Professional Documents
Culture Documents
www.CepSitesi.Net
BlBlNCt BÖLÜM
Yeşil Yıllar — F = ^
— 18 — ...........
Y eşil Y ılla r — F : 3
— 34 —
Yeşil Yıllar — F : 4
BEŞİNCİ BÖLÜM
« °”X .s s .S kbenîis-
r itr■.”“*“
tim. Günden güne çaresızük <1® «af-
odevlerimi
hftîîsmi y-i..-
gü^el y a p a S o r.d ^ ^
' ’ l öllufta
hepsini lekelemiştiîn. Geri zekâlı bir
^ " rdefterlerimin
t
e r '', " " '
yordum. Bir keresinde Bay favranı-
Şiir söylememi emredince öyle uzn!, h t h ^ ‘^
ki, avaz avaz bağırdı; «Ne bekliyorsu^ Sa^Iv“
vap verdim. «Çok rica ederim efendim n ?î!-
...» Garip bir sessizlik çöktü s,n,f» q’ I 1
J S h k a ;r ? 2 m k ^ E ^ ’^ -^ a . S o m ^ -,^ ^ ^
nin °dasınf^ı^dSİ3urn^TSşS
Sritîr’î'lh*-" »-«yâu?«£»»ifr.
Dede, başım dimdik yukarda t Z n
yammdan geçmiş, g f y Z s S Z r e "
minle canın isterse onunla ıS t o * ı •' «Ki-
hıç bir ^ y yapmadan derin deri; d l ^ ^ ü S f B^'“ V
acıdığı belliydi. oşunuyordu. Bana biraz
—^«Dede,» diye ağladım.
beni g ö r S g Z t r i p a ri^ m ı^ M y Z ^
— «Geri döneceğini biliyordum » dedi S^n! s
eski kımn. gizlemeyi başaramayarak- « S f ı, .°
terden çok daha iyidir,» dedi y®"^'
ALTINCI BÖLÜM
Yeşil Yıllar — F : 5
— 66 —
h
— 82 —
Yeşil Yıllar — F : 7
— 98 —
TeşU YlUar ~ F : 8
—.114 —
Yeşil Y ıllar — F : 9
— 130 —
1er, Nicolo için birlikte dua etmeleri şart. Ah, sevgili Vita
Amcam babama çok kötü sözler söylüyor.»
Besbelli Bay Antonelli bu görevi hiç de benimseme-
mişti. Ama şimdi evin hakimi Vita amcaydı. Maymun da
garip bir şekilde Antonelli servetinin bir sembolü haline
gelmişti. O ölürse, Antonelli’lerin serveti de gidecekti. Ya
şarsa, herşey eskisi gibi olacaktı. Bay Antonelli yavaşça
şapkasını ahp sokağa çıktı.
Ertesi sabah, yani Pazar sabahı Canon Roche, Kut
sal Melekler Kilisesindeki kürsüsünden Bay Vita Anto-
nelU’nin isteği üzerine özel bir âyin yapılacağını bildirdi.
Canon Roche’nin Nicola’dan söz etmemesine biraz camm
sıkılmıştı ama aynı gün manastırdan rahibe Elizabeth
Josephina ile bir başka rahibenin Antonelli’lere gelmesi
içimi ferahlattı. Antonelü’ler kiliseye ve manastıra daima
cömertçe yardım ederlerdi. Bu sebeple rahibeler de onla
ra ellerinden gelen yardımı yapmak için çırpınıyorlardı.
Hepimiz ön odada yere diz çöktük, ölüm döşeğinde yatan
maymunu rahatsız etmemek için gayet alçak bir sesle
Otuz gün duasını ve Memorare’yi tekrarladık.
Ertesi gün ıslak ve sevimsiz Pazartesi günü Nicolo
can çekişiyordu. Tam dokuz gündür hastaydı zavallıcık.
Artık Vita amca, hastanm odasına kendisinden başka
kimsenin girmesine izin vermiyordu. Kendisi de bir saniye
bile bastaHinın yanmdan ayrılmıyordu. Fakat o sabah do
kuzda ben geldikten kısa bir süre sonra Vita amca dışan
çıktı, ön odaya geldi. Çıldırmış bir adam gibi işaret par-
mağmı Clara’ya uzattı.
Angelo sızlanıyordu; «Ah, sevgili Saint Joseph. Am
cam diyor ki bu felâketin tek sorumlusu Clara olduğuna
göre hemen şimdi üç yüz altmış beş basamağı tırmanması
gerekiyormuş. Bu, bizim tek ümidimiz.»
Ev halkı Vita amcayla bu meseleyi tartışırken izin
verirseniz şu üç yüz altmış beş basamağm öyküsünü an
latayım. Bu iyi kalpli saf insan, güneşli Italyanm ürünü,
ortaçağın temsilcisi, bu dindar adam, yıllardır yaşadığı şu
yabancı ülkede de kendine göre garip bir tapınma şekli
— 135 —
Yeşil Yıllar — F : 10
— 146 —
— «Hayır, benim.»
— «Benim.»
Gavin, son sözü benim söylememe izin verdi. Ben da
ha zayıf olduğum için Gavin’in bu davranışı büyük bir fe
dakârlıktı. Afişin ilgi çekici bir yanı kalmamıştı. Birbiri
mize bakmak cesaretini gösterdUı. Gavin’üı bakışlarından
onun da benim gibi üzgün ve kimsesiz kaldığını anladım,
Bu yeniden buluşma aradaki gerginliği birdenbire yoke
divermiş, dostluk bağlarımızı daha da kuvvetlendirmişti
Eskiden olduğu gibi sıkı sıkı tokalaşacak yerde onun ko
luna girdim. Elele kolkola, yürümeye başladık. Kalaba
lığın arasında kaybolduk.
Bando çalmaya başlamışü. Yüksek yakalı papyon
kravatlı yüksek sesle konuşan beyler, çadırların önlerin
deki düzlüklerde müziğe ayak uydurarak sallanmaya baş
lamışlardı. Panayır da bizim gözümüzde canlanmış, neşe-
lenmişti. Jamie bana bir florin harçlık vermişti. Gavin’in
de cebinde böl para vardı. Levenford’dan trenle gelmişti.
Ama şimHi benimle beraber dönebilirdi. Birbirimizden ay-
nlmamızm gereği yoktu. Bu düşünce sevincimizi bir kat
daha arttırdı.
Hindistan cevizi suyu içtik. Biraz sonra da üç hindis
tan cevizini ortalarından ayırdık. Gavin bir tanesini çakı-
sıyle yardı, Hmdistancevizinin o güzelim tatlı sütünü göv
deye indirdik. Panayırın çeşitU eğlence çadırlarım ziyaret
ettik. Nişan tahtalarında şansımızı denedik. Çok geçme
den de kazandığımız armağanlarla kollarımız dolmuştu.
Hava karardı. Lâmbalar yakıh. Kalabalık daha da artmış
tı, müzik hızlanmıştı. Bir ara gözüm Kate ile Jaıme’ye iliş
ti. Birbirlerine iyice sokulmuşlar, kahkahalarla gülüyorlar
dı. Sonra Dedemi, Şam’ı ve Murdoch’u gördüm. îki yana
yalpa vura vura bandonun önüne gelmişlerdi. Murdoch un
ağzında bir puro vardı. Şapkası yana kaymıştı. Gözleri de
bir başka türlü parlıyordu. Arasıra yerinden kalkıp garip
garip sesler çıkarıyordu.
Çok, çok geç olur. Nihayet yorgun fakat mutlu bir
halde hepimiz arabada toplandık. Kate, özellikle pek mut
— 347 —
— «Niye yapamaznuşız?»
— «Çünkü...» sustum. Ama ona gerçeği söylemem ge
rekiyordu. Yüzüne bir kapımn kapanmasına dayana
mazdım.
Dedem hiç bir şey söylemedi, ağzmdan tek kelime bile
çıkmadı. Bütün kusurlarma rağmen hiç değilse sessiz se
dasız acı çekmeyi bilmesi bir meziyetti. Ama bu acı bir
darbe olmuştu. Yüzü bir acayip renk aldı. Drumbuck’a
dönüp Saddler ve Peter Dickie’yle efkâr dağıtacağını san
dım. Fakat hayır, High Street’ten aşağı yürümeye devam
etti. Beni kasabanm güneyinde hiç görmediğim bir semte
götürüyordu.
— «Nereye gidiyoruz, Dede?»
— «Istırap sularında yıkanmaya gidiyoruz.»
Dediğini gerçekten yapacak mıydı yoksa, Ardfil-
lan’ın o tuzlu rüzgârı onda kıyıya gitme isteğini ım uyan
dırmıştı yoksa üzüntü kaynaklarından mümkün olduğu
kadar uzaklaşmak için mi bu çareye baş vurmuştu, bilmi
yorum. Fakat çok geçmeden KnDxhiU çayırını geçtik,
kendimizi limanm hemen alt klanımdaki körfezde bulduk.
Burası hiç de öyle cazip, romantik bir kıyı değildi. Düm
düz kayalar, iri yosunlarla kaph iğrenç bir yerdi. Sular
çekümişti. Karşıdan su kurşunî renkte görünüyordu.
Fabrikanm yüksek bacaları hâlâ görünüyordu. Tersane
den çekiç sesleri geliyordu. Çamaşırhanenin pis sulan bize
doğru akıyordu. Bu da manzarama çirkinliğini örtecek
yerde büsbütün arttınyordu.
Rüzgârda bile kötü bir koku vardı. Ama işte nihayet
Dedemin aradığı o huzur dolu sessizliği bulmuştuk. Yere
oturup çizmelerini çoraplarını çıkardı. Pantolonunun pa-
çalannı dizlerine kadar kıvırdı, ıslak kumlan geçip pis
sulara ayaklarım soktu. Kurşunî renkli sulann Dedemin
iri kemikli zayıf bileklerini yalayışmı seyrettim. Sonra
ben de kendi pabuçlanmı ve çoraplanmı çıkardım. Dede
min ayak izlerinden yürüyüp onun yanına gittim.
Biraz sonra Dedem şapkasını; o harikûlâde şapkasını
çıkardı. Oysa ben Dedemi hep bu şapkayla görmeye alış
— 152 —
Yegll Yıllar — F ; 11
— 162 —
de bir meteliği bile yok. Herkes onu iter kakar, söver sa
yar. Körkütük sarhoş olmuş ha. Son zamanlarda ona ya
pılan muameleyi düşündükçe ümitsiz, çaresiz kalıp çok
korkunç birçey yapmasa bari diyorum.» Hannah Ana ağ
lamaya başladı.
Murdoch, haklı çıkmıştı. Kate, hemen annesinin ya
nına gidip onu yatıştırmaya çalıştı. Tehdit dolu bir sesle
de; «Baba, gerçekten birşeyler yapmalısmız. Cebinde hiç
parası olmad^ma göre buradan fazla uzakl^ısamaz.»
Baha’nın da yüzünden düşen bin parçaydı. «Ondan
sonra komşuların diline düşelim ha... Şimdiye kadar kat
landığımız sıkıntı yetmiyor mu?» Masadan kalktı. «Ya
nımda çahşanlara söyledim. Kasabada dolaşırlarken göz
lerini dört açıp etrafı kolaçan edecekler. Benden bu ka
dar, Başka bir şey yapamam.»
Babanın yanında çalışanlar Archibald Jupp adında
zayıf bir yardımeıyla şişko bir tembel oğlandan ibaretti.
Jupp günün birinde Baha’nın yerine geçmek istediği içüı
çalışmaya oraya buraya koşuşturmaya pek hevesli görü
nüyordu. Şişko oğlan o kadar ağır yürüdü ki, dökümha
nede ve kasabada ona ‘Yıldırım Haberci’ adını takmış
lardı. Gerçi sonradan yanüdığım meydana çıktı ama ben
bu ikisinin ortaklaşa bir iş yapabileceklerine hiç ihtimal
vermiyordum. Dedemin son günlerdeki ümitsiz çaresiz gö
rünüşünü de hatırlayınca adamakıllı korkmaya başladım.
Ertesi sabah; Dede mede yok, bir iz bile yok. Evi
üzüntü ve kuşku dolu bir hava bürümüştü. Öğleyin hâlâ
bir haber çıkmayınca Baba elini masaya vurdu. Önemli bir
açıklama yapan bir kimse gibi kararh bir sesle; «Adam’a
telgraf çekilsin,» dedi.
Evet, evet. Adam çağnimah; bu en iyi ve en akla
uygun çareydi. Fakat bir telgraf... Ev içinde adı bile pek
duyulmamış olan bu ölüm kokan haberci korkunç bir so
nun kehanetini yapıyordu sanki. Hannah Ana, Mur
doch’un yardım isteğini reddetti, şapkasmı başına geçirip,
başı bir yana eğilmiş bir halde hızh hızh Drumbuck Pos
tanesine telgraf çekmeye gitti. Bir saat içinde telgrafa
— 163 —
B tR ÎN C ! B Ö LÜ M
Tegil Yıllar — F : 12
— 178 —
Yeşil Yıllar — F ; 13
— 194 —
«*'T.''zr;“S”«ssîS£
Yeşil Yıllar — F : 14
— 210 —
meden işi iyice öğrenirsin. Her zaman da çok iyi para ka-
Evin geçimine de yardımın olacak. Bu şartlar
altmda senin için en doğru yol bu olmayacak mı?»
Anlaşılmaz birşeyler mırıldandım. Mühendis olmak
istemiyordum. Hele başlangıçtaki o üç yıUık çıraklık d e r e
sine dayanabileceğimi de pek aküm kesmiyordu. Baba
haklı olsa bile, yüreğimi dağlayan o korkunç acıyı nıç hır
mantık kaidesi dindiremeza. ......................
Baba, ayağa kalktı. «Bu kararm .senin ıçm uzucu ol
duğunu biliyorum.» içini çekti. Odadan çıkarken^ omuzu
mu okşadı : «Mencilere seçme hakkı verilmez, oğlum.»
Başım önümde oturmuş kalmıştım. Baba, Dökümha
nede benim için gerekli her türlü hazırlığı yapnuştı besbel-
U — Hannah Ana'mn geçen gün Kate’e yazdığı haber de
herhalde buydu. O güzelim ümitlerimi, Alison ve Gavin le
yaptığım konuşmaları, hayalimde canlandırdığım o buda
laca manzarayı düşünürken burnumun içi sızladı, inledim.
Jül Sezar ve Napolyon gibi olmak istiyordum. Fakat
ben hâlâ bendim.
YEaöfiVCİ BÖLÜM
Yegil Y ıllar — F : 15
— 226 —
YeşU Yıllar — F : 16
— 242 —
BtBtNCt BÖLÜM
büjûik bir şans eseri ve son derece zevkli bir işdir.» Canon
^ c h e , tath tatlı bana baktı. «Seni boş vaitlerle oyalamak
istemiyorum. Fakir çocukları papaz yetiştirmek için ayrıl
mış bir para fonu var. Büyük bir fon değil bu. Tabii seçi
len papaz adaylarının sayısı da pek az. Fakat senin duru
mun başka. Ben Piskoposa mektup yazıp durumunu an
lattım. İstersen seni hemen aday seçecekler. Gelecek hafta
da Seminere gidebilirsin.»
Sessiz sedasız utanç içinde duruyordum. Canon Roc-
he’nin, bu teklife dört eUe sarılmamı beklediğini biliyor
dum. Zannedersem altı hafta önce böyle yapmam müm
kündü. Ama şimdi herşey değişmişti: bütün o ihtirasım,
hevesim tatsız bir kırgınlığa dönüşmüştü,
Canon gülümsedi: «Eee, hadi bakalım, buna ne diye
ceksin?»
Kelimeleri yutar gibi konuştum: «Özür dilerim. Bu işe
girmesem daha iyi.»
Yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Acele acele :
— «Peki ama Papazhk mertebesine erişmek istemi
yor musun?»
— «Bir zamanlar istiyordum ama şimdi istemiyo
rum.»
Bir sessizlik oldu. Canon Roche, benim ne durumda ol
duğumu galiba anlamıştı. Fakat canmın sıkıldığını belli
etmeyecek kadar da akıllıydı. Düşünceli ve inandmcı bir
ses tonuyla Tanrının hizmetine adanan yaşantımn insana
ne derece mutluluk verdiğini anlatmaya çalıştı. Geniş
ufuklardan sözetti. Kutsal Kilisenin sağladığı kültür ve
M gi edinme imkânlarını sıraladı. Vallodolid’de kendisinin
gittiği Koleji ve orada geçirdiği güzel günleri hatırlamıştı.
Tabii eğer istersem, ben de oraya gidebilirdim. İspanyada
ki o güzelim Seminer binalarını bana baUandıra ballandıra
anlattı. Hele eşsiz bir üzüm asmasından söz etti. Canon
Roche, öğleden sonraları bu asmanın altma yatıp kestirir
miş. Aynı zamanda asmadan ağzına düşen üzümleri de yi
yerek serinlermiş.
Bu sözlere kapılmak üzere olduğumu hissettim. Canon
— 262 —
“•
yıp kapıyı kapıyorum. Onu Kalın BagırsuK
"ir .
rıyle başbaşa bırakıyorum.
İKİNCİ BÖLÜM'
Yeşü Yıllar — p : 18
— 274 —
mak şimdi bana her zamankinden daha ağır bir iş gibi gel
di.
Aşağıya indim, Kapmın eşiğinde duran ziyaretçi, der
li toplu, orta yaşlı bir kadmdı. Koyu kurşuni elbise giy
miş, kurşuni eldivenler takmış, siyah şapkalı, siyah çan
talı yabancı bir kadındı. Sanki elleriyle hayatını kazam-
yormuş gibime geldi. Belki de evlerde çalışan bir gündelik
çi falandı. Ama pek de azametli bir görünüşü vardı ve işin
garibi benden daha sinirli görünüyordu. Lomond View’-
nun eşiğine gelebilmek için akşamın örtüsünün kasabayı
kaplamasını beklemişti anlaşılan.
— «Burası Bay Gow’uıı evi mi?»
Onun ürkekliğinden cesaret alarak kabaran yüreğim
gene eskisi gibi kabuğuna çekiliverdi. «Evet, kendisi bura
da oturuyor.»
Bir sessizlik. Kadının yüzü kızarmaya mı başlamıştı?
Yalnız sözlerini nasıl sürdüreceğini bilmediği belliydi. Be
ni dikkatle süzerek konuyu değiştirdi : «Siz onun oğlu
musunuz?»
—^ «Hayır... Pek sayılmam... bir akrabasıyım.» Ger
çek kişiliğimi ona açıklamaktan çekinmiştim ama bu me
selenin karanlık, ve nazik bir mesele olduğunu, kapı eşiğin
de bir çırpıda halledilemeyeceğini de sezinlemiştim. «Bir
dakikacık içeri buyurmaz mısmız?»
— «Teşekkür ederim, delikanlı.» Kadm, kibar görün
meye dikkat ediyordu. Benim peşimden salona geldi,
içersi loştu. Gaz lambasını yakmam gerektiğini düşün
düm. Kadm buyur edilmeden bir koltuğa yerleşti. Gözleri
ni bu soğuk tapınakta gezdiriyordu. Gördüklerinden mem
nun olduğu da belliydi.
— «Çok güzel. Eviniz çok güzel. Doğrusu pek şen bir
yer burası.»
Şaşırmış bir halde sessizce beklerken çekingenlik
duymadan gözlerini ‘Glen Hükümdan’mn tablosundan ayı
rıp bana çevirdi. Yüzümü dikkatle süzmeye başladı.
—■ «Yanılmıyorsam, siz onun oğlusunuz» dedi, hafif-
Y eşil Y ılla r — P ; 19
*Tabii kendisi bunu gizlemenizi tenbih etmiş ola
cak- yam sadakatinizi saygıyle karşılıyorum. Ken-
di0i
— «Eğe,, gelişinizin sebebini açıklamalı zahmetine
]jatiamrsanm^ diye mırıldandım.
rüld" galiba bunu size açıklamam gerekecek». Ge-
kiua kendini çarçabuk topladı. «Yalmz şunu iyi
r l namuslu bir dul kadınım. Zannedersem bu
açıklamaya yetecektir.»
Santasmı açtı, iki kâğıt çıkarıp bana uzattı,
f'® W tanesinde Dedemin el j'azısiBi tanımıştım.
Obu™ e ‘Evlenme Postası’ndan kesilip altı çizilmiş bir
ilâPöi.
«Saygı değer, yaşı kırkdört, esmer, orta boylu, şef-
kaj 1, sanatkâr ruhlu ve orta halli bir dul kadm, bu özel-
Ijklere uygjy, bir erkekle mektuplaşmak istiyor. Kendisi-
gitmesi derli toplu bir eve sahip olması ve iyi
I tercih sebebidir. Küçük bir aileden gelmesi sa-
verilir ve alımr. Postakutusu
■ : ye yazılması rica olunur.»
, ^ ^-bııştım. Dedemin mektubunu okumamın gereği
yoK t^K adiı, mektuptan sözetti.
, cevap aldım... Ama sizin... Yani Bay Gow’-
m, me ^ kadar güzeldi ki, önce onu görmek istedim.»
ağlamak gelmeseydi, kahkahadan kırılabi-
bir sesle cevap verdim. «Öyleyse onu kendi
gö 2 erinizle Madam. Doğru yukarı çıkın. En üst
kat a-, sagdg^„ birinci kapı.»
aldı, çantasına güzelce yerleştirdi ve bir
S ibi mahçup bir tavırla ayağa kalktı.
,. . *^^Inız bana bir şeyi açıklamanızı rica edeceğim.
Keü ısı yoksa sarışın mı? ilk kocam esmerdi,
onün ıÇin değişiklik olsun istedim...»
^ elimi sallayarak : «Evet, evet» diye söylen-
dini. ®*'ışiııdır. Ama siz yukarı çıkın da kendi gözleriniz
le ^U karı çıkın.»
ed ^ükarı çıktı. Ben de onun şaşkınlığa uğradığını
belü ecele sesleri beklemeye koyuldum. Ama hiç bir ses
— Z 9 İ—^
B E ŞÎN C İ BÖLÜM
Yeşil Y ıllar — F : 20
nlm adan sert bir sesle: «Gelecek cumartesi bize yemeğe
gel» dedi.
— «Teşekkürler.» Geri dönmüştüm. Dudaklarım kı
sılmıştı. Bembeyaz kesilmiştim. «Senin için birşey farket-
mezse, ben gelmemeyi tercih ederim.»
Jamie bir saniye kadar sessizce durdu, sonra yürüdü.
Jamie’ye müthiş kızmıştım ama asıl kendime kızmıştım.
Jamie’nin haklı olduğunu biliyordum. Orada som urtup du
rurken yandaki tezgâhta çalışan Galt yanıma geldi.
— ^ «Herifçioğlunun sana kök söktürdüğünü gördüm.
Bu herife biraz fazla yüz verdiler gibim e geliyor.»
Galt, ne tür olursa olsun, otoriteye karşı gelmeye her
dakika hazırdı. Onun bana bu şekilde yaklaşmasında da
acemi bir işçinin kendisi gibi bir acemiye yaklaşmasını
sezinlemiştim. Birkaç gündür traş olmamıştı. Pek iğrenç
bir görünüşü vardı. Kendimi tutamadım.
— ^ «Am an, kes sesini.»
Kırgın bir halde geri çekildi: «Canım sen de bu işi bu
kadar büyütmeyiver. Bir daha sana iyi davranacak olur
sam, iyice düşünmeden yapmayacağım bunu.»
îşim e devam ettim. Bundan sonraki günlerde daha
başarılı olm aya çahştım. Fakat herşey aksi gidiyordu.
Aletlerimi kullanırken pek dikkatsiz davranıyordum. So
ğuk bir keskiyle baş parmağımı kesmiştim. Y a ra mikrop
aldı, apse yaptı. Haminnem, labayla apsejû indirmeye ça
lıştı. Jamie’nin huzursuz bir halde sık sık bana baktığım
hissediyordum. Anlaşılan benimle konuşmak istiyordu.
Nihayet : «Elinin hali pek berbat» dedi. «B ir türlü
iyileşmiyor galiba.»
Soğuk soğuk : «Önemli bir şey değil» dedim. «Sadece
basit bir sıyrık.»
Bu bir türlü geçm eyen yaranm verdiği acı bayağı h o
şuma gidiyordu. Kış günlerinin kasvetli gökyüzü gibi be
nim de kafamın içi kapkaranlıktı. Alison, A rdfillan’a g it
mişti. Benim sık sık yazdığım o ateşli mektuplara hiç ak
satmadan cevap gönderiyordu ama mektupları hiç bir za
man uzun olmuyordu. Postacı ondan mektup getir
diği zaman yüreğim ağzıma gelir gibi oluyordu. Mektubu
alıp odama gidiyor, kapıyı içerden kilitledikten sonra tit
reyen parmaklarımla zarfı açıyordum. Alison’un el yazısı
iri ve yuvarlaktı. Bir satıra ancak üç dört kelime sığdıra-
biliyordu. Meraklı gözlerim, iki sayfayı çarçabuk okuyu-
veriyordu. Alison, harıl harıl iki yeni şarkıya çalışıyordu.
Bunlardan birincisi Schubert’in «Standchen»i, öbürü de
Schumann’ın «W idm ung»uydu. Annesi ve Louisa’yla bera
ber Ardfillan’daki özel havuzda paten kaym aya gitm işler
di. Dr. Thomas, bir kez onları ziyaret etmişti. Bay Reid iki
kez uğramıştı. Herkes, Yeniden Buluşma Balosunu sabır
sızlıkla bekliyordu. Acaba bu baloya gelmeye gayret ede
mez m iydim ? Mektubu defalarca ama defalarca baştan
sona kadar okudum. Benim özlemini duyduğum kelimeler
bu mektupta yer almamıştı. Hemen oturup cevabımı yaz
maya koyuldum. Ona içimi dökmem gerekti.
Noel’den bir hafta kadar önce, yemek paydosunda
Lewis bana yaklaştı.
— «Bak ne diyeceğim, Shannon. Gelecek cumartesiye
Ardfillan’da dansh toplantı var. H iç de kötü olmasa ge
rek. İstersen birlikte gideriz.»
Vurdumduymaz görünmek içn bir lokma ekmekle
peynir attım ağzıma. «Maalesef ben dansetmesini pek bil
mem.»
— «Canım boş v er... Kızlarla oturursun sen de. Ben
genellikle öyle yapıyorum .»
— «Gidebileceğimi sanmıyorum.»
îy i niyetli, dostça tavrıyle beni kandırmaya çalıştı.
«Bak gerçekten önemli bir olay bu. St. Bride’ın Buluşması.
Pek çok güzel kız gelecek. B üfe de mükemmel olacak. B a
na birkaç bilet gönderilmesini sağladım. Gerçekten gelme
lisin bu dansa.»
Duygularımı açığa vurmamak konusundaki kararlılı
ğıma rağmen dayanılmaz bir duygululuk benliğimi sarm ^-
tı. Giyecek elbisem de yoktu. Dausedemiyordum. Benim
gitmem imkânsızdı. Lew is’in sevimli ve dostça tavırları,
iyi niyetle beni kandırmaya çalışması, hepsinden önemlisi
dansh toplantıya hayatın diğer güzel şeyleri gibi önem
vermemesi benim üzerimde çok k ötü bir etki yaratm ıştı;
— 308 —
«Hepsine lanet olsun... Beni rahat bırakam az n usm ?»
L ew is şaşkın şaşkın bana baktı sonra om uzlarını sil
kip yanımdan asnuldı. H em en kendimden utanmıştım. Bü
tün gün de gözlerim i m akineden h iç ayırm adım . îçim buz
gibi olmuş, âdeta hastalanmıştım.
Cumartesi akşamı, beşte A rdfillan ’a hareket eden
işçi trenine bindim. Bir kaç saat, kış fırtınasıyle süprülen
boş sokaklarda dolaştım durdum. B oş ıssız meydanındaki
bando yerinde paltom un yakasını kaldırmış dururken Ga
v in ’in hayali karanlığın içinden gözlerim in önünde beliri
verdi... îş te burada panayırda birbirimizden hâlâ ayrıl
m am aya yemin etmiştik. H em de çok kısa bir süre ön ce...
O ysa sanki bir h ayat boyu önce gibi geliyordu. Şimdi Ga
vin yoktu, ben ise ümit ve cesaretle dopdolu dünyayı fe t
hetm eye karar verdiğim iz o kutsal yerde yapayalnız duru
yordum.
Saat sekize doğru Belediye Binasınm yolunu tuttum.
D ansa gelen önemli kişileri görm ek için binanın önünde
toplanan k alaba lıp n arasına kanştım . Bir güzel yağm ur
atıştırm aya başladı. Hemen biraz sonra da arabalar ve
m otorlar gelm eye başladı.
Çoğunluğunu hizm etçilerin m eydana g e tir d ip m erak
lı gruplarm ın arasına gizlenip konukların Belediye Binası
na gelişlerini m erakla seyrettim . H epsi de gülümseyen,
mutlu görünüşlü kimselerdi. Kadınlar tuvalet py m işlerd i,
erkekler kuyruklu ceketler, v e beyaz kravatlarla pek şık
tılar. Levvis’in de içeri p r d iğ in i gördüm , ik i dirhem bir çe
kirdekti. B ir saniye sonra da R eid’in toplu vücudunun
m erdivenlerden y u k a n telâşla çıktığını hayretle gördüm.
N ihayet, kısa bir beklemeden son ra A lison ile annesi de
göründüler. Louisa v e Bayan M arshall’ın da bulunduğu ka
labalık bir davetli gru bu yla beraberdiler. A lison ’u bem be
yaz elbisesiyle, sevinç v e heyecandan parlayan masum
yüzüyle görü nce kalbim duracakm ış p b i oldu. Louisa’yla
konuşurken gözleri parıl p a n l parlıyordu. A lison binaya
g irip gözden kaybolunca, orkestram n sesi kulağım a geldi.
Kalbim göğsüm ün içinde paralanacak g ibi oldu. Ellerimi
ceplerim e sokup yum ruklarım ı sıktım, v e hızlı adımlarla
oradan uzaklaştım. K ırkbeş dakika tren beklemek zorun
daydım . istasyon a yakın süfli bir sokakta, alamünit y iye
cek satan bir dükkâna girdim . Ö ğle yem eğinden beri ağzı
ma birşey koym am ıştım . Kendime iki penni’lik patates kı
zartm ası ısmarladım. O küçücük karanlık dükkânda tah
ta sıralardan birine iki büklüm oturm uş önüme konan ta
baktaki patatesleri elimle sirkeye banıp ağzım a atıyor
dum. K eşke sarh oş olabilseydim. Ijüce adileşebilseydim.
Pazartesi sabahı D öküm hanede makine dairesine g i
derken Lew is ile karşılaştım . Birdenbire durup ona g ü
lümsemek geldi içimden. A m a öyle özür dilemek istercesi
ne değil de, zamane insanının pervasızlığıyle yapm ak isti
yordum bunu.
— «H ey, buraya bak, ahbap» dedim, «G eçen h afta
kaba davrandığım için üzgünüm. Cumartesi gecesi iyi eğ
lendiniz m i?»
Kuşkulu kuşkulu cevap verdi : «E h, işte eğlendik sa-
yıhr.»
Gülüm semeye devam ettim ; «M esele şu. Bir hanımla,
yani W in ton ’da tanıştığım genç bir dulla önem li bir ran
devum vardı. Beni zorla bu randevudan vazgeçireceksin
diye sana karşı sert davrandım .»
Levvis’in yüz hatları yum uşadı: «U lan eşşek, bunu ni
ye vaktinde açıklam adın?»
Güldüm. B ilgiç bilgiç başım ı salladım.
— «A h , seni talihli şeytan seni.» K ıskanç bakışlarla
beni süzdü. «A rdfillan ’da böyle şeyler yok ki. H erkes g a
yet derli toplu ve namuslu. Gelmemekle akılhlık ettin.»
Bu âdi yalan o an için beni neşelendirmişti. A m a çok
geçm eden de içim i b ir tiksinti kapladı. H er zamankinden
daha fazla içine kapanık oldum. A rtık kim selerle konuş
muyordum. Yalnızlığı bir m eziyet saym aya başlamıştım.
K ate beni evine çağırdığı zamanlar da hep bir bahane u y
duruyordum . R eid’i g a y et az görüyordum . B ir karşılaş
mamızda bana bakıp tu h a f tu h af gülüm seyerek şöyle
dedi : «B en senin iyiliğin için elimden geleni yapıyorum ,
Shannon.»
— ^ «N e bak ım dan ?» diye sordum.
— «Seni kendi haline bırakıyorum.»
Yürüdüm geçtim. Söyleyecek söz bulamamıştım. Ölü
gibi yorgundum ve herşeyden bıkmıştım. Garip değil mi,
bu arada güvendiğim, anlayış beklediğim tek insan da Ha
minneydi. Belki de onun kaya gibi sağlam oluşuna kapıl
mıştım. Oysa Dedem, rüzgâra kapılmış bir saman çöpün
den başka birşey değildi. Onu belirli bir yere bağlayacak
köklerden yoksundu. Haminnem, ailesinin çok derinlere
inen köklerinden güç ahyordu. Geceleri geç saatlere kadar
mutfakta oturup onunla gevezelik ediyordum. Haminnem
bana gençlik günlerinin anılarmı anlatırdı hep. Babasının
Ayrshire’daki çiftliğinden, orada nasıl peynir yapıldığın
dan, tarlalarda çalışan işçilere fırından taze çıkmış ekmek
leri nasıl dağıttıklarından, patates toplayıcılarmı nasıl
seyrettiklerinden söz ederdi. Yavaş yavaş onun çiftlikteki
günlerinden kalma alışkanlıklarını da sezinlemeye başla
mıştım. Örneğin çorbasından bezelye tanelerini ayınp da
ha sonra biber ve tuz ekerek bunları yediğim görmüştüm.
Köylülere özgü inanç ve deyişleri de hiç unutmamıştı. Bun
lan her fırsatta kullamyordu. Otlarla ilâç kaynatmaya da
hâlâ pek düşkündü. Aileyle ilgili tarihleri aklında tutmuş
tu. Dantel tığıyle hâlâ son derece değişik ve gübel dantel
örnekleri işleyebiliyordu. Başlıklanm ve elbiselerinin kol-
lanyle yakalannı bu güzel dantel örneklerle .süslemeyi âdet
eduımişti. Bu da ona bir yenilik, gençlik veriyordu. Ha
minnem bana durmadan onun ailesinde herkesin uzun
ömürlü olduğunu, annesinin doksanaltı yaşına kadar sa
pasağlam yaşadığım tekrarlardı. Kendisi de aile rekorunu
sürdüreceğine inanıyordu. Sık sık da içini çekerek De
demle arkadaşı Bayan Minns’tn çarçabuk yaşlanıp buna
ma derecesine varmalarından yakınıyordu.
ALTINCI BÖLÜM
Y eşil Y ıllar — F : 21
kolumu sıktı : «Sen efendi bir insansın.»
E v e yürüdüm. U tanç ve öfke içindeydim. Beynim d ö
nüyordu. Beni yönetecek bir prensip ararken insanlarm
kardeşçe geçinm eleri fikrine yönelm iş, toplantılara katıl
mış, broşürleri incelemiş, ‘acı çeken insanlığı’ ince ince
düşünm eye koyulm uştum. Biz çalışan insanlar, m üttefik
tik ve düşman gökyüzünün altında hep beraber yürüyor
duk. Zavallı fakirlerin soylu duygularını h iç kimse Galt
kadar güzel savunamazdı. Am a onun fakirliği de kendisi
nin istikrarsızlığından v e tem belliğinden doğm uştu. Şim
di ise eline geçen fırsattan yararlanıp beni alet ederek soy
luluğunu ispatlam ak hevesindeydi. '
Y E D iN C * BÖLÜM
Yeşil Yıllar — F : 22
— 338 —
DOKUZUNCÜ BÖLÜM
ONUNCU BÖLÜM
«N erey e g id iy o rs u n ?»
B aba, im dadım a yetişti: «H âlâ kendine gelem edi. B el
ki de cenazede fark etm işsin izdir... Pekâlâ, R ob ert, biz sana
izin v eriy oru z.»
— «O tu r şuraya, delikanlı.» M cK ellar, içkisinden bir
yudum aldı. « Y a rı yolda h erşeyi bıra k ıp gitm ek, ih tiyar
adam a saygısızlık olur. E ğ e r ona karşı en küçük bir sev
g in ve saygın varsa, ki bu evde yalnız senin o zavallıya
karşı b öy le bir duygu beslediğini tahm in ediyorum , ben
işim i bitirin ceye kadar bu rada oturup beklem ek zahm eti
ne katlanırsın.»
Şaşkın bir halde iskem lem e çöktüm . B a y M cK ellar,
benim le h iç böy le konuşm am ıştı. Bu davran ışı bana hem
dokundu, hem de iy ice küçük düştüğüm ü hissettirdi.
A d a m sert bir sesle: «Ö yley se şu işi bitirelim ,» dedi.
— «N a sıl isterseniz. B a y M cK ellar, yan cebinden ba
zı k â ğ ıtla r çıkardı. «îş te poliçe burada. N um arası 57430.
A lexa n d er Gk>w adına düzenlenm iş. İşte vasiyetnam e de
burada. Başından son u na kadar ok u ya ca ğım .»
A vu ka tın bu yavaşlığı A d a m ’ın canını sıkm aya b a ş
lam ıştı. «Canım ne g ereğ i var bu n un ? B ütün bu saçm ala
rı tekrarlam anın g ereğ i v a r m ı? P oliçey i hazırladığınız za
man ben de bürodaydım . Bunun hazırlanışm a tanıklık et
tim v e başından sonuna kadar da ezbere biliyoru m .»
B a y M cK ellar, şaşırm ış gibi görü n d ü : «B aşından s o
nuna k ada r okursam , usule u ygu n h arek et etm iş oluruz.
B ir saniyeden fazla sürm ez.»
Baba, h av ay ı y atıştırm aya çalıştı: «E lb ette.»
M cK ellar, gözlüklerini taktı v e ağır, g ü r bir sesle v a
siyetnam eyi oku m aya başladı. Bu kısa ve g a y et kısa y a
zılm ış bir vasiyetnam eydi. D edem h er şeyin i H annah A n a ’
y a bırakm ıştı. Onun ölüm ü halinde de varı y oğ u B abaya
kalıyordu .
Baba, rah at bir soluk a ldı: «E h , işte böyle olm ası
gerek irdi zaten. Şim di bizi yolum uzdan alıkoyacak bir en
gel kalm ıyor dem ektir.»
— «D u ru n .» M cK ellar, telâşla ba ğırdı ve aynı zam an
da yum ruğunu m asaya indirdi. Bu beklenm edik çıkışı iz
leyen sessizlik süresince de alaycı bir gülüm sem eyle çev
resine bakındı. Elindeki kâğıdı avucunun içinde sıkıp bu
ruşturdu. K um ral kaşları çatılm ıştı. Gözlerinde zalim ve
alaycı bir bakış vardı. N ihayet sırrını açığa vurm aya hak
kazanmış birine benziyordum .
Gözleri tekrar beni buldu ve hemen o zalim ifade,
yerini sevgi ve anlayışa bıraktı. «B u vasiyetnam eyi hü
kümsüz kılan daha yeni bir vasiyetnam e var,» dedi. «Y ir
m i Tem m uz 1910 tarihini taşıyor.»
Baba bir fe ry a t kopardı. A m a ben bunu pek duyam a
dım, O günü ne kadar iyi hatırlıyordum . M arshall sınavı
nı kaybettiğim ve G avin’in öldüğü gündü.
M cKellar, her kelim eye hakkını vere vere vasiyetna
m eyi okum aya başladı. E vet, her kelimeyle Baha’nın vücu
duna bir bıçak darbesi indiriyorm uş gibi zevklene zevklene
okuyordu.
«O gün yani 20 Temmuz günü Dandie Gow, yazıha
neme geldi. Ona Dandie diyorum çünkü, bütün kusurla
rına ve başarısızlıklarına rağm en, benim dostum olduğu
nu övünçle söyleyebilirim . Poliçenin işleminde bir deği
şiklik yapıp yapam ayacağım ı bana sordu. İkim iz uzun uza
dıya konuştuk. Bu konuşm am ızm sonunda da poliçeden
alacağı paranın her kuruşunun, tekrar ediyorum , her ku
ruşunun bu çocu ğa kalm asm ı kararlaştırdık. R obert
Shannon benim denetimimin altında bu parayla W inton
K olejinde tıp öğrenim i yapacak. Zaten poliçeden alınacak
paranın ona bırakılm asının da tek nedeni bu.»
Bir ölüm sessizliği oldu. Ben bem beyaz kesilmiştim.
Boğazım v e kalbim sıkışmış kalmıştı. D uyduklarım a üıa-
nam ıyordum bir türlü. Talihsizliklere öylesine alışmıştım
ki, karşım a çıkan bü şans ışığına da inanmak gelm iyordu
içimden. Belki de böyle yükselm e umuduyla kandırılacak
sonra da başım a hepsinden daha ağır bir darbe yiyip
iyice ezilecektim.
Baba, ağlam aklı bir sesle konuştu: «Beni zorla inan
dırm aya çalışm ayın,» dedi. «Dedenin böyle birşey yapm a
sı imkânsız. Buna hakkı yoktu.»
M cK ellar’m yüzündeki gülümseme daha da derinleş
— 349 —
ONBlBtNCt BÖLÜM