You are on page 1of 256

ÇOCUK PSİKOLOJİSİ VE RUH

SAĞLIĞI

ÇOCUK GELİŞİMİ
UZAKTAN EĞİTİM
ÖNLİSANS PROGRAMI

CANLI DERSİ VEREN


DOÇ. DR. LÜTFÜ İLGAR

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ
Bu doküman İÜ AUZEF Çocuk Gelişimi Programında
okutulmakta olan ÇOCUK PSİKOLOJİSİ VE RUH
SAĞLIĞI dersi için derste asıl kaynak olarak okutulacak N.
Hülya BİLGİN AYDIN’ın “ÇOCUK RUH SAĞLIĞI” Morpa
Kültür Yayınları adlı kitabı esas alınarak bu dersi veren
öğretim üyesi tarafından hazırlanmıştır. Dökümanda yer alan
“Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?,Bölüm Hakkında İlgi
Oluşturan Sorular, Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve
Kazanım Yöntemleri, Anahtar Kavramlar, Uygulamalar,
Uygulama Soruları, Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti, Bölüm
Soruları” bu dersi veren öğretim üyesi tarafından
hazırlanmıştır.

ÖNSÖZ

Ruh sağlığı, olaylar karşısında neler düşündüğümüz, neler hissettiğimiz ve


nasıl davrandığımızdır. Yaşamın her döneminde fiziksel sağlık kadar ruh sağlığı da
önemlidir. Sağlıklı bir toplum ancak sağlıklı bireylerden oluşur. Toplumların
oluşturduğu kurumlar sağlıklı bireyler yetiştirmeyi amaçlar. Toplumların
geleceğinde önemli söz sahibi olan çocuklarımızın beden sağlıkları kadar ruh
sağlıkları da özenle korunmalıdır. Yeni nesillerin yetiştirilmesinde görev yapan
herkesin; çocuğun gelişimini bilmesi, onların ruh sağlığını olumsuz etkileyecek
durumlar karşısında gerekli önlemleri alabilmesi ve bu konuda anne babalara
önerileri ile yol gösteren bireyler olmaları gereklidir. ÇOCUK PSİKOLOJİSİ
VE RUH SAĞLIĞI dersinde bu konular çok yönlü olarak ele alınacak ve
incelenecektir. Bu derse çalışırken; öğrenilen bilgilerin yaşamın doğal akışında
birebir karşılığının olduğu kolaylıkla görebilir, öğrendiklerinizi kolaylıkla
uygulayabilirsiniz. Çocuk Gelişimi programında öğrenim görmekte olan
öğrencilerimiz için bu dersin ve ders dökümanlarının yararlı olmasını diliyorum.

Lütfü İLGAR
İstanbul, 2016
Morpa Kültür Yayınları
Bu kitabın basım ve yayım hakkı MORPA KÜLTÜR YAYINLARI LTD. ŞTİ. ye
ait olup Fikir ve Sanat Eserleri Yasası uyarınca yazılı izin alınmaksızın alıntı
yapılamaz, basılamaz. Hiçbir teknikle çoğaltılamaz veya kopyalanamaz.

Yayımlayan
MORPA Kültür Yayınları Ltd. ŞTİ.
Ankara Caddesi Nu.: 46/1, 34 410 Cağaloğlu -
İSTANBUL tlf. : (0212) 512 62 09 (Pbx) • belgeç:
(0212) 522 95 27
internet adresi: www.morpa.com.tr • e-posta:
morpa@morpa.com.tr

Kapak
Tasarım
Dizgi ve Görsel Düzen
Morpa Teknik Servisi

Resimleyen
Mustafa Delioğlu

Düzelti Nuray Buzkan Ferda Yeşildere

Baskı
Karakter Color
istanbul 2003

Cilt
Yedigün Mücellithanesi
ÇOCUK RUH
SAĞLIĞI

N. Hülya BiLGiN AYDIN

Morpa Kültür Yayınları


TEŞEKKÜR

Hayatım boyunca beni özveriyle destekleyen sevgili annem Nurten


Bilgin ve babam Kemal Bilgin’e,
Öğrenciliğimin tüm aşamalarında bana emeği geçen, gelişmemde
varlıklarının büyük katkısı olan kıymetli öğretmenlerime,
Bu kitabın hazırlanışında yardımlarını esirgemeyen Yard. Doç. Dr.
Nilgün Uluser İnan ve Yard. Doç. Dr. Oktay Aydın’a içtenlikle teşekkür
ediyorum.

ÖZ GEÇMİŞ

Liseyi, doğum yeri olan Çorlu’da bitiren Hülya Bilgin Aydın, 1991 yı-
lında Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri, Psikolojik Danışmanlık ve
Rehberlik Bölümünden mezun oldu.
1992 yılının Kasım ayında, aynı üniversitenin Okul Öncesi Eğitim
Merkezinde müdür yardımcısı ve eğitim uzmanı olarak göreve başladı.
1993-96 yılları arasında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Okul Öncesi Öğretmenliği alanında yüksek lisans yaptı.
1996 yılında Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Okul
Öncesi Öğretmenliği alanında doktora eğitimine başladı.
Halen aynı üniversitede, ilköğretim Bölümü Okul Öncesi
Öğretmenliği Ana Bilim Dalında, öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.

4
ÖN SÖZ

"İnsanlık, çocuğa verebileceğinin en iyisini vermekle yükümlüdür."


(Birleşmiş Milletler Genel Kurulu)

Sağlıklı bir toplum için öncelikle sağlıklı bireylere gereksinim vardır.


Sağlıklı insanlar yetiştirmek, toplumun öncelikli görevleri içinde yer alır.
Yarınlarımızı emanet edeceğimiz çocuklarımızın beden sağlıkları kadar ruh
sağlıklarını da özenle korumalıyız. Bunun için, aileler kadar eğitimcilere de
büyük görevler düşmektedir. Yeni nesillerin yetiştirilmesinde görev yapan
eğitimcilerin; çocuğun gelişimini bilen, ruh sağlığını olumsuz etkileyecek
durumlar karşısında gerekli önlemleri alan ve bu konuda anne babalara önerileri
ile yol gösteren bireyler olmaları gereklidir. Böylesi önemli bir gö- revi
üstlenecek öğretmen adaylarımızın eğitimine katkıda bulunmak ama- cıyla bu
kitabı yayımlıyoruz.
Sağlıklı bireyler, mutlu yarınlar umuduyla...

5
iÇiNDEKiLER
ÖN SÖZ

6
I. RUH SAĞLIĞI 12
A. RUH SAĞLIĞININ TARiHSEL GELiŞiMi 12
1. ilkel Çağlar 13
2. Eski Çağlar (Hipokrat ve Sonrası) 13
3. Orta Çağ 14
4. Rönesans 14
5. Modern Çağ 15
6. Türkiye’deki Gelişmeler 15
B. RUH SAĞLIĞININ TANIMI VE ÖNEMi 17
1. Ruh Sağlığının Tanımı 17
2. Ruh Sağlığı Bilgisinin Önemi 17
3. Ruh Sağlığı ile ilgili Temel Kavramlar 18
4. Çocuk Ruh Sağlığının Önemi 23
C. RUH SAĞLIĞI iLE iLGiLi TEORiLER 24
1. Psikanalitik Yaklaşıma Göre Ruh Sağlığı 24
2. Davranışçı Yaklaşıma Göre Ruh Sağlığı 26
3. Varoluşçu Yaklaşıma Göre Ruh Sağlığı 26
D. KiŞiLiK 27
1. Kişilikle ilgili Temel Kavramlar 27
2. Kişiliği Etkileyen Etmenler 28
3. Kişiliğin Gelişim Evreleri 32

DEĞERLENDiRME SORULARI 35
II. AiLE VE ÇOCUK 37
A. AiLENiN YAPISI VE GÖREVLERi 39
1. Sevgi 39
2. Disiplin 40
3. Ödül ve Ceza 41
B. AiLEDE KiŞiLER ARASI iLiŞKiLER 42
1. Eşler Arası ilişkiler 42
2. Anne, Baba, Çocuk ilişkileri 43
3. Kardeşler Arası ilişkiler 43
4. Ailede Bulunan Diğer Kişilerle ilişkiler 44
C. AiLEDE ÇOCUĞUN YERiNiN RUH SAĞLIĞI
ÜZERiNDEKi ETKiLERi 44
1. Doğuş Sırası 44
2. Tek Çocuk Olma 45
3. Çocuk Sayısı 45
4. Çocuğun Cinsiyeti 46
D. ÇOCUK YETiŞTiRMEDE ANNE BABA TUTUMLARI 46
1. Aşırı Baskılı ve Otoriter Tutum 47
2. Aşırı Hoşgörülü Tutum 47
3. Dengesiz ve Kararsız Tutum 47
4. Aşırı Koruyucu Tutum 48

7
5. Güven Verici ve Hoşgörülü Tutum 48
6. ilgisiz ve Kayıtsız Tutum 48

E. AiLE iÇiNDEKi ÖZEL DURUMLARIN


ÇOCUĞUN RUH SAĞLIĞINA ETKiLERi 48
1. Boşanmış Eşler 48
2. Üvey Anne Baba 49
3. Ölüm 49
DEĞERLENDiRME SORULARI 51
III. OKUL VE ÇOCUK 53
A. ÇOCUĞU OKULA HAZIRLAMA 55
B. OKULDA ÇOCUĞUN RUH SAĞLIĞINI ETKiLEYEN ETMENLER
56
1. Öğretmen 56
2. Arkadaş 56
3. Okul-Aile iş Birliği 57
4. Okulda Rehberlik Çalışmaları 57
DEĞERLENDiRME SORULARI 65
IV. TOPLUM VE ÇOCUK 66
A. TOPLUMUMUZDA ÇOCUĞA VERiLEN ÖNEM 68
B. TOPLUMDA RUH SAĞLIĞINI ETKiLEYEN ETMENLER 68
1. Kültürel Etmenler 69
2. Sosyal Sınıf Farklılıkları 69
DEĞERLENDiRME SORULARI 72
V. ÖZEL EĞiTiME GEREKSiNiMi OLAN ÇOCUKLAR 73
A. BEDENSEL ENGELLiLER 75
1. Görme Engelliler 75
2. işitme Engelliler 77
3. Ortopedik Engelliler 79
B. ZiHiNSEL ENGELLiLER 80
C. ÜSTÜN YETENEKLiLER 81
DEĞERLENDiRME SORULARI 84
VI. ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN DAVRANIŞ VE UYUM PROBLEMLERi 86
A. DAVRANIŞ VE UYUM PROBLEMi iLE iLGiLi
TEMEL KAVRAMLAR 88
B. DAVRANIŞ VE UYUM PROBLEMLERiNiN
SINIFLANDIRILMASI 89
1. Davranış Bozuklukları 89
2. Duygusal Bozukluklar 89
3. Alışkanlık Bozuklukları 89
4. Ağır Ruhsal Bozukluklar 90
C. DAVRANIŞ VE UYUM BOZUKLUKLARININ ÇEŞiTLERi 90
1. Kekemelik 90
2. Konuşamamak (Mutizm) 91
8
3. Alt Islatma 91
4. Dışkı Kaçırma 92
5. Parmak Emme 93
6. Tırnak Yeme 94
7. Saldırganlık 94
8. Kıskançlık 96
9. Tikler 97
10. inatçılık 98
11. Uyku Bozuklukları 99
12. Beslenme Alışkanlığı Bozukluğu 101
13. Korku 102
14. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu 104
15. Okul Korkusu 105
16. Hırsızlık 106
17. Yalan Söyleme 107
DEĞERLENDiRME SORULARI 109
VII.SAVUNMA MEKANiZMALARI 110
A. SAVUNMA MEKANiZMALARININ TANIMI VE GÖREVLERi 112
B. SAVUNMA MEKANiZMALARININ ÇEŞiTLERi 112
1. Bastırma 112
2. Yadsıma/inkâr 113
3. Yansıtma 114
4. Yer Değiştirme 114
5. Kendine Yöneltme 115
6. Akla Uygunlaştırma 115
7. Karşıt Tepki Kurma 115
8. Düşünselleştirme 116
9. Yalıtma 116
10. Döndürme 116
11. Yapıp Bozma 117
12. Saplanma 117
13. Gerileme 118
14. Düş Kurma 118
15. Yüceleştirme 118

DEĞERLENDiRME SORULARI 119


YANIT ANAHTARI 121
SÖZLÜK 122
KAYNAKÇA 127

9
1.HAFTA :RUH SAĞLIĞININ TARiHSEL GELiŞiMi

10
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu derste ruh sağlığının tarihsel gelişimi ele alınacaktır.

11
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1. Ruh sağlığının tarihsel gelişimi hakkında ne biliyorsunuz?
2. Batı ve doğu toplumlarında ruh sağlığı konusunda ne gibi farklılıklar olabilir?

12
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya
geliştirileceği
Ruh sağlığının tarihsel gelişimi Ruh sağlığının tarihsel gelişimi Ruh sağlığının tarihsel gelişimi
ni kavrar.
İle ilgili karşılaştırma yapılır.
İnsanlığın gelişimi ile ruh İnsanlığın gelişimi ile ruh İnsanlığın gelişimi ile ruh
sağlığının tarihsel gelişimi sağlığının tarihsel gelişimi sağlığının tarihsel gelişimi
ilişkisi ilişkisinin farkına varır. ilişkisi ile ilgili örnekler verilir.

Anahtar Kavramlar
 Ruh sağlığı

13
I. HAFTA: RUH SAĞLIĞI

Okuyalım - Düşünelim

Kızını Zincire Vurdu


Sık sık evden kaçtığı gerekçesiyle, ailesi tarafından, ayaklarından iki
metrelik bir zincirle yatağa bağlı şekilde yaşamaya mahkûm edilen
Çilem Aslanboğa'yı polis, yaptığı şok baskınla kurtardı.
Adana Emniyet Müdürlüğü ekipleri gece yarısı Cumhuriyet
Mahallesi'ndeki eve baskın düzenledi. Polisler, Aslanboğa ailesinin
kızı Çilem’i yatağa ayaklarından zincirle bağlı olarak buldu.
Kızlarının zincirlerle bağlı olduğu yerden kurtarılmasına karşı
çıkan aile, taşkınlık çıkartarak polise zor anlar yaşatırken, anî
baskınla ne olduğunu anlayamayan genç kız, çığlıklar atarak ağladı.
Genç kızın ailesi de basın mensuplarına saldırdı. Cinayet Masası
dedektifleri Çilem'i tutsak kaldığı evden çıkartarak hastaneye
götürdü.
Anne Sevim Aslanboğa, 'Kızım kocasından boşandıktan sonra aklî
dengesini kaybetti. Sürekli evden kaçıyor. Sokaklarda yatıp
kalkıyor. Başına kötü bir şey gelmesinden korktuğumuz için
ayağından zincirledik. Ancak bu şekilde kızımızla baş edebiliyoruz'
diye konuştu. Anne, gözaltına alındı.
(20 Aralık 1998 tarihli Akşam gazetesi haberi)

Aşağıdaki sorular üzerinde düşünelim, tartışalım:


–Aklî denge ne demektir? Kaybedilir mi?

–Tarih boyunca aklî dengesini kaybedenlere toplumlar nasıl


davranmıştır?
–Ruh sağlığı ne demektir? Ruhsal yönden sağlıklı insanların
özellikleri nelerdir?
14
RUH SAĞLIĞI

İnsan var olduğu günden bu yana varlığını koruma, karşısına çıkan


sorunları çözme, kendine güvenli bir yaşam sağlama savaşını sürdürmektedir.
Bu çaba önceleri beslenme, barınma, korunma gibi daha çok bedensel
gereksinmelerin karşılanmasına yönelikken daha sonraları değişen
sosyoekonomik koşullara uyum sağlama olarak süregelmiştir. Eğer kişi bu
etkileşimi sağlamada başarısızlığa uğrar, iç ve dış dengeyi kurmada zorlanırsa
zihinsel tepkilerden başlayarak pek çok psikolojik rahatsızlığa varan sonuçlar
ortaya çıkar. Ruhsal yönden sıkıntıları bulunan insanların değişik tepkilerle
toplumun huzurunu bozdukları düşünülürse, ruhsal bozuklukların zamanında
ve gerektiği şekilde ele alınmasının önemi daha iyi anlaşılır. Özetlemek
gerekirse, mutlu toplumlar, mutlu bireylerden oluşur. Mutlu birey ise topluma
uyum sağlamış, kendisiyle barışık bir yaşam sürdürmeyi başarabilecek nitelikte
kişilik kazanmış bireydir.

15
A. RUH SAĞLIĞININ TARiHSEL GELiŞiMi

“insan bilmelidir ki, neşe, hoşnutluk, gülme, sporlar, acı, üzüntü,


karamsarlık ve matem yalnızca beyinden gelir. Ve bununla, özel bir
tarzda, sezme ve bilgiyi elde eder, görür ve işitiriz. Ve aynı organla
deli ve çılgın olunur; korkular ve dehşet bazen gece, bazen gündüz
bizi etkisine alır..."
HiPOKRAT

16
1. İlkel Çağlar
İlkel çağlar, hastalıkların doğaüstü güçlere bağlandığı, animistik
düşüncenin egemen olduğu Eski Yunan-Roma dönemine dek uzanan çağlardır.
Bu çağlarda hastalıklar doğaüstü zararlı ruhlara bağlanıyordu. Büyücü
hekimler, şamanlar, çeşitli törenler, danslar, ruhları barındıran eşyanın yok
edilmesi gibi davranışlarla zararlı ruhları kovarak hastalıkları iyileştirmeye
çalışıyorlardı.
İnsan, doğa karşısında çoğu kez güçsüz ve çaresiz kalıyordu. Derin
korkular ve güvensizlik duyguları içinde, doğaüstü güçlerin varlığına inanarak
anlayamadığı bir olguyu açıklama, aydınlatma, anlayabilme ve bunlara göre
savunma yolları arıyordu. Hastalıkları ve doğal yıkıcı güçleri, kendi gücü ile
yenemeyince, bunlardan nasıl kurtulabileceğine, korunabileceğine ilişkin
inançlar, kavramlar ve uygulamalar geliştirmiştir. Bunların izleri çağımızda da
görülebilmektedir.
Bir olgunun nedenini, “Bilmiyorum, bilmek isterim.” diyebilmek, bilimsel
düşüncenin önemli bir adımıdır. Oysaki güçsüz ve güvensiz insan kolaylıkla
“Bilmiyorum.” diyemez. Kendisini güçsüz ve güvensiz kılan nedenleri kolayca
tanıyamaz; bunun yerine doğaüstü, bir başka deyimle kendinden üstün ve
kendinin ötesinde güçlere inanarak böyle bir sorunu çözmeye çalışır.
İnsanın kendi ruhsal sıkıntılarını ve bocalamalarını açıklamaya ve onlarla
savaşmaya başlamasının ilk evrelerinde, gizemcilik ve büyüsel düşünce
hâkimdi. Bütün açıklamaları, korunma ve tedavi yolları büyü ve doğaüstü
güçlere (cin, peri, şeytan vb.) inanmak yoluyla oluyordu. Büyünün temeli;
anlaşılmamaya ve inanca dayanır. Bu düşünce biçiminin doğal bir sonucu
olarak da tedavi yapan kişiler din adamları ya da büyücülerdi (Şamanizm).
Çağımızda da kimi yörelerde ve toplumlarda kullanılan bu yöntemlerin
etkinliği, hasta kişinin inancı ile doğru orantılıdır. Hastanın inancına büyük
değer veren bu yöntemlerde günümüzde de dinsel-büyüsel törenler içinde
duygusal coşmalara ve boşalmalara yer verilmektedir. Çağdaş psikoterapinin
etkinliğinde de inancın ve duygusal boşalmanın yer aldığı görülmektedir.

2. Eski Çağlar (Hipokrat ve Sonrası)


Hipokrat (i.Ö. V. yüzyıl) öncesi, dünyada gizemci büyüsel düşünce biçimi ve
buna dayalı hastalık ve tedavi anlayışı hâkimdi. Eski Yunan’ın altın çağı olan
Perikles döneminde Hipokrat, hastalıkların doğaüstü güçlere değil, doğal
etkenlere bağlı olduğunu gösterdi. Hipokrat, büyüsel gizemci düşünceye bir süre
için son vermiştir. Onun ilk olarak ortaya attığı bazı kavramlar, bugün hâlâ
kullanılmaktadır. Örneğin; histeri, melankoli gibi. O çağa dek kutsal
17
bir hastalık olarak bilinen epilepsinin bir beyin hastalığı olduğunu savunan ilk
kişidir Hipokrat.
Hipokrat’tan sonra Eski Yunan’ın, Eski Roma’nın, Anadolu’nun hekimlikle
uğraşan bilim adamları ruhsal bozuklukların nedenleriyle ilgili çalışmalara katkı
yapmışlar ve gizemci büyüsel düşüncenin geçersizliğini belirtmişlerdir. O
çağlarda bugünkü anladığımız biçimde psikoterapi, düş yorumlamaları,
psikodrama, çamur banyoları ve çeşitli telkin yöntemlerinin kullanılmış olduğunu
biliyoruz. Bunun örneklerinden birine, Bergama’daki “Aesclapion
Tapınağı”ndaki kalıntılarda rastlıyoruz. Bu tapınakta hastaların uyutulduğu,
düşlerin yorumlandığı, telkinlerin yapıldığı yerlerle; tiyatro, okuma salonu,
çamur ban- yoları bölümlerinin bulunduğu görülmektedir.

3. Orta Çağ
Orta Çağda Batı dünyasında İsa’dan sonraki ikinci, üçüncü yüzyıllarda
gittikçe artan bir hızla yeniden gizemci büyüsel düşünce egemenlik kazanmaya
başlamıştı. Bu gerilemede, Yunan ve Roma’nın dış etkenler altında çöküşünün
mü, yoksa gelişen Hristiyanlık dininin dogmatik biçimde gizemci büyüsel
değerlere önem verişinin mi etkisinin olduğu tartışılabilir. O kadar ki Orta Çağ
Avrupası’nda ruh hastaları, şeytanın içine girdiği bir büyücü olarak düşünülür
ve diri diri yakılırdı. O çağın Hristiyan dünyasında din adamları, büyücü olarak
adlandırdıkları ruh hastalarını izleyebilmek, yakalayabilmek ve
cezalandırabilmek için kitaplar yazmışlardı.
Orta Çağda, büyük olasılıkla çoğu şizofrenik, manik, histerik olan hastalar,
"Ruhlarına şeytan girdi." tanısı ile diri diri yakılmışlardır. Bu açıdan Orta Çağdaki
kilise tutumu, ilkel çağlardaki Şamanizmden de geriye gitmiş; ilkel bir anlayış,
dinsel politik amaçlarla geniş halk kitlelerine uygulanmıştı. Bu dönem içinde
yalnız ruh hastaları değil, kilisenin dogmatik kurallarına karşı olan her türlü
bilimsel görüş ya da tartışma ağır cezalarla karşılaşmıştır.

4. Rönesans
Avrupa’da, 12 ve 13. yüzyıllardan başlayarak Hristiyanlığın katı, acımasız,
dogmatik kurumlarına ve uygulamalarına karşı giderek artan tepkiler belirdi.
Sanatta, kültürel yaşamın her kesiminde gücünü dinden alan otokratik ve feodal
kuruluşların egemenliği giderek zayıflamaya başladı. Toplumların aristokrat
kesimleri de yeni sanat, bilim ve düşünce akımlarını benimsemeye, desteklemeye
başladılar. Matbaanın keşfi, Martin Luther (Martin Lüter)’in ve başka bilim
adamlarının, Luther’i izleyen geniş halk kitlelerinin papaya ve

18
dogmatik dine baş kaldırmaları ile Avrupa’da sanatta, felsefede, bilimsel
düşüncede büyük bir kültürel devrim başladı.
işte bu dönemlerde büyücü avı, ruh hastalarını diri diri yakma uygulamaları
sonlandı. Avrupa, islâm dünyasının gelişmiş bilimsel çalışmalarını ve Arapçaya
çevrilmiş olan Eski Yunan düşünürlerinin yapıtlarını tanıdı. Bütün bu değişiklikler
ve akımlar bilimsel düşünme, araştırma yapma kapılarını yavaş yavaş açtı. 16 ve
17. yüzyıldan sonra tıp alanında büyük değişikliklere yol açacak bir ortam
doğmaya başladı.

5. Modern Çağ
İlk olarak 17. yüzyılda, hastalar hakkındaki kararın din adamlarınca değil,
hekimlerce verilmesi gerektiği kabul edildi. Bu dönemde, daha çok nörolojik
bozukluklarla ilgilenen Sydenham (Saydınhem), nevrozların tanımını yapmaya
çalıştı.

19. yüzyılda, psikoloji alanında Fransız ve Alman hekimlerince önemli


çalışmalar yapılmıştır. Fransız ve Alman okullarının ileri gelen klinisyenleri, yeni
yeni hastalıklar tanımladılar ve sınıflandırmaya çalıştılar. 19. yüzyılda en önemli
çalışmaları yapanlar arasında Charcot (Şarko), Janet (Cenıt), Kraepelin (Kreplin),
Breuer (Bröer), Freud (Froyd), Jung (Cank), Adler (Adler), Pavlov (Pavlov)
sayılabilir.

6. Türkiye’deki Gelişmeler
İslâmiyet öncesi Orta Asya Türklerinin hastalık anlayışı ve yöntemleri
Şamanizme dayanır. 1069’da Türkçe yazılmış olan Kutadgu Bilig’de,
hastalıkları ilâçlarla tedavi eden hekimlerin; cinleri, şeytanları kovarak
telkinler yaparak hastaları iyileştirmeye çalışan efsuncuların meslekler
hiyerarşisinde en yukarılarda oldukları belirtilmektedir. Bu da daha o çağlarda
bir tür uzmanlaşma olduğuna işaret etmektedir. islâmiyetin kabulünden ve öbür
islâm toplumlarıyla yakın ilişkiye girmelerinden sonra Türklerde hastalık
anlayışı geleneksel islâm tıbbına göre olmuştur. Fakat eski Şamanizmin izleri de
bir miktar kalmıştır.
11. yüzyılda yaşamış ve kendisinden sonra en az birkaç yüzyıla damgasını
vurmuş olan İbnî Sina, bütün islâm dünyasının en büyük hekimi olarak tanınmıştır.
Buhara’da bir Türk ana babadan doğan, isfahan’da yaşayan ve yapıtlarını Arapça
yazan İbnî Sina’nın "Kanun"u son derece ilginç gözlem ve görüşlerle doludur.
Örneğin; kişilik ve çocuk gelişmesi konusundaki şu sözleri, bugün için de son
derece çağdaş ve ileri görüşlerdir:
"Çocuklara özenle bakım verilmeli, davranışlarının aşırılığa varmaması
19
için gözetilmelidir. Saldırgan öfke patlamaları, korku ve bunaltı yatıştırılmalıdır.
Bu önlemlerin en iyi biçimde sağlanması, çocuğun doğal istek ve eğilimlerini
tanımak; hoşlanmadığı durumları göz önünde tutmakla olur. Çocuğun doğal
yetenekleri desteklenmeli; tedirginlik kaynakları giderilmelidir. Böyle bir çocuk
yetiştirme, hem beden hem ruh için iyidir. Ruhsal yönden yararlıdır, çünkü erken
eğitimle alışkanlıklar ve tutumlar kişiliğe yerleşir. Çocuk altı yaşına gelince
öğretim ve eğitim için bir öğretmene gönderilmelidir. Çocuğu birden kitaplarla
zorlamamalı; eğitim, gelişerek ilerleyen bir sisteme uyarak yapılmalıdır."
İbnî Sina, Eski Yunan ve Roma hekim ve filozoflarından da yararlanarak çağının
en ünlü hekimi olarak yüzyıllarca Doğu ve Batı’da bilgeliğini korumuştur.
Orta Çağ Avrupası’nın karanlık ve acımasız tutumuna karşılık, bütün islâm
topluluklarında ve Türklerde ruh hastalarına anlayış ve hoşgörü egemen
olmuştur. Selçuklu ve ilk Osmanlı Dönemlerinde, Anadolu’da kurulan hastaneler
bugünkü anlamda tedavi kurumlarıydı. Selçukluların açtıkları "şifahane"lerin bir
kısmı akıl hastalarına ayrılmıştı. Kayseri, Sivas ve Erzurum’da kurulan Selçuklu
şifahaneleri zamanlarının en iyi bakım veren kurumlarıydı. Osmanlı Döneminde
de bu gelenek sürdürülmüştür. Bu geleneğe göre, ruh hastaları toplumdan
uzaklaştırılmıyor, hapsedilmiyor ve kötü muamele görmüyordu. Türkler, aldıkları
yerlerde şifahaneleri, tımarhaneleri şehrin en merkezî yerlerine kuruyorlar; sosyal,
ekonomik, kültürel, dinsel etkileşimin en yoğun olduğu noktada, cami-medrese-
hastane üçlüsü yapıyorlardı. İlk olarak Fatih, istanbul’da bir akıl hastanesi
açmıştı. Daha sonra değişik padişahlar ve sultanlar tarafından tımarhaneler
kurulmuştur. Süleymaniye Tımarhanesi bunların en tanınmışlarından biridir.
Buralarda hastalara iyi bakım verildiğini, müzikle tedavi yapıldığını bildiren
yayınlar vardır.
19. yüzyılın sonunda, Raşit Tahsin, Mazhar Osman gibi önemli isimler,
Türkiye’de psikiyatrinin kurucusu olmuşlardır. 1950’lerden sonra Amerika ve
Avrupa’da eğitim görmüş birçok uzman, üniversitelerde görev alarak Türkiye’de ruh
sağlığı hizmetlerinin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Bugün ise ülkenin pek çok
1
yerinde açılan kurumlarla psikolojik sağlık hizmetleri verilmektedir. Ayrıca
araştırma çalışmaları, bireysel ve grup psikoterapileri yapılabilmektedir.

2
Uygulamalar

1. Ruh sağlığını korumada en eski usullerin neler olduğunu araştırınız...


2. Batının ortaçağı ile İslam dünyasının ortaçağında ruh sağlığı bakımından farklılıklar
var mıdır?

3
Uygulama Soruları

1. Ruh sağlığını korumaya ve iyileştirmeye yönelik hangi kurumlardan bahsedilebilir?


2. İnsanın sorunlu davranışlarının düzeltilebilir olduğunu düşünüyor musunuz?

4
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

İnsan var olduğu günden bu yana varlığını koruma, karşısına çıkan sorunları çözme, kendine
güvenli bir yaşam sağlama savaşını sürdürmektedir. Bu çaba önceleri beslenme, barınma,
korunma gibi daha çok bedensel gereksinmelerin karşılanmasına yönelikken daha sonraları
değişen sosyoekonomik koşullara uyum sağlama olarak süregelmiştir. Eğer kişi bu etkileşimi
sağlamada başarısızlığa uğrar, iç ve dış dengeyi kurmada zorlanırsa zihinsel tepkilerden
başlayarak pek çok psikolojik rahatsızlığa varan sonuçlar ortaya çıkar. Ruhsal yönden sıkıntıları
bulunan insanların değişik tepkilerle toplumun huzurunu bozdukları düşünülürse, ruhsal
bozuklukların zamanında ve gerektiği şekilde ele alınmasının önemi daha iyi anlaşılır.
Özetlemek gerekirse, mutlu toplumlar, mutlu bireylerden oluşur. Mutlu birey ise topluma uyum
sağlamış, kendisiyle barışık bir yaşam sürdürmeyi başarabilecek nitelikte kişilik kazanmış
bireydir.

İlkel çağlar, hastalıkların doğaüstü güçlere bağlandığı, animistik düşüncenin egemen olduğu
Eski Yunan-Roma dönemine dek uzanan çağlardır. Bu çağlarda hastalıklar doğaüstü zararlı ruhlara
bağlanıyordu. Büyücü hekimler, şamanlar, çeşitli törenler, danslar, ruhları barındıran eşyanın yok
edilmesi gibi davranışlarla zararlı ruhları kovarak hastalıkları iyileştirmeye çalışıyorlardı.

Eski Çağlar (Hipokrat ve Sonrası):Hipokrat (i.Ö. V. yüzyıl) öncesi, dünyada gizemci


büyüsel düşünce biçimi ve buna dayalı hastalık ve tedavi anlayışı hâkimdi. Eski Yunan’ın altın çağı
olan Perikles döneminde Hipokrat, hastalıkların doğaüstü güçlere değil, doğal etkenlere bağlı
olduğunu gösterdi. Hipokrat, büyüsel gizemci düşünceye bir süre için son vermiştir. Onun ilk olarak
ortaya attığı bazı kavramlar, bu- gün hâlâ kullanılmaktadır. Örneğin; histeri, melankoli gibi.
5
Orta Çağda Batı dünyasında isa’dan sonraki ikinci, üçüncü yüzyıllarda gittikçe artan bir hızla
yeniden gizemci büyüsel düşünce egemenlik kazanmaya başlamıştı. Bu gerilemede, Yunan ve
Roma’nın dış etkenler altında çöküşünün mü, yoksa gelişen Hristiyanlık dininin dogmatik biçimde
gizemci büyüsel değerlere önem verişinin mi etkisinin olduğu tartışılabilir. O kadar ki Orta Çağ
Avrupası’nda ruh hastaları, şeytanın içine girdiği bir büyücü olarak düşünülür ve diri diri yakılırdı.
O çağın Hristiyan dünyasında din adamları, büyücü olarak adlandırdıkları ruh hastalarını
izleyebilmek, yakalayabilmek ve cezalandırabilmek için kitaplar yazmışlardı.
Modern Çağ: ilk olarak 17. yüzyılda, hastalar hakkındaki kararın din adamlarınca değil,
hekimlerce verilmesi gerektiği kabul edildi. Bu dönemde, daha çok nörolojik bozukluklarla
ilgilenen Sydenham (Saydınhem), nevrozların tanımını yapmaya çalıştı.
19. yüzyılda, psikoloji alanında Fransız ve Alman hekimlerince önemli çalışmalar yapılmıştır.
Fransız ve Alman okullarının ileri gelen klinisyenleri, yeni yeni hastalıklar tanımladılar ve
sınıflandırmaya çalıştılar. 19. yüzyılda en önemli çalışmaları yapanlar arasında Charcot (Şarko),
Janet (Cenıt), Kraepelin (Kreplin), Breuer (Bröer), Freud (Froyd), Jung (Cank), Adler (Adler),
Pavlov (Pavlov) sayılabilir.
Türkiye’deki Gelişmeler: islâmiyet öncesi Orta Asya Türklerinin hastalık anlayışı ve
yöntemleri Şamanizme dayanır. 1069’da Türkçe yazılmış olan Kutadgu Bilig’de, hastalıkları
ilâçlarla tedavi eden hekimlerin; cinleri, şeytanları kovarak telkinler yaparak hastaları iyileştirmeye
çalışan efsuncuların meslekler hiyerarşisinde en yukarılarda oldukları belirtilmektedir. Bu da daha
o çağlarda bir tür uzmanlaşma olduğuna işaret etmektedir. islâmiyetin kabulünden ve öbür islâm
toplumlarıyla yakın ilişkiye girmelerinden sonra Türklerde hastalık anlayışı geleneksel islâm
tıbbına göre olmuştur. Fakat eski Şamanizmin izleri de bir miktar kalmıştır.
Orta Çağ Avrupası’nın karanlık ve acımasız tutumuna karşılık, bütün islâm topluluklarında ve
Türklerde ruh hastalarına anlayış ve hoşgörü egemen olmuştur.

6
Bölüm Soruları
1- İlkel çağlarda hastalıklar doğaüstü güçlere bağlanırdı (D) (Y)
2- Hipokrat, hastalıkların doğaüstü güçlere değil, doğal etkenlere bağlı olduğunu gösterdi.
(D) (Y)
3- Orta Çağda Batı dünyasında ruh hastalıkları telkinle tedavi ediliyordu. (D) (Y)

4- Orta Çağ Avrupası’nın karanlık ve acımasız tutumuna karşılık, bütün islâm topluluklarında
ve Türklerde ruh hastalarına anlayış ve hoşgörü egemen olmuştur. (D) (Y)

5- ilk olarak 17. yüzyılda, hastalar hakkındaki kararın din adamlarınca değil, hekimlerce
verilmesi gerektiği kabul edildi. (D) (Y)

7
2.HAFTA : RUH SAĞLIĞININ TANIMI VE ÖNEMi

8
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu derste, ruh sağlığının tanımı ve önemi, ruh sağlığı ile ilgili temel kavramlar ve
çocuk ruh sağlığının önemi ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

9
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1- Ruh sağlığını nasıl tanımlayabilirsiniz?

2- Çocuk ruh sağlığı denildiğinde aklınıza ne gelir?

10
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Ruh sağlığının tanımı ve önemi Ruh sağlığının tanımı ve önemini Ruh sağlığının tanımı ve önemine
kavrar. örnekler verilir.
Çocuk ruh sağlığının önemi Çocuk ruh sağlığının öneminin Çocuk ruh sağlığının önemine
farkına varır. örnekler verilir.

Anahtar Kavramlar
 Ruh sağlığı

11
1. Ruh Sağlığının Tanımı
Ruh sağlığının, bütün uzmanların üzerinde anlaştığı bir tanımını yapmak oldukça zor bir
iştir. Çünkü var olduğu günden bu yana sürekli olarak içinde yaşadığı dünyayı, evreni tanımaya,
anlamaya çabalayan insanın en az tanıyabildiği varlık kendisidir. Bunun da en önemli nedeni;
bu alanda çalışan çoğu araştırmacının yansız bir değerlendirme yapamaması, kendi kişilik
özelliklerini araştırma sonuçlarına yansıtmasıdır.
Her insan bir toplum içinde yaşar ve içinde bulunduğu toplumun kendine özgü kuralları
vardır. İnsanın ait olduğu topluma ayak uydurabilmesi için kendisi ve çevresiyle uyum içinde
olması gerekmektedir. Topluma uyum sağlayabilen kişiler kendisiyle barışık, sıkıntı, korku ve
kaygıları bulunmayan, davranışlarını ayarlayabilen, dengeli ve tutarlı kişilerdir. Ancak her
korku, üzüntü ya da kaygıyı bir ruhsal bozukluk olarak saymak da yanlış olur. Sağlıklı
durumdan her türlü sapmayı bir hastalık olarak görürsek yeryüzünde sağlıklı insan olduğunu
söyleyemeyiz.
Buraya kadar genel olarak niteliklerini açıklamaya çalıştığımız ruh sağlığının tanımını şöyle
yapabiliriz: Ruh sağlığı, kişinin kendi kendisiyle ve çevresiyle sürekli bir denge ve uyum içinde
olmasıdır. Ancak bu denge ve uyumun, katı ve durağan bir nitelik taşımayıp değişken bir denge
ve esnek bir uyum olduğunu belirtmek gerekir.

2. Ruh Sağlığı Bilgisinin Önemi


Farklı bireysel özelliklere, eğitime, kültürel değerlere ve çevre olanakları- na sahip insanların
bir arada ve uyum içinde yaşamalarının sağlanabilmesi için ruh sağlığı konusunun çok iyi
bilinmesine gereksinim duyulmaktadır. Ruh sağlığı bilgisi, insanlarda kişiliğin sağlam ve
uyumlu olarak gelişimini sağlamak isteyen, ruhsal bozuklukları, uyumsuzlukları önlemeyi
kendine amaç edinen bir bilgi koludur. Ayrıca ruhsal hastalıkların tedavi yollarını ve tedaviden
sonra topluma uyum sağlama yollarını da gösterir. Ruh sağlığı konularının içinde, kişide uyum
güçlüklerinin ortaya çıkmasını önlemek, uyum güçlüğü gösteren kişilerin zorlanmalarını
ortadan kaldırmaya yardım edici eğitsel ve iyileştirici eylemler de bulunmaktadır. Ruh sağlığı
konusunda, ruhsal dengenin korunması için gerekli koruyucu önlemlerin alınması büyük
önem taşır. Ruh sağlığı da tıpkı beden sağlığı gibi koşullara bağlı olarak (ağır hastalıklar,
işsizlik, boşanma vb.) geçici ya da sürekli bozulabilir. Bununla beraber her insan bu tür
baskılara karşı farklı dayanma gücüne sahiptir. Dolayısıyla her insanın zayıf ve güçlü
yanlarının olduğunu, insanların ruh sağlığı yönün- den tamamen sağlıklı ve sağlıksız olarak iki
gruba ayrılamayacağını bilmemiz gerekir.
Ruh sağlığının korunması ve ruhsal hastalıkların iyileştirilmesi, hem kişilerin mutsuzluktan
korunmalarına hem de toplumsal dengenin korunmasına yardım edecektir. Ruh sağlığının
12
korunması ve geliştirilmesinde yalnızca psikolog ve psikiyatristler sorumlu değildir. Kuşkusuz
anne, baba, eğitimci, doktor, bilim adamı, yazar gibi toplumu oluşturan bütün bireyler de ruh
sağlığının korunması ve geliştirilmesinden sorumludur.

3. Ruh Sağlığı ile ilgili Temel Kavramlar


a. Sağlık
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sağlığı, "yalnızca sakat veya hasta olmama değil; bedensel,
ruhsal ve toplumsal iyilik durumu" olarak tanımlamıştır. Genellikle bazı belirtiler bir arada
görülünce belli bir hastalık tanısı konur. Ancak her belirti kişinin sağlıksız olduğunu
kanıtlamaz. Kişinin kendisi ve çevresiyle sürekli bir denge ve uyum içinde olması ruhsal
yönden sağlıklı olmasına bağlıdır. Ruhsal yönden sağlıklı bir insanda aranacak özellikler
ayrıntılı olarak incelendiğinde şunlar söylenebilir:
• Kişinin kendi kendisiyle uyumlu olması her şeyden önce bunaltı (anksiyete) denen
kaygılardan, kuruntu ve kuşkulardan uzak olmasına bağlıdır. Günlük kaygılar ve üzüntüler her
sağlıklı insanda vardır ve ruhsal uyumsuzluk belirtisi sayılmaz. Ancak nedeni belli olmayan ya
da uzun süren bunaltı ve kaygılar ruhsal dengeden sapmanın göstergesi olabilir.
• Kişi, içinde yaşadığı yakın ve uzak çevrede ilişkiler kurup sürdürebilmelidir. Aile
üyeleriyle, başka meslektaş kümeleri ve topluluklarla iş birliğine girebilmeli, iş ilişkileri dışında
arkadaşlıklar kurabilmelidir.
• insanlarla geçinme ve iş birliği yapmanın ötesinde, sevgiye ve saygıya dayalı bağlar
kurabilmelidir. Aile üyeleriyle bağlılığını sürdürürken, toplum içindeki ilişkiler alanını
genişletebilmelidir. Karşı cinsle de sevgiye dayalı ilişkilere yönelmeli, eş seçmede kendi başına
sorumluluk alabilmelidir. Başka bir deyişle, kişi sevebilmeli ve karşılığında sevgi
bulabilmelidir.
• Kişinin kendine güveni olmalıdır. Davranışlarını ve yeteneklerini gerçekçi olarak
tartabilmelidir. Kendini başkalarının gözüyle de görebilmelidir. Yetenekleriyle orantısız bir
üstünlük ya da aşağılık duygusu içinde olmamalıdır. Gerçeğe uygun bir öz saygısı olmalıdır.
• Kişi, toplumda bir yeri ve görevi olduğu duygusunu edinmiş olmalıdır. Yeteneklerini
geliştirmeli, verimli bir işe yöneltebilmeli, çalışmasından ve başarısından tat almalıdır.
• Kişinin, geleceğe dönük tasarıları olmalı ve bunlara ulaşmak için gerçekçi bir yolda çaba
gösterebilmeli, sıkıntılara katlanabilmelidir. Gerçekleştiremediği isteklerini, başka yollardan
doyum sağlayarak denkleştirme yoluna gidebilmelidir.
• Kişinin karşılaştığı güç durumlarda başvuracağı bir yedek gücü bulunmalı ve yeni
durumlara uyma esnekliği gösterebilmelidir. Başarısızlıklardan yılmamalı, güç durumlarda
13
kendini bırakmamalıdır. Geleceğe dönük umudu ve savaşım gücü ile karşılaştığı engelleri
yenmeye çalışmalıdır.
• Bağımsız olarak girişimlerde bulunabilmelidir. Kendi başına kararlar alıp
uygulayabilmeli, eylemlerinin sorumluluğunu taşıyabilmeli ve sonuçlarına katlanabilmelidir.
Yanılma ve başarısızlıklardan ders alabilmeli, yanlışlarını düzeltmeye çalışmalıdır.
Yanılgılarını başkalarına yüklememeli, kendini eleştirebilmelidir.
• Kişinin yaşadığı çevre ve toplumla ters düşmeyen, inandığı değerleri ve inançları
olmalıdır. Hiç kimse toplumun törelerini, geleneklerini, değer yargılarını ve ahlâk kurallarını
tümden yadsıyamaz; ya da kendini onların dışında ve üstünde göremez. Ancak kişi yeniliklere
de açık olabilmeli, toplumun çağ dışı yasaları ve değer yargıları önünde eli kolu bağlı
kalmamalıdır. Başka bir deyişle, toplumun başı eğik bir üyesi olmak yerine, onu etkileyen ve
katkı yapan bir üyesi olmaya çalışmalıdır.
• Ruhça sağlıklı bir insanın, mesleği dışında eğlendirici, dinlendirici ve kişiyi geliştirici
uğraşıları olmalıdır. Bu uğraş sanat, spor ve toplumsal yardımlaşma alanlarında olabilir.

Yukarıdaki niteliklerin hepsinin bir kişide toplanmasını görmek mümkün değildir. Ancak bu
niteliklerin birbirinden büsbütün ayrılamayacağını da düşünmek gerekir. İnsanın uyumu, bu
nitelikleri kişiliğinde ne ölçüde ve nasıl bir denge içinde bağdaştırdığına bağlıdır. Örneğin;
yetenekleri kısıtlı bir insan, içindeki başarı eksikliğini, çevresiyle sıcak ilişkiler kurarak, yani
sevilen, aranan bir insan olarak kapatabilir. İnsanlarla sevgi ilişkileri kurmakta sınırlı yeteneği
olan bir kişi, başka bir alanda bu boşluğu doldurmaya çalışır. Örneğin; insan ilişkilerinde
kendini yeterli görmeyen kişi, politikaya yönelmek yerine, bilimsel bir alanda çalışmayı seçer.
Ruhsal açıdan sağlıklı kişiler her zaman mutlu insanlar değildir. Ancak ruhsal açıdan sağlıklı
kişilerin yaşamlarından daha fazla zevk alma olasılıkları yüksektir. Ellerinde olmayan
nedenlerle (örneğin; sevdikleri kişinin yitirilmesi) mutsuz da olabilirler. Ancak bu olay
karşısında ezilip kalmazlar. Güçleri ve esneklikleriyle zor dönemlerden en az yara alarak
çıkabilirler.
Bunalımsız ve kaygısız bir yaşam düşünülemez. Yaşam boyu pek çok küçük veya büyük
sorunlar yaşanabilir. Bu sorunlar çözüle çözüle olgunlaşma gerçekleşir. Ruhsal açıdan sağlıklı
kişi, karşılaşılan çeşitli engeller karşısında, kendisiyle veya çevresiyle çatışmaya girer, bocalar.
Karşılaştığı sorunları yendikçe güçlenir ve daha zor sınavlara kendisini hazırlar. Güçsüz ya da
yetersiz kaldığı durumlarda başarabildiğiyle yetinir. Ruhsal açıdan sağlığı yerinde olmayan
kişiler, gerçeği iyi değerlendiremezler. Tepkileri, duruma uygunluk göstermez. Başka bir
deyimle, uyumsuz kişi sorunları çözeyim derken yeni sorunlar yaratır.

14
b. Ruhsal Bozukluk
Ruh sağlığı bozukluğu, "genellikle duygu, düşünce ve davranışlarında değişik derecelerde
tutarsızlık, aşırılık, uygunsuzluk ve yetersizlik özelliklerini taşıma" olarak tanımlanabilir.
Bu tanım, bazı değer yargılarının izlerini taşır. “Genellikle yetersiz, uygunsuz, aşırı” derken
belli normlara göre değerlendirme yapıyoruz. Bu normlardan bir kısmı evrensel, bir kısmı ise
çağdan çağa, toplumdan topluma değişebilir niteliktedir. Zaman ve yer (mekân) göreceliliğini
göz önünde tutmak koşuluyla bu sıfatları kullanmak mümkündür.
Her kişide tutarsız, aşırı, uygunsuz ve yetersiz davranışlar görülebilir. Hasta sayılabilecek
kişide bu özelliklerin az çok sürekli ya da yineleyici olması, bireyin verimli çalışmasını ve
kişiler arası ilişkilerini bozar.
c. Normal-Normal Dışı
Normalliğin tanımı konusunda insan davranışlarıyla ilgilenen bilim adamları henüz ortak
bir görüş birliğine varabilmiş değillerdir. Normal ve normal dışının tanımlanmasında farklı
ölçütler esas alınabilir:
1) Hastalığın tanımı temel alınabilir. Bu tanıma uyanlar hasta, uymayanlar sağlıklı olarak
tanımlanır. Klinik açıdan belirgin ruhsal bozuklukların tanımı genellikle yapılabilmektedir.
Fakat bir kişide bu belirtilerin olmaması, normaldir demek için yeterli değildir.
2) Toplumsal normlar temel alınabilir. Toplumsal normlara uyanlar sağlıklı, uymayanlar
sağlıksız olarak tanımlanır. istatistiksel açıdan bakıldığında çan eğrisinin iki aşırı ucunda
kalmayan kişi normaldir.

Ülkenin birinde, çok başarılı bir kral varmış. Bu kral o kadar ba- şarılıymış ki, tüm halkı
onun idaresinden memnunmuş. Sarayın büyücüsü, kralın bu başarısını çekemiyormuş. Bunun
üzerine, kralın başarısını yok etmek için bir iksir hazırlamış ve bu iksiri, halkın içme suyuna
katmış. Sudan içen tüm halk, normal dışı davranışlar göstermeye başlamış. Kral ve yönetim
kademesindeki diğer kişiler bu sudan içmemişler. Fakat bu durumda halkın yönetiminde
zorluklar yaşamaya başlamışlar. Bir toplantı yaparak anormal davranışlar gösteren halkı
anlamakta zorlandıklarını ve bunu aşmak için iksir karıştırılan sudan içmeleri gerektiğine karar
vermişler ve içmişler. Sudan içtikten sonra kral ve diğer yöneticilerin davranışları da
anormalleşmeye başlamış ve eskisi gibi halkıyla gayet uyumlu ve mutlu bir şekilde yaşamaya
devam etmişler.

3) Kişinin içindeki rahatlık ve huzur temel alınabilir. Bu rahatlık ve huzur duygusunu


taşıyanlar normal, aksi duyguları taşıyanlar ise normal dışı olarak tanımlanır.
15
Örneğin; evin bütün işlerini karısına bırakan bir erkek yaşamından hoşnut, kendi kendisi ile
barışık olabilir.
4) Belirli bir kuram temel alınabilir. Kuramın ortaya koyduğu ölçütlerin varlığı ile yokluğu
arasındaki orta nokta normallik, bu noktadan sapmalar ise normal dışı olarak tanımlanır.
Normal ve normal dışının ayırımını yapmak her zaman çok kolay değildir:
İnsanların ruh sağlığı yönünden sağlıklı ve sağlıksız olarak iki kümeye ayrılması mümkün
değildir. Ruh sağlığının bozulması çok basit bir süreç değildir. Kimi insanlar, olumsuz dış
etkenlerle hemen bozuluveren, çok gevşek bir ruhsal yapıdadırlar. Sadece kendi alıştıkları çevre
içinde ve destek aldıkları kişilerin yanında dengelerini koruyabilirler. İş yeri ya da ülke
değiştirmek, dengelerini altüst edebilir. Yabancı ülkelere okumak ya da çalışmak için gidenler,
belli bir bocalama döneminden sonra, yeni çevreye uyum sağlarlar. Kimi insan ise yurt
özlemine dayanamayıp ya geri döner ya da dönemez, ruhsal bir çöküntüye uğrar.
Normal dışı davranışların en belirgin özelliği, gerçekle olan ilişkisindeki azalmadır. Hayal
ve fanteziler gerçeklerin yerini almış durumdadır. Daha ileri aşamalarda gerçekte var olmayan
şeylerin görülmesi, işitilmesi, koklanması ve onlara dokunulması anlamına gelen sanrılar,
gerçeklerin yerini alır.
Ruhsal yönden sağlıklı insanlarda çeşitli derecelerde normal dışı davranışlara rastlamak
olağandır. Bazı kişiler böcek, fare gibi varlıklardan aşırı derecede korkar ya da tiksinir. Bazıları
ise yüksekten, karanlıktan korkar, basamakları sayar. Örneklerini çoğaltabileceğimiz bu tepki
ve davranışlar normal değildir. Ancak sağlıklı bir insanda basit gariplikler olarak
değerlendirilebilir. Önemli olan, insanlarda bu tür normal dışı davranışların bulunması değil,
kişiyi ve uyumunu ne derece etkilediğidir.

d. Uyum
Uyum, bireyin özelliklerine uygun olarak kendi benliği ile içinde yaşadığı çevre arasında
dengeli bir ilişki kurabilmesi ve sürdürebilmesidir.
Çeşitli koşullar nedeniyle kişinin ruh sağlığı değişebilir, kendisi ve çevresiyle uyumu
bozulabilir. Dış baskılar belirli bir sınırı aşınca, herkesin ruh sağlığı sarsılabilir. Ortaya
bunalımlar, üzüntüler, kaygılar, iç çatışmalar ve davranış bozuklukları çıkabilir. Örneğin; aile
içinde ölümler, ağır hastalıklar, işsizlik, boşanma, can güvenliğinin olmayışı, doğal yıkımlar,
herkesin ruhsal den- gesini geçici veya sürekli olarak sarsabilen etkenlerdir. Bununla birlikte,
in- sanların dış baskılar karşısında değişik dayanma gücü olduğu da bir gerçektir. Bu nedenle,
herkesin kırılma noktası birbirinden farklıdır. Örneğin; zengin bir kişi için varlığını yitirmek,
onu, canına kıymaya götürebilir. Başka bir kişi, mal varlığını yitirmeye değil, sevgilisinin

16
kendisini terk etmesine aynı tepkiyi gösterir. Ayrıca, herkesin güçlü ve zayıf olduğu alanlar
vardır. Kişi, eski yaşantılarının etkisiyle kimi dış örselenmeler karşısında daha duyarlı ve
güçsüz kalabilir.
Ruh sağlığının bozulması, kişinin çalışmasını, çevreyle ilişkisini, kısacası tüm yaşamını
etkiler. Bu açıdan kimi ruhsal bozukluklar beden hastalıklarından daha yıkıcıdır. Nedenini
bilmediği üzüntü, kaygı ve kuruntulardan kurtulamayan kişi karamsardır, tedirgindir,
güvensizdir. Kısacası mutsuzdur. Kişinin mutsuzluğu çevresine de bulaşır, insanlar arası
ilişkileri bozulur.

Birey öncelikle kendi benliği ve çevresiyle dengeli, etkili bir ilişki kurmalı, geliştirmeli ve
sürdürmelidir. Bunun için de bireyin önce kendi bünyesindeki zihinsel, psikolojik, sosyal ve
duygusal değişiklikleri anlaması, bilmesi, kabul etmesi, bu değişmelere uygun tutum ve
davranışlar geliştirmesi gerekir.

4. Çocuk Ruh Sağlığının Önemi


Erişkinler için geçerli olan ruh sağlığı tanımı, genellikle çocuklar için de doğrudur. Ancak
çocuğun sürekli gelişen ve değişen bir varlık olduğunu göz önünde tutarak biraz değişik ölçütler
kullanmak zorunluluğu vardır. Örneğin; korku, çocukluk çağında sıklıkla görülen bir ruhsal
durumdur. Karanlıktan, öcülerden korkan bir çocuk yadırganmaz ama bu korkuların erişkinde
görülmesi olağan sayılamaz.
Temel gereksinimler, davranışa yön vermektedir. İnsanda yemek, içmek gibi organik
gereksinimler yanında, psikolojik gereksinimler de vardır. Bunlar; sevgi, ait olma (ailede, dost
ve tanıdıklardan oluşan toplumda yeri olmak), bağımsızlık (sorumluluk altına girmek, kendi
başına karar vermek), itibar (sosyal onay), başarı vb.
Karşılanmayan bir gereksinim, bir içgüdü, kişide bir gerginlik ve bunun sonucu bir kırıklık
yaratır. Böyle tıkanmalar, insanın bütün gelişim aşamalarında görülebilir. Devamlı kırıklıklara
uğramak, kişilikte önemli bozukluklar meydana getirir. Çocuk; sevgi, saygı ve özeni gerektiren
durumlarda ihmal edilirse, kendisine ve etrafındakilere güven beslemesine çalışılmazsa, ruh
gelişmesi sarsılabilir.
Çocuk, kişiliğinin temelini oluşturan ilk ruhsal yapıyı 0-6 yaşlarında oluşturmaktadır.
Çocuğa kendi başına bir birey olduğunu hissettirip kişiliğinin ilk yapı taşlarını oluşturacak olan
17
kişiler, öncelikle anne baba ve daha sonra ailenin diğer bireyleridir. Çocuğun ailesiyle sağlıklı
ilişkiler içinde geçireceği ilk yıllar, onun geleceğinin en önemli güvencesidir. Başta anne ve
baba olmak üzere diğer aile bireyleri, olumlu etkileriyle çocuğu, gelecekte mutlu bir yaşam
sürmeye aday olarak hazırlamakta ve onun gelecekteki mutluluğunun temellerini atmaktadırlar.
Ruh sağlığı için öğrenim, yaşamın zenginleşmesidir. Uygun bir eğitim sayesinde kişi, iç
dünyası ve dış çevresi arasında kurulan dengenin verdiği rahatlığa kavuşabilir.
Okul öncesi eğitim, eğer bilinçli bir eğitim programı içinde gerçekleştirilebilirse çocuğa
sonraki dönemlerdeki bilişsel ve psikolojik gelişim için uygun bir zemin hazırlayabilmektedir.
Pek çok araştırma, anaokulu yaşantısı geçiren çocukların, bu yaşantıyı geçirmemiş çocuklara
göre sosyalleşme ve bağımsızlaşma yönünden yaşıtlarından bir hayli ileride olduklarını ve
sonraki eğitim yıllarında yüksek akademik başarı ortaya koyduklarını göstermektedir.

18
Uygulamalar

1- Ruhsal yönden sağlıklı bir insanda aranacak özelliklerin neler olduğunu değerlendiriniz.
2-Bir çocuk gelişimcisinin çocuk ruh sağlığını korumadaki sorumluluklarını değerlendiriniz.

19
Uygulama Soruları

.
1- Ruhsal yönden sağlıklı olunmamasının toplumsal sonuçları sizce ne olur?
2- Bir çocuk gelişimcisinin çocuk ruh sağlığını korumadaki sorumlulukları neden çok önemlidir?

20
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Ruh sağlığı, kişinin kendi kendisiyle ve çevresiyle sürekli bir denge ve uyum içinde
olmasıdır. Ancak bu denge ve uyumun, katı ve durağan bir nitelik taşımayıp değişken bir denge
ve esnek bir uyum olduğunu belirtmek gerekir.

Farklı bireysel özelliklere, eğitime, kültürel değerlere ve çevre olanaklarına sahip


insanların bir arada ve uyum içinde yaşamalarının sağlanabilmesi için ruh sağlığı konusunun
çok iyi bilinmesine gereksinim duyulmaktadır. Ruh sağlığı bilgisi, insanlarda kişiliğin
sağlam ve uyumlu olarak gelişimini sağlamak isteyen, ruhsal bozuklukları, uyumsuzlukları
önlemeyi kendine amaç edinen bir bilgi koludur. Ayrıca ruhsal hastalıkların tedavi yollarını ve
tedaviden sonra topluma uyum sağlama yollarını da gösterir. Ruh sağlığı konularının içinde,
kişide uyum güçlüklerinin ortaya çıkmasını önlemek, uyum güçlüğü gösteren kişilerin
zorlanmalarını ortadan kaldırmaya yardım edici eğitsel ve iyileştirici eylemler de
bulunmaktadır. Ruh sağlığı konusunda, ruhsal dengenin korunması için gerekli koruyucu
önlemlerin alınması büyük önem taşır. Ruh sağlığı da tıpkı beden sağlığı gibi koşullara bağlı
olarak (ağır hastalıklar, işsizlik, boşanma vb.) geçici ya da sürekli bozulabilir. Bununla beraber
her insan bu tür baskılara karşı farklı dayanma gücüne sahiptir. Dolayısıyla her insanın zayıf
ve güçlü yanlarının olduğunu, insanların ruh sağlığı yönünden tamamen sağlıklı ve sağlıksız
olarak iki gruba ayrılamayacağını bilmemiz gerekir.

Ruh sağlığının korunması ve ruhsal hastalıkların iyileştirilmesi, hem kişilerin


mutsuzluktan korunmalarına hem de toplumsal dengenin korunmasına yardım edecektir. Ruh
sağlığının korunması ve geliştirilmesinde yalnızca psikolog ve psikiyatristler sorumlu değildir.
Kuşkusuz anne, baba, eğitimci, doktor, bilim adamı, yazar gibi toplumu oluşturan bütün
bireyler de ruh sağlığının korunması ve geliştirilmesinden sorumludur.

21
Bölüm Soruları

1- Normal ve normal dışının ayırımını yapmak her zaman çok kolaydır. (D) (Y)

2.Problem davranışların oluşumunu çoğunlukla tek bir faktör etkiler. (D) (Y)

3. İnsanın ait olduğu topluma ayak uydurabilmesi için kendisi ve çevresiyle uyum içinde olması
gerekmektedir. (D) (Y)

4- Toplumu oluşturan bütün bireyler de ruh sağlığının korunması ve geliştirilmesinden çocuk


gelişimcileri de sorumludur. (D) (Y)

5. Normal dışı davranışların en belirgin özelliği, gerçekle olan ilişkisindeki azalmadır. (D) (Y)

22
3.HAFTA : RUH SAĞLIĞI iLE iLGiLi TEORiLER

23
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu derste, ruh sağlığı ile ilgili teoriler, psikanalitik yaklaşıma göre ruh sağlığı, davranışçı
yaklaşıma göre ruh sağlığı ve varoluşçu yaklaşıma göre ruh sağlığı olarak ayrıntılı bir şekilde
ele alınacaktır.

24
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1- Ruh sağlığı ile ilgili hangi teorileri biliyorsunuz?
2- Ruh sağlığı ile ilgili teorilerden hangisi sizce daha doğrudur?

25
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Ruh sağlığı ile ilgili teoriler Ruh sağlığı ile ilgili teorileri Ruh sağlığı ile ilgili
teorilere örnekler verilir.
kavrar.

Anahtar Kavramlar
İde-ego-süper ego

26
RUH SAĞLIĞI iLE iLGiLi TEORiLER

1. Psikanalitik Yaklaşıma Göre Ruh Sağlığı

a. İd (Alt Benlik)

Freud’a göre, id, ruhsal aygıtın en eski parçasıdır ve kalıtımla geçen, doğuştan var olan, yapıda
yerleşmiş bulunan her şeyi içerir. Bedenden kaynağını alan içgüdüsel dürtüler, ruhsal
anlatımlarını ilk olarak alt benlikte bulurlar. Alt benlik, ruhsal yapının güç kaynağıdır. Tümden
bilinç dışıdır ve bilinç dışı süreçlerdeki kurallar, daha doğrusu kuralsızlıklar geçerlidir. Dış
dünyayla bağlantısı yoktur. Zaman ve yer kavramı tanımaz. Birbirine karşıt dürtü ve eğilimler
yan yana bulunabilir.

b. Ego (Benlik)

Freud’a göre, gerçek dış dünyanın etkisi altında alt benliğin bir parçasının özel bir gelişme
gösterdiğini, dış uyaranları algılayan ve aşırı uyaranlara karşı ruhsal yapıyı koruyan bir dış
tabakadan, giderek özel bir yapı geliştiğini ve bu yapının alt benlik ile dış dünya arasında bir
ara bulucu görevini yüklendiğini ileri sürmüştür. Benlik, ruhsal yapının düzenleyici, denge ve
uyum sağlayıcı (homeostatik) parçasıdır. Egonun işlevleri şunlardır:

1. Dürtüsel gereksinimlerin içerden algılanması,

2. Dış dünyadaki koşulların ve durumların algılanması,

3. Bütünleme ve birleştirme yetisi ile dürtülerin birbirleriyle, üst benliğin istekleriyle


düzenlenmesi ve çevresel koşullara uyabilecek bir niteliğe uydurulabilmesi,

27
4. Yürütme yetisiyle istemli davranışın eyleme geçirilmesi.

c. Süper Ego (Üst Benlik)

Bireyin uzun çocukluk yıllarında, benliğin bir parçası, giderek daha çok ana baba ve toplumsal
değer yargılarını içeren özel bir yapı olarak ayrımlaşır. Çocukluğun ilk yılında çocuk yanlışla
doğruyu, iyi ile kötüyü yalnız kendi dürtüsel doyumuna göre değerlendirir. Kendisini doyuran,
rahatlatan şeyler iyi, kendisine acı veren şeyler kötüdür. İkinci yaştan başlayarak çocuk
çevreden gelen iyi-kötü, doğru-yanlış değer yargılarını anlamaya başlar. Fakat bunlar henüz
kendisinin benimsediği değerler olmaktan uzaktır. Ancak anne baba ya da başka önemli
kişilerin neyi onayladıklarını, neyi beğendiklerini ayırt edebilir ve onaylanmayan bir davranış
yapınca dışardan bir acı gelebileceğini (örneğin; sevginin azalması, azarlanma, belki dayak)
sezebilmektedir. Giderek çocuk, başkalarının gözü önünde neyin yasaklandığını öğrenir ve bu
yasağı başkalarının önünde yapınca korku ve utanç duygusu hisseder. Korku ve utanç
duyguları, üst benliğin gelişiminde öncüdür.

Yargılayıcı sistem adını da verebileceğimiz üst benliğin insan yaşantısındaki belirtisi, suçluluk
duygusudur. Birey, öğrendiği doğru-yanlış, iyi-kötü kavramlarını içselleştirerek kendi içinde
bir yargılama ve ceza sistemi olarak kullanıp davranışlarını frenler. Yasak olan bir şey
yapıldığında hissedilen suçluluk duygusunun yoğunluğu, üst benliğin gücünü yansıtır. Çok katı,
özür ta- nımaz ve bağışlamaz bir üst benlik ya da gevşek bir üst benlik, egonun den- geyi
sağlamasını zorlaştırır ki bu da ruhsal uyumsuzluklara neden olabilir.

Psikanalitik yaklaşıma göre, insan dünyaya gelirken idin doyumuna yönelik bir yaşam
enerjisiyle dünyaya gelir. Bu enerjinin, oral, anal ve fallik dönemlerinde yeterli bir doyum
düzeyine ulaşması gerekir. Bu doyum sayesinde, kişinin id, ego ve süper ego olarak
adlandırılan biyolojik, psikolojik ve sosyal benliği arasında denge kurulur. Ruh sağlığı yerinde
olan kişinin egosu, gerçeklik ilkesinden uzun süre uzaklaşmadan idin isteklerini uygun koşullar
altında ve süper ego denetimini yadsımadan uzlaştırma yolları arar. Bu uzlaştırmayı
sağlayıncaya kadar idi baskı altında tutacak savunma mekanizmaları kullanır. Savunma
mekanizmalarının kısa süreli olması ve egoyu belirli ölçüde koruması hâlinde ruh sağlığına
olumlu etkileri olmasına karşın, uzun süreli ve sık sık kullanımları hâlinde ruh sağlığını bozucu
etkisi vardır.

28
İd ve süper ego arasındaki denge, savunma mekanizmalarının da katkısıyla korunamayacak
duruma geldiğinde, egonun denetimi id ya da süper egoya geçer. Denetim ide geçtiğinde kişi,
toplum değerlerini yadsıyarak sağlıksız bir uyum sağlama yolunu benimser; denetim süper
egoya geçtiğinde ise gerçek dışı suçluluk ve günahkârlık duyguları ya da bunun tam tersi olan
büyüklük sabuklamaları içine düşer.

2. Davranışçı Yaklaşıma Göre Ruh Sağlığı

Bu yaklaşıma göre, insan doğasında doğuştan getirilen birkaç refleks vardır. Bu refleksler çevre
uyarıcılarıyla koşullanabilir durumdadır. Kişiye verilen pekiştirmeler doğru davranışı
güçlendirici veya yanlış davranışları bastırıcı durumda ise ve çevrede doğru davranışları
sergileyen örnekler görüyorsa ve doğru örneklerin taklit edilmesi pekiştiriliyorsa, bireyin
uyumlu tepkiler göstermesi artar. Uygun davranışlar gösterme miktarı, genelleme ve ayırt etme
olaylarıyla daha da genişler ve duruma daha uygun hâle gelir. Ruh sağlığının bozukluğu ise
uyumlu tepkilerin tekrar edilme sayısının azalması kadar, olumlu tepkilerin tekrar edilme
sayısının fazlalığı da olabilmektedir. Ayrıca uyumsuzluk, uyumlu tepkiler için uygun uyarıcıyı
ayırt edememe ya da yetersiz pekiştirme sistemi nedeniyle uygun tepkiyi oluşturamama gibi
nedenler yanında, yanlış örnekleri taklit ya da kaçma, kaçınmaya neden olan uyarıcıları aşırı
genelleme sonucunda ortaya çıkmaktadır.

3. Varoluşçu Yaklaşıma Göre Ruh Sağlığı

Bu yaklaşıma göre insan bağımsız, eşsiz ve genelde iyi bir doğayla dünyaya gelir. Kendini
kabul edebilme, kendi potansiyellerini gerçekleştirme, başkalarıyla yakın ilişki kurabilme ve
yaşamı anlamlı bulma sağlıklılık işaretleridir. Bunların yokluğu ise sağlıksızlıktır. Temel
gereksinimlerin karşılanması ve bağımsızlığının engellenmemesi kişiyi sağlıklı kılar. Kişinin
kendi gerçek doğasını yadsır biçimde yaşaması, kendi davranışlarının sorumluluğunu taşımada
ve benliğini yaşamada yetersiz olması sağlığın kaybına neden olur. Temel gereksinimlerinin
doyumu yanında varoluşçu yaklaşımda kişinin acı çekerek de içgüdülerinden
bağımsızlaşabileceği ve yaşamın gerçek anlamına erişebileceği görüşü kabul edilmektedir.

29
Uygulamalar

1- İd-ego ve süperego ile ilgili davranışların neler olduğunu değerlendiriniz.


2-Bir okulöncesi eğitim kurumunda ruh sağlığı ile ilgili teorilerin yansımalarını gözlemleyiniz.

30
Uygulama Soruları
.
1- Ruh sağlığı ile ilgili teorilerin bilinmesinin ne avantajları vardır?
2- Freudun teorisinde id'in bskın olmasının sonuçları topluma nasıl yansımaktadır?

31
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Psikanalitik Yaklaşıma Göre Ruh Sağlığı; İd (Alt Benlik), Ego (Benlik), Süper Ego (Üst Benlik)
adı verilen 3 temel yapı davranışlar üzerinde etkili olur. Psikanalitik yaklaşıma göre, insan
dünyaya gelirken idin doyumuna yönelik bir yaşam enerjisiyle dünyaya gelir. Bu enerjinin,
oral, anal ve fallik dönemlerinde yeterli bir doyum düzeyine ulaşması gerekir. Bu doyum
sayesinde, kişinin id, ego ve süper ego olarak adlandırılan biyolojik, psikolojik ve sosyal
benliği arasında denge kurulur. Ruh sağlığı yerinde olan kişinin egosu, gerçeklik ilkesinden
uzun süre uzaklaşmadan idin isteklerini uygun koşullar altında ve süper ego denetimini
yadsımadan uzlaştırma yolları arar. Bu uzlaştırmayı sağlayıncaya kadar idi baskı altında tutacak
savunma mekanizmaları kullanır. Savunma mekanizmalarının kısa süreli olması ve egoyu
belirli ölçüde koruması hâlinde ruh sağlığına olumlu etkileri olmasına karşın, uzun süreli ve sık
sık kullanımları hâlinde ruh sağlığını bozucu etkisi vardır. İd ve süper ego arasındaki denge,
savunma mekanizmalarının da katkısıyla korunamayacak duruma geldiğinde, egonun denetimi
id ya da süper egoya geçer. Denetim ide geçtiğinde kişi, toplum değerlerini yadsıyarak sağlıksız
bir uyum sağlama yolunu benimser; denetim süper egoya geçtiğinde ise gerçek dışı suçluluk ve
günahkârlık duyguları ya da bunun tam tersi olan büyüklük sabuklamaları içine düşer.

Davranışçı yaklaşıma göre, insan doğasında doğuştan getirilen birkaç refleks vardır. Bu
refleksler çevre uyarıcılarıyla koşullanabilir durumdadır. Kişiye verilen pekiştirmeler doğru
davranışı güçlendirici veya yanlış davranışları bastırıcı durumda ise ve çevrede doğru
32
davranışları sergileyen örnekler görüyorsa ve doğru örneklerin taklit edilmesi pekiştiriliyorsa,
bireyin uyumlu tepkiler göstermesi artar. Uygun davranışlar gösterme miktarı, genelleme ve
ayırt etme olaylarıyla daha da genişler ve duruma daha uygun hâle gelir. Ruh sağlığının
bozukluğu ise uyumlu tepkilerin tekrar edilme sayısının azalması kadar, olumlu tepkilerin
tekrar edilme sayısının fazlalığı da olabilmektedir. Ayrıca uyumsuzluk, uyumlu tepkiler için
uygun uyarıcıyı ayırt edememe ya da yetersiz pekiştirme sistemi nedeniyle uygun tepkiyi
oluşturamama gibi nedenler yanında, yanlış örnekleri taklit ya da kaçma, kaçınmaya neden olan
uyarıcıları aşırı genelleme sonucunda ortaya çıkmaktadır.

Varoluşçu yaklaşıma göre insan bağımsız, eşsiz ve genelde iyi bir doğayla dünyaya gelir.
Kendini kabul edebilme, kendi potansiyellerini gerçekleştirme, başkalarıyla yakın ilişki
kurabilme ve yaşamı anlamlı bulma sağlıklılık işaretleridir. Bunların yokluğu ise sağlıksızlıktır.
Temel gereksinimlerin karşılanması ve bağımsızlığının engellenmemesi kişiyi sağlıklı kılar.
Kişinin kendi gerçek doğasını yadsır biçimde yaşaması, kendi davranışlarının sorumluluğunu
taşımada ve benliğini yaşamada yetersiz olması sağlığın kaybına neden olur. Temel
gereksinimlerinin doyumu yanında varoluşçu yaklaşımda kişinin acı çekerek de içgüdülerinden
bağımsızlaşabileceği ve yaşamın gerçek anlamına erişebileceği görüşü kabul edilmektedir.

33
Bölüm Soruları

1- Freud’a göre, id, ruhsal aygıtın en eski parçasıdır ve kalıtımla geçen, doğuştan var olan, yapıda yerleşmiş
bulunan her şeyi içerir. (D) (Y)

2- Benlik, ruhsal yapının düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı (homeostatik) parçasıdır. (D) (Y)
3- Üçüncü yaştan başlayarak çocuk çevreden gelen iyi-kötü, doğru-yanlış değer yargılarını anlamaya başlar.
(D) (Y)
4- Varoluşçu yaklaşıma göre ruh sağlığının bozukluğu uyumlu tepkilerin tekrar edilme sayısının azalması
kadar, olumlu tepkilerin tekrar edilme sayısının fazlalığı da olabilmektedir. (D) (Y)

5- Varoluşçu yaklaşıma göre insan bağımlı, ve genelde kötü bir doğayla dünyaya gelir. (D) (Y)

34
4.HAFTA : KiŞiLiK
35
Okuyalım - Düşünelim
“Ayşe, lise 2. sınıfa devam eden bir öğrencidir. Canan
ile güzel bir arkadaşlık sürdürmektedirler. Yedikleri
içtikleri ayrı gitmez dedikleri cinsten... Ayşe bir gün,
Canan’ın çok beğendiği ve almak istediği bir kazağı
satın alır ve okula bu kazağı giyerek gelir. Canan
deliye dönmüştür. Büyük sayılabilecek bir ağız
dalaşına girerler. Tüm arkadaşlarının önünde
yaptıkları kavga esnasında Canan, arkadaşına
“Kişiliksiz, ne olacak!” diye bağırır. Söylenen her
şeyden çok Ayşe’yi bu ifade yara lamıştır. Eve gidince
neden üzgün göründüğünü soran annesine,
"Canan’la kavga ettik, bana ‘kişiliksiz,’ dedi.” der.”

Aşağıdaki sorular üzerinde düşünelim, tartışalım:


– Kişilik nedir? Kişiliksiz insan olur mu?
– Kişiliğin oluşumuna etki eden etmenler var
mıdır?
– Kişilik yaşla gelişir mi?

36
37
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu derste, kişilikle ilgili temel kavramlar, kişiliği etkileyen etmenler, kişiliğin gelişim evreleri
ele alınacaktır.

38
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1.Kişilik dendiğinde ne anlarsınız?


2.Kişilikte değişiklik olabilir mi?

39
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Kişilikle ilgili temel Kişilikle ilgili temel Kişiliği etkileyen etmenler
kavramlar, kişiliği etkileyen kavramlar, kişiliği etkileyen örneklerle açıklanır.
etmenler, etmenlerin neler olduğunu
bilir.

Kişiliğin gelişim evreleri Kişiliğin gelişim evrelerinin Kişiliğin gelişim evreleri ile
farkına varır. ilgili örnekler verilir.

Anahtar Kavramlar
 Kişilik

40
KiŞiLiK
1. Kişilikle ilgili Temel Kavramlar
Kişilik, bireyi başkalarından ayıran biyolojik ve psikolojik özelliklerin bütünüdür. Allport
(Elport)’a göre ise kişilik, bireyin çevresine, kendine özgü bir biçimde uymasını sağlayan
psikofizik güçlerin dinamik bir örüntüsüdür. Bu tanımlara göre bireyleri birbirinden ayıran
iki temel özellik vardır: Birincisi biyolojik ya da fizikî farklılıklar (mizaç), ikincisi ise psikolojik
farklılıklardır (karakter).
Kişilik, birbirini tamamlayıcı biçimde işlev gören farklı katmanlardan oluşmuş bir bütündür.
İdeal olan bu katmanların dengeli, düzenli bir birleşme ve bütünleşme içinde olmasıdır. İnsanın
insanca nitelikler kazanması ancak böyle gerçekleşebilir. Bu katmanlar aşağıdan yukarıya
doğru şöyle sıralanabilir:
• En alt katmanda kişiliğin bedensel nitelikleri bulunur. Bunlar arasında kalıtımla geçen
ve gebelik ya da doğum sırasında dölüt üzerinde etkili nedenlerin oluşturduğu, beden yapısına
ilişkin özellikler, sakatlıklar, özürler,
• Bedensel ve ruhsal yapının oluşmasında, gelişmesinde önemli rol oynayan, bedensel
yapıya biçim ve renk veren iç salgı bezleri,
• Kişiliğin oluşup gelişeceği ruhsal yapının temelini oluşturan zekâ,
• Yaşam gereksinimlerini karşılamaya yönelik güdüler,
• Güdülerden kaynaklanan duygulanım ve coşku alanı vardır. Bu katmanın kişiye özgü
özelliklerine huy (mizaç) adı verilir. İç ve dış uyarımlara bağlı olarak kişinin mizacında ortaya
çıkan kısa süreli değişmeler de duygu durumu adını alır.
• Var olan benliğin kendi iç ve dış çevresiyle kesintisiz sürüp giden iletişim ve etkileşimi,
kişiliğe özgü özellikleri verir.
• Kişiliğin; dışarıya yansıyan, başkaları tarafından algılanan ve değerlendirilen duyguları,
düşünceleri, tutumları, davranışları, hareketleri ve eylemleri vardır. Bir başka deyişle, bu
katman; daha önceki katmanlarda oluşan öznel kişilik yapısının nesnel, gözlenebilen,
ölçülebilen yanıdır.
• Kişiliğin dışarıya yansıyan özelliklerinin toplum değerleri, kuralları ve ahlâk açısından
değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan yönü ise karakterdir. Bu katman, kişiliğin benimsediği
değer yargılarının başkaları tarafından değerlendirilmesi sonucu oluşur.
• Kişinin kendini olduğu ya da olmak istediği biçimde kabullenmesi ya da kabul ettirmesi,
kişiliğinin gerçekliğini kanıtlaması, kendini var etmesi için başvurduğu yöntemler, yollar, bu
amaç uğruna harcadığı çaba ve ortaya çıkardığı ürünlerden meydana gelir.
• Kişi, kişiliğini oluşturan öteki katmanların bilincinde olarak akıp giden zaman içinde
evrendeki yerini ve değerini saptar.
2. Kişiliği Etkileyen Etmenler

41
Kişilik, kalıtımla çevrenin bir bileşkesidir. Ancak bunlardan hangisinin kişiliği daha çok
etkilediği tartışma konusudur. Kişilikte biyoloji boyutunun önemi Hipokrat’tan beri
bilinmektedir. Son yapılan gen araştırmaları, kişilik üzerinde yeni boyutlar kazandırmıştır.
Alkolizmin, kimi suçların, intiharın, otoriteye boyun eğmenin, tutkuların gensel özellikler
taşıdığı ileri sürülmüştür. Nedeni henüz bilinmeyen şizofreni psikozunun, 5. kromozomdaki
genlerle ilgili olduğu hakkında ciddî araştırmalar yapılmaktadır.
Kişiliğin biyolojik boyutu yalnız genlerden ibaret değildir. iç salgı bezlerinin çıkarmış olduğu
salgılar da kişiliği etkilemektedir. insan beyni, stresten korunmak için morfine benzer kimyasal
maddeler salgılamaktadır. Beynin salgıladığı kimyasal maddelerden biri de serotonindir.
Serotonin nöronlar arasındaki iletişimi sağlar. Az salgılanması hâlinde kaygı ve depresyon
oluşabilir. Bunu önlemek için organizma karbonhidratlı yiyeceklere yönelir. Aynı şekilde ısı ve
ışık durumu, iç salgı bezlerini etkileyerek belirli kişilik tiplerine ve hastalıklarına neden
olmaktadır. Kimi kişilik özelliklerinin biyolojik ve doğuştan kazanıldığı, yeni doğan
bebeklerdeki davranış farklılıkları ve antropolog- ların araştırmış olduğu türdeş kültüre sahip
toplumlardaki bireysel farklılıklardan da anlaşılmaktadır. Kişilikte biyolojik etkenlerin önemi,
çevresel etkenleri yadsımak anlamına gelmemelidir. Bunlar karşılıklı etkileşim hâlindedir.
Uzun bir süreçte, çevresel etmenler kalıtımı etkilediği ve değiştirdiği için bu yeni durumun yine
kalıtım yoluyla yeni kuşaklara aktarıldığı ifade edilmiştir.

a. Biyolojik Etmenler
Katılım: insan organizması, kadınlarda bulunan yumurta hücresinin, erkeklerde bulunan sperm
tarafından döllenmesiyle oluşur. Döllenmiş yumurta hücresine zigot denir. Zigot; protoplazma,
çekirdek ve zar olmak üzere üç kısımdan oluşur. Çekirdekte DNA zincirlerinden oluşan ve ve
organizmanın genetik yapısını belirleyen kromozomlar bulunur. insanda 23’ü kadından, 23’ü
erkekten gelerek karşılıklı eşleşen 46 kromozom bulunur. sonuncu çift (kadında XX, erkekte
XY genlerinden oluşur), cinsiyeti belirler. Bu kromozom için anneden gelen X geni standarttır,
ancak babadan X ya da Y genlerinden herange biri gelebilir. Eğer X geni gelmişse sonuncu
kromozom XX genlerinden oluşur ve embriyo kadın olarak şekillenir. Y geninin gelmesi
durumunda XY olarak birleşecek ve embriyo erkek olarak şekillenecektir.
Genler beden yapısını belirlediği gibi, karakter özelliklerimizi de belirler. Genler hakkındaki
bilgilerimiz arttıkça, eskiden çevresel etmenler olarak bilinen özelliklerin kalıtımsal etmenler
olduğu ortaya çıkmıştır. Zekânın büyük ölçüde kalıtımın ürünü olduğu, çevrenin daha az etki
ettiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Tek yumurta ikizleri farklı çevrelerde büyütüldükleri
zaman, aralarındaki zekâ farkının (%5) çok fazla olmadığı saptanmıştır.
Canlı varlık, kendi soyunun niteliklerini atalarından ve ana babasından almıştır. Bu nitelikler
saç, deri ve bedensel nitelikler gibi fizik; dürtüler, çevreye uymak, belli gelişim basamaklarını
aşmak gibi psişik nitelikler olabilir.
42
Bu nitelikler çocuğa kromozomlarda bulunan genler yoluyla aktarılır. Genler, DNA
(Deoksiribonükleik asit) zincirlerinden oluşur. DNA zinciri, adenin, timin, sitozin ve guanin
nükleik asitlerinin karşılıklı dizilimiyle proteinlerin oluşumunu ve hücre bölünmesi yoluyla
gelişimini sağlayan genetik kodlara sahiptir. Anne babanın fizik ve psişik nitelikleri bu kodlar
sayesinde çocuğa aktarılır.

b. İç Salgı Bezleri
iç salgı bezleri, gerek beden yapısını gerekse insan kişiliğini etkileyen ve hormonunu kana
akıtan bezlerdir. Bunları tiroit, hipofiz, paratiroit, böbrek üstü, testosteron, östrojen, pankreas,
epifiz ve timüs salgı bezleri olarak gruplayabiliriz.

• Tiroit salgı bezi: Boğazın ön kısmında, gırtlağın iki yanında bulunan, at nalı biçiminde,
birbirine bağlı iki parçadan oluşan bir bezdir. Doğumdan önce gelişmeye başlar ve ergenlikte
tam hacmine ulaşır. Tiroksin hormonunu salgılar. Az çalışması hâlinde şişmanlık, cücelik,
zekâda gerileme, hâlsizlik, yorgunluk ve dalgınlık yapar. Çok çalışması hâlinde ise zekâda
artışa ve bunun yanısıra hareketlilik, terleme ve sinirliliğe neden olur.

• Hipofiz (Pitüviter) salgı bezi: Beynin tabanında oluşan, fasulye büyüklüğünde, bir gram
ağırlığında iki parçadan oluşan bir bezdir. Salgıladığı hormonlarla hemen hemen vücudun
bütün organlarının büyümesi ve gelişmesinde, diğer salgı bezlerinin gelişip görevlerini yerine
getirmesinde etkin rol oynar. Hipofiz bezinin çocukluk çağında az çalışması cüceliğe, çok
çalışması ise uzun boyluluğa neden olur. Ayrıca cinsel işlevlerin yerine getirilmesinde de rolü
vardır.

• Paratiroit salgı bezi: Tiroit bezine bitişik dört küçük parçadan oluşur. Gelişimi
ergenlikte tamamlanır. Vücudumuzun fosfor ve kalsiyum düzeyini ayarlar. Sinir sistemi ile
kaslar arasındaki koordinasyonu, kemik gelişimini, kalp vuruşunu ve kanın pıhtılaşmasını
düzenler.

• Böbrek üstü salgı bezleri: Böbreklerin üstünde bulunurlar. Salgılarına adrenalin adı
verilir. Büyümeyi, kan dolaşımını ve kan basıncını düzenler. Kızgınlık, korku, kaygı gibi
duygular adrenalinin fazla çalışmasına neden olur. Bu bezlerin aşırı çalışması kan damarlarının
daralmasına, yüzde sivilcelerin çıkmasına, göğüs kaslarının gevşemesine neden olmaktadır. Az
çalışmasında ise ruhsal çöküntü, çabuk yorulma, tansiyonda düşme, sinirlenme ve kaygının
artması gibi durumlar ortaya çıkar.

43
• Cinsiyet salgı bezleri: Her iki cinste de cinsel yaşamı düzenler. Erkeklik hormonuna
testosteron, kadının yumurtalıkları tarafından salgılanan kadınlık hormonuna da Östrogene ve
progesteron denir. Bu hormonlar ergenlikle birlikte kamçılanır ve cinsel yapı farklılığını
oluşturur.

• Pankreas salgı bezi: Midenin solunda yer alır. İnsülin salgılar ve bu salgı kandaki şeker
düzeyini ayarlar. insülin az salgılanırsa şeker depo edilir ve şeker hastalığı oluşur.

• Epifiz salgı bezi: Beynin tabanında, hipofiz salgı bezinin yanında bulunur. Beslenme
düzenini ve gelişimini etkiler.

• Timüs salgı bezi: Soluk borusunun önünde bulunur. Salgıladığı hormonlar kalsiyumun
kemiklerde depo edilmesini, kemiklerin gelişmesini ve sertleşmesini sağlar.

c. Çevresel Etmenler
Yeni doğmuş bebeğin kalıtsal yönden tam ve normal olması, sağlıklı bir kişiliğin gelişmesi için
yeterli değildir. Çevre koşullarının da uygun ve yeterli olması gerekir. Çocuk dünyaya gelir
gelmez hatta ana karnında iken çevrenin etkisindedir. Böylece kalıtsal nitelikler değişmeye
başlar. Çevrenin oluşturduğu bu değişmeler onu tanınmaz kılar. Çeşitli uluslardan yeni doğmuş
bebekler, ilk aylarda birbirinin aynı iken; büyüdükçe beslenme, âdet, davranış, dil ayrıntıları
yani çevrenin etkisi ile ayrılıklar meydana gelir. Çevrede etkisel olan bu güçler çeşitlidir. Bu
etkenler çocuğun uterusta gelişmeye başladığı andan, kişiliğin organize olduğu ilk yıllarda ve
ondan sonraki bütün yaşantısında etkili olur.
Çocuğun ilk çevresi anne karnı, doğduktan sonra anne baba ve kardeşlerinin bulunduğu ortam,
daha sonra arkadaş ilişkileri ile başlayan oyun çevresi ve okul çevresidir. Çevre kavramı; insan
davranışlarını etkileyip genetik olmayan bütün etmenleri içine alır.

1. Fizikî çevre
• Coğrafî koşullar: iklim, mevsimler, kutuplarda ya da ekvatorda olmak, dağlık ya da
ovalık alanda olmak vb.
• Hastalık ve travmalar: Annenin gebeliği esnasında oluşan hastalıklar veya çocukken
geçirilen hastalıklar.
• Yaşama koşulları: Barınılan yer, beslenme, giyim vb.
• ilâçlar, zehirler, röntgen ışınları, hayvan ısırmaları vb.

2. Sosyal çevre
44
• Aile koşulları: Aile içi ilişkilerdeki sıcaklık, iletişim, psikolojik durumları.
• Okul ortamı: Sınıfı, arkadaş grubu, öğretmenleri.
• Toplumsal yaşam: Kullanılan lisan, töreler, âdetler, ahlâkî değerler. Çevrenin gelişme
üzerindeki etkilerini ise şöyle sınıflandırabiliriz:

Doğum Öncesi Etmenler


Anne karnında çocuğun gelişimi; annenin beslenmesi, çocuğun yeterli oksijen alıp almaması,
anne baba arasındaki kan uyuşmazlıkları, annenin aldığı ilâçlar, geçirdiği kazalar, psikolojik
gerginlikler gibi etmenlerden etkilenmektedir.

Doğum Sırası Etmenler


Doğum sırasında çocuğun başının dışardan sert tazyiklerle karşılaşması, bazı organlarının
zedelenmesi, bedensel ve zihinsel gelişim bozukluklarına neden olmaktadır.

Doğum Sonrası Etmenler


Çocuğun ilk yaşantıları, çevredeki uyarıcılar, beslenme, hastalık ve kazalar, iklim ve
mevsimler, aile, anne çocuk ilişkisi, anne babanın çocuğun davranışlarına karşı tutumları,
sosyal ve ekonomik düzey, kitle iletişim araçları ve benzerleri, doğum sonrası etmenlerdir.

3. Kişiliğin Gelişim Evreleri


Eric Erikson (Erik Eriksın), psikanaliz ekolünün kişilik gelişimindeki psiko-seksüel devreleri
de dikkate alarak bir kişilik gelişimi tipolojisi oluşturmuştur. Ergenlik çağı ve sonrasını da
sisteminde ele almış ve geliştirmiştir. Birçok ruh hastalıkları ve cinsel sapmalarda, bu
devrelerdeki saplantıların büyük rolü olduğu, psikologlarca ileri sürülmüştür. Erikson’a göre
çocuğun kişilik gelişimindeki evreleri şu şekildedir:

a. Temel Güven
1,5 yaşına kadar olan dönemdir. Freud bu devreye oral (ağızcıl) devre demiştir. Bu devrede
çocuk tamamen başkalarına (anneye) bağımlıdır. Çocuk bu kişi tarafından sevilir ve korunur.
Böylece bir güven duygusunun temelleri atılmış olur. Anne ya da anne yerine geçen kişi ilgi,
sevgi ve koruyuculuk işlevini yerine getirmezse, başka bir deyişle çocuk birtakım örseleyici
durumlarla karşılaşırsa temel güvensizlik duygusu oluşabilir. Burada beslenme de önemli bir
işlevi yerine getirir. Çocuk hem açlığını giderir hem de anne memesini emerek güven
duygusunu pekiştirir. Temel güven duygusunu alamayan çocuklar, ileride şizofreni ve
depresyon gibi içe dönüklük belirtileri gösterebilirler.

45
b. Özerklik
1,5-3 yaşları arasındaki dönemdir. Freud bu devreye anal (dışkıl) devre demiştir. Bu devrede
çocuk bağımsızlık duygusunu geliştirir. Yürümeye, kendi kendine yemeye ve konuşmaya
başlamış; annesine daha az bağımlı olmuştur. Dışkılama için gerekli refleksler olgunlaşmış;
tuvalet eğitimine hazır hâle gelmiştir. Çocuk eline aldığı nesneleri fırlatmaya başlar.

Tutma bırakma davranışları sergiler. Bu iki karşıt eğilim, işeme ve dışkılama davranışları için
de geçerlidir. Anne sabırsız, sinirli ve cezalandırıcı ise bu durum çocuğa yansır. Tuvaletini
yapmaktan çekinir ya da biçimsiz bir zamanda yapabilir.
Böylece çocuk, annesinin baskı ve cezalandırması sonucunda bağımsız bir kişilik
geliştiremez. Çünkü çocuk kendi tuvaletini yaparken bile anneye bağımlı hâle gelmiştir. inatçı
ve isyankâr bir kişilik geliştirir. Bireyde obsesif takıntılı kişiliğin (cimri, düzenli, inatçı)
oluşmasında bu tür yanlış eğitimin rolü vardır. Çocuk bu devrede özerklik kazanamazsa,
cimrilikten savrukluğa, isyankârlıktan aşırı boyun eğmeye, utangaçlıktan yüzsüzlüğe doğru
zigzaglar çizer, çelişkiler gösterebilir.

c. Girişim
3-6 yaşlar arasındaki devredir. Fallik devre de denir. Bu yaşlarda çocuklarda özerklik çemberi
genişlemekte, çevresini ve kendini yeni yeni tanımaktadır. Cinsiyet farkları bu konudaki
öğrenme isteğini pekiştirir. Toplumsal kuralları öğrenmeye başlamıştır. Üst benlik yeni yeni
oluşmaktadır. İlk kez özdeşim kurma olayı yaşanır. Kız çocuklar anneyle, erkek çocuklar ise
babayla özdeşim kurarlar. Bütün bunlar girişim duygusunun belirtileridir. Oyuna da merak
sarmıştır. Sinirlidir, meraklıdır, hırçındır ve saldırgandır. Çocuğun girişim duygusu bastırılır ve
fazla denetlenirse; bir işe başlamaktan, bir eyleme geçmekten çekinebilir, ürkebilir. Özgür
düşünüp düşünememe bu devredeki eğitim koşullarına bağlıdır.

d. Çalışma ve Yapıcılık
ilkokul çağını kapsayan (7-11 yaşlar) devredir. Klâsik psikanalizde bu devreye latant (örtülü,
gizli) devre denilmektedir. Çocuk başkalarıyla iş birliği yapmaya başlar. Ancak aynı yaş ve
cinsten olanlar arasında iletişim daha fazladır. Sorumluluk duygusu gelişir. Kendi kendine
oyuncaklar yapabilir, annesine ya da babasına yardım edebilir. Çeşitli araç ve gereçleri
kullanmaya başlar. Okuma yazma öğrenmeye başlar ve bunları uygulamaya çalışır.

e. Kimlik
Ergenlik çağını kapsayan devredir (12/13-20 yaşlar). Bu devrede iç salgı bezlerine bağlı olarak
vücut gelişir ve cinsel etkinlik başlar. Bu devreye genital devre de denir. Özdeşim olayı önem
kazanır. Romantik aşklar yaşanır. Bu devrede öfke ve saldırganlıkta artma görülür. Genç, bu
46
devrede kimlik arayışı içinde olduğundan, yakın çevresinin engelleyici ve özgürlüğünü
kısıtlayıcı davranışları karşısında büyük bir tepki gösterir ya da saldırganlığını içine atarak
depresyona girebilir. Kendine uygun olan felsefeleri arar. Bir meslek sahibi olma düşüncesi
önem kazanır. Aslında seçilen meslekle kimlik arasında bir özdeşim vardır. Bu devrede kimlik
kargaşası ya da krizi görülebilir.

f. Yakınlaşma
Genç yetişkinlik devresi de denir. Bu devrede genç kendi kimliğini ka- zanmıştır. Bu dönemde
başkalarıyla iletişim kurmak suretiyle kimliğini pekiştirir. Yakın arkadaşlık ilişkileri kurulur.
Önceki devrelerdeki saplantı ve örselenmeler, bu devrede başkalarından uzaklaşmaya neden
olabilir. Evliliğe artık romantik değil, gerçekçi biçimde bakılır.

g. Üreticilik
Yetişkinlik devresini kapsar. Bu devrenin temel işlevi üreticiliktir. Bilim, sanat ve felsefede
yeni bilgi ve yapıtlar yaratılır. Bunlar gerçekleşmezse bireyde çöküntü söz konusu olabilir.

h. Benlik Bütünlüğü
Yaşlılık ve olgunluk dönemidir. Yaşamın olumlu ve olumsuz yanlarıyla kabullenilmesini ve
ölümden korkmamayı sağlayan bir bilgelik dönemidir. Eğer bireyler önceki devreleri normal
atlatır, saplantı ve örselenmeler olmazsa, bu devredeki olumsuzluklar azalabilir, yeni umutlar
yeşerebilir.
Erikson’a göre önceki devrelerde ortaya çıkan eksiklikler ve olumsuzluklar, sonraki devrelerde
koşulların düzelmesiyle karşılanabilir. Örneğin; anne sevgisinden yoksun büyüyen bir çocuk,
sonraki devrede bu güveni ve sevgiyi sağlarsa gelişiminde bir sapma olmaz. Erikson’a göre
kültürün de kişilik gelişimi üzerinde önemli etkisi vardır.

47
48
Uygulamalar

1- Kişiliğin biyolojik ve çevresel etmenlerini çevrenizden gözlemleyiniz.


2- Can çıkar huy çıkmaz sözünün ne kadar geçerli olduğunu çevrenizden gözlemleyiniz.

49
Uygulama Soruları

1-Bir okulöncesi eğitim kurumunda kişilik gelişimine önem verilmezse sonuç sizce ne olur?
2- Kişilik ile huy aynı şey midir? Neden?

50
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Kişilik, bireyi başkalarından ayıran biyolojik ve psikolojik özelliklerin bütünüdür. Allport (Elport)’a göre
ise kişilik, bireyin çevresine, kendine özgü bir biçimde uymasını sağlayan psikofizik güçlerin dinamik bir
örüntüsüdür. Bu tanımlara göre bireyleri birbirinden ayıran iki temel özellik vardır: Birincisi biyolojik ya da
fizikî farklılıklar (mizaç), ikincisi ise psikolojik farklılıklardır (karakter).
Kişilik, birbirini tamamlayıcı biçimde işlev gören farklı katmanlardan oluşmuş bir bütündür. ideal olan
bu katmanların dengeli, düzenli bir birleşme ve bütünleşme içinde olmasıdır. İnsanın insanca nitelikler
kazanması ancak böyle gerçekleşebilir.
Kişilik, kalıtımla çevrenin bir bileşkesidir. Ancak bunlardan hangisinin kişiliği daha çok etkilediği
tartışma konusudur.
Eric Erikson (Erik Eriksın), psikanaliz ekolünün kişilik gelişimindeki psiko-seksüel devreleri de dikkate
alarak bir kişilik gelişimi tipolojisi oluşturmuştur.

51
Bölüm Soruları

1. Bireyi başkalarından ayıran biyolojik ve psikolojik özelliklerin bütününe mizaç adı


verilir. (D) (Y)

2. Kişiliğin benimsediği değer yargılarının başkaları tarafından değerlendirilmesi sonucu


oluşan değere benlik adı verilir. (D) (Y)

3. Böbrek üstü salgı bezlerinin az çalışması cüceliğe neden olur. (D) (Y)

4. Barınılan yer, beslenme, giyim kişiliği etkileyen fizikî çevreyle ilgilidir. (D) (Y)

5. Özerklik, 1,5-3 yaşlar arasındaki dönemdir. (D) (Y)

52
5.HAFTA : AiLE VE ÇOCUK

53
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu derste, ailenin yapısı ve görevleri;sevgi, disiplin, ödül ve ceza konuları ele alınacaktır.

54
55
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1. Ailenin çocuk ruh sağlığı görevlerine ne örnek verebilirsiniz?


2.Ailede çocuk ruh sağlığı için ilgililere neleri önerebilirsiniz?

56
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği

Ailenin yapısı ve Ailenin yapısı ve Ailenin yapısı ve


görevleri;sevgi, disiplin, ödül ve görevleri;sevgi, disiplin, ödül ve görevleri;sevgi, disiplin, ödül ve
ceza cezanın farkına varır. ceza ile ilgili örnekler verilir.

Anahtar Kavramlar
* sevgi, disiplin, ödül ve ceza

AiLE VE ÇOCUK
57
A. AiLENiN YAPISI VE GÖREVLERi
Anne, baba ve çocuklardan oluşan en küçük toplumsal kuruma aile denir.
Sanayileşme sonucunda aileler küçülmüş, anne baba ve çocuklardan oluşan
"çekirdek aile" meydana gelmiştir. Çekirdek ailede insanlar eşitlik, özgürlük, saygı,
sevgi ve karşılıklı anlayışla demokratik bir yaşam sürerler. Sorumluluklar tüm aile
bireyleri arasında yaş ve yetenekleri göz önünde bulundurularak paylaşılmıştır. Anne
ve baba birer işte çalışarak ailenin ekonomik sorumluluğunu birlikte üstlenmişlerdir.
Ancak bu durum çalışan anneye daha fazla sorumluluk getirmiştir.
Tarıma bağlı kırsal kesimlerde ise geleneklerin ağır bastığı “geniş aile” biçimi
yaygındır. Geniş aile, birkaç kuşağın bir arada yaşadığı kalabalık bir aile türüdür. Bu
tip ailede yetki daha çok erkekte, sorumluluk ise kadındadır. Aile düzeni büyüklerin
deneyimleri doğrultusunda kurulur ve onların denetiminde sürdürülür.
Aile; gerek çekirdek aile, gerekse geniş aile yapısında olsun, sosyal yapısı ve
biçimiyle çocukların üzerinde etkilidir. Her iki aile tipinde de bireylerin birbirlerine
karşı görev ve sorumlulukları vardır. Aile, çocuğun ilk sosyal deneyimlerini
kazandığı yerdir.
1. Sevgi
Uyumlu ilişkiler içinde, güvenli bir aile ortamında sevgi ve anlayışla büyüyen
çocuk olgunlaşır, kişilik kazanır, kendi kanatlarıyla uçmayı öğrenir. Sevildikçe
güven duygusu pekişir, desteklendikçe öz saygısı artar. Anlayış gördükçe hoşgörülü
olmayı, sorumluluk aldıkça bağımsız davranmayı öğrenir.
Doğuştan gelen kimi ruhsal bozukluklar dışında, bir çocuğun ruh sağlığını da
sağlıksızlığını da belirleyen etkenler aile içinde aranmalıdır. Ana ve babanın kendi
sorunları, tartışmaları, çatışmaları, çocuklara derece derece yansır. Çekişmelerin,
küslüklerin, karşılıklı suçlamaların, kavga ve dayağın sürekli olduğu evlerde
çocuklar kalıcı bunalımlara düşerler. Babanın içkisi, kumarı, eşini aldatması, işsiz
kalması aile dengesini bozar, çocuklarda derin izler bırakır. Özellikle annenin
aşağılandığı, dövülüp sövüldüğü ailelerde çocuklar belli etmeseler de eziklik,
güvensizlik ve sevgisizlik duygularıyla bunalırlar. Bu duygular davranışlarına
yansır, arkadaş ilişkilerini bozar, okul başarılarını düşürür. Sürekli geçimsizlik ve
58
sürtüşme içinde yaşayan ana baba, kendi sorunlarını çocuklarına aktarmadan
duramazlar. Ya gereksiz yere hırçın davranarak ya da onları kendi yanlarına çekmek
için ödün vererek çocukları bocalatırlar. Sürekli tutarsız davranış ve tutumlarla karşı
karşıya kalan çocuk şaşırır; korkular, kuruntular yaşar. Dayak, korkutma ve sindirme
yöntemleriyle uslandırılmaya çalışılan çocuk ya korkup siner ya da baş kaldırır.
Çocuk koşulsuz sevgi ister. Sevginin temel taşı kabul duygusudur. Sevildiğinden
emin olan çocuk istenmedik davranışlarda bulunmaz. Anne babalar çocuklarına olan
sevgilerini, onlara zamanlarını vererek gerçekleştirmelidirler. Çocuk, toplumsal
değerlere ve güvene ancak böyle bir ortam içinde erişebilir.

2. Disiplin
Disiplin, “kişiye belirli alışkanlıklar kazandırma; onu, kendisi ve çevresiyle uyum
içinde yaşamaya hazırlama” şeklinde tanımlanabilir. Aile bireyleri farklı farklı çocuk
yetiştirme anlayışına sahipse; anne baba veya diğer yetişkinler akıllarına estiği,
içlerinden geldiği gibi davranıyorlarsa, davranışlarında belirli bir düzen veya kural
yoksa, bu insanların yetiştirdiği çocukta disiplinden söz etmek anlamsızdır.
Yetişkinlerin, çocuğu eğitirken akıllarında tutmaları gereken en önemli nokta, onun
gelişim evrelerini iyice öğrenmek ve çocuğun hangi yaşta neleri kavrayabileceğini,
neleri yapıp neleri yapamayacağını bilmektir.
Bebeklik döneminde disiplin; çocuğun gereksinimlerini sağlamak, onu rahat
ettirmek, tehlikeli durumlardan korumaya çalışmak, şeklindedir. Bebeğin
gereksinimlerinin karşılanışı sırasında anne babanın davranışı son derece önemlidir.
Annenin ses tonu, çocuğu tutuş biçimi, gereksinimlerini karşılamadaki dakikliği,
çocuğun yeni geldiği bu dünyaya bakış açısını etkiler. Annesi onu şefkatle
kucaklıyor, meme verirken tatlı sözler söyleyerek başını okşuyor, daha altı ıslanır
ıslanmaz onu rahatlatmak için önlem alıyorsa çocuk çevresine güvenle bakar.
Bebeklik dönemi, çocuğun yalnızca şefkat, ilgi ve yumuşaklıkla ele alınması gereken
bir devredir. Bu dönemde sertlik, zorlama ve cezanın hiç yeri yoktur.
İyi bir disiplin, devamlı olarak çocuğun isteklerine engeller koyarak değil,
karşılıklı saygı ve anlayışla kurulabilir. Çocuğun tehlikelerden korunması, her
isteğinin engellenmesi anlamına gelmez, aksine çocuğun uygun olan isteklerinin
59
kabul edilmesi ve kendisine gerçekten zarar verebilecek durumlara engel
olunması anlamındadır. Çocuk, sağlıklı bir aile ortamı içinde bir süre sonra bazı
davranışları yapmanın yasak olmadığını, ama bazılarını yapmasına izin
verilmeyeceğini ve bir kısım davranışları da mutlaka yapması gerektiğini öğrenir.
Hiçbir toplumda özgürlük sonsuz değildir. Çocuktan yapması istenilen şeylerin,
yetişkinin o anda aklına gelen şeyler olmayıp önceden düşünülmüş, planlanmış
şeyler olması gerekir. Burada, çocuğun bulunduğu gelişim basamağında neleri
başarıp başaramayacağının bilinmesinin önemi büyüktür.
Yerine getiremeyeceğimiz yasaklama ifadelerinin doğru bir disiplin eğitiminde
yeri yoktur. Yasaklamanın konulmasındaki ana amaç, çocuğu çevresindeki zarar
verici etmenlerden ve başaramayacağı işlere kalkışmaktan duyacağı kırıklıklardan
korumak olmalıdır. Çocuğun zararsız ve uygun olan istekleri için kendisine olanak
tanımak, sağlıklı ve güvenli, kendine ve başkalarına güvenen bir birey yetiştirmek
açısından son derece önemlidir.

3. Ödül ve Ceza
Kuralların öğrenilmesi, alışkanlıkların kazanılması, insan yaşamında büyük yer
tutan öğrenme etkinliklerinin çeşitli yüzleridir. Pekiştirme ise her öğrenme
etkinliğindeki temel ögelerden biridir. Pekiştirme, çocuğa öğretilmek istenilen
kuralın pek çok kereler tekrarlanması anlamındadır. Burada kuralın her zaman aynı
şekilde tekrarlanmasını sağlamak, öğrenmeyi kolaylaştırmak açısından son derece
önemlidir. Örneğin; yemeğe oturmadan önce elleri yıkamak gibi. insan söz konusu
olduğu zaman, davranışlarda çok kere duygular da etkili olur. Canımızın sıkkın
olduğu, keyfimizin yerinde olmadığı bir gün, çocuğumuzun yaptığı bir harekete
şiddetli tepki gösteriyorsak daha sonra da üzüldüğümüz için onu kucağımıza alıp
okşuyorsak veya daha rahat olduğumuz bir gün aynı davranışı hoşgörü ile
karşılıyorsak çocuğumuzun bundan alacağı olumlu ve olumsuz izlenimler uzun
tartışmalara konu olabilir.

Sevildiğini bilen, kendisini güven içinde hisseden bir çocuk, genellikle


yetişkinlere ve yaşıtlarına yaklaşmakta da güçlük çekmez, insanlara güven duyduğu
60
için onların davranışları hakkında kuşkuya düşmez. Mutlu bir çocuk, yetişkinin
kendisinden istediklerini yerine getirmek konusunda mutsuz ve güvensiz bir
çocuktan daha isteklidir. Çağdaş disiplin anlayışında ceza; ancak çocuğun bozduğu
ilişkileri kendisine hissettirecek türden bir yasaklama ise yapıcı bir değer taşıyabilir.
Dengeli bir disiplin planı, çocuğun kendi kendisini kontrol etmesine dayalıdır ve bu
planda cezalandırmadan çok, çocuğun kendi kendini değerlendirmeye alıştırılması
önemlidir. Ödül, ancak hak edildiği zaman verildiğinde eğitimsel bir değer taşır.

61
Uygulamalar

1- Ailenin yapısını çevrenizden gözlemleyiniz.


2-Bir okulöncesi eğitim kurumunda ailenin görevlerini (sevgi, disiplin, ödül ve ceza) yerine getirip-
getirmediğini gözlemleyiniz.

62
Uygulama Soruları

1- Aile görevlerini yerine getirmezse sonuç sizce ne olur?


2- Ailenin disiplin anlayışı çocuğu ve okulöncesi eğitim kurumunu nasıl etkiler?

63
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Anne, baba ve çocuklardan oluşan en küçük toplumsal kuruma aile denir. Sanayileşme sonucunda
aileler küçülmüş, anne baba ve çocuklardan oluşan "çekirdek aile" meydana gelmiştir. Aile; gerek
çekirdek aile, gerekse geniş aile yapısında olsun, sosyal yapısı ve biçimiyle çocukların üzerinde
etkilidir. Her iki aile tipinde de bireylerin birbirlerine karşı görev ve sorumlulukları vardır. Aile,
çocuğun ilk sosyal deneyimlerini kazandığı yerdir.
Uyumlu ilişkiler içinde, güvenli bir aile ortamında sevgi ve anlayışla büyüyen çocuk olgunlaşır,
kişilik kazanır, kendi kanatlarıyla uçmayı öğrenir. Sevildikçe güven duygusu pekişir, desteklendikçe
öz saygısı artar. Anlayış gördükçe hoşgörülü olmayı, sorumluluk aldıkça bağımsız davranmayı
öğrenir.
Doğuştan gelen kimi ruhsal bozukluklar dışında, bir çocuğun ruh sağlığını da sağlıksızlığını da
belirleyen etkenler aile içinde aranmalıdır. Ana ve babanın kendi sorunları, tartışmaları, çatışmaları,
çocuklara derece derece yansır. Çekişmelerin, küslüklerin, karşılıklı suçlamaların, kavga ve dayağın
sürekli olduğu evlerde çocuklar kalıcı bunalımlara düşerler. Babanın içkisi, kumarı, eşini aldatması,
işsiz kalması aile dengesini bozar, çocuklarda derin izler bırakır. Özellikle annenin aşağılandığı,
dövülüp sövüldüğü ailelerde çocuklar belli etmeseler de eziklik, güvensizlik ve sevgisizlik duygularıyla
bunalırlar. Bu duygular davranışlarına yansır, arkadaş ilişkilerini bozar, okul başarılarını düşürür.
Sürekli geçimsizlik ve sürtüşme içinde yaşayan ana baba, kendi sorunlarını çocuklarına aktarmadan
duramazlar. Ya gereksiz yere hırçın davranarak ya da onları kendi yanlarına çekmek için ödün
vererek çocukları bocalatırlar. Sürekli tutarsız davranış ve tutumlarla karşı karşıya kalan çocuk
şaşırır; korkular, kuruntular yaşar. Dayak, korkutma ve sindirme yöntemleriyle uslandırılmaya
çalışılan çocuk ya korkup siner ya da baş kaldırır.
Çocuk koşulsuz sevgi ister. Sevginin temel taşı kabul duygusudur. Sevildiğinden emin olan çocuk
istenmedik davranışlarda bulunmaz. Anne babalar çocuklarına olan sevgilerini, onlara zamanlarını
vererek gerçekleştirmelidirler. Çocuk, toplumsal değerlere ve güvene ancak böyle bir ortam içinde
erişebilir.

64
Bölüm Soruları

1- Anne, baba ve çocuklardan oluşan en küçük toplumsal kuruma aile denir. (D) (Y)

2- Geniş aile yapısında aile çocukların üzerinde daha az etkilidir. (D) (Y)

3- Doğuştan gelen kimi ruhsal bozukluklar dışında, bir çocuğun ruh sağlığını da sağlıksızlığını da
belirleyen etkenler aile içinde aranmalıdır. (D) (Y)

4- Ana ve babanın kendi sorunları, tartışmaları, çatışmaları, çocuklara derece derece yansır. (D) (Y)

5- İyi bir disiplin, devamlı olarak çocuğun isteklerine engeller koyarak kurulabilir. (D) (Y)

65
6.HAFTA : AiLEDE KiŞiLER ARASI iLiŞKiLER

66
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu derste, ailede kişiler arası ilişkiler (Eşler Arası ilişkiler, Anne, Baba, Çocuk ilişkileri, Kardeşler Arası
ilişkiler) ele alınacaktır.

67
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1- Ailede kişiler arası ilişkiler neden önemlidir?
2- Günümüzde eşler arası ilişkiler, anne, baba, çocuk ilişkileri, kardeşler arası ilişkiler hakkında ne
söyleyebilirsiniz?

68
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde


edileceği veya geliştirileceği
Ailede kişiler arası ilişkiler Ailede kişiler arası ilişkileri Ailede kişiler arası ilişkilere
(Eşler Arası ilişkiler, Anne, Baba, (Eşler Arası ilişkiler, Anne, Baba, (Eşler Arası ilişkiler, Anne, Baba,
Çocuk ilişkileri, Kardeşler Arası Çocuk ilişkileri, Kardeşler Arası Çocuk ilişkileri, Kardeşler Arası
ilişkiler) ilişkiler) kavrar. ilişkiler) ilişkin örnekler verilir.

Anahtar Kavramlar
 Aile

69
AiLEDE KiŞiLER ARASI iLiŞKiLER

1. Eşler Arası ilişkiler


Eş seçimi, bireyin tüm yaşamı boyunca onu etkileyen en önemli tercihlerden birisidir.
Evlilikte önemli olan beklentilerdeki ortaklıktır. Evlilik bağının güçlü olabilmesi, karşılıklı
olarak bu beklentilerin doyurulmasına bağlıdır. Evlilikte en fazla sorun yaratan konular
gereksinimlerin öncelik sırası, eve giren paranın yönetimi, karı-kocanın kendi aileleriyle
ilişkileri, çocuk sayısı,eğitimleri, dinlenme ve eğlence alışkanlıklarıdır.
Mutlu bir yuvaya sahip olmak pek çok sorumluluk ve özveri gerektirir. Eşlerin
birbirlerini sevmeleri, saymaları, birbirlerine karşı hoşgörülü, özenli, dürüst ve duyarlı
olmaları evliliği güçlendirir. Paylaşma duygusu da evlilikte uyumu sağlar. Paylaşmanın
olmadığı evliliklerde sahip olma, hükmetme ya da boyun eğme duygusu ağır basar.
Aile içinde bazı sorunların olması, eşlerin tartışması doğaldır. Önemli olan bu sorunların
çözümleniş biçimidir. Her ailede arada bir çıkan anlaşmazlık ve tartışmalar, yinelenmeyen
yanlış tutumlar çocuğun ruhsal dengesini bozmaz. Çocuk, anne babanın sorunlarını
tartışarak olumlu bir sonuca vardıklarını gördüğü zaman, ileride kendi yaşamında
karşılaşacağı sorunlara iyi hazırlanma fırsatını yakalamış olur. Çocuğun gelişme
basamaklarında edindiği tüm olumlu nitelikler birike birike onun kişiliğini, dolayısıyla ruh

70
sağlığını belirler.
Tartışmaları çocuktan saklamak gereksizdir. Evde huzursuzluk olduğu hâlde bir şey
yokmuş gibi davranmak, çocuğun anne babaya olan güvenini sarsar, onu korkutur. Onların
yalan söylediklerini düşünür.

2. Anne, Baba, Çocuk ilişkileri


Çocuk, yaşama ilişkin ilk bilgi ve becerileri anne ve babasından öğrenir. Anne ve
babanın çocuğa karşı takındığı tavır, çocuk üzerinde, onu yaşamı boyunca etkileyecek
olumlu ve olumsuz izler bırakır. Anne, baba ve çocuk arasındaki bu ilişki, çocuğun diğer
bireylerle kuracağı ilişkilerde ve tüm yaşama ilişkin tutumlarının şekillenmesinde
belirleyici rol oynar.
Çocuk, anne babasını örnek alarak cinsel kimliğini kazanır. Aile içinde benimsediği
davranışlar, toplum içinde onu yönlendirir. Sevile sevile sevmeyi, alıcı ve bencilken yavaş
yavaş vermeyi ve paylaşmayı öğrenir. Toplum kurallarını, iyi-kötü, doğru-yanlış
kavramlarını benimsedikçe toplum içinde kendini yönetmeyi başarır. Kısacası, ruh sağlığını
güvence altına alan en önemli etken, sıcak bir aile ortamında yaşanan çocukluk yıllarıdır.
Bu nedenle anasız babasız büyümek ya da anadan veya babadan ayrı düşmek, çocuğun ruh
sağlığını bozabilecek en ağır durumlardır. Dağılmış ailelerde çocuğun ruhsal bunalımlara
düşme olasılığı daha çoktur. Bu nedenle analı babalı bir ailede büyümek, her çocuk için en
büyük talih sayılmalıdır.

3. Kardeşler Arası ilişkiler


Çocuk öncelikle aile içinde iken oyun oynama, paylaşma vb. duyguları kardeşiyle yaşar.
Kardeş; onun ilk arkadaşıdır. Kardeşler arasında olumlu ilişkilerin kurulması, hem
kardeşlerin ilerde iyi birer yetişkin olması hem de ailenin mutluluğu açısından son derece
önemlidir.
Kardeşler arasındaki ilişkilerin iyi olup olmamasında başlıca etmen ana-baba
tutumlarıdır. (Bu konu daha önce işlendiğinden bu bölümde, kardeşler arasında çoğunlukla
yaşanan kıskançlık, saldırganlık ve bağımlılıktan söz edilecektir.).
Anne baba gerek çocukların cinsiyetinden gerek diğer özelliklerinden dolayı çocuklarına
karşı farklı tutumlar takındığında, çocuklar bunu kolaylıkla anlamaktadırlar. Sonuç olarak
71
da birbirlerine karşı kıskançlık ve saldırganlık duyguları beslemeye başlamaktadırlar. Bu
nedenle kardeşler arasında taraf tutma, birini diğerine övme/yerme, aralarında karşılaştırma,
çocuklardan izinsiz onların eşyalarını başkalarına verme gibi davranışlar kardeşler arasında
olumsuz duyguların yaşanmasına neden olur. Oysa çocukların her birinin sevgiye, şefkate
ve anne babalarının gözünde biricik olmaya gereksinimleri vardır.
Kardeşler arasındaki problemlere gerçekçi bir yaklaşım gösterilmesi gerekir. Bu
problemleri yadsımamalı veya yok sayarak halledildiği düşünülmemelidir. Çocuklar
genellikle dikkat çekmek için yetişkinlerin yanında tartışmaktan, kavga etmekten zevk
duyarlar. Bu durumda yetişkinler, ya ilgisiz kalmalı ya da aralarındaki problemi dışarıda
çözmelerini kesin bir dille anlatmalıdırlar.
Yetişkinler, konu ne olursa olsun kesinlikle bilmedikleri konularda tek taraflı ceza
uygulamasına gitmemelidirler. Çocuklara sorumluluk duygusu verebilmek amacıyla, evde
belli hak ve görevlerinin olduğu kendilerine anlatılmalı ve uygulatılmalıdır. Kuşkusuz ki bu
sorumluluk beklentileri adil ve çocuğun gelişim düzeyine uygun olmalıdır.

4. Ailede Bulunan Diğer Kişilerle ilişkiler


Bazen ekonomik bazen de sosyal nedenlerle yeni çiftler aileleriyle birlikte yaşamak
zorunda kalabilirler. Bu durum gereksinimlerin karşılanmasıyla ilgili olarak kısa ya da uzun
süreli olabilir. Kaçınılmaz bir zorunluluk olmadığı sürece çiftlerin ayrı bir evde yaşamaları
daha uygundur.
Çalışan annelerin sayısı arttıkça çocukların bakımında aile büyüklerinin desteğine daha
fazla gereksinim duyulmaktadır. Bu durum, büyüklerin aşırı hoşgörülü ve korumacı
yaklaşımıyla büyüyen çocuğun bağımsızlığının engellenmesine ve çeşitli davranış
bozuklukları göstermesine neden olmaktadır. Bu da eğitimde denge, tutarlılık ve süreklilik
ilkesini bozmaktadır. Bu konuda anne ve baba eğitimden sorumlu ve yetkin kişiler
olduklarını unutmamalıdırlar. Büyüklere, çocuğun bir kişiliğinin bulunduğuna, aile içinde
bir yeri olduğuna ve yaşına uygun olarak çocukluğunu yaşayabilmesine ilişkin mesajlar
vermelidirler.

72
Uygulamalar

1- Aile ziyareti yapınız ve kardeşler arası ilişkileri gözlemleyiniz.


2-Bir okulöncesi eğitim kurumunda anne, baba, çocuk ilişkilerini gözlemleyiniz.

73
Uygulama Soruları

.
1- Ailede çocuk kim ile özdeşleşir?
2- Anne-baba ve çocuk ilişkisini olumsuz etkileyen faktörler nelerdir?

74
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Eş seçimi, bireyin tüm yaşamı boyunca onu etkileyen en önemli tercihlerden birisidir. Mutlu
bir yuvaya sahip olmak pek çok sorumluluk ve özveri gerektirir. Eşlerin birbirlerini sevmeleri,
saymaları, birbirlerine karşı hoşgörülü, özenli, dürüst ve duyarlı olmaları evliliği güçlendirir.
Çocuğun gelişme basamaklarında edindiği tüm olumlu nitelikler birike birike onun kişiliğini,
dolayısıyla ruh sağlığını belirler. Çocuk, yaşama ilişkin ilk bilgi ve becerileri anne ve
babasından öğrenir. Anne ve babanın çocuğa karşı takındığı tavır, çocuk üzerinde, onu yaşamı
boyunca etkileyecek olumlu ve olumsuz izler bırakır. Anne, baba ve çocuk arasındaki bu ilişki,
çocuğun diğer bireylerle kuracağı ilişkilerde ve tüm yaşama ilişkin tutumlarının
şekillenmesinde belirleyici rol oynar. Çocuk, anne babasını örnek alarak cinsel kimliğini
kazanır. Aile içinde benimsediği davranışlar, toplum içinde onu yönlendirir. Sevile sevile
sevmeyi, alıcı ve bencilken yavaş yavaş vermeyi ve paylaşmayı öğrenir. Toplum kurallarını,
iyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarını benimsedikçe toplum içinde kendini yönetmeyi başarır.
Kısacası, ruh sağlığını güvence altına alan en önemli etken, sıcak bir aile ortamında yaşanan
çocukluk yıllarıdır. Çocuk öncelikle aile içinde iken oyun oynama, paylaşma vb. duyguları
kardeşiyle yaşar. Kardeş; onun ilk arkadaşıdır. Kardeşler arasında olumlu ilişkilerin kurulması,
hem kardeşlerin ilerde iyi birer yetişkin olması hem de ailenin mutluluğu açısından son derece
önemlidir. Çalışan annelerin sayısı arttıkça çocukların bakımında aile büyüklerinin desteğine
daha fazla gereksinim duyulmaktadır. Bu durum, büyüklerin aşırı hoşgörülü ve korumacı
yaklaşımıyla büyüyen çocuğun bağımsızlığının engellenmesine ve çeşitli davranış bozuklukları
göstermesine neden olmaktadır. Bu da eğitimde denge, tutarlılık ve süreklilik ilkesini
bozmaktadır. Bu konuda anne ve baba eğitimden sorumlu ve yetkin kişiler olduklarını
unutmamalıdırlar. Büyüklere, çocuğun bir kişiliğinin bulunduğuna, aile içinde bir yeri olduğuna
ve yaşına uygun olarak çocukluğunu yaşayabilmesine ilişkin mesajlar vermelidirler.

75
Bölüm Soruları

1- Her ailede arada bir çıkan anlaşmazlık ve tartışmalar, yinelenmeyen yanlış tutumlar çocuğun ruhsal
dengesini bozmaz. (D) (Y)

2- Büyüklerin aşırı hoşgörülü ve korumacı yaklaşımıyla büyüyen çocuğun bağımsızlığının


engellenmesine ve çeşitli davranış bozuklukları göstermesine neden olmaktadır.. (D) (Y)

3- Anne-babanın kardeşler arasında taraf tutma, birini diğerine övme/yerme, aralarında


karşılaştırma, çocuklardan izinsiz onların eşyalarını başkalarına verme gibi davranışları
kardeşler arasında olumsuz duyguların yaşanmasına neden olur. (D) (Y)

4- Çocukların her birinin sevgiye, şefkate ve anne babalarının gözünde biricik olmaya gereksinimleri
yoktur. (D) (Y)

5- Kardeşler arasındaki ilişkilerin iyi olup olmamasında ana-baba tutumları etkili değildir. (D) (Y)

76
7.HAFTA : AiLEDE ÇOCUĞUN YERiNiN RUH SAĞLIĞI ÜZERiNDEKi ETKiLERi

77
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu derste, ailede çocuğun yerinin (doğuş sırası, tek çocuk olma, çocuk sayısı ve çocuğun
cinsiyeti) ruh sağlığı üzerindeki etkileri ele alınacaktır.

78
79
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1- Ailede çocuğun yerinin ruh sağlığı üzerindeki etkileri konusunda daha önce bilgi
edindiniz mi?

2- Doğuş sırası, tek çocuk olma, çocuk sayısı ve çocuğun cinsiyeti) ruh sağlığı üzerindeki etkileri
nasıl olur?

80
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Ailede çocuğun yerinin Ailede çocuğun yerinin Ailede çocuğun yerinin
(doğuş sırası, tek çocuk (doğuş sırası, tek çocuk (doğuş sırası, tek çocuk
olma, çocuk sayısı ve olma, çocuk sayısı ve olma, çocuk sayısı ve
çocuğun cinsiyeti) ruh sağlığı çocuğun cinsiyeti) ruh sağlığı çocuğun cinsiyeti) ruh sağlığı
üzerindeki etkileri üzerindeki etkilerini kavrar. üzerindeki etkileri örneklerle
gösterilir.

81
Anahtar Kavramlar
doğuş sırası

tek çocuk olma

AiLEDE ÇOCUĞUN YERiNiN RUH SAĞLIĞI ÜZERiNDEKi ETKiLERi

1. Doğuş Sırası
İlk çocuk, tek çocuktur. Anne babanın tüm sevgisi tamamen onundur. Tek çocuk, kardeşi
olunca bu sevgiyi korumak için mücadele etmek ve bazı sorumlulukları üstlenmek zorunda
kalır. Çocuğa kardeşi doğduktan sonra aile içinde olabilecek değişiklikler önceden
anlatılmalıdır. Yetişkinlerden göreceği anlayışla çocuk, durumu daha kolay kabullenir.

82
Küçük çocuk olmak sanıldığı kadar kolay değildir. Ailenin ilgi merkezi olan en küçük çocuk,
diğer aile üyelerinin gözünde her zaman çocuk kalır.Bu durum küçük çocuğun, kendinden
güçlü ve yetenekli kardeşlerinin yanında yetersizlik duygusu yaşamasına neden olur.

Ortanca çocuk olmak biraz zordur. Bir yandan anne baba sevgisinin küçük kardeşte
odaklandığını görmek, diğer yandan kendisini büyük kardeşle karşılaştırmak, ortanca çocuğu
hüzünlendirir ve yetersizlik duygusu hissettirir. Genellikle ilk ve son çocuklar özel bir yeri
olduğu için ilgi görürler, fakat ortanca çocuklar dikkatten kaçabilir. Ortanca çocuğa aile içinde
bir yeri olduğu hissettirilmelidir. Böylece çocuk, kapılabileceği olası yetersizlik duygusundan
kurtulabilir. Bağımsız, toplumsal ilişkilerde başarılı ve girişken olma şansı artar.

2. Tek Çocuk Olma


Bazı anne babalar yaş, sağlık veya ekonomik nedenlerle tek çocuk sahibi olmayı tercih
etmektedirler. Tek çocuk, çok çocuğa oranla daha iyi yaşam ve eğitim olanaklarına sahiptir.
Anne babanın ilgi odağı olurlar. Başarılı, kurallara uyan, iyi güdülenmiş bireyler olarak
yetiştirilirler.
Anne babanın bütün ilgi ve hevesinin tek çocuk üzerinde yoğunlaşması, beraberinde aşırı
koruyucu yaklaşımı kaçınılmaz kılar. Bu da çocukta bağımsızlık duygusunun gelişmesini
engeller. Aşırı korunup kollanması, oyun arkadaşlarının azlığı tek çocuk için önemli bir
engeldir. Çocuklar yaşamı, arkadaşlarıyla oynadıkları oyunlarla tanır ve öğrenirler. Oyun
ortamındaki ilişkiler çocuğun yaşam gücünü geliştirir. Çocuklar oyunla, iş bölümü ve
paylaşmayı öğrenirler, birlikte çalışma zevkini, uyum ve yeteneklerini tanıma olanağını
bulurlar. Oyun arkadaşı eksikliği, çocuklar için çok önemli olan deneyim zenginliğinden
yoksun kalmalarına neden olur. ilişkilerinde, yaşıtlarından çok, kendinden güçlü yetişkinlerle
birlikte olan çocuk, yetersizlik duygusuna kapılabilir. Bu duygu zamanla kendine güvensizliğe
dönüşebilir. Bu açıdan anne babalar çocuklarını şımartmaz ve onlara yaşıtlarıyla oynama fırsatı
verirlerse çocuklarının sorunsuz büyümelerini sağlamış olurlar.

3. Çocuk Sayısı
Anne babaların en temel sorumluluklarından birisi, bakabileceği sayıda çocuk sahibi olmaktır.
Çocuk sayısı az veya çok olsun, bakamayacağı bir çocuğu dünyaya getirmek pek çok sorunun
başlangıcı demektir.
Ailede çocuk sayısının artması, anne babanın çocukla paylaşacağı zamanı ve olanakları azaltır.
Çocuklar kendileri için gerekli olan pek çok temel gereksinimden yoksun olarak büyümek
zorunda kalırlar. Özellikle anne, çok ağır bir yükün altında ezilerek sorumluluklarını yerine
getirmede zorlanacaktır. Çocukların sağlıklı kişilik gelişimi için gerekli olan temel
gereksinimlerinin giderilmemesi sonucunda çeşitli davranış ve uyum bozukluklarının ortaya
83
çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bu durumun giderilebilmesi için yeterli ve dengeli beslenme,
sağlıklı bir barınma ortamı, uygun giyinme gibi gereksinimler karşılanmalıdır. Bu fiziksel
gereksinimler kadar sevme, sevilme, ait olma ve güven duygusu gibi psikolojik gereksinimlerin
de doğru olarak karşılanması gerekir. Çocuklarının sayı ve cinsiyetinden memnun anne babalar,
çocuklarına uygun tavır ve ortamlar geliştirebilirler.

4. Çocuğun Cinsiyeti
Çocuğun kız veya erkek oluşu, onu birey olarak algılayan ve önemseyen ailelerde anne babanın
davranışlarını etkilememektedir. Ancak alt sosyoekonomik yapı ve kültürel değerlerin etkisiyle
bazı ailelerde cinsiyet ayrımı yapıldığı gözlemlenmektedir. Çocuğun cinsiyetinden hoşnut anne
babalar çocuklarına karşı daha uygun davranışlar göstermektedirler.
Ailede kız ve erkek çocukların ayrı yerleri vardır. Kız ve erkek çocuklar cinsiyetleri gereği
farklı şeyler öğrenerek gelecekteki yetişkin kadınlık ve erkeklik rollerine hazırlanırlar. Çocuğun
cinsiyetinin ebeveyn beklentisine uygun olmadığı durumlarda ise çocukların cinsel kimlik
kazanmaları zorlaşmaktadır. Toplumumuzda özellikle erkek çocuğa kız çocuktan daha fazla
değer verilmektedir. Bunun nedeni anne babaların çocuğun değerini maddî açıdan ele
almalarıdır. Kendilerine yaşlılıkta sağlayacağı maddî yardım ve bakımı düşünerek onlara
geleceklerinin güvencesi gözüyle bakarlar. Çocuğun ailenin adını sürdürmesi düşüncesi de
onlar için önemlidir. Bu nedenlerle anne babalar erkek çocuğun üzerine düşer, onu şımartırlar.
Bu tutumların sonucunda üzerine çok düşülen, korunan ve aileye karşı sorumlulukları sürekli
olarak anımsatılan erkek çocuk kendi başına karar verebilen biri olarak büyüyemez. Kız çocuk
ise baskı altında büyür, kendini değersiz olarak görür. Geleceğin çocuklarına anne olacak kız
çocuklarının, kendine güvensiz kişiler olarak yetişmesi gelecek nesiller açısından
düşündürücüdür.
Anne babaların, çocuğun aileye sevgi, neşe ve canlılık katan varlıklar olduğunu düşünmeleri
çocukların mutlu, kendilerine güvenli birer birey olarak yetişmeleri açısından çok önemlidir.

84
Uygulamalar

1- Doğuş Sırasının ruh sağlığı ile ilişkisini araştırınız...

2-Tek çocuk olmanın en önemli zorlukların neler olduğunu araştırınız…

85
Uygulama Soruları
86
1- Okulöncesi kurumuna gelen çocukların tek çocuk olup-olmadığı anlaşılabilir mi?

2-Çocuklara cinsiyetlerine göre davranmak gerekli midir?

87
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

88
İlk çocuk, tek çocuktur. Anne babanın tüm sevgisi tamamen onundur. Tek çocuk, kardeşi olunca bu sevgiyi
korumak için mücadele etmek ve bazı sorumlulukları üstlenmek zorunda kalır. Çocuğa kardeşi doğduktan
sonra aile içinde olabilecek değişiklikler önceden anlatılmalıdır. Küçük çocuk olmak sanıldığı kadar kolay
değildir. Ailenin ilgi merkezi olan en küçük çocuk, diğer aile üyelerinin gözünde her zaman çocuk kalır.
Bu durum küçük çocuğun, kendinden güçlü ve yetenekli kardeşlerinin yanında yetersizlik duygusu
yaşamasına neden olur.

Ortanca çocuk olmak biraz zordur. Bir yandan anne baba sevgisinin küçük kardeşte odaklandığını görmek,
diğer yandan kendisini büyük kardeşle karşılaştırmak, ortanca çocuğu hüzünlendirir ve yetersizlik duygusu
hissettirir. Genellikle ilk ve son çocuklar özel bir yeri olduğu için ilgi görürler, fakat ortanca çocuklar
dikkatten kaçabilir. Ortanca çocuğa aile içinde bir yeri olduğu hissettirilmelidir. Böylece çocuk,
kapılabileceği olası yetersizlik duygusundan kurtulabilir. Bağımsız, toplumsal ilişkilerde başarılı ve girişken
olma şansı artar.

Bazı anne babalar yaş, sağlık veya ekonomik nedenlerle tek çocuk sahibi olmayı tercih etmektedirler. Tek
çocuk, çok çocuğa oranla daha iyi yaşam ve eğitim olanaklarına sahiptir. Anne babanın ilgi odağı olurlar.
Başarılı, kurallara uyan, iyi güdülenmiş bireyler olarak yetiştirilirler.
Anne babanın bütün ilgi ve hevesinin tek çocuk üzerinde yoğunlaşması, beraberinde aşırı koruyucu yaklaşımı
kaçınılmaz kılar. Bu da çocukta bağımsızlık duygusunun gelişmesini engeller.
Anne babaların en temel sorumluluklarından birisi, bakabileceği sayıda çocuk sahibi olmaktır. Çocuk sayısı
az veya çok olsun, bakamayacağı bir çocuğu dünyaya getirmek pek çok sorunun başlangıcı demektir.
Ailede kız ve erkek çocukların ayrı yerleri vardır. Kız ve erkek çocuklar cinsiyetleri gereği farklı şeyler
öğrenerek gelecekteki yetişkin kadınlık ve erkeklik rollerine hazırlanırlar. Çocuğun cinsiyetinin ebeveyn
beklentisine uygun olmadığı durumlarda ise çocukların cinsel kimlik kazanmaları zorlaşmaktadır.

89
Bölüm Soruları

1- Ailelere tek çocuk sahibi olmanın doğru olmadığı anlatılmalıdır. (D) (Y)
2- Genellikle ilk ve son çocuklar özel bir yeri olduğu için ilgi görürler, fakat ortanca çocuklar dikkatten
kaçabilir. (D) (Y)
3- Anne babanın bütün ilgi ve hevesinin tek çocuk üzerinde yoğunlaşması bağımsızlık duygusunun
gelişmesini sağlar. (D) (Y)

4- Çocuğun cinsiyetinden hoşnut anne babalar çocuklarına karşı daha uygun davranışlar
göstermektedirler. (D) (Y)
5- Anne babalar çocuklarını şımartmaz ve onlara yaşıtlarıyla oynama fırsatı verirlerse çocuklarının
sorunsuz büyümelerini sağlamış olurlar. (D) (Y)

90
8.HAFTA: ÇOCUK YETiŞTiRMEDE ANNE BABA
TUTUMLARI

91
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümde, çocuk yetiştirmede anne baba tutumları (aşırı baskılı ve otoriter tutum, aşırı
hoşgörülü tutum, dengesiz ve kararsız tutum, aşırı koruyucu tutum, güven verici ve hoşgörülü
tutum, ilgisiz ve kayıtsız tutum) ele alınacaktır.

92
93
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1- Çocuk yetiştirmede anne baba tutumları hakkında neleri biliyoruz?


2- Çocuk yetiştirmede anne baba tutumları arasında ne gibi farklılıklar olabilir?

94
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Çocuk yetiştirmede anne baba Çocuk yetiştirmede anne baba
Çocuk yetiştirmede anne baba
tutumları tutumlarını kavrar. tutumları örneklerle gösterilir.

Çocuk yetiştirmede anne baba Çocuk yetiştirmede anne baba Çocuk yetiştirmede anne baba
tutumları arasındaki farklılıklar tutumları arasındaki tutumları arasında karşılaştırma
farklılıkların farkına varır. yapılır.

95
Anahtar Kavramlar
 Tutum

96
ÇOCUK YETiŞTiRMEDE ANNE BABA TUTUMLARI
Anne babalar, çocuklarından bekledikleri davranış modeline uygun bir davranış içinde
olmalıdırlar. Anne babanın tutumu, gelişmekte olan çocuğa model oluşturacağından kişiliğini
etkiler. Anne baba tutumlarını altı ana başlık altında toplayabiliriz:

1.Aşırı Baskılı ve Otoriter Tutum


Çocuğun kendine olan güvenini ortadan kaldıran, onun kişiliğini hiçe sayan bir tutumdur.
Geleneksel aile yapımızda bu tür tutuma sık sık rastlanmaktadır. Bu tutumda, anne baba katı
bir disiplin uygular. Çocuk, her kurala uymak zorunda bırakılır. Anne ve babadan birisi ya da
her ikisinin baskısı altında olan çocuk sessiz, uslu, nazik, dürüst ve dikkatli olmasına karşılık;
küskün, silik, çekingen, başkalarının kolayca etkisinde kalabilen, aşırı hassas bir yapıya sahip
olabilir. Baskı altında büyüyen çocuklarda genellikle, isyankâr davranışlarla birlikte aşağılık
duygusu gelişebilir.

2.Aşırı Hoşgörülü Tutum


Genellikle orta yaşın üzerinde çocuk sahibi olan ailelerde ya da çocuğun kalabalık yetişkinler
grubu içinde yetişen tek çocuk olması hâlinde bu tutuma sıklıkla rastlanır. Böyle bir ortamda
çocuk, ailede inisiyatif sahibi tek kişidir ve onun isteklerine diğer aile bireyleri kayıtsız şartsız
uyarlar. Bu tür ailelerde çocuklar, anne ve babalarına hükmeder ve onlara çok az saygı
gösterirler. Bu çocuklar, yalnız anne ve babalarıyla yetinmeyip, zamanla ev dışındaki kimselere
de egemen olmanın yollarını arayan bir birey hâline dönüşürler. Bu çocuklar, daha
yaşamlarının ilk günlerinden itibaren her türlü gereksinimlerinin karşılanacağı ve isteklerinin
buyruk niteliği taşıdığı beklentisi geliştirmişlerdir. Bu çocuklar, yetişkin olduklarında da
toplumun vermediği hakları kendilerine tanımaya kalkışırlar. Okul kuralları karşısında hayal
kırıklığına uğrarlar ve kolay uyum sağlayamazlar.

3.Dengesiz ve Kararsız Tutum


Burada sözü edilen tutum; anne baba arasındaki görüş ayrılığı olabileceği gibi; anne veya
babanın gösterdikleri değişken davranış biçiminde de görülebilir.
Anne ile babanın, çocuğun yanında birbirlerini eleştirmeleri, birinin olumlu yaklaşımına
diğerinin olumsuz tutumu ya da taraflardan birinin çocuğu kayırması, çok sık rastlanan
örneklerdendir.
Bir diğer dengesizlik ve kararsızlık örneği; anne veya babanın çocuğa sözünü dinletmek için
önce yumuşak tonda konuşması, ardından sesini yükseltmesi, çocuğun isteğini hâlâ yerine
getirmemesi durumunda dövmesi, ardından da diz çöküp özür dilemesidir. Bu, önceleri çocukta
bazı iç çatışmaların, huzursuzlukların, ardından da dengesiz ve tutarsız bir yapının oluşumuna
neden olabilir.
97
4.Aşırı Koruyucu Tutum
Ana babanın, çocuğu gereğinden fazla kontrol etmesi ve özen göstermesi anlamına gelir. Bunun
sonucu olarak çocuk, başkalarına aşırı bağımlı, güvensiz, duygusal kırıklıkları olan bir kişi
olabilir. Bu bağımlılık çocuğun yaşamı boyunca sürebilir ve aynı koruyucu tutumu gelecekte
eşinden bekleyebilir. Daha çok anne çocuk ilişkisinde ortaya çıkan bu aşırı koruyuculuğun
ardında, annenin duygusal yalnızlığı yatmaktadır. Aşırı koruyucu anne, çocuğuyla öylesine
bütünleşir, ona öylesine kalkan olur ki; sekiz dokuz yaşlarındaki çocuğu kendi eliyle besler,
kendi yatağında uyutur. Bu tür davranışlarıyla çocuğuna olan sevgisini dile getirdiğini, ona
yardım ettiğini sanır. Ama gerçekte kendi yalnızlığını ve mutsuzluğunu onarmaktadır.

5.Güven Verici ve Hoşgörülü Tutum


Anne babanın çocuklarına karşı hoşgörü sahibi olmaları, çocukların bazı kısıtlamalar dışında,
arzularını diledikleri biçimde gerçekleştirmelerine izin vermeleri anlamına gelir. Anne babanın
hoşgörüsünün normal bir düzeyde gerçekleşmesi, çocuğun kendine güvenen, yaratıcı,
toplumsal bir birey olmasına yardım eder. Böyle bir tutumda evde kabul edilen ve edilmeyen
davranışların sınırları bellidir. Bu sınırlar içinde çocuk özgürdür. Söz hakkı vardır. Sevgi ve
onay görür. Böyle bir ortamda çocuk, girişim yeteneğine sahip olur. Öz güvenini kazanır ve
kendi kendine karar verip sorumluluk taşımasını öğrenir.

6.İlgisiz ve Kayıtsız Tutum


Çocuklarına karşı ilgisiz ve kayıtsız bir tutum içinde olan ailede iletişim bozukluğu vardır. Anne
babanın, çocuğu yalnız bırakma, görmezlikten gelme şeklinde dışlaması söz konusudur.
Çocukta ait olma ve güven duygusu sarsılır. İlgisiz ve kayıtsız anne baba tutumları, çocukta
saldırganlık eğiliminin güçlenmesine neden olabilir.

98
Uygulamalar

1- Çocuk yetiştirmede anne baba tutumlarını çevrenizden gözlemleyiniz.


2- Çocuk yetiştirmede öğretmen tutumlarını gözlemleyiniz.

99
Uygulama Soruları

1-Bir okulöncesi eğitim kurumunda öğretmenin hangi tutumlara sahip olmsı gerekir?
2- Çocuk yetiştirmede anne baba tutumlarının hangisinin olumlu özellikleri en fazladır?

100
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Anne babalar, çocuklarından bekledikleri davranış modeline uygun bir davranış içinde olmalıdırlar. Anne
babanın tutumu, gelişmekte olan çocuğa model oluşturacağından kişiliğini etkiler. Aşırı baskılı ve otoriter
tutum, çocuğun kendine olan güvenini ortadan kaldıran, onun kişiliğini hiçe sayan bir tutumdur.
Aşırı hoşgörülü tutum, genellikle orta yaşın üzerinde çocuk sahibi olan ailelerde ya da çocuğun kalabalık
101
yetişkinler grubu içinde yetişen tek çocuk olması hâlinde bu tutuma sıklıkla rastlanır. Böyle bir ortamda
çocuk, ailede inisiyatif sahibi tek kişidir ve onun isteklerine diğer aile bireyleri kayıtsız şartsız uyarlar.
Dengesiz ve kararsız tutum, anne baba arasındaki görüş ayrılığı olabileceği gibi; anne veya babanın
gösterdikleri değişken davranış biçiminde de görülebilir. Aşırı koruyucu tutum, ana babanın, çocuğu
gereğinden fazla kontrol etmesi ve özen göstermesi anlamına gelir. Bunun sonucu olarak çocuk, başkalarına
aşırı bağımlı, güvensiz, duygusal kırıklıkları olan bir kişi olabilir. Güven verici ve hoşgörülü tutum, anne
babanın çocuklarına karşı hoşgörü sahibi olmaları, çocukların bazı kısıtlamalar dışında, arzularını diledikleri
biçimde gerçekleştirmelerine izin vermeleri anlamına gelir. İlgisiz ve kayıtsız tutum, çocuklarına karşı ilgisiz
ve kayıtsız bir tutum içinde olan ailede iletişim bozukluğu vardır. Anne babanın, çocuğu yalnız bırakma,
görmezlikten gelme şeklinde dışlaması söz konusudur. Çocukta ait olma ve güven duygusu sarsılır. İlgisiz
ve kayıtsız anne baba tutumları, çocukta saldırganlık eğiliminin güçlenmesine neden olabilir.

Bölüm Soruları

1- Aşırı baskılı ve otoriter tutum, çocuğun kendine olan güvenini ortadan kaldıran, onun kişiliğini hiçe
sayan bir tutumdur. (D) (Y)

2- Aşırı koruyucu tutum sonucu çocuk, bağımsız bir kişilik yapısı geliştirir. (D) (Y)

102
3- İlgisiz ve kayıtsız anne baba tutumları, çocukta saldırganlık eğiliminin güçlenmesine neden olabilir.
(D) (Y)

4- Dengesiz ve kararsız tutum çocukta bazı iç çatışmaların, huzursuzlukların, ardından da dengesiz ve tutarsız
bir yapının oluşumuna neden olabilir . (D) (Y)

5- Aşırı Hoşgörülü Tutum toplumsal yaşamda kurallara uymayı kolaylaştırır. (D) (Y)

103
9. HAFTA: AiLE iÇiNDEKi ÖZEL DURUMLARIN
ÇOCUĞUN RUH SAĞLIĞINA ETKiLERi

104
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümde, aile içindeki özel durumların (boşanmış eşler, üvey anne baba, ölüm) çocuğun ruh
sağlığına etkileri ele alınacaktır.

105
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
106
1- Aile içindeki özel durumların (boşanmış eşler, üvey anne baba, ölüm) çocuğun ruh sağlığına
etkileri hakkında neleri biliyoruz?

2- Aile içindeki özel durumları (boşanmış eşler, üvey anne baba, ölüm) çocuk yetişkinden farklı
olarak nasıl algılamaktadır?

107
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Aile içindeki özel durumların Aile içindeki özel durumların
Aile içindeki özel durumların
(boşanmış eşler, üvey anne (boşanmış eşler, üvey anne (boşanmış eşler, üvey anne
baba, ölüm) çocuğun ruh baba, ölüm) çocuğun ruh baba, ölüm) çocuğun ruh
sağlığına etkileri sağlığına etkilerini kavrar. sağlığına etkileri örneklerle
gösterilir.

Anahtar Kavramlar

• Ölüm

Üveylik

108
Boşanma

AiLE iÇiNDEKi ÖZEL DURUMLARIN


ÇOCUĞUN RUH SAĞLIĞINA ETKiLERi

1.Boşanmış Eşler
Boşanmak, yasal olarak evliliğin yine mahkeme kararı ile bozulması demektir. Çocuk
için önemli olan, bakım ve güvence kaynağı olan anne ve babasının yitirilme tehlikesidir.
Bu kaygılar çocukta sıkıntı, korku ve güvensizlik yaratmakta, çocuk bu duruma karşı
davranış ve uyum bozuklukları göstermektedir. Sürekli çatışmalı aile içinde yaşamaktansa
boşanmak, çocuk açısından daha yararlıdır. Boşandıktan sonra çocuğun içinde bulunduğu
gelişme sürecine göre, çocuğun annede, babada veya bir kurumda kalmasının farklı ruhsal
etkileri olur.
Çocuk 1-3 yaş arasında annesinden ayrı kalır veya anne yerini tutacak bakıcıdan yoksun
kalırsa, bırakılma korkusu gelişebilir. Çocuk huysuzluk ve saldırgan davranışlar gösterir.
3-6 yaş arasında ise Oedipal dönemde takılma, aynı cinsten büyüğün yokluğu ile
özdeşleşmek aksamaları baş gösterebilir. Anne ile büyüyen oğlan çocuklarında kadınsı bazı
davranışlar, baba ile büyüyen kızlarda ise erkeksi tutum gelişebilir. Boşanmada çocuğun
eşlerden biri tarafından karşı eşe araç olarak kullanılması, çocuğun kimde kalacağı
çekişmeleri, bazen çocuğun polis eli ile alınıp öbür tarafa götürülmesi olumsuz etkiler
oluşturur. Genel olarak çocuğun ekonomik güvencesinin sağlanması, 10 yaşından
küçüklerin annede kalması, babanın belli sürelerde çocuğuyla beraber olması gerekir.
Tekrar evlenme durumunda çocuğun tepkisi göz önünde bulundurulmalı, çocuğa uygun
açıklamalar yapılmalı, gereğinde uzmanlardan yararlanılmalıdır.

109
2.Üvey Anne Baba
Boşanma ya da ölüm nedeniyle ebeveynini kaybetmiş bir çocuğun duyguları karışıktır.
Kendini bırakılmış, terk edilmiş hisseder, suçluluk duygusuna kapılabilir. Gerçek anne veya
babasının yerine kendisi için yabancı olan birini kabullenmesi güçtür ve zaman ister.
Üvey anne ya da baba, çocuğun bu kabullenmeyişini anlayışla karşılamalı, ona
hoşgörüyle yaklaşmalı ve çocuğu kabule zorlamamalıdır. Bu davranış, çocuğun sevgiye çok
gereksinimi olduğu bu dönemde onları kabullenmesini kolaylaştıracaktır. Bu kabulde
çocuğun yaşı ve ebeveyni ne şekilde kaybettiği de önemlidir.

3.Ölüm
Anne veya babadan birinin veya her ikisinin ölümü ile çocuğun yalnız kalması, bakım
ve sevgi sorunları yaratır. Ruhsal açıdan etkisi, çocuğun yaşına, yaşayacağı aile veya kurum
ortamına ve koşullarına göre değişir. Küçüklerde çok kez "anneden ayrılık sendromu"
gelişir. Çocuk sıcak bir akraba yanında, kardeşleriyle ya da büyük anne-büyük baba ile
kalmış ise yani anne eksiği oldukça iyi giderilebilmiş ise ayrılık belirtisini çok hafif
geçirebilir. Beş yaşından küçükler, henüz "neden-sonuç" kavramlarına sahip
olmadıklarından, ölen anne veya babanın tekrar geleceğini düşünebilirler. Çocuklarda gece
korkusu, uykuya dalıp uyanmayacağı korkusu, kendinde hastalık olduğu kuruntusu
görülebilir. Ana babadan birinin ölümü durumunda, çocuklarda beslenme bozukluğu, altını
ıslatma, kızgınlık ve saldırganlık, uyumsuzluk ve topluma aykırı davranışlar ortaya
çıkabilir.

110
Uygulamalar

1- Aile içindeki özel durumlara (boşanmış eşler, üvey anne baba, ölüm) sahip çocukları gözlemleyiniz.
2- Ölüm olgusunu çocuğa nasıl anlatmak gerekir? Araştırınız.

111
Uygulama Soruları

1- Aile içindeki özel durumlara (boşanmış eşler, üvey anne baba, ölüm) sahip çocuklarının davranışları
bu durumda olmayanlara göre farklılık göstermekte midir?
2- Çocuklar ölüm olgusunu çocuğa nasıl anlıyorlar? Araştırınız.

112
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Çocuk için önemli olan, bakım ve güvence kaynağı olan anne ve babasının yitirilme tehlikesidir. Bu
kaygılar çocukta sıkıntı, korku ve güvensizlik yaratmakta, çocuk bu duruma karşı davranış ve uyum
bozuklukları göstermektedir. Sürekli çatışmalı aile içinde yaşamaktansa boşanmak, çocuk açısından daha
yararlıdır. Boşandıktan sonra çocuğun içinde bulunduğu gelişme sürecine göre, çocuğun annede, babada veya
bir kurumda kalmasının farklı ruhsal etkileri olur.
Boşanma ya da ölüm nedeniyle ebeveynini kaybetmiş bir çocuğun duyguları karışıktır. Kendini
bırakılmış, terk edilmiş hisseder, suçluluk duygusuna kapılabilir. Gerçek anne veya babasının yerine kendisi
için yabancı olan birini kabullenmesi güçtür ve zaman ister. Üvey anne ya da baba, çocuğun bu
113
kabullenmeyişini anlayışla karşılamalı, ona hoşgörüyle yaklaşmalı ve çocuğu kabule zorlamamalıdır. Bu
davranış, çocuğun sevgiye çok gereksinimi olduğu bu dönemde onları kabullenmesini kolaylaştıracaktır. Bu
kabulde çocuğun yaşı ve ebeveyni ne şekilde kaybettiği de önemlidir.
Anne veya babadan birinin veya her ikisinin ölümü ile çocuğun yalnız kalması, bakım ve sevgi sorunları
yaratır. Ruhsal açıdan etkisi, çocuğun yaşına, yaşayacağı aile veya kurum ortamına ve koşullarına göre
değişir. Küçüklerde çok kez "anneden ayrılık sendromu" gelişir. Çocuk sıcak bir akraba yanında,
kardeşleriyle ya da büyük anne-büyük baba ile kalmış ise yani anne eksiği oldukça iyi giderilebilmiş ise
ayrılık belirtisini çok hafif geçirebilir. Beş yaşından küçükler, henüz "neden-sonuç" kavramlarına sahip
olmadıklarından, ölen anne veya babanın tekrar geleceğini düşünebilirler. Çocuklarda gece korkusu, uykuya
dalıp uyanmayacağı korkusu, kendinde hastalık olduğu kuruntusu görülebilir. Ana babadan birinin ölümü
durumunda, çocuklarda beslenme bozukluğu, altını ıslatma, kızgınlık ve saldırganlık, uyumsuzluk ve
topluma aykırı davranışlar ortaya çıkabilir.

Bölüm Soruları

114
1- Sürekli çatışmalı aile içinde yaşamaktansa boşanmak, çocuk açısından daha yararlıdır. (D) (Y)

2- Çocuk 1-3 yaş arasında annesinden ayrı kalır veya anne yerini tutacak bakıcıdan yoksun kalırsa,
bırakılma korkusu gelişebilir. (D) (Y)

3- Beş yaşından küçükler, henüz "neden-sonuç" kavramlarına sahip olmadıklarından, ölen anne veya babanın
tekrar geleceğini düşünebilirler. (D) (Y)

4- Ana babadan birinin ölümü durumunda, çocuklarda beslenme bozukluğu, altını ıslatma, kızgınlık ve
saldırganlık, uyumsuzluk ve topluma aykırı davranışlar ortaya çıkabilir. (D) (Y)

5- Gerçek anne veya babasının yerine kendisi için yabancı olan birini kabullenmesi için çocuğu kabule
zorlamak yararlıdır. (D) (Y)

10.HAFTA: OKUL VE ÇOCUK (ÇOCUĞU


OKULA HAZIRLAMA, OKULDA ÇOCUĞUN
RUH SAĞLIĞINI ETKiLEYEN ETMENLER)
115
116
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümde, okul ve çocuk (çocuğu okula hazırlama, okulda çocuğun ruh sağlığını etkileyen
etmenler) ele alınacaktır.

117
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1- Çocuğu okula hazırlama dendiğinde aklınıza ilk olarak ne gelir?

2- Okulda çocuğun ruh sağlığını etkileyen etmenler hakkında ne biliyorsunuz?

118
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Çocuğu okula hazırlama
Çocuğu okula hazırlama Çocuğu okula hazırlamanın
üzerinde durulur.
ne olduğunu kavrar.

Okulda çocuğun ruh sağlığını Okulda çocuğun ruh sağlığını


Okulda çocuğun ruh sağlığını
etkileyen etmenlerin neler etkileyen etmenler üzerinde
etkileyen etmenler
olduğunu bilir. durulur.

119
Okuyalım - Düşünelim

“Günlerden pazartesidir. Ayşe’nin en sevdiği gündür. Çünkü pazartesi günleri


bilgisayar dersi vardır. Ayşe’nin bu dersi sevmesindeki en önemli etken, dersin öğretmeni
Nilgün Hanımdır. Nilgün Öğretmen, dersini işleme konusundaki başarısının yanı sıra
öğrencilerle olan iletişiminde ve onların üzerinde olumlu etkiler oluşturma konusunda sadece
Ayşe’nin değil, tüm öğrencilerin gözünde önemli bir konumdadır.
Nilgün Öğretmen de geçen hafta Ayşe ile Canan arasında yaşanan olayı duymuştur. Sınıfın
popüler öğrencileri olan Ayşe ve Canan’ı yakından tanıyan ve aralarında böyle bir sorunun
yaşanmasından dolayı üzüntü duyan Nilgün Öğretmen, Ayşe ve Canan’ın velilerini okula davet
ederek onlarla çocuklarının yaşamış olduğu sorundan nasıl etkilendikleri konusunda ayrıntılı
olarak bilgi edinir ve çözüm yolları hakkında velilerle dayanışma içine girer. Nilgün Öğretmen
o gün derse geldiğinde, “Çocuklar bu gün sizinle farklı bir çalışma yapacağız. Bu çalışmada;
yaşanan bir sorunu ele alıp sınıf ortamında onu canlandıracağız.” der.”

– Ayşe ile Canan’ın öğretmeni siz olsaydınız, bu sorunun çözümüne yaklaşımınız Nilgün
Öğretmeninkinden farklı olur muydu? Yanıtınız “evet” ise nasıl davranacağınızı ve bu
davranışınızın nedenini açıklayınız.
– Arkadaşlık sizce önemli midir?
– Nilgün Öğretmen neden Ayşe ile Canan’ın velilerini okula çağırmıştır?
– Nilgün Öğretmenin sınıfta uygulamak istediği çalışma ne olabilir? Başka hangi
teknikler kullanılabilir?

120
OKUL VE ÇOCUK

A. ÇOCUĞU OKULA HAZIRLAMA


Okul öncesi eğitim yaşantısının, çocuğun psiko-sosyal ve zihinsel gelişimine katkı yaptığı
bir gerçektir. İlginin kendi üzerinde toplandığı bir ev ortamından okul ortamına geçiş ve çok
sayıda insanla ilişki kurmak, çocuğun bir bocalama dönemine girmesine neden olmaktadır.
Eğer okul öncesi eğitim kurumu bu bocalama ve şaşkınlığı giderecek güven verici bir sevgi
ortamı sunabiliyorsa, eğitim kurumundan beklenen yarar sağlanabilir.
Bu dönem çocuğunun fizyolojik ve psikolojik özellikleri ve gereksinimleri, okul öncesi
eğitim kurumunun yardımcı personelinden yöneticisine, öğretmeninden psikoloğuna kadar
kendi görevlerini ilgilendiren yönleriyle iyi bilinmelidir. Çocuğa sağlıklı ve üretken bir kişilik
kazandırma konusunda okul öncesi eğitim kurumlarına büyük görevler düşmektedir.
Çocuğun eğitiminden sorumlu kişilerin görevi büyük önem taşımaktadır. Çocuğu tanımalı,
erken yaşlarda doğruya sadık kalma ve erdemli olma gibi kavramlar öğretilmelidir. Ruh
yapısına göre onun çabalarını anlamak, ona gücünden fazlasını yüklememek, gücünün
yetmediği şeylerden sorumlu kılmamak gereklidir. Çocuktan istenilen çabalar arasında bir
denge aranması zorunluluğu vardır. Sıkı bir baskı, insanın varlığını hiçe sayabilir ve onun
kişiliğinin gelişmesini engelleyebilir, onu silik bir insan hâline getirebilir veya onu isyankâr
kılabilir. Çocuğa verilen eğitimin onun, özgün yapısını bozmadan, ruh dengesini sağlayacak
biçimde ve her yönüyle gelişmesine katkıda bulunacak şekilde olması gerekir.

"' B. OKULDA ÇOCUĞUN RUH SAĞLIĞINI ETKiLEYEN ETMENLER

1. Öğretmen
Okul, çocuğun yaşamında toplumsallaşma açısından en önemli etkiye sahiptir. Çocuk için
öğretmen, anne ve babanın devamı gibidir. Bu nedenle, başlangıçta çocuk, öğretmenine

121
annesine olduğu gibi davranır. Çocuğun ailesinden sonra karşılaştığı ve yaşamında önemli
etkiler yaratacak kişi öğretmenidir. Bu yüzden meslekî açıdan iyi yetişmiş, kendine güvenli, iç
duygu ve hırslarını kontrol edebilen, öğrenciye girişim özgürlüğü tanıyan, demokratik
öğretmen en olumlu etkiyi sağlayacaktır.
Eğitim, öğretim yaşamının temel ögelerini okul ve öğretmen oluşturur. Öğrencinin okulu
sevmesi, çalışma alışkanlığı kazanması, benimseyeceği değer yargılarının ve tutumlarının
oluşmasında öğretmenin rolü büyüktür. Çocuk anne babasından sonra, kendine model olarak
öğretmenini alır ve onunla özdeşleşir. Modern eğitim anlayışında öğretmen, çocuğun toplum
içinde gelişebilmesi için ona rehberlik eder. Çocuğun farklı ortamlara uyum sağlaması yolunda
öğretmenin göstereceği çaba en önemli görevidir.
Kişilik gelişimi yönünden öğretmenin, her çocuğu bireysel özelliklerine göre tanıması
zorunluluğu vardır. Ancak öğretmen, bu bireysel özellikleri nedeniyle çocuklara farklı
davranmamalıdır. Öğretmen, çocuğu ve mesleğini seven, iletişim konusunda da yeterlik
düzeyine ulaşmış bir insan olmalıdır. Öğrencilerin gereksinim duydukları her konuda yardım
alabilecekleri, sevgi ve anlayışla kabul görecekleri bir öğretmenin olması, çocuğun yaşamını
ve ruh sağlığını olumlu yönde etkileyecektir.
Çocuğun öğretmenine güvenmesi, sorunlarını onunla paylaşmasını sağlar. Bu da herhangi
bir konuda sıkıntı ve üzüntü yaşayan çocuğun bunu öğretmeniyle paylaşması ile mümkün olur;
böylece çocuk çözüm yollarını bulmayı başarabilir. Bunun sonucunda, çocuğun ruh sağlığını
bozan okul sorunlarını ve başka konuları çözümlemesine, kendisine ve topluma yararlı bir kişi
olmasına fırsat tanınmış olur.

2. Arkadaş
Çocuğun, her dönemde arkadaşlıklar kurma gereksinimi vardır. Arkadaşlığa duyulan
gereksinim, sadece doyum sağlamak için değil, aynı zamanda bilgi ve deneyim kazanmak
içindir. Çocuklar arkadaşlarıyla birlikte oldukları sürece, grup içinde istenen ve kabul edilen
davranışları da öğrenirler. Okul öncesi eğitim kurumları, yaşıtlarla birlikte olma, onlarla
etkinlikte bulunma konusunda çocuğa geniş fırsatlar sağlar. Anne, baba ve öğretmenin
desteklemesi ile çocuğun gelişen sosyal ve iletişimsel becerileri, yaşıtlarıyla daha başarılı
ilişkiler kurmasını kolaylaştırır. Okul öncesi kurumları, çocukların sosyal etkileşimi ve
arkadaşlık ilişkilerini yoğun olarak yaşayıp farklı deneyimler geçirme konusunda oldukça
önemlidir.
122
Çocuk ilköğretime başladığında, arkadaşlarının sayısı ve bunların çocuk üzerindeki etkisi
anaokuluna göre daha çoktur. Çocukların arkadaşlığa verdiği önem, anne babanın verdiği
önemden daha büyüktür. İtilen ya da arkadaş grubu dışında tutulan çocuk mutsuz olur.
Arkadaşları tarafından aranmak ve benimsenmek, büyükler tarafından beğenilmekten daha
önemlidir. Çocuğa, toplumsal yaşamında gerekli olan uyumlu ilişkileri ve iş birliğini öğretir.
Arkadaş ilişkileri, çocuğa kendi kendini gerçekçi olarak değerlendirme olanağını verir.
İnsanlarda beğenmediği nitelikleri hoşgörüyle karşılamayı öğretir. Arkadaşlık ilişkilerini
sürdürmek, bencilliği yenmeye bağlıdır. Sınıfta kız ve erkek çocukların karışık olarak
bulunması, çocuğun karşı cinsle arkadaşlık yapmasına fırsat verir. Bu, çocuğun cinsel kimliğini
geliştirir. Arkadaşlarla geçirilen deneyimler, çocuğu yetişkinlik yaşamına hazırlayan önemli
sosyal ortamlardır.

3. Okul-Aile iş Birliği
Okulun eğitim görevini tam olarak yerine getirebilmesi, öğretim çalışmalarında verimli ve
başarılı olabilmesi için okul ile aile arasında iyi ve uyumlu ilişkiler kurulması gerekmektedir.
Özellikle okul öncesi eğitim ve ilköğretim birinci kademedeki çocuğu ailesinden ayrı bir birey
olarak görmemek gerekir. Çocuğun gelişimine katkıda bulunabilmek için çocuğu ailesiyle
birlikte ele almak ve çocuk hakkında aileden bilgi edinmek gerekir. Ayrıca çocuğun eğitiminde
başarıya ulaşabilmek için aileyle iş birliğine gitmek gereklidir. Okulun aileyle sıkı bir ilişki
içinde olması, çocukların yaşama daha iyi hazırlanmaları bakımından bir zorunluluktur.
Çocuğun eğitiminde okul ve ailenin birbirine yardım etmesi, birbirini tamamlaması ve
desteklemesi çok önemlidir. Okul ve ailenin ortak çalışması, sözde ve davranışta birbirini
desteklemeli; her türlü eğitimin birbirine bağlı olduğu düşüncesi pekiştirilmelidir.

4. Okulda Rehberlik Çalışmaları


Çağdaş eğitim anlayışında rehberlik çalışmaları eğitimin ayrılmaz bir bölümüdür. Rehberlik,
bireyin sağlıklı bir biçimde gelişebilmesi, istenilen uyumu gösterebilmesi için gereklidir.
Rehberlik; gerekli bilgi ve becerilerin kazanılabilmesi için bireye yapılan örgütlü bir uzmanlık
yardımı olarak tanımlanabilir.
Eğitim sürecinde planlanan çalışmaların istenilen şekilde yürütülebilmesi için hedef kitlenin
yani öğrencilerin özelliklerinin en iyi şekilde bilinmesi gerekir. Öğrencinin akademik
çalışmalardaki gelişmesinin incelenmesinin yanı sıra psikolojik durumunun da aynı titizlikle
123
takibinin yapılması ve bunun için bireyi tanıma tekniklerine yer verilmesi gerekmektedir. Okul
ortamında bu çalışmaları rehber uzmanların yapması kadar, öğrenciyi en iyi tanıyan sınıf
öğretmenleri tarafından da yapılması çocuk açısından olumlu sonuçlara ulaşmayı
sağlamaktadır.

a. Gözlem
Gözlem, öğrenci davranışlarının; oyun alanı, sınıf, arkadaş ve aile çevresi gibi yaşadığı
değişik ortamlarda izlenerek notlar alınması ve notların değerlendirmesi yoluyla bir yargıya
varılması demektir (Örneğin; saldırganlık davranışı, iş birliği davranışı vb.).
Gözlem, ancak görülebilenler üzerinde yapılabilir. Bu nedenle, gözlem yapılırken söylenen
sözler ve davranışlar kaydedilir.
İki tür gözlem vardır: Rastlantısal (gelişigüzel) ve düzenli (sistemli) gözlem.
Rastlantısal gözlem, öğretmenin, öğrencisinin gösterdiği tipik ve anlamlı davranışlarıyla
karşılaştığında ortaya çıkar (Örneğin; öğretmenin, arkadaşına yardım eden öğrenciyi görmesi
gibi). Rastlantısal gözlemde öğretmenler, çoğunlukla göze batan öğrencileri tanıma
eğilimindedirler. Kendini gösteremeyen öğrenciler gözden kaçar.
Düzenli gözlemde ise kimin, kim tarafından ve nasıl gözleneceği önceden planlanır. Düzenli
gözlemde, bir grubun veya bireyin bir davranış açısından karşılaştırılması mümkün olabilir.
Gözlem, öğrencinin doğal ortamında yapılmalıdır. Gözlemler Olay Kaydı formlarına
işlenmelidir.
Gözlem yapılırken şu noktalara dikkat edilmelidir:
a) incelenecek davranışlar gözlemden önce saptanmalıdır.
b) Gözlemci yansız olmalıdır. Bunun için gözlemcinin kendi kişilik, eğilim ve duyguları
hakkında bilgi sahibi olması gerekir (Örn; otoriter öğretmen, açık sözlü öğrenciyi saygısız
olarak nitelendirebilir.).
c) Gözlem sonuçları zaman geçirilmeden ve yorumlanmadan not edilmelidir.

d) Gözlemci her şeyi değil, anlamlı davranışları saptamalıdır.


e) Gözlemler değişik ortamlarda yapılmalıdır.

124
f) Gözlem sonuçları diğer araçlarla desteklenmelidir.
g) Gözlemci, tek bir davranışla genelleme yapmamalıdır.
h) Gözlem için yeterince süre ayrılmalıdır.
ı) Gözlemlenen davranış ve olaylar açık ve kesin ifadelerle kaydedilmelidir.

b. Anket (Soru Listesi)


Anket, belli kişi ya da grupların, çeşitli konulardaki duygu, düşünce ve deneyimlerini
anlamak için düzenlenen bir soru listesidir. Geçerliliği ve güvenilirliği düşük, kolay ve ucuzdur.
Öğrencilerin ilgileri, gereksinimleri, duygu ve düşünceleri, aile bilgileri, öğrenim durumu,
sağlık durumu, boş zamanları, sevdiği ve sevmediği dersleri vb. hakkında bilgi toplanır.
Anket hazırlamada dikkat edilecek noktalar şunlardır:
a. Anketin konusu, amaçları, anketi yanıtlayacak kişilerin özellikleri saptanır.
b. Anketin başına, bilgilerin nerede kullanılacağına dair açıklama konulur.
c. Sorular uygun bir düzen ile verilir (Örneğin; “Gelecek yıl okula devam edecek misiniz?
Hangi okula gideceksiniz?” gibi).
d. Anket, kişiyi sıkacak kadar uzun olmamalıdır.
e. Sorular konuya uygun, açık, anlaşılır olmalı; konuyu bütün olarak ele almalıdır.
f. Sorular, tek bir şeyi ölçmelidir.
g. Okuma yazma bilmeyenler (özellikle okul öncesi dönem çocukları için kullanılan
anketlerde) için ankette yer alan soruları okuyan ve işaretleyen bir kişi bulundurulmalıdır.

c. Kimdir Bu?
Bu teknik, grup içindeki bireyin kendi kendini nasıl gördüğünü ve diğer üyelerle nasıl bir
sosyal ilişki içinde bulunduğunu ortaya çıkarır, öğrencilerin birbirleri hakkındaki
düşüncelerini öğrenmeyi sağlar.
Bu teknikte öğrencilere bir dizi kişilik (olumlu- olumsuz) özelliğini veya davranış biçimini
ifade eden tümceler listesi verilir. Öğrencilerden, her tümcede tanımlanan özelliğe en uygun
kişinin (arkadaşlarının veya kendi adının) yazılması istenir.

125
Örnek:
1. Okula sık sık geç kalır. Kimdir bu? ................................................................................
2. Çok temiz ve tertiplidir. Kimdir bu? ..............................................................................
3. Çok yardımseverdir. Kimdir bu? ......................................................................................
4. Her şeyden alınır. Kimdir bu? ............................................................................................
5. Yalnızlıktan hoşlanır. Kimdir bu? ....................................................................................
6. Çevresine çok kaba davranır. Kimdir bu? ...................................................................
7. Başkalarıyla iyi geçinir. Kimdir bu? ..............................................................................
8.Şakacıdır.Kimdir bu? .........................................................................................................

Ölçekte olumlu ve olumsuz tanıtımlar olabilir. Bu nedenle yanıt kâğıtlarına ad yazılmaması


istenebilir.
Bu teknikte, bireyin hem kendisini nasıl gördüğünü hem de diğerleri tarafından nasıl
görüldüğünü fark etmesi sağlanır.
"Kimdir Bu?" tekniği, sınıftaki çeşitli özellikleriyle öne çıkmış öğrencileri saptamaya yarar.
Bu teknik, okul öncesi eğitim dönemindeki çocuklara sözlü ifade kullanılarak uygulanır.

d. Sosyometri
Bir grubun dokusunu, üyeleri arasında yerleşmiş olan ilişkilerin yapısını saptamak için
kullanılan bir tekniktir.
Sosyal ilişkilerdeki yoğunluğu verir, ancak bu yoğunluğun nedenlerini vermez. Sınıf içi
sosyal ortamı düzenlemekte (grup çalışmaları için, sınıfta oturma düzeni için, klikleşmeleri
belirlemek için) yararlı olur. Sınıf içindeki hoşlanma/hoşlanmama, kişiler arası yaklaşma ve
kaçmalar belirlenir. En çok istenenler, karışık istenenler, kümeleşmeler, yalnız kalanlar vb.
hakkında bilgi verir.

Uygulama:
126
1. Birer kâğıt ve kalem hazırlanır.
2. Kâğıtlara ad ve soyadları yazdırılır.
3. Sınıfa soru sorulur (Gezmeye birlikte gitmek ve sınıfta oturma düzeni için birlikte
oturmak istediğiniz üç arkadaşınızın adını sırasıyla yazınız.).
4. Kâğıtlar toplanarak tablo oluşturulur.
Bu uygulama, okuma yazma bilmeyen öğrenciler için (özellikle okul öncesi eğitim
kurumlarına devam edenler) bir öğretmen eşliğinde yapılır.

Dikkat edilmesi gereken noktalar:


1. Grup üyeleri, birbirlerini tanıdıktan sonra uygulanır ve zaman zaman tekrarlanır.
Böylece ilişkilerdeki gelişim gözlenir.
2. Olumsuz sorulara dikkat etmek gerekir (Örneğin; “Sınıfta sevmediğiniz üç
arkadaşınızın adını yazınız.” şeklinde olumsuz bir soru yöneltilmemelidir.).
3. Gizlilik ilkesine uyulması gerekir.
4. Veriler, genelleme yapılarak yorumlanmaz. Çünkü kişi, farklı olayları, farklı kişilerle
farklı zamanlarda paylaşmaktan hoşlanabilir.
5. Sorular hayalî değil, gerçekçi olmalıdır. (Örneğin; “Bir uzay mekiği ile Mars’a yolculuk
yapacaksınız. Hangi üç arkadaşınızın sizinle gelmesini isterdiniz?” sorusundaki gibi hayalî bir
soru olmamalıdır.).
Sonuçta bir sosyogram (sosyal harita) oluşturulur. Sosyogramda en fazla puanı alan merkeze
yerleştirilir. iç içe halkalar çizilir. Kızlar ve erkekler farklı sembollerle gösterilir. Kalabalık
gruplarda öğrencilerin tek tercihte bulunmaları istenilebilir.

e. İstek Listesi
Çocuğun doyurulmamış arzularını, açığa vurmadığı ya da vuramadığı duygularını,
düşüncelerini, güdülerini, umutlarını, beklentilerini öğrenmek gerekir. Bunlara ait ipuçlarını
yakalayabilmek için çocuklara hayalî durumlar verilerek en çok elde etmek istedikleri şeyler
sorulabilir (Örneğin; masallardaki gibi, "Bir peri size, dile benden ne dilersen?" dese, "En çok

127
istediğin üç dileğin neler olurdu?" gibi şeyler sorulur.).
Bu teknik, sözlü ya da yazılı uygulanabilir. Küçük yaşlardaki çocuklara daha uygundur. Bu
çalışma, kişinin yanıtlarındaki dilek ve özlemleri üzerinde etraflıca görüşebilmeye, böylece
kişinin kendini daha iyi anlamasına, iç görü kazanmasına yardımcı olur.

f. Tümce Tamamlama
Bireyin özlemlerine, çelişkilerine, bilinçaltına, doyurulmamış arzularına ait ipuçlarını
yakalamada kullanılır. Bireye yönelik, başı veya sonu verilmiş yarım tümceleri içeren bir liste
hazırlanır. Bireyin yarım tümceleri anlamlı bir tümce hâline koyması istenir. ifadelerin ev, aile,
arkadaş, kişiler arası ilişkiler ve kendisi ile ilişkileri sistemli bir şekilde kapsamasına dikkat
edilir. Örnek:
"Ben babamı........................................................................."
"Keşke kardeşim................................................................"
"Annem bana......................................................................."

"Bir hata yapınca..............................................................."


"Kendimi................................................................................."
"............................................................ daima üzülürüm."
"........................................................................... isteksizim."
".................................................................. nefret ederim."

Okul öncesi eğitim dönemindeki çocuklar okuma yazma bilmediklerinden, öğretmenin bu


tümceleri söylemesi ve çocuğun sözlü olarak tamamlaması beklenir.

g. Dereceleme Ölçekleri
Bu ölçekler, doğal koşullar altındaki gözlem sonuçlarının düzenli olarak saptanması
amacıyla kullanılır. Dereceleme ölçekleri, genellikle bir kişinin kişilik özelliklerinin ya da
belirli bir alandaki durumunun değerlendirilmesini sağlar. Dereceleme, grup içindeki kişileri
iyi tanıyanlarca yapılmalıdır. Aynı konuyu birden çok kişi derecelerse, sonuç daha sağlıklı olur.
128
Dereceleme ölçekleri:
a. Sayısal dereceleme,
b. Grafikle dereceleme,
c. işaretleme listesi düzenleme şeklinde hazırlanmaktadır. “Kimdir Bu?” tekniği de bir
dereceleme ölçeği sayılabilir.
Sayısal Dereceleme Ölçeği: Öğretmenin, öğrenci başarılarını belirlemek amacıyla birden
beşe ya da birden ona kadar not vermesidir.
Grafikle Dereceleme Ölçeği: Ölçülecek özellik yatay bir doğru üzerinde aşamalı olarak
gösterilir. Örneğin; arkadaşlık ilişkilerini derecelemek amacıyla;

aşırı baskıcı soğuk ve ilgisiz kimi zaman baskıcı, çoğunlukla her zaman
soğuk; kimi zaman demokratik demokratik demokratik
işaretleme Listesi: Derecelemeyi yapacak kişiden, bir dizi özelliğin oluşturduğu liste
üzerinde, dereceleyeceği kişinin özelliklerine uygun düşen anlatımın ya da betimleme
maddelerinin karşısına çarpı işareti (X) koyması istenir. Örneğin;

1. SEVGi
( ) insanlara yapışkan bir sevgiyle yöneliyor.
( ) Aşırı bir sevgi gösterisinde bulunuyor.
( ) Ara sıra aşırı sevgi tepkileri gösteriyor.
( ) Çoğunlukla dengeli sevgi tepkileri gösteriyor.
( ) Her zaman dengeli sevgi tepkileri gösteriyor.
2. ÖFKE
( ) Öfkelenmek için neden arıyor.
( ) Sık sık öfkeleniyor.
( ) Zaman zaman öfkelenmemesi gereken konulara öfkeleniyor.
( ) Kolay kolay gereksiz yere öfkelenmiyor.
129
( ) Gereksiz yere öfkelendiği olmuyor.

h. Rol Dağıtım Tekniği


Öğrencilerin belirgin özelliklerini ortaya çıkarmaya yarayan bir tekniktir. Bir oyun seçilir ve
öğrencilere bu oyunun sahneye konulacağı anlatılır. Oyunda yer verilmiş olan oyuncuların
kişilik özellikleri anlatılır ya da oyun öğrencilere okunur. Öğrencilerden bu rollere uygun
kişileri seçmeleri ve listeye yazmaları istenir. Her öğrenciye ilişkin olarak elde edilen bu
bilgiler, öğrencilerin olumlu ve olumsuz kimi kişilik özelliklerinin tanınmasına yardım etmiş
olur.
Bu tekniğe örnek olarak, Şirinler adlı çizgi filmden yararlanılabilir. Filmdeki kahramanlar
ve özellikleri aşağıdaki şekilde belirtilebilir:

Kahramanlar (Roller) Özellikleri


Şirin Baba Herkes onun sözünü dinler, suç işleyenleri affeder ve sorunları çözer.
Şirine Sık sık süslenir, aynaya bakar.
Bilgin Şirin Çok kitap okur, her konuda bilgisi vardır.
Şakacı Şirin Arkadaşlarını güldürür, sık sık şaka yapar, bazen arkadaşlarını kızdırır.
Uykucu Şirin Uykusu uzun sürer. Fırsatını bulduğunda uyumak ister. Bir şey yaparken
bazen gözleri kapanır.
Çiftçi Şirin Doğayı, çiçekleri, ağaçları sever, onları korumaya çalışır. Ağaçların ve
çiçeklerin bakımına özen gösterir. Arkadaşlarının çiçekleri çiğnemesine izin vermez.

ı. Ev Ziyaretleri
Ev ziyaretleri, çocuk ve yakın çevresi hakkında bilgi toplamak ve ailenin yardımını,
desteğini sağlamak açısından yararlıdır. Ev ziyaretleri, çocuğa ait belli bir sorunun, aile ile
görüşülmesi amacıyla yapıbilir. Ziyarette elde edilen olgu ve konular, ziyaretten hemen sonra
kaydedilmelidir. Öğrenciyi ve ev atmosferini daha ayrıntılı tanımak amacıyla yapılan
ziyaretlerde öğretmen veya danışman; aileye, önceden tasarladığı belli bazı sorularla ve planla
gitmelidir.

130
i. Sosyodrama
Sosyodrama, bir grubun ortak sosyal probleminin dramatize edilerek incelenmesidir. Dikkat,
belli bir kişiden çok, grup ve grubun ortak problemi üzerinde yoğunlaşır. Bireyin gruptaki diğer
kişilerle olan ilişki tarzına dikkat edilir. Bireyler, belli tipleri temsil ederler. Temsil edilen
problem, grubun or- tak bir sosyal problemidir.
Sosyodrama için seçilebilecek konular, anne babanın sınıf ziyaretleri, geziye çıkan öğrenci
grubu, ders yılı içinde sınıfta kalan öğrenci, öğretmenin hastalanması, doktora giden öğrenci
vb. konular olabilir. Sırasıyla şu adımlar takip edilir:
1. Oyun hazırlanır, konu ve roller belirlenir.
2. Oyuncular seçilir.
3. Sahne hazırlanır.
4. Gözlemciler belirlenir (Tüm sınıf olabilir.).
5. Oyun oynanır.
6. Oynanan oyunun tartışması yapılır.

Bu adımların her biriyle ilgili olarak yapılacak işler önceden ayrıntılı bir biçimde planlanır,
sonra da uygulamaya geçilir.
Eğer oyunun hazırlıksız konuşmalarla sürdürülmesi kararlaştırıldıysa oyunda sorunun
çözüm koşulu aranmaz, bu nokta izleyicilere bırakılır. Oyunun sonunda, grup; tüm davranışları,
sorunu ve oyuncuların kullandıkları yöntemi tartışır. Bunun sonucunda grup, sorunun ögelerine
ve çözüm yollarına ilişkin bir görüş kazanmış olur. Grup üyeleri ise, kendi sorunlarına gerçekçi
bir biçimde yönelme olanağı bulur ve toplumsal baskının olmadığı bir ortamda içlerini dökerek
duygusal gerginliklerinden kurtulurlar. Tüm bunların sonucu olarak da öğrencilerin,
öğretmenleri ve arkadaşlarıyla ilişkileri gelişme gösterir.

131
Uygulamalar

1-Öğretmenin okulda çocuğun ruh sağlığını nasıl etkilediğini çevrenizden gözlemleyiniz.


2- Arkadaşın okulda çocuğun ruh sağlığını nasıl etkilediğini çevrenizden gözlemleyiniz.

132
Uygulama Soruları

133
1- Okulöncesi kurumunun çocuğu okula hazırlamasının önemi nedir?
2- Arkadaş çevresini doğru olarak oluşturması için çocuğa nasıl destek verilebilir?

134
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Okul öncesi eğitim yaşantısının, çocuğun psiko-sosyal ve zihinsel gelişimine katkı yaptığı bir gerçektir.
İlginin kendi üzerinde toplandığı bir ev ortamından okul ortamına geçiş ve çok sayıda insanla ilişki kurmak,
çocuğun bir bocalama dönemine girmesine neden olmaktadır. Eğer okul öncesi eğitim kurumu bu bocalama
ve şaşkınlığı giderecek güven verici bir sevgi ortamı sunabiliyorsa, eğitim kurumundan beklenen yarar
sağlanabilir.
Bu dönem çocuğunun fizyolojik ve psikolojik özellikleri ve gereksinimleri, okul öncesi eğitim
kurumunun yardımcı personelinden yöneticisine, öğretmeninden psikoloğuna kadar kendi görevlerini
ilgilendiren yönleriyle iyi bilinmelidir. Çocuğa sağlıklı ve üretken bir kişilik kazandırma konusunda okul
öncesi eğitim kurumlarına büyük görevler düşmektedir.
Çocuğun eğitiminden sorumlu kişilerin görevi büyük önem taşımaktadır. Çocuğu tanımalı, erken yaşlarda
doğruya sadık kalma ve erdemli olma gibi kavramlar öğretilmelidir. Ruh yapısına göre onun çabalarını
anlamak, ona gücünden fazlasını yüklememek, gücünün yetmediği şeylerden sorumlu kılmamak gereklidir.
Çocuktan istenilen çabalar arasında bir denge aranması zorunluluğu vardır. Sıkı bir baskı, insanın varlığını
hiçe sayabilir ve onun kişiliğinin gelişmesini engelleyebilir, onu silik bir insan hâline getirebilir veya onu
isyankâr kılabilir. Çocuğa verilen eğitimin onun, özgün yapısını bozmadan, ruh dengesini sağlayacak
biçimde ve her yönüyle gelişmesine katkıda bulunacak şekilde olması gerekir.

135
Bölüm Soruları
1. Öğretmen, öğrenmede bireysel ayrılıklar gibi ayrıntılara girmekten kaçınmalı, zaman
kaybetmemelidir. (D) (Y)

2. Okulda disiplinin amacı, öğrencinin davranışlarını düzenlemesini sağlamak, kendi kendini yönetme
yeteneğini kazandırmak olmalıdır. (D) (Y)

3. Çağdaş eğitim anlayışında rehberlik çalışmaları, eğitimin ayrılmaz bir bölümüdür. (D) (Y)

4.Derslerin uygulanmak üzere sıralanışı ve süresi, çocukların ruh sağlığını ve başarısını etkilemez. (D)
(Y)

5.Çocuğa sağlıklı ve üretken bir kişilik kazandırma ilköğretimden itibaren başlar. (D) (Y)

136
11.HAFTA: TOPLUM VE ÇOCUK

137
Bu Derste Neler Öğreneceğiz
Bu derste, toplumumuzda çocuğa verilen önem, toplumda ruh sağlığını etkileyen etmenler
ele alınacaktır.

138
139
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1- Toplumumuzda çocuğa verilen önem hakkında ne söyleyebilirsiniz?

2- Toplumda ruh sağlığını etkileyen etmenler nelerdir?

140
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Toplumumuzda çocuğa verilen Toplumumuzda çocuğa Toplumumuzda çocuğa verilen
önem verilen önemi bilir. önem örneklerle gösterilir.
Toplumda ruh sağlığını
etkileyen etmenler Toplumda ruh sağlığını etkileyen Toplumda ruh sağlığını etkileyen
etmenlerin farkına varır. etmenler ile ilgili örnekler
verilir.

Anahtar Kavramlar
Toplum

141
TOPLUM VE ÇOCUK

Okuyalım - Düşünelim

“O gün okulda, Derya’nın doğum günü partisinin hazırlıkları vardı. Herkes tatlı bir heyecan
yaşamaktaydı. Sınıfın süslenmesi ve hazırlıkların yapılması konusunda çalışma grupları
arasında bağlantıyı sağlama görevini Ayşe üstlenmişti. Tüm gruplar kendi görevlerini kısa
sürede başarıyla yerine getirmiş ve partinin başlamasına kısa bir süre kalmıştı. Son yapılacak
iş, hediye paketlerinin masa üzerinde düzenlenmesiydi. Ayşe tüm arkadaşlarına hediyelerini
getirmeleri için duyuru yaptı. Göz alıcı paketler masa üzerinde yerini aldıktan kısa bir süre
sonra içeriye Derya girdi. Sınıfa bir göz attıktan hemen sonra ağlayarak sınıftan dışarı çıktı.
142
Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Ayşe, arkadaşlarının soru soran gözlerine kısa bir süre
baktıktan sonra Derya’nın arkasından ona yetişmek için sınıftan koşarak çıktı.”

– Derya’yı etkileyen ne olabilir?


– Derya’nın bu tepkisinin arkasında, ailesinin yaşam şeklinin etkisi olabilir mi?
– Bireyin içinde yaşadığı toplumsal katmanlar, onun ruh sağlığı, eğitim ve kişiliği
üzerinde etkili midir?

TOPLUM VE ÇOCUK

A. TOPLUMUMUZDA ÇOCUĞA VERiLEN ÖNEM


Bir toplumun yaşam biçimi, o toplumdaki çocuk yetiştirme anlayışını ve yöntemlerini
gösterir. Türk toplumunda çocuk, ilk yıllarda sınırsız denilebilecek bir özgürlük yaşar.
Şımartılarak sevilir, uygulanan kurallar gevşektir. Ancak, koruyuculuk ve kolaycılık
ağırlıktadır. Çocuğu araştırmaya yönlendirecek ortamlar sağlanmaz. Çocuk okul çağına
gelince, okulda ve evde sürekli artan bir baskıyla büyür. Bağımsız, kendine güvenen çocuk
değil; uslu davranan, boyun eğen ve söz dinleyen çocuk ödüllendirilir. Diğer toplumlarda
olduğu gibi Türk toplumunda da yaşam koşulları değişimine uygun olarak çocuk yetiştirme
konusunda önemli değişiklikler yaşanmaktadır.
Çocuğa verilen önem konusunda sağlanan ilerlemenin temelinde ekonomik güç
bulunmaktadır. Ekonomik güç elverdiğince, geleneksel eğitimin sağlıklı yönleri yaşatılırken
çocukların, değişen yaşam koşullarına uygun, bağımsız, girişimci bireyler olarak
yetiştirilmesine önem vermek gerekir.

B. TOPLUMDA RUH SAĞLIĞINI ETKiLEYEN ETMENLER


Çocuğun ruh sağlığını etkileyen en önemli etmenlerin başında, başkaları tarafından
sevilmek, takdir edilmek, kabul görmek gelir. Her çocuk, önce aile üyeleriyle sonra da
çevresiyle sevgi alışverişine girer. Çocuğun ruh sağlığını etkileyen etmenler arasında aile içi
ilişkilerin yanı sıra kültürel etmenler, sosyal sınıf farklılıkları ve iletişim araçları önemli yer
143
tutar.

1. Kültürel Etmenler
Geçmişten günümüze kadar gelen örf, âdet, gelenek, görenek ve değer yargılarının zaman
içinde etkinliğini ve geçerliğini eskisi kadar sürdürdüğü söylenemez. Fakat büyük bir bölümü
kişiye, aileye ve yöreye göre farklılıklar göstererek ağırlığını korumaya devam etmektedir.
Türk halkının gelenek, görenek, örf ve âdet bakımından zengin bir toplum olduğu
söylenebilir. Ninniler, atasözleri ve deyişler, günümüze kadar gelmiş âdet, gelenek, görenek ve
değer yargılarını yansıtan göstergelerdir. Özellikle çocukla ilgili âdetler toplumumuzda çok
yaygındır. Bunlar çocuk görme, ağaç dikme, diş hediği, saç kesme, yaş günü, sünnet, beşik
kertme, askere uğurlama gibi âdetlerdir. Doğum, sünnet, askerlik ve düğün gibi âdetlerde
armağan vermek gelenektir. Yaş günü ise batı etkisine açık ailelerde daha çok yaygındır.
Çocuğun aile eğitimi için başvurulan yollar çoğunlukla gelenekseldir. Çocuğu eğitmenin
yolu, çoğu kimselerce cezalandırma ve korkutmadan geçer. Bu tutum, çocuğu engelleyici
ve kısıtlayıcıdır. Çocuğun yeteneklerini sergilemesine olanak vermeyen, edilgen kişilik
yapısına götüren bir nitelik taşır. Cinsel konular ayıp sayıldığı için çocuk bilgilendirilmez.
Bunda yetişkinlerin bu tabularla yetiştirilmesinin etkisi büyüktür. Günümüzde, bazı değer
yargıları karşısında çelişkiye düşen çocukların karşılaştıkları güçlüklerin, bu tür aile
eğitiminden kaynaklandığı görülmektedir. Kültür etmeninin getirdiği ayrımı genç kuşaklar
daha yoğun yaşamaktadırlar.
2. Sosyal Sınıf Farklılıkları
Belli bir toplum katmanında doğmak; kişinin büyük ölçüde sağlığını, alacağı eğitimi,
seçeceği mesleği belirler. Bu doğal durum; kişinin, toplumun olanaklarından ne ölçüde
yararlanabileceği ve nereye kadar yükseleceğinin göstergesidir. Dahası, seçeceği eşi ve
oturacağı semti de önceden belirler. Toplumsal sınıf; kişinin alışkanlıklarını, geleneklerini,
değer yargılarını, amaçlarını biçimlendirir. Zevklerini, özlemlerini etkiler, kısacası sınıfsal
kültürünü oluşturur. Araştırmalar gösteriyor ki belli bir toplum katmanında doğmak kişinin tüm
yaşamını her bakımdan etkiler; bir bakıma yazgısını çizer. Örneğin; üst sınıflardan aşağı
inildikçe beslenme ve sağlık durumunun bozulduğu, hastalıkların ve ölümlerin arttığı görülür.
Çocuk ölümlerinin en aza indiği ABD’de bile en alt toplumsal sınıfta bebek ölüm oranı, en üst
sınıfa göre iki kat daha yüksektir. Erişkinler arasında da hastalanma oranı alt sınıflarda daha
yüksektir. Süregelen hastalıklar ve sakatlıklar daha sıktır. Yukardan aşağı inildikçe suç işleme
144
ve tutuklanma oranının da arttığı saptanmıştır.

Toplumsal sınıf ayrılıkları, aile ilişkilerine ve çocuk eğitimine de yansımaktadır.


Zenginlerin, iş adamlarının, doktor, avukat, mühendis gibi serbest meslek sahiplerinin ve üst
düzey yöneticilerin yer aldığı en üst iki sınıfta, ailenin ortak özellikleri şöyle özetlenebilir: Bu
ailelerde eğitime, başarıya ve toplumda yükselmeye çok önem verilir. Babalar sorumluluğu çok
olan işlerde yoğun olarak çalışırlar. Çalışma saatleri uzun, dinlenme süreleri kısadır. Ailelerine
ayıracakları zaman sınırlıdır. Yaşam temposu çok hızlıdır. Günler, bir yerden bir başka yere
koşturmakla geçer. iş dışında dernek çalışmaları, toplantılar, kokteyller, yemekler, iş gezileri
babayı bir görünüp bir kaybolan kişi yapar. Anne de ya bir meslek kadınıdır, işiyle evi arasında
bölünmektedir ya da hiç zamanı olmayan bir ev hanımıdır. Ev dışında yardım derneklerinde,
kadın kollarında, okul aile birliğinde görevleri vardır. Bazı ev hanımları, partilere ve günlere
yetişmek zorundadır; çarşıya gider, çocukları kurslara, baleye, müzik dersine yetiştirmeye
çabalar. Bazıları ise, evde çocuklarının ödevlerine yardım eder. Sık sık okula gidip
öğretmenlerle görüşür. Çocuklar hastalanınca hekime götüren de odur. Böyle bir anne evin tüm
sorumluluğunu yüklenmiştir. Babaya danışsa da kararların çoğunu tek başına vermek
durumundadır. Babayla çocuklar arasında elçilik yapan, ilişkileri düzenleyen, gidiş gelişi
düzenleyen odur. Aile içindeki ilişkiler genellikle demokratiktir. Sorunlar konuşarak,
inandırarak, uzlaşarak çözümlenir. Çocuklara değer verilir. Tüm gereksinimleri karşılanır. Kız
erkek ayrımı gözetilmez. Hepsinin başarılı olması, aile adına ve saygınlığına uygun bir düzeye
ulaşmaları beklenir. Çocuktan hiçbir şey esirgenmez ama onun karşılığında başarılı olması
istenir. Çocuklar ayrı ayrı kişilikleri olan bireyler olarak görülür. Çocuk dinlenir, soruları
yanıtlanır, disiplinde dayağa az yer verilir ya da hiç yer verilmez.
Yoksul aile, toplumsal sınıf sıralamasında en alt sırada yer alan ve gelir dağılımından,
eğitimden, sağlıktan ve genellikle olanaklardan en az pay alan ailedir. Kimi toplumlarda bu
kesimde yaşayanlar yokluk, açlık ve sefalet içindedir. Gelişmiş toplumlarda ise devlet desteği
ile ayakta duran, o toplumun verebileceği yardımla yetinen ailelerdir. Açlıktan ölmezler ama
sürekli darlık çekerler. Fırsat eşitliğinden, sağlık hizmetlerinden, eğitimden yararlanma da en
alt düzeydedir. Ne iş güvenceleri vardır ne de hastalandıklarında dayanacak kimseleri. Genel
ruhsal durumlarında karamsarlık, güçsüzlük, dayanıksızlık ve yazgılarına boyun eğiş
egemendir. Evde kargaşa, gürültü, düzensizlik sürmeye devam eder. Anne yorgun, şaşkın ve
öfkelidir. Yokluktan gelen ruhsal bezginlik ve tükenmişlik içindedir. Baba genellikle yüzü
gülmeyen, az konuşan, ev geçindirme sorumluluğu altında ezilmiş bir insandır. Eve yorgun ve
145
öfkeli döner. Kızdığı zaman çoluk çocuk ayrımı yapmadan herkesi sıra dayağından geçirir.
Karısından ve çocuklarından tam baş eğme bekler. Yoksul evinde kadın-erkek rol paylaşımı
kesin çizgilerle bellidir. Çocuklarla sözlü iletişim yetersizdir. Çocuğu zihinsel uyarma,
sorularını yanıtlama olayı yok gibidir. Çocuk, ana babadan ne denli uzak durursa o denli iyidir.
Birlikte oynamak, gülüşmek, eğlenmek en az düzeydedir. Aile, çocuk erkekse ve tek ise onunla
daha çok ilgilenip şımartabilir. Çocuklardan boyun eğme beklenir.
Çocuk hangi katmanda dünyaya gelirse gelsin, içine doğduğu toplumun değer yargıları ve
tutumları doğrultusunda hareket etmeyi öğrenecektir. Aksi takdirde, uyumsuz olarak etiketlenip
toplumdan uzaklaşmak zorunda bırakılacaktır. İçinde doğup yetiştiği toplumun normlarına göre
hareket etmeyen çocuğun ruh sağlığının bozulma riski de daha yüksek olacaktır.
Ayrıca toplumların normları zamana göre de farklılıklar göstermektedir. Bireylerin uzun
süreli olarak içinde yaşadığı toplumdan ayrı kalması ve tekrar o topluma geri dönmek
durumunda kalması hâlinde, yine bireyde ruhsal sorunların yaşanması mümkündür. Toplumun,
bireylerin kişilik gelişimi ve ruh sağlığı açısından önemli bir etkisi olduğu hiçbir zaman
unutulmamalıdır.

146
Uygulamalar

1- Toplumumuzda çocuğa verilen önemi çevrenizden gözlemleyiniz.


2- Toplumda ruh sağlığını etkileyen etmenleri gözlemleyiniz.

147
Uygulama Soruları

1- Toplumumuzda çocuğa verilen önemi araştırınız.


2- Kitle iletişim araçları ruh sağlığını nasıl etkilemektedir?

148
149
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Türk toplumunda çocuk, ilk yıllarda sınırsız denilebilecek bir özgürlük yaşar. Şımartılarak sevilir,
uygulanan kurallar gevşektir. Ancak, koruyuculuk ve kolaycılık ağırlıktadır. Çocuğu araştırmaya
yönlendirecek ortamlar sağlanmaz. Çocuk okul çağına gelince, okulda ve evde sürekli artan bir baskıyla
büyür. Bağımsız, kendine güvenen çocuk değil; uslu davranan, boyun eğen ve söz dinleyen çocuk
ödüllendirilir. Diğer toplumlarda olduğu gibi Türk toplumunda da yaşam koşulları değişimine uygun olarak
çocuk yetiştirme konusunda önemli değişiklikler yaşanmaktadır.
Çocuğun ruh sağlığını etkileyen en önemli etmenlerin başında, başkaları tarafından sevilmek, takdir
edilmek, kabul görmek gelir. Her çocuk, önce aile üyeleriyle sonra da çevresiyle sevgi alışverişine girer.
Çocuğun ruh sağlığını etkileyen etmenler arasında aile içi ilişkilerin yanı sıra kültürel etmenler, sosyal sınıf
farklılıkları ve iletişim araçları önemli yer tutar.

150
Bölüm Soruları

1- Türk toplumunda çocuk, ilk yıllarda sınırsız denilebilecek bir özgürlük yaşar. Şımartılarak sevilir,
uygulanan kurallar gevşektir. Ancak, koruyuculuk ve kolaycılık ağırlıktadır. (D) (Y)

2- Bağımsız, kendine güvenen çocuk değil; uslu davranan, boyun eğen ve söz dinleyen çocuk ödüllendirilir.
(D) (Y)

3- Toplumumuzda çocuk görme, ağaç dikme, diş hediği, saç kesme, yaş günü, sünnet, beşik kertme,

151
askere uğurlama gibi çocukla ilgili âdetler çok yaygındır. (D) (Y)

4- Yoksul aile, toplumsal sınıf sıralamasında en alt sırada yer alan ve gelir dağılımından, eğitimden,
sağlıktan ve genellikle olanaklardan en az pay alan ailedir. (D) (Y)

5- Türk halkının gelenek, görenek, örf ve âdet bakımından zengin bir toplum olduğu söylenemez. (D) (Y)

152
12.HAFTA: ÖZEL EĞiTiME GEREKSiNiMi OLAN ÇOCUKLAR

153
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümde, özel eğitime gereksinimi olan çocuklar ele alınacaktır.

154
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1- Özel eğitime gereksinimi olan çocuklar dendiğinde aklınıza ilk olarak ne gelir?
2- Engelliler nasıl sınıflandırılmaktadır?

155
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Özel eğitime gereksinimi olan
Özel eğitime gereksinimi olan Özel eğitime gereksinimi olan
çocuklar üzerinde durulur.
çocuklar çocuklar hakkında bilgi sahibi
olur.

Engelliler nasıl Engellilerin sınıflandırılması


Engellilerin sınıflandırılması
sınıflandırıldığını bilir. üzerinde durulur.

156
Okuyalım - Düşünelim

“Yarıyıl tatiline bir hafta kalmıştı. Ayşe, ablası ve annesi ile birlik- te tatili
geçirmek için Ankara’daki teyzesinin yanına gideceklerdi. Ayşe’nin kuzeni
Murat 8. sınıfa devam etmekteydi. Murat, sınıfını sürekli takdir belgesiyle
geçen, resim yarışmalarında birincilikleri olan ve okulun basketbol takımında
oynayan başarılı bir öğrenciydi. Diğer kuzeni altı yaşındaki Demet; kısa bir süre
önce trafik kazası geçirmişti. Her iki bacağı da bu kazada zarar görmüştü.
Doktorlar ameliyatın başarılı geçtiğini söyledikleri hâlde aile ve akrabaların
endişeleri devam etmekteydi. Demet, bir daha yürüyemeyebilirdi! Ayşe yarıyıl
tatilini ve her iki kuzenini zihninden geçirdi ve kendi kendine sorular sordu.”

– Kendisinin de Murat gibi olması mümkün müydü?


– Aynı kazayı kendisi geçirmiş olsaydı, yaşamında neler değişirdi?
– Demet bir daha yürüyemezse, okula başladığında onun yaşamını
kolaylaştırmak için ne türden önlemler alınabilirdi?
– Çevresinde başka hangi engel grubundan insanlar vardı?

ÖZEL EĞiTiME GEREKSiNiMi OLAN ÇOCUKLAR

157
Ülkemizde 1981 yılında kurulan "Sakatları Koruma Millî Koordinasyon
Kurulu", engelli kişi kavramını şöyle tanımlamıştır: "Bedensel, zihinsel,
duygusal ve sosyal özelliklerinde belirli bir oranda fonksiyon kaybına neden
olan organ yokluğu veya bozukluğu sonucu, normal yaşamın gereğine
uyamayacak düzeyde özürlenmiş kişiye engelli denir."
Engelliler şu şekilde sınıflandırılmaktadır:
1. Bedensel engelliler
a. Görme engelliler
b. İşitme engelliler
c. Ortopedik engelliler
2. Zihinsel engelliler
"' A. BEDENSEL ENGELLiLER
1. Görme Engelliler
Çeşitli nedenler sonucu görme duyusunu kısmen ya da tamamen yitirmiş
kişilere “görme engelli” denir. Bütün düzeltmelere rağmen iki gözle görmesi
1/10 ile 3/10 arasında olan ve özel birtakım araç ve yöntemler kullanmadan
eğitim-öğretim çalışmalarında görme gücünden yararlanması mümkün
olmayan kişilere "az gören" denir. Bütün düzeltmelere rağmen iki gözle
görmesi 1/10’dan aşağı olan; eğitim-öğretim çalışmalarında görme gücünden
yararlanılmasına olanak olmayan kişilere de "kör" denir.

Özsoy (1998), görme engelli olmanın nedenlerini şöyle


sınıflandırmaktadır:
• Doğum öncesi nedenler: Doğum öncesinde çocuğun görme engelli
olmasında, annenin hamilelik döneminde geçirdiği çeşitli hastalıklar, kalıtımla
gelen hastalıklar ve kazalar başta gelen nedenlerdir. Hamilelik döneminde
annenin geçirdiği kızamıkçık, ateşli ve virüslü hastalıklar, beslenme
158
bozuklukları, düşme, çarpma ve ev, iş, trafik kazalarının çocuğun görme
sinirlerini veya görme organını etkilemesi, çocukların görme engelli olmasına
neden olmaktadır.
• Doğum sırasındaki nedenler: Doğum anı travmaları, çocuğun görme
engelli olmasında başta gelen nedenlerdendir. Çocuğun doğumunun güç ve geç
olması, normal doğumun olmaması durumunda forsepsin yanlış kullanılması,
çocuğun görme engelli olmasına neden olmaktadır. Geç ve güç doğumlarda
kordonun bebeğin boynuna sarılması ya da başka nedenlerden ötürü bebeğin
üç dakikadan fazla nefessiz kalması sonucunda çocuğun beyninin etkilenmesi,
eğer bu etkilenme bebeğin görme merkezindeyse çocuğun görme engelli
doğmasına neden olur.
• Doğum sonrası nedenler: Doğum öncesinde görme engelli olmaya neden
olan, kalıtımla geçen bazı hastalıklar, ilk çocukluk çağından itibaren gelişerek
çocuğun engelli doğmasına yol açmaktadır.
Yine çocukluk döneminde sivri uçlu, keskin, patlayan oyuncaklarla oynama
ya da yanma, zehirlenme, düşme, trafik kazası gibi nedenlerle görme engelli
olunmaktadır.
Görme engeli, dil gelişimini olumsuz etkilememektedir. Görme yetersizliği
olanlar zekâ testlerinin sözel bölümlerinde, görenlere göre çok düşük puanlar
almamaktadırlar. Ancak, görme yetersizliği olan kişiler, bilişsel becerilerde
görenlerden farklılaşmaktadır. Görenler, görme duyusu aracılığıyla çok
sayıdaki unsuru organize edip bütünleştirebilmektedir. Görme engeli olanlar
ise birincil olarak dokunma duyusuna bağımlı kalmak zorundadır. Bu nedenle
bilgilerin kazanılmasında sınırlılıklar oluşmaktadır.
Görme yetersizliği olan kişilerin özel gereksinimleri; devinimsel gelişimde,
hareket özgürlüğünde ve günlük yaşamda olduğundan, bu alanlardaki
programlarda engelli kişiye göre uyarlamalar yapmak gerekir.
Okul öncesi dönemdeki yaşantılar, daha sonraki yıllarda gerçekleşecek
gelişmeler için önemli bir temel oluşturmaktadır. Bu nedenle, görme engelli
159
olan çocukların eğitimine mümkün olduğunca erken dönemde başlanmalıdır.
Görme engelli olan çocuklarda, görenlerle benzer gelişimin görülebilmesi için
eve ve okula dayalı paralel eğitim programları geliştirilmelidir.

Okuldaki programların da görme engelli olan çocukların değişik etkinliklere


katılabileceği şekilde düzenlenmesine dikkat edilmelidir. Okul öncesi
dönemdeki görme engelli çocuk, çevresini inceleme ve tanımada çekingen
davranabilir. Bu konuda çocuğun yüreklendirilmesi zihinsel gelişimini ve
bağımsızlığını kazanmasına büyük katkı sağlayacaktır.
Görme Engelli Çocuğun Öğretmenine Öneriler
• Görmeyen çocuklardan henüz ulaşamadıkları aşamanın özellikleri
beklenmemelidir.
• Çocuk sizin istediğiniz hızda değil, doğuştan getirdiği büyüme hızı ile
gelişecektir.
• Gören çocukların kendiliğinden öğrendikleri şeyleri, görmeyen çocuğun
öğrenebilmesi için yetişkinin yardımına gereksinimi vardır.
• Görme engelli çocukta görmenin yerini, özellikle okul öncesi dönemde
dokunma duyusu alacaktır.
• Görme engelli çocuk, cisimleri, tanımak için görenlerden daha çok
ağzına götürmeye çalışacaktır.
• Çeşitli kumaşları tenine değdirerek dokunma duyusu geliştirilebilir.
• Görmeyen bebekler kendiliklerinden emeklemezler. Gören bebekler ilgi
çeken bir varlığa ulaşmak için emekler. Sesli oyuncaklarla görmeyen bebeği
emeklemeye teşvik etmelidir.
• Görmeyen çocuğa koşma, zıplama, çömelme gibi hareketler öğretilirken
yetişkin, elleriyle çocuğun vücudunu hareket ettirmelidir. Aynı zamanda
yaptırılan hareketler adlandırılmalıdır.

160
2. İşitme Engelliler
Doğum öncesi, doğum anı ve doğumdan sonraki nedenler sonucunda
işitme duyusunu kısmen veya tamamen yitiren kimselere "işitme engelli" denir.
Bütün düzeltmelere karşın işitme kaybı 25-70 desibel arasında olan ve
yardımcı araçlarla eğitim-öğretim çalışmalarından yararlanabilen kimselere
"ağır işiten" denir. Bütün düzeltmelere karşın işitme kaybı 70 desibelden fazla
olan ve eğitim-öğretim çalışmalarında işitme gücünden yararlanamayan
kimselere "sağır" denir.
İşitme engelli olmanın nedenlerini şu üç grupta toplayabiliriz:
• Doğum öncesi nedenler: Doğum öncesi nedenlerin başında kalıtımsal
nedenler gelmektedir. Kalıtımla daha çok duyusal, sinirsel türden işitme özürü
geçmektedir. İşitme engelli olmada bir diğer etmen de çocuk ile anne kanının
uyuşmazlığıdır. Anne kanının Rh (-),çocuğun kanının Rh (+) olması hâlinde
anne kanı ile fetüsün kanı arasındaki geçişmeden annenin kanında bir çeşit
saldırıcı meydana gelmektedir. Bu saldırıcılar Rh (+) olan çocuk kanındaki
alyuvarları tahrip etmekte ve bu durum sağırlığa neden olmaktadır.
• Doğum sırasındaki nedenler: Erken doğum, geç doğum, güç doğum ve
geçici kordon dolanması, sezaryenle doğum süresinin uzaması ve oksijensiz
kalması gibi durumlar da sağırlığa neden olur. Doğum anında oluşabilecek
kazalar, çarpmalar dış ve orta kulakta zedelenme yapabilir ve iletimsel işitme
engellerine neden olabilir.
• Doğum sonrası nedenler: Çocuğun geçirdiği menenjit, kızıl, kızamık,
kabakulak, boğmaca, çiçek gibi bazı enfeksiyon hastalıkları sağırlığa neden
olabilir. Kaza sonucu çarpma, düşme, yanma, kulak içine yabancı cisim
kaçırma gibi etmenler yüzünden işitme engelli olunabilmektedir. Şiddetli
gürültüde uzun süre kalmak da sağırlığın nedenlerindendir.
İşitme engellilerin eğitiminde işitme eğitimi, dudaktan anlama ve dinleme
eğitimi yoluyla engelli kişinin çevrede konuşulanları anlayabilmesi sağlanır.
161
Doğuştan sağır olan çocuklar, üç yaşına kadar olan süreyi evde
geçireceklerinden bu dönemde aileye yönelik eğitim verilmelidir. Bu dönemde,
gezici ya da ziyaretçi öğretmenlik uygulamalarına yer verilebilir. İşitme engeli
olan çocuk 4-6 yaş arasındaysa, normal çocukların devam ettikleri okul öncesi
eğitim kurumlarında eğitime tâbi tutulabilir. Gezici öğretmenlik yaklaşımıyla
çocuğa ve öğretmenine gerekli özel yardımlar yapılarak çocuk, bu dönem- de
çevresindekilerle konuşarak anlaşabilir hâle getirilebilir.
İşitme Engelli Çocuğun Öğretmenine Öneriler
• İşitme engelli olan çocukta işitmenin yerini, özellikle okul öncesi
dönemde görme duyusu alacaktır. Çocuğun bol bol görsel materyalle
desteklenmesi gerekir.
• Çocuğa sabırla yaklaşılmalıdır.
• Çocuğun sizi görebildiği durumlarda ve dudaklarınızın hareketini takip
edebileceği şekilde iletişim kurulmalıdır.
• Yapamadıklarına değil yapabildiklerine dikkat çekilerek
cesaretlendirilmelidir. Böylece, kendine güven duygusu gelişecektir.
• Engelinden dolayı toplumdan saklamaya çalışmak yerine onun, çevreyle
iletişim kurmasına, oyun oynamasına, arkadaşlar edinmesine yardımcı
olunmalıdır.

3. Ortopedik Engelliler
İnsanlar doğum öncesi, doğum anı ve doğumdan sonra çeşitli nedenler
sonucu ortopedik engelli olabilmektedir. Ortopedik engelliyi, eğitimciler,
rehabilitasyon uzmanları ve tıp uzmanları farklı farklı tanımlamaktadır. Millî
Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Okulları Yönetmeliğinin 6. maddesinde;
ortopedik engelli; bütün düzeltmelere karşın iskelet sistemi, kas sistemi, kas ve
eklemlerdeki özürlerinden dolayı normal eğitim-öğretim çalışmalarında yeteri
kadar bedeninden yararlanamayan kişiler olarak tanımlanmaktadır.
162
Bireylerin ortopedik engelli olma nedenlerini şu üç grupta toplayabiliriz:
• Doğum öncesi nedenler: Doğuştan kalça çıkıklığı, çarpık ayak, kol ve
bacak eksiklikleri, yapışıklıkları, parmak kusurları, omurga, sırt ve bel zinciri
kusurları, felçler, kürek ve köprücük kemiği kusurlarıdır. Annenin hamilelik
döneminin ilk üç ayında; kızamıkçık ya da yüksek ateşli hastalıklar geçirmesi,
kazalar, beslenme yetersizliği, kan uyuşmazlığı, annedeki hamilelik
döneminde oluşan metabolizma bozuklukları, doğuştan ortopedik engelli
olmaya neden olmaktadır.
• Doğum sırasındaki nedenler: Geç doğum ve zor doğum nedeniyle
meydana gelen zedelenmeler, beyin özürüne bağlı felçlere neden olmaktadır.
• Doğum sonrası nedenler: Doğumdan sonra ortopedik engelli olmanın
nedenlerini kazalar, felâketler (deprem, yangın, savaş vb.), felç, verem vb.
hastalıklar şeklinde sıralayabiliriz.
Normal okul ortamında yapılacak bazı değişikliklerle, bu çocukların çoğu
normal sınıfta eğitim alabilmektedir. Bedensel yetersizlikten ağır derecede
etkilenmiş olan çocuklardan bazılarının özel eğitim ortamlarında, hastanede ve
evde özel yetişmiş öğretmenlerle, uzmanlarla ve araç gereç yardımıyla eğitim
görmeleri gerekmektedir.
Çünkü bedensel bozuklukların doğurduğu aşağılık duygusu kişiyi rahatsız
eder ve onu birtakım ödünleme yolları araştırmaya zorlar. Böylece birey, ya
güç ve yeteneklerini antisosyal veya marazî ödünleme olanakları üzerinde
toplayarak nevroz geliştirir, yahut da takdir ve onay toplayacağı bir alana
yönelerek yükselir ve elde ettiği başarı yoluyla sakatlığın doğurduğu aşağılık
duygusunu yatıştırır. Napolyon örneğinde olduğu gibi; Bonapart, boyunun
kısalığının, içinde yarattığı aşağılık duygusunu askerlik ve siyaset alanında
büyük bir kişilik hâline gelmek suretiyle ödünlemiştir.
Bedensel yetersizlikleri olan çocukların engellerine uygun şekilde
düzenlenmiş ortamlar hazırlanmalıdır. Ortopedik engeli olan çocukları kabul
eden okul öncesi eğitim veren kurumların kapıları, köşeleri yuvarlatılmalı,
163
genişletilmeli, köşelerin yuvarlatılmış, sivri uçları örtülmeli ve merdivenlerine
trabzan eklenmelidir. Yerlerin kaygan olmaması gerekir. Oyun alanları,
tuvaletler ve musluklar tekerlekli sandalye ve koltuk değneklerine göre
planlanmalıdır.
Bedensel Engelli Çocuğun Öğretmenine Öneriler
• Çocuğun bedensel yetersizliği onun diğer gelişim alanlarında da yetersiz
olacağı anlamına gelmez.
• Çocuk eğer yürüyemiyor, emekleyemiyor veya oturamıyorsa
çevresiyle ilgisi sınırlı kalacaktır. Bu nedenle mümkün olduğunca çevreyi
çocuğa göre düzenlemeli, gerekli materyaller çocuğun yakın çevresine
yerleştirilmelidir.
• Çocuk, yardımla yapabildiği işlerde desteklenmelidir. Çünkü zamanla
bu işleri yardımsız olarak başarabilecektir.
• Yapamadıklarına değil yapabildiklerine dikkat çekilmeli ve çocuk
cesaretlendirilmelidir. Böylece kendine güven duygusu gelişecektir.

B. ZiHiNSEL ENGELLiLER

Zihinsel engellilik; organik, psikolojik, sosyal ve çevresel nedenlere


bağlı olarak zekâ fonksiyonlarının normalin altında bulunması, öğrenme ve
sosyal uyum sağlayıcı davranışlarda bozukluğun görülmesi ve bu davranışın
gelişim dönemi içinde ortaya çıkması durumudur.
Zihinsel engellilerin bilinen nedenlerinin sayısı oldukça fazla olmakla
beraber, bilinmeyenlerin sayısı bilinenlerden daha çoktur.
Zihinsel engelli olmanın nedenlerini şu üç grupta toplayabiliriz:
• Doğum öncesi nedenler: Doğum öncesi nedenlerin başında kalıtım
gelmektedir. Annenin hamilelik döneminde; kızamıkçık ve yüksek ateşli
164
hastalıklar geçirmesi, anne sağlığının bozulması, annenin ağır beslenme
bozukluklarına maruz kalması da zihinsel engellilikte önemli etkenlerdir.
• Doğum sırasındaki nedenler: Erken doğum, geç doğum, güç doğum ve
geçici kordon dolanması, kanamaların olması, sezaryenle doğum süresinin
uzaması ve bebeğin oksijensiz kalması gibi durumlar zihinsel engele neden
olur. Doğum anında oluşabilecek kazalar, çarpmalar da zihinsel engele neden
olabilir.
• Doğum sonrası nedenler: Çocuğun geçirdiği menenjit, pnömoni, sepsis
gibi ağır enfeksiyon hastalıkları ve psikososyal yetersizlikler engelliliğe neden
olabilir.
Zihinsel Engelli Çocuğun Öğretmenine Öneriler
• Her şeyden önce çocuğu olduğu şekilde kabul etmelidir.

• Aile bireyleri birbirini suçlamamalıdır. Çocuğu aileye verilmiş bir ceza


olarak görmemelidir.
• Engelli çocuğun diğer tüm çocuklar gibi ilgi ve şefkate gereksinimi
vardır.
• Engelinden dolayı toplumdan saklamaya çalışmak yerine onun, çevreyle
iletişim kurmasına, oyun oynamasına, arkadaşlar edinmesine yardımcı
olunmalıdır.
• Yapabileceği basit işler verilmeli ve bitirmesi sabırla beklenmelidir.
• Öğrenilen her yeri bilginin tekrarlar ile alışkanlık hâline getirilmesine,
her şeyin açık ve kolay anlaşılacak şekilde verilmesine dikkat edilmelidir.
• Öğrenilmesi istenilen işin, parçalara bölünerek adım adım öğrenilmesine
yardımcı olunmalıdır.
Bir toplumda sosyal yaşam içinde engellilerin görülme sıklığı, toplumun
engelli kişileri olumlu yaklaşımla kabul edişine kuvvetle bağlıdır. Çocuğun
165
doğduğu veya engelli olduğu günden itibaren toplumca kabul görmesi,
engellinin en iyi şekilde bakılması, yetiştirilmesi, olanaklara göre eğitim alması
gerekir. Bunun için de toplumun bu konuda eğitimi ve organizasyonu çok
önemlidir.
Engeli ne olursa olsun, her çocuğun birçok ruhsal ve bedensel güç ve
yetenekleri vardır. Çocuğun bunları keşfetmesi, bütün ilgi ve gayretlerini
bunları geliştirmeye yöneltmesi, dikkatini engelinden uzaklaştırmasına hizmet
eder. Bu güç ve yetenekler, elde edecekleri başarı olanaklarının, kendilerine
karşı güvenlerinin ve sağlıklarının artmasına, sağlıklı sosyal tavır ve bağlar
geliştirmelerine yardım eder. Tüm insanların, olaya bu amaçla yaklaşmaları ve
bilinç kazanmaları engelli insanların gelişimi için en önemli adımı
oluşturmaktadır.

C. ÜSTÜN YETENEKLiLER

Üstün zekâlı ve üstün yetenekli çocukların Millî Eğitim Bakanlığınca kabul


edilen tanımları şöyledir:
Üstün zekâlı; zekâ bölümü çeşitli ölçeklerde sürekli olarak 130 veya da- ha
yukarı olan çocuklar. Üstün yetenekli; zekâ bölümü çeşitli ölçeklerde sürekli
olarak 110 veya daha yukarı olup güzel sanatlar, teknik ve benzeri alanlarda
yaşıtlarından belirli ölçüde üstün olan çocuklardır.
Üstün yetenekli çocukların bazıları, gelişimleri ve gösterdikleri başarılar
nedeniyle akran grubu içinde daha kolay fark edilirler. Ancak bazı üstün
yetenekli çocuklar sosyal, ekonomik ve kültürel nedenlerden dolayı fark
edilmeyebilirler.
Üstün yetenekli çocukların akranları içinde belirlenmelerini kolaylaştıran
özellikleri şunlardır: Bu çocukların beden yapıları ve genel sağlık durumları
yaşıtlarına göre daha iyidir. Boy uzunlukları ve ağırlıkları normal çocuklara
166
göre daha fazladır. Hastalıklara karşı daha dayanıklıdırlar. Çabuk ve kolay
öğrenirler. Sözcük dağarcıkları zengindir. Genelleme yapmada, ilişkileri
görmede, bilgilerin transferinde ileridedirler. Bellekleri kuvvetlidir. İlgi
alanları geniştir. Birçok olayların nedenini, niçinini öğrenme istekleri fazla
olduğu için çok soru sorarlar. Orijinaldirler, pratik bilgileri çoktur,
yaratıcıdırlar, hazırcevap ve girişkendirler. Arkadaşları arasında popülerdirler.
Yeni ve değişik durumlara kolay uyum sağlarlar.
“Yukarıda verilen özellikler tüm üstün yetenekli çocuklarda bulunacaktır.”
gibi bir kural yoktur. Her üstün yetenekli çocukta bu özelliklerden bazıları
diğerlerine göre daha ön plana çıkmış olabilir. Bunun yanında normal
çocuklarda da saymış olduğumuz özelliklere rastlanır. Yalnız bu bir iki
özelliğin bulunmasına karşın o çocuk yine de normal bir çocuktur. Birbirine
karıştırılmaması gerekir.
Ülkemizde üstün yetenekli çocukların seçilmesi ve eğitim kurumlarına
yönlendirilmesi konusunda ciddî güçlükler yaşanmaktadır. Bundan dolayı, bu
çocuklar normal çocuklarla aynı eğitim kurumlarına devam etmektedirler.
Ancak üstün yetenekli çocuklar için devam ettikleri eğitim kurumlarında
hızlandırma ve zenginleştirme çalışmaları yapılabilmektedir. Hızlandırma
çalışmalarında dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, bu çocukların zihinsel
performansları nedeniyle diğer gelişim alanlarının (sosyal, duygusal vb.) göz
ardı edilmemesi gerektiğidir. Çünkü bu çocuklar kendi akranlarıyla sosyal ve
duygusal gelişimlerini sağlayacaklardır. Aksi hâlde birtakım uyum ve davranış
problemleriyle karşı karşıya kalınabilir. Eğitim kurumları ve öğretmenler,
üstün yetenekli çocuklar için sınıf ortamlarını ve eğitim programlarını
zenginleştirmelidirler.

Üstün Yetenekli Çocuğun Öğretmenine Öneriler


• Her şeyden önce sınıfın ve eğitim programının üstün yetenekli öğrenciye
de yanıt verebilecek şekilde düzenlenmesine çalışılmalıdır.
167
• Üstün yetenekli öğrenciye diğerlerinden farklı olduğu duygusunu
uyandıracak ifade ve tutumlardan sakınılmalıdır.
• Üstün yetenekli öğrencilerin ön plana çıkan özelliklerinin iyi
belirlenmesine çalışılmalıdır.
• Sınıfın sosyal ve psikolojik ortamı dikkatle düzenlenmelidir.
• Çocuğunun üstün yetenekli olduğunu bilen ailelerin beklentileriyle,
çocuk üzerinde baskı oluşturmasına fırsat vermeden belli zaman aralıklarıyla
veli toplantıları düzenlenmeli, bu durum kontrol altına alınmalıdır.
• Üstün yetenekli öğrencisi olan öğretmenler kendilerini yenileme
çalışmalarına, hizmet içi eğitim kurslarına daha fazla yer vermeli, gerektiğinde
uzman kişilerden yardım isteme konusunda çekingen kalmamalıdırlar.

168
Uygulamalar

1- Toplumda engellilere yönelik davranışları çevrenizden gözlemleyiniz.


2- Engelliler ile engelli olmayanların davranışlarındaki farklılıkları gözlemleyiniz.

169
Uygulama Soruları

1- Bir engelliyle görüşme yaparak psikollojisini anlamaya çalışınız.


2- Engelli ile empati yapmayı çocuklara nasıl öğretebilirsiniz ?

170
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Ülkemizde 1981 yılında kurulan "Sakatları Koruma Millî Koordinasyon Kurulu", engelli kişi
kavramını şöyle tanımlamıştır: "Bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal özelliklerinde belirli bir oranda
fonksiyon kaybına neden olan organ yokluğu veya bozukluğu sonucu, normal yaşamın gereğine
uyamayacak düzeyde özürlenmiş kişiye engelli denir."
Engelliler şu şekilde sınıflandırılmaktadır:
1. Bedensel engelliler
a. Görme engelliler
b. işitme engelliler
c. Ortopedik engelliler
2. Zihinsel engelliler

171
Bölüm Soruları

1- Görme engeli, dil gelişimini olumsuz etkilemektedir. (D) (Y)

2- Bedensel yetersizlikleri olan çocukların engellerine uygun şekilde düzenlenmiş ortamlar


hazırlanmalıdır. (D) (Y)

3- Görme engelli çocukta görmenin yerini, özellikle okul öncesi dönemde dokunma duyusu alacaktır. (D)
(Y)

4- Doğuştan sağır olan çocuklar, üç yaşına kadar olan süreyi evde geçireceklerinden bu dönemde aileye
yönelik eğitim verilmelidir. (D) (Y)

5- Çocuğun doğduğu veya engelli olduğu günden itibaren toplumca kabul görmesi, engellinin en iyi
şekilde bakılması, yetiştirilmesi, olanaklara göre eğitim alması gerekir. (D) (Y)

172
13.HAFTA:ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN DAVRANIŞ VE
UYUM PROBLEMLERi

173
Bu Derste Neler Öğreneceğiz
Bu derste, çocuklarda görülen davranış ve uyum problemleri ele alınacaktır.
174
175
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1- Çocuklarda görülen davranış ve uyum problemleri denildiğinde aklınıza hangi davranışlar gelir?

2- Çocuklarda görülen davranış ve uyum problemleri nasıl düzeltilebilir?

176
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Çocuklarda görülen davranış ve Çocuklarda görülen davranış Çocuklarda görülen davranış ve
uyum problemleri ve uyum problemleri kavrar. uyum problemleri örneklerle
gösterilir.
177
Anahtar Kavramlar

davranış ve uyum problemleri

Okuyalım - Düşünelim

“Ayşelere konuk gelmişti. Gelen konukların iki de çocukları vardı. Büyük olan
Emre altı yaşında, küçük Merve ise üç yaşındaydı. Annesi konuklarla ilgilenirken
Ayşe de küçük konukları kendi odasında oynamaları için içeriye götürmüş, onlara
kendi çocukluğundan kalma oyuncaklarını vermişti. Emre oyun esnasında sık sık
kardeşinin canını acıtacak davranışlar yapıyor ve "Sen niye bizim aileye geldin,

178
geldiğin yere geri git, seni istemiyorum!" diyordu. Merve ise ağabeyinin yaptıklarını
bir köşeye sinerek, tırnaklarını ısırarak, korku dolu gözlerle izliyordu. Ayşe olan
biteni gördüğü hâlde, tüm bunlara bir anlam veremiyordu.”

Aşağıdaki soruların yanıtlarını bulmada Ayşe’ye yardım edelim:


– Emre neden kardeşinin canını acıtacak şeyler yapıyordu?
– Merve’nin davranışları neyin göstergesidir?
– Davranış ve uyum problemleri hangileridir?
– Çevrenizde, ne tür davranış ve uyum problemi olan çocuklar var?

179
ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN DAVRANIŞ VE UYUM PROBLEMLERi

Çocuk, sürekli değişen bir çevre içinde yaşamaktadır. Bu değişiklikler, zaman zaman
çocukta uyum güçlükleri ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ayrıca çocuğun doğuştan
getirdiği doğal güdü ve eğilimleri daima çevrenin eğitsel baskısı altındadır. Bu güdü ve
eğilimler de çevreden gelen baskıyı her zaman kolaylıkla kabul etmeyerek çatışmaların
ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çocukların çevrelerine uyum sorunları, ruh hastalıkları
şeklinde ortaya çıkmaz. Korkular, kıskançlıklar, rüya ve kâbuslar, uykuda konuşma, yemek
yeme güçlükleri gibi hemen her çocuğun yaşamında görülebilen sayısız zorluklar da bu
uyum ve gelişme güçlüklerinin işaretlerindendir. Eğer çocuğun sağlıklı ve dengeli bir kişilik
geliştirmesi isteniyorsa, bu güçlüklerin de zamanında ele alınarak nedenlerinin incelenmesi
ve normal gelişmesinin yolunu kapatan engellerin kaldırılması gereklidir.

A. DAVRANIŞ VE UYUM PROBLEMLERi


iLE iLGiLi TEMEL KAVRAMLAR

Sosyal açıdan uyum; bireyin çevredeki değişiklikleri anlaması ve bunlara uygun


davranışlar geliştirmesidir. Çevresindeki, iletişimde bulunduğu insanların isteklerine uygun
davranması, toplumun sosyal değer yargılarına ve yeniliklere uygun davranışlarda
bulunmasıdır. Biyolojik açıdan uyum; bireyin kendi bünyesinde olan değişiklikleri
anlaması ve buna uyması, kendinde olan biyolojik değişikliklerin farkına varması ve buna
uygun tutum geliştirmesidir.

Genel olarak uyum; bireyin çevreden gelen uyaranlara uygun tepkilerde bulunması, yeni
durumlara uyması, çevresindekilerin isteklerine uygun tutum ve davranışlar
gösterebilmesidir.
Uyum, bireyin sahip olduğu özelliklerinin, kendi benliğiyle içinde bulunduğu çevre
arasında dengeli bir ilişki kurabilme ve sürdürebilmesidir. Kısaca, insanın hem yaşamını

180
meydana getiren etmenlerdeki değişiklikleri hem de sosyal yaşamını uyumlu bir şekilde
birleştirmesi gerekmektedir. Uyum için gerekli koşulların oluşmaması durumunda da doğal
olarak "uyumsuzluk" sorunu ortaya çıkacaktır. Çocuk ruh sağlığının önemli konularından
biri de uyumsuz çocuklar sorunudur. Kendi benliğiyle ve çevresiyle dengeli ve etkili ilişki
kurma, geliştirme ve sürdürmede güçlük çeken ve düzeltilemeyen davranış kalıplarına sahip
olan çocuklara “uyumsuz çocuklar” denir.
Eğitim biliminin önemli amaçlarından birisi, çocukların yaşayabilecekleri olumsuz
duygular karşısında, öğretmenleri bilgi ve beceri açısından donanımlı hâle getirmek,
böylece geleceğin yetişkinleri olan çocuklarımızın ruh sağlığı ve beden sağlığı yerinde
bireyler olmalarına çaba harcamaktır.

B. DAVRANIŞ VE UYUM PROBLEMLERiNiN SINIFLANDIRILMASI


Balcıoğlu (2000), çocukların davranış ve uyum sorunlarını dört başlıkta toplamaktadır:

1. Davranış Bozuklukları
Sürekli hırçınlık, sinirlilik, geçimsizlik, kavgacılık, okuldan kaçma, çalma, yangın
çıkarma, sürekli baş kaldırma ve kuralları çiğneme gibi belirtiler bu kümede toplanır. Bu
çocukların çevre ile ilişkileri sürekli olarak gergin ve sürtüşmelidir. Aileleri bu çocuklarla
iletişim kuramaz. Sorunlar derinleşerek sürer.
2. Duygusal Bozukluklar
Korkular, kuruntular, saplantılı düşünceler, uyku bozuklukları, kekemelik, tikler gibi
problemler çocuğu rahatsız eder. Bu çocukların çevreleri ile ilişkileri kötü değildir; ancak
söz konusu çocuklar gergin, güvensiz ve çekingendir. Temelinde aileyle iletişim sorunları
vardır.
3. Alışkanlık Bozuklukları
Parmak emme, dışkı kaçırma, gece işemeleri gibi alışkanlıkların düzensizliği ile ilgili
belirtiler bu kümede toplanır. Çocuklar normal yollarla alamadıkları ilgi ve şefkati, normal
olmayan tepkiler vererek toplamaya çalışırlar.

4. Ağır Ruhsal Bozukluklar


181
içe kapanıklık veya psikoz gibi çocuğun uyumunu her alanda sürekli olarak bozan ruhsal
hastalıklar da bulunmaktadır.

C. DAVRANIŞ VE UYUM BOZUKLUKLARININ ÇEŞiTLERi


Bu kısımda, okul öncesi eğitim döneminde çocuklarda sıklıkla görülen uyum ve davranış
problemlerine yer verilecektir.

1. Kekemelik
Ses, hece ve sözcüklerin tekrarı, uzatılması ya da konuşmanın akışını kesen duraklamalar
şeklinde kendisini gösteren bir konuşma bozukluğudur. Bozukluğun şiddeti, kişinin içinde
bulunduğu duruma göre değişir. Konuşma çok yavaş veya çok hızlı olabilir. Genellikle şarkı
söylerken, şiir okurken kekeleme olmaz. Ağır durumlarda, tekrarlayan vücut hareketleri
konuşmaya eşlik eder. Örneğin; elini dizine ya da masaya vurma, ayağını yere vurma, başını
sallama, gözlerini kırpma gibi. Genellikle 12 yaşından önce, çoğunlukla 3-7 yaşları arasında
başlar. Erkeklerde daha sık görülmektedir. 2-3,5 yaşları arasında başlayan kekemelik
genellikle geçici olmaktadır. Çocuklarda düşünce hızının, konuşma hızını geçtiği bu
yaşlarda henüz yetersiz konuşma ile düşünce ifade edilememekte, bu yüzden konuşma
bozukluğu ortaya çıkmaktadır. Buna "fizyolojik kekemelik" denir. Bu duruma konuşma
bozukluğuna yat- kın olan çocuklarda rastlanmaktadır. Erken yaşta başlayan geçici
kekemelik durumlarında aile, çocuğa düzgün konuşması için baskı yapmamalı, çocuğun
kendi konuşmasına fazla dikkat göstermesine yol açılmamalıdır.
Kekemelik konuşma bozukluğudur. Kekemeliğin nedeninin organik ya da ruhsal
olduğuna dair görüşler vardır. Bu rahatsızlıkta, çocukluk çağındaki kaygıların, korkuların
etkili olduğu anlaşılmaktadır.
Kekeleme davranışında görülen duraksamalar, sözcüklerin ilk ya da son seslerinde,
hecelerinde olabilir. Konuşma hızlı, patlayıcı ya da yavaş, yumuşak olarak sürdürülür.
Başkalarının bulunduğu ortamlarda konuşma daha çok bozulur. Ağır durumlarda konuşma
sırasında el, ayak, baş, boyun tikleri ortaya çıkar. Ses ve hece yinelemeleri, sesleri uzatma,
ünlemlemeler, sözcüklerin parçalanması, sözcükleri aşırı bir fiziksel gerginlikle söyleme,
“Be-be-be-ben onu gördüm.” gibi tek heceli sözcük yinelemeleri görülür.
Kekeme çocukların yarısında, belirtiler gençlik çağında kaybolur. Öteki yarısında, iyi

182
tedavi ve yardım olmazsa yaşam boyu sürebilir. Konuşma tedavisi en etkin tedavi
yöntemidir. Tedavi sırasında yatıştırıcılardan, bireysel ve grup tedavilerinden, aile
tedavilerinden de yararlanılır.

Kekeleyen bir çocuğun bulunduğu sınıf ortamında öğretmenler;


• Aşırı disiplinli, çocuğu boğan tutumlar göstermemelidir.
• Çocuk kekelediği zaman, çocuğu, sözcükleri düzgün söylemesi için zorlamamalıdır.
• Çocuk başka çocuklarla kıyaslanmamalı; "Bak arkadaşın hiç kekeliyor mu?" vb.
denmemelidir.
• Çocuk kekelemeye başladığında sakin davranarak söyleyeceklerini bitirinceye kadar
dinlemeli, ona güven verilmelidir.
• Kekeme çocukların başarılı oldukları konulara yer verilmeli, çocuğun dikkati ve
ilgisi bu konulara yönlendirilmelidir.

2. Konuşamamak (Mutizm)
Mutizm, konuşma yetisi sağlam olan bir kişide konuşmanın yokluğudur. Daha çok ruhsal
veya fonksiyonel nedenle geçici olarak konuşamamaktır. Bazen çocuk bir savunma tepkisi
ile ruhsal nedenle konuşmaktan kesilir.
Seçici mutizm, çocuğun belli ortamlarda konuşmayı reddettiği, ender görülen bir
bozukluktur. Anne baba, çocuğun evde normal konuşabildiğini söyler. Çocuk, kişiyle hiç
konuşmasa bile, yönergeleri izleyebilir. Çocuklarda mutizmin başlangıcı genellikle 5 ile 6
yaş arasındadır. Kızlarda daha sık görülür. Çocuklar genellikle yalnızca evde çekirdek
aileyle konuşurlar.
Çocuk, ailesine kızgınlığını, sinik çocuk korkusunu mutizmle belli edebilir. Sevmediği
bir büyüğe bırakılmak nedenlerden biri olabilir. Duygusal mutizmlerde çocuğun gelişmesi
o zamana kadar normaldir.
Öğretmene Öneriler
• Çocuğun oyunları takip edilerek konuşmamanın nedenleri araştırılmalıdır.
• Çocuğa sevecen bir şekilde ve sabırla yaklaşılmalıdır.

183
• Konuşmak istememesinin üzerinde durulmamalı, şarkı söyleme esnasında "Sen de
bize katılmak ister misin?" diye çocuk teşvik edilmelidir.
• Resim çalışmalarına yer verilmeli, çocuğun iç gerginliği bu yolla hafifletilmeye
çalışılmalıdır.

3. Alt Islatma
İdrar kaçırma (enurezis) istem dışı idrar yapmadır. Bedensel, organik ve ruhsal
etkenlerin bu rahatsızlıkta etkili olduğu görüşü yaygındır. İdrar kaçırma, gerileme ve
saldırganlığın, anne baba ve aile iletişimi ile ilgili olduğu görülmüştür. Ailede ölüm, ayrılık,
baskı, hatalı tuvalet eğitimi, kardeş kıskançlığı, evden ayrılma, okula başlama durumlarında
bu durumun daha çok görüldüğü kabul edilmektedir. Çocuk 3-5 yaşları arasında, idrarını
gece gündüz kontrol edebilecek biyolojik olgunluğa erişir. Bu yaşlardan sonra ayda en az
iki kez; gece yatağını, gündüz külotunu ıslatması bir bozukluk olarak değerlendirilmektedir.
Enüretik çocukların büyük çoğunluğunda istem dışı işemeler bebekliklerinden beri
süregelmektedir; buna birincil “enürezis” denir. En az bir yıl gibi bir süre çişini kontrol
edebildikten sonra altını ıslatmaya başlayanlar vardır, buna “ikincil enürezis” denir. Birincil
enürezi daha sık görülür. Yapılan araştırmalar, enürezisde ailesel bir yatkınlık olduğunu ve
erkek çocuklarda daha sık görüldüğünü ortaya koymaktadır.
İdrar kaçırma, kimi kez tek belirti olarak ortaya çıkar. Ancak çoğu kez kaygı ve uyku
bozuklukları yanında, dışkı kaçırma, kekemelik ve çeşitli tik- lerle birlikte bulunur.
Çoğunlukla gençlik çağında kendiliğinden düzelir.
Öğretmene Öneriler
• Öncelikle aileden, çocuğu bir doktor muayenesinden geçirmeleri, durumun organik
bir bozukluktan kaynaklanıp kaynaklanmadığının saptanması istenmelidir.
• Alt ıslatan çocuk bu nedenden dolayı cezalandırılmamalıdır.
• Basit bir dille çocuğa gelişimsel bir gecikme geçirdiği, bunun ciddî bir durum
olmadığı anlatılmalı ve çocuk rahatlatılmalıdır.
• Çocuğun altını ıslattığı başkalarının yanında söylenilmemelidir.
• Çocuğun çişi geldiğinde tuvalete gitmesi geciktirilmemelidir.
• Anne babanın psikopedagojik açıdan eğitilmesine destek verilmelidir.

184
• Çocuğun kullandığı tuvaletlerin yeterli temizlik koşullarına sahip olup olmadığının
kontrolü yapılmalıdır.
4. Dışkı Kaçırma
Çocuğun istemli ve istem dışı olarak, olur olmaz her yerde kakasını bırakmasıdır. Başka
bir deyişle, dışkı denetiminin gelişmemesi ya da ortadan kalkmasıdır. Hastalığın tedavisi,
idrar kaçırmaya oranla daha zor ve uzundur. Çocuk hiç kontrol geliştirmemişse “birincil
enkoprezis”; en az bir yıl kontrol edebildikten sonra kakasını kaçırmaya başlamışsa “ikincil
enkoprezis” var, demektir. Genellikle gündüz uyanıkken daha sık olur. 4 yaşına kadar
enkoprezis tanısı konmaz. İkincil enkoprezis 4-8 yaşları arasında başlar. Erkeklerde bu
durum, kızlardan üç defa daha sık görülmektedir.
Çocuğa fizyolojik yönden hazır olmadan, cezalandırıcı bir disiplinle tuvalet kontrolünü
öğretmeye girişmekten kaçınılmalıdır.

Öğretmene Öneriler
Öncelikle aileden, çocuğu bir doktor muayenesinden geçirmeleri, durumun organik bir
bozukluktan kaynaklanıp kaynaklanmadığının saptanması istenmelidir.
• Altına dışkı kaçıran çocuk bu nedenden dolayı cezalandırılmamalıdır.
• Basit bir dille çocuğa, gelişimsel bir gecikme geçirdiği, bunun ciddî bir durum
olmadığı anlatılmalı ve çocuk rahatlatılmalıdır.
• Çocuğun altına dışkı kaçırdığı başkalarının yanında söylenilmemelidir.
• Çocuğun tuvalete gitmesi geciktirilmemelidir.
• Anne babanın psikopedagojik açıdan eğitilmesine destek verilmelidir. Çocuğun
kullandığı tuvaletlerin yeterli temizlik koşullarına sahip olup olmadığının kontrolü
yapılmalıdır.
Çocuğun beslenme alışkanlıkları gözden geçirilmeli; kahvaltısı, öğle ve akşam
yemekleri düzenli olmalıdır.

5. Parmak Emme
Pek çok çocukta parmak emme davranışı görülebilir. Bu duruma bazı ruhsal
bozukluklarda rastlandığı gibi hiçbir ruhsal bozukluğu olmayan çocuklarda da rastlanabilir.
185
Bebeklerin bu davranışı daha anne karnında iken öğrenmiş olmaları, doğuştan sahip
oldukları en güçlü reflekslerden birinin emme refleksi olduğunu gösteren önemli bir
etkendir.
Bebekler anne karnında da parmaklarını emerler. Bu yüzden, yeni doğan bebeklerin
bazılarının parmaklarında ve el bileklerinde kabarcıklarla doğdukları görülmektedir.
Çocuk, anne memesini emmekle açlığını giderir, gevşer, zevk duyar. Bu emme işlevi
olmazsa rahatlamaz, o zaman parmağını ya da kurdele gibi bir eşyayı emer. Parmak emmeyi
önlemek için emzik de verilebilir. Çocuk parmağını emiyorsa bunun ruhsal bir zararı
olmadığını anneye açıklamak gerekir. Eldiven takmak, elini beline kuşakla bağlamak,
parmağına acı bir şeyler sürmek gibi uygulamalar tam tersi etki yaratabilir. Bu durum
genellikle 3 aydan sonra başlar, 4-5 yaşında kesilir. Birçok uzman yeterli sevgi görmeyen,
güvensizlik duyan çocuğun, sinirlilik, yalnızlık durumlarında bu eylemi sıklaştırdığını
belirtir. Dudak ısırma, elini ısırma davranışları ise 12-18. ayda kalkarsa da geri zekâlı
çocuklarda daha uzun sürer.

Öğretmene Öneriler
• Çocuğun eline ilgi duyacağı bir oyuncak verilmelidir.
• Çocuğu meşgul edip ilgi duyacağı bir etkinliğin içine katılmalıdır.
• Çocuğun öz güvenini geliştirmeye yönelik sorumluluklar üstlenmesine fırsat
tanımalıdır (oyuncaklarını toplaması, kendi tabağını kaldırması, üstünü giyinmesi vb.).
• Arkadaşları ve kardeşiyle karşılaştırılmamalıdır.

6. Tırnak Yeme
Beş yaşından başlayarak 11-13 yaşlarında en sık görülen alışkanlıktır. Böyle çocukların
ailelerinde bir veya daha fazla kişinin tırnak kemirdiği sık görülür. Tırnak kemirmenin en
çok hiperaktif, dışa dönük ve otoriter olmaya meraklı çocuklarda görüldüğü söylenebilir.
Genellikle çocuktaki sıkıntı ve gerilimin parmak emmekle geçiştirildiği söylenebilir.
Çoğunlukla zekî ve normal çocuklarda rastlanır ve bir süre sonra kaybolur. Önlemek için
ele biber sürmek, eli bağlamak yarar sağlamamıştır. Buna karşılık aile ve okul çevresindeki
baskıyı yumuşatmak, çocukta bulunabilen nedene dönük tedavi ve tırnakların güzel
görünmesine önem verdirmek yararlı olmaktadır.
186
Çocuklar tırnak yeme davranışını gösteren bir modeli taklit edebilirler. Tırnak yeme
davranışı çocuğun çevresindeki olumsuzluklardan kaynaklanabilir. Anne baba
geçimsizlikleri, anne babanın sık sık kavga etmesi, aile içindeki sorunlar çocuklarda
gerilimlere, tırnak yeme gibi davranışlara neden olur.
Öğretmene Öneriler
• Çocukları korku, kaygı yaratacak durumlardan uzak tutmalıdır.
• Çocuk bir şey izlerken veya dinlerken onun ağzını çiğneyecek bir şeyle meşgul
etmek tırnak yemeyi önler.
• Tırnaklar uygun aralıklarla kesilmelidir.
• Tırnak yemeye neden oluşturan durumlar gözlenmeli, böylesi durumlardan
kaçınılmalı ya da çocuk başka bir şeyle meşgul edilmelidir.
• Tırnağını yememesi gerektiği sık sık anımsatılmamalıdır.

7. Saldırganlık
Çocuklar arasında görülen saldırganlık; çocuğun olumsuz duygularını yenemeyip,
davranışa dönüştürerek çevresine ve kendisine az ya da çok zarar verme hâlidir. Çocuklarda
saldırganlık ya yıkıcılık kırıp dökücülük ya da öfke nöbetleri biçiminde ortaya çıkar. Birinci
durumda; ele geçen her şeyi kırma, parçalama isteği, ikinci durumda ise; aşırı heyecan,
yerinde duramama, çabuk parlayıverme, öfkelenme gibi davranışlar görülür.
Doğal olarak kabul edilen saldırı dürtüsü, bazı çocuklarda daha güçlüdür. Bir çocuğun
zorluğa, yaşamı süresince ölçülü olarak alışması, engel karşısında duyduğu saldırı
dürtüsünü frenlemeyi bilmesi istenir. Ana ve baba aşırı hoşgörülü olursa çocuk her isteğini
yerine getirmeye alışır ve olağan güçlükler karşısında kızgınlık davranışları gösterir.
Çocukların günlük yaşamlarında, TV programlarında saldırganlık sahneleri
görmelerinin, onlardaki saldırganlık davranışını arttırdığı deneysel olarak saptanmıştır. Bu
gibi durumlarda başvurulan olağan önleyici yol, cezadır. Çok şiddetli cezanın bir süre
saldırıyı durdurduğu şüphesizdir. Cezanın anne veya baba tarafından bir şiddet hareketi ile
üzerine koşarak, vurarak, iterek yapılması çocuktaki davranışı büsbütün yerleştirmektedir.
Çocuğun saldırganlığını yaratan bireysel, çevresel nedenleri araştırmak ve çocuğun
uygunsuz tutumunu uygun görmemek ona yanlış davranışını açıklamak, saldırıdan
beklediği sonucu yani ödülü almasını (istediğini elde etmek) engellemek gibi önlemler
187
almak gerekir.
Çocuklukta sık görülen yaramazlık, itişip kakışma, ara sıra geçimsizlik ve kavgalar bir
çocuğu saldırgan olarak nitelemeye yetmez. Burada söz konusu olan süreklilik gösteren
saldırganlıktır.
Çocukta güven duygusu geliştikçe, çocuk beklemeyi ve tepkisini dizginlemeyi öğrenir.
Gereksinimleri doyuruldukça yatışır. Daha az tepkiyle de gereksinimlerinin
karşılanabildiğini öğrenir. Başkaldırma yerine uysal davranmanın kendi lehine
sonuçlandığını görür. Kendisine sevgiyle yaklaşıldıkça bu sevgiyi sürdürmek amacıyla
kendi kendini kısıtlamayı öğrenir.
Öğretmene Öneriler
• Çocuğun temel gereksinimlerinin zamanında karşılanmasına özen gösterilmelidir.
• Yeterince sevgi ve güven duygusu verilmelidir.
• Saldırgan davranışlar gösteren çocuğun isteği hemen yerine getirilmeyip
davranışındaki yanlış vurgulanmalıdır.
• Çocuğa sorumluluk vererek onu olumlu davranışlara yönlendirmelidir.
• Çocuk mümkün olduğunca enerjisini boşaltabileceği oyunlara yönlendirilmelidir.
• Saldırgan davranışlar gösteren çocuğa sakin bir ses tonu ile kararlı bir şekilde
yaklaşılmalıdır.
• Saldırgan davranışları izlenip model alabileceği durumlardan uzak tutulmalıdır.

8. Kıskançlık
Kıskançlık, çocukların hem kendi benlikleri ile hem de çevresindeki insanlarla olumlu
ve dengeli ilişkiler kurmalarına engel olan ve çocuğu yaşanılması zor, mutsuz duruma
düşüren bir durumdur. Her insanda biraz bulunan bu duyguyu normal sınırlarda tutmak,
yaşamı anlamlı ve zevkli kılar. Ama aşırı durumlarda çocuk, sürekli olarak huzursuzluk
duyar. Kıskançlık duygusunun şiddetine bağlı olarak günlük yaşamı çekilmez olur.
Kıskançlık, çocuğun ikinci yaşında görülebilen karmaşık bir duygusal tepkidir.
Kıskançlığın ortaya çıkmasında birçok duygular rol oynar. Örneğin; öfke, nefret, intikam,
kendine acıma, üzüntü, küçük düşme ve korku gibi karışık duyguların birleşmesinden
oluştuğu düşünülür.
188
Çocuklarda paylaşma duygusu gelişmediğinden, sahip olduğu şeyleri başkalarıyla
paylaşmayı kabul edecek duygusal olgunluğa erişmemiştir. Bu nedenle yeni dünyaya gelen
kardeşe karşı nefret, ona zarar verme, hatta onu yok etme gibi girişimlerde bulunan çocuk
örnekleri sık görülmektedir. Aileye yeni katılan bebeğe karşı çocuğun hissettiği duygular,
birçok uyumsuz davranışa neden olabilir. Bu davranışları aşağıdaki şekillerde görmek
mümkündür:
• Bebeksi davranışlar gösterir. Anne memesinden emmek ister, anneyle yatar, altını
ıslatır vb.
• Uykusuzluk çeker; korktuğunu, üşüdüğünü, acıktığını söyleyerek anne babayı
rahatsız eder.
• Daha önceden yapabildiği işlerini yapmamaya ve anne babasından beklemeye
başlar.
• Yeni doğan kardeşine karşı açıkça kıskançlık hisleri gösterir.
• Basit nedenlerle kızmaya, ağlamaya, bağırıp çağırmaya, eşyaları kırıp dökmeye
başlar.
• Devamlı olarak huzursuzluk duyar ve çevresindekileri huzursuz eder. Kıskançlık
doğal bir yönelmedir ve uygun eğitim yöntemleriyle düzeltilebileceği kabul edilir.
Kıskançlığın normal düzeyde tutulabilmesi için şu önlemler alınmalıdır:
Anne babalar, yeni bir çocuk doğacağı zaman diğer çocuğu veya çocukları buna
alıştırmalıdır. Doğumdan önce çocuğun odası ayrılmalı; yeni bir kardeşi olacağı, onun daha
zayıf, güçsüz ve daha çok bakıma gereksinimi olacağı anlatılmalıdır.
Çocuğun daha önce alınmış eşyaları yeni bebeğe verilmemelidir. Bu durum çocuğun hem
mülkiyet duygusunu zedeler, hem de sahip olduğu her şeyi kaybedeceğinden korkar. Ancak,
çocuğa küçük gelen bazı eşyalar, yerine yenileri alınarak küçük kardeşe verilebilir. Bu
konuda çocuğun rızasını almak gerekir.
Anne babalar, çocuklar arasında ayrım yapmamalıdırlar. Aralarında kıs- kançlık
duyguları gelişmekte olan kardeşleri, birbirleriyle sıkı ilişkiler kurmaya teşvik etmelidirler.
Aileye ve Öğretmene Öneriler
• Çocuklar gereğinden fazla sevilerek şımartılmamalı. Bir gün bu kısıtlandığında
çocuğun tepki verebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

189
• Çocukların kıskançlığını alevlendirecek kötü şakalar yapılmamalıdır. "Papucun
dama atıldı." gibi. Çünkü çocuk bunları anlayacak olgunlukta değildir.
• Çocuklar, kardeşleri veya arkadaşları ile karşılaştırılmamalıdır.
• Çocuklar küçük yaşlardan itibaren paylaşmaya alıştırılmalıdır.
• Çocukları, kıskanma yerine imrenme duygusuna alıştırmalıdır.

9. Tikler
Tikler, bir kas grubunda ortaya çıkan, yinelenen, istem dışı hareketlerdir. Tiklerin
bedensel, organik nedenlerden kaynaklandığını ileri süren görüşler vardır. Bunların bazıları
tiklerin sinir sistemindeki bir bozukluk sonucu ortaya çıktığını kabul eder. Bazıları ise
tiklerin bedensel bir hastalığın kalıntısı üzerinde geliştiği görüşünü savunur. Konjonktivite
geçirenlerde göz kırpma, alerjik nezlesi olanlarda burun çekme, omuz ekleminde artriti
bulunanlarda omuz oynatma biçiminde tiklerin görüldüğü saptanmıştır.
Tikler, çocuklarda özellikle erkek çocuklarda daha sık görülür. Çocuklarda sık olması,
tiklerin nedenlerine ve oluşumuna ilişkin bedensel, ruhsal görüşlerin birlikte etkili olduğu
düşüncesini doğurmuştur. Günümüzde tiklerin merkezî sinir sisteminin gelişmesinde
yetersizlik ve olumsuz çevre koşullarının bir araya gelmesi sonucunda oluştuğu kabul
edilmiştir.
En sık görülen tikler göz kırpma, kaş kaldırma, dudak oynatma, burun çekme, boğaz
temizleme, tükürme, öksürme, boyun oynatma, el parmaklarıyla oynama, omuz silkme, baş
sallama ve ayağı yere vurmadır. Kimi kez bir kişide birden fazla tik bulunabilir. Kimi kez
de tikin biri biter, öteki başlar. Tikler uykuda kaybolur. Tikler çocukluk yaşında başlar; kimi
üç beş ay içinde kendiliğinden ya da tedaviyle düzelir. Ancak, çevre koşularının zorlayıcı
etkisi tiklerin yeniden görülmesine yol açar. Bir yıldan fazla süren tiklere "kronik tik" adı
verilir ve yaşam boyu sürebilir.
En fazla görüldüğü yaş 6-7 yaş arasıdır. Tiklerin en önemli nedenlerinden biri taklittir.
Bazen küçük yaşlarda çocuklar, anne baba, öğretmen ve oyun arkadaşlarının birtakım
hareketlerini taklit ederken onların bazı davranış kusurlarını da edinebilirler. Daha sonra
bunlar alışkanlık hâline gelir. Çocuğun başka birini taklit etmesi sonucu tik gelişebilir.
Bu nedenler dışında kalan ve genel olarak tiklerin ortaya çıkmasında rol oynayan ruhsal
etkenlerin başında, erken yaşlarda başlayıp sürüp giden korku, tedirginlik, kaygı ve
190
gerginlik vardır. Çocuklarda görülen diğer davranış bozuklukları gibi tikler de çocuğun
duygusal durumu, duyarlılığı, anne babasıyla ilişkileri ve çevresiyle olan bağlantılarıyla
yakından ilgilidir. Yaşadığı çevre kaygılı, tedirgin ve güvensiz olan çocuklarda, sürekli
olarak yaşanan korku, coşkuluk, yorgunluk, öfke, acı gibi durumlar tik yaratabilir.
Öğretmene Öneriler
• Çocuğun yanında yer alarak, onu eleştirmek yerine anlamaya çalışmalıdır.
• Çocuk tik davranışını belli bir durum veya belli bir ortamda sergiliyorsa, bu ortam
veya durum iyice gözlemlenmelidir.
• Çocuk tik hareketleri sırasında uyarılmamalı, çünkü uyarma sadece çocuğun stresini
artırmaya neden olmaktadır.
• Arkadaşları tarafından tik hareketlerinin taklit edilerek tekrarlanması ve alay
edilmesi önlenmelidir.

10. inatçılık
Kişinin belli ve kabul edilebilir bir neden olmadan bir harekette ısrar etmesi, düşünce,
tutum ve davranışını değiştirmemesi hâline "inat" denir. İnat, çocuk gelişiminin belli
devrelerinde görülen bir özelliktir. Çocuk kendi varlığını duyumsadığı dönemlerde, bunu
kabul ettirmek için çevreden gelen uyarılara karşı direnir. Bu normal bir gelişim özelliğidir.
Çocuklarda 3-5 yaş arası inat devresidir. Bu devrede görülen inat davranışı normal kabul
edilir. Bu dönemde çocuğun direnme gücünü kırmak yanlıştır. İnat anında çocukta şu
belirtiler görülür:
Çenesi sıkılmıştır. Olumsuz bir beden tavrı takınmıştır. Dudaklar alta doğru sarkmıştır.
Alt dudak ileri doğru pozisyon alır. Burun kabarmış, kaşlar çatılmıştır. Eller birbirine bağlı
ya da arkadadır. Beden çok gerilmiştir. Bütün önerilere olumsuz yanıt verir.
İnatçı çocuğun genel tutumu çoğunlukla gergin ana çocuk ilişkisinin bir sonucudur.
Başlangıcı özerklik dönemine kadar gider. Annenin tuvalet eğitimi veya yemek konusunda
çok katı ve ısrarcı oluşu çocuğu pasif direnmeye götürür. Yemekte nazlanarak, oturağına
oturunca dışkısını tutarak anneye direnir. Anne çocuk arasında bu dönemde başlayan savaş,
başka alanlara da sıçrayarak giderse ortaya inatçı bir kişilik çıkar.
Kardeşler arasında ayrım yapılması da çocuğu daha inatçı yapan nedenlerden biridir.

191
Çocuğun gereksinimlerinin zamanında karşılanmamış olması da inatçılığın
nedenlerindendir. Bazı anne babalar çocuklarının söylediklerini o an için dinlemezler.
Çocuk dinlenilmediği için sonunda tepinmeye, bağırıp çağırmaya başlar.
Anneden ayrılmak da inatçılığın bir başka nedenidir. Anne çalışıyorsa, akşam eve
döndüğünde çocuk ters davranışlar göstererek tepki verir.
Çocuk bir şeyler yapmak istediğinde sürekli engellenirse bunun sonucunda da inatçı bir
kişilik karşımıza çıkar.
Ayrıca çocuğun kendi iradesini deneme isteği de çocuğu inatçılığa iter. Prensip gereği
"hayır" der. Yani, sırf anne babanın istediğine hayır demek için “hayır” der.
Öğretmene Öneriler
• Çocukların 3-5 yaşlarında ortaya çıkan inatçılık belirtilerini normal karşılamalı,
anlayışlı olmalıdır.
• İnatçı davranışlar karşısında inatla yanıt verilmemelidir. Çocuğun inadı karşısında,
heyecanlanma, öfkelenme ve üzüntü gibi aciz davranışlar göstermemelidir.
• Çocuğun temel gereksinimlerini zamanında karşılamalıdır. Bunu yaparken sevecen
ve şefkatli davranmalıdır.
• Çocuklara sert davranmamalıdır.
• Çocuğun isteklerini, inatlaştığı zamanlarda değil, normal davranışlar gösterdiği
zamanlarda yerine getirmelidir.
• İnat anında çocuğun dikkatini başka yöne çekmelidir.

11. Uyku Bozuklukları


Uyku, organizmanın dinlenmesine olanak veren bir durum olması yanında, onun
yenilenmesine de olanak veren bir zaman dilimidir. Bu sayede, merkezî sinir sistemi başta
olmak üzere çeşitli sistemlerin günlük etkinlik sırasında meydana gelen yıpranması
giderilir.
Uyku üç dönemi içerir: Uykuya dalma, rüyasız uyku ve rüyalı uyku. Uykuya dalma
döneminde yavaş yavaş çevre ve beden ile ilgili algılar azalarak kişi uyku dönemine
geçmektedir. Rüyasız uyku dönemi, bedenin temel yapı taşları olan proteinlerin yeniden
oluşturulduğu ve kişinin fiziksel yorgunluğunu atarak dinlenmesini sağlayan dönemdir.
192
Ayrıca bu dönemde büyüme hormonu salgılanır. Rüyalı uyku dönemi, uyuyan kişinin göz
kapaklarında ve gözlerinde hareketlerin başlaması ile fark edilir. Rüyalar başlar, bu
dönemde görülen rüya ile uyumlu olarak beden hareketlerinin ortaya çıkmaması için
kasların gerginliği kaybolmuştur. Eğer böyle bir düzenleme olmasaydı, gördüğümüz rüya
ile hareket edecek, hatta yataktan kalkıp dolaşacaktık. Bu özellik yeni doğan bebeklerde
tam oluşmadığından el ve ayaklarda ya da yüzde, bazen gövdede küçük hareketler
olabilmektedir. Uykunun rüya döneminde birçok ruhsal olay gerçekleşmektedir. Bu
dönemde gerilimler boşalmakta ya da serbestleşmekte, anımsanan her şey ve gündüz
yaşananlar birbirine bağlanarak programlanmaktadır. Gündüz uyanık iken algılanan
duyumlar, rüya aracılığıyla yapılanırlar. Yeni doğanlarda ve bebeklerde rüyalar uykuya
daldıktan 30-45 dakika sonra, büyük çocuklarda ise 120 dakika sonra ortaya çıkmaya başlar.
İlk yaşta gündüzleri iki kez, iki yaşından sonra bir kez gündüz uykusu vardır. İlk yaşta
uyku üzerinde açlık ve tokluğun etkisi varken, üç yaştan sonra psikolojik etkiler rol oynar.
Aşırı hareketli çocuklar gündüz yeterli hareket olanağı bulamamışlarsa gece uyanırlar.
Çocukların genelde uykuya dalma, uykuyu devam ettirme, yeterli uyku alma ya da
uykunun kalitesi açısından sorunları olabilir. Çocuklarda kaygı durumlarıyla ilgili uyku
sorunlarına da sık sık rastlanır.
Çocuk eğer annenin gideceği, kendini sevmediği şüpheleri taşıyorsa uykuya dalmak
istemez. Çocuğun yaşamındaki ilişkiler, gerginlikler uykuyu bozan temel nedenlerdir. Anne
baba anlaşmazlığı, annenin korkutmak için kendisini bırakacağını söylemesi, kardeş
kıskançlığı, büyüklerin konuşmasını dinlemek veya onları gözetlemek, yatmaya yakın
korkulu masallar dinlemek ve ya TV gösterileri izlemek çocuğu olumsuz etkilemektedir.
Anneye ve Öğretmene Öneriler
• Uykuya giden çocuğa kalın ve çok katlı kıyafetler giydirilmemelidir.
• Yatağın sessiz ve fazla aydınlık olmayan, güvenliğinin sağlandığı bir ortamda
olması gerekmektedir.
• Uyumadan önce süt içme, diş fırçalama, masal okuma gibi hazırlıkların yapılması
gereklidir.
• Çocuğa ılık bir duş yaptırılmalıdır.
• Uyumaya yetişkin eşliğinde gidip çocuk uyuduktan sonra yanından ayrılınmalıdır.

193
• Uyku öncesinde enerji verici yiyeceklerden, hareketli oyunlardan kaçınılmalıdır.
• Uykunun bir yerinde uyanıp seslenen çocuğun gereksinimine karşılık verilmelidir.
• Uykuya giderken çocuğun sevdiği bir oyuncağını veya eşyayı yanına almasına izin
verilmesi yerinde olur.
12. Beslenme Alışkanlığı Bozukluğu
Beslenmenin ruh sağlığı kurallarına uygun olarak gerçekleştirilmesi için dikkat edilmesi
zorunlu olan noktalar şunlardır:
Beslenme düzeni, bebeğin doğduğu günden başlayarak belirli bir plan içinde
yapılmalıdır. Her kıpırdanışta ağzına meme ya da meme şişesini tutuşturmak doğru değildir.
Aralıklar bebeğin acıkma özelliğine göre düzenlenmelidir.
Beslenmenin süresi, bebek iyice doyup memeyi ya da mama şişesini bırakıncaya kadar
olmalıdır.
Gece beslenmesinde, beslenme aralığı uzun tutulmalıdır. Bu aralık gittikçe açılarak
memeden kesilmeden önce kaldırılmalıdır.
Gerek emzirme, gerekse mamayla beslenme işlemi anne kucağında yapılmalıdır. Bu
sırada ses veya dokunmayla sevgi gösterileri yapmak yararlıdır ve olumlu insan ilişkilerine
temel hazırlar.
Doğumu izleyen ilk üç, dört ay içinde bebek memeyle beslenmelidir. Sonra memenin
mama ile desteklenmesi gerekmektedir. Gittikçe mama sayısını artırıp emzirme sayısını
azaltmak gerekir.
Bebekler ortalama, 10-11 aylık olunca memeden kesilmelidir. Memeden kesme olayı anî
olmamalıdır, her ay emzirme sayısı azaltılmalıdır, sütten kesilme zamanı gelince, bebek
günde en çok bir kez emzirilir duruma gelmiş olmalıdır.
1,5-2 yaşından itibaren çocukların kaşıklarını, bardaklarını tutmaları ve kendi başlarına
yemeleri desteklenmelidir.
Verilecek ya da pişirilecek besinin seçiminde bazen çocuklara istekleri sorulmalıdır.
Konacak miktar konusunda da görüşü alınmalıdır.
Bazı ana-babalar yeterince yemediğini ve iyi beslenmediğini düşündükleri çocuklarını
büyümemekle ve hastalık tehlikeleri ile korkuturlar. Bunların etkisi ile çocuk yemeğe aşırı
önem veren bir kişi durumuna gelebilir. Çevrenin dikkat ve ilgisini bu yoldan üzerine
194
toplamayı da alışkanlık hâline sokabilir.
Sofrada herkesin belli bir yeri olmalıdır. Böylece çocuk bir kimliği olduğu ve önem
taşıdığı duygusunu elde eder.

Anne baba yemeklerde ve bunların dışında, çocuklarına dengeli bir beslenmenin ne


olduğunu, yollarını ve önemini öğretmelidir.
Yemek zamanının bir başı ve sonu olmalıdır. Herkesin yemeğini bitirdiği, konuşmaların
da sona erdiği durumlarda çocuğun tabağında kalanlarla uğraşmasına fırsat vermek doğru
değildir. Yiyeceği ile oynama eğilimi gösterenlerin, yemek sonunda tabakları
kaldırılmalıdır.
Bir kaşık fazla yemesi ve böylece daha gürbüz ve sağlıklı olacağını söyleyerek çocuğu
zorlamak, yalvarmak, rüşvet teklif etmek ya da masal anlatarak yedirmek gibi çabalar
zarardan başka sonuç vermez. Bunlardan kesin olarak kaçınmak gerekir. Yemek
hazırlarken, sofra kurulup toplanırken, kız ve erkek çocuklardan yaşlarına uygun düzeyde
yardım alınmalıdır. Ancak çocuk, hiçbir zaman evde tek görevinin yemek yemek olduğunu
ve geri kalan işlerin ana babasına ait olduğu düşüncesini edinmemelidir.
Anneye ve Öğretmene Öneriler
• Yemek yenilen mekânın temiz, kötü kokulardan arınmış olmasına çalışılmalıdır.
• Çocuğun hoşlanabileceği türden yemek tabağı, bardağı vb. seçilmiş olmalıdır.
• Tabağına istediği miktarda yemek koymasına izin verilmelidir.
• Yemek öncesi çocuğun yorgun ve uykulu olmamasına dikkat edilmelidir.
• Yemek esnasında çocuğu tedirgin edici konuşmalardan kaçınılmalıdır.
• Yemek saatinin dışında çocuğa besinlerin faydalarından söz edilmelidir.
• Yemek yemek için ısrar edilmemelidir.
• Yemek yemeyi reddeden çocuk yemek yediği zaman ödüllendirilme- melidir. Aksi
takdirde çocuk ödül almadıkça yemek yemeyi reddedecektir.

13. Korku
Korku, bütün organizmayı ve organların etkinliklerini etkisi altına alabilen ve birçok
195
tehlikeli durum yaratan heyecan hâlidir. Aşırı korku durumu, ruhsal sorunlara neden
olabilir. Korku duygusu çocukta bazı belirtiler ortaya çıkarır, bunlar şöyle sıralanabilir:
Korkulu hâldeki çocuğun kalp atışları hızlanır, mide kasılması ve kramplar görülür. İç
salgı bezlerinin çalışmasında değişiklik olur, adrenalin salgısı artar, idrar torbası daralır,
çocuk altına kaçırabilir. Kaslarda sertlik, gerginlik, seyirmeler ve titremeler olur. Kusma,
ishal, gözlerde aşırı açılma ve dışarı fırlama olur. Sık sık nefes alıp verme, deride solukluk
ve soğukluk vardır. Dişler gıcırdar, çatırdar, sık sık yutkunma veya bazılarında dil
tutulmaları olup konuşma özürleri ortaya çıkar. Özellikle kekemelik yaygın hâlde görülür.
Soğuk soğuk terleme ve amaçsız garip hareketler yaşanır. Parmak çıtlatma, kaşınma,
parmak ve tırnak kemirme görülür.
Korku anında, bazen tamamen hareketsizlik olurken bazen de kendi kendini avutma
çabaları görülür. Korkmuyormuş gibi aldırış etmez bir tutum takınabilir. Korku ve
korkunun değişik bir şekli olan fobinin çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenler şöyle
özetlenebilir:
Bazı kazalar veya uzun süreli hastalıklar geçirmek, kişilerde korku gelişmesine yol
açabilir. Kazanın oluşu ve hastalığın tedavisi sırasında uygulanan yollar, kişide bazı
korkuları oluşturabilir. Bu durumlar çocuklarda daha köklü korkuların yerleşmesine neden
olur.
Olur olmaz nedenlerle çocukları korkutmak, bazı durumlar, eşyalar ve hayvanlar
hakkında korkutucu bilgiler vermek, çocuklarda ömür boyu süre- cek korkulara neden
olabilir.
Çocuklar birçok şeyden korunmasını bilmezler. Bu nedenle korku verecek durumlarda
çocukların yanında olmak gerekir.
Çocuklar kötü örnekler görmemelidir. Birlikte yaşadığı kişiler nelerden korkuyorsa,
çocuk taklit yoluyla bunu öğrenir.
Çocukların eğitiminde, korkutarak bir şeyler yaptırma yoluna gidilmesi, onlarda korku
yaratır. Çocuk yaramazlık yaptığında, "Seni köpeğe atarım, doktoru çağırırım." gibi
korkutucu tehditler çocuğun korkmasına yol açar.
Çocuğun geçirmiş olduğu şoklar; eşya, durum ve hayvanlarla ilgili, unutamayacağı
şiddette bir olayla karşılaşması korku veya fobi yaşamasına neden olur.
Ebeveyn ve Öğretmene Öneriler

196
• Çocuklar korkutularak, istenilen davranışları yapmaları için zorlanmamalıdır. Onları
eğitirken eğitim aracı olarak korku kullanılmamalıdır.
• Çocuklarda korku yaratan hayvan, olay veya nesnelerin gerçek durumları, onlara
açıklanmalıdır. Hangi şekillerde zararlı olabilecekleri açıklanmalı ve korunmaları
sağlanmalıdır.
• Yetişkinler, basit durumlar karşısında aşırı korku tepkileri göstererek çocuklara kötü
örnek olmamalıdırlar.
• Gerekiyorsa çocuğun çevresi değiştirilebilir. Çünkü çocuğun çevresindeki
kimselerin neden olduğu korkular, çocuk o çevrede kaldıkça artacaktır.
• Çocukla korkular hakkında açıkça konuşulmalı. Çok basit şeylerden bile
korktuğunda ayıplanmamalı, korkuyu yenmesi için daha kuvvetli olmasına yardımcı
olunmalıdır.

• Çocukların korkmasına neden olabilecek öyküler, masallar okunmamalı; sinema,


TV filmlerinde seçici davranılmalı, bunlar yasaklanarak değil, iş birliği sağlanarak
yapılmalıdır.
• Yetişkinler gördükleri, duydukları olayları abartarak anlatmamalıdırlar. Çocuklar
bundan daha çok etkilenirler. Bu nedenle, olaylar olduğundan daha basit gösterilmelidir.

14. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu


En çarpıcı belirtileri dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik ve ataklıktır. Bu üç belirti her
çocukta değişik oranlarda görülebilir.
Bu çocuklar aşırı hareketlidirler. Bu durum yürümeye başlamaları ile birlikte göze çarpar
ve giderek artar. Özellikle okul döneminde, grup içinde başkalarını rahatsız edici düzeye
varır. Hareketleri amaca yönelik değildir. Durmak yorulmak bilmeden birbiri arkasına gelen
uyarıları takip ederler. İnce hareketlerdeki koordinasyon bozukluğu ve beceri yetersizliği
belirgindir. Örneğin; düğmelerini ilikleyemezler, topu atıp tutamazlar .
Dikkat süresi kısadır, yoğunlaşma yetisi düşüktür. Zekâları normal olmasına karşın
öğrenme güçlüğü ve okul başarısızlığı sıklıkla görülür. Kısa sürede ilişki kurar, fakat
arkadaş olamazlar. Örneğin; bir nedenle arkadaşına tükürür veya sopayla dürter, saçını

197
çeker, rahatsız edecek davranışlarda bulunurlar ve bu yüzden arkadaşlığı sürdüremezler.
Tehlikeyi kavrayamazlar; kazalara uğramamaları için sıkı bir denetim gerekir. Küçük
nedenlerle ağlamalar, tutturmalar, aşırı neşe belirtileri gösterebilirler.
Çoğu zaman elleri, ayakları kıpır kıpır hareket eder ya da oturduğu yerde kıpırdanıp
durur. Sınıfta ya da oturması beklenen diğer durumlarda oturduğu yerden kalkar. Uygunsuz
olan durumlarda koşuşturup durur ya da tırmanır. Sakin bir biçimde, boş zamanları geçirme
etkinliklerine katılma ya da oyun oynama zorluğu vardır. Çoğu zaman soru sorulmadan
önce yanıtını yapıştırır, çok konuşur, sırasını bekleme güçlüğü vardır.
Erkek çocuklarda bu durum, kız çocuklara nazaran daha fazla görülmektedir. Erkek
çocukların başvuru nedenleri davranış problemleri olmasına karşın, kız çocuklarda daha
çok akademik başarısızlık şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Sınıf çalışmaları veya
ödevlerden bağımsız olarak tekrarlanabilen, oturarak yapılan ve kendi başına öğrenme ile
ilgili görevler hiperaktivite belirtilerinin daha yoğun şekilde ortaya çıkmasına yol açar.
Öğretmene Öneriler
• Dikkat eksikliği olan çocuklar düzenli ortamlara gereksinim duyarlar.

• Çocuklar, yapılması gerekenler hakkında sık sık anımsatılmaya, tekrarlar yapmaya,


yönlendirilmeye gereksinim duyarlar.
• Yönergeleri bir kereden fazla duymak isterler.
• Konuşmalarınızı yaparken sürekli göz göze gelmeye çalışmalısınız.
• Mümkün olduğunca etkinliklerde çocuğun size en yakın mesafede olmasına dikkat
ediniz. Böylece dalıp gitmeye meyilli olan öğrencinizin dikkatini açık tutabilirsiniz.
• Değişiklikleri uzun zaman öncesinden haber vermeyi ihmal etmeyiniz.
• Öğrenmesi gerekenleri küçük ve bitirilmesi kolay parçalara bölünüz.
• Dikkat eksikliği olan öğrenciler eğlenceli etkinlikleri tercih ederler.
• Çocuğun başarılarını yakalamak ve övmek için hep tetikte olmalısınız.
• Bir şey söylemeden önce duyuru yapın, sonra söylemek istediğinizi söyleyiniz.
• Yönergelerinizi basitleştirerek söyleyiniz.
• Sınıf arkadaşlarına durumu açıklayın ve ona normal davranmalarını sağlayınız.

198
• Anne babayla, yalnızca sorun çıktığında değil, sık sık görüşünüz.
• Sportif etkinliklere bol bol yer veriniz. Sportif etkinlikler enerjinin fazlasını
kullanmayı, dikkati tek bir noktaya toplamayı, hormonların ve beyin hücrelerinin
uyarılmasını sağlar.

15. Okul Korkusu


Okul çağı çocuklarında, özellikle de 5-7 yaş ve 14-15 yaşlarında daha sık görülen bir
bozukluktur. Okula başlama döneminde ya da hastalık nedeniyle okula bir süre ara
verdikten sonra tekrar başlama döneminde ortaya çıkar. Temelde sorunun kaynağı, çocuğun
annesinden ayrılmadaki zorluğu olup başlıca belirtileri şöyle sıralayabiliriz:
• Çocuk, anneden ayrılma durumlarında şiddetli tepkiler gösterebilir. Örneğin;
ağlama, bağırma, tepinme ve anneye yanaşıp bırakmama gibi.
• Okula gitmeyi reddetme, zorlandığı zaman aşırı huysuzlanma ve somatik yakınmalar
dile getirme; baş ağrısı, karın ağrısı vb. durumlar ortaya çıkabilir.
Uyku ve yeme bozuklukları; örneğin; yalnız uyuyamama, annesinin yemeğini
yedirmesini isteme gibi.
Okulda ona sempatik gelmeyen özellikler bulabilir. Örneğin; öğretmenlerden beklediği
yakınlığı, şefkati görememesi de onun okula gitmesini zorlaştıran nedenlerden birisi
olabilir.

Öğretmene Öneriler
• Okula başlama döneminde sınıftaki çocukların hepsini aynı günde okula kabul
etmeyip, belli bir takvim belirleyip, birer ikişer okula başlatmalıdır. Böylece öğretmen her
çocuğa okula alışması konusunda yeterince zaman ayırabilir.
• Okula gelirken çocukların sevdikleri oyuncaklarından birini getirmelerine izin
verilebilir.
• Okula başlama aşamasında anne ya da babanın kısa süreli okulda kalmasına izin
verilebilir.
• Çocuklar okula alıştıktan sonra kurallı etkinliklere yer verilebilir.
• Okul gezdirilip çocuğa tanıtılabilir.
199
• Bahçe oyunlarına ağırlık verilebilir.
• Beslenme, uyku gibi konularda problem yaşayan bir çocuksa bu sorunların
çözülmesinden sonra okula başlatılması önerilir.
• Çocukla korkuları hakkında sohbet edip konuşmaya onun başlaması sağlanabilir,
böylece çocuk rahatlatılmış olur.

16. Hırsızlık
Başkalarına ait herhangi bir şeyin, mal sahibinin haberi ve izni olmadan alınmasına
“hırsızlık” denir. Hırsızlığın iki önemli nedeni vardır: Bunlar, kendinde olmayan bir şeyi
elde etmek ve başkasının sahip olduğu şeylerden onu yoksun bırakma isteğidir.
Çalma sırasında yaşanan heyecan ve korku da çalan kişi için çok şey ifade edebilir. Kendi
kendini cezalandırma arzusu, kendini riske atma eğilimi gibi görünen bu davranışlar, çoğu
kez sonuçları itibariyle kendi ebeveynlerine yönelik bilinçaltındaki yoğun öfkenin bir
ürünüdür. Onları aşağılama ve cezalandırma dürtülerini birlikte içerir.
Çalma davranışının kökeninde sevgi açlığı bulunur. Özellikle gereksinimi olmadığı
hâlde çalmanın tek nedeni, sevgi eksikliğidir.
Hırsızlığın oluşumunda çocuğun yaşına dikkat etmek gerekir. Çok küçük yaşlardaki
çocuklarda mülkiyet kavramı gelişmemiştir. Nesnelerin kendilerine mi yoksa başkalarına
mı ait olduğunu ayırt edemeyebilirler. Özellikle 6-7 yaşlarına kadar olan dönemde herhangi
bir şeyi alma veya değiştirme davranışları sıkça görülebilir. Bu durumda karşımıza çıkan
çalma davranışında paniklemeye gerek yoktur. Mülkiyet kavramı yedi yaşından sonra
görülür.

Ebeveyn ve Öğretmene Öneriler


• Çocuğun zorunlu temel gereksinimlerinin zamanında karşılanması gereklidir.
• Çocuklarda mülkiyet kavramının gelişmesine yardımcı olmalı; eşyalarını onun izni
olmadan almamalıdır.
• Kardeş veya arkadaş kıskançlığının yok edilmesine çaba sarf edilmelidir. Aksi hâlde
çocuk kıskandığı kişiyi üzmek için eşyalarını gizlice alabilir.
• Çocuğun okul gereksinimlerini zamanında almak gerekir. Aksi hâlde çocuk, çalarak
200
temin etmeye çalışır.
• Evde, okulda kendine ait eşyaları koyabilmesi için özel bir dolap sağlanmalıdır.
• Çocuğun çaldığı eşyayı geri vermek, en iyi çözüm yollarından biridir. Çocuk
gereksiz yere suçlanmamış ama davranışı da onaylanmamış olur. So- nunda kazançlı
çıkmayışı da bu davranışın yinelenmesini önler.

17. Yalan Söyleme


Hayal gücü zengin olan birçok çocuk, kendi gerçeğini yalanlarla ifade eder. Duygu, düş
ve özlem dünyasını yalanlara yansıtır. Öylesine hayal eder ve öylesine güzel anlatır ki bazen
buna kendisi de inanır.
Yalan, tatmin edici bir düşünce biçiminde de ortaya çıkabilir. Örneğin; boşanmış aile
ortamında büyümekte olan bir çocuk, birlikte yaşamadıkları için hiç yüzünü görmediği
babasıyla ilgili olarak arkadaşlarına yalan söyleyebilir. Babasının ona büyük bir doğum
günü armağanı getirdiğini, her gece gelen sessiz telefonların babası tarafından yapıldığını
söyleyebilir. Bu yalan kimseye zarar vermez, sadece çocuğun gerçek olmasını istediği şeyin
yerini tutar. Birçok olayda yalan söyleyen çocukların, kendilerinden çok şey beklenen,
beklenti düzeyi yüksek olan ailelerde yetişen çocuklar olduğu görülmüştür. Bunlar
doğruyu yanlışı bilirler, ancak zor durumlarda kendilerini korumak için yalan söylerler.
Asıl yalanlar, büyüklerin çocuklara öğrettikleri yalanlardır. Babasından gizli gezmeye
giden annesinin bunu babasına anlatmamasını tembihlemesi şeklinde görülür. Böylelikle
çocuk yalanla tanışır. Felsefeci Schopenhaur (Şopenhaur); yalanın en büyük kaynağının
korku olduğunu ifade etmiştir.
Dayaktan, cezadan, mahrum bırakılmaktan kurtulmak için, çocukların kabahatlerini
inkâr ettiklerini veya değiştirdiklerini ya da kendilerini masum göstermek için birtakım
hayalî olaylar uydurduklarını görürüz.
Kardeşini anne babasının gözünden düşürmek, arkadaşını öğretmeninden uzaklaştırmak
amacıyla yalan söyleyen çocuklara da rastlanır. Bunun kaynağı kıskançlıktır.
Ebeveyn ve Öğretmene Öneriler
• Çocuğun dürüst ve samimî olması isteniyorsa yetişkin buna örnek olmalıdır.
• Çocuk korkutularak yalana sevk edilmemelidir.

201
• Çocuğa güven duygusu beslenilmelidir.
• Hatalar üzerinde konuşulmalı, cezalardan kaçınılmalıdır.
• Çocuğun hayal dünyasından ve gereksinimlerinden kaynaklanan yalanlar anlayışla
karşılanmalı, gereksinimlerinin giderilmesine çalışılmalıdır.

Uygulamalar

1- Bir okul öncesi eğitim kurumundaki çocuklarda uyum ve davranış bozukluklarının yaygınlığını
gözlemleyiniz.
2- Uyum ve davranış bozuklukları görülen çocuklara doğru yaklaşımların uygulanıp-uygulanmadığını
gözlemleyiniz.
202
203
Uygulama Soruları

1- Uyum ve davranış bozuklukları görülen çocuklara mudahaleler doğru uygulanılmazsa sonuç sizce ne
olur?
2- Okul öncesi kurumunda öğretmenleri en çok zorlayan uyum ve davranış bozuklukları nelerdir?

204
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Çocuk, sürekli değişen bir çevre içinde yaşamaktadır. Bu değişiklikler, zaman zaman çocukta uyum
güçlükleri ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ayrıca çocuğun doğuştan getirdiği doğal güdü ve eğilimleri
daima çevrenin eğitsel baskısı altındadır. Bu güdü ve eğilimler de çevreden gelen baskıyı her zaman
kolaylıkla kabul etmeyerek çatışmaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çocukların çevrelerine uyum
sorunları, ruh hastalıkları şeklinde ortaya çıkmaz. Korkular, kıskançlıklar, rüya ve kâbuslar, uykuda
konuşma, yemek yeme güçlükleri gibi hemen her çocuğun yaşamında görülebilen sayısız zorluklar da bu
uyum ve gelişme güçlüklerinin işaretlerindendir. Eğer çocuğun sağlıklı ve dengeli bir kişilik geliştirmesi
205
isteniyorsa, bu güçlüklerin de zamanında ele alınarak nedenlerinin incelenmesi ve normal gelişmesinin yo-
lunu kapatan engellerin kaldırılması gereklidir.

Bölüm Soruları

1- 2-3,5 yaşları arasında başlayan kekemelik genellikle geçici olmaktadır. (D) (Y)

2- Mutizm erkeklerde daha sık görülür. (D) (Y)

3- En az bir yıl gibi bir süre çişini kontrol edebildikten sonra altını ıslatmaya başlayanlar vardır, buna
“ikincil enürezis” denir. (D) (Y)

4- Mülkiyet kavramı yedi yaşından sonra görülür. (D) (Y)

206
5- Çocuklarda 3-5 yaş arası inat devresidir. (D) (Y)

207
14.HAFTA: SAVUNMA MEKANiZMALARI

208
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümde savunma mekanizmaları ele alınacaktır.

209
210
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1- Savunma mekanizmaları hakkında neleri biliyoruz?

2- Savunma mekanizmalarını arasıra kullanmak neden önemlidir?

211
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Savunma mekanizmalarını Savunma mekanizmaları
Savunma mekanizmaları
kavrar. örneklerle gösterilir.

Anahtar Kavramlar

Savunma mekanizmaları

212
Okuyalım - Düşünelim

“Ayşe ertesi gün, okula üzgün bir şekilde gider. Okul bahçesinde Canan’la karşılaşır. Ayşe
Canan’a selâm verir. Canan Ayşe’nin selâmına karşılık vermediği gibi, başını çevirerek
arkadaşlarıyla konuşmaya ve kahkaha atmaya başlar. O sırada, Ayşe’nin bulunduğu tarafta
bir kargaşa olur. Herkes oraya doğru koşuşturmaktadır. Kalabalığı takip eden Canan, yerde
Ayşe’yi baygın bir şekilde yatarken görür. Canan suçluluk duygusuyla hemen Ayşe’nin
yanına giderek yardımcı olmaya çalışır. Ayşe’yi arkadaşlarıyla birlikte revire götüren
Canan, hemşireye olayı anlatır. Hemşire dinledikten sonra, yüzünde hafif bir gülümseme
ile “Tamam, şimdi ne olduğunu anladım!” der.”

Hemşirenin anladığı, ama Canan’ın henüz çözemediği yanıtları bulmada ona yardım
edelim:
– Ayşe neden bayılmış olabilir?
– Savunma mekanizmaları nedir? Herkes savunma mekanizmalarını kullanır mı?
– Neden savunma mekanizmaları kullanılır?
– Savunma mekanizmalarının çeşitleri nelerdir? Ayşe hangisini kullanmıştır?

213
SAVUNMA MEKANiZMALARI

A. SAVUNMA MEKANiZMALARININ TANIMI VE GÖREVLERi

Bireyler kendi kendileriyle ve çevreleriyle sürekli bir denge ve uyum içinde yaşamaya
çalışırlarken yaşadıkları olaylarla ve içinde bulundukları koşullarla ilgili ruh sağlıklarını da
korumaya çalışırlar. Bunlar için zaman zaman savunma mekanizmalarını harekete geçirirler.
Şimdi bu savunma mekanizmaları üzerinde duralım.
Her birey kendini rahatsız eden kaygı durumundan kurtulmak için birtakım girişimlerde
bulunur. Bu kaygı durumundan kurtulmak için girişilen çabalara “savunma mekanizmaları”
denir.
Çeşitli kişisel sorunların çözümünde savunma mekanizmalarını, gerçeği görmeyi
engellemeyecek ölçüde kullanmak gerekir. Bu, bireyin kendisine olan saygısını ve güvenini
korumanın yanı sıra kaygılarını da hafifletir. Bireyin başarısızlıkları karşısında kısmen doğru
gerekçeler bulması; benliğinin dış zorlamalara ve içsel çatışmalara karşı dayanma gücünü
artırır.

B. SAVUNMA MEKANiZMALARININ ÇEŞiTLERi

1. Bastırma
Bir düşünce ve duygunun bilinçten uzaklaştırılmasına ya da bilince ulaşmasının
engellenmesine “baskı” denir. Bazı duygu ve düşünceler hiçbir zaman bilince ulaşamazlar.
Bazıları ise önce bilinçli olarak yaşandıkları hâlde uygun görülmedikleri için bilinçten
uzaklaştırılırlar. Üst benlik tarafından yargılanarak yasaklanan ve benliğe acı, bunaltı veren
dürtüler, istekler, anılar ve duygular genellikle bilinç düzeyine çıkarılmaz ve bastırılırlar.
Böylece unutulmuş olurlar. Ancak bu, gerçek anlamda bir unutma değildir. Bilinçaltında
tutulan ruhsal içerik, hipnoz ya da uyutucu ilâçların etkisi altında tüm ayrıntılarıyla
canlandırılabilir.
Bastırma, her insanın kullandığı bir savunma olmakla birlikte, yaşamımızdaki birçok olayı
bastırdığımız oranda, doyum ve yeni uyum yolları öğrenmede o denli güçlük çekebiliriz.

214
Kişinin kendini tanıması, bilmesi, büyük oranda bastırma düzeneğinin tüm ve yoğun etkisi
altında kalmamasına bağlıdır. Buna karşın, her türlü bilinç dışı dürtü ve eğilimlerin olduğu gibi
ortaya çıkması ve bilinçlenmesi de kişinin dağılmasına yol açabilir.
4-5 yaşlarındaki bir çocuk cinsel konularla son derece ilgilidir. Bu dönemde rahatça ifade
edilen ve bilinç düzeyindeki duygular, zamanla bilinç dışına itilirler. Böylece bilinç dışı bir
karmaşa, tutku ve saplantı hâline dönüşebilir. Bu bastırılmış unsurlar, çeşitli şekillerde açığa
çıkarak kendilerini belli ederler.

2. Yadsıma/inkâr
Benlik için tehlikeli olarak algılanan ve bunaltıya neden olabilecek bir gerçeği yok saymak,
görmemek, değişik derecelerde oldukça yaygın olarak kullanılan bir ilkel savunma biçimidir.
Utanç ya da suçluluk duygusu doğurabilen eski deneyimlerimizi hiç yaşamamışız gibi
algılayabiliriz.
Bu mekanizma yoğunlaştığında, gerçeklikle bağlantı zayıflar. Bir anlamda "deve kuşu"
felsefesi ortaya çıkar. Yadsımanın doğal kullanımları da söz konusudur. Örneğin; kanserli bir
hasta, yakında öleceğine inanmayarak güç kazanabilir. Normal dışı kullanımlarda gerçekliğin
kesin bir şekilde inkârı söz konusudur.
Örneğin; trafik kazasında oğlunu kaybeden bir annenin, oğlunun ölüsünü gördüğü, ölüm
törenine katıldığı hâlde, bir süre sonra oğlunun ölmediğine inanması gibi. Bu anne, sık sık
oğlunun arkadaşlarına telefon ederek, ölmediğini, gizli bir örgüt tarafından kaçırıldığını,
bulunması için kendisine yardım etmeleri gerektiğini söyleyebilir.
Ağır ruhsal hastalıklarda kullanılan en belirgin savunma mekanizmalarından biri olan
yadsıma, şizofrenlerde sıkça görülür. Gerçek dünyanın birçok yanını yok sayan şizofren,
kendisine özgü bir gerçekler dünyası içinde bir denge kurmaya çalışabilir. Hezeyan
oluşumunda, yadsıma mekanizması önemli bir etki gösterir.

3. Yansıtma
Kimi duygu, dürtü, gereksinim ya da yaşam olaylarının dışarıya aktarılıp yansıtılarak
dışardanmış ya da dışardan kendisine yöneltiliyormuş gibi algılanmasına “yansıtma
mekanizması” denir. ilkel savunma mekanizmalarından biridir. Özürlerimizi, kendimiz için
215
yadsıdığımız, kendimize yakıştıramadığımız hâlde, bunları başkalarında görmek bize kolay
gelir. Kendisindeki sapkınlıkları yadsıyıp başkalarına aktararak hep başkalarını eleştiren
kişilere sıklıkla rastlanır. Yansıtmada kişi, kendi içinde yadsıdığı bir dürtüyü başkalarında görür
ya da başkalarının bu dürtüleri kendisinde gördüğünü sanır. Örneğin; içinde kızma ve kin olan
bir kişi, "Bana kızıyorlar, benden nefret ediyorlar." diye düşünür.
Bu tür sanrıları (halüsinasyonları), herhangi bir mantıksal tartışma ile değiştirebilme olasılığı
çok zayıftır. Kişi kendi içindeki kin, nefret ve sapık dürtüleri dışarı yansıtarak dışardan
kendisine yöneltiliyormuş gibi algılar. "Benden nefret ediyorlar, bana düşmanca bakıyorlar,
hakkımda kötü şeyler düşünüyorlar, kötü şeyler konuşuyorlar." gibi düşüncelere kapılır.
Böylece, benliğini zorlayan yasak dürtülerin kendisinde olmadığını, başkalarının öyle sandığını
düşünerek ve buna inanarak bir savunma yapmaktadır.

4. Yer Değiştirme
Bir dürtünün asıl nesnesinden başka bir nesneye yöneltilmesidir. Bir çatışmaya ve bunaltıya
neden olabilecek ve benlikçe kabul edilemeyen bir dürtü, asıl yöneleceği nesne yerine başka bir
nesneye yöneltilerek çatışma ve bunaltı bir derece azaltılabilir ya da önlenebilir.
Örneğin; içinde anne ya da babasına karşı derin bir öfke, aşırı bir saldır- ganlık duygusu
uyanmış olan bir gencin bu öfkesini başkalarına, topluma, ba- bayı ya da anneyi temsil eden
otorite örneklerine yöneltmesi; çalıştığı yerde patronuna kızıp eve gelince acısını karısından,
çocuklarından çıkaran kişinin yaptığı davranışlar da yer değiştirme savunma mekanizmasıdır.
Rüyalar da yer değiştirme mekanizmasıyla ilgilidir. Rüyalarda genellikle yer, biçim
değiştirilmiş, birçok anlam yoğunlaştırılmış ve simgeleştirilmiştir. Örneğin; kişi, kendi evi
yerine başka bir ev görebilir; anne baba, eş, kardeş yerine bir yabancı imgesi geçebilir.
Yer değiştirme savunma mekanizması, nevrotik bir içeriğe sahiptir. Fobilerde, obsesif-
kompulsif bozukluklarda sıkça kullanılır. Örneğin; üst benlik yüzünden kendini suçlu, kirli
olarak algılayan bir kişi, bu ruhsal kirlilik duygusunu bedensel kirlilik duygusuna, eşyanın
kirlendiği kanısına çevirerek ellerini, eşyayı sürekli yıkamaya başlayabilir. Böyle bir kişi,
içindeki "Sen pissin, suçlusun." dedirten dürtülerin, eğilimlerin bilincinde değildir.

5. Kendine Yöneltme
Saldırganlık dürtüsü, doyum sağlayıcı bir nesnenin elde edilmesini önleyen engellere karşı
216
ortaya çıkar. Bu engel yasalar, inançlar, gelenekler, yasa uygulayıcıları vb. olarak çevrede,
toplumda bulunabilir. Ancak engelleyici güçlerin çoğu, kişinin kendi içindedir. Kişinin içindeki
yargılayıcı, yasaklayıcı değerler, bireyi birçok alanlarda engelleyebilir.
"Anne babana kızmayacaksın, kötü duygular beslemeyeceksin." telkinleriyle yetişmiş bir
kişi, herhangi bir nedenle ana babasına kızar ve kin duyarsa, bu duygularından dolayı suçluluk
hissedecek ve tepkisini kendine yöneltecektir. Sevdiklerine kızınca kendi canını acıtma,
kafasını duvara vurma, kendine ceza verme gibi tepkiler ortaya çıkar. İçinde, birine karşı bir
sevgi varsa, belirli bir dönemde buna kin duymuşsa, birey kendine acı vererek, hatta kendi
canına kıyarak içinde yaşattığı nesneyi yok edebilir. İntiharların çoğunda kendine yöneltme
mekanizması önem taşır.

6. Akla Uygunlaştırma
Bunaltı verici acılar yaşandığında, akla yatkın görünen fakat sıkıntı vermeyecek bir neden,
bir açıklama bulmak şeklinde ortaya konur.
Örneğin; başkalarıyla kolay geçinemeyen, kendini sevdiremeyen ve insanları sevmeyen bir
kişi, "Ben yalnızlıktan hoşlanırım." diyerek bilinç dışı bir aldatıcı açıklama ile kendini
rahatlatabilir.
Okuldan, dersten, sorumluluktan kaçan kişiler, kendilerinin özürsüz, hatta haklı olduğunu
ileri sürebilirler.
Örneğin; dersten zayıf alan öğrencinin "öğretmenlerin yetersizliği", "derslerin pek yararı
olmadığı" açıklamalarını yapması gibi.
Bu mekanizmaya sıkça başvuran kişi, kendilerini ve çevreyi aldatıcı açıklamalarla sıkıntıyı
geçiştirmeyi alışkanlık hâline getirip bir yaşama biçimi oluşturur. Ancak bu, aslında bahaneler
bulma düzeneğidir. Ağırlaştığında, topluma uyum sağlamada güçlükler yaşanır.

7. Karşıt Tepki Kurma


Kişi, kendi içindeki bilinç dışı yasak dürtü ve eğilimlerinin tam karşıtı tepkiler göstermekle
benliğini savunmaya çalışabilir.
Örneğin; içindeki kin, nefret ve kabalık eğilimlerine karşın kişinin aşırı derecede kibar ve
nazik görünmesi; pislik ve kirlilik eğilimlerine karşın anormal derecede titiz ve temizlik

217
düşkünü olunması; başkalarını sömürmeye eğilimli bir kişinin, sürekli olarak insan eşitliğinden,
sömürüye karşı savaşımdan söz etmesi gibi.
Aşırı cimrilik, düzenlilik, titizlik, inatçılık özellikleri gösteren kişilerde bu mekanizma
yoğun olarak kullanılır.

8. Düşünselleştirme
Düşünselleştirme, öncelikle okumuş kişilerin sık kullandığı savunmalardan biridir. Kişi,
sorunlarını bir tıp konusu olarak inceler, hastalığına adlar bulur, nedenlerini bilimsel terimlerle
açıklar. Bir hekim gibi konuşur. Kendi sorunları yerine dünya sorunlarını bilgili ve gerçekten
eleştirici bir kavrayışla tartışır. Ülkenin sosyoekonomik bunalımlarını anlatmaya dalar ve kendi
bunalımları ya da sorunları ile bunlar arasındaki bağlantı sorulduğunda, genel tartışmalarını
yapmakta direnir. Yaptığı açıklamalarla kendi sorunları, kendi bunalımları arasındaki
bağıntıların ayrımını yapamaz. Bu anlatımları, kendi benliğine bunalım veren sorunları ve
duygu yüklü konuları örtmek için yap- tığının bilincinde değildir.

9. Yalıtma
Her ruhsal yaşantının (anılar, algılar vb.) hem bilişsel hem duygusal yanı vardır. Uyaranları,
geçmiş yaşantıları yalnız tanımakla kalmayız; onlara karşı içimizde birtakım hoş ya da hoş
olmayan duygular da taşırız. Kin, nefret, öfke, sevinç, hoşlanma gibi duygular o olay
anımsanınca tekrar duyumsanır. Yalıtma mekanizmasında, bir anının bilişsel, yani bilme,
tanıma ve anlama ile ilgili yanı tümü ile anımsanabilirken, duygusal yanı bastırılır ya da ilgisiz
gibi görünen bir başka yaşantıya, başka nesneye aktarılır (yer değiştirme). Böylece kişi,
çocuklukta yaşadığı hoş ya da acı bir olayı hiçbir duygu yükü olmaksızın anımsar ve anlatır.
Sanki olayı bir başkası yaşamış gibidir. Olay, çok iyi bir bellekle anımsanıp anlatılırken
duygusal tepkilerin anımsanması çok zordur.

10. Döndürme
Ağır bir bunaltı, bireyin uzun süre dayanabileceği bir acı değildir. Birey, hangi yolla olursa
olsun, bunu yatıştırmaya çabalar. Örneğin; ağır bir karı koca kavgasında kadının birden
bayılıvermesi, karşılaştığı acı durumdan ilkel biçimde bile olsa bir kurtulmadır.
Bir süre için bilinç, uyaranlara kapatılarak benlik bunaltıdan uzak tutulmaktadır. Kuşkusuz
218
sürekli bir çözüm yolu bulunmamıştır. Ama hiç olmazsa geçici bir rahatlık, daha doğrusu bir
şey duymama, bir şey algılamama durumuna girilmiştir. Ağır bunaltı doğuran durumlarda,
hareket ya da duyu organlarında işlev yitimi ortaya çıkabilir. Örneğin; kollar, bacaklar tutmaz
olur, hasta görmeyebilir, işitmeyebilir, konuşamayabilir.
Bu tür bir rahatsızlıkta bunaltı, organın işlev yitimine, işlev bozukluğuna döndürülmüştür.
Bu işlev bozukluğu hem bunaltıyı durdurmakta, hem de bunaltı ile ilgili bir dürtüyü ve
çatışmayı simgeleştirmektedir.
Örneğin; gerçek bir görme bozukluğu olmadığı hâlde görmeme, görmek istenilen bir şey
karşısında duyulan bunaltının giderilmesine ve yasak şeyleri görme dürtüsüne karşı savunmaya
yarar.
Böyle bir savunma, yalnız bunaltının yatıştırılmasına (birincil kazanç) değil; aynı zamanda,
bireyin bir hasta olarak bakılmasına, sorumluluklarından bir süre uzak tutulmasına da
yarayacaktır (ikincil kazanç).

11. Yapıp Bozma


Kişinin, düşüncesinde yaptığı ya da yaptığını düşündüğü olumsuz bir eylemi yansızlaştırmak
(nötrleştirmek), etkisini kaldırmak ve yapılmamış gibi saymak amacı ile yürütülen birtakım
işlemler yapıp-bozma düzeneğini oluşturur. Örneğin; havagazı musluğunu sık sık açıp
kapayarak kontrol etmek; her akşam penceresinden biri girmiş ya da girecekmiş gibi düşünerek
pencereleri açıp kapamak; yatağın altını yoklayarak araştırmalar yapmak gibi. Örneğin; halk
arasında, kötü bir şey olmasını, uğursuzluğu önlemek amacıyla kullanılan "maşallah" sözcüğü,
tahtaya vurma gibi gelenekler de yapıp- bozma mekanizmasıdır.

12. Saplanma
Gelişme sürecinde, çocuğun ilk çocukluk dönemlerine ait kimi özellikleri benliğinde tuttuğu
ve sonraki dönemlerde de bunları bırakmadığı görülebilir. Gelişme basamak basamak ilerlerken
çocuğun bir basamakta saplanıp kalması, daha doğrusu bir basamağın özelliklerini
bırakamaması; sonraki basamakların gereklerine uyamaması, kimi kişilik türlerinde daha
belirgindir. Bir gelişme döneminde aşırı engellenmiş olan kişi, yaşam boyunca doyurulmamış
gereksinimlerinin özlemi ve arayışı içinde kalabilir. Bir dönemde aşırı doyurulmuş olmak da
daha sonraki dönemlere ulaşmayı güçleştirebilir.

219
Örneğin; ilk çocukluk döneminin en önemli ruhsal özelliği; çocuğun bağımlı oluşu, bakımı
ve korunmayı başkalarından bekleyişidir. Bu özelliği yetişkin çağda da sürdüren, bağımlı kişilik
gelişimi, çeşitli nedenlerle çocukluğun ilk dönemlerindeki bir saplanmadan kaynaklanır. Bir
döneme özgü tüm özelliklerin hepsinin kişilikte süregelmesi olanaksızdır. Ağır saplanma
gösteren kişilik türlerinde bile daha sonraki dönemlere ilişkin gelişmiş özellikler de bulunur.

13. Gerileme
Ulaşılmış bir gelişme dönemi, kişi için ileri derecede bunaltı doğuracak nitelikte olursa, daha
önceki bir döneme gerileme, geri dönme, kişinin başvurabileceği bir savunma yoludur.
Örneğin; çocukluk çağında, yeni bir kardeş gelince, çocuğun çişini, kakasını söylemeyi
bırakması bir gerilemedir.
Ağır bedensel hastalıklar çok insanda gelip geçici gerileme belirtilerine neden olabilir.

14. Düş Kurma


Kişinin gerçek dünyada doyum sağlayamadığı istek ve dürtülerini düşler kurarak doyurmaya
çalışması, en sık görülen savunma mekanizmalarından biridir. Özellikle, çocukluk ve ergenlik
çağlarında, birçok bireysel ve toplumsal yasakların etkisi altında, doyurulamayan dürtü ve
istekler karşısında düş kurma yoluna başvurulur. Çocuk, oyun dünyasında düşler kurarken bir
yandan da bunlara biçim, ad vererek düşlerini gerçekleştirmeye çalışır. Ergenlik çağında da
büyük bir tutku ile sevme ve sevilme, güçlü ve üstün olma düşleri çok sık görülür. Ancak
zamanla bunlar azalır ve doyum giderek daha gerçek nesnelerle sağlanır. içe kapanık kişilik
türlerinde düş kurma mekanizması bütün yaşam boyunca yoğun biçimde sürebilir.

15. Yüceleştirme
Sağlıklı bir gelişim süreci, insanoğlunda birçok dürtünün olgunlaşmasına, yeri ve sırası
gelince doyum yolları bulunmasına olanak sağlar. Ancak, cinsellik ve saldırganlık gibi
dürtülerin bir bölümü toplum tarafından kabul görmez. Böylesi bir durumda kişi, dürtülerine
doyum sağlayacak amaç ve nesneleri değiştirir. Dürtülerin, bu tür asıl amaç ve nesnelerini
bırakmaları ve toplum içinde kabul edilen yaratıcı ve yapıcı eylemler için kullanılabilir duruma
gelmeleri mekanizmasına, “yüceleştirme” denir.

220
Çalışma merakı, toplum için yararlı çeşitli uğraşılar, bilme, öğrenme tutkusu, sanat uğraşıları
yüceleştirme ile ilgilidir. Yüceleştirme, benliğin herhangi bir bunaltı kaynağına karşı savunma
gereksinimine bağlı değildir. Bu nedenle anormal yanı olmayan tek savunma
mekanizmasıdır.

SÖZLÜK
A
âdet : Topluluk içinde eskiden beri uyulan kural. animistik düşünce: Canlı olmayan şeylere
canlıymış gibi davranma.
antropolog : insan bilimi uzmanı.
aristokrasi : Ekonomik, toplumsal ve siyasî gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihî
yönetim biçimi.
aristokrat : Soylu.

B
bileşke : Bir cisme uygulanan birkaç kuvvetin toplam etkisine eşit olan tek kuvvet.
bilinç : Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci, şuur.
bütünleme : Biçim ruh biliminde biçimin tanımlanması, amacın sağlanması, gerginliğin
giderilmesi ve dengenin elde edilmesi.
bunaltı : Kaygılı olma hâli.

C
cin : Masallara ve bazı inançlara göre göze görünmeyen yaratık.
cinsel bozukluk : Cinsel organ ve davranışta yapı ya da görev açılarından düzgün olmayan
belirtiler.

221
'D
dogma : Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli
yapılan sav.
dogmatik : Deney bilgisini, deneye dayanan kanıtları hiçe sayarak kanıtlarını inanç
öğretilerinden çıkaran (düşünce biçimi).
dürtü : Fizyolojik ya da ruhsal dengenin değişmesi sonucu ortaya çıkan, canlıyı türlü
tepkilere sürükleyen içsel bir gerilim.

E
efsun : Büyü, sihir.
epilepsi : Zaman zaman kendini kaybederek olduğu yere düşme,vücutta şiddetli
çırpınmalar ve ağız köpürmesiyle or- taya çıkan bir sinir hastalığı.

F
feodalite : Özellikle Batı Avrupa’da toprağı ve üzerinde yaşayan köylüleri tek bir
kimsenin malı sayan Orta Çağ siyasî düzeni, derebeylik.
filozof : Felsefe ile uğraşan ve felsefenin gelişmesine katkıda bulunan kimse.

G
gelenek : Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup
kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar.
gizemcilik : Aklın yetmediği alanlarda ve özellikle Tanrı kavramında, gerçeğe gönül
yoluyla veya bir irade zorlayışıyla ulaşılabileceğini kabul eden felsefe ve din öğretisi,
mistisizm.
gizemsel : Gizemle ilgili, gizeme ilişkin, mistik.
güdü : Bilinçli veya bilinçsiz olarak davranışı doğuran,sürekliliği- ni sağlayan ve ona
yön veren herhangi bir güç.
güdülenme : Bireyin, işinin yönünü, gücünü ve öncelik sırasını belirleyen iç veya dış
dürtücünün etkisiyle işe geçmesi, motivasyon.
222
H
hezeyan : Saçmalama, sayıklama, sabuklama.
hipnotizma : Yapay olarak uyutma.
histeri : Duyu bozuklukları, türlü ruh karışıklıkları, çırpınma, kasılmalar ve bazen
inmelerle kendini gösteren bir sinir bozukluğu, isteri.
homeostatis : insanın belli bir süre sağlıklı yaşaması için gerekli olan bedensel dengeyi
sağlayabilecek otomatik mekanizma.
huy : insanın yaradılış ve ruh özelliklerinin bütünü, mizaç.
hücre : ince bir zar içindeki protoplazma ve çekirdekten oluşmuş, bir organizmanın
yapı ve görev bakımdan en küçük birliği.

i
içe dönüklük : Kişinin dikkat ve ilgisinin dış çevreden çok, öncelikle kendi duygu ve
yaşantıları üzerinde toplanma durumu.

iç güdü : Herhangi bir canlı türünün öğrenme gerekmeden örgütlü, uyuma yararlı ve
sürekli olarak davranma eğilimi.
iletişim : insanlar arasında düşünce ve duyguların söz, yazı, im, görüntü vb. aracılığıyla
değiş tokuş edilmesi süreci.
istatistik : Olay ve olguları yöntemli bir saymayla kümelere ayırarak bunlardan sonuçlar
çıkaran bilim.

K
kalıtım : Yaşam bilimsel ve ruhsal kimi özelliklerin döllenme sırasında kadın ve erkeğin
kromozomları yoluyla bir kuşaktan ötekine geçmesi.
karakter : Töreler ve törel değerlerle ilgili olarak kişinin güçlüklere karşın göreli olarak
düzenli ve sürekli tepki yapmasını sağlayan özelliklerden oluşan dizgeleşmiş bütünlük.

223
kretenizm : Tiroit bezinin kana yeterince salgı vermemesi sonucu oluşan, fiziksel, ruhsal
ve duygusal gelişimin duraklamasıyla beliren hastalık.
kriter : Ölçüt, kıstas.
M
melankoli : Belli bir neden olmaksızın dışa kapanma, çöküntüye girme, günah ya da
suçluluk duyma hastalığı.

N
nevroz : Genellikle bunalım ve beden görevleri üzerinde yakınmalarla beliren,
kişiliğin ve uyumun bütününü etkileme- yen, ruhî kaynaklı sinir hastalığı(sinirce).
nitelik : Bir şeyin nasıl olduğunu belirten, onu başka şeylerden ayıran özellik, vasıf,
keyfiyet.
norm : Kural olarak benimsenmiş, yerleşmiş ilke veya kanuna uygun durum,
düzgü.
nöroloji : Sinir sistemini inceleyen ve tedavisiyle uğraşan tıp dalı,sinir bilimi, nevroloji.
nöron : Asıl hücre ile protoplâzma uzantılarından ve bir silindir eksenden oluşmuş
sinir hücresi.

O
otokritik : Öz eleştiri.

Ö
örf : Yasalarla belirlenmemiş olan, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek, âdet.

P
psikanaliz : Freud’un geliştirdiği, insanın uyumlu veya uyumsuz davranışlarının kaynağı
sayılan, bilinçaltı çatışma ve güdüleri araştırıp bilince çıkararak davranış sorunlarını çözme
yöntemi.

224
peri : Doğa üstü güçleri olduğuna inanılan, hayal dışı varlık.
patoloji : Hastalıklar bilimi.
papa : Katolik kilisesinin, bir meclis tarafından seçilen, Vatikan’da oturan ve isa
Peygamber’in vekili sayılan başkanı.
psikiyatri : Ruh ve sinir hastalıklarıyla, kişide görülen önemli uyumsuzlukları önleme,
teşhis ve tedavi etmeyle uğraşan uzmanlık dalı.
psikometri : Ruh ölçümü.
psikoterapi : Hekimin hastayı etkilemek için kullandığı psikolojik yöntemlerin bütünü.
psikoz : Türlü nedenlerle kişiliğin bütünlük ve uyum gücünü geniş ölçüde yıkan
ruhsal bozukluklar, akıl hastalıklarının genel adı.
psişik : Ruhla ilgili olan, ruhsal.

S
sanrı : Uyanık bir kişinin kendi dışında var sandığı ama gerçekte yok olan olguları
algılaması.
sabuklama : Hastalık şeklinde abuk sabuk, birbirini tutmaz sözler söyleme.
stres : Ameliyat şoku, aşırı yorgunluk,üzüntü, travma, soğuk, heyecan vb. etkenlerin
organizmada, iç organlarda ve metabolizmada oluşturduğu bozuklukların tümü.

Ş
şaman : Şamanlıkta, gelecekten haber verme, büyü yapma gibi görevleri olan,
ruhlarla ilişki kurarak hastalıkları iyileştirdiğine inanılan din adamı, kam.

şizofreni : Gerçekle olan ilişkilerin büyük ölçüde azalması, düşünce, duygu ve davranış
alanlarında önemli bozulmaların ortaya çıkması gibi belirtiler gösteren bir ruh hastalığı.

T
tanı : Bir hastalığı tanıma işi,teşhis.
225
telkin: Bir duyguyu,bir düşünceyi aşılama.
tepi : Bir iş yapmak, harekete geçmek için duyulan ve bireyin engelleyemeyeceği kadar
güçlü istek (iç tepi).
tipoloji : insan tiplerini belirleme ve ayırt etme yöntemi.
töre : Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların,
görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü.

U
umacı : Küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş hayalî yaratık.

Y
yadsımak : Yaptığı bir işi, söylediği sözü veya tanık olduğu bir şeyi yapmadığını,
bilmediğini söylemek, yaptığını saklamak, inkâr etmek.

KAYNAKÇA
Acun, Suna. Gülay Bulgur Erten (1995). Çocuk Gelişimi. Esin Yayın Evi. istanbul. Adasal,
Rasim (1963). Cinsiyet, Aşk, Evlilik. Tarhan Kitap Evi. Ankara.
Ankay, Aydın (1992). Ruh Sağlığı ve Davranış Bozuklukları. Turhan Kitap Evi, Ankara.
Ataç, Füsun (Derleyen) (1991). insan Yaşamında Psikolojik Gelişim. Beta Basım Yayım
Dağıtım. istanbul.
Bakırcıoğlu, Rasim (1985). Rehberlik ve Psikolojik Danışma. Bakırcıoğlu Yayınları.
Ankara.
Balcıoğlu, ibrahim. Neşe Kocabaşoğlu, Mert Savrun (2000). "Suç, Göç, Çocuk" Yeni
Symposium 38 (2): 51-55, Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi.
Bilir, Şule (1986). Özürlü Çocuklar ve Eğitimleri. Ayyıldız Matbaası. Ankara. Cebiroğlu,
Rıdvan (1982). Çocuk Akıl Sağlığı ve Hastalıkları. istanbul Tıp Fakültesi Klinik Ders
Kitapları. Cilt 17. istanbul.
Çaplı, Orhan (1993). Çocukların Gençlerin Eğitimi. Bilgi Yayın Evi. Ankara. Ekşi, Aysel
(1999). Ben Hasta Değilim. Nobel Tıp Kitap Evi. istanbul.
226
Enç, Mithat (1984). Ruh Sağlığı Bilgisi. Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi. inkılap Yayın Evi.
istanbul.
Eripek, Süleyman. Yahya Özsoy, Mehmet Özyürek (1997). Özel Eğitime Giriş. Karatepe
Yayınları. Ankara.
Gander, Mary J. ve Harry W. Gardiner (1993). Çocuk ve Ergen Gelişimi (Yayına
Hazırlayan: Bekir Onur). imge Kitap Evi. Ankara.
Gençtan, Engin. Psikanaliz ve Sonrası.
Goldstein, Robin (2000). Ana Babalık Sanatı-ilk Beş Yıl. Özgür Yayınları. ist. Greenhill,
Laurence, L.(1990). Attention-Deficit Hyperactivity Disorder in
Children. Psychiatric Disorders in Children and Adolescents. W.B. Saunders Company.
Jersild, Arthur T. (1979). Çocuk Psikolojisi (Çeviren: Gülseren Günçe). A.Ü. Eğitim
Fakültesi Yayınları Nu: 79. Ankara.
Kaplan, Harold. Benjamin J. Sadock (1998). Birinci Basamak Psikiyatri El Kitabı. Turgut
Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. istanbul.
Kepçeoğlu, Muharrem (1993). Psikolojik Danışma ve Rehberlik. Gül Yayın Evi.
Ankara.
Kılıççı, Yadigar (1992). Okulda Ruh Sağlığı. Şafak Matbaacılık. Ankara.
Köknel, Özcan (1989). Genel ve Klinik Psikiyatri. Nobel Tıp Kitap Evi. istanbul. Köknel,
Özcan (1985). Kaygıdan Mutluluğa Kişilik. Altın Kitaplar Yayın Evi. ist. Köroğlu, Ertuğrul
(1994). DSM-IV Tanı Ölçütleri. Amerikan Psikiyatri Birliği Hekimler Yayın Birliği. Ankara.
Kuzgun, Yıldız (1986). Rehberlik ve Psikolojik Danışma. ÖSYM Eğitim Yayınları: 9.
Ankara.
Lansky, Vicki (1999). Tuvalet Eğitimi. Kuraldışı Yayıncılık. istanbul.

Meydan Larousse (1969-1973). Meydan Yayın Evi. istanbul.


Nazik, Behire (2000). Çocuk Ruh Sağlığı 1.-2. Ya-Pa Yayınları. istanbul.
Oktay, Ayla (1999). Yaşamın Sihirli Yılları: Okul Öncesi Dönem. Epsilon Yayıncılık.
istanbul.
Onur, Bekir (1986). Gelişim Psikolojisi: Yetişkinlik, Yaşlılık, Ölüm. Birinci Baskı, V
227
Yayınları. Ankara.
Özsoy, Yahya. Mehmet Özyürek, Süleyman Eripek (1998). Özürlüler. Karatepe Yayınları.
Ankara.
Öz, ilkim (1997). Çocukta Uyum ve Davranış Bozuklukları. Kök Yayıncılık. Ankara.
Öztürk, M. Orhan (1989). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. Evrim Basım Yayım Dağıtım.
istanbul.
Öztürk, Mualla (1995). "Çocukluk Çağı Ruhsal Sorunları ve Bozuklukları". Ruh Sağlığı ve
Bozuklukları. Medikomat Basım Yayın San. ve Tic. Ltd. Şti. Ankara.
Salk, Lee (Çeviren: Erzem Onur) (1998). Çocuğun Duygusal Sorunları. Remzi Kitap Evi.
istanbul.
Stein, Arnd. (Çeviren: Nükhet Polat) (1997). Çocuklarımızın Saldırganlıkları. Papirus
Yayıncılık. istanbul.
Tan, Hasan (1985). Psikolojik Danışma ve Rehberlik. Millî Eğitim Basım Evi. istanbul.
Tanaltay, Suna (1990). Çocuklar Ağlamasın. Tekin Yayın Evi. istanbul.
Uğurel-Şemin, Refia (1979). Ruh Sağlığı. Nazım Terzioğlu Matematik Araştırma Enstitüsü
Baskı Atölyesi. istanbul.
Usta, Hasan (1992). Bedensel Özürlü Olmanın Sebepleri. Görme-işitme ve Ortopedik
Özürlüler. Araştırma inceleme Dizisi. MEB. Ankara.
Williams, Lawrence (1998). Çocuğunuzu Keşfedin. Hayat Yayıncılık. istanbul.
Yavuzer, Haluk (1993). Ana-Baba ve Çocuk. Remzi Kitap Evi. istanbul.
Yavuzer, Haluk (1984). Çocuk Psikolojisi. Altın Kitaplar Yayın Evi. istanbul.
Yavuzer, Haluk (2000). Okul Çağı Çocuğu. Remzi Kitap Evi. istanbul.
Yörükoğlu, Atalay (1988). Çocuk Ruh Sağlığı. Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları. Ankara.
Yörükoğlu, Atalay (1989). Değişen Toplumda Aile ve Çocuk. Özgür Yayın Dağıtım.
istanbul.
Yüksel, Nevzat (1994). Ruhsal Belirtiler. Hatiboğlu Yayın Evi. Ankara.
Zulliger, Hans (1991). Çocukta Ruhsal Bozukluklar ve Tedavisi. Cem Yayın Evi.
istanbul.

228
www.annecocuksaglıgı.com
www.cocukaile.com
www.isnet.tr
www.ogretmenlersitesi.com
www.tr.net/saglik/ruhsagligi tikler
www.kadinlar.com.aileninpsikososyalortami
www.ozelegitim.sitemynet.com

229
Uygulamalar

1- Çocukların hangi savunma mekanizmalarını kullandıklarını çevrenizden gözlemleyiniz.


2- Çocukların hangi savunma mekanizmalarını daha çok kullandıklarını çevrenizden
gözlemleyiniz.

230
Uygulama Soruları

1- Savunma mekanizmalarını hiç kullanmazsak sonuç sizce ne olur?


2- Çocukların hangi savunma mekanizmalarını en çok kullandıklarını ve nedenlerini araştırınız?

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

231
Bireyler kendi kendileriyle ve çevreleriyle sürekli bir denge ve uyum içinde yaşamaya çalışırlarken
yaşadıkları olaylarla ve içinde bulundukları koşullarla ilgili ruh sağlıklarını da korumaya çalışırlar. Bunlar
için zaman zaman savunma mekanizmalarını harekete geçirirler. Her birey kendini rahatsız eden kaygı
durumundan kurtulmak için birtakım girişimlerde bulunur. Bu kaygı durumundan kurtulmak için girişilen
çabalara “savunma mekanizmaları” denir.
Çeşitli kişisel sorunların çözümünde savunma mekanizmalarını, gerçeği görmeyi engellemeyecek ölçüde
kullanmak gerekir. Bu, bireyin kendisine olan saygısını ve güvenini korumanın yanı sıra kaygılarını da
hafifletir. Bireyin başarısızlıkları karşısında kısmen doğru gerekçeler bulması; benliğinin dış zorlamalara ve
içsel çatışmalara karşı dayanma gücünü artırır.

Bölüm Soruları

232
1- Bedensel sakatlığı olan bir kişinin “Bu durum herkesin başına gelebilir.” diyerek yaklaşması
yansıtmaya örnek olarak verilebilir? (D) (Y)

2- Her insan çeşitli savunma mekanizmalarına ölçülü olmak kaydıyla sık-sık başvurabilir. (D) (Y)

3- İnsanlar sıkıntı ve rahatsızlık veren bir durumdan kurtulmak için savunma mekanizmalarına
başvurabilirler? (D) (Y)

4- Çocukluk çağında, yeni bir kardeş gelince, çocuğun çişini, kakasını söylemeyi bırakması bir
gerilemedir. (D) (Y)

5- Anne babasının baskısından bunalan ancak onlara karşı çıkamayan bir çocuğun öğretmenine veya diğer
yetişkinlere düşmanca tavır takınması yer değiştirme mekanizmasına örnek olarak verilebilir. (D) (Y)

233
234

You might also like