You are on page 1of 5

Kadızâdeliler, Bid’atlara Karşı Tasfiyeci Vâizler ve

Tarikat Erbâbı
Kadızâdelilerin, daha doğrusu onların düşünce kaynağı
Mehmed Birgivî’nin temel düşüncesi, Kur’an ve sünnet
dışında halk arasında yaygın her türlü bid’at’ın
temizlenmesidir. İslâm tarihinde bunalım dönemlerinde
benzeri hareketler daima görülmüştür. XIII. yüzyılda
Hanbelî İbn Taymiyye (1268–1328)258 bu hareketi
temsil eder. O zaman İslâm dünyası Mogol istilâsıyla
derin bir bunalım içindeydi.
Osmanlılarda hareketin başı Kadızâde Mehmed
Efendi, İbn Taymiyye ve Mehmed Birgivî’yi (1520–
1566) izleyerek dinî-sosyal bunalımın kaynağını dinde
aramış ve XVII. yüzyılda onun bu yaklaşımını
benimseyen bir vâizler grubu, Kadızâdeliler hareketine
öncü olmuştur. Osmanlı ülkesinde bu hareketi ilkin
Birgivî (Birgili) Mehmed temsil eder. Birgivî, Kanunî
döneminde devlet ve toplum hayatında ortaya çıkmış
olan yolsuzlukları, din hayatındaki sapmalarda aramıştır.
Birgivî ulemâ karşısında düşüncelerini çekinmeden
savunmuştur. Meselâ para vakfı konusunda Ebussuûd
Efendi’ye karşı çıkmış, para vakfının Şerîat’a aykırı
olduğunu öne sürmüştür. Hanefî mezhebinin tefsîrini
temsil eden Ebussuûd, para vakfının toplumda dinî
hayırlı işlere vesile olduğunu ileri sürerek Birgivî’ye
yanıt vermiştir.
Birgivî’nin Kadızâdeliler hareketine yön veren
eserleri, Tarîkat-i Muhammediye ve Vasiyetnâme başlıklı
eserleridir. Birincisi bir ilmihal kitabıdır, diğer kitabı ise
vaazlarını içerir. Birçok şerhi bulunan bu eser, bugüne
kadar çok okunan, halkın İslâm anlayışını şekillendiren
bir eserdir.
Tarikatlardaki raks ve semâ’ daha Kanunî zamanında
dinî tartışmaların odağı haline gelmişti. Şeyhülislâm
Ebussuûd, bu âyinlerin haram olduğuna dair fetvâlar
vermiş; tarikat ehli, özellikle Mevlevîler, karşı delillerle
tartışmaya girmişlerdir. Aslında, Osmanlı toplumunda
başlangıçtan beri medrese karşısında tasavvuf ve
tarikatlar önemli bir yer tutmaktaydı.
Bu konulardaki görüş ayrılığını aslında, “Tanrı
bilgisine ve Tanrı’ya nasıl erişilir?” sorusu belirler.
Medrese tahsili yetmez diyen tasavvuf ehli, batınîler
buna yalnız aşk ve vecd haliyle erişildiğine inanır.
Tanrı’ya eriştiren yol, sırf bilgi değil, mistik aşktır.
Tarikatlarda dört kapıdan geçilerek Tanrı’ya ulaşılır: I.
Şerîat (İslâmî temel bilim), II. Tarikat (kutsal sözün iç
anlamına, batna erişme, ancak bir mürşidin, yol
göstericiliğiyle gerçekleşebilir), III. Mârifet, bireyin
batınî anlama erişmesi, IV. Hakikat, ilâhi gerçeğe,
tanrısal nûr’a erişmedir. Türk tarihinde büyük
mutasavvıflar (Mevlânâ Celâleddîn, Şeyh Bedreddîn),
hayatlarının ilk döneminde medrese âlimleri idiler.
Gerçeğe yalnız mistik hads (ilham) ile, birtakım âyin ve
pratiklerle vecd (extasy) halinde erişilir. Büyük Varlık
içinde yok olmak, kendini unutup Tanrı’yla birlik haline
gelmek, vahdet-i vücûd (pantheism) tasavvuf
felsefesinin özüdür.
Mehmed Birgivî’yi izleyen Kadızâde Mehmed, IV.
Murad döneminde vâizlerin en ünlüsü oldu. Vâizlerin
ayrıcalığı, halk kitlelerine doğrudan hitap etme imkânına
sahip olmalarıdır. Kadızâde Mehmed’in halk arasındaki
şöhreti Sultan Murad’ın kulağına erişti. Kadı Mehmed
kendisine ikbal yolunun açıldığına inandı. Sultanın tütün
yasağını kesin bir dille destekledi, pâdişahın men
etmesiyle tütünün, “terki lâzım vâcibdir, memnû’
olmayanlar sultan-i zamana muhâlefet sebebiyile
vâcibü’l-katillerdir [idamları gerekir]” diyordu –pâdişah,
gizlice tütün içen bir yeniçeriyi yakalayıp idam etmiştir.
Halkın desteğine muhtaç olan pâdişah, Kadızâdeli’yi
himayesi altına aldı. 1631’de onu İstanbul’un câmi’-i
kebîri Ayasofya’nın vâizliğine getirdi. Kadızâdeli bu
siyasî destekle fikirlerini yaymaya başladı. O zaman
Mevlevî Sâkib Dede, Kadızâdeli’nin “Müslümanlar
arasında taassub fitnesini ... uyandırdığını” işaret eder.
1632’de vâlidesi Kösem’in vesâyetinden kurtulmuş olan
Sultan Murad, yeniçeri ve sipahi zorbalarına karşı halkın
desteğine muhtaçtı, Kadızâdeli de tam bu işi görüyordu.
Dinî taassub bir yana, 1651’de Kadızâdeliler halkı,
ayaklanıp zalim yeniçeri cuntasını bertaraf eden esnafı
temsil etmekte idiler. Esnaf Ayaklanması’nda, dolaylı
olarak Kadızâdeli vaazlarının etkisini görmekte abartma
yoktur. Câmilerde kalabalık halk kitleleri, sarayın ve
zorbaların sorumsuz sömürü ve istibdadına karşı
Kadızâdelilerin vaazlarında güç ve cesaret kazanıyordu.
Halk Kadızâdelileri kendisine yakın hissediyor, işret
meclislerinde zevk u safaya dalan, servet ve lükse
düşkün saray etrafındaki kullar sınıfına ve yeniçeri
cuntasına kin ve gayzla bakıyordu. Saray bir ara
zorbalara karşı halkı peygamberin Sancak-i Şerîf’i
etrafında toplamayı denemiştir. Kadızâdeliler
hareketinin halkçı karakteri inceleme konusudur.
IV. Murad’ın devleti kalkındırma girişiminde
bürokratlar, en başta Koçi Bey lâyihalar sundukları gibi,
Kadızâde Mehmed de Tâcu’r-Resâil fî Menâhici’l-Vesâil
başlığıyla pâdişaha bir lâyiha sundu. A. Y. Ocak’a
göre259 bu lâyiha, Hanbelî mezhebinde İbn
Taymiyye’nin devlet idaresinden bahseden Siyâsetu’şŞer’iyye
adlı eserinin çevirisinden ibarettir. Birgivî ve
Kadızâdeli’nin risâleleri, İbn Taymiyye’nin eserlerine
dayanır.
Kadızâdeli’ye Göre Bid’atlar
Kadızâde’ye göre İslâm’a aykırı 21 bid’at’tan
başlıcaları şunlardır:
1. Ezan ve Kur’an’ın makamla okunması,
2. Semâ‘ ve devrân’ın câizliği,
3. Tütün, kahve ve keyif verici maddelerin haram
olmaması,
4. Muhyiddîn-al ’Arabî’nin kâfirliği,
5. Yezîd’e lanet olunması,
6. Peygamberin vefatından sonra ortaya çıkan örf ü
âdât ve gelenekler,
7. Kabir ve türbe ziyareti,
8. Büyüklerin el ve eteğinin öpülmesi ve selâm
verirken eğilme,
9. “Emr bi’l-ma’rûf ve nehy ‘ani’l-münker” (iyiliği
emredip kötülükten men’etme emrini izlememek),
10. Rüşvet
Kadızâde’ye göre İslâm’a sonradan eklenen aykırı
âdetler haramdır, dince yasaktır. Şeyh Sivasî ise tüm bu
sorulara olur, yanıtı vermekte idi. IV. Murad câmide, iki
tarafın vaazlarını, dinî kanıtlarını dinlemişti. Özellikle,
tarikatlardaki semâ‘ ve devrân câiz değildir, müsaade
edilmez ve kabir ve türbe ziyareti câiz değildir,
maddeleri tüm toplumu yakından ilgilendiren sorular
olarak gündemde idi. Sivasî, Ridâatu’l-Vâizîn adlı
risâlesinde Kadızâde’yi eleştirdi. Kadızâde Birgivî’yi,
daha doğrusu İbn Taymiyye’yi izleyerek, özellikle
tasavvuf yaklaşımını, aynı zamanda tarikatlarda semâ‘
ve devrânı İslâm’ın câiz görmediğini ileri sürmekteydi.
Sorunun aslını Kâtib Çelebi Mîzân’da iyi özetlemiştir.
Kadızâdeliler, Hanbelî İbn Taymiyye’yi izleyerek sadece
nâssa, Kur‘an ve hadise itibar ederken, Hanefî mezhebi
istihsân ve icmâ’-i ümmet prensipleriyle topluma mal
olmuş âdetleri toplumun iyiliği için kabul etme yanlısı
idi; çatışmanın aslı, mezhep farkından kaynaklanmakta
idi. Osmanlı hükümdarı, imâm sıfatıyla Anadolu ve
Rumeli’de Hanefî mezhebinin uygulanmasını
emretmişti. Toplumun hangi mezhebi izleyeceğini imâm
(cemaatin önderi sultan) emreder. Osmanlı sultanı, Arap
eyâletlerindeki kadılıklarda dört mezhebin yürürlükte
kalmasını onaylamıştır. İslâm memleketlerinde mezhep
ayrılıklarının doğurduğu aykırı fikir ve siyâset
dalgalanmaları ortaya çıkmıştır. Hanefî mezhebini
izleyen ve başlangıçtan beri tasavvufî akımlara yer veren
Osmanlı ülkesinde toplumca kabul edilmiş âdetler din
otoritelerince, câiz mertebesinde kabul edilmiştir. Kabir
ve türbe ziyaretini veya tarikatları yasaklamak, İslâm
cemaatini ve devlet hayatını ağır bir kargaşaya
sürüklerdi. Kâtib Çelebi Mîzân’ında devlet ve toplumun
selâmetine öncelik veren tüm Osmanlı bürokratları gibi
düşünmekte ve tarikatları desteklemektedir.260
Birgivî ve Kadızâde’nin, İbn Taymiyye’yi izledikleri
kesindir. Onlar, İbn Taymiyye’nin risâlelerini Türkçeye
çevirmişler ve iddialarında daima ona dayandırmışlardır.

You might also like