You are on page 1of 4

MEHMET CELAL 1867-1921

Mehmet Celal Mehmet Celal 1867 yılında İstanbul’da doğmuş ve 1912’de ölmüştür. Yazı hayatına 1884
yılında başlamıştır. 1901 yılına kadar devam eden yazı hayatı boyunca edebiyatın birçok türünde eserler kaleme
almıştır. Türk edebiyatı tarihinde ara nesil adıyla bilinen yazar ve şair grubunun tanınmış isimlerindendir. Düzenli bir
tahsil hayatı olmayan Mehmet Celal, özel hocalardan aldığı dersler ve şahsi gayreti sayesinde kendisini yetiştirir.
İrticalen şiir söyleme yeteneği ile tanınır (İnal, 1988, 213).
Mehmet Celal kolay yazan ediplerimizdendir. Bu yüzden şiirleri edebi kıymet bakımından zayıftır. Agah Sırrı
Levend, onun şiirlerinin tabii ve selis, lirik ve içli fakat basit olduğunu söyler (Levend, 1942, 239). Onun belirli
imajlardan oluşan bir şiir dünyası vardır. Devrinde imajların değişmemesi yüzünden, onun edebiyatını “Mehmet
Celal’in edebiyat reçetesi” şeklinde tanımlayanların da olduğunu belirten Levend, onda şairlik kabiliyetinin olduğunu
fakat kültürün olmadığını belirtir. Küçük hikâyeleri de aşağı yukarı şiirleri ile aynı kusurları içerir. Hikâyeleri konu
bakımından devrin sosyal hayatına ilişkin işaretler içermekle beraber teknik bakımdan zayıftır (Levend, 1942, 239).
Mensur Şiir
Mehmet Celal, Elvâh-ı Şairâne (1895) eseriyle mensur şiir örneklerini vermiştir. Yazar, duygu ve
düşüncelerini, kimi zaman acılarını tabiat güzelliklerinin aracılığıyla ifadeye yönelir. Başta çiçek olmak üzere çeşitli
bitkiler ve nesneler yazarın iç dünyasının yansıtılmasında rol oynar. Özellikle çiçeğe, ulaşılamayan, uzak bir
yerlerdeki sevgiliyi ve aşkı temsil edecek şekilde anlam yüklenir. Çoğu kez tabiatın gerçekliği aşırı santimantal
duyarlılıkla bozulur. Tabiat varlıkları kendi gerçekliğiyle değil, ona bakanın ruh hâliyle görünürlük kazanır.

Yazılarıyla Edebiyatı Cedide’ye Karşı


Mehmet Celal çok sayıda şiir ve roman kaleme almış bir de antoloji hazırlamıştır. Daha çok Muallim Naci’nin
edebi görüşlerini benimseyen şairin şiirleri de Naci’nin tesiri altındadır. Bilindiği gibi 1890’lı senelerde Recaizade
Mahmut Ekrem’in talebeleri olan Edebiyat-ı Cedideciler daha Avrupai bir şiirin peşinde iken Muallim Naci ve
etrafındakiler klasik şiir ile batı tarzı şiiri birleştirmek amacını güden bir edebiyat görüşü benimsemişlerdir. Edebiyat
konusunda ciddi tartışmaların yapıldığı o senelerde Mehmet Celal de Edebiyat-ı Cedidecilere karşı çıkan yazılar
kaleme almıştır.
Mehmet Celal’in ilk edebi metinlerinden başlayarak, büyük çoğunluğu divan şiirinin tesir ve edasında
söylenen gazellerinde, Muallim Naci’ye nazirelerinde ve hemen bütün şiirlerinde sade, basit ve kolay bir söyleyiş
kendisini gösterir (Andı, 1995, 145).
Edebi bakımdan çok kıymetli olmayan romanları, şiirleri ve hikâyeleriyle devrinin genç neslinin edebiyat
ihtiyacını karşılamış, onların edebiyat konusunda meraklarını tatmin etmiş, edebi zevklerinin gelişmesinde etkili
olmuştur. “Mehmet Celal’in Türk edebiyatındaki hususi yeri ise şu noktalar çevresinde belirginleşmektedir:
Celal, bir takım temleri ve konuları eserlerinde, belki ilk olarak değil ama ısrarla işleyerek, bunların
edebiyatımızda kalıcı olarak yer almasını sağlamıştır. Bu özelliği Türk edebiyatı için bir zenginlik olmuştur ”
(Andı, 1995, 248).
Mehmet Celal, şiirlerinde kullandığı nazım şekilleri açısından zengin bir çeşitlilik içerisindedir. O, divan şiiri
nazım şekilleri kadar, Batılı ve yeni şekilleri de çok ve ustalıkla kullanmıştır.
Şiirlerinde ve nesirlerinde dilinin sade ve basit oluşu, Şinasi ve Namık Kemal’den beri süregelmekte olan
anlaşılır ve sade bir üslupla yazmak eğilimini yeni yetişen gençlerin kalemine taşımakta aracı olmuştur. Bu sadelik
eğilimini Celal, eserleriyle hızlandırmıştır.
Santimantalizmin Tipik Temsilcisi
Eserlerinde görülen hüzün, gözyaşı, melal, aşk, ölüm, teverrüm, acı çekmek, sevgilisi tarafından terk ediliş
v.b. gibi temlerin devamlı işlenişi ile de Mehmet Celal, Türk edebiyatında romantizmin ve santimantalizmin tipik
temsilcilerinden birisidir (Andı, 1995, 249).
Romantik Duyuş: Büyülenme
Mehmet Celal’in roman, hikâye ve şiirlerindeki temel duyuş tarzı romantizmdir. Onun duyuş tarzı, Tanzimat
sonrası Türk edebiyatını eser ve fikirleriyle etkileyen önemli isimlerin duyuş tarzı ile örtüşür. Şinasi ve Namık Kemal
ile Hamit ve Ekrem’den itibaren, modern edebiyat çizgisinde eser veren birçok şair ve romancının temel özelliği
dünya karşısında büyülenmişliktir. Romantik duyuşun temel vasfı tabiat/kâinat hayranlığıdır ve bizim
edebiyatçılarımızın büyük çoğunluğunda da bu hayranlık, büyülenmişlik açıkça görülür.
Üretken bir yazar olarak dikkati çeken Mehmet Celal şiir, roman, hikâye ve inceleme türlerinde yüze yakın
esere imza atmıştır.

Mehmed Celâl’e göre Servet-i Fünûn gençlerinin böyle bir araya toplanarak, farklı bir edebiyat ortaya
koymaya çalışmaları !,ya dâiye-i infirâd, yâhud kendilerine mahsûs bir meslek-i nevîn ittihâz etmek maksadırîna
dayanmaktadır. Fakat bu "şübhân-ı erbâb-ı kalemcin yazıp çizdikleri, “lisân ve edebiyatımızı hemen hemen çığırından
çıkarmak derecesine” getirmekte, üstelik üdebâmız da bu hâle karşı lâkayd kalmakta iken, "bereket versin ki lisan ve
edebiyatımızın istikbâlini bir fikr-i amîk-i hikmetle muhâfaza buyuran bakîm-i meâlî-perver Ahmed ffiidhat Efendi
Hazretleri, arasıra hayr-hâhâne, pederâne, metîn, gayr-ı kabil-i itiraz bir ihtâr-ı edîbâne ile bu mazarratı men’"
etmektedir. İşte "Dekadanlar" makalesi de bu "ihtitâr-ı edîbâne"lerden birisidir.
Edebiyat-ı Cedide ile Alay: "lerze-i rûşen”
Mehmet Celâl, "Tepedelenlizâde Kâmil Beyefendi’ye" adlı yazısında Servet-i Fünûn kadrosunun teşekkülünü
ve Ahmed Midhat Efendi’nin makalesini böyle değerlendirdikten sonra, bu genç edebiyatçıların, eserlerinde
kullandıkları "lerze-i rûşen, bûse-i gülgûn, saât-i semen-fâm" gibi alışılmadık sıfat terkiblerinin isti’mâlinin ve kulak
için kafiye anlayışının yanlışlığına dair mütâlâalarda bulunur. Yazısının sonunda, mısralarında "terane-i lerziş-nisâr,
girye-i siyâh, gamgama-i nevbahâr, nağme-i müzehheb, tıfl-ı ziyâ-çehre" gibi sıfat terkiplerinin yer aldığı "Şi’r-i
Nağme-rîz" başlıklı bir (sonnet) ile de Servet-i Fünûn şiirinin üslûbuyla alay eder.
Menemenlizâde Mehmed Tâhir’in, Servet-i Fünûn’un Hüsha-i Mümtâzesi’nde "Yeni Edebiyât-ı Cedide" adlı
makalesini yayınlaması, Mehmed Celâli’n yukarıda zikrettiğimiz yazısından yaklaşık bir yıl kadar sonra yeniden
Servet-i Fünûn edebiyatının tenkidine yönelmesini sağlar. Yine Tepedelenlizâde Kâmil’e hitâben mektup şeklinde
kaleme aldığı bir yazısında, Menemenlizâde Tâhir’in Yeni Edebiyat-ı Cedîde makalesinden bahseden yazar, Tahir’in
Servet-i Fünûn’u tenkîd eden fikirlerine iştirâk etmekle beraber, onun sıfat terkibleri konusunda Servet-i Fünûncular'a
fazla yüklenildiği, bu gibi sıfatların dilde hiç de kullanılmayan şeyler olmadığı, Servet-i Fünûn üslûbunu tenkîddeki
bu ifrâtm, onun istiarelerle fazlaca yüklü olduğunu görememekten kaynaklandığı yolundaki düşüncelerini ise yanlış
bulur.
Sun’i Edebiyat: Edebiyat-ı Cedide
Mehmed Celâl’e göre bu gençler, "mâzîdeki üdebâ ve şuarâ-yı kirâm"m eserlerinden çıkarılmış "kavâid-i
belâgat"ı hiçe saydıkları için "muvâzene-i edebiyye"den mahrumdurlar. Eserlerinde yerli yersiz kullandıkları
"müzeyyen, mukaffa, mutarrâ, musaffa, mutantan, mülevven, müşemmes, müzehheb, muşa’şa’, muattar" gibi tuhaf
sıfatlar ve "âh, oh, ve, pardon, monşer, suje, plân, dramatik, poetik..." gibi "elfâz-ı garîbe-i Dekadâniyye" de onların-
sun'îliklerini göstermektedir. Celâl, yazısının içinde, mizah unsuru olarak yer yer bu kelimeleri de kullanır.
Edebiyat-ı Cedide Şiiri
Mehmed Celâl, Servet-i Fünûncuların Fuzûlî, Rûhî, Bakî, Galib gibi büyük dîvan şairlerimiz yerine Fransız
edebiyatını kendilerine örnek almalarını tenkid eder ve Fransız şairlerini taklîd etmeye çalışmalarını yanlış bulur.
Edebiyât-ı Cedîde adıyla yazdığı bir manzûmede bunu belirtir.
Sen nerdesin ey debdebeli, şanlı Fuzûlî
Kaldır başını, aç gözünü bak neler oldu Sen nerdesin, ey Hazret-i Ruhi-i sühan-ver
Şi’rin -ne tuhaf!..- kalmadı bir zevki, usulü Asâr-ı garîbâne-i rûhun unutuldu
Halkın kimi Verlen, kimi Aşık Ömer oldu vardır sebebi: Hep Dekadan oldu edîbân
Jan-Jak Ruso'nun tarzı bize münkeşif oldu
Sen nerdesin Allah içün, ey Hazret-i Bâkî Sen nerdesin ey şa’şaa-i Hazret-i Nâcî
Mersiyyeni, şîrîn gazeliyyâtını atdık Afak-ı edebden bize bahşeylediğin nur
Viktor Hugo'nun zevkine olduk da mülâkî İzhâr ediyor râh-ı fazilette şirâcı
Sonra oraya bir Dekadan parçası (î) katdık. Heyhâtl.. O ışık, ebr-i cehâlet ile (meftûr!...)

Siz gittiniz ey şanlı hünerverleri dehrin


Sen nerdesin ey Gâlib-i mahzûn u mükedder Bizler hezeyânlar, Dekadanlar’dan usandık.
Beş beytin için ister iken bir de nazîre Göçtü edebiyyât-ı zekâ-perveri dehrin.
Gûş etti bunu arz-ı cemâl eyledi Jılber!..? "Zîrâ ki ziyan ortada, bilmem ne kazandık.?”
Bir şaibe kondurmak için mihr-i münîre.

Başlar edebiyyât-ı cedîde ... mütehayyir


Hattâ gözü baygın ve yüzü hayli müşemmes Başlar edebiyyât-ı cedîde ... müteverrim!
Bir hasta kızın vechine benzer ... müteessir Elbet ona bir çâre bulurlar Dekadanlar.
Mor nağmeli, al cilveli, hem tirşeli bir ses. En sonra görürler de acırlar ... mütebessim.
Bir hiss-i samimî ile derler topatanlar:
Kumral başının üstüne çıkmış ve kulaklar
Maî saçının lerzişine müncezib olmuş. Maî emelin mor sesi gelsin mi vücuda
Âl bûseyi görmüş ne tuhaf tirşe dudaklar "Dîvânece sözler mi demektir edebiyyât?"
Bak fındıkî kirpikleri görmüş de tutulmuş!.. Fikr-i hezeyân mün’zib oldukça suûda
Âsâr-ı terakkî diyoruz biz buna, heyhat.. ."
Sâât-ı semen-fâmı çalar havf-ı siyahın Mehmed Celal
Bir lerze-i ebyazla olur rûha mukarin İrtika, nr.14, 8 Safer 1317-16 Haziran 1899.
Bir ka’ka’anm, gamgamanın lerzişi, âhın
Var mı burada faidesi âh ne mümkün...
Manzûmede Servet-i Fünûn’un sıfat terkibleri, şiirlerindeki alışılmamış imajları, yadırganan mısra yapıları ile
de alay edilir. Son bendde, Muallim Nâci’den, Üdeb-ı Zamane şiirinden iktibas edilen iki mısra ile "Dekadanlarım
edebiyat anlayışının ve üslûbunun "dîvânece” olduğu tenkidi yer alır:
LA DAISE DES DECADENTS
Bir yeşil sâhilin üstünde beş alta koltuk
Tâ uzakta görünür Marmara’nın deryâsı,
Bu kadar koltuğun üstünde sekiz tâne çocuk
Gözlerinde uçuyor mâî, siyâh hülyâsı.
Birinin dest-i kebûdunda (Ten)in son eseri
Birinin ceyb-i siyahında güzel bir (Figaro)
Birinin böyle diyor cümlesine şiveleri:
Birimiz (Ten) oluyor, diğerimiz sanki (Hugo).
Birisi fırça yapar bir ağacın dallarını
Birisi mâî emellerle zemîni süpürür,
Öbürü hep koparır goncelerin allarını,
Edebiyat-ı cedîde bunu elbette görür
Ve güler... Sonra biri sâika-i hiddetle
"Ohî.. Monşer!...” diye âvâzını i’lâ eyler
Bahse başlar yine (Viktor Hugo)'dan safvetle
Yok Fransızcası, sâde diyor işte (monşer)!
Biri çıktı o zaman "Oh.." dedi,
Edebiyatımız oldu pür-nûr,
Ebedîdir, ebedîdir, ebedî
Çiğ ziyâlarla olur mu meftûr?”
"Edebiyyât-ı atîka boştur,
Yâni fikrim gibi meşgûl-ı semâ,
Gâh. huşyâr, gehî sarhoştur
Yani-kalbim gibi meshûf-ı cefâ.”
"(Palpitasyon)la söze söylemeli
Oluruz gitgide bir san’atkâr
Sevmeyiz öyle Fuzuli emeli
Bize (Jan Jak Ruso), (Viktor Hugo) var.
Bu sekiz tâne çocuk şaşkında
İnanırlardı demâdem şansa
Mastika içti biri, taşkındı,
Dedi şiddetle: e mentan dansa"
Mehmed Celâl
İrtika, y.2, c.II, nr.5/53, 29 Zilkade 1317-30 Mart 1900, s.18.
(1) S.Funûn kadrosu kastedilmektedir. (2) Halid Ziyâ'nın Mâî ve Siyah romanı imâ edilmektedir. (3) Hippolytte Taine
(4) T.Fikret’in Resim Yaparken şiirine telmih. (5) mon cher: Efendim, Beyefendi! (S) Victor Hugo (7) palpitation:
Çarpıntı, titreme. (8) Jean Jacques Rousseau (9) Et maintenant dansez: Hadi dansaî, Hadi dans edeliml

You might also like