, anlaşmak’ (CC).


[< kir- ‘to enter’ (EDPT, 735) + (-ik-)]
Berta, bu sözcüğü kir- fiiline dayandırır (1996: 195; ayrıca bk.
Karaşlar, 2012: 305). DLT’de bir kirik- fiili olmakla birlikte
bu sözcük kir ‘kir’ ismine dayanmaktadır (bk. Clauson, 1972:
743).
KİRİŞ- ‘(borca) girmek’ (EK).
[< kir- ‘to enter’ (EDPT, 735) + (-iş-)]
OT: kiriş- ‘to vie with someone in entering’ (DLTa II, 14); ‘giriş-
mek’ (ME, 145); ay. (Kİ, 49); ‘girişmek, kalkışmak’ (KEF, 231);
ay. (GT, 304); ‘girişmek, karşılıklı girmek’ (İM, 554); ‘girişmek’
(MG, 196).

KİRLÄN- ‘kirlenmek, lekelenmek’ (EK).


[< kir ‘dirt, filth, defilement’ (EDPT, 735) + (+le-n-)]
OT: kirlen- ‘to be soiled’ (DLTa II, 88); ‘kirlenmek’ (ME, 145).

KİRLÄT- ‘lekelemek, kirletmek’ (EK).


[< kir ‘dirt, filth, defilement’ (EDPT, 735) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
KİŞİNÄ- (bk. KİŞNÄ-)
KİŞNÄ- (ve kişinä- ) ‘kişnemek’ (CC, EK).
[< kişine- ?]
OT: kişne- ‘to neigh’ (DLTa II, 304); ‘ржать’ (LST, 181); ‘kişne-
mek’ (Kİ, 50); ay. (TA, 120); ay. (KEF, 231); ay. (TZa, 202); ‘rżeć
(o koniu), wydawać rżenie’ (BM, 60).

Clauson, bu sözcüğün morfolojik olarak kişen ‘a horse’s hobb-


le; fetters, leg-irons’ sözcüğünden türeme olduğunu söylemek
ile birlikte bariz bir semantik bağlantının olmadığı ifade eder
(1972: 754). Levitskaya vd. ise fiilin öncelikle *kiş yansıma ta-
banı (EAT’deki kişirti ‘kişneme’ örneğine istinaden) daha son-
ra da ikincil *kişin/*kişiŋ/*kişe ŋ yansıma tabanı üzerine gelen
+A- eki ile türetildiğini düşünmektedir (ESTY 1997: 80). İki
heceli yansıma tabanların /l/ veya /r/ ile bittiği düşünüldüğün-
de bu izah çok sağlam gözükmez.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 337

KİYİKLÄN- ‘yabanileşmek, azgınlık yapmak; çıldırmak, cinnet


geçirmek’ (EK).
[< keyikle- ‘polować na zwierza’ (BM, 59) veya < kėyik “origi-
nally a generic term for any ‘wild four-legged game animal’;
hence used as a N. for specific wild animals, deer, wild goat,
etc., and as an Adj. for ‘wild, untamed’, and the like” (EDPT,
755) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
Fiil, görünüşe göre, ikinci olasılıkla türetilmiştir; zira keyikle-
‘(hayvan) avlamak’ anlamındadır.
KİYİNDİR- ‘giydirmek’ (EK).
[< kiyin- + (-tür-)]
(ttkht.!)
KLÄ- (ve kıla-) ‘istemek, niyetlenmek; rica etmek, talep etmek’
(EK).
[< tile- ]
(ttkht.!)
Tarihî kaynaklarda görülmeyen bu fiil, çağdaş Türk dillerin-
den Karaycada ortaya çıkar: kile- (kle-, kilä-, klya- varyantları
ile) ‘желать, хотеть; благоволить; просить’ (KRPS, 1974:
319). Michał Németh, Lutsk Karaycasının ses sistemine iliş-
kin yazısının “[i]’nin önünde /t/ ve /d/’in fonetik değeri” baş-
lığında; Haliç Karaycasında /i/ önünde /t/ ve /d/’nin /ḱ/ ve /
ǵ/ ile nöbetleştiğini belirtir ve bu ses nöbetleşmesinin de Batı
Ukrayna diyalektlerinin tipik bir özelliği olduğunu, dolayısıy-
la Ukraynaca kaynaklı olduğunu dile getirir (2011: 80-85). Bu
bilgi EK kile-’nin aslında tile- fiilinin bir formu olduğunu 296,
Karaycadaki hadisenin de XVI-XVII.yy.’larda kayda geçtiğini
gösterir.
KLÄT- ‘istetmek’ (EK).
[< kilä- + (-t-)]
(ttkht.!)
296 kle- fiilinin tilä-’ye eşit olduğunu aslında ilk Omeljan Pritsak belirtmiş; ancak
herhangi bir yorum vermemiştir (1998: 127).
338 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

KLÄTTİR- ‘isteklendirmek, niyetlendirmek’ (EK).


[< klät- + (-tür-)]
(ttkht.!)
KÖBÖ- ‘şişmek, kabarmak’ (CC).
[< köp ‘abundant, luxuriant’ (EDPT, 686) + (+ü-)]
(ttkht.!)
Gabain (1998: 83) ve Karaşlar (2012: 281-82) fiili köp ‘çok’ is-
mine bağlar. Fiilin bir önceki formu *köbü- olmuş ve ilerleyici
benzeşme ile ikinci hecesi genişlemiş olmalıdır.
KÖBÜKLÄT- ‘köpük saçmak, köpürtmek’ (EK).
[< köpük ‘froth, foam’ (EDPT, 689) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
KÖÇÜR- ‘göçmesini sağlamak, yerini değiştirmek, taşımak; is-
tinsah veya kopya etmek; tercüme etmek’ (CC, EK).
[< köç- ‘göçmek’, (KB III, 274) + (-ür-)]
ET: köçür- “‘to cause to migrate’, with some extended meanings”
(EDPT, 699; DTS, 311); köçür- ‘to make someone move or migra-
te’ (DLTa II, 3); ‘göçürmek, yok etmek’ (AH, XXXIX); ‘göçür-
mek, göç ettirmek’ (KE II, 377); ‘göçürmek’ (AOYB, 223); ‘gö-
çürmek, nakletmek’ (KEF, 235).

KÖÇÜRÜL- ‘nakledilmek; istinsah veya kopya edilmek; tercüme


edilmek’ (EK).
[< köçür- ‘to cause to migrate’ (EDPT, 699) + (-ül-)]
(ttkht.!)
KÖGÄR- ‘mavi olmak, maviye dönmek’ (EK).
[< kök ‘sky-coloured, blue, blue-grey’ (EDPT, 708) + (+er-)]
ET: köker- ‘to be or become blue/grey/green’ (OTWF II, 501);
OT: kö ̄ ker- ‘to turn grey; to become sky-colored’ (DLTa II, 7);
köger- ‘filizlenmek, çıkmak; mavileşmek; küflenmek’ (ME, 148);
köker- ‘göğermek; yeşermek, yeşillenmek’ (KE II, 379); köger-
‘mavileşmek’ (ML, 95); köker- ‘a bruise to appear’, (İN, 96); kö-
ger- ‘küflenmek’ (GT, 308); köker- ‘göğermek’ (TZa, 206); göger-
‘göğermek, küf rengini almak’ (KH, 124).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 339

KÖGÄRT- (ve gögärt-) ‘göğertmek, morartmak (o dereceye gele-


ne vurmak)’ (EK).
[< köker- ‘to be or become blue/grey/green’ (OTWF II, 501) +
(-t-)]

OT: kökert- ‘yeşillendirmek’ (KE II, 379).

KÖKRÄ- ‘kükremek, gürlemek’ (CC, EK).


[< kü ‘yansıma taban’ + (+kire-)]

ET: kükre- ‘to roar, bellow, thunder’ (OTWF II, 471; EDPT, 713;
DTS, 313)297; OT: kökre- ‘kükremek’ (KB III 275); ‘to roar; to
bray; to thunder’ (DLTa II, 295); kükre- ‘kükremek’, (ME, 154);
kökre- ‘kükremek; şimşek çakmak, (gök) gürüldemek’ (KE II,
379); ‘ryczeć; grzmieć’, (HŞ, 101); ‘греметь’ (MNa 203), kükre-
‘procedere tonando; ruggire’ (MNb, 96); kökre- ‘gürlemek’, (Kİ,
51); kükre-, küküre- ‘kükremek, gürlemek’ (KEF, 240); kökre-
‘kükremek’ (TZa, 207).

Clauson, bu fiili etimolojik olarak kök ‘gök’ ile ilişkilendirmiş-


tir (1972: 714). Erdal ise kök sözcüğünün uzun /ö/ taşıdığını, bu
yansıma fiilin ilk hecesinin ise kısa ve /ü/ olduğunu belirterek
Clauson’un iddiasını çürütür (1991: 471).
KÖKRÄT- ‘gürüldetmek’ (EK).
[< kükre- ‘to roar, bellow, thunder’ (OTWF II, 471) + (-t-)]

ET: kükret- ‘to cause to thunder or roar’ (OTWF II, 779).

KÖLGÄLÄN- ‘gölgeye sığınmak, gölgelenmek’ (EK).


[< kölige ‘shadow, shade’ (EDPT, 718) + (+le-n-)]

OT: köligelen- ‘gölgede oturmak’ (ME, 149); ‘gölgelenmek’ (İM, 557).

KÖLGÄLÄNDİR- ‘gölgesine sığındırmak, gölgelendirmek’ (EK).


[< köligelen- ‘gölgede oturmak’ (ME, 149) + (-tür-)]
(ttkht.!)
KÖLGÄSİZLÄN- ‘gölgesiz olmak, gölgelenmemek’ (EK).
297 EDPT ve DTS’de kökre- şeklindedir.
340 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< kölegäsiz, kölgäsiz ‘без тени, нетенистый, незатененный,


незатеняемый, бессумрачный’ (KS, 724) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
KÖMDÜR- ‘gömdürmek’ (EK).
[< köm- “‘to bury’, both specifically for ‘to bury’ (the dead)
and more generally for burying something in the ground, as-
hes” (EDPT, 721) + (-tür-)]

OT: kömtür- ‘to have somebody bury something’ (DLTa II, 60);
kömdür- ‘gömdürmek’ (HKT, 754).

KÖMÜL- ‘gömülmek’ (CC, EK).


[< köm- “‘to bury’, both specifically for ‘to bury’ (the dead)
and more generally for burying something in the ground, as-
hes” (EDPT, 721) + (-ül-)]

OT: kömül- ‘gömülmek’ (KB III, 276); ay. (ME, 149); ay. (KE II,
380); ‘gömülmek, saplanmak’ (NF III, 259); ‘gömülmek’ (HKT,
754); kömil-, kömül- ‘ay.’ (İM, 557); kömül- ‘ay.’ (KFT, 1024).

KÖMÜRLÄN- ‘kömüre bulanmak veya kömürleşmek’ (EK).


[< kömür ‘charcoal’ (EDPT, 723) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
KÖNDER- ‘doğrultmak, düzeltmek’ (CC).
[< köndger- < *köndgür- < *könit- + (-gür-)]

OT: köndger- ‘to straighten; to struggle with someone until one


confesses; to guide’ (DLTa II, 367), könger- ‘ay.’ (DLTa II, 61);
könkär- ‘поправлять, нажаливать’ (LST, 184); könder- ‘yönelt-
mek, çevirmek’ (ME, 149); ‘göndermek’ (AOYB, 223); ay. (Kİ, 51);
‘göndermek, yollamak’ (İM, 557); ay. (TZa, 207); ‘odprawadzać,
żegnać’ (BM, 61); ‘koymak, bırakmak’ (MG, 200).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 341

Clauson, bu fiilin morfolojik olarak *könt isim tabanından


türemiş gözüken geçişli bir fiil olduğunu, önceleri könit- ve
köndür- ile eş anlamı olduğunu, fakat sonradan anlamsal ola-
rak genişleme yaşadığını ifade eder (1972: 730). Dankoff ve
Kelly, fiili kön- altında gösterir (1985: 109). Erdal, könker- bi-
çimi için iki ihtimal verir: I) köni ‘straight, upright’ sözcüğün-
den *köni+gar- gibi bir ekleşme ve akabinde ses düşmesi ile
oluşum; II) *kön-(X)k-er- oluşumu. köndger- biçimi için ise
öncelikle DLT’deki örneklerin yazımı üzerinde durur ve fiilin
yazmada üç kez köndgür-, bir kez köndger-, iki kez de son
ünlü belirtilmeden yazıldığını, bunlardan birine de ikinci bir
el tarafından bir A (elif) eklendiğini söyler ve Dankoff bunları
köndger- olarak kayda geçirmiş olsa bile yazımın köndgür-
lehine olduğunu söyler. Sonuç olarak bu köndger- biçimin ya
kön-it-gür ekleşmesi ile ya da /d/ parazitik ses ile meydana
geldiğini ifade etmektedir (Erdal 1991: 744). Berta, bu fiili
kön- tabanına bağlar ve -(X)t-gAr- ekleri ile genişlediğini var-
saymakla birlikte bu biçimin Erdal’ın öne sürdüğü könker- ve
köndgür-’ün kontaminasyonu ile ortaya çıktığını belirtir (Ber-
ta 1996: 201). Karaşlar bu veriyi könit- fiil tabanına -Ar- et-
tirgenlik ekini getirerek izah eder (2012: 288).298Fakat en eski
örneklerde könter- ya da könder- bulunmaz.
KÖNÄL- ‘bir şeye kabiliyetli olmak’ (CC).
[< kön- ‘to be, or become (physically) straight’299 (EDPT, 726)
+ (-el- < -ül-)]
Tarihî tanıklar için bk. könül-.
Ne ET’de ne de tarihî Kıpçak metinlerinde ikinci bir könel-
biçimine rastlanmaz. Bu durum da fiilin aslında ET könül- fi-
ilinden başkası olmadığını göstermektedir. Berta da bu fiili
kön- maddesinde -(X)l- eki ile vermektedir (Berta, 1996: 200).
Dolayısıyla fiilde sadece fonetik gelişme söz konusudur. Ka-
raşlar, bu sözcüğü kön- fiilinden genişleyen *köne- tabanı üze-
rine gelen edilgenlik eki ile açıklar (2012: 319).
298 Karaşlar, Clauson’un ifadesini yanlış değerlendirerek, onun bu fiili könit-’e
dayandırdığını söyler. Doğrusu yukarıdaki gibidir.
299 Bununla birlikte, Clauson bu fiilin çok geniş bir anlam yelpazesine sahip olduğunu
söyler.
342 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

KÖNÄN- ‘tatmin olmak, hoşnut olmak; ikna olmak, uzlaşmak;


güvenmek’ (CC, EK).
[< kön- ‘to be, or become (physically) straight’ (EDPT, 726) +
(-en- < *-ün-)?]

OT: künän- ‘nimet ve izzet sahibi olmak’ (Kİ, 55).

Özyetgin, Kİ’de bulunan verinin etimolojik izahı hakkında


şunları söyler: “Kİ künen- şeklini, özellikle Türkiye Türkçesin-
de geçen ve gününü gün etmek, gün sürmek, gününü görmek
ifadelerinde geçen gün < kün isminden tün’den tüne- tarzında
kurulan ve gramatikal olarak zaman isimleri üzerine gelen +e-
ile teşkil edilmiş küne- ve dönüşlü şekli künen- olarak düşü-
nülebilir. Hem semantik hem de gramatikal bakımdan fiili bu
şekilde kurmak mümkündür.” (2001: 573).
Özyetgin, bu düşüncesini pekiştirmek adına TA’daki künlen-
‘bewundern’ örneğini vermiştir; fakat TA künle- ‘imrenmek,
gıpta etmek’ (Toparlı vd. 2000: 126) ve diğer Memluk-Kıpçak
eserlerindeki künile- fiilinin paralel anlamda olduğunu dikkate
almamıştır. Diğer yandan /ö/’lü varyant tarihî ve çağdaş Türk
dillerinde diğerine göre daha baskındır ki bu durum CC ve EK
metinleri için de geçerlidir. Tietze, Türkçedeki gönen- için eti-
molojik yorum yapmaz (bk. 2009: 213). Gülensoy ise Özyetgin
ile aynı şekilde düşünmektedir (2007: 382). Berta, bu fiile yer
vermez, kön-, kün- taban fiilinde de görülmediği için bu fiil
ile ilişkilendirmediğini anlamak mümkündür. Karaşlar, könel-
fiilindeki düşüncesi gibi, fiili önce kön- fiiline daha sonra da
*köne- farazi fiil gövdesine bağlar (2012: 355).
Söz konusu fiil, kön- fiilinden -(X)n- dönüşlülük eki türetilmiş,
aġınan-, dönen- fiiline benzer bir fonolojik gelişme yaşamış ve
anlamca kök anlamından uzaklaşmış olabilir.
KÖNÜL- ‘doğru, gerçek olarak algılanmak; kendini doğrulamak,
haklılığını ortaya çıkarmak’ (EK).
[< kön- ‘to be, or become (physically) straight’ (EDPT, 726) +
(-ül-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 343

OT: könül- ‘doğrulmak’ (KB III, 289); ‘doğru yola girmek’ (RKT,
488); ‘doğru olmak’ (ME, 149); ‘doğrulmak, düzelmek’ (KE II,
382); ‘być prostym, wyprostowannym; prowadzić (o drodze)’ (HŞ,
102); ‘doğru yolu bulmak, hidayete ermek’ (HKT, 757); ‘yönel-
mek, doğrulmak’ (KEF, 236); ‘doğru yola girmek’ (İM, 557); gö-
nül- ‘yönelmek, müteveccih olmak, bir ciheti tutup gitmek’ (İH,
21).

KÖNÜLÄT- ‘gerçeği kanıtlamak, doğruluk için tanıklık yapmak;


kehanette bulunmak’ (EK).
[< köne, köni ‘straight; upright’ (EDPT, 726) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
KÖNÜLT- ‘gerçekliğini, doğruluğunu göstermek’ (EK).
[< könül- ‘doğrulmak’ (KB III, 289) + (-t-)]
OT: könült- ‘doğrultmak’ (ME, 149).

KÖNÜSÜZLÄN- ‘adaletsiz olmak, dürüst davranmamak’ (EK).


[< könüsüz ‘несправедливый, неправедный, неправосудный,
незаконный’ (KS, 728) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
KÖNÜSÜZLÄT- ‘doğru olmayan, adil olmayan eylemlere yönelt-
mek’ (EK).
[< könüsüz ‘несправедливый, неправедный, неправосудный,
незаконный’ (KS, 728) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
KÖŊÜLLÄN- ‘kendini belli bir şekilde hissetmek, bir duyguya
kapılmak’ (EK).
[< köŋül “‘the mind’, as a thinking organization; ‘thought’ as
the product of the mind, and the like. Later, when the heart
was taken to he the thinking organization it was also used in a
physical sense for ‘the heart’, in addition to, or substitution for,
yürek” (EDPT, 731) + (+le-n-)]
OT: köŋüllän- ‘‘to determine to do something’ (DLTa II, 359).

KÖPLÄ- ‘çoğaltmak, artırmak’ (EK).


344 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< köp ‘abundant, luxuriant’ (EDPT, 686) + (+le-)]


(ttkht.!) Bununla birlikte köpleş- ‘çoğalmak’ (HKT, 758) ve
köpleş- ‘çoğalmak, çok sayıda olmakla övünmek’ (KEF, 236)
örnekleri görülmüştür.
KÖPLÄN- ‘çoğalmak, üremek’ (EK).
[< köplä- + (-n-)]
(ttkht.!)
KÖPLÄT- ‘artırmak, çoğaltmak’ (EK).
[< köplä- + (-t-)]
(ttkht.!)
KÖRGÜZ- (ve görgüz-) ‘göstermek, sergilemek, ortaya koymak,
açıklamak’ (CC, EK).
[< kör- “basically ‘to see (something Acc.)’ with several exten-
ded meanings like ‘to experience (something Acc.); to look to,
i.e. obey (someone Dat.)’” + (-güz-)]
OT: körgüz- ‘göstermek’, (RKT, 492); körküz- ‘ay.’ (ME, 150);
körgüz- ‘ay.’ (KE II, 389); ‘kazywać, wskazywać’ (HŞ, 102),
körküz- (HŞ, 103); körgüz- ‘показать’ (MNa, 202); ‘göstermek’
(NF III, 262); ay. (ML, 46); körküz- ‘göstermek; gösteriş yapmak’
(HKT, 762); körgüz- ‘göstermek’ (AOYB, 223); körküz- ‘ay.’ (Kİ,
52); körgüz- ‘to show’ (RH, 65); körkiz- ‘göstermek’ (KEF, 236),
körküz- (KEF, 237); körgüz- ‘ay.’ (GT, 310); körküz- ‘ay.’ (İM,
558); körgüz- ‘ay.’ (KK, 117); körküz- ‘ay.’ (TZa, 208); körgüz-
‘ay.’ (KFT, 1025); ay. (MG, 202).

KÖRKÄT- (bk. KÖRKÄYT-)


KÖRKÄY- ‘güzel, çekici, hoş olmak; süslenmek, şık giyinmek’
(EK).
[< körk “basically ‘something visible; shape, form’, and the
like; but by XIth cc. ‘something worth seeing’” (EDPT, 741) +
(+eḏ-)]
OT: körke ̄ḏ-/körket- ‘to have a beautiful complexion’ (DLTa II,
133).

KÖRKÄYT- (ve körkät-) ‘güzelleştirmek, süslemek’ (EK).


TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 345

[< körke ̄ḏ- ‘to have a beautiful complexion’ (DLTa II, 133) +
(-t-)]
OT: körkät- ‘ozdabiać’ (HŞ, 102).

KÖRKÄYTTİR- ‘güzelleştirtmek’ (EK).


[< körket- ‘ozdabiać’ (HŞ, 102) < *körkäyt- + (-tür-)]
(ttkht.!)
KÖRKLÜLÄN- ‘güzel, yakışıklı olmak’ (EK).
[< körklüg “basically ‘having the shape of’” (EDPT, 743) +
(+le-n-)]
OT: körklüglen- ‘güzelleşmek’ (KE II, 391).

KÖRKLÜLÄT- ‘yenilemek, tazelemek, güzelleştirmek’ (EK).


[< körklüg “basically ‘having the shape of’” (EDPT, 743) +
(+le-t-)]
(ttkht.!)
KÖRKSÜZLÄN- ‘güzelliğini yitirmek, çirkinleşmek’ (EK).
[< körksüz ‘çirkin’ (KB III, 285) + (+le-n)]
(ttkht.!)
KÖRLÄ- ‘horlamak, horuldamak’ (CC).
[< *ḳor/*ḫor ‘yansıma taban’ + (+la-)]
OT: ḫorla- ‘horlamak’ (TZa, 173); ḫorla- ‘uykuda burundan ses
çıkarmak’ (İH, 24), ḳorla- ‘(at) yem torbasını görünce boğazından
ses çıkarmak’ (İH, 31).

KÖRÜL- ‘görülmek, tespit edilmek; incelenmek, değerlendiril-


mek’ (EK).
[< kör- “basically ‘to see (something Acc.)’ with several exten-
ded meanings like ‘to experience (something Acc.); to look to,
i.e. obey (someone Dat.)’” + (-ül-)]
ET: körül- ‘to be seen’ (EDPT, 745; DTS, 319); OT: körül- ‘gö-
rülmek’ (KB III, 283); ‘to be looked at’ (DLTa II, 32); ‘görülmek’
(ME, 150); ay. (HKT, 762); ay. (İM, 558).

KÖRÜMSÜZLÄN- ‘görünmez olmak, gözden kaybolmak’ (EK).


346 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< körümsüz ‘невидимый, невидный, незримый,


незаметный, неявный’ + (+le-n-)]
(ttkht.!)
KÖRÜN- ‘görünmek’ (CC, EK).
[< kör- “basically ‘to see (something Acc.)’ with several exten-
ded meanings like ‘to experience (something Acc.); to look to,
i.e. obey (someone Dat.)’” + (-ün-)]
ET: körün- ‘to become visible or be seen; to see for oneself’
(OTWF II, 607); OT: körün- ‘görünmek, huzura çıkmak’ (KB III,
286); ‘to have an interview with someone; to appear’ (DLTa II, 41);
‘görünmek’ (AH, XL); körin- ‘виднеться, казаться’ (LST, 185),
körün- (LST, 186); ‘görünmek’ (RKT, 495); ay. (ME, 150); ay. (KE
II, 391); ay. (MM, 235); ‘ukazywać się, być widocznym’ (HŞ, 103);
‘показаться’ (MNa, 203); ‘görünmek’ (NF III, 263); ‘fark olun-
mak, görünmek’ (HKT, 762); ‘görünmek’ (Kİ, 52); ay. (KEF, 237);
körün- ‘to be seen’ (İN, 96), görün- (İN, 94); körün- ‘görünmek’
(GT, 310); ‘göz ile görünmek; açık olmak, ortaya çıkmak; görül-
mek’ (İM, 558); körin- ‘ukazać się; ukazywać się, pojawiać się’
(BM, 61); görin- ‘görünmek’ (KH, 124); körin- ‘görünmek’ (KFT,
1025); körin- ‘görünmek’ (MG, 202), körün- ‘ay.’ (MG, 203).

KÖRÜŞ- ‘buluşmak, görüşmek’ (EK).


[< kör- “basically ‘to see (something Acc.)’ with several exten-
ded meanings like ‘to experience (something Acc.); to look to,
i.e. obey (someone Dat.)’” + (-üş-)]
ET: körüş- ‘to see one another; to meet’ (EDPT, 748; DTS, 319);
OT: körüş- ‘görüşmek, yüz yüze bakmak’ (KB III, 286); ‘to look
at each other’ (DLTa II, 14); ‘görüşmek’ (KE II, 391); ay. (MM,
235); ‘встречаться’ (MNa, 202); köriş- ‘görüşmek’ (NF III, 263);
körüş- ‘birbirini görmek, görüşmek’ (HKT, 762); ‘musafaha et-
mek’ (Kİ, 53); ‘birbirini görmek, görüşmek’ (KEF, 237); ‘görüş-
mek’ (GT, 310); ‘karşılaşmak, tesadüf etmek; vedalaşmak, Allaha-
ısmarladık demek’ (İM, 558).

KÖRÜŞTÜR- ‘görüştürmek, buluşturmak’ (EK).


[< körüş- ‘to see one another; to meet’ (EDPT, 748) + (-tür-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 347

OT: körüştür- ‘görüştürmek, tanıştırmak’ (KE II, 391).

KÖRÜVSÄ- ‘görmek istemek, arzulamak’ (CC).


[< kör- “basically ‘to see (something Acc.)’ with several exten-
ded meanings like ‘to experience (something Acc.); to look to,
i.e. obey (someone Dat.)’” + (-ügse-)]

ET: körügse- ‘to wish to see’ (OTWF II, 526; EDPT, 744; DTS,
318); OT: körügse- ‘to wish to meet’ (DLTa II, 320).

KÖSÜL- ‘açmak, uzatmak, ayağı uzatarak oturmak’ (CC).


[< *kös- + (-ül-)?]

OT: kösül- ‘‘to stretch out; to be stretched’ (DLTa II, 32);


‘wyciągać (nogi)’ (HŞ, 103).

Clauson, sözcüğü *kös- farazi fiil köküne götürür. Her ne ka-


dar geçişli bir fiil olarak kullanılsa da kösül- fiilinin aslında
edilgen oluşunun olası gözüktüğünü ifade eder ve kösür- ‘to
hobble’ fiiline karşılaştırma verir (1972: 750). Levitskaya vd.
bu fiili Anadolu ağızlarında tespit ettikleri kös- ‘ayak uzatmak,
uzanmak; koşmaktan yorulmak; gücünü kaybetmek’ verisi ile
açıklarlar (ESTY 1997: 123). Dankoff ve Kelly, kösür-, kösül-
ve kösgük verilerini *kös- fiili altında alır; fakat soru işareti
düşer (1984: 111). Erdal’a göre bu sözcük basit bir fiildir, do-
layısıyla çalışmasında yer bulmamıştır (1991: 689).300Karaşlar,
fiili kös-ül- şeklinde analiz eder ve geçişsiz olduğunu söyler
(2012: 320).301
Bu sözcüğün problem teşkil eden yanı edilgen gözükmesine
rağmen geçişli olmasıdır. Yukarıda değinildiği üzere Clauson,
kösül-’ün asli olarak edilgen olduğunu varsayarken, Erdal ise
basit kabul eder. Levitskaya vd. bunun üzerinde durmazlar. Fi-
ilin edilgen morfolojisi ile geçişli kalması belki de begen-, kıs-
kan- gibi dönüşlü olup geçişsiz olması gereken fiillerin geçişli
olmasına benzetilebilir.
300 Karaşlar, etimolojik kaynaklarda fiilin *kös- köküne dayandırıldığını söyleyip
bu çalışmanın aynı sayfasına atıf yapar; fakat hatalıdır (2012: 320).
301 Bununla birlikte fiil geçişlidir.
348 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

KÖSÜRÜKLÄ- ‘(atın ayağını) zincirlemek, kösteklemek, bukağı


takmak’ (CC).
[< kösrük ‘shackle’ (DLTa I, 357) + (+le-)]
(ttkht.!)
KÖTÄR- (bk. KÖTÜR-)
KÖTİR- (bk. KÖTÜR-)
KÖTÜR- (ve kötär-, kötir-, kütür-) ‘yükseltmek, kaldırmak; yü-
celtmek; götürmek, taşımak; temizlemek; hemfikir olmak; ba-
ğışlamak’ (CC, EK).
[< *köt- + (-ür-)]
ET: kötür- “‘to lift up, raise’ with various extended meanings”
(EDPT, 706; DTS, 320); OT: kötür- ‘götürmek, kaldırmak,
yükseltmek, yok etmek’ (KB III, 286); ‘to carry’ (DLTa II, 2);
‘kaldırmak, yükseltmek, yüklenmek’ (AH, XL); ‘поднимать’
(LST, 187); ‘yüklenmek, kazanmak, edinmek; (yük) taşımak,
yüklenmek; yüceltmek, yükseltmek; hamle yapmak, üstüne var-
mak; yüklemek, bindirmek, (RKT, 495-96); kötür- ‘kaldırmak,
tahammül etmek’ (ME, 150), köter- ‘kaldırmak’ (ME, 150); kö-
ter- ‘kaldırmak; ortadan kaldırmak, gidermek; almak, taşımak’
(KE II, 392); kötür- ‘yükseltmek, kaldırmak’ (MM, 235); kötär-
‘podnosić’ (HŞ, 104), kötür- ‘podnosić, usuwać’ (HŞ, 104); kötür-
‘podnimat’ (MNa, 202); költür- ‘götürmek’ (NF III, 258), köter-
‘kaldırmak’ (NF III, 263), kötür- ‘kaldırmak, taşımak, götürmek;
ortadan kaldırmak, yol etmek’ (NF III, 263); köter- ‘yüklenmek,
kaldırmak’ (ML, 47); köter- ‘kaldırılmak; taşımak’ (HKT, 763),
kötür- ‘yükseltmek, kaldırmak; kurmak, dikmek, yükseltmek;
taşımak, yüklenmek; götürmek, alıp götürmek’ (HKT, 763-64);
kötür- ‘götürmek’ (Kİ, 53); ‘götürmek, kaldırmak’ (TA, 123); ‘to
lift, raise’ (RH, 64), ‘lift up’ (RH, 66); ‘götürmek, taşımak; kaldır-
mak, dikmek; son vermek, gidermek’ (KEF, 237); ‘to raise’ (İN,
96); köter- ‘kaldırmak, götürmek, taşımak’ (GT, 310), kötür- (GT,
310); köter- ‘kaldırmak, yükseltmek; nakletmek, taşımak’, (İM,
558), kötür- ‘kaldırmak; taşımak’ (İM, 558); keter- ‘götürmek’
(KK, 114), kötür- (KK, 117); kötür- ‘götürmek’ (TZa, 209); kötür-
‘kaldırmak, yükseltmek’ (KH, 131), götür- ‘götürmek’ (KH, 125);
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 349

kötür- ‘götürmek’ (KFT, 1025); ‘götürmek, taşımak; kaldırmak’


(MG, 203).

Clauson, bu sözcüğün ilk bakışta ettirgen bir fiil gibi olduğu-


nu; ancak o güne dek bununla ilgili ikna edici bir etimolojinin
öne sürülmediğini belirtir (1972: 706). Erdal, ET kötgi, kötü,
kötit- sözcüklerinin bu fiil ile aynı tabandan türetildiklerini
söyler ve tabanın Yakutçada köt- ‘to fly (up), to skip or jump’
ve Doğu Anadolu Azerice diyalektinde göt- ‘to lift up’ şeklin-
de yaşadığını belirtir (1991: 718).
KÖTÜRÜL- (ve kötüril-) ‘kaldırılmak, yukarı çıkarılmak, dikil-
mek; övülmek; temizlenmek, ortadan kaldırılmak’ (EK).
[< kötür- “‘to lift up, raise’ with various extended meanings”
(EDPT, 706) + (-ül-)]
ET: kötrül- ‘to be raised, exalted’ (OTWF II, 666); OT: köt-
rül- ‘yok edilmek’ (KB III, 287); kötürül- ‘kaldırılmak’ (AH,
XL), kötrül- (AH, XL); kötürül- ‘быть поднятым, подняться,
избавляться’ (LST, 187); kötrül- ‘götürülmek’ (ME, 150); köt-
rül- ‘yükseltilmek; yok edilmek, yukarı çekilmek’ (KE II, 392),
köteril- ‘kaldırılmak, yükseltilmek; ortadan kalkmak, yok olmak’
(KE II, 392); kötürül- ‘być podniesionym’ (HŞ, 104); kötrül- ‘yük-
seltilmek; yüceltilmek; taşınmak, götürülmek’ (HKT, 763); kötü-
rül- ‘götürülmek, kaldırılmak, giderilmek’ (KEF, 237); kötrül-
‘kaldırılmak, götürülmek’ (GT, 311); ketürül- ‘kaldırılmak’, (İM,
551), köteril- ‘kaldırılmak, yükseltilmek’ (İM, 558); kötrül- ‘götü-
rülmek’ (KFT, 1025); kötürül- ‘kaldırılmak’ (MG, 203).

KÖVÜR- (bk. KÜVÜR-)


KÖYDÜR- (ve küvdür-, küydür-) ‘yakmak, tutuşturmak’ (CC,
EK).
[< küy- ‘to catch fire, to burn (Intrans.)’ (EDPT, 726); köy-
‘гореть’ (DTS, 312; EDPT, 726) + (-tür-)]
ET: köytür- ‘подвергать сожжнию’ (DTS, 312); küydür- ‘to
burn (Trans.)’ (EDPT, 730), köydür- ‘to burn something’ (OTWF
II, 807); OT: köytür- ‘‘to order something to be burnt’ (DLTa II,
250); küydür- ‘жечь, сжигать’ (LST, 188); köydür- ‘yakmak’
350 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ME, 150); ‘yakmak, yaktırmak’ (KE II, 393); ‘yakmak’ (MM,


235); küydür- ‘zapalać, spalać, palić’, (HŞ, 106); köydür- ‘yakmak’
(NF III, 264); ay. (HKT, 764); ‘yaktırmak’ (AOYB, 223); ‘to burn,
set on fire’ (RH, 71); ‘yakmak’ (KEF, 237); küydür- / köydür- ?
‘yakmak’ (GT, 315); köydür- ‘yakmak, yaktırmak’, (İM, 558).

Fiil tabanını DTS yazarları ve Erdal /ö/’lü okumuşlardır. köz


sözcüğü ile ilişki kurulacak olursa asli olan /ö/’lü varyant ol-
malıdır. Sonradan /y/’ye bağlı bir daralma yaşanmış olabilir.
Dankoff ve Kelly, köz sözcüğü ile köy- fiilini ayrı değerlendi-
rir; fakat okuma tercihini /ö/’den yana kullanır. CC’de her iki
veri de kayda geçmiştir. EK’da ise tarihî tanıklarda hiç görül-
meyen küvür- biçimine de rastlanır.
KÖZET- (ve közät-) ‘gözlemlemek, müşahede altında tutmak, ko-
rumak; tuzağa düşürmek, pusuda beklemek; mahkemede ko-
vuşturmak’ (EK).
[< küzeḏ-/közeḏ- < *küze- + (-ḏ-) ?]

ET: közeḏ- ‘to watch out’ (EDPT, 758); küzet- ‘сторожить,


присматривать, оберегать’ (DTS, 331); küzed- ‘to watch, guard,
protect’ (OTWF II, 491); OT: küzet- ‘gözetmek, korumak, sakla-
mak’ (KB III, 304), ayrıca küḏez- ‘gözetmek, korumak, saklamak’
(KB III, 298); közet- ‘to wait for someone’ (DLTa II, 116), köḏez-
‘to keep something for someone; to wait for someone’ (DLTa II,
8); küḏez- ‘gözetmek’ (AH, XLI); küzez- ‘беречь, хранить’, (LST,
187), küzet- ‘беречь, охранять’ (LST, 188); küḏez- ‘gözetmek,
korumak, tutmak, muhafaza etmek, saklamak’ (RKT, 508); kö-
zet- ‘gözetmek, göz kulak olmak, gütmek’, (KE II, 395); küḏez-
‘gözetmek, korumak, saklamak’ (MM, 236); küzeḏ- ‘strzeć się,
uważać, być ostrożnym’ (HŞ, 108); küḏez- ‘korumak, gözetmek’
(KEF, 240); közet-’gözetmek, kollamak’ (GT, 311); ‘gözetlemek,
gözlemek’ (TZa, 209).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 351

Clauson, bu fiili köz ‘eye’ sözcüğüne dayandırır; fakat ek için


yorum yapmaz (1972: 758). Dankoff ve Kelly de dizininde bu
fiili kö ̄ z ‘eye’ altında değerlendirmiştir (1984: 112). Erdal, +(A)
ḏ- bahsinin sonunda bu fiilden bahseder; ancak onu herhan-
gi bir kategoriye dahil etmez; çünkü bu fiilin doğrudan nesne
aldığını ifade eder302 (1991: 491). Taş, KB’deki örneği *küze-
farazi tabanına götürür ve pekiştirici ek -d- başlığı altında de-
ğerlendirir (2009: 172).
KÖZÄTİN- ‘kendine dikkat etmek, korumak, kollamak’ (EK).
[< közeḏ- ‘to watch out’ (EDPT, 758) + (-in-)]
(ttkht.!)
KÖZÄT- (bk. KÖZET-)
KÖZÄTİL- ‘korunmak, gözetilmek’ (EK).
[< közeḏ- ‘to watch out’ (EDPT, 758) + (-il-)]
ET: küzädil- ‘to be guarded’ (OTWF II, 668); OT: küḏezil- ‘gö-
zetilmek, korunmak’ (KB III, 299); küḏezil- ‘gözetilmek’ (AH,
XLI); güdezil- (AH, XXIV); küzezil- ‘охраняться, оберегаться’,
(LST, 187); küḏezil- ‘ korunmak’ (RKT, 509).

KÖZLÄ- ‘izlemek, gözetmek, bakmak, korumak’ (EK).


[< kö ̄ z ‘eye’ (EDPT, 756) + (+le-)]
ET: közle- ‘to keep under observation’ (EDPT, 760; DTS, 321); OT:
közle- ‘to strike someone on eyes’ (DLTa II, 303); ‘wypatrywać,
kierować wzrok (na coś)’ (HŞ, 105); ‘murakabe etmek’ (Kİ, 53);
‘to sight; to (take) aim’ (İN, 96); ‘gözlemek’ (GT, 311); ay. (TZa,
209); ay. (MG, 204).

KÖZLÄN- ‘dikkatle bakmak’ (EK).


[< közle- ‘to keep under observation’ (EDPT, 760) + (-n-)]
(ttkht.!)
KÜÇÜN- (bk. KÜÇEN-)
KÜÇÄ- ‘zorlamak, zor kullanmak, boyun eğdirmek, hâkim ol-
mak, üstünlük kurmak’ (CC, EK).
302 Erdal, -(X)d- bahsine sadece geçişsiz fiilleri almıştır (bk. 1991: 642-44).
352 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< küç ‘strength’ (EDPT, 693) + (+e-)]

ET: küçe- ‘to oppress, use violence towards (someone Acc.)


(EDPT, 695; DTS, 323); OT: küçe- ‘zorlamak, baskı yapmak’ (KB
III, 297); ‘to do by forcing’ (DLTa II, 284); ‘zorlamak’ (AH, XLI);
‘принуждать’ (LST, 190); ‘zorlamak’ (RKT, 506); ay. (HKT,
776); ‘tiksindirmek, nefret ettirmek’ (İM, 561).

KÜÇÄN- (ve küçün-) ‘uğraşmak, çabalamak’ (CC, EK).


[< küçe- ‘to oppress, use violence towards (someone Acc.)
(EDPT, 695) + (-n-)]

ET: küçen- ‘to exert oneself’ (EDPT, 698; DTS, 323); OT: küçen-
‘güçlenmek’ (KB III, 297); ‘(intr.) to lose strength; (tr.) to do by
force’ (DLTa II, 41); ‘yüklenmeğe gücü yetmemek (hücum etmeğe
gücü kâfi olmamak)’ (Kİ, 54).

KÜÇÄY- ‘gelişmek, güçlenmek; güç göstermek; hakim olmak’


(EK).
[< küç ‘strength’ (EDPT, 693) + (+eḏ-)]

ET: küçed- ‘to be strengthened, or aggravated’ (OTWF II, 488;


EDPT, 696303; DTS, 323); OT: küçeḏ- ‘çoğalmak’304 (KB III, 297);

KÜÇÄYT- ‘güçlendirmek’ (EK).


[< küçed- ‘to be strengthened, or aggravated’ (OTWF II, 488)
+ (-t-)]
(ttkht.!)
KÜÇSÜZLÄN- ‘gücünü yitirmek, güçsüz düşmek’ (EK).
[< küçsüz ‘weak, feeble’ (EDPT, 699) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
303 Clauson, bu fiili geçişli olarak değerlendirmiş ve o yolda anlamlar belirlemiştir.
Erdal, Clauson’un çevirisini yanlış bulur ve fiilin her zaman geçişsiz olduğunu
ifade eder (1991: 488).
304 Tezcan’a göre bu anlam ancak Arat’ın serbest çevirisi içinde mümkündür; fakat
esas anlamı Clauson’daki gibi (1972: 969) ‘(hastalık) acı vermek, eziyet etmek’
olarak düzeltilmelidir (1980: 52)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 353

küçsüzle- ‘güçsüz bulmak, güçsüz addetmek’ (RKT, 507) ta-


banı mevcuttur; fakat eldeki fiilin bu tabandan türemediği se-
mantik olarak görülmektedir.
KÜÇSÜZLÄT- ‘güçten düşürmek, yormak’ (EK).
[< küçsüz ‘weak, feeble’ (EDPT, 699) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
KÜFLÄN- ‘küflenmek, küfle kaplanmak’ (EK).
[< küf ‘küf’305 + (+le-n-)]
OT: küflen- ‘küflenmek’ (TZa, 213).

KÜFÜRLÄ- ‘sövmek, lanet etmek, nahoş sözcükler sarf etmek’


(EK).
[< Ar. kufr ‘unbelief, infidelity’ (DMWA, 833) + (+le-)]
(ttkht.!)
KÜFÜRLÄN- ‘küfretmek, lanetlemek, azarlamak’ (EK).
[< küfürlä- + (-n-)]
(ttkht.!)
KÜLDÜR- ‘güldürmek’ (EK).
[< kül- ‘gülmek’ (KB III, 299) + (-tür-)]
OT: küldür- ‘güldürmek’ (KB III, 300); kültür- ‘to make someo-
ne laugh’ (DLTa II, 60); küldür- ‘заставить смеяться, смешить’
(LST, 188); küldür- ‘güldürmek’ (ME, 154); ‘zmusić do śmiechu,
spowodować śmiech, rozśmiszyć’ (HŞ, 107); ‘güldürmek, sevin-
dirmek’ (NF III, 271); ‘güldürmek’ (HKT, 778); ay. (Kİ, 54); ay.
(KEF, 240).

KÜLÜMSÜN- ‘gülümsemek, sırıtmak, kıkırdamak’ (EK).


[< kül- ‘gülmek’ (KB III, 299) + (-ümsün-)]
OT: külümsin- ‘to pretend to laugh or smile’ (DLTa II, 91); ‘gü-
lümsemek’ (KE II, 407).

KÜLÜŞ- ‘durmadan, sık sık gülüşmek’ (EK).


305 Bu sözcük Nişanyan’dan alınan bilgiye göre Anadolu sahasında en erken XV.yy.’da
Müntehab-ı Şifa adlı eserde tanıklanır (2010: 358).
354 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< kül- ‘gülmek’ (KB III, 299) + (-üş-)]


ET: külüş- ‘to laugh collectively’ (OTWF II, 563); OT: külüş- ‘to
laugh (altogether)’ (DLTa II, 20); ‘смеяться совместно’ (LST,
188); ‘gülüşmek’ (KE II, 407); ‘śmiać się (wspólnie)’ (HŞ, 107);
‘gülüşmek’ (NF III, 271).

KÜMÜŞLÄ- ‘gümüş işlemek, gümüş ile kaplamak’ (EK).


[< kümüş ‘silver’ (EDPT, 723) + (+le-)]
(ttkht.!)
KÜMÜŞLÄN- ‘gümüşle kaplanmak’ (EK).
[< kümüşlä- + (-n-)]
(ttkht.!)
KÜPÇÄKLÄN- ‘tekerlek gibi dönmek, yuvarlanmak’ (EK).
[< küpçäk ‘колесо’ (KS, 774) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
KÜRLÄ- ‘böğürmek, bağırmak’ (CC).
[< kür ‘yansıma taban’ + (-le-)]
OT: kürle- ‘gürlemek’ (Kİ, 56).

KÜSÄN- ‘arzulamak, istemek’ (CC, EK).


[< küse- ‘to wish, desire, long for’ (EDPT, 749) + (-n-)]
(ttkht.!)
KÜSÄNDİR- ‘arzulatmak’ (EK).
[< küsen- ‘wünschen’ (KW, 159) + (-tür-)]
(ttkht.!)
KÜSTÄN- (bk. ḲUSTUN-)
KÜSTÜN- (bk. ḲUSTUN-)
KÜŞÄN- ‘tekrar etmek (CC).
[< *küşe- + (-n-)?]
(ttkht.!)
Etimolojisi belirsizdir. Dönüşlülük eki almış bir fiil olması ola-
sıdır.
KÜTÜL- ‘otlatılmak’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 355

[< küt- ‘to wait (Intrans. ); to wait for (someone Acc.)’ (EDPT,
701) + (-ül-)]
OT: küḏ ül- ‘beklenilmek’ (RKT, 509).

KÜTÜR- (bk. KÖTÜR-)


KÜVDÜR- (bk. KÖYDÜR-)
KÜVÜR- (ve kövür-) ‘yöneltmek; aktarmak, döndürmek; naklet-
mek; içeri sokmak, yerleştirmek; istinsah veya kopya etmek’
(CC, EK).
[< kigür- < *kirgür- < kir- ‘to enter’ (EDPT, 737) + (-gür-)]
ET: kigür- ‘to bring in, introduce’ (EDPT, 712; DTS, 306);
OT: kigür- ‘girdirmek, içeri sokmak’ (KB III, 256); kiv ̇ ür-
‘приносить, вносить, вводить’ (LST, 177); kigür- ‘koymak, sok-
mak, dâhil etmek, yerleştirmek; girmek’, (RKT, 462), kivür- ‘sok-
mak, dâhil etmek’ (RKT, 470); kigür- ‘sokmak, girdirmek’ (ME,
145); kivür- ‘ay.’ (ME, 146); kigür- kivgür-, ki ̇v ̇ ür- ‘girdirmek,
sokmak’ (KE II, 365); kiv ̇ ür- ‘girdirmek, sokmak’ (MM, 234);
kev ̇ ür- ‘wyprowadzać’ (HŞ, 95), kigür- (HŞ, 98), kiv ̇ ür- (HŞ, 99);
kigür- ‘sokmak; göndermek, yollamak’ (NF III, 241); kivür- ‘kat-
mak, eklemek, sokmak’ (HKT, 742), kiv ̇ ür- (HKT, 742); kigür-
‘yollamak, göndermek; sokmak’ (KEF, 231); kev ̇ ür- ‘girdirmek,
sokmak’ (İM, 551); kivür- ‘sokmak’ (KFT, 1022); givir- ‘büküş-
türmek, sokuşturmak’ (İH, 21).

Clauson, bu fiili kısaltılmış ettirgen olarak tanımlar (1972:


712). Erdal, ise bu fiilin kir- fiilinin ettirgeni olarak işlev gör-
düğünü, bununla birlikte kir- fiilinden türetilmiş olamayacağı-
nı zira son sesinde /r/ taşıyıp bu ettirgenlik ekini alan diğer ör-
neklerde (ör. ergür-, tirgür-) bu ses düşmesinin yaşanmadığını
söyler. Sonuç olarak, kir- ve kigür- fiillerinin tanıklanmamış
bir fiil kökünden geliyor olabileceklerini belirtir (1991: 750).
KÜVÜRT- ‘ters döndürmek; içeri sokmak’ (EK).
[< kigür- ‘to bring in, introduce’ (EDPT, 712) + (-t-)]
(ttkht.!)
KÜYDÜR- (bk. KÖYDÜR-)
356 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

KÜYDÜRT- ‘yakmak’ (EK).


[< köydür- ‘to burn something’ (OTWF II, 807) + (-t-)]
(ttkht.!)
KÜYÜL- ‘yakılmak’ (EK).
[< küy- ‘to catch fire, to burn (Intrans.)’ (EDPT, 726)
OT: köyül- ‘olgunlaşmak’ (ME, 151).


ḲADA- (ve ḫada-) (bk. 1.3.5)
ḲAĠI- ‘azarlamak, sövmek’ (CC).
[< ḳ aḳ ı- < ?]
ET: ḳ aḳ ı- ‘to be angry (with someone Abl.), to abuse’ (EDPT,
609; DTS, 422); OT: ḳ aḳ ı- ‘to be angry and annoyed’ (DLTa
II, 289); ḳ aḳ ı- ‘korkutmak’ (ME, 133); ‘gniewać się’ (HŞ, 130);
‘korkutmak’ (HKT, 692); ‘kızmak, öfkelenmek’ (Kİ, 71); ‘kız-
mak; tehdit etmek, kükremek’ (KEF, 218); ‘kızdımak’ (KK, 110);
‘rozgniewać się’ (BM, 66).

Erdal, bu fiil ile ḳ aḳ- arasındaki benzerliği rastlantısal kabul


eder (1991: 525). Levitskaya vd. bu fiile yer vermekle birlikte
herhangi bir açıklama vermezler (ESTY 1997: 222-23). Karaş-
lar da herhangi bir açıklamaya yer vermez (2012: 86-7). Öfke,
kızgınlık belirten tanıklanmamış *ḳ aḳ gibi bir isim tabanın-
dan türemiş olabilir.
ḲAḲIR- ‘genizden kanrığı çıkarıp tükürmek’ (CC).
[< ḳ a ‘yansıma taban’+ (+ḳır-)]
OT: ḳ aḳ ır- ‘boğazını gürültü ile temizlemek’ (KB III, 215); ḳ aḳ ır-
‘boğazını gürültü ile temizlemek’ (KE II, 287); ḳ aḳ ır- ‘hafifçe ök-
sürmek’ (ML, 36); ḳ aġır-, ḳ aḳ ır- ‘hah diye genzinden kanrığı
çıkarıp tükürmek’ (İH, 26).

ḲAMA- ‘kamaştırmak, kamaşmak’ (CC).


[< ?]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 357

OT: ḳ ama- ‘kamaşmak’ (KB III, 218); ‘(an eye) to be dazzled;


(teeth) to be set on edge’ (DLTa II, 290).

Levitskaya vd., Hak. ḫa ̄ ḫ- ‘набивать оскомину’ ve yine Hak. di-


yalektindeki ḫabıġış ‘оскоминa’ verisinden hareketle *ḳ am ~
*ḳ ab gibi bir tabana ulaşırlar; fakat bu isim tabanına bir anlam
vermezler (ESTY 1997: 242-243).
ḲAMAL- ‘sallanmak, çalkalanmak, silkelenmek, sarsılmak’
(CC).
[< ḳ ama- ‘kamaşmak’ (KB III, 218) + (-l-)]
(ttkht.!)
ḲAŊIRIT- ‘utandırmak, mahcup etmek’ (CC).
[< *ḳ aŋır- + (-t-)]
(ttkht.!)
Fiil tabanı ‘bükülmek’ anlamına sahip geçişsiz bir fiil olmalı-
dır. ḳ ıŋır ‘crooked’ (1972: 639) gibi bir sözcük ile türemiş ola-
bilir. Semantik boyutta ileri gitmiş ve temel anlamdan uzak-
laşmıştır.
ḲARAR- (ve ḫarar-) ‘kararmak, kasvetli olmak’ (CC, EK).
[< ḳ ara ‘black’ (EDPT, 643) + (+r-)]

ET: ḳ arar- ‘to be, or become, black or dark’ (EDPT, 663; DTS,
425); OT: ḳ arar- ‘kararmak’ (KB III, 224); ‘to become dark’
(DLTa II, 3); ‘темнеть, чернеть’ (LST, 200); ḳ arar- II ‘kara ol-
mak’ (ME, 134); ay. (KE II, 298); ‘poczernieć, pociemnieć’ (HŞ,
132); ‘kararmak’ (NF III, 201); ay. (HKT, 699); ay. (GT, 288); ay.
(İM, 546); ay. (KK, 110); ay. (TZa, 184); ay. (KH, 129).

ḲARĠA- (ve ḫarġa-, ḫarha-) ‘lanetlemek, küfretmek’ (CC, EK).


[< *ḳ arġı- < *ḳ arıġ + (+ı-)?]

OT: ḳ arġa- ‘to curse’ (DLTa II, 298); ‘lanet etmek, beddua etmek’
(KE II, 298); ‘złorzeczyć, przeklinać’ (HŞ, 133); ‘beddua eylemek’
(Kİ, 70); ay (KEF, 220); ay. (TZa, 185); ‘lânet etmek, kötülüklerini
saymak’ (İH, 27).
358 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Levitskaya vd. ele aldıkları ḳ arġa- ve ḳ arġı- biçimlerini, Ana-


dolu ağızlarında kayda geçen kar- ‘birisinin arkasından kötü
konuşmak’ (DS VIII, 2665) verisine, Eski Oğuz Türkçesinde
görülen karış kar-306 birleşik eylemine dayanarak *ḳ ar- fiil ta-
banına bağlarlar (ESTY 1997: 305). Ancak -GA- şeklinde bir
fiilden fiil eki olmadığı ve Anadolu ağızlarında bulunan şeklin
de kısalmış bir yapı (toz- < tozu- gibi) olabileceği için bu dü-
şünce zayıftır.
ET ḳ arġış dikkate alınırsa, fiilin eskicil biçimi *ḳ arġı- olmalı-
dır. DLT’deki diğer ḳ ırġa- ‘ay.’ da bunun metatetik biçimi ola-
bilir. Bu *ḳ arġı- fiilinin tabanı -(X)G fiilden isim yapım eki ile
türetilmiş bir isim olmalıdır. Bu taban da ḳ ara ‘kara, siyah’ ile
veya ḳ arış- ‘karşı gelmek, karşı çıkmak’ fiilin tanıklanmayan
tabanı *ḳ ar- ile bağlantılı olabilir.
ḲARI- ‘yaşlanmak’ (CC).
[< *ḳ ar + (+ı-) (?)]

ET: ḳ arı- ‘to be, or become, old’, properly used only of human
beings or occasionally animals (EDPT, 645; DTS, 426); OT: ḳ arı-
‘kocamak, yaşlanmak’ (KB III, 224); ‘to grow old’ (DLTa II, 286);
‘ihtiyarlamak’ (AH, XXXIII); ‘yaşlanmak, kocamak’ (ME, 135);
ay. (KE II, 299); ay. (MM, 228); ay. (NF III, 202); ay. (ML, 38);
ḳ ar- 307 ‘ihtiyarlamak, pirlenmek’ (Kİ, 70); ḳ arı- ‘yaşlanmak’
(KEF, 220); ay. (GT, 288); ay. (TZa, 185); ‘poztarzeć się, być zaa-
wansowanym w wieku’ (BM, 66).
306 Fiilin doğru şekli karış kara- olmalıdır. (…) Diler kim benim gönlümü araya,
niden ger ol bana karış karaya (bk. TS IV, 2308). Ayrıca DTS, 428’den verdikleri
DLT ḳarıt verisi de Clauson tarafından Arapça el-ġarat’tın kopyalanmış biçimi
olarak değerlendirilmektedir (1972: 649).
307 Metnin tıpkıbasımında sözcük hareke ile ḳarı- okunmaktadır (bk.1931: 69).
Özyetgin de bu fiil ḳarı- olarak değerlendirmektedir (2001: 497).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 359

Brockelmann, bu fiili ḳ ar ‘kar’ köküne dayandırır (1954: 215).


Tenişev, Tuv. kırı- ‘стареть’ sözcüğünü kır ‘седой’ tabanına
dayandırır (1988: 433). Ancak eski biçimin kırı- olmadığı orta-
dadır. Yine de iki çalışır da fiili bir isim tabanına dayandırırlar.
Fiil ‘olmak, dönüşmek’ anlamı taşıdığı için +I- ve +U- ile olu-
şan fiillere benzemektedir. Bununla birlikte Orta Türkçede gö-
rülen ḳ art ‘yaşlı, ihtiyar’ (Ata, 1997: 301) fiil tabanı olasılığını
da gösterir. Berta, bu fiili taban kabul eder ve ḳ art sözcüğünü
de ihtiyatla bu fiilden türeme olarak düşünür (1996: 238-39).
ḲARIL- ‘(sesi) kısılmak’ (CC).
[< ḳ ar- ‘to choke on something’ (DLTa II, 244) + (-ıl-)]
OT: ḳ arıl- ‘boğazda bir şey kalmak, boğaza durmak, boğaz tıkan-
mak; karışmak’ (TZa, 185).

Fiil bu anlamı ile sadece TZ’de tanıklanır. Daha eski eserlerde


tanıklanan sesteş fiil ‘karışmak’ anlamını taşımaktadır. Fiilin
anlamı DLT’deki taban fiilde de gözlemlenir.
ḲARIŞ- (ve ḫarış-II) ‘korumak, savunmak; savaşmak, mücadele
etmek’ (CC, EK).
[< *ḳ ar- + (-ış-)]
ET: ḳ arış- ‘to disagree with one another, to he opposite to one
another’ (EDPT, 664); OT: ḳ arış- ‘katışmak, karşılamak, karşı
koymak’308 (KB III, 225).

ḲARIŞTUR- (ve ḫarıştır-, ḫarışdır-) ‘karıştırmak, bulandırmak;


kafa karıştırmak; rahatsız etmek’ (CC, EK).
[< ḳ arış- ‘karışmak’ (ME, 135) + (-tur-)]
OT: ḳ arıştur- ‘karıştırmak’ (ME, 135); ‘łączyć, mieszać, dodawać
(czegoś)’ (HŞ, 134); ‘karıştırmak’ (NF III, 203); ay. (HKT, 700);
‘karıştırmak, bir araya getirmek’ (KEF, 220); ‘karıştırmak, birbi-
rine katmak’ (İM, 547); ḳ arışdur- ‘karıştırmak’ (KFT, 1014).

ḲARMA- ‘dokunmak’ (CC).


308 Bu anlamda ya iki farklı ḳar- fiili birlikte düşünülmüş ya da anlamda bir yanlış
yorumlama olmuştur.
360 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< *ḳ ar- ‘karışlamak, el ile ölçmek’ (?) + (-ma-)]


ET: ḳ arva- “originally ‘to grope for (something which you can-
not see)’ later more broadly ‘to grasp with the hands or teeth’
and the like” (EDPT, 646; DTS, 430); OT: ḳ arv ȧ - ‘to grope’
(DLTa II, 299); ḳ arba- ‘chwytać, uczepić się’ (HŞ, 133); ḳ arma-
‘bir şeyin ne olduğunu bilmek için araştırmak’ (TZa, 186).

En eski örnekler /w/ ve /b/’yi tercih ediyorsa da aslî biçim


/m/’li olmalıdır. Levitskaya ve diğerleri bu fiili *ḳ ar- fiil kökü-
nüne -ma- (-ba-/-va-) sıklık çatı eki ile açıklar ve fiil kökünün
kimi Türk dillerinde yer aldığını belirtirler (ESTY 1997: 303).
ḲARMALA- (ve ḫarmala-) ‘acele etmek; dokunmak, hissetmek’
(CC, EK).
[< ḳ arva- ‘to grope for (something which you cannot see); to
grasp with the hands or teeth’ (EDPT, 646) + (-la-)]
OT: ḳ armala- ‘dokunmak’ (ME, 71); ‘kaybolan bir şeyi bulmak
için aramak’ (TZa, 186); ‘eşyayı karıştırmak, araştırmak,karma
karışık etmek (İH, 27).

ME’den önce de sesteş bir ḳ armala- fiili mevcuttur; ancak


‘yağmalamak, çalmak’ anlamındadır (bk. Erdal, 1991: 438;
Dankoff ve Kelly, 1984: 329). Erdal, o fiilin ḳ ırma sözcüğünün
başka bir varyantından türediğini ifade etmektedir.
ḲAŞA- (bk. ḲAŞI-)
ḲAŞI- (ve ḳ aşa-, ḫaşa-, ḫarşa-309, ḫaşı-) ‘sürtmek, kaşımak, kazı-
mak’ (CC, EK).
[< *ḳ alçı-/ ḳ alç- (?)]
OT: ḳ aşı- ‘to scratch’ (DLTa II, 288); ‘kaşımak’ (MM, 228);
‘drapać się, czesać’ (HŞ, 135); ‘kaşımak’ (NF III, 204); ‘bedenin
kaşınan yerini ovmak’ (ML, 38); ‘atı kaşağı ile temizlemek, ka-
şımak’ (Kİ, 72); ‘tımar etmek’ (TA, 113); ‘to scratch’ (RH, 72);
‘kaşımak, tımar etmek’ (KEF, 220); ‘kaşımak’ (İM, 548); ay. (KK,
111); ay. (KH, 129).
309 Levitskaya vd. EK’daki bu formu ilgi çekici bulur ve Çuvaşçadan benzer durumlar
sunarlar (ESTY 1997: 347-48).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 361

CC’deki ḳ aşa- varyantının EK’da ḫaşa- biçiminde gözükmesi


ilgi çekicidir.
Levitskaya vd., ḳ aşa- örneğine istinaden, göründüğü kadarıyla
bu söz sonu -a’nın fiil yapan eşsesli bir eki temsil ettiğini ifade
ederler. Ayrıca, Gombocz ve Poppe’nin Moğ. ḳ alçi- ‘pürüzle-
ri gidermek, düzleştirmek, derideki tüyleri almak; kazıyarak
çıkarmak’ paralelini verdikten sonra Çuv. ḫıs -́ ‘vücudu kaşı-
mak’ verisini ḳ aşı- ile ilişkilendirip *kalç-, *kalçi- gibi hipote-
tik biçimleri teklif ederler (ESTY 1997: 347-48). Fakat bunlar
fiilin köküne inmek konusunda yardımcı olmazlar.
ḳ aşı- fiili ḳazı- ile ortak bir köke dayanıyor olabilir; çünkü her
iki fiilin de uygulanma şekli paraleldir.
ḲATIŞTUR- (ve ḫatıştur-) ‘karıştırmak, birbirine eklemek, bir-
leştirmek’ (CC, EK).
[< ḳ atış- ‘to fix (intr.), i.e. to mix with each other’ (OTWF II,
559) + (-tur-)]
OT: ḳ atışdur- ‘karıştırmak’ (KFT, 1015).

ḲATULAN- ‘uğraşmak, çabalamak, gayret etmek’ (CC).


[< ḳ atıġ ‘hard, firm, tough’, and the like (EDPT, 597) + (+la-
n-)]
ET: ḳ atıġlan- ‘to harden oneself’, in practice ‘to exert oneself,
strive’ (EDPT, 600); OT: ḳ atıġlan- ‘katlanmak, çabalamak’ (KB
III, 227); ‘to exert itself’ (DLTa II, 96); ‘uğraşmak, çabalamak,
gayret göstermek; cihat etmek’ (RKT, 427); ‘katlanmak’ (ME,
136); ḳ atıġlan- ‘gayret etmek, çaba göstermek, uğraşmak, zorlan-
mak; hasta olmak’ (KE II, 206), ḳ atılan- ‘çaba göstermek, uğraş-
mak’ (KE II, 208); ḳ atıġlan- ‘uğraşmak, zorlanmak, direnmek’
(MM, 228); ‘usilnie się starać, wysilać się’ (HŞ, 135); ‘katlanmak,
dayanmak, zahmet çekmek, yorulmak’ (NF III, 304); ‘katlanmak,
tahammül etmek, sabretmek’ (HKT, 706); ḳ atlan- ‘katlanmak’
(AOYB, 220); ḳ atılan- ‘sabr ve tahammül etmek (Kİ, 72), ḳ atlan-
‘ay.’ (Kİ, 73); ḳ atıġlan- ‘çabalamak, gayret etmek, katlanmak’
(KEF, 221), ḳ atlan- ‘katlanmak, zahmete katlanmak; gayret et-
mek’ (KEF, 221).
362 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

EDPT’de ḳ atıġla- gibi bir taban olmakla birlikte, Clauson EUT’de


kayda geçen bu verinin ḳ atıġlan- yerine hata ile yazıldığını dü-
şünmektedir (bk. 1972: 600). Erdal da bu tabanı hatalı yazım
sayar (bk. 1991: 512).
ḲAYĠIR- (ve ḫayġur-, ḫayġır-) ‘üzülmek; kaygılanmak’ (CC,
EK).
[< ḳ aḏġu ‘sorrow, grief, care, anxiety’ (EDPT, 598) + (+r-)]

ET: ḳ aḏġur- ‘to be grieved, sorrowful; to be anxious (about so-


mething Dat.)’. (EDPT, 599; DTS, 402); OT: ḳ aḏġur- ‘kaygılan-
mak’ (KB III, 214); ‘to be worried’ (DLTa II, 58); ‘печалиться’
(LST, 192); ‘üzülmek, endişelenmek, korkmak’ (RKT, 418); ‘kay-
gılanmak’; (ME, 133); ḳ aḏġur- ‘kaygılanmak, üzülmek’ (KE II,
284), ḳ ayġur- ‘kaygılanmak, üzülmek, sinirlenmek’ (KE II, 307);
ḳ aḏġur- ‘być zatroskanym, troszczyć się, smusić się’ (HŞ, 128);
‘üzülmek, tasalanmak, endişe etmek’ (NF III, 195); ‘üzülmek,
kaygılanmak’, (HKT, 690); ḳ ayġur- ‘mahzuz olmak’ (Kİ, 74);
ḳ ayġur-, ḳ ayur- ‘kaygılanmak, endişe etmek’ (GT, 291); ḳ aḏġur-
‘üzülmek, kederlenmek’ (İM, 544), ḳ ayġur- (İM, 548); ḳ ayġır-
’tasalanmak’ (KK, 112); ḳ ayġar- ‘kaygılanmak’ (TZa, 188),
ḳ ayġır- ‘kaygılanmak, kayırmak’ (TZa, 189); ḳ ayġur- ‘kaygılan-
mak’ (KFT, 1016); ḳ ayḳ ır- ‘üzülmek’ (ESL, 64).

ḲAYNA- (ve ḫayna-) ‘kaynamak; (mide) yanmak, ekşimek; az-


mak, kudurmak’ (CC, EK).
[< ḳ ayın- < ?]

ET: ḳ ayın- / ḳ ayna- ‘to boil’ (Intrans.) (EDPT, 678); ḳ ayna- ‘kay-
namak’ (KB III, 230); ḳ ayın- / ḳ ayna- ‘to boil’ (DLTa II, 248);
ḳ ayna- ‘kaynamak’ (RKT, 431); ‘kaynamak; parlamak, ışıldamak’
(KE II, 308); ‘kipieć, wrzeć, gotować się’ (HŞ, 128); ‘кипеть’
(MB, 199); ‘kaynamak, pişmek’ (NF III, 209); ‘mayi nesne sıcak-
lık tesir ile harekete gelmek’ (ML, 39); ‘kaynamak’ (HKT, 708);
ay. (Kİ, 74); ay. (KEF, 222); ay. (İM, 549); ay. (TZa, 189); ‘kipieć
(o wodzie)’ (BM, 65); ‘kaynamak, ısıtmak’ (KH, 129); ‘kaynamak,
bitişmek’ (MG, 176).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 363

ḳ ayna- fiilinin en eski biçimi Uygur metinlerinde görülen


kayın-’dır, ve ettirgen biçimi de buna uygun olarak kayıntur-
olarak kayda geçmiştir (bk. Erdal, 1991: 678). Aynı örneklerde
fiilin geniş zaman ekli biçimi kayınar’dır. Bu durum fiilin ge-
niş zaman biçimindeki /a/ sesinin bünyesine kattığını düşün-
dürmektedir.
ḲAYNAT- (ve ḫaynat-) ‘kaynatmak; kızdırmak, öfkelendirmek’
(CC, EK).
[< ḳ ayın-/ ḳ ayna- ‘to boil’ (Intrans.) (EDPT, 678) + (-t-)]
ET: ḳ ayınat- ‘кипятить; варить’ (DTS, 407; OTWF II, 775); OT:
ḳ aynat- ‘to make something boil’ (DLTa II, 441); ‘kaynatmak’
(ME, 136); ay. (KE II, 308); ay. (Kİ, 74); ay. (KEF, 222); ay. (GT,
291); ay. (İM, 549); ‘zagotować (wodę)’ (BM, 65); ‘kaynatmak,
ısıtmak’ (KH, 129).

ḲAYT- (ve ḫayt-) ‘geri dönmek’ (CC, EK).


[< ḳ ay- (< *ḳ aḏ-) “basic meaning was probably ‘to bend or turn
oneself’ hence ‘to bend in respect’ and ‘to turn away or back’”
(EDPT, 674) + (-t-)]
ET: ḳ aḏ ıt- ‘to turn back, return’ (EDPT, 597; DTS, 403); OT:
ḳ aḏ ıt- ‘dikilmek, geri dönmek, yüz çevirmek, inat etmek’ (KB
III, 214); ‘to turn back’ (DLTa II, 114); ḳ ayt- ‘dönmek’ (ME, 136);
‘dönmek, geri dönmek’ (KE II, 308); ḳ ayıt- ‘geri dönmek’ (MM,
229); ḳ ayt-, ḳ ayıt- ‘wracać, zawracać; uchylać się, zrezygnować
(z czego)’ (HŞ, 129); ḳ ayıt- ‘dönmek, geri dönmek; vazgeçmek,
caymak’ (NF III, 208); ḳ ayıt- ‘dönmek, avdet etmek’ (HKT, 708),
ḳ ayt- (HKT, 708); ḳ ayıt- ‘dönmek, avdet etmek’ (Kİ, 74); ‘geri
dönmek’ (TA, 115); ‘geri dönmek, caymak’ (KEF, 222); ‘dönmek’
(İM, 549); ḳ ayıt-, ḳ ayt- ‘geri dönmek’ (KK, 112); ḳ ayıt- ‘geri dön-
mek’ (TZa, 189); ḳ ayt- ‘dönmek, döndürmek’ (KH, 129); ḳ ayıd-,
ḳ ayıt- ‘geri dönmek’ (KFT, 1016); ḳ ayıt- ‘geri dönmek’ (MG, 176).

ḲAYTAR- (ve ḫaytar-) ‘geri dönmek; geri döndürmek, geri getir-


mek, vazgeçirmek’ (CC, EK).
[< ḳ aḏıt- ‘to turn back, return’ (EDPT, 597) + (-ar-)]
364 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: ḳ atar- 310 , ḳ aytar- ‘to turn something around’ (DLTa II, 249);
ḳ aytar- ‘возвращать’, (LST, 194); ‘geri çevirmek, geri gönder-
mek’ (RKT, 431); ‘geri getirmek, döndermek, yöneltmek’ (ME,
137); ‘geri çevirmek, döndürmek’ (KE II, 308); ‘zwracać; obracać;
kierować’ (HŞ, 129); ‘göndermek, geri göndermek; geri vermek,
ödemek; geri almak; karşılık vermek’ (NF III, 209); ‘çevirmek,
döndürmek; vazgeçirmek’ (HKT, 709); ‘döndürmek, çevirmek’
(AOYB, 220); ‘geri döndürmek’ (Kİ, 74); ‘geri döndürmek, çevir-
mek, geri getirmek, yöneltmek’ (KEF, 222); ‘to return’ (İN, 101);
‘çevirmek, geri döndürmek’ (GT, 291); ‘geri vermek’ (İM, 549);
ay. (KK, 112); ‘döndürmek’ (KFT, 1016); ‘çevirmek, geri döndür-
mek’ (MG, 176); ‘geri çevirmek, reddetmek’ (ELS, 64).

ḲAZAN- (bk. ḲAZĠAN-)


ḲAZĠAN- (ve ḳ azan-, ḫazan-, ḫazġan-, ġazġan-) ‘elde etmek, ka-
zanmak; başarmak’ (CC, EK).
[< *ḳ azġa- + (-n-)]

ET: ḳ azġan- “basically ‘to earn (wages by labour), to gain (pro-


fits by trade)’, with some more general meanings” (EDPT, 683;
DTS, 439); OT: ḳ azġan- ‘kazanmak’ (KB III, 231); ‘to acquire’
(DLTa II, 87); ‘kazanmak’ (AH, XXXIV); ḳ azġan- ‘приобретать,
добывать’, (LST, 193), ḳ azan- (LST, 192); ḳ azġan- ‘kazanmak’
(ME, 137); ay. (KE II, 310); ay. (NF III, 210); ḳ azan- ‘edinmek, ha-
sıl etmek, kazanmak’ (ML, 39); ḳ azġan- ‘işlemek, yapmak’ (HKT,
711); ḳ azan- ‘kazanmak’ (TA, 115); ḳ azġan- ‘kazanmak’ (KEF,
222); ḳ azan- ‘kazanmak’ (TZa, 190); ay. (KFT, 1016).

Clauson’a göre, fiil morfolojik olarak *ḳ azıġ isim tabanından


türetilmiş olabilir; ancak semantik bağlantısı zayıftır ve muh-
temelen büyük ihtimalle -ga- ile türetilmiş eski bir fiildir. So-
nuç olarak fiili *ḳ azġa- fiilinin dönüşlü şekli olarak düşünür
(1972: 683).
310 Erdal, bu fiili EUT’de zarf-fiil olarak kataru tanıklamıştır (1991: 740). Ve bu
şeklin *kadt-ar-’dan daralmış olabileceği ekler (1991: 735).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 365

Levitskaya vd.’e göre, eğer Yak. ḫaha ̄ n- ‘istiflemek, depola-


mak’ kazan- ile aynı ise, o zaman ḫaha ̄ s ‘stok, erzak, rezerv’
ve ḫaha ̄ n- ilişkilendirilerek ‘istiflemek’ anlamında *ḫaha ̄ - (<
*ḳ aza- / *ḳ azġa-) gibi hipotetik bir fiil tabanına ulaşmak müm-
kündür. Bununla birlikte her ne kadar kaz- ‘kazmak; maden
çıkartmak’ ile bağlantı ihtimali olsa da daha küçük bir tabana
(*kaz-) gidemeyeceklerini söylerler (ESTY 1997: 189).
ḲIÇḲIR- (ve ḫıçḫır-, ḫıçır-) ‘çağırmak, seslenmek’ (CC, EK).
[< ḳ ıç ‘yansıma taban’ + (+ḳır-)]
OT: ḳ ıçḳ ır- ‘bağırmak’ (KE II, 332); ḳ ıçḳ ur- ‘çağırmak, bağır-
mak, feryat etmek’ (Kİ, 75); ḳ ıçḳ ır- ‘bağırmak, ünlemek’ (TZa,
198), ḳ ışḳ ır- ay. (TZa, 200).

ḲILIN- (ve ḫılın-, ḫılan-) ‘yapılmak, edilmek; bir iş ile meşgul


olmak, hareket hâlinde olmak’ (EK).
[< ḳ ıl- ‘to do (something); to make (someone something)’
(EDPT, 616) + (-ın-)]
ET: ḳ ılın- ‘to be made, created’, and the like, but in the early peri-
od also (of a child) ‘to form its own character, to grow up’ (EDPT,
623; DTS, 443); OT: ḳ ılın- ‘kılınmak, yapılmak’ (KB III, 249); ‘to
do (by itself)’ (DLTa II, 41); ‘kılınmak, edinmek, yapmak’ (AH,
XXXVII); ‘делаться, быть сделанным’ (LST, 208); ‘yapılmak’
(RKT, 453); ay. (ME, 143); ay. (KE II, 346); ay. (MM, 232); ‘dać się
zrobić, być zrobionym’ (HŞ, 147); ay. (NF III, 238); ‘yapılmak; ya-
zılmak, farz edilmek’ (HKT, 729); ‘kılınmak, yapılmak’ (AOYB,
221); ‘kendisinde ahlak olmadığı halde ahlak izhar etmek’ (Kİ,
75); to be done’, (RH, 88); ‘yapılmak, edilmek’ (KEF, 229); ‘edil-
mek, kılınmak’ (MG, 187).

ḲINA- (ve ḳ ıyna-, ḫıyna-) ‘işkence, eziyet etmek’ (CC, EK).


[< ḳīn (ḳīñ) ‘punishment, torture’ (EDPT, 631) + (+a)]
ET: ḳ ına- ‘to punish, torture’ (EDPT, 634; DTS, 444); OT: ḳ ına-
‘to punish; tp put a sheath on something (knife)’ (DLTa II, 291);
‘eziyet çektirmek’ (AH, XXXVII); ḳ ıyna- ‘мучить’ (LST, 207);
ḳ ına- ‘azap vermek, işkence etmek, ceza vermek’ (RKT, 456); ‘ce-
366 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

zalandırmak, işkence etmek, eziyet etmek’ (ME, 143); ‘işkence et-


mek, eziyet etmek, cezalandırmak’ (KE II, 347); ḳ ıyna- ‘dręczyć,
męczyć’ (HŞ, 147); ḳ ıyna- ‘cezalandırmak’ (ML, 43); ḳ ına- ‘ceza-
landırmak, azap, eziyet ve işkence etmek’ (HKT, 729); ‘cezalan-
dırmak, cinayet işlemek’ (TA, 118); ‘eziyet, cefa etmek’ (GT, 298);
ay. (TZa, 198).

ḲINAL- (ve ḫıynal-) ‘eziyet görmek, acı çekmek’ (CC, EK).


[< ḳ ına- ‘to punish, torture’ (EDPT, 634) + (-l-)]

OT: ḳ ınal- ‘işkence edilmek’ (RKT, 456); ‘cezalandırılmak, ezi-


yet edilmek’ (KE II, 347).

ḲIRIL- (ve ḫırıl-) ‘ölmek, yok olmak; yok edilmek, öldürülmek’


(CC, EK).
[< ḳ ır- ‘to scrape’ (DLTa I, 391) + (-ıl-)]

ET: ḳ ırıl- ‘to be scraped away’ (OTWF II, 664); OT: ḳ ırıl- ‘to be
scraped’ (DLTa II, 31).

ḲIRḲ- (ve ḫırḫ-, ḫır-) koyunun yünlerini kesmek, kırkmak; sün-


net etmek, iğdiş etmek’ (CC, EK).
[< ḳ ır- ‘to scrape’ (DLTa I, 391) + (-ḳ-)]

ET: ḳ ırḳ- “‘to shear’ (sheep and the like) and the like” (EDPT,
651); OT: ḳ ırḳ- ‘to shear’ (DLTa II, 366); ‘kırkmak, kesmek’ (ME,
143); ‘kırkmak, kesmek, tıraş etmek’ (KE II, 348); ‘tüyünü makas-
la kesmek (koyun ve keçi için müstameldir)’ (Kİ, 76); ‘kırkmak’
(TA, 118); ‘kırkmak, (hayvanların tüylerini) kesmek’ (KEF, 229);
‘kırkmak’ (TZa, 199).

ḲIRLIŞ- ‘saldırmak, kavga etmek, tartışmak, çekişmek’ (CC).


[< ḳ ırıl- ‘to be scraped away’ (OTWF II, 664) + (-ş-)?]
(ttkht.!)
ḲISTA- ‘sıkıştırmak, ısrar etmek, üstelemek, zorlamak’ (CC).
[< *ḳ ısıt (< ḳ ıs- ‘to compress, squeeze, pinch’ (EDPT, 665)) +
(+a-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 367

OT: ḳ ısta- ‘ısrar etmek’ (ME, 144); ‘müsadere etmek, el koymak’


(İM, 552); ḳ ısda- ‘kısmak’ (KFT, 1020).

Berta’ya göre fiil *ḳ ısut gibi bir isim tabanından türetilmiş-


tir (1996: 251). Ancak yuvarlak ünlülü durumu delilleyecek
herhangi bir iz yoktur. İsim tabanının *ḳ ısıt olması daha olası
gözükür. Gabain, ise yardımcı ünlü olmaksızın ḳ ıs-t gibi bir
taban düşünür (1998: 87).
ḲISTALIŞ- ‘birbirine sokulmak’ (CC).
[< *ḳ ıstal- + (-ış-)]
OT: ḳ ıstalaş- ‘kalabalık olmak’ (İM, 552).

İM örneği farklı bir morfolojik yapıya sahip ya da ses değişimime


uğramış olabilir. *ḳ ıstal- tabanı tanıklanmamıştır.
ḲIŞLA- (ve ḫışla-) ‘kışlamak, kış mevsimini geçirmek’ (CC, EK).
[< ḳ ış ‘winter’ (EDPT, 670) + (+la-)]
ET: ḳ ışla- ‘to spend the winter, to go into winterquarters’ (EDPT,
673; DTS, 448); OT: ḳ ışla- ‘to spend winter’ (DLTa II, 303); ‘kış-
lamak’ (ME, 144); ‘kış geçirmek’ (ML, 43); ‘kışı geçirmek, kışla-
mak’ (AOYB, 222); ‘spędzić zimę, zimovać’ (BM, 68).

ḲIYNA- (bk. ḲINA-)


ḲIZAR- (ve ḫızar-) ‘parlamak, yanıp tutuşmak, ısınmak, kızmak’
(CC, EK).
[< *ḳ ız + (+ar-)]
OT: ḳ ızar- ‘kızarmak’ (KB III, 254); ‘to become red’ (DLTa II,
4); ‘kızarmak’ (ME, 145); ay. (KE II, 352); ‘poczerwienieć, stać
się czerwonym, zapłonąć’ (HŞ, 149); ‘kızarmak’ (NF III, 241);
‘kırmızı olmak’ (Kİ, 77); ay. (KEF, 230); ‘kırmızılaştırmak’ (TA,
115); ‘kızarmak’ (TZa, 200); ay. (KH, 130); ‘kızarmak, kızıl renk-
li olmak’ (MG, 189).

Clauson’a göre apaçık bir şekilde ḳ ız- fiili ile bağlantılıdır. Bu-
nun yanısıra *ḳ ız (diğer iki sesteş ḳ ız’dan farklı) gibi bir isim
tabanından türemiş geçişsiz fiil olma ihtimalini de verir (1972:
685). İkinci düşünce morfolojik açıdan daha geçerlidir.
368 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḲIZĠAN- ‘cimrilik etmek’ (CC).


[< *ḳ ısġa- + (-n-)]
ET: ḳ ısġan- ‘to be mean, grasping’ (EDPT, 667; DTS, 447); OT:
ḳ ısġan- ‘to be stingy’ (DLTa II, 87); ḳ ısḳ an- ‘kıskanmak’ (Kİ,
76); ay. (TA, 119); ḳ ızġan- ‘kıskanmak, cimrileşmek’ (TZa, 200);
ḳ ısḳ an- ‘zazdrościć, być zazdrosnym’ (BM, 68).

Clauson, nihaî isim taban olarak ET ḳ ısıġ ‘constriction, confi-


nement’ verisini işaret eder. Fiil tabanı olarak ise tanıklanma-
yan *ḳ ısġa-’ya dayanıyor olmalıdır; zira ET’de ḳ ısġaḳ ‘mean,
stingy, grasping’ (1972: 667) tanıklanmaktadır.
Fiil dönüşlülük ekine rağmen geçişlilik özelliğini devam ettirir.
ḲOBAR- (bk. ḲOPAR-)
ḲON- (ve ḫon-) ‘yerleşmek; konaklamak, gecelemek için durmak;
batmak (kuşlar, güneş ve ay için)’ (CC, EK).
[< *ḳo- + (-n-)]
ET: ḳon- “(of a bird) ‘to settle’; (of people) ‘to stop’ (for the night
on a journey), ‘to settle down (somewhere or an indefinite period)”
(EDPT, 632); OT: ḳon- ‘to be alighted on something; to be sett-
led’ (DLTa II, 246); ‘konmak’ (KB III, 270); ay. (AH, XXXIX);
‘kon(akla)mak’ (ME, 147); ‘konmak, bir yerde konaklamak, gece-
lemek’ (KE II, 370); ‘spoczywać, pozostawać na nocleg, nocować’
(HŞ, 139); ‘konmak, konaklamak, ikamet etmek, yerleşmek, mi-
safir olmak’ (NF III, 254); ‘inmek’ (ML, 44); ‘ortaya konulmak,
meydana çıkarılmak; bırakılmak, salıverilmek’ (HKT, 744); ‘kon-
mak, mola vermek için bir yere yerleşmek’ (GT, 307); ‘inmek, ko-
naklamak’ (İM, 555); ‘çadır kurmak’ (TZa, 204).

Clauson (1972: 632), Räsänen (1969: 273), Dankoff ve Kelly


(1985: 140) bu fiili *ḳo- fiilinin dönüşlü biçimi olarak düşü-
nürler. Erdal, dönüşlü fiiller arasında bu fiile yermez. koşul-
verisinde kon- için bu fiilin, -(X)n- fiillerine uygun zarf-fiil
ve geniş zaman ünlüsüne (yani /u/) sahip olmadığını belirtir
(1991: 665). Bu, dolaylı olarak, Erdal’ın bu fiili basit kabul etti-
ği şeklinde değerlendirilebilir. Berta da Erdal gibi bu fiil taban
fiil kabul eder (1996: 258).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 369

ḲONAḲLA- (ve ḫonaḫla-) ‘gece için kalmak, konaklamak; konuk


etmek, ağırlamak’ (CC, EK).
[< ḳonaḳ “(1) ‘a guest, a person who comes to stay’, and (2)
‘the place where one settles down (usually for a short time),
lodging’ and the like” (EDPT, 637) + (+la-)]
OT: ḳonaḳ la- ‘to entertain someone as a guest’ (DLTa II, 322);
‘misafir etmek’ (ME, 370); ‘gościć, przyjać gościa’ (HŞ, 140); ‘mi-
safir etmek, ağırlamak’ (HKT, 745); ay. (TA, 121); ‘misafir olmak’
(İM, 555); ay. (KK, 116); ‘şölen vermek’ (TZa, 204); ‘misafir et-
mek’ (DM, 94).

Yukarıdaki tarihî tanıkların yanı sıra ḳonuḳ la- biçiminde


‘давать ночлег’ (LST, 213); ‘konuklamak, ağırlamak’ (ME,
147); ‘misafir etmek, ağırlamak’ (NF III, 254), ‘misafir ey-
lemek’ (ML, 44); ‘misafir etmek’ (Kİ, 78); ‘konuk etmek,
ağırlamak’ (KEF, 233); ‘misafir etmek, ağırlamak’ (GT, 307);
‘misafir etmek’ (KFT, 1023) örnekleri de mevcuttur. ḳonaḳ ve
ḳonuḳ sözcüklerinin birbirinin yerine geçebildiği göz önüne
alındığında bu örnekler de dikkate alınmalıdır.
ḲONDUR- (ve ḫondır-, ḫondur-) ‘barındırmak, misafir etmek’
(CC, EK).
[< ḳon- “(of a bird) ‘to settle’; (of people) ‘to stop’ (for the night
on a journey), ‘to settle down (somewhere or an indefinite peri-
od)” (EDPT, 632) + (-tur-)]
ET: ḳontur- ‘to settle (people somewhere); to put (someone) up for
the night’ (EDPT, 636; DTS, 455); OT: ḳontur- ‘to let something
alight’ (DLTa II, 58); ḳondur- ‘konaklatmak’ (ME, 147); ‘zostavić
na nocleg, przenocować’ (HŞ, 140); ‘yerleştirmek’ (NF III, 254);
‘konaklatmak, yerleştirmek, kondurmak’ (AOYB, 223).

ḲOŊRAN- ‘kendi kendine söylenmek, sokranmak’ (CC).


[< ḳoŋra- ‘(voice) to deepen; (chestnut) to become colored’
(DLTa II, 356) + (-n-)]
ET: kä ŋrän- 311 ‘to grumble, complain’ (OTWF II, 604).
311 Aynı örnek olma ihtimali ile buraya dâhil edildi.
370 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḲOPAR- (ve ḳobar-) ‘kurmak, inşa etmek’ (CC).


[< ḳop- “‘to rise’; prob. originally in the sense of ‘to rise in the
air’” (EDPT, 580) + (-ar- veya -ur- (?))]
ET: ḳopur- ‘to raise’ (OTWF II, 717); OT: ḳopur- ‘yerinden
kaldırmak’ (KB III, 271); ḳopar- ‘заставить встать, поднять,
воскрешать; строить, возводить’ (LST, 213); ‘inşa etmek; hile,
düzen kurarak, plan yaparak geceyi geçirmek; kaldırmak, haş-
retmek; göndermek, hazırlamak, bir araya getirmek’ (RKT, 474-
75); ‘kaldırmak, tahrik etmek, koparmak’ (ME, 147); ‘koparmak,
ayırmak, yükseltmek, kaldırmak; inşa etmek, yapmak, meydana
getirmek’ (KE II, 372); ḳobar- ‘wznosić, budować, porywać’ (HŞ,
137); ḳopar- ‘inşa etmek, yapmak, meydana getirmek, mevcut kıl-
mak; kaldırmak, çekip çıkarmak, koparmak’ (NF III, 255); ‘bir
nesneyi yerinden oynatıp çekip almak, sökmek’ (ML, 45); ‘kopar-
mak, kaldırmak; kaldırmak, harekete geçirmek; diriltmek, haş-
retmek; inşa etmek, kurmak; yürürlüğe sokmak, yerine getirmek,
ifa etmek’ (HKT, 746-47), kopġar- (HKT, 747); ḳopar- ‘yolmak,
koparmak’ (Kİ, 79); ‘koparmak, kesmek’ (TA, 121); ‘yükseltmek,
kaldırmak, (toz) havalanmak; meydana getirmek, kurmak, inşa
etmek; harekete geçirmek, tahrik etmek’ (KEF, 233); ‘koparmak,
kaldırmak’ (GT, 307); ‘yerinden sökmek; öldükten sonra diril-
mek; meydana çıkarmak, ortaya çıkarmak’ (İM, 555); ‘koparmak’
(TZa, 204); ḳobar- ‘wyryważyć, wyciągażyć’ (BM, 67); ‘kopar-
mak’ (KFT, 1023).

En eski örnekler -Ur- ettirgenlik ekini almışlardır. Bu durum-


da -Ar- farklı bir tercih değil, fonetik bir geçişin işareti olabilir.
ḲOPSA- ‘ilahi söylemek’ (CC).
[< ḳopuz “‘a stringed instrument’ of the guitar type, but no
doubt used for several varieties of instrument” (EDPT, 588) +
(+a-)]
OT: (ḳopuz) ḳopza- ‘to play (the lute)’ (DLT II, 295).

Räsänen (1969: 281), Dankoff ve Kelly (1985: 143), Karaşlar


(2012: 208) bu fiili ḳopuz isim tabanı ile ilişkilendirirler. Fiil bu
taban üzerine +A- eki ile türetilmiştir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 371

ḲORḪ- (bk. ḲORḲ-)


ḲORḲ- (ve ḳorḫ-, ḫorḫ-, ḫor-) ‘korkmak’ (CC, EK).
[< ḳorı- ‘‘to fence in, or protect (a piece of ground)’ (EDPT,
645) + (-ḳ-)]

ET: ḳorḳ- ‘to fear, be afraid of (someone or something)’ (EDPT,


651; DTS, 458); OT: ḳorḳ- ‘korkmak’ (KB III, 271); ‘to fear; to
be afraid of something/someone’ (DLTa II, 366); ‘бояться’ (LST,
214); ‘korkmak, endişe etmek, ürpermek’ (RKT, 476); ‘korkmak,
çekinmek’ (ME, 147); ay. (KE II, 373); ay. (MM, 234); ‘bać się’
(HŞ, 141); ‘korkmak, (NF III, 255); ay. (HKT, 747); ay. (AOYB,
223); ay. (Kİ, 79), ay. (TA, 121); ‘to be frightened, to be afraid
of’ (İN, 101); ‘korkmak’ (GT, 307); ay. (İM, 555); ay. (KK, 116);
ḳoruḳ- ‘korukmak’ (TZa, 205); ‘korkmak’ (KFT, 1023); ḳorḳ-
‘korkmak’ (MG, 199); ay. (DM, 194); ay. (ESL, 69).

Erdal, kesin olmamakla birlikte yukarıdaki etimolojiyi benim-


ser (1991: 646). TZ ve KFT’deki ḳoruḳ- biçimi de bunu destek-
ler mahiyettedir.
ḲORḲUT- (ve ḫorḫut-) ‘korkutmak, ürkütmek’ (CC, EK).
[< ḳorḳ- ‘to fear, be afraid of (someone or something)’ (EDPT,
651) + (-ut-)]

ET: ḳorḳ ıt- ‘to frighten (someone)’ (EDPT, 655; DTS, 459); OT:
ḳorḳ ıt- ‘korkutmak’, (KB III, 272); ‘to frighten’ (DLTa II, 133);
ḳorḳ ut- ‘пугать, устрашать’ (LST, 215), ḳorḳ ıt- (LST, 214);
ḳorḳ ut-, ḳorḳ ıt- ‘çok korkutmak, dehşete düşürmek; korkutmak,
uyarmak’ (RKT, 478); ḳorḳ ut- ‘korkutmak’ (ME, 147); ḳorḳ ut-,
ḳorḳ ıt- ‘korkutmak’ (KE II, 374); ay. (NF III, 256); ḳorḳ ut- ‘kor-
kutmak, uyarmak’ (HKT, 749); ḳorḳ ıt- ‘korkutmak’ (KEF, 233),
ḳorḳ ut- (KEF, 234); ḳorḳ ut- ‘korkutmak’ (İM, 556); ay. (KK, 116);
ḳorḳ ud- ‘korkutmak’ (KFT, 1023).

ḲOŞIL- (ve ḫoşul-) ‘birleşmek, bağlanmak’ (CC, EK).


[< ḳoş- ‘to conjoin, unite (two things)’ (EDPT, 670; DTS, 460)
+ (-ul-)]
372 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ET: ḳoşul- “‘to be joined, united (to something)’, and the like; also
Intran. ‘to join (something Dat.)’” (EDPT, 673; DTS, 461); OT:
ḳoşul- ‘yazılmak, düzenlenmek, şiir düzülmek’ (KB III, 272); ‘to
be joined’ (DLTa II, 31); ‘isnat edilmek’ (RKT, 480); ‘şart tutul-
mak, kararlaştırılmak’ (KE II, 375); ‘katılmak’ (HKT, 750); ‘bir-
leşmek, katılmak, tertip edilmek’ (AOYB, 223); ‘birleşmek’ (Kİ,
79); ‘eklenmek, takılmak’ (İM, 556).

ḲOVAN- (ve ḫovan-) ‘sevinmek, kıvanmak, mutlu olmak’ (CC).


[< ḳuvan- < küven- < *küve- + (-n-)]
ET: ḳ üven- “originally, in a pejorative sense ‘to be proud, ar-
rogant’, a meaning still surviving in sorne languages; later in a
laudatory sense ‘to have legitimate pride, enjoy self-respect’;
thence ‘to be glad, rejoice’” (EDPT, 690); küven- ‘гордиться,
хвалиться’ (DTS, 330); OT: küv ė n- ‘güvenmek: övünmek’ (KB
III, 303); ‘to be proud (of someone/something)’ (DLTa II, 42);
ḳ ıv ȧ n- ‘kendini beğenmek’, (RKT, 459), küv ė n- ‘övünmek’ (RKT,
512); ḳ ıvan- ‘sevinmek, övünmek’, (ME, 144), ḳ uv ȧ n- ‘öğünmek,
kıvanmak’ (ME, 153), küv ė n- ‘öğünmek’, (ME, 154); ḳ uv ȧ n-,
ḳ uvan- ‘kıvanmak, öğünmek’ (KE II, 404), küv ė n- ‘güvenmek,
öğünmek; sevinmek’, (KE II, 412); ḳ uvan- ‘cieszyć się’, (HŞ, 146),
ḳ uv ȧ n- ‘cieszyć się, wyrażać radość’, (HŞ, 146); küv ė n- ‘kibirlen-
mek, öğünmek’, (NF III, 273); ḳ uvan- ‘övünmek, böbürlenmek’,
(HKT, 772), ḳ uv ȧ n- (HKT, 773), küv ė n- ‘böbürlenmek, çalım sat-
mak’, (HKT, 780); keven- ‘sevinmek’, (Kİ, 47); küv ė n- ‘güven-
mek, övünmek’, (KEF, 241); ḳ ıvan-, ḳ uvan- ‘güvenmek, öğün-
mek’, (GT, 299).

İki şekillilik (ince sıralı ve kalın sıralı) ET’den sonra ortaya


çıkar. İnce sıralı biçim eskicildir. Clauson bu sözcüğün *küve-
fiilinin dönüşlü şekli olduğunu ifade eder (1972: 690). Erdal da
tanıklanmış bir tabanı olmadığı için ihtiyatla bu fiili dönüşlü
fiiller bahsine alır, bunun yanında ET küv ė z örneğinin varlığı-
nı da belirtir (1991: 608).
ḲOVUŞ- (ve ḫavş-) ‘kavuşmak’ (CC).
[< ḳ avuş- < ḳ avı- ‘to unite (Intrans.)’ (OTWF II, 560) + (-ş-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 373

ET: ḳ avış- ‘to come together, assemble’ (EDPT, 588; DTS, 437);
OT: ḳ avuş- ‘kavuşmak’ (KB III, 229); ‘to have intercourse; to
join; to reach’ (DLTa II, 16); ‘kavuşmak’, (ME, 136); ḳ av ̇ uş-,
ḳ av ̇ış- ‘kavuşmak, bir araya gelmek; cinsel ilişkide bulunmak’,
(KE II, 306); ḳ av ̇ uş- ‘łączyć się, połączyć się, spotkać się’, (HŞ,
137); ‘kavuşmak, birleşmek’, (NF III, 208); ḳ avuş- ‘kavuşmak’,
(TZa, 188).

Clauson (1972: 589), Dankoff ve Kelly (1985: 134) fiili fara-


zi *ḳ av- tabanına bağlarlar. Ancak bu tabandan türetişmiş ilk
ettirgen fiil ḳ avır- olduğu için o tip bir tabana bağlı olamaz.
Erdal, EUT’de ḳ avı- tabanını tanıklamıştır (1991: 560).
EK’da tanıklanan ḫavş- ilk hece düz ünlüyü koruması açısında
CC örneğinden daha orijinaldir. İkinci hece ünlüsü /ı/ büyük
ihtimalle imlada atlanmıştır.
ḲOY- (ve ḫoy-) ‘bırakmak, koymak, terk etmek’ (CC, EK).
[< *ḳo- + (-ḏ-)]
ET: ḳoḏ- “originally ‘to put down, abandon, give up’, thence more
indefinitely ‘to put’ and the like” (EDPT, 595; DTS, 451); OT:
ḳoḏ- ‘koymak, bırakmak’ (KB III, 266); ‘to put aside’ (DLTa II,
375); ḳoy- ‘koymak’ (AH, XXXIX); ḳoḏ- ‘класть, оставлять’,
(LST, 210); ‘koymak, bırakmak, rahat bırakmak’ (RKT, 470);
‘koymak’, (ME, 146), ḳoy- ‘koymak, bırakmak’ (ME, 148); ḳoḏ-
‘koymak, bırakmak, atamak’ (KE II, 367) ḳoy- ‘koymak, bırak-
mak, yerleştirmek’ (KE II, 375); ḳoy-, ḳoḏ- ‘bırakmak, terk et-
mek’ (MM, 234); ḳoḏ- ‘położyć; zostawić; pozwolić, zezwolić’
(HŞ, 138), ḳoy- ‘zostawić, pozostawić, poniechać, porzucić’ (HŞ,
138); ḳoy- ‘класть, положить’ (MNa, 200); ḳoḏ- ‘koymak, bı-
rakmak; takmak; sürmek; vazgeçmek, terk etmek’ (NF III, 252),
ḳoy- ‘koymak, bırakmak, kurmak; terk etmek, vaz geçmek, bırak-
mak, takmak’ (NF III, 257); ḳoḏ- ‘vazetmek, koymak; koymak,
bırakmak; alıp bırakmak, indirmek’ (HKT, 742), ḳoy- (HKT, 751);
ḳoy- ‘koymak, bırakmak’ (AOYB, 223); ‘hastalığı zahir olmak;
dökmek; vazetmek’ (Kİ, 80); ‘salıvermek, bırakmak, indirmek’
(TA, 121); ‘to place’ (RH, 66); ḳoḏ- ‘koymak, bırakmak, terk et-
mek’, (KEF, 232), ḳoy- ‘koymak, bırakmak; terk etmek; dökmek;
indirmek, (zaman) belirlemek, vermek’, (KEF, 234); ḳoy- ‘to give
374 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

up; to place; to put; to let’ (İN, 101); ‘bırakmak, koymak’ (GT,


307); ‘terketmek; izin vermek; bırakmak, atmak; bir şeyi yere
koymak’ (İM, 556); ‘bırakmak, koymak’ (KK, 116); ay. (TZa,
205); ay. (KH, 131); ay. (KFT, 1023); ay. (MG, 199).

Clauson, bu fiili *ḳo- fiilinin pekiştirilmiş biçimi sayar (1972:


595). Dankoff ve Kelly de fiili *ḳo- ‘to put down’ köküne bağ-
lar (1985: 140). Erdal, ḳon- fiili için taşıdığı görüşü bu fiil için
de düşünür (1991: 665). Berta da Erdal’ı esas alarak ḳoy- fiilini
taban fiillere dâhil eder (1996: 269). Karaşlar, ḳoy- fiilini atla-
mıştır.
ḲOYĠAŞ- ‘koyun koyuna uyumak’ (CC).
[< *ḳoyġa- (EDPT, 677) + (-ş-)]
OT: ḳoyġaş- ‘to lie with someone’ (DLTa I, 216); ‘koynuna gir-
mek’ (ME, 148). Ayrıca ḳoyġaşuk ‘koynuna girmiş, koynunda ya-
tan’ (KEF, 234).

Clauson, Şor dilindeki örneğe istinaden bu fiili ET’de tanıklan-


mayan ḳoyġa-’nın işteş şekli, o tabanı ḳoy (< *ḳōñ) ‘bosom’ is-
minden türemiş bir fiil olarak kabul eder (1972: 677). Dankoff
ve Kelly (1985: 145) ile Karaşlar da aynı görüştedir 2012: 390).
*ḳoyġa- tabanının morfolojik analizinde iki türlü problem var-
dır:
I) +KA- eki iki heceli tabanlara eklenir;
II) Ekin ünsüzü sistematik olarak /k/, /ḳ/’dır (bk. Erdal, 1991:
458).
Dolayısıyla ḳoyın~ ḳoy tabanlarının *ḳoyıġ gibi bir varyantı
üzerine +A- ile kurulmuş olabilir.
ḲOYUL- (ve ḫoyul-, ḫoyur-II) ‘koyulmak, yerleştirilmek, tesis
edilmek’ (CC, EK).
[< ḳoḏ- “originally ‘to put down, abandon, give up’, thence
more indefinitely ‘to put’ and the like” (EDPT, 595) + (-ul-)]
OT: ḳoḏ ul- ‘terk olunmak, yalnız bırakılmak’ (RKT, 472); ḳoyul-
‘konulmak’ (ME, 148); ḳoḏ ul- ‘koyulmak, kurulmak, yerleştiril-
mek’ (NF III, 253), ḳoyul- ‘koyulmak’ (NF III, 258); ḳoḏ ul- ‘inşa
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 375

edilmek, yapılmak’ (HKT, 743), ḳoyul- (HKT, 752); ḳoyul- I ‘ko-


nulmak, bırakılmak’ (KEF, 234); ‘konulmak; bırakılmak, terke-
dilmek; ilaç damlatılmak’ (İM, 556).

ḲOYUR- (ve ḫoyur- I) ‘kurumak, suyu çekilmek, katılaşmak; ko-


yulaşmak, kıvamlı olmak’ (CC, EK).
[< ḳoyuġ ‘(of liquids) thick’ (DLTa II, 234) + (+r-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte aynı anlamı taşıyan ḳoyul- örnekleri
DLT ve KB’de görülmektedir.
ḲOZĠALIŞ- ‘karıştırmak, karıştırarak aramak, deşelemek’ (CC).
[< *ḳozġal- + (-ış-)]
(ttkht.!)
ḲULUNLA- ‘(kısrak) yavrulamak’ (CC).
[< ḳulun “‘a foal’ from birth to one year, younger than a tay”
(EDPT, 622) + (+la-)]
ET: ḳ ulunla- “(of a mare) ‘to foal’” (EDPT, 624; DTS, 465); OT:
ḳ ulunla- ‘(at için) yavrulamak’ (KE II, 399).

ḲURŞOVLA- ‘kuşatmak, çembere almak, sarmak’ (CC).


[< ḳurşaġ ‘girding oneself with a belt; a coil of woven wool that
is wound around a tent’ (DLTa I, 348) + (+la-)]
(ttkht.!)
ḲUSTUN- (ve küstün-, küstän-) ‘sık ve yoğun bir biçimde nefes
almak; iç geçirmek, inlemek, ağlamak, yas tutmak’ (CC, EK).
[< *ḳustu- / *ḳust- + (-un-)?]
(ttkht.!)
Karaşlar, sözcüğü ḳus-’dan türemiş farazi *ḳust- fiiline götü-
rür ve onun da dönüşlülük eki ile türediğini düşünür (2012:
356-57). Grønbech, bu veriyi paylaşırken Trakay Karaycası
k’oz’tun- ve Haliç Karaycası kistun- çağdaş örneklerini verir
(1942: 205). Bunlara kestun-, köstun- ve küstün- biçimleri de
eklenebilir (bk. KRPS, 1974: 324).
Fiili ḳus-’a bağlamak tartışmalı olursa da fiilin dönüşlülük al-
dığını söylemek yanlış olmaz.
ḲUTḪAR- (bk. ḲUTḲAR-)
376 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḲUTḲAR- (ve ḳutḫar-, ḫutḫar-) ‘serbest bırakmak; kurtarmak’


(CC, EK).
[< *ḳutġar- < *ḳutr-ar- < *ḳutur-ar- ?]
ET: kurtġar- ‘to rescue’ (EDPT, 649; DTS, 473); OT: ḳ utġar-
‘kurtarmak’ (KB III, 295); ‘to deliver from hardships’ (DLTa II,
58); ḳ utḳ ar- ‘избавлять; освобождать’ (LST, 219), ḳ utar- (LST,
219); ḳ urtġar- ‘kurtarmak’ (RKT, 501); ḳ utġar- ‘kurtarmak’,
ḳ utar- ‘ay.’ (ME, 152); ḳ utḳ ar-, ḳ utġar- ‘kurtarmak’ (KE II, 404)
ḳ urtar-, ḳ urtġar-, ḳ urtḳ ar- (KE II, 401), ḳ utar- (KE II, 403);
ḳ utar- ‘ay.’ (MM, 236); ḳ urtḳ ar- ‘wyzwolić, uwolnić, uratować’,
(HŞ, 145), ḳ utġar- ‘wyzwalać, ratować’ (HŞ, 146), ḳ utḳ ar- (HŞ,
146); ḳ urtar-, ḳ urtġar- ‘ay.’ (NF III, 268), ḳ utġar-, ḳ utḳ ar- ‘ay.’
(NF III, 269); ḳ utḳ ar- (ML, 48); ḳ urtar- ‘kurtarmak’ (HKT, 769),
ḳ urtġar- (HKT, 770), ḳ utar- (HKT, 772), ḳ utġar- (HKT, 772);
ḳ urtar- ‘kurtarmak’ (KEF, 239), ḳ utar- (KEF, 240), ḳ utġar- (KEF,
240); ḳ urtar- ‘kurtarmak’ (GT, 313); ḳ urtar- ‘kurtarmak’ (İM,
560); ḳ utḳ ar- ‘kurtarmak’ (TZa, 212); ḳ urtar- ‘kurtarmak’, (KFT,
1027).

Clauson, bu fiilin ḳurtul- ‘to be rescued’ ile kökteş olduğunu ve


bu ikinci verinin *ḳurt- fiil tabanından türemiş kurallı bir edil-
gen olduğunu, bununla birlikte -ġar-’ın kurallı bir ettirgenlik
eki olmadığını söyler. Ayrıca ḳurtul- fiilinin etken biçiminin
neden bir ettirgen fiil olduğunun açık olmadığını ekler (1972:
649). Erdal, /r/’li biçimin EUT’de yalnızca Maniheist metinle-
rinde görüldüğünü ve tetrü ~ tertrü gibi örnekler eşliğinde bir
diyalekt karakteristiği olarak düşünülebileceğini söyler. İkinci
hece damaksılının da asli olarak /g/ olmasını gerektiğini, zira
Oğuz grubunda bu sesin düşürüldüğünü belirtir. Ona göre, bu
fiil, ḳutul- ~ ḳurtul- fiili ile birlikte ḳutur- fiil tabanına dayan-
makta ve -ses yitimi ile birlikte- bu fiilden -Ar- ettirgenlik eki
ile genişlemektedir. Bu noktada fonetik bir problem ortaya çı-
kar; zira *ḳutrar- biçimi metinlere yansımaz. Erdal, bunu da
olor- ‘to sit’ fiilinin iki ettirgenlik aldığında yaşadığı süreçle
destekler. Buna göre *olor-ur-t- > olrurt- ve son olarak olġurt-
olmaktadır (1991: 735-736).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 377

ḲUTḲARUVSA- ‘kurtarmak istemek’ (CC).


[< ḳurtġar- ‘to rescue’ (EDPT, 649) + (-ıġsa-)]
(ttkht.!)
ḲUTUL- (ve ḫutul-, ḫuvul- II) ‘korunmak, kendini kurtarmak,
kurtulmak; kurtarılmak, özgür kılınmak’ (CC, EK).
[< ḳutrul- < *ḳutur-ul- ?]
ET: ḳ urtul- ‘to be rescued, saved’ (EDPT, 650; DTS, 469); OT:
ḳ utul- ‘kurtulmak’ (KB III, 295); ḳ urtul- ‘to give birth; to be de-
livered (from difficulty)’ (DLTa II, 78); ḳ utul- ‘kurtulmak’ (AH,
XLI); ḳ urtul- ‘избавляться; освобождаться’ (LST, 218), ḳ utul-
‘ay.’ (LST, 219); ḳ urtul- ‘kurtulmak, muradına ermek’ (RKT,
501); ay. (ME, 152); ḳ utul- ‘kurtulmak’ (KE II, 404), ḳ urtul- ‘ay.’
(KE II, 402); ḳ urtul- ‘uwolnić się, pozbyć się czegoś’, (HŞ, 145),
ḳ utul- ‘uratować się, być uratowanym, wyzwolić się’ (HŞ, 146);
ḳ utul-, ḳ urtul-’избавляться’ (MNa, 200); ḳ urtul- ‘kurtulmak’
(NF III, 268), ḳ utul-, ḳ utıl- ‘ay.’ (NF III, 269); ḳ urtul- ‘kurtul-
mak; kurtulmak; düzelmek, doğru ve dürüst olmak’ (HKT, 770);
ḳ utul-, ḳ urtul- ‘halas olmak’ (Kİ, 82-83); ḳ utul- ‘ay.’ (TA, 125);
ḳ urtul- ‘kurtulmak’ (KEF, 239); ḳ urtul- ‘kurtulmak’ (GT, 313),
ḳ utul- ‘ay.’ (GT, 313); ḳ utul-, ḳ urtul- ‘ay.’ (İM, 560); ay. (TZa, 212);
ḳ urtul- ‘kurtulmak’ (KH, 132); ay. (KFT, 1027); ay. (MG, 205);
ay. (ELS, 71).

Clauson, ḳurtġar- fiilinde olduğu gibi, fiili *ḳurt- farazi fiiline


dayandırır ve onun edilgen biçimi sayar (1972: 650). Erdal da,
yukarıda verildiği gibi, fiili ḳutur- ‘to pass one’s limits, be ex-
cessive; rave’ fiilinin edilgen biçimidir (1991: 667). EUT’deki
ḳutrul- biçimleri Erdal’ı destekleyici mahiyettedir. Bununla
birlikte semantik boyut ikna edici gözükmez.
ḲUTUR- (ve ḫutur-) ‘hiddetlenmek, öfkelenmek, cinnet geçir-
mek; kuduz olmak’ (CC, EK).
[< *ḳūtrı- < *ḳūtur ]
ET: ḳ utur- ‘to be excessive, exceed reasonable limits’ (EDPT,
605; DTS, 474); OT: ḳ utur- ‘kudurmak’ (KB III, 295); ‘to exert
utmost in a matter’ (DLTa II, 3); ‘kudurmak’ (TA, 125); ḳ udur-
378 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

‘kudurmak, azmak, kuduz olmak’ (KEF, 238), ḳ utur- ‘ay.’ (KEF,


240); ḳ utur- ‘kudurmak’ (TZa, 212); ḳ udur- ‘(oğlan) yaramazlık,
haşarılık etmek’ (İH, 32).

Clauson, fiilin morfolojik olarak kapalı olduğunu, bununla bir-


likte ḳutuz ile kökteş olduğunu belirtir (1972: 605). Dankoff
ve Kelly, bu fiili *ḳud- ‘to pour; to go beyond’ fiil köküne bağ-
lar (1985: 145). Tekin, bu fiili *ḳūtru- biçimine götürür (Tekin
2003: 5, 9, 10). Taş ise taban olarak *ḳūtur ismini düşünür ve
muhtemel en eski biçim olarak *ḳūtrı-’ya dayandırmaktadır
(2009: 92). Erdal, ET’de sämri-, sekri-, yavrı- gibi zetatik isim
biçimleri olan fiillere ayrı bir bölüm ayırmış ve bunların +I-
ile türediğini söylemiştir (1991: 480); ancak ḳutuz ile semantik
bağı zayıf olduğu için olsa gerek ḳutur- fiilini buraya dâhil et-
memiştir. Ancak burada Taş’ın etimolojisi makul görülmüş ve
fiil ilk bölümde +I- fiilleri arasına dâhil edilmiştir.

L
LAMSLAN- ‘ihmalkar, ihtiyatsız olmak’ (EK).
[< lams312 ‘нерадивый, беспечный, беззаботный’ (KS, 912)
+ (+la-n-)]
(ttkht.!)
LATSLA- ‘ağlamak, hıçkırarak ağlamak’ (EK).
[< Erm. lats ‘tears, weeping’ (NDAE, 234) + (+la-)]
(ttkht.!)
LEĠİLAN- ‘çürümek, safrası veya ödü delinmek, kokuşmak’
(EK).
[< Erm. leġi ‘gall; bile’ (NDAE, 236) + (+la-n-)]
(ttkht.!)

312 Sözcüğün kökeni belli değildir. Ne Garkavets ne de Tryjarski bir köken belirtmişlerdir.
Ancak Tryjarski, Redhouse’dan şu veriyi verir: ‫‘ ﻟﻤﺰ‬a reproaching or censuring;
reproach, censure, blame’ (1968: 507). Garkavets, sözlüğünde lamsaw diye de
bir sözcük verir ve hiç karşılık vermeksizin not düşer. Nota göre bu sözcüğün
son iki harfi hatalı ve fazla olarak düşünülmüş ve sözcük düzeltilmiştir (2010:
912).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 379

M
MAĠTA- (ve maḫta-) (bk. 1.3.5)
MAĠTAN- (bk. MAḪTAN-)
MAḪTA- (bk. MAĠTA-)
MAḪTAL- ‘övülmek, yüceltilmek’ (EK).
[< Moğ. maġta- ‘to praise, eulogize, laud, extol, glorify’ (PED,
520) + (-l-)]
(ttkht.!)
MAḪTAN- (ve maġtan-) ‘böbürlenmek, övünmek’ (EK).
[< Moğ. maġta- ‘to praise, eulogize, laud, extol, glorify’ (PED,
520) + (-n-)]
(ttkht.!)
MANIL- (ve maŋıl-) ‘ıslatılmak, (su vb.’ne) daldırılmak, batırıl-
mak’ (EK).
[< man- ‘to gird on something; to dip’ (DLTa I, 279) + (-ıl-)]

OT: manıl- ‘to be dipped’ (DLTa II, 32).

MAŊIL- (bk. MANIL-)


MAŊRA- ‘melemek; böğürmek, kükremek, bağırmak’ (CC, EK).
[< man/*ban ‘yansıma taban’ + (+ḳıra-)]

ET: maŋra- ‘to shout’ (EDPT, 770; DTS, 337); OT: maŋra- ‘to
shout’ (DLTa II, 357).

MASḪARALAN- ‘gülünç duruma düşmek’ (EK).


[< Ar. masḫara ‘object of ridicule, laughingstock; ridiculous,
droll, ludicrous; masquerade’ (DMWA, 401) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
MEŊÄR-313 ‘ebedîleştirmek, ebedî kılmak; elde etmek, zimmetine
geçirmek, varis olmak’ (EK).
[< me ŋi, meni ‘вечный’ (KS, 966) (< be ŋgü ‘eternal, everlas-
ting’ (EDPT, 350)) + (+ger-)
313 Garkavets, soru işareti ile meŋgär- biçimini de gösterir.
380 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ya da < men “1. teklik şahıs zamiri ‘ben’” + (+ger-)? krş. Moğ.
möngkere- (mönḫ rö-) ‘to become immortal’ (MED, 548)]

OT: maŋgar-, me ŋger- ‘sahiplenmek’ (ME, 156).

Güvenç, EK örneğini men zamirine dayandırıp, isimden ge-


çişli fiil yapan eki +gAr- ile açıklar (2014: 59). Bu açıklama
fiilin ikinci anlam grubuna uygun olmak ve morfolojik açıdan
sorunsuz gözükmek ile birlikte, en eski örnekteki me ŋger-
’deki ikinci /g/’yi çözümsüz bırakır. İlk anlam ve bu fazla
damaksıl ses, sözcüğün EK’dan önce ya be ŋgü’nün ilk hecesi
*be ŋ>*me ŋ isim tabanından ya da doğrudan me ŋi isim taba-
nında +gAr- ile türediğini düşündürmektedir. İki ihtimalin iç
içe geçtiği de söylenebilir. Yukarıda belirtilen Moğ. örnek ya-
pısal ve anlamsal açıdan yakın bir biçim olsa da geçişsiz bir
fiildir.
MEŊÄRİL- ‘el koyulmak, sahiplenilmek, miras kalmak’ (EK).
[< me ŋger- ‘sahiplenmek’ (ME, 156) + (-il-)]
(ttkht.!)
MEŊÄRT- ‘miras bırakmak’ (EK).
[< me ŋger- ‘sahiplenmek’ (ME, 156) + (-t-)]
(ttkht.!)
MERONLA- ‘(dinî ritüel için) yağ sürmek’ (EK).
[< Yun. miron ‘миро, елей, благовонное масло’ (KS, 967) +
(+la-)]
(ttkht.!)
MIḪLA- ‘çivilemek, mıhlamak’ (EK).
[< Far. meḫ ‘a nail’ (PED, 1359) + (+la-)]

OT: mıḫla-, mıḳ la- ‘çivilemek’ (Kİ, 59); mıḫla- ‘çivilemek’ (TZa,
217).

MIḪLAN- ‘mıhlanmak, çivilenmek’ (EK).


[< mıḫla- ‘çivilemek’ (Kİ, 59) + (-n-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 381

MIRMILDAN- (ve mrmrdan-) ‘homurdanmak, huysuzlanmak,


yakınmak’ (EK).
[< mırmır/mırmıl ‘yansıma taban’ + (+da-n-)]
(ttkht.!)
MIRMIRLAN- ‘homurdanmak, şikayetlenmek’ (EK).
[< mırmır ‘yansıma taban’ + (+la-n-)]
(ttkht.!)
MIZDASIZLAN- ‘ödüllendirilmemiş, karşılığı verilmemiş kal-
mak’ (EK).
[< mızdasız ‘без мзды, платы, вознаграждения’ (KS, 979) +
(+la-n-)]
(ttkht.!)
MİNDİR- ‘at vb.’ne bindirmek, üzerine çıkartmak’ (EK).
[< bin- ‘to mount, or ride (a horse, etc., Acc.)’ (EDPT, 348) +
(-tür-)]
ET: bintür- “‘to make (someone Dat.) mount’ (a horse, etc. Acc.,
or üze:)” (EDPT, 350; DTS, 101); OT: mündür- ‘to make someone
mount’ (DLTa II, 61); mindür- ‘сажать (на что-л.)’ (LST, 224);
mündür- ‘bindirmek’ (ME, 158); mindir- ‘bindirmek’, (KE II, 441;
mündür- ‘ay.’ (KE II, 454); mindür- ‘pozwolić dosiąść’ (HŞ, 111);
mindür- ‘bindirmek, çıkarmak, aşırmak’ (NF III, 292); mindür-
‘bindirmek’ (KEF, 244); ay. (GT, 325); mindir- ‘ay’. (KK, 118); ay.
(TZa, 217).

MİRALAN- ‘mür (sarı sakız) ile karıştırılmak veya onunla esans-


landırılmak’ (EK).
[< Yun. mirra ‘мирр’ (KS, 974) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
MİSKİNLÄ- ‘yoksul, acınacak hâlde olmak’ (EK).
[< Ar. misk īn ‘poor, miserable; beggar; humble, submissive,
servile’ (DMWA, 909) + (+le-)]
(ttkht.!)
MİSKİNLÄN- ‘düşkün veya zavallı bir hâlde olmak’ (EK).
[< miskinlä- + (-n-)]
382 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
MİSKİNLÄT- ‘fakirleştirmek, düşkün hâle getirmek’ (EK).
[< miskinlä- + (-t-)]
(ttkht.!)
MÖHÜRLÄ- (ve mohorla-) ‘mühür vurmak; madenî para bas-
mak’ (CC, EK).
[< Far. muhur, muhr ‘a seal, seal-ring’ (PED, 1353) + (+la-)]
OT: muhurla- ‘pieczętować, nalożyć pieczęć’ (BM, 62).

MÖHÜRLÄN- ‘tescillenmek, mühürlenmek’ (EK).


[< muhurla- ‘pieczętować, nalożyć pieczęć’ (BM, 62) + (-n-)]
(ttkht.!)
MRMRDAN- (bk. MIRMILDAN-)
MUḪKAMLAT- ‘güçlendirmek, tahkim etmek’ (EK).
[< Ar. muḥ kam ‘strengthened, reinforoed; firm, solid, sturdy’
(DMWA, 197) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
MUŊAY- ‘üzülmek, acı çekmek’ (EK).
[< buŋ ‘grief, sorrow, melancholy’ (EDPT, 347) + (+aḏ-)]
ET: bu ŋaḏ- ‘to be distressed’ (EDPT, 350; DTS, 124); OT:
mu ŋaḏ- ‘bunalmak, ihtiyaç duymak’ (KB III, 320); ‘to suffer dist-
ress’ (DLTa II, 7); mu ŋad- ‘çaresiz kalmak, mecbur olmak’ (RKT,
523); mu ŋay- ‘muhtaç olmak’ (ML, 51).

MUŊRA- (bk. MÜŊRÄ-)


MURDARLA- ‘kutsallığı bozmak, ona saygısızlıkta bulunmak’
(EK).
[< Far. murda ̄ r ‘a dead carcase, carrion; impure, dirty, pollu-
ted’ (PED, 1212) + (+la-)]
(ttkht.!)
MURDARLAN- ‘kirlenmek, bozulmak’ (EK).
[< murdarla- + (-n-)]
(ttkht.!)
MURDARLAT- ‘kirlettirmek, lekeletmek’ (EK).
[< murdarla- + (-t-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 383

MÜLKLÄ- (ve mülkrä-) ‘varis olmak, miras devralmak’ (CC).


[< Ar. milk ‘property, possessions, goods and chatteis, fortune,
wealth; estate; landed property, real estate’ (DMWA, 922) +
(+le-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte Memluk sahasında miliklen- ‘temel-
lük etmek’ (KFT, 1035) verisi bulunmaktadır.
mülkre- varyantı birinci bölümde de zikredildiği üzere morfolojik
değil fonolojik biçimdir.
MÜLKRÄ- (bk. MÜLKLÄ-)
MÜŊRÄ- (ve maŋra-, mugra-, muŋray-, muŋra-) ‘böğürmek, ba-
ğırmak; homurdanmak, söylenmek’ (CC, EK).
[< mun/bun ~ man/ban ‘yansıma taban’ + (+ḳıra-)]

OT: mü ŋre- ‘sığır ve koyun bağırmak’ (ML, 51); ‘böğürmek’


(KEF, 247).

MÜŞḪÜLLÄ- ‘cesaretini, şevkini kırmak, kızdırmak’ (EK).


[< Ar. muşkil ‘difficult, intricate, involved, problematic; prob-
lem, unsolved, question, issue; difficulty’ (DMWA, 483) +
(+le-)]
(ttkht.!)
MÜŞḪÜLLÄN- ‘umudunu yitirmek, üzgün, kederli olmak’ (EK).
[< müşḫüllä- + (-n-)]
(ttkht.!)
MÜŞḪÜLLÄT- ‘üzmek, mutsuz etmek’ (EK).
[< müşḫüllä- + (-t-)]
(ttkht.!)

N
NAḪIŞLA- (bk. NAḲŞLA-)
NAḲŞLA- (ve naḫışla-) ‘resmetmek, nakşetmek’ (CC, EK).
[< Ar. naḳ ş ‘painting, picture, drawing; engraving; inscription;
sculpture, figure’ (DMWA, 991) + (+la-)]
384 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: naḳ ışla- ‘nakış yapmak, resim yapmak’ (KEF, 248); ‘nakış-
lamak’ (KFT, 1043).

NALÄTLÄ- ‘lanet etmek, afororoz etmek’ (EK).


[< Ar. lacnat ‘curse; execration, imprecation’ (DMWA, 870) +
(+le-)]
(ttkht.!)
NÄMLÄN- ‘nem almak, rutubetli veya ıslak olmak’ (EK).
[< Ar. nam ‘moisture; dew; tears; wet, moist’ (PED, 1425) +
(+le-n-)]
(ttkht.!)
NÄMLÄT- ‘nemlendirmek, ıslatmak’ (EK).
[< Ar. nam ‘moisture; dew; tears; wet, moist’ (PED, 1425) +
(+le-t-)]
(ttkht.!)
NIŞANLA- (bk. NİŞANLA-)
NIŞANLAN- ‘işaretlenmek, etiketlenmek’ (EK).
[< nişanla- ‘elamet, nişan, damga vurmak’ (Kİ, 60) + (-n-)]
OT: nişanlan- ‘işaretlenmek’ (ME, 160).

NIŞANLAT- ‘işaretletmek, belirletmek’ (EK).


[< nişanla- ‘elamet, nişan, damga vurmak’ (Kİ, 60) + (-t-)]
(ttkht.!)
NİŞANLA- (ve nışanla-) ‘bir şeyin yerini belirtmek, işaretlemek,
nişan koymak’ (CC, EK).
[< Far. nişa ̄ n ‘sign, signal, mark, character, seal’ (PED, 1402) +
(+la-)]
OT: nişanla- ‘elamet, nişan, damga vurmak’ (Kİ, 60); ‘nişan koy-
mak’ (TA, 129); ‘işaretlemek, işaret koymak’ (KEF, 251); ‘belge-
lemek’ (TZa, 220).

O
OĠRA- ‘karşılaşmak; beklenmedik bir duruma düşmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 385

[< uġur “semantically rather indefinite; seems to connote both


‘time’ and ‘cause’; in some contexts it is hard to say which is
uppermost. ‘Time’ seems to have evolved into ‘the right time,
an auspicious time’, and thence into ‘good fortune’ the mea-
ning uppermost today in the word” (EDPT, 89) + (+a-)]
ET: uġ(u)ra- ‘to intend or plan (to do) something’ (OTWF II,
426; EDPT, 91; DTS, 363); OT: oġra- ‘uğramak’ (KB III, 334);
uġra- ‘to come toward’ (DLTa I, 232); oġra- ‘выбрать случай;
собраться’ (LST, 231); oġra- ‘azmetmek, kasdetmek, niyet etmek,
bir iş yapmaya başlamak; önce davranmak, ilk olarak yapmak’
(RKT, 539); ‘uğramak, bir işi yapmaya niyetlenmek’ (KE II, 473);
oġra- ‘trafić, wpadać; starać się, zamierzać’ (HŞ, 114; uġra- ‘trafić,
przybyć’, (HŞ, 195); uġra- ‘niyetlenmek, karar vermek; kasten,
tammüden yapmak; yönelmek, (HKT, 962); oġra- ‘niyet etmek,
yapmaya karar vermek, kastetmek’ (KEF, 252); uġra- (KEF, 296);
oġra-, uġra- ‘uğramak’, (GT, 338,); uġra- ‘rastlamak’, (TZa, 269);
ay. (KFT, 1075).

OĠRAŞ- ‘savaşmak, vuruşmak, mücadele etmek’ (EK).


[< uġ(u)ra- ‘to intend or plan (to do) something’ (OTWF II,
426) + (-ş-)]
OT: uġraş- ‘to head toward each other’ (DLTa I, 212).

OĠRAŞLA- ‘savaşmak, dövüşmek’ (EK).


[< oġraş ‘битва, бой, брань, рать, борьба, столкновение,
схватка, стычка, драка’ (KS, 1038) + (+la-)]
(ttkht.!)
OĠRULA- (ve oġurla-) ‘çalmak, yağmalamak’ (CC, EK).
[< oġr ī ‘thief’ (EDPT, 90) + (+la-)]
ET: oġurla- / oġrıla- ‘to steal’ (EDPT, 94; DTS, 364); OT: oġr īla-
‘to steal’ (DLTa I, 255); oġurla- ‘çalmak, hırsızlık etmek, gizle-
mek’ (KE II, 476); ‘kraść, zabierać (komu)’, (HŞ, 114); ‘çalmak,
hırsızlık etmek’ (NF III, 320); oġrula- ‘çalmak’ (ML, 52); oġurla-
’hırsızlık yapmak, çalmak’ (HKT, 819); ‘çalmak, sirkat etmek,
hırsızlık etmek’ (Kİ, 61); ‘çalmak, hırsızlık yapmak’ (TA, 130);
386 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

oġurla- ‘çalmak, gizlemek’ (KEF, 252), uġurla- I ‘gizlemek; hıya-


net etmek’ (KEF, 296); oġurla- ‘çalmak, hırsızlık etmek’ (GT, 339);
ay. (İM, 577); ay. (KK, 119); avurla- ‘çalmak’ (TZa, 144); oġurla-
‘kraść’ (BM, 62); ‘birisiyle aradaki mesafeyi azaltmak (asıl mana:
çalmak)’ (MG, 221); ‘hırsızlık etmek, çalmak’ (ELS, 78).

OĠURLA- (bk. OĠRULA-)


OĠURLAN- ‘çalınmak; hırsız gibi davranmak veya hırsızlık yap-
mak’ (EK).
[< oġurla- / oġrıla- ‘to steal’ (EDPT, 94) + (-n-)]
OT: oġurlan- ‘być skradzionym’ (HŞ, 115); ‘çalınmak’ (İM, 577);
uġurlan- ‘soyulmak’ (KFT, 1075).

OĠUT- ‘eğitmek, yetiştirmek, okutmak’ (CC).


[< oḳ ı- “originally ‘to call out aloud’, hence ‘to summon (some-
one Acc.)’, to recite or read aloud’” (EDPT, 79) + (-t-)]
ET: oḳ ıt- ‘to make (someone Acc. or Dat.) recite or read (somet-
hing Acc.)’ (EDPT, 81; DTS, 369); OT: oḳ ıt- ‘çağırtmak’ (KB
III, 337); ‘to have someone read (a book)’ (DLTa I, 201); oḳ ut-
‘öğretmek, okutmak’ (ME, 162); oḳ ıt-, oḳ ut- ‘okutmak’ (KE II,
478); ay. (NF III, 321); oḳ ut- ‘okutmak’ (GT, 339); ‘konuğa Kur’an
okutmak’ (KK, 119).

OḪLA- ‘oklamak, kurşunlamak, ateş etmek’ (EK).


[< oḳ ‘arrow’ (EDPT, 76) + (+la-)]
OT: oḳ la- ‘oklamak’ (AH, XLIX); ‘ok atmak’ (KE II, 478).

OḪLAN- ‘ok veya mermi ile vurulmak’ (EK).


[< oḳ la- ‘oklamak’ (AH, XLIX) + (-n-)]
(ttkht.!)
OḪTSOVLA- (ve oḫ şovla-) ‘ölçmek, tartmak; (konseyde bir me-
sele) tartışmak’ (EK).
[< oḫtsov314 (?) + (+la-)]
(ttkht.!)
314 Ne Deny ne de Garkavets bu taban hakkında bir fikir belirtmişlerdir. Peltek /s/
barındırması alıntı olduğunu, {-ov} ile bitmesi de Türkçe -(X)g ile türetilmiş bir
isim olduğunu düşündürmektedir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 387

OḪŞA- (ve oşḳ a-, ovşa-, uvşa- II) ‘benzemek, çağrıştırmak; bir
şeye alışmak’ (CC, EK).
[< oġuş ‘каста; род, класс, порода’ (DTS, 365) + (+a-)]
ET: oḫ şa- ‘to resemble (someone or something Dat.)’ (EDPT, 97;
DTS, 370); OT: oḳ şa- ‘benzemek’ (KB III, 337); ‘to soothe, to
caress; to resemble’ (DLTa I, 236); oġ şa- ‘походить’ (LST, 233),
oḫ şa- (LST, 240); oḫ şa- ‘benzemek’ (RKT, 541); ay. (ME, 161);
ay. (KE II, 476); uḫ şa- ‘być podobnym, upodabniać się’ (HŞ, 195);
oḫ şa- ‘быть похожим’ (MNa, 167); ‘benzemek’ (NF III, 320); ay.
(ML, 52); ay. (HKT, 820); ay. (KEF, 252); ay. ay. (GT, 339); ay.
(İM, 577); oḳ şa- ‘benzemek’ (KK, 119); ‘ay.’ (TZa, 221); oşa- ‘ay.’
(TZa, 223); oḫ şa- ‘ay.’ (KH, 135); ay. (MG, 221); ay. (ELS, 78).

Gabain, bu fiili oġuş ‘kabile, boy’ isim tabanına bağlar (1998:


83).
OḪŞAL- ‘benzemek’ (EK).
[< oḫ şa- ‘to resemble (someone or something Dat.)’ (EDPT,
97) + (-l-)]
(ttkht.!)
OḪŞAŞ- (bk. OḲŞAŞ-)
OḪŞAŞIL- ‘benzemek, benzer olmak’ (EK).
[< oḫ şaş- ‘походить’ (LST, 240) + (-l-)]
(ttkht.!)
OḪŞAŞLAN- ‘benzeşmek, benzer olmak, benzerlik kazanmak’
(EK).
[< oḫ şaş ‘benzer, eş’ (ME, 161) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
OḪŞAŞLAT- ‘benzetmek’ (EK).
[< oḫ şaş ‘benzer, eş’ (ME, 161) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
OḪŞAŞSIZLAN- ‘uygun, uyumlu veya benzer olmamak’ (EK).
[< oḫ şaşsız ‘непохожий, не имеющий сходства; бесподобный,
беспримерный; несообразный, безобразный’ (KS, 1049) +
(+la-n-)]
388 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
OḪŞAT- (bk. OḲŞAT-)
OḪŞOVLA- (bk. OḪTSOVLA-)
OḲŞAŞ- (ve oḫ şaş-) ‘benzemek, benzer hâle gelmek’ (CC, EK).
[< oḫ şa- ‘to resemble (someone or something Dat.)’ (EDPT,
97) + (-ş-)]
OT: oḫ şaş- ‘походить’ (LST, 240); ‘benzeşmek’ (ME, 161); ‘ben-
zer olmak, birbirine benzemek; müteşabih olmak’ (HKT, 820);
‘benzeşmek, benzemek’ (MG, 221).

OḲŞAT- (ve oḫ şat-) ‘bir şeye alışmak; benzetmek, karşılaştırmak’


(CC, EK).
[< oḫ şa- ‘to resemble (someone or something Dat.)’ (EDPT,
97) + (-t-)]
ET: oġ şat- ‘to compare’ (OTWF II, 780); OT: oḫ şat- ‘to liken’
(DLTa I, 226); ‘benzetmek’, (ME, 161); uḫ şat- ‘upodabniać,
czynić podobnym’ (HŞ, 196); oḫ şat- ‘benzetmek’ (NF III, 320);
ay. (KEF, 252); ay. (İM, 578).

OḲU- ‘öğrenmek, okumak’ (CC).


[< oḳ ı- < o ‘yansıma taban’ + (+ḳı-)]
ET: oḳ ı- “originally ‘to call out aloud’, hence ‘to summon (some-
one Acc.)’, to recite or read aloud’” (EDPT, 79; DTS, 369); OT:
oḳ ı- ‘okumak; çağırtmak’ (KB III, 336); ‘to call; to read’ (DLTa
II, 282); ‘okumak’ (AH, XLIX); ‘кричать; звать, призывать;
читать, (LST, 235); ‘okumak, okuyup ders almak; davet etmek,
çağırmak, istemek; tapmak, ibadet etmek; dua etmek, niyaz et-
mek’ (RKT, 542); oḳ ı- ‘okumak’ (ME, 161), oḳ u- (ME, 161); oḳ ı-,
oḳ u- ‘okumak; çağırmak, zikretmek’ (KE II, 476); oḳ ı- ‘okumak;
hatırlamak’, (MM, 245), oḳ u- ‘ay.’ (MM, 246); oḳ ı-, oḳ u- ‘wołać,
zapraszać, wzywać; recytować, czytać’ (HŞ, 118); oḳ u- ‘читать’
(MNa, 168); oḳ ı-, oḳ u- ‘okumak; öğrenim görmek’, (NF III, 320);
oḳ u- ‘yazılan bir nesneyi anlamak için gözden geçirmek’ (ML,
53); oḳ ı-, oḳ u- ‘okumak’ (HKT, 820-21); oḳ u- ‘okumak’ (AOYB,
228); oḳ ı-, oḳ u- ‘okumak’ (Kİ, 62); oḳ ı- ‘ay’, (TA, 130); oġı- ‘to
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 389

read’ (RH, 71); oḳ ı- ‘okumak, öğrenmek, dua okumak, yüksek


sesle konuşmak’ (KEF, 252); ‘to read’ (İN, 99); oḳ ı-, oḳ u- ‘oku-
mak’ (GT, 339); ay. (İM, 578); ay. (KK, 119); oḳ u- ‘czytać’ (BM,
63); oḳ ı-, oḳ u- ‘okumak’ (KH, 135); ay. (MG, 222); ay. (ELS, 78).

Ercilasun, fiili oḳ ismine götürür (1984: 17). Erdal, bu fiili yan-


sıma olarak değerlendirir ve nadir kullanılan +ḳ I- eki altına
alır (1991: 468).
OLA- (bk. AVLA-)
OLTUR- (ve oldur-, ortur-, otur-) ‘oturmak, bir yerde kalmak;
oturumda, toplantıda bulunmak’ (CC, EK).
[< *olur- ?]
OT: oldur- ‘oturmak’ (KB III, 343); oltur- ‘to sit down’ (DLTa
I, 207); oltur- ‘садится, сидеть’ (LST, 237), otur- (LST, 240);
oldur- ‘oturmak’ (RKT, 566), oltur- ‘ay.’ (RKT, 567); oltur-, ol-
dur- ‘oturmak’ (ME, 162), otur- ‘ay.’ (ME, 164); oltur- ‘oturmak’
(KE II, 492); oltur- ‘ay.’ (MM, 246), otur- ‘ay.’ (MM, 247); ol-
tur- ‘siedzieć, przebywać’ (HŞ, 116), otur- ‘ay.’ (HŞ, 120); otur-
‘садится’ (MNa, 166), oltur- ‘ay.’ (MNa, 168); oltur- ‘oturmak;
ikamet etmek’ (NF III, 329); oltur- ‘oturmak’ (ML, 53); oldur-
‘oturmak’, (HKT, 824); oltur- (HKT, 825), otur- (HKT, 830); ol-
tur-, otur- ‘oturmak’ (AOYB, 228-229); oltur- ‘oturmak’ (Kİ, 62);
ay. (TA, 130); ‘to sit down’ (RH, 63); oldur-, oltur- ‘oturmak’
(KEF, 259), otur- (KEF, 260); oltur- ‘to sit; to be too close’ (İN,
98); otur- (İN, 99); otur- ‘oturmak’ (GT, 343); oltur- ‘ay.’ (İM,
578); ay. (KK, 119); oltur- ‘ay.’ (TZa, 221), otur- ‘ay.’ (TZa, 224);
oltur- ‘siedzieć’ (BM, 63); otur- ‘oturmak’ (KFT, 1047); oltur-
‘ay.’ (MG, 226); voltur- ‘ay.’ (DM, 118); otur- ‘ay.’ (ELS, 82).

Clauson, Karahanlıca oldur- ve oltur- biçimleri için en iyi iza-


hın, bunların Türkçenin -l- > -ld- aykırılaşma eğiliminin en
erken örnekleri oluşu yönünde olduğunu söyler (1972: 150).
Erdal, Karahanlı döneminde ortaya çıkan oldwr- ~ oltwr- bi-
çimlerinin -tur- ile türetilen ettirgen değil, ET olor- fiilinin bir
varyantı olduğunu ve EUT’deki oltrup biçimine istinaden, ses
düşürmelerinde /d/’nin araya girebileceğini ifade eder (olorup
> *olrup > oltrup) (1991: 780). Bu düşüncelere, kelür-, keltür-
gibi ettirgen fiillerin analojik etkisi de ilave edilebilir.
390 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OLTURĠUZ- (ve olturḫuz-, oturġuz-) ‘oturtmak’ (CC, EK).


[< oltur- ‘to sit down’ (DLTa I, 207) + (-ġuz-)]

OT: olturġuz- ‘oturtmak’ (KE II, 494); ay. (NF III, 330).

OLTURḪUZ- (bk. OLTURĠUZ-)


OLTURT- (ve oturt-) ‘oturtmak, dikmek’ (CC, EK).
[< oltur- ‘to sit down’ (DLTa I, 207) + (-t)]

OT: olturt- ‘oturtmak’ (ME, 162), oturt- ay. (ME, 164); olturt-
‘ay.’ (KE II, 494); oturt- ‘usadowić, posadzić’ (HŞ, 120); olturt-
‘oturtmak’ (NF III, 330).

OLTURUŞ- ‘(işt.) oturmak; yerleşmek, sönmek’ (EK).


[< oltur- ‘to sit down’ (DLTa I, 207) + (-uş-)]

OT: olturış- ‘сговариваться’ (LST, 240); otruş- ‘oturuşmak’


(ME, 164); olturuş- ‘(birlikte) oturmak’ (NF III, 330); olduruş-
‘birlikte oturmak, karşılıklı oturmak’ (KEF, 259); olturuş- ‘hep
birlikte oturmak’ (İM, 578).

ONALT- (bk. OŊALT-)


ONAR- (bk. OŊAR-)
ONARIL- (bk. OŊARIL-)
OŊAL- ‘iyileşmek’ (CC, EK).
[< on-/oŋ- ‘to thrive, prosper’ (EDPT, 169) + (-ul-) veya *oŋa- +
(-l-)?]

ET: oŋul- ‘to recover (intr.)’ (OTWF II, 668; EDPT, 185; DTS,
368); OT: oŋul- ‘iyileşmek, düzelmek’ (KB III, 345); ‘to recover’
(DLTa I, 203); oŋul- ‘iyileşmek’ (AH, L), oŋal- ‘ay.’ (AH, L); oŋal-
‘iyileşmek, sağlamlaşmak’ (KE II, 494); oŋul- ‘hastalıktan kur-
tulmak, sağ ve sağlmak olmak; cerahat onalmak’ (Kİ, 62); oŋal-
‘iyileşmek, eski sağlığına kavuşmak’ (İM, 578).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 391

Clauson, oŋul- fiilinin daha eskicil olmakla birlikte, onun hiç


şüphesiz, dudak uyumu gösteren, ikincil bir biçim olduğunu
düşünür ve aslî biçimin oŋal-, onun tabanın da tanıklanmamış
*oŋa- olduğunu söyler (1972: 185). Erdal, ise Clauson’un bu
etimolojisini, oŋal- biçimi XIII. yy.’dan önce tanıklanmadı-
ğı için ihtimal dışı bulur ve onun belki de, oŋar- ile birlikte,
XIV. yy.’dan itibaren tanıklanan oŋ- ‘to be in good order, thri-
ve, prosper’ fiilinden geldiğini belirtir (1991: 668-69). Taş, KB
oŋul-’u oŋ “sağ, sağ taraf; doğru” isim tabana bağlar (2009:
97). Güvenç, EK’da tanıklanan oŋal- verisini -edilgenlik ekini
dikkate almayarak- oŋ- “iyileşmek, düzelmek” fiilininin pe-
kiştirilmiş biçimi olarak kabul eder (2014: 119-20).
Clauson’un görüşü, öncelikle Erdal’ın itirazı noktasında, ma-
kul değildir. Ayrıca, *oŋa- fiilini delillendiren ikinci fiil olan
oŋar- da tartışmalıdır (bk. oŋar-). Taş, oŋ isim tabanından +l-
eki ile türettiği fiildeki yardımcı ünlü mevzusunu açıklamaz.
Güvenç’in yaklaşımı da tarihsel süreçte *oŋ-a-’yı destekleyen
örneklerin olmayışı sebebi ile zayıftır. Dolayısıyla yukarıdaki
tarihî tanıkların mükemmel semantik tutarlılığına bakılırsa,
fiil oŋal- < oŋ-ul- yapısı ile türetilmiştir. /n/~/ŋ/ nöbetleşmesi
çok görülen fonetik bir durum olduğu için de oŋ- fiilinin XIV.
yy.’dan önce görülmeyişi bu etimolojide çok kritik bir unsur
değildir.
OŊALT- (ve onalt-) ‘iyileştirmek’ (CC, EK).
[< oŋal- < oŋul- ‘to recover (intr.)’ (OTWF II, 668) + (-t-)]
OT: oŋalt- ‘iyileştirmek, düzeltmek, tedavi etmek’ (KE II, 495);
‘iyileştirmek, şifa vermek’ (HKT, 825).

OŊAR- (ve onar-) ‘müreffeh kılmak; bayındırlaştırmak’ (EK).


[< on-/oŋ- ‘to thrive, prosper’ (EDPT, 169) + (-ar-) veya <
*oŋa- + (-r-)?]
ET: oŋar- ‘to make (someone or something Acc.) better, to put (it)
right’ (EDPT, 189; DTS, 368); OT: oŋar- ‘düzelmek, onarmak’
(KB III, 344); ‘onarmak, düzeltmek, yoluna koymak’ (RKT, 568);
‘yapmak, donatmak’ (ME, 162); ‘iyileştirmek, onarmak’ (MM,
392 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

246); ‘poprawić, naprawić’ (HŞ, 117); ‘düzeltmek; yapmak, donat-


mak’ (HKT, 825); ‘iyileştirmek, ıslah etmek’ (Kİ, 62); ‘onarmak,
iyileştirmek, düzeltmek’ (KEF, 259).

Clauson, fiili tanıklanmamış *oŋa- tabanın ettirgen biçimi sa-


yar (1972: 189). Erdal iki sebepten bu fiilin isimden fiil for-
mu olmadığını söyler: Eğer bu fiil, isimden ettirgen fiil yapan
+KAr ile türetilmiş olsaydı, täŋ+Kär- gibi, art damak sesini
korumuş olacaktı. Ve eğer +(A)r eki ile türetilmiş olsaydı bu
kez de geçişsiz ve tabanın ifade ettiği kavram olmak gibi bir
anlama sahip olacaktı. Dolayısıyla bu fiil oŋul- fiili ile aynı
tabandan türemiştir demektedir (1991: 737).
OŊARIL- (ve onarıl-) ‘başarılı, talihli olmak, başarı ile ilerlemek,
gelişmek’ (EK).
[< oŋar- ‘to make (someone or something Acc.) better, to put
(it) right’ (EDPT, 189) + (-ıl-)]

ET: oŋarıl- ‘исправляться, поправляться’ (DTS, 315), ‘to be put


right’ (OTWF II, 668).

EK verisi edilgen olmasına rağmen edilgen bir anlam taşımaz. Bu


yönüyle oŋul- ile aynı karakteri gösterir.
OŊART- ‘başarıya ulaştırmak, gönendirmek’ (EK).
[< oŋar- ‘to make (someone or something Acc.) better, to put
(it) right’ (EDPT, 189) + (-t-)]
(ttkht.!)
OPRA- ‘sallanmak, dalgalanmak, titremek’ (EK).
[< *opır/*opur + (+a-)?]

ET: opra- “‘to grow old, decay’, and esp. (of clothes) ‘to wear out’
(Intrans.)” (EDPT, 14; DTS, 368); OT: opra- ‘çürümek, yıpran-
mak, eskimek’ (KB III, 345); ‘to be worn out’ (DLTa I, 231); ‘çü-
rümek, dağılmak’ (ME, 163); ‘eskimek, yıpranmak’ (KE II, 496);
obra- ‘yıpranmak’ (ML, 52).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 393

Etimolojisi belirsiz olmakla birlikte +A- ve +I- fiili olması olasıdır.


EK’daki örnekler semantik açıdan tarihî tanıklardan ya uzak-
laşmıştır ya da çalışırlar tarafından böyle değerlendirilmiştir;
zira çatı eki almış örnekler daha tutarlı anlamlar sergiler.
OPRAN- ‘aşınmak, eskimek, yıkılmaya yüz tutmak; çürümek;
yorulmak’ (EK).
[< opra- “‘to grow old, decay’, and esp. (of clothes) ‘to wear
out’ (Intrans.)” (EDPT, 14) + (-n-)]
OT: yıpran- ‘eskimek, çürümek, yıpranmak’ (İH, 53).

OPRANMAGANLAN- (bk. 1.3.3)


OPRAT- ‘yıpratmak, eskitmek, kullanılamaz hâle getirmek’ (EK).
[< opra- “‘to grow old, decay’, and esp. (of clothes) ‘to wear
out’ (Intrans.)” (EDPT, 14) + (-t-)]
OT: oprat- ‘to wear out’ (DLTa I, 225).

ORNA- ‘ikamet etmek, bir yerde yerleşmek, bir yeri yurt edin-
mek’ (CC).
[< orun “originally ‘place’, and more specifically ‘high place,
throne’” (EDPT, 233) + (+a-)]
ET: orna- ‘to settle down’ (OTWF II, 422); OT: orna- ‘yerleşmek’
(KB III, 345); ‘to settle; to be place;’ (DLTa I, 239); ‘помещаться;
восседать’ (LST, 237); ‘yerleşmek, oturmak’ (RKT, 568); ‘yer-
leşmek, oturuşmak’ (ME, 163); ‘yerleşmek, konmak, ikamet et-
mek’ (KE II, 496); orna- ‘być umieszczonym, umocowanym;
umiejscowić się; znaleźć się (gdzie), wpadać’, (HŞ, 118), urna-
(HŞ, 199); orna- ‘yerleşmek, yer etmek, sabit olmak’ (NF III, 331);
‘yerleşmek’ (HKT, 826).

ORNAT- ‘dekore etmek, boyamak, süslemek’ (EK).


[< orna- ‘to settle down’ (OTWF II, 422) + (-t-)]
ET: ornat- ‘to settle something, put it to where it belongs, put so-
mething right’ (OTWF II, 781); OT: ornat- ‘to put something in
its place’ (DLTa I, 228); ‘помещать’ (LST, 238); ‘yerleştirmek,
yer vermek’ (RKT, 569); ‘yerleştirmek’ (ME, 163); ‘yerleştirmek,
394 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

kaplamak’ (KE II, 496); ‘umieścić, umocować; umiejscowić’ (HŞ,


118); ‘yerleştirmek’ (NF III, 331); ‘yerleştirmek; sağlamlaştırmak’
(HKT, 826).

ORNATIL- ‘dekore edilmek, renklendirilmek, donatılmak’ (EK).


[< ornat- ‘to settle something, put it to where it belongs, put
something right’ (OTWF II, 781) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
ORTAḪLAN- ‘ortak, arkadaş olmak; iştirak etmek; empati kur-
mak’ (EK).
[< ortaḳ la- ‘ortak olmak’ (TZa, 223) + (-n-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte KEF’te ortaḳ laş- ‘ortak olmak, or-
taklık kurmak’ (Eminoğlu, 2011: 260) ve TZ’de de aynı anlam-
daki fiil görülmektedir (bk. Atalay, 1945: 223).
OSAN-I ‘isteksizlik duymak, bıkmak, bunalmak; tiksinti duy-
mak’ (EK).
[< *osa- + (-n-)]
OT: usan- ‘gafil olmak’ (KB III, 498); usan- ‘usanmak, bıkmak’
(AH, LXIX); osan- ‘gafil olmak, ihtiyatsız olmak’ (RKT, 572);
‘usanmak, bıkmak’ (KE II, 497); usan- ‘uprzykrzyć sobie, mieć
dość, nudzić się’ (HŞ, 200); usan- ‘usanmak’ (TZa, 271).

OSAN-II (bk. OYAN-)


OSANDIR- ‘usandırmak, üzmek, iç karartmak, iğrenti uyandır-
mak’ (EK).
[< usan- ‘gafil olmak’ (KB III, 498) + (-tur-)]
OT: usandur- ‘bıktırmak’ (KB III, 499).

OSSUR- ‘yellenmek, osurmak’ (CC).


[< os ‘yansıma taban’ + (*kur-)?]
OT: osur- ‘to fart’ (DLTa I, 184); ‘yellenmek’ (ML, 54); ‘osur-
mak’ (Kİ, 63); ay. (TZa, 223).

OŞḲA- (bk. OḪŞA-)


OTALA- ‘tedavi etmek, ilaç vermek; zehirlemek’ (CC, EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 395

[< ota- “‘to cut grass, etc., in modern times usually more spe-
cifically ‘to pull up weeds’; ‘to treat with medicinal herbs’”
(EDPT, 42) + (-la-)]

OT: otala- ‘tedavi etmek’ (AH, L); ay. (ME, 164); ‘tedavi etmek,
ilaçlamak’ (KEF, 260).

OTLA- ‘iksir/zehir vermek, zehirlemek’ (EK).


[< ot “‘medicinal herb, remedy’; ‘useless vegetation, weeds’;
occasionally ‘poisonous herb, poison’” (EDPT, 34) + (+la-)]

OT: otla- ‘to feed on fodder’ (DLTa I, 237); ‘otlamak’ (ME, 164);
ay. (KE II, 499); ay. (NF III, 333); ‘tedavi etmek’ (ML, 54); ‘hay-
van otlamak’ (Kİ, 63); ‘ilaçlanmak, tedavi olmak’ (TA, 131); ‘otla-
mak, yayılmak’ (KEF, 260); ‘hayvan otlamak’ (İM, 579).

OTURĠUZ- (bk. OLTURĠUZ-)


OTURT- (bk. OLTURT-)
OVŞA- (bk. OḲŞA-)
OVUN- (ve övün- II , üvün-) ‘teselli olmak veya edilmek; azarlan-
mak’ (EK).
[< *avı- + (-n-)] veya [< uv ̇- ‘to crumble’ (DLTa I, 177) + (-n-)]

OT: av ̇ın- ‘avunmak, alışmak’ (KB III, 37); ‘to be friendly’


(DLTa I, 19); av ̇ un- ‘alışmak’ (ME, 95); ‘avunmak, teselli bulmak’
(KE II, 48); av ̇ın- ‘pocieszać się; bawić się, zabawić się’ (HŞ, 17);
avun- ‘bir şey ile meşgul olarak (çocuk) ağlamaktan vazgeçmek’
(Kİ, 7); av ̇ın- ‘avunmak; alışmak’ (KEF, 164).

Bu fiil üzerinde iki çalışmacı arasında diğer örneklerde de ol-


duğu gibi kalın veya ince okuma gibi bir ihtilaf vardır; fakat
buradaki ayrılık fiilin mahiyetini anlamak konusunda güçlük
çıkarmaktadır. Zira fiilin ince okunması farklı bir fiil ile karış-
tırılmasına neden olur.
396 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Bununla birlikte ‘övmek’ anlamındaki Türkçe fiilin EK’da


zaten ög- şeklinde var olması, söz konusu fiilin öv- ile ilişki
ihtimalini zayıflatır. EK’da ‘avuç’ anlamındaki sözcüğün ovuç
(bk. Garkavets, 2010: 1082) şeklinde var olması EK’da sözcük
başında /av/̇ > /ov/ ses değişimini kanıtlar. Bunun yanı sıra bu
sözcük yönelme durumunda -ḫa yerine -ka almaktadır, dola-
yısıyla yarı yarıya bu sözcük de o dönemde hem kalın hem
de ince sıralı kullanılmış olabilir. Tryjarski’nin verdiği ‘(elleri)
ovuşturmak’ anlamı da dikkate alınırsa bu fiil hem OT av ̇ın-
hem de OT uv ̇un- olarak iki ayrı fiil ile ilişkilidir. Karaycada
‘teselli olmak, sakinleşmek’ anlamındaki uvun- (bk. KRPS
1974: 572) verisi de ovun- varyantını destekler.
OVUNDUR- (ve övündür-) ‘teselli etmek, moral vermek, eğlen-
dirmek; merhamet duymak’ (EK).
[< av ̇ın- ‘avunmak, alışmak’ (KB III, 37) + (-tur-) veya <
uv ̇un- ‘to crumble for oneself; to wring (hands)’ (DLTa I, 196)
+ (-tur-)]
OT: av ̇ undur- ‘alıştırmak’ (ME, 95); av ̇ındur- ‘avundurmak, alış-
tırmak’ (KEF, 164).

İmla kararsızlığından kaynaklanan durum için bk. ovun-.


OYAN- (ve oyyan-, uyan-, osan-II) ‘uyanmak, kendine gelmek’
(CC, EK).
[< *oḏġa- + (-n-)]
OT: oyġan- ‘пробуждаться’ (LST, 234), oyan-, ozan-
‘просыпаться’ (LST, 234); oyġan-’uyanmak’ (ME, 164); oḏġan-
‘ay.’ (KE II, 471); oyġan- ‘ay.’ (KE II, 500); oyan- ‘ay.’ (MM,
247); oyan- ‘obudzić się’ (HŞ, 115), oyġan- ‘ay.’ (HŞ, 115), uyan-,
uyġan- ‘ay.’ (HŞ, 196); oyan-, oyġan- ‘ay.’ (NF III, 333); uyan- ‘uy-
kudan kalkmak, uyku kaçmak’ (ML, 54); ‘uyanmak’ (TA, 150);
oyġan- ‘ay.’ (KEF, 261); uyan-, uyġan- ‘ay.’ (GT, 384); uyan- ‘piş-
man olmak; uykudan uyanmak’ (İM, 612); ‘uyanmak’ (TZa, 272);
oyan- ‘budzić się’ (BM, 63); uyan- ‘uyanmak’ (KFT, 1077).

OYANDIR- ‘uyandırmak, kendine getirmek’ (EK).


[< oyġan-315 ‘пробуждаться’ (LST, 23) + (-tur-)]
315 En eski ‘uyanmak’ fiili olmamak ile birlikte oyan-/uyan- biçimlerinin en eski
örneğidir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 397

OT: uyandur- ‘uyandırmak’ (Kİ, 113); uyandır- ‘uyandırmak’


(KK, 128); oyandır- ‘obudzić’ (BM, 63); uyandur- ‘uyandırmak’
(KFT, 1077).

EK verisi asli /o/ sesini koruduğunu göstermektedir.


OYAT- ‘uyandırmak, kendine getirmek’ (EK).
[< *oyġa- + (-t-)]

OT: oyġat- ‘uyandırmak’ (ME, 164); ay. (KE II, 500); oyat-
‘obudzić, zbudzić’ (HŞ, 115), oyġat- (HŞ, 115); oyat- ‘uyandır-
mak’ (NF III, 333), oyġat- ‘ay.’ (NF III, 334); uyat- ‘ay.’ (GT, 384);
ay. (TZa, 272).

OYATTIR- ‘uyandırtmak’ (EK).


[< oyġat- ‘uyandırmak’ (ME, 164) + (-tur-)]
(ttkht.!)
OYNA- ‘oynamak, kendini eğlenceye kaptırmak, dans etmek’
(CC, EK).
[< oyun ‘game, play, merriment’ (EDPT, 274) + (+a-)]

ET: oyna- “sometimes Intrans., sometimes ‘to play (a game, musi-


cal instrument, etc., Acc.)’ and sometimes ‘to play with (someone
Acc. or Dat.)’” (EDPT, 275; DTS, 365); OT: oyna- ‘oynamak’
(KB III, 348); ‘to play (with something)’ (DLTa II, 21); ‘играть,
забавляться’ (LST, 234); ‘eğlenmek, oynamak, zevkli vakit ge-
çirmek’ (RKT, 573); ‘oynamak’ (ME, 164); ay. (KE II, 500); ay.
(MM, 247); ‘grać, bawić, zabawić się, urządzać widowisko’ (HŞ,
115); ‘играть’ (MNa, 169); ‘oynamak; cilveleşmek’ (NF III, 334);
‘eğlenmek için türlü hareketler vb. yapmak’ (ML, 2), ‘eğlenmek’
(ML, 54); ‘oynamak, eğlenmek’ (HKT, 831); ‘oynamak’ (Kİ, 64);
ay. (TA, 131); ‘oynamak, hareket etmek, cilveleşmek, eğlenmek’
(KEF, 334); ‘to play; to perform (with a lance); to move on itself
(arrow); to wag (arrow)’ (İN, 99); ‘oynamak, şakalaşmak; hareket
etmek’ (GT, 344); ‘oynamak’ (İM, 579); vayna- ‘ay.’ (TZa, 275);
oyna- ‘ay.’ (KFT, 1047); ay. (MG, 227); vayna- ‘ay.’ (DM, 118).

OYNAL- ‘oynanmak’ (EK).


398 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< oyna- “sometimes Intrans., sometimes ‘to play (a game, mu-


sical instrument, etc., Acc.)’ and sometimes ‘to play with (so-
meone Acc. or Dat.)’” (EDPT, 275) + (-l-)]
OT: oynal- ‘oynanmak’ (MG, 227).

OYNAT- ‘oynatmak; dans ettirmek’ (EK).


[< oyna- “sometimes Intrans., sometimes ‘to play (a game, mu-
sical instrument, etc., Acc.)’ and sometimes ‘to play with (so-
meone Acc. or Dat.)’” (EDPT, 275) + (-t-)]
OT: oynat- ‘to let someone play’ (DLTa I, 230); ‘oynatmak’ (ME,
164); ‘oynatmak, kımıldatmak’ (KE II, 500); ‘pozwolić lub kazać
grać, bawić się; spowodować zabawę’ (HŞ, 116); ‘kandırmak, al-
datmak’ (NF III, 334); aynat- ‘oynatmak, değiştirmek’ (MG, 107).

OYOVLA- ‘nakış işlemek, motif yapmak’ (CC).


[< *oyuġ + (+la-)]
(ttkht.!)
OYUL- ‘batmak, çökmek’ (CC).
[< oy- ‘to hollow out (something Acc., by removing its con-
tents)’ (EDPT, 266) + (-ul-)]
ET: oyul- ‘to be hollowed out, pierced’ (EDPT, 273; DTS, 365);
OT: oyul- ‘to be collapsed’ (DLTa I, 229).

OYYAN- (bk. OYAN-)

Ö
ÖÇÄŞ- ‘bahse girmek; öfkelenmek, kızmak’ (CC, EK).
[< öçe-316 ‘to feel hostile, desire revenge’ (EDPT, 21) + (-ş-)]
ET: öçeş- ‘to be hostile to one another’ (EDPT, 32; DTS, 376);
OT: öçeş- ‘yarış etmek, (KB III, 350); ‘to compete with someone’
316 Bu veri KB’dendir; ancak Arat neşrinde anlam ‘yatışmak, sükûn bulmak’ (KB
III, 350) olduğu için EDPT’ye başvurulmuştur. Tezcan KB’de üç veriden (öçe-)
ikisinin öç- şeklinde ve ‘sönmek’ anlamında olduğunu, bir veride ise öçe- ve ‘kin
bağlamak’ anlamında olduğunu söylemektedir (1981: 55).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 399

(DLTa I, 185); ‘birbiriyle bir işte yarış etmek’ (ME, 165); ‘inti-
kam almak istmek, öç almak’ (KE II, 501); ‘bahse girişmek’ (ML,
54); ‘bahis tutuşmak, bahiste karşılıklı ödül koymak’ (KEF, 261);
öçeç- ‘öndül ile yarışmak’ (TZa, 224); öceş- ‘bahis tutuşmak’ (İH,
36).

ÖÇÄŞLÄ- ‘öfkelenmek, kızmak’ (EK).


[< öçäş ‘wager’ (DLTa I, 104) + (+le-)]
(ttkht.!)
Fiilin tabanı olan ismin en eski anlamı yukarıda görüldü-
ğü üzere bahistir; bununla birlikte fiil daha ziyade EK’daki
öçäş ‘гнев, возмущение, негодование, злоба, озлобление,
досада’ (KS, 1087) anlamı ile türemiştir.
ÖÇÄŞLÄN- ‘öfkelenmek, kızmak’ (EK).
[< öçäşlä- + (-n-)]
(ttkht.!)
ÖÇÄŞLÄT- ‘kızdırmak, öfkelendirmek’ (EK).
[< öçäşlä- + (-t-)]
(ttkht.!)
ÖÇÄŞTİR- ‘öfkelendirmek’ (EK).
[< öçeş- ‘to be hostile to one another’ (EDPT, 32) + (-tür-)]
(ttkht.!)
ÖÇKİR- (bk. ÖÇKÜR-)
ÖÇKÜR- (ve öçkir-) ‘bahse girmek, (para vs. üzerine) yarışa gi-
rişmek’ (EK).
[< öç(e)-kir-? veya öç kir- (KS, 1087)]
Bu fiil problemli bir yapıya sahiptir. Deny, oçkir-, oçkur- fi-
illerini ayrı ayrı değerlendirmekte ve ilkine ‘bahse girmek’,
diğerine ise ‘öfkelenmek’anlamını verir. Garkavets ise her iki
veriyi ‘bahse girmek, (para vs. üzerine) yarışa girişmek’ şek-
linde anlamdırır ve bunun yanısıra öç kir- birleşik fiiline gön-
derme yapar.
400 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

‘bahis’ ve ‘bahse girmek’ anlamı tarihî tanıklardan görüldü-


ğü kadarıyla öçäş- fiili ile ortaya çıkmıştır. ‘öfkelenmek’ ise
doğrudan doğruya öç ‘kin’ ile ilintilidir ve öçe- fiilinde de bu
görülür. Ancak öçkür- gibi fiil öncelikle ettirgen yapı sergiler
ve anlamsal olarak buna uygun bir anlam taşımalıdır. EK örne-
ğinde bu görülemiyor. Deny, oçkur- ‘öfkelenmek’ sözcüğünde
Çağ. öçükle- verisini sunar. Bunun yanısıra AH’de öçüktür-
‘kızdırmak, hiddetlendirmek’ (AH, L) sözcüğü de bulunmak-
tadır. Eldeki veri öçük- (< öç+ük-?) gibi bir tabandan geliyor
gibi görünmektedir; fakat öyle olsa bile öçkür- fiilinin ettirgen
olması ve ‘kızdırmak’ anlamını yüklenmesi gerekirdi. EK’da
öç sözcüğünün anlamlarından biri de ‘bahis’tir (bk. Garkavets,
2010: 1087) ve bu da zikredilen öç kir- ‘bahse girmek’ birleşik
fiilinin, öçkir-’in asıl kaynağı olarak düşünmeye sevkeder.
ÖÇLÄN- ‘bozuşmak, küsmek, kavga etmek, birine öfkelenmek’
(EK).
[< öç “originally ‘malice, spite’, but from quite an early date
‘revenge, vengeance’” (EDPT, 18) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ÖÇÜ- ‘kışkırtmak, harekete geçirmek’ (CC).
[< öç “originally ‘malice, spite’, but from quite an early date
‘revenge, vengeance’” (EDPT, 18) + (+ü-)?]
(ttkht.!)
ÖGÖVLÄN- ‘övülmek, yüceltilmek’ (EK).
[< *ögüg + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ÖGÜL- ‘yüceltilmek, övülmek’ (EK).
[< ög- ‘to praise’ (EDPT, 100) + (-ül-)]
OT: ögül- ‘to be praised’ (DLTa I, 194); ‘öğülmek’ (ME, 166);
‘övülmek’ (HKT, 834).

ÖGÜN- (ve övün- I) ‘övünmek, gururlanmak, kibirlenmek’ (CC,


EK).
[< ög- ‘to praise’ (EDPT, 100) + (-ün-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 401

OT: ögün- ‘to praise itself’ (DLTa I, 196); ‘öğünmek’ (ME, 166);
ökün- ‘öğünmek, maktanmak’ (ML, 2).

ÖGÜR- ‘öğürmek’ (CC).


[< ö ‘yansıma taban’ + (+kir-)]
OT: ögür- ‘ağlamak’ (ME, 166).

ÖGÜTLÄ- ‘öğüt vermek, uyarmak; kınamak azarlamak; cezalan-


dırmak’ (EK).
[< ögüt ‘advice’ (DLTa I, 98) + (+le-)]
OT: ötle- ‘öğüt vermek’ (KB III, 367); ögütle- ‘to counsel’ (DLTa
I, 245); ‘udzielać rady, pouczać, upominać, strofować’ (HŞ, 122);
‘öğüt vermek’ (NF III, 336); ay. (HKT, 836); ay. (TA, 131); ögütle-
‘öğütlemek’ (TZa, 224), öyütle- ‘ay.’ (TZa, 228).

ÖGÜTLÄN- ‘öğüt verilmek; ayıplanmak, kınanmak, azarlanmak;


cezalandırılmak’ (EK).
[< ögütle- ‘to counsel’ (DLTa I, 245) + (-n-)]
OT: ögütlen- ‘öğüt verilmek’ (HKT, 836).

ÖGÜTLÄŞ- ‘kendini cezalandırmak’ (EK).


[< ögütle- ‘to counsel’ (DLTa I, 245) + (-ş-)]
OT: ögütleş- ‘öğütleşmek’ (ME, 166).

ÖKTÄMLÄ- ‘kibirli davranmak, böbürlenmek’ (EK).


[< öktem ‘zalim, pervasız’ (KB III, 357) + (+le-)]
(ttkht.!)
ÖKTÄMLÄN- ‘gururlanmak, kibirlenmek, övünmek’ (CC, EK).
[< öktem ‘zalim, pervasız’ (KB III, 357) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ÖKTÄMLÄT- ‘gururlandırmak, kibirlendirmek’ (EK).
[< öktem ‘zalim, pervasız’ (KB III, 357) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
ÖKTÜN- ‘gücendirmek, rencide etmek’ (CC).
[< ökte-n- ?]
(ttkht.!)
402 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Clauson, CC fiiini öktem maddesinde ökte- tabanına örnek


mahiyetinde kullanır (1972: 103-104). Karaşlar da Clauson’a
atfen bu fiili öktü- ‘yüreklendirmek, cesaretlendirmek’ tabanı
ve dönüşlülük eki -n- olarak analiz eder (2012: 358-59). Fakat,
Clauson aslında bu ökte- (öktü- değil!) fiilini sağlam addetmez
ve Çağ. öktet- ‘to confuse or disturb (someone’s mind)’ gibi
CC verisini bir ölçüde pekiştirecek başka bir tarihi örnek su-
nar. Fakat bu yine de ne bu fiilin geçişli anlamını açıklamak
için yeterli değildir. İkinci hecenin yuvarlak oluşu ise, yine
CC’deki küçen- ~ küçün- gibi yuvarlak varyantlı bir veri ile
açıklanabilir.
ÖLÇTÜR- ‘ölçtürmek, tarttırmak, hesaplatmak’ (EK).
[< ölç- ‘ölçmek, değerlendirmek’ (NF III, 336) + (-tür-)]
(ttkht.!)
ÖLÇÜL- ‘ölçülmek’ (EK).
[< ölç- ‘ölçmek, değerlendirmek’ (NF III, 336) + (-ül-)]
OT: ölçül- ‘tartılmak’ (HKT, 838); ‘ölçülmek, tartılmak’ (İM,
580); ölçil- ‘ölçülmek’ (KFT, 1048).

ÖLDÜR- (bk. ÖLTÜR-)


ÖLDÜRÜL- (bk. ÖLTÜRÜL-)
ÖLDÜRĠÄLÄ- ‘(sık.) öldürmek, yok etmek, katletmek’ (EK).
[< öldür- ‘öldürmek’ (KB III, 360) + (-kele-)]
(ttkht.!)
ÖLTÜR- (ve öldür-) ‘öldürmek, kurban etmek’ (CC, EK).
[< öl- ‘to die’ (EDPT, 125) + (-tür-)]
OT: öldür- ‘öldürmek’ (KB III, 360); ‘to kill’ (DLTa I, 207); öl-
dür- ‘убивать’ (LST, 244), öltür- ‘ay.’ (LST, 244); öldür- ‘ay.’
(RKT, 579), öltür- ‘ay.’ (RKT, 581); öldür- ‘ay.’ (ME, 166); öldür-,
öltür- ‘ay.’ (KE II, 505); öldür- ‘ay.’ (MM, 248); öltür- ‘zabijać,
zamordować’ (HŞ, 123); öltür- ‘убивать’ (MNa, 168); öldür- ‘öl-
dürmek’ (NF III, 336), öltür- ‘ay.’ (NF III, 337); öldür- ‘ölümünü
mucip olmak’ (ML, 55); öldür- ‘öldürmek’ (HKT, 838), öltür-
‘ay.’ (HKT, 839); öltür- ‘ay.’ (AOYB, 229); ay. (Kİ, 65); öldür- ‘ay.’
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 403

(TA, 132); ölürt- ‘to kill’ (RH, 66); öldür-, öltür- ‘ay.’ (KEF, 262);
‘to kill’ (İN, 99); ‘öldürmek’ (GT, 345); öltür- ‘ay.’ (İM, 580); ay.
(KK, 120); ay. (TZa, 225); öldür- ‘zabijać’ (BM, 64); ‘öldürmek’
(KFT, 1048).

ÖLTÜRÜL- (ve öldürül-) ‘öldürülmek’ (EK).


[< öldür- ‘öldürmek’ (KB III, 360) + (-ül-)]
OT: öldürül- ‘быть умерщвленным’ (LST, 245); öldrül- ‘öldü-
rülmek’, (RKT, 579), öldürül- ‘vefat etmek’ (RKT, 580-581); öldü-
rül-, öltürül- ‘öldürülmek’ (ME, 166); öldürül- ‘ay.’ (NF III, 337);
ay. (HKT, 839); ay. (KEF, 262); öltürül- ‘ay.’ (İM, 580); öldürül-
‘ay.’ (KFT, 1048).

ÖPKÄLÄ- ‘öfkelendirmek’ (CC, EK).


[< öpke “originally in a concrete sense ‘lung’; by extension ‘an-
ger’ an emotion supposed to originate in the lungs” (EDPT, 9)
+ (+le-)]
ET: öpkele- ‘to be angry (with someone Dat. or Abl.)’ (EDPT, 9;
DTS, 388); OT: öv ̇ kele- ‘öfkelenmek’ (KB III, 367); öpkele- ‘to
strike in lungs’ (DLTa I, 255); öv ̇ kele- ‘sinirlenmek, öfkelenmek’
(KE II, 511); efkele- ‘gniewać się, obrażać się’ (HŞ, 19), öfkele-
‘gniewać się’ (HŞ, 121); öv ̇ kele- ‘öfkelenmek, sinirlenmek’ (NF
III, 340); öpkele- ‘öfkelemek’ (ML, 55); öfkele- ‘öfkelenmek’
(HKT, 833).

ÖPKÄLÄT- ‘öfkelendirmek’ (EK).


[< öpkele- ‘to be angry (with someone Dat. or Abl.)’ (EDPT, 9)
+ (-t-)]
(ttkht.!)
ÖPÜŞ- ‘öpüşmek’ (EK).
[< öp- ‘öpmek’ (KB III, 363) + (-üş-)]
ET: öpüş- ‘to kiss one another’ (EDPT, 16); öpiş- (DTS, 387);
OT: öbüş- ‘całować się, obcałowywać się’ (HŞ, 120); öpüş- ‘öpüş-
mek’ (GT, 345).

ÖRÇÜT- ‘incitmek, manen bir rahatsızlığa sebep olmak’ (EK).


404 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< *örç-/*örçü- + (-t-)?]


(ttkht.!)
Ettirgen eki ile türetilmiş gözükmekte, anlamı da bunu des-
teklemektedir. Fakat dayandığı taban belirsizdir. Karahan-
lı Kur’an tefsirinde örçäş- ‘протигоречить, возражать,
своевольничать’ (LST, 250) “isyan etmek, ısrar etmek, di-
renmek, mücadele etmek’ ve Memlûk sahasında örçele- ‘inat
etmek, ısrar etmek’ (İH, 36) ve örçeleş- ‘bir mesele üzerinde
inatlaşmak, mübahase etmek, münakaşa eylemek’ (İH, 36) ör-
nekleri *örçe- gibi bir tabanın varlığını düşündürmektedir.
ÖRGÜZ-I ‘ördürmek, eğirtmek, dokutmak’ (EK).
[< ör- “‘to plait’ also used metaph. for building a wall with
bricks” (EDPT, 195) + (-güz-)]
(ttkht.!)
ÖRGÜZ-II ‘(koyunları) otlağa salmak, otlatmak’ (CC).
[< ör- “‘to rise, (of a plant) ‘to sprout’” (EDPT, 196) + (-güz-)?]
(ttkht.!)
Karaşlar, bu sözcüğü yukarıdaki biçimde analiz eder (2012:
300). Morfolojik olarak başka bir şekilde çözümlenebilir gibi
gözükmemektedir, büyük ihtimalle ör- fiil tabanı ‘dışarı çık-
mak’ gibi bir yan anlam kazanmış ve eldeki fiil de ‘dışarı çı-
karmak’ temel anlamı ile bu anlama geçiş yapmıştır.
ÖRPÄY- ‘kabarmak, diken diken olmak; korkudan sinmek’ (EK).
[< *ürpe-/*örpe- + (-ḏ-)]
(ttkht.!)
DLT’deki ürpek, ürpet-, ürper- fiil tabanın *ürpe- veya *örpe-
olduğunu gösterir. Dolayısıyla EK’daki bu örnek kanıksanan
+Aḏ- fiili olamaz. Bununla birlikte Güngördü, Karluk ve Kıp-
çaktaki o ey-’li biçimlerin büzüşme sonucu ortaya çıktığı gö-
rüşündedir (2012: 90). Ancak ara safhaların tarihî metinlere
yansımaması böyle bir gelişmenin hiç olmadığını da gösterir.
Eldeki fiil büyük ihtimalle o dönemin konuşurlarının zihninde
isimden türeyen +Aḏ- gibi düşünüldü ve *örpe- doğrudan ör-
pey- yapıldı veya *örpe- tabanına pekiştirici - ḏ- ile genişletil-
di. Fiilin asli olarak /ö/’lü veya /ü/’lü konusunda Çağdaş Türk
dillerindeki biçimlerin /ü/’yü tercih ettiği; ancak en nihai kök
için ör- düşünülebileceği için asli olarak /ö/ olması gerektiği
söylenebilir (bk. Güngördü, 2012: 83-97).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 405

ÖRPÄYT- ‘diken diken etmek’ (EK).


[< örpäy- + (-t-)]
(ttkht.!)
ÖRTÄ- ‘yakmak’ (EK).
[< ört ‘flame, conflagration’ (EDPT, 201) + (+e-)]
ET: örte- ‘to light, or burn (something Acc.)’ (EDPT, 208; DTS,
389); OT: örte- ‘yakmak’ (KB III, 364); ‘to burn’ (DLTa I, 231);
‘‘yakmak’ (AH, LI); ‘жечь, палить’, (LST, 249); ‘yakmak, yan-
dırmak’ (ME, 167); orta- ‘palić się, płonąć; trawić (o ogniu)’ (HŞ,
119); örte- ‘сжигать’ (MNa, 167); ‘yakmak’ (GT, 345).

ÖRTÄN- ‘yanmak; sıcaktan, susuzluktan kavrulmak’ (EK).


[< örte- ‘to light, or burn (something Acc.)’ (EDPT, 208) + (-n-)]
ET: örten- ‘to blaze, burn (Intrans.); to be burnt’ (EDPT, 209;
DTS, 389); OT: örten- ‘to blaze up’ (DLTa I, 220); ‘yanmak’
(KE II, 510).
ÖRTÖVLÄN- ‘örtü veya peçe ile örtünmek’ (EK).
[< örtüg “originally ‘covering’ in general (Uyg. Man. ‘cove-
red’)” (EDPT, 205) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ÖRTÜL- ‘örtülmek, üzeri kaplanmak’ (EK).
[< ört- ‘to cover, conceal (something Acc.)’ (EDPT, 202) +
(-ül-)]
ET: örtül- “‘to be covered, concealed’, also in the early period ‘to
be put over (üze: something) as a covering” (EDPT, 209; DTS,
390); OT: örtül- ‘örtülmek, kapatılmak’ (KB III, 364); ‘örtül-
mek’ (ME, 167); ay. (KE II, 510); ‘örtülmek, gizli tutulmak,
gizlenmek; gizlenmek, saklanmak; örtünmek, bürünmek’
(HKT, 845); ‘örtülmek; karışık olmak, çapraşık olmak’ (KEF,
263); ‘örtülmek, gizlenmek’ (İM, 580); ‘örtülmek’ (KH, 136).
ÖSḪÄLÄ- ‘(çbk.) büyümek, (bitki) bitmek’ (EK).
[< ös- “‘to grow’ a common Mong. verb” (EDPT, 241) +
(-kele-)]
(ttkht.!)
406 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ÖSKÜR- ‘öksürmek’ (CC).


[< ös ‘yansıma taban’ + (-kir-)]
OT: öksür- ‘öksürmek’ (ME, 166); ‘ciğerde yahut soluk yolunda
hasıl olan balgam yahut gıcıktan dolaı ihtiyarsız ve sesli nefes ver-
mek’ (ML, 55); ‘öksürmek, aksırmak’ (KEF, 262); ay. (KK, 120);
ay. (KH, 136); ay. (ELS, 82).

ÖSTÜR- ‘yetiştirmek’ (EK).


[< ös- “‘to grow’ a common Mong. verb” (EDPT, 241) + (-tür-)]
(ttkht.!)
ÖTÄ- ‘yerine getirmek, gerçekleştirmek, ödemek’ (CC).
[< ?]
ET: öte- ‘carry out an obligation’ (EDPT, 43); OT: ötä-‘to pay
debt; perform one’s duty’ (DLTa II, 280); öte- ‘ödemek’ (KB III,
365); ötä-/ödä- ‘выполнять’ (LST, 242, 251); öte- ‘borç ödemek’
(ML, 56); ‘ödemek, eda etmek, yerine getirmek’ (NF II, 340);
ödä- (BM, 63); öte- ‘ödemek’ (TZa, 227).

Németh bu veriyi öt- ‘einen Laut geben’ [‘(hayvanlar) ses çıkar-


mak’] olarak yorumlar; fakat /ä/ sesi için hiçbir açıklama yap-
maz (1913: 598).
ÖTKÄR- ‘batırmak, delmek’ (EK).
[< öt- “‘to cross’, e.g. a river, the movement being over rather
than through; with the Dat. it means ‘to penetrate into (somet-
hing)’; and with the Abl. (and/or Loc.) ‘to pass right through
(something)’ and come out the other side” (EDPT, 39) + (-kür-
> -kär-?)]
OT: ötkür- ‘geçirmek’ (ME, 167); ‘geçirmek, geçirtmek, delmek’
(KE II, 511); ‘delmek, geçirmek, göndermek’ (KEF, 264); ötker-
‘öğdürmek, nüfuz ettirmek’ (TZa, 227).

Tarihî tanıklardan görüldüğü kadarıyla eskicil biçim ötkür-


’dür. Bu fiil de büyük ihtimalle -kür- ettirgenlik eki ile türetildi
ve ilerleyici benzeşme ile ek ünlüsü geniş varyanta geçti (aynı
hadise için bk. ḳopar-).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 407

ÖTLÄŞTİR- ‘batırmak, içinden geçirmek’ (EK).


[< ütleş- ‘to be pierced’ (DLTa I, 214) + (-tür-)]
(ttkht.!)
ÖVDÜR- ‘yücelttirmek’ (EK).
[< ög- ‘to praise’ (EDPT, 100) + (-tür-)]

OT: ögtür- ‘to have someone praise’ (DLTa I, 206).

Grønbech CC’deki övdürgen ana verisine (trankripsiyonu: ov/̇


dr/gæ ̑ ana bk. Drimba 2000: 136) istinaden övdür- fiilini edil-
gen olarak tercüme etmiştir317; fakat fiil morfolojik olarak et-
tirgen ve geçişlidir. Berta, fonksiyonel tutarsızlığa değinmez
(1996: 228). Karaşlar, bu sözcüğü yukarıda belirtildiği şekilde
analiz etmekle birlikte, -dür- eki ile geçişsizlik kazandırıldı-
ğını söyler (2012: 434). Argunşah&Güner bu veriyi övdürgen
‘saygıdeğer’ isim olarak kabul ederler (2015: 797).
ÖVLÄN- ‘evlenmek; ev, aile sahibi olmak’ (EK).
[< evle- ‘to install (someone) in dwelling of his own’318 (EDPT,
10-11) + (-n-)]

OT: evlen- ‘(the moon) to acquire a halo; to acquire a house as


dwelling and to count itself as one of its residents’ (DLTa I, 223);
ėv ̇ len- ‘evlenmek’ (ME, 122); ivlen- ‘evlenmek’ (ML, 35); evlen-
‘tezevvüç etmek’ (Kİ, 13); ‘evlenmek, aile kurmak’ (KEF, 200);
evlen- ‘evlenmek’ (GT, 250), ivlen- ‘ay.’ (GT, 284); ev ̇ len- ‘ay.’
(İM, 522), iv ̇ len- ‘ay.’ (İM, 542); evlen- ‘ay.’ (TZa, 170), öylen-
‘ay.’ (TZa, 228); evlen- ‘ożenić się, pobrać się’ (BM, 44); ‘evlen-
mek, nikah yapmak’ (KFT, 983); ay. (ELS, 50).

ÖVLÄNDİR- ‘evlendirmek’ (EK).


[< evlen- ‘to acquire a house as dwelling and to count itself as
one of its residents’ (DLTa I, 223) + (-tür-)]
317 Kuun ise bu veriyi övgen olarak okumuş ve ‘övülmüş’ olarak tercüme etmiştir
(1880: 206, 258).
318 Örnekten çıkartılan anlamdır.
408 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: iv ̇ lendür- ‘evlendirmek’ (İM, 542); evlendir- ‘ay.’ (KK, 109);


ay. (TZa, 170), öylendir- ‘ay.’ (TZa, 228); evlendür- ‘ożenić’ (BM,
44); ‘evlendirmek’ (KFT, 983).

ÖVLÄT- ‘evlendirmek’ (EK).


[< evle- ‘to install (someone) in dwelling of his own’319 (EDPT,
10-11) + (-t-)]
(ttkht.!)
ÖVRÄN- (ve üvrän-) ‘öğrenmek, talim etmek, yatkınlık kazan-
mak’ (CC, EK).
[< *ögre- + (-n-)]
ET: ögren- ‘to be brought up’ (EDPT, 114); OT: ögren- ‘öğren-
mek’ (KB III, 356); ‘to learn’ (DLTa I, 220); ‘учиться’ (LST,
241); ‘öğrenmek’ (ME, 165); ögren- ‘öğrenmek, tanımak, bilmek,
alışmak’ (KE II, 502), örgen- ‘ay.’ (KE II, 510); ögren- ‘öğren-
mek’ (MM, 248); ‘uczyć się’ (HŞ, 121); ‘учиться, изучать’ (MNa,
168); ‘öğrenmek; alışmak, âdet haline getirmek’ (NF III, 335); ay.
(HKT, 834); ögrän- ‘öğrenmek’ (Kİ, 64), örän- ‘ay.’ (Kİ, 66); ög-
ren- ‘ay.’, (TA, 131), yören- ‘ay.’ (TA, 159); övren- ‘to learn’ (RH,
62); ögren- ‘öğrenmek, alışmak, evcilleşmek, ehli olmak’ (KEF,
26); ‘to learn’ (İN, 99); ‘öğrenmek; alışmak’ (GT, 344); ‘öğren-
mek; (hayvanlar için) evcilleşmek’ (İM, 580); ‘öğrenmek’, (KK,
120); ögren- ‘ay.’ (TZa, 224), övren- (TZa, 228), ören- (TZa, 226);
ögrän- ‘uczyć się’ (BM, 63); ‘öğrenmek’ (KH, 136); ay. (MG,
228); ay. (DM, 101).

ÖVRÄT- (ve üvrät-) ‘öğretmek, eğitmek, öğütlemek’ (CC, EK).


[< *ögre- + (-t-)]
ET: ögret- ‘to accustom, instruct or train a person, to tame or train
an animal’ (OTWF II, 781); OT: ögret- ‘öğretmek’ (KB III, 356);
‘to teach’ (DLTa I, 225); ‘öğretmek’ (AH, L); ögret- ‘обучать’
(LST, 241), ögred- ‘ay.’ (LST, 241); ögret- ‘alıştırmak, öğretmek’
(RKT, 576); ‘öğretmek’ (ME, 165); ay. (KE II, 502); ay. (NF III,
335); ay. (HKT, 834); ay. (Kİ, 64); ay. (TA, 131); ay. (KEF, 262);
‘to teach’ (İN, 99); ‘alıştırmak, öğretmek’ (GT, 344); ‘öğretmek’
319 Örnekten çıkartılan anlamdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 409

(İM, 580); ay. (KK, 120); ay. (KH, 136); ögred- ‘ay.’ (KFT, 1048);
ögret- ‘ay.’ (ELS, 82).

ÖVRÄNÇİKLÄN- ‘alışmak, gelenek ve göreneklere aşinalık gös-


termek’ (EK).
[< övränçik ‘привычка, навык, обычай, повадка’ (KS, 1106)
+ (+le-n-)]
(ttkht.!)
ÖVÜN-I (bk. ÖGÜN-)
ÖVÜN-II (bk. OVUN-)
ÖVÜNDÜR- (bk. OVUNDUR-)
ÖVÜNÜL- ‘teselli edilmek, moral verilmek’ (EK).
[< ovunul- < av ̇ın- ‘avunmak, alışmak’ (KB III, 37) + (-ıl-)]
(ttkht.!)320
İmla kararsızlığından kaynaklanan durum için bk. ovun-.
ÖVÜT- ‘silmek, temizlemek’ (CC).
[< ögi- ‘to grind (grain Acc.); to pulverize (something-)’
(EDPT, 101) + (-t-)]
OT: ögit- ‘to have wheat (or other) ground’ (DLTa I, 201); ‘öğüt-
mek’ (KE II, 501); yöküt- ‘öğütmek, ezip un etmek’ (ML, 92);
ügüt- ‘öğütmek’ (Kİ, 114); ay. (TA, 151); üvüt- ‘üğütmek’ (TZa,
273), yüvüt- ‘ay.’ (TZa, 290)321.

ÖZDÄNLÄN- ‘mükemmel, fevkalade olmak’ (EK).


[< özden ‘seçkin, güzel’ (GT, 346) + (+le-n-)]
(ttkht.!)

P
PAÇAYLA- 322
(bk. PALAYLA-)
320 Erdal, avıtıl- maddesinde, EUT verisi olarak avınıl- okuyuşunun yanlış olduğunu
belirtir (1991: 654).
321 Fazılov ve Ziyayeva’nın çalışmasında da /ü/ ile verilmiş, ancak ügüt- ‘мешать,
препятствовать; изменяться [‘müdahele etmek, karışmak; değişmek’]’ (1978:
399)’ iken yügüt- ‘молоть, размалывать [‘öğütmek’]’tir (1978: 316).
322 Tryjarski, bu sözcüğün palayla- yerine yanlışlıkla yazıldığını düşünmekte, ancak
“?” ile bırakmaktadır.
410 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

PADŞAHLAN- ‘padişah olmak, hükmetmek’ (EK).


[< Far. pa ̄ dşa ̄ h ‘an emperor, sovereign, monarch, king’ (PED,
229) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
PADŞAHLAT- ‘hükümdarlığa geçirmek’ (EK).
[< Far. pa ̄ dşa ̄ h ‘an emperor, sovereign, monarch, king’ (PED,
229) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
PAḪILLA- (ve paḫillä-) ‘imrenmek, kıskanmak’ (EK).
[< Ar. baḫil ‘avaricious, greedy; miser, skinflint’ (DMWA, 44)
+ (+la-)]
(ttkht.!)
PAḪILLAN- (ve paḫillän-) imrenmek, kıskanmak’ (EK).
[< paḫılla- + (-n-)]
(ttkht.!)
PAḪILLANDIR- ‘kıskandırmak, imrendirmek’ (EK).
[< paḫıllan- + (-tur-)]
(ttkht.!)
PAḪILLAT- (ve paḫıllät-) ‘kıskandırmak, imrendirmek’ (EK).
[< paḫılla- + (-t-)]
(ttkht.!)
PAḪİLLÄ- (bk. PAḪILLA-)
PAḪİLLÄN- (bk. PAḪILLAN-)
PALAYLAT- (bk. PALALAYT-)
PALAYLA- ‘ışıldatmak; yakmak, tutuşturmak’ (EK).
[< palay (< palat < Ukr. palati (bk. KS, 1115)) + (+la-)]
(ttkht.!)
PALAYLAT- (ve palalayt-) ‘alevlendirmek’ (EK).
[< palayla- + (-t-)]
(ttkht.!)
PAMBASLA- (bk. PAMPASLA-)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 411

PAMPASLA- (ve pambasla-) ‘(Tanrıya veya dine) saygısızlıkta


bulunmak; arkasından konuşmak, iftira etmek’ (EK).
[< Erm. pampas ‘guilt’ (NDAE, 89) + (+la-)]
(ttkht.!)
PANBASSIZLAN- ‘kendini aklamak veya haklı bir mazereti ol-
mak, aklanmak’ (EK).
[< pambassız/panbassız ‘безупречный, безукоризненный,
безупречно, безукоризненно’ (KS, 1116) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
PARALA-I ‘parçalara ayırmak, kıymak, katletmek’ (EK).
[< Far. pa ̄ ra ‘a piece, portion, fragment, morsel; a gift; a bribe’
(PED, 230) + (+la-)]
(ttkht.!)
PARALA-II ‘(gururunu) okşamak’ (EK).
[< para ? + (+la-)]
(ttkht.!)
Garkavets, taban konusunda aydınlatıcı bir bilgi sunmamıştır. pa-
rala- I fiilinin taban olan Far. pa ̄ ra sözcüğünün ‘a gift; a bribe’
anlamından doğmuş olabilir.
PARALAN-I ‘paralanmak, parça parça olmak’ (EK).
[< parala- I + (-n-)]
(ttkht.!)
PARALAN-II ‘yaltaklanmak, dalkavukluk etmek’ (EK).
[< parala- II + (-n-)]
(ttkht.!)
PAYLA- ‘pay etmek’ (EK).
[< pay ‘portion, share, marriage, portion’323 + (+la-)]
(ttkht.!)
PAYLAN- ‘pay edilmek, üleşilmek’ (EK).
[< payla- + (-n-)]
323 Tryjarski; Deny’nin düşüncesi olan Ar. bey’ (bai’a) ‘sale’e istinaden bu sözcüğü
Arapça alıntı olarak belirler (2000: 315). Farsça paȳ ’ın böyle bir anlamı yoktur
(bk. PED, 234). Nişanyan da “Farsça pāy (ayak) sözcüğünün geniş anlam yelpazesi
içinde ‘hisse, kısmet’ anlamına rastlanmaz.” (2010: 483) demektedir.
412 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
PAYLAŞ- ‘üleşmek, paylaşmak’ (EK).
[< payla- + (-ş-)]
(ttkht.!)
PEŞÄLÄN- ‘yapılmak, üretilmek, sanatsal olarak meydana geti-
rilmek’ (EK).
[< Far. peş ‘an example, model, exemplar, coryphæus, chief,
superior, commander, leader’ (PED, 265) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
PIRḪILDA- ‘kaynamak, köpürmek, dalgalanmak’ (EK).
[< pırḫıl ‘yansıma taban’ + (+da-)]
(ttkht.!)
PISPISLA- (bk. KISPISLA-)
PİLONLAN- ‘pelerinle örtülmek veya örtünmek’ (EK).
[< Erm. p’ilon ‘cloak, mantle; priest’s mantle’ (NDAE, 728) +
(+la-n-)]
(ttkht.!)
PİLONLAT- ‘pelerin ile örtmek’ (EK).
[< Erm. p’ilon ‘cloak, mantle; priest’s mantle’ (NDAE, 728) +
(+la-t-)]
(ttkht.!)
PİNTİLÄN- ‘pis, tiksinç olmak’ (EK).
[< pinti324 ‘грязный, замаранный, неопрятный, гадкий,
гнусный, мерзкий’ (KS, 1139) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
PİSAKLAN- (ve pişaklan-) ‘evlenmek’ (EK).
[< Erm. bsag ‘crown, diadem; crown, prize, premium, reward;
circle, coping, top, crowning, brim, frame, edge, cornice, pa-
rapet, battlement; coronation, achievement, accomplishment;
nuptials, espousals, marriage, nuptial blessing’ (EDPT, 613) +
(+la-n-)]
(ttkht.!)
324 Sözcüğün kökeni bilinmiyor (bk. Nişanyan, 2010: 492).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 413

PİŞAKLAN- (bk. PİSAKLAN-)


POZUL- (bk. BUZUL-)
PUSTALIḪLAN- ‘boşaltılmak, terk edilmek, çöle dönmek’ (EK).
[< pustalıḫ ‘пустырь, незанятая, пустующая земля,
пустырь, пустошь’ (KS, 1187) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
PUSUL- (bk. BUSUL-)

R
RADILAN- ‘neşelenmek, mutlu olmak’ (EK).
[< radı325 (< Ukr. radiy) ‘радостный, довольный’ (KS, 1190)
+ (+la-n-)]
(ttkht.!)
RASTLA- ‘karşılaşmak, tesadüf etmek’ (EK).
[< Far. rā st ‘right, true; good, just, sincere, upright; straight,
even, level’ (PED, 562) + (+la-)]

OT: rastla- ‘doğrulamak, tasdik etmek’ (HKT, 856); ‘doğrultmak,


yöneltmek’ (KEF, 266). Bunların yanında Karahanlı döneminde,
rastlan- ‘быть направленным, быть приуроченным’ (LST, 254)
verisi de mevcuttur.

RÄNGLÄ- ‘boyamak, renklendirmek’ (EK).


[< Far. rang ‘colour, hue; complexion; paint, stain, dye’ (PED,
588) + (+le-)]
(ttkht.!)
RÄNGLÄT- ‘boyatmak, süsletmek’ (EK).
[< ränglä- + (-t-)]
(ttkht.!)
RISFAYLA- (bk. RISVAYLA-)
325 Güvenç, bu tabanı Ar. rāżı “memnun” olarak belirler. Anlam ve biçim Slav kökeni
desteklemektedir. Ayrıca Tryjarski, Ermeni-Kıpçakçasında Arapça ve Farsça
alıntıları ele aldığı makalesinde rāżı gibi bir alıntıdan bahsetmez (bk. Tryjarski,
2000: 301-26).
414 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

RISVAYLA- (ve rısfayla-) ‘aşağılamak, hakaret etmek; karala-


mak, iftira etmek’ (EK).
[< Far. rusv ̇ ā /rusv ̇ āy ‘dishonoured, disgraced; infamous, igno-
minious’ (PED, 576) + (+la-)]
(ttkht.!)
S
SAARLA- ‘utanmak, mahçup olmak’ (CC).
[< saar ‘kuşku, şüphe’ (CC, 801) + (+la-)]
(ttkht.!)
Fiil tabanı sadece CC’de tanıklamıştır. Argunşah ve Güner, bu ta-
banı Moğ. sagar326 sözcüğüne dayandırırlar (2015: 802).
SAÇIL- ‘saçılmak, ekilmek; dağılmak, yayılmak’ (EK).
[< saç- ‘to scatter, sprinkle’ (EDPT, 794) + (-ıl-)]
ET: saçıl- ‘to be scattered, sprinkled’ (EDPT, 797; DTS, 479);
OT: saçıl- ‘saçılmak, dağılmak’ (KB III, 377); ay. (ME, 170); ay.
(KE II, 529); ‘być rozrzuconym, rozsiewanym’ (HŞ, 151); ‘spar-
gersi’ (MNb, 99); ‘saçılmak, dağılmak’ (NF III, 356); ‘dağılmak,
saçılmak; uzaklaşmak, ayrılmak’ (HKT, 862).

SAÇIRA- (bk. SAÇRA-)


SAÇIRAT- (bk. SAÇRAT-)
SAÇIRT- ‘üzerine sıçratmak, atlatmak’ (EK).
[< saçrat- < saçra- + (-t-)]
Tarihî tanıklar için bk. saçrat-.
Bu sözcük büyük olasılıkla saçrat- fiilinin metatetik biçimidir.
SAÇLA- (bk. SAÇRA-)
SAÇRA- (ve saçıra-, saçla-) ‘sıçramak, zıplamak’ (EK).
[< *saçır + (+a-) (?); bk. ora-]
ET: saçıra- ‘излучаться (о свете)’ (DTS, 479); OT: saçra- ‘to fly
(sparks)’ (DLTa III, 151); sıçra- ‘kurtulmak, sıçramak’ (ME, 175);
saçra- ‘sıçramak; yayılmak’ (KE II, 529); ‘skakać’ (HŞ, 150); ‘sıç-
326 MED’de tek başına yer almaz: sagar ygei ‘without doubt; certain[ly], postive[ly]’
(1960: 657).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 415

ramak, fışkırmak, akmak’ (NF III, 356); sıçra- ‘sıçramak’, (KEF,


271); ay. (İM, 590); sışra- ‘sıçramak’ (TZa, 238); şaşra- ‘ay.’ (TZa,
246), şışra- ‘ay.’ (TZa, 247); sıçra- ‘sıçramak’ (KH, 139).

Clauson, bu fiilin, saç- fiilinin geniş zaman sıfat fiili saçar ta-
banından türediğini düşünmektedir (1972: 798).327 Dankoff ve
Kelly bu fiili saç- fiilin altına almış, dolayısıyla saç- ile ilişki-
lendirmiştir (1985: 151).
Erdal, bu tip fiillerde /r/’den önce ünlü türemesinin ET’nin
karakteristiği olduğunu söyler (1991: 471). Dolayısıyla saçıra-
gibi biçimleri ikincil kabul ettiği söylenebilir. ora- taşıyıp ha-
reket bildiren sözcükler hakkındaki genel değerlendirme için
bk. 1.1.15. ora-.
SAÇRAT- (ve saçırat-) ‘sıçratmak, titretmek; saçtırmak’ (EK).
[< saçıra- ‘излучаться (о свете)’ (DTS, 479) + (-t-)]
OT: sıçrat- ‘ulaştırmak, yaymak’ (ME, 175); saçrat- ‘sıçratmak’
(Kİ, 84); sıçrat- ‘skoczyć’, (BM, 72).

SAĠAL- (ve saġıl-II) ‘iyileşmek, düzelmek’ (EK).


[< saġ “in the earliest period only in the phr. saġ yaġ ‘pure (i.e.
clarified) butter’, thence more generally ‘sound, healthy’ and
by a curious metaph., ‘right’ (not ‘left’) in the Oguz group
only” (EDPT, 803) + (+al-)]
OT: saġal- ‘iyileşmek’ (KFT, 1054).

SAĠALT- ‘tedavi etmek, sağaltmak’ (EK).


[< saġal- ‘iyileşmek’ (KFT, 1054) + (-t-)]
OT: saġalt- ‘düzeltmek’ (ME, 171).

SAĠAY- (ve sahay-) ‘sağlığına kavuşmak, iyileşmek’ (EK).


[< saġ “in the earliest period only in the phr. saġ yaġ ‘pure (i.e.
clarified) butter’, thence more generally ‘sound, healthy’ and
by a curious metaph., ‘right’ (not ‘left’) in the Oguz group
only” (EDPT, 803) + (+aḏ-)]
(ttkht.!)
SAĠAYT- (ve sahayt-, saḫayt-) ‘tedavi etmek, iyileştirmek’ (EK).
327 Berta da bu etimolojiyi takip eder (1996: 279).
416 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< saġay- + (-t-)]


(ttkht.!)
SAĠIL-I ‘sağılmak; madenden üretilmek, alaşımdan çıkarılmak’
(EK).
[< saġ- “‘to milk’ (an animal)” + (-ıl-)]
OT: saġıl- ‘to be drawn’ (DLTa II, 26); saḳ ıl- ‘być dojonym’ (HŞ,
154); saġıl- ‘sağılmak, süt sağılmak’ (KEF, 268).

SAĠIL-II (bk. SAĠAL-)


SAĠILMAGANLAN- (bk. 1.3.3)
SAĠIN- (ve sahın-) ‘düşünmek, varsaymak, tahminde bulunmak,
farkına varmak; hatırlamak, özlemek’ (CC, EK).
[< saḳ- ‘to think’328 (EDPT, 804) + (-ın-)]
ET: saḳ ın- “‘to think, to think longingly about (something); to
desire’, or ‘to think anxiously about something, to be worried’”
(EDPT, 812; DTS, 486); OT: saḳ ın- ‘sakınmak; sanmak, dü-
şünmek’ (KB III, 378); saġın- ‘to think of someone’ (DLTa II,
39), saḳ ın- ‘to be wary of (someone/something)’ (DLTa II, 39);
saḳ ın- ‘sakınmak, düşünmek, ictinap etmek’ (AH, LIV); saḳ ın-
I ‘думать, размышлять, предполагать’ (LST, 259), saḳ ın- II
‘беречься, остерегаться’ (LST, 259); ‘günah işlemekten sakın-
mak, Allah’tan korkmak, takva sahibi olmak; düşünmek, hesap
etmek’, (RKT, 603-604); saḳ ın- I ‘düşünmek’ (ME, 171), saḳ ın- II
‘sakınmak, çekinmek, perhiz etmek’ (ME, 171); saḳ ın-, saġın-
‘düşünmek, hatırlamak; sanmak, zannetmek’ (KE II, 532); saḳ ın-
‘düşünmek’, (MM, 252); saġın- ‘powierzać, ufać’ (HŞ, 151), saḳ ın-
‘myśleć, sądzić; strzec się, uważać’, (HŞ, 154); saḳ ın- ‘düşünmek,
sanmak, zannetmek’ (NF III, 358); saġın- ‘sanmak, oranlamak’
(ML, 57); saḳ ın- ‘sakınmak, korunmak, çekinmek; kaçınmak;
sanmak, zannetmek; ummak, tahmin etmek; düşünmek; hatırla-
mak’ (HKT, 867); saġan- ‘saymak’, (Kİ, 85); saḳ ın- ‘sakınmak,
kaçınmak’ (TA, 134); saḳ ın- I ‘sakınmak, kaçınmak, çekinmek’,
saḳ ın- II ‘hatırlamak, düşünmek, hayal etmek’ (KEF, 268); saġın-
‘düşünmek, sanmak, hesaplamak, mütalaa ve tasavvur etmek’
(GT, 351), saḳ ın- ‘düşünmek, sanmak, zannetmek’ (GT, 352);
saḳ ın- ‘sakınmak, çekinmek; sanmak, zannetmek’ (İM, 586);
328 Örnekten çıkartılan anlamdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 417

saġan-, saġın- ‘sanmak, zannetmek, düşünmek’ (KK, 121); saḳ ın-


‘gizlenmek’ (TZa, 231); saġın- ‘zannetmek, düşünmek’ (KFT,
1054); saġın- ‘düşünmek’ (MG, 233), saḳ ın- ‘sakınmak, korun-
mak’ (MG, 234).

SAĠINDIR- ‘öğüt vermek, uyarmak, ihtar etmek’ (CC).


[< saḳ ın- “‘to think, to think longingly about (something); to
desire’, or ‘to think anxiously about something, to be worri-
ed’” (EDPT, 812) + (-tur-)]
OT: saḳ ındur- ‘düşündürmek’ (KE II, 532).

SAĠINIL- ‘düşünülmek’ (EK).


[< saḳ ın- “‘to think, to think longingly about (something); to
desire’, or ‘to think anxiously about something, to be worri-
ed’” (EDPT, 812) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
SAĠIŞA- ‘düşünmek, niyet etmek’ (CC).
[< saḳ ış “originally ‘counting, calculation’; in the medieval pe-
riod in some languages it came to mean ‘thought, care, worry’,
and so more or less converged” (EDPT, 816) + (+a-)]
OT: saḳ şa- ‘myśleć, rozmyślać, zastanawiać się’ (HŞ, 153).

SAĠIŞLA- (ve sahışla-) ‘düşünmek, niyet etmek, mantık yürüt-


mek, tasavvur etmek’ (CC, EK).
[< saḳ ış “originally ‘counting, calculation’; in the medieval pe-
riod in some languages it came to mean ‘thought, care, worry’,
and so more or less converged” (EDPT, 816) + (+la-)]
OT: saḳ ışla- ‘считать’ (LST, 260); ‘hesap sormak’ (RKT, 605);
‘myśleć, zastanawiać się, obliczać’ (HŞ, 154); saġışla- ‘saymak,
hesap etmek’ (TA, 134); saḳ ışla- ‘hesaplamak’, (GT, 352); saġışla-
‘ay.’ (KK, 121); ‘saymak’ (DM, 102).

SAĠIŞLAN- ‘düşünceye dalmak, tefekkür etmek’ (EK).


[< saḳ ışla- ‘считать’ (LST, 260) + (-n-)]
(ttkht.!)
SAĠITLAN- ‘silahlanmak’ (CC).
418 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< saġıt ‘zırh’ (MG, 233) + (+la-n-)]


(ttkht.!)
SAĠLA- (bk. SAḲLA-)
SAĠLAN- (bk. SAḲLAN-)
SAHAY- (bk. SAĠAY-)
SAHAYT- (bk. SAĠAYT-)
SAHIN- (bk. SAĠIN-)
SAHIŞLA- (bk. SAĠIŞLA-)
SAḪAYT- (bk. SAĠAYT-)
SAḪLA-I (bk. SAḲLA-)
SAḪLA-II ‘beklemek’ (CC).
[< saḳ ‘uyanık’ (KB III, 378) + (+la-) ?]
(ttkht.!)
Bu fiil CC bilmecelerinde geçmektedir:
Uzun agaç başında
Ulu bitiv bitidim
Kemsen ovlu kėlgey dėp
Kemsen turup saḫladım. (Güner 2016: 63)

Güner’in çalışmasında; Bang, Németh, Tietze, Mollova ve


Garkavets’in bu fiili ‘beklemek’ olarak yorumladığını, yazarın
da bu anlama katıldığı görülmektedir (2016: 63-66). Drimba
da ‘beklemek’ ve alternatif olarak ‘bakmak, izlemek’ anlamını
uygun görmüştür (1990: 87).
Bu fiilin EK’da tanıklanan saḫtla- olma ihtimali bulunmakta-
dır ki bu ihtimal anlamsal açıdan bu bilmeceye çok daha uy-
gundur.
SAḪLAN-I (bk. SAḲLAN-)
SAḪLAN-II (bk. SAḪTLAN-)
SAḪTLA- ‘gözlemlemek’ (EK).
[< Far. saḫt ‘hard, strong, firm, secure, solid, vehement, inten-
se, violent’ (PED, 660) + (+la-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 419

SAḪTLAN- (ve saḫlan-II) ‘sakınımlılık, ihtiyatlılık göstermek’


(EK).
[< saḫtla- + (-n-)]
(ttkht.!)
SAḪTLAT- ‘uyanık, ihtiyatlı kılmak’ (EK).
[< saḫtla- + (-t-)]
(ttkht.!)
SAJALA- ‘kirletmek, lekelemek; yüz karartmak (üzüntü ve yas-
ta)’ (EK).
[< Ukr. saja ‘сажа’ (KS,1247) + (+la-)]
(ttkht.!)
SAḲLA- (ve daḫla-, saġla-, saḫla-) ‘korumak, saklamak; gizle-
mek; gömmek; yetiştirmek, eğitmek’ (CC, EK).
[< saḳ ‘uyanık’ (KB III, 378) + (+la-)]

OT: saḳ la- ‘hesaplamak, dikkat etmek, tanzim etmek, tedbir al-
mak, korumak’ (KB III, 380); ‘saklamak, gözetmek’ (AH, LIV);
‘korumak’ (RKT, 605); ‘saklamak, gizlemek, muhafaza etmek’
(ME, 171); ‘saklamak, korumak, bakmak, gizlemek; dikkate al-
mak, düşünmek’ (KE II, 533); ‘dikkate almak, korumak’ (MM,
252); ‘strzec, pilnować, zachowywać, dochowywać (wiary)’ (HŞ,
153); ‘хранить’ (MNa, 191); ‘saklamak, korumak, beklemek, gö-
zetlemek, hâkim olmak, kötülükten korumak; takip etmek’ (NF
III, 359); ‘korumak’ (ML, 58); ‘korumak; korumak, gözetmek,
riayet etmek’ (HKT, 868); ‘saklamak, korumak’ (TA, 134); ‘to
conceal’ (RH, 65); ‘saklamak, korumak, gizlemek, gözetmek,
sakınmak’ (KEF, 268); to keep; to protect’ (İN, 102); ‘saklamak,
gözetmek, kollamak’ (GT, 352); ‘korumak, gözetmek; muhafaza
etmek; haramdan çekinmek; ihtikâr yapmak, saklamak; himaye
etmek’ (İM, 586); ‘saklamak, korumak, sakınmak’ (KK, 121);
‘gizlemek’ (TZa, 231); ‘saklamak, korumak’ (KH, 138); ay. (KFT,
1055); ay. (MG, 234); ay. (ELS, 85).

SAḲLAN- (ve saġlan-, saḫlan-) ‘korunmak, kaçınmak, sakın-


mak, gizlenmek; beklemek’ (CC, EK).
420 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< saḳ la- ‘hesaplamak, dikkat etmek, tanzim etmek, tedbir al-
mak, korumak’ (KB III, 380) + (-n-)]
ET: saḳ lan- ‘to protect oneself; to be protected’ (EDPT, 810;
DTS, 487); OT: saḳ lan- ‘uyanık olmak, dikkatli olmak, tedbir-
li bulunmak, ihtiyatlı olmak’ (KB III, 380); ‘to guard himself’
(DLTa II, 86); ‘saklanmak’ (AH, LIV); ‘сохраняться’ (LST, 261);
‘korkmak’ (RKT, 605); ‘saklanmak’ (ME, 171); ‘düşünmek’ (KE
II, 533); ‘strzec się, wystrzegać się, uważać’ (HŞ, 153); ‘selamate
kurtulmak’ (ML, 58); ‘kaçınmak, sakınmak; korunmak; uzak-
laştırılmak, uzak tutulmak’ (HKT, 869); ‘çekinmek, korunmak,
korkmak’ (KEF, 268); ‘to guard against; to be careful, to take
care’ (İN, 102); ‘saklanmak, gizlenmek, korunmak’ (GT, 352); ‘çe-
kinmek; korunmak, muhafaza edilmek; uzak durmak, korunmak’
(İM, 587); ‘gizlenmek’ (TZa, 231); ‘korumak, dikkatli olmak’
(KH, 138); ‘saklanmak’ (KFT, 1055); ‘saklanmak, korunmak’
(MG, 234).

SALDIR- ‘attırmak’ (EK).


[< sal- “basically ‘to move (something Acc.), to put into moti-
on’, with some implication of violent motion, and a wide range
of extended meanings” (EDPT, 824) + (-tur-)]
OT: saldur- ‘bıraktırmak, attırmak, çektirmek, koydurmak’ (KE
II, 535).

SALDIRT- ‘attırtmak, fırlattırmak’ (EK).


[< saldur- ‘bıraktırmak, attırmak, çektirmek, koydurmak’
(KE II, 535) + (-t-)]
(ttkht.!)
SALĠALA- ‘(sık.) saçmak, dağıtmak, fırlatmak’ (EK).
[< sal- ‘to move (something Acc.), to put into motion’ (EDPT,
824) + (-ḳala-)]
(ttkht.!)
SALĠALAN- ‘saçılmak, yayılmak, dağılmak; yıkıma uğramak’
(EK).
[< salġala- + (-n-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 421

(ttkht.!)
SALIN- ‘salınmak, bırakılmak; ertelenmek’ (CC, EK).
[< sal- ‘to move (something Acc.), to put into motion’ (EDPT,
824) + (-ın-)]
ET: salın- ‘to hang (Intrans.)’329 (EDPT, 827; DTS, 482); OT: sa-
lın- ‘salınmak, sarkmak, (KB III, 380); ‘to hang (from something
or somewhere)’ (DLTa II, 40); ‘aşağı salmak, salınmak, düşmek’
(NF III, 360); ‘yukarıdan aşağıya sarkmak’ (HKT, 870); ‘koyu-
verilmek, irsal edilmek’ (TA, 86); ‘salınmak, kibirle yürümek’
(KEF, 269); ‘hapse atılmak; saçın kıvrık olmayıp sarkması’ (İM,
587); ‘salınmak’ (KK, 121); ay. (TZa, 232); ‘salınmak, bırakmak,
düşmek’ (KH, 138); ‘bırakılmak’ (MG, 235); ‘iki tarafa salınarak
yürümek, güvenerek yürümek; iftiharla, azamet satarak, mağru-
rane yürümek; iki tarafa eğilmek, gerilmek, sallanmak, sarkmak’
(İH, 39).

SALINGANLAN- (bk. 1.3.3)


SALLAN- ‘sallanmak, sallantıda olmak, sarkmak, dalgalanmak’
(EK).
[< salla- ‘to put (people) on a raft’ (EDPT, 825) + (-n-)]
(ttkht.!)
SAMOLOVKALAN- ‘tuzağa düşmek, ağ ile tutulmak, yakalan-
mak’ (EK).
[< Ukr. samolovka ‘самоловка, ловушка, силок, ловчая сеть,
тенета, силок, западня, капкан’ (KS, 1233) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
SAN- ‘hesap etmek, sanmak, tasarlamak’ (EK).
[< sa- ‘saymak’ (KB III, 376) + (-n-)]
ET: san- “basically ‘to count oneself, to be counted’, hence, very
early, ‘to be counted among a group, class, etc.’, that is ‘to be de-
emed to be (something Dat.)” (EDPT, 833; DTS, 483); OT: san-
‘sanmak, zannetmek, düşünmek’ (KB III, 381); ‘to be reckoned’
(DLTa I, 401); ‘düşünmek’ (AH, LIV); ‘думать, полагать’ (LST,
329 Örnekten çıkartılan anlamdır.
422 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

262); ‘düşünmek’ (ME, 172); ‘sanmak, zannetmek’ (KE II, 535);


san- I ‘zannetmek, düşünmek, sanmak’, san- II ‘saymak’ (MM,
252); ‘sanmak, zannetmek, düşünmek, akıl etmek’ (NF III, 360);
‘zannetmek’ (ML, 96); ‘to think, suppose’ (RH, 75); ‘sanmak,
zannetmek’ (İM, 587); saan- ‘sanmak’ (TZa, 230); ‘saymak’ (MG,
235).

SANA- ‘saymak, hesaplamak’ (CC, EK).


[< san ‘number, estimate, calculation’ (EDPT, 830) + (+a-)]

ET: sana- ‘to count’ (EDPT, 835; DTS, 483); OT: sana- ‘to co-
unt’ (DLTa II, 291); ‘saymak, hesap etmek’ (AH, LIV); ‘sanmak,
addetmek, bir şeyden sanmak; saymak’ (RKT, 606); ‘saymak, he-
saplamak’ (ME, 172); ‘saymak, hesap etmek’ (KE II, 536); ‘say-
mak’ (MM, 252); ‘denemek, sınamak; saymak, farz etmek’ (NF
III, 360); saymak; addetmek, kabul etmek’ (HKT, 871); ‘saymak’
(TA, 134); ‘to count’ (RH, 77); sana- ‘saymak, hesaplamak; olarak
kabul etmek, zannetmek, düşünmek’ (KEF, 269); ‘saymak’ (İM,
587); ay. (TZa, 232); ay. (KFT, 1056); ay. (MG, 235).

SANAL- ‘sayılmak, hesaplanmak’ (EK).


[< sana- ‘to count’ (EDPT, 835) + (-l-)]

OT: sanal- ‘sayılmak’ (İM, 587); ay. (KFT, 1056).

SANAT- ‘saydırtmak, hesaplatmak’ (EK).


[< sana- ‘to count’ (EDPT, 835) + (-t-)]
(ttkht.!)
SANÇ- ‘delip geçmek, batırmak’ (CC, EK).
[< sañ- (-ç-) (?)]

ET: sanç- ‘to pierce (with a lance), transfix’ (EDPT, 835; DTS,
483); OT: sanç- ‘sançmak, dürtmek, vurmak’ (KB III, 381);
‘to stab’ (DLTa II, 365); ‘колоть, пронзать’ (LST, 262); ‘kłuć,
przekłuwać’ (HŞ, 152); ‘vurmak, dürtmek’ (TA, 135), ‘sançmak’
(TZa, 232); ‘przebić, przekłuć’ (BM, 69).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 423

Etimolojisi açık değildir. Räsänen, Uyg. say- ‘durchstechen’


örneğine istinaden bu sözcüğün *sañ-ş- gibi bir şekilde oluştu-
ğunu tasarlar (1969: 400). Levitskaya vd. de Räsänen’in verdiği
Uyg. örneğine istinaden, yanç- sözcüğünde ve Yak. mus- (<
*munç-) tanıklanan -ç- eki ile bu sözcüğü açıklarlar (ESTY
2003: 207-208).
SANÇḪALA- ‘defalarca batırmak, bıçaklamak, delmek’ (EK).
[< sanç- “properly ‘to pierce (with a lance), transfix’” (EDPT,
835) + (-ḳala-)]
(ttkht.!)
SANÇIL- ‘batırılmak, deşilmek’ (EK).
[< sanç- “properly ‘to pierce (with a lance), transfix’” (EDPT,
835) + (-ıl-)]
ET: sançıl- ‘to get thrust into something’ (OTWF II, 781); OT:
sançıl- ‘to be driven (into a wall or other); to be routed; to be stab-
bed’ (DLTa II, 77); ‘batmak’ (AH, LIV); ‘dürtülmek’ (İM, 587);
‘sançılmak, vurulmak’ (MG, 236).

SANDIRA- ‘paniklemek, çıldırmak’ (CC).


[< *sanır + (+ı-) (?)]
OT: sanrı-, sandrı- ‘to rave’ (DLTa II, 294); santıra- ‘şaşmak,
hayret etmek’ (ME, 172).

Clauson, bu fiilin Moğolcada eski bir alıntı olduğunu, çağdaş


Türk dillerindeki varyantların da asli mi yoksa Moğolcadan
tekrar alıntı mı olduğunun tartışmalı olduğunu dile getirir
(1972: 837). Aynı şekilde eldeki CC örneğinin de Moğolcadan
tekrar alıntılama olup olmadığı belirsizdir. Csaki, Karaçay-
Balkarcadaki sandıraḳ la- ve diğerlerinde sandra-’yı tarihî
Türkçe şekillere değinmeksizin Moğolcaya bağlar (2006: 55).
Bu fiilin en eski biçimleri ise yukarıda görüldüğü üzere san-
rı- şeklindedir. Her ne kadar Clauson, sandrı- biçimini orijinal
saysa da, Erdal /l/ ve /r/ arasında parazitik diş sesinin ortaya
çıktığını DLT örneklerinde dört fiil üzerinde gösterir (1991:
471). Aynı durum /n/, /r/ arasında da söz konusu olabilir.
424 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Fiilin tabanı konusunda ise herhangi bir bilgi yoktur. Yapısal


olarak +I- fiili olma ihtimalini gösterir.
SANDRAḪLA- ‘aklını kaçırmak; uykusunda sayıklamak’ (EK).
[< sandra- < sandrı- ‘to rave’ (DLTa II, 294) + (-ḳla-) veya <
Çağ. sandraḳ ‘delirium in illness or a nightmare’ (EDPT, 837)
+ (+la-); bk. -ḳ lA-]
(ttkht.!)
Sözcük, ilk bölümde sıklık çatı ekleri arasında değerlendiril-
miştir. İkinci şekilde de türemiş olması olasıdır.
SANLA- ‘saygı, hürmet göstermek’ (EK).
[< sa ̄ n ‘number, estimate, calculation’ (EDPT, 830) + (+a-)
(ttkht.!)
SANSIZLAN- ‘sayısız, pek çok olmak’ (EK).
[< sansız ‘innumerable’ (EDPT, 842) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
SAPIL- ‘sapılmak, dönülmek, dönmek’ (EK).
[< sap- ‘(zur Seite rücken,) jemandem weichen, den Vorrang
einräumen’ (KW, 213) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
SAPLA- ‘batırmak, delmek’ (EK).
[< sap ‘handle of a sword or a knife’ (DLTa II, 222) + (+la-)]
ET: sapla- ‘to fit a handle, etc.; to plunge (a sword) in up to the
hilt’ (EDPT, 789; DTS, 485); OT: sapla- ‘to fasten (a sword in its
hilt or handle of anything)’ (DLTa II, 301).

SAPTIRIL- ‘umutsuzluğa düşürülmek, çaresizliğe kapılmak’


(EK).
[< saptur- ‘saptırmak’ (Kİ, 86) + (-ul-)]
(ttkht.!)
SARART- ‘sarartmak, soldurmak; sarıya boyamak’ (EK).
[< sarġar- ‘to be, or become, yellow’ (EDPT, 849) + (-t-)]
OT: sarġat-330 ‘sarartmak’ (ME, 172); sarġart- ‘ay.’ (NF III, 361).
330 /r/’sini düşürmüş olmalı, zira *sarġa- biçimi tanıklanmış değildir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 425

SARḪIT- ‘sızdırmak, suyunu akıtmak’ (CC).


[< sarḳ- ‘to leak; to hang’ (DLTa II, 366) + (-ıt-)]

ET: sarḳ ıt- ‘to pour down drop by drop, to drip-dry’ (OTWF II,
784); OT: sarḳ ıt- ‘to let something drip from something else’
(DLTa II, 133); ‘süzmek’, (TZa, 233).

SARIL- ‘sararmak, soluklaşmak’ (EK).


[< sarı < sarıġ ‘yellow’ (EDPT, 848) + (+l-)]
(ttkht.!)
Bu sözcük sadece Garkavets’te tanıklanır. Morfolojik olarak
mümkün olmakla birlikte, hatalı bir yazım da olabilir (bk.
saġal-).
SARNA- ‘okumak, seslenmek, ilahi söylemek’ (EK).
[< *sarın + (+a-)]

OT: sarna- ‘şakımak, ötmek’ (KE II, 538).

Levitskaya vd., özellikle Sibirya Türk dilleri ve onların yanı


sıra Kazak ve Tatar diyalektlerinde bu fiilin tabanı kabul edile-
bilecek sarın (ve sa ̄ rın, sırın) ‘заунывная песня’ ismini pay-
laşırlar ve söz konusu fiili de bu sözcüğe dayandırırlar (ESTY
2003: 225-26; Räsänen, 1957: 144). Sözcük her ne kadar tarihî
metinlerde hiç tanıklanmasa da bu sözcüğün tabanı olması
olasıdır.
SARNAL- ‘okunmak’ (EK).
[< sarna- ‘şakımak, ötmek’ (KE II, 538) + (-l-)]
(ttkht.!)
SARNAT- ‘okutmak’ (EK).
[< sarna- ‘şakımak, ötmek’ (KE II, 538) + (-t-)]
(ttkht.!)
SASI- ‘pis kokmak, kokmak’ (CC, EK).
[< saz ‘sumpf’ (KW, 216) (< sar*) + (+sı-)?]

ET: sası- ‘to be malodorous, to stink’ (EDPT, 855; DTS, 490);


OT: sası- ‘to stink’ (DLTa II, 287); ‘kokuşmak, bozulmak’ (ME,
426 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

172); ‘cuchnąć, śmierdzieć’ (HŞ, 155); ‘kötü, pis kokmak’ (NF III,
361); ‘sasımak, kötü kokmak’ (TZa, 233).

Levitskaya vd. bu sözcüğü, Çuv. şa ş̆ , şa ̆rş ‘kötü koku’ verisini


de dikkate alarak, *sar ‘bataklık, çamur’ > *’bataklık kokusu’
kökü ve isimden fiil yapan +sI- eki ile analiz ederler (ESTY,
2003: 228). Menges de benzer bir mantıkla fakat saz “batak,
çamur” biçimi ile bu fiilin türediğini düşünmektedir (Çeneli,
1997: 43).
SASIL- ‘kötü kokmak’ (EK).
[< sası- ‘to be malodorous, to stink’ (EDPT, 855) + (-l-)]
(ttkht.!)
SASIN- ‘kötü kokmak’ (EK).
[< sası- ‘to be malodorous, to stink’ (EDPT, 855) + (-n-)]
(ttkht.!)
SASIT- ‘kötü kokutmak, kokuşturmak’ (EK).
[< sası- ‘to be malodorous, to stink’ (EDPT, 855) + (-t-)]
ET: sası- ‘to make (something) stink’331 (EDPT, 855); OT: sasıt-
‘berbat etmek’332 (KB III, 383); ‘pozwolić cuchnąć, doprowadzić
do gnicia’ (HŞ, 155).

SAŞTIR- (bk. ŞAŞTIR-)


SATIL- ‘satılmak’ (EK).
[< sat- ‘to sell’ (EDPT, 798) + (-ıl-)]
ET: satıl- ‘to be sold’ (OTWF II, 671); OT: satıl- ‘to be sold’ (DLTa
II, 25); ‘satılmak’ (KE II, 540); ay. (İM, 587); ay. (KFT, 1057).

SATḲA- ‘yıkıp geçmek, ezmek, çiğnemek’ (CC).


[< ?]
ET: satġa- ‘to tread, or trample, on (something Acc.)’ (EDPT,
800; DTS, 490); satġa- ‘çiğnemek, incitmek’ (KB III, 383); ‘to
step on, to trample on; to cancel’ (DLTa II, 297).
331 Örnekten çıkartılan anlamdır.
332 Tezcan bu sözcüğün anlamının ‘azarlamak’ olarak düzeltimesi gerektiğini ifade
eder. Uygurcadan bilinen sarsı- fiilinden /r/ düşmesi ile ortaya çıktığını, DLT’de
de sarsıt- fiilinin ‘sert ve kaba muamele yaptırmak’ anlamında olduğunu da
eklemiştir (1981: 58).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 427

Clauson, sözcüğün etimolojisinin kapalı olduğunu ve satıġ ile


semantik bağı olmadığını belirtir (1972: 800).
SATTIR- ‘sattırmak’ (EK).
[< sat- ‘to sell’ (EDPT, 798) + (-tur-)]
OT: sattur- ‘to cause something (goods or other) to be sold’ (DLTa
II, 54); satdur- ‘sattırmak’ (KE II, 539); satdır-, sattır- ‘ay.’ (KK,
121).

SAVAŞ- (ve sovaş-) ‘savaşmak, vuruşmak, dövüşmek, çekişmek’


(CC, EK).
[< *sava- + (-ş-)]
OT: sav ȧ ş- ‘to quarel (with each other)’ (DLTa II, 15); savaş-
‘сражаться’ (LST, 257); ‘harbetmek’ (ML, 59); ‘savaşmak’ (TA,
135); ay. (TZa, 234); ay. (DM, 104).

Fiil tabanı yalın halde tanıklanmamıştır. Clauson (1972: 793)


ile Dankoff ve Kelly, *sav ȧ - tabanını sav ̇ sözcüğü ile ilişkilen-
dirirler (1985: 157).
SAYIL- ‘sayılmak, hesaplanmak’ (EK).
[< say- < sa- ‘saymak’ (KB III, 376) + (-ıl-)]
OT: sayıl- ‘addedilmek, sayılmak’ (GT, 354).

SAZGARLAT- ‘yatıştırmak, sakinleştirmek, ehlileştirmek’ (EK).


[< Far. sā zk ār/sā zgār ‘consonant, concordant, in accordance;
agreeing; one who arranges, adjusts, disposes suitably, or equ-
alizes’ (PED, 640) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
SBGLA- (ve sbla-) ‘paraya çevirmek’ (EK).
[< sbg333 < Erm. sbidag ‘white, white lead, ceruse; silver coin’
(NDAE, 651) + (+la-)]
(ttkht.!)
SEKİNLÄN- ‘sakinleşmek, ağır başlı, mütevazı olmak’ (EK).
[< Ar. sā kin ‘calm, motionless, still’ (DMWA, 419) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
SEKİNLÄT- ‘sakinleştirmek, ılımlı hâle getirmek’ (EK).
333 Garkavets, bunun sbidag’dan kısaltıldığını söyler (2010: 1250).
428 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< Ar. sā kin ‘calm, motionless, still’ (DMWA, 419) + (+le-t-)]


(ttkht.!)
SEKİR- ‘zıplamak, hoplamak atlamak, sekmek, sıçramak, atıl-
mak’ (CC, EK).
[< sekri- < sekiz (< *sekir) (bk. OTWF II, 480) + (+i-)]
ET: sekri- ‘to jump’ (EDPT, 822; DTS, 494); OT: sėkri- ‘to jump’
(DLTa II, 294); ‘прыгать, скакать’ (LST, 267); sėgri- ‘(göz) se-
ğirmek’ (ME, 173); sekir- ‘seğirmek, sıçramak’ (KE II, 542),
sekri- ‘sıçramak, zıplamak, atlamak’ (KE II, 542); sėkir- ‘skakać,
podskakiwać’ (HŞ, 156); ‘koşmak, harekete geçmek, hamle kıl-
mak’ (NF III, 364); sikir- ‘sıçramak’ (ML, 60); sekri- ‘sıçramak’
(Kİ, 88); ‘to jump’ (RH, 77); sekir- ‘(hayvan) birbiri üzerine sıç-
rayıp binmek, erkek hayvan dişiye aşmak, çiftleşmek’ (KEF, 270),
sikir- I ‘hayvan sıçramak, çiftleşmek, tepinmek, neşeyle koşmak’,
II ‘sekmek, seke seke yürümek’ (KEF, 273); sekir- ‘sıçramak,
hoplamak’ (GT, 354); segir- ‘oynamak, kımıldamak’ (TZa, 235);
sekri- ‘sıçramak’ (MG, 238), sikri- ‘ay.’ (MG, 241).

Erdal, ET’de semri-, yavrı- gibi zetatik isim biçimleri olan fi-
illere ayrı bir bölüm ayırmış, bunların +I- ile türediğini söyle-
miş ve bu fiili de sekiz tabanına istinaden o kategoriye dahil
etmiştir (1991: 480).
SEKİRİŞ- ‘hep birlikte hoplamak, zıplamak’ (EK).
[< sekri- ‘to jump’ (EDPT, 822) + (-iş-)]
OT: sekiriş- ‘to leap (together)’ (DLTa I, 202); sekriş- ‘sıçraşmak’
(ME, 174); ‘sıçraşmak, koşuşturmak’ (KE II, 543); ‘hoplayıp, zıp-
lamak’ (NF III, 364); sikriş- ‘(hayvanlar) birbirine sıçramak, çift-
leşmek’ (KEF, 273).

SELAMLA- ‘esenlik, barış dilemek; selamlamak, selam vermek’


(EK).
[< Ar. salā m ‘soundness, unimpairedness, intactness, well-
being; peace, peacefulness; safety, security’ (DMWA, 425) +
(+la-)]
(ttkht.!)
SEMİR- ‘şişmanlamak, yağlanmak, semirmek’ (CC, EK).
[< semri- < semiz ‘fat’ (< *semir) (EDPT, 830) + (+i-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 429

ET: samri- ‘to be or become fat or corpulent’ (OTWF II, 480);


OT: semri- ‘to become fat’ (DLTa II, 294); semri- ‘semirmek,
yağlanmak’ (KE II, 544), semrü- ‘semirmek’ (KE II, 544); sem-
rü- ‘semizleşmek’ (NF III, 365); semir- ‘yağ bağlamak’ (ML, 59);
semri- ‘semirmek, yağlanmak, şişmanlamak’ (Kİ, 89); semir- ‘ay.’
(GT, 355); ay. (TZa, 234).

Erdal, ET’de sekri-, yavrı- gibi zetatik isim biçimleri olan fiillere
ayrı bir bölüm ayırmış, bunların +I- ile türediğini söylemiş ve
bu fiili de semiz tabanına istinaden o kategoriye dahil etmiştir
(1991: 480). Aydemir, bu sözcüğü *semi- fiil gövdesine dayan-
dırıp, -r- inchoative eki ile izah eder (2005: 15-34).
SEMİRT- ‘semirtmek, yağlandırmak’ (EK).
[< samri- ‘to be or become fat or corpulent’ (OTWF II, 480) +
(-t-)]

ET: semrit- ‘to fatten’ (EDPT, 830; DTS, 495); OT: semrit- ‘to
fatten’ (DLTa II, 130); semirt- ‘делать жирным, тучным’ (LST,
267); semrit-, semrüt- ‘semizleştirmek’ (ME, 174); semrüt- ‘besle-
mek, semizleştirmek’ (HKT, 877); semrit- ‘şişmanlatmak’ (KEF,
270).

SEMİZLÄN- ‘semirmek, yağlamak, şişmanlamak’ (EK).


[< semiz ‘fat’ (EDPT, 830) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
SEMİZLÄT- ‘semirtmek, yağlandırmak’ (EK).
[< semiz ‘fat’ (EDPT, 830) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
SERGİZ- ‘evcilleştirmek, eğitmek’ (CC).
[< ser- ‘to endure’ (EDPT, 843) + (-güz-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte EUT’de sergür- ‘to halt (something),
bring it to a standstill’ (Clauson 1972: 850) verisi tanıklan-
maktadır.
SERİL- ‘serilmek, yayılmak’ (EK).
[< *ser- + (-il-)]
430 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: seril- ‘to sway and nearly fall’334 (DLTa II, 25).

Clauson bu fiili, yalın hâlde tanıklanmayan, sergek ve seril-


sözcüklerinin tabanı kabul ettiği ikinci bir *ser- fiiine bağlar
(1972: 851).
SESKÄN- ‘korkmak, ürkmek, irkilmek, çekinmek’ (CC, EK).
[< *seske- + (-n-)]
OT: sesken- ‘przestraszyć się’, (HŞ, 156), sėsken- ‘przestraszyć
się’ (HŞ, 157); seksen- ‘tehdid etmek’ (Kİ, 88); sesken- ‘ürkmek,
korkmak’ (GT, 356); ‘vehimlenmek, kuruntulu olmak’ (İM, 590);
sezgen- ‘deprenmek’ (TZa, 236).

Räsänen, bu sözcüğü sez- ‘fühlen’ fiiline dayandırır; fakat ek


konusunda bir yorum yapmaz (1969: 413). Karaşlar ise bu bil-
giyi farklı yorumlayıp, sez- verisini isim olarak almış ve fiil
tabanını ses ‘sezmek, hissetmek’ + ke- olarak çözümlemiştir
(2012: 362). Levitskaya vd. Kazakça ve Kırgızcada bulunan ses
‘tehdit, gözdağı’ ve Altaycadaki seste- ‘gözdağı vermek’ veri-
lerine istinaden sözcüğün kökünü ses olarak belirlerler (ESTY
2003: 266). Ancak bu izah geri kalan bölüm için yeterli değil-
dir. Erdal’ın öne sürdüğü üzere, +KA- ET’de sadece iki heceli
tabanlara gelmiştir, dolayısıyla bu sözcüğü ses+ke-n- olarak
açıklamak tartışmalı olur. Ancak her halükarda bu sözcüğün
dönüşlülük eki aldığı ortadadır.
SESKÄNDİR- ‘korkutmak, ürkütmek’ (CC, EK).
[< sesken-, sėsken- ‘przestraszyć się’, (HŞ, 156,157) + (-tür-)]
(ttkht.!)
SEZDİR- ‘sezdirmek, algılatmak, bilgilendirmek, uyarmak’ (EK).
[< sez- ‘чувствовать, знать’ (LST, 265) + (-tür-)]
(ttkht.!)
SEZİKLÄN- ‘hissetmek, duyular ile algılamak’ (EK).
[< sėzig335 ‘doubt’ (EDPT, 862) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
334 Dankoff ve Kelly, bu fiili dizin bölümünde ser- ‘to be patient, bear up’ fiili altında
değerlendirmiştir (1985: 159).
335 Sonraki dönemde tonsuz versiyon olan sezik biçimine dönmüştür.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 431

SEZİKSİZLÄN- ‘duygusuz, kayıtsız veya serinkanlı olmak’ (EK).


[< seziksiz ‘несомненно’336 (LST, 266) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
SEZİL- ‘soruşturulmak, incelenmek; ortaya çıkarılmak, bilin-
mek’ (EK).
[< sez- ‘чувствовать, знать’ (LST, 265) + (-il-)]

OT: sezil- ‘думать, полагать’ (LST, 266).

SÄBÄPLÄ- ‘gerekçelendirmek, sebep göstermek, kanıtlamak, ar-


güman ortaya koymak’ (EK).
[< Ar. sabab ‘reason, cause, motive, occasion’ (DMWA, 392) +
(+le-)]
(ttkht.!)
SÄBÄPLÄN- ‘sebebini araştırmak; bir sebep doğrultusunda açık-
lanmak’ (EK).
[< säbäplä- + (-n-)]
(ttkht.!)
SÄBÄPSİZLÄN- ‘gerekçesiz olmak; (dilb.) şart durumunu kay-
betmek’ (EK).
[< säbäpsiz ‘без причины, повода, мотива, основания,
беспричинный, немотивированный, самопроизвольный’
(KS, 1249) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
SETELÄ- ‘sallanmak’ (CC).
[< sätä ‘bitki sapı’ + (+le-)?]
veya
[< sätä < sıt < sıġıt ‘ağıt’ + (+le-)?]
(ttkht.!)
336 Bu sözcük cümlede zarf görevinde kullanıldığı için tercümeden çıkartılan anlam
da o yöndedir.
432 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Kuun, seteler sözcüğü için herhangi bir bilgi vermez (1880:


148). Yukarıdaki ikinci etimoloji Nemeth’indir; ancak kendisi
“sete+lä-” yapısını vermez. Bilmecedeki eki saγat setelär satı-
rını “Sie weinten zwei Stunden lang” şeklinde tercüme eder ki
bu cümlenin öznesi “onlar”dır (1913: 606). Tietze, bu fiilin aynı
bilmecenin 5 ve 6’ıncı msıralarında geçen Anadolu ağzından
(sete ‘stem of a vine or melon part’) ve Kırgızcadan (soto ‘ma-
ize cob’) paralel örneklerle de desteklenen sete sözcüğüne da-
yandırır. Argunşah&Güner (2015) ve Güner (2016: 137)’deki
veriler de Tietze’nin bu etimolojisini önermektedir.
SIĠIL- ‘sığışarak doluşmak’ (EK).
[< sıġ- ‘to fit (Intrans.) into (something Dat.)’ + (-ıl-)]
(ttkht.!)
SIĠIN- (ve sızın-) ‘sığınmak; sığmak, sığışmak, yerleşmek’ (CC,
EK).
[< sıġ- ‘to fit (Intrans.) into (something Dat.)’ + (-ın-)]

ET: sıġın- ‘to take refuge in or with (some place, someone, Dat.); to
trust, rely on (someone Dat.) (EDPT, 813; DTS, 502); OT: sıġın-
‘sığınmak’ (KB III, 396); ‘to take refuge in a place’ (DLTa II,
39); ‘помещаться, жить; взывать о помощи, искать убежища;
молиться’ (LST, 270); ‘sığınmak’ (RKT, 618); ay. (ME, 175);
sıġın-, sıḳ ın- ‘ay.’ (KE II, 556); sıġın- ‘ay.’ (NF III, 372); ‘gizlenip
saklanmak’ (ML, 61); sıġın- ‘ay.’, (HKT, 880); sıḳ ın- ‘ay.’ (HKT,
882); sıġın- ‘ay.’ (TA, 137); sıġın- ‘sığınmak, güvenmek’ (KEF,
271), sıġun- ‘ay.’ (KEF, 271); sıġın- ‘sığınmak’ (GT, 356); ay. (İM,
591); sıġın- ‘ay.’ (TZa, 236), sıyın- ‘ay.’ (TZa, 238); sıġın- ‘ay.’
(MG, 240); ay. (ELS, 87).

SIĠINDIR- (ve sıḫındır-) ‘yerleştirmek, içine sokmak, sığdırmak,


yüklemek’ (EK).
[< sıġın- ‘to take refuge in or with (some place, someone, Dat.);
to trust, rely on (someone Dat.) (EDPT, 813) + (-tur-)]

OT: sıġındur- ‘отдать под защиту’ (LST, 271); ‘sığındırmak’


(ME, 175); ‘korumaya almak, sığındırmak’ (NF III, 372); ‘barın-
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 433

dırmak, himaye etmek; sığındırmak, himayesine vermek’ (HKT,


881); ay. (KEF, 271).

SIĠTA- (ve sıḫta-) ‘yalvarmak, dilemek; yas tutmak; bastırmak,


sıkıştırmak’ (EK).
[< sıġıt ‘weeping, lamentation’ (EDPT, 806) + (+a-)]

ET: sıġta- ‘to mourn’337 (EDPT, 807; DTS, 503); OT: sıġta- ‘ağ-
lamak’ (KB III, 396); ‘to cry’ (DLTa II, 292); sıġta-, sıḫta- ‘sagu
sağmak (ölü için ağlamak) (ML, 61), sıḳ ta- ‘ölü için ağlamak’
(ML, 61); sıḳ da- ‘ölen kimseye karşı mersiye söyleyerek ağlamak
ve ağlatmak’ (Kİ, 91); soḳ uta- ‘płakać, lamentować’ (BM, 71).

SIḪAN- ‘kol yeni sıvanmak, çemrenmek’ (CC).


[< sıḳ a- ‘to stroke, fondle’ (EDPT, 806) + (-n-)]
(ttkht.!)
SIḪIL- ‘sıkıştırılmak, sıkılmak’ (EK).
[< sıḳ- “lit. ‘to squeeze, press, compress’; metaph. ‘to distress,
depress (someone)’” (EDPT, 804) + (-ıl-)]

ET: sıḳ ıl- ‘to be squeezed, compressed’ (EDPT, 809); OT: sıḳ ıl-
‘to be pressed or squeezed’ (DLTa II, 27); ‘sıkılmak’ (ME, 175);
‘sıkılmak, ezilmek’ (KEF, 272); ‘sıkılmak’, (İM, 591); ay. (ELS,
87).

SIḪLAN- ‘sıkı veya yoğun yapılmak, yakın yerleştirilmek’ (EK).


[< sıḳ ‘shallow, scanty’ (EDPT, 804) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
SIḪLAT- ‘yoğunlaştırmak, sıklaştırmak’ (EK).
[< sıḳ ‘shallow, scanty’ (EDPT, 804) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
SIḪTA- (bk. SIĠTA-)
SIḪTIR- ‘sıkıştırmak, zaptetmek’ (EK).
[< sıḳ- “lit. ‘to squeeze, press, compress’; metaph. ‘to distress,
depress (someone)’” (EDPT, 804) + (-tur-)]
337 Örnekten çıkartılan anlamdır.
434 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ET: sıḳ tur- ‘to have something pressed, squeezed’ (EDPT, 807;
DTS, 505); OT: sıḳ tur- ‘to order something to be pressed’ (DLTa
II, 55); ‘sıktırmak’ (NF III, 372); sıḳ tır- ‘sıktırmak’ (TZa, 237);

SILA- ‘okşamak, sıvazlamak; sıvamak (kil, kireç vs.)’ (CC, EK).


[< *sıġ + (+la-)?]
OT: sıla- ‘el sürmek, sıvazlamak’ (KE II, 556); ‘gładzić, głaskać’
(HŞ, 164); ‘elini sürmek’ (ML, 62); ‘meshetmek, sığamak’ (İM, 591);
‘sıvamak’ (KFT, 1059); sile- ‘elini üstünden gezdirmek’ (İH, 42).

Räsänen bu sözcüğü, paralel anlama sahip sıypa- ile karşılaş-


tırmaktadır (1969: 415). Bu sözcüğün sıypa- ile ilişkisi morfo-
lojik açıdan çok sarih olmamakla birlikte, ET’den beri tanık-
lana gelen sıḳ a- ile daha belirgin bir bağı olsa gerek. Räsänen,
sıḳ a-’yı da sıypa- ile karşılaştırır (1969: 415). Dolayısıyla üç
fiil genetik olarak birbirine bağlı olmalıdır.
Kıpçakçada iki heceli sözcüklerde, ikinci hece bir ünsüz ile
başlıyorsa, ilk hece sonundaki /g/ ve /ġ/’nın düşürüldüğü görü-
lür (ör. TZ yıla- (< yıġla-), CC ıla- (< ıġla-), TZ iren- (< igren-)).
Dolayısıyla bu sözcük de *sıġla- gibi bir biçimden gelişmiş
olabilir. Bu durumda sıḳ a- ile ortak bir *sıġ /*sıḳ kökü düşünü-
lebilir.338
SILAT- ‘(kil, kireç) sıvatmak’.
[< sıla- ‘el sürmek, sıvazlamak’ (KE II, 556) + (-t-)]
(ttkht.!)
SIMARLA- (ve simarla-) ‘emir vermek, görevlendirmek; teslim
etmek, emanet etmek’ (EK).
[< OFar. ōspar- < avī spar- ~ Far. sipur (EDPT, 241) + (+la-)]
OT: osparla- ‘to deliver, hand over, entrust’ (EDPT, 241); usbar-
la- ‘препоручать’ (LST, 332), ısbarla-, ısmarla- ‘препоручать;
придавать’ (LST, 129); ısparla- ‘tevdi ve teslim etmek’ (RKT,
393); ısparla- ‘emanet etmek, bırakmak, havale etmek’ (ME, 127),
ısmarla- ‘bırakmak, terk etmek’ (ME, 127); ısbarla- ‘ısmarlamak’
338 Tarihi Kıpçakça için bk. (Karamanlıoğlu 1994: 13). Çağdaş Kıpçakça için bk.
(Öner 1998: 14).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 435

(KE II, 256); ısparla- ‘emanet etmek, ısmarlamak’ (NF III, 178);
ısmarla- ‘emanet etmek, emanet bırakmak’ (ML, 36); ısparla-
‘ay.’ (HKT, 662); ısmarla- ‘ay.’ (Kİ, 42); üspürle- ‘teslim etmek’
(TA, 151); ısparla- (or osparla-) ‘to hand down’ (RH, 63); ısbar-
la-, ısmarla- ‘ısmarlamak, emanet etmek, bırakmak’ (KEF, 209);
asmarla- ‘ısmarlamak’ (TZa, 142); ısmarla- ‘pożegnać, polecić’
(BM, 79).

SIMARLAN- (ve simarlan-) ‘vekâlet verilmek, emanet edilmek’


(EK).
[< osparla- ‘to deliver, hand over, entrust’ (EDPT, 241) + (-n-)]
OT: ısparlan- ‘teslim edilmek’ (RKT, 394); ay. (HKT, 662).

SIN- ‘kırılmak, parçalanmak’ (CC, EK).


[< sı- “‘to break’ (Trans.), both lit. and metaph.” (EDPT, 782)
+ (-n-)]
ET: sın- “‘to break; to be broken’, physically or metaph.” (EDPT,
833; DTS, 503); OT: sın- ‘kırılmak, bozulmak, incinmek’ (KB III,
396); ‘to break (or to be broken), to be routed’ (DLTa I, 401); ‘kı-
rılmak’ (AH, LVI); ‘ломаться’ (LST, 271); ‘kırılmak, yıkılmak’
(RKT, 619); ‘kırılmak’ (ME, 175); ‘kırılmak, bozulmak, bozgu-
na uğramak’ (KE II, 557); ‘kırılmak’ (MM, 254); ‘łamać się, być
zlamanym’ (HŞ, 164); ‘kırılmak’ (NF III, 372); ay. (Kİ, 91); ay.
(KEF, 272); ‘to break’ (İN, 102); ‘kırılmak’ (GT, 357); ay. (İM,
591); ay. (TZa, 237); ‘lamać się’ (BM, 73); ‘kırılmak’ (KFT, 1059);
ay. (MG, 240).

SINA- ‘sınamak, denemek’ (CC, EK).


[< sın “originally ‘the human body’, hence ‘stature, height, ex-
ternal appearance’” + (+a-)]
ET: sına- ‘to test (someone or somethingAcc.)’ (EDPT, 835;
DTS; 504); OT: sına- ‘sınamak, tecrübe etmek’ (KB III, 397);
‘to test’ (DLTa II, 291); ‘sınamak, tecrübe etmek’ (AH, LVI);
‘испытывать’ (LST, 271); ‘sınamak, tecrübe etmek, denemek, im-
tihan etmek’ (RKT, 619); ‘denemek, sınamak’ (ME, 175); ay. (KE
II, 557); ay. (MM, 255); ‘wybrobować, doświadczać, badać’ (HŞ,
436 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

164); ‘sınamak, denemek, tecrübe etmek’ (NF III, 372); ay. (ML,
62); ay. (HKT, 882); ay. (Kİ, 91); ay. (KEF, 272); ‘to break’ (İN,
102); ‘kırılmak’ (GT, 357); ay. (İM, 591); ay. (TZa, 237); ‘lamać
się’ (BM, 73); ‘kırılmak’ (KFT, 1059); ay. (MG, 240).

Clauson, bu sözcüğün sın sözcüğünden türemiş olma ihtima-


lini belirtmek ile birlikte, fiilin asli olarak ‘ölçmek, ölçüsünü
almak’ anlamına sahip olduğu bilinmedikçe iki veri arasında-
ki semantik bağın çok yakın olmadığını söyler (1972: 835).
SINAL- ‘denenmek, sınanmak’ (CC, EK).
[< sına- ‘to test (someone or somethingAcc.)’ (EDPT, 835) +
(-l-)]
OT: sınal- ‘to be tested’ (DLTa II, 27).

SINÇLA- ‘gözlemek, gözetlemek’ (CC).


[< sınç < sınçı ‘deneyici, tecrübeci’ (ML, 62) + (+la-)]
(ttkht.!)
Karaşlar, Doerfer’den tanıkladığı sınçı ‘deneyici, tecrübeci’
tabanından hareketle, sözcüğü +lA- eki ile analiz eder (2012:
255). Bu taban ilk defa ML’de tanıklanmıştır ve Doerfer’den
görüldüğü kadarıyla Kazakça ve Özbekçede de bulunmakta-
dır (1967: 314). CC’deki bu fiilin modern Türk dillerindeki tek
kalıntısı da Karaycadaki sıncıla- ‘замечать, догадываться,
понимать’dır (bk. KRPS, 1974: 492).
SINDIR- (bk. SINDUR-)
SINDIRĠALA- (ve sındırhala-) ‘(sık.) kırmak, parçalamak’ (EK).
[< sındur- ‘ломать’ (LST, 272) + (-ḳala-)]
(ttkht.!)
SINDIRĠALAN- (ve sırdırġalan-) ‘kırılmak, harap edilmek’
(EK).
[< sındırġala- + (-n-)]
(ttkht.!)
SINDIRHALA- (bk. SINDIRĠALA-)
SINDIRIL- ‘kırılmak, sakatlanmak’ (EK).
[< sındur- ‘ломать’ (LST, 272) + (-ul-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 437

OT: sındırıl- ‘kırılmak’ (ML, 62); sındurul- ‘yenilmek, mağlup


olmak’ (HKT, 883).

SINDUR- (ve sındır-) ‘kırmak, parçalamak’ (CC, EK).


[< sın- ‘to break; to be broken’ (EDPT, 833) + (-tur-)]
ET: sındur- ‘ломать’ (LST, 272); ‘(yemin) bozmak, (sözden) dön-
mek’ (RKT, 620); ‘kırdırmak, kırmak, bozmak’ (KE II, 557);
‘łamać, rozbijać, naruszać, zmieniać (pieniądze)’ (HŞ, 164); ‘kır-
mak’ (NF III, 372); sındur- ‘ay.’ (ML, 62); ay. (Kİ, 91); sındur- I
‘kırdırmak, parçalamak’, sındur- II ‘bozguna uğratmak, yenmek,
korkutmak’ (KEF, 272); ‘to break’ (İN, 102); sındır-, sundur- ‘kır-
mak’ (GT, 357); sındur- ‘kırdırmak’ (İM, 591); sındır- ‘ay.’ (KK,
122); sındur- ‘lamać’ (BM, 73); ‘kırdırmak’ (KFT, 1059); ‘kırmak,
kırdırmak’ (MG, 241).

SINĠALA- ‘(sık.) kırmak, parçalamak’ (EK).


[< sın- ‘to break; to be broken’ (EDPT, 833) + (-ḳala-)]
(ttkht.!)
SINĠALAN- ‘parçalanmak, parçalara ayrılmak’ (EK).
[< sınġala- + (-n-)]
(ttkht.!)
SINIL- ‘kırılmak, ezilmek’ (EK).
[< sın- ‘to break; to be broken’ (EDPT, 833) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
SIPA- ‘okşamak, sıvazlamak’ (CC).
[< *sıypa- < *sıy-ma- (?)]
(ttkht.!)
Etimolojisi belirsizdir. sıla- fiilinde zikredildiği gibi iki fiil
ortak bir köke dayanıyor olabilir. Levitskaya vd. Özb. siyḳ a
‘стертый, истертый, сглаженный, гладкий’ verisine istina-
den, bu sözcüğün sı ̄ -/sıy-/ siy- gibi bir fiil tabanın -ma-/-ba-/-
pa- sıklık eki ile türetildiğini düşünmektedirler (ESTY 2003:
424). Ancak bu açıklama, CC verisi gibi eski bir örnekte neden
-ma- yerine -pa- olduğunu temellendirmez.
SIPÇIRIL- (bk. ÇIPÇIRIL-)
438 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

SIRALAT- ‘sıralamak, sıraya dizmek’ (EK).


[< Yun. seira ‘dizi, silsile, yazıda satır’ (Nişanyan 2010: 555) +
(+la-t-)]
(ttkht.!)
SIRDIRĠALAN- (bk. SINDIRĠALAN-)
SIRLA- ‘süslemek, boyamak, boya sürmek’339 (CC).
[< sır ‘lacquer’ (DLTa I, 259)] veya [< Ar. sirr ‘secret; sec-
ret thought; heart, inmost; secrecy; mystery’ (DMWA, 404) +
(+la-)]
OT: sırla- ‘to lacquer’ (DLTa II, 302).

SIRT- (ve sirt-) ‘ağ ile avlamak, tutmak, yakalamak’ (EK).


[< sır(ı)t- (?) veya <*sıırt- < sıyırt- (?)]
(ttkht.!)
Etimolojisi belirsizdir. Yukarıda verilen ihtimallerden ikincisi,
avlama, özellikle ağ ile suda balık avlama eylemi için uygun
bir olasılıktır. Ancak EK’da ‘tuzak, ağ, ilmik’ anlamları ta-
şıyan sirtmaḫ isminin olması, bu sözcüğü OT sırıt- ‘to make
someone stitch’ (DLTa I, 115) ile ilişkili kılabilir. Diğer yandan
EK’da Slav kökenli sit ‘ağ’ (< Ukr. sit’, Leh. sieć) sözcüğünün
de var olması, durumu daha girift hâle getirmektedir.
SIT- ‘sıkmak, ufalamak, ezmek, buruşturmak’ (EK).
[< sı- “‘to break’ (Trans.), both lit. and metaph.” (EDPT, 782)
+ (-t-)]
OT: sıt- ‘kırıp ufatmak’ (TZa, 238).

SITARALAN- ‘müreffeh ve mutlu olmak, şansı yaver gitmek’


(EK).
339 Kuun’un verdiği Latince peregrinor (1881: 296) karşılığının çevirisi “mevcut
olmamak, yurt dışında olmak, yurt dışında yaşamak, seyahat etmek” şeklindedir.
Kuun, aynı sayfada bu fiil için Ar. sırr sözcüğüne gönderme yapar. Grønbech
schnitzen [‘hakketmek, oymak, yontmak’] anlamı verir (1942: 229). Argunşah&Güner,
‘süslemek, boyamak, boya sürmek’ anlamını vermişledir (2015: 813). CC sırlarmen
‘Ich riyse’deki Almanca fiil reisen ile ilişkili ise Kuun anlam konusunda haklı
olabilir. Bununla birlikte sırla- verisi oyovla- ‘nakış işlemek, motif yapmak’ fiilin
hemen ardından gelmektedir. Bu durumda da ‘süslemek, boyamak, boya sürmek’
anlamı daha makul hale gelmektedir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 439

[< Far. sita ̄ ra ‘star; a horoscope, nativity; fortune, felicity’


(PED, 654) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
SITIL- ‘ezilmek, basılmak’ (EK).
[< sıt- ‘kırıp ufatmak’ (TZa, 238) + (-ıl-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte sıtın- ‘deşilmek, fışkırmak’ (TZa,
238) verisi bulunmaktadır.
SIYIR- ‘deriyi sıyırmak, yüzmek, kabuğunu soymak’ (EK).
[< sıḏır- < ?]
OT: sıḏ ır- ‘to cut or peel’ (DLTa I, 380); sıyır- ‘sıyırmak, soy-
mak, koparmak’ (KEF, 272); ‘sıyırmak’ (MG, 241); ‘sırttan elbise
çıkar(ır) gibi soymak, çekip çıkarmak’ (İH, 42).

Clauson, DLT’deki sıḏıġ verisine istinaden, bu sözcüğün *sıḏ-


gibi bir fiilin ettirgen biçimi olma ihtimalini belirtir (1972:
802). Dankoff ve Kelly ise bu iki veriyi ilişkili bulmaz (bk.
1985: 160-61). Sözcük XI. yy.’dan daha eski metinlerde tanık-
lanmamıştır. Morfolojik olarak ettirgen gözükmek ile birlikte,
ikinci hece ünlüsünün düz olması bu ihtimali ortadan kaldır-
masa da zayıflatır.
SIYLA- ‘saygı göstermek, saymak, hürmet etmek’ (EK).
[< *sıy + (+la-) veya *sıy- + (-la-)]
OT: sıyla- 340 ‘оказывать почет’ (TZb, 373).

Sözcük tabanına tarihî metinlerde rastlanmaz. Räsänen’de de


paylaşılan Hak. sıyıḳ ve şıyıḫ , Kaz. sıyıt gibi çağdaş verilere
(1969: 415) dayanarak Levitskaya vd. *sıy- veya *sıyı- gibi bir
fiilin olma ihtimaline değinirler (ESTY 2003: 423-24). Dolayı-
sıyla eldeki fiil de iki farklı şekilde de türemiş olabilir.
SIZĠIR- ‘ıslık çalmak’ (CC).
340 Atalay’a göre ise sıla- ‘düğün şöleni vermek’ (1945: 237). Kun’a göre ise bu
sözcük sıyla- olarak okunmalıdır (1947: 24). Salan; Halasi-Kun’un “Phililogica
II”de zikrettiği gibi (bk. 1949: 442-43), orijinal metne tekrar bakıldığında,
kelimenin ilk hecesinin sonunda bir sükûn işareti olduğunun görüleceğini, buna
göre ilk hecenin sonu ünsüzle bittiğini ve sözcüğün -Kun ve Fazılov’un okuduğu
gibi- sıyla- şeklinde okunması gerektiğini söyler (2010: 156).
440 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< sız/sıs ‘yansıma taban’ + (+ḳır-)]

OT: sıġır- ‘ıslık çalmak’ (RKT, 619); sıḳ ır- ‘ıslık çalmak’ (ML,
61); ay. (HKT, 882); sısḳ ır- ‘ay.’ (TZa, 237).

SİBİR- (bk. SİPİR-)


SİKİN- (bk. SİLKİN-)
SİLK- ‘silkmek, sallamak, çırpmak’ (CC, EK).
[< *silik- < *sil + (+ik-) (?)]

ET: silk- ‘to shake (something Acc.)’ (EDPT, 826; DTS, 500); OT:
silk- ‘to shake (trans.)’ (DLTa II, 366); ‘трясти’ (LST, 269); ‘silk-
mek’ (TA, 138); ay. (Kİ, 90); ‘silkmek, silkinmek’ (KK, 122).

Çağdaş örnekler sözcüğün aslî biçiminin *silik- olabileceğini


düşündürür (bk. Räsänen 1969: 422). Etimolojisi belirsizdir.
Bununla birlikte, Levitskaya vd. paralel anlamlar içeren çağ-
daş silte- ile Kum. ve Çuv. sille- fiillerine istinaden bu sözcü-
ğü *sil isim tabanından +k- ile türetildiğini düşünmektedirler
(ESTY 2003: 277-78).
SİLKİL- ‘çalkalanmak, silkilmek’ (EK).
[< silk- ‘to shake (something Acc.)’ (EDPT, 826) + (-il-)]
(ttkht.!)
SİLKİN- (ve sikin-) ‘silkinmek’ (CC, EK).
[< silk- ‘to shake (something Acc.)’ (EDPT, 826) + (-il-)]

ET: silkin- ‘to shake oneself’ (OTWF II, 614); OT: silkin- ‘to sha-
ke out’ (DLTa II, 85); ‘silkinmek’ (ME, 176); ay. (KE II, 559); ay.
(MM, 255); ‘trząść się, ostrząsać się’ (HŞ, 158); ay. (İM, 591); ay.
(TZa, 239).

SİMARLA- (bk. SIMARLA-)


SİMARLAN- (bk. SIMARLAN-)
SİŊİR-I ‘(yiyecek) sindirmek; emmek, içine çekmek’ (CC, EK).
[< siŋ- ‘to sink into (something Dot.); to be absorbed, diges-
ted’ (EDPT, 833) + (-ür-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 441

ET: siŋür- ‘to swallow; to digest’ (EDPT, 841; DTS, 501); OT:
siŋür- ‘sindirmek, hazmetmek’ (KB III, 399); ‘to swallow’ (DLTa
II, 352); siŋür-, sü ŋür- ‘заглатывать; хватать, захватать’ (LST,
270); siŋür- ‘yutmak’ (RKT, 621); ‘sindirmek’ (ME, 176); sıŋur-
‘wchlaniac’ (HŞ, 165); siŋür- ‘sindirmek, bastırmak’ (NF III,
373); siŋir- ‘yenilen yemeği hazmetmek’ (ML, 60); siŋür- ‘sindir-
mek’ (HKT, 885); ‘yutmak, sindirmek, emmek’ (KEF, 273).

SİŊİR-II ‘derin derin solumak’ (CC).


[< *sin/siŋ ‘yansıma taban’ + (+kir-)?]
(ttkht.!)
Eğer OT simkür-/simkir- (bk. Toparlı vd. 2007: 237) ~ Tü. sümkür-
ile bağlantılı değilse siŋir- I verisinin semantik bir varyantı ol-
malıdır.
SİPİÇİRİL- (bk. ÇIPÇIRIL-)
SİPİR- (ve sibir-) ‘süpürmek, temizlemek’ (CC).
[< sibi- + (-r-) ?]
ET: sipir- “‘to sweep’; with some metaph. meanings like ‘to
drive out, send away’” (EDPT, 791; DTS, 501); OT: süpür- ‘to
sweep’ (DLTa II, 8); ‘temizlemek’ (ME, 179); ‘süpürmek’ (KE II,
578); sibir- ‘silip götürmek’ (ML, 60), süpür- ‘süpürgeyle çöp ve
tozu kaldırmak’ (ML, 65); süpür- ‘süpürmek’ (Kİ, 94); ay. (TA,
140); ay. (KEF, 277); ay. (GT, 362); ay. (KK, 123); sipir- ‘ay.’ (TZa,
239), süpir- ‘ay.’ (TZa, 243); sübür- ‘zamiatać’ (BM, 72).

Levitskaya vd. Altay dillerindeki pek çok paralel biçimi pay-


laşırlar. Fakat etimoloji konusunda pek çok farklı olasılık öne
sürmüşlerdir (ESTY 2003: 385-91). Bunlardan en makulü sibi-/
sipi- gibi bir tabandan türemiş olmasıdır. Bu şekilde -r- medial
ek ile türetildiği düşünülebilir.
SİRKÄLÄN- ‘sirke ile doldurulmak, sirkeye doyurulmak, sirkeye
dönüşmek’ (EK).
[< sirkälä- ‘to mix with vinegar; to remove nits’ (DLTa II, 329)
+ (-n-)]
(ttkht.!)
442 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

SİRKÄLÄT- ‘sirke ile çeşnilemek, sirkeye doyurmak, ekşitmek’


(EK).
[< sirkälä- ‘to mix with vinegar; to remove nits’ (DLTa II, 329)
+ (-t-)]
(ttkht.!)
SİRT- (bk. SIRT-)
SİTLÄ- ‘ağ ile tutmak veya avlamak’ (EK).
[< sit < Ukr. sit’ ‘сеть, сетка’ (KS, 1272) + (+le-)]
(ttkht.!)
SİY- ‘işemek’ (CC).
[< *si- + (-ḏ-)]
ET: siḏ- ‘to urinate’ (EDPT, 799; DTS, 499); OT: sīḏ- ‘to urinate’
(DLTa II, 375); siy- ‘işemek’ (KE II, 559); ay. (İM, 592); ‘moczyć
się’ (BM, 70); ‘işemek’ (KH, 139); ay. (KFT, 1060); ay. (ELS, 88).

SOÇUL- (bk. SUÇUL-)


SOḪLAN- (bk. SUḪLAN-)
SOḪRAN- ‘yas tutmak, üzülmek’ (CC).
[< *soḳ ra- ‘yansıma fiil tabanı’ + (-n-)]
OT: soḳ ran- ‘homurdanmak’ (ME, 176); ‘ağzı içinden anlaşılmaz
söz söylemek’ (İH, 43).

SOḪRAT- (bk. SOḪRAYT-)


SOḪRAY- ‘kör olmak’ (EK).
[< soḳur ‘ślepy, niewidomy’ (HŞ, 159) + (+aḏ-)]
(ttkht.!)
SOḪRAYT- (ve soḫ rat-) ‘kör etmek’ (EK).
[< soḫ ray- + (-t-)]
(ttkht.!)
SOḪRAYTTIR- ‘göz kamaştırtmak veya kör etmek’ (EK).
[< soḫ rayt- + (-tur-)]
(ttkht.!)
SOḪUN- ‘vurunmak, dövünmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 443

[< soḳ- ‘to beat, crush’ (EDPT, 805) + (-un-)]


(ttkht.!)
SOḪURLAT- ‘kör etmek’ (EK).
[< soḳur ‘ślepy, niewidomy’ (HŞ, 159) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
SOLḲULDA- ‘sendelemek, titremek, sallanmak’ (CC).
[< sol ḳul ‘yansıma taban (?)’ + (+da-)]
OT: sonkulda- ‘inlemek, sıkılamak, ıkılamak’ (İH, 43).

Sözcüğün okunuşunda CC çalışırları arasında mutabakat yoktur.


Kuun, sözcüğü silkin- şeklinde (1880: 230); Grønbech yelküldä-
‘titremek’ şeklinde okur; Drimba solkulde- [ʃolkulde-] şeklinde
translitere eder (82r, 9) (2000: 143)341; Argunşah ve Güner;
Drimba’ya paralel olarak solkulda- olarak okurlar (2015: 817).
Kırgızca solkulda- ‘трястись, зыбиться - zittern, bibbern’ (R IV,
554; ayrıca bk. Yudahin II, 658) verisi bu son okuma tercihini
desteklese de Kazakça jelkildä- fiili (KETS: 298) de Grønbech’in
tercihini tekrar düşündürmektdir.
SOLU- ‘nefes almak’ (CC).
[< ?]
OT: solu- ‘soluk daralmak’ (ML, 63); solı- ‘yorulmak’ (ME, 176);
‘sık sık nefes almak’ (Kİ, 92); ‘solumak, yorgunluktan nefes nefe-
se kalmak’ (KEF, 274); solu- ‘solumak’ (TZa, 240).

Levitskaya vd. bu fiilin *soġul- gibi bir biçimden evrilmiş


olabileceğini ( *soġul-> sōl- > solı-//sōlı-) düşünürler (ESTY,
2003: 325).
SORA- ‘soru sormak’ (EK).
[< sor- ‘to ask (a question); to inquire about (something Acc.)’
(EDPT, 843) + (-a-)]
OT: sora- ‘sormak’ (KE II, 566).
341 Notlar bölümünde Drimba, bu sözcükte ʃ harfinin lekeden dolayı okunamadığını,
ancak o harfinin açık olduğunu söyler ve Grønbech’in okuyuşunu hatalı bulur
(2000: 293).
444 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

SORDUR- ‘sordurmak’ (EK).


[< sor- ‘to ask (a question); to inquire about (something Acc.)’
(EDPT, 843) + (-tur-)]
OT: sortur- ‘to order something to be sought; to order something
to be drawn’ (DLTa II, 54).

SORUL- ‘sorulmak’ (EK).


[< sor- ‘to ask (a question); to inquire about (something Acc.)’
(EDPT, 843) + (-ul-)]
ET: sorul- ‘to be inquired about, questioned’ (EDPT, 851; DTS,
509); OT: sorul- ‘быть спрашиваемым’ (LST, 273); ‘sorulmak,
sorguya çekilmek’ (RKT, 627); ‘sorulmak’ (MM, 256); ‘sorul-
mak; sorguya çekilmek’ (HKT, 889); ‘sorulmak’ (İM, 592); sorıl-
‘ay.’ (ELS, 89).

SORUN- ‘sorulmak, sorgulanmak’ (EK).


[< sor- ‘to ask (a question); to inquire about (something Acc.)’
(EDPT, 843) + (-un-)]
(ttkht.!)
SORUŞ- ‘birlikte veya birbirine sormak’ (EK).
[< sor- ‘to ask (a question); to inquire about (something Acc.)’
(EDPT, 843) + (-uş-)]
OT: soruş- ‘birbirini sorumlu tutmak’ (RKT, 627); ‘soruşmak’
(ME, 177); ‘birbirine sormak, soruşturmak’ (HKT, 890); ‘karşı-
lıklı sormak, sual etmek’ (KEF, 274).

SORUŞTUR- ‘sordurmak, soruşturtmak’ (EK).


[< ‘soruşmak’ (ME, 177) + (-tur-)]
(ttkht.!)
SOVAR- (ve sovra-, suvar-II) ‘serinletmek, soğutmak’ (EK).
[< soġı- ‘to be cold’ (EDPT, 806) + (-r-) veya < soġı- ‘ay.’ +
(-ar-) (?)]
OT: soġur- ‘soğutmak’342 (Bang ve Rahmeti 1936: 46).
342 Notlar bölümünde bu anlam ile verilen sözcük, dizinde ‘vuruşmak’ anlamındadır
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 445

Bu veri problemli bir örnektir. Bu anlamı ile sadece Garka-


vets tarafından verilmiştir. Onun ilk verisi Ermenice-Kıpçak-
ça sözlüklerden alınan Erm. զովացո {zowatso} maddebaşı
için verilen suvar karşılığıdır (Garkavets 2007: 724). Erme-
nice veri gerçekten de ‘serinletmek, soğutmak’ anlamına ge-
lir (bk. NDAE, 188a). Aynı veriyi Tryjarski, hiçbir not düş-
meksizin, ‘sulamak’ anlamına gelen suvar- maddesinin içine
almıştır (1972: 716). Garkavets’in ikinci verisine gelince, bu
örnek daha yorum açık bir veridir: keskin suḫlançın tenimniŋ
sovar küsänçlärimdän “остуди пылкую страсть плоти моей
и избавь меня от вожделений моих” (2010: 1297; ayrıca bk.
2002: 528 (158. Paragraf)). Garkavets bu pasajı çevirirken emir
çekiminde iki fiil kullanmıştır: остуди (‘soğut!’) ve избавь
(‘kurtar!’). Halbuki Kıpçakça metinde tek bir emir kipli fiil
vardır. Bu pasajadaki sovar- fiili, ‘atmak, fırlatmak, çıkarmak’
anlamı taşıyan suvra- (< savur-) fiilinin bir biçimi olabilir. An-
cak yine de ilk veri hâlâ problem teşkil eder. Diğer taraftan
EK’daki asli ‘soğutmak’ fiili, sovut-’tur.
SOVAŞ- (bk. SAVAŞ-)
SOVRA- (bk. SOVAR-)
SOVU- ‘soğumak, serin olmak, soğuk almak’ (EK).
[< soġı- < ?]
ET: soġı- ‘to be cold’ (EDPT, 806); OT: soġı- ‘to be cold’ (DLTa
II, 288); savu-, sav ̇ u- ‘soğumak’ (KE II, 540); sav ̇ u- ‘ay.’ (NF III,
363); sovu- ‘ ay.’ (ML, 63); sovı- ‘ay.’ (Kİ, 92); savu- ‘ay.’ (KEF,
269).

Etimolojisi belirsizdir. +I- fiili olması muhtemeldir.


SOVUḪLAN- ‘soğumak, serinlemek’ (EK).
[< soġıḳ ‘cold’ (EDPT, 808) + (+la-n-)]
OT: soġıḳ lan- ‘to consider something cold’ (DLTa II, 95).

SOVUḪLAT- ‘soğutmak, serinletmek’ (EK).


(1936: 666). DTS yazarları fiili isim biçiminde yani soġurġu olarak sözlüklerine
almışlar ve ‘холод’ anlamını vermişlerdir (DTS, 507).
446 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< soġıḳ ‘cold’ (EDPT, 808) + (+la-t-)]


(ttkht.!)
SOVUT- ‘soğutmak, serinletmek’ (EK).
[< soġı- ‘to be cold’ (EDPT, 806) + (-t-)]
ET: soġıt- ‘to make cold, to chill’ (EDPT, 806; DTS, 507); sa-
vut- ‘soğutmak’ (ME, 173); ay. (KE II, 540); sovut- ‘ay.’ (ML, 63);
soġıt- ‘ay.’ (KEF, 273); sav ̇ ut- ‘ ay.’ (İM, 588); savut- ‘ay.’ (KK,
121); sovut- ‘ ay.’ (TZa, 241).

SOYMAÇLA- ‘(kabuk vs.) soymak, kırkmak, deri yüzmek; (hır-


sızlık) soymak, yağmalamak’ (EK).
[< *soymaç + (+la-)]
(ttkht.!)
Sözcük tabanına EAT’de rastlanır (bk. YTS 1983: 191)
SOYMAÇLAN- ‘derisi (veya kabuğu) yüzülmek, (hırsızlık) so-
yulmak’ (EK).
[< soymaçla- + (-n-)]
(ttkht.!)
SOYUL- ‘katledilmek, kesilip doğranmak, kurban edilmek’ (EK).
[< soy- ‘originally specifcally ‘to skin’ (an animal); thence
more generally also ‘to peel (a fruit); to trip (an animal); to
rob’, and even, in some languages, ‘to slaughter’ (an animal)”
(EDPT, 858) + (-ul-)]
OT: soyul- ‘to be stripped, to disperse’ (DLTa, II: 248);

SOYURĠA- ‘ödüllendirmek, nimet vermek; lütfetmek’ (CC).


[< Çin. tsuy ‘sin’ (EDPT, 556) + (+urḳa-)]
ET: tsoyurḳ a- ‘to have pity on (someone), to be compassiona-
te’ (EDPT, 556); tsuyurḳ a- ‘провлять жалость, сострадание’
(DTS, 584); OT: suyurḳ a- ‘şefkatli olmak, bağışlamak’ (KB III,
410); suyurġa- ‘одарить’ (LST, 277); soyurḳ a- ‘merhamet etmek,
rahmet etmek’ (RKT, 628); soyurġa- ‘hediye etmek, mükafatlan-
dırmak’ (KE II, 566); soyurġa-, soyurḳ a- ‘litować się, żałować,
ułaskawić’ (HŞ, 158); suyurġa- ‘дарить’ (MNa, 193); soyurġa-,
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 447

soyurḳ a- ‘ihsan vermek, ihsanda bulunmak’ (AOYB, 233);


soyurġa- ‘bir hakanı tahttan indirmek’ (TZa, 241).

SOYURĠAT- ‘ödül kazanmak, lütuf elde etmek’ (CC).


[< tsoyurḳ a- ‘to have pity on (someone), to be compassionate’
(EDPT, 556) + (-t-)]
(ttkht.!)
Argunşah&Güner’in verdiği anlam, ettirgen olacak şekilde
düzeltilmelidir; zira “(…) soyurġatıp işittirdiŋ sözin tengä
biriktirdiŋ” (69a/6) cümlesinde de ardından gelen fiiller ettir-
gen çatılıdır.
SÖKḪÄLÄ- (bk. SÖKKÄLÄ-)
SÖKKÄLÄ- (ve sökḫälä-) ‘(kuv.) azarlamak, sövmek’ (EK).
[< sök- ‘to tear apart, pull down, break through (an obstacle)’
(EDPT, 819) + (-kele-)]
(ttkht.!)
SÖKÜL- ‘sökülmek, parçalanmak, harap olmak’ (CC, EK).
[< sök- ‘to tear apart, pull down, break through (an obstacle)’
(EDPT, 819) + (-ül-)]
ET: sökül- ‘mögen gebrochen werden’ (OTWF II, 673); OT: sökül-
‘to be torn out’ (DLTa II, 27); ‘sökülmek’ (ME, 177); ‘sökülmek,
yırtılmak’ (İM, 593).

SÖKÜN- ‘küfretmek, sövmek’ (EK).


[< sök- ‘to tear apart, pull down, break through (an obstacle)’
(EDPT, 819) + (-ün-)]
(ttkht.!)
SÖNDÜR- ‘(alev) söndürmek; (borç) bitirmek’ (CC, EK).
[< sön- “‘to die down, disappear’. esp. of a flame, but also me-
taph. of other things” (EDPT, 834) + (-tür-)]
ET: söndür- ‘to extinguish (a fire)’ (EDPT, 837; DTS, 511); OT:
söndür- ‘гасить, тушить’ (LST, 275); ‘söndürmek’ (ME, 177); ay.
(KE II, 567); ‘gasić’ (HŞ, 160); ‘söndürmek’ (NF III, 379); ‘yan-
mağı durdurmak’ (ML, 63); ‘söndürmek’ (HKT, 890); ay. (KEF,
274); ay. (GT, 358); söyündür- ‘zgasić’ (BM, 71).
448 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

SÖVİN- (ve sövün-, söyün-) ‘sevinmek’ (CC, EK).


[< sev- ‘to love; to like’ (EDPT, 784) + (-in-)]
ET: sevin- ‘to rejoice, be joyful, glad’ (EDPT, 790; DTS, 497);
OT: sev ̇ in- ‘sevinmek’, (KB III, 393); ‘to rejoice’ (DLTa II, 39);
‘sevinmek’ (AH, LVI); sev ̇ in- ‘радоваться’, (LST, 265), sev ̇ ün-
‘ay.’ (LST, 265); sev ̇ ün- ‘sevinmek’ (RKT, 614); sevün- ‘ay.’ (ME,
174); sev ̇ ün-, sevün- ‘ay.’ (KE II, 553), söv ̇ ün- ‘ay.’ (KE II, 567);
sev ̇ ün- ‘cieszyć się, radować się’ (HŞ, 157); sėvün- ‘радоваться’
(MNa, 193); sev ̇ ün- ‘sevinmek, memnun olmak’ (NF III, 370);
sevin- ‘şenlenmek’ (ML, 59); sev ̇ ün- ‘sevinmek, mutlu olmak; şı-
marmak’ (HKT, 878); sevin- ‘sevinmek’ (AOYB, 232); ay. (Kİ,
89); ay. (TA, 137); ‘to rejoice’ (RH, 62); sev ̇ in-, sev ̇ ün- ‘sevinmek’
(KEF, 271); sev ̇ in- ‘to rejoice’ (İN, 102); sevün- ‘sevinmek’ (GT,
356); ay. (İM, 590); sevin-, sevün- ‘ay.’ (KK, 122); söyün- ‘ay.’
(TZa, 242); sevin- ‘cieszyć się’ (BM, 70); ‘sevinmek’ (KH, 138);
sevin-, sevün- ‘ay.’ (DM, 105).

SÖVÜL- ‘sevilmek’ (EK).


[< sev- ‘to love; to like’ (EDPT, 784) + (-il-)]
OT: sev ̇ il-, sevül- ‘sevilmek’ (AH, LVI); säv ̇ ül- ‘być lubianym’
(HŞ, 157).

SÖVÜN- (bk. SÖVİN-)


SÖVÜNÇLE- ‘mutluluk getirmek (müjdelemek)’ (CC).
[< sevinç “‘joy, pleasure, delight’; in one or two early passages
perhaps rather ‘affection, love’” (EDPT, 790) + (+le-)]
OT: sev ̇ ünçilä-343 ‘cieszyć się, radować się’ (HŞ, 157); sövünçle-
‘müjdelemek’ (TZa, 241).

SÖVÜNÇLÜKLET- ‘sevincini ilan etmek, müjde vermek’ (EK).


[< sövünçlük ‘радость, повод для радования, благовестие,
утешение, отрада, веселье, веселие, семейный праздник,
торжество’ (KS, 1303) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
SÖVÜNÇLÜLET- ‘sevincini ilan etmek, müjde vermek’ (EK).
343 Berta, Kırg. süyünçülö-, Trkm. söyüncile- biçimlerini belirtmekte ve bunların
tabanının *-XnçU’ya gidiyor olabileceğini söyler (1996: 293).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 449

[< sevinçlig ‘joyful, happy’ (EDPT, 790) + (+le-t-)]


(ttkht.!)
SÖVÜNDÜR- (ve süvündür-) ‘sevindirmek, teselli etmek’ (CC,
EK).
[< sevin- ‘to rejoice, be joyful, glad’ (EDPT, 790) + (-tür-)]
ET: sevintür- ‘to make (someone Acc.) happy’ (EDPT, 791; DTS,
498); OT: sev ̇ indür- ‘sevindirmek, memnun etmek’ (KB III, 394);
sev ̇ ündür- ‘sevindirmek’ (ME, 174); ay. (KE II, 554); ‘uradować,
ucieszyć, pocieszyć’ (HŞ, 157); sevindir- ‘başkasının sevinmesi-
ni mucip olmak’ (ML, 59); sev ̇ ündür- ‘mutluluk ve haz vermek’
(HKT, 879); sev ̇ indür-, sev ̇ ündür- ‘sevindirmek, memnun et-
mek’ (KEF, 271); sev ̇ ündür- ‘sevindirmek’ (İM, 590); sevindir-
‘ay.’ (KK, 122); söyündür- ‘ay.’ (TZa, 242); sevindir- ‘ucieszyć,
uradować, sprawić’ (BM, 70).

SÖVÜŞ- ‘birbirini sevmek’ (EK).


[< sev- ‘to love; to like’ (EDPT, 784) + (-iş-)]
ET: seviş- ‘to like or love one another’ (OTWF II, 565); OT: seviş-
‘to love each other’ (DLTa II, 15); sev ̇ üş- ‘sevişmek’ (ME, 174).

SÖYÜN- (bk. SEVÜN-)


SÖZLÄ- ‘demek, söylemek, konuşmak, zikretmek; sesletmek;
ikna etmek’ (CC, EK).
[< söz ‘word, speech, statement’ (EDPT, 860) + (+le-)]
ET: sözle- ‘to speak, say’ (EDPT, 863; DTS, 512); OT: sözle- ‘söy-
lemek, konuşmak’ (KB III, 406); ‘to speak’ (DLTa II, 302); ‘söyle-
mek’ (AH, LVIII); ‘говорить’ (LST, 274); ‘söylemek, konuşmak;
anlatmak, hikaye etmek; (söylenen) olmak’ (RKT, 630); ‘söyle-
mek’ (ME, 178); ‘konuşmak, söylemek’ (KE II, 570); ay. (MM,
256); ‘mówić’ (HŞ, 160); ‘söylemek, konuşmak; birinin ardından
konuşmak’ (NF III, 380); ‘söylemek’ (ML, 63); ‘söylemek, demek;
konuşmak, hitap etmek; anlatmak’ (HKT, 891); ‘söylemek’ (Kİ,
93); ‘konuşmak’ (TA, 139); ‘söylemek’ (KEF, 275); ‘to say’ (İN,
102); ‘söylemek’ (GT, 359); ‘söylemek, konuşmak’ (İM, 593); ‘söy-
lemek’ (KK, 123); ay. (TZa, 242); ‘mówić, opowiadać’ (BM, 72).
450 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

SÖZLÄN- ‘söylenmek, ifade edilmek’ (EK).


[< sözle- ‘to speak, say’ (EDPT, 863) + (-n-)]
OT: sözlen- ‘to speak; to expound (words)’ (DLTa II, 85); ‘söylen-
mek’ (ME, 178); ay. (KE II, 571); ‘konuşturulmak’ (HKT, 892);
‘söylenmek’ (GT, 359); ‘söylenmek, kendisinden konuşulmak’
(KFT, 1062).

SÖZLÄŞ- ‘sohbet etmek’ (EK).


[< sözle- ‘to speak, say’ (EDPT, 863) + (-ş-)]
ET: sözleş- ‘to converse’ (EDPT, 864; DTS, 512); OT: sözleş- ‘to
converse’ (DLTa II, 69); ‘разговаривать’ (LST, 274); ‘konuşmak’
(RKT, 630); ay. (ME, 178); ‘konuşmak; anlaşmak, sözleşmek’ (KE
II, 571); ‘konuşmak, söyleşmek’ (MM, 256); ‘mówić (nawzajem)
ze sobą, rozmawiać’ (HŞ, 160); ‘konuşmak’ (NF III, 381); ay. (ML,
63); ay. (HKT, 892); ‘konuşmak, müzakere etmek, anlaşmak’
(KEF, 275); ‘söyleşmek, konuşmak, bahsetmek’ (GT, 359); ‘birine
söz söylemek; konuşmak; hitap etmek; görüşmek, müzakere et-
mek’ (İM, 593); ‘karşılıklı konuşmak’ (KFT, 1062).

SÖZLÄT- ‘konuşturmak’ (EK).


[< sözle- ‘to speak, say’ (EDPT, 863) + (-t-)]
OT: sözlet- ‘to make someone speak’ (DLTa II, 136); ‘konuştur-
mak’ (RKT, 630); ay. (ME, 178); ay. (KE II, 571); ‘kazać mówić,
spowodować mówienie, zmusić do mówienie’ (HŞ, 161); ‘konuş-
turmak, söyletmek’ (HKT, 892); ay. (KEF, 275); ‘birini sorguya
çekmek, söyletmek’ (İM, 593).

STAROSTALAN- ‘starosta olmak’ (EK).


[< Ukr. ~ Leh. starosta ‘староста’ (KS, 1317) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
SUÇUL- (ve çuçul-, soçul-) ‘soyunmak’ (CC).
[< *suçı-/*suç- + (-l-/-ul-)]
OT: suçul- ‘açılmak, çıkmak, çıkarmak’ (KB III, 408); ‘to take
off’ (DLTa II, 25); ‘иссякать, пересыхать’ (LST, 276); ‘(giysi,
ayakkabı) çıkarmak’ (RKT, 630); suçul-, suçıl- ‘açılmak, çıkmak,
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 451

çıkarmak; sıçramak, etrafa yayılmak’ (KE II, 573); suçul- ‘elbise


çıkarmak, soyunmak’ (NF III, 382); ay. (HKT, 892); suçul- ‘so-
yunmak, temamile çıplak olmak’ (Kİ, 93).

Clauson, bu sözcüğün morfolojik olarak *suç- gibi bir fiilin edil-


gen biçimi olduğunu; ancak istikrarlı olarak etken ve geçişli
olarak kullanıldığını ifade eder (1972: 797). Erdal ise söz ko-
nusu sözcüğü edilgen bir yapı olarak kabul etmez (1991: 689).
Sözcüğün durumu, çıdal-, ḳozġal-, oḫ şa-, sasıl-, uyal- fiille-
rinde olduğu gibi, tabanı geçişsiz olduğu için aldığı edilgen-
lik ekine rağmen dönüşlü anlam taşıması yani geçişsiz olması
olabilir.
SUḪLAN- (ve soḫlan-) ‘aç gözlü olmak; imrenmek, arzulamak’
(CC, EK).
[< suḳ ‘greed, greedy; envy, envious, covetous’ (EDPT, 804) +
(+la-n-)]
ET: suḳ lan- ‘to be greedy; to covet (something Dat.)’ (EDPT, 810;
DTS, 509); OT: suḳ lan- ‘tamah etmek’ (KB III, 409); soḳ lan- ‘aç-
gözlülük etmek’ (ML, 62); ‘isteği artmak’, (TZa, 240).

SUḪLANÇLAN- ‘arzulanmak, çok istenmek’ (EK).


[< suḫlanç ‘влечение, увлечение, устремление, стремление,
страстное влечение, желание, вожделение, похоть’ (KS,
1327) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
SUḪLANDIR- ‘isteklendirmek, coşku ve heyecan uyandırmak’
(EK).
[< suḳ lan- ‘to be greedy; to covet (something Dat.)’ (EDPT,
810) + (-tur-)]
OT: soḳ landır- ‘teşvik etmek’ (TZa, 240).

SUN- ‘uzatmak, sunmak, teklif etmek, bağışlamak’ (CC, EK).


[< su- ‘to submit, to offer’ (DLTa II, 279) + (-n-)?]
ET: sun- ‘to stretch out (one’s hand Acc.); to offer or present (so-
mething Acc., to someone Dat.)’ (EDPT, 834; DTS, 514); OT:
452 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

sun- ‘sunmak, uzatmak’ (KB III, 409); ‘to offer’ (DLTa I, 401);
‘sunmak, uzatmak’ (AH, LVIII); ‘протягивать’ (LST, 277);
‘uzatmak’ (RKT, 630); ‘sunmak, uzatmak’ (ME, 178); ay. (KE II,
573); ‘wyciągać, podawać, nadstawiać’ (HŞ, 161); ‘протягивать,
протянуть’ (MNa, 193); ‘uzatmak’ (NF III, 382); ‘el sunmak,
uzatmak’ (HKT, 893); ‘eline uzatmak’ (Kİ, 93); ‘elini uzatmak’
(TA, 139); ‘vermek, ulaştırmak; uzatmak, sunmak, itaat etmek’
(KEF, 276); ‘to give’ (İN, 102); ‘sunmak, vermek, uzatmak’ (GT,
361); ‘itaat etmek’ (İM, 593); ‘sunmak, uzatmak’ (MG, 244).

DLT verisine göre bu sözcük, dönüşlülük eki ile türetilmiş bir fiil
sayılabilir; fakat fiilin geçişli anlamlar taşıması ilgi çekicidir.
SUNUL- (ve suŋul-) ‘sunulmak, arz edilmek; kurban edilmek’
(EK).
[< sun- ‘to stretch out (one’s hand Acc.); to offer or present
(something Acc., to someone Dat.)’ (EDPT, 834) + (-ul-)]

OT: sunul- ‘uzatılmak’ (AH, LVIII).

SUŊUL- (bk. SUNUL-)


SUSA- (bk. SUVSA-)
SUSAN- ‘çok susamak’ (EK).
[< suvsa- ‘to be thirsty’ (EDPT, 793) + (-n-)]
(ttkht.!)
SUSATTIR- ‘susattırmak’ (EK).
[< suv ̇sat- ‘susatmak’ (KB III, 410) + (-tur-)]
(ttkht.!)
SUSLAN- (bk. SUSTLAN-)
SUSTLAN- (ve suslan-) ‘susmak, suskun, sakin olmak’ (EK).
[< sust ‘молчаливый’ (KS, 1333) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
SUSTLAT- ‘susturmak, sakinleştirmek’ (EK).
[< sust ‘молчаливый’ (KS, 1333) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 453

SUVAR- ‘sulamak, su vermek veya içirmek, suya doyurmak’


(EK).
[< suv ‘water’ (EDPT, 784) + (+ġar-)]
OT: suv ġ̇ ar- ‘to water’ (DLTa II, 56); suv ȧ r- ‘поливать’ (LST,
276); ‘sulamak’ (ME, 179); suv ġ̇ ar- ‘zwilżać, nawadniać’ (HŞ,
161); suv ȧ r-, suv ġ̇ ar- ‘sulamak’ (NF III, 384); suvġar- ‘sulamak’
(HKT, 895), suv ġ̇ ar- ‘ay.’ (HKT, 896); suvġar- ‘sulamak, su ver-
mek’, (KEF, 276); suv ȧ r- ‘sulamak’ (İM, 594); suġar- ‘kılıca su
vermek’ (MG, 244), suvar- ‘ay.’ (MG, 245).

SUVARIL- ‘sulanmak, su verilmek’ (EK).


[< suv ġ̇ ar- ‘to water’ (DLTa II, 56) + (-ıl-)]
OT: suv ȧ rıl- ‘su içirilmek’ (RKT, 632); ‘sulanmak’ (NF III, 384);
‘su verilmek’ (İM, 594).

SUVART- ‘ıslattırmak, sulatmak’ (EK).


[< suv ġ̇ ar- ‘to water’ (DLTa II, 56) + (-t-)]
(ttkht.!)
SUVLAN- ‘su verilmek, sulu olmak’ (EK).
[< sula-344 ‘sulamak, su vermek’ (KE II, 573) + (-n-)]
OT: suvlan- ‘sulanmak’ (KB III, 410); ‘to become watery; (an eye)
to tear’ (DLTa II, 86); ‘(ağzı) sulanmak’ (ME, 179).

SUVRA-I ‘çekmek, sürüklemek, savurmak’ (EK).


[< sür- ‘to drive away, to drive on’ (EDPT, 844) + (-e-) veya <
suvur-a- ?]
OT: süre- ‘sürümek, sürüklemek’ (NF III, 385); süḏ re- ‘sürümek,
sürüklemek’ (KE II, 576), süyre- ‘ay.’ (KE II, 579); söyre- ‘uzak-
laşmak; sürümek’ (TZa, 242); süre- ‘sürümek’ (MG, 247).

veya
OT: sav ̇ ur- ‘to winnow’ (DLTa II, 6); ‘веять, дуть’ (LST, 257);
‘savurmak’ (RKT, 608); (ME, 173); ‘savurmak, serpmek’ (KE II,
344 Daha eski olan KB ve DLT’deki anlam ‘su içmek’tir.
454 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

540); ‘savurmak’ (HKT, 874); ‘savurmak, havaya kaldırmak, ha-


vaya atıp dağıtmak’ (KEF, 270); ‘ekin savurmak’ (İM, 588); ‘sav-
mak; savurmak’ (TZa, 241).

Güvenç, bu sözcüğün savur- > suvur- gelişiminden sonra pe-


kiştirici -A- ile genişlediğini düşünmektedir (2014: 120). Bu-
nunla birlikte taşıdığı kimi anlamlar dolayısıyla bu fiil süre-
’den gelişen bir süvre- gibi durmaktadır. Her ne kadar Garka-
vets, bazı art sıralı şekillerden dolayı (ör. suvrıyırmän, suvra-
dı) sözcüğü art sıralı kabul etse de sözcük asli olarak ince sıralı
olup kalın sıralıya geçmiş olabilir. Diğer yandan Karaycadaki
suvur- ‘извлекать; вынимать, вытаскивать, вытягивать’
(KRPS 1974: 483) örneği, ki Tryjarski de bu sözcüğü belirtir
(bk. 1972: 717), EK verisini ses ve anlamca destekler nitelikte-
dir. Levitskaya vd.’nin bu sözcüğü süyre- fiilinin bir varyantı
olarak kabul ettikleri, Tryjarski suvra- verisini karşılaştır-
ma malzemesi olarak sunmalarından anlaşılmaktadır (ESTY
2003: 370).
Sonuç olarak bu sözcüğün savur-, suvur- sözcüğünden tarihî
Kıpçakçadaki süre-, söyre- fiillerine analoji ile gelişen bir bi-
çim olduğu düşünülebilir.
SUVRA-II (bk. SOVAR-)
SUVRAL- (ve sovral-) ‘sürülmek, sürünmek’ (EK).
[< süre- ‘sürümek, sürüklemek’ (NF III, 385) + (-l-)]
OT: süyrel- ‘sürünmek’ (TZa, 244).

SUVRAN- ‘sürünmek, emeklemek’ (EK).


[< süre- ‘sürümek, sürüklemek’ (NF III, 385) + (-n-)]
(ttkht.!)
SUVSA- (ve susa-) ‘susamak; özlemek, hasret çekmek; su çek-
mek’ (CC, EK).
[< suv ‘water’ (EDPT, 784) + (+sa-)]
ET: suvsa- ‘to be thirsty’ (EDPT, 793); OT: suv ̇sa- ‘susamak’
(KB III, 410); ‘to become thirsty’ (DLTa II, 296); ‘жаждать’
(LST, 276); susa- ‘susamak’ (KE II, 574), suv ̇sa- ‘ay.’ (KE II,
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 455

576); susa- ‘być spragnionym’ (HŞ, 161); suv ̇sa- ‘susamak’ (NF
III, 384); suvsa- ‘susamak’ (HKT, 895), suv ̇sa- ‘ay.’ (HKT, 896);
susa- ‘susamak’ (Kİ, 94); suvsa-, suv ̇sa- ‘ay.’ (KEF, 277); susa-,
suvsa- ? ‘ay.’ (GT, 361); sufsa- ‘ay.’ (İM, 593), susa- (İM, 595);
susa- ‘ay.’ (TZa, 243); susa- ‘być spragnionym, mieć pragnienie,
chcieć, pić’ (BM, 72).

SUVUL- ‘gizlice sıvışmak, kaybolmak’ (CC).


[< *suġ- + (-ul-)]

ET: suġul- ‘to be drained off’ (EDPT, 809; DTS, 513); OT:
suġul- ‘kaybolmak’ (KB III, 408); ‘suyu çekilmek’ (AH, LVIII);
‘иссякать, пересыхать’ (LST, 276); soġal- ‘toprağa sızıp yok ol-
mak, soğulmak’ (KE II, 562); suġal- ‘su çekilmek’ (NF III, 382);
suġul- ‘(suyu) çekilmek’ (HKT, 892); soġul- ‘su çekilmek, suyu
azalmak; çukurlaşmak’ (KEF, 273); suval- ‘(su) yere batmak, kay-
bolmak’ (İM, 594); soġul- ‘(su) emilmek, yere çekilmek’ (İH, 42).

Clauson’a göre bu fiil *suġ- farazi tabanın edilgen biçimidir;


bununla birlikte daha çok geçişsiz bir anlam taşımaktadır
(1972: 809). Eski Türkçedeki suġun- ve suġur- fiilleri için bk.
(Erdal, 1991: 615, 721).
SÜLKÄN- (bk. SÜRKÜL-)
SÜNÄTLÄ- ‘(cerrahi olarak) sünnet etmek’ (EK).
[< Ar. sunnat ‘habitual practice, customary procedure or acti-
on, norm, usage sanctioned by tradition’ (DMWA, 433) + (+le-
)]
(ttkht.!)
SÜNÄTLÄN- (bk. SÜNNÄTLÄN-)
SÜNNÄTLÄN- (ve sünätlän-) ‘sünnet edilmek’ (EK).
[< sünätlä- + (-n-)]

OT: sünnetlen- ‘sünnet edilmek’ (İM, 595); sennetlen- ‘sünnet ol-


mak’ (KFT, 1058).

SÜRÄTLÄ- ‘tasvir etmek’ (EK).


456 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< Ar. surat ‘form, shape; pictorial representation, illustration;


image, likeness, picture; figure, statue; replica; copy, carbon
copy, duplicate; manner, mode’ (DMWA, 530) + (+le-)]
(ttkht.!)
SÜRÄTLÄN- ‘belirli bir görünüm, suret kazanmak’ (EK).
[< sürätlä- + (-n-)]
OT: su ̄ retlen- ‘şekillenmek, biçimlenmek’ (İM, 594).

SÜRDÜR- ‘çektirmek, sürükletmek, sürdürmek’ (EK).


[< sür- ‘to drive away, to drive on’ (EDPT, 844) + (-tür-)]
ET: sürtür- ‘to have somebody banished or animals driven any-
where’ (OTWF II, 810); OT: sürtür- ‘to order someone to be ba-
nished’ (DLTa II, 54).

SÜRKÄL- (bk. SÜRKÜL-)


SÜRKÜL- (ve sülkän-, sürkäl-, ḫurkul-) ‘sürülmek, çekilmek’
(EK).
[< *sürük- + (-ül-)]
(ttkht.!)
Fiil tabanı EAT’de tanıklanır: sürük- ‘sürülmek, uzaklaştırıl-
mak, ayak altına düşmek, sürünmek’ (YTS, 1983: 196).
SÜRKÜT- ‘süründürmek; yaltaklandırmak’ (EK).
[< *sürük- + (-üt-)]
(ttkht.!)
Fiil tabanı için bk. sürkül-.
SÜRT- ‘sürtmek, ovalamak; silmek, arındırmak’ (CC, EK).
[< sür- ‘to drive away, to drive on’ (EDPT, 844) + (-üt-)]
ET: sürt- “‘to rub’, with several connotations, ‘to rub (things) to-
gether; to rub (something Acc.) on, or into (someone Dat.); to rub
out, erase’” (EDPT, 846; DTS, 518); OT: sürt- ‘to spread’ (DLTa
II, 369); ‘sürmek, bulaştırmak’ (ME, 179); ‘sürtmek, sürmek’ (KE
II, 578); ay. (MM, 257); ‘trzeć; ocierać, tarzać’ (HŞ, 163); ‘sürmek,
sürünmek, sürtmek, bulaştırmak’ (NF III, 385); ‘oğmak’ (ML,
66); sürüt- ‘sürtmek, silmek, silip gitmek’ (Kİ, 95); ‘to rub, 68,
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 457

to rub, erase’ (RH, 125); ‘sürmek, ovmak, el ile yaymak, bulaş-


tırmak; kaşımak’ (KEF, 277); ‘to rub (against)’ (İN, 102); ‘el ile
silmek; elle dokumak; elle bir şeyi eğmek’ (İM, 595); ‘sürtmek’
(KH, 140); sürt- ‘ay.’ (MG, 247), sürüt- ‘ay.’ (MG, 248); sürüt-
‘ay.’ (ELS, 91).

SÜRTÜL- ‘sürülmek, sürtülmek; silinmek, temizlenmek’ (EK).


[< sürt- ‘to rub’ (EDPT, 846) + (-ül-)]

OT: sürtül- ‘to be rubbed or scratched’ (DLTa II, 77); ‘sürtülmek,


sürüyerek üzerinden geçilmek’ (KEF, 277); ‘sürtülmek, aşınmak’
(GT, 362); ‘el ile dokunulmak’ (İM, 595); ‘sürtülmek, aşınmak’
(KH, 140).

SÜRÜL- ‘sürülmek, çekilmek; takip edilmek, kovalanmak; (tarla)


sürülmek’ (EK).
[< sür- ‘to drive away, to drive on’ (EDPT, 844) + (-ül-)]

OT: sürül- ‘to be driven or driven out; to be rubbed’ (DLTa II, 26);
‘изгоняться, быть гонимым’ (LST, 279); ‘sürülmek, uzaklaştı-
rılmak’ (RKT, 634); ‘sürülmek, götürülmek’ (ME, 180); ay. (KE
II, 578); ‘kovulmak; sürülmek, sevkedilmek’ (HKT, 898); ‘sürül-
mek, kovulmak, götürülmek’ (KEF, 277); ‘(hayvan) ardından sü-
rülmek’ (İM, 595).

SÜRÜN- ‘kovalanmak, sürülmek; sendelemek, tökezlemek’ (EK).


[< sür- ‘to drive away, to drive on’ (EDPT, 844) + (-ün-)]

OT: sürün- ‘to be cast out of’ (DLTa I, 338); ‘(yerde) sürünmek’
(ME, 180); sürin-, sürün- ‘sürüklenmek, sevkedilmek’ (HKT,
898); sürün- ‘sürülmek; koku, boya, ilaç gibi şeyler sürülmek’
(KEF, 277); ‘sürünmek’ (TZa, 244); ‘(yerde) sürünmek; (atı) sür-
mek’ (MG, 248).

SÜVÜN- (bk. SEVÜN-)


SÜVÜNDÜR- (bk. SÖVÜNDÜR-)
SÜYÄN- ‘yaslanmak, dayanmak’ (CC).
[< süye- ‘süyenmek, söykenmek’ (TZa, 244) + (-n-)]
458 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: süyen- ‘прислониться’ (LST, 278), säv ̇ än- ‘опираться,


облокачиваться’ (LST, 264); söken- ‘dayanmak, söygenmek’
(ML, 63); süven- ‘to lean on’ (İN, 103); söven- ‘dayanmak, yas-
lanmak’ (İM, 593); söyken- ‘dayanmak’ (TZa, 242), süyen- ‘ay.’
(TZa, 244); söyken- ‘sırtını dayanmak’ (İH, 43).

Tabanın etimolojisi için bk. (ESTY 2003: 339-40).

TS
TSINALA- ‘kurşun veya kalayla kaplamak’ (EK).
[< tsına < Ukr. tsina ‘олово, оловянный’ (KS, 358) + (+la-)]
(ttkht.!)
TSUSTUR- (ve çustur-) ‘susturmak’ (EK).
[< *sus- + (-tur-)]
(ttkht.!)
Fiil tabanı ET’de tanıklanmaz. Nişanyan’ın da önerdiği üzere
(2010: 576), yansıma olarak doğmuş (istinai olarak hiç ek al-
madan) bir fiil kökü olabilir. Rus. цыц!, İng. shh! ünlemleri
göz önünde bulundurulduğunda bu fiil tabanın da aynı şekilde
ortaya çıkmış olması şaşırtıcı olmaz.

Ş
ŞAĠAVATLA- ‘merhamet göstermek, acımak’ (EK).
[< Ar. şafaḳ at ‘compassion, commiseration, pity, sympathy,
kind(li)ness, tenderness, affectionateness, solicitude, loving;
care’ (DMWA, 478) + (+la-)]
(ttkht.!)
ŞAĠAVATLAN- (ve şaġav ȧ tlan-, şahavatlan-) ‘acımak, bağışla-
mak, merhamet etmek’ (EK).
[< şaġavatla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ŞAĠAVATLAT- ‘merhamet uyandırmak’ (EK).
[< şaġavatla- + (-t-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 459

ŞAĠAVATSIZLAN- (ve şaġav ȧ tsızlan-) ‘acımasız, merhametsiz


olmak’ (EK).
[< şaġavatsız ‘немилостивый, неснисходительный, не
имеющий сострадания, сочувствия, немилосердный’ (KS,
1345) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ŞAĠAV̇ATLAN- (bk. ŞAĠAVATLAN-)
ŞAĠAV̇ATSIZLAN- (bk. ŞAĠAVATSIZLAN-)
ŞAHAVATLAN- (bk. ŞAĠAVATLAN-)
ŞAPATLAN- ‘cumartesiyi kutlamak’ (EK).
[< Erm. şapat345 ‘sabbath, --day, day of rest; repose, rest; Satur-
day; week’ (NDAE, 540) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ŞAPLA- ‘vurmak, tokat atmak’ (EK).
[< şap ‘yansıma taban’ + (+la-)]
OT: şapla- ‘taş yontmak’ (TZa, 246).

ŞAŞTIR- (ve saştır-) ‘kafasını karıştırmak, yanıltmak, paniklet-


mek’ (EK).
[< şaş- ‘сбываться с пути, отклоняться, уклоняться;
заблуждаться’ (DTS, 521) + (-tur-)]
(ttkht.!)
ŞILA- ‘takip etmek, kovalamak’ (EK).
[< ?]
(ttkht.!)
Bu örnek sadece Garkavets’çe kayda geçirilmiştir ve sadece bir
kez tanıklanır (bk. 2010: 1355; 2007: 400). Etimolojisi belirsiz-
dir.
ŞIPÇIRIL- (bk. ÇIPÇIRIL-)
ŞIPILDAŞLA- ‘fısıldamak’ (EK).
[< şıpıldaş ? ‘yansıma taban’ + (+la-)]
(ttkht.!)
345 Nihai köken İbranicedir (bk. Garkavets 2010: 1347).
460 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ŞİŞİRT- ‘şişirtmek, kabartmak’ (EK).


[< şışur- ‘şişirmek’ (ME, 181) + (-t-)]
(ttkht.!)
ŞİŞLÄ- ‘şişlemek, şişe geçirmek; pişirmek, şiş üzerinde kızart-
mak’ (EK).
[< sış ‘a spit, fork, spike’ (EDPT, 856) + (+la-)]
OT: şişle- ‘kebap etmek’ (Kİ, 96); ‘şişlemek, şişe geçirmek’
(GT, 365); ‘kebap yapmak’ (KK, 124); ‘şişe dizmek’ (TZa, 248);
‘nadziać, upiee pieezeń’ (BM, 73).

ŞİŞLÄN- ‘şişe takılmak’ (EK).


[< şişle- ‘şişlemek, şişe geçirmek’ (GT, 365) + (-n-)]
OT: şişlen- ‘być upieczonym, być nadzianym na rożen’ (HŞ, 166);
‘(et) ateşte kebap yapılmak’ (İM, 597); ay. (TZa, 248).

ŞİŞTİR- ‘şişirmek, kabartmak’ (EK).


[< sış- ‘to swell’ (EDPT, 857) + (-tur-)]
OT: şişdür- ‘şiştirmek, şişmesine sebep olmak’ (KH, 140).

ŞLÄT- (bk. İŞLÄT-)


ŞÖĠRÄTLÄN- (bk. ŞÖHRÄTLÄN- )
ŞÖHRÄTLÄN- (ve söġrätlän-) ‘giyinip kuşanmak, göz kamaştı-
rıcı olmak’ (EK).
[< Ar. şuhrat ‘repute, reputation, renown, fame, famousness,
celebrity; notoriety’ (DMWA, 490) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ŞÜKÜRLÄ- ‘teşekkür etmek’ (EK).
[< Ar. şukr ‘thankfulness, gratefulness, gratitude; thanks, ack-
nowledgment; praise, laudation’ (DMWA, 482) + (+le-)]
(ttkht.!)
ŞÜKÜRLÄN- ‘minnettar olmak’ (EK).
[< şükürlä- + (-n-)]
OT: şükrlen- ‘şükredilmek’ (İM, 597).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 461

T
TABALA- (bk. TAPALA-)
TABALAN- ‘tekdire, kınamaya, siteme maruz kalmak’ (EK).
[< tapala- ‘to reproach’ (DLTa II, 313) + (-n-)]
(ttkht.!)
TAPALA- (ve tabala-) ‘tekdir etmek, kınamak, suçlamak, eleştir-
mek’ (EK).
[< taba ‘şematet [başkasının keder ve musibetine sevinme]346
(ML, 67) < *tapa + (+la-)]
OT: tapala- ‘to reproach’ (DLTa II, 313); tabala- ‘şematet etmek
[başkasının keder ve musibetine sevinmek]’ (ML, 67); tapala- II
‘başa kakmak, kınamak, azarlamak’, (KEF, 282); ‘nispet için yap-
mak, inadına yapmak’ (İH, 45).

Clauson bu fiilin kökü olan tapa ve modern Türk dillerinde de kul-


lanılan taba’nın ET tapa ‘towards’ ile özdeşleştirilmesinin güç
olduğunu söyler. Sözcük tabanı ilk kez ML’de tanıklansa da en
az XI. yy.’a kadar geri gidebilir; zira ilk tabala- fiili DLT’de
tanıklanır.
TABORLA- ‘kamp veya karargah, ordugah kurmak’ (EK).
[< Mac./Leh. tábor ‘military camp’ (Németh 2014: 43-73; ayrı-
ca bk. Eren, 1954: 145-52) + (+la-)]
(ttkht.!)
TABUN- (bk. TAPUN-)
TABUŞ- ‘tartışmak, ileri sürmek’ (CC).
[< tap- “‘to serve’, in the sense both of serving a human mas-
ter, and serving God, i.e. worshipping” (EDPT, 435) + (-ış-)]
ET: tapış- “lit. ‘to find one another’, hence ‘to meet’” (EDPT,
446; DTS, 534); OT: tapış- ‘kavuşmak’ (KB III, 423); ay. (TZa,
252); ‘buluşmak’ (KFT, 1071); tapuş- ‘buluşmak, karşılaşmak’
(MG, 254).

TABUVSA- ‘bulmak istemek’ (CC).


346 Taymas, bundan sonra şöyle bir not düşer: taba’nın dürüst manası ‘başa kakma’,
‘tekdir’ olacaktır (ML, 67).
462 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< tap- “‘to serve’, in the sense both of serving a human mas-
ter, and serving God, i.e. worshipping” (EDPT, 435) + (-ıġsa-)]
(ttkht.!)
TACLA- ‘taç giydirmek, krallığını kutsamak’ (EK).
[< Far. ta ̄ c ‘a crown, diadem’ (PED, 273) + (+la-)]
(ttkht.!)
TACLAN- ‘taçlandırılmak, krallık adına kutsanmak’ (EK).
[< tacla- + (-n-)]
(ttkht.!)
TAĠIL- (ve daġıl-) ‘dağılmak, saçılmak, parçalanmak, çözülmek,
çökmek’ (EK).
[< *taġı- + (-l-)]
OT: taġıl- ‘рассеиваться, разбрасываться’ (LST, 281); taḳ ıl-
‘dağılmak’ (ME, 182; daḳ ıl- ‘ay.’ (ME, 112); taġıl- ‘ay.’ (NF III,
393); taġıl- ‘dağılmak’ (ML, 67); daġıl- ‘saçılmak, dağılmak’
(ML, 27); taḳ ıl- ‘parçalanmak, dağılmak, darmadağınık olmak;
bölünmek, bölüklere ayrılmak; ayrılmak, uzaklaşmak; seçilmek’
(HKT, 908); taġal- ‘dağılmak’ (Kİ, 96); taġıl- ‘dağılmak’, (KEF,
280), taḳ ıl- II ‘ay.’ (KEF, 280); taġıl- ‘dağılmak; nefret etmek, kaç-
mak’ (İM, 597); daġıl- ‘dağılmak’ (TZa, 163).

Gülensoy, Türkçedeki dağıl- fiilini *tāġı- gibi bir tabana da-


yandırır (2007: 260). Söz konusu fiilin ettirgen hâlinin taġıt-
olması, fiilin ünlü ile biten bir tabandan geliyor oluşunu des-
tekler. Nişanyan ise bu fiil ile ET tar-/tara- ‘dağıtmak, saçmak’
ile ilişki kurmakla beraber bu ilişkinin açık olmadığını belirtir
(2010: 116).
(!) TAĠIŞ- ‘başkasına takılmak, asılmak’ (EK).
[< *taḳ + (-ış-)]
(ttkht.!)
Garkavets, bu fiil için doğrudan taġıl-’a gönderme yapar (bk.
2010: 1366). Dolayısıyla bunu hatalı bir imla olarak düşündüğü
söylenebilir. Sözcüğün tarihî arka planda da desteklenmemesi
bu durumu pekiştirir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 463

TAĠIT- (ve daġıt-, tahıt-) ‘saçmak, dağıtmak, savurmak, yaymak’


(EK).
[< taġı- + (-t-)]
OT: taġıt- ‘dağıtmak’ (KB III, 418); taḳ ıt- ‘ay.’ (ME, 182); ‘dar-
madağın etmek; bölük bölük etmek, parçalara ayırmak; saçmak,
savurmak; ayırmak, uzaklaştırmak’ (HKT, 909); taġıt- ‘dağıtmak’
(KEF, 280), taḳ ıt- ‘ay.’ (KEF, 281); taġıt- ‘ay.’ (GT, 367).

Taban ile ilgili etimolojik izah için bk. taġıl-.


TAĠİMLA- (ve tahimlä-) ‘terbiye etmek, herhangi bir nesneyi lez-
zetli, tatlı kılmak’ (EK).
[< Ar. tạ cm ‘taste, flavor, savor; pleasing flavor, relish’ (DMWA,
560) + (+la-)]
(ttkht.!)
TAĠLAN- ‘dağa çıkmak veya tırmanmak’ (EK).
[< tāġ ‘mountain’ (EDPT, 463) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
TAHIT- (bk. TAĠIT-)
TAHİMLÄ- (bk. TAĠİMLA-)
TAHİMLÄN- ‘tat almak, tatlanmak’ (EK).
[< tahimlä- + (-n-)]
(ttkht.!)
TAHİMLÄT- ‘tat verdirmek; (mec.) yumuşatmak, yatıştırmak,
uzlaştırmak’ (EK).
[< tahimlä- + (-t-)]
(ttkht.!)
TAḪILDA- ‘tıkırtı yapmak; lak lak etmek’ (EK).
[< taḳ ıl ‘yansıma taban’ + (+da-)]
(ttkht.!)
TAJÄLÄT- ‘tazelemek, yenilemek’ (EK).
[< Far. tā za ‘fresh; young; new, recent; raw’ (PED, 275) + (+la-
t-)]
(ttkht.!)
464 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

TALA- (ve tarla- II) ‘saldırmak, yağmalamak’ (EK).


[< ?]
ET: tala- ‘to damage, pillage’ (EDPT, 492; DTS, 528); OT: tala-
‘yağma etmek’ (KB III, 419); ‘harap etmek’ (KE II, 591); ‘dala-
mak’ (Kİ, 97); ‘yağma etmek’ (İM, 599); ‘talan etmek’ (TZa, 250).

Clauson ve Räsänen bu sözcüğün etimolojisi için bir yorum


vermezler (1972: 492; 1969: 458). Güvenç (2014: 120), Güner’in
etimolojisine istinaden fiili tal- ‘yağma etmek’ tabanına dayan-
dırır (2013: 166). Fakat Güner’in kullandığı Kİ örneği aslında
tal- ‘dalmak; yorulmak’ (bk. Caferoğlu, 1931: 97) anlamında-
dır. Sevortyan, dala-, dalı- ve dalla- biçimlerine dayanarak
bunların *dal gibi bir kökten isimden fiil yapım ekleri ile tü-
retilmiş olabileceklerini, bununla birlikte bu isim tabanını söz
konusu veriler ile semantik açıdan birleştirecek verinin olma-
dığını söyler (ESTY 1978: 134-37).
TALAN- ‘talan edilmek, soyulmak’ (EK).
[< tala- ‘to damage, pillage’ (EDPT, 492) + (-n-)]
(ttkht.!)
TALANMAGANLAN- (bk. 1.3.3)
TALAŞ- ‘saldırmak, kavga etmek, tartışmak, çekişmek’ (CC,
EK).
[< tala- ‘to damage, pillage’ (EDPT, 492) + (-ş-)]
ET: talaş- ‘to dispute, fight one another’347 (EDPT, 502; DTS,
528); OT: talaş- ‘yağma olmak; münakaşa etmek; yarışmak’ (KE
II, 591); ‘sprzeczać się, zmagać się, walczyć’, (HŞ, 169); ‘dalaş-
mak, karşılıklı saldırmak’ (AOYB, 235); ‘düşmanlık yapmak’
(TA, 142); ‘dalaşmak, birbirine sataşmak’ (İM, 599); ‘döğüşmek,
vuruşmak’ (KK, 124); ay. (TZa, 250); ‘sataşmak’ (DM, 111).

TALAŞTIR- ‘kavga ettirmek, saldırtmak, birbirine düşürtmek’


(EK).
[< talaş- ‘to dispute, fight one another’ (EDPT, 502) + (-tur-)]

347 Örneklerden çıkartılan anlamdır.


TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 465

OT: talaştur- ‘dalaştırmak’ (ME, 182).

TALĠALAN- ‘dalgalanmak’ (EK).


[< *talġa + (+la-n-)]
(ttkht.!)
TAMAMLA- ‘tamamlamak, (iş, görev vs.) bitirmek’ (EK).
[< Ar. tamā m ‘completeness, wholeness, entirety, perfection;
füll, whole, entire, complete, perfect; separate, independent’
(DMWA, 97) + (+la-)]
(ttkht.!)
TAMAMLAN- ‘tamamlanmak, bitirilmek’ (EK).
[< tamamla- + (-n-)]
(ttkht.!)
TAMAŞALA- ‘şaşırmak, hayret etmek, hayranlıkla bakmak’
(EK).
[< Far. tamā şā ‘looking at anything comic or tragic; an enterta-
inment, show, theatrical represantation’ (PED, 323) + (+la-)]
(ttkht.!)
TAMAŞALAN- ‘şaşırmak, hayret etmek’ (EK).
[< tamaşala- + (-n-)]
OT: tamaşalan- ‘tamaşa etmek’ (Kİ, 97).

TAMAŞALAT- ‘hayrete düşürmek, şaşırtmak’ (EK).


[< tamaşala- + (-t-)]
(ttkht.!)
TAMDIR- ‘damlatmak’ (EK).
[< tam- ‘damlamak’ (KB III, 420) + (-tur-)]
OT: tamdur- ‘tutuşturmak’ (KB III, 420); tamtur- ‘to order water
(or other) to be dripped’ (DLTa II, 49); tamdur- ‘damlatmak’ (ME,
182); ay. (KEF, 281).

TAMIZDIR- ‘damlatmak’ (EK).


[< tamız- ‘to drip’348 (EDPT, 510) + (-tur-)]
348 Örnekten çıkartılan anlamdır.
466 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
TAMURLAN- ‘köklenmek, kök salmak’ (EK).
[< tamar ‘vein, artery’ (EDPT, 508) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
TANA- (bk. TANU-)
TANI- (bk. TANU-)
TANIDIR- ‘tanıtmak, tanımak için ikna etmek’ (EK).
[< tanu- ‘tanımak’ (KB III, 422) + (-tur-)]
(ttkht.!)
Sıradışı bir örnektir; zira iki heceli ve ikinci hecesi ünlü ile biten
fiillere -tXr- yerine, çoğunlukla -(X)t- ettirgen eki gelmektedir.
TANIḪLA- ‘tanıklık için ifade vermek’ (EK).
[< tanuḳ “‘a witness’ (to a statement, document, etc.)” (EDPT,
518) + (+la-)]
ET: tanuḳ la- ‘удостоверять, свидетельствовать’ (DTS, 532;
EDPT, 519); OT: tanıḳ la- ‘tanıklamak’ (TZa, 251).

TANIḪLAN- ‘tasdik edilmek, müşahede edilmek’ (EK).


[< tanuḳ la- ‘удостоверять, свидетельствовать’ (DTS, 532) +
(-n-)]
(ttkht.!)
TANIḪLAT- (bk. TANIḲLAT-)
TANIḲLAT- (ve tanıḫlat-) ‘bildirmek, göstermek, haberdar et-
mek; tanıklık, tasdik ettirmek’ (CC, EK).
[< tanuḳ la- ‘удостоверять, свидетельствовать’ (DTS, 532) +
(-t-)]
(ttkht.!)
TANIL- ‘tanınmak’ (EK).
[< tanu- ‘tanımak’ (KB III, 422) + (-l-)]
(ttkht.!)
DLT’de eş sesli tanul- fiili ‘to be enjoined’ (DLTa II, 29) anlamın-
dadır.
TANIŞ- ‘tanımak, bilmek; tanışmak’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 467

[< tanu- ‘tanımak’ (KB III, 422) + (-ş-)]


(ttkht.!) Bununla birlikte, başta DLT’de tanuş- ‘to enjoin each
other’ (DLTa II, 20) ve ME, Kİ ve TZ’de ‘danışmak’ anlamı ile
sesteş fiil mevcuttur.
TANITIR- (bk. TANITTIR-)
TANITTIR- (ve tanıtır-) ‘tanıştırmak; bildirmek’ (EK).
[< *tanıt- + (-tur-)]
(ttkht.!)
TANLA- (bk. TAŊLA-)
TANLAŞ- ‘incelemek’ (CC).
[< tanla- ‘seçmek; taaccüp etmek’ (ML, 68) < taŋla- ‘to be
surprised, to be astonished’ (EDPT, 521) + (-ş-)]
OT: ta ŋlaş- ‘to marvel (altogether)’ (DLTa II, 355); ‘karşılıklı
şaşırmak, hayret etmek’ (KE II, 595); ‘nawzajem się podziwiać’
(HŞ, 170).

Karaşlar, bu fiili analiz ederken, “eylem etimolojik sözlük ve


kaynaklarda taŋla- ‘arayıp bulmak, seçmek’ sözcüğüne dayan-
dırılmaktadır (2012: 394).” gibi ifade kullanır; fakat bu doğ-
ru bir yorum değildir. Clauson, ET’de görülmeye başlayan bu
sözcük için şöyle söyler: “Fiil aslî olarak geçişsiz olup ‘hayret
etmek, şaşırmak’ anlamındadır ve daha sonra geçişli olarak
‘seçmek’ten ziyade, ‘(bir şeyi) harika addetmek, (ona) hayran
olmak’ anlamına gelir.” (1972: 521). Clauson, aynı bölümde
çağdaş Türk dillerindeki biçimleri de verir. Bunlarda ‘şaşır-
mak’ anlamı ile birlikte ‘seçmek’ anlamı da dikkat çeker. Fa-
kat eski metinlerde (CC bir yana bırakılırsa) ‘seçmek’ anlamı-
na sadece ML’de rastlanır.
Clauson taŋlaş- maddesinde ise CC verisinin te ŋleş- fiilinin
hatalı yazımı gibi gözüktüğünü de dile getirir (1972: 522). Se-
mantik açıdan bu düşünce dikkate değerdir.
TANOVLAT- ‘telkin etmek, zihne yerleştirmek’ (EK).
[< tanıġ + (+la-t-)]
(ttkht.!)
468 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

TANU- (ve tanı-, tana-) ‘tanımak, bilmek, farkına varmak, teşhis


etmek, tanıklık etmek’ (CC, EK).
[< ?]
OT: tanu- ‘tanımak’ (KB III, 422); tanı-, tanu- ‘ay.’ (KE II, 594);
tanı- ‘poznać, zapoznać się’ (HŞ, 170); tanı- ‘tanımak’ (NF III,
402); ay. (GT, 369); ‘anlamak, tanımak’ (TZa, 251).

Sözcüğün eş sesli biçimi DLT’de ‘emir vermek; tavsiye etmek’


anlamına sahiptir (bk. Dankoff ve Kelly 1984: 290). Ancak bu
biçim söz dizimsel farklılık gösterir: Ol maŋa söz tanudı.
Etimolojisi belirsizdir.
TAŊIŞ- ‘parlamak, kızarmak’ (CC).
[< taŋ ‘dawn’ (EDPT, 510) + (+ı-ş-)?]
(ttkht.!)
Karaşlar, fiili taŋ- (anlamı belirsiz) fiili ve işteşlik eki ile bir-
likte düşünmektedir (2012: 394). Fakat bu izah semantik açı-
dan zayıftır. ‘parlamak, kızarmak’ anlamındaki bir fiil için en
yakın olarak taŋ ‘tan, seher vakti’ kökü düşünülebilir.
TAŊLA- (ve tanla-) ‘arayıp bulmak, seçmek, elemek; atamak,
aday göstermek; hayret etmek’ (CC, EK).
[< taŋ ‘wonder, surprise’ (EDPT, 510) + (+la-)]
ET: ta ŋla- ‘to be surprised, to be astonished’ (EDPT, 521; DTS,
533); OT: ta ŋla- ‘şaşmak, taaccüp etmek’ (KB III, 421); ‘to mar-
vel’ (DLTa II, 357); ‘удивляться’ (LST, 285); ‘şaşırmak, hayret
etmek’ (KE II, 595); ‘podziwiać’ (HŞ, 170); ‘seçmek; taaccüp et-
mek’ (ML, 68); ‘taaccüp etmek’ (Kİ, 98); tanla- ‘şaşırmak, hayret
etmek’ (TA, 142); ta ŋla- ‘danlamak’ (TZa, 251); danla- ‘taccüp
etmek, şaşmak, tuhaf, garip, acayip görmek’ (İH, 14).

TAŊLAMAGANLAN- (bk.1.3.3)
TAŊLAN- ‘seçilmek’ (EK).
[< taŋla- ‘to be surprised, to be astonished’ (EDPT, 521) + (-n-)]
OT: ta ŋlan- ‘gururlanmak’ (ME, 182); ‘hayret edilmek’ (KE II,
595).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 469

TAPIL- (ve tapul- I) ‘bulunmak, tespit edilmek, teşhis edilmek’


(EK).
[< tap- ‘to find’ (EDPT, 435) + (-ıl-)]

OT: tapıl- ‘to be found’ (DLTa II, 24); tapul- ‘bulunmak’ (KE II,
597); tabul- ‘znaleźć się, odnaleźć się; powtórzyć się’ (HŞ, 168),
tabıl- ‘znajdować się’ (HŞ, 168); tapıl- ‘быть найденным’ (MNa,
178); tapul- ‘bulunmak’ (NF III, 404); tapıl- ‘ay.’ (KEF, 282);
tapul-’bulunmak, kazanılmak’ (GT, 369); tapıl-, tapul- ‘bulun-
mak’ (İM, 600); dapıl- ‘ay.’ (KFT, 965), tapıl- ‘ay.’ (KFT, 1071).

TAPIN- (ve tapun-I) ‘kazanmak, edinmek, erişmek’ (EK).


[< tap- ‘to find’ (EDPT, 435) + (-ın-)]
(ttkht.!)
TAPTA- (bk. 1.3.5)
TAPUL-I (bk. TAPIL-)
TAPUL-II ‘tapınmak, ibadet etmek’ (EK).
[< tap- ‘to serve’ (EDPT, 435) + (-ıl-)]

OT: tapul- ‘tapınmak, ibadet etmek’ (İM, 600).349

Garkavets, bu veriyi tapun- maddesi içine dahil etmiştir (KS,


1386). Bu sözcükte yazıcı hatası söz konusu olabilir.
TAPUN-I (bk. TAPIN-)
TAPUN-II (ve tabun-) ‘saygı göstermek, şükretmek; tapınmak’
(CC, EK).
[< tap- ‘to serve’ (EDPT, 435) + (-ın-)]

ET: tapın- ‘to serve, or worship (God Dat.); to serve (a human


master Dat.)’ (EDPT, 441; DTS, 534); OT: tapın- ‘tapınmak, hiz-
mette bulunmak’ (KB III, 423); tapun- ‘tapınmak’ (KE II, 598);
‘służyć, oddawać cześć, czcić’ (HŞ, 168); ‘tapınmak’ (NF III,
404); tapın- ‘hizmet etmek’ (ML, 68).

TAPUNDUR- ‘taptırmak’ (EK).


349 Bu veri metin ile örtüşmemektedir. Metinde tapun- (86b) şeklindedir (bk. İM,
196).
470 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< tapın- ‘to serve, or worship (God Dat.); to serve (a human


master Dat.)’ (EDPT, 441) + (-tur-)]
ET: tapındur- ‘to make someone respect’350 (EDPT, 442; DTS,
534).

TARA- ‘saç taramak’ (EK).


[< tar- ‘to disperse, or divide up (something)’ (EDPT, 529) +
(-a-)?]
OT: tara- ‘taramak, dağıtmak’ (KB III, 426); ‘to comb; to disper-
se’ (DLTa II, 285); ‘чесать, расчесывать’ (LST, 287); dara- ‘ta-
ramak’ (ME, 113), tara- ‘ay.’ (ME, 183); tara- ‘ay.’ (KE II, 599);
‘czesać, rozczesywać (włosy’ (HŞ, 171); ‘taramak’ (NF III, 404);
‘(saçlarını) taramak’ (Kİ, 99); ‘taramak’ (TA, 142); ‘taramak, saç
taramak’ (KEF, 283); ay. (İM, 601); ay. (TZa, 252); ay. (DM, 144).

tara- ile tar- arasındaki ilişkiye şüphe ile yaklaşılmıştır (bk.


Clauson 1972: 529; Erdal 1991: 524). Bu iki fiil de ET’de ‘da-
ğıtmak, yaymak’ anlamına sahip olmuş; fakat tara- sonraki
dönemlerde hep ‘taramak’ anlamını sürdürmüştür. tar-’ın ise
sonraki dönemlerde kullanımdan düştüğü gözlemlenmektedir
(bk. 1972: 529, 532). Kaşgarlı, taradı verisinden sonra bunun
kök formunun tardı olduğunu ifade etmekte, Dankoff da onun
‘dağıtmak’ anlamındaki tara-’nın geniş zaman biçiminden ters
türetim ile oluşturulduğunu göstermek istediğini düşünmek-
tedir (1984: 285). Bu düşünce akla yakın gözükse de neden
tara-’nın ‘taramak’ anlamında istikrar gösterdiğini açıklamaz.
Diğer yandan, DLT’de fiilden alet ismi yapan -GAK eki ile tü-
remiş olan targak ‘tarak’ (1991: 391) aslî biçimin tar- olması
gerektiğine işaret eder.351
TAVUS- (ve tuvus-) (bk. 1.3.5)
TEŞKİRİLMÄGÄNLÄN- (bk. 1.3.3)
TEŞKİRİLMÄGÄNLÄT- (bk. 1.3.3)
350 Örnekten çıkartılan anlamdır.
351 Söz konusu ek ikinci hecesi ünlü ile biten fiil tabanlarına geldiğinde onların ikinci
hecesindeki sesin düşmesine sebep olmaktadır (ör. küri- ve kürgäk; yulı- ve yulgak
bk. 1991: 391, 395); ancak düşen bu sesler hep dar ünlüdür. Dolayısıyla targak
sözcüğünün doğrudan doğruya tar- fiilinden türetilmiş olması gerekir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 471

TARBİYATLAN- ‘yetiştirilmek, büyütülmek’ (EK).


[< Ar. tarbiyat ‘education, upbringing; teaching, instruction;
pedagogy; breeding, raising (of animals)’ (DMWA, 324) +
(+la-n-)]
(ttkht.!)
TARĠAT- ‘dağıtmak, ortadan kaldırmak; yatıştırmak’ (CC).
[< darġa- (< tarġa-) ‘dağılmak, ayrılmak’ (ME, 113)352 (< Moğ.
tarḫa- ‘(Intrans.) to scatter, spread, be dispersed’ (MED, 782))
+ (-t-)]

OT: tarġat- ‘rozrzucić, rozpuścić, odesłać, zwolnić’ (HŞ, 172).

Clauson, tar- maddesinde bahsettiği Moğ. tarḳ a- ‘to scatter, to


disperser (Intrans.)’ bu sözcüğün tabanı olmalıdır (1972: 529).
Bu taban Türkçe olarak düşünülebilirse de ET’de hiç görülme-
mesi, OT ile kullanılmaya başlaması, mevcut örneklerin hep
Moğolcadaki gibi geçişsiz olması, Moğolcadan alıntı olma ola-
sılığını güçlendirir.
TARḪA- (bk. 1.3.5.)
TARIḪ- ‘hasret çekmek; endişelenmek; umutsuzluğa düşmek,
korkuya kapılmak’ (EK).
[< tār ‘narrow, constricted, confined’ (EDPT, 528) + (+ıḳ-)]
ET: tarıḳ- ‘to be constricted’ (EDPT, 540); OT: tarıḳ- ‘to be nar-
row’ (DLTa II, 21); taruḳ- ‘daralmak, sıkılmak, bunalmak’ (KE II,
600); tarıḳ- ‘gamlı, kederli olmak’ (ML, 69); darıḳ- ‘içi daralmak,
sıkılmak’ (İH, 14).

TARLA-I ‘kıstırmak, daraltmak, sınırlandırmak; utandırmak’


(EK).
[< tar ‘narrow, constricted, confined’ (EDPT, 528) + (+la-)]
(ttkht.!)
TARLA-II (bk. TALA-)
TARLOVLAN- ‘tarla hâline gelmek’ (EK).
[< *tarlaġ < tarıġlaġ ‘a cultivated field’ (EDPT, 541) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
352 GT’de tarġa- ‘dağılmak’ (GT, 370) biçimi mevcuttur.
472 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

TART- ‘çekmek, sürüklemek; çekerek sıkmak; çevirmek, döndür-


mek; (enstrüman) üflemek, çalmak’ (CC, EK).
[< tar- ‘to disperse, or divide up (something)’ (EDPT, 529) +
(-ıt-) (?)]
ET: tart- ‘to pull, or drag (something Acc.); to weigh’ (EDPT,
534; DTS, 538); OT: tart- ‘tartmak, çekmek, uzatmak, çıkar-
mak’ (KB III, 427); ‘to wiegh’ (DLTa II, 368); ‘тянуть, тащить;
взвешивать’ (LST, 288); ‘çekip çıkarmak’ (RKT, 659); ‘çekmek,
asılmak; tahammül etmek’ (ME, 183); ‘çekmek; sunmak, ver-
mek; sürmek; tartmak, ölçmek, getirmek; tahammül etmek’ (KE
II, 600); ‘çekmek’ (MM, 260); ‘ciągnąć, wlec; poniechać (usunąć
rękę); pociągać, dobyć (miecza)’ (HŞ, 172); ‘тянуть’ (MNa, 179);
‘çekmek, dayanmak, tahammül etmek’ (NF III, 405); ‘uzatmak’
(ML, 2), ‘çekmek’ (ML, 69); ‘yerinden oynatmak, çekmek; çekip
almak, geri almak; çekmek, sürüklemek; çekmek, çekip çıkar-
mak; uzatıp yaymak; asmak; mühlet vermek, süresini uzatmak’
(HKT, 917); ‘çekmek’ (AOYB, 235); ‘çekmek’ (Kİ, 2), ‘tartmak’
(Kİ, 99); ‘ip uzatmak; tartmak, çekmek, ölçmek; üğütmek’ (TA,
142); tart- ‘to weigh’ (RH, 74), dart- ‘to strech’ (RH, 125); tart-
‘çekmek, asılmak, yukarıya kaldırmak, taşımak, yedeğinde götür-
mek; boya sürmek, ovarak yaymak; bıçak ve kılıcı kınından çı-
karıp saldırmak için davranmak; tartışmak, çekişmek, münakaşa
etmek; uzatmak, (dilini) dışarı çıkartmak’ (KEF, 283); ‘çekmek,
taşımak’ (GT, 370); ‘tartmak, çekmek’ (İM, 601); ‘çekip çıkar-
mak’ (TZa, 252); tart-, dart- ‘ważyć’ (BM, 74); tart- ‘çekmek’
(MG, 254).

Etimolojik kaynaklarda bu fiil hakkında herhangi bir analiz ve-


rilmemiştir (bk. Clauson 1972: 534; Räsänen 1969: 465; ESTY
1978, 154-156). Her ne kadar kök ile olan semantik ilişki güçlü
olmasa da yukarıda verildiği üzere tar- fiili ile ilişkili olabilir.
TARTḪALA- ‘farklı doğrultulara çekmek, çekip almak, sökmek;
karıştırmak’ (EK).
[< tart- “basically ‘to pull, or drag (something Acc.)’, but with
many extended meanings of which ‘to weigh’ is the oldest”
(EDPT, 534) + (-ḳala-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 473

TARTIL- ‘çekilmek, gerilmek, uzatılmak, çekilip çıkarılmak;


(dön.) çekilmek; mazerete başvurmak’ (EK).
[< tart- ‘to pull, or drag (something Acc.); to weigh’ (EDPT,
534) + (-ıl-)]
ET: tartıl- ‘to be drawn out’353 (EDPT, 536; DTS, 539); OT: tartıl-
‘to be weighed; to be stretched’ (DLTa II, 76); ‘быть растянутым’
(LST, 289); ‘çekilmek’ (ME, 183); ‘çekip yayılmak’ (HKT, 918).

TARTIN- ‘geri çekilmek, geri dönmek, terk etmek, kaçınmak, çe-


kinmek; göstermek’ (CC).
[< tart- ‘to pull, or drag (something Acc.); to weigh’ (EDPT,
534) + (-ın-)]
ET: tartın- ‘to be attached (to one’s relatives), to love them dearly’
(OTWF II, 616; EDPT, 536; DTS, 539); OT: tartın- ‘to be solicito-
us; to pretend to convey something’ (DLTa II, 82); tartun- ‘çekin-
mek’ (ME, 183), tartın- ‘yüz çevirmek’ (ME, 183); dartın- ‘imtina
etmek, vazgeçmek; kılıç çekmek’ (İH, 14), tartın- ‘kayırmak, ko-
rumak, müdafaa etmek, şefkat göstermek’ (İH, 19).

CC’deki anlam tarihî verilerdeki anlamdan uzaktır.


TARTTIR- ‘çektirmek’ (EK).
[< tart- ‘to pull, or drag (something Acc.); to weigh’ (EDPT,
534) + (-tur-)]
OT: tarttur-, tartdur- ‘çektirmek’ (KE II, 600); tarttur- ‘çektir-
mek, sürükletmek’ (KEF, 283).

TAŞI- ‘taşımak, nakletmek, aktarmak, alıp götürmek’ (CC, EK).


[< taş ‘the exterior, or outside (of something) which is outside
(of something); something which is outside, courtyard, foreign
country’ (EDPT, 556) + (+u-)?]
ET: taşu- ‘to convey’ (OTWF II, 478); OT: taşu- ‘to convey’
(DLTa II, 287); taşı- ‘taşımak’ (KE II, 602); ‘nosić, transportować’
(HŞ, 173); ‘nakletmek’ (Kİ, 100); ‘taşımak, dışarı çıkarmak’
(KEF, 283); ‘taşımak’ (TZa, 253); ‘bir yerden bir yere götürmek,
nakletmek’ (İH, 46).
353 Örnekten çıkartılan anlamdır.
474 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Etimolojisi belirsizdir. Erdal, bu sözcüğün taş ‘outside’dan tü-


remediğini, ne ET ne de OT örneklerinin ‘dışarı taşıma, ak-
tarma’ anlamı taşımadığını, dolayısıyla simplex ‘basit’ bir fiil
olduğunu söyler (1991: 478).
TAŞIN- ‘taşınmak; koşuşturmak; gürültü yaparak oynamak veya
aylaklık etmek’ (EK).
[< taşu- ‘to convey’ (OTWF II, 478) + (-n-)]
OT: taşın- ‘taşınmak, göçmek’ (İM, 601).

TAŞIT- ‘taşıtmak’ (EK).


[< taşu- ‘to convey’ (OTWF II, 478) + (-t-)]
OT: taşıt- ‘to have something conveyed’ (DLTa II, 117).

TAŞITTIR- ‘taşıttırmak’ (EK).


[< taşıt- ‘to have something conveyed’ (DLTa II, 117) + (-tur-)]
(ttkht.!)
TAŞLA- ‘taşlamak, taş atmak’ (CC, EK).
[< taş ‘stone’ (EDPT, 557) + (+la-)]
OT: taşla- ‘to stone’ (DLTa II, 300); ‘taşlamak, taş atmak’ (RKT,
661); ay. (KE II, 602); ay. (NF III, 406); ay. (HKT, 919); ay. (KEF,
283); ay. (İM, 601); ay. (KK, 125); ay. (TZa, 253); daşla- ‘ay.’
(KFT, 965); taşla- ‘ay.’ (ELS, 94).

TAŞLAN- ‘taş ile vurulmak, dövülmek’ (EK).


[< taşla- ‘to stone’ (DLTa II, 300) + (-n-)]
OT: taşlan- ‘taşlanmak’ (HKT, 919); ‘taşlanmak, taş atılmak’
(KEF, 284); ay. (İM, 601); ay. (ELS, 94).

TATIḪLAT- ‘çeşni vermek, baharat ve aroma ile terbiyelendir-


mek’ (EK).
[< tatıġ “‘taste, flavour’, often with the implication of ‘a ple-
asant taste’” (EDPT, 452 ) + (+la-t-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte tatıġlan- ‘to be tasty’ (DLTa II, 94)
verisi mevcuttur.
TATIR- ‘tattırmak’ (CC).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 475

[< tat- ‘to taste’ (Trans.) (EDPT, 449) + (-ur-?)]


ET: tatur- ‘to make someone taste or eat something’ (OTWF II,
722); OT: tatur- ‘to have someone taste’ (DLTa II, 2); ‘tattırmak’
(AH, LX); ay. (ME, 184).

Grønbech, soru işareti ile tattır- ihtimalini işaret etmiştir.


TATLILA- ‘tatlılaştırmak’ (EK).
[< tatıġlıġ “always specifically ‘having a pleasant taste’”
(EDPT, 456) + (+la-)]
(ttkht.!)
TATLILAN- ‘tatlı, lezzetli, hoş, olmak; hoş veya yumuşak bir ka-
rakter kazanmak’ (EK).
[< tatlıla- + (-n-)]
(ttkht.!)
TATLILAT- ‘tatlı, şekerli hâle getirmek, lezzetlendirmek’ (EK).
[< tatlıla- + (-t-)]
(ttkht.!)
TAYAN- ‘dayanmak, yaslanmak; bel bağlamak, güvenmek’ (EK).
[< taya- ‘to prop (something Acc.) up; to lean (it) against (so-
mething)’ (EDPT, 567) + (-n-)]
ET: tayan- ‘to support oneself by, lean on, or rely on (someone or
something Dat.)’ (EDPT, 569; DTS, 527); OT: tayan- ‘dayanmak’
(KB III, 429); ‘to lean on’ (DLTa II, 248); ‘dayanmak, yaslanmak’
(RKT, 662); ay. (ME, 184); ‘dayanmak, yaslanmak; sabretmek’
(KE II, 604); ‘dayanmak’ (MM, 260); ‘opierać się’ (HŞ, 168); ‘da-
yanmak, kendini tutmak, tahammül etmek; inat etmek, diretmek’
(NF III, 407); ‘yaslanmak, dayanmak’ (HKT, 920); ‘dayanmak;
kaymak, sürüncümek’ (Kİ, 100); ‘dayamak, yaslanmak’ (TA,
143); ay. (KEF, 284); ‘dayanmak, güvenmek’ (İM, 602); ‘dayan-
mak’ (TZa, 254).

TAYANDIR- ‘yaslandırmak, dayandırmak, ayakta tutmak’ (EK).


[< tayan- ‘to support oneself by, lean on, or rely on (someone
or something Dat.)’ (EDPT, 569) + (-tur-)]
476 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: tayandur- ‘sakin eylemek, durdurulmak’ (RKT, 663); ‘daya-


mak’ (ME, 184).

TAYDIR- ‘kaydırmak, yanıltmak, yanlış yönlendirmek, ayart-


mak’ (EK).
[< tay- ‘to slip, slide, slip up’ (EDPT, 567) + (-tur-)]

OT: taytur- ‘to make someone slip’ (DLTa II, 249); taydur- ‘kay-
dırmak’ (KEF, 284).

TAYIL- ‘kaymak; hataya düşmek’ (EK).


[< tay- ‘to slip, slide, slip up’ (EDPT, 567) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
TAYIP- ‘kaymak; akışkan olmak, erimek; baştan çıkarılmak’
(EK).
[< tay- ‘to slip, slide, slip up’ (EDPT, 567) + (-ıp-)]
Sözcük çok nadir kullanım sergileyen -(X)p- eki ile türetilmiş-
tir.
TEBRÄN- (bk. TEPRÄN-)
TEBRÄT- (bk. TEPRET-)
TEKRARLA- ‘yinelemek; alıntılamak’ (EK).
[< Ar. takra ̄ r ‘repetition, reiteration; clarification, rectification,
purification, refinement’ (DMWA, 818) + (+la-)]
(ttkht.!)
TEKŞİR- (ve teşkir-) ‘değiştirmek, değiş tokuş etmek’ (CC, EK).
[< tegşür- < tägiş- ‘to reach one another’ (OTWF II, 568) +
(-ür-)]

ET: tegşür- ‘to change, alter (something Acc.)’ (EDPT, 488; DTS,
549); OT: tekşür- ‘переменять, изменять’ (LST, 296); tegşür-
‘değiştirmek’ (HKT, 924); degşür- ‘ay.’ (TA, 102); ay. (TZa, 164);
‘zmieniać’ (BM, 51); ‘değiştirmek’ (KFT, 967).

TELİR- (ve delil-, delin-, delir-) ‘çıldırmak, aklını kaçırmak; öf-


keden deliye dönmek’ (EK).
[< deli < telü < tėlve ‘lunatic, mad’ (EDPT, 491) + (+r-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 477

OT: delür- ‘delirmek’ (MM, 214); telür- ‘zgłupieć, oszaleć’ (HŞ,


175); tėlür- ‘обезуметь’ (MNa,182); delür- ‘delirmek, deli olmak’
(Kİ, 33); telür- ‘delirmek’ (TZa, 255).

TEMİZLÄ- (bk. TÄMİZLÄ-)


TEMİZLÄNDİR- ‘temizletmek’ (EK).
[< *temizlän- + (-tür-)]
(ttkht.!)
TEMÜZLÄ- (bk. TEMİZLÄ-)
TENLÄ- ‘cisimleştirmek’ (EK).
[< Far. tan ‘body, stature, person’ (PED, 326) + (+le)]
(ttkht.!)
TENLÄN- ‘tecessüm etmek, bir vücuda sahip olmak’ (EK).
[< tenlä- + (-n-)]
(ttkht.!)
TENLÄŞ- ‘vücut bulmak, bedenlenlemek’ (EK).
[< tenlä- + (-ş-)]
(ttkht.!)
TEŊÄRT- ‘denk kılmak; benzetmek’ (EK).
[< täŋgär- ‘to balance something with one another’ (OTWF II,
745) + (-t-)]
(ttkht.!)
TEŊLÄŞ- ‘denk, eşit olmak, aynı seviyeye gelmek’ (EK).
[< te ŋle- ‘to equate, weigh, compare’ (EDPT, 521) + (-ş-)]
OT: te ŋleş- ‘bölüşmek’ (ME, 185).

TEŊRİLÄN- ‘Tanrı olmak, ilahlaşmak’ (EK).


[< te ŋri ‘God’ (EDPT, 523) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TEŊRİLÄT- ‘ilahlaştırmak’ (EK).
[< te ŋri ‘God’ (EDPT, 523) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
TEPÄT- (bk. TEPRÄT-)
478 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

TEPRÄ- ‘harekete geçmek, kımıldamak’ (EK).


[< *tepir+e- ?]
ET: tepre- ‘to move, stir, shake (Intrans.)’ (EDPT, 443);
tėbre- ‘трястись, содрогаться; дергаться (о частях тела);
распространяться, развиваться (о болезни); полыхать (о
пламени)’ (DTS, 546); OT: tepre- ‘tepremek, kımıldamak’
(KB III, 437); ‘(intr.) to move’ (DLTa II, 293); ‘kımıldamak,
hareket etmek’ (RKT, 671); ‘hareket etmek, yola çıkmak;
saldırmak, hücum etmek’ (KE II, 625); tebre- ‘poruszać się,
wyruszać (w drogę), drgać’ (HŞ, 174); tėbre- (HŞ, 176); teb-
re- ‘kımıldatmak’ (ML, 70); tepre- ‘to move’ (RH, 78); ‘kımıl-
damak, hareket etmek’ (İM, 604); tipre- ‘kaymak, yürürken
ayağı kaymak’ (ELS, 95).
Erdal, ET’de teprä- fiilinin isimleştirilmiş biçiminin tepirtsiz söz-
cüğü içinde yer aldığını söyler (1991: 475). Her ne kadar Erdal
böyle bir fikir ileri sürmese de isim türündeki ikinci veri, yani
tepirt (< *tepir?), teprä- fiilinin tabanı için yol gösterici ola-
bilir. ora- taşıyıp hareket bildiren sözcükler hakkındaki genel
değerlendirme için bk. 1.1.15. ora- eki.
TEPRÄN- (ve tebrän-) ‘hareket etmek, titremek, silkinmek, uyan-
mak’ (EK).
[< tepre- ‘to move, stir, shake (Intrans.)’ (EDPT, 443) + (-n-)]
ET: tepren- ‘to stir’ (OTWF II, 618); OT: tepren- ‘teprenmek, kı-
mıldanmak’ (KB III, 437); ‘(intr.) to move’ (DLTa II, 82); ‘depren-
mek, hareket etmek’ (RKT, 671); ay. (ME, 185); ay. (KE II, 625);
tėbren- ‘poruszać się, drgać’ (HŞ, 176); tepren- ‘kımıldamak, ha-
reket etmek, sallanmak’ (NF III, 422); tebren- ‘kımıldamak’ (ML,
70); tepren-’sallanmak, sarsılmak; harekete geçmek, hareket et-
mek’ (HKT, 928); depren- ‘teprenmek, kımıldanmak’ (Kİ, 33),
tepren- ‘teprenmek’ (Kİ, 101); ‘deprenmek, kımıldamak, hareket
etmek, sarsılmak, titremek’ (KEF, 286); ‘deprenmek, kımıldan-
mak’ (GT, 372); ay. (İM, 604); tepre ŋ- ‘hareket ettirmek’ (KK,
125); tepren- ‘deprenmek’ (TZa, 255); tebren- ‘poruszać się’ (BM,
75); depren- ‘kımıldamak, hareket etmek’ (KH, 119); ay. (KFT,
968); tipren- ‘deprenmek, sallanmak’ (MG, 261).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 479

TEPRÄT- (ve tebrät-, tepät-) ‘yerinden oynatmak, kımıldatmak,


hareket ettirmek, titretmek’ (CC, EK).
[< tepre- ‘to move, stir, shake (Intrans.)’ (EDPT, 443) + (-t-)]

ET: tepret- ‘to move, shake, disturb (something Acc.)’ (EDPT,


444; DTS, 546); tepret-’tepretmek, kımıldatmak’ (KB III, 437);
‘(tran.) to move’ (DLTa II, 128); tebret- ‘двигать, колебать,
качать; подстрекать’ (LST, 292); tepret- ‘harekete geçirmek, fit-
lemek’ (RKT, 672); ‘hareket ettirmek’ (ME, 186); ay. (KE II, 626);
tebret- ‘poruszać, dźwigać’ (HŞ, 174), tėbret- (HŞ, 176); tepret-
‘kımıldatmak, hareket ettirmek, sallamak, yerinden oynatmak’
(NF III, 422); tebret- ‘kımıldatmak’ (ML, 70); tepret- ‘sallamak;
silkelemek; hareket ettirmek, kımıldatmak’ (HKT, 929); ‘kımıl-
datmak’ (TA, 144); ‘to throw, move’ (RH, 64, 78); ‘kımıldatmak,
titretmek, hareket ettirmek’ (KEF, 286); ay. (GT, 372); ay. (İM,
604); ay. (KK, 125); ay. (TZa, 255); depret- ‘ay.’ (KH, 119); ay.
(KFT, 968); tipret- ‘depretmek, kımıldatmak’ (MG, 262).

TERÄNLÄ- ‘derinleştirmek’ (EK).


[< teriŋ ‘deep’ (EDPT, 551) + (+le-)]
(ttkht.!)
TERÄ[N]LÄN- ‘derin olmak, derinleşmek, derine inmek’ (EK).
[< teränlä- + (-n-)]
(ttkht.!)
TERÄNLÄT- ‘derinleştirmek’ (EK).
[< teränlä- + (-t-)]

OT: terinlet- ‘derinletmek’ (Kİ, 102).

TERGÄ- (ve tergi-) ‘araştırmak, incelemek, üzerinde düşünüp ta-


şınmak; teyit etmek, denemek, denetlemek’ (CC, EK).
[< tė̄ rig ‘council; gathering’ (DLTa I, 297, 406) + (+e-)?]
(ttkht.!)
480 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Brockelmann, bu fiili ter-/tir- ‘sammelen’ tabanı ve -ge- pekiş-


tirme eki ile açıklar (1954: 200). Sevortyan da aynı fikirdedir
(ESTY 1980: 204-205). Musayev, Karaimcede yer alan terge-/
törge- sözcüğünü +gA- gibi ek ile düşünür ve tör(e) ‘суд’ isim
köküne bağlar (1964: 237). Musayev’i bu düşünceye iten Tra-
kay lehçesindeki törgä- biçimi olmalıdır; fakat eski örneklerin
tamamı düz ünlülü hece ile başlar. Güner, CC verisini, tėrig354
‘derleme, toplama’ isim tabanına bağlar (2013:156). Karaşlar;
Brockelmann ve Sevortyan ile aynı görüşü paylaşır (2012:
291). Bu üç çalışırın görüşü, -ge-’nin geçerlilik kazanmış bir
ek olmadığı için; Musayev’in görüşü de sözcüğün törü/töre ile
ilişkisi olmaması bakımından makul değildir. Güner’in görüşü
morfolojik açıdan en muhtemel şekildir.
TERGÄL- ‘sınanmak, incelenmek, araştırılmak’ (EK).
[< tergä- + (-l-)]
(ttkht.!)
TERGÄLÄN- (ve tergilän-) ‘test edilmek, denenmek, araştırıl-
mak, incelenmek’ (EK).
[< tergä- + (-le-n-)]
(ttkht.!)
Garkavets, sözlüğünde bu iki biçimi tergäl- maddesi içine al-
mış; madde altında bu biçimler örnek biçimler vermemiştir.
KPN II (2007: 883)’de ise iki yerde tergälängän olarak ya-
zılmış kayıtları tergälgän’e eşitler. KPN II (2007: 828)’deki
ḫarmalanır, ḫaysı ki ḫol bilä tergilänir ifadesindeki tergilän-
fiili için ise hiçbir tasarrufta bulunmaz. Bu durumda tergälän-
ve tergilän- biçimlerinin tergäl-’den ayrı olduğu düşünülmeli-
dir.
TERGİ- (bk. TERGÄ-)
TERGİLÄN- (bk. TERGÄLÄN-)
TERLÄ- ‘terlemek’ (CC, EK).
[< ter ‘sweat’ (EDPT, 528) + (+le-)]
ET: tėrle- ‘to sweat’ (OTWF II, 448); OT: terle- ‘to sweat’ (DLTa
II, 300); ‘потеть’, (LST, 300); ‘terlemek’ (KE II, 627); tėrle- ‘pocić
354 Grønbech verisi kapalı e (/ė/) ile verilmemiştir!
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 481

się, zgrzać się’ (HŞ, 178); tirle- ‘terlemek’ (İM, 608); terle- ‘ay.’
(TZa, 255); derle- ‘pocić się’ (BM, 51).

TEŞḪÄLÄ- ‘delmek, pek çok noktadan delmek’ (EK).


[< teş- ‘to pierce, bore’ (EDPT, 559) + (-kele-)]
(ttkht.!)
TEŞḪÄLÄN- ‘pek çok yerinden delinmek, deşilmek’ (EK).
[< teşḫälä- + (-n-)]
(ttkht.!)
TEŞİL- ‘delinmek, deşilmek’ (EK).
[< teş- ‘to pierce, bore’ (EDPT, 559) + (-il-)]
ET: teşil- ‘to be pierced, split’ (EDPT, 564; DTS, 555); OT: te-
şil- ‘deşilmek’ (KB III, 439); ‘to (be) split’ (DLTa II, 28); töşül-
‘deşilmek’ (KE II, 646); teşil- ‘açılmak, delinmek’ (NF III, 423);
tişil- ‘teşilmek’ (İM, 608); deşil- ‘ay.’ (TZa, 165).

TEŞİLĠÄLÄ- ‘tamamıyla delinmek’ (EK).


[< teşil- ‘to be pierced, split’ (EDPT, 564) + (-kele-)]
(ttkht.!)
TEŞİR- ‘deşmek’ (EK).
[< teş- ‘to pierce, bore’ (EDPT, 559) + (-ür-)]
OT: teşür- ‘delip geçmek, kılıçtan geçirmek’ (KE II, 628).

TEŞKİR- (bk. TEKŞİR-)


TEŞKİRİL- ‘değiştirilmek, dönüştürülmek, bildindik görünümü
kaybetmek, bozulmak, kötüleşmek’ (EK).
[< tegşür- ‘to change, alter (something Acc.)’ (EDPT, 488) +
(-ül-)]
OT: tegşürül- ‘değiştirilmek’ (KB III, 433); ay. (HKT, 924); deg-
şüril- ‘ay.’ (KFT, 967).

TEŞVİŞLÄN- ‘kaygılanmak, gerginlik yaşamak, huzursuz ol-


mak’ (EK).
[< Ar. taşvī ş ‘confusion, confounding, muddling; disturbance,
derangement; ailment’ (DMWA, 493) + (+le-n-)]
482 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
TEYİR- (ve tiyir-) ‘ulaştırmak; değdirmek’ (CC, EK).
[< teg- “properly ‘to reach (a place Dat.)’ but with various
extended meanings from an early date, including ‘to attack
(someone), to touch (something), to concern (someone), to be
worth (i.e. to reach a price of, so much)’” (EDPT, 476) + (-ür-)]
ET: tegür- “‘to cause to reach’, but usually ‘to deliver or convey
(something Acc.) to (someone Dat.)’” (EDPT, 485; DTS, 549); OT:
tegür- ‘eriştirmek, dokundurmak’ (KB III, 433); ‘to bring somet-
hing from somewhere/someone’ (DLTa II, 7); tegür- ‘değdirmek,
dokundurmak, çektirmek’ (AH, LXI), tigür- ‘ay.’ (AH, LXIII);
tegür- ‘приносить, доставлять’ (LST, 294); ‘musibet vermek,
eriştirmek; ulaştırmak’ (RKT, 667); ‘ulaştırmak’ (ME, 185); ay.
(KE II, 618); ay. (MM, 261); tegür- ‘doprowadzić’ (HŞ, 174), te-
gür- ‘ay.’ (HŞ, 177); tėkür- ‘доводить, довести, донести’ (MNa,
182), tegür- ‘portare; fare arrivare’ (MNb, 100); tegür- ‘değdir-
mek, dokundurmak; vermek, ulaştırmak; bildirmek’ (NF III,
419); dekir- ‘değdirmek’ (ML, 27), tekir- ‘ulaştırmak, erdirmek’
(ML, 70); tegür- ‘ulaştırmak; eriştirmek, katmak, ilhak etmek’
(HKT, 924), tigür- ‘ay.’ (HKT, 928); tegür-, tigür- ‘değdirmek,
ulaştırmak’ (AOYB, 236-37); tegür- ‘ulaştırmak; dokundurmak;
bildirmek’ (KEF, 285); ‘to touch’ (İN, 103); tigür- ‘ulaştırmak,
eriştirmek’ (GT, 375); tegür- ‘ulaştırmak’ (İM, 603), tigir- ‘do-
kunmak’ (İM, 607), tigür- ‘ulaştırmak, kavuşturmak; dokunmak,
el ile dokunmak’ (İM, 607); tegir- ‘değirmek’ (MG, 259).

TEYİŞ- (ve tış-, tiyiş-, tiiş-) ‘temas etmek, yaklaşmak, bitişmek;


hediye sunmak’ (CC, EK).
[< teg- “properly ‘to reach (a place Dat.)’ but with various exten-
ded meanings from an early date, including ‘to attack (someo-
ne), to touch (something), to concern (someone), to be worth (i.e.
to reach a price of, so much)’” (EDPT, 476) + (-iş-)]
ET: tegiş- ‘to reach one another’ (OTWF II, 568); OT: tegiş- ‘to
go (altogether); to reach’ (DLTa II, 17); tekiş- (tegiş-) ‘dojść,
zetknąć się, spotkać się; ofiarować (dar)’ (HŞ, 174), tikiş- ‘ay.’
(HŞ, 178); degiş- ‘değişmek’ (TZa, 164), deyiş- ‘ay.’ (TZa, 165).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 483

TEZGİN- ‘dönmek’ (CC).


[< *tegiz- < *tegir- + (-n-)]
ET: tegzin- ‘to revolve, rotate, travel about’ (EDPT, 488; DTS,
549); tezgin- ‘dönmek, dolaşmak’ (KB III, 440); ‘to turn’ (DLTa
II, 83); tezgin- ‘dolanıp, bocalamak’ (RKT, 676); tegzin- ‘dönmek,
gezmek’ (ME, 186); ‘gezinmek, dönmek, dolanmak’ (KE II, 630);
tezgin- ‘kręcić się, obracać się; krażyć (wśliznąć się, ukradkiem
wejść?)’ (HŞ, 175); tegzin- ‘gezinmek, dolaşmak’ (NF III, 425);
tegzin- ‘dönmek, dolaşmak; tavaf etmek; olduğundan daha deği-
şik bir hâle geçmek, dönmek’ (HKT, 933), tizgin- ‘ay.’ (HŞ, 941);
tezken- ‘dolaşmak’ (Kİ, 102); tegzin- ‘dönmek, dolanmak, çev-
rilmek, kuşatmak; gezmek, gezinmek’ (KEF, 287); tezgin- ‘to
rotate’ (İN, 103); tizgün-, tizgin- ‘döndürmek, çevirmek’ (İM,
608), tezgin- ‘dönmek, çevrilmek’ (İM, 606); degzin- ‘çevirilmek’
(TZa, 164), tezkin- ‘istila etmek, alt etmek’ (TZa, 257); degzin-
‘dönmek, dolaşmak, devretmek’ (KFT, 967); tizgin-, tizgün- ‘dön-
mek, dolaşmak’ (MG, 263); dizgin- ‘dönmek, bir şeyin etrafını
dolaşmak’ (İH, 16).

Clauson, bu sözcüğün etimolojisinin belirsiz olduğu söyle-


mek ile birlikte *tegir- ile ilişkili gözüktüğünü söylemektedir
(1972: 488). Ercilasun, KB tezgin- verisini nadir bir ek olan
-GXn- fiilden fiil yapım eki kategorisine dahil etmiş, dolayı-
sıyla tez- fiiline bağlamıştır (1984: 42). Taş, aynı veriyi *tegiz-
‘değdirmek, eriştirmek’ tabanına götürür (2009: 191). Berta ve
Karaşlar da aynı fikirdedir (1996: 346; 2012: 369). Erdal, söz-
cüğün oluşumunun açık olmadığını, bununla birlikte tegirmi,
tegirmen, tegre, tegrigle- gibi veriler ile bağlantılı olduğunu
söyler (1991: 618). Sözcüğün semantik mahiyetine göre bu gö-
rüşlerden en makulü Erdal’ınkidir; zira ‘dönmek’ anlamı bu
sözcüğün çekirdek anlamı gibidir ve pek çok tarihî tanıkta ko-
runduğu gözlemlenir. Dolayısıyla Erdal dışındaki çalışırların
teklifleri kabul edilemez.
TEZİL-355 (bk. TİZİL-)
355 Farklı imladan dolayı Tryjarski bu biçimi farklı bir fiil olarak kabul etmiş ve
anlamlandırmakta güçlük çekmiştir (1972: 757). Garkavets ise bu sözcüğü, tizil-
484 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

TEZLÄN- ‘hızlanmak, çabucak, hızlıca yapmak, acele etmek’


(EK).
[< tizle- ‘acele etmek’ (İM, 608) + (-n-)]
(ttkht.!)
TEZLÄT- ‘hızlandırmak, acele ettirmek’ (EK).
[< tizle- ‘acele etmek’ (İM, 608) + (-t-)]

OT: tezlet- ‘acele etmek’ (!) (KK, 125); ‘acele ettirmek’ (TZa,
257); ay. (DM, 114).

TÄDBİRLÄ- ‘kavramak; araştırmak; icat etmek’ (EK).


[< Ar. tadbīr ‘planning, Organization; direction, management,
disposal, regulation’ (DMWA, 270) + (+le-)]
(ttkht.!)
TÄDBİRLÄN- ‘düşünerek anlamak, anlamak, kavramak’ (EK).
[< tedbirlä- + (-n-)]
(ttkht.!)
TÄMİZLÄ- (ve temizlä-, temüzlä-) ‘temizlemek’ (EK).
[< Far. tamī z ‘discernment, discretion’ (PED, 325) < Ar. tamyī z
‘distinction; preference, preferment, favoring, favoritism, pre-
ferential treatment; privileging; partiality; separation, segrega-
tion, sifting, singling out’ (DMWA, 934) + (+le-)]
(ttkht.!)
TÄRÄZÜLÄ- ‘terazi ile tartmak, ağırlığını ölçmek’ (EK).
[< Far. tarā z ū ‘a balance, scale, weight’ (PED, 291) + (+la-)]
(ttkht.!)
TÄRÄZÜLÄN- ‘tartmak, tartılmak veya askıya alınmak’ (EK).
[< täräzülä- + (-n-)]
(ttkht.!)
TIḪA- ‘tıkamak’ (CC).
[< tıḳ- ‘to thrust, squeeze, or cram (something Acc., into so-
mething Dat.)’ (EDPT, 465) + (-a-)?]
(ttkht.!)
’in farklı bir biçimi olarak kabul eder (2010: 1454).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 485

tıḳ a- fiili Caferoğlu’nun sözlüğünde yer alsa da (1993: 154)


EDPT’de ve DTS’de bu fiile haklı olarak yer verilmemiştir;
zira fiilin varlığı tek bir geniş zaman kipli örneğe dayanmakta-
dır (bk. 1972: 465), ki bu da tık- fiilinin bir biçimidir. Bu fiilin
oluşumu da yukarıda tara- fiilinde olduğu bir geniş zamanlı
biçiminden bir ters türetim olabilir. Bununla birlikte semantik
olarak söz konusu iki fiilin bir nüans taşıdıkları ortadadır.
TIḪTIR- ‘tıktırmak, içine sokturmak’ (EK).
[< tıḳ- ‘to thrust, squeeze, or cram (something Acc., into so-
mething Dat.)’ (EDPT, 465) + (-tur-)]
OT: tıḳ tur- ‘to have someone press something into another thing’
(DLTa II, 49); ‘tıkamak, kapatmak’ (KE II, 631).

TIKATLAN- ‘örülmek, dokunmak’ (EK).


[< tıḳ at < Ukr. tkati (KS, 1455) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
Tryjarski, bu fiili Türkçe tıḳ at- ile ilişkilendirdiği için, ‘(ku-
lak vb.) tıkamak’ gibi bir anlamı uygun görmüştür. Eğer öyle
olsaydı sözcüğün tıḪatlan- gibi bir biçimde olması beklenirdi.
Sözcüğün tabanı Garkavets’in düşündüğü gibi olmalıdır.
TILTA- ‘bahane göstermek, ihmal etmek’ (CC).
[< tıl “‘the tongue’; hence metaph. ‘an informer, information,
particularly secret information, language’” (EDPT, 489) +
(+ta-)]

ET: tılda-/tılta- “etymologically this should mean ‘to use the ton-
gue’, but in practice it seems usually to mean ‘to make excuses, to
seek pretexts’” (EDPT, 494; DTS, 566); OT: tılda- ‘mani olmak’
(KB III, 441); tylta- ‘zmusić, spowodować’ (HŞ, 192); sılta- ‘baha-
ne bulmak’ (TZa, 237).

TINÇSIZLAN- ‘ağır hasta olmak, ölüm döşeğinde olmak’ (EK).


[< tınçsız ‘неспокойный, нездоровый, больной, находящийся
в угрожающем состоянии со стороны здоровья’ (KS, 1457)
+ (+la-n-)]
(ttkht.!)
486 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

TINDIR- ‘sakinleştirmek, dinlendirmek; konaklatmak, barındır-


mak’ (EK).
[< tın- “basic meaning seems to be ‘to breathe’, thence ‘to bre-
athe quietly’ and so ‘to be tranquil or at ease, to come to rest’,
thence (e,p. of rain) ‘to cease’” (EDPT, 514) + (-tur-)]
ET: tındur- ‘to let someone rest’356 (EDPT, 518; DTS, 567); OT:
tındur- ‘rahat ettirmek, dinlendirmek’ (KB III, 442); ‘to let some-
one rest’ (DLTa II, 50); tındur- ‘dinlendirmek’, (ME, 187), dın-
dur- ‘ay.’ (ME, 114); tındur- ‘dinlendirmek, sakinleştirmek’ (KE
II, 631); ‘pozwolić wypocząć, dać wytchnąć, powstrzymać’ (HŞ,
193); tindür- ‘durdurmak, ikamet ettirmek’ (NF III, 427), tiŋdür-
‘durdurmak’ (NF III, 427); tındur- ‘dinlendirmek, rahat ettirmek’
(KEF, 287).

TINIḪSIZLAN- ‘nefesi kesilmek, ölmek’ (EK).


[< tınıḫ sız ‘без дыхания, без вздоха, без души, духа;
необладающий способностью дышать; бездыханный;
затаив дыхание, не дыша’ (KS, 1459) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
TINLAN- ‘duyulmak, anlaşılmak’ (EK).
[< tıŋla- “properly to listen to (something Acc.)’, but often
used for ‘to hear’” (EDPT, 522) + (-n-)]
(ttkht.!)
TINSIZLAN- ‘hastalanmak’ (EK).
[< tınsız ‘недужий, недужный, немочный, неизлечимо
больной’ (KS, 1459) < tınsız ‘inanimate’ (EDPT, 526) + (+la-
n-)]
(ttkht.!)
TIŊLA- ‘dinlenmek’ (CC).
[< tın ‘breath’ (EDPT, 512) + (+la-)]
OT: tiŋle- 357 ‘dinlenmek, rahat etmek’ (ML, 73); dünlä-
‘odpoczywać’ (BM, 52).
356 Örnekten çıkartılan anlamdır.
357 Taymas, nüshada tiŋle- (‫ )ﺗﻨﻜﻠﻤﻚ‬yazdığını; ancak bunun doğrusunun tiŋlen- olması
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 487

TIRMALA- ‘(tırnakla) kazımak, sürtmek, yırtmak’ (EK).


[< tırma- ‘tırmalamak’ (TZa, 257) + (-la-)]
(ttkht.!)
TIRPILDA-358 ‘tir tir titremek; çabalamak, çırpınmak’359 (CC).
[< tirpil/tırpıl ‘yansıma taban’ + (+da-)]
OT: tırpılda- ‘kararsızlaşmak’ (TZa, 257).

TIŞ- (bk. TEYİŞ-)


TIY- ‘engellemek, yasaklamak; kapatmak, kilitlemek, zaptetmek;
yatıştırmak’ (CC, EK).
[< *tı- + (-ḏ-) (?)]
ET: tıḏ- ‘to obstruct, restrain’ (EDPT, 450; DTS, 565); tıḏ- ‘geri
koymak, mani olmak’, (KB III, 440); ‘to detain’ (DLTa II, 375);
tıy- ‘mani olmak, kapatmak’ (AH, LXII); tıy- ‘alıkoymak’ (ME,
187), dıy- ‘alıkoymak, engel olmak’ (ME, 114); tıḏ- ‘engel olmak,
mani olmak’ (KE II, 630); tıḏ-, tıy- ‘powstrzymać, wstrzymać,
przeszkodzić’ (HŞ, 192); tıy- ‘yasak etmek, men etmek’ (ML, 73);
‘tutmak, alıkoymak’ (HKT, 933); ‘durdurmak, tutmak’ (GT, 374);
‘yasaklamak, engel olmak’ (İM, 606); ‘geciktirmek’ (TZa, 257).

Etimolojik kaynaklarda sözcük için bir analiz ileri sürülme-


miştir (Clauson, 1972: 450; Räsänen 1969: 477). Ancak tıḳ- ile
kökteş olma olasılığı yüksektir. Tarihî tanıklarda görülen ‘ka-
patmak’, ‘alıkoymak’ gibi anlamlar sözcüğün çekirdek anlamı
olmalıdır.
TIYIL- (ve tiyil-II) ‘durdurmak, engellemek; durdurulmak, engel-
lenmek, sona erdirilmek, dindirilmek, sakinleştirilmek, sustu-
rulmak’ (CC, EK).
gerektiğini söyler ve madde başını tiŋlenmek şeklinde oluşturur.
358 Grønbech bu veriyi tirpilde- olarak okumakla birlikte, parantez içinde “?”li bir
tırpılda- biçimini de vermiştir (1942: 245). Kuun söz konusu sözcüğü tirpilde-
olarak dikkate almıştır (1880: 231, 287). Drimba, çekimli veriyi tírpíldeydír
biçiminde (2000: 144); Argunşah ve Güner ise tırpıldaydır olarak okurlar (2015:
406).
359 Grønbech’in verdiği anlam schnattern [‘kıkırdamak; gıdaklamak, vaklamak’]’dir
(1942: 245). Kuun’un verdiği anlam Grønbech ile örtüşür: “kaz sesi çıkarmak”
(1880: 287). Argunşah ve Güner, bu sözcüğe ‘tir tir tiremek; çabalamak, çırpınmak’
anlamı verirler (2015: 841).
488 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< tıḏ- ‘to obstruct, restrain’ (EDPT, 450) + (-ıl-)]


ET: tıḏ ıl- ‘to be obstructed’ (EDPT, 457; DTS, 565); OT: tıl- ‘mani
olunmak’ (KB III, 441) (?); tıḏ ıl- ‘to refrain’ (DLTa II, 27); dı-
yıl- ‘çekinmek, geri durmak’ (ME, 114); tıyıl-’durmak, kesilmek,
dinmek’ (MM, 262); ‘być przeszkodzonym; przestać, zaprzestać;
zamilknąć’ (HŞ, 192); ‘yasaklanmak, engellenmek’ (İM, 606).

TIYILDIR- ‘engellemek, susturmak, durdurmak’ (EK).


[< tıḏıl- ‘to be obstructed’ (EDPT, 457) + (-tur-)]
(ttkht.!)
TIYILDIRT- ‘engelletmek’ (EK).
[< tıyıldır- + (-t-)]
(ttkht.!)
TIYIRLAT- ‘önünü veya yolunu kesmek, durdurmak’ (EK).
[< tıḏıl- ‘to be obstructed’ (EDPT, 457) + (-la-t-) (?)]
(ttkht.!)
tıyır- gibi bir fiil tabanı ne EK’da ne de diğer tarihî metinlerde
tanıklanmıştır. EK’da tıyır gibi isim tabanı da yoktur. Bu du-
rumda geriye kalan tek seçenek, bu örneği EK’da sıkça görülen
/l/ > /r/ nöbetleşmesi ile açıklamaktır. Böylece fiil, *tıyıllat-
gibi bir biçimden gelmiş olmalıdır.
TIYIRMANLA- ‘öğütmek, değirmende öğütmek’ (EK).
[< tegirmen ‘a rotary mill’ for grinding corn’ (EDPT, 486) +
(+la-)]
(ttkht.!)
TIYIRMANLAN- ‘öğütülmek, değirmende öğütülmek’ (EK).
[< tıyırmanla- + (-n-)]
(ttkht.!)
TIYIŞ- ‘çekişmek, didişmek’ (EK).
[< tıḏ- ‘to obstruct, restrain’ (EDPT, 450) + (-ış-)]
OT: tıḏ ış- ‘to hold each other back’ (DLTa II, 11); dıyış- ‘çekin-
mek, geri durmak’ (ME, 114).

TIYL- (bk. TIYIL-)


TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 489

TİBÄ- ‘sürmek, devirmek, tahttan indirmek, baş aşağı etmek,


üzerinde baskı kurmak, baskı yapmak’ (EK).
[< tib < tüb “originally ‘the root of a tree or plant’; hence metaph.
‘the foundation (of a structure); the bottom (e.g. of the sea); the
ancestry or origin (e.g. of a man)’” (EDPT, 434) + (+e-)]
(ttkht.!)
Sözcük sadece Garkavets’çe tanıklanır. Bu fiilin kimi anlamla-
rı akla onun etimolojik olarak tep- fiili ile bağlantılı olabilece-
ğini getirse de sözcük hem morfolojik hem de diğer anlamları
ile semantik olarak daha güçlü olarak EK’da da yer alan tib
(bk. Garkavets, 2010: 1435) isminden türemiş gözükmektedir.
TİBÄT- ‘indirmek, devirmek’ (EK).
[< tibä- + (-t-)]
(ttkht.!)
TİİŞ- (bk. TEYİŞ-)
TİKİL- ‘(kumaş vs.) dikilmek’ (EK).
[< tik- “basically ‘to insert (something Acc., in something else
Dat.)’ with a wide range of specialized meanings, e.g. ‘to erect
(a memorial stone), to plant (a plant)’. (in both cases lit. ‘to
insert’ (in the ground)); ‘to sew’ (insert a needle), etc.” (EDPT,
476) + (-il-)]
ET: tikil- ‘to be set up or to join vertically’ (OTWF II, 678); OT:
tikil- ‘dikilmek’ (KB III, 446); ‘уставиться, вперить взор’360
(LST, 301); tikil- ‘kalkmak’ (ME, 187), dikil- ‘dikilmek, kalkmak’
(ME, 114); tikil- ‘dikilmek, takılmak, saplanmak’ (KE II, 632);
‘dikilmek’ (MM, 262); ‘dikilmek, ayakta durmak’ (NF III, 425);
ay. (HKT, 935); ‘dikiş dikilmek; dikilmek, kaldırılmak’ (İM, 607).

TİKTİR- ‘(dikiş) diktirmek’ (EK).


[<tik- “basically ‘to insert (something Acc., in something else
Dat.)’ with a wide range of specialized meanings, e.g. ‘to erect
(a memorial stone), to plant (a plant)’. (in both cases lit. ‘to
insert’ (in the ground)); ‘to sew’ (insert a needle), etc.” (EDPT,
476) + (-tir-)]
360 ‘dik dik bakmak’.
490 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: tiktür- ‘to order something to be sewn’ (DLTa II, 49);


‘ustawiać’ (HŞ, 179).

TİLÄ- ‘istemek, arzu etmek, dilemek’ (CC, EK).


[< tıl “‘the tongue’; hence metaph. ‘an informer, information,
particularly secret information, language’” (EDPT, 489) +
(+e-)]
ET: tile- “originally ‘to seek (for something Acc.)’: hence ‘to
desire (something Acc.); to ask (someone Abl.) for (something
Acc.)” (EDPT, 492; DTS, 560); OT: tile- ‘dilemek, istemek, bekle-
mek, aramak’ (KB III, 447); ‘to seek someone/something’ (DLTa
II, 290); ‘dilemek, aramak, istemek’ (AH, LXIII); ‘просить;
спрашивать; желать’ (LST, 301); ‘istemek, dilemek, arzu etmek;
aramak; sevmek, hoşlanmak’ (RKT, 678-679); ‘dilemek, iste-
mek’ (ME, 187); ‘dilemek, istemek, arzu etmek; aramak’ (KE II,
633); ay. (MM, 263); ‘chcieć, pragnąć’ (HŞ, 179); ‘хотеть’ (MNa,
182); ‘dilemek, istemek, arzu etmek’ (NF III, 426); ‘istemek, di-
lemek’ (ML, 72); ‘istemek, arzu etmek; istemek, talep etmek’
(HKT, 936); tile- ‘dilemek’ (AOYB, 237), dile- ‘dilemek, istemek’
(AOYB, 210); tile- ‘dilemek, arzu etmek’ (Kİ, 103), dile- ‘ay.’ (Kİ,
34); tile- ‘dilemek, istemek’ (TA, 146); ‘dilemek, istemek; aramak,
beklemek’ (KEF, 288); tile- ‘to request; to want’ (İN, 104), dile-
‘to wish’ (İN, 92); tile- ‘dilemek, istemek’ (GT, 375); ay. (İM, 607);
ay. (KK, 125); ay. (TZa, 258); dile- ‘chcieć, pragnąć, żądać’ (BM,
51); ‘dilemek’ (KH, 120); ay. (KFT, 970); tile- ‘ay.’ (MG, 260);
dile- ‘ay.’ (ESL, 46).

Çalışırlar çoğunlukla bu sözcüğü analiz etmemeyi tercih eder-


ler (bk. Brockelmann, 1954: 198; Clauson, 1972: 492; Dankoff
ve Kelly, 1985: 190; Berta, 1996: 354; Karamanlıoğlu, 1994:
45; Karaşlar, 2012: 145). Ercilasun, sözcüğü +A- eki kategori-
sinde değerlendirmiştir (1984: 16). Hacıeminoğlu, sözcüğü til
‘dil’ sözcüğüne dayandırır (1991: 172). Güvenç de bu etimolo-
jiyi benimser (2014: 147). Sözcüğün en muhtemel analizi bu
olmalıdır.
TİLÄN- ‘dilenmek, yalvarmak’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 491

[< tile- “originally ‘to seek (for something Acc.)’: hence ‘to
desire (something Acc.); to ask (someone Abl.) for (something
Acc.)” (EDPT, 492) + (-n-)]

ET: tilen- ‘to ask for (something) for oneself, to beg’ (EDPT, 501;
DTS, 560); OT: tilen- ‘dilemek’ (KB III, 450); ‘to seek’ (DLTa
II, 170); ‘istenmek’ (RKT, 680); ‘istenmek, arzu edilmek; isten-
mek, talep edilmek’ (HKT, 937); ‘dilenmek, istemek’ (TA, 146);
ay. (KEF, 288); ay. (GT, 376); ‘dilencilik etmek’ (TZa, 258); dilen-
‘żebrać, dopraszać się o co’ (BM, 51); tilen- ‘dilenmek’ (DM, 114).

EK verisi dönüşlülük ekine rağmen geçişli bir fiildir: “Oġlan


edim men da ḫartaydım, da körmädim toġrunu heç bolgan /
artarnı, ki heç bolgay, da ne oġlanı / züryâtı ya butaḫı / oġlun
anıŋ, ki tilängäy / klängäy ötmäk” (Garkavets, 2010: 1441).
TİLSİZLÄN- ‘susmak, sükut etmek’ (EK).
[< tilsiz ‘dilsiz, konuşamayan’ (KE II, 636) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TİLSİZLÄT- ‘dilsiz bırakmak, konuşturmamak’ (EK).
[< tilsiz ‘dilsiz, konuşamayan’ (KE II, 636) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
TİNT- ‘araştırmak, incelemek; el yordamıyla aramak, karıştır-
mak, kurcalamak’ (CC, EK).
[< ?]
(ttkht.!)
Etimolojisi belirsizdir. Fiilin geçişli olması, son sesinin -(X)
t- ettirgenlik eki olabileceğini düşündürür.
TİŊSİ- ‘tadına bakmak, gizlice alıp yemek’ (CC).
[< ?]
(ttkht.!)
Etimolojisi belirsizdir.
TİRÄ- ‘dayamak, yaslamak, desteklemek’ (EK).
[< ?]
492 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: tire- ‘to prop up’ (DLTa II, 285); türe- ‘ağaç dikmek’361 (Kİ,
110); tire- ‘diremek, dayamak’ (MG, 262).

Räsänen, ihtiyatla *ter- fiil tabanına bağlar. Bundaki dayanağı


Fin-Ugor dillerince alıntılanan Tat. tirgä-’dir (1969: 481).
TİRÄKLÄN- ‘yaslanmak, dayanak, destek bulmak’ (EK).
[< tirek ‘support, prop, column’ (EDPT, 543) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TİRÄN- ‘sertleşmek; yaslanmak, dirsek dayamak’ (CC, EK).
[< tire- ‘to prop up’ (DLTa II, 285) + (-n-)]
ET: tiren- ‘to brace oneself, resist’ (OTWF II, 620); OT: tiren-
‘dayanmak, direnmek, çekinmek’ (KB III, 451); ‘to refrain’ (DLTa
II, 36); diren- ‘dayanmak’362 (İH, 16).

TİRGİZ- ‘diriltmek, hayata döndürmek, canını kurtarmak’ (CC,


EK).
[< *tir- + (-güz- < -gür-)]
OT: tirgüz- ‘diriltmek’ (AH, LXIII); ‘оживлять, воскрешать’
(LST, 301); ‘hayat vermek, diriltmek; yeniden meydana getirmek,
değiştirmek’ (RKT, 681); dirgüz- ‘diriltmek’ (ME, 114); tirgüz-
‘ay.’ (KE II, 636); ay. (NF III, 427); ay. (HKT, 938); ay. (KEF, 289);
ay. (GT, 376); tirgiz-, tirgüz- ‘ay.’ (İM, 607); tirkiz- ‘ay.’ (TZa, 259).

ET’deki örnekler rotatik biçimdedir (bk. EDPT, 545).


TİRİL- ‘yaşamak, sağ olmak, sağlıklı olmak, uzun yaşamak; di-
rilmek’ (CC, EK).
[< *tir- + (-il-)]
ET: tiril- “properly ‘to be resuscitated, brought to life’, but someti-
mes more vaguely ‘to be alive, live’” (EDPT, 547; DTS, 562); OT:
tiril- ‘dirilmek, yaşamak’ (KB III, 452); ‘to come to life’ (DLTa
II, 27); ‘yaşamak’ (AH, LXIV); ‘жить; оживать’ (LST, 302); ‘ya-
şamak’ (RKT, 684); ay. (ME, 188); ‘dirilmek’ (KE II, 637); ‘diril-
361 Özyetgin, Clauson’un bu okuyuşu yanlış bulduğunu belirtir (2001: 689)
362 İzbudak şöyle bir açıklama verir: “Fakat, bir halde ki dayandığı şeyi alacak olsalar
yüz üstü düşerse o vakit direndi deriz, aleladesi dayandı.”.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 493

mek; yaşamak’ (MM, 263); ‘żyć’ (HŞ, 180); ‘vivere’ (MNb, 100);
‘yaşamak, canlanmak, dirilmek’ (NF III, 428); diril- ‘yaşamak’
(ML, 27); tiril- ‘ay.’ (HKT, 938); ‘dirilmek’ (Kİ, 103); ay. (TA,
146); (keç) tiril- ‘to (long) live’ (RH, 62); tiril- ‘dirilmek, yaşa-
mak’ (KEF, 289); ‘dirilmek; yaşamak, ömür sürmek’ (GT, 376);
‘dirilmek, yeniden hayat bulmak; toplanmak, bir araya gelmek’
(İM, 608); diril- ‘dirilmek’ (TZa, 165), tiril- ‘yaşamak’ (TZa, 259);
diril- ‘dirilmek’ (KFT, 970).

Söz konusu fiil, edilgenlik eki almış olmasına rağmen en eski


örnekten itibaren dönüşlü anlam taşımıştır.
TİRİLÄ- ‘canlı, diri olmak veya öyle kalmak’ (EK).
[< tirig ‘living, alive; life’ (EDPT, 543) + (+le-)]
(ttkht.!)363
TİRİLÄT- ‘diriltmek, hayata döndürmek’ (EK).
[< tirilä- + (-t-)]
(ttkht.!)
TİRİLT- ‘diriltmek, hayata döndürmek’ (EK).
[< tiril- “properly ‘to be resuscitated, brought to life’, but some-
times more vaguely ‘to be alive, live’” (EDPT, 547) + (-t-)]
(ttkht.!)
TİRİT- ‘yaşamasına izin vermek, yaşatmak, diriltmek’ (EK).
[< tiri(l)t- veya *tir- + (-it-)]
(ttkht.!)
Sadece Garkavets tarafından Ermenice-Kıpçakça364 sözlükte
tanıklanır (bk. 2007: 771). Sözcük yukarıda belirtildiği üzere
ya ses düşürmüş ya da doğrudan *tir- fiil kökünden -(X)t- ile
türetilmiş olmalıdır. Fakat art zamanlı süreçte tirgür-/tirgüz ve
tiril- fiilleri çok daha eskiyken *tir- tabanından fiil türetmenin
olasılığı düşüktür. Yani ilk ihtimal daha kuvvetlidir.
363 Clauson, sözlüğünde tirigle- gibi bir madde vermişse de bu sözcüğün imlasının
çok tuhaf olduğunu ve tirgürgeli’nin hatalı yazımı olabileceğinden şüphelenilmesi
gerektiğini söyler (1972: 546). Sonraki dönemlerde hiç tanıklanmaması bu görüşü
destekler.
364 Ve sadece Erivan Matenadaran Kütüphanesinde bulunan 3522 numaralı eserde
görülmektedir.
494 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

TİŞİLÄN- ‘dişilere, kadınlara benzemek’ (EK).


[< tişi/tışı ‘female’ (EDPT, 560) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TİŞLÄ- ‘ısırmak, dişlemek, kemirmek; (arı) sokmak; (mec.) sal-
dırmak, incitmek’ (CC, EK).
[< tış ‘tooth’ (EDPT, 556) + (+le-)]

ET: tişle- ‘to bite’ (EDPT, 564; DTS, 563); OT: tişle- ‘dişlemek’
(KB III, 454); ‘to bite; to strike on teeth’ (DLTa II, 301); ‘dişlemek,
kemirmek, ısırmak’ (KE II, 638); ‘gryźć, kąsać’ (HŞ, 180); ‘dişle-
mek’ (Kİ, 103); ‘ısırmak, dişlemek’ (TA, 146); ay. (GT, 377); ay.
(İM, 608); ay. (TZa, 259); ‘ukąsić, ugryźć’ (BM, 75); dişle- ‘dişle-
mek’ (KFT, 971).

TİŞLÄL- ‘ısırılmak, dişlenmek, yenmek’ (EK).


[< tişle- ‘to bite’ (EDPT, 564) + (-l-)]
(ttkht.!)
tişlän- (tişlan-) verisi ile yan yana kayda geçmiştir (bk. Garka-
vets, 2007: 752). Ses benzeşmesi ile oluşmuş da olabilir.
TİŞLÄN- ‘ısırılmak, dişlenmek; (yemek gibi) yenmek’ (EK).
[< tişle- ‘to bite’ (EDPT, 564) + (-n-)]

OT: tişlen- ‘to teeth, (of teeth) to be sharpened’ (DLTa II, 84).

TİŞSİZLÜḪLÄ- ‘(bir şey ile) dişleri temizlemek’ (CC).


[< *tişsizlü ḫ + (+le-)]
(ttkht.!)
TİTRÄLÄ- ‘silkmek, sarsmak’ (EK).
[< titre- ‘to shiver, shake’ (EDPT, 460) + (-le-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 495

Garkavets, titrälä- maddesinde Tryjarski’den aldığı veriyi pay-


laşır ve titrät- fiiline gönderme verir (2010: 1450). KPN II’de
bir kez titlalıyırmen, bir kez de titralayırmen biçiminde yazıl-
dığı görülen365 bu verinin Garkavets tarafından titrät- olarak
düzeltildiği görülmektedir (2010: 825). Tryjarski’nin fiil için
verdiği geçişli anlamlar da bu düzeltmeyi semantik açıdan des-
teklemektedir.
TİTRÄ- ‘titremek’ (CC, EK).
[< *titir + (+e) (?); bk. ora-]

ET: titre- ‘to shiver, shake’ (EDPT, 460; DTS, 564); OT: titre-
‘трястись, дрожать’ (LST, 393); ‘titremek, sarsılmak’ (RKT,
682); ‘titremek’ (ME, 188); ‘titremek, benildemek’ (KE II, 638);
‘titremek, korkmak, dehşete düşmek’ (NF III, 428); ‘ditremek’ (!)
(ML, 73); ditre- ‘titremek’ (Kİ, 35); titre- ‘ay.’ (KEF, 289); ditre-
‘to shake’ (İN, 92); titre- ‘titremek’ (GT, 377); ay. (TZa, 259); ay.
(MG, 262).

Clauson, bu sözcük için bir etimoloji vermez (1972: 460).


Erdal, sözcğün ora- sinestezi fiillerinden olabileceğini söyle-
mekle yetinir (1991: 471). Karaşlar, bu sözcüğü herhangi bir
ek kategorisine sokmamakla birlikte, Erdal’ın bu fiili tit+re-
şeklinde çözümlediğini ifade eder (2012: 471). Bu sözcük ve
bunun gibi ora- taşıyıp hareket bildiren sözcükler hakkındaki
genel değerlendirme için bk. Bölüm: 1.1. 15. ora- eki.
TİTRÄT- ‘titretmek, çalkalamak’ (EK).
[< titre- ‘to shiver, shake’ (EDPT, 460) + (-t-)]

ET: titre- ‘to shake (something), to make (it) tremble’ (EDPT,


460; DTS, 564); OT: titre-’titretmek’ (ME, 188); ‘ditretmek’ (ML,
73); ay. (KEF, 289); ditret- ‘ay.’ (KH, 121).

TİTSİN- ‘tiksinmek, iğrenmek’ (EK).


[< tiksin- < *tik + (+si-n-) (?)]
(ttkht.!)
365 Tryjarski de l harfi ile yazılan veriye dipnotunda değinir (bk. 1972: 763).
496 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Sevortyan’ın verilerine göre EAT’de ditsin- (ayrıca bk. YTS,


70), Osmanlıcada da ditsin-/titsin-, diksin-/tiksin- tanıkları
bulunmaktadır.366 Ve kendisi bu fiili titiz367+in- > *titzin- >
ditsin- etimoloji ile analizi ile açıklar (2010: 627). Fakat diğer
yandan Gülensoy’da görülen diğer çağdaş örnekler, özellikle
Tat. ciksin-, Tuv. çeskin- ve Moğ. jigsi-, sözcükleri titiz gibi
bir tabanı şüpheli kılar Gülensoy da Tü. tiksin- sözcüğünü, *t ī
‘yansıma’ +k+si-n- biçiminde analiz eder (2009: 898). Tekin,
Altay ses denkliklerini ele aldığı makalesinin Moğ. d- = Tun.
d- = Tü. t- bahsinde bu fiile yer verir ve Moğ. cigsi-, cigşi- ve-
rilerini digsi- biçimine götürür (2003: 210).368Bu bilgiler proto
formlar için ön ses */d-/ (> /t-/, /y-/) durumu aydınlatsa da fiilin
tabanın hangi sözcük olduğunu açıklığa kavuşturmaz. Yine de
bu sözcük diğer +sIn- fiilleri ile semantik olarak güçlü paralel-
lik göstermektedir ve bu yüzden o kategoriye dâhil edilmiştir.
TİYDİR- ‘değdirmek, dokundurmak; layık görmek, takdir etmek’
(EK).
[< teg- “properly ‘to reach (a place Dat.)’ but with various
extended meanings from an early date, including ‘to attack
(someone), to touch (something), to concern (someone), to be
worth (i.e. to reach a price of, so much)’” (EDPT, 476) + (-tür-)]

OT: tegdür- ‘доводить, доставлять’ (LST, 292).

TİYİL-I ‘dokunulmak; erişilmek; ilintilendirilmek; değerli bulun-


mak’ (EK).
[< teg- “properly ‘to reach (a place Dat.)’ but with various
extended meanings from an early date, including ‘to attack
(someone), to touch (something), to concern (someone), to be
worth (i.e. to reach a price of, so much)’” (EDPT, 476) + (-il-)]
366 Bu EK verisi Osmanlıca etkisi ile belirmiş olabilir.
367 Nişanyan, DLT’deki titiz sözcüğüne dayandırır: ‘bitter’ (DLTa I, 281).
368 Fakat, Tekin’in Türkçe denklikler içinde Tat. ve Tuv. örneklerini (yukarıda
zikredilen) yeksin- biçimine bağlarken Tü. ve Trkm. örnekleri de dahil edip etmek
istemediği açık değildir. Moğ. d- = Tü. t- bahsinde y- formların varlığı denkliği
pekiştirecek nitelikte değildir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 497

ET: tegil- “properly ‘to be reached’, but nearly always ‘to be blin-
ded’ (i.e. reached by some sharp object)” (EDPT, 481; DTS, 547);
OT: tegil- ‘erişilmek’ (AH, LXI); ‘быть в соприкосновении,
соприкоснуться’ (LST, 293).

TİYİL-II (bk. TIYIL-)


TİYİR- (bk. TEYİR-)
TİYİŞ- (bk. TEYİŞ-)
TİZDİR- (ve dizdir-) ‘belirli bir düzen dâhilinde yerleştirtmek’
(EK).
[< tiz- ‘to arrange (things) in a row; to string (beads)’ (EDPT,
572) + (-tür-)]
(ttkht.!)
TİZİL- (ve tezil-) ‘istif edilmek, sıraya sokulmak, dizilmek’ (EK).
[< tiz- ‘to arrange (things) in a row; to string (beads)’ (EDPT,
572) + (-il-)]
ET: tizil- ‘to be arranged in a row’ (OTWF II, 678); OT: tizil-
‘dizilmek’ (KB III, 455); dizil- ‘ay.’ (ME, 115); tizil- ‘dizilmek,
sıralanmak’ (KEF, 290).

TODUL- ‘korkuya, endişeye, huzursuzluğa, kedere gark olmak’


(EK).
[< ?]
(ttkht.!)
Bu sözcük sadece Garkavets’çe tanıklanır. Pek çok kere todul-
şekilde tanıklanmıştır, dolayısıyla imla hatası veya ses deği-
şikliği ile ortaya çıkmış bir örnek olduğu söylenemez. Etimo-
lojisi belirsizdir.
TOĠDUR- ‘doğurmak; doyurmak369 (!)’ (EK).
[< tuġ- ‘to be born’ (EDPT, 465) + (-tur-)]
369 Bu anlam Chirli’nin yayımladığı AB metnindeki örnek için verilmiştir. Tam cümle
şudur: “Tozdurdu fikirlarından yuraklarnıŋ da soktu ḫuvatlıların olturġuçlarından.
Aşaḫnı biyiklattı, hasratlarnı toġdurdu igitlik bila da ulularnı yeberdi boş.” (81,
15) (2005: 37). Garkavets, kimi toġdur- örneklerini toldur- olarak düzeltmiştir.
Bunların içinde AB’dekine benzer bir parça da vardır: “hasrätlärni / hasrät
bolganlarnï toldurdu / toġdurdu yaḫşılıḫ / igilik bilä, da ḫocalarnı / ulularnı /
ulu-ulularnı yeberdi boş.” (2010: 1477).
498 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
TOĠIR- (bk. TOĠUR-)
TOĠRUL- (ve doġrul-) ‘doğru veya düz duruma gelmek, dikel-
mek, düzelmek; aklanmak, temize çıkmak’ (EK).
[< toġur- ‘to traverse’370 (EDPT, 472) + (-ul-)]

ET: toġrul- ‘выправляться, поправляться’371 (DTS, 571); OT:


toġrıl- ‘kalkmak, doğrulmak’ (KE II, 639); toġrul- ‘doğrulmak’
(İM, 608); toġrıl- ‘ay.’ (TZa, 260).

TOĠRULAN- ‘doğrulmak, düz, dik olmak, düzelmek; aklanmak,


doğrulanmak’ (EK).
[< toġru (< toġuru) “originally (physically) ‘straight’, hence
metaph. ‘straight, honest, upright, true’ (EDPT, 473) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
TOĠRULAT- ‘düz hâle getirmek, hizaya sokmak’ (EK).
[< toġru (< toġuru) “originally (physically) ‘straight’, hence
metaph. ‘straight, honest, upright, true’ (EDPT, 473) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
TOĠRUT- ‘düzeltmek, doğrultmak’ (EK).
[< toġrıl- ‘kalkmak, doğrulmak’ (KE II, 639) + (-t-) (?)]
(ttkht.!)
Fiilin -(X)t- ile türetildiği muhakkak; fakat *toġur- fiilinden
türetilip türetilmediği tartışmalıdır ve tarihî tanıklamada kar-
şılık bulamayışı bunu desteklemektedir. Bu örnek, tirit- gibi
edilgenlik ekini düşürerek oluşmuş olabilir.
TOĠTAT- (ve toḫtat-) ‘durdurmak; tesis etmek, tahkim etmek; ka-
rara bağlamak, tasdik etmek’ (EK).
370 Örnekten çıkartılan anlamdır. Erdal’da da ‘to cross over, traverse’ anlamındadır
(1991: 723).
371 Erdal, DTS’de madde başı yapılan veriyi toġral- maddesinde ele alır (1991:
678-679).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 499

[< Moğ. toġta- (toġtu-) ‘to stop, rest, become immobile; to set;
to become fixed or established; to become stabilized; to depend
on; to assume a shape or form; to come to a decision or agree-
ment; to become engaged; to remain firm (in one’s resolution);
to decide; to fix’ (PED, 815) + (-t-)]
OT: toḳ tat- ‘durdurmak’ (KE II, 639).

TOĠU-I (bk. TOḪU-)


TOĠU-II ‘kafaya dikip içmek, yutmak’ (CC).
[< ?]
(ttkht.!)
Kuun bu fiilin tabanını belirlememiştir (1880: 288), dolayı-
sıyla ne şekilde düşündüğünü bilemiyoruz. Grønbech, bu fiili
özel bir not olmaksızın toġu- ‘dokumak’ maddesinin altına al-
mış ve DLT’deki tokı-372 fiili ile ilişkilendirmiştir (1942: 247).
DLT’deki veri kabul edilse dahi anlamsal paralellik güçlü de-
ğildir.
TOĠUN- (bk. TOYUN-)
TOĠUR- (ve toġır-, tohur-, tuhur-, tuvur-) ‘doğurmak’ (CC, EK).
[< tuġ- ‘to be born’ (EDPT, 465) + (-ur-)]
ET: tuġur- ‘to give birth to (a child Acc.)’ (EDPT, 472), toġur-
(DTS, 572); OT: toġur-’doğurmak’ (KB III, 457); tuġur- ‘to give
birth’ (DLTa II, 5); toġur- ‘рождать’ (LST, 306); tuġur- ‘doğur-
mak’ (RKT, 688); toġur- ‘doğurmak, doğdurmak’, (ME, 188),
doġur- ‘doğurmak’ (ME, 115); tuġur- ‘doğurmak’ (KE II, 647);
‘doğurmak; doğmak; doğurtmak’ (NF III, 432); toġur- ‘doğur-
mak’ (HKT, 941-42); ay. (TA, 147); ‘doğurmak, dünyaya getir-
mek’ (KEF, 290); ay. (GT, 377); ay. (İM, 608); toġur- ‘ay.’ (TZa,
260), tovur- ‘ay.’ (TZa, 262); doġur- ‘urodzić’ (BM, 51); ‘doğur-
mak’ (KFT, 971); toġur- ‘ay.’ (MG, 264); doġur- ‘ay.’ (ELS, 46).
372 Yazarın kullandığı kaynak Brockelmann tarafından yayınlanmış olan Mitteltürkischer
Wortschatz (1928) adlı çalışmadır. Atalay’ın da neşrinde ‘batırmak ve götürmek’
anlamlı tokı- fiili, ‘dövmek, vurmak’ anlamlı fiil ile eş kabul edilmiştir (2006:
268). Aynı tutum Dankoff&Kelly yayınında da görülür (bk. 1984: 288).
Ercilasun&Akkoyunlu neşrinin dizininde tokı- fiillerinin birbirinden ayrıldığı
görülmektedir (2014: 888).
500 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

TOĠURUL- ‘doğurulmak, meydana getirilmek, yaratılmak, üre-


tilmek’ (EK).
[< tuġur- ‘to give birth to (a child Acc.)’ (EDPT, 472) + (-ul-)]
OT: toġurul-, toġrul- ‘рождаться, родиться’ (LST, 305); tuġrul-
‘doğmak’ (RKT, 688); doġrul- ‘ay.’ (ME, 115).

TOHUR- (bk. TOĠUR-)


TOḪTA- (bk. 1.3.5)
TOḪTAL- ‘kurulmak, yerleştirilmek, güçlendirilmek, sağlama
alınmak, tahkim edilmek, pekiştirilmek’ (EK).
[< Moğ. toġta- (toġtu-) ‘to stop, rest, become immobile; to set;
to become fixed or established; to become stabilized; to depend
on; to assume a shape or form; to come to a decision or agree-
ment; to become engaged; to remain firm (in one’s resolution);
to decide; to fix’ (PED, 815) + (-l-)]
(ttkht.!)
TOḪTALGANLAN- (bk. 1.3.3)
TOḪTALT- ‘dayanıklı, sağlam, güvenilir hâle getirmek, güçlen-
dirmek’ (EK).
[< toḫtal- + (-t-)]
(ttkht.!)
TOḪTAT- (bk. TOĠTAT-)
TOḪTATIL- ‘durdurulmak, kurulmak, konumlandırılmak, te-
mellendirilmek’ (EK).
[< toḳtat- ‘durdurmak’ (KE II, 639) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
TOḪU- (ve toġu-I) ‘dokumak, eğirmek; süs işlemek’ (CC, EK).
[< *toḳ ‘yansıma taban’ + (+ḳı-)]
ET: toḳ ı- “lit. ‘to hit, knock (something)’, hence ‘to beat (an
enemy).; ‘to weave (a fabric)’, presumably because the weft is
beaten down from time to time to consolidate it, and other me-
taph. and extended meanings” (EDPT, 467; DTS, 576); OT: toḳ ı-
‘döğmek, dokumak, vurmak, çalmak’ (KB III, 457); ‘to knock;
to strike; to fashion something (sword, knife or other); to wea-
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 501

ve; to drown; to suffer a strike’ (DLTa II, 288); toḳ u- ‘dokumak’


(ME, 190), doḳ u- ‘içe içermek’ (ME, 115); toḳ u-, toḳ ı- ‘dokumak;
çarpmak, vurmak; (kanat) çırpmak’ (KE II, 639); toḳ u- ‘ткать,
плести’ (LST, 181); toḳ u-, toḳ ı- ‘dokumak, (örümcek) ağ örmek’
(NF III, 429); toḳ u- ‘bez dokumak’ (ML, 74); toḳ ı- ‘vurmak, çarp-
mak’ (HKT, 942); toḳ ı- ‘şiddetle vurmak’ (Kİ, 2), ‘örmek, doku-
mak’ (Kİ, 105); doḳ ı- ‘vurmak cezalandırmak; dokumak’ (TA,
103); toḳ ı- ‘dokumak, dikmek’ (KEF, 290); ‘dokumak’ (GT, 377);
toḳ u- ‘ay.’ (İM, 608); ay. (TZa, 260); doḳ ı-, doḳ u- ‘çakmak, vur-
mak’ (KFT, 972); doḳ u- ‘damar tık tık atmak; kumaş dokumak,
mekik tık tık atmak, tarağı tok tok vurmak’ (İH, 16).

Brockelmann, tokı-’nın ses yansımalı olduğunu belirtmiş, fa-


kat +ı- eki ile düşünmüştür (1954: 215). Ercilasun, KB’de ge-
çen bu iki fiili +ı- ile ilişkilendirir (1984: 17). toḳ+ı- tercihi için
bk. (Hacıeminoğlu, 1997: 136; Güner, 2013: 161). Erdal, kimi
çağdaş Türk dillerinde iki /ḳ/ ile bulunduğunu ve toḳ yansıma
tabanından +ḳ I- ile türetilmiş olabileceğini söyler (1991: 468).
TOḪUL- ‘dokunmak, örülmek’ (EK).
[< toḳ ı- ‘to beat (an enemy); ‘to weave (a fabric)’ (EDPT, 467)
+ (-l-)]
OT: toḳ ıl- ‘to be beaten’ (DLTa II, 28); toḳ ul- ‘być tkanym’ (HŞ,
182); toḳ ıl- ‘(kumaş) dokunmak’ (NF III, 429).

TOḪUN- ‘temas etmek, ilintili veya ilişkili olmak’ (EK).


[< toḳ ı- ‘to beat (an enemy); ‘to weave (a fabric)’ (EDPT, 467)
+ (-n-)]
ET: toḳ ın- ‘to catch sight of; to be struck by a certain feeling; to
be beaten’ (OTWF II, 620; EDPT, 471; DTS, 576); OT: toḳ ın- ‘to
crash into something; to be beaten; to be fashioned; to slaugh-
ter’ (DLTa II, 37); toḳ un- ‘приткнуться, притрагиваться’ (LST,
307); toḳ ın- ‘dokunmak’ (KE II, 639); toḳ un- ‘(kumaş) dokun-
mak’ (NF III, 429); ay. (HKT, 942); toḳ ın- ‘dokunmak, dikilmek’
(KEF, 290); toḳ un- ‘dokunmak, çarpılmak, vurulmak’ (TZa, 260);
doḳ un- ‘dotknąć, trafić, osiągnąć cel’ (BM, 51); toḳ un- ‘dokun-
mak, çarpmak’ (KH, 141); doḳ ın-, doḳ un- ‘çakınmak’ (KFT, 972);
502 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

doḳ un- ‘ok nişana dokunmak, tam nişan mahalline ısabet etmek;
değmek’ (İH, 16).

TOḪUNUL- ‘?’ (EK).


[< toḳ ın- ‘to catch sight of; to be struck by a certain feeling; to
be beaten’ (OTWF II, 620) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
Madde olarak sadece Tryjarski tarafından tanıklanmakla bir-
likte, Garkavets’te toḫunganlan- maddesinde de görülür (bk.
2010: 1476). Tryjarski, sözcüğün anlamını soru işareti ile bıra-
kır. Garkavets’in müdahele ettiği veri için uygun gördüğü an-
lam: быть затрагиваемым, задеваемым “incitilmek”dir. Gar-
kavets, orijinal yazımı da belirtir; ancak bu yazım Tryjarski’yi
haklı çıkartacak biçimdedir.
TOL- ‘dolmak’ (CC, EK).
[< to- ‘to close, block’ (EDPT, 434) + (-l-)]
ET: tol- ‘to be tilled, or full’ (EDPT, 491; DTS, 572); OT: tol-
‘dolmak’ (KB III, 458); ‘to be filled’ (DLTa I, 325); ‘dolmak’ (AH,
LXIV); ‘наполняться’ (LST, 308); ‘dolmak’ (ME, 189); ay. (KE
II, 640); ay. (MM, 263); ‘наполняться’ (MNa, 181); ‘dolmak’ (NF
III, 429); ay. (ML, 74); ay. (HKT, 943); ay. (Kİ, 104); ay. (KEF,
290); ay. (GT, 377); ay. (İM, 608); ay. (KH, 142).

Clauson, bu sözcüğü yukarıda belirtilen fiil tabanının edilgen bi-


çimi olarak düşünür (1972: 434).
TOLA- ‘dolamak, sarmak’ (EK).
[< tolġa- < ?]
OT: tolġa- ‘to put on (clothes); to make hank (of wool or etc.);
to have colic (from dysentery, or the like)’ (DLTa II, 298); tola-
‘dolamak, sarmak’ (ME, 189); tolġa- ‘sarmak, dolamak; eğmek,
bükmek’ (HKT, 943); tola- ‘dolamak’ (Kİ, 103); ay. (TZa, 261).

Etimolojisi belirsiz olmakla birlikte isimden fiil yapım eki ile tü-
retilmiş olabilir.
TOLDUR- (bk. TOLTUR-)
TOLDURUL- ‘doldurulmak, yüklenmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 503

[< toltur- ‘to fill’ (OTWF II, 811) + (-ul-)]


OT: toldurul- ‘doldurulmak’ (HKT, 943).

TOLĠAN- ‘(acıdan dolayı) kıvranmak, sancılanmak, kasılmak;


kaygılanmak, huzursuzlanmak’ (EK).
[< tolġa- ‘to put on (clothes); to make hank (of wool or etc.); to
have colic (from dysentery, or the like)’ (DLTa II, 298) + (-n-)]
ET: tolġan- ‘to undergo suffer’373 (EDPT, 497; DTS, 574); OT:
tolġan- ‘to writhe with pain; to be seized by dysentery; to wind
something’ (DLTa II, 82); tolan- ‘dolanmak, sarınmak’ (ME, 189),
dolġan- ‘ay.’ (ME, 115); tolġan- ‘dolanmak’ (KE II, 641); tolan-
‘dolanmak; bulanmak’ (TZa, 261), tolġan- ‘ay.’ (TZa, 261); dolan-
‘değsinmek, çevrinmek’ (İH, 16).

TOLĠAT- ‘acıdan kıvrandırmak, azap çektirmek’ (EK).


[< tolġa- ‘to put on (clothes); to make hank (of wool or etc.); to
have colic (from dysentery, or the like)’ (DLTa II, 298) + (-t-)]
(ttkht.!)
TOLĠUNLAN- ‘dalgalanmak, çalkanmak, fıkırdamak, kudur-
mak’ (EK).
[< tol ḳun ‘dalga’ (KE II, 641) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
TOLĠUNLAT- ‘heyecanlandırmak, endişelendirmek, dalgalan-
dırmak’ (EK).
[< tol ḳun ‘dalga’ (KE II, 641) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
TOLTUR- (ve toldur-) ‘doldurmak, tıkıştırmak, yüklemek, doy-
gunluğa ulaştırmak’ (EK).
[< tol- ‘to be tilled, or full’ (EDPT, 491) + (-tur-)]
ET: toltur- ‘to fill’ (OTWF II, 811); OT: toltur- ‘to fill’ (DLTa II,
49); toldur- ‘наполнять’ (LST, 308); ‘doldurmak’ (RKT, 685);
toldur- ‘ay.’ (ME, 189), doldur- ‘ay.’ (ME, 115); toltur- ‘ay.’ (KE
II, 641), toldur- ‘ay.’ (KE II, 640); toldur-, toltur- ‘ay.’ (NF III,
373 Örnekten çıkartılan anlamdır.
504 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

429); toldır- ‘ay.’ (ML, 74); toldur- ‘ay.’ (HKT, 943); toldur-, tol-
tur- ‘doldurmak, dolmak’ (KEF, 290-291); doldur- ‘to (reach) the
full draw’ (İN, 92), toldur-, toltur- ‘to draw; to bring to the full
draw’ (İN, 104); toldur- ‘doldurmak’ (GT, 377); toltur- ‘ay.’ (İM,
609); doldur- ‘ay.’ (KK, 107), toltur- ‘ay.’ (KK, 126); toldır- ‘ay.’
(TZa, 261); doldur- ‘napelniać’ (BM, 51), toltur- ‘ay.’ (BM, 76);
toltur- ‘doldurmak’ (MG, 264).

TOLUN- ‘dolmak, tıka basa olmak, bol olmak; şişmanlamak’


(EK).
[< to ̄ l- ‘to be filled, or full’ (EDPT, 491) + (-un-)]

OT: dolun- ‘ay, güneş batmak’ (İH, 16).

TORLA- ‘kafes biçiminde yapmak, kafes ile düzenlemek, döşe-


mek’ (EK).
[< tor ‘snare or net’ (DLTa II, 209) + (+la-)]
(ttkht.!)
TORLAN- ‘toplanmak, bir araya getirilmek’ (EK).
[< torla- + (-n-)]
(ttkht.!)
TOTḪARLA- ‘acı çekmek’ (EK).
[< Moğ. tod ḫar (totgor) ‘obstacle, obstraction, impediment;
evil, calamity; demon, evil spirit’ (MED, 813) + (+la-)]
(ttkht.!)
TOTḪARLAN- ‘işkence veya eziyet edilmek’ (EK).
[< totḫarla- + (-n-)]
(ttkht.!)
TOVRA- ‘parçalara ayırmak, parçalara ayırmak, kıymak’ (EK).
[< toġra- < *toġır + (+a-) (?)]

ET: toġra- ‘to cut, or split into slices or small pieces’ (EDPT, 472;
DTS, 571); OT: togra- ‘to cut up’ (DLTa II, 293); ‘doğramak, par-
çalamak’, (KE II, 639); ay. (NF III, 429); ay. (Kİ, 104); ay. (KEF,
290).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 505

Etimolojisi belirsizdir. Sevortyan, bu sözcüğün fiilden fiil


yapan -rA- ile *toġ- farazi fiil tabanından türediğini düşün-
mektedir (ESTY, 1980: 249). Ancak bahsedilen ekin mevcut
olmaması, tabanın ise başka sözcükler ile desteklenmemesi374
bu etimolojiyi geçersiz kılar. Räsänen’in paylaştığı çağdaş ör-
nekler arasında Hak. toġıra-’yı da verir (1969: 484). Bu tür du-
rumlar her ne kadar Erdal tarafından “iç ses türemesi” olarak
kabul edilse de (1991: 471), uġur, ögür gibi tabanlardan +A- ile
sözcük türetimi Genel Türkçe için olağan dışı bir durum değil-
dir. Dolayısıyla Hak. toġıra- aslî biçimi yansıtıyor olabilir.
TOY- ‘doymak’ (EK).
[< to- ‘to close, block’ (EDPT, 434) + (-ḏ-)]

ET: toḏ- ‘to be full, satiated’ (EDPT, 451; DTS, 569); OT: toḏ-
‘doymak’ (KB III, 455); ‘(a person) to be full’ (DLTa II, 375); toḏ-
‘doymak’ (AH, LXIV), toy- ‘ay.’ (AH, LXIV); toy- ‘насыщаться’
(LST, 306); ‘doymak, kanmak’ (KE II, 643); ‘nasycić się, mieć
dość’ (HŞ, 181); ‘doymak, karnı doymak’ (NF III, 430); ay. (Kİ,
106); ay. (KEF, 291); ay. (GT, 378); ay. (KK, 126); ay. (TZa, 262);
‘nasycić się, być nasyconym’ (BM, 75).

Clauson, emin olmamakla birlikte sözcüğü to- tabanından - ḏ-


pekiştirme eki ile türemiş olduğunu düşünür (1972: 451).
TOYDIR- (bk. TOYDUR-)
TOYDUR- (ve toydır-) ‘doyurmak’ (CC, EK).
[< toḏ- ‘to be full, satiated’ (EDPT, 451) + (-tur-)]

OT: toydur- ‘насыщать’ (LST, 306); ‘doyurmak’ (GT, 378).

TOYIN- (bk. TOYUN-)


TOYUN- (ve toġun-, toyın-) ‘doymak’ (EK).
[< toḏ- ‘to be full, satiated’ (EDPT, 451) + (-un-)]

OT: toḏ un- ‘doymak’ (KB III, 455); ‘to pretend to be satisfied, to
satiate itself’ (DLTa II, 35).
374 Aslında, Sevortyan bu fiil tabanının doġan/toġan ‘Doğan’ sözcüğünde bulunduğunu
belirtmektedir.
506 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

TOZDUR- ‘tozutmak, saçmak’ (EK).


[< toz-375 ‘to become dust, to volatilise’ (EDPT, 572) + (-tur-)]
OT: tozdur- ‘tozatmak’ (TZa, 262).

TOZUL- ‘saçılmak, tozmak, dağılmak’ (EK).


[< toz-376 ‘to become dust, to volatilise’ (EDPT, 572) + (-tur-)]
OT: tozul- ‘bozulmak’ (TZa, 262).

TÖGÄRÄKLÄT- ‘yuvarlak hâle getirmek’ (EK).


[< tögerik ‘değre olan her şey, değirmi, teker’ (TZa, 262) +
(+le-t-)]
(ttkht.!)
TÖGÜL- (bk. TÖKÜL-)
TÖKTÜR- ‘döktürmek’ (EK).
[< tök- “‘to pour out (a liquid Acc.)’, hence more generally ‘to
spray out, scatter’” (EDPT, 477) + (-tür-)]
ET: töktür- ‘to order something to be pourd’ (DLTa II, 49).

TÖKÜL- (ve tögül-) ‘dökülmek’ (CC, EK).


[<tök- “‘to pour out (a liquid Acc.)’, hence more generally ‘to
spray out, scatter’” (EDPT, 477) + (-ül-)]
ET: tökül- ‘to be poured out’ (EDPT, 481; DTS, 579); OT: tökül-
‘dökülmek’ (KB III, 461); ‘to be poured’ (DLTa II, 28); ‘dökül-
mek’ (AH, LXIV); ‘пролиться, рассыпаться’ (LST, 308); tökül-
‘dökülmek’ (ME, 189), dökül- ‘ay.’ (ME, 115); tökül- ‘ay.’ (KE
II, 643); ay. (MM, 264); ‘przelewać się, wylewać się, opadać (o
liściach)’ (HŞ, 184); ‘dökülmek, düşmek, akmak; yok olmak’ (NF
III, 431); ‘dökülmek’ (KEF, 291); ay. (GT, 378); ‘kırılıp, dökülmek;
su dökülmek, yıkanmak’ (İM, 609); tökäl- ‘być rozrzuconym, roz-
lanym’ (BM, 76); dökül- ‘dökülmek’ (KH, 121); tölük- ‘ay.’ (MG,
265).

TÖKÜN- ‘dökünmek, devrilmek’ (EK).


375 Hakan Aydemir’e göre tozu- biçiminden kısalma ile oluşmuştur (bk. 2003: 126)
376 Bk. tozdur- maddesi
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 507

[< tök- “‘to pour out (a liquid Acc.)’, hence more generally ‘to
spray out, scatter’” (EDPT, 477) + (-ün-)]

ET: tökün- ‘to pour out (oneself)’ (EDPT, 485); OT: tökün- ‘su
dökünmek, yıkanmak’ (İM, 609).

TÖLÄ- (ve tölä-/töli-) (bk. 1.3.5)


TÖLÄN- ‘tazmin edilmek, ödenmek, iade edilmek, bedeli öden-
mek’ (EK).
[< tölä- < Moğ. tölü- (tölö-) ‘to compensate, pay off, pay a debt,
recompense’ (MED, 833) + (-n-)]
(ttkht.!)
Clauson, geç dönem Uygur metinlerinde (XIII. yy.) tanıkladığı
fiil tabanı için “neredeyse kesinlikle Moğolcadan alıntı” der
(1972: 492). Erdal’ın verdiği bilgiye göre Clark bu sözcüğün
Türkçe töl ‘döl, soy’ tabanından türemiş olduğunu, ‘ödemek’
anlamının Moğolca içinde geliştiğini ve bu anlam ile yeniden
Türkçeye alındığı söyler (1991: 425).
TÖLÄT- ‘tazmin ettirmek, geri ödetmek’ (EK).
[< tölä- < Moğ. tölü- (tölö-) ‘to compensate, pay off, pay a debt,
recompense’ (MED, 833) + (-t-)]

OT: dölet- ‘ödetmek’ (ME, 116).

TÖRÄ- ‘türemek’ (CC).


[< törü- < *tör (~ töz) + (+ü-) (?)]

ET: törü- ‘to come into existence, to be created’ (EDPT, 533; DTS,
582); OT: töri- törü- ‘yaratılmak, türemek, meydana gelmek’ (KB
III, 463); törü- ‘to come into being, to be created’ (DLTa II, 285);
töre- ‘türemek’ (KE II, 644).

Etimolojisi açık değildir. Bununla birlikte Sevortyan’ın da ileri


sürdüğü gibi ET töz sözcüğünün daha arkaik, rotatik biçimi
*tör gibi bir tabandan türemiş olabilir (ESTY, 1980: 283-84).
TÖRÄLÄ- ‘yargılamak, mahkemeye taşımak, mahkemede duruş-
ma yapmak’ (CC, EK).
508 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< törü ‘traditional, customary, un-written law’ (EDPT, 531)


+ (+le-)]
(ttkht.!)
TÖRÄT- ‘türetmek, doğurmak’ (CC).
[< törü- ‘to come into existence, to be created’ (EDPT, 533) +
(-t-)]
ET: törüt- “‘to bring into existence, to create’, usually with ‘God’
as the Subject” (EDPT, 536; DTS, 582); OT: törüt- ‘yaratmak’
(KB III, 463); ‘to create’ (DLTa II, 115); törüt-, töret- ‘yaratmak’
(AH, LXIV); törüt- ‘творить, создавать’ (LST, 310); ‘yaratmak,
var etmek; tamamlamak, gerçekleştirmek’ (RKT, 687); törüt- ‘tü-
retmek’ (ME, 190), dörüt- ‘yaratmak’ (ME, 116), döret- ‘türet-
mek’ (ME, 117); törit- ‘türetmek’ (KE II, 644); töret- ‘tworzyć,
stworzyć’ (HŞ, 184); ‘творить’ (MNa, 180); törüt- ‘yaratmak’ (NF
III, 432); dürüt- ‘yaratmak’ (TZa, 166).

TÖRÄLÄN- ‘mahkemeye başvurmak, mahkemeye taşımak’


(EK).
[< törele- + (-n-)]
OT: dörelen- ‘töreye uymak’ (ME, 116).

TÖRÄLÄŞ- ‘birbirini mahkemeye vermek, mahkemede tartış-


mak’ (EK).
[< törele- + (-ş-)]
(ttkht.!)
TÖRÄSİZLÄN- ‘kanunsuz davranmak, yasaları ihlal etmek’
(EK).
[< töräsiz ‘без закона, без права, без суда, беззаконный,
противоправный, бесправный’ (KS, 1495) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TÖRMELÄN- (ve tirmelän-, törmellän-, törmenlän-) ‘solmak, bü-
züşmek, kırışmak, rengi solmak’ (EK).
[< törme < türme (?) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 509

Sözcük tabanı ne EK’da ne de taranan diğer tarihî metinlerde


tanıklanmıştır. Fiilin anlamına istinaden, tabanın türme gibi
bir sözcük olduğu varsayılabilir.
TÖRMELLÄN- (bk. TÖRMELÄN-)
TÖRMENLÄN- (bk. TÖRMELÄN-)
TÖŞÄ- ‘yaymak, sermek, döşemek’ (EK).
[< töş ‘the chest’ (EDPT, 558) + (+e-) (?)]
ET: töşe- ‘to spread out (a mattress, etc.) (EDPT, 561; DTS, 582);
OT: töşe- ‘döşemek’ (KB III, 461); ‘to spread’ (DLTa II, 287);
‘стелить, расстилать’ (LST, 310); döşe- ‘döşemek’ (ME, 116);
töşe- ‘döşemek, yaymak, düzenlemek’ (KE II, 645); ‘rozpościerać,
rozłożyć, wyśccielić’ (HŞ, 184); ‘döşemek’ (ML, 75); ‘yaymak’
(HKT, 948); ay. (Kİ, 107); ay. (TA, 147); ay. (KEF, 292); ay. (İM,
609); ay. (KK, 126); ay. (TZa, 263); ‘rozpościerać, zaslać’ (BM,
76); döşe- ‘döşemek’ (ELS, 47).

Clauson, sözcüğün etimolojisi konusunda bilgi vermez. Ercilasun’a


göre sözcük +A- ile türetilmiştir (1984: 16; ayrıca bk. Taş,
2009: 83-84377).
TÖŞÄL- ‘(zemin üzerinde) yayılmak, döşenmek’ (EK).
[< töşe- ‘to spread out (a mattress, etc.) (EDPT, 561) + (-l-)]
OT: töşel- ‘to be spreaded out’ (DLTa II, 28).

TÖVDÜR- ‘dövdürmek’ (EK).


[< tög- ‘to crush’ (DLTa II, 245) + (-tür-)]
OT: töydür- ‘döğdürmek’ (TZa, 263).

TÖVDÜRT- ‘dövdürtmek’ (EK).


[< *tögdür-378 + (-t-)]
(ttkht.!)
TÖVÜL- (ve tüvül-) ‘dövülmek, vurulmak, çarpılmak, kırılmak,
berelenmek’ (EK).
[< tög- ‘to crush’ (DLTa II, 245) + (-ül-)]
377 Taş, Uyg. tölt ‘yatak’ örneğini de belirtmektedir.
378 töydür- ‘döğdürmek’ (TZa, 263) mevcut olsa da EK örneği tögdür- biçiminden
gelişmiş olmalıdır.
510 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: tögül- ‘paralanmak, dümdüz edilmek’ (HKT, 945).

TÖVÜLGÄNLÄN- (bk. 1.3.3)


TÖVÜN- (ve dövün-) ‘dövülmek’ (EK).
[< tög- ‘to crush’ (DLTa II, 245) + (-ün-)]
(ttkht.!)
Yazıcılar büyük ihtimalle bu veriyi edilgen varyantı ile birbirinin
yerine kullanıyorlardı.
TÖVÜŞ- (ve tüvüş-) ‘dövüşmek, savaşmak’ (EK).
[< tög- ‘to crush’ (DLTa II, 245) + (-üş-)]

OT: tögüş- ‘to vie with someone in crushing’ (DLTa II, 17).

TÖZDÜR- ‘bekletmek’ (EK).


[< töz- ‘to suffer’ (DLTa II, 244) + (-tür-)]
(ttkht.!)
TULAN- ‘devrilmek, (yere) kapaklanmak, yan yatmak’ (EK).
[< *tula- + (-n-) (?)]
(ttkht.!)
Sadece Garkavets tarafından kayda geçirilen bir
sözcüktür. Etimolojisi belirsiz olmakla birlikte dönüşlülük
379

eki alan bir fiil olabilir.380


TULLAN- ‘dul kalmak’ (EK).
[< tul “‘widow’; and perhaps also ‘widower’ with a word attac-
hed to indicate the sex” (EDPT, 490) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
TUMALA- ‘bastırmak, el ile sıkarak tıkamak’ (CC).
[< to- ‘to close, block’ (EDPT, 434) + (-mala-)]

OT: tomala- ‘saklamak, gizlemek’ (TZa, 261).


379 Tek örneği de KPN II (2007: 162)’de geçer.
380 Krş. tulas ‘sad or mournful’ (DLTa I, 282), tolaz ‘aşağı, bayağı’ (TA, 147).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 511

Räsänen, bu sözcüğü Sibirya Türk dillerinde bulunan tum- fiili


ile ilişkilendirir ve sıklık çatısı -AlA- ile türetildiğini düşünür
(1969: 498). Karaşlar da bu sözüğün tum- fiilinden türetilmiş
tuma gibi bir isim tabanından +lA- ile türetildiğini belirtir
(2012: 261-62). Bu sözcük için benimsenen analiz yukarıdaki
gibidir. Buna alternatif belki tuman sözcüğü için düşünebile-
cek *tuma- ‘kapatmak, tıkamak, boğmak’ gibi bir tabandan
-lA- sıklık çatısı ile türemiş olması olabilir.
TUŊA- (bk. 1.3.5)
TURDIR- (bk. TURDUR-)
TURDUR- (ve turdır-) ‘koymak, yerleştirmek’ (EK).
[< tur- “‘to stand’, both in the sense of ‘to stand upright’ and
‘to stand still’ with various extended meanings” (EDPT, 529) +
(-tur-)]
OT: turdur- ‘ayağa kaldırmak’ (ML, 76).

TURĠUZ- (ve turḫuz-) ‘koymak, yerleştirmek, konumlandırmak,


eski düzgün hâline getirmek; canlandırmak, diriltmek’ (EK).
[< tur- “‘to stand’, both in the sense of ‘to stand upright’ and
‘to stand still’ with various extended meanings” (EDPT, 529) +
(-ġuz-)]
OT: durġuz- ‘kaldırmak’ (ME, 116); turġuz- ‘durdurmak; kaldır-
mak, yükseltmek’ (KE II, 653); ‘durdurmak’ (NF III, 438); ‘ayağa
kaldırmak’ (ML, 76); ‘durdurmak, kaldırmak’ (Kİ, 107); durġuz-
‘to keep erect; to keep still’ (İN, 92); turġuz- ‘durdurmak’ (GT,
379); ‘durdurmak, ikamet ettirmek’ (İM, 609); ‘kaldırmak’ (KK,
127); ‘durdurmak, dikeltmek’ (TZa, 265); durġuz- ‘durdurmak,
yerine getirmek’ (KH, 122); durġuz- ‘durdurmak’, (KFT, 973),
durḳ uz- ‘ay.’ (KFT, 974); turġuz- ‘durdurmak’ (MG, 267); durġuz-
‘durdurmak, yerine getirmek’ (ELS, 47).

TURĠUZDUR- ‘kaldırtmak, uykusundan uyandırtmak; yaşat-


mak, diriltmek’ (EK).
[< turġuz- ‘durdurmak; kaldırmak, yükseltmek’ (KE II, 653) +
(-tur-)]
512 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
TURĠUZUL- ‘bir nesne veya kişi önüne koyulmak, gösterilmek’
(EK).
[< turġuz- ‘durdurmak; kaldırmak, yükseltmek’ (KE II, 653) +
(-ul-)]
OT: durḳ uzıl- ‘durdurulmak’ (KFT, 974).

TURḪUZ- (bk. TURĠUZ-)


TURUL- ‘yerleşmek, konumlanmak’ (EK).
[< tur- “‘to stand’, both in the sense of ‘to stand upright’ and
‘to stand still’ with various extended meanings” (EDPT, 529) +
(-ul-)]
ET: turul- ‘to be brought to a stop’ (EDPT, 548; DTS, 588); OT:
turul- ‘to be disgusted at something’ (DLTa II, 27); ‘durulmak,
sakinleşmek’ (ME, 190); ‘durulmak’ (HKT, 950).

TURUŞ- ‘durağan olmak’ (EK).


[< tur- “‘to stand’, both in the sense of ‘to stand upright’ and
‘to stand still’ with various extended meanings” (EDPT, 529) +
(-uş-)]
ET: turuş- ‘to confront, make a stand against each other’ (OTWF
II, 571); OT: turuş- ‘to oppose’ (DLTa II, 12); ‘duruşmak’ (ME,
190); ‘przeciwstawić się; powstawać (przeciwko)’ (HŞ, 187); ‘(bir
makama, huzura) çıkmak, başvurmak, bir davayı getirmek’ (GT,
380).

TUSNAḪLA- ‘rehin olarak vermek’ (EK).


[< tusnaḳ ‘rehin, tutu’ (TZa, 265) + (+la-)]
(ttkht.!)
TUTAŞ- ‘tutuşmak, yanmak, parlamak’ (EK).
[< tüte-381 ‘to emit smoke or steam’ (EDPT, 452) + (-ş-)]
381 Erdal, Clauson’u bu veri konusunda hatalı bulur ve tütär gibi çekimli biçimlerin
tüt-er şeklinde düşünülmesi gerektiğini ifade eder. Ayrıca, tütek gibi örneklerin
hatalı ünlü taşıdığını veya tütgek’ten gelmiş olabileceğini yahut da tüt gibi bir
yansıma tabandan +A- ile türemiş bir olduğunu düşünür (1991: 758). Aynı cümle
örneğinin verildiği DTS’de sözcük tüt- olarak kayda geçer (bk. 1969: 601).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 513

OT: tutaş- ‘вспыхивать, загораться’ (LST, 314); ‘tutuşmak, yan-


maya başlamak’ (KE II, 656); ‘zająć się (o ogniu), zapłonąć’ (HŞ,
187); ‘çakmakta kav tutuşmak’ (TZa, 265).

Karahanlıca Kur’an tefsirinden önce fiil sadece tutuş- biçimin-


de görülür.
TUTAŞIL- ‘(toz, pas vb.) ile kaplanmak, kirlenmek; birbirine ya-
pışmak’ (EK).
[< tutaş- ‘вспыхивать, загораться’ (LST, 314) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
TUTAŞTIR- ‘tutuşturmak, yakmak’ (EK).
[< tutaş- ‘вспыхивать, загораться’ (LST, 314) + (-tur-)]
OT: tutuşdur- ‘(ateş) yakmak’ (ME, 191).

TUTTUR- ‘tutturmak, yakalatmak; duygulanmak’ (CC, EK).


[< tut- ‘to hold, grasp, seize’ (EDPT, 451) + (-tur-)]
OT: tutdur- ‘tutturmak, yakalatmak’ (KE II, 656).

TUTUL- ‘tutulmak, yakalanmak; gözetim altında olmak; maya-


lanmak, katılaşmak’ (EK).
[< tut- ‘to hold, grasp, seize’ (EDPT, 451) + (-ul-)]
ET: tutul- ‘to be caught’ (EDPT, 456; DTS, 593); OT: tutul-
‘tutulmak’ (KB III, 475); ‘to be caught’ (DLTa II, 24); ‘быть
задержанным, схваченным’ (LST, 315); ‘yakalanmak’ (RKT,
695); tutul- ‘tutulmak’ (ME, 191), dutul- ‘(konuşurken dilde) tu-
tukluk olmak’ (ME, 116); tutul- ‘tutulmak, nefes alamamak’ (KE
II, 656); ‘tutulmak’ (MM, 265); ‘być zaćmionym’ (HŞ, 188); ‘tu-
tulmak; asılmak, tutturulmak’ (NF III, 440); ‘yakalanmak, tu-
tulmak; sarılmak, dürülmek, kapatılmak; (ay) tutulmak’ (HKT,
952); ‘tutulmak’ (Kİ, 108); ‘tutulmak, tıkanmak; donuklaşmak,
kararmak’ (KEF, 294); ‘tutulmak’ (GT, 381); ‘yakalanmak, ele ge-
çirilmek’ (İM, 610); ‘tutulmak, ay veya güneş tutulması’ (TZa,
265); dutul- ‘tutulmak’ (KH, 122); dutıl-, dutul- ‘tutulmak’ (KFT,
974); tutul- ‘sözde tutulmak, durakalmak, bir şey aklına gelme-
mek’ (İH, 48).
514 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

TUTUN- ‘sıkıca sarılmak; sorumluluğu üstlenmek; tutuşmak,


ateş almak’ (EK).
[< tut- to hold, grasp, seize’ (EDPT, 451) + (-un-)]
ET: tutun- ‘to hold oneself; to hold oneself on to something, to
occupy it; to be held or caught; to get hold of something of one’s
own’ (OTWF II, 621; EDPT, 458; DTS, 593); OT: tutun- ‘tutun-
mak’ (KB III, 475); ‘(the sun or the moon) to be eclipsed; to adopt
(a children; to catch (an animal) independently’ (DLTa II, 35);
‘держаться (кого-, что-л.); присваивать (кому-, чему-л.)’ (LST,
315); tutun- ‘tutunmak, edinmek; tutulmak (gün, ay); sabretmek’
(ME, 191), dutun- ‘(verdiği sözü) tutmak’ (ME, 116); tutun- ‘tu-
tunmak, edinmek, sahiplenmek’ (KE II, 656); ‘edinmek’ (NF III,
440); ‘edinmek; kabul etmek, addetmek; sarılmak, tutunmak’
(HKT, 952); (ay) tutun- ‘to (moon) eclipse’ (RH, 135); dutın- ‘tu-
tunmak’ (KFT, 974).

TUTUŞ- ‘kapışmak, tutuşmak; yanmak, alev almak’ (EK).


[< tut- to hold, grasp, seize’ (EDPT, 451) + (-uş-) / tüt- ‘дымится,
испускать дым, курится’ (DTS, 601) + (-üş-)]
ET: tutuş- 382 ‘to clasp two hands; to fight one another’ (EDPT, 462;
DTS, 593); OT: tutuş- ‘to catch hold of one another’ (DLTa II, 9);
tutuş- ‘(el) tutuşmak’ (ME, 191); ‘tutuşmak’ (KE II, 657); ‘kav-
gaya, döğüşe girişmek, başlamak; (el) tutuşmak’ (NF III, 440);
‘kavgaya tutuşmak’ (Kİ, 108); ‘düşmanlık etmek’ (TA, 148); ‘kar-
şılıklı tutmak’ (KEF, 294); ‘tutuşmak (karşılıklı tutmak), dolaş-
mak’ (GT, 381).

EK’da tutuş- ve tütüş- fiilleri iç içe girmiştir. ‘alev almak, yan-


mak’ anlamı çoğunlukla tutaş- ile birlikte görülse de Türkçede
de olduğu gibi tutuş- fiili ile birlikte de görülür.
TUVUR- (bk. TOĠUR-)
TUYDUR- ‘duydurmak, hissettirmek, tahmin ettirmek; sezdir-
mek’ (EK).
[< tuy- ‘to perceive, notice, feel’ (EDPT, 567) + (-tur-)]
382 Clauson, tutuş- ve tütüş- fiillerini aynı maddede değerlendirmiştir. Farklı köklerden
türeyen bu fiiller ayrılmalıdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 515

ET: tuytur- ‘to make somebody sense something’ (OTWF II, 811;
EDPT, 567; DTS, 585); OT: tuytur- ‘to make someone aware of
something’ (DLTa II, 249); duydur- ‘duyurmak’ (ME, 117); tuy-
dur- ‘haberdar etmek; teşvik etmek’ (HKT, 953); ‘duyurmak’
(MG, 269).

TUYUL- ‘kendini duyurmak, hissettirmek; bilinmek, bilinir ol-


mak (dedikodu veya dolaylı bilgi ile)’ (EK).
[< tuy- ‘to perceive, notice, feel’ (EDPT, 567) + (-ul-)]
(ttkht.!)
TUYUN- ‘hissetmek, duymak, algılamak, kavramak’ (EK).
[< tuy- ‘to perceive, notice, feel’ (EDPT, 567) + (-un-)]

ET: tuyun- ‘to have, or acquire perception, or awareness’ (EDPT,


569; DTS, 585).

TUZLA- ‘tuzlamak’ (CC, EK).


[< tuz ‘salt’ (EDPT, 571) + (+la-)]

OT: tuzla- ‘‘to salt’ (DLTa II, 210); ‘tuzlamak’ (Kİ, 109); duzla-
‘solić, posolić’ (BM, 52).

TUZLAN- ‘tuzlanmak, tuz serpilmek’ (EK).


[< tuzla- ‘to salt’ (DLTa II, 210) + (-n-)]

OT: tuzlan- ‘to be salted’ (DLTa II, 84).

TUZLAT- ‘tuzlatmak’ (EK).


[< tuzla- ‘to salt’ (DLTa II, 210) + (-t-)]

OT: tuzlat- ‘to order something to be salted’ (DLTa II, 134);


‘posolić, solić’ (BM, 77).

TUZSUZLAN- ‘tuzsuz olmak, tuzundan arındırılmak’ (EK).


[< tuzsuz ‘tuzsuz’ (KEF, 294) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
TÜGÄN- ‘tükenmek, bitmek’ (CC, EK).
[< tüke- ‘to come to an end, finish’ (EDPT, 479) + (-n-)]
516 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: tüken- ‘bitmek’ (KB III, 478); ‘tükenmek’ (AH, LXVI); tü-
gen- ‘кончаться; завершаться’ (LST, 316); tüken- ‘tükenmek’
(ME, 192), düken- ‘ay.’ (ME, 117); tüken- ‘tükenmek, bitmek, son
bulmak’ (KE II, 657); ay. (MM, 265); ‘skończyć się, wyczerpać
się’ (HŞ, 189); ‘кончаться’ (MNa, 181); ‘bitmek, tükenmek’ (NF
III, 440); ay. (ML, 77); ay. (HKT, 954); ay. (AOYB, 238); düken-
‘tükenmek’ (Kİ, 36), tüken- ‘ay.’ (Kİ, 109); ‘tükenmek, bitmek, ta-
mamlanmak’ (KEF, 295); ay. (GT, 381); ay. (İM, 610); ‘boşalmak;
bitmek, tükenmek’ (KK, 127); ‘boşanmak’ (TZa, 266); ‘skończyć
się’ (BM, 77); düken- ‘tükenmek’ (KFT, 975); tüken- ‘ay.’ (MG,
269); ay. (DM, 116); düken- ‘bitirmek, ayrılmak’ (ELS, 47).

TÜGÄLLÄ- ‘tamamlamak, sona erdirmek, yerine getirmek’ (EK).


[< tükel ‘complete, entire’ (EDPT, 480) + (+le-)]
(ttkht.!)
TÜGÄLLÄN- ‘tamamlanmak, son bulmak; gerçekleşmek’ (EK).
[< tügällä- + (-n-)]
(ttkht.!)
TÜGÄLLÄNDİR- ‘görevi yerine getirmek, tamamlamak’ (EK).
[< tügällän- + (-tür-)]
(ttkht.!)
TÜGÄNLÄ- ‘tamamlamak, bitirmek; ödemek, tazmin etmek’
(EK).
[< tügän < tükel ‘complete, entire’ (EDPT, 480) + (+le-)]
(ttkht.!)
Tryjarski ve Garkavets, bu veriyi ayrı bir madde içine almışlardır;
fakat anlamının da ortaya koyduğu gibi bu sözcük tügällä- fii-
linin ses değişimi yaşamış bir formudur. Bu sözcük tüken gibi
bir isim tabanından geliyor olamaz; böyle bir sözcük hiçbir dö-
nemde tanıklanmaz.
TÜGÄNLÄN- ‘sona ermek, sonlanmak’ (EK).
[< tügänlä- < tügällä- + (-n-)]
(ttkht.!)
TÜGÄT- ‘bitirmek, (görev) yerine getirmek, icra etmek; doldur-
mak; son vermek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 517

[< tüke- ‘to come to an end, finish’ (EDPT, 479) + (-t-)]

ET: tüket- ‘to bring to an end, complete’ (EDPT, 479; DTS, 596);
OT: tüket- ‘bitirmek, tamamlamak’ (KB III, 478); ‘to finish’
(DLTa II, 118); ‘tüketmek, bitirmek, tamamlamak’ (AH, LXVI);
tüget- ‘кончать’ (LST, 317); tüket- ‘tüketmek’ (ME, 192); ay. (KE
II, 658); ay. (MM, 265); ‘skończyćt, wyczerpać’ (HŞ, 189); tüget-
‘заканчивать’ (MNa, 181); tüket- ‘tüketmek, bitirmek’ (NF III,
440); ay. (KEF, 294); ay. (GT, 381); ay. (KK, 127); ay. (TZa, 266);
ay. (MG, 269).

TÜKÜR- (bk. TÜPKÜR-)


TÜKÜRÜL- ‘tükürülmek’ (EK).
[< tüfkür- ‘плевать’ (LST, 320) + (-ül-)]
(ttkht.!)
TÜLÄ- ‘tüy dökmek, tüy değiştirmek’ (CC).
[< tüg/tü: ‘the hair of the body’ (EDPT, 433) + (+le-)]

OT: tülä- ‘to lose winter coat (horse)’ (DLTa II, 289).

TÜPKÜR- (ve tükür-) ‘tükürmek’ (CC, EK).


[< tüv/*tüb ‘yansıma taban’ + (+kür-)]

OT: tüfkür- ‘плевать’ (LST, 320); tüv ̇ kür- ‘tükürmek’ (ME, 192);
ay. (KE II, 662); ay. (NF III, 443); tükür- ‘ağızdan tükrüğü yahut
balgamı atmak’ (ML, 77); tüv ̇ kür- ‘tükürmek’ (HKT, 958); tükür-
‘ay.’ (Kİ, 109); ay. (TA, 149); tüv ̇ k ir-, tüv ̇ kür- ‘ay.’ (KEF, 295);
tüfkür-, tüv ̇ kür- ‘ay.’ (İM, 610); tükür- ‘ay.’ (KK, 127); ay. (TZa,
266); ‘plwać’ (BM, 77).

TÜRLÄN- ‘değişmek, çeşitlenmek’ (CC).


[< *tür383 + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TÜRLÜ-TÜRLÜLEN- ‘çeşitlenmek’ (EK).
383 Bu taban Eski Uygur metinlerinde beri yapım eki ile tanıklandır. Clauson bu
tabandan türemiş ismin Uygur metinlerinde istikrarlı olaran törlüg ve /ö/>/ü/
gelişmesinin Güney-batı dillerinde yaygın olduğunu belirtir; ancak bu sözcüğün
tör ile de semantik bağının olmadığını dile getirir (1972: 546).
518 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< türlü-türlü ‘самый разный, многообразный,


разнообразный, всяческий, по-разному, всячески’ (KS,
1527) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TÜRT- (ve dürt-) ‘itmek, dürtüklemek’ (EK).
[< sürt- (?) veya < *tür- + (-t-) (?)]

ET: türt- “originally ‘to rub, anoint (with ointment)’, and the like”
(EDPT, 535; DTS, 599); OT: türt- ‘sürmek, sıvamak’ (KB III,
481); ‘to rub (on something)’ (DLTa II, 368); ‘sürmek, bulaştır-
mak’ (ME, 192); dürt- ‘dürtmek’ (TA, 103); ‘dürtmek’ (İM, 610).

Clauson, sözcüğün eski anlamı olan “sürmek, sürtmek, ov-


mak” anlamının Osmanlıcada XVII.yy.’a kadar yaşadığını,
ancak daha sonra yerini sürt- ve yak- fiillerine bırakarak or-
tadan kaybolduğunu söylemektedir (1972: 535). Sözcüğün ori-
jinal anlamı sürt- fiili ile neredeyse aynıdır. sürt- sözcüğü de
ET’den beri tanıklanır. Bu iki durum türt- sözcüğünün, sürt-
fiilinden gerileyici benzeşme ile oluştuğunu düşündürmekte-
dir.
Sevortyan, anlamsal açıdan iki varsayım olabileceğini söyler:
Ya sesteş iki fiil vardı ya da -ki bunu daha muhtemel sayar-
eskicil anlam sonradan ortadan kalkar. Morfolojik olarak da
And. Ağ. örneklerinden dürü ‘çapa, kürek’ ve dürmele- ‘par-
mak ile dürtmek’ yola çıkarak sözcüğü farazî *tür- tabanına
bağlar (ESTY, 1980: 328-29).
TÜRTÜN- ‘itilmek, çekiştirilmek; itmek, dürtmek’ (EK).
[< türt- “originally ‘to rub, anoint (with ointment)’” (EDPT,
535) + (-ün-)]

ET: türtün- ‘to rub onto oneself’ (EDPT, 537; DTS, 599); OT: tür-
tün- ‘to rub itself’ (DLTa II, 82); ‘(koku) sürünmek’ (ME, 192).

TÜŞḪÄLÄ- ‘(sık.) düşmek, yıkılmak’ (EK).


TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 519

[< tüş- “has a general connotation of movement downwards


both voluntary, ‘to settle (somewhere); to dismount; to retire,
withdraw (to somewhere)’, and involuntarily ‘to fall (to so-
mething)’” (EDPT, 560) + (-kele-)]
(ttkht.!)
TÜŞÜN- ‘düşmek; dökülmek; yoksullaşmak’ (EK).
[< tüş- “has a general connotation of movement downwards
both voluntary, ‘to settle (somewhere); to dismount; to retire,
withdraw (to somewhere)’, and involuntarily ‘to fall (to so-
mething)’” (EDPT, 560) + (-ün-)]
Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde bu anlamı ile tanıklan-
mamıştır.
TÜŞÜR- ‘indirmek, devirmek, düşürmek; elinden kaçırmak, yi-
tirmek’ (CC, EK).
[< tüş- “has a general connotation of movement downwards
both voluntary, ‘to settle (somewhere); to dismount; to retire,
withdraw (to somewhere)’, and involuntarily ‘to fall (to so-
mething)’” (EDPT, 560) + (-ür-)]
ET: tüşür- ‘to let fall, to order to dismount’ (EDPT, 566; DTS,
601); OT: tüşür- ‘düşürmek’ (KB III, 483); ‘to drop; to cause so-
meone to alight’ (DLTa II, 5); ‘пускать, бросать, отбрасывать’
(LST, 320); ‘düşürmek, bırakmak; düşündürmek, vesveye dü-
şürmek’ (RKT, 699); ‘düşürmek’ (ME, 192); ay. (KE II, 662);
‘pozwolić zejść (z konia), zdjąć’ (HŞ, 191); ‘düşürmek, indirmek;
(akla) getirmek’ (NF III, 443); ‘düşürmek, devirmek, yere çalmak;
atmak; silip atmak, yok etmek’ (HKT, 958); ‘düşürmek; erken do-
ğurmak; bir duruma sokmak’ (KEF, 295); ‘düşürmek, dağıtmak
?’ (GT, 382); ‘düşürmek’ (İM, 611); düşür- ‘ay.’ (KFT, 975); ay.
(ELS, 48).

TÜŞÜRT- ‘devirtmek, düşürtmek’ (EK).


[< tüşür- ‘to let fall, to order to dismount’ (EDPT, 566) + (-t-)]
(ttkht.!)
TÜVÜL- (bk. TÖVÜL-)
TÜVÜR- ‘çevirmek, döndürmek, kıvırmak’ (CC).
520 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< tevir- < *tevi- + (-r-) (?)]


ET: tevir- ‘to twist, turn (something Acc.)’ (EDPT, 443); OT:
tev ̇ ür- ‘to turn (something) inside out’ (DLTa II, 6).

Ettirgen fiil gibi gözükmekle birlikte yapısı açık değildir. Cla-


uson, yapısal çözümleme yapmamakla birlikte eş anlamlısı
olan çevir- fiilinin eski biçimi olma ihtimalini belirtir (1972:
443). Kaşgarlı’ya göre (evür- tev ̇ ür- ikili kullanımında) aslî fiil
evür-’dür, tev ̇ ür- ise kafiye384 biçimidir (1972: 443). Dankoff
ve Kelly, dizin bölümünde bu sözcüğü *tev ̇-/tav ̇- ‘turn, twist,
move’ gibi bir tabana bağlar (1985: 187). Karaşlar, bu fiili her-
hangi bir kategoriye dâhil etmez (2012: 165). Ancak yapısı ne
olursa olsun bu fiil ettirgen çatı kategorisinde değerlendirilebi-
lir.
TÜVÜŞ- (bk. TÖVÜŞ-)
TÜZÄT- ‘düzeltmek, toparlamak, temizlemek, giydirmek, süsle-
mek’ (CC, EK).
[< *tüze- + (-t-) (?) veya tüzüt- (?)]
OT: tüzet- ‘исправлять; починят’ (LST, 317); ‘düzeltmek’ (ME,
193); ‘düzeltmek, onarmak’ (KE II, 663); ‘düzeltmek, tanzim et-
mek’ (MM, 265), ‘sporządzać, przygotować, narządzić, naprawić’
(HŞ, 191); ‘düzeltmek’ (NF III, 443); ‘düzenlemek’ (HKT, 959);
‘sıralanmak, saf tutmak’ (TA, 149); ‘düzeltmek’ (İM, 611); ay.
(KK, 127); ay. (TZa, 268); düzet- ‘uporządkować, wyrównać’,
wyprostować’ (BM, 52); tüzet- ‘düzeltmek; (süngü) düzmek, yap-
mak’ (MG, 270), tüzüt- ‘ay.’ (MG, 271).

Bu sözcük OT’den daha önce görülmez. Bu durum da sözcü-


ğün şekil değiştirmiş bir biçim olabileceği kuşkusunu doğu-
rur. Bu hali ile mecburen *tüze- tabanına bağlanır; fakat tüt- ~
tüte- gibi varyantlar dikkate alındığında, bu sözcüğün tüz- ta-
banından -(X)t- ile türetilmiş olma ihtimali de belirir ki bu MG
örneğinde bulunur.
TÜZÄL- ‘organize edilmek, düzeltilmek, düzene sokulmak’ (EK).
[< *tüze- + (-l-) (?) veya < tüzül- (?)]
384 Clauson’un ‘jingle’ olarak çevirdiği sözcüğü Dankoff ve Kelly ‘branch’ olarak
verir (1984: 6).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 521

OT: tüzel- ‘düzelmek’ (ME, 193); ‘iyileşmek, düzelmek’ (KE II,


663); ‘doğrulmak’ (HKT, 959); düzel- ‘düzelmek’ (Kİ, 37), tüzel-
‘ay.’ (Kİ, 110); tüzel- ‘düzelmek’ (GT, 382); ay. (TZa, 268).

En eski örnekler tüzül- biçimindedir (bk. 1972: 575-76). tüzel-


fiili OT ile görülmeye başlar. Bu durum bu ikinci biçimin fo-
netik değişim ile ortay çıktığı fikrini uyandırır. Öyleyse söz
konusu sözcüğü tüz+el- veya tüze-l- gibi değerlendirmek hatalı
olabilir.
TÜZÄLT- ‘düzeltmek, onartmak’ (EK).
[< tüzel- ‘düzelmek’ (ME, 193) + (-t-)]
OT: düzelid- ‘düzeltmek’ (KFT, 976).

TÜZÄTİL- ‘düz hâle getirilmek, düzeltilmek, doğrultulmak, dü-


zenlenmek’ (EK).
[< tüzet- ‘исправлять; починят’ (LST, 317) + (-il-)]
OT: tüzetil- ‘eşit olmak, aynı ve bir olmak’ (RKT, 700); ‘düzene
sokulmak’ (HKT, 959).

TÜZLÄN- ‘düzlüğe inmek’ (EK).


[< tüz “‘level, flat, even’, with some extended meanings like
‘equal’” (EDPT, 571) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TÜZÖVSÜZLÄN- ‘dağınık, düzensiz olmak’ (EK).
[< tüzövsüz ‘беспорядочный, хаотичный, нестройный’ (KS,
1535) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
TÜZÜL- ‘kurulmak, inşa edilmek, düzenlenmek, süslenmek,
kompoze edilmek; yaratılmak’(EK).
[< tüz ‘to Ievel, straighten, put in order’ (EDPT, 572) + (-ül-)]
ET: tüzül- ‘to be put in order, to be at one and in harmony with,
etc.’ (OTWF II, 681; EDPT, 575; DTS, 603); OT: tüzül- ‘düzelmek’
(KB III, 484); ‘‘to be levelled’ (DLTa II, 27); ‘być sporządzonym,
być ułożonym, być ukształtowanym’ (HŞ, 192); düzül- ‘dizilmek,
büyümek’ (KH, 122).
522 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

U
UÇTUR- ‘uçurmak, uçurtmak’ (EK).
[< uç- “basically (of a bird) ‘to fly’, with various metaph. ex-
tensions. The oldest is, as an honorific (of a superior), ‘to die’;
others are ‘to go with great speed; to disappear; to twitch; (of
colours) to fade’” (EDPT, 19) + (-tur-)]
(ttkht.!)
Bu sözcüğün tarihî metinlerde görülmeyişinin sebebi, uç- fii-
linin ilk örneklerinden beri -(U)r- ettirgenliğini tercih etmesi-
dir.
UFAL- (bk. UVAL-)
UFAN- (bk. UVAN-)
UFAT- (bk. UVAT-)
UḪIN- ‘umutsuz, veya çökkün olmak; mütevazı olmak’ (EK).
[< *uġın- (?)]
(ttkht.!)

Bu veri sadece Tryjarski’de bulunmakla birlikte, Garkavets’in


bu sözcüğü saḫın- olarak sözlüğüne aldığı görülmüştür (2010:
1225). Garkavets, bu sözcüğün yazılış biçimini köşeli paran-
tez içinde uv ̇ ḫınma / uḫlanma şeklinde vermektedir. Dolayı-
sıyla sözcüğün saḫın- gibi bir yazım taşımadığı anlaşılmak-
tadır. Ermenice verinin385 çevirisini Garkavets, ‘заразиться,
пристраститься; надеть, одеть на себя, нарядиться,
снарядиться’ (‘enfeksiyon kapmak, bağımlı müptela olmak;
giyinmek, kuşanmak’) olarak verir.386 Tabii bu verinin üç
Kıpçakça karşılılığının olduğunu unutmamak gerekir: ḫaygu
keltirmä ya uḫınma ya dav ġ̇ alanma. Tryjarski bu verisini
kuvvetlendirmek adına Kazan Tatarcasından uḳ ın- ‘demüt-
hig sein’ örneğini verir.387 Ancak tarihî Kıpçakçada bu veriye
yakın başka bir örnek vardır: uġun- ‘bayılmak, aklı başından
gitmek’ (TZa, 269).

385 Հագածել
386 Kullanılan Ermenice-İngilizce sözlükte Հագածին ‘to become addicted, to give
oneself’ up, to yield; to cram oneself, to feed well, to feast’ (NDAE, 367) anlamına
gelir.
387 Bu veri ile ukın- ‘берәр нәрсәдән шикләнеп, шомланып догалар уку, теләкләр
теләү’ (TTAS III, 302) semantik açıdan tutarlı değildir.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 523

Sözcüğün yapısı belli olmamak ile birlikte, dönüşlü bir fiile


benzemektedir. Bu yüzden -(X)n- kategorisine alınmıştır.
ULA-I ‘ulamak, bağlamak, eklemek’ (CC).
[< ul ‘temel’ (KB III, 491) + (+a-)]
ET: ula- ‘to repair (something broken Acc.): to join (things Acc.)
together; to join (something Acc.) to (something Dat.)’ (EDPT,
126; DTS, 608); OT: ula- ‘bağlamak, eklemek, toplamak’ (KB
III, 492); ‘to join’ (DLTa II, 282); ‘bağlamak, eklemek’ (AH,
LXVII); ‘ulaştırmak, eriştirmek’ (RKT, 705); ‘ilave etmek,
eklemek, ulaşmak, buluşmak’ (KE II, 666); ‘eklemek, ulamak’
(MM, 266); ‘wyć’ (HŞ, 197); ‘erdirmek’ (ML, 79); ‘birleştir-
mek, bitiştirmek’ (HKT, 963); ay. (Kİ, 111); ‘ulaştırmak’ (TA,
150); ay. (KEF, 296); ‘ulamak’ (TZa, 269).
ULA-II (bk. AVLA-)
ULĠAY- ‘büyümek, gelişmek’ (CC).
[< uluġ “‘big, great’, physically and metaph., including such
usages as ‘grand(father); eldest (son)’” (EDPT, 136) + (+aḏ-)]
ET: ulġaḏ- ‘to become big, or bigger; to grow up’ (EDPT, 138;
DTS, 609); OT: uluġaḏ-388 ‘yükselmek’ (KB III, 494); ulġaḏ- ‘to
grow’ (DLTa I, 226); ‘büyümek’ (RKT, 707); ulġay- ‘büyümek;
yaşlanmak’ (KE II, 667); ‘stac się, większym, dorosnąć’ (HŞ,
197); ‘büyümek’ (NF III, 446); ay. (ML, 80); ay. (HKT, 964); ay.
(KEF, 296); ay. (GT, 383).

ULU- ‘ulumak’ (CC).


[< u ‘yansıma taban’ + (+lı-)]
ET: ulı- “basically (of a wolf) ‘to howl’; also used by extension
for other animals and human beings” (EDPT, 127; DTS, 609); OT:
ulı- ‘ulumak, inlemek’ (KB III, 493); ‘to howl’ (DLTa II, 282); ulu-
‘ulumak’ (ME, 194); ulı- ‘ulumak; ağlamak, feryat etmek’ (KE II,
667); ‘ulumak’ (KEF, 296); ulu- ‘ay.’ (TZa, 269).

Bu sözcük nadir bir ek ile türetilmiştir (bk. 1.1.14. +lı-).


ULULA- ‘yüceltmek, ululamak’ (EK).
388 Tezcan’a göre, fiilin doğru şekli ulġaḏ- olmalıdır (1980: 68).
524 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< uluġ “‘big, great’, physically and metaph., including such


usages as ‘grand(father); eldest (son)’” (EDPT, 136) + (+la-)]
OT: uluġla- ‘yüceltmek’ (KB III, 494); ‘to bless; to consider so-
meone great’ (DLTa II, 248); ‘возвеличивать’ (LST, 327); ‘takdir
etmek, ululamak’ (RKT, 709); ‘yüceltmek, saymak’ (ME, 194);
‘yüceltmek’ (NF III, 447); ‘büyük tanımak, ululamak, tazim et-
mek; abartmak, gözünde büyütmek, çok heybetli zannetmek’
(HKT, 967); ulula- ‘ağırlamak, tazim ve hürmet etmek’ (Kİ, 112);
uluġla- ‘ululamak, yüceltmek’ (KEF, 296); uluġla-, ulula- ‘ay.’
(İM, 611); uluġla- ‘ay.’ (KFT, 1076).

ULULAN- ‘kendini yüceltmek, böbürlenmek’ (EK).


[< uluġla- ‘yüceltmek’ (KB III, 494) + (-n-)]
(ttkht.!)
ULULAT- ‘büyüttürmek, artırtmak, yücelttirmek’ (EK).
[< uluġla- ‘yüceltmek’ (KB III, 494) + (-t-)]
(ttkht.!)
(!) ULUŞLAN- ‘birleşmek, katılmak; birleşmiş veya eklenmiş
olmak’ (EK).
[< ülüş “share, portion’ with some specific applications like
‘chapter’ (of a hook) and ‘fraction’” (EDPT, 153) + (+le-n-)]
Tryjarski, ulaştır- örneğinde olduğu gibi anlamı yanlış belirle-
yerek aslında var olmayan bir veri elde etmiştir. Sözcüğün aslı
‘pay’ anlam kökünü içermelidir (bk. ülüşlän-).
UMSA- ‘umut etmek’ (EK).
[< um- ‘ummak, ümit etmek’ (KB III, 494) + (-sa-)]
(ttkht.!)
Normalde isimden fiil yapan +sa- ekinin doğrudan fiile geldiği
nadir örneklerdendir.
UMSALAT- ‘umut aşılamak, umutlandırmak’ (EK).
[< umsa ‘надежда, упование, прибежище’ (KS, 1550) + (+la-
t-)]
(ttkht.!)
UMSAN- (ve omsan-) ‘umut beslemek, güvenmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 525

[< umsa- + (-n-) veya < umsun- (?)]


Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde umsan- biçiminde ta-
nıklanmamıştır. umsun- biçiminde tanıklananlar şöyledir:

OT: umsun- ‘ümitlenmek’ (ME, 194); ay. (KE II, 669); ‘(kadınlar
gebe iken) bir şeyi arzu etmek’ (Kİ, 112); ‘ummak’ (TA, 150); ay.
(İM, 611); ‘umunmak’ (TZa, 269).

EK’da umsa- fiilinin varlığı, umsan-’ın daha eski umsun-’dan geli-


şen fonetik bir şekil olma ihtimalini ortadan kaldırır.
UMSANDIR- ‘umutlandırmak’ (EK).
[< umsan- + (-tur-)]
(ttkht.!)
UMSASIZLAN- ‘umudunu yitirmek, umutsuzluğa kapılmak’
(EK).
[< umsasız ‘без надежды, отчаявшийся’ (KS, 1551) + (+la-n-
)]
(ttkht.!)
UNA- ‘kabullenmek, onaylamak, aynı fikirde olmak; empati kur-
mak, yakınlık göstermek, hoşlanmak’ (CC, EK).
[< *un ‘yansıma taban’ + (+a-) (?)]

ET: una- ‘to be pleased, satisfied; to agree to (do something);


(Trans.) ‘to be pleased with, to approve (something, originally
Acc., later Dat. or Abl.)’ (EDPT, 171; DTS, 612); OT: una- ‘razı ol-
mak’ (KB III, 495); ‘‘to be satisfied’ (DLTa II, 283); ‘соглашаться’,
(LST, 328); ‘gücü yetmek, kabul etmek, razı olmak, istemek’
(RKT, 711-12); ‘beğenmek, tasvip etmek, inanmak’ (ME, 194);
‘kabul etmek, onaylamak, razı olmak’ (KE II, 669); ay. (NF III,
447); ‘beğenmek, hoşnut olmak; muktedir olmak, yapabilmek’
(HKT, 968); ‘boyun eğmek, itaat etmek’ (TA, 150); ona- ‘onayla-
mak, uygun bulmak, razı olmak’ (KEF, 259; una- ‘inanmak, kabul
etmek’ (KEF, 297).
526 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Clauson, bu sözcük için bir etimoloji vermez (1972: 171).


Räsänen, Soy. uŋ ‘natürlich, ja’ ve Moğ. um ‘hm, natürlich’
yansıma sözcüklerinden hareketle bu fiili *un farazi biçimine
götürür (1969: 514). Karaşlar, sözcüğüne herhangi bir katego-
riye dâhil etmez (2012: 167). Sözcüğün +A- ile türetilmiş olma
ihtimali yüksek olmakla birlikte dayandığı taban mevzusu be-
lirsizdir.
UNUT- ‘unutmak’ (CC, EK).
[< unıt- < ?]
ET: unıt- ‘to forget (something or someone Acc.)’ (EDPT, 179;
DTS, 612); OT: unıt- ‘unutmak’ (KB III, 495); ‘to forget’ (DLTa
I, 203); ‘unutmak’ (AH, LXVII); unut- ‘забывать’ (LST, 328);
unıt-, unut- ‘unutmak’ (RKT, 712); unut- ‘ay.’ (ME, 194); ay. (KE
II, 670); ay. (MM, 266); unıt-, unut- ‘zapomnieć’ (HŞ, 198); unut-
‘забывать’ (MNa, 169); unıt-, unut- ‘unutmak; inkâr etmek’ (NF
III, 447); ‘hatırdan çıkmak’ (ML, 80); ‘unutmak’ (HKT, 969);
ay. (Kİ, 112); ay. (TA, 150); ‘to forget’ (RH, 71); unıt- ‘unutmak’
(KEF, 297); unut- ‘ay.’ (GT, 383); ay. (İM, 612); ay. (KK, 127); ay.
(TZa, 270); ‘zapominać’ (BM, 78); unıd-, unud- ‘ay.’ (KFT, 1076);
unut- ‘ay.’ (MG, 272); ay. (DM, 117); ay. (ELS, 96).

Sözcüğün etimolojisi belirsizdir. Clauson herhangi bir yorum


vermez (1972: 179). Räsänen diğer Türk ve Ural, Altay dil-
lerindeki biçimleri sunar (1969: 514). Bu verilerden Fin. uni
‘Schlaf’ > unohtaa ‘vergessen’ sözcükleri arasındaki bağlantı
ilgi çekicidir.
UNUTTUR- ‘unutturmak’ (EK).
[< unıt- ‘to forget (something or someone Acc.)’ (EDPT, 179) +
(-tur-)]
ET: unıtdur- ‘to make someone forget; to get something forgot-
ten’ (OTWF II, 812); OT: unutdur-, unut(t)ur- ‘заставить забыть’
(LST, 329); unıttur- ‘unutturmak’ (RKT, 712); unuttur- ‘ay.’ (ME,
194); unutdur-, unuttur- ‘ay.’ (KE II, 670); unuttur- ‘ay.’ (NF III,
447); ay. (HKT, 969); unıttur- ‘ay.’ (KEF, 297).

UNUTUL- ‘unutulmak’ (EK).


TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 527

[< unıt- ‘to forget (something or someone Acc.)’ (EDPT, 179) +


(-ıl-)]
OT: unutul- ‘быть забытым’ (LST, 329); ‘unutulmak’ (RKT, 712);
‘unutulmak, bir tarafa bırakılmak, terk edilmek’ (HKT, 969).

URĠALA- ‘(sık.) vurmak, bıçaklamak’ (EK).


[< ur- ‘to put (something Acc., on something Dat. or Loc.); ‘to
strike (someone or something Acc.)’ (EDPT, 194) + (-ġala-)]
(ttkht.!)
URUL- ‘vurulmak, ezilmek, berelenmek; çılgına çevrilmek,
müptela edilmek; bulaştırılmak, yağ sürülmek, (yemek) terbi-
ye edilmek, sürülmek, yayılmak’ (EK).
[< ur- ‘‘to put (something Acc., on something Dat. or Loc.); ‘to
strike (someone or something Acc.)’ (EDPT, 194) + (-ul-)]
OT: urul- ‘vurulmak, kurulmak’ (KB III, 497); ‘to be struck’ (DLTa
I, 192); ‘‘konulmak, vazedilmek’ (AH, LXIX); ‘представляться;
предназначаться’ (LST, 331); ‘vurulmak; takılmak, koyulmak’
(KE II, 673); ‘vurulmak’ (MM, 266); ‘być rozstawionym, być
uderzonym’ (HŞ, 199); ‘быть разбитым’ (MNa, 167); ‘kurul-
mak, inşa edilmek; takılmak; yakılmak’ (NF III, 448); ‘takdir
edilmek; koymak; takınmak, süslenmek’ (HKT, 970); ‘vurulmak;
yapılmak; kazılmak; renkleri birbirine katmak’ (KEF, 298); ‘to be
rapped (bowstring)’ (İN, 104); ‘vurulmak, döğülmek’ (İM, 612);
‘dövülmek’ (KK, 127); ‘vurulmak’ (TZa, 270).

URUN- ‘vuruşmak, dövüşmek; vurunmak, dövünmek’ (CC, EK).


[< ur- ‘‘to put (something Acc., on something Dat. or Loc.); ‘to
strike (someone or something Acc.)’ (EDPT, 194) + (-ul-)]
OT: urun- ‘vurunmak; takınmak, örtünmek, giyinmek’ (KB III,
497); ‘‘to strike itself, to pretend to strike; to wrap (turban), to put
on (a veil)’ (DLTa I, 195); ‘giymek, takmak’ (ME, 195); ‘takın-
mak’ (KE II, 673); ‘giymek takmak’ (HKT, 970); ‘vurulmak, ta-
kınmak, giyinmek’ (KEF, 298); ‘to be damaged (nock)’ (İN, 104);
‘örtünmek, sarınmak’ (GT, 384); ‘dövülmek’ (KK, 127); ‘vurul-
mak’ (TZa, 270); ‘gnieść, ciemiężyć’ (BM, 78).
528 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

URUŞ- ‘tartışmak, çekişmek; vuruşmak, dövüşmek, savaşmak,

mücadele etmek’ (CC, EK).

[< ur- ‘‘to put (something Acc., on something Dat. or Loc.); ‘to

strike (someone or something Acc.)’ (EDPT, 194) + (-uş-)]

ET: uruş- ‘to quarrel or fight with each other’ (OTWF II, 571); OT:

uruş- ‘vuruşmak, savaşmak’ (KB III, 498); ‘‘to quarrel’ (DLTa I,

186); ‘сражаться’ (LST, 332); ‘savaşmak’ (RKT, 716); ‘savaşmak,

döğüşmek; takışmak’ (ME, 195); ‘vuruşmak, savaşmak’ (KE II,

673); ‘walczyć, bić się (nawzajem)’ (HŞ, 200); ‘savaşmak; döğüş-

mek, kavga etmek’ (NF III, 448); ‘savaşmak’ (HKT, 970); ‘vu-

ruşmak, savaşmak, dövüşmek’ (KEF, 298); ‘to fight, to engage in

combat’ (İN, 104); ‘vuruşmak, savaşmak’ (GT, 384); ay. (İM, 612);

ay. (KK, 128); ay. (TZa, 270); ay. (KFT, 1076); ay. (MG, 274).

URUŞTUR- ‘vuruşturmak, savaştırmak’ (EK).

[< uruş- ‘to quarrel or fight with each other’ (OTWF II, 571) +

(-tur-)]

OT: uruştur- ‘döğüştürmek’ (KE II, 673).

USINLA- ‘gafil olmak; tembellik etmek, şikayetlenmek?’ (CC).

[< Far. afsu ̄ n ‘an incantation, a fascination, verses used in

spells’ (PED, 83) + (+la-) (?)]

(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 529

Grønbech bu sözcüğe doğrudan bir karşılık vermez; uvsınlar-


men ‘ich bisvere’ alıntısına da “?” koyar (1942: 268). Taranan
Almanca sözcüklerde bisveren gibi fiile rastlanamamıştır.
Kuun, bu fiilin anlamını Latince gravo “baskı yapmak, yük
yüklemek, eziyet etmek” ile belirler (1880: 453). Drimba,
Orta Almanca sözlüklerinden biswæren “drücken, belästigen,
betrüben” (bunlar Kuun’un verdiği anlam ile paraleldir); bis-
wern “bitten, beschwören; mit Zaubersprüchen bewältigen”;
biswërn “mit Geschwüren bedecken” verilerini muhtemel
karşılıklar olarak vermiştir (2000: 288). Argunşah ve Güner,
anlamı “gafil olmak, tembellik etmek, şikayetlenmek ?” ola-
rak belirlemişlerdir (2015: 864). Fiil tabanı Far. efsun olarak
düşünüldüğünde, burada en kayda değer anlam Drimba tara-
fından biswern fiili ile birlikte verilen “mit Zaubersprüchen
bewältigen” olmalıdır.
USTATLA- ‘kurnazlık, sinsilik yapmak, pusuya yatmak’ (EK).
[< Far. usta ̄ d ‘a master, teacher, tutor; an artificer, manufactu-
rer, artisan’ (PED, 49) + (+la-)]
(ttkht.!)
UŞAL- (ve aşal-) ‘parçalanmak, birbirinden ayrılmak, ufalanmak’
(CC, EK).
[< *uşa- (bk. EDPT, 16; OTWF II, 681-683) + (-l-)]
ET: uşal- ‘to get crumbled’ (OTWF II, 681-683; DTS, 617); OT:
uşal- ‘(intr.) to crumble’ (DLTa I, 193).

UŞAN- ‘yumuşamak, nazik, dostane bir tavır takınmak; üzerine


titremek, okşamak’ (EK).
[< oḫ şa- ‘to soothe and caress (someone)’ (DLTa I, 236) + (-n-)]
OT: oḫ şan- ‘hürmet edilmek ve yakın görülmek’ (ML, 52).

UŞAT-I (ve yuşat-I) ‘parçalara ayırmak, öğütmek; yumuşatmak’


(EK).
[< *uşa- (bk. EDPT, 16; OTWF II, 681-683) + (-t-)]
ET: uvşat- ‘to crush, crumble’ (something Acc.)’ (EDPT, 258;
DTS, 619); OT: uşat- ‘ufaltmak; kırmak, kırılmak’ (KB III, 499);
530 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

uv ş̇ at- ‘(trans.) to crumble’ (DLTa I, 226); uşat- ‘размельчать,


дробить’ (LST, 335); ‘parçalara ayırmak’ (ME, 196); ‘parçala-
mak, kırmak, ufaltmak’ (KE II, 674); ‘rozłupać, rozdrobić, rozbić,
roztrzaskać’ (HŞ, 201); ‘fare a pezzi’ (MNb, 101); ‘parçalamak,
kırmak’ (NF III, 449); ‘kırıp geçirmek, helak etmek’ (HKT, 971);
‘ufalamak, parçalamak’ (KEF, 298); ay. (GT, 384); üşet- ‘kırıp
ufatmak’ (TZa, 274).

UŞAT-II (bk. UZAT-)


UTTUR- ‘(oyunda) kaybetmek’ (EK).
[< ut- “‘to win (something Acc.) at gambling’; ‘to beat, defeat
(someone, various cases) at gambling; in battle, etc.’” (EDPT,
38) + (-ur-)]

OT: uttur- ‘być przegranym, zwyciężonym, przegrać’ (HŞ, 78).

Garkavets, utur- maddesinde uttur- biçimine de yer vermiş-


tir. Bu iki biçimin imla tercihi dolayısıyla böyle olduğunu dü-
şünmüş olabilir. Ancak iki farklı ek ile türetilmiş biçimler de
olabilirler. Bundan dolayı bu çalışmada iki ayrı veri olarak ele
alınmışlardır.
UTUR- ‘karşı tarafa kazandırmak; (oyunda) kaybetmek’ (EK).
[< ut- “‘to win (something Acc.) at gambling’; ‘to beat, defeat
(someone, various cases) at gambling; in battle, etc.’” (EDPT,
38) + (-ur-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte zetatik versiyonu KT’den itibaren gö-
rülmeye başlamıştır (bk. Clauson, 1972: 74).
Grunin, söz konusu sözcüğe ‘kazandırmak’, Garkavets ise
‘(oyunda) kaybetmek’ anlamını uygun görmüştür. Aslında
karşılıklı oynanan bir oyunda karşı tarafa kazandırmak oyunu
oynayan kişinin kaybetmesi anlamına gelir. Bu bağlamda bu
iki farklı anlam denk kabul edilebilir.
UVAL- (ve ufal-) ‘tozmak, dağılmak, parçalara ayrılmak, ezil-
mek, ufalanmak’ (EK).
[< uv- ‘to crush, crumble, reduce to powder’ (EDPT, 4) + (-ul-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 531

OT: uv ̇ ul- ‘to be crumbled’ (DLTa I, 194).389

Clauson, uv- maddesinde, uv- fiilinin OT’de genişleyerek uva-


olmuş gibi gözüktüğünü dile getirir (1972: 4-5). Ancak diğer
taraftan uval-/uv ȧ l- örneklerinin uvul-’dan çok daha yeni ol-
ması, ḳopur- ~ ḳopar-, oŋul- ~ oŋal-, tüzül- ~ tüzel- fiil çift-
lerinin durumuna benzemektedir. Ancak EUT’de görülmeye
başlayan uvşan- (bk. Erdal, 1991: 624) ve uvşat- (bk. 1991: 791)
fiilleri de ikinci hecenin zamanla genişlemesine neden olmuş
olabilir.
UVAN- (ve ufan-) ‘ufalanmak, ezilmek, parçalara ayrılmak’ (EK).
[< uvan- < *uvun- < uv- ‘to crush, crumble, reduce to powder’
(EDPT, 4) + (-un-)]

OT: uvan- ‘ufanmak’ (TZa, 271).

Bu sözcük de, uval- fiilinde olduğu gibi, ikinci hecesi yuvarlak


bir biçimden gelmiş olmalıdır.
UVAT- (ve ufat-) ‘ufalamak, paramparça etmek, tuzla buz etmek’
(EK).
[< uvat- < *uvut- < uv- ‘to crush, crumble, reduce to powder’
(EDPT, 4) + (-ut-)]

OT: uv ȧ t- ‘ufalamak, parçalamak’ (KEF, 298).

UVŞA-I ‘okşamak, okşayarak sevmek’ (CC).


[< oḫ şa- < ?]

OT: oḫ şa- ‘to soothe and caress’ (DLTa I, 236); oḳ şa- ‘okşamak’
(Kİ, 62); oḫ şa- (2) ‘okşamak’ (NF III, 320). Bunların yanısıra
ME’deki uşala- (uv ş̇ ala- ?) ‘oğuşturmak’ (196) verisi CC verisini
fonetik anlamda destekler.
389 Clauson, KT döneminde opul- olarak kayda geçen verilerin ‘to be swallowed’
olarak anlamlandırılmasının uygun olmadığını ve bunların uful- gibi uvul-’un
ikincil bir biçimi olabileceğini söyler. Clauson ayrıca tarihî tanıklarda TZ uvul-
uġul- ‘to faint’ örneğine de yer vermiştir (1972: 10); fakat anlamsal olarak hiçbir
yakınlık taşımadığı için buradaki tanıklamaya alınmamıştır.
532 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Etimolojisi belirsizdir. Clauson bir açıklama getirmez (1972:


97). Sevortyan, sözcüğü oġ- ‘ovmak, sürtmek’ tabanı ve -şa-
eki ile izah eder (ESTY, 1974: 419-20). Ancak -şa- gibi tescilli
bir ek olmadığı için bu etimoloji ikna edici değildir. Karaşlar
bu veriyi herhangi bir ek kategorisine dahil etmez (2012: 170).
UVŞA-II (bk. OḪŞA-)
UVUT- ‘avutmak, yatıştırmak, teselli etmek’ (CC).
[< avut- < *avı- + (-t-)]
ET: avıt- ‘to comfort (e.g. a crying child Acc.); to amuse or dist-
ract (somone Acc.)’ (EDPT, 7; DTS, 70); OT: av ̇ıt- ‘avutmak’ (KB
III, 38); av ̇ ut- ‘успокаивать, утешать’ (LST, 34); ‘oyalamak’
(ME, 95); ‘pocieszać, bawić (kogo)’ (HŞ, 17), av ̇ıt- ‘pocieszać;
zabawiać, mieć rozrywkę’ (HŞ, 17); av ̇ ut- ‘avutmak, eğlemek, te-
selli etmek’ (NF III, 28).

UYAḪ- ‘(güneş veya ay) batmak’ (CC).


[< uya “properly ‘a bird’s nest’; sometimes by extension the
resting place or ‘lair’” (EDPT, 267) + (+ḳ-)]
OT: uyaḳ- ‘güneş batmak’ (İM, 612).

Karaşlar, bu CC verisini herhangi bir kategoriye almamakla


birlikte, uy ‘kül rengi’ + (a)ḳ- şeklinde analiz etmiştir (2012:
170). Taban semantik olarak uzak olmakla birlikte, ekin +aḳ-
biçiminde olması da tartışmalıdır; çünkü isimden fiil yapan
+ḳ- eki ünsüz ile biten tabanlara dar yardımcı ünlü ile eklenir.
Bu sözcük için önerilebilecek başka bir etimoloji uya ‘yuva’
isim tabanı ve +(I)ḳ- ekinin terkibi olabilir. Bu izah semantik
açıdan biraz metaforik olsa da ‘güneşin yuvasına girmesi’, ‘gü-
neşin batması’na paraleldir.
UYAL- (ve ayal-II) ‘utanmak, sıkılmak, çekinmek’ (CC, EK).
[< *uya- + (-l-)]
OT: uyal- ‘to be ashamed’ (DLTa I, 229); ‘utanmak’ (KE II, 675);
‘zawstydzić się’ (HŞ, 196); ‘стыдиться’ (MNa, 169); ‘utanmak,
çekinmek’ (NF III, 450); ay. (Kİ, 113); ay. (GT, 384); ‘uyanmak,
uykudan uyanmak’390 (İM, 612); ‘utanmak’ (KK, 128); ay. (TZa,
390 Toparlı’nın verdiği anlam hatalı addedilebilir. Öncelikle uyal- fiili hiçbir zaman
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 533

272); ay. (KFT, 1077); ay. (MG, 274); vıyal- ‘utanmak, çekinmek’
(DM, 118).

UYALA- ‘yuva yapmak’ (EK).


[< uya “properly ‘a bird’s nest’; sometimes by extension the
resting place or ‘lair’” (EDPT, 267) + (+la-)]
OT: uyala- ‘to make a nest’ (DLTa II, 317); ıvala- ‘yuva yapmak’
(ME, 127); yuvala- ‘yuva yapmak’ (Kİ, 129); ‘yuvalamak?’ (İH,
55).

UYALDIR- ‘utandırmak, mahcup etmek’ (EK).


[< uyal- ‘to be ashamed’ (DLTa I, 229) + (-tur-)]
(ttkht.!)
UYALT- ‘utandırmak, saygısızlık göstermek’ (EK).
[< uyal- ‘to be ashamed’ (DLTa I, 229) + (-t-)]
OT: uyalt- ‘utandırmak’ (MG, 274).

UYAN- (bk. OYAN-)


UYATLA- ‘ayıplamak, kınamak, tekdir etmek, sövmek, aşağıla-
mak’ (EK).
[< uyat ‘shame, modesty, shyness’ (EDPT, 268) + (+la-)]
(ttkht.!)
UYATSIZLAN- ‘utanmaz, terbiyesiz olmak’ (EK).
[< uyatsız ‘бесстыжий, бесстыдный, лишенный стыда,
совести’ (KS, 1568) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
UYATTIR- (bk. UYATTUR-)
UYATTUR- (ve uyattır-) ‘utandırmak’ (EK).
[< uyaḏ- ‘to be shamed by, or ashamed of (something, or
someone, Dat. or Abl.)’ (EDPT, 269) + (-tur-)]
(ttkht.!)
‘uyanmak’ anlamını karşılamaz ve bunun tarihi ve modern Türk lehçelerinde bir
örneği yoktur. İkincisi metne bakıldığında fiilin aslında “utanmak, çekinmek”
anlamında yorumlanmasının daha doğru olduğu görülür bk. (varak 449b, 1-2)
(İM, 439).
534 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

UYU- ‘uyumak, uyuyakalmak; uyuşmak, hareketsiz kalmak, felç


olmak; donmak, katılaşmak, yoğunlaşmak, pelteleşmek (kan,
süt, bal ve yağ)’ (CC, EK).
[< u ‘sleep’ (EDPT, 2) + (+dı-) (?)]
ET: uḏ ı- ‘to sleep’ (EDPT, 42; DTS, 605); OT: uḏ ı- ‘uyumak’ (KB
III, 488); ‘to sleep’ (DLTa I, 284); uḏ ı- ‘спать’ (LST, 321), uzı-
‘ay.’ (LST, 322), uyu- ‘ay.’ (LST, 324); uyu- ‘uyumak’ (ME, 196);
uḏ ı- ‘ay.’ (KE II, 666), uyu- ‘ay.’ (KE II, 675); uyu- ‘ay.’ (MM,
267); uḏ ı- ‘spać, spoczywać’ (HŞ, 195) uyu-, uyı- ‘ay.’ (HŞ, 197);
uḏ ı- ‘uyumak’ (NF III, 445), uyı-, uyu- ‘ay.’ (NF III, 450); uḏ u-
‘ay.’ (ML, 79), uyu- ‘ay.’ (ML, 81); uḏ ı- ‘ay.’ (HKT, 961), uyu- ‘ay.’
(HKT, 973); uḏ ı-, uḏ u- ‘ay.’ (Kİ, 111), uyı- ‘ay.’ (Kİ, 113); uyı- ‘ay.’
(TA, 151); uḏ ı- ‘ay.’ (KEF, 296), uyu- ‘ay.’ (KEF, 299); uyu- ‘ay.’
(GT, 385); ay. (İM, 612); ay. (TZa, 272).

Clauson, uḏı- fiilinin görünüşte *uḏ gibi bir tabandan türemiş


olması gerektiğini; ancak böyle bir tabanın ‘uyku’ anlamından
hiçbir metinde görülmediğini söyler (1972: 2). Dolayısıyla bu
fiil için geçerli taban mecburen u ̄ ’dur. Bununla birlikte aldığı
yapım eki tartışmalıdır (bk. 1.1.6. +DI-).
UYUḪISIRA- ‘uykusuz kalmak, uyumamak’ (CC).
[< uḏḳu ‘uyku’ (KB III, 489) (< *uḏıḳu) + (+sıra-)]
OT: uyuḳ sıra- ‘ımızganmak, uyuklamak’ (TZa, 272).

UYUL- ‘donmak, hissizleşmek, uyuşmak, katılaşmak’ (EK).


[< uḏı- “basically ‘to sleep’, with several metaph. meanings;
the earliest (of blood, milk, etc.) ‘to clot, curdle, coagulate’
must have existed in Xak.” (EDPT, 42) + (-l-)]
Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde bu anlamda tanıklan-
mamıştır.
UYUR- ‘(kan, süt, bal, yağ) uyutmak, katılaştırmak, yoğunlaştır-
mak; katılaşmak, yoğunlaşmak’ (EK).
[< uḏı- “basically ‘to sleep’, with several metaph. meanings;
the earliest (of blood, milk, etc.) ‘to clot, curdle, coagulate’
must have existed in Xak.” (EDPT, 42) + (-r-) (?)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 535

(ttkht.!)
Tryjarski bu sözcüğün uyu- yerine hata ile yazıldığını düşün-
mektedir. EK ḫoyurt- fiilinin etkisi ile ortaya çıkan uyurt- bi-
çiminden ters türetme ile meydana gelmiş olabilir.
UYURT- ‘katılaştırmak, yoğunlaştırmak, uyutmak, ekşitmek’
(EK).
[< uyur- + (-t-) (?)]
(ttkht.!)
Tryjarski bu sözcüğün uyut- yerine hata ile yazıldığını düşün-
mektedir ve bu düşüncesinde haklı olmalıdır; zira ne uyur- ne
de uyurt- tarihî tanıklamalarda bulunmaz. Bunun yanı sıra,
Ermenice-Kıpçakça sözlükten alınan bu verinin ḫoyurt- ile
yan yana kullanıldığı görülür.391Bu durumda uyut- fiilinin di-
ğerine uyarak ettirgenik ekinden önce bir /r/ sesini benimsedi-
ği söylenebilir. Bu düşünceyi zayıflatabilecek uyur- örneğinin
de bu biçimden ters türetme ile oluşması mümkündür.
UYUT- ‘yatağa yatırmak, uykuya yatırmak’ (CC, EK).
[< uḏı- “basically ‘to sleep’, with several metaph. meanings;
the earliest (of blood, milk, etc.) ‘to clot, curdle, coagulate’
must have existed in Xak.” (EDPT, 42) + (-t-)]
ET: uḏ ıt- ‘to put (someone) to sleep’392 (EDPT, 45; DTS, 605); OT:
uḏ ıt- ‘uyutmak’ (KB III, 488); ‘to put (someone) to sleep’ (DLTa
I, 199); uyut- ‘uyutmak’ (ME, 196); ‘uykuya daldırmak’ (ML, 81);
uyıt- ‘ay.’ (TA, 151); uyut- ‘ay.’ (KEF, 299); uyut- ‘sütü uyutmak’
(TZa, 272).

UYUTUR- ‘çökelmesini, koyulaşmasını, sağlamak, (yiyecek)


uyutmak’ (EK).
[< uḏı- “basically ‘to sleep’, with several metaph. meanings;
the earliest (of blood, milk, etc.) ‘to clot, curdle, coagulate’
must have existed in Xak.” (EDPT, 42) + (-tur-) veya uḏıt- ‘to
put (someone) to sleep’ (EDPT, 45) + (-tur-)]
391 Tryjarski, bu iki fiilin ikileme olabileceği ihtimalini belirtmek ile birlikte ses
bakımından birbirini etkilemesi konusunda bir şey söylemez (bk. 1972: 819).
392 Örnekten çıkartılan anlamdır.
536 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
Tryjarski bu fiilin, uyut-’un ettirgeni olduğunu söyler. EK fi-
illerindeki eğilim, genel Türkçe için de geçerlidir, -(X)t- ettir-
genlik ekinden sonra -tIr- ettirgenlik ekini almak yönündedir.
EK tanıdır- örneği gibi oluşmuş ya da yazıcı tarafından yanlış-
lıkla uyuttur- yerine yazılmış olmalıdır.
UZAḪLA- (bk. YUZAḲLA-)
UZAḪLAN- ‘kilitlenmek, kilit vurulmak’ (EK).
[< yuzaḳ la- ‘kilitlemek’ (ME, 213) + (-n-)]
(ttkht.!)
UZAḪLAT- ‘kapattırmak, kilitletmek’ (EK).
[< yuzaḳ la- ‘kilitlemek’ (ME, 213) + (-t-)]
(ttkht.!)
UZAN- ‘uzanmak, gerinmek’ (EK).
[< uza- “‘to be, or become, long, or long drawn out’, usually of
time, less often of space” (EDPT, 281) + (-n-)]
OT: uzan- ‘протягиваться’ (LST, 322); ‘uzun olmak’ (ML, 81);
ay. (Kİ, 114); uzun- ‘uzamak’ (TA, 150); uzan- ‘uzamak, uzun sür-
mek’ (İM, 612); ‘uzanmak’ (TZa, 273); ‘uzamak’ (MG, 274).

UZANIL- ‘çekilmek, uzatılmak’ (EK).


[< uzan- ‘протягиваться’ (LST, 322) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
UZAT- (ve uşat- II) ‘göndermek; uzatmak, genişletmek’ (CC, EK).
[< uza- “‘to be, or become, long, or long drawn out’, usually of
time, less often of space” (EDPT, 281) + (-t-)]
ET: uzat- “lit. ‘to make longer’, hence ‘to drag out, to remove to
a distance’, and other extended meanings” (EDPT, 282; DTS, 620);
OT: uzat- ‘uzatmak’ (KB III, 501); ‘to stretch’ (DLTa I, 200);
‘uzatmak’ (AH, LXX); ‘протягивать’ (LST, 322); ‘uzatmak’
(RKT, 717); ‘uzatmak; uğurlamak, yolcu etmek’ (KE II, 676);
‘przedłużać’ (HŞ, 202); ‘uzatmak, sunmak; ağırlamak, uğurla-
mak, yolcu etmek’ (NF III, 451); ‘artırmak, uzatmak’ (HKT, 974);
‘uzatmak’ (Kİ, 114); ‘to stretch; to make long’ (İN, 105); ‘uzat-
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 537

mak’ (GT, 385); ay. (İM, 612); ‘uzatmak’393 (TZa, 273); uzad- ‘ay.’
(KFT, 1078); uzat- ‘ay.’ (MG, 274).

UZATIL- ‘uğurlanmak, yolcu edilmek’ (EK).


[< uzat- “lit. ‘to make longer’, hence ‘to drag out, to remove to
a distance’, and other extended meanings” (EDPT, 282) + (-ıl-)]

OT: uzatıl- ‘uzatılmak’ (KB III, 501).

UZATTIR- ‘eşlik ettirmek’ (EK).


[< uzat- “lit. ‘to make longer’, hence ‘to drag out, to remove
to a distance’, and other extended meanings” (EDPT, 282) +
(-tur-)]
(ttkht.!)
UZLAŞ- ‘uzlaşmak, mutabık olmak’ (EK).
[<u ̄ z “‘a skilled craftsman’ hence of a man or his work, ‘skil-
led’, and by extension, of inanimate objects, ‘perfect, in sound
condition’” (EDPT, 277) + (+la-ş-)]
(ttkht.!)
Fiil tabanı uz veya uzla- kayıtlara geçmeyen dönemde seman-
tik olarak geçiş yaşamış olmalıdır; zira DLT’deki uzlan- ‘to
display good craftsmanship’ (Dankoff ve Kelly, 1982: 244) ör-
neği anlamsal olarak EK’daki bu örnekten uzaktır.

Ü
ÜÇKÜRT- (bk. ÜŞKÜRT-)
ÜFRÄ- ‘üfürmek, üflemek’ (EK).
[< üfür, üvür-394 < ür- ‘to blow (a trumpet, a fire, etc. Acc.); to
blow (into something Dat.)’ (EDPT, 195) + (-e-)]
(ttkht.!)
ÜLÄŞ- ‘paylaşmak, bölüşmek’ (CC, EK).
393 Fazılov ve Ziyayeva’nın çalışmasında bu fiilin ‘прощаться; провожать’ (=
vedalaşmak; eşlik etmek, -a/-e geçirmek) anlamı da verilmiştir (TZb, 395).
394 hür̄ - > üvür-, üfür- (bk. Tekin, 1995:185).
538 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< üle- “‘to divide (something Acc.) into shares and distribute
(them to people Dat.)’; the word implies both division and
distribution” (EDPT, 127) + (-ş-)]
ET: üleş- “properly (of several people) ‘to divide (something
Acc.) equally among (themselves)’, but sometimes, more vaguely,
‘to divide (something) up’” (EDPT, 154; DTS, 624); OT: üleş-
‘to divide and share’ (DLTa I, 189); ‘paylaşmak, bölüşmek’ (RKT,
721); ay. (ME, 197); ay. (KE II, 680); ‘rozdzielić, rozdać’ (HŞ,
202); ay. (NF III, 454); ay. (KEF, 299); ay. (İM, 613); ülüş- ‘ay.’
(KK, 128); üleş- ‘dzielić’ (BM, 79); ‘paylaşmak’ (KFT, 1079).

ÜLÄŞİN- ‘bir kimse ile bölüşülmek, paylaşılmak’ (EK).


[< üleş- “properly (of several people) ‘to divide (something
Acc.) equally among (themselves)’, but sometimes, more vagu-
elv, ‘to divide (something) up’” (EDPT, 154) + (-in-)]
(ttkht.!)
ÜLÄŞTİR- ‘üleştirmek, paylaştırmak, dağıttırmak’ (EK).
[< üleş- “properly (of several people) ‘to divide (something
Acc.) equally among (themselves)’, but sometimes, more vagu-
elv, ‘to divide (something) up’” (EDPT, 154) + (-tür-)]
OT: üleştür- ‘üleştirmek’ (KE II, 680); ‘kazać rozdzielić,
obdarzyć’ (HŞ, 203); ‘taksim etmek, dağıtmak’ (TA, 151); ay. (GT,
385); üleştür- ‘üleştirmek, ayırmak’ (TZa, 274), yüleştir- ‘ay.’
(TZa, 291).

ÜLÜŞLÄN- ‘pay elde etmek, pay almak’ (EK).


[< ülüş “share, portion’ with some specific applications like
‘chapter’ (of a hook) and ‘fraction’” (EDPT, 153) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ÜNDÄ- ‘çağırmak, seslenmek; davet etmek’ (CC, EK).
[< ün “originally ‘the sound of the human ‘voice’, hence more
generally ‘sound’” (EDPT, 167) + (+de-)]
ET: ünde- “‘to call’, with various shades of meaning ‘to call out
(Intrans., of human beings and some animals), to call’” (EDPT,
180; DTS, 625); OT: ünde- ‘seslenmek, çağırmak’ (KB III, 506);
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 539

ünde- ‘подавать голос, звать’, inde- ‘звать, кричать’ (LST, 125);


ünde- “çağırmak, davet etmek, seslenmek, bağırmak; dua etmek,
niyaz etmek, yalvarmak, tapınmak; okunmak’ (RKT, 723); ‘ça-
ğırmak, davet etmek; dua etmek’ (ME, 197); inde- ‘seslenmek,
çağırmak’ (KE II, 270); ünde- ‘ ay.’ (KE II, 683); ünde- ‘wołać,
nawoływać, zapraszać’ (HŞ, 203); ‘çağırmak, seslenmek, davet
etmek’ (NF III, 455); ‘seslenmek, çağırmak’ (ML, 82); inde- ‘ça-
ğırmak, davet etmek’ (HKT, 674); ünde- ‘ay.’ (HKT, 980); ünde-
‘çağırmak, seslenmek, davet etmek’ (Kİ, 115); ‘seslenmek, ba-
ğırmak’ (TA, 151); inde- ‘çağırmak, davet etmek, birini bir adla
adlandırmak’ (KEF, 213), ünde- ‘ay.’ (KEF, 300); ünde- ‘to sum-
mon’ (İN, 105); inde- ‘çağırmak’ (GT, 277), ünde- ‘ay.’ (GT, 386);
ünde- ‘çağırmak, davet etmek’ (İM, 613); ay. (KK, 128); ‘ünle-
mek’ (TZa, 274); ‘seslenmek’ (KFT, 1079).

ÜNDÄT- ‘çağırtmak, davet ettirmek’ (CC, EK).


[< ünde- “‘to call’, with various shades of meaning ‘to call
out (Intrans., of human beings and some animals), to call’”
(EDPT, 180) + (-t-)]
OT: ündet- ‘çağırtmak’ (KE II, 684); ‘zawołać, kazać zaprosić’
(HŞ, 204); ‘çağırtmak’ (NF III, 456).

ÜNDÄL- ‘çağrılmak, isimlendirilmek; yakarılmak, davet edil-


mek’ (EK).
[< ünde- “‘to call’, with various shades of meaning ‘to call
out (Intrans., of human beings and some animals), to call’”
(EDPT, 180) + (-l-)]
(ttkht.!)
ÜNDÄN- ‘seslenilmek, çağırılmak’ (EK).
[< ünde- “‘to call’, with various shades of meaning ‘to call
out (Intrans., of human beings and some animals), to call’”
(EDPT, 180) + (-n-)]
OT: ünden- ‘быть призываемым; призываться’ (LST, 339);
‘çağrılmak, davet edilmek’ (RKT, 724); ay. (HKT, 981).

ÜPSÜN- (bk. ÜKSÜN-)


540 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ÜRK- ‘korkmak, ürkmek, telaşlanmak’ (EK).


[< *ür- + (-ük-) (?)]

ET: ürk- ‘to be startled, scared, frightened’ (EDPT, 221; DTS,


626); OT: ürk- ‘‘to be startled’ (DLT II, 365); ‘ürkmek’ (KE II,
684); ‘wystraszyć się, płoszyć się’ (HŞ, 204); ‘ürkmek, korkmak’
(NF III, 456); ‘ansızın birden bire bir şeyden korkarak sıçramak’
(ML, 82); ürük- ‘ürkmek, korkmak’ (Kİ, 115); ürk-’karışmak, dü-
zensiz olmak, dağılmak’ (KEF, 300); ‘ürkmek’ (GT, 386); ay. (İM,
613); ay. (KK, 128); ürük- ‘ay.’ (TZa, 274); ürk- ‘ay.’ (MG, 276).

Brockelmann, bu sözcüğün -k-/-ḳ- pekiştirme eki ile türetildi-


ğini düşünür (1954: 200). Räsänen, kor-k- ile birlikte, bu fiili de
eski pekiştirme biçimi olarak kabul eder (1957: 165).395örpäy-
maddesinde nihai taban olarak ör- düşünülmekte idi. Eğer bu
iki fiil kökteş ise, ki semantik açıdan yakınlar, eldeki sözcüğün
de ör- kökünden geldiği söylenebilir.
ÜRKÜT- ‘ürkütmek, korkutmak’ (EK).
[< ürk- ‘to be startled, scared, frightened’ (EDPT, 221) + (-it-
)]

ET: ürkit- ‘to startle (someone Acc.); to scare (game, etc.) away’
(EDPT, 226; DTS, 626); OT: ürküt- ‘to startle’ (DLTa I, 226); ‘ür-
kütmek’ (ME, 197); ‘ürkütmek, kalabalığı dağıtmak, kaçırtmak’
(NF III, 456); ‘bir dereceye kadar korkutmak’ (Kİ, 115); ‘ürküt-
mek, kaçırmak’ (TA, 151); ürkit- ‘ay.’ (KEF, 300).

ÜŞİ- (ve üşü-) ‘üşümek’ (CC).


[< *üş + (+i-) (?)]

OT: üşi- ‘to be overcome by the cold’ (DLTa II, 282); üşi- ‘üşü-
mek’ (TA, 152); üşü-, üşe- ‘üşümek’ (TZa, 274); üşü- ‘zmarznąć’
(BM, 79).

Etimolojisi açık değildir. Sevortyan bu sözcük için iki etimolo-


jik ihtimal olduğunu söyler:
395 Bununla birlikte etimoloji sözlüğünde bu fikrini ileri sürmez (bk. 1969: 522).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 541

I) Sözcük *üş- gibi benzer anlamlı bir fiil kökünün sıklık-pe-


kiştirme formu olabilir.
II) Sözcük *üş gibi bir isim tabanından türetilmiş olabilir
(ESTY 1974: 644).
Verilen bu iki ihtimal morfolojik olarak olasılık dahilinde ol-
makla birlikte, dayandığı tabanlar açısından zayıftır. Rams-
tedt tarafından verilen Yak. ülüy- (< Moğ. *ülü-, *üli-) (ESTY,
1974: 644; Räsänen, 1969: 522) verisi sözcüğün daha eski dö-
nemde de üç sesli bir taban olduğunu gösterir.
ÜŞKÜRT- (ve üçkürt-) ‘ürkütmek’ (EK).
[< üşkir- ‘to incite; to hiss, to whistle, to shriek’ (DLTa I, 209)
+ (-t-)]
Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde bu anlamda tanıklan-
mamıştır.
ÜŞKÜRÜL- ‘korkutulmak, ürkütülmek’ (EK).
[< üşkir- ‘to incite; to hiss, to whistle, to shriek’ (DLTa I, 209)
+ (-il-)]
(ttkht.!)
ÜŞÜ- (bk. ÜŞİ-)
ÜÜKSÜN- (ve üpsün-) ‘anımsamak’ (CC).
[< ög “‘thought, meditation, reflection’, and, by extension, the
organ of thought, ‘the mind’, and the ability to think wisely,
‘intelligence’” (EDPT, 99) + (+sin-) (?)]
(ttkht.!)
Grønbech, taban konusunda bilgi vermeden asli şeklin ög-
sin-’den, üpsün- varyantının da övsün-, üvsün- biçimlerinden
geldiğini ifade etmektedir (1942: 269). Gabain, sözcüğü ög
‘düşünce, akıl’ isim tabanına dayandırır (1998: 84). Berta da
bu etimolojiye ve Grønbech’in görüşüne katılmakta ve övsün-
merhâlesini tanıklayan Tkm. övsün- ‘желать, хотеть’ örneğini
vermektedir (1996: 226). Karaşlar da bu çalışırlar ile hemfikir-
dir (2012: 279).
ÜVRÄN- (bk. ÖVRÄN-)
ÜVRÄT- (bk. ÖVRÄT-)
ÜVÜN- (bk. OVUN-)
542 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ÜZĠÄLÄ- ‘(kuv.) çekmek, sürüklemek’ (EK).


[< üz- ‘to tear (something Acc.), to pull (it) apart or to pie-
ces’ (EDPT, 279) + (-kele-)]
(ttkht.!)
ÜZÜL- ‘parçalanmak, kırılmak veya tahrip edilmek’ (EK).
[< üz- ‘to tear (something Acc.), to pull (it) apart or to pie-
ces’ (EDPT, 279) + (-ül-)]

ET: üzül- ‘to be torn, or pulled to pieces’ (EDPT, 287; DTS, 630);
OT: üzül- ‘kesilmek, kırılmak, parçalamak’ (KB III, 508); ‘to be
cut or broken’ (DLTa I, 193); ‘прерываться, обрываться’ (LST,
337); üzül-, üzil- ‘kesilmek’ (KE II, 686); üzül- ‘ayrılmak, kop-
mak’ (MM, 268); ‘być zerwanym, pęknąć (o strunie)’ (HŞ, 204);
‘kopmak’ (NF III, 457); ‘to snap’ (İN, 105); ‘kesilmek’ (İM, 613);
ay. (KFT, 1080); ‘üzülmek, kopmak’ (MG, 277); yüzül- ‘imtina
etmek, çekinmek, yüz çevirmek; üzülmek, ayrılmak’ (İH, 55).

V
VECALAT- ‘kuleler ile donatmak’ (EK).
[< Ukr. veja ‘башня’ (KS, 1599) + (+la-t-)]
(ttkht.!)

Y
YABUŞ- (bk. YAPUŞ-)
YAÇAN- ‘utanmak, çekinmek, korkmak’ (CC).
[< ıçan-/yıçan- < *ıça-/*yıça- + (-n-) (?)]

ET: ıçan- ‘to be apprehensive about something, stand on one’s


guard, dodge’ (OTWF II, 600-601); OT: yaçan- ‘to be ashamed’
(DLTa II, 190); yacın- ‘utanmak, çekinmek’ (İH, 50).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 543

Clauson, bu fiilin ilk bakışta dönüşlü bir biçim olduğunu söyler


(1972: 882). Bu düşünce fiilin geçişsiz anlamı ile de örtüşür.
Erdal, fiil tabanının tanıklandığı bir örnek olmadığını be-
lirtmektedir (1991: 601). Räsänen yabı ‘untauglich’ sözcüğü
ile ilişki kurarak, < yab-çan- gibi bir analiz denemesi yapar
(1969: 176). Fakat bu etimoloji hem ek yönünden hem de en
eski örnekler ile uyumsuzluk yönünden ikna edici değildir.
YADA- (bk. 1.3.5)
YADAT- ‘zahmet vermek, bezdirmek, tiksinti, hoşnutsuzluk
uyandırmak’ (EK).
[< Moğ. yada- ‘to have no strength or power; to exhaust; to be
in need; to suffer; to be unable’ (MED, 422) + (-t-)]
(ttkht.!)
YAĠ-II (bk. YAḪ-)
YAĠDIR- (ve yavdır-) ‘(yağmur, kar vb.) yağdırmak’ (CC, EK).
[< yaġ- ‘‘to pour down; to rain; to snow, hail’ (EDPT, 896) +
(-tur-)]
ET: yaġtur- ‘to make it rain (rain or something else)’ (OTWF
II, 813); OT: yaġtur- ‘to cause something rain’ (DLTa II, 195);
yaġdur-, yaġtur- ‘yağdırmak’ (RKT, 735); yaġdur- ‘ay.’ (KE II,
695); ‘zsyłać’ (HŞ, 64); ‘yağdırmak’ (NF III, 465); ay. (HKT, 992);
ay. (KEF, 302).

YAĠLA- ‘yağ sürmek, yağ ile ovalamak, yağ sürerek kutsamak’


(EK).
[< yaġ “a generic term for ‘grease, fat, oil’, etc.” (EDPT, 895)
+ (+la-)]
OT: yaġla- ‘to oil’ (DLTa II, 308); ‘yağlamak’ (ME, 200); ay. (ML,
84); ay. (Kİ, 117); ay. (KEF, 303); ‘to apply the fat’ (İN, 106); ‘yağ-
lamak, yağ sürmek’ (İM, 616); ay. (KK, 128); yaġla- ‘ay.’ (TZa,
275), yavla- ‘ay.’ (TZa, 281); yaġla- ‘ay.’ (KH, 144); ay. (MG, 280).

YAĠLAN- ‘(hayvansal yağ, makine yağı, tereyağı, kokulu yağ ile)


yağlanmak; yağ veya yağlı gıdalar yemek; oruç açmak’ (EK).
[< yaġla- ‘to oil’ (DLTa II, 308) + (-n-)]
544 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: yaġlan- ‘to be oiled’ (DLTa II, 202).

YAĠLAT- ‘yağlamak, yağ sürmek’ (EK).


[< yaġla- ‘to oil’ (DLTa II, 308) + (-t-)]

OT: yaġlat- ‘to order something to be oiled’ (DLTa II, 141).

YAĠMURLAN- ‘yağmura doymak’ (EK).


[< yaġmur ‘rain’ (EDPT, 903) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
YAĠMURLAT- ‘yağmur yağdırmak, yağmura doyurmak’ (EK).
[< yaġmur ‘rain’ (EDPT, 903) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
YAḪ- (ve yaġ- II) ‘yapıştırmak; (yağ) sürmek, sıvamak, yağlamak,
meshetmek’ (CC, EK).
[< *ya- + (-ḳ-) (?)]

ET: yaḳ- ‘to rub (something Acc.) on to (something Dat.)’ (EDPT,


896); OT: yaḳ- ‘to bandage’ (DLTa II, 181); ‘(kına) yakmak’ (ME,
200).

Bu etimoloji geçerli olmamakla birlikte, yaġ sözcüğünün var-


lığı bu iki veriyi aynı köke bağlıyor görünmektedir.
YAḪIŞ- ‘yakışmak, üstünde güzel durmak’ (EK).
[< yaḳ- “basicallly ‘to approach, or be near to (something
Dat.)” (EDPT, 896) + (-ış-)]

ET: yaḳ ış- ‘to approach, draw near to, one another’ (EDPT, 908,
909; DTS, 238); OT: yaḳ ış- ‘yaklaşmak; uyuşmak’ (KB III, 516);
‘to draw near, to come together’ (DLTa II, 186); ‘uymak, alışmak’
(ME, 201); ‘yakışmak, uygun düşmek’ (KEF, 304).

YAḪIŞIL- ‘uygun ve yakışır şekilde yapılmak’ (EK).


[< yaḳ ış- ‘to approach, draw near to, one another’ (EDPT, 908,
909) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
YAḪIŞTIR- ‘yakıştırmak, yakışır hâle getirmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 545

[< yaḳ ış- ‘to approach, draw near to, one another’ (EDPT, 908,
909) + (-tur-)]
(ttkht.!)
YAḪŞILA- ‘iyi hâle getirmek’ (EK).
[< yaḳ şı ‘güzel, iyi’ (KB III, 516) + (+la-)]
OT: yaḫ şıla- ‘övmek, medhetmek’ (KE II, 696); yaḳ şıla- ‘iyi mu-
amele etmek’ (Kİ, 120); ‘güzelleştirmek’ (KFT, 1084).

YAḲŞIR- ‘kendini düzeltmek, (kendine) çekidüzen vermek’ (CC).


[< yaḳ şı ‘güzel, iyi’ (KB III, 516) + (+r-)]
(ttkht.!)
Kuun bu kısmı ju(?tar)rimẽ olarak okur ve fiili Osm. ‫راتلوي‬
ile karşılaştırır (1880: 226). Drimba’nın transliterasyonu j(…)
rimẽ’dir (2000: 142). Argunşah&Güner tarafından varsayılan
yakşır- fiili tarihî tanıklarla desteklenemediği için farazi bir
şekildir.
YALA- ‘yalamak, yalayıp yutmak’ (CC, EK).
[< yalġa- < ?]
ET: yalġa- ‘to lick’ (EDPT, 926; DTS, 228); OT: yalġa- ‘yalamak’
(KB III, 517); ‘to lick’ (DLTa II, 307); yala- ‘lizać’ (HŞ, 65), yėle-
‘ay.’ (HŞ, 77); yala- ‘dille silmek’ (ML, 84); ‘yalamak’ (Kİ, 117);
ay. (TA, 153); yala-, yalġa- ‘yalamak’ (KEF, 304); yala- ‘ay.’ (İM,
617); ay. (KK, 129); ay. (TZa, 276); ‘lizać’ (BM, 54).

Sözcüğün etimolojisi çözümlenmemiştir. +A- ile türetilmiş


fiillere benzemektedir. Çağdaş varyantlar için (bk. Räsänen,
1969: 182).
YALAN- ‘soyunmak, giysilerini çıkartmak’ (EK).
[< yalan- < *yal- + (-ın-)]
ET: yalın- ‘to strip oneself’ (OTWF II, 626); OT: yalın- ‘çıplak
olmak, soyunmak’ (KB III, 517); ‘to stripe oneself’ (DLTa II, 191).

YALANAÇLA- (bk. YALAŊAÇLA-)


YALAŊAÇLA- (ve yalanaçla-, yaŋalaçla-) ‘ortaya çıkarmak;
soymak, giysilerini çıkartmak’ (EK).
546 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< yalaŋaç ‘çıplak, elbisesiz’ (CC, 872) + (+la-)]


OT: yalanşla- ‘soyunmak’ (TZa, 276).

YALAŊAÇLAN- (ve yalanaçlan-, yaŋalaçlan-) ‘soyunmak, giy-


silerini çıkartmak, çıplak olmak’ (EK).
[< yalaŋaçla- + (-n-)]
OT: yalıŋaçlan- ‘tecrit edilmek, soyutlanmak’ (İM, 617).

YALANAÇLAT- ‘soyundurmak, çıplak hâle getirmek’ (EK).


[< yalaŋaçla- + (-t-)]
(ttkht.!)
YALBAR- ‘rica etmek, yalvarmak; dua etmek’ (CC, EK).
[< ?]
ET: yalvar- ‘to beg, beseech, pray (to someone Dat.)’ (EDPT,
920); yalbar- ‘умолять, просить’ (DTS, 228); OT: yalv ȧ r- ‘yal-
varmak’ (KB III, 518); ‘to ask someone to help’ (DLTa II, 97);
yalbar- ‘yalvarmak’ (ME, 201); yalbar- ‘ay.’ (KE II, 698), yalv ȧ r-
‘ay.’ (KE II, 700); yalv ȧ r- ‘ay.’ (MM, 269); yalbar- ‘błagać, prosić,
modlić się (do Boga)’ (HŞ, 65); yalbar- ‘yalvarmak’ (NF III, 466);
‘yalvarmak’ (ML, 2), ‘istemek’ (ML, 84); yalbar- ‘yalvarmak,
yalvarıp yakarmak’ (HKT, 996), yalv ȧ r- ‘ay.’ (HKT, 999); yal-
bar- ‘yalvarmak, dua etmek’ (KEF, 304); ay. (TZa, 277); yalvar-
‘prosić, blagać’ (BM, 54).

Etimolojisi belirsizdir. Clauson, yalın- 2 fiilinin yalvar- fiili ile


eş anlamlı olduğunu, bununla birlikte morfolojik bağın kuru-
lamayacağını ifade eder (1972: 931). Çağdaş biçimler için bk.
(1969: 182).
YALBARIL- ‘yalvarılmak, rica edilmek, istenmek’ (EK).
[< yalbar- ‘умолять, просить’ (DTS, 228) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
YALDRA- (bk. YALTRA-)
YALĠANLAN- ‘yalana baş vurmak, yalan söylemek’ (EK).
[< yalġanla- ‘yalancı çıkarmak, yalanmak’ (NF III, 467) + (-n-
)]
OT: yalġanlan- ‘imandan döndürülmek’ (RKT, 744).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 547

YALĠANSIZLAN- ‘yalansız olmak, çarpıtılmamış, düzgün ol-


mak’ (EK).
[< yalġansız ‘без лжи, безложный, лишенный лжи,
нелживый, неискаженный’ (KS, 1632) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
YALĠIZLAN- ‘yalnızlaşmak, uzaklaşmak, kaçmak’ (EK).
[< yalŋus ‘alone, only; solitary’ (EDPT, 930) + (+la-n-)]
OT: yalġuzlan- ‘yalnız kalmak’ (ME, 201).

YALIN- ‘rica etmek, yalvarmak’ (CC).


[< *yal- + (-ın-) (?)]
ET: yalın- ‘умолять, просить’ (DTS, 229); OT: yalın- ‘yalvar-
mak, sızlanmak’ (ME, 201); ‘błagać, prosić’ (HŞ, 66); ‘yakarmak’
(ML, 84).

Tabanı tanıklanmamış olmak ile birlikte, dönüşlü bir fiil olma-


sı muhtemeldir.
YALSIZLAN- ‘alacağı ücretten, haktan mahrum olmak’ (EK).
[< yalsız ‘без найма, аренды, не по найму, без уплаты,
вознаграждения, возмещения’ (KS, 1634) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
YALTRA- (ve yaldra-, yeltra-, yıltıra-, yıltra-) ‘parlamak, ışılda-
mak’ (CC, EK).
[< *yaltır/*yıltır + (+ı-) (?)]
ET: yaltrı- ‘to glimmer, etc.’ (OTWF II, 481; EDPT, 923; DTS,
230); OT: yaldrı- ‘to shine’ (DLTa II, 373); yıldıra- ‘сверкать’
(LST, 157); yıldra- ‘ışımak, parlamak’ (RKT, 778); yıldıra- ‘ay.’
(ME, 209); yuldura- ‘(yıldırım) çakmak’ (Kİ, 128); yaldıra-, yal-
dırı- ‘parlamak, parıldamak’ (KEF, 304), yıldıra- ‘ay.’ (KEF, 310);
yıldıra- ‘ıldıramak’ (TZa, 285).

Erdal bu sözcüğü otrI- kategorisinde değerlendirmek ile bir-


likte Osmanlıca yaldız veya onun öncülü EAT yaldır yaldır
verilerinden türemiş olabileceğini dile getirir. Bu ek ile ala-
kalı olarak da otr-, otIr-, otrA-, o drI- ve o dIrA- biçimlerinin daha
sonradan geliştiğini ifade eder (1991: 481).
548 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

YALTRAT- (ve yıltrat-) ‘parıldatmak, ışıldatmak’ (EK).


[< yaltra- < yaltrı- ‘to glimmer, etc.’ (OTWF II, 481; EDPT,
923396) + (-t-)]
OT: yalrıt- ‘to brighten; to make something shine; to polish so-
mething until it takes on a gleam’ (DLTa II, 140).

YAMA- ‘yamamak’ (CC, EK).


[< *ya- (-ma-) (?)]
OT: yama- ‘to patch’ (DLTa II, 193); ‘латать, класть заплату’
(LST, 138); ‘yama komak’ (ML, 84); ‘yamamak, deliği onarmak’
(KEF, 305); ‘ay.’ (TZa, 277).

Etimolojisi belirsizdir (bk. Räsänen 1969: 184; Clauson 1972:


934). Karaşlar, bu sözcüğü herhangi bir kategoriye dahil etmez
(2012: 179). Dayandırılabilecek *yam gibi bir taban bugüne
dek tanıklanmamış olmakla birlikte, çağdaş Türk dillerinde
de yoktur. yap-, *yaş- ‘örtmek’ fiilleri dikkate alındığında bu
sözcük ortak *ya- kökünden sıklık çatı eki -mA- ile türetilmiş
olabilir.
YAMANLA- ‘kınamak, ayıplamak, azarlamak, kötülemek, birisi-
ne kötülük yapmak’ (EK).
[< yamān ‘vile’ (DLTa II, 162) + (+la-)]
OT: yamanla- ‘kötülemek’ (KE II, 700); ‘gniewać się, mieć za złe’
(HŞ, 66); ‘kötülemek, hakkında kötü söz söylemek’ (NF III, 468);
‘telef etmek’397 (Kİ, 118); ‘ganić’ (BM, 54); ‘kötülemek’ (KFT,
1085).

YAMANLAN- ‘kötülenmek, yerilmek, çekiştirilmek’ (EK).


[< yamanla- ‘kötülemek’ (KE II, 700) + (-n-)]
(ttkht.!)
YAMANLAŞ- ‘birbirine karşı hakaret etmek, suçlamada bulun-
mak, birbirine kızmak, birbiri ile kavga etmek’ (EK).
396 Clauson’un madde başı yaltrı- olmasına rağmen ilk örnek yaltra-’dır.
397 Caferoğlu bu veri için şöyle not düşer: “Arapça tercümesine göre ‘telef etmek’;
ama ‘fena muamele kılmak’ olmalıdır.”
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 549

[< yamanla- ‘kötülemek’ (KE II, 700) + (-ş-)]


(ttkht.!)
YAN- ‘yanmak, alev almak; ateşlenmek, ağrılanmak; kederlen-
mek, acı çekmek’ (CC, EK).
[< *ya- + (-n-)]

OT: yan- ‘to glow’ (DLTa II, 182); ‘parlamak’ (RKT, 748); ‘yan-
mak’ (KE II, 701); ‘palić się’ (HŞ, 66); ‘yanmak’ (NF III, 468);
ay. (KEF, 304); ay. (GT, 391); ay. (TZa, 277); ‘palić się, plonąć’
(BM, 55).

Clauson, bu fiili yaḳ- ve yal- ile birlikte aynı farazi *ya- kökü-
ne bağlar (EDPT, 942).
YANAŞ- (ve yaynaş-) ‘yanaşmak, yaklaşmak’ (EK).
[< yana- ‘yanaştırmak’ (ME, 202) + (-ş-)]

OT: yanaş- ‘yanaşmak’ (KB III, 520); ‘приближаться’ (LST,


139); ‘yanaşmak’ (ME, 202); ay. (KE II, 704); ay. (MM, 270);
‘‘siadać obok siebie, zbliżyć się do siebie, przestawać ze sobą’
(HŞ, 67); ‘yaklaşmak, yanaşmak’ (NF III, 469); ay. (İM, 618); ay.
(TZa, 277).

YANAŞTIR- ‘yanaştırmak, yaklaştırmak’ (EK).


[< yanaş- ‘yanaşmak’ (KB III, 520) + (-tur-)]

OT: yanaştur- ‘yanaştırmak’ (ME, 202).

YANÇ- ‘ezmek, parçamalak, ufalamak, öğütmek; berelemek’


(CC, EK).
[< *yanç + (+ı-) (?)]

ET: yanç- ‘to crush, trample on’ (EDPT, 944; DTS, 231); OT:
yenç- ‘koparmak, ısırmak, yere vurup ayağıyla ezmek’ (KB III,
535); ‘to crush’ (DLTa II, 373); yanç- ‘ezmek, döğmek’ (ME, 202),
yenç- ‘ay’ (ME, 207); yenç- ‘ezmek, dövmek, kesmek, saplamak’
(KE II, 724); yinç- ‘to press against’ (İN, 107); yenç- ‘ezmek’ (GT,
394); yanşı- ‘yençmek, çiğnemek, ezmek’ (TZa, 278).
550 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Etimolojisi belirsizdir. TZ örneği aslî formu yansıtıyor olabi-


lir. Yani *yanç isim tabanından türeyen sözcük erken dönemde
son sesini bırakmış olabilir.
YANÇIL- ‘dövülmek, savrulmak’ (EK).
[< yanç- ‘to crush, trample on’ (EDPT, 944) + (-ıl-)]
ET: yançıl- ‘to be crushed’ (EDPT, 945; DTS, 232); OT: yançıl-,
yänçil- ‘to be crushed’ (DLTa II, 201); yençil- ‘ezilmek, dövülmek’
(KE II, 724); yançıl- ‘yarılmak’ (NF III, 469).

YANDIR-I ‘geri vermek, geri döndürmek’ (CC).


[< yan- “‘to turn back’ (Intrans.)” (EDPT, 941) + (-tur-)]
ET: yantur- ‘‘to bring back, turn back, give back’ (EDPT, 947;
DTS, 232); OT: yandur- ‘döndürmek’ (KB III, 520); ‘возвращать’
(LST, 139); ‘döndürmek, çevirmek, havale etmek; geri vermek,
iade etmek, vermek; döndürmek, başka bir şeye çevirmek’ (RKT,
749); ‘geri çevirmek, çevirmek, göndermek’ (KE II, 704); ‘geri
döndürmek, vazgeçirmek’, (KEF, 305); ‘obracać, zwracać’ (BM,
55); ‘döndürmek’ (KFT, 1085).

YANDIR-II (bk. YANDUR-)


YANDUR- (ve yandır- II) ‘ışık yakmak’ (CC, EK).
[< yan- ‘to burn, blaze up’ (EDPT, 942) + (-tur-)]
OT: yandur- ‘зажигать, разжигать’ (LST, 139); ‘yakmak’ (ME,
202); ‘zapalać, rozpalać, wzniecać (ogień)’ (HŞ, 67); ‘yakmak’
(NF III, 469); ay. (TA, 154); (çiraġ) yandır- ‘to light the lamp’
(RH, 78); yandur- ‘yakmak, tutuşturmak’ (KEF, 305); yandur-
‘yakmak’ (İM, 618); yandır- ‘ay.’ (TZa, 277); yandur- ‘zapalać,
palić’ (BM, 55); ay. (KH, 145).

yak- fiili yerine kullanılan uzun versiyondur. Ancak tarihî ta-


nıkların sayısına bakıldığında bunun CC&EK ile sınırlı olma-
dığı anlaşılmaktadır.
YANI- ‘tehdit etmek’ (CC).
[< yan- ‘to threaten (someone Acc.)’ (EDPT, 942) + (-ı-)]
OT: yanı- ‘tehdit etmek’ (TZa, 278).
YANIL- (bk. YAŊIL-)
YANLAŞ- ‘katılmak, eklenmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 551

[< yān “originally an anatomical term ‘the hip’; hence more


generally ‘the side, flank’ of the body, or in other context”
(EDPT, 940) + (+la-ş-)]
(ttkht.!)
YANLAŞTIR- ‘birleştirmek, iliştirmek’ (EK).
[< yanlaş- + (-tur-)]
(ttkht.!)
YAŊALAÇLA- (bk. YALAŊAÇLA-)
YAŊIL- (ve yanıl-) ‘yanılmak, hata etmek’ (CC, EK).
[< ?]
ET: yaŋıl- ‘to err, make a mistake, commit a fault’ (EDPT, 951; DTS,
234); OT: yaŋıl- ‘yanılmak’ (KB III, 521); ‘to err’ (DLTa II, 179);
‘yanılmak, şaşırmak’ (AH, LXXI); ‘ошибаться, спутаться’ (LST,
141); ‘yanılmak’ (ME, 202); ay. (KE II, 705); ‘omylić się, pomylić się,
zbłądzić’ (HŞ, 68); ‘yanılmak, hata yapmak’ (NF III, 469); ay. (ML,
85); ay. (HKT, 1001); yaŋal- ‘yanılmak’ (Kİ, 119); yaŋıl- ‘ay.’ (KEF,
305); ay. (GT, 392); yagıl- ‘ay.’ (TZa, 275); yaŋıl- (yanıl-) ‘mylić się’
(BM, 55); yaŋıl- ‘yanılmak, hata etmek’ (MG, 283).

Clauson, bu fiilin morfolojik olarak edilgen olduğunu, bununla


birlikte fiil tabanı olarak düşünülen Çağ. yaŋ- ‘to lead into error’
verisinin bir ters türetim örneği olabileceğini belirtir (1972: 951).
Erdal, ise bu sözcüğü edilgen bir biçim saymayarak çalışma
kapsamı dışında tutar (bk. 1991: 689). Karaşlar bu sözcüğü, yaŋ-
‘hata yapmak’ (!)398 fiil tabanına dayandırıp edilgenlik kategori-
sinde değerlendir (2012: 328). Geçişsiz fiil tabanlarının edilgen-
lik eki aldıklarından gerçek bir edilgen gibi anlam taşımadıkları
bilinir (ör., eksil-, oŋal-, uşal-, uyal-, tiril- vd.). Bu sözcük de
edilgenlik eki almış geçişsiz tabanlı bir fiil olabilir. Clauson’un
belirttiği gibi geç dönemde kayda geçen Çağ. yaŋ- ‘hataya sürük-
lemek’ fiili bir ters türetim şekli olabilir ve bu sözcüğün tabanı
olarak gösterilmesi uygun olmaz.
YAŊILDIR- ‘yanıltmak, ayartmak, günaha sürüklemek’ (EK).
[< yaŋıl- ‘to err, make a mistake, commit a fault’ (EDPT, 951)
+ (-tur-)]
398 Karaşlar; Dankoff ve Kelly (1985: 213), Erdal’ın yaŋıl- fiilini, yaŋ- tabanına
bağladığını söylemektedir; ancak bu bilgi hatalıdır (bk. 1991: 689).
552 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ET: yaŋıltur- ‘to make somebody go wrong’ (OTWF II, 814).

YAŊILT- ‘yanıltmak, hataya sürüklemek, şaşırtmak’ (EK).


[< yaŋıl- ‘to err, make a mistake, commit a fault’ (EDPT, 951)
+ (-t-)]
(ttkht.!)
YAŊIŞA- (ve yaŋşa-) ‘saçmalamak; çekiştirmek, dedikodu et-
mek, iğnelemek’ (EK).
[< *yaŋış ‘yansıma bildiren taban (?)’ + (+a-)]
OT: yaŋşa- ‘baş ağrıtmak, gevezelik etmek’ (KB III, 522); ‘ge-
vezelik etmek’ (AH, LXXI); ‘gadać bez sensu, zawracać głowe
(gadaniem)’ (HŞ, 68).

yaŋşa- varyantı daha eskicil olsa da EK’da kayda geçen yaŋışa-


daha aslî olmalıdır.
Clauson, bu sözcüğün etimolojisinin kapalı olduğunu ifade etmek
ile birlikte, muhtemelen yansıma bir tabandan türediğini be-
lirtmektedir (1972: 953). /-ş/ ile biten yansıma tabanlar olma-
makla beraber, söz konusu taban -(X)ş ile isimleştirilmiş bir
yansıma fiilden geliyor olabilir.
YAŊLAN- ‘yankılanmak, tınlamak’ (CC).
[< *yaŋ ‘yansıma taban (?)’399 + (+la-n-)]
(ttkht.!)
YAŊŞA- (bk. YAŊIŞA-)
YAP- ‘örtmek, kapamak; örtmek, kapamak’ (CC, EK).
[< *ya- + (-p-)]
ET: yap- ‘to cover; to create’ (EDPT, 871; DTS, 235); OT:
yap- ‘örtmek, kapamak’ (KB III, 523); ‘to shut’ (DLTa II, 179);
‘строить, возводить’ (LST, 141); ‘kapamak, örtmek’ (ME, 203);
‘przykrywać, okrywać, zamykać’ (HŞ, 63); ‘yapmak’ (NF III,
470); ‘örtmek, kapatmak’ (Kİ, 119); ‘yapmak, inşa etmek’ (KEF,
305); ‘kapıyı kapamak’ (TA, 154); ‘kapamak, örtmek’ (GT, 392);
ay. (İM, 618); ‘örtmek, sarmak’ (KK, 129); ‘yapmak; örtmek’
(TZa, 278); yab- ‘zamykać’ (BM, 53).
399 Krş. ET yaŋḳu “‘an echo’; morphology obscure, but prob. w. an onomatopoeic
basis” (1972: 951).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 553

-(X)p- kanıksanmış bir ek olmasa da yap- fiilinin yaş- ile se-


mantik bağı düşünüldüğünde türemiş bir sözcük olarak düşü-
nülebilir.
YAPIL- (ve yapul-) ‘kapatılmak, örtülmek, duvar örülmek’ (EK).
[< yap- ‘to cover; to create’ (EDPT, 871) + (-ıl-)]

OT: yapıl- ‘örtünmek, kapanmak, gizlenmek’ (KB III, 523), ya-


pul- ‘ay.’ (KB III, 523); yapul- ‘to be shut’ (DLTa II, 187).

YAPRAḪLAN- ‘yaprakla örtülmek’ (EK).


[< yapraḳ < yapurġaḳ “‘a leaf’ of a tree or plant, hence me-
taph. of a book” (EDPT, 879) + (+la-n-)]

OT: yapraḳ lan- ‘yapraklanmak’ (ME, 203); yafraḳ lan- ‘yaprak-


lanmak, yeşermek’ (KE II, 694); yapraḳ lan- ‘yapraklan, yaprağı
çıkmak’ (KEF, 305); ay. (KK, 203).

YAPSARLA- ‘(ağaçları) birbirine çatmak’ (CC).


[< yapsar ‘?’ + (+la-) (?)]
(ttkht.!)
Bu sözcük üzerinde CC çalışırları arasında görüş birliği yok-
tur. Kuun, sözcüğü yappala- [iapparlarmen]400 şeklinde okur
“fabricor” anlamını verir (1880: 140, 254). Grønbech ise yap-
sa- olarak okumuş ve ‘(Bretter) fugen’ olarak anlamlandırmış-
tır. Berta; Grønbech’in yapsar-men olarak okuduğunu yapşar-
men olarak okuyup söz konusu fiili yapış-fiil tabanına dahil
eder (1996: 421).401 Karaşlar, sözcüğü (yap- + -sa-) biçiminde
analiz eder (2012: 379). Bununla birlikte, Drimba CC okuma-
sında orijinal biçimin yapsarlarme(n) olduğu görülmektedir
(2000: 241). Argunşah& Güner; Drimba’nın okuyuşuna uygun
olarak fiili yapsarla- ‘(ağaçları) birbirine çatmak’şeklinde de-
ğerledirmektedirler (2015: 875).
400 Dizinde iappalarmen (1880: 254).
401 Gabain de bu fiili, yap(ı)ş isim tabanından +A- ile analiz etmektedir (1998: 83).
554 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Sözcüğün yapısı ile semantiği tam anlamı ile örtüşmez. Diğer


taraftan fiil tabanı üzerine doğrudan -sA- ekinin geldiği örnek-
ler de bulunmaktadır. Berta’nın teklif ettiği yapşa- (< yapış-a-)
biçimi morfolojik olarak geçerli bir örnek değildir ve tarihî
arka planda desteksizdir. Drimba ve Argunşah&Güner’in oku-
maları -Kuun’da da kendini kısmen gösteren- yazılı biçime ri-
ayet eder; fakat geçerlilik açısından şüphelidir ve geçerli bir
tabana bağlanmaz.
YAPTIR- ‘kapattırmak, örttürmek’ (EK).
[< yap- ‘to cover; to create’ (EDPT, 871) + (-tur-)]
OT: yaptur- ‘to order someone to shut (door or other)’ (DLTa II,
194); ‘заставить построить, воздвигнуть’ (LST, 142); ‘sıvamak,
kaplatmak’ (KE II, 706).

YAPUḪLAN- ‘kapanmak; solmak’ (EK).


[< yapuġ ‘örtü, çeki’ (ME, 203) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
Garkavets, bu sözcüğün aslında yapullan- olup olmadığından
emin olmadığını belirtmiştir.
YAPUL- (bk. YAPIL-)
YAPUN- ‘örtünmek, sarınıp sarmalanmak, gizlenmek’ (EK).
[< yap- ‘to cover; to create’ (EDPT, 871) + (-un-)]
ET: yapın- ‘to place (the palms of) one’s (hands) together’ (OTWF
II, 626; EDPT, 878; DTS, 236); OT: yapın- ‘to cover itself’ (DLTa
II, 190); yapun- ‘örtünmek’ (ME, 203); yabun- ‘örtünmek, giy-
mek’ (GT, 392); yıpın- ‘yapışmak’ (TZa, 285).

YAPUŞ- (ve yabuş-) ‘yapışmak, bulaşmak, birbirine sıkıca kenet-


lenmek veya bağlanmak’ (EK).
[< yap- ‘to cover; to create’ (EDPT, 871) + (-uş-)]
ET: yapış- ‘to adhere, stick to (something Dat.)’ (EDPT, 880;
DTS, 236); OT: yapuş- ‘to stick’ (DLTa II, 184); ‘yapışmak’ (AH,
LXXI); yapuş- ‘sarılmak, dört elle sarılmak, sığınmak’ (RKT,
753), yepüş- ‘sımsıkı sarılmak, yapışmak’ (RKT, 772); ‘yapış-
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 555

mak, tutmak’ (ME, 203); ‘yapışmak, sırnaşmak, sarılmak’ (KE II,


706); yabuş- ‘przyczepić się, przylgnąć; obejmować, napastować,
napadać’ (HŞ, 63); yapuş- ‘yapışmak, sıkıca sarılmak’ (NF III,
470); ay. (HKT, 1004); yapış-, yapuş- ‘yapışmak’ (Kİ, 119); ‘ya-
pışmak, bulaşmak, ısrar etmek’ (KEF, 305); yapış- ‘to be tight up
(against)’ (İN, 106); yapuş- ‘(bir şeye) yapışmak, kavramak’ (GT,
392); yapuş-, yapış- ‘yapışmak’ (İM, 618); yapış- ‘ay.’, (TZa, 278);
yabış- ‘połączyć się, przylgnąć’ (BM, 54); yapış- ‘yapışmak’ (KH,
145); ay. (KFT, 1085); yapuş- ‘yapışmak, bitişmek’ (MG, 283).

YARA- ‘uyuşmak, yakışmak, layık olmak’ (CC, EK).


[< ?]
ET: yara- ‘to be successful, advantageous, beneficial, useful,
serviceable (to someone Dat.); to suitable for (something Dat.)’
(EDPT, 956; DTS, 239); OT: yara- ‘yaramak, uygun gelmek’
(KB III, 523); ‘yaramak’ (AH, LXXI); ‘yaramak, uygun ve gerek-
li olmak; faydalı olmak’ (KE II, 706); ay. (MM, 270); ‘pasować,
nadawać się, być godnym’ (HŞ, 69); yara- ‘быть подходящим,
быть годным’ (MNa, 212), yära- ‘ay.’ (MNa, 214); yara- ‘yara-
mak, uygun düşmek, yakışmak’ (NF III, 470); ‘elverişli olmak’
(ML, 86); ‘yaramak’ (AOYB, 240); ‘(bir işe) yaramak’ (Kİ, 120);
‘to be good’ (İN, 106); ‘yaramak’ (GT, 240); ay. (İM, 618); ay.
(KK, 129); ay. (TZa, 279); ‘godzić się, nadawać się’ (BM, 55); ‘ya-
ramak’ (KH, 145); ay. (KFT, 1086); ay. (MG, 283); ay. (ESL, 101).

Etimolojisi belirsizdir. +A- ile türetilmiş olması muhtemeldir;


ancak bu anlamı sağlayacak bir taban bilinmemektedir.
YARAĠLAN- ‘silahlanmak, silah kuşanmak; silah ile vurulmak,
silah ile kendini incitmek’ (EK).
[< yaraġ ‘silah, teçhizat’ (ME, 203) < yaraġ ‘opportunity; sui-
tability, opportuneness’ (EDPT, 962) + (+la-n-)]
OT: yaraḳ lan- ‘donanmak’ (TZa, 279).

YARALA- ‘yaralamak; vurmak, çarpmak’ (EK).


[< yara < yaġır ‘gall on an animal’ (DLTa II, 150) + (+la-)]
OT: yaġırla- ‘to treat a gall (of an animal)’ (DLTa II, 324).
556 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

YARALAN- ‘yaralanmak’ (EK).


[< yarala- + (-n-)]
(ttkht.!)
YARALAŞ- ‘birbirini yaralamak’ (EK).
[< yarala- + (-ş-)]
(ttkht.!)
YARALAT- ‘yaralandırmak’ (EK).
[< yarala- + (-t-)]
(ttkht.!)
YARARI- ‘uymak, uyumlu olmak’ (EK).
[< yarar ‘faydalı, uygun; cesur’ (KE II, 708) + (+ı-)]
(ttkht.!)
Bu sözcük, sadece Deny tarafından tanıklanır. Hatalı bir imla
şekli olma olasılığı taşımaktadır.
YARAŞ- ‘uyumlu olmak, iyi geçinmek; uygun olmak, işe yara-
mak; hoşnut olmak’ (CC, EK).
[< yara- ‘to be successful, advantageous, beneficial, useful,
serviceable (to someone Dat.); to suitable for (something Dat.)’
(EDPT, 956) + (-ş-)]
ET: yaraş- ‘to be suitable, becoming, harmonious’ (EDPT, 972;
DTS, 240); OT: yaraş- ‘anlaşmak, yaraşmak, uygun gelmek’ (KB
III, 525); ‘to agree (with each other)’ (DLTa II, 184); ‘мириться’
(LST, 144); ‘uymak, alışmak’ (ME, 203); ‘anlaşmak, uymak, uy-
gun düşmek, yakışmak’ (KE II, 708); ‘dopasować się, dostosować
się, przyzwyczaić się, przygotowywać się’ (HŞ, 70); yeraş-
‘подходить, быть подножащим’ (MNa, 214); yaraş- ‘anlaşmak,
ittifak kılmak’ (NF III, 471); ‘uymak, münasip olmak’ (ML, 86);
‘barışmak’ (HKT, 1005); ‘yakışmak, uymak; iyi geçinmek, sev-
mek, anlaşmak, uyuşmak’ (KEF, 306); ‘to be suitable’ (İN, 106);
ay. (KH, 145); ay. (MG, 284).

YARAŞIL- ‘kişiye göre, kişiye uygun ve hoş yapılmak’ (EK).


[< yaraş- ‘to be suitable, becoming, harmonious’ (EDPT, 972)
+ (-ıl-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 557

OT: yaraşıl- ‘layık olmak’ (KFT, 1086).

YARAŞTIR- (bk. YARAŞTUR-)


YARAŞTUR- (ve yaraştır-) ‘düzenlemek, tertip etmek’ (CC).
[< yaraş- ‘to be suitable, becoming, harmonious’ (EDPT, 972)
+ (-tur-)]

ET: yaraştur- ‘to keep in order’402 (EDPT, 973); OT: yaraştur- ‘ya-
raştırmak, uyuşturmak’ (KB III, 525); ‘barıştırmak, düzeltmek,
islah etmek’ (RKT, 755); ‘alıştırmak, uyuşturmak’ (ME, 203);
‘hazırlamak, alıştırmak’ (KE II, 708); ‘dostosować, dopasować,
przygotować, urządzić’ (HŞ, 70); ‘hazırlamak, düzeltmek’ (NF
III, 471); ‘uzlaştırmak, barıştırmak’ (HKT, 1006); yaraşdur- ‘fay-
dalı hâle getirmek’ (KFT, 1086).

YARAT- ‘yaratmak, üretmek’ (EK).


[< yara- ‘to be successful, advantageous, beneficial, useful,
serviceable (to someone Dat.); to suitable for (something Dat.)’
(EDPT, 956) + (-t-)]

ET: yarat- ‘to create, arrange, bring into a particular state etc.’
(OTWF II, 793; EDPT, 959; DTS, 240); OT: yarat- ‘yaratmak,
vücuda getirmek’ (KB III, 525); ‘to create’ (DLTa II, 121); ‘ya-
ratmak’ (AH, LXXII); ‘творить, создавить’ (LST, 143); ‘yarat-
mak; (yalan) uydurmak’ (RKT, 755); ‘yaratmak’ (ME, 203); ay.
(KE II, 708); ay. (MM, 270); ‘‘tworzyć, stworzyć’ (HŞ, 70); yärat-
‘творить, создавать’ (MNa, 214); ‘yaratmak, var etmek, meydana
getirmek’ (NF III, 471); ay. (ML, 86); ay. (HKT, 1006); ay. (Kİ,
120); ay. (KEF, 306); ay. (GT, 392); ay. (İM, 618); ay. (KK, 129); ay.
(TZa, 279); ay. (KH, 145); yarad-, yarat- ‘ay.’ (KFT, 1086); yarat-
‘ay.’ (MG, 284); ay. (ESL, 101).

Erdal, fiili yara- tabanına dayandırmak ile birlikte, tabanı ile


olan semantik ilişkisinin çok yakın olmadığını belirtir (1991:
793).
YARATIL- ‘yaratılmak, kurulmak, üretilmek’ (EK).
402 Örnekten çıkartılan anlamdır.
558 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< yarat- ‘to create, arrange, bring into a particular state etc.’
(OTWF II, 793) + (-ıl-)]

ET: yaratıl- ‘to be created’ (EDPT, 962; DTS, 240); OT: yara-
tıl- ‘быть созданным, сотворенным’ (LST, 143); ‘yaratılmak’
(RKT, 755); ay. (ME, 204); ay. (KE II, 709); ay. (MM, 270); ‘być
stworzonym’ (HŞ, 71); ‘yaratılmak, inşa edimek, yapılmak’ (NF
III, 472); ‘yaratılmak’ (HKT, 1006); ay. (KEF, 306); ay. (İM, 618);
yaradıl- ‘ay.’ (ELS, 101).

YARDIR- ‘yardırmak, kırdırmak’ (EK).


[< yar- “‘to split, or cleave’ (with a sharp instrument)” (EDPT,
954) + (-tur-)]
OT: yartur- ‘to order someone to split’ (DLTa II, 195); yardur-
‘yardırmak, böldürmek’ (KEF, 306).

YARĠULA- ‘yargılamak, hüküm vermek’ (CC, EK).


[< yarġu “lit. ‘an instrument for splitting’, but normally ‘a legal
tribunal’ (i.e. an instrument for splitting facts and discovering
the truth), hence sometimes ‘a lawsuit’ or ‘a legal decision’”
(EDPT, 963) + (+la-)]
(ttkht.!)
YARĠULAN- ‘yargılanmak, mahkum edilmek’ (EK).
[< yarġula- + (-n-)]
(ttkht.!)
YARIḪLA- ‘aydınlatmak, ışıtmak’ (EK).
[< yaruḳ ‘light, gleam; bright, shining’ (EDPT, 962) + (+la-)]
(ttkht.!)
YARIḪLAN- ‘aydınlanmak, parıldamak’ (EK).
[< yarıḫla- + (-n-)]
(ttkht.!)
YARIḪLAT- ‘aydınlatmak’ (EK).
[< yarıḫla- + (-t-)]
(ttkht.!)
YARIL- ‘çatlamak, yarılmak’ (CC, EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 559

[< yar- “‘to split, or cleave’ (with a sharp instrument)” (EDPT,


954) + (-ıl-)]

ET: yarıl- ‘to be split; to split (Intrans.)’ (EDPT, 967; DTS, 242);
OT: yarıl- ‘yarılmak’ (KB III, 526); ‘to split open’ (DLTa II, 187);
‘колоться, трескаться’ (LST, 144); ‘yarılmak’ (RKT, 755); ay.
(ME, 204); ay. (KE II, 709); ‘być rozlupanym, rozprutym’, być
rannym’ (HŞ, 72); ‘yarılmak, ikiye ayrılmak, açılmak’ (NF III,
472); ‘yarık açılmak’ (ML, 85); ‘yarılmak’ (HKT, 1007); ay. (KEF,
306); ‘to split’ (İN, 108); ‘yarılmak’ (İM, 619); ay. (KH, 145); ay.
(KFT, 1086); ay. (MG, 284).

YARILĠA- (bk. YARLIĠA-)


YARILĠAT- ‘affettirmek’ (CC).
[< yarlıḳ a- ‘to be gracious, compassionate; to commiserate’
(EDPT, 968) + (-t-)]

OT: yarlıḳ at- ‘affetmek, günahları bağışlatmak’ (RKT, 761); ay.


(KE II, 713); ay. (NF III, 473); ‘bağışlanmak, merhamete kavuş-
mak’ (HKT, 1010).

YARIMLA- ‘yarıya bölmek’ (EK).


[< yarım “lit. ‘a single act of splitting’, hence ‘a half’” (EDPT,
968) + (+la-)]

OT: yarımla- ‘to reach the mid-point’ (DLTa II, 324).

YARIMLAN- ‘yarıya bölünmek’ (EK).


[< yarımla- ‘to reach the mid-point’ (DLTa II, 324) + (-n-)]

OT: yarımlan- ‘to be shared by halves’ (DLTa II, 205).

YARIŞIR- ‘ifşa etmek, açığa çıkarmak, yaymak’ (EK).


[< yarış- ‘to share (something with someone)’ (DLTa II, 185) +
(-ır-)]
(ttkht.!)
560 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Sadece Garkavets tarafından kayıt altına alınan bu veri ek ter-


cihi açısından ilginç bir örnektir. İşteş bir fiilin beklenen ettir-
genlik varyantı -DXr-; ancak bu sözcükte -Ir- tercih edilmiştir.
Anlamsal boyut DLT’de tanıklanan ‘paylaşmak’ üzerinden ge-
liştirilebilir. Garkavets’çe verilen cümle şudur: biri birimizniŋ
sırın heç yarışırmas edi ḫ (2010: 1658). Sır paylaşmak, sırrı
açığa çıkarmak, onu açığa çıkarmak ile hemen hemen aynı ey-
lemdir.
YARIT- ‘aydınlatmak, parlatmak’ (CC).
[< yaru- ‘to be, or become bright; to shine’ (EDPT, 456) +
(-t-)]
ET: yarut- “physically ‘to illuminate (something Acc.), make it
bright’; metaph.’to enlighten, inform’” (EDPT, 960; DTS, 243);
OT: yarut- ‘aydınlatmak, parlatmak’ (KB III, 528); ‘to illuminate’
(DLTa II, 175); ‘aydınlatmak’ (AH, LXXII); ‘освещать, светить’
(LST, 147); ‘aydınlatmak’ (ME, 204); yarut-, yarıt- ‘ay.’ (KE II,
714); yarut- ‘oświetlać, rozświecać, rozjaśnić’ (HŞ, 72), yarıt- ‘ay.’
(HŞ, 73); yarut- ‘освещать’ (MNa, 212); ‘ışıtmak’ (NF III, 474);
ay. (HKT, 1011); ay. (KEF, 307).

YARLA- (bk. EYÄRLÄ-)


YARLIĠA- (ve yarılġa-, yarlıġay-, yarlıha-) ‘merhamet etmek;
affetmek’ (CC, EK).
[< yarlıġ “‘a command from a superior to an inferior’, someti-
mes with some connotation of a grant of favour from a superior
to an inferior” (EDPT, 966) + (+ḳa-)]
ET: yarlıḳ a- ‘to be gracious, compassionate; to commiserate’
(EDPT, 968; DTS, 242); OT: yarlıḳ a- ‘buyurmak, emretmek; af-
fetmek, bağışlamak’ (KB III, 526); ‘приказывать, соизволить’
(LST, 145); ‘affetmek, bağışlamak, merhamet etmek’ (RKT, 759);
‘esirgemek, rahmet etmek’ (ME, 204); ‘buyurmak, emretmek;
affetmek, bağışlamak’ (KE II, 712); ‘litować się, okazać łaskę,
ułaskawić, darować winę’ (HŞ, 71); ‘affetmek, bağışlamak; buyur-
mak, emretmek’ (NF III, 472); ‘merhamet etmek’ (ML, 86); ‘mağ-
firet etmek, bağışlamak’ (HKT, 1009); ‘esirgemek, lutfetmek’
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 561

(AOYB, 240); ‘af ve merhamet etmek’ (Kİ, 121); yarlıġa- ‘bağış-


lamak’ (TA, 154); ay. (GT, 393); yarlıḳ a- ‘günahları bağışlamak’
(İM, 619); yarılġa- ‘esirgemek, yarlıgamak’ (TZa, 279), yarlıġa-
‘ay.’ (TZa, 280); yarlıġa- ‘bağışlamak’ (KFT, 1086).

Clauson, bu fiilin yarlıġ isim tabanın +ḳ A- eki ile türediğini


ve büzüşerek yarlıḳ a- biçimi aldığını ifade eder (1972: 968).
Erdal, da morfolojik olarak bu görüşe katılmak ile birlikte ta-
banın anlamı konusunda Clauson’dan ayrılır (bk. 1991: 462).
Son hecesi, CC ve EK’da olduğu gibi, tonlu ünsüz ile başlayan
örnekler Memlûk Kıpçakçası ile görülmeye başlar. Normal ve
metatetik örneğin ikisinin birden TZ’de tanıklanması eldeki
veriler iki saha arasındaki paralelliği vurgular.
YARLIĠAN- ‘bağışlayıcı, merhametli olmak’ (EK).
[< yarlıḳ a- ‘to be gracious, compassionate; to commiserate’
(EDPT, 968) + (-n-)]
OT: yarlıḳ an- ‘bağışlanmak’ (RKT, 761); ay. (KE II, 713); ay.
(HKT, 1010); ay. (İM, 619).

YARLIĠAY- (bk. YARLIĠA-)


YARLIHA- (bk. YARLIĠA-)
YARLILAN- ‘yoksullaşmak, zavallılaşmak’ (EK).
[< yarlıġ ‘poor, destitute’ (EDPT, 967) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
YARLILAT- ‘yoksullaştırmak’ (EK)
[< yarlıġ ‘poor, destitute’ (EDPT, 967) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
YARSIT- ‘tahrik etmek, kızdırmak’ (CC).
[< yarsı- ‘to be revolted, disgusted by (something Acc.)’ (EDPT,
972) + (-t-)]
OT: yarsıt- ‘to make something seem loathsome’ (DLTa II, 140).

YASA- (bk. 1.3.5)


YASAḪLA- ‘vergi, görev, sorumluluk, zorunluluk yüklemek, ic-
bar etmek’ (EK).
562 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< Moğ. casaġ ‘rule, government, administration; ruling prin-


ce of a banner; power; political structure; law, punishment, pe-
nalty’ (MED, 1039-40) + (+la-)]
(ttkht.!)
YASAḪLAN- ‘vergilendirilmek, yükümlü kılınmak, taahhüt al-
tına alınmak’ (EK).
[< yasaḫla- + (-n-)]
(ttkht.!)
YASAL- ‘üretilmek, yapılmak, kurulmak, inşa edilmek, tamir
edilmek’ (EK).
[< Moğ. casa- ‘to put in order, fix, repair, correct, make correc-
tion; to improve; to decorate; to castrate’ (MED, 1039) + (-l-)]
OT: yasal- ‘быть настроенным’ (LST, 147).

YASAT- ‘inşa ettirmek, tamir ettirmek’ (EK).


[< Moğ. casa- ‘to put in order, fix, repair, correct, make correc-
tion; to improve; to decorate; to castrate’ (MED, 1039) + (-t-)]
OT: yasat- ‘создавать, заставить сделать’ (LST, 147).

YASATTIR- ‘inşa ettirmek, kurdurmak, onartmak’ (EK).


[< yasat- ‘создавать, заставить сделать’ (LST, 147) + (-tur-)]
(ttkht.!)
YASLA- ‘yas tutmak, üzülmek’ (EK).
[< Ar. ya’s ‘renunciation, resignation; hopelessness, desperati-
on’ (DMWA, 1105) + (+la-)]
OT: yasla- ‘yas tutmak’ (ME, 204); ‘nosić żałobę’ (HŞ, 73).

YASLAN-I ‘yasın, matemin nesnesi olmak’ (EK).


[< yasla- ‘yas tutmak’ (ME, 204) + (-n-)]
(ttkht.!)
YASLAN-II ‘yaslanmak, dayanmak; aylaklık etmek’ (EK).
[< yası̄ la- ‘to make something broad’ (DLTa II, 316) + (-n-)]
(ttkht.!)
YAŞA- ‘yaşamak, yaşında olmak’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 563

[< yaş “basically ‘fresh, moist’; from this extended meanings


developed: (1) ‘fresh’ to ‘green vegetables’; (2) ‘moist’ to ‘run-
ning with moisture; tears’; and perhaps also (3) ‘fresh every
year’ to ‘a year of one’s life’” (EDPT, 975) + (+a-)]
ET: yaşa- ‘to live (for so many years, or an unstated period,
usually long) (EDPT, 976; DTS, 246); OT: yaşa- ‘yaşamak’ (KB
III, 529); ‘to live’ (DLTa II, 192); ‘yaşamak’ (KE II, 715); ‘жить’
(MNa, 213), yäşa- ‘ay.’ (MNa, 214); yaşa- ‘yaşamak’ (NF III, 474);
‘ay.’ (Kİ, 121); ‘yaşamak, … yaşında olmak’ (GT, 393); ‘yaşamak’
(TZa, 280); ‘ay.’ (KH, 145).

YAŞAR- ‘yeşermek, yeşile dönmek, çiçek açmak’ (EK).


[< yaş “basically ‘fresh, moist’; from this extended meanings
developed: (2) ‘fresh’ to ‘green vegetables’; (2) ‘moist’ to ‘run-
ning with moisture; tears’; and perhaps also (3) ‘fresh every
year’ to ‘a year of one’s life’” (EDPT, 975) + (+ar-)]
ET: yaşar- ‘to be, or become, green; to be, or become, moist’
(EDPT, 979; DTS, 246); OT: yaşar- ‘yeşermek’ (KB III, 530);
‘to become green’ (DLTa II, 183); ‘оживляться, зеленеть’ (LST,
148); ‘yeşermek, yeşillendirmek’ (KE II, 715); ‘zielenić się, być
w kwitnącym stanie (?)’ (HŞ, 74); ‘yeşermek’ (HKT, 1013); ‘göz
yaşarmak’ (Kİ, 2), ‘yeşillenmek’ (Kİ, 122); ay. (KEF, 307); ‘yeşer-
mek’ (GT, 393); ‘göz yaşarmak’ (TZa, 280).

YAŞART- ‘yeşillendirmek’ (EK).


[< yaşar- ‘to be, or become, green; to be, or become, moist’
(EDPT, 979) + (-t-)]
ET: yaşart- ‘to make green and/or moist’ (OTWF II, 794); OT:
yaşart- ‘to green’ (DLTa II, 373); ‘yaşatmak (!)’ (ME, 205); ‘ye-
şertmek’ (KE II, 715).

YAŞARTTIR- ‘yeşerttirmek’ (EK).


[< yaşart- ‘to make green and/or moist’ (OTWF II, 794) + (-tur-)]
OT: yaşartdır- ‘оживлять, заставить зеленеть’ (LST, 148).

YAŞAT- ‘yaşatmak’ (CC, EK).


564 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< yaşa- ‘to live (for so many years, or an unstated period,


usually long) (EDPT, 976) + (-t-)]

OT: yaşat- ‘yaşatmak’ (KB III, 530); ‘ömür vermek, yaşatmak’


(HKT, 1013).

YAŞIN- (ve yaşun-) ‘gizlenmek’ (CC, EK).


[< yaş- ‘to hide (oneself, Intrans.)’ (EDPT, 976) + (-ın-)]

OT: yaşın- ‘прятаться’ (LST, 149); ‘örtünmek, gizlenmek’ (ME,


205); yaşun- ‘gizlenmek’ (KE II, 716); yaşın- ‘ay.’ (ML, 87); ye-
şin- ‘ay.’ (HKT, 1022); yaşın- ‘ay.’ (TA, 154); ay. (KEF, 307); ‘ör-
tünmek’ (İM, 619); ‘gizlenmek’ (KK, 129).

YAŞIR- ‘gizlemek, saklamak, belli etmemek’ (CC, EK).


[< yaş- ‘to hide (oneself, Intrans.)’ (EDPT, 976) + (-ur-)]

ET: yaşur- ‘to hide (something Acc.)’ (EDPT, 979; DTS, 247);
OT: yaşur- ‘gizlemek’ (KB III, 530); ‘to hide’ (DLTa II, 183);
‘gizlemek, saklamak’ (RKT, 764); ay. (ME, 205); ay. (KE II, 716);
‘ukrywać, chować’ (HŞ, 74); ‘gizlemek’ (NF III, 474); yaşır- ‘ay.’
(ML, 87); yaşur- ‘ay.’ (Kİ, 122); ‘to hold [lit. to hide]’ (İN, 106);
yaşır- ‘gizlemek’ (KK, 129); ay. (TZa, 281); yaşur- ‘ay.’ (ESL,
102).

YAŞIRIL- ‘gizlenmek (edl.), saklanmak (edl.), sığındırılmak’


(EK).
[< yaşur- ‘to hide (something Acc.)’ (EDPT, 979) + (-ul-)]
(ttkht.!)
YAŞIRINDIR- ‘gizletmek’ (EK).
[< *yaşurın-/*yaşurun- + (-tur-)]
(ttkht.!)
YAŞIRT- ‘saklatmak, gizletmek’ (EK).
[< yaşur- ‘to hide (something Acc.)’ (EDPT, 979) + (-t-)]
(ttkht.!)
YAŞLAN- ‘yeşermek, tazeleğini geri kazanmak, canlanmak,
gençleşmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 565

[< yaş “basically ‘fresh, moist’; from this extended meanings


developed: (2) ‘fresh’ to ‘green vegetables’; (2) ‘moist’ to ‘run-
ning with moisture; tears’; and perhaps also (3) ‘fresh every
year’ to ‘a year of one’s life’” (EDPT, 975) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
DLT’de yaş isim tabanından türemiş bir yaşla- fiili bulunmakla
birlikte (bk. DLTa II, 308; EDPT, 978) fiilin anlamı ‘(at vb.)
baharda çıkan, taze ot ile otlamak’ anlamındadır. Dolayısıyla
eldeki sözcük bu tabandan geliyor olamaz.
YAŞLAT- ‘yeşillendirmek, tazelemek, diriltmek’ (EK).
[< yaş “basically ‘fresh, moist’; from this extended meanings
developed: (2) ‘fresh’ to ‘green vegetables’; (2) ‘moist’ to ‘run-
ning with moisture; tears’; and perhaps also (3) ‘fresh every
year’ to ‘a year of one’s life’” (EDPT, 975) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
YAŞNAT- ‘şimşek çaktırmak, şimşekle aydınlatmak’ (EK).
[< yaşna- “(of lightning) ‘to flash’” (EDPT, 979) + (-t-)]

OT: yaşnat- ‘to make something flash’ (DLTa II, 142).

YAŞUN- (bk. YAŞIN-)


YATḪIZ- ‘yatırmak, sermek’ (EK).
[< yat- “‘to lie down’, w. some extended meanings, ‘to lie down
to sleep, (of nomads) to settle down in one place’” (EDPT, 884)
+ (-ḳız-)]
(ttkht.!)
YATḪIZDIR- ‘yatırtmak’ (EK).
[< yatḫız- + (-tur-)]
(ttkht.!)
YATLAN- ‘yabancılaşmak, kaçınmak, uzaklaşmak, ilgisiz ve
uzakta olmak’ (EK).
[< yatla- ‘to repudiate’403 (EDPT, 890) + (-n-)]
403 Örnekten çıkartılan anlamdır. Clauson madde anlamı olarak DLT örneğindeki
anlamı benimser; fakat bu ET’de görülmez (ayrıca bk. Erdal 1991: 450).
566 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde bu anlamda tanıklan-


mamıştır.
YATTIR- ‘yatırmak, yatırtmak’ (EK).
[< yat- “‘to lie down’, w. some extended meanings, ‘to lie down
to sleep, (of nomads) to settle down in one place’” (EDPT, 884)
+ (-tur-)]
OT: yattır- ‘yatırmak, uyutmak’ (Kİ, 122).

YAVDIR- (bk. YAĠDIR-)


YAVRUT- ‘zayıflatmak; yormak’ (CC).
[< yavrı- ‘to be or become weak’ (OTWF II, 480) + (-t-)]
ET: yavrıt- ‘to weaken somebody, cause his condition to deteroria-
te’ (OTWF II, 794); OT: yavrıt- ‘to weaken’ (DLTa II, 140).

Grønbech’in bu sözcüğe verdiği anlam, ‘schwächen, durch


Überanstrengung Schaden zufügen’ [‘zayıflatmak, aşırı çaba
ile gücünü tüketmek’], ettirgendir. menim atım yavruttı cüm-
lesini ise ‘er hat mein Pferd überanstrengt’ olarak yani “O,
atımı yordu (aşırı çalıştırdı)” olarak yeniden yorumlar (1942:
119). Bu yazarın sözlüğünü çeviren Aytaç ise aynı cümleyi
“benim atım yoruldu” şeklinde çevirir (Grönbech, 1992: 223).
Karaşlar; Grønbech’teki bilgilere uygun olarak fiilin anlamını
‘zayıflatmak, güçsüzleştirmek’, cümleyi de “O, atımı yordu”
olarak verir (2012: 420-421). Argunşah&Güner fiilin anlamını
geçişsiz olarak belirlemişlerdir: ‘zayıflamak, gücü azalmak,
yorulmak’ (2015: 881). Fiilin çatısı ile verilen bu anlam tutarlı
olmasa da, cümle örneği bu anlama yöneltmektedir. Orta Al-
manca karşılığında özne ‘o’ olarak belirtilmiş; ancak Kıpçakça
cümlede zamir olarak bir özne ya okunamamış ya da yazıcılar
tarafından atlamıştır. Olmuş olsaydı bile nesnenin yükleme eki
alması, yani menim atımnı şeklinde olması gerekirdi. Yine de
bu fiilin diğer tarihî tanıklarla paralel şekilde anlamlandırıl-
ması daha doğru olacaktır.
YAYIL- ‘açılmak, yayılmak, gerilmek, yayvanlaşmak; dağılmak’
(CC, EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 567

[< yaḏ- “‘to spread out (on the ground, etc.)’ hence metaph.
‘to publish abroad’ and the like” (EDPT, 883) + (-ıl-)]
ET: yaḏ ıl- ‘to be spread out; to be published abroad’ (EDPT, 890;
DTS, 223); OT: yaḏ ıl- ‘yayılmak’ (KB III, 512); ‘to be disper-
sed; to be spread out; to spread’ (DLTa II, 187); yaḏ ıl- ‘yayılmak’
(KE II, 694), yayıl- ‘ay.’ (KE II, 719); yayıl- ‘rozprzestrzenić się,
rozejść się’ (HŞ, 65); ‘yayılmak’ (NF III, 476); ‘dağılmak, yayıl-
mak; serilmek, döşenmek; açılmak, ortaya konulmak; birçok kişi
tarafından duyulmak, şüyu bulmak’ (HKT, 1019); ‘yayılmak, da-
ğıtılmak’ (KEF, 308); ay. (GT, 393); ay. (İM, 619); ‘yağ kumaşa
döküldüğü noktadan etrafa dağılmak, lekelemek’ (İH, 52).

YAYLA- ‘yaz mevsimini geçirmek’ (CC).


[< yay ‘spring/summer’404 (EDPT, 980) + (+la-)]
ET: yayla- ‘to settle (somewhere) for the summer; to spend the
summer (somewhere)’, (EDPT, 982; DTS, 226); OT: yayla- ‘to
summer’ (DLTa II, 309); ‘yaylamak’ (ME, 206); ‘yay/yaz geçir-
mek’ (ML, 88); ‘spędzać lato’ (BM, 54).

YAYLAT- ‘silahlandırmak, yay ile donatmak’ (EK).


[< *yayla- + (-t-)]
Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde bu anlamda tanıklanma-
mıştır.
Sadece Garkavets’çe tanıklanan bu sözcük ve tabanı olan *yay-
la- ‘yay veya silah kuşanmak’405tarihî kaynaklarda bulunmaz.
Dolayısıyla tarihî Türkçe için orijinal bir veridir.
YAYNAŞ- (bk. YANAŞ-)
YAZDIR- ‘yazdırmak, çizdirmek’ (EK).
[< yaz- ‘to write’ (DLTa II, 179) + (-tur-)]
404 Clauson bu sözcükteki anlam karmaşasını şöyle ifade eder: “There is utter confusion
in the Turkish languages about the words for ‘spring’ and ‘summer’. Since
yaz, must originally have meant ‘summer’, yay must originally have meant
‘spring’, which is Kaş.’s translation in the main entry and is confirmed by its
use in antithesis to küz ‘autumn’ in one passage. But yayla-, always meant ‘to
spend the summer (somewhere)’, and already in Kaş. yaȳ is used for ‘summer’,
in antithesis to küz* ‘winter,’ in some verses…” (1972: 80).
405 Muhtemel anlam olarak verilmiştir.
568 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: yazdır- ‘заставить писать’ (LST, 134); ‘yazdırmak’ (KK,


130).

YAZIĠLAN- (bk. YAZIḪLAN-)


YAZIḪLAN- (ve yazıġlan-) ‘günaha bulaşmak, günaha batmak,
suçlu olmak’ (EK).
[< yazoḳ la- ‘to be guilty of an offence’ (OTWF II, 451) + (-n-)]
(ttkht.!)
YAZIL- I ‘yazılmak, tescil edilmek, kayıt altına alınmak’ (CC,
EK).
[< yaz- ‘to write’ (DLTa II, 179) + (-tur-)]
OT: yazıl- ‘yazılmak’ (KE II, 719); ay. (GT, 394); ay. (İM, 619); ay.
(KH, 146); ay. (ESL, 102).

YAZIL- II ‘çözülmek, açılmak’ (CC).


[< yaz- ‘to untie’ (DLTa II, 179) + (-tur-)]
ET: yazıl- ‘to be or get relaxed or unattached’ (OTWF II, 685);
OT: yazıl- ‘açılmak, çözülmek’ (KB III, 534); ‘çözülmek, ayrıl-
mak’ (KEF, 308).

YAZISIZLAN- ‘yazılmamak, kayda geçirilmemek’ (EK).


[< *yazısız + (+la-n-)]
(ttkht.!)
EK’da *yazısız gibi sözcük bulunmaz. Fiil doğrudan yazı isim
tabanı üzerine +sızlan- ek dizisi ile oluşmuş olabilir.
YEBERİL- ‘gönderilmek, yönlendirilmek; azat edilmek, tahliye
edilmek, taşırılmak; başvurulmak, referans edilmek (delile da-
yanarak)’ (EK).
[< iber- ‘посылать’ (LST, 121) (< ıḏı ber-) + (-il-)]
OT: yiberil- ‘gönderilmek’ (AOYB, 241).

YEBERT- ‘göndertmek, azat ettirmek’ (EK).


[< iber- ‘посылать’ (LST, 121) (< ıḏı ber-) + (-t-)]
(ttkht.!)
YEDİR- ‘yedirmek, beslemek, doyurmak’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 569

[< yė- “‘to eat’, with several metaph. and extended meanings”
(EDPT, 869) + (-tür-)]

ET: yėtür- ‘to give (something Acc., to someone Dat.) to eat’


(EDPT, 892; DTS, 252); yitür- ‘yedirmek’ (KB III, 549); ay. (AH,
LXXIV); yėdür- ‘потравить, дать возможность съесть’ (LST,
149); yėdür- ‘yedirmek’ (ME, 206), yetür- ‘ay.’ (ME, 208); yėdür-
‘ay.’ (KE II, 722); ‘karmić, dać do zjedzenia’ (HŞ, 77); ‘yedirmek’
(NF III, 478); yidür- ‘yedirmek’ (HKT, 1028), yitür- ‘ay.’ (HKT,
1034); yedür- ‘ay.’ (TA, 156); yidür- ‘ay.’ (KEF, 311); ay. (GT, 396);
yidir-, yidür- ‘ay.’ (İM, 621), yitür- ‘ay.’ (İM, 622); yedir- ‘ay.’
(KK, 131); ay. (TZa, 283); yedür- ‘nakarmić’ (BM, 56); yidür- ‘ye-
dirmek’ (KH, 146); yedir- ‘ay.’ (DM, 122).

YEDİRİL- ‘beslenmek (edl.), yedirilmek’ (EK).


[< yėtür- ‘to give (something Acc., to someone Dat.) to eat’
(EDPT, 892) + (-ül-)]

OT: yidürül- ‘yedirilmek’ (İM, 621).

YEĠIŞTIR- (bk. YIĠIŞTIR-)


YELPİ- ‘yellemek, yelpazelemek’ (CC).
[< ?]

ET: yelpi- ‘обмахиваться’ (DTS, 254); OT: yelpi- ‘yelpazelen-


mek’ (ME, 206); ay. (KE II, 724); ay. (NF III, 479); ay. (KEF, 309);
yilpi- ‘ay.’ (İM, 621).

Etimolojisi belirsizdir. Clauson, sözcüğün semantik oalrak yėl


sözcüğü ile bağlantılı olduğunu; ancak -pi- bilinen geçerli bir
isimden fiil yapım eki olmadığı için morfolojik bağ kurmanın
zor olduğunu söyler (1972: 920). Räsänen de sözcüğü yel taba-
nına bağlamak ile birlikte yapım ekini açıklamaz (1969: 196).
YELTÄ- (ve yılta-) ‘yüreklendirmek, teşvik etmek, kışkırtmak,
ayartmak’ (EK).
[< yel ‘wind’ (EDPT, 916) + (+te-)]
(ttkht.!)
570 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Gülensoy, Türkçede de bulunan yelten- fiilinin analizinde söz-


cüğü yel isim tabanı ve +DA- eki ile açıklar (2009: 1117).
YELTRA- (bk. YALTRA-)
YEMÄKLÄN- ‘beslenmek, yemek yemek’ (EK).
[< yimek ‘yemek’ (ML, 89) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
YEMİR- (ve emir-) ‘devirmek, yıkmak, harap etmek’ (EK).
[< *emi- + (-r-) (?) ]
ET: yėmir- ‘to smash, uproot’ (EDPT, 937; DTS, 255); OT:
yemür- ‘to uproot’ (DLTa II, 184); ‘yıkmak’ (ME, 207); yimür-
‘rozwalać, łupać, rozłupać, kruszyć’ (HŞ, 80).

Etimolojisi belirsizdir. Clauson bu sözcük için yorumda bu-


lunmaz. Belki, her ne kadar istikrarlı biçimde /e-/ ile başlasa
da, OT emit- ‘eğilmek, yaslanmak’ ile ilişkilidir. Sözcüğün ilk
örnekleri yuvarlak ünlü taşımadığı için -Ur- ettirgen eki al-
mış olamaz. Dolayısıyla *emi-/*yemi- gibi bir tabandan geliyor
olabilir.
YEMİRİL- ‘devrilmek, çökmek, harap olmak’ (EK).
[< yėmir- ‘to smash, uproot’ (EDPT, 937) + (-il-)]
ET: yėmril- ‘to be smashed, uprooted’ (EDPT, 937; DTS, 255);
OT: yimril- ‘yarılmak, ayrılmak’ (TZa, 286).

YEMİŞLÄN- ‘meyvelenmek, yemişlenmek’ (EK).


[< yėmiş ‘fruit’ (EDPT, 938) + (+le-n-)]
OT: yėmişlen- ‘to bear fruit’ (DLTa II, 204).

YEMİŞLÄT- ‘aşılamak, meyveli, yemişli kılmak’ (EK).


[< yėmiş ‘fruit’ (EDPT, 938) + (+le-t-)]
(ttkht.!)
YEMİZDİR- (bk. EMİZDİR-)
YEMLÄN- ‘beslenmek, doymak’ (EK).
[< yėm “properly ‘a single meal’, but actually ‘food’ in general”
(EDPT, 934) + (+le-n-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 571

OT: yėmlen- ‘beslenmek, yemek’ (ME, 207).

YENİL- (bk. YEŊİL-)


YEŊDİR- ‘mağlup ettirmek’ (CC).
[< ye ŋ- ‘to overcome’ (DLTa II, 351) + (-tür-)]
OT: ye ŋdür- ‘galip getirmek’ (ME, 207).

YEŊİL- (ve yenil-) ‘yenilmek, alt edilmek’ (EK).


[< ye ŋ- ‘to overcome’ (DLTa II, 351) + (-il-)]
OT: ye ŋil- ‘следовать’406 (LST, 149); yiŋil- ‘mağlup edilmek, ye-
nilmek’ (HKT, 1031); ye ŋil- ‘yenilmek’ (GT, 394); yiŋil- ‘ay.’ (MG,
287).

YEŊİRT- (bk. YÄŊİRT-)


YEŊİLLÄN- ‘hafiflemek, rahatlamak, coşkulu hissetmek’ (EK).
[< ye ŋil ‘leicht’ (KW, 122) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
YEŊİLLÄT- ‘kolaylaştırmak; sapkınlaştırmak, yozlaştırmak’
(EK).
[< ye ŋil ‘leicht’ (KW, 122) + (+le-t-)]
OT: ye ŋillet- ‘hafifletmek’ (İM, 620).

YERGÄLÄ- ‘istiflemek, yerleştirmek, düzenlemek’ (EK).


[< yėrge ‘szereg; kolejno’ (HŞ, 78) < Moğ. cerge (cereg) ‘sort,
kind, category; class, rank; level; order, degree; stage’ (MED,
1045) + (+le-)]
(ttkht.!)
YERGÄLÄN- ‘bir düzene göre sıralanmak, sıralanmak, organize,
sistamatize edilmek’ (EK).
[< yergälä- + (-n-)]
(ttkht.!)
YERGÄLÄT- ‘istifletmek, düzenlettirmek’ (EK).
[< yergälä- + (-t-)]
406 Doğrudan anlam yok, fakat sûre tercümesindeki anlam budur.
572 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

(ttkht.!)
YERGÄSİZLÄN- ‘ahlaksız, haysiyetsiz, gayrimeşru olmak’
(EK).
[< yergäsiz ‘непорядочный, неприличный, незаконный,
беспутный, беззаконный; беспорядочный;
необоснованный’ (KS, 1700) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
YERIL- (bk. IRLA-)
YERİN- (ve erin-) ‘tembel olmak, erinmek, kaytarmak, oyalan-
mak’ (EK).
[< yėr- ‘to loathe, oppose, despise, criticise’ (OTWF II, 599) +
(-in-)]
ET: ėrin- “‘to be annoyed at or impatient with (and therefore in
some exs. ‘to be negligent about’) someone or something’” (OTWF
II, 599-600); OT: yirin- ‘iğrenmek’ (KB III, 547), irin- ‘üşenmek’
(KB III, 200); ėrin- ‘to be indolent’ (DLTa I, 196); ėrin- ‘(dert
vs.’den) yakınmak’ (ME, 120); eren- ‘bıkmak, sıkılmak’ (Kİ, 11);
irin- ‘erinmek, tembellik etmek’ (TZa, 178); yerin- ‘üzülmek’
(DM, 123); irin- ‘erinmek, tenbelleşmek, vücuda yorgunluk çök-
mek, bıkmak, usanmak’ (İH, 25).

Erdal, EDPT’deki erin- (ėrin-), irin- (? ėrin-) ve 2 yėrin- verile-


rinin birleştirilmesi gerektiği görüşündedir (OTWF II, 599).
YERİŞ- ‘erişmek, yetişmek; büyümek, olgunlaşmak’ (EK).
[< ėr- ‘to reach, arrive; to meet(?)’ (EDPT, 194) + (-iş-)]
OT: eriş- ‘erişmek, ulaşmak’ (AOYB, 212), iriş- ‘ay.’ (AOYB,
218); iriş- ‘to reach’ (İN, 95); ‘erişmek, ulaşmak; sonuca ulaşmak;
bir şeyi elde etmek’ (İM, 540); ėriş- ‘erişmek’, (TZa, 170); iriş-
‘erişmek, yetişmek’ (MG, 164).

YERİŞİL- ‘olmak, olgunlaşmak’ (EK).


[< eriş- ‘erişmek, ulaşmak’ (AOYB, 212) + (-il-)]
(ttkht.!)
YERİŞT[İR]- (bk. YERİŞTİR-)
YERİŞTİR- (ve yerişt[ir]-) ‘eriştirmek, teslim etmek’ (EK).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 573

[< eriş- ‘erişmek, ulaşmak’ (AOYB, 212) + (-tür-)]

OT: iriştür- ‘eriştirmek, kavuşturmak’ (İM, 540); irişdür- ‘ay.’


(KH, 128)

YERLA- (bk. IRLA-)


YERLÄN- ‘yerleşmek, konaklamak’ (EK).
[< ye ̇̄ r “basically ‘ground’, with a wide range of extended
meanings, ‘earth (as opposed to sky), land, soil, place’, etc”
(EDPT,954) + (+le-n-)]

OT: yėrlen- ‘yerleşmek, ikamet etmek’ (KE II, 727).

YERLÄŞ- (ve yerlaş-, yırlaş-) ‘yerleşmek, konumlanmak, mes-


kun olmak’ (EK).
[< ye ̇r “basically ‘ground’, with a wide range of extended
meanings, ‘earth (as opposed to sky), land, soil, place’, etc”
(EDPT,954) + (+le-ş-)]
(ttkht.!)
YERLÄŞTİR- ‘yerleştirmek, istiflemek’ (EK).
[< yerläş- + (-tür-)]
(ttkht.!)
YERT- (bk. YIRT-)
YESİR- (bk. ESİR-)
YEŞİLLÄN- ‘yeşillenmek, yeşermek’ (EK).
[< yaşıl “properly ‘of the colour of fresh vegetation’, i.e. ‘gre-
en’” (EDPT, 978) + (+le-n- <+la-n-)]
(ttkht.!)
YETGİZ- (bk. YETKİZ-)
YETĠİZ- (bk. YETKİZ-)
YETḪİZ- (bk. YETKİZ-)
YETİL- (bk. ETİL-)
YETİŞ- ‘yetişmek, ulaşmak; ömrü vefa etmek; yeteri kadar ol-
mak, yetmek; olmak, olgunlaşmak’ (EK).
574 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< yėt- “originally ‘to overtake, catch up with (someone Acc.)’,


implying movement by both parties, as opposed to teg- ‘to re-
ach (something stationary Dat.)’; but from an early period also
almost Intrans., ‘to be sufficient’, i.e. ‘to catch up with what
is required’, and sometimes more vaguely ‘to reach’” (EDPT,
884) + (-iş-)]
OT: yėtiş- ‘to reach’ (DLTa II, 245); ‘yetişmek, ulaşmak’ (KE
II, 730); yitiş- ‘ay.’ (HKT, 1034); yetiş-, yitiş- ‘yetişmek’ (AOYB,
241); yitiş- ‘ay.’ (GT, 398); yetiş- ‘ay.’ (İM, 620), yitiş- ‘ay.’ (İM,
622); yetiş- ‘ay.’ (KK, 131); yitiş- ‘ay.’ (KFT, 1089); ay. (MG, 289).

YETİŞİL- ‘erişilmek, kavranmak, tutulmak’ (EK).


[< yėtiş- ‘to reach’ (DLTa II, 245) + (-il-)]
(ttkht.!)
YETİŞTİR- ‘yetiştirmek, eriştirmek, ulaştırmak’ (EK).
[< yėtiş- ‘to reach’ (DLTa II, 245) + (-tür-)]
OT: yitiştür- ‘yetiştirmek, ulaştırmak’ (MG, 289); yitişdür- ‘isa-
bet ettirmek, değdirmek’ (ESL, 103).

YETKİR- (ve etkir- II) ‘ulaştırmak; zamanında ulaştırmak; gö-


türmek; yeterli olmasını sağlamak; hoşnut etmeye çalışmak;
müsade etmek; argümanı kanıtlamak; görevi yerine getirmek’
(CC, EK).
[< yėt- “originally ‘to overtake, catch up with (someone Acc.)’,
implying movement by both parties, as opposed to teg- ‘to re-
ach (something stationary Dat.)’; but from an early period also
almost Intrans., ‘to be sufficient’, i.e. ‘to catch up with what
is required’, and sometimes more vaguely ‘to reach’” (EDPT,
884) + (-kür-)]
OT: yetkür- ‘доводит (до кого-чего л.); выполнять’ (LST,
153); yetgür- ‘ulaştırmak’ (ME, 207); yetkür- ‘ay.’ (KE II, 730);
‘doprowadzić, zanieść, dręczyć, przekazać’ (HŞ, 79); yetgür- ‘ye-
tiştirmek’ (NF III, 481); yitgür- ‘ay.’ (AOYB, 241); yetgür- ‘ay.’
(KEF, 309); ‘to let sth. reach so.’ (İN, 106); yitkür- ‘ulaştırmak’
(İM, 621); yetkir- ‘erişmek’ (TZa, 285), ‘достигать, доходить;
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 575

соединять, связывать’ (TZb, 311); yitgür- ‘yetirmek, ulaştırmak’


(MG, 290).

YETKİZ- (ve yetgiz-, yetġız-, yetḫiz-) ‘eriştirmek, ulaştırmak; tes-


lim etmek, arz etmek; hedefi vurmak; hayatta kalmasını sağla-
mak; argüman öne sürdürmek; görevi yerine getirtmek’ (EK).
[< yėt- “originally ‘to overtake, catch up with (someone Acc.)’,
implying movement by both parties, as opposed to teg- ‘to re-
ach (something stationary Dat.)’; but from an early period also
almost Intrans., ‘to be sufficient’, i.e. ‘to catch up with what
is required’, and sometimes more vaguely ‘to reach’” (EDPT,
884) + (-kiz-)]
(ttkht.!)
YEYİL- (ve yiyil-) ‘yenmiş olmak, emilmek, soğurulmak’ (EK).
[< yė- “‘to eat’, with several metaph. and extended meanings”
(EDPT, 869) + (-(y)il-)]
OT: ye ̇̄ l- ‘to be eaten’ (DLTa II, 246); yiyil-, yiyül- ‘yiyilmek’
(İM, 622).

YÄŊİL- (bk. YÄŊİR-)


YÄŊİLÄ- ‘yenilemek’ (EK).
[< yaŋı “‘new’, both concrete and abstract (e.g. of year)”
(EDPT, 943) + (+la-)]
ET: yaŋıla- ‘to renew, renovate’ (EDPT, 952; DTS, 234); OT:
yaŋı ̄ la- ‘to renovate’ (DLTa II, 358); ‘to renew’ (RH, 124); ye ŋile-
‘yenilemek’ (KEF, 309); yiŋile- ‘ay.’ (KEF, 309); yaŋıla- ‘ay.’ (İM,
618); ye ŋile- ‘ay.’ (TZa, 284); yinile- ‘ay.’ (KFT, 1089).

YÄŊİLÄN- ‘yenilenmek, tazelenmek’ (EK).


[< yaŋıla- ‘to renew, renovate’ (EDPT, 952) + (-n-)]
OT: yaŋılan- ‘odnowić się’ (HŞ, 68).

YÄŊİLÄT- ‘yenilemek’ (EK).


[< yaŋıla- ‘to renew, renovate’ (EDPT, 952) + (-t-)]
(ttkht.!)
576 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

YÄŊİR- (ve yaŋir-, yäŋil-) ‘yenilenmek’ (EK).


[< yaŋı “‘new’, both concrete and abstract (e.g. of year)”
(EDPT, 943) + (+r-)]
(ttkht.!)
YÄŊİRİL- ‘yenilenmek, tazelenmek, güncellenmek’ (EK).
[< yäŋir- + (-il-)]
(ttkht.!)
YÄŊİRT- (ve ye ŋirt-) ‘yenilemek, yeni bir görünümü vermek, re-
vize etmek’ (EK).
[< yäŋir- + (-t-)]
(ttkht.!)
OT: ye ŋirt- ‘yenilemek’ (TZa, 284).

YÄRLÄ- (bk. EYÄRLÄ-)


YIĠIL-I (ve yııl-, yıl-) ‘yığılmak, toplanmak’ (CC, EK).
[< yıġ- ‘to collect, assemble (Trans.)’ (EDPT, 897) + (-ıl-)]
ET: yıġıl- ‘to be heaped up’ (EDPT, 901; DTS, 265); OT: yıġıl-
‘to refrain’ (DLTa II, 188); ‘собираться’ (LST, 156); ‘kaçınmak,
vazgeçmek, sakınmak, uzak durmak, men edilmek’ (RKT, 777);
‘birikmek, toplanmak’ (ME, 208); ay. (KE II, 733); ‘uzak durmak,
sakınmak’ (MM, 272); ‘zbierać się, gromadzić się, skupiać (wokół
czego)’ (HŞ, 91); ‘toplanmak, yığılmak’ (NF III, 483); ‘menedil-
mek, alıkonulmak; toplanmak, bir araya gelmek veya getirilmek;
vazgeçmek, geri durmak’ (HKT, 1024); ‘toplanmak’ (AOYB,
241); ‘toplanmak, toplamak, yığmak; vazgeçmek, menedilmek,
sakınmak, çekinmek, uzak durmak’ (KEF, 310); ‘birikmek, yığıl-
mak’ (GT, 394); ‘çekinmek, kaçmak’ (İM, 620); ‘bir araya gelmek’
(KFT, 1088).

YIĠIL-II (bk. YIḲIL-)


YIĠIL-III (bk. IĠLA-)
YIĠILA- (bk. IĠLA-)
YIĠILAN- ‘sık olmak, yoğun olmak’ (EK).
[< *yıġı + (+la-n-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 577

Fiil tabanı olan *yıġı EK’da olmamakla birlikte, yıġılıḫ


‘частота, многократность’ (2010: 1708) sözcüğünde de taban
olarak yer almaktadır.
YIĠIN- ‘toplanmak, bir araya gelmek’ (EK).
[< yıġ- ‘to collect, assemble (Trans.)’ (EDPT, 897) + (-ın-)]
ET: yıġın- ‘to come together’ or ‘to be collected’ (EDPT, 904;
DTS, 266); OT: yıġın- ‘kendi kendini engellemek’ (KB III,
538); ‘to collect by and for itself’ (DLTa II, 190); yıyın- ‘yığıl-
mak’ (TZa, 286).
YIĠIŞIL- ‘toplanmak, bir araya getirilmek’ (EK).
[< yıġış- ‘to help someone pile up’ (DLTa II, 185) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
YIĠIŞDIR- (bk. YIĠIŞTIR-)
YIĠIŞTIR- (ve yeġıştır-, yıġışdır-, yıḫıştır-, yıştır-) ‘toplamak,
yığmak, kaldırmak; düzene sokmak; paketlemek; cenazeyi
defne hazırlamak’ (EK).
[< yıġış- ‘to help someone pile up’ (DLTa II, 185) + (-tur-)]

OT: yıġıştır-, yıyıştır- ‘toplamak’ (KK, 131).

YIĠIŞTIRIL- ‘toplanmak’ (EK).


[< yıġıştır-, yıyıştır- ‘toplamak’ (KK, 131) + (-ıl-)]
(ttkht.!)
YIĠLA- (bk. IĠLA-)
YIĠLAN- ‘matem tutmak, ağlamak’ (EK).
[< ıġla- ‘to weep’ (EDPT, 85) + (-n-)]
(ttkht.!)
YIĠLAT- ‘ağlatmak, ağlamaya sevk etmek’ (EK).
[< ıġla- ‘to weep’ (EDPT, 85) + (-t-)]

OT: yıġlat- ‘ağlamak’ (KB III, 538); ıġlat- ‘to make someone cry’
(DLTa II, 141); yıġlat- ‘заставить плакать’ (LST, 157); ıġlat- ‘ağ-
latmak’ (ME, 127), yıġlat- ‘ay.’ (ME, 208); yıġlat- ‘ay.’ (KE II,
735); aġlat- ‘ağlatmak, başkasını ağlamağa mecbur etmek’ (ML,
578 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

8); yıġlat- ‘ağlatmak’ (HKT, 1025); ıġlat- ‘ay.’ (Kİ, 42); yıġlat- ‘ay.’
(KEF, 310).

YIHLA- (bk. IĠLA-)


YIḪḪALA- ‘(sık.) yıkmak, boşaltmak, yere çalmak’ (EK).
[< yıḳ- ‘to overthrow, demolish, destroy’ (EDPT, 897) + (-ḳala-
)]
(ttkht.!)
YIḪIL- (bk. YIḲIL-)
YIḪIŞTIR- (bk. YIĠIŞTIR-)
YIIL- (bk. YIĠIL-I)
YIḲIL- (ve yıġıl-, yıḫıl-II, yıhıl- I) ‘yıkılmak, devrilmek’ (CC, EK).
[< yıḳ- ‘to overthrow, demolish, destroy’ (EDPT, 897) + (-ıl-)]
OT: yıḳ ıl- ‘yıkılmak’ (KB III, 539); ‘to be collapsed’ (DLTa II,
189); ‘валится, рушится’, (LST, 157); ‘yıkılmak’ (ME, 209); ay.
(KE II, 735); ‘pochylić się; upaść, upadać (np. Ze zmęczenia),
rozciągnąć się, stracić, przytomność, zemdleć’ (HŞ, 91); ‘yıkıl-
mak, yere düşmek’ (NF III, 485); ‘harap olmak ve düşmek’ (ML,
90); ‘yıkılmak’ (HKT, 1026); ay. (KEF, 310); ay. (GT, 395); ay.
(İM, 620); ay. (KK, 131); ay. (TZa, 284); ay. (KFT, 1088); ay. (MG,
286).

YIL- (bk. YIĠIL-I)


YILBIRA- ‘eklemek, bağlamak’ (CC).
[< ?]
(ttkht.!)
Etimolojisi belirsizdir. Karaşlar, bu veriyi Moğ. cilbura-/
cilġura-/culġura- ‘saçları ya da tüyleri dökülmek’ sözcüğü ile
karşılaştırır; fakat bu iki verinin semantik açıdan hiçbir bağı
yoktur. GTü. yalbar- fiilinin Moğ. dengi olan calbarı- (Mo-
dern Moğ. calbira-) ‘to join the palms of one’s hands in pra-
ying’ (MED, 1030) da bu sözcük ile ilişkili olabilir.
YILDIR- ‘süründürmek’ (EK).
[< yıl- ‘sürünmek’ (TZa, 285) + (-tur-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 579

YILMALA- (bk. YULMALA-)


YILMALAT- ‘pürüzsüzleştirtmek, düzleştirtmek, perdahlamak’
(EK).
[< yılmala- + (-t-)]
(ttkht.!)
YILTA- (bk. YELTÄ-)
YILTIRA- (bk. YALTRA-)
YILTRA- (bk. YALTRA-)
YILTRAT- (bk. YALTRAT-)
YIMŞAN- (ve imşan-) ‘yumuşamak’ (EK).
[< yumşa- ‘yumuşamak’ (KB III, 558) + (-n-)]
OT: yımşan- ‘boyun eğmek, itaat etmek’ (RKT, 791); yumşan-
‘zmięknąć, stać się miękkim łagodnym’ (HŞ, 86); ‘yumuşamak’
(TA, 159).

YIMŞAT- (ve imşat-) ‘yumuşatmak’ (EK).


[< yumşa- ‘yumuşamak’ (KB III, 558) + (-t-)]
OT: yumşat- ‘to soften’ (DLTa II, 140); yımşat- ‘yumuşatmak’
(RKT, 791); yumşat- ‘ay.’ (ME, 212); yumuşat- ‘yumuşak bir hâle
komak’ (ML, 92); yumşat- ‘yumuşatmak’ (HKT, 1044); ay. (TA,
159); ‘to soften’ (İN, 107); ‘yumşatmak’ (KH, 147); ay. (MG, 291).

YIRAḪLA- ‘ortadan kaldırmak, gidermek’ (EK).


[< ıraḳ ‘distant, far away’ (EDPT, 214) + (+la-)]
(ttkht.!)
YIRAḪLAN- ‘uzaklaşmak, gitmek’ (EK).
[< yıraḫla- + (-n-)]
OT: yıraḳ lan- ‘to consider any place to be far away’ (DLTa II,
205).

YIRAḪLAT- (ve iraḫlat-) ‘uzaklaştırmak, gidermek, ortadan kal-


dırmak; reddetmek’ (EK).
[< yıraḫla- + (-n-)]
(ttkht.!)
580 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

YIRĠA- (bk. 1.3.5)


YIRIL- ‘büzülmek, buruşmak’ (CC).
[< yır- ‘yırmak, parçalamak’ (İM, 621) (?) + (-ıl-)]
OT: yiril- ‘yirilmek, yırtılmak’ (ME, 210).

YIRLA- (bk. IRLA-)


YIRLAŞ- (bk. YERLÄŞ-)
YIRT- (ve ırt-, yert-) ‘yırtmak, parçalarına ayırmak’ (CC, EK).
[< yır- ‘yırmak, parçalamak’ (İM, 621) + (-t-) (?)]
ET: yırt- ‘to tear (something Acc.), to pull to pieces’ (EDPT, 958;
DTS, 268); OT: yırt- ‘yırtmak’ (KB III, 541); ‘to tear’ (DLTa
II, 372); ‘yırtmak’ (ME, 209); ay. (KE II, 738); ‘разорвать,
разодрать’ (MNa, 214); ‘yırtmak’ (NF III, 486); ‘kağıt ve bez
gibi nesneleri çekip paralamak, yarmak’ (ML, 91); ‘yırtmak; yar-
mak, delmek’ (HKT, 1028); ‘yırtmak’ (Kİ, 126); ay. (TA, 157); ‘to
tear’ (RH, 67); ‘yırtmak, parçalamak’ (KEF, 311); ay. (GT, 395);
ay. (İM, 621); ‘yırtmak’ (TZa, 286); ‘drzeć, rozrywać’ (BM, 58);
yırıt-, yırt-, yırtı- ‘yırtmak’ (KFT, 1088).

Räsänen (1969: 201) ve Levitskaya vd. (ESTY 1989: 203-204)


bu sözcüğü yır- tabanına bağlarlar. Bu düşünce, morfolojik ve
semantik açıdan uygun olmakla birlikte yırt- ve yır- fiillerinin
kronolojik görünüşleri açısından soru işareti taşır; zira yır- fii-
linin ilk örnekleri OT’den geriye gitmezken yırt- ET’de (VIII.
yy.) tanıklanır.
YIRTḪALA- ‘(sık.) yırtmak, sökmek, parçalara ayırmak’ (EK).
[< yırt- ‘to tear (something Acc.), to pull to pieces’ (EDPT, 958)
+ (-ḳala-)]
(ttkht.!)
YIRTIḪLA- ‘sökmek, yırtmak, parçalara ayırmak’ (EK).
[< yırtuḳ ‘yırtık’ (KE II, 738) + (+la-)]
(ttkht.!)
YIRTIL- ‘yırtılmak, sökülmek; yüzsüzleşmek, küstahlaşmak’
(CC, EK).
[< yırt- ‘to tear (something Acc.), to pull to pieces’ (EDPT, 958)
+ (-ıl-)]
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 581

ET: yırtıl- ‘to be torn’ (OTWF II, 687); OT: yırtıl- ‘to be torn’
(DLTa II, 200); ‘рваться’ (LST, 158); ‘yırtılmak’ (ME, 209); ay.
(KE II, 738); ay. (NF III, 486); ay. (HKT, 1028); ay. (KEF, 311); ‘to
tear’ (İN, 107); ‘yırtılmak’ (GT, 395); ay. (KFT, 1088); ay. (ESL,
103).

YIŞTIR- (bk. YIĠIŞTIR-)


YİBİT- ‘ıslatmak, nemlendirmek, ıslatarak yumuşatmak’ (CC).
[< *yibi- + (-t-)]

OT: yıpıt- ‘ıslatmak’ (TZa, 285).

Sözcük tabanı tarihî metinlerde görülmese de Tat.’ta cébé-


‘юешләнү, чылану’ (TTAS III, 754) tabanı yaşamaktadır.
YİPKİR- ‘tiksinti hissetmek, midesi bulanmak, öğürmek’ (CC).
[< ?]
(ttkht.!)
Etimolojisi belirsizdir.
YİR- (bk. EGİR-)
YİRİNLÄN- (bk. İRİNLÄN-)
YİTİR- ‘kaybetmek, yitirmek’ (CC).
[< yit- “‘to stray, get lost’; hence by extension ‘to perish’”
(EDPT, 885) + (-ür-)]

ET: yitür- ‘to lose; to cause to stray’ (EDPT, 893); OT: yitür- ‘kay-
betmek, yitirmek’ (KB III, 548); ‘to lose’ (DLTa II, 183); ‘терять’
(LST, 155); yitir- ‘yitirmek’ (ME, 210); yitür- ‘ay.’ (KE II, 740); ay.
(HKT, 1034); ay. (İM, 622); ‘niszczyć, rujnować, burzyć’407 (BM,
57).

YİYİL- (bk. YEYİL-)


YOGUN- (bk. YÜGÜN-)
YOĠO- ‘itaat etmek’ (CC).
[< ?]
407 Zajączkowski bu fiili “yitirmek” anlamlı tarihi örneklerle karşılaştırıyor; ancak
fiil için verdiği anlam “yok etmek, mahvetmek” şeklindedir.
582 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde bu anlamda tanıklan-


mamıştır.
Grønbech sözcüğün sonuna soru işareti koyarak tereddüdünü
belirtir (1942: 125). Drimba herhangi bir açıklama yapmaz
(2000: 268).
YOĠOY- ‘küçülmek, incelmek’ (CC).
[< yoġay- < yoġaḏ- < yoḳ ‘nothing; having nothing’ (EDPT,
895) + (+aḏ-) (?)]
ET: yoḳ aḏ- ‘to perish’ (EDPT, 900; DTS, 273); OT: yoḳ aḏ- ‘yok
olmak’ (KB III, 550); ‘to pass away (with death’ (DLTa II, 347).
Sözcüğün etimolojisi çok açık olmamakla birlikte “isim kök/
taban + Ay- = geçişsiz fiil” formülüne uymaktadır. Modern
Kırgızcadaki ileri düzey yuvarlaklaşma temayülünün XIV.
yy.’da başladığını gösteriyor olabilir. Ayrıca Kıpçakçada iki
ünlü arasında kalan /k/, /ḳ/ sesleri tonlulaşarak /g/, /ġ/ olur
(Tat. çıgu ‘çıkmak, çıkış’, yugal- ‘gözden kaybolmak’; yugarı
‘yüksek; üst, tepe noktası’; Kzk. şıgıs ‘çıkış’, jogarı ‘üst, üstte’
vd.). Dolayısıyla bu biçim tarihî dönemde tanıklanan yoḳ aḏ-
olmalıdır.408
YOḪA- ‘yok edilmek, tahrip edilmek’ (CC).
[< yoḳ ‘nothing; having nothing’ (EDPT, 895) + (+a-)]
Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde bu anlamda tanıklanma-
mıştır.
YOḪLA- ‘yokluğunu fark etmek’ (CC).
[< yoḳ ‘nothing; having nothing’ (EDPT, 895) + (+la-)]
Taranan tarihî kaynakların hiçbirisinde bu anlamda tanıklanma-
mıştır.
YOḪSUZLAN- ‘yoksullaşmak, kötü duruma düşmek’ (EK).
[< yoḳ suz ‘ineffective, to no purpose’ (EDPT, 907) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
YOLSUZLAN- ‘münasebetsiz olmak, uygunsuzca davranmak’
(EK).
[< yolsuz ‘one who has lost the way’ (DLTa II, 168) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
YOLUḪ- (bk. YOLUḲ-)
408 Karaşlar, bu fiili kök fiil olarak değerlendirmiştir (2012: 193).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 583

YOLUḪLAN- ‘tesadüfen olmak veya meydana gelmek’ (EK).


[< yoluḳ- ‘встречаться’ (DTS, 272) + (-lan-)]
(ttkht.!)
YOLUḪTUR- ‘yolunu kesmek, yolunu gizlice gözlemek veya
beklemek’ (EK).
[< yoluḳ- ‘встречаться’ (DTS, 272) + (-tur-)]
(ttkht.!)
YOLUḲ- (ve yoluḫ-, yuluḫ-) ‘karşılaşmak; meydana gelmek, orta-
ya çıkmak’ (CC, EK).
[< yol ‘road, way’ (EDPT, 917) + (+uḳ-)]
ET: yoluḳ- ‘встречаться’ (DTS, 272); OT: yoluḳ- ‘rastlamak, kar-
şısına çıkmak’ (KE II, 745); ‘spotykać, naspotykać, wyjść naprza-
ciw’ (HŞ, 82), yuluḳ- ‘ay.’ (HŞ, 85); yoluḳ- ‘karşısına, önüne çık-
mak’ (NF III, 489); ‘rastlamak’ (Kİ, 127); ‘buluşmak, kavuşmak’
(İM, 622); ‘spotykać się, wyjść naprzećiw’ (BM, 57); ‘uğramak,
rastlamak’ (KFT, 1099); ay. (MG, 291).

YOLUL- (bk. YORUL-)


YOMDAR- ‘toplamak’ (CC).
[< yumıt- ‘toplamak’ (KB III, 558) + (-ar-)]
ET: yumdar- ‘to bring together’ (OTWF II, 738); OT: yumdar-
‘toplamak’ (KB III, 558); yomdar- ‘to gather’ (DLTa II, 197);
yumdar- ‘собирать, соединять’ (LST, 163); ‘toplamak, bir araya
getirmek’ (RKT, 790).

Sözcük kimi çalışmalarda /u/ ile yer alırken kimi çalışmalar-


da /o/ iledir. Erdal, *yum- gibi bir taban409 tanıklamamış olsa
da gerek yumgı türemiş sözcüğü ve gerekse Tibet yazısı ile
yazılan Budist metinlerde yumurta sözcüğünün u ile yazılışı
dolayısıyla /u/ tercihini daha olası görür (1991: 738-39).410
YOMUḲ- ‘toplanmak, yığılmak’ (CC).
[< *yom- + (-uḳ-)]
(ttkht.!)
409 Erdal, bu sözcüğün yüm- ‘to close one’s eyes’ ile karıştırılmaması gerektiğini
vurgular.
410 Erdal, CC’deki /o/’lu biçime istinaeden, ET üze sözcüğünün de CC’de öze olduğunu
belirterek eserin /o/’dan yana bir eğilim gösterdiğini dolaylı olarak belirtir.
584 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Clauson bu sözcüğün yazmada bulunan yomuc- biçiminin ko-


lay bir bozulma olduğunu düşünür ve sözcüğü yomut- olarak
kabul eder (1972: 935; ayrıca bk. Erdal 1991: 738-39).
YONUL- ‘kesilmek veya oyulmak’ (EK).
[< yon- “originally perhaps ‘to cut’ rather generally; in Türkü
it seems to mean vaguely ‘to wound’” (EDPT, 942) + (-ul-)]
OT: yonul- ‘to be carved’ (DLTa II, 189); ‘yontulmak’ (KFT,
1099).

YORALA- ‘hayal etmek, ümit etmek, tahmin etmek’ (CC).


[< yor- < yör- “physically ‘to unwrap’; metaph. ‘to interpret (a
dream), explain (a doctrine, etc.)’” (EDPT, 955) + (-ala-)]
(ttkht.!)
YORUL- (ve yolul-) ‘yorulmak’ (EK).
[< *yor- + (-ul-)]
OT: yorul- ‘yorulmak’ (TZa, 288); ‘armak, kesilmek, yürüyemez,
çalışamaz olmak’ (İH, 54).

Sözcük tabanı ne EK’da ne de diğer tarihî metinlerde tanıkla-


nır. Ancak TZ’deki yorul- tanığı tabanın da XIII-XIV.yy. ön-
cesinde var olduğu anlamına gelir. TZ ve İH’nin de EK örneği
gibi tabanını tanıklamamış olması ilginç bir ortaklıktır.
YOVUḪLAN- (bk. YUVUḪLAN-)
YOVUT- ‘yaklaştırmak, yaklaşmasına imkan vermek’ (CC).
[< yaġu- ‘to approach, be near to’ (EDPT, 898) + (-t-)]
ET: yaġut-‘to bring (something Acc.) near (something Dat.)’
(EDPT, 899); OT: yaġut- ‘to bring (something) near to (somet-
hing/somebody)’ (DLTa I, 122); ‘yaklaştırmak’ (KB II, 515);
yav ̇ ut- ‘yaklaştırmak’ (ME, 206); yaġut-/yav ̇ ut- ‘ay.’ (KE II, 695);
yav ̇ ut- ‘ay.’ (NF II, 476).

Grønbech bu sözcüğü basit yut- ‘herunterschlucken’ fiili ola-


rak değerlendirmiştir (1942: 127).
YÖLÜ- (bk. YÜLÜ-)
YÖPSÄN- (bk. YÖPSİN-)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 585

YÖPSİN- (ve yöpsän-, yöpsün-, yüpsün-) ‘tasvip etmek, onayla-


mak; buyurmak, emretmek’ (CC, EK).
[< Moğ. cöb (cöv) ‘correct, true, right; the right or correct side’
(MED, 1072) (< *yöb) + (+sin-)]
(ttkht.!)
Gabain, sözcüğü yöp ‘iyi’ isim tabanı ve +sIn- eki ile analiz
eder (1998: 84; ayrıca bk. Karaşlar 2012: 279-80).
YÖPSÜN- (bk. YÖPSİN-)
YÖTKÜR- ‘öksürmek’ (CC).
[< (y)öt/(y)üt ‘yansıma taban’ + (-kür-)]
OT: yütür- ‘öksürmek’ (Kİ, 131); ötür- ‘öksürmek’ (TA, 135); ‘ök-
sürmek, göğsü içinde bir şey tıkanıp kalmak’ (KEF, 136); yütkür-
‘öksürmek’ (İM, 623); ‘sümkürmek’ (KK, 132); ötkür- ‘öksürmek,
aksırmak’ (TZa, 227).

YUBAL- ‘yumuşatılmak, yoğurulmak’ (EK).


[< *yuv ȧ l- < *yav ȧ - + (-l- veya -ul-) (?)]
ET: yaval- ‘to be tamed, calmed, quitened’ (EDPT, 877); OT: yavȧ l-
‘to be quieted; to be stilled’ (DLTa II, 188; DLTa I,303). Bunların
dışında Çağ.’da yuv ̇ul- ‘to become weak’ (bk. EDPT, 877).

Etimolojisi açık olmamakla beraber, edilgen bir biçim oldu-


ğu söylenebilir.411Semantik olarak ET yaval- ile ilişki olmalı-
dır. DLT’de yav ȧ l- örneklerinin yazmada birkaç yerde yuvıl-,
yovul-, yov(u)l- biçiminde yazıldığını Clauson belirtmektedir
(1972: 877)412. Öyleyse XI. yy.’da iki biçim arasında bir nö-
betleşme olduğu söylenebilir. EK örneğinin ikinci hecesindeki
düz ünlünün bu dönemden mi kaldığını yoksa sonradan tekrar
düzleştiğini söylemek güçtür.
YUBALAN- ‘rahatsız olmak, çok endişelenmek’ (EK).
[< *yubala- < *yobala- < yobıla- ‘alay etmek’ (KEF, 312) + (-n-)]
(ttkht.!)
411 Bununla birlikte, Erdal ET yaval- verisini edilgen kabul etmeyip, kapsam dışı
bırakmıştır (1991: 689).
412 Clauson, ön notunda da DLT’deki vokalizasyonun karmaşık olduğunu; ancak
semantik değerlendirmenin, örneklerin yaval- başlığı altına alınmasını gerektirdiğini
ifade eder.
586 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

YUBAN- ‘bahane göstermek, ihmal etmek; eğlenmek, zevk al-


mak, avunmak,’ (CC, EK).
[< yopa- ‘to neglect and not to settle something’ (DLTa II, 191)
+ (-n-)]
ET: yupan- ‘to hide from a difficult situation, a difficult task etc.’
(OTWF II, 631); OT: yopan- ‘to neglect’ (DLTa II, 190); yuban-
‘zaniedbywać się, być niedbałym, pozornie coś robić’ (HŞ, 84);
yupan- ‘утешаться’ (MNa, 214).

YUBANDIR- ‘rahatlatmak, yatıştırmak’ (EK).


[< yupan- ‘to hide from a difficult situation, a difficult task etc.’
(OTWF II, 631) + (-tur-)]
(ttkht.!)
YUḪALAT- ‘inceltmek; silmek’ (EK).
[< yuḳ a ‘slender, insubstantial’ (EDPT, 874) + (+la-t-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte yuv ̇ ḳ alan- ‘to be flattering, deferenti-
al’ (DLTa II, 255) verisi mevcuttur.
YUḪART- ‘inceltmek; silmek, yok etmek’ (EK).
[< yuḳa ‘slender, insubstantial’ (EDPT, 874) + (+r-t-) (bk. +(A)r-)]
(ttkht.!) Bununla birlikte yuf ḳ alt- ‘inceltmek, yufkaltmak’
(ME, 212) verisi tanıklanır. Farklı bir ek ile türetilmiş olsa da
oluşum biçimi paraleldir.
yuḳ ar- (veya yuvḳ ar-) tabanı da tarihî metinlerde tanıklanmaz.
YUḪLA- ‘uyumak’ (EK).
[< uḏıḳ ‘sleepy, asleep’ (EDPT, 46) + (+la-)]
ET: uḏ ıḳ la- ‘to be sleepy, drowsy’ (EDPT, 49; DTS, 606); OT:
uḏ ıḳ la- ‘to be overcome with sleep’ (DLTa II, 322); uḳ la- ‘спать’
(LST, 325); uyuḳ la- ‘uyuklamak’ (KE II, 675); ay. (KK, 128); ay.
(TZa, 272); ‘być sennym’ (BM, 77); ‘uyuklamak’ (KFT, 1077); ay.
(ELS, 96).

YUḪLAN- (bk. YÜKLÄN-)


YUḪLAT- ‘uyku için yatırmak, uyutmak’ (EK).
[< uḏıḳ la- ‘to be sleepy, drowsy’ (EDPT, 49) + (-t-)]
(ttkht.!)
YUḲTUR- ‘üzerine yapıştırmak, bulaştırmak’ (CC).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 587

[< yuḳ- ‘bulaşmak, sirayet etmek’ (KB III, 556) + (-tur-)]


OT: yuḳ tur- ‘to have something rubbed’ (DLTa I, 196).

YULḪ- (bk. YULḲ-)


YULḲ- (ve yul ḫ-) ‘yolmak, koparmak, çekmek’ (CC, EK).
[< yul- ‘отнимать, захватывать’ (DTS, 277) + (-uḳ-)]
OT: yul ḳ- ‘to scrape and bruise’ (DLTa II, 373); yol ḳ- ‘wyrywać,
wydzierać’ (HŞ, 82); yoluk- ‘yolmak, yün ile pamuğu karıştırarak
fala bakmak’ (TZa, 288).

Clauson, geç dönemde beliren yuluḳ- biçiminin daha kurallı


olduğu belirtir (1972: 924).
YULMALA- (ve yılmala-) ‘kavurmak, yakmak; ütülemek, düz-
leştirmek, kusurlarını, kaba yerlerini temizlemek ve tıraşla-
mak, cilalamak, parlatmak (alet, silah vs.)’ (CC, EK).
[< *yul- < yal- ‘(Intrans.) to blaze, burn, shine’ (EDPT, 918) +
(-mala-) (?)]
veya
[< yilme ? ‘düz ve yumuşak’ (KEF, 312) + (+lA-)]
(ttkht.!)
Etimolojisi belirsizdir. Karaşlar, bu sözcüğü yul- ‘yolmak,
çözmek, kurtarmak, zorla almak, kapmak’ kökünden oluştur-
duğu farazî *yulma ismi ve +lA- eki ile açıklar (2012: 266-
67). Ancak bu analiz semantik bağ açısından yetersizdir.
Sözcük, yukarıda belirtilen yal- fiil kökünün fonetik varyan-
tı kabul edilebilecek bir *yul- kökünden gelmiş olabilir (krş.
yula ‘torch, lamp’ (EDPT, 919), yulġaḳ ‘факел, светильник’
(DTS, 278)). Bu düşüncenin zayıf yanı yal- fiilinin en eski
örneklerinin “geçişsiz” olmasıdır. Bununla birlikte, Clau-
son Sibirya Türk dillerinde geçişli örneklerin varlığını da
belirtir (1972: 918). Bunun yanı sıra Memlûk eserlerinden
Kitabü’l-Ef’âl isimli eserde bulunan yilme413 ‘düz ve yu-
muşak’ (70a/2, 70a/3) ve EK’daki yılma/yulma ‘гладкий,
выглаженный, окатанный, обточенный, отшлифованный,
отполированный, лощёный, наезженный, протоптанный,
413 Eminoğlu’nun soru işareti koyduğu verinin doğru okunuşu yılma olmalıdır.
588 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

утоптанный, ухоженный’ (Garkavets 2010: 1717) sözcükleri


de yulmala- fiilinin yapısı için ikinci bir olasılığı yani yulma/
yılma isim tabanından +lA eki ile bir fiil türetilmiş olabilece-
ğini düşündürmektedir.
YULUḪ- (bk. YOLUḲ-)
YULUN- ‘kurtarılmak, fidye ödeyip kurtulmak’ (CC).
[< yul- ‘отнимать, захватывать’ (DTS, 277) + (-un-)]
ET: yulun- ‘to be pulled off, plucked away, redeemed’ (OTWF II,
631; EDPT, 931; DTS; 278); OT: yulun- ‘kurtarmak’414 (KB III,
557); ‘to be plucked’ (DLTa II, 191); yulın-, yulun- ‘fidye verilip
kurtarılmak’ (ME, 212); yulun- ‘ay.’ (MM, 273); ‘uratować się,
wyzwolić się, wyrwać się’ (HŞ, 85); ‘fidye vererek kendini kur-
tarmak’ (HKT, 1043).

YUMRUḪLA- ‘vurmak, yumruklamak’ (EK).


[< yumruḳ ‘yumruk’ (KE II, 748) < yıḍ ruḳ ‘fist’ (EDPT, 892) +
(+la-)]
ET: yuḍ ruḳ la- ‘yumruklamak’ (RKT, 789); yumruḳ la- ‘yumruk-
lamak, dövmek’ (KE II, 748); ‘yumruklamak’ (HKT, 1043); ay.
(Kİ, 129); ay. (TA, 159); ay. (KEF, 314); ay. (KK, 132); ay. (TZa,
288); ‘uderzyć pięścią’ (BM, 57).

Clauson, sözcük tabanı olarak yumruḳ’un başka bir biçimde


oluştuğu görüşünde, yani yumur- fiilinden türemiş bir isim ve
temel anlamı ile ‘sıkılmış, yumulmuş’; fakat bu daha farklı bir
şekilde yorumlanabilir. Konuşurlar unutmuş oldukları kökler-
den, tabanlardan gelen sözcükleri veya alıntı sözcükleri, ço-
ğunlukla bildikleri en yakın sözcük ile telafi ederler. OT’de,
muhtemelen Oğuzlarca, zira bugünkü Oğuz Türk dillerinde
yumruḳ , bu sözcük en yakın olabilecek sözcüğe dönüştürüldü.
Dolayısıyla OT’de ortaya çıkan sözcük ET yıḍ ruḳ’un dönüş-
müş biçimi kabul edilmelidir.
414 Fiilin geçişli anlama sahip olması, yine KB’de bulunan yul- ‘kurtarmak, bırakmak’
(KB III, 556) verisi ile tutarlı değildir. Erdal da dizindeki yolun- ‘sıyrılmak’ ile
yulun- ‘kurtarmak’ maddelerinin birleştirilmesi gerektiğini ifade etmektedir (1991:
631).
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 589

YUMUL- ‘(göz) kısılmak veya kırpılmak’ (EK).


[< yum- “‘to shut’, usually ‘the eyes’, but also ‘the mouth’ and
‘to clench’ (the fist)” (EDPT, 934) + (-ul-)]
OT: yumul- ‘yumulmak’ (KB III, 558); yümül- ‘(eyes) to be shut’
(DLTa II, 177); yumul- ‘yumulmak’ (ME, 212); ay. (GT, 399).

YUŞAT-I (bk. UŞAT-)


YUŞAT-II ‘yumuşatmak, yoğurmak’ (EK).
[< yumşat- (?)]
(ttkht.!)
Ses düşmesi ile yumşat- fiilinden veya ses türemesi ile uşat- fiilin-
den gelişmiş olabilir.
YUVALA- ‘yuvarlanmak, dönmek’ (EK).
[< yuv ̇- ‘to roll’ (DLTa II, 180) + (-ala-)]
OT: yuv ȧ la- ‘yuvarlamak’ (ME, 212); ay. (KEF, 315); ay. (TZa,
290).

Tarihî tanıklardan da görüldüğü üzere, geçişli yuv- sözcüğü-


nün sıklık çatısı almış bu biçimi aslî olarak geçişlidir. Fakat
EK’da sözcük geçişsiz fonksiyonu benimsemiştir.
YUVALAN- ‘yuvarlanmak, dönmek’ (EK).
[< yuv ȧ la- ‘yuvarlamak’ (ME, 212) + (-n-)]
OT: yuv ȧ lan- ‘yuvarlanmak’ (ME, 213); ay. (TZa, 290).

YUVALANDIR- ‘yuvarlandırmak’ (EK).


[< yuv ȧ lan- ‘yuvarlanmak’ (ME, 213) + (-tur-)]
OT: yuvalandur- ‘yuvarlamak’ (NF III, 491).

YUVUḪLA- ‘yaklaştırmak, bir araya getirmek, bitiştirmek, uz-


laştırmak, uyumlu kılmak’ (EK).
[< yaġuḳ ‘near; neighbour; neighbourhood; relative’ (EDPT,
901) + (+la-)]
(ttkht.!)
YUVUḪLAN- (ve yovuḫlan-) ‘yakınlaşmak, yaklaşmak’ (EK).
590 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< yuvuḫla- + (-n-)]


(ttkht.!)
YUVUḪLAT- ‘yaklaştırmak, bir araya getirmek’ (EK).
[< yuvuḫla- + (-t-)]
(ttkht.!)
YUVUL- ‘yıkanmak (edl.), banyo yaptırılmak’ (EK).
[< yuv- < yu ̄ - 415 ‘to wash (something Acc.) (EDPT, 871) + (-ul-)]
OT: yuyul- ‘yıkanmak, temizlenmek’ (KE II, 749); yüv ̇ ül- ‘yıkan-
mak’ (İM, 624).

YUVUN- ‘yıkanmak, arınmak’ (CC, EK).


[< yuv- < yu ̄ - 416 ‘to wash (something Acc.) (EDPT, 871) + (-un-)]
ET: yun- ‘to wash oneself’ (EDPT, 942; DTS, 280); OT: yun- ‘yun-
mak, yıkanmak’ (KB III, 558); yu ̄ n- ‘to wash in water’ (DLTa, II,
182); ‘boy abdesti almak’ (RKT, 791); ‘yıkanmak, temizlenmek’
(KE II, 749); ‘umyć się, wykąpać się’ (HŞ, 86); ‘yıkanmak; abdest
almak’ (NF III, 491); ‘yıkanmak’ (ML, 92); ay. (HKT, 1044); ay.
(TA, 160); yev ̇ ün- ‘ay.’ (İM, 620); yun- ‘ay.’ (KK, 132); yun- ‘ay.’
(TZa, 289), yuvun- ‘ay.’ (TZa, 290); yun- ‘myć się’ (BM, 57); ‘yı-
kanmak’ (KFT, 1091); ay. (ESL, 104).

YUVUR- ‘yoğurmak’ (CC).


[< yoġur- ‘to knead’ (OTWF II, 725) < *yoġ- + (-ur-) (?)]
ET: yoġur- ‘to knead’ (OTWF, 725); yuġur- ‘to knead (dough,
etc.)’ (EDPT, 906); OT: yoġur- ‘to knead’ (DLTa II, 16); ‘koyulaş-
tırmak, hamur yapmak’ (ML, 91); ‘hamuru yağurmak’ (Kİ, 127);
ay. (TA, 158); ‘miesić (ciasto), zagniatać’ (BM, 57); ‘yoğurmak,
hamur durumuna getirmek’ (KEF, 313).

Erdal, bu fiili -Ur- eki maddesine almakla beraber emin olma-


dığını fiili parantez içine alarak belirtmiş ve eğer yogun ve yo-
gurt sözcükleri ile bağlantılı ile sözcüğün anlamının ‘yoğun-
laştırmak, kalınlaştırmak’ anlamında olması gerektiğini ekler
(1991: 725).
415 Bk. Tekin 1995: 180.
416 Bk. Tekin 1995: 180.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 591

YUZAḲLA- (ve uzaḫla-) ‘kapatmak, kilitlemek; son kararı, onayı


vermek’ (CC, EK).
[< yuzaḳ ‘Schloss’ (KW, 131) + (+la-)]
OT: yuzaḳ la- ‘kilitlemek’ (ME, 213), yozaḳ la- ‘ay.’ (ME, 211);
yozaḳ la- ‘ay.’ (Kİ, 128); yuzaḳ la- ‘zamukać na klódkę’ (BM, 58).

YÜGÄNLÄ- ‘yularlamak, dizginlemek, gemlemek’ (EK).


[< yügün ‘bridle’ (EDPT, 913) + (+le-)]
(ttkht.!)
YÜGÜN- ‘diz çökmek, eğilmek, ibadet için önünde eğilmek, say-
gıyla eğilmek; aman dilemek’ (CC, EK).
[< *yük- + (-ün-)]
ET: yükün- ‘to bow, do obeisance to (someone Dat.); to worship’
(EDPT, 913; DTS, 285); OT: yükün- ‘secde etmek’ (KB III, 561); ‘to
bow’ (DLTa II, 190); ‘eğilmek’ (AH, LXXVI); yükin- ‘поклоняться’
(LST, 166); yükün- ‘secde etmek’ (RKT, 793); ‘diz çökmek, saygıyla
eğilmek, secde etmek’ (KE II, 750); yügün- ‘schylać się, pochylić
się; skłonić się’ (HŞ, 87); yükün- ‘diz çökerek hizmet etmek, diz çök-
mek’ (Kİ, 130); ay. (TZa, 290); ‘namaz kılmak; büyükler huzurunda
baş eğmek, tevazu göstermek’ (İH, 55).

Bang ve Gabain, sözcüğü ükmek ~ yükmek ‘yığın’ sözcüğüne


bağlamaya çalışmışlardır (bk. Erdal, 1991: 631). Erdal ise, bu
düşüncenin semantik problemlerinin giderilebilir olduğunu
bununla birlikte, eldeki sözcüğün hep yükün- olurken, teklif
edilen tabanın ük- ~ yük- şeklinde (ve *hük-) nöbetleşmesinin
ciddi bir problem olduğunu ifade eder, yügerü ve yülüg ‘facing
etc.’ sözcükleri ile ilişkili olarak *yü-k-ün- analizini önerir
(1991: 631). Tezcan, ise bu sözcüğün tabanını Halaççadaki yī k-
‘fırlatmak’ olarak belirler ve yükün- fiilindeki anlam gelişimi
‘kendini yere fırlatmak’ > ‘secde etmek’ şeklinde sunar (Tez-
can 1978-79: 299).
Kökü tartışmalı olsa da yukarıda adı geçen bütün çalışırlar
sözcüğün dönüşlülük eki ile türetildiği konusunda hemfikirler-
dir.
592 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

YÜGÜNDÜR- ‘secde ettirmek, taptırmak’ (EK).


[< yükün- ‘to bow, do obeisance to (someone Dat.); to worship’
(EDPT, 913) + (-tür-)]
ET: yüküntür- ‘заставить склонить’417 (DTS, 285; EDPT, 914).
YÜGÜR- ‘koşmak’ (CC, EK).
[< ?]

ET: yügür- “‘to run fast’ (of a man, horse, etc.)” (EDPT, 914;
DTS, 284); OT: yügür- ‘koşmak, seyirtmek, yürümek’ (KB III,
560); ‘to run quickly’ (DLTa II, 183); ‘koşmak’ (AH, LXXVI);
‘бежать, двигаться’ (LST, 164); ‘koşmak’ (RKT, 791); ay. (ME,
213); ‘koşmak, koşuşturmak, hızlı yürümek’ (KE II, 749); ‘szybko
biec, pędzić’ (HŞ, 87); ‘koşmak’ (NF III, 492); yükür- ‘koşmak’
(ML, 93); yügür- ‘ay.’ (HKT, 1044); ay. (Kİ, 130); ‘acele etmek,
koşmak’ (TA, 160); ‘to run’ (RH, 77); ‘koşmak’ (KEF, 315); ay.
(GT, 400); ‘çalışmak, çabalamak’ (İM, 623); ‘koşmak’ (KK, 132);
yügür- ‘yüğürük olmak’, yüvür- ‘ay.’ (TZa, 291); yügür- ‘koşmak’
(MG, 292); yegür- ‘ay.’ (DM, 122); yügür- ‘zıplaya zıplaya koş-
mak’ (İH, 55).

Etimolojisi belirsizdir (ayrıntılı bilgi için bk. ESTY 1989: 258).


YÜGÜRLÄT- ‘koşturmak, koşturarak sürmek’ (EK).
[< yügür- “‘to run fast’, of a man, horse, etc., and metaph. of
other things” (EDPT, 914) + (-let-)]
(ttkht.!)
YÜGÜRT- ‘koşturmak, koşturarak sürmek’ (EK).
[< yügür- “‘to run fast’, of a man, horse, etc., and metaph. of
other things” (EDPT, 914) + (-t-)]

ET: yügürt- ‘to make someone run’ (EDPT, 914); OT: yügürt-
‘koşturmak’ (KB III, 560); ‘to make someone run’ (DLTa II, 373);
‘koşturmak’ (ME, 213); ay. (NF III, 492); ‘koşturmak, sürmek’
(HKT, 1044); ‘popędzać, zmuszać do biegu’ (BM, 58).

YÜGÜRÜL- ‘koşturulmak, dörtnala koşuya izin verilmek’ (EK).


417 Örnekten çıkartılan anlamdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 593

[< yügür- “‘to run fast’, of a man, horse, etc., and metaph. of
other things” (EDPT, 914) + (-ül-)]
(ttkht.!)
YÜKLÄ- ‘yüklemek, yığmak’ (CC, EK).
[< yük ‘a load, burden’ (EDPT, 910) + (+le-)]
ET: yükle- ‘to load’ (OTFW II, 453); OT: yükle- ‘to load’ (DLTa
II, 308); ‘вьючить; грузить; нагружать’ (LST, 166); ‘yüklemek’
(ME, 213); ay. (KE II, 750); ‘ładować, załadowywać’ (HŞ, 88);
‘yüklemek’ (NF III, 492); ‘kendi sırtına bir şey koymak’ (ML,
2), ‘kadın gebe kalmak’ (ML, 93); ‘yüklemek; bindirmek’ (HKT,
1045); ‘kefil olmak’ (Kİ, 130); ‘yüklemek, yük etmek’ (KEF, 315);
ay. (İM, 623).

YÜKLÄN- (ve yuḫlan-) ‘yüklenmek (dön.), batmak, gömülmek’


(EK).
[< yükle- ‘to load’ (OTFW II, 453) + (-n-)]
OT: yüklen- ‘taşınmak’ (RKT, 792); ‘yüklenmek’ (ME, 213); ay.
(KE II, 750); ay. (HKT, 1045).

YÜL- (bk. YÜLÜ-)


YÜLÜ- (ve yölü-, yül-) ‘tıraş etmek’ (CC, EK).
[< yüli- < ?]
OT: yüli- ‘to shave’ (DLTa II, 193); yülü- ‘tıraş etmek’ (ME, 213);
yülü-, yüli- ‘tıraş etmek, kesmek’ (NF III, 492); yülü- ‘ay.’ (HKT,
1046); yulı- ‘ay.’ (Kİ, 128); ay. (TA, 159); yülü-’to shave’ (RH, 72);
yüli- ‘tıraş etmek’ (KEF, 315); ay. (İM, 623); yülü- ‘ay.’ (TZa, 291).

Etimolojisi belirsizdir.
YÜLÜN- ‘tıraş olmak’ (EK).
[< yüli- ‘to shave’ (DLTa II, 193) + (-n-)]
OT: yülün- ‘tıraş edilmek’ (ME, 213); ‘tıraş olmak’ (MM, 273);
‘tıraş edilmek’ (KEF, 315).

YÜLÜT- ‘bir kimseyi tıraş etmek’ (EK).


[< yüli- ‘to shave’ (DLTa II, 193) + (-t-)]
594 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

OT: yülit- ‘to have something shaved’ (DLTa II, 122); yülüt- ‘tıraş
ettirmek, kazıtmak’ (RKT, 793); yülit- ‘tıraş etmek’ (KE II, 751);
ay. (NF III, 492); ay. (İM, 623); yülüt- ‘ay.’ (KK, 132).

YÜPSÜN- (bk. YÖPSİN-)


YÜR- (bk. YÜRİ-)
YÜRÄKLÄ- ‘kızmak, öfkelenmek’ (EK).
[< yürek “basically ‘the heart’ as a physical object” + (+le-)]
(ttkht.!)
YÜRÄKLÄN- ‘kızmak, öfkelenmek’ (EK).
[< yüräklä- + (-n-)]
OT: yüreklen- ‘to be brave’ (DLTa II, 205); ‘yüreklenmek, kork-
mamak, cesur olmak’ (KE II, 751); ‘być odważnym, być śmiałym’
(HŞ, 88); ‘cesaretlenmek’ (NF III, 492).

YÜRÄKLÄNDİR- ‘öfkelendirmek, kızdırmak’ (EK).


[< yüreklen- ‘to be brave’ (DLTa II, 205) + (-tür-)]
OT: yüreklendür- ‘cesaret vermek’ (KE II, 751); ay. (İM, 623).

YÜRÄKLÄT- ‘öfkelendirmek’ (EK).


[< yüräklä- + (-t-)]
(ttkht.!)
YÜRİT- (ve yürüt-) ‘yürütmek, hareket ettirmek, sürmek, taşı-
mak, götürmek’ (EK).
[< yorı- “‘to walk, march’, more indefinitely ‘to go’” (EDPT,
94) + (-l-)]
ET: yorıt- ‘to make someone march, lead someone’418 (EDPT, 960;
DTS, 275); OT: yorıt- ‘to make someone walk’ (DLTa II, 121);
yorıt- ‘yürütmek’ (AH, LXXV), yürüt- ‘ay.’ (AH, LXXVI); yü-
rit- ‘двигать, заставить ходить’ (LST, 168); yörüt- ‘yürütmek,
hareket ettirmek’ (ME, 211); yörüt-, yörit- ‘yürütmek, geçerli kıl-
mak, hareket ettirmek’ (KE II, 746); yörit- ‘yürütmek’ (MM, 272);
yürit-, yürüt- ‘kazać się, poruszać, puścić w ruch, spowodować by
418 Örneklerden çıkartılan anlamdır.
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 595

coś krążyło, poruszało się’ (HŞ, 88); yörüt-, yörit- ‘yürütmek, uy-
gulamak, geçerli kılmak’ (NF III, 490); yörit- ‘yürütmek, dolaş-
tırmak; hareket ettirmek, harekete geçirmek’ (HKT, 1041), yörüt-
‘ay.’ (HKT, 1041); yürit- ‘yürütmek’ (TA, 161); yörit- ‘yürütmek,
harekete geçirmek, hareket ettirmek’ (KEF, 314); yürit-, yürüt- ‘to
cause to move fast (arrow)’ (İN, 107); yürit- ‘yürütmek’ (GT, 400);
yürit-, yürüt- ‘yürütmek, icra etmek; yürütmek, naklettirmek’
(İM, 624); yürüt- ‘yürütmek’ (KK, 132); yirt- ‘yürütmek’, yörit-
‘ay.’, yörüt- ‘ay.’ (KH, 146); yürit- ‘ay.’ (MG, 292).

YÜRİ- (ve yürü-, yür-) ‘yürümek; (kayık vb. ile denizde) gitmek’
(CC, EK).
[< *yor + (+ı-) (?)]

ET: yorı-“ ‘to walk, march’, more indefinitely ‘to go’” (EDPT,
94; DTS, 274); OT: yorı- ‘yürümek, varmak’ (KB III, 553); ‘to
walk’ (DLTa II, 192); yorı- ‘yürümek’ (AH, LXXV), yürü- ‘ay.’
(AH, LXXVI); yüri- ‘ходить, двигаться’ (LST, 167); yorı-,
yoru- ‘gezip dolaşmak; sefere çıkmak, yolda olmak; yürümek,
uzaklaşmak; akıp gitmek, yüzmek, (rüzgar için) esmek’ (RKT,
788); yörü- ‘yürümek’ (ME, 211); yöri-, yörü- ‘yürümek, hareket
etmek; geçerli olmak; yaşamak’ (KE II, 746); yöri-, yörü- ‘yürü-
mek’ (MM, 272-273); yüri- ‘iść, poruszać się, maszerować’ (HŞ,
88); yür- ‘ходить’ (MNa, 215); yöri-, yörü- ‘yürünmek, gezinmek,
yoluna devam etmek; hareket etmek, davranmak; yaşamak, yaşa-
mını devam ettirmek’ (NF III, 489); yürü- ‘ayakları ileriye atarak
etmek’ (ML, 93); yöri- ‘yürümek, gitmek; yerinden oynamak, ha-
rekete geçmek, yürümek; gezmek, dolaşmak; hareket etmek, akıp
gitmek’ (HKT, 1040), yörü- ‘ay.’ (HKT, 1041); yöri-, yörü- ‘yü-
rümek’ (AOYB, 242); yürü- ‘ay.’ (Kİ, 131); yüri- ‘ay.’ (TA, 161);
yöri- ‘ay.’ (KEF, 314); yüri- ‘to walk; to go, move (arrow)’ (İN,
107); yürü- ‘to walk; to go (horse); to travel (arrow)’ (İN, 107);
yüri-, yürü- ‘yürümek’ (GT, 400); yüri- ‘ay.’ (İM, 623); yürü- ‘ay.’
(KK, 132); ay. (TZa, 291); yir- ‘iść, kroczyć, , maszerować’ (BM,
57); yöri-, yörü- ‘yürümek’ (KH, 147); yüri- ‘ay.’ (KFT, 1091);
yüri-, yürü- ‘yürümek’ (MG, 292); yürü- ‘yürümek’ (ESL, 105).
596 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

İbrahim Taş, sözcüğü *yor sözcüğüne dayandırmakta ve DLT


*yorçı ‘kılavuz, rehber, yol gösteren’ ile karşılaştırır (2009:
94). Buna Tü. yordam sözcüğü de dahil edilebilir.
YÜRÜ- (bk. YÜRİ-)
YÜRÜL- ‘koşmak; taşmak, parıldamak (renkler için)’ (EK).
[< yorı-“ ‘to walk, march’, more indefinitely ‘to go’” (EDPT,
94) + (-l-)]
(ttkht.!)
YÜRÜT- (bk. YÜRİT-)
YÜŞÜT- ‘üşütmek’ (EK).
[< üşi- ‘to be overcome by the cold’ (DLTa II, 282) + (-t-)]
ET: üşit- ‘to chill, to expose to cold’ (OTWF II, 792); OT: üşit- ‘to
put someone out in the cold’ (DLTa I, 200).

EK’da kayda geçen veri aslında yüşüt- biçiminde olmasına rağ-


men Garkavets bunu üşüt- şeklinde düzelttiğini köşeli parantez
ile belirtmiştir (bk. 2007: 874; 2010: 1581). Fakat söz başı ün-
lüsü önünde /y/ türemesi Genel Türkçe için olağan dışı bir ses
olayı olmadığı için bu düzeltme gerekli değildir.
YÜVÜTLÄ- ‘teselli etmek’ (CC).
[< yüvüt ‘Trost’ (KW, 131) ~ yövüt ‘yardım’ (ME, 211) + (+le-)]
(ttkht.!)
Karaşlar, bu sözcüğü ET’de yivit- OT’de de yövüt- şeklinde
tanıklanan fiil tabanına dayandırır (2012: 333). Diğer taraftan
hem ME’de yövüt ismi ve isimden türemiş yövütke- hem de
CC’de yüvüt ismi tanıklanır. Bu verilere istinaden sözcüğün
fiil tabanından değil, isim tabanından türetildiği söylenebilir.
YÜZLÄŞTİR- ‘yüz yüze getirmek, birebir bir buluşma ayarla-
mak’ (EK).
[< yüzleş- ‘yüzleşmek’ (TZa, 291) + (-tür-)]
(ttkht.!)
YÜZÜL- ‘(suda) yüzmek’ (EK).
[< yüz- ‘to swim’ (EDPT, 984) + (-ül-)]
(ttkht.!)
TARİHÎ KARŞILAŞTIRMA VE ETİMOLOJİ • 597

Z
ZABUNLA- ‘zayıf, düşkün olmak; hastalanmak’ (EK).
[< Far. zabū n ‘weak, infirm, helpless; vile; of the worst kind,
spoilt, bad; irksome’ (PED, 610) + (+la-)]
(ttkht.!)
ZABUNLAN- ‘hastalanmak, hasta düşmek, acı çekmek’ (EK).
[< zabunla- + (-n-)]
(ttkht.!)
ZAĠALSIZLAN- ‘lekesiz, beneksiz olmak, temiz olmak’ (EK).
[< zaġalsız ‘незапятнанный, неповрежденный,
неиспорченный, неопороченный, непорочный’ (KS, 1759)
+ (+la-n-)]
(ttkht.!)
ZALIMLAN- ‘zalimleşmek’ (EK).
[< Ar. z ̣ālim ‘unjust, unfair, iniquitous, tyrannical, oppressing;
tyrant, oppressor; offender, transgressor, sinner’ (DMWA,
583) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ZALIMLAT- ‘zalim hâle getirmek’ (EK).
[< Ar. z ̣ālim ‘unjust, unfair, iniquitous, tyrannical, oppressing;
tyrant, oppressor; offender, transgressor, sinner’ (DMWA,
583) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
ZARARSIZLAN- ‘zararsız, hasarsız olduğu ortaya çıkmak’ (EK).
[< zararsız ‘безвредный, безущербный, безубыточный’
(KS, 1768) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
ZARARSIZLAT- ‘zararsız hâle getirmek’ (EK).
[< zararsız ‘безвредный, безущербный, безубыточный’
(KS, 1768) + (+la-t-)]
(ttkht.!)
ZÄHİRLÄN- ‘zehirlenmek; incitilmek’ (EK).
598 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

[< Far. zahr ‘poison, venom; anger, indignation; sadness’ (PED,


630) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ZÄHİRLÄT- ‘zehirlemek; üzmek, incitmek’ (EK).
[< Far. zahr ‘poison, venom; anger, indignation; sadness’ (PED,
630) + (+le-n-)]
(ttkht.!)
ZIŊIRDAT- ‘çınlatmak, zıngırdatmak’ (EK).
[< zıŋırda- ‘yansıma fiil tabanı’ + (-t-)]
(ttkht.!)
ZORLAN- ‘gerilmek, gücü çekilmek’ (EK).
[< Far. z ū r/zor ‘strenght, power, vigour; violence, strong effort,
force’ (PED, 628) + (+la-n-)]
(ttkht.!)
KAYNAKLAR

Agar, M. E. (1989). Kitâbü fi’l-fıkh bi-lisâni’t-Türkî. Yayımlanma-


mış Doktora Tez. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bi-
limler Enstitüsü.
Äḫmätyanov, R. (2001). Tatar Télénéng Kıskaça Tarih ̮ i-Etimologik
Süzlégé. Kazan: Tatarstan Kitap Näşriyatı.
Arat, R. R. (1979). Kutadgu Bilig III İndeks. (K. Eraslan, O. F.
Sertkaya, & N. Yüce, Dü) İstanbul: TKAE Yayınları.
Arat, R. R. (1979). Kutadgu Bilig III İndeks (Haz. K. Eraslan, Os-
man F. Sertkaya, N. Yüce). İstanbul: TKAE Yayınları.
Arat, R. R. (2000). Atebetü’l-Hakayık. Ankara: TDK Yayınları.
Argunşah, M.; Güner, G. (2015). Codex Cumanicus. İstanbul: Ke-
sit Yay.
Ata, A. (1997). Kısasü’l-Enbiya (Peygamber Kıssaları) II Dizin.
Ankara: TDK Yayınları.
Ata, A. (1998). Nehcü’l-Feradis III Dizin-Sözlük. Ankara: TDK
Yay.
Ata, A. (2004). Karahanlı Türkçesi: Türkçe İlk Kur’an Tercümesi
(Ryland Nüshası) Giriş - Metin - Notlar - Dizin. Ankara: TDK
Yay.
Atalay, B. (1945). Et-Tuhfet-üz-Zekiyye fil-Lûgat-it-Türkiyye. İs-
tanbul: TDK Yay.
Atalay, B. (2006). Divanü Lûgat-it-Türk (Dizin) C. IV. Ankara:
TDK Yay.
Aydemir, H. (2003). Altaic Etymologies: toz, toprak, togosun. Tur-
kic Languages, 105-143.
Aydemir, H. (2005). The Main Pillars of the Turkic Rhotacism-
Zetacism, I. sämiz, sämir-, sämri-, semre-. Studia Etymologica
Cracoviensa, 15-34.
600 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Balcı, M. (2008). Türkçede Bazı Eş Anlamlı Fiiller Üzerine


(İsim+lA- = İsim+Yardımcı Fiil). Uluslararası VI. Türk Dil
Kurultayı (20-25 Ekim 2008) (s. 623-629). Ankara: TDK Ya-
yınları.
Bang, W.; Rahmeti, R. R. . (1936). Oğuz Kağan Destanı. İstanbul:
Burhaneddin Basımevi.
Bedrossian, M. (1879). New Dictionary Armenian-English. Veni-
ce: S. Lazarus Armenian Academy.
Berta, Á. (1996). Deverbale Wortbildung im Mittelkiptschakisch-
Türkischen. Wiesbaden: Harrassowitz Verlag.
Bodrogligeti, A. J. (2012). A Grammar of Chagatay. München:
Lincom.
Borovkov, A. K. (1963). Leksika Sredneaziatskogo Tefsira XII-XI-
II vv. Moskva: İzdatelstvo Vostoçnoy Literaturı.
Brockelmann, C. (1954). Osttürkische Grammatik der Islamischen
Literatursprachen Mittelasiens. Leiden: Brill.
Caferoğlu, A. (1931). Abû - Hayyân. Kitâb al-İdrâk li-lisân al-
Etrâk. İstanbul: Evkaf Matbaası.
Caferoğlu, A. (1993). Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü. İstanbul: En-
derun Kitabevi.
Chirli, N. (2005). Algış Bitigi - Ermeni Kıpçakça Dualar Kitabı.
İstanbul: SOTA.
Cin, A. (2011). -mAz+lAn- Yapısı ve Kullanımı. Turkish Studies
Volume 6/2 Spring, 297-306.
Clauson, S. G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-
Thirteenth-Century Turkish. Oxford: Clarendon Press.
Courteille, P. d. (1870). Dictionnaire Turk-Oriental. Paris:
L’imprimerie impériale.
Csáki, É. (2006a). Middle Mongolian Loan Words in Volga Kipc-
hak Languages. Wiesbaden: Harrasowitz Verlag.
KAYNAKLAR • 601

Csáki, É. (2006b). Middle Mongolian loan verbs as they appear in


Karachay-Balkar. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C.
3, S. 4, 36-65.
Çağatay, S. (2008). “Pekiştirilen Fiiller”. S. Çağatay içinde, Prof.
Dr. Saadet Çağatay’ın yayınlanmış tüm makaleleri. 100. do-
ğum yıldönümüne armağan (Hazırlayan: Aysu Ata) 2 cilt. (s.
135-142). İstanbul: Tahir Türkistan İdil-Ural Vakfı.
Çeneli, İ. (1997). Kırım Tatarcasında Yapım Ekleri. (M. Argun-
şah, Çev.) Ankara: TDK Yayınları.
Çeneli, İ. (1997). Kırım Tatarcasında Yapım Ekleri (Çev. Mustafa
Argunşah). Ankara: TDK Yayınları.
Dankoff, R.; Kelly, J. (1982). Mahmud al-Kaşgari, Compendium of
The Turkic Dialects (Diwan Lugat at-Turk) Part-I. Duxburry:
Harvard University Printing Office.
Dankoff, R.; Kelly, J. (1984). Mahmud al-Kaşgari, Compendium of
The Turkic Dialects (Diwan Lugat at-Turk) Part-II. Duxburry:
Harvard University Printing Office.
Dankoff, R.; Kelly, J. (1985). Mahmud al-Kaşgari, Compendium
of The Turkic Dialects (Diwan Lugat at-Turk) Part-III. Dux-
burry: Harvard University Printing Office.
Daşkeviç, Y. R. (1981). Armyano-Kıpçakskiy Yazık XV-XVII vv.
v Osveşçenii Sovremennikov (Ob ispolzovanii ekstralingvi-
çeskih dannıh dlya istorii tyurkih yazıkov). Voprosı Yazıkoz-
naniya, 79-92.
Daşkeviç, Y. R. (1983). Armyano-Kıpçakskiy Yazık: Etapı İstorii.
Voprosı Yazıkoznaniya, 91-107.
Daşkeviç, Y., & Tryjarski, E. (1977). Pyat armyano-kıpçakskih
dokumentov iz lvovskih kollektsiy (1599-1669). Rocznik Ori-
entalistyczny, T. 39, z. 1, 85-132.
Daşkeviç, Y., & Tryjarski, E. (1979). Tri Armyano-Kıpçakskih
zapisi Lvovskogo duhovnogo suda 1625 g. Rocznik Orienta-
listyczny, T. 41, Z. 1, 57-80.
602 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Deny, J. (1957). L’Arméno-Coman et les Ephémérides de Kamieni-


ec (1604-1613). Wiesbaden: Otto Harrassowitz.
Derleme Sözlüğü VIII. (tarih yok). Ankara: TDK Yay.
Dilçin, C. (1983). Yeni Tarama Sözlüğü. Ankara: TDK Yayınları.
Doerfer, G. (1963). Türkische und mongolische Elemente im Neu-
persischen, Band I. Wiesbaden: Franz Steiner Verlag.
Doerfer, G. (1965). Türkische und mongolische Elemente im Neu-
persischen, Band II. Wiesbaden: Franz Steiner Verlag.
Doerfer, G. (1967). Türkische und mongolische Elemente im Neu-
persischen, Band III. Wiesbaden: Franz Steiner Verlag.
Drevnetyurskiy Slovar’. (1969). Leningrad: İzdatel’stvo “Nauka”.
Drimba, V. (1990). Les devinettes comanes. Wiener Zeitschrift für
die Kunde des Morgenlandes, 79-102.
Drimba, V. (2000). Codex Comanicus. Édition diplomatique avec
fac-similés. Bucureşti: Editura Enciclopedică.
Eminoğlu, E. (2011). Abbâs ibni Hamza es-Sabrânî - Kitâbü’l-
Ef’âl -Kıpçakça Satır Arası Sözlük-. Ankara: Akçağ Yay.
Ercilasun, A. B. (1984). Kutadgu Bilig Grameri -Fiil-. Ankara:
Gazi Üniversitesi.
Ercilasun, A. B. (2009). Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili
Tarihi. Ankara: Akçağ Yay.
Ercilasun, A. B.; Akkoyunlu, Z. (2014). Kaşgarlı Mahmud -
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Giriş-Metin-Çeviri-Notlar-Dizin). An-
kara: TDK Yay.
Erdal, M. (1991). Old Turkic Word Formation, A Functional App-
roach to the Lexicon. Wiesbaden: Harrassowitz.
Eren, H. (1954). Türkçe İstabur Kelimesi Üzerine. TDAY-Belleten,
145-52.
Etimologiçeskij Slovar’ Tyurskih Yazıkov Obşçetyurskie i mejt-
yurskie leksicheskie osnovı na bukvı “L”, “M”, “N”, “P”, “S”.
(2003). Moskva: Vostoçnaya Literatura RAS.
KAYNAKLAR • 603

Fazılov, E. İ. ; Ziyayeva, M. T. . (1978). İzıskkannıy Dar Tyurs-


komu Yazıku (Grammatiçeskiy taraktat, XIV v. na arabskom
yazıke). Taşkent: İzdatel’stovo “Fan” Uzbekskoy SSR.
Gabain, A. v. (1988). Eski Türkçenin Grameri. (M. Akalın, Çev.)
Ankara: TDK Yayınları.
Gabain, A. v. (1998). Codex Cumanicus’un Dili. M. Akalın içinde,
Tarihi Türk Şiveleri (s. 67-109). Ankara: TKAE Yayınları.
Gandjei, T. (1959). Il lessico del “Muhabbat-nama”. Roma: Tipog-
rafia Del Senato.
Garkavets, A. (2002). Kıpçakskoe Pis’mennoe Nasledie I. Katalog
i Tekstı Pamyatnikov Armyanskim Pismom. Almatı: Deşt-i-
Kıpçak.
Garkavets, A. N. (2002). Kıpçakskoe Pis’mennoe Nasledie I. Kata-
log i Tekstı Pamyatnikov Armyanskim Pismom. Almatı: Deşt-
i-Kıpçak.
Garkavets, A. N. (2007). Kıpçakskoe Pis’mennoe Nasledie II.
Pamyatniki duhovnoy kulturı Karaimov, Kumanov-Polovets i
Armyano-Kıpçakov. Almaty: Kasean Baur.
Garkavets, A. N. (2010). Kıpçakskoe Pis’mennoe Nasledie III. Kıp-
çakskiy Slovar’. Almaty: Kasean Baur.
Grønbech, K. (1942). Komanisches Wörterbuch. Türkischer Wor-
tindex zu Codex Cumanicus. Kopenhag: Einar Munksgaard.
Grönbech, K. (1992). Kuman Lehçesi Sözlüğü (çev. Kemal Aytaç).
Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Grunin, T. İ. (1967). Dokumentı na polovetskom yazıke XVI. v.
(Sudebnıe aktı Kamenets-Podolskoy Armyanskoy obşçinı).
Moskva: Nauka.
Gülensoy, T. (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin
Köken Bilgisi Sözlüğü I-II. Ankara: TDK Yayınları.
Güner, G. (2012). The King’s Dictionary: The Rasulid Hexaglot
Üzerine Düşünceler. Dil Araştırmaları, 141-150.
604 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Güner, G. (2013). Kıpçak Türkçesi Grameri. İstanbul: Kesit Ya-


yınları.
Güngördü, E. (2003). Türkçenin Unutulmuş Ekleri: +lı-. Kastamo-
nu Eğitim Dergisi, 7-12.
Güngördü, E. (2012). Ürper- Fiilinin Kökeni. Dil Araştırmaları,
S. 10, 83-97.
Güvenç, L. (2014). Ermeni Harfli Kıpçak Türkçesinde Fiil. Kayse-
ri: Erciyesi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (basılmamış
doktora tezi).
Hacıeminoğlu, N. (1991). Türk Dilinde Yapı Bakımından Fiiller.
Ankara: Kültür Bakanlığı.
Hacıeminoğlu, N. (1997). Harezm Türkçesi ve Grameri. Ankara:
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Hacıeminoğlu, N. (2003). Karahanlı Türkçesi Grameri. Ankara:
TDK Yayınları.
Halasi-Kun, T. ; Golden, P. B. ; Ligeti, L. ; Schütz, E. (2000). The
King’s Dictionary. The Rasulid Hexaglot. (P. B. Golden, Dü.)
Leiden: Brill.
Halasi-Kun, T. (1947). “Philologica I.”. Ankara Üniversitesi,
D.T.C.F. Dergisi, C. 5, S. 1., 1-37.
Halasi-Kun, T. (1949). “Philologica II.”. Ankara Üniversitesi,
D.T.C.F. Dergisi, C. VII, S. 2, 415-465.
İnan, A. (1953). XIII.-XV. Yüzyıllarda Mısır’da Oğuz-Türkmen ve
Kıpçak Lehçeleri ve “Halis Türkçe”. Türk Dili Araştırmaları
Yıllığı - Belleten, 53-71.
İzbudak, V. (1989). El-İdrâk Haşiyesi. Ankara : TTK Basımevi.
Karaimsko-Russko-Pol’skiy Slovar’. (1974). Moskva: İzdatelstvo
“Russkiy Yazık”.
Karamanlıoğlu, A. F. (1978). Seyf-i Sarayi, Gülistan Tercümesi
(Kitâb Gülistan bi’t-Türkî). İstanbul: MEB Basımevi.
Karamanlıoğlu, A. F. (1994). Kıpçak Türkçesi Grameri. Ankara:
TDK Yayınları.
KAYNAKLAR • 605

Karaşlar, M. S. (2012). Codex Cumanicus’ta Eylem. Yayımlanma-


mış Doktora Tezi. İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Kasapoğlu Çengel, H. (2012). Ermeni Harfli Kıpçak Türkçesi. Dil
Araştırmaları, S. 10, 17-81.
Kazak Ädebi Tilining Sözdigi. (2011). Almatı: Til Bilimi İnstitutı.
Kongur, I. M. (1984). Kwmanša-qazaqša žiyilik sözdik (Kumans-
ko-kazachskij častotnyj solvar’) by Ä. Q. Qurïšžanov, A. Q.
Žubanov, A. B. Belbotaev. Acta Orientalia Academiae Scienti-
arum Hungaricae Vol. 38, No. 3, 418-420.
Kúnos, I. (1902). Şejkh Sulejman Efendi’s Çagataj-Osmanisches
Wörterbuch. Budapest.
Kuun, C. G. (1880). Codex Cumanicus. Biblothecæ ad templum
Divi Marci Venetiarum. Budapestini: Editio Scient. Academæ
Hung.
Lessing, F. D. (1960). Mongolian-English Dictionary. Berkeley
and Los Angeles: University of California Press.
Levitskaya, L. S.; Dıbo, A. V.; Rassadin, V. İ. (1997). Etimolo-
giçeskij Slovar’ Tyurskih Yazıkov Obşçetyurskie i mejtyurskie
leksiçeskie osnovı na bukvı “K”, “Q”. Moskva: Yazıki Russ-
koy Kulturı.
Levitskaya, L. S.; Dıbo, A. V.; Rassadin, V. İ. (2000). Etimolo-
giçeskij Slovar’ Tyurskih Yazıkov Obşçetyurskie i mejtyurskie
leksiçeskie osnovı na bukvu “Q”. Moskva: Yazıki Russkoy
Kulturı.
Ligeti, L. (1984). Prolegomena to the Codex Cumanicus. Acta Ori-
entalia Academiae Scientiarum Hungaricae, 1-54.
Musaev, K. M. (1964). Grammatika Karaimskogo Yazıka - Foneti-
ka i Morfologia. Moskva: Izdatelstvo “Nauka”.
Nadjip, E. N. (1961). Horezmi - Muhabbat-name. İzdanie teksta,
transkriptsiya, perevod i issledovanie. Moskva: İzdatelstvo
Vostoçnoy literaturı.
606 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Németh, J. (1913). Die Rätsel des Codex Cumanicus. Zeitschrift


der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, 577-608.
Németh, M. (2011). A different look at the Lutsk Karaim sound
system (from the second half of the 19th century on). Studia
Linguistica Universitatis Iagellonicae Cracoviensis, 69-101.
Németh, M. (2014). The Turkic And Eastern European Backgro-
und of the Etymology Of Hung. Tábor (Military Camp). Acta
Orientalia Academiae Scientiarum Hung. Volume 67 (1), 47-73.
Nişanyan, S. (2010). Sözlerin Soyağacı - Çağdaş Türkçenin Etimo-
lojik Sözlüğü. İstanbul: Everest.
Nişanyan, S. (2016, Mart 1). Nişanyan Sözlük: http://www.nisan-
yansozluk.com/?k=elemek&x=0&y=0 adresinden alındı
Nugteren, H., & Korpershoek, M. (2007). The Oghuz verbalizer
+(A)l and its classificatory implications. Turkic Languages, 59-
81.
Nugteren, Hans; Korpershoek, Maarten. (2007). The Oghuz ver-
balizer +(A)l and its classificatory implications. Turkic Langu-
ages, 59-81.
Oxford Latin Dictionary. (1968). Oxford: Oxford University Press.
Öner, M. (1998). Bugünkü Kıpçak Türkçesi (Tatar, Kazak ve Kır-
gız Lehçeleri Karşılaştırmalı Grameri). Ankara: TDK Yay.
Özgür, C. (2002). Kitâbü’l-Hayl. İstanbul: Çantay.
Öztopçu, K. (2002). A 14th-century Archery Treatise in Mamluk-
Kipchak, Kitab fi ‘ilm an-nuşşab. İstanbul: Mehmet Ölmez.
Özyetgin, A. M. (1996). Altın Ordu, Kırım ve Kazan Sahasına Ait
Yarlık ve Bitiklerin Dil ve Üslup İncelemesi. Ankara: TDK Yay.
Özyetgin, A. M. (2001). Ebū Hayy ̣ ān Kitā bu’l-İdrā k li Lisāni’l-
Etrā k Fiil: Tarihî-Karşılaştırmalı Bir Gramer ve Sözlük Dene-
mesi. Ankara: Köksav.
Pritsak, O. (1998). Ermeni Kıpçakçası. (. M. Akalın) içinde, Tarihî
Türk Şiveleri (s. 123-128). Ankara: TKAE Yayınları.
KAYNAKLAR • 607

Radloff, W. (1893). Versuch Eines Wörterbuch Der Türk-Dialecte,


Erster Band - Die Vocale. St. Petersbourg.
Radloff, W. (1899). Versuch Eines Wörterbuch Der Türk-Dialecte,
Zweiter Band. St. Petersbourg.
Ramstedt, G. J. (1912). Zur Verbstammbilgungslehre Der Mongo-
lisch-Türkischen Sprachen. Helsingfors.
Räsänen, M. (1957). Materialen Zur Morphologie Der Türkischen
Sprachen. Helsinki: Studia Orientalia Edidit Societas Orienta-
lis Fennica.
Räsänen, M. (1969). Versuch eines etymologischen Wörterbuchs
der Türksprachen. Helsinki: Suomalais-Ugrilainen Seura.
Robert Dankoff, J. K. (1982). Mahmud al-Kaşgari Compendium
of the Turkic Languages. Cambrigde: Harvard University Prin-
ting Office.
Röhrborn, K. (2010). Uigurisches Wörterbuch. Sprachmaterial
der vorislamischen türkischen Texte aus Zentralasien -Neube-
arbeitung- I. Verben Band 1: ab- - äzüglä-. Stuttgart: Franz
Steiner Verlag.
Sağol, G. (1993). Harezm Türkçe Satır Arası Kur’an Tercümesi
(Giriş-Metin-Sözlük). İstanbul: Türkiyat Araştırmaları Ensti-
tüsü.
Salan, M. (2010). Et-tuhfetü’z-zekiyye fi’l-lugati’t-Türkiyye’de Fiil
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara: Gazi Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Salan, M. (2013). Ermeni Kıpçakçasındaki -GAnlAn- / -mAGAn-
lAn- Yapısı ve Tarihi Türkçedeki ‘isim-fiil + yapım eki’ Yapı-
ları üzerine. I. Genç Akademisyenler Sempozyumu 6-7 Kasım
(s. 483-508). Ankara: Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi.
Salan, M. (2013a). Kuman Lehçesi Sözlüğü. Gazi Türkiyat S. 13,
229-242.
Salan, M. (2013b). Ermeni Kıpçakçasındaki -GAnlAn- / -mAGAn-
lAn- Yapısı ve Tarihi Türkçedeki ‘isim-fiil + yapım eki’ Yapı-
608 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ları üzerine. I. Genç Akademisyenler Sempozyumu 6-7 Kasım


(s. 483-508). Ankara: Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi.
Schütz, E. (1961). On the Transcription of Armeno-Kipchak. Acta
Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae, 139-161.
Schütz, E. (1968). An Armeno-Kipchak Chronicle on the Polish-
Turkish Wars in 1620-21. Budapest: Akadémiai Kiadó.
Schütz, E. (1969). Dokumentı na Polovetskom yazıke XVI.v. (Su-
debnıe aktı Kamenets-Podolskoy armyanskoy obşçinı), Pam-
yatniki Pismennosti Vostoka, vol. III. Moskva, 1967, p. 430.
Acta Orientalia Academiae Scientarum Hungaricae, Tomus
XXII (2), 283-288.
Schütz, E. (1971). Armeno-Kiptschakische Ehekontrakte Und Tes-
tamente. Acta Orientalia Academia Scientarum Hungaricae,
XXIV, 265-300.
Schütz, E. (1987). An Armeno-Kipchak document of 1640 from
Lvov and its background in Armenia and in the diaspora. G.
Kara içinde, Between the Danube and the Caucaus. A Collec-
tion of Papers Concerning Oriental Sources on the History of
the Peoples of Central and South-Eastern Europe (s. 247-330).
Budapest: Akadémiai Kiadó.
Sevortyan, E. V. (1974). Etimologiçeskij Slovar’ Tyurskih Yazıkov
(Obşçetyurskie i mejtyurksie osnovı na glasnıe). Moskva: Iz-
datelstvo Nauka.
Sevortyan, E. V. (1978). Etimologiçeskij Slovar’ Tyurskih Yazıkov
- Obşçetyurskie i mejtyurskie osnovı na bukvu “B”. Moskva:
Izdatelstvo Nauka.
Sevortyan, E. V. (1980). Etimologiçeskij Slovar’ Tyurskih Yazıkov
Obşçetyurskie i mejtyurskie osnovı na bukvı “v”, “g” i “d”.
Moskva: Izdatelstvo Nauka.
Sevortyan, E. V.; Levitskaya, L. S. (1989). Etimologiçeskij Slovar’
Tyurskih Yazıkov Obşçetyurskie i mejtyurskie osnovı na bukvı
“C”, “J”,”Y”. Moskva: Moskva “Nauka”.
KAYNAKLAR • 609

Steingass, F. (1998). A Comprehensive Persian-English Dictio-


nary. Beirut: Librairie du Liban Publishers.
Taş, İ. (2009). Kutadgu Bilig’de Söz Yapımı. Ankara: TDK Yayın-
ları.
Tatar Télénéng Anglatmalı Süzlégé III. (1981). Kazan: Tatarstan
Kitap Näşriyatı.
Taymas, A. (1934). İbnü-Mühennâ Lûgati. İstanbul: İstanbul Dev-
let Matbaası.
Tekin, T. (1993). Old Turkic Word Formation Üzerine Notlar. Dil-
bilim Araştırmaları Dergisi , 201-208.
Tekin, T. (1995). Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler. Ankara:
Simurg.
Tekin, T. (1997). Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı. Ankara: Si-
murg.
Tekin, T. (2003). Altaic Etymologies Based On “Sporadic Alterna-
tions”. E. Yılmaz, & N. Demir (Dü) içinde, Talat Tekin Maka-
leler I (s. 205-213). Ankara: Grafiker Yay.
Tekin, T. (2003). On the Structure of Altaic Echoic Verbs in
{-KIrA}. T. Tekin içinde, Makaleler I Altayistik (Haz. E. Yıl-
maz, N. Demir) (s. 149-162). Ankara: Grafiker Yayıncılık.
Tenişev, E. R. (1988). Sravnitel’no-istoriçeskaya Grammatika
Tyurskih Yazıkov (Morfologiya). Moskva: Nauka.
Tezcan, S. (1978-79). “Peter Zieme: Manichäisch-türkische Texte.
Berliner Turfantexte V, Schriften zur Geschichte und Kultur
des Alten Orients. Akademie der Wissenschaften der DDR,
Zentralinstitut für Alte Geschichte und Archäologie, Akade-
mie Verlag Berlin 1975”. TDAY-Belleten , 295-300.
Tezcan, S. (1981). Kutadgu Bilig Dizini Üzerine. TTK Belleten Cilt
XLV/2, Nisan 1981, Sayı 178 , 23-78.
Tietze, A. (2002). Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı
Cilt: 1 A/E. İstanbul: Simurg Yayınları.
610 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

Tietze, A. (2009). Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı


İkinci Cilt F-J. Wien: Verlag der Österreichischen Akademie
der Wissenschaften.
Toparlı, R. (1989). Kitâb-ı Mukaddime-i Ebû’l-Leysi’s-Semerkandî.
Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Yay.
Toparlı, R. (1992). İrşâdü’l-Mülûk Ve’s-Selâtîn. Ankara: TDK Yay.
Toparlı, R. (2003). Ed-dürretü’l-mudiyye fi’l-lügati’t-Türkiyye.
Ankara: TDK Yay.
Toparlı, Recep; Argunşah, Mustafa. (2008). Mu’înü’l-Mürîd. An-
kara: TDK Yay.
Toparlı, Recep; Çögenli, M. Sadi ; Yanık, Nevzat H. . (1999). El-
kavânînü’l-külliyye li-zabti’l-lügati’t-Türkiyye. Ankara: TDK
Yay.
Toparlı, Recep; Çögenli, M. Sadi ; Yanık, Nevzat H. . (2000).
Kitâb-ı Mecmû-ı Tercümân-ı Türkî ve Acemî ve Mugalî. An-
kara: TDK Yayınları.
Toprak, F. (2005). Harezm Türkçesinde Fiil. Ankara.
Tryjarski, E. (1968-72). Dictionnaire Arméno-Kiptchak. Warsza-
wa: Państwowe Wydawnistwo Naukowe.
Tryjarski, E. (2000). Arabic and Persian Loan Words in Armeno-
Kipchak. Hasan Eren Armağanı, 301-326.
Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü VIII. (1975). Ankara:
TDK Yay.
Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü X. (1978). Ankara:
TDK Yay.
Uğurlu, M. (1984). Munyetü’l-Guzat (Metin-İndeks). Yayımlan-
mamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Ünal, O. (2010). Kodeks Kumanikus 1A-55A (Giriş-Metin-Dizin).
İstanbul: (Yayınlanmamış Y. Lisans Tezi) Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
KAYNAKLAR • 611

Ünlü, S. (2012). Harezm-Altınordu Türkçesi Sözlüğü. Konya: Eği-


tim Yayınevi.
Vásáry, I. (1969). Armeno-Kipchak Parts from the Kamenets
Chronicle. Acta Orientalia Hungarica, T. 22, fasc. 2, 139-189.
Wehr, H. (1976). A Dictionary of Modern Written Arabic (Ed. J.
Milton Cowan). New York: Spoken Language Services, Inc.
XII. Yüzyıldan Beri Türkiye Türkçesiyle Yazılmış Kitaplardan
Toplanan Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü I. (1995). Ankara:
TDK Yay.
XII. Yüzyıldan Beri Türkiye Türkçesiyle Yazılmış Kitaplardan
Toplanan Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü IV. (1996). Ankara:
TDK Yay.
Yudahin, K. K. (1998). Kırgız Sözlüğü (Çev. A. Taymas). Ankara:
TDK Yayınları.
Yüce, N. (1993). Mukaddimetü’l-Edeb (Giriş, Dil Özellikleri, Me-
tin, İndeks). Ankara: TDK Yay.
Zajaczkowski, A. (1954). Vocabulaire Arabe-Kiptchak de l’époque
de l’État Mamelouk Bulgat Al-Mushtaq Fi Lugat-at-Turk Wa-
l-Qıfcaq II-éme Partie - Le verbe. Warszawa: Panstwowe
Wydawnistwo Naukowe.
Zajaczkowski, A. (1961). Najtarsza Wersja Turecka Husräv u Şirin
Qutba,Czesc III - Slownik. Warszawa: Polska Akademia Nauk.
DİZİN

A aġırla- 49, 151 alçaḫlat- 123, 157


aġırlan- 87, 151 alda- 35, 157
abra- 142, 145 aġırlat- 123, 151 aldan- 100, 158
abral- 76, 145 aġırsın- 60, 152 aldaŋ- 100, 158
abrala- 69, 145 aġırt- 123, 152 aldat- 123, 158
abran- 86, 145 aġışdır- 111, 152 aldır- 111, 158
abranganlat- 138, 145 aġızlan- 87, 152 aldırt- 123, 158
abron- 86, 145 aġlasalan- 70, 159 aldur- 111, 158
acızlan- 86, 145 aġrı- 39, 152 alġasalan- 70, 159
açḫın- 64, 146 aġrılan- 70, 153 alġasalnan- 70, 159
aç-I 133 aġru- 39, 153 alġasan- 87, 159
aç-II 133 aġulan- 87, 153 alġışla- 49, 159
açı- 139, 146 aḫ- 133 alġışlan- 102, 159
açıġ- 41, 146 aḫar- 33, 154 alġışlat- 123, 160
açıġan- 29, 146 aḫart- 123, 154 alhasalan- 70, 160
açıġlan- 86, 146 aḫçala- 49, 154 alın- 100, 160
açıġlat- 123, 147 aḫıllat- 123, 154 alındır- 111, 160
açıh- 147 aḫılsızlan- 87, 154 alış- 107, 160
açıḫ- 41, 147 aḫılsızlat- 123, 154 alışın- 87, 161
açıḫla- 69, 147 aḫın- 87, 155 alıştır- 111, 161
açıḫlan-I 70, 147 ahır- 154 altınla- 49, 161
açıḫlan-II 86, 147 ahırlan- 87, 154 altınsuvla- 49, 161
açıḫlat- 123, 147 aḫla- 49, 155 altunla- 49, 161
açıḫtır- 111, 147 aḫlan- 87, 155 altunlan- 100, 161
açıḳ- 41, 147 aḫlat- 123, 155 altunsuvla- 49, 161
açıl- 76, 148 ahrı- 39 andı- 36, 162
açın- 86, 149 aḫsa- 139, 155 anıḳlan- 87, 162
açırġan- 86, 149 aḫsat- 123, 155 anlan- 100, 162
açıt- 123, 149 aḫtar- 110, 155 anlandır- 112, 162
açtır- 111, 150 aḫtarıl- 76, 156 anlat- 123, 162
adamlan- 87, 150 aḫtır- 111, 156 anuḳla- 49, 162
adamlat- 123, 150 aḳ- 133 aŋ- 133
aġarlan- 87, 150 akahlan- 87, 157 aŋdır- 112, 163
aġart- 123, 150 akahlat- 123, 157 aŋıl- 77, 163
aġın- 87, 150 al- 133 aŋla- 49, 163
aġınan- 64, 87, 150 alçaḫla- 49, 157 aŋlaganlat- 138, 164
aġındır- 111, 151 alçaḫlan- 87, 157 aŋlan- 100, 164
614 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

aŋlat- 123, 164 aşaġlan- 87, 170 ayal-II 84, 177


aŋlattır- 112, 164 aşaġlat- 123, 170 ayamalan- 75, 87,
aşaḫla- 48, 170 177
Ä aşaḫlan- 87, 170 ayan- 87, 178
aşaḫlat- 123, 171 aybla- 49, 178
ärçällät- 126, 264
aşal- 84, 171 ayblan- 100, 178
aşıḫ- 66, 171 ayblandır- 112, 178
A
aşıḫlan- 70, 171 ayġaḳla- 49, 178
arçıla- 69, 164 aşıḳ- 171 ayıbla- 49, 178
arġız- 119, 164 asıl- 77, 169 ayıblan- 100
ar-I 133 aşın- 87, 172 ayın- 87, 178
ar-II 133 aşır- 121, 172 ayıpla- 179
arilän- 100, 166 aşla- 49, 172 ayıplan- 100
arilät- 123, 166 aşlan- 100, 172 ayır- 70, 179
arı- 65, 164 aslanlandır- 112, 169 ayırıl- 77, 180
arıġız- 165 asra- 142, 169 ayırt- 124, 180
arılat- 123, 165 asral- 77, 169 ayıvsun- 60, 181
arın- 87, 165 asrat- 123, 170 ayl[a]- 69, 181
arıt- 123, 165 astır- 112, 170 aylan- 87, 181
arıtıl- 77, 166 aştır- 112, 173 aylandır- 112, 181
arıttır- 112, 166 at- 133 aynı- 181
ata- 28, 173 ayrıl- 77, 182
Ä atal- 77, 173 ayt- 124, 182
atḫala- 73, 173 aytıl- 77, 183
ärkälän- 90, 264 aytır- 121, 183
atḫar- 110, 173
atıl-I 77, 173 ayuvsun- 60, 183
A az- 133
atıl-II 77, 174
art- 134 atla- 48, 174 azadlat- 124, 183
artarlan- 87, 166 atlan-I 87, 175 azarla- 183
artarlat- 123, 166 atlan-II 87, 175 azarlan- 100, 184
artıḫla- 49, 166 atlat- 124, 175 azaş- 109, 184
artıḫlan- 87, 167 avadanlıḫlat- 124, azġır- 119, 184
artıl- 82, 167 175 azıḫlan- 87, 184
artır-I 121, 167 avla- 49, 175 azıḫsız[lan]- 87, 185
artır-II 121, 167 avlaḫlan- 87, 176 azlat- 124, 185
artla- 69, 168 avlaḫlat- 124, 176 azulaḫlan- 87, 185
arttır- 112, 168 avlan- 100, 176 azulaḫlat- 124, 185
aruvlan- 87, 168 avurla- 49, 176 B
aruvlat- 168 ay- 133
arzula- 168 aya- 139, 176 bädenlän- 100, 200
as- 133 ayaġış- 39, 107, 177 baġ- 134
aş- 133 ayal- 77 baġıla- 186
aşa- 28, 170 ayal-I 177 baġın- 102, 187
DİZİN • 615

baġışla- 50, 187 başlanıl- 77, 193 berklän- 88, 198


baġışlan- 100, 187 baştaġlan- 88, 193 bernälä- 50, 198
baġla- 49, 185 bastır- 112, 191 beslä- 50, 199
baġlan- 88, 186 bat- 134 beşlä- 50, 199
baḫ- 134 batıl- 82, 193 beslän- 88, 199
baḫıl- 77, 187 batır- 121, 193 bestlä- 50, 199
baḫın- 102, 188 battır- 112, 193 beyi- 139, 199
baḫışla- 50, 188 bavla- 49, 193 beyin- 88, 200
baḫışlan- 100, 188 bayla- 49, 193 bez- 134
bahla- 49, 187 baylan- 88 bezä- 28, 200
bahlan- 88 baz- 134 bezän- 102, 200
baḫtır- 112, 188 bazarlaş- 107, 193 bıġovlan- 100, 201
baḳ- 134 bazıḫlan- 88, 194 bıḫovlat- 124, 201
balçıḫlan- 88, 188 bazıḫlat- 124, 194 bınyatlan- 88, 201
balġa- 49, 188 bedänlän- 100, 194 bırovla- 50, 201
balḫ- 39 behlä- 50, 194 bısaklan- 88, 201
balḳı- 39, 188 bekät- 194 biç- 134
baluḳla- 48, 189 bekäy- 194 biçaḫla- 50, 201
baluḳra- 48, 189 bekäyt- 124, 194 biçil- 77, 201
bar- 134 beklä- 50, 194 biçtir- 112, 201
barabarla- 49, 189 beklän- 88, 194 bil- 134
barabarlan- 100, 189 beklät- 124, 194 bilä- 50, 202
barabarlat- 124, 189 belä- 139, 195 bildir- 112, 202
barçḫlan- 88, 189 belgir- 33, 195 bildirt- 124, 202
bardır- 112, 189 belgirt- 124, 196 bilgirt- 124, 203
barıl- 77, 189 belgisizlän- 88, 196 biliksizlän- 88, 203
barış- 107, 190 benzä- 29 bilin- 102, 203
barışdır- 112, 190 benze- 196 biliş- 106, 203
barıştır- 112, 190 beŋzä- 29, 196 bir- 134
barlan- 88, 190 ber- 134 birfikirlilän- 88, 203
bas- 134 berdir- 112, 196 birik- 41, 203
başar- 42, 191 bergäy- 197 biriklät- 124, 204
basdır- 112, 190 bergäyt- 124, 197 biriktir- 112, 204
basḫala- 73, 190 beril- 77, 197 birlä- 50, 204
başḫalan- 88, 191 berin- 88, 197 birlän- 88, 204
başḫalat- 124, 191 beriş- 107, 197 birläş- 107, 204
başḫar- 42, 191 berkät- 124, 197 birlät- 124, 204
başḫışla 192 berkäy- 31, 197 birliklän- 88, 204
başḫışla- 50 berkäyt- 124, 197 biş- 134
basıl- 77, 191 berkin- 88, 198 bişir- 121
başḳarış- 107, 192 berkirt- 124, 198 biştür- 112, 205
başla- 49, 192 berkit- 124, 198 bişür- 121, 205
başlan- 100, 192 berkiyt- 124, 198 bit- 134
616 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

bitdir- 112, 207 boşlan- 88, 212 burul-I 77, 218


biti- 39, 205 boya- 62, 212 burul-II 33, 218
bitil- 82, 206 boyal- 77, 212 bürüş- 109, 222
bitir- 121, 206 boyan- 100, 212 büsre- 142, 223
bitiş- 106, 207 boyat- 124, 213 busul- 82, 218
bittir- 112, 207 boylan- 88, 213 büsüre- 142
biyändir- 112, 207 boylulan- 88, 213 BÜSÜRE- 223
biyän-I 88, 207 böyü- 139, 214 buşurgan- 89
biyän-II 88, 207 böyüklän- 88, 214 buşurġan- 38, 218
biyi- 139, 207 boyur- 139, 213 buşurhan- 89, 218
biyiklä- 50, 207 boz- 135 buv- 135
biyiklän- 88, 208 bozuḫsuzlan- 89, 213 buyruḫçılan- 89, 219
biyiklät- 124, 208 bozul- 82 büyü- 139, 223
biylän- 88, 208 bozul-I 213 buyur- 139, 219
biysin- 60, 208 bozul-II 82, 213 buyurul- 77, 220
bizmilän- 88, 208 buçḫaḫlan- 89, 215 büyüt- 124, 223
bizmilät- 124, 208 bul- 135 buz- 135
bizminlän- 88, 208 bular- 33, 215 buzdur- 112, 220
boġ- 134 bularġılan- 89, 215 buzġala- 73, 220
boġozla- 50, 209 bularla- 69, 215 buzla- 48, 220
boġul- 82, 209 bulart- 124, 215 buzlan- 89, 220
boġuş- 109, 209 bulartır- 215 buzul- 82
bohul- 210 bularttır- 112, 215 büzül- 77, 223
boḫul- 82, 210 bulġa- 139, 216 buzul-I 221
bol- 134 bulġalan- 70, 216 buzul-II 77, 221
bögäy- 142, 213 bulġan- 89, 216 buzur- 82, 221
boġdur- 112, 209 bulġaştur- 112, 217
Ç
bögövre- 45, 213 bulġat- 124, 217
bögövür- 45, 213 bulun- 102, 217 çadırda- 225
böl- 135 bulur- 33, 217 çadırdat- 125, 225
bölin- 100, 214 bulutlan- 89, 217 çadırta- 225
bollaş- 109, 210 bulutlat- 124, 217 çadırtat- 125, 225
bolun- 100, 210 bur- 135 cadula- 48, 223
bölün- 100, 214 burclat- 124, 218 cadulan- 89, 223
boluş- 107, 210 bügräy- 221 çaġır- 45, 225
bölüş- 107, 214 bügül- 83, 221 çaḫ- 135
boluşlan- 100, 211 bük- 135 çaḫar- 139, 225
borçlan- 88, 211 bükräy- 31, 221 çaḫın- 89, 225
börlän- 89, 214 bükül- 83, 221 çahır- 225
borniglän- 88, 211 bürk- 45, 222 çaḫır- 45, 225
boşan- 88, 211 bürküldä- 35, 222 çaḫırıl- 83, 226
boşat- 124, 211 bürkür- 45, 222 çaḫırt- 125, 226
boşatıl- 77, 212 bürlän- 89, 222 çaḫla- 50, 226
DİZİN • 617

cahtlan- 89, 223 çıbçırıl- 232 çöm- 135


caḫtlan- 89, 224 çıda- 142, 232 comartla- 50, 224
caḫtlandır- 112, 224 çıdal- 77, 232 çonstkala- 50
caḫtlat- 125, 224 çıdovsuzlan- 89, 232 çontskala- 238
çaḳ- 135 çıġar- 110, 233 çontskalat- 125, 238
çal- 135 çıḫ- 41, 233 çovlan- 89, 238
çalın- 100, 226 çıḫar- 110, 233 çovraḫlan- 89, 238
çalış- 107, 227 çıḫarıl- 77, 233 çovraḫlat- 125, 238
çan- 135 çıḫarılganlan- 138, çozdur- 112, 239
cansızlan- 89, 224 233 çozıl- 77, 239
cansızlat- 124, 224 çıḫart- 125, 233 çöp-çövrälän- 102,
çap- 135 çıḫtır- 112 239
çapḫala- 73, 227 çıḳ- 41, 233 çöplä- 50, 239
çapur- 121, 227 çılan- 89, 234 çöplän- 89, 239
çaresizlät- 125, 227 çılat- 125, 234 çöplät- 125, 239
çarış- 107 çınıḫ- 41, 234 çöplüklän- 102, 240
çaşutla- 50, 227 çınıḫtır- 112, 235 çövrä- 64, 240
çaşutlat- 125, 227 çınıḳ- 41, 235 çövrälä- 50, 240
çatırda- 35, 227 cınslan- 89, 224 çövrälän- 102, 240
çatırdat- 125, 227 çıŋla- 48, 235 çövrälät- 125, 240
çatırlan- 102, 228 çıpçır- 139, 235 çövrät- 125, 240
çatla- 48, 228 çıpçırıl- 84, 235 çövür- 121, 240
çatlan- 89, 228 çıraḫlıḫlat- 125, 235 çövüril- 77
çatlat- 125, 228 çırma- 67, 235 çövürül- 77, 241
çayaḫa- 28, 228 çırmal- 83, 236 çöz- 135
çayaḫan- 89, 229 cıvılda- 35, 224 çuçul- 84, 241
çayḫa- 28, 229 çızıl- 77, 236 çulġan- 100, 241
çayḫal- 83, 229 çızış- 107, 236 çurgalan- 100, 241
çayḫan- 89, 229 çiçäklä- 50, 236 curumla- 50, 225
çayna- 139, 229 çiçäklän- 89, 236 cuvaplan- 100, 225
çebärlä- 50, 230 çiçeklät- 125, 236 çuvla-I 48, 242
cehezlä- 50, 224 çilan- 89, 236 çuvla-II 50, 242
çek- 135 çimdi- 139, 237 çuvlan- 102, 242
çekil- 77, 230 çimdir- 70, 237 çuvlu- 48
çekiş- 107, 231 çinä- 28, 237 cüftlän- 89, 224
çert- 139, 231 çiri- 139, 237 çüftlän- 89, 242
çeş- 135 çirit- 125, 237 çüçkür- 46, 242
çeşil- 83, 231 çirıl- 83, 237 çürgä- 50, 242
çeşin- 89, 232 çiz- 135 çürgäl- 77, 243
çeştir- 112, 232 çlunoklan- 89, 237 çürgälä- 69, 244
çetänlä- 50, 232 çoġurlan- 100, 238 çürüş- 109, 244
çezil- 232 çök- 135 çürüştür- 112, 244
çıbçır- 139, 232 çolġan- 89, 238 çüstlän- 89, 244
618 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

çüstlät- 125, 244 donatıl- 78, 247 emgät- 125, 254


çustur- 112, 242 döndür- 112, 247 eminlän- 90, 255
çüv- 135 dövün- 102, 248 eminlät- 125, 255
çüväl- 83, 244 dürt- 141, 248 emir- 141, 255
emizdir- 113, 122,
D E 255
daġıl- 80, 244 e- 133 emlä- 50, 255
daġıt- 129, 244 eçkimüŋüzlet- 125, en- 133
daḫla- 244 248 endir- 113, 255
damahlan- 89, 244 eg- 133 eŋ-I 133
damahlat- 125, 245 egil- 83, 248 eŋ-II 133
darıl- 83, 245 egir- 121, 249 eŋsälä- 256
darmanlan- 245 eglän- 90, 249 er- 133
därmanlan- 100, 245 egrät- 125, 250 eremsi- 142, 256
dart- 141 egräy- 31, 249 eri- 140, 256
davġalan- 89, 245 egril- 83, 250 er-II 133
dav̇ġalan- 89, 245 egrilän- 90, 250 erik- 66, 256
davilä- 50, 245 egrit- 125, 250 erikla- 50
de- 134 ek- 133 eriklä-I 50, 257
delil- 33, 245 ekifikirlän- 90, 250 eriklä-II 50, 257
delilän- 89, 245 ekiköŋüllän- 90, 250 eriktir- 113, 257
delin- 33, 246 ekilän- 103, 251 eril- 83, 257
delir- 33, 246 eklän- 103, 251 erin- 90
devşir- 121, 246 eksiksizlät- 125, 251 erinçäklä- 48, 257
devşiril- 77, 246 eksil- 83, 251 erinçäklän- 90, 257
dinsizlän- 90, 246 eksilt- 125, 251 erinçäklät- 125, 257
dizdir- 115, 246 eksirt- 125, 251 erin-I 257
doġrat- 125, 246 eksit- 125, 251 erin-II 90, 257
doġrayt- 125, 246 elä- 28, 252 erit- 125, 258
doġrul- 83 elän- 100, 252 erksin- 60, 258
dolaş- 109, 246 elçilän- 90, 252 erlän- 90, 258
dolaşıl- 78, 247 elen- 100, 252 ert- 134
dolaştır- 112, 247 elgän- 139, 253 ertälän- 90, 258
duşmanla- 50, 248 elgändir- 112, 253 eş- 134
duşmanlan- 102, 248 eliklä- 50, 253 esäy- 139, 258
duşmanlat- 125, 248 elin- 100, 253 esir- 139, 258
dut- 136 elt- 134 esirgä- 38, 259
duvarlat- 125, 248 eltil- 78, 253 esirt- 125, 259
duy- 136 eltir- 253 esirtil- 78, 260
dön- 135 elttir- 112, 253 eşit- 139, 261
donan- 90, 247 em- 133 eskär- 42, 260
donart- 125, 247 emän- 90, 254 eskilän- 90, 260
donat- 125, 247 emgän- 90, 254 eskilät- 125, 260
DİZİN • 619

eskir- 33, 260 gırcıldat- 126, 266 H


eslä- 51, 260 gırçıldat- 126, 266
eslän- 90, 261 gögärt- 127, 266 hakiätlä- 51, 267
esnä- 29, 261 göndür- 113, 266 hakiyätlä- 51
essizlän- 90, 261 görgüz- 119, 267
essizlät- 125, 261 gövdälän- 267

et- 134 güneşlät- 126, 267 ḫal- 135
etil- 78, 262 ḫalaba[la]ştır- 113,
etilmägänlän- 138, Ḫ 274
262 ḫalabalıḫlan- 91, 274
etiz- 122, 262 ḫaberlän- 100, 271
etkir-I 119, 263 ḫaç- 135 H
etkir-II 119, 263 ḫaçır- 121, 271
etkiz- 119, 263 ḫaçla- 51, 272 halalaş- 107, 267
ettir- 113, 263 ḫaçlan- 103, 272 hälallaş- 107, 270
eyärlä- 51, 263 ḫada- 142, 272
eylä- 51, 263 ḫadaġla- 51, 272 Ḫ
ez- 134 ḫadaġlan- 100, 272
ḫalayla- 51, 274
ezil- 78, 264 ḫadaḫla- 51, 272
ḫaldır- 113, 274
ezin- 100, 264 ḫadaḫlan- 100, 272
ḫalġ- 66, 274
ḫadal- 78, 272
F ḫalḫ- 66, 275
ḫadirlä- 51, 272
ḫalḫala- 51, 275
faḫirlän- 90, 264 H ḫalḫalan- 100, 275
färahlan- 90, 265 ḫalḫalat- 126, 275
färaḫlan- 90, 265 hadirlän- 103, 267 ḫalınlan- 91, 275
färahlat- 126, 265 ḫalınlat- 126, 275
farḫla- 51, 264 Ḫ ḫamaş- 109, 275
faydala- 51, 265 ḫaḫ- 135 ḫamaştır- 113, 275
faydalan- 90, 265 ḫaḫıl- 78, 272 ḫamçıla- 51, 276
faydaylan- 90, 265 ḫaḫla-I 51, 273 ḫamçılan- 101, 276
fırla- 48, 265 ḫaḫla-II 69, 273 ḫamurlan- 91, 276
fikirlän- 90, 265 ḫanat- 126, 276
friştelän- 90, 265 H ḫandır- 113, 276
ḫanlat- 126, 276
G haḫlaş- 107, 267
ḫap- 135
ġadirlä- 51, 267 Ḫ ḫapandur- 113, 277
gagazlan- 90, 266 ḫapḫala- 73, 277
ġapart- 126 ḫaḫtır- 113, 273 ḫapın- 91, 277
ġazġan- 104 ḫaḫutla- 51, 273 ḫapındır- 113, 277
geç- 135 ḫaḫutlan- 91, 273 ḫapındur- 113, 277
gez- 135 ḫaḫutlat- 126, 273 ḫapış- 107, 277, 278
gizlän- 90, 266 ḫaḫutsuzlan- 91, 273 ḫapla- 51, 277
gırçılda- 266 ḫaḫuttur- 113, 273 ḫapsa- 72, 277
620 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḫapsal- 78, 278 Ḫ ḫavşa- 29, 285


ḫapun- 91, 278
ḫapundur- 113, 278 ḫarmal[a]- 282 H
ḫapuş- 107 ḫarmala- 75, 282
ḫarmalan- 103, 282 hav̇ulda- 35, 268
ḫapuştur- 113, 279
ḫarşa- 140, 282 haybatla- 51, 268
ḫarabaşlan- 91, 279
ḫarşıl- 78, 282 haybatlan- 103, 268
ḫarabaşlat- 126, 279
ḫarşıla- 51, 282 haybatlat- 126, 268
ḫaraġlat- 126, 279
ḫarşılan- 91, 283 haybatsızlat- 126,
ḫaraḫla-I 51, 279
ḫarşılat- 126, 283 268
ḫaraḫla-II 48, 279
ḫaral- 32, 279 H Ḫ
ḫaralat- 126, 280
ḫaramġula- 51, 280 harsızlan- 90, 268 ḫayġır- 33, 285
ḫaramġulan- 91, 280 ḫayġulan- 91, 286
ḫaramġulat- 126, 280 Ḫ ḫayġur- 33, 286
ḫaramġuluḫlan- 91, ḫayġurt- 126, 286
ḫartay- 31, 283
280 ḫartla- 48, 283
ḫaranġulan- 91, 280 H
ḫartlan- 91, 283
ḫaranġulat- 126, 280 ḫaşa- 140, 283 hayıfsın- 60, 269
ḫaraŋġulan- 91, 280 ḫaşı- 140, 283
ḫaraŋġulat- 126, 280 ḫaşın- 91, 283 Ḫ
ḫarar- 33, 280 ḫaşla- 51, 284
ḫarart- 126, 280 ḫaşlan- 103, 284 ḫayınla- 51, 286
ḫarcla- 51, 280 hasrätlän- 90, 268 ḫayınlat- 126, 286
ḫarçla- 51, 281 ḫastalan- 91, 283 ḫayırsızla- 48, 286
ḫarclan- 91, 281 ḫastalat- 126, 283 ḫayırsızlan- 91, 286
ḫardır- 113, 281 ḫat-I 135 ḫayna- 140, 286
ḫarġa- 28, 281 ḫat-II 135
ḫaynaş- 109, 286
ḫatıl- 78, 284
ḫarġışla- 51, 281 ḫatış- 284 ḫaynat- 127, 286
ḫarġışlan- 103, 281 ḫatışıl- 83, 285 ḫayt- 127, 287
ḫarġışlat- 126, 281 ḫatıştır- 114, 285 ḫaytar- 110, 287
ḫarha- 281 ḫatıştırıl- 78, 285 ḫaytarıl- 78, 287
ḫarıla- 51, 281 ḫatsaglan- 91, 283 ḫaytart- 126, 287
ḫarışdır- 114, 282 ḫatsaklan- 91, 283 ḫaytay- 287
ḫarış-I 107, 281 ḫatunlan- 91, 285 haytıl- 77, 269
ḫarış-II 108, 282 ḫayttır- 113, 287
H
ḫarışıl- 78, 282 ḫaytur- 113, 287
ḫarıştır- 114, 282 havalat- 126, 268
ḫarkibiklän- 91, 282 havılda- 35, 268 H

H Ḫ hayuflan- 90, 269


hayuvsun- 60, 269
harlan- 90, 267 ḫavş- 29, 285 hayvan[lan]- 90, 269
DİZİN • 621

Ḫ ḫırılda- 35, 289 ḫollat- 126, 294


ḫırıldır- 289 ḫolun- 103, 294
ḫaz- 135 ḫırışdır- 290 ḫon- 93, 294
ḫazan- 104, 288 ḫıs- 135 ḫonaḫla- 55, 294
ḫazdır- 113, 288 ḫısdır- 113 ḫondır- 114, 294
ḫazġan- 104, 288 ḫısḫala- 73, 290 ḫondur- 114, 294
ḫazġançlan- 91, 288 ḫısḫar- 33, 290 ḫop- 135
ḫazıl- 78, 288 ḫısḫart- 126, 290 ḫor- 66, 135, 136,
ḫaznala- 51, 288 ḫısıl- 78, 290 294
ḫaznalan- 91, 288 ḫısımla- 51, 291 ḫora- 29, 294
ḫışımla- 51, 291 ḫorḫ- 66, 294
H
ḫışımlan- 91, 291 ḫorḫul- 83, 294
heceplän- 90, 269 ḫısış- 107, 291 ḫorḫulan- 91, 295
heçlän- 90, 269 ḫışla- 48, 291 ḫorḫusuz[lan]- 91,
hertsov̇adzoġlan- 90, ḫıstır- 113, 291 295
269 ḫıy- 135 ḫorḫut- 127, 295
heseblä- 269 ḫıyıḫla- 51, 291 ḫorla- 51, 295
heseblän- 103, 270 ḫıyınlan- 103, 291 ḫormatla- 51, 295
hesebläş- 107, 270 ḫıyna- 28, 291 hörmätlä- 51, 271
heseplä- 51, 270 ḫıynal- 79, 291
heseplän- 103, 270 ḫıynat- 126, 291 H
hesepläş- 107 ḫız- 135
hillalan- 91, 270 hörmätlän- 100, 271
ḫızar- 33, 292
hillälän- 91, 270 hörmätlät- 126, 271
ḫızart- 126, 292
hillälät- 126, 270 ḫızdır- 113, 292 Ḫ
ḫızdırıl- 78, 292
Ḫ ḫızġançlan- 91, 292 ḫorul- 78, 295
ḫıçḫır- 46, 288 ḫızġır- 46, 292 ḫorut- 126, 295
ḫıçıldat- 126, 288 ḫızıllan- 91, 292 ḫoş- 135
ḫıçır- 46, 288 ḫızıllat- 126, 292 ḫosġa- 139, 295
ḫıl- 135 ḫızla- 51, 293 ḫoşla- 51, 295
ḫılan- 93, 288 ḫlın- 293 ḫoşlan- 91, 296
ḫılıḫsızlan- 91, 289 ḫo- 134 ḫoşul- 79, 296
ḫılımlan- 91, 289 ḫocalan- 91, 293 ḫotar- 110, 296
ḫılın- 93, 289 ḫocalat- 126, 293 ḫoturlan- 91, 296
ḫılındır- 113, 289 ḫocar- 33, 293 ḫov- 135
ḫır- 135, 289 ḫoḫula- 51, 293 ḫovan- 93, 296
ḫırcıldat- 126, 289 ḫoḫulan- 91, 293 ḫovanlan- 70, 296
ḫırçıldat- 126, 289 ḫol- 135 ḫovar- 33, 297
ḫırdır- 113, 289 ḫolayla- 48, 294 ḫovat- 139, 297
ḫırḫ- 289 ḫolaylan- 91, 294 ḫovatlan- 92, 298
ḫırḫlan- 91, 289 ḫolaylat- 126, 294 ḫovur- 139, 298
ḫırıl- 79, 289 ḫoldur- 113, 294 ḫovurul- 78, 298
622 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

ḫovuşlan- 92, 299 ḫuvatlan- 92, 304 inçkärt- 33, 127, 315
ḫoy- 68, 299 ḫuvatlat- 126, 304 iŋirlän- 92, 315
ḫoydur- 113, 299 ḫuvatlattır- 113, 304 iraḫlat- 131, 315
ḫoyġala- 73, 299 ḫuvatsızlan- 92, 304 iri- 139
ḫoyul- 79, 299 ḫuvdur- 113, 304 irinlä- 48, 315
ḫoyur-I 33, 299 ḫuvul-I 78, 304 irinlän- 92, 315
ḫoyur-II 79, 299 ḫuvul-II 83, 304 işan- 92, 317
ḫoyurt- 126, 299 ḫuvur- 139, 304 işandır- 113, 317
ḫozġa- 139, 300 ḫuvurul- 78, 304 isilän- 92, 315
ḫozġal- 83, 300 ḫuvuşlan- 92, 304 isin- 92, 315
ḫozġalt- 126, 300 isit- 316
ḫozla- 51, 139, 300 H işit- 318
ḫuç- 136 huzurlan- 92, 271 işitil- 78, 318
ḫuçaḫla- 51, 300 işittir- 113, 318
ḫulaḫlan- 92, 300 İ iskä- 38, 316
ḫulan- 104, 301 işkillän- 92, 318
içil- 78, 310
ḫulandır- 113, 301 islä- 52, 316
içir- 121, 310
ḫullandır- 113, 301 işlä- 52, 318
içiril- 78, 311
ḫullan-I 92, 301 islän- 104, 316
içirt- 126, 311
ḫullan-II 104, 301 işlän- 103, 319
içiş- 107, 311
ḫuluḫçılan- 92, 301 işlät- 127, 319
içkilän- 92, 311
ḫuluḫlan- 92, 301 işlättir- 113, 319
içtir- 113, 311
ḫur- 136 issin- 92
igitlän- 92, 311
ḫurḫul- 83, 301 igrän- 92, 312 istä- 317
ḫurkul- 80, 301 igränçilän- 92, 312 iste- 316
ḫurtlan- 92, 301 igränçilät- 126, 312 it-I 134
ḫuru- 139, 302 igrändir- 113, 312 it-II 134
ḫurul- 78, 302 ikit- 139, 313 itilä- 52, 319
ḫurut- 126, 302 ilgerilän- 92, 313 itilän- 103, 320
ḫus- 136 il-II 83, 313 itilät- 127, 320
ḫuşan- 92, 303 ilik- 139, 313 itlän- 70, 320
ḫuşun- 92, 303 ilin- 92, 314 itmälä- 48, 320
ḫutḫar- 111, 303 ilindir- 113, 314 ivaşlan- 92, 320
ḫutḫarıl- 78, 303 imän- 90, 314 ivaşlat- 127, 320
ḫutla- 51, 303 imşaḫlan- 92, 314 izdä- 35, 321
ḫutul- 83, 303 imşan- 92, 315 izdäl- 78, 321
ḫutur- 40 imşat- 127, 315 izdän- 103, 321
ḫuv- 135 inan- 92, 315 izdät- 127, 321
ḫuvala- 72, 303 inanıl- 78, 315 izlä- 52, 321
ḫuvalan- 104, 303 incin- 103, 315 izlän- 101, 321
ḫuvalaş- 108, 303 incit- 127, 315 ıçḳın- 139, 305
ḫuvatla-I 51, 304 inçit- 127, 315 ıdır- 139, 305
ḫuvatla-II 52, 304 inciyt- 127, 315 ıġla- 48, 306
DİZİN • 623

ıġran- 92, 306 ḳaynat- 127, 363 ker- 135


ıḫ- 134 ḳayt- 127, 363 keräk- 66, 329
ıla- 48, 307 ḳaytar- 110, 363 keräksizlät- 127, 330
ınan- 92, 307 ḳazan- 364 keril- 78, 330
ınçḫa- 29, 307 ḳazġan- 104, 364 keriş- 109, 330
ınçḫan- 92, 307 kert- 127, 330
ıncın- 103, 307 K kertir- 140, 330
ınçın- 103, 307 kebäl- 84, 321 kes- 135
ıncıt- 127, 307 kebänsi- 140, 322 kesäklä- 52, 331
ınçıt- 127, 308 kebär-I 33, 322 kesät- 140, 331
ınçḳa- 29, 308 kebär-II 84, 322 kesḫälä- 73, 331
ıraḳ- 66, 308 keç- 135 kesil- 78, 331
ırġal- 78, 308 keçar- 33, 322 kesilmägänlän- 138,
ırla- 48, 309 keçiḫ- 41, 322 332
ırt- 131, 309 keçik- 41, 322 kesin- 92, 332
ışan- 92, 309 keçikil- 78, 323 kesiş- 108, 332
ışır- 121, 309 keçikir- 121, 323 keskälä- 73, 332
ıy-II 40, 310 keçiklän- 70, 323 keskälän- 101, 332
ıyla- 55, 310 keçiktir- 113, 323 kestir- 114, 332
keçin- 92, 323 kestirt- 127, 333

keçir- 121, 323 ket- 135
ḳaç- 135 keçirt- 127, 324 ketär- 110, 333
ḳada- 142, 356 keçirttir- 113, 324 ketärġälä- 73, 333
ḳaġı- 140, 356 kefinlä- 52, 324 ketir- 110, 114, 333
ḳaḳır- 46, 356 kegär- 33, 325 key- 135
ḳal- 135 kekir- 46, 325 keydir- 114, 333
ḳama- 28, 356 kel- 135 keyin- 92, 334
ḳamal- 83, 357 keläştir- 113, 325 kez- 135
ḳaŋırıt- 127, 357 keldir- 114, 325 kezdir- 114, 334
ḳarar- 33, 357 keltir- 113, 325 kiç- 135
ḳarġa- 28, 357 keltiril- 78, 326 kiçi- 334
ḳarı- 140, 358 keltiriş- 109, 326 kiçilän- 92, 334
ḳarıl- 83, 359 keltirt- 127, 326 kilä- 140, 335
ḳarış- 108, 359 keltür- 114, 326 kilän- 92, 335
ḳarıştur- 114, 359 kemil- 83, 327 kir- 135
ḳarma- 67, 359 kemir- 121, 327 kirik- 66, 336
ḳarmala- 75, 360 kemiş- 140, 327 kiriş- 109, 336
ḳaşa- 140, 360 kemişil- 78, 328 kirlän- 93, 336
ḳaşı- 140, 360 keŋär- 42, 328 kirlät- 127, 336
ḳatıştur- 114, 361 keŋärt- 127, 329 kişinä- 140, 336
ḳatulan- 93, 361 keŋäş- 109, 328 kişnä- 140, 336
ḳayġır- 33, 362 keŋer- 42, 328 kit- 135
ḳayna- 140, 362 keŋlät- 127, 329 kiy- 135
624 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

kiydir- 114, 334 köçür- 121, 338 K


kiyiklän- 93, 337 köçürül- 78, 338
kiyin- 92, 334 köŋüllän- 93, 343
kögär- 33, 338
kiyindir- 114, 337 kögärt- 127, 339 Ḳ
kökrä- 46, 339
Ḳ ḳop- 135
kökrät- 127, 339
ḳıçḳır- 46, 365 ḳopar- 110, 370

ḳıl- 135 K
ḳol- 135
K köplä- 52, 343
K köplän- 93, 344
kıla- 28, 334
köplät- 127, 344
kölgälän- 93, 339

kölgäländir- 114, 339 Ḳ
ḳılın- 93, 365 kölgäsizlän- 93, 339
ḳopsa- 29, 370
ḳına- 28, 365 köm- 135
ḳınal- 79, 366 kömdür- 114, 340 K
ḳırıl- 79, 366 kömül- 78, 340
ḳırḳ- 66, 366 kömürlän- 93, 340 kör- 135
ḳırlış- 108, 366 koral- 137
ḳıs- 135 Ḳ köralma- 137
ḳışla- 48, 367 körälmä- 137
ḳon- 93, 368
kıspısla- 52, 334 körgüz- 119, 344
ḳonaḳla- 55, 369
ḳısta- 29, 366

ḳıstalış- 108, 367 K
ḳıyna- 28, 367 ḳorḫ- 66, 371
ḳız- 135 könäl- 83, 341 ḳorḳ- 66, 371
ḳızar- 33, 367 könän- 93, 342
ḳızġan- 104, 368 könder- 119, 340 K

K Ḳ körkät- 127, 344


körkäy- 31, 344
klä- 28, 337 ḳondur- 114, 369 körkäyt- 127, 344
klät- 127, 337 körkäyttir- 114, 345
K
klättir- 114, 338 körklülän- 93, 345
könül- 83, 342 körklülät- 127, 345
Ḳ körksüzlän- 93, 345
könülät- 127, 343
ḳobar- 110, 368 könült- 127, 343

könüsüzlän- 93, 343
K könüsüzlät- 127, 343 ḳorḳut- 127, 371
köbö- 62, 338 Ḳ K
köbüklät- 127, 338
köç- 135 ḳoŋran- 93, 369 körlä- 48, 345
DİZİN • 625

körül- 78, 345 közlän- 93, 351 küt- 135


körümsüzlän- 93, 345 kütül- 79, 354
körün- 93, 346 Ḳ kütür- 121, 355
körüş- 108, 346 ḳuç- 136 küvdür- 114, 355
körüştür- 114, 346 küv-I 135
körüvsä- 72, 347 Ḳ küv-II 135
ḳoşıl- 79, 371 küvür- 119, 355
ḳulunla- 48, 375 küvürt- 127, 355
kösül- 84, 347
ḳur- 136 küy- 135
kösürüklä- 52, 348
ḳurşovla- 52, 375 küydür- 114, 355
kötär- 121, 348
ḳus- 136 küydürt- 127, 356
kötir- 121, 348
ḳustun- 140, 375 küyül- 79, 356
kötür- 121, 348
ḳutḫar- 111, 375
kötüril- 79 L
ḳutḳar- 110, 376
kötürül- 79, 349
ḳutḳaruvsa- 72, 377
lamslan- 93, 378
Ḳ ḳutul- 83, 377
latsla- 48, 378
ḳutur- 40, 377
ḳovan- 93, 372 leġilan- 93, 378
kövür- 119, 349 K
M
ḳovuş- 372
küçä- 28, 351 maġta- 142, 379
K küçän- 93, 352 maġtan- 93, 379
küçäy- 31, 352 maḫta- 142, 379
köy- 135 küçäyt- 127, 352 maḫtal- 79, 379
küçsüzlän- 93, 352 maḫtan- 93, 379

küçsüzlät- 127, 353 man- 136
ḳoy- 68, 373 küçün- 93, 351 manıl- 79, 379
köydür- 114, 349 küflän- 93, 353 maŋıl- 79, 379
ḳoyġaş- 374 küfürlä- 48, 353 maŋra- 46, 379
ḳoyul- 79, 374 küfürlän- 93, 353 masḫaralan- 93, 379
ḳoyur- 33, 375 kül- 135 meŋär- 42, 379
küldür- 114, 353 meŋäril- 79, 380
K külümsün- 71, 353 meŋärt- 127, 380
közät- 68, 351 külüş- 107, 353 meronla- 52, 380
közätil- 79, 351 kümüşlä- 52, 354 min- 136
közätin- 93, 351 kümüşlän- 101, 354 mindir- 114, 381
közet- 68, 350 kün- 135 miralan- 101, 381
küpçäklän- 93, 354 miskinlä- 48, 381
Ḳ kürlä- 48, 354 miskinlän- 94, 381
küsän- 93, 354 miskinlät- 128, 382
ḳozġalış- 110, 375 küşän- 140, 354 mıḫla- 52, 380
K küsändir- 114, 354 mıḫlan- 101, 380
küstän- 140, 354 mırmıldan- 94, 381
közlä- 52, 351 küstün- 140, 354 mırmırlan- 94, 381
626 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

mızdasızlan- 94, 381 oḫşaşıl- 83, 387 ortaḫlan- 94, 394


mohorla- 52 oḫşaşlan- 94, 387 oşḳa- 30, 394
möhürlä- 52, 382 oḫşaşlat- 128, 387 otla- 52, 395
möhürlän- 101, 382 oḫşaşsızlan- 94, 387 oturġuz- 119, 395
mrmrdan- 94, 382 oḫşat- 128, 388 oturt- 128, 395
mugra- 46 oḫşovla- 52, 388 ovşa- 30, 395
muḫkamlat- 128, 382 oḫtsovla- 52, 386 ovun- 103, 395
mülklä- 52, 383 oḳşaş- 108, 388 ovundur- 114, 396
mülkrä- 52, 383 oḳşat- 128, 388 oyan- 98, 396
muŋay- 31, 382 oḳu- 43, 388 oyandır- 114, 396
muŋra- 46, 382 ola- 49, 389 oyat- 128, 397
müŋrä- 46, 383 oldur- 140 oyattır- 114, 397
murdarla- 52, 382 oltur- 140, 389 oyna- 29, 397
murdarlan- 94, 382 olturġuz- 119, 390 oynal- 79, 397
murdarlat- 128, 382 olturḫuz- 119, 390 oynat- 128, 398
müşḫüllä- 52, 383 olturt- 128, 390 oyovla- 52, 398
müşḫüllän- 94, 383 olturuş- 107, 390 oyul- 79, 398
müşḫüllät- 128, 383 omsan- 97 oyyan- 98, 398
onalt- 390 oz- 134
N
onar- 111, 390
Ö
naḫışla- 52, 383 onarıl- 79, 390
naḳşla- 52, 383 oŋal- 83, 390 öçäş- 108, 398
nalätlä- 52, 384 oŋalt- 128, 391 öçäşlä- 48, 399
nämlän- 94, 384 oŋar- 111, 391 öçäşlän- 94, 399
nämlät- 128, 384 oŋarıl- 79, 392 öçäşlät- 128, 399
nişanla- 52, 384 oŋart- 392 öçäştir- 114, 399
nışanla- 52, 384 oŋ-I 134 öçkir- 140, 399
nışanlan- 101, 384 oŋ-II 134 öçkür- 140, 399
nışanlat- 128, 384 opra- 29, 392 öçlän- 94, 400
opran- 94, 393 öçü- 62, 400
O
opranmaganlan- 138, ög- 134
oġra- 29, 384 393 ögövlän- 101, 400
oġraş- 108, 385 oprat- 128, 393 ögül- 79, 400
oġraşla- 48, 385 orna- 30, 393 ögün- 103, 400
oġrula- 52, 385 ornat- 128, 393 ögür- 46, 401
oġurla- 52, 386 ornatıl- 79, 394 ögütlä- 52, 401
oġurlan- 103, 386 ortur- 140 ögütlän- 101, 401
oġut- 128, 386 OSANDIR- 394 ögütläş- 109, 401
oḫla- 48, 386 osandır- 114 öktämlä- 48, 401
oḫlan- 101, 386 osan-I 94, 394 öktämlän- 94, 401
oḫşa- 30, 387 osan-II 98, 394 öktämlät- 128, 401
oḫşal- 83, 387 ossur- 394 öktün- 140, 401
oḫşaş- 108, 387 otala- 75, 394 öl- 134
DİZİN • 627

ölç- 134 övünül- 79, 409 ränglät- 128, 413


ölçtür- 114, 402 övüt- 128, 409 rastla- 53, 413
ölçül- 79, 402 özdänlän- 94, 409 rısfayla- 53, 413
öldür- 114, 402 rısvayla- 53, 414
öldürġälä- 73, 402 P
öldürül- 79, 402 S
paçayla- 52, 409
öltür- 114, 402 padşahlan- 94, 410 saarla- 49, 414
öltürül- 79, 403 padşahlat- 128, 410 säbäplä- 53, 431
ön- 134 paḫillä- 53, 410 säbäplän- 103, 431
öp- 134 paḫillän- 94, 410 säbäpsizlän- 95, 431
öpkälä- 48, 403 paḫılla- 53, 410 saç- 136
öpkälät- 128, 403 paḫıllan- 94, 410 saçıl- 79, 414
öpüş- 108, 403 paḫıllandır- 114, 410 saçıra- 58, 414
or- 134 paḫıllat- 128, 410 saçırat- 128, 414
ör- 134 paḫıllät- 128 saçırt- 128, 414
örçüt- 128, 403 palalayt- 128 saçla- 58, 414
örgüz-I 119, 404 palayla- 52, 410 saçra- 58, 414
örgüz-II 119, 404 palaylat- 128, 410 saçrat- 128, 415
örpäy- 68, 404 pambasla- 52, 410 saġ- 136
örpäyt- 128, 405 pampasla- 52, 411 saġal- 32, 415
ört- 134 panbassızlan- 94, 411 saġalt- 128, 415
örtä- 29, 405 parala-I 53, 411
örtän- 94, 405 parala-II 53, 411 saġay- 31, 415
örtövlän- 94, 405 paralan-I 101, 411 saġayt- 128, 415
örtül- 79, 405 paralan-II 94, 411 saġıl-I 79, 416
ösḫälä- 74, 405 payla- 53, 411 saġıl-II 32, 416
öskür- 46, 406 paylan- 101, 411 saġılmaganlan- 138,
östür- 114, 406 paylaş- 107, 412 416
öt- 134 peşälän- 101, 412 saġın- 94, 416
ötä- 140, 406 pilonlan- 103, 412 saġındır- 114, 417
ötkär- 122, 406 pilonlat- 128, 412 saġınıl- 79, 417
ötläştir- 114, 407 pintilän- 94, 412 saġışa- 29, 417
öv- 134 pisaklan- 94, 412 saġışla- 53, 417
övdür- 114, 407 pişaklan- 94, 413 saġışlan- 95, 417
övlän- 94, 407 pırḫılda- 35, 412 saġıtlan- 95, 417
övländir- 114, 407 pıspısla- 52, 412 saġla- 53, 418
övlät- 128, 408 pozul- 82, 413 saġlan- 95, 418
övrän- 94, 408 pustalıḫlan- 94, 413 şahavatlan- 96, 459
övränçiklän- 94, 409 pusul- 82, 413 sahay- 418
övrät- 128, 408 R sahayt- 128, 418
övündür- 114, 409 saḫayt- 128, 418
övün-I 103, 409 radılan- 94, 413 sahın- 94, 418
övün-II 103, 409 ränglä- 413 sahışla- 53, 418
628 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

saḫla-I 53, 418 sarnat- 128, 425 seziklän- 95, 430


saḫla-II 53, 418 saş- 136 seziksizlän- 95, 431
saḫlan- 95 şaş- 136 sezil- 79, 431
saḫlan-I 418 sası- 59, 425 sıġıl- 83, 432
saḫlan-II 418 saşı- 59 sıġın- 95, 432
saḫtla- 53, 418 sasıl- 83, 426 sıġındır- 115, 432
saḫtlan- 95, 419 sasın- 95, 426 sıġta- 30, 433
saḫtlat- 128, 419 sasıt- 128, 426 sıḫ- 136
sajala- 419 saştır- 115, 426 sıḫan- 95, 433
saḳla- 53, 419 şaştır- 115, 459 sıḫıl- 79, 433
saḳlan- 95, 419 sat- 136 sıḫındır- 115
sal- 136 sätälä- 49 sıḫlan- 95, 433
saldır- 114, 420 satıl- 79, 426 sıḫlat- 129, 433
saldırt 420 satḳa- 140, 426 sıḫta- 30, 433
saldırt- 128 sattır- 114, 427 sıḫtır- 115, 433
salġala- 74, 420 savaş- 108, 427 sıḳ- 136
salġalan- 95, 420 say- 136 sıla- 140, 434
salın- 103, 421 sayıl- 79, 427 şıla- 140, 459
salınganlan- 138, 421 sazgarlat- 128, 427 sılat- 129, 434
sallan- 95, 421 sbgla- 53, 427 sımarla- 53, 434
samolovkalan- 101, sbla- 53 sımarlan- 101, 435
421 seç- 136 sın- 103, 435
san- 95, 421 sek- 136 sına- 29, 435
sana- 29, 422 sekinlän- 95, 427 sınal- 79, 436
sanal- 79, 422 sekinlät- 129, 427 sınçla- 53, 436
sanat- 128, 422 sekir- 40, 428 sındır- 115, 436
sanç- 140, 422 sekiriş- 107, 428 sındırġala- 74, 436
sançḫala- 74, 423 selamla- 53, 428 sındırġalan- 101, 436
sançıl- 79, 423 semir- 40, 428 sındırhala- 74, 436
sandıra- 140, 423 semirt- 129, 429 sındırıl- 79, 436
sandraḫla- 74, 424 semizlän- 95, 429 sındur- 115, 437
sanla- 53, 424 semizlät- 129, 429 sınġala- 74, 437
sansızlan- 95, 424 sep- 136 sınġalan- 95, 437
sap- 136 sergiz- 119, 429 sınıl- 79, 437
sapıl- 79, 424 seril- 79, 429 sıpa- 140, 437
sapla- 53, 424 ses- 136 sıpçırıl- 84, 437
saptırıl- 83, 424 seş- 136 şıpçırıl- 459
sar- 136 seskän- 95, 430 şıpıldaşla- 48, 459
sarart- 33, 128, 424 seskändir- 114, 430 sır- 136
sarḫıt- 128, 425 setelä- 431 sıralat- 129, 438
sarıl- 32, 425 sev- 136 sırdırġalan- 101, 438
sarna- 30, 425 sez- 136 sırla- 53, 438
sarnal- 79, 425 sezdir- 115, 430 sırt- 140, 438
DİZİN • 629

sıt- 129, 438 sovuḫlat- 129, 445 sözlä- 53, 449


sıtaralan- 95, 438 söġrätlän- 96 sözlän- 101, 450
sıtıl- 79, 439 soḫ- 136 sözläş- 108, 450
sıy- 136 soḫlan- 95, 442 sözlät- 129, 450
sıyır- 140, 439 soḫran- 95, 442 starostalan- 95, 450
sıyla- 53, 439 soḫrat- 129, 442 suçul- 84, 450
sız- 136 soḫray- 31, 442 suḫ- 136
sızġır- 46, 439 soḫrayt- 129, 442 suḫlan- 95, 451
sızın- 95 soḫrayttır- 115, 442 suḫlançlan- 95, 451
sibir- 140, 440 soḫun- 95, 442 suḫlandır- 115, 451
sikin- 95, 440 soḫurlat- 129, 443 sun- 95, 451
silk- 140, 440 soḳ- 136 sus- 136
silkil- 79, 440 sovut- 129, 446 susa- 58, 452
silkin- 95, 440 soy- 136 susan- 96, 452
sim- 136 söy- 136 susattır- 115, 452
simarla- 53, 440 soymaçla- 53, 446 suslan- 96, 452
simarlan- 440 soymaçlan- 101, 446 sustlan- 96, 452
siŋ- 136 soyul- 80, 446 sustlat- 129, 452
siŋir-I 122, 440 sökḫälä- 74, 447 sunul- 80, 452
siŋir-II 46, 441 sök-I 136 suŋul- 80, 452
sipiçiril- 441 sök-II 136 suvar- 42, 453
sipir- 140, 441 sökkälä- 74, 447 suvar-II 122
sirkälän- 103, 441 sökül- 80, 447 suvarıl- 80, 453
sirkälät- 129, 442 sökün- 95, 447 suvart- 129, 453
sirt- 140, 442 sön- 136 suvlan- 103, 453
siş- 136 söndür- 115, 447 suvra-I 64, 453
sitlä- 53, 442 sor- 136 suvra-II 454
siy- 68, 442 sör- 136 suvral- 80, 454
soçul- 84, 442 söv- 136 suvran- 96, 454
solḳulda- 35, 443 sovar- 122, 444 suvsa- 58, 454
solu- 140, 443 sövül- 80, 448 suvul- 80, 455
sora- 64, 443 sövün- 95, 448 sülkän- 80, 455
sordur- 115, 444 sövünçlä- 53 sünätlä- 53
sorul- 80, 444 sövünçle- 448 sünätlän- 101, 455
sorun- 101, 444 sövünçlüklät- 129 sünnätlän- 101, 455
soruş- 108, 444 sövünçlüklet- 448 sür- 136
soruştur- 115, 444 sövünçlülät- 129 sürätlä- 53, 455
sovaş- 108, 445 sövünçlület- 448 sürätlän- 96, 456
sövin- 95, 448 sövündür- 115, 449 sürdür- 115, 456
sovra- 122, 445 sövüş- 108, 449 sürkäl- 80, 456
sovral- 80 söyün- 95, 449 sürkül- 80, 456
sovu- 140, 445 soyurġa- 38, 446 sürküt- 129, 456
sovuḫlan- 95, 445 soyurġat- 129, 447 sürt- 129, 456
630 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

sürtül- 80, 457 taġıl- 80, 462 tanla- 55, 467


sürül- 80, 457 taġış- 108, 462 tanlaş- 110, 467
sürün- 103, 457 taġıt- 129, 463 tanovlat- 129, 467
süv- 136 taġlan- 96, 463 tanu- 141, 468
süvün- 95, 457 taḫ- 136 taŋ- 136
süvündür- 115, 457 tahimlä- 54, 463 taŋış- 141, 468
süyän- 96, 457 tahimlän- 96, 463 taŋla- 55, 468
süz- 136 tahimlät- 129, 463 taŋlamaganlan- 138,
taḫılda- 36, 463 468
Ş
tahıt- 129, 463 taŋlan- 101, 468
şaġavatla- 53, 458 tajälät- 129, 463 tap- 136
şaġavatlan- 96, 458 taḳ- 136 tapala- 54, 461
şaġav̇atlan- 459 tal- 136 tapıl- 80, 469
şaġavatlat- 129, 458 tala- 141, 464 tapın- 96, 469
şaġavatsızlan- 96, talan- 101, 464 tapta- 143, 469
459 talanmaganlan- 138, tapul-I 80, 469
şaġav̇atsızlan- 459 464 tapul-II 83, 469
şapatlan- 96, 459 talaş- 108, 464 tapundur- 115, 469
şapla- 48, 459 talaştır- 115, 464 tapun-I 96, 469
şiş- 136 talġalan- 96, 465 tapun-II 96, 469
şişirt- 129, 460 tam- 136 tara- 64, 470
şişlä- 53, 460 tamamla- 54, 465 täräzülä- 54, 485
şişlän- 101, 460 tamamlan- 101, 465 täräzülän- 104, 485
şiştir- 115, 460 tamaşala- 49, 465 tarbiyatlan- 101, 471
şlät- 127, 460 tamaşalan- 96, 465 tarġat- 129, 471
şöġrätlän- 460 tamaşalat- 129, 465 tarḫa- 143, 471
şöhrätlän- 96, 460 tamdır- 115, 465 tarıḫ- 41, 471
şükürlä- 54, 460 tämizlä- 484 tarla-I 54, 471
şükürlän- 96, 460 tamızdır- 115, 122, tarla-II 141, 471
465 tarlovlan- 96, 471
T
tamurlan- 96, 466 tart- 141, 472
tabala- 54, 461 tan- 136 tartḫala- 74, 472
tabalan- 101, 461 tana- 141, 466 tartıl- 83, 473
taborla- 49, 461 tanı- 141, 466 tartın- 96, 473
tabun- 96, 461 tanıdır- 115, 466 tarttır- 115, 473
tabuş- 107, 461 tanıḫla- 54, 466 taşı- 62, 473
tabuvsa- 72, 461 tanıḫlan- 101, 466 taşın- 96, 474
tacla- 54, 462 tanıḫlat- 129, 466 taşıt- 129, 474
taclan- 101, 462 tanıḳlat- 129, 466 taşıttır- 115, 474
tädbirlä- 54, 484 tanıl- 80, 466 taşla- 54, 474
tädbirlän- 96, 484 tanış- 108, 466 taşlan- 101, 474
taġimla- 463 tanıtır- 115, 467 tat- 136
taġimlä- 54 tanıttır- 115, 467 tatıḫlat- 129, 474
DİZİN • 631

tatır- 122, 474 teşil- 80, 481 tik- 136


tatlıla- 54, 475 teşilġälä- 74, 481 tikil- 489
tatlılan- 96, 475 teşir- 122, 481 tikil-I 80
tatlılat- 129, 475 teşkir- 122, 482 tikil-II 80
tavus- 143, 470 teşkiril- 80, 482 tiktir- 115, 490
tay- 136 teşkirilmägänlän- tilä- 29, 490
tayan- 96, 475 138, 470 tilän- 97, 491
tayandır- 115, 475 teşkirilmägänlät- 138, tilsizlän- 97, 491
taydır- 115, 476 470 tilsizlät- 130, 492
tayıl- 83, 476 teşvişlän- 96, 482 tint- 141, 492
tayıp- 67, 476 teyir- 122, 482 tiŋsi- 141, 492
tebrän- 96, 476 teyiş- 109, 483 tirä- 141, 492
tebrät- 129, 476 tezgin- 96, 483 tiräklän- 97, 492
tekrarla- 54, 476 tezil- 80, 484 tirän- 97, 492
tekşir- 476 tezlän- 96, 484 tirgiz- 119, 493
telir- 33, 476 tezlät- 129, 484 tiril- 84, 493
temizlä- 54, 477 tıḫ- 136 tirilä- 49, 493
temizländir- 115, 477 tıḫa- 64, 485 tirilät- 130, 494
temüzlä- 54, 477 tıḫtır- 115, 485 tirilt- 130, 494
tenlä- 54, 477 tıkatlan- 101, 485 tirit- 130, 494
tenlän- 96, 477 tılta- 35, 485 tirmelän- 97
tenläş- 109, 477 tın- 136 tiş- 136
teŋärt- 33, 129, 477 tınçsızlan- 96, 486 tişilän- 97, 494
teŋläş- 108, 477 tındır- 115, 486 tişlä- 54, 494
teŋrilän- 96, 477 tınıḫsızlan- 96, 486 tişläl- 80, 494
teŋrilät- 129, 477 tınlan- 97, 486 tişlän- 101, 495
tep- 136 tınsızlan- 97, 487 tişsizlüḫlä- 54, 495
tepät- 129, 477 tıŋla- 49, 487 tit- 136
teprä- 58, 478 tırmala- 75, 487 titrä- 58, 495
teprän- 96, 478 tırpılda- 36, 487 titrälä- 69, 495
teprät- 129, 479 tış- 109, 487 titrät- 130, 496
teränlä- 54, 479 tıy- 68, 487 titsin- 60, 496
terä[n]län- 96, 479 tıyıl- 80, 488 tiy- 136
teränlät- 129, 480 tıyıldır- 115, 488 tiydir- 115, 497
tergä- 29, 480 tıyıldırt- 129, 488 tiyil- 80
tergäl- 80, 480 tıyırlat- 129, 488 tiyil-I 497
tergälän- 101, 480 tıyırmanla- 54, 489 tiyil-II 80, 497
tergi- 29, 481 tıyırmanlan- 101, 489 tiyir- 122, 497
tergilän- 101, 481 tıyış- 108, 489 tiyiş- 109, 497
terlä- 49, 481 tıyl- 489 tiz- 136
teş- 136 tibä- 29, 489 tizdir- 115, 497
teşḫälä- 74, 481 tibät- 129, 489 tizil- 80, 497
teşḫälän- 101, 481 tiiş- 109, 489 todul- 84, 498
632 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

toġdur- 115, 498 toydır- 506 tuŋa- 143, 511


toġır- 122, 498 toydur- 115, 506 tur- 136
toġrul- 83, 498 toyın- 97, 506 turdır- 116, 511
toġrulan- 97, 498 toyun- 97, 506 turdur- 511
toġrulat- 130, 498 tozul- 84, 506 turġuz- 119, 511
toġrut- 130, 499 tozdur- 115, 506 turġuzdur- 116, 512
toġtat- 130, 499 tözdür- 116, 510 turġuzul- 81, 512
toġu-I 43, 499 tsınala- 53, 458 turḫuz- 119, 512
toġu-II 141, 499 tsustur- 112, 458 tusnaḫla- 54, 512
toġ- 136 tu- 134
toġun- 97, 499 tögäräklät- 130, 506 tuhur- 122
toġur- 122, 500 tögül- 81, 506 turul- 84, 512
toġurul- 80, 500 tök- 136 turuş- 109, 512
toḫta- 143, 500 töktür- 116, 506 tut- 136
toḫtal- 80, 500 tökül- 81, 506 tutaş- 109, 513
toḫtalganlan- 138, tökün- 102, 507 tutaşıl- 81, 513
500 tölä- 143, 507 tutaştır- 116, 513
toḫtalt- 130, 500 tölän- 102, 507 tuttur- 116, 513
toḫtat- 130, 500 tölät- 130, 507 tutul- 81, 513
toḫtatıl- 80, 501 töli- 143 tutun- 97, 514
toḫu- 43, 501 tön- 135, 136 tutuş- 108, 514
toḫul- 81, 501 törä- 62, 508 tuv- 136
toḫun- 97, 502 törälä- 54, 508 tuvur- 122, 515
toḫunul- 81, 502 törälän- 97, 508 tuvus- 143
tohur- 122, 500 töräläş- 108, 508 tuy- 136
tol- 81, 502 töräsizlän- 97, 509 tuydur- 116, 515
tola- 141, 503 törät- 130, 508 tuyul- 81, 515
toldur- 115, 503 törmelän- 97, 509 tuyun- 97, 515
toldurul- 81, 503 törmellän- 97, 509 tuzla- 54, 515
tolġan- 97, 503 törmenlän- 97, 509 tuzlan- 102, 515
tolġat- 130, 503 töşä- 29, 509 tuzsuzlan- 97, 516
tolġunlan- 97, 503 töşäl- 81, 509 tüzlän- 97, 521
tolġunlat- 130, 504 töv- 136 tuzlat- 130, 515
toltur- 115, 504 tövdür- 116, 510 tügällä- 54, 516
tolun- 97, 504 tövdürt- 130, 510 tügällän- 97, 516
toŋ- 136 tövül- 81, 510 tügälländir- 116, 516
torla- 54, 504 tövülgänlän- 138, 510 tügän- 97, 516
torlan- 102, 504 tövün- 102, 510 tügänlä- 54, 516
totḫarla- 49, 504 tövüş- 108, 510 tügänlän- 70, 517
totḫarlan- 102, 505 töz- 136 tügät- 130, 517
tov- 136 tulan- 510 tükür- 46, 517
tovra- 141, 505 tullan- 97, 511 tükürül- 81, 517
toy- 68, 505 tumala- 75, 511 tülä- 49, 517
DİZİN • 633

tüpkür- 46, 517 umsan- 97, 525 uyur- 122, 535


türlän- 97, 518 umsandır- 116, 525 uyurt- 130, 535
türlü-türlülän- 97 umsasızlan- 98, 525 uyut- 130, 535
türlü-türlülen- 518 una- 141, 526 uyutur- 122, 536
türt- 141, 518 unut- 141, 526 uzaḫla- 55, 536
türtün- 104, 519 unuttur- 116, 527 uzaḫlan- 102, 536
tüş- 136 unutul- 81, 527 uzaḫlat- 130, 536
tüşḫälä- 74, 519 ur- 134 uzan- 98, 536
tüşün- 97, 519 urġala- 74, 527 uzanıl- 81, 536
tüşür- 122, 519 urul- 81, 527 uzat- 130, 536
tüşürt- 130, 520 urun- 98, 528 uzatıl- 81, 537
tüv- 136 uruş- 108, 528 uzattır- 116, 537
tüvül- 81, 520 uruştur- 116, 528 uzlaş- 108, 537
tüvür- 122, 520 usınla- 54, 529
tüvüş- 108, 520 ustatla- 49, 529 Ü
tüz- 136 uşal- 84, 529
tüzäl- 81, 521 üfrä- 64, 537
uşan- 98, 529
tüzält- 521 üfür- 134
uşat-I 130, 530
tüzät- 130, 520 üläş- 107, 538
uşat-II 130, 530
tüzätil- 81, 521 ut- 134 üläşin- 102, 538
tüzet- 130 uttur- 116, 530 üläştir- 116, 538
tüzövsüzlän- 97, 521 utur- 122, 530 ülüşlän- 538
tüzül- 81, 522 uv- 134 ün- 134
uval- 84, 531 ündä- 35, 538
U ündäl- 81, 539
uvan- 98, 531
uvat- 130, 531 ündän- 102, 539
uç- 134
üçkürt- 131, 537 uvşa-I 29, 532 ündät- 130, 539
uçtur- 116, 522 uvşa-II 30, 532 üŋ- 134
ufal- 84, 522 üvün- 103, 542 üpsün- 60, 540
ufan- 98, 522 uvut- 130, 532 ür- 134
ufat- 130, 522 uyaḫ- 41, 532 ürk- 66, 540
uḫın- 98, 522 uyal- 84, 532 ürküt- 130, 540
ula- 49 uyala- 54, 533 üşi- 141, 540
ula-I 29, 523 uyaldır- 116, 533 üşkürt- 131, 541
ula-II 523 uyalt- 130, 533 üşkürül- 81, 541
ulġay- 31, 523 uyan- 98, 533 üşü- 141, 541
ulu- 56, 524 uyatla- 54, 533 üt- 134
ulula- 54, 524 uyatsızlan- 98, 533 üüksün- 60, 541
ululan- 97, 524 uyattır- 534 üvrän- 94, 542
ululat- 130, 524 uyattur- 116, 534 üvrät- 128, 542
uluşlan- 97, 525 uyu- 36, 534 üz- 134
umsa- 72, 525 uyuḫısıra- 61, 534 üzġälä- 74, 542
umsalat- 130, 525 uyul- 84, 534 üzül- 81, 542
634 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

V yamanlaş- 108, 549 yaralat- 131, 556


yan- 98, 549 yararı- 40, 556
vecalat- 131, 542 yanaş- 109, 549 yaraş- 556
Y yanaştır- 116, 549 yaraşıl- 82, 556
yanç- 141, 549 yaraştır- 557
yabuş- 108, 542 yançıl- 81, 550 yaraştur- 116, 557
yabuştur- 116 yandır-I 116, 550 yarat- 131, 557
yaçan- 141, 542 yandır-II 116, 550 yaratıl- 81, 557
yada- 143, 543 yandur- 116, 550 yardır- 116, 558
yadat- 131, 543 yanı- 65, 550 yarġula- 55, 558
yaġdır- 116, 543 yanıl- 84, 551 yarġulan- 102, 558
yaġ-I 136 yanlaş- 109, 551 yarıḫla- 55, 558
yaġ-II 543 yanlaştır- 116, 551 yarıḫlan- 98, 558
yaġla- 54, 543 yaŋalaçla- 551 yarıḫlat- 131, 558
yaġlan- 104, 544 yaŋalaçlan- 98 yarıl- 84, 558
yaġlat- 131, 544 yäŋil- 34, 575 yarılġa- 38, 559
yaġmurlan- 104, 544 yäŋilä- 55, 575 yarılġat- 131, 559
yaġmurlat- 131, 544 yäŋilän- 99, 575 yarımla- 55, 559
yaḫ- 544
yäŋilät- 131, 575 yarımlan- 102, 559
yaḫış- 109, 544
yäŋir- 34, 576 yarışır- 122, 559
yaḫışıl- 82, 545
yäŋiril- 84, 576 yarıt- 131, 560
yaḫıştır- 116, 545
yäŋirt- 131, 576 yarla- 560
yaḫşıla- 55, 545
yaŋıl- 84, 551 yärlä- 51, 576
yaḳşır- 34, 545
yaŋıldır- 116, 552 yarlıġa- 38, 560
yala- 141, 545
yaŋılt- 131, 552 yarlıġan- 98, 561
yalan- 545
yalanaçla- 54, 546 yaŋışa- 30, 552 yarlıġay- 38, 561
yalanaçlan- 98 yaŋlan- 98, 552 yarlıha- 38, 561
yalanaçlat- 131, 546 yaŋşa- 30, 552 yarlılan- 98, 561
yalaŋaçla- 54, 546 yap- 67, 552 yarlılat- 131, 561
yalaŋaçlan- 98, 546 yapıl- 81, 553 yarsıt- 131, 561
yalbar- 141, 546 yapraḫlan- 102, 553 yasa- 143, 561
yalbarıl- 81, 546 yapsarla- 55, 553 yaşa- 30, 562
yaldra- 547 yaptır- 116, 554 yasaḫla- 55, 561
yalġanlan- 98, 547 yapuḫlan- 98, 554 yasaḫlan- 102, 562
yalġansızlan- 98, 547 yapul- 81, 554 yasal- 81, 562
yalġızlan- 98, 547 yapun- 98, 554 yaşar- 34, 563
yalın- 98, 547 yapuş- 108, 554 yaşart- 131, 563
yalsızlan- 98, 547 yar- 136 yaşarttır- 116, 563
yaltra- 547 yara- 141, 555 yasat- 131, 562
yaltrat- 131, 548 yaraġlan- 104, 555 yaşat- 131, 563
yama- 67, 548 yarala- 55, 555 yasatır- 116
yamanla- 55, 548 yaralan- 102, 556 yasattır- 116, 562
yamanlan- 102, 548 yaralaş- 108, 556 yaşın- 98, 564
DİZİN • 635

yaşır- 122, 564 yeltra- 40, 570 yetkir- 119, 574


yaşırıl- 81, 564 yemäklän- 99, 570 yetkiz- 120, 575
yaşırındır- 116, 564 yemir- 141, 570 yeyil- 82, 575
yaşırt- 131, 564 yemiril- 84, 570 yıġ- 137
yasla- 49, 562 yemişlän- 99, 570 yıġıla- 48, 576
yaşlan- 98, 564 yemişlät- 131, 570 yıġılan- 99, 576
yaslan-I 102, 562 yemizdir- 122, 570 yıġıl-I 84, 576
yaslan-II 98, 562 yemlän- 99, 570 yıġıl-II 82, 576
yaşlat- 131, 565 yen- 137 yıġıl-III 48, 576
yaşnat- 131, 565 yenil- 82, 571 yıġın- 99, 577
yaşun- 98, 565 yeŋ- 137 yıġışdır- 117, 577
yat- 136 yeŋdir- 116, 571 yıġışıl- 82, 577
yatḫız- 120, 565 yeŋil- 82, 571 yıġıştır- 117, 577
yatḫızdır- 116, 565 yeŋillän- 99, 571 yıġıştırıl- 82, 577
yatlan- 98, 565 yeŋillät- 571 yıġla- 48, 577
yattır- 116, 566 yeŋirt- 131, 571 yıġlan- 99, 577
yav- 136 yer- 137 yıġlat- 131, 577
yavdır- 116, 566 yergälä- 55, 571 yıḫ- 137
yavrut- 131, 566 yergälän- 102, 571 yıḫḫala- 74, 578
yay- 136 yergälät- 131, 571 yıhıl- 48
yayıl- 84, 566 yergäsizlän- 99, 572 yıḫıl- 82, 578
yayla- 49, 567 yerin- 90, 572 yıhıl-I 82
yaylat- 131, 567 yeriş- 109, 572 yıḫıştır- 117, 578
yaynaş- 109, 567 yerişil- 84, 572 yıhla- 48, 578
yazdır- 116, 567 yerişt[ir]- 572 yııl- 84, 578
yaz-I 136 yeriştir- 116, 572 yıḳıl- 82, 578
yaz-II 136 yerıl- 48, 572 yıl- 84, 137, 578
yaz-III 136 yerla- 48, 573 yılbıra- 141, 578
yazıġlan- 98, 568 yerlän- 99, 573 yıldır- 117, 578
yazıḫlan- 98, 568 yerläş- 109, 573 yılmala- 75, 579
yazıl-I 82, 568 yerläştir- 116, 573 yılmalat- 131, 579
yazıl-II 82, 568 yert- 131, 573 yılta- 35, 579
yazısızlan- 99, 568 yeşillän- 99, 573 yıltıra- 40, 579
ye- 137 yesir- 139, 573 yıltra- 40, 579
yeber- 137 yet- 137 yıltrat- 131, 579
yeberil- 82, 568 yetgiz- 120, 573 yımşan- 92, 579
yebert- 131, 568 yetġiz- 120, 573 yımşat- 127, 579
yedir- 116, 568 yetḫiz 120 yıraḫla- 55, 579
yediril- 82, 569 yetḫiz- 573 yıraḫlan- 99, 579
yeġıştır- 117, 569 yetil- 78, 573 yıraḫlat- 131, 579
yek- 137 yetiş- 109, 573 yırġa- 143, 580
yelpi- 141, 569 yetişil- 82, 574 yırıl- 84, 580
yeltä- 35, 569 yetiştir- 116, 574 yırla- 48, 580
636 • TARİHÎ KUZEYBATI KIPÇAKÇASI

yırlaş- 109, 580 yuḫ- 137 yüpsün- 60, 594


yırt- 131, 580 yuḫalat- 131, 586 yür- 40, 594
yırtḫala- 74, 580 yuḫart- 34, 131, 586 yüräklä- 49, 594
yırtıḫla- 55, 580 yuḫla- 54, 586 yüräklän- 99, 594
yırtıl- 82, 580 yuḫlan- 99, 586 yüräkländir- 117, 594
yıştır- 117, 581 yuḫlat- 131, 586 yüräklät- 132, 594
yi- 137 yuḳ- 137 yüri- 40, 595
yibit- 131, 581 yuḳtur- 117, 586 yürit- 132, 594
yipkir- 141, 581 yulḫ- 587 yürü- 40, 596
yir- 121, 581 yulḳ- 587 yürül- 84, 596
yirinlän- 92, 581 yulmala- 75, 587 yürüt- 132, 596
yitir- 122, 581 yumruḫla- 55, 588 yüzläştir- 117, 596
yiyil- 82, 581 yumul- 84, 589 yüzül- 84, 596
yoġo- 141, 581 yuşat- 131
yoġoy- 31, 582 yuşat-I 130, 589 Z
yogun- 581 yuşat-II 589 zabunla- 49, 597
yoḫa- 30, 582 yuvala- 72, 589 zabunlan- 99, 597
yoḫla- 55, 582 yuvalan- 99, 589 zaġalsızlan- 99, 597
yoḫsuzlan- 99, 582 yuvalandır- 117, 589 zähirlän- 104, 597
yolsuzlan- 99, 582 yuvuḫla- 55, 589 zähirlät- 132, 598
yoluḫ- 41, 582 yuvuḫlan- 99, 589 zalımlan- 99, 597
yoluḫlan- 70, 583 yuvuḫlat- 131, 590 zalımlat- 132, 597
yoluḫtur- 117, 583 yuvul- 82, 590 zararsızlan- 99, 597
yoluḳ- 41, 583 yuvun- 99, 590 zararsızlat- 132, 597
yolul- 82, 583 yuvur- 122, 590 zıŋırdat- 132, 598
yomdar- 111, 583 yuzaḳla- 55, 591 zorlan- 99, 598
yomuḳ- 66, 583 yüklä- 55, 593
yon- 137 yüklän- 99, 593
yonul- 82, 584 yül- 141, 593
yorala- 72, 584 yülü- 141, 593
yorul- 82, 584 yuluḫ- 41, 588
yovuḫlan- 99, 584 yulun- 102, 588
yovut- 131, 584 yügänlä- 55, 591
yölü- 141, 584 yügün- 99, 591
yöpsän- 60, 584 yügündür- 117, 592
yöpsin- 60, 585 yügür- 141, 592
yöpsün- 60, 585 yügürlät- 131, 592
yötkür- 46, 585 yügürt- 131, 592
yu- 134 yügürül- 82, 592
yubal- 82, 585 yülün- 99, 593
yubalan- 99, 585 yülüt- 131, 593
yuban- 99, 586 yüşüt- 132, 596
yubandır- 117, 586 yüvütlä- 55, 596

You might also like