You are on page 1of 155

ISBN: 978-605-7949-79-0

© 2018 Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı A.Ş.

Ketebe Yayınları: 168 Edebiyat / Kuram

Editör Kapak
Aykut Ertuğrul Harun Tan

Düzelti Mizanpaj
Cihan Aldık Nilgün Sönmez

1. BASKI Ketebe Yayınlan Baskı ve Cilt


Sertifika No. 34989 Matsls Matbaa Hizmetleri
Eylül 2019 Maltepe Mahallesi Fetih San. ve Tic. Ltd. Şti
İstanbul Caddesi No: 6 Dk: 2 Sertifika No: 40421
Topkapı 34010 İstanbul Tevfik Bey Mah. Dr. Ali Demir Cad.
Tel: 212.612 29 30 No: 51 Sefaköy Küçükçekmece /
ketebe.com e-mail: ketebe@ketebe.com İstanbul Tel: 212 624 2111

© Eserin her hakkı anlaşmalı olarak Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı A. Ş.’ne aittir.
İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

Kapak görseli: Serglo Blrga, Dava, İnfaz, 1968.


Edebiyat ve Utanç
Franz Kafka’nın “Dava”sından Hareketle
Edebiyatta Utancın Arkeolojisi

AHMET SARI

KETEBE
Ahmet Sarı
1970 yılında Almanya’nın Düsseldorf kentinde doğdu. 1984 yılında Al­
manya’dan Türkiye’ye (Erzurum) kesin dönüş yaptı. 1993 yılında Atatürk
Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü
bitirdi. Thomas Bernhard’ın öykülerinde Normaldışı Davranışlar adlı
çalışmasıyla yüksek lisansını (1995), Türk ve Alman Poetikasının Kitabı
adlı çalışmasıyla da doktorasını tamamladı (2003). 2005 yılında Yardımcı
Doçent; 2011 yılında Doçentlik kadrosuna, 2016 yılında da Profesörlük
kadrosuna atandı. Halen Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Alman
Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde çalışmalarını sürdürmektedir.

Çevirileri ve Eserleri:
Jurek Becker, Dikkat Yazar Var (Babil Yayınları, 2000); Peter Bichsel,
Edebiyat Dersleri Okuyucu/Anlatı (Babil Yayınları, 2000); Thomas Ber-
nhard, Ses Taklitçisi (Atatürk Üniversitesi Matbaası, 2001); Thomas
Bernhard, Olaylar (Babil Yayınları, 2002); Jacques Derrida, Şiir Nedir?
(Babil Yayınları, 2002); Hans Georg Gadamer-Friedrich Nietzsche-Helmut
Kuhn, Edebiyat Nedir?, (Babil Yayınları, 2002); Peter Handke, İzleyiciye
Sövgü-Kendini Karalama (Birey Yayınları, 2002); Novalis, Poetika (Babil
Yayınları, 2003); Immanuel Kant, Yaşamın Anlamı (Birey Yayınları, 2004);
Lewis Carroll, Küçük Kızlara Mektuplar (Birey Yayınları, 2005); Peter Slo-
terdijk, Dünyaya Gelmek-Dile Gelmek (Salkımsöğüt Yayınları, 2005), Wil-
helm Vogelpohl, Alman Edebiyatı Tarihi (Orient Yayınları/Yayına Hazırla-
yan/2005) Klaus Schulz, Alman Kültür Tarihi (Orient Yayınları/Yayına Ha­
zırlayan, 2006) Türk ve Alman Poetikasının Kitabı (Salkımsöğüt Yayınları,
2006), Adolf Muschg, Edebiyat Terapi Olabilir MI? (Salkımsöğüt Yayınları,
2006), Sanat ve Normaldışıhk (Salkımsöğüt Yayınları, 2006), Hermann
Broch, Edebiyat ve Felsefe (Salkımsöğüt Yayınları, 2006); Thomas Bern­
hard, Dünya Düzelticisi (De Ki Yayınları, 2007); Thomas Bernhard, Imma-
nuel Kant (De Ki Yayınları, 2007); Peter Handke, Kaspar, (De Ki Yayınları,
2007); Thomas Bernhard’ın Şiir Dünyası, (De Ki Yayınları, 2007). Psika­
naliz ve Edebiyat (Salkımsöğüt Yayınları, 2008); Masalların Psikanalizi
(Salkımsöğüt Yayınları, 2008) Kafkaesk Anorexla (Salkımsöğüt Yayınları,
2009) Allah Ağrısı (Salkımsöğüt Yayınları, 2010) Ahmed’e Konmaya Ça­
lışan Bir Sineğin Arzusu (Salkımsöğüt Yayınları, 2011) Seherde Serçenin
Gördüğüdür (Salkımsöğüt Yayınları, 2013) Merhamet Dilercesine Gökyü­
züne Bakmak (Hece Yayınları, 2013) Ve Asma Yaprakları Gibi Titreyen
El (Çizgi Yayınevi, 2014) Sağ Omuz Meleğimin Omzundaki Sağ Omuz
Meleği (Çizgi Yayınevi, 2014) Edebiyat Nefreti (Edebiyat Yazılan) (Çizgi
Yayınevi, 2014) Kurmacanın O Kadim Unsurları (Çizgi Yayınevi, 2015)
Başlangıcı Olmayan Bir Şeyin Sonu (Hece Yayınları, 2015) Musa’nın De­
rinlerine Düşen Yutkunuş (Çizgi Yayınevi, 2015) Kafkamaklne (Çizgi Ya­
yınevi, 2016) Felsefe Kendini Edebiyata Nasıl Eklemler? (Çizgi Yayınevi,
2016) Alman Edebiyatında Dışkı Kültü (Çizgi Yayınevi, 2016) Kalplerin
Yıldızlı Göğü: Hölderlin (Çizgi Yayınevi, 2016) Kuş Seslerinden Bir Çadır
(Heyamola Yayınları, 2018). Edebiyat ve Suç (Ketebe Yayınevi, 2018); Ken­
di İmdadına Da Koşup Gelen Hızır (İz Yayınları; 2019).
Scham İst die Hüterin der menschlichen Würde”
(Utanç, insan iradesinin koruyucusudur.)

Leon Wurmser

“Birini aleni utandırmak, kan dökmek gibidir"

Talmud
Öldükten Sonra da
Hayatta Kalan Utanç

Kafka’nın Felice’yle iki kez nişanlandığını ve bu nişanın iki


kez bozulduğunu biliyoruz. Felice’nin mi onu, onun mu Fe-
lice’yi artık büsbütün hayatından silip attığı, kalbinden son­
suza dek çekip çıkardığı elbette tartışmalıdır. O gün, 12 Tem­
muz 1914 tarihinde, Berlin’de, Askanischer Hof adlı otelde
Kafka’nın Felice, Felice’nin kızkardeşi Erna ve Grete Bloch
önünde saatlerce yargılandığım da biliyoruz. O gün aynı şe­
kilde Kafka’nın ömründe hiç utanmadığı kadar utandığı bir
gün olduğunu da. Olayı anlatmadan önce olaya yol açan, daha
doğrusu arzularına kanan bir üçüncü şahsı okurlara tanıtmak­
ta fayda görmekteyiz. Bu şahıs Grete Bloch’tur. Grete Blo­
ch’u “arzularına kanan şahıs” olarak değerlendirdik burada.
Kaçamak bir aşkın iki aktöründen biri olarak Kafka’nın da
pek masum olduğu söylenemez. Kafka’nın suçu sevgilisi var­
ken ve nişanlanma arefesindeyken, mektupların esrarıyla ye­
nilerde tanıdığı karşı cinsin (Grete Bloch) duyguları ile oyna­
ma açgözlülüğüdür. Grete Bloch, Kafka’yı ilk defa 30 Ekim
1913 tarihinde Prag’da Schwarzes Ross adlı otelde görmüş­
tür. Başlangıçta Bloch’un görevi nişanlılık sürecinde elbette

7
tanımadığı Kafka ile dostu Felice arasını bulmak ve evlili­
ğe doğru evrilen inişli çıkışlı ilişkilerinde onları sakinleş­
tirmektir. Bunda Grete’nin pek başarılı olduğu söylenemez.
Kafka’nın yazma kudreti ve mektup açlığı Grete’yi de ken­
dine kurban seçince, iş Grete’nin arabuluculuğundan onun­
la duygusal ilişkiye ve aşk mektuplarına doğru evrilecektir.
Felice Bauer’in dostu olan ve sevgilisine de (Kafka’ya) aşk
mektupları yazmaya başlayan Grete Bloch böylece Kafka’nın
yazı susuzluğundan ve çapkınlığından kurtulamayacak, var­
lığı yaran bir dilemmanın da içine düşmüş Olacaktır. Kafka,
Felice ile hamsin yortusunda, 1914’te nişanlanınca ve bunu
ciddi ciddi evliliğe taşıma emareleri gösterince Grete Blo-
ch’ta kıskançlıklar başgösterecek ve eskiden bu iki sevgiliyi
birleştirmek ve aralarını yeniden bulmak düşüncesinden baş­
ka bir şey düşünmeyen bu dost, bu sefer Kafka’nın Felice ile
nişanlanmaması için elinden gelen her şeyi yapacak ve Feli-
ce’ye, ilişkinin sonu olacak o öldürücü darbeyi indirecek, nor­
malde Kafka ile gizliden gizliye yaptıkları mektuplaşmaların­
dan bir bölümünü Felice’ye gösterecektir. Felice, Kafka’yı
12 Temmuz 1914 tarihinde Berlin’de Askanischer Hof adlı
otelde uzun süren bir yargılama ile Grete Bloch’a yazdığı aşk
mektuplarının mahiyeti üzerine sıkıştıracak ve ona ter döktü­
recektir. Kafka için Askanischer Hof adlı bu otelin bir yargı
mekânına döndüğünü ve ömründe başka zamanda böylesi bir
büyük utanç daha yaşamadığını biliyoruz.

Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin Kafka. Minör Bir Ede­


biyat İçin adlı metinlerinde dillendirdikleri gibi Kafka sadece
kusursuz ve mükemmeliyetçi bir yazar değildir. Yazma gücü­
nü ve kudretini sadece soluksuz yazdığı öykülere, romanlara,
kısa mesellere yönlendirmediğini de bilmekteyiz. Ruhu bir
nar gibi yararak, nefessiz kalma cehdiyle, katharsis olacaksa
soluksuz katharsis olarak gece gündüz yazdığı öykü ve ro­
manların haricinde ayrıca günde iki üç mektup yazdığı da bi­
linmektedir. Deleuze ve Guattari’ye göre Dracula genç kızla-

8
nn kanını emerek kendi yaşlı bedenine ve ruhuna nasıl hayat
katarsa, Kafka da sadece Felice’ye değil, onun arkadaşlarına
da mektuplar yazma yoluyla ruhunu teskin eder, ona can ka­
tar.1 Kafka’nın hayatı boyunca sevgililerine yazdığı mektup­
ları bir köşeye bırakacak olursak, Felice’nin arkadaşlarına
yazdığı mektupların seyri ilkin Felice ile ilişkilerinde yapa­
cakları yardımdan daha sonra bizatihi onunla gizli ilişkiye,
sadece mektuplarda görülebilecek flörte kayacaktır. Bundan
sonra artık nişan bozulur ve evlilik hayalleri suya düşer. Kaf­
ka ’nın çapkınlığı ya da yardım aldığı kadına karşı yazışmalar
sıklaştıkça ölçüsünden çıkan ilgisi böylece nişanın bozulma­
sına sebep olur. Grete ile yazışmalar da böylece bir son bulur.
1915 yılında Grete Bloch’un bir oğul dünyaya getirdiği ve
bunun Kafka’nın çocuğu olduğu da söylenir. Max Brod’un
dediklerine bakılırsa bu, Kafka’mn oğludur. Çocuğun Kaf-
ka’dan olma ihtimali Grete’nin Askanischer Hof ta Felice’nin
yani dostunun nişanım bozacak bir durumu kendi hamileli­
ğinden dolayı yaptığı gerçeğini de bizlere hatırlatır. Kafka ile
aşk ilişkisinde bir çocuğun doğacağı seviyeye gelinmişse ve
Grete hamile kalmışsa, burada Grete’ye göre aşk ilişkisin­
de geri çekilmesi gereken artık kendisi değil de nişanlanma
aşamasında ilişkide yıllarca yol alamamış Felice’dir. Gizli
mektupları ifşa etmenin ve itirafın bilinçaltı bu olmuş olabilir.
1921 yılında vefat eden bu oğulun Kafka’dan olup olmadığını
galiba hiç bilemeyeceğiz. Bu da tarihin gizli ve sırlı rafların­
da kalakalacaktır. Bundan daha garibi de Askanischer Hof ta
çapkınlığı ve ahlaksızlığı yüzünden yargılanırken aşın sus­
muş ve ruhunda sonsuz bir utancın oyuğuyla kendisini teskin

1 Gilles Deleuze, Felix Guattari, Kafka; Minör Bir Edebiyat İçin, YKY, (çev:
Özgür Uçkan, İşık Ergüden), İstanbul 2000, s. 45; “Mektuplar bir köksap,
bir şebeke, bir örümcek ağıdır. Burada, bir mektup vampirliği, tam olarak
mektup yazmaya ilişkin bir vampirlik söz konusudur. Etyemez Drakula’nın,
etobur insanların kanını emen oruçlu Drakula’nın şatosu uzakta değildir.
Kafka’da bir Drakula vardır, mektuplarla gelen bir Drakula, mektuplar aynı
zamanda yarasadır. Geceleri uyanık kalır, gündüzleri tabut-bürosuna kapa­
nır: “Gece yeterince gece değil...”

9
eden Felice’nin kızkardeşi ile bir lokantaya giren Kafka veje-
teryan olmasına, evde ve normal yaşantısında et yememesine
rağmen bu lokantada kendine kanlı bir steak söylemesi ve onu
kanlı kanlı mideye indirmesidir. Psikanalistler Kafka’nın bu
hareketiyle Felice’yi bedenine gömdüğünü, onu “einverlei-
ben”2 yaptığını dillendirirler. Kafka bu utançla Dava’ya baş­
lar ve Dava’nın kökeninde de bu utanç duygusu yatmaktadır.

Sergio Birga, Dava, İnfaz, 1968.

2 Einverleiben: Bedenine katmak. (A.S.)

10
II.
Kafka’nın aslında tüm eserlerinde utancın payı büyüktür. Hor
gördüğü bedeninden, Yahudi karalığına; babasımn yanında
bedensel cılızlığından vejeteryanhğma; gündelik hayatta ken­
disine utanç duygusu veren kepçe kulaklarından, orta yaşına
rağmen hâlâ maaile aynı evde kalmasına; zayıf bedeni nede­
niyle askere gitmek istemesine rağmen askere alınmamasın­
dan, kendinden önce iki erkek kardeşinin ölü doğmasından
hareketle küskün bir rahmin zayıf bir varlığı olarak dünyaya
gelmesine kadar utanç onun hayatında apayrı bir yere sahiptir.
Gerçek hayatta ne kadar yazarımızı Dava’mn3 temel duygusu
olan utanç ile kaph görsek de, kurmacada Josef K.’nın uğra­
dığı bir iftira nedeniyle, suçsuz olmasına rağmen tutuklandığı
bilgisi aktarılır bizlere.4
Askanischer Hof tâki çapkın, Felice’yi aylarca kandıran ve
her fırsatta çapkınlığını kadınlardan gelecek mektuplarla sür­
düren Kafka yerini romanda “iftiraya uğramış, kötü bir şey
yapmamış” (s.17) bir Josef K.’ya bırakır. Mektuplara karşı
tinsel açlığı nedeniyle aleni suçlu bulunan ve utanç içinde ka­
lakalan Kafka’nın yerini, romanda anlatıcının bile arkasında
durduğu, en azından prolog cümlesinden de görebildiğimiz
kadarıyla iftira kurbanı, suçsuz bir Josef K. ahr. Anlatıcı her
ne kadar Josef K.’nın arkasında dursa ve biz okurlara onun
suçsuz olduğunu fısıldasa da, roman boyunca Josef K.’nın
kendi dahi suçlu olmadığını bile bile, neden ve kimler tarafın­
dan suçlandığını bilmeden yine de aklanmak için -kime göre
3 Metinde Kafka’nın Dava isimli romanı olarak künyesi aşağıda verili kitabı
kullandık: Franz Kafka, Dava, Can Yayınlan, (çev. Ahmet Cemal), İstanbul
2009, s. 230.
4 “Biri Josef K.’ya iftira etmiş olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmamış olma­
sına karşın bir sabah tutuklandı”/Ahmet Cemal; “Biri iftira atmış olacaktı
Josef K.’ya; çünkü bir sabah durup dururken tutuklandı’VKamuran Şipal;
“Birisi Josef K.’ya iftira atmış olmalıydı, çünkü fena bir şey yapmamış ol­
masına rağmen bir sabah tutukladılar onu.’7Taıul Bora; “Biri Josef K.’ya
iftira etmiş olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmadığı halde bir sabah tutuk­
landı” Gülperi Sert.

11
aklanmak?- mahkemeyi arar durur. Soruşturmanın yapılacağı
yeri beyhude arar. En mahrem alan sayılan kendi yatak oda­
sında yargılanır, yargı bir panoptikon bilinciyle Josef K.’yı
yatağında gafil avlamıştır. Kendisini en mahrem alanında
kıskıvrak yakalama kudretine sahip bu güçten hiçbir zaman
kaçma imkânı bulamayacağı için onun, bu karabasan gücün
kökenine inmeye çalışır. Kaynağı bulmaya ve suçu varsa da
aklanmaya çalışır. Kendisi suçsuz olduğunu bilse de bunun
bir hükmü yoktur. Diğerlerinin kendi hakkında düşündükleri
yasayı belirler. Yargı da, insanın kendini suçsuz olarak gör­
mesinde tezahür etmez. Yargı gücünün bir pençesi varsa, o
pençeyi açıp, kendisini rahat bırakmasında tezahür eder. Jo­
sef K. elinden gelen tüm gayreti sarf eder. Kafesin biri bir
kuş aramaya çıkmışsa5, kuşun kafesten kaçma imkânı gö­
zükmez. Yargı, suçlanan kişiye kendi mahreminde ulaşma,
onun yatak odasında bulma gücüne sahip olmasına rağmen
romanda herhangi bir mercii, bir yer, bir habitat bulundur­
maz. Hiçbir yerdedir ama her yerdedir. Romamn dokusunda
yer alan periferilerdedir, ya da Titorelli adında bir ressamın
odasındadır. Basamaklarda gülüşen çocukların şenliğinde, ya
da çalıştığı bankada ona günboyu eşlik eden personel halinde
belirir. Romanın bütün göğü ve roman sınırlarında yer alan
tüm habitat aslında Josef K.’mn kaçamayacağı bir yasa olarak
önünde durur onun. Hepsi bir şekilde görünmeyen bağlarla
birbirine bağlıdırlar. Josef K. aklanacağı yeri roman boyunca
arar durur ve İtalyan arka mahalleleri andıran, çamaşırların
daracık sokaklarda, birbirini gören evlerde karşılıklı asıldığı,
çocukların gürüldü oynadığı hayat dolu bir yer yargı mekânı
olarak önümüze çıkar ya da orayı yargı mekânı zannederiz.
Camus’nün Yabancı ’sındaki Meursault gibi topyekûn vur­
dumduymaz değildir Josef K., biraz davayı savsaklaşa, am­
casının dikkat çektiği üzere hayati bir şeyin farkına onlar gibi
5 Franz Kafka, Aforizmalar, İş Bankası Yayınlan, (çev: Osman Çakmakçı),
İstanbul 2015, s. 15; Franz Kafka, Aforizmalar, Altıkırkbeş Yayınlan, (çev:
Osman Çakmakçı), İstanbul 1995, s. 14.

12
varmasa da, davanın görünen ve görünmeyen dişlileri olan
saklı tüm şebekenin önemsediği kadar davayı önemsemese de
yine de Josef K.’nın gayret göstermediğini söylemek ona hak­
sızlık olur. Soruşturmanın pazar günleri yapılacağı bilgisiyle
soruşturma mekânını aradığında, anlatıcının anlattığı mekân­
lar için okurda “Buralar nasıl bir yargı yeri, ciddiyetten uzak,
bir arka bahçe özelliği taşıyor” izlenimi oluşur. Josef K.’nın
davasım kuşanmasındaki ciddiyetsizlik bu dava esnasmda
önüne gelen kadınlarla ilişki içinde olması ya da libidal gü­
cünü dizginleyememesi ile kendini gösterir. Bu hususta Josef
K. da kayıtsızdır. Amcası işini gücünü bırakıp ailenin şerefini
ve onurunu korumak için taşradan çıkıp gelmiş, Josef K.’yı
bulmuş ve çok eskiden tanıdığı bir avukata durumu değerlen­
dirmesi, akıl vermesi ve davayı savunması için gayret göster­
mişken, Josef K. avukatın karanlık evinde Leni adlı hizmetçi
kızla cinsel ilişki peşindedir. Yargının da kendi lakaydiliği
dikkat çeker. İşlenişi hususunda elbette kendine ait görünme­
yen bir akışı vardır yasanın. Anlatıcı, Josef K.’ya, aklanmak
adına gittiği her yasa kapısında yasanın yozlaşmış çarkını ve
aparatlarını gösterir. Josef K. kendisini yargılayan yasanın in­
fazına dek gönüllü gittiği her yerinde bu yozlaşmış yanlarını
görür. İkili kayıtsızlık halinden, Josef K.’nın varlığını vererek
didinmediği yasanın kendini suçlu bulma kayıtsızlığından ve
Josef K.’yı infaza doğru ağır ağır ve kararlı bir şekilde sü­
rükleyen yasanın kayıtsızlığından kötü ve ölümcül bir karar
çıkar. Yasa, Josef K. için en acımasız kararını verir. Romanın
sonunda iki irikıyım adam yani eşlikçiler tarafından kırsal bir
alana, bir taş ocağına zorla götürülür ve bir “köpek gibi” öldü­
rülür. Kalbine batırılan bıçağın iki defa çevrilmesinden sonra
Josef K.’nın utancının o öldükten sonra bile devam edeceği
söylenir bizlere. Bu kafkaesk son olması bakımından gerçek­
ten de soluk kesici bir finaldir.

13
C. O. Bartning, Kafka, Dava, İnfaz, Litografi, 1969.

14
III.

Beynimi kemiren ve benim yıllarca zihnimi meşgul eden


Dava romanının sonu şöyledir:

Ama beylerin birinin eli K.’nın gırtlağına sarılırken, öteki


bıçağı yüreğine sapladı ve iki kez çevirdi. K., kaymakta olan
gözleriyle yüzünün hemen yakınında başları yanak yanağa
dayanmış olarak kararı izleyişlerini gördü. “Bir köpek gibi”
dedi, sanki utanç, ondan sonra da hayatta kalacaktı.6

Gülperi Sert, İş Bankası Yayınları’ndan çıkan Dava çevirisin­


de romanın kapanış bölümünü ‘“Bir köpek gibi’ dedi, sanki
utanç kendisinden sonra yaşamaya devam edecekti.”7 şeklin­
de çevirmiştir. Kamuran Şipal ise bu bölümü Cem Yayınevi
için çevirdiği Dava’da “‘Bir köpek gibi’ dedi. Sanki bunun
utancının kendisinden sonra da yaşaması gerekiyordu”8 şek­
linde Türkçeye kazandırmıştır. Tanıl Bora ise “‘Bir köpek
gibi’ dedi, sanki, utanç ondan daha fazla yaşayacaktı”9 şeklin­
de çevirmiştir o müthiş finali.

İki irikıyım adam tarafından kalbine indirilen iki bıçak dar­


besinden sonra ölen kişinin utancının o öldükten sonra bile
devam etmesi ne anlama gelmektedir? Biz biliyoruz ki, utanç
da, merak, açgözlülük, sinsilik, acelecililik duyguları gibi bu
dünyaya ait duygular değillerdir. Bu dünyada nefes alırlar ama
bu dünyanın bize bahşettiği duygular olmamışlardır. Cennet­
ten, dünya öncesi bir mekândan bizlere kalmışlardır ve ora­
dan bize inmişlerdir. Hz. Adem nasıl bu dünyadan daha önce
bir başka dünyada yaşamış ve bu dünyaya inmişse, onunla
6 Franz Kafka, Dava, Can Yayınlan, (çev. Ahmet Cemal), İstanbul 2009, s.
230.
7 Franz Kafka, Dava, İş Bankası Yayınlan, (çev. Gülperi Sert), İstanbul 2015,
s. 216.
8 Franz Kafka, Dava, Cem Yayınevi, (çev. Kamuran Şipal), İstanbul 2005, s.
224.
9 Franz Kafka, Dava, İletişim Yayınlan, (çev. Tanıl Bora), İstanbul 2018, s.
260.

15
birlikte yasak meyvenin yardımıyla topyekun bir kültür ve
duygu dünyası da bütünüyle bu dünyaya inmiştir. Utanç, Hz.
Adem’in yasak meyveyi yemesiyle dünyadan çok önce za­
ten bilinen bir duygu olduğundan, o da elma ve Hz. Adem
gibi, bir duygu olarak cennetten yeryüzüne sürülmüştür. O
yüzden Josef K.’nın utancının yüceliği ve büyüklüğü köken
ve ontolojik bir duyguya, o kaynağa gider ve köken-utancı
(Urscham) işaret eder bizlere. Utancın yüceliğinin, utancın
kadimliğinin bizi aşıp da giden, bizden sonra da devam eden,
bedenimizi terk edip bir ruh gibi kökene, doğasına, kaynağına
rücu eden bir utancın umuda dönüşüp dönüşmediği ise tar­
tışmalıdır. Utanç dünyada kendini taşıyan kişi öldükten son­
ra devam ederse, barındığı ve bulunduğu bedenin ölümüyle
onu bırakıp, ondan sonra da devam edecek gibi görünürse,
yeni bir umudun ve bir yaşamın var olduğunu söylenebilir.
Yıllarca, asırlarca içine sıkışıp kalmış bir bedenin ölümün­
den sonra onu bırakıp varlığını devam ettiren utanç kimi esas
alacaktır? Muhatabı kim olacaktır? Oyuğunu kimden, han­
gi varlıktan seçecektir? Dönüşün mutlak olduğu tanrıya, o
kadim kaynağa mı kendini eklemleyecektir? Utanılacak bir
şey gerçekleştirmiş ve utancından ölmüş bir bedenden çıkan
kadim utanç yoluna nasıl devam edecektir? Utanç, kendine
utancını anlayacak, utancı anlamlandıracak, utanç durumunu
kavrayacak bir mikro/makro beden ve varlık arayacak, ara­
maktan çok bulabilecek midir? “Sanki utanç ondan sonra da
hayatta kalacaktı” (s.230) epilogunu yorumlayan edebiyatbi-
limciler bunda bir umudun yer aldığını da düşünmektedirler.
Her şeyin bitip gitmediğini, bir şeylerin kalakaldığını, beden
utançtan ölse de, utancın yoluna devam ettiğini dillendirirler.

Kafka’nın ölümünden 66 yıl, Max Brod’un romam yayımlan­


masından 65 yıl sonra Dava’mn kritik baskısı yayımlanmıştır.
El yazması nüshasında Malcolm Paley’in de dillendirdiği gibi
Dava’mn son cümlesinin Kafka tarafından nasıl da farklı şe­
killerde tasarlandığını, bu epilog üzerine çokça düşünüldüğü­

16
nü görmekteyiz. Joachim Kalka, Utanç Umut Anlamına Gelir
adlı yazısında bu çarpıcı cümlenin ilk varyantında, o bilindik
cümlenin ilkin “‘Bir köpek gibi’ dedi, yaşamdaki son duygusu
utançtı”10 diye geçtiğini söyler. Sonra Kafka bu cümleyi ‘“Bir
köpek gibi’ dedi nihai ölümüne dek utancı bağışlanmadı”11
haline dönüştürür. Kafka bunda da Kalka’mn dediğine bakı­
lacak olursa ikinci yarıyı oluşturacak cümleyi beğenmemiş ve
cümleyi son ve bildiğimiz hale getirmiştir.12 Joachim Kalka
hatta burada utancın bir başat öğe olarak kaldığını, Kafka’nın
düzeltilerinden sonra cümlenin insanın bir defalığına mahsus
olarak bu infazın ortaya çıkışı ile bıçak gibi keskin bir ayrı­
mın ortaya çıktığı fikrine geleceği şekilde cümle sonunda dur­
duğunu dillendirir. Bunun da ütopya olduğu söylenir. Utancın
bedeni terk etmesi ve yoluna devam etmesi ile ütopya devreye
girmiştir. Bu, Joachim Kalka’nın görüşüne göre “kafkaesk bir
ütopyadır”. Cin gibi, bir paradoks açıklığında, acımasızdır.
Son “yaşam duygusu” ve “son ölüm” ödenmiştir ve yerine
“hayatta kalmak” geçmiştir. Hayatta kalmak her şeyin sonu­
cudur.

10 “Wie ein Hund sagte er, sein letztes Lebensgefühl war Scham.”
11 “Wie ein Hund sagte er, bis ins letzte Sterben blieb ihm die Scham nicht
erspart.”
12 Joachim Kalka, Scham Bedeutet Hoffhung, Frankfurter Allgemeine,
03.09.2005.

17
Maxim Probst, Taşocağı, Karakalem Çalışması, Fırça Çizim,
Suluboya Kağıdı Mürekkebi, 21x17 (cm).

18
IV.
Ölen
bir köpek.
Bir köpek gibi
öldüğünü
bilen bir köpek.
Bir köpek gibi
öldüğünü
bildiğini
söyleyebilen bir köpek
bir insandır.

Erich Fried

Josef K.’nın infaz edilmeye götürüldüğünde artık uysal bir


köpeğe dönüştüğü söylenebilir. Romanın başından beri ken­
di başına buyruk hareket eden, çoğu dostunun onu uyarma­
sına rağmen davayı ciddiye almayan, kendi yıkımının ve
felaketinin sebebi olacak o çarkı görmezden gelen, davasını
savsaklamasa da dava sürecinde o çarkı temsil eden herkes­
le dalga geçen, o mekanizmayı tiye alan, ilk soruşturmaya
gittiğinde tesadüfen ve kaderin cilvesiyle yasanın içine gir­
diğinde davayı temsil gücüne sahip üstlerini adeta aşağıla­
yan; herkesin korkuyla takip ettiği, davalarını ciddiyetle ve
varlıklarını adeta kurban edercesine takip ettikleri bir ortam­
da dava sürecinde kayıtsız hareketlerle davasının arkasında
durmayan, davasını adeta terk eden ve ona sahip çıkmayan
bir profil çizer. Josef K. çoğu insanlarda dava ciddiyeti oldu­
ğunu görür. Kendilerini yargılayan gücü kim temsil ediyor­
sa onun köpeği olduklarını da görür ve başlarda vahşiliğini
korur. Davayı kafasına takar, ama onu saplantı haline getir­
mez. Davasını düşünür ama davasına kendini veremediği
için onda oluşmuş görünen boşlukları hazzı, kendi arzusu ve
libidosu yönüne çevirir.

Yasa Kapısı meselinde taşradan yasa kapısına gelen ve yasa­


da işini halletmeye çalışan bir çiftçinin yasa kapısı önünde

19
sonsuz bekleyişi ve aralıklı kapıdan içeri bir türlü binlerce
gayretle girememesi konu edilir. Yasa kapısı önünde buldu­
ğu kürklü kapıcıyı bir türlü aşamadığı, yasa kapısından içeri
girmek için onu ikna edemediği için ömrünü bir bekleyişle
geçirir. Bu çiftçi, yasa kapısında bekleyen ve hiç yaşlanmayan
kapıcının adeta uysal bir köpeği olmuştur. Josef K. başlangıç­
ta gönüllü bir şekilde yıllarca sadece yasa kapısı bekçisine
odaklanmış, ondan gözünü ayırmamış, ona kilitlenmiş, ondan
yasa kapısına girişi için artık bir onay beklemiş çiftçinin kö­
pekleşmesi gibi böylesi bir köpekleşme davranışı içinde gir­
memiştir. Romanın sonunda, hele de 31. yaşgününün bir gün
ertesinde kendini almaya ve infazı gerçekleştirmeye çalışacak
iki irikıyım adama kendini bir köpek gibi teslim eder. İnfaz
kaçınılmaz olduğu için yine yasayı temsil eden bu iki cellat­
tan kaçmaya çalışsa da, sonra kendini onlara öyle bir eklemler
ki üçü, Josef K. ve iki yasa uygulayıcısı cellat, bir makinenin
düzenli işleyişi gibi işlemeye başlarlar. Josef K. uysallaşmaya
başladığına, kendini teslim ettiğine ve kendini kurban olmaya
adadığına göre burada bir köpek uysallığından bahsedilebilir.

Aslına bakılırsa Josef K. kendi evinde, en mahrem alanında,


yatak odasında yasanın gadrine uğradıktan sonra, yasayla
yüzleşmekte; yasaya bulaştıktan, daha iyi bir söylemle yasa­
nın zehirli ısırığını yedikten sonra metin boyunca o yasa zehri
onun içinde dolaşıp durmaktadır. Yasanın kapısını aralık bı­
raktığı, ilk sahneden sonra kendisini serbest bıraktığı yerde,
yasayla yüzleşmeyi ve kendince suçsuz olmasına rağmen ak­
lanmayı da arzu eder. Josef K.’ya haksızlık etmeyelim, kendi
iradesi ve az da olsun sorumluluk duygusuyla yasa onu çağır-
masa da, haftada bir Pazar günleri belirlenen günde, saat kaç­
ta, nerede, hangi duruşma odasında olduğu belirtilmemesine
rağmen yasayla yüzleşmeye çalışır. Biz okur olarak yasanın
nerede, soruşturmacının kim, hâkimin kim, yargı mekanizma­
sının nerede olduğunu bir türlü bilemeyiz. Bu bilinmeyen ve
cevabı olmayan sorulara rağmen bankadaki işini bırakıp yasa-

20
nm izini sürer Josef K. Bu süreçte elbette yozlaşmış yasaya ve
yasanın çürümüş mekanizmalarına tanık olur. Kendini yargı­
layan bu ahlaksız yasanın her aşamasını gördükçe yasaya kar­
şı güveni kaybolur. Yasanm ciddiyetsizliğini, yasanın düzen­
sizliğini görür. Yasa mekanizması yozlaşmış gözükse de -ki
bu bir maske, bir tuzak olabilir- o yasal kayıtsızlıkta yoluna
devam etmek, kendine ulaşan yasal hükmü bir birey sorumlu­
luğu ile devam ettirmek, bunu savsaklamamak ödevdir. Yasa
derli toplu olmasa da, yasa ciddiyetten uzak bir müessese de
olsa, yasa yasadır. Velev ki daha demin de dillendirdiğimiz
gibi kafkaesk söylem kendi figürünü bu sıfatın cenderesine
çektiği için yasayı kayıtsızlık ve rahat bir ortam içinde gös­
terebilir. Gerçek yüzünü ise hiçkimse görmek istemez. Bunu
yasa kapısında ömrü boyunca çalışanlar bile görmek istemez­
ler. Bu haşyete ve korkunçluğa kalpleri dayanmaz. Öyle deh­
şetengiz bir durum söz konusudur.13

Roman sonunda, belki de tüm Kafka metinlerinde başkarakter-


ler adeta köpekleştirilirler. “Bir köpek gibi”nin açılımı burada
elbette köpek uysallığım veren bir vurgu değildir, bir aşağıla/n/
manın remzidir. Ama Yasa Kapısı ’nda da çiftçi hakkını aramak
için özgür olmasına rağmen yasa kapısına (aynen Josef K. gibi
kendi iradesiyle) gelmiş ve yasamn korkunç tornasından geçip
bir şekilde köpekleştirilmişse; Gregor Samsa insan olarak hızlı
yaşantısının bir yükü olarak böceğe dönüşerek uysallaştırılıp,
en son böcekten de bir “şeye” (Ding) indirgenerek köpekleş-
tirilimişse; Açlık Cambazı ’ndaki figürümüz kırk gün aç kalan
bir insandan, hayvanat bahçesine düşüp orada açlığım sınırsız
günler boyunca kotarabilme şansına erişmiş ve son olarak da
samanların arasında, “tadım sevdiği yemeği bulamadığı için”14
köpekleşmişse vs. Josef K. da epilogda “hangi tiyatrodan ge­
liyorsunuz?” diye dalga geçtiği, belki de dalga geçmediği,

13 Franz Kafka, Ceza Kolonisinde. Anlatılar I (çev: Tevfik Turan) İstanbul


2012, s. 128. “Daha üçüncüsünün görünüşüne ben bile dayanamıyorum.”
14 A.g.e., s. 184.

21
gerçekten de içten inanarak tiyatrodan geldiklerini sandığı bu
iki irikıyım adamlann hal ve hareketlerine uymaktan başka
çare bulamadığı için köpekleşmiştir artık.

Köpeğin uysallaşmasından ziyade aşağılık, boyunduruk altı­


na alınmış lanetli bir yaratık, kendi iradesi elinde olmayan bir
köle muamelesi söz konusudur burada. Köpekler nasıl insan­
lara bağımlı yaratıklarsa, Josef K. da yasanın boyunduruğu,
yasanın baskısı altında, iradesi elinden alınmış bir canlı ola­
rak ölecektir.

Erich Fried’in şiirine geri dönecek olursak bu şiirle ilgili şu


söylenebilir. Köpeğin iradesi yoktur, köpeğin içgüdüsü var­
dır. Köpeğin bir bilinci olsa artık köpek sayılamaz. Köpekler
“köpek gibi” öldüklerinin bilincinde olamazlar. Bilinç insana
mahsus olduğu için Fried’in bize sunduğu şiirde köpekler şa­
yet köpek gibi öldüklerinin bilincindeyseler, o zaman bilinç
sahibi oldukarından “köpek gibi öldüklerinin bilincinde olan
insanlara” dönüşürler. O zaman insandırlar, köpek değillerdir.
“Köpek gibi” ölen Josef K.’nın utancı da o öldükten sonra
devam ediyorsa Josef K. bir köpek gibi ölmez. Utancı devam
ettiğinden, bir köpek gibi ölen birinin devam eden utancı ne­
deniyle ölümsüzleşen ve derdi olan bir insandır. Utanç burada
bir bilinçlenme gibi öleni köpek kılmaz; insanı, utancı devam
ettiği için erdemli bir insan haline getirir. Utanç kendisi öl­
dükten sonra da devam eden insanın bir köpek gibi öldüğü de
tartışma götürür. Utancı öldükten sonra devam eden kişinin
utancı onun için yeni bir umudun, merhametin, affın, mağfi­
retin kapısını açabilir. Artık başıboş kalmış ve ölen bedenden
kurtulmuş bir utancın, bir mektup gibi varacağı yeri olmalıdır.
Utanç gönderi ise, alıcısı olmaldır. Bu da yasadır. Metnin gö­
ğüne gerinen, her yerde müheyya var olan, o ezel ebed panop-
tikondur. Yasa’dır, yani tanrıdır.

22
Hermann Naumann -Kafka İçin- Dava: İnfaz, 1952.

23
V.

Davanın kötüye gittiğini, ilk günden onu izleyen günlere dek


de iyiye, mutlu sona doğru değil de bir mutsuzluğa, huzur­
suzluğa, felakete doğru evrildiğini Josef K. hissetmektedir.
Kendisi gibi davanın kıskacı altına alınmış ve dava edilmiş
insanlarla karşılaştığında hiçbirisinde olumlu bir gelişme gö­
rülmemiştir. Dava edilenin ve yasanın kıskacına düşenlerin
hiçbir zaman aklanamadıkları da bilinmektedir. Çok eski za­
manlarda aklanma hadiseleri görülmüşse de uzun zamandan
beri yasanın kıskacında olanların affedildiği vaki değildir.
Roman Titorelli’nin Josef K.’ya anlattığı yasa evreleri “ger­
çek aklanma”, “görünüşte aklanma” ve “sürüncemede bırak­
ma” da aslında birbiri içine geçmiş, yasanın kendi içinde yine
yasaya göre suçluyu aldığı cendereden başka bir anlam içer­
memektedir. Bu, yasaya yolu düşmüş ve yasadan kaçmayan
suçlu kişiye umut vermekten başka bir şey değildir. Yasanın
kör noktası yoktur ve bir şekilde uğraştığı, bulaştığı kişile­
ri de kolay kolay aklanma aşamasına götürmez. Josef K. da
aynı Yasa Kapısı meselindeki çiftçi gibi gündelik hayatında
özgürdür. Yasa kendisine “geleni kabul eder, gittiği zama da
bırakır”.15 Yoksa umudun olduğunu, her zaman umudun oldu­
ğunu ama Josef K. için artık umudun olmadığım biliriz. Bir
rüya gerçekliğiyle ve korkunçluğuyla tutuklanma söz konusu
ise sürekli bir hızla en mahrem alamnda bile Josef K.’yı yaka­
layan bir yasadan kim korkmaz ki? Böylesine bir güç kimi ka­
fasına takmışsa, kimi cenderesine almayı arzulamışsa, elbette
yasaya bakılacak olursa onun suçluluk halinde istediği yerde
onu yakalayabilir. Kafka’nın Değişim’inde daha sabahın er­
ken saatlerinde böceğe dönüşmüş bir Gregor Samsa’mn kapı­
sında annesi, babası, kız kardeşi belirmeden, ansızın bir rüya
hızıyla çalıştığı kurumdan onu patrona ispiyonlamak için bir
üst memur belirir. Kafka metinlerinde devleti, devlet kurum-

15 Franz Kafka, Dava, Can Yayınlan, (çev. Ahmet Cemal), İstanbul 2009, s.
224.

24
larım, yasayı, kısaca yüce erki simgeleyen her mekanizma
aniden her yerde belirebilme gücüne, “yüce panoptikonluğa”
sahiptir. Figürlere yasayı duyumsatmak bunların görevleridir.
Gündelik hayatına devam eden Josef K. kendini hür zannetse
de yasa dilediği zaman onu en mahrem alanında, habersiz,
aniden yakalayabilme gücüne sahip olduğundan yasadan, ya­
sanın her yerde müheyya oluşundan, onun her yerde hazır ve
nazır oluştuğundan kurtuluş gözükmemektedir.

Bu bağlamda Josef K.’nın özgür olduğu düşünülemez. Yasa


Kapısı ’nda yasanın kapısına gönüllü gelen çiftçinin ömrünü o
kapıdan gelecek adaleti (mağfireti) beklemesinde aslında tüm
yaşamı boyunca özgür olmaması gibi. Roman göğündeki güç,
yasa, panoptikon, Josef K.’yı özgür kılmış gibi gözükse de
Josef K. özgür olmadığını bilmektedir.

İyileştirilmesi güç, amansız bir hastalığa yakalanan birinin


umudu olmasına, sağlık kurumlannda umudunu yeşertmesi­
ne rağmen ağır ağır ölümden kurtulamayacağını bilmesi gibi
Josef K. da amansız bir davamn içinde olduğunu, yasanın
dikkatinin kendi üzerinde olduğunu ve ilerleyen zamanlarda
yasamn bu katılığını madden ve manen hissedeceğini bilmek­
tedir. Josef K.’mn başlangıçta yasaya karşı çıkıcıhğı, her şeyi
anlamsız bulması, yasamn işleyişi ile dalga geçmesinden artık
karşı konulmaz bir tevekküle geçişine, kendini yasanın sert ve
acımasız kollarına bırakışma ve kurban edişine doğru geçilir.

Josef K.’nın roman finalinde irikıyım cellatiardan kaçmak


için şehrin içinden, periferiye, Yasa Kapısı adlı öyküdeki
karakterin tam tersi bir harekede bir taşocağına gelmesi de
dikkat çeker. Taş ocaklarının bildiğimiz dünyalar haricin­
de yeni, altını eşip başka dünyalar bulabildiğimiz mekânlar
olduğu düşünülecek olursa şehirlerden, şehrin kendine ait
mekânlarından, köprüler üzerinden taş ocağına yekinen Josef
K. kendisine merhametin geleceği, yasanın baştan yazılacağı,
affedileceği bir oyuk, bir delik peşindedir denilebilir. Öyle bir

25
“oyuk” (Aufbnıch) var mıdır? Yasanın bir kör noktası aran­
maktadır ama bulunamaz. Kaçış imkânı yoktur. İnfazından
önce uzakta taş ocağının ötelerinde bir üst pencerede gördüğü
ışıklar ve aydınlık içinde insan silueti de her ne kadar anlatıcı­
nın yorumlarına bakılacak olursa Josef K. için bir kayra olma
özelliği taşımaz.

Yasa Kapısı öyküsünde açık yasa kapısı, çiftçi için neyi im­
liyorsa artık infazına çok az kalmış Josef K. için taşocağı da
onu imlemektedir. İnfazından önce heyecanını biraz atmak
için gezdirildikten sonra, taşocağında en uygun yerin “taşla­
rın kırıldığı duvara yakın bir yer” (s.229) olduğu ve “yerde de
duvardan kırılmış/dökülmüş bir taşın durduğu” (s.229) bilgi­
siyle söz konusu yerin yasa kapısına denk gelen bir kapı özel­
liği taşıdığı söylenebilir. Tam da yasamn delineceği, yasanın
iç yüzünün görülebileceği, yasanın kör noktasının eşiğinde
infazı gerçekleştirilir. Josef K. roman boyunca çıkışı, exodu-
su, kayranın kaynağını bulmuş ve taşocağında o yarığa bunca
yaklaşmışken infaz edilir.

Peter Weier’in Truman Shovv’unda, Jim Carrey Truman Bur-


bank karakteriyle içinde bulunduğu sanal dünyanın, -metin
gerçekliğinde gerçek dünya olarak belirir- sınırlarını zorlaya­
rak, okyanusları aşarak aynen Josef K.’nın taşocağında başka
bir alemin kapısını zorlaması gibi gemisiyle bir maket-dün-
yanın sonuna varmıştır. Bilgisayar odasına girmiş, başka bir
dünyaya kendini atmıştır. Başka bir dünyanın farkındalığına
varması gibi ancak utancının tanrıya doğru yeni bir hayata yol
aldığı ve utancının o öldükten sonra yaşamaya devam ederek
tanrının kayrasından şafaat dilemesi ile de açıklanabilir durum.

Uyumsuz Adam (“The Bothersome Man”) adlı filmde Jens


Lien aynı kafkaesk öğeyi kullanmıştır. Sevmediği bir yere
getirilen birinin rutin hayatlarından, makineleşmiş yaşantı­
larından, insanların birbirine yabancı oldukları, hayatının bir
anlamının olmadığı yerde, bir bodrum katında (taşocağına

26
benzemektedir) başka bir cennetsi dünya tahayyülüne, kır­
lara, orada keklerin yapıldığı, çocuk seslerinin, ağlamaların
işitildiği yere doğru tünel kazar. Andreas adlı karakterimiz
vahşi kapitalizmi temsil eden bu sürgün yerinde kırsal, idi-
lik, her şeyin başlangıcı sayılan bir mekâna açılan gedikten
geçecekken oranın kolluk güçleri tarafından yakalanır. Öte
dünyanın kapısını Andreas açabilmiş, kokusunu hissetmiş,
radyo eşliğinde orada birileri tarafından yapılmış kekten bir
lokma tatmış, başka dünyaların o muhteşem ve özlenen tadına
varabilmiştir.

Farklı bir yorumla Yasa Kapısı ’ndaki çiftçi özgür olmasına


rağmen yasa kapısında ömrünü geçirdiği için (“Ne doymaz
şeysin”16) kapıdan gelen nurla bir olduğu, özdeşleştiği söy­
lenebilir. Josef K. da ilkin insan olduğu, sonra bir köpeğe
döndüğü, sonra da utancın sanki o öldükten sonra da devam
edeceği bilgisiyle nur olduğu utancıyla aslında taş ocağındaki
o yarığı geçtiği dillendirilebilir. Yılanın değiştiği kabuğunu
bırakıp gitmesi, tırtılın kelebeğe dönerken kabuğunu bırakıp
uçup gitmesi gibi yasa kapısı önündeki çiftçinin kuru bede­
nini oraya bırakarak açık yasa kapısından çoktan geçip tan­
rının kayrasına kendini eklemlediği; Josef K.’nın da köpek
gibi ölürken kalbine yediği iki bıçak darbesi ile umuduyla
nur olup kayraya eklemlendiği söylenebilir. Öldükten sonra
devam eden utancın bu dozda affedilebilirliği vardır çünkü.
Kayra, göksel mağfiret, insanın utancım kaale alır. İnsan
utancı kavi ise, nedim bir tövbenin açamayacağı kapı yoktur.
Josef K. taşocağında organik bir dünya ile organik olmayan
bir dünyanın arasında ince bir duvann ayırdığı zarın olduğu
yerde utancıyla yeniden var olmuştur. O muhteşem utanç, o
ince zarı aşar ve kaynaklar kaynağına dökülür.

16 A.g.e., s. 128.

27
Sergio Birga, Dava, Yasa Kapısı önünde, 1972.

28
VI.

Kafka’nın Dava’sınm, dünya edebiyat tarihine girmiş ilk ve


son cümlesinin birlikte yazıldığı dillendirilir. 17 Roman Josef
K.’nın otuzuncu yılında başlayacak ve otuzbirinci yaşına gir­
meden sene-i devriyesinin bir gün öncesinde bitecek ve yak­
laşık bir yıllık bir süreyi kapsayacaktır. Böylece Josef K.’nın
mahkemesinde beliren yasa ona ancak 364 gün süre tanımış
olacaktır. Elias Canetti’nin Öteki Dava metninde Felice ile
Kafka’nın mektuplaşmaları hakkında kapsamlı bir çalışma
yaptığım biliyoruz. Dava adlı romanın iç yüzünün Felice ile
nişanının atılmasına dayandığını, otuz yaşında ikinci nişanın
(Verlobung) aslında otuz yaşında Josef K.’nın tutuklanması
(Verhaftung); otuzbir yaşında Kafka’nın Askanischer Hafta
nişanı atması ile otuzbirinde Josef K.’mn infazı arasında el­
bette bağlantı kurulabileceğini de biliyoruz.18

Andreas B. Klicher’in dikkat çektiği üzere romanın yorum


alanı ister Kafka’nın biyografisi etkisiyle yazılmış olsun, ya
da “davanın dini aktarımı, yasanın, mahkemenin ve onun gö­
rünüş biçimlerinin diğer dünyaya ait, Kabala anlamında mis­
tik bir olayı anlatan dava”19 olarak ele alınmış, ya da dava
psikolojik bir yorumlamaya tabi tutulmuş olsun, burada dış
olaylar ve onun görünüş biçimlerinin bir iç dünyanın sembo­
lik transpozisyonlan olarak anlaşıldığı aşikardır.20

Kafka metinleri hakkında Germanistik camiada da, dünyada


da en fazla eleştirilerin, yazıların, tezlerin yazıldığı bilinmek­
tedir. Dilinin örtüklüğü ve kafkaesk yazı biçimi, yorum alanı­
nı genişletir. Metinler, içinde klasik olarak tüm çağlarda an­
laşılabilmenin unsurlarını barındırırlar. Kafka dili, kahraman

17 Andreas B. Klicher, Franz Kafka, Leben, Werk, Wirkung, Suhrkamp, Basis-


biograpghie, Frankfurt/M. 2008, s. 100.
18 A.g.e., s. 100.
19 A.g.e., s. 100.
20 A.g.e., s. 100.

29
isimlerini, yeri geldiğinde şehir isimlerini muğlak kılarak,
romanın proloğunu, epilogunu belirsizleştirerek, metin akı­
şında okurun zihnine tuzaklar kurarak her çağda okunabilir
“kafkaesk” metinler ortaya çıkarmıştır.

Roman daha ilk cümlede Josef K.’ya birinin iftira atmış ola­
bileceği bilgisinin belirsizliğinden, romanın omurgasını oluş­
turarak hemen hemen her şeyi belirsizliğe itmiştir. Mahrem
alanında tutuklanarak yasa görevlerinden bir gözdağı yer,
gözü yasadan korkar ama “tutuklu” olduğuna dair emareler
de yoktur. Josef K. yatak odasında beliren yasanın kendisine
daha ivedi ceza kesmesini düşünürken, yasa, romanın akışı
ve zaman düşünülecek olursa 364 gün boyunca Josef K.’ya
kendini aklama, kendini kurtarma, yasayla ilişkilerini kesme
şansı tanır. Yasamn kendisine karşı bu kayıtsızlığı Josef K.’yı
gerçi korkutur ama Josef K. tutuklu olup olmadığı hususunda
şüphededir. Roman boyunca bunu bir oyun, bir tiyatro olarak
düşünür. Josef K.’nın tutuklanması ona roman boyunca bir
serbesti tanır. Onun tutuklanması bir hırsızınkine benzemez
(s.35). Josef K.’nın zihninden geçirdiği şekilde bir şakaya, bir
komedi mahkemesine de benzemez.

Josef K.’nın dava sürereken kendisini kıskacı altına alan ve


devasa bir şaka haliyle absürtlüğü ile de onun üstüne üstü­
ne gelen yasanın akış süreci onu septik, şüpheci ve paranoid
biri haline sürüklemektedir. Her şeyden şüphe duyar. Davası
boyunca girdiği çıktığı her yerde davasının gerçekleşeceği
mekânı ararken, o yolda paranoid tavrından, etrafındaki kişi­
lerin hareketlerinden kendince anlamlı hareketler, jestler, mi­
mikler çıkardıklarını bile düşünür. Bu “gizli dil” (s.63) sanki
onu hedef almıştır ve bu ağır ağır onu infaza doğru sürükle­
mektedir. Katedraldeki papazın Josef K.’ya anlattığı Yasa Ka­
pısı hikayesinde dikkat çeken bir şey de Josef K.’nın hak ara­
yışının, suçsuz olduğu fikrinin papaz tarafından “bir hususun
doğru ve yanlış anlaşılmasının birbirinden pek ayrılmadığı”

30
(s.222) yönündeki görüşüdür. Böyle olunca Kafka’nın Dava
adlı fragman romanında prolog ve epiloğu, başlangıç ve bitişi
aynı zamanda yazdığı, böylelikle ilkeyi ortaya koyduğu tezi
de dillendirilebilir. Gerçeğin, hakikatin ve gerçek olmayanın,
yani gölgenin farkı buna nereden baktığınızla doğrudan oran­
tılıdır. Bir şey ama mutlak ve kat’idir, o da yasamn olmaz­
sa olmazı ve temel ilkesi “görüşlere fazla başvurma” (s.220)
emridir, zira yazı değişmezdir. Görüşler ise bunun hakkında
şüpheden fazla şeyler değillerdir.

31
VII.
Yasanın mı Josef K.’nın üzerine gittiği, Josef K.’nın mı yasa­
yı yokladığı tartışması suçun mu önce, mahkemenin mi önce
olduğu tartışmasına götürür bizleri. Başlangıç cümlesinden
yasanın, yasanın tüm aparadarının Josef K.’nın üzerine gitti­
ği ve onu tutukladığı görülse de sonraki süreçte yasanın ona
verdiği kısıtlı bilgilerle Josef K.’nın yasanın üzerine gittiği
söylenebilir. Yasa Kapısı meselinde çiftçi nasıl yasa kapısına
kendisi iradi olarak gelmişse, hikâyeye göre suçunun ne oldu­
ğunu, nereden geldiğini, neden dolayı suçlandığını bilmeden
bir ömür uğradığı yasa kapısının eteğine kapanmış ve yasa
kapısından içeri girmeyi arzulamışsa, Josef K.’nın da yasa
kapısını, yasanın kendisini aradığı, suçunu aldatabilecek bir
mercii peşinde olduğu gerçektir. Suçun mahkemeyi mi yani
yasal gerçekleri mi takip ettiği, mahkemenin mi suçu takip
ettiği sorusuna döner bu durum. Josef K.’nın suçu -anlatıcı
ona suçsuz vurgusu yapsa da- mahkemenin mahremine otur­
masıyla gün yüzüne çıkar. Mahkeme suçu takip etmiş ve onu
bulmuştur. Ama sonradan bu kararlılığım sürüdürmeyecektir.
Ya da biz okurlarda öyle bir intibaa bırakılır. Kararlılığını
kaybeder yasa. Geri çekilir. Geri çekildiğini düşündüğümüzü
bekler. Oysa geri çekildiği, onu kayıtsızlıkla suçladığımız her
seferinde mahkeme yolunu bulur. Kendi aktörleri gibi görün­
meyen kişiler eliyle, kendi aktörleri gibi görünmez mekân­
larla, olaylarla, her şeyiyle bir panoptikon haliyle bir yıllık
bir süreçte öyle ya da böyle mahkemeyi işletir ve Josef K.’yı
infaz eder.

Kendini suçsuz gören Josef K. suçlu bulunduğu bu bir yıl­


lık zamanda konuştuğu, tartıştığı, tanıdığı insanlar tarafından
dava ve yasa bilincine erişmeye itilir. Josef K. başlangıçta ka­
yıtsız olsa da bir yılın sonunda doğru yasayla öyle hemhal
olur ki kendisini infaz edenlerle neredeyse aynileşir. İnfaza
giden yolda sadece beden uyumu değil adım kombinasyonla­
rıyla da bir uyum içine girilir. Adım atışlar, davranışlar, cellat-

32
lada Josef K. arasında o kadar eşittir ki Josef K.’nın yasayla
hir olduğu, görev bilincine erdiği, yasanın kudretini idrak et­
liği görüşü öne sürülebilir. Kendini yasanın işleyişine o kadar
kaptırır ki kalbine iki defa inecek bıçağı cellatların elinden
alıp, başı taşın üstünde daha hareket ettirilebilir durumdayken
kendini infaz etmeye, yasanın kararmı kendi uygulamaya ça­
lışır. Yasayla bir olmaya karar verir. Ama sonra bu görüşün­
den vazgeçer. Kararı cellatların uygulaması gerektiği yasal bir
süreçtir ve öyle de olması gerekir.

Kafka’nın Dava’sı sadece Max Brod’da, Felix Weltsch’te


ve Willy Haas’ta dini yorumlar sağlamamış Hermann Hes-
se de bu romanda dindarlık, özveri, kendini feda, derin saygı
ve huşu gibi anlamlar aramıştır. Manfred Sturmann Dava ’da
“Kutsal Acı Çeken”i görmüş, Emst Weiss “bir ruhun polisi­
ye romanı”nı keşfetmiştir. “Kendi kendini dava eden”, “ken­
di kendini yargılayan” ilkesinin burada görüldüğü söylenir.
Will-Erich Puckert de Dava’ya tekinsizin modern şekli de­
miştir. Bu şekil güncelin bir başka “tanrıya karşı”, “grotesk”
ve “hayaletsi” şekliyle belirir.21

21 A.g.e., Andreas B. Klicher s. 105.

33
c. O. Bartning, Franz Kafka. Dava, Götünllüş, 1969 Litografi.

34
VIII.
Metne girerken de altını çizdiğimiz üzere Kafka ile inişli çı­
kışlı bir ilişkinin hele de son demlerinde, altı hafta kadar bir
mektuplaşmamanın akabinde Felice, Kafka cenahında nelerin
olup bittiğini merak ettiğinden bunu öğrenmek için kendi el­
leriyle Grete Bloch’u Kafka’ya mektup arkadaşı olarak gö­
revlendirir. Kafka’mn mektuplarda yeni kurbanı Grete Bloch
olacaktır. Mektuplaşmalarda bir canavar kesilen, gönderdiği
mektubun acilen cevaplanmasını isteyen Kafka, kendisi hak­
kında her bilgiyi yazmanın yanında mektuplaştığı kişinin de
kendiyle ilgili ne varsa varlığını yarıp açacağı bir şevkle mek­
tuplarında bunları yazmasını arzu eder. Başlangıçta arabulu­
cu rolünü sürdüren Grete Bloch, Kafka’mn ayartıcı ve insanı
baştan çıkancı tılsımlı mektupları karşısında fazla dayanamaz
ve arabuluculuktan çıkıp yeni bir sevgiliye doğru evrilir. Fe-
lice’den uzaklaşınca, Grete Blochla bu aşk mektuplaşmala­
rı son hızıyla ilerlerken Felice’ye karşı duygusal mesafe bir
yarık halini alınca, Kafka ilginç bir kararla Felice’ye ikinci
nişan teklifini sunar. Kararsızlığını bu noktada hissedebiliz.
1913-1914 arası bir yıl boyunca mektuplaşmalar Felice ile
sürer, 1914 Nisanına doğru da Berlin’de nişanlanma aşama­
sına varılır. Çoklu ilişkiyi bir anda zihninde taşımaya alışık
Kafka’mn bir taraftan Felice ile nişanı kotarırken Grete ile de
nişanda giyeceği elbisenin detaylarını konuşması, sanki Grete
nişanlanacak gelin adayıymış gibi davranması ve onun da bir
anlamda duyguları ile oynaması anlaşılır değildir.22
Felice ile nişanlanmasına bir suçlunun cezalandırılması şek­
linde bakan Kafka bunu nişanlanmanın yazı yazmaya ket
vuracağı düşüncesinden harekede yapmaktadır. Yazı yazmak
için yaratılmış ve ancak fildişi kulesinde gece yarılarında var­
lığını açarak yazmayı hayal eden, bundan mudu olan Kafka
için sorumluluk sahibi olma, bağlanmak, evlilik müessesi ile

22 Thomas Anz, Franz Kafka, Leben und Werk, Verlag C. H. Beck, München
2009, s. 104-105.

35
çoğalmak, başka birinin sorunları ile hemhal olmak, yazı ey­
lemini sekteye uğratacağı için pek övülecek şeyler değildir.
Kendini, kendi nişan gecesinde bir suçlu gibi hissetmesinin
kökeninde bu yatar. 6 Haziran 1914 tarihinde nişandan sonra
yazacağı günlüğünde Berlin’den geri döndüğünü, bir suçlu
gibi nasıl da bağlandığını, kendisini gerçek zincirlerle bir kö­
şeye konsa yanında da jandarmalar dursa, insanlar kendisine
bu haliyle baksa yeri olduğunu dillendirir. Bunun kendi nişa­
nında gerçekleştiğini söyler.23

Evlilik korkusu Kafka’nın huzursuzluğunun da temel sebe­


bidir. Bunlar Grete Bloch’a yazılan mektuplarda görülür. Bir
şikâyet mercii olarak Grete Bloch Kafka’nın evlilikle ilgili
şikâyederini dinler. Kendisini sonradan ilişkiye eklemenin
vicdan azabını hissetmiyor değildir Grete Bloch ama söz ko­
nusu Kafka ise, bu aşk yarışına o da katılır ve mektupları Fe­
lice’ye gösterir.

Thomas Anz’ın da dillendirdiği gibi Grete Bloch’un gizli


mektupları Felice’ye ifşa etmesinin üç nedeni olabilir: Birin­
cisi Kafka Grete Blochla mektuplaşınca Felice’yi kıskandırıp,
evlilik korkusu yüzünden Grete’ye gönderdiği mektupların
Felice’ye ulaştırılacağım bildiğinden bilinçli böyle bir hile­
ye başvurmuş olabilir. Evliliği engellemek, hazır olmadığı ve
içine çekildiği nişanlanmanın kesinlikle bir evliliğe doğru yö­
neldiğini gördüğünden, bunu hissettiğinden planlı bir oyundur
bu aşk yazışmaları; İkincisi Grete Bloch’un kendini bu mek­
tuplaşmalara aşın kaptırdığı ve Kafka’yı da bir edebi hazine
bildiğinden, yazı gücünün büyüsüne kapıldığından Felice’den
çok kaynağa sahip olma güdüsünden gerçekleşmiş olabilir;
kıskançlığı nedeniyle kaynağı kendine saklamak; mektuplar­
da ayarttığı Kafka’yı Felice’ye kaptırmamak düşüncesi ola­
bilir; bunlann hiçbiri olmasa da Grete’nin erdemli biri oldu­
ğu düşüncesi ile gerçekten bir dost olarak Felice’yi çapkın,

23 A.g.e., s. 105.

36
değerbilmez, gözü dışarıda Kafka’ya karşı uyarmak düşünce­
si de olabilir. Askanischer Hof adlı otelde bu bağlamda Gre-
te’ye yazılan mektuplar Felice’ye gösterildiğinde, sadece dört
kişinin olduğu o mahkemede davacı yani müştekinin Felice,
yargıcın Grete Bloch olduğu bu mahkemede Kafka uzun su­
suşu ve kadim bir utançla, “öldükten sonra bile hayatta kalan
utançla” o otelden ayrılır. Bu olaydan iki hafta sonra da zaten
güncelerine Josef K., kapıcı, gözetleme altında bulunma du­
rumu ile ilgili Dava adlı romamn önemli içerikleri sayılacak
doneler yazılır. İki hafta sonra da Dava adlı romanına başlar.

37
Jarmila Maranova, Kafka, Dava, infaz, 1983.

38
IX.

Dava’mn aslında Kafka’mn kendi davası olduğu her şeyden


çok Josef K.’nın suçsuz bir şekilde bir iftiraya kurban gittiği
bilgisinden sonra Franz’ın yani yazarın kendi adının bir “Wâc-
hter”, bir “muhafız”a verilmesiyle görülebilir. Bekçi olarak
aynı zamanda davanın sorgulayıcısı, takipçisi göreviyle Josef
K.’nın mahrem alanına girmesiyle rol ahr romanda. Franz,
Josef K.’yı sorgular. Ona tutuklandığı haberini getirir. Felice
Bauer isiminin Frâu/lein Bürstner ismiyle romanda belirdiği,
en azından baş harflerinin benzerliği görmezden gelinmeme-
lidir. Canetti, Kafka’mn Grete Bloch’a yazdığı mektupta itiraf
ettiği ve “bir suçlu gibi bağlanmıştım”24 dediği kendi nişan
gecesinde, suçlu gibi tutuklanmış olduğunu açıkça dillendir­
diğini söyler. Anz’ın dikkat çektiği Kafka’nın Grete Bloch’a
yazdığı şu mektubu, bize romanın içeriğini de açık bir şekilde
vermektedir: “Gerçi siz Askanischer Hof ta bir yargıç olarak
benim üstümdeydiniz -bu sizin için de utandırıcıydı, benim
için de, hepimiz için de- ama bu sadece görünüşte böyleydi,
gerçekte sizin yerinizde ben oturuyordum ve bu yeri bugüne
dek bile terk etmedim.”25

Franz Kafka o oteldeki davasında kendini başkaları adı altın­


da nasıl yargılatmışsa, Josef K.’nın da roman boyunca kaf-
kaesk bir şebeke, her yerde müheyya akılalmaz bir yargının
gücüne sahip bir erk tarafından yargılandığı görülür. Hiçbir
şeyi ciddiye almıyormuş görünüşüne sahip olsa da ani bir
rüya hızıyla her yerde hazır ve nazır bir panoptikonla özne­
sini başkaları tarafından yargılatma derdinde değildir, soruş­
turulalım da, dava edilenin de, suçlunun da, yargılananın da
kendisi olduğu; bu davanın, kendisinden kendisine doğru bir
adli süreç olduğu bilinmelidir.

24 Franz Kafka, Günceler, Cem Yayınevi, (çev: Kamuran Şipal), İstanbul


2013, s. 421-422.
25 Franz Kafka, Briefe 1914-1917, Hg. von Hans Gert Koch, Frankfurt/M.
2005, s. 105.

39
Elke Rehder, Kafka, Dava, Yargı Yeri, Silme.

40
Thomas Anz Kafka adlı biyografisinde Kafka’mn Askanischer
Hafta kendi kendine uyguladığı davanın Josef K.’nın davası
ile benzerlik taşıdığını, bu davanın Kafka’mn kendi içinde acı
bir adalet olarak devam ettiğini, farklı figürlerle parçalanmış
olarak kendini betimlediğini dillendirir.26 Korkunç, ölümcül
bir trajedide işkence edilenin de, suçsuz yargılanılanın da Jo­
sef K. olduğu, hesapsız suçsuzluk ve insani olmayan bir yar­
gılama, köpeksi bir aşağılama ile kendini yargılama süreci ba­
rındırdığım ifade eder romanın. Kendi döneminde moda olan
ve hükmeden suç ve ceza sisteminden, bu alanla ilgili teorik
okumalardan, çağın içinde bulunduğu dışavurumcu korkunç
iklimde de bu atmosfer hissedilir olmuştur.

26 Anz, a.g.e., s. 105.

41
X.

Josef K.’nın bir davası olduğuna göre bu davayı iyi savunup


savunmadığı da onun davayı temsil ödevini yerine getirip ge­
tirmediğiyle bağlantılı olacaktır. Davasında haklı ya da haksız
olsa da ona inanması, onu iyi savunabilmesi, onun arkasında
durabilmesi ve onu satmaması Josef K.’nın karakteri ile de
bağlantılıdır. İnsan bir davaya ömrü boyunca bağlı olabilir,
o dava onun ideolojik angajmanını, hayat tarzını yansıtabilir.
Davasına inanan biri ondan vazgeçmez. En zorlu zamanlarda
bile davasından feragat etmeyen biridir. Bu inanılan- davanın
yüceliği ile de bağlantılıdır. Josef K. metnin zamanı bakımın­
dan bir sene suçlandığı ve suçlu bulunduğu davasında kendini
başlangıçta iyi savunamamasına rağmen, kafkaesk panopti-
konda her güce sahip o yasal düzeneğe, yasanın kudretine iyi
dayanmıştır ama romanın sonunda yasa ile özdeşleşmiştir.
Romanın sonuna kadar bir şekilde kendisinden kurtulacağı
bilincine sahip Josef K. yasanın kıskacından, o insanüstü ve
akıl almaz panoptikondan kurtulamayacağını anladığında da­
vasından vaz mı geçmiştir? Roman boyunca inandığı kendi
suçsuzluğu yine romanın sonunda iki celladın elindeki kes­
kin bıçağı yasanın gereğini yapmak, o ödevi yerine getirmek
düşüncesiyle cellatları öldürmek için değil de kendisine sap­
lamakla suçlunun kendi olduğu hükmüne varabilir miyiz?
Yargıyı, infazı bu haliyle gerçekleştirmek demek Josef K.’nın
artık inandığı değerlerden vazgeçmesi ve teslim olmuş olası,
romanın sonunda sırf karar yerine getirilmiş olsun diye kafa­
sının üstünde dolanan keskin uzun bıçağı kendine saplamak
isteği, kendi kendine inancın kalmamış olması anlamına mı
gelmektedir? Bu bağlamda roman boyunca (bir sene boyunca)
inandığımız davanın ayaklar altına alınması, davadan feragat
etmemiz, itaatkar biri haline gelmemiz peygamber tarihinde­
ki Musa-Firavun bahsine gönderir bizi. Firavun’un Musa’ya
inanmaması nedeniyle ona karşı çıktığını, kitleye “Ala rabbi-
niz benim” diyerek onlara ululuk tasladığını, kendini tanrı ile

42
bir tuttuğu ve bu yüzden de Musa’nın inandığı davadan çok
kendi davasına inandığını ve bunu ömür boyu sürdürdüğünü
biliyoruz. Musa’nın gösterdiği olağanüstü mucizelere rağmen
kalp gözü kör Firavun onun exodusunda, şehirden ayrılırken
karşısına çıkan Kızıldeniz’e gösterdiği mucizeye de inanma­
mıştır. Hatta yarılan Kızıldeniz’e bakıp içinde inanç berkit­
mek yerine, yarılan Kızıldeniz’in içinden geçen Musa ve kav-
minin peşinden onları öldürmek için ordusuyla hareket etmiş­
tir. Ta ki Musa Kızıldeniz’den geçtikten sonra Kızıldeniz’in
kendini kapatması ve Firavun’u içinde aciz bırakması ve ha­
zırlıksız yakalamasına kadar. Firavun kendi davasına inansa
belki Ebu Leheb gibi inançsız olsa da kullandığı dilde şeri
hile yapmayan biri olarak tarihe geçmeyecektir. Firavun’un
Kızıldeniz üstüne kapanırken “Musa’nın Rabbi’ne inandım”
sözü Kur’an’ın bize verdiği bilgi dahilinde dilde kalan, kalbe
inmeyen “sözde iman” olarak tarihe geçmiştir. Allah katın­
da da değer görmemiştir bu söz. Allah’tan başka kalpleri kim
bilebilir ki. Kafka’nın Dava ’sının sonuna, taşocağına kadar
kendi davasını savunduğu, panoptikona itaat etmediği, adalet
müessesini bulduğu her yerde eleştirdiği, yasamn çürümüşlü­
ğünü ifşa ettiği duruma ne kadar da benzemektedir Firavun’un
durumu. Yasamn çürümüşlüğünü ifşa etmesinden taşocağında
iki celladın onu artık hükme doğru götürüşüne kadar Josef
K.’nın yasaya aniden uyma kararı Firavun imanı gibidir.

Josef K.’nın davasını terk edişi, Firavun’un davasını terk edi­


şi gibidir. Josef K. davasını terk ettiğinden, celladarla aynı
beden ve adım kombinasyonu içine girdiğinden, hareket­
lerinde ruhsal olarak da artık kendini kurban olarak onlara
gönüllü sunduğundan ve onlara karşı çıkmayı bıraktığından
“bir köpek gibi” ölmeyi hak etmiş, utancı da o öldükten son­
ra devam etmiştir. “Firavun imanı” da öyle değil midir? Kı-
zıldeniz üzerine kapanırken “Musa’nın rabbine inanan” ama
Allah tarafından imanı sahih görülmeyen, davasını yitiren ve
boğulmasına rağmen secde pozisyonunda Kur’an’da utancı o

43
öldükten sonra da devam edecek bir duruma düşmüştür Fira­
vun. Firavun ölmüş, davasını yitirmiş, bir köpek gibi ölmüş
olsa da utancı kendisinden sonra gelecek nesillere Kızılde-
niz’in diplerinde secde mahallinde bir durum olarak taşımış­
tır. Bu durum Ebu Leheb için de geçerlidir. Ebu Leheb gerçi
Firavun gibi hiçbir zaman sözde dahi olsa Hz. Muhammed’in
(sav) rabbine inandığını dillendirmemiştir. Ölmüş olmasına
rağmen, bedeninin kokusu ve hastalığı nedeniyle kimse cese­
dine yaklaşamamış ve gömülememiş bu bedenin kendi utancı
olmuştur. Oğullarının, sılai rahminin onu defnedememesi du­
rumu bir utanç olarak devam eder. Utanç bir ceset için, Ebu
Leheb öldükten sonra bile devam edecektir.

44
XI.

Giorgio Agamben Nesir Fikri adlı kitabında açtığı Utanç


Fikri bölümünde modern insanın teodiseye açık bir canlı
olduğundan söz eder. Modem insan buna ihtiyaç duyar. Bu
en sefilinden bir başarısızlıktır.27 Agamben’in sert sözleri ile
tanrının kendi kendini suçladığı, “kendi teolojik pisliği içinde
yuvarlandığından” (s.84) bu insanın huzursuzluğuna gizlene­
mez nitelik katar. İnsanın tesadüften ötürü suçlu ya da masum
olamayacağı, sokakta muz kabuğuna basıp kaydığı zamanlar­
daki gibi sadece utanç duyacağını dillendirdikten sonra şöyle
devam eder sözüne:

Bizim Tanrımız mahcup bir Tanrıdır. Ama nasıl her titreyiş


tiksinmenin nesnesiyle girilen gizli dayanışmayı ifşa edi­
yorsa, utanç da duyulmamış-olanın işaretidir, insanın kendi­
sine korkutucu bir biçimde yakın olduğunu gösterir. Sefalet
duygusu, kendisiyle baş başa kalan insanın son utancıdır;
üpkı tesadüfün, insanlığın kaderini etkileyen biricik insani
gayelerin artan ağırlığını gizleyen maske olması gibi.28

Agamben, Kafka’nın eserlerinde, yalnızca suçlu bir insanın


yabancı ve uzak bir tanrının gücü karşısında çektiği ıstırabın
hülasasını gören bir okumanın son derece zayıf bir okuma ol­
duğunu düşünür.29 Agamben’e göre burada asıl kurtarılması
gereken tanrıdır. Kafka’nın eserleri için hayal edebileceğimiz
yegâne mutlu sonun, tozlu koridorlarda bir araya toplanmış
ya da insanın üzerine üzerine gelen alçak tavanların altında
iki büklüm olmuş Klamm’ın, Kont’un ve isimsiz yargıçlar­
dan, avukatlardan, gardiyanlardan oluşan teolojik topluluğun
üyelerinin kurtarılmasıdır.30

27 Giorgio Agamben, Nesir Fikri, Metis Yayınları, (çev: Fırat Genç), İstanbul
2009, s. 84.
28 A.g.e., s. 85.
29 A.g.e., s. 85.
30 A.g.e., s. 85.

45
Agamben, Kafka’nın dehasının tanrıyı dolaba kapatmış,
mutfağı ve tavan arasını mükemmelleşmiş teolojik mekân­
lar haline getirmiş olmasından geldiğini dillendirir. Ona göre
nadiren karakterlerin hakikatlerinde beliren büyüklüğüyse,
sadece utanca yoğunlaşabilmek için, bir noktadan sonra teo-
diseden, suç ve masumiyet meselesinden vazgeçilmiş olma­
sından gelir.31

Agamben, Kafka’mn karşısında duran şeyin dünyanın dört bir


yanındaki orta sınıf olduğunu, utancın -en mahrem anlamıyla
benliğin saf ve boş biçiminin- haricinde tüm deneyimlere el
konmuş orta sınıf olduğunu söyler. Böyle insanlar için müm­
kün olan yegâne masumiyetin türünün, tedirginlikten uzak bir
utanç duygusu olduğunu yineler. Agamben, Aiö&ç’un antikler
için utanç verici bir duygu olmadığını, aksine bu insanların
utançla karşılaştıklarında Hekabe’nin çıplak göğsünün kar­
şısında dikilen Hektor gibi, cesaretlerini ve inançlarını geri
kazandıklarını sözüne ekler. Kafka’nın insanlara, ellerinde
kalan tek iyiliği kullanmayı öğrettiğini, insanın kendisini
utançtan kurtarmasının değil, mümkünse utancı kendilerin­
den kurtarmasının asıl şey olduğunun altı çizilir. Josef K.’nın
tüm duruşma boyunca yapmaya çalıştığı şeyin tam da bu ol­
duğunun, en sonda ısrarla celladın bıçağına uzanmasının da
masumiyetini değil utancını kurtarmak için olduğuna vurgu
yapar, çünkü utancı onu yaşatacaktır. Agamben sadece şu va­
zifeyle bile, insanlığın en azından utancını muhafaza ederek
Kafka’nın artık mutluluğa benzer bir şeyi yeniden bulmuş ol­
duğunu sözlerine ekler.32

31 A.g.e., s. 86.
32 A.g.e., s. 86.

46
Kafka’nın Kendi Çizimi.

47
XII.

Ulus Baker de Utanç Üzerine adlı yazısında Franz Kaf-


ka’nın Dava adlı romanında suçsuz olduğunu dillendiren Jo-
seph K.’nın suçunun daha sonra rahiple katedralde gerçek­
leştirdiği konuşmada dillendirileceği üzere “büsbütün bu suç­
suzluk duygusu” (s.214) olduğuna vurgu yapar. İnsan suçsuz
olduğunu düşünebilir ama kökende suçsuz mudur? Karabasan
ya da şaka atmosferinde olup biten bu kafkaeskliğin içinde
Josef K. neyle suçlandığını bilmese, kimler tarafından suç­
landığını öğrenemese, kendi tutuklanmasında roman boyunca
suçsuz olduğunu dillendirse de kimseyi inandıramaz. Suçunu
öğrenmek bir yana, infazından kurtulamaz. K.’nın başlangıçta
suçsuzluğunu bilmesiyle roman ilerledikçe yine bir kayıtsız­
lık halinde de olsa kendini suçlu hissedecek psikolojiye doğru
sürüklendiği görülür. Bir insan olarak bu dilemmayı ruhunda
yaşar. Anlatıcının bile roman girişinde biz okurlara kesin bir
bilgiyle verdiği Josef K.’nın iftira üzerine, kötü bir şey yap­
mamış olmasına rağmen tutuklanması Josef K.’yı gönüllü bir
köleliğe doğru sürükler. Onun itaatsizlikten itaate doğru sey­
reden davranışları ve ruhu bir anlamda yıkımı da olur. Roman
sonunda kendini o kadar suçlu olduğuna inandırır ki bıçağı
cellatlardan alıp kendini öldürmek ve kararı kendi bedeninde
gerçekleştirmek isteyecektir. “Suçsuzluğun ispatlanana kadar
herkesin suçlu olduğu” teziyle ya da Baker’in de dillendir­
diği gibi “hiçkimsenin masum olmadığı” teziyle de koşuttur
bu durum. Kendi suçsuzluk bilinciniz olsa da sizi yargılayan
ve suçlu gören bir toplumsal psikoloji, kitle psikolojisine
göre hareket edip bir süre sonra Josef K.’nın da sürekli özrü,
kendisini vicdanen suçlu hissedişi, roman sonunda buyruğa
boyun eğişi, muti ve itaatkar bir kul oluşu ile doruk noktaya
vanr. İnsamn suç işlemese de otorite ve kafkaesk panoptikon-
da temsil gücü bulan ne varsa -bu Ulus Baker’in de dillendir­
diği gibi tanrı da, devlet de, politik güçler de, ırk üstünlüğü
iddiaları da, rahip de, baba da daha doğrusu yasayı ve ahlakı

48
savunan ne varsa o olabilir- onun bireyi suçlu görmüş olması
ölümüne ve infazına yeterlidir.

Dava adlı romanda okurlara sunulan yasa kapısı önünde bek­


leyen köylünün kaderi gibi Josef K.’nın kaderi de kendi ya­
şantısının perişanlığı anlamına gelen bu sürecin, bu davanın
bir şekilde bitmesi, aklanmaya doğru yol almasıdır. Yasanın
kapısının açıklığına rağmen Josef K.’nın bu bir senelik za­
man zarfında yasadan içeri girmediği ve eylemlerinin askıya
alındığı, bir kerte yol alamadığı, -bunda kendi kayıtsızlığının
ya da çapkınlığının, ahlaki açıdan kayıtsızlığının rolü oldu­
ğu- söylenebilir. Ne aklanmanın, ne sözde aklanmanın ne de
davanın askıya alınma sürecinin Josef K.’yı aslında ilgilendir­
mediği, bunların Josef K.’ya kayra sağlayamayacağı da kısa
bir süre sonra anlaşılır.

Ulus Baker, bizim de bu metinde araştırmayı amaçladığımız


“utancın Josef K.’dan sonra da yaşamasının ne anlama gel­
diği” sorusunu yöneltir bizlere. Baker’e göre bu utanç Josef
K.’nın hayatı boyunca taşıdığı utanç mıdır, yoksa onun ha­
yatını bir dava haline getiren bir düzenlemenin, otoritelerin
utancı mıdır? Ulus Baker, Kafka’nın neden “sanki suçluluk
kendisinden sonra da yaşamalıymışçasına” demediğini sorar
bizlere ve devam eder:
Dava romanı boyunca ilerleyen suçluluk teması kitabın
sonunda utanç ve sorumluluğa mı dönüşmektedir? Utancı
suçluluktan ayıran nedir? Utanç suçluluğa nazaran dönüştü­
rücü bir potansiyel taşıyor olabilir mi? Joseph K.’nın ölümü
onun sonsuz borçtan ve ertelemeden kurtulması anlamına
gelmez mi? Sonsuz borç, suç ve inkârın kısır döngüsünden
utanç ve sorumluk aracılığıyla çıkmak mümkün müdür?
Suçun karşısında konumlandırabileceğimiz masumiyet
aynı zamanda mevcut düzenlemelerden kendini soyuda-
ma, ötekinin hayaü üzerindeki sorumluluğunu görmezden
gelme ve toplumsallıktan kendini muaf tutma anlamına da
gelir mi? Bu noktada suçlu ve masum karşıt ikiliğinden,

49
utancı savuşturmadan, suçluluk hissine ve onun ardından
gelen inkâra kapılmadan, utancın içinden geçerek, onunla
yüzleşerek ve onu anlamaya çalışarak kendimi dönüştürebi­
lir miyim? Utanç-suçluluk yerine utanç-sorumluluk, kayıt­
sızlığın panzehiri olabilir mi? Utanç üzerinden bir ethos, bir
tutum, beraber yaşama etiği şekillenebilir mi?33
Ulus Baker burada bahsedilen utancın, ahlaki yargılamalar
yüzünden ortaya çıkan bir utanç olmadığını, etik bir deneyime
yön verecek olan utanç olduğunu dillendirir. Ona göre yukarı­
dan aşağıya doğru işleyen ahlaki yargılama, insanı işlemediği
suçların suçlusu haline getirir ve etik deneyim ise yukarıdan
aşağıya dayatılan bir yargılama değil, tekil bir davranış biçi­
midir ve fark ortaya koyar. Bu noktada tekil olandan müşterek
olana nasıl geçildiği de önem kazanır. Baker, bir ortaklık kur­
mak için insan kendisini nasıl kullanabilir diye sorar. Utanç
kişiyi nasıl dönüştürebilir? Kişi utancı hakkında ne bilebilir?
Onunla ne yapabilir ve bu yaptıklarından kendi ve ötekiler
adına ne umabilir? Kendi utancıyla yüzleştiğinde, kendini
toplumsal işleyişlerden muaf tutmadığında, etik sorumluluğu­
nu savuşturmadığında ve utançtan kurtulmaya çalışamadığın­
da, utancın içinden geçerek kendi yarasıyla beraber ötekinin
de yarasını görmeyi umabilir mi? İnsanlığın işlediği kolek­
tif suçlarda sorumluluğunu görebilir mi? Polisler, avukatlar,
hâkimler, kâtipler, memurlar, rahipler, gardiyanlarla dolu bu
absürd dünyadan, bu anlamsız bürokrasiden ve yasanın key­
fiyetinden kendi payına düşeni fark edebilir mi? İnsan olmak­
tan çıkıp böceğe dönüşme pahasına utancın dönüştürücü etki­
lerine kendini açabilir mi? Yoksa Haneke’nin Cache (Saklı)
filmindeki Georges Laurent ya da Ingmar Bergman’ın Skam-
men (Utanç) filmindeki Jan Rosenberg gibi utancı değil ken­
dini kurtarmayı mı seçmelidir?34
33 Ulus Baker, Utanç Üzerine, https://ratherdancethantalk.wordpress.com/
2015/01/20/utanc-uzerine/ Erişim 01.01.2019.
34 Ulus Baker, Utanç Üzerine, https://ratherdancethantalk.wordpress.com/
2015/01/20/utanc-uzerine/ Erişim 01.01.2019.

50
Baker, Agamben’in Kafka’nın insanlara kendilerini utançtan
kurtarmalarını değil utancı kendilerinden kurtarmayı öğret­
tiğini söyler. Joseph K.’nın kendi yaşamı yerine utancı kur­
tarmayı seçmesinin bizi nereye götürebildiğini sorar bizlere.
Tüm ötekilerin hayatından sorumluluk duymak, onları öldü-
rülebilir, cezalandırılabilir suçlular haline getiren politikaların
ve mevcut toplumsallığın oluşumunda kendi payını görmek...
Baker, insanın kendini yaşatması yerine utancı yaşatmasının
bu anlama gelip gelemeyeceğini bizlere sorar. Bu utanç ve
sorumluluk bizi bir ortaklığa götürebilir mi? Judith Buder’ın
da Kırılgan Hayat’ta aktardığı Levinas etiği uyarınca, öldü-
rülebilir, yaralanabilir veya kırılgan olmanın müşterekliği
üzerinden sosyal bir ontoloji ortaya konabilir mi? Utanç ve
sorumluluk, suçun, inkârın, adaletin, yargının, cezamn ve
sonsuz borcun dünyasını geride bırakmayı mümkün kılabi­
lecek kuvveder olarak değerlendirilebilir mi? Nietzsche’nin
terimleriyle düşünürsek, suç ve hınç gibi reaktif (tepkisel)
kuvveder yerine sorumluluk ve utanç aktif (etkin) kuvveder
olarak işleyebilir ve mevcut değerlerin yeniden değerlendiril­
mesi için kapı açabilir mi?35

35 Ulus Baker, Utanç Üzerine, https://ratherdancethantalk.wordpress.com/


2015/01/20/utanc-uzerine/ Erişim 01.01.2019.

51
XIII.

Heinz Politzer kapsamlı Franz Kafka biyografisinde Kaf­


ka’mn Dava ’sının kendisinin edebiyata başlangıç metni sa-
yılayacak Yargı adlı uzun hikâye ve Ceza Kolonisi’nde adlı
hikâye ile aynı temada olduğunu, yani suç ve ceza teması
içerdiğini dillendirir.36 Yargı ’da nasıl baba davayı sürdüren
bir panoptikon konumundaysa ve oğlunu hasta haliyle idama
mahkûm ediyorsa; Ceza Kolonisi’nde de suçları olan asker­
lerin sırtlarına ceza korkunç bir makine tarafından ölümleri­
ne neden olacak şekilde işlenir. Makineden sorumlu kişi bile
cezadan kurtulamaz. Suç ve ceza unsurunun bir görünümü
olarak nihai aşamada o da makinenin dişlilerine bedenini
sunar ve makine çılgına döner, bozulur ve sahibini hunhar­
ca öldürür. Dava da Politzer’e göre bir “Strafphantasie” yani
“ceza hayali” ile örülmüştür. Yargı ’da kendi kendini infaz söz
konusuyken, başkarakterimiz kendini köprüden aşağı atarak
intihar ederken ve Ceza Sömürgesi ’nde makine sahibi kendi
kendini infaz ederken, “Dava ’da, o karanlık süreçte görünme­
yen bir panoptikon Josef K.’yı infaz ediyormuşçasma dursa
da, aslında bu bir nevi kendi kendini infazdır. Romanın dışına
çıktığımızda Kafka’nın Askanischer Hofta başına gelenlerin
bir “özceza” olduğu söylenebilir, kendinin özcezalandınlması
olarak da görüleblir roman. Kafka her şeyden önce kendini,
bir anlamda anlatıcı olarak da Josef K. karakterini cezalandır­
maktadır. Taş ocağındaki infaz sahnesinde ise roman boyunca
davasının peşine düşmüş, davadan kurtulmaya ve aklanmaya
çalışmış birisi olarak bu cendereden ya da davanın kendi sey-
rininden kurtulamayacağı bilinciyle ona itaat ederek itaatkar
biri haline gelmiştir Josef K.. İnfazını bile kendisi gerçekleş­
tirirken, yine de onu birinci aşamada zaten cellatlarına yani
yasaya uyarak gerçekleştirmiş, İkincisi olarak onlarla hem
uyum içinde olmuş; üçüncüsü de onlardan bir nevi artık ayrıl-

36 Franz Kafka, Günlükler, Cem Yayınevi, (çev: Kamuran Şipal), İstanbul


2013, s. 267.

52
maçlığından, onlarla aynı görüşte olduğundan böylece kendi
infazını gerçekleştirmiştir.

Heinz Politzer, Kafka biyografisinde Dava’nın oluşumunda


payı olduğunu düşündüğü gerçek hayattaki daha doğrusu
güncedeki, 21 Haziran 1914 tarihli şu bilgiyi de dikkatimize
sunar:

Gece yarısıydı, beş adam gelip beni tuttu, onların üzerinden


bir altıncısı beni yakalamak üzere elini uzattı. “Savulun”
diye yükselttim sesimi ve olduğum yerde şöyle bir döndüm,
hepsi patır paür dökülüverdi. O anda bilmediğim bazı yasa­
ların varlığını hissetmiş, son çabamın başarı sağlayacağını
anlamıştım. Adamların, şimdi kollarını havaya kaldırmış,
geri geri uzaklaştığını görüyor, ama bir an sonra yine hep
birden üzerime aülacaklarmı bilyordum. Kapıya döndür­
düm yüzümü -hemen önünde dikiliyordum kapının- kilit çıt
etti adeta kendiliğinden ve olağanüstü bir çabuklukla açıldı
kapı, karanlık merdivenleri tırmanıp adamlardan kurtulma­
ya çalışüm.37

Kafka’nın günlüklerinde yazdığı bu bilgilere bakılacak


olursa alıntıda Dava’nın özü de bulunur. Haziran 1914’te
yazılan günlükte Josef K. isminden Yasa Kapısı meselinin
ana izleği olan “kapıcı” izleğine, Josef K.’nın yasayı temsil
eden iki eşlikçileri tarafından alınıp götürülme hadisesinden
metnin sonunda pencerede beliren o bir türlü belirleneme­
yen kişiyi imleyen ellerin uzaühşına dek birçok Dava izleği
Kafka’nın güncelerinde yerini alır.

Heinz Politzer, Kafka biyografisinde Josef K.’mn yasamn


kalbine inmeye çalışması yanında, yasanın da Josef K.’nın
ruhuna sirayet etmeye çalıştığını dillendirir. Hatta yasa Josef
K.’yı suçlu davranışlarına itmeye, onu suçlu olduğuna inan­
dırmaya, bir suç için aktif ceza oluşturmaya da roman boyun­

37 Franz Kafka, Günlükler, Cem Yayınevi, (çev: Kamuran Şipal), İstanbul


2013, s. 421.

53
ca hazırdır.38 İkisinin de davranışları roman boyunca birbirini
bulmaz, boşluğa açılır, birbirini teğet geçer. Hatta Politzer bu
noktada Kafka’nın Aforizmalar’ından
Kargalar, bir tek karganın göğü yok edebileceğini ileri sürer.
Ona kuşku yok; ama göklerin kulağı duymaz böyle bir savı,
çünkü gökler kargaların yokluğu demektir.39
aforizmasının Dava’nın ruhuna çok uyduğu görüşündedir.
Söz konusu aforizmada kargalar koskoca bir gökle nasıl sa­
vaşım içine girmişlerse, ya da tek başına göğü yok edebilece­
ğine, alt edebileceğine inanırlarsa, özde gökyüzü kargaların
yokluğu halidir. Josef K. kendini bir karga olarak ne kadar
gökyüzüne, o yasalara karşı haklı olarak görse, suçsuzluğunu
terennüm etse, masum olduğunu bas bas bağırma yoluyla dil-
lendirse de gökyüzü, o görünmez yasa, Josef K.’nın yokluğu
demektir. Göklerin kulağı, karganın göğü yok edebileceği te­
zini nasıl duymazsa, Josef K.’mn roman boyunca aradığı, bir
türlü yüzleşemediği yasanın da kulağı Josef K.’yı duymaz.
Politzer, elle dokunulur-maddi-yaratılmış olanla gayb-mane-
vi-elle dokunulmaz olanın bir araya gelemeyeceği, birbirine
dokunmayacağı görüşündedir.40 Gökyüzü kargalar tarafından
ele geçirilir, yakalanır olmak isterlerse o zaman maddi, nesnel
olmalıdırlar, gökyüzü olmayı bırakmalıdırlar. Yasa da kendi­
sini ortaya koyacaksa, insana açılacaksa kendi doğasından,
adaletinden vazgeçmesi gerekir.41
Politzer’in bir başka aforizması da yine “Kafesin biri bir kuş
aramaya çıktı”42 aforizmasıdır. Politzer bunda da Dava’nın
parabolünü gizlice bulur. Yasa doğrudan insanın içini açan
adalet mekanizması olarak bir yerde adalet dağıtmak yerine
38 Heinz Politzer, Franz Kafka, Suhrkamp Verlag, Frankfurt/Main 1978, s. 268.
39 Franz Kafka, Aforizmalar, Altıkırkbeş Yayınları, (çev: Osman Çakmakçı),
İstanbul 1998, s. 22.
40 A.g.e., s. 268.
41 A.g.e., s. 269.
42 A.g.e., s. 270.

54
kafkaesk bir şekle girerek insanın içini karartan cisim, şekil,
tip, durum arzetmektedir. Bu bağlamda anlatıcı tarafından
masum olduğuna kani olduğumuz kuşu Josef K. olarak değer­
lendirdiğimizde, yasayı temsil eden çirkin yaratıklar, insanın
içini karartan tipler kafesi imlerler. Aslında Dava romanının
göğü, kafkaesk bir panoptikon olarak kafesi imler. Kafes nasıl
kuş aramayı kafasına koyup, o kapatma aygıtı oluşluğuyla o
masum kuşu kendi kıskacına almayı garantilerse, Josef K. da
metnin içindeki panoptikon, kapatma aygıtı tarafından yaka­
lanmaya yazgılıdır. Kuşun kafes indinde, ya da karganın gök
indinde nasıl şansı yoksa, Josef K.’nın da yasadan kurtuluşu
gözükmez.

Heinz Politzer Yasaların Yasası adlı bölümde “Yasa, gelmek


isteyeni kabul eder, gitmek isteyene de izin verir”43 bahsini
incelerken Dava ’mn kendi içinde o gizil panoptikonun ve de
bu ilkeye bağlı kalmış katedraldeki papazın da bu yasayı için­
de barındırması gerektiği, katedrale Josef K.’nın iki defa gö­
nüllü girdiği, bu bağlamda papazın kendine geldiği için onu
kabul ettiği tezi doğru olsa da bu ilkenin yasa indinde, yasa­
ların yasasını temsil eden davanın sürdürüldüğü yüce mahke­
me indinde atıl olduğu çünkü Josef K.’yı pençesinden tutanın
ve bırakmayanın yasa olduğu tezi üzerinde durur. Burada bir
tenakuz vardır. Yasaların yasası kendisine geleni kabul edip,
gitmek isteyeni bırakıyorsa Yasa Kapısı ’ndaki yaşlı köylü ya
da Josef K. neden kapısını çalmasına rağmen yasanın tunçtan
kapısını açamamıştır.44 Yasaların yasası Josef K.’yı seçmiş,
onu gündelik hayatından kopartmış, bir suçla isnat etmiş, ha­
yatını karartmış, içine korku salmış, işini engellemiş, kendi
iliğine kadar içine çekmiş; kuş avında olan kafesin insafsızlı­
ğıyla Josef K.’yı infaz etmiştir. Yasaların yasasının halkı hiç­
bir zaman suçlamadığı, halkta suç aramadığı, yasada olduğu
gibi suç tarafından çekildiği ve bu bağlamda da gardiyanlar,

43 A.g.e., s. 270.
44 A.g.e., s. 271.

55
kolluk güçleri, eşlikçiler gönderdiği bilinmelidir. Yasamn bu
olduğu tezi üzerine durulur.45

Politzer, Max Brod’un 18 Şubat 1920 yılında Kafka ile bir ko­
nuşma gerçekleştirdiği ve ona tanrı ile insan arasındaki ilişki­
de umudun olup olmadığı sorusu üzerine Kafka’nın insanların
dünyasını tanrının kötü bir mizacı, keyfi olarak değerlendir­
diğini biliriz. Yaratıcının kötü gününe denk gelen bir durum
olduğunu dillendirdiğini de biliriz. Kafka’nın gülme eşliğinde
tanrı için çokça umudun olduğunu, sonsuz umudun tanrı için
olduğunu ama bizim için, insanlık için umudun olmadığını
dillendirdiğini de.46 Tanrı için sonsuz umut söz konusu olup
insanlık için umut yoksa Josef K.’nın bu umutsuz kafkaesk
yasalann yasası panoptikonundan nasıl umutlu çıkmasını
bekleyebiliriz. Göksel katta sınırsız kayra varsa ama bu kay­
ranın damlası kafkaesk karakterlere inmiyorsa, karakterler
bundan nasiplenemiyorlarsa, umutsuz bir roman göğünden
nasıl kurtulabiliz? Josef K.’nın kurtulmasını nasıl bekleyebi­
liriz? Politzer’e göre Josef K. tanrının bu sonsuz umut ışığına
karşı kör olduğundan kendi kaderinden kurtulamayacaktır.
Yasa kapısı önünde bekleyen, yasanın kapısından sızan ışığın
haşyetine o köylü de hiç ulaşamayacaktır. Umudun makro dü­
zeyde olduğu, metafizikte kendinde parıldadığı mikro düzeye,
insana bir türlü inmediği ve insanın körlüğünün, umuda açık
olamaması halinden, göksel umudu kuşanma kapasitesizli-
ğinden kaynaklı bu acizliğin tarifi yoktur. İnsan, kendisi için
açık duran yasa kapısından sızan ışığa, o kayraya, o umuda
bir türlü ömrü boyunca cedelleşmelerle varamayacak, kendisi
için tahsis edilmiş olsa da o yasa kapısı, bir türlü ondan içeri
girememek durumu trajik bir durum olarak kalacaktır.

Politzer, Josef K.’nın suçunu aslında “sevgisizlikte, mesle­


ğindeki gerçek bir katılım yokluğunda, yaşam zayıflığında,

45 A.g.e., s. 271.
46 A.g.e., s. 273.

56
onu modem burjuva toplumunun temsilcisi kılan vasatlığı ve
hatta yasa hususunda cahilliğinde”47 görür. Ona göre yasamn
çarkından sadece birini teşkil eden ressam Titorelli bile bağlı
olduğu ve temsil ettiği yasadan “bir körün renklerden bah­
setmesi gibi”48 bahseder. Yasayı etüt etmişliği yoktur, sadece
kulak dolgunluğu ile yasanın evrelerinden söz eder. Yasamn
müdavimlerinin yasayı bilmeme durumları sadece ressam
Titorelli’de değil, Josef K.’yı tutuklamaya gelen kişilerden,
infaza götüren eşlikçilere kadar hiçkimse yasanın yasasını
derinlikli bilemez. Katedraldeki papaz da yasanın kendisine
tahsis ettiği yer olarak belli bir sınıfı temsil eder. Ötelerin gö­
revleri kendisine yabancıdır. Josef K. elbette suçsuz olduğuna
inanır. Başlangıçtan beri suçsuz olduğunu savunur ve suçsuz­
luğunu ispat etmek için elinden gelen her şeyi yapar, ama ve
lâkin yasanın yasası içinde onun elçileriyle karşılaştıkça içine
suçlu olabileceği şüphesi de düşer. Bu romanın sonuna doğru
artık yasaya sağladığı uyumla birlikte bir kabulü de berabe­
rinde getirir. Politzer hatta Josef K.’nın suçunun yasalarının
yasasının seyrinde “suçunu unutuşu” olarak da değerlendirir.
Titorelli ve diğerleriyle yaptığı konuşmalarda suçsuz olduğu­
nun, kesinlikle suçsuz olduğunun altını çizen Josef K. nasıl
olur da kayıtsızlığıyla suçunu unutabildiğine şaşınr. Davası­
nın başladığı ilk günde, Bayan Bürstner’le ilk gün konuştu­
ğunda “kendini unuttuğunu” dillendirir. Sadece kendini değil
kendiyle birlikte davayı da unutur Josef K.49

Josef K., Politzer’e göre yasayı bilemeyen, yasaya karşı tavır­


larında sert, kibirli ve küstah, yaltakçı, beceriksiz ve kararsız,
küstah ve tutarsızdır. Yanlış sorular sorar, hızh cevaplar verir.
Deli ya da şanssızdır. Yasa kapısı önünde bir ilkelden başka
bir şey değildir.50

47 A.g.e., s. 274.
48 A.g.e., s. 275.
49 A.g.e., s. 278.
50 A.g.e., s. 279.

57
Politzer, Dava ’mn son cümlesinde de bir muammanın, iki an­
lamlılığın olduğunu dillendirir. Utanç o öldükten sonra devam
edecekse, bu kimin utancıdır? Ne utancıdır? K.’nın bir köpek
gibi öldüğü utancı mı, yasanın onu bir köpek gibi bir taşoca-
ğında öldürdüğü utancı mı? Davasını yitirmiş bir insan utancı
mı? K.’ya suçunu bir türlü dillendirmeyen yasanın utancı mı?
Kendi sorumsuzluğunun cezasını çekeceği bir sorumluluk bi­
linci utancı mı? K.’yı da eşlikçiler bıçaklamadan önce soyun­
durdukları için yasanın önündeki çıplaklığın insanda oluştur­
duğu utanç mı? Yoksa bu utanç Josef K.’nın daha Ti törelli’nin
atölyesinde aslında tam bir aklanmanın olmadığını öğrendi­
ğinde duyduğu utanç mı? İnsan intihar etmeyi reddettiğinden
dolayı otoritenin onu mecburen öldürmesinden duyulan utanç
mı? Tanrıçası av tanrıçası olan bir adalete duyulan utanç mı?
K.’nın ölümünden sonra bile süren utanç hala tanrısallık ta­
şıdığından saygı gören yasanın insafsızlığı ve bir parıltının
ölümcüllüğünden dolayı oluşmuş insanın utancı mıdır? Po­
litzer bunu bizlerin, bunu hatta Kafka’nın bile bilemeyeğini
dillendirir.51

Montellier, Mairowitz, Dava, Çizgi Roman, NTV Yayınları.

51 A.g.e., s. 340.

58
XIV.

Marthe Robert, Kafka’nın eserlerinin Benjaminyen tespitler


doğrultusunda “doğal yaklaşım” ve “doğaüstü yaklaşım ala-
nı”nı yani “psikanalitik” etütlerle “teolojik” etütlerini sırala­
dıktan sonra, bunlardan ayrı bir Yahudilik okumasının gözden
kaçmaması gerektiği kanaatindedir.52 Marthe Robert, Yahudi
sorununun Kafka eserlerinde temel bir çıkış noktası olduğu­
nu dillendirir. “Görünmez duvarlı bir getto” olan Prag’da ya­
şayan Yahudilerin yaşantılarının hele de Kafka’nın fragman
biçiminde kalmış Dava’sında, Şato ’sunda, Amerika ’sında
olmama durumu söz konusu bile değildir.53 Aslında bu teze
Hannah Arendt de katılır. Yaşadığı zamanlarda Yahudi dergi­
lerde, Pragh Siyonist dergisi olan Selbstwehr ’de ya da Martin
Buber’in çıkardığı Der Jude adh dergide yazdığından dolayı
Yahudilik izleği temel tem olduğundan Kafka’nın eserlerin­
de de görünen ve görünmeyen Yahudi izlekleri araştırılır ve
bunların incelemeleri yapılır. Şato ’da yine Yahudiliğe ait açık
veriler bulunsa da Dava ’da Yahudilikle ilgili çok gizli değin­
meler vardır. Yazarın metinde özellikle sakladığı ve metinde
yer almayan, herhangi bir etnik aidiyete bağlı olmaktansa ev­
rensel bir insan olma derdinde olan ve soyadının bu anlamda
örtük sadece “K.” olduğu bilgisi sunulur okura. Bununla bir
etnisite ya da ulusa, millete açık göndermelerde bulunmayan
Kafka’nın Dava’sında Josef K.’nın başına gelenlerin henüz
Kristal Gece’yi yaşamamış, Hitler’i görmemiş ve soykırıma
uğramamış olmalarına rağmen toplumsal baskı bakımından o
dönemde yaşayan Yahudilerin alçaltıhşı olarak görülmesi de
dikkate değer bir tezdir.

52 Walter Benjamin, Franz Kafka (1934), in Poesie et Revolution, Paris, De-


noel/Maurice Nadenau, 1971, s. 88 içinde Michael Löwy, Franz Kafka, Bo­
yun Eğmeyen Hayalperest, Versus Yayınları, (çev: Işık Ergüden), İstanbul
2008, s. 2-3.
53 Marthe Rooberts, “Introduction”, in Franz Kafka, Journal, Paris, Grasset,
1954, s. XIV-XV içinde Michael Löwy, Franz Kafka, Boyun Eğmeyen Ha­
yalperest, Versus Yayınları, (çev: Işık Ergüden), İstanbul 2008, s. 3.

59
Löwy’ye göre Hannah Arendt 1944 yılında Jewish Social
Studies’de yayımlanan “Gizli Gelenek” üzerine dikkat çe­
kici denemesinde Franz Kafka’yı modem Yahudi kültürü
tarihindeki asi-parya duyarlılığının -Heine, Chaplin ve Ber-
nard Lazare’la birlikte- en kayda değer örneklerinden biri
olarak gösterir.54 Löwy’ye göre dışlama ve baskı deneyi­
minden yola çıkarak, mevcut politik toplumun temellerini
sorgulayan bir duyarlılıktır bu.55 Löwy, Arendt düşüncesine
göre hele de Şato’da asi-parya tutumunun gözüktüğünü,
Kafka’nın Yahudi sorununu ele aldığını ve kahramanının da
Yahudi olduğu tek romanın da Şato olduğunu dillendirir. Her
ne kadar romanda Yahudilikle ilgili okurun gözüne sokulan
bir durum ya da özellikler görülmese de ‘Yahudi yaşamına
özgü”lük söz konusuysa Şato’da bu vardır.56 Edebi metinler
şifre çözmeyi esas alırsa Arendt şifreyi böylesi bir okumayla
çözmeye çalışır. Hele de metnin nerdeyse tümünü Siyonist
terimlerle izahı çok gariptir. Kafka’nın belli bir dönem anar­
şizme de, Siyonizm’e de merak saldığı düşünülecek olursa
onun Siyonizm’e eğilimli olduğu yıllarından hareketle metin
dışı göndergeleri metne kaydırarak bir çözümleme girişimi­
ne girer Hannah Arendt. O ilk uç noktada dikkate değer Kaf-
ka’yı Siyonizm etütlü yorumlamasından sonra Kafka araştır­
malarını bırakmayan Arendt, Partisan Kevievv’de ikinci bir
yazıyı da kaleme alır ve burada Löwy’nin de dillendirdiği
gibi Kafka’yı daha evrensel bir mecraya çeker. Arendt’in
Şato ’daki Yahudi tandansh çözümleme girişimini ve cesa­
retini Dava’da göremeyiz. Burada Kafka’nın Dava’da Josef
K.’nın ve onun görünmeyen bir güç tarafından suçlanmasını
ve infazını evrenselci bir perspektifle irdelediğini görürüz.
Kafka’nın Dava'sının genel geçer üç farklı yorumu gözü­
kür. Birincisi içinde Max Brod’un da olduğu yasanın göksel
54 Michael Löwy, Franz Kafka, Boyun Eğmeyen Hayalperest, Versus Yayınla­
rı, (çev: Işık Ergüden), İstanbul 2008, s. 59.
55 A.g.e., s. 59.
56 A.g.e, s. 59.

60
bir yasa ve yasaların yasasının tanrıya doğru sarkacak bir
süreç olduğunu öngörür. Diğer yorum ise Josef K.’nın suç­
luluğunu kabul eder ve infazını da meşru görür. Erich Heller
başta olmak üzere bazı yorumcular Josef K.’nın yasaya kar­
şı amansız bir günah işlediğine ve biz bilmesek de böylesi
yüce bir panoptikonu peşine taktığına göre muhakkak suçlu
olduğunu öngörür. Romanın üçüncü yorumu, otobiyogra­
fik yorum hakkında yazımızın başında Felice ile nişanın iki
defa bozulması meselesini incelemiştik. Lövvy’ye göre Du-
san Glisoviç Dava’da iki defa kalbe batırılan keskin bıçağın
gerçek hayatta Kafka’nın Felice ile bir türlü evlenemediği
ve nişanlanma defterinde iki defa atacağı imzanın kalemine
denk gelir.57 Bıçak-kalem ilişkisi, evlenme tutuklanma hadi­
sesi üzerine yazdığımızdan şimdi bunu tekrar etmenin bir
faydasına inanmıyoruz.

Kırmızı Pazartesi’de herkesin bildiği Santiago Nasar’ın öldü­


rüleceğine dair bilginin bir türlü kendine ulaşmaması, sevgi­
lisinin babası ona romanın sonunda hatta infazın hemen ön­
cesinde durumu izah ettiğinde Santiago Nasar nasıl olup bi­
tenleri anlamak için, bu kinlenmiş ve ellerinde keskin bıçaklı
ikiz kardeşe suçsuz olduğunu anlatmak için onların yamna gi­
derse, -ki bu Nasar’ın suçsuzluğunun bürhanlanndan biri gibi
gözükür, zira suçlu olsaydı onlara doğru, ölüme doğru değil,
yaptığı işin ortaya çıktığı korkusuyla kaçışı seçmesi gerekir­
di- Josef K. da yasa tarafından alıkonulduğunda infazından
hemen önce durumu anlamaz ve bir oyunun içinde olduğunu
zanneder ve mekânı olmayan, bir yerde bulunmayan yasanın
üstüne üstüne gider. Başlangıçta birinin kendisine kötü bir
şaka yaptığım düşünür. Hatta infazının hemen öncesi gelen
melon şapkalı adamlara hangi tiyatroda oynadıklarını bile so­
rar. Meselenin ciddiyetinde, ayrımında değildir. Löwy’nin de
dediği gibi “vicdanı rahat birinin tepkisidir bu”.58

57 A.g.e, s. 62.
58 A.g.e, s. 63.

61
Josef K.’nın yasanın kıskacına daha ilk düştüğü andan beri
yasayı kaale almayan, onunla dalga geçen, ona boyun eğme­
yen davranışları dikkat çektiğinden hangi dosta başvursa ona
itaat etmeyi, görünmeyen bu yasaların yasasını yenme duru­
munun gözükmediğini dillendirirler. Romanda yasanın kıska­
cına alınmış her sınıftan insanların köpekleştiğini gördüğünde
bundan tiksinir ve buna karşı çıkar. Koşullar ne olursa olsun
boyun eğişi, yasaya veri oluşturacak bol bol itirafları, itaat
davranışlarını, yasayla yatıp yasayla kalkmayı ön görseler
de Josef K.’da bu sadece romanın sonunda gerçekleşecek bir
durum olur. Belki de bu yüzden infaz edilir. Yasanın köpeği
olmak, avukat Huld gibi dava karşısında köpekleşmek, tüc­
car Block gibi avukatın köpeği olmak, romanın içinde itaat
kültürü ve boyun eğişi kabullenmiş ve kaderlerine teslim
olmuş tüm karakterler gibi silik, hakkını aramayan, sorgu­
lamayan, kaderini kabul eden kişi olmak yerine köpekleşen
bir birey ve cemaat yapılanması eleştirilir. Löwy direnmeden
her şeye boyun eğen kişinin sonunda “bir köpek” olacağını,
insanın sürekli köpek muamelesi gördüğünde, sonunda ger­
çekten de köpek olduğunu düşünmeye başladığını sözlerine
ekler. Amerika’nın genç karakteri Kari Rossmann pederşahi
yasaları, babayı hele de amcanın dediklerini yasa bilir. Josef
K.’nın Dava’mn sonunda kendi tespiti olan köpekleşmesi ise
direncinde zamanla görülen çatlaklar ve yasanın o direnci kır­
masıyla koşut olduğu görülebilir. Löwy hatta Franz Kafka.
Boyun Eğmeyen Hayalperest kitabında Josef K.’nın köpek­
leşmesi sahnesini bize şöyle anlatır:

Oysa romanın son bölümünde Josef K.’nın tavrı kökten


değişir. Direniş gösterme yönünde kısa bir kararsızlığın ar­
dından -daha öteye gitmeyeceğim- komşusu Bayan Bürst-
ner’in esrarengiz bir şekilde uzaktan belirmesiyle birlikte,
her türlü direnişin nafile olduğunu sonucunu çıkartır ve
cellatlarına yaltaklanır (Entgegenkommen) yani onların
hedefleriyle “kusursuz uyum” (vollem Einverstândnis)

62
içinde davranır. Yalnızca kaderine boyun eğmekle kalmaz,
cezalandırılmasında aktif işbirliğine de hazır görünmekte­
dir. Görev’i olarak -yani silahı eline almak ve kendi infa­
zını gerçekleştirmek- kabul ettiği şeyi yerine getirememesi
gücü yetmediğindendir. Bununla birlikte, cellatlar bıçağı
kalbine saplarken, ruhunu teslim etmeden önce şunları
söylemeyi başarır. "Bir köpek gibi” ve romanın son cüm­
lesi bir yorumdur: “sanki de bunun utancının kendisinden
sonra da yaşaması gerekiyordu.” Hangi utanç? Kuşkusuz
ki “bir köpek gibi”, yani boyun eğerek (terime Etienne de
La Boetie’nin verdiği anlamda) gönüllü kölelik durumunda
ölmenin utancı.59

Yargı adlı Kafka öyküsüyle de sıklıkla karşılaştırılan Dava


adlı roman içerik bakımından yasayı temsil eden bir güç kar­
şısında, Kargı’da hasta olmasına rağmen güçlü baba ile Da­
va’da bilmediğimiz o kafkaesk panoptikon, başkahramanın
kendini suya teslim edişi, köprüden atlayıp intihar yoluyla
kendini infaz edişi ile Dava’da Josef K.’nın bir sene boyu mü­
cadele ettiği ve suçu olmadığım dillendirdiği yasaya karşı so­
nunda yasanın gücüne boyun eğişi ve köpekleşmesi durumu
aynı şekilde yorumlanır. Kari Bendemann Kargı’da nasıl ba­
banın hışmına uğrayıp kendi infazı ile akıllarda muhakkak bir
suç işlediğine dair şüpheyi açık bırakıyorsa, Dava’da da bir
senelik dava sürecinde Josef K.’nın dava sürecinde başkal­
dırışını değil de ahlaksızlıklarım görmüş oluyoruz. Yasanın
Josef K.’ya infaz emrinin nereden sudur ettiğini, hangi suç­
ları asıl suç telakki ettiğini, tüm bir yıllık sürecin bir yekûnu
suç mu tanzim ettiğini düşünüp Josef K.’yı suçlu görüyoruz.
Yasanın önüne geleni mahkeme kapısına, çarkına almasından
ziyade alman bu insanlarda ne var, bunların özellikleri neler
diye mahkûm edilen bu kişilerde bir suç aramaya koyuluyo­
ruz. Michael Löwy de bu iki metni karşılaştırırken şu tespit­
lerde bulunuyor:

59 A.g.e., s. 73.

63
Bu öykünün baskın yorumu oğlun suçlu olduğunu ile­
ri sürer -çünkü bencildir, çünkü kendini doğuran kişiyi
ihmal etme eğilimi İçindendir, vs. Böyle bir okumanın
mantığı -Dava üzerine ikincil literatürde de buna rastla­
nır- amansızdır. Madem ki baba onu suçluyor ve madem
ki oğul hükmü kabul ediyor ve infazı yerine getiriyor, o
halde herhangi bir şeyden dolayı suçlu olmalıdır.. -60

Lövvy’ye göre Walter Benjamin de Milan Kundera da Yargı


ile Dava arasında bir paralellik bulmuşlardır. Benjamin, ba­
banın oğlunu suda boğularak ölmeye mahkûm etmesinin, ba­
banın cezalandırıcı olduğunu ve Bendemann’ın da suçluluk
duygusunun adalet memurları gibi onu cezbettiğini dillendi­
rir. Kafka için memur dünyası babaların dünyası ile koşut­
tur.61 Kundera için ise iki eserde görülen suçlamanın, suçlu­
luk duygusu ve infaz arasındaki benzerliklerin ailevi mahrem
‘totalitarizm’i Kafka’nın büyük vizyonlarındaki totalitarizme
bağlayan sürekliliği ortaya koyduğunu dillendirir. Bu sürekli­
lik büyük romanların atmosferini anlamak için temel önemde
olduğu, ama bu büyük romanların “hüküm karşısında yeni bir
öğe içerdiklerine kuşku olmadığını, iktidarın giderek anonim-
leşen, hiyerarşikleşen, geçirimsiz ve uzak niteliği. Yargılayan
ve cezalandıran ve öldürenin artık baba değil idari bir aygıt
olduğu görüşündedir.62

60 A.g.e., s. 41.
61 A.g.e., s. 41.
62 A.g.e., s. 42.

64
Elke Rehder, Kafka, Dava, Taşocağı, Renkli Silme.

65
XV.

Utancın büyüklüğü ve kadimliği elbette utanan için bir yüz


aydınlığıdır. Yasak meyveyi yiyen Hz. Adem’in utancı o ka­
dar büyüktü ki utancının tazyikatıyla tövbe ile yine cennete,
kaybettiği yerlere yeniden döndü. Büyük bir günah işlediğin­
de varlıkta oluşan utancı ancak aynı utanç (tövbe) eski yerine
getirebilir. “Ancak yaralayan mızrak, yarayı iyileştirir.63 İnfaz
edilirken ruhta oluşan utanç o kadar kavi ki Josef K.’da bu bir
umuda, umuttan çok da kendini yeni bir hayata taşır. Süreğen
bir utancın, derisini bir yerlere bırakan bir yılan ya da daha iyi
bir örnekle kabuğunu bırakan bir kelebeğin apayrı bir iklime
girmesi gibi hayatını idame ettirdiği şüphesi bizde oluşmasın.
Tırtılken yerde sürünen, o utanca haiz bir tırtılın kozasına ka­
pandıktan sonra utanmayla kelebeğe dönmesi durumudur bu
durum. Maddi anlamda utanç bir bedende sönmüştür. Utancı
gereği sönmüştür. Ama o utanç, hissedilen utanç o bedene dar
gelmektedir. İki infaz memuru da bunu tahmin edememişler­
dir. Maddi olarak utancı hissedip ölenin hükmü artık kalma­
mışsa da manevi olarak hissedilen utancın büyüklüğü apayrı
bir alana, habitata, mekâna ve zamana gerilebilir. Orada ya­
şayabilir ve nefes alabilir. Zira artık kabuğunu bırakmış ve
artık kendisiyle görünürde işi bitmiş bir utanç, kadimse kendi
kadimliğiyle ilgili bir varlık alanı seçecektir. Yaşayacağı, ne­
şet edeceği, yeniden görülebildiği bir varlık alanı arayacaktır.
Belki de utanç da bir cüzdür, ruh gibi, tüm duygular gibi kay­
naklar kaynağına geri dönecektir.

63 Richard Wagner, Parsifal, Jazzybee Verlag, Norderstedt 2012, s.8.

66
XVI.

Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’ünde utanç üzerine çok


iyi bir bölüm var. Nietzsche Zerdüşt’e şöyle dedirtir: “Şöy­
le der gören kişi, utanç, utanç, utanç. İnsanın tarihi budur.”64
Peter Andre Alt’m Franz Kafka. Der ewige Sohn. Eine Biog-
raphie adlı kitabında da ancak utancın ölen Josef K. için bir
kurtuluş olduğu vurgusu yapılır. Utançla Josef K. varlığına
yeni bir anlam, daha değerli bir oluşluk katacaktır. Josef K.
bir köpek gibi ölse de yalnız insanlara has bir duygu olan ve
insanı değerli kılan utanç duygusu ile, bunu ancak insanların
hissedebileceği bir duygu ile ölmektedir. Nietzsche’nin Zer­
düşt’ü için utanç nasıl insanlığın tarihiyse, köpek gibi ölen
Josef K. aşağılığını, hayvandan ayrılışını utacı ile gerçekleş­
tirmiş olur. Sadece insanların duyacağı utanç duygusunu bir
köpek gibi olsa da ötelere taşıyarak kefaretini gerçekleştirir.
Cennetten ayrılan, yeniden cennet özlemi içinde olan iyi ile
kötünün farkı böyle oluşacaktır. İnsanı hayvandan ayıran şey
Josef K.’nın suçunun lekesini oluşturur.65

64 Monika Eichenhaver, Selbstwert statt Mehrwert, Marx und Nietzsche Misc-


hen Sich Ein, Equbli Gmbh Verlag, Dortmund 2011, s. 205.
65 Peter Andre Alt, Franz Kafka, Der ewige Sohn, Eine Biographie, C. H.
Beck, München 2008, s. 419.

67
XVII.
Hz. Adem’in cennette yolu utanca düşmeden ne kadar yaşa­
dığını şimdi bu kısıtlı bilimle bilme imkânımız görünmemek­
tedir. Cennette her şeyin helal, yalnız bir şeyin yasak olduğu
yerde insanın özünde var olan o aceleciliğin ve cahilliğin et­
kisiyle elinin yasak meyveye uzanması felaketi başlatmıştır.
Utanç cennetteki insan teninde böylelikle belirdi denilebilir. O
utancın tarifi yoktur. Allah’tan kaçmak ve sindirim sistemi ya­
sak bir meyveyle değişen Hz. Adem’in Allah’tan bedenindeki,
ruhundaki dönüşümleri saklamaya çalışması nafiledir. Harh
yasak meyve, bedeni ve ruhu nasıl değiştirdiyse Allah’a karşı
köklü bir utancın da mayası atıldı o dem. Rab karşısında Hz.
Adem’in utancının uçsuz bucaksız gayyasına düştüğünü, yü­
zündeki elma kızarıklığının onun felaketi olduğunu, söz ver­
diği Rabbine karşı sözünde durmadığını, hulfülvaad ettiğini
ve bir nevi tanrının kendisine emanet ettiği bedeni ve ruhunu
yasak meyveye karşı koruyamadığını da görmüş olduk böy­
lelikle. Dünyadaki tüm utançların kaynağı aslında Hz. Adem
ve Hz. Havva’mn şeytana kanarak yedikleri yasak meyvenin
zehriyle bedenlerindeki üryanhğı hissetmelerine gider. Hz.
Adem’in tanrı katındaki utancı öyle köklü bir utançtır ki, o
cennetteki utanç o kadar büyüktür ki dünyadaki tüm utançlar
yan yana gelseler dahi ona erişemezler. Dünyadaki utançların
o cennetteki utancın bir cüzü olduğunu söyleyebiliriz. Dünya­
daki meyveler ve yemişler nasıl cennette de bulunuyorsa (“Biz
daha önce bundan tatmıştık”; Bakara:25) dünyadaki utancın
da bir cennet yemişi olduğu söylenebilir. Utanç verici bir du­
rumla karşılaştığımızda o köken utanç (Urscham) bir nevi ge­
lir ve yüzümüze bir kelebek gibi konar. Bu cennetten kalmadır.
Utancın genelde insana bahşettiği yüz kızarıklığından olum­
suz duygu olduğu görüşü hakimse de bir yönüyle Leon Wur-
mser’in dediği gibi utancın “insan iradesinin bekçisi”66 oldu­
66 Leon Wurmser, Die Maske der Scham, Die Psychoanalyse vom Schameffek-
ten und Schamkonflikten, Springer Verlag, Berlin-Heidelberg, 1998, s. 74.

68
ğu unutulmamalıdır. İnsanın kişilik yapısını belirleyen şeyler
nasıl birbirinden farklıysa utancının da birbirinden farklı ol­
duğu, hiçbir insanın utanç biyografisinin (Schambiographie)
birbirine uymadığı söylenebilir. Cemaatin, cemiyetin, toplu­
mun hatta bir devletin arketip olarak belirlediği ya da daha
önce belirlenmiş utançları olabileceği gibi, kişi kendi ruhun­
dan, bilincinden, duygu durumlarından kendisine özgü bir
utanç rengine sahip olabilir. Kişinin cinsiyeti, yaşı, uyruğu,
emik grubu, milleti, milliyeti, sağlıklı ya da sağlıksız oluşu,
engelli oluşu olmayışı da utanç renginin farklı olmasına yol
açabilir.

69
XVIII.

Utanç büründüğü inşam yalnızlığın kucağına iter. Korkunun


onlarca şekli varsa utanç da insanın içine doğru eğilip bü­
külen, insanın içine doğru seyreden ve içi kapladıktan son­
ra farklı belirtilerle dışarıya kendini gösteren bir duygudur.
Utancın “korkunun çocuğu” olduğu söylenebilir. Ama her
utananın bir şeylerden korktuğunu söylemek haksızlık olur.
Utancın bu anlamda duygu skalası korkudan ayrılan bir ge­
nişliğe de sahiptir. Utanan bir insanın bir kirpi gibi kendi içine
kapandığını, kişi artık kendi yalnızlığına kapıldığı için de uta­
nanın ilişkilerinde bir kopukluk sezildiğini fark ederiz. Utan­
cın ruha ya da kişiliğe etkisi, oluşturduğu o oyuğu ilim insan­
ları tartışırken utancın saman alevi gibi kişiye, kişiliğe vurup
geçtiği ya da süreci ne olursa olsun ruhta onulmaz bir yarık
açtığı ve oradan da travmalara yol açtığı görüşü de yok sayı­
lamaz. Olumlu olarak görülebilen ve insanın kişiliği ve ruhu
için de deva sayılabilen utanç yanında bir türlü çıkaramadığı
ve artık kronikleşmiş bir travmaya dönen utanç arasında el­
bette fark vardır. Her şeyde olduğu gibi utancın dozunda da
ruha iyi gelen ve zarar veren şifa ve zehir gizlidir. Güzel bir
utanç insanın içinde vicdanın da sesiyken ve tüm insanlıkta
belki de böylesi bir utanç yer almalıyken, dozu aşırıya kaç­
mış korku ve kaygıyla, travmayla ve kronik tekrarlarla devam
eden utanç durumunun varlık acısına ve korkusuna gidebildi­
ği ortadadır.

Utanan biri varsa bir de utandıran biri var demektir. İnsan ge­
nelde yine kendi türünün çeşitli davranışları nedeniyle utan­
cın kollarına atılır. Utanca yatkın kişinin bu kişisel durumunu
bir zayıflık olarak görüp utandıranın durmadan bu eylemi de­
vam ettirmesi uygun kaçmaz.

Utanan, kendini o an bir saldırı altında hissettiğinden, tehdit


altında gördüğünden kendini korumaya geçer. Dayanakları
neyse o artık elinden alındığından utanan kişinin varoluşsal

70
bir çıplaklık yaşadığı söylenebilir. Bu üryanlığı kendine bah­
şedenlere karşı nefret de içte gelişebilir. Kendini varoluşsa!
bir çıplaklık halinde bulan utanan kişinin duygularının da
savruk, düşünme becerisinin dağınık, bir hüzünlü çöküş hali
içinde olduğu gözlemlenebilir.

Utancın da diğer duygular gibi bir duygu olduğu bilinirse,


insanların utançtan kaçmalarının, utanmak istemeyişlerinin
anlamsızlığı da ortaya çıkmış olur. İnsan utançtan kaçamaz.
Utanç varlığımızın derinlerine, içine sokulmuş bir köstebek
gibi çıkacağı zamanı bekler. İnsan utanmayı erteleyebilir, ar
damarını çatlatabilir, utancı saklamanın yollarında maharet
kazanabilir, farklı davranış biçimleri ile maskelenen ve üzeri
örtülen utancın kaybolmadığı, ancak görmezden gelindiği ve
maskelendiği bilinmelidir. Utancın toplum indinde pek mak­
bul bir duygu olmadığı ve insanların sık sık utançlarını belli
etmeme arzularında olmaları bu duygunun değerinde çok şey
kaybettiğini gösterir bizlere. Normal insan ilişkilerinde yüz
kızarıklığının artık toplum indinde ayıp görüldüğü, utançtan
dolayı kızaran yüzün, terleyen birinin artık hakir görüldüğü
demlerdeyiz. Utancın yüzlerde saklandığı toplumlarda utanç
eşiğinin düştüğü, artık kaybolduğu, utancın gizli bir vicdan
olarak insana bahşedeceği sayısız iyiliklerin de böylece tehli­
ke altına girdiğini görürüz.

71
XIX.

GÜZEL BİR UTANÇ, KURTULUŞUMUZ OLABİLİR


MÎ? Yaklaşık üç seneden beri sıklıkla, on seneyi aşkın bir
süre de Kafka okumalarından dolayı zararsız ama sürek­
li bir düşünmeyle bu soruyu soruyorum kendime. “Güzel
bir utanç, kurtuluşumuz olabilir mi?” Varoluş bir utanma
haliyle, mahza utançla arındırılabilir mi? Utanç, içimizde
bizi ısıran vicdan ve duygularımız, utandığımızda ya da
utanç içine girdiğimizde ansızın ellerimizle kapattığımız
yüzümüzün kızarması, bir duygu durum olarak kurtuluşu­
muz olabilir mi? Kafka’nın da vurgu yaptığı gibi utancın
eşiğinin aşıldığı, artık insanlarda utanacak yüz kalmadığın­
dan etkisini yitirdiği yerde utanç soyu tükenen bir yaratık
gibi korunmaya mı alınmalıdır? Hem de yüzüne indiğinde
vicdanının sızlaması gerektiği insanın bizatihi kendi elin­
den. Modern zamanlarda hele de bu hızlı çağda insanoğlu
her şeyden önce utanç duygusunu yalama haline getirdi.
Bir tekneyi harekete geçiren su motoru neyse, insanın yü­
zünü aydınlığa çıkaracak utanma duygusu kalpten, beyin­
den, bedenden, hele de en sıklıkla göründüğü ve kendini
gösterdiği yüzden çekildiğinde bu bizim yıkımımız oldu.
Tarkovski’nin Solaris ’indeki replik, “Dünyayı utancın kur­
taracağı” yönündedir. Ve Utanç (“Shame”) adlı başyapıtı
ile Bergman da bu görüşe katılır ve dünyayı, bizi, bir gü­
zellik olarak beyazlığa, saflığa götürecek, ilkel ve ta ata­
larımızdan bize ruhsal olarak kalmış utancın kurtaracağını
dillendirir. Kendisine yönlendirilen “Bergman gidişat kötü,
dünyayı ne kurtaracak?” diye bir soruya, Bergman “Elbette
utanç” diyecektir. “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir”. Ben
de, Joseph K.’nın kalbine bıçağın batırıldığı ve hunharca
öldürüldüğü zaman insanlığı ancak güzel bir utancın, utanç
duygusunun, o kadim yüz kızarıklığının, başkalarının bile
görmesini istemediğimiz yüz kızarıklığımızın kurtaracağına

72
inanıyorum. Dünyayı utanç kurtaracak. Yüzün kıpkırmızı
kesilmesi. Yüze inen o alacakaranlık. Kanın kızgınlıktan
değil, şefkatli ve içgüdüsel saflığından yüzde birikme du­
rumu kurtaracak. Yüzümüzün alacakaranlık hali. Bizleri
ancak o hal kurtarabilir. Güzel bir utanç.

73
XX.

Küçük Prens’in gittiği bir sonraki gezegende bir ayyaş oturu­


yordu. Bu ziyaret çok kısa sürdü, ama Küçük Prens’in içinde
de büyük bir hüzün çökmesine yol açtı.
- “Ne yapıyorsun sen orada?” dedi ayyaşa... Onu bir sürü boş,
bir sürü de dolu şişenin karşısında sessizce oturur durumda
bulmuştu.
- “İçiyorum”, dedi üzüntülü bir halde ayyaş.
- “Neden içiyorsun?”
- “Unutmak için..”
- “Neyi unutmak için?” diye sordu acımaya başladığı ayyaşa
Küçük Prens.
- “Utancımı unutmak için”, dedi ayyaş, başını eğerek.
- “Neyin utancını?” diye sordu Küçük Prens; yardım etmek
istiyordu.
- “İçmenin utancını”, dedi sonunda ayyaş ve tam bir sessizlik
içine gömüldü.
Şaşırıp kalan Küçük Prens çekip gitti.
“Büyükler hiç kuşku yok çok tuhaf” dedi içinden, yolculuğu
boyunca.67

67 Antoine de Saint Exupery, Küçük Prens, Mavibulut Yayınlan, (çev: Yaşar


Avunç), İstanbul 2007, s. 19.

74
Elisabeth Naomi Reuter, Kafka, Dava, înfaz, 2013.

75
XXI.

Yasakoyucular insanlığın erken dönemlerinden beri yasaları­


nı tanzim etmişlerdir. Suçlara cezalar koymuş, insanlığın de­
neyimleri ile de suç-ceza ilişkisini revize etmişlerdir. Bugün
suç ve cezadan önce insanların içine utancın yerleştirilmesi
gerektiği ortadadır. Şiddet, suçluluk temelinde ele alındığında
insamn köken duygusu olan utancın hacminde bir azalma gö­
rülmektedir. Fıtraten içimizde var olan utanma duygusu bizi
iyiliğe sürükleyecek temel duygu ise onu imha etmemeliyiz.
İnsanlığın utancından daha yüce hangi duygu olabilir. Alman
Fransız Yıllıkları ’nda, Rugel’e yazdığı mektupta Kari Marx
“İnsanın yaptığı en büyük duygusal devrim, utanma duygu­
sudur.”68 der.

Bana gülerek bakıyor ve soruyorsunuz “Bununla neyi elde


ettik?” Utançtan devrim gerçekleşmez. Cevap veriyorum:
“Utancın kendisi zaten bir devrimdir.”69

İnsan ilkin kendi içindeki anayasayı, o utanç duygusunu yok


ederek ve yıkarak suçların önünü kolaylıkla açmamn yolunu
bulur. Sadece yasalarla belirlenmiş somut ve bürhana daya­
nan ama yasalarla gözükmeyen ve insanın insana yüzleştiğin­
de, ilişkilerinde ortaya çıkan aşırılıklar, şiddetler, mobbingler,
sözlü sataşmalar, aşağılamalar, tahkir, nefret, kin ve düşman­
lığa itici tavırlar bunların hepsi aslında “kol kırılır ve yen
içinde kalır” düsturuyla toplumda yasalara sarkmayan, ora­
ya ulaşmayan duygu ve yaşantı durumlarıdır. Bunlarda utanç
saklıdır. Modem zamanın hayhuyundan ilişkilerde artık terör,
ikili ilişkiler arasında terör o denli arttı ki suçun maddiyeti ve
görünürlüğü ilkesi suçun saklı ve görünmezliği, ama süreğen
saklı ve görünmezliği hususunda utancın daimi kahşhğım or­
tadan kaldırdı.
68 Kar! Marx, Briefe aus den Deutsch-Französischen Jahrbüchem “Deutsch
Französische Jahrbücher”, 1. Doppellieferung, Februar 1844. M. an R.
(Marx an Ruge), s. 33.
69 A.g.e., s. 33.

76
XXII.

Modern zamanların en büyük sorunlarından birinin kayıt­


sızlık olduğu kesindir. İnsanlarda bir diğerini düşünme,
diğerkam olma düşüncesi yüzyıllar sonra ruhlarda sinip
gidince ortaya bu hastalık hali çıktı. Marx’ın işçileri ve çalı­
şanları teşvikine binaen Laforgue’nun Tembellik Hakkı gibi
burada herkesin bir şekilde otomatikleştiği, ruhunu yitir­
diği bir dönemde kayıtsızlığı ön plana çıkaracak değilim.
Kayıtsızlığın bir virüs gibi içimizi sardığı, modernleşen ve
postmodemleşen dünyada ferdileşen, bireyleşen ve benmer-
kezci bir düşünceye tapan, “ben”den başka hiçbir şeye artık
imanı kalmayan zamanlarda baş gösterdiği ve kendini feda
düşüncesinin zamanla eriyip gittiği söylenebilir. İnsanların
birbirlerinin derdine koştuğu, bir diğeri için var olduğu za­
manlardan artık sadece insanın değil, hiçbir şeyin insan için
bir değer atfetmediği zamanlara vardık. Zenginleşen ve zen­
ginleştikçe de zenginliğine zenginlik katmak için vahşile­
şen, bu bağlamda kendi kof ideallerine ve maddi arzularına
sabit bir fikirle bağlandığı için hiçkimseyi gözü görmeyen,
insanların açlıktan öldüğü yerlerde kendi kişisel dünyasını
zırhlı kapılarla sağlamlaştıran aciz insanların arttığı; çağın
getirdiği sanal bombardıman nedeniyle şiddeti gündelik ru­
tine indirdiğinden bunu abartan ve öldürmeyi hele de zayıf
hayvanlara karşı insafsız ve merhametsiz eylemlerin çoğal­
dığı zamanlardayız. Diğerlerine ait bir can fikrinin her şey­
den önce evrensel ilkenin temeli olduğu zamanlar da geride
kaldı. Gündelik hayatımızda insan böyle bir profil çizerken
romanlara bu karakterlerin karışmaması hiç olağan olmazdı.
Albert Camus’nün Yabancı ’sındaki Meursault, Yusuf Atıl-
gan’ın Anayurt Oteli ’ndeki Zebercet ya da Aylak Adam ’daki
C. karakteri, İvan Gonçarov’un Oblomov’u gibi insan pro­
filleri kayıtsızlıkta tarihe geçen figürlerdir. Josef K. da böy-
lesi bir karakter çizer. Meursault kadar kayıtsız olmasa da
yine de davasına karşı kayıtsız olduğu söylenebilir. Şakanın
ya da kayıtsızığın Milan Kundera için modem zamanların

77
ruhunu vermede önemli iki kavram olduğunu bilmekteyiz.
Modern zamanların çarkının sahteliğinin insanda oyun ya da
şaka hissi uyandırmasını, kayıtsızlığa sürüklemesini Kun-
dera gibi övecek değilim. Kayıtsızlık Şenliği ’nde Kundera
romanına modem zamanların hastalığı şayet şaka ve kayıt­
sızlıksa ancak onlar sayesinde kurtuluşun gerçekleşeceğini
ima eder. Bu hastalık şayet dünya hastalığıysa ülkeyi terk
etmekle kurtuluş sağlanamaz. Zamanı terk etmek gerekir.
Eldeki tek imkan biraz şaka, biraz kayıtsızlıktır. Hatta hava
şayet modern zamanların bunalımlarını, sıkıntılarını içeren
bir temsilse bu havada çıldırmamak ve zamanınızı biraz ke-
yiflendirebilmek için Hegel’in de dillendirdiği gibi bir tüy
hafifliğinde bu havada uçmak gerekmektedir. Bu da gerçek
gamsızlıktan geçer. Gamsız bir adam akıl egemen zihniye­
tin kuralları ve sarmallarında bir tüy gibidir. Kayıtsızlar da
sanki biraz yazarlar tarafından bilinçli olarak böyle bir ka­
raktere giydirilirler. Modem zaman insanın tembelliğinden,
nemelazımcılığına, gündelik hayattaki olup bitenlere karşı
kayıtsızlığından, “dünyayı ben mi kurtaracağıma” kadar
Oblomovculuğun da aslında yazarın bilinçli eleştirdiği Rus­
ya’nın çöküşünü gerçekleştiren karakterlerin ve kişilerin
ancak böylesi bir kişilik ve kimlik yapısı olacağı fikrine da­
yanır. Josef K., hakkını yemeyelim Oblomov kadar tembel,
hımbıl, Meursault kadar dünyaya topyekun kayıtsız değil­
dir. Ama kayıtsızlık modem zaman hastalığıysa ve Kafka
da bize Dava’da sürekli Josef K.’nın kendi davasına canla
başla satılmadığını, onun yerine libidinal oyunlara girdiği­
ni anlatıyorsa, zaafının peşine düşmekten davasına sımsıkı
satılmadığı mesajını veriyorsa, kayıtsızlık eserin önemli bir
motifi olarak gün yüzüne çıkıyor demektir.

78
XXIII.

Utancın doğuştan var olduğunu bugün biliyoruz. Utanç bazı


hasletler ya da duygular gibi insanlar tarafından taklit edi­
lerek elde edilmemektedir. Bunun en iyi kanıtını Charles
Darwin İnsanlarda ve Hayvanlarda Heyecanlanma İfadesi
adlı kitabında doğuştan kör üç çocukla yapılmış deneyde
göstermiştir. Bu çocukların doğuştan gözleri kör olduğun­
dan çevresel faktörlerden öğreneceği şeylere karşı kapalı
oldukları görülür. Yeri geldiğinde utandıklarında üçünün de
yüzünün kızardığı fark edilmiş, hiçbir yerden öğrenilmeyen
bu edimin onlarda daha doğuştan var olduğu sonucuna va­
rılmıştır.70

70 ZEIT WISSEN Magazin, Nr. 6/2016, 11. Oktober 2016/16; 12:47 Uhr.
21 Kommentare https://www.zeit.de/zeit-wissen/2016/06/gesellschaft-sc-
ham-verhalten-schuld erişim. 14.03.2019.

79
XXIV.

Eskiler utancın değerini bilirlermiş. Suç işlendiğinde suçun


kendisini cezalandırmak yerine, o elbette gerçekleşecek bir
eylemmiş, suçu işleyeni utancıyla baş başa bırakmak için ka­
feslere konulurmuş ve izhar edilirmiş. Ruhun derinlerine sin­
miş daymonik bir şeytanın ruhtan yeniden çıkarılma çabası
gibi bedende utancın görünmesi sağlanırmış böylelikle. Gö­
rünmesinden öte de kendi utancında boğulması sağlanırmış.

80
XXV.
Edouard Louis temmuz başında Freie Universitât Berlin’de
înglizce sunduğu açılış konuşmasında What Literatüre Can
Do? On Shame, Arts, and Politics (“Edebiyat Ne Yapabilir?
Utanç, Sanat ve Politika Üzerine”) adlı konuşmasında edebi­
yatın utanç üretmesi, insanı utanca sürüklemesi gerektiği üze­
rinde ciddiyetle durur. Fakir sınıfların utanmak için oldukça
fazla sebepleri olduğunu, edebiyatın her şeyden önce buna
aracı olması gerektiğini, edebiyat şayet utanç üretmeyecek­
se neye yarayacağını dillendirir. Fransa’da aşırı zenginlerin
edebiyatta yıllarca hep onun zengin taraflarını gördüklerini,
resim alırken hep asil ve kır manzaralı pastoral ve idilik re­
simlerin alındığım; o dönemde fakirler, perişanlar, dağ işçi­
leri yaşıyorsa bunlardan uzak durulduğunu, örneğin Zola’mn
Germinal ’inde bahsettiği yüzü kapkara, elleri nasırh insan­
larla kesinlikle yüzleşmek; onlarla hiçbir rabıta ve bağ kur­
mak istemediklerini ve onları görmezden geldiklerini söyler.
Edebiyat böylesi insanlara hep tek taraflı bakmayı, bir at göz­
lüğüyle dünyayı seyri dikte eder. Bu edebiyattan anladıkları
şeydir. Edebiyat, sokakta gezdiklerinde orada yaşayan fakir
halkı görmezden gelmemeli, kendilerine ait galerilerde sıca­
cık cappucinolarım içerlerken dışarda evsiz, barksız köpeği
ile perişan ve aç yatan birini görmeyi reddettirmemelidir. Bu
zenginler ve de sanattan hep iyi şeyler bekleyen ensesi kahn
insanlar gündelik hayatın şiddetini arzu etmemektedirler. As­
lında içlerindeki utanç bir nevi dışarı çıkmak istemekte ama
ona izin vermemektedirler.
Buchemvald’a, toplama kampına sürülen kocasının hayat­
ta kalıp kalmadığını bilemediği bir zamanda La Douieure
(“Acı”) adlı güncelerine yazdığı gerçekler karşısında Marge-
ruite Duras utanç içindedir. Duras nasıl bizlere modem za­
manlarda yaşadığımız insanlığın karanlık yanlanm yaşatan
çağın ve çağların da hakikatini güncelere yazıp, onları sak­
layıp, kendi mahremi olarak bir köşede bırakıp, ifşa etmeye

81
yanaşmıyorsa, onun yerine o güncelerin bizlere haykırdığı
hakikatten daha zayıf onlarca suni ve sentetik meseller içinde
ömrümüzü idame ettiriyorsa, bunun kurulu yalanlar olduğu
görüşüne sahiptir. Bunların hakikat karşısında ne değerle­
ri vardır. Duras’mn günceleri karşısında yazdıkları kurmaca
eserlerinin o kadim utancı gibi Edouard Louis, Akdeniz’de
kitleler halinde ölen ve boğulan insanlar, takibat altına alı­
nan ve toplumca mimlenen homoseksüeller ve lezbiyenler,
endüstriyel kaygılarla işkenceye maruz kalan hayvanlar ol­
duğu sürece edebiyatın görevinin utanç üretmek, utanç ya­
ratmak olduğunu dillendirmektedir. Edebiyat hatta bugüne
dek belki de bunları görmezden geldiği için kendinden utanç
duymalıdır. Sadece insanın kendi utancında değil başkaları
adına duyulan utançta bile insanın kendine yönlendirebilece­
ği sayısız iyilikler vardır. Bize dokunan başkasımn utancında
kendi utancımız, yaralanabilirliğimiz meydana çıkar. Bu bizi
diğerlerinden ayıran hangi dünyevi kaygı, dert olursa olsun
utancımız sınırlan kaldırır. Edouard Louis, utancı başka bir
dünya inşa etmek için bir aracı olarak kullanır. Utancı edebi­
yatın görünmez temeli sayar. Kendisinin edebiyatı dünyada
utancı yaymak için aracı olarak kullandığını dillendirir.71

71 What Literatüre Can Do? On Shame, Arts and Politics (Was Literatür aus-
richten kaim? Über Scham, Kunst und Politik). Montag, 18. Juni 2018, 18
Uhr. Freie Universitât Berlin, Raum L 113, Otto-von-Simson-StraBe 26,
14195 Berlin-Dahlem, U-Bahnhof Freie Universitât/Thielplatz (U3).

82
XXVI.

Kabil’in utancı elbette Habil’i, kardeşini öldürdüğünden ve


toprağa ilk kanı düşürdüğünden kaynaklı bir suçluluk duy­
gusudur. Bu doğrudur. Lâkin bir de bize Habil’i öldürdükten
sonra Kabil’in onu ne yapacağını bilememenin çaresizliği de
verilir. Peygamberler tarihine göre ölü kardeş kucaklanır ve
günlerce, aylarca gezdirilir. Onu öldürdüğü için elbette utanç
duymaktadır Kabil. Asıl utancı ise gezdirdiği kardeşini ne ya­
pacağını bilememesine bir karganın yetişmesi durumunda ya­
şar. Bu utanç, ölüyü toprağa gömmeyi bir kargadan öğrenme
utancıdır. Maide suresi 31. ayette durum şöyle verilir: “Der­
ken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göster­
mek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Katil kardeş) “Ya­
zıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, karde­
şimin cesedini gömeyim’’72 dedi ve ettiğine yananlardan oldu.
“Şu karga kadar olamadım” nidası o zamane göğüne utancın
en büyük yankısı olarak yapışır kalır.

72 Kur’an’ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Prof.Dr. Hayreddin Karaman, Prof.


Dr. Ali özek, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı,
Prof. Dr. Selahaddin Gümüş, Doç. Dr. Ali Turgut, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara 2017, s. 111.

83
XXVII.

Utancın mı suçtan, suçun mu utançtan önce olduğunu düşü­


nüp duruyorum. Kabil ve Habil öyküsüne bakacak olursak Al­
lah’ın bu iki âdemoğluna feda edebilecekleri kurban karşılı­
ğında bu kurbanlardan birini kabul edeceği vaadinde Kabil’in
kazandığını biliriz. Habil safiyane bir kalple Allah için sahip
olduğunun en yenisini, en iyisini verirken Kabil öyle yapmaz.
İçten pazarlıklıdır ve elindekinin kötüsünü verir. Kabil’in sun­
duğu kurban kabul edildiğinden Kabil’in onu kıskandığı ve bu
durumdan dolayı da küçümsenemez derecede utandığı bilinir.
Kabil’in Habil cinayetini utancından dolayı işlediğini söyle­
yenler de vardır. Utanç, cinayeti kuşatmış, yutmuştur. Böyle
bakıldığında utancın cinayetten önce geldiği söylenebilir. Biz
biliyoruz ki insanlığın babası Hz. Adem’dir ve onun da utan­
cı cennette asılı durur. Hz. Adem’deki utanç nasıl görünür?
Hz. Adem’e bakıldığında yasak meyveye müdahalesi öncesi
cennet yaşamında utanacak bir şeyinin olduğunu söyleyeme­
yiz. Burada ala bir yaşantısı vardır. Yasak meyve ile utancımn
ortaya çıktığını da biliriz, yani cinayetten sonra utanç gerçek­
leşir. Sadece bu perspektiften bakıldığında Kabil-Habil kıssa­
sına karşın burada Hz. Adem temsilinde suçun utançtan önce
geldiği tezini mi önemsememiz gerekmektedir? Lâkin işin bir
de öbür yüzü vardır. Allah yeryüzünde bir halife yaratacağı­
nı söylediğinde melekler “yeryüzünde kan dökecek birini mi
yaratacaksın?”73 diye sorarlar. Meleklerin ve şeytanın bu ha­
lifeye karşı tutumunda iradelerinin boyun eğip eğmediği yok­
lanır. Yeni yaratılan bu halife karşısında şeytanın tavrı dikkate
alınmalıdır. Yeni bir halife oluşurken aslında halife kendi za­
manına dek şeytan gibi görünür. Kendince meleklerden daha
üstündür, çünkü iradesi vardır. Ateşten yaratılmıştır. Melek­
lerde irade yoktur. Şeytanda “ben” diyecek bir cüz-i irade
73 “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi.
Onlar: Bizler hamdinle seni teşbih ve seni takdis edip dururken, yeıyüzünde
fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da
onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara:30)

84
mevcuttur. Taberi Milletler ve Hükümdarlar Tarihi’nde şey­
tanın meleklere sultan olduğunu, adının da “Haris” olduğunu
dillendirir74. Bu şu anlama gelmektedir. Allah’ın gözdesi, Hz.
Adem yaratılana değin şeytanken şeytanın gözde oluşluğu
Adem’in yaratılmaya başlaması ile ve yeni halifenin gelme­
siyle tehlikeye girmiştir. Habil ve Kabil’deki kurban olayında
Habil’in kazanması gibi, şeytanla Hz. Adem arasındaki üs­
tünlükte Allah’ın kendi takdiri Hz. Adem’in “halife olacağı”
yönündedir. Şeytanın utancının kökeni işte tam da burasıdır.
Kabil cinayetten önce nasıl kurbam kabul edilmediği utancını
içinde taşımış ve suça öylece gir/iş/mişse, şeytan Hz. Âdem’le
üstünlük savaşında Allah’a göre halifeliği yitirdiğinden utan­
mıştır. Utandığı için cinayet işlemiş, hem kendini hem de Hz.
Adem’i yakmıştır. Cennette olan yasak meyveyi ona yedire­
rek onu cennetten kovdurmuştur. İnerken de bununla yetin­
memiş Allah’tan “mühlet” istemiş ve utancının dönüştüğü
suçun cezasını çekecekse bunda karşı taraftan, düşmanından
da bayağı bir yekûnu cehenneme götürmek arzulamıştır. Bu
yoruma bakıldığında da utancın suçtan önce geldiği görülür.
Şeytanın utancı kendi suçundan ve Hz. Adem’in suçundan
önce geldiği için cinayet gerçekleşir. Biz utancın fıtratta var
olduğunu biliyoruz. İnsanın utanca doğduğunu değil utançla
doğduğunu, utancın onun ontolojisinde var olduğunu biliyo­
ruz. Bir çocuk nasıl daha yeni doğmasına, hiçbir yerden bir
şeyler öğrenmemesine rağmen iki yaşma, üç yaşına geldiğin­
de yeri geldiğinde kendiliğinden utanırsa, Darwin’in yaptığı
deneylerle doğuştan körler bile dünyada deneyimle elde edil­
meyen bir duygu olarak yüzlerinde utandıklarında kızarıklığı
birlikte getiriyorlarsa, ilk insana kadar utancı götürebiliyoruz.
İlk insana götürmemiz yetmiyor çünkü onun da içinde utan­
ma duygusunun kodlandığına şahit oluyoruz. Utanma durumu
gerçekleştiğinde utanç ortaya çıkacağı zamam beklemektedir.
74 Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, MEB Yayınları, Bilim ve Kül­
tür Eserleri Dizisi. 517; Şark-İslam Klasikleri Dizisi:37, İstanbul 1991, s.
105-106.

85
Utanç duygusu bir şekilde ruhta, derunda ortaya çıkacağı ken­
di zamanını bekliyorsa, başta var demektir. Sadece âdemoğlu
için değil, feleklerde yaratılmış hangi canlı varsa onlar için
de vardır. Şeytan örneğin cürmünü işlemeden önce de sonra
da utandıysa onlarda bile, onlann ontolojisinde utanç derunda
saklı demektir.

Allah celal ve cemal sıfatlarından kullarına, yarattıklarına


yüklemiştir. İnsan intikam sahibiyse Allah’ın “müntekim”
vasfından alır bunu. Allah “şafi”dir, bazen insan şifa dağıtıcı
gibi gözükebilir. İnsanın içindeki utanç duygusunun kökenini
bir haslet olarak haşa tanrıya atfetme girişimine girmeyece­
ğim. Bu had bilmezlik olur. Allah utanmaz. İnsan yaratılmıştır
ve utanır. Yüzü kızarır. Başını öne doğru eğer. Bakışını ka­
çırır. Gizlenecek bir yer arar. Yeryüzüne “yarıl da içine gi­
reyim” der. Bu bağlamda tanrı tarafından içimize ve aslın­
da görmediğimiz canlılara da kodlanmış bir duygudur utanç
duygusu. Çok da değerlidir.

îlkin Kabil’in Habil’i bir kurban utancı nedeniyle öldürme su­


çundan sonra şeytanın Âdem’i (ona göre kendi ateş ve Âdem
topraktan yaratıldığı ve ateşin topraktan daha üstün olduğu
görüşüne bakılırsa) üstünlüğünü kendine yediremediğinden
işlediği suçu (onları ayartıp kendini de onları da cenneten at­
mak) gördük. Bu bağlamda Josef K.’nın bir taşocağında iki
eşlikçi tarafından bıçakla öldürülmesinin ve utancının da o
öldükten sonra devam etmesinin bir garipliği görülmez. Diğer
iki vakada utanç suçu nasıl kuşatıyorsa, Josef K.’da da utanç
suçu kuşatıyordun Utancın okyanusunda suç sadece basit bir
saldır. Sal batsa da utanç diridir, daimdir ve her şeyi kuşatır.

86
XXVIII.

Schiller’in Verbrecher aus verlorener Ehre (“Yitirilmiş


Onur Nedeniyle Suçlu”) adlı eserinde çirkin, fakir Christian
Wolf’un hikâyesi anlatılır. Sevdiği Johanne’yle evlenmek, bir
yuva kurmak ister. Bu ne mümkündür. Yanında çalışan Robert
de aynı kıza âşık olduğundan Christian’ın bu aşk yarışından
dışlanması için elinden gelen her şeyi yapar. Durumunu dü­
zeltmek, fakirlikten kurtulmak için kaçak avcılık yaptığı bir
sırada Robert onu yakalar ve ihbar eder. îlkinde iş para ceza­
sıyla kapatılır ama Christian’ın elinde artık hiç para kalmaz.
Johanna’ya hediyeler almak istemekte, onu maddi şeylerle şı­
martmayı arzu etmektedir. Yine kaçak avcılığa tevessül eder.
Kendine ait olmayan yerlerde avcılığını sürdürürken yine
Robert’e yakalanır. Bu sefer bir sene içeride kahr. Hapisten
çıkar, namusuyla ve şerefiyle bir işte para kazanmak, helal
lokma yemek diler. Hiçkimse ona iş vermez; en aşağılık işle­
rini, domuz ahırı bakımı işini bile ona vermezler. Ona yardım
etmeyen toplum onu bir defa daha kaçak avlanmaya itecek­
tir. Yine yakalanacak ve üç yıl hapis yatacaktır. Toplumsal
anlamda artık mimlendiği için kendine iyi bir iş bulamaz ve
suç artık kaderi olmuş olur. Çetelerle, eşkıyalarla, korsanlarla
ömrünü idame eder. Yedi Yıl Savaşları dönemi olduğundan
içinde topluma karışmak ve doğru dürüst bir iş bulmak, vata­
na faydalı olmak düşüncesiyle askeriyeye yazılmak, er olmak
için başvurur. Başvurusu kabul görmez. Yazdığı mektuplar
geri çevrilir. Başına ücret konduğunu öğrenir ve yamnda bu­
lunan elemanlara da güvenmediğinden yanlarından kaçar ve
toplum içine karışır. Kimliğini gizler. Bir şekilde sınır kont­
rollerinde yakalanır ve hukuk önüne çıkar. İnfaz edilir. Chris­
tian’ın utancı her şeyden önce fakir olduğundan ya da yetim,
öksüz, çirkin olduğundan dolayı insanlar tarafından alaya
alındığından değildir. Daha ziyade suçunun cezasını çekme­
sine rağmen toplumun onu bir türlü kabul etmeyip, dışlaması
utanandandır. Bu utanç onu daha fazla suçlu kılmaya, daha

87
fazla suçun içine doğru sürükler. Utancın her nüksünde duru­
mundan kurtulmak, toplumsal açıdan kabul görmek, her şeyi
yeni baştan kurmak, yeniden yaşama tertemiz atılmak istese
de toplumdan o yardımı alamayacaktır. Kendine uzanan el ol­
mayınca, utancıyla başbaşa kalacaktır.

88
XXIX.

Khaled Hosseini’nin Uçurtma Avcısı adlı kitabında genç bir


çocuğun, arkadaşının nasıl da tecavüze uğradığına şahit oluşu
anlatılır. Elbette korkusundan ona yardım edemez. Ama ar­
tık dostlukları da bozulmuştur. Utanç uzun yıllar boyu onu
takip eder. Burada utanılacak eylem içinde olanla, o eylemi
görüp utanan kişi faklı kişiler olarak sunulmuştur bizlere. Bu
Holywood dünyasının ya da edebiyat dünyasımn önümüze
çıkardığı temel trajik davranışlardan biridir. Sizi utanç içinde
gören bir gözün ebedi tanıklığı, eylemsizliği, utanç eylemine
karşı pasif kalışınız, o utanç eylemini bir yüz kızarıklığı ola­
rak ömür boyu taşımanızı sağlar. Josef K.’da ise bu farklıdır.
Bu eylem ilkin farklı figürde değil, aynı bedendedir. Gerçi eş­
likçiler onun o utanç halini bir öteki olarak görmüşlerdir ama
Josef K. “bir köpek gibi” sözünü kendisi söylemişse (normal­
de bunu eşlikçilerin söylemesi gerekirdi) kendinden kendine
bakarak bir köpek gibi öldüğünü de kabul etmiş demektir.
Josef K.’yı ellerindeki keskin bıçakla bir köpek gibi öldüren
eşlikçiler kafa kafaya verip onun bir köpek gibi öldüğünü dil­
lendirmeleri gerekirken bunu Josef K.’nın kabul etmesi, ona­
ması, dillendirmesi garip kaçmaktadır. Eşlikçilerin onu öldür­
mesinden çok kendi içinden bir Josef K.’nın çıkıp onu infazı
durumudur bu, bu bir “Selbsthinrichtung”, bir “öz infaz”dır.

89
XXX.

Anlatıcı romanın başında Josef K.’nın iftiraya uğradığı, suç­


suz yere tutuklandığı vurgusunu yaparken, romanın ilerleyen
bölümlerinde okur olarak Josef K.’mn davasımn, ona ait da­
vanın seyrini ve bu bağlamda da ona atfedilen suçun ne oldu­
ğunu merak ediyoruz. Roman bu bağlamda bize kendi içinde
gizli ya da kodlanmış bilgileri ortaya çıkarmamızı talep edi­
yor. “Katedralde” bölümünde papazın Josef K.’ya dillendir­
diği gibi yasa bir metinse, metinden dışarı çıkmamak da icap
ediyor. Bu bağlamda roman yani metnin göğü bizlere açıkça
Josef K.’nın suçu hakkında bir şeyler söylemek yerine onun
suçunun neler olabileceği imalarını, parıltılarını sunmayı ter­
cih ediyor. Daha romanın başında Josef K. yatak odasında
Willem ve Franz adında yasayı temsilen gelen bekçilere ne­
den tutuklandığını sorarken, onlardan yeterli bilgiyi alamıyo­
ruz. Onlar Josef K.’ya yasanın en aşağı sınıfından olduklarını,
kendilerine biçilen görevin sadece bu eylem olduğunu, daha
fazlasını bilmediklerini dillendirirler. Bu bir görüştür. Lâkin
geri çekildiklerinde ve Josef K., Bayan Grubachla başbaşa
kaldığında, pansiyon olması hasebiyle odalar birbirine açıl­
dığı ve sesler de rahat işitildiğinden aralık bir kapıdan Bayan
Grubach bu iki yasa temsilcisinin Josef K.’nın tutuklanması
hakkında, daha doğrusu suçu hakkında kendi aralarında ko­
nuştuklarını dillendirir Josef K.’ya. Bu bilgiyi ona sızdırır.

Benimle böyle samimi konuşuyorsunuz madem, Bay K.,


size itiraf edeyim, kapının arkasından biraz kulak kabart­
tım, ayrıca iki bekçi de bir şeyler anlattılar. Sizin mukad­
deratınızla ilgili bir şey bu, ben de dert ediyorum, belki de
üzerime düşenden daha fazla dert ediyorum, oysa sadece
ev sahibenizim. Öyle birtakım şeyler duydum işte, bunların
çok vahim şeyler olduğunu da söyleyemem. Hayır. Tutuk-
lusunuz gerçi, fakat bir hırsızın tutuklanması gibi değil. Bir
hırsız gibi tutuklandığınızda o vahimdir, oysa bu tutukla­
ma... Bana mürekkep yalamışlara mahsus bir şey gibi geli­

90
yor, aptalca bir şey söylersem ne olur kusuruma bakmayın,
mürekkep yalamışlara mahsus bir durum gibi görünüyor,
benim anlayamadığım ama zaten anlaşılması gerekmeyen
bir şey gibi.75

Josef K., Bayan Grubach’a kısmen katılmakla beraber ken­


di değerlendirmesinin biraz daha sivri olduğunu kabul eder.
Sanki olayın akışında yani metnin kaderinde küçük bir deği­
şiklikle suçunun hiç olmayacağını, bu başına gelecekleri ta
başından def edeceğine de kanidir. Olayın seyrinin Josef K.
iradesine bağlılığı onun “gafil avlandığını” (s.59) kabulüyle
ortaya çıkıyor. Bayan Grubach’a şunları söylüyor:
Gafil avlandım, hepsi bu. Şayet uyandıktan hemen sonra,
Anna’nın gelişinin gecikmesine aldırmadan kalkıp da yolu­
ma çıkabilecek kimseyi kaale almadan yanınıza gelseydim,
şayet istisnaen mutfakta kahvaltı etseydim örneğin, şayet
odamdaki kıyafetleri size getirtseydim, kısacası mantıklı
davransaydım, hiçbir şey olacağı yoktu, kaynağında boğu­
lacaktı her ne olacaktıysa. Ama işte insan hazırlıklı olamı­
yor. Örneğin bankadayken hazırlıklıyımdır, oradayken ba­
şıma böyle bir şey gelemezdi, orada kendi özel hizmetlim
var, masamda genel telefon ve ve büro telefonu, insanlar,
mudiler, memurlar sürekli gelip giderler, ayrıca ve herşey-
den önce orada kesintisiz işle meşgul olduğumdan zihnim
uyanıktır, orada böyle bir meseleyle karşı karşıya kalmak
neredeyse eğlence olurdu benim için.76

Mürekkep yalamışlara mahsus bir suç nedir? Görünüşe ba­


kılırsa Josef K. yatak odasında basıldığı ve metin boyunca
Josef K.’nın odasının bitişiğinde Bayan Bürstner’in odasının
penceresinin koluna asılı beyaz bir kadın bluzundan onun
suçunun -gerçek hayatta çapkınlığı gibi- kadınlara fazla düş­
kün oluşu akla getirilebilir. Mürekkep yalamış olmak elbette

75 Franz Kafka, Dava, İletişim Yayınlan, (çev: Tanıl Bora), İstanbul 2018, s.
58.
76 A.g.e, s. 59.

91
metnin dışında Kafka’nın yazma susuzluğuna yöneldiği gibi,
metin içinde de bankada üst görevlerde çalışan Josef K.’mn
mesleğiyle ilgili suçu da içerebilir. Ama ondan daha ziyade
gafil avlandığını kabul ediyorsa ve bankada böylesi gafletin
kendisi için söz konusu olmadığına da vurgu yapıyorsa Josef
K.’nın gafletini bayanların yanında yatak odası tandanslı bir
görüşe indirgememiz de gerekebilir. Biz Josef K.’nın davasım
kaale almasını, davasına sımsıkı sarılmasını beklerken onun
yasayla ilintili bütün kadınlarla cinsel bir arzu içine girdiği­
ni görürüz. Kendi pansiyonunda Bayan Bürstner.’i, davasını
takibe başladığı ve duruşma mekânında orada duruşma ka­
pısında bekleyen, içeri rahat girip çıkabilen temzilikçi kadı­
nı; daha sonra amcası geldiğinde onu avukat Huld’un yanına
götürdüğünde daha kapıda karşılaştığı ve gözüne kestirdiği
avukatın hizmetlisi Leni’yi ayartmakta, davasına odaklanmak
yerine davaya kadınların gücü ile sirayet etme yöntemini seç­
mektedir. Katedralde papaz da bunu farketmiş olmalı ki dava
sürecinde kadınlardan gereksiz yardım beklediğini dillendirir
kendisine.

“Çok fazla başkasının yardımını arıyorsun”, dedi “özellikle


de kadınlarınkini. Hakiki yardımın oradan gelmeyeceğini
fark etmiyor musun? (s.244)

Josef K. kadınların büyük gücü olduğuna inanmaktadır. Ta­


nıdığı bazı kadınlan müştereken kendisi için çalışmaya sevk
edebilse, davadan çoktan yırtabileceğim bile düşünmekte­
dir. Özellikle de kadın avcılardan oluşan bu mahkemede bir
sorgu yargıcına uzaktan bir kadın gösterildiğinde, ona ya­
naşmak için mahkeme kürsüsünü de, sanığı da devirip geçe­
bileceğine inanmaktadır. Gerçek hayatta hele de Franz Kaf­
ka’mn Dava ’yı hangi saiklerle yazdığı, hangi olaylann buna
etki ettiğini bilirsek romanın içinde bu çapkınlığın, Josef K.
çapkınlığının ya da kadın arzusunun (Begehren) davasında
yıkıcı etkilerinde payı olduğunu söyleyebiliriz.

92
Amcasının kızı Ema tüm saflığıyla ona karşı muhabbet
beslerken, onun ve ailesi için en güzeli amcakızıyla belki
de evlilik olduğundan -zira amcası onu vasisi saymakta­
dır- Josef K. evlilik dışı ilişki içine girmekte, haftada bir
zina işlemektedir. Josef K. haftada bir, geceleri sabahın ileri
saatlerine kadar bir şaraphanede garson olarak çalışan ve
gün içinde de ancak yatakta misafir kabul eden Elsa adlı bir
kızla cinsel ilişki yaşamaktadır. Burada Elsa ve Ema isim
benzerliği de dikkat çekicidir. Dönüşüm ’de Gregor ve Grete
nasıl isim olarak biri dişil biri eril ve metinde Jungyen ani-
mus ve animayı okura çağrıştırıyor ve bir bedende iki farklı
personayı imliyorsa, Ema ve Elsa isim benzerliği de bizlere
iyi ile kötünün, iyi kız ve kötü kızın profilini çizmektedir.
Biri fahişeyken diğeri namuslu saf bir kızı imlemektedir.

93
XXXI.

Josef K. her ne kadar suçsuz olduğunu biz okurlara hisset­


tirmeye çalışsa da insanın yaptıklarının başına bela olduğu
bilinmelidir. Suç yasayı çekiyorsa, yasa insanın eylediği suça
yöneliyorsa Josef K. vakasında da bu meseleyi iki defa dü­
şünmek gerekiyor. Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pa­
zartesi adlı romanında romanın harika atmosferi nasıl bize
Santiago Nasar’ın suçlu mu suçsuz mu olduğunu roman bo­
yunca düşündürtüyorsa, hatta Dostoyevski’nin Suç ve Ceza
adlı romanında Raskolnikov tefeci kadını baltayla öldürmüş
olmasına rağmen iyi bir romancının delillendirmeleriyle Ras-
kolnikov’un öldürme eylemine rağmen suçlu olup olmadığını
bugün bile tartışıyorsak Kafka’nın da, Dova’sında da Josef
K.’nın metinde aleni görünmeyen ama metin akışı içinde
dikkatli bir okurun görebileceği suçlarını çıkarma imkânına
sahibiz. Romanı büyük kılan da zaten metnin göğündeki bu
belirsizlik halidir.
Roman boyunca Kafka Dava ile Josef K.’nın suçluluk ve suç­
suzluk şüphesini ve gerçeğini okur önüne çıkarır. İlk tutukla­
ma haberinden, soruşturmalara; davanın ilk görüldüğü sah­
nelerden Titorelli’nin evinde ve katedralde papaz ile yapılan
konuşmalara dek suç ve suçsuzluk birbiri üzerine galebe çalar
durur. Köpekbalıkları kana nasıl koşup gelirlerse, yasayı çe­
ken şayet insanın suçuysa, yasa boş yere halka suç atfetmeyip
ancak suçlu olanları takibe alırsa, onların yanında belirirse
Josef K.’nın muhakkak bu ilke doğrultusunda “bir şey yap­
mış olması”, “bir suç işlemiş olması” gerekir. Sadece Bayan
Bürstner’e karşı değil, Leni’ye ve soruşturmanın yapıldığı
yerde hizmetçi kadına karşı ahlaki, etik suçu da görmezden
gelinmemelidir. Kayıtsızlığı ve saldırgan tavrı, atak hali bir
suçluluk psikolojisi içinde olduğunu gösterir ve soruşturma­
nın olduğu yerde yasayı aşağılayarak işini zora sokar. Soruş­
turmanın olduğu yerde ağzını sıkı tutmadığı için evine gelen
bekçileri ihbar ettiğinden bekçilerin aşağılanması ve dayak

94
yemesine sebep olmuş, bankada dayakçının iki bekçiyi döv­
düğüne şahit olduğunda yasaya rüşvet sunmaya çalışmış, işin
belki de garip tarafı dayakçıyı bekçilerle aynı odada bırakarak
kapıyı kapatıp oradan uzaklaşmıştır. Yasanın merhametsizli­
ğini görmesine rağmen olaya sessiz kalmış, pasif bir hale ge­
çişi, sükûtu seçmiştir. Gündelik hayatta insanlarla ilişkisinin
pek iyi olduğu söylenemez. Hele akrabalık bağları, annesine
karşı sorumsuzluğu -zira üç yıldan beri annesini görmemiş­
tir- onun toplumsal değerleri önemsemediğini de düşünme­
mizi sağlar. Sadece annesini ihmal etmemekte, amcasının kızı
Ema’yı da ihmal etmektedir. İnsani ilişkiler içinde olmaması
toplumsal boyutundan çok varlık olarak kendisine de haksız­
lık yaptığı, asosyal biri olarak egoizminin kendisine de zarar
verdiğini düşündürtür bizlere. İnsani ilişkileri yapay ve me­
kanik olan Josef K.’nın ten hazzını haftada bir, bir genelev
kadınında bulması da dikkate şayandır. Yabancılaşmış, septik
ve herkesten şüphelenen karakteri ile, yıllarca işinden başka
sımıskı kavrayamadığı yaşantısı ile Josef K. suçludur. Diğer
insanlarla kapitalist bir yarış içinde olmak, hiçkimseye gü­
venmemek, insanlarla soğuk bir ilişki içinde olmak, hazzını
ve libidinal arzuları doğrultusunda yaşamı ön plana çıkarmak,
mesleki başarıya odaklanmak ve bundan başka bir şeye fo-
kuslanmamak varoluşsal bir azabı da beraberinde getirir. Bü­
tün bu ahlaki ve toplumsal hatta varoluşsal yozlaşmalar Josef
K.’nın önüne dezavantaj olarak çıkmakta, okur metinde sa­
dece belirli bir suç ararken metne çok iyi yedirilmiş bu gibi
iffetsizlikler, ahlaki yozlaşmalar onun suçunu oluşturmakta­
dır. Josef K.’nın hataları, zayıflıkları, etkisiz ve pasif bir tavır
içinde oluşluğu metnin sonunda infazı için yeterli sebeptir. Jo­
sef K.’nın yaptıklarından çok yap/a/madıklarını da düşünmek
gerekir. Dava ’da yasanın sadece kendisine haksızlık yaptığını
söyleyemeyiz. Kendisi gibi sayısız davah vardır. Bunlar hak­
kında haberdar ediliriz. Tüccar Block, mahkeme koridorların­
da korkularından ve kuşkularından insanlarla konuşma cesa­
reti bulamayan insanlar, hepsi yasanın kıskacında aklanmaya

95
çalışmaktadırlar. Josef K.’nın bu pasif ve insani olmayan tav-
n kendini suçlu hissedip bir gayrede suçsuzluğunu topyekûn
ispata çalışmanın eksikliğinde de görülür. Davasını ciddiye
alması için kendisine sayısız defa dosdan tarafından uyarılar
gelir. Romanın yarısından sonra, davanın da yaklaşık yarım
yılından sonra Josef K. artık davasma odaklansa da bu artık
onun için çok geç olacaktır.

96
XXXII.

Yasa Kapısı bahsi Dava romanının önemli bir parabolü oldu­


ğuna göre Yasa Kapısı önüne gelen köylüyle Josef K. arasında
benzerlikleri bulmaya çalışalım. İkisinin de suçlan nerede ise
birbirine benzemektedir. İkisi de pasiftirler. Yasa kapısı önü­
ne gelen adamın korkaklığı, pısırıklığı, boyuneğişi ve pasif­
liği Josef K.’mnkiyle aynıdır. İkisi de gereksiz aracılardan,
gereksiz insanlardan, -Josef K ağırlıklı olarak kadınlardan-
medet umarlar. Josef K. amcasını araya sokar. Yasaya sızma
hareketinde etkili tüm kadınlardan yardım ahr. Köylü ise yasa
kapısı önünde bekleyen bekçinin kürkündeki pirelerden yar­
dım talep eder. İkisi de yasayı temsil edenlere rüşvet sunar­
lar. Köylü yanında getirdiği erzaklardan yasa kapısı önünde­
ki bekçiye sunar. Böylelikle içeri girebileceğini umar. Bekçi
rüşveti gerçi alır ama kendisi için almaz onu, yaşlı ihtiyarın
bu hususta, yasa kapısından içeri girmek için aklında hiçbir
çareyi denemedim düşüncesi kalmasın diye rüşveti ahr. Josef
K. da bankada bir kilerde kendilerini ihbar etmesi yüzünden
Willem ve Franz adlı bekçilerin dayakçı tarafından dövüldü­
ğünü gördüğünde onlara yardım etmek için dayakçıya rüşvet
teklif eder. Dayakçı elbette rüşveti kabul etmez. İkisi de zorlu
yolu seçmeyip duygularına teslim olurlar. Josef K. arzularını
boşlamaz. Yasa yolunda sıkıntılı insan profili çizmek yerine,
arzulan peşine giden bir kişi özelliği çizer. Yasa kapısı önüne
gelen köylü ise korkulanın ve kararsızlığını ön plana çıkanr.
İkisi de metin sonunda köpek gibi ölürler. Yasa kapısı önün­
deki yaşlı adam takati, dermanı kalmadıktan sonra ve son ne­
fesini gönüllü ayrılmadığı bu yasa kapısı önünde kapıcının
köpeği olarak ölür. Josef K. ise başta itaat etmese de sonunda
yasanın iklimine girerek bir köpek gibi öl/dürül/ür.

97
XXXIII.
Christoph D. Brumme Josef K. ’mn Suçu ve Suçsuzluğu adlı
yazısında Dava’mn temelini aslında Dostoyevski’nin Suç ve
Ceza ’smın oluşturduğunu öne sürer. Josef K. karakteri aslın­
da Raskolnikov karakterinin benzeridir. Tema olarak da bu ki­
tap Suç ve Ceza’ya benzemektedir. Brumme, Dava’mn Josef
K.’nın odasında başladığım “Oda kiraladığı pansiyon sahibe­
si Bayan Grubach’ın aşçısı, ona her sabah sekize doğru kah­
valtısını getiren kadının, bu defa gelmemesinin” (s. 17), Suç
ve Ceza’da şöyle bir ifadede görüldüğüne dikkat çeker: “Pan­
siyon sahibesi iki hafta önce ona yemek göndermeyi kesmişti
ve yemeksiz bir şekilde orada oturmasına rağmen bir defa bile
aklına onun yanma gitmek ve bu meseleyi onunla konuşmak
gelmemişti.”77 Brumme, Josef K.’nın romanın başında “kötü
bir şey yapmamış olmasına karşın” (s. 17) tutuklanmasına rağ­
men Raskolnikov’un katil olduğu bilinmesine rağmen başına
bir şeylerin gelmediğini, Dostoyevski’nin okurları, cinayetin
aydınlatılmasında şahit kıldığını, Kafka’nın somut bir olay ol­
masa da suçu ve de suçsuzluğu parodize ettiğini dillendirir.78
Porfiri Petroviç’in, Raskolnikov’a aman vermeyen ve zekâsıy­
la onu nerdeyse sıkıştıran, kıskacına alan yasa adamının kafka­
esk bir yanı vardır. Yasa kendisinden kaçabileceğiniz bir imkân
sunmaz size. Raskolnikov nasd Porfiri Petroviç’in yani yasamn
soluğunu ensesinde hissediyorsa, yasa Porfiri Petroviç’te vücut
buluyor ve Raskolnikov’a zor zamanlar geçirtiyorsa Dava’da
da şahıslardan çok iklimin bu şekilde bir aman vermez iklim ol­
duğunu görürüz. Porfiri, Raskolnikov’un şüpheli olduğu davayı
çözmekten nasıl zevk alıyor ve varlığını bu davanın seyrine, çö­
zümüne adıyorsa kafkaesk yasamn temsilcileri de her yönüyle
-Tıtorelli’nin odasmda görülen küçük kızlardan katedralde pa­
77 Dostoyevski, Suç ve Ceza, İletişim Yayınları, (çev: Ergin Altay), İstanbul
2002, s. 35-36.
78 Christoph D. Brumme Schuld und Unschuld des Josef K., Der Freitag, des
Meinungsmedium, https://www.freitag.de/autoren/der-freitag/schuld-und-
unschuld-des-josef-k00:00 11.07.2008 Erişim Tarihi 21.01.2019.

98
paza kadar- Josef K.’nın Dava’sına sımsıkı sarılması için çaba
gösterirler ve davarım seyrinde de pay sahibidirler. Porfiri nasıl
gecesini gündüzüne katıp yasayı kendi özel mülkiyeti haline ge­
tiriyorsa Dava ’da da avukat Huld’un yatak odasımn onun bürosu
olduğunu görürüz. Yatak motifinin Dava ’da çok önemli bir yeri
edindiği görmezden gelinemez. Josef K. yatak odasında tutukla­
nır. Yasa, yatak odasma kadar sokulur. Soruşturmanın yapıldığı
yerde hizmetçi kadının ve kocasının özel odası, yuvası, aslında
soruşturmanın yapıldığı yerdir ve soruşturma yargıcı hizmet­
çi kadının elinden gaz lambasını alarak kararlan, soruşturma
tutanaklarını geceyansını uzatarak yazar. İşini bitirdiğinde gaz
lambasını teslim etme amacıyla geceyansı bu hizmetçi kadın ve
kocasının yatak odasma, yatağının başına gelerek onlan izler.
Avukat Huld’un da hasta ve yaşlı haliyle yatak odasında dava-
lannı takip ettiği, hukuk işlerini buradan yürüttüğü görülür. Tito­
relli’nin yatak odası ve yatağı mahkeme kalemlerine açılır.
Brumme, Kafka’nm Dostoyevski romanım bir folye, bir örnek
olarak kullandığım, bazı sahneleri oradan aldığını, detaylar
eklediğini, çağrışım oluşturacak unsurlar karaladığım, kendi
romanının karakterindeki suçsuzluğu bu oyunlarla gizlediğini
dillendirir. Cinayetin çözülmesinde tahminin, sanıların rolü bü­
yüktür. Elbette bir şeylere dayanan, zemini de sağlam olan tah­
minlerin, sanıların cinayeti çözmede fazlalıkla yarar sağlayaca­
ğı bilinir. Porfiri’nin yanılmadığını gördük romanda. Kusursuz
düşüncesiyle cinayeti her şeyiyle çözmeyi başarmış, bunda sa­
nılarının sağlandığını da göstermiştir. Suçluluğun yasal kanıtı
ne kadar zorsa, suçlu da o kadar güçlü kalır. Yasal boşluklardan
elbette sanık faydalanır. Suç ispat edilene, dayanak bulunana,
destek sağlam olana kadar, elde delil muhkem olana değin sa­
nık bu yasal boşluklardan faydalanır. İki romanda da suçtan
kurtulmak için itiraf mekanizmasım çalıştırmaya çalışanların
kadınlar olduğu görülür. Davranışları fahişeler! hatırlatan Le-
ni’nin Josef K.’ya “Bir itiraf yapmak lazım. Bir sonraki fırsatta
itirafta bulunun” (s.174) sözü ile Raskolnikov’un Sonya tara­
fından itirafa sürüklenmesi arasmda da bağ vardır.

99
XXXIV.
Kafka’nın mektupları arasında Babaya Mektup apayrı bir
yer tutar. Adı ve cinsi mektup olmasına rağmen tür olarak
mektup kategorisinde değerlendirilmez. Tür olarak Mile-
na’ya, Felice’ye, Dora Diamant’a, Grete Bloch’a ya da Max
Brod’a, Franz VVerfel’e mektuplar kategorisinde değerlendi­
rilmesi gerekirken içinde Kafka bilerek “avukatlık hileleri”
kullandığından yani mektupların gündelik hayattaki gerçekçi
biçimine kurmaca zehrini kattığından Babaya Mektup Kaf­
ka’mn mektupları kategorisinde değil de kurmaca eserleri
kategorisinde, örneğin Değişim noveli ya da Dava romanı ile
aynı kategoride yer alır. Babasına yazdığı ve babasıyla adeta
bir hesaplaşmayı içeren bu mektuplar korkusundan babasıyla
yüzleşemeyen Kafka’nın onun suçunu yüzüne vurmayı değil
de yazının arkasına sığınarak dile getirdiği bir metin olma
özelliği taşımaktadır. Aklı başında ve yazma kudreti yerinde
Kafka’nın babasıyla yüzleşmesini, onun yasalarını eleştir­
mesini içerir metin. Kendi doğrularına çocuklarını çekmeye
çalışan, babanın şefkatinden uzak, ancak hor ve hakir bir ba­
banın davranışlarını biriktirerek babasını acımasızca eleştir­
mektedir.
Bu eleştirilerin başında da babasının devasa bedeni, güç­
lü fizyolojisi, kendi zayıf bedeni yer almaktadır. Kafka’nın
utancının kökeni de buradadır. Kafka aslında aile içinde yeme
şeklini de babasından ayırarak kendine ait bir yeme kültürü
oluşturmuştur. Vejeteryan beslenmektedir. Baba buna karşı­
dır. Bedeninin zayıflığı babanın istediği yiğit, cesur, güçlü,
evliliğe dönük bir oğulda olması gereken bir beden yapısı
değildir. Bu yüzden Kafka’yı eleştirir. Cılız anoreksik be­
deninden utancının ilk örneğini bizlere Babaya Mektup’ta
babasıyla gittiği yüzme havuzunda görürüz. İkisi de yüzme
bilmeyenlerin bulunduğu yere gireceklerdir ama soyunma ka­
bininde babamn haşmetli bedeni ile Kafka’nın cılız ve aşırı
zayıf bedeni yan yana geldiğinde Kafka utancından kabinden

100
dışarı çıkmak istemez. Baba yüzer geri gelir ve Kafka’yı hâlâ
kabinden bulur, zorla çıkarır onu oradan.

O zamanlar, evet o zamanlar her bakımdan yüreklendiril-


meye gereksinim duyuyordum. Çünkü sadece vücut yapın,
moralimi çökertmeye yetmişti. Sık sık plajda bir kabinde
yan yana soyunduğumuzu anımsıyorum. Ben sıska, zayıf,
ince bir oğlandım; sense iri yarı, uzun boylu, geniş beden­
liydin. Daha bu kabindeki soyunmalarımızda kendime içler
acısı biri gözüyle bakmıştım, hem yalnızca senin karşında
değil, bütün dünya önünde. Çünkü benim için her şeyin öl­
çüsü şendin. Ama kabinden çıkıp plajdaki insanlar arasına
karıştık mı, senin elinden tutan ve küçük bir iskeletten kalır
yeri olmayan ben, güvensizlik içinde ve yalınayak, tramp­
lenler üzerinde dikildim de, sudan korkup senin bana iyi
niyetle gösterip durduğun, ama gerçekte beni utancımdan
yerin dibine geçiren yüzme devinimlerine öykünemeyerek
yerimde kalakaldım mı, o zaman düpedüz umutsuzluğa
kaptırıyordum kendimi;..,79

Bu sayfayı takip eden sayfalarda da yine babasının arka­


daşlarına karşı takındığı utanç verici davranışlarını hayaü
boyunca unutmayacağını dillendirerek şöyle söyler Kafka:

Sözlerin ve yargılarınla bana yaşattığın büyük acı ve utanç


karşısında nasıl düpedüz duygusuz kalabildiğini bir türlü
anlamıyordum, (s.22)

Babanın sofra adabında ya da gündelik hayatta oğluna ve ço­


cuklarına koyduğu yasalara ve kurallara en başta kendisinin
uymadığına dair eleştiriler getirilir Kafka tarafından. Bu bir
çocuk için aynı şekilde yüz kızartıcı bir şeydir:

Ben, hep bir yüzkarası içinde yaşıyordum: ya senin buyruk­


larına uyuyordum, ki bu bir yüzkarasıydı, çünkü buyruk­
lar yalnızca benim için konmuştu; ya da dikkafalı davram-

79 Franz Kafka, Babaya Mektup, Cem Yayınevi, (çev: Kamuran Şipal), İstan­
bul 2007, s. 18.

101
yordum, bu da yine bir yüzkarasıydı, çünkü sana karşı na­
sıl dikkafalık gösterebilirdim; ya da istesem bile dediklerini
yapamıyordum, çünkü sen pek doğal şeylermiş gibi bunları
yapmamı istiyorsan da, ne şendeki güç, ne şendeki becerik­
lilik vardı bende ve bu da kuşkusuz benim için yüz kızartıcı
durumların en kötüsüydü. (s.25)

Dava’mn sonunda yer alan iki celladın daha doğrusu eş­


likçinin Josef K.’yı kalbinden bıçaklayıp öldürdüğünde bir
köpek gibi öldüğü ve utancının da o öldükten sonra devam
edeceği fikri de Babaya Mektupsan alındığı görülür. Kafka,
mağazada toplanıldığında, küçük bir cemiyet oluşturuldu­
ğunda babasının hemen Kafka’yı aşağılamaya başlamasını
utançla anlatır. Bunun kendisinde oluşturduğu utanç ve kor­
kuyu yine Babaya Mektup ’ta şöyle açıklar:

Senin karşında kendi kendime güvenimi yitirmiş, karşılı­


ğında sınırsız bir suçluluk bilinci edinmiştim. Bir yerde bir
kimse için söz konusu sınırsızlığı anımsayarak şu yerinde
cümleyi yazmıştım: “sanki kendisi öldükten sonra da bu­
nun utancının yaşamasından korkuyor”. Başka kimselerle
biraraya geldim mi, öyle ansızın değişemiyor, daha derin
bir suçluluk bilinci içine yuvarlanıyordum; çünkü dediğim
gibi, senin mağazadakilere yaptığın kötülüklerden benim de
sorumlu sayılacağım duygusu, onların gönlünü alma, on­
lardan bir çeşit özür dileme durumunda bırakıyordu beni,
(s.58)

Babaya Mektup ’un her şeyden önce babaya yazılmış, bir ba­
bayla hesaplaşmadan önce Kafka’nın kendi kendiyle hesap­
laşması olduğu bilinmelidir. Kafka babasıyla arasında geçen
her olayda babasını eleştirerek aslında babasının karşısında
yer almış kendisini çözümler. Çocukluğundan, bir çocuğun
babasıyla yüzleştiği ilk anlardan, çocuğun büyüdükçe kişiliği
ve kimliğini oluşturan her duygu durumda babasının ruhu­
na müdahalelerini, ruhunu bir nar gibi açarak anlatır. Sofra
adabından, kız kardeşleriyle ilişkilerine, okuldan ve hukuk

102
eğitiminden dini tavırlarına, nişanlanma ve evlenme sürecin­
den babasının asbest farbrikasında gönülsüz çalışmalarına
kadar kendi sorunlarını açar. Bir nevi katharsis olur. Aslında
babaya bizatihi sunulmak ve babayla hesaplaşmak için tasar­
lanmış bu uzun hesaplaşma mektubunu annesi de, kız kardeş­
leri de bir türlü babaya iletemezler. Max Brod da onu daha
sonra mektuplarla aym cilde koymak yerine içinde “avukatlık
hileleri” olduğundan kurmaca eserlerin olduğu yere istif eder.
Böylece mektubun şiddeti biraz azaltılmış olur. Hiçbir zaman
varması gereken yere varamamış, dillendirdiği şiddetli arzu­
lar hiçbir zaman gitmesi gereken kalbi bulamamıştır.

103
XXXV.

Franz Kafka 1917 Kasımında Max Brod’a yazdığı mektubun­


da Max Brod’un ona şimdilerde ne yapıyorsun sorusu üzerine
basit ve olağan şeyler yaptığını, şehirde, ailede, meslekte, top­
lumda, aşk ilişkisinde, cemiyet veya cemaat içinde kendisini
koruyamadığını dillendirir. Bu naif düşünce ilerleyen zaman­
larda bir acıya dönüşecektir. Yaşanmamış, kendi yaşamına
eşlik eden bu acıyı yüceltmek istemediğini, ama gerçeklerin
ve olayların belli aşamadan sonra ruha baskısının da arttığını
ifade eder. Buradan çıkışın ta çocukluktan beri kendisini yok­
layan intiharın değil, intihar fikrinin bir çıkış olup olmadığını
sıklıkla düşünmesidir. Kafka kendisini intihardan uzak tutan
şeyin süreğen korkaklık düşüncesinin olmadığını, “Sen’e do-
kunamayan Sen, intihar mı etmek istiyorsun? Bu fikri aklına
getirmeye nasıl cüret edersin? Kendini öldürebilir misin? Bel­
ki de buna artık ihtiyacın kalmamıştır”80 gibi anlamsızlıkla
sonuçlanan düşünce olduğunu dillendirir. Daha sonraları baş­
ka düşünceler de bunlara eklemlenir. Artık intihar fikri aklına
bile gelmez. Şimdi artık önünde olan şey karışık umutlar, yal­
nız talih durumları, abartılmış kibirliliklerden öte artık sefil
bir yaşantıdır. Sefil bir ölümdür. “Sanki de utanç o öldükten
sonra devam edecekti” Dava adh romanın son cümlesidir ve
bu yaşantıyı imler.

80 Max Brod, Franz Kafka. Eine Freundschaft. Briefwechsel, Hrsg. Von Mal-
colm Paley, Frankfurt/M. 1989, s. 77.

104
XXXVI.
Kafka’nın becerilerinden birinin de edebi eserlerinde sembol
gücü olduğunu biliyoruz. Bugün postmodem, postyapısal dö­
nemin sonunda bile Kafka’nın eserleri güncelliğini koruyorsa
bu eserlerinde sembolleri, imgeleri çok güçlü kullandığından
kaynaklanmaktadır. Bu semboller metinde yedirildiği için
kapalı bir metin olma özelliği sunar bizlere. Bu çağın işine
gelir. Hangi dönemde bu kapalı metinlere bakılırsa o çağın
perspektifizmiyle yeniden yorumlanır. Örneğin “elma” izleği
Kafka’da önemli bir izlek ve motif olarak gün yüzüne çıkar.
Dönüşüm ’de baba uygunsuz zamanda odasından çıkıp kiracı­
ları korkuttuğundan Gregor Samsa’ya üç elma fırlatır. Hatta
elmalardan biri bedenine saplandığından ileride bedende küf­
lenip böceğin ölümüne bile yol açacaktır. Kafka yorumlayıcı­
ları burada elmanın tesadüfen seçilmediğini, dini ve kökensel
insanlık varoluşuna bir gönderme olduğunu, hatta üç elmayla
Hristiyan teslis düşüncesine; baba, oğul, kutsal ruha atıf ol­
duğunu dillendirirler. Adem nasıl cennetten elma yüzünden o
suç ile tard edilmişse, Gregor Samsa da metinde bir suç işle­
diğinden bedenine elma saplıdır. Aynı durum Josef K. için de
geçerli değil midir? Suçunun ne olduğun dikkatli okumalara
bile neredeyse bil/e/mediğimiz, anlatıcının romanın başında
aleni arkasında durduğu Josef K.’nın suçsuz olduğu ve bir
iftira kurbanı olarak tutuklandığı bize söylense de metinde
Josef K.’nın pek masum olmadığını da görmekteyiz. Örneğin
tutuklanmadan önceki şu cümleleri nasıl yoracağız:
Kendini yatağına bıraku, komodinden güzel bir elma aldı,
onu dün akşamdan kahvaltı için ayırmıştı. Şimdi yegâne
kahvalüsı buydu ve ne olursa olsun, bekçilerin himmetiy­
le o pis gece kahvehanesinden gelebilecek kahvaltıdan çok
daha iyiyidi, ilk büyük lokmayı ısırdığında kendi kendine
böyle telkin etti, (s.47)
Anna’nın o güne dek fire vermeden Josef K.’ya getireceği
kahvaltıyı hesaba katacak olursak Josef K. kahvaltısını bir

105
gün önce elma olarak belirlemiş zaten. Bu ertesi gün An-
na’nın kahvaltıyı getirmeyeceğini, ertesi gün yasamn yatak
odasına dayanacağını bizlere müjdelemektedir. Elmayı bir
gün sonra kahvaltıda yemeye bir gün önce taammüden ka­
rar vermiş birinin yasak meyveyi yiyeceği ve bir gün son­
ra da yediği elma suçu imliyorsa o suçu işlediğini dikkatli
okurlara sunuyor. Aynen Josef K.’nın onuncu ve son bölüm­
de otuzbirinci doğum gününden bir gün önceki akşam saat
dokuzda cellatları kendisini ziyaret etmeden bu sefer kendi
iradesiyle onlardan habersiz siyah elbiselerini, siyah yeni
eldivenlerini takıp onları beklemesi gibi. Eşlikçilerin kendi­
sini ziyaretlerinden haberdar edilmeyen Josef K.’nın adeta
kurban olmaya hazır bir koç gibi kendi kurbanlık elbisele­
rini giymesi, yasanın kendisini siyah elbiselerle ancak ka­
bul edeceği bilgisini de daha önce deneyimlediğinden bunu
şimdi içten gelen bir duyguyla yapması ve “Demek bana
sizleri gönderdiler” (s.255) diye kendini cellatlarına teslim
edişindeki öngörüye benzemektedir.

106
XXXVII.

Josef K.’ya tutuklandığı haberi iletildikten ve Josef K.’dan


da itirazlar alındıktan sonra iki bekçi (Willem ve Franz) ve
müfettişin karşısına çıkar. Suçlu olduğu yüzüne okunduktan
sonra hava biraz kızışır. Atmosfer kötüye bozar. Josef K. bu
adamlann yasamn bir temsilcisi olduğunu düşündüğünden
havayı biraz yumuşatmak amacıyla müfettişle el sıkışmak
ister. Müfettiş Josef K.’nın elini sıkmaz. Aynı hızla Bayan
Grubach ile yaptığı konuşmada günün değerlendirilmesi ger­
çekleştirilirken Bayan Grubach da elini sıkmaz Josef K.’nın:

Elini uzaür mı acaba? Müfettiş bana elini uzatmamışu, diye


düşündü ve kadına öncekinden daha farklı, süzerek bakü.
Kadın ayağı kalktı, çünkü o da ayağı kalkmıştı, biraz afalla-
mıştı, çünkü K.’nın söylediklerinin hiçbiri onun için anlaşı­
lır şeyler değildi... El sıkışmayı da unuttu tabii, (s.59)

Niçin müfettiş de, Bayan Grubach da Josef K.’nın elini sık-


mamaktalar? Elinin sıkılmaması bir suçluya, günahkâra uza­
tılmayan el anlamına mı gelmektedir? İki kişinin Josef K.’ya
hem de kısa aralıklarla elini uzatmayışı, ona yardım etmemesi,
bu davada onun korkmasına gerek kalmayacağı fikrini ondan
esirger mi? Sadece Josef K.’nın uzatılan elinin boşlukta kal­
masından harekede onun suçlu olduğunu çıkarabilir miyiz?

107
XXXVIII.

Arthur Schnitzler’in Leutnant Gustl (“Teğmen Gustl”) adlı


eserinde teğmen Gustl o dönemlerde moda haline gelmiş ve
toplumun eğlence alanında vazgeçemediği, bir geleneği de
imlediğinden Viyana’da bir akşam konsere gidecektir. Kon­
ser bittikten sonra vestiyerde kostümlerin alınması sırasında
çokça kuyrukta Teğmen Gustl sabırsızlanır ve Bay Habesvvol-
İner adında bir fırıncı tarafından aşağılanır. Ağız dalaşı büyür
ve iri yan, güçlü ve yaşlı olan Bay Habeswollner, Teğmen
Gustl’un kılıcının sapım kavrayarak ona haddini bildireceğini
dillendirir ve oradan ivedi ayrılır. Teğmen Gustl korkusundan
bir şey yapamaz ama bu olay onu derinden yaralar. Etrafta
buna şahid olan var mıdır? Çok aşağı sınıftan, basit bir insa­
nın onurunu çiğmesi yüzünden gece boyunca intiharı düşü­
nür. Bu utanç dolu olay aklından çıkmaz. Bu utanç dolu olaya
tanık olan da olmayan da çıksa teğmenin onuru zedelendi­
ğinden, kendi içinde bir hesaplaşmaya girişir. Kendi kendine
karşı da rezil olduğu düşüncesiyle intihar etmeye karar verir.
Kahvaltıya kadar içinde git geller, duygu çalkalanması devam
ederken orada bir haber duyar. Fırıncı akşam geçirdiği bir felç
nedeniyle hayatını yitirmiştir. Utancının bir kanadı, hayatta
o yaşadığı sürece devam edecek utanç durumu ortadan kalk­
mıştır artık. Nasıl sevinir. İntihar etmekten vazgeçer. Utancına
sebep olan bir insanın geçirdiği felçle ölmesine aşın sevinen
Teğmen Gustl onun ölümünü kendi yaşamasına bir bürhan
olarak görecektir. Kendinden alt sınıfta birinin çiğnediği onu­
runu, şerefini sürpriz ölümüyle yeniden kazanmış, kendisine
hakaretin cezasını onun ölmesi olarak biçmiştir. Utancın, bir
utanç durumunun, çiğnenen onurun, yara alan gururun nasıl
da bir canı gerekli kıldığı, insanın kendi arınmasını gerçek­
leştirebilmesi için utancını baki kılabilmek, onurunu kurtara­
bilmek için ölüm suyuyla nasıl yıkanması gerektiği üzerine
çok ilginç bir romandır bu. Dünyada utancını sadece birinin
bilmesi bile intihar edişe bir neden olarak görülebilir. Tanığın

108
olmaması, tanığın ortadan kalkması bu anlamda kişinin öz
affını da beraberinde getirir. Öfkenin, bastırılmaya çalışılan
kızgınlığın fırıncıyı meflûç ettiği ve ölüme ittiği bilgisi bize
verilirken hangi nedenle olursa olsun artık onun ölümüyle
kendi yaşayabilme imkânı burada ön plana çıkar. Artık her
şey ve dünya, yaşama güdüsü ve soluk yeniden anlamlı bir
şekilde kendisine aittir.

Bağırmak istiyorum... Gülmek istiyorum... (Hayaümda bu


kadar mutlu olduğuma inanmıyordum, öldü öldü! Hiçkim-
senin bundan haberi yok, hiçbir şey olmadı! () Esas mesele
o öldü, ben yaşayabilirim, her şey yine benim.81

Kendinden aşağı bir sınıfa sahip olduğu için onuru, gururu,


utancının olmadığı fikrine sahip olmak ne denli doğru bir dü­
şünme tarzıdır. İlginç olan üst mertebede asil birinin düelloya
davet edebileceği kişi de kendisiyle aynı sınıfa, aynı statüye
sahip olması gereklidir (vomehmen Gesellschaft). Düello için
de “satisfaktionsfâhig” yani buna uygun olmalıdır. Aynı sınıfa
ait olmadıklarından şimdi düello imkânı da kalmamaktadır.
Onu ya protesto etme imkânı ya da polise, bir üst mercie şikâ­
yet etme imkânına sahiptir.

Onurun yitmesinin her şeyin yitirilmesi anlamına geldiği dö­


nemlerdir bunlar. Kendinizden aşağıda birinin sizin kılıcını­
zın kabzasını tutarak, size ona karşı çıkma hakkım elinizden
alıyorsa, toplum indinde de onurunuz zedelenmiş demektir.
Toplum indinde gururu ve onuru zedelenmiş kişilerin yapa­
cağı şeyler bellidir. Josef K.’da da olduğu üzere ailenin şere­
fi lekelenmemesi için utanç durumunda olan kişi ya hakkını
veremediği mesleğini terketmeli, askeriyenin şerefine halel
getirdiği için askeriyeden kovulmalı; uzak yerlere sürgüne
gönderilmeli, dış ülkelerden birine Amerika’ya, onu orada ta­
nımayan, bilmeyen bir yerlere tard edilmelidir. Memleketine

81 Arthur Schnitzler, Leutnant Gustl, Gesammelte Werke, Die Erzâhlenden


Schriften, 2. Bd, Frankfurt/M. 1981 s. 336- 337.

109
geri dönememekte çünkü utancıyla ailesi de adlarım lekele­
miş bu kişiyi kendi çevresinde istememektedirler. Bunun en
iyi kurtuluşu da Teğmen Gustl’un aklından geçirdiği gibi onu­
ruyla kendini öldürmektedir. Böylelikle kendini onuru nede­
niyle vuran kişi iyi bir defin eylemini hak edecektir. Gusd’un
aklından geçense kendini gururu nedeniyle öldürdüğünden
tüm garnizonun mezarı başında yirmi saygı atışı gerçekleştir­
meleridir. Toplum tarafından hor görülmek yerine kendisini
bizatihi öldürmek daha akıl kan görünür.

“Şahid yoksa, utanç yoktur" ilkesi ne denli hakikati imler?


Hiç şahit olmasa da insanın kendi içindeki bir diğeri, o vicdan
bir öteki olarak karan vermesi gerekmez mi? Onur Schopen-
hauer’in de dillendirdiği gibi nesnel olarak bizim değerlerimiz
hakkında başkalarının görüşü ve sübjektif olarak da bu görüş­
ten korkumuzu oluşturuyorsa02 yargıyı veren, bizi dışarıdan
değerlendiren birisi olmadığı sürece içimizdeki gurur, onur
ve utanç rahat nefes mi alacaktır? “Hiçkimse bir şey görme-
diyse, bir şey olmadı demektir” ne denli doğru bir yargıdır?
“Şahid yoksa, utanç yoktur” ilkesi yanlış gibi gözükmektedir.
İyi bir vicdan dışarıda kendine şahit aramaz. Vicdanın olduğu
ve insanın içinde adalet yasası varsa hiçkimse olmasa da o
onuru ve gururu ve utancı kendi iç mahkemesinde devreye
girip, kendi hakkında cezayı kendi keser.

82 Arthur Schopenhauer, Aphorismen zur Lebensweisheit, Insel Tashebnuch


1976, s.68.

110
XXXIX.

Georg Büchner’in Woyzeck’i utancı en iyi işleyen dramalardan


biridir. VVoyzeck sefil, fakir biridir. Eşi Marie ise para düşkünü,
istenç hırsına sahip, gözü dünyalıklarla doymayan bir kadındır.
Çocukları da olduğundan VVoyzeck sadece berberde kalfa ola­
rak çalışıp, zenginlerin maskarası olmaz, ikinci üçüncü derece­
den işler yapmaya devam eder. Marie’yi ve çocuğu doyurmak
kolay değildir. Eşi Marie’nin kendisini borazancı ile aldattığı­
nın da farkındadır. Meyhanede dans ettiklerinde cinnetin dibini
boylar. Akıllı biri olmaktan bilinç akışı ile konuşan, çıldıran,
artık varlığı bir yük olarak taşıyan birine doğru evrilir. Utancı
drama boyunca sık sık okura gösterilir. Berberde yüksek askeri
kıdeme sahip birinin kendisini utandırmasını, eşinin kendini al­
dattığı bilgisini kendisine vermesiyle yerin dibine geçişi anlatı­
lır. İsterik bir kadın, gözü doymak bilmez bir açlığın içinde olan
Marie eylemlerine devam eder. Ömrünü kendine feda eden
VVoyzeck’in çıldırması, aklını yitirmesi, gündelik hayatında
artık yanılsama ve sanrılar duymasıyla utancıyla arınabilecek
midir? Tarlada, kırlarda çalıştığında yağmurlu bir havadan son­
ra ağaçların dibinde mantarların aralıklarından gelen “Marie’yi
öldür, Marie’yi öldür” sesleri aslında kimsenin duymadığı sa­
dece kendisinin duyduğu bir sestir. Marie’ye ve onun açgöz­
lülüğüne para yetiştirmek için kendisini “Untermensch” bile
yapacaktır. “Untermensch” kavramı “insandan aşağı”, üstün
insan değil de “belhüm adal” olarak hayvanla koşut bir durumu
imler bizlere. Tıbbi projelerde, tıbbi araştırmalarda denek olur,
saçları dökülür. Güçten takatten kesilir. Bir merkep ya da may­
mun halini ahr. Kitle ona bir hayvan gözüyle bakar. Her şey bir
anlamda eşinin açgözlülüğünü gidermek, çocuğunu doyurmak
için yapıhr ama bunun da bir sının vardır. Utanç içinde bir ya­
şantıdan sonra iç sesi, sannlan iyiden iyiye artınca Marie’yi bir
göl kenannda defalarca bıçaklar. Bıçağını göle atar. Bulunacağı
vehmiyle bıçağı arayıp bulup daha derinlere atmaya çalışırken
boğularak ölür. VVoyzeck’i bir nevi utanç öldürür.

ııı
XL.
Max Brod Über Franz Kafka (“Franz Kafka Hakkında”) adlı
çalışmasında Kafka’nın utancını baba korkusuna dayandırır.
Baba konusunda özgüvenini yitirdiğini, hatta onun karşısın­
da korkudan kekelediğini, sözlerini yanyana getiremediğini,
özgüvenini yitirdiği için de sınırsız ve sonsuz bir suçluluk
duygusu kazandığını dillendirir. Bu sınırsızlığı ve suçluluğu
ifade etmek için de Dava ’mn sonunda yer alan “Utancı ken­
dinden sonra da devam edeceğinden korkuyordu” cümlesini
yazmıştır.83 Kafka bu utançtan kurtulmak için ömrü boyunca
çok denemeler, çabalar göstermiştir. Babasının yaşadığı alan­
dan uzaklaşmaya çalışmakta, hatta babasının etkisi kendini
o kadar etkilemiş ki edebi eserlerinin hepsinin adını Fluch-
tversuch von dem Vater (“Babadan Kaçış Çabalan”) olarak
adlandırmak istemiştir.

Bunun bir özyargılama (Selbstjustiz), özdava (Selbstgericht),


özsuçlama (Selbstschuldigung) olduğu unutulmamalıdır. Ro­
man boyunca aslında suçsuz olduğu bize söylenen Josef K.
kendini suçlu hissedecektir. Kendi kendini yargılamanın gü­
zel bir örneğini sunar bizlere. Felice ile bozulan nişanın bir
özdavaya, kendini yargılamaya (Selbsthinrichtung) gittiği
metin içinden donelerle görülebilir. Romanın başında Franz
adlı bekçinin geçmesi, soruşturma hakiminin Franz Kafka’nın
yaptığı gibi geceler boyu olup biteni kaleme alması, yasa ka­
pısını temsil eden romandaki tüm karakterler gibi Kafka’nın
da bir adalet adamı, bir avukat olması gibi tüm konular meme
yedirilmiş bir kendiliği ifşa eder bizlere.

Dava’mn Franz Kafka’nın kendi davası olarak, kurmacaya


Josef K.’nın davası olarak yansıdığı açıktır. Görünürde bir
mahkeme aranmakta, aklanmaya çalışılmaktadır, lâkin bu
davanın her şeyden önce Josef K.’nın kafasında ve zihninde
geçen bir dava olduğu bilinmelidir. Fakir bir çatı katında ger­

83 Max Brod, Über Franz Kafka, Fischer Verlag, Frankfurt/Main, 1991, s. 29.

112
çekleşen dava için Avusturya ve Alman isimleri olan “Dach”
sözcüğünün insanı, insan zihnini imlediği bilinmelidir. “Ev”
(Haus) tabiri “insan teki” olarak kullanılır. Bizim kültürde,
tasavvufta nasıl “vücut-hanem”, “vücut-evim” kullanılıyorsa,
Almanca’da “Dach” yani “çatı katı” sözcüğü ile insan tekine,
onun zatına göndergeler vardır.

Eberhard Schmiedhâuser yazdığı Kafkas ‘Der Prozess’. Ein


Versuch aus Sicht des Juristen (“Kafka’nm ‘Dava’sı. Bir Hu­
kukçu Bakış Açısıyla Çözümleme Denemesi”) adlı makalede
bu insan-çatı katı ilişkisini eşeler. Bu hususa özel bir değin­
mem gerekecektir. Şaşırtıcı bir şekilde Dava’da iki mekan
belirir önümüzde. Birincisi Josef K.’nın bir gün suçsuz ve
iftiraya garkolmuş bir vaziyette metin boyunca arayıp durdu­
ğu mahkeme salonu, bir diğeri ise fakir bir hanenin üstünde
çatı katında gerçekleşen dava. Aslında bir bakıma çatı katında
gerçekleşen dava için Josef K.’nın kendi zihninde gerçekleş­
tiği söylenebilir. Bu davada Josef K. gerçek hayatta Kafka’nın
da yaptığı gibi kendi zihninde gerçekleştirdiği bir soruşturma
ve yargı ile kendisini eleştirir/yargılar.

Felice’nin nişanını bozma suçluluğunun Askanischer Hafta


Felice onu rezil ederek, utancını daimi kılarak nasıl sunmuşsa
bizlere, Kafka gizlediği şifrelerle, imgelerle, metinlerle, met­
nin kurgusunu öyle geliştirerek büyük yazar olduğunu bizlere
gösterir. Metinde gördüğümüz adamların Josef K.’yı infazı,
aslında Felice Bauer’in geri çekilmesiyle akim kalan bir ni­
şanın dökümüdür.

113
XLI.

Çatı katında gerçekleşen mahkemenin davası hususunda


Eberhard Schmiedhâuser Kafka’nın ‘Dava’sı. Bir Hukukçu
Bakış Açısıyla Çözümleme Denemesi adlı makalesinde Jo­
sef K.’nın davası ile ilgili ilginç fikirler sunar bizlere. El­
bette başlangıçta Josef K.’nın amcası yeğeninin davası ile
ilgili bilgileri kızından mektup yoluyla aldığında bir hışımla
onun yanına çıkagelir ve onu bürosunda, bankada yakalar.
Davasının tasdikini ister. Doğrudur, bu bir “ceza davasf’dır
(Strafprozess). Bu dava Josef K.’ya kalsa öyle bilindik mah­
keme önünde kotarılan davalardan değildir. Bilindik davaları
biraz açacak olursak bilindik mahkemelerde, seyirciler, avu­
katlar, mahkeme görevlileri, yargıç önünde kotarılanlardan
değildir. Bilindik davalar çünkü devletin organları olan belli
yerlerde gerçekleşir. Josef K.’nın davasında o hususta şüphe
vardır. Bu şüphe ilk kez amcasıyla avukat Huld’un yanma
gittiklerinde tedirgin Josef K.’nın avukata sorduğu insanı
şüpheye iten şu soruda kendisini gösterecektir: “Siz Adalet
Sarayı’nda olan mahkemede çalışıyorsunuz değil mi, çatı
katı olanda değil?”84

“Çatı katındaki dava”, “çatı katındaki mahkeme” böylece


avukat Huld ve Josef K. tarafından onaylanmış olur. Eberhard
Schmiedhâuser Josef K.’nın takip edildiği, suçlu bulunduğu,
sıkıştırıldığı mahkemenin nasıl bir mahkeme olduğu hususun­
da şunları söyleyecektir: Josef K.’nın amcası bile K.’nın da­
vasının derinliğine dalındığında ne yazık ki olumlu ve umutlu
görüşlerde olamayacaktır. Hatta Josef K.’ya “Sana baktığım­
da neredeyse şu atasözüne insanın inanası geliyor. Böylesi
bir dava sahibi olmak, onu çoktan kaybetmek anlamına ge­
liyor”^. 345)

84 Eberhard Schmiedhâuser, Kafkas “Der Prozess”. Ein Versuch aus der Sicht
des Juristen in: Hrsg. Ulrich Mölk, Literatür und Recht, Literarische Rech-
tsfalle von derAntike bis zur Gegenwart, VVallstein Verlag, Göttingen 1996,
s. 416.

114
Schmiedhâuser amcanın gayretlerinin sönmesi hususunda Jo­
sef K.’nın “çatıdaki mahkemenin” özel türde bir mahkeme ol­
ması gerektiğini, bilinen ve korkulan ve hiçkimsenin de hak­
kında konuşmayı sevmediği bir mahkeme olması gerektiğini
söyler (s.345). Dikkat çeken bir bilgi de Avusturya ve Alman
dilindeki kullanımlarda “evin” (Haus) “insan” (Mensch) ye­
rine kullanılmasıdır. Schmiedhâuser gündelik hayatta Alman/
AvusturyalI arkadaşların “Du altes Haus, du” dediklerinde
“Seni eski ev, seni” dediklerine dikkat çeker. “Fideles Haus”
kullanımında olduğu gibi “şen şakrak bir insanı” kastetmekte­
dirler. “Gelehrtes Haus” ile “akıllı insanı” kastettikleri; “tolles
Haus” ile de “savurgan insanı” kastettikleri bilinir. Hepsinde
de “Haus” yani “ev”, “insan” olarak kullanılmıştır.85

Bu bağlamda sadece evin anlamı değil çatının anlamı önem­


lidir. “Çatı katındaki mahkeme”de “çatı” sözcüğü nasıl bir
rol oynamaktadır. Ortaçağ Almancasında çatının kafayı,
zihni temsil ettiği bilinir. Bugün bile Schmiedhâuser’e göre
çatı-zihin ile ilgili kullanımları Alman dilinde bulmak müm­
kündür. “Jemandem eine aufs Dach geben” birebir Türkçeye
çevrildiğinde “birinin çatısına bir şey vermek” gibi anlamsız
bir şey çıkar ortaya ama bunun doğru anlamı bu bir idiyom
olduğundan “Birini kınamak, birini azarlamak”tır. Yine “eine
Dachschaden haben” birebir Türkçeyle “çatısında bir hasar
olmak” anlamını taşısa da doğru çevirisi “deli olmak, akıllı
olmamak” anlamına gelir. Biri “Dem fehlt’s im Dachstuhl”
derse bu birebir çeviride “onun çatı sandalyesinde bir şeyler
eksik”tir ama doğrusu yine bizde de idiyom olan “onun tah­
tası eksik” olarak verilmelidir. Tüm bu bilgilerden hareket­
le Schmiedhâuser Josef K.’nın mahkemesinin herhangi bir
çatı katında vuku bulmadığını, bunun Josef K.’nın zihninde,
kafasında gerçekleşmiş bir mahkemenin simgesi olarak yo­
rumlamamız gerektiğini dillendirir. Metin, kendi kendiyle

85 Lutz Röhrich, Lexikon der Sprichwörterlichen Redensarten, Taschenbucha-


usgae, Freiburg i.Br. u.a. 1977, s. 398 (Sprichwort mit Haus).

115
yaptığı bir kavga olarak okunabilir. Kendi kendine bir “yasa”
ve “mahkeme” olduğunu da. Kendi kendini itham ettiği ve
suçladığını, kendini suçluluk duygusundan kurtaramadığını
söyleyebiliriz Josef K.’nın (s.345). Josef K.’nın “çatı katın­
daki mahkeme”si onun zihninde canlandırdığı mahkemey-
se, kurgu gerçekliğinde yoksa yani bunu kurguda kuruyorsa
onun hasta olduğuna ve paranoyak belirtiler gösterdiğine kani
olabiliriz. Bu sürenin de hastalık süreci (Krankheitsprozess)
olduğu düşünülebilir. Eberhard Schmiedhâuser söz konusu
çalışmasında çatı katındaki mahkemenin aslında K/nın has­
talıklı öz mahkemesi olduğuna dair sıkı ipuçları bulur. Amca­
sının K.’nın davasından haberdar olduğunda ve mahkemesi
olduğunu öğrendiğinde onun mahkemesinin aleni ve bilindik
mahkeme olmadığım, başka bir mahkeme ve dava olduğunu
öğrendiğinde dava hususunda K.’ya eskisi kadar baskı uygu­
lamayacaktır. Bunu artık bir kader olarak görür, buna boyun
eğmek gerektiğinden boyun da eğer. Yeğenine şehirde kalma­
masını, köye gelmesini, kafasım dinlemesini, yasanın şehirde
inşam buluşu ile köyde buluşu arasında fark olduğunu; şe­
hirde yasa insanı ansızın yakalarken, yasa köye gelene dek
gücünden çok şey kaybedeceğini, yasanın hükmünü köye, o
uzaklara geçirmek için gücünden azalmalar yaşayacağım dil­
lendirir. Bununsa yasanın gücünde etkiyi hafifleteceği, o ara
Josef K.’yı kurtarmasa da, ona nefes aldıracağını dillendirir.

116
XLIL
Josef K.’nın suçunun ne olduğu hususunda onun kendi zihninde
canlandırdığı ve çatı katındaki mahkemenin de devamı sayıla­
cak suçun temelini Schmiedhâuser’e göre yargıç Hasterer oluş­
turur. Otuzuncu yaş gününde bu paranoyak düşüncenin temelini
ona doğum günü hediyesi ve sürprizi olarak hazırlanmış şaka­
nın yer aldığı söylenebilir. Bu fikir Schmiedhâuser’e göre Josef
K.’mn müdürü Rüger’e dayanır. Rüger, K.’yı Hasterer’le “kol
kola görmüştür” (Arm in Arm gesehen). Rüger, dikkatli okurla­
ra Josef K.’mn Hasterer ile homoerotik bir ilişki içerisinde oldu­
ğunun şüphesini ve ipucunu sunar. Josef K.’mn müdürü Rüger’i
anlamamaya çalışması, Schmiedhâuser’e göre birinci davanın
tarzıdır. Bunu “bastırma” olarak görür psikologlar. Bir başka
taraftan da K.’mn yaşanüsma böyle bir şekilde devam etmesi,
K.’mn meyhaneye daimi olarak gitmesi, gecelerini bu şekilde
geçirmesi uygun bulunsa da K.’mn otuzuncu yıl/doğum günün­
den bir gün öncesi bu meyhaneye gitmediği gözükür (s.348).
“Savcı” başlıklı fragman bölümde yine Schmiedhâuser’in
dikkatiyle durumu yorumlayacak olursak Hasterer’in Josef
K.’mn tutuklandığı günün sabahı Bayan Grubach’ın pansi­
yonda belirdiğini bizlere gösterir. Amacı Josef K.’nın 30. yaş
gününü kutlamaktır. Josef K. bir gün öncesinde meyhaneye
gitmediği ve Hasterer’le birlikte kol kola eve gelmediği için
Hasterer onun ziyaretine gelir. Evde Bayan Grubach’ın ye­
ğeninin asker akrabasımn, Lanz’ın kalmış olmasının da evde
hiç boş yer olmadığı fikrini bizlerde oluşturur. Bu alışıldık
olmayan nedenler Josef K.’mn kahvaltısını alışıldık zamanda
almamasına neden olur (s.349).
Akşam Hasterer ile belki de aynı yatakta yaşanan neyse sabah­
leyin karşı komşuların da dikkatini çeker bu ve Josef K.’nın
takip edilme kompleksini (Verfolgungswahn) kırbaçlar. Uyan­
dığı, güne başladığı zamanlarda karşı pencereden yaşlı kadın,
yaşh adam, genç keçi sakallı birinin voyeurizmine, gözetie-
mesine maruz kalır. Hasterer, Lenz ile Josef K.’yla diyalogu
sürdürmeye çalışırken K.’nın eli ayağına dolanır (s.349).

117
XLIII.
Josef K.’nın müdürünün Josef K.’yı ve Hasterer’i kol kola
görmesiyle metinde tutuklandığı suçun homoerotik, homeo-
seksüel bir suç olup olmadığı hususuna taşır bizi. Josef K.’nın
metinde kadınlara karşı, heteroseksüel ilişkileri görülür. Bu
hususta Josef K.’nın kadınlara karşı bir arzu duymadığı söy­
lenemez. Bayan Bürstner’e, avukatın sekreteri Leni’ye, hayat
kadını Elsa’ya hatta üstü örtülü bir şekilde pansiyon sahibesi
Bayan Grubach’a karşı arzulu (Begehren) davrandığını gö­
rürüz. Müdürün Josef K.’yı Hasterer ile “kol kola görmesi”
bilgisi okura neden verilir diye bir soru sorulduğunda metnin
ve de başkahramanı Josef K.’nın suçunun büsbütün zemininin
homoerotik suça dayandırmak gibi bir duruma iter bizleri. Ya­
tak odasında başlayan ya da bir şekilde yatağın sebep olduğu
sonuçlara itilmiş başkahramanlarla başlayan Kafka metinleri
suçun yatak odası ile bağlantısını gösterir bizlere. Değişim de
yatak odasında başlamıştır. Dava’da da Josef K.’nın tutuklan­
ması en mahrem alan olan yatak odasındadır. Yatak odasında
yargı kurulur ve Josef K. sorgulanır. İki bekçi ve bir de mü­
fettiş tarafından suçluluğu yüzüne okunur. Karşı apartmanda
beliren dikizleyiciler, cinsellikle bağlantılı bir durumu izler
gibi meraklarına yenik düşerler. Pencere yaşlı kadından, yaşlı
adama ve gence (Hasterer olduğunu söyleyen Germanistler
var) iyice kalabalıklaşır. Kitlesel bir voyeurizm durumu söz
konusudur burada.
Eberhard Schmiedhâuser çalışmasında bir hukukçu gözüyle
Josef K.’nın Hasterer ile homoerotik ilişki içinde olduğunu
ve bu yüzden de cezalandırıldığını dillendirir. Josef K.’mn
paranoyak olduğu, yeri geldiğinde gerçekliği yitirdiği söyle­
nir; şizofrenik bilinci metnin içinde Kafka’mn bilinçli tercihi
olarak metni zorlaştırmak ve çözümünü kolaylaştırmamak
çabasının bir ürünü olarak gözükebilir. Josef K.’nın suçu­
nun Schmiedhâuser’in üzerinde durduğu homoerotik suça
indirgeyecek olursak onun mahkemesi ve davanın o mutad

118
davalardan ve suçluluk durumundan farklı bir durum olduğu,
ahlaken bunun her görülen toplumlarda sonunda yasanın bu
suçu işleyeni bir şekilde hor gördüğü, infaz ettiği çözümleme­
si ile de verilmiş olur. Kapalı toplumlarda, ahlaka çok değer
atfedilen toplumlarda, dini değerleri önemseyen toplumlarda
homoerotik suçlar köken suçlar olarak görülür. Lut kavmin-
den, zevkleri peşine düşen ve hemcinslerine karşı arzuyu ka­
bartan toplumlara dek bunların göksel felaketlere nasıl düçar
oduklarım görebiliriz. Dinler homoerotik suçu günah saymış
ve evliliği, çocuğun oluşmasını, aileyi ve toplumsal iyilikleri
önemsemiştir. Homoerotik bir suçun Josef K.’ya isnad edil­
mesinde amcasının sülale adının lekelenme endişesi de anlam
kazanmaktadır. Elbette her suçta bir lekelenme söz konusudur
ama Kafka’nın babası, ya da amcaları gibi sert Yahudi, maço
erkeklerde oğulun gerçek hayattaki böylesi bir eğilimi bırakın
düşünmesini, kurmacada bile bu düşünce ve böylesi bir suç
sülalade tolere edilebilir değildir.

Böylesi bir dava ya da mahkeme görmüş bir sülalenin utancı


kolay kolay silinemez. Böylesi bir dava ve mahkeme de top­
lumda dışlanmış ve kabul görmemiş, belki hiç affedilme im­
kânı bile bulamayacak böylesi bir suçun böylesi bir bedenden
çıkması, utancın o öldükten sonra da devam etmesi anlamına
gelir. Homoerotik suç, dini toplumlar için de, yasalarını ona
göre tanzim etmemiş toplumlar için de bir anlamda suçtur ve
toplum indinde böyle bir suçla ölmek utancı kişi öldükten
sonra bile devam ettirir.

119
XLIV.

Saul Friedlânder Kafka. Utanç ve Suçluluğun Şairi adlı ki­


tabında yıllarca ağırlıklı olarak da Max Brod’un Kafka tere­
kesine sahip olmanın bahtsızlığından onun homoerotik, ho­
moseksüel arzularını edebi eserlerinden sildiği ve yok ettiği
görüşüne sahiptir. Friedlânder’e göre Kafka’nın günlükler ve
mektuplarında görülen şu K.’mn (sansüre rağmen) hayatında
cinsellik büyük yer edinmektedir. Bize her ne kadar onun aziz
olduğu aşılanmaya çalışılsa da yine Friedlânder’e göre Kafka
“kadın arkadaşlarıyla cinsel ilişkiden korkuyordu, hatta açık
açık iğreniyordu”86 kendi deyimiyle bunu bir ceza olarak gö­
rüyordu. Bazı eleştirmenler hatta onun iktidarsızlığından bile
bahsediyorardı.87

86 Saul Friedlânder, Kafka. Utanç ve Suçluluğun Şairi. İthaki Yayınlan, (çev:


Tuğçe Aysa), İstanbul 2015, s. 13.
87 A.g.e., s. 13.

120
XLV.

Kafka, Milena’ya yazdığı mektupların birinde “Ben kirliyim


Milena, son derece kirli, bu yüzden saflık hakkında bu kadar
bağırıyorum. Kimse cehennemin en dibinde olanlar kadar saf
şarkılar söyleyemez, meleklerin sandığımız şarkılar, aslında
onlanndır”88 diyerek bu homoerotik meylinin izdüşümlerini
mektupta vermiştir. Friedlânder bir şeyin Kafka’ya işkence
ettiğini, ama daha fazlasını söyleyemediğini, ancak bütün
kaynakların suçluluk duygularının onun etrafında yapılan
somut cinsel girişimlere değil fantezilere, hayal edilen cinsel
ihtimallere işaret ettiğini gösteriyor bizlere.89

Friedlânder birçok yorumcunun arada sırada Kafka’nın haya­


tındaki eşcinsel dürtüleri üstü kapah bir şekilde ima ettiğini
ama Mark Anderson’un bu imaların ötesine geçtiğini, eşcin­
selliğin Kafka’mn hayatının ve işinin merkezinde olduğunu
düşünen tek yorumcu olduğunu bizlere söyler.90 Kafka, her
ne kadar yaşamında kadınlan ön plana çıkarmışsa da günce­
lerinin, mektuplarının ve kurgulannın farklı dürtülerle yaptığı
dolaylı imalar ile dolu olduğu görülür.91

Friedlânder, Kafka’nın güçlü bir şekilde savaştığı (fakat bas-


tınlmamış, yani bilinçdışı olmayan) eşcinsel dürtülerin ve
muhtemelen çok daha rahatsız edici cinsel fantezilerin Franz
Kafka’nın hayatı boyunca var olmakla kalmadığını, Kafka
bunun tamamen farkına varsa da varmasa da biraz da çeşit­
li kişisel meselelerde az etkili olduğunu söyler. Friedlânder,
Dava ’nın son cümlesi için de iyi saklanmış semboller olarak
utancın kullanılışını örnek göstermektedir. Kafka’nın otobi­
yografisinde var olan şeyler kurmacasına öyle bir yedirilir ki
iyi bir kazı bize o sembollerin açılışını kolaylaştırır. Kafka’nın

88 Saul Friedlânder, a.g.e. s. 14.


89 A.g.e, s. 14.
90 A.g.e, s. 14.
91 A.g.e, s. 14.

121
utancının, suçluluk hissinin, özellikle kendini karalamasının
ve suçlamasının Dava ’mn sonucunda “bir köpek gibi” cümle­
siyle verildiğini; utancın insan öldükten sonra da devam etme
meselesini de; Kafka’nın dünyasında hiçkimsenin masum ol­
madığına yormamız gerektiğine vurgu vardır.92

Saul Friedlânder’e bakılacak olursa Sander Gilman Kafka’nın


kendi bedeninin, zamanının eksikliklerini ve utanç verici
özellikleriyle şekillenen antisemitik hayal gücünü nitelediği
tipik bir Yahudi bedeni olmasından dolayı utanç duyduğunu
dillendirir.93 Yahudi bedenlerinin o zamanlarda kadınsı ve fe-
minen bir beden olarak görülmesi, hastalıklı görünmesi adet­
tendi. Friedlânder’a göre Gilman, Kafka’nın erkek Yahudile-
rin kadınlaştırılması tartışmasının ne kadar güçlü olduğunun
farkındaydı. Kültürel anlamda asimde edilmiş Yahudilerin
kaderi hastalıklı, kadınsı ve verimsiz olmaya mahkumdur.94

Aynı kitapta Max Brod ile Milena arasında gerçekleşen mek­


tuplaşmalarda Kafka’nın korkusu üzerine çok dikkate şayan
şeyler yazılıdır. 1911 yılının ya Ocak ya da Şubat aylarında
yazılan mektup şöyledir:

Korkusunu tüm benliğimle anlıyorum (Milena A.S.). Daha­


sı, o korkusu her zaman oradaydı, benimle tanışmadan önce
de, beni tanımadığı onca zaman da oradaydı. Onu tanıma­
dan önce korkusunu tanımıştım. Kendimi ona karşı, onu an­
layarak korudum. Franz (Viyana’da) yanımda olduğu dört
gün boyunca bu korkuyu yitirdi. Üzerine güldük. Biliyorum
ki hiçbir sanatoryum onu iyileştirmekte başarılı olamaya­
cak. Hiçbir zaman sağlıklı olamayacak Max, bu korkuyu
taşıdığı sürece olamaycak. Ve psikolojik takviyede bu kor­
kunun üstesinden gelemez çünkü korku bu takviyeye engel
oluyor. Bu korku yalnızca bana değil, utanmadan canh olan

92 A.g.e, s. 16.
93 A.g.e, s. 55.
94 A.g.e, s. 55.

122
her şeye karşı (auf alles was schamlos lebt) işliyor, ete karşı
da mesela. Et fazlasıyla örtülmemiş (enthüllt); görüntüsüne
bile dayanamıyor.95

Tutuklanma hadisesinin Josef K.’nın yatak odasında olurken


aslında kendi odasında değil de bir bitişik oda olan Bayan
Bürstner’in odasında olduğu gözden kaçmamalıdır. Josef
K.’yı yatak odasında tutuklayıp Bayan Bürstner’in odasında
sorguya çekmek suçun Bayan Bürstnerle bağlantısı şüphesine
de itmektedir bizleri. Josef K.’nın libidinal arzusu ve Bayan
Bürstner’in Bayan Grubach’ın söylemine bakılacak olursa
“aşüfte olduğu” (s.40-41) sözler, kısa sürede önüne gelen
her erkekle çıkabilme potansiyeli yaşanan Bayan Bürstner’in
odasında soruşturma yapmasını anlamlı mı kılmalıdır? Bu­
radan bir mesaj çıkarabilir miyiz? Bayan Bürstner’in önüne
gelen her erkekle çıkmasını ve Josef K.’nın da bilmediğimiz
iffetsiz tavırları mı yasayı bu haneye çekmiştir?

Bayan Grubach, Bayan Bürstner’in iffetsiz olduğunu söyledi­


ğinde Josef K.’nın sözünü kesip bu yerde iffetsiz aranıyorsa
ilkin kendisini örnek göstermesi, bu pansiyonda bizim bilme­
diğimiz daha nice iffetsizliklerin olduğunun göstergesi midir?
Josef K.’nın, iffetsizler pansiyondan atılacaksa ilkin kendinin
atılması gerektiği çıkışı bir itiraf mıdır?

Bayan Bürstner’in Dostoyevski romanlarındaki fahişe ve


Meryem ana ikilemini içinde barındıran Sonya’ya benzetmek
gibi onu Dava ’mn temeline mi koymuştur? Sorun sadece Ba­
yan Bürstner’in iffetsizliği değil, romanın sonunda düğüm ön­
cesi bir şahsiyet olarak önümüze çıkmaktadır. Cellatlara karşı
sonuna kadar direnen Josef K. son sahnede Bayan Bürstner’i
gördükten sonra (o olup olmadığı da kesin değildir, ona ben­
zemektedir) mücadeleyi bırakır; Bayan Bürstner görüldükten
sonra artık direnmenin bir anlamı kalmamaktadır. Kurban
kendini cellatlarına teslim etmektedir. Josef K. yasaya boyun

95 A.g.e., s. 83-84.

123
eğer. Direnmenin beyhudeliğini fark ediş için çözücü karakter
Bayan Bürstner’dir. Saul Friedlânder bu hususta çok ilgi çeki­
ci bir tespitte bulunur:

Genç kadının ortaya çıkışının K.’yı direnmek yerine onu


ölüme giden yolda takip etmeye ikna ettiği bu gizemli bölü­
mün olası bütün yorumlarından biri, Goethe’nin Faust’unun
ikinci kitabının son satırlarını anımsaüyor; Faust’un öldüğü
ve ‘gizemli koro’nun ‘Ebedi dişi/Bizi yukarı çekiyor’ diye
ilan ettiği kısmı. Bu gizli bir kefaret mesajı olarak da anla­
şılabilir, bu da Josef K.’nın ‘bir köpek gibi’ ölümünün de
aşikar önemini çürütür. Goethe’nin kurtuluş bildirisinin iro-
nik bir şekilde ele alınmış olması daha muhtemeldir. Burada
‘Ebedi Dişi’ kutsal Bakire Meryem ya da saf ve azize olan
Margarathe ile temsil edilmiyor, onlar yerine Josef K.’nın
kendisini takip ettiğinden muhtemelen haberdar olmayan
ve aniden yan sokağa sapan, erdemleri tartışmaya açık bir
genç hanımla temsil ediliyor. Burada ‘ebedi dişi’ cehennem
azabına götürüyor.96

Kafka’da homoerotik duygulara geri dönecek olursak onun


Oskar Pollak, Franz Werfel, Yitzhak Löwy, Robert Klopsto-
ck ile bir ilişki içinde olduğu söylenmektedir. Bu duygular
sadece homoerotik duygu olarak kalmamış, heteroseksüel
duygular hatta Saul Friedlânder’e bakılacak olursa sübyancı
ve pedofili örnekleri bile eserlerinden çıkarılabilecektir. Bu
bağlamda Kafka’nın bir “aziz” olarak düşünülmesinden çok
hatta sadomazoşist eğilimleri olan biri olarak da görüldüğü
vakidir. Eserlerinde, güncelerinde de sadomazoşist eğilim­
ler, azımsanacak yekûnda değildir. Güncelerinde sevgilile­
rine gönderdiği kendi çizimi olan işkence sahneleri, işkence
aletleri insanları cidden korkutur ve dehşete düşürür. Acı
çekme/çektirme işkence etme/ettirme sahneleri hemen he­
men çoğu eserlerinde yer ahr Kafka’nın.

96 A.g.e., s. 90-91.

124
XLVL

Adomo da Prizmalar ’ında, hele de bunun Kafka bölümünde


(“Aufzeichnungen zu Kafka”) Dava romanının kendisinin za­
ten dava üzerine bir dava olduğunu dillendirir. Kierkegaard’ın
Korku ve Titreme’sinden etkilenmiştir. Kafka’nın yazı ahla­
kına göre yasa, insan (kaderi) üzerinden betimlenir. Adomo
bu bağlamda Kafka’nın habitusunda yaşayanlara pek de şans
düşmediğini sözlerine ekler. Örneğin Dava’da adalet tanrıça­
sından söz ederken aslında onun savaş ve av tanrıçasının da
kendisi olduğu görülür. Adalet için tanrıçanın gözü bağlı ve
elinde tuttuğu terazi de adil olması noktasında sabit bir yerde,
hareketsiz durması gerekirken, savaş ve av tanrıçası da olma­
sı onun adaletini nasıl geçerli kılabilir? Josef K. Titorelli’nin
yanma vardığında çizdiği adalet tanrıçasının yerinde sabit
olmadığını görünce şaşınr. Terazinin hareket halde doğruyu,
adaleti, hakkı gözetme imkâm bulunmaz. Hele de aynı tanrı­
çanın bir de işi hareket olan av tanrıçası olduğu düşünülürse.
Hiçbir zaman bu üçlü tanrıça karışımından bir adaleti bekle­
me imkâm bulamaz insanoğlu.97

97 Theodor W. Adomo, Prismen. Kulturkritik und Gesellschaft. Gesammelte


Schriften, Frankfurt/M., 1997, (Aufzeichnungen zu Kafka) s. 255-287.

125
Kafka’nın Dava’sının ilk baskısı. Schmiede Yayınlan 1925.

126
XLVII.

Kafka’nın Almanca Dava kavramını, kendi zamane kulla­


nım şeklindense yani ProzeB şeklinde yazmak yerine neden
Process diye yazdığı hususunda ilginç argümanlar var. Kaf­
ka’mn, yaşadığı dönemde genel geçer olmayan ve gündelik
hayatta kullanılmayan Process kavramım bilinçli seçtiği, Pro­
cess kavramının tam da ortasında duran “C” harfinin K, yani
Kafka’yı veriyor olması üzerine de görüşler bulunmaktadır.
Kendini böylelikle bir söz oyunuyla da Dava’nın merkezine,
ortasına yerleştirmiş olur.90

98 Bodo Pieroth, Recht und Literatür, Von Friedrich Schilier bis Martin Wal-
ser, C.H.Beck, Müchen 2015, s. 86.

127
XLVIII.

Bodo Pieroth, Dava’da küçük mahkemelerin büyük olandan


çok farklı bir anlama geldiğini dillendirir. Kafka da günce­
lerinde farklı mahkemelerden söz eder. Adaleti ilgilendiren
bütün sözcüklerin metaforik anlamlan da vardır. Örneğin
“yasa” sadece dünyevi yasayı değil göksel, tannsal yasalan
imlemenin yanında bilinç, vicdan, üst-ben, mutlak, sonsuz ya
da çok başka şeyler için de kullanılmış olabilir. “Suç”un hu­
kuki anlamı yanında dini, ahlaki, etik ve psikolojik anlamlan
olduğu ortadadır."

99 A.g.e., s. 88.

128
XLIX.

Josef K. tutuklandığı sabah iki nöbetçi ve bir de müfettiş


onu Bayan Bürtner’in odasında sorguya çektiklerinde Bayan
Bürstner’in penceresinde bir bluzun asıldığı görülür. Bu bluz
daha sonraki aşamalarda pencereden kaldırılacaktır. Pencere­
deki kadın bluzu, karşı pencereden bu pencereye bakan voyeu-
risder (üç kişi), bluzu bir cinsellik objesine doğru çekmektedir.
Felice ile iki nişan bozulduktan sonra 1919 yılında Kafka, Julie
Wohıyzeck ile nişanlanma işine girdiğinde babası bu nişanlan­
manın hızına kesinlikle karşı çıkar ve Kafka’ya hakaret eder.
Onun onuru ve gururuyla oynar. Bu hakaret Babaya Mektup ’ta
bize şöyle anlatılır: “O kadın Praglı Yahudi kadınların yaptığı
gibi herhalde üzerine şirin bir bluz giydi, sen de hemen onunla
evlenmeye karar verdin tabii. Üstelik de bir an önce, bir hafta
içinde, yarın hatta bugün. Ben seni anlamıyorum, yetişkin bir
insansın, bu şehirde yaşıyorsun ve karşına çıkan ilk kadınla
evlenmekten başka bir çözüm bulamıyorsun”100
Calasso, Hüküm öyküsünde kaldırılmış eteğin, baba ile oğul ara­
sındaki sahnede “şirin bir bluza” döndüğünü dillendirir. Buraya
kadar belki de insan onuru ve gururu çiğnenmemiştir. Utanç
insanın ruhuna gelip de eklemlenmemiştir. Ta ki devam eden
öyküde olmayan şu diyaloğa kadar: “Başka seçeneklerin yok
mu? Seni korkutuyorlarsa ben de seninle gelirim.”101 Baba oğlu­
na sırf bu evlilikten vazgeçmesi için, aşkının daha doğrusu Julie
ile ilişkisinin bir saman alevi ilişkisi olduğunu düşünerek onu
geneleve yönlendirmektedir. Bundan korkarsa geneleve gider­
ken bile eşlik edeceği sözü bir oğul için utancın en büyük aşa­
masıdır. Demek ki Bayan Bürstner’in (daha doğrusu Kafka’mn
nişanlı olduğu Felice Bauer’in de) penceresine asılan bluz o ka­
dar masum bir izlek değildir. “Şirin bir bluz” kaldırılmış eteğin,
erotizmin, pornografinin daha doğrusu cinselliğin yerini alır.
100 Roberto Calasso, K., Everest Yayınlan, (çev:Leyla Tonguç Basmacı), İs­
tanbul 2016, s. 126.
101 A.g.e., s. 127.

129
L.

Salman Rushdie’nin Utanç’ı ismi P. olarak verilen ve muh­


temelen Pakistan’ı belirten ülkede geçen bir romandır. Anlatı
olarak Şeytan Ayetleri’nin hazırlayıcısı olduğu da bilinir bu
romanın. Masalsı bir anlatı biçimiyle elbette Doğu’nun ikli­
mini de romana katarak iki farklı adamın aileleri arasında bir
anlaşmazlık anlatılır. Bunlardan biri çok sevilen, takdir edilen
savaş komutanı, diğeri de zevkinin peşinde koşan dizginsiz
bir aşıktır. Rushdie onur ve aşağılanma arasında geçip giden,
gururun ve utancın yer değiştirdiği bir toplumun arkeolojisini
kazır bizlere.

Pakistan gibi bir devletin dini, politik etkisi altında kalan


gündelik hayatı da Utanç adlı bu romanda anlatılır. Modem
bir masal gibi örülen bu romanda Rushdie kendi toplumsal
ve dinsel eleştirilerini romanda okurlara sunar. Rushdie’nin
aile trajedilerinde erkeklerden çok kadınlara rol biçildiğinden
utancı yaşayan kişiler çoğunlukla kadınlardır. Orijinal Pakis­
tan dilinde “Sharam” olarak geçen utancın sadece utancı da
anlatmadığı, utançtan daha fazla şey dillendirdiği de bilin­
melidir. Rahatsızlık, nezaket, alçakgönüllülük ve kısıtlama,
dünyada sağlam bir yere sahip olma hissi, bunların hepsi bu
sözcüğün anlam sınırları dahilindedir. Rushdie’nin Utanç’ı
Pakistan üzerine, Pakistan politikası, dini ve insanları üzerine
hayal gücüyle örülmüş ama gerçeğe aşırı yakın karakterlerin
de görüldüğü bir roman aurası sunar bizlere.

130
LI.

Calasso’nun Dava’da Josef K.’nın utancıyla ilgili tespiti şu,


ilginç bir yorum olduğu için aynen alıyorum:

“Bundan sonra Josef K. ardı ardına çeşitli hatalar yapar. Önce


davaya, acı verici, haysiyetsiz bir külfetmiş gibi, ‘küçümse-
me’yle bakar. Davanın sefil yönlerinin karşıtlık yoluyla da­
vanın ihtişamını ima ettiğini anlamaz. Sonra, Avukat Huld’un
‘aylardır’ bu dava üzerinde çalışır gibi yapmasını seyrettikten
sonra davaya doğrudan müdahale etmeye karar verir. Dava
ona bankada yapması gereken sayısız işlemden biri gibi gö­
rünür. Eğer göründüğü gibi, gerçekten ‘büyük bir örgütse’,
onunla uğraşmak ‘büyük bir iş’ olacaktır ve tüm işler gibi
kârla veya zararla sonuçlanacaktır. Dolaysıyla ‘olası bir suça
ilişkin’ düşüncelerle ilgisi olmayacaktır. Zaten Josef K. bu
noktada düşüncelerinde çarpıcı bir noktaya ulaşır. “Ortada
suç diye bir şey yoktu”. Suç ve iş birbirinden çok ayrı alanlara
ait olan kelimelerdir. Josef K. parlak memur tavrıyla haya­
tını bankayla ilgili bir iş gibi ele almaya karar verir. Josef
K.’nınki, akılcılık gibi görünen bir hezeyandır. Josef K. bir
bankayla özdeşleşir. Ancak hemen sonrasında yine mahcubi­
yet verici bir mahremiyet duygusuna döner. K. dilekçesini tek
başına yazmaya karar verdiği anda, o belgenin genel anlamda
bir itirafa benzeyeceğini fark eder. Bu da onda ‘utanç duygu­
su’ yaratır - ölüm cezasının infaz edilmesinden sonra ‘hayatta
kalacak’ olan o aynı utanç duygusudur. Davayla ve davayla
bağlantılı yazıyla ilgili tüm hikâyelerin ana unsuru utançtır.
Geliştikleri ortam budur. Soluyabileceğimiz sadece iki çeşit
hava vardır: cennet havası ve utanç havası. Âdem’in soluduğu
hava türü de sadece ikidir”.102

102 A.g.e., s. 186-187.

131
LII.

Josef K.’nın Bayan Grubachla konuşurken tutuklanmasını


yani yasayı temsil eden yetkililerce gafil avlanmasını garip
bir teze dayandırdığı gerçektir. İnsanın iradesiyle her şeyi ya­
pabileceği, küçük ve anlık müdahalelerin ya da gecikmelerin
insanın hayatında sonsuz garip vakalara sebep olacağını da
okuruz metinde. Josef K. uyku ile uyanıklık arası o ara, uyan­
maya yakın bir durumda yakalandığından gafil avlanmıştır.
Bu hal elbette daha ruhun kendine gelemediği bir hal olması
hasebiyle uyanık ve bilinci yerinde aklını toparlamış ve bir
avcı gibi tetikte olan nöbetçi ya da müfettişe göre dezavantajlı
olmak demektir. Calasso da katılır bu teze. Josef K. yataktan
biraz erken kalkabilseydi, uyandığı anda biraz hızlı davrana-
bilseydi tutuklanmanın önüne geçebilecekti.103 “Gleich” yani
“hemen” sözcüğünün durmadan vurgulanması, olabilecek­
lerin önüne geçebilmek bakımından önemlidir. Akıllı davra-
nabilseydi olacakların önüne geçebilecekti. Burada Calasso
devreye girer ve metafiziği şöyle açıklar: “Bu cüretkâr bir
metafizik tezdir. Kadim zamanlardaki olmak korkusu, uyan­
ma anında, yani olacak olanın kaynağında yakalamr. Ve bu
her şeyi kapsar, çünkü dünyamn kendi de ‘olacak’ bir şeydir.
Ama uyanma bir özelliğin varlığını gerektirir, o da ancak ha­
zırlıklı olanların güvenebileceği tepki hızıdır.104

103 A.g.e., s. 204.


104 A.g.e., s. 204.

132
LIII.

“Gafil avlanmamak” ve “olaylar karşısında hazırlıklı olmak”


peki neyi gerektirir? Olaylar karşısında hazırlıksız oluşluk
insanın mayasında varsa ve sırf bu yüzden de kendini bir da­
vanın içinde buluyorsa bundan kurtuluşun çaresi nedir? Akıl­
lı olmak demek Calasso’ya göre hazırlıklı olmak demektir.
Tersi de geçerlidir. Bunun için bir ofise ihtiyaç vardır. İnsan
ofiste hazırlıksız yakalanamaz. Ofiste tetiktedir. Uyanıktır,
dinçtir, başına bu türde olaylar da gelmez. İnsan ofiste nasıl
uyuyamazsa, kurallara uyup, akılı davranıp orada zindeyse,
kendi yatak odasında o mahremiyetinde garip olaylarla kar­
şılaşmaya başlıyorsa akıllı olamamanın da sınırlarını geçiyor
demektir. Olayların aklın istemediği yönde seyri sizin akıl
dışı alana çekiliyor olduğunuz, paranoyaya kapıldığınız, ger­
çekliği yitirmeye başladığınız anlamına da gelebilir. İnsan
her şeyin normal seyrini elden kaçırırsa normal dışı eylemler
gerçekleşir. Mantıklı alanlardan mantık dışına, akıllılıktan de­
liliğe geçildiği gibi insan kendi deliliğinden aklım kullanma
yoluyla kurtulabilir. Josef K. bunu yapamamıştır. Gafil av­
landığı, akıllı davranamadığı için mantıkdışı olayların seyri
çorap söküğü gibi ilerlemiş ve kader onu infaza itmiştir. Josef
K.’nın “en riskli an” dediği o an uyku ile uyanıklık arasında
daha doğrusu uyanmaya yakın o masum andır ki -belki de
yasaların yasasına göre suçlu an- Josef K.’nın zayıf oluştu­
ğuna, gafil avlanmasına, akılsızca davranmasına ve kaderinin
olumsuz anlamda seyretmesine de bu kısa an sebep olmuştur.

133
LIV.
Ingmar Bergman’m Shame (Utanç) filmi bizlere nordik top­
raklarda evli iki entelektüel kişinin yaşadıkları kişisel deği­
şimleri anlatmaktadır. Kendi hallerinde, kırsal bir alanda,
kendi seralarında, bağlarında ürün yetiştiren ve bir grup dost­
larıyla da önemli kültürel aktiviteler içinde olan ikilimiz re­
jim değişikliği nedeniyle, daha doğrusu bir iç harb nedeniyle
karşıt fraksiyon (düşman) grubu ceberrutuna maruz kalır. İs­
panya iç savaşında olduğu gibi politik bir olay nedeniyle in­
sanların öldürüldüğünü ve karalandığını, zorla kendilerinden
inandıkları görüşün aksi iddiaları alınarak, onların ileride bu
demeçler yüzünden hayatlarının karartıldığını görürüz film­
de. Düşman grup evlerini yerle yeksan etmeye, yağmalamaya
geldiklerinden televizyon ekibi ile zorla çekim yapılır ve ka­
dına baskıyla inanmadığı şeyler söyletilir. Bunun çekimleri
alınır ve makastan da geçirilerek sanatçıları toplumsal linçe
tabi tutarlar. Halk, askerler tarafından toplanıp sorguya çe­
kildiğinde bu onların aleyhine bir delil olur. Ama bu zaten
kurulu, uydurulmuş bir röportajdır. Buna kimse bakmamıştır.
İdam edilecekken, fraksiyonun başı bu sanatçı aileyi tanıdı­
ğı ve kadına karşı da boş olmadığı için onları ölümden kur­
tarmıştır. Aile o düşman lidere borçlanmıştır. Lider belli za­
manlarda evlerine gelir ve kocasının yanında karısını baştan
çıkarmaya çalışır. Hatta içki de içtiklerinden kocanın sızdığı
bir zamanda, başka bir yerde cinsel ilişkiye girerler. Hayatta
kalma borcu kadın tarafından böylelikle ödenmiş olur. Koca
uyandığında ikisinin evde olmadığını görür, karısına sesle­
nir, ahırdan çıktıklarına şahit olur. İlişkiye girdiklerini anlar.
Komutana buradan hınç duyar. İlginç olan komutan yüksek
meblağda bir parayı belki de emeklilik parasını kadına getir­
miştir. Kadın o parayı masanın üzerine koyar. Kocası da onlar
ilişkideyken parayı cebine atar.
Soyguncu başka bir çete, komutanın yüksek meblağda para­
sından haberdar olmuştur ve baskın yaparak bu parayı almak

134
isterler. Komutan eve gelir ve parayı tekrar almak ister. Kadın
masanın üzerinde parayı bulamaz. Kocasına sorar. Kocası iki­
sine karşı kin duyduğundan, karısıyla ilişkiye girmiş komu­
tandan öç almak istediğinden paranın nerede olduğunu söyle­
mez. İnkâr eder. Askerler evin her yerini ararlar. Evi yerle bir
ederler. Yakıp yıkarlar. Parayı bulamazlar. Koca paramn hiç
olmadığını dillendirince, komutanı öldürme işi kocaya düşer.
Koca hiç çekinmeden komutanı öldürür. Sonra bu zor zaman­
larda insanlarda vahşet görülmeye başlanır. Koca esir düşen
bir askerin makineli tüfeğini ondan bir şekilde alıp onu öldü­
rür. Sanatçı olarak başladıkları yerden bir canavara dönüştük­
leri, katil oldukları, öldürmekten çekinmedikleri, ellerini kana
bulamaktan sakınmadıkları bir evreye geçerler. Komutandan
kalan bu parayla bu distopik, klostrofobi k ölümün nefes aldı­
ğı yerden kurtulmak için kayıkçıya bu parayı verirler. Kayıkçı
ve içinde başka yolcular az ekmek ve su ile cesederin arasın­
dan yollarına ilerlerler.

Bergman Skamen (Utanç) adlı bu filmde ideolojik bir zorlukta


kendi fıtratlarını, ruhundan, karakterinden sapan kişilerin na-
sd canavarlaştığım gösterir bizlere. Şiddetin olduğu, açlığın
baş gösterdiği yerlerde insan utancın kalbine ilerlemektedir.
Gizlendiği ve saklandığı yerde yüzü ortaya çıkar insanın.
Maskeler düşer ve şeytanlaşır. Utanması gereken, yüzünün
kızarması gereken durum işte bu durumdur.

Skamen filmi kapağında da görüldüğü gibi utancın bir kalem­


le üzeri çizildiği bir filmdir. Filmde entelektüel aile insanlığın
düştüğü yer ve zamanlarda utancı kurtarmak yerine kendileri­
ni kurtarmayı seçmişlerdir. Kafka’nın Dava’sında insan kur­
tulmaz, onun yerine utanç kurtarılır. Ama Skamen filminde
utanç değil utanç duygusunu yitirmiş ve artık canavarlaşmış
insanlık kurtulur.

135
136
LV.
Dava ’nın bitirilmemiş bölümlerinde hele de Savcı adlı bölüm­
de çok ilginç bilgiler vardır. Josef K. meyhanede gedikli müşteri
olmasının avantajıyla da burada içinde yargıçların, savcıların ve
avukatların da olduğu bir toplulukla buluşmayı mutat hale getir­
miştir. Pek genç birkaç memur ve avukat yardımcısı da yenilerde
bu topluluğa girdikerinden henüz topluluğun alay ya da eğlence
konusu durumundadır. Bu toplulukta edindiği bilgiler öyle ge­
liştirir ki Josef K.’yı hukuk üzerine, adalet ya da davalar üzerine
ehlileşir. Konuşmalarda bir yerde fikir aynşmazlığı, danışılması
gereken bir husus olduğunda Josef K. ’ya danışılır. Zamanla Josef
K. damşma mercii olmuştur. Bu topluluktan bankada işine yara­
yacak birçok şey öğrenmiş, mahkemeyle arasına da kendisine
yaran dokunacak ilişkiler kurmuştur. Buna rağmen akla gelen
deli soru şudur: Meyhanede kendilerine ait bir masa oluşturacak
kadar savcılarla, avukatlarla, yargıçlarla dostluğu ilerletmiş Josef
K. kendi dava sürecinde bu dostluklan neden topyekûn yürürlü­
ğe sokmamıştır? Gerçi iki bekçi ve bir de müfettiş romanın ba­
şında odasmda (Bürstner’in de odasında) ona tutuklandığı habe­
rini verirlerken Josef K. savcı Hasterer’in onun dostu olduğunu,
bir telefonla ona bağlanmasının mümkün olup olmadığım, bu sü­
reçte savcı Hasterer’in kendisine faydasının dokunup dokunma­
yacağım sorar müfettişe. Müfettişin kayıtsızca tutumu ve bunun
hiçbir faydasının dokunmayacağı sözleri Josef K.’yı kızdırır. Bu
kızgınlıkla da savcı Hasterer’e bağlanmak ya da ondan yardım
almak düşüncesi akim kalır. İlerleyen bölümlerde amcası köyden
çıkıp gelir ve tanıdığı avukat Huld’u dava için sorumlu kılar.
Bir taraftan da Josef K. homoerotik suçu Hasterer ile işlediy-
se savcı Hasterer de Josef K. kadar suçlu olduğundan kendi­
ni davadan dışarıda tutamaz demektir. Onun da davası büyük
ihtimalle başka bir roman sürecinde akıp gidecektir. Günahın,
suçun içinde olan ve homoerotik suç işleyen birinin artık savcı­
lığı kalmamakta diye bir düşünce de aklımıza üşüşmüyor değil.
Belki bu yüzden savcılık gibi önemli bir müessese Josef K. ile
müfettişin konuşmalarında müfettiş tarafından baside alınır.

137
LVI.

Josef K. ile savcı Hasterer meyhanede o kadar yakınlaşırlar ki


bu dostluk herkesin dikkatini çeker. Geceleyin uzun uzun yü­
rüyüşler, Josef K.’nın bile bir türlü alışamadığı kol kola gez­
meler, Hermann Kafka’yı cüssede andıran bir heybete sahiptir
Hasterer. Savcı bölümünde “hatta geceleri sık sık evine kadar
Bay Hasterer’e arkadaşlık edebiliyordu K.. Ama bu dev gibi
adamla kol kola yürümeye bir türlü alışamamıştı. Hani Savcı
Hasterer onu pelerininin altında saklayabilir de kimse farkına
varmazdı”105 diyerek onun haşmetini, yüceliğini, iriliğini dışa
vurur. Dostluk ilerler. Savcı Hasterer ile Josef K. ayrılmaz bir
bütün oluştururlar. Hatta Hasterer’in evine vardıklarında Has-
terer’in sevgilisi Helene orada zamanla dışlanır. Josef K.’nın
Hasterer ile evdeki ilişkisi o denli artar ki Helene ikinci plana
itilir. Bir kuma gibi hisseder kendini. Burada da libidinal bir
arzu göndermesi sezilir. “Hatta sonraları evdeki konumu (He­
lene’nin A.S.) giderek sarsılınca, çaresiz kalarak K’ya yak­
laşmaya, Hasterer’i kıskandırma numaralarına bile girişmeye
başlamıştı.” (s.240) “Helene’nin evdeki konumunu sarsacak”
(s.240) bir durum olsa olsa artık dostluktan belki de bir aşka,
homoerotik duygulara sarkacak bir duygu durumudur. Zaten
bu aşın yakınlaşmadan da meyhane topluluğu, banka müdürü
Josef K. ile konuştuklarında iğneleyici bir şekilde onunla ho­
moerotik suça gönderme yaparak konuşmaktadırlar.

105 Franz Kafka, Dava, Cem Yayınevi, (çev: Kamuran Şipal), İstanbul 2005,
s. 237.

138
LVII.

Josef K.’nın başlangıçta, aslında infazının yaklaştığı ana


kadar da davasına sımsıkı satılmadığını, hep bankacılığın
yanında ikincil bir işmiş gibi mahkemeyi önemsemediğini
yayımlanmamış bölümlerden görebilmekteyiz. “Elsa” adlı
bölümde, mahkeme ile Elsa arasında tercih yapmak durumu
söz konusu olduğunda Josef K. hazzı, arzuyu, kadınları seçip
mahkemeyi unutur. Yargıçın, bütün bir kalabalığın kendisini
beklediği bir mahkeme tahayyülünde oraya gitmeyerek onları
düşkınklığına düşürmek pahasına mahkemeyi umursamaksı­
zın canımn istediği Elsa’ya doğru yola çıkar. “Bunun üzerine
K. yavaş yavaş mahkemeyi unuttu” (s.244) ya da “Mahke­
meyi pek düşündüğü yoktu” (s.245) cümleleri mahkemeyle
ilişkisi bulunan bir memurun ona mahkemeden getirdiği mek­
tubu hiçbir neden ileri sürmeden paramparça etmesi (s.257)
Josef K.’nın seçimini de ortaya koyması bakımından önemli
cümlelerdir. Mahkemeyi önemsemeyen, mahkemeyi unutan
Josef K. mahkeme tarafından infazını da kolaylaştırmış olur.

139
LVIIL

Josef K. suçunu itiraf etseydi taşocağında ilk celladın başı


üzerinde gezdirdiği keskin bıçağı onların elinden alıp kendi
bedenine saplama cesaretini bulabilir miydi? Yargı ’da Georg
Bendemann suçunu itiraf edip babasımn kendisini yargılama­
sına kendini cezalandırarak cevap verir. Suçunu itiraf ettiğin­
den kendini köprüden aşağı atma, intihar etme cesaretini ken­
dinde bulur. Burada Ingeborg Henel’in görüşleri de dikkat çe­
kicidir. Tezi şudur Henel’in: Josef K. suçunu itiraf etseydi bir
köpek gibi ölmez, sonunda Yargı öyküsündeki gibi hakkında
verilen yargıyı kendisi yerine getirecek gücü bulabilirdi. An­
cak, suçunu itiraf cesaretini gösteremediği için, hakkında ve­
rilen yargıyı sineye çeker ister istemez. Mahkemenin kararma
boyun eğer. Ne var ki K.’nın ortadan kaldırılması, iki cellat
tarafından idamı ebedi yaşama götürecek bir ceza değildir.”106

106 A.g.e., s. 294.

140
LIX.

Hermann Hesse’nin Klein ve Wagner romanı utancı ikiz ruh


karmaşası ile önümüze seren ilginç bir romandır. Bir banka
görevlisi ve iyi aile babası Friedrich Klein bankada evrakta
sahtecilik ve çalıntı paralarla, yanına bir de tabanca alarak
trenle Güney’e doğru yol alır. Bir İtalya şehrine varacaktır.
Vardığı yerde dansçı Teresina ile tanışır. Zihni karışık oldu­
ğu için de hep Emst August Wagner adlı bir öğretmeni dü­
şünür. Bu öğretmen bir katliam gerçekleştirmiş ve ailesini
öldürmüştür. İlginç olan da şudur ki metnin bu aşamasından
sonra Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi Klein, VVagner’e dönüşür.
Kendisini onunla özdeşleştirdiğinden onun zaten o olduğu
düşüncesi okurun kafasında dönüp durur. Ruh karmaşası eşli­
ğinde aslında içsel hayatını düzenlemek, kendi içine dönmek,
iç huzurunu elde etmek için yolculuğa çıkmıştır ama bir türlü
o huzuru bulamaz. Şüphe peşini bırakmaz, korku ve suçluluk
duygusu, utanç onu hep takip eder. Uzun süre düşündüğü in­
tiharım gerçekleştirir ve kaçtıktan bir hafta sonra yakında bir
gölde kendini öldürür.

Klein’m utancı iyi bir baba ve koca, bir bankacı statüsünden


Wagner’in daymonik ruh durumuna geçip aynı felaketi elin­
deki tabancayla kendisi de ailesine karşı yapmış olmasıdır.
İyiliği bırakıp kötü biri, melekliği bırakıp şeytan olması utan­
cıdır. Bu iki ruh arasında kalmış olmak, ikiz ruh karmaşası
Klein’a huzur vermez. Daymonik yam zaten onu rahatsız et­
tiği için iç huzurunu bir türlü bulamaz. Bundan kurtuluşu da
o daymonik yanı imha etmekten geçer. Utancı belki böylece
kurtulmuş olacaktır.

141
LX.

Soğanı Soyarken adlı otobiyografisinde gençliğinde Nazi


gençlik kollarına kısa süreliğine bağlı kaldığını dillendiren
Günter Grass, kendi söylemiyle uzun süren bir hakikati, için­
de bir sır gibi yıllarca taşıdıktan sonra ifşa ederek rahatla­
dı. Nobel Edebiyat Ödüllü yazarın ödülü bile geri alınmak
istendi. Faşist gençlik kollarda aktif yer almış yazara Nobel
Edebiyat Ödülü nasıl verilebilirdi? Verilmişse de hemen geri
alınmalıydı. Grass’m edebi tarzını, dilini ve konularını bilen­
ler sadece Teneke Trampet ’le bile o faşizmin musiki çarkına
bir çocuğun tenekeden yapılma trampeti ile çomak soktuğunu
bilirlerdi. Ödülün onda kalması gerektiğine inananlar da az
değildi. İkinci Dünya Savaşı dönemi insanı öyle bir korkunç
atmosfere itiyordu ki, insanlara bu girdapta başka bir seçenek
kalmıyor muydu? O korkunç zamane ruh anakronik bir oku­
maya tabi tutulmadan şimdi milenyum zihniyle ve rahadığıy-
la anlaşılabilir miydi? Grass, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
içinde bulunduğu örgütün nasıl bir korkunç örgüt olduğunu
anladığını dillendirmektedir. Dünyada böylesi bir felaket es­
tirmiş ve milyonlarca insanın ölümüne neden olmuş bir tira­
nın gençlik kollanna bağlı olmak, insanlar sizi zorla oraya
sürüklemiş ve zorla kaydettirmiş dahi olsalar, korkunçtu ve
bunun utancı da Grass’a aslında yetmişti. O İkinci Dünya Sa­
vaşı zamanında bunu idrak etmişti ama bunun itirafı kaç yıl
sonra gelecekti. Kalbinde yıllarca böyle bir utançla yaşayan
bir insanın artık dayanamayıp bu itirafı kendi otobiyografi­
sinde yapması, bütün eleştirileri de göz önüne almak cesare­
tini de göstererek bunu yapması, kendi vicdanını teskinden
öteye gidemezdi. Utancıyla yüzleşti Grass. Sırrını faş ederek
rahatlamıştı. Uzun süre beklemiş utanç hakikati dillendirme­
sine neden oldu ve kısa süre sonra da zaten artık vefat etti.
Sakladığı bir şey kaldı mı? Soğanı Soyarken ’e inanmak duru­
mundayız. Yazı beyan olarak esastır.

142
LXI.

Bernhard Schlink’in Okuyucu (“Vorleser”) adlı romanı geç­


mişle yüzleşme bakımından önemli bir romandır. Son dö­
nemlerde popüler olan toplumsal bellek romanları düşünül­
düğünde Almanya Nazi geçmişinin oluşturduğu felaketlerle
yüzleşme bakımından çok önemli romanlar kaleme almıştır.
Bu alanda sıkı bir özgüvenle Nazi dönemi soykırım ve fe­
laketlerle yüzleşmiş ve bunun edebiyatını da yapmıştır. Sch­
link’in Okuyucu 'sunda tipik Schlink romanı olarak Alman­
ya’nın Nazi geçmişinde bir suça kanşmış kadının utancının
onun ölümüne neden olmasını anlatır. Okur-yazar olmaması­
na rağmen kendini okur-yazar olarak gösterip Nazi çarkının
içinde sekreteryadan daha üst mertebelere varmaya çalışmış
bir kadının okur-yazarlığını inkân ile hayatında işlediği bir
suçun laneti ile sorgulanmasım ele ahr roman. İşlediği suçun
vebalini ödeyecektir. Sorgulama sırasında yıllarca sakladığı
utanç, o işi eyleme utancı, masum insanları öldürme utancı
peşini bırakmayacaktır. İnsanlar kendisini tanıdıkça ve artık
toplum indinde ifşa olunca da vicdanı o “iç mahkeme” devre­
ye girecek mapushanede kendini infaz edecektir.

Schlink romanlarının laytmotifi sayılan bu geçmişle yüzleşme


ve geçmişte işlenen bir olayın laneti ya da affı arasında gidip
gelme durumu bu romanda da görülür. Schlink, karakterlerine
geçmişten kalma bir leke atfeder. Bu lekeden kurtulmaları ya
da kurtulamamaları üzerine romanını örer. Nazi dönemi fe­
laketinin, ihanetin ya da suçun işbirlikçisi olan karakterlerin
durumu okurlara sunulur. Okurlar bir vicdan olarak onların
durumlarını kendilerince değerlendirir ve kararını verirler.
Hepsinde ortak olan duygu durum ise elbette geçmişte yap­
tıkları şeyden duydukları utançtır. Bu utanç zaten Schlink
eserlerinin çözücü eylemi olur.

143
LXII.

Coetzee’nin Utanç adlı romanı diğer romanlarında olduğu


gibi Güney Afrika’yı konu edinir. David Lurie, Kapstadt’da
bir üniversitede profesördür ve görevi de yazarlıktır. Orta
yaşlannda, iki evlilikten çıkmış, bir dönem yalnız yaşamaya
başlamış ve aslında biraz da asosyal bir kişilik de denebilir
ona. Cinsel açlığını ya öğrencileriyle ya da belli zaman ara­
lıklarında eve çağırdığı hayat kadınlarıyla gidermeye çalışır.
Öğrencisiyle ilişkisi duyulunca, bu ilişki kulaktan kulağa da
yayılınca üniversite kurulunda kendini savunmak yerine pro­
fesörlük görevini bırakır. İstifa eder. Şehirden uzaklaşmak
kafasını dinlemek, bu yaşananlardan uzaklaşmak amacıyla
kırsal bir köyde yaşayan Lucy adında kızının yanına gider.

Lucy uzun süredir taşrada gözden uzakta yaşamakta, burada


sahipsiz köpek korunağını işletmektedir. Babasının gelme­
siyle birlikte ikisi burada yaşamaya başlarlar. Babasının bu­
raya alışma sürecinde başlarına çok kötü bir olay gelir. Üç
siyahi adam, buranın yerlileri, onların evini basar ve evi yağ­
malarlar. David ve kızı bu soygun ve vurgun üzerine farklı
düşüncelere sahiptirler. Baba tanıdıkları bu üç kişiyi mahke­
me önüne çıkarıp, onları cezalandırmayı arzularken, kızı işi
oluruna bırakmayı, hiç öyle bir işe tevessül etmemeyi uygun
görmektedir.

Burada işte romanın ilkesi de ortaya çıkar. Bu toprakların


asıl yerlileri kimlerdir? Bu siyahiler mi, yoksa sonradan top­
raklarını işgal etmiş burada yaşam alanları oluşturmuş ve bu
yerlileri de ikinci plana itmiş beyazlar mı? Bu ahlaki, felse­
fi, politik sorunsal baba ve kızın anlaşmazlığı perspektifiyle
okurlara taşınır. Apartheid döneminden çıkan ve hâlâ Güney
Afrika halkının değişimlerini görmezden gelen kişidir baba.
İkinci planda kalsalar da kızı bu insanların buranın köleleri
değil gizli efendileri olduğunu düşünmektedir. Buranın gizli
güçlerini temsil eden bu siyahi halkla iyi geçinmek gerektiğini

144
de düşünür. Bir dönem baskı altına alınmış, köle pozisyonun­
da insanlar artık bey olma yoluna doğru ilerlemektedirler. Her
ne kadar baskıya uğrasa, siyahiler yani yeni güçler tarafından
utanç içinde bırakılsa ve aşağılansa da kızın bu yörelerden
gitme niyeti yoktur, kız taşrada kalmayı arzulamaktadır. Aşa­
ğılanarak, utanç içinde siyahilerin baskılarına ve mobbingle-
rine uğrayarak satın aldıkları kendi topraklarını korumaya ça­
lışırlar. Kızı ile kalan baba ashnda toplumun en üst sınıfından,
profesörlük mesleğinden kızının yanında köpek kadavralarını
taşıyan ve onların gömülmesiyle uğraşan biri olarak utanç içi­
ne itilmektedir.

145
LXIII.

Her çocuk güzel bir doğumu hak eder. Patrick Süskind’in


Koku (“Parfüm”) adlı romanında insanlığın düştüğü ve sefa­
letin de kol gezdiği bir zamanda, pazarda balık satan bir an­
nenin tezgâh altında kötü balık kokuları ve ölü balıkları eşili-
ğinde doğar Grenouille. Bunun utancı, kendisine tanrı vergisi
bir koku duyargasıdır. O ufunetin içine doğduğundan, o kötü
koku soluk aldığı ilk nefes olduğundan diğer çocuklardan hat­
ta insanlardan daha iyi bir koku duyargasına sahip olur. Ömrü
boyunca kokuların peşinden gider, kokulara duyarsız kala­
maz. Yaşadığı zamanlarda köklü utancının ürünü olmuş bu
durum, bu koku merakı onu rahat bırakmadığından bu alanda
kendini geliştirir. Koku susuzluğu, bir fetiş, bir hastalık, bir
tutku haline geldiğinden dünyada dengi bulunmayan en iyi
kokuyu bulmak için on iki cinayet işler. Cesetleri, ustasının
koku atölyesinde elden geçirir. İnsan teni kokusunun peşine
düşer. Her şeyin bir kokusu varsa insan teninin de bir kokusu
olmalıdır. Bir düzine cinayetten, istediği kokuyu elde ettikten
sonra onu gündelik hayata taşır. Hatta koskoca bir meydan
o kokunun sadece bir kaç damlası döküldüğünde bir sodo-
mizasyon sahnesine döner. Normal vatandaşlardan papaza,
din alimlerine kadar herkes bu sodomizasyonda yerini ahr.
Koku insanlarda bir Lut kavmi, Sodom ve Gomorra hazzı ve
zevki oluşturur. Oradan ayrılan Grenouille doğduğu yere gelir
ve yıllarca işlediği cinayetle yaptığı parfümü topyekûn üstü­
ne boşaltır. Bunun üzerine evsizler, zamane fakirler üstüne
üşüşürler Grenouille’nın. Bu kalabalık tekrar üstünden kalk­
tığında onu yamyam gibi yedikleri, bedenlerine gömdükleri
görülür. Geriye sadece yırtık pırtık elbisesi ve açık kabından
yere bir damlası damlayan parfüm kabı kalır. Kendi doğduğu
yerde, annesinin kendisine gerçekleştirdiği haksızlığı gider­
miş olur böylelikle. Doğumunu güzelleştirir. Kötü doğumu­
nu temizlemiş olur. Bir balık pazarında balık leşleri arasında
doğmamn ve ölü sanıldığından çöpe atılmanın haksızlığını

146
öyle güzel bir kokuyla gidermeye, kendini ana rahmine öy­
lesine yeniden eklemlemeye çalışır ki doğumunu bu şekilde
kokuyla estetize etmiş olur. Utancını da, hak etmediği bir
doğumla doğmaması gerektiği yerde doğduğundan, kendini
yeniden anne kamına olmasa da insan bedenlerine, o oluşun
kökenine ekleyerek ortadan kaldırmış olacaktır.

147
LXIV.

Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin Kafka ’sında “bir köpek


gibi” söyleminin küçük de olsa bir analizi görülür. Kafka’da
insandan hayvan oluşluğa, ya da hayvandan insan oluşluğa ge­
çiş alışıldık bir şeydir. Bu pek şaşırtıcı bir şey değildir. Marthe
Robert’in görüşlerine bakılacak olursa “Yahudilerin köpekler
gibi olduklarını”107 aktarırlar bize Deleuze ve Guattari. Kaf­
ka’mn yazma sanatı aynı zamanda bir abartı sanatıysa, dik­
kati üzerine çekmek isteyen bir sanatsa, gündelik hayata dair
en küçük im, izlek, konuşma unsuru, basit bir söyleyiş bile
sınırsız bir abartının değirmenine girebilir. “Sanatçıya açlık­
tan ölen biri muamelesi yapılırken, Kafka onu açlık cambazı
haline getirir; asalak olarak gördüğünde ise Kafka onu koca­
man bir bit haline getirir.”108 Gündelk hayatta “bir böceksin”
terkibi Dönüşüm’de bir no velin destansı trajedisine dönüşür.
Kendi haliyle yazmak için kaldığı fareli bir evde o küçük fa­
reler Josephine ve Fare Uiusu’na dönüşür. Robbet-Grilett’nin
de dikkat çektiği üzere Kafka her türlü metaforu yıkar.

107 Gilles Deleuze, Felix Guattari, Kafka. Minör Bir Edebiyat İçin, YKY,
(çev: Özgür Uçkan-Işık Ergüden), İstanbul 2000, s. 41.
108 A.g.e., s. 41.

148
LXV.

Georges Bataille, Kafka’nın eserlerinin yakılması üzerine o


keskin soruyla Edebiyat ve Kötülük adlı çalışmasının Kafka
bölümünü açar. Bataille, Kafka’mn kitaplarının yakılmak için
yazılmış kitaplar olduğunu, bu kitapların bir hakikatin gerek­
lerini yerine getirmeyen nesneler olduklarını, var oluklarını,
ama yalnızca yok olmak için sanki de daha baştan ortadan
kaldırılmış gibi olduklarını kaydeder.109110
Hatta Kafka için yaz­
manın önemini vurgulamak için Bataille “Vaat Edilen Top­
raklar Musa için neyse, edebiyatın da Kafka için o olduğu”-
110nun altını çizer. Kafka’mn komünist ahmlaması üzerinde
durur, çocuksuluğun onun edebiyatının temeli olduğunu söy­
ler. Yazmak onun için nefes almaktır. Bir yerde bir dipnot ge­
çer. Bataille, Kafka’mn babası ile ilişkisini anlatırken aslında
kitaplarına Babaların Dünyasından Kaçış Girişimleri adını
vermeyi düşündüğünü kaydeder. O dipnot tam da burada dev­
reye girer ve Dava’nın kahramanı Joseph K.’nın bilindiği gibi
yazarın ta kendisi olduğunu dillendirir.111

109 Georges Bataille, Edebiyat ve Kötülük, Ayrıntı Yayınları, (çev: Ayşegül


Sönmezbay), İstanbul 2004, s. 120.
110 A.g.e., s. 121.
111 A.g.e., s. 126.

149
LXVI.

Josef K.’nın Jesus Christus yani Jesus C. yani Hz. İsa oldu­
ğunu söyleyebilir miyiz?112 Josef K.’nın Jesus C. ile yani Hz.
İsa ile ne ortaklığı olabilir? Nietzsche’nin Deccal. Hristiyan-
hğa Taner'inde 35. aforizmaya bakıldığında orada Hz. İsa ile
ilginç tespitlerde bulunulur. Bu tespitler sanki Josef K. için
aynen geçerlidir. Bu tespiti buraya almakta fayda görüyoruz:

35. Bu “iyi haberci” yaşadığı gibi öldü, öğrettiği gibi -“in­


sanları kurtarmak” için değil, nasıl yaşanması gerektiğini
göstermek için. Geriye, insanlığa bıraktığı, kendi pratiğidir:
yargıçları karşısındaki tutumu, gardiyanları karşısındaki,
davacıları karşısındaki ve her türlü karalama ve yuhalama
karşısındaki- çarmıhtaki tutumu. Direnmez, hakkını ko­
rumaz, başına gelebilecek en son şeye karşı bile kendisini
savunacak bir şey yapmaz, tersine, meydan okur ona... Ve
kendisine, kötülük yapanlarla birlikte, yakarır, acı çeker, ya­
panlara acır, onları sever... Çarmıhta gardiyanına söylediği,
bütün Evangelium’u özetler. “Sahiden de kutsal bir insan­
mış bu, Tanrı’nın oğluymuş” der Gardiyan. “Bunu hissedi­
yorsan- diye yanıtlar onu Kurtarıcı- sen cennettesin demek­
tir, sen de Tanrı’nın bir evladısın demektir”... Hiç koruma­
mak kendini, hiç öfkelenmemek, hiç sorumlu, tutmamak...
Kötülüğe de: direnmemek, -onu sevmek...113

Alıntıda da görüldüğü gibi Hz. İsa’nın kendi davasında, o


yapayalnız olduğu davasında iftiradan, karalamadan, kitlenin
önünde kendini savunmasından, yargıçlardan dem vurulur.
Josef K. Pazar günleri gerçekleşecek soruşturması için gittiği
apartmanda soruşturma mekânını bulamayınca kendi uydur­
duğu bir marangoz adı dillendirerek insanların doluştuğu dava

112 Avukat dostum Adem Dumanlı ile Dava’yı geniş okumalarımızda Adem
beyin Nietzsche’nin Deccal. Hristiyanlığa Lanet’inden hareketle söyledi­
ği bir tez bu.
113 Friederich Nietzsche, Deccal. Hristiyanlığa Lanet, Hil Yayınlan, (çev.
Oruç Aruoba), İstanbul 2000, s. 23-24.

150
mekânına girer. Orada bir başkası adına yargılanır. İlginç olan
da şudur, onu yargılayanların sol omuzlarında gizli bir tari­
kat işareti vardır. Hepsinin birbirinden haberdar oldukları, bu
toplanmanın ve davanın planlı bir inanç ve yargı sistematiği
ile kotarıldığı dillendirilir bizlere. Peygamber katilleri olduğu
bilinen Yahudilerin hele de Hitler döneminde göğüslerinin sol
taraflarında Davut yıldızı konulduğu ve böylelikle Yahudi ol­
dukları anlaşılacaktır. Bu gizli teşkilatı öngören ve hemen he­
men o soruşturma mekânında herkesin göğüslerine taktıkları
o işaretlerden Dava’da yargılayan kitlenin Yahudi ve yargıla­
nanın da Hz. İsa olduğu çıkarılabilir. Tahlilde daha derinlere
inecek olursak ikisi de babasızdır. Hz. İsa babasız dünyaya
gelmiş, Josef K.’nın babası erken öldüğünden amca, babanın
yerini ikame etmiştir. Josef K. ile Jesus C. isimleri birbirine
benzemektedir. Josef K.’nın roman sonunda şehirden uzaklar­
da öldürüldüğü taşocağı, Kudüs’ten uzakta Golgotha’da bir
taşlıkta öldürülen Hz. İsa’ya benzemektedir. Josef K. otuzun­
cu yılı bitirip otuzbirinci yılında kalbine bıçağı yer ve ödürü-
lür. Hz. İsa da otuzlu yaşlarında (otuz üçte deniyor) mızrağı
böğrüne yer. Hristiyanhk inancında Hz. İsa çarmıha gerildi­
ğinde “Eli, eli, lema şevaktani” demiş yani “Tanrım, tanrım,
beni neden yalnız koydun” demiş, tanrının elini beraberinde
göremediğinden eseflenmiştir. Josef K. da taşocağı sahnesin­
de infaz edilirken çok uzaklarda bir pencerede kendine im­
dada koşamayan elleri görür. Bu eller ne yazık ki ona yardım
edemez. Uzaklarda debelenen, kararsızca öne doğru atılan
ama Josef K.’ya bir türlü yardım edemeyen bu eller Hristi-
yanlık öğretisinde olduğu gibi “Tanrının eli” midir?

151
LXVII.

Calasso’ya göre Kafka 1914 yılının Ağustos ve Ekim aylan


arasında yeni bir roman yani Dava ’yı yazarken bir yandan da
ara verdiği bir romanı, yani Amerika ’yı tamamlamaya çalışır.
Birkaç ay sonra Calasso, Kafka’mn şöyle yazdığım dillendirir:

“Rossmann ve K., masum ve suçlu, sonuçta ikisi de ceza ola­


rak öldürülürler; masum olan daha hafif bir şekilde, yok edil­
mekten çok bir yana itilir.”114

Kafka’nın yazdığı bu cümleye bakacak olursak birinci ağız­


dan Josef K.’nın Davo’da suçlu olduğunu tartışmasız görü­
rüz. Bu bağlamda artık Dava ’ya dönük metin içi şüpheye ge­
rek kalmamaktadır. Elbette yazara göre. Yazarın kendisinin
güncelerinde, konuşmalarında, beyanadarında suçlu gördü­
ğü, suçlu olarak addettiği bir karakteri metinlerinde masum
saymamız mümkün müdür? Metin yazardan çıktıktan sonra
onu ilgilendirmez artık, okuru ilgilendirir ve yoruma da bu
bağlamda metni yazmış ve köşesine çekilmiş, metni biz oku­
yucuların dikkatine sunmuş yazar değil de okurlar karar ve­
recektir mi diyeceğiz. Josef K.’yı yazarının suçlu gördüğü bir
durumda okur olarak onu suçsuz görme hakkına sahip miyiz?

Artvin, Kafkasör
23.03.2019

114 A.g.e., s. 178.

152

You might also like