Professional Documents
Culture Documents
Cazim Gürbüz Edebiyatlaşan Vergiler Vergi Ve Muhasebede Bilinmeyenler
Cazim Gürbüz Edebiyatlaşan Vergiler Vergi Ve Muhasebede Bilinmeyenler
VERGİLER
Cazim Gürbüz
Edebiyatlaflan Vergiler Vergi ve Muhasebede Çok
Bilinmeyenler
MÜTERC‹M /
ISBN / 975-6217-30-8
Cazim GÜRBÜZ
ÖZGEÇMİŞ
ÖTEKİ MÂLİYECİ VE
MUHASEBECİ ŞAİR VE YAZARLAR...
Hilmi Yücelen’in yukarıda sözünü ettiğimiz kitabında XV. Yüzyıl-
dan 1973 yılında dek şiir sahasında kalem oynatmış tam 266 maliyeci-
şairin adı var. Bunların belli başlılarını aşağıya aldık ve kendi tesbit et-
tiklerimizle birleştirdik.
Ünlü denizci Seydi Ali Reis’ten başlayalım. Matematik bilgini
olan bu değerli insan, coğrafya ve astronomi sahasında eserler vermiş-
tir. Mirat-ül Kainat adlı seyahatnamesi; İngilizce, Almanca ve Özbek-
çe’ye çevrilmiştir. Seydi Ali Reis, hayatının son yıllarında Diyarbakır
Tımar Defterdarlığına atanmış ve ölene kadar bu görevde kalmıştır.
Ve ünlü hiciv şairi Nef’i. Sultan I. Ahmet zamanında İstanbul’a
gelmiş, önce divan kâtipliği daha sonra Vergi Muhasebecisi (cizye mu-
hasebecisi) olarak görev yapmıştır.
Tarih yazarlarından Naima, muhasebeci, defterdar ve askeri def-
terdar olarak; Peçevî ise Tokat Defterdarı olarak görev yapmış.
Batılıların “Hacı Kalfa” diye tanıdığı; Cihannüma, Keşf üz Zünun,
Fezleke, Tuhfet-ül Kibar ve Frengi Tarihi gibi büyük eserlerin sahibi
Kâtip Çelebi’nin şairliği de vardı. Kâtip Çelebi, başmuhasebe ikinci
halifeliği memuriyetinde de bulunmuş.
Bir başka çelebimiz, ünlü seyahatnamenin yazarı Evliya Çelebi,
Gümrük Vergisi ile ilgili bölümde de belirteceğimiz gibi; Sivas Valisi
11
VERGİ TAŞLAMALARI...
ŞAİR EŞREF’İN VERGİ TAŞLAMALARI
ZİHNİ’DEN DEFTERDARLARA...
Kitabın en başında Bayburtlu Zihnî’den söz etmiş, çeşitli ilçeler-
de mal müdürlüğü yaptığına değinmiştik. Zihnî, birlikte çalıştığı Def-
15
KAYNAK PAKETİ
Günümüz şairlerinden Şahin Yılmaz’ın, Kaynak Paketi adlı şiiri,
güzel bir vergisel taşlama örneği:
“Nüfusumuz genç ve çocuk,
Toy vergisi almak lazım.
Biraz hıyar, biraz cacık,
Çay vergisi almak lazım.
Sokaktaki danalardan,
Şuradaki analardan,
Bu veledi zinalardan,
Soy vergisi almak lazım.
Medyadaki arsızlardan,
Siyasette nursuzlardan,
Ülkedeki hırsızlardan,
Huy vergisi almak lazım.
Dadaşların ciridinden,
Vatandaşın tiridinden,
Sahte şeyh ve müridinden,
Hay vergisi almak lazım.
Ha gayret, bu iş olacak,
Hazine doldu dolacak,
Utanma, kim ne bilecek,
Şey vergisi almak lazım (Kaynak:www.antoloji.com)
17
“Ben Anadolu’yum
Yıllar yılı susuz kaldım, yıllar yılı aç...
Şükrederek kalktığım sofralarımda
19
KARAKOÇ BAMBAŞKA...
Abdurrahim Karakoç, “Bambaşka” adlı şiirinde, canından vergi
kestiklerini söylüyor sevdiklerinin:
fiAN VERGILER
20 / EDEBIYATLAfiA
“ölümden
ölmekten
değil korkumuz
yaprak düşer
çiçek solar
21
Konuşurlarsa ne konuşurlar?
Muharebeden mi, vergilerden mi?
Belki de hiçbir şey yapmazlar
Çocuklar uyumuştur
Efendi gazete okur
Ayali dikiş dikmektedir
Onu da yapmazlar belki de
Kim bilir
Belki de yazılmaz
Ne yaptıkları”
MALİYECİNİN AŞKI
Günümüz şairlerinden Celal Odabaş, aşkını, malî imge, ve eğreti-
lemelerle açıklamış sevdiğine.
MUHASEBE
İtiraf benden olsun
Siz tutun defterimi.
İnceleyin, irdeleyin
İnsanlık hallerimi.
Öfkeme, kibrime, dedikoduma
Ekleyin yıktığım tüm gönülleri.
Haklılık firesini düştükten sonra
Vurun kantara sol yana yazın.
Yeter ki
“Kâr’dasın
Ar’dasın
Var’dasın! “
Deyin.
ŞAİR-MÜŞAVİR
Ben şair-müşavirim
Söz anlatıp sayılara
Sayılı söz yazarım şiir envanterime
Defterler düreceğim
Defterim dürülecek
Şiir defterimin hesabı
Daha çok görülecek
İHTİLALİN SÜVARİSİ DE
MALİYE MÜFETTİŞLİĞİ YAPMIŞ
22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’de, Türk Silahlı Kuvvetleri için-
den bir grup subay, Albay Talat Aydemir önderliğinde ihtilal girişimin-
de bulunmuşlardı. Bu girişimlerin ilkinde, günün başbakanı İsmet İnö-
nü, girişimi durdurup teslim olmaları durumunda emekliye sevk edilip
affedilecekleri sözünü vermiş, TBMM’de çıkan bir yasa ile bu söz ye-
rine getirilmişti. Bu subaylardan, yasal süreyi doldurmayanlar, aylıksız
olarak emekli edilmişlerdi. Aylıksız emeklilerden biri de, her iki ihtilal
girişiminin önderlerlerinden Süvari Binbaşı Fethi Gürcan’dı. Fethi
Gürcan, 22 Şubat ayaklanmasından sonra, Maliye Müfettişi olmuştu,
Maliye Bakanlığı’nda çalışıyordu. Nesrin Turhan “İhtilalin Süvarisi”
adlı anı romanında, Gürcan’ın, 21 Mayıs akşamı ihtilale katılmak üzere
askeri üniformasını yeniden giyinip evden ayrıldığında eşine “Gece ge-
lip benim nerede olduğumu size sorarlarsa, İstanbul’a teftişe gittiğimi
söyleyin” diye tembihlediğini yazıyor. Mertliği, yiğitliği, cesareti ve
fiAN VERGILER
30 / EDEBIYATLAfiA
uluslarası başarıları olan biniciliği ile dillere destan olan bu Süvari Bin-
başı, 21 Mayıs1963’teki ihtilal girişiminin de lokomotifi oluyor adeta.
Raylar ve vagonlarda problem olmasa; bu lokomotifin, bu katarı men-
zile ulaştıracağı, Erdoğan Örtülü’nün “Üç İhtilalin Hikayesi” adlı kita-
bında ve bu konuda yazılan diğer eserlerde ifade ediliyor. Girişim ba-
şarısızlıkla sonuçlanınca, İstanbul’a kaçmak isteyen Fethi
Gürcan’ın bindiği otobüsün önü Bolu’da kesiliyor; kimlik kontro-
lü yapanlara adını söylüyor; güvenlik güçleri arananlar listesine bakı-
yorlar, adı yok; rahatlıyor Fethi Binbaşı, emekli subay ve Maliye Mü-
fettişi olduğunu, İstanbul’a teftişe gittiğini de söylüyor; ancak, yanın-
da kimlik yok, karakola çağrılıyor, Ankara’ya telefon ediliyor “Onu bı-
rakmayın o ihtilalin lideri!” uyarısı üzerine gözaltına alınıp önce İstan-
bul’a, oradan da Ankara-Mamak’a gönderiliyor.
Mamak duruşmalarındaki son savunmasında, Türkiye’de, güçlü-
leri ve sırtı kalınları koruyan bir yönetim anlayışı bulunduğunu ifade
edip iktisadi eşitsizlikler üzerinde duran Fethi Gürcan, 1961 Anayasa-
sı’nın 61’inci maddesinin kağıt üzerinde kalmasını buna örnek olarak
vermişti. 1961 Anayasası’nın bu maddesi “herkes kamu giderlerini
karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür” di-
yordu. Fethi Gürcan’ın savunmasının bu bölümü, maliye müfettişliği-
nin izlerini taşıyordu.
Fethi Gürcan, 1964 yılı Haziran Ayı’nda Ankara’da idam edilmişti.
lık ahbaba şöyle bir alıcı gözüyle baktı. Bu bir makine diye düşündü.
Onyedi yıldır ben kurduğum için işledi. Zamanı göstermesi için ben
ona hayat verdim. O halde; ben efendisiyim. O da benim kölem. Aca-
ba öyle mi diye duraksadı. Tuhaf fikirler geliyordu aklına. Yoksa bu
saati kurmak için mi varım? diye düşündü. Hiddetlendi bu düşünce-
ye.”
Bu hiddet, Özkişi’nin vergi memuru kahramanını saatle cebelleş-
meye iter. Önce ileri alır saatini; bu ilerleyişle birlikte, düşünceleri de
gelecek zamanlara kayar, artık oralardadır. Sonra bıkar gelecek zaman-
lardan, akrep ve yelkovanı geriye çevirir, dalar geçmiş zamanlara. Ne
ki, bu kaydırmalar, bu zamandan zamana atlamalar, ürkütür Nuri
Bey’i.
Yazarımız öyküsünü şu satırlarla sonuçlandırıyor:
“(...) Nuri Bey’in baş ve işaret parmakları arasındaydı zaman. Ya-
şanmış ve yaşanacak bölümleri, ayar vidasının tırtılında elliyordu.
Birden, bir panik hissiyle, saati masa üzerine bıraktı. Saniye ibre-
si, duygusuz, olanlardan habersiz, bilinmemiş bir zamanda, geçmiş ve
gelecek olduğunu düşünmeden çalışıyordu.
Nuri Bey, anlatılması güç bir korkuyla, içinde bulunduğu ânı kay-
bettiğini gördü.Artık, bölümlere ayrılmıyordu zaman. Bir hareket nok-
tasından yoksundu. Geniş bir sınırsızlık içindeydi. Soğuk bir terin sır-
tından aşağı süzüldüğünü hissetti. Başsız ve sonsuz bir boşluktaydı ve
içinde bulunduğu andan yoksundu.
Masa üzerinde kol saati, sinsi bir kararla işliyordu. Deminki, sı-
kıntılı ama güvenilir zamanı özledi Nuri Bey. Sınırları çiğnememeliydi
insan. Sonra, nasılsa duvar saatine bakmayı akıl etti ve bu olaydan son-
ra, saatine korkulu bir titizlik gösterir oldu.”
doğma kasalaktı. Övünmeyi çok severdi. En dikkate batan huyu da, ol-
duğundan büyük görünmek, her yerde şişinmekti. Onun yaptığı en ba-
sit işi, başkası zor yapar havalarında konuşurdu. Hele bir de rakı içer-
se dünyayı yaratan oymuş gibi ortalıkta dolanır, bahar göklerindeki bu-
lutlar gibi gürleye gürleye evine gelirdi. Cebindeki bozuk paraları da
sokaklarda küçük çocuklara dağıtırdı. Kimse onun gibi bir bıçakta bo-
ğayı kesemez, bir üfürükte dananın derisini şişiremez, beş dakkada de-
veyi yüzüp etini çengele asamazdı. Cebinde beş parası olmasa bile,
bankadan çok kredi verirdi. Evinde içeceği çorbayı düşünürdü ama, bir
davet etti mi, şehri doyururdu. Oldum olası böbürlenmeyi severdi Ka-
sap Recep Emmi...
İlk gençliğinden beri kasabanın en ünlü kasabı olan Kanbolat
Ağa’nın yanına yamak durmuş, zamanla kasaplık mesleğini öğrenmiş
ama sermaye bulamadığı için de bir türlü kasap dükkanı açamamıştı.
Daha doğrusu Kanbolat Ağa ona bu fırsat vermemişti. (...) Kasap Kan-
bolat Ağa, Kasap Recep’in nerede kullanılacağını çok iyi bilen bir
adamdı. Bulunduğu yerden vagon kiralayarak İstanbul’a mal gönderir-
di. Kimseyey güvenemediğini, bu işi Recep’ten başka kimsenin yapa-
mayacağını söyler, işi ona yıkardı. Kasap Recep de bu sözlere bayılırdı.
İstasyona gider, istasyon şefiyle patron edasıyla konuşur, vagon kira-
lar, vagonu kiralayan yerine kendi adını yazdırır, eline tutuşturulan pa-
rayı verir, kiraladığı günde vagondan sorumlu olarak trene biner, kasa-
badan ayrılırdı. Zavallı, İstanbul’a kadar malların başında bulunur, hay-
van tersleri arasında yatar, yemek yer, onların yemini , suyunu karşılar,
kir pas içinde Haydarpaşa Garına inerdi. Kanbolat Ağa’nın verdiği pa-
ra boğazına bile yetmez, üçüncü mevki biletle kasabasına dönerdi.
Ama trenle gelirken üçüncü mevki kompartımanında büyük celep eda-
larıyla konuşur, başkasına konuşma fırsatı vermezdi.
(...) Recep Emmi, uzun yıllar böyle İstanbul’a gitti geldi. Ne ho-
vardalıklar yapmıştı o Beyoğlu’nda. Anlatışına göre İstanbu’da mühür-
lemediği kadın kalmamıştı. Uzun zaman hikâyeleriyle dağı taşı inletti...
Ama sonunda bir gün, el kadar bir kağıt geldi. Recep Emmi’yi inim
inim inletti.
Gelen kağıt maliyedendi. Anlaşılan maliye müfettişleri demiryol-
larıyla ilgili belgeleri incelerlerken bizim Recep Emmi’nin İstanbul’a
vagon vagon canlı mal götürdüğünü, hiç vergi ödemediğini fark etmiş-
fiAN VERGILER
34 / EDEBIYATLAfiA
müşseniz pekiy, tabii..” dedi.. Bana kimsenin bir bok sorduğu yok ve
ben gazeteci oluyorum arkadaş.. Dedim ya “Kaderim batsın..” ..
Cihat Baban bana döndü: “Gazeteciliğin hangi dalında çalışmak is-
tersin?” diye gayetle vahşi vahşi sordu.. Ula Aksaray çocuğuyuz.. (Şim-
diki değil, o zamanki Aksaray..) Uyanıklığımız kendimize yeter.. (Şimdi-
ki uyanıklar, Kasımpaşa’dan çıkıyor..) Hafta sonlarında, Mithatpaşa ya da
anlayın işte İnönü Stadı’nın Teksas ismi verilmiş duhuliyesinde maç ko-
valamaktayım ama kulak asma.. Duhuliyede maç kovalamaktan boynum
uzamış, olmuş devekuşu boynu.. Futbolcuları ayaklarından tanıyorum,
çünküm yüzlerini görmek mümkünsüz.. Gazeteci ayağına, serbest giriş
kartı olursa mis.. Söyledim ki: “Spor muhabiri efendim..”
Lafımı çükeydim.. Cihat Baban, haso deli dolu bir adamdı.. Kağı-
dı, kağıt fabrikasını unuttu bir an.. Beni oralara getirip gazetesine so-
kuşturmaya çalışanlara edemediği lafı bana etti:
-Hastir ulan! Hadi çık git, sor bulursun.. İstihbarat Servisi’nde
bekle.Seninle konuşacağım sonra..
Ve çağırttı.. Gittim.. Anlattı ki ben her sabah, Eminönü’ne düşüp
İstanbul Hali’ndeki sebzemeyve fiyatlarını öğreneceğim.. Altının, gü-
müşün, durumlarına bakacağım... Borsa benden sorulacak.. Yafu ben
okulda logaritma cetvelini tersten okumakla ünlenmiş bir kişiyim,
bunlar benim hiç yiyebileceğim cinsten haltlar değil.. Emir demiri ke-
ser.. Cihat Bey söyledi mi yapacaksın.. Yoksam herkesin gözü önünde
döver.. Bir süre elma, armut, ıspanak, lahana.. Altın, gümüş.. Sonra po-
lis, adliye muhabirliği.. Ve işte o işe soyundurduklarında beni, ölümü
gördüm.. Şimdilerde artık pek yadsımadığım ölümle, orada tanış ol-
dum.. Önümde, 23 metre ötemde asılan kişileri seyrederekten.. Hani şu
Sultanahmet Meydanı’nda.. Hani Ayasofya, Sultanahmet Camii ve Di-
kilitaş’la birlikte..
İşte 50 yıllık bir macera.. Başlangıcı, daha sankim düncesine bel-
leğimde..
Ama boş koyun bu meslekte 50 yılı.. Kim takar, kim sallar? Sade-
ce okurlarınızdır uzaktan uzağa selam sarkıtan..”
köy sınırına dek, Sefer kendi götürmüş. Köye sınır olan dereyi de geçir-
dikten sonra, derenin öbür kıyısında ‘dur’ demiş ‘dur biraz arkana bak-
ma!’ böyle deyip, Yusuf’un kıçına tekmeyi bastığı gibi ‘hadi artık
git’demiş. ‘ Bu yediğin, Mitari’nin tekmesiydi, sakın unutma!’ “
ğurt gibi işe yarayan şeyler varsa misafirin önüne koyarlardı. Kendile-
ri ayran mayran, mancar mantar ne varsa yerdi. Sofradan artan ekme-
ği de sepetlerine taksim ederlerdi” (AG, Ağustos 1978).
Fatma Gündüz (Yaylatepe, 1926): “Çok tarlamız vardı bizim. Evin
altını eşti babam, kuyu yaptı. Tam 16 teneke mısır-buğday sakladık. İki
şinik zahiren varsa birini alıyorlardı. Tahsildardan koyunları, sığırları
saklardık. Dağlara kaçırır, bağırmamaları için ağızlarını bağlardık. Eşek
anırmasın diye ağzını ellerimizle kapatırdık. ‘Tahsildar geliyor’ dendi
mi, tir tir titrerdik” (özel söyleşi).“
mur, bir tahsildar, bir öşürcü, bir jandarma, yoksa bir askerlik şubesi
başkanı mı sandılar bilmem; fakat, hepsinin yüzünde korku ve kuşku
belirtilerini açıkça görmüştüm.”
dördüan kadar bir köydan obirina, obirindan daha obirina; daha da-
ha obirina ey işin yoksan haham başının merkebi gibi dolaş dur.
Öyle olduğu halde ay başında elinda 48 lira 63 kuruş 35 paralık bir
maaş kaloör. Hoş tahsildarlıktan oldukçaz istifade etmiyör de deği-
liz. Allah bin bereket versin su parasını çıkarıyoruz. Mesela şu çan-
tanın içindeki 1260 liranın hiç yoksan 300’ü zatıma mahsustur. (...)
Öyle ya devleti osmaniyede benim kadar az maaiş alan tahsildarla-
rında bina mevcut değil. Binanaley ben bu paraları alnımın terilan
kazanıyorum.
(...) Bundan tamam 12 sene evel sırf bu yunun hatirasi için çalış-
mıştım. O yundan itibaren dişimdan, tırnayimdan biriktirdigim hasili
yekunu 14.000 lirayı mütecavizdir. Hatta şu yüzel çantayi de hesaba
dahil edersak servetim 15.000 papeli taarruz ediyor olacaktır. (Bir ağa-
cın dibine oturur). Çünki ben bu çantanin içidaki paralari artık devleti
osmaniyenin malî müesseselerinda teslim etmeyecgim. Evvelki serva-
tima elave ederek karimi ve çocuklarimi alup Barselonada kaçacayim.
Barselona alacayim köşkte keyfedecegim”
YAPIŞKAN TAHSİLDAR VE
BEŞ ÇADIRA BEŞ ATLIK VERGİ
Kırgız yazar Tölügün Kasımbekov’un Adam Olmak İstiyorum ad-
lı öyküsünün kahramanlarından biri, ‘yapışkan otu gibi bir vergi tahsil-
darı’dır. SSCB zamanında, kimi topraklar bir süre, sovhoz ve kolhoz
kapsamı dışında dışında bırakılmış, bu özel toprakların hasılatından ver-
gi alınmıştı. Bu tür vergiyi toplamaya memur edilen görevlilere “pina-
gint” denirmiş. Kasımbekov’un roman kahramanı olan pinagint (ya da
tahsildar), öyle acımasızmış ki, vergiyi fazlasıyla bile yatırsan elinden
kurtulamıyormuşsun.
Kasımbekov’un en önemli eserlerinden biri olan Sınğan Kılıç adlı
tarihi romanına bir göz atalım şimdi de. Kokant Hanı Kudayar Han’ın
dayısı Dombu, beş tütünlük (çadırlık) Noygut Uruğu’nu tehdit etmekte
beş at’ı vergi olarak istemektedir. Noygut Uruğu’nun ne halde olduğu-
nu, Yazar, şu satırlarla anlatıyor: “ (...) Yerlerde sürünen bu yoksullar-
dan öteki vergilerden başka, beş çadırdan beş at’ı vergi olarak almak!
Kim buna karşı gelebilir? Ancak elde olmadıktan sonra ne yapacaksın?
Korkutmak, bağırıp çağırmakla bir sonuç alınabilir miydi? Bütün oba-
lardan alınması kararlaştırılan bu vergiler için biri avda vurduğu pahalı
derileri satıyor, bir kısmı canını dişine takıp gece-gündüz çalışıyor; bir
kısmı varını yoğunu, evdeki yemek yediği son tabağına dek yok paha-
sına elden çıkarıyor, bunlarla at alıp bu atları karşılarına çıkan vergici-
lere veriyorlardı.”
fiAN VERGILER
60 / EDEBIYATLAfiA
ğiniz kadar balığı, sepeti sepeti suya daldırıp doldurarak size canlı ve-
rir”. Hikmet Ilgaz’ın mültezimlere dair yazdıkları bu kadar değil. Ro-
man kahramanı öğretmenin kızı Münire ile Münire’nin emanet edildi-
ği Hacı Osman Efendi, 1915 yılındaki ermeni isyanı ve düşman işgali
sonrasında, önce Van’dan Bitlis’e, daha sonra da Bitlis’ten Anadolu iç-
lerine doğru göç ederken, yolları Batman-Garzan dolaylarında bir yere
düşer. Batman Çayı’nın geçmek zorundadırlar. Çay üzerinde bir köprü
vardır ama köprüye giden yol tahrip olmuştur: Çay’a varan bir yolun so-
nunda ise köprü bulunmamaktadır. Vilayet yetkilileri bu durumdan hiç
de müşteki değillerdir, buradan ilkel araçlarla yapılan yolcu ve yük ge-
çiş hakkını mültezimlere satmış, yan gelip yatmışlardır. Bu geçiş hakkı
bağlamında, Hikmet Ilgaz şunları yazmaktadır: “Bu iltizam ne kadar pa-
halı satılırsa vilayet o derece memnun kalmakta ve bittabi mültezimler
de ashabı hayırdan olmadıklarından bu parayı çıkarmak için halkı o kadar
tazyik etme hakkını kazanmakta idiler. Yani istibdat devrinde Garzan
Beyleri’nin yolculardan güya rızayı tarafeyn ile aldıkları haraç, devri
meşrutiyette şekli resmiyetle bezenerek yetmiş kilometre sola kaymış
ve Batman Çayı’na intikal etmişti. Kervan su kenarına dayandığı zaman
nehirdeki kayığı işleten kürt gemiciler büyük bir telaş içinde idiler. Çün-
kü son günlerde su birdenbire azalmağa başlamış ve bazı yerlerde hay-
vanla veya yaya olarak geçilecek kadar sığlaşmıştı. Kazancın bu kısmı-
nın kaçmasına sebebiyet verecek bu hale mani olmak için baş mültezim,
gemicileri toplayarak kazma ve kürekle sığlaşan yerleri kazmağa gitti.
Birkaç saat uğraştıktan sonra sırılsıklam geri döndüler.
-Artık deve bile geçemez, diye seviniyorlardı.
Osman Efendi mültezime hiç olmassa bu fakir muhacirler geçtik-
ten sonra dereyi kazsalar daha iyi edeceklerini söyleyince adam kızdı:
-Beyim bu sene geçit hakkını almak için tam iki yüz seksen made-
nî saydım. Buna mukabil işte kazancım diyerek bir torba açtı. İçinde
büyükçe bir tomar kağıt vardı. Bunlar resmi nakliyatın harpten sonra
ödenecek makbuzları idi. Birkaç tanesinin üzerindeki rakamlara baktı.
O kadar büyük bir yekun tutyordu ki, bu paralar ile Batman Çayı’na al-
tın değil ama ayakları gümüşten bir köprü yaptırmak kabil olup olma-
yacağını düşünmekten kendini alamadı.
(...) Nakil ücreti peşin olarak alındığı için muhacirlerden de kayı-
ğa gitmeden evvel para toplamağa kalktılar. Tarife götürü olduğu için
fiAN VERGILER
64 / EDEBIYATLAfiA
GERDEK VE VERGİ
En güzel romanlarından biri olan ‘Kavak Yelleri’ inde Reşat Nuri
Güntekin, Endülüs Halifelerinden biri hakkında anlatılan bir kıssa ile
67
(...) Haber ağır geldi. Başını ellerinin arasına aldı ve bir süre ken-
dinden geçercesine boşluğa bıraktı. Birkaç dakikada bütün hayatını ye-
niden yaşamış ve tabiatın sert hükmüne uymaktan başka çâresi olma-
dığını görmüş ve sabırlı bir katlanışla irkilmişti. Gözlerinde kor gibi
yaşlar vardı. O anda çılgına döndü... Babası Hikmet Bey, hekimlerin
yanlış müdahalesiyle hayata veda etmek üzereydi.
Hikmet Bey’in hayatında saadet duygusu yoktu. Ömrünün hiç bir
safhasında mesut olmadığını söyler, tâlihin kendisine bahşettiği bütün
nimetleri hoyrat ve sorumsuz şekilde ziyan ettiğini ifade etmekten çe-
kinmezdi. Celile’yi bu yüzden kaybetmişti. Mevkiler, makamlar aya-
ğının altına serilmiş, ama o bunların hiçbirinin hakkını veren ciddiyet
ve ısrar içinde işine sarılmamıştı. Süreyya Sineması’nın muhasebesin-
de, küçük bir memuriyette evinin nafakasını çıkarmaya çalışıyordu. Sü-
reyya Paşa paraya düşkündü ve her gün sinemaya gelip hasılatın hesa-
bını yapıp parayı tahsil ediyordu. Telaşlı bir adamdı ve etrafındakileri de
telaşa vererek yok yere kırıcı oluyordu.
Nazım koşarak eve gitti. Gördüğü manzaradan ürktü. Süreyya Pa-
şa, Hikmet Bey’in başına dikilmiş elinde kağıt kalem, sinemanın hası-
latını hesaplıyor ve parmak uçlarını ıslatarak banknotları sayıyordu.
Hikmet Bey ateşler içindeydi.
(...) Nazım, gördüğü manzarayı unutmadı ve Hikmet Bey, Na-
zım’ın kollarında çırpınarak can verirken Süreyya Paşa hâlâ sinema ha-
sılatının hesaplanması için Hikmet Bey’in başucunda kendisine gelme-
sini bekliyordu.
Ertuğrul Muhsin’in kendinden istediği yeni oyunun konusu ve ça-
tısı artık kafasındaydı. Birkaç gün içinde repliklerini yazark oyunu ve-
rebileceğini düşündü. Eve dönerken adını da koydu: Bir Ölü Evi.”
ama aklanıyor bir süre sonra ve bu görevi on yıl yapıyor. 1605’te Don
Kişot’u yayımlayan Yazar’ın, başından geçenlerin -gezgin vergi me-
murluğu da dahil-, bu eserine esin kaynağı olduğu muhakkak.
ketum olmakla vazife yapacağını mı sanırsan? Aha burda biz bize kal-
mışık. Dışarıda kar, afat. İçerde soğuk buz gibi. Böyle zamanda içini
açmayacaksın da ne zaman açacaksın?”
Söylesem kızacaklardı besbelli. Söylemesem böyle bir ortamda
daha fazla susmanın kârı olmayacak. “Bak Şeyhmuz dedim”. “Biz me-
muruz. Ne emredilirse onu yaparız. Yapmakla mükellefiz. Ben vergi
dairesinde memurum. Bize ihbarlar gelir bazen. Kimisi telefonla, ki-
misi yazılı. Sizin Sellidere köyü için de bir ihbar var elimizde.” “Ne ih-
barıdır ki” diye sordu şaşkınlıkla Şeyhmuz. “Köy yerinde bizim ne işi-
miz olur ihbarlık!” “Denildi ki sizin köyde bir kişi dükkan açmış. Ma-
liyeye kaydını yaptırtmamış. Tabii böyle bir işyeri yasal olarak işletile-
mez. Gidip bakacağım, var mı böyle bir dükkan.”
“Yahu ne dükkanı diysen Memur Bey” dedi şaşkınlıkla. Sonra
“haa şu mesele” dedi kesik kesik konuşarak: “Sen bizim Çulsuz
Memed’in ahırını diysen. Memur Bey orası dükkan değildir, ahırdır.
Çulsuz Memed namıs davasına iki adam öldürmüştür. On beş sene
mahpus yatıp çıkmıştır. Çıkınca köy yerinde avlak avlak dolanmaya
başlamıştır. İşi gücü, toprağı yoktur. Mahpusta aklına bir tuhaflık
gelmiştir. Sonunda köyün girişine eski tahta parçalarından teneke-
lerden mezbelelik bir yer yapmıştır. Üstünü naylonla kapattı. İçine
de bir kaç bisküvi, çay, şeker koydu. Köyde avlak avlak dolaşmak-
tan kurtulmak için gün boyu orada oturur. Sattığından ne olur ki, bir
cigara parası bile alamaz. Yahu memur bey! Allah aşkına dövlet
böyle şeylerle mi uğraşır? Türkiye’yi batıran, çalan, çırpan onca hır-
sız varken İstanbul’da, Angara’da, siz bizim Çulsuz Memed’in pe-
şine mi düşmüşsünüz? Tövbe, tövbe! Hangi puşt bizim Çulsuz’u
ihbar etmiştir acep?”
Arabada derin bir sessizlik oldu. Herkesin bana diş bilediği bel-
liydi. “Eyi ki misafirsen” dedi bohçalı adam. Diğerleri de başlarıyla
onu tasdik etti.
Gece sabaha kadar kar yağdı. Ertesi gece de. Daha sonra ki gece de.
(...) Gecenin soğuğu dayanılır gibi değildi. Hepimiz gittikçe hare-
ketsizleşmeye, manasız sözler sarfetmeye başlamıştık. Bedenimiz ya-
vaş yavaş bütün hassasiyetini kaybediyordu. Önceleri “hareket edelim,
sürekli konuşalım” diye birbirimizi canlı tutmaya çalışıyorduk ama za-
manla kimsenin konuşacak ve hareket edecek mecali kalmadı. Kimse-
fiAN VERGILER
80 / EDEBIYATLAfiA
-Hele düşünün şöyle bir parça anacığım dedi. Ölüye sanki yaşı-
yormuş gibi vergi verirken ananızdam emdiğiniz burnunuzdan geliyor.
Yaşlı kadın:
-Ah bundan söz etmeyin diye sözünü kesti. On beş gün önce yüz el-
li ruble fazla para ödedim. Vergi memurlarına üstelik rüşvet de verdim.
-Görüyorsunuz işte! Bakın düşünün taşının, artık vergi memuruna
rüşvet vermek zorunda kalmayacaksınız. Ben ödeyeceğim, bütün ver-
giler üzerime alıyorum, giderleriyle birlikte, anlaşma yapabiliriz.”
Yukarıdaki satırlar Rus Yazarı Nikolay Gogol’un ünlü eseri “Ölü
Canlar” romanından. Gogol bu romanında, 19 yüzyıl Rusyası’ndaki
toprak ve köle düzenini eleştirip yermektedir. Ölü Canlar’ın kahrama-
nı Çiçikov, kısa yoldan zengin olma peşine düşmüş bir düzenbazdır.
Rusya’da o yıllarda, 4 yılda bir nüfus sayımı yapılır, toprak sahipleri kö-
le başına vergi öderlerdi. Dört yıl içinde ölen kölelerin vergisi, bir son-
raki sayıma dek, bir tamam alınmaktaydı bu toprak sahiplerinden. Çi-
çikov, bu durumdan yararlanarak, çiftliklere uğramakta ölen köleleri
ölmemiş gibi satın almaktadır. Toprak sahipleri, ahmak sandıkları bu
adama peşin para ile ölü köle satmanın ve vergiden kurtulmanın keyfi-
ni yaşadursunlar, bu uyanık adam, çok sayıda can’a sahip olarak, “say-
gınlığını ve varsıllığını” doruğa çıkarmakta, böylece “Koruma Kuru-
mu”undan yüklü bir maddi destek koparmanın yolunu aramaktadır.
Ölü Canlar’ın ikinci cildini yakmıştır Gogol, bundan dolayı Çiçi-
kov’un serüveni yarım kalmıştır, ölü canları ne yaptığını bilmiyoruz.
İçten Pazarlıklı, Eski Bir Vergi Memuruymuş Çiçikov
Aslında eski bir vergi memurudur Çiçikov. Nasıl memur olduğu,
neler yapıp da vergi dairesi müdürlüğüne kadar yükselebildiği, Gogol
farkı ve tadıyla, şöyle anlatılıyor. Aradan yüzyılı aşkın bir zaman geç-
miş olmasına karşın, dairelerde de, memur ve amirlerde de sanki deği-
şen fazla bir şey yok gibi:
“Okuldan çıkınca dinlenmek bile istemedi, bir an önce işe girmek
için yanıp tutuşuyordu. Fakat parlak diplomalarına inat, vergi dairesi-
ne girmede bile hayli güçlük çekti; bir taşra köşesinde bile kayırma
vardı! Kendisine verilen iş yetersizdi: otuz hadi bilemedin kırk ruble
kadar yıllık ücret! Fakat canını dişine takarak çalışmaya ve bütün zor-
lukları yenmeye karar verdi. Her şeyden elini eteğini çekme, sabır, ola-
ğanüstü bir perhiz hüneri gösterdi. Sabahtan akşama dek düşünce ve
fiAN VERGILER
94 / EDEBIYATLAfiA
lı adama baba diyor, elini bile öpüyordu. Vergi dairesinde millet, düğü-
nün büyük perhizden önce, şubat sonunda yapılacağını düşünüyordu.
Meymenetsiz amir, Çiçikov’un iyiliği için kendi büyüklerinin eteğini
öpmeye başladı, çok geçmeden bizimki, başka bir dairenin müdürü ol-
du. Çiçikov amacına ulaşmıştı, çopur bunakla ilişkisini kesebilirdi ar-
tık. Usulca pılsını pırtısını topladı ve ertesi günden tezi yok başka bir ye-
re yerleşti. Bunağa baba demeyi, elini öpmeyi bıraktı; düğüne gelince,
artık söz açmaz oldu bundan. Ama ihtiyara her rastlayınca içtenlikle
elini sıkmaktan, onu çay içmeye çağırmaktan geri durmuyordu, öyle ki
adamcağız olanca duygusuzluğuna karşın başını birkaç kez sallayarak
‘vay alçak herif, oyun oynadı bana!’ diye homurdanıyordu.”
Atının Birinin Adı da Vergi Memuru
Ölü Canlar’ın Çiçikov’unun üç at koşulu bulunan bir de arabası
vardır. Atlardan birinin adı vergi memurudur: “Yolcu Çiçikov, Mani-
lov’un adamlarının o güzel karşılamalarından, arabacının, sağ yanda
yampiri koşulmuş ata tuhaf tuhaf sözler söylediğine dikkat etmiyordu.
Bu kurnaz at, arabayı çeker gibi yapıyordu. Oysa ötekiler, bir doru, sol-
daki hayvan, o saygıdeğer memurların birinden satın alındığı için, ‘ver-
gi memuru’ diye anılan kır bir at, alabildiğine çabalıyorlardı, zevk al-
dıkları gözlerinden okunuyordu.”
nist olarak bilinirdi. Günümüzde pek tanınmıyor. Tarihçiler onun iyi bir
Kemalist olduğunu düşünüyor’ diyen Liz Behmoaras, ‘Mazhar Os-
man’ kitabından sonra şimdi de ‘Bir Kimlik Arayışının Hikâyesi’ isim-
li biyografik romanında Moiz Kohen’in ilginç hayatını anlattı.”
31 Ocak 2005 tarihli Milliyet Gazetesi’nde, Liz Behmoaras’la
yaptığı röportaja bu cümlelerle başlayan Filiz Aygündüz, söyleşisinin
bir yerinde sözü, Tekinalp’in de varlık vergisi ödemesine getirerek “Bir
Kimlik Arayışı” adlı kitabın yazarına, bu olayı da anlattırıp yorumlattı-
rıyor:
“Milli ekonomiyle ilgili yazılar yazarken Varlık Vergisi’ne maruz
kalıyor. Evini satmak zorunda kalyor. Niye onu koruyan kimse çıkma-
dı, onca çalışmasından sonra?
Onu koruyanı, kollayanı çıkmıştır belki de biz bilmiyoruz. Varlık
Vergisi öylesine keyfi bir uygulamaydı ki, aksi takdirde belki varlıklı
olmamasına rağmen daha da büyük bir miktar tarh edilirdi ona; 60 ya-
şını geçmiş olmasına rağmen Aşkale’ye de yollanırdı.
İki kez aday olduğu CHP’yi, Varlık Vergisi söz konusu olunca,
gerçekten partiye duyduğu inanç yüzünden mi savundu?
Kitabımda da belirttim: Her şey iç içe, çıkar da var, ülkesine hiz-
met isteği de, inanç da... Mutlaka tavır alınacaksa hadi diyelim ki bu-
rada çıkar ağır basıyor çünkü hayatta en çok istediği şeylerden biri po-
litikaya atılmak.”
Hüseyin Perviz Pur, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’nin Borç
Prangası adlı eserinde, Tekinalp’in varlık vergisi borcunu ödemek için
evini sattığını, bu satışla ancak verginin bir bölümünü ödeyebildiği
için, Nice’ye yeğeninin yanına sığındığını yazıyor. Pur, daha acı bir ger-
çeği de yazmış, Tekinalp tam da o günler de “Türk Ruhu” adlı kitap
üzerinde çalışıyormuş.
“Daha baştan CHP arşivinin tarih boyunca iki kez talan edildiği
gerçeğiyle yüzyüze geldim. Talanlardan ilki, Demokrat Parti tarafından
1953’te yapılmıştı. Kaybolan tutanaklar, Türkiye tarihi açısından büyük
önem taşıyordu, çünkü CHP’nin tek parti olduğu döneme aitti. Bu ara-
da, şunu da belirteyim ki, Demokrat Parti’nin arşivini de 27 Mayısçı-
lar yok etmişti! CHP arşivi peşinde oradan oraya koşturdum, yıllar
sonra Devlet Arşivleri’ne gönderilmiş, henüz tasnifi tamamlanmamış
belgeler arasında çabaladım durdum. Varlık Vergisi tartışmalarının ol-
duğu tutanakları bulamadım.
CHP ile ilgili kayıp belgelerin peşine düşmemi sağlayan, Sal-
kım Hanımın Taneleri filmiyle ilgili tartışmalar oldu. Varlık Vergisi
yeniden gündeme gelince anlaşıldı ki, tarihte bir nokta hep karanlık
kalmıştı. O da vergiyle ilgili olarak CHP Meclis Grubunda yapılan
tartışmalardı.
Varlık Vergisi’nin 11 Kasım 1942’de TBMM Genel Kurulu’ndan
önce CHP Meclis Grubu’nda görüşülmesinin ‘‘birçok münakaşaya yol
açtığı’’, hatta bir grup milletvekilinin yasaya karşı çıktığı biliniyordu.
Ama gizli olarak yapılan CHP Meclis grubu toplantısının tutanakları or-
tada yoktu.
Gerek dönemin İstanbul Defterdarı Faik Ökte’nin, gerekse gaze-
teci Rıdvan Akar’ın Varlık Vergisi ile ilgili kitaplarında CHP Grup gö-
rüşmelerinin tutanaklarının gizli kaldığı yazılıyordu.
Ben de bu tutanakları aramaya koyuldum.
Daha başlarken, CHP arşivinin tarih boyunca iki kez talan edildi-
ği gerçeğiyle yüzyüze geldim. İlk olarak Demokrat Parti iktidarı
1953’de CHP’nin malvarlığıyla birlikte arşivine de el koymuştu. İkin-
ci talan da 12 Eylül 1980 döneminde yaşanmış, partiler kapatılınca, di-
ğer partilerin arşiviyle birlikte CHP’nin arşivi de toplanıp SEKA’ya
gönderilerek hamur yapılmıştı! O dönemde sadece TBMM’deki CHP
Grup odalarında bulunan kimi belgeler kurtulabilmişti. O da TBMM
yöneticilerinin kimi CHP’lilere, odalarındaki kişisel eşyalarını alma iz-
ni vermeleri sayesinde...
Asıl peşine düşmem gereken, CHP arşivinin 1953’te DP’nin el
koyduğu ve tek parti dönemini de içeren bölümüydü. CHP Genel Baş-
kanı Deniz Baykal ile görüştüm. Maalesef CHP, kendi arşivine sahip
değildi; bu konudaki bütün çabaları sonuçsuz kalmıştı.
fiAN VERGILER
108 / EDEBIYATLAfiA
BAC VE EDEBİYAT
Bac (ya da Baç), ortaçağ İslam Devletleri ve Osmanlılar’nın aldı-
ğı pazar ve gümrük vergisine denmektedir. Horasan’dan Balkanlar’a
kadar uzanan değişik bölgelerde kapsamı, oranı ve türleri bakımından
farklı biçimde uygulanmıştır.
Önceleri uyruklarının hükümdara vermeleri gereken para ve ar-
mağana baj (Farsça) denirdi. 13’üncü yüzyılda tekalif-i örfiye türün-
den bir vergi oldu. Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süley-
man’ın kanunnamelerinde “bac-ı pazar” bir alış-veriş vergisi olarak
sayılmıştır. Pazara getirilen canlı hayvanlardan “bac-ı ağnam” (rü-
sumlarla ilgili bölümde söz etmiştik) ve “bac-ı kırtıl” alınması uygul-
masına da geçilmiştir. Ayrıca, başta dokuma olmak üzere birçok
maldan “bac-ı tamga”, satışa sunulan tahıldan “bac-ı kil”, pazar ve
panayırlara giren yolculardan “bac-ı revandegân”, transit taşımacı-
lıkta “bac-ı ubur”, ülke dışına çıkan mallardan da “bac-ı niyadet”
alınmaktaydı.
fiAN VERGILER
110 / EDEBIYATLAfiA
“Budunumuzun geçmişi
Başımıza taç görünür.
Gün gelir ki acun bize
fiAN VERGILER
112 / EDEBIYATLAfiA
Ve Deli Dumrul
Bac’dan söz edilir de Dede Korkut hikâyelerinin Deli Dumrul’u
unutulur mu? Ondan da söz edelim. Asıl adı “Duha Koca Oğlu Deli
Dumrul Destanı” olan bu öykünün, köprü ile ilgili olan bölümünü ye-
niden hatırlamakta yarar var: “Meğer hanım, Oğuz’da Duha Koca oğ-
lu Deli Dumrul derlerdi bir er var idi. Bir kuru çayın üzerine bir köprü
yaptırtmış idi. Geçeninden otuz üç akçe alırdı, geçmeyeninden döve
döve kırk akçe alırdı. Bunu niçin böyle ederdi? Onun için ki, benden
deli, benden güçlü er var mıdır ki çıksın benimle savaşsın der; iki, be-
nim erliğim , bahadırlığım, yiğitliğim Rum’a, Şam’a gitsin, ün salsın
der idi.”
kes dikkat kesilmiş. O ‘Aziz arkadaşlar’ diyor, ‘size karşı bir kusuru-
muzu meydana koyacağız. Bizim sizden gizli tuttuğumuz ve böyle ka-
ra gün için gözbebeğimiz gibi sakladığımız bir ihtiyat akçemiz daha
vardır. İşte bu hazır para bizi bugünkü sıkıntılı vaziyetten tamamen kur-
taracaktır!’ O zaman herkesin yüzü gülüyor, gönlü ferahlıyor, eller çır-
pılıyor, bir alkış tufanı kopuyor: ‘ilâhi var ol Fahim Bey!’, artık bu ka-
darını Kalavasi Efendi bile düşünemezdi!’ âvazeleri duyuluyor. İnsanın
gözlerini yaşartacak bir manzara! Fahim bey’in o umumi sevince şim-
diden iştirak ederek ve o gururu şimdiden duyarak bu küçük defter
karşısında o müstakbel zafer için şimdiden gözlerinin yaşarmış olaca-
ğına hiç şüphe etmiyordum”
Defter-i Kebir Deliliği
Hayalleri ve hayallerinin belgeleri iş açar Fahim Bey’in başına.
Yakın bir akrabası, Fahim Bey’in garip hallerini haberler eşi Saffet Ha-
nım’a. Ve sonra:
“Fakat o izansız, münasebetsiz ve beceriksiz adamı heyecandan
uçuk bir beniz ve kısık bir sesle, bir felaket çehresiyle, öğrendiği bu
gizli şeyleri ve onlardan edindiği şüpheleri Saffet Hanım’a anlatınca
biçare kadının zayıf muhakemesi büsbütün altüst olmuş. Hele ‘defteri
kebir’ tâbiri onu pek ziyâde ürkütmüş. O, bu terkibi duyar duymaz,
içindeki kebir kelimesinden kocasının ne büyük haltlar etmiş olduğu
mânasını çıkarmış ve zavallı Fahim Bey’in yakında aklını kaybetmesin-
den korkmaya başlamış.
(...) Hülâsa, cemiyet, Fahim Bey’e yalnız başına bir odaya kapa-
narak, müteaddit muavin defterlerle bir defteri kebire muhayyel birta-
kım kâr rakamlarını sıralamasını bir türlü affetmiyordu. Onun yaptığı
ortada daha hiçbir kâr yokken var olduğu iddiası gibi hilenin aksine bir
iş olduğu halde bu yaptığı şey muhayyilelerde âdeta bir nevi hileli if-
las mânasına geliyordu.”
lar maaş ödeyecekmiş! Aferin sendika! Helal olsun sana Fidel! Herkes
buna çocukça sevindi.
-Harcamam ben o parayı, çerçevelettirip duvara asıcam! dedi Nec-
mi.”
Bu onbeş dolar ödenmiş mi? Hayır. Sebebini de yine Ferhan Şen-
soy’dan öğrenelim:
“Otel kapısından Güner giriyor, resepsiyondaki Deborrah’la bir
şeyler konuşuyor, barın önündeki gürültülü konserin içiden geçip lo-
kantaya ulaşıyor, oturuyor masama.
-Şu bizim onbeş dolar maaşları ne zaman ödeyecekler Güner?
-Maalesef o paraları alamayacakmışız ağbi.
-Neden?
-O para bizden vergi olarak kesiliyormuş!
-Para ülkeden çıkmıyor yani!
-Ayıp ettin be Fidel, çerçevelettirecektik biz onbeş doları. Görüşe-
bilseydik örneğin, bunu söylerdim ona.”
Ferhan Şensoy’un Küba’daki vergi uygulamalarına dair tesbitleri
bu kadarla kalmıyor. Bir de kollektivizmden müstesna olan talihliler-
den alınan vergiler var, bunların öyküsü de şöyle:
“Küba’da çok güzel ve iyi döşenmiş evler, köşkler gördüğümü,
oralarda kimlerin yaşadığını soruyorum. Devrim sırasında kimi varlık-
lılar Fidel’i desteklemişler ve kaçmamışlar. Fidel’e işimize ve varlığı-
mıza dokunmazsan burada kalırız, yoksa alır paramızı gideriz demişler
devrimden sonra. Fidel onların varlıklarına dokunmamış, işlerini sür-
dürüyor ve devlete yüklü vergi ödüyorlarmış”
MEZARLIK MUHASEBECİLİĞİ
Sarıkamış Harekâtı sebebiyle Van’daki askeri birliklerimiz, kuzey-
doğu Anadolu ve İran’a kaydırılır. Şehir zayıf ve savunmasız kalır. Bu
durumdan yararlanan silahlı yerli ermeniler, isyan ederek katliama gi-
rişir, şehrin önemli bir bölümünü denetimleri altına alırlar. Valilik, eli
silah tutan askerlik çağı geçmiş kimselerle Van’ı savunmaya çalışır.
Bütün umut, İran’dan gelecek bir jandarma birliğindedir. Bu durumu
haber alan ermeniler, Türk askeri kıyafeti giyerek, bando eşliğinde
Türklerin hâkim olduğu bölgeye girerler. Halk sevinçle evlerinden dı-
şarı fırlayarak orduyu karşılamaya çıkar. İşte tam bu sırada olanlar olur,
Türk askeri kılığındaki ermeniler halka ansızın ateş ederek çok sayıda
kişiyi katlederler. Van Valisi, durumu görüşmek üzere vilayet binasın-
da yaptığı toplantıda, sıkı yönetim ilan ettiğini, halkın artık evlerinden
dışarı çıkamayacaklarını belirtir ve sözlerini şöyle sürdürür: “Bu daki-
kadan itibaren Van şehri halkını, cephede bilfiil hizmet görenler hariç
olmak üzere haneleri içine hapsediyorum. Hepsi emri âhire kadar kış-
labenddir. Zira bunlar uzaktan bir davul sesi işittikleri zaman düğün
var diye sokaklara dökülmeye alışacak olurlarsa bize burada mezarlık
muhasebeciliğinden başka iş kalmaz.”
GÜZELLİK VERGİSİ
Bestekâr: Hamdi Tokay, makam: hicâz (Türk Aksağı). Bu şarkının
sözleri kime aittir, tesbit edemedik, gelgelelim, bu güftekâr, sevgilisin-
den güzellik vergisi istemekte. Vermesi ve alması en kolay ve en zor
vergi...
“Geldim ekin biçmeye daldım güzel seçmeye
Neyim varsa verirdim elinden su içmeye
Kırlar çiçek sergisi sensin gönül nergisi
Tanrım seni korusun ver güzellik vergisi”
SeneSarfiyatGelir
1824 8.000.000 lira420.000 lira
1825 17.000.000 lira315.000 lira
1828 17.000.000 lira440.000 lira
1830 21.000.000 lira569.000 lira
1840 28.000.000 lira922.000 lira
saldılar. Herkes vergisini getirdi. Bir sıra odun,bir sıra kömür olmak
üzere dağın böğründeki çatlağa dizdiler. Dağın tepesine ve öteki yanla-
rına da odun,kömür yığdıktan sonra deriden yetmiş körük yapıp yetmiş
yere kurdular. Ateşleyip hepsini birden körüklediler. Tanrının gücü ile
demir eriyip bir deve geçecek kadar bir yol açıldı. O ayı, o günü,o saa-
ti belleyip dışarı çıktılar. İşte o gün Moğollarca bayram sayıldı. Ergene-
kondan çıktıkları zaman Moğolların padişahı Kayan (Kıyan) neslinden
Börte Çine idi. Bütün boylara elçiler göndererek Ergenekondan çıkıp
geldiğini bildirdi. Boyların kimi sevindi,kimi yerindi.“
kümdarı katına kabul etmedi. Bögü Kağan yapılan törenden sonra hü-
kümdarlara, kendi ülkelerine dönmelerini ve kendi bölgelerini yönet-
melerini buyurdu. Bu hükümdarların Bögü Kağan’a ne kadar vergi ve-
recekleri de ayrıca bir toplantı ile karar altına alındı. Artık yeryüzü zapt
edilmiş, Bögü Kağan’ın karşısında duracak kimse kalmamıştı. Bögü
Kagan geri dönmeğe karar verdi, yurduna geldi.”
ğer vergisinin mucidi Batı ülkelerinin bugüne kadar neler çektiğini bir
bilseniz, onlara küfretmekten vaz geçer, hatta acırsınız. Mesela... Me-
sela size feodal Avrupa’da geçerli (ve çatır çatır uygulanan) bir iki
“vergi” sayayım isterseniz, ki halinize şükredin. İşte feodal beylerin
“sahip olduğu haklar” :
ÇATI HAKKI : Ortaçağ’da senyörler, toprakları üzerinde yaşayan
insanların toprağının da evinin de gerçek sahibi sayılırdı. Bu sıfatla,
yanlarında palalı kılıçlı çelik zırhlı arkadaşlarıyla, istedikleri evin kapı-
sını açıp girebilir, istediklerini yer, içer, canlarının istediği kadar evde
yaşarlardı.
MARKET (?) HAKKI : Bu arada, evin kadınını ve kızını da iste-
dikleri gibi “tasarruf” edebilirlerdi. Sadece kendileri değil tabii, yanla-
rında getirdikleri arkadaşlarına da ikram ederlerdi... (Ayrıca, Mel Gib-
son’ın Cesur Yürek filminden hatırlarsınız, bir “hak” daha vardır, iğ-
renç... Adını unuttum, hani “evlenecek kız önce beyin koynuna girer”
kuralı...)
ALMA HAKKI : Senyör, kullarına ait herşeyin gerçek sahibiydi.
Hayatını devam ettirmek için ihtiyacı olan bir iki “temel ihtiyaç mad-
desi” dışında (şu kadar baş sığır ve çiftçinin ... karısı da bu kategoriye
giriyordu), feodal bey köylünün her malına el koyabiliyordu. Tabi-
i ki Ortaçağ’da köylülerin, kasabalıların bu keyfî uygulamaya karşı de-
mokratik haklarını kullanma, senyöre “Vermiyorum lan!” deme hakla-
rı vardı. Bu hakkını kullananlar idam edilir, karısına, kızına, evine bar-
kına el konurdu. Ama en azından itiraz etme hakları vardı.
(Şaka bir yana, Osmanlılar’ın iki vergisi var ki, koydukları ad ma-
nidar, muhteşem. Biri, köyünü terk edip, şehre yerleşenlere uygulanan
bir vergi. Keşke kalkmasaydı, dediğimiz bir vergi. Adı, ÇİTBOZAN
(çift bozan, olacak C.G) İkinci vergi daha dramatik bir isim taşıyor. Pa-
dişahın savaş sebebiyle parasız kaldığında, kullarına dönüp yardım is-
tediği, istisna-
î bir vergi. Adı o kadar manidar ki, böyle bir vergi salan padişaha ha-
yır demek ne mümkün : İMDADİYE.)
Bu arada, sigaradan vergi kesiyorlar, içkiden, ekmekten, benzin-
den, telefondan... herşeyden vergi kesiyorlar, diye de şikayet etmeyin.
Tarihte beteri var. Mesela? Mesela, yine örnek aldığımız ve hedef seç-
tiğimiz Avrupa’dan birkaç örnek. Vergi sistemini bizim Doğu icat et-
153
miş olsa da (bilinen ilk vergi zamanımızdan 6 bin yıl önce Eski Mısır
ve Mezopotamya’da tahakkuk ettirilmiştir) bu konuda Batı çok yaratı-
cı olmuştur.
PERUKADAN, SAKALDAN, BACADAN... Krallar, prensler
nelerden vergi almamıştır ki? Evde beslenen köpekten, keçilerden,
öküz arabasından, tabii topraktan, kuru odundan, tekrar evlenen dul ka-
dınlardan (İspanya, 14.yüzyıl), ekinden, vaftiz edilen çocuklardan,
öküz arabalarının tekerlek izinden (vallahi!), tabii tuzdan, perukalardan
(Venedik, 15.yy), biradan, hatta... piçlerden! Daha yakın zamana gel,
diyeceksiniz... Değişen bir şey yok. 18.yy’da Prusya Kralı 2.Frederick
çizmelerden vergi alınmasını emretmişti. Rus çarları (ustura imalatha-
nelerinden rüşvet aldıkları iddialarına kulak asmadan) sakallılardan
özel bir vergi tahsil etmişlerdi. Aynı tarihte, Polonyalılar, “Baca vergi-
si” ödememek için evlerinin bacalarını yıktırmış, zamanın gazeteleri bi-
zim şofben kurbanları misali, dumandan boğulup telef olan ailelerin
haberleriyle dolmuştu.
Vergi almanın daha “kesin” yolları da vardı tabii ki tarihti. Halimi-
ze şükretmeye devam ediyoruz...
1180 yılında Philippe Auguste binlerce Yahudi’yi zindana attır-
mış, hediyesi kelle başına 15 bin lira fidye-vergiyle parası olanları
salıvermiş, diğerlerini ölüme terk etmişti. Fransızlar bu “geçici ver-
giyi” çok sevdiler. Müteakip yüzyılda Güzel Phillipe, dedesinin
kovduğu Yahudiler’in evlerine dönmesine izin vererek büyük bir in-
sanlık yaptı. (Batı’nın “Aziz Louis” adını verdiği ırkçı 9.Louis - Ya-
hudiler’in göğsüne sarı yıldız takma fikrinin babasıdır bu aziz !!! -
“madem fidye ödeyecek paranız yok, ne işiniz var benim toprakla-
rımda” diye Yahudiler’i sürmüştü.) Yahudiler’in Fransa’ya dönme-
sine izin verirken de... “Mutlu olay için bağış” adı altında, sadece is-
teyenlerin ödediği, istemeyenlerin ateşe atıldığı bir vergi koydu. (İl-
kokullara kayıt sırasında alınan “gönüllü bağış” var ya, belki de bu
Mutlu Olay İçin Bağış’tan esinlenmiştir...”
İDRAR VERGİSİ
Mine Kırıkkanat’ın 5.11.2005 tarihli Vatan Gazatesi’nde yazdığı
yazısı, hem iyi bir gülmece örneği, hem de Roma Vergi Tarihi’ne dair
ilginç bir örnek:
fiAN VERGILER
154 / EDEBIYATLAfiA
bulunan eski altın sikkeleri geçersiz sayıp toplatmış, yerine kendi kes-
tirdiği, üstlerinde maymun resmi bulunan altın sikkeleri vermiş. Ne ki,
bu değişim halkın aleyhine olmuş, eski sikkelerden daha fazla verip,
maymunlu bir sikke alan halk, dolaylı bir maymun vergisi ödemiş.
AKIL VERGİSİ
Dostlarından biri, Fransız kralı 15. Lui’ye:
- Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç
kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi se-
ve seve öder. Kral, alaylı alaylı gülerek:
- Gerçekten ilginç bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza karşı-
lık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum.
fiAN VERGILER
160 / EDEBIYATLAfiA
EŞEKLERDEN ÖTV...
Ankara Sanayi Odası Başkanı Sinan Aygün, 25.4.2005 tarihinde
basına verdiği bir demeçle, eşeklerden de Özel Tüketim Vergisi alın-
masını istedi. Maliye Bakanlığı’nın binek araçlardan alınan Özel Tüke-
tim Vergisi’ni sık sık yaptığı gibi yine artırma hazırlığında olduğuna dik-
kat çeken Aygün şöyle dedi: “Madem yürüyen herşeyden vergi alacak-
lar, atları ve eşekleri de vergi kapsamına alsınlar. Onlar da binek değil
mi? Sapa, samana, arpaya da benzinden alınan ÖTV konsun. Hatta yü-
rüme vergisi de alınsın.”
“Bir tanesi işte gene gitmiş yol vergisi için çalışmaya. Adamın ka-
rısı da doğuracak altıncı çocuğu. Altı çocuk olunca vergiden muaf, ça-
lışmasına gerek yok. O getmiş neyse orda çalışmış, elleri böyle nasır
olmuş, balyozulan daş kıra kıra. Köyden sabahtan çıkarmış adamlar.
Yine bir gün azık getiren bekçiyi görmüş adam, sormuş, ‘Lan n’oldu,
daha bizim hanım doğurmadı mı, benim ellerim acıdı” diye. O bağırır-
mış, ‘Doğurmadı daha işte, doğurmadı, ne yapıyım’ filan derkene, üç
beş gün sonra hanımı doğurmuş. Gine tekrar bağırmış ordan. ‘N’oldu,
bi oğlun oldu’ demiş, ‘doğurdu hanımın’ demiş. Efendim öyle deyince,
adamın elleri patlamış, balyozu vura vura. Ordan kapağı atıyor, gidiyor
kazaya adam öyle üstünün başının çamuruylan, tozuylan toprağıylan,
elleri o vaziyette, doğru nüfus memurluğuna giriyor, memur bakıyor
adama, ‘N’oldu yahu’ diyor, adam da iri yarı, babayiğit biri. ‘Efendi şu
ellerime bak, bizim karı doğurmuş, altıncı çocuk oldu’ demiş. Altı ço-
cuk olduğunun belgesini götürmüş de kurtulmuş çalışmaktan.”
ten 6’şar milyon lira “Asfalt Vergisi” almış, Alanya’nın ANAP’lı Bele-
diye Başkanı Hasan Sipahioğlu. Hatta bu vergi türü burada kurumsal
hale de getirilmeye çalışılmış. Ve Emlak Vergisi beyannamesinin bin-
de birine tekabül eden miktar her yıl asfalt vergisi olarak alınacak!”
BİT VERGİSİ
Bu “BİT”; ne KİT’lerin kardeşi olan “BİT”dir (Belediye İktisadi
Teşekküleri), ne de o kanımızı emen vücut paraziti... Belediye Bit’le-
rinden bit vergisi değil, bildiğimiz KDV ve Kurumlar gibi vergiler alı-
nıyor. “Pire it’te, bit yiğit’te bulunur” deseler de eskiler, bu yiğitliğin
insana bir yararı ve kâr’ı yok ki, vergi alınsın. Bu Bit, Bilgi İşlem Tica-
reti’nin kısaltılmışı. İnternet teknolojisi ile birlikte, bütün dünyanın ya-
rarlandığı sınır tanımaz bir e-ticaret uygulanmaya ve yaygınlaşmaya
başladı. İnternet aracılığı ile görüyorsunuz alacağınız malınızı, sözleş-
meyi bu ağ aracılığı ile yapıyor, internet bankacılığı ya da kredi kartınız-
la ödemeyi yapıyorsunuz. Trilyonlarca dolar hergün bu şekilde yer ve
el değiştiriyor. Şimdi dünya bu e-ticaretin nasıl vergilendirileceğini
tartışıyor ve bir BİT vergisi alınsın mı, sorusuna cevap arıyor. Ülkemiz-
165
DAYAK VERGİSİ
Bir traji-komik olay da İsveç’ten... Aşağıdaki gazete haberine ba-
kılırsa İsveç’te tüm erkeklere kollektif vergi cezası geliyor: “İskandi-
nav demokrasi modelinin öncü ülkesi İsveç, kadın-erkek cephelerini
epey karıştıracak bir öneriyi tartışıyor. Ülkenin üçüncü büyük partisi
olan Sol Parti’nin Feminist Kadınlar Konseyi, erkeklerin kadınlara yö-
177
lir. Yapılan satışlar için gerçekten de fatura veya perakende satış fişi
düzenlenmesi zorunludur. Otomatlarla yapılan satışlar için de belge
düzenlenmesi gerektiği açıktır. Ancak mevzuatımızda bu konuya ilişkin
özel bir düzenleme bulunmadığından, bu belgenin nasıl ve ne zaman
düzenleneceği konusu belirsizdir. Makineye ürün yüklenirken belge
düzenlenmesi düşünülebilir. Ancak makineyi müşteri gibi gören, satış
yapılmadan belge düzenlemeyi öngören bu anlayışa katılamıyoruz.
Bizce en makul yaklaşım, belli periyotlarla satılan ürünlerin tespit edil-
mesi ve bunların ‘muhtelif müşteriler’ açıklaması ile faturaya bağlan-
masıdır. Aslında en güzeli bu otomatlara küçük bir yazar kasa konulma-
sıdır.”
MALİYECİ, AL ELİMİ!
Uçurumdan aşağı yuvarlanmış maliyeci. Tam gaz aşağı giderken,
bir ağaç çıkmış yoluna. Ağaca tutunup fren yapmış. Düşmekten kurtul-
muş ama yukarı nasıl çıkacak? Komşuları, yakınları, koşup gelmişler.
Uçurumdan sarkıp, maliyeciye uzatıyorlar ellerini:
-Ver elini!.. Elimi tut!...
Bir türlü elini vermiyormuş maliyeci.
-Yahu bak, gücün tükenecek sonunda, uçurumun dibini boylaya-
caksın, ver şu elini de yukarı çekelim seni.
Iııh! Ölüyor da vermiyor elini maliyeci.
Tam bu sırada, bir adam geliyor, elini uzatıyor aşağıya ve “Mali-
yeci, al elimi” der demez, yapışıyor adamın eline maliyeci. Çekiyorlar
yukarı, vermeye değil, almaya alışmış maliyeci’yi.
runu ortaya çıkacak ve bu konuda yeni çıkan 306 nolu VUK tebliği ge-
reği inceleme elemanının ‘‘kanaati’’ önem kazanacaktır. Tam tersi ise
‘‘müşteri’’nin çeşitli nedenlerle belgeyi bir başka isim adına düzenlet-
mesi durumunda ‘‘serbest meslek sahibi’’ naylon belge düzenleyen ki-
şi konumunda kalıp, hapis cezası ile cezalandırılması da bir mesleki
‘‘risk’’ doğurmaktadır.”
- Ay taşı, may taşı... Belli değere kadar olan mallar yolcu berabe-
rinde getirilebilir. Bunun üstünde değerde olanlar gümrük vergisine ta-
bidir. Amerikalı görevli şaşkın:
- İyi de, demiş, biz bu taşı Türkiye’de bırakmayacağız ki, üç gün
burada sergileyip başka ülkeye götüreceğiz.
- Hımmm... O zaman geçici kabul işlemi yapacağız, demiş güm-
rükçü...
Muayene edilecek ya, paket açılmış. Fanus içinde ceviz büyüklü-
ğünde ay taşı görünmüş. Gümrükçü incelemiş:
- Şimdi geçici kabul mevzuatı gereği, malın değeri üzerinden
gümrük vergisi ödeyeceksiniz. Buna karşılık size makbuz keseceğim.
Üç gün sonra taşı çıkarırken makbuzu verir paranızı geri alırsınız...
Çaresiz ‘Peki’ demiş Amerikalı görevli, sıkıntıyla cüzdanına davranıp
‘Ne kadar ödeyeceğiz’ diye sormuş, ama cevapla irkilmiş:
- Siz bana malın değerini söyleyeceksiniz ki, ben de vergisini he-
saplayayım.
- Astronotların getirdiği ay taşı... Ben nasıl değer biçeyim ki?.. di-
ye boyun bükmüş Amerikalı
- Mevzuat!...Diye dayatmış bizimki.
Tartışma başlamış, Amerikalı, taşın bir maliyetinin olmadığını ka-
nıtlamak için izahatta bulunmaya başlamış:
-Bu taşın da getirildiği yerde, yani ay’da hiçbir değeri yoktu. Do-
layısıyla Ankara’da da yoktur.
Yutar mı bizim gümrükçü:
-Ay’daki değeri sıfır olabilir, ama sizi bunu bir araçla taşıdınız, en
azından nakliye bedeli biner üstüne...
Amerikalı bakmış ki ‘ay taşı’nın nakliye bedelini hesaplamaya
kalkışsa, işin içine NASA’nın onca yıllık çalışması, kurulan uzay üssü,
Apollo’nun uçuş masrafları toplanacak, bu taşa isabet eden tutar bulu-
nacak. Yani uzun iş...Hemen ABD Elçiliğini devreye sokmuş. Elçilik
bizim bir Bakanımızla görüşmüş ve mevzuata uygun bir kolaylık bu-
lunmuş. Ay taşı, Devlet Heykel Müzesi’nde sergilenmiş.
nağını bulmak azmiyle işe koyulurlar. Ancak işler hiç de umdukları gi-
bi gitmez. Co bir türlü açık vermemektedir. Aradan 3 ay geçer sonuç
yok, 6 ay geçer sonuç yok, 1 yıl, 2 yıl, hiç bir sonuç yok. Bu arada ver-
gi bürosunun bütçesi de sarsılmıştır. Kolay mu Co ile aynı hayatı yaşa-
mak, ama mecburlar buna, yoksa Co’yu yakalayamazlar... Artık herkes
bir sonuç alınmasından umudu kesmiştir. En son denetmenlerden biri-
nin aklına, Co’yu sorgulamak gelir. soralım” der. Bir barda buluşma
ayarlanır ve denetmenler ile Co arasında görüşme başlar.
-Hey Co, biz seni yıllardır takip ediyoruz, ancak senin su gibi har-
cadığın bu kadar parayı hiç çalışmadan nasıl bulduğunu bir türlü çöze-
medik. Eğer bu sırrı bize verirsen seni hiç bir şeyle suçlamayacağız.
Yeter ki bize söyle.
-Beyler, ben çok pis iddiaya girerim.
-Nasıl olur, insan bir iddiadan kazansa kazansa, arkadaşından bir
çay, bir paket sigara, belki bir akşam yemeği hadi bilemedin en fazla
bir hafta sonu tatili kazanır. Ancak sen bizim hesabını dahi tutamadığı-
mız miktarda para harcıyorsun.
-Peki öyleyse, izleyin beni,der Co ve bara doğru ilerler. “Hey bar-
men, 100 dolara iddiaya var mısın? Ben sağ gözümü ısırırım”, der. Bar-
men çantada keklik 100 dolar için hemen “varım” der. Bunun üzerine
Co, takma gözünü çıkarır, ve ısırır. Barmenin 100 dolarını kapar. Bir bi-
ra içer. Birası bitince, “100 dolarını kurtarmaya ne dersin? 200 doları-
na iddiaya girerim ki ben sol gözümü de ısırırım”, der. Bunun üzerine
barmen, sağ gözü takmaydı. Sol gözü de takma olsa kör olur. Bu adam
gördüğüne göre sol gözü takma olamaz diye düşünerek teklifi kabul
eder. Co bu kez takma dişlerini çıkarır ve sol gözünü de ısırır, 200 do-
ları kapar. Barmen şaşkın ve kızgındır. Co, bir bira daha içer ve “Hey
barmen” der “bütün servetimi ortaya koyarım ki ben buradan 10 met-
re öteye işeyebilirim. Var mısın iddiaya, ben servetimi ortaya koyuyo-
rum, sen sadece1000 dolar koy” Barmen önceki iki bahisten ağzı yan-
dığı için son derece temkinlidir ancak hiç bir açık bulamaz. En sonun-
da da, “benim 1000 dolarıma onun bütün serveti, herhalde bu adam iç-
tiği biralardan ötürü sarhoş oldu” diye düşünüp iddiayı kabul eder. Bu-
nun üzerine Co sözünü yerine getirmeyi dener ancak değil 10 metre, 1
metre bile öteye gitmemiştir. Barmen Co’nun servetini kazanmış ol-
manın verdiği sevinçle zıplamaya başlar. Ancak dikkatini çeken bir
191
SİRKE VERGİSİ
İstanbul’da, Padişah sarayındaki mutfakta sirke küpleri devrilmiş,
sirkeler dökülüp ziyan olmuş. Fıkra bu ya; Padişah da bir buyruk çıka-
rıp, halktan sirke vergisi alınmasını istemiş.
Ardeşenli Laz’dan da bu vergi istenince çok gücüne gitmiş. Ba-
tum’dan vapura binip doğruca İstanbul’a gitmiş. Saray bahçesine girip
cins köpeklerden birini yakalamış, sopayla dövmeye başlamış. Köpe-
ğin ciyaklamasını işiten padişah balkona çıkmış ve durumu görünce
bağırmış Laz’a:
-Bre herif ne istersin o masum hayvancağızdan?
Ardeşenli’nin istediği de bu soruymuş zaten.
-Padişahım, Ardeşen’de domuzlar bütün bahçelerimizi mahvetti-
ler. Bu yan gelmiş yatıyor burada...
İyice sinirlenmiş Padişah:
-Bre mel’un, senin Ardeşenin’de domuzlar ziyan verdi diye İstan-
bul’daki köpek dövülür mü?
Laz hemen taşı gediğine koymuş:
193
-Kasaba halkının vergi verecek hali yok diyorsun, ama bak şu ev-
dekilerin haline, zevklerinden eğlenip duruyorlar. Yoksul olsalar böyle
eğlenirler mi?
Okkalı bir cevap yapıştırır Eşref:
-Keyiften değil Paşam, onlar s...me havası çalıyorlar.
İŞYERİ MUHASEBECİLERİ’NİN
KIVIRMAK ZORUNDA OLDUĞU YALANLAR
“www.rolva.com.tr” adlı internet sitesinde, işyerlerine bağımlı
olarak çalışan muhasebeceilerin söylemek zorunda kaldıkları yalanları
derlemiş:
“Tüh çek defterim bitmiş, az öncede son çekimi kullandım. * )
Muhasebeden xxxxx bey toplantıda. * ) Bu hafta sıkışığız. * ) Yarın
ödemeyi yapsak olur mu ? * ) Bu para sizin için ne ki canım ! * ) Şu
sırada patron yok ödeme yapamıyoruz. ( Tahsilat yapabiliyor ) * ) Bir
havale bekliyorduk, gelmedi. * ) Bu hafta sonu yüklü bir ödememiz
var, size daha sonra ödesek ! * ) Çekiniz kuruldan çıkmadı. * ) Şu sıra-
da muhasebe müdürümüzün yanında misafirleri var, siz daha sonra tek-
rar arayın. * ) O kadar sizinle çalışıyoruz, biraz bizi idare edin. * ) Ye-
ni bir inşaat yapıyoruz, ödemeleri bu ay durdurduk. * ) Merkezden ta-
limat bekliyoruz. * ) Paramız Repo`da, ödeme yapamıyoruz. ( Sanki re-
po yapmayı bir tek onlar biliyor. ) * ) Piyasada sıkışıklık var. ( Ödeye-
ceği rakkam 25.000.000 TL. geçmez. ) * ) Şimdi kriz var . ( Sipariş ve-
rirken yok, ödeme yapmaya gelince var ! ) * ) Birgün geç alsanız ne
olacak sanki. * ) Kasanın anahtarını evde unuttum. * ) Faturanız bize
ulaşmadı *)Kaçacakmıyız. * ) Biz sizin en iyi müşteriniziz. * ) Bu Çek
için iki imza gerekli. * ) Bu miktar çok küçük o yüzden ödeme çıkmı-
yor. * ) Eski döviz kurundan ödesek olmaz mı ? * ) Bizde Merkez Ban-
kası kurları esas kabul ediliyor. ( Kendi alacağı olunca serbest piyasa
geçerli oluyor. ) * ) Ödeme yapamıyoruz, patron yurtdışına tatile gitti.
* ) Ödeme yapmak için, dövizin düşmesini bekliyoruz, daha sonra tek-
rar arayın. ( Sadaka verecek o yüzden. ) * ) Biraz bekleyin faturayı
“TL” kesmişiniz, döviz bürosuna soralım hangisi bizim için iyi ise onu
ödeyelim. * ) Bizde paramızı alamıyoruz. ( Sanki malı alırken bize sor-
fiAN VERGILER
200 / EDEBIYATLAfiA
“Nitekim, yazar olarak bir çok yararı dokundu bana; örneğin; öl-
çülü davranmayı, yanlıştan korkmayı, belgeye dayanmayı, aklını kul-
lanmayı, duyguculuğa kapılmamayı ve gerçekçi, düzenli, dengeli, tu-
tarlı olmayı MUHASEBE öğretti bana.
Savunduğum ve uygulamaya uğraştığım nesnel, bilimsel eleştiri
anlayışımın güçlenmesine yardım etti.
Az şey mi bu?”
Asım BEZİRCİ
Muhasebeci-Edebiyatçı”
TARİHTE MUHASEBE
Sözlük Anlamı: Tarihte muhasebe bölümüne geçmeden önce, mu-
hasebenin sözlük anlamını verelim: Muhasebe, hesablaşmak, hesab
görmek, hesab işi ile uğraşmak, hesab işini gören resmi makam, anla-
mına geliyor.
İlk Çağlarda Muhasebe: Tarih içerisinde ilk muhasebe kayıtları-
nın ne zaman ve hangi medeniyet tarafından kullanıldığı yolunda ke-
sin bir bilgi mevcut olmamakla beraber, muhasebe tarihçileri arasın-
da genel eğilim, ilk yazı ve sayıların kullanılmaya başlandığı “Mezo-
fiAN VERGILER
204 / EDEBIYATLAfiA
PEŞTEMALLIK VE ŞEREFİYE
Peştemallık ya da halkımızın taktığı adı ile “Hava Parası” deyimi-
nin kökeni, Ahilikteki “Peştemal Kuşanma” geleneğine dayanıyor. Bu
geleneğe göre peştemal kuşanıp bağımsız bir işyeri açmak isteyenlerin,
işyerinin önem derecesine göre ödedikleri tutara “peştemallık” den-
mekteydi. Fakültelerimizde, Vergi Usul Kanunu’nun 326’ıncı madde-
sindeki peştemallık anlatılır anlatılmasına da, bu deyimin nereden gel-
diğine hiç değinilmez. Öğrencilerin aklına hemen hamam peştemalı ta-
kılır. Çoğu zaman da “şerefiye” ile karıştırılır. Sözgelimi ülkemizde uy-
gulanan Tek Düzen Hesap Planı’nın esaslarının toplandığı Muhasebe
Sistemi 1 Nolu Uygulama Tebliği’nde peştemallık yerine şerefiye de-
yimi kullanılmaktadır. Oysa ki, hemen hemen bütün kamu maliyesi ki-
tapları şerefiye’nin bir “değer artırım resmi” olduğunu ve belediyelere-
ce yapılan kamulaştırmlara sonucunda bina değerlerindeki artışlardan
alındığını yazarlar. Atatürk’ün Afet İnan’a yazdırttığı Medeni Bilgiler
Kitabı’nda şerefiye hakkında şu bilgiler veriliyor: “Bir şehirde yeni
caddeler açılması veya meydanlıklar ihdas edilmesi gibi sebeplerden
dolayı o civardaki arsaların, evlerin ve dükkânların kıymetleri kendilik-
lerinden yükselir. Fakat mal sahipleri bu iş için para koymuş veyahut
emek sarfetmiş değillerdir. İşte bunun için, belediye meclislerinin ka-
rarıyla, bu gibi mahallere bir kıymet takdir olunur; yeni ve eski kıyme-
tin arasındaki farkın yüzde yirmisi mal sahiplerinden tahsil olunur. Mal
sahiplerine bir kolaylık olmak üzere bu verginin tediyesi beş senede
yapılmak üzere taksitlere bağlanır.”
SOSYAL MUHASEBE
“Hızlı Değişim”in yaşandığı çağımızda; yeni bilim ve alt bilim dal-
ları ile yeni kavramlar çıkıyor ortaya. Bunlardan biri de “Sosyal Muha-
sebe” dir.
Sosyal Muhasebe kavramı/alt bilim dalı, şöyle tanımlanıyor:
“Bir ülkenin, belirli bir dönemde milli gelir ve giderleriyle, eko-
nomik faaliyetlerini muhasebe tabloları ile açıklamaya yarayan sistem”
TARİH BOYUNCA VERGİNİN ÇOK
BİLİNMEYENLERİ
1-SÜMERLERDE VERGİ
“Tarih Sümerle başlar” deniyor, Sümerli bir Şair’in yazdıklarıyla
başlayalım. Muazzez İlmiye Çığ, “Sümerli Şair Ludingirra’nın Öykü-
sü” adlı kitabında Sümerler’in evlenme, boşanma ve ölümden bile ver-
gi aldıklarını anlatmakla kalmıyor; bir Sümer tabletinde şu uyarının ya-
pıldığını naklediyor: “Bir Bey’iniz, bir kralınız olabilir; ancak asıl kor-
kulacak olan bir vergi memurudur”. H.Feyyaz Daldal, “Bereketli Kü-
nay” adlı kitabında, ilk sümer yazılarının basit muhasebe kayıtları oldu-
ğunu söylüyor. Sonra, bir iki yüz yıl gibi kısa bir zamanda birden (ön-
cülleri olmadan) söz ve hecelerin, önce resim sonra işaretle, kil’e yaz-
manın sağladığı kolaylıkla bir logogram (tamga) yazısı gelişmiş. Bun-
da, bu bölgeye gelen daha yetkin Türk yazısının da etkisi bulunmakta-
dır. Yrd.Doç.Dr. Doğan Gökbel ise şu bilgileri veriyor bu bağlamda:
“İlk uygarlıklar hakkındaki bilgilerimiz bugünkü Irak sınırları içerisin-
de yer alan Sümerler ile ilgilidir. Sümer’deki Lagas halkı savaş nede-
niyle ağır bir vergilemeye tabi tutulmuş, savaş sona erdikten sonra yö-
fiAN VERGILER
222 / EDEBIYATLAfiA
5- HUNLAR’DA VERGİ
Hunlar, himayelerine aldıkları kabilelerden salık (vergi), düşman-
larından ise olcas (ganimet) alırlardı. Rus Bilim Adamı L.N Gumilyov,
Hunlar adlı eserinde, salıkların kabilelere göre türlerini de açıklıyor.
Sözgelimi, Tung-Hu’lar öküz, at ve koyun derisiyle, Tankutlar demir
silahlarla, Kıpçak ve Hakaslar kürkle ödeme yapmaktaydılar.
Nihal Atsız, “Kömen” adlı şiirinde, “Çinli baç vermezse,gelmezse
dize/ Kağan’ın buyruğu vardır vuralım” der. Çinli, Hunlu’ya baç verir-
miş ama, bu baç’ın adının salık olmasını gururuna yediremezmiş. Çin-
li’nin Hunlu’ya verdiği baç’ın adına “Savga” yani armağan denirmiş
Türk’ün düşmanlarının bu tutumu, yani vergi ya da baç’a armağan gi-
225
6- GÖKTÜRK VE OĞUZLARDA
İslam öncesinde yaşayan atalarımızı göçebe ve çapulcu olarak
bilenler yanlış biliyorlar. Doğru, göçebeydiler; İlleri (devletleri), tö-
fiAN VERGILER
226 / EDEBIYATLAfiA
tan’dan “tıyış” adı verilen yıllık vergi alırlardı. Osmanlı seferlerine, Kı-
rım kuvvetleri de katılırdı.
9-SELÇUKLULAR’DA VERGİ
Selçuklular’da Maliye
Hilmi Yücelen “Türk Mali Tarihina Toplu Bir Bakış ve Maliyeci
Şairler Antolojisi” adlı eserinde şu bilgiler veriyor:
“Selçuklular’ın en ünlü maliye vekilleri Mecdülmülk idi. İllerin
gelir ve giderleri maliye divanında görüşülür, ona göre kararlar alı-
nırdı. Mali işlerin yolunda gidip gitmediğini denetleyen ayrıca bir
Divan-ı Müşrif vardı. Bu divan, zaman zaman illere maliye müfettiş-
leri yollayarak işleri denetlerdi. Müşrifler son derece güvenilir, de-
ğerli maliyecilerden seçilirdi. Müfettişleri de mali işlerde bilgisi
olan memurlardı. Bu müfettişler devletten aylık alırlardı. Büyük Sel-
çuklu Devleti’nde bu gibi maliye teşkilatı kurulduğu gibi, Anadolu
Selçukluları’nda da aynı şekilde bir güçlü bir maliye mevcuttu. Bun-
lar da maliye vekillerine ‘Sahib-i Divan-ı İstiyfa’ derlerdi. Mali işle-
ri de bu divan göürürdü. Arazi işleriini ‘Pervane’ denilen memurlar
yürütürdü. Maliye defterleri hep (siyagat) denilen bir yazı türü ve ra-
kamları ile tutulurdu. Hesap işlerinde kullandıkları bu rakamlara ‘Er-
kam-ı Divaniye’ denilirdi.”
Fermanla Peygamber Soyuna Geçirilme ve Vergi Bağışıklığı
Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat, 1232 yılında doğu illerine
yaptığı bir sefer sırasında Bingöl’e de uğrar. Türk ve Kürt beylerini top-
lar. On ikili bölükler halinde örgütlenmiş olan köy ve obaların bu bey-
lere bağlandığını ilan eder. Bir de ferman verir bu beylerin eline.Bu fer-
manda, beylerin peygamber soyundan geldiklerinin tescil edildiği ifa-
de olunmaktadır. Beyler artık yeşil sarık sarabilecekler, kendilerine
150’şer koyun verilecek; her, türlü vergiden bağışık olacaklar; ayrıca
her yıl bağlı köy ve obalardan “çerağ hakkı”, “hakullah” ve “seydullah”
adları verilen salmaları toplayabileceklerdi. (Hakullah hakkında ileriki
bölümlerde bilgi verilecektir.)
Bütün bu kolaylık, bağışıklık ve ayrıcalıklar karşılığında Selçuklu
Devleti, Seydo ve Seyit ünvanlarını verdiği bu beylerden iki şey isti-
yordu: Devlet’e bağlılık ve halka doğru İslâm’ı öğretmek. (Kaynak:Ne-
jat Birdoğan ‘Sivas Kitabı’ adlı kitaba yazdığı yazı )
fiAN VERGILER
230 / EDEBIYATLAfiA
lığı beş miskal gümüş (4,25 gram), bir eşek yükü arpaya iki yarım mis-
kal gümüş versinler. Yine kale hediyesi de bunun içinde olsun. Bunlar-
dan başka raiyeden hiçbir rüsum talep tmesinler.
Bunun dışında güz, yaz, bahar, kış ziraatinden alınan hasılat raiye-
nin olsun. Yazlık buğday tarlasını da tanapla ölçsünler. Hesaba alına bu
yerlerden vergi almada üçte bir ve dörtte bir kaidesiyle emel kılsınlar.
Can parası, meslek parası, otlak ve sulak vergisi gibi her şehir ve
bölgenin rüsumlarının alımında eskiden kullanılagelen kurallara emel
kılsınlar. Eğer raiye buna da razı olmazsa, imkân çerçevesinde alsınlar.
Yine emrettim, mahsul olgunlaşmadan evvel raiyeden vergi talep
etmesinler. Hasat yapılınca, alacaklarını üç taksitte alsınlar. Eğer raiye
vergici varmadan kendiler getirip teslim etmek isterse, o zaman vergi-
ciyi göndermesinler. Eğer göndereceklerse buyrukla, sözle alsın. Da-
yak, ip kullanıp, işi dövmeye sövmeye götürmesinler, onları bağlama-
sınlar ve zincire vurmasınlar.
Yine emrettim şöyle ki, kim bir çölü abad veya yeni bir bahçe ih-
das etse, yahut bozulan bir meskeni imar edip düzeltse, birinci yıl on-
dan hiçbir şey talep etmesinler. İkinci yıl kendi isteğiyle ne kadar ve-
rirse alsınlar. Üçüncü yıl onu herkes gibi vergi tüzüğüne bağlasınlar.
(...) Yine emrettim, her bir ülkeye üç vezir tayin etsinler. Bunlar-
dan biri raiye içindir ki, ondan alınacak vergi-haracların tahsilini gözet-
leyip, burada yetişen mahsulün hesabını yapsın. Vergi-rüsum mitarı,
vergi mükelleflerinin adlarını yazsın ve raiyeden tahsil edilen meblağı
saklasın.
(...) Yine hüküm çıkardım, şöyle ki, emirler ve binbaşılar tebaa
halktan mal toplarken aslî haractan (tarımsal ürünlerden alınan %10
vergi) başka savrun (padişahlar geldiğinde halktan talep edilen hedi-
ye), konalğa (haberci ve elçilerin konaklaması için alınan vergi), şilan
(padişah ve emirlere ziyafet veya gıda sağlanması için alınan vergi) pa-
rası talep etmesinler. Haraca tâbi olan her memlekete mal toplama za-
manında iki vezir tayin edilsin. Birisi toplanan malları yazıp, raiye ah-
valini öğrensin ki, vergi toplayanlar tebaaya zulüm edip onların halini
harap etmesinler. Vilayetlerde toplanan tüm mallar ve eşyalar girdi
defterine yazılmalıdır. İkinci vezir ise çıktı defterine yazıp toplanan
mallardan sipahi maaşlarına taksim etsin. Hangi memleketten harac
alacaklarsa, üç yıl onu eski haline bıraksınlar. Üç yıl geçtikten sonra,
235
metrekare) için 1 dirhem, pirinç ceribi için yarım ve üçte bir dirhem,
her 4 İran hurması için 1 dirhem, her 6 asma için 8 dirhem, her 8 mey-
va ağacı için 7 dirhem, her 6 zeytin ağacı için 1 dirhem vergi alınırken,
bunlar dışında kalan tarım ürünleri insanlar ve hayvanların yararı için
vergiden istisna edilmişti. (Mesudi/Murûc Ez-Zeheb)
Franz Altheim’in anlattığı gayri âdil vergileme usulü, daha sonra-
ki devirlerde Abbasiler ve Romalılarca da, İran’dan aynen alınarak uy-
gulanmış. Uygulanmış ya, hikaye Franz Altheim’in anlattıklarıyla sınır-
lı değil. Bir başka batılı, Fransız Henri De Blocqueville, Türkmenler
üzerine sefer eden İran Ordusu ile birlikte Horasan’a doğru giderken
Maire adlı köyde gördükleriyle bağlantılı olarak şunları anlatıyor: “ (...)
Maire, beş fersah mesafede, sayılamayacak kadar çok harabelerin ara-
sında bir köy. Aslında İran’ın her tarafında görülen bu enkaz yığınları,
hain ve insafsız valiler zamanında mecburen terkedilmiş köylerin ka-
lıntısı. Böyle bir vali, kelimenin tam anlamıyla bir afettir. (...) Talep et-
tiği mevkii kendisine bahşedilince, memuriyetinin önemine göre
Şah’a, değeri 10 bin tümenden 20 bin tümene kadar değişen bir hedi-
ye verir. Rüşvetin, saray oyunlarının, entrikaların sayesinde adayın is-
tediği mevki kendisine verilir.
Genellikle bu tip valilerin hizmet süresi üç yıldan fazla olmaz. Bu
müddet zarfında vali,topladığı vergileri her yıl Şah’a göndermek zorun-
dadır. Buna ilaveten mevkiini elde etmek için ödediği parayı da halkın
sırtından çıkarır. (...) Vali tarafından vergi toplamak için tayin edilen
mültezimler, topladıkları paranın çok mühim bir kısımını kendi ücretle-
ri olarak bir tarafa ayırırlar. Halktan bu şekilde tahsil olunan para çok
yüksek bir rakama ulaşır. Öyle ki çiftçi ekinini olduğu gibi tarlada bı-
rakıp eğer gasbedilmemişse bir kaç hayvanını, üç beş kırık dökük eşya-
sını ve ailesini önüne katıp dağlara kaçar. İşte bu şekilde köyler met-
ruk, tarlalar boş kalır. Aradan bir süre geçer, başka yerlerden başka
köylüler gelir, eski yıkıntıların yanına üç beş ev inşa ederler.
İran’da olumlu örnekler de yok değil. Sözgelimi, Safevi Hüküm-
darı Şah Tahmasb (Şah İsmail’in oğlu), gerek batılı bir çok yazarın, ge-
rekse kendisinin “Tezkire” adlı yapıtında yazdıklarına bakılırsa, tam bir
maliyeciymiş. Kamu harcamaları konusunda oldukça titiz davranan bu
Hükümdar, mali kayıtları bizzat kendisi denetler ve incelermiş. Bu ti-
tizlik ve dikkat sebebiyle; israfı önlemiş, vergi gelirlerini artırmış ve
237
“ (...) Vadide PKK’ya ait yük katırları ile koyun ve keçi sürüsü de
vardı. Yüksek ve geniş bir mağarayı Kürdistan Halk Mahkemesi diye
kullanıyorlardı. Kırmızı bezle yazılmış mahkeme ismi ve bölümlerini
gösteren yazılar, karar defterleri, gerekçeli hükümler, kimlere hangi ce-
zaların verildiği, kimler için yakalama emri çıkarılmış, hangi suçtan
yargılanacaklar, yargı heyeti kimlerden meydana geliyor, her şey mev-
cuttu. Kayıtlar bu bölgede kimin ne yaptığını ortaya koyuyordu. İşin
daha ilginç olanı, şu anda yanımızda olan bir korucu da bu mahkeme-
de yargılanmış ve vergiye bağlanmıştı. Korucu başını ve onu yanıma
getirdiler, adamcağız bembeyaz oldu. Hiç kimsesi olmayan, orta yaşlı,
ufak tefek birisiydi. İşlediği suç da; bir karakol hakkında istenen bilgi-
yi PKK’ya getirmekte gecikmişti.
- Ne mahkemesi? Ne vergisi? Eşkiyaya vergi verilir mi? dedim.
- Öldürürler paşam, herkesten alıyorlar.
- Çarpışarak buraya çıkman eski kusurlarını örtüyor. Korkacak bir
şey yok. Bundan sonra onlara alet olmayacaksın. (Gülerek) Senin ver-
gini kaldırdık.
- Başım gözüm üstüne paşam, şimdi öl, de, hemen kendimi şu ka-
yalıklardan atayım.
- Ölüp de ne yapacaksın, bak seni korucu yapmışlar, maaş alıyor-
sun, devlet sana silahını ve mermisini vermiş, bunları iyi kullan, şu
köylerde ıstırap çeken insanları koru.
(Daha sonraki zamanlarda Derecik’teki taburun yanında salaş bir
yerlerde yattı, kalktı askerlerden hiç ayrılmadı. Sürekli opreasyonlara
katıldı.)”
Yalnız örgüt hiçbir zaman tamamen haraç toplama işini bitirmedi. Kü-
çük çaplı yapılan para toplamalar son aylarda tekrar hız kazandı. PKK
toplanan paraları ölen teröristlerin ailelerine ‘kan parası’ ve silah altın-
daki militanlara maaş olarak veriyor. İşsiz gençleri kandıran eli kanlı
örgüt gençlere ayda 300 ile 500 dolar arasında değişen miktarda para
ödüyor. Komutan veya üst düzeydeki militanlar ise bu miktarın nere-
deyse 5 katını alıyor.”
Fransa’da da Devrim Vergisi, Almanya’da Yılda 10 Milyon Avro
Türkiye Gazetesi’nde 28 Haziran 2001 tarihinde yayımlanan aşa-
ğıdaki haber, PKK’nın Fransa’da da devrim vergisi adı altında vergi
topladığını, Fransa’nın buna göz yumduğunu açıkça ortaya koyuyor.
“Korsika’da ‘Üç cinayetin karşı araştırması’ adlı kitabın yazarı
korsikalı Milliyetçi liderlerden François Santoni , PKK’nin vatandaş
ve esnaftan bazı polis şeflerinin bilgisi dahilinde halen devrim vergisi
adı altında haraç topladığını söyledi. Örgüt adına para topladığı iddiasıy-
la hakkında 4 yıl hapis cezası istenen ve 1989’a kadar Korsika Ulusal
Bağımsızlık Cephesi-FLNC ile Cuncolta Nazionalista gizli örgütü lide-
ri olan François Santoni bu iddiasını France İnfo radyosunda katıldığı
programda da üzerine basa basa ‘Fransız hükümeti bir
kulp bulup beni de içeri tıkmak istiyor ama bunu yapacaklarına
halen Paris’te bazı üst düzey yetkili ve polislerin bilgisi dahilinde ha-
raç toplamayı sürdüren ayrılıkçı Kürt örgütü PKK’yı kontrol etsinler’
sözleriyle tekrarladı. Santoni şöyle konuştu: ‘Fransa, Korsika’da dev-
rim vergisi olduğunu iddia ediyor. Oysa Türkiye’nin içişlerine karışa-
rak PKK’nın başta Paris olmak üzere Fransa’da ‘Devrim vergisi’ adı
altında haraç toplamasına göz yumuyor. Böylece PKK’nın Fransa’da
yaşayan Türk ve Kürt toplumlarından para toplama operasyonlarına
karşı çıkmıyor. İşte bu kitap üç cinayetin ışığında sağ ya da sol olsun
tüm iktidarların devlet adına ikili oyununu gözler önüne sererken, bu-
na rağmen Fransa dış ilişkilerinde herkese ahlak dersi vermeye devam
ediyor. Mesela Türklerle Ermeniler arasında çözülmesi gereken ve
Türkiye’nin bir iç meselesi olan Ermeni konusuna bakarsak Fransa’yı
hiç ilgilendirmediği halde bu olayı körükledi. Oysa bu olayda Fran-
sa’nın tarihi sorumluğu bile olabilir.”
9 Nisan 2005 tarihli Radikal Gazetesi ise, bu terör örgütünün ‘ver-
gi’ adı altında Almanya’da da kürt vatandaşlardan haraç topladığını ya-
245
Arap asıllı şahıslara verilmiştir. Yine Birecik Arapları Apo’nun anne tara-
fının Arap olduğunu ve kendi akrabaları olduğunu söylerler. Apo’nun da-
yıları Süleyman ve Sait ile de görüşmüştüm. Bu konuyu kendileri ile tar-
tışmıştım. Onlarda aynı kanaati taşıyorlardı.
Ali Ammara’nın dedesinin Osmanlı devleti ordusunda Yüzbaşı
rütbesi ile asker olduğu bilinmektedir. Alinin üç tane bacısı vardır.
Apo’nun dayılarından Ali Ammara olarak bilinen kişinin bölgede
öyle maceraları anlatılır ki, Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar olduğu
İnönü döneminde köy vergi kâtibi imiş. Yemediği nane kalmamış.
Rüşvet hırsızlık her şey var adamda. Gittiği her köyden hindi, koyun ve
dana rüşvet almadan köyü terk etmez, vermeyenleri falakaya yatırır sa-
atler dövdürürmüş. Onu tanıyan yaşlılar, “Bu adam köye geldiğinde
kaçar, köyü terk ederdik. Zalim ve gaddardı” diyorlar.
Bölgedeki her köyde Ali Ammara’nın hikayeleri hâlâ anlatılıyor.
Kaçor Ve Papor Vergileri
Osmanlı döneminde, asker bir babanın torunu olan Ali, Milli şef
döneminde Birecik ilçesinde köy kâtipliği yapmış ve halkın KAÇOR
ile PAPOR ismini verdiği iki çeşit vergi toplamıştır. Bunlardan Kaçor,
hayvan başı alınan vergi; Papor ise kişi başına alınan vergiye verilen
isim. Halkın anlattığına göre Ali köylere çıkıp bu vergiyi toplarken Jan-
darma ile beraber gelirdi. Önce köyde bulunan hayvanları tek tek sa-
yardı. Biz de o gelmeden önce hayvanlarımızın fazla kısmını saklardık.
Zira bir aile 100 koyundan fazla beslese, fazla olan koyunlar yok edi-
lirdi. Bir aile beş çocuğa sahip olana kadar papor ödemek mecburiye-
tinde idi. Aile 5 kişiyi geçtimi artık ödemezdi. Fakat biz eğer önceden
Aliyi görür ve iki koyun verirsek bu baskı üzerimizden biraz hafifler-
di. Bu durum, Menderes dönemine kadar devam etti. Menderes’in ik-
tidar olması ile beraber bu baskı ve vergiler kalktı, köy kâtipliği de so-
na erdi. Fakat Ammara’da yerleşmiş bulunan Reşit Ağa ailesi ile Ali
Ammara ailesi arasında çıkan kavgada bir adam öldürülünce, örf gere-
ği, öldüren taraf olarak Ali ve ailesi Ammara dan göç ederek Nizip il-
çesine yerleşti. Ali orada aşırı bir demokrat kesilerek hızlı bir partici ol-
du. Apo, Orta Okulu Nizipte bir süre Ali’nin evinde kalarak burada
okumuştur. Ali 1995 yılında vefat etmiştir. Yani Apo anne tarafından
Arap asıllı “beni ömer (ommarat)” aşiretine bağlanır. Baba tarafı ise
Kavi denen bir Adıyaman aşiretine intisap eder.”
247
ların babalarının yüzde 99’u işsiz. İşsiz ama evinde televizyonu, cebin-
de telefonu var. Öte yandan evde 20 çocuğu doyuracak bir kazan kay-
nıyor. Demek ki bir işi var ama kayıtsız. Yani kaçakçılıktan başka ge-
çim kaynakları yok; düzelmeye de niyetleri yok.”
Devşirmenin söyledikleri Kemalizm ve Türklüktür. Devşirme
hangi kaçakçılıktan söz ediyor? Kürtlerin kendi aralarında yaptıkları ti-
carete kaçakçılık diyor. Devşirme Ayşe, Kürtlerin hiçbir zaman, ne
Arap, ne Fars, ne Moğul, Selçuk, ne de Osmanlıı ve Türklere vergi öde-
mediğini bilmiyor. Kürtler’in asil bir millet olduğunu unutan devşirme
Ayşe. Kürt milletinin ‘Kürtnak’ olmadığını unutuyor.”
Hikmet Ilgaz, Kulin’i Doğruluyor: Bunlar Vergi Vermezler
Hikmet Ilgaz, “Vergi ve Edebiyat” bölümünde sözünü ettiğimiz,
tarihi gerçeklere dayalı “Şark Yıldızı” adlı romanında, Birinci Dünya
Savaşı sırasında Van yöresindeki Kürt aşiretlerinin durumunu ve vergi-
ye karşı tutum ve tepkilerini şöyle anlatır: “Bunlar o kadar ilkel bir zih-
niyet içinde boğulmuşlardır ki, hükümet teşkilatına, insanlığın bu asır-
da eriştiği tekamüle, cemiyetin fertlere tahmil ettiği hizmet ve mükel-
lefiyetlere dair en ufak bilgileri yoktur. Vergi vermezler. Çünkü bunu
bir nevi haraç telakki ederler. Hükümetin emirlerini dinlemezler, zira
ağa’dan başka birinin emriyle hareket etmeyi küçüklük sayarlar. Biraz
sıkıştırırsanız tüfeği alıp dağa çıkarlar.”
Mahabat Cumhuriyeti’ne Vermişler Ama
15 Aralık 1945’te İran’da kurulan Kürt Mahabat Cumhuriyeti’ni
anlatan bir Kürtçü İnternet Sitesi’nde, biraz da abartarak şöyle denil-
mektedir: “Hükümet 20.000 toman(4400 dolar) kredi alır ve bunu bor-
cunu da şeker fabrikasının gelirinden kapatır. Vergiler ve aidatlar ol-
dukça düzenli toplanır. (Herkes vergi ve aidatlarını zamanında vermek
için adeta birbirleri ile yarışıyorlardı) Az sayıdaki zengin aileler, Cum-
huriyet’e bağış yapmakla yükümlü kılınırlar.”
Özlerini Bilmeyen Zazalar, Kürt Ulusal Hareketi’ne Vergi Veri-
yorlarmış
“Günümüzde Zazaların ulusal kimlik arayışı yeni bilinçlenme dö-
nemini yaşıyor. Batı Avrupa’da Zazaların kalabalık allıturnası (Diaspo-
ra) oluşmuş durumda ve bunların bir kısmı özünü bilmeden Kürt ulu-
sal hareketlerine vergi vermekte. Bununla birlikte Zazaların ulusal bi-
linçlenmesini yönlendirecek ilk adımların sesi duyulmaktadır. Zaza di-
249
MU BAŞINA VERGİ
Geçtiğimiz yüzyılın ortalarında Çin’de vergiler “Mu Başına” alını-
yordı. Mu, bir toprak ölçü birimidir, 1,5 Mu=1dönümdür. Tu ve tu-
an’da (yani ilçe ve kasaba), yönetim erkini elinde tutan mütegallibe,
köylük bölgenin gerçek hükümdarıydı.. Sayıları 10 binden 50 ya da 60
bine varan bir nüfus üzerinde söz hakları vardı bunların; kasaba savun-
ma birlikleri, kendi silahlı kuvvetleri gibiydi. Mu başına vergileri top-
lamak, kendi mali gücü ve köylüleri istediği gibi tutuklama, hapsetme,
yargılama ve cezalandırma gibi yargı yetkileri vardı.
251
16-OSMANLI’DA VERGİ
Osman Gâzi Sormuştu: “Vergi nedir ki?”
Aşıkpaşaoğlu Tarihi’nde şöyle bir olaydan söz edilir. Germiyan-
lı’nın biri, Osman Gâzi’nin huzuruna gelerek şöyle bir öneride bulu-
fiAN VERGILER
252 / EDEBIYATLAfiA
nur: “Bu pazarın vergisini bana sat.” Osman Gazi, şaşırır ve sorar:
“Vergi nedir ki?” Germiyanlı: “Pazara ne gelse ben ondan para alı-
rım...” Osman Gazi büsbütün şaşırır ve “Senin bu pazara gelenlerden
alacağın mı vardır ki, para istersin?” diye sorar, Germiyanlı açıklar: “Bu
bir töredir. Bütün memleketlerde vardır ki, padişah olanlar alır”. Öfke-
lenir Osman Bey, der ki: “Bir kişinin kazandığı başkasının olur mu?
Ben onun malına ne koydum ki, bana akçe ver diyeyim. Bre kişi, var
git. Gayri bu sözü bana dememiş ol ki, sana ziyanım dokunur”. Ancak,
Germiyanlı izahlarına devam eder ve « Hân’um bu bazar beylerinde
kim bir nesnecik vireler » . Osman Gâzi, verilen izahlardan tatmin olur,
görüşünü değiştirir : « İmdi çünkü söz öyle dirsüz, her kişi kim baza-
ra bir yük götüre sata, iki akçe virsün; satmaya, hiç bir nesne virmesün
ve her kim bu kanunu boza, Allah-ı Taala onun din ve dünyasını boz-
sun. »
Samiha Ayverdi, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları adlı eserinde,
Osman Bey’in pazardan baç alınmasına önce tepki gösterip sonra ka-
bul etmesini yorumlarken, prensipte islami esasların temel unsur ola-
rak alınmakla birilikte, milli ve mahalli motiflere de önem ve değer ve-
rilip bir senteze gidildini belirtmektedir.
Osmanlı’da ilk mali yapılanma ve örgütlenme ise, Çandarlı Kara
Halil ile Kara Rüstem’in önayak olmaları üzerine, I. Murat döneminde
olmuştur.
Fetholunmadan Önce, Vergi Bağışıklığı Alan Şehir
Osmanlı’nın kuruluş dönemi ile II.Murat dönemi arasındaki yılla-
ra ilişkin resmi belgelerin çok az olduğunu söyler tarihçiler. Bu çok az
sayıdaki belgelerden birini, Kamil Su’nun “Osmanlı Devleti’nin Kuru-
luşunda Şeyh Edebâli’nin Rolü ve Mehmet Zait Kotku Sempozyu-
mu”na sunduğu bildiriden öğreniyoruz.
Dayanak belgesi, Topkapı Sarayı’nda bulunan bu bildirinin önem-
li yerlerini okuyalım: “ (...) Topkapı Sarayı’ndaki çalışmalarımızı sıra-
sında bulunmuştur. Hikâye şöyledir: Osman Gâzi Hazretleri, henüz
Padişah olmamış. Bursa ve Rumeli fetholunmamıştı. Rumeli’de Siros
Şehri üstünde Margarit isminde bir manastırın keşişleri nücum (yıldız)
ilmiyle, Söğüt Kasabası’ndan Osmanlı hükümdarının çıkacağını ve Ru-
meli’yi fethedeceğini tesbit etmişlerdir. Bunun üzerine bir heyet halin-
de, yanlarında altın ve akçeden hediyelerle Anadolu’ya geçerek Osman
253
pahi bu ana ilke üzerine kurumlaştırıldı. Sultan ile dirlik beyleri arasın-
da daima büyük bir güvenilirlik vardı.
16. yüzyıl başında 537 milyon akçelik vergi geliri elde edildi. Bu
gelirin yarısı saraya, yüzde on ikisi vakıflara, kalan yüzde otuz sekizi
de miktarı otuz yedi bine ulaşmış tımarlı sipahilerindi. Tımarlı sipahiler
arasında paylaşımı saray tesbit ediyordu.”
Tımarlı Sipahi, Vergi Ödemeyen Bir Vergi Memuru’ydu
Prof.Dr Halil İnalcık, Osmanlı Toprak sistemini anlatırken, tımar-
ların merkezden verilip, dirlik sahiplerinin yine merkezin fermanı ile
görevden alındığını belirtiyor. İnalcık’a göre, tımarlı sipahiler, toprağın
maliki değillerdi, birer asker - memurdular. Köylü üzerindeki hakları
sınırlı idi. Dirliğin güvenle sürdürülmesi açısından bazı caydırıcı tedbir-
lere başvurabilirlerdi (çift bozan resmi ve üç yıl toprağı ekmeyenin
elinden toprağının alınması gibi) . Tımarlı Sipahi’nin bir görevi de, ver-
gi toplayıp hazineye aktarmaktı. İnalcık, bu bağlamda şunları yazıyor :
“Görülüyor ki, tımar rejimi, devletin arazi rejimini ve köylünün sosyal
durumunu tayin eden bir temel sebep olmaktadır. Sipahi, devlete ait ka-
nunla belli ve defterde yazılı belirli miktarda bir vergi gelirini toplardı.
O, bu sıfatla bir nevi vergi memuru sayılabilir. Devlet böylece vergi ge-
lirini merkezde bir hazinede toplayıp oradan maaş olarak dağıtacak,
geride kalan miktarı, mahallinde istihkak sahibine havale edecektir.
Havale usulü, Osmanlı maliyesinin esasıdır. “
L.N. Gumilyov “Son Ve Yeniden Başlangıç” adlı eserinde Tımarlı
Sipahilerin vergi ödemediklerini yazıyor: “Tımar sahipleri, kendi atla-
rını, silahlarını sultanın emrine amâde etmek ve sipahi olarak ona hiz-
met vermek zorundaydılar. (...) İslam’ın şartını yerine getiren herkes
Türk oluyordu. Orduda hizmet etmek isteyenlerse Sipahi oluyor, sava-
şıyor, ama bunun karşılığında vergi ödemiyorlardı. Çünkü vergilerini
kanla ödüyorlardı.”
Bozulus Kanunnamesi Ve Vergi
Oğuz Boyları’ndan biri olan ve öneceleri Kuzey Doğu Anadolu’da
yerleşik ,iken daha sonra Batı’ya göçen/göçürülen Bozulus’un, Anado-
lu’daki yerleşim ve yer değiştirme serüveninde, verginin de önemli bir
yeri bulunmaktadır. Prof.Dr. Çetin Yetkin “Aleviliğin Gelişimi Üzeri-
ne Belgeler” adlı çalışmasında şunları yazıyor: “Akkoyunlu Devleti’nin
dramatik bir şekilde son bulması, Akkoyunlu topraklarının Osmanlı
257
yarak, alaycuk üzerine kara keçeden örtü örtmek suretiyle harp hilesi
yaparak, Karacahisar’ı almışlardır. Risalede savaş sırasında Ertuğrul
Gazi’nin “Haydin alplerim! Haydin Karakeçili yürüklerim!” diye teş-
vik ettiği için aşiret mensuplarına bu adın verildiğine de ayrıca işaret
olunmuştur.
(....) Sonra aşiretin hayatına ait bazı özellikler anlatılmıştır: Aşiret
içinde kadınların büyüklerine “abla”, erkeklere de “başa” denirmiş,
paşa kelimesinin buradan geldiğine işaret edilmiştir. Erkek kadın yün-
den ve yapağıdan eğirip dokuduklarını giydikleri, bu işi bildikleri için
de asker için gerekli abayı dokumaları ve eksiklikleri gidermeleri için
Balıkesir’de bir fabrika kurulduğu, aşiretin oba oba oraya ilhak edildi-
ği, gerektikçe her obanın başındaki eski meşhur alpların çocuklarından
birine emir verildiği, onun da bu emri halka duyurduğu, övgüye değer
hizmetleri geçtiği için oba halkının mükâfat olarak askerden ve koyun
vergisinden muaf tutuldukları, çok az bir Haremeyn vergisi alındığı, bu
vergiye mahsuben de eğirme ücretlerinin irad kaydedildiği bildiriliyor.
Obaya yün verilir, ip alınırmış. Bu ipten başka yılda bir kere nüfus ba-
şına birer, ikişer kıyye “beden ipi” denilen eğrilmiş ip dağıtılırmış. Ha-
remeyn vergisinin toplanması ve diğer hususların icrası için alpzâdeler-
den biri bey atanırmış. 1259/1848 yılında bir padişah iradesiyle Mani-
sa ve Hüdavendigâr yani Bursa illerinde ve diğer yerlerde bölük bölük
yaşayanlar iskân edilip, bazı vergiler kaldırılarak, oba fertlerinden as-
ker ve öşür alınmaya başlanmış. 1283/1867’de Ahmed Velik Paşa’nın
müfettişliği sırasında aşiret Balıkesir’den fek edilip, bulundukları ilçe-
lere ilhak olunarak, beğlik unvanı da kaldırılıp, eskiden olduğu gibi mu-
amele edilmeye başlanmış.”
Gümüş Diyarına Toplu Muafiyet
Evliya Çelebi, Gümüşhane’ye de uğramış ve Seyahatnamesi’ne
şu ilginç notları düşmüş: “Bütün halk her çeşit vergiden muaf olup gü-
müş işlemekle görevlidirler.”
Temettüat Defterleri Ve Vergi Sayımları
Osmanlı Araştırmaları yapan, Demet KOCAKOÇ, Ayşen KURA-
LAY, Halime KILINÇ, Fethiye KUŞOĞULLARI ve Hafize Züleyha
ÇAĞLAR’ın çalışmalarından yaptığımız aşağıdaki aktarmalar, Osman-
lı’daki “Temettüat Uygulamaları”nın vergi boyutuna dair değerli ve ye-
terli bilgiler vermektedir.
fiAN VERGILER
262 / EDEBIYATLAfiA
alınmaya devam edilmiş ve tahrirî işi belli bir süre askıya alınmıştır. II-
I. Selim ve II. Mahmud’un yaptığı ıslahatlardan sonra Osmanlı Devle-
ti’nde bir simge olan Tanzimat Fermanı olarak bildiğimiz Gülhane
Hatt-ı Hümâyûnu 3 Kasım 1839 ( 26 Şaban 1255 )’ da ilan edildi. Tan-
zimat Fermanı memuriyet-i mülk ve devlet için bir kalkınma modeli,
mülk ve milleti ihya hareketi ve yeniden yapılanma sürecinin başlan-
gıcını oluşturuyordu. Tanzimat’ın hareket noktası imâr-ı memalik, bi-
lad, terfi-i ahvâl-i ahâli ve ibâd idi. Yani memleketin imarı ve bütün re-
ayanın durumunu düzeltmek ve refahını sağlamaktı. Maliyede ıslahat
neredeyse Tanzimat’ın temelini teşkil ediyordu. Tanzimat hareketinin
can ve mal emniyeti ırz ve namusun muhafazasından sonra maliyenin
ıslahı en önemli konu idi. Hatta vergi ıslahatı daha da öncelikliydi. İda-
rî alanda yapılan ıslahat malî merkeziyetçiliğin uygulanmasında bir
araç olarak kabul edilmiştir.
Ancemaatin Vergi
Tanzimat Fermanı ile eski vergi usulünün usulsüzlüğü gözler önü-
ne serildi ve her kişiden eşit oranda vergi alınması gerektiği ve devlet
masraflarının sınırlanması ve açıklanması isteniyordu. Yani verginin
âdil tarh tesviye ve tahsili fermanda önemli bir yer teşkil ediyordu.
Tanzimat’la birlikte Osmanlı vergi sistemi, içerisinde cumhuriyete ge-
linceye kadar sürecek bir dönüşümün başlangıcını oluşturuyordu. Fer-
manla malî ıslahat çerçevesinde örfi vergilerin yerine ancemaatin veya
komşuca alınan vergi gibi isimler alan vergilerin tek isim altında top-
landığı vergi sistemi getirilmiştir. Ancemaatin vergi , tevzi olunan ver-
gi ifadesi vergilerden bir cemiyet veya topluluğun sorumlu tutulması
ve bu verginin topluluğun üyeleri arasında ödeme gücüne göre paylaş-
tırılması demektir. Yani bir köy veya kasabanın durumuna göre o yerin
malî ortalaması bulunuyor ve ortalamanın üzerinden kişinin gelirine
göre vergi alınmasına karar verilmiştir. Bu sistemle devlet ilk defa mü-
kelleflerle yani vergi veren halkla doğrudan doğruya temasta bulunma-
ya başlamıştır. Tanzimat’tan sonra yayınlanan talimatnamelerde kanun
uygulamaya konulmaya çalışılmıştır.
ı mal, iki katip, mahalli hakim, müftü, bir asker zabiti ile halktan güve-
nilir dört kişi olmak üzere on kişinin görev alması emredildi. 1256 se-
nesi vergini tevzii bu meclisler tarafından gerçekleştirildi. Defterler
meclise geldikçe ilgili şahıslar kaza ve köylerdeki halkın Ruz-ı Hızır,
Ruz-ı Kasım aylarında iki taksitle ödeyecekleri vergi miktarı belirlene-
rek deftere kaydedildi.
Muhassılların yanlarına alarak İstanbul’a götürdükleri bu defterler
merkezde hazine tarafından tetkik edilerek Bâb-ı Âli’ye veriliyor Mec-
lis-i Vâlâ’ca tetkik edilerek padişahın iradesi alınarak hangi seneden
itibaren muteber olacağı başta eyaletin vali ve defterdârları olmak üze-
re bütün köy ve kazanın ileri gelenlerine hitaben emr-i âliden isdâr edi-
lip gönderiliyordu.
1256 sayımları istenilen veya beklenilen neticeyi vermediği gibi
hazine gelirlerinde büyük azalma görüldü. Bu başarısızlığın en büyük
sebeplerinden biri bu göreve atana kişilerin mültezimlere yakın ilişki-
leri olanlardan seçilmiş olmalarıydı. Ayrıca büyük ailelerin çıkarları ze-
delendiği için vergi vermede direnmeleri mal varlıklarını vakfetmiş gi-
bi göstermeleri başarısızlığın önemli nedenlerindendi. 1842 yılında eya-
let idaresine yeni bir nizam vermek ve muhassıllıkla ilgili problemi kö-
künden çözmek için muhassıllıklar kaldırılarak valilerin sancaklarına
hükmetmesi şeklindeki eski kural tekrar getirilerek Müşirlik sistemi
kuruldu. Valilerin maiyetine bir defterdâr, ayrıca her sancağa birer kay-
makam ve kazalara halkın yetenekli ve namuslularından birer müdür
tayin edildi. Meclis-i Muhassıl ise yapı ve işlev bakımından önemli bir
değişikliğe uğramadan adı Memleket Meclisi olarak değişikliğe uğra-
mıştır.
Devletin tamamında uygulamaya konmaya 1256 sayımı Hüdaven-
digar, Konya, Aydın, Sivas, Ankara, Biga, Edirne, Rumeli, Silistre, Vi-
din, Selanik gibi Anadolu ve Rumeli’nin bazı eyaletlerinde uygulan-
mıştır. 1256 sayımlarından istenilen sonuçlar alınamamıştır. Bunun en
önemli nedeni yine yolsuzluklar olmuştur. Bu sayımlarda bazı kazalar-
da ağır bazılarında hafif vergiler alınması, şahıslar planında kaydedilen
vergilerin çok farklı oranlarda çıkması, bazı kazalarda vergi indirimi
yapılırken bazı yerlerde artış yapılması bu yolsuzlukların başını çekiyor,
yine Cihet-i Hakkaniyet gözetilmiyordu. Bu hoşnutsuzluklardan dola-
yı 1259 saferinde âdil ölçülerde vergi alınması için yeni sayım günde-
fiAN VERGILER
268 / EDEBIYATLAfiA
tan kimse yoksa, yani dışarıdan katibe ihtiyaç duyulursa katiplerin üc-
retleri bölgedeki halk tarafından verilecek idi. Meclis tarafından belir-
lenen katip ücretleri, bir defaya mahsus olarak 1262 yılında emlâk ver-
gisine ilave edilerek tahsil edilmesi yoluna gidilmiştir.1261 sayımı
uzun zaman almış ve bu sebeple bir yıl geçtiği halde sayım yapılama-
dığından Temettüat Defterleri gelmeyen yerler olmuştur. Meclis-i İmâr
memurları merkeze geri çağrılması dolayısıyla, tahrir yapılmayan böl-
geler için ellerinde bulunan tahrir talimatnâmesinin bir suretini orada
bırakarak tahrir sayımının valiler denetiminde yapılması kararlaştırıl-
mıştır. Vergi mükellefinin maddî imkânları, kazançları ve şahsî hayat-
larında meydana gelen değişikliklerin her yıl izlenmesi öngörülmüş ve
tahsilat döneminden birkaç ay önce başlanılarak bu değişikliklerin tes-
bit edilmesi ve tashih edilmiş halinde defterin gönderilmesi kararlaştı-
rılmıştır.
VERGİ UYGULAMALARI
Vergiler her hane reisinin isminin üst tarafında ve dikine olarak
yazılmıştır. Ancak vergi kaydı hususunda da 1256 ve 1261 sayımların-
da tutulan defterler arasında fark bulunmaktadır. 1256’da vergilerden
sadece vergi-yi mahsusaya yer verilmiştir bunda da bazı defterlerde
Ruz-ı Hızır ve Kasımda verilecek taksitler belirtilmiş bazılarında ise tek
rakamla senelik bildirilmiştir. 1261 sayımlarında ise sene-i sabıkada bir
senede vermiş olduğu vergi-yi mahsusa ile birlikte öşür ve adet-i ağ-
nam vergileri de kaydedilmiştir. Defterleri ayrı tutulan gayr-i müslim-
lerin ise mükellef olduğu cizye dilimi, yani ednâ, evsât ve âlâ olduğu
ayrıca cizyeden sorumlu oğulları varsa bunların da hangi oranda cizye
vereceği belirtilmiştir.
Muaflar : Tahrir defterlerinde vergiden muaf olanlar için “bâ-be-
rat-ı sultanî imam”, “kürekçi”, “tuzcu”, “pîr-i fânî” gibi şerh verilmiş-
tir. Temettü Defterleri’nde de muaf olanlar hemen hemen aynı şekilde
gösterilmiştir. Ancak 1256 sayımında imam, müezzin veya şeyh den-
mekle yetinildiği halde 1261 sayımında “bâ berat Beyaz Camiî İmamı”,
“bâ-berat Hızır İlyas Baba Tekyesi Şeyhi” gibi hangi camiin, tekkenin
imamı veya şeyhi veya katibi olduğu belirtilmektedir. Ayrıca muhassıl-
lara gönderilen tezkirelerde eskiden beri muaf tutulan müftü, hatip,
imam vb. şahısların vergi vermeme yönünde bir niyetlerinin olmasının
fiAN VERGILER
270 / EDEBIYATLAfiA
-Sen topla, sen sarfet; sen emir ver, sen itaat et! Tarlayı sen biç,
mahsulü sen sat, sonra da onu sen tüket! Yani ben yokum, sen varsın!
Devlet, yeniçeriye bunu demek istiyordu.
Tahsildarlık işi ellerine geçince, hane başına alınan 50 akçe vergi-
yi 240 akçeye çıkardılar. Cumhuriyet devrinin ‘Buhran Vergisi’ tarzın-
da ‘Avarız’ adıyla konulan vergiyi de 40 akçeden 300 akçeye yükselt-
tiler. Daha sonra bu vergiler yeniçerilerce mültezimlere satılarak 3-4
misline yükseltildi. Artık yeniçeriler birer firavun, halk da onların eh-
ramına kamçı altında taş taşıyan esirler kafilesidir.”
Servet ve saygınlık sahibi olmanın biricik yolu, mültezimlikten ge-
çiyordu o yıllarda. Mültezimler devlet içinde devlet olmuşlardı sanki.
İzzet Sırrı’nın Hisar Gazetesi’nde yazdıkları, bu “devlet içinde devlet
olma” gerçeğini, yeterince ayrıntılıyor: “İltizam mukavelelerinde ön-
görülen süreler geniş bir yatırımcı sınıf doğurmuştu, satıhta tek bir mül-
tezimin varlığına karşı, derinde vergiyi bizzat toplayanlardan sarrafla-
ra kadar uzanan karmaşık bir ortaklık sınıfı doğmuştu. Gayri Müslim-
lerin malikane sahibi olmaları men edilmiş olmasına rağmen birçok
Rum, Ermeni ve Yahudi bu seçkinler sınıfına muhasebeci, finansör ya
da simsar olarak dahil olmuştur. 18.YY itibariyle İstanbul’da 2000
mültezim ve onların taşra uzantıları (bu uzantılara “şahna” deniliyordu)
ile birlikte yaklaşık 10.000 kişilik bir sınıf ortaya çıkmıştı”. Gayri müs-
limlerin ağırlığı, İzzet Sırrı’nın dediğinden de fazladır; Mevlüt Uluğte-
kin Yılmaz, Osmanlı’nın Arka Bahçesi adlı kitabında, Fatih döneminin
kurnaz ve içten pazarlıklı vezir-i âzam’ı Rum Mehmet Paşa’nın İstan-
bul’un yerli rumlarını nesiller boyu zengin kılmak için imparatorluğun
gümrük vergileri ve maden kaynaklarının bunlara iltizama verildiğini
belirtiyor.
Dönem dönem farklılıklar görülmekle birlikte, özellikle gerileme
devrinde, Mukataaların iltizama verilmesi İstanbul’da müzayede yoluyla
yapılırdı. Bu müzayedelere taşra yöneticilerinin kapı kethüdaları katılırdı.
Mukataa alan kişi İstanbul’da bir kefil gösterir, tahmini vergi gelirinin
ilk taksidini “muaccele” adı altında peşin olarak yatırdıktan sonra devlet
adına bölgedeki yükümlülerden mukataa konusu vergileri toplar ve öteki
taksitleri bu gelir içinden ödedikten sonra kalanı kazanç olarak alıkoyar-
dı. Hazine, mukataa alan kişilere kefil olarak yalnızca gayrimüslim sar-
raf ve sermayedarı kabul ediyordu “Van Tarihi Ve Kürt Türkleri Hakkın-
fiAN VERGILER
274 / EDEBIYATLAfiA
vandan her bir tagar buğdaydan 5 akçe ve 1 tagar arpadan 2,5 akçe alı-
nır ve her tagar pamuk ve susamdan ve başkasından –ki vacib-i divan-
dır– 10 akçe alınırdı.
Tamga: Taşradan gelen metadan ve gayriden yirmiden bir alınır.
Kerkük Kanunnamesi’nde yer almamıştır. Her iki nahiyede de aynı uy-
gulama geçerli olmalıdır.
Mevaşi/bukur: Her iki nahiyede bu tarihte resm-i mevaşi diye her
bir inekten 5 ve her düğeden 2,5 akçe alınırdı. Dişi eşekten 2,5 akçe alı-
nır, öküzden ve tosundan vergi alınmazdı. Dakuk nahiyesi, Batmanlu kö-
yünde her dişi eşekten 2,5 akçe, Tuzhurmatı köyünde mevaşi olarak her
5 inekten 24 akçe, koşulmayan erkek sığırın her 5’inden 12 akçe, her 5
dişi eşekten 12 akçe alınırdı. İlk tahrir yani 1028 numaralı defterde ise
Dakuk nahiyesinde her bir inekten mevaşi diye 8 akçe, Kerkük nahiye-
sinde her inekten 5 akçe ve her merkebden 2,5 akçe alındığı yazılıdır.
Merai: Dakuk nahiyesinde her 2 koyundan 1 akçe, Dakuk nahiye-
si, Batmanlu köyünde her koyundan ve keçiden buçuk akçe ve Tuz-
hurmatı köyünde her bir dişi koyun ve keçiden yarım akçe, Kerkük na-
hiyesinde dişi koyundan bir akçe alınırdı. Zengene taifesinden her 100
koyundan 3 koyun alınırdı. Her koyun 40 akçe hesap edilerek resim alı-
nırdı. Bundan sonra asıl koyun üzerine kuzu dahi sayılıp koyuna ilhak
olunup her 100 koyun ve kuzudan “çoban-beyi” diye 25 akçe alınırdı.
1028 numaralı defterde Dakuk nahiyesinde her bir dişi koyundan me-
rai diye 1 akçe ve 1,5 mankur alınmaktaydı.
Asiyab: Dakuk nahiyesinde değirmenlerden 20 akçe, Tuz-hurma-
tı köyünde her değirmenden yılda 20 akçe, Kerkük nahiyesinde 40 ak-
çe alınırdı. Bölgede normal un değirmenlerinin yanında muhtemelen
bölgede yetişen susamdan tahin yapmak için kullanılan tennure değir-
menleri bulunmaktadır. Tennure, “tandır” demektir. Tahin yapmak için
önce susam bir müddet suda
bekletilir, fırında kavrulduktan sonra değirmen taşında döğülüp ta-
hin elde edilmektedir. Bu defterde “asiyab-ı tennureden”kastedilen bu
türden değirmenler olmalıdır.
Bağ: Dakuk nahiyesinde öşr yani onda bir, Kerkük nahiyesinde
sekizde bir alınırdı.
Meyve ve Hurma: 1028 numaralı defterde Dakuk nahiyesinde
meyve ve hurmadan öşr alınırdı. Kerkük nahiyesinde meyve ve hurma-
299
dan öşr alınır ve öşürden dahi öşr alınırdı. Bağdat vilayetinde 305.253
adet hurma ağacı vardır. Bağdat merkezde ve canib-i garbîde 7.232
hurma ağacı vardır. Hille merkezde 21. 653 hurma ağacı vardır. Eski-
den beri Bağdat, Hille ve canib-i garbîdeki hurmalardan resm alınmaz
imiş. Bu hususda Pir Budak Hasan Padişah zamanında yazılmış lanet-
nâme vardır.
Mahsul: Galle olarak da adlandırılan bu vergi zahireden alınırdı,
Kerkük nahiyesinde kışlık ve yazlık mahsulattan arpa, buğday, pamuk
kozası, susam (simsim) ve gayriden yediden bir alınır. Dakuk nahiyesi
kanunamesinde bu husus yer almamıştır. Dakuk nahiyesi Batmanlu kö-
yünde şitevîden (kışlık) ve sayfîden (yazlık) altıdan bir, Tuz-hurmatı
köyünde kışlık mahsulden altıdan bir divanlık alınır ve alınan divanlığın
öşrü dahi alınırdı. 1028 numaralı defterde Kerkük nahiyesinde galleden
yediden bir alınır ve onda bir alınırdı. Ağca ve kızılca darı, ades (merci-
mek), böğrülce ve seğerek (keten tohumu) de yukarıda zikredildiği şe-
kilde olmalıdır.
Piyaz: Soğanın her levhinden (uzunu 8 arşın eni 4 arşın) 1 akçe alı-
nırdı. Kerkük nahiyesinde Kerkük merkez, Tercil, Tis’în ve Leyla’dan
ekilse de ekilmese de her yerleşim biriminden 60 akçe, diğer köyler-
den 40’ar akçe bu adla vergi alınırdı. Sir (sarımsak) da soğan gibi olma-
lıdır. Çünkü İftihar köyü hasılında piyaz ve sirden alınan vergi beraber
yazılmıştır.
Muhaddarat: Yeşillik demektir. Sebzeden mahsul-i muhaddarat
adı altında Dakuk nahiyesinde beş buçukdan bir alınırdı. Turp, şalgam
vesaireden 5 akçeden yarım akçe alınmaktaydı. Kerkük nahiyesi ka-
nunnamesinde yer almamıştır.
Cüllah: Dakuk nahiyesinde her cüllah cumesinden (çul tezgâhı)
resm-i cume (tezgâh) diye her cumeden 6 akçe, Dakuk nahiyesi, Bat-
manlu ve Tuz-hurmatı köyünde cüllah cumesinden 5 akçe, Kerkük na-
hiyesinde her cumeden 5 akçe alınırdı. 1028 numaralı deftere göre Ker-
kük nahiyesinde her cüllah tezgâhından 5’er akçe alınmaktaydı.
Derzi: Kerkük nahiyesinde her neferden resm-i hayyat olarak 5
akçe alınmaktadır. Dakuk nahiyesinde böyle bir vergi çeşidi bulunma-
makta ve kanunnamesinde de yer almamaktadır.
Daruga: Dakuk nahiyesi kanunnamesinde yer almamıştır. Kerkük
nahiyesinde Kerkük merkez, Tercil ve Tis’în köylerinden 3’er tagar
fiAN VERGILER
300 / EDEBIYATLAfiA
buğday, 6’şar tagar arpa ve nakit 40 akçe alınırdı. Diğer köylerden 2 ta-
gar buğday, 4 tagar arpa ve 40 akçe nakit alınırdı. “...ve her köyden da-
ruga ve yemi olanlar yemlerin ve yemeklerin reâyâdan aldıkdan sonra
biçini eyyâmlarında her gün alik (yem) ve zekkar diye her biri ikişer
vezne mikdar galle alurlar ve bundan gayri sadr olanlar ve mübâşir
olanlar dahi bu vechile alurlar. Bu cümle her gün dört kile mikdâr olur.
Mâl-ı mîrîye noksân olur.”
Sad-çehar: Kerkük nahiyesinde bağlardan gayri bütün hububatdan
–ki vacib-i divandır– sad-çehar (% 4) diye her 100 tagardan 4 tagar alı-
nagelmiştir. Dakuk nahiyesi kanunnamesinde yer almamıştır. Dakuk
nahiyesi, Tuz-hurmatı köyünde çehar-mâhe (dört aylık) ve sad-çehar
kaldırılıp yerine asıl hasıldan sad-yek (% 1) alınmaktadır.
Malikâne: Kerkük livasında bulunan savk malikânelerinin sipa-
hiye timara verilmeyip hassa-i hümayun kaydolunduğu Dakuk ve
Kerkük kanunnamelerinde yazılıdır. “Bazı karyeler kadîmden Akko-
yunlu ve Karakoyunlu taifesinin mülkü imiş. Toprak hakkı diyü
mahsûlden bazı yerlerde yigirmiden bir ve bazı yerlerde otuzdan bir
alınırmuş. Sonra mezkûrlar firâr idüb Kızılbaş savk eyleyüb şimdiye
kadar mîrî içün zabt iderlermiş” ifadesinden bu uygulamanın menşei
öğrenilmiş oluyor. Bazı malikânelerin bütün geliri hass-ı hümayuna
kaydolunmuştur. Bazısının geliri müşterek bazısının geliri ise tama-
men özel şahıslar tarafından tasarruf edilmekteydi. Malikâne mülk
olan yerlerden arz (toprak) ve mâ (su) hakları karşılığında alınmak-
taydı. Bağdat eyaletinde bazı bölgelerde mülk sahipleri su arklarını
kazarlarsa malikâne gelirinin hem yer hem de su haklarını yani tama-
mını almaktaydılar. Bölgenin ilk fetih yıllarında Kerkük bölüğünden
bağlardan ve senevî mahsulden yirmiden bir, Dakuk bölüğünde se-
nevî mahsulden yüzden üç malikâne alınmaktaydı. Yayınlanan def-
terde Kerkük nahiyesinde yirmi beşden bir ve yirmiden bir alınmak-
tadır. Dakuk nahiyesinde otuzdan bir, kırktan bir ve yüzden üç alın-
maktadır.
Otlak resmi: Kerkük sancağına dışarıdan gelen Ulus koyunundan
300 koyun yani bir sürüden otlak resmi olarak 1 koyun alınırdı. Bu ver-
gi yerli reayadan alınmazdı. Sancak genelinde verginin toplam tutarı
6.000 akçe idi. Bağdat eyaletinin bazı yerlerinde bu vergi küdüvv ola-
rak da adlandırılmaktadır.
301
caretin getireceği vergi gelirinin hazineye yılda seksen bin altın kazan-
dıracağını hesap etmişti. Ayrıca, imparatorluk hazinesini düze çıkarmak
için, her vergi mükellefinin vergisini iki akçe artırmaya kararvermişti
ve bunun yılda iki yüz bin altın anlamına geleceğine güveniyordu. Pa-
şa’nın aldığı mali önlemlerden ve açgözlülüğünden bıkıp usanan Türk-
ler kadar hristiyan ve yahudiler de sonunda ondan nefret etmeye ve
ona alaycı lâkaplar takmaya başladılar.”
Belgratlı hristiyan ve yahudiler de da nefret ediyorlarmış Sokol-
lu’dan, çünkü, slav kökenli bu Sadrazam, büyük bir kervansaray ve
başka binalar yaptırabilmek için, bu şehirdeki üç kilise ve bir sinago-
gu yıktırmış. Yıkımın gerekçe ise, bu ibadethanelerin salınan yüksek
emlak vergilerini ödeyememeleri.
Şarap vergisi, daah sonra kaldırılıyor, ancak, II.Viyana Kuşatma-
sı’ndan sonra uğradığımız bozgundan sonra şarap ve müskirat vergisi
yeniden konuyor, tütünden de gümrük alınması kararlaştırılıyor. (Kay-
nak: Necip Fazıl Kısakürek/Yeniçeri)
Şarap Vergisi Ref Ola!
Nejat Göyünç, “XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı” adlı eserinde
şunları yazmakta: “1518 ile 1526 tarihleri arasında şehirde bir meyha-
ne kurulduğu ve köylülerin şehre getirdikleri şarapları doğrudan doğ-
ruya buraya getirerek küplerini subaşıya mühürlettikleri, subaşının da
onlardan “mühür akçası” adı altında iki akça vergi aldığı ve bu usulün
bi’dat olması sebebiyle iki akçanın ref olunduğu 932 tarihli kanunna-
meden anlaşılmaktadır.”
Bosna Kanunnamesi’nde Vergi
1516 tarihli “Kânûnnâme-i Vilâyet-i Bosna”da vergiye dair önem-
li bilgiler bulunmaktadır:
“Ve ol diyârın âmilleri yedi ve sekiz akçelik yağ satılsa, iki akçe
veya bir buçuk akçe bâc alurlarmış. İmdi her nesne kim bâzâra gelüp
satılur, araba ile gelenden ve yükle gelenden bâc alınur. Ve şol nesne
ki, kıymeti kırk akçe ola, satıla, andan dahi bir akçe bâc alınur. Ve illâ
beş akçe ve on akçelik nesneden bâc alınmaya ve bid‘at ihdâs olunma-
ya.
Ve ba‘zı yerlerde polaçine deyü hâneden hâneye dört akçe alınur-
muş, alınmaya. Kânûn-ı kadîm, hâneden hâneye iki akçe alınur; birin
sancak beyi ve birin timar eri alur. Bundan ziyâde nesne alınmaya.
fiAN VERGILER
304 / EDEBIYATLAfiA
Ve otluk öşrü deyü ba‘zı yerlerde hâneden hâneye beşer akçe alı-
nur. Defterde hâsıl bağlanmış olan yerlerden alına. Şol yerde kim otluk
timara hâsıl bağlanmış değildir, nesne almayalar. Kimseye zulm ü hayf
olunmaya.”
Bu kararnamede ayrıca “hakk-ı siyaset” adı altında bir vergi alın-
mayacağı da belirtiliyor:
“Ve sancak beylerinin âdemîleri ve subaşıları ve işlerin mukâ-
ta‘aya dutan âmilleri kânûn üzre cürümlerin aldıklarından sonra, voy-
vodalar dahi hakk-ı siyâset deyü nesnelerin almayalar.” (Kay-
nak:www.devletarsivleri.gov.tr)
Bedesten’de Hazine Ve Vergi Memurları Bulunurdu
Bedesten, kumaş satılan büyük kapalı çarşılar demek. Prof.Dr. Ha-
lil İnalcık, Osmanlı’daki bedesten hakkında en sağlam ve doğru bilgi-
leri Cabî adlı bir vergi memurunun tuttuğu sicillerden öğrenmiş. Be-
desten’de vergi ve hazine memurlarının bulunması da Osmanlı’da ver-
gi ve hazine ne denli önem verildiğini göstermektedir.
“Bedesten’de ticaret hayatı ve Bedesten tacirleri hakkında ayrıntı-
lı bilginin alınabileceği bir başka kaynak da Cabî’ye Has Sicil’dir. Ca-
bî, Bedesten’in vergi memurudur. İşte Ca-bî’nin 1520 yılı Sicil’ine gö-
re Müslümanlar o günkü 168 dükkânın 123’ünü işgal etmektedirler.
Dükkânlardan 34’ünü gayrimüslimler ellerinde bulundurmaktadırlar, 5
köşe (işporta) tezgâhı ve bir sandık (daimi dükkân yeri) de boştur. İş-
porta mahallerinden ikisini Beytüfmalciler (sahipsiz, varissiz, aranma-
yan emvali Hazine’ye irat kaydedenler) işgal etmektedirler. Bir dük-
kân Beytülmal Emini’nin (Hazine Memuru) yazı-hanesidir, böyle bir
yazıhane de Kazasker Kassâm’ına ayrılmıştır (vergi memuru). Üçüncü
bir dükkânda da Ayasofya Vakfı’nın gelir fazlalığı muhafaza edilmek-
tedir.”
Voynuk Muafiyeti
Voynuk, Osmanlı Devleti’nde seferde ordu’nun, sarayın, vezirle-
rin ve diğer devlet adamlarının at ihtiyaçlarını karşılayan, barışta ise at-
larının bakımını yapıp çayır hizmetleri veren askeri sınıfa deniyordu.
Voynuklara, yaptıkları hizmetler karşılığında “baştina” denilen küçük
topraklar verilirdi. Tamamı hristiyan olan bu voynuklar, müslüman çe-
ribaşılara bağlıydılar. Bunlar her türlü cizye, ispenç, avârız ve rüsum-
dan muaftılar.
305
faizle geri dönerek gelirlerin gelirleri oluşuyor, varlıklar üst üste katla-
nıyordu.
Sarraflıktan bankerliğe geçiş başladı. Galata bankerlerinin serma-
yeleri uluslar arası idi. İlişkileri globalleşmişti.
Bu kazançların vergilenememesinin sebebi, gelire endeksli bir
vergi sisteminin kurulamamış olmasıdır.
Tarım ve hayvancılık sektöründe üretimin onda birini alan Osman-
lı maliyesi, azınlıklara beher nüfus başına alınan sabit cizye vergisinde
mükelleflerin göze batmayan ‘yükte hafif, pahada ağır’ sektörlerde
varlık yaratan yöntemleri o günkü koşullarda bulabilecekleri düşünü-
lemedi. Düşünülemedi de onların batılılarla yoğun ilişkilerini de bu
yükten kurtulmanın yöntemini sorarak bulacaklarını göremediler mi?
Görmüşlerdir. Ama yetkililer sus payı alarak görememişlerdir. Sarraf-
lık bir sırlar mesleğidir.”
Aynı kitapta, III. Selim’in kalıcı bir ekonomik yapı oluşturmak
amacıyla tetkikler yapmak üzere Ebubekir Ratip Efendi’yi fevkalâde
elçi olarak Viyana’ya gönderdiği de yazılı. Ebubekir Ratip Efendi, yur-
da dönüşünde bir rapor sunuyor Sultan’a ve diyor ki bu raporun bir ye-
rinde: “Avrupa’da toprak gelirlerinden ayrı birçok vergi var, esnaf, tüc-
car ve halk güçleri oranında bu vergiyi ödemekle yükümlüler.” Belli ki
bu raporun gereği yapılamamış, o da Nizam-ı Cedit gibi akamete uğra-
mış.
III.Selim’in yapamadığı bu uygulamayı, yeğeni II.Mahmut yapı-
yor. Arazi ve emlakla birlikte, ticari ve sınai faaliyetler de vergi kapsa-
mına alınıyor. Mart ayı mali yılbaşı olarak kabul ediliyor. Vergilerin ta-
hakkuk ve tahsili, yasal dayanaklara kavuşturuluyor. Vergiler yılda iki
taksit olarak alınmaya başlanıyor. Maliye Bakanlığı kurularak Darpha-
ne, Hazine ve Defterdarlık bu bakanlığa bağlanıyor.
Temettü Vergisi
1856 ikinci ıslahat fermanından sonra vergilerimizin yeni baştan
düzenlenmesi ile özellikle vergi idaresinde de yeniden yapılanma baş-
latılmıştı. I.Abdulmecid tarafından 1859 tarihinde Mülkiye Mektebi
kurulmuş, devşirme bürokratların yerine, Türk çocuklarına geniş bir
kapı açılmıştı.
Düyun-u Umumiye görüşmeleri yapılırken 1897 tarihinde II. Ab-
dulhamid denetimszilikten şikayet eden batılılara karşı ‘Maliye Bakan-
307
Kellesi giden ilk defterdar, Sarı Mehmet Paşa değil, II.Selim (Sa-
rı Selim) döneminde de bir defterdar kellesinin gittiğini öğreniyoruz.
Defterdarın suçu, Divan üyesi altı vezirden dördünün slav kökenli ol-
masını eleştirmesidir. Yugoslavyalı yazar Radovan Samarcic, “Sokollu
Mehmet Paşa” adlı belgesel romanında, bu olayı şöyle anlatıyor: “(...)
Mustafa Paşa’nın gidişinden sonra padişahın damadı Piyale Mehmet
Paşa, Divan’a katıldı. Kaptan-ı Derya’lık konumunu, o da padişahın da-
madı olan Yeniçeri Ağası Müezzinzade Ali’ye bırakmıştı. Padişahın
başsilahtarı olan Cafer Ağa böylece yeniçeri ağası oldu. Kendisi de pa-
dişahın damadı olan Sokoloviç, birkaç zaman sonra kızını Cafer Ağa’ya
verecekti. Bütün vezirler böylece aynı zamanda Osmanlı ailesinin da-
madıydılar. Geveleyerek konuşan sarı yüzlü padişahın etrafında kurulu
bir aile düzeninin bir ilginç yanı da altı vezirden dördünün slav köken-
li oluşuydu. Bu duruma tek itiraz eden Defterdar Yusuf Ağa olmuş,
herhalde çenesini tutamayarak gereksiz konuşmalar yapmıştı”. O gü-
nün maliye bakanı sayılan defterdar, Padişah’a gammazlanır, ölüm fer-
manı verilir. Divan toplantısı sırasında Defterdar Yusuf Ağa’yı, bizzat
Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa, cellada teslim eder. Radovan Samar-
cic, böylece Padişah’ın rahat bir nefes alıp, kır eğlencelerine, kadına,
şaraba ve kahveye daldığını yazıyor.
“Kurt Paşa”nın “Kapanında” Vergi de var...
Diyarbakır şehrini ilk defa 1869 yılında yaptırdığı vilayet konağı
ve kışlalar ile ovaya yayan, 93 (1877) Harbi’nde Erzurum Valisi ve
Müşir (Mareşal) rütbesiyle Anadolu ordumuzun sağ koluna kumanda
ederek yararlılıklar göstermiş olan meşhur Kurt İsmail Paşa (Doğumu
1819 Kars-Ölümü 1898 İstanbul ), Kars’ın ünlü Hatunoğlu ailesinden-
dir.
Kurt İsmail Paşa’nın Erzurum ve Diyarbakır’da yaptıkları eserler
ve gösterdiği başarılı hizmetler dillere destan olmuştur. Bunları buraya
yazmak, kitabımızın konusu dışına çıkmak olur. Biz sadece, Ziya Gö-
kalp’in bu Paşa hakkında dediklerini okuyalım, sonra da vergi uygula-
malarına dönelim : “Bu vali, tanzimattan sonraki Diyarbekir vilayeti-
nin ikinci valisi olarak şehirde ve vilayette gerçekten unutulmaz imar
319
ova köylüleri, sol tarafa dağ köylüleri geçmiş. Dursun Kahya salgıcıya
dönmüş, ‘Sor bakalım demiş. Bunların ovalarında, dağlarında hangi ot-
lar biter, hangi kuşlar öter?’ vergici Hoca ova köylülerine sormuş;
‘Ağalar, sizde hangi kuşlar öter, hangi otlar biter?’ Vergici bu sefer dağ
köylülerine sormuş. Onlar da; ‘Biz de keklik öter, kekik biter.’ Bundan
sonra Dursun Kahya dönmüş: ‘Efendi, işte vergimizi buna göre hesap-
la da biz dağ köylülerine yazık olmasın demiş.’ Ve ondan sonra dağlı-
lardan az vergi alınmaya başlanmış. Kekliğin öttüğü, kekiğin bittiği
yerde yoksulluktan başka ne olur?”
Haksız Alınan Su Vergisi’ne Dair Karar ve Vakfiye
Avukat Mehmet Ali Apalı tarafından bulunan ve bir kopyası ile
Türkçe çevirisi Konya Vakıflar Müdürlüğü Arşivlerinde saklanan 25
Ramazan 1170 (Miladi 1754) tarihli bir vesikada, vakıf olan bir akar su
kaynağına müdahale edilmemesi, vergi alınmaması, vergi adı altında
alınan paraların geri verilmesine dair bilgiler vardır. Bu vakfiye, Abdül-
baki Gölpınarlı tarafından günümüz Türkçe’sine şöyle çevrilmiştir:
“Konya Kadısı Muhammet Hıfzı’ya, Alim oğlu Seyid Mustafa, Pirli
Çelebi oğlu Seyyid Abdullah, Seyyid Hacı Muhammed, Hüseyin, Ha-
san vesaire müracat ederek, Karaman Valisi Şehsuvarzade Mustafa Pa-
şa’nın huzurunda, Meram’dan akan ve Kavak Değirmeni önünden ay-
rılıp yarısı şehir ve Kedekilas ırmağına akan, öbür yarısı Kayayarığı de-
nen yere girip altıya ayrılarak dört kolu çaya, iki kolu merhum vakıf sa-
hibi Sahip Ata’nın yukarıdaki ve aşağıdaki iki ırmağına karışan ve bağ-
larımızı, tarlalarımızı sulayan ve yukarıda zikri geçen ikiye ayrılmış su,
gelip geçen padişahlar zamanından beri mustakil suyumuzdur; 116 ta-
rihinde Defter-i Hakani’ye kaydedilen ve elimizde bulunup size arze-
dilen Şer’ii Huccetle emirler mucibince de serbest olarak bu sudan fay-
dalanır, bağlarımızı, tarlalarımızı sulardık; Miri Mukatası Emini tarafın-
dan müdahale ve taarruz edilmezdi; Şimdiki Emin Ahmet Ağa, su ver-
gisi istemeye, ve bizi incitmeye başladı; Elli dokuz tarihinde bu zat ile
şer’ii murafaada bulunduk. Men’edildi. Elimize de hüccet verildi; fa-
kat geçen yıl Abdullah Pirli yirmisekiz kuruş, dört yıl önce de Alim oğ-
lu Seyyid Mustafa’dan bir kere on bir, bir kere de sekiz okka kahve, su
vergisi adı ile aldı; bu yıl da sulama zamanında suyumuzu kesti, su ver-
gisi istiyor dediler; men’ini istediler. Ellerindeki hüccetlerini ve emir-
lerini gösterdiler. Ahmet Ağa’ya sorulunca evvelki muraafayı ikrar, an-
321
Bu arada, halkı arasında, onun şeytanî bir güç kazanmak amacıyla düş-
manlarının kanını içtiğine dair söylentiler de yayılmıştır.
Eflak ve Boğdan’da bunlar olup biterken, Voyvoda’nın sapkın
davranışları İstanbul’a, Fatih’in kulağına dek ulaşır. Bölgede yaşanan
kargaşanın merkezinde çocukluk arkadaşı Vlad’ın olduğunu öğrenen
Sultan, duyduğu bu korkunç haberlere ilk anda inanmak istemez. An-
cak, hem vergileri toplamak hem de olup bitenleri araştırmak üzere
gönderdiği diplomatik temsilcilerinin başına gelen korkunç bir olay,
cihan hükümdarını radikal bir karar almaya sevkedecektir. Ruhsal den-
gesini tümüyle yitirmiş durumdaki Vlad, İstanbul’dan gelen elçiler sa-
rayına ulaştığında hayatının hatası sayılabilecek bir adım atar. Konukla-
rını tutuklatır, onlara bizzat kendi elleriyle işkence yapar ve sonunda da
-ellerinde Fatih’in mührünün bulunduğu ültimatom mektupları taşı-
yan- bu kişilerin hepsini kazığa oturtur.
Fatih, elçilerinin akıbetini duyduğunda uzun uzun ne yapacağını
düşünür. Başka hiç kimseye göstermeyeceği bir tahammülle Vlad’a
son bir mektup daha gönderir. Cihan fatihi, çocukluk arkadaşına aklını
başına toplamasını ve bu tür vahşet gösterilerinden vazgeçerek Saray’a
bağlılığını yinelemesini emretmektedir. Vlad’ın bu son uyarıya verdiği
karşılık ise onu geri dönülmez bir yola sokacaktır. Voyvoda artık İstan-
bul’un otoritesini tanımadığını bildirerek bağımsızlığını ilan eder. Kar-
deşlik yemini artık sona ermiştir.
1462 yılı ilkbaharında emrindeki büyük bir ordu ile Balkan seferi-
ne çıkan Fatih için artık tek bir hedef vardır. İbret-i âlem için Vlad’ı yok
etmek. İsyana destek olan bütün yerel yöneticileri etkisiz hale getire-
rek Eflak ve Boğdan’ın içlerine doğru ilerleyen kızgın komutan, en bü-
yük hedefi durumundaki Vlad’ı ise Poeinari Kalesi’nde kıstırır. 900
metre yükseklikteki sarp bir dağın zirvesine kurulmuş bulunan Poeina-
ri Kalesi, erişilmezliğiyle tam bir kartal yuvası görünümündedir. Bu
haliyle de aşağıdan bir saldırıyla düşürülmesi bir hayli güçtür. Ancak,
hiddetinden yanına yanaşılamayan Fatih’i hiç bir zorluk durduramaz.
Birlikleriyle kalenin çevresini kuşatan Sultan, Vlad’a son mesajını
gönderir: “Artık işin bitti! Geliyorum deyyus Vlad!”
Her iki komutan da birbirlerinin huyunu suyunu çok iyi bilmekte-
dirler. Vlad bu avantajını kullanarak, kıstırıldığı yüksek kalede aylarca
direnmeyi başarır. Buna karşılık, lojistik desteği tam olan Osmanlı or-
fiAN VERGILER
324 / EDEBIYATLAfiA
dusu da hiç acele etmemekte ve kalenin dibinde sinir bozucu bir sabır
içinde kamp yapmayı sürdürmektedir. Öyle ki sırf kaledekilerin direniş
gücünü yıkabilmek için zaman zaman askerî bandonun kılıçların şakır-
dadığı gösteriler düzenleyip gürültülü savaş marşları çaldığı bile olur.
Fatih, kendisine karşı sergilenen bu büyük ihaneti muhatabını aşağıla-
yarak cezalandırmaktadır. İnatçı bir adam olan Vlad, Fatih’in taktikle-
rine direnir direnmesine, ancak kalede kendisiyle birlikte mahsur ka-
lan sevgili eşi Elizabetha ise onun kadar güçlü değildir. Genç kadın bu
sinir savaşına daha fazla dayanamaz ve kuşatmanın ilerleyen haftala-
rında kendisini kalenin burçlarından aşağı bırakarak intihar eder.
Wallachia, İstanbul Fatihi’nin bağımsızlık peşindeki prense verdi-
ği bu ağır dersi anlatan öykülerle kaynamaya başlamıştır. Vlad’ı kendi
egemenlik bölgesinde siyasî olarak bitiren Fatih, isyancı bir Voyvoda
için İstanbul’u bu kadar uzun süre sahipsiz bırakmanın riskli olacağına
karar verir ve hasmının yakalanmasını beklemeksizin birliklerinden bir
kısmını yanına alarak merkeze geri döner. Giderken Eflak’a yeni ve sa-
dık bir Voyvoda atamayı da ihmal etmeyecektir. Eşinin intiharıyla psi-
kolojik olarak çökmüş olan Vlad, kurtulmak için son bir hamle daha
yapar. Fatih’in yokluğunda bir ölçüde gevşemiş olan kuşatmayı yar-
mayı başaran devrik Voyvoda, kendisine yardım eden bazı Rumen köy-
lülerinin de yardımlarıyla bir gece komşu Macaristan’a kaçar. Romen
tarihçiler, Vlad’ın kaçışını haber alan Fatih’in buna çok da fazla öfke-
lenmediğini söylüyorlar.
Kaş Yaparken Göz Çıkarmış Sait Paşa
Sultan II.Abdulhamid döneminde sadrazamlık yapan Sait Paşa,
devletin iki yakasını bir araya getirmek için, “Oran ve Merkeziyet” ola-
rak adlandırılabilecek bir uygulama başlatır. Buna göre; illerin topladı-
ğı vergi ve yaptığı giderler kontrol altına alınması amacıyla, her 10 gün-
de bir tahsilat yapılarak belirlenen oranlar çerçevesinde defterdarlıktan
telgraf çekilerek ne oranda sarf yapılabileceği hususunda merkezin iz-
ni istenecekti. İş bununla da kalmıyordu, iller, nerelere ne kadar harca-
ma yapacaklarını merkeze sormak zorundaydılar.
Kamil Ve Sait Paşa’nın hatıralarından anlıyoruz ki, bu uygulama
özellikle askeri kesimde büyük tepkilere yol açmış. “Oran Ve Merke-
ziyet” uygulamalarından birşey anlamayan ve maaşları %35-40 oranın-
da azalan subaylar, istihkaklarını zorla almaya kalkışmışlar. Tahsildar-
325
manlarda devam eden bu gibi hallerin önüne geçmek maksadı ile, 1155
(1742)’te, padişahın yıllık masrafına tahsisen hassa bazirgan başısına
ocaklık tayin edilen İstanbul, Edirne, Çirmen ve Kocaeli sancakları da-
hilindeki Çingenelerin cizye ve maktuaları ile miri mallarının tahsiline
kadı, mütesellim, voyvoda, selatin evkafı zabitleri v.s. taraflarından
mümaneat gösterilmemesi hakkında alakadarlara divan tarafından emir
ve hükümler gönderilmesine mecburiyet görülmüştü. Bazı yerlerdeki
çingane cizye ve maktualarının saray mensuplarına ocaklık suretiyle
verilmesi keyfiyeti XIX. asır başlarında da henüz cari bir usuldü. Hal-
buki, vukua gelen harpler dolayısıyle, Çingeneler, yaşayışları itibariyle
de kolaylık görerek, sıksık yer değitiriyor ve mukataa mültezimleri ile
ocaklık sahiplerini müşkül mevkie ve ehemmiyetli zarara sokuyorlar-
dı. Böyle bir zaruretin de sevki iledir ki, tanzimattan sonra bir taraftan
Çingenelerin tahrirleri ile iskanları cihetine gidilmiş, diğer taraftan da
vergilerinin cibayetinde daha başka esaslar aranmıştır. Öyle görünüyor
ki, Çingenelerin tesbit ve ve tahrirleri yolunda yapılan teşebbüsler, im-
paratorluğun en uzak mıntıkalarında bile başarı ile neticelenmiş, mese-
la Doğu Anadolu’da, Diyarbekir, Beşiri, Çapakçur, Midyat, Mardin
havalisindeki müslüman Çingeneler ayrı ayrı tesbit edildiği gibi, Bos-
na’da da iskan şekilleri ile kimseye zarar ve ziyanları olmamak üzere,
mürur nizamına tevfikan vakit ve mevsiminde göçüp gitmeleri te’min
olunmuştur.”
Düyun-ı Umumiye’ye Aktarılan Vergiler
Düyun-ı Umumiye, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat döneminde alı-
nan dış borçlara ve bu borçları ödemek amacıyla oluşturulan Kurum’a
deniliyordu.
Osmanlı Devleti ilk kez 1854’te Kırım Savaşı’nın getirdiği mali
yükü hafifletmek amacıyla dış borç aldı. Dış borçlar, yatırım ve yayıl-
ma alanı arayan Avruplaıların özendirip yönlendirmesi ve bazı yenileş-
me giderleri yüzünden arttıkça arttı. 1854-1874 arasında 15 kez dış
borç alındı. Borcun toplamı 5 milyar 297 milyon franka, yıllık faizi ise
300 milyon franka ulaştı. Osmanlı Devleti ne bu borcu, ne de faizleri-
ni ödeyebilecek durumdaydı. Ekim 1875’te yayımlanan Ramazan Ka-
rarnamesi’yle vadesi gelen borç taksitlerinin yarısını ödeyebileciğini
bildirdiyse de bu taahhüdünü ancak üç ay süreyle yerine getirebildi. 22
Kasım 1879’da Avrupa malî çevreleriyle imzalanan antlaşmayla bu
fiAN VERGILER
330 / EDEBIYATLAfiA
Atatürk Diyor ki
Atatürk, Medeni Bilgiler adlı kitabında vergiler hakkındaki görüşleri-
ni şöyle ifade ediyor: “Devlet, vergiler ile yaşar. Vergi borcunu vaktinde
ödemek vatanseverliğin birinci alametidir. Vatandaşların vergi kusuru ha-
zinenin kuvvetini zaafa düşürür. Milli hazinesi kuvvetsiz olan bir milletin
memleketi içindeki saadeti bozulur; beynelmilel kudret ve şevketi sarsılır.”
Ulusal Kurtuluş Savaşı Vergisi: Tekalif-i Milliye
TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya Başkumandanlık yetkisi
verilmesi ile ilgili yasa, sert ve uzun tartışmalar sonunda 4 Ağustos
1921 tarihinde TBMM tarafından kabul edildi. Bu yasanın 2. maddesi-
ne göre Mustafa Kemal Paşa’nın vereceği buyruklar, yasa olacaktı.
Mustafa Kemal Paşa, bu olağanüstü yetkisini ilk olarak 7-8 Ağus-
tos 1921 tarihinde yayınladığı 10 adet buyrukla kullandı. Bu buyrukla-
ra “Tekalif-i Milliye” yani “Ulusal Vergi Buyrukları” denmektedir.
Atatürk, Büyük Nutuk’ta, bu buyrukların tüm ayrıntısını vermekte-
dir. Bunları yazmadan önce, Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler”
adlı eserinden, bu verginin arka planını aktaralım:
fiAN VERGILER
334 / EDEBIYATLAfiA
ben maliyeciliği bilmem, beni mazur görün!” Atatürk “Daha iyi!” de-
yince, Hasan Fehmi Bey reddedemeyecek hale gelir. Atatürk sorar:
“Ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
“Şu anda bir şey bilmiyorum, düşüneceğim!”
HERKES para istemektedir, Hasan Fehmi Bey kuralını koyar:
“Para, yağlı kurşun ve keskin süngüye!”
Evet, ama, ordunun harcamalarını da kontrol etmek ve disipline sok-
mak gerekir, bunun için bir kanun çıkarılır, ordu defterdarlıkları ve mesul
muhasiplikler kurulur. Eski köye, yeni nizam koymak güçtür, bazı ku-
mandanlarla ordu defterdarları arasında tartışmalar çıkar; Ali İhsan Paşa
(Sabis) bir defterdarı hapseder, ama sistem sonunda yerleşir. Mesela,
Milli Savunma Bakanlığı, bir defasında 400 bin postal için para ister, Ha-
san Fehmi Bey, “Ben bu parayı verirsem, 400 bin postalı nerede, kime,
ne kadar zamanda yaptıracaksınız?” diye sorar, istek geri alınır. Bir gün
de ordu kumandanları ihtiyaçları için 10 otomobil isterler, Maliye Baka-
nı otomobillerin adresini verir: “İstediğiniz otomobilleri Yunanlılar İz-
mir’e çıkardılar, hazırladılar, orada duruyorlar, gidin alın!”
İzmir hâlâ Yunan işgali altındadır!
HASAN Fehmi Bey bir gün Mustafa Kemal Paşa’ya orduda ne ka-
dar subay olduğunu, alacakları maaşın miktarını söyleyince, Paşa sorar:
“Bu sayıları nereden biliyorsun?”
Görüşme sırasında orada bulunan Fevzi Paşa (Çakmak) ordu def-
terdarlarını ima ederek, “Onun casusları var!” der.
BÜYÜK Taarruz yaklaşmaktadır, Maliye alacağı her kuruş vergi-
yi toplayabildiği kadar toplamış, hiçbir yerde metelik bırakmamıştır,
ama hâlâ paraya ihtiyaç vardır. Kurtuluş Savaşı’nın Maliye Bakanı onu
da bulur: “Osmanlı Bankası’nın Ankara Şube Müdürü Bojeti’yi çağır-
dım. Dedim ki:
- Osmanlı Bankası tarihi bir anını yaşıyor. Maliye’ye 1.5 milyon li-
ra lazım. Bizim idaremizdeki mıntıkada 16 şubeniz var. İstediğim pa-
rayı vermezsen, şubelerinize vazıyet eder, kasalarındaki bütün parayı
zabıt mukabili alırım. Düşünmek için sana bir çeyrek saat mühlet veri-
yorum, git düşün, cevabını ver.”
Sonra?
Maliye Bakanı tek cümleyle açıklar: “Böylece istediğimiz 1.5 mil-
yon lirayı Osmanlı Bankası’ndan aldık.”
343
‘Kaymakama gitseydin’
Köylü iyice güldü.
‘Sen de benle gönül mü eyliyon beyim? ‘ dedi. Kaymakamın ha-
beri olmadan bizim buralarda kuş bile uçmaz.’
Atatürk, konuşmayı sürdürdü:
‘E peki, İstanbul şuracıkta. Gideydin valiye anlataydın derdini...
Onun işi bu değil mi? ‘
(...) ‘Bırak şu sağırı allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini
çok gördük. Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz? ‘
Atatürk sordu:
‘Adın ne senin Ağa? ‘
‘Halil...Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler...’
‘Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. (...) Ha-
di kaymakam şöyle, vali böyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa
var bilir misin? ‘
‘Bilmez olur muyum beyim? ‘
‘Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul’a geliyor. Florya Köş-
kü’ne iniyor. Köşk şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini
dökseydin ona...Herhalde çaresini bulurdu.’
‘ (...) Tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya...Tutalım
ki kodular, koskoca İsmet Paşa’yı göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler,
ona halimi nasıl yanacağım. O sağırın sağırı. Hiç işitmez beni...’
(...) ‘E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın ! Atatürk koca
yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsay-
dın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!..’
Köylü iyice keyiflenmiş gülüyordu.
‘Sen ne diyon bey? ‘ dedi. Atatürk’ümüzün yüzünü görmek için
Peygamber gücü gerek... Hem tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden
gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirdecek? ‘
(...) Konuşacak bir şey kalmamıştı. (...) Döndüler arabaya bindi-
ler.Halil Ağa onları uğurladı. (...) Otomobil hareket etti. Atatürk’ün ca-
nı sıkılmıştı.
‘Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!..’ dedi.
Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor sigara üstüne sigara yakıyor-
du. Yüzünde ince bir keder vardı.
(...) Köşke döndüklerinde Atatürk yâverine emretti:
349
yii baltalama aracı haline dönüşen bir muamele vergisinden söz etmek-
tedir. Şevket Süreyya o günleri ve bu verginin uygulanması sırasında
karşılaştığı iliginç ve traji-komik durumları şöyle anlatıyor: “ (...) Kü-
çük ve iptidai tesisleri büyük tesisler aleyhine koruyan bu muamele
vergisi, çeşit çeşit muvazaalara yol açıyordu. Bütün bunların mucip se-
bepleri ise kağıt üzerinde gayet parlaktı: milli sermaye israf edilmeye-
cek, küçük müteşebbis korunacaktı. Bu iptidai muamele vergisi kanu-
nu, dükkanların atölye ve atölyelerin fabrika haline gelmesini önlüyor-
du. (...) 3 Beygirlik derme çatma bir motor ve 3 kişilik acemi işçi kad-
rosu ile çalışan han odası, 400 beygir gücünde bir muharrik kuvvet ve
300 işçi kadrosu ile çalışan bir fabrikadan üstün tutuluyordu. Hatta 3
beygirlik bir motor ve 3 işçi ile çalışması kabil olmayan teşebbüsler,
eski hanları kiralayıp, bütün odalara dağılıp, her odayı bir işçi adına
yazdırarak, acayip muvazaalarla varlıklarını korumak için şeytani bir
zeka ile uğraşıyorlardı.”
Şevket Süreyya Aydemir’e, Sanayi Tetkik Reisi olduğu günlerde
böyle bir dosya getirirler. Bir han kapıcısına bu tür muvazaalı işlemlerden
dolayı öyle bir ceza vermişlerdir ki, kapıcı, 40 lira olan aylığının haciz ko-
nulan 1/3’ünü 844 yıl ödediği takdirde ancak bu cezayı bitirebiliyordu.
Tahsildar ve Vergi Memurlarını Eleştiren Gazeteci
Mehmet Tekin, “Antakya Tarihinden Yapraklar ve Halefoğlu Sü-
reyya Bey” adlı kitabında, Kırıkhan İlçesi’ndeki bir çok haksızlık yanın-
da, vergi memuru ve tahsildar zulmune de son veren Kaymakam Sü-
reyya Bey’in neden iz bırakan bir şahsiyet olduğunu şöyle anlatıyor:
“Süreyya Bey, 9 mart 1935 tarihinde Kırıkhan Kaymakamlığı görevine
tayin edildi. Atama kararı 13 Mart günü Antakya’ya ulaştı. Süreyya
Bey 23 Mart 1935 Cumartesi günü Kırıkhan’a giderek törenle kayma-
kamlık görevine başladı. Süreyya Halef göreve başlar başlamaz durdu-
rak bilmeksizin çalışmaya başlamış, kısa sürede halkın sevgi ve takdi-
rini kazanmıştı.
(...) Türkleri hayatından bezdiren ikinci sebep, vergiler ve vergi
memurlarıydı. Vergi memurları, vergisini ödeyemeyen köylülerin evin-
de yorgan, yatak, hayvan, mal, eşya ne bulursa alıp gidiyor, kimse kar-
şı koyamıyordu. Karşı koyan hapse giriyordu. (Hatta daha 1932 yılın-
da bu acıklı durumu tasvir eden bir yazı yazdığı için Yenigün gazetesi
sahibi Şükrü Balcı hapsedilmişti.)
357
Deve:200 kuruş
Manda:150 kuruş
Sığır: 90 kuruş
Ata, Katır, Kısrak :125 kuruş
Eşek:50 kuruş
Domuz:300 kuruş
Kazanç Vergisi
Atatürk döneminde alınan vergilerden biri de “Kazanç Vergisi”
idi. Bu vergiye ilşikin bilgileri de “Medeni Bilgiler” kitabından özetle-
yerek aktarıyoruz.
“Bu verginin adı, uzun seneler temettü vergisi olarak devam et-
miştir. 1926 senesinde Temettü Vergisi Kanunu ilga edilmiş, onun ye-
rine kazanç vergisi kanunu kabul edilmiştir.
Türkiye’de kazanç vergisi muhtelif safhalar geçirmiştir:
1-Türkiye’de kazançlar üzerinden vergi alınmağa Tanzimat’tan
evvel 1825 tarihlerinde başlandığı kabul edilebilir. O zaman bunun is-
mi ihtisap resmi idi. Tanzimat’tan sonra bu vergi kaldırıldı. Kazanç ver-
gisi, arazi, bina vergileriyle birlikte tahrire müsteniden alınmağa baş-
lanıldı. Bu hal rubu (çeyrek) asır devam etti, müteakiben kazanç vergi-
si arazi ve bina vergilerinden ayrıldı. Ve fakat tahrire istinat ederek ru-
bu asırdan fazla yine bu tarzda devam etti.
2-Bu vergi ikinci safhada komisyonlar vasıtasıyla kazanç erbabı-
nın senelik kazançlarının takdiri şeklinde oldu. Bu usul de rubu asır ka-
dar sürdü.
3-Meşrutiyetin ilanından evvel kazanç vergisinde “zâhirî karine”
usulüne girildi. Bu usul bir müddet sonra ıslah edildi ve bir kısım şir-
ketler beyanname usulüne alındı.
4-Bugünkü Kazanç Vergisi Kanunu 1926 senesinde kabul edildi. Be-
yanname usulü genişletildi ve zâhirî karine usulüne tâbi olanlar daraltıldı.”
Kazanç Vergisi’ne tâbi kazançlar şunlardı:
1-Ticaret ve sanayi erbabının kazançları,
2-Meslekler icrasından meydana çıkan kazançlar
3-Memurların, müstahdemlerin ve işçilerin kazançları.
Bu verginin müstesnaları, on yedi başlık halinde toplanıyordu. En
ilginç istisna ise, münhasıran devlete ait olan müessese ve fabrikalara
tanınan istisna idi.
361
GÜMRÜK TERİMİ
Gümrük, iki ya da daha çok ülke arasındaki siyasi sınırlardan fark-
lı olarak belirlenmiş sınır ya da hattı aşan eşyadan alınan mali yüküm-
lülüğe denmektedir. Başlangıçta yalnızca gelir sağlama amacıyla salı-
nan gümrük vergileri, ekonomik ve ticari gelişmelere uygun olarak ar-
tık dış ticaret politikalarının önemli bir uygulama aracı haline dönüş-
müştür.
“Lehçe-i Osmaniye adlı kitapta, Gümrük kelimesi, Rumca’dan
alınmış ve emtiaya ilişkin rüsumun idare mahallinin ismidir diye ta-
nımlanmış ise de, Gümrük kelimesinin Rumca’dan alınma olmayıp,
Latince’de ticaret manasına gelen ‘Commercium’ kelimesinden alın-
mış olduğu anlaşılmaktadır. Zira, gümrük resminin ticaret eşyasından
alınan bir vergi olduğu gözönüne alındığında, kelimenin manaya uy-
gunluğu ortaya çıktığından, bu adlandırmanın esasen daha uygun bu-
lunduğu açıktır. Fransızlar “Gümrük”e ‘Douane’ derler. İtalyanca ‘Do-
gana’ kelimesinden alınmıştır ki, Venedik ve Cenova Cumhuriyetinin
fiAN VERGILER
368 / EDEBIYATLAfiA
Birinci Hakimi’nin ünvanı olan ‘Doge’ adına, hazineye gelir temin et-
mek için, Venedik’te uygulamaya konulan verginin ismi olmuştur. Ve-
nedikliler Ortaçağ’da ticarette büyük gelişme kaydettikleri zaman, bu
rüsum uygulamaya konulmuş ve giderekten ‘Gümrük’ kelimesi, hem
idarenin ismi (ism-i mekan) ve hem de verginin ismi (ism-i fiil) olarak
kullanılmaya başlanılmıştır. Zamanının ünlü yazarlarından Veyh’in söz-
lerine göre ‘Douane’ kelimesi, gerek Farîsî ve gerekse Arabî ‘Divan’
kelimesinin aynısı olup, Ortaçağ’da Arap gümrüklerine gelen ticari
emtiaya ilişkin rüsumun alınmasına memur edilen görevlilerin tamamı
anlamına gelen ve ‘Divan’ şeklinde adlandırılan bu ibarenin, o zaman-
ki Latince’ye ‘Dogan’a şeklinde geçtiği ve oradan da Fransızca’ya
‘Douane’ şeklinde geçerek, dillere yerleşmiş bulunduğu anlaşılmakta-
dır. “ ( Süleyman Sudi/Mehmet Ali Ünal (Osmanlı Vergi Düzeni/Def-
ter-i Muktesid))
Ruslar, gümrüğe “Tamojnya” diyorlar, tarihçiler bu deyimin Altı-
nordu Devleti zamanında Türkçe’den alınmış olduğunu ve “Tamga” ya
da “Damga”dan bozma olduğunu belirtiyorlar.
İlk gümrük uygulamasının ne zaman olduğuna ilişkin tarihi bilgiler
ise şöyle: Prof.Dr Tahsin Özgüç “Kültepe-Kaniş/Neşa Sarayları ve Ma-
betleri “adlı kitabında, Orta Anadolu’da yaptığı arkeolojik kazılarda bulu-
nan saray ve mimari eserler yanında, vergi uygulamaları ve ticarete dair
de bilgiler veriyor: “Kaniş sarayının en önemli işlevlerinden birinin
Asur’dan ithal edilen tekstil ve kalay gibi malların denetimi olduğu anla-
şılıyor. Mallar, önce sarayda görülüp, denetlenmesi amacıyla orada depo
ediliyor. Vergilerin hesaplanıp ödenmesinden sonra malların dışarı çıkarı-
lıp halka satılmasında bir gümrük binası işlevi de görüyor. Dünyaca ünlü
Karum arşivlerinde bulunan çivi yazılı tabletlere göre saray, dokumadan
yüzde 5, kalaydan da yüzde 3 vergi alıyordu. Tunç yapımında, bakır ka-
dar önemli olan kalay Anadolu’da bulunmadığı için Asurlu tüccarlar bu
madeni daha doğudaki ülkelerden Kayseri’ye getiriyorlardı. Saray, doku-
maların yüzde onunu öncelikli satın alma hakkına sahipti. Değerli taş ve
lüks malların ticareti yasaklanabiliyordu.”
Tarihi bilgiler, Asurlular’ın Arabistan’ın aldığı “baharat vergisi”ni
vermemek için savaşıp çok sayıda ölü de verdiklerini gösteriyor.
Yine tarihi kayıtlar, Roma İmparatorluğu’nda ve Bizans dönemle-
rinde “Portaria” adı altında bir gümrük vergisinin alındığını göstemek-
369
ga ile belli edilirdi. Türk boyları arasındaki savaşlar daha çok, damga-
nın etki alanını genişletme isteğinden çıkardı. İklil Kurban’ın “Yaşlı Ta-
rihin Yankısı” adlı kitabında; Bulgar Türkleri’nin iyi bir gümrük örgü-
tü kurdukları, İdil(Volga) Nehri’nden geçen gemilerden gümrük vergi-
si tahsil ettikleri, dericilikte çok ileri gittikleri için, tüccarlarının hükü-
mete işlenmiş deri olarak vergi verdikleri yazılı.
ithal veya ihraç olunan eşya üzerinden alınan bir çeşit ticaret vergisi
ise de, ülke toprakları içinde bir iskeleden diğer bir iskeleye denizden,
bir şehir veya kasabaya karadan nakledilen veya çıkarılan eşyadan da,
muhtelif isimler altında asırlarca gümrük resmi alınmış, daha sonra
bunlardan bir kısmı zaman içinde kaldırılmıştır.
Diğer taraftan, Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey zama-
nında, bazı geçiş yerlerinde “Meks” adı altında “Baç” biçiminde bir tür
vergi alınırdı. Ancak, halk Meks’in şeriata uygun olmadığını düşündü-
ğünden, “Mekkas” diye adlandırılan gümrük memurluğu mesleğine
karşı o dönemlerde fazla ilgi göstermez ve bu görevi almaktan kaçınır-
lardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda tanzimat öncesi döneme rastlayan ta-
rihlerde tahsil edilen resimlere “Ezmine-i Atika Gümrükleri” denilirdi.
Bunlar tahsilleri zaman içinde çeşitli kanun ve nizamlarla kararlaştırıl-
mış olan ve yabancı devletlerle hiçbir anlaşmaya bağlı bulunmayan rü-
sumattır.
O dönemlerde, sözü edilen bu gümrük vergilerinden; eşyanın gel-
diği ülke, gideceği yer ve yerli veya yabancı olup olmadığı gözetilmek-
sizin, gerek karadan ve gerekse denizden getirilen veya nakledilen, her
türlü mal ve ticari eşyadan alınan gümrük resmine “Amediyye”, eğer
bu mal ve eşya evvelce dahil olduğu mahalde sarf ve istihlak olunma-
yarak diğer mahalle nakledilirse, ondan alınan gümrük resmine “Ref-
tiyye” , eğer eşya dahil olduğu mahalde sarf ve istihlak olunacak oldu-
ğu takdirde, ondan alınan gümrük resmine “Masdariyye” ve yabancı
memleketten gelip, dahilde sarf olunmayarak, bir başka yabancı mem-
lekete sevkedilen eşyadan alınan resme de “Müruriyye” deniliyordu.
“Masdariyye” resmi, şimdiki mevzuat gözönüne alındığında bir
nevi tüketim vergisi anlamına gelmektedir ki, sonraları gümrük işlem-
lerinden kaldırılmış ve o tarihlerde sadece İstanbul Balıkhanesi’ne
mahsus kalmıştır.
Öte yandan, bu dört çeşit verginin konulması aynı anda olmamış,
belki asırlar boyu elde edlen tecrübeler, yabancı devletlerle yapılan an-
laşmalar ve beliren ihtiyaçlar nedeniyle zaman içinde muhtelif nizam-
name ve talimatlarla uygulanmaya başlamıştır.
Gümrük Resmi genelde kıymet esasına göre tesbit edilirdi. Ancak,
bu sistem tüccarla gümrükçüler arasında malın gerçek değerinin tayini
hususunda devamlı tartışmalara sebeb olduğundan, 18 inci yüzyıldan
373
itibaren gümrük resimleri, belli tarihteki mal fiyatlarına göre tesbit edi-
len spesifik tarifeler üzerinden alınmaya başlandı. Osmanlılar, “güm-
rük resmi”ni, uygulama ve etkisi yönünden bakılacak olunduğunda
devlet gelirleri içinde en zoru, tahsil edilmesi açısından bakılacak olun-
duğunda da, en çabuk elde edileni olarak görmüşlerdir ki, doğrusu da
budur. Buna dair çarpıcı bir örnekler vardır. 1512 yılında yalnız Bursa
‘da ipek ticâretinden alınan ve merkezi hazineye giden gümrük geliri
43.000, 1562 yılında Şam ‘a getirilen baharattan alınan gümrük resmi
ise 110.000 düka altın idi. 1527 yılında 277 milyon akçe olan merkezi
devlet bütçesi içinde, yalnız Bursa ve Şam’ın bu iki gümrük vergisi ka-
leminden aldığı vergi gelirinin 7.5 milyon akçenin üstünde olması (1
Venedik dükası 50 akçe hesabıyla) yani bütçe gelirlerinin % 2.7’sini
teşkil etmesi ticâretin Osmanlı maliyesindeki ağırlığını göstermektedir.
1590 yılında,Yeniçerilerin et ihtiyaçlarını karşılamak üzere, gümrük
resmine “zarar-ı kassabiye” adıyla %1 oranında ilave yapıldığı da görül-
mektedir. Sivas Valisi Murtaza Paşa ve Rumeli Beylerbeyi Melek Ah-
met Paşa’nın emrinde çalıştığı dönemlerde; İç Anadolu, Arnavutluk ve
Rumeli’nin muhtelif yerlerinde Vergi Memuru olarak görev yapan Ev-
liya Çelebi, Urfa’nın Birecik İlçesi’nin deve kervanları için işlek bir
geçit yolu olduğunu yazıyor. Günde beş altı bin deve, kayıklarla Fı-
rat’ın bir kıyısından öte kıyısına geçiriliyormuş. Osmanlı Devleti’nin
Birecik Gümrüğü’nden sağladığı gelir, yetmiş yükü karşılayacak tutar-
da akçe. Yani, binde ondört nisbetinde bir vergi. Evliya Çelebi, İsken-
derun için de şunları yazıyor: “Halep’e iki konak mesafede olup gemi-
ciler için sevilen bir iskeledir. Her yıl limana iki yüz kadar frenk ve is-
lam kalyonları gelip demir atarak yatarlar. Kalesi yarım kaldığından
frenkler gümrük ödemede inat ve terslik gösterip giderler. Frenklerin
âsi ve korsan kalyonları bu konuda zorluk çıkarsalar da tüccar gemile-
rinin buna karşı çıkmaları mümkün değildir. Onun içindir ki bugün de
İskenderun limanı yıllık yetmiş yük akçe ile iltizama verilen bir güm-
rük eminliğidir.”
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde, diğer vergiler gibi
gümrük vergileri de, mali yapı içinde hazineye bağlı olarak “İltizam”
ve “Emanet” şeklinde adlandırılan iki ayrı usule göre toplanıyordu.
Gümrükler de, madenler, darphaneler ve dalyanlar gibi birer kiralama
konusu idi. Vergilerin devlet memurları vasıtasıyla toplanması anlamı-
fiAN VERGILER
374 / EDEBIYATLAfiA
na gelen emanet usulü ile idarede “Emin”, Devlet tarafından tayin edi-
len bir memur statüsündeydi. Toplanan gümrük vergileri Gümrük
Eminleri ve memurlar vasıtasıyla hazine hesabına alınıyordu. Buna gö-
re, gümrükte çalışanların maaş ve aylıkları, kira, kırtasiye, temizlik ve
yakacak masrafları, gümrüğüne göre ödenmesi planlanan tophane, ba-
ruthane, kale neferleri ulufeleri gibi harcamalar çıktıktan sonra, artan
para merkeze yollanıyordu.
B- TANZİMAT DÖNEMİ :
Osmanlı İmparatorluğu’nda tanzimat öncesi dönemde, gümrük
vergilerinin toplanması iltizam usulüne göre müteahhitler aracılığıyla
yapılıyordu. Ancak, mültezimlerin kendilerine büyük menfaatler sağla-
maları dolayısıyla bu konuda çeşitli şikayetler de vaki oluyordu. Bu şi-
kayetlerin de etkisi ile iltizam usulü 1840 yılında terkedildi ve emanet
usulü uygulamasına geçildi. İstanbul ve çevresi için “İstanbul Emtia
Gümrüğü” kuruldu ve öteki yörelerde de maaşlı memurlar görevlendi-
rildi. Bu tarihte emanet usulü uygulamasına geçilirken ve gümrükler
375
CUMHURİYET DÖNEMİ
İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde teşkilatın yapısında değişiklik ya-
pılması ve gümrüklerin Umum Müdürlük şeklinde Maliye Vekaleti’ne
bağlanmasından sonra, gümrüklerin bu teşkilat yapısı Cumhuriyetin ilk
dokuz yılında da aynen sürdürülmüştür. Ancak, Cumhuriyet dönemi
gümrüklere sahip çıkılan ve gümrüklerle ilgili köklü tedbirlerin alındı-
ğı bir ayrı dönem olmuştur. Cumhuriyet döneminin başlangıç yılların-
da gümrük mevzuatı çeşitli kanun, kararname ve tefsirlerle oldukça da-
ğınık bir uygulama içinde idi. Cumhuriyetin ilk dokuz yıllık dönemin-
de, önce, müeyyide olarak yeterli bulunmasa da, 1126 ve 1510 sayılı
Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanunlar yürürlüğe konulmuş; Ye-
ni Gümrük Tarifesini hazırlamak üzere Bakanlar Kurulu Kararı ile bir
komisyon kurulmuş ve sonuçta, spesifik sistemi esas alan 1.6.1929 ta-
rihli 1499 sayılı ilk “Gümrük Tarifesi Kanunu” 1 Ekim 1929 tarihinde
uygulanmaya başlanılmıştır. Böylece gümrük mevzuatı ilk defa bir bü-
tünlük kazanmıştır.
Bugün yürürlükte olan ve vergilendirmede “Advalorem” esasını
getirmiş olan “Gümrük Giriş Tarife Cetveli” ise, 14.5.1964 tarihli 474
sayılı Kanundur. Tarife kanunlarından ayrı olarak yayınlanan ilk Güm-
rük Kanunu da 2.5.1949 tarihli 5383 sayılı yasadır. 1499 sayılı Gümrük
Tarifesi Kanunu’nun 1.10.1929 tarihinden itibaren uygulanmaya baş-
lanması ve gümrük resimlerinin de arttırılmış olması nedeniyle, kaçak-
çılık olaylarında da artışlar görülmüş ve kaçakçılık olayları güney sınır-
larımızda büyük boyutlara ulaşmıştır. Bunun üzerine, gerek gümrük
hizmetlerinin daha iyi bir şekilde yürütülmesinin temini ve gerekse ka-
çakçılıkla mücadelede etkinlik sağlanması yönlerinden, bir dizi tedbir-
ler alınması gerekliliği duyuldu. Bu tedbirler cümlesinden olmak üze-
379
olan bir deve yavrusu (puduk), 25-35 devesi olan iki yaşında bir dişi
deve (taylak), 36-45 devesi olan üç, 46-60 devesi olan dört deve ver-
mek zorundaydı; bu oran korunarak, deve sayısına göre verilecek deve
belirleniyordu. İnekler 29, koyunlar 39 başa kadar vergiden bağışıktı-
lar; 30-39 inekten bir dana, 40 ve daha fazlasından üç yaşında bir inek
vergiye ayrılıyor; bu oran artan inek sayısına göre korunuyordu. Her
120 baş koyundan biri vergiye giriyor, 121-200 baş koyundan ikisi
vergilendiriliyordu, vb.
Vergi hesap memurlarının ve resmi kişilerin işini kolaylaştırmak
için develerin değerleri, inek, koyun ve para olarak hesaplanmıştı. Ver-
gi toplayıcıları, yükümlülerin en iyi hayvanlarını almamaları için uyarı-
lırlardı, ama çok yaşlı hayvanları toplamamaları için de kendilerine ta-
limat verilirdi. Bu yoldan devlet mülkiyetine katılan hayvanlar için ül-
kenin çeşitli yerlerinde büyük otlaklar kurulmuş, hayvanların buralar-
da bakımları sağlanmıştı. Devlet yapısı babaerkil koşullara bağlı olmak-
tan çıkıp despot bir rejime dönüşmeye, ticaret ve alış-veriş ilişkisi iyi-
ce gelişip para ekonomisi yaygınlaşmaya başlayınca , vergiler de para
birimi üzerinden ödenmeye başlanmış, yalnızca öşür ve toprak vergisi
doğal ürünlerle karşılanmaya devam edilmişti.
At, Keçi, Kümes Hayvanları, Meyve, Arazi Ve Kira İstisnaları
Arapların büyük önem verdikleri, özel bir özen ve dikkatle terbi-
ye edip yetiştirdikleri ve soyunu ıslah ettikleri atlar da vergiden bağı-
şıktılar. Tıpkı atlar gibi keçiler ve kümes hayvanları da vergi dışıydı-
lar.Toprak ürünlerinden öşür (onda bir) alınırdı. (...) Ama bu ürünlerin
çoğu öşür vergisinden bağışıktı. Sadece kabuklu meyveler (ceviz, fıs-
tık, vb. ), tahıl, sebze, hurma ve zeytinden vergi alınırdı. Arazi vergisi,
pratik olduğu kadar, mükellefin haklarını adilce gözetecek biçimde dü-
zenlenmişti. Bu vergi, arazinin büyüklüğüne, verimliliğine ve işleniş
durumuna göre hesaplanırdı. Örneğin, şeker kamışı ekilmiş 1169 met-
rekarelik bir topraktan (garib toprağı) 6 dirhem, buğday ekilmiş aynı
büyüklükteki topraktan 4 dirhem, ekin arpa olursa 2 dirhem vergi alı-
nırdı. Ekin, toprak sahibinin kabahati olmaksızın zarara uğrarsa, ondan
vergi alınmazdı.
Kişinin özel hizmetinde kullanılan köleler için de durum böyle idi
(vergi yoktu). Buna karşılık, köleler kiralanınca ya da efendilerince
belli bir miktar ödemede bulunup kendi başlarına özgürce çalışabilme
fiAN VERGILER
384 / EDEBIYATLAfiA
burada toplansın.” diye ilân etti. Hacı Bayram-ı Velî’nin talebesi oldu-
ğunu söyleyen herkes, akın akın gelip meydanı doldurdu. Hacı Bayram-
ı Velî; “Dervişlerim, müridlerim! Bana intisâb eden talebelerimi bugün
burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda eden, çadı-
ra girsin.” buyurdu. Bütün talebeleri bir korku aldı. Bir uğultu yüksel-
di. Vergiden kaçmak için talebe görünenler; “Bu ne biçim mürşit; bu
nasıl müridlik.” diye söylenip duruyorlardı. Hacı Bayram-ı Velî de, eli-
ne keskin bir bıçak ile çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada
topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı yararak doğruca çadırın
içine girdiler. Arkalarından Hacı Bayram-ı Velî de girdi. Daha önceden
çadıra koyduğu koyunu içeride hemen kesti. Kırmızı bir kan, çadırdan
dışarı çıktı. Kanı gören herkes hemen kaçtı. Meydanda kimse kalmadı.
Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram-ı Velî; “Anladık ki, bu kadar tale-
bemiz varmış. Bunlardan başka herkes, vergi vermek ve askerlik yap-
mak sûretiyle, devlete olan borcunu ödemelidir.” buyurdu.
Hazreti Ali Ve Vergi
“www.huzuradogru.de” adlı internet sitesinden alınan Hazreti
Ali’ye dair bir buyrultu ve uygulama, o dönemlere gerçek anlamda ışık
tutmaktadır.
“ Sakif’ten bir zat anlatır: Hz. Ali, beni vâli tâyin etti ve şehrin
halkının yanında bana şöyle dedi:
-Vergiyi tam olarak al! Bu işte sakın sende bir zaaf görmesinler.
Daha sonra bana şöyle dedi:
-O sözü onların yanında söylememin sebebi, onlar hîlekâr bir ka-
vimdir. Onlara âit bir elbiseyi, yedikleri bir şeyi, taşıt olarak kullandık-
ları bir hayvanı alıp satma. Para yüzünden onları kırbaçlama ve ayakta
da bekletme. Vergi olarak aldıklarından, onlara bir mal satma! Eğer bu
sözlere muhâlefet edersen Allah benim yerime seni yakalar. Emre mu-
hâlif bir hareketini duyarsam seni azlederim.”
Alevi Dedeleri Ve Şii Mollalarının Vergisi: Humus ve Hakkullah
Ümit Kaftancıoğlu’na bir kitap yazdıran ve alevilerin onu “Yol
Düşkünü” ilan etmelerine (afaroz) yol açan Hakullah’ı, aleviler şöyle
tanımlayıp anlatıyorlar: “Kentlerde cemevleri var. Kırsal kesimde ce-
mevi diye bir kavram yok. Babaevi, Babadamı, Kırklar Meydanı, Sofa
adı verilen yerlerde yapılırdı cemler. Burada halk kendi masrafını ken-
disi karşılar. Kazancından belirli bir miktarı dedeevine bırakır. Buna ha-
fiAN VERGILER
396 / EDEBIYATLAfiA
“Ali Bek Talip Oğlulları’ndan hiç kimse vergi ve haraca tâbi tutul-
mayacaktır. Keza dervişlerden, Al-Kur’an hafızlarından, fakihlerden,
tabiplerden, ilim erbabından, münzevi hayat yaşayan ve kendini duala-
ra vermiş olan ilim erbabından, müzezzinlerden ve ölüleri yıkayanlar-
dan vergi ve haraç alınmayacaktır.”
Cinler Muhasebeci Olsa
Alevi yazarlara göre, Peygamber (s.a.a)’den Ehl-i Beyt’in fazilet
ve menkibeleri hakkında nakledilen çok sayıda hadis var. Menakıb-ı
Harezmi’de Hz.İbn-i Abbas, Resulullah’ın şöyle buyurduğunun riva-
yet edildiğini ifade ediyor bu yazarlar: “Ağaçlar kalem, denizler mü-
rekkep, cinler muhasebeci ve insanlar da katib olsalar, Müminlerin
Emiri Ali’nin faziletlerini sayamazlar.”
Cinlerin muhasebeciliğine; sayılarının çokluğundan dolayı mı vur-
gu yapılıyor, yoksa muhasebeciler cin, cinler de muhasebeci gibidirler
mi denmek istiyor, bilinmez. Doğrusunu bu yazarlar bilirler.
İmam Rıza Mülkü
Azerbaycan’ bağlı Nahcıvan Özerk Bölgesi ile bizim Iğdır İlimiz
komşudur. Otuz kilometrelik bir sınırımız vardır “Iğdır-Dilucu”nda.
Sovyetler Birliği’nin çözülme yıllarında yapımına başlanan “Hasret
Köprüsü” bağlar bizi Nahcıvan’ın Sederek İlçesi’ne. Aras Nehri üzeri-
ne kurulan bu köprü, Ermenistan ve İran arasına sıkışıp kalan Nahcıvan
için bir nefes ve hayat borusudur.
Sederek İlçesi’nin gümrük kapısından dolayı küçümsenmeyecek
bir geliri vardır.Bu gelir, Sederek’i kısa zamanda büyütüp geliştir-
miştir.
Bugün böylesi bir konum ve işlevi bulunan Sederek, tarihte bir
vergi cenneti idi. Şiilerin 12 imamından 8’incisi olan İmam Rıza’nın
mülkü sayılıyordu Sederek ve burada yaşıyanlardan hiç vergi alınmı-
yordu. Nahcıvan’ın Ordubat İlçesi de, böylesi bir kutsallıktan dolayı
vergi ödenmeyen bir yer durumundaydı.
Müslümana Zekat Eziyeti
Endülüslü gezgin İbni Cübeyr, 1183 yılında Endülüs’ten Mek-
ke’ye yaptığı serüven dolu hac seyahatini anlattığı kitabında, Mısır’ın
İskenderiye şehrinde hacılara yapılan zekat eziyetini şöyle anlatıyor:
“İskenderiye’ye varışımızın ikinci günü, 1 Zilhicce pazardı. Karaya çık-
tığımız gün Sultan’ın görevlileri, yolcuları ve getirilen malları kayda
399
devreye girecek olan yeni vergi yasalarını bildirdi : Gelir Vergisi: Her
vatandaş toplam yıllık gelirinin onda birini Kraliyet Hazinesine ödeye-
cektir. Kraliyet Vergi Memurları her haftanın ikinci ve dördüncü gü-
nünde görev başında olacaklardır.
Tapınak Vergisi: Her vatandaş, Başrahip için, gelirinin ellide biri-
ni, Leviler için ise onda birini Tapınak hazinesine ödeyecektir. Leviler
gelirlerinin onda birini rahiplere ödeyeceklerdir.
Yeruşalayim(Kudüs) Vergisi: Başkenti geliştirmek ve ruhani bir
merkez olarak büyümesini sağlamak için, birinci, ikinci, dördüncü,ve
beşinci senelerde, gelirlerin onda biri Yeruşalayim’e getirilerek bura-
da harcanacaktır. Üçüncü ve altıncı senelerde bu onda birlik vergiler,
yoksul, dul ve yetimler için kullanılacaktır.
Yedinci Sene Muafiyeti :Vergi çevriminin son senesi olan yedinci
senede ise vatandaşlar her türlü vergiden muaf tutulacaktır.
(İmza) ADORAM
Vergi Memuru 13 Tişri, 2803”
Kilise Vergisi
Katolik ve Protestan kiliselerine üye olan kişiler, Almanya’da ki-
lise vergisi öderler. Bu vergi, sadece kiliselere üye olan ve geliri asga-
ri geçim için gerekli geliri aşan hristiyanlardan alınır. Çocuklar, işsiz-
ler, emekliler, sosyal yardım alanlar ve üniversite öğrencileri bu vergi-
den muaftırlar. Yahudi cemaati üyeleri de kilise vergisine benzer bir
vergi öderler. Diğer dini cemaatler için kilise vergisi toplanmaz. Din-
sel bir vergiyi toplamayı, Alman yasalarına göre hak etmiş bir İslami
Kurum bulunmadığından, müslümanlar için dinsel bir vergi Alman-
ya’da toplanamıyor, bu sebeple, Almanya’da yaşayan alevi ve sünni
müslümanlar bu vergiyi ödemiyorlar. Bu ülkede, kilise vergisinin ora-
nı %10 olup kaynakta kesiliyor.
Danimarka’da kilise vergisi, ulusal ve yerel vergilerle birlikte top-
lanır. Mevzuatı yerel vergiler mevzuatı ile aynıdır. 0.39 ile 1.50 oranla-
rı arasında (belediyeler bu oranlar arasında tek bir oranı tercih etmek
zorundalar) ödenen bu verginin matrahı, gelir vergisi matrahıdır. Kilise
Vergisi, Danimarka’da yalnızca Devlet Kilisesi için alınabiliyor.
Kilise Vergisi uygulanan ülkelerde, bu vergiyi ödemeyenlerin ce-
nazeleri kaldırılmıyor, birçok avrupalı, cenazesi ortada kalmasın diye
bu vergiye ses çıkarmıyor.
fiAN VERGILER
404 / EDEBIYATLAfiA
mek ve müslüman olmak kaydıyla teslim olmayı kabul etti. Önce ver-
gilerini ödediler, sonra müslüman olarak vergiden muaf tutulmayı ta-
lep ettiler; ancak Şam’daki Halife kabul etmedi; “müslüman olmanız
iyi, ancak, verginizi sürekli olarak ödemeniz gerekir” dedi. Bu cevap
Soğdları isyan ettirdi. Araplar bu isyanı çok kan dökerek bastırdılar.
(Kaynak: L:N Gumilyov: Son Ve Yeniden Başlangıç)
şansımız olmadı, zarar ettik. Durumumıuz iyi değil. Şimdi bir de ayarı
bozuk akçenin 118’ine 1 altın verirsek halimiz nice olur?
Sadrazam Melek Ahmet Paşa, celallendi:
-Yıkılın bire zındıklar! Varın tiz tedarik edin!
Çarşı Esnafı, toplanıp Şeyhülislam Aziz Efendi’nin evine vardılar,
itiraz eden ve kaçmaya kalkışan Müftü’nün eteğine yapışarak onu bir
ata bindirip ardına düştüler. Bir de tellal bulup bağırtmaya başladılar:
-Ey Ümmet-i Muhammed, bu zulme razı olacak mıyız? Kapatın
dükkanlarınızı düşün arkamıza!
On binden fazla insan toplanıp vardılar Padişah’ın yanına, hem
müftü, hem de halk, halini arz ettiler Sultan’a. Çocuk Sultan, “Bunla-
ra rızamız yoktur” deyip, Kanuni Sultan Süleyman’dan o güne kadar
çıkarılan bütün vergileri bağışladı. Melek Ahmet Paşa azledilerek yeri-
ne Siyavuş Paşa getirildi, ancak ağalara dokunulmadı.
ların amansız bir düşmanı oldu. Ağır vergiler altında inleyen, dövülen,
hapsedilen ve sürgüne gönderilen halkın koruyuculuğunu yaptı. Çile-
lerle dolu bu halkı, zalim memurların pençesinden kurtarmak için elin-
den gelen her şeyi yaptı.
Kel Memet’ten önce gelen şakiler, astılar, kestiler, soydular, hal-
kın kızlarını, oğullarını dağlara kaçırdılar, kanunları çiğnediler düzenle-
ri bozdular. Halbuki Kel Memet, onların aksine zulmü ve adaletsizliği
ortadan kaldırmak, yeni bir düzen kurmak için çalıştı. O bu idealleri
uğruna fermanlı oldu ve başverdi... Fakat onun ileri sürdüğü fikirler,
İkinci Mahmut’un yaptığı yenilikler hareketinde, Tanzimatın ve Birin-
ci Meşrutiyetin ilanında önemli rol oynadı.
Kel Memet’in liderliğindeki Aydın ihtilali, bize yeni bir şey daha
öğretmiş oldu. Eski tarihlere ve klasik tarihi görüşlere göre Osmanlı
İmparatorluğundaki bütün ihtilalleri Yeniçeriler ve alimler yapmışlar-
dır. Halk ihtilali olmamıştır. Halbuki Kel Memet’in Aydın’da uyguladı-
ğı, gerçekten de bugünkü manada bir halk ihtilali idi. Bu ihtilale, onun-
la aynı hizada yürüyenler, zeybekler, yörükler, şehrin esnafıyla alt ta-
bakadan olan halk katıldı.
Kel Memet’in liderliğindeki Aydın ihtilali bu klasik görüşü yıkı-
yor. Önümüze yeni bir ufuk açıyor. Kel Memet, halk hareketlerinin te-
meli ve ışığı oluyordu. Bu bakımdan fermanlı Kel Memet, reform ve
halk hareketleri konusunda sosyal tarihimizde önemli bir yer alacaktır.
(Bkz. C. Uluçay’dan aktarılarak Örsan Öymen: Atçalı Kel Memet Efe,
Milliyet, 30 Ocak 1977)
Aydın ile Nazilli arasındaki Atça kasabasında bugün Atçalı’nın anı-
sına bir “Atçalı Kel Memet” anıtı bulunduğunu belirtelim.”
Atçalı Kel Mehmet’in hayatının Orhan Asena tarafından oyunlaştırıl-
dığını da biz ekleyelim.
ARNAVUTLUK İSYANI
Nurten Aslan, “Küçük Anılarda Büyük Sırlar/Mustafa Kemal Ata-
türk” adlı otobiyoğrafik romanında, Osmanlı’nın son yıllarında Arna-
fiAN VERGILER
424 / EDEBIYATLAfiA
insanları tek tek gözaltına alıp hesap soruyor. İsyanlara rağmen hükü-
met geri adım atmadı. Ancak vergi memurları pazaryerlerinden şimdi-
lik uzak duruyor. Hokand’daki pazarın benzin varilleriyle çevrildiği ve
vergi memurları yaklaştığında ateşe verileceği tehdidi savrulduğu be-
lirtiliyor. Fergana’da ise ramazan süresince uygulamanın askıya alındı-
ğı söyleniyor. Her tüccara ticaret lisansı almayı ve banka hesabı açma-
yı zorunlu kılan kararname, ülkeye sokulan malların dış ekonomik iliş-
kiler ajansı, gümrük müdürlüğü, belediye ve vergi müdürlüğüne bildi-
rimini şart koşuyor. Tüccarlar ağır bürokrasiden yakınırken, hükümet,
ticareti kayıt altına alıp vergi gelirini artırma derdinde. Ancak işsizlik
oranının yüzde 70’e vardığı şehirlerde insanların tek geçim kaynağı kü-
çük sermayelerle döndürdükleri ticaret. Mallar da genelde Çin’den ge-
liyor. Yeni düzenlemelerle yüz binlerce insanın açlığa sürükleneceği
uyarısı yapılıyor. “
SAKDAL AYAKLANMASI
Sakdal, Tagalog dilinde “suçlama” anlamına geliyor. Sakdal Hare-
keti, Filipinler’de 1930 yılında çıktı ortaya. Önderi, eski bir kamu gö-
revlisi olan Benigno Ramos’tu. Gandi’nin pasif direniş eylemini ken-
dilerine örnek alan sakdallar, halkı, seçimleri boykota ve vergi ödeme-
meye çağırdılar.
Sakdal Hareketi, 2 Mayıs 1934 gecesi ayaklanmaya dönüştü. Lu-
zon’un orta kesiminde yaşayan bir ksımı silahlı köylüler, 14 kasaba be-
lediyesini işgal ettiler. Talepleri, öncelikle yoksul kesimlerin vergi yü-
künün azaltılması ve toprak reformu yapılması idi. ABD ile olan ilişki-
lerin tamamen kesilmesi de ayrıca isteniyordu.
Hükümet güçleri ile Sakdalcılar arasında çıkan çatışmalarda 100
kişi öldü. Ayaklanma ertesi gün bastırıldı. Ramos, Tokyo’ya kaçtı. Sak-
dallar dağıtıldı.
ROBİN HOOD
İngiliz kültür emperyalizminin bütün dünyaya ezberlettiği Robin
Hood hikayesinin de bir vergisel isyan yanı var. Kısaca anlatalım:
İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard, kara Avrupasında kurulan
haçlı ordusuna katılarak tâ Kudüs’e kadar gider. Aradan uzunca bir süre
geçer, geri dönmeyen Richard’ın esir düştüğü ya da öldüğü söylentileri
yaygınlaşır ülkede. Bunu fırsat bilen Notthingam Şerifi, halkı zulüm ve
ağır vergilerle inletmeye başlar. Bu sırada, genç bir savaşçı, yurda dön-
müş, Notthingam Şerifi’nin, babasının, dolayısıyla kendisinin olan bütün
437
caklar.’ Bu şekilde bir kanun çıkartıldı. Bu kanunla dendi ki: “Ben siz-
den haracı kaldırdım. Artık bizimle eşit oldunuz kardeş oldunuz.’ Artık
davullar, zurnalar çalındı, Ermeni papazlarıyla bizim din adamlarımız
kucaklaşıp öpüştüler. Ancak bu zamanda Ermenilerin bizlerle beraber
askerlik yapmaları da kararlaştırıldı. Bizim mekteplerimizde okumala-
rı istendi. Ermeniler bu şekilde görünce dedi ki: ‘Dünya varmış’. As-
lında padişahlar bunların ne melun ve hain olduklarını çok iyi bilirler-
di. Bunlara fırsat vermeye gelmezdi. Bunlar fırsatı bulur bulmaz hemen
isyana kalkıştılar, fedai örgütleri kurdular.”
Prof.Dr.Nejat Göğünç’ün tesbitleri ise, ermenilerin uzun yıllar,
vergi bağışıklıklarına sahip olduklarını ortaya koyuyor: “Ermeniler
Osmanlı idaresinde geniş imkanlara sahip olmuşlardır. XVI. yüzyıl-
da Vezir Mehmet Paşa XVII. yüzyılda Kaptan-ı derya ve Sadrazam
olan Halil Paşa Ermeni asıllı olup, Müslüman olmuşlardır. 1523te
Toroslarda Gülek kalesinde oturan 165 hane, 50 bekâr yaklaşık 875
kişi Ermenidir, kale hizmetlerinde çalıştıklarından olağanüstü vergi-
lerden (avarız) muaftırlar. Karaisalı’da En-Nahşa kalesinde oturan
Ermeniler de öşür, cizye ve bad-i hava gibi vergileri vermemektedir-
ler, muaf tutulmuşlardır. Belli ki bazı hizmetleri karşılığında bu bağı-
şıklığı kazanmışlardır.”
Silah Vergisi
Ermeni isyanlarını hazırlayan, örgütleyen ve yöneten Taşnak ve
Hınçak adlı örgütlerin, Van’da, Ermeniler’den “Silah Vergisi” adı altın-
da para topladıkları, çeşitli kaynaklarca ifade edilmektedir. Van’da
Hınçaklar’ın, 1895’te Taşnaksutyan’a katılmış olan Portakalyan’ın
adamlarından olan Armenaganların özellikle Taşnaksutyan mensupla-
rının teşkilatı vardı. Oluşturulan isyan komiteleri, diğer yerlere göre
Van’da daha güçlüydüler. Buraya İran ve Kafkasya yollarıyla bol mik-
tarda silah ve cephane getirilmişti.
Müslümanlardandan Savaş Vergisi
www.devletarsivleri.gov.tr adlı web sitesinden aldığımız aşağıdaki
bilgiler, Ermenilerin, müslüman ahaliden de yasadışı ve zoraki bir “Sa-
vaş Vergisi” topladığını gösteriyor:
“On Beşinci Kolordu Kumandanlığı’ndan yazılıp Erzurum vilaye-
tine gönderilen üç adet raporda; Ermenilerin Gülantap, Pozat ve Kuru-
dere’ye baskın yaparak halkı katletmeye başladıkları, Kurudere’den se-
441
kiz kişinin öldürülüp, otuz beş kişi ile dört yüz kırk hayvanın götürül-
düğü, Akçakal’a’ya tâbi dört köye hücum ederek birinin halkını tama-
men katledip diğer üçünden altmışar kişinin kesildiği; Sarıkamış ve
Kars civarında Müslüman gençlerin toplanıp götürülmesinden sonra
hiçbirinden haber alınamadığı; Kars ve Göle ileri gelenlerinden sekiz
kişinin öldürülerek, savaş vergisi adı altında Müslümanlardan at, öküz,
araba ve diğer hayvanların toplandığı,vermek istemeyen Akçakal’a çu-
kurundaki sekiz köyün topa tutulması üzerine köy halkının Allahuekber
dağına çekildiği, Zengezor, Nahcıvan ve Dâr–ı Alagene mıntıkalarında-
ki Müslümanların silahlarının zorla toplandığı, Karaurgan’da bulunan
Ermeni müfrezelerinin, Sarıkamış’dan gelen yüz hanelik Müslüman
muhacirlerin hayvan, zahire ve paralarını gasbederek aralarında bölüş-
tüklerinin ifade olunduğu.”
Ermenilerin Vergi Oyunları
Berlin Kongresi’nde, Ermeni Patrikhanesi, Doğu Anadolu’da 3
milyon ermeninin yaşadığını iddia ediyor. Amaç, bu kongre kararıyla,
bağımsız bir Ermenistan’a sahip olmak.
Olmuyor. Evdeki hesap çarşıya uymuyor. Tam da o yıllarda, Os-
manlı Hükümeti, hristiyanlardan vergi alınmasına dair bir karar alıyor.
Patrikhane, yeni bir sayım yaptığını öne sürerek Osmanlı topraklarında
yaşayan ermeni sayısını bu kez 1 milyon 780 bine indiriyor.
Buharlaşıp uçuyor (!) böylece, 3 milyon ermeninin yarısı...
Ermeniler ve vergi konusunda Necdet Sevinç’in “Arşiv Belgele-
riyle Tehcir, Ermeni İddiaları ve Gerçekler” adlı eserinde başka değer-
li bilgiler de bulunuyor. Ermeni Taşnak Örgütü, 1896 yılında Osmanlı
Bankası’nı basıyor, yerleştirilen bomba ve dinamitleri patlatıyorlar.
Amaç, Osmanlı Devleti’ni güç durumda bırakmak. Çok kişi ölüyor. İl-
ginç olan, Taşnak örgütünün bu baskın sırasındaki istekleri arasında
vergiye dair olanlardır. Ermeni teröristler, ermenilerin birikmiş vergi
borçlarının tamamen terkinini ve beş yıl ermenilerin vergiden muaf ol-
masını talep etmişler.
Sultan Abdülhamid’in Ermeni Maliye Bakanları
Ermeni komitacıların suikast düzenlediği II.Abdulhamid’in , Os-
manlı padişahları içinde, servet sahibi olan ve borsada oynayan ilk pa-
dişah olduğunu çoğu kimse bilmez. Abdulhamit’e bütün bunları yap-
makta yardımcı olanların ermeniler olduğunu bilmedikleri gibi.
fiAN VERGILER
442 / EDEBIYATLAfiA
VERGİ AHLÂKI
Vergi mükelleflerinin, vergi kanunlarının hükümlerini tam olarak
yerine getirip vergilerini ödemelerini ifade eden bir kavram. Ancak, bu
objektif ölçünün ötesinde vergi ahlakının sübjektif değer yargılarına
bağlı bir yönü de vardır. Şöyle ki : Bazen mükellefler, kendi takdir ve
inançlarına göre yeterli vergiyi ödedikleri kanısına kapılmakta ve vergi
ödevini yerine getirdiklerine inanmaktadırlar. Çünkü onlara göre, baş-
kaları kendileri kadar da vergi ödememektedir. Bu gibi durumlarda
mükellefin vicdanının öngördüğü ölçü ile vergi kanunlarında öngörü-
len ölçüler arasında farklılık doğmaktadır. Mükellef inancında gerçek-
ten samimi ise, kendisinin vergi ahlakına sahip bir kimse olduğuna
inanmaktadır. Ancak kanun nazarında böyle bir kimse vergi ahlakına
sahip olmayan biri olarak kabul olunmaktadır. Şayet idare ile bu konu-
da bir ihtilaf doğarsa elbetteki kanunların öngördüğü kural ve ölçüler
geçerli olmaktadır. Vergi ahlakının yukarda açıklanan kişisel yönünün
yanısıra toplumsal bir yönü de vardır. Vergi kanunlarının anlaşılmaz
fiAN VERGILER
448 / EDEBIYATLAfiA
VERGİ VE SOSYOLOJİ
Doç.Dr.Ali Seyyar, Vergi Sosyolojisini şöyle tanımlıyor: “Mali
olaylar ve özellikle vergilerin insanlar ve sosyal gruplar üzerinde yap-
tığı çeşitli etkileri inceleyen sosyolojinin bir bilim dalıdır”. Prof.Dr.
Âmiran Kurtkan, 1960’larda yazdığı “Mali Sosyoloji” adlı kitapta, ver-
gilemenin sosyolojik boyutlarını ele alıyor. Kurtkan Hoca, Türkiye’yi
mali güç, gelenek ve görenekler, yerleşik toplumsal anlayışlar bakı-
mından bölgelere ayırıyor. Maliye Bakanlığı’nın gerek vergi yasa tasa-
rılarını hazırlarken, gerekse vergileme yaparken bu toplumsal duyarlık-
ları gözönüne alması,insan yapısını incelemesi gerektiğine dikkati çeki-
yor.
Amiran Kurtkan, çok öykündüğümüz Batı’da bu işlerin böyle ya-
pıldığını da belirtiyor.
Osmanlı’da Vergi bölümünde yer verdiğimiz “Temettuat Uygula-
ması”, Osmanlı’nın vergi alırken sosyo-ekonomik gerçekleri gözününe
aldığını gösteriyor.
Cumhuriyet döneminde, Vergi İdaresi’nin, mali sosyoloji’den ge-
reğince ve yeterince yararlandığını söyleyemeyiz.
VERGİ GÖÇLERİ
Osmanlı’da İç Göçler
Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu, Osmanlı İmparatorluğunun 18. yüzyıl-
da halktan savaş ve hazine ihtiyaçları için yeni vergiler istemesinin iç
göçlere sebep olduğunu şöylece anlatıyor: “Bu yeni vergi talepleri
Anadolu’nun bir kısım yerlerindeki köylerde büyük nüfus dalgalanma-
ları meydana getirmiştir. Konulan vergileri ödeyemeyecek duruma ge-
len birçok yerlerde, köylerde oturanların yerlerini terkederek, Anado-
lu’nun büyük şehirlerine göç ettiği dikkati çekmektedir. Bu durum
memleket içinde nizamın daha da bozulmasına yol açmıştır. Göç edilen
şehirler arasında başta başkent İstanbul gelmekteydi. Bu sebeple İstan-
bul’da zamanla bir işsizler grubu ortaya çıkmıştır. Hükümet bu göçe
sebep olan şartları ortadan kaldırmak yerine, gelenlere engel olup yurt-
451
du tarafından uzun yıllardır kullanılıyor. İyi bir bekçi köpeği olan Do-
bermanlar uzun ömürlüdür. 20 yaşına kadar yaşayanlar vardır.
VERGİ TAKOZU
“Vergi Takozu” deyimini Türkiye gündemine ilk sokan yazar, Kork-
maz İlkorur oldu. Bu yazar, Radikal Gazetesi’nde 24.03.2005 tarihli ya-
zısında bu konuda şu ek bilgileri de veriyordu: “OECD’nin her yıl üye ül-
kelerdeki sıralamasını verdiği ‘vergi takozu’ konusunu yıllar önce bu sü-
tunda ilk kez dile getirmiştik. Vergi takozu bir çalışan başına devlete öde-
nen vergi ile sosyal güvenlik kesintisinin toplamını ifade ediyor. Vergi ta-
kozu kavramı neden önemli? Bu önem gelişmiş ülkelerle gelişmekte
olan ülkeler arasında farklı açılardan etki yapmaya başlıyor ama sonuçta
olumsuz etkilenen büyüme, rekabet edebilirlik ve fiyat istikrarı oluyor.
Gelişmiş, sosyal güvenlik sistemleri kuvvetli, bir bakıma İsveç gibi ‘re-
fah’ devletlerinde yüksek vergi takozu istihdam edilebilir nitelikteki iş
gücünün çalışmak yerine evde oturmasına neden oluyor. Emek piyasala-
rına katılım az olunca da büyüme ve enflasyon üzerinde olumsuzluklar
başlıyor. Bizim gibi ülkelerde ise yüksek vergi takozu her şeyden evvel
fiAN VERGILER
464 / EDEBIYATLAfiA
de “Size göre mevzuat hazırlamanın ne gibi özellikleri var? Yani iyi bir
vergi düzenlemesi nasıl olmalıdır?” sorularına şu cevabı veriyor: “Olayı
bir tedvin tekniği, bir de hedefler açısından ele almak gerekir. Hedefler
açısından teknisyenler elbette serbest değil, ancak bazı doğru düzenleme-
ler siyasi tercihlere rağmen yapılabilir. Fakat netice itibariyle vergi poli-
tikasını yani hedefleri politik kadro belirler. Tedvin tekniği açısından ise,
kuralların soyut, genel, basit ve açık olması beklenir. Maalesef bunu pek
göremiyoruz. Bazı kanunlar tebliğ açıklaması gibi yapılıyor. Tabii mev-
zuatın belirttiğimiz şekilde yapılabilmesi için, uygulamanın ve sorunların
çok iyi izlenmesi gerekir. Hep biliriz Ali Alaybekler’in ve Prof.Neu-
marklar’ın 1950’de yaptıkları düzenlemeler birer abidedir. 1960’larda
sapmalar ve zaafiyetler başlamıştır. Peki Ali Alaybekler ve Neumarklar
bu işi nasıl başarmışlardır? Ali Alaybek ve ekibi bu işe 5 yılını vermiştir.
Prof.Neumark haftanın belli günlerinde Eminönü Vergi Dairesi’nde ta-
hakkuk ve tahsilat servisinde oturup uygulamayı izlemiştir.”
Birşeyler eklemeye, yorum yapmaya gerek var mı?..
“Anadolu’da yakın zamana kadar ister alevi ister sünni olsun bü-
tün köylerde köyün ortak işleri için “Salma Salmak”, “Hak Toplamak”
ya da “Serpmek” adıyla ortak bir bütçe oluşturulduğu ve bir çok işin
imece usulüyle yapıldığı bilinmektedir. Ocaklara bırakılan “hak”ın kay-
nağı hiç kuşkusuz halkın kendiliğinden geliştirdiği bu sosyal örgütlen-
medir. Toplanan hak’ın beşe bölünerek kullanıldığı ikinci alan, gönlü
kazanılmak istenilen insanlara yardımdı. Üçüncüsü, dul ve yetimlere,
dördüncüsü sefer sırasında savaşa katılanlara, beşincisi gerektiği za-
man at, eşek ve beygir gibi nakil hayvanlarının beslenerek hazır tutul-
masına kullanılıyordu. “
1924 yılında yürürlüğe giren 442 sayılı Köy Kanunu’nda, bir köy
ve köylü vergisi olarak nitelendirilebilecek olan Salma, şöyle tanım-
lanmakta: “Madde 16 - (Değişik: 5/7/1939 -3664/1 md.) Köy gelirleri,
köy işlerini gören köyün aylıklı adamlarının aylık ve yıllıklariyle köy sı-
nırları içinde yapılacak mecburi köy işlerine yetmezse: En yüksek had-
di yirmi lirayı aşmamak üzere herkesin hal ve vaktine göre köy ihtiyar
meclisi karariyle köyde oturanlara ve köyde maddi alakası bulunanla-
ra salma salınır.
Ek Madde 1-(5/7/1939 tarih ve 3664 sayılı Kanunun 2 nci madde-
si hükmü olup, ek maddeye çevrilerek teselsül için numaralandırılmış-
tır.) Salma köyde oturanlar için hane başına tevzi edilir. Bir hanede otu-
ranların kendilerine ait gelirleri olduğu takdirde bunlar dahi ayrı hane
sahibi sayılırlar. Salma tevzi edilirken her hanenin tediye kudreti esas
olarak gözönünde tutulur. Köy haricinde oturup da köyde maddi alaka-
sı bulunanların vergi miktarı, o köydeki alaka ve istifadelerinin derece-
si nisbetiyle ölçülür ve ona göre tayin olunur.”
AYAKBASTI PARASI
Ayakbastı, Türk Dil Kurumu Türkçe sözlükte şöyle tanımlanıyor:
“ayakbastı: (isim) Bir yere dışarıdan gelen insan ve eşyadan alınan ver-
gi, toprakbastı.”
Halen birçok ülke, çeştli biçimlerde bu vergiyi alıyor. Sözgelimi,
İngiltere, okumak ve çalışmak için ülkeye gelen kimselerden 500 ster-
lin ayakbastı parası alıyor. Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi, Türk TIR’la-
rından tahsil ettiği milyarlarca dolar ayakbastı paraları ve bu TIR’lara
ek depolarına doldurduğu mazotlarla beslenip güçlendi. Turistlerden
fiAN VERGILER
470 / EDEBIYATLAfiA
ayakbastı parası alan ülke sayısı ise oldukça kabarık. Ayakbastı parası-
nın en acımasızı Almanya’da. Bugün Almanya’da her hastaneye başvu-
ruda ayakbastı parası alınıyor ve bu durum, yoğun tepkilere neden olu-
yor.
Suudi Arabistan hacdan da önemli miktarda gelir sağlamaktadır.
Suud yönetimi hacılardan ayakbastı parası, özel hizmet parası gibi çe-
şitli vergiler almaktadır. Suudiler, ayakbastı parasına hangi İslamî kılıfı
uydurdular, bilmiyoruz; bildiğimiz ülkemiz din adamlarının hacılardan
alınan ayakbastı parasına haram demeleridir. www.dinibilgiler.org adlı
internet sitesinde bu konuda şöyle deniyor: Sual: Müslümanlardan ve-
ya kâfirlerden ayakbastı parası almak haram mıdır? CEVAP Evet ha-
ramdır.
geleri ise Saygon’a sadece bir top atımı mesafedeydi. Ülkenin hemen
hemen bütün önemli merkezleri kısa sürede kuşatma altına girdi. Viet-
kong tarımsal üretimi denetliyor ve ülkenin hemen her yerinden vergi
topluyordu.”
BAŞ VERGİSİ
Özellikle Gelir Vergisi’nde uygulanan “Hayat Standardı Esası” adı
verilen vergi güvenlik önleminin uygulanması sırasında, bazı uzmanlar,
bunun bir “Baş Vergisi” olduğunu iddia etmişlerdir.
481
TOBİN VERGİSİ
Uluslararası sermaye hareketlerin vergilendirilmesi, güncel ve
önemli bir konu. Bu konuyu ele alan aşağıdaki makale, Aysel Arıkbo-
ğa tarafından kaleme alınmıştır. Bu makalenin önemli bölümlerini ak-
tarıyoruz.
“1970’li yıllarda ortaya atılan ancak o dönemde fazlaca ilgi gör-
meyen “Tobin Vergisi” olarak bilinen öneri, adını Nobel ödüllü iktisat-
çı James Tobin’den almaktadır. Tobin’in uluslararası sermaye hareket-
lerinin vergilendirilmesi ile ilgili önerisi, 1970’li yıllarda, günümüze
oranla sermaye hareketliliğinin yoğun olarak yaşanmaması sebebiyle
pek de ilgiyle karşılanmamıştır. 1980’li yıllarla birlikte sermaye hare-
ketlerinde görülen hızlı artış, -günümüzde bu hacim günlük olarak 1,5
trilyon dolara ulaşmıştır- dönem boyunca gözlenen finansal serbestleş-
me çabalarının ve işlem sürecini (transaction process) hızlandıran yo-
ğun teknolojik gelişmelerin etkisi (Felix, 1995) ile ortaya çıkmıştır. İş-
te böylesi bir dönemde, yani aşırı finansal hareketliliğin yaşandığı, ser-
mayenin mobilitesi karşısında emek gücünün ve mal dolaşımının aynı
hızda olmadığı bir süreçte, Tobin’in ifadesiyle, “mallar ve emek, ulus-
lararası fiyat sinyallerine karşı akışkan fonlardan çok daha yavaş hare-
ket ederler” (1982, s.489), sermayenin spekülatif hareketlerine bağlı
olarak yaşanan iktisadi krizlerin sıklaşması, ilk olarak 1970’li yıllarda
ortaya atılan Tobin vergisini yeniden gündeme getirmiştir.
Spekülatif amaçlı uluslararası sermaye hareketlerinin giderek art-
masının neden olduğu finansal ve ekonomik dalgalanmaları önlemek
ve ulusal politikaları piyasanın diktatörlüğünden korumak için, James
Tobin 1972 yılında dünya çapında uygulanacak bir döviz işlemleri ver-
gisi önerisinde bulundu. Bu öneri özet olarak, bir para biriminden baş-
485
ka bir para birimine çevirilecek olan paradan yüzde 0.1 ile yüzde 0.5
arasında değişen bir oranda vergi alınmasını içermekteydi (Boukhari
vd, 1999).
James Tobin kendisi ile yapılan bir röportajda, finansal küreselleş-
me içinde devletlerin parasal özerkliğini nasıl koruyabilecekleri soru-
suna ülkelerin, yabancı paraların giriş çıkışlarını yavaşlatmanın yolları-
nı bulmaları ve kendi ülkelerinin parasının yabancı paraya çevrilmesini
ülkenin bütünü için daha az zararlı hale getirmesi gerektiği karşılığını
vermiştir. Yine aynı röportajda Tobin, bu vergi önerisini açıklarken dö-
viz işlemlerinin oldukça düşük bir oranda vergilendirileceğini ve bu
şekilde sadece çok kısa-vadeli sermaye hareketlerinin cesaretlerinin kı-
rılacağını belirtmiştir (Boukhari vd, 1999).
Tobin’e göre, temel sorun, “özel finansal sermayenin uluslararası
-ya da daha iyisi, paralararası- aşırı hareketliliğiydi” (1982, s.488). To-
bin’in önerisi, yapılacak işlemin büyüklüğüne bağlı olarak, para ika-
mesi sırasında uluslararası tektip bir vergi alınmasını içermektedir. To-
bin, bu verginin özellikle, kısa-vadeli sermaye hareketleri açısından
caydırıcı olacağını düşünmektedir. Verginin etkisinin daha uzun vadeler
için daha düşük olacağı belirtilmektedir (1982, s.490).
Tobin’in ortaya attığı “döviz işlemleri vergisinin” etkin bir biçim-
de uygulanabilmesi için, verginin uygulama şekli konusunda küresel
bir “uyumun” (Boukhari vd, 1999) sağlanması gerekmektedir. Aksi
halde sermaye hareketleri bu sefer de vergiyi hiç uygulamayan ya da
daha düşük oranda uygulayan ülkelere doğru kayacaktır.
Bu vergi önerisi, her ne kadar günümüzde uygulama yönündeki
çeşitli engeller (vergi oranının kaç olacağı, uygulama alanının genişliği
vb. gibi) sıralanarak bazı çevrelerce kabul görmese de aslında bu tepki-
nin, verginin uygulanması esnasında karşılaşılabilecek olan teknik
problemlerden çok politik kaygılar sonucu oluştuğu konusunda görüş-
ler mevcuttur. Bu konudaki en önemli engellerden biri de dünya çapın-
da finans sektörünün vergilendirilmeye karşı gösterdiği dirençtir (Fe-
lix, 1995). IMF’nin, üye ülkelerin tüm sermaye işlemleri için paraları-
nın tam konvertibl yapılmasını (Felix, 1995) istediği bir düzenle, ser-
maye hareketleri üzerine vergi konulmasını isteyen yaklaşımın -bir dö-
viz işlemleri vergisinin- birbiriyle çatışması olağandır.”
fiAN VERGILER
486 / EDEBIYATLAfiA
KİTAPLAR
Abdullayev Cengiz-Kurtlar Sofrasında/Kaknüs Yayınları
Adıvar Halide Edip-Kubbede Kalan Hoş Sada/İnkilap Kitabevi
Ahmet Mithat Efendi-Müşâhedat/MEB Yayınları
Akgül Suat-Dersim İsyanları Ve Seyit Rıza/Berikan Yayınları
Akgül Suat-Musul-Kerkük Harekatı/Berikan Yayınları
Akgündüz Ahmet ve Öztürk Sait-Bilinmeyen Osmanlı/Osav Yayı-
nevi
Akın Gülten-Ağıtlar ve Türküler/Yapı Kredi Yayınları
Alatlı Alev-Valla Kurda Yedirdin Beni/Alfa Yayınları
Ali Sabahattin-Kuyucaklı Yusuf/Yapı Kredi Yayınları
Alp Tekin-Türkleştirme/Kültür Bakanlığı Yayını
Altheim Franz-Asya’nın Avrupa’ya Öğrettikleri/Özne Yayınları
Ana Brittanica Ansiklopedisi-Ana Yayıncılık
Arıt Fikret-Bu Hayatı Yaşamak Lazım/Çağlayan Yayınevi
Arslan Nurten-Küçük Anılarda Büyük Sırlar Mustafa Kemal Ata-
türk/Mavi Kuş Yayınları
Atan Turhan-Gümrük Tarihi
Atay Falih Rıfkı-Çankaya/Bateş Yayınları
fiAN VERGILER
492 / EDEBIYATLAfiA
Aşiretlerin Yerleştirilmesi
Hamuroğlu Alp-Alman İslamı/Kaynak Yayınları
Hikmet Nazım-Memleketimden İnsan Manzaraları/Bilgi Yayınevi
Hikmet Nazım-Son Şiirler/Adam Yayınları
Hisar Abdülhak Şinasi-Fahim bey Ve Biz/Yapı Kredi Yayınları
Hudaynazarov Berdinazar-Kumlular/Kaynak Kitaplar
Ilgaz Hikmet-Şark Yıldızı/Berikan Yayınları
Ilgaz Rıfat-Meşrutiyet Kıraathanesi-Geçmişe Mazi/Çınar Yayınla-
rı
Ilgaz Rıfat-Don Kişot İstanbul’da/Çınar Yayınları
Istrati Panait-Akdeniz/Varlık Yayınları
Işınsu Emine-Bukağı/Ötüken Yayınları
İbn Cübeyr-Endülüsten Kutsal Topraklara/Selenge Yayınları
İğci Nurettin-Enteller Dantel/Gür Yayınları
İnan Afet-Atatürk’ün Medeni Bilgiler Kitabı/ Türk Tarih Kurumu
Yayını
Kadiri Abdullah-Ötken Günler/Selenge Yayınları
Kadirov Pirim-Son Timurlu/Selenge Yayınları
Kamil Ve Sait Paşa’nın Hatıraları-Arba Yayınları
Karagöz Erkan-Kars Ve Çevresinde Aydınlanma Hareketleri/As-
ya-Şafak Yayınları
Karakoç Abdurrahim-Vur Emri/Töre-Devlet Yayınları
Karakoyunlu Yılmaz-Salkım Hanım’ın Taneleri/Öteki Yayınevi
Karakoyunlu Yılmaz-Yorgun Mayıs Kısrakları/Doğna Kitap
Kasımbekov Tölügün-Adam Olmak İstiyorum ve Sınğan Kı-
lıç/Kafkas Yayınevi
Kâtip Çelebi-Mîzânü’l Hakk Fî İhtiyari’l Ahak/MEB Yayını
Karay Refik Halit-Memleket Hikâyeleri/İnkilap Kitabevi
Kaya Bayram-Türk Felsefe Tarihi/Asya-Şafak Yayınları
Kemal Mehmet-Acılı Kuşak/Çağdaş Yayınları
Kemal Yaşar-İnce Memed/Yapı Kredi Yayınları
Kesten Fikret-Şeyh Ede Balı/Kendi Yayını
Kılıç Ali-Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları/İş Bankası Yayın-
ları
Kınross Lord-Kutsal Anadolu Toprakları/Nokta Yayınları
Kılıç Davut-Osmanlı İdaresinde Ermeniler/Asam Yayınları
495