Professional Documents
Culture Documents
tesbitleri
Ali Ferşadoğlu tarafından yazıldı.
PERŞEMBE, 24 MART 2011 12:15
Bediüzzaman’ın sosyal öngörü ve keşifleri de enteresan ve çarpıcıdır. 90-100 yıl
sonraki içtimâî (sosyal/toplumsal) ve siyasî değişimleri görmüş ve takip edilmesi
gereken stratejileri çizmiştir. Yüzlercesinden birkaçını nazara verelim:
nİnsanlık beş sosyolojik devir geçirmiş/geçiriyor: “Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet
(kölelik) esâret; şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır, geçiyor. Malikiyet ve serbestiyet devri
geliyor.” (Bediüzzaman, Sözler, s. 650)
Vahiy ya da ilham yoluyla şekillenen her dinîgirişimde iki eksen bulmak mümkündür. Bir
taraftan İlâhîvarlığın mevcudiyeti ve kâinata koyduğu düzenle ilgili emirler ve bilgiler
sadır olur, diğer taraftan insanların bunlarıyerine getirmeleri istenir. Ancak, genelde
insanlar kendilerine verilen ve bir ideali temsil eden mesajıkusursuz olarak tatbik
mevkiine koyamazlar. Bunun sebeplerinden biri, vahyin nâzil olduğunda anlaşılmasından
çok hatırlanmasının gerektiği keyfiyetidir. Vahiy nâzil olduğu sırada söylenir, duyulur,
ifade edilir ve tekrarlanır. İncelenmesi, anlatılmasıve anlaşılmasıdaha bahis konusu
değildir. Vahiydeki mesajın anlaşılmasıve yorumlanmasıbir ikinci aşamada başlar. Örneğin
Peygamberin Allah kelâmınısöyleyicisi safhasıbirinci safhadır, bu safhadan hemen sonra
daha insânîbir kisveyle kelâmullahın başkalarına anlamını aktarmasıikinci safhadır.
Mesajın mü'minlerce anlaşılmasıüçüncübir safha teşkil eder. Mü'minler mesajıkendi
insanlıklarının sınırlarının içinden anladıklarından zorunlu olarak mesajın hükmüne nüfuz
edemezler. Kısaca, mesajın kendisinin mahiyetiyle insanların onu anlamalarının şekilleri
farklıdır. Bediüzzaman'ın Kur'ân'ın icâzı(yani esrarlıderinlikleri) hakkındaki sözleri ve
diğer taraftan mesajın herkesçe aynıderinlikle anlaşılmadığı konusunda devamlıolarak
söyledikleri mesajla tatbikat arasındaki farkıpek güzel anlatır.
Bir örnek vermek gerekirse, İslâmda "tevhid" konusu teoloji alanına giren bir konudur.
Diğer taraftan medreselerin başlangıçta az çok amatörce bir sistem oluştururken zamanla
gittikçe profesyonelleşmelerinin incelenmesi bir din sosyolojisi konusudur.
Benim Bediüzzaman Said Nursî'ye yaklaşımım kendi akademik alanım olan din sosyolojisi
açısından olmuştur. Örneğin, Bediüzzaman'ın, mücedditlik hareketinin ne oranda bir
yansımasıolduğu, başlangıçta fikirlerini yayan kimselerin toplumsal menşeinin ne olduğu
ve Bediüzzaman'ın fikirlerinin bunlar için aradıklarınasıl yeni bir dünya görüşünütemsil
ettiği, karşılaştığısiyasi ortamın kendisini nasıl etkilediği, bütün bunlar din sosyolojisi
alanıiçine girer ve benim incelediğim konulardır.
Her topluluk geçmişle olan çizgisini hatırlarda taze tutmak mecburiyetindedir. Dün,
bugünün anlaşılmasıiçin zaruri bir çıkışnoktasıdır. Bu hatırlama ve hatırlatmanın İslâm
âleminde en önemli yollarından biri, geçmişin içinde yaşamaktır. Bunun da en çarpıcıbir
İslâmîşekli, ölülerinin içinde yaşamaktır. İslâmda önemli bir yer tunan ölüziyareti, bunun
İslâmca makbul olan bir şeklidir. Modern İslâmda bazılarınca kınanan bu ziyaretler
aslında tarihin hatırlarda bir nesiller silsilesi olarak yaşamasınısağlar.
Son zamanlarda çıkan bir doktora tezi Kahire'de 11-15. yüzyıllarıarasında Qarafa adıyla
kocaman bir evliyalar şehrinin günlük hayatını derinlemesine incelemektedir. Bu tezden
anladığımız, ölüleri ziyaretin mü'minler için hem soluk alma, dinini hüzünle değil,
sevinçve ümitle yaşama, insanlararasıbağlarıgüçlendirmeyi sağladığıdır.
Ziyaret âdâbı Müslümanların daha serbest bir hava içinde birbirleri ile konuşmalarını
sağladığı oranda cemaatin ve ümmetin devamlılığınısağlayan bir destek olmuştur.
Vatandaşın "hergün"ü
Türkiye'de milliyetçilik son elli yıl içinde bir Türklük şuuru telkin ettiği oranda
başarılısayılabilir. Ne var ki milliyetçiliğimizin eksik taraflarından biri, Qarafa'nın 15.
yüzyılda canlıtuttuğu kültür yumağınıve sosyolojik fonksiyonunu ihmal etmişolmasıdır.
Daha genelleştirerek diyebiliriz ki, İslâmın cumhuriyet devrine kadar düzenlediği, fakat
cumhuriyetin fazla ilgilenmediği bir alan, vatandaşın "hergün"üolmuştur. İhmali,
İslâmîkültürün detaylıbir şekilde işlediği bir "hergün"ügenişçapta açık bırakmışolmasıdır.
Burada kullandığım "hergün" tabiri, Michel de Certeau adında bir Fransız sosyoloğunun
sosyolojiye getirdiği bir ıstılâhtır. Şöyle anlatayım: Michel de Certeau'ya göre insanların
çoğunun hayatınıdüzenleyen ıstılâhlar "dışpolitika" ya da "iktisadi sistem" gibi büyük
büyük ve zaten anlaşılmasızor abste konular değildir. İnsanların hayatının harcınımeydana
getiren her günün örüntüsüve her günümeydana getiren yüzlerce mekân, davranış, âdâb,
estetik ahlâk zerrecikleridir. Bunun klâsik özelliklerinden biri Müslümanların günlük
hayatınıgayet iyi bilen İmam-ıGazzali'nin bu detaylarıİhya'sına koyarak bir bakıma bir
Müslüman "âdâb-ımuaşeret" kitabıyazmışolmasıdır.
Bu "harita" hem geçmişle çizgisini açıklayan, hem de "şimdi"sini düzenleyen bir rehber
mahiyetini taşımak mecburiyetindedir. Mısırlı Seyyid Qutb'un kitaplarınıbu açıdan
değerlendirmek gerekir. Yazılarında Müslümanlara toplumsal harita temin etme
amacıaçıkça görülmektedir. Bediüzzaman'ın fikirlerinde bir tarihsel sosyal gelişme
şemasının mevcudiyetini hepimiz, sanıyorum, az çok biliyoruz. Fakat bunun yanında
fikirlerinin karşılamaya çalıştığınokta, modern Müslümanların modern toplumda
kendilerine bir istikamet bulmasıçabalarıdır.
Makale Yazarı:
Prof. Dr. ŞERİF MARDİN (American Üniversitesi, WashingtonD.C. - ABD)
Ünlü sosyolog Sayın Şerif Mardin ile ilgili olarak 2008 yılının sonunda Doğu-Batı
yayınları bir kitap yayınlar. Şerif Mardin Okumaları, kitapta sosyologun çalışmaları
ve sosyoloji konusunda Türkiye’nin bazı üniversitelerinde ve bağımsız çalışan
yazarlar fikirlerini öne sürerler. 315 sahifelik kitabın editörü Taşkın Takış’tır. Kitabın
Sunuş kısmını yine editör yapar.
Biz Hutbe-i Şamiye isimli eserde Bediüzzaman’ın tarzını anlatırken bir cümlesini
nakletmiştik. Bu cümle, Bediüzzaman’ın birçok kimlikleri içinde bir kimliği olan
sosyolog kimliğinin Batı’ya dayalı değil, bizatihi kendi ülkesinin şartlarına göre
düşündüğünü gösteriyordu. O cümle şuydu: “Ben bu zaman ve bu zeminde beşerin
hayat-ı ictimaiye medresesinde ders aldım ve bildim.” (Hutbe-i Şâmiye, 20) Hayat-ı
ictimaiye medresesi, hayatın kendisidir, hayattır. Şerif Mardin ile Bediüzzaman bu
yönden birleşirler.
Taşkın Takış, onu anlatırken bir cümle kullanır: “Mardin’e göre Batı’da ortaya çıkan
teorilerin Türk toplumu hakkındaki geçerliliği bir dereceye kadar işlevseldir. Bir
noktadan sonra kendi açıklamalarımızın ihtiyacı derinden hissedilmiştir. Çünkü her
kuram ve her model içeriden bir bakışla kendi tarihsel toplumsal gerçekliğin izlerini
taşır. Mardin, Osmanlı’da ve Türkiye’de nevi şahsına münhasır yapıların yani genel
geçer modellere tekabül etmeyen ve ara katmanların önemini birçok yazısında
vurgulamıştır.“ (Şerif Mardin Okumaları, Sunuş, Taşkın Takış, s. 11) Bu cümleler
Bediüzzaman gibi Şerif Mardin’in de Batı kaynaklı sosyolojik reçetelerin bizim
ülkemiz için çok az veya yerine göre hiç önemi olmadığıdır.
Tarihte bütün değişimciler statükocu değildirler. Onlar belli bir statüko, kanon
içinde bir süre bulunsalar da daha sonra onları aşarlar, yadırganırlar, hırpalanırlar,
ama onlar dayanır ve gelenekten ayrılarak yeni bir gelenek oluştururlar. Hz
Peygamber, gördüğü uygulamalara katılmaz, onları bir gün gelir değiştirir, çok
büyük sıkıntılar çeker ama vazgeçmez. Bilim adamları, felsefeciler de öyledir.
Descartes, skolastiği yıkmak için büyük gayret, sabır sarf eder ve sonunda isteğine
ulaşır. Newton ve daha birçok kişi bu uygulamaya tabidirler. Taşkın Takış, Şerif
Mardin’in de sosyoloji kanonundan ve statükosundan ayrıldığını anlatır. “Bağımsız
bir tavır olarak Şerif Mardin’in yaşamı boyunca birçok çevreyle çeşitli seviyelerde
mesafesini koruduğunu gözlemliyoruz. Mardin, seçkin bir sınıfın üyesi olarak
göründüğü yerlerde bile gündelik hayata inişi toplumun farklı kesimlerindeki ilişki
biçimlerinin nasıl yürüdüğüne dair tesbitleri Cumhuriyet seçkinlerinin çevresine bir
hayli uzak olan yaklaşımından tamamen farklıdır. Ne zaman ki bir mağduriyet
psikolojisi içine girildi o zaman seçkin zümreler halktan güç alma yoluna
başvurmuşlardır. Kuşkusuz ideal manada Şerif Mardin’in bir Cumhuriyet seçkini ve
aydınıdır ama üst kadroların halkla kurduğu bu ikircikli ilişki onda görünmez.
Mardin’in tek başına yarattığı çaba bu sınıfların konformizminden tamamen ayrışır.
“(Şerif Mardin Okumaları, Taşkın Takış, s 14)
S a i d N u r si, son derece asi ve inatçı bir kişilikti. Nursi, çocukluğundan beri
müthiş bir aktivizm içinde yer almaktaydı. Toplumun alışılmış gündelik telaşının
dışında yaşıyordu. İyi bir medrese eğitimi almıştı. İlk dönemlerinde İslam
reformizminin tirumvirası Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh ve Raşit Rıza’nın
fikirlerinden etkilenmiştir. Geleneksel lehçeyi kendine has üslubu ile
kullanmaktaydı. Risale-i Nur’un mesajının geniş kesimlere ulaşabilmesi için
öğrencileriyle birlikte büyük bir mücadelenin içinde yer almıştı. İmanın milyonlara
yayılması davasını güdüyordu. Said Nursi İslamı uhrevi kimliğinden arındırmaksızın
doğa bilimlerine ve modern dünyaya cevaplar üretiyordu.
Said Nursi, hareketinin kırsal çevreden derin yankılar bulması çok doğaldı. Zira,
Kemalizm geleneksel kurumların manevi yönlerini doyurabilecek en basit ilmihal
bilgilerinden mahrumdu. Kemalizm’in duygusal yankı yaratacak bir programı yoktu.
Nurculuk hareketi aynı zamanda manevi değerlere vurgu yapan kesimlerin
moderleşme taleplerinin geniş bir projeye katılım aynı zamanda bu, Cumhuriyet
projesine katılımın sancılı bir serüveniydi. “ (Şerif Mardin Okumaları, 89)
Türk edebiyatının Tiplerle verdiği örnekler
1918’de Mondros ile Osmanlı tarihteki yerini alırken birkaç sene sonra kurulan
Türkiye Cumhuriyetini oluşturan memurlar Osmanlının memurları idi. Yeni bir
cumhuriyeti götürmekle tarihe karışmış bir devletin icraatını götürecek olan kafalar
aynı idi.
Ceyhun Atuf Kansu, Yakup Kadri’nin Ankara romanında idealize ettiği dört başı
mamur roman kişisi Selma hanımı eleştirirken Türk inkılâbının bir Selma hanımı
olmadığını söyler. “Anadolu devriminin bir Selma hanımı olsaydı, devrim bu değin
yozlaşmaz, Atatürk’ün ölümü ile birlikte soluğunu da yitirmezdi. Devrimin bir Selma
hanımı olmamıştır. Selma Hanım çatışması yoktur devrimde. Türk devriminin Yakup
Kadri’nin yarattığı bir Selma Hanım’ı yoktur. Bu Selma Hanım’lar İstanbul’dan
gelmişler, iki üç yıl Kurtuluş Savaşı Ankara’sının sıkıntılarını acılarını kocaları ile
paylaşmışlar ve Cumhuriyet Ankara’sı ile birlikte halktan kopmuş bir devrim
burjuvazisinin yaratılmasında kocalarına yardım etmişlerdir. O Selma Hanım’ların
hiçbir iç çatışmaları olmamıştır. Apartmanlar, Galatasaray’da okuyan çocuklar,
balolar, türlü türlü çıkar oyunları, giyim, kuşam, hiçbir soruna kafa yormadan,
Yenişehir dedikoduları içinde yaşamak, kocalarını türlü çıkar işlerine sürmek,
halktan ayrılmak, bu yeni devrim burjuvazisi kadınlarının ortaklık ettiği bir hayatla
belirli öğeleri olmuştur. “(Ceyhun Atuf Kansu, Ankara, Yön Dergisi,
4.12.1964)Ceyhun Atuf, devrimin yazarlar kadrosunu da “İstanbul’dan getirilmiş
oportünüstler alayı” olarak yorumlar. (aynı makale) 19. yüzyılın başından tip
üretmeye çabalayan Türk aydınlarının tiplerinin hiçbiri İmparatorluğu geri
saymaktan kurtaramamıştır.
Kurtuluş Kayalı, farklı bir söylemle, sanatlı bir ironiyle Şerif Mardin’in Said Nursi
hakkında yazdığı kitaptan dolayı yazarın mahalle baskısına, hep aynı şeyleri
söyleyen ve dar bir kanonik çevre içinde bunalan aydınların yürek daralmasından
mahalle baskısına yönelen sosyologları eleştirir. “Belki de mahalle baskısı kavramı
ve söylenenler bu nedenle soğuk duş etkisi yapmıştır. Bu durum muhtemelen daha
doğru Şerif Mardin okumalarının yolunu açacaktır. Tabii ki bunun öncelikli şartı Şerif
Mardin’in metinlerine, kendisinin yaklaşımlarına destek aramak yerine onu
anlamaya çalışmak amacıyla yaklaşmaktadır. Aksi halde Şerif Mardin’in körün fili
tarifi çerçevesinde görülmeye devam edilecektir. Zaten devam edilmektedir de.”
(Şerif Mardin Okumaları, Kurtuluş Kayalı, 102)
Galile, Batı bilim ve felsefe tarihinde aykırı düşünceden hakikate giderek büyük bir
yol açmıştır. Copernikci sistemi savununca yüzyılların evren anlayışına,
Aristoteles’in scolastismine karşı olduğundan sapkınlıkla suçlandı. “Deneysel
yöntemin kurucusu ve modern bilimin babası olarak bilinen Galile, kütle çekimi ve
hareket konusundaki öncü çalışmaları ve deneyle matematiksel analizi birleştirmesi
nedeniyle aynı zamanda deneysel fiziğin ve modern mekaniğin de kurucusu olarak
kabul edilir. Onun en önemli başarısı, Aristoteles’in mantıksal sözel nedenleri
bulmayı amaçlayan niteliksel yaklaşımına karşı, matematiksel akılcılığı ve niceliksel
yaklaşımı yerleştirmiş olmasıdır. Onun temel ilkesi ölçmek ve niceliksel olarak
belirlemek olmuştur.” (Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, 742)
Dünyada mazlumlar
Tayfun Atay, Sayın Şerif Mardin’i Galile yapan nedenler üzerinde durur. Akademik
yaşamındaki tesiri yanında Türkiye’deki sosyolojik çalışmalardaki farklılığını anlatır,
aykırılığını vurgular: “Şerif Mardin, daha genel çerçevede Türkiye’de dine yönelik
bilimsel, entelektüel ve akademik ilginin, yeni, değişik, farklı demek yetmez, aykırı
bir açılım kazanmasında üstüne basa basa söylemek gerekirse ilk tohumu atmış
olan isimdir. Ancak bu aykırılık, Türkiye’de zihin ve duygu dünyaları belli bir
epistemolojik şablona yani bilme biçimine göre tohumlanıp olgunlaşmış pozitivist –
laisist entelijansiya karşısında onun bir lanetli öteki konumuna yerleştirilmesine
neden olmuştur. Bağlantılı olarak ondan etkilenen ve din konusunu ele alırken onun
yaklaşımını benimseyenleri de en kötüsünden ‘beyni yıkanmış zavallılar’ en
iyisinden ‘iki arada bir derede kalmış, kafası karışık biçareler’ olarak etiketlenme
durumunda bırakmıştır.” (Şerif Mardin Okumaları, 104)
Tayfun Atay, iki Galile’ye, Bediüzzaman ve Şerif Mardin’e karşı takınılan tutumu iki
örnek vaka ile biçimlendirir: “Mikropla Uğraşmak. Bu söylenenleri somutlaştırma
yolunda başımdan geçen iki olayı paylaşmak istiyorum. Şerif Hoca’nın Türkiye’de
din konusunda ezber bozucu mahiyetteki aykırı çözümleme ve yorumlarının bu
memlekette Cumhuriyetin başından 1980‘lere kadar rakipsiz olan o dönemden
sonra ise rakipsiz konumunu kaybetse de etkinliğini sürdüren pozitif laisist
entelijansiya tarafından nasıl değerlendirildiğine örnek teşkil eder bunlar. Birincisi
doğrudan Şerif Hoca’nın kendisi ile ilgili, ikincisi ise onun hayli gürültü koparan S a i
d N u r s i çalışmasıyla ilişkilendirilebilecek, böylece dolaylı olarak onun yapıp
ettiklerinin yukarıda belirtilen entelijensiya açısından nasıl anlamlandırılıp
değerlendirildiğine ışık tutacak bir mahiyet taşır.
İki Sosyal Bilimci
İkinci örnek ise Türkiye’de bir başka tanınmış sosyal bilimcimizle bir akşam
yemeğinde yaşandı. Şerif Hoca’nın o dönemde yeni yayımlanmış olan S a i d N u r s
i çalışmasından konu açılmıştı. Ben bu çalışmanın önce sosyolojik anlamda
çözümleyici gücü üzerinde birkaç söz ettiğimi hatırlıyorum. Sonra da Şerif Hoca’nın
bu çalışmada ki derdinin Said Nursi’den çok, onun üzerinden Türkiye’de Osmanlıdan
Cumhuriyet’e geçişte yaşanan toplumsal değişim sürecinin eleştirel çözümlemesi
olduğunu vurguladım… Nihayet onun araştırma nesne’sinden nasıl bağımsız bir
yaklaşım içinde olduğuna dair birkaç söz daha etmiştim ki sohbet ettiğim sosyal
bilici hocam birden araya girdi ve şunları söyledi.
‘Said Nursi öyle bir mikroptur ki, sen ne kadar iyi niyetli olursan ol, ona
dokunduğunda istesen de istemesen de sana bulaşır.’
Yukarıda ifadelerine yer verilen her iki sosyal bilimci de Türkiye’de çok öğrenci
yetiştirmiş saygın ve değerli insanlar. Şerif Mardin karşıtı çizgilerini bariz kılan
sözlerine yer vermekten muradım onları olumsuzlamak değil. Onların Şerif Hoca’ya
ve onun dolayımıyla din konusuna ilişkin ağır ifadelerine yer vermemin nedeni, bu
ağırlığı var eden ideolojik, daha doğrusu epistemolojik bağlama dikkat çekmek
istemem. Yukarıda zikredilen onlara ait sözler, öncelikle Türkiye’de dine yönelik
anlama ve çözümleme çabası sergileyen bir sosyal bilimciye tipik akademik
yaklaşımın ne olduğunu çarpıcı biçimde örnekledikleri için dikkate değerler. İkinci
ve bağlantılı olarak özellikle bir dini ilmi şahsiyete- Said Nursi – genelde ise
Cumhuriyet Türkiyesi’nde dinin, kültürel, siyasal ve ideolojik anlamda kimliksel dışa
vurumlarına yönelik ortalama enteklektüel tavrı kristal berraklığıyla sergiledikleri
için dikkate değerler. Her iki ifadede de yer alan kavrayış çerçevesinin Türkiye’de
yakın zamanlara kadar bürokratik, akademik ve entelektüel iklimde yaygın ve
hâkim olduğu söylenebilir. Öyle olunca bu memlekette Şerif Mardin olmak da, onun
düşünsel çerçevesinden etkilenen ve onu izleyen bir öğrenci tilmiz olmak da zor
zanaat haline gelmiştir.” (Şerif Mardin Okumaları, s 105)
Ama kahramanlık onda asli bir unsurdur, ondan sonra o eserler yazarak ülkesinin
gündemdeki yerini alır, yine kahramandır ama, hâkim düşüncenin istemediği bir
anti kahramandır. Eserleri ülkenin ve her yerin gündemine girip, insanlar tarafından
büyük bir iştiyakla okununca, “biz seni sahneden kovmuştuk sen hala sahnede
duruyorsun” der gibi anti kahraman ile otuz yıl gizli kapaklı, aşikar mücadele
edilmiş, sahneden silmek için bütün cebri yollar kullanılmış ama o bir türlü
sahneden atılamamış, sahnenin ebedi hâkimi gibi görünenler sahneden rolleri
bitince ayrılmışlar, o gün geçtikçe sahnedeki yerini sağlamlaştırmıştır. Bu yüzden
Tayfun Atay‘ın anti kahraman ifadesi yerinde bir kullanımdır. Şimdi Tayfun Atay’ın
yorumlarına dönelim. Onun anti kahraman konusundaki yorumları yüzünden nasıl
aforoz edildiğine bakalım.
Şerif Hoca hep bir boy önde
Şerif Hoca yine Türk sosyal bilim dünyasıyla ilişkili ve kanımca hayli dramatik bir
başka özelliğe daha sahiptir. O kendisiyle ortak dili konuşan meslektaş yahut
düşündaşlarının önemli bir kesimi tarafından en ortalama deyişle a f a r o z a
uğramış bir insandır.” (Şerif Mardin Okumaları, s 107)
Tayfun Atay, Nur cemaatinin de Şerif Mardin hoca’yı yeterince anlamadığını belirtir.
Sosyolog ile cemaatin bakış açısını karşılaştırır. “Öte yandan Şerif Hoca’nın dilinden
dökülenlerden hoşlanan çevreler, sözgelimi Nur cemaatinin ileri gelenleri ve üyeleri
ise onun ne dediğini anlamakta zorluk çekerler. Şerif Hoca’nın S a i d N u r s i
çalışmasının bu sözünü ettiğimiz ikinci çevrede, kitap henüz Türkçeye
çevrilmemişken büyük heyecan ve coşku yaratması, ancak Türkçeye çevrilip nüfuz
edilebilir olduğunda ise hayal kırıklığı ve sönüklüğe yol açmış olması üzerinde bu
bakımdan düşünmek gerektir.
Kuşkusuz Şerif Hoca da Nur cemaati üyeleri kadar önemsemiştir Said Nursi’yi.
Ancak sorun şuradadır ki, cemaat üyeleri için özne olan Said Nursi, Şerif Mardin için
nesnedir. Şerif Hoca, esasen Said Nursi üzerinden Osmanlıdan Türkiye’ye yaşanan
siyasal, toplumsal ve kültürel değişme ve süreklilikler ile bunların insanların anlam
ve değer dünyasında yol açtığı sarsılma ve kırılmalar üzerine çözümlemelere
gitmektedir. Said Nursi’yi hayatının öznesi yapmış insanlar açısından, bu öznenin
bir araştırma konusu olarak öne çıkması heyecan yaratmış, ama bu öne çıkışın
nesneleştirme suretiyle olması onların umduklarını bulamamalarına yol açmıştır.
Diğer Değerlendirmeler
Sosyolog Mustafa Güneri Gök, Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde yaptığı, Türkiye’de Din
Sosyolojisi –Şerif Mardin Örneği isimli tezinde, Şerif Mardin’i Türkiye’deki bazı
sosyologlarla yol ayrımına sokan çalışması olan Türkiye’de Din ve Toplumsal
Değişim – Bediüzzaman Said Nursi Olayı isimli çalışmasının sosyoloji, ülkemizin
sosyoloji çalışmaları içindeki yerini belirler. Güdümlü bir sosyoloji yorumu değil,
bize göre bir sosyoloji değerlendirmesi olduğunu vurgular. “Mardin İslamın da, bu
toplumun da (genellemelerden uzak) kendine özgülüklerini ön plana çıkarmaya
çalışmaktadır. Bu çerçevede kavramların bile yerine göre bir genelleme taşıdığını
düşünür. Bu konuda Türkiye’deki gelişmeleri ilgi odağı haline getirmesiyle, din
sosyolojisi üzerine örnek bir çalışma olan Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal
Değişim – Bediüzzaman Said Nursi Olayı onun bu alandaki özgün bir din sosyolojisi
çözümlemesi olarak da görülmektedir. Din sosyolojisinde çok yönlü bir perspektif
kullanmasının temel nedenlerinden biri de budur.“ (Şerif Mardin Okumaları, s 174)
Adem Çaylak isimli sosyolog Şerif Mardin’in fikirlerinin özellikle Kemalist çevrelerde
nasıl karşılandığı konusunda izlenim ve bilgilerini anlatır. ”Kemalist Söylem
nezdinde Şerif Mardin. Mardin’in özellikle İslam, tarikatla ve Nakşibendîlik üzerine
yaptığı ve siyasal ve toplumsal değişmeyi açıklayabilmek amacıyla ortaya çıkardığı
din eksenli çalışmaları konusunda üçüncü pozisyon alış, Cumhuriyet’in kurucu
kadrolarının din konusundaki yaklaşımlarına paralel bir biçimde davranmayı hala
büyük erdem olarak gören Kemalist zümre içinden gelmektedir. Özellikle Mardin’in
modern Türkiye’de din toplum ilişkilerini ele aldığı ve Türk modernleşme sürecinin
bir parçası olarak nitelediği Nur hareketinin lideri Bediüzzaman Said Nursi‘nin
sosyolojik biyografisi olan Bediüzzaman Said Nursi Olayı, Modern Türkiye’de Din ve
Toplumsal Değişme isimli kitabı yayınlandıktan sonra, Mardin Kemalist kesimin
hiddetini üzerinde toplamış ve dini Cumhuriyet rejimi karşısında meşrulaştıran bir
kişi ve Nurcular olarak bilinen İslami kesimin hayranı olarak sunulmuştur. İlginçtir
ki yıllar önce Said Nursi çalışmasının projesini hazırlarken Mardin, İsmet İnönü’nün
bir görüşme sırasında kendisine; “Bu adam çok tehlikelidir. Seni de ifsad etmesin“
diyerek uyardığını nakletmektedir.
Şerif Mardin Said Nursi kitabının yazılmasında Cemil Meriç‘in tesirini anlatır; “Cemil
Meriç bana, bu şahsiyetin derinlemesine incelenmesi boşuna yapılacak bir iş
değildir. Orada gerçekten incelenmesi gereken bir cevher vardır. Eğer meseleyi
incelerseniz bu konuda yanlış bir yola girmezsiniz” demişti.
Mardin, Said Nursi çalışması yüzünden Türkiye Bilimsel Akademisi TÜBA üyeliğinden
hiçbir resmi gerekçe gösterilmeden iki kez veto yediğini anlatmaktadır. Bu bile
Mardin’in Türkiye’de yandaşlık-taraftarlık ya dışlama –görmezlikten gelinme
ekseninde değerlendirildiğine en güzel örnek olmak gerektir.“ (Şerif Mardin
Okumaları, s 219)