You are on page 1of 111

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MÜTAREKE

DÖNEMİNDEKİ FAALİYETLERİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN İSTANBUL’A GELİŞİ

• Mustafa Kemal Paşa I. Dünya Savaşı sona erdiği sırada Suriye cephesinde görev
yapan Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığına bağlı 7. Ordu komutanı idi.
Mondros Mütarekesinin imzalandığı tarihte Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına
atandı.
• 31 Ekim günü Adana’da kumandanlığı Liman Von Sanders’ten devraldı. Mondros
mütarekesi gereği Adana’da orduların dağıtılması ve düşmana karşı gelinmemesi
yolunda alınan kararları reddetmiştir.
• Bunun üzerine Osmanlı hükümeti arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır.
Uyarılara rağmen İskenderun’u İngilizlere teslim etmemesi üzerine Yıldırım Orduları
Grubu ve 7. ordu lağvedildi.
• Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelmiştir. Bu sırada İtilaf Devletleri
donanması boğaza demirlemiş ve toplarını Yıldız Sarayı’na çevirerek İstanbul
yönetimini tehdit eder bir vaziyet takınmıştır. Mustafa Kemal gördüğü bu manzara
karşısında yaveri Cevat Abbas’a “Geldikleri gibi Giderler” diyerek daha o gün
kurtuluşa olan inancını belirtmişti.
• Mustafa Kemal İstanbul’a geldiği günlerde Ahmet İzzet Paşa sadrazamlık görevinden
istifa etmişti.
• Mustafa Kemal Paşa ilk iş olarak onunla görüşmüş ve istifa etmesini doğru
bulmadığını anlatmıştır. Paşa tekrar İzzet Paşa’ya kabine kurdurmayı tasarlamıştır.
Ancak Ahmet İzzet Paşa başkanlığında tekrar bir kabine kurulamadı. Ahmet İzzet
Paşa’nın yerine Tevfik Paşa geçecektir.
• Mustafa Kemal Paşa, bu girişimlerinden sonra padişaha son siyasi gelişmeler hakkında
bütün açıklığıyla görüşlerini söylemek için Saray’dan görüşme talebinde bulunmuştur.
Yapacağı görüşmede, vatanın ve milletin geleceği konusunda alınması gerekli tedbirler
hakkında düşüncelerini açıkça söylemeyi ve tedbirlerin uygulanması zorunluluğunu
izah ederek padişahı ikna etmeyi amaçlamıştır.
• Paşa’ya Sultan Vahdettin Cuma günü selamlıkta hazır bulunmasını ve orada
görüşeceğini bildirmiştir.
• Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, basın ve bazı önemli çevrelerle ilişki kurmaya
çalışmıştır. Bu dönemde Mustafa Kemal Paşa’nın en çok görüştüğü kişi Ali Fethi
Okyar’dır. İkisi ortak olarak 1 Kasım 1918 tarihinden itibaren Minber gazetesini
çıkarmaya başlamışlardır.
• Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da faaliyetlerini sürdürdüğü sırada Şişli’deki evinde silah
arkadaşlarıyla bir araya gelmiştir. Burada neler yapılacağına dair etraflı müzakereler
yürütmüştür. Bu uzun konuşmaların ardından şu ortak fikir benimsenmiştir. İstanbul’da
yapılacak bir şey yoktur. Çare Anadolu’dadır. Her biri bir ordunun başına geçerek
askerin terhisini geciktirmeli ve elde bulunan birlikleri muhafaza etmeye çalışmalıdır.
Aksi halde işgaller karşısında büyük zorluk yaşanabilir.
• Bu kararın ardından komutanlar birer birer Anadolu’ya tayinlerini istemişlerdir.
İstanbul’da 21 Aralık 1918’de Mebusan Meclisi feshedilmiş tehcir olayından sorumlu
tutulan İttihatçılar hakkında sıkı takibat başlamış ve 4 Mart 1919’da İttihatçı düşmanı
olduğu için Damat Ferit sadarete getirilmiştir. Artık Mustafa Kemal’in hareket alanı
kalmamıştı. Diğer arkadaşları gidip göreve başlamıştı. O da Anadolu’ya geçmenin
yollarını arıyordu.
MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN DOKUZUNCU ORDU MÜFETTİŞİ OLARAK
GÖREVLENDİRİLMESİ
• Bu olaylar meydana gelirken İtilaf devletlerinin durumu değişmeye başlamıştır.
Zira Anadolu’yu tamamen işgal edebilmek için kısmi seferberlik ilan etmek
zorundadırlar. Bu ise İtilaf devletlerinin kamuoyunda büyük bir tepki yaratabilirdi.
• Böyle bir sırada İngiliz işgal kuvvetleri 21 Nisan 1919’da Milli Savunma
Bakanlığı’na başvurarak Samsun bölgesinde asayişin kalmadığını Rum halkın
rahatsız olduğunu belirtip duruma çare bulmalarını istemişlerdir.
• Mondros Ateşkes Antlaşması şartlarına dayanarak Samsun bölgesinin işgal
edilebileceğinden endişe eden Osmanlı hükûmeti telaşa düşmüştür.
• Bu esnada Türk Genel Kurmay Başkanlığı ülkede huzur ve asayişi sağlamak için
ordu müfettişlikleri kurulmasını tasarlamaktaydı. Bu sırada plana uygun olarak
hükümetin İngiliz şikâyetlerini önleme çabası ile Genel Kurmayın ordu
müfettişlikleri kurmaya yönelik çalışmaları şekil ve zaman bakımından uygun
düşmüştür.
• Mustafa Kemal Samsun Bölgesine görevlendirilmesi düşünülen müfettişler arasında yer
alıyordu.
• Çalışmalar devam ederken Damat Ferit Paşa Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’i
çağırarak konu hakkında ne düşündüğünü sormuştur.
• O da olay yerine geniş yetkiler ile donatılmış muktedir bir kişinin görevlendirilmesi
gerektiğini meselenin İstanbul’dan halledilmesinin güç olduğunu belirtmiştir. Bu söz
üzerine kimi tavsiye ettiğini soran Damat Ferit, Mustafa Kemal Paşa cevabını alınca
biraz tereddüt etmiştir.
• Mehmet Ali Bey de konuşmasına devam ederek mülkiye amirlerinin vaziyete hâkim
olamayacağını ancak mülki ve askeri idareler birleştirilerek başına genç ve enerjik bir
kumandan getirilirse asayişin düzelebileceğini anlatmıştır.
• Ve artık İngilizlerin de bir şikâyete hakları kalmayacağını uygun bir şekilde anlatmış ve
Damat Ferit’i ikna etmeyi başarmıştır.
• Mustafa Kemal Paşa, Mehmet Ali Bey tarafından Beyoğlu’nda yemekli buluşmada
Damat Ferit ile tanıştırılmıştır. Daha sonra sadrazam evinde Mustafa Kemal Paşa
Genelkurmay Başkanı Cevat Çobanlı Paşa ve sadrazam tekrar bir araya gelmişlerdir.
Damat Ferit, bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa’yı hükümete ve padişaha sadakat
duyguları ile bağlı olup olmadığını yoklamaya çalışmıştır.
• Damat Ferit ile Mustafa Kemal Paşa Nişantaşı Dış İşleri Köşkü’nde tekrar bir araya
gelmişlerdir. Görüşmede Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’daki görev ve yetkileri
değerlendirilmiştir. Damat Ferit ayrılmadan önce Mustafa Kemal’e padişahla da
görüşmesini tavsiye etmiştir.
• Nitekim 30 Nisan’da Mustafa Kemal’in atanması gerçekleştirilmiş ve derhal hareket
etmesi söylenmiştir. Görev yönergesinde görevinin yalnız askeri olmayıp aynı
zamanda mülki olduğu ifade edilmiş 3. ve 15. Kolordular müfettişlik emrine
verilmiştir.
• Müfettişlik bölgesi ise Trabzon, Erzurum, Sivas ve Van vilayetleriyle Erzincan ve
Canik bağımsız livaları, müfettişlik sınırına komşu vilayetler ve bağımsız livalar
Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Ankara, Kastamonu olarak belirlenmiştir.
• Şunu da belirtmek gerekir ki Mustafa Kemal Paşa tarafından bu durum
şöyle anlatılmaktadır.
• “Bu geniş yetkilerin beni İstanbul’dan uzaklaştırmak amacıyla
Anadolu’ya gönderenler tarafından bana nasıl verildiğini hayretle
karşılayabilirsiniz. Derhal ifade etmeliyim ki bana bu yetkileri onlar
bilerek ve anlayarak vermediler. Gerçi benim İstanbul’dan uzaklaşmamı
arzu edenlerin icat ettikleri sebep Samsun ve havalisindeki asayişsizliği
yerinde görüp tedbir almak için Samsun’a kadar gitmekti. Ben bu
vazifemin icrası için oldukça geniş makam ve yetki sahibi olmalıyım
dedim bunda bir zarar görmediler. Müfettişlik vazifesini bana buldular.
Yetkilerime dair talimatı da ben kendim yazdırdım hatta Harbiye Nazırı
olan Şakir Paşa, bu talimatı okuduktan sonra biraz tereddüt etti belli
belirsiz bir tarzda mührünü bastı.”
• Mustafa Kemal Samsun’a gönderilirken kendisinden istenilenler şu şekildedir:
Bölgede asayiş sağlanacak ve asayişsizlik sebepleri saptanacaktır.
Bölgede dağınık bir halde varlığından söz edilen silah ve cephane biran önce
toplatılarak muhafaza altına alınacaktır.
Çeşitli yerlerde bir takım topluluklar bulunduğu bunların asker toplamakta
oldukları ve ordunun resmi olmayan bir şekilde bunları koruduğu ileri
sürülüyordu. Böyle topluluklar mevcut olup asker topluyor, silah dağıtıyor ve
orduyla ilişkili bulunuyorlarsa kesin olarak yasaklanacak ve bu gibi
topluluklar dağıtılacaktır.
• Bu yönerge Mustafa Kemal Paşa’nın üstlendiği asıl görev için başlangıçta çok büyük
kolaylık sağlamış kendisine askeri sivil tüm yöneticilerle görüşme, karar verme, verdiği
kararları uygulanma kolaylığı vermiştir.
• Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919 da karargâhıyla birlikte İstanbul’dan Samsun’a
doğru yola çıkmıştır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SAMSUN’A ÇIKIŞI
• Ateşkes döneminde Türkiye’nin en huzursuz bölgelerinin başında Samsun
bulunuyordu. Bölgenin etnik yapısı savaş sırasında yaşanan Ermeni ve Rum tehciri
ile başlayan gerginlik ateşkesin imzalanmasından sonra daha da arttı. Özellikle
Pontusçu Rum çetelerin faaliyetleri bölgedeki asayişi derinden sarstı.
• Mustafa Kemal Paşa İstanbul’dan 16 Mayıs 1919 tarihinde son defa padişahla
görüştükten sonra yola çıkmış ve Mustafa Kemal Paşa’nın tavsiyesi ile Bandırma
Vapuru, kıyıları takip ederek önce Sinop’a uğramış ve üç gün süren zorlu bir
yolculuğun ardından İngiliz işgalinde olan ve sokaklarında Pontus çetelerinin
dolaştığı Samsun’a 19 Mayıs günü varmıştır.
• Bandırma vapuru ile yapılan yolculuk sırasında yanında değişik rütbe ve sınıftan
18 kişi vardı. Refet Paşa da kendisi ile birlikteydi. Mustafa Kemal’in görev
tezkeresi İngilizlere de vize ettirilmiş ve İngilizler bu görevlendirme tarzından
şüpheye düşmüşlerdir. Bu kadar geniş yetkiler ile donatılmış olması da dikkatlerden
kaçmamıştır.
• Bu sebeple Bandırma vapurunun peşine bir torpido takarak Samsun’a kadar
izlemişlerdi. Ayrıca Samsun’daki birliklere de talimat vererek Mustafa Kemal’in
izlenmesini istemişlerdi.
• Mustafa Kemal gözaltında olduğunu bildiği içindir ki Samsun’daki faaliyetlerinde
güvenliği elden bırakmadı. Samsun’a varır varmaz bölgenin asayiş ve güvenlik durumu
ile ilgili incelemelerde bulunmuş ve sadaret makamına iki şifreli rapor göndermiştir. Bu
raporlarda;
Samsun bölgesi Rumları siyasi emellerinden vazgeçerlerse asayiş kendiliğinden
düzelir.
Türklüğün yabancı mandasına ve kontrolüne tahammülü yoktur.
Yunanlıların İzmir’de hakları yoktur. İşgal geçicidir.
Türk milleti milli hâkimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunu
gerçekleştirmeye çalışacaktır.
• İstanbul hükümeti bu raporu olumlu karşılamamıştır.
• Mustafa Kemal bu raporda İngiliz askeri varlığı hakkında da bilgi vermiş ve İngilizlerin
haksız işgallerinin önlenmesi için tedbirler alınmasını tavsiye etmiştir. Kendisinin de
siyasi gelişmeler hakkında bilgilendirilmesini istemiştir.
• İtilaf devletleri tarafından başlatılan işgaller ve onların bölgedeki varlığı Pontusçu
Rumları iyice şımartmış ve saldırıları sıklaşmaya başlamıştır.
• Bu saldırılar karşısında yerel idare aciz kalmış gereken tedbirleri alamamıştır. Eldeki
imkânsızlıklardan öte bir yönetim zafiyeti de görülüyordu.
• Mustafa Kemal bunu fark edince Samsun mutasarrıfını görevden almış ve yerine
Hamit Bey’in atanmasını sağlamıştır. Ayrıca Refet Bey de geçici mutasarrıf sıfatı ile
görevlendirilmişti.
• Burada bulunduğu sırada halkın uyandırılması ve örgütlenmesi için tavsiye ve
girişimlerde bulunmuştu. Teşkilatlanma girişimi başlatmıştı. Görev alanındaki askeri
ve mülki yetkililer ile temasa geçmiş ve askeri gelişmeleri yakından takip etmiştir.
• Mustafa Kemal Paşa Samsun’un İngiliz işgalinde ve kıyıya yakın bulunması ve
civardaki Rum çetelerinin faaliyetlerinden ötürü karargâhının içerde daha emin bir
yere naklini gerekli görmüş ve 25 Mayıs 1919’da Havza’ya hareket etmiştir.
HAVZA GENELGESİ (28 Mayıs 1919)

• Havza, Rum çetelerinin en çok faaliyet gösterdiği yerlerden birisiydi. Halk Rum
çetelerinin saldırıları karşısında tedirgindi.
• Samsun’dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa, Milli Savunma Bakanlığı’nın en çok
şikâyetin olduğu Merzifon, Lâdik, Amasya, Havza gibi yerlerde bizzat inceleme
yapmak ve yerinde tedbirler almak amacıyla karargâhını geçici olarak Havza’ya
taşıyacağını bildirmiştir.
• 24 Mayıs’ta Samsun’dan yola çıkarak 25 Mayıs’ta Havza’ya ulaşmış ve burada
şehrin ileri gelenlerini toplamış, düşmanın niyetinin Türk halkını diri diri mezara
gömmek olduğunu, son bir gayretle kurtulmanın mümkün olabileceğini
belirtmiştir. Toplantı sonucunda direniş kararı alınmış bunlar temel oluşturmak
üzere Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin şubesi açılmıştır. Şehrin merkezinde halkın
katılımı ile bir miting düzenlenmiş yurdun kurtarılması için silaha sarılmanın
gereği üzerinde durulmuştur.
• Mustafa Kemal, Havza’dan 28 Mayıs tarihinde valilere, bağımsız mutasarrıflara,
Erzurum’daki 15. Kolordu, Ankara’daki 20. Kolordu, Diyarbakır’daki 13. Kolordu
komutanlıklarına Konya’daki ordu müfettişliğine şu genelgeyi göndermiştir:
 İzmir, Manisa ve Aydın’ın işgali gelecekteki tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir.
Buradaki işgaller karşısında sessiz kalınmamalı derhal büyük ve heyecanlı
mitinglerin yapılmalı bu tepki köylere ve kasabalara kadar genişletilmelidir.
 Yurt bütünlüğümüzün korunması için milletçe gösterilen tepkinin daha canlı ve
sürekli olması gerekir.
 Önümüzdeki hafta içinde büyük ve heyecanlı mitingler yapılarak, milli gösterilerde
bulunulması
 Bütün büyük devletlerin temsilcileri ile Bab-ı Aliye etkileyici telgraflar çekilmesi,
 Düzenlenen milli gösterilerde terbiye ve ağırbaşlılığın titizlikle korunması,
 Hristiyan halka karşı saldırı, gösteri ve düşmanlık gibi tavır ve davranışlardan
sakınılması zaruridir.
• Mustafa Kemal Paşa’nın yayınladığı bu genelge üzerine Havza’da 30 Mayıs’ta ilk
miting 6 Haziran’da da ikinci miting yapıldı. 30 Mayıs’ta kendisi bizzat Havza’da
miting düzenleyerek İzmir’in işgalini protesto etmiştir.
• Mitingin sonunda işgallere karşı silahlı mücadele edileceğine dair ant içmiştir.
Sadarete gönderdiği telgraf ile de Paris Barış Konferansı’na gönderilecek kişilerin
milli, vicdani hakkıyla temsil edecek kişiler olmasını istemiştir.
• Bu mitingler sayesinde halk, Rumlara karşı düzenli şekilde mücadele yoluna
gidiyordu. İşgallere karşı toplumsal bir bilinç oluşmaya başlamıştır.
• 25 Mayıs’tan 12 Haziran’a kadar Havza’da kalan Mustafa Kemal, bu dönemde
İstanbul’daki fikirlerini sistemleştirmiş, hareketinin stratejisini tespit etmiştir. Buna
göre o hareketin tarzı dört önemli sorunun çözümüne yönelik olmuştur.
• Birincisi, ulusal varlığa vurulan darbelere karşı milletin etkin biçimde uyandırılması
ve harekete geçirilmesini sağlamaktır. Bunu sağlamak için yetki alanın içerisinde ve
dışında bulunan askeri ve sivil görevlilere gönderdiği gizli bildirilerle işgalcilere
karşı mitingler yapılmasını İstanbul hükümetinin uyandırılmasını yabancı ülke
temsilcilerine de protesto telgraflarının çekilmesini istemiştir. Bu genelgelere uyarak
yurdun çoğu yerinde mitingler düzenlenmiş, protesto telgrafları çekilmiş ve halkın
desteğinin kazanılmasında önemli adımlar atmıştır.
• İkincisi, ordunun milli harekete desteğinin sağlanması ve bunun devamlı olmasıydı.
Mustafa Kemal Samsun’a çıkışından hemen sonra askeri birliklerle temas ederek
orduyu tanzime başlamıştır.
• Kazım Karabekir’e “Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdani vazifeyi
yakından ve müşterek çalışma ile en iyi yerine getirmek mümkün olacaktır”
demiştir. Aslında ülke genelinde düzenlenen mitingler protestolarda da ordu
mensuplarının rolü büyüktür. Zaten Kuvayı Milliye’nin de yönetimi genellikle
subayların elinde bulunmuştur.
• Üçüncüsü, düşman istilasına karşı kurulmuş milli cemiyetleri ortak amaç etrafında
toplamaktır. Anadolu ve Rumeli’de kurulan direniş örgütlerinin birlikteliği
sağlanmalıydı. Partilerle örgütlenmeyi gerçekleştirmek de kolay iş değildi.
• Dördüncüsü, İstanbul ile ilişkilerin devamı ve geleceğiydi. Mustafa Kemal Paşa
sürekli olarak telgrafla görüştüğü saray ve hükümetle ilişkilerini özenle
koparmamaya çalıştı. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından sonraki etkinlikleri
İstanbul hükümetini kuşkulandırıyordu. Öte yandan işgal kuvvetleri de onun
çalışmalarını tedirginlikle izliyorlardı. Nitekim İşgal komutanı Amiral Carltrophe
hükümete baskı yaparak Mustafa Kemal’in derhal İstanbul’a geri çağrılmasını
sağlamışlardır.
• Bunun üzerine Harbiye Nezareti Mustafa Kemal’i geri çağırmıştır.
• Mustafa Kemal, Harbiye Nezareti’ne kesinlikle dönmeyeceğini şu şekilde ifade
etmiştir: “İstiklal gayesi gerçekleşene kadar tamamıyla milletle birlikte fedakâr bir
şekilde çalışacağıma mukaddesatım adına yemin ettim. Artık benim için
Anadolu’dan başka bir yere gitmek söz konusu değildir.”
• Mustafa Kemal, Havza’da bulunduğu sırada büyük devletlerle de siyasi ilişkiler
kurdu.
• Bolşevik İhtilali sonrasında komünizm rejimini yaymak isteyen Ruslar Türklerle ve
özellikle Mustafa Kemal ile temasa geçti.
• Rus heyeti ülkelerine dönerken çok ümitliydi. Havza’da yapılan bu görüşme milli
mücadele tarihi açısından çok önemliydi.
• Ruslar mücadele boyunca bize top, tüfek ve cephane yardımında bulundu.
HAVZA GENELGESİ’NİN SONUÇLARI

• Mustafa Kemal’in askeri görevi IX. Ordu müfettişliğinden III. Ordu müfettişliği
şeklinde değiştirilmiştir.
• Havza Genelgesi direnişe ilk çağrı özelliği taşır. İşgaller karşısında sessiz
kalınamayacağı ve milletin tepkisini ortaya koyacağı bu genelgeyle anlaşılmıştır.
• Millete miting yapma çağrısı yapan Mustafa Kemal kendisi de bizzat Havza’da miting
yaparak millete örnek olmuştur.
• Mustafa Kemal’in Havza’daki faaliyetleri resmi görevinin dışına çıktığını göstermiş ve
İstanbul’a geri çağrılmıştır.
• Özellikle İtilaf Devletleri’nin genelgeye olan tepkileri doğrultusunda 67 Türk aydınını
tutuklayarak Malta'ya sürgüne göndermeleri de genelgenin olumsuz tepkileri arasında
yer almaktadır.
• İstanbul Hükümeti’nin geri çağırmasına karşı Mustafa Kemal Paşa ve yakın çalışma
arkadaşları ülke gerçeklerini halka ve orduya daha sarsıcı şekilde duyurmaya
yönelmiştir.
• Beraberindeki Refet Bey ile birlikte 12 Haziran 1919 tarihinde Amasya’ya gelmiştir.
Mustafa Kemal buradan İstanbul ile ilişkilerinin bundan sonra alacağı yeni şekli de
ortaya koyan ve İstanbul’da bulunan bazı tanınmış kişilere gönderdiği 21 Haziran
tarihli devlet mektubunda “Artık İstanbul Anadolu’ya hâkim değil tabii olmak
zorundadır” demiştir.
• Bir ay içinde yapılan çalışmalar önemli engellere rağmen başarılı olmuş, halk ve
ordu ulusal hareketi anlamaya başlamıştır. Bu aşamada bütün etkinliklerin,
girişimlerin millet adına yapıldığının halka anlatılması ve milletin bu girişimlere
katılmasının sağlanması gerekmekteydi.
• Amasya Genelgesi bu yolda atılmış önemli bir adım olmuştur.
AMASYA GENELGESİ (22 Haziran 1919)

• Amasya Genelgesi ile ilgili hazırlıklar sürerken diğer taraftan da İtilaf Devletleri ve
İstanbul’daki hükümet yoğun bir şekilde çalışmaları engellemek için her türlü çabayı
sarf etmektedir.
• İstanbul’daki hükümet İngiliz baskıları sebebiyle Mustafa Kemal’in geri gelmesi
yolunda ısrarını sürdürmektedir.
• İstanbul hükümeti bölgedeki sivil ve askeri makamlara gönderdiği talimatlarla,
Mustafa Kemal’in emirlerine uyulmaması gerektiği ve görevden alındığını
belirtmiştir. Buna karşılık Mustafa Kemal, görevinin başında olduğunu görevin
kendisine padişah tarafından verildiğini ve görevden ancak onun alabileceğini
söyleyerek askeri ve mülki erkânın emirlerine uymak zorunda olduğunu belirtmiştir.
• Mustafa Kemal Paşa bunun üzerine Havza’da daha fazla kalamadı.
• Mustafa Kemal Paşa daha Havza’da iken komutan arkadaşları ile telgraflaşarak
onlardan eğer mümkünse Amasya’ya gelmelerini istedi.
• Bu görüşmeler sonunda Ali Fuat, Rauf ve Refet Beyler Amasya’ya geldiler.
• Mustafa Kemal Paşa dağınık görülen cemiyetlerin bir ortak çatı altında birleşmesine
ve mücadelenin ortak bir zeminde yürütülmesini istiyordu. Bu amaçla Trakya’da
bulunan I. Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Bey’e bir telgraf göndererek telkinde
bulunmuştu. Şifre ile verilen bu talimatta kısaca şunlar söyleniyordu:
 İtilaf devletleri bağımsızlığımızı bozan vatanı parçalamaya yönelik bir tutum
içerisindedir.
 İstanbul Hükümeti esir ve aciz durumdadır. Milletin geleceğini böyle bir hükümete
bırakmak demek yıkılmaya mahkûm olmak demektir.
 Trakya ve Anadolu’daki milli teşkilatlar birleşmeli ve sesini dünyaya daha gür
olarak duyurmalıdır. Bunun için güvenli bir yer olan Sivas’ta toplanıp ortak ve
kuvvetli bir kurul kurulmalıdır.
• Mustafa Kemal ve beraberindekiler 12 Haziran 1919’da Amasya’da çalışmalarına
başladılar.
• Mustafa Kemal halka hitaben yaptığı konuşmada özellikle örgütlenmenin
gereğinden bahsetmiştir. Bu telkin ve tavsiyeler hemen karşılık bulmuş ve Amasya
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur.
• Mustafa Kemal’in 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Deniz Eski Bakanı Rauf
Bey ile yaptıkları toplantıda Amasya Genelgesinin metni üzerinde çalışarak fikir
birliğine varılmıştır. Daha sonra Refet Bey’in de katıldığı toplantıda Konya’da
bulunan 2. Ordu Müfettişi Cemal ile Kazım Karabekir Paşalardan da telgrafla bilgi
alınmasına karar verilmiştir.
• Mustafa Kemal’in genelge metnine dönemin ünlü komutanlarına onaylatmasının
nedeni milli mücadeleyi kişisellikten çıkartmak ve halk hareketi haline gelmesini
sağlamaktır. Ayrıca genelgeyi bu isimlere onaylatarak milli mücadeleyi halk
nazarında meşru ve daha etkili hale getirmek amaçlanmıştır.
21 -22 Haziran 1919 gecesi hazırlanan Amasya Genelgesi’nin esasları şunlardır:
1) Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir.
2) İstanbul Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Bu durum
milletimizi yok olmuş göstermektedir.
3) Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4) Milletin içinde bulunduğu durum ve şartlara göre harekete geçmek ve haklarını yüksek sesle
dünyaya duyurmak için her türlü tesir ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zorunludur.
5) Anadolu’nun en emniyetli yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin acele olarak toplanması
kararlaştırılmıştır.
6) Bunun için bütün vilayetlerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin
mümkün olduğu kadar çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7) Her ihtimale karşı bu meselenin milli bir sır halinde tutulması ve temsilcilerin lüzum görülen
yerlerde seyahatlerini kendilerini tanıtmadan yapmaları gerekir.
8) Doğu vilayetleri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. Bu tarihe kadar
diğer vilayetlerin temsilcileri de Sivas’a gelebilirlerse Erzurum Kongresi’nin üyeleri Sivas
Kongresi’ne katılmak üzere hareket edecektir.
Bu genelge milli mücadele tarihi açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur.
Bunları birkaç madde halinde sıralamak gerekirse;
• Milli mücadele yeni bir safhaya girmiş ve Türk inkılabının ihtilal safhası başlamıştır.
• Kurtuluş Savaşı’nın programı ilk üç maddede sıralanmıştır.
• Birinci ve ikinci maddede Kurtuluş Savaşı’nın gerekçesi belirtilmiştir.
• Üçüncü maddede Kurtuluş Savaşı’nın amaç ve yöntemi açıklanmıştır.
• Yine üçüncü maddede millet egemenliğinden bahsedilmiştir.
• Mevcut yönetimin yetersizliği ortaya konmuş ve adeta İstanbul hükümeti yok
sayılmıştır.
• Türk milleti hem İstanbul hükümetine hem de işgal güçlerine karşı mücadeleye
çağrılmıştır.
• Kurtarıcı olarak görülen padişah, hilafet, manda ve himaye düşüncesinin yerini millet ve
milliyetçilik düşüncesi almıştır.
• Mustafa Kemal resmi görevleri bir tarafa bırakarak millet ile beraber çalışma yolunu
seçmiş ve böylece padişah tarafından kendisine verilen yetkiyi aşmıştır.
• Direniş esasları ilk defa Amasya’da yazılı bir metin haline getirilmiştir.
• Amasya Genelgesi İngilizlerin tepkisini arttırmıştır. Bu durum Mustafa Kemal’in
İstanbul’a geri çağrılma sürecini hızlandırmıştır.
• Amasya Genelgesi’nde vatanın bütünlüğünün tehlikede olduğu vurgulanmıştır.
Bölgesel kurtuluş çareleri arayan cemiyetlere birleşme ve mevcut tehlikeyi birlikte
önleme teklifi yapılmıştır.
• Bu genelge ilgili birimlere gönderildikten sonra İngilizler, İstanbul Hükümeti
üzerindeki baskısını iyice arttırmıştır. Bunun üzerine İstanbul Hükümeti 23
Haziran’da Mustafa Kemal Paşa’yı görevinden azletmiş bu durumu bir yazı ile
illere bildirmiştir.
• Dâhiliye Nazırı Ali Kemal, verilen bu kararı ağır bir üslupla illere bildirmiştir.
Ancak Mustafa Kemal’in hareketlerine engel olunamadığı gerekçesiyle istifa
etmiştir. Ali Kemal’in yayınladığı genelge mülki amirlerin kafasını karıştırmıştır.
Bu yüzden mülki amirler, Mustafa Kemal’e karşı nasıl bir tavır takınacaklarını
kestirememişlerdir.
• Amasya Genelgesi’nin ardından Mustafa Kemal, Amasya’dan Erzurum kongresine
katılmak üzere yola çıkmıştır.
• Bu sıralarda Elazığ valisi Ali Galip Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklamayı
kafasına koymuştur. Sivas Valisi Raşit Paşa ile bu konuyu tartıştıkları sırada
Paşa’nın Sivas’a yaklaştığı anlaşılmıştır.
• Paşa Sivas’a gelmiştir. Burada kendisi aleyhine birtakım tedbirlerin alındığını
duymuş ve bu yüzden 5. Tümen’e bağlı bir birliği hazırlatarak tedbir almıştır.
• 27 Haziran’da Sivas’a varan Mustafa Kemal Paşa halkın ve ordunun sevgi
gösterileriyle karşılanmıştı. Bu gelişme İstanbul hükümetinin Sivas’ta yenildiğini
gözler önüne sermiştir.
• Paşa, aleyhindeki tertiplere alet olan Elazığ valisi Ali Galip Bey’i burada görmüş ve
azarlamıştır. Görevden azledildiğine dair genelgeden de burada haberdar olmuştur.
Kendisi hakkındaki tereddütleri gidermek maksadıyla da Erzincan mutasarrıflığına
gönderdiği telgrafta kendisini göreve padişahın tayin ettiğini onun dışında hiç
kimsenin kendisini azletmeye yetkisinin olmadığını görevinin Harbiye Nazırlığı
bünyesinde olduğunu ve o makamından azledildiğine dair bir bilgi almadığını
haliyle mülki amirlerin kendisine itaat etmek zorunda olduğunu ifade etmiştir.
• Mustafa Kemal Sivas’ta gerekli talimatları verip Erzurum’a gitmek için yola çıktı. 2
Temmuz’da Erzincan’da iken padişahın telgrafı geldi. Bu telgrafta ya İstanbul’a
gelmesi ya da iki ay rapor alarak istirahate çekilmesi isteniyordu. Harbiye Nazırlığı
da aynı manada bir telgrafı kendisine göndermişti. Buna karşılık Mustafa Kemal,
verdiği cevapta geri dönmeyeceğini görevine de devam edeceğini bildirmiştir.
• Bu arada Mustafa Kemal Erzurum’a gelmişti. Aynı gün padişah tarafından görevine
son verildiği kararı geldi. Böylece önce asayişin temini ile ilgili görevinden sonra da
müfettişlik görevinden ayrılmış oluyordu.
• 9 Temmuz’da yayınladığı bir genelge ile bundan sonra milli gaye için milletin
sinesinde bir ferdi mücahit olarak her türlü fedakârlıkla çalışacağını bildirmişti.
Şimdiye kadar resmi yetkilerine karşılık tüm resmi birimler kendisine itaat ederken
artık bu mümkün olmayabilirdi.
• Ancak padişah ve hükümetin Mustafa Kemal aleyhindeki bu girişimlerine karşılık
Kazım Karabekir Paşa gelip ordusuyla birlikte emrinde olduğunu bildirmesiyle
birlikte bu durum değişti.
• Aynı zamanda Rauf Bey de vilayetlere gönderdiği telgraf ile Mustafa Kemal ile
birlikte çalışacağını bildirmişti.
KONGRELER DÖNEMİ
ERZURUM KONGRESİ ( 23 TEMMUZ-7 AĞUSTOS 1919)

 Doğu Anadolu’nun merkezi sayılan Erzurum, İran ve Kafkas Bölgesi’ne giden


yolların merkezindeydi. Şehir tarih boyunca önemli bir askeri üs olarak kalmış
yüzyıllar boyunca Rus istilasına karşı Türk savunmasının merkezi olmuştu. Milli
mücadelenin kurmayları arasında yer alan Kazım Karabekir Kafkas ordusundan geriye
kalanlardan güçlü bir askeri kuvvet kurtarıp ayakta tutmayı başarmıştı.
 Erzurum’da bir kongrenin toplanmasının nedenleri:
 Birincisi; Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz
Bölgesi ciddi bir şekilde Ermenilerin ve Rumların tehdidi altına girmişti.
Ruslarla Brest-Litowski Antlaşması imzalanmış ve bu bölgeler Kars-Ardahan-
Batum’da dâhil olmak üzere Osmanlı’ya bırakılmıştı.
 Ancak İtilaf Devletleri antlaşmayı tanımadıkları için antlaşma hükümleri
yürürlüğe girmemişti. İtilaf devletlerinin bu tutumu ile Mondros Antlaşması’nın
Vilayet-ı Sitte ile ilgili hükümleri Ermenilerin cesaretlenmesine neden olmuş ve
bölgede saldırılar artmıştır.
 Paris Barış Konferansı’nda Ermeni talepleri tekrar gündeme gelmiştir.
 Bu gelişmelerden tedirgin olan ve bölgede ezici çoğunluğa sahip olan Türkler
gerekli tedbirleri almaya başlamışlardır.
 İkincisi; Rumlar İzmir’in işgali ile birlikte Anadolu üzerindeki taleplerini
genişletmiştir. Bu işgalle Karadeniz Bölgesi’nde bir Pontus Rum Devleti
kurmak için uygun zamanın geldiğine inanmışlardır.
 Rumlar ve Ermeniler bölgeye sahip olabilmek için kendi aralarında bile
tartışmaya başlamışlardır. Bölgenin Rumlara ve Ermenilere verileceği
endişesini duyan Trabzonlular da büyük bir korku içindeydiler. Onlar da
kongre toplama faaliyetlerine etkin olarak katılmışlardır.
 Ortaya çıkan bu durum üzerine bölgedeki Türk cemiyetleri büyük bir tepki
göstermiş ve ortak hareket etmek zorunda kalmışlardır. Ve Trabzon Muhafaza-
i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ile Erzurum’daki Şark Vilayetleri Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti ortak toplantı yapmaya karar vermiştir.
 Üçüncüsü; Ermeni ve Rum isteklerinden kaygıya düşen halkın çalışmaları 15.
Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’in şahsında güçlü bir destek bulmuştur.
 Dördüncüsü ise; kongre hazırlıklarının sürdüğü sırada Mustafa Kemal’in
Erzurum’a gelmesi bölgede yeni bir heyecan yaratmış, yeni ümitler
doğurmuştu. Kongre çalışmaları daha da hızlanmıştı.
 Erzurum Kongresi hazırlıkları devam ederken İstanbul Hükümeti 8-9 Temmuz
1919 gecesi Mustafa Kemal Paşa’nın resmi görevine son vermiştir.
 Paşa, kendisine verilen emirleri yerine getirmeyince Erzurum’a gelişinin beşinci
gününde telgraf başına çağrıldı. Padişah Mustafa Kemal’e İstanbul’a gelmese
bile hava değişikliği alarak başka yerlere gitmesi konusunda ısrar ediyordu.
Uzun süren telgraf trafiğinin ardından Mustafa Kemal Paşa son sözünü
söylemiştir:
 “ Kat’iyyen reddediyorum. İstanbul’a dönmeyeceğim” demiş ve bunun üzerine
padişah Mustafa Kemal Paşa’ya «o halde resmi vazifeniz sona ermiştir»
tebliğini yapmıştır. Böylece Mustafa Kemal 3. Ordu Müfettişliğinden istifa
etmiş oluyordu. Bu olaylar üzerine Paşa yanındaki arkadaşlarına;
 “Arkadaşlar mesaimizin en ciddi ve açık safhası işte şimdi başlıyor. Onlar beni
azlediyorlar fakat ben memuriyetimden hem de canım kadar sevdiğim
mesleğimden askerlikten de çekiliyorum” diyerek istifasını saraya ve Harbiye
Nazırlığına bildirdi.
 Böylece Mustafa Kemal’in resmi görevi 8-9 Temmuz 1919’da sona ermiş
oluyordu.
 Bu durumda diğer paşaların ne yapacağı merak konusu olmuştur. Nitekim 15.
Kolordu kumandanı Kazım Paşa “Ben ve kolordum emrindeyiz” demiş 20.
Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa, kendilerinin de gerektiğinde aynı şeyi
yapacaklarını ve sonuna kadar beraber olduklarını bildirmiştir.
 Böyle bir ortamda Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 27-28 Haziran gecesi
sabahında Sivas’tan Erzurum’a gitmek üzere ayrıldı. Bir haftalık yorucu bir
otomobil yolculuğundan sonra 3 Temmuz tarihinde halk ve askerin coşkulu
gösterileri arasında Erzurum’a girdi.
 Mustafa Kemal Erzurum’a geldiği 5 Temmuz günü bütün komutanlara verdiği
emirle İstanbul hükümeti ve işgal kuvvetlerinin milli mücadele karşıtı
tavırlarına karşı tedbirli olunmasını istedi. Paşa şehre gelir gelmez «Şark
Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti»’nin Erzurum şubesiyle temasa geçti.
 8 Temmuz’dan kongrenin açıldığı 23 Temmuz tarihine kadar geçen zaman
zarfında kongreye hazırlık, haberleşme ve tertip işleriyle uğraşıldı. Ancak bu
dönemde bazı sıkıntılarla karşılaşıldı. İlk olarak İngiltere Dış işleri Bakanı Lord
Curzon’un yeğeni Yarbay Rawlinson kongre öncesi sorun çıkardı.
 İtilaf devletleri ve İstanbul Hükümeti de kongreyi engellemek için çalışmıştır.
İngiliz askeri temsilcilerinin kongrenin yapılmaması konusundaki baskılarına
karşılık Mustafa Kemal ile yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamamıştır.
 Ayrıca kongrenin başlayacağı gün Damat Ferit bu tür girişimleri kınayan bir
demeç yayınlamıştır. Harbiye Nezareti Kazım Karabekir Paşa’ya Erzurum
Kongresi’ni engellemek için ne yaptığını sormuş o da memleketini kimseye
vermeme kararında olan halkın bu girişime gereken kolaylığı sağladığını
söylemiştir.
 Sonrasında yine Kazım Paşa’dan Mustafa Kemal ve Rauf Orbay’ı yakalayıp
göndermesini istemiş o da Mustafa Kemal gibi seçkin bir askeri
tutuklayamayacağını bunun halk ve ordu tarafından iyi karşılanmayacağını ifade
etmiştir.
 Kongrenin 10 Temmuz’da toplanması kararlaştırılmıştı. Ancak bazı engelleme
ve zaruretlerden dolayı bu gerçekleşemedi. Kongre bazı üyelerin gecikmesi
yüzünden 23 Temmuz’da toplanabilmiştir.
 Kongreye toplam 56 üye katıldı. Elazığ ve Diyarbakır valilerinin engellemesi
üzerine bu bölgenin üyeleri kongreye katılamamıştır. Kongreye katılmak üzere
Erzurum’a gelen Mustafa Kemal ve Rauf Bey Kazım Yurdalan ve Cevat
Dursunoğlu’nun azalıktan istifa etmeleriyle yerlerine kongreye üye
olmuşlardır.
 Kongre Başkanlığına Mustafa Kemal Paşa seçildi. Beraber çalışacağı beş
kişilik heyet arasında bulunan Rauf Bey de ikinci başkan olarak seçilmiştir.
 Mustafa Kemal açılış konuşmasında içinde bulunulan durum ve izlenmesi
gereken yol ile ilgili kapsamlı bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında ana hatları
ile şunları söylemiştir:
 «Tarihin ve olayların zoruyla içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri
görmeyecek ve bundan ürpermeyecek hiçbir vatansever düşünülemez. Yapılan
işgaller ateşkes hükümlerine aykırıdır. Milletin mukadderatına hâkim bir idare
ancak Anadolu’dan doğabilir.»
 Toplanma yeri olarak Kilise Mahallesi’ndeki mektebin salonu hazırlandı. İngiliz
tehditleri de göz önüne alınarak tedbirler alındı.
 Kongre açılışını en yaşlı üye sıfatı ile yapan Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye
Cemiyeti Başkanı Raif Efendi yaptı. Daha sonra Şiran üyesi Müftü Hasan Efendi
amaca uygun bir dua etti.
 Erzurum Kongresi 7 Ağustos 1919 tarihine kadar sürdü.
 Kongreyi en çok meşgul eden meselelerin başında manda konusu geliyordu.
Birçok asker ve sivil erkân arasında Amerikan mandası konusunda tartışmalar
yapıldı.
 Erzurum Kongresi sırasındaki manda tartışmaları bölgede devam eden Ermeni
sorunu münasebetiyle taraftar bulamadı.
 Erzurum Kongresi 14 günlük bir çalışmanın sonunda hazırladığı nizamnameyle
9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye’yi oluşturdu.
 Milli Mücadele tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Erzurum Kongresi, 7 Ağustos 1919
tarihinde şu önemli kararları aldı.
 1) Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.
 2) Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı Osmanlı Hükümeti’nin iş yapamaz duruma
gelmesi halinde millet, topyekûn kendini savunacak ve direnecektir.
 3) Vatanı korumaya ve istiklali elde etmeye İstanbul Hükümeti’nin gücü yetmediği takdirde bu
gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri milli kongre için
seçilecektir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.
 4) Kuvayı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hâkim kılmak esastır.
 5) Hıristiyan azınlıklara siyasi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilenmez.
 6) Manda ve himaye kabul edilemez.
 7) Hükümranlık haklarımızı zedeleyen haklar kabul edilemez.
 8) Milli meclisin derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin meclis tarafından kontrol edilmesi
için çalışacaktır.
 9) Milli teşkilatlar Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk çatısı altında birleşecektir.
ERZURUM KONGRESİ’NİN SONUÇLARI

 Erzurum Kongresi milli mücadele tarihi açısından birçok ilke imza atmıştır. Bunlar:
 İlk kez milli sınırlardan bahsedilmiştir. Bu sınırlar Mondros imzalandığı sırada
elimizde bulunan topraklardır. Vatan bir bütündür ifadesi hem işgalcilere hem de
azınlıklara bir uyarı niteliğindedir.
 Manda ve himaye ilk kez resmi olarak bir kongrede reddedilerek bağımsızlığın ve
egemenliğin şartsız olarak gerçekleşeceği ilan edilmiştir.
 Erzurum kongresi bölgesel amaçlarla toplanmış olmasına rağmen milli kararlar
almıştır. Bununsa sebebi kuşkusuz Mustafa Kemal’in kongreye katılmış olmasıdır.
 Amasya Genelgesi’nde olduğu gibi burada da İstanbul Hükümeti’nin görevini yerine
getiremediğinden bahsedilmiştir. İlk defa geçici bir hükümet kurma düşüncesi
gündeme gelmiştir.
 Milli irade açıkça kişisel iradeye alternatif olarak ortaya konmuştur. Milli iradeye
dayalı rejimin adı cumhuriyettir. Böylece yeni bir devlete doğru gidildiği
anlaşılmaktadır.
 Dağınık vaziyetteki cemiyetlerin birleştirilmesi yolunda ilk adım burada atılmıştır
ve Doğu Anadolu’daki cemiyetler tek çatı altında toplanmıştır.
 İlk kez azınlıklardan ve onlara ayrıcalık verilmeyeceğinden bahsedilmiştir.
 Padişah ve halifenin kurtarılacağı söylenmiştir.
 Dış yardımda Rusya gündemdedir. Şayet yardım alınacaksa eşitlik ve bağımsızlık
çerçevesinde alınmalıdır.
 Doğu Anadolu Bölgesi için 9 kişilik geçici bir temsil heyeti kurulmuştur. Sivas
Kongresi’nden sonra ise bu heyetin yetkileri Anadolu ve Rumeli’yi kapsayacak
şekilde genişletilmiştir.
 Mustafa Kemal Sivas Kongresi’nin hazırlıklarını yapmak üzere Erzurum’dan
ayrılarak 2 Eylül’de halk tarafından büyük tezahüratla halk tarafından
karşılandığı Sivas’a gelmiştir.
SİVAS KONGRESİ (4-11 EYLÜL 1919)

Kongre Öncesi Meydana Gelen Gelişmeler:

a) Kongreyi Engelleme Girişimleri


b) Maddi Sorunlar
c) Görüş Ayrılıkları
d) Mandacılık Tartışmaları
e) Güvenlik Sorunu
 2 Eylül 1919 tarihinde Sivas’a varan Mustafa Kemal Paşa, 4 Eylül’de saat
14.00’te 31 delegenin katılımı ile kongreyi başlatmıştır.
 4 Eylül ile takip eden iki gün milletvekilleri ittihatçı olmadıklarına dair yemin
etmek amacıyla yemin formülü hazırlamak ve padişaha sunulacak bir yazıyı
kaleme almakla aynı zamanda kongrenin açılışı dolayısıyla gelen telgraflara
cevap vermekle uğraşılmıştır.
 Daha sonra kongre asıl konusuna geçerek Sivas Kongresi’nin kararlarını almıştır.
 Bu kararlar dikkatle incelendiğinde Erzurum Kongresi’nin genelleştirilmiş bir
hali olduğunu görürüz.
 Erzurum Kongresi beyannamesinin esas alındığı Sivas Kongresi, 11 Eylül’de
çalışmalarını bitirmiş ve şu kararları almıştır:
 1) Mondros imzalanırken elimizde bulunan sınırlar içinde vatan bir bütündür
parçalanamaz.
 2) Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı özellikle Rumluk ve Ermenilik
teşkilini amaçlayan hareketlere karşı millet top yekûn kendisini savunacak ve
direnecektir.
 3) Temsil heyetinin yetkileri genişletilmiş ve tüm ülkeyi temsil eder hale
getirilmiştir.
 4) Tüm cemiyetler «Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti» adı altında
birleştirilmiştir.
 5) İlk resmi gazete çıkarılmıştır. (İrade-i Millîye).
 6) Ali Fuat Paşa Batı cephesi Kuvayı Milliye komutanlığına atanmış böylece ilk
kez yürütme yetkisi kullanılmıştır.
 7) Manda ve himaye kesin olarak reddedilmiştir.
 8) Bütünlüğümüze ve bağımsızlığımıza saygılı olan her türlü devletin teknik ve
ekonomik yardımını kabul ederiz.
SİVAS KONGRESİ’NİN SONUÇLARI
 Temsil kurulunun üye sayısı 15’e çıkarılmış ve görev alanı tüm yurdu
kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Esas itibariyle Erzurum Kongresi’nde
alınan kararlarla büyük paralellik gösterse de bazı konularda farklı ifadeler
kullanılmıştır.
 Erzurum’da Ermeni ve Rum saldırısına karşı konulacaktır ifadesi yer
almışken yeni metinde her türlü saldırı ifadesi kullanılmıştır.
 Önceki metinde Osmanlı Devleti doğu illerini savunmazsa ifadesi yer alırken
sonraki metinde yurdun herhangi bir parçası ifadesi kullanılmıştır. Kararların
yurt genelinde şamil kılındığı bu tür maddelerden anlaşılmaktadır.
 Manda konusu bu kongrede kesinlikle reddedilmiştir ve gündemden
çıkarılmıştır.
 Mustafa Kemal, milli bir lider olarak kabul edilmiştir.
SİVAS KONGRESİ’NDEN SONRA MEYDANA GELEN
GELİŞMELER

 Daha önce meydana gelen Ali Galip Olayı ve İstanbul Hükümetinin kongreyi
engelleme girişimlerinden başka sorunlar da ortaya çıkmıştır. Bu yüzden Mustafa
Kemal bu konu ile ilgilenme fırsat bulamamıştır.
 Mustafa Kemal kongre sonunda İstanbul Hükümeti ile her türlü bağlantıyı kesme
kararı almıştır. Meşru bir hükümet iş başına gelinceye kadar da İstanbul ile irtibat
kurulamayacağını bildirmiştir.
 İstanbul Hükümeti, Anadolu’dan haber alamaz olmuştur.
 Kısa bir süre sonra Damat Ferit Paşa ve hükümeti istifa edecek, yerine Ali Rıza
Paşa hükümeti kurmakla görevlendirilecektir.
DİĞER KONGRELER

Üç Liva Kongreleri


Trabzon Kongreleri
Batı Anadolu Kongreleri
 Balıkesir Kongresi
 Nazilli Kongresi
 Alaşehir Kongresi
ÜÇ LİVA KONGRELERİ:

 Elviye-i Selase olarak bilinen Kars, Ardahan, Batum Rusya’dan Brest-Litowski


Antlaşması ile alınmış ve yeniden Türk topraklarının bir parçası haline gelmişti.
 Ancak İngilizler, verdikleri bir nota ile bölgenin boşaltılmasını istemişlerdir.
 İngilizlerin amaçları bölgeyi Türkiye’den kopartarak Gürcü ya da Ermeni
egemenliğine sokmaktır.
 Bu tehlike üzerine Kars’ta Kasım 1918’de Milli İslam Şûrası kurulmuştur. İlk
toplantılarından sonra Kars Büyük Kongresi’nde üç sancağın birleştirilmesi ve
bölgenin savunulması için milis gücü oluşturulması kararlaştırılmıştır. Batum’un
İngilizler tarafından 7 Aralık 1919’da işgal edilmesi Kars ve Ardahan’ın işgal
edileceğinin anlaşılması üzerine Ocak 1919’da Ardahan Kongresi toplanmıştır.
Kısa bir süre sonra Şûra bütün bölgeyi temsil eden Güneybatı Kafkas Hükümeti
olarak adını değiştirmiştir. Ancak kongre bölgenin İngilizler tarafından işgaline
engel olamamıştır.
TRABZON KONGRELERİ

 23 Şubat 1919’da Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kongresini


düzenlemiştir.
 Trabzon’un Türkiye’nin bir parçası olduğu vurgulanmıştır.
 Yunanlıların İzmir’i işgalinden sonra ikinci Trabzon Kongresi toplanmıştır.
 Silahlı mücadele ve Doğu Anadolu’yu da kapsayacak büyük bir kongrenin
toplanması yolunda kararlar almıştır.
 Erzurum Kongresi hazırlıkları bu ikinci Trabzon Kongresi’nin kararlarıyla
başlamıştır.
BATI ANADOLU KONGRELERİ
 İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi Batı Anadolu’da halkın hızla
örgütlenmesine yol açmıştır. Batı Anadolu halkı Yunan işgalini sona erdirmek ve
diğer yerleşim yerlerinin işgalini önlemek için çeşitli bölgesel kongrelerde bir araya
gelmiş ve çareler aramıştır.
 Bunlardan bir tanesi Hacım Muhittin Bey tarafından düzenlenen Balıkesir
Kongresi’dir. Kongrede Anadolu Türklerinin yurtlarını Yunan işgalinden
kurtarıncaya kadar savaşmaya karar verdikleri açıklanmıştır. Bağımsızlığa aykırı
hiçbir karar ve önerinin kabul edilemeyeceği önemle vurgulanmıştır. Hiçbir siyasi
partiyle ilişkili olunmadığı ortaya konulmuş ve bu kararlar Osmanlı hükümeti ile
İtilaf devletlerine telgrafla bildirilmiştir.
 Diğer bir batı Anadolu kongresi ise Nazilli Kongresi’dir. Aydın ve Nazilli’de Yunan
işgalinden sonra toplanılmıştır. Kongrede bölgedeki direniş grupları arasında eş
güdüm sağlamak, karışıklıkları gidermek, asker ve para temin etmek, ceza vermek,
silah temin etmek ve depolamak gibi kararlar alınmıştır. İstanbul Hükümeti ile ters
düşmemeye önem vermesi kongrenin ilginç yanlarından bir tanesidir.
 Birinci Balıkesir Kongresi’nde alınan kararları tekrarlamak ve örgütlenmeyi
genişletmek, güçlendirmek için Ağustos 1919’da Alaşehir’de bir kongre daha
toplanmıştır. Hacim Muhittin Bey’in etkili olduğu kongrede Erzurum’da
oluşturulan Heyet-i Temsiliye ile ilişki kurulması ve Sivas Kongresi’ne temsilci
gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Böylece Batı Anadolu’da Yunan işgaline karşı
verilen direniş daha örgütlü bir hale getirilmiştir. Ancak bu kongrede de İtilaf
devletlerinden ve Osmanlı Devletinden hala umudun kesilmediği yönde görüşler
belirmiştir.
 Mondros’tan sonra Trakya Türklerini savunmak için «Trakya-Paşaeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti» kurulmuştu. Cemiyetin girişimi ile Edirne’de bir kongre
toplanmış örgütlenme konuları görüşülerek seçimler yapılmıştır. Daha sonra ise
cemiyet Anadolu hareketi ile yakınlaşmış, Sivas Kongresi’nden sonra Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Edirne şubesi haline gelmiştir.
AMASYA GÖRÜŞMELERİ

 İstanbul Hükümeti ile milli mücadelenin mahiyeti üzerine görüşmeler devam


ederken Sivas Kongresi’nin sekizinci günü padişah ile doğrudan haberleşme
sağlamayı amaç edinen çabalarla geçmiş fakat İstanbul Hükümeti buna imkân
vermemiştir.
 Ardından sadrazama çekilen bir telgrafta bir saat içinde padişah ile
haberleşmelerine imkân verilmezse milletin İstanbul ile olan ilgi ve bağlarını
keseceği bildirilmiştir.
 Ancak olumlu bir sonuç alınamamıştır. 12 Eylül 1919’da İstanbul hükümeti ile
Anadolu arasındaki bağlantı ve haberleşme kesilmiştir. Gösterilen bu kararlılık
sonucu İstanbul yenik düşmüş Damat Ferit hükümeti istifa etmiştir. Yerine milli
mücadeleye daha yakın ve ılımlı olan Ali Rıza Paşa iktidara gelmiştir.
 Ali Rıza Paşa hükümeti döneminde Heyeti Temsiliye ile İstanbul Hükümeti
arasındaki ilişkilerin önceki hükümet dönemi ilişkilerine göre daha iyi
seyrettiği görülmüştür.
 Bu değişiklikler yeni hükümette ulusal mücadeleye sıcak bakan üyelerin
bulunması kadar Heyet-i Temsiliye’nin hükümet düşürecek güce sahip
olmasının etkisi olmuştur.
 Heyet-i Temsiliye ile hükümet arasında yapılan yazışmalardan somut sonuç
alınamaması üzerine Ali Rıza Paşa, Amasya’da bir görüşme yapılmasını
önermiştir.
 Bu görüşmelerde temel konularda fikir birliği sağlanmış 7 Ekim’de İstanbul ile
görüşme ve haberleşme yasağı kaldırılmıştır.
 İstanbul Hükümeti Temsil Heyeti ile yazışmalara devam etmiş ve bunun
sonucunda birebir görüşmelerin yapılmasının daha doğru olacağı görüşü ağır
basmış ve buluşmaya karar vermişlerdir.
 Taraflar arasındaki görüşmeler 20 Ekim 1919 günü başladı ve üç gün sürdü.
Temsil Heyeti’ni temsilen Mustafa Kemal, Rauf Orbay, Bekir Sami katıldı.
İstanbul Hükümetini temsilen de Bahriye Nazırı Salih Paşa görüşmelere katıldı.
Görüşmelerin ardından toplam beş protokol imzalandı. Bunlardan üçü açık ikisi
gizliydi.
 Birinci protokol İstanbul hükümetinin isteklerini içeriyordu. Bunlar ordu siyasetle
uğraşmasın İttihatçılar tekrar uyanmasın hükümeti küçük düşürecek söz ve
eylemlerden sakınılsın, asayişi bozacak hallere izin verilmemesi şeklindeydi.
 İkinci protokol temsil heyetinin taleplerini içeriyordu. Bunlar vatanın birliği ve
bütünlüğü ilkesine uyulması gerekir. Bu konuda milli meclis son kararını
verinceye kadar mevcut sınırlar korunmalıdır. Anadolu ve Rumeli Müdafaai
Hukuk Cemiyeti, İstanbul hükümeti tarafından tanınmalıdır. Mebusan meclisi
mutlaka toplanmalıdır. Bu meclisin İstanbul’da toplanması uygun değildir. Zira
milli irade tam tecelli edemez, bu yüzden Anadolu’da toplanmalıdır.
 Azınlıklara imtiyaz verilmemelidir.
 Üçüncü protokolde ise temsil heyetinin seçimlere müdahale etmemesi
İttihatçıların ve tehcir olayına karışanların seçimlere sokulmaması,
Hristiyanların da seçimlere katılmasının sağlanması böylece seçimlerin ülke
genelini temsil ettiğini göstermesi, seçimlerin tam bir serbestlik içinde
yapılması sağlanmalıdır.
 Dördüncü ve gizli olan tarafların imza atmadan üzerinde anlaştıkları konular:
bazı askerler hakkında padişah buyruğu ile verilen cezaların yeniden gözden
geçirilmesi, Malta sürgünlerinin geri getirilip yargılanmalarının sağlanması,
zararlı faaliyetlerde bulunan Ermenilerin cezalandırılması, İzmir’in
boşaltılması için İtilaf devletlerine ültimatom verilmesi, Kuva-yı Milliye
hareketinin desteklenmesidir.
 Beşinci protokol ise Paris Barış Konferansına gidecek Osmanlı heyetinin
kimlerden oluşması gerektiğine dair bir listeydi. Temel ilkelere uymak kaydı
ile bu konuda İstanbul Hükümeti serbest davranacaktır.
AMASYA GÖRÜŞMELERİNİN SONUÇLARI

 Temsil heyeti ile İstanbul hükümeti arasında bozuk olan ilişkiler yeniden
düzelmiştir.
 İstanbul hükümeti Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarını benimsemiştir. Milli
mücadele İstanbul hükümeti tarafından da tanınmak üzere meşru bir maiyet
kazanmıştır.
 İtilaf Devletleri İstanbul hükümetini etki altına almış olmanın tek başına sonuç
getiremeyeceğini ve artık milli mücadele faktörünü de dikkate almak zorunda
kalacağını göstermiştir.
 Mebusan meclisinin açılması konusunda karara varılmıştır. Ancak Salih Paşa
meclisin İstanbul dışında toplanması konusunu hükümete kabul ettirememiştir.
Buna anayasanın engel olduğunu söylemiştir. İstanbul basınında milli mücadele
lehine yazılar çıkmaya başlamıştır. Görüşmeye göre Mebusan Meclisinin onayı
olmadan yapılan her türlü anlaşma hukuken geçersiz sayılacaktı.
SEVR BARIŞ ANTLAŞMASI (10 Ağustos 1920)
• 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile I Dünya
Savaşının galipleri, kendi aralarında yapmış oldukları gizli antlaşmalar doğrultusunda
çeşitli bahanelerle Osmanlı Devleti’nin topraklarını işgal etmeye başladı. Bu süreçte
başta Almanya olmak üzere diğer İttifak Devletleri ile barış antlaşmaları imzalanmış
ancak Osmanlı Devleti ile henüz bir barış antlaşması imzalanmamıştı.
• İşte bu süreçte İngiliz, Fransız ve İtalyan devlet adamları yüzlerce yıldan beri süre
gelen Şark Meselesini sonlandırmak ve Osmanlı Devleti’ni tarih sahnesinden silmek
için 19 Nisan’da San Remo’da oturumlarına başladı.
• Beş gün süren görüşmelerden sonra, ileride Sevr’de Türklere kabul ettirilecek olan
antlaşmanın temel hatları belirlendi. Üstelik bu görüşmeler esnasında Türk tarafının
düşünceleri dahi sorulmadı.
• Osmanlı Devleti’ni parçalamaya karar verenler, 'bütün taraflar için adil ve dürüst bir
antlaşma yapılmasını isteyen A.B.D. Başkan, Wilson'u dahi dikkat almadılar.
• Konferansta hazırlanan antlaşamaya göre, Türkiye'nin Avrupa'daki Çatalca hattını izleyecek
Irak ve Filistin’de İngiliz mandası, Suriye'de Fransa mandası kuruluyordu. İngilizlerin
himayesinde bir Kürdistan teşkil ediliyordu. Doğu Anadolu Bölgesinde Vilayet-i Sitte,
Ermeni toprağı oluyordu. İzmir, Batı Trakya ve Doğu Trakya’nın büyük bir bölümü
Yunanlılara ve son olarak Güneydoğu ve İç Anadolu’da Fransız ve İtalyan nüfuz bölgeleri
oluşturuluyordu.

• Alınan bu kararlar 11 Mayıs 1920 de başkanlığını eski Sadrazam Tevfik Paşanın yapağı
Osmanlı Heyetine duyuruldu ve en geç 1 ay içerisinde yazılı olarak cevap istendi. Barış
şartlan duyulur duyulmaz İstanbul ve Anadolu’da soğuk duş etkisi yarattı. Bu şartlar
Osmanlı Devleti’nin ölüm fermanı idi. Antlaşma şartlan 22 Mayıs 1920 tarihinde Büyük
Millet Meclisinde sert tartışmalara neden oldu. İngiltere ve Sadrazam Damat Ferit’e karşı
sözlü saldırılar oldu.
• Osmanlı Hükümetine verilen 1 aylık süre daha sonra 27 Temmuz 1920 tarihine kadar
uzatıldı. Yoğun baskılar karşısında hükümet antlaşmayı imzalamaya karar verdi.
• Ancak hükümet sorumluluğu paylaşmak için saltanat Şurası’nı topladı. Devletin ileri
gelenlerinin bir araya geldiği bu toplantıda antlaşmanın imzalanmasına karar verildi.
• İmza için Paris’e giden Osmanlı delegeleri, şartların hafifletilmesi için çaba harcadı
ancak bir sonuç elde edilemedi.
• İtilaf Devletleri, Fransa’da Sevr’de, 10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı Devleri için
bir imza töreni hazırladı.
• Salı günü saat 16.00’da Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beyler Osmanlı
Devleti’nin ölüm fermanı olan Sevr Antlaşması’nı imzaladılar.
Sevr Barış Antlaşmasının Hükümleri ve Hükümlerin
Değerlendirilmesi
• Sevr Barış Antlaşması 13 bölüm ve 433 maddeden oluşmakta idi. Antlaşmanın, siyasî,
askerî, malî ve İktisadî hükümler ile birlikte Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti),
Türkiye sınırı, Boğazlar, İzmir, Azınlık hakları ve Anadolu’da kurulması düşünülen
Ermenistan ve Kürdistan konularını içine alan başlıca hükümleri şunlardı:

1. Rumeli sınırımız aşağı yukarı İstanbul vilayetinin sınırı olarak tayin


olunuyordu.
2. Batı Anadolu (İzmir ve havalisi) Yunanlılara verilecekti.
3. Doğuda Beyazıt. Van, Muş, Bitlis ve Erzincan’ı içine alan bir Ermenistan
kurulacaktı.
4. Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı.
5. Türkiye’ye bırakılan topraklar nüfuz mıntıkalarına ayrılmakta idi. Buna göre:
• İtalyanlar Antalya ve Konya,
• Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde
• İngilizler Irak'ın kuzey kısmında nüfuz bölgeleri tesis ediyorlardı.

6. İstanbul, Osmanlı Devleti'nin başkenti olarak bırakılmakla birlikte antlaşma


maddelerinin ihlali durumunda geri alınabilecekti.
7. Boğazların yönetimi, ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile
Boğazlar Komisyonu tarafından idare edilecekti.
8. Türkiye’ye bırakılan bölge, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolaylıları ile
sınırlandırılmıştı.
9. Azınlıklar vergi vermeyecek, askeri hizmet yapmayacaktı.
10. Devletin askeri kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azami miktar 50.700 kişi
olacak; tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü olacak,
donanmada ise denizaltı da bulunmayacaktı.
11. Diğer taraftan mali ve iktisadi hükümler, Osmanlı Hükümeti ile Meclisin
yetkilerini hiçe saydıracak şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette
olup, Osmanlı Devleti’ni İtilaf Devletlerinin müşterek sömürgesi haline
getiriyordu. Kapitülasyonlar artarak devam ediyordu. İngiliz, Fransız ve
İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurutu Mali Komisyon, Osmanlı
Devleti’nin gelir ve giderlerini düzenleyecekti.
12. Hicaz bağımsız bir devlet olacak, Osmanlılar Mısır üzerindeki haklarından
vazgeçecekler, Suriye, Irak ve Filistin ile ilgili alınacak bütün kararları da
kabul edeceklerdir.
13. On iki Ada İtalyanlara, Akdeniz'deki diğer adalar da Yunanlılara
bırakılacaktır.
• İngilizler, Anadolu'daki Yunan ordusunu, Sevr Antlaşmasının TBMM tarafından
kabul edilmesi için, Türklere karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmışlardır.
İstanbul Hükümeti’nin teslimiyetçi politikasına rağmen TBMM antlaşmayı
tanımamış, bu antlaşma ile kendini hiçbir surette bağlı görmediğini de ilan
etmiştir.
• Nitekim Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr
Antlaşmasını imzalayanların ve bunu onaylayan Şuraya-ı Saltanatta yer alanların
vatan haini sayılmaları kararını almıştır. Ayrıca İstanbul'un işgal tarihi olan 16
Mart 1920’den itibaren Osmanlı Devleti’nin tanımadığını bildirmiştir.
• Diğer taraftan Sevr Antlaşması hukuken geçersiz bir antlaşmadır. Zira Kanun-ı
Esasiye göre bir antlaşmanın geçerli olabilmesi için Mebusan Meclisi’nden
geçmesi gerekir. Ancak Meclis-i Mebusan’ın 21 Aralık 1918 tarihinden beri
kapalı olması sebebiyle bu antlaşma Meclis onayından geçmemiştir.
• TBMM’nin öncülüğünde başlatılan Millî Mücadele hareketinin başarı ile
sonuçlanması sonucu Sevr Antlaşması uygulama alanı bulamamıştır. Bu antlaşma
Osmanlı Devleti’nde 1444 Edirne-Segedin Antlaşması ve 1878 Ayestefenos
Antlaşması’ndan sonra imzalanıp yürürlüğe girmeyen üçüncü antlaşma olmuştur.
KUVAYI MİLLİYENİN ÖZELLİKLERİ
• Kuva-yı Milliye; Mondros Ateşkesinin ardından başlayan işgal hareketlerine karşı
direnişe geçen milli güçlere verilen isimdir. Milli Kuvvetler anlamına gelir.
• Halk, Millet harekatıdır. Ulusal derneklerin miting ve yayın yoluyla, mahalli kurtuluş
birliklerinin, silahlı işgal kuvvetlerine karşı başlattıkları direnme hareketleridir.
• İlk olarak Yunan işgaline karşı Batı cephesinde bu hareket başladı. 15 Mayıs 1919
İzmir’in işgalinden sonra Kuva-yı Milliyeye katılım artmıştır.
• Kuva-yı Milliye düzenli değildi, düşman işgallerini yavaşlatmış, askeri boşluğu
doldurarak ayaklanmaları bastırmıştır.
 Düzenli bir ordu değillerdi. Eli silah tutan herkesin katılabileceği küçük silahlı birliklerdi.
İçlerinde eski ordu mensupları, efeler, eşkıyalar ve halkın her kesimi vardı. Bütün bu farklı
insanlar, vatan topraklarını savunmak düşüncesiyle örgütlenmişlerdi.
Birliklerin bütün ihtiyacı halk tarafından karşılanıyordu.
 Batı Anadolu'da yapılan Balıkesir-Alaşehir Kongreleri Kuva-yı Milliye birliklerinin gücünü
arttırdı.
 Bu kongreler sonucunda Batı Cephesi oluştu.
 İlk olarak Yunanlıların Batı Anadolu'daki işgallerine karşı kuruldular.
 Yaptıkları çete savaşları ile düzenli ordu kuruluncaya kadar düşman kuvvetlerini oyalayarak
TBMM'ye zaman kazandırdılar.
 Bölgesel olarak kuruldular. Bulundukları bölgeyi savunmayı amaçlıyorlardı.
 TBMM'ye karşı çıkan ayaklanmaları bastırmada büyük yararlılıklar gösterdiler. Ancak düzenli
ordu kurulunca bazı Kuva-yı Milliye birlikleri de orduya katılmamak için ayaklandı.
• Kuva-yı Milliye birliklerinin en önemli yararı, Türk milletinin kurtuluş umudunu
güçlendirmesi ve milli şuurun oluşmasını sağlamasıdır.
• Kuva-yı Milliye birlikleri en büyük başarıyı Güney Cephesi'nde Fransızlara karşı
kazandılar. Türlü imkansızlıklar içinde Fransız ordusuna karşı koyarak Maraş ve
Urfa’yı işgalden kurtardılar.
• Kuva-yı Milliye birlikleri belirli bir merkezi yapıdan uzak ve bölgesel amaçlı
kurulmuşlardı.
• Yeterli askeri bilgiye ve silaha sahip değillerdi. Bu nedenle Kuva-yı Milliye
birliklerinin düşmanı yurttan atması beklenemezdi.
• TBMM'ye bağlı düzenli ordu kurulunca Kuva-yı Milliye birliklerinin görevi sona erdi.
Ancak Kuva-yı Milliye ruhu vatanın kurtuluşunun sağlanmasına kadar yaşadı.
DÜZENLİ ORDUNUN KURULMASI
• Osmanlı ordusu Mondros Ateşkes Anlaşması ile terhis edilmişti. İtilaf Devletleri
böylece savunmasız kalan Anadolu topraklarını çok rahat işgal edebileceklerini
sanıyorlardı.
• Ancak bu işgallere ilk direnişler başlamış ve Kuva-yı Milliye birlikleri kurulmuştu.

• Kuva-yı Milliye birbirinden bağımsız birliklerden oluşuyordu.


• Sivas Kongresi kararıyla, Ali Fuat Paşanın Batı Cephesi Kuva-yı Milliye Genel
komutanlığına atanmasına rağmen komuta birliği sağlanamamıştı.
• Düzenli Ordunun Kurulma Nedenleri

1. Kuva-yı Milliye birliklerinin düşmanı yurttan atacak güce sahip olamaması,


2. Kuva-yı Milliye birliklerinin düzensiz bir yapıda olmaları kendi başlarına
hareket ederek bir otorite altına girmek istememeleri,
3. Düzenli ordunun devlet için bir gereklilik olması,
4. Kuva-yı Milliye birliklerinin zaman zaman disiplinsiz hareketlerde
bulunmasının TBMM'ye duyulan güveni zedelemesi,
5. Kuva-yı Milliye'nin ihtiyaçlarını karşılamak için, halktan zorla para ve malzeme
toplamaları.
• Kuva-yı Milliye yerine düzenli ordunun kurulmasına bazı TBMM üyeleri de tepki
gösterdi. Bu tartışmalar yapılırken başlayan Yunan saldırısı karşısında Kuva-yı Milliye
birlikleri başarısız oldu. Bu gelişme, Mustafa Kemal Paşanın düzenli ordu hakkındaki
fikirlerinin TBMM'de benimsenmesini kolaylaştırdı.
• TBMM, 1920 sonlarında düzenli ordunun kurulmasını kararlaştırdı.
• Düzenli ordu ilk kez Batı Cephesi'nde İsmet İnönü'nün çalışmaları ile kuruldu.
• Düzenli orduya geçiş döneminde Çerkez Ethem başta olmak üzere bazı Kuva-yı
Milliye birlikleri devlet otoritesi altına girmeyi reddederek isyan ettiler.
• Milli birlik ve beraberliğe aykırı bu durum karşısında isyan eden Kuva-yı
Milliyecilerin üzerine kuvvet gönderilerek isyanlar bastırıldı.
CEPHELER
GÜNEY VE GÜNEYDOĞU CEPHESİ
• İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin topraklarının nasıl paylaşılacağı hususunda
Birinci Dünya Savaşı boyunca çeşitli antlaşmalar yapmışlardı. Mondros
Mütarekesi’nden sonra örtülü bir biçimde bu antlaşmalara işlerlik
kazandırılmıştır. İşgal harekâtını İngilizler başlattı. Mondros Mütarekesine aykırı
olarak Musul, İskenderun ve Kilis işgal edildi. Haberleşme araçlarına el konuldu.
Halkın elinden malı alındı, ellerindeki silahlar da toplanmaya başlandı. İngilizler
Antep’i de işgal etti ve ileri gelen kent halkını Mısır’a sürdüler. Mondros’un 7.
Maddesine dayanarak Maraş’ı, Urfa’yı işgal ettiler.
• Fransızlar ise Adana, Mersin ve Osmaniye’yi işgal ettiler. Buralarda yaşayan
Ermenilerle iş birliği yaptılar. Hatta jandarma gücünü Ermenilerden oluşturdular.
Uydurma suçlarla halkı yıldırmak için suçsuz insanları Suriye’deki esir
kamplarına gönderdiler.
• İngiltere ve ile Fransa ikili bir antlaşma yaparak Ortadoğu’yu nasıl paylaşacaklarını
belirlediler. Irak ve Filistin İngiliz mandası, Suriye ve Lübnan’da Fransız mandası
altına sokuldu. Antep, Maraş ve Urfa da el değiştirerek Fransa’ya geçti.
• İngiltere ve Fransa arasındaki bu el değiştirme antlaşması Türk halkının tepkisine
neden oldu. İngilizler Türk halkının onuruna dokunucu, Türk yönetiminin müdahale
edici davranışlardan kaçınmıştı.
• Fransızlar ise Ermeniler ile iş birliği yaparak onlara, yörenin yönetiminde görev
verdiler. Fransızlar ile iş birliği içinde olan Ermeniler mala, cana, onura, namusa
yönelik hoş görülemeyecek ve benimsenemeyecek eylemlerde bulundular. Fransızlar
ise onların eylemlerine göz yummuştur. Bu durum Fransızlara karşı büyük bir tepkinin
doğmasına ve bölgede milli güçlerin direnmesine dolayısıyla da bir cephenin
açılmasına neden oldu. Burada oluşan milli güçleri Niğde’de bulunan 11. Fırka da
desteklemiştir.
Adana Cephesi
• Adana Cephesi, Fransızların en uzun süre kaldıkları ve kanlı mücadelelerin gerçekleştiği
cephelerden birisidir. Adana, Mersin, Tarsus ve Osmaniye’nin işgal edilmesi ve bu işgal
esnasında Fransız ve Ermenilerin birlikte haince hareketleri ve bölgede gerçekleştirdikleri
kanlı eylemler bu cephenin kurulmasına neden olmuştur.
• Ermeniler Fransızlardan güç almış, yörede birçok çiftliği ve köyü yakıp yıkmış ve halk
bunun üzerine Toroslara çekilmiştir. Fransızlar Pozantı’ya kadar ilerlemişlerdir. Ve
Fransızlarla Kuvayı Milliye arasında savaşlar başlamıştır. 11. Tümeninde desteklediği
Kuvayı Milliye, Fransız gücüne büyük darbeler indirmiştir.
• 28 Mayıs 1920’de Kuvayı Milliye’ye teslim oldular. Türk köylülerinin ellerine tutsak
düşmüşlerdir. Fakat Türk köylüleri onlara karşı oldukça uygar davranmıştır ve hatta
bulgur pilavı ile soğuk ayran ikram ederek insanlığını göstermiştir.
• 5 Ağustos 1920 tarihinde Pozantı’da bir kongre toplanmıştır. Bu kongreye Mustafa Kemal
Paşa ile birlikte Fevzi Paşa ve arkadaşlarının katılması Kuvayı Milliyecilere büyük moral
kazandırmıştır.
• Adana bölgesindeki savaş 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşmasının imzalanmasına kadar
sürmüştür. Ve Fransızlar Adana’yı tamamen boşalttılar.
Maraş Savunması
• Fransızlar kentte tutunabilmek için sürekli güçlerini arttırıyorlardı. Ancak Türkler de
Fransızların niyetlerini anladıkları için gizliden gizliye örgütleniyorlardı.
• Fransızların kentin kalesindeki Türk bayrağını indirmeleri suçsuz kişileri öldürmeleri
Maraş ileri gelenlerini tutuklamaları tepkileri arttırmıştır. Sütçü İmam’ın “kalesinde
bayrağı dalgalanmayan ülkede Cuma namazı kılınmaz” demesi halkı eyleme itti.
• Büyük bir kent içi savaşı başladı. Modern Fransız askerlerine karşı Maraş halkı ve bazı
subaylar kahramanca direnmişlerdir.
• Mustafa Kemal Paşa bir bildiri yayınlayarak Maraşlılara moral vermiştir. Bu kent savaşı
72 gün sürmüştür. Ve sonunda Fransızlar kenti terk etmek zorunda kaldılar.
• Maraş halkının verdiği mücadele sonucunda kazanılan zafer, TBMM tarafından İstiklal
Madalyası ile ödüllendirilmiştir. TBMM tarafından 1973 yılında da Kahramanlık payesiyle
ödüllendirilmiş ve şehrin adı Kahramanmaraş olmuştur.
Urfa Savunması
• İngilizlerden sonra Urfa’ya giren Fransızlar burada da Ermeniler ile iş birliği yaparak
onur kırıcı davranışlara giriştiler.
• Resmi binaların işgali, kent ileri gelenlerinin tutuklanması halkı bilinçlendiriyordu.
• Üç bin kişilik bir askeri güç oluşturuldu. 7 Şubat 1920’de Fransız Komutanlığı’na
kentin boşaltılmasını isteyen bir ültimatom verildi. 10 Nisan’a kadar süren
çatışmalarda Türk gücü galip geldi ve kent kurtuldu.
• Urfa 12 Haziran 1984 tarihinde TBMM kararı ile Şanlı unvanına layık görüldü.
Antep Savunması
• Antep önce İngilizler tarafından işgal edildi. Ancak daha sonra kent Fransızlara geçti.
Fransızların Ermenilerle ortaklaşa hareket etmesi Türk halkının tepkisine yol açtı.
• Antep’te bir Milli Ermeni Fırkası kuruldu. Ermenilerden polis örgütü oluşturuldu.
Akyol Camisine asılan Türk bayrağı indirildi. Kadınların çarşafına saldırıldı. Annesini
korumaya çalışan 12 yaşındaki bir çocuk öldürüldü.
• Bütün bu gelişmeler Fransızlara karşı halkın eyleme geçmesi için gerekli koşulları
hazırladı. Halk para toplayıp Kuvayı milliye teşkilatı oluşturdu. Üsteğmen Salih’in
“Şahin” takma adıyla Kuvayı Milliye Komutanlığı’na atanması halkı daha da örgütlü
bir güç haline getirdi.
• Antep Kuvayı Milliyesi; kenti Semt Teşkilatı adı verilen 27 bölgeye ayırdı. Örgüte
alınan kişiler silah ve cephanelerini de kendileri temin etti.
• Ocak 1920’de Maraş’ta savaşan Fransızlara yardım için giden Fransız askerleri Araplar
Köyü halkını evlerinden attılar, eşyalarını da yağmaladılar. Evlerinden atılan köylüler diğer
köylere giderek, uğradıkları bu saldırıyı anlattılar.
• Bunun üzerine halk, Fransızlara karşı taarruza geçti. Antepliler, Antep’teki Ermeni
kıtalarının çıkarılması, Türk idaresine Fransızların karışmaması, Antep’e yeni Fransız
kıtalarının getirilmemesi, iç güvenliği sağlamak için iki Türk taburunun gelmesine izin
verilmesini isteyen bir nota verdiler. Fransızlar bu notayı reddettiler. Ve Mart 1920’de
Antep’e saldırdılar. Fakat karşılarında Şahin Bey ve küçük bir kuvvet buldular. Şahin Bey
burada olağanüstü bir direnç göstererek tek başına kalıncaya kadar savaşı sürdürmüş ve
sonunda kendisi de ölmüştür. Böylece tek başına güçlü ve örgütlü bir güce karşı
direnilebileceğini gösterdi.
• Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle, Antep’e gelen Kılıç Ali Bey’den sonra çatışma daha da
şiddetlendi. Fransız sanayisinin beslediği düzenli Fransız ordusuna karşı hiçbir yerden
yardım alamayan Antep halkı, 1921 yılına kadar karşı koydu. Tüm olanaksızlıkları
yaşadıktan ve altı bin şehit verildikten sonra 9 Şubat 1921’de düşmana teslim olmuştur.
Fakat TBMM Antep’in direnişini ödüllendirmek için kente Gazi sanını verdi.
Doğu Cephesi
• Fransız Devrimi sonrasında yayılan ulusçuluk akımından en fazla olumsuz etkilenen
coğrafya Osmanlı ülkesidir. Yunan , Sırp, Bulgar, Romen gibi Balkan uluslarının
ayaklanmaları ile yüz yüze gelen Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
ise bu kez Ermeni olayları ile uğraşmak zorunda kalmıştır
• Büyük devletler tarafından desteklenen Ermenilerin amacı, Osmanlı devletinden
koparak bağımsız bir devlet kurmaktır. Ermenilerin Osmanlı yönetimine karşı olumsuz
tutumları I. Dünya Savaşı’nda artmış, Türk topraklarına saldıran birliklerin içlerinde yer
almışlardır.
• Doğu’da güvenliğin sağlanması için 1915 yılında uygulanan Tehcir Kanunu ile çok
sayıda Ermeni, göç etmek zorunda kalmıştır.
• I. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte çeşitli devletler, Wilson’un görüşlerinin
gerçekleşme zamanının geldiğine inanmışlardır.
• Ermeniler, Çarlık Rusya’nın I. Dünya Savaşı sonunda mağlup olmaları üzerine Erivan,
Gümrü ve Kars dolaylarında bir devlet kurmuşlardır. Sevr Antlaşmasının hükümlerine
de dayanarak Doğu Anadolu’da önemli bir askeri faaliyete girişmişlerdir.
• Özellikle Ermenilerin Oltu’yu işgal etmesi Gürcülerin de Artvin’i ele geçirerek bölgede
katliamlara başlaması düzenli ordunun harekete geçmesine neden olmuştur.
• Ermenilerin Kars ve Sarıkamış’ı ele geçirmesinden sonra Kazım Karabekir
komutasındaki Türk birlikleri karşı saldırıya geçmiş ve Ermeni kuvvetlerini
durdurmuştur. Büyük bir yenilgiye uğrayan Ermeni ordusu Misak-ı Milli sınırları
dışına sürülmüş ve Ermeniler barış istemek zorunda kalmıştır.
• TBMM ordularının Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa, bir yandan
Ermenilerin barış isteklerini Ankara’ya iletmiş öbür yandan da hangi koşullarda barışın
yapılabileceğini bildiren bir belgeyi Ermenistan hükümetine sunmuştur. Kazım
Karabekir’in isteklerini kabul eden Ermeniler, Gümrü’yü boşaltarak doğuya çekildiler.
TBMM, Ermenilere isteklerini bildirdi ancak bu istekler kabul edilmeyince yeniden
çatışma çıktı.
• TBMM ordularının karşısında direnemeyen Ermeniler yeniden barış istediler. 2-3 Aralık
1920 tarihinde Gümrü Antlaşması imzalanarak iki devlet arasındaki savaşa son verildi.
Bu antlaşmaya göre;
• Bugünkü Doğu Anadolu sınırımız saptanmıştır.
• Sevr Antlaşmasının geçersiz olduğu Ermenilere kabul ettirilmiştir.
• Doğu Anadolu’da yaşayan, fakat oradan ayrılmış olan Ermeniler üç yıl içinde
diledikleri takdirde yurtlarına geri dönebileceklerdir.
• Ermenistan hiçbir şekilde Türkiye’ye karşı düşmanca tavır ve davranışta
bulunmayacak,
• TBMM Hükümeti’nin Ermenistan Devleti istediği takdirde ona askeri ve siyasi
yardımda bulunacağı
• Ermenistan’ın yapacağı tüm antlaşmalarda Türkiye’yi ilgilendiren zararlı hükümleri
geçersiz sayacağı,
• Antlaşmanın imzalanmasından sonra ticari ilişkilerin başlatılacağı benimsenmiştir.
• TBMM’nin imzaladığı ilk antlaşma Gümrü Antlaşmasıdır. Bu antlaşmayla Doğu
sınırımız saptanmıştır.

• Sevr Antlaşması uluslararası düzeyde Ermenilerce reddedilerek Sevr’in kendilerine


tanıdığı haklardan vazgeçiliyor.

• Ve Ermeni sorunu da uluslararası düzeyde sona erdiriliyordu. Metinde TBMM


Hükümeti demesiyle yeni devleti benimsemiş oluyorlardı.

• Böylece Türk Devleti tarihte ilk kez kendi kurucu ögesinin adını uluslararası bir
antlaşmaya koydurmuş oluyordu.
MİSAK-I MİLLİ VE İSTANBUL’UN RESMEN İŞGALİ
MEBUSAN MECLİSİNİN TOPLANMASI
 Mebusun Meclisi ilk olarak 1877 yılında açılmıştı. Bu meclisin ömrü kısa sürmüş Şubat
1878’de kapanmıştı. Yeniden 1878 de açılmış ve çalışmalarını 1918’e kadar sürdürmüştü.
Aynı yılın sonunda Vahdettin tarafından kapatılmış, hükümet çalışmaları meclis
denetiminden yoksun sürdürülmeye başlanmıştı. Bu durum Millî Mücadele önderleri
tarafından kaygı ile karşılanmış meclis denetimine tabi olmayan hükümetin keyfi kararlar
alabileceği düşünülmüştür. Bu yüzdendir ki hemen bir milli kongrede meclisin açılması
konusu gündeme gelmiştir.
 Nitekim Amasya Görüşmelerinin sonucunda uzun zamandır kapalı olan Meclis-i
Mebusan toplantıya çağırıldı. 1919 yılının Aralık ayında seçimler yapıldı. Yapılan
seçimlerde üstünlük Anadolu’da hâkim olan Türk milliyetçilerinin oldu. Yani Seçimlerde
Müdafaa-yı hukuk adayları büyük başarı kazandılar. Böylece Millî Mücadele taraftarları
Osmanlı Meclisine girmiş oluyordu. Mustafa Kemal Paşa da Erzurum’dan mebus seçildi.
Ancak, İstanbul'a gitmedi.
 Son Osmanlı Mebusan Meclis gerçekten ilginç bir meclisti. Çünkü mecliste padişah
taraftarları, eski İttihatçılar, manda ve himaye taraftarları ve Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-yı Hukuk cemiyeti üyeleri aynı sıraları paylaşıyordu. Buna rağmen meclis,
Sivas Kongresi’nde kararlaştırılan Misak-ı Milli kararlarını oy çokluğu ile kabul etti.
 İtilaf Devletleri bu seçimlere müdahale etmedi. Osmanlı Devleti ile henüz bir barış
antlaşması imzalanmamıştı. Yapılması söz konusu olsa hile parlamento onayına ihtiyaç
vardı. Ancak Osmanlı Parlamentosu (Meclis-i Mebusan) 21 Aralık 1918 tarihinde son
Padişah Sultan Vahdeddin’in kararı ile feshetmişti.
 Zira İstanbul’da böyle meclisin toplanması onlar açısından sorun teşkil etmezdi. Zaten
burası kendi işgalleri altındaydı. Nitekim İstanbul da işgalcilere rağmen adım atılması
neredeyse imkansızlaşmıştı.
 Mustafa Kemal, Ankara’da yoğun bir şekilde Mebusan Meclisinin çalışmalarını takip
ediyordu. Bir yandan Amasya Genelgesinin yayınlanmasından bu yana gelişen siyasi ve
askeri gelişmeleri de değerlendirerek Misak-ı Milli metnine son şeklini vermeye
çalışıyordu. Diğer taraftan da Anadolu’da bu meclise katılacak mebuslarla görüşmüştür.
Mustafa Kemal, seçilen mebuslardan bir kısmı ile Ankara'da bir toplantı da yaptı.
 Mustafa Kemal’in İstanbul’a gidecek olan heyetinden istekleri şunlardı:
 Mebusan Meclisinde Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Grubu’nun kurulması,
 Mebusan Meclisinin başkanlığına kendisinin seçilmesi, kendisi vekil yolu ile çalışmaları
yürütebilir.
 Misak-ı Milli kararları kabul ettirilsin.
 Bu arada Mustafa Kemal İstanbul ve Ankara’daki gelişmeler karşısında Mili Mücadele
hareketinin sesini geniş bir alana duyurabilmek amacıyla 10 Ocak 1920’de Hakimiyet-
i Milliye gazetesini çıkarmaya başladı.
 Seçilen 168 mebustan 22’si İstanbul'a varmıştı. İlk gelenler 12 Ocak I920'de oturumu
açtılar ve meclis resmen çalışmalara başladı. Mustafa Kemal'in mebuslardan talep
ettiklerinden biri dışında diğerleri yerine getirilemedi. Sadece Misak-ı Milli ilan
edilebildi. Mebusan Meclisi’nin İstanbul dışında toplanmasına anayasal engel vardı.
Kanun-ı Esasi’ye göre İstanbul başkentti ve meclis burada olmalıydı. Ayrıca padişah ve
hükümet de başkentte idi. Böyle olunca bu istek yerine getirilemedi.
 Mustafa Kemal'i uzaktan meclis çalışmalarını idare etmesinin mümkün olmadığını
söyleyerek onun başkan seçilmesine de izin vermediler. Böyle bir durumu sakıncalı
görenler de olmuştu. Başkanlığına önce Reşat Hikmet Bey, o ölünce de Celaleddin Arif
Bey seçildi. Mustafa Kemal’in başkan seçilmek istemesindeki amacı, meclisin bir
şekilde kapatılması İhtimalinde çalışmalarını rahatlıkla başka yerde devam ettirme
düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
 Müdafaa-yı Hukuk Grubu kurulamadı. Onun yerine Felah-ı Vatan adı verilen bir grup
kuruldu. Bu grubun çalışmalarına karşı çıkan olmadı. Meclis’in açılış törenine
rahatsızlığı sebebiyle gelemeyen Padişahın yerine Mecliste sadrazam Ali Rıza Paşa
hazır bulundu. Padişahın açılış konuşması metnini, iç işleri Bakanı Damat Şerif Paşa
okudu. Bu mesajda kısaca: birlik ve beraberlikten, şerefli bir barışı temin etmekten,
işgal altındaki yerlerin kurtarılacağından bunu sağlamak için millî istek ve çabaların
vatanın kurtuluşu yolumla birleştirilmesi gerektiği gibi hususlar yer almıştır. Ali Rıza
Paşa kabinesi 108 oydan 104'ünü alarak güvenoyu aldı. Buna rağmen bu kabine milli
mücadeleye istenilen yakınlıkta durmayı başaramadı.
MİSAK-I MİLLİ’NİN İLANI

 Felah-ı Vatan Grubu 22 Ocak 1920 tarihinde yaptığı gizli toplantıda Misak-ı Milli
metnini alarak görüşmüştür. Yine 28 Ocak 1920 de yapılan gizli toplantıda Misak-ı
Milli kararları kabul edilmiştir.
 Erzurum ve Sivas kongrelerinde esasları belirtilen istiklal mücadelesinin, vatanın
sınırlarını daha geniş ve açıklıkla ortaya koyarak başarılmasında bu Milli yeminin
önemli bir yeri vardır. Ahd-i Millî, Peyman-ı Milli adları verilen bu Milli ant,
genellikle bilinen isim ile Misak-ı Milli 17 Şubat1920 tarihinde Meclis-i Mebusan
tarafından Türk ve dünya kamuoyuna duyuruldu. İlan edilen Misak-ı Millî ’de
başlıca şu hususlar yer alıyordu:
 1. Osmanlı Devleti'nin 30 Ekim I918 tarihli mütarekenin imzalanması sırasında düşman işgali altında bulunan
topraklarından özellikle Arapların çoğunlukta olduğu yerlerin geleceği, halkının serbestçe beyan edecekleri oylara
göre tayin edilmesi gerekir. Fakat mütarekenin imzalandığı tarihle işgal edilmiş olun Türk ve İslam çoğunluğunun
yaşadığı yerlerin tamamı hiçbir şekilde ayrılık kabul etmez bir bütündür.
 2. Daha önce-kendi istekleri ile (halkoylaması) ile anavatana katılmış olan üç il için (Elviye-i Selase) gerekirse
tekrar halkoyuna başvurulmasını kabul ederiz.
 3. Batı Trakya'nın hukuki durumunun saptanması da orada yaşayanların tam bir serbestlik içinde beyan
edecekleri oylarıyla belirlenmelidir.
 4- İslam Halifeliği ‘nin ve Osmanlı saltanatının başkenti ve Osmanlı Hükümetinin merkezi olan İstanbul şehri ile
Marmara Denizi nin emniyeti her türlü tehlikeden uzak kalmalıdır. Bu esas saklı kalmak şartıyla, Akdeniz ve
Karadeniz Boğazlarının dünya ticaret ve ulaşımına açık olması hakkında bizimle diğer ilgili bütün devletlerin
birlikte verecekleri karar geçerli olacaktır.
 5- İtilaf Devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan antlaşma esasları çerçevesinde,
azınlıkların hakları, komşu ülkelerdeki Müslüman halkın da aynı haklardan yararlanmaları şartıyla bizce de kabul
edilmelidir.
 6- Milli ve iktisadi gelişmelerimizi sağlamak için her devlet gibi bizim de bağımsızlığımıza ve özgürlüğümüze
sahip olmamız gerekir. Bu hayatımızın ve geleceğimizin ana şartıdır. Bu sebeple siyasi, adli, mali vs.
gelişmememize engel olacak kayıtlara karşıyız. Oraya çıkacak devlet borçlarımızın ödemesi şartları da bu esaslara
aykırı olmayacaktır.
Millî Mücadele Tarihi Açısından Misak-ı Millî’nin Önemi
 Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarına dayanan ve Müdafaa-i Hukuk grubu tarafından hazırlanan bu metin
Mebusan Melis’inde kabul görmekle artık millî mücadele İstanbul yönetimi tarafından da benimsenmiştir.
 Kuva-yı Milliye davasının haklılığı ve meşruluğu İstanbul’da ortaya konmuştur. Mebusan Meclisi nin bir Osmanlı
Kurumu olduğu nazara alınırsa olayın önemi daha iyi anlaşılır.
 Hedeflenen sınırlar belirlenmiş ve ilan edilmiştir.
 Kapitülasyonlara ilk ciddi tepki gösterilmiştir
 İtilaf Devletleri beklemedikleri bir tepki ile karşı karşıya kalmışlardır. Meclisin işgal altındaki bir mekânda böyle
cesur bir çıkış yapabileceğine ihtimal vermedikleri için önce şaşırmışlar sonra çok sert tepki göstermişlerdir.
 Misak-ı Millî ’nin ilanı sonrası İstanbul Hükümetinin Millî Mücadele hareketi içerisinde yer alanlara karşı katı
tutumlarından vazgeçmeye başladıklarını görüyoruz. Nitekim Mustafa Kemal ile ilgili 3 Şubat tarihinde bir
padişah iradesi yayınlanmış ve kendisine daha önce elinden alınan unvan ve nişanları iade edilmiştir. Ayrıca
askerlik mesleğinden de çıkartılmadığı, kendi rızası ile ayrıldığı beyan edilmiştir. Ancak bu olumlu gelişme Ali
Rıza Paşa Hükümeti ile Temsil Heyeti arasındaki ilişkileri düzeltmeye yetmemiştir. Mebusan Meclisi açıldıktan
sonra ülkenin tek otoritesi olduğunu iddia eden Ali Rıza Paşa, yayınladığı genelge ile milli güçlerin ikinci bir
hükümetin varlığını ihsas ettirdiğini, milli iradenin meclis çatısı altında temsil edildiğini ve Anadolu da ayrıca
temsil edilmesinin parçalanmaya ve zaafa sebep olacağını bildirmişti. Bu genelge Mustafa Kemal’i kızdırmış ve
hükümete karşı tavır almasına sebep olmuştu.
İSTANBUL’UN RESMEN İŞGALİ (16 MART 1920)

 İtilaf Devletleri'nin İstanbul’da bulunan işgal komiserliği, İstanbul'da son zamanlarda


meydana gelen değişiklikleri dikkatle izliyordu. Kendilerinin daima tercih ettiği Damat
Ferit Hükümeti’nin gitmesi ve yerine milli güçlerle antlaşma yolu arayan Ali Rıza Paşa
Hükümetinin kurulmasından rahatsızlık, duymaya başlamışlardı. Amasya Görüşmeleri
de millî direnişi meşrulaştıran bir gelişme olmuştu. İtilaf devletleri, Ali Rıza Paşa
Hükümeti’ne olan tepkilerini göstermekte pek gecikmediler. Hükümet üzerindeki
baskılarını artırarak Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa ve Harbiye Nazırı Cemal
Paşa’nın istifa etmelerini sağlayarak bu tepkilerini göstermiş oldular. Köprülü Hamdi
Beyin 26 - 27 Ocak 1920 de Gelibolu’da bulunan Fransızlara ait Akbaş cephaneliğini
basarak buradaki Fransız askerlerini esir alması ve silahları kaldırması itilaf
devletlerinin yeni bir tepkisine sebep olmuştu.
 Bu olayın üzerine Misak-ı Millî de eklenince ipler koptu. Esasen hiç kimseyi memnun
edemeyen Ali Rıza Paşa Hükümeti istifa etti (3 Mart 1920).
 Yeni hükümet Salih Paşa tarafından kuruldu. Salih Paşa Millî Mücadeleye olumlu
bakan biriydi. Amasya görüşmelerinde bunu göstermişti. Ne var ki görevi çok talihsiz
bir zamanda devraldığı için onun da İtilaf Devletleri'nin baskılarına karşı durması
mümkün değildi.
 İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’ne karşı izledikleri gerilim politikasını gittikçe
tırmandırmıştır. Millî Mücadele yanlısı aydınlar hakkında sıkı takibat yaptıkları gibi 9
Mart tarihinde de Türk Ocağını basmışlardı. 16 Mart 1920 günü İtilaf askerleri
İstanbul'a çıkarma yaparak resmi binaları, askeri kışlaları ve meclisi işgal etti. İtilaf
Devletlerinin uçakları İstanbul semalarında uçtu. Donanmaya ait gemiler toplarını
şehrin üzerine çevirdi. Şehzadebaşı kışlasında bulunan askerler üzerine ateş açıldı ve
6’sı şehit edildi. Harbiye Nazırı Fevzi Paşa işgalciler tarafından odasından dışarı
çıkarıldı. Meclis basılarak bazı mebuslar tutuklandı ve daha sonra da Malta Adası'na
sürgüne gönderildi. Bunlar arasında İstanbul'daki gelişmeleri günü gününe Mustafa
Kemal’e haber veren Rauf Bey ile Kara Vasıf Bey de vardı.
 Sadrazam Salih Paşa işgali protesto etmiş, Kuva-yı Millîye ‘ye karşı olduğunu
açıklaması istenince de istila etmiştir. Yerine 5 Nisan da Damat Ferit Sadrazam
olmuştur. Padişah Vahdettin yayınladığı iradesiyle 11 Nisan 1920’de Meclis-i
Mebusan’ı feshetmiştir. Meclis-i Mebusan 18 Mart 1920 tarihinde yaptığı son
toplantısında işgal altındaki bir yerde kendi hür iradesi ile karar alamayacağı kanaatine
varmıştır. Bu toplantıda Doktor Rıza Nur, Tunalı Hilmi Bey başta olmak üzere 17
milletvekilinin imzasını taşıyan teklif meclis tarafından itirazsız kabul edildi. Meclisin
bu şekilde fiili olarak kendi çalışmalarını tatil etmesi üzerine milletvekilleri birer birer
Anadolu'ya geçmeye başladılar.
 İstanbul'un işgali, Mustafa Kemal Paşa’ya Telgraf Memuru Manastırlı Hamdi Efendi
tarafından haber verilmişti. Şehrin bütün önemli mevkileri birer birer düşman işgali
altına girmekteydi. Bu olumsuz koşullar devam ederken dahi Harbiye telgrafçısı Ali
Bey vasıtasıyla bu bilgilendirmeye devam edildi. Bu durum İtilaf askerlerinin Harbiye
Nezareti baskınına kadar sürdü.
 İtilaf Devletleri, işgalin ardından yayınladıkları bildiride, işgalin geçici, amaçlarının ise
Padişahın otoritesini kırmak değil, aksine bütün Osmanlı topraklarında nüfuzunu
kuvvetlendirmek olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayrıca İstanbul’u Türklerden almak gibi bir
isteklerinin olmadığını, şayet Anadolu’da genel bir karışıklık çıkarsa bu kararlarının
değişebileceğini ifade etmişlerdir.
 İstanbul’un işgali ve Meclis-i Mebusan'ın dağıtılması, tarihimizde oldukça önemli bir yere
sahiptir. Ve önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Her şeyden önce bir dönemi kapatıp, başka
bir dönemi açan işgal hareketi sonrasında itilaf devletlerine olan güven artık tamamen yok
olmuş. Millî Mücadele hareketine güven ve destek artmıştır. Bunun neticesinde
İstanbul’da eli silah tutan her kişi Anadolu’ya geçerek Kuva-yı Millliye’nin birer neferi
olmuştur. İşgalin bir diğer önemli sonucu da Osmanlı Devleti’nin fiilen yıkılmış olmasıdır.
 İşgalden kaçan mebus, aydın, komutan, gazeteci gibi görevliler de Anadolu’ya geçtiler.
 Saltanat ve hilafet yanlıları da ulusal mücadeleye katılma zorunluluğunu duymuşlardır.
 İtilaf devletleri İstanbul’u işgal etmekle milli iradeyi yok etmek istemişlerdir.
İŞGALE TEPKİLER
 Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'un işgaline çok sert tepki gösterdi. İşgalin hemen ardından gerekli
önlemleri almak için harekete geçmiştir.
 Mustafa Kemal, ilgili devletlerin işgal komutanlıklarına telgraflar çekerek işgali protesto etti. Ayrıca
Anadolu'daki askeri ve idari tek yetkili merciin Temsil Heyeti olduğunu ilan etti ve seçimlerin
yenilenmesine karar verildi.
 Mustafa Kemal vali ve komutanlara gönderdiği telgraf ile halkın karşı tepkisini, protesto telgrafı çekmek
ve miting yapmak suretiyle, ortaya koymasını istedi.
 İlgili birimlere gönderdiği talimatla İstanbul ile ilişkilere yeniden son verdi. İstanbul ile her türlü
yazışma yapılmayacak ve vergiler de oraya gönderilmeyecekti,
 Maliye sandıklarındaki paralar tutanakla teslim alındı ve resmi mal varlığı donduruldu.
 İstanbul'daki tutuklamalara misilleme olarak Anadolu'da bulunan bu İtilaf subayları tutuklandı.
 İşgal güçlerinin İstanbul ve Adana'dan asker sevkiyatını önlemek için Geyve ve Ulukışla demiryolu hattı
tahrip edildi.
 İstanbul’un işgalini Fransa ve İtalya olumlu karşılamadı. Çünkü Boğazlar bölgesi ve Ortadoğu’da İngiliz
nüfuzunun güçlenmesi bu devletlerin çıkarlarına ters düşmüştür.
 İstanbul’un resmen işgali, Mebusan Meclisi’nin dağıtılması Anadolu’da TBMM’nin açılmasına zemin
hazırlamıştır.
BİRİNCİ BÜYÜK MİLLET MECLİSİ (BMM)’NİN AÇILMASI
 SEÇİMLERİN YENİLENMESİ
 İstanbul'un işgali bir yandan Mustafa Kemal’in Mebusan Meclisi’nin burada
toplanmaması gerektiği yönündeki görüşlerini teyit ederken öbür yandan Anadolu
hareketi için önemli bir fırsat ortaya çıkarmıştı. Bu da millet iradesinin tam olarak
tecelli edeceği yeni bir meclisin açılışı idi. Mustafa Kemal, 19 Mart tarihinde
yayınladığı bir genelge ile Ankara’da Meclis-i Müessian’ın (kurucu meclis) toplanması
için çağrı yaptı. Ancak kurucu sözcüğü çok iddialı ve yanlış anlaşılmalara sebep
olabilecek bir sözcük olarak görüldüğünden bazı komutanlar buna itiraz etti.
Tartışmaların ardından başka bir isim üzerinde uzlaşıldı. Toplanacak meclisin adı
salahiyeti fevkaladeyi haiz meclis olacaktı, yani olağanüstü yetkilere sahip olan meclis.
Anlam itibarı ile çok bir fark olmasa da yeni isim üzerinde antlaşma sağlanmıştı.
 Aynı genelgede, İstanbul’un işgali ve meclisin dağıtılmasından sonra buradaki
mebusların Ankara’ya gelmesi istenmişti. Eksik olan üyelikleri için sancaklarda
seçimler yenilenecek her sancaktan beşer üye seçilecekti. Seçimlerin en geç on beş gün
içerisinde Ankara’da çoğunluğu sağlayacak şekilde bitirilmesi istenmiştir.
 Mustafa Kemal seçim ile ilgili yayınladığı genelgede, seçimlerin hangi esaslar dahilinde
yapılması gerektiğine dair bazı kriterler ilan etmişti. Bunlar:
 Seçilecek üyeler medeni cesarete, fikri yeteneğe sahip olmalı.
 25 yaşından küçük ve kötü şöhret sahibi olmamalı
 Seçimler illerin idare ve belediye meclisleri ile Müdafaa-i Hukuk üyeleri tarafından aynı
günde ve tek celsede yapılmalıdır.
 Seçimlere her parti, dernek, cemaat aday gösterebileceği gibi, bağımsız aday da olunabilir.
 Seçimler belirlenen süre içinde yapılmış ve seçilen üyeler Ankara'ya doğru yola
çıkmıştı. Seçimleri engellemek için gerek İtilaf Devletleri gerekse İstanbul Hükümeti
çok çaba harcamış ama başarılı olamamıştı. Açılış için 22 Nisan Perşembe günü uygun
görülmüş ancak daha sonra açılışın cuma gününe denk getirilmesinin daha isabetli
olacağı fikri benimsenmiştir. 21 Nisan günü tüm mülki ve askeri birimlere gönderilen
acil bir genelge ile 23 günü meclis açıldıktan sonra tüm sivil ve askeri makamların ve
tüm milletin başvuru yerinin BMM olacağı bildirilmişti.
BMM’NİN AÇILMASI
 Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 de cuma günü saat 11 45' de Meclisin en yaşlı
üyesi Sinop Mebusu Şerif Bey in konuşmasıyla açılmıştır. İlk Meclis, çalışmalarına,
İttihat Terakki Partisinin lokali olarak inşa edilen binada başlamıştır.
 Bu Meclise 66 seçim bölgesinden 349 milletvekili seçilmiştir. İstanbul’dan gelen
milletvekilleri ve Malta'ya sürülmüş olup sonradan Ankara'ya gelebilen milletvekilleri
ile bu sayı 437’ye yükselmiştir. Ancak 34 milletvekili meclise katılmadan istifa
ettiğinden Büyük Millet Meclisi'nin I. dönemindeki milletvekili sayısı 403 olmuştur.
 Meclis, en yaşlı üye sıfatı ile Sinop Mebusu Şerif Bey başkanlığında toplanmış ve
başkan toplantı amacını açıklayan bir konuşma yapmıştır. Daha sonra yapılan oylamada
Mustafa Kemal 110 oyla meclis başkanı seçilmiştir. Mustafa Kemal meclisin açıldığı
gün kısa bir konuşma yapmış ertesi gün ise kapsamlı bir konuşma ile bu noktaya nasıl
gelindiğini ve bundan sonra neler yapılması gerektiğini anlatmıştır.
 24 Nisan tarihinde Mustafa Kemal Millî Mücadelenin esas ilkelerini tespit eden şu önergesini meclise
sunmuştur.
• Hükümet kurmak zorunludur.
• Geçici olarak hükümet başkanı atamak ve ona padişaha bir vekil tanımak mümkün değildir.
• Mecliste toplanan milli iradeyi fiiliyatta da milletin mukadderatına hâkim kılmak esastır.
• Meclisin üzerinde başka bir beşerî güç yoktur.
• Meclis yasama ve yürütme yetkilerini kendisinde toplamıştır. Meclisten vekil olarak seçilecek bir
heyet hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı aynı zamanda icra vekilleri heyetinin de başkanıdır.
• Padişah ve Halife baskılardan kurtulduğu zaman meclisin vereceği karara göre durumunu yeniden
alır.
 Bu teklif BMM’de kabul edilmiştir. Böylece fiilen yeni devlet kurulmuştur.
 Meclisin yasama ve yürütme yetkilerini kullanacak olması ve kendi üzerinde bir güç tanımamış olması
İstanbul yöneliminin ve Padişahın devre dışı bırakıldığını göstermekledir. Zaten Padişah hakkındaki son
kararı da meclisin verecek olması BMM'ni en üst makam haline getirmiştir. Millî iradeyi hâkim kılan bir
anlayış içerisinde doğru olan da budur. Aslında cumhuriyet fiilen ilan ve icra sahasına konmuş, sadece adı
konmamıştır. Bunun için de şartların olgunlaşmasını beklemek gerekiyordu. Kurulacak hükümet bir meclis
hükümeti olacaktır. Güçler birliği prensibi dâhilinde çalışacaktır. Yasama yürütme ve yargı yetkisi meclise
aittir. Bu sebeple meclis başkanı hükümetin de başkanıdır.
BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN ÖZELLİKLERİ
 Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman, henüz adı konmamıştı, kimileri Arapça kökenli olan
“Meclis-i Kebir" ve “Meclis-i Kebir-i Milli", kimileri de eski Türkçe meclis ismi olan
“Kurultay" denmesini istiyordu, bunların her biri bir düşünce akımını simgeliyordu.
 Millici ve inkılapçı kişiler ise “Büyük Millet Meclisi" adının verilmesi yönünde görüşlerini
ortaya koymuşlardı. Muhtemeldir ki, Şerif Bey Meclis açış konuşmasında “Büyük Millet
Meclisi’ni açıyorum" sözünü kullanmıştır.
 Meclis açıldıktan ve çalışmalarına başladıktan sonra da bu ad konusu karışıklığa neden
olmuştur. Ancak 15 Ağustos I920 de “Hukuk-u Esasiye Encümeni” meclisin tanımını yaparken
Büyük Millet Meclisi" adını benimsemiştir. Böylece olağanüstü yetkilerle toplanmış meclis
Büyük Millet Meclisi olarak adlandırılmıştır.
 Daha sonra başına Türkiye eklenerek Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adını almıştır.
 Birinci BMM’nin temel özelliklerini şu başlıklar altında ele alabiliriz;
• İhtilal meclisidir.
• Demokratik bir meclistir.
• Katılımcı bir meclistir.
• İçerden saltanata karşı dışarda ise emperyalizme karşı mücadele etmiştir.
• Kurucu bir meclistir.
• Güçler birliği ilkesine göre çalışmıştır.
• Milli bir meclistir.
• Daha sonraları Türkiye Büyük Millet Meclisi adını almıştır.
• Meclis hükümeti modeli benimsenmiştir.
• Laik olmayan bir meclistir
TBMM'NE KARŞI BAŞLAYAN İSYAN HAREKETLERİ
 Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, kuruluşundan sonra en çok uğraştıran sorun, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde
çıkan ayaklanmalar olmuştur. 1919 yılında başlayan ayaklanmalar, 1920 yılında yaygınlaştı. Millî Mücadele
hareketini tehlikeye düşürecek boyutlara ulaşan bu ayaklanmalar, 1921 yılı sonlarında tamamen bastırılabildi.
Ayaklanmalarda İstanbul Hükümeti’nin ve İtilaf Devletleri'nin kışkırtma çabaları etkili olmuştur.
 Bu dönemde Milli Kuvvetler bir yandan düşmanı yurttan atmak için çabalarken öbür yandan onların kışkırttığı
isyancılarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu durum. Milli Mücadele’ye de büyük zarar vermiştir. Bu zararları kısaca
şu şekilde ifade edebiliriz:
 • Toplum birbirine düşürülerek kardeş kanının dökülmesine sebep olunmuştur.
 • Sınırlı imkânlarla işgalci devletlere karşı toparlanan Milli kuvvetler bu isyancılarla meşgul olmak zorunda
kalmıştır.
 • Ülke maddi ve manevi yönden büyük kayıplara uğramıştır.
 • İşgalci devletlerin ülke topraklarından atılması gecikmiş, bu da işgalcilerin daha uzun bir süre topraklarımızda
kalmasına sebep olmuştur
 İşgalci devletlere karşı verilen mücadele bir yandan devam ederken diğer yandım isyan hareketlerinin de baş
göstermesi iç istikrarı büyük ölçüde zedelemiştir. Bu gelişmeler karşısında TBMM almış olduğu önlemlerde bir
yandan içerden bütünlüğü sağlamaya çalıymış diğer yandan da işgalci devidir karşı mücadele etmiştir TBM M
isyanları bastırmak için büyük çaba harcamış ve bunu başardıktan sonra ülkenin yegâne otoritesi haline gelmişi bu
durum TBMM'nin saygınlığını ve gücünü arttırmıştır.
İSYANLARIN SEBEPLERİ

 1.Saltanata Geleneksel Bağlılık


 2. İstanbul Hükümetinin ve İtilaf Devletlerinin Kışkırtmaları
 3. Fetva Olayı
 4. Otorite Boşluğu
 5. Kuva-yı Millîye ‘ye Yönelik İttihatçı ve Bolşevik Suçlamaları
 6. Kuva-yı Milliye’nin Bazı Olumsuz Davranışları
İsyanlara Karşı Alınan Tedbirler

 1. Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun Çıkartılması


 2. İstiklal Mahkemelerinin Kurulması
 3. Karşı Fetva Yayınlanması
 4. Anadolu Ajansının Kurulması
 5. Seyyar Jandarma Birlikleri ve Merkez Ordusunun Kurulması
 6. İstanbul ile ilişkilerin Kesilmesi ve Damat Ferit’in Vatan Haini İlan Edilmesi
 7. Nasihat Heyetlerinin Kurulması

You might also like