Professional Documents
Culture Documents
hazırlanmıştır.
TÜRKİYE'DE
BEŞ YIL
1
Çeviren
Örgün Uğurlu
Cumhuriyet GAZETESİNİN
OKURLARINA ARMAGANIDIR.
Mustafa Kemal Paşa, Liman von Sanders'in yerine
Yıldırım Orduları Komutanı atandığı sırada.
5
ÖN SÖZ
7
1
9
Ayrıntılar daha kararlaştırılmış değildir.
.
Bu makama getirilecek generalin bütün askeri konu
larda çok geniş yetkiyle donatılması düşünülmektedir. Ge
neral, bütün öteki Alman reformcuların başında buluna
cak ve söz konusu reformların Türk Ordusunda amacına
uygun biçimde gerçekleştirilmesinden sorumlu olacaktır.
Ayrıca, ilerideki savaşlarda yapılacak seferberlikler ve ha
rekatlar için de bu generalin önerileri temel alınacaktır.
Böyle bir makam için, Genelkurmay işlerinde dene
yimli, güçlü bir asker söz konusu olabilir. Son savaşta ko
mutanlarla kurmay subayların görevlerini birçok yerde
başaramadığı gözönünde tutulunca, generalin asıl görevi,
kurmay subayların iyi bir şekilde yetiştirilmesi olacaktır.
Bu nedenle, seçilecek generalin uzun süre Kolordu Kur
may Başkanı olarak çalışmış bulunması ve kolordunun
kurmay subay eylemlerini başarıyla yönetmiş olması ge
rekir. Ayrıca, emrindekilere dilediğini yaptırabilecek bir
kişilikte olması da gereklidir. Türkçe bilmesi ve Türkiye
hakkında bilgi sahibi olması gerekmemektedir.
Kanımca, bir Alman generalin bu işin başına getiril
mesi, Türk yenilgisinin sorumluluğunu Alman reform ma
kamlarına yıkmak isteyenleri ve bu makama İngiliz re
formcuların getirilmesi yolundaki çabaları da durdurabi
lir.(*)
Öneriyi geri çevirdiğimiz zaman, Biibıiili'nin gerek
duyduğu reformcuları başka devletlerden sağlaması teh
likesi vardır.
10
Bu önerilerin gizli tutulması rica olunur."
Önerilen görev, onurlu ve geniş bir çalışma gerektirdiği
için, zaman geçirmeden kabul ettiğimi Wangenheim' e bildir
dim. Türk hükümetiyle aylarca süren görüşmelerden sonra,
Askeri Kurul Sözleşmesi İstanbul 'da hazırlanarak en yüksek
Alman makamlarının incelenmesine sunuldu. 1 9 1 3 yılı Ka
sım ayında son biçimini aldı ve imparator tarafından bana bu
sözleşmeyi imzalama yetkisi verildi.
Askeri Kurulun görevi, kesin olarak askeri olacaktı. Bu
konu sözleşme metninde açıkça belirtilmişti. Pek çok çevrede
ve gazetelerde ileri sürülen, Askeri Kurulun politikayla da uğ
raşacağı yolundaki haberler gerçek dışıdır. Kurulun dışarıya
karşı böyle görünmesinin nedeni başkaydı. Askeri Kurulun
gönderilmesi, daha çok, Almanya'nın çok önceden başlamış
olan Türk politikasını destekleme kararına dayanıyordu. Bu ne
denle de her yanı saracak bir ateş manzarası gösteriyordu. Ger
çekte, görevi yalnızca Türk Ordusunda yapılacak yenilik ça
lışmaları olan Askeri Kurulun politikayla bir ilgisi yoktu.
Askeri Kurulun subay sayısı, anlaşmaya göre 42 olarak
sınırlandırılmıştı ve bunların çoğunluğunu yüzbaşı ve binba
şı rütbesinde olanlar oluşturuyordu.
Kasım ayının sonuna doğru İmparator tarafından kabul
edildim. İmparator, konuşmasında, aşağı-yukarı, bana şunla
rı söyledi:
"İş başında genç Türklerin ya da yaşlı Türklerin bu
lunması sizi ilgilendirmemelidir. Siz yalnız Türk Ordusu
ile ilgileneceksiniz. Türk subayları arasından politikayı çı
karıp atın. Politikayla ilgilenmek onların en büyük hata
ları olmuştur.
Siz İstanbul'da İngiliz Deniz Heyetinin başında bulu-
11
nan Amiral Limpus'la karşılaşacaksınız. Onunla iyi geçi
nin. O, donanma için çalışıyor, siz ordu için çalışacaksınız.
Her birinizin ayrı bir çalışma alanı olacaktır."
İmparator, Türk veliahtına selamlarını i letmemi rica etti
ve askeri tatbikat yaparken onu da davet etmem önerisinde bu
lundu.(*)
Bu iş, doğal olarak, velialıtın orduya ve dolayısıyla hal
ka karşı bir ilgi duymasına bağlıydı. İleride çok talihsiz bir so
nuca sürüklenen Vahdettin'in belirli görüş ve düşünceleri ol
madığı o zaman bilinmiyordu.
9 Aralıkta, hareketimizden az önce, İmparator beni ve ilk
gidecek subayları Postdam'daki yeni sarayında kabul etti. Kı
sa bir konuşma yaptı. Alman subayların yabancı ülkelerde
onur ve saygınlıklarını yüksek tutmalarını istedi, yalnız aske
ri görevlerle ilgilenmelerini bildirdi.
14 Aralık sabahı İ stanbul'a vardık. Sirkeci Garı'nda as
keri bando ile İ tfaiye Alayının bir tören bölüğü bizi karşıladı.
Bu alay, sonraları Çanakkale savaşlarında seçkin bir birlik ola
rak kendini gösterecektir.
Bizi karşılayanlar arasında birçok yüksek rütbeli Türk su
bayı ve özellikle çok değerli Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Pa
şa ve eskiden beri İ stanbul 'da bulunan Alman subayları vardı.
Ahmet İzzet Paşa' yı çok eskiden tanırdım. Almanya'da
Kastel 'de Hüsar Alayında staj ını yaparken tanışmıştık. Bu sta
j ını bitirip kurmaylık staj ına başladığı zaman, kurmay subay
olarak görev yaptığım alaya düşmüştü. Hepimizde şaşkınlık
uyandıran tek nokta, bizi karşılayanlar arasında Alman Sefa
retinden hiç kimsenin bulunmamasıydı. Kısa sürede öğrene-
12
cektik ki, lstanbul 'a gelişimiz sefirin kişisel çabalarıyla ger
çekleştiği halde, sefaret daha o andan başlayarak Askeri Ku
ruldan uzak durmaya çalışmıştı.
Sefaret -ilişkiyi çok açık olarak gösterecek olursa- Aske
ri Kurulun yabancı ülkelerde yarattığı büyük heyecanın, İstan
bul 'daki işleri zorlaştıracağına inanıyordu. Bu nedenle, bu ye
ni Alman kuruluşuna karşı çekingen davranmayı daha doğru
buluyordu.
Biz 14 Aralıkta -o zamanki Türk takvimine göre l Ara
lık- göreve başlamak zorunda olduğumuzdan, Ahmet İzzet
Paşa yla birlikte H arbiye Nezaretine gittik. O günkü işimiz,
'
13
1919 yılı ilkbaharında, düşünce olarak ılımlı ve kanun
suz bir iş yapmaktan çekinen bu saygın Türk paşasının İttihat
çılarla birlikte tutuklanması anlaşılır gibi değil.(*) Bu paşa,
Dünya Savaşı sırasında Türkiye'de bulunan dost olmayan ya
bancı devletlerin yurttaşlarını tam anlamıyla korumuştur.
Öteki nazırlar arasında Dahiliye N azm Talat, her bakım
dan önde gelen insanlardan biriydi. Kendisiyle görüşenler
üzerinde sevimli ve unutulmaz etki bırakan bir kişiliği vardı.
Enver, albaydı ve bir kolordunun kurmay başkanlığını ya
pıyordu. O sırada adını unuttuğum bir hastalıktan tedavi gö
rüyordu. .
Sonraları Türkiye 'yi yönetenler arasında üçüncü sıraya
geçen Cemal Paşa'yı ise, İstanbul 'a varışımın i lk haftasında
l . Kolordu Komutanlığını kendisinden aldığım zaman tanıdım.
Dış görünüşüyle bir Garibaldi havası taşıyan bu paşanın, kuş
kusuz büyük bir zekası vardı. Bende, amacını ve düşüncesini
başkalarına açıklamaktan çekinen bir insan izlenimi uyandır
dı. Onun için ben de kendisinden her zaman uzak durdum.
1. Kolordu Komutanlığının devir teslim işi Askeri Ku
rul Sözleşmesine uygun şekilde yapıldı. Bu sorun, Ekim ayın
da Almanya'da söz konusu olduğu zaman, günün savaş koşul
larına uygun olarak Türk subaylarıyla birlikte, onların başkent
lerinde böyle bir kurulun oluşturulmasını yararlı bulmuştum.
Böyle bir kumandanlığı üzerime almamın politik çekiş-
14
melere yol açacağını aklıma bile getirmemiştim. Bu birliğin
kumandasını üzerime almamın sonucu şu oldu ki, sözleşme
de yazılı subay sayısından fazla tek subay, hatta tek er bile Tür
kiye 'ye gelmedi. B enden önce Türkiye'ye gelen Alman re
formcuların raporlarını okumuştum. Bunlar, Türk ordusuna
yeteri kadar kanşılamadığından yakınırlar. Aynca öteki kay
naklarda da Türk ordusunda uygulamadan çok kurama önem
verildiğini okumuştum. Kararımı verirken Alman ilkelerine
dayanıyor ve kişisel etkimle birliklerin yetiştirilmesini en kı
sa yoldan gerçekleştireceğime inanıyordum.
Sözleşme son şeklini aldıktan ve Türkler tarafından da
kabul edildikten sonra Alman Hariciye Nazırı von Jagow,
birkaç kere dikkatimi çekmiş ve İstanbul 'da bir kolordu ku
mandanlığını kabul etmenin Ruslar tarafından itirazla karşı
lanmasının söz konusu olduğunu söylemişti. Von Jagow' un
düşüncesine göre, Askeri Kurulun başkanlığı ile birlikte Edir
ne'de bulunan 2. Kolordu Kumandanlığını da üzerime al
mam daha doğru olacaktı.
Fakat şimdi böyle bir değişiklik yapmak mümkün değil
di. Çünkü Askeri Kurulun merkezi İstanbul 'da idi ve ben bu
rada bulunmak zorundaydım. Edirne ise, İstanbul 'dan trenle
12 saatlik bir uzaklıkta bulunuyordu. Buradaki kolordu ku
mandanlığını üzerime almam yararlı bir görev olmazdı. Ger
çekte, sözleşmede, Rus baskısı sonucu bir değişiklik yapılma
sından da yana değildim.
Bugün bile düşündüğüm zaman İstanbul 'daki bu kolordu
kumandanlığını üzerime almadan ıslahat hareketlerinin olama
yacağı düşüncesini korumaktayım. Bununla birlikte, bu ku
manda makamında ancak birkaç hafta kalmak kaçınılmazmış.
Rus Sefiri Giers, İngiliz ve Fransız sefirlerinin de olu-
15
runu alarak Sadrazama sert bir girişimde bulundu. Rus sefi
ri, İstanbul'un en önemli bir kumanda makamına bir Alınan
generalin atanmasının doğru olmayacağını bildirdi. Sadrazam
Sait Halim Paşa, bu işin Osmanlı Devleti 'nin iç işi olduğu
nu ve kumanda makamına istediği kimseyi atayabileceğini
bildirdi.
Bu karşılık üzerine bile Rus girişimleri durmadı.Prens
Lichnowsk'nin 1 9 13 yılı Aralık ayında Petersburg'da İngi
liz Hariciye Nazırı Sir Edward Grey' le yaptığı bir görüşme
sonunda, olayın yarattığı büyük heyecan, Petersburg 'tan Lond
ra 'ya sıçradı.
Baron Wangenheim, bu arada izinli olarak Almanya'ya
gitmişti. Yerine Sefaret Müsteşarı von Mutius bakıyordu.
Noel ile yeni yıl arasındaki günlerde müsteşar, Hariciye Na
zırı von Jagow'dan aldığı emir üzerine, bana ya 1. Kolordu
Kumandanlığından vazgeçmemi ya da Edirne 'deki 2. Kolor
du Kumandanlığını kabul etmemi bildirdi.
Bu önerinin birincisini istemiyordum, ikincisini ise ya
pamazdım. Bu nedenle, vqn Mutius' a şu karşılığı verdim:
"Eğer siyasal nedenlerden dolayı bu işte boyun eğmek ge
rekiyorsa, en uygun çözüm yolu benim Almanya 'ya geri
çağrılmamdır."
Yabancı ülkelerin bu isteklerine karşı koyma çözümünü
yine İmparator buldu. 14 Ocak 1 9 14 'te beni bir üst rütb eye ter
fi ettirerek süvari generali yaptı (orgeneral) . Sözleşmeye gö
re, Türkler de rütbemin bir derece daha yukarısını vermek zo
runda olduklarından, rütbemi 'mareşal' liğe yükseltiler ve bu
nedenle de kendiliğinden kolordu kumandanhğmdan ayrıl
dım, ordu müfettişi oldum. Her ne kadar, bu yeni görev, ben
ce bir anlam taşımıyordu ise de; çünkü sözleşme gereğince As-
16
keri Kurul Başkanı olarak, gerçekte her birlik ve askeri ma
kamı denetleme yetkim vardı.
Birkaç haftalık kolordu kumandanlı ğını sırasında birlik
lerin iç işlerine bir dereceye kadar girebilmiş ve durumun hiç
de iç açıcı olmadığını görmüştüm. Bütün subaylarda ruhsal bir
bezginlik göze çarpıyordu.
Ahmet İzzet Paşa, As
1 9 14 ' ün Ocak ayı içinde bir gün,
keri Kurulun da bir bölümünde çalıştığı Harbiye Nezaretine
gelmedi ve hasta olduğu haberini aldım. Ertesi sabah Ahmet
İzzet Paşa 'yı konağında ziyaret ettim ve kendisinin istifaya
zorlandığını öğrendim. Bu akı llı ve her alanda bilgili insanla
birlikte çalışma olanağını yitirdiğimden dolayı çok üzüldüm.
Ertesi gün, akşam üzeri Harbiye N azırlığına atanan En
ver, Nezaretindeki odamda beni ziyarete geldi. Ben o zama
na kadar Enver'i bir kere, o da Almanya'da bir manevra sıra
sında görmüştüm.
Üzerinde paşa ( general) üniforması bulunan Enver, ba
na Harbiye Nazırlığına atandığını bildirdi.
Padişahın bile meğer bu atamadan haberi yokmuş . . . Sa
bah odasında gazete okurken Enver'in H arbiye Nezaretine
atandığını bildiren haberi görmüş ve gazete elinden yere düş
müş. Orada bulunan yaverlerinden birine, "Bu gazete En
ver'in Harbiye Nazın olduğunu yazıyor. Bu nasıl olur, En
ver henüz çok genç değil mi?" diye hayretini dile getirmiş.
Bu haberi, olayı n biricik tanığı olan yaverden duyduk. Gene
ralliğe yükselen Harbiye N azırı Enver de, birkaç saat sonra
padişahı ziyarete gelmiş.
Enver, bu yeni ve yüksek makama büyük bir hızla yer
leşti. Ordudaki sınıf arkadaşları , Enver'in kendilerini tanı
mak istemediğinden ve yanına yaklaşılamadığından yakın-
17
maya başladılar. Hele l 9 14 ilkbaharında Saraydan bir pren
sesle evlenince, kendisine prens havası vermeye başladı.
Enver'in nasıl olup da bu makamlara yükselebildiğini dü
şündüğümüz zaman, padişahın İttihat ve Terakki Komitesi
karşısında ne kadar güçsüz durumda bulunduğunu anlamış
oluruz.
Benim için komite, her zaman, bir giz perdesine bürün
müş gibi göründü. Bu komitenin kaç üyeden oluştuğunu, bi
linen birkaç ' baş ' tan başka içinde daha kimlerin bulunduğu
nu öğrenmek mümkün olmamıştır. Zamanla öğrendim ki, ko
miteye giren bir subay aleyhinde herhangi bir konuda hareke
te geçmek, tam olarak sonuçsuz kalmaya mahkum bir iştir.
Enver'in yüksek makama geçtikten sonra yaptığı ilk iş,
politika alanında kendisine rakip gördüğü Türk subaylarını or
dudan ayırmak oldu. Ocak 19 14'te Enver, 1 100 subayı birden
emekliye ayırdı.
Sözleşme, Askeri Kurul Başkanına, yüksek komuta
makamına getirilecekler konusunda görüş bildirme hakkını ve
riyordu. Bunu yapabilmek için, bu makamdakileri şahsen ta
nımam gerekiyordu. Fakat hiç olmazsa bu atamalar konusun
da bana önceden bilgi verilmesi gerekirdi. Bu nedenle En
ver' e, subayları kitle olarak emekliye ayırmasının gerekçesi
ni sordum. Bana verdiği karşılıkta, bunların Balkan Savaşı sı
rasında görevlerini yapamadıklarını, yeteneksiz ve yaşlı kim
seler olduklarını bildirdi. Bu, kendi görüşüne göre söylenmiş
bir sözdü ve gerçeklere de pek uygun düşmüyordu.
Sonradan öğrendik ki, birçok subay da tutuklanarak Har
biye Nezaretinin bodrumlarına tıkılmıştı. Bunlar, dışarıda
kalırlarsa kendi uygulamalarına karşı harekete geçeceklerin
den kuşku duyduğu subaylardı. Askeri Kurula bu gibi konu-
18
larda hiçbir bilgi verilmiyordu. Ayrıca üzüntü uyandıran bir
nokta da, bu sırada ülkede askeri ve siyasi bir bunalımın baş
gö stermiş olmasıydı.
Olayları yalnız dıştan gören ve içeride olanlardan habe
ri olmayan bazı çevrelerin bu işlere Alman Askeri Kurulu
nun da karışmış bulunduğunu sanması yadırganamaz.
Vilayetlerde de bazı subaylar tutuklanmıştı. Bu sırada,
Anadolu'daki bir şehir hapishanesinden bir mektup aldım.
Kendisini tanımadığım Arap asıllı bir Kurmay Y arbay olan bu
tutuklu, güvendiği bir arkadaşı aracılığıyla mektubunu bana
ulaştırabilmişti. Yazdığına göre, bir sabah bürosunda ot urur
ken, Enver tarafından verilen bir emirle, gerekçe gösterilmek
sizin tutuklanmış ve hapishaneye gönderilmişti. Benden yar
dım rica ediyor, durumuy la ilgilenmezsem bir gün ortadan
kaybolacağından korkuyordu.
Mektubu elimle Enver'e verdim, bu konuda bilgi rica et
tim. Enver, bu işten haberi yokmuş gibi davranıyordu. Olayı
araştıracağını söyledi. Bana gönderilen mektubun bir eşini de
Alman sefiri almıştı. Sefir, bu olayda benim izlediğim yolu
öğrenince hayretler içinde kaldı. Ama bu olayla, hiç değilse,
subayın sorgusunun yapıldığı ve duruşmanın normal mahke
mede görüleceği bana bildirildi.
Enver,
bir süre sonra, Türk Ordusunda o zamana ka
Yüksek Askeri Şurayı ortadan kaldırdı. Alman
dar var olan
Askeri Kurul sözleşmesinde benim de Şuranın üyesi oldu
ğum açıkça yazılıydı . Bu en yüksek askeri kurumun kaldırıl
ması konusunda ne bana ve ne de öteki üyelere bilgi verme
ye, b ildirimde bulunmaya gerek görülmedi. Bunları raslantı
olarak öğreniyorduk.
Bir süre sonra Enver'le aramızda çatışmalar başladı. Çün-
19
kü benim askeri görevim ve yetkilerim konusunda değişik gö
rüşlerimiz vardı. O günlerde ortaya çıkan bir sorunu, bu ko
nuda bir örnek olarak anlatacağım:
Çorlu'da bulunan 8. Tümeni denetledim. Tümenin duru
mu yürekler acısıydı. Subaylar 6-8 aydan beri maaş alamamış
lardı ve aileleriyle birlikte erlerin karavanasından karınlarını
doyurmak zorunda kalıyorlardı. Erler, günlerden, aylardan
hatta yıllardan beri maaş yüzü görmemişlerdi . Çok kötü bes
leniyorlardı ve üstlerinde yırtık giysiler vardı. Çorlu istasyo
nuna beni karşılamak için çıkarılan bölüğün bir kısım erleri
nin pabuçları yırtıktı; bir kısmı da çıplak ayakla göreve çık
mıştı. Tümen kumandanı , erlerin z ayıf ve güçsüz olduğundan,
çıplak ayakla yür ümenin zorluğundan, arazide tatbikata çıka
madıklarından yakındı. Bunun üzerine Enver, Tümen Ku
mandanı Ali Rıza 'yı emekliye ayırdı. Bunu haber alır almaz
E nver' in karşısına çıktım ve Türkiye'de bana gerçeği söyle
yen subaylar görevlerinden alınacaklarsa, benim Türkiye'de
çalışmama gerek kalmayacağını söyledim.
Enver, birkaç kere ileri geri konuştuktan sonra, emekli
ye ayırdığı Albay Ali Rıza 'yı eski görevine getirdi. Dünya Sa
vaşı sırasında görevini başarıyla yapan Albay Ali Rıza,
1918 'de paşa (general) rütbesiyle bir kolordunun başında bu
lunuyordu.
E nver, bu olaydan sonra beni yanıltmak için başka yol
lar buldu. Denetleyeceğim birliklere, levazım dairesine hızla
yeni elbiseler gönderiyor, görevim bittikten ve ben oradan ay
rıldıktan sonra bunları geri aldırıyordu. Ben her gittiğim yer
de aynı elbiseleri gördüğümü anlıyor ve eskiden denetlediğim
yerleri aradan çok zaman geçmeden tekrar ziyaret ediyordum.
Denetleme yer lerine yalnız yeni elbise gönderilmek le yetini!-
20
miyor, zayıf ve güçsüz askerler de değiştirilerek yerlerine sağ
lıklı ve güçlü birlikler gönderiliyordu. Hastalar, zayıflar, güç
süzler benden saklanıyordu. Böylece 'Alman Paş a ' sının, ya
kınacağı çirkin görüntülerle karşılaşması önleniyordu . . .
O zamanlar Türk birliklerinde, i ç hizmetlerin pek çoğu
yerine getirilmiyordu. Subaylar, erlerine özen göstermeye, du
rumlarını denetlemeye alışık değillerdi. Birçok birlikte erle
rin üstü bit, pire gibi haşaratlarla doluydu. Kışlaların hemen
hiçbirinde hamam yoktu. Koğuşların havalandırılması gerek
tiği bilinmiyordu. Mutfak düzeni, düşünülemeyecek kadar il
keldi. Mutfak işletmesi temiz ve düzenli değildi. Ben Alman
ya'ya örnek bir mutfak takımı ısmarlayacağım sırada, Aske
ri Kurul üyelerinden 3 . Tümen Kumandanı Yarbay Nicolia,
Selimiye Kışlasında çok güzel ambalaj lar içinde saklanan bir
mutfak takımını raslantı sonucu buldu. Alman İmparatoru
bu takımları beş y ıl önce armağan olarak Türk Ordusuna gön
dermiş, fakat Harbiye Nezareti bunların ambalajlarının bile
sökülmesini emretmeden kışlaya göndermiş, mutfak beş yıl
öylece beklemişti.
Atlı birliklerde hayvanların durumu çok kötüydü. Bunla
rın çoğu Balkan Savaşı 'nda uyuz hastalığına yakalanmış ve bu
tarihe k adar tedavi görmemişlerdi. Nal bakımı yoktu. Eyer, baş
l ık ve koşum takımları da bakımsızdı. Ahırlar tam anlamıyla ih
mal edilmiş bir durumdaydı. Eşya dolapları ise bomboştu.
İstanbul 'da ziyaretçilerin dıştan görünen yerlerinin güzel
liği ve yapılarının büyüklüğü dolayısıyla hayran kaldıkları as
keri binaların içleri ise, yürekler acısı bir durumdaydı. Eşya
dolapları ise bomboştu.
Enver'in en büyük meziyeti, kendi ordusu için yapılan
uyan ların doğruluğµna inandıktan sonra, elinden gelen bütün
21
çabayı harcayıp Harbiye Nazırı olarak yetkilerini kullanarak
Dünya Savaşı sırasında bunları düzeltmeye çalışması olmuştur.
Biz ilk zamanlar değişiklikler yapmak istediğimiz ya da
düzeltmeye kalktığımız zaman, kumandanlar sürekli bu işler
için bütçede para olmadığından söz ederlerdi. Bu, işleri yoku
şa sürmek için en kolay yoldu. Gerçekte ise bulunmayan pa
ra değil, düzen, temizlik ve çalışma isteğiydi.
Türk, Alman subayı taraf ından işe zorlanmaktan hoşlan
mıyor ve verdiği cevaplarla alıştığı biçimde yaşayışını sürdür
meye çalışıyordu. Birçok Türk subayının kanısı ise, büyük rüt
beli insanların bizim yaptığımız bu çeşit küçük işlerle uğraş
masının yakışıksız olduğu noktasındaydı.
Fakat biz çalışmamızı sağlam bir temele oturtmak için bu
yolda direnmek zorundaydık. Bir süre sonra yavaş yavaş Türk
subaylarının gittikçe büyüyen bir kitlesinin bize yardımcı ol
maya başladıklarını gördük.
Tüm Türkiye'nin kilit noktalarında -kurmay yetiştiren
Akademi de bunun içinde o zamanlar sağlam olmayan kural
lar egemendi ve arazi tatbikatı ihmal olunurdu. Pratik talim
terbiye ve dolayısıyla hemen karar verme konusunda, gerek
kurmay subaylar, gerekse yüksek rütbeli öteki kıta subayları
başarısızdı. Bu nedenle, bütün yetiştirme kurallarının baştan
aşağıya değiştirilmesi gerekiyordu.
Türk askeri hastahanelerinin çoğunun durumu korkunç
tu. Pislik ve akla gelebilecek bütün kötü kokular, tıklım tık
lım dolu hastahane koğuşlarını dayanılmaz duruma sokuyor
du. İ ç ve dış hastalıklardan yatanlar, yanyana ve hatta aynı ya
takta yatırılıyordu. Yatak sayısı az olduğundan, hastalar daha
çok koridorlarda sık sık sıralar şeklinde ve kısmen minderler,
kısmen de beylikler üzerine yatırılıyordu.
22
Güçsüz kalan bu erlerden pek çoğu, hiçbir yardım gör
meden ölüyordu. Bu çeşit hastahaneleri ziyaretim sırası nda,
bu durumdan hoşlanmadı ğımı bildirdiğim, hatta bunlara yol
açan doktorları Harbiye Nezaretine şikayet ettiğim için, ti
tizliğim her tarafta duyuldu. Beni başka yollardan şaşırtmaya
kalkıştı lar. Hastahaneleri ziyaretim sırasında pek çok yeri ka
palı bulmaya başladım; bunları bana gezdiren doktorlarda da
bu kapalı yerlerin anahtarları yoktu. Fakat ben kuşkuya düşüp
kapalı yerlerin kesinlikle açılmasını ve içeride ne olduğunun
gösterilmesini isteyince, gördüm ki birçok ağır hasta ve öze
llikle hayatları ndan umut kesilenler bu kapalı ve karanlık yer
lere konularak ölmeye bı rakılmı şlardı .
Türkiye'de askeri doktorları n yetiştirilmesi, bizim bildi
ğimizden ve anladığı mı zdan çok başkaydı . Doktorların büyük
bir kı smı , yalnız sab ahları hastalarını yoklar ve onlara bir sü
rü ilaç yazarlardı . Bu ziyaretim sırasında 300 hastanın ateşi
ni ölçmek için bir tek termometre var ise, bunu sevinçle kar
şılamak gerekirdi. Sıhhiye erlerinden çok azı termometre kul
lanmasını biliyordu. Çünkü pek azının okuma yazması vardı .
Yalnız hasta subayları n ateşi ölçülürdü. Erler için buna gerek
görülmezdi. Kişileri dikkate almadan, işin gereğine göre hiz
met etmek, görevi görev olarak yapmak, bu hastahane perso
nelinin yabancı olduğu bir durumdu. Onlar her zaman gözal
tında iş görmeye alışmışlardı ve buna gereksinimleri vardı .
Askeri Kurul'da en yüksek rütbeli doktor olan Prof.Dr.
Mayer, askeri hastahanelerde kı sa zamanda büyük değişiklik
ler yaptı ve onları iyi bir duruma soktu. Sonraları , Dünya Sa
vaşı sırasında Türk hastahanelerinin görevlerini t am olarak
yapmaları , birinci derecede bu doktorun çabalarının sonucu
dur. Bu arada belirtmeliyim ki, Türk askeri sıhhiyesinin çok
23
bilgili, iyi yetişmiş başkanı Süleyman Numan Paşa'nın ça
baları da az değildir.
Askeri Kurul'un ordu hizmetlerinin her alanında başar
dığı işlerin bize pek çok düşman kazandırdığı da bir gerçek
tir. Ama buna karşılık, modem görüşlü çok kimsenin, bu ça
lışmalarla ordunun Balkan Savaşı ' ndaki durumuna göre çok
ileri gittiğini düşündüğü de yadsınamaz bir olaydır.
24
il
25
pus 'tan başka Türk Jandarma Kuvvetlerine komuta eden Fran
sızGeneral Baumann da katılıyordu. Sözleşme gereğince,
Türk ordusunda çalışacak yabancı subayların alınmasına be
nim izin vermem gerekirdi. Bu nedenle, gerek General Ba
umann ve gerekse jandarmada çalışan öteki yabancı subay
lar için benden izin alınması gerekiyordu. Jandarma kuvveti,
80 bine varan seçme birliklerden oluşmuştu. Türk Harbiye
Nezareti, olası bir çatışmayı önlemek için ustaca bir yol bul
muş ve Alman Askeri Kurulu'nun gelmesinden birkaç gün
önce jandarmayı ordudan ve Harbiye Nezaretinden ayıra
rak Dahiliye Nezaretine bağlamıştı. Bundan ötürü Baumann
ile ilişikilerimiz bu çerçeve içinde oldu. Kendisinden her za
man saygı gördüm ve bu durum sonuna kadar sürdü.
1913 yılı A ralık ayında İstanbul' a vardığımda, Kordip
lomatik Duayeni (*), Avusturya-Macaristan İmparatorlu
ğu' nun Sefiri Kont Pallaviçini'ydi. 1918'de Mütarekeden
sonra Suriye'den İstanbul' a döndüğüm zaman, Kont Pallavi
çini yeni 'Duayen'di. Pallaviçini, 12 yıl gibi bir zaman Avus
turya Sefirliği görevini sürdürmüş ve Türklerin gerçekten gü
venini ve saygısını kazanmıştı. Eski ekol diplomatlardan olan
Pallaviçini, kendisini yakından tanımayanlara tam anlamıyla
"bön" bir insan olarak görünürdü. Her yeni haberi büyük bir
şaşkınlık ve derin ilgiyle karşılardı. Oysa, Türkiye'deki her
olaydan önceden haberi olur, ama bunu kimseye sezdirmez
di. Her yerle ilişkileri olduğu için, haberleri öteki diplomatlar
gibi yalnız politik ajanlar aracılığıyla almaz, çeşitli kaynak
lardan yararlanırdı. A lman İmparatorluğunun sandığı gibi kö
tümser bir insan da değildi; tersine, olacakları çoğu zaman, ön-
26
ceden doğru olarak sezer ve tahmin ederdi. Ata binmekten çok
hoşlanan, İstanbul ve Tarabya'da pek çok kişi tarafından tanı
nan ve sevilen, her tanıdığını güler yüzle ve Avusturyalıların
geleneği üzerine Latince "Servus" diye selamlıyan bu zeki
diplomatın savaş yılları boyunca büyük sıkıntılar çektiğini dü
şünmek güç değildir.
Türkiye'de kaldığım beş yıl içinde beş Alman sefiri tanı
dım. Bunlardan birincisi Baron von Wangenheim'di. Wan
genheim , 1915 yılı sonbaharında İstanbul'da öldü ve Tarab
ya'daki sefaret bahçesinde hazırlanan mezara gömüldü. Alman
Askeri Kurulunun Türkiye' ye gönderilmesini hazırlayan ve sa
ğlayan, ayrıca Türk-Alman işbirliğini gerçekleştiren Baron
von Wangenheim'dir. Bunu kişiliği, enerjisi ve üstün çalışma
sıyla başarmıştı. Türklerin iç sorunlarına ve özellikle Jön
türklerin, İttihat ve Terakkinin ortaya attığı düşüncelerin ya
rattığı durumların değerlendirilmesinde, bana göre, biraz faz
laca iyimserdi. 1915 yazındaki hastalığı sırasındaWangen
heim'e Prens Hohenlohe vekalet etmişti. Bu vekalet, Kont
Volf Metternich bu önemli göreve atanıncaya kadar sürdü. Bu
son derece akıllı ve uzak görüşlü diplomat -ki Türkler tarafın
dan biraz çekingen görülmüş olması söz konusudur- İstan
bul'daki Almanlar tarafından örülen entrika ağı karşısında an
cak bir yıl tutunabildi. Enver, 1916 sonbaharında, bir kısmı
Alman Sefaretinde, öteki kısmı Türk Genelkurmayında bulu
nan Alman subaylarıyla birlikte Pless'deki Alman Genel Ka
rargahına gittiği zaman, Türk hükümetinin hiçbir yetkisini ta
şımadığı_halde, Alman sefirinin değiştirilmesini istemiş ve is
teği genel karargah tarafından yerine getirilmişti..
Kont Metternich'in yerine gelen sefir von Kühlmann,
Türkiye'yi gençken tanımış ve Türk düşünce tarzını gerçek-
27
ten iyi bilen ve buna göre d avranmayı başaran bir insandı. 1 9 17
yazında aynı Alman entrikacılar ona karşı da harekete geçt i
ler. Eğer Kühlmann, Alman Hariciye Nezaretine atanmış ol
masaydı, bu kere amaçlarına ulaşacaklarına hiç kuşku yoktu.
Türkiye'deki bu Alman entrikacıları aramaya kalkışırsa
!!IZ, hep aynı kişilerle karşı karşıya gelirsiniz. Bunların adla
rını İstanbul 'da herkes bilir, ama bunlara karşı hiçbir şey ya
pılamaz. Çünkü bunlar l stanbul'da otururlar, telefon ve telg
rafla Alman görevliler üzerinde baskı kurarlar, sonra da En
ver' in adı ya da imzası arkasına saklanırlar.
Ben burada yabancı ülkelerdeki yüksek dereceli memur
lar ve subaylar hakkında Almanya'ya, bu kişileri kötüleyen,
alçaltan gerçek dışı j urnaller yazanların çalışmalarına entrika
diyorum. Bu entrikacılar, genellikle kendilerinden üstün kim
seleri jurnal ederlerdi.
Eğer Alman hükümeti ile Alman ordusunun başındaki ki
şiler, bu yüksek dereceli memur ve subayları korumak istese
lerdi, kendilerinin o görevlere get irdikleri kimselere tam ola
rak güvenirler ve entrikacıların j urnallerini önemsemezlerdi.
Bu eski Prusya ilkesinin yerinde olduğunu savaşta ve öteki
yerlerde görmek ve incelemek olasıdır.
Von Kühlmann 'dan sonra 1 9 1 7 sonbaharında Kont
Bernstorff sefir olarak geldi ve M ütareke 'ye kadar kaldı.
Türkiye gibi kendisiyle ilgili doğru karar verilmesi güç
olan bir ülkede bu sık değişimlerin amaca uygun sonuçlar ver
meyeceği açıktır.
Savaş, sefaret için özel güçlükler yaratıyordu. Askeri
alanda yetkisi olanlar, yani ateşemilit erler ile deniz ateşeleri,
raporlarını yazarken kendi özel görüşlerini ortaya koyuyorlar
dı. Bu kişilerden, derin bir görüşü ve büyük yeteneği olan Al-
28
bay Leipzig 'den ( Çanakkale'den dönerken uğradığı bir kaza
da ölmüştür) başkaları, yazdıkları gerçeğe uygun olm ayan ra
porlarla hem Türkiye' ye, hem de Almanya' ya kötülük etmiş
lerdir. Bunların ve Türk Genel Karargahındaki bazı Alman su
bayların Almanya'daki bazı gizli makamlara gönderdikleri ra
porlar, Türk askeri konusunda Almanya'da yanlış kanılar uyan
dırmış ve çok zararlı olmuştur.
Bu efendiler -ki Türk birliklerini ancak Enver' in kısa sü
ren gezilerinde görebiliyorlardı, Türk ordusunun gerçek iç ya
pısı, değişimi ve özellikle subayların durumu hakkında karar
veremezlerdi. Bu nedenle Dünya savaşı boyunca Alman Ge
nel Karargahında Türkiye hakkında büyük ümitler beslenmiş
ve sonları kötüye gideceği bilinen hareketler, bu karargahça
da doğru bulunmuş ve yapılması istenmiştir.
Alman ordu yönetimi -ki çoğunlukla Türkiye'deki yedi
ayrı yerden ve çok kere birbirini tutmayan askeri raporlar alı
yor ve daha bir yığın işlerin yükü altında eziliyordu- Türkiye
gibi uzak yerlerle ilgili doğru ve yerinde karar veremezdi.
Kreuznach 'daki Alman Genel
1 9 l 7 yılı Ekim ayında,
Karargahında General Ludendorff, bana bu güçlükleri an
lattı.
Almanya, mademki Türkiye'ye gönderdiği Askeri Kuru
la ona tanıdığı geniş yetkiyle birçok şeyi yaptırıyordu, şu hal
de askeri raporların verilmesi konusunda da tek yetkili makam
olarak Askeri Kurulu görevlendirmesi daha uygun olurdu.
Türkiye'nin her yanına dağılmış bulunan, ordunun içinde ve
onunla işbirliği yaparak çalışan Alman Askeri Kurulunun üye
lerinin, kuşkusuz ki, ateşemiliter ve deniz ateşelerinden daha
çok haber alma kaynakları vardı. Eğer ateşeler, sefa retin vaz
geçilmez bir parçası olarak kabul ediliyor idiyseler, bunların
I
29
ele geçirdikleri haberler, Askeri Kurula verilir ve bu yoldan
Almanya'daki yüksek makamlara ulaştırılabilirdi. Alman
ya'daki merkez için büyük önem taşıyan askeri raporlar, an
cak bu yolla sorumluluklarına uygun biçimde bir makamda
toplanıp yazılabilirdi. Yüksek karar makamlarında bulunan
lara gönderilecek raporlar, yürütme görevinde ve işin içinde
olan kimselerce yazılmalıydı. bunun dışında, danışman ola
rak yararlanılabilecek kişiler taraf ından ya da işi genel olarak
dışarıdan görenler taraf ından doğrudan doğruya gönderilen ra
porlar sorumsuz ellerden çıktığı için çok kere yanlış, tehlike
li ya da kişisel çıkar güden cinsten şeyler olabilirdi. Bu du
rum, kendi ülkemizden çok, dış ülkelerden gelen raporlar için
daha önemlidir. Çünkü yabancı ülkelerden gelen haberlerin de
netimi daha güçtür.
Bu düşünceler, beş yıl içinde yaşanmış deneyler zinciri
ne dayanmaktadır. Bunlar ortaya çıkarılıp söylenmelidir ki,
geçmiş olaylardan gelecek için ders alabilelim.
Alman Askeri Kurulu ile öteki yabancı devletlerin sefa
ret görevlileri arasında savaştan önce bir yakınlık söz konusu
olmadığı gibi, bir çatışma da yoktur. Örneğin 1 9 14 Haziranın
da İngiliz Kralının doğum gününde, birçok Alman subayı İn
giliz Sefaretindeki törene katıldılar.
Rus Sef iri Giers bile, B irinci Kolordu Komutanlığına
atanmamdan sonra takındığı düşmanca tavrı, bu makamı bı
rakmamdan sonra değiştirdi.
İtalya Sefiri Marki Garroni, İtalya hükümeti l 914 Ağus
tosunda Üçlü İttifaktan çekildikten sonra bile, Almanlara kar
şı dostça davranmasını sürdürdü.
Hali ç ' e bakan Amerikan Sefaretinde oturan Sef ir M.
Morgentau ve ondan sonra gelen Eltus 'u ancak törenlerde gö-
30
rebiliyorduk. Bunların eşleri, Amerika'nı n zengin kaynakla
rından yararlanarak yardım derneklerine cömertçe bağışlarda
bulunuyorlar, böylece Türklerin sevgisini kazanıyorlardı .
Hollanda, İsveç ve Bulgar sefarethanelerine, savaş başladık
tan sonra bile, birçok subayımız gidip gelmeye devam ettiler.
31
IH
33
Sonraları ise, Türk Ordusunda, Türk Genelkurmayı nda ve
Türk menzillerinde daha çok Alman subayı kullanmak zorun
luluğu duyulunca, Türkiye'deki Alman subayı sayısı artırı ldı .
Alman subayl arı hem Türkçe bilmedikleri, hem de ülke
yi ve Türk ordusunu pek yüzeysel b içimde tanıdıkları için, bu
güç koşullar altında omuzl arına yüklendikleri sorumluluk çok
büyüktü.
Bunun sonucu, mantık neyi gösteriyorsa öyl e oldu. Türk
Genel Karargahı 'ndaki önemli makamlardan pek çok Türk kur
may subayının uzaklaştırılması, bu subaylarda hoşnutsuzluk ve
dolaylı direnme yarattı . İş bu kadarla da kalmadı; Türkiye ile
ilgili birçok işin Alman subaylarından gizli olarak yürütülme
si gibi bir durumla karşılaşıldı ve birl ikte çalışma olanağının or
tadan kalkmasından başka, arada gerg inl ik de belirdi.
Enver'de böyle durumlar karşı sı nda Almanlarla birl ik te
çal ışmayı düzenlemek için gerekli deneyim, görüş ve kavra
yış noksandı. Enver, Alman çalışma b içiminin iyiliğini anlı
yordu, ama b unu sağlamak için kendi ordusunda yapacağı sı
nırlamaları -ki din, dil ve iç düzen b akı mı ndan çok gerekl iy
di- gittikçe daha az önemsiyordu.
Daha Çanakkale savaşlarının başlamasından önce bile, ken
disinin benim önerime ve öğütlerime gereksinimi olmadığını sa
nıyor ve kanısını, çevresine ne kadar Alman subayı toplarsa, o
ölçüde güçlendiriyordu. Bu olayların ortaya çık ması , bana ileri
de olacak ol ayların y aratac ağı güçlükleri düşündürüyordu.
1914 yılının ilk yarısınd a ve savaşt an önce, Alman As
keri Kurulu' nun subay sayısı anlaşmaya göre 42 idi. Bu, v ila
yetlerdeki kıta ve kurmay subay gereksinimini karşılamak için
70'e yükseltildi . Bu sayı, Türk ordusu gib i b üyük bir ordu için
çok sayılamaz. Fakat gel in görün ki, savaşın sonlarına doğru
34
Alman Askeri kurul üyesi olarak Türkiye' ye gelen subay, as
keri doktor ve öteki görevli sayısı 800' e ulaştı. Bunların için
de dış ülkelerde kullanılmaları doğru olmayan kişiler de var
dı. Dünya Savaşı 'nda Alman Ordusunun verdiği kayıp bu is
tenmeyen durumun nedenini açıklar.
1914 yılının ilk yarısında merkezdeki ve kıtalardaki ça
lışmaların dışında, özellikle İstanbul 'da Pi yade, Sahra Topçu
su, Yaya Topçu okullarına ve Ayazağa'daki Süvari Assubay
okuluna Alman yönetici ve öğretmenler verildi, bu okulların
öğretim planları genişletildi. Bunlardan başka bir süvari su
bay okulu ve bir nakliye okulu kuruldu.
Eylül başında benim gözetimim altında Gelibolu ile Te
kirdağ arasında büyük bir manevra planlanmıştı ve bu sırada
bir de karaya ç ıkarma yapılacaktı. Bundan sonra da Batı Ana
dolu 'da büyük bir kurmay gezisi düşünmüştüm.
Bu sırada Dünya Savaşı patladı. Bu savaşta Türkiye ön
ce tarafsız kaldı, ama seferberliğe hemen başladı .
35
iV
37
Anlaşma sözleşmesi tasarısının öteki maddeleri konu
sunda bana hiçbir bilgi verilmedi. Eylül ayı başında sefirden
yazılı olarak bu konuda bilgi istedim. Sefir, 5 Eylül tarihini
taşıyan karşılığında, bilgi vermeyi geri çeviriyordu. Bunu bu
rada açıkça yazmamın nedeni, Askeri Kurul' un siyasal oluş
ların tam olarak dışında ve bunlardan habersiz bırakıldığını
belirtmektir.
O gece sefaretten ayrılacağım sırada, E nver bana bir sa
vaş durumunda kendisinin Başkomutan Vekili atanacağım ve
benim de kendisinin Kurmay Başkanlığını kabul edip ede
meyeceğimi sordu. Bu öneriyi kabul edemeyeceğimi, çünkü
savaşta bir kıtaya komuta etmeyi seçeceğimi söyledim.
O günlerde Türkiye 'nin savaşa gireceği ya da tarafsız ka
lacağı yolunda birbirini tutmaz bir sürü haber çıkıyordu. An
laşma görüşmeleri konusunda ne Alman, ne de Türk kaynak
larından bir haber alamıyorduk. Durum Alman subayları için
sıkıntılıydı. Almanya'da savaş başlamıştı. Birkaç gün sonra,
Türkiye'nin tarafsız kalacağı açıklandı.
Bunun üzerine İmparatora çektiğim l l Ağustos tarihli
telgrafla Alman Askeri Kurul sözleşmesi gereğince bütün Al
man subaylarının Almanya 'ya geri çağrılmalarını rica ettim.
İmparatorun 22 Ağustos tarihli cevabında, şimdilik Tür
kiye 'de kalmamız emrediliyordu. Bundan dolayı görev bakı
mından bir kaybımız olmayacak, Türkiye 'de geçirdiğimiz sü
re, savaşta ve Alman Ordusunda bulunuyormuşuz gibi hesap
lanacaktı.
Hemen topladığım Alman subaylarına bu emri bildirdi
ğim zaman, herkes büyük bir üzüntüye kapıldı. Çünkü herkes
savaşın pek uzun sürmeyeceğine ve biz katılamadan bitivere
ceğine inanıyordu. Türk nazırlarının çoğunluğunun tarafsız-
38
lıktan yana olduğu bilindiği için, türkiye' nin savaşa girece
ğine kimse ihtimal vermiyordu.
Eylül ayında Alman subaylarının geri çağrılması için ye
niden başvurmam üzerine, Askeri Kabine Şefinden aldığım
27 Eylül tarihli telgrafta şöyle deniliyordu: "İmparator Haz
retleri, oradaki memuriyette çalışmanızla savaşta herhan
gi bir görevde bulunmanızın aynı sayılacağını bir kere da
ha hatırlatmamı emir buyurdular. İmparatorun da onayı
na mazhar olan sefaret politikasına karşı muhalefet hare
ketlerinden kaçınmanız da İmparator H azretlerinin özel
emirleri gereğidir... vb."
Türkiye seferberliği, Balkan Savaşı'ndakinin tersine, pü
rüzler çıkmadan 1 9 14 'te kolaylıkla tamamlandı. Bunun nede
ni, Alman Askeri Kurulu ile Türk kurmay subaylarının birlik
te hazırladıkları seferberlik emirlerinin yalnızca gerekli olan
genel hükümleri içermiş olmasıydı. Yoksa çok geniş Osman
lı Devleti'nin çok çeşitli olan bölgelerinin koşullarına uyacak
ayrıntılı bir karar, her tarafta karışıklığa neden olabilirdi. Ger
çekte seferberlik de güç değildi. Çünkü bir önlem olarak za
manından önce yapıldığı için çok zorluk yaratmıyordu.
Birliklerin savaşa elverişli biçimde yetiştirilmesi için de
bu çözüm yolu daha uygundu. Çünkü birlikler seferber duru
ma getirilmiş, sayıları artırılmış, muvazzaflar gibi yedeksubay
lar da celbedilerek birliklerin savaşta sevk ve yönetimi konu
sunda onlar da yetiştirilmişti. Önceleri birliklerin asker sayı
larının azlığı nedeniyle, talim ve terbiyeden gereğince yarar
lanılamıyordu.
1 . Kolordu İstanbul 'da ve yabancıların gözü önünde bu
lunduğu için, barış zamanındaki kadrosu da çok yüksek tutu
luyordu. Ama dışarıdaki kolordularda asker sayısı çok deği-
39
şikti. Örneğin 1 9 1 4 yılında Tekirdağ 'da öyle piyade bölükle
rine rastladım ki, 20 erden çok göreve çıkamıyorlardı.
Seferberlikte kurulan Türk Genel Karargahı, daha
Ağustosta çeşitli orduların oluşturulmasını emretmişti. Karar
gahı lstanbul 'da bulunan 1. Ordu Komutanhğı' na ben atan
mıştım. Bu ordu, beş kolordudan oluşacaktı. Bu kolordular İs
tanbul çevresinde, Trakya'da, Çanakkalc'de ve Bandırma'nın
güneyinde bul unuyorlardı. Merkezi Halep'tc olan 6. Kolordu
da emrime verilmişti ve yavaş yavaş İstanbul 'daki Yeşi !köy ya
kınına getiriliyordu.
Bahriye Nazırı Cemal Paşa, merkezi yine İstanbul'da bu
lunan 2. Ordu Komutanlığına atanmıştı. Bu orduya da Orta
Anadolu'da bulunan iki kolordu bağlanmıştı. Ayrıca üç kolor
dudan oluşan bir 3. Ordu da Kafkasların batısında Erzurum'da
kurulmuştu. Bu ordunun bölünmesi, bir anlam ve amaç taşı
yordu. Buna karşılık şurasını kabul etmek gerekir ki, savaş sü
resince Türkiye'de dokuz ordu oluşturulmuştur ve buna yete
cek kadar kıta olmadığından bu tutum, tam olarak amaçsız kal
mıştır ve kimi zaman öyle ordular oluşturulmuştur ki, bunlar
yalnız birer karargahtı ve hemen hemen hiçbir birliği yoktu.
Bu konuda en ilgi çekici örnek, 1 9 1 7 yılında İstanbul'daki 1.
Ordu idi . Bu ordunun, birkaç bölük ve milis örgütünden baş
ka tek bir piyade alayı vardı. Bundan başka 1 9 1 8'de 2. Ordu
nun savaşabilecek durumda yedi piyade taburu bulunmaktay
dı. 1 9 1 8 'de Filistin Cephesi ' nde savaşan ve ordu adını taşıyan
üç savaşçı birlikten her birinin piyade sayısı, savaşın başında
ki tek bir Türk tümeninin sayısından azdı.
Sonradan yapılan ve yalnız gösterişe dayanan bu örgüt,
emirlerin birliklere ulaştırılmasında yarattığı güçlüklerden
başka, Türklerin usulünce karargahlara birçok subay, er ve bi-
40
nek hayvanı ayrılması yüzünden, bu varlıklardan başka yer
lerde yararlanmak olanağı da ortadan kalkıyordu.
Ben şahsen Alman Askeri Kurulu'nun başkanı olarak,
Türk Genel Karargahı'na bu konuda en küçük bir etkide ol
sun bulunmadım.
Ağustos ayının ikinci yarısında, Göben ile Breslav'ın Ça
nakkale Boğazı ' ndan içeri alınmasından bir süre sonra, Enver,
bir askeri toplantı yaptı. Bu toplantıda, Alman Sefiri, Göben 'le
gelen Amiral Suşon, Alman kara ve deniz ataşeleri, Enver' in
Kurmay Başkanı ve öteki subaylardan başka ben de vardım.
Burada, Türkiye ileride savaşa girerse, Süveyş Kanah' na kar
şı bir harekat yapmanın yararlı olup olmayacağı tartışıldı. De
nizciler bu harekete çok istekli göründüler. Ben bu düşüncede
değildim. O zamanki düşünceme göre, Rusya'daki Alman
Avusturya cephesinin sağ tarafında ve Odesa ile Akkerman
arasında Türk birliklerine yaptırılacak bir çıkarma harekatı,
Avusturya cephesinin sol kanadının yükünü hafifletecekti.
O sıralarda Rus Karadeniz Filosu pek kuvvetli sayılmadı
ğından, hızlı ve cesur bir harekatla böyle bir girişimin başarı
ya ulaşması teknik bakımdan kolay görünüyordu. Ayrıca Ode
sa bölgesinde, az talim ve terbiye görmüş Rus birlikleri bulun
duğundan, başarıya ulaşmak daha kolaydı. Karaya ç ıkacak bir
liklerin başarılarının sürmesi için Rus filosunun yenilgiye uğ
ratılması gerekirdi. Bunun için Amiral Suşon'un kesinlikle be
lirttiği gibi Göben ile Breslav'ın bu işi başarabilecekleri ümit
edildiğine göre, harekat başarıyla sonuçlanabilirdi.
Ama ben bu görüşümde yalnız kaldım. Toplantıya katı
lanların hepsi, Süveyş Kanah' na yapılacak harekatın çok da
ha etkili olacağına inanıyorlardı.
Ben daha o zamandan Türkiye' nin sınırlı olanaklarına ve
41
Mısır'la olan kötü ilişkilerine bakarak, M ısır'ın nasıl ele ge
çirileceğini bir türlü anlayamıyordum. Denizlere İngilizler
egemen olduklarına göre kısa sürede Hindistan'dan ve öteki
sömürgelerinden, hatta İngiltere 'den birlikler getireceklerdi.
Süveyş Kanalı' ndaki İngiliz kuvvetleri her türlü modern sa
vaş araç-gereçleriyle donatılmıştı. İki yandaki dört demiryolu
hattı ve bol demiryolu malzemesi, birliklerin tehlikeye girmiş
bölgelere hızla taşınmasını sağlayabilirdi. Kanal bölgesinde
ki uzun menzilli toplar, İngiliz savaş gemilerindeki büyük çap
taki toplar ve Kanal'da yüzen bataryalar düz alanda çok uzak
noktalara ulaşabilirlerdi.
İngilizlerin Süveyş Kanah'na ne kadar önem verdikleri
ni, çok önceleri Lord Cromer, Kıbrıs adasından çekilmek söz
konusu olduğu zaman söylemişti: " Hindistan, İngiliz İmpa
ratorluğu'nun merkez noktasıdır. Bu nedenle, Süveyş Ka
nalı'nın elde tutulması, İngiliz gerçek politikasının teme
lidir. Bunun için de yalnız Kanal'ı elde bulundurmak yet
mez, onun iki kıyısındaki toprakları da elde tutmak gere
kir. Bu toprakların kapsamı da, en azından Mısır ile Sina
Yarımadası ve Akabe Körfezi'nden Elariş'e kadar olan
alandır."
Bu askeri ve politik temel ilke ortada dururken, ask�ri ha
yallere kapılmak hiç de doğru değildi.
Şimdi Mısır'da karargah kurmuş ve yerleşmiş İngiltere 'ye
karşı bir Türk kolu Tih Sahrası'nda en az yedi gün yol alacak
ve Kanal'a varacak, bu sırada insanların ve hayvanların içecek
leri su ile atılacak her top mermisi çölde deve sırtında taşına
caktı... Böyle bir harekatta, her halde ilk başarı bir baskınla
umulur, ama düşmanı yenilgiye uğratacak bir anlam taşımaz.
Çünkü Kanal'a ulaşacak kuvvet, düşmanın bütün hareketlerini
42
engelleyecek güçte değilse, düşmanın karşı koymasıyla geri çe
kilmek zorundadır. Ulaşım olanakları ve yolları son derece sı
nırlı olan Türkiye, nasıl olur da büyük kuvvetleri buraya kadar
yollayıp besleyebilir. Bana göre Mısır'ın ele geçirilmesi konu
sunda Almanya 'da açık bir düşünce yoktur. İngiltere ' nin can da
marı olan M ısır'ın ele geçirilmesi konusunda hayale kapılınmış
tır. Bunda denizcilerin suçu büyüktür. Fakat bunlar, Türk top
raklarında bir kara savaşının nasıl yönetilebileceği konusunda
bir düşünceleri olmadıkları için hoş karşılanabilir.
Benim bu konudaki görüşüm şuydu : M ısır harekatı için
çok sınırlı bir başarı şansı görüyordum: diğer harekat -Ode
sa 'ya çıkarma- içinse büyük ümit besliyordum. Bu düşünce
lerimi açıklamam üzerine de, 1 5 Eylülde Alman Şansölyesi,
İstanbul 'daki Alman Sefiri aracılığıyla bana bir emir gönde
rerek Süveyş Kanalı'na yapılacak harekata karşı çıkmamamı
bildirdi. 1 7 Eylülde ise, doğrudan doğruya Alman Genel Kur
may Başkanlığından aldığım bir telgrafta, "Genel çıkarlar
açısından Mısır'a karşı girişilecek harekat çok önemlidir.
Ekselansınız, Türkiye tarafından önerilen harekata karşı
cephe almayarak bu görüşe uymalısınız" deniliyordu.
Türkiye'de ulaşım yollarının stratejik durumuyla ilgili bir
fikir edinmek için önce savaş sırasında Türkiye'deki dcmir
yollarının durumu konusunda birkaç söz söylemek gerekir:
İstanbul' u Avrupa'ya bağlayan Doğu Demiryolu, (Ori
entbahn) Balkan Savaşı sırasında hiçbir işe yaramamıştı. Sa
vaştan önceki son aylar içinde ve savaş sırasında büyük ge
reksinmeye karşılık verecek olan bu hat, hiç değilse olanak öl
çüsünde yeniden elden geçirilmişti. Dik yokuşlu, dar döne
meçli olan bu tek hatlı demiryolu, gerçekte yapılış olarak pek
iyi değildi.
43
Türkiye'nin öteki büyük demiryolu hattı, İstanbul ile ül
kenin ortası arasında ve sınırlara doğru tek bağlantıyı sağla
yan "Anadolu-Bağdat" hattı, gerçekte Almanlarla İsviçreli
lerin ellerindeydi. Bu hattın yönetiminin başında yıllardan be
ri İstanbul'da oturan, ülkenin durumunu çok iyi bilen, gerçek
ten çok becerikli ve zeki olan Direktör Hugenen ile Müşa
vir Günther vardı. Gerek direktörün ve gerekse hattın öteki
görevlilerinin, elleri nden geldiği ve Türkiye'de olanak bul
dukları ölçüde, her şeyi yaptıklarını söylemek haktanırlık olur.
Fakat tek hatlı ve yeteri kadar lokomotif ve vagondan yoksun
bu yolun Avrupa'daki benzerleri gibi olamayacağı açıktır. Su
riye, Filistin ve Elcezire ile bağlantının can daman olan To
ros tünelleri, savaştan önce daha tamamlanamamıştı. B itme
si ancak l 9 1 8 yılı Eylül ayının sonunda oldu ki, Türkiye'nin
askeri bakımdan çöküşü de bugünlere rastlıyordu.
Bu nedenle 1 9 1 8 Ekim ayına kadar, tek bir trenin doğru
dan doğruya Halep'e kadar gönderilmesi gerçekleşememişti.
Savaşın sonuna kadar her trenin Toros 'un kuzeyinde aktarma
yapması gerekiyordu. Toros ulaşımı, başlangıçta araba ve de
velerle, sonraları kamyonlarla dağ yolu üzerinden yapılıyor
du. Daha sonra tünel, küçük bir kesitte açılınca, büyük hattan
dekovil hattına yapılan aktarmalarla ulaşım sağlandı. Bu ne
denle Toros'un kuzey ve güneyinde işletme malzemesinin
dengeli bir şekilde bölünmesi olanaksızdı. Aynı güçlükler, ilk
zamanlar Amanos dağlarında yapılan tünellerde de vardı. Son
raları bu hat hızla tamamlanarak bu zorluklar giderildi.
Halep'ten güneye, yani Suriye, Filistin ve Hicaz'a giden
demiryollarının hiçbiri bütün savaş süresince kendilerinden
beklenen işi göremediler. Bu hatlar, savaş dolayısıyla artanJa
şıma işini karşılayacak şekilde ve bir proj e olarak tamamla-
44
nıp geliştirilemedikleri gibi, günlük işletmelerin gerektirdiği
düzenleme ve yenilikler de yapılamadı. Malzeme noksandı.
Rayak'tan sonra hattın genişliği değişiyordu. Lokomotifler
için yakacak sağlanamıyordu. Kömür ya hiç gelmiyor, ya da
İstanbul 'dan çok az gönderiliyordu. Buralara -o sıralarda da
çok az olduğundan- odun da zorlukla sağlanıyordu. Türki
ye'nin güney ve güneydoğu ülkeleriyle olan bağlantısının te
melini oluşturan Toros ve Amanos sıradağlarının kolaylıkla
aşılması işinin önemini, Türk Genel Karargahı' nın seferber
likle birlikte göremediği açıktır.
Bunların tamamlanması için gereken işçi ve malzemenin,
daha seferberliğin başında topluca buraya gönderilmesi gere
kirken, toplananlar da başka yerlere dağıtılmıştı.
Ankara-Sivas hattı ile Diyarbakır' a giden demiryoluna ve
K ızılırmak'ı kolaylıkla geçilir duruma getirme işine, sanırım
sıra gelmemişti. Ankara-Sivas hattı üzerin deki pek çok dere
de yapılacak demirköprüler için gereken malzemenin Alman
ya 'dan getirilmesi düşünülmüş, hatta nüfuzlu bazı Türkler bu
işi Üzerlerine almak istemişlerdi. Ama bu hattın önemi, savaş
sırasında pek kendisini göstermedi.
Ben bu konuları Alman Genel Karargahı'na zamanın
da, 25 Ekim 1 9 1 6 tarihli raporunda bildirmiştim. Bağdat hat
tının, lrak'ta savaş alanı olması olasılığı bulunan yerlerin ya
kınlarına kadar olsun uzatılmadığı herkes tarafından bilin
mektedir.
Irak'taki ordunun menzil hattı, Halep çevresine kadar Su
riye ulaşım hattıyla ortaktır. Halep'ten sonra ulaşım hattı, ya
Fırat Irmağı boyunca doğrudan doğruya Bağdat yönünde gi
der ya da demiryolu boyunca Resülayn' a varır ve ondan son
ra 3 5 0 kilometre uzımluğunda bir yolla yağmurlu havalarda
45
çamur olan yumuşak topraklı, hatta bataklık bölgeleri izleye
rek Musul' a ulaşır ve buradan tekrar 3 5 0 kilometre uzunlu
ğunda bir yolla -ancak Samerra'daki son kısımda dekovil hat
tı vardır- Bağdat ' a varır.
Türk demiryollarının işletilmesinde Alman askeri örgü
tünün kullanılmasındaki zorluk, bütün savaş süresince gerek
Alman ve gerekse Türk makamlarınca gereğince değerlendi
rilemedi. Alman subayları, ülke koşullarına ve Türk yöneti
minin özelliklerine uymadıkları için, Alman yöntemlerinin
Türkiye'de de aynen uygulanabileceğini sanıyorlardı. Demir
yollarında çalışan Türk subayları i se, Alman ilke ve yöntem
lerine pek kulak asmadan, işi kendi bildiklerine göre götürü
yorlardı.
Türkiye'de bulunan büyük demiryolu ağının birbirleriy
le bağlantılarının çok sınırlı olduğu biliniyordu. Eskiden ül
keyi yöneten insanlardan bir çoğunun, demiryollarının ülke
nin huzur ve düzenini tehlikeye düşüreceği yolundaki yanlış
düşüncesi, bunların sınırlı kalmasına neden olmuştu. Bu ko
nuda Şark ihmalciliği'nin de büyük payı vardı.
Var olan demiryollarından biri, bir İngiliz şirketi tarafın
dan yapılan Aydın-Kasaba hattı ve öteki, bir Fransız şirketi ta
rafından yapılan Bandırma-Manisa hattı idi ki, bunlar, Türki
ye savaşının sevk ve yönetimi bakımından ancak ikinci dere
cede önem taşıyordu.
46
v
47
vır takınmıştır. Bir mayın gemisi, öç torpido, bir kömür
gemisi bu düş,ııanca amaca uygun olarak Boğaz'a doğru
ilerlerken, Göben, mayın gemisini batırmış, kömür gemi
sini esir almış ve bir torpidoyu ağır şekilde tahrip ederek
3 subayla 72 eri esir almış, Sivastopol limanını başarıyla
bomljardıman etmiştir.
Mayın gemisinde 700 mayınla 200 görevli bulunuyor
du. Torpidolarımızca kurtarılan 3 subay ve 72 er, 30
Ekim'de İstanbul'a getirileceklerdir. Esirlerin sorguya çe
kilmesiyle anlaşılmıştır ki, Ruslar, Boğaz'ın ağzına mayın
dökerek Türk Donanmasını tahrip etmek istemişlerdir.
Breslav, Azak Denizi'nin doğusundaki Novorasisk'ta
50 petrol deposuyla birkaç buğday silosunu tahrip etmiş
ve 15 askeri nakliye gemisini batırmıştır."
Bu savaş haberi, üzerimde bir sürpriz etkisi yaptı. Ne Al
man sefirinden, ne de Amiral Suşon 'dan -ki Türkiye' nin Mı
sır'a saldırması işi yüzünden aramızda ç ıkan anlaşmazlıktan
sonra kendisiyle bir kere bile görüşmemiştim- politik havanın
bu derece gergin olduğu bir zamanda Türk Donanmasının Ka
radeniz' e çıkacağına ilişkin bir haber almış değildim.
Y alnız birkaç hafta önce, 20 Eylül'de, güvenilir kaynaklar
dan Sefir Wangenheim'ın Göben ile Breslav'ı Alman bayrağı
altında Karadeniz' e çıkarmayı düşündüğünü duyduğum zaman,
hemen Tarabya'ya gitmiş ve böyle bir şeye girişmemesini sef ir
den önemle rica etmiştim. Sefire anlatmıştım ki, Türk hükfıme
ti, Göben ile Breslav'ı satın aldığını bütün dünyaya ilan etmiş
tir. Şimdi bunlar tekrar Alman bayrağı çekip denize açılırlarsa,
Türkiye'nin dünya önünde yalanı ortaya çıkacak ve bu da Tür
kiye 'deki Almanlara karşı halkın düşmanlığını körükleyecekti.
Gerçekten 17 Eylül'de Adalar önünde ve padişahın huzurunda
48
yapılan manevrada Göben ile Breslav'a Türk bayrağı çekilmiş,
gemilerin isimleri de Yavuz Sultan Selim ile Midilli'ye çevril
miş, subay ve erlere fes giydirilmişti. Şimdi eylül sonunda bun
ların tekrar Alman bayraklarıyla donatılıp Karadeniz'e çıkma
larını aklım almıyordu. Sefir, böyle bir düşünce olduğunu ne
onayladı,ne de geri çevirdi. Ama gemiler de denize açılmalıydı.
Bu yeni hareket, Türk bayrağı altında yapılmıştı ve her
halde denize açılmak için de Bahriye Nazırı Cemal Paşa dan '
izin alınmıştı.
Cemal Paşa, Türk nazırları içinde o sıralarda siyasi dü
şünceleri Almanya'ya karşı büyük değişiklikler gösteren bir
kişiydi. Bu değişikliğin, Türk hükumetinin tarafaızlığını bı
rakması üzerinde de büyük etkisi olmuştur.
Enver'in tam anlamıyla Alman taraftarı olduğu, Tatat'ın
da bu yana yöneldiği biliniyordu. Oysa Cemal, eskiden İtilaf
devletlerinden yanaydı. Dünya Savaşı 'ndan az önce, Fransız
filosunun manevrasına Fransız Hükumetinin davetlisi olarak
katılmıştı. Daha 9 Ağustos'ta lstanbul'daki Fransızları kendi
vatanlarına götüren vapurları uğurlama töreninde hazır bulun
muş ve burada yaptığı konuşmada Fransızlara esenlikler dile
mişti. Tanıdığım ve güvendiğim bir subaya 6 Eylül 'de Enver' in
söylediğine göre, Cemal ' in tarafsızlığını terketmeye karar
vermesi, ancak Alman ve Avusturya cephesinin Ruslara kar
şı bir zafer kazanmasından sonra olabilirdi.
Cemal 'in Türkiye'de işi yönetenlerden biri olduğu kuş
kusuzdu. Kendisinin Alman taraftarı nazırlarla birleşmesi bü
yük önem taşıyordu.
Türk Kabinesi, Karadeniz'deki çatışmayı tarafsızlığın
kaldırılmasına gerekçe saymış ve böylece Türkiye'de Merke
zi Hükumetler yanı!lda yer almıştı.
49
O zamanlar l stanbul'da söylendiğine göre, Ruslar, Türk
Alman gemilerinin Karadeniz'de yaptığı harekata rağmen, Al
man Askeri Kurul'u ile Göben ve Breslav subay ve erleri
nin Almanya'ya geri gönderilmeleri koşuluyla Türkiye'nin
tarafsızlığını tanımaya devam edeceklerini bildirmişler, ama
bu öneri Türk hükumeti tarafından geri çevrilmişti. Bunun
doğruluk derecesini bilemiyorum . Gerçek şuydu ki, birkaç
gün sonra artık Türkiye de Rusya ile savaş durumunda bulu
nuyordu. Çanakkale Boğazı, eylül sonunda m ayınlarla kapan
mıştı. Bu hareket ve ordunun seferber duruma getirilmesi bir
ön hazırlıktı. Türkiye hükumeti, İtiliif Devletleri' nin İ stan
bul' a karşı denizden bir zorlama hareketine girişmesini ola
naksız saymıyordu.
Bu önlem lerin alınmasına, Boğaz'dan dışarı çıkan bir
Türk torpidosunun komutanıyla Boğaz dışında rastladığı bir
İngiliz destroyeri komutanı arasında geçen tatsız bir tartışma
nın neden olduğunu o zamanki Boğazlar Komutanı Albay Ce
vat Bey, sonradan anlatmıştı.
Yaz sonuna doğru Çin Scferi 'nin tanınm ış amirali Use
dum, l stanbul 'a geldi ve önce kıyı bataryalarıyla m ayın işle
rinin genel müfettişliğine atandı. Bu amirale daha sonra mer
kezi İstanbul 'da olmak üzere Karadeniz ve Çanakkale Bo
ğazlan Genel Komutanlığı verildi. Bu m üstahkem mevkile
rin esas komutanları olan Türk subayları yerlerinde bırakıldı.
Türkiye'nin savaşa girişi, başlangıçta ve geçici olarak, bü
yük askeri harekata gerek göstermedi. Göben ile Breslav, bir
kaç torpidoyla birlikte zaman zaman Karadeniz'e çıkıyor ve
Rus kıyılarnı bombalayarak geri dönüyordu. Rus filosu da
birkaç kez kendini gösterdi. Türk filosuyla uzaktan karşılıklı
ateş de açtılar, ama esaslı bir şey olmadı.
50
Türkler, Trabzon limanıyla denizden bağlantıyı büyük
bir güvenle korudular. Gerçekte Karadeniz, Türkiye için h iç
bir zaman kapanmamıştı. Rus Filosunun sonraları oldukça
önemli çalışmalar göstermesine rağmen, yine de geride paray
la açılacak arka kapılar bulunuyor ve nakliyat yapılıyordu.
Çünkü savaş yılları boyunca İstanbul'daki Bomonti Bira Fab
rikası, Romanya limanlarından ve Karadeniz'in öteki liman
Levazım Dairesi
larından arpa getirtebiliyordu. Bu arpalara,
Başkam İsmail Hakkı Paşa el koymazsa, fiyatlar da yüksel
miyordu.
Kafkas Cephesi'nde ve Mısır'da önemli olaylar hazırla
nıyordu.
Kasım ayının ortalarına doğru, Türk hükumeti tarafından
(Kut
eski zamanların en kuvvetli silahı olan kutsal din savaşı
sal Cihat) özenle sahneye çıkarılıyordu. Türk Harbiye Nezare
ti, dünya Müslümanlarına bu yolla geniş etkide bulunabilece
ğine inanıyordu. Oysa sonradan fazlasıyla yanıldığını anladı.
Gerçekte dindar Anadolu askerleri için Kutsal Cihat ila
nına gerek yoktu. Onlar Kutsal Cihat ilan edilmeden de say
gı duydukları padişahları uğruna savaşa gidiyorlar ve canları
nı feda ediyorlardı. Türklerin yönetimindeki Araplar'da ise
Kutsal Cihat hiçbir sonuç vermedi. Türklerle Araplar arasın
da yüzyılların yığdığı zıtlık ve Türk yönetimine karşı duyu
lan hoşnutsuzluk dolayısıyla Kutsal Cihat bunlar üzerinde
hiçbir etki yapmadı.
Türkiye'ye yakın ve sınır komşusu olan ülkelere gelince,
bunlardan da umulan yardım sağlanamadı. İtilaf Devletleri ya
buraları güçlü elleriyle sıkıca tutuyorlardı ya da o zaman
lran'da olduğu gibi, büyük bir savaşa girecek güç ve yetenek
bu ülkelerde yoktu. � Mart l 9 l 5 'te İtalyan Parlamentosu ' nda
51
açıklandığı gibi, Kutsal Cihat fetvasının Kuzey Afrika'da bi
le en küçük bir etkisi görülmemişti.
Gerçekte Kutsal Cihat, Türkiye 'nin o zamanki durumu
na da pek uygun düşmüyordu. Türkiye, bir yandan Almanya
ve Avusturya gibi Hristi yan devletlerle birlikte ve müttefik ola
rak savaşıyor, Alman ve Avusturyalı subay ve erleri kendi or
dusunda bulunduruyor ve öte yandan da Müslümanları Hris
tiyanlara karşı yardıma çağırıyordu . . .
Buradaki mantık zayıflığı, 1 9 1 9 yazında İ ngiliz Başba
kanı Lloyd George' un General Allenby' nin Filistin'deki za
ferini Haçlı Seferleri ne benzetmesinde de görülür. Çünkü söz
'
52
zaman, 1 9 1 4 'tekinin tersine Türkler aleyhinde bir etki göster
diği söylenebil ir. Bu sırada Türkiye'nin artık Hristiyan müt
tefiki yoktu ve İslaml arın dış dünyaya karşı harekete geçme
leri de artık söz konusu ol amazdı. Artık Türkl erin yalnız Hris
t iyan düşmanları vardı. İtil iifDevl et l eri 'nin hatalı ve yanlış uy
gulamal arından doğduğu il eri sürül ebilecek olan bu durum,
çok kötü sonuçlar verdi. Karakter ol arak Türklerle hiçbir za
man bağdaşamayan ve anl aşamayan Ruml arın, Türk bölgele
rinde bu derece etkil i ve yetkili kıl ınmaları , herhalde özel bir
amaca bağlı olsa gerektir. Türkler, bütün Dünya Savaşı boyun
ca Rumların bir karış Türk t oprağına giremediklerini hiçbir
zaman unutamazlar.
53
vı
55
la tam olarak durduruldu. Bu sonuç, Balkan Savaşı 'yla karşı
laştırı lınca, Türklerde savaş sevk ve yönetiminde önemli iler
lemeler olduğunu ortaya koyuyordu.
Koşullara uygun ve sevinç uyandırıcı bu durum, ne ya
zık ki Enver' in hırsını kamçıladı. 6 Kasım'da Enver, Harbi
ye Nezareti 'ndeki Alman Askeri Kurul Başkam' na ayrılan
odama geldi ve aynı akşam bir savaş gemisiyle Trabzon ' a ha
reket edeceğini bildirdi. Oradan da 3. Orduya geçecekti.
Yerine Harbiye Nezareti 'ndeki Levazım Dairesi Başka
nı İsmail Hakkı Paşa vekfı!et edecekti. Bu durumu özellikle
belirtiyorum. Öteki konulara ise Dahiliye Nazırı Talat Bey ba
kacaktı. Çünkü bu durum, Türklerin bu konudaki tutumlarını
ve yabancı basında çok kere yer alan haberlerin asılsızlığını
gösteren çok iyi bir örnektir. Çünkü Türkler, rütbeleri ne olur
sa olsun, Almanlara ne asaleten ne vekaleten Türk hükumet
işleyişinin iç işlerine etki edebilecek hak ve fırsatı hiçbir za
man vermediler.
Enver, elindeki haritanın üzerine 3 . Ordu' ya yaptıracağı
bir hareketin krokisini çizdi. Buna göre Enver, ana yolda ve
cepheden 1 1 . Kolordu ile Rusları oyalarken, öteki iki kolordu
(9. ve 1 0 . Kolordular) sola doğru ve dağlar üzerinden günler
ce sürecek bir yürüyüşle Sarıkamış 'ta Rusların yan ve arkası
nı çevirecek, sonra da 3 . Ordu Kars' ı ele geçirecekti.
Bundan birkaç gün önce Türk Karargahında bulunan bir
Alman subayı, planlanan soldan çevirme hareketini anlatmış
ve ben de bu hareketin başarı şansını araştırmıştım . Düşün
cem oydu ki, bu hareket olanaksız değilse bile, çok güçtü. Ha
ritalardan ve öteki kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre
yollar, çok dar dağ yolları ve çok yükseklerden geçen ve an
cak yayaların gidebilecekleri patikalardı. Bu günlerde de sa-
56
nırım karla örtülüydüler. Bu koşullar altında cephane ve yiye
cek ulaşımının eldeki araçlarla nasıl yapılacağı da başlı başı
na bir sorundu.
Ben görevim gereği, bu önemli sorunlara Enver'in ilgi
sini çektim. O, karşılık olarak bu konuların incelendiğini, yol
denetim ve gözetlemelerinin yapıldığını ve o tarihe kadar öte
ki denetlemelerin de tamamlanacağını söyledi. Konuşmamı
zın sonunda hatalı ve ilgi çekici düşünceler ortaya attı. Bana,
ileride Afganistan üzerinden Hindistan' a yürüyeceğini söyle
yerek ayrıldı.
Enver'den biraz sonra Kurmay Başkanı General von
Bronsart da veda etmek için yanıma geldi. Soldan çevirme ha
reketinin zorluğunu ona da anlattım, özellikle Alman Kurmay
Başkanı olarak yüklendiği sorumluluğa dikkatini çektim.
Söz konusu harekat, Enver' in başkomutanlığı altında ve
3. Ordu tarafından yapıldı ve bu ordunun imhasıyla sonuçlan
dı. Dünya Savaşı 'nda ilk ' imha' edilen Türk ordusu bu oldu.
En ileri hattaki Rus birlikleri -ki Oltu'ya kadar ilerlemişlerdi,
soldan çevrilince şaşırdılar ve burada bazı başarılar elde edil
di. Bir süre sonra arazideki güçlükler ve sert kış kendini gös
termeye başladı. Türk birlikleri, Enver' in zoruyla ilerliyordu.
Soldan çevirme yapan iki kolordunun ancak bazı hafif birlik
leri Sarıkamış'a ulaşabildiler ve burada düşmanla karşılaştı
lar. Başlangıçtaki küçük başarılara karşılık, 4 Ocakta yenilgi
ye uğradılar, geri çekilmek zorunda kaldılar. Düşmansa onla
rı izlemeye koyuldu.
Ana yol üzerinde savaşan 1 1 . Kolordu, Türk-Rus sınırı
boyunca b irkaç gün daha cesaretle dayandı, öteki iki kolordu
dan geri kalan birliklerin Hasankale'ye doğru çekilmesini sağ
ladı ve sonra kendisi.de çekilmek zorunda kaldı.
57
Resmi tebliğlere göre 90 bin kişil ik ordudan ancak 1 2 bin
kişi geri çekilebilmişti. Diğerleri ise ya şehit. ya tutsak olmuş.
açlıktan ölmüş ya da çadırsız karlı karargahlarda soğuktan
donmuşlardı. Arkasından lekeli tifüs salgını başgöstermiş ve
bu zayıf düşmüş insanların birçoğunu da o öldürmüştü.
Bu feci olaylardan sonra Enver. karargahıyla birlikte ka
ra yoluyla lstanbul'a doğru yola çıktı. Perişan duruma düşen
Enver, 3 . Ordunun komutanlığına da Hafız Hakkı Paşa 'yı ge
tirdi. Paşa, Türk Genelkurmayının seçkin askerlerinden biriy
di. İşlek bir zekası ve çabuk kavrama öze lliği vard ı . Kararı n ı
hemen ortaya koymaz, ileri sürülebilecek düşünce v e görüş
lere karşı bir cevap ve fikir saklardı. Alınanların düşünceleri
ni açıkça söylemelerini pek akıllıca bir hareket saymazdı. Ben
de Doğu'nun iyi yetişmiş tipik insan örneği i z l en i m i n i b ı ra k
tı . Son altı hafta içinde yarbaylıktan Genelkurmay Şube Mü
dürlüğü görevine, buradan da general liğe ve ordu komuta n l ı
ğına yükselmişti. Enver, onun yeteneğini takdir ediyor. ama
İstanbul 'dan uzakta kalmasını i stiyordu.
Bu ağır yenilgi, elden geldiği kadar gizli tutu l du . B u ko
nuda konuşmak yasaktı. Emre rağmen yine de konuşanlar o
lursa, bunlar tutuklanıyor, cezaya çarptırılıyordu. Sanırım Al
manya 'da da bu konuda bilinenler çok azd ı . FelükL'tle sonuç
lanan bu harekat dolayısıyla Enver' le aramızda üzü lerek söy
leyebilirim ki çeşitli çatışmalar oldu.
Enver, daha İstanbul 'a gelirken telgrafla 5. Kolordunun
3 . Orduyu güçlendirmek için vapurla Trabzon ' a gönderi l me
sini emrediyordu. 5. Kolordu, benim komutanı olduğum 1 . Or
duya bağlıydı ve Üsküdar yakınında bu lunuyordu. Bana göre
bu kış mevsiminde 5. Kolordu Katkas Cephesi ' nde bir şey ya
pamazdı. Ama İstanbul 'a karşı bir R u s İng i l i z ortak hareketi
-
58
yapılırsa, burası için kuvvet çok gerekliydi. Kafkasya'da·uğ
ranılan bu yenilgiden sonra İtilafdevletlerinin uygulamaya ge
çecekleri çeşitli planlar olabilirdi. Bu nedenle 5 . Kolordunun
Kafkasya'ya gönderilmesine engel oldum. 5 . Kolordu İstan
bul 'da kaldı, ama Enver'le aramız da çok açıldı.
Aramızda bir anlaşmazlık daha oldu, ama bunun çözü
mü Türk usulünce gerçekleşti.
Enver, Kafkasya'dan dönerken ordulara Sivas'tan 20 O
cak tarihinde bir emir gönderdi. Emirde, orduların yalnız ken
disi tarafından yazılmış emirlere uymak zorunda olduğunu,
öteki makamlardan gelenlere önem verilmemesini bildiriyor
du. Bana verilen ve sanırım biraz da hatalı olan çeviri metnin
de aynen şöyle deniliyordu: "Benden başka hiç kimse, hiç
bir sebeple bu makamlara (donanma ve ordu) emir vere
mez. Başkasının vereceği bütün emirler, yerine getirilme
yecektir."
Bu garip emrin neden verildiğini bilmiyorum. Fakat bu
emir geçerli olduğu sürece, bir Türk ordusunun tarafımdan yö
netimi söz konusu değildi. Bu, Türk usulü bir sorun olduğu
için, yine Türkler tarafından çözümlenmesi gerekirdi. Bu ne
denle sorunu, 2 1 Ocak tarihinde bir üst makam olan Sadaret' e
yazıyla bildirdim. Sadaret, Harbiye Nazırı Vekili sıfatıyla Le
vazım Dairesi Başkanı İsmail Hakkı Paşa'yı karşıma gön
derdi.
Hayatta pek çok düşman kazanmış, aleyhinde pek çok
sözler söylenmiş olan bu paşa, İttihat ve Terakkinin belli baş
lı kişilerinden biriydi. Yüzünün görünüşü Moğol tipini andır
dığından, zeki ve keskin gözleriyle kurnaz bir Çin tüccarını
anımsatırdı. Durumunda bir çekingenlik görünürse de, gerçek
te çok kararlı ve enerjik bir adamdı. Yemen'deki bir çatışma
_
59
sırasında bir bacağını kaybettiği için yerine tahta bacak takı
lan İsmail Hakkı Paşa'yı Araplar 'Karabiber' lakabıyla anı
yorlardı.
Bu Paşa, Osmanlı Devleti' nin o zamanki uçsuz bucak
sız, yolsuz ve araçsız topraklarında, en uzak sınırlarda bulu
nan ordulara giyecek ve yiyecek yetiştirmekle yükümlüydü.
Bu işi nasıl yapardı, bilmek güçtür. Her tarafta yalanlar söy
lendiğini, hırsızlıklar yapıldığını biliyordu. En büyük mezi
yeti, ülkenin neresinde ve ne bulursa hemen el koyup ordu adı
na alabilmesiydi.
Çok ilgi çekici bir örnek vereyim:
Alman İmparatoru tarafından E nver'e armağan olarak
gönderilen bir otomobile, o zamanki adıyla 'tekalif-i harbi
ye eşyasıdır' diye İsmail Hakkı Paşa el koydu. Bir başka o
lay: Çanakkale'ye geldiğim zaman bana armağan olarak bir
sandık içinde altı şişe şarap getirdi. Bunları açtığımızda, da
ha önce bana Almanya'dan armağan olarak gönderilen ve yi
ne İsmail Hakkı Paşa tarafından el konulan mallardan oldu
ğunu görerek hayretler içinde kaldık. Tam olarak düzensiz ko
şullar altında çalışan Osmanlı Genel Karargahının parçalayıp
her tarafa gönderdiği birlik, eşya ve malzeme de dikkate alı
nırsa, İsmail Hakkı Paşa'nın hangi koşuHar aıiında orduya
nasıl hizmet ettiği daha iyi anlaşılır.
İsmail Hakkı Paşa'nın aynı zamanda İttihat ve Terakki
Partisinin veznedarı sıfatıyla E nver'in emliikine ve alışveri
şine karıştığı ve bu yoldan kendisi için de servet yaptığı söy
lenirse de, bu doğru değildir. Bu işlerde yalnız aracılığı var
dır.
İsmail Hakkı Paşa'yı her zaman kötüleyenler ve suçla
yanlar, onun hangi koşullar altında çalıştığını bilmezler. Her-
60
kes en çok altı saatlik bir çalışmadan sonra dairesini terket
mesine rağmen, ismail Hakkı Paşa Harbiye Nezaretinde ge
ce yarılarına kadar çalışan çok az görevliden biriydi.
İsmail Hakki Paşa, önce Enver'in telgrafının ya� lış çev
rildiğini ileri sürdü. Bu olasılığın akla gelebileceğini, ama ne
var ki 2. Ordudan gelen çevirinin de aynı olduğunu söyledim
ve emrin geçersiz sayılması konusunda direttim. Levazım Da
iresi Başkanı bana doyurucu bir karşılık veremedi ve saygıy
la yanımdan ayrı ldı. Yazı masamın üzerine bir kutu bırakmış
tı. Bunu yaverimle arkasından gönderdim. Benim olduğunu
bildirerek geri vermiş. Açtık, içinden Murassa Osmanh Ni
şam çıktı. Şi kayetim bir çözüm yoluna bağlanmadı, ama En
ver ' in emri de yerine getirilmedi.
Üçüncü bir çatışma, Enver'in dönüşünden sonra oldu.
Askeri Kurulun Başkanı olarak ve Alman subaylarının �>nu
runu koruma çabasıyla, Enver'in Kurmay Başkanı sıfatı yla
Kafkasya' ya gidip büyük yenilgiye neden olanlardan von
Bronsart'ın bu görevinden alınarak bir biri iğe komutan atan
masını istedim. Bunu Enver'e yazdım, Alınan makamlarına
da duyurdum. Enver, Kurmay Başkanının yerinde kalmasını
istedi. Almanya'dan da bir karşılık alamadım. Bu konuda bir
değişiklik olmadı.
Osmanlı Genel Karargahı, kasım ayında Suriye 'de bir or
du kurulmasına karar verdi. Bu ordu, hem Süveyş Kanalı'na
gönderilecek askeri kuvveti oluşturacak, hem de öteki kuvvet
leriyle Suriye ile Filistin kıyılarını koruyacaktı. Bu yeni ordu
nun komutanlığına Bahriye Nazırı ve 2. Ordu Komutanı Ce
mal Paşa getirilmiş ve adına da 4. Ordu denmişti. Cemal Pa
şa, Albay von Frankenberg'i kurmay başkanı olarak seçti ve
kalabalık bir subay �opluluğuyla Şam'a hareket etti. Çok de-
61
ğerli ve yetenekli bir subay olan von Kress -ki daha Eylül ayın
da Şam'daki 8. Kolorduya atanmıştı- Cemal Paşa'nın emrine
giriyordu. Bu Alman subayı, Kanal bölgesinde yapılacak çok
güç hareketi, 7. Kolordunun kurmay başkanı olarak planlamış
ve sonra da komutan olarak planı uygulamıştı. Bu hareketin
başarısızlıkla sonuçlanmasının kesin olacağını daha önce an
latmıştım. Yaklaşık 1 600 kişilik bir Türk birliğiyle M ısır ele
geçirilemezdi. Fakat her zaman çok iyi bir başarı olarak anı
lacak bu harekette, Türk birliği yedi günlük Tih Sahrası yü
rüyüşünü yapmış, Süveyş Kanalı kıyısındaki İsmailiye'ye u
laşmıştı. Yalnız geceleri yapılan yürüyüşler dolayısıyla birlik
İngilizlere görünmemiş ise de, İngilizlerin geniş casus ağı
içinde, Türk birliklerinin çölün doğusunda toplandığından ha
berleri olmuştu. İngilizler, bu birl iklerin zayıflığını bildikle
rinden pek önem vermemişlerdi. Bu kuvvetle Mısır'a taarru
za geçilebiceğine akılları yatmıyordu. Türkler, Kanal 'a 25 ki
lometre yaklaştıkları halde, İngiliz subayları -Türk keşif kol
larının da gördüğü gibi- rahatlıkla futbol oynamaya devam edi
yorlardı.
213 Şubat gecesi, iyi şekilde düzenlenen ve Kanal' ı geç
mek için gerekli araçlarla donatılan Türk tümeni, Kanal' ın do
ğu kıyısına ulaşmayı başardı . Kanal'ın kp.runmasıyla görev
li zayıf İngiliz müfrezeleri, ilk savunma ateşini açınca, Os
manlı Ordusundaki Arap askerleri paniğe kapıldılar. Bunla
rın kayıklara bindirilmiş bir kısmı, kendilerini suya attılar, öte
kiler de kıyıya taşıdıkları tombaz ve salları bırakarak kaçtı
lar. Ateş açılır açılmaz İngiliz destek kuvvetleri de olay yeri
ne yetiştiler.
Kanal 'ın batı kıyısına ulaşabilen yaklaşık iki Türk bölü
ğü kısmen yok edildi, kısmen de tutsak alındı. Ateş açılma-
62
sından yarım saat sonra Kanal ' ın Mısır tarafında kalan kıyısı
o derece desteklendi ki, artık bir geçme girişimine daha ola
nak kalmadı.
Üzerlerine her yöne dönebilen toplar yerleştirilmiş İngi
liz zırhlı trenleri hemen bu bölgeye gönderilmişti. Ayrıca beş
İngiliz savaş gemisi de Timsah Gölü ' ndcn ve Büyük Acı
Göl'den, Kanal'ı yandan ateş altına almışlardı.
Kanal'a hücum eden birlik, 3 Şubat akşamına kadar ele
geçirdiği yerleri koruyabildi. İngilizlerin sağ kanattan yaptı
ğı bir saldırıyı durdurabildi. 3 Şubat günü öğleden sonra saat
4 'te 8. Kolordu Komutanı, -ki gerçekte ertesi sabah ve 1 O. Tü
menin de katılmasıyla bir hücum daha yapmak için kararlıy
dı- İngilizlerin sürekli destek almaları üzerine Kurmay Baş
kanı von Kress'e hemen geri çekilmesi için emir verdi.
Düşmanla teması kesme ve geri çekilme düzen içinde ya
pıldı ve tümen, önce İsmailiye 'nin l O kilometre kadar doğu
sundaki bir karargaha çekildi.
Düşman saflarındaki Hint ve Sudan birlikleri de bir ba
şarı gösteremediler. Seferi' kuvvet, büyük kayıplar vermeden
geri çekilebildi. İngilizler, harekete geçmek için uzun bir ha
zırlığa gerek görüyorlardı. İzlemek için çöle girmek gereki
yordu. İngi lizlerin planında ise bu yoktu. Harekete geçmek için
çok zaman geçirdiler.
4. Ordu için bu keşif niteliğindeki taarruzun büyük öne
mi vardı. Çölü geçmenin birlikler için ne kadar güçlükler ya
rattığı ortaya çıkmıştı.
4. Ordu Komutanlığı, ileri sürdüğü birliklerin Elariş-Ka
latülnahl hattında kalmasını kararlaştırdı . Bu hareketli kol
larla Kanal bölgesinde bir güvensizlik ortamı yaratılacak ve
gemi nakliyatı tedirgin edilecekti.
63
Asıl kuvvetlerden 8. Kolordu Hanıyunus ve Gazze'de, 1 O
Tümen Birüssabi'de, Hicaz Tümeni de Maan'da kalacaklardı.
Türklerin Kanal'a kadar sokulmaları olanağı ortaya çı
kınca, İngilizler bu bölgede çok önemli savunma düzenleri al
dılar. Bu nedenledir ki, Kanal' a ulaşmak için sonradan yapı
lan girişimler, birincisinden çok daha büyük güçlüklerle kar
şılaştı. Ve yine bu nedenledir ki, bundan sonra ancak küçük
müfrezelerle ve bağımsız enerjik birliklerle Kanal'a ulaşmak
söz konusu oldu.
l 9 1 4/ 1 9 1 5 kışına girildiği sıralarda İstanbul' a özel aske
ri heyetler gelmeye başladı. Bunlardan biri Afganistan' da, öte
ki Şattülarab'ın denize döküldüğü bölgede görevlendirilmiş
ti. Sonraları bir de İran'da görevli ayrı bir heyet geldi . Bun
lar çok geniş, fakat açıklıktan yoksun planlarla gönderilmiş
lerdi. Çok paraları vardı. Bunları Berlin'deki Hariciye Neza
reti gönderiyordu. Bu nedenle de Alman Sefaretine ve Ataşe
militerine bağlıydılar. Gönderilen kimselerin hemen hepsinin
subay olmasına rağmen, bizim Askeri Kuruldan bunlar için
görüş alınmadığı gibi, gönderilme nedeni konusunda da bize
bilgi verilmemişti .
Bana göre, b u heyetlerin gönderilmesi yanlıştı . Eğer fik
rim sorulsaydı, gönderilmemelerini söylerdim. Çünkü, çok
önceleri bu ülkelere gitmiş değerli kişiler bile savaş için ya
rarlı işler yapamazlardı . Yararlı iş görmek için, heyetlerle bir
likte askeri birlikler de göndermek gerekirdi . Oysa buralara
ancak Türkiye birlik gönderebilirdi. Bu durumda ise Türk çı
karlarıyla hiçbir zaman bağdaşmayan Alman çıkarları çatışa
cağından, sonunda bizim Türkiye ' ye uymamız gerekecekti.
Öte yandan kendi ülkelerini savunma çabası içindeki
Türklerin, hiçbir başarı göstermeyen hatalı yönlere yönelme-
64
!erine neden olacaktık. Nitekim bu heyetlerin hiçbiri, bütün
özverilere karşın, başarı lı olamamıştır.
1 9 1 4 yılı sonu ile 1 9 1 5 yılı başlangıcında, Türk savaş
alanları için verilecek haberlerden biri de Türklerin 1 9 1 5 O
cak ayında Tebriz'e, yani tarafsız İran'a girmiş olmalarıdır.
Bundan önce, 22 Kasım 1 9 1 4 'te, İngilizler Basra şehri
ne girdiler ve Fırat ile Dicle'nin birleştiği Gurna'ya kadar iler
lediler, 9 Aralıkta buraya yerleştiler. 3 Haziran 1 9 l 5 'te ise
beklenmeyen bir saldırıyla Amara şehrini aldılar. Bağdat'ta
ki Alman Konsolosu, o sıralarda bu şehirde yaşayan Alman
lar için Bağdat' ı tehlikeli bir yer olarak görmüyordu.
65
19 15 YILI
Vll
67
elinde bulunduruyordu. İngiliz ve Fransız filolarının Boğaz' ı
zorlayarak geçmeleri durumunda, burada l . Ordu Komutanı
olarak öyle önlemler almıştım ki, filonun İstanbul önünde
uzun süre kalması kendisine çok pahalıya mal olacaktı. Ye
şi lköy 'den Saraybumu 'na kadarki kıyı şeridi ile Asya yaka
sına ve Adalar' a çeşitli bataryalar yerleştirilmiş ve bunların
çapraz ateşiyle filonun zor duruma düşürülmesi tasarlanmış
tı. Aynı zamanda bu kıyılarda gezici müfrezeler görevlendi
rilecek ve gerilerde yedekler bulunacaktı . Ayrıca M armara'da
Göben ve Breslav ile Türk Filosunun, Boğaz' ı zorlaması sı
rasında zayıflayacak M üttefik filosuna karşı koyması da söz
konusuydu.
Benim düşünceme göre M üttefik Filo, Boğaz ' ı zorlayıp
geçse ve Marmara'daki çatışmayı kazansa bile, Çanakkale
Boğazı ' nın bütün kıyıları kuvvetli düşman birlikleri tarafın
dan işgal olunmadıkça Marmara'da rahatlıkla kalacak bir du
ruma ulaşamazdı. Çünkü Çanakkale Boğazı kıyıl arına Türk
birlikleri egemen olduğu sürece, yiyecek ve kömür eksikleri
ni tamamlaması olanaksızdı. Bunların şehirden sağlanması
için Müttefik filonun buraya asker çıkarması ise alınan önlem
ler karşısında mümkün değildi.
Çanakkale'de tam bir zafer kazanabilmenin koşulu, ya fi
lonun denizden hücumu sırasında ya da daha önceden buraya
kara hirliklerinin çıkartılması ve bu birliklerin filoyla birlik
te hareket etmesiydi . Boğaz'ın filo tarafı ndan zorlanarak ge
çilmesinden sonra karaya çıkarma yapmak -önüne çıkan öte
ki zorluklarla uğraşması dolayısıyla- filonun topçu ateşi ko
rumasından yoksun kalınası demekti .
İstanbul'un bir İngiliz-Fransız filosu tarafından işgali,
ancak Karadeniz Boğazı ağzına aynı zamanda bir Rus çıkar-
68
masıyla mümkündü. Üç müttefikin böyle bir harekete başla
ması lstanbul'un düşmesiyle sonuçlanabilirdi.
Bununla birlikte, böyle bir Rus çıkartmasına karşı da ön
lemler alınmıştı. Karadeniz Boğazı'nın iki yakasına da batar
yalar yerleştirilmiş ve gezici müfrezelerle savunma önlemle
ri alınmıştı. Yeşilköy yakınlarına yerleştirilmiş 6. Kolordu,
böyle bir çıkarma olasılığına karşı burada tutuluyordu. Bu ko
lordu, büyük gece eğitimleriyle bu amaca göre yetiştirilmiş
ti. Gece alarmları, başlangıçta çok zaman alıyordu, ama son
raları birlik bu iş için tam yetişmiş duruma geldi.
Bu nedenle daha 27 Eylül 1 9 1 4'te, Alman Genel Karar
gahının bir sorusuna telgrafla verdiğim karşılıkta dedim ki,
" İstanbul'daki askeri makamların Çanakkale Boğazı'nın
tehlikede olmasından dolayı korku içinde bulundukları
haberi tamamen asılsızdır. Buna karşı gereken önlemler
alınmıştır."
Türkiye'ye -Askeri Kurul dışında- yüksek rütbeli Alman
subayı olarak adı geçen amirallerden başka Mareşal von der
Goltz da gelmişti. 1 2 Aralıkta lstanbul 'a gelen mareşal, Bel
çika Genel Valiliğini bırakmış, sultanın yaverliği görevini ka
bul etmişti.
Mareşal, Türkiye'de çok iyi tanınıyor ve çok seviliyordu.
Ömrünün 1 8 yılını bu ülkenin ordusunu yetiştirmeye harca
mıştı. Yüksek rütbeli Türk subaylarının çoğu onun öğrenci
siydi. M areşal de, Başkomutan Vekili Enver'i, "genç dost"
diye adlandırıyordu.
Padişahın 'yaver-i has'ı olmak, von der Goltz gibi çok
tanınmış bir insan için geçici bir görev sayılırdı.
Mareşale, Harbiye Nezaretinde bir oda ayrıldı ve kendi-
69
si de az sonra Türk Genel Karargahı kurmayındaki görüşme
lere katılmaya başladı.
Kafkas cephesindeki felaket yüzünden Enver'le aramda
başgösteren anlaşmazlıklar, zamanla daha da arttı ve onda be
ni lstanbul 'dan uzak bir yere gönderme isteği yarattı . Bu ne
denle 1 9 1 5 Şubatı ortalarında bana Erzurum'daki 3 . Ordu Ko
mutanlığını önerdi. 3 . Ordu Komutanı olarak Erzurum' a gön
derdiği Hafız Hakkı Paşa, lekeli tifüse yakalanarak 1 2 Şu
batta ölmüştü.
3. Ordunun çok az kalmış kuvvetine şimdi 20 bin yeni
asker ekleniyordu. Ama bu cephede daha aylarca bir harekat
yapmaya olanak yoktu.
Bu yeni görevi kabul etmedim, bu konuda Almanya 'ya da
bilgi verdim. Alman Sefiri de benim görüşümü paylaşıyordu.
Kış feliiketinin maddi ve manevi sonuçları konusunda
önceden verdiğim yargıda ne kadar haklı olduğumu aşağıda
ki haberler doğruluyordu:
Trabzon 'daki Alman Konsolosu Dr. Bergfeld 2 Martta şu
haberi veriyordu: "Şehrin bütün hastaneleri lekeli tifüs has
talarıyla doludur. Bulaşıcı hastalık hemen hemen bir afet
durumunu almıştır. 900-1000 kadar hasta askerden her
gün ölenlerin sayısı 30-SO'dir."
Kızılhaç doktorlarından Colley ve Zlosisti, 3 Martta Er
zincan 'da şunu bildiriyorlardı: " Her türlü sağlık önleminin
noksan,ığı yüzünden yardım yapılamamakta, Türk asker
leri ve Almanlar görülmemiş derecede büyük zayiat ver
mektedirler."
3 . Ordu Kurmay Başkanı Binbaşı Guse, 25 Mayısta şöy
le yazıyordu: "Talimgahlardan gönderilen erlerden ancak
çok azı birliklerine ulaşabiliyor. H astalık, beslenme ve ha-
70
rmma koşullarının kötülüğü, kaçaklar, gelenlerin sayısını
çok azaltıyor."
2 Haziran 1 9 1 5 'te Erzurum'daki Alman Konsolosluğu
telgrafla bildiriyordu: " Erzurum'daki ordugahta toplanan
askerlerin üçte biri hastadır. Öte yandan diğer üçte biri de
orduya gelirken yolda firar etmektedir."
Bunlara benzer daha bir sürü haber geliyordu. Bereket,
3 . Ordunun uğradığı felaketten sonra Ruslar uzun zaman sal
dırıya geçemediler.
Enver 'in Kafkasya'dan dönüşünden sonra, Anadolu'nun
Çanakkale ile İzmir arasındaki kıyı savunma düzenini denet
lemek için 29 Ocak günü bir geziye çıktım. İlk vardığım yer
Edremit'ti. Buraya Balıkesir'den otomobille geldim. Böylece,
Anadolu'nun bu dağ yolundan ilk kez otomobil geçmiş oldu.
Bu otomobil yolculuğu, derin kayalar üzerine pek ilkel biçim
de yapılmış köprüler üzerinden yapılıyordu. Yanımdaki uzman
İstihkam Binbaşı Effnert, bu köprülerin sahra topçusunun
ağırlığına bile dayanamayacağını söyledi. Denetlemeden son
ra ilk kez bir Türk evine konuk edildik. Ev sahibi, zengin bir
zeytinyağı tüccarıydı. Ev sahibinin oğullarının yemek sırasın
da sofrada oturmayıp konuklara hizmet etmelerine çok şaştım.
Ertesi sabah Ayvalık' a giderken Kemer (Burhaniye) köp
rüsünden geçmek zorundaydık. Bu köprü daha önce bir çay
taşmasıyla yerinden sürüklenmişti. Tam o zamandaki Türk
anlayışına uygun olarak, hiçbir hükümet görevlisi bu köprüy
le ilgilenmemiş ve köprü, yıkık durumda bırakılmıştı. Bunu
da yine Alman istihkam erleri iyi bir şekilde yapmak ,zorun
da kaldılar. Otomobilimiz çaydan mandalarla çekilerek geçti.
Biz de yüksek manda arabaları içinde çayı aştık. Halk, bu çe
şit güçlüklere alışıktı. Yoluna devam etmek isteyen herkes, ba-
71
şının çaresine bakmak zorundaydı. Ondan sonra yolculuğu
muz bütün gün şahane zeytin ormanları arasmda devam etti .
Bu zeytin ormanları, Anadolu'nun bu bölgesini verimli ve
zengin bir duruma getirmişti. İ çinden geçtiğimiz zengin Rum
köylerinde delikanlılar ve okul çocukları, bayramlık giysile
riyle yol boyunca sıralanmışlardı.
Türk hükümeti, anlaşılması güç sert önlemlere başvura
rak bu Rumların mallarının bir kısmını ellerinden aldı. Sıkı
birjandarma baskısı altında tutulan Rumlar, zamanl a kıyı böl
gesini terk ettiler.
Sonralan ismi çok geçen Ayvalık'a bu benim ilk gelişim
di. Bölgeyi denetlemek için buraya sonra bir daha geldim. Li
man komutanı, bana limanın kaçakçılığa kapatılması konu
sunda açıklamalarda bulundu ve limanı gezdirdi. Bu komutan,
çevredeki adalara kaçakçılığın yapılabilmesi için kasten açık
bırakılan geçitlerden birini de hiç çekinmeden bana gösterdi.
Tamamen Türkiye'nin iç işleriyle ilgili bu konuya karışmadım.
Birdenbire kar fırtınası başladığından, dönüşümüzde Ed
remit ile Balıkesir arasındaki geçitte çok zorluk çektik. Saat
lerce kar altında yaya olarak yol alırken, otomobilimiz de çev
re halkının yardımıyla yavaş yavaş ilerliyordu.
Tekrar Balıkesir'e gelip demiryoluna kavuştuğumuz za
man, yol üzerindeki bir dağın çöküşüyle yolun kapandığını ha
ber aldık. Bu nedenle katara bir işçi müfrezesi de alarak yola
çıktık. Yolumuzu bunlara temizleterek açtık. Marmara kıyı
sındaki Bandırma limanına geldiğimizde, bizi İstanbul 'a gö
türecek olan gemiler buradan ayrılmıştı. Bu yüzden İ stanbul 'a
düşündüğümüzden çok sonra varabildik.
Bu kısa denetleme gezimi, 1 9 1 5 yılında Türkiye'nin en
güzel ve bayındır yerlerinin ne durumda bulunduğunu göster-
72
mek için anlatıyorum. Türkiye'de tarım ve ulaştırmanın geliş
tirilmesi için makaleler yazan İstanbul' un geçici ziyaretçileri,
bunları Pers Palas Oteli' nin salonlarında pek anlayamazlar.
Bu gezi sırasında perde arkasında oynanan ve kulağıma
daha sonra gelen bir oyun, bana, Almanların Türkiye 'de ne çe
şit iftiralara uğradığını öğretti: O yılın yazında ve Çanakkale
savaşları başladıktan sonra, Alman Sefirinden bir mektup al
dım. Mektupta bildirdiğine göre, Yunan Kralı Konstantin, Ed
remit'te bulunduğum sırada bu şehrin belediye başkanına,
"Buradaki bütün Rumlar, denize dökülmeyi hak etmişler
dir" deyip demediğimi soruyormuş. Edremit'teki kısa ziya
retim sırasında Belediye Başkanı ya da buna benzer bir kişiy
le karşılaşmadığım ve konuşmadığım gibi, hiç ilgim olmayan
Rumlar hakkında da bir fikir belirtmiş değildim. Bu nedenle
birkaç kısa cümle ile bu utanmazca yalana cevap verdim. Tür
kiye'de askeri bir makamda görev yapan her Alman, böyle if
tiralara uğrayabilir. Yalnız partilerin mücadele aracı olan bu
tip iftiralara, gerçekte o ülkede kimse değer vermez. Türk üni
forması taşıyan bir yabancı general olarak birçok bağnaz Rum
tarafından hoş görülmemem çok doğaldı .
3 . Tümene padişah tarafından sancak verilmesi dolayı
sıyla 1 5 Şubatta Dolmabahçe'de bir tören düzenlendi. Tören
den sonra bütün birlikler pencere önünde oturan Sultanın
önünden bir geçit yaptılar. Başkomutan Vekili Enver' in bu tö
rene birkaç saat geç gelmesi, biraz rahatsız olan padişahı ve
törene katılan öteki ilgilileri çok tedirgin etti. İ leri gelen İtti
hatçıların bu çeşit kendini bilmez davranışlarıyla padişah çok
kere karşı karşıya kalıyordu. Akıllı ve yaratılış olarak da ha
reketli bir kişi olan Talat, bu konuda tek örnek, tek ayrıcalık
l ı devlet adamı oluyordu.
73
İngiliz ve Fransız filoları yavaş yavaş Çanakkale Boğa
zı önünde toplanmaya başladılar. Limni, İmroz, Tenedos ada
larını kendilerine üs yaptılar ve bu adalarda gerekli diğer as
keri tesisleri de kurdular.
Düşman savaş gemilerinin top atışları, başlangıçta Çanak
kale Boğazı 'nı kapayan Kumkale ve Seddülbahir batarya
larını yok etmek amacını güdüyordu. Bu sırada doğal olarak
savaş gemilerinin uzun menzilli topları, eski ve kısa menzilli
Türk kıyı bataryalarının etki alanı dışında kalıyor ve bunların
atışlarından zarar görmüyordu. Bu çatışmalarda iki tarafın
kullandığı araçlar çok farklı olduğundan, sonuç önceden bel
liydi. Atışlar kısa süre devam ettikten sonra, Türk kıyı batar
yaları ve istihkamları bir yıkıntı durumuna geldi.
Düşmanın birkaç kere karaya bahriye erleri çıkararak
Seddülbahir'i baskınla ele geçirme girişimi başarıya ulaşma
dı. Çünkü ağır bombardımanlara rağmen bir miktar Türk as
keri mermilerin yetişemediği yerlerde kalıyor ve karaya çıkan
ları geri püskürtüyordu.
Türk Genel Karargahı Şubat sonlarına doğru düşman fi
losunun Boğaz'ı geçme olasılığını dikkate almaya başlamış
ve Sultanla çevresi, mülki ve askeri makamlar ve hazine için
önlemler almaya girişmişti. Düşman filosu başarıya ulaşır ve
Boğaz'ı geçerse, bütün bunlar Anadolu yakasındaki bazı yer
lere taşınacaktı. Bu gibi ö_nlemler almak doğru ve yerindeydi.
Fakat Türk Genel Karargahı, düşman filosunun 20 Şu
battan 1 Marta kadarki zaman içinde Boğaz' ı geçeceğini ka
bul ettiğinden, alınan askeri kararlar tam anlamıyla bir fela
ketti. Bu emirler tam olarak uygulansaydı, Almanya ve Avus
turya daha 1 9 1 5 ilkbaharında savaşa Türkiye'siz devam etmek
74
zorunda kalacaklardı. Çünkü bu emirlere göre Türkiye, Ça
nakkale Boğazı'nı adeta terk ediyordu. 20 Şubat tarihli emir
le 1 . Ordu ile 2. Ordunun konumu değişiyor, 1 . Kolordu bir
likleri parçalanıyordu. Asıl önemlisi, düşman filosu Çanak
kale'yi yararak Marmara' ya girerse, 1. Ordu Marmara'nın
kuzey kıyısında ve 2. Ordu güney kıyısında Boğazları ve Mar
mara Denizi ' ni savunacaktı. İki ordunun bölgelerini ayıran çiz
gi, Çanakkale Boğazı' nın giriş noktasından başlıyor ve Boğa
zı izleyerek Marmara Denizi ' ne geliyor, onun ortasından Ka
radeniz Boğazı ' nın kuzeydeki çıkış noktasına ulaşıyordu. l .
Ordu güneye, 2. Ordu kuzeye doğru cephe alacaktı. Böylece
Gelibolu yarımadasının dış kıyısı ve üzerindeki tepelerle Ça
nakkale Boğazı 'nın Anadolu yakası savunulamaz duruma ge
l iyordu. Bu, akla gelebilecek en zayıf savunma önlemiydi.
23 Şubat tarihinde Enver' e bir yazı yazdım ve yeni veri
len emirle alınacak önlemlerin, düşünülmeyecek felaketler
getirebileceğini bildirdim. Bu yazıda dedim ki, "Bir Türk or
dusunun Çanakkale Boğazı'nda İngiliz ve Fransızlara kar
şı, diğer bir Türk ordusunun da istanbul'da ve Karade
niz'den gelecek Rus çıkarmasına karşı görevlendirilmesi
gerekir. Orduların cephesi, kuzey ve güney değil, ancak do
ğu ve batı olabilir."
25 Şubatta Enver'in cevabını aldım. Enver, tek sözcük
le olsun gerekçe göstermeden, benim görüşümü paylaşmadı
ğını bildiriyordu.
1 Martta Türk Genel Karargahı emirler göndermeye baş
ladı. Buna göre, Edirne 'deki 2. Kolordu Çatalca 'ya alınıyor,
Bandırma-Balıkesir bölgesinde bulunan 4. Kolordu ise İzmir
Körfezi çevresine gönderiliyordu. Oysa gerçekte bu iki kolor
du, bulundukları yerolarak Çanakkale Boğazı' na en yakın bir-
75
liklerdi ve bir çıkarma hareketi karşısında ilk yardıma koşa
cak olan bunlardı.
Enver' in bu yersiz ve zararlı emirleri beni tedirgin edi
yordu. 1 Mart tarihinde, bu kararların değiştirilmesine yardım
etmeleri için Alman Sefaretine ve Askeri Kabine Şefi aracı
lığıyla Alman İ mparatoruna başvurdum. Bu iki makam, be
nim görüşümün uygulanması için ne yaptılar bilmem. Fakat
herhalde birşeyler yapmış olacaklar ki baştan sona hatalı olan
söz konusu kararlar hiç uygulanmadı.
Düşman filosunun Çanakkale Boğazı 'na karşı giriştiği ha
rekat, mart ayında en yüksek noktasına vardı ve 1 8 Mart günü de
nizden yapılan saldırının başarıya ulaşamaması üzerine durdu.
1 M art'ta beş İ ngiliz savaş gemisiyle birkaç torpido Bo
ğaz'ın güney-güneybatı kısmına girdiler, Erenköy ile Halil
li önlerindeki Türk obüs bataryalarını akşama kadar bombar
dıman ettiler. Bu bataryalar Albay Wehrle komutasındaki 8 .
Ağır Topçu Alayı'na bağlıydı v e l . Ordu'dan Boğaz Müstah
kem Mevki Komutanlığı 'na verilmişti. Bu bataryalar, Asya ve
Avrupa kıyılarındaki tepeler üzerine gruplar halinde mevzi
lendirilmiş, cesur ve bilgili komutanların becerikli yönetim
leri altında çok takdir kazanmışlardı. Düşman gemileri çok ke
re bu alayın gerçek bataryalarından başka, sık sık yerleri de
ğiştirilen sahte bataryalara karşı da ateş açıyorlardı.
1 Mart'tan sonra düşman filosu, çok kere 4-5 dizi savaş
gemisiyle hemen her gün saldırıda bulundu. Düşman filosu
nun Boğaz'a en büyük saldırısı 1 8 Mart günü yapıldı. Albay
Weh rle' nin raporuna göre, bu saldırıya 1 6 büyük savaş gemi
si katılmıştır. Bunlar ilk sıra halinde Boğaz' a girmişler ve Bo
ğaz Müstahkem Mevkii tabyalarını sabah saat 1 0.30'dan baş
l ayarak akşamın 7.00'sine kadar bombardıman etmişlerdi.
76
Büyük cephane harcanmasına rağmen, düşman filosunun
elde ettiği başarı fazla bir şey değildi. Çok zayiat verdireme
diler. Kanlı savaşlar sonunda tabya ve bataryalardaki şehit sa
yısı , Müstahkem Mevki Komutanı Albay Cevat Bey'in rapo
runa göre 200'ü geçmiyordu. Buna karşılık düşman zayiatı cid
di ve ağırdı. Albay Wehrle ve emrindeki komutanların gözet
lemelerine göre Bouvet, I rresistible ve Ocean zırhlıları bat
mış, pek çok savaş gemisi de yaralanmıştı. Kurtarma çalışma
larına katılan pek çok savaş gemisi de batırılmıştı. Özellikle
Hamidiye Tabyası'nın -Yüzbaşı Vassidla komutasında- atış
ları çok etkili olmuştu. Türkiye'de torpil uzmanı olarak çalı
şan Ü steğmen Ceehel' i n Erenköy Körfezi' ne 1 8 Mart'tan az
önce yerleştirdiği mayınların da bu sonuçta rolü olsa gerektir.
Düşman filosu geri çekilmek ve bu girişimden vazgeç
mek zorunda kaldı. 18 Mart, Çanakkale Müstahkem Mev
ki ve Boğaz Komutanlığı için bir onur günüdür ve öyle ka
lacaktır. Düşman, filo zorlamasıyla bu boğazı geçmeye bir
daha girişmedi.
Denizden zorlamayla İ stanbul' a varılamayacağı İtiliif
devletlerince artık anlaşılmıştı. Fakat bence, bu derece değer
li bir plan da kolayca kaldırılıp rafa konulamazdı. Bu durum,
ne İngilizlerin enerjilerine, ne de her tarafta gösterdikleri ça
lışmalarına uygun düşerdi. Onların büyük bir çıkarma hare
ketine daha girişmelerini beklemek gerekirdi.
Martta bu amaçla büyük bir kuvvetin hazırlanmakta ol
duğu haberleri gelmeye başladı. Çok kere Atina, Sofya ve
Bükreş üzerinden gelen bu haberlerin birbiriyle çelişik durum
da olmaları normaldi. Başlangıçta İmroz ve 1,imni adalarına
getirilen İngiliz tümenlerinin sayısının 50 bin olduğu bildiril
di, daha sonra bunun·80 bine çıktığı haber verildi. Buna katı-
77
lan Fransız birliklerinin sayısının da 50 bin olduğu haberi alın
dı. Çıkarma hareketinin başkomutanlığına atanan İngiliz ge
nerali Hamilton ile Fransız generali d' Amade'ın geldikleri
ve Çanakkale önündeki Provence zırhlısına yerleştikleri öğ
renildi. Mondros'ta bir çıkarma için hazırlıklar yapıldığı ve
buraya her gün malzeme ve erzak çıkarıldığı haber verildi. l 7
Martta Pire 'ye gelen dört İngiliz subayı, buradan peşin paray
la 42 büyük kayık ve5 romorkör satın aldılar.
Sonunda 24 M art'ta Enver, Çanakkale bölgesinde 5. Or
du'nun kurulmasına karar verdi. Türk Genel Karargiihı ' na bu
kararı verdirebilmek için benim harcadığım sürekli çabalara,
son zamanlarda Alman Sefareti ile Amiral Suşon da katılmış
lardı. Amiral von Usedum ise, Çin'deki deneyimlerine daya
narak böyle bir çıkarmaya hiilii olanak tanımıyordu.
78
VII I
79
26 Martta Gelibolu limanına vardık ve karargahımızı kur
duk. 3. Kolordu Karargahı da birkaç gün önce buraya gelmiş
ti. Yanımdaki birkaç kişiyle birlikte bize gösterilen bir eve yer
leştik. Sonradan bu binanın Fransız Konsolosluğu olduğunu
öğrendim. Evde yalnız yuvarlak bir masa ve benim her iki
odaµıda birer duvar aynası vardı. Öteki eşyalar, herhalde biz
gelmeden önce çalınmıştı. Yatak ve diğer gerekli eşyayı kay
makam şehirden sağladı. Dört hafta sonra bu evi bıraktığım
da çamaşırlarımın çoğu kaybolmuştu. Sonradan hayretler için
de duydum ki, Rumlar, benim bu evi talan ettiğimi ve eşyala
rı aldığımı her tarafa yaymışlar! Çanakkale Savaşı'nda, yu
varlak bir masa ile iki duvar aynasını yanıma alıp gezdirmek
ten herhalde daha önemli işlerim vardı.
Gelibolu, o sıralarda gelişmekte olan bir yerdi. Biz gel
meden önce Türk görevliler birçok Rum aileyi başka yerlere
göndermişlerdi. Çanakkale savaşlarının sonunda ise, düşman
donanmasının ateşiyle bu şehrin pek çok yeri yıkıntıya dön
müştü.
Önümüzde iş dolu günler vardı. Birliklerin gruplaşma
sıyla önemli kıyı bölgelerinin gözetlenmesi işini değiştirmek
zorundaydım.
5. Ordu' nun o zaman beş tümeni vardı. Bunlar Boğaz ' ın
Asya ve Avrupa kıyılarına dağılmışlardı. Tümenler, 9- 1 2 ta
bur kuvvetindeydiler. Taburlar ise 800- 1 000 kişi kadardı.
İngilizler büyük çıkarmayı yapıncaya kadar bana dört
haftalık bir zaman bıraktılar. Birliklerinin bir kısmını geçici
olarak Mısır ve Kıbrıs' a göndermişlerdi. Söz konusu dört haf
talık zaman, gerekli önlemlerin alınmasına ve Albay Nicolai
komutasındaki 3. Tümenin İstanbul'dan getirilmesine yetti.
Çanakkale Boğazı'nın gerek Asya, gerekse Avrupa ya-
80
kalarında birinci derecede çıkartma tehlikesi taşıyan bölgele
ri, Boğaz girişindeki kıyı parçalarıydı. Çanakkale Boğazı'nın
güneyindeki Anadolu yakası, hafifçe dalgalı verimli bir düz
lükle büyük derinlikleri olan tepelerden oluşmuş bir araziydi.
Kara Menderes ırmağı, birçok dönemeçlerle bu toprağı geçip
denize dökülüyordu. Derinlikler, denize doğru yüksekçe bir
kıyı çelengiyle kapanmıştı. Bir çıkarma harekatında, piyade
ile birlikte çıkacak topçu kuvvetleri,bu arazi dalgasından ya
rarlanarak ve savaş gemilerindeki topların da yardımıyla do
ğuya doğru uzanan geniş bölgeyi etkisi altında bulundurabi
lirdi. Kara Menderes Irmağı ve küçük bataklıklar, modern
araçlarla donatılmış bir ordu için, ilkbahar ve yaz aylarında
önemli bir engel oluşturamazdı.
Çanakkale Boğazı'nın Avrupa yakasını oluşturan Geli
bolu yarımadası, yamaçlar, derin boğazlar ve keskin yarlarla
bölünmüş sarp dağlardı. Bazı dağların tepesindeki fundalık
lar, çayların ve çoğu yazın kuruyan derelerin kıyılarındaki kı
sa çamlar, genellikle çıplak olan arazinin biricik bitkileriydi
ler. Sulama durumuna bağlı olan tarım, yalnız bazı yerleşim
yerlerinin çevresinde ve çukurlarda vardı. Saros Körfezi 'nin
üst kısmına doğru, yarımadanın içindeki büyük derinlikler
daha verimliydi.
Şimdi asıl sorun, düşman çıkarmasının nereye yapılaca
ğıydı. Gruplanmalar, kıyının genişliği dolayısıyla, hafif bir
liklerle olacaktı. Teknik açıdan kıyının birçok yerine büyük
kuvvetler çıkartılabi l irdi. Buraların tümünü önceden tutmak
olanaksızdı. Bu nedenle kuvvetlerin yerleştirileceği bölgeler
de taktik gerekçeler aramak gerekiyordu.
Çanakkale Müstahkem Mevkii 'nin Boğaz'a egemen en
önemli tabya ve bataryaları güneyde, Anadolu yakasında bu-
81
lunuyordu. Düşman elinde bulunan Bozcaada, bu kıyının
önündeydi. Sonra bu kıyıdaki Küçük ve Büyük Beşike liman
ları çıkarmaya çok elverişliydi. Buralardan büyük kuvvetler
kısa zamanda Türk kıyılarına çıkarılabilirdi. Tabyalar ve ağır
bataryalar, yalnız deniz yönünden ilerleyecek kuvvetlere kar
şı mevzilendirildiğinden, Anadolu yakasının savunma düze
ninin arkasına doğru yürümek, düşman bakımından büyük
şans doğuruyordu. Yol durumu da buna uygundu. Bu neden
lerle, burada büyük tehlike vardı.
Gelibolu yarımadasında da üç yer, özellikle önemli ve teh
likeliydi. Birinci tehlikeli yer, yarımadanın güney ucundaki
Seddülbahir ve Tekeburnu 'ydu. Çünkü bu bölge, üç yandan
düşman ateşine açıktı. Bir kere çıkarma yapıldı mı, uzaktan
görünen ve oraya ulaşmak için başlıca bir engel taşımayan Al
çıtepe düşmanı kendi üzerine çekecekti. Buraya kadar düş
man, hiçbir engel ve güçlükle karşılaşmayacaktı. Bir kere bu
rası ele geçirildi mi, Boğaz'ın başlıca istihkam ve bataryala
rı ateş altına alınabilirdi.
Çabuk ve kesin sonuç alınacak yerlerden biri de Kaba
tepe nin iki yanındaki kıyı parçalarıydı. Kabatepe'den Mar
'
82
daki kıyı parçasıydı. Burası her ne kadar Müstahkem Mevki
üzerinde topçu atışıyla etki yapma olanağı taşımıyorsa da, Ça
nakkale 'nin geleceğini etkileyecek stratejik önem taşıyordu.
Buradan yarımadanın İ stanbul ve Trakya ile olan bağlantısı
kesilebilirdi. Düşman, Saros Körfezi ile Marmara arasındaki
dar tepeleri ele geçirdi mi, yalnız 5. Ordu'nun geriyle bağ
lantısı kesilmiş olmazdı, ayrıca buraya yerleştirilecek uzun
menzilli toplar ve gece ışıldaklarıyla bu kıyılara egemen ola
bilirdi. Düşman denizaltıları -ki aralık ayından beri Marma
ra 'ya geçmeye uğraşıyorlardı- Boğaz ' ı aşabilirse, Marma
ra'daki ikmal ulaşımı da tam olarak durabilirdi.
Elimizdeki birlikler, bu üç tehlikeli bölgeye göre grup
5. Tümen ile 7. Tümen Saros bölgesine yerleş
landırılmıştı.
9. Tümen ile yeni kurulan 1 9. Tümen Gelibolu ya
tirilmişti.
rımadasının güney kesimine ve 1 1 . Tümen ile yeni gelen 3 .
Tümen de Anadolu yakasındaki bölgeye yerleştirilmişti.
Elimdeki beş tümenin 26 Mart ' a kadar olan düzenlerini
tam olarak değiştirmek gerekmişti. Bu zamana kadar bunlar,
başka bir temel düzene uyarak, eskiden olduğu gibi kıyı ko
ruma birlikleri olarak bütün kıyı boyunca yayılmış bulunuyor
lardı. Her ne kadar karaya çıkan düşman her tarafta bir mik
tar direnme görecekti ama, yedek kuvvet olmadığı için, çıkan
ların geri püskürtülmesini başaracak birlikler bulunmayacak
tı. Verdiğim emirle, tümenlerin birliklerini toplu durumda bu
lundurmalarını, kıyıda yalnızca güvenliği sağlayacak kadar
kuvvet bırakmalarını sağladım. Çünkü biricik başarı şansımı
zın, hafif kuvvetlerle sürekli bir direnmeye değil, her üç gru
bun hareketli savunmalarına bağlı olduğuna inanıyordum.
Kıyıda gözetleme göreviyle kalmış Türk birliklerini, du-
83
rumun gereklerine uygun biçimde hareketli bir konuma getir
mek için yürüyüşler ve tatbikatlar yaptırmak çok yararlı bir iş
oldu.
Gerektiğinde birliklerin bir yerden başka bir yere geçi
rilmesi için limanlarda gemi bulundurduktan başka, gruplar
arasındaki yolları da işçi taburlarını çalıştırarak yapmaya baş
lamıştık. Yarımada üzerinde bir baştan ötekine giden kesinti
siz y9l yoktu. Genellikle yayaların ve yüklü hayvanların ge
çebilecekleri patikalar vardı. Fakat sahra topçusunun buralar
dan geçmesi olanaksızdı.
Yeni gruplanma önlemleri gece yürüyüşleriyle sağlandı.
Böylece düşman uçaklarının keşifleri engellendi.
5. Ordu'da o sırada uçak yoktu. Çanakkale'de bulunan bir
kaç uçak, Müstahkem Mevki Komutanlığı emrine verilmişti
ve ancak onun gereksinimini karşılamaya yetiyordu.
Birliklerin talimlerini düzenlemek için belirli bir zaman
istiyordu. Çünkü düşman savaş gemileri, her gördükleri yer
de birliklerimizin üzerine ateş açıyorlardı. Hatta tek başına gi
den bir yayanın ya da süvarinin bile üzerine ateş açıldığı olu
yordu.
Tehlikeli kıyı kesimlerinde sahra tahkimatını bütün kuv
vetimizle geceleri pekiştiriyorduk. Engel yapmak için Türki
ye'de hem malzeme, hem de araç-gereç noksandı. O kadar ki,
basılınca patlayan kara mayınları yerine torpido başlıklarını
ve dikenli tel engeli olarak da bahçe ve tarla kenarlarındaki
telleri kullanmak zorundaydık.
Düşman gazeteleri daha sonra, İngiliz uçaklarının Türk
birliklerinin kıyıdaki gruplaşmalarını yanlış olarak belirleyip
bildirdiklerini yazdılar. Bu haberler gerçeğe uygun değildi.
Uçaklar gruplaşmaları doğru olarak belirleyip bildirmemiş-
84
!erdi. Ama ne var ki, bizim bu düzenleri gece değiştirdiğimi
zi görememişlerdi.
5. Ordu, gemilerin ateşiyle zarar gören Seddübahir ile
Kumkale'yi de mart sonlarında Müstahkem Mevki Komutan
lığı' ndan aldı. Böylece Müstahkem Mevki Komutanlığı'na
yalnız Çanakkale iç geçidinin güvenliğini sağlama görevi ka
lıyordu.
24 Nisan'da Çanakkale' nin Anadolu yakasında 2. Tü
men'le büyük bir manevra düzenledim. Burada asıl amaç, düş
manın Küçük Beşike limanına yaptığı bir çıkarmayı önlemek
ti. Öğleden sonra geç vakit Gelibolu 'ya döndüm.
25 Nisan sabahı saat 5 .00'ten sonra da Gelibolu'daki Or
du Karargahına düşman çıkarmasının yapıldığı ya da yapıla
cağı yolunda raporlar gelmeye başladı.
2 . Tümen bölgesindeki küçük ve Büyük Beşike limanla
rı önünde, önemli sayıda savaş ve nakliye gemisinin toplan
dığı ve çıkarmanın başlamak üzere olduğu bildiriliyordu.
B iraz daha kuzeyde, Kumkale 'de 3 . Tümen' in i !eri sürül
müş birlikleri karaya çıkan Fransız piyadeleriyle çatışmaya gi
rişmişti. Bu piyadeler, Frans.ız savaş gemilerinin korumasın
da karaya çıkmışlardı.
Gelibolu yarımadasının güney ucunda, Morto Körfezi 'n
dc -Sığındere'nin denize döküldüğü yer-, Seddülbahir ve Tc
keburnu 'nda İngiliz piyade birl ikleri, 9. Tümenin öncüleriy
le çarpışıyor, buraları ele geçirmeye çalışıyordu. Bu kesimde
bütün kıyı ve kıyı gerisi, büyük İngiliz savaş gemilerinin kor
kunç top atışlarıyla taranıyordu.
Kabatepe'de ve önemini daha önce belirttiğimiz M ay
dos ovasında ve Anburnu'nda lngiliz savaş ve nakliye gemi-
85
!erinden karaya çıkarma haberini veren subayların solgun yüz
lerinde bir şaşkınlık ve üzüntü okunuyordu. Bunun nedeni, çı
karmanın birçok yerde birden başarıya ulaşmasıydı. Bendeki
ilk izlenim, düzenlerimizde bir değişiklik yapmaya gerek ol
madığı yolundaydı. Düşmanın seçtiği çıkarma noktaları, bi
zim önceden tahmin ettiğimiz yerlerdi. Bu, umut verici bir du
rumdu. Düşmanın çıkarma kuvvetleri, bizim çıkarma nokta
sı olarak öngördüğümüz yerlere çıkmışlardı.
Bütün bu yerlere büyük kuvvetlerin çıkarılması söz ko
nusu olamazdı. Öyle ise, asıl çıkarma yerleri neresiydi? Bu
nun için hemen bir şey söylenemezdi . Olaylar bunu ortaya ko
yacaktı.
Gelibolu'da bulunan 7. Tümene hemen silahbaşı ederek
Bolayır'a doğru yürüyüşe geçmesi emrini verdikten sonra, Al
man yaverimle birlikte atla Bolayır'a geçtim.
Üzerinde tek bir ağaç ve fundalık olmayan Bolayır'ın dar
sırtları, Saros Körfezi'nin üst kısmını bütün açıklığıyla önü
müze seriyordu. Gözümüzün önünde bir kısmı savaş gemisi,
diğerleri nakliye gemisi olmak üzere 20 kadar büyük gemi var
dı. Körfezin içinde gemilerin bir kısmı duruyor, bir kısmı ha
reket ediyordu. Savaş gemilerinin geniş bordalarından aralık
sız duman çıkıyor, bütün kıyılara ve tepelere mermiler, şarap
naller düşüyordu. Asla unutulmayacak bir tabloydu bu . . .
Gemilerden kayıklara asker yüklendiği ya da karaya as
ker çıkarıldığı hiçbir yerde görülmüyordu. Anlıyordum ki bu
raya gelmekte gecikmişiz. B iraz sonra 3. Kolordu Komuta
nı Esat Paşa yanımıza geldi ve çıkarma konusunda bazı ha
berler getirdi. Buna göre, yarımadanın güney ucundaki 9. Tü
mene karşı yapılan çıkarma, bu tümen tarafından geri püskür-
86
tülmüştü. Fakat düşman, inatla yeni birlikler getirmeye devam
ediyordu. Kabatepe'de durum iyiydi. Şimdiye kadar düşman
bu tepeyi ele geçirememişti. Arıburnu 'nda, hemen kıyıya bi
tişik olan dik yamaçlar İngilizlerin elindeydi. Fakat 1 9. Tü
men, bu sırtlara doğru yürüyüşe geçmiş bulunuyordu. Ana
dolu yakasından daha bir haber alınmış değildi.
Esat Paşa 'ya hemen bir gemiyle Maydos'a gitmesini ve
güneyde komutayı ele almasını emrettim. Ben geçici olarak
Bolayır'da kalacaktım. Burada yarımadanın açık tutulması
çok önemliydi. Anadolu yakasındaki birlikleri Albay We
ber'in güven verici ellerine bırakmıştım.
Sekizbuçuk ay sürecek olan ve iki taraftan 7 5 0 bin insa
nın katıldığı Çanakkale savaşları, Gelibolu yarımadasında iş
te böylece başlamış oluyordu.
Düşmanın hazırlığını takdirle karşılamak gerekirdi. Ku
surları, planlarını eski keşiflere göre yapmış olmaları ve Türk
birliklerinin şiddetli karşı koymasını önceden hesaplayama
malarıydı. Bu nedenle ilk günlerde sert bir darbeyle başarı el
de edilememiş ve gerçekte büyük olan bu harekat, kısa süre
li ve kesin sonuçlu bir harekat olmaktan çıkmıştı.
Düşüncemize göre düşman, başlangıçta 80-90 bin kadar
bir çıkarma kuvveti hazırlamıştı. Bu sırada 5. Ordu ' nun ise
ancak 5 0 bin askeri vardı ve bunun bir kısmı da asıl çıkarma
yerlerinde ihtiyat önlemleri için ayrılmıştı. Bundan başka, top
çu kuvveti bakımından düşmanın üstünlüğü söz götürmeye
cek kadar açıktı. Ulaşım araçları ise sınırsızdı. 25 Nisan 'da çe
şitli yerlerden yapılan gözetlemelerde bize karşı 200 kadar bü
yük savaş ve nakliye gemisi kullanıldığı görülmüştü. Gene
ral H amilto n 'un kendi görevlerini ne kadar güç bulduğu, çı
karmadan önce yazdığı şu emirden anlaşılıyordu:
87
. . .. . . . . . . . . . . Ordu Karargahı: 2 1 .4. 1 9 1 5
Fransa 'nın ve Majestelerinin askerleri,
Önümüzde yeni zaman savaşlarında eşi görülmemiş
bir macera bulunmaktadır. Düşmanlarımızın ele geçiril
mez diye adlandırdıkları kıyılara, denizci arkadaşlarımız
la birlikte, açık limanda çıkmak zorundayız. Tanrı' nın ve
donanmanın yardımıyla bu karaya çıkma başarıyla yapı
lacaktır. Mevzilere hücum edeceğiz ve savaşın başarıyla so
nuçlanması için bir adım daha atmış olacağız.
Başkomutanınıza veda ederken, Lord Kitc hner'in
söylediklerini hatırlayınız: Gelibolu Yarımadası'na bir ke
re ayak bastıktan sonra, sonuna kadar savaşmak zorun
dasınız.
Bütün dünya bizim ilerlememizi görecektir.
Bize verilen büyük savaş görevine layık olduğumuzu
kanıtlayalım.
General Hamilton.
Çıkarma sırasında büyük cesaret ve özveriyle savaşan ve
başkomutanlarının güvenine liiyık olduklarını gösteren Gene
ral Hamilton'un askerlerini düşmanları bile alkışladılar.
2 5 Nisan günü Saros'ta nakliye gemilerinden içi asker
lerle dolu sandallar indirildi. Bunlar kıyıya yanaşmaya çalış
tılar, fakat kıyıdan açılan ateş karşısında geriye döndüler. Bu,
bir çıkarma gösterisiydi. Öte yandan, nakliye gemilcıinde çok
asker olmadığı bordalarının su üstünde kalan bölümünün yük
sekliğinden anlaşılıyordu. Gemilerin güverteleri sık ağaçlar
la kapatılmıştı, bu yüzden içcrde birliklerin bulunup buh.ın
madığı görülemiyordu.
Savaş gemileri n in atışları aralıksız sürüyordu. Gelibo
lu'dan gelen haberlere göre, Beşike limanında karaya çıkan
88
düşman geri püskürtülmüştü. Burada da bir gösteri yapılmış
olması söz konusuydu.
Biraz sonra Esat Paşa ' nın Maydos'tan telgrafla bildir
diğine göre, güneydeki Seddülbahir, Hisarlık ve Morto li
manına kesinlikle destek gönderilmesi gerekiyordu. Düşman
bu kesime yerleşmişti ve gittikçe güçleniyordu. Tümen Ko
mutanı Albay Sami Bey, kendi ihtiyatlarını ileri almış ve on
ları da cepheye sürmüştü. Düşmanın Saros Körfezi ' nde gös
teri yaptığı yolundaki düşüncem gittikçe güçlendiğinden, Bo
layır'ın güneybatısındaki yol kavşağında tuttuğum 7. Tüme
nin iki taburunu aynı akşam vapurla Gelibolu'ya gönderme
ye karar verdim. Bu kuvvetlerin gece Maydos 'ta Esat Pa
şa' nın komutasına gireceklerini biliyordum. Aynı zamanda
Saros Körfezi ' nin doğusunda hazır bekleyen 5 . Tümene, üç
taburunu hemen Şarköy' e göndermesini emrettim. Bunlar da
gece Şarköy'den Maydos'a gönderileceklerdi. Bu sevkiyatı
gece yapmak zorundaydık. Çünkü düşman denizaltıları Bo
ğaz' a ve Marmara'ya girmişlerdi. Öyle ki, 25 Nisan öğleden
sonra Bolayır önlerinden bize geriden ateş açmışlardı.
Düşmanın S aros Körfezi'ne ç ıkarma girişimine karşı,
kendimizi yeteri kadar güçlü görüyordum.
Akşam geç vakit gelen haberlerde, düşmanın Kabate
pe 'ye yaptığı bütün çıkarma girişimlerinin püskürtüldüğü bil
diriliyordu. Arıburnu'na çıkıp Kocatepe'de ilerleyen Avust
ralyalı ve Yeni Zellandalı birlikler ise 1 9. Tümen tarafından
püskürtülmüşler ve kıyı tepeleri üzerinde kalmışlardı.
Saros Körfezi ' ne bir gece çıkarması yapılması olasılığı
na karşı, ertesi sabaha kadar Bolayır çevresinde kaldım. Ge
ce sessizlik içinde geçti. Topçu ateşi bile kesilmişti. Yalnız ge
miler yerlerini sık sık değiştiriyorlardı. 26 Nisan sabahı düş-
89
man gemilerinin yukarı Saros Körfezi'nde toplanmaları, bu
radaki harekatın bir gösteri olduğu yolunda bende kesin kanı
uyandırdı. Bu nedenle, 26 Nisan günü sabahı, 5. Tümen ile 7.
Tümenin 26/27 Nisan gecesi vapurla Maydos'a sevkedilme
sini emrettim. Ben de deniz yoluyla Maydos'a gitmek üzere
Bolayır'dan ayrıldım. Yukarı Saros Körfezi ' ndeki emir ve ko
muta yetkisini Kurmay Başkanım Yarbay Kazım Bey'e bı
raktım. Eğer bundan sonraki 24 saat içinde yeni bir çıkarma
olmazsa, tümenlerin geri kalan kısımlarının da Maydos' a gon
derilmelerini istedim. Bu emir, tam olarak yerine getirildi. Yu
karı Saros Körfezi kıyısında hemen hiç Türk birliği kalmadı.
Düşman donanması ise, bu birlikleri burada tutmak için gös
terilerini sürdürdü. Bu arada Yarbay Kazım Bey komutasın
da bir istihkam depo bölüğü ile birkaç işçi taburu kalmıştı.
Bunlar da kendilerini göstermek için dağların tepelerine ya
kın yerlere çadırlarını kurmuşlardı. Yukarı Saros 'taki bütün
birlikleri çekmek, sorumlu bir komutan için gerçekten güç bir
işti. Fakat güneyde düşman üstünlüğüne karşı koymak için bu
sorumluluğu yüklenmek gerekiyordu. Eğer İngilizler bu ger
çek durumu anlayabilselerdi, bundan büyük ölçüde yararla
nabilirlerdi.
Bir süre sonra, İngiliz ağır savaş gemileri, Saros Körfe
zi ' nden dolaylı atışlarla Gelibolu'yu bombardımana başladı
lar. Özellikle limana yakın bir sürü evi yıktılar.
Maydos' a gönderdiğim 5 . Tümen ile 7. Tümen, 26 Ni
sanda Esat Paşa tarafından Seddülbahir'deki güney grubu
na gönderilmişti. Çünkü savaş burada bütün şiddetiyle sürü
yordu. Yalnız 5. Tümenin son birkaç birli gi, Arıburnu'na 1 9.
Tümenin takviyesi için gönderilmişti.
Çıkarmanın ilk günlerinde, birlikleri parçalamamak elde
90
değildi. Çünkü gelen takviye birliklerinin gerek duyulan yer
lere dağıtılması bir zorunluluktu.
5. Tümenin Komutanı Yarbay Sodenstern, kendi tüme
ninin gelmesiyle birlikte Seddülbahir cephesinin komutan
lığını üzerine aldı. Kolordu Komutam Esat Paşa 'yı da Arı
burnu Bölgesi Komutanhğı'na atadım. Ben de yanımda bu
lunan Süvari Yüzbaşı Thime ile birlikte, Arıburnu'ndan 4-5
kilometre ge�ide bulunan Esat Paşa 'nın Maltepe çadırlı ka
rargahına geçici olarak yerleştim. 5 . Ordunun kurmay heye
tiyse, eskiden olduğu gibi Gelibolu'da kaldı. Dört gün süren
çetin çatışmalardan sonra, Yarbay Nicolai komutasındaki 3.
Tümen, Kumkale 'ye çıkan ve Yenişehir' e kadar ilerleyen Fran
sızları -bunlar sömürge birlikleriyle 1 75 . Alaydı- ağır kayıp
lara uğratarak 29 Nisanda gemilerine dönmek zorunda bırak
tı. Böylece Anadolu yakası, düşmandan tam olarak temizlen
di. Korkulu olan bu kıyıda tehlike atlatılmıştı. Artık 2. Tüme
ni Gelibolu yarımadasının güneyindeki savaş alanına gönde
rebilirdik. Bu tümen, birlikler halinde Çanakkale 'ye hareket
etti ve ertesi gece kayık ve motorlarla Boğaz' ı geçerek Sed
dülbahir cephesine yerleşti. Boğaz'ın Anadolu yakasında şim
di yalnız 3. Tümenin birlikleri kalmıştı. Bu tümenin de bazı
birlikleri Gelibolu yarımadasındaki çarpışmalara katıldı.
Gelibolu savaşlarının nasıl geçtiğini açıklamak için şunu
belirtmeliyim ki, bütün çarpışmalar 5. Ordu birlikleri tarafın
dan yapıldı ve Türk-Alman donanmasının bu çarpışmalara
katkısı son derece sınırlı kaldı.
Almanya 'ya döndükten sonra bu konuda çok yanlış söz
ler söylendiğini duydum. Türklerin Gelibolu 'daki başarısının
ordu ile donanmanın birlikte çalışması sonunda gerçekleşti-
91
ği, gerek söz ve gerekse yazıyla pek çok kişi tarafından ileri
sürülüyordu.
Türk-Alman donanmasının ordu ile birlikte gerçekleşti
rebildiği başlıca harekat, savaş gemilerinden sökülen 24 ma
kineli tüfeği olan iki makineli tüfek bölüğünün cepheye gön
derilmesiydi. 5. Ordu emrine verilen bu iki bölük, gerçekten
büyük başarı gösterdi. Bundan başka, çıkarmanın ilk haftala
rında Türk donanmasından Barbaros Hayrettin ve Turgut
Reis savaş gemileri, düşman çıkarma yerlerine Boğaz'dan atış
lar yaparak Arıburnu'ndaki çıkarma yerlerine ve İngiliz ge
milerine karşı etkili oldular. 1 5 Mayıs gecesi bir Türk torpi
dosunun Çanakkale Boğazı'nın aşağı kesimine saldırışı ile
Alman denizaltılarının ne yazık ki çok kısa süren etkinliğin
den daha sonra söz edilecektir. Göben ile Breslav ise, sekiz
buçuk ay süren kara çarpışmaları sırasında bir kere bile olsun,
Çanakkale'ye gelmediler.
Amiral Usedum komutasındaki Alman donanmasının
özel komandosu -ki bunlar görev bakımından Çanakkale ve
Karadeniz boğazlarındaki tabya ve müstahkem mevkilere bağ
lıydılar-, Gelibolu yarımadasındaki kara çarpışmalarına katıl
mamışlardır. Bu özel komandonun görevi -yarımadanın dış kı
yılarında, güneybatısında ve içlerinde sert çatışmalar sürerken
bile- yalnız Boğaz' ın iç geçiş yollarına yönelmişti.
Anadolu yakasındaki İn te pe de bulunan toplar, Seddül
'
92
bardımanı, sonbahar sonlarına kadar, cephane noksanlığı yü
zünden yapı lamıyordu.
Kuşkusuz, İntepe deki topların atışından İngilizler çok
'
93
Düşman gemileri, karaya çıkan birlikleri tam anlamıyla
koruyorlardı. O günlerde elimizde yalnız sahra bataryaları
vardı. Onlar da cephane yetersizliği yüzünden, ellerindeki
mermileri sınırlı kullanmak zorundaydılar. Kaldı ki bunlar, ne
uzaklık, ne de etki bakımından düşman araçlarıyla karşılaştı
rılacak durumda değillerdi.
Karaya çıkan birlikleri yeniden gemilerine gönderebil
mek için, bunlara gece saldırmaktan başka çare yoktu. Bu da
5. Ordunun emriyle Albay Von Sodenstern tarafından üç ke
re denendi. Bu amaçla İ stanbul 'dan gönderi len birlikler de kul
lanıldı. Karanlıkta yapılan her üç saldırıda epeyce ilerlendi .
Hatta birinde Seddülbahir'in yanına kadar varıldı . Ama iste
nen hedefe ulaşılamadı. Her seferinde, gün ağarmasıyla birlik
te başlayan gemi atışları, Türk birliklerini eski yerlerine çekil
mek zorunda bırakıyordu. Düşmandan alınan çok sayıda ma
kineli tüfeğin de ancak bir miktarı birlikte getirilebil iyordu.
Benim için oldukça güç bir karar olmasına rağmen, Sed
dülbahir cephesinde artık saldırıdan vazgeçmek ve yalnızca
savunmayla yetinmek zorunda kaldım. Düşmanın çokça yak
laştığı en büyük hedefi olan Alçıtepe 'nin elden çıkmaması için
bütün çabanın harcanmasını emrettim. Türk hatlarının, İngi
l iz siperlerinin yakınında kazılacak siperlere yerleştirilmesi
ni salık verdim. Çünkü ön hatlarımız, ancak böylece düşman
gemi atışlarından kurtarılabilirdi. Siperler birbirine yakın olun
ca, gemiden atılacak mermilerin kendi siperlerine düşmesi
olasılığı bulunduğundan, ön siperler top ateşinden kurtulabi
l irdi. Bu durum, komutanlara ve birliklere yeteri kadar açık
landı ve uygulandı.
Dünya Savaşı' nda bir ordunun hem düşman filosu, hem
de kara ordusuyla aynı anda savaştığı tek savaş alanının Ça-
94
nakkale kara çatışmalarında olduğunu belirtmeliyim. Savaş
gemilerinin kendi kara birliklerini koruması son derece etki
liydi. Karada hiçbir ağır topçu, savaş gemilerinde olduğu gibi
kolaylıkla yer değiştirerek cepheden, yandan ve hatta geriden
ateş edemezdi. Ayrıca savaş gemileri, uçak ya da balonlarla gö
zetleme yapıp, kendilerinin karşılık göremeyecekleri güven
verici uzaklıktan atışlarını istedikleri hedeflere ulaştırıyorlar
dı. O günlerde 5. Orduda ise ne uçak, ne de balon vardı.
Arıburnu 'ndan düşmanı geri atmak zor olmadı. 29 Ni
sanda Türklerin şiddetli taarruzları sonunda Avustralya ve Ye
ni Zelanda askerleri bir hayli geri çekilmiş, hatta gemilerine
dönmeye başlamışlardı. Ama düşmanın getirdiği destek bir
likleri ve kıyıya yaklaşan savaş gemilerinin atışlarıyla bu ge
ri çekilme durdu ve durum kurtarıldı. Unutmamalı ki İmroz
adası, Arıburnu kıyısından 20 kilometre uzaklıktaydı ve İngi
lizler burasını önemli piyade birliklerinin ve savaş gemileri
nin barındığı bir üs durumuna getirmişlerdi.
Anzak Kolordusunun gemi atışları desteğindeki yarma gi
rişimleri de düşman birliklerine ağır kayıplar verdirilerek dur
duruldu.
İlk iki haftanın kanlı çarpışmalarından sonra Esat Pa
ş a ya da bundan sonra büyük taarruzlara girişmemesini em
'
95
Yarımada ve iki cephenin gerisinde bulunan birkaç kasa
ba, düşman gemi atışlarıyla ağır zarar görmüştü. M aydos ka
sabası, 29 Nisanda düşman donanması tarafından bombardı
man edildi ve burada ilk yanan bina da ağzına kadar yaralıy
la dolu hastahane oldu. Buraya açılan ateşle birçok Türk ve
bunlarla birlikte 2 5 İngiliz yaralısı da öldü. Sivil halk da çok
zarar gördü. Mermiler kasabanın içine düşerken, kadın, erkek
ve çocuklar evlerinde bir iki parça olsun eşya kurtarmak için
canlarını verdiler. Sivil halkı daha sonraları toplayarak Ana
dolu yakasındaki Kilya limanına gönderdik. Böylece hiç de
ğilse canlarını kurtarmış oldular. Bir karargah ya da kıta ba
rındırmayan ve tahkim edilmemiş bulunan Maydos kasaba
sında sağlam bir duvar bile kalmadı.
Yarımadada öteki yerler de -örneğin Kocadere köyü- ay
nı şekilde tamamen yıkıldı. Bolayır, Karaburgaz, Yeniköy
ve Gelibolu gibi bazı yerler de ağır zarar gördü. Türkler, Ge
libolu yarımadasında yıkılan, yerle bir edilen kasaba ve köy
lerinin yeniden yapılması için -Belçika ve Kuzey Fransa'nın
yıkılan yerlerinin yeniden yapılması için kabul edilen ilkele
re dayanarak- yardım isteyebilirler. Çünkü buralarda da tah
kimat olmadığı gibi, bir askeri yerleşim yeri de yoktu. Dar ya
rımadanın içindeki birkaç yerleşim yerinden başka 5. Ordu
nun liman hizmetini gören Akbaş ve Kilya bile sık sık dolay
lı atışlarla karşı karşıya kaldı. Yiyecek ve savaş malzemesi,
başlıca bu iki liman yoluyla geliyordu.
5. Orduya yiyecek ve malzeme ulaşımı büyük zorluk gös
teriyordu. En yakın demiryolu istasyonu, Trakya'daki Uzun
köprü'ydü. Bu istasyon, Ordu Karargahına, yaya olarak yedi
günlük bir uzaklıktaydı. Öküz arabaları, deve kervanları ve
mekkareyle çok az şey taşınabiliyordu. Bu nedenle Marmara
96
üzerinden deniz yoluyla nak liyat bir zorunluluktu. Bunu da 1 n
giliz ve Fransızların Marmara 'ya soktukları deniza ltılar engel
l emek i stiyordu. Türkler için en büyük talih, düşman denizal
t ıları nın bu işi başaramamalarıydı. Yoksa 5 . Ordu açlı ktan
ölürdü.
Söz konusu den izaltı ları n başarısızlığının, Marmara g i
b i dar ve gözetlenmesi kolay b i r denizde, çalışmaların 4-5 de
nizaltıyla yapı lma zorunluluğuna dayandığını da belirtmel i
yim. Bunlar bazı gem i leri torpidolarla batırabilirlerdi, ama
çok kere kendi lerini tehlikeye düşürmekten korktukları için
burunlarının önünden geçen gem i lere bi le saldırıda bulunma
dılar. Bu nedenle 5. Ordun u n ikmal i , romorkörlerlc çek i len
mavnalar ve yel kenli gemilerle sağlanabildi . Bunlar geceleri
ve menzi lden menzile hareketle deni zaltı ların teh l i kesinden
kurtuldu lar.
5 Mayıs 'tan sonra Güney Grubunun Komutan lığını Al
bay Weber aldı. Dizi nden ağırca yaralanan Sodenstern, İ s
tanbul ' a gönderi ldi. Güney Grubunun cephesi, K itre 'nin 1 . 5
ki lometre kadar güneyinden başl ıyor ve doğu-batı yönünü i z
leyerek Gel ibolu yarımadasının ucuna, (,'anakkale Boğazına
kadar sürüyordu. B i r zaman sonra bu cephede hem Türk ler.
hem de düşman üç-dört hatlı bir 'sahra tahkim at sistemi'
oluşturdular. K i lometrelerce süren bağlantı yolları ve birçok
gizli yer yapı ldı. 1 !er iki tarafın bu amaçla k u l l andığı malze
me çok değişikti. Düşman taratlnda en modern ve pek çok mal
zeme varken, yoksul Türklerin yeteri kadar kazına ve küreği
bile yoktu. Çok kere bu malzemeyi savaş yoluyla düşmandan
almak gerekiyordu. Demir ve ağaç malzeme ise, çevredeki y ı
k ı lmış k ö y v e kasabadan sağlanıyordu. Yeteri kadar kum tor
bası bile bulunamıyqrdu. Kimi zaman İ stanbul 'dan birkaç yüz
97
yeni torba getirildi mi, bunların yerinde mi, yoksa erlerin yır
tık giysilerinin onarımında mı kullanılacağını kestirmek zor
du. Bütün bu güçlüklere karşı koyma olanağını, Anadolu in
sanının azla yetinmesi, dayanma ve direnme gücü sağlıyordu.
Erlerin gösterdiği bu sessizliği ve dayanıklılığı, subaylar
her zaman gösteremiyordu. Güney Grubu Cephesinin Alçıte
pe ye kadar çekilmesi yolunda, ilk haftalar çeşitli yerlerde, bir
'
98
benim Kafkasya'ya gönderilmesine Ocak ayında engel oldu
ğum 5. Kolordunun tümenleriydi.
İstanbul 'dan gelen bu yeni birliklerle birlikte, eski ama
çok eski modeller olmasına rağmen, biraz da ağır top geldi.
Çünkü bu sırada düşman, çeşitli çapta ağır topu karaya çıkar
tarak kullanmaya başlamıştı.
En güç sorunlardan biri de 5. Orduya cephane sağlamak
tı. Piyade cephanesi yeter derecede sağlanabiliyordu, ama top
çu cephanesi başlangıçtan beri çok azdı. O sıralarda Türkiye 'de
topçu cephanesi yapan fabrikalar bulunmadığı gibi, tarafsız ül
keler de kendi toprakları üzerinden Alman cephanesi gönde
rilmesine izin vermiyorlardı. Bu nedenle, daha ilk günlerden
başlayarak Türk topçusu cephane harcamaktan kaçınıyordu.
Karşı tarafın alabildiğine hesapsız harcamasına karşı, Türkle
rin bu yoksunluğunun nasıl güçlük yarattığı kolayca anlaşılır.
Yılbaşında İstanbul 'da Yüzbaşı Piepen yönetiminde top
çu cephanesi yapan bir fabrika kuruldu. Fakat bunun yardımı
sınırlıydı. Çünkü ne makineler, ne de malzeme yeterliydi.
İngilizlerin bu yeni Türk cephane fabrikasına pek önem
vermediklerini anlıyorduk. Alınan bazı esirler, 20 kırmızı mer
miden ancak birinin patladığını söylüyorlardı . Buna rağmen
biz bu yardıma bile seviniyorduk. Çünkü daha önceleri, piya
demiz, topçuların kendilerini koruduklarına inansınlar diye,
bazı topların manevra mermileri atmasına bile izin veriyorduk.
Gelibolu'dan çıkmak zorunda kalan Ordu Karargahı, Arı
burnu 'nun 5 kilometre gerisinde ve Bigalı Köyünden 3 kilo
metre uzakta bir çadırlı ordugaha yerleşti. Ordu Karargahı, al
çak çam ağaçlarıyla kaplı araziye öylesine ustalıkla yerleşti
rilmişti ki, düşman uçakları savaşın sonuna kadar burasını
keşfedemedi. Biz de_görünen yolları karargahımız içinden ge-
99
çirmemeye özen göstermişt ik. Buna rağmen, zaman zaman
hombıırd ımana uıınıdıysak da bu rastlantıydı. Çünkü dar ya
rımadanın hemen hemen her tarafı gemi toplarının atışıyla
karşı karşıya kalıyordu.
1 O Mayıs 'ta çok iyi yetiştirilmiş 2. Tümen İ stanbul 'dan
gel ince, bu kuvveti Arıburnu 'nun gerisine gönderdim. Ama
cım, bu tümenle düşmanı h i ç deği lse bu kıyıdan uzaklaştır
maktı. 1 8/ 1 9 Mayıs gecesi bu tümen. düşman hattının merke
zine gerçekten kahramanca bir taarruza girişti ve i lk düşman
hattını ele geçirdi, ikinci hatta kadar ilerledi. Fakat İngil izle
rin yakın savaş araçları ve yedekleri o kadar kuvvetliydi ki,
kesin bir sonuç elde ed i l em e di İ ki taraiin da kaybı çok bü
.
1 00
dar hafifledi. Muavenet-i Milliye adlı Türk torpidosu 1 3 Ma
yıs akşamı Yüzbaşı Firle komutasında İngiliz Goliaht zırhlı
sına Morto limanı yakınında saldırdı, birkaç torpil atarak zırh
lıyı batırdı. Bu hareketi o kadar çabuk ve ustalıkla yaptı ki, tor
pido hiçbir hasara uğramadan Marmara'ya geri dönebildi.
Alman denizaltılarının 25 ve 27 Mayıs 'taki iki büyük ba
şarısı da bu arada övülmeye değer. Gelibolu Yarımadası kıyı
larında dolaşan Triumph ve Majesti zırhlıları, Yüzbaşı Her
seng tarafından torpillendi. Düşman bunun üzerine zırhlıları
nı İmroz ve Limni adalarındaki limanlara çekti. Karadaki kuv
vetlerine bunlarla yardımdan vazgeçti. Yalnız torpidolar ve
destroyer göndermeye başladı. Öte yandan da denizaltı saldı
rılarına karşı daha etkili olan ve kendisinde çok bol bulunan
araçları kullanmaya başladı. Bunun sonucu olarak Alman de
nizaltıları Çanakkale önlerinde tam yedi ay -bir nakliye gemi
si batırma dışında- hiçbir başarı kazanamadılar.
1 6 Haziranda İstanbul 'da bulunan Donanma Komutanı
Amiral Suşon'a bir telgraf çektim ve düşman nakliye gemi
lerinin hiç rahatsız edilmeden istedikleri yere asker götürme
ye tekrar başladıklarını bildirdim. 20 Haziran'da da düşman
savaş gemilerinin atışlarıyla hatlarımızı eskiden olduğu gibi
taciz ettiklerini yazdım. 29 Haziranda Amiral Suşon' a, "Düş
manın 28 haziran günü Güney Grubumuza yönelttiği bü
yük taarruz sırasında düşman gemilerinin sağ yanımıza
şiddetli ateşler açarak kara çatışmalarına katıldığını ve 29
Haziran'da da Güney Grubumuzda aynı harekat sürerken
gemilerin aynı atış desteğini yaptıklarını" bildirdim. Bunun
la anlatmak istiyordum ki, denizaltılarımızın Çanakkale'de
gösterdikleri çalışmalar sonunda İngiliz savaş gemilerinin ça
tışma alanından çekildikleri yolunda Alman gazetelerinde
1 01
yer alan haberler tamamen yanlıştır. Bu gibi yanlış haberler
le, denizaltıların etkisi konusunda Alman kamuoyunda gerçe
ğe uymayan düşünceler yaratılmıştır.
Çok sıcakgeçen 1 9 1 5 yaz aylarının durgun havası, İngi
liz gemilerinin top atışlarının etkisini arttırıyor ve atışların
uçak ve balonlarla sürdürülmesi, bunu en yüksek dereceye çı
karıyordu. Gelibolu Yarımadası kıyılarında top sesleri, gece
gündüz devam etti. Karaya ç ıkarılan bataryalar susunca, ge
milerden atış başlıyordu. Bütün tümenlerde kara ve deniz top
çusu birlikte hareket ediyordu.
5. Ordu emrine haziran sonuna doğru, Çanakkale savaş
ları sırasında görev alan ilk ve biricik Alman birliği geldi. Bu
birlik, bir istihkam bölüğüydü. Assubayları ve erleri, çeşitli
yollardan ve tek başlarına yolculuk ederek Türkiye 'ye gelmiş
lerdi. 200 kişilik bu istihkam bölüğü, Güney Grubu'nda Sed
dülbahir' e karşı kullanıldı. Bu bölüğün sayısı, sıcak havalı ik
limin etkisi, alışamadıkları bir beslenme biçimi ve yemekler,
ağır savaşlar yüzünden kısa zamanda 40' a düştü. Bundan son
ra düzenli bir bölük olarak değil de, her iki cepheye dağılmış
öğretmenler olarak çalıştılar ve önemli görevler gördüler.
Bunun dışında Çanakkale' ye Almanya'dan birlik olarak
başka kuvvet gönderilmedi. Yalnız, topçu bataryalarında gö
rev almak üzere subay ve assubaylar gönderildi. Bunlar 5. Or
du birliklerinin çeşitli aşamalarında görev aldılar.
Çok kayıp yüzünden, temmuz ayının ilk yarısında Güney
Grubu'nda bazı birliklerin değiştirilmesi gerekti. Bunlar 2. Or
du'dan gönderilen yeni birliklerle değiştirildi. Güney Grubu
Komutanlığı ' nda Albay Weber'in yerine Vehip Paşa getiril
di. Vehip Paşa, Arıburnu' nda komutan olan Esat Paşa'nın kü
çük kardeşiydi. Bu iki paşanın, yanyana iki cephenin komu-
1 02
tanı olarak kardeşçe işi yönetmelerini herkes hoş görüyordu.
Türk generalleri arasında sık sık görülen kıskançlıklar ve bir
birleri aleyhine hareket etme olayı da böylece önlenmiş olu
yordu. Çok enerjik olan Vehip Paşa, ileriyi gören değerli bir
komutan olduğunu burada da kanıtladı -ki bunu daha Balkan
Savaşı sırasında Yanya savunmasında göstermişti- Bu yetenek
ler, kardeşi Esat Paşa'da da aynen vardı.
5 . Ordu birliklerinin 2. Ordu birlikleriyle değiştirilmesi
sırasında ve 13 Temmuz günü, İngiliz ve Fransızlar, Seddül
bahir' e şiddetli bir saldın ya geçtiler. Bu saldın, son yedek bir
liklerin ileri sürülmesiyle güçlükle önlenebildi. lngiliz saldı
rılarının hiçbir zaman uzun sürmemesi ve iki saldırı arasında
günlerce zaman geçirilmesi, bizim için büyük bir şans oluyor
du. Aksi halde, elimizdeki topçu cephanesiyle dayanmak söz
konusu değildi.
Temmuz ayının ikinci yarısında, düşmanın büyük bir çı
karma daha yapacağı haberi yayılmaya başladı. Seliinik üzerin
den 1 6 Temmuz'da aldığımız bir raporda, yalnız Limni adasın-
ı
da harekete hazır 50-60 bin kişilik bir birlik bulunduğu ve bun-
ların göndeı:ilmesi için de 1 40 nakliye gemisinin hazır tutuldu
ğu bildiriliyordu. Öteki taporlardaki rakamlar daha da yüksek
ti. Yeni bir çıkarmayı zorunlu kılan en önemli neden, son ayla
rın çetin çarpışmalarına rağmen, düşmanın hedefine daha ula
şamamış olmasıydı. İngiliz Nazırlarından Churchill, o zaman
her yanda büyük yankılar uyandıran 'bir konuşmasında, İngiliz
çıkarma ordusunun son zafere yakın olduğunu söylemişti.
Bu yeni çıkarmanın nereye yapılacağı konusunda hiçbir
\
belirti yoktu. Güney cephesinin iki yanı da suya dayanıyordu.
Bir yanı deniz, öteki yanı Çanakkale Boğazı idi. Burada cep
he güçlendirilebilir, _ama genişletilemezdi. Arıburnu 'nda iki
1 03
yan açıktı. Düşman, güney kanadında arazi kazanmaya birkaç
kere girişmiş, bunda başarısı, Türk sol kanadını biraz geriye
sürmek olarak kalmıştı. İngilizlerin kuzey kanadında ise, bir
taburdan biraz daha çok bir kuvvet ileri sürülmüştü. Ben bu
nu önemsiz görmüyordum. Esat Paşa ise, bunun altında bir
tehlike yattığı inancında değildi. Bu müfrezenin geri sürülme
si için yapılan birkaç girişim -ki bunlara 5 . Ordu' nun karar
gah muhafızları da katılmıştır- düşmanın sert karşı koymasıy
la karşılaşmış ve başarısız kalmıştı.
Cephenin bu yönde genişletileceğine ilişkin biricik be
lirti buydu. Buradaki kuvvetlerimiz çok azdı. Düşmanın Sa
ros Körfezi kuzeyinden hareket ederek, Çanakkale Boğazı 'nın
İstanbul'la bağlantısını kesmesi olasılığı başgösteriyordu. Es
ki denemeler, düşmanın Anadolu yakasında ç ıkarma yapma
sı olasılığı olmadığını düşündürüyordu. 5. Ordu'yu en çok te
dirgin eden, Arıburnu ile güney cephesi arasındaki açık alan
dı. Çünkü buraya yapılacak bir çıkarmayla Güney Cephesi'nin
gerisine düşülüyordu.
Güney Grubu'nda bazı birliklerin değiştirilmesi ve bazı
destekler alınması üzerine serbest kalan Albay Kannengies
ser komutasındaki 9. Tümen, Kayalıtepe' nin batı yamaçları
na yerleştirildi.
Bavyeralı Binbaşı Willmer komutasındaki bir müfreze,
Büyük Anafartalar karşısındaki Akmakdere'den sonra Sul
va limanı yukarılarına kadar kuzey kıyılarını gözetleme ve E
sat Paşa birlikleriyle bağlantıda bulunma görevini aldı. Bu
müfrezenin kuvveti, üç tabur piyade, bir bölük süvari ve dört
batarya idi. Piyade olarak bulunan birlikler, Gelibolu ve Bur
sa Jandarma Taburları ile 33. Piyade Alayı'ndan bazı kısım
lardı. Yukarı Saros'a ise 7. Tümen ile 12. Tümen getirilmişti.
1 04
Yeni bir çıkarmanın bizi korkuttuğu bu günlerde, Alman
Başkomutanlığı'ndan bir telgraf aldım. Bazı konularda bilgi
vermek üzere, Almanya'daki Genel Karargaha çağrılıyordum.
Bu işe şaştım. Bu kadar çetin işlerle uğraşırken, bir sürü ülke
aşarak Genel Karargaha gitmemin nedenini anlamakta güç
lük çekmedim. Bu konuda yazılanları olduğu gibi açıklıyorum
ki, herkes kendi aklıyla yargısını versin:
Alman Genel Karargahı: 817/1 915
İmparator hazretleri, kendilerine Çanakkale savaşla
rıyla ilgili bilgi sunarken, bana orada gösterdiğiniz çaba
ve çalışmadan dolayı takdir ve kutlamalarım size bildir
memi irade buyurdular.
Haşmetli İmparator, zatıalinize verilmiş olan görevin
bu savaşın gidişi bakımından taşıdığı büyük önemi, tama
men takdir ettiğinizi bilmektedirler. Yönetimdeki yetene
ğiniz sayesinde, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra
da görevinizi başaracağınıza kesinlikle inanmaktadırlar.
von Falkenhayn
Alman Genel Karargahı: 22/7/1915
Alman Ateşemiliterliğine
Buraya gelen haberler, Çanakkale'ye eskilerden da
ha büyük çapta bir saldırı yapılacağım, Saros Körfezi'n
de ya da Anadolu yakasında yeni bir çıkarma olasılığı bu
lunduğunu göstermektedir. Bu duruma göre, mühimma
tı tutumlu kullanmak gereklidir.
von Falkenhayn
Alman Genel Karargahı: 2617/1915
Falkenhayn tarafından Osmanlı Hükümetine (Enver
Paşa'ya) ve General Liman'a:
Çanakkale'deki durum hakkında Alman Genel Kur-
1 05
mayı'na açıklama yapmak üzere Liman von Sanders Ge
nel Karargaha gönderilirse, haşmetli İ mparator hazretle
ri müteşekkir kalacaklardır. Çanakkale savaşlarında, ge
neralin yerine mareşal von der Goltz getirilebilir. Gerekir
se, Ateşemiliter von Lusy kurmay başkanlığına atanabilir.
Bu telgrafı alınca -birincisinde hiç aklıma gelmemişti- ko
muta değişikliği için çalışıldığını anladım. 2 8 Temmuz'da As
keri Kabine'ye şu telgrafı gönderdim:
Çanakkale savaşları konusunda açıklamada bulun
mak için genel karargaha gelmem, general Falkenhayn ta
rafından istenilmektedir. Bu istek, sürekli savaşlarla üç
aydan çok bir süre burada orduyu sevk ve yönettikten ve
başarılarım Enver tarafından çeşitli kereler kutlandıktan,
şahsıma güven duyulduğu dile getirildikten sonra ve daha
önemlisi büyük bir taarruzun beklenildiği bir sırada ol
maktadır. General von Falkenhayn 'ın bu harekatla doğ
rudan doğruya ilgili bulunmadığı bilindiğinden bilgi ver�
mek üzere beni çağıranın İ mparator hazretleri olmadığı
na dikkatinizi çekerim.
Bundan başka yine dikkatinizi çekmek isterim ki, von
der Goltz, bana vekalet etmek üzere hükümete öneriliyor
ve bilgi vermekle görevli Ateşemilitere de kurmay başkan
lığı sunuluyor.
Görevimden ayrılmam konusunda Türk hükümeti ve
Enver tarafından hiçbir düzenleme yapılmadığına ve ta
rafımdan da böyle bir istekte bulunulmadığına göre, Tür
kiye'deki görevimden ayrılmanın haşmetli İ mparator ta
rafından emredilip emredilmediğinin bildirilmesini rica
ederim.
Liman von Sanders
1 06
lki gün sonra Alman Genel Karargahı 'ndan aldığım
karşılıkta, Almanya'ya çağrılmam düşüncesinden vazgeçildi
ği bildiriliyor ve Albay Lossow un karargahıma atandığı da
'
1 07
IX
1 09
da, her iki tümenin zaman geçirmeden Büyük Anafarta doğu
sundaki Uzun Hızırlı yönünde yürüyüşe geçmelerini bildir
dim. Esat Paşa, daha akşamdan önce, Kayalıtepe' deki 9. Tü
meni siliihbaşı ettirmiş ve kuzey yönünde yürüyüşe geçirmişti.
Bu tümen, 7 Ağustos sabahı Kocaçimen dağına güney
den yaklaşırken, İngiliz piyadesinin de aynı anda kuzeyden da
ğa çıkmakta olduğu haberi geldi. 9. Tümenin ilk birlikleri te
penin son kısmını tırmanırken, ilk İngiliz avcıları dağın tepe
sine ulaşmışlardı. Kısa bir çarpışmadan sonra Türkler, İngi
lizleri tepeden kuzeye doğru atmayı başardılar. Bu sırada yi
ğit Tümen Komutanı Yarbay Kannengiesser, birliğinin ba
şında tepeye çıkarken göğsünden ağır yaralandı.
Anafarta çatışmalarında oluşan ilk buhran buydu. Eğer
düşman, Kocaçimen dağının zirvesini elinde tutmuş olsaydı,
bütün Anburnu Cephesinin geriye çekilmesi gerekecekti.
Çünkü bu yükseklik çizgisi, kuzeyde Anafarta derelerine ol
duğu gibi, güneyde de Çanakkale Boğazı'na kadar olan alan
daki topçu mevzilerine egemendi. Buradan bütün bölge tabak
gibi görünüyordu.
Suları çekilmiş Akmazdere kuzeyinde bulunan Anafarta
vadisindeki Sinantepe'yi İngilizler 7 Ağustosta aldılar (bu
rada Bursa Jandarma Taburundan bir bölük ve 33. Alayın 2.
Taburu vardı) fakat Mestantepe'nin doğusundaki İsmailte
pe' yi alamadılar.
Önemli bir yer olan Kocaçimen dağına, daha 7 Ağustos
sabahında takviye birlikleri gönderildi. İlk gelen birlik, 4. Tü
men oldu. Kendi cephesinde o günlerde sert çarpışmalar ol
masına rağmen, Güney Grubu Komutanı Vehip Paşa bu tü
meni kendiliğinden göndermişti. Tümene, Albay Cemil Bey
komuta ediyordu.
1 10
Saros Körfezi'nden gelen 7. Tümen ile 1 2. Tümen'den
oluşan l 6. Kolordunun Komutanı, 7 Ağustos günü öğleden
sonra kolordusunun bildirilen hedeflere yaklaşmakta olduğu
nu haber verdi. Buna çok şaştım. Bu kadar çabuk gelebilme
nin nedenini sorduğum zaman, komutan, birliklerin gece gün
düz durmadan yürüdüğünü söyledi. Bunun üzerine, Anafarta
ovasındaki Anzak Ordusunun her iki yanına 8 ağustos saba
hı erkenden taarruza geçilmesini emrettim.
İngiliz tümenleri, çıkarmalarını kuzeye doru durmadan
genişletiyorlardı. Binbaşı Willmer komutasındaki kıyı koru
ma birlikleri çok iyi dayanıyorlardı, ama durmadım a.rta.n düş
mana karşı daha fazla direnemeyecekleri açıktı. Karaya çıkan
İngiliz birlikleri ne kadar artarsa, durum o kadar kötüleşiyor
du. Bu nedenle, 7. Tümen ile 1 2 . Tümenin hemen taarruza geç
meleri gerekiyordu.
7 Ağustos günü, Anadolu yakasındaki birliklerin komu
tanı Mehmet Ali Paşa 'ya ön hatlarda olmayan taburlarıyla bir
kaç bataryasını Çanakkale'ye göndermesi emredilmişti. Bu
birliklerin Çanakkale 'den Kilya ve Akbaş iskelelerine aktarıl
ması düşünülüyordu.
8 Ağustos sabahı, güneş doğmadan, 1 6. Kolordunun ta
arruza geçeceği Büyük Anafarta yönünde atla yola çıktım.
Fakat buralarda kolordunun hiçbir birliğine rastlayamadım. Bu
sırada ileri bir mevzi arayan 7. Tümenin Kurmay Başkanını
gördüm. Bana kendi tümeni ile 1 2. Tümenin çok gerilerde ol
duğunu bildirdi. Ayrıca bu sabah bu bölgede bir taarruza gi
rişmelerinin de söz konusu olamayacağını söyledi. Bunun üze
rine, taarruzun akşam güneş battıktan sonra yapılmasını em
rettim. Böylece, gece karanlığından yararlanarak düşman sa
vaş gemilerinin atı�ından kurtulmak olanağı da vardı. O gün
111
akşama doğru, Binbaşı Willmer' den aldığım bir haber, l 6.
Kolordu birliklerinin daha tarafımdan emredilen alana gelme
diğini bildiriyordu. Bunun üzerine Kolordu Komutanına ge
cikme nedenini sordum. Aldığım yanıtta, çok yorgun olan bir
liklerin bir taarruz yapacak durumda olmadığını bi !diriyordu.
Bu nedenle, daha o akşam, Anafarta çevresinde toplanan
bütün birliklerin komutasını, Arıburnu cephesinin kuzey ka
nadında bulunan 19. Tümen Komutam Albay Mustafa Ke
mal Bey'e verdim.
İlk askeri başarısını Trablusgarp 'ta gösteren Mustafa Ke
mal, sorumluluk ve görevden zevk duyan bir komutan özel
liği taşıyordu. Daha 25 Nisan sabahı 1 9. Tümenle ve hiçbir
yerden emir almaksızın kendiliğinden çatışmaya katılarak düş
manı kıyıya kadar püskürtmüş ve bundan sonra üç ay sürey
le kırılmaz bir güçle sürekli düşman saldırılarına karşı koy
muştu. Ona tam anlamıyla güvenilebilirdi.
Nitekim 9 Ağustos sabahı erkenden, önceden üç kere em
redildiği halde yapılmayan taarruz, Azmakdere'nin iki yanın
da yapıldı ve düşman çeşitli yerlerden kıyıya doğru sürüldü.
Mestantepe düşmandan geri alınamadı. Kaybedilen 24 saat
içinde birçok İngiliz askeri daha kıyıya çıkmış bulunuyordu.
Anafarta savaşlarının ikinci buhranı da böylece atlatılmış
oldu. Anafarta'da düşmanın ilerlemesi ancak son dakikada
durdurulabildi.
1 5 Ağustos günü öğleden önce, Kocaçimen dağına ve bi
tişiğindeki Conkbayırı tepesine, Mustafa Kemal'in kendi
sinin düzenlediği ve yönettiği taarruzla düşman piyadesi, bu
tepelerin kuzey yamaçlarına doğru geri sürüldü. Bu taarruza
Güney Grubunun yedek kuvvetleri de katıldı. Bu taarruz so-
1 12
nunda, duruma egemen olan bu tepelerin Türkler elinde kal
ması kesin olarak sağlandı.
Yeni çıkarma yerinin en kuzeyindeki yalçın ve çıplak Ki
reçtepe sırtl arında, 1 5 Ağustos günü çatışmanın üçüncü buh
ranı başladı. Kireçtepe, Suvla Körfezi'nden kuzeye doğru gi
den.�k yarımada ile Suvla Körfezi ' nin arasını kesiyordu.
Suvla Körfezi'ne çıkarılan düşman, Kireçtepe'de bulu
nan Gelibolu Jandarma Taburunun (bu birliğin emrinde iki de
top vardı) tuttuğu yere, 8 Ağustos günü hafif, 9 Ağustos günü
de şiddetli iki saldırıda bulundu. Fakat cesur Jandarma Tabu
ru, tuttuğu yeri düşmana kaptırmadı. Bu olaydan sonraki gün
lerde, 5. Tümenin elde bulunan bütün birliklerini ve Ece lima
nında kıyı koruma görevi yapan küçük birlikleri Kireçtepe'ye
gönderdim. 1 O Ağustosta İngilizler buraya çok büyük kuvvet
lerle saldırdılar. Önce başarıya ulaştılar, sonra en yüksek hat
ta kadar çıktılar. Gelibolu Jandarma Taburu tam olarak erimiş
ve yiğit komutanı Kadri Bey çok ağır yaralanmıştı. Düşman,
1 6 Ağustosta taarruzunu yeni birliklerle tekrarladı. Düşmanın
buradaki kuvvetini, birbuçuk tümen kadar sanıyorduk.
Anadolu yakasından gelen Türk destek taburları Kilya ve
Akbaş iskelelerinden tepeye kadar yürüyüşe geçmişlerdi. Fa
kat tepeye ulaşamıyorlardı. Bu birliklere, sırtta taşıdıkları eş
yaları geride bırakmaları emredildi. Ama yine de bunların Ki
reçtepe'ye tırmanmaları ve üzerinde ilerlemeleri çok zordu.
Cephedeki düşmanın şiddetli ateşinden başka, Saros Körfe
zi 'ndeki savaş gemilerinin uzaktan yönelttikleri yan atışları da
çok kırıcıydı. Bu çok güç koşullara karşın, taburlar, oldukça
çok zayiat verme pahasına Binbaşı Willmer' in buradaki bir
liklerine ulaştılar ve �:mlarla birlikte taarruza geçtiler. Akşam
1 13
üzeri düşman, sırtın üst çizgisinden geri atılmış ve eski mev
zilerine sürülmüş bulunuyordu.
İ ngilizler, bundan sonra da sırtın batı yamacında ve etek
lerinde kaldılar ve birkaç küçük saldırıya rağmen toprak ka
zanamadılar.
Kuzeyde dış kanadımızdaki üçüncü bunalım da böylece
atlatılmış oldu. Eğer 1 5- 1 6 Ağustosta İngilizler Kireçtepe'yi
ele geçirebilselerdi, bütün 5. Ordu'yu kuşatmış olacaklardı.
Bu kuşatma sonunda da kesin sonucu lehlerine çevirmiş olur
lardı. Çünkü Kireçtepe sırtları kuzeyden geniş Anafartalar
ovasına egemendi. Kireçtepe'nin doğu yamaçları da o durum
daydı ki, buradan Akbaş'a uzanan bütün vadi boyunca yarı
madayı ikiye bölen bir saldırı yapılabilirdi.
Bu hareketler sonunda ortaya çıkan durum şuydu: İ ngi
liz kuvvetleri kıyıdan içerlere girememiş, bütün önemli tepe
ler Türklerin elinde kalmıştı. Arıburnu cephesi ile Güney gru
bunu geri çekilme zorunda bırakabilecek ya da arkalarını ku
şatabilecek yarma hareketi boşa çıkarılmış, üstelik Arıburnu
cephesi de kuzeye doğru biraz daha uzamıştı.
İ ngilizlerin her bakımdan üstün oldukları söz götürmez
bir gerçekti ve bu durum onları başarıya ulaştırabi lirdi. İngi
lizler nereye çıkacaklarını biliyorlar ve ona göre hazırlık ya
pıyorlardı. Buna karşılık Türkler, İngiliz planlarını uygulama
ya geçilmezden önce bilmedikleri için yedek kuvvet bulun
duramıyorlar, ancak İngilizler çıktıktan sonra tehlike gösteren
yerlere yetişmeye çalışıyorlardı. Türklerde ise, ağır ve uzun
menzilli toplar yoktu. Elde az sayıda bulunanların da gereken
yönlere gönderilmeleri uzun zaman alıyordu. Bütün modern
savaş silah ve araçları İ ngilizlerin elinde bulunuyordu.
Hepimizde oluşan kanı şuydu: İ ngiliz komutanları, 6
1 14
Ağustos günü başlayan çıkarma harekatında, her çıkarma ye
rinde en kısa sürede elden geldiğince çok i lerlemeye çaba gös
terecekleri yerde, uzun zaman çıkarma alanlarında kalmışlar
ve fırsatı kaçırmışlardı.
Düşman genell ikle karşısındaki kuvvetlerin hareket ne
denlerini tam olarak kestiremez. Fakat tahmin edilebilir ki, İ n
gilizler, Anafartalar kesimindeki Türk birliklerinin zayıf ol
duklarını bildiğinden bu kadar çabuk destek alabileceklerini
düşünememiştir. Ayrıca, her iki cephede de (Anburnu ve
Seddülbahir) taarruza geçtikleri için çok kuvvete gerek duy
muş olabilirler. Bundan başka, çoğunluğu yeni ve genç asker
lerden oluşan İ ngiliz birlikleri için bu yolsuz ve taşlık toprak
ta ilerlemek, çok güçlük göstermiş olabilir.
Kireçtepe olaylarını anlatırken, Türkler için çok önem ta
şıyan bir nokta üzerinde de durmak isterim :
l ngilizler, karaya çıkar çı kmaz hemen ve hızla ilerlemiş
olsalardı, ilk iki gün içinde Kireçtepe'yi kesinl ikle ele geçi
rirlerdi. Çünkü 6- 7 Ağustos günleri 5. Ordu nun Kireçtepe'ye
önemli ölçüde destek göndermesi -öteki bütün güçlükler yok
sayılsa bile- birlikler arasındaki uzakl ık dolayısıyla söz konu
su değildi. l ngil izlerin elinde ise, Türk birliklerinin kuzey ka
nadına saldırmak için gereken araç vardı. Bu araç, savaş ge
milerinin korumasındaki nakliye filosuydu. İ ngilizler bunu ba
şaramadılar. Bu kanada içten saldırmayı denedi ler ve burada
çatışma geliştikten sonra kuzey kanadına dıştan saldırdı lar. A
ma artık geç kalmışlardı.
5. Ordu, yanlardaki alanların tehlikeye düşmesine önem
vermeyerek, o bölgelerdeki bütün kuvvetleri çekmiş ve Ana
farta çıkarmasını önlemeyi başarmıştı .
Böylece i k inci .kere, yukarı Saros bölgesi tamamen boş
1 15
bırakılmış ve Anadolu yakasında üç tabur ile birkaç batarya
kalmıştı. Anadolu yakasındaki bu az sayıdaki birlikler, düş
manı şaşırtmak için gündüzleri Bozcaada'dan görülecek şe
kilde yürüyüşe çıkıyor ve geceleri yeniden karargahlarına dö
nüyorlardı.
5. Ordu emirlerini her zaman vaktinden ve zaman yitir
meksizin vermiş, buna rağmen, her üç bunalımda da sonuç,
ancak kıl payı bir farkla alınabilmişti.
Anafartalar çıkarması, ayrıntılı şekilde planlanmıştı. A
maç, bir yandan Çanakkale Boğazı ' nı karadan M üttefikle
re açmak, öte yandan 5. Ordunun geriyle bağlantısını kesmek
ti. Eğer Anafartalar çıkarmasıyla İngilizler, dilediklerini tak
tik bakımından elde etmiş olsalardı, Boğaz'daki Türk batar
yaları -cephaneleri de az olduğundan- bir süre sonra susmak
zorunda kalacaklardı. Bir kere toplar aradan çıkınca, deniz
deki mayınları toplamak da güç değildi. O zaman İngilizlerin
kara ve deniz kuvvetleri birlikte büyük bir başarı kazanır, Ça
nakkale Boğazı ' nı geçer ve İstanbul'a bir zafer yürüyüşü ya
pabilirdi. Türk-Bulgar Savaşı ' nda lstanbul 'u kurtaran Çatal
ca hattı, iki yandan düşmanın gemi atışlarıyla karşı karşıya ka
lacağı için pek önemsiz bir duruma düşerdi. İngiliz ve Fran
sızların bu ilerlemesine Ruslar da yardım eder ve onlar da bir
çıkarma yapardı. Nitekim, Atina ve Bükreş üzerinden gelen
pek çok haber, bugünlerde gemilerin ve birliklerin Odesa'da
toplandığını bildiriyordu.
Böylece Rusya ile Batı devletleri arasında güvenli bir
bağlantı sağlanmış ve Türkiye, merkezi devletlerden kopar
tılmış olacaktı. Bu koşullar altında Bulgaristan' ın tarafsızlık
tan ayrılması ve bizimle işbirliği yapması olanağı da kalma
yacaktı.
116
Sekizbuçuk ay süren Çanakkale savaşlarının ortalarına
rastlayan Anafartalar çıkarması, işte bu nedenlerle, bu mu
harebelerin askeri ve politik açıdan zirve noktasını oluştum
. yordu.
Büyük Anafarta çıkarmasında, Türk-Alman donanma
sının en önemli yardımı, önceden de belirtildiği gibi, gemi
lerden sökülüp bize verilen makineli tüfekler olmuştu. Bu ma
kineli tüfekler, önce İsmailtepe'de kullanıldı ve buranın düş
man tarafından ele geçirilmesini önledi. Denizaltıların bu sa
vaşta bir rolü olmadı.
Barbaros Hayrettin savaş gemisi, Kepez'e cephane ve
savaş malzemesi getirirken, 8 ağustosta Gelibolu önlerinde bir
İ ngiliz denizaltısı tarafından torpillenerek battı. Müstahkem
Mevki Özel Deniz Komutanlığı ise, yarımadanın dış kıyıla
rında yaptığımız büyük savaşlara katılmamış, bu konuda rol
oynamamıştı.
2 1 Ağustos günü düşman, o zamana kadar A nafartala
ra çıkardığı bütün kuvvetleriyle hem Anafartalar ovasında,
hem de bunun iki yanında büyük bir taarruza girişti. Taarruz
çok şiddetli oldu ve bize büyük kayıplar verdirdi. Ama son ye
deklerin ve bu arada bir süvari birliğinin kullanılmasıyla Türk
ler tarafından önlendi.
Çeşitli İngiliz gazeteleri, Ağustos ayındaki çarpışmalar
da İngilizlerin kayıplarını 1 5 bin ölü ve 45 bin yaralı olarak
gösterdiler. Bize gelince, 22-26 Ağustos muharebeleri boyun
ca 26 bin yaralı geriye gönderildi. Yarımadadaki hastaneler,
savaş günlerinde ihtiyacı karşılayamadığından, yaralıların de
niz yoluyla İ stanbul'a gönderilmesi zorunluluğu doğdu. Al
man Kızılhaç ' ı tarafından Türk hastanelerine gönderilen dok
torlar (Binbaşı Tautzscheler'in hastanesi ile Graf Hohen-
1 17
berg'in bağışladığı ve başarıyla yönettiği hastane ve Dr. Stut
zen 'in hastanesi), yardım ediyorlardı. Fakat bunlar bile, böy
le önemli ve olağanüstü durumları karşılamaktan uzaktı. Ne
var ki ordu, çatışma süresince bulaşıcı hastalıklardan uzak tu
tuldu. Bu çok sevindirici bir durumdu.
Önceden de belirttiğim gibi, 617 Ağustos gecesi, Saros
Körfezi 'nde ne kadar işe yarar birlik varsa hepsi, 5. Ordunun
desteklenmesi için Anafartalar'a gönderilmiş bulunuyordu.
BoŞ kalan yerler, Ağustos ortalarında, von der Goltz'un ko
mutasındaki 1 . Ordu bölgesine geçti. Mareşal Goltz da ka
rargahını Gelibolu 'ya taşıdı. Gerek bu bölgede, gerekse Ana
dolu yakasında, bu savaşlar boyunca başka çatışma olmadı. Sa
vaş gemileri, arada sırada Saros Körfezi kıyısına yerleşmiş ve
iyi şekilde gizlenmiş Türk birliklerine açtığı ateşle önemli za
rarlar veremedi. Durum, Anadolu yakası için de böyleydi.
Düşmanın bütün hareketi, yarımada üzerindeki üç cep
heye yönelmişti. Güney bölgesindeki Seddülbahir cephesi
ne düşmanın ilk hattı Kirne 'nin 1 200 metre kadar yakınına
ilerlemişti. Bir yıkıntı durumunda olan Kirne köyünü ele ge
çirmek için düşmanın giriştiği hareketler püskürtülmüştü. Sağ
yanda iki Fransız tümeni, ortada ve sol yanda da üç İ ngiliz tü
meni yer almıştı. Bununla birlikte, bu birliklerin sağa ya da
sola sürülmesi, bölge sınırlarında ve birliklerin bölünmesin
de değişiklik yapılması sık sık oluyordu. Bu cephede bizim
kuvvetimiz, Vehip Paşa komutasındaki 5. Tümen ve kimi za
man da 4. Tümendi. Düşman karaya çıkardığı bataryaların sa
yısını her zaman artırıyordu. Bununla birlikte Türklerin top
çu durumu da epeyce düzeldi. Bunlar, Türk Topçu Yarbayı
Asım Bey tarafından ustalıkla yönetiliyordu.
1 18
Güney cephesindeki savaşlar her zaman çok şiddetli olu
yordu.
Esat Paşa komutasındaki Arıburnu cephesinin sol ya
nı, Anafarta çıkarmasından sonra, düşmanın kuvvetli bir ku
şatma hareketinden korunmak için hazırlıklı bir tümen tara
fından Kabatepe önüne kadar uzatıldı.
Kayalıtepe'de bulunan 'Ara Grubu', Güney Grubu ile
bağlantı sağlıyor ve Maydos çukurunun güneyden yan atışı
na alınabilen tepelerini güvenlik altına alıyordu.
Mustafa Kemal komutasında yeni kurulan Anafarta
Grubu, Kireçtepe'nin kuzey yamacından başlayarak güneye
doğru uzanıyor, Kocaçimen dağını içine alıyor ve Arıburnu
Cephesinin sağ kanadıyla doğrudan birleşiyordu. 6. Tümen
de bu gruba bağlıydı.
Anafartalar ovasında, kıyıya paralel olarak uzanan Ana
farta Grubu Cephesindeki bütün tepeler Türklerin elinde ve
Türk topçusunun denetimi altında bulunuyordu. Üzülerek be
lirteyim ki, bu topçu hem azdı, hem de -sahra topçusu da- mo
dern değildi. Cephane azdı. Onun için, bu düz arazide İngi
lizlerin bu kadar uzun süre tutunmaları söz konusu olamazdı.
Türklerin Kireçtepe'deki dış sağ kanatları, Binbaşı Wil
mer komutasındaki 1 1. Tümen tarafından savunuluyordu. Bu
kesim, düşmanın cephe atışlarından başka, Saros Körfezi'n
de bulunan savaş gemilerinin sürekli yan atışı altında da tutu
luyordu. Türkler bu gemilere kimi zaman 8.8 çapında uzun
menzilli toplarla ya da 1 5 'lik obüslerle baskın şeklinde ateş
açıyorlar ve onları uzaklaşmak zorunda bırakıyorlardı. Fakat
bu gemiler, Türk toplarının menzili dışına çıktıktan sonra atış
larını sürdürüyorlardı.
Suvla Körfezi; İngiliz cephesinin kuzey yanına yapılan
1 19
yardım ulaşımı için kullanılıyordu. Bu nedenle körfezde kimi
zaman 1 2- 1 5 gemi saydığımız olurdu. Bunlar, denizaltılara
karşı ağlarla koruma altına alınıyorlardı. Buradan daha çok,
sağ yandaki 1 1. Tümen değil de, daha güneyde bulunan 12.
Tümen cephesine atış yapılırdı.
Başlangıçta, Albay SeJahattin Bey'in ve sonralan Yar
bay Hevek' in komuta ettiği 1 2. Tümen, siperlerini düşmana
yakın olmak için ovada kazmak zorunda kalmıştı . Kışın sü
rekli yağmurlarda siperlerin tabanları çoğunlukla su içinde ka
lıyordu. Biricik avuntumuz, Tuzlu Göl 'e daha yakın olan İn
giliz siperlerinin durumunun bundan çok daha kötü olduğu
nu düşünmekti.
Güneyde, Azmakdere'ye kadar 9. Tümen vardı ve İ s
mailtepe, bu tümenin kilit noktasını oluşturuyordu. Azmak
dere 'nin güneyinde Anburnu Grubuna kadar uzanan bölge
de üç Türk tümeni daha vardı.
Çıkarmanın ilk günlerinde, yararlılık gösteren Anafar
talar Grubunun yetenekli Topçu Komutanı Binbaşı Lierau,
Kireçtepe ve İsmailtepe'den yaptığı topçu atışlarıyla bazı ln
giliz gemilerini batırmıştı. İngilizlerin çekilmesinden çok za
man sonra bile, kuzey kİyısı boyunca, bitbiri yanında batmış
pek çok İngiliz gemisi görülebiliyordu.
5. Ordunun bütün topçusu, eylül ayında, Alman Batı
Cephesinden gönderilen Albay Gressmann'ın emrine veril
di. Bundan az önce de ağır topçu Albay Wehrle'nin emrine
verilmişti.
Düşmanın şiddetli saldırıları, hiçbir başarıya varmadan,
eylül ve ekim aylarında da sürdü. 4 Eylül günü İstanbul'da
ki Türk Karargahından zayıf yürekleri telaşa düşürebilecek
1 20
serüvenli bir haber geldi. Bu haberi, bir komutandan, hatta res
mi bir makamdan ne garip haberler alınabileceğini göstermek
için olduğu gibi aşağıya alıyorum:
Genel Karargah
Not: 1 478 İ stanbul: 4.9. 1 9 1 5
Düşmanın aşağıda belirtilen planlan varmış:
Büyük savaş gemileri, Boğaz'ın ağzmdaki istihkam
larm dikkatini kendi üzerine çekmek ve Türklere cepha
ne harcatmak için uğraşırlarken, kısmen var olan ve kıs
men de gelecek malzemeyle dar Bolayır hattı üzerinde bir
demiryolu yapılarak buradan 200 savaş teknesi Marma
ra'ya geçirilecekmiş. İ yi donatılmış bu 200 tekneyle İ stan
bul'un ele geçirilmesi düşünülüyormuş. Bu teknelerin 50
tanesi, bir büyük savaş gemisinden daha ucuza mal olu
yormuş. Bu nedenle, İ stanbul'un ele geçirilmesi girişimin
de bulunanlardan pek çoğu batsa bile, uğranacak zarar ve
ziyan önemli olmayacakmış vb.
Bu hikayenin tek kelimesi olsun gerçeğe ve mantığa uy
gun değildi. O zaman bu haberin altına ben " Bu haber sanı
nın ' 80 Günde Devrialem' kitabından aktanlmış" diye not
düşmüştüm.
Birçok tanınmış İngiliz gazetesi, 23 Ağustosta kendi kuv
vetlerinin Gelibolu yarımadasında önemli ilerlemeler sağla
dığını yazmış ve Türk-Alman subayları arasındaki il işkilerle
ilgili yanlış haberler vermişlerdi.
Bundan dört hafta sonra haberim olunca, Alman Genel
Karargahma aşağıdaki telgrafı göndererek bu haberlerin ya
lanlanmasını istemiştim. Bu telgraf, karargahımdaki düşün
celeri yansıtması açısından önemlidir.
121
Bigah Çevresindeki Ordugahtan
23.9.1915
İngilizlerin büyük kuvvetlerle giriştikleri Anafarta
çıkarması, tam bir yenilgiyle sonuçlanmıştır. İngilizler,
Arı burnu 'nda olduğu gibi Suvla Körfezi'nde de ancak do
nanmalarının koruması altında kıyı kesiminde tahkimat
yaparak tutunabilmişlerdir. İngiliz ordugahları tamamen
deniz kıyısında bulunmaktadır ve bu dar kesimdeki bü
tün tepeler Türk Ordusunun elindedir. Yarımada üzerin
deki bütün yollar açıktır, hiçbir nokta kesilmemtştir. İngi
lizlerin bütün taarruz girişimleri kendilerine ço� ağır ge
len sonuçlara mal olmuştur. Türk-Alman subayla� ar�sın
da çekişme olduğu haberi uydurmadır. Bu haberi sızdıran
İstanbul'daki gizli kaynak bir anlaşmazhk çıkarmaya uğ
raşmakta, fakat bunu başaramamaktadır. Türk-Alman
subaylar arasındaki ilişkiler düşünülebilecek en 'iyi şekil
dedir. Her iki taraf da cesur Osmanh Ordusunun başarı
sından övünç duymaktadır.
Liman von Sanders
Zor zamanların eğlenceli olaylarından biri olarak, Alman
asıllı bir Amerikalı tarafından o sıralarda bana gönderilen
mektubu da söz konusu etmek isterim:
"Sayın General,
Gazetelerde önce yaralandığınızı, sonra hasta plduğu
nuzu, en sonunda Türk subayları tarafından öldÖrüldü
ğünüzü, bir başka gazetede de padişahın hışmına uğradı
ğınızı ve savaş alanında öldürüldüğünüzü okuduktan son
ra, şimdi Kassel'de bulunan dostum General Eisent
runt'tan sağlık haberinizi aldım. Size en iyi dileklerimi su
narım vb."
1 22
Bulgaristan Eylülde Merkezi Devletler tarafına geçin
ce, 5. Orduda İ stanbul-Almanya yolunun açılması dolayısıy
la Alman malzemesinden, özellikle topçu cephanesinden ya
rarlanmak umudu uyandı. Bu umut, yolun Sırbistan'daki kıs
mının Almanya tarafından açılmasıyla ancak kasım ayında
gerçekleşti.
Eylülün ikinci ve ekimin birinci yarısında, Güney cephe
sindeki 2. Orduya bağlı birlikler geri çekildi ve öteki bazı bir
liklerle birlikte Trakya 'ya gönderildi. Cepheden alınan bu tü
menlerin yerine, Saros Körfezi kıyılarında bulunan 1 . Ordu
birlikleri getirildi. Bu birliklerdeki erlerin çoğu Arap'tı. Bun
ların yetiştirilmeleri de, cesaretleri de Gelibolu yarımadasın
da sürüp giden çarpışmalara uygun değildi. O kadar ki, bun
ların arasına çok kere -bir dereceye kadar tutunabilmelerini
sağlamak amacıyla- İtfaiye Alayının yetişmiş ve cesur dört
taburunu sokup yerleştirmek gerekmişti. Bu Arap birlikleri,
özellikle taarruz için hiç uygun değillerdi.
2. Ordunun durup dururken Gelibolu'dan alınıp Trak
ya'ya gönderilmesi, bir zorunluluk sonucu olmadığı gibi, uy
gun bir önlem de değildi. Gerçekten düşmanın bütün cephe
lerde baskısı o kadar güçlüydü ki, bizde de cephedeki birlik
lerin -İngilizlerin yaptığı gibi- sık sık değiştirilmesi gerekli ve
uygun olabilirdi. Ama Çanakkale savaşlarında kesin sonuç
daha alınamamıştı ve Türklerin zaman zaman elverişli yerler
de taarruza geçmeleri gerekiyordu. Bunun için de yedek kuv
vetlere gerek vardı. Oysa 2. Ordu birlikleri 1 9 1 6 şubatında
bile hiçbir iş yapmadan Trakya'da bekliyordu.
Birliklerin değişmesinden sonra Güney Grubu Komu
tanlığına Vehip Paşa'nın yerine Müstahkem Mevki Komuta
nı Cevat Paşa atandı,
1 23
Ekim ayının ortalarında Mareşal von der Goltz, 6. Or
dunun başına, Irak cephesine gönderildi. Saros Körfezi' nde
ki kolordunun komutanlığına da Türk Genel Karargahı ta
rafından Albay Back atandı.
Bu kıtalar, savaş boyunca, küçük birlikler olarak çatışma
ve keşif işleri görmede büyük gelişme gösterdiler. Bu hizmet
ler için cepheden gönüllü istendiğinde, pek çok asker hemen
ileri atılıyordu. Anadolu askerinin yetişmesinin ancak belirli
bir sınır içinde olacağı görüşü, tam olarak yanlıştı. Ne var ki,
onun taarruz amacıyla bu talim ve terbiyeyi alması ve bunu ken
dinde ikinci bir özellik durumuna getirmesi biraz uzun zaman
alıyordu. Anadolu askeri, iyi ve hareketli komutanların yöne
timinde, keşif ve taarruz işlerinde kendisinden istenen her gö
revi yerine getirecek güçteydi. Türk birliklerinin bu hizmetle
rinin çok övüldüğünü ve beğenildiğini, Softatepe Ordugahın
da sonradan elime geçen bazı İ ngiliz emirlerinde de gördük.
Çanakkale savaşlarının sonbaharda başarıyla bitirileceği
konusunda İ ngiliz makamlarında bir umutsuzluğun başladı
ğını Chamberlain'in 2 1 Ekimde H indistan Genel Valisine
gönderdiği telgraftan anlamıştık. Bu telgrafta, " Bizim Çanak
kale'deki amaçlarımız ve durumumuz son derece belirsiz
dir" deniyordu.
1 Kasımda düşmanın Gelibolu'ya yeni bir çıkarma ya
pacağı, Almanya'dan bildirildi. Gerek bu haber, gerekse
Bern'den gelen ve donanmanın 24 Kasımda Çanakkale 'yi ye
niden zorlayacağı yolundaki bir başka haber doğru çıkmadı.
Uzun süreden beri beklenen Alman topçu cephanesi so
nunda kasım ayı içinde 5. Orduya ulaştı. Bu durum, savaşın
bizim başarımızla biteceği umudunu güçlendirdi. Aradan ge
çen zaman içinde Türk topçusu çok iyi yetişmiş ve başarılı atış
1 24
yapacak duruma gelmişti. Ne var ki kötü nitelikli ve yetersiz
cephane yüzünden ancak küçük sonuçlar alabiliyordu. Bu du
rum da artık gözle görülecek kadar değişmişti.
Merkezi Devletlerin Çanakkale 'ye yardım olarak gönder
diği ilk birlik, 1 5 Kasımda Çanakkale'ye geldi. Bu, 24 cm. ça
pında çok iyi ve motorlu bir Avusturya bataryasıydı. Bu batar
ya, Anafarta Grubunun sol kanadına yerleştirildi ve kısa sü
rede Mestantepe'yi çok etkili biçimde ateş altına aldı. Bunu
aralık ayında gelen Avusturya'nın 1 5 'lik obüs bataryası izledi.
Bu batarya, Güney Grubuna verildi. Gelibolu'ya, İ ngilizlerin
çekildiği güne kadar bu iki bataryadan başka kuvvet gönderil
medi. Çanakkale savaş alanında bulunan Alman er, astsubay
ve subayların sayısı en çok 500 kişiye kadar çıkmıştı.
1 9 1 5 Kasımınm sonunda 5. Orduda büyük bir taarruz
planının hazırlıklarına başlandı. Düşmanm Arıburnu Cephe
sini n bir kesimi ile buna bitişik olan Anafarta cephesinin sağ
kanadını yarmayı düşünüyorduk. Böylece her iki cephe de dış
kesimlere doğru çekilmeye zorlanacaktı. Bu amaca ulaşmak
için gerekli destek 2. Ordudan verilecek, teknik birlikler ise
Almanya'dan gönderilecekti. Alman ordusu Albay Berend,
Yarbay Klehmet ve Binbaşı Lethes'i Gelibolu'ya gönderdi
Bunlar gerekli gözlemleri ve hazırlıkları yapmakla görevliy
diler. Taarruz için ayrılan tümenler birbiri ardından cepheden
çekildiler ve cephe gerisinde hazırlanan siperlerde eğitimlere
başladılar.
D üşman, kuzeydeki iki cepheden birden çekilerek, bu
planın uygulanmasma olanak vermedi .
Sonradan açıklandığı üzere, Gelibolu yarımadasını bo
şaltma düşüncesi önce Lord Ki tchner' in aklına gelmiş. Bu
Lord kasım ayında Gelibolu'daki İngiliz cephelerini bir bir
1 25
gezmiş, b1;.lnların durumlarını ve başarı olanaklarını incelemiş.
Bunun üzerine, burada yapılacak bir harekatta başarı umudu
kalmadığı düşüncesini ileri sürmüş, boşaltma sırasında büyük
kayıp verilmeyeceği kanısında olduğunu belirtmiş. Oysa öte
ki İngiliz komutanları, boşaltmanın İ ngilizlere pahalıya mal
olacağı düşüncesindeymişler. Ama olaylar, Lord Kitcher'i
tam olarak haklı çıkarmıştır.
Düşman açısından, Anafartalar çıkarması başarıyla so
nuçlandıktan sonra bile, var olan araçlarla bu savaşın iyi bir
sonuca varması olasılığı pek güçlü görünmüyordu. Çünkü
düşman bütün cephelerde çok az ilerleyebilmiş, bu bile ken
disine pek pahalıya mal olmuştu. Bütün önemli noktalar Türk
lerin elindeydi. B u durumda, düşman tarafından verilebilec
ek en uygun karar, bu saldırıdan vazgeçmek olabilirdi.
Saldırıda başarı olasılığının kalmaması, boşaltmanın te
mel nedeni olarak düşünülebilir. Ama ikinci derecede bir ne
den olarak, Merkezi Devletlerin Türkiye' ye Balkanlar üzerin
den bir yol açmaları da ileri sürülebilir. Bu durum, düşmanın
buralara yeni kuvvetler göndermesi girişimini zayıflatmıştır.
Nedenleri ne olursa olsun, biz, son dakikaya kadar başa
rıyla gizlenen bu boşaltma girişiminden haberdar olamadık.
Yalnız böyle bir olasılık, 5. Ordu tarafından düşünülmüş ve
bu konu, bütün komutanlara yazıyla bildirilerek dikkatleri çe
kilmişti. Fakat geri çekilme o kadar ustaca yapıldı ki, Türk ile
ri hatlarında bile durumun farkına varılamadı.
Gelibolu yarımadası ve kıyı 1 9/20 Aralık gecesi kalın bir
sisle örtülüydü. Düşmanın topçu atışları gece yarılarına kadar
alışılmış şiddette devam etti, sonra biraz hafifledi. Düşman ge
mi toplarıysa çeşitli yönlere atış yapıyorlardı. 1 9 Aralık gü
nü, Güney Grubunda bir düşman saldırısı geri püskürtüldü.
1 26
İ şte o gece İngilizler, Arıburnu ve Anafarta cephelerinden
geri çekildiler.
5. Ordu açısından durum aşağıdaki şekildeydi:
Saat 1 .00 ile 2.00 arasında düşman, Arıburnu cephesin
de bir lağım patlattı. Türk birlikleri bunun üzerine lağım çuku
runu ele geçirmek için ileri harekete geçti, ama kimseye rastla
madı. Düşmanın ön hatlarını yoklayan yandaki bölükler ise, düş
manın tek tük ve çok hafif bir ateşiyle karşılaştı. Biraz sonra bu
ateş de kesildi ve siperler Türkler tarafından ele geçirildi. Bu
durum bütün komutanlara btldirildi. Böyle bir olasılık için ön
ceden bir düzenleme yapılamadığından, bu komutanların ön si
perlere gelişine kadar zaman geçti. Yine de çok sisli olduğun
dan ileriye gidilemedi. Düşman siperlerinin üzerinden geçen
yollar engellerle kaplıydı ve önce bunların kaldırılması gereki
yordu. Ayrıca çeşitli yerlerde de ayak lağımları vardı. Nitekim
bunlar patladı ve kayıp vermemize, karışıklıklar çıkmasına yol
açtı. Düşman artçıları, bu yüzden rahatça uzaklaşmak fı rsatını
buldular. Birliklerimizin bu ilerlemesi sırasında düşman gemi
leri, geçilecek yerleri ateş altında tutuyordu. Kıyı, her ne kadar
çok yakınsa da, karanlık gecede ve sis içinde dik ve taşlık ba
yırlardan aşağı inmek kolay değildi. İ lk birlikler kıyıya vardık
ları zaman, artık ortada düşman yoktu. Yalnızca savaş gemile
ri kıyıyı toplarıyla durmadan dövüyorlardı.
Düşman çekilişi, Anafartalar Cephesinde de aynı şekil
de oldu. Yalnız burada alınan yanlış haberler yüzünden emir
vermede bazı karışıklıklar oldu. Sisin çok yoğun olmadığı bir
kaç noktada, kıyıdaki kırmızı fenerlerin ışığını gören bazı kü
çük birliklerin komutanları düşmanın yeni bir çıkarma yapa
cağı düşüncesine kapılmış ve bu yanlış kanı, telaşa yol açmış
tı. Nitekim ilk haberler bana da karargahımda ve saat 4.00'ten
1 27
önce bu yanlış ve inanı lmaz şekliyle ulaştı. Ben hemen al<lrm
verdim ve süvari de içinde olmak üzere bütün yedeklerin iler
lemesini emrettim. 1 Icr birlik, kendi kesimi içinde doğruca kı
yıya ilerleyecekti. Fakat emirlerin birliklere kadar ulaştırılma
sı işi -hele iki dile çevrilerek anlatılması söz konusu olunca
umut edildiği kadar çabuk yürümedi.
Açık bir yerde bulunan A nafartalar Grubu, i leri hare
katında birçok lağım tarlasına rastlayarak önemli kayıp verdi.
1 26. Alay ve öteki bazı birlikler, kıyıya yaklaştıkları zaman
düşman artçılarına rastladılar ve kısa süren çatışmalar oldu.
Fakat buralarda düşman hemen hemen hiç kayıp vermeden ge
milerine binmeyi becerdi. Çekilme son derece ölçülü ve dü
zenli yapıldı.
Düşman topları, çevremizde ele geçirilen birkaçı dışın
da, önceden geri çekilmiş ve gemilere yüklenmişti. İngiliz ba
taryalarının mevzileri kıyıya çok yakın olduğundan bu iş ko
laylıkla başarılmıştı. Gerçi düşmanın bazı bataryalarının ateş
kesmesi ya da tek topla ateşe devam etmesi bazı topçu komu
tanlarımızın dikkatini çekmişti, ama buna o kadar önem ve
rilmemiş ve yukarıya bildirilmesine gerek görülmemişti. Çün
kü daha önce de topların sık sık yer değiştirdiği ve bunların
yerinin gemi ateşleriyle örtüldüğü görülüyordu.
İngilizler geri çekilirken pek çok savaş malzemesi bırak
mışlardı. Suvla Körfezi ' nden Arıburnu'na kadar olan alanda
beş küçük gemi, 60'tan çok nakliye sandalı kıyıya bırakılmış
tı. Dekoviller, telefonlar ve tel örgü malzemesi, yığınlarla her
çeşit gereç, eczaneler, birçok sağlık malzemesi ve su filtresi
terk edilmişti. Büyük ölçüde piyade ve topçu cephanesi, çok
sayıda toparlaklar ve araba parkları, her cins siliih, sandıklar
dolusu el bombası ve makineli tüfek namluları bırakılmıştı.
1 28
B irçok konserve kutusu, un ve arpa yığınları, dağlar gibi yı
ğılmış odun bulduk. Düşmanın bütün çadırlı ordugahları ol
duğu gibi bırakılmıştı. Çekilme, bu şekilde tam olarak gizle
nebilmişti. Gemilere yüklemeye fırsat bulunamayan bir sürü
at da öldürülerek atılmıştı.
Yarımadada kalan son birliklere çekilme emrinin birden
bire verildiği, birçok çadırdaki masaların üzerine yeni getiril
miş yemeklerin el sürülmeden bırakılmış olmasından anlaşı
lıyordu. Ordugahlarda bulduğumuz emirlerden geride kalan
birliklerin on iki gece içinde gemilere yüklendiği anlaşılıyor
du. Bu emirlerden bazı yararlı şeyler de öğrendik.
Anafartalar cephesinde düşman -geceleri de görülebil
mesi için- iki yanı kireçle beyazlatılmış kum torbaları dizili
yaya yolları yapmıştı. Son birliklere çekilme sırasında böyle
ce yol gösterilmiş ve geniş ayak lağımı tarlalardan tehlikesiz
ce geçmeleri sağlanmıştı.
Bütün bu çekilme sırasında İngiliz birliklerinin kıyıdan
uzaklığı 1 ile 4.5 kilometre idi. Bu nedenle, İngilizlerin bura
dan çekilmesini Avrupa'daki bazı çekilmelerle karşılaştırmak
doğru değildir.
Bu çekilme harekatıyla düşman bütün savaş alanını bı
rakmış değildi. Seddülbahir'deki düşman cephesi ve birlik
leri yerlerinde kalmıştı.
5. Ordu, 20 Aralık günü, karşısında düşman kalmayan i
ki cephenin en iyi bataryalarının Seddülbahir'e gönderilme
sini emretti. Ayrıca en iyi el bombacılarının, gözetleme ve is
tihkam erlerinin de Seddülbahir'e gönderilmesi birliklere
bildirildi. Düşmanın ilerde bazı girişimlerde bulunmak üzere
Seddülbahir'i bir üs olarak elde tutması söz konusuydu. Düş
manın mevzii burad� çok güçlüydü, ayrıca denizden de gemi
129
ateşleriyle özel olarak korunabiliyordu. Bu görüşü savunan
lar, Seddülbahir'in ikinci bir Cebelitarık olabileceğini ve Se
Ianik mevziini tamamlayabileceğini söylüyorlardı. 5. Ordu bu
düşüncede değildi. Fakat düşmanın burada uzun süre kalma
sı olasılığı vardı ve buna izin verilmemeliydi.
Bu bakımdan düşmanın Seddülbahir'deki cephesine
karşı bir taarruz planının hazırlanmasına hemen başlandı. Al
manya'dan gönderilmesi düşünülen teknik birliklere de bu
plan çerçevesinde yer verildi. Seddülbahir'de bulunan dört
tümenden başka 8. Tümen in de katılacağı bir taarruz düşü
nülüyordu. Bu amacı gerçekleştirmek için Trakya'daki 2. Or
dudan yardım istemeye gerek yoktu. Boşalan cephelerin kıyı
kesimlerinde yeteri kadar koruma bırakarak kalan birlikler
Seddülbahir'e getirilebilirdi. Artacak birliklerin ise hemen
Trakya'ya gönderilmesi, Türk Genel Karargahının emirle
ri gereğiydi.
1 9 1 5/ 1 9 1 6 yılbaşı gecesi, İstanbul 'daki Alman Ateşemi
literi aracılığıyla Alman Ordusu Komutanlığına bir telgraf
gönderdim. Bu telgrafta şunu öneriyordum: "İngilizlerin Ge
libolu yarımadasından tam olarak çekilmelerinden sonra
Çanakkale Ordusu, Dimetoka-İskeçe üzerinden düşmanın
Selanik'teki ordusunun sağ yanına ve gerisine taarruz et
meli ve Alman-Bulgar ordusu da aynı kuvvetlere karşı
cepheden harekete geçmelidir."
Görüşüme göre, düşmanın Selanik'teki kuvvetleri hem
Türk kıyıları için sürekli bir tehditti, hem de Avrupa'yla
olan tek bağlantımızın her an kesilmesi gibi bir tehlike ya
ratıyordu.
Telgrafıma bir karşılık alamadım. Alman Genel Karar
gahı başka bir görüş taşıdığı için mi, yoksa önerimiz Türk or-
130
dusunun Selanik cephesinden taarruza geçmesi anlamını ta
şıdığı için mi cevap verilmedi, bilmiyorum.
1 9 1 6 yılı ocak ayının ilk günlerinde Seddülbahir' deki
kara topçusunun yavaş yavaş azaldığı görülmeye başlandı.
Bazı düşman bataryaları tek topla ve mevzilerini sık sık de
ğiştirerek atış yapıyordu. Buna karşılık gemi toplan -en bü
yük çaplı olanlar bile- atış şiddetini artırdılar. Ayrıca topçu
malzemesinin geriye gönderildiği de Anadolu yakasından gö
zetleniyordu. Akşamları ya da gece karanlığında düşman hat
larına gönderilen keşif kollarımız ise, her zaman güçlü bir di
renmeyle karşılaşıyorlardı.
Taarruza katılmak için gönderilen birliklerin bir kısmı ile
12. Tümen Güney Cephesine gelmişti. Türklerin sağ kana
dının karşısında bulunan ve kuzeye çıkıntı yapan bir İngiliz
siperi, düşman topçusunun yan atışları için çok uygun bir yer
oluşturuyordu. Bu nedenle burasının 7 Ocak günü 12. Tüme
nin bir hücumuyla ele geçirilmesi kararlaştırıldı.
Biz bu hazırlıklar içindeyken, 5 Ocakta, Türk Genel Ka
rargahı 5. Ordu nun 9. Tümeninin hemen geri alınarak Trak
ya yönünde yürüyüşe geçirilmesini emretti. Böyle bir önlemin
alınmasına Güney Cephesindeki durum uygun olmadığı gi
bi, Trakya'da da bu tümene gerek yoktu. Durumu Enver' e bir
telgrafla anlattım. Çanakkale seferi son şeklini almadan, du
rumu tehlikeye düşürecek böyle bir harekatı kabul etmekten
se, Türkiye'deki görevimden bağışlanmamı rica ettim. Bunun
üzerine söz konusu emir telgrafla geri alındı. Bu konuda da
yine bir çeviri yanlışlığı mı oldu, yoksa önce bana bildirildi
ği şekilde bir düzen alındı da sonra bundan vaz mı geçildi, bir
türlü anlayamadım.
Düşünülen taarruzu 12. Tümene 7 Ocak günü yaptırdım.
131
İki saat süren şiddetli bir topçu atışından ve pek çok lağım pat
latıldıktan sonra harekete geçen tümen, büyük bir direnmey
le karşılaştı . Buna rağmen, bir ölçüde başarılı oldu ve düşman
dan biraz yer kazandı.
Güney Cephesinde düşmanın mevzilerini gece bırakıp
gitmesi olasılığı Türk birliklerine bildirilmiş ve dikkatli dav
ranmaları istenmişti. Gerektiğinde topçuya siperler üstünden
geçebilmek için birçok yerde gezici köprüler hazırlanmıştı.
Anadolu yakasındaki 26. Tümenden Yüzbaşı Lehmann ko
mutasındaki bir sahra top taburu, Kum kale burnuna kadar sü
rülmüştü. Bu toplar, 8 ve 9 Ocak geceleri Seddülbahir'in
menzili içine giren kesimlerini ateş altına aldılar. Ayrıca Müs
tahkem Mevkiin İntepe dolaylarındaki topçusu da buraları
ateş altında bulunduruyordu. 8/9 Ocak gecesi düşman Güney
Cephesini de boşalttı. ilk hattaki düşman, atışlarımıza karşı
lık vermeyince, Türk birlikleri ileri atıldılar. Bazı kesimlerde
kanlı çarpışmalar oldu. Ama bütün dikkat ve çabamıza rağ
men düşman çekilmeyi başardı. Düşman birliklerinin büyük
kısmı, güney uçtaki çıkarma iskelesine kadar yürütülmemiş
ve en kısa yoldan yarımadanın yan kıyılarına indirilerek uy
gun yerlerde her çeşit araca bindirilip gemilere geçirilmişti.
Bu sırada artçılar, siperlerden ateş yağdırıyorlardı. Gemi top
larının atışı da kara topçusunun yerini tutuyordu.
Türk birlikleri, güneş doğmadan her yandan kıyıya ulaş
tılar. B irçok yerde lağım tarlaları önünde durmak zorunda kal
mışlar ve çok kayıp vermişlerdi. Bu tümen, kıyıya varıncaya
kadar 9 top ele geçirmişti.
Güneş doğarken batı kıyısında bir düşman nakliye gemi
si topçumuzun atışıyla batırıldı. Çevredeki düşman torpido
ları, bunun üzerine batan geminin yanından şiddetli bir ateş
1 32
açtılar. Çünkü geminin bir denizaltı tarafından batırıldığını
sanmışlardı. Oysa düşman çekildiği sıralarda bizim denizal
tılardan iz bile yoktu.
Bu cephede de ötekiler kadar bol savaş malzemesi ele ge
çirildi. Bunlar arasında her çeşit arabadan oluşmuş parklar, bü
yük bir otomobil parkı, yığın yığın siliih, cephane ve istihkam
malzemesi vardı. Burada da bütün çadırlı ordugahlar ve bara
kalar -kısmen bütün düzenleriyle- yerlerinde bırakılmıştı. Yüz
lerce hayvan kurşun ya da zehirle öldürülmüş, dizi dizi yatı
yorlardı. Öldürülmekten nasılsa kurtularak çevreye dağılan
bir kısım at ve katır yakalanarak Türk topçusuna verildi.
Öteki cephelerde olduğu gibi burada da un ve diğer yi
yecek maddelerinin bir kısmının üzerine zehirli bir sıvı akı
tılmış, işe yaramaz duruma getirilmişti. Çekilmeden sonra da,
günlerce İngiliz savaş gemileri bu geride kalan ordugah ve
malzemeyi yok etmek için kıyılan dövdü durdu. Savaş alan
larının temizlenmesi ve boşaltılması iki yıl kadar sürdü. Ele
geçirilen büyük ölçüdeki malzeme Türk ordusunda kullanıl
dı. Konserveler, un ve odun, gemilerle İstanbul 'a gönderildi
(Erlerin hemen alıp kullandığı yiyecek ve giyecekler dışta tu
tuldu). Bundan sonraki günlerde savaş bölgesindeki Türk er
lerinin şuradan buradan ele geçirdikleri çeşitli üniformalarla
giyinip kuşanmaları görülecek bir manzaraydı. Hepsi çocuk
gibiydi. O kadar ki, bazıları tuhaflık olsun diye İngiliz gaz mas
kelerini başlarından çıkaı;mıyorlardı.
Çarpışmaların en şiddetlendiği dönemde, asıl cephede
ve yanlarda, 5. Ordu emrine verilen tümenlerin sayısı 22'ye
ulaşmıştı. Bütün bu Türk birliklerinin cesaretleri, direnme
güçleri ve vatan savunmasındaki inançları, her türlü takdirin
üstündeydi. Deniz filolarının atışlarıyla en büyük desteğini gö-
1 33
ren düşman birliklerinin cesaretli saldırılarına rağmen, bu
Türk birlikleri sayısız çatışmada yerlerini korudular.
5. Ordunun Çanakkale savaşlarındaki kaybı çarpışmala
rın şiddeti ve devamıyla orantılıdır. Bütün zayiat 2 1 8 bin olup
bunun 66 bini şehittir. Yaralılardan 42 bini iyileştikten sonra
cepheye dönmüştür. Çanakkale savaşlarında öyle Türk alay
ları vardı ki, aldıkları destekle 5 bin ere ulaşmıştır.
Gelibolu yarımadası karargahı ocak ayı sonunda Lüle
burgaz'a geçen 5. Ordu emrinde bırakıldı ve Gelibolu Ko
mutanlığına Cevat Paşa atandı.
Çanakkale savaşları bittikten sonra, TijrkGenel Karar
gahına, Bolayır'ın batısında bir kanal açılmasını önerdim.
Böylece, yüzyıllardan beri süren ve İstanbul'a batıdan gelen
tek yolu elde tutma gerçekleşmiş olacaktı. Kanal açılması öne
rimdeki temel düşünce, İstanbul 'u bir üs olarak elde bulun
durmak zorunda olan Türk donanması için Marmara'dan Ak
deniz' e çıkışı sağlayan güvenl i bir 'ikinci deniz yolu' sağla
maktı. Saros Körfezi'ne çıkan ve aşağı yukarı 30 kilometre
uzunluğundaki bu kanal, Boğaz'ın en dar olan giriş kısmına
göre daha güçlükle abluka edilebilirdi. Saros 'daki kanal için
Bozcaada'nın hiçbir önemi olmayacağı gibi, İmroz adasının
da kısmi bir önemi vardı. Trakya'nın bütün araçlarının gön
derileceği Saros Körfezi 'nin kuzey kıyısı güçlendirilir ve ora
lara kıyı bataryaları da yerleştirilirse, iyi bir dayanak sağlana
bilirdi. Gerçekte kanal denizden o kadar içeride bulunacaktı
ki -yarımadanın kuzey kıyısı iyi savunulursa- düşmanın bu
rada etkili olması olanaksızdı.
Bu kanalın açılmasının, Türkiye'nin Avrupa'daki toprak
ları için, büyük ekonomik yararı da vardı. Uzmanlara yaptır
dığım incelemelere göre, 5 kilometre uzunluğundaki bu ka-
1 34
nalın yapılmasında hiçbir teknik zorluk yoktu. Bu işin hiç de
ğilse ileride dikkate alınmasını dilerim.
Buraya kadar söylediklerimle, Almanya 'da çok az bilinen
Çanakkale Savaşlarının bir değerlendirmesini, ordu komu
tanı gözüyle yaptım. Bütün savaşların tek tek ayrıntıları
konusunda söz hakkı Türk Genelkurmayınındır.
1 35