You are on page 1of 111

KÜLTÜR BAKANLIĞI

Ziya Gökalp Yayınları


1.Seri:4

Hazırla ya n: İBRAHİM KUTLUK


KÜLTÜR BAKANLIĞI
ZIYA GÖKALP YAYINLARI ; 4
I. Seri : 4

ZİYA GÖKALP

TÜRKLEŞMEK. İSLÂMLAŞMAK.
MUASIRLAŞMAK

H a z ır la y a n
İbrahim KUTLUK

Birinci Basılış

DEVLET KİTAPLARI
1976
DO Ğ U M U NU N 100. Y IL IN D A Z İ Y A G Ö K A L P ’I N
B Ü T Ü N E S E R L E R İN İ H A Z IR L A M A K U R U L U :

Prof. Dr. Nihat Nirun (B aşkan)


Hacettepe Ü niversitesi Sosyoloji B ölüm ü B aşkanı

Prof. Dr. Hikmet Tanyu (Ü y e)


A n ka ra Ü niversitesi Ö ğretim Üyesi
Rıza Kardaş (Ü y e)
M ü lî E ğ itim B akanlığı T a lim ve Terbiye Dairesi Başkanı

Şevket Beysanoğlu (Ü ye)


Avukat - Ziya Gökalp Demeği Başkam

KiUtür Bakanlığının 25 Şubat 1976 gün ve 605-1/ 200 sayılı


mucip emirleriyle (30.000) Adet bastırılmıştır.

Emel Matbaacılık Sanayi - Ankara


İÇİNDEKİLER

Sayfa
Önsöz............................................................................... V
I. Üç Cereyan ....................................................... 1
II. Lisan ........................................................................... 14
III. Anane ve K a id e ............................................................ 20
IV. Hars Zümresi, MedeniyetZümresi ...................... 29
V. Türklüğün Başına Gelenler ................................. 43
VI. Terbiye ...................................................................... 57
VII. Mefkûre .......................... 62
V III. Türk Milleti ve Turan ........................................ 70
IX. M illet ve Vatan .................................................... 80
X. M illiyet Mefkûresi .............................................. 87
XI. Milliyyet ve îslâm iyyet .................................. ... 95

— III —
ÖNSÖZ

B ir İm paratorluk coğrafyasının bir doğu (D iyarbakır) şehrinde


(1876 yılının 23 M art'm da) doğup, bir batı ucunda (S elâ n ik’de) fi­
kir dünyasına (1911 de) Gökalp adıyla katılarak, T ü rkiy e'y i ve bü­
tün T ürkleri «m efkure» ateşiyle ısıtan b ü y ü k m ürşidi, doğum unun
100. yılında bütü n eserlerini yayım lam anın gururu ve titizliği için­
de, m innet ve rahm etle anıyoruz.
Gökalp, 48 y ıllık kısa süreli Ömrü içinde çok renkli ve cepheli
şahsiyeti ile m efkûreci bir şair olarak T ü r k ü ve T ü rkçülüğü dile ge­
tiren, diiriist ve üst seviyede bir siyaset ve devlet adamı olarak m illi­
y etçilik fikriya tın ı yapan, bir «içtim aiyat müderrisi» (sosyoloji pro­
fesörü) olarak ilgili ilk k ü rsü yü k u rm a k suretiyle m etodolojisini batı
ölçüleri içinde tam lan, bir m ü te fe kk ir olarak da «T ürkçü lü ğ ü n Esas­
ları »nı modern mânâsı içinde yorum layarak geleceğe ışık tutan, bir fi­
kir ve gönül adamımızdır.
Fazilet ve feragat abidesi olan hayatı ve şahsiyeti de, bizzat öğ­
retim inde bulunduğu «m efkûre»si gibi, gelecek nesillere örnek olarak
gösterilecek olan Gökalp, hazırlık ve tahlil devresini henüz bitirm iş,
bir büyük terkipler devrine gelm iş bulunduğu bir çağda aramızdan
ayrılm ıştır. (25 E kim , 1924).
B ununla beraber, Ziya Gökalp’ın eserleri, A ta tü rk 'ü n kurduğu
C u m h u riy e tte de başarıyla uygulanan bir çok inkılâpları prensip,
ideal ve değerleriyle doludur. O, doruklarda tu tuşup u fk u baştan başa
aydınlatan ateşler gibi, T ü rklü ğ ü n bağrında m efkure ateşini yakıp
aydınlatan bir rehberdir.

_ v _
Cökalp, hasta hayvanların tedavi usûllerinin öğretim inin yapıldığı
yerde Öğrenim görmesine rağm en, «hasta a d a m n n tedavisinde fayda-
Zt olacak metod ve düşüncelerle işe koyulm uş ve eserlerinde çağdaş
T ü rk iy e ’nin sosyal değişmesi ile ilgili değer ve istikam etleri hakim in•
dan çok şûm ullu bir k ü ltü r sentezi taslağı hazırlayarak, tarihî tekâ­
m ül çizgisi içinde T ü r k cem iyetinin en tesirli düşünce m ihrakların­
dan biri olarak kalm ayı başarmıştır.

Ziya Gökalp, gerçekten yakın tarihim izin en tesirli ve güçlü in­


sanlarından biridir. B u bakım dan Gökalp Modern T ü rk iy e ’nin siyasî
ve f ik r î gelişm eler içinde bir nirengi noktası olarak değerini koru­
maktadır. Ziya Gökalp’m fik irleri ve düşüncesinin yapısı, aksettir­
diği çeşitlilikler, T ü rk iy e ’nin gelişme istikam etiyle ilgili hem en he­
m en her şeye ışık tutacak m ahiyettedir. B u bakım dan, Gökalp’ın eser­
lerinde ağır basan m ü te fe kk ir h ü v iy eti, kendi çağının fikriyatına
katkısı yönünden bir ışık olm uştur. N ite k im , «T ürkleşm ek, İslâm ­
laşmak, M uasırlaşmak d sentezi G ökalp'ın eseridir.

O’nun düşünceleri, C um huriyet devrinin yarım yüzyılı boyunca


yaşar ve nesillerden nesillere in tika l ederken, fikirlerinin ve fik riy a ­
tının bazı cepheleri, belki de tariki şartlar m üsait bulunm adığı için,
fazla uzun öm ürlü kalam am ış veya vaktin i tam am lam ış görünüm ü
içinde olabilir. B ununla beraber, O ’n u n sosyolog h üviyetiyle koym uş
olduğu prensipler ve sosyal değer hüküm leri, gerçekten, bugünün an­
layışı içinde de kendine has kavi m antığının tutarlı sentezi olarak
dikka ti çekm ekte ve tarihteki yerini heybetiyle doldurmaktadır.
Gerçi Gökalp’ın, m illî devletin tem eli saydığı halk k ü ltü rü n e gi­
derken, ayni Cemiyetin eseri bulunan, o çağın şartlarının icabı bir çe­
şit «tehzip» edilm iş şekli dem ek olaıı y ü k s e k Osmanlı k ü ltü rü n ü n
reddi zım nında tavır takınm ası, sistem inin bütünlüğü içinde çok bü­
y ü k zaaf olarak değerlendirilm em elidir.

A na fikirleriyle reddedilm ez bir m ü te fe k k ir olan Ziya Gökalp’ı


aşılmağa açık bir fik ir adam ım ız olarak, doğum unun 100. yılında
bütü n eserleriyle, kendi çağdaşları arasında, onda T ü r k atalar ru h u ­
nun hususiyetlerini ortaya koyant kahramanca sü k û n e t ve ruh k u v ­

— VI —
vetini ve T ü r k m illî ruhunun hasletlerini görüyor ve böylece eserle­
rindeki terkibin sağlam ve tutarlı yapısı içinde, özlü bir m uhtevanın
tem silciliğini de yapm akta olan Gökalp’ı, bu b ü y ü k insanı, elli y ıl­
dan beri hâlâ sahasında neden hem «ilk», hem de «tek» olduğunu
daha iyi anlamış oluyoruz.

Prof. Dr. N ihat N irun


Doğumunun 100. yılında Ziya Gökalp’m
Bütün Eserlerini Hazırlama Kurulu
Başkanı

Not :
Dört seri halinde tertiplenen «Ziya Gökajp Yayınlarında, asıl metne
mânâ ve ifade bakımından sadık kalınması prensip olarak benimsenmiş
olup, hususiyle izafet ve sıfat terkiplerine giren kelimeler ile aruz vezniy­
le yazılmış şiirlerde geçen kelimelerdeki imlâ da, aslına uygun şekilde
korunmuş, ancak alışılan kelimelerde buna uyulmamıştır.
«Ziya Gökalp Yaymları»nda, genellikte, her eserin sonunda yayındaki
mânâya uygun bir sözcüğe yer verilmek suretiyle gerekli kavram açıkla­
maları yapılmıştır. Ancak belli b ir sözlüğe gerek bulunmayan yayınlarda
bu husus dip notlarda gösterilmiştir.

— V II —
I
ÜÇ CEREYAN*

M emleketimizde üç fikir cereyanı vardır. Bu ce­


reyanların tarihi tetkik olunursa görülür ki m ütefek­
kirlerim iz iptida «muâsırlaşmak» lüzum unu hisset­
m işlerdir. Üçüncü Sultan Selim devrinde başlayan
bu tem ayüle inkilâptan sonra «İslâm laşmak» eme­
li iltihak etti; son zam anlarda ortaya b ir de «Türk­
leşmek» cereyanı çıktı.
M uasırlaşm ak (m odernistation) fikri mütefek-
kirlerce aslî b ir akide hükm ünde olduğu için muay­
yen b ir naşire m alik değildir. H er mecmua, h er ga­
zete bu fikrin az çok m üdafiidir.
İslâm laşm ak fikrinin mürevvici «Sırat-ı Müs­
takim - Sebilürreşâd», Türkleşm ek fikrinin m ürevvi­
ci «Türk Yurdu» m ecm ualarıdır. Dikkat olununca
b u üç cereyanın da hakikî ihtiyaçlardan doğmuş ol­
duğu görülür.

(*) Türk Yurdu, yıl, 2, C. III, S. 11, s. 331-337 (Mart


1328). Türk Yurdu’nda bu başlık yoktur. Türk Yurdu’
ndaki yazılar «Türkleşmek - İslâmlaşma - Muasır­
laşmak» adı altında yayımlanmıştır.
2 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Tarde, miliyet fikrinin gazete ile başladığını


iddia ve şu suretle (l) izah ediyor : Gazete, ayni
lisanla konuşan insanları «âmme» (publique) halin­
de toplayarak onlara m üşterek b ir vicdan verir. Ga­
zete, şursuz ve iradesiz olarak (2) yaptığı bu tesir­
den m aada, sırf revacını tem in maksadıyla, karile­
rinin iftihar ve ham iyet hislerini okşamaya, netice
olarak millî ananeleri, m illî m efharetleri h atırlata­
cak sözleri yazmaya m ecburdur.
Miliyet hissi, b ir kavimde uyandıktan sonra m ü­
cavir kavimlere de kolayca sirayet eder. Çünkü mil­
liyet duygusu uyanır uyanm az sahiplerinde teâvün,
fedakârlık, m ücahede hislerini artırarak ahlâkî, li-
sanî, edebî, İktisadî ve siyasî teâlîlere sebep olur. Bu
hale gıpta eden kom şu kavim lerde dahi - h a lk dilin­
de yazan gazeteler de m evcut is e - milliyet fikrinin
derhal in tişar etm esi gayet tabiî b ir hadise olur.
Milliyet «mefkûre» (ideal) si iptida gayr-i müs-
limlerde, sonra Arnavut ve A raplarda, ve en niha­
yet Türklerde zuhur etti. Türklerin e n (3) sona kal­
m ası sebepsiz değildir : Osmanlı devletini Türkler
teşkil etm işlerdi. Devlet «vaki b ir m ille t(4) (na-

FARKLAR :
(1) Başladığını iddia ve şu suretle izah, krş. T. Y. neşr.
başladığını izah.
(2) İradesiz olarak, krş. T'. Y. neşr. iradesiz.
(3) En, krş, T. Y. ve en.
(4) V aki’ bir m illet, krş. T. Y. neşr. V aki’ b ir m illetin.
ÜÇ CEREYAN 3

tion de fait)»; milliyet m efkûresi ise «irâdî b ir mil­


let (N ation de volonte)in (5) cürsûm esi dem ektir.
Türkler, ilkin hadsî (in tuitif) b ir ihtiyata tabi
olarak, b ir m efkûre için b ir mevcûdeyi tehlikeye dü­
şürm ekten çekinm işlerdir. Bunun için Türk m üte­
fekkirleri «Türklük yok, Osmanlılık var» diyorlar­
dı.
M uasırlaşm ak cereyanına tabi olanlar Tazminat
fikirlerini yaydıkları sırada m uhtelif unsurlardan
ve m ezheplerden m ürekkep olan vaki b ir m illetten
irâdî b ir millet yapm ak m üm kün olduğuna kani ol­
m uşlar; bu k a n a a tle <6> tarih î b ir m anayı haiz ka­
dîm «Osmanlı» tabiri y e rin e (7), m illî renklerden ta-
mamıyle ârî olm ak üzre, yeni b ir m ana yakıştırm ış­
lardı. Elim tecrübeler gösterdi ki «Osmanlı» tabirin­
deki yeni m anayı Tanzimatçı Türklerden başka ka­
bul eden yoktu. Bu yeni m ananın ihtiraı yalnız fay­
dasız olm akla kalm ıyordu; devlet ile u n su rlar ve bil­
hassa Türkler hakkında gayet m uzır neticeler veri­
yordu.
Dünyanın şarkı da, garbı da bize celî b ir suret­
te gösteriyor ki bu asır, milliyet asrıdır; bu asrın vic­
danları üzerinde en m üessir kuvvet, milliyet mefkû-
residir. İçtim aî vicdanların idaresi ile m ükellef

(5) Milliyet m efkûresi ise «irâdî b ir m illet»in cürsûm esi


dem ektir, krş. T. Y. cürsûm esi dem ektir.
(6) Bu kanaatle, krş. T. Y. ve b u kanaatle.
(7) Tabiri yerine, krş. T. Y. tabirine.
4 TÜRKLEŞMEK. - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

olan b ir devlet, bu m ühim İçtimaî âm ili mevcut


değil farz ederse, vazifesini ifa edemez. Devlet
adam larında, fırka recüllerinde bu his m evcut ol­
mazsa, Osmanlılığı terkip eden cem aat ve kavimle-
ri ruhî (psychologique) b ir surette idare etm ek
kabil olamaz(S\ D ört senelik b ir tecrübe bize gös­
terdi: Sırf unsu rların i'tilâfı m aksadıyla «ben Türk
değilim, Osmanlıyım» diyen Türkler, u n su rlan n ne
yolda b ir i’tilâfa m uvafakat edebileceklerini niha­
yet gayet acı b ir s u re tte <9) anladılar. Milliyet hissi­
nin hakim olduğu b ir m em leketi ancak milliyet
zevkini nefsinde duyanlar idare edebilirler'101.
T ürklerin m illet m efk û resin d en (1I) içtinabı,
devlet için m uzır ve un su rlar için m üz’iç olduğu gi­
bi, Türklüğün hususî m evcudiyeti için de mühlik-
ti. T ürkler milliyeti, vaki’ b ir m illet olan devlet ile
b ir m anada telakki ettikleri için, İçtimaî ve İktisa­
dî m evcudiyetlerinin te re d d i(U) etm ekte olduğunu
bilm iyorlardı.
İktisadî ve içtim ai hakim iyetler başka u n su r­
lara geçtiği sırada Türk, b ir şey kaybettiğini anla-
yam ıyordu; çünkü onun nazarında yalnız Osmanlı

(8) K abil olamaz, krş. T. Y. kabil değildir.


(9) Edebileceklerini nihayet gayet acı b ir surette anladı­
lar, krş. T. Y. edebileceklerini anlayam adılar.
(10) Edebilirler, krş. T. Y. idare edebilir.
(11) T ürklerin m illet m efkûresinden, krş. T. Y. Türklerin
m illiyet fikirlerinden.
(12) Tereddi, krş. T. Y. temadi.
ÜÇ CEREYAN S

m illetini terkip eden sınıflar vardı. K endisinin ba­


zı sınıflardan velevki bu sınıflar zam anım ızda en
ehemmiyetli tabakalar, teşkil e ts in (13) çıkarılm ası­
na hiç ehem miyet v erm iy o rd u (14>. M emlekette ik­
tisadı ve fennî sınıfların vücudunu kâfi görerek
kendisinin bu n lardan hariç kalm asında b ir beis
görem iyordu (1S). İşte bu gidişle Anadolu'da bile
h a lk (16), yahut ahali suretinde b ir Türklük kalm a­
dı; T ürkler m em ur ve rençber sınıflarına inhisar
ettiler. M em urlar da b ir nevi zihnî rençberler de­
mek olduğu için, Türklük -iç tim a i m an asıy la-
rençberlik demek oldu.
Çiftçi ve çoban, hayatın yaratıcı kuvvetinden is­
tifade ile yaşadıkları için bizzat yaratıcı âmil de­
ğildirler; koyunlar, hayatın dahilî nâmiyesiyle ço­
ğalır, ekinler, tohum ların meknûz feyzleriyle teneb-
b ü t eder. M em urların ise istihsalle h iç (17) b ir alâ­
kaları yoktur. H albuki zihnî melekelerin, irade ve
seciyenin in k işa f<18) ve tekâm ülü sanayi, im alat gi­
bi fa'al meşgalelerle, ticaret ve serbest meslekle­
ri <w) gibi iktirâhî hirfetlerle husule gelir. Bundan
dolayıdır ki köylü ve m em ur sınıflarına inhisar

(13) T abakaları teşkil etsin, krş. T. Y. tab akalar teşkil et­


miş olsun.
(14) Vermiyordu, krş. T. Y. vermezdi.
(15) Görem iyordu, krş. T. Y. göremezdi.
(16) Halk, krş. T. Y, kavim.
(17) istih sal ile hiç, krş. T. Y. istihsal ile hiçbir.
(18) İnkişaf, krş. T. Y. inkişafı.
(19) Meslekleri, krş. T. Y. sınıflar.
6 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK ■ MUASIRLAŞMAK

eden bir kavimden teşkilât yapm ak iktidarı mün-


selip olur. H üküm et idaresindeki beceriksizliğimiz,
Balkan m ağlubiyetine(20> bâdı olan sevkulceyş ve
levazım hususlarındaki iktidarsızlığım ız bu sebep­
ten neş’et e tm iş ti(21).
Memleketimizde kuvvetli b ir hüküm et teessüs
edememesi, Türklerin İktisadî sınıflardan (22) m ah­
rum iyeti yüzündendir. Hangi m illette hüküm et İk­
tisadî sınıflara istin at ederse, orada hüküm et ga­
yet kuvvetli olur; çünkü tüccar, sanatkâr, iş ada­
mı sırf kendi faydası için hüküm etin kuvvetli ol­
m asını ister. Hangi m em lekette hüküm et, m em ur­
lar sınıfına istinat ederse, o rad a hüküm et daim a
zayıftır; çünkü m a’zûl m em urlar iş başına geçmek,
m ansup .m em urlar daha yüksek b ir mevkie yüksel­
m ek için daim a mevcut hüküm eti düşürm eğe çalı­
şırlar. Millî m enfkûreden m ahrum iyet Türkleri
Millî iktisadiyattan m ahrum ettiği gibi, lisanın sa­
deleşmesine, güzel sanatlarda (23) millî üslûpların
tekevvün etm esine de m ani oldu (24). B unlardan baş­
ka, millî b ir m efkûre olmadığı için şimdiye kadar
Türk ahlakı da ferdî ve ailevî b ir şekilde kaldı, te­
sanüt, hamiyyet ve fedakârlık hisleri aile, köy ve

(20) Balkan m ağlubiyetlerine, krş. T. Y. son mağlubiyetle­


rimize.
(21) Neş’et etm işti, krş. T.Y. neş’et ediyor.
(22) Sınıflardan, krş. T.Y. sınıflarından.
(23) Güzel sanatlarda, krş. T.Y. bedii sanatlarda.
(24) Mani oldu, krş. T. Y. m ani olm uştur.
ÜÇ CEREYAN 7

kasam a m uhitlerini a ş a m a d ı... Ümmet m efkûresi


çok vâsi, aile m efkûresi çok dar olduğu için Türk
ruhu fedakârlık ve feragat hislerine istinatgâh ye­
ri olacak zî-hayat ve şedit ahlâkî b ir ruhiyete yaban­
cı k a ld ı(25). İktisadî, dinî ve siyasî müesseselerimi-
z in (26) inhilâli bunun neticeleridir.
Türklük cereyanı, Osmanlılığın m uârızı olm ak
şöyle dursun, hakik atte en kuvvetli müeyyididir.
Yalnız her yeni cereyanın olduğu gibi, bu mesleğin
de bir kısım gençlerden m ürekkep m ü fritle ri(27>
vardır ki yanlış tefsirlere sebep oluyorlar. T ürk­
lük «kozmopolitlik» e karşı İslâm iyet ve Osmanlı­
lığın hakikî istin atg â h ıd ır(28).
Tarde, beynelmileliyet hissinin de «kitap» tan
tevellüt ettiğini söylüyor. Gazete, halkın hissiyatı­

(25) ...Şim diye k ad ar T ürk ahlâkı da ferdî ve ailevî b ir


şekilde kaldı, tesanüt, ham iyet ve fedakârlık hisleri
aile, köy ve kasaba m uhitlerini aşam adı. Ümmet mef­
kûresi çok vâsi, aile m efkûresi çok d a r olduğu için
Türk ru h u fedakârlık ve feragat hislerine istinatgâh
yeri olacak zi-hayat ve şedit ahlâkî b ir ruhiyete ya­
bancı kaldı, krş. T. Y. T ürk ahlâkı da ferdî ve ailevî
b ir şekilde kalm ış, teâvün, ham iyyet ve fedakârlık
hisleri aile, köy ve kasaba m uhitlerini aşam am ıştı.
Millet m efkûresi çok vâsi, aile m efkûresi çok d ar ol­
duğu için T ürk ru h u isâr ve feragat hislerine istinat
yeri olacak zi-hayat ve şedit ahlâkî b ir ruhiyete ya­
bancı kalm ıştır.
(26) M üesseselerimizin, krş. T. Y. müessesemizin.
(27) M üfritleri, krş. T. Y. gülâtı.
(28) İstinatgâhıdır, krş. T. Y. istin a t yeridir.
8 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

na hitap ettiği için tekellüm lisanının canlı lügat­


lerini istim al eder. Kitap, âlim lerin ve müteallim-
lerin tecritci m üfekkirlerine hitap eder, bunun için
lügatlerden ziyade ıstılahlara m uhtaçtır. Istılahla­
rın halk lisanındaki lügatlerden yapılm am ası, um u­
mî b ir kaidedir; çünkü lügatler, tabiî ve zîhayat
m evcutlardır, ıstılahlarsa, sun'î ve cansız mevcu­
diyetlerdir. Halk lisanının tabiî kelimeleri zîhayat
ve hissî m analara m alik olduğu için m asnu’ ve mü-
çerret m anaları kabul edemez. B undan dolayıdır
ki h er kavim ıstılahlarını, dinî kitabının yazılmış
olduğu lisandan alır.
Avrupa m illetleri İn c il-i ş e r ifi Yunan lisanında
m uharrer olarak buldukları için, ilim ıstılahlarını
Yunancadan alm ışlardı. Bilâhare hıristiyanlık nok­
tasından Latin lisanı Yunancaya m uavenet ettiği
için, Cermen ve İslav m illetlerine Latinceden de
birçok ıstılahlar geçti.
Islâm kavimleri, ıstılahlarını Arapçadan kıs­
m en de Fârisden aldılar. Bugün bile asrın bütün
ilimlerini lisanımıza naklederken Yunanca ve La­
tince ıstılahlar yerine Arapça ve Acemce ıstılahlar
tasnî' ediyoruz.
Bir m illette iptida din kitapları yazılır; sonra
ahlâk, hukuk, m edebiyat, ilim, felsefe gibi m ari­
fet şubeleri dinden teşa’upla teşekkül ettikçe bun­
lara ait k itaplar da yazılmağa başlar. O halde ga­

(29) Ahlâk, hukuk, krş. T. Y_ ahlâk, sonra hukuk.


ÜÇ CEREYAN 9

zete, halkın İçtimaî ve m ahallî hissiyatım yevmî


ve hissî renklerle mülevven olarak tasvir ettiği
için nasıl «milliyet» m efkûresini doğuruyorsa, «ki­
tap» ta dinin ve dinden m üştak olan sair m arifet
ve ilimlerin yani m edeniyetin(30) umde, kaide ve
düsturlarını m ücerret ve k a t’î b ir üslûpla yaza­
rak (3I) m illetler arasında m üşterek olan hayatı, ya­
ni beynelmilelliyet ruhunu ibda, eder.

İlk vakitlerde beynelm ileliyet(32) hissini bütün


insanlara şamil zannetm ek doğru değildir. Mesela
kurûn-ı vustâda Avrupa’da b ir beynelmileliyet his­
si m evcuttu; fakat duyguyu tahlil edersek, Avru-
padaki beynelmilel şefkat ve müzaharetin Hristiyan
milletlere müncer olduğu, beynelmilel hukukim da
hristiyan devletlerin im tiyazları hükm ünde bulundu­
ğunu görürüz(34). Balkan m uharebesi, Avrupa vic

(30) M arifet ve ilimlerin yani m edeniyetin, krş. T. Y. m ari­


fet ve ilim lerin.
131) Y azarak, krş. T. Y. ta h rir ederek.
(32) İlk vakitlerde beynelm ileliyet, krş. T.Y. beynelmile­
liyet.
(33) Mesela kurûn-u vustâda Avrupa’da b ir beynelmileliyet
hissi m evcuttu, krş. T. Y. A vrupa’da b ir beynelmileliyet
hissi m evcuttur.
(34) H iristiyan m illetlere m üncer olduğu, beynelmilel hu­
kukun da H iristiyan devletlerin im tiyazları hükm ün­
de bulunduğunu görürüz, krş. T. Y. H iristiyan mil­
letlere m ü n h asır olduğu, beynelm ilel hukukun da
H iristiyan devletlerin im tiyazları hükm ünde olduğu
görülür. (Bu cümlede «müncer» in yerine «münhasır»
kelim esinin daha uygun düştüğü görülm ektedir. Bel­
10 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

danımn, bugün b ile (35) hiristiyan vicdanından baş­


ka b ir şey olm adığını gösterdi. T ürkler’in de vic­
danları tahlil olunursa görülür ki b ir Türk, kızını
b ir Araba, b ir Arnavuda, b ir Kürde, b ir Çerkese
tevziç edebilir, fakat k a t’iyen b ir FinlandiyalIya<36)
b ir hiristiyan M acar’a tezviç edemez b ir Budist
(Boudhiste) (37) Moğolun, b ir Şam anî Tunguz’un da
kızım İslâm yapm adan alamaz. Trablusgarp, Bal­
kan m uharebeleri esnasında Türklerin felâketine
iştirak edenler M acarlar, Moğollar, M ançular ol­
madı; bilâkis Çin’in, H ind’in, Cava’nm, Sudan’ın
ismini bilmediğimiz m üslim kavim leri m atem im i­
ze ortak oldular; manevî yardım larını esirgeme­
diler. B undan dolayıdır ki Türkler, lisa n c a (38)
«Ural ve Altay» şubesine m ensup olm akla beraber,
kendilerini İslâm m illetlerin d en (39) addederler.
«Beşeriyat (Anthropologie)» a göre ayni teş­
rihi en müzece mensup f e r tle r <40) b ir ırksa, «içti­
m aiyat (socjologie) »a göre de b ir m edeniyete(41)
m ensup m illetler b ir beynelmileliyettir. Türk lisa-

ki o zam anlarda bu ay ın m gözetilmediği için Ziya


Gökalp böyle kullanm ıştır diye de düşünemiyoruz,
çünkü, Türk Y urdu'nda m ünhasır kullanılm ıştır). î. K.
(35) Bugün bile H iristiyan vicdanından, krş. T. Y. H iristi­
yan vicdanından.
(36) FinlandiyalIya, krş. T. Y. Finvaya.
(37) B ir Budist, krş. T.Y. b ir Beduhi budist.
(38) Lisanca, krş. T.Y . ırkça.
(39) M illetlerinden, krş. T. Y. kavim lerinden.
40) Fertler, krş. T. Y. kavimler.
ÜÇ CEREYAN 11

m da, T ürk kavmi gibi, îslâm medeniyetine <42) gir­


dikten sonra h uruf ve ıstılahça İslâmî b ir şekil al­
dı. O halde beynelmileliyet ruhunu ibdâ eden âmil,
«kitap» ve dolayısıyla «medeniyet» t i r (43>. Binaen­
aleyh Türklükle İslâm lık, biri «milliyet» diğeri
«beynelmileliyet» m ah iy etlerin d e(44) oldukları için
aralarında asla taâruz yoktur. Türk m ütefekkirle­
ri, Türklüğü inkâr ederek beynel’edyân b ir Osman­
lılık tasavvur ettikleri zam an İslâm laşmak ihtiya­
cını duym uyorlardı; halbuki Türkleşm ek mefkû-
resi doğar doğmaz İslâm laşm ak ihtiyacı da hisse­
dilmeğe başladı.

M amafih, «m illiyet»(45), gazeteden ve «beynel­


mileliyet» kitaptan tevellüt ettiği gibi, asriyyet
(m odernism e) de âlet (outil) den tekevvün eder.
B ir zam anın m uâsırları, o zam anda f e n (46) (techni­
que) hususunda en m üterakkî olan m illetlerin yap­
tıkları ve kullandıkları bü tü n âletleri imâl ve isti­
mal ed eb ilen lerd ir(47). Bugün bizim için muâsır-
laşm ak demek, A vrupalılar gibi dritnavtlar, otom o­
biller, tayyareler yapıp kullanabilm ek dem ektir:

(41) M edeniyete, krş. T. Y. dine.


(42) îslâm m edeniyetine, krş. T. Y. îslâm ailesine.
(43) M edeniyettir, krş. T. Y. dindir.
(44) M ahiyetlerinde, krş. T. Y. m ahiyetinde.
(45) Mamafi, milliyet, krş. T. Y. milliyet.
(46) Fen, krş. T. Y. âliyât.
(47) Edebilenlerdir, krş. T. Y. edebilenlerdendir.
12 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

muâsırlaşmak, şekilce ve maişetçe Avrupalılara


benzemek değildir. Ne zaman malûmat ve masnû-
at iktibas ve iştirası için Avrupalılara ihtiyaçtan
müstağni olduğumuzu görürsek, o zaman muâsır-
laşmış olduğumuzu anlarız.
Türkleşmek, İslâmlaşmak mefkûreleri arasın­
da bir taâruz olmadığı gibi, bunlarla muâsırlaşmak
ihtiyacı arasında da bir tenâzu’ mevcut değildir.
Asriyyet ihtiyacı bize Avrupa'dan yalnız ilmî
ve amelî âletlerle fenlerin(48) iktibasını emrediyor.
Avrupa'da dinden ve milliyetten doğan, binaena­
leyh bizde de bu menbalardan(49) taharrisi lâzım
gelen birtakım manevî ihtiyaçlarımız vardır ki,
âletler ve fen ler(50) gibi bunların da Garp'ten isti­
aresi iktiza etmez.
O halde her birinin nüfuz dairelerini tayin
ederek bu üç gayenin üçünü de kabul etmeliyiz;
daha doğrusu(51), bunların, bir ihtiyacın üç muhte­
lif noktadan görülmüş safhaları olduğunu anlaya­
rak «muâsır bir İslâm Türklüğü» ibda’ etmeliyiz.
Mamafih, bir müddetten beri asrî âletlerle
fenlerin inkişafından doğan asrî medeniyet, müs-
bet ilimlere müstenit yeni bir «beynelmileliyet»

(48) Âletlerle fenlerin, krş. T.Y. âletlerin ve âliyâtlann.


(49) M enbalardan, krş. T. Y. m enbaların.
(50) Âletler ve fenler, krş. T.Y. âletler ve âliyâtlar.
(51) Daha doğrusu, krş. T.Y. Y ahut daha doğrusu.
UÇ CEREYAN 13

husule getirm ektedir. Gittikçe, dine m üstenit olan


beynelmileliyetler yerine ilme m üstenit hakikî b ir
beynelmileliyet kaim olm aktadır. B ir taraftan Ja­
ponya’nın, diğer cihetten Türkiye’nin Avrupa mil­
letleri arasına girm esi Avrupa beynelmileliyetine
ileride göstereceğimiz veçhile «lâ-dînî» b ir m ahiyet
verdiğinden, gittikçe beynelmileliyet dairesiyle
«ümmet» dairesi de biribirinden ayrılm aktadır.
Yani bugün Türk milleti Ural-Altay ailesine, İs­
lâm üm m etine, Avrupa beynelmileliyetine mensup
b ir cem iyetten ib a re ttir (52).

(52) Bu paragraf, tümden, Türk Yurdu’nda yoktur. İ.K.


II
LİSAN *

Cismin tülü, arzı, uraku olduğu gibi, İçtimaî


vicdanının da üç bu 'd u var : Milletcilik, üm m etçi­
lik, asırcılık (1). Bu kaziyyenin ne derece doğru ol­
duğunu iptida İçtimaî vicdanının in ’ikâs ayinelerin-
den biri olan lisanda arayacağım.
Dilimiz, elli altm ış seneden beri genişlemek
yolunu tutm uştur. Asrın şuâları ülkemize nüfuz et­
tikçe gözümüz yeni m asnû’lar, zihnimiz yeni m ef­
hum lar görm ekte devam ediyor. B unlar isimsiz
kalmayacağı için, h er gün birçok yeni kelimelerle
lisanımız zenginleşiyor. Asrın müm essili olan mil­
letlerin gazetelerinden, kitaplarından tercüm eler
yapıyoruz. Bu suretle irfanım ızda m evcut olm ayan
birçok yeni m analar nâtıkam ızdan yeni lafızların
ibdâını istiyor.

(*) Türk Yurdu, yil 2, C. III, S. 12, s. 367-370 (21 M art


1329).
FARKLAR:
(1) Milletcilik, üm m etçilik, asırcılık, krş. T. Y. milliyet,
beynelmileliyet, asriyet.
LİSAN 15

Lisanımız, m üterakkî delillerle karşılaştıkça,


âdeta kelime be-kelime onların taklidini yapıyor.
Bazen «hurde-bin (m icroscope)», «dûrbin (télésco-
pe)», «şeh-kâr (chef d ’oeuvre)», «mefkûre (idéal)»
kelim elerinde olduğu gibi lafzî «istinsah (calque)»
lar yapıyor. Bazı kere de «tayyare (aéroplan)»,
«tekâm ül (évolution)», «m eşrutiyet (constituti­
on)», «bediiyat (esthétique)» tabirlerinde olduğu gi­
bi, manevî istinsahlar husule getiriyor.
Lisanımızın bu fi’lî tem ayülü bize şunu göste­
riyor :
B ir zam an gelecek ki Türkçemiz, Fransız, İn ­
giliz, Alman lisanlarındaki bütün kelim elerin m u­
kabillerine m alik olacaktır.
Lafzî kelâm, nefsî kelâm ın ifadesi olduğuna
göre, asrın m efhum lardan m ürekkep manevî b ir li­
sanı vardır ki h er dil ona intibak etm ek m ecburi­
yetindedir. O halde Türkçe ne zam an bu ih tiy acı<2)
tatm in ederse o vakit m uâsırlaşm ış, asriyet cihetin­
deki ittisâm ı ikm al etm iş sayılabilir.
Lisanımıza giren yeni kelimeler üç nevidir:
1. Ecnebî kelimeler, 2. Arapça ve Acemceden ibdâ'
yahut terviç olunan kelimeler, 3. Türkçe ibdâ’ ya­
h u t terviç olunan kelimeler.
Birinci nevi kelim eler lisanımıza kaçak sure­
tiyle giriyor. Lisanî selikamız bu kelimeleri lisan­

(2) İhtiyacı, krş. T. Y. ihtiyacını.


16 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

dan ta rd ederek yerlerine «ıstılah» salar Arapça


yahut Farisîden, «lügat» seler Türkçeden m ukabil­
ler buluyor.
Istılahların m ukabillerini Arabi yahut Farisî­
den yaparak ecnebî kelimeleri kabul etmemek has­
sası Türkçeye m ünhasır değildir. B ütün İslâm li­
sanları bu hasîsada m üşterektir. Dinî tabirlerde ve
dinden iştikak eden sair ilimlere m ahsus ıstılah­
larda esasen m üttehit olan bu lisanlar, bu vahdeti
yeni ıstılahlarda da muhafaza etm ek m ecburiyetin­
dedir <3). Çünkü, mesela Rusya’daki Türkler ıstılah­
larını Rusçadan, Çin’deki Türkler Çinceden, biz
Fransızcadan alacak olursak, Türkçelerim iz biribi-
rinden uzaklaşır. H albuki Arapça ve Acemce’den
yahut Türkçeden alırsak, bilâkis yekdiğerine ya­
kınlaşır (4). H iristiyan ü m m etin in (5) ıstılahları Yu­
nanca ve Latinceden alınm ıştır. İslâm lisanları bu
ıstılahları aynen istiâre etm ekle ayni zam anda
kendi üm m etliğini kaybetm ekten de k o rk u y o r<6).
Mamafih, İslâm lisanları, ıstılahlarını Arabî
yahut Farisîden alm akla, üm m et vahdetine ait va-

(3) E tm ek m ecburiyetindedir, krş. T.Y. etm ek istiyor.


(4) Çünkü mesela Rusya’daki T ü rk ler... yekdiğerine ya­
kınlaşır, krş. T. Y. b u iki cüm le yoktur.
(5) H iristiyan üm m etinin, krş. T.Y . H iristiyan beynelmi-
leliyetinin.
(6) Ayni zam anda kendi üm m etliğini gaip etm ekten de
korkuyor, krş. T.Y. kendi beynelm ileliydim gaip et­
m ekten korkuyor.
USAN 17

zif elerini ifa etmiş olm az<7). Bu ıstılahlar her li­


sanda başka cezirlerden teşkil olunursa matlup
olan vahdet hasıl olmayacağı için, lisanın ümmet­
çiliği (8) eksik kalır. Bundan dolayıdır ki diğer Is­
lâm lisanlarının kabul etmiş olduğu yahut kabul
edebileceği tâbirleri arayıp bulmak suretiyle ıstı­
lah vaz’etmemiz lâzım gelir. Bu maksadı temin için
Islâm ümmetine mensup her lisanda(9> ıstılah
vaz’ıyle meşgul cemiyetler teşekkül etmeli, bu ce­
miyetler muayyen zamanlarda ıstılah kongreleri<10)
suretinde toplanmalıdır.
Islâm lisanlarının bütün ıstılahları bu kongre­
ler 00 n) marifetiyle mütehit bir surette taayyün et­
tikten sonra artık lisanımıza üm m et(U) cihetinde­
ki ittisâım da ikmal etmiş yani İslâmlaşmış naza­
riyle bakabiliriz.
Lisanımız Islâm üm m etinin(12> umumî lisanı
olan bir ıstılahlar kamusuna malik olduktan sonra
Arabî ve Farisîden de içtinap etmek mecburiye­
tindedir. Çünkü Türkçeye giren Arabî, Farisî keli­

(7) Ü m m et vahdetine ait vazifelerini ifa etm iş olmaz, krş.


T. Y. beynelmilel vazifelerini ifa etm iş olmazlar.
(8) Ümmetçiliği, krş. T. Y. beynelm ileliydi.
(9) Islâm üm m etine m ensup h er lisanda krş. T. Y. h e r li­
sanda.
(10) Istılah kongreleri, krş. T. Y. beynelmilel istilah m ü ’
tem erleri.
(10/1) K ongreler, krş. T. Y. m u ’tem erler.
(11) Ümmet, krş. T. Y. beynelmileliyet.
(12) Üm metinin, krş. T. Y. beynelmileliyetinin.
18 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

meler ıstılahlara m ünhasır değildir. Birçok lüzum­


suz Arapça, Acemce lügatler de dilimize girm iştir.
H attâ bu iki lisanın Türkçeye tesiri yalnız kelime­
ler i'tasm dan da ibaret değildir. Arabî, Farisî ter­
kipler, edatlar da Türkçeye dahil olmuş, Türk
sarfını bu iki lisanın sarf ve nahiv kaideleriyle bir
halîta haline g e tirm iştir'131.
Lisanımızı m ana itibariyle rr,¡Kısırlaştırmak,
ıstılah ciheyitle İslâm laştırm ak iâzıır. olduğu gibi,
sar!, ırıh iv, imlâ hususlarında Türkleştirm ek de lâ-
bi.ittür. Im kçed c ıstılahların gayri bütün kelimeler
mümkünse Türkçe olmalı, yahut Türkçeleşmiş bulun­
malı. Arapça, Acemce terkipler, cemiler, edatlar, sî-
galar lisanımızdan çıkarılm alı, «şuarâ-i cedîde» di­
yeceğimize «yeni şairleı -, : edebiyat-ı Türkivye» diye­
ceğimize «Türk edebiyatı», «tabîiyvei» yerine «tabi­
lik», «serbesti» verine «serbestlik-, -muYi? bir m u­
harrir» yerine «ica/.cı bir m u h arrir :. ■; üciz b ir ifa­
de» yerine «îcazlı bir ifade» demeliyiz. Mamafih,
Türkçeleştirmeyi lü g a tin e hasretm ek de doğru değil­
dir. M ümkünse bütün ıstılahları da Türkçe kelime­
lerden yapm ak daha i y i d i r . Fakat müm kün olma­
dığı takdirde, ıstılahlarım ızın Fransızca yahut Rus-
e:i olacağına irapça ve Acemce olması daha hayır-
■ ' ’i-. Her i undu bütün M iislümanlar arasında ol-
bile biitün i ilikler arasında - lügatler gibi —
ıstı? '¡Iıların da m üşterek olması, yani bütün Türk-

(!?> Bir halita haline getirm iştir, krş. T.Y. tahlit etm iştir.
LİSAN 19

Jerin m üşterek bir edebiyat ve ilim lisanına m a­


lik olm ası elzem d ir041. O halde, lisanımızı Türkçe­
leştirirken (15) tedricen bütün soydaşlarımızın anla­
yacağı um um î b ir Türkçeye doğru gitmek lâzım
geldiğini de unutm amalıyız. Fikrimizi hulasa ede­
lim :
«Yeni m efhum lar» asrın, «ıstılahlar» üm m etin,
«lügatler» m illetin nâtıkasıdır <l6).
Türkçe içtim ai vicdanımızın bu üç safhasına
tamamıyle m untabık hassas b ir ayine olm adıkça
teşekkül ve tekem m ül etm iş b ir lisan sayılamaz.

(14) Mamafi, Türkçeleştirm eyi lügatlere : ...m alik olması el­


zem dir, krş. T. Y. Bu aradaki cüm leler yoktur.
(15) Türkçeleştirirken, krş. T. Y. T ürkleştirirken.
(16) Asrın, «İstılahlar» üm m etin, lügatler» m illetin natı­
kasıdır, krş. T. Y. asriyetin, «istilahlar» beynelmileli­
y d in , «lügatler» m illiyetin natıkasıdır.
III
ANANE VE KAÎDE*

İçtim aî hayatım ızın hangi cihetine baksak iki


m uhtelif cereyanın çarpıştığını görürüz. Bunlar­
dan biri cezrîlik (radikallik), diğeri m uhafazakâr­
lıktır. B irbirinin tamamiyle zıddı sanılan bu iki
cereyan hakikatte ayni esasta b irle şm iştir(1) : Kai-
decilik.
M uhafazakârlar, mevcut kaideleri lâyetegayyer
hakikatler sırasında görerek değiştirilm esine küfür
nazarıyla bakarlar. Cevzrîler, m akul kaideleri m ut­
lak düsturlar idâdm a koyarak, kabul etmeyenleri
m ürtecilikle itham ederler. Bu iki sınıftan hiç bi­

(*) T ürk Y urdu, yıl 2, C. III, S. 15, s. 480-484 ( 2 Mayıs


1329).
FARKLAR:
Türk Y urdu’nda 1. p arag raf olarak yer alan aşağıda­
ki sözler kitaba a lın m a m ıştır:
«Bizde herkes kaidesizlikten şikâyet ediyor; ben kai-
decilikten şikâyet edeceğim. H erkes terakki edemeyişi­
mizin sebebini ananecilikte görüyor; ben bunun ana-
nesizliğimizden ileri geldiğini göstereceğim.»
(1) B irbirinin tam am iyle zıdd sanılan ... birleşm iştir, krş.
T. Y. birbirinin tam am iyle zıddı sayılan bu iki cere­
yan bence ayni esasta birleşm iştir.
ANANE ve KAİDE 21

risi bu eski, yahut yeni kaidelerin (2) nereden çıka­


rak ne yolda tekâm ül ettiğini, m üteakip zam an­
larda m ütehâlif m uhitlere nasıl intibak ettiğini
aram ağa lüzum görmezler. Çünkü h er iki tarafça
da kaide, zam anların fevkinde ve m uhitlerin h ari­
cinde bir «kaim bi-nefsihî» dir. Bu, b ir cemiyette
hayatî tekâm ülün m uvakkat ve diğerlerine m ut­
tasıl b ir merhalesi değil, zaman ve m ekândan m ü­
cerret b ir âlem olan «nefsül’emr» de sabit ve mü-
teayyin ezelî b ir hakikat, ebedî b ir düsturdür.
K aidelere(3) m ütâbaat tek errü r ede ede itiyat
haline geçtiği için ih tiy aıiar m uhafazakâr olurlar.
Gençlerse medenî ihtişam larıyla parlak görünen
m üterakkî m illetlerin terakki etm elerinin sebeple­
rini tatbik etm ekte oldukları kaidelerin doğruluğu­
na ham lettikleri için bunları taklit etm ek hevesine
düşerler; bundan dolayı kökten inkılâpçılar sıra­
sına geçerler.
Adı ister âdet, ister m oda olsun, ister âdâb,
ister etiket nam ı verilsin, ister itikat, ister içtihat
denilsin, fıkıh m addeleri .yahut hukuk düsturları
suretinde tecelli etsin, kaide daim a ayni şeydir.
Tekâmülün süreksiz ve m ütereddit b ir vakfesi ad-
dolunmayıp da câm it ve sâbit b ir «ayn» addolun­
duğu ,4) anda cansız b ir kadit halini alır. Hayatın

(2) Kaideler, krş. T.Y. kaidelerin (bu sözün doğru olm a­


sı gerekir).
(3) Kaidelere, krş. T. Y. kaideler.
(4) Camit ve sâbit b ir «ayn» addolunduğu, krş. T.Y. tes-
b it ve tecm it edildiği.
22 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

özü,(51 yaratıcı b ir tekâm üldür. Tekâmülsüz mev­


cutlar cem aatlerden ibarettir. Kaideciler neticeyi
sebep yerine koyarlar. Kaide tekâm ülün m uvakkat
b ir neticesidir. O nlar bunu tekâm ülün sebebi sa­
nırlar. Sebep m alum olduğu için artık tekâm ülün
tarihini tetkika lüzum görmezler.
Bu zihniyette olanlar kaideyi m utlak bir hü­
küm dar g ib i(6) telâkki ettikleri için ta tb ik attan bir
fayda hasıl olm adığım görünce bütün mesuliyeti
zavallı kaideye yükletirler. Derhal cezrîler sesleri­
ni yükselterek m uhafazakârları susm ağa m ecbur
ederler. Yapılacak iş kolay : Eski kaideleri h al’ede-
rek yerlerine yenilerini iclâs etm ek 17
Fakat bunların hüküm ranlığı da çok sürmez,
çünkü tatb ik atta yine aksilikler görülmeğe başlar.
Bu kerre itiyatçılar başlarını doğrultur. Ve tak­
litçileri m eydandan çekilmeğe davet eder.
İşte bizde daim a böyle olm uştur! Türklüğün
mazisi tetkik olunsun : Görülecek ki birbirine itti­
sali olmayan birçok tarih devreleri yaşamışız; mü-
esseselerimiz m uzafferiyet iğtinam larıyla ânî bir
surette dolan, fakat m enbaını millî b ir iktisattan
almadığı için yine ânî b ir surette boşalm ağa m ah­
kûm olan istilâ devletlerinin hâzinelerine benze­
miş. Tekâm ülden doğma müesseselerimizi tarihî

(5) H ayatın özü, krş. T. Y. hayatın lübbü.


(6) M utlak b ir h üküm dar gibi, krş. T. Y. m utlakıyet tah­
tında kaid b ir semavî zıll.
(7) İclâs etm ek, krş. T. Y. ik ’ad etmek.
Aı\ANE ve KAİDE 23

ittisallerini tem in ederek canlı ananeler haline so­


kacağımıza, b u n ları bir tarafa atarak her ülkeden
«tarihsiz, ananesi/» kaideler suretinde m üesseler
almışız.
tngilizler kaidesiz bir m illettir; fakat tarihî
ittisalleri, tekâm ülî in ’itafları malum ananeler en
ziyade Ingilizlerde görülür. İngilizleri terakki etti­
ren ananeciliktir.
Biz T ürkler kaideci, fakat ananesiz bir mille­
tiz. Türklüğe <8) ve İslâm lığa ait ananelerim izin ta­
rihî silsilelerini aram adığım ız gibi, asrım ızı temyiz
eden terakkilerin m enba’ ve tekâm ülünü de tetki-
ka lüzum görmeyiz. Bizim için yalnız neticeler lâ­
zım. Türklük, İslâ m lık (9> mütevâlı m edler ve cezir­
lerden sonra amelî ve itikadî kaideler suretinde
rüsuplar bırakm ış. Avrupa medeniyeti birçok itila
ve inkılâptan sonra bize birtakım İlmî ve amelî
um deler suretinde tecelli ediyor.
B ir kısmımız o rüsupları istim al, diğer takı­
mımız bu um deleri iğtinam ederiz. Kaide ister iti-
yadî, ister taklidi olsun ibda' ve terakkiden m ah­
rum dur. Çünkü m unfasıl ta k litle r(l0> hem imtizaç
ve terekküp edemezler; hem de mazileri yoktur.
H er biri m üstakil ve m utlak b ir âlem olan kaide­
ler -o tu rd u k la rı y erle rd e- oldukları gibi kalırlar;

(8) Türklüğe, krş. T. Y. Türklük.


(9) Türklük, İslâm lık, krş. T. Y. T ürklük ve İslâm lık.
(10) Çünkü m ünfasıl taklitler, krş. T. Y. çünkü m ünfasıl
itiyatlar, m ünfasıl taklitler.
24 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

b ir istikbal vücuda getiremezler. Anane ise ib d â’


ve terakki dem ektir. Çünkü anane m uhtelif anları
birbirleriyle zeveban etm iş b ir maziye, arkadan
m uharrik b ir k u v v et<n) gibi ileriye doğru iten ta­
rihî bir cereyana m aliktir ki daim a yeni inkişaf­
lar, yeni in'itaflar tevlit edebilir. Anane kendi ba­
şına velûd ve m übdi’ olm akla beraber, ona aşıla­
nan yabancı yenilikler de dam arlarındaki hayat
nüsgundan feyz alarak canlanır ve âdi taklitte ol­
duğu gibi çürüyüp düşmez.
Bergson, ferdin ruhunu h atıralarının mecmu­
undan, cesedini itiyatlarının m ecm uundan ibaret
görüyor. Bir m illetin hatıraları, an an e lerid ir<12) iti­
yatları ise kaideleridir; demek ki b ir m illetin an­
aneler ruhunu, kaideler bedenini teşkil eder. İsti­
nat noktasını, ananeci b ir m illet ruhunda, kaideci
b ir m illet gövdesinde arar. Birincisi hayatın m ana­
larını, İkincisi lafızlarını okur. Birincisi tarihî b ir
hürriyet, İkincisi coğrafî bir esaret içinde yaşar.
Balkan harbinde B u lg arlarla(13) olan çarpışm aları­
mızda onlar ateşli ananelerinden, biz b ârid kaide­
lerimizden mülhem olarak birbirim ize saldırıyor­
duk <14). Netice tarihin coğrafyaya galebesi oldu.
O halde, şimdiye kad ar yürüdüğüm üz m uha­
fazakârlık ve teceddüt yollarının ikisi de çıkmaz

(11) B ir kuvvet, krş. T. Y. kuvVet.


(12) A nanaleridir, krş. T. Y. ananeleri.
(13) Balkan harbinde Bulgarlarla, krş. T. Y. Bulgarlarla.
(14) Birbirim ize saldırıyorduk, krş. T. Y, saldırıyorduk.
ANANE ve KAİDE 25

imiş. Yeni hayat, bunların ikisinden de sakınm ak


gerek. Evvelâ Türklüğe m ahsus müesseselcrimizin
ananelerini, tekâm ül tarihlerini tetkik etmeliyiz.
Türk edebiyatı ne Âşık Paşa ile (15) ne de Nevâyî
ile başlar. Edebiyatımızın m enbalarım b ir taraftan
taş m ahlûkelerde, ciran derilerinde, diğer ta ra f­
tan da halkın koşm alarında, m asallarında, destan­
larında aramalıyız. Millî veznimiz parm ak usulü­
dür. Millî dilimiz yalnız Türk sarfına tabi olan­
dır. Millî edebiyatımız, mevzularını, istiâre zemin­
lerini Türk hayatından, T ürk İçtimaî teşkilâtından,
Türk esâtîrinden, Türk m enkıbelerinden almalı. Li­
sanım ızdan yabancı terkipleri, şiirimizden yabancı
vezinleri, edebiyatımızdan yabancı telm ihleri atm a­
lıyız. Lisan ve edebiyatımıza ananesinin m ebdein­
den başlarsak, uğradıkları m uvakkat istilaların
ârızî ve m arazî devreler olduğunu anlayacağız.
Türk hukukunun tarihini, törelerin, yasaların, tü ­
züklerin tetkikiyle diriltmeliyiz. Türk m im arisi,
Türk ressamlığı, üm m et devrinin binalarında ve
yazılarında aransa bile, Türk musikisi de millî
şiir ve edebiyatımız gibi halkın şifahî ananelerinde
taharri edilm elid ir<16).
Türklüğün kelimelerde, mesellerde, m asallar­
da, destanlarda izleri kalmış b ir millî mefkûresi

(15) Âşık Paşa ile, krş. T. Y. Âşık Paşa.


(16) T ürk m im arisi, Türk ressam lığ ı., tah arri edilmeli­
dir, krş. T. Y. Türk m im arisi, Türk m usikisi, Türk
sanatı başlıbaşm a ta ’m ik edilmeli, millî Üslubumu­
zun mahiyeti m eydana çıkarılm alı.
26 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASlRLAŞıMAK

vardır ki bunu bu dağınık <l7) enkaz arasından bu­


lup çıkarmak, ve bunda m ündem iç olan k av m î(18)
«mâ-ba’dettârîh»i keşfetm ek en büyük vazifemizdir.
Saniyen İslâm lığa ait müesseselerimizin ana­
nelerini, ta rih in i(19) tefahhus etmeliyiz. Kelâmın,
tasavvufun, fıkhın tarihlerini bilmeliyiz. Bu mües-
seselerin nasıl tekâm ül ettiği, m uhtelif m uhit ve
zam anlara ne yolda intibak eylediği m alûm olursa,
bu asırda hangi terakkileri kabul edeceği ve istik­
balde ne şekilde b ir tekâm ül takip eyleyeceği de(20’
anlaşılabilir.
Anane, b ir m üessesenin m uhtelif zam anlarda­
ki şekilleri arasında ittisal ve ahenk tesis etmekle
kalm az... Bütün müesseselerin ayni asıldan ne su­
retle iştikak ettiğini de göstererek hepsini b irb iri­
ne rapteder.
D urkheim 'e göre, ahlâk, hukuk, siyasiyat, m an­
tık, bediiyat, iktisadiyat gibi müesseselerin cümlesi
«din»den m üştaktır. Bu dallar köklerini dinî b ir
m enbadan bulm ağla zinde b ir feyze, feyyaz b ir zin­
deliğe <21) m azhar olurlar.

(17) Bu dağınık, krş. T. Y. dağınık.


(18) Kavmî, krş. T. Y. ırkî.
(19) Tarihini, krş. T. Y. tarinlerini.
(20) Eyleyeceği de, krş. T. Y. eyleyeceği.
(21) Dinî b ir m enbadan bulm ağla zinde b ir feyze, feyyaz
bir zindeliğe, krş. T. Y. dinî b ir m â-ba’dettabiadan
bulm ağla zinde b ir feyz, feyyaz b ir zindeliğe.
ANANE ve KAİDE 27

Anane ittisal ve ahengi m uktazi olduğu için


Türkün m â-ba’dettârîhini dinin bu mâ-ba'dettabî-
asına raptederek b ir «tsîâm-Türk» ta rih felsefesi de
vücuda getirebilir <22).
Sâlisen, a s r ın (23) âliyât ve fünûnundan, usû-
liyyât ve felsefesinden istifade edebilmek için bun­
ların da <24) tekâm ül tarihlerini, zam anî ve içtim ai
intibaklarını tah arri etmeliyiz.
Medeniyet tarihi bize gösteriyor ki b ir memle­
kette sanayi terakkiye başlayınca fenler de inkişaf
ediyor.
Fenler sanayiden doğar, sanayii sevk ve idare­
ye uğraşır. Bizden fen ta h s ili(2?) b ir vasıta değil, b ir
gayedir. H albuki bizim m ütefenninlerim iz(26> yal­
nız fenden bahsetm eyi bilirler, fennin tatbikatiyle
uğraşm aya iktidarları yoktur. O halde bizde hakikî
m anasıyla ne fen, ne de miitefennin vardır. Fenler
âliyâttan doğduğu gibi, felsefe de usûlden tevellüt
eder. Feylesoflar başkalarının bulduğu hakikatleri
terkip ve tensik edenler değildir. Gerçekten feyle-

(22) Dinin bu m â-badettabiasm a rap t ederek bir «İslâm


- T ürk tarih felsefesi de vücuda getirilebilir, krş. T. Y.
bu m â-bâdettabiasına rap t ederek bir «İslâm -T ürk»
tarihi yapm ak da iktiza eder.
(23) Sâlisen asrın âliyât, krş. T. Y. salisen âliyât.
(24) B unların da, krş. T. Y. bunların. ı
(25) Fen tahsili, krş. T. Y. fenni tahsili.
(26) Halbuki bizim m ütefenninlerim iz, krş. T. Y. mütefen-
, ninlerimiz.
28 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

sof olanlar, hakikatin taharrisi usulünü bilenler ve


bunu bizzat tabik edcbilenlerdir.
Bugün felsefe, keşfolunm uş b ir sürü m alûm a­
tın mecmuu suretinde telakki olunamaz. Felsefe,
bu m alum atı lâyenkati’ keşf ve ıslâh eden usuller­
den ibarettir. Yine anlaşılıyor ki bizde hakikî ma-
nasıvle ne felsefe, ne de feylesof vardır.
O halde b ir taraftan tarihli ve ananeli b ir mil­
let haline girmeye, diğer taraftan da bilfiil sanayie
istinat eden fenler ibdâ’ etm eğ e(27>, usullerden
aleddevâm feyz alan felsefeler yaratm ağa çalışm a­
lıyız.
Asrın fünun ve felsefesini, âliyât ve usuliyyâ-
tını millî ve dinî ananelerim izi izah ettiğimiz su­
rette aşılar ve m ezç<2S) edersek m uasır b ir İslâm
- Türk medeniyeti hasıl olacaktır. Ve işte halk ru­
hunun «Kızıl Elma» diye aradığı bu mev’u t vata­
nına m) vasıl olduğumuz zam andır ki hakikî ma-
nasıyle h a rs e n <39) h ü r ve medeniyyeten m üstakil
olacağız.

(27) Fenler ibda etmeğe, kı ş. T. Y. fenler.


(28) Me/.ç, krş. T. Y. temziç.
(29) Vatanına, krş. T. Y. hayata.
(30) H arsen, krş. T’. Y. içtimaen.
IV
HARS ZÜMRESİ, MEDENİYET ZÜMRESİ’

İçtim aiyat müteharriklerinin biribirine m uha­


lif (1) neticelere vasıl olm asının sebebi, İçtimaî ha-
hatı bazılarının «hars zümresinde», diğer kısmının
«medeniyet züm resi»nde(2), aram alarıdır. Bu na­
zar tahâlülü ibtida içtim ai hadiselerin tarifinde te­
celli etm iştir. Tarde, içtim ai hadiseleri «taklit va­
sıtasıyla um um ileşm iş ferdî ib d a’lar» diye tarif
ediyordu. Durkheim «bir hadise, taklit vasıtasıyla
um um ileştiği için içtim ai hadise olmaz, belki esa­
sen içtim ai hadise olduğu içindir ki taklit vasıta­
sıyla umum ileşir» diyerek Tarde’a m ukabele edi­
yordu.

(*) T ürk Yurdu, yıl 2, C. III, S. 17, s. 565-570 (30 Mayıs


1329).Bu yazının T ürk Y urdu'ndaki başlığı «Cemaat
ve Cemiyet» tir.
FARKLAR :
(1) Muhalif, krş.. T. Y. m ütehalif («mütehalif»in doğru
olması gerekir).
(2) Bazılarının «hars zümresi»nde, diğer kısm ının «mede­
niyet züm resi»nde aram alarıdır, krş. T. Y. bazılarının
«cemaat (com m unauté) de diğer kısm ının «cemiyet
(société)» de aram alarıdır.
30 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

D urkheim ’e göre ferdî hadiseler «acımak,


susam ak, uyumak» gibi kendini ferdî ru h lara sırf
dahilî b ir tazyikle arzeden ihtiyaçlardır. İçtim aî
hadiselerse «dinî itikatlar, ahlâkî vazifeler, huku­
kî kaideler, siyasî ve İçtimaî m efkûreler» gibi ken­
dini ferdî ruh lara sırf haricî b ir tazyikle arzeden
m efhum lardır. Bu tarifler gösteriyor ki İçtimaî ha­
yatı Durkheim hars züm relerinde, Tarde m edeni­
yet züm relerinde aram ıştır (3). Dikkat edilirse an­
laşılır ki ferdî hadiseler nam ı verilen gerek yuka­
rıda zikri geçen ih tiy açlar<4> ve gerek görmek, işit­
mek, koklam ak, tatm ak ve duym ak gibi ihtisâsler
(sensations) hayatî ve nev’î hadiselerdir. Bunlara
ferdî hadiseler demek doğru değildir. B unların ha­
ricinde kalıp ta «İçtimaî hadiseler» nam ını alan
m efhum lara gelince bu n lar da, nefsî ve şey’î mef­
hum lar (5) m ukaddes ve gayr-i m ukaddes diye iki­
ye tefrik olunabilir.
Nefsî bir m ahiyeti hâiz olan dinî itikatlar, ah­
lakî vazifeler, bediî şekiller hukukî kaideler, ve
alelumum m efkûreler b ir hars züm resinin telâk­
kileridir. Şey’î b ir mahiyeti haiz olan ilmi hakikat­
ler, sıhhî, İktisadî ve um ranî kaideler, ziraî, sınaî

(3) Durkheim hars züm relerinde, Tarde m edeniyet zümre-


ıelerinde aram ıştır, k ış. T. Y. Durkheim cem aatler­
de, Tarde cem iyetlerde aram ıştır.
(4) İhtiyaçlar, krş. T. Y. ihtiyaçların.
(5) B unlar da, nefsî ve şey’î m efhum lar, krş. T. Y. bunlar
da.
HARS ZÜMRESİ, MEDENİYET ZÜMRESİ 31

ve ticarî âliyâtlar ve alelum um riyazi ve m antıkî


m efhum lar b ir medeniyet züm resinin telâkkileri­
dir ,6).
H arsî zümreye17' ait tasavvurların ferdî ruhlara
icra ettiği haricî tazyıka «müeyyidiyyet (sanction)»
medeniyet züm resine ait m efhum ların ta b i’ olduğu
haricî m u ta b a k a ta <8) «şey’iyyet (objectivité)» deni­
lir.
Hıfzussıhlıa kaidelerine riayet etmediğimiz za­
man hasta oluruz; bu hastalık, hayat kan u n lan n a
itaat etmeyişimizin tabiî b ir neticesidir.
İktisat kaidelerini ihm al ettiğimiz vakit mü­
zayakaya duçar oluruz; bu netice de iktisat kanun­
larına riayetsizliğimizin zarurî b ir âkıbetinden iba­
rettir.

(6) Nefsi b ir mahiyeti hâiz olan ...b i r m edeniyet züm re­


sinin telâkkileridir, krş. T. Y. M ukaddes bir mahiye­
ti hâiz olan dinî itik atlar, ahlâkî vazifeler, hukukî kai­
deler, ve alelum um m efkureler cem aatlerin medrûke-
leridir. Gayr-i m ukaddes b ir m ahiyeti hâiz olan ilmi
hakikatler, sıhhî, İktisadî ve um ran î tedbirler, zi­
raî, sınaî ve ticarî âliyâtlar ve alelum um riyazî ve
m antıkî m efhum lar cem iyetin m edrûkeleridir.
(7) H arsî zümreye, krş. T. Y. cem aate.
(8) M edeniyet züm resine ait m efhum ların tab i’ olduğu ha­
ricî m utabakate, krş. T, Y. cemiyete ait m efhum la­
rın icra ettiği haricî tazyıka.
32 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Dinî, ahlakî, mefkûrevî ve bediî kaidelere ri­


ayet (9) göstermediğimiz takdirde vicdan mahkem e­
lerinin, yahut m ahkem e vicdanlarının bize tevcih
edeceği manevî, yahut um um î zevkin hakkım ızda
«hande» suretinde tatbik edeceği cezalar bu itaat­
sizliğimizin tabiî ve zarurî b ir neticesi değildir. Bu
cezalanm alar, zikr olunan kaidelerin hars züm re­
sinin vicdanında «kıymetli» tanıtılm asının, binaen­
aleyh «müeyyid» olm asının n eticesid ir<10).
H ars h a d isle ri<n) fertte «inşâî» m efhum ları,
yani kıym etleri tak d ir ve tasnif hizmetiyle mükel­
lef olan «vicdan [1J melekesini», medeniyet hadise­
leri <12) ise «ihbarî m efhum ları, yani hakikatleri tah­
lil ve terkip işine m em ur olan» akıl melekesini hu­
sule getirm iştir.

(9) Bediî kaidelere riayet, krş. T.Y. hukukî vazifelerimi­


ze m uvazabet.
(10) ... Vicdanlarının bize tevcih ed eceğ i... olm asının neti­
cesidir, krş. T.Y. ...V icdanlarının bize tevcih edece­
ği manevî, yahut m addî cezalar b u itaatsizliğim izin
tabî ve zarurî b ir neticesi değildir. Bu cezalanm alar
zikr olunan vazifelerin cem aat vicdanında «m ukad­
des» tanılm asınm , binaenaleyh «müeyyet» olm asının
neticesidir.
(11) H ars hadiseleri, krş. T.Y. cem aat hayatı.
[1] Fransızca «concience» kelimesi ru h iy atta ve içtim ai­
yatta başka başka m analara delâlet eder. Biz bu keli­
m enin ruhiyattaki m anasını ifade etm ek üzere «şuur»
lafzını, içtim aiyattaki m edlûlünü ifade için de «vicdan»
tabirini kabul ediyoruz.
(12) M edeniyet hadiseleri, krş. T.Y. cemiyet hayatı.
»Â R S ZÜMRESİ, M EDENİYET ZÜMRESİ 33

«Hars (I3) içinde fert» İçtimaî bir vicdanın ira­


delerini kendine kıymetli mefkûreler(14) addedip
onları düstûrül’amel ittihaz etmeğe, «medeniyet<15)
içinde fert» İçtimaî bir akim mantıkî çerçeveleri
dairesinde düşünmeğe mecburdur 121.
Bir m edeniyetin<16) ilmî mefhumları, fennî âli-
yâtları, İktisadî mahsulleri taklit ve mübadele ta­
rikiyle bir halktan diğer halka geçer ve bir mede­
niyet züm resi(,7) iptida mahallî bir mahiyette te­
celli ederek tedricen ülkeleri, kıtaları ve nihayet
bütün insaniyeti âğuşuna alır. Ancak bu hususta­
dır ki gerek Tarde ve gerek «tarihî maddecilik» ta­
raflısı olan Kral Marx ve Edmond Demolins gibi
içtimaiyatçılar haklıdırlar. İnsaniyet yalnız fert­
lerden mürekkep bir medeniyet züm resi(18) olsaydı,
hadiselerin umumileşmesini yalnız «taklit» e atfet­
mek, İçtimaî hayatta yalnız «âliyât»a kıymet ver­
mek belki doğru olabilirdi. Halbuki insaniyet

(13) H ars, krş. T. Y. cemiyet.


(14) Kıym etli m efkûreler, krş. T. Y. m ukaddes farizalar.
(15) Medeniyet, krş. T. Y. cemiyet.
[2] T ü rk Y urdu’ndaki m akalede aşağıdaki n o t v ard ır :
İhtiyaç ve ihtisasların ferdî olm ayıp hayatî ve nev'î
olduğunu yukarıda söylemiştik.
«Ferdî b ir m ahiyeti haiz olm ak üzere yalnız «hads»
m elekesi v ard ır ki bilhassa felsefe ve sanat sahasında
h üküm ran olan b u melekeyi başka b ir m akalede izah
edeceğiz».
(16) B ir medeniyetin, krş. T. Y. cemiyetin.
(17) B ir m edeniyet züm resi, krş. T. Y. cemiyet.
(18) Medeniyet züm resi, krş. T. Y. Cemiyet.
34 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

müstakil fertlerden mürekkep bir medeniyet züm­


resi(W) değildir: Fertler «aile», «semiyye (elan)»,
«nahiye (commune) <*0)», «ocak (corporation)»,
«sınıf», «cemaat-i dîniyye (communauté re’igieu-
s e ) <21)», «kavim», «ümmet», «devlet» gibi mütead­
dit hars züm releri<22) içinde «fânî finnâs» olmuş­
lardır.
Maddiyâta teşbih caizse diyebiliriz ki İçtimaî
cüz’-i fertlerin tecemmuu yalnız hikemî bir ihti-
Iât suretinde olmamış, kimyevî imtizaçlar bu cüz'-i
fertleri mürekkep zerrelere ifnâ ederek meydanda
yalnız bu zerrelerle bunların ihtilât hali kalmıştır.
Nasıl ki hayatî hücrelerde -«m onère»ler müstesna
olmak ü zere- muhtelif şekil ve keyfiyette uzviyetler
teşkil etmişler ve mevcudiyetlerini bu İçtimaî mev­
cudiyetlere tabi’ eylemişlerdir.
İçtimaî imtizaçlar, yahut taazzîler fertlerin
serbestçe ihtilâtma mani olduğu için medeniyet
züm resi(23) hayatının istilzam ettiği taklit ve mü­
badele, ânzasız bir surette cereyan edemez.
Devletler, dahilî sanayilerini himaye için yük­
sek gümrük resmi vaz’ederek İktisadî mübadelenin
serbestîsine mani olurlar. Kavimler, millî lisanla­
rının safvetini muhafaza için yabancı kelimeleri
(19) Medeniyet zümresi, krş. T. Y. cemiyet.
(20) «Semiyye (elan)», «nahiye (com m une)», krş. T. Y.
«âkile (elan)», «nahiye (com m unauté)».
(21) Cemaat-i dîniyye, krş. T. Y. camia-i dînîye.
(22) H ars züm releri, krş. T. Y. cem aatler.
(23) M edeniyet züm resi, krş. T. Y. cemiyet.
HARS ZÜMRESİ. M EDENİYET ZÜMRESİ 35

dillerine sokmamağa, edebiyatlarım millileştirmek


için cihanşumûl bir mahiyeti haiz olan «klasik»
edebiyatı terk ederek mevzu ve esaslarını halk ede­
biyatından almağa çalışırlar. Ümmetler, beynelmi­
lel hukuk ve ahlâka dinlerini temel ittihaz ederek
-Avrupa'nın daima ve bilhassa Balkan muharebe­
sinde yaptığı g ib i- insanlığa ait kudsiyet ve masû-
niyeti yalnız dindaşlarına hasrederler. Aile, «zev-
ciyyet, babalık, analık, evlâtlık gibi» hususî râbı-
talar tevlit ederek muaşeret ve mülkiyetçe harice
karşı müttehit bir heyet meydana getirir. Aşiret,
bir çobanlar kafilesini, nahiye, bir köy yahut bir
kasabayı, ocak, bir hirfetin mensuplarını, korpo-
rasyon, bir mesleğin fertlerini, cemaat bir mevkı-
deki mezhepdaşları yabancılara karşı yek vücut
bir aile haline koyar(24).
Fert şu zümrelerden(25) her birinin kendine
mahsus vicdanından mülhem olduğu haldedir ki
medeniyet züm resinin(26) içinde yaşar. Durkheim,
içtimai vücudun tabiî mafsaliyetleri olan bu züm­
releri(27) nazara aldığı içindir ki en nafiz nazarlı
bir içtimaiyatçı taınmıştır.

(24) ...O cak bir fırfetin m ensuplarını... bir aile haline


koyar, krş. T.Y. ...Ocak bir hirfetin mensuplarını,
sendika bir sınıfın fertlerini, camia bir mevkideki
mezhepdaşları yabancılara karşı yek vücut bir aile ha­
line koyar.
(25) Şu zümrelerden, krş T.Y. bu cemaatlerden.
(26) Medeniyet zümresinin, krş. T.Y. cemiyet.
(27) Zümreleri, krş. T. Y. cemaatleri.
36 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Harsî mahiyette olan zümre vicdanları(28) cemi­


yete hâs olan akıl ve mantıkla daimî bir mücadele
halindedir. Fert, bazen vicdanına fazla esir olduğu
için makul düşünemez, bazı kerre de aklına fazla bir
selâhiyet verdiği için vicdanının duygularını boğar,
vicdan ile akıl, yahut hars bir m edeniyet(29) ara­
sındaki bu muhasanâ içtinabı kabil olmayan bir
zaruret değildir. Çünkü vicdanın hizmeti, İçtimaî
bir i’câza (prestige) malik olan kıymetleri takdir,
akim memuriyeti, şey’î hakikatleri tansîstir. Birin­
cisi bizim «niçin yaşamalı?» sualimize «mefkûre
için»'30’ cevabını verir, İkincisi «nasıl yaşamalı?»
sualimize «makul bir surette» diye mukabele eder.
Birincisi inşaî hükümleriyle irademizi, İkincisi ih-
barî hükümleriyle müdebbiremizi sevk ve idare
eder. Hulâsa, birincisi bize gayeleri, İkincisi vası­
taları gösterir.
Edm ond Demolins’e göre terbiye ve siyasetin
hedefi harsçı fertleri medeniyetçi fertlere kalbet-
meklir diyebiliriz; çünkü Anglosaksonlann tefev­
vukunu infiratçı (bizim ıstılahımızca medeniyetçi)
olm alarına, Şark milletlerinin tedennisini tecem­
mu cu (bizim ıstılahımızca harsçı) olmalarına atf

(28) H arsî m ahiyette olan züm re vicdanları, krş. T. Y. ce­


m aat vicdanları.
(29) H ars ile m edeniyet krş. T. Y. cem aat ile cemiyet.
(30) «Mefkûre için», k rş. T.Y. «cem aatler için».
HARS ZÜMRESİ, M EDENİYET ZÜMRESİ 37

ediyor(31). Milletlerin terakki ve tedennisini böyle


bir tek sebebe isnat etmek ilmi bir hareket değil­
dir (Mm
Bundan başka, Anglosaksonlarm tecemmu cu
olmayıp da infiratçı oldukları hakkmdaki iddia da
doğru değildir. Vâkıâ Anglosaksonlar, bizim gibi
devletçi değildirler: Fakat harsî züm rei32) devlet­
ten ibaret midir?
İngiltere’de harsî züm re03) mahiyetini haiz
olan mahallî idarelerin millî mezhep teşkilâtının,
sınıf teşkilâtının(34) zâdegan teşkilatının nüfuz ve
kuvveti her yerden ziyadedir. Anglosaksonlarm örf-
çü olmaları da h arçı(35) olduklarına bir delildir.

(31) ... Terbiye ve siyasetin hedefi h a rsçı... olmalarına atf


ediyor, krş. T. Y .... terbiye ve siyasetin hedefi cemaat-
ci fertleri cemiyetci fertlere kalb etmektedir diyebi­
liriz; çünkü Anglosaksonlarm tefevvukunu infiratçı
(bizim istilahımızca cemiyetci) olmalarına, şark mil­
letlerinin tedennisini tecemmu’cu (bizim istilahımız-
ca harsçı) olmalarına atf ediyor.
(31/1) Türk Yurdu’nda aşağıdaki cümleler yer alm ıştır:
«Geçen makalemizde ananeciliğin bu husustaki âmili-
yetini izah etmiş idik, içtim ai iş bölümünün milletle­
rin terakkisindeki müesseriyetini de başka bir maka­
lede izah edeceğiz».
(32) Harsî zümre, krş. T. Y. cemaat.
(33) Harsî zümre, krş. T.Y. cemaat.
(34) Sınıf teşkilâtının, krş. T.Y. de yok.
(35) örfçü olmaları da harsçı olduklarına, krş. T.Y. ana-
neci olmaları da cemaatci olduklarına.
38 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Şu kadar var ki, orada hars (36) hayatı bu kuvvet


ve salâbetiyle beraber m edeniyet(37) hayatının inki­
şâfına mani olmamıştır.
Harsla medeniyet arasında gayr-i tabiî bir mü­
cadele vâki’ olabildiği gibi bir hars zümresi dahi­
lindeki muhtelif tâlî zümrelerin vicdanları arasında
d a (3S> marazî mübâyenetler tahaddüs edebilir. Mese­
la bazı kerre aile asabiyyeti, müfrit bir şekil alarak
millî asabiyeti zayıflatır. Bazı kerre dinî hamiyyet,
kavmi hamiyyeti nefyedecek bir şekil alır. Bazen mil­
liyet hissi, müşterek vatan ve devlet duygularını ip­
tale çalışır. Avrupa’da sınıf asabiyyeti, vatan düş­
manlığı, asker düşmanlığı(3,) gibi marazî neticeler
tevlit ediyor.
İçtimaî züm relerm arasındaki tabiî silsile-i
merâtibi bularak bu gayr-i tabiî harp halini sulh
vaziyetine kalbetmek içtimaiyat ilminin vazifesidir.
Mesela icap ettiği zaman a ile (4,) kendini hirfet
ocağına, ocak kendini devlete feda etmeli, gerek
bunlar ve gerek aile ve devlet dinî ve lisanî züm­

(36) Hars, krş. T. Y. cemaat.


(37) Medeniyet, krş. T. Y. cemiyet.
(38) Harsla medeniyet arasında gayr-i ta b iî... vicdanları
arasında da, krş. T. Y. cemaatle cemiyet arasında gay-
r-i tabiî bir mücadele vaki’ olabileceği gibi muhtelif
cemaatlerin vicdanları arasında da.
(39) Asker düşmanlığı, krş. T. Y. de yok.
(40) İçtimaî zümreler, krş. T. Y. cemaatler.
(41) Aile, krş. T. Y. sınıf.
HARS ZÜMRESİ, M EDENİYET ZÜMRESİ 39

relere kıymet vermeli, bütün içtimai zümrelere


kıymetçe faik olması lâzım gelen «millet» in lisanî
zümreden, beynelmileliyetin de, medenî zümreden
ibaret olduğu <42) nazara alınmalı. Şurası da nazara
alınmalıdır ki medeniyet züm resi(43> bir «çarşı hal­
kı» suretinde başlar. Çarşıda terzi, kunduracı, ek­
mekçi, tuhafiyeci gibi hırfetçiler yalnız kendi men­
faatleri için çalışırlar. Fakat bunların kendi men­
faatlerine çalışmalarından umumî menfaat husule
gelir. Bunun gibi, bir medeniyet zümresi dahilinde
muhtelif milletlerin herbirisi orijinal bir hars yap­
mak üzre aralarında iş bölümü yapmışlardır<44).
Ferdî kabiliyetlerin ihtilâfından m ahallî<4S) iş bö­
lümü husule geldiği gibi m illetlere(46) ait istidat­
ların tebâyününden de milletler arasında h a rs(47)
bölümü husule gelir. İptida birbirine yakın olan
halklar ticarî, fikrî ve âlî münasebete girer, sonra

(42) Lisanî zü m relere ... zümreden ibaret olduğu, krş. T.Y.


lisanî cemaatlere kıymet vermeli, bütün cemaatlere
kıymetçe faik olması lazım gelen «millet»in lisanî ce­
maatten, beynelmileliyetin de, dinî cemaatten ibaret
olduğu.
(43) Şurası da nazara alınmalıdır ki medeniyet zümresi,
krş. T.Y. Gaston Rişar’a göre cemiyet.
(44) Bunun gibi bir medeniyet zümresi dahilinde muhte­
lif milletlerin herbirisi orijinal bir hars yapmak üzere
aralarında iş bölümü yapmışlardır, krş. T.Y. o hal­
de cemiyet hayatının esası «iş bölümü» dür.
(45) Mahallî, krş. T.Y. bu mahallî.
(46) Milletlere, krş. T. Y. memleketlere.
(47) Hars bölümü, krş. T.Y. iş bölümü.
40 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

bu münasebet dairesi gittikçe genişler. Ta kurûn-ı


ulâda Akdeniz havzası milletlerinin biribiriyle alış
veriş yapmakta, biribirinden malûmat ve âliyât
iktibâs etmekte olduğunu görürüz(48). Ümit Bur­
nu'nun keşfi, Amerika’nın eski dünyaca tanılması,
tıbaatın icadı, Süveyş Kanalının açılması, demir-
yollarm, telgraf ve postaların tesisi milletler ara­
sındaki münasebetleri artırmış ve gittikçe cihanşü­
mul bir şekil vermiştir. Cemaatler, iptida, kendile­
rini bir dedenin torunları addeden bir sem iyye091
halinde başlar. O halde ilk hars zümresi d in î(50) ve
lisanîdir. Bu âkile 131 bidayette sırf dinî bir hayat
yaşadığı için dinî bir zümre halindedir011. Bütün
sair züm re(52) enmûzeçlerinin rüşeymlerini meşi­
mesinde taşıyan bu dinî zümreden031 mütevâliyen
aile, kabile, aşiret, köy, kasaba, sınıf, ocak, ce­
maat (54), nahiye ve nihayet kavim, ümmet, devlet

(48) Görürüz, krş. T. Y. görüyoruz.


(49) Semiyye, krş. T. Y. âkile.
(50) İlk hars zümresi dinî, krş. T. Y. ilk cemaat ırkî.
[3] Gökalp Türk Yurdu’nda «elan» terimi karşılığı olarak
«âkıle»yi almıştır. Bu eserinde âkile yerine «semiyye»
terimini kabul ediyor. Ama burada yeniden âkile te­
rimini kullanıyor. 1. K.
(51) Zümre halindedir, krş. T. Y. cemaat halindedir.
(52) Zümre, krş. T. Y. cemaat.
(53) Zümreden, krş. T. Y. cemaatten.
(54) Cemaat, krş. T. Y. camia.
HARS ZÜMRESİ, M EDENİYET ZÜMRESİ 41

iştikaka başlar. O halde medeniyet zümresinin ta­


bi’ olduğu içtimai kanun gittikçe dairesinin teves­
sü’ etmesi, hars zümresinin tabi’ olduğu(55) kanun
ise gayr-i mütemeyyiz ve kesîrülvezâif bir halde
başlayarak gittikçe her vazife için hususî zümrele­
re (56) ayrılmak suretiyle iptidaî züm resinin(57) te­
fe m i ve tenevvü’ eylemesidir.
Bu tafsilâttan anlaşılıyor ki muâsırlaşmak ta­
birinin manası, asrî olan medeniyet züm resinin<58>
gittikçe tekemmül eden ilim ve marifetinde hiç bir
milletten geri kalmayacak surette faik bir mevki
ihraz etmektir. Medeniyet züm resi(59) içinde müş­
terek bir insan hayatı yaşamak hiç bir vakit ne
aile ve devlet hayatlarının hususiyetine, ne de mil­
let (60) ve ümmetin tazammun ettiği harsî tesanüt­
lere (61) münâfî değildir.

(55) O halde medeniyet zümresinin ... hars zümresinin tabi’


olduğu, krş. T. Y. o halde cemiyetin tabi' olduğu İçti­
maî kanun gittikçe dairesinin tevessü etmesi, cemaa­
tin tabi’ olduğu.
(56) - Zümrelere, krş. T. Y. cemaatler.
(57) Zümresinin, krş. T. Y. cemaatin.
(58) Asrî olan medeniyet zümresinin, krş. T. Y. umumî in­
san cemiyetinin.
(59) Medeniyet zümresi içinde, krş. T. Y. umumî cemiyet
içinde.
(60) Millet, krş. T. Y. kavim.
(61) Harsî tesanütlere, krş. T. Y. millî ve beynelmilel asa­
biyetlere.
42 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Biz Türkler, asri m edeniyetin<62) âkil ve ilmiy­


le mücehhez olduğumuz halde bir «Türk-îslâm»
harsı ibdâ' etmeğe çalışmalıyız.

(62' Asri medeniyetin, krş. T.Y. insaniyetin.


(63) Harsı ibda etmeğe çalışmalıyız, krş. T.Y. medeniyeti
ibda etmek isteriz.
V
TÜRKLÜĞÜN BAŞINA GELENLER*

Vaktiyle m u h te lif(1) kavim lere m ensup memu-


riyetçilerin b ir ikbâl kâbesi olan Bizans’ta kozmo­
polit b ir sm ıf teşekkül etm işti.
Bu taife, kendi kendine b ir unvan aram ış ni­
hayet «şehrî» tabirinde k a ra r kılm ıştı. Şehrî’nin
m illiyeti yoktu.
S ürurî’nin Refî-i Âmidî’ye hitap ettiği

M ısraından da anlaşıldığı veçhile «şehrî» ne


Türk, ne K ürt, ne Arap, ne A rnavuttu (2) : . Bütün
milliyetlere düşm an b ir heyet. Bu heyet Arabi be­
ğenmez, K ürdü istifaf eder, Lâzla eğlenir, Türkü
tah k ir ederdi.

(*) Türk Yurdu, yıl 2, C. IV, S. 22, s. 753-760 (S Ağustos


1329). Türk Yurdu dergisinde b u başlık yoktur.
FARKLAR:
(1) Vaktiyle m uhtelif, krş. T. Y. m uhtelif.
[1] «Ben ve sen, h er ikim iz de şehirli değiliz, ben Tür­
küm , sen de K ürtsün».
(B u kısım 21. sayfanın haşiyesinde imiş.)
(2) Ne Arap ne Arnavuttu, krş. T. Y. ne Arap idi.
44 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Ahmet Vefik Paşanın Müntehabât-t Durûb-ı


Emsal ini açarsanız bu kavmî isimler hizasında
birtakım münasebetsiz tavsifler görürsünüz. Şeh-
rî'lerden sâdır olan bu m eseller01, sahiplerinin ru-
hiyetine en vazıh vesikalardır01. Bunlardan yalnız
Türklere ait olanları nakl ediyorum :
Türk atın a01 binince beğ oldum sanır.
Türk olana şehir için zindan olur.
Türk pohpohu, Acem pehpehi sever.
Türk işi ödünçtür.
Türk danişment olur, adam olmaz.
Türk ne bilir bayramı, lak lak içer ayranı.
Türk ve tosun, çünkü doğdu anadan, öğüt aldı
eşek ile danadan.
Türkün aklı sonradan gelir.
Türk demeği olmaz.
Türke beğlik vermişler, iptida babasını
öldürmüş.
Bu şehrî'lerin tarih kitaplarında kavim isimle­
ri daima «Etrâk-i bi-idrâk», «Ekrâd-ı bed-nihâd»
gibi tahkirli şekillerde yazılırdı. Bu hal, milliyet
hissinin duyulmadığı zamanlarda o kadar dikkati
celbetmiyordu. Fakat son asırda milliyet duygusu
büyük bir nüfuz01 kazandıktan sonra Türkün

(3) Meseller, krş. T. Y. deyişler.


(4) Vesikalardır, krş. T. Y. beyyinedir.
(5) Atma, krş. T. Y. ata.
(6) Nüfuz, krş. T. Y. kıymet.
TÜRKLÜĞÜN BAŞINA GELENLER 45

gayri olan kavimler, bu hakaretlere tahammül ede­


memeğe başladılar.
Bir taraftan hiristiyan kavimler muhtariyet
dâiyesini takip ederken, diğer cihetten de İslâm
kavimler milliyetiyle iftihar etmeğe, kavminin aley­
hinde söz söyletmemeğe koyuluyorlardı.
Milliyet fikrini İslâm âlemine ilk ithal eden­
ler, Araplarla Arnavutlardır.
Mısır’da «Abdullah Nedim», Arap milliyetini,
İstanbul’da «Naim Beğ Fraşeri» Arnavut milliyetini
diriltmeğe çalışıyorlardı. Bir mefkûrenin kuvvet­
lenmesi içirt iki hissin yardımına ihtiyaç vardır(7).
Bunlârdan birisi «milli muhabbet» tir ki millî
mefharetlerle halk ananelerinden doğar. İkincisi
«milli kin» dir ki herhangi bir istibdada karşı gayz
ve adavet uyandırmakla hasıl olur.
Abdullah Nedim’le Naim Beğ’in her ikisi de
bu millî kini uyandırmak için «Türk düşmanlığı»
m ta'mîme lüzum görmüşlerdi. A’râbî Paşa'nın
mürşidi olan Abdullah Nedim'in umdelerinden bi­
ri «ütrükü’t-Türke» 121 hitabı idi. Naim Beğ’in tel-
kinatı memleketimizde cereyan ettiği için bunun
şeklinden hepimizin az çok malûmatımız vardır.
Bundan on yedi, on sekiz sene evvel bir mek­
tebe girmek üzere ilk defa olarak İstanbul’a gel-

(7) Vardır, krş. T. Y. var.


[2] Türkü bırakın; «Türke boş verin, Türke önem ver­
meyin» anlamlarına. I.K .
46 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

miştim . B ilâhara siyaset âlem inde m aru f b ir sima


sırasına geçen b ir Arnavut doktor bana şu sözleri
söylem işti:
«Biz A riıavutlar, istibdadı yıkm ak için Türk-
lere yardım a hazırız. F akat bilmelisiniz ki bizim
nazarım ızda b ir Abdülham it istibdadı yok; b ir
Türk istibdadı vardır, bugünkü idareden mesul
o la n (8) doğrudan doğruya T ürklerdir. Eğer bu za­
lim H üküm ete nihayet vermezseniz, biz tüfenkleıl-
mizi sizi tem sil eden şahsa değil, bizzat sizin göğ­
sünüze çevireceğiz.»
O zam andan beri dikkat ettim : A rnavut genç­
leri Türklerin terakkiye m ü stait olm adığına, T ürk­
lerle hayat ortaklığı ederlerse kendilerinin de muz-
m ahil olacağına d air m an tık lar yürüterek milliyet
hissini nefh ediyorlardı. Bu telkinleri yalnız Arna­
vut gençlerine m ahsur değildi. Arap ve K ürt genç­
lerine de b u düşünceyi telkine çalışıyorlar, h attâ
T ürklerin cibilletsiz ve b a rb a r olduğuna Türkleri
bile inandırm ağa gayret ediyorlardı. O vakit zaten
T ürk ünvanm ı kabul eden b ir fert yok g ib iy d i(9).
İstanbullular kendilerine «şehri» nam ını veri­
yor, taşralılara ise coğrafî karabetine göre Arna­
vut, Arap, K ürt, Laz diyorlardı. Rumeli ahalisi
um um iyetle A rnavuttu, K aradeniz s a h ili(10) yalnız

(8) Mesul olan, krş. T.Y. mesul.


(9) Yok gibiydi, krş. T. Y. yoktu.
(10) Sahili, krş. T.Y. sahili ise.
TÜRKLÜĞÜN BAŞINA G ELENLER 47

Lazlarla, Şarkî Anadolu yalnız K ürtlerle meskûn­


du. Böyle b ir coğrafî kavm iyet ü nvanı bulamıyan-
larda m efâhirini daha p arlak gördüğü kavimlerden
birine gönüllü yazılıyordu. B u su retle asler Türk
olan b ir çok gençler A rnavutlukla, Araplıkla, ya­
h u t K ürtlükle iftih ar ediyorlardı. Türklükle mü-
b ah ât eden tek b ir fert yoktu. «Türk» kelimesini
ayıplı ünvanlar gibi kim se üzerine almıyordu.
«Türk», Şarkî Anadoluda «Kızılbaş» İstanbul’da
«kaba ve köylü» m a n a la rın a lU) idi. Naim Beğ’in
en h araretli a rk ad a şların d an (U> ikisi neseben Türk
oğlu Türktü. B unların telkiniyle T ürk olduklarına
asla şüphe olm ayan bazı D iyarbekirli ve H arputlu
d oktorlar da kendilerini K ürt sanıyorlardı.
T arihte b u acıklı hale b ir ikinci m isal göste­
rilemez: H ariçte A v ru p a(I3', Türkiye’deki rezalet­
lerden dolayı yalnız T ürkleri ith am ediyor, dahilde
m üslim ve gayr-i m üslim b ü tü n kavim ler sarayın
istibdadından, m em urların zulm ünden, H üküm etin
yolsuzluğundan ancak Türk kavm ini mesul tanı­
yordu. H albuki T ürk kavm i «ben varım» demiyor­
du. O rtada tevcih olunan b ir mesuliyet yükü vardı
ki onu kabul eden b ir omuz yoktu. Türkler Millî
b ir vazife d er’uhde etm em iş kendi başına fertler­
den ibaretti. Millî b ir vicdana m illî b ir mefkûreye
m alik olm ayan b ir kütleden ahlâk, ham iyet, feda­

i l l ) Manalarına, krş. T. Y. manasına.


(12) Arkadaşlarından, krş. T. Y. propaganda âletlerinden.
(13) Avrupa, krş. T. Y. bütün Avrupa.
48 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

kârlık beklem ek abestir. İşte fıtraten gayet necip


olan Türklerin ictim âen bu derece tereddi etmele­
ri, ancak «kendini tanım am ak» ve «millî mesuli­
yetini bilmemek» h atalarından ileri geliyordu.
Evet! Avrupa haklı idi. A bdülham it H üküm e­
tinin zulüm lerinden hesap vermeğe borçlu olan
Türklerdi. M eşrutiyetten sonra da herhangi fırk a
iktidarda bulunursa bulunsun, fiillerinden Türkler
mesuldü. Çünkü b u hallerin neticesinden on lar m u­
tazarrır olacaktı. A rnavutlar, isyan ettikleri zaman,
fırka farkı aram aksızın b ü tü n T ürk m em urları
koğdular, ele geçirdikleri Türk zabit ve neferleri
öldürdüler.
Tanzim atçılar T ürklüğün yüzüne aldatıcı b ir
nikap çekm ek istem işti. Millî b ir T ürk lisanı yok­
tu; beynelanâsır m üşterek b ir Osmanlıca vardı.
B ütün u n su rlar kaynaşm ış yeni b ir kavm î enmû-
zeç, tarihî b ir ırk, b ir Osmanlı m illeti husule gel­
m işti. Bu m illetin hususî b ir dili olduğu gibi, ken­
dine m ahsus b ir tarih i d e (M) vardı.
Bu yalana hiç b ir u n su r inanm adı. H er kavim
m ekteplerinde çocuklarına kendi tarihini okuttu,
kendi lisanını öğretti.
M eşrutiyetten sonra bu nikaba daha ziyade
ehem miyet verilince u n su rlar «bizi Türkleştirm ek
istiyorsunuz!» diye feryat etmeğe başladılar. H aki­
katen b u O sm anlılaştırm ak siyaseti, Türkleştirm ek

(14) Tarihi de, krş, T.Y. tarihi.


TÜRKLÜĞÜN BAŞINA GELENLER 49

için gizli b ir vasıtadan ibaretti. O sm anlılıktan m ak­


sat «devlet» ise, zaten h er Osmanlı tebaası, bu dev­
letin b ir ferdi idi. Yok, bundan m aksat lisanı «Os-
manlıca» olan b ir y e n i(15) «millet» yaratm ak idiyse,
Osmanlıca Türkçeden başka b ir şey olm adığı için,
bu yeni m illet başka nam altında b ir Türk milleti
olacaktı. Bunu u n su rlar pek iyi anladılar; ve milli­
yetlerini m üdafaa için m addî ve manevî teşkilâtla­
rına daha ziyade kuvvet ve intizam verdiler.
Bu Tanzimat tuzağına düşen, yalnız Türkler
oldu. T ürkler lisanlarının hakikaten «üç dilden m ü­
rekkep Osmanlıca» olduğuna inanarak halk lüga­
tiyle söylemeği ve yazmağı b ir irtica telâkki etti­
ler. Tazm inat ruhu, m eşrutiyetle, halka, kullanm a­
ğa hazırlanm adığı b ir hakim iyet verdiği halde,
pekâlâ kullandığı lisanını vermiyordu. Milliyetinden,
millî tarihinden bahsetm eğe tabiî hiç taham m ül
edemiyecekti.
Türk Gençliği, b ir taraftan, lisan ve edebiyat
sadeleşmezse, millî b ir m efkûre, ru h lard a tencip
etmezse, vecd ve fedakârlık uy an d ırm azsa06*, mil--
lî b ir iktisat, hayat mücadelesinde ıstıfâyı temin
etmezse, Türklüğün ve aynı zam anda Osmanlılık
ve İslâm lığın mahvolacağını anladı. Diğer taraftan
bu yalancı nikabı atm adıkça hiç b ir unsuru ruhu-

(15) B ir yeni, krş. T. Y. yeni bir.


(16) R uhlarda vecd ve fedakârlık uyandırm azsa, krş. T. Y.
ruhları tencip etmezse.
50 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

nun samimiyetine inandıram ıyacağım ve binaena­


leyh unsurların i’tilâfı gayesinin k a t’iyyen tem in
edilemiyeceğini gördü. B unlardan başka, b ü tün
m illiyetler teşekkül etm işken, Türk m efahirinden
bahsedilmem esi, T ürk gençlerinin diğer kavmiyet­
ler tarafından tem sil edilmesini intaç edeceğini de
nazardan uzak tutm adı. Nihayet b u üç sebebin
şevkiyle Türklük m efkûresi infilâk etti.
Bu yeni m illiyetin zuhurunu, b ü tü n kavimle-
rin m illiyetçileri m eserretle karşıladılar. Yalnız
«şehrî» ve «tanzimatçı» enmûzeçlerine mensup
olanlar m em nun olmadı.
Acaba T ürklerde milliyet hissinin uyanm asın­
dan fayda mı, yoksa zarar m ı hasıl oldu?
Hiç b ir zararını gören ve gösteren y o k tu (17);
faydalan ise sayılamıyacak derecede çoktur. Türk-
çenin sadeleşmesi, sarfım ızın yabancı kaidelerden
kurtulm ası, şiirim izin m illî vezinde yazılması, ede­
biyatım ızın Yunan ve İra n esâtîrinden k u rtu larak
m illî m enkabeler ve üstûrelerle süslenmesi, m illî
intibahla beraber onun lâzım-ı gayr-i m üfârıkı olan,
dinî b ir intibahın başlam ası, m ensup olduğumuz
ü m m etle(18) beynelmileliyetin tayini, m illî iktisat,
m illî idm an ve m illî ahlâkın inkişafı, gençlerde b ir
m efkûre uğrunda ölm ek hissinin doğması, u nsur­
larla m üşareket hissi dolayısıyla anlaşabilm enin
(17) Yoktu, krş. T. Y. yok.
(18) Mensup olduğumuz ümmetle, krş. T. Y. mensup oldu­
ğumuz,.
Tü r k l ü ğ ü n b a ş in a g e l e n l e r 51

kolaylaşması, her fert tarafından m illî b ir mesuli­


yetin his ve d er’uhde edilmesi.
Bugün m illiyetperver b ir Türk, kendini, her
hareketiyle kavm ini vikayeye, ve onu yüksek b ir
seviyeye îsâle çalışm ak m ecburiyetinde g ö r ü r (1,).
Binaenaleyh şahsî m azarrat irâsm dan tem ayüller­
den, şahsî ihtiraslardan, sakınm ağa, gözünün önün­
de yalnız m ukaddes vazifelerini bulundurm ağa ça­
lışır. T ürk gençleri pekâlâ anlam ışlardır ki bugün
en m ukaddes vazife, Türklerin b ü tün siyasî fırka­
lar, bütü n İçtimaî cereyanlar fevkinde birleşm esi­
dir. Bu ittih at hasıl olunca, İslâm lığın vahdeti, Os­
manlılığın tam âm iyyeti daha emin b ir vaziyete
girer.
Türk kavmi kendi mevcudiyetini idrâk eder et­
mez, A rapların terakki için hakikî ihtiyaçlarının
ne olduğunu anladı. Diğer u n s u rla rın (20) ihtiyaçla­
rını da ancak bu yeni hissin nuruyla görecektir.
Y ukarıda H üküm etin ve siyasî fırkaların ha­
reketlerinden Türklüğün m uâteb olduğunu söyle­
m iştik. Bu kuvvetlerin iyi fiillerinden m ükâfata
m azhar olan da yine Türkler oluyor.
Mesela H üküm et, A raplara birtak ım m üsaa­
deler bahşettiği zaman, bu tak arrü b e «Türk ve

(19) M azarrat îrâsm dan vikayeye, ve onu yüksek b ir sevi­


yeye îsâle çalışm ak m ecburiyetinde görür, krş. T. Y.
m azarrattan vikâyeye, m enfaate îsâle çalışm ak mec­
buriyetinde görür.
(20) Diğer unsurların, krş. T. Y. K ürtlerin, Erm enilerin.
52 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK • MUASIRLAŞMAK

Arap m uhâdeneti» nam ı verildi. «Hükümet» le


«Araplar»m, yahut «İttihat ve Terakki» ile «Arap-
lar» ın m ukareneti ismi verilmedi.
Görülüyor ki Türk kavmi, «ben varım» dedik­
ten sonra mesuliyetini daha iyi tak d ir ediyor ve
bugün milliyet duygularından feragat etmeleri
m üm kün olmayan dindaş ve devletdaşlarıyla daha
güzel anlaşm ak yollarını bulabiliyor.
Dün uzun m üddet bakasına emin olmadığı
için hiç b ir hüküm etin ıslahat vaadlerine güvene-
meyen unsurlar, yarın karşılarına vazife ve mesu­
liyetini bilir lâyemût b ir T ürk kavmi buldukları
zaman, bu pâyidar mevcudiyetle anlaşm ak im kanını
görecekler ve bu suretle şim di yaptıkları gibi ecnebi
m ürakabesini istemeğe ta ra fta r olm ayacaklardır.
Türk, kendi milletine hürm et etmeğe başladıktan
sonra başka kavim lerin milliyetini de m uhterem ta­
nıyacak kendi hak ve vazifelerini tanıdıktan sonra
sair kavim lerin de vazife ve haklarını tayin edebile­
cektir.

Bazı kim seler Osmanlı kavim lerinin hepsinde


milliyet duygusunu tabiî ve haklı gördükleri halde,
bundan yalnız Türkleri istisna ediyorlar. Diyorlar
ki «Türkler hâkim mevkiinde bulundukları için
[3] Bu sözün b ir Hadis olduğu söylenir; «Kendini tanıyan
başkalarını da tanır.» Sofilerde lıadis olarak rivayet
edilen b u sözün son kelim esi «Rabbehû» dur. Bu bi­
çime göre anlam ı ş u d u r : «Kendini tanıyan Tanrısını
da bilir.» t. K.
Tü r k l ü ğ ü n b a ş in a g e l e n l e r 53

Millî hakların hepsini zaten haizdirler; milliyet


hissiyle yeniden iktisap edilecek mağsup m enfaat­
leri yoktur». Bu zatlar «Osmanlı devleti bir Türk
Devletidir» demiş olsalardı bu itirazları belki mu­
hik olurdu. H albuki bu devletin «Osmanlı» namı
altında beynel’anâsır b ir hüküm etle idare olundu­
ğuna kani'dirler u,\ Bu devlet b ir Türk Kanun-ı
E sasisiyle(22) idare edilmediği için, Türklerin siyasî
mahiyetçe diğer kavim lerden hiçbir farkı yoktur.
O halde diğer kavim ler gibi Türklerin de millî bir
vicdana, m illî teşkilâta m uhtaç olduğunu inkâr et­
memek lâzım gelir.
Türklerde milliyet hissi uyanm ağa başlayınca
Türk kelimesi başka tü rlü hücum lara m aruz oldu.
H ülâgu’nun vahşîyâne zulümleriyle (23) Türkçülük
arasında b ir m ünasebet varm ış gibi, hücum hile­
leri yapıldı. B ir taraftan da Türkçülük îslâm cılığa
m uhalefetle itham edildi.
H albuki Türkçülerin gayesi, m uasır bir Islâm
Türklüğüdür.
Türkçülerin m illet m efkuresi Türklükse, üm ­
met m efkûresi de İslâm lıktır. Bence Türkçülerin

(21) id a re olunduğuna kani’dirler, krş. T. Y. idare olundu­


ğuna bizim gibi onlar da k ani’dirler.
(22) Kanun-ı Esasisiyle, krş. T. Y. hüküm etiyle.
(23) Vahşiyane zulümleriyle, krş. T. Y. m akduh fiilleriyle.
54 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

ayrıca b ir üm m et program ları da o lm alı<24) ve baş­


lıca esasları da şunlar bulunm alıdır:
1) B ütün Islâm kavim leri arasında m üşterek
olan Arap hurûfunu bil' ta ğ y ir(25> m uhafaza etmek;
2) B ütün Islâm kavim lerde ilim ıstılahlarının
m üşterek b ir hale getiirlm esi için Islâm üm m eti
a ra s ın d a (26) ıstılah kongreleri in ’ikad ettirm ek ve
ıstılahları T ü rk çed en (2V Arabiden ve kısmen de
Farisîden yapm ak (b u gayenin vücuda getirilmesi
için P aris’te Türk, Mısırlı, H intli ve Iranlı talebe­
ler arasında b ir ittif a k (2S) hasıl olm uştur).
3) B ütün Islâm kavim lerde m üşterek b ir terbi­
yenin teessüsü için terbiye k o n g releri<29) in ’ikad
e ttirm e k (30);
4) B ütün Islâm kavim lerin cem aat teşkilât­
l a n 01’ arasında daim î b ir irtib at vücuda getirmek;

(24) Türkçülerin m illet m efkûresi T ürklükse ... üm m et


p rogram ları da olmalı, krş. T.Y. T ürkçülerin milliye­
ti T ürklük beynelmileliyeti İslâm lıktır. Bence Türkçü­
lerin ayrıca b ir beynelmilel program ları da olmalı.
(25) Bilâ tağyir, krş. T.Y. bilâ tagayyür.
(26) İslâm üm m eti arasında, krş. T.Y . beynelmilel.
(27) Türkçeden, Arabîden, krş. T. Y. Arabîden.
(28) B ir ittifak, krş. T.Y. ittifak.
(29) Teessüsü için terbiye kongreleri, krş. T. Y. teessüsü
için beynelmilel İslâm terbiye kongreleri.
(30) 3. m addeden sonra Türk Y urdu'nda aşağıdaki m adde
b u lu n m a k ta d ır: «Bütün kavim lerde mebdei hicret ol­
m ak üzere m üşterek b ir takvim-i şem sî tesis etmek;»
(31) M üftî teşkilâtları, krş. T.Y. cem aat teşkilâtları.
TÜRKLÜĞÜN BAŞINA G EL EN LE R 55

5) İslâm ü m m etin in (32) tim sali olan «hilâl» in


kudsiyetini m uhafaza etmek.
Bu um delerden anlaşılıyor ki Türkçülük, ay­
nı zam anda Islâm cılıktır. Yalnız Türkçüler, İslâm
ü m m etçisi(33) olm ak suretiyle kendilerini «İslâm
Milliyetçi» lerinden ayırt ederler.
Çünkü İslâm kavim lerine milliyet duygusu­
nu nefy eden * böyle gayr-i tabiî b ir ihttihadı
bugün, ne T ürkler ve A raplar, ne H intliler ve Ef-
ganlılar, ne B erb eriler(34) ve Fürsler kabul edebi­
lirler. Türkler, m illî m efkûrelerini kuvvetlendir­
m ek için dindaş ve vatandaşları olan hiç b ir kav-
me karşı «millî kin» telkinine yeltenm ediler. İs­
lâm ü m m etçisi(35) anlam am ış olan Abdullah Ne­
dim ’lerin, Fraşerli N aim ’lerin bu hatalı yoluna
gitmediler.

(32) Ümm etinin, krş. T. Y. beynelm ileliyetinin.


(33) İslâm üm m etçisi, krş. T. Y. İslâm beynelmileliyetçisi.
(*) Bugünkü cüm le kullanılışına aykırı gelen İslâm ka-
vimlerine milliyet duygusunu nefy eden ... sözleri
«nefy» kelim esinin etm ek-olm ak fiilleriyle etken ve
edilgen olarak kullanılır olm asından ileri gelm ekte­
dir. Bu kullanılış biçim ine göre, anlam şöyle o l u r :
İslâm kavimlerine milliyet duygusunu yasaklayan böy­
le gayr-i tabiî İslâm birliği bugün ... hiçbir ulusça ka­
bul edilemez. İ. K.
(34) Ne B erberiler, krş. T. Y. nc K ürtler.
(35) Ümmetçiliğini, krş. T. Y. beynelmileliyetini.
56 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

İhtim al ki M ısır'da ve A rnavutluk’ta, hiristi-


yaıı Mısırlı ve A rnavutların mevcudiyet ve m üşare­
keti bu yanlış harekete sebebiyet verm işti. Türkle-
rin h e p s i(36> İslâm olduğu için, T ürkçüler hiçbir
zaman İslâm ü m m etçisi(37> m ugayir b ir his besle-
miyeceklerdir. Ayni zam anda Türkçüler, muâsırlaş-
m ak için, gayr-i m üslim kavim ler hakkında b u me­
deniyet asrının icap ettiği ih tiram k âr vaziyeti m u­
hafaza edeceklerdir.

(36) Hepsi, krş. T. Y. um um u.


(37) Ümmetçiliğine, krş. T. Y. beynelmileliyetine.
VI
TERBİYE*

İslâm terbiyesi denince iki fikir h a tra gelir :


Birincisi îslâm iyetin terbiyede tatb ik ettiği usuller;
İkincisi yetiştirilecek çocukların İslâm akadine gö­
re terbiye edilmesi.
Îslâm iyetin terbiye usullerini tetkik etmek,
terbiye tarihine aittir. Biz bu m ak aled e«tarihten
değil, bugünkü hayattan bahsedeceğiz; Îslâmiyetin
terbiye m efkûrelerinden birisi olduğunu göstere­
ceğiz.
Bir m ektep program ına göz gezdirdiğimiz za­
man, çocuklarım ıza üç tü rlü bilgi öğrettiğimizi gö­
rürüz. Evvelâ millî lisan ve edebiyatımızı, millî ta­
rihimizi öğretiyoruz ki Türk dilinden ve edebiya­
tından, Türk tarihinden başka b ir şey değillerdir.
Sâniyen, K u r’an-ı K erim , tecvit, ilm-i hâl gibi
dinî dersler ve İslâm tarihi ile İslâm lisanları oku­
tuyoruz.
Sâlisen, riyaziyat, tabiiyet gibi ilimleri ve bu
ilimleri öğrenmeğe yarayan ecnebi lisanlarla el iş­

(*) Bu m ahale T ürk Y urdu'nda yoktur


58 TÜ R K LEŞM EK - İSLAMLAŞMAK ■ MUASIRLAŞMAK

leri, idm an gibi hünerler öğretiyoruz. Bu kısa göz


gezdirmeden anlaşılıyor ki terbiyede takip ettiği­
miz gayeler üçtü r : Türülük, İslâm lık, M uasırlık.
B ir Türk babası, çocuğunun Türkçe konuşm a­
masına, Türkçe okuyup yazmamasına, Türk tarih i­
ni bilmem esine rıza gösteremez; ayni zam anda İs­
lâm itikat ve ibadetlerini bilmemesini, İslâm ta ri­
hinden bihaber kalm asını da tasvip edemez. Bu
baba, çocuğunun Türk ve İslâm olarak büyüm esi­
ni istediği gibi, m uâsır b ir insan olarak yetişme­
sini de arzu eder. O halde bizim için tam b ir ter­
biye, üç kısım dan m ürekeptir: Türk terbiyesi, İs­
lâm terbiyesi, asır terbiyesi. Tanzim attan evvel ço­
cuklarım ıza yalnız İslâm terbiyesi veriliyordu. Tan-
zim taçılar memleketimize asır terbiyesini sokmağa
çalıştılar. Bidayette bu iki terbiye arasında büyük
çarpışm alar oldu. Yeniçerinin yerine Nizâm-ı Ce-
dîd’i ikam e etm ek küfür sayıldı. Avrupa kisvesini
giymek dinsizlik suretinde görüldü. M ekteplere re­
sim, Fransızca gibi derslerin girm esine itirazlar
edildi.
Arzın kürevîliği, güneşin istik rarı gibi hüküm ­
ler, nakle m ugayirdir denildi. Tecribeten ve aklen
sabit olan bu hakikatleri teyit için, nihayet, nakli
deliller aram ağa ihtiyaç messetti.
Mamafih, yavaş yavaş asır terbiyesi yerleşm e­
ğe, yer tutm ağa başladı. Fakat m aatteessüf, o kıy­
met buldukça, Islâm terbiyesi ehem miyetini kay­
betmeğe yüz tu ttu . Vâkıâ m ektep program larında
T E R B İY E 59

din dersleri yine m ühim b ir kemmiyyet teşkil edi­


yordu; fakat îslâm terbiyesinin inhitatı kemiyet
itibariyle değil, keyfiyet cihetiyle idi. Din dersleri
canlı b ir surette okutulm uyordu. Din m uallim leri
ilmi hakikatlere hâlâ b id 'at nazariyle bakıyor, bu
suretle talebenin itim adını kaybediyordu. Bundan
başka, dinî terbiyede İlmî usuller tatbikine de he­
nüz başlanm am ıştı.
İşte böyle b ir zam anda idi ki, Türk-tslâm âle­
m inin dûçar olduğu karışıklıklar ve bunları takip
eden felâketler «Türk milletçiliği» ve «İslâm üm­
metçiliği» nam larıyle iki canlı m efkûrenin tecelli­
sine sebep oldu. Bugün bu m usibetlerin darbesiyle
uyanan genç zekâlar hezimetimizin mesuliyetini
terbiyedeki mefkûresizliğimize atfediyorlar. Diyor­
lar ki: «Biz, gençlerimize ne millî terbiye, ne de
dinî terbiye vermek istemedik. H albuki fertleri
m ukaddes gayeler için ölmeğe sevk eden duygular
din ve milliyet hislerinden ibarettir. Biz çocukları­
mıza Türk ve İslâm terbiyeleri vermediğimiz gibi,
asır terbiyesi de veremedik. Çünkü asır terbiyesi­
nin gayesi en m üterakkî m illetlerin îm al ve istim al
ettikleri âletleri bizim de yapabilmemiz ve kulla-
nabilmem izdir. H albuki biz iktisat âleminde oldu­
ğu gibi askerlik dünyasında da asrım ızın âletleri­
ni kullanm aktan âciz olduğumuzu gösterdik. İlm in
miyarı am eldir. Ameldeki muvaffakiyetsizliğimizle
ilimdeki behresizliğimizi isbat ettik. O halde ne
m ütehassıs m ütefenninler yetiştiren âlî mekteple­
60 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

rimiz, ne de vatandaşlar yetiştirm eğe çalışan tâli


mekteplerim iz hiçbir fayda tem in edem emişler­
dir.»
Yeni hayata kıym et veren m atbuat, bu gibi
esaslara istinat ederek Tanzimat terbiyesinin iflâ­
sını ilân etti. Şimdi üç m ütefekkir zümre, yeni ter­
biyemizin tem ellerini kurm ağa çalışıyor. Türk ter­
biyecileri, yeni h ayatta millî m efkûrelerin nasıl bir
vazife ifa edeceğini gösterirken, asır terbiyecileri
de ilim lerden amelî ve İktisadî faydalar tem ini için
tedriste hangi usullerin tatb ik edilmesi lâzım gel­
diğini irâeye gayret ediyor. Bu m ücahede devrin­
de İslâm terbiyesinin istinat ettiği esasları da ara­
m ak iktiza eder.
Bu üç terbiye, biribirinin muavin ve mükem-
mili olm akla m ükelleftirler. H albuki selâhiyetleri-
nin daireleri ve bu dairenin hu d u tları m âkul ve
m uhik b ir surette tayin ve tah d it edilmezse, yekdi­
ğerine m uârız ve m uhâsım da olabilirler.
Asır terbiyesi, m addiyat sahasında kalmaya­
rak maneviyat âlemine tecavüz ettiği dakikada Is­
lâm ve T ürk terbiyelerinin hukukuna taarruz et­
miş olur. Millî ve dinî terbiyelerin hudutlarını ta­
yin etm ek ise daha güçtür. Islâm ananelerinden
hangilerinin doğrudan doğruya Islâmiyete, hangi­
lerinin Arap, Fürs, yahut Türke ait olduğunu gös­
term ek am îk tetkiklere m uhtaçtır.
TERBİYE 61

Binaenaleyh «İslâm terbiyesi», esas itibariyle


Türk ve asır terbiyelerini kabul etmekle beraber,
bunlar tarafından kendi sahasına vuku bulacak te­
cavüzlere m eydan vermemeğe çalışacak ve ayni za­
m anda hakikî îslâm akideleri ve ananelerini hem bi­
dayette Arap kavm inden intikal eden, hem de bi­
lâhare sair kavim lerden istiâre olunan âdet b id ’at-
lerden tefrika ikdam edecektir.
VII
M EFK Ü R E*

B ir tohum un çimlenmesi birincisi anî, İkinci­


si zam anî olm ak üzre iki devreye a y rılır: İlhak dev­
resi, ta a z z î(1) devresi. İlkah hadisesi, cürsûm eler
için yaratıcı b ir vakadır. Bu olm adıkça cürsûm e
ta a z z î(1) edemez. Uzvî bir cürsûm enin neşvü, nemâ-
sm da olduğu gibi, b ir şairin ibdâında, b ir feyleso­
fun içtihâdm da da ayni safhaları görürüz. Şairin
m ülhem olması, b ir muhayyilenin ilkah olunm ası
dem ektir,
Feylesofa «hads»in sünûh etmesi, b ir müfekire-
nin m ülhak olm asından ibarettir. Bu ilkahlar vuku
bulduktan sonradır ki şairin muhayyilesi, feylesofun
m üfekkiresi gebe kalarak, er geç, ebedî yahut felse­
fî b ir uzviyet doğurur.
Millî b ir şahsiyete m alik olm ayan b ir halk da,
ayniyle b ir uzvuyetin cürsûm esi gibidir. Bunu bir
şairin muhayyilesine b i r <2> feylesofun m üfekkiresi­

(*) T ürk Yurdu, C. V, S. 8, s. 1088- 1903 (1329).


FARKLAR:
(1) Taazzî, krş. T. Y. taazzuv.
(2) Bir, krş. T. Y. ve bir.
MEFKÛRE

ne benzetebiliriz. O halde m illetin de (3) ilhak ve taaz-


z î U) devreleri olm ak lâzım gelir.
B ir m illet büyük b ir felâkete uğradığı, korkunç
b ir tehlike karşısında bulunduğu zam an fertlerinde­
ki şahsiyetleri bel’e d e r : O zam an um um un ruh u n ­
da yalnız «millî b ir şahsiyet» yaşar, b ü tü n kalplerde
b u «millî şahsiyeti» idâm e etm ek tehâlükünden baş­
ka b ir duygu kalmaz. Bu hengâm da fertler k e n d i(4)
hürriyetlerini değil, m iletlerinin «istiklâlini» düşü­
nürler. İşte o muazzez duygu ile karışık olan b u m u­
kaddes düşünceye «mefkûre» denilir ve bu buhran­
lı devreye d e <5) «ilhak devresi» nam ı verilebilir.
B uhranlı zam anlar, m efkurelerin hilkat gün­
leridir. M efkûreler, m illî felâketlerin kalpleri birleş­
tirerek um um î b ir kalp yaptığı hengâm larda, bu
m üttehit kalpten doğar; sonra ta a z z î<!) devresinde
tedricen dal budak atarak çiçekler ve yeni müesse­
seler m eydana getirir.
«Cermenlik» (6) m efkûresi, Prusya'nın Napolyon
ordusu tarafından tezlîl edildiği büyük felâket ânın­
da feveran etti. O zam ana k ad ar «m illetin nev’-i be­
şerdir, vatanım rûy-i zemîn» diyen feylesof Fichte

(3) Milletin de, krş. T. Y. o milletin de.


(4) Kendi, krş. T. Y. hakkında.
(5) Ve bu buhranlı devreye de, krş. T. Y. ve buhranlı dev­
reye.
(6) Cermanlık, krş. T. Y. Cermenlik.
64 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

bile o anda iliklerine kad ar Cermen (7) olduğunu his


ve ilân etti.
«Japonluk» m efkûresi Japonya’nın Amerikalılar
ve A vrupalılar tarafından tehlikeli ve m uhakkırâne
b ir surette tazyik edildiği dakikada infilâk etti.
Fransız mileti, Ingiliz istilâsı altında muzmahil
olm ak üzere iken millî vicdan meczup b ir köylü kız­
dan fış k ıra ra k (8) onu kendisine müncî yaptı. Benî
İsrail’in M ısır’da tedm ire m ahkûm iyeti musevili-
ği, Y ahudiliğin(9) Roma istibdadı altındaki makhu-
hiyeti H iristiyanlığı doğurm uştu. Islâm iyetin tulûu
da, A rabistan'ın üç taraftan siyasî ve dinî istilâlara
m aruz bulunduğu m ühlik b ir dakikada vuku bul­
m uştur.
B ir m illet tehlikede kaldığı vakit, onu fertler
kurtarm az; bizzat m illet kendi kendinin k u rtarıcısı
(,0) olur. O dakikada fertlerin fevkannâsût b ir ruh
ile m üsahar olduğunu, ferdî iradeler sükût ederek
um um î b ir iradenin b ü tün vicdanlarda «nefs-i mü-
tekellim-i vahde» kesildiğini görürüz. Millet, fertle­
rine semavî yahut İçtimaî b ir m efkûre suretinde te­
celli ederek onları mev’u t b ir muzafferiyete, mübeş-
şir b ir cennete davet eder. H odkâm lardan can-sipâr

(7) Cerman, krş. T. Y. Cermen.


(8) Köylü kızdan fışkırarak, krş. T. Y. köylü kızda işrak
ederek.
(9) Yahudiliğin, krş. T. Y. m ahkûm m illetlerin.
(10) K urtarıcısı, krş. T. Y. m üncisi.
M EEK Û RE 65

m ücahitler, korkaklardan tehlike-cû kahram anlar


yapar; gabilere zekâr, tenbellere faaliyet, lâkayıtla-
ra gayretkeşlik verir.
Felâket ve buhran devri geçtikten sonra ru h lar­
da ta lû ’, etm iş olan bu m efkûre güneşi artık sönmez.
O, m illetin b ü tü n faaliyetlerini derûnî b ir zenberek
suretinde m üstem irren tah rik te devam eder.
Büyeyz (ovale)*, ta a z îs iny için lâzım olan haya­
tî ham leyi huveynin ilk ah ın d an (12) aldığı gibi, m illeti
teşkil eden m üesseseler de, inkişaflarına hâdim olan
«tekâmül in'itâf (direction evolutive) »ı m efkûreden
alırlar. B ir m illetin hususî h a r s (13) ve m edeniyeti
ancak bu suretle teşekkül edebilir.
Felâket zam anında fertlerini kendi ruhunda bel’
eden b ir m illetin b u hranlı hassasiyetinden infilâk
eden hakikî m efkûreler, istikbalin hâlıkleridir. Âtiyi
tarassu t etm ek için elimizde m addî âletler yoktur,
fakat b u husus için manevî m irsatlan m ız v ard ır ki
m efkûrelerdir.
B ir millet, yaratıcı m efkûresine m alik olduktan
sonra artık muzlim b ir istikbale doğru gitmez; mev’
ut, m übeşşer b ir «İrem», h er gün vâzih, d a h a (14)
canlı b ir surette tecelli ederek onu kendisine çağı­
rır. Mefkûresiz devletler h er an kopacak b ir kıya­

(*) M etinde «ovule» biçim inde yazılmış.


(11) Taazzisi, krş. T.Y . taazzuvu.
(12) İlkahından, krş. T.Y . ilkahtan.
(13) H ars, krş. T.Y . irfan.
(14) Daha, krş. T.Y. ve daha.
66 TÜ R K LEŞM EK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

meti beklerler; m efkûreli m illetlerse siyaseten âhi-


rete intikal etm iş olsalar bile m uhakkak b ir «ba'sü-
b a ’delmevt» ile m übeşşerdirler.
O halde diriltici ve yaratıcı b ir m efkûreye ma­
lik olan devlet lâyem uttur, ölmez.
«Fertler -y u k a rıd a n aşağı b ir tesirle arzu lan
yenecek- b ir irade kuvveti var mı, yok mu?» diye
uğraşan ruhiyatçılar beyhude m ünakaşa ediyorlar:
İki tarafın da hakkı var! M efkûreli b ir m illetin fert­
leri, irade sahipleridir. M efkûresiz m illetlerde ise
iradeli fertler bulunam az. Yüksek b ir iradeye delâ­
let eden büyük feragatler, harikulâde fedakârlıklar
m efkûreyi doğuran buhranlı herigâm larda tecelli
e d e b ilir:
F ransa inkılâbının bidayetinde, m illet meclisi­
nin galeyanlı b ir içtim am da, b ü tü n asilzâdeler, za­
degânlık hukukundan vazgeçtiler. Küçük Alman
devletleri 70 m uharebesinin m illî ham lesinin tesiriy­
le istiklâllerinden feragat etitler ve Prusya'yı m etbû'
tanıdılar. Japonya’n ı n (15) «ya şerefiyle yaşam ak, ya
nam usuyla ölmek» m ecburiyetinde kaldığı b ir za­
m anda idi ki kendi ihtiyariyle soğun, saltanatını, zâ-
degân, zeâm etlerini feda etti ve Mikado yine kendi
ihtiyariyle m utlakıyetten feragat ederek m illetin
hâkim iyetin i<16) ilân eyledi. Bu iradeyi fevkalade fert
b ir kudrete atfeden kadim cebriyye mesleği de hak­

(15) Japonya’nın, krş. T. Y. Japonya.


(16) M illetin hakim iyetini, krş. T. Y. hakim iyetini.
MEFKÛRE 67

lıdır; çünkü fertlerdeki iradeyi yaratan ve sevk ve


idare eden, m efkûredir; fert bu millî «tevfîk (grâ-
ce)»ın ilham larını k en d isin in (17) şahsî iradeleri zan­
neder : Bunların, m illetin ruhundan mülhem oldu­
ğunu düşünemez.

M efkûre, kudretini iki şekilde izhar e d e r :


I ’caz (prestige), te ’yîd (sanction) m efkûrenin
ruhlara doğrudan doğruya tecellisidir. Fertler mef-
kûreli oldukları dakikalarda ruhları şedit b ir vecd
(enthousiasm e) ile dolar.
M üfrit, galyanlı, şedit b ir hayat yaşarlar; çıl­
gın bir heyecanın(18) içine dalar. Fertlerin b u anda
kaplerinde duydukları his «kudsiyet» duygusudur.
Bu taşkın ru h lar m efkûrelerini ve ona muâvin olan
şeyleri «takdîs», m uhalif ve m uârızlannı «tel'in»
ederler. M efkûre uğrunda hayatlarını, m enfaatleri­
ni, saadetlerini feda etm ekle kalm azlar, onu yüksel­
tenleri tebcil ve i'lâ etmek, ona m uhalif olan şahıs­
ları ve şeyleri yıkmak, yakm ak, parçalam ak da ister­
ler.
M efkûre, bu i’caz kuvvetiyle, fertleri İçtimaî
sâir-fi-lmenâmlar haline koyar, ruhlarına verdiği cez­
belerle onları fevkal’insan h ârik alar icrasına sevk
eder.

(17) Kendisinin, krş. T. Y. de yok.


(18) Çılgın b ir heyecanın, krş. T. Y. de yok.
68 TÜ R K LEŞM EK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

M efkurenin te ’yîd kuvvetine gelince, bu ic a z


kuvvetinin b ir neticesidir. M efkûrenin tecellisine
karşı kudsî b ir aşk ile m üsahhar olm ayanlar, onun
kudretini bilvasıta hissederler. Mefkûreye m uvafık
yahut m ugayir olan hareketlerinin, m efkûrenin m ü­
sahhar cem aati tarafından b ir aksülâm ele m aruz
olacağını anlarlar.
Mefkûreli cem aatin tak d ir yahut takbih suretin­
de tezahür eden bu aksülâm eli, m efkûrenin te ’yîd
kuvvetidir ki bidayette tayyünden m ahrum olduğu
için efkâr-ı um um iyye(19) suretindedir. Bilahare ta-
azzî ederek «kanun» şeklini alır. İcaz, m efkûrenin
cemâl sıfatı, te'yîdse celâl sıfatıdır.
M efkûre, b u iki sıfat yahut kuvvetiyle fertleri
ayni m aneviyette<20) birleştirerek um um unu m üte­
canis b ir ru h m ahiyetine ifrağ eder. JBir çocuk «ben»
duygusunu hissetiği güne k ad ar gayr-i şahsî ihtisas­
larla yaşar; «ben» duygusunu hissettiği dakikadadır
ki o ana k ad ar m übhem b ir varlık hassasiyeti için­
de kalmış olan şahsiyeti infilâk eder. Çocuk için
«ben» duygusunu hissetm ek ne ise, m illet için de
m efkûresini idrâk etm ek odur. Fakat millet, benli­
ğini ancak büyük felâketler zam anında hissedebi­
lir. M usibçtler zam anındaki m illî buhran, İçtimaî
b ir Cibril’dir ki dağınık b ir halka b ir m illiy ett21) ru ­

(19) «örf», krş. T. Y. efkâr-ı umumiye.


(20) Maneviyette, krş. T. Y. maneviyatta.
(21) Bir milliyet, krş. T. Y. milliyet.
M EFK Û RE 69

hu, b ir aile vicdanı nefh eder. Millete bu ru h nefh


olunduktan sonradır ki o olduğunu m , nereden gel­
diğini, nereye gideceğini, nasıl b ir tarihî vazife ifa
edeceğini sezmeğe <23) anlam ağa başlar.
Hamiş :
Mefkûreye, «hayal», «gaye», «emel», «dilek» di­
yenler var. Yukarıdaki izahlardan anlaşıldığı üzre
m efkûre, b ir m illet tarafından mazide büyük bir
b u h ra n (24) zam anında hakikaten yaşanm ış ruhî bir
halet, zihnî b ir mevcudiyettir; ne yaşanm ış b ir ha­
yal, ne de istikbalde yaşatacak b ir gayedir.
Mefkûre, halin m ürebbisi ve istikbâlin hâlikî ol­
m akla beraber mazinin b ir şe'niyetidir. M illetin m a­
zisinden gelip onu istikbaline (25) doğru iten fikrî
b ir ham lesidir. O halde «idee»den m üştak olan «ide­
al» gibi, «fikir» den m üştak olan «mefkûre» yi bu
mevkide istim al etm ek daha m ünasiptir.
Z.G.A.

(22) Millete bu ru h ... kim olduğunu, krş. T. Y. m illet bu


ruh ile nefh olunduktan sonra kim olduğunu.
(23) Sezm eğe,-krş. T. Y. aram ağa.
(24) B ir buhran, krş. T. Y. buhran.
(25) Onu istikbaline, krş. T. Y. istikbaline.
VIII
t ü r k m îl l e t i ve t u r a n *

Türkçülük hakkında ne kadar sarih izahlar ve­


rilirse verilsin, yine bazı zihinler tereddütten, bazı
fikirler m übhem iyetten kurtulam ıyor.
M efkûreler b ir kudsiyet halesiyle m uhat olduk­
ları için kolayca tahlil edilemezler. B unların ikna
kudreti, m antıkî vuzuhlarından ziyade mânevî îcaz-
lanndandır. F akat zam an geçtikçe ilk göz kam aşm a­
sı azalmağa, vuzuh ve sarahat ihtiyacı çoğalmağa
başlar. Binaenaleyh, bugün «Bir Türk m ileti var mı­
dır? Yahut böyle b ir m illet yapılabilir mi?» suretin­
de b ir istihfam sadası işittiğimiz zam an hayret et­
meliyiz.
Filhakika, Kazanlı b ir Türk genci, buradaki
Türkçülük pîşvâlarm dan b ir zata b u mealde b ir sual
sorm uştur. Umumî b ir ehemmiyeti hâiz olan bu hu­
sus hakm da herkes düşündüğünü söyleyebilir. Bina­
enaleyh ta'm îkm m lüzum una kail olduğum bu m ü­
him meseleyi m ünakaşa sahasına vaz’ediyorum.

(*) Türk Yurdu, yıl 3, C. VI, S. 1, s. 2053-2058 (20 M art


1330).
TÜ R K M İLLETİ ve TURAN 71

Kazanlı genç diyor k i : Benim milletim özbek-


leri, K ırgızlan, Türkm enleri, Ş artlan , Osmanlı, Ta­
ta r ve Azerbaycan Türklerini câm î’ olan büyük Türk­
lük m üdür? Yoksa bu uluslardan h er birisi başhba-
şm a b ir m illet olduğu için, benim m illetim sadece
«Tatarlık» m ıdır? Yani Türklük tek b ir m illet ha­
linde mi kalacak, yoksa birçok m illetleri muhtevi
olan b ir mecmua haline mi geçecek?
Bu suale kendiliğinden k at'î ve sarih b ir cevap
vermemekle beraber, istikbalde ikinci şıkkın tahak­
kuk edeceğine iki delil îrâd ediyor. Birinci d e lil:
Y ukarıda ta 'd a t olunan Türk Ulusları birbirinden
uzak ve ihtilâtları az olduğundan, gittikçe lisan iti­
bariyle ayrılacaklar ve m üstakil edebiyatlara ma­
lik olm aları da bu iftirakı çab u k laştıracak tır(1)
İkinci d e lil: Şimal Türkleri, Rus harsı (culture)
ile perverde oldukları halde, Osmanlı Türkleri Fran­
sız yahut Alman harslarından feyz alıyorlar. Bu su­
rette Türklük hars ve medeniyet itibariyle de iki mü
tebâit parçaya ayrılıyor dem ektir.
Birinci delile cevap : Türk ulusları posta, telg­
raf, ve m atbuat gibi teârüf vasıtalarının m evcut ol­
madığı zam anlarda lisan ve edebiyat itibariyle b ir­
birinden uzaklaşabilirlerdi. Nasıl ki vaktiyle Selçuk
ve Çağatay Türkleri ayni zam anda ve birbirinden
haberdar olmaksızın kendilerine m ahsus b irer ay­

FARKLAR:
(1) Çabuklaştıracaktır, krş. T. Y. teşdit edecektir.
72 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

r ı l2) edebiyat tesis etm işlerdi. Türklerin îslâmiyet-


ten evvel yekdiğerinden habersiz olarak m uhtelif
dinlere girmeleri, m uhtelif yazılar kabul etmeleri
de bu uzaklığın ve temassızlığın <3) neticesi idi. Ma­
m afih b u uzaklaşma (4’ b ü tün Türklerin m ahzâ kav­
m iyet duygusunun ilhamıyle m üttehiden İslâm iyeti
kabul etm elerine mani olmadı... F a k a t(5) b ir zaman
geldi ki yine uzaklığın, teârüfsüzlüğün (6) tesiriyle
T ürklerin b ir kısm ı Fârisîlere uyarak Şiîliğe mely et­
ti. Fakat bugün kavmiyet duygusunun mezhep ihti­
lâfını b ertaraf etmeğe m uvaffak o ld u ğ u n u (7) görm ü­
yor muyuz? Evet, cehalet devri birkaç asır daha
devam etm iş olsaydı, Türkler de lisan ve kavmiyet
itibariyle birçok m iletlere ayrılacaktı. Nasıl ki îslâv-
lar, Latinler ve K ürtler kadim zam anlardan beri mü­
teaddit kavimlere ayrılm ışlardı. (Bugün K ürtler b ir­
birlerinin lisanını anlam ayan beş kavimden m üte­
şekkildir). F akat Türkler, göçebe hayatı yaşadıkla­
rı için, mazide böyle b ir iftiraka uğram adılar. Arap
aşiretleri vasi' b ir sahada sakin oldukları halde gö­
çebelik dolayısıyle daimî b ir tem as ve ihtilât halin­
de bulundukları için Arap lisanî vahdetini muhafaza
etm işti. Türkler için göçebelik, kölemenlik ve mu­

(2) Ayrı, krş. T. Y. de yok.


(3) Temassızlığın, krş. T. Y. teârüfsüzlüğün.
(4) Uzaklaşma, krş. T. Y. m ubâadet.
(5) Fakat, krş. T. Y. de yok.
(6) Teârüfsüzlüğün, krş. T. Y. ve teârürsüzlüğün.
(7) B e r - ta r a f etm eğe m uvaffak olduğunu, krş. T. Y.
ber-taraf etm ekte olduğunu.
TÜ RK M İLLET t ve TURAN 73

haceret âm illerinden başka, Mete, Komene, Bilge


Han, K aşgar H akanları, Selçuk, Cengiz, Tim ur istilâ­
ları gibi birleştirici, kaynaştırıcı büyük hengâm lar
da <8) tekerrürden halı değildi. B undan dolayıdır ki
bugün Türklerin hem en kâffesi w birbirinin lisanını
anlar b ir kavim halindedir. Ve tanışm a devri başla­
dığı için artık uzaklaşm aları im kânı yoktur.
Türklerin lisanca uzaklaşm am alarına Türkçe ki­
tapların uluslar arasında tedavül etmesi de başlıca
b ir sebeptir. B ir taraftan Çağatayca divanlar Garp
Türkleri tarafından okunur, diğer cihetten de Os-
manlıca eserler sandık sandık K ırım 'a, K azan’a, Kaf­
kasya’ya, T ürkistan’a götürülürdü.
Osmanlıca kitapların intişarı, bilhassa Türk teâ-
rüfünden sonra şiddet buldu. İptida K ırım ’da ve
Kafkasya’da İstanbul edebiyatı taklik edilmeğe, İs­
tanbul Türkçesine yaklaşm ağa başlandı. Sonra bu
hareket K azan’a ve T ürkistan’a da sirayet etti.
Fakat bu sırada büyük b ir d ü şm a n (10) üç su­
retle tesir icrasına başlayarak bu dil birleşmesi ha­
reketini durdurm ağa çalıştı.
1. Sosyalizm.: T ürklerin m enâfı’-i milliyyesi için
bugün elverişli olm ayan b ir fikir varsa, hiç şüphe­
siz, sosyalizmdir. Çünkü milliyet fikrinin düşm anı­
dır. H albuki Türkleri h er tü rlü izmihalalden kurtara­

(8) H engâm larda, krş. T. Y. hengâmelerde.


(9) Kâffesi, krş. T. Y. um um u.
(10) Büyük b ir düşm an, krş. T. Y, b ir m üessir.
74 TÜ R K LEŞM EK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

cak âmil, ancak miliyet fikridir. B undan başka sos­


yalizm, tabiî olarak, büyük sanayiden doğar. Türk-
Ierse henüz sosyalizmi doğuracak derecede bu saha­
da yol alm am ışlardır.
Şimal Türkleri arasında gayr-ı tabiî bir surette
uyanm ağa başlayan sosyalizm fikrî, mevkiî (régio­
nale) edebiyatlar teessüsünü intaç e t t i (11) H albuki
b ir tek lisana m alik olan her kavm in (12> halk ko­
nuşm aları birbirinden büsbütün başkadır. Mahallî
şiveleri yazı lisanı haline sokmak, bunlardan b ir ede­
biyat çıkarm ak millî beraberlik için büyük b ir teh­
likedir (,3). M esela<i4' yalnız Türkiye dahilinde her
m ahallin halk(14/1) diliyle edebiyat tesisine başlan-
sa yüzlerce halk lisanı tekevvün eder. Bu halin ta t­
biki bütün m illetler için en m üthiş b ir ölüm dür.
2. Ümitsizli: Avrupa gazeteleri daim a T ürki­
ye’nin za’fm dan, yaşam ağa istidatsızlığından bahs et­
tiler. Avrupa ajan sları da h er zam an bu m aksada hâ-
dim havadisler neşr etti. Şim al’deki Türk gazetele­
rinin de bazıları bu bed-hâhâne urcüfeleri düşün­

(11) Mevkiî (régionale) edebiyatları teessüsünü, krş. T. Y.


m ahallî (régionale) edebiyatlar tesisini.
(12) Bir tek lisana m alik olan h e r kavm in, krş. T. Y. bir
lisanla m ütekellim olan b ir kavmin.
(13) Mahallî şiv e le ri... b ir tehlikedir, krş. T. Y. de bu
cüm le yok.
(14) Mesela, krş. T. Y. de yok.
(14/1) Halk, krş. T.Y. Türk.
TÜRK MİLLETİ ve TURAN 75

meksizin naklettiler. Bu suretle n5; Türklerin mede­


nî kabiliyetinden üm it kesilmeğe başladı. O halde
sun'î b ir T atar medeniyeti yapm ak hatırası doğma­
ğa yüz tuttu.
Halbuki, T atar kelimesi, eski Türk tarihinde bu­
günkü Şimal Türkleriyle hiç b ir m ünasebeti olm a­
yan yabancı b ir kavme verilmiş mezmum b ir isim­
dir. Ne Cengiz, ne de Tim ur T atarları sevmezdi. De­
mek ki T atarlar Türk olm adıkları gibi, Moğol da
değildirler. O halde, Rusların hem tahkir, hem de
Türkleri birbirinden tefrik etm ek maksadıyle isnat
ettikleri bu tabiri Şimal Türkleri kabul etm em elidir­
ler. Şimal Türkleri ekseriyetle Kıpçak T ü k rlerid ir(16).
3. Mektep tazyikatı: Bazı hüküm etler, m uhtelif
Türk uluslarının birbirini tedris ve terbiye etmesine
m ani’ olmağa başladılar. H er ulusa m ahsus kitapla­
rın diğer ulusların m ekteplerinde okunm ası m en’
olundu. B pndan başka M üslüm anlar için h er mahal-
deki ana dilinin tedris lisanı olması ileri sürüldü.
Bütün bu tazyiklerden m aksat Türk milletini m üte­
addit kavimlere parçalam ak olduğu açıktan açığa
anlaşılıyor. B ir kavmi yutm ak için parçalam ak lâ­
zımdır, milleti parçalam ak için de <17) iptida lisanını
parçalam ak iktiza eder. Bunu yapanların bazıları bi­
lerek yapıyorlar; bazıları da bilmeden yapıyorlar.

(15) Bu suretle, krş. T. Y. bu surette.


(16) Bu paragraf tüm üden T ürk Y urdu'nda yoktur.
(17) Parçalam ak lâzım dır, m illeti parçalam ak için de, krş.
T. Y. dağıtm ak lâzımdır, dağıtm ak için de.
76 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK • MUASIRLAŞMAK

İşte bu üç vasıta ile Türk lisanı parçalanm a­


ğa, m üteaddit edebiyatlar teşekül etmeğe başladı.
Bunun tehlikesini hisseden Kadı Rizâüddin, Musa
Beğef Efendiler gibi ham iyet-perverler yazılarını hep
um um î Türkçe’de yazmağa devam ettiler. K ırım ’da
m ünteşir «Tercüman» gazetesi de kadim «fikirde
b irlik <18) dilde birlik, işde birlik» düsturunu takip
ediyor <19). B akü’de çıkan «Şellâle» mecmuası, doğ­
rudan doğruya eski Osmanlıcayı ileri sürüyor. O
halde Rusya Türklerinde iki cereyan var : Birincisi
m ahallî lehçelere kıymet vermek, İkincisi İstanbul
Tiirkçesini m illî lisan olarak kabul ederek bu lisa­
nı tam im e çalışmak.
Birinci cereyana kapılanlar hiç şüphesiz bil­
meksizin Türklük düşm anlarının ekmeğine yağ sü­
renlerdir. H akikî b ir Türk vicdaniyle düşünenlerse
ikinci cereyana meyi ediyorlar. B ütün T ürk lehçele­
rinden m ürekkep olmak üzere sun’î b ir surette
um um î bir Türkçe yapm ak kabil olmadığı için bu
cereyanlara b ir üçüncüsü inziman etm em iştir. Mev­
cut lisanların hepsi lehçelerden ve m ahallî konuşm a­
lardan m ürekkeptir. H er lisan m utlaka b ir lisanî
kesret halindedir. Fakat dikkatle bakılınca bu kesre­
tin fevkinde b ir edebî vahdet olduğu görülür. Her
m illet için payitaht lisanı siyasî b ir şana, İçtimaî
b ir i’câza m aliktir. Tarde diyor ki «Feodalizm dev­
rinde şan, zadegan sınıfındadır. H üküm ranlık teşek-

(18) Fikirde birlik, krş. T. Y. dinde birlik.


(19) Takip ediyor, krş. T. Y. takipte devam ediyor.
TÜRK M İL L E T t ve TURAN 77

kül ettikten sonra şan payitahtta tecellî eder». Şan­


la i’câz, m illetin İçtimaî vicdanının m ihek ve m iyar­
larıdır. Millet, bü tü n kıym etleri bu m ihek yahut mi-
-yarla takdir eder.
İstan b u l’un b ir payitaht i’câzına m alik olması,
yalnız Osmanlı Türklerine nisbetle değildir. İstanbul
yegâne Türk Hakanlığının ordu kentidir (ordu kent:
p a y ita h t)<20). Bu sebeple b ü tün T ürklerin kıble-gâhı-
dır. Bundan başka İstanbul Islâm H ilâfetinin de
m a k am d ır. O halde İstanbul, millî i'câzden başka,
dinî b ir kudsiyete de m aliktir. İstanbul Türkçesinin
bütün Türklerce millî lisan olması, bu i'câz ve kud-
siyetin lisana da intikali dolayısıyledir. Fazla olarak
İstanbul Türkçesi, T ürk lehçelerinin en güzeli, en
işlenmişi, edebiyat ve ilimce en zenginidir.
O halde gösterilecek m ânialara rağm en İstanbul
Türkçesini ebedî lisan itithaz etmek, bü tü n Türkler
için millî b ir vazifedir. Bu vazife ifa edildiği zaman,
bütün T ürkler lisan ve edebiyatta m üşterek ve tek
b ir m illet haline girer.
İkinci delile cevap : Türkçülüğün gayesi b ir
Türk harsı yaratm aktır. Bu hars, tabiî Şark, Şimâl
ve Cenup Türkleri için m üşterek olacaktır* O halde
Garp Türklerinin Fransız harsına, Şimâl Türklerinin
Rus harsına m ukallit olm alarından çıkacak m ahzur
zail olur.

(20) O rdu k en tid ir (O rdu k e n t : payitaht), krş. T. Y. kuru-


m udur.
78 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Türklerin yalnız bir harsı olmalı ve bu da kendi­


lerinin yarattığı b ir hars o lm a lı(21).
Türk Almanlaştıkça, yahut Fransızlaştıkça veya­
h u t Ruslaştıkça parçalanır, fakat Türkleştikçe millî
vakdeti daha ziyade kuvvetlenir.
Hulâsa, İstanbul dilinin m illî lisan ittihazı ve
Avrupa m edeniyeti içinde b ir Türk harsı ibdâına ça­
lışması (22), b ir Türk m illetinin teessüsüne hâdim ola­
cak ve Osmanlı, Kıpçak, Özbek, Kırgız g ib i(23) tab ir­
ler m ıntıka isim leri hükm ünde kalacaktır.
T atar kelimesine gelince, İlmî tetkikler netice­
sinde, bu kelim enin Şimal Türklerine garazkârlıkla
isnat edilmiş b ir ta b ir olduğu anlaşılacak, bu suret­
te Tatarcılık cereyanı da iflâs ed ec ek tir(24).
Ya o halde, bu um um î Türk milletinin <S2) vatanı
neresidir?
Buna cevaben deriz ki :

(21) H arsı olm alı ve bu da kendilerinin yarattığı b ir hars


olmalı, krş. T. Y. m edeniyet ve b u da kendilerinin ya­
rattığı b ir m edeniyet olmalı.,
(22) Ve Avrupa medeniyeti içinde b ir T ürk harsı ibdama
çalışm ası, krş. T. Y. ve b ir T ürk H arsı — T ürk me­
deniyeti ibdam a çalışılması.
(23) Kıpçak, Özbek, Kırgız gibi, krş. T. Y. T atar ,Özbek,
Kırgız gibi.
(24) Bu p arag raf tüm den T ürk Y urdu’nda yoktur.
(25) Bu um um î Türk m illetinin, krş. T. Y. bu milletin.
TÜRK M İL L E T İ ve TURAN 79

V atan ne Türkiye’dir Türk iç in (2il ne Tür­


kistan;
V atan büyük ve m üebbet bir ü lk e d ir: Tu­
ran!..
Turan, Türklerin efradını câm i' ve ağyarını m â­
ni’ olan m efkûrevî vatanıdır.
Turan, Türklerin oturduğu, Türkçenin konuşul­
duğu bütün ülkelerin m ecm uudur.

(26) Türk için, krş. T. Y. Türklere.


IX
MİLLET ve VATAN*

Bugün insanın tabiate karşı aldığı vaziyet gayet


vâzıhtır : Tabiî hadisleri tarassu t ve tecrübe usulle­
riyle tetkik ederek tabiatın kanunlarını keşffetmek.
H albuki birkaç asır m ukaddem , hal böyle değildi.
Tabiîyatçılar (1) şe’niyet (réalité)i trassu t ve tecrübe
altına alm ağa lüzum görm üyorlardı; eşyayı anla­
m ak için aklî m ebdeleri bilm ek ve istidlal tarîkiyle
bunların m antıkî neticelerini çıkarm ak kâfi görülü­
yordu U). Mesela, toprak, su, hava, ateş denilen d ört
unsurun teşekkülünü şu suretle izah ediyorlardı: Bu-
rûdetle yübûsetin birleşm esinden toprak, burûdetle
rutûbetin birleşm esinden su, suhûnetle rutûbetin
birleşm esinden hava, suhûnetle yübûsetin birleşm e­
sinden ateş hule gelmişti.
Demek ki tabiatın bu d ört mebdei -su h û n et, bu-
rûdet, yübûset, r u tû b e t- elde olunca tabiiyat ilmini
istidlâl ile tesis etm ek gayet kolaydı; m am afih bu

(*) Türk Yurdu, yıl 3, C. VI, S. 6, s. 2179-2182 (15 Mayıs


1330).
FARKLAR :
(1) Tabiiyatcılar, krş. T. Y. Tabiatcılar.
(2) Kâfi görülüyordu, krş. T. Y. kâfi idi.
MİLLET ve VATAN 81

harekât, yalnız nazariyata m ünhasır değildi; hiç ol­


mazsa ihtibâri (em prique) b ir tecrübeye m üstenit
olması lâzım gelen am eliyatta da ayni usul tatbik
olunuyordu : H astalıklar m izaçta ya ru tû b etin ya
yübûsetin, yahut b urûdet ve suhûnetin galebesinden
husule geliyor, kullanılan ilaçların da ancak bu hâs-
salarından istifade edilmek isteniliyordu. Mesela b ir
hastalık mizacın b u rû d et ve yübûsetinden husule gel­
mişse, verilecek ilâç, ta b ’an h âr ve yâbis olmalıydı.
Bugün tabiiyat sahasında artık böyle"' b ir «mef-
hum-u usûlî» yer bulamıyor. Memleketimizde m ad­
dî ve tabiî ilim lerle iştigal edenler, yalnız tarassut
ve tecrübeye ehemmiyet veriyorlar, m efhum ları şe’
niyyetten çıkarm ağa çalışıyorlar (3/,).
H albuki içtim aiyat sahasındaki düşüncelerimiz
tamamıyla eski usule tabidir. Yani içtim aiyata dair
yazı yazanlarımız m efhum ları ze’niyetten değil, şe’
niyeti m efhum lardan çıkarm ağa uğraşıyorlar.
B ütün m atbuatım ızda İçtimaî m ünakaşalara ze­
min olan üç mefhum var : Türkçülük, İslâmcılık,
Osmanlıcılık.
Bu mefhum lar İçtimaî mevcudiyetlerin tim sal­
leri haline girmedikçe, kıym etlerini İçtimaî şe'niyet-
ten alm adıkça, hiç b ir manayı haiz olamazlar. Se­
nelerce bu kelim eler üzerine mücadele edilsin, ve-

(3) Böyle, krş. T. Y. de yok.


(3/1) Çalışıyorlar, krş. T. Y. çalışıyorlar.
82 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

lû d (4) hiç b ir netice çıkmaz. İçtim aî şe’niyete b ak ar­


sak görürüz ki, b ir İslâm üm m eti, b ir Osmanlı dev­
leti, b ir Türk milleti, b ir Arap milleti var. Bu hü­
küm lerin şe’niyete m utabık olm ası için, tabiidir ki
«ümmet» kelimesinin, b ir dinle mütedeyyin olan
fertlerin m ecm uuna, «devlet» kelimesinin, bir hükü­
m etin idaresi altında bulunan fertlerin mecmuuna,
«millet» kelimesinin, b ir lisanla tekellüm eden fert­
lerin m ecm uuna ıstılah olarak istim al edilmesi lâ­
zımdır. Bu kelimelerin bu m analarda ıstılah olarak
kullanılm asını kabul edenler için yukarıdaki hüküm
doğru, yani şe'niyete m utabıktır.
O halde, bu. hükm ü kabul etmeyenler m ananın
şe’niyete m utabık olm adığından dolayı değil, bu üç
kelimenin şu m analarda ıstılah ittihaz edilmesini m u­
vafık bulm adıklarından dolayı istikâf ediyorlar.
B ir taraftan îslâm cılar diyorlar k i : «millet» ke­
limesi, sizin «ümmet» tâbirine tahsis ettiğiniz m ana­
ya delalet eder. H atta bu kelime Arapçada «mez­
hep (secte)» m anasınadır. Bu itiraza karşı denilebi­
lir ki lisanın ekmeliyyeti, h er kelimenin tek b ir m a­
nası ve h er m ananın b ir tek kelimesi ve hususiyle
h er m anayı ifade edecek kelim elerin bulunm asıyla
kaim dir. Bunu siz yapm asanız da, lisan kendi ken­
dine yapar. İşte bunun içindir ki bir dinle m ütedey­
yin olan insanların m ecm uuna üm m et, ve b ir lisanla

(4) Velût, krş. T. Y. m üsbet ve velût.


MİLLET ve VATAN 83

konuşan (5) insanların m ecm uuna «millet» denilme­


ğe başlam ıştır. Mademki ekseriyet bu kelimeleri bu
m analarda istim al ediyor, siz de bunu kabul ediniz.
Istılah meselesinde m üşkilât çıkarm ak doğru b ir ha­
reket değildir.
Diğe rtara ftan Osm anlıcılar diyorlar ki : Devlet
kelimesiyle m illet kelimesi m üteradiftir. B ir devle­
tin tebaasının mecmuu b ir m illettir. İçtim aî şe’niye-
te ehemmiyet verm eyerek yalnız b u m efhûm lar ara­
sındaki m ünasebâta bakarsak, bu kelime doğru ol­
mak lâzım gelir.
Vâkıâ, b ir devletin um um tebaasının ayni lisan­
la m ütekellim olması, yahut ayni isanla mütekellim
olanların m üstakil b ir devlet teşkil etm esi tab 'a da­
ha muvafık, arzuya daha m ülâyim dir. Fakat devlet­
ler şe’niyette, nefsü’l’em rde böyle m idirler? Şüphe­
siz ki değildirler.
O halde, olanın görmeyerek olm ası lâzım gelen
şeyi var zannetm ek nasıl caiz olur?
Türkçüler bu iki züm renin m üddeâlannı tenkit
ettikten sonra şu iki neticeyi çıkarıyorlar :
1) Ümmet başka şey, m illet başka şeydir.
2) Devlet başka şey, m illet başka şeydir.
Bu neticelere itiraz olunabilir, fakat yalnız İçti­
m aî şe’niyete m utabık olup olmadığını aram ak nok­

(5) Ve b ir lisanla konuşan, krş. T. Y. bir lisanla m ütekel­


lim olan.
84 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

ta-i nazarından! Yoksa «böyle olm alı mıydı?» diye­


rek değil!
Biz m efhum larım ızı şe’niyete uydurabiliriz. Fa­
kat şe’niyeti kendi m efhum larım ıza uy duramayız!
M amafih «ümmet, devlet, millet» m efhum ları­
nın hariçteki şe'niyetleri birbirinden büsbütün ay­
r ı d a (6) değildir. Ümmetle m ilet arasındaki m ünase­
bet «umum» la «husus» arasındaki m ünasebet gibi­
dir. Ümmet b ir dinle m ütedeyyin olan m illetlerin
um um unu cam i’ büyük b ir züm redir T>. Bundan
başka, milleti teşkil eden fertler, bugün m illetin li­
sanıyla m ütekellim olanlar değildir. Yarm b u lisan­
la konuşacak olanlar da bu züm renin iç in d ed ir<8).
Mesela bugün Pom aklar Bulgarca, G iritteki
M üslüm anlar Rumca konuştukları halde yarın Müs­
lüm anlığın tesiriyle Türkçeyi öğrenecekler ve bugün
kü lisanlarım terk edeceklerdir. O halde b ir mille­
tin fertleri, yalnız lisanlarıyla değil, dinleriyle de
taayyün ediyor.
«Devlet»le «millet» arasında da b ir dereceye ka­
d a r umum , husus m ünasebeti m evcuttur. Mesela
Osmanlı devleti b ir Islâm devletidir, yani M üslüman
m illetlere istinat eden b ir devlettir. Osmanlılığa kem-

(6) Ayrı da, krş. T. Y. ayrı.


(7) Büyük b ir züm redir, krş. T. Y, b ir beynelmileliyet teş­
kil eder.
(8) O lanlar b u züm renin içindedir, krş. T. Y. olanlardır.
M İLLET ve VATAN 85

nıiyetiyle beraber irfan ve h a rsiy le (9) istinatgâh teş­


kil eden iki büyük unsur Türk ve Arap m illetleridir.
O halde Osmanlı devletine «Türk - Arap» devletidir
denilebilir.
Şurası da unutulm am alıdır ki Türk ve Arap mil­
letleri, yalnız Osmanlı m em leketindeki Türklere ve
A raplara m ünhasır değildir. Hal-i esarette bulunan
lisandaşları da bu m illetlere dahildir.
Şimdi de «vatan» m efhûm una gelelim. Vatan,
uğruna hayatlar feda olunan m ukaddes b ir ülke de­
m ektir. Nasıl oluyor da <10) diğer b ü tü ülkeler gayr i
m ukaddes iken, «vatan» denilen ülke m ukaddes ta ­
nılıyor ve bunu m ukaddes tanıyanlar hayatlarını, ai­
lelerini, en ziyade sevdikleri şeyleri bu ülkenin uğru­
na feda ediyorlar? Hiç şüphesiz bu ülke m addî ta­
biatı itibariyle bu kıym eti haiz değildir. M utlaka bu
kudsiyeti m ukaddes b ir mevcudiyetten alıyor. Bu
m ukaddes mevcudiyet ne olabilir? Devlet mi? Yuka­
rıda gördük ki «devlet» de kendi kendine kaim biı
kudret değildir, bu da kuvvetini «millet» le «üm­
met» den alıyor : Şerefülm ekân bilmekîn [!1. O halde
m ukaddes mevcudiyet olarak yalnız bu iki şey var :
«millet» le «ümmet».

(9) Kemiyetiyle ... harsiyle, krş. T. Y. kemiyetiyle bera­


b e r irfan ve medeniyetiyle.
(10) B ütün diğer, krş. T. Y. diğer bütün.
[1] «Y’erin onuru, oturandandır». Î.K .
86 TÜ R K LEŞM EK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Mukaddes şe'niyetler iki olunca b u n la rın (lu


tim sali, yahut karargâhı olan vatan da iki olm ak lâ­
zım gelir : Ümmetin vatanı, m illetin vatanı.
Filhakika b ir Islâm vatanı v ard ır ki Türkler
kendilerininkine «Turan» nam ını veriyorlar. Osman-
lı ülkesi, Islâm vatanının m üstakil kalan b ir cüzü­
dür. Bundan b ir kısm ı T ürk yurdudur ki ayni za­
m anda T uran’m b ir parçasıdır; diğer kısm ı da Arap
yurdudur ki büyük Arap vatanının b ir parçasıdır.
T ürklerin Türk yurdunu veyahut T uran’ı husu­
sî b ir aşkla benimsemeleri ne küçük Islâm vatanı
olan «Osmanlı ülkesini, ne de büyük Islâm vatanını
unutm alarını iktiza etmez.
Çünkü milet m efkûresi, devlet m efkûresi, üm ­
m et m efk û resi(U> başka başka şeylerdir ve h er üçü
de m ukaddestir.

(11) Bunların, krş. T. Y. bunun.


(12) Ü m m et m efkûresi, krş. T. Y. beynelmileliyet m efkû­
resi.
X
MÎLLÎYET M EFK ÛRESÎ

Bazı gençler soruyorlar :


«Madem ki m efküreler tarihî hengâm elerden,
İçtimaî buhranlardan doğuyor; b ir m üddet sonra
başka ahvâl ve şeriatin tesiriyle doğacak yeni b ir
m efkûrenin milliyet sevdasına halef olm ası melhuz
değil m idir? Mesela yakın veyahut uzak b ir istikbâl­
de ‘sosyalizm’ fikrinin milliyet duygusuna galebe
çalması ihtim ali yok mudur?»
Bu suale şöyle cevap verebilirim :
— Mefkûre, esasen, b ir İçtimaî züm renin, ken­
di fertleri tarafından duyulm asıdır; güneşin ziyası
b ir adesenin m ihrak noktasında tekâsüf etmeden
yakıcılık hassasını gösterm ediği gibi, züm re de,
galeyanlı b ir İçtimaî haline gelmeden, haiz olduğu
«kudsiyet» sıfatını tecelli ettirem ez.
Fakat bu kudsiyet, şuurlu b ir şekil almadan;
ait olduğu züm renin ruhî vahdetinde şuursuz b ir su­
rette yine mevcuttu. Galeyanlı İçtimaî vazifesi, yal­
nız, zümreyi rakîk b ir mevcudiyetten kesif b ir var­
88 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

lık haline koyarak, o ana kad ar «kenz-i mahfî» l1]


de gizli kalm ış olan bu «şe’niyet (réalité) »i, m uhât
olduğu kudsiyet halesiyle beraber, fertlerine izhar
etm ektir.
Galeyanlı içtim âlar, ancak, evvelce «m ünbasıta
b ir halde mevcut» olan bir zümreyi «m ütekâsif b ir
surette mevcut» b ir hale getirm ek suretiyledir ki
m efkûrenin inkişafına m asdar olurlar.
M efkûrenin yoktan var olması, «şuursuz» bir
safhadan «şuurlu» b ir safhaya geçmesi dem ektir.
Osmanlılık, İslâm lık, Türklük m efkûreleri doğ­
m adan, Osmanlı devleti, İslâm üm m eti, Türk mille­
ti m evcuttu.
Avrupa’da, büyük sanayi, ameleyi tekâsüf etti­
rerek sosyalizm m efkûresini doğurm adan evel, amele
sınıfı dağınık b ir surette mevcut bulunuyorlardı.
Demek ki b ir züm renin, buhranlı b ir dakikada
fertlerinin vicdanında «ben varım!» diyerek tecel­
li edebilmesi için hususî b ir teşkilât halinde, b irta­
kım müesseseleriyle beraber, evvelce mevcut olma­
sı lâzımdır. Bu teşkilât, ister siyasî, ister dinî, ister
lisanî b ir m ahiyette bulunsun, behem ehâl evvelce
mevcut olm am alıdır. H erhangi galeyanlı b ir içtim â'
ortaya mazisiz, nev-teşekkül b ir züm re atamaz. Mev­

[1] B ir hadis-i kudsî’ye telm ihtir. T anrı şöyle buyurm uş :


«Ben gizli b ir hazine idim, bilinm ek istediğim için,
yaratıkları, yarattım .
M İL L İY E T M EFK Û R ESİ 89

cut bir teşkilâta istinat etmeyen içtim â’lardan yeni


b ir m efkûre doğması şöyle dursun, esasen böyle b ir
içtim âin vukuuna bile ihtim al yoktur. Çünkü ancak
inbisat halinde mevcut olan bir şey tekâsüf edebilir.

Bu ifadelerden şu netice çıkıyor :


— M üstakbelde vuku bulacak azîm b ir içtim â,
behem ehâl bugün m evcut olan içtim âlardan birine
istinat edecektir; âtide doğacak b ir m efkûre, m utla­
ka bugünkü züm relerden birinin tekâsüfünden fış­
kıracaktır.
O halde m evcut züm reler içinde teşkilâtça en
zengin ve en kuvvetli olm akla beraber, diğer zümre­
leri de teşkilâtı içinde cem ’ ve bel’ edebilecek olan
hangisi ise büyük m efkurenin onun tekâsüfünden
doğması zarurî olur.
Şimdi de, bu cem ’edici zümreyi arayalım :
Mevcut züm reler içinde bu vazifeyi ifa edebile­
cek ancak lisanı züm reler, yani m illiyettir. Çünkü
evvelâ b ir lisanı konuşanlar, ekseriyetle b ir soydan
gelen insanlar olduğu için, b ir millet, ayni zam anda
b ir «kavim» dem ektir.
Lisan ve kavim m efhum ları birbirine o kadar
bağlıdır ki bugün «beşeriyat» ilminin haricinde «ırk»
dan bahs edilince h atıra ilk önce aralarında lisanca
karabet bulunan b ir «âile-i akvâm» gelir.
«Hind-Avrupaîler», «Sâmıler», «Bantular», «Ural-
Altâîler» diye yad edilen ırklar, kavimler den yani
90 T ü rk le ş m e k ■ İ s la m la ş m a k - m u a s ir la ş m a k

lisanı ailelerden başka b ir şey değildirler. H attâ Hind


- Avrupîler arasında, beşeriyet ilmince, «hakikî ırk ­
lar»! irâe eden «m üstatîlü’r r e ’s-kumral», «mustatî-
lü 'rre ’s-esmer» , «arîzürre's-esmer» eıımûzeçlerinin
h er üçü de m evcuttur. Mesela Almanlar ekseriyetle
«m uştatîlürr'es-kum ral», îspanyollar ve Cenubî Av-
rupalılar «m ustatîlü’rre ’s-esmer», İslavlar «arî-
zürre’s-esmer» enmûzeçlerine m ensupturlar.
Bununla beraber Avrupa m illetlerinden h er han­
gisini alırsak, bu enmûzeçlerin h er üçünden m uhte­
lif nisbette m uhtevî olduğunu görürüz.
Bu surette «kavim» tabirinden «lisân-ı aile»yi
m u rat edeceğiz, «ırk» kelimesinden de «teşrihî m ü­
şabehetler arz eden enmûzeçler»i anlayacağız. O
halde kavim, gayet eski b ir zam anda «lisanî b ir ce­
maat» halinde yaşam ış ve sonra dağılmış b ir m ilet
demek olur. Irk a gelince, bu da, m ensupları b ir m a­
halde m üctem ian m evcut olm ayan ve b ü tün m illet­
ler arasında dağınık bulunan teşrihî enmûzeçlerden
ibaret kalır. Bugün intisabıyle iftih ar edilen «ırk»
şüphesiz teşriî b ir enmûzeç değil, lisanî ve tarihî
b ir züm re olan «kavim»dir. Lisanî cem aat, yani mil­
liyet bu züm renin b ir şubesi değil m idir?
Sâniyen, lisan, fikirlerin ve hislerin hâm ili, ana­
nelerin, âdetlerin nâkili olduğu için mütekellimleri-
ni ayni iştiyak ve temayüllere, ayni vicdan ve zih­
niyete malik kılar.
Bu suretle ruhların m üşterek duyguları m üteca­
nis olan bu fertlerin ayni dini kabule m ütem ayil bu­
MİLLİYET MEFKURESİ 91

lunm aları gayet tabiîdir. Buna binaendir ki lisanî


züm relerin ekseriyetle ayni dini kabul ettiklerini gö­
rüyoruz. Bidayette bazı hususî sebepler bu dinî mü-
cânesete kısmen m ani olsa bile, ayni lisanla mütekel-
lim olanların tedricen ayni dine girdiklerini tarih b i­
ze gösteriyor. Mesela yeni Latinler Katolik, Cerman-
lar Protestan, îslavlar O rtodoks dinine mely etm iş­
lerdir. Ural-Altaîlerden M oğolar Budist, M ançûrîler
Konfüçyüs, Finu-Uğriyenler H iristiyan olm uşlardır,
Türkler bidayette kısım kısım Budist, Mâni, Musevî
H iristiyan olm uşken, bilahare ekseriyetin İslâm iyeti
kabul etmesi üzerine iki yüz bin m ikdarında bulu­
nan Şam ânî Y akutlardan başka cümlesi bu dine gir­
m işlerdir.
Y akutların İslâm iyetten hariç kalm aları yurtla­
rının T ürk dünyasından uzak b ir mevkide bulunma-
sındandır. Bunlar, ya İslâm iyeti kabul ederek Türk
kalacaklar, yahut H iristiyanlığa girerek büsbütün
Ruslaşacaklardır.
Bir dine dahil olmağa lisanın tesiri olduğu gibi,
b ir milliyete girmeğe de dinin tesiri vardır. Vaktiy­
le F ransa’dan kovulan Protestan Fransızlar Alman-
yay’a giderek Cermenleştiler. Eski B ulgaristan’ın
Türk aristokrasisi H iristiyanlığı kabul ederek îslâv-
laştılar. Bugün dağınık b ir surette memleketimize
m uhaceret eden bazı gar-i Türk M üslüman unsurla­
rının dindeki m üşareketin tesiriyle Türkleştiklerini
görm üyor oıuyuz? O halde lisanî züm re ile dinî züm­
re arasında da sam im î b ir ahkâla m evcuttur.
92 TÜRKLEŞMEK - İSLAMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Sâlisen, «mükellefiyet-i askeriyye» ve «hâkimiy-


yet-i milliyye» usulleri kabul olunduktan sonra «va­
tansın m üdafaası, muallem ve m üm taz b ir sipahi tai­
fesinin; «devlet» idaresi yalnız hüküm dara karşı
mesul b ir zim am darlar sınıfının inhisarından çıktı.
Sapandan başka silâhı olmayan köylülerle istiraha­
ta alışan kasabalılar asker oldular; idare hakkında
hiçbir tecrübesi bulunm ayan halk, hüküm etin rnurâ-
kıbı vaziyetine geçti. O halde bu yeni askerleri «va­
tan» m uhabbetiyle yetiştirm ek, bu m urâkabeci hal­
ka intihap vazifesini öğretm ek b ir zaruret şeklini
aldı. Bu suretle halkın terbiyesi, m aarifin ta ’mîm
meseleleri çıkarak terbiyenin hangi lisanda icra olu­
nacağı hususunda devletle tâ b i’ kavim ler arasında ih­
tilâf zuhuruna sebebiyet verdi.
Devletler resm î lisanı ta'm im etmeyi, her kavim
de kendi lisanını terbiye ve talim vasıtası ittihaz ey­
lemeyi gaye olarak ileri sürmeğe başladılar.
B undan dolayıdır ki son asırda gerek «devlet»
in, gerek «vatan»ın lisanî b ir zümreye istinadı im­
kânsız görülerek Avusturya ve M acaristan’da oldu­
ğu gibi lisanî züm relerden ikisine istinat ettirildi.
Bugün, Avrupa’da, yalnız lisariî züm relere istinat
eden «devlet»lerin istikbâline itim at ediliyor, her
lisanî zümre, millî vatanın hiç olmazsa manevî hu­
dudunu tayin ederek nasıl bir istikbâle hasretkeş
olduğunu gösteriyor.
Bugün herkes pekâlâ anlıyor ki unsurlar ara­
sında m üşterek olan «devlet ve vatan» fikirleri aşk-
M İLL İY ET M EFK U R ESİ 93

sız, vecdsiz, maneviyetsiz m efhum lardan ibarettir.


M üşterek m aşuka olam adığı gibi m üşterek vatan ve
y u rt da olamaz.
M üşterek b ir vicdana istinat etmeyen b ir devlet
fertlerin m e’keli olur.
B ir milliyetin yurdu olm ayan ülke, fertlerin ka­
rın doyuracağı b ir im aret m ahiyetini alır.
Devlet ve vatan m üesseseleri millî m efkûreye is­
tin at ederse hayatları ebedîdir. Fertlere istinat ettik ­
leri takdirde inkıraza m ahkûm dur.
Mefkûresiz fertler hodkâm ve m enfaatperest,
üm itsiz ve bedbin, imansız ve korkak oldukları için
«hebâen m ensûr» halindedirler. Devletler, m utlaka,
millî m efkûrelere istinat etmeli, ve h er vatan behe-
mehâl b ir m illiyetin vatanı olm alıdır ki yaşayabil­
sin...
O halde görüyoruz ki lisanî zümre, ayni zam an­
da «devlet» ve «vatan» m efhum larını da m uhittir.
Aile, sınıf, hirfet ocağı, köy, aşiret, din daireleri gibi
küçük züm reler de hep millî züm renin cüz’leridir.
Aile b ir dine m ensup fertlerden teşekkül eder. Yal­
nız b ir milliyetin lisanıyle konuşur; diğer züm reler
de, aile gibi, lisan ve dince m üşterektirler. O halde
bunların cüm lesi m illetin hususî teşkilâtları hük­
m ünde kalır.
Hulâsa, kavme, üm m ete, devlete, vatana, aileye,
sınıfa, hırfet ocağına ve ilâh ... m ensup ne k ad ar mef-
kûreler varsa cümlesi m illî m efkûrenin m uavinleri­
94 T Ü R K LEŞM EK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

dir. İçtim aî tekâm ül m addî âm iller yerine zihnî ve


hissî âm iller ikam e ettikçe bunların tebliğ vasıtası
olan lisanın kıym et ve m üessiriyeti gittikçe artacak
ve bu suretle miliyet duygusu ebedî b ir m efkûre
haline girecektir.

Vâkıâ, Türkiye’de büyük sanayi teşekkül ettik ­
ten sonra bizde de sosyalizm m efkûresi doğacaktır.
F akat bu, diğer küçük m efkûreler gibi m illî mefkû-
renin b ir muavini mevkiinde kalacaktır. Avrupa
m illetlerinde sosyalizm aleddevâm kuvvetlenmekle
beraber, ekseriyetle m uharebe zam anlarında mevkii­
ni millî m efkûreye bıraktığını görüyoruz. Siyasî m u­
harebelerden sarf-ı nazar, h a ttâ yalnız iktisadiyat
sahasında bile sınıf m efkûresi m ilet m efkûresinin
b ir tâbiidir.
Bundan başka dikkatle bakılınca din, ahlâk, hu­
kuk, siyasiyat, iktisat, ilim, güzel sanatlar gibi bü­
tün İçtimaî faaliyetlerin yegâne cevheri, lisan oldu­
ğu görülür. Bu faaliyetlerin kıym et bulm ası lisanın
ehemmiyet kesbetm esi dem ektir.
Lisan, İçtimaî hayatın zemini, maneviyetin nesci,
harsın ve m edeniyetin tem elidir. O halde -h an g i-
zümreye ve hangi faaliyete ait olursa o ls u n - istik­
baldeki bütün İçtimaî cereyanlar -g e re k doğrudan
doğruya ve gerek dolayısıyle- daim a lisanî zümreyi
tekâsüf ettirecek ve h er buhrandan m utlaka -d a h a
zinde ve daha kuvvetli b ir s u re tte - milliyet mefkû­
resi feveran edecektir.
XI
MİLLÎYYET ve İSLÂMİYYET

tslâm âlem inin son üm idi olan Osmanlı devle­


tini yüz seneden beri parçalayan manevî b ir mik­
rop var. Bu m ikrop şimdiye kad ar Osmanlılığın düş­
m anı idi ve Islâm iyete büyük zararlar verdi. Fakat
bugün artık îslâm ların lehine dönerek yaptığı ma­
zarratları telâfi etmeğe çalışıyor. Bu m ikrop milli­
yet fikridir.
Evet! Rom anya’yı, S ırb istan ’ı, K aradağ'ı, Yu­
nanistan’ı, B ulgaristan’ı, Sisam ve G irit adalarını
doğurarak Osmanlılığı her rub'-ı asrda inkısam lara
uğratan ve en sonra Rum eli'nin elimizden çıkması­
na sebebiyet veren, bu m üthiş fikirdir, bu fikir ma­
razı b ir m ikrop değil, İçtimaî bir m aya idi. M aat­
teessüf bugüne kad ar m ahiyetini anlamayadık. Dai­
m a aleyhimizde, lisanî, edebî, İktisadî, terbiyevî, ni­
hayet siyasî ihtim arlar yaptı. Biz bu hayatî yaradı­
lışları tanzimlerle, tesislerle, teşkillerle, beyhude dur-
durbağa çalıştık. Bu asrın milliyetler asrı olduğunu
hissedemedik. Bu içtimai kuvveti biraz da İslâm ­
lığın, Osmanlılığın m enfaatinde istihdam etmeği ha­
tırlayam adık.
96 TÜ R K LEŞM EK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Neyse, olan oldu. Milliyet fikri İslâm iyet aley­


hinde ne yapm ak m üm künse yaptı. Artık bu silâhı
istim al etm enin sırası İslâm âlemine geldi.
Şimdiye k ad ar b ü tü n m üslüm anlarda hâkim
olan zihniyet şundan ib a r e ttir : Yeryüzünde yalnız
b ir m eşru devlet vardır ki o da İslâm devletidir. Bil­
fiil hangi hüküm etin idaresi altında bulunurlarsa bu­
lunsunlar, bütü n m üslüm anların bil-hak m etbu’ları
ancak İslâm Halifesidir.
Fi’lî tâbiiyetleri ârızî ve m uvakkat b ir haldir. Ya­
kın b ir zam anda b ir sahip-zuhur, b ir müncî, b ir meh­
di çıkarak onları bu mülevves esaretlerden k u rtara­
caktır. Cuma ve bayram nam azlarında Halife nam ı­
na okunan hutbeler, hac günlerinde A rafat'taki içti-
m âlar, siyasî b ir istikbalin dinî m übeşşirleridir. Bu
zihniyet, şüphesiz ki hepimizin kalbini kudsî gale­
yanlarla, ulvî vecdlerle dolduran b ir ruhî halettir.
Eğer nazarî b ir saadet, dö rt yüz milyonluk b ir insa­
niyetin hayatına kâfi gelmiş olsaydı bu gaye-i m a’
filbâl bizim için elverirdi. Yok, bunun yalnız nazarî
b ir m ahiyette kalm ayarak amelî b ir mevcudiyet ik­
tisap etmesi elzemse, evvel be-evvel buna vusûl için
iktiza eden tedriç m ertebelerini b irer b irer k a t’etme-
ğe çalışmalıyız.
Görüyoruz ki M üslüman kavimler, m üstakbel b ir
saadete üm it ve intizarla beraber, yaşadıkları m em­
lekette sâfil b ir seviyede kalm aya razı oluyorlar, ida­
resi altında yaşadıkları hüküm etler ve m illetler ta ra ­
fından iptida lisanen ve iktisaden, sonra da fikren ve
M İLL İY ET ve İSLÂ M İY ET 97

ahlakan tem sil olunm aya m uvafakat gösteriyorlar.


Büyük b ir kurtuluş beklemek iyi! Lâkin birtakım kü­
çük, kolay ve tedricî kurtuluş y o llan vardır ki bun­
lara m uvaffak olm adan ötekine nail olm ak sünnetul-
laha m ugayirdir. Evet! Umumî b ir Mehdiye intizar
edelim. F akat «Kur'an-ı H akîm ’in» ab*

[’] beyan-ı mu'cizi mucibince m ahallî ve m illî hâdîle-


re, lisanî, terbiyevî, İktisadî, ahlâkî necatlara niçin
üm it-var olm ayalım. H iristiyan kavim lerin ne su­
retle i’tilâ ve istiklâl yollarına gittiklerini gözleri­
mizle gördük. B unlar ip tida lisanlarını m illileştir­
mekle işe başladılar. Lisanî b ir istiklâl, siyasî b ir is­
tiklâlin m ukaddim esidir. B ir kavim, m illî lisanını
sevmeğe, m illî edebiyatını bu millî lisan üzerinde
tesis etmeğe başladığı anda necat va’dini almış de­
m ektir.
Lisandan sonra ta rih gelir. B ir kavim tarih in en
kadim m enbalarm a çıkarak millî hayatının ilk inki­
şaf ham lelerini duyarsa kabyetm iş olduğu ru h u ye­
niden bulm uş olur. Tarihten aldığı feyzlere halkın
derinliklerinden çıkardığı efsaneleri, m enkıbeleri,
m e'sûreleri ilave ettikten sonra m illî m aneviyeti ta-
mamıyle tessüs eder. O zam an şiir ve sanatının mev­
zularını, istiârelerini, telm ihlerini hep b u m illî sâ-
nihalardan iktibas ederek edebiyat ve bediiyatına
şahsiyet verir.
[1] K u r a n : 13/8 «Her kavm in b ir doğru yolu göstericisi
(kurtarıcısı) vardır». î. K.
98 TÜRKLEŞMEK - İSLÂMLAŞMAK - MUASIRLAŞMAK

Bundan sonra da dinî terbiye ve iktisat gelir.


H ür millî b ir terbiye evvela millî lisan ve tarihe, son­
ra da İktisadî istiklâl esaslarına istinat eder. Ve bü­
tün manevî feyizlerini dinden alır. N akşibedilerin
m ühim b ir düsturu var ki «nazar b er kadem »!2] ta­
birinde icmâl edilm iştir. B ir adam ın «kadem»i nefer-
îikte ise «nazarı» m üşirlik olm am alıdır. Nefer, on­
başı olmağa çalışm alıdır. Yani «kadem»ine yakın
bulunm alıdır.
Biz ki, hâlâ memleketimizde dinimize mensup
bulunan aşiretler arasında «gazve»lere «iğtinam»
lara göz yumuyoruz, İslâm ittihadını arzu edivermek-
le hem en husule gelir zannetm ek gayet gariptir. İs­
lâmiyet, asabiyeti «hamiyyet-i cahiliyye» tabiriyle
takbih etmiş ve nebv eylemiştik. Fakat bu asabiyet­
ten m urat aşiret asabiyet id i rki hâlâ içimizde carîdir.
«Benî Kahtân» ile «Benî Adnân» tabirleri de bu tak­
bih ve nehyin aşiretlere ait olduğuna b ir delildir.
Dîn-i İslâm yukarıda zikrettiğimiz âyeî-i kerîm ede
kavmiyyeti tecviz ettiği gibi, âtideki âvet-i kerim e
ile de ararla leârüf olm ak şartıyle kabile ve şa’blara,
yani kavin- y ■m îlletlere ayrılmayı tasvip buyurm uş­
tur : S iz i ş .ı ' l;tr ve kabile halinde y arattık ki birbi-
rinizle teârüi edesiniz.
Bii i ün M üslüm anların uzak b ir istikbâlde, siya­
sî bir ittihatları ihtimal ki m üm kündür. Fakat her

[2] B izim şu atasöziimüz.ün karşılığı say ılab ilir: «Ayağını


yorganına göre uzatm ak». Nazar b e r kadem için bk.
T erim ler Sözlüğüne. İ. K.
MİLLİYYET ve İSLÂMİYYEÎ 99

halde bu gayenin uzun b ir m üddet im kânsız kalaca­


ğına şüphe yoktur. O halde bu uzun zam an esnasın­
da Islâm kavim ler m illî intibahlar, m illî m ücadele­
lerle it ’tilâdan, hiç olm azsa İçtimaî istiklâllerini mu
hafazadan m ahrum m u kalsınlar?
Milliyet silâhının bundan böyle ancak İslâmla-
rm lehinde istim al olunabileceğini söylemiştik. Çün­
kü milliyet fikri, m ahkûm b ir kavm in m ahkûm iyet­
ten kurtulm ası için kullanılan b ir silâhtır. Artık Is­
lâm hüküm etlerinin idaresi altında gayr-i miislim
kavim ler kalm adı. H albuki bugün M üslüman kavim-
lerin ekserisi m ahkûm iyet ve esaret halindedir. İs­
lâm kavim ler arasında ise hâkim iyet ve m ahkûm i­
yet kayıtları olm adığı için milliyet fikri İslârnlar
arasında tefrika çıkaramaz.
Bilâkis, milliyet fikri kuvvet buldukça, Islâm
ümm etçiliği fikri de o derecede harsleneceği için
mevcut ve harsı takviye ve teyit edecektir.
{ k u tu p y ıld ız ı k itap lığ ı}

1169
Ns 5611 F. 10 Lira
SATIŞ VE DAĞITIM YERİ : İstan b u l’da Devlet K itapları
M üdürlüğü ve İllerde Millî Eğitim Bakanlığı Yayınevleri

Emel Matbaacılık Sanayi - 1976 - Ankara

You might also like