You are on page 1of 41

YAZARLAR

Dr. Serdar ÖZGÜÇ Dr. Selin Aktar KİREMİTCİ


Yayınevi: ARDA TIP KİTAPEVİ-Rafet BAŞKAYA
Kocatepe Mah. Meşrutiyet Cad. No:28/14 06420
Çankaya / ANKARA
T: +90 535 454 18 86 Sertifika No: 48321

Baskı: Neyir Matbaacılık Tanıtım Hizmetleri Matbaacılar Sitesi


1341. Cad. No:62 İvedik / Yenimahalle / ANKARA
T: +90 312 395 53 00 Sertifika No: 49891
Baskı: Haziran 2023
ISBN: 978-605-70089-6-1

Sayfa Tasarımı: Erdem SAĞBİLİ


Özgeçmiş

Dr. Serdar ÖZGÜÇ

Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Hekimi. GAPS Danışmanı.

1968 İzmir doğumlu. Ortaokul ve lise eğitimini İzmir Özel


Türk Kolejinde tamamladı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden
1993 yılında mezun oldu.

Mecburi hizmetini Afyon Dinar Yeşilhüyük Sağlık Ocağında


yaptıktan sonra, Manisa Devlet Hastanesinde 15 yılı Anestezi-
Reanimasyon ve Koroner Yoğun Bakım Ünitesinde olmak üzere
toplam 17 yıl görev yaptı.

1999 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler


Fakültesi’nde “Hastane ve Sağlık Kuruluşları Yönetimi” üzerine
yüksek lisansını tamamlayarak “Bilim Uzmanı” ünvanı aldı.

2001 yılında Ege Üniversitesi tarafından düzenlenen


“Endokrin Hastalıklarda Laboratuvar Değerlendirme Sertifika
Kurs” programını bitirdi.
Özgeçmiş

Dr. Selin AKTAR KİREMİTCİ

Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Botanik


Anabilim Dalı’nda yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamladı.
Yüksek lisansında Ulva lactuca Bitkisinin Morfolojisi ve
Total Fenolik Bileşiklerinin Stabilitesi Üzerine Araştırmalar
gerçekleştirdi. Aynı zamanda ARGEFAR’da Ürün Geliştirme
Departmanı’nda araştırmacı olarak yer aldı.

Doktorada ise Batı Anadolu’da Yayılış Gösteren Hypecoum L.


Taksonları Üzerinde Farmasötik Botanik ve Biyoaktif Sekonder
Metabolitleri Yönünden Araştırmalar yaptı. Ayrıca Nükleer
Bilimler Enstitüsü ile beraber Akciğer Kanserinin Teşhisinde
ve Tedavisinde Kullanılmak Üzere Timokinon’un Manyetik
Nanoparçacıklarla Konjugasyonu Kullanılarak Prototip Ürün
Tasarlanması üzerine TÜBİTAK Projesi’nde bulundu. Daha
sonra Ege Ormancılık Araştırma Enstitüsü ile birlikte Türkiye’de
Yetişen Belirli Alıç (Crataegus-Rosaceae) Türlerinin Etkin
Madde Bileşen Miktarlarının Karşılaştırılması, Bitkisel Ürünlerin
Geliştirilmesi ve Analizleri isimli Orman Bakanlığı Projesi’nde
araştırmacı olarak yer aldı. Halen “Biyolojik Çeşitliliğe Dayalı
Geleneksel Bilginin Kayıt Altına Alınması” adlı Orman Bakanlığı
Projesi’nde Etnobotanik Uzmanı olarak görev almıştır.
ÖNSÖZ

“En çok neresi ağrırsa oradadır insanın canı” sözünü günlük


hayatımızda oldukça duymuşuzdur. Gerçekten de öyle değil
midir? Doktora başvurmamızın en sık sebeplerinden biridir ağrı.
Vücudumuzun herhangi bir yerindeki ağrı, bizlere verilen bir
mesajdır, günlük yaşantımızı bu mesaja göre planlarız. Sabah
şiddetli bir bel ağrısı veya baş ağrısı ile uyanıyorsak, o gün işe
gitmeyebilir, arkadaşlarımızla buluşmamızı erteleyebilir veya
doktora gitmek üzere diğer planlarımızı değiştirebiliriz. Eğer bu
mesajı hiç almıyorsak bir o kadar da sağlıklıyız demektir.

Ağrı, insanoğlunun varoluşu ile beraber uğraşmaya başladığı


bir durumdur. Çok eski çağlarda ağrının tanrılar tarafından
verilen bir ceza olduğu düşünülmekteydi. Bu yüzdendir ki ağrı
sözcüğünün kökeni ‘’ceza, işkence’’ anlamına gelen latince

ÖNSÖZ
‘’Poena’’ kelimesinden gelmektedir. Poena, İngilizceye ‘’Pain’’
olarak çevrilmiştir.

İnsanlar çok eski çağlarda ağrıyla baş edebilmek için ağrıyan


bölgeyi soğuk suya daldırmaktan tutun, güneşte ısıttıkları taşları
yine ağrıyan bölgeye koyarak tedavi etmeye dek birçok yöntem ile
ağrıyı gidermek için uğraşmıştır.

Bugüne kadar var olan tüm uygarlıklar ağrının sebepleri için


birçok teori üretmiş, tedavisi için ise yine birçok farklı yöntem
kullanmıştır. Örneğin, tarihin en önemli, muhtemelen en gelişmiş
uygarlıklarından biri olan Mezopotamya uygarlığının kodeksinde
(bütün ilaçların formüllerini topluca veren resmi kitap) ağrı
giderici olarak mandragora ve afyon bitkisi, uyku verici olarak
ise güzel avrat otu ve çöpleme otundan bahsedilmektedir.

Modern tıbbın kurucusu Hipokrat, ağrıyı vücuttaki bir


dengesizlik olarak tanımlamıştır, ağrı giderici olarak doğanın
kaynaklarını kullanmaya önem vermiştir. Günümüzde algoloji

13
olarak bilinen ağrı biliminin temellerini yine Hipokrat atmıştır ve
ağrı biliminin kelime kökeni olan “algos” kelimesini de ilk kez
Hipokrat kullanmıştır.

Tarihin en bilinen ve saygın tıp bilim insanı olan İbn-i Sina


kaleme aldığı “El-Kanun fi’t Tıp” adlı kitabında ağrı konusuna
geniş bir yer vermiş olup, ağrı fizyolojisi ve ağrı giderme
yöntemlerini detaylandırmıştır. İbn-i Sina ağrı giderici yöntemler
olarak keten tohumu ve dereotundan yapılan lapalar, soğuk
uygulamaları ve ağrıyan bölgeyi nemlendirme gibi yöntemlerden
bahsetmiştir.

Ağrı konusundaki araştırmalar yüzyıllar boyunca sürmüş olup


1800’lü yıllarda anestezinin bulunması, 1900’lü yıllarda morfin
gibi kuvvetli ağrı kesicilerin kullanıma girmesiyle ağrı yönetimi
konusunda çok ciddi ilerlemeler sağlanmıştır. Günümüzde ise
ağrıyı giderebilmek için birçok yöntem ve ilaç bulunmakta olup
bu tedavilerin doğru kullanılıp kullanılmadığı bilimsel çalışmalara
konu olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.

Uluslararası Ağrı Araştırmaları Derneği (IASP) ağrıyı “Gerçek


veya potansiyel doku hasarıyla veya buna benzer sebeplerle
ilişkili hoş olmayan bir duyusal ve duygusal deneyim” olarak
tanımlamaktadır. Derneğin tanımından da açıkça görüleceği
gibi ağrının temelinde bir doku hasarı yatmaktadır. Doku hasarı
dediğimiz zaman aklımıza ilk gelmesi gereken terim ise hepimizin
çok aşina olduğu “enflamasyon”dur. Ağrı, enflamasyonun beş
temel belirtisinden biridir (Diğer dördünü hatırlayalım; şişlik,
fonksiyon kaybı, kızarıklık ve sıcaklık artışı). Vücudumuzda
herhangi bir nedenden dolayı oluşan her türlü hasara karşı
dokuların verdiği yanıta enflamasyon adı verilir. Enflamasyon,
aslında vücudu koruyucu bir yanıttır, hasar bölgesine koruma ve
iyileştirme mekanizmalarını getirir. Normal sınırlarda ve sürede
olduğu sürece vücut savunmasının yerinde olduğunu gösteren
ve sağlık için olması gereken bir süreçtir. Yazımızın başında

14
HORMESİS FENOMENİ VE AĞRI TEDAVİSİNDEKİ
ÖNEMİ

Hücrenin/organizmanın toksik kimyasala veya çevresel bir


faktöre düşük dozda maruziyeti, canlının adaptasyon kazanma
sürecini hızlandırır. Bu fenomen HORMESİS terimi ile açıklanır.
Hücrenin veya organizmanın yaşamını tehdit eden iç ve dış
fizyolojik ve patojen uyaranlara-zedeleyicilere karşı verilen
cevabın tek fazlı(lineer) olmadığını iki fazlı (bifazik) hata üç
fazlı (trifazik) olduğunu anlatır. Organizmadaki adaptif süreç ve
stabilite (Homeostaz) bu fizyolojik-patolojik uyaranların dengesine
(doz, şiddet ve sıklığına) bağlı olarak korunur veya bozulur. Bu
uyaranlara verilen tepki canlılığın göstergesidir. Hormesötik
uyaranlar adaptif epigenetik fenomenleri ortaya çıkarmaktadır.

Adaptasyon ve Hormesis

Deadaptif süreçler nasıl ki kronik hastalıkların temelini teşkil


ediyorsa readaptif tedaviler de kronik hastalıkların tedavisinde
aynı şekilde kullanılabilecek terapötik enstrümanlardır. Hormesis
etkisi gösteren terapötik enstrümanların başında egzersiz, detoks
ve şelasyon, oksidatif stres (Serum Fizyolojik Ozonlama),
radyasyon, fitoterapi ve homeopati gelir.

Hormesis Teorisi

Hormesis terimi, Yunanca “hormaein” kelimesinden türetilmiş


olup, “kışkırtmak, uyandırmak” anlamındadır. Hormesis ilk
tarif edildiğinde Bifazik (iki fazlı cevap) doz cevap ilişkisini
açıklamıştı. Ancak daha sonra aslında bu cevabın TRİFAZİK (ÜÇ
FAZLI) YANIT olduğu anlaşılmıştır;

Hormesis hücrenin veya organizmanın yaşamını tehlikeye


atan iç ve dış faktörlere (stres) karşı verilen bifazik cevabı işaret
eder. Bu bifazik cevabı açıklamak için ortaya konan hormetik

24
teori; canlıların hormetik cevap üretebilen dinamik sistemler
olduğunu, bu sistemin bileşenlerinin uyaranlar, yanıtlar ve bunların
düzenleyicilerinden meydana geldiğini belirtir.1

DÜŞÜK DOZ: AKTİVASYON, STİMÜLASYON

HORMESİS FENOMENİ VE AĞRI TEDAVİSİNDEKİ ÖNEMİ


ORTA DOZ: MODÜLASYON, REGÜLASYON, RESTORASYON
YÜKSEK DOZ: İNHİBİSYON, SUPRESYON

Hormesis, patolojik uyaranların düşük konsantrasyonlarında


yaşamı devam ettirebilmeyi ve bu maddelere karşı geliştirilen adaptif
olguları açıklamak için öne sürülen bir kavramdır. Bu kavram,
toksik molekül ve ortam şartlarının hem yaşamı destekleyici,
aktive edici hem regüle edici-modüle edici hem de yok edici üç
zıt etkiye yani trifazik etkiye sahip olduğunu ifade eder. Patolojik
ajanların düşük dozları ile aktifleşen hormesis mekanizması,
canlılara adaptif cevap kazandırır. Hücrelerdeki adaptif cevabın
özel bir şekli olan hormesiste; koruyucu proteinler, antioksidan
enzimler ve şaperon proteinleri rol alır. Hormetik uyaranlara bağlı
olarak artış gösteren bu moleküller, hücrenin ayakta kalmasını
destekler. Hormetik uyaranlar, cevaplar ve bunların düzenlenmesi,
hormetik sistemin bileşenlerini oluşturur. Hücrenin/organizmanın
patolojik (kimyasal veya çevresel bir faktöre) düşük dozda
maruziyeti, canlının adaptasyon kazanma sürecini hızlandırır.
Organizmalardaki hormetik olayların moleküler ve hücresel
seviyede anlaşılması; yeni ilaçların geliştirilmesinde, hastalıkların
önlenmesi ve tedavisinde yeni ufuklar açacak özelliktedir.

Hormetik teori; Patolojik ajanların düşük dozlarının canlılığın


ve yaşamın sürdürülebilirliği açısından gerekli olduğunu savunur
ve uyaranların düşük dozlarına canlıların kısa sürelerde yararlı
cevaplar üretirken, uzun dönemde ise bunu koruyucu yanıta
dönüştürerek canlıların immün sistemini ve adaptasyonunu
güçlendirdiğini belirtir ve strese karşı hücre/organizmanın
geliştirdiği adaptif cevabı da açıklar. Yani, stres faktörlerinin
düşük dozlarında varlığını sürdürmeye hatta bundan yarar

25
KLİNİK AĞRI SENDROMLARINA FONKSİYONEL TIP
YAKLAŞIMI

Ağrının patofizyolojisine yönelik birçok farklı teori olmasına


rağmen bunlardan herhangi biri, bütüncül bir “Ağrı Yasası”
içermemektedir. Her bir klinik tablo örn. fibromiyalji, kompleks
bölgesel ağrı sendromu/refleks sempatik distrofi (RSD/CRPS),
karpal tünel sendromu, romatoid artrit ve ankilozan spondilit
ayrı antiteler olarak kabul edilir ve semptomatoloji, yapısal
patoloji, genetik belirteçler, oto-antikorların varlığı ile ayrı ayrı
sınıflandırılır. Önceki teoriler; nosiseptif ve nöropatik ağrı, akut ve
kronik ağrı ve santral-periferik ağrı gibi farklı temel mekanizmalar
üzerinden tanımlama yapmaktaydı. Bu hastalıkların varlığında
enflamasyonun tedavisinde şimdiye kadar biyokimyasal bir kök
sebep olarak bütüncül şekilde ele alınmak yerine, bir seferde tedavi
edilmesi gereken tüm ağrı sendromlarında bulunan biyokimyasal
mediatörlerin inflamatuar bir çorbası gibi kabul edilmektedir.
Kronik Düşük Dereceli Enflamasyon (KDDI), insan vücudunda
bulunan düşük dereceli, kalıcı, enfektif olmayan bir enflamasyon
durumudur. Koruyucu bir süreç olan akut enflamasyondan farklıdır.
Normal şartlarda sınırlı ve kısa süreli olduğunda fizyolojik iken
süreç uzadıkça KDDI’nın zararlı etkileri olabilir.

Kronik ağrının son nüfusa dayalı tahminleri arasında ABD'li


yetişkinler yaklaşık %20'dir ve kadınlar ve yaşlı yetişkinler
arasında daha yaygındır. 1, 2

Çeşitli kronik ağrı hastalarında KDDI bildirilmiştir. Bu durum


sadece romatoid artrit gibi enflamatuar patolojilerde değil kronik
enflamatuar demiyelinizan polinöropati (CIDP) gibi durumlarda
da gözlenir.3-8

Sistemik enflamasyon ve ağrı arasındaki teorik bağlantı insan


deneysel çalışmalarında da araştırılmıştır. Sağlıklı bireylerde
intravenöz lipopolisakarit (LPS) (0.8 ng) enjeksiyonu dolaşımdaki

30
IL-6 artışı ile ilişkili olarak artmış yaygın kas-iskelet ağrısı
duyarlılığına yol açmıştır. LPS (0.6 ng, i.v.) sadece deneysel
sistemik enflamasyonu indüklenmez ancak aynı zamanda ağrı

KLİNİK AĞRI SENDROMLARINA FONKSİYONEL TIP YAKLAŞIMI


sinyali iletimi ve işlenmesinde yer alan beyin nöroal devrelerini
de bozar. Sağlıklı ergenlerin (15-19 yaş) kohortu (n=827)
popülasyona dayalı bir enflamasyon çalışmasında; ağrı duyarlılığı,
sistemik enflamasyon arasında bir ilişki ve ağrı toleransı/eşikleri
geniş bir alanda gösterilmiştir. 9-11

KDDI ile ilgili olarak bilinen bazı içsel ve dışsal faktörler tespit
edilmiştir. Bunlar, ileri yaşla ilişkili hücre yaşlanması, çözülmemiş
veya kronik enfeksiyon, sağlıksız yaşam tarzı alışkanlıkları,
mikrobiyom disbiyozisi, sosyal ve kültürel statü, çevre ile ilgili
sorunlar ve kirleticilerdir. 12

Araşidonik asit (AA), linoleik asit (LA)'dan uzama ve


desatürasyon enzimleri ile sentezlenmektedir. Linoleik Asit (LA)
soya, mısır, palmiye ve kanola gibi bitkisel yağlarda bulunan
diyetteki n-6 çoklu doymamış yağ asitlerinin (ÇDYA) %90’ını
oluşturur. Diyette günlük LA'dan gelen enerji %7-8 civarındadır.
Alvheim ve arkadaşları fareler üzerinde yaptıkları diyette LA'dan
gelen enerjinin %1'den %8'e çıkmasının dokulardaki sonucu AA
doğum, malzeme alımının ve adipoz doku süresinin uzaması.
Ayrıca LA'dan gelen enerjinin %3'ü AA görüntülerin sergilendiği
gözlemlemiştir.48-49

Çoklu doymamış yağ asitlerinden biri olan araşidonik asit


(5.8.11.14-cis-eikosatetraenoik asit), dört çift bağ içeren n-6
dizisinden olan eikosanoik asittir. İlk başta yer fıstığı yağından izole
edilen araşidonik asit, hayvanlarda fosfolipit metabolizmasının
önemli bir bileşeninden biri olarak incelenmiştir. Araşidonik
asit hücre zarında bulunup fosfolipit kendisinin %5-15'inden
sorumludur. Ayrıca birçok eikozanoidin biyosentezi araşidonik
asitle başlar. Eikozanoidler, ÇDYA'nın oksijenli metabolitleri
olup olmadığındaki tüm büyük yolaklarda bulunur ve farklı temel

31
unsurlardan oluşur. Aynı zamanda eikozanoidler tüm dokularda ve
memelilerin vücutlarında sıvı olarak bulunurlar.50

Memelilerdeki eikozanoidlerin kullandığı AA'dan


siklooksijenaz (COX), lipooksijenaz (LOX) ve sitokrom P-450
(CYP) yolları ile gerçekleşir. Aşağıda Şekil 1’de İnsanlarda AA
Metabolizması Yolakları gösterilmiştir.51

Şekil 1: İnsanlarda AA metabolizması yolakları

Gama-linolenik asit (GLA) bir omega-6 yağ asididir. Hodan


yağı ve çuha çiçeği yağı gibi çeşitli bitki tohumu yağlarında
bulunur. GLA gibi Omega-6 yağ asitleri vücudun her yerinde
bulunur. Tüm hücrelerin işlevine yardımcı olurlar. Vücut, GLA'yı
anti-enflamatuar ve antikanser etkileri olan maddelere dönüştürür.
GLA; egzema, astım, artrit, yüksek tansiyon, diyabetik nöropatik
ağrı ve diğer birçok klinik durumda kullanılmaktadır. GLA, siyah

32
frenk üzümü, hodan veya çuha çiçeği gibi bitkilerin tohumlarından
elde edilir. Şekil 2’de omega yağ asitlerinden Eikosonoid sentezi
gösterilmiştir.

KLİNİK AĞRI SENDROMLARINA FONKSİYONEL TIP YAKLAŞIMI


Şekil 2: Omega-3 ve Omega-6’dan oluşan eikosonoidler

GLA farklı klinik tablolarda farklı dozlarda kullanılsa da


Omega-3 ile birlikte kullanılması önemlidir. Zira GLA’nın
Omega-6 yağ asidi olması sebebiyle muhakkak Omega-3 ile
dengelenmesi gerekmektedir. Ortalama dozu günlük 1 gram
kadar olmakla birlikte GLA, bir yıla kadar günde 2,8 grama kadar
dozlarda kullanıldığında muhtemelen güvenlidir. Yumuşak dışkı,
ishal, geğirme ve gaz gibi yan etkilere neden olabilir.

33
ENFLAMATUAR AĞRI SENDROMLARI

Artrit

Artrit, eklemlerde enflamasyon anlamına gelmektedir.


Çocuklar ve gençler dahil her yaştan insanda artrit oluşabilmektedir.
Semptomlar; eklemlerde aralıklı ağrı, şişlik, kızarıklık ve sertliktir.
Başta romatoid artrit olmak üzere osteoartrit, enfeksiyöz artrit ve
spondilit birçok farklı artrit türü vardır. Romatoid artritte ve sistemik
lupus eritematozus (SLE) gibi diğer otoimmün hastalıklarda,
eklemler bağışıklık sistemi tarafından saldırıya uğrar. Osteoartrit
ağrısı, kıkırdak, eklemler, disk, bağlar, yumuşak doku, kas ve
kemik dokusunda bulunabilen enflamasyona bağlıdır. Normal,
yetişkin eklem kıkırdağında, hücre dışı matris (ECM), sürekli
olarak bozulmakta ve onarılmaktadır. Bu iki süreç bozunma ve
onarım normal olarak kondrositlerin aktivitesi ile dengede tutulur.

Kondrositler, bu dengeyi düzenlemeye yardımcı olan bir dizi


enzim tarafından uyarılır ve salgılanır. Eklemdeki kondrositler ve
diğer hücreler, kıkırdak yıkımında önemli rol oynarlar.

Matriks parçalanmasını teşvik etmek için IL-1 ile sinerjistik


olarak hareket ediyor gibi görünen diğer sitokinler şunlardır:

• Tümör nekroz faktörü-alfa (TNF-α)

• İnterlökin-6 (IL-6).

Bütün bu sitokinler, iltihaplı eklemlerde rutin olarak bulunur.


Kondrositler tarafından salgılanan enzimler hücre içine salınır.
Bu ise ECM ve matris yapısını bozar. Oynadığı tespit edilen
enzimler arasında proteoglikan ve kollajen degradasyonunda
önemli bir rol, kollajenaz, stromelisin ve jelatinaz gibi matris
metaloproteinazlardır (MMP). Diğer proteinazlar arasında sistein,
doku plazminojen aktivatörü gibi proteinazlar, katepsin ve serin
proteinazlar yer alır.

34
Normal koşullar altında, bu parçalayıcı enzimlerin aktivasyonu,
aşağıdakiler inhibitörler tarafından kontrol altında tutulur:

• Metalloproteinaz doku inhibitörü (TIMP)

• Plazminojen aktivatörü inhibitör-7 (PAI-7)

Bu inhibitörler, inaktive eden kompleksler oluşturarak çalışır.


Osteoartritte, parçalayıcı enzimler ve bunların inhibitörleri

ENFLAMATUAR AĞRI SENDROMLARI


arasında bir dengesizlik vardır.

Kıkırdak parçalanma ve sentez sürecinin bir parçası olarak,


proteoglikanları sentezlemek için matristeki kondrositler, insülin
benzeri polipeptitler büyüme faktörü-1 (IGF-1) ve dönüştürücü
büyüme faktörü betayı (TGF-β) uyarır.

Osteoartrit sadece eklem kıkırdağını değil aynı zamanda


altta yatan kemik ve bitişik eklem yapıları da etkiler. Kıkırdak
aşındıkça, parçalar gevşeyebilir ve eklem kapsülü içinde yüzer.
Bu gevşek kıkırdak parçaları sinovyaya zarar verebilir. Eklemin
iç yüzeyini kaplar ve uygun eklem fonksiyonunu engeller.
Kıkırdakta ilerleyici hasar iki kemik arasındaki boşluğun (eklem
boşluğu) daralmasına neden olur. Kemik bölgeleri kıkırdaksız
kalır, şok emici mekanizmanın kaybına neden olur ve kemiğin
kemiğe temasına sebep olur. Altta yatan subkondral kemik yüzey,
mermer gibi pürüzsüz ve cilalı hale gelerek yeni bir eklem yüzeyi
oluşturabilir. Subkondral kemikte, osteoblastlar, muhtemelen
kimyasal habercilere yanıt olarak yeni kemik dokusu oluşturmaya
başlar. Bu kemiğin yeniden şekillenmesine yol açar. Eklemin
kenarlarında, eklemin ağırlık taşımayan bölgelerinde osteofit adı
verilen kemikli ve kıkırdaklı aşırı büyümeler veya "mahmuzlar"
gelişebilir. Osteoartrit daha önce inflamatuar olmayan artrit şekli
olarak kabul edilmişti. Bizim teorimize göre, diğer tüm ağrı
sendromları gibi osteoartrit de altta yatan sebep enflamasyon ve
enflamatuar yanıttır. Eklem içinde meydana gelen değişiklikler

35
NERVUS VAGUS VE AĞRI İLİŞKİSİ

Nervus vagus, vücuttaki birçok organın işlevlerinden sorumlu


olan önemli bir sinir sistemidir. Bu sinir, beyinden başlayarak
göğüs ve karın boşluğu organlarına kadar uzanır. Vagus siniri,
kalp atış hızını düzenler, solunum oranını kontrol eder, sindirim
sistemi işlevlerini düzenler ve bağışıklık sistemini düzenleyen
sinirsel sinyaller taşır. Nervus vagusun ayrıca ağrı duyusunu
da düzenleyebildiği düşünülmektedir. Ağrı, vücuttaki bir dizi
duyusal, duygusal ve bilişsel faktörün etkileşimi sonucu oluşan bir
deneyimdir. Ağrı, sıklıkla sinir uçlarının uyarılması sonucu oluşur
ve sinirler, ağrıyı beyne taşır. Bununla birlikte, ağrı deneyimi
sadece sinirlerin uyarılmasıyla ilgili değildir. Ağrı, beyindeki bir
dizi karmaşık mekanizmanın etkileşimi sonucu ortaya çıkar.

Son yıllarda yapılan araştırmalar, nervus vagusun ağrı duyusunu


düzenleyebildiğini göstermektedir. Nervus vagus, ağrıyı azaltan ve
vücudun ağrıya karşı daha iyi bir şekilde tepki vermesine yardımcı
olan anti-inflamatuar moleküllerin salınmasına neden olabilir.
Aynı zamanda, nervus vagusun aktivasyonu, ağrı sinyallerinin
beyne taşınmasını da azaltabilir. Nervus vagusun ağrıyı azaltan
etkileri, aynı zamanda kronik ağrı tedavisi için de umut vericidir.
Kronik ağrı, genellikle sinir sistemi hasarı veya tahribatı sonucu
oluşur ve genellikle uzun süreli tedavi gerektirir. Nervus vagusun
ağrıyı azaltma etkileri, kronik ağrı tedavisinde kullanılabilecek
yeni bir yöntem olabilir. Nervus vagus ve ağrı arasındaki ilişkiyi
daha iyi anlamak için yapılan araştırmalar devam etmektedir. Bazı
çalışmalar, vagus sinirinin doğrudan stimülasyonunun, ağrıyı
azaltmada etkili olduğunu göstermiştir. Diğer çalışmalar ise, ağrı
kesici ilaçların, nervus vagusun aktivasyonunu artırarak ağrıyı
azaltabileceğini göstermektedir.

Sonuç olarak, nervus vagusun ağrı düzenlemesi üzerindeki


etkileri, ağrı yönetimi için yeni tedavi seçenekleri sunabilecek
umut verici bir alandır. Ancak, daha fazla araştırma yapılması

50
gerekmektedir ve bu alandaki mekanizmaların tam olarak
anlaşılması için daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Ayrıca, vagus sinirinin ağrı düzenlemesi üzerindeki etkileri, her
bireyde farklılık gösterebilir ve bu nedenle, bu tedavi yönteminin
kişiye özel uyarlanması gerekebilir.

Nervus vagus ve ağrı ilişkisi hakkındaki çalışmalar, aynı


zamanda psikolojik faktörlerin de ağrı deneyimine etkisinin
olduğunu göstermektedir. Örneğin, vagus sinirinin aktivasyonu,
kaygı ve depresyonu azaltabilir, bu da ağrı algısını azaltabilir. Bu

NERVUS VAGUS VE AĞRI İLİŞKİSİ


nedenle, vagus siniri aktivasyonu, hem fiziksel hem de psikolojik
etkileri olan bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir.1-3

KAYNAKLAR
1. Tracey, K. J. (2007). Physiology and immunology of the cholinergic
antiinflammatory pathway. The Journal of clinical investigation, 117(2),
289-296.
2. De Couck, M., Nijs, J., & Gidron, Y. (2014). You may need the vagus
nerve to understand pathophysiology and to treat diseases. Clinical
Science, 126(9), 735-741.
3. Kaniusas, E., Kampusch, S., Tittgemeyer, M., Panetsos, F., Papa, M., &
Bamidis, P. D. (2019). Current directions in the auricular vagus nerve
stimulation II–An Engineering Perspective. Frontiers in neuroscience, 13,
742.

51
AĞRIDA BESLENMENİN ROLÜ

Bu bölümde ağrı mekanizmasının kısmi açıklaması olan


enflamasyon kaynaklı ağrı ve beslenmenin enflamasyona etkisi
üzerine ayrıca beslenme yaklaşımlarına değinilecektir.

Ağrı mekanizmasının biyokimyasal yolaklarına baktığımızda


enflamatuvar hücrelerin ve sitokinlerin neden veya sonuç olarak
sürecin bir parçası olduğunu belirtilmektedir. Romatoid artrit,
sistemik lupus eritematozus, fibromiyalji, migren, bel ve boyun
ağrısı gibi durumlarda ağrı şiddeti ile enflamatuar sitokinlerin
artışı arasında da bir ilişki olduğu belirtilmektedir. Sadece kronik
değil, spor yaralanmaları gibi akut durumlarda bile enflamasyon
parametrelerinde artış olduğu görülmektedir.1-11

Kronik hastalıklarda sadece enflamasyon göstergelerinde artış


olmaz, aynı zamanda serbest radikallerde artış, antioksidan vitamin
ve enzimlerde azalma gözlenir ve bu değişim hasta bireylerde
alevlenme olmadığı günlerde de normal bireylere göre fazla
iken, hastalığın alevlenme günlerinde artışın daha yoğun olduğu
belirtilmektedir. Kronik hastalığı olan bireylerde hasta olmayan
bireylere kıyasla daha fazla artmış serbest radikal ve enflamatuvar
sitokinler ile azalmış antioksidan, vitamin ve enzimler olması bu
bireylerin kronik ağrı yaşama ihtimallerinin daha yüksek olduğunu
göstermektedir.12-15

Fizyolojik veya psikolojik nedenlerle vücudun strese girmesi


bu artan farklara neden olduğu için bireyde alevlenme/atakların
görülmesi ihtimalini artırır. Örneğin yanlış veya kötü beslenme,
uykusuz kalma, psikolojik olarak stres etkenlerine maruz kalma
gibi durumlar bu parametrelerde değişme neden olmakta ve ağrı
mekanizmalarını tetikleyebilmektedir.16-21

Beslenme tek başına bir seviyeye kadar vücudun strese


karşı direncini güçlendirebilir. Çünkü beslenme ile enflamasyon

52
azalabilir, vücudun dokuları yenilenebilir ve ihtiyaç duyulan
antioksidan vitamin ve enzimler yerine konabilir. Bu nedenle kişiye
uygun antienflamatuvar nitelikte bir beslenmenin uygulanması
işleri kolaylaştırmakla kalmaz bazen o güne kadar görülmemiş
rahatlamalar da sağlayabilir.19

Anti-enflamatuar beslenme ne demektir?

Herhangi bir şekilde yüksek enflamasyona neden olmayacak bir


beslenme biçimidir. Ağıza her besin girdiğinde besinin üzeri veya
içindeki mikroorganizmalar ve sindirim-emilim süreçlerinin etkisi

AĞRIDA BESLENMENİN ROLÜ


ile enflamasyon başlayacaktır. Ancak bu durumun enflamasyon
göstergelerinde bir artışa neden olmaması, hissedilen bir ağrı veya
başka istenmeyen bir durumda artışa neden olmaması beklenir.
Kişi besini tükettikten sonra bir nedenle yoğun enflamasyon
başlamıyorsa, bu beslenme o kişi için anti-enflamatuar olabilir.
Tek başına beslenmenin yoğun enflamasyona neden olabileceği
de bilinmektedir.21, 22

Anti-enflamatuar beslenme herkes için farklıdır. Bu da gayet


normaldir. Çünkü herkesin bağırsak, mikrobiyota, sindirim,
emilim, besinlere karşı geliştirdikleri antikor durumları aynı
değildir. Besinsel alerjiler, intoleranslar ve hassasiyetler sindirim
sisteminin bir besine veya sınıflandırılmış bir besin grubuna
karşı immünolojik olan/olmayan tepkileridir. Alerji, intolerans,
hassasiyet birbirilerinin yerine geçen kavramlar olarak sık
kullanılsa da kelime anlamlarına bakarak şu şekilde sınıflamamız
daha doğru olabilir.

Besin intoleransı: Bir besine karşı vücudun vermiş olduğu


immünolojik olmayan tepkidir. Besinin herhangi bir kısmına
karşı sindirim, emilim, katabolizma gibi aşamalarında enzim,
taşıyıcı molekül azlığı gibi durumlardan kaynaklanır. Besinin
tüketiminden kısa bir süre sonra veya henüz tüketirken belirtiler
başlar.23

53
ANTİ-ENFLAMATUAR ETKİLİ FİTODROGLAR

Enflamatuar etiyopatogenezli hastalıkların son zamanlarda


görülme sıklığı artmıştır, enflamatuar hastalıkların terapötik
yönetimi için kullanılan kimyasal ilaçlar hastalığı hafifletir
ancak aynı zamanda hayatı tehdit eden ciddi sonuçlara da
neden olabilmektedir. Ayrıca pahalıdır. Bu bağlamda, tıbbi
bitkiler üzerinde yapılan araştırma ve geliştirmeler enflamatuar
hastalıkların profilaktik ve terapötik tedavisinde yeni bir çağ
açmıştır.

Anti-enflamatuar tıbbi bitkilerin, bileşenleri, etki


mekanizmaları, yararları, yan etkileri ve gelecek beklentilerinin
önemini vurgulamak oldukça önemlidir. Anti-enflamatuar tıbbi
bitkilerin, vücut sistemlerinde ciddi anormalliklere yol açan
enflamatuar tepkilerle mücadelede faydalı olduğu kanıtlanmıştır.
Enflamasyon, yaralanmaya karşı sellüler, humoral ve vasküler
olarak koruyucu bir cevap olsa da; ağırlaştığında veya şiddetli
derecede olduğunda patolojik sonuçlara neden olabilmektedir. Bu
nedenle sonuç alabilmek için erken müdahale gerekir.

Tıbbi bitkiler veya bileşenleri, özellikleri, yani etki gücü,


bulunabilirlik kolaylığı, ucuzluğu, yan etkilerinin sentetiklere göre
daha az olması veya hiç olmaması, sentetik benzerlerine kıyasla
daha güvenli ve verimli olduğu için faydalı olarak kabul edilir.
Bu tıbbi bitkiler, istenmeyen enflamasyon süreçlerini önleyici
aktiviteye sahip olan ve fitodrog olarak adlandırılan bileşenleri
içerir. Droglar, bitkilerin tıbbi etkinliklerin görüldüğü kısımlarıdır
(yaprak, çiçek, kök v.b.).

70
• Steroidler, • Bu aktif bileşenlerin antienflamatuar etkisi

• Glikozitler, için farklı mekanizmalar araştırılmıştır.

• Fenolikler,
• Fitodroglar; Antienflamatuar yol enzimlerini,
• Antosiyanidinler, faktörlerini, proteinlerini sinerjize edebilir ya da
lipoksigenazlar, sikloaksigenazlar, tümör nekroz
• Flavonoidler,
faktörleri, interlökinler, prostaglandin, nitrik oksit,
• Alkaloitler, mitojen aktive protein, nükleert faktör gibi
enflamatuar yollarda bunlarla etkileşime
• Polisakkaritler, girebilirler.
• Terpenoidler,

ANTİ-ENFLAMATUAR ETKİLİ FİTODROGLAR


• Yağ asitleri, bu • Bahsedilen faktörler ile ilgili, moleküler seviyeden
bitkilerde bulunan hücresel seviyeye kadar daha fazla araştırma
yaygın fitobileşenlerdir. yapılması mekanizmaların daha da iyi
(sekonder metabolitler). anlaşılmasını sağlayacaktır.

Bitkilerin aktif bileşenlerinin enflamasyonun gelişim ana


mekanizmalarında büyük rol oynayan moleküller şunlardır:

• Nükleer faktör kappa B (NF-κB) yolu ve ilgili moleküler


hedefler (Siklooksijenaz-1 ve 2 (COX-1) ve(COX-2),

• İndüklenebilir nitrik oksit sentaz (iNOS),

• Matris metalo proteinazlar (MMPs),

• Fosfolipaz A2

• Tümör nekroz faktörü-α (TNF-α),

• Transkripsiyon 3'ün sinyal dönüştürücüsü ve aktivatörü


(STAT3),

• 5-lipoksijenaz (5-LOX),

• İnterlökin-4 (IL-4), İnterlökin-5 (IL-5), İnterlökin-6 (IL-6),


İnterlökin-8 (IL-8), İnterlökin-10 (IL-10), İnterlökin-1β
(IL-1β),

• Monosit kemoatraktan protein-1 (MCP-1) üzerinden etki


ederler.

71
AĞRIDA KLİNİK ÇALIŞMALARLA TIBBİ BİTKİLER

ACI BİBER (Capsicum annuum)

AĞRIDA KLİNİK ÇALIŞMALARLA TIBBİ BİTKİLER


Çift kör, randomize, plasebo kontrollü, çok merkezli paralel
grup çalışmasında, nonspesifik alt sırt ağrısı olan hastalarda
kapsikum bandajının etkililiği ve toleransı araştırılmıştır. Toplam
320 hasta, aktif veya plasebo bandajı uygulanan iki gruba rastgele
atanmıştır (n=160). Kullanılan ana sonuç ölçüleri, Arhus alt sırt
derecelendirme ölçeğinin bileşik ağrı alt puanı (sürekli değişken)
ve başlangıçtan son değerlendirmeye %30 ağrı azalması yanıt
kriteri seçilmiştir (ikincil, sürekli olmayan değişken). Ayrıca,
Arhus alt sırt derecelendirme ölçeğinin kısmi ağrı puanları,
engellilik ve hareket kısıtlılığı alt puanları, toplam puanı,
araştırmacı ve hasta tarafından değerlendirilen global etkililik, yan
etkiler, hastanın bandaj kullanımına ilişkin anket ve araştırmacı ve
hastanın toleransının değerlendirilmesi ele alınmıştır. Kapsikum
ve plasebo bandajla 3 hafta tedavi sonrasında, bileşik ağrı alt
puanının, giriş değerlerinden sırasıyla %42 (kapsikum) ve %31
(plasebo) azaldığı gözlenmiştir. Yanıt oranı sırasıyla %67 ve %49
olarak belgelenmiştir. Araştırmacılar etkililiği "mükemmel" veya
"iyi" olarak %74 ve %36 olarak değerlendirilmiş; hastanın etkililik
değerlendirmesi "semptomsuz" veya "iyileşmiş" olarak %82
ve %50'ye ulaşmıştır. 12 hastada (%7.5) kapsikum ve 5 hastada
(%3.1) plasebo ile lokal ilaç reaksiyonları gözlenmiştir. Sistemik
yan etkiler gözlenmemiştir.

87
Sonuçlar değerlendirildiğinde kapsikum bandajının,
nonspesifik alt sırt ağrısı tedavisinde plasebodan üstünlüğü klinik
olarak önemli ve yüksek derecede istatistiksel olarak anlamlı
görülmüştür. Kapsikum bandajı, nonspesifik alt sırt ağrısının
tedavisinde gerçek bir alternatif sunmuştur.1

** Kapsaisin (=35 µg / cm2) olarak ifade edilen 11 mg


kapsaisinoidlere karşılık gelen Capsici fructus'un yumuşak
ekstresi içeren 1 ilaçlı flaster (22 x 14 cm).

** Kapsaisin (= 22 µg / cm2) olarak ifade edilen 4,8 mg


kapsaisinoidlere karşılık gelen Capsici fructus'un yumuşak
ekstresi içeren 1 ilaçlı flaster (12 x 18 cm).

** Günlük doz: Etkilenen bölgeye en az 4 ve 12 saate kadar


günde en fazla 1 flaster uygulanmalıdır. Aynı uygulama alanına
yeni bir sıva uygulaması için en az 12 saat ara verilmelidir.

** 40-53 mg kapsaisinoid / 100 g'a karşılık gelen yarı katı


dozaj formları. Etkilenen bölgeye günde 2-4 kez ince bir tabaka
halinde uygulanır.

** Çocuklarda ve 18 yaşın altındaki ergenlerde kullanımı


önerilmemektedir.

Ref. European Union herbal monograph on Capsicum annuum


L. var. minimum (Miller) Heiser and small fruited varieties of
Capsicum frutescens L., fructus EMA/HMPC/674139/2013

88
ACI KAVUN (Momordica charantia)

AĞRIDA KLİNİK ÇALIŞMALARLA TIBBİ BİTKİLER


Bir çalışmada 38 ve 37 birincil diz osteoartrit hastası sırasıyla
3 ay acı kavun (Momordica charantia) ve plasebo takviyesi
tüketmiştir. Acı kavun günde üç sefer 500 mg kapsüllerle
alınmıştır. Gerektiğinde kurtarma analjezisine izin verilmiştir. Acı
kavun iltihap süresi boyunca ağrı ve semptomlar Diz Sakatlığı ve
Osteoartrit Sonuç Puanı ve EQ-5D-3L Sağlık anketi kullanılarak
değerlendirilirken, ek süre boyunca yapılan kurtarma, analjezik
puanları kullanılarak ölçülmüştür.

3 aylık ek süre sonunda vücut ağırlığı, vücut kitle indeksi ve


açlık kan glukozu acı kavun grubunda önemli ölçüde azalmıştır.
Ayrıca Diz Yaralanması ve Osteoartrit Sonuç Puanı alt ölçekleri
ve EQ-5D-3L boyut puanı ve analjezik puanın azaltılmasında acı
kavun önemli derecede etki etmiştir. Plasebo grubu da belirli Diz
Yaralanma ve Osteoartrit Sonuç Ölçeği alt ölçekleri ve EQ-5D-3L
boyut puanında önemli iyileşmeler göstermiş, ancak ağrı kesici
puanında artış gözlenmiştir.

Acı kavun takviyesinin, ağrı miktarını azaltmaya ve ana diz


osteoartrit hastaları arasında semptomları arttırmaya yönelik
güvenli bir alternatif sunarken analjezi tüketimine duyulan ihtiyacı
azalttığı saptanmıştır. Bu yararlı etkilerin, 3 aylık ek süre kadar
görüldüğü bildirilmiştir.2

89
ADAÇAYI (Salvia officinalis)

Uyarlanabilir iki aşamalı tasarıma ve ara analize sahip


randomize, çift kör, paralel grup faz II/III çalışmasında, akut viral
farenjiti olan hastaların tedavisinde plasebo ile Salvia officinalis
akışkan ekstresi içeren spreyin etkinliği ve tolere edilebilirliği
karşılaştırmıştır.

İki çalışma bölümünde, farenjitin öznel ve objektif kanıtları


olan toplam 286 hasta rastgele tedavi edilmiştir. Hasta başına tedavi
süresi, bir temel ziyaret ve son bir ziyaret de dahil olmak üzere 3
gün olarak saptanmıştır. Boğaz ağrısı yoğunluğu (kendiliğinden
ağrı) değişimi için eğri altındaki alan (EAA), görsel analog ölçek
(VAS 100 mm) kullanılarak yapılan ilk uygulamadan sonraki ilk 2
saat içinde her 15 dakikada bir belgelenmiştir.

Birinci çalışma bölümünün ara analizlerini takiben, doz başına


140 mikrol adaçayı ekstresi içeren %15'lik sprey, ikinci çalışma
bölümü (ana çalışma) için en umut verici müstahzar olurken,
%30 ve %5'lik müstahzar sonuçlarının plaseboya göre üstünlüğü
saptanmamıştır. Genel olarak, %15'lik sprey, boğaz ağrısı
yoğunluk skorunun azalması açısından birincil etkinlik değişkeni
açısından plasebodan önemli ölçüde üstün bulunmuştur. Sadece
farinks kuruluğu veya hafif yoğunlukta yanma gibi minör yan
etkiler görülmüştür.

90
AHUDUDU (Rubus idaeus)

Randomize, çift kör, plasebo kontrollü, tek merkezli klinik bir


çalışmada, Rubus idaeus yaprağından elde edilen etanolik ekstrenin
12 hafta kullanımının diz osteoartrit belirtileri üzerindeki etkileri
femorotibial osteoartritli 198 katılımcıyla değerlendirilmiştir.

Katılımcılar 3 ay boyunca günde bir adet almak için eşit olarak


randomize edilmişlerdir; 1 kapsül Rubus idaeus yaprağı ekstresi
400 mg, 1 kapsül Rubus idaeus yaprağı ekstresi 200 mg veya 1
kapsül plasebo. Katılımcılar bir ve üç aylık bir tedavi sonrasında
değerlendirilmiştir. Birincil son nokta olarak Batı Ontario
McMaster osteoartrit indeksi (WOMAC) ağrı alt ölçeğinde mutlak
bir değişiklik belirlenmiştir. İkincil son noktalarda WOMAC
küresel puan, sertlik ve fonksiyon alt ölçekleri, yürüme sırasında
diz ağrısı VAS puanı, Kısa Form (SF)-36, Kısa Fiziksel Performans
Bataryası (SPPB), 20-m yürüyüş testi ve Romatoloji Klinik
Deneylerinde Uluslararası Fiziksel Aktivite Sorgulama (IPAQ)
ve Romatoloji ve Osteoartrit Araştırma Derneği Uluslararası
(OMERACT-OARSI) yanıtlayıcı oranı yer almıştır. Tedavi amaçlı
(ITT) nüfus üzerinde istatistiksel analizler yapılmıştır.

Tedavi popülasyonunda, WOMAC ağrısının, plasebo ile


karşılaştırıldığında Rubus idaeus yaprak ekstresi kullanımıyla
önemli ölçüde değişmediği, buna karşılık, 12 haftalık tedavinin
ardından 400 mg Rubus idaeus yaprak ekstresi kullanımının VAS

92
AKGÜNLÜK (Boswellia serrata)

Çift kör, plasebo kontrollü bir çalışmada, Boswellin®


isimli yeni bir Boswellia serrata ekstresi (BSE) içeren
3-asetil-11-keto-β-boswelik asit (AKBBA) ve β-boswellik asit (BBA)
kombinasyonunun standardize oral takviyesinin güvenilirliği
ve etkililiği değerlendirilmiştir. Diz osteoartriti (OA) olan 48
hasta BSE ve plasebo gruplarına randomize atanmış ve 120 gün
boyunca BSE veya plasebo tedavisi uygulanmıştır. Çalışmada,
BSE tabletler, ortalama değeri 87,3 mg olan toplam β-boswellik
asitlerin 87,3 mg olan BSE ekstresini içeren her tablete, AKBBA
(53,27 mg), BBA (20,83 mg), KBBA (7,11 mg) ve ABBA (6,06
mg) olmak üzere dört ana β-boswellik asit verilmiştir. Böylece,
tablet başına günde iki kez toplam β-boswellik asitlerin 87.3
mg'ına denk olan BSE'nin seçilen dozu (günde toplam β-boswellik
asitlerin 174.6 mg) güvenli bulunmuş ve BSE'de daha önce OA
veya dizde OA olan hastalarda kullanılan toplam β-boswellik asit
miktarının çok altında uygulanmıştır.

Deney sonuçları, BSE tedavisinin plaseboya kıyasla ağrıyı ve


sertliği azaltarak hastaların fiziksel fonksiyonunu önemli ölçüde
iyileştirdiğini göstermiştir. Radyografik değerlendirmelerde,
BSE tedavisinin etkililiğini doğrulayan diz eklem aralığının
iyileştirildiği ve osteofitlerin (diken) azaltıldığı kaydedilmiştir.
BSE ayrıca, diz OA'sı ile ilişkili bir potansiyel enflamatuar

94
ARNICA-DAĞ ÖKÜZGÖZÜ (Arnica montana)

Açık, çoklu merkezli denemede, dizde orta dereceli osteoartrit


(OA) olan 26 erkek ve 53 kadında günde iki defa uygulanan,
Arnica montana içeren taze bitki jelinin güvenliği ve etkinliği
araştırılmıştır. 3 ve 6 hafta sonra, Batı Ontario ve McMaster
Üniversiteler Osteoartrit Endeksi'ndeki (WOMAC) ortalama
toplam puanların önemli azalması, tedavi amaçlı ve protokol
öncesi popülasyonlarda belirgin şekildedir.

Ağrı, sertlik ve işlev alt ölçeklerindeki puanlar da bu zaman


noktalarında önemli düşüşler göstermiştir. Toplam %7,6'lık
olumsuz olay oranı sadece bir alerjik reaksiyonu içermiştir. 69
hasta (%87) jelin dayanıklılığını "iyi" veya "oldukça iyi" olarak
değerlendirmiş ve %76'sı tekrar kullanacağını bildirmiştir. Arnica
montana jelinin 6 hafta boyunca topikal olarak uygulanması
güvenli, iyi tolere edilmiş ve hafif ve orta dereceli bir diz OA
tedavisi olduğu gösterilmiştir.18

** yarı katı dozaj formu (bazda %20-25 tentür): Etkilenen


bölgeye günde iki ila üç kez ince bir tabaka halinde uygulayın.

** sıvı dozaj formu (emdirilmiş pansuman olarak 2,5 ml):


Etkilenen bölgeye günde üç ila dört kez uygulayın.

104
ARGAN (Argania spinosa)

Diz osteoartriti (KOA), yaygın kronik dejeneratif bir


bozukluktur. Eklem ağrısına, yürüme güçlüklerine ve genel fiziksel
fonksiyon düşüşüne neden olmaktadır. Geleneksel ilaçlar arasında,
argan yağının diz osteoartriti tedavisinde ağrıyı azaltmak ve
fiziksel aktiviteyi artırmak için kullanıldığı bilinmektedir. İçerdiği
tokoferoller, fitosteroller, doymuş ve doymamış yağ asitleri gibi
birçok madde nedeniyle antioksidan ve lipit modülatör özelliklere
sahip olduğu da bilinmektedir.

KOA'lı hastalarda, hastalık semptomları üzerinde gündelik


olarak tüketilen argan yağının etkisini araştırmak amacıyla
randomize kontrollü klinik bir çalışma yapılmıştır. Hastalar 2
gruba ayrılmıştır: herhangi bir tedavi almayan kontrol grubu
ve 8 hafta boyunca her sabah tüketilmek üzere argan yağı alan
argan yağı grubu (günde 30 ml). 8 hafta öncesi ve sonrasında
yapılan klinik değerlendirme, Ağrı için Görsel Analog Ölçek
(VAS), yürüme çevresi, Batı Ontario ve McMaster Üniversiteleri
osteoartrit indeksi (WOMAC) ve Lequesne dizini gibi çeşitli
testlerle belgelendirilmiştir.

Çalışmaya 100 hasta katılmıştır. 51 hasta rastgele argan yağı


grubuna atanırken, 49 hasta rastgele tedavi görmeyen bir kontrol
grubuna atanmıştır (Ort yaş 58.24 yıl %93 kadın). 8 haftalık

106
ASHWAGANDHA (Withania somnifera)

60 günlük, randomize, çift kör, plasebo kontrollü çalışmada,


stresli, sağlıklı yetişkinlerde ashwagandha (Withania somnifera)
ekstresinin stres giderici ve farmakolojik etkileri araştırılmıştır.
60 yetişkin randomize plasebo veya günde bir kez 240 mg
standartlaştırılmış bir ashwagandha ekstresi almıştır. Sonuçlar,
Hamilton Anksiyete Derecelendirme Ölçeği (HAM-A),
Depresyon, Anksiyete ve Stres Ölçeği-21 (DASS-21) ve kortizol,
dehidroepiandrosteron sülfat (DHEA-S) ve testosteron gibi
hormonal değişiklikler kullanılarak ölçülmüştür.

Tüm katılımcılar olumsuz bir olay bildirilmeden çalışmayı


tamamlamıştır. Plaseboya kıyasla, Ashwagandha takviyesi
alanlarda HAM-A'da istatistiksel olarak anlamlı bir azalma
gözlenmiş ve DASS-21'de neredeyse anlamlı bir azalmayla
ilişkilendirilmiştir. Ashwagandha tüketimi, sabah kortizolü ve
DHEA-S açısından plaseboya kıyasla daha fazla azalma ile
ilişkili bulunmuştur. Testosteron seviyeleri erkeklerde artarken
kadınlarda artış görülmemiştir. Bununla birlikte, bu değişiklik
plaseboya kıyasla istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır.

Bulgular, Ashwagandha'nın stres giderici etkilerinin


hipotalamus-hipofiz-adrenal eksende moderatör etkisinden
kaynaklanabileceğini düşündürmüştür.20

108
ATLAS SAKIZ AĞACI (Pistacia atlantica)

AĞRIDA KLİNİK ÇALIŞMALARLA TIBBİ BİTKİLER


Osteoartrit en yaygın engellilik ve yaşlanma nedenidir.
Pistacia atlantica, atlas sakız ağacı olarak bilinen ve eski
zamanlardan beri ağrı ve iltihabı azaltan düşük riskli bitkisel
ilaçlardan biridir. Yaşlı insanlarda P. atlantica sakız merheminin
diz osteoartrit etkisini değerlendirmek için plasebo kontrollü üçlü
bir klinik çalışma yapılmıştır. Toplam 60 hasta iki gruba rastgele
ayrılmıştır: Müdahale grubu %4 P. atlantica merhemi kullanmış ve
kontrol grubu günde üç kez, 8 hafta boyunca plasebo kullanmıştır.
Hastalar, müdahaleden önce ve sonra Batı Ontario ve McMaster
Üniversiteleri Osteoartrit Endeksi (WOMAC) ölçeğini kullanarak
değerlendirilmiştir.

İki grup arasında eklem sertliği ve ağrılarının yanı sıra


fonksiyon açısından da önemli farklılıklar bulunmuştur. Gruplar
içinde, eklem sertliğinde efekt büyüklüğü (EF) sırasıyla Pistacia
ve plasebo gruplarında 2.82 ve 0.74 olarak kaydedilmiştir.
Ağrı konusunda, müdahalenin etki boyutu ve plasebo grupları
sırasıyla 3.90 ve 0.99 görülmüş, ayrıca, fonksiyon ile ilgili olarak,
müdahalenin etki boyutu ve plasebo grupları sırasıyla 4.33 ve 1.17
bulunmuştur. Sonuçlar değerlendirildiğinde, topikal P. atlantica
kullanımının diz osteoartriti olan eski hastalarda plaseboya kıyasla
önemli ölçüde daha iyi sonuç verdiği gözlenmektedir.22

111
AYNISEFA (Calendula officinalis)

Romatoid artrit tedavisinde topik anti-enflamatuar ve analjezik


etki, oral terapiye kıyasla daha az yan etkileri nedeniyle büyük
ilgi görmektedir. Klinik bir çalışmada farklı türlerde topikal
formülasyonlar (merhemler ve jeller) hazırlanmıştır, bunlar
sentetik ve doğal anti-enflamatuar ajanlar içeren farklı türler olarak
belirlenmiş (örneğin: yüzey etmenleri, jel oluşumları) romatoid
artrit tedavisine yönelik seçilmiştir. Çalışmada non-steroidal
anti-enflamatuar ilaçlar (NSAİD), diklofenak sodyum, topikal
analjezik ajan metil salisilat ve antioksidan etkisi olan liyofilize
bir Calendula officinalis karışımı kullanılmıştır. 115 katılımcı
her uygulama için 5 g (API'ler veya API'ler olmadan Formula D)
preparat kullanmıştır. Amaç formülasyon için uygun olan dozaj
formunun seçilerek aktif maddelerin yayılmasını geliştirmek ve
bu formülasyonların antioksidan, analjezik ve anti-enflamatuar
etkilerini belirlemek olmuştur. Deneysel gruptaki API'leri içeren
Formula D ile yapılan yerel tedavi, 2 hafta boyunca bir kontrol
grubundaki plasebo tedavisiyle karşılaştırılmıştır. Yapılan deneyler
neticesinde, görsel analog ölçeğe (VAS) dayalı tedavinin ilk ve
14. günü arasındaki ağrıda istatistiksel olarak belirgin bir azalma
gözlenmiştir.

Dizinden etkilenen hastanın durumunda, taban çizgisindeki


ortalama değer aktif grup için, plasebo grubuna kıyasla istatistiksel

112
olarak anlamlı bulunmuştur. Omuz ağrısı için, taban çizgisinden
kaynaklanan ağrı yüzdesi aktif grupta %47 olarak belirlenmiştir.
Deneysel ve plasebo grubu arasındaki 14. gün farkı da istatistiksel
olarak önemli görülmüştür.

Formülasyonların tedavi edici özellikleri, bir antioksidan


tetkiki ve romatoid artrit olan 115 hastada gerçekleştirilen

AĞRIDA KLİNİK ÇALIŞMALARLA TIBBİ BİTKİLER


randomize bir prospektif çalışma ile kanıtlanmıştır. Sonuçlar,
diklofenak sodyum, metil salisilat ve liyofilize edilmiş Calendula
officinalis jel oluşturucu maddeler olarak 2-propenoik asit
homopolimeri (Synthalen K), distile su, trietanolamin ve gliserol
içeren jel ile yapılan tedavinin faydalı bir analjezik ve ve yerel
anti-enflamatuar etkisi olduğunu göstermektedir.23

** Tüm preparatlar için Tek doz: etkilenen bölgeye ince bir


yarı katı preparat tabakası uygulayın. Günlük doz: 2 ila 4 kez

** 6 yaş altı çocuklarda kullanımı önerilmemektedir.

Ref. European Union herbal monograph on Calendula


officinalis L., flos EMA/HMPC/437450/2017

113
MULTİ-DROGLAR

Ağrılı diyabetik nöropati (PDN) için mevcut tedavi stratejileri,


maliyetli ve yan etkileri olabilen oral ilaçları içerir. Topikal
tedaviler, PDN için bazı faydalarla kullanılmaktadır. Muskat,
nöropatik ağrıyı iyileştirmede etkili olabilecek bazı özelliklere
sahiptir. Bu çalışmanın amacı, topikal hindistan cevizi ekstrelerinin
PDN hastalarında ağrıyı azaltıp azaltamayacağını veya yaşam
kalitesini iyileştirip iyileştiremeyeceğini belirlemek olmuştur.
Randomize, çift kör, plasebo kontrollü çalışmaya ağrılı nöropati
kriterlerini karşılayan 74 diyabetik hasta alınmıştır. Katılımcılar
topikal muskat ekstreleri (NEMM; mace yağı (%2), muskat yağı
(%14), metil salisilat (%6), mentol (%6) ve hindistancevizi
yağı) veya plasebo (MM; metil salisilat (%6), mentol (%6),
hindistancevizi yağı ve alkol) alacak şekilde randomize edilmiştir.
Ağrı ve yaşam kalitesinin sonuç ölçümleri, Diyabetik Ağrılı
Nöropati için Kısa Ağrı Envanteri ve Nöropatik Ağrı Semptom
Envanteri kullanılarak değerlendirilmiştir.

Erkek ve kadın toplam 74 kişiden oluşan ve diyabet süresi


ortalama 11 yıl olan 24 erkek ve 50 kadın katılımcıda tedavi
amaçlı analizler yapılmıştır. Her iki grup içinde en kötü ve
ortalama ağrı skorlarında anlamlı azalmalar görülmüştür. Benzer
şekilde, yürüme, uyku ve ruh hali skorları ile yanma, çivileme
ve karıncalanma skorlarında da her iki grup içinde anlamlı
azalmalar gözlenmiştir. Dört hafta sonra herhangi bir sonuç ölçütü
için her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar
saptanmamıştır.

Bu çalışmada, topikal ceviz kabuğu ekstrelerinin, mentol


ve metil salisilat içeren preparatlarla yapılan 4 haftalık tedavide
gözlenen PDN semptomlarının iyileştirmelerine ek bir fayda
sağlamadığı raporlanmıştır.204

282
Bir açık etiketli, 8 haftalık gözlemsel denemede, Meta050'nin
(özel, standardize edilmiş izo-alfa-asitlerin, şerbetçiotu, biberiye
ekstresi ve oleanolik asitlerin standardize kombinasyonu)
romatizmal hastalarda ağrı kesici etkisi araştırılmıştır. Osteoartrit,
romatoid artrit ve fibromiyalji hastalarına 4 hafta boyunca günde
üç kez 440 mg Meta050 verilmiş ve bu da hastaların çoğunluğunda
sonraki 4 hafta için günde iki kez 880 mg'ye değiştirilmiştir. Ağrı
ve koşullara özgü semptomlar standart bir görsel analog ölçek
(VAS), kısaltılmış artrit etki ölçeği (AIMS2) ve fibromiyalji etki
anketi kullanılarak değerlendirilmiştir. Romatizmal hastalığı olan
54 denek deneyi tamamlamıştır. Tedaviyi takiben, VAS ve AIMS2
kullanılarak eklem öznelerinde %50 ve %40'lık istatistiksel
olarak önemli bir düşüş gözlenmiştir. Fibromiyalji konu puanları
önemli ölçüde iyileşmemiştir. İltihap için bir işaret olan C-reaktif

MULTİ-DROGLAR
proteinin azalan bir eğilimi de yüksek C-reaktif protein içeren bu
deneklerde gözlenmiştir. Hiçbir ciddi yan etki gözlemlenmemiştir.

Gözlemler neticesinde, günde 440 mg dozdaki Meta050'nin


eklem iltihabı deneklerindeki ağrı üzerinde yararlı bir etkisi
olduğu görülmüştür.231

1000 mg Lanconone®'un (Withania somnifera, Boswellia


serrata, Commiphora mukul, Zinbiger officinale, Pluchea
lanceolata, Smilax china, Oroxylum indium) egzersizle ilgili akut
ağrı üzerindeki etkisini, standart tedavi olan 400 mg ibuprofen ile
karşılaştırılması için bir çalışma yapılmıştır.

Çalışmaya hafif ile orta derecede diz eklem ağrısı tanısı


konulan 72 katılımcı alınmıştır. Ağrı Görsel Analog Skalası
40 mm'den fazla olan katılımcılar dahil edilmiştir. Treadmill
üzerinde Naughton protokolü kullanılarak yokuş yürüyüş stresi
sağlanmıştır. Katılımcılar 10 dakika sürekli yürüdükten sonra
dinlenme süresi verilmiş ve bazal ağrı skoru indeks diz eklemi
için kaydedilmiştir. Daha sonra katılımcılara tek doz Lanconone®
(1000 mg) / ibuprofen (400 mg) verilmiştir. Sonrasında aynı stres

303
AĞRIDA AROMATERAPİ FORMÜLLERİ

Günümüzde, tamamlayıcı tedavi yöntemleri giderek daha


popüler hale gelmektedir. Bu yöntemler arasında aromaterapi de
yer almaktadır. Aromaterapi, uçucu yağların kullanımı yoluyla
beden ve zihin sağlığını iyileştirmeye yardımcı olan bir tedavi
yöntemidir. Aromaterapi, doğal bitkisel bileşenlerden elde edilen
uçucu yağların kullanımını içerir. Uçucu yağlar, bitkilerin çiçekleri,
yaprakları, meyveleri, tohumları ve kökleri gibi farklı kısımlarından
elde edilebilir. Bu yağların doğal yapısı, vücut üzerinde farklı
etkilere sahip olmasını sağlar. Aromaterapinin temel çalışma
prensibi, uçucu yağların vücuttaki duyusal alıcılarla etkileşim
halinde olmasıdır. Kokular, beyindeki duygusal merkezlerdeki
reseptörlere bağlanır ve bu da belirli bir duygusal veya fiziksel etki
yaratır. Örneğin, lavanta yağı rahatlama ve sakinleştirme etkisine
sahipken, biberiye yağı canlandırıcı ve enerjik bir etki yaratabilir.
Farklı uçucu yağlar, çeşitli amaçlar için kullanılabilir. Lavanta yağı
gibi bazı yağlar, kaygıyı azaltmak, rahatlamak ve uyku kalitesini
arttırmak için kullanılabilir. Diğer uçucu yağlar, özellikle de
biberiye yağı gibi yağlar, odaklanmayı artırmak ve zihinsel netliği
iyileştirmek için kullanılabilir. Nane yağı, baş ağrısını azaltmaya
yardımcı olabilir. Uçucu yağlar ayrıca, kas ağrılarını hafifletmek,
iltihapları azaltmak ve hatta cilt problemlerini tedavi etmek için de
kullanılabilir. Aromaterapinin kullanımı, bazı potansiyel yararlar
sağlayabilir. Yapılan araştırmalar, aromaterapinin stres ve anksiyete
semptomlarını azaltmada etkili olduğunu göstermiştir. Ayrıca,
depresyon, uykusuzluk, baş ağrısı ve diğer sağlık sorunlarının
tedavisinde de kullanılabilir. Ancak, aromaterapi uygulamalarının
faydaları hala tam olarak belirlenmemiştir ve herkes için uygun
olmayabilir. Aromaterapi uygulamaları doğal bir alternatif
olarak kullanılabildiği gibi, sağlık profesyonelleri tarafından
da desteklenebilir. Aromaterapi uygulamalarının kullanımı ve
etkileri hakkında bilgi sahibi olmak, sağlıklı bir yaşam tarzı için
önemlidir. Bu nedenle, bu alanda daha fazla araştırma yapılması
ve bu araştırmaların daha fazla yaygınlaştırılması önemlidir.1-8

338
Aşağıda ağrıda kullanılabilecek bazı aromaterapi formülleri
yer almaktadır.

Gut İçin Jel

Aloe vera jel 60 ml

Masere Arnika yağı 2 tatlı kaşığı (10 ml)

AĞRIDA AROMATERAPİ FORMÜLLERİ


Alman papatyası 5 damla

Lavanta 10 damla

Peppermint 3 damla

Ardıç meyvesi 5 damla

Roman papatyası 5 damla

Uçucu yağları formülasyondaki sıraya göre karıştırın. Daha


karıştırıp hazırladığınız Aloe vera jel ve masere Arnika yağının
içine ilave edin. Guttan etkilenen bölgeye masaj yapın.

339
KAYNAKLAR
1. Hayatın Her Alanında Uçucu Yağlar ve Aromaterapi, Valerie Ann
Worwood (Çeviri: Prof. Dr. Didem Deliorman Orhan), Celsus Kitapevi
ISBN 978-605-71083-1-9, 2022.
2. Bradley, B. F., Brown, S. L., Chu, S., & Lea, R. W. (2009). Effects
of orally administered lavender essential oil on responses to anxiety-
provoking film clips. Human Psychopharmacology: Clinical and
Experimental, 24(4), 319-330.
3. Buckle, J. (2015). Aromatherapy in nursing and health care. Churchill
Livingstone.
4. Grieve, M. (1971). A modern herbal. Penguin Books.
5. Kumar, D., Arya, V., & Kaur, R. (2013). A review of immunomodulators
in the Indian traditional health care system. Journal of Microbiology and
Immunology Research, 1(1), 1-7.
6. Rashidi Fakari, F., Tabatabaeichehr, M., & Kamali, H. (2015). The effect
of aromatherapy with the essential oil of orange on pain and vital signs in
children with fractured limbs: A randomized controlled trial. Advanced
Biomedical Research, 4, 31.
7. Roberts, M. (2019). The ultimate guide to herbal tea. The Spruce Eats.
Retrieved from https://www.thespruceeats.com/herbal-tea-guide-765056
8. Williamson, E. M. (Ed.). (2003). Major herbs of Ayurveda. Churchill
Livingstone.

344
AĞRIDA KULLANILACAK TIBBİ ÇAY REÇETELERİ

Tıbbi bitkiler ve çaylar, yüzyıllardır insanların sağlığına


yardımcı olmak için kullanılmıştır. Tarihsel olarak, bitkisel çaylar
ve infüzyonların, hastalıkları tedavi etmek ve koruyucu bir önlem
olarak kullanıldığı gözlenmektedir. Bugün bile, birçok insan tıbbi

AĞRIDA KULLANILACAK TIBBİ ÇAY REÇETELERİ


çayları sağlık sorunlarını hafifletmek için kullanmaktadır.

Tıbbi çaylar, çeşitli bitkilerin yapraklarının, köklerinin,


çiçeklerinin ve diğer bölümlerinin su içinde kaynatılmasıyla elde
edilir. Bu bitkiler, antioksidan, anti-enflamatuar ve antimikrobiyal
gibi birçok farklı özelliklere sahip olabilirler. Bu nedenle, tıbbi
çaylar birçok farklı sağlık sorununun tedavisinde kullanılabilir.
Ancak, bitki çaylarının kullanımı hakkında belirsizlikler ve
karışıklıklar da bulunmaktadır. Örneğin, bitki çayı reçetelerinde
sıklıkla "K" harfi kullanılır, bu harf ne anlama gelmektedir?

"K" harfi, ölçüyü temsil eder ve "Kısım" anlamına gelir. "35K


ısırgan" ifadesi, 35 kısım ısırgan anlamına gelir ve reçete içindeki
yüzdeliğini temsil eder. Reçete içindeki kısımlar toplandığında
yüz elde edilir. Yani ısırgan otu, reçetenin yüzde 35’ini oluşturur.

Adaçayı (Salvia officinalis) ve biberiye (Rosmarinus officinalis)


gibi bitkiler, belleği artırmaya yardımcı olabilir. Echinacea
(Echinacea purpurea) ise, bağışıklık sistemi fonksiyonunu
artırmaya yardımcı olabilir. Papatya (Matricaria chamomilla)
ve nane (Mentha piperita) ise, sindirim sistemi sorunlarına iyi
gelebilir. Bununla birlikte, herhangi bir bitkisel çayı kullanmadan
önce, doğru şekilde hazırlamak ve kullanmak önemlidir.

Bitki çaylarının farklı türleri ve reçeteleri olduğundan, doğru


bitkiyi seçmek ve doğru şekilde hazırlamak da önemlidir. Bazı
bitki çayları kaynar su (infüzyon) ile hazırlanırken, bazıları soğuk
suda demlenerek (dekoksiyon) hazırlanır.

345
AĞRIDA KULLANILACAK TARİFLER

Romatizma Hastaları İçin Tarifler

1. Unsuz, Yağsız Mücver

• 3 adet kabak

• 5 adet yumurta

AĞRIDA KULLANILACAK TARİFLER


• Birer tutam tuz, karabiber, pul biber, köri

• İsteğe bağlı yeşillik

Hazırlanışı:

Kabakları soyup rendeledikten sonra suyunu süzüyoruz. Tüm


malzemeleri bir kaba koyup karıştırıyoruz ve yağlı kağıt serili
tepsiye yayıyoruz. 170 derece ısıtılmış fırında 25-30 dk pişirip
dilimleyerek servis ediyoruz.

2. Üç Malzemeli Çikolatalı Tart

• 2 su bardağı çiğ fındık (12 saat suda bekletip kurutunuz)

• 1/2 su bardağı glutensiz yulaf (blenderdan çekiniz)

• 100 gr bitter çikolata

Hazırlanışı:

Fındıkları blenderdan çekin ve çikolatayı benmari usulü


eritiyoruz. Çikolata hariç diğer malzemeleri karıştırma kabına
alıyoruz. Yulaf unu sayesinde kolayca şekil verebilirsiniz.

355
Dr. Serdar ÖZGÜÇ Dr. Selin Aktar KİREMİTCİ

"Bitkilerin Öz Gücü ile Ağrısız Yașam" kitabı, Bitkilerin Öz Gücü


serisinin dördüncü kitabıdır. Bu kitapta; ağrının serüveni,
ağrıya bütüncül yaklașım, hormesis fenomeni ve ağrı
tedavisindeki önemi, N.vagus ve ağrı ilișkisi, ağrı sendromlarına
fonksiyonel tıp yaklașımı, ağrıda beslenmenin rolü, klinik
çalıșmalarla ağrı tedavisinde etkili olan tıbbi bitkiler, ağrıda öne
çıkan antienflamatuar droglar, ağrıda kullanılabilecek
aromaterapi formülleri, ağrıda ve enflamasyonlu durumlarda
etkili tıbbi çaylar ile günlük hayatta rahatlıkla hazırlanabilecek
özel tarifler bölümleri ne yer veri İm iștir. Dünyada ağrı tedavisi ile
ilgili tıbbi bitkilerle yapılan tüm klinik çalıșmaları içermesi
nedeniyle bu eser; akut ve kronik ağrı sendromlarına yaklașım
açısından tüm sağlık profesyonellerine bilimin yolunda
önemli bir bașvuru kaynağı olacaktır.

You might also like