You are on page 1of 18

1

Büyümemek Mümkün mü?


“Ekonomik Küçülme Fikri” Üzerine Tartışmalar 1

Murat Koyuncu Şemsa Özar


Boğaziçi Üniversitesi Boğaziçi Üniversitesi

1. Giriş

Çevre sorunlarıyla ilgilenen bilim insanları uzunca bir süredir bizi yaklaşan felaket hakkında
uyarıyor. Yaklaşık 40 yıldır gezegenimizin kaynaklarını kendi biyokapasitesini
yenileyebileceği hızın üstünde bir hızla harcıyoruz (WWF, 2014). Bu süregelen durum artan
nüfusla birlikte insanlığın tüketim talebinin karşılanmasını güçleştiriyor. Diğer bir deyişle
insanlığın ekosistem üzerinde şu anda oluşturduğu talebi karşılamak için dünyanın
kapasitesinin 1,6 katı büyüklüğünde bir gezegene ihtiyaç var 2. Steffen vd. (2015) Science
dergisinde yayınlanan makalelerinde gezegenimizde yaşamın devam edebilmesi için ihlal
edilmemesi gereken dokuz “kırmızı çizgi”den dördünün 2015 itibariyle aşıldığını gösterdi.
Böyle devam ederse dünyanın yaşanılabilir bir yer olmaktan yakın gelecekte çıkacağını
görmek zor değil.

Yaklaşan felaketin kalkınma yazınındaki yansıması sürdürülebilir kalkınma kavramı


çerçevesinde oluştu. 1987 Brundtland raporuyla dolaşıma giren ve o zamandan beri ana akım
kalkınma politikaları içinde hegemonik bir yere sahip olan bu yaklaşıma göre, azgelişmiş
ülkelerin kalkınırken çevresel kısıtları göz önünde bulundurması ve bu kısıtlara uygun
politikalar geliştirmesi gerekiyor. Hâlbuki gezegenin kaynakları üzerindeki baskının temel
sebebinin gelişmiş ülkelerin 1950’den bu yana sürdürdüğü tüketimi merkeze alan hayat
tarzı/sistem olduğu bir sır değil 3. Gezegenin kaynakları kişi başına 1,8 küresel hektarlık 4
ekolojik ayak izini mümkün kılacak seviyedeyken, ABD ve Kanada’daki bu seviye kişi başına
8,2 hektar, Avrupa’da ise kişi başına 4,7 hektar. Dolayısıyla kalkınma sorunsalının bir

1
Çalışmamıza yorumlarıyla katkıda bulunan Ethemcan Turan’a ve düzeltme önerileri için Hakan Mıhçı ve
Fikret Şenses’e teşekkür ederiz.
2
Bu ve benzeri istatistikler için bkz. http://www.overshootday.org/
3
Bkz. Steffen, Broadgate, Deutsch, Gaffney ve Ludwig (2015). Ayrıca 29 ülkede yapılan bir ankete katılanların
yüzde 70’i aşırı tüketimin dünyayı felakete sürüklediği fikrine katıldığını söylüyor (Havas Worldwide, 2014).
4
Küresel hektar ve ekolojik ayakizi tanımları için için bkz.
http://www.footprintnetwork.org/en/index.php/GFN/page/frequently_asked_technical_questions/#method.
2

tarafında “azgelişmiş” Güney ülkeleri varsa diğer tarafında Edward’ın (2006) “aşırı-gelişmiş”
olarak adlandırdığı zengin Kuzey ülkeleri var.

Bu çerçevede -doğrudan kalkınmakta olan ülkeleri hedef almasa da- kalkınma yazınının
içerisinde değerlendirilebilecek olan ekonomik küçülme teorisini bu yazıda tartışacağız. Bu
teori sürdürülebilir kalkınmanın aksine, daha “yeşil” veya çevreci yatırımlarla çevre
sorunlarının ortadan kaldırılabileceğini kabul etmiyor. Tam tersine yaşanan sorunların
temelinde büyüme saplantısının ve büyümeye bağımlı tüketim ekonomisinin olduğunu ve bu
durumun ancak bu düşünce yapısının yıkılmasıyla değişeceğini savunuyor. Ve ilk bakışta
zannedildiği üzere dünya ekonomisinin genel bir şekilde ölçek küçültülmesini değil, gerek
coğrafi gerek sektörel bazda seçici bir şekilde hayata geçirilecek bir küçülmeyi hedefliyor.

Hareketin ana akademik birliği olan “Araştırma ve Küçülme/Research and Degrowth”


kolektifi küçülmeyi ‘insanlığın refahını arttırıp gezegendeki ekolojik şartları ve eşitliği
düzeltecek şekilde üretim ve tüketimin küçülmesi’ 5 olarak tanımlıyor. 1970’lerde petrol krizi
ve Roma Kulübünün Meadows Raporu olarak da bilinen ‘Büyümenin Sınırları’ (Meadows vd.
1972) başlıklı raporu çevresindeki tartışmalar sırasında ortaya atılan bu kavram, sonraki
dönemde unutulsa da, 2000’lerin başında Fransa’da ‘décroissance’ olarak tekrar hayat buldu.
Büyüme karşıtı bir toplumsal hareketin ismi ve sloganı olarak Fransa, İtalya ve Katalunya’da
etki alanını giderek genişleten küçülme, akademik yazına İngilizce ismiyle ‘degrowth’ olarak
2008’de Paris’te düzenlenen ilk Küçülme Konferansı ile girdi. O zamandan bu yana özellikle
akademik alanda popülaritesi artan küçülme üzerine 120’nin üzerinde endeksli akademik
makale yazıldı.

Küçülme hareketi, gerek düşünsel kaynakları, gerekse de takipçilerinin söylem ve eylemleri


itibariyle basitçe tek bir kategoriye yerleştirilmesi mümkün olmayan ve sürekli olarak değişip
evrilen bir akımdır. Bu nedenle hareketi tanıtan çalışmalar 6 da birbirinden farklı kaynakları ve
hareketin farklı yönlerini vurgularlar. Özetle, küçülme teorisini motive eden üç sav ve
düşünsel yapısına katkı sunan altı kaynaktan söz etmek mümkündür. Bu savlar büyümenin
ekolojik, ekonomik ve toplumsal olarak sürdürülemez olması üzerinedir (Kallis vd. 2015).
Ekolojik açıdan, yukarıda kısaca bahsettiğimiz üzere gezegenin kaynaklarının sonuna
5
Daha ayrıntılı tanım için, bkz. http://www.degrowth.org/definition-2.
6
Konuyla ilgili Türkçe yayınlanan az sayıda çalışma var: Turgut (2014) küçülmeyi sürdürülebilir kalkınma ile
karşılaştırmalı olarak değerlendirirken, Weiler vd. (2015) ise küçülmeyle ilgili makalelerden bir derleme niteliği
taşıyor. Ayrıca kolektif dergisinin (http://ekolojikolektifi.org/tr/?page_id=100) hazırladığı küçülme özel
dosyasında yer alan Şorman (2012) ve Gündoğan (2012) makaleleri de incelenebilir. İngilizce olarak çok sayıda
tanıtıcı metin arasında en önemlileri için, bkz. Martínez-Alier, Pascual, Vivien ve Zaccai (2010), Demaria,
Schneider, Sekulova ve Martinez-Alier (2013), Kallis, Demaria ve D’Alisa (2015).
3

gelindiğine, dolayısıyla “büyümeci” ekonomik sistemin bu haliyle devam etmesinin mümkün


olmadığına dikkat çekilir. Ekonomik açıdan doğal kaynakların tükenişinden ötürü enerji
fiyatlarının artması, özellikle kriz dönemlerine referansla efektif talep ve yatırım seçenekleri
yaratmada yaşanan güçlükler (Harvey 2010) ve teknolojik yeniliklerin kıtlaşması (Gordon,
2012) gibi sebeplerle “gelişmiş” ülkelerde büyümenin sonuna gelindiği söylenir. Son olarak,
kaynaklara erişimin eşitsizliği; maliyetlerin ve faydaların eşitsiz dağılımı; metalaşmanın
toplumsal yapıyı bozuşu; mutluluğun gelir seviyesiyle doğru orantılı olmayışı; statü belirten,
konumsal mallara dayalı ekonomik sistemin toplumsal etkileri ve ücretsiz emeğin sömürüsü
(örneğin bakım emeği) büyümenin toplumsal olarak sürdürülemezliğine dair kanıt olarak
gösterilmektedir.

Hareketin düşünsel kaynaklarına dair ise Demaria vd. (2013) küçülme yazınının bu sınırları
tartışırken altı ana kaynağı olduğundan bahseder. Bunlardan birincisi, ekosistemlere içsel
olarak bir değer atfeden ve ekonomik büyümenin doğa üzerindeki olumsuz etkilerinin altını
çizen çevreci yaklaşımlardır. İkincisi, gerek kalkınmayı gerekse de ana akım faydacı iktisat
yaklaşımını eleştiren post-yapısalcı çalışmalardır. Küçülme yazınının önde gelen isimlerinden
Serge Latouche’un da dâhil olduğu bu kaynağın önemli bir parçası, makalenin son bölümünde
tartışacağımız post-kalkınma tezleridir. Üçüncüsü, daha çok üretmenin ve tüketmenin
mutluluk getirmediği savından 7 hareketle insanlara gönüllü bir sadeliği öneren ve “dirlik”
(well-being) anlamını tartışmaya açan kaynaktır. İktisat yazınında Schumacher’in (1973)
“Küçük Güzeldir” isimli kitabı bu kaynağın bir örneğidir. Dördüncü kaynak Georgescu-
Roegen’ın “biyoekonomi” terimiyle özetlediği ekolojik iktisat yaklaşımıdır. Georgescu-
Roegen (1971) entropi kavramı çerçevesinde ekonomik faaliyetlerin sürekli olarak
düzensiz/kullanılamaz enerji üreterek doğanın temel yasalarıyla çeliştiği ve bu açıdan
kaynakları sınırlı bir dünyada sınırsız büyümenin imkânsız olduğunu iddia eder. Beşinci
kaynak Demaria vd.’ne göre daha derin bir demokrasi için yapılan çağrılardan çıkar (s. 199).
Bu, bazı küçülmeciler için var olan demokratik kurumların kazanımlarının korunmasını ve
ilerletilmesi anlamına gelirken, bazıları ise doğrudan demokrasi ilkelerine göre oluşturulmuş
yeni kurumlar tasarlamayı amaçlar. Bu kaynak, büyük çaplı teknolojik altyapıdan; ücretli
emekten, iktisat kanunlarından ve genel kabul gören ‘gerçek’lerden özerklik için yaptıkları
çağrıları çerçevesinde sırasıyla Illich (1973), Gorz (1982) ve Castoriadis’e (1987) önemli yer
atfeder (Kallis vd., 2015, s 8-9). Hareketin son düşünsel kaynağı ise “adalet” olarak
özetlenebilir. Gerek ülkeler içi, gerekse de ülkeler arası adil gelir, servet ve kaynak

7
Bkz. Easterlin (1974) paradoksu.
4

dağılımlarının ve Kuzey-Güney ülkeleri arasındaki haksızlıkların sömürgecilik döneminden


kaynaklananları da içerecek şekilde giderilmesinin sağlanması bu kaynak içerisindeki önemli
temaları oluşturur (Martinez-Alier, 2012).

Anlaşılacağı üzere küçülmenin çok parçalı yapısı ona sağladığı esneklikle gelişmesini ve
güçlenmesini sağlarken, diğer yandan da eleştiriye çok açık bir hale getiriyor. Biz, bu
Giriş’ten sonraki kısımda önce hareketin en çok eleştiri aldığı noktalardan biri olan
kapitalizmle ilişkisini ele alacağız. Kapitalist sistem içinde kalınarak küçülmek mümkün mü,
yoksa küçülme, niteliği gereği ancak kapitalist olmayan bir ekonomik ve toplumsal düzen
içinde mi sağlanabilir sorusuna cevap arayacağız.

Küçülme yaklaşımının, aynı zamanda, “az gelişmiş ülkeler”e reçete olarak sunulan kalkınma
paradigması ile de zıt düştüğü açıktır. Günümüzde kalkınma paradigmasını radikal bir
biçimde eleştiren diğer bir akım da post-kalkınma yaklaşımıdır. Bu makalenin diğer bir amacı
da, küçülme ve post-kalkınma yazınlarının ortak ve farklı yönlerini tartışarak, küçülmenin
post-kalkınmadan yararlanabileceği noktalara işaret etmektir.

2. Küçülme-Kapitalizm İlişkisi

Daha önce küçülmeci projenin hem en kuvvetli, hem de en zayıf yönünün çok sayıda düşünsel
ve yazınsal kaynağa sahip olması olduğuna işaret etmiştik. Bu kaynaklar bazen birlikte
düşünüldüğünde tekil hallerinden daha kuvvetli bir etki yaratırken, bazen de birbirleriyle
çelişir görünüyorlar. Hareketin kapitalizmle ilişkisini tanımlamaya kalkıştığımızda da aynı
manzarayla karşılaşıyoruz.

Küçülme yazınının akademik dünyada sözcülüğünü yapanların hazırladığı “Küçülme - Yeni


Bir Çağ için Sözlük / Degrowth - A Vocabulary for a New Era” kitabının (D’Alisa, Demaria
ve Kallis (2015) - bundan sonra kısaca “Küçülme Sözlüğü”) giriş bölümünde (Kallis vd.,
2015, s. 11), küçülmeci tahayyülün özünde kapitalist olmayan alternatifler, projeler ve
politikalar geliştirerek kapitalist kurumların önemini azalttığını ve böylelikle küçülmenin
kapitalizmin ötesine geçişi ifade ettiği söylenirken, kitabın geri kalanında bu geçişin nasıl ve
kimler tarafından yapılacağına dair genel bir stratejiden bahsedilmiyor. Hatta kitabın Feminist
İktisat başlıklı kısmında Picchio (2015) küçülme hareketini kapitalizme makro ölçekte
meydan okumadığı yönünde eleştiriyor.
5

Aslında küçülme fikrinin kapitalizmle uyumsuz olduğu kolayca görülebilir. Kapitalizmin


temelinde rekabet baskısı altındaki sermayedarların kârlarını korumak veya arttırmak için
yeni piyasalar, ürünler ve üretim biçimleri arayışlarının yattığı ve bunun –artan derecede
emek sömürüsü ve çevre kirliliği yaratsa da- ancak sürekli büyüyen bir ekonomide mümkün
olduğu kolayca söylenebilir. Böyle bir üretim sisteminde küçülme fikrinin sermayedarlar için
ölümle eşanlamlı olduğu küçülme hareketine eleştirel yaklaşan Marksist/eko-Marksist
araştırmacılar tarafından da ifade edilmektedir 8. Bu yazarların bazıları 9 bu uyumsuzluktan
yola çıkarak küçülme fikrine olumlu yaklaşsa da, birçok açıdan ağır eleştiriler
getirmektedirler.

Bu eleştirilerin başında küçülme hareketinin kendisini açıkça anti-kapitalist olarak


tanımlamaması gelmektedir. Örneğin, Fransa’daki küçülme akımının en önemli
düşünürlerinden Serge Latouche bu eleştirilerin odak noktasını oluşturmaktadır. Küçülme
akımının görünür bir hal aldığı ilk yıllarda kaleme aldığı bir yazısında Latouche (2006),
küçülme temelli bir toplumun kapitalizm altında var olamayacağını söylese de, kapitalist
kurumların toptan reddine karşı çıkar:

Kapitalistleri bertaraf etmek ve ücretli emeği, parayı ve üretim araçlarının özel


mülkiyetini yasaklamak toplumu kaosa sürükler. Geniş-ölçekli teröre yol açar. Ama
yine de piyasa zihniyetini yok etmek için yeterli olmayabilir. Kalkınma, ekonomizm
(iktisadi etkenlerin ve faktörlerin üstünlüğüne olan inanç) ve büyümeden çıkış için
başka bir yol bulmalıyız: Ekonominin himayesindeki toplumsal kurumların (para,
piyasalar, hatta ücretler) terkedilmediği bir yol (1. Bölüm, parag. 6).

Başka bir yazısında (Latouche, 2003) piyasa ve kârın teşvik mekanizmaları olarak küçülmeci
bir toplumda var olabileceğini ama sistemin onların yörüngesinde dönmemesi gerektiğini
söyleyen Latouche (2009) kitabında ise hedefinin kapitalizmden daha kapsayıcı olduğunu
düşündüğü ‘büyüme toplumu’ olduğunu söyler:

Kapitalizme özel bir eleştiri getirmiyoruz, çünkü bariz olanı dillendirmenin faydası
olmadığını düşünüyoruz. O eleştiri geniş kapsamda Karl Marks tarafından yapıldı.

8
Bkz. Fotopoulos (2007), Foster (2011), Smith (2014). Bu yazarlardan Smith’in aslında küçülme yazını dışında
yer alan Herman E. Daly’inin görüşlerini eleştirdiğini ama bunu küçülme eleştirisi adı altında yaptığını
belirtmekte fayda var. Daly, durağan hal (steady state) ekonomisi adını verdiği yaklaşımı çerçevesinde büyümeyi
eleştirir ancak küçülme yanlısı değildir ve kapitalizm içinde bir çözüm arar. Daly’nin görüşleri için, bkz. Daly
(2005). Küçülme ile bir karşılaştırma için, bkz. Kerschner (2010).
9
Örneğin, bkz. Fitz (2013).
6

Ama kapitalizmi eleştirmek yetmez, tüm büyüme toplumlarının eleştirisini yapmalıyız.


Ve işte bu, tam olarak Marks’ın yapamadığı şey. Büyüme toplumunun eleştirisi
kapitalizmin eleştirisini kapsar, ancak tersi ille de doğru olmak zorunda değil.
Kapitalizm -neoliberal veya başka türlüsü- ve üretimci (productivist) sosyalizm
insanlığın ilerlemesini sağlayacağı farz edilen üretim güçlerinin geliştirilmesine
dayanan aynı projenin değişik biçimleridir (s. 89).

Devamında küçülmenin “Weber’in bahsettiği ‘kapitalizmin ruhu’na meydan okuduğu için


temelden anti-kapitalist olduğunu” (s. 91) iddia eder. Latouche’un yazıları bazı açılardan
birbirleriyle çelişkili görünse de 10, asıl amacının kapitalizm eleştirisinin de ötesine geçerek,
genel olarak büyüme ve üretim odaklı anlayışı yok etmek olduğunu söyleyebiliriz. Bir sonraki
kısımda tartışacağımız post-kalkınmacı perspektifle de uyumlu görünen bu yaklaşım, piyasa
gibi kapitalist sistemin özünü oluşturan bazı toplumsal kurumları yok etmeyi değil, onları yeni
bir çerçeveye oturtmayı amaçladığından yapısalcı anti-kapitalist söylemlerden ayrışıyor.

Latouche gibi eleştirilerin odağında yer alan bir başka araştırmacı olan Tim Jackson, her ne
kadar küçülme hareketinin içinde yer almasa da 11, İngiltere parlamentosu için yazdığı
“Büyümesiz Refah/Prosperity without Growth” raporuyla var olan büyümeye dayalı sisteme
bir alternatif geliştirmeye çalışır 12. Jackson, bu çalışmasıyla büyüme eleştirilerine katkı
verirken, kapitalizm-küçülme tartışmalarında net bir tavır almayı reddeder. Ona göre,
Baumol, Litan ve Schramm (2007), kapitalizmi özel mülkiyetle özdeşleştirdikleri
tanımlarından hareketle, bazı kapitalist ekonomilerin niye diğerlerinden daha hızlı
büyüdüğünün anlaşılabileceğini iddia ederler. Baumol vd.’ne göre, içinde biraz büyük-şirket
kapitalizmi de barındıran girişimci kapitalizm en ‘iyi’ kapitalizm olarak en hızlı büyümeye
yol açar. Jackson ise bu mantığı ters yönde kullanarak büyümeyen bir ekonominin (Jackson’ın
tabiriyle “Sindirella ekonomisi”) daha az kapitalist görünse de hâlâ kapitalist olmasının
mümkün olduğunu iddia eder. Dolayısıyla piyasa ve özel mülkiyet karşıtı olmadığı
söylenebilir. Ama kendisi bu noktadan hareketle tartışmayı kapitalizm-anti-kapitalizm
ekseninden çıkarıp nasıl büyüme odaklı olmayan bir ekonomi yaratabileceğimizi düşünmemiz

10
Örneğin Latouche (2006) “aşırı sol”u kapitalizm takıntısı yüzünden daha iyi bir dünyaya erişilmesini
engellemekle suçlar.
11
Kallis, Kerchner ve Martinez-Allier (2012), Jackson (2009), NEF (2009) ve Schor (2011) çalışmalarını
‘refahın yeni ekonomisi’ yazını olarak adlandırır ve Daly’nin durağan hal ekonomisi ile birlikte bu iki yazının
küçülme yazınıyla birçok açıdan benzeştiğini aktarır.
12
Jackson ve Webster’ın (2016) Roma Kulübünün Meadows Raporu’nu (1972) günümüz tartışmaları
çerçevesinde tekrar değerlendirdiği rapor da incelenmeye değer.
7

gerektiğini söyler (Jackson, 2009, s. 197-202). Jackson’ın diğer yazılarına baktığımızda


Latouche benzeri bir post-yapısalcı tavır göremediğimizden onun Latouche gibi
düşünsel/felsefi açıdan değil de, pragmatik açıdan bu tartışmadan uzak durduğunu söylemek
mümkün. Jackson, daha çok toplumu küçülme fikrine ikna etme yolunda doğrudan
kapitalizmi karşısına almaktan kaçınmak ister gibidir. Ancak Demaria vd. (2013, s. 204)’ne
göre, bu yaklaşım kendilerini anti-kapitalist gören küçülme taraftarları arasında çok kabul
görmez.

Küçülme hareketinin eleştiri aldığı diğer bir nokta ise bahsedilen küçülme toplumuna ulaşmak
için önerdikleri stratejilerdir. Burada iki tür eleştiriden bahsedilebilir: Birincisi, küçülme
yazınında yer alan bazı önerilerin hedeflenen amaca oranla ne kadar sistem-içi olduğuna
dairdir. Örneğin, Latouche’un (2006) küçülmeci topluma geçiş için önerdiği, kendi deyişiyle
“reformist program” ana-akım iktisadi tasavvurdan çok da uzaklaşamaz. Liberal iktisatçı
Pigou’ya atıfla yaptığı, kirlilik yaratan taşımacılık gibi sektörlerin maliyetlerinin şirketler
tarafından içselleştirilmesi ve reklam harcamalarının yüksek oranda vergilendirilmesi gibi
öneriler, ana akım iktisat ders kitaplarında bulunabilecek “negatif dışsallıkların vergiler
yoluyla içselleştirilmesi” benzeri ilkelere dayanır. Bu tip reform önerilerinin yine Latouche’un
küçülme için gerekli gördüğü “kültürel devrim” 13 ile ne kadar uyuştuğu tartışma konusudur.
Benzer şekilde Jackson da ekolojik kamusal yatırımları temel alan, uluslararası sermaye
akımlarını Tobin tarzı vergilendirmeyle kontrol altına almayı amaçlayan, “tüketim toplumu
kültürünü parçalamak” hedefini reklam sektörünü kısıtlamaya indirgeyen bir program önerir
(s. 171-185). Son olarak Kallis ve Research and Degrowth Kolektifinin İspanya’daki seçimler
öncesi Podemos ve diğer sol partilere yönelik yaptığı 10 küçülmeci politika önerisi 14 yine
benzer eleştirilere tabidir.

Foster (2011) küçülmeci öneriler içinde önemli bir yer tutan ve ilgi çeken, çalışma saatlerinin
kısaltılması ve temel gelir desteği gibi önerileri, var olan kapitalist sistem içinde gerçekçi
bulmaz ve bahsetmek istediğimiz ikinci tür eleştiriyi öne sürer. Foster, bu tip önerilerin
kapitalizmin kurumsal temelini oluşturan emek sömürüsünü sorgulamayı gerektirdiğini ve
dolayısıyla sistem değişikliğine dair sorular akla getirdiğini ama küçülme kuramcılarının bu
tip sorgulamalardan kaçındığını söyler (s. 31). Bu eleştiri, hareketin daha genel anlamda
sistemi değiştirmeye yönelik makro açıdan bütünlüklü bir stratejisinin bulunmayışına dair
Picchio (2015) tarafından da dillendirilmektedir. Örneğin Fotopoulos (2007), küçülme

13
Bkz. Latouche (2007, s.2).
14
İngilizce öneri metni için, bkz. http://www.degrowth.org/yes-we-can-prosper-without-growth.
8

projesini, sistemin içinde bulunduğu çok yönlü krizin sadece ekolojik yönünü hedef almakla
ve dolayısıyla evrensel bir proje olmamakla suçlar. Ayrıca, çevre krizinin de sadece insanlığın
karşı karşıya olduğu bir ortak problem olarak ele alındığını ve söz konusu krizin ekonomik ve
toplumsal sonuçlarının alt toplumsal grupların yaşamlarına ve geçim kaynaklarına eşitsiz
yansımalarını göz ardı ettiğini vurgular (s. 4). Bu da sınıf vurgusu eksikliği üzerinden
küçülme yazınına yapılan başka tür bir eleştiridir.

Sözü edilen sınıf vurgusu eksikliği, yaratılacak değişimin öncülüğünü kimin yapacağına dair
bir eksiklik olarak da karşımıza çıkar. Demaria vd. (2013, s. 208), küçülme hareketinin siyasi
öznesinin kim olduğunun henüz belli olmadığını söylerken farklı stratejiler izleyen (sistemin
bazı kurumlarını koruyarak içeriden değiştirmeye çalışan reformistlerden, E. Duran gibi
çağdaş Robin Hood tarzı aktivistlere 15) ve farklı rollerdeki (küçülmeyi akademik dünyada
geçerli kılmaya çalışan bilim insanlarından, kooperatif temelli dayanışma ağları ve alternatif
ekonomiler yaratmaya uğraşanlara) aktörlerin çeşitliliğinin altını çizer. Bu çeşitlilik öncü bir
aktörün gerekli olup olmadığına dair yapılmakta olan tartışmalar açısından bir olanak
sağlamaktadır. Ancak, hareketi taşıyacak bir ana aktör olmadan küçülmenin nasıl örgütlenip
fiiliyata döküleceğine dair bir belirsizlik yarattığını söylemek gerek.

Küçülme hareketinin kapitalizmle -özünde kapitalizm karşıtı olup bunu açıkça ifade
edememesi şeklinde özetlenebilecek- ilişkisinin, özellikle Marksist araştırmacılar 16 tarafından
çeşitli açılardan eleştirildiğini gördük. En yalın ifadesiyle “küçülme ekolojik olarak değerli bir
kavram olsa da, ancak bir sermaye birikimi eleştirisinin ve sürdürülebilir, eşitlikçi, müşterek
bir düzene geçişin bir parçası olarak hakiki anlamına kavuşabilir” (Foster, 2011, s. 32). Peki
küçülmeciler bu eleştirilerle ilgili ne diyorlar? Andreucci ve McDonough Küçülme
Sözlüğü’ndeki Kapitalizm bölümünde (2015, s. 62) küçülmenin kendini açık olarak
kapitalizm karşıtı olarak konumlandırmamasını üç sebebe bağlar. Bunlardan birincisi,
Latouche gibi küçülme teorisyenleri için kapitalizmin değil onun temelini oluşturan
ekonomizmin ve üretimci tahayyülün eleştirilmesinin gerekli olmasıdır. Daha önce de
bahsettiğimiz üzere bu, hareketin post-yapısalcı düşünsel köklerinden kaynaklanır ve
yapısalcı hareketlerle bir tartışma noktası olarak kalacaktır. İkincisi, toplumsal bir hareket
olarak küçülmenin, kapitalizm karşıtı olarak açıkça konumlanmış büyük ölçekli devrimci
mücadele biçimleri yerine, tekil alternatif projelerin teşvik edildiği, gönüllülük temelli, âdemi
15
Enric Duran 2008’de İspanyol bankalarından toplamda yarım milyon Avro’ya yaklaşan büyüklükte kredi
aldığını ve bunları kapitalizme alternatif yaratmayı hedefleyen oluşumlara harcadığını, borcu geri ödemeyi
düşünmediğini açıkladı. Ayrıntılar için Duran’ın websitesi http://enricduran.cat/en/ incelenebilir.
16
Heterodoks iktisatçılar bir yana bırakıldığında, iktisat yazını içinde küçülmeye ciddi bir ilgi olduğunu
söylemek zordur. Bir istisna olarak, bkz. Krugman (2014a, b).
9

merkeziyetçilik ve yatay öz örgütlülük ilkelerinden ilham almasıdır. Bu da birinci sebep gibi


hareketin düşünsel özüyle ilgili olup, günümüz kapitalizm karşıtı hareketleri içinde gittikçe
daha çok kabul gören bir stratejidir. Andreucci ve McDonough’a göre üçüncü sebep ise
akademik tartışmalarda küçülme fikrinin kabul görmesi adına anti-kapitalist bir söylemden
kaçınılmasıdır. Bu son sebep, küçülme projesinin özünde yer alan -Latouche’un (2007, s.2)
Castoriadis’e atıfla bir devrim olarak nitelendirdiği- üretimci söylemin yok edilerek toplumsal
tahayyülün dönüştürülmesi fikriyle çelişir görünmektedir. Jackson ve diğerlerinin reform
önerilerinde gördüğümüz bu stratejinin, hareket etki alanını genişlettikçe etkisini
kaybedeceğini iddia etmek yanlış olmaz.

Son olarak, makro düzeydeki strateji eksikliği eleştirisiyle ilgili olarak, Demaria vd. (2013, s.
207-8)’nin “küçülme stratejileri” başlığı altında açıkladığı üzere, küçülme hareketinin bunu
bir eksiklik olarak değil, tam tersine hareketin güçlü yönlerinden biri olarak gördüğünü
söylemek gerekir. Küçülme yazınında kapitalizmin var olan kurumlarının yerine ne
geçeceğine veya geçişin nasıl sağlanacağına dair bir fikir birliği yoktur; bunun yerine bu
geçişin çoğulcu bir stratejiler ve aktörler yelpazesinin ürünü olacağı yönünde bir mutabakat
olduğu söylenebilir. Bu yelpazenin zenginliği Küçülme Sözlüğü’nün 3. kısmında yer alan
konu başlıklarında gözlemlenebilir: Topluluk para birimlerinden dijital müştereklere,
Indignados’tan kooperatiflere, sendikalardan kent bahçıvanlığına uzanan geniş bir stratejiler
listesi yer almaktadır. Demaria vd. (2013), bu zenginliğin hem yaratıcılığı ve çoğulculuğu
ayakta tutacak gerilimleri barındırdığını, hem de farklı stratejilere sahip aktörlerin yakın ve
uzun dönem perspektif farklılıklarını göz önünde bulundurarak birbirleriyle uyumlu
çalışmaları durumunda küçülme hareketinin başarılı olacağını iddia eder 17.

3. Kalkınma – Post-kalkınma – Küçülme

Bu bölümde küçülme hareketinin, kendisiyle birçok ortak yanlar barındıran post-kalkınma


yazınıyla bağlantılarını tartışacağız. Bunun için önce her iki düşünsel hareketin de karşı
olduğu hâkim kalkınma anlayışını hatırlamak gerekir.

Günümüzdeki anlamıyla, 1940’ların sonuna doğru ortaya çıkan kalkınma yaklaşımı, sanayi
üretimi, tarımda makineleşme, kentleşme ve modern değerlerin benimsenmesi konusunda

17
Ancak bu tip post-modern çoklu stratejiler yerine bölünmeleri azaltıp evrenselleşmeyi hedefleyen küçülme
taraftarları da bulunmaktadır. Örneğin, bkz. Swyngedouw (2015).
10

“geri kalmış” olarak sınıflandırılan ülkelerin önünü açarak, bu değerler çerçevesinde


uygulanacak politika ve programlarla “kalkınmış” ülkeleri yakalamalarının mümkün
olduğunu iddia eden sihirli bir kavram ve strateji olarak sunuldu. II. Dünya Savaşı
sonlanırken, 1944 yılında ABD öncülüğünde 44 müttefik ülkenin katıldığı Bretton Woods
Konferansı toplanır. Konferansın sonunda uluslararası para sistemini ve ekonomik düzenin
kural ve kurumlarını oluşturacak bir anlaşma imzalanır. Bu anlaşma ile IMF (International
Monetary Fund) ve IBRD (International Bank for Reconstruction and Development) kurulur.
IBRD zaman içinde Dünya Bankası ismini alarak “geri kalmış” ülkeleri kalkındırma
misyonunu üstlenir. Ardından da, “geri kalmış” ülkelerde, bu kurumlarla uyumlu bir biçimde
çalışarak kalkınma plan ve politikalarını yürütecek planlama teşkilatları kurularak uygulama
aşamasına geçildi. Bu sürecin en can alıcı ayağı olan kalkınma-büyüme ilişkisi, büyümeyi
tasarruf ve yatırıma bağlayan Harrod-Domar büyüme modelinin 18 benimsenmesi ve bu
modelin “geri kalmış” ülke planlama kurumlarında uygulanmaya başlaması ile tescillendi.
Yani, kalkınma büyüme demekti; büyümesiz bir kalkınma düşünülemezdi.

Kalkınma kavramının ortaya çıkmasını takiben günümüze dek sosyal bilimlerde temel olarak,
üç farklı ve birbiriyle çelişen kuramsal yaklaşım görüyoruz (Escobar 2015a). İlki, 1950 ve
1960’ların büyüme yaklaşımı ile ittifak içindeki sermaye, bilim ve teknolojinin yararlarını öne
çıkaran modernleşme kuramıdır. O zamandan bu yana gerek akademik çevrelerde, gerekse
politika yapıcılar arasında hegemonik bir konum sahibi olan modernleşme, ilk darbeyi, geri
kalmışlığın esas olarak bu ülkelerin, kalkınmış ülkeler ile olan eşitsiz ilişkilerinden
kaynakladığını ileri süren bağımlılık kuramından aldı. Bağımlılık kuramını savunanlar,
büyümenin kendisine eleştirel bir yaklaşım sunmadan kapitalizmin yarattığı eşitsiz ilişkileri
karşılarına alarak, kalkınmanın ve büyümenin sosyalist yollarına işaret ettiler.

İkinci olarak, 1980’lerde, kalkınma paradigmasını Üçüncü Dünya’yı sadece ekonomik değil,
kültürel ve sosyal açılardan da etkisi ve yönetimi altına alan Batı kaynaklı bir söylem ve
kurgu olarak sorgulayan post-kalkınma akımı sahneye çıktı (Esteva 2009). Post-
kalkınmacılara göre, önce bilgisel/epistemik anlamda kültürel, sosyal ve ekonomik açıdan
kalkındırılması gereken “geri kalmış/az gelişmiş ülke” kavramı yaratıldı, sonra da bu “geri
kalmış”lığın nasıl yönetileceğini düzenleyen kurumlar, uzmanlar gibi araçlar oluşturuldu.
Günümüze geldiğimizde ise, medeniyete ve refaha ulaşma modeli olarak sunulan ‘kalkınma’,
post-kalkınmacılar tarafından gıda, iklim, enerji ve yoksulluk alanlarında yaşanan güncel
krize yol açan temel neden olarak gösteriliyor (Escobar 2015b). Kalkınma paradigmasının

18
Harrod-Domar büyüme modeli için örneğin bkz. Nafziger (2012, 158-159).
11

vaat ettiği biçimde, geri kalmış ülkelerin kalkınmış ülkeleri yakalaması ve dolayısıyla iki ülke
grubu arasındaki açığın kapatılması gerçekleşmediği gibi, açık büyümüş durumda. Kalkınma
çağının artık sonuna gelindiğini 19 ileri süren post-kalkınma yaklaşımına göre, II. Dünya savaşı
sonrası dönemde kalkınmacılığın “geri kalmış” olarak addedilen Asya, Afrika ve Latin
Amerika’da söylem ve uygulama düzeyinde yapıcı değil, yıkıcı etkileri oldu. Bu nedenle,
kalkınmayı tümüyle bu bölgeleri temsil eden bir kavram olmaktan uzaklaştırmak ve aynı
zamanda kalkınmaya alternatif olacak paradigmalar 20 (alternatif kalkınma modelleri değil)
düşünmenin gerekli olduğu, bu alternatiflerin de “uzman”ların önermelerinde değil, halk
hareketlerinin deneyimlerinde varlık bulduğu ileri sürülmektedir.

Kalkınma kuramının ortaya çıkmasını takiben üçüncü ses getiren yaklaşım da, doğrudan
kalkınma paradigmasını karşısına almamakla birlikte, kalkınmanın merkezinde yatan büyüme
saplantısına veda eden ve bu makalenin konusunu oluşturan küçülme yaklaşımı oldu.

Post-kalkınma ve küçülme gibi, var olan sisteme eleştiri getiren ve başka sisteme/sistemlere
geçişi öngören yaklaşımların bilgi ve deneyim düzeyinde birbirinden çok şey
öğrenebileceklerini söyleyebiliriz. Bu yüzden bu kısımda, bu iki yaklaşımın kalkınma ve
büyüme paradigmaları üzerinden yaptıkları temel eleştirilerin farklı noktaları ile birbirlerini
tamamlayıcı ya da benzer tezlerini tartışacağız. Aynı zamanda, iki yaklaşımın bilgi, deneyim
ve geçiş stratejilerini güçlendirme olanaklarını artırma yollarına işaret etmeye çalışacağız.

Escobar (2015a), post-kalkınma ve küçülme yaklaşımlarını, son 20 yıldır güçlü bir biçimde
ortaya çıkan ekolojik ve kültürel geçiş (transition) söylemlerini kapsayan daha geniş bir
çerçeve içinde tartıştığı “Degrowth, Postdevelopment, and Transitions: a Preliminary
Conversation” (Küçülme, Post-kalkınma ve Geçişler: Bir Ön Konuşma) başlıklı makalesinde,
radikal ve etkili bir dönüşüm siyaseti oluşturabilmek için, bu iki yaklaşımın ayrı ayrı öne
sürdükleri geçiş söylemleri arasında köprüler kurmanın zorunlu olduğunu ifade eder. Pratikte
ise, iki tarafın da, birbirlerinin geçiş aktivizmi deneyimlerini görmezden geldiğine, karşılıklı
olarak, strateji ve söylem üretme deneyimlerini zenginleştirici bir diyaloga sokma çabalarının
ise son derece zayıf kaldığına vurgu yapar.

19
1992 yılında yayınlanan “The Development Dictionary. A Guide to Knowledge as Power” başlıklı kitaba
yazdığı önsözde Wolfgang Sachs artık kalkınma çağının kapandığını, kalkınma için bir ölüm ilanı yazmanın
zamanının geldiğini ileri sürer (Sachs, 2009, s. 2.).
20
Bu tip tartışmalar Türkiye’de de -dar bir kesimce de olsa- yapılmaktadır; konuda kapsamlı bir tartışma sunan
bir kitap için bkz. Başkaya (2016).
12

4. Küçülme, Post-kalkınma ve Kalkınmaya Alternatifler Arasında


Köprüler Kurmak Mümkün mü?
Küçülme ve post-kalkınma akımları oldukça farklı yollardan yararlanarak çalışmalarını
sürdürmektedir. İlk kısımda kısaca bahsettiğimiz üzere, küçülme, daha çok uluslararası
toplantılar organize ederek, Avrupa kaynaklı araştırma ağları yaratarak ve akademik
araştırmalar yürüterek çalışır; post-kalkınma, akademik etkinlikleri önemsese de, aslen
aktivist ve entelektüelleri, bazen de akademisyen ve STK’ları bir araya getirdiği daha akademi
dışı yollardan ve deneyimlerden beslenir (Escobar 2015a). Çalışma ve yayılma alanlarındaki
bu ayrımlar, aslında iki yaklaşımın mevcut sistemle sorunları arasındaki farklılıklar
konusunda da ipuçları vermektedir. Küçülme, Batıdan çıkan bir sorgulama olması nedeniyle
eleştirilerinin hedefine kalkınma yerine büyümeyi almaktadır. Bu eleştirilerde küresel bir
bakış açısı söz konusu olmasına rağmen, Dünya’yı algılama biçimi temelde Batı kaynaklıdır.
Bu nedenle de, ekolojik kaygılar ön plana çıkarken, sisteme eleştiriler de esas olarak
ekonomik modelin ekolojik sınırları üzerinden yapılmaktadır. Örneğin küçülmenin, küresel
meta zincirleri, küresel ve rekabetçi piyasalara yönelttiği eleştiriler, yarattıkları eşitsizlik ve
sömürü üzerinden değil de, büyük ölçüde büyümenin tahrip ettiği ekolojik nedenlerle ve
günümüzde bir anlamda bağımlılığa varan ve hızlı büyümeyi besleyen aşırı tüketime karşıtlık
üzerinden yapılmaktadır.

İkinci kısımda tartıştığımız üzere, küçülmenin var olan sisteme eleştirel yaklaşımının
merkezinde ekonomik büyüme yer alırken, kapitalizme eleştiri dolaylı bir biçimde,
kapitalizmin büyümeye ve büyümenin sürekliliğine duyduğu ihtiyaç bağlamında ele alınır.
Buna karşılık, post-kalkınmanın hedefinde doğrudan kalkınma söylemi bulunmaktadır. Post-
kalkınma, kendi içinde farklı bakış açıları barındırsa da, Escobar (aktaran Ziai 2014) post-
kalkınma şemsiyesi altındaki yaklaşımların ortak noktalarını şöyle özetler:

1. Kalkınma paradigmasını tamamen reddetmek; alternatif kalkınma modelleri değil,


kalkınmaya alternatif geliştirmeyi hedeflemek;

2. Yerel kültür, bilgi ve kültürel farklılıkları korumaya özen göstermek;

3. Yerleşik bilimsel söylemlere eleştirel bir mesafede durup onların tek geçerli bilgi
kaynağı olduğunu reddetmek;

4. Yerel ve çoğulcu halk hareketlerini teşvik etmek ve savunmak;

5. Ekonomik büyümeyi, homo-ekonomikus’u ve bir bilim olarak iktisadı eleştirmek.


13

Küçülme, kalkınma paradigmasını post-kalkınma gibi, Kuzeyin Güney ülkeleri üzerinde bir
üstünlük ve tahakküm kurma meselesi olarak değil de, stratejik anlamda belirsiz,
sorgulanamaz ve sonu olmayan bir ‘ilerleme’ fikrine dayanması nedeniyle reddediyor (Kallis
vd., 2015, s. 5). Eleştiri okları büyüme odaklı ekonomik sisteme çevrilirken, kalkınmanın
Güney üzerinde yarattığı tahribat görünmez kılınıyor. Ayrıca, ikinci kısımda gösterdiğimiz
üzere küçülme, kapitalizmi doğrudan karşısına almadan, özellikle tüketim toplumunu
hedefine koyan ve kapitalizmin temel kurumlarını işlevsiz kılma yoluyla onun ötesine
geçecek çoklu stratejiler öneriyor. Buna karşılık, post-kalkınma, sermaye birikiminin
kendisinin doğurduğu eşitsizlik ve tahakküm üzerinden kapitalizm karşıtlığı yapmakta. Bu
anlayışta, eşitsizlik ve tahakkümün işleyiş biçimlerini sergilemek ve o mekanizmaları
işlevsizleştirmek geçiş süreçleri açısından büyük önem taşımaktadır.

Küçülmenin ihmal ettiği bir diğer konu ise, bilgi üretiminin tekelleştirilmesidir. Kalkınma
politikaları, Kuzey’de üretilen teknolojiyi “geri kalmış” olarak kategorileştirilen ülkelere tek
seçenek olarak dayatarak onların ekonomik açıdan Kuzey ülkelerine bağımlı hale gelmesini
sağladı. Böylelikle, yerel bilgi sistemleri tahribata uğradı (Schmelzer ve Passadakis 2011,
aktaran Ziai 2014). Küçülme, homo-ekonomikus’u ve iktisat disiplinini eleştirmekle birlikte,
kendisi de Kuzey merkezli akademinin bir ürünü olduğu ve benzer araçları kullanarak
gelişmiş ülkelerde yayılmayı hedeflediğinden, post-kalkınma için temel bir eleştiri noktası
olan bilginin tekelleşmesi ağının içinde yer almaktadır. Post-kalkınma, bilgi yaratma
biçiminin Kuzey merkezli olmasının kalkınmaya alternatifler oluşturmanın önünü kapattığını
ve bu nedenle, kalkınma ve büyümeye karşı girişilecek mücadelede bilgisel anlamda bir
sömürge karşıtlığına ihtiyaç olduğuna dikkat çeker. Sömürge karşıtlığı, kapitalizmin ve
büyümenin farklı tezahürlerini açığa çıkaracak bir yol açabilir.

Küçülme, büyüme ekonomisinin sorunlu yanlarını sadece çevreye olan zararı nedeniyle değil,
daha da derine inerek yaşam kalitesini ve dirliği ekolojik ve toplumsal açılardan ele alarak,
farklı toplumsal deneyimlere yol açabilecek bir potansiyel taşıyor. Bu arayış, küçülme ve
post-kalkınma arasında köprülerin kurulabilmesi açısından oldukça önemli olanaklar
sunmakta. Örneğin, küçülme, post-kalkınmanın yaptığı gibi, Güney ülkelerinde alternatif
arayışların vücut bulduğu topluluklarla daha yakın ilişki içine girerek, onların
deneyimlerinden yararlanabilir. Latin Amerika’da yeni bir yaşamın kolektif inşası için dikkate
değer adımlar atan “Buen Vivir” hareketi, ekolojik kriterleri, insan onurunu ve sosyal adaleti
iktisadi hedeflerin önüne koyan önemli bir yerel harekettir. Escobar, Latin Amerika’nın son
on yılda karşı hegemonik düşüncenin üretildiği yer olduğunu söyler ve Buen Vivir’i küçülme
14

için bilgi ve deneyim açısından bir olası yol arkadaşı olarak nitelendirir 21. Bu hareketi
oluşturan yerel topluluklar toprakları üzerindeki haklarına dair derin bir bilince sahiptir.
Küçülme, küresel kapitalizmin tahribatına karşı bu topluluklarla işbirliği yapabilir. Böylelikle,
kapitalizmi yapıbozuma uğratıp ekonominin merkezinden uzaklaştırırken geçişin tek bir
yoldan olmayacağına ve birçok farklı süreç ve yaşam tarzları yaratılabileceğine dair bir inanç
oluşturulabilir.

Küçülme Güney ülkeleri ile güçlü bir ilişki kurmazken, yoksulluğun hüküm sürdüğü Güney
ülkelerindeki topluluklar da küçülme ve çevre hareketlerini kıtanın sorunlarına çare olacak
potansiyelde görmüyorlar. Küçülmenin toplulukların yerel bilgisiyle buluşabilmesi için
kendini daha iyi ifade etmesi ve ilişkileri güçlendirmesi gerekli. Hareket, küçülmenin
“aynısının daha azı” değil, daha azla ve farklı bir tarzda yaşayarak yaşamı geliştirmek
anlamına geldiğini daha güçlü bir şekilde ifade etmek zorunda. Yoksa küçülmenin daha da
yoksullaşmayı getireceği gibi yanlış bir algı doğabilir.

Adaman vd. (2014), büyüme odaklı yaklaşımın sadece ekonomiyi/maddiyatı düzenlemenin


çok ötesine geçerek devlet-toplum ilişkilerini de düzenlediğini ileri sürerek, tarihsel olarak bu
iki alanın birbirini nasıl şekillendirdiğini Türkiye’yi ele alarak inceler. Cumhuriyet
kurulduğundan bu yana büyümenin sosyal ve ekonomik tüm sorunları çözeceğine dair inanış,
muhalif kesimler tarafından da kabullenilir 22. Böylelikle, devlet gücünü ve meşruiyetini
sadece çıplak bir zor ile değil, modernleşme idealini gerçekleştirmeye olan sadakatinin
mükâfatı olarak rıza yolu ile kazanır; bu yolla devletin hegemonyası rahatlıkla tesis edilir.
Modernleşmeye, kalkınmaya, büyümeye duyulan arzu toplumsal ve ekonomik farklılıkları,
ayrımları törpüleyerek farklı taleplerin ortaya çıkmasının önüne geçer, bastırılmalarını
kolaylaştırır. Böylece, doğaya, kamu mülkiyetine el konulmasına yol açan tüm girişimler
modernizasyon/kalkınma çerçevesinde kabul görmekle kalmaz, icracı iktidara karşı hayranlık
duyulmasına bile yol açar.

Türkiye örneği de bize gösteriyor ki, büyüme/kalkınma hedefi iktidarların insan yaşamını ve
ekolojiyi tahrip etmede kullandıkları anahtar bir söylemdir. Büyümeyi/kalkınmayı toplumsal
yaşamın örgütleyici ilkesi olarak merkeze alan anlayıştan kurtulmadan bu tahribattan
kurtulmak mümkün gözükmüyor. Küçülme, bu anlayışa karşı önemli tezler öne süren yeni
yaklaşımlardan biri olarak dikkat çekiyor. Bu makalede küçülme yaklaşımının kapitalizmle
21
Bu yönde ilk adımların küçülmeciler tarafından atıldığını söyleyelim: Kallis vd. (2015)’nin Küçülme
Sözlüğünde “Buen Vivir” ve “Ubuntu” gibi toplumsal hareketlere kitabın “İttifaklar” başlıklı 4. Bölümünde yer
verilmektedir.
22
Kalkınmacılığın 1970 öncesi Türkiye sol siyasetindeki yerine dair bkz. Bursa (2011).
15

olan muğlak ilişkisini ve büyüme karşıtı olan bir yaklaşımla, post-kalkınma ile ortak/farklı
yönlerini ve olası buluşma alanlarını tartıştık. Kalkınmacı anlayışın sadece sağ değil, sol
siyasette de hegemonik bir yere sahip olduğu Türkiye’de, küçülmeye dair bir araştırma ve
tartışma eksikliği olduğu açıkça görülüyor. Bu ülkede küçülme ne anlama gelebilir, karşılık
bulabilir mi, yerellerde doğan çevre hareketleriyle, geçimlik ekonomiyi öne çıkaran kolektif
üretim girişimleriyle, müşterekler hareketiyle bir bağ kurabilir mi gibi sorular cevaplarını
bekliyor. Bu makalenin, bizleri yaşamsal konular üzerine düşünmeye çağıran küçülmeye dair
doğacak tartışmalara katkıda bulunacağını umuyoruz.

KAYNAKÇA
Adaman, F., Akbulut, B., Arsel, M. ve Avcı, D. (2014), “De-growth as Counter-Hegemony?
Lessons from Turkey”, 4. International Conference on Degrowth for Ecological
Sustainability and Social Equity, 2-4 Eylül 2014, Leipzig http://degrowth.co-
munity.net/conference2014/scientific-papers/3737 erişim tarihi 13 Mayıs 2016.

Andreucci D. ve McDonough T. (2015), “Capitalism”, Giacomo D’Alisa, Federico Demaria


ve Giorgos Kallis (der.), Degrowth. A Vocabulary for a New Era içinde, s. 59-62, New
York: Routledge.

Başkaya, F. (2016), Başka Bir Uygarlık için Manifesto. Nasıl Üretmeli, Nasıl Tüketmeli, Nasıl
Yaşamalı?, İstanbul: Yordam.

Baumol, W, Litan, R. ve Schramm, C. (2007), Good Capitalism, Bad Capitalism, and the
Economics of Growth and Prosperity. New Haven ve Londra: Yale University Press.

Bursa, Z. (2011), Türkiye Solunda Kalkınma Düşüncesi, İstanbul: Versus.

Castoriadis, C. (1987), The Imaginary Institution of Society, Cambridge: Polity Press,

D’Alisa, G., Demaria, F. ve Kallis, G. (2015), Degrowth. A Vocabulary for a New Era, New
York: Routledge.

Daly, H. E. (2005), “Economics In A Full World”, Scientific American, 293, s. 100-107.

Demaria, F., Schneider, F., Sekulova, F. ve Martinez-Alier, J. (2013), “What is Degrowth?


From an Activist Slogan to a Social Movement”, Environmental Values, 22 (2), s. 191–
215.

Easterlin, R.A. (1974), “Does Economic Growth Improve the Human lot?”, P.A. David ve W.
Readers (der.), Nations and Households in Economic Growth: Essays in Honour of Moses
Abramovitz içinde, s. 89-125, New York: Academic Press Inc..

Edward, P. (2006), “The Ethical Poverty Line: a Moral Quantification of Absolute Poverty”,
Third World Quarterly, 27 (2), s. 377 – 393.
16

Escobar, A. (2015a), “Degrowth, Postdevelopment, and Transitions: a Preliminary


Conversation”, Sustainability Science, 10 (3), s. 451-462.
Escobar, A. (2015b), “Development, Critiques of”, Giacomo D’Alisa, Federico Demaria ve
Giorgos Kallis (der.), Degrowth. A Vocabulary for a New Era içinde, s. 29-32, New York:
Routledge.

Esteva, G. (2009), “Development”, Wolfgang Sachs (der.), The Development Dictionary. A


Guide to Knowledge as Power (2. Baskı) içinde, s. 1-5, Londra: Zed Books.

Fitz, D. (2013) “Should Socialists Support Degrowth?”


http://climateandcapitalism.com/2013/03/25/should-socialists-support-degrowth-2/ erişim
tarihi 13 Mayıs 2016.

Foster, J.B. (2011), “Capitalism and Degrowth: An Impossibility Theorem”, Monthly Review,
62 (8), s. 26-33.

Fotopoulos, T. (2007), “Is Degrowth Compatible with a Market Economy?”, The


International Journal of Inclusive Democracy, 3 (1),
http://www.inclusivedemocracy.org/journal/vol3/vol3_no1_Takis_degrowth.htm erişim
tarihi 13 Mayıs 2016.

Georgescu-Roegen N. (1971), The Entropy Law and the Economic Process, Cambridge:
Harvard University Press.

Gordon, R. J. (2012), “Is U.S. Economic Growth Over? Faltering Innovation Confronts the
Six Headwinds”, The National Bureau of Economic Research Working Paper No. 18315.

Gorz, A. (1982), Farewell to the Working Class: An Essay on Post-Industrial Socialism,


Londra: Pluto Press.

Gündoğan, A.C. (2012), “Ekonomik Küçülmenin Ahval ve Şeraiti: Başka Bir Küçülme
Mümkün mü?”, kolektif dergi, 14, s. 31-32.

Harvey, D. (2010), The Enigma of Capital, Londra: Profile Book.

Havas Worldwide (2014), “The New Consumer and the Sharing Economy”, Prosumer Report
Vol 18, New York: Havas Worldwide.

Illich, I. (1973), Tools for Conviviality, New York: Harper & Row.

Jackson, T. (2009), Prosperity without Growth: Economics for a Finite Planet, Londra:
Earthscan.

Jackson, T. ve Webster, R. (2009), Limits Revisited - A Review of the Limits to Growth


Debate, Technical report, APPG on Limits to Growth, http://limits2growth.org.uk/wp-
content/uploads/2016/04/Jackson-and-Webster-2016-Limits-Revisited.pdf erişim tarihi 15
Haziran 2016.
17

Kallis, G., Demaria F. ve D’Alisa, G. (2015), “Introduction - Degrowth”, Giacomo D’Alisa,


Federico Demaria ve Giorgos Kallis (der.), Degrowth. A Vocabulary for a New Era
içinde, s. 1-17, New York: Routledge.

Kallis, G., Kerschner, C. ve Martinez-Alier,, J. (2012), “The Economics of Degrowth”,


Ecological Economics, 84, s. 172–180.

Kerschner, C. (2010), “Economic De-growth vs. Steady-State Economy”, Journal of Cleaner


Production, 18, s. 544–551.

Krugman, P. (2014a, 18 Eylül), “Errors and Emissions- Could Fighting Global Warming Be
Cheap and Free?”, The New York Times,
http://www.nytimes.com/2014/09/19/opinion/paul-krugman-could-fighting-global-
warming-be-cheap-and-free.html erişim tarihi 13 Mayıs 2016.

Krugman, P. (2014b, 7 Ekim), “Slow Steaming and the Supposed Limits to Growth Errors
and Emissions”, The New York Times,
http://krugman.blogs.nytimes.com/2014/10/07/slow-steaming-and-the-supposed-limits-to-
growth erişim tarihi 13 Mayıs 2016.

Latouche S. (2003), “Would the West Actually be Happier with Less?: The World
Downscales”, Le Monde Diplomatique (İngilizce baskı), Aralık 2003,
http://mondediplo.com/2003/12/17growth erişim tarihi 13 Mayıs 2016.

Latouche, S. (2006), “The Globe Downshifted”, Le Monde Diplomatique (İngilizce baskı),


Ocak 2006, http://mondediplo.com/2006/01/13degrowth erişim tarihi 13 Mayıs 2016.

Latouche, S. (2007), “De-growth: An Electoral stake?” The International Journal of Inclusive


Democracy 3 (1),
http://www.inclusivedemocracy.org/journal/vol3/vol3_no1_Latouche_degrowth.htm
erişim tarihi 13 Mayıs 2016.

Latouche, S. (2009), Farewell to Growth, Cambridge: Polity Press.

Martinez-Alier, J. (2012), “Environmental Justice and Economic Degrowth: An Alliance


between Two Movements”, Capitalism Nature Socialism, 23 (1), s. 51-73.

Martínez-Alier, J., Pascual, U., Vivien, F.-D., ve Zaccai, E. (2010), “Sustainable de-growth:
Mapping the Context, Criticisms and Future Prospects of an Emergent Paradigm”,
Ecological Economics, 69, s. 1741–1747.

Meadows, D.H., Meadows, D.L. Randers ve J. Behrens III, W.W. (1972), Limits to Growth,
New York: Universe Books.

Nafziger, E. W. (2012), Economic Development, 5th edition, New York: Cambridge


University Press.

NEF (2009), Growth Isn't Possible, Londra: New Economics Foundation.


18

Picchio, A. (2015), “Feminist Economics”, Giacomo D’Alisa, Federico Demaria ve Giorgos


Kallis (der.), Degrowth. A Vocabulary for a New Era içinde, s. 208-211, New York:
Routledge.

Sachs, W. (2009), “Introduction” Wolfgang Sachs (der.), The Development Dictionary. A


Guide to Knowledge as Power (2. Baskı) içinde, s. 6-25, Londra: Zed Books.

Schmelzer, M. ve Passadakis, A. (2011), Postwachstum. Krise, ökologische Grenzen und


soziale Rechte, Hamburg: VSA.

Schor, J.B. (2011), True Wealth: How and Why Millions of Americans are Creating a Time-
rich, Ecologically Light, Small-scale, High-satisfaction Economy, New York: Penguin.

Schumacher, E.F. (1973), Small is Beautiful : Economics as if People Mattered, New York:
Harper & Row.

Smith, R. (2014), Beyond Growth or Beyond Capitalism?, http://www.truth-


out.org/news/item/21215-beyond-growth-or-beyond-capitalism erişim tarihi 13 Mayıs
2016.

Steffen W, Broadgate W, Deutsch L, Gaffney O ve Ludwig C (2015), “The Trajectory of the


Anthropocene: The Great Acceleration” The Anthropocene Review, 2 (1), s. 81-98.

Steffen W, Richardson K, Rockström J., Cornell SE, Fetzer I, Bennett EM, . . . Sörlin, S.
(2015), “Planetary Boundaries: Guiding Human Development on a Changing planet”,
Science, 347 (6223), doi:10.1126/science.1259855.

Swyngedouw, E. (2015), “Depoliticization (‘the political’)”, Giacomo D’Alisa, Federico


Demaria ve Giorgos Kallis (der.), Degrowth. A Vocabulary for a New Era içinde, s. 90-
93, New York: Routledge.

Şorman, A. H. (2012), “Planlı Ekonomik Küçülme Uygulanabilir ve Arzu Edilen Bir Çözüm
mü?”, kolektif dergi, 14, s. 27-30.

Turgut, G. (2014), “Ekolojik Sürdürülebilirlik ve Küçülme”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi


ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 29 (2), s. 137-165.

Weiler, R. van der Bergh, J., Hueting, R., Zhang, D. Flipo F. ve Kallis, G. (2015), Yeşil
Ekonomi; Küçülmek Güzeldir, (S. Erengezgin, Çev.), İstanbul: Yeni İnsan Yayınevi.

World Widelife Fund (WWF) (2014), Living Planet Report 2014, Species and Spaces, People
and Places; Gland, Switzerland: WWF International,

Ziai, Aram (2014), “Post-Development Concepts? Buen Vivir, Ubuntu and Degrowth”, 4.
International Conference on Degrowth for Ecological Sustainability and Social Equity, 2-
4 Eylül 2014, Leipzig http://degrowth.co-munity.net/conference2014/scientific-
papers/3428 erişim tarihi 13 Mayıs 2016

You might also like