KİŞİLER YAZAR ESKİCİNİN TAZESİ ÇOCUK ESKİCİ KOMŞU GENÇ KIZLAR BELEDİYE REİSİ DON KARGAS DELİKANLI BİRİNCİ SOFU İKİNCİ SOFU MÜŞTERİ BİR KOMŞU BİRİNCİ KOMŞU İKİNCİ KOMŞU SES VE SESLER ÖNSÖZ Kurşuni Perde (Yazar görünür. Acele girer. Elinde bir mek tup.) YAZAR : Değerli dinleyiciler... (Duraklar.) Yok, yok, «Değerli dinleyiciler» değil, sade «dinleyiciler» diyim, daha iyi. Ama yazar halkı değerli saymıyor san mayın sakın, öyle şey mi olur! Yalnız işte, bu «de ğerli» sözünün ardında bir çeşit korku, bir tür ür periş var sanki; seyirciler oyuncuların ustalığını, ya zarın da dehasını aman n'olur bolkeseden kabul etsin diye yağ yakar gibi bir hal... Oysa şair onlardan ih san değil, dikkat bekliyor, yazar takımının tiyatroya karşı duyageldikleri korkunun tel örgüsünü çoktan aşmış o çünkü. Bu saçma korku yüzünden ve tiyatro işi çoğu zaman parasal kaygılarla yürütüldüğü için, şiir de sahneden ayak götürmüş; sözgelimi, bir ağa cın bir duman bulutuna dönüşmesini, ya da üç tane cik balığın bir ele ve bir söze aşkından, midesi tam takır kalabalıkları doyuracak üç milyonluk bir sürü haline gelişini yadırgamayacak olan daha başka çev relere kaçıp gitmiş. Yazar da sıradan, kendi halinde bir eskici karısının yaşarlı cıvıltısında yeni bir dram tadı arayım demiş. Yazarın bir eskici karısının kılı- ğına bürüdüğü bu şiirsel yaratık, kimi bir ezginin, ki mi basit bir baladın esintisiyle her yerde hazır- nazır, yürüyor, koşuyor, soluk alıyor. Arada gemi azıya alı yor, açıp ağzını yumuyorsa gözünü, seyirciler bakma sın kusuruna, garibim çünkü kendisini sarmalayan gerçekle ve göze görünür gerçeğe dönüşüp duran ha yalleriyle boğuşuyor, babam, boğuşuyor. (Eskicinin Tazesi'nin bağırtısı duyulur: Sahneye çı kacağım ben!) Acelen ne, bekle bir dakika! Çıkacak sın şimdi. Ama öyle uzun etekli, alacalı tüylerle süslü giysilerle değil. Eskici karısının yamalı entarisiyle çı kacaksın anladın mı? (Eskicinin Tazesi'nin sesi du yulur: Sahneye çıkacağım ben!) Sus! (Perde açılır, karanlık sahne görünür.) Kentlerde de her sabah böyle ağarır tanyeri; seyir ciler, ahali yani, düşlerinin yarım-dünyasını unutup pazara çıkarlar alışverişe. Sen de işte Eskicinin Ta zesi, yavrucuğum, pazardan evine giriyorsun öyle... (Işık yoğunlaşır.) Başlayalım hadi! Dedim a, sokaktan geliyorsun! (Tartışma sesleri duyulur. Seyircilere:) Hayırlı akşamlar. (Silindir şapkasını çıkarır. Şapka iç tarafın dan gelen yeşil bir ışıkla aydınlanır. Yazar şapkayı baş aşağı çevirir, içinden sular akar. Yazar seyircilere mahcup mahcup "bakar, son ra bıyık altından gülerek, geri geri gider.) Özür dilerim, efendim. (Çıkar.) I. PERDE BİRİNCİ SAHNE (Eskici dükkânı. Büyücek bir yer, ak pak. Öngörde, Eskicinin tezgâhı ile avadanlığı. Artgörde, bir kapıyla alçak, büyük bir pence re; pervazı üstüne adam oturabilecek kadar geniş. Ardından dar bir sokak görünür; bem beyaz evler, kapıları, camları lâciverte boyalı. Ortalıkta bir iç açıklığı, bir tasasızlık. Endü lüs'e özgü akşam üzerlerinin o sıcacık ışığı. Perde açıldıkta, Eskicinin karısı sokaktan ge lip kapının eşiğinde durur. Üstünde "Persal" denen ince pamukludan, eteği tenteneli bir entari vardır, rengi çığırtkan bir yeşil. Saçla rında iki iri gül. Hali, ballı bir yemiş hali, hem taşkın, hem tatlı. Eskicinin Tazesi yalnız. Sonra sekiz dokuz yaşında bir oğlan çocukla.) ESKİCİNİN TAZESİ (eşikte sahne aşırı konuşur) : Sen bana baksana, yılan, koparırım senin o çatal dilini... Sana ne oluyor, keyfim öyle istedi, öyle yaptım... Hadi, cehennem ol karşımdan!... Kapını da sürgülemeyi unutma!... Yoksa kulağından yakaladım mıydı seni, konu komşunun önünde köpek leşi gibi sürürüm, alimallah! Komşuların da maşallahı var, hepsi per delerin ardında kulakları dikmiştir şimdi... Bu sözüm hem sana, hem onlara. O kalın kafana sok bir kere şunu! İnsan senin gibi bir hergeleye varacağına, ba bası yerindeki adamla evlenir, daha iyi!... (İçeri girer, kapıyı güm diye kapatır.) Bunları adam yerine koyup konuştuğum kabahat... Ne mal olduklarını biliyorsun, otursana köşende! Ku tu kutucuk evin var... Kocan var... Kocam mı var? Hah!... Sözde!... (Gözlerini uğuşturur.) Rüyada gör sem, inanmazdım... Hiç mi aynaya bakmadın, dese ya biri!... (Duvara asılı ufak bir aynanın karşısına ge çer.) Sen tut, bu şipşirin yüz, bu kaş göz, bu boy posla, (Ellerini kalçalarına dayayıp, tek ayağının üstün de bir döner.) tut sen, baban yerindeki adamla evlen! Saçımı, başımı yolasım geliyor, a dostlar!... (Ağlar.) (Kapı vurulur.) Kim o? (Cevap yok. Kapı yeniden vurulur.) (Hışımla:) Laftan anlamaz mısın sen? Kim o, diyo ruz sana! ÇOCUK (ürkek ürkek) : Benim! ESKİCİNİN TAZESİ (yumuşar, kapıyı açar) : A! sen miydin? ÇOCUK (elinde bir çift pabuç, gönül almacasına) : Gü naydın teyze, A! niye ağlıyorsun ama? ESKİCİNİN TAZESİ : Ağlamıyorum, gözüme karasinek kaçtı da. Hani vızvız diye gezen kocaman sinekler var ya, onlardan; bir acıttı ki canımı. ÇOCUK : Üfleyeyim mi gözüne? ESKİCİNİN TAZESİ : Yok, yok, geçti bile. (Okşar ço cuğu.) Kim yolladı seni canım? ÇOCUK : Annem yolladı, pabuçları getirdim. Nasıl, gı cır gıcır değil mi? Cila hep. Pühh dünyanın parası! Büyük ablamın bunlar. Hani şu her sabah başına ye ni bir kurdele takan ablam var ya, onun işte! İki çift pabucu var böyle. Biri al, biri mavi. Bir gün birini, bir gün öbürünü giyiyor. ESKİCİNİN TAZESİ : Ko oraya ayakkapları, bakarız. ÇOCUK : Annem söyledi, kocan çekiçle pat küt vurmayacakmış üstüne, pabuçlar bozulurmuş yoksa. ESKİCİNİN TAZESİ : Sen anana deyiver, benim kocam uğraşını ondan öğrenecek değil. O, şarapla, soğanla eti yumuşatmayı ne kadar beceriyorsa, kocam da pen çe yapmayı o kadar bilir, merak etmesin! ÇOCUK (ağladı ağlayacak) : Teyzeciğim, kızma bana! Ben bir şey yapmadım ki. Uslu uslu oturuyorum, ders lerime de çalışıyorum. ESKİCİNİN TAZESİ (tatlılıkla) : A, yavrum, ah! Ben sana bağırmıyorum ki. (Kucaklar Çocuk'u, etrafına bakınır.) Panayırda kazandığım kuklayı gördün mü sen? İster misin, vereyim sana? ÇOCUK : Sahi mi söylüyorsun? ESKİCİNİN TAZESİ : Tabii. Al, senin olsun. ÇOCUK : Pekiy... Sana lazım değil nasıl olsa. Çocuğun olmayacak hiç madem. ESKİCİNİN TAZESİ : Kim söyledi sana onu? ÇOCUK : Annem... Ama bana söylemedi, komşuyla ko nuşurken işittim. Bu lafın üstüne bir güldüler bir güldüler ki; ablalarım da güldü... ESKİCİNİN TAZESİ (öfkelenir) : Belli olmaz o. Allah'ın izniyle, kim bilir ne güzel çocuklarım olacak benim. Hem de ablaların gibi değil, helal süt emmiş çocuk lar. Anan senin çünkü, bak burama geldi de söylü yorum... (Çocuk'un kolu kanadı kırılır, kukla elinden düşer yere.) ESKİCİNİN TAZESİ (kuklayı kaldırıp Çocuk'a uzatır) : Sana bir şey demedim ki yavrum. Sen iyi çocuksun. İKİNCİ SAHNE (Aynı kişiler. Eskici soldan içeri girer. Üstün de gümüşü düğmeli yelek. Ayağında kısa pantol. Boynunda al kravat. Tezgâhının başına oturur.) ÇOCUK (tedirgin) : Gideyim ben. Annem kızacak yine. Hoşça kal! Allahaısmarladık! Hoşça kal! (Kapıya kadar gider, sonra eşikten bir koşu koparır.) ESKİCİNİN TAZESİ (Çocuk'un koşusuna bakar arka dan) : Hey gidi çocukluk! Ah, hep çocuk kalsaydık keşke. Kaygısız, tasasız. (İçini çeker.) Böyle kenetlen meden elin kocamış herifine! ESKİCİ : Ne söylenip duruyorsun kendi kendine? ESKİCİNİN TAZESİ : Sana ne? ESKİCİ : Doğru... Bana ne? Sen tığını ırgala, karışma ötesine, ya sabır çek otur! ESKİCİNİN TAZESİ : Biz ya sabır çekmiyoruz sanki! Unuttun galiba sen, daha on sekiz yaşındayım ben ayol. ESKİCİ : Ben de elli üç... Yo, hiç merak etme, unut madım. Ondan işte hiç ağzımı açmıyorum ya. Hırslanmamaya bakıyorum. Gücüm yettiğince çalışıyo rum. N'apayım, elimden bu kadarı geliyor. Daha da çalışacağım senin için. Ama sonu gelmezmiş, benden çalışması... ESKİCİNİN TAZESİ (yüreği kalkmıştır, kocasına doğru gider) : Sen de uzun ettin ama! ESKİCİ (içini çeker) : Ah, şöyle bir kırk yaşında olay dım. Kırk beşine de fitim ya... (Çekicini örsteki pa bucun tabanına aşk eder.) ESKİCİNİN TAZESİ (fitili alır) : Sevsinler! Pekiy öyle olsaydın ne olacaktı? Hizmetçilik edecektik değil mi sana? Elinden gelse, şimdi de sokacaksın ya beni kı- lığıma! Hep fakir olduğum için bunlar, çeyiz getirme diğim için değil mi? ESKİCİ : Yapma, yahu!... ESKİCİNİN TAZESİ (büsbütün coşar) : Çeyiz ne ki? Be nim gençliğim, tazeliğim dünyalara değer ayol! ESKİCİ : Ne bağırıyorsun böyle? Komşular duyacak ya hu! ESKİCİNİN TAZESİ (takmıştır aklına bir kere) : Ah ya taklara döşeneydim de, senin için dünür gelen ko cakarının karşısına çıkmayaydım... ESKİCİ : Soğuk bir şey getireyim sana, bir bardak li monata, hah, içer misin? ESKİCİNİN TAZESİ (aynı minval üzre) : Ah kafa, ah! (Eliyle alnına vurur.) Onca yiğit etrafımda fır döner ken, sen tut... ESKİCİ (laf sokuşturur) : Biliyorum, biliyorum... duy mayan kalmamış ki zaten senin marifetlerini. ESKİCİNİN TAZESİ : Tabii duyacaklar. Kolay mı mem leketin en yakışıklı gençleri yangındı bana? Elimi sallasam ellisi!... Ama Emiliano bir tekti aralarında. Görmüşsündür elbet, bileceksin. Simsiyah bir ata bi nerdi hani, al püsküllü öyle... şıkır şıkır geçerdi önü müzden... Küçük aynalar takılmıştı atının koşumu na... O Emiliano işte... hani elinde kabuğu soyulmuş bir söğüt dalı vardı hep... pırıl pırıl da yanardı mah muzları. Bir de pelerinini görecektin. İçi mavi kadi fe, üstü sırma bütün!... ESKİCİ : Biliyorum, biliyorum... Benim de vardı öyle bir pelerinim. ESKİCİNİN TAZESİ : Senin mi? (Hor görerek:) Yok ca nım? Senin gibi eskiciye ne de yaraşır öyle pelerin! (Eskicinin çekici yeniden işlemeye başlar.) ESKİCİNİN TAZESİ : Ya öbürüne ne buyurulur? O on sekiz yaşındaki küçük beye. (Damara basmacasına:) Yeni basmıştı hem on sekizine! ESKİCİ : N'apalım yani! Ne olmuş? Biz de on sekiz ya şındaydık bir zamanlar. ESKİCİNİN TAZESİ : Sen mi? Güleyim bari! Nerde? Kim görmüş on sekiz yaşında eskici? (Çekiç büsbütün hışımla inip kalkmaya başlar:) Bilsen, neler söylerdi bana! ESKİCİ (sabrı taşar) : Yetti mi artık! ESKİCİNİN TAZESİ (çözülmüş dili) : Neler neler anla tırdı! ESKİCİ (isyan eder) : İyi ya işte... Sen de dinleseydin dediklerini! Madem pek tatlı konuşuyormuş küçük bey, o tutsaydı elinden. Ben de seni o izbeden kur taracağım diye zorla başıma bela satın almazdım. Ar tık fazla kaçıyorsun sen. Daha dün sırtına giyecek gömleği yoktu, şimdi karşıma geçmiş çalım satıyor. Kitap ağızları paralıyor bana!... Hadi, hadi, uydurukçu sen de!... ESKİCİNİN TAZESİ (kan başına sıçrar) : A, a, a! Çi riş çanağına bak sen! Aklıma gelir miydi bunun böy le davranacağı bana! Bir zart zurt etmesi eksik kal mıştı sünepenin! Oldu olacak döv beni bari, ne du ruyorsun atsana çekicini kafama! ESKİCİ (aşağıdan alır) : Canım, gözüm, yavrum, bağırmasana böyle! Komşular duyacak, tefe koyup çala caklar bizi... (Tam o sırada pencerenin önünden iki Komşu geçer, ellerini yüzlerine siper etmiş, gülüşür ler.) ESKİCİNİN TAZESİ (büsbütün gemi azıya alır) : Ben onların tefini başlarına geçireyim de görsünler, tefe koyup çalma nasıl oluyormuş. Topunuzun Allah be lasını versin. Senin de onların da. (Başını ellerinin arasında tutarak dışarı çıkar. Komşular yeniden pencerenin önünden geçer.) ÜÇÜNCÜ SAHNE Eskici — Bir Komşu — Kızları (Eskici cebinden ufak bir ayna çıkarır, yüzün deki kırışıklıkları sayar.) ESKİCİ : Bir, iki, üç... Hiç sayma, bin de, çık işin için den! (Aynayı cebine koyar.) Ne budalaymışım ben! Ne zoruna evlenirsin be adam? İşporta romanı da mı okumadın, ne mal olduğunu bil mez misin kadın kısmının. Kanı kaynamadı mı bir kere sana, kuşsütüyle beslesen boş. Rahat battı ba na, rahat! Ne iyiydim, gönlüm ferah, başım dinç! Ab lamın bok yemesi bu. İnsan dünyaya bir defa gelirmiş. Kârı olmazmış karısız adamın! Gözüm arkada kala cakmış... Başımın etini yedi durdu. Becerdi becere ceğini, kendi de toparlandı gitti. Olan bana oldu. (Dışardan sesler gelir. Komşu kadın allar giy miş iki kızıyla pencereye yanaşır.) KOMŞU : Merhaba. ESKİCİ (o biçim) : Merhaba! KOMŞU (fit sokarcasına) : Karına söyle de az dışarı çıksın; isteklileri dizilmiş köşe başına, bakıdan geçir sin! ESKİCİ : Yalvarırım, mesele çıkarmayın, n'olur. Kendi yerinize koyun beni. Oldu bir kere, evlendim. Çekece ğiz, ne yapalım? KOMŞU : Eskiden bildiğin bir kızı, bir komşu kızını alay dın günah mı olurdu yani? KIZLAR (bir ağızdan) : Amaaan, anne! ESKİCİ : Ev oturulmaz hale geldi. Cehennem hayatı valla. KOMŞU : Yazık ettin kendine. Hangi kızı istesen ala mazdın ki?. ESKİCİ (karısı duyarlarda mı diye bakınır) : Dün değil, evvelsi gün, koca bir domuz budunu dilmiş de dilmiş, beklerse kokar, ziyan olur diye, tıkın babam tıkın. Patlayacaktım nerdeyse. Dün de bir kâse soğan çor basıyla akşamı ettik. Homurdandım biraz ama, ne fayda bu sabah önüme yarım kilo soğuk sütü dayayıverdi. KOMŞU : Huysuz karı! ESKİCİ (karısı duyacak diye telaşta) : Ayakkaplarınız hazır, vereyim hemen... KOMŞU : Talihliymiş ablan, vaktinde kurtuldu, görme di bunları! ESKİCİ (hızlı hızlı) : Buyrun alın pabuçları! (Soldaki kapının ardından konuşulanları din leyen Eskicinin karısı başını uzatır, ama içerdekiler görmezler.) KOMŞU : Talihli kadınmış doğrusu... ESKİCİ (pabuçları eline tutuşturur) : Yepyeni oldu ba kın. İltimas ettim size. KOMŞU : Fiyatta da iltimas et bari. ESKİCİ : Ne verirseniz verin. Tek memnun olun da siz. KOMŞU (kızlarına göz kırpar) : Bu ara pek daraldı da elimiz. ESKİCİ : Herkesin öyle. KOMŞU. : İki çeyrek vereyim bari... ESKİCİ (sıkkın) : Siz öyle münasip gördükten sonra... KOMŞU : Şu çeyreği al, bu da üstü. ESKİCİNİN TAZESİ (sahneye top gibi girer) : Vay, soy guncu, vay! (Üç kadın korku çığlıkları atarak gerilerler.) Utanıp arlanmazlar, bulmuşsunuz saf adamı! (Koca sına:) Ya sen, koca alık, göz göre göre kazık yiyor sun! (Elinden pabuçları çeker alır. Komşu'ya:) Geti rirsin iki yirmi beşliği öyle alırsın pabuçları, bir ku ruş aşağı olmaz. Bir de teşekkür edersin efendi efendi. KOMŞU : Seni gidi... eksik etek senii... ESKİCİ (Komşu'ya) : Siz de uzun ediyorsunuz ama. GENÇ KIZLAR (bir ağızdan) : Gidelim... Ne duruyoruz burda? KOMŞU (hınçlı hınçlı) : Akıla bak. Sen, tut da bilmem nereye git, başına bu püsküllü belayı zorla satın al... Gül gibi kızlar dururken burnunun dibinde! (Eskici kapıyı, pencereyi çat kapatır.) DÖRDÜNCÜ SAHNE Eskici — Eskicinin Tazesi ESKİCİ : Sen bana baksana biraz! ESKİCİNİN TAZESİ (burnundan solur) : Bana «Eksik etek» diyor bir de. Bak ben senin burnundan nasıl fitil fitil getireceğim. Eksik etek ha? ESKİCİ : Sana söylüyorum, dinlesene! ESKİCİNİN TAZESİ : Anladık, söyle. Ne diyecekmişin? ESKİCİ (gayet sakin) : Komşularla hırsız-gürsüz yaşa dım şimdiye kadar. Kavga gürültü nedir bilmedim. ESKİCİNİN TAZESİ : A, bir de bana çıkışıyor! İyilik ya ramıyor sana galiba? Senden yana çıktık, soymasın lar, kazıklamasınlar seni diye araya girdik, fena mı ettik yani? ESKİCİ (aynı minval üzre) : Ne zamandır sağa beyim, sola paşam deyip durdum hep, bir dırıltı çıkmasın diye... ESKİCİNİN TAZESİ : Bak, inanırım ona. Senin damar larında akan kan değil ki ayol, sulandırılmış niyet şe keri! ESKİCİ (hiç işitmemiş gibi) : Damarıma bastıkları da oldu, sövdüler, saydılar, yine de oralı olmadım. Ma halle karılarının diline düşeceğime, ele güne mas kara olacağıma, iti köpeği başıma toplayacağıma, su- sar otururum daha iyi. Anlaşıldı değil mi? Bak ben den söylemesi, sen yine bildiğini oku. ESKİCİNİN TAZESİ : Ne yapmışım ben yani, suçum ne? Evi temiz tutayım diye akşamlara kadar didindiğim mi kabahat? Yemek diyorsun şıp koyuveriyorum önü ne yemeğini. Kolalı yaka diyorsun, al; kolluk diyor sun, hazır; ömründe gördün mü acaba sen böyle ik ramı? Ya mineli, gümüş zincirli saatin, söyle, bir ak şam da kurmayı unuttun de! Daha ne istiyorsun bil miyorum ki? Ama niyetin beni kul köle etmekse, bak ona yokum. Aklıma estiği gibi yaşadım şimdiye ka dar, şimdiden sonra da öyle... ESKİCİ : İyi, iyi! Sen böyle devam et yine... Üç ay ol du evleneli. Memnun edeceğim, mesut edeceğim diye seni, elimden geleni yaptım, ama sen, hayatımı zehir etmek için, beni ele güne kepaze etmek için bir yap madığını bırakmadın. Dediğim gibi; benden söyle mesi, sen yine böyle devam et... ESKİCİNİN TAZESİ (öykünür) : Vay beyim vay! Sen yine böyle devam et demek. Ne sandın ayol, tabii de vam edeceğim... ESKİCİ : Kolay gelsin; ama neler döndüğünü görmüyo rum sanıyorsan, yanılıyorsun. Ne yapıp ettiğinin, kim lerle konuşup görüştüğünün farkındayım. Bak, onu da söyleyeyim, artık burama kadar geldi! (Jest.) ESKİCİNİN TAZESİ (celallenir) : Burana gelmiş (Jest), orana gelmiş (Jest)... sanki pek umurumdu! Senin söylediğin de, söyleyeceğin de vız gelir bana, anla dın mı? (Ağlar.) ESKİCİ (yumuşar) : Bir şey söylemiyorum ki ben, sade yavaş konuş diyorum sana... ESKİCİNİN TAZESİ (sesini büsbütün yükseltir) : Yavaş mı konuşayım? A, bu da iyi! Demek ben, bağırıyorum deminden beri! (Haykırır.) Hem bağırsam ne lazım gelir! Bak, mahalleyi ayağa kaldırayım da gör sen! (Avaz avaz.) Budala! Öküz herif! ESKİCİ (omuzlarını silker) : Bağır, bağır, daha bağır. Sesin kısılırsa yarın, korkma, dikenüzümü kaynatırım sana... ESKİCİNİN TAZESİ : İyi! Benim de mutfağa girmeye za ten niyetim yoktu. Bu akşam da çıkar devedikeni ot larsın, n'olacak! ESKİCİ (cemiyetli konuşur) : Kimin ne otlayacağı belli olmaz! Yarın ola, hayır ola! BEŞİNCİ SAHNE Eskici — Belediye Reisi (Belediye Reisi eşikte görünür. Üstünde koyu mavi bir kostüm, sırtına "bol bir pelerin atmış, elinde Reisliğinin simgesi, gümüş saplı bir bas ton. Alaycı alaycı, öyle laf yutturmacasına, ağır ağır konuşur.) REİS : Bakıyorum, yine harıl harıl çalışıyorsun? ESKİCİ : Çalışmayıp da n'apalım, Reis! REİS : Para da ona göre yağıyordur inşallah? ESKİCİ : Hikmetle rahmetten sual olmazmış... buna da şükür. Büsbütün kurumasın da ortalık. REİS (içeriyi kolaçan ettikten sonra, sırdaşça) : Keyfin pek yerinde değil galiba? ESKİCİ (başını kaldırmadan) : Öyle. REİS : Karının yüzünden belki, ha? ESKİCİ : Belki de. REİS (oturur) : E, bu yaşta evlenirsen böyle olur... yaş kemali bulduktan sonra, insan dul olmazsa kul olur- muş... Kendi hesabıma söylüyorum, bak, Allah için dulluğun bi zararını görmedim. Dördüncü hem be nimkisi... (Her isimde bir bastonu yere vurur.) Rosario... Manuela... Visitacion... Mercedes... Dördü de genç mi genç, güzel mi güzel, dördünün de aklı bayramda, seyrandaydı... Lakin hepsi, evvel Allah hepsi, tek tek bu gördüğün bastonun tadını tattı; hem bir iki kere de değil. Sonunda, evde kadın kadın cık oturup çoraplarını yamamayı bi güzel öğrendiler ki... ESKİCİ : İyi dedin ama, ben senin gibi reis değilim, bastonum da yok. Sonra bizim hanım da aklına yel ken açan soyundan. Umursamıyor bile beni; o, varsa yoksa, kurulsun pencerenin önüne, sabahtan akşama kadar gelen geçenle ha-ha-hi-hi-hi, kimle rasgelirse ama, Kargas'a varıncaya kadar, o karga bozuntusu herifle bile... Sen de otura ko tezgâhın başında, bizi soktun bizi çıkardın... Yok ama, burama geldi artık! REİS (orostopolca) : Sen de bir pire için allı dallı yor ganını yakıyorsun. Daha çocuk, yahu; yaşı başı ne ki, gülüp oynaşmak istiyor biraz... ESKİCİ : Dediğin gibi olsa keşke! İşin içinde iş var. Dert başka... Mahsus üzüyor beni, bile bile eziyet edi yor bana. Nefret ediyor benden, onun için böyle ya pıyor, anladım artık, nefret ediyor benden. İlk zaman lar tatlı dille, güzellikle gönlünü yapacağımı sandım. Mercan gerdanlıklar, fildişi taraklar, renk renk kur deleler, sırma şeritler mi almadım! Çiçekli çorap ba ğına varıncaya kadar donattım haspayı. Sökmedi hiç biri. (Üzgün üzgün:) Yok, yok; ne yapsam, boş; ol muyor! REİS : Lakin bir erkek için, sade adı erkek değilse ta bii, acı şey doğrusu; bir kadına söz geçirememek ne demek, hem de bir tek kadına! Ya benimki gibi dört tane olsa, n'olacak? Dört tane deyip kesiyorsam, her ihtimale karşı, öbür taraftan duyacakları tutar, neme lazım!... Yok ama, sen de razısın herhalde? Yahu, karın pencereden onla bunla iş pişiriyor, sen de geç miş karşıma yakınıyorsun! Ben mi öğreteceğim sana, kadın bu, dişi mahluk. Kafeste zapt etmek mi isti yorsun, kuş dilinden değil, kurt dilinden anlar bun lar, çökerteceksin belini, bir güzel dişleyeceksin kı çını, kocacım dedirtinceye kadar. O da mı olmadı, ala caksın eline gümüş bastonu... Sağ olacaklardı da ken dileri anlatacaklardı sana... Hey Rosario hey, Manu ela, Visitacion, Mercedes... ne karıydı onlar, dayağı yedikçe gül biterdi oralarında. ESKİCİ : N'apayım, huyum böyle, oldum olası hazzet mem hırgürden. Sessiz, yumuşakbaşlı bir adamım, iyi geçinirim herkesle, güleryüzlüyümdür, hoşsohbetimdir... Ben de böyle yaradılmışım işte! REİS : Bana mı anlatıyorsun? Bilmez miyim ben seni! Yüzüne karşı söylemek gibi olmasın, hiç yoktan bir eğlence icat etmekte, şenlikler, fenerler alayları düz mede, bulup buluşturup yerinde bir hikâye anlatıvermede bir eşin daha yoktur... Kaç kere söylemişimdir: «Şu bizim hınzır eskici yok mu, pençe yamayacağım diye uğraşacak yerde, yanına bir maymun, bir sin cap uydursa, yahut meddah resimlerini toparlayıp çıksa yola, dolaşsa köy köy, para kırar, alimallah» demişimdir. (Güler, omzuna vurur.) İlle velakin bir yaramaz kızın hakkından gelemez! İşte oyuncağı olur bir bacaksızın! Karına böyle di yorum diye içerlemiyorsun inşallah! Gönül bu, bili yorum, seviyorsun. ESKİCİ : Öyle... öyle olsa gerek... Ama aslına bakar san... öyle de değil ya galiba... REİS (merakı kabarır) : Nasıl yani? ESKİCİ : Sonra anlatırım... REİS : Sonrası var mı bunun, anlat işte şimdi! ESKİCİ : Senin anlayacağın, sevdiğim filan yok onu! Aah, işte bu kadar! BEİS (büsbütün huylanır) : Başkaymış demek meselee! ESKİCİ : Başka ya. REİS : Öyleyse peki ne demeye evlendin onunla? ESKİCİ : Ne halt ettiğimi biliyor muydum ben? Abla mın yüzünden hep; başımın etini yedi. Yok, bir ba şıma kalırmışım; yok, ihtiyar halimde bir sıcak çor ba getirenim olmazmış!... Dır-dır-dır, kanımı ku ruttu! E, ben de elim ayağım tutuyor şimdilik, dedim, birkaç kuruş da param vardı, kapıldım gittim. Dişi kuşmuş yuvayı yapan! Pühh! Al işte, yaptı yuvamı! ESKİCİNİN TAZESİ (içerden türkü okur) : Kopuk bir kaya Tıpış da tıpış Ta nehre varmış, Hoplamış suya; Susuzluk bu ya! ESKİCİ : Buna ne buyrulur? REİS (yanıtlamadan) : Ne yapmak niyetindesin? ESKİCİ (basıp gitme işareti çakar) : Nehirden yana de ğil ama... REİS (elini başının hizasında sapıttın mı yoksa gibiler de oynatır) : Var sende biraz galiba? ESKİCİ (elindeki ayakkabıyı sallaya sallaya) : Var ya, ne sandın! Eskici olduk diye böyle köhneyip gidelim mi yani! Benim de bir tahammülüm var. Yeter be! REİS : Ne sanıyorsun sen, bu yaşta dağ tepe dolaşmak ne demek! Çocuk olma, hadi, hadi! Aklını başına top la! Otur oturduğun yerde! Baktın ki senin tavuk horozluğa yelteniyor, hiç acıma, indir yumruğu, hem de kıçına değil, gözüne, gözüne! ESKİCİ : O olmaz işte. Yapamam ben öyle şey. En iyi- si... (Basıp gitme işaretini yineler.) O kadar kocamadık, elden ayaktan düşmedik daha... REİS : Saçmalama! Aceleye gelmez böyle şeyler! Bir dü şün taşın! Ah! kahpe felek, ah! Senin yerinde ben olacaktım ki!... (Bastonuyla bir tane aşk eder gibi yapar. O sırada soldaki kapıdan Eskicinin karısı görü nür; kırmızı bir ponponla yüzünü pudralar, kaşlarını parmaklarıyla sıvazlar.) ALTINCI SAHNE Aynı kişiler ve Eskicinin Tazesi ESKİCİNİN TAZESİ (kırıtkan) : Hayırlı akşamlar, Reis Bey. REİS : Hayırlı akşamlar! (Eskiciye) Yeme de yanında yat!... (Ağzını şapırdatır.) ESKİCİ : Hele, hele? REİS : Bu kervan varken onda, varsın ürüsün kocaka rılar! Hey, gidi hey! Ben senin yerinde olsam, bu ni meti tepmeden önce düşünürdüm biraz. Ne düşünmesi yahu! Düşünmesi mi olur bu işin! (Eskicinin karısına, çapkınca!) Ne güzel güller, efendim, bunlar! Ne güzel kokuyorlardır kim bilir! ESKİCİNİN TAZESİ : Sizinkiler kadar değil elbet! Hele o balkona koyduklarınız yok mu... REİS : Çiçekleri pek seviyorsunuz, galiba? ESKİCİNİN TAZESİ : Çılgınca! Zor tutuyorum kendi mi, yoksa kapı, pencere, dam, duvar demeden güle boğacağım evi... (Hor görerek:) Ama eskiciler çiriş otunu daha çok seviyorlar! Ne yapsınlar, onlar da öy le görmüş, Öyle yetişmişler!... (Pencerenin pervazına oturur, içerden görün meyen bir yolcuya gülümser, el sallar.) Merhaba! merhaba! ESKİCİ : Gördün, değil mi? Dememiş miydim sana? REİS : Biraz fazla canlı belki, ama, ne cins parça bu, yarabbim! ESKİCİ : Bir tat, o zaman sorarım ben sana! REİS (yana) : Tatmıyorsam iştahsızlıktan değil, dişsiz likten, vallahi! (Kalkar. Eskiciye:) Sen yat da bu ge ce, bakalım, yarın konuşuruz. Tevekkeli dememişler: Gecenin öğüdü, değirmenin öğüttüğü... (Eskicinin karısına:) Güzel rüyalar, küçük hanım. (Geri geri çekilirken gözlerini ayıramaz on dan.) Şu boya... şu boyuna... şu saçlara, bak, yarabbi! (Et rafı koklar:) Mis gibi gül kokuyor ortalık, mis gibi. kokuyor burası! YEDİNCİ SAHNE Eskici — Eskicinin Tazesi (Hâlâ pencerenin pervazında oturan Eskicinin Tazesi, yandan bir sandalye çeker, tek ayağı üzerine oturtup topaç gibi çevirir. Bir yandan da türkü okur.) ESKİCİNİN TAZESİ : Kopuk bir kaya, Tıpış da tıpış... ESKİCİ (bir başka sandalye de o alır, ters yönde fır dön dürür) : Yapmasana şunu, yahu! Biliyorsun asabım bozuluyor. ESKİCİNİN TAZESİ (sandalyeyi bırakır) : Onu yapma, bunu yapma! Karşında salta mı durayım istiyorsun, nedir? ESKİCİ : Söylemesem neyse, sana kaç kere sandalyeyi benim yanımda öyle çevirme, dedim. Kör inançlı, de; geri kafalı, de, ne dersen de! Dayanamıyorum, n'apayım, elimde değil! Ama sana laf anlatılmıyor ki... (Kalkar, dışarı çıkacak olur. Eskicinin karısı sandalyeyi yeniden çevirmeye başlar. Eskici kapıdan döner, koşa koşa gelir, bir başka san dalye kapıp, ters yönde çevirmeye girişir.) Anlaşıldı sen rahat bırakmayacaksın beni. Basıp gi deyim ben de bari! ESKİCİNİN TAZESİ : A, üstüme iylik sağlık! Nerde o günler, ayol! ESKİCİ : İyi ya! Bırak da gideyim öyleyse. ESKİCİNİN TAZESİ (kızgın, bırakır sandalyeyi) : De fol! (Dışardan bir gitar sesi gelir, eski bir polka çalınıyordur. Eskicinin karısı başıyla ölçü tu tar, o sırada Eskici soldaki kapıdan sıvışır.) SEKİZİNCİ SAHNE Eskicinin Tazesi ESKİCİNİN TAZESİ (şarkı söyler) : La-ri-la-ra. (Kalkıp ayağa, hayalde bir kavalye ile dansa başlar.) Aman, Emiliano, ne güzel boyunbağı bu böyle!... Mendilini avucunun içine alıversene, canım... Yazık, yeni ipekli entarim leke olmasın... Jose Maria nasıl dik dik bakıyor bize... Deli oluyor, çatlayacak hase dinden... Seni kâfir seni, yine hınzırlığın üstünde!. Kim var ki senden başka... Olur, yarın da gel tabi, beyaz atın var ya hani, en sevdiğim, onunla gel ama... (Gitar sesi kesilir... Bir düşten uyanırcasına:) Bak, bu hainlik işte. Tam ne zaman buluşacağımızı söylecekti... DOKUZUNCU SAHNE Don Kargas — Eskicinin Tazesi (Don Kargas pencereden görünür; üstünde si yah redingot, ayağında kısa pantol. Keçi gibi sesini titrete titrete konuşur, başını da kukla gibi iki yana sallar.) DON KARGAS : Hişt! Hişt! ESKİCİNİN TAZESİ (vücudunu döndürmeden, omzunun üstünden) : Hoşt! Hoşt! DON KARGAS (yanaşır) : Kalbimin kadını, süte yatmış içbademim, kekremsi dağçileğim... Ruhumun kadını benim, sularımda salınan saz, çayırımda biten güzel sana söylüyorum!... ESKİCİNİN TAZESİ (döner) : Bunu bilmiyordum, bak! korkuluklar da konuşurmuş meğer! Tuhaf şey, kor kulukların üstüne konan kuşların da dili açılmış! Ri ca ederim, o yanınızdaki kara, tüyü bozuk kuşa söyleyiverin lütfen, bu akşam o bet sesini dinleyecek ha lim yok... DON KARGAS (tumturaklı) : Akşamın gölgeleri sokağı kundaklayıp, el ayak çekildikten sonra, aşk ateşinin mahmuzladığı al bir küheylan gibi sana... ESKİCİNİN TAZESİ : Hadi ordan, sütçü beygiri! Deh! ONUNCU SAHNE Eskicinin Tazesi — Delikanlı (Bir delikanlı gelir, içeri bir göz atar, durur. Şapkasının kenarları düz; bolerolu, al kuşaklı.) DELİKANLI : Temiz hava alınıyor demek? ESKİCİNİN TAZESİ : Alacağız ama, sizin gibiler temiz bırakmıyorlar ki... DELİKANLI : Bakıyorum, yalnızsınız! Şaşılacak şey! ESKİCİNİN TAZESİ (diklenir) : Niye, efendim, şaştınız? DELİKANLI : Omzunuzdaki bu lüleler, göğsünüzdeki bu kümelerle siz, böyle bir pencerede değil, sinemanın beyaz perdesinde görünmeye layıksınız da ondan... ESKİCİNİN TAZESİ : Sinemaya çıkmak mı! Allah yazdıysa bozsun! Geçen akşam zorla götürdüler; patla dım sıkıntıdan. Cicibeyin biri sevgilisine gidiyor; yol da, komşusunun evinin önünde durmuş, okuyacağı dersi talim ediyordu, ahmak... DELİKANLI : Anlamadım, ne dersi? ESKİCİNİN TAZESİ (alaylı) : N'olacak, sevgilisine oku yacağı dersi tabii! DELİKANLI : Pekiy ama, ya cicibey komşusuna: «Öğ retmenim benim, güzel öğretmenim, girelim de içeri, versene bana... bir ders...» dediyse?... (Alçak sesle konuşurlarken Eskici üstlerine ge lir; onları öyle görünce şaşalar, geri geri gider.) ESKİCİ : Ohoo'o! önüne gelenle başladı artık! Kim rast gelirse! Tam da mahallenin ne kadar örümcek ka falı karısı varsa hepsinin duaya taşındığı zamanı bul muş! Yandık! Kilisenin sundurmasında toplaşıp if lahımı keserler artık. İçerde de dilleri durmaz a! Türbedarın karısını bir dinlemeli!... Papazları sorma hiç!... Yoo! Miyanesi koktu artık! Geç bile kaldım. DELİKANLI (peşten) : Nasıl yalvaracaksam söyleyin, öy- le yalvarayım bari! İsterseniz su yoluna diz çökeyim? ESKİCİNİN TAZESİ (coşar) : Zorla başımı belaya soka cak! Edebinizle oturamaz mısınız siz hiç? DELİKANLI : Yatarım bile. (Bir sessizlik, derken yana şır.) De bana, kalbimin kadını, bir ayçiçeğinde kaç tane vardır? ESKİCİNİN TAZESİ : Ne bileyim ben! DELİKANLI : Bir anda senin için çektiğim ahlar kadar! ESKİCİNİN TAZESİ : Geri çekil de sen biraz, ordan çek ahını! DELİKANLI : Bizi çekemeyen biri mi var yoksa? Belliy di zaten! ESKİCİNİN TAZESİ : Bir dakka, bir şey rica edebilir miyim sizden? DELİKANLI : Bir dediğinizi iki ettim gitti! ESKİCİNİN TAZESİ : İyi ya! Bir kere geri basın! Son ra da basıp gidin, olur mu! DELİKANLI : O gül dudaklardan bir «olur» derleme den olmaz. (Öpmek ister. Kadın pencereyi çat diye ka patır yüzüne.) ESKİCİNİN TAZESİ : Terbiyesize bak! Küstahlık bu ka dar olur! (Pencerenin kanadını aralar.) Gülü dere yim derken, eline batar diken. Aldın mı şimdi ceva bını, sersem! Ne kepaze yer burası, yarabbim. İnsan bir pencerenin önüne bile çıkamıyor. Birazcık şakalaşayım dedin mi, yandın. Anlaşılan burda ya rahi be olacaksın ya orospu!... (Duraklar birden; etrafı koklar, sonra mutfa ğa koşar.) Başıma gelenler! Güveci fırında unuttuuum! ON BİRİNCİ SAHNE Eskici — Birinci ve İkinci Sofu (Akşam kavuşur. Eskici sahneyi arşınlar; om zunda pelerini; elinde çıkını, dört ucundan düğümlemiş yazma mendili. Tezgâhın önünde durur, bakar içli içli, balmumu yuvarını alır, koklar yerine kor, sonra bir avuç çivi alır eli ne, onları bırakır, üstünde kesilmiş ökçelerin yeri belli bir kösele parçasını alır, bakar, kor yerine. Kapıya doğru gidecek olur; döner son ra geriye.) ESKİCİ : Gitmek istemiyor muyum? İstiyorum. Ama ne dense geri geri gidiyor ayaklarım. N'apsam ki? Kime akıl danışsam? Yoksa o dört karıdan arta kalmış he rifi mi dinleyim?... Canım, bilmez miyim ben malımı! Öyle bir damar var ki onda... kafasına, değil çekici... (Balmumu yuvarını yeniden alır, yuğurur elinde.) şuncacık şeyi atsam, muma çevirir adamı, alimallah! (Yeniden iç geçirir.) İyisi mi vaktiyle gideyim ben burdan, çoluk çocuk arkamdan «boynuzlu» diye bağırışmadan. (Kapıyı açınca, içeriyi dinlemekte olan, siyah entarili, başörtülü iki Sofu Kadına toslar. Kor kudan biri dua kitabını, biri teşbihini yere dü şürür elinden.) BİRİNCİ SOFU (dua kitabını kaldıraraktan) : Allah la yığını versin, ödümü kopardın! ESKİCİ (ters ters) : Affedersiniz! Bilseydim, böyle yap mazdım zaten! İKİNCİ SOFU (dua kitabını kaldırırken laf geveler) : Ne diyecektim?... Pek serin oluyor da sizin evin önü, oturalım, dedik, şuracığa, hava alalım biraz diye... ESKİCİ : Sahi mi? Yalnız deyivereyim size, böyle serin yerlerde oturursanız hep, soğuklarsınız sonra!... (Ka dınlar gider.) Acuzeler! Başlarım şimdi sizin hava nızdan! Namussuzlar, uydurmuşlar kulaklarını kapının deli ğine!... Allah bilir şimdi gidip neler uyduracaklar ma halleliye! Allah bilir'i kaldı mı bunun! ne anlatacak ları malum. Eskicinin karısı aşağı, Eskicinin karısı yukarı! Herkesin ağzında Eskicinin karısıyla Don Kargas n'apıyorlarmış, nasıl kırıştırıyorlarmış? Dinle ar tık!... Olan bana oluyor arada!... Yoo, yetti! ele gü ne kepaze olacağıma yalnız yaşarım, bin kat iyi! (Kapıyı açık bırakıp gider.) ON İKİNCİ SAHNE Eskicinin Tazesi ESKİCİNİN TAZESİ (sağdaki aralık kapının ardından seslenir) : Yemek hazır!... (Derken başını uzatır, bir de bakar ki sokak kapısı açık.) A! Buna diyecek yok! Sen ardına kadar açık bırak kapıyı, kalk, kahveye git... elindeki iş de yüzüstü kalsın. Eve döndüğün za man gösteririm ben sanaa!... Erkek milleti mi!... Evin direği bunlar ha! Ama kabahat bizde, kadınlar da! Enayiliğimize doymayalım! (Hapşırır.) Buuu'u! Bayağı serin bu akşam. (Lambayı yakar, sandalyelere çekidüzen verir, saçlarını düzeltir, entarisini çekiştirir filan.) Nerde kaldı bu adam? Keyfi bilir, iki dakikaya kadar gelmezse, yalnız oturur, bir güzel yerim yemeğimi de. Sersem aç kalsın bir akşam, anlar! Ne güzel, şeyler hazırlamıştım. Böyle güveç yemiş mi acaba ömrün de! Yanında salatası, turşusu... üstüne de kabak tat- lısı, cevizli mevizli... Biz beslenir de belki gayrete ge lir diyoruz, o kahve köşelerinde... ON ÜÇÜNCÜ SAHNE Eskicinin Tazesi — Çocuk — Belediye Reisi— Komşular ÇOCUK (kapının ağzından) : Hâlâ kızgın mısın? ESKİCİNİN TAZESİ : Yok, canııım! Gel bir sarıl bana! Koş! ÇOCUK (kapının ağzından) : Önce söz ver beni azar lamayacağına... ESKİCİNİN TAZESİ : Pekiy, söz. (Çocuk'u kucağına oturtur.) Niye korkuyorsun ama? Niye azarlayacakmışım seni? ÇOCUK : Söyleyeceğim bir şey var da sana... kimse ce saret edemedi... beni yolladılar söyleyeyim diye sana. ESKİCİNİN TAZESİ : Neymiş o? ÇOCUK : Aa! Bak! Bak! (Pencereden bir kelebek girer. Çocuk yere at lar, koşar ardından.) N'olur, çabuk, mendilini ver bana! ESKİCİNİN TAZESİ : Söyle de bir kere neymiş söyle yeceğin? ÇOCUK : Sus! Sus! Yavaş ol! Kaçıracaksın vallahi... Ne güzel ama, değil mi? (Alçak sesle, niyet çekermişçesine:) Kelebektim, Mor benektim, Kara kedi Mırnav dedi, Beni yedi; Yedi ama, Se-evdi mi Re-engi mi? ESKİCİNİN TAZESİ (delişmence) : Sevdi-i! ÇOCUK : Yo, yo, sayılmaz bu! ESKİCİNİN TAZESİ : Uçuyor bak, atsana mendili hadi! (Çocuk, elinde mendil, ordan oraya koşar.) Gidiyor, vallahi kaçacak! (Çocuk kapıya koşar.) Söyleyeceğini söyle de öyle git bari! ÇOCUK (duraklar) : Sahi... ama kaçıyor, bak, karşıda! (Hem koşar sokakta, hem bağırır.) Teyze, kocan vardı ya senin... Gitti işte o, bir daha da gelmeyecek! ESKİCİNİN TAZESİ (beyninden vurulmuşa döner) : Ne dedin? ÇOCUK : Sahi söylüyorum, posta arabasına binerken öy le dedi... haber yolladı sana... inanmazsan sor, her kes biliyor... ESKİCİNİN TAZESİ (bir sandalyeye yığılır) : İmkânı yok! Dünyada inanmam. ÇOCUK : Kaçtı, gitti bile! Al şu mendilini de! ESKİCİNİN TAZESİ (bir ümit ışığına sarılır) : Kim git ti? Kaçan kim? Kelebeği mi diyorsun? ÇOCUK : Döner gelir belki de, değil mi? ESKİCİNİN TAZESİ (öfkeli, Çocuk'a bir sille atar) : Ya lan söylemek nasıl oluyormuş, bak, seni piç, seni! ÇOCUK (zırlar) : Yalan söylemedim ki ben. Gördüm onu, diyorum sana. Posta arabasının orda gördüm, vallahi. ESKİCİNİN TAZESİ (ulur) : Ben n'apayım şimdi, a dost lar? Ben n'apacığım şimdi? (İki Komşu koşa koşa gelir.) Tamam! Şimdi de utanmadan beni teselliye geliyor sunuz, avutmaya geliyorsunuz, değil mi? Yaptınız, ya kıştırdınız, bir dedikodu, bir fiskos... yıktınız yuva mı !... (Reis gelir.) REİS (zart zurtlu) : Senin kimseye bir şey söylemeye hakkın yok! Kocan gittiyse, senin yüzünden gitti, sevmediğin, adam yerine komadığın için kaçtı... ESKİCİNİN TAZESİ (isyan eder) : Sevmediğimi ne biliyormuşsun sen? İçime mi girdin yoksa, ha? Ne bili yorsun burda ne yattığını? (Kalbine vurur.) O tüy süz oğlanları topladıysam başıma, biliyor musun sen, kocam için topladım ben onları, kıskandırayım diye onu, yaaa! (Ağlar.) Şekerim benim, kim bilir ne kö tü şeyler anlattılar benim için sana! BİR KOMŞU : Kendine böyle kahretme, canım! Sakin ol, sabırlı ol biraz! ESKİCİNİN TAZESİ : Sakin olacakmışım, sabırlı olacakmışım!... olmayacağım işte! (Açık kapıdan Komşular sökün eder, allı dallı giyinmişler, ellerinde limonata, nane suyu, rengârenk şurup dolu, kocaman kocaman bar daklar. Oturmakta olan Eskicinin karısının et rafında, ellerindeki bardakları sırayla sunarak, oyun adımlarıyla dönerler; tenteneli etekleri yelpazelenir. Yüzlerinde şakacıktan bir kahır burulması.) KOMŞULAR : İç şu limonatadan. : Safranı bastırır : Sen şaşma nane suyundan. : En şifalısı dut şurubu. : Canım komşu! : Gülüm komşu! : Ağlama n'olur! : Zor olmasına zor! : Ama sen ağladıkça! : Yüreğim parçalanıyor. (Ağlayıp sızlayan Eskicinin karısı etrafında bir curcunadır gider.) PERDE II. PERDE BİRİNCİ SAHNE (Aynı dekor. Solda, eskici tezgâhı köşeye çe kilmiş. Sağda bir şaraphane tezgâhı, şişeli mi şeli, bir de Eskicinin karısının içinde bardak ları yıkadığı büyük bir porselen leğen. Tezgâhın gerisinde, Eskicinin karısı, çaylak alı, eteği tenteneli, kolsuz bir entari giymiş. Tezgâhın önünde iki küçük masa. Birine Don Kargas oturmuş, şerbet içiyor; öbüründe baş ka bir Müşteri, gözlerine yıkmış şapkasını. Eskicinin karısı bardakları yıkayıp yıkayıp tezgâhın üstüne diziyor. Birinci perdeden bildiğimiz Delikanlı kapının ağzında belirir. Şapkası yine düz kenarlı, ku şağı yine al. Eşikte durur, Eskicinin karısına sevdalı sevdalı bakar, içini çeker. Don Kargas' la öbür Müşteri de dönüp bakarlar. Eskicinin karısı elindeki işi bırakır, Delikanlı'y'ı süzer. Sessizlik. Sessiz sinemadan bir sahne adeta, bakışlardan meram anlaşılır.) ESKİCİNİN TAZESİ : Girsenize... DELİKANLI : Madem siz, istiyorsunuz... ESKİCİNİN TAZESİ (umursuz) : Ben mi istiyormuşum? Girmişsin, girmemişsin, ayol, umurumun teki! Kapıya dikilmiş bekliyordun da... DELİKANLI : Bu kadar ısrara, mecbur gireceğim. (İler ler, tezgâha dayanır, gözleri Eskicinin karısında.) MÜŞTERİ (dişlerinin arasından) : Geldi bir tane da ha!... Senin de görürüz hesabını... ESKİCİNİN TAZESİ : Ne içeceksiniz! DELİKANLI : Siz ne buyurursanız... ESKİCİNİN TAZESİ : Öyleyse buyurun kapıya! DELİKANLI : Ah! Ah! Eski çamlar bardak oldu! ESKİCİNİN TAZESİ : Bir bardak şerbet? Limonata ve reyim, isterseniz? DELİKANLI : Şerbet olsun. ESKİCİNİN TAZESİ : Öyle bakmayın bana, bardağını zı devireceksiniz sonra. DELİKANLI : Devirsem ne olacak, diksem ne olacak! ESKİCİNİN TAZESİ : O da niye? (Omuzlarında şal, pencerenin önünden iki genç kadın geçer, ellerinde kocaman, kocaman yel pazeler, hallerine bakarsanız, içerde gördükle rinden utanmış, çarpılmışlardır, yelpazeleriyle kapatırlar yüzlerini, uzaklaşırlar, ama uzak laşmak da istemez gibidirler.) DELİKANLI (oşarıyla) : Boğazımdan bir şey geçmiyor ki nasıl olsa... Off! MÜŞTERİ (gözleri yerde) :. Off! DON KARGAS (gözleri tavanda) : Off! (Eskicinin karısı önce Delikanlı'ya, sonra öbür lerine bakar.) ESKİCİNİN TAZESİ (öykünür) : Off! off! off! Siz ken dinizi nerdeyim zannediyorsunuz, Allah aşkına? Bura sı kahve mi, hastane koğuşu mu? Toplanmış bir alay budala. Sizin yüzünüzden, değil mi zaten, kaçtı ko cacığım! Nafakam çıksın diye açtım şu kahveyi, gir dim bu Allahın belası işe. Yoksa süpürge sopasıyla kovalamayı da bilirdim sizi. Ama karşıma geçip böy le pofurdarsanız bir daha, haberiniz olsun, kafam bir kızdı mı, dünyayı gözüm görmez vallahi. DON KARGAS : Güzel söyledi bunu! MÜŞTERİ : Kahve açmışın madem, biz de istediğimiz gibi gelip oturacağız tabii. ESKİCİNİN TAZESİ (ateş püskürür) : Ne dedin? Ne de din? {Müşteri kalkıp kapıya yollanır. Don Kargas da ardından; ama Eskicinin karısına gülüm semeyi unutmaz, bir de işaret çakar, «Ben hal den anlarım, döner gelirim sonra» gibilerden. ESKİCİNİN TAZESİ (Müşteri'ye) : Sen bana böyle di kelmeye kalkma, sen diken olursan, ben de kirpi olu rum, anladın mı? Benim kimseden korkum yok, Al lah'tan başka. Hepiniz vız gelirsiniz bana. Büyükba bam benim — toprağı bol olsun — yaban atlarını ter biye ederdi; babam da at cambazıydı. Ben de onlara çekmişim. Hem şunu da iyice bilin ki sade sana de ğil, bu adı batasıca yerde oturanların topuna söylü yorum, bu tezgâhı, bu leğeni, bu masaları, bu masa larda oturan budalaları başıma bela ettiysem, kocacı ğımın şerefine leke sürdürmeden, namusumla ekmek parası kazanmak için... ölürüm de ona şu kadar laf getirtmem anladın mı? (Don Kargas halden anladığını belirten bir işaret daha çakıp acele dışarı çıkar, ardından da Delikanlı sıvışır.) MÜŞTERİ : Ben de sana bir şey söyleyeyim, senin bü yükbaban at terbiyecisiyse, benimki de boğa terbiyecisiydi, anladın mı? Görüşürüz yine. (Çıkar.) ESKİCİNİN TAZESİ (bir sandalyenin üstüne yığılır, iki elinin arasına alır başını) : Sen bana sabır ver, yarabbi! İKİNCİ SAHNE Eskicinin Tazesi — Çocuk (Çocuk parmaklarının ucuna basarak arkadan gelir, elleriyle Eskicinin karısının gözlerini ka patır.) ÇOCUK : Guguk! ESKİCİNİN TAZESİ : Sana da guguk! Biliyorum ama, ben guguklu kim! ÇOCUK (sesini değiştirir) : Kimmiş? ESKİCİNİN TAZESİ (birinci perdede Çocuk'un yaptığı gibi alçak sesle okur ezgiyi) : Kelebektim, Mor benektim, Kara kedi Mırnav dedi, Beni yedi, Yedi ama, Se-evdi-mi Re-engi mi? ÇOCUK (birinci perdede Eskicinin karısının bağırdığı gi bi) : Sevdi-i! (Eskicinin karısı kapar, kucağına alır Çocuk'u.) ESKİCİNİN TAZESİ (muhabbetli) : Öpersen beni, bil, bakalım, sanaaa... ÇOCUK : Bildim. O geri geldi, diyeceksin. ESKİCİNİN TAZESİ (meraklanır) : Kim? ÇOCUK : Kelebek. ESKİCİNİN TAZESİ (bozulur) : Yumurcak, sen de! ÇOCUK : Sensin yumurcak! ESKİCİNİN TAZESİ (öper çocuğu) : Hadi, gel, barışa lım. ÇOCUK : Ne diyecektin demin, ne verecektin? ESKİCİNİN TAZESİ : Ne açgözlüsün seeen! ÇOCUK : Ben mi? (Dizini gösterir.) Bak, ne oldu ba cağıma! ESKİCİNİN TAZESİ : Ah, canım! kim yaptı onu? ÇOCUK : Ayper var ya, o yaptı işte. Önce ama ben de dövdüm onu. Bir taş kaptı yerden, bir fırlattı, küt dedi, dizime geldi. ESKİCİNİN TAZESİ : Çok acıyor mu? ÇOCUK : Yo, geçti. Ama önce çok ağladım. ESKİCİNİN TAZESİ : E, niye dövdün Alper'i ama? ÇOCUK : O şarkıyı söyledi de, onun için. ESKİCİNİN TAZESİ : Şarkı söyledi diye dövmek mi la zım? ÇOCUK : Öyle şarkı değil ki o, kötü şarkı. ESKİCİNİN TAZESİ (safça) : Nasıl kötü şarkı? ÇOCUK : Senin için uydurmuşlar ya, o şarkı işte. ESKİCİNİN TAZESİ (şaşırır) : Benim için şarkı mı uydurmuşlar? ÇOCUK : Öyle ya. Şey diyorlar, kocan kaçmış senin, sen şey yapmışsın da, o yüzden... ESKİCİNİN TAZESİ : Kocam kaçtıysa, onların yüzün den, onların yalanları, fitneleri yüzünden kaçtı! ÇOCUK : Sahi mi? ESKİCİNİN TAZESİ : Kocacığım benim! Neşemdi, haya tımın tadı tuzuydu o benim! Beyaz atının üstünde, onu ilk gördüğümde... ÇOCUK : Atıyorsun sen de ama!. Eskicinin atı yoktu ki. ESKİCİNİN TAZESİ : Nerden bileceksin sen, a dilli dü dük? Hem bir değil, iki tane atı vardı. Sen görmedin, daha dünyada bile değildin ki o zamanlar. ÇOCUK (yakarır) : Anlat öyleyse, n'olur. ESKİCİNİN TAZESİ (düşte gibi) : Onu ilk gördüğümde, çamaşır yıkıyordum, derenin kıyısında. Su dupduru, tertemizdi. Koltuk altlarıma kadar geliyordu, sıvalı kollarımın yukarları bile ıslanmıştı. Yine de baktın mı, dipte ufacık çakıllar bembeyaz görünüyordu. Yu kardan çamaşırları sıktığımda, dere sedef dişleriyle gülüyordu adeta. ÇOCUK : Anlat! anlat! ESKİCİNİN TAZESİ : Sırtında siyah kadifeden bir ye lek vardı, belden büzme, boynunda al ipekten bir bo-yunbağı, üstüne bir halka geçirmiş, altın, pırıl pırıl öyle... ÇOCUK : Ne yakışıklıydı kim bilir! ESKİCİNİN TAZESİ : O bana baktı, ben ona baktım, geldiğinde otların üstünde oturuyordum. O taptaze otların kokusu hâlâ burnumda tütüyor. Ya rüzgâr... ağaçların içinden, kıyıdan kıyıdan esen o rüzgâr... ağaçlar suyun yelpazeleri zaten, değil mi? ÇOCUK (sabırsız) : Daha anlat, daha! ESKİCİNİN TAZESİ : Durdurdu atını. Atın kuyruğu süt beyaz, öyle uzun, öyle uzundu ki, suya değiyordu ucu... (Uzaktan bir türkü duyulur.) Öyle dalmışım ki, akıntıya iki mendil kaptırdım, iki si de birbirinden güzel, şu kadarcık, şu kadarcık. (Ta rif eder eliyle.) ÇOCUK (kulak kabartır) : Suss! ESKİCİNİN TAZESİ : Silme tentene... ÇOCUK (tedirgin) : Sus, diyorum sana!... O şarkı işte... ESKİCİNİN TAZESİ (çarpılır) : O mu? ÇOCUK : O ya, senin için uydurdukları şarkı... ESKİCİNİN TAZESİ : Nasıl biliyor musun sen? ÇOCUK : Hepsini değil ama, biliyorum birazcığını. ESKİCİNİN TAZESİ : Söyle, nasıl şeymiş, bakalım? ÇOCUK (ürkek) : Yo! Yo! ESKİCİNİN TAZESİ : Söyle! Söyle! anlayalım, bakalım, ne diyorlarmış benim için. ÇOCUK (alçak sesle) : Eskicinin karısı, Kaçar kaçmaz kocası, ha-ha-ha Açtı bir kahvehane, Müşteriden girilmiyor Yedisinden yetmişine hi-hi-hi. ESKİCİNİN TAZESİ : Namussuzlar! Gösteririm ben si ze! ÇOCUK (masanın üstüne ölçü vurarak) : Nanesinde hikmet Kesesine bereket ha-ha-ha Her gün yeni bir fistan, Etekleri fistodan, Eksik kesmiş yaradan hi-hi-hi. ESKİCİNİN TAZESİ (deli olur) : O cadıların işi bu, on lar uydurdu bütün bunları. Ama ben de bu tırnak larımla birer birer oymazsam onların yılan gözlerini!... (Yumuşar:) Korkma, canım, sana demiyorum ben. Oku, sen, oku! ÇOCUK : Eskicinin karısı, Reis'le iy'arası, ha-ha-ha Av etlerinin meraklısı, Altın sülün bulamazsa, Ala kargaya da razı, hi-hi-hi! (Sesler yaklaşır, dümbeleklerin eşliğinde söz ler seçilmeye başlar. Eskicinin karısı Çocuk'u yere bırakıp, ayağa fırlar.) ÇOCUK : Dur... daha bitmediydi ki... ESKİCİNİN TAZESİ : Bu kadarı kâfi. (Omzuna bir şal atıp, kapıya seyirtir.) ÇOCUK (korku içinde) : Nereye gidiyorsun? ESKİCİNİN TAZESİ : Tabanca satın almaya. (Eşikte, her adımda bir bastonunu yere vura rak, pür azamet gelen Belediye Reisi'ne toslar. Sesler uzaklaşır. Eskicinin karısı da yeniden tezgâhının başına geçer.) REİS : Kim bakıyor buraya? ESKİCİNİN TAZESİ : Azrail. REİS : Yine ne var? ESKİCİNİN TAZESİ : Daha ne olsun? Duymadınız ta bii, çarşı pazar dolaşıp o kepaze türküyü söyledikleri ni bilmiyorsunuz, değil mi! Sizden cesaret almasalar, böyle sokaklara dökülürler miydi zaten! (Ağlar.) Ama kadın kısmı bir başına kalmaya görsün! Hele böyle küçük yerde, polisi hırsız, reisi bostan korkuluğu olan bir yerde. REİS (cerbezeli) : Biliyor musunuz, demin n'aptım? Ya kalattırdım o türküyü söyleyenlerin iki üç tanesini, at tırdım hapse kerataları. ÇOCUK : Oh olsun! oh olsun! ESKİCİNİN TAZESİ (şaşalar) : Sahi mi söylüyorsunuz? (Dışardan bir ses.) Nereye? ÇOCUK : Annem çağırıyor. Tüyüyüm ben... Onu uyutur bir ara, o büyük kılıcı aldığım gibi getiririm sana... Dedemin kılıcı var ya, harpte kazanmış hani... ge tireyim değil mi? ESKİCİNİN TAZESİ (hoşgörüyle gülümser) : Getir ya. ÇOCUK : Bana ağır geliyor ama, sen kaldırırsın nasıl olsa. ESKİCİNİN TAZESİ : Gel, gitmeden bir öpeyim seni. ÜÇÜNCÜ SAHNE Eskicinin Tazesi — Belediye Reisi REİS : Bakıyorum da, bir şu bacaksız var, böyle iltifat gören burda... Bizler de insanız, canım! ESKİCİNİN TAZESİ : Sizler de insansınız belki ama... her ağzınızı açışta münasebetsiz bir laf etmeden ola mıyorsunuz... Niye güldünüz öyle? REİS : Kaç para ediyor bütün bu güzelliğin diye... ESKİCİNİN TAZESİ : Kaç para mı ediyor? Bir o eksik ti!... Panayırdaki sakallı kadın gibi çıkıp ortaya pa rayla kendimi mi göstereyim istiyorsunuz yani? REİS (güler) : Çocuklarla ihtiyarlara yarım bilet nasıl olsa... Ama onu demek istemedim ben. ESKİCİNİN TAZESİ : Ne demek istediniz? REİS (içini çekerek) : Bunca güzelliğin ziyan olduğu nu gördükçe gülesim, daha doğrusu ağlayasım geli yor, diyecektim. ESKİCİNİN TAZESİ : Gül ağacı da çiçek açıyor, o da mı ziyan? REİS : Derleyecek, koklayacak kimse yoksa, ziyan ta bii... (Derin bir nefes alır.) Allahın bildiğini kuldan mı saklayacağım, gülün çeşidini kokladım vaktinde, beyazını, alını, katmerlisini, ama ilk görüyorum senin gibisini. ESKİCİNİN TAZESİ : Rica ederim, susun! REİS : Susmak mı? Şu sazlar kadar esnek, bahara dur muş bademler kadar ak, bir yaşında fındık ağacı ka dar kaypak; şu salkımsöğüt, şu abanoz saçlarla to puklarına kadar örtülesi beden, şu körpecik kadın du rurken karşımda... nasıl susarım ben? Ne diyorsun sen! daha dün iki gömleğini çembere serilmiş görüverince, ateşten gömlekler giymişe döndüm... bürüm cüktü ikisi de... ufacık, şöyle şöyle (El işareti.) ma- vi şerit geçirmişsin kol ağızlarına... ESKİCİNİN TAZESİ (patlar) : Yeter! Yeter! diyorum sana, anlamıyor musun? REİS (pısar) : Kızıyorsun madem bu kadar... ESKİCİNİN TAZESİ : Şaştım vallahi, hiç utanma yok mu sizde! Yaşlı başlı adam, kızı yaşındaki kadına yılışsın, akıl alacak iş değil!... Kızlarınızı gelin etmeye baksanıza siz! REİS : Kendileri bakarlar o işin çaresine. ESKİCİNİN TAZESİ : Allahtan! REİS : Yani yasak mı artık kahveye gelmem? ESKİCİNİN TAZESİ : Yine gelin kahve içmeye ama... REİS (güler) : Kahveciye hallenmek yok ha? Niye go cunuyorsun, anlamıyorum ama... başım bağlı değil ki benim... ESKİCİNİN TAZESİ : Ama ben evliyim. REİS : Senin bildiğin gibi değil, buz gibi dulsun sen... Kocanın geri geleceği filan yok. ESKİCİNİN TAZESİ : Kim söylemiş onu? REİS : Kim söyleyecek? Kendi söyledi. ESKİCİNİN TAZESİ : Yalan! REİS : Tabii! Onu demeye getirdi. Senden bıktığını, se ni sevmediğini söyledi... anladın mı şimdi? ESKİCİNİN TAZESİ : Sanki o senin ölü karılarının dör dü de pek ayılıp bayılıyorlardı sana! Senin aşkından öldüler zaten, değil mi? REİS (bastonunu yere vurarak) : Bitti mi? ESKİCİNİN TAZESİ (kaldırıp bir bardak çalar yere) : Daha başlamadım bile! (Sessizlik.) REİS (dişlerinin arasından) : Ah! benim elime düşecek sin ki sen, bak, sana nasıl tek tek toplattıracağım o cam parçalarını!... ESKİCİNİN TAZESİ (meydan okur) : Ne buyurdunuz, Reis Beyefendi? REİS : Hiç sende şu kadarcık akıl olsa, diyecektim, çok tan anlardın, karşındaki adamın noter huzurunda... ESKİCİNİN TAZESİ (alaylı) : Efendim? REİS : Senin üstüne... ESKİCİNİN TAZESİ (aynı ağızla) : Kasırgası çıkmış bir eşeği... REİS : Ne münasebet! dayalı döşeli evini senin üstüne yapmaya hazır olduğunu çoktan anlardın. Hem öyle bir ev ki sade misafir odası binlerce liraya çıkmış, duvarlarda hep boy aynaları, karşısına geçtin mi... ESKİCİNİN TAZESİ : Uzun kulaklarındaki paslı demir ler... REİS : Halt etmişsin sen onu! karşısına geçtin mi, at las terliklerinin ucundan başındaki antika fildişi ta rağa kadar, boylu boyunca görebiliyorsun kendini. ESKİCİNİN TAZESİ (alaycı) : Desene, tam uzun-kulak-hazretlerine göre yer! REİS : Evet! Kraliçelere layık bir yer. Tacı bile eksik değil. Öyle ya yatağın üstünde deri üstüne sırma kak malı, kuşlu, çiçekli bir de tacı var, kadife perdelerin bir yanı mor, bir yanı al... ESKİCİNİN TAZESİ : Kiraz üstüne kar yağmış! REİS : Taşlıkta altı palmiye... ESKİCİNİN TAZESİ (masala bozar) : Bir de kocaman fıskiye... üstünde bir gülen nar, zıp zıp sıçrar... ya da ağlayan bir ayva, vurur başını taşlara, kraliçenin, tabii, o günkü keyfine göre... REİS : Bilemedin, bizde ağlayan ayva yok dört bir ta raf gülen nar... ESKİCİNİN TAZESİ : O altın kafese kapalı kuş ömrü boyunca nar tanelerini gagalasın diye, değil mi?... Siz küçükken, denemişsinizdir herhalde, nasıl kuş tu tardınız? REİS : Ökseyle, tuzakla... ESKİCİNİN TAZESİ (alaycı) : Tuzlu hamurla değil mi? Ben sizin yerinizde olsam, ne yapardım, biliyor mu sunuz? O yaldızlı koltuklardan birini alır, palmiyele rin altına yan gelir otururdum, elimde tuzlu hamur, beklerdim kuşu... REİS (küser) : Bitti mi alayın? Rahatladın mı? Unut ma ama, son gülen... ESKİCİNİN TAZESİ (ters ters) : Dona kalır! (Dışardan bir borazan sesi gelir, matrağına süslü püslü, uzatmalı muzatmalı bir ezgi.,) Bu da nesi? REİS (ağırdan) : Benim iznim olmadan böyle! ESKİCİNİN TAZESİ (ellerini çırparak) : Kuklacı geldi! (Borazan bir daha sesler, bu sefer daha uzun.) (Pencerenin önünden iki komşu geçer. Bun lardan biri, geçerayak, «Kuklalar» diye lafı sarkıtır.) ÇOCUK (koşa koşa gelir) : Maymun da vardır inşallah! (Eşikte, Eskicinin karısına:) Geliyor musun? ESKİCİNİN TAZESİ : Kapatayım da dükkânı. (Pencereyi kapamaya davranır.) ÇOCUK (hâlâ eşikte) : Bu yana geliyor. Senin kahveye geliyor vallahi! DÖBDÜNCÜ SAHNE Eskici — Eskicinin Tazesi — Belediye Beisi — Komşular — Çocuk (Eskici, yüz-kılık değişmiş, elinde bir borazan sırtında bir tomar karton. Millet etrafını alır. Çocuk, pencereden odanın içine atlar, gidip Eskicinin karısının eteğine yapışır.) ESKİCİ (eşikte) : Günaydın! ESKİCİNİN TAZESİ : Günaydın! ESKİCİ : Bir dakika oturabilir miyim? ESKİCİNİN TAZESİ : Buyrun, bir şey de için. REİS : Gel, dostum gel. Söyle, ne istiyorsan. Benim misafirimsin. (Kapının ağzına üşüşmüş Komşulara yarı şa ka, yarı ciddi.) Ne toplandınız? Maymun mu oynatıyoruz burada? BİR KOMŞU : Yolun öbür yanına durduk onu da mı çok görüyorsun yani? (Deminden beri Eskici dört bir yanı gizliden kolaçan etmektedir.) ESKİCİ : Hoşgörüver onları, Reis Bey... Halinizden bil dim de Reis olduğunuzu... Şunun şurasında onların yüzünden ekmek yiyoruz. ÇOCUK : Bileceğim ben bu sesi, bir yerde duydum ama, nerde? (Pirelenir, bütün sahne boyunca da gözünü Es kiciden ayırmaz.) Ne zaman başlayacak kuklalar? ESKİCİ : Şimdi, bir kadeh bir şey içeyim de! ESKİCİNİN TAZESİ (ağzı kulaklarına varır) : Burda mı oyanatacaksınız? Ah, ne iyi! ESKİCİ : Müsaade sizin. BİR KOMŞU : Öyleyse gireriz içeri, değil mi? ESKİCİNİN TAZESİ (gayet kibar) : Buyrun. (Eskiciye bir bardak şarap sunar. Komşular yerlerini ayarlarlar.) REİS (Eskiciye) : Uzaktan mı geliyorsun? ESKİCİ : Uzaktan ya. REİS : Ta Sevilden mi? ESKİCİ : Sevil ne ki! REİS : Fransa'dan öyleyse? ESKİCİ : Daha git! REİS : İngiltere'den mi? ESKİCİ : Daha, daha! REİS : Rusya'dan mı? ESKİCİ (muzaffer) : Filipin Adaları'ndan! (Şaşakalma mırıltıları. Eskicinin karısı Eskici ye hayran hayran bakar.) ESKİCİ (kadehini masaya kor, ağzını şapırdatır) : Aaa! Güzel şarap doğrusu! Kim ezmişse bunun üzümünü, simsiyah olmuştur ayakları... REİS : Anlamadım, nasıl? ESKİCİ : Başka neden yapılır ki bu iksir!... kara üzüm den tabi... O kadın kalbine özenmiş kapkara üzüm den... ESKİCİNİN TAZESİ (bozulur) : Kadınlara kara sürmeyi bırakın da işinizden söz edelim biraz... ESKİCİ (karısını süzer) : Bizimkisi iş değil ki, oyun ama hayatın iç yüzünü anlatan bir oyun, anlatabildim mi, bilmem? Öykülerimiz var işte... Mesela kötü kızla ev lenen Bağdatlı şehzadenin öyküsü... şehzade karısı na gözdağı vermek için, atını sahanını nasıl öldürü yor, falan filan... Sonra İngiltere'de on dördünde bir kız kılığına giren cadının marifetleri... Ama en güzeli, yumuşak başlı saraçla İskenderiyeli at cambazının kı zının serüveni... ESKİCİNİN TAZESİ (içini çeker) : Kocacığım da bilir di hep bunları hem daha nicelerini... ESKİCİ : Sahi mi? Adamcağız bu çetin öyküleri belle yeceğim derken mahvolmuştur! Zavallıcık! ESKİCİNİN TAZESİ : Niye zavallı olacakmış! (Seyirciler gülüşür.) REİS (duruma el kor) : Susun artık, konuşmak, gülüş mek yok! Herkes bu anlatılacak öyküden kendine gö re kapacağı... BİR KOMŞU (alçak sesle sokuşturur) : Nezleyi... REİS : ...Dersi kapsın. Bu gibi şeylerde kıssadan hisse çıkarmak lazım! (Eskiciye:) Başlayın, isterseniz... ESKİCİ : Muhterem seyirciler. ESKİCİNİN TAZESİ : Dinlemesi zevk, vallahi! (Eskici tomarı açar. Çiğrenkli, taşbasması bir takım resimler. Seyirciler yanaşır. Eskicinin karısı öne geçer oturur, Çocuk'u da kucağına alır.) ESKİCİ : Dikkat, başlıyorum! ÇOCUK (Eskicinin karısına sarılarak) : A, ne güzel! Ne güzel, değil mi! ESKİCİNİN TAZESİ (Çocuk'a) : İyi dinle ama, unuttu ğum yerler olursa hatırlatırsın bana sonra. ÇOCUK : Merak etme! su gibi bellerim hepsini, peygam berlerin adlarından güç değil ya öğrenmesi! (Gülüşme.) ESKİCİ : Muhterem seyirciler, (Goygoycu ilahisi gibi yeknesak) delifişek kadınla halim selim kocasının destanını dinleyeceksiniz. Kıssadan hisse çıkarmak is teyenlerinize emsal ola! (Kulak kesilir herkes.) ÇOCUK (Eskicinin karısına) : Tıpkı kocanın sesi, nasıl benziyor, değil mi? ESKİCİNİN TAZESİ : Yok kocacığımın sesi daha tatlıy dı ya. ESKİCİ : Tamam mı? Başlıyoruz! ESKİCİNİN TAZESİ (bir tuhaf olur kendi kendine söy lenir) : Ama nedense o konuştukça, bir tuhaf olu yor içim. ESKİCİ (bir çubukla resimleri imler) : Bir köyünde Kordova'nın Zakkum ağaçları içinde, Bir saraç vardı bir zaman Bir de saracın karısı... (Durak. Genel dikkat.) O şatıfillinin biri, Kocası kuzu mu kuzu; Anca on dokuzunda kadın, Adam elliyi geçkin Evde hırgür eksik değil. — Şu eli maşalıya bakın, Gözü kör olasıca, Nasıl kafa tutuyor kocasına! (Kartonun üzerinde taş-bebeksi safça mazlum bir kadın resmi göserir.) ESKİCİNİN TAZESİ : Seni kaltak, seni! (Seyirciler arasında mırıltılar, gizli gizli gü lüşmeler.) ESKİCİ : Bir saçları, bir saçları vardı kadının Seylan Ormanları'nın karanlıklarına layık. O ne ten, be dostlarım, o ne şeffaf ten Ayın on dördü sanki, suya vurmuş bir ışık; Yürüdükçe önünüzden o haddeden geçmiş beden Etekleri alay alay, terlikleri şıpıtık, Bir koku yayılırdı turunç bahçelerinden, Limonla, portakalla ve naneyle karışık... Saraç desen karısına deliler gibi âşık, Kadın ama oynuyor daim, şıktır, şıktır, şıktır, şık... (Komşular gülerler.) Anladık kadın genç, güzel filan ama, Adam da boynuzlu doğmadı ya anasından, Oncağıza da yazık... (İçini çekip duran kadın birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar.) ESKİCİ (dönerek) : Ne oldu, neniz var? REİS (bastonunu yere vurarak) : Bana baksana sen... Mama dalılığı mı edeceğiz sana burda! BİRİNCİ KOMŞU : Yarası olan gocunur! İKİNCİ KOMŞU : Ne güzel anlatıyor şu adam! (Komşular homurdanırlar.) ESKİCİNİN TAZESİ : İçime dokundu öykü de, tutama dım kendimi. Kusura bakmayın, yapmam bir daha. (Hıçkırıklarını bastırmaya çalıştıkça göğsü gülünç gülünç inip kalkar.) REİS : Susun da artık. Adamı dinleyelim, canım! ESKİCİ : Ezberden okuyoruz burada, kolay değil... ÇOCUK (hak verir) : Öyle ya; doğru! ESKİCİ : İşte bir pazartesi sabahı, Güneş iyice yükselmiş; Kamışlarla hanımellerinin Gölge düşmez olmuş dibine, Yamaçta meltemle biberiye Fing atarken birbiriyle, Ve yemyeşil düşerken dallardan Kocayemiş yaprakları, Saracın civelek karısı da Suluyor saksıları. Derken çıkıp geliyor oynaşı, Bir Kordova kısrağının üstünde, Bir ah çekip başlıyor söze: — Güzelim, dayanamayacağım artık, Gidelim gayrı yarın akşam, Bir cümbüş edelim birlikte. Güzel de diyor ki cevapça: — Kocamı n'apacağız ama? — Bakarız bir çaresine. — Öldüreceksen, başka... — Öldürürüz be yahu... şuna bak bir... bıçak değil, ayandon rüzgârı mübarek! (Eskicinin karısı bir eliyle gözlerini kapatır, öbür eliyle Çocuk'u bağrına bastırır.) — Çentik çentik olmasın sonradan ağzı... — Ne çentiği!... Şunun ağzına bak! Gül yaprağının kenarı gibi be! Karnına soku sokuverdim miydi, tamam! Göğsüne de şöyle ufak yollu, İki de kasıklarına, Külbastısını çıkarırım herifin! — Ne zaman yapacaksın bu işi ama? — Bu akşam, pazardan gelirken, Sen deri almaya gitti, dedin ya. Köprünün orda görürüm hesabını. (Tam bu anda, bir çığlık duyulur dışardan. Dapduru gelir herkes, daha yakından bir çığ lık daha. Eskicinin ellerinden levhayla basto nu düşer. Eli ayağı boşanır herkesin; bir gü lünç hal ki...) BİRİNCİ KOMŞU (sarkmış pencereden) : Amanın! çek tiler bıçaklarını! ESKİCİNİN TAZESİ : Başımıza gelenler! İKİNCİ KOMŞU : Allahım, sen acı! ESKİCİ : Rezalet! BİRİNCİ KOMŞU : Öldürecekler birbirlerini! öldürecek ler vallahi! hep bu... (Eskicinin karısını gösterir.) İKİNCİ KOMŞU : Eksik etek yüzünden! REİS (sıkkın) : Uzatmayın siz de! ÇOCUK (ağlar) : Korkuyorum! korkuyorum! BİRİNCİ KOMŞU : Çabuk gelin, ayıralım şunları! BİR SES (dışardan) : Hep bu kaltağın yüzünden! (Herkesler bağıra çağıra, bir de dönüp Eski cinin karısına hain hain bakarak, itiş kakış dışarı çıkarlar, o da kapıyla pencereyi vurur, kapatır.) BEŞİNCİ SAHNE Eskici — Eskicinin Tazesi ESKİCİNİN TAZESİ (afal halde) : Küçük nerde? O ne reye gitti? ESKİCİ (yıkkın) : Komşularla çıktı. ESKİCİNİN TAZESİ : Gördünüz mü yaptıklarını, ama şu kapıdan sağ çıkmayayım ki, bir suçum yok benim. ESKİCİ : Bir şey olacağı yok, merak etmeyin siz. ESKİCİNİN TAZESİ : Hasta olmazsam çok iyi. (Ellerini gösterir.) Baksanıza nasıl titriyor ellerim. ESKİCİ : Kocanızı mı merak ediyorsunuz? O da mı dışarda yoksa? ESKİCİNİN TAZESİ (içini çeker) : Kocam mı? Ah bir bilseniz? ESKİCİ : Neyi? ESKİCİNİN TAZESİ : Kocam bıraktı gitti beni, mahalle linin fiskosu, dedikodusu yüzünden hep... (Ağlar.) Bir başıma kaldım böyle. Elimden tutacak bir Allah kulu yok. ESKİCİ : Hem böyle genç yaşta? Vah! Vah! Vah! ESKİCİNİN TAZESİ : Kocamı da öyle severdim ki! ESKİCİ (kendini tutamaz) : Ah, bir inanabilsem sana! ESKİCİNİN TAZESİ : Ne dediniz? ESKİCİ (ağız değiştirir) : İnanıyorum, dedim size. ESKİCİNİN TAZESİ : Gözünün içine bakardım onun! ESKİCİ (sözünü keser) : E, öyleyse? ESKİCİNİN TAZESİ : Evimin erkeği, hayatımın direğiy di. O gideli, gözüme uyku girmez oldu, yemeden, iç meden kesildim. ESKİCİ : Bu kadar seviyordunuz madem, öyleyse sizi niye bırakıp gitti, ya geçinmeye gönlü yoktu, ya da enayinin biriydi. ESKİCİNİN TAZESİ (öfkelenir) : Sorduk mu size? ESKİCİ : Aman, özür dilerim. Ben sandım ki... ESKİCİNİN TAZESİ : Ne? Kocamın da senin gibi bir an davallı olduğunu mu sandın? Haberin olsun senin, ko cam gibi ince adam kolay gelmez bir daha dünyaya. Anladın mı? ESKİCİ (alaylı) : Sahi mi? ESKİCİNİN TAZESİ (ceberut) : Sahi ya! köy köy dola şıp anlattığın destanları, masalları bir sen biliyorsun sanki, değil mi? Ayol, kocam senden iki kat daha iyi bilirdi onları. ESKİCİ (kesin) : Bilemez. ESKİCİNİN TAZESİ (coşar) : Üç kat iyi bilirdi. ESKİCİ : İmkân yok. ESKİCİNİN TAZESİ : Senden üç kat değil, dört kat, on kat, yirmi kat iyi bilirdi. Hem de Adem ile Havva Ana' mızdan kalma, senin ömrü billah duymadığın masal lar bilirdi. Yatağımızda yatarken anlatırdı onları ba na. Arada bir korkacağım tutardı. Okşar o zaman saç larımı! «Korkma canımın içi,» derdi, «uydurma bun ların hepsi.» ESKİCİ (terslenir) : Halt etmiş onu! ESKİCİNİN TAZESİ (şaşalar) : A! a! n'oluyor ayol sana! ESKİCİ (direnir) : Ne demek uydurma! ESKİCİNİN TAZESİ (çileden çıkar) : Sen kabak tadı verdin ama, paskal, soytarı herif! ESKİCİ (üstüne basa basa) : Canım, ben kocanız haklı, bütün bunlar hep yalan, uydurma şeyler, demek iste dim. ESKİCİNİN TAZESİ (şekerrenk) : Öyleyse elli defa ne kakıyorsun başıma. Biz söyleneni bir kerede de an larız. (Yumuşar.) Hem sonra istediği kadar uydurma olsun şunun şurasında dokunuyor yine insanın içine. ESKİCİ : Dokunuyor ama, içli insanların içine dokunu yor sadece. ESKİCİNİN TAZESİ : İçli olmayan da kimmiş? ESKİCİ : Çoook öyleleri. Mesela benim köyümde bir za man taş kalpli bir kadın vardı: kocasının kundura yamayacağım diye gece yarılarına kadar tezgâhın ba şında iflahı kesilirken, hanım pencereden delikanlı larla, uuu'uh al takke ver külah... ESKİCİNİN TAZESİ (sandalyeyi Kaptığı gibi Eskicinin üstüne yürür) : Bana mı taş atıyorsun sen? ESKİCİ : Efendim? ESKİCİNİN TAZESİ : Bana mı taş atıyorsun, diyorum sana? ESKİCİ (aşağıdan alır) : Ne münasebet. Ben tanımıyo rum, bilmiyorum ki sizi. Niye kızdınız anlamadım? ESKİCİNİN TAZESİ (hırslı ama dokunaklı) : Kusuruma bakma, kardeş, ileri geri konuşuyorum böyle. Zorla çi leden çıkardılar beni. Söylemedik söz, sürmedik leke bırakmadılar. Bir günahım olsa yanmam vallahi, gen cim elime yüzüme de bakılır hani, ama yeminle söy lüyorum, utanacak bir halim olmadı şimdiye kadar. Ben böyle yalnız, bir başıma, anılarımla yaşıyorum. Lakin öyle zamanlarım oluyor ki, acırsın! ESKİCİ : Acımaz, anlamaz olur muyum hiç ben sizi. ESKİCİNİN TAZESİ (işkilli) : Aa? ESKİCİ : Boşuna da değil tabii. ESKİCİNİN TAZESİ (meraklı) : Yaa? ESKİCİ : Sizin anlayacağınız, ikimiz de aynı durumda yız aşağı yukarı. ESKİCİNİN TAZESİ : Olur şey değil! ESKİCİ : Karım kodu gitti beni. (Masanın üstüne çökertir omuzlarını.) ESKİCİNİN TAZESİ : Durduğu yerde de gitmemiştir a kadın! ESKİCİ : Yo, sandığınız gibi değil, severdim onu; koca nız sizin için nasılsa, o da benim için öyleydi. Yalnız işte, hayali fazla genişti, özenti bir dünyada, gerçek- le alıp verdisi olmayan apayrı bir âlemde yaşardı. Üs tüne de maymun iştahlı, dediğine dedik, başına buy ruk, hoppa bir kadındı; başka erkeklerle gülüp oy naşır, benden koparamadığı cici biciyi onlardan sız dırırdı. Derken bir gün, başını aldı gitti. ESKİCİNİN TAZESİ : Şimdi onun uğruna mı böyle köy kent demeyip dolaşıyorsunuz? ESKİCİ : Öyle ya. Onu bağışlayıp eve getirmek, kaç gün lük ömrüm kalmışsa gönül hoşluğuyla yancağızında geçirmek için. ESKİCİNİN TAZESİ (yüreği sızlamıştır) : Ne diyim, kar deş, Allah kavuştursun seni karına. Ah keşke ben de senin gibi yapabilsem! ESKİCİ : Kocanızın ardından benim gibi dolaşmak mı istiyorsunuz yani? ESKİCİNİN TAZESİ (içini çekerek) : Keşke, gücüm yetse de dolaşsam! ESKİCİ : Çabucak cayardınız ama. İnsanın yuvası gibi yer yok. Bir göz olsun, yeter ki kendi evin olsun. Ah gözümde tütüyor evim, tezgâhım! (Tezgahına hırsızlama bir bakar.) ESKİCİNİN TAZESİ (büsbütün içlenir) : İyi bir insana benziyorsun sen, kardeş. Bir fincan kahve vereyim sana safranı bastırır. (Kalkar tezgâhın oraya gider.) ESKİCİ : Allah seni dört üstü, murat üstü getirsin! (Eskicinin karısı kahveyi getirir, fincan ta bağı elinde, Eskicinin yanında durur bekler.) ESKİCİNİN TAZESİ : Şekeri iyi mi? ESKİCİ : Taze elden taze kahve dememişler tevekkeli! ESKİCİNİN TAZESİ (gülümser) : Size öyle geliyor. ESKİCİ : Ama bir sırrı olacak bu işin. Ben ömrümde böyle lezzetli kahve içmedim. ESKİCİNİN TAZESİ (biter artık) : Yağcı. ESKİCİ : Kocanızı kıskanıyorum vallahi. ESKİCİNİN TAZESİ (takılır) : Kahve için mi? ESKİCİ : Yok, efendim. Dünyanın, en hoş kadınını bu lup evlendiği için. ESKİCİNİN TAZESİ (dünyalar onundur) : Yağcı dedi ğim kadar varmışsınız! ESKİCİ : Allahtan çabuk ayrılmak zorundayım burdan... yoksa... ESKİCİNİN TAZESİ : Yoksa ne? ESKİCİ : Hani böyle baş başa... siz böyle güzel, üstelik yalnız... bende bu çene varken... ESKİCİNİN TAZESİ (kesenkes konuşur) : Yeter! İleri gidiyorsun sen! Ne sandın, ayol, bırakacağım seni, demek, zevzeklik edeceksin böyle! Yoo! senin karın dan başka kadınlarda gözün olabilir, karışmam ona, ama benim için dünyada kocamdan gayrı erkek yok, anladın mı? Başını almış gitmiş, o onun bileceği şey... Ama bana düşen onu beklemek. Bekleyeceğim de... ESKİCİ (sevincinden şapkasını yere çalar) : Hay ağzını seveyim senin. Bir de kadınlara güven olmaz, derler. ESKİCİNİN TAZESİ (alaycı) : İyi, güzel ama, kardeş, başkalarının derdine pek fazla sahip çıkıyorsun sen! ESKİCİ : Öyleyimdir, kendi derdimmiş gibi benimserim. Dur şimdi, sen bana bir sır verdin ben de sana bir sır vereyim; âşığım ben de karıma, o delifişeğe deli gibi âşığım. (Heylicanlı:) İlk kaçıp gittiğinde, sevmi yorum onu gibi geldi. Ama artık kadrini biliyorum. gitgide... fena tutkunum ona. ESKİCİNİN TAZESİ : Ben de! (Kenara:) Ah eskicim be nim! ESKİCİ : Ben de! (Kenara:) Ah! tazeciğim benim! (Kapı vurulur.) ALTINCI SAHNE Eskici — Eskicinin Tazesi — Çocuk ESKİCİNİN TAZESİ : Hoppala! Bir dakika rahat vermi yorlar insana! ESKİCİ : Gidiyim, bakayım mı? (Kapı daha sert vurulur.) ESKİCİNİN TAZESİ : Kim o? ÇOCUK : Benim! ESKİCİNİN TAZESİ : Ne istiyorsun? ÇOCUK : Aç çabuk! Anlatacaklarım var sana... ESKİCİNİN TAZESİ : Ne oldu yine? (Çocuk nefes nefese içeri girer.) ÇOCUK (boşanır) : Yaraladılar birbirlerini, bıçakladı lar. Senin yüzünden, diyorlar. Kan oldu dört bir ta raf. Kadınlar toplandılar, yargıca gidiyorlar, senin buradan atılman için bir de kâğıt düzmüşler. Erkek ler de zangocu zorluyorlar, ille türküyü çanla çala caksın diye... şu kötü türkü var ya onu... ESKİCİNİN TAZESİ (Eskiciye) : Gördünüz mü? Deme miş miydim size! ÇOCUK : Meydan adam almıyor. Panayır zamanı gibi. Herkes sana atıp tutuyor. ESKİCİ (celallenir) : Şeytan diyor ki git, yüzlerine... ESKİCİNİN TAZESİ : Ne namussuz, ne alçak oldukları nı vur, onlar da seni tıksınlar deliğe! Deli misin sen? (Tutamaz kendini.) Yo! Yo! Ben kendim gideceğim. Göstereceğim onlara kim olduğumu! (Dışarı fırlar.) YEDİNCİ SAHNE Eskici ESKİCİ : Neden toplanmış bunca itoğlu it, bunca na- mussuz bir araya! Ama bundan sonra benlen pay ede ceksiniz kozunuzu... Dünyanın kaç bucak olduğunu gösteririm ben size, yakında hem de, yakında... (Dört yanına bakar, koklar etrafı.) Benim şipşirin yuvacığım, içine girdim mi, anasının kanadı altına sokulan civcivler gibi ısınıyor içim, ali mallah. Bir de o Allanın belası hanlarda gecelemeyi düşün, yediğin çöp, yattığın çöplük. Ne zıpırmışım ben, bilemedim, altın gibi bir karım varmış meğer, yirmi dört ayar, mübarek, ne nimeti tepmişim ben!... (Gözleri sulanır, siler gözünün yaşını.) SEKİZİNCİ SAHNE Eskici — Komşular BİRİNCİ KOMŞU (içeri süzülür) : Kardeş!... İKİNCİ KOMŞU (aynı numarayla) : Bey kardeşim!... BİRİNCİ KOMŞU : Aklın varsa, çık git burdan! Namuslu insana göre değil bu ev. İKİNCİ KOMŞU : Ne işin var senin bu mağarada, bu inde! BİRİNCİ KOMŞU : Bu sırtlanın, bu dişi kurdun ininde! İKİNCİ KOMŞU : Kadın değil canavar, erkeklerin başını yemek için gelmiş dünyaya... BİRİNCİ KOMŞU : Ama artık bitti! Ya kendiliğinden defolur gider, ya da biz defedeceğiz onu. İKİNCİ KOMŞU (ağulu) : Dilerim Allahtan, öyle yürüye yürüye de değil, sırtta, göğsünde haçı, çenesi bağlı gö türdüklerini göreyim ben onun... ESKİCİ (isyan eder) : Sus diyorum sana! BİRİNCİ KOMŞU : Kan döküldü onun yüzünden! İKİNCİ KOMŞU : Kana boyandı bütün ak mendillerimiz, keten gömleklerimiz. BİRİNCİ KOMŞU : Çam yarması, gibi iki civan... İKİNCİ KOMŞU : Bıçak çektiler onun yüzünden birbir lerine... BİRİNCİ KOMŞU : Allahtan bulsun! ESKİCİ (avaz avaz) : Susun diyorum size! BİRİNCİ KOMŞU : Biz senin iyiliğin için söylüyoruz... İKİNCİ KOMŞU : Pişman olma sonra diye... ESKİCİ : Bre fitneciler, bre düzenbazlar!... BİRİNCİ KOMŞU (öbürüne) : Görüyor musun, bak, biri daha düştü örümceğin ağına! İKİNCİ KOMŞU : Ne akrep o! Öpe öpe zehirliyor er kekleri! ESKİCİ : Utanıp arlanmaz cadılar! Şimdi gösteririm ben size gününüzü! (Üzerlerine yürür.) BİRİNCİ KOMŞU : Amanın, delirdi herif! (Bir koşu koparıp kaçarlar.) ESKİCİ : Ama, bak, nasıl ödeşeceğim ben sizlen! Hem de ilk pençeye gelişinizde, tam başparmağın altına beş on çivi çakayım da ben, görürsünüz siz ananızın örekesini. Yapmazsam, bak, bana da adam demesin ler!... DOKUZUNCU SAHNE Eskici — Çocuk — Eskicinin Tazesi ÇOCUK (hızla girerek) : Toplanmışlar, Reis'in evine gi diyor bir sürü adam. Gideyim, bakayım, ne diyorlar... (Koşarak çıkar.) ESKİCİNİN TAZESİ (kasıla kasıla girer) : Hele bu eşik ten bir adım atsınlar içeri nasıl kıracağım ben onların çarpık ayaklarını!... Anlı şanlı süvarilerin, atçıların soyundanım ben, muhallebici çocuğu değil. Bozkırla rı çıplak atlarla aşmış yiğitlerin torunuyum ben!... ESKİCİ : Arada bir direnciniz kırılır gibi olmuyor mu ama?... ESKİCİNİN TAZESİ : Hiçbir zaman. Namusum, şerefim ve de sevgim öyle bir kanat germiş ki bana... Başım da bir tek siyah tel bile kalmayacağı güne dek, pes etmeyeceğim onlara. ESKİCİ (etkilenerek karısına doğru gider) : Yaaa! ESKİCİNİN TAZESİ : Ne oluyor, kuzum, sana? ESKİCİ : Heyecanlandım da... ESKİCİNİN TAZESİ : Sen de gördün ya, bütün kasaba kanıma susamış benim, ellerinden gelse bir kaşık su da boğacaklar. Korktuğum yok yine de. Oduna odun la, bıçağa bıçakla... kıran kırana yürür bu iş... Ama işte geceleri, kapıyı örtüp, yatağıma uzandığımda, bir karalar basıyor ki yüreğime... Bir yumruktur tıka nıyor şuracığıma... Dolap mı gıcırdadı, fırlıyorum ye rimden!... Yağmur vursa gece yarısı camlara, küt küt atmaya başlıyor kalbim... Uykumda sağdan sola dönsem kazara, dapduru geliyorum somyanın gıcır tısına... Yalnızlıktan elbet bütün bunlar... anamın, ninemin, ninemin ninesinin, benden önce ne kadar kadın varsa soyumda hepsinin yalnızlık yüzünden öğür oldukları karakoncolosları, iyi saatte olsunları ben de göreceğim diye korkudan oluyor bunlar... ESKİCİ : Yeni bir çekidüzen verin öyleyse hayatınıza... ESKİCİNİN TAZESİ : Delinin zoruna bak! Ne yapacakmışım yani! Başka nereye gidecekmişim!... şurdan şu raya kıpırdamam, alnımın yazısına iman etmişim ben... (Dışardan, uzaktan uğultular, çığırtılar gelir.) ESKİCİ : E, kusura kalmayın, yolcu yolunda gerek. Bak sanıza, nerdeyse kavuşacak gün... Borcum ne tuttu, size? (Resim tomarını toplamaya davranır.) ESKİCİNİN TAZESİ : Borç morç yok. ESKİCİ : Olmaz öyle şey! ESKİCİNİN TAZESİ : Dükkânın ikramı sayın o kadarcı- ğını da. ESKİCİ : Eksik olmayın. (Tomarı sırtına vurur üzgün üzgün.) Hadi, eyvallah öyleyse. Allaha emanet olun! Biz yaşta belli olmaz çünkü, gidip gelmemek var... (Sesi boğuklaşır.) ESKİCİNİN TAZESİ (o da etkilenir) : İstemezdim böyle gamlı kasavetli ayrılalım, şen-şatırımdır ben sair za man ya... (Çın çınlı bir sesle:) Dilerim Tanrı'dan, dostum, tez günde bulasın karını da, eskisince gül gi bi yaşayasınız birlikte. ESKİCİ : Sen de erkeğine kavuşursun, inşallah!... Ha onu diyecektim: malum, ufaklığına ufak bu dünya, ben de gezip duruyorum boyuna, bir tesadüf, rast larsam kocana, ne diyim istersin ona senin için? ESKİCİNİN TAZESİ : Sana kul köleymiş karın de! ESKİCİ (yanaşarak yanına) : Daha, daha? ESKİCİNİN TAZESİ : Elli küsur o mübarek yaşına kar şın, de ki ona, benim gözümde o, cihanın bütün er keklerinden daha dinç, daha civan. ESKİCİ : Yaşa be, bacı!... Benim karımı sevdiğim ka dar seviyorsun sen de onu! ESKİCİNİN TAZESİ : Daha bilem fazla! ESKİCİ : O kadar da değil. O sarayın sultanı, ben de kuçukuçuyum kapısında. Bağırıp çağırırmış arasıra, varsın bağırsın! Kimde var ondaki feraset! Kurban olayım ben ona! (İyice yanaşmıştır, ayağına kapa nacaktır nerdeyse.) ESKİCİNİN TAZESİ : Ha onu da unutma söylemeyi, yo lunu gözlüyorum onun, geceler çünkü bitmez gibi uzun oluyor kışın.. ESKİCİ : Demek dönerse geri, bağrına basacağın onu? ESKİCİNİN TAZESİ : Hem de nasıl! Gülhatmiler sere ceğim yoluna... ESKİCİ (titreyerek) : Ya şimdi gelip dikiliverirse kar şına? ESKİCİNİN TAZESİ : Aklımı oynatırdım sevinçten! ESKİCİ : Dellenişini de bağışlar mıydın, başını alıp gi dişini? ESKİCİNİN TAZESİ : Çoktan bağışladım ben onu! ESKİCİ : İster miydin, şimdi gelsin şuracığa? ESKİCİNİN TAZESİ : Ah, bir gelse, yok mu! ESKİCİ (bağırarak) : Geldi işte, bak! ESKİCİNİN TAZESİ : Ne dedin, ne dedin? ESKİCİ (gözlükleriyle tebdilini çıkararak) : Dayanama yacağım gayrı... Karım benim, bitanem! (Eskicinin Tazesi gözleri yerinden uğramış, kolları uzanmış ileri, vücudundan hariç... Es kici davranıp kollarının arasına alınca da, da nanın kuyruğu koptuğu bu anda, kocasının yüzüne diker gözünü. Dışardan mırıltı halin de malum türkü duyulur.) SES (dışardan) : Eskicinin karısı, Kaçar kaçmaz kocası, ha-ha-ha Açtı bir kahvehane Müşteriden girilmiyor Yedisinden yetmişine hi-hi-hi. ESKİCİNİN TAZESİ (kendini toplayarak) : Namussuz, utanıp arlanmaz, rezil, serseri herif!... Duyuyor mu sun, bak, ne diyorlar? Senin yüzünden hep! (Sandal yeleri yerden yere çalmaya başlar.) ESKİCİ (heylican içinde, tezgâhına doğru gider) : Ka rım benim, bitanem! ESKİCİNİN TAZESİ : Serseri, sürtük herif! Döndün de başım göğe erdi, değil mi!... Burnundan nasıl fitil fi til getireceğim ben senin! Öyle bir çektireceğim ki sana, engizisyon mezalimi hiç kalır yanında! Döndü ğüne bin pişman edeceğim seni! ESKİCİ (tezgâhının başında) : Evim benim, dünyada mekânım! SESLER (dışardan) : Nanesindeki hikmet, Kesesine bereket ha-ha-ha Her gün yeni bir fistan, Etekleri fistodan, Eksik kesmiş yaradan hi-hi-hi. Eskicinin karısı, Reis'le iy'arası, ha-ha-ha Av-etlerinin meraklısı, Altın sülün bulamazsa, Ala kargaya da razı, hi-hi-hi. ESKİCİNİN TAZESİ : Nedir bu benim çektiğim! Niye bu herifi başıma bela ettin, Tanrı'm! (Kapıya doğru gi derek:) Yetmedi mi, hâlâ uluyor musunuz, çatal dilli çıyanlar, cehennem zebanileri, kırmızı kıçlı çıfıtlar! Sıkıysa gelin üstüme de şimdi, kaç bucakmış görün dünya!... Yalnız değilim gayrı hanemin namusunu ko rumaya. İki kişiyiz, iki! Döndü kocam, geldi gayrı! (Eskiciye dönerek:) Döndü gayrı kocam olacak bu ser seri, utanıp arlanmaz, rezil herif!... (Türkünün gürültüsü sahneyi sarar sarmalar. Uzaktan bir çan deli deli çalmaya başlar.) PERDE