Professional Documents
Culture Documents
EDEBİYAT-TOPLUM İLİŞKİSİ
Edebiyat malzemesi dil olan güzel sanat etkinliğidir. İnsan toplumsal bir varlıktır ve edebiyatın
konusu da insandır. Edebi eserler insan ilişkilerine, toplumun duyuş ve düşünüşüne göre şekillenir.
Edebi eserlerin bir kısmı, topluma öncülük etmek, onu değiştirip geliştirmek amacını taşır. Yazarlar
içinden çıktığı toplumun duyuş ve düşünüşünü eserlerine yansıtır.
Edebî metinler, devrin sosyal, siyasî ve tarihî şartlarından yararlanılarak ortaya konulan sanat
eserleridir. Edebî eserler, yazıldıkları devrin şartlarından etkilenebilir. Bu etkilenme asla tek taraflı
olamaz. Edebî eserler de toplumu bir şekilde etkileyebilmektedir. Reşat Nuri Güntekin'in ölümsüz
eseri Çalıkuşu romanındaki genç ve idealist bir öğretmen karakteri olan Feride, toplum tarafından o
kadar çok sevilmiş ve benimsenmiştir ki, anneler ve babalar çocuklarına bu ismi vermeye
başlamışlardır.
Bir diğer örnek de dünya edebiyatından... Charles Dickens'in ünlü romanı Oliver Twist’in
yayımlanmasıyla birlikte İngiltere'de çocuk hakları konusunda çalışmalar yapılmıştır.
Edebiyatın sanat akımları ile ilişkisi
Edebi eserler belli bir sanat anlayışı doğrultusunda yazılır, eserler toplamı da edebiyat ve sanat akımlarını
oluşturur. Bir edebiyat akımının oluşmasındaki etkenleri şöyle sıralayabiliriz:
Batı'da ortaya çıkan edebiyat ve sanat akımlarını Türk edebiyatını Tanzimat Dönemi'nden itibaren etkisi altına
almıştır. Edebi akımları çoğunlukla bir öncekinin devamı, uzantısı ya da bir öncekine tepki niteliğindedir. Aynı
sanat akımını benimseyen sanatçılar ortak özellikler taşıyan eserler vermiştir.
Edebiyatımızda;
HİKÂYE
İlk Çağ Anadolu’sunda masal, ve tarihi olayları anlatan eserlerle oluşmuştur. Orta Çağda özellikle
Hindistan’da “Binbir Gece Masalları” sağlam bir hikaye geleneğinin varlığını bildirmektedir. Bu gelenek,
Arapça’dan yapılan çevirilerle Avrupa’ya masal, efsane, rivayetler şekliyle yayılmıştır.
Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebi kimlik kazandıran İtalyan yazar Boccacio’dur. XVI. Yüzyılda yazdığı
“Decameron” adlı eseriyle ilk öykü örneğini vermiştir. Rönesans’ın etkisiyle de XIX. Yüzyıl edebiyatının en
yaygın türü olmuştur.
Bizde, destanlar, halk hikâyeleri , ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, XIV. Ve XV. Yüzyıl-da “Dede
Korkut Hikâyeleri” ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır.
XIX. yüzyılda Tanzimat’la gelen yeniliklerle birlikte batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat Efendi “Letaif-
i Rivayet ( söylene gelen güzel şeyler ) adlı eserini yazarak vermiş; “Kısadan Hise” ile bu türü geliştirmiş,
Sami Paşazade Sezai : “Küçük Şeyler” adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur. Bağımsız bir tür olma
özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin’le kazanmıştır.
TANIMI : Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve
zaman içinde anlatan türe hikâye diyoruz.
HİKÂYENİN UNSURLARI
1) OLAY: Hikâyede üzerinde söz söylenen yaşantı ya da durumdur
2) KİŞİLER: Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır.
3) YER: Olayın yaşandığı çevre veya mekândır.
4) ZAMAN : Olayın yaşandığı dönem, an mevsim ya da gündür.
5) DİL VE ANLATIM : Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim
atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır.
Anlatım ise: iki şekilde olur Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım “hikâyede birinci
kişili anlatım” ; yazarın ağzından anlatılanlar “hikâyede üçüncü kişili anlatım”
HİKÂYEDE PLÂN:
Hikâyenin planı da diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları
farklıdır. Bunlar:
1) SERİM: Hikayenin giriş bölümüdür.Bu bölümde olayın geçtiği çevre , kişiler tanıtılarak ana olaya giriş
yapılır.
2) DÜĞÜM : Hikayenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür.
3) ÇÖZÜM : Hikayenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür
Ancak bütün hikayelerde bu plân uygulanmaz , bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur .Bu bölümler
okuyucu tarafından tamamlanır.
ÖYKÜ ÇEŞİTLERİ
Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç
altında kimi zaman olay bir plan içinde , kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde hikaye boyunca irdelenir.
Kimi zaman da büyütecin altında incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir
Bu da öykünün çeşitlerini oluşturur. Buna göre
. 1) OLAY ( KLASİK VAK’A ) HİKÂYESİ : Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir
sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye çalışılır;
okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant ( Guy dö Mopasan)
tarafından yaygınlaştırıldığı için “Mopasan Tarzı Hikâye” de denir
Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve
Reşat Nuri Güntekin’dir..
2) DURUM ( KESİT ) HİKÂYESİ: Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan
öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok
duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların
ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.
Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikâye”
de denir.
Bizdeki en güçlü temsilcileri : Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır
3) MODERN HİKÂYE : Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat
düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve bir takım olağanüstülüklerle gösteren
hikâyelerdir.
Hikâyede bir tür olarak 1920’lerde ilk defa batıda görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Fransız
Kafka’dır Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner’dir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve
toplumsal bozuklukları , felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler
önüne serer.
Hikâye (öykü); gerçek ya da gerçeğe uygun olay veya durumların kişi, yer ve zaman ögelerine bağlı olarak anlatıldığı
kısa edebî türdür. Bu türün yapı unsurları olan olay, kişi, yer ve zaman dar kapsamlıdır. Hikâyede genellikle kısa
cümleler kullanılır. Hikâyeler, olay hikâyesi ve durum hikâyesi olmak üzere ikiye ayrılır.
İtalyan yazar Boccaccio’nun (Bokaçyo) yazdığı Decameron (Dekameron) adlı eser, hikâye türünün ilk örneği kabul
edilir. Fransız yazar Guy de Maupassant klasik hikâye (olay öyküsü) türünün temsilcisidir. Rus yazar Anton Pavloviç
Çehov (Anton Pavloviç Çehov) ise durum hikâyesinin temsilcisidir. Batılı anlamda hikaye, Türk edebiyatında
Tanzimat Dönemi’nde görülmeye başlanmıştır. Bu dönem yazarlarından Ahmet Mithat Efendi ilk yerli hikaye olan
Letaif-i Rivayat’ı, Sami Paşazade Sezai ise Batı tekniğine uygun ilk hikaye kabul edilen Küçük Şeyler’i yazmıştır.
Cumhuriyet Dönemi’nde Hikâye (1923-1940)
Millî Edebiyat sanatçılarının da eser vermeye devam ettiği Cumhuriyet Dönemi'nin ilk yıllarında daha çok, gözlemci
gerçekçiliğe dayalı hikâyeler yazılmıştır. Bu dönemde bazı sanatçılar hikâyelerinde toplumsal konuları, Cumhuriyet
devrimlerini, yeni kurum ve değerleri ele alırken bazıları da bireyin iç dünyasını esas alan hikâyeler yazmıştır. Bu
yıllarda Reşat Nuri Güntekin’in Leyla ile Mecnun; Fahri Celalettin Göktulga’nın Telak-ı Selase; Ercüment Ekrem
Talu’nun Teravihten Sahura; Nahid Sırrı Örik’in Eski Resimler; Sadri Ertem’in Bacayı İndir Bacayı Kaldır; Memduh
Şevket Esendal’ın Otlakçı, Pazarlık; Sabahattin Ali’nin Ses, Kamyon; Sait Faik Abasıyanık’ın Son Kuşlar, Lüzumsuz
Adam adlı eserleri tanınmış hikâye örneklerindendir.
HİKÂYEDE ANLATICI VE BAKIŞ AÇISI
Anlatıcı: Yazar anlattığı olayları okura aktarmak üzere bir anlatıcı seçer. Olayı kim anlatıyor sorusu bizi anlatıcıya
götürür. Anlatıcı, olayları anlatması için yazar tarafından seçilmiş, oluşturulmuş kurmaca bir kişidir. Anlatıcının
kimliği ve olayla ilişkisi anlatılan olayları belirler.
Bakış açısı: Olaya dayalı edebi metinlerde anlatılanların kimin bakış açısından anlatıldığı da çok önemlidir. “Kim
görüyor? Kimin gözünde” soruları bakış açısını bulabiliriz.
Üç tip anlatıcı ve bakış açısı vardır.
İlahi/Tanrısal/Hâkim bakış açısı: Olaylar her şeyi gören, bilen bir üçüncü kişi tarafından anlatılır. İlahi bakış
açısında anlatıcı her şeyi bilir. Olayların içerisinde yer almamasına karşın, bütün olayları, okuyucu/dinleyici onun
dikkati ve bilgisi ile öğrenir. Anlatıcı, kişilerin zihinlerinden geçenleri, geçmişte yaşadıkları bütün olayları ayrıntısıyla
bilir; mekanın, dönemin en ince ayrıntılarını görür.
Kahraman anlatıcının bakış açısı: Eserin başkişisi olayları ben diyerek anlatır. Anlattığı olaylarla ilgili bilgileri,
gördükleriyle ve duyduklarıyla sınırlıdır. Kahraman anlatıcı bakış açısı, anlatmaya bağlı edebi metnin asıl
kişilerinden birinin aynı zamanda romanın anlatıcısı olma durumudur. Anlatılanlar bu kişinin bildikleri, gördükleri
ve duydukları çevresinde gelişir. Görmediği, bilmediği ve duymadıklarını anlatma hakkına sahip değildir.
Gözlemci anlatıcının bakış açısı: Anlatıcı olup biteni naklederken olayların merkezindeki kişi değildir. Bir kamera
tarafsızlığıyla olanları anlatır. Olayları uzaktan gözlemleyen konumdadır. Anlatıcı gözlemlerinin dışında yorumları,
duydukları yardımıyla da bir başka kişinin yaşadıklarını anlatabilir.
NOT: Bir metnin bakış açısını bulabilmek için “Olan biten kimin gözünden ve kime göre anlatılıyor?” sorusunu
sormalıyız.
1- İLAHİ BAKIŞ AÇISI
* Anlatıcı olayların içerisinde yer almaz.
* Anlatıcı olaylara dışarıdan, müdahale etmeden, geniş bir perspektiften bakar.
* Her şeyi bilen bir anlatıcının bakış açısıdır.
* Anlatıcı kişilerin zihinlerinden geçenleri, geçmişte yaşadıklarını, en gizli mahrem bilgilerini bile bütün ayrıntısı ile
bilir.
* Anlatıcı, olayları anlatır, istediği yerleri özetler.
* Bu durumda anlatıcı, kahramanlardan daha fazlasını bilir.
* Anlatıcı olaylara tam olarak hakim olduğu için olayları yorumlama gücü diğerlerine göre daha güçlüdür.
* Üçüncü ağızdan anlatım vardır.
ÖRNEK METİN:
Erdem arkasına bakmadan yürüyordu. Sinirliydi. Belli ki onu çok kızdırmışlardı. Öfkesi her halinden belli oluyordu.
Eliyle garip işaretle yaparak hızlı hızlı yürüyor, bir yandan da eve gidince neler yapacaklarının bir bir planını
yapıyordu. İntikamını mutlaka almalıydı. Bu yapılanlar asla onların yanına kalmamalıydı. İlk olarak Ahmet’e nasıl bir
ceza verebileceğini düşündü. Mutlaka işe Ahmet’ten başlamalı diyordu içinden. Çünkü onu en çok onun kalleşliği
yıkmıştı. Hâlbuki Ahmet onun yıllardır can ciğer dostuydu. Yediği içtiği ayrı gitmezdi. Ne oldu da böyle iki kanlı
bıçaklı düşman olmuşlardı.
2- GÖZLEMCİ BAKIŞ AÇISI
* Anlatıcı olayların içerisinde yer almaz.
* Olayları bir kamera tarafsızlığı ile anlatır.
* Anlatıcı, olayları sadece dışarıdan gözlemleyen bir şahit konumundadır.
* Görünüşte tarafsız olan bir şahit gibi olup biteni anlatır.
* Bu durumda anlatıcı, kahramandan daha az şey bilir.
* Anlatılanlar görülenden başka bir şey değildir.
* Gizli kalmış duygulara, hayallere ve kişinin iç dünyasındaki çatışmalara fazla yer verilmez.
* Üçüncü ağızdan bir anlatım vardır.
ÖRNEK METİN:
Gani, bildiği bütün duaları birer birer okuyarak atladı havuza. Yüzmeye başladı. Gittikçe güçten düşüyordu. Güç
bela karşıya ulaşabildi. Havuzun diğer ucuna varınca derin bir nefes aldı. Rahatlamıştı. Bir süre dinlendi, soluklandı.
Çevreyi seyretmeye başladı. Taştan yapılmış aslan heykeli karşısındaydı. Kuşkulu kuşkulu yaklaştı. Gücünü toplayıp
heykeli sırtladı. Yine, okuyarak bildiği bütün duaları, dağa yükselen dik yokuşa doğru yürümeye başladı. Yokuş
soluğunu kesiyordu. Oldukça dikti. Omzundaki heykelse sanki gittikçe ağırlaşıyordu. Nefes nefese kalmıştı. Durup
dinlenmek istedi. Sonra vazgeçti. Nihayet dağın doruğuna varmıştı. Oflaya puflaya heykeli taşıdı doruğa. Yere koyar
koymaz aslan dile gelip kükredi. Öyle bir kükreyişti ki bu, dört bir yana korkunç bir gürültü halinde yayıldı. Dağın
arkasında büyük şehirler vardı. Aslanın kükreyişi kentlere kadar ulaştı. Sesi duyan bir gurup insan Ganim 'in
bulunduğu yere doğru geliyordu. Ganim şaşkınlık içindeydi. Bir aslana; bir de üzerine doğru gelen kalabalığa
bakıyordu. Hiç bir şey anlamadı. Kalabalıktan çok korkmuştu. (KELİLE VE DİMNE’DEN)
3- KAHRAMAN ANLATICI BAKIŞ AÇISI
* Anlatıcı, hikâyenin bir kahramanıdır.
* Hikâyeyi bize kendi bakış açısından anlatır.
* Anlatıcı gördüğünü, duyduğunu, bildiğini anlatır.
* Kişinin olaylar karşısındaki tutumu, çatışmaları, düşünceleri birinci kişi ağzından verilir.
* Bu durumda anlatıcı ve kahraman eşit bilgiye sahiptir.
* Birinci ağızdan anlatım vardır.
ÖRNEK METİN:
Babamın bu günlerde eve geleceğini biliyordum. Çünkü ne zaman gelecek olsa birkaç gün öncesinden telefon
eder, bir ihtiyacımızın olup olmadığını sorardı. Yine öyle yaptı. Dün aradı ve bir ihtiyacımızın olup olmadığını sordu.
Ben de tatile girdiğimiz için bir bisiklet istedim. Ertesi gün bütün gün evin arkasındaki tepenin üzerinde gezindim
durdum. Çünkü bu tepeden köyün tamamını görmek mümkündü. Babamı da geldiğinde buradan göreceğime
emindim. Akşam olduğunda tüm hayallerim suya düşmüştü. Yanılmıştım. Babam gelmemişti. Ama yarın yine
bekleyecektim.
HİKÂYEDE ANLATIM TEKNİKLERİ
Anlatma-Gösterme Teknikleri
Romanın ya da öykünün en önemli unsurlarından birisi de anlatıcıdır. Anlatma romandan da önce destanla
karşımıza çıkmıştır. Yani geçiş döneminde romanda anlatım destan geleneğinden ister istemez etkilenmiş ve
okuyucu anlatıcıyı eserlerde oldukça hissetmiştir. Anlatma temel olarak iki şekilde gerçekleşir: Bir olay ya anlatıcı
tarafından anlatılır ya da aracısız olarak canlandırılır. İlki roman, destan, öykü gibi ürünlerde karşımıza çıkarken
diğeri tiyatroda karşımıza çıkar. Destandan romana geçiş döneminde anlatıcının varlığı oldukça yoğun bir şekilde
karşımıza çıkar. Yani anlatıcı hikâyeyi sunuşuyla, yaptığı açıklama ve yorumlarla okuyucunun dikkatini metne değil
kendi üzerine çeker. Anlatıcıyı metnin önüne koyan bu tekniğin yetersizliği ilk defa realistler tarafından gündeme
getirilir ve realistler, bu yetersizliği ortadan kaldırmak için gösterme tekniğini devreye sokarlar. Başlı başına
gösterme tekniğinin kullanılması ise romanı uzun, sıkıcı bir hale sokabileceği için iki teknik bir arada kullanılmıştır.
Anlatma yönteminde tüm hâkimiyet anlatıcı üzerindedir ve okuyucu eser boyunca anlatıcıyı hisseder. Bu
yöntem özellikle romanın ilk zamanlarında okuyucu kitlesinden dolayı gerekli görülmüştür. Çünkü o dönemlerdeki
okuyucu eserde geçen birçok konu için yazarın rehberliğine ihtiyaç duymaktadır. Özellikle ilahi bakış açısıyla
anlatılan eserlerde anlatma yöntemi kullanılmıştır. Gösterme tekniğinde ise okuyucu olaylarla baş başadır ve yazar
aradan çekilmiştir. Gösterme yöntemi genellikle diyaloglarda görmekteyiz. Bununla beraber monolog, bilinç akışı
gibi tekniklerde de gösterme tekniği mevcuttur. Anlatma tekniğinde kullanılan zaman geçmiş iken gösterme
tekniğinde ise şimdidir. İkisinin birlikte kullanıldığı eserlerde geçmiş ve şimdi bir arada algılanmaktadır.
Bu iki tekniğin yan yana ya da iç içe iyi bir şekilde kullanılmasıyla anlatıcının eser üzerindeki etkisi azalacak
ve eser doğallık kazanacaktır.
Hikâyelerde kullanılan diğer teknikler Bilinç Akışı Tekniği, Diyalog Tekniği (İç ve Dış Diyalog), Monolog / İç-
dış monolog Tekniği, Mektup Tekniği, Geriye Dönüş Tekniği, Leitmotiv Tekniği, Montaj Tekniği, Açıklama-
Yorumlama Tekniği.