Professional Documents
Culture Documents
Rachel Gibson - Chinooks Hokey Takımı 4 - Aşk Her Yerde
Rachel Gibson - Chinooks Hokey Takımı 4 - Aşk Her Yerde
u
www.webcanavari.net
ÇEVİREN:
BUKET ULUKUT
ncmcsis
K İ T A P
B ö lü m ı
13
Canucksa karşı oynayacakları m aç üzerine düşün
meyecekti.
Tyson hayatı boyunca onu etkisi altına alabilecek
vahşi dürtüleri kontrol altına almaya çalışmıştı. F a
kat sürekli teslim olduğu gerçek bir zayıflığı vardı.
Tyson güzel arabalara karşı koyamıyordu.
Mösının deri koltuklarına kayarak oturdu, Ray
Ban pilot gözlüklerini burnunun kemiğinden kaydı
rarak yerleştirdi ve m otoru ateşledi. 5.0 litrelik V -10
motorun boğuk sesli homurtusu duyuldu.
Malikanenin kapısından çıkıp Paulsboya doğru
hareket ettiğinde aynalı gözlük cam ları öğlen güne
şinin parlak ışıklarına karşı gözlerini gölgeliyordu.
Beemer marka BM W motorunu 500 beygire dayadı
ve eve doğru uzun bir yola koyuldu.
Faith Duffy cep telefonunu kapattı ve geniş alana
yayılmış olan zümrüt yeşili çimleri, özenle yerleşti
rilmiş şezlongları ve su püskürten fıskiyeleri seyre
koyuldu. Şu anda son ihtiyacı olan şey annesinin zi
yaretiydi. Kendi hayatı yeterince belirsiz ve ürkütü
cüydü, Valerie Augustine ise duygusal bir kara de
likti.
Bakışları Elliot körfezinin çalkantılı sularında
gezindi. Kollarını göğsünün önünde kavuşturdu ve
saçlarını yüzüne doğru savuran serin esintiye karşı
omuzlarını yuvarladı.
Dün akşam tekrar Afrodite’te çalıştığını gör
müştü rüyasında. Rüyasında, hoparlörlerden Mot-
ley Crue grubunun “Slice of Your Pie” adlı parça
sı ana sahnenin üzerinden striptiz kulübüne yayı
lırken, uzun sarı saçlarının kafasının üzerinden ar
kaya uçuştuğunu gördü. Elleri düz karnından aşa
ğı salınırken, pembe lazer ışıldar uzun bacaklarını
ve on beş santim yüksekliğindeki akrilik topuklarını
kamçılıyordu. Avuçları minik ekose bir etekle örtül
müş olan kasıklarında geziniyordu. Parmaklan çıp
lak kalçalarının arasındaki sandalyeyi sımsıkı kav
rıyordu.
Faith bu rüyadan nefret ediyordu. Rüyanın m i
desinde bıraktığı panik ve düğümlenen korku his
sinden nefret ediyordu. Bu rüyayı yıllardır görm e
mişti fakat ne zaman görse detaylar hep aynıydı.
Sandalyede yan tarafa dönüyor, arkaya doğru kıvn-
lıyor ve küçük beyaz bluzunun düğmelerini çözer-
ken yavaşça sahnenin önüne doğru kafasını eğmeve
başlıyordu. Sandalyenin üzerinde doğrulup bacak
larını iki yandan yukarı kaldırırken pembe ışıklar
üzerinde geziniyordu. Bir ayağını diğer baldırından
kaydırırken büyük göğüsleri bluzundan özgürce sa
çılıyor ve neredeyse kırmızı pullu sutyeninden dışa
rı taşıyordu. Adamlar yumruklarının arasına sıkış
tırdıkları paralar ellerinde “Layla” diye sahne ismi
ile tezahürat yapıyorlardı.
Rüyada bir yandan Vince Neil ve diğer oğlanlar
bir başka “Slice o f Pie” ve “Su eet Smile” şarkısı söy
15
lerken bir yandan da bir tür ‘biliyorum beni arzulu-
yorsun’ gülümsemesi Faith’in ağzının bir kenarında
beliriyordu. Las Vegas meydanından üç blok ötede,
centilmenler kulübünde, Faith ellerini yere başının
iki yanına yerleştiriyor ve ayakları ile elleri arasın
da bir omuz mesafe kalana kadar baş aşağı m ükem
mel bir duruş sergiliyordu. Belinden öne doğru kıv
rılıp kalçaları salınırken bluzunu çıkartıp kenara fır
latıyordu. Eteğinden dışarı bir adım atıp, sutyeni ile
uyumlu iç çamaşırı ile kalıyordu. Erkeklerin fantezi
nesnesi haline gelirken bir yandan da yüksek bas ve
davul ritmi sahneyi ve akrilik topuklarını gümbür
detiyordu. Böylece heriflerin cüzdanlarına dalıp ne
kadar parası varsa kendisine bağışlamalarını sağlı
yordu. Rüya hep aynı şekilde son buluyordu. Zula-
daki parası bir serap gibi buharlaşıyor ve nefesi ke
silerek uyanıyordu. Endişe hissi göğsünü sıkıştırıyor
ve nefesini kesiyordu. Ve her zamanki gibi çaresiz
küçük bir kız gibi hissediyordu. Yalnız ve korkmuş.
Striptiz yapmak yerine açlıktan ölmeyi tercih
eden kadınlar herhalde hiç böyle bir seçim yapmak
zorunda kalmamışlardır. Ucuz olduğu için beş gün
arka arkaya sosisli sandviç yemek zorunda kalma
mışlardır. Muhtemelen hiç bir zaman bir Big Mac,
kızarmış patates veya creme-brûlee2 hayalleri kur
mamışlardır.
22
çantası. Playboy geçmişi muhtemelen kulaktan ku
lağa dolaşmıştı. Umrunda olduğundan değil... Fo
toğraflardan utanmıyordu. O zamanlar 24 yaşınday
dı ve paraya ihtiyacı vardı. Fotoğraflar sayesinde la
net olası striptiz işinden kurtulmuş, yeni insanlarla
tanışmış ve yeni fırsatlar doğmuştu. Bu fırsatlardan
biri de Virgil olmuştu.
Bentley marka arabasını dur işaretine yaklaşır
ken yavaşlattı, iki yöne de baktıktan sonra kavşak
tan hızla geçti.
Faith gözlerini kendisine dikip bakan adamlara
alışıktı. Onu göğüslerinin iriliğine göre değerlendi
ren, budala, kolay elde edilebilecek ya da her ikisi
birden olduğunu düşünen erkeklere alışıktı. İnsan
ların onu mesleğine ya da kendisinden elli bir yaş
büyük bir adamla evlenmesine göre yargılamasına
da alışıktı. Aslında gerçekten de dünyanın ne dü
şündüğü um urunda bile değildi. Çok uzun zaman
önce, annesinin Lucky Lady kulübünden ya da Kıt
Kat Üstsüzler Salonundaki işinden çıkmasını bekle
diği zamanlar, insanların ne düşündüklerini merak
etmekten vazgeçmişti.
Bu dünyaya gelirken beraberinde getirdiği tek
şey yüzü ve bedeniydi ve o da bunları kullanmıştı.
Bu konuda insanların ne düşündüğünü önemseme
si, insanlara onu incitme gücünü veriyordu. \ e Fa
ith kimseye böyle bir güç vermemişti. Virgil hariç.
Bütün kusurlarına rağmen, ona hiç bir zaman bir
23
sürtük gibi davranmamıştı. Asla herhangi bir şey
miş gibi de davranmamıştı. Kesinlikle onun parasız
lıktan bıkmış karısıydı ama Virgil için bir ganimet
sayılırdı. İnkâr edilemezdi. Faith’i, muazzam egosu
nu tatmin etmek için kullanmıştı. Hokey takımı gibi
Faith de dünyayı kıskandırmak için sahip olduğu bir
şeydi. Faith bunu önemsemiyordu. Hem de hiç. Vir
gil ona kibarca ve saygıyla davranıyordu ve en çok
arzuladığı şeyi ona veriyordu: Güvenlik. Beş yıl b o
yunca, hiç bilmediği türden hoş ve güvenli bir ba
loncuğun içinde yaşamıştı. Balon patlamış olm asına
ve Faith serbest düşüş yapıyor gibi hissetm esine rağ
men, Virgil onun mümkün olduğunca yumuşak iniş
yapması için her şeyi düşünmüştü.
Tyson Savage’ın derin ve dolu sesini, hafif aksanlı
konuşmasını düşündü. Yaşamı boyunca Faith’in et
rafında bir sürü yakışıklı adam olmuştu. Bir sürüsü
ile de flört etmişti. Tyson gibi bakışları nefesinizi ke
sebilecek ve başınızı döndürebilecek bir adam insa^
na sopa gibi çarpar. Koyu lacivert gözleri derinlerde
daha açık mavi idi, minik renk hareleri gibi. Siyah
dalgalı saçları alnına dökülüyor ve ince tutamlar ku
laklarının üzerinde ve ensesinde kıvrılıyordu. Uzun
boylu ve Hummer cip gibi iriydi fakat Faith için bi
raz fazla havaiydi. Belki de erkeklerin bünyesindeki,
karşı konulamaz zehirli bir duman gibi süzülen bir
aykırılıktı bu. Belki de biraz tehlikeli görünmesine
sebep olan çenesindeki yara iziydi. İnce grimsi bir
izden d ah a fazlasıydı ve Sam ’in m o r gözü nd en daha
k o rk u n ç g örü n ü y ord u .
27
I
povver-play"5 sayısı extra-m an gols sayısının dörtte t
biri kadardı. Chinooks takımı ateşli olduğu zaman |
hızları, hayvani güçleri ve hokey sağduyuları ile buz ■€
pistine hakim oluyorlardı. %
Fakat o akşam Vaııcouverda garip bir hava var
dı. Tyson bu kadar çok uğursuzluk getirdiğine inan
mıyordu.
Elbette karşılaşma çem berine girm eden önce et
rafında iki tur atıyordu fakat batıl inançlı biri değil
di. Manevi bir kötü talihten ziyade yeteneklere ina
nırdı. Eleme maçları sırasında tıraş olan bir avuç
oyuncudan biriydi. :
Bu maçla alakalı gerçekten de bir gariplik var
dı. Fırlatılan ilk diskin çıkışından itibaren işler hiç
Chinooks takımının lehine gelişmedi. Defans, dis
ki hücum oyuncularına geçirm ekte çok zorlanıyor-
du ve takımın diğer oyuncuları gibi Tyson da uyum - ,!■
lu bir tempo yakalayamamıştı. Ağa saldırıyordu am a
bir türlü diski sayı elde edebilecek pozisyona geti- ;
rememişti. Atışlar kale direklerinden sekiyordu ve J
ikinci yarının ortalarında oyun daha da kötüleşerek |
eski zaman hokey maçlarına benzemeye başlamıştı. T
Sam Leclaire ve enforcer6 oyuncusu A ndre C ourtu- j
4 Buz hokeyinde karsı takım a verilen bir ve ya daha fazla p e n altıd an dolayı 9
diğer takım ın sayısal avantaj sağlaması, oyuna ekstra oy u n cu katılm ası. 9
5 Buz hokeyinde pow er-play sonucu oyuna katılan ekstra oy u n cu n u n attı-
33
h, bunak bir adamdı ve kolayca etki altına alınabili
yordu,” dedi.
Faith “O kadar da kolay değil, aksi halde benim
yerime takımın sahibi sen olurdun ve şu an burada
olmazdık,” dedi. Landon onun gözünü korkutabilen
bir kaç kişiden biriydi. Hem de çok. Fakat bunu bel
li etmeye niyeti yoktu. Sol tarafında oturan avukatı
na baktı. Faith’in bugün orada olm ası gerekm iyordu.
Avukatları onun nam ına tüm işlem leri yürütebilirdi
ama Landon’ın, kendisinden çek ind iğin i d üşü nm e
sini istemiyordu. “Hadi şu işi bitirelim .”
Faith’in avukatı teklif mektubunu Landona ve
avukatlarına uzattı. Bu sırada Faith daha önce avu
katının diğer teklifleri de göz önünde bulundurma
sı gerektiği yönündeki tavsiyesini hatırladı. Uzun
vadeli vergi avantajları, işletme gideri katiyetleri
ve çapraz satış gibi diğer potansiyel alıcıları etkile
yebilecek ve fiyatı yükseltebilecek hususları düşün
dü. Faith para ile ilgilenmiyordu. Sadece gelecekte
Dufly lerle oluşabilecek tüm münasebetleri sonlan
dırmak istiyordu.
Eğer Landon farklı bir adam olsaydı, biraz daha
iyi bir adam, muhtemelen takımı bedelsiz olarak
ona verirdi. Virgil’in ona bıraktığı elli milyon dolar
yeterince çok paraydı. Öte yandan, Landon farklı bir
adam olsaydı, iyi bir adam, babasının Chinooks’u
zaten ilk başta ona bırakmış olacağını düşünüyor
du. Ve eğer Virgil biraz daha bağışlayıcı bir adam ok
saydı, oğlunun, çekişmeli ilişkilerinin sonucu olarak
bu kadar pahalı bir bedel ödemesine göz yummazdı.
Faith ayağa kalktı ve deve tüyü eteğinin kırışıkla
rını düzeltti. “Beyler, detayları görüşmeniz için sizle-
ri yalnız bırakacağım,” diyerek arkasındaki sandalye
den kırmızı yün kabanım aldı. Avukatına dönerek,
“Chinooks ofisinde kararımı açıklamak üzere yö
netim ile toplantıda olacağım,” dedi. Faith ne yöne
timden ne de teknik direktörlerden kimseyi tanımı
yordu fakat neler olup bittiğini bilmeye hakları ol
duğunu düşünüyordu. Avukatlardan ya da basından
duymalarmdansa kendisinden öğrenmelerinin daha
doğru olacağını düşünüyordu. Virgil için bu takımın
ne kadar değerli olduğunu ve Landon ile daha emin
ellerde olacaklarını dile getirmek istiyordu. Her ne
kadar Landondan nefret etse de bu doğruydu. “Bu
rada işiniz bitince beni arayın,” dedi ve çıktı.
Landon isminin altına gösterişli imzasını atıp ka
fasını kaldırdı ve “O binadan hiçbir şey alma, orada
ki hiçbir şey sana ait değil,” dedi. Tanrım, onun hır
sız olduğuna dair bu sürekli imaları gerçekten çok
yorucuydu. A m a şükür ki buna çok fazla katlanma
sı gerekmeyecekti.
“Çekin ödenene ve karşılıklı olarak son imzaları
atana kadar o binadaki her şey bana ait.”
“Sadece söylediklerimi unutma Layla,'' dedi ona
sahne ismi ile seslenerek.
Faith yumruğunu masadan kaldırıp, düğümle
nen huzursuzluk hissini bastırmak istercesine mi-1
desine götürdü. Hayatının büyük bir kısmında Lan
don gibi adamlarla baş etmişti. Ateşli gözleriyle onu ;
soyarlarken bile, bir yandan da küçümseme hakkım
kendilerinde buluyordu bu adamlar. Giydiği kazak,
çenesinden bileklerine kadar kapalı da olsa, etekle-;,
ri dizlerini örtse dahi fark etmiyordu. Onlara göre
Faith para karşılığı kıyafetlerini çıkartabilecek bir
striptizci idi. Sanki parayı her şeyden daha üstün
tutan hayırsever organizasyonların baş yöneticileri
kendileri değilmiş gibi, bir de onların ayrıcalıklı h a -v
vasini soluduğu için Faithe öfkeleniyorlardı.
Landona söyleyecekleri tam da dilinin ucu- ■
na gelmişti. Layla mn hepsine haddini bildirmek !
için meydana çıkmak üzere olduğunu hissediyor-v
du. Ama bu tam da Landon’ın istediği şeydi ve Fa- ■
<
ith adeta Virgil’in kulağına fısıldadığını duyar gibi;
oldu. Landon önemsiz herifin teki. K azanm asına izim
verme. Seni rahatsız ettiğini fark etmesine izin verm e, f
Faith dişlerini sıkıca kenetledi ve ağzının kenarın-,
da hoş bir gülümseme belirdi. Virgil’in eşi olduğun-?
da öğrendiği bir kurnazlıktı bu. Onu rahatsız ede
mediğini ima edercesine başını salladı ve atkuyruğu
omuzlarında dalgalandı. Layla’nm su yüzüne çıkma-;
sına izin vermek istemiyordu. Layla tam bir baş be
lası olabilirdi ve Faith, Landon’m galip gelmesini is
temiyordu. “İyi günler beyler,” dedi ve odadan çıktı..
Avukatlık bürosunun ahşap merdivenlerinden
inerken leopar desenli Christian Louboutin ayakka
bılarının topukları tıkırdadı. Arkasından kapıyı ka
padı ve temiz havayı ciğerlerine çekerek derin bir
nefes aldı. Bu iş çoktan kapanmıştı. Erkeklerin iç ça
maşırına para sıkıştırm ası hoşuna gidiyormuş gibi
davrandığı zamanlardan beri Laylanın ortaya çık
masına izin verm em işti. Layla tam bir mücadeleci
ve savaşçıydı ve Landona cehennem e gitmesini söy
leyebilirdi.
Kapıdan uzaklaştı ve kollarını montundan ge
çirdi. Takımı satmasının faydalarından biri de
Landondan ve ailesinden kurtuluyor olmasıydı. Bu
dik kafalı cemaatin daha fazla yoluna çıkmasına izin
vermeyecekti.
Key Arenaya varması yaklaşık yirmi dakika sür
dü. Bu süre, Faithe doğru şeyi yaptığına dair ken
dini telkin edecek zamanı kazandırmış oldu. Virgil,
Chinooks’u Faithe bırakmıştı, Landona değil. Fakat
muhtemelen niyeti Faith’in takımı üvey oğluna sat-
masıydı. Yoksa değil miydi? Verdiği karar için ona
öfkelenir miydi? Emin olamıyordu. VirgiFin ölme
den önce onunla konuşmuş olmasını dilerdi.
Garajdaki ayrılmış yere park ederken serin bir
serpinti arabanın ön camını ıslattı. Chinooks'un bü
roları ikinci kattaydı. Odaya girdiğinde herkes yeri
ni almıştı bile. Uzun masada oturan adamların ço
ğunu VirgiFin cenazesinden hatırlıyordu. Ortadaki
boş sandalyeye otururken “Merhaba,” dedi. Tam za
manında geldiğini bildiği halde, “Umarım sizi çok
bekletmedim,” diye ekledi.
Genel müdür Darby Hogue ayağa kalkıp masa
nın üzerinden elini uzatarak, “Hiç bekletmediniz,”
dedi. Kahverengi gözleri avuç içleri kadar sıcaktı.
“Nasılsınız?”
“Daha iyiyim,” dedi. Pek doğru değildi aslında.
Her gün Virgil’ i özlüyordu ve kalbinde koca bir boş
luk vardı. “Sorduğunuz için teşekkürler.”
Darby odadaki herkesi tekrar tanıştırdı. Yöne
tici müdürlerle başladı, masanın etrafından devam
ederek hokey çalışma ekibi ve son olarak da masa
nın diğer ucunda oturan Chinooks takımının büyük
kaptanı ile bitirdi. Sekiz kaba adam ve Faith. Bazıla
rı diğerlerinden daha kabaydı. Daha doğrusu, diğer
lerinden kaba olan bir tanesi vardı.
Faith, Tyson Savage’ı son gördüğünde takım el
biselerinin içinde çok daha kibar görünüyordu.
Bugünse, siyah kaşlarının altından masmavi hop
pa gözleriyle ona bakıyordu ve hiç de kibar görün
müyordu. Kollarını beyaz tişörtünün altındaki kaslı
göğsünün üzerinde kavuşturmuştu. “Chinooks Ho
key” yazısı siyah harflerle uzun kollarından birine
işlenmişti. Kirli sakalları belli ki bir kaç günlüktü.
“Merhaba Bay Savage.” Faith, fark etmez diye düşün
mesine rağmen takımın kaptanının neden bu top
lantıda olması gerektiğini düşündü.
Adeta onu eğlendirmiş gibi Savage’ın ağzının ke
narında bir gülümseme belirdi ve “Bayan Duffy,” di
yerek Faith’i selamladı.
Çantasını masaya koyup, kabanını çıkardı. Tek
nik direktörlerden biri ayağa kalkıp yardımcı oldu.
Kabanını sandalyesinin arkasına yerleştirirken, Fa
ith “Teşekkür ederim,” diye karşılık verdi. Krem ren
gi Angora kazağının kollarını bileklerine doğru dü
zeltirken dikkatini etrafındaki yüzlere yönlendirdi.
“Eski eşim bu takımı çok severdi. Hokeyi çok se
verdi. Transferler, müzakerelerin bitiş ve başlangıç
aşamalarından sıklıkla bahsederdi. Onu saatlerce
dinlerdim ama konuştuğu şeylerle ilgili hiçbir fik
rim yoktu.”
Eteğinin arkasını düzeltti ve oturdu. “Bu yüz
den hokey ile ilgili Virgil ile aynı tutkulara sahip bi
rine takımı satmaya karar verdim. Boğazında yine
bir düğüm oluştu ve tekrar doğru şeyi mi yapıyorum
diye endişelenmeye başladı. Keşke doğru şeyi yaptı
ğımdan emin olsaydım diye düşündü. “Yarım saat
önce Bay Duffy satış hakkını almak üzere bir tek
lif mektubu imzaladı.” Faith bir tür onay bekledi. Bir
ibare. Bir tür rahatlama ibaresi görmek için gözleri
ni masada gezdirdi fakat ilginçtir ki göremedi. “Satış
tamamlandığında basın açıklaması yapacağız ”
Teknik direktör Nystrom, “Bu ne zaman olacak?”
diye sordu.
“Bir kaç lıafta sonra,” diyerek ellerini masanın
üzerinde kavuşturdu. “Landon hiçbir değişiklik ol
mayacağına dair bize teminat verdi.”
Masanın ucundan biri “Takımı taşımayı düşün
düğünü duyduk,” dedi.
Faith bunu duymamıştı. Eğer böyle bir şey ger
çekleşirse Virgil mezarında ters döner diye düşün
dü. “Ne zaman duydunuz bunu?”
“Dün spor merkezinden haberi doğrulamamı is
teyen bir telefon aldım.”
“Bundan hiç bahsetmedi, sanırım takımı burada,
Seattle’da tutmayı planlıyor” Kafasını sallayarak ek
ledi, “Hem takımı neden taşımak istesin ki?”
“Para,” diyerek açıklamaya başladı Darby, “hâlâ
lokantan kurtulmaya çalışıyoruz ve başka bir şe
hir, daha imtiyazlı sözleşmelerle yeni bir stadyum
ve daha düşük işçi maliyetleri demek. Yeni bir şehir
ona daha kârlı televizyon sözleşmeleri ve daha cazip
vergi teşvikleri sağlayacaktır.”
Bir hoşnutsuzluk Faith’in alnını buruşturdu ve
arkasına doğru sandalyesine yaslandı. 2004-2005
yılındaki NHL grevini biliyordu. VirgiFin aceleyle
Oyuncular Birliği ile toplantıya gidişini ve tüm ho
key sezonunun iptal edilmesiyle sonuçlanan zor du
rumu da hatırlıyordu. Uçuşan bir sürü küfürü de.
Striptiz kulüplerinde duyduğundan bile çok daha
kötü küfürlerdi.
Konferans salonunun kapısı açıldı ve Landon içe
ri girdi; beraberinde iki avukatıyla. Faith onu gördü
ğüne pek de şaşırmamıştı. Landon sırıtarak “Onlara
iyi haberi verdin mi?” diye sordu. Adeta Chinooks’u
Faith’in pençelerinden kurtarmaya, intikam almaya
gelmiş bir melek gibi...
Faith ayağa kalktı. “Fîalen detayları konuşuyo
ruz.”
Dört bin dolarlık takım elbisesinin içinde sanki
kulübün yönetim kurulu başkanıymış gibi “Bundan
sonrasını ben hallederim,” dedi.
“Henüz takımın sahibi değilsin Landon. Yasal
olarak herhangi bir şey tartışabileceğini sanmıyo
rum.”
Landon elini sallayarak Faith’i kovarcasına “Artık
gidebilirsin,” dedi.
Faith yüzünün kızardığını hissetti. Kızgınlıktan
mı utançtan mı bilemedi. Belki de her ikisi birden.
Omuzlarını yuvarladı ve başını dik tutarak, “Eğer
teknik direktörlerle ve diğer ekiple konuşmak isti
yorsan biz bitirene kadar dışarıda beklemen gereke
cek,” dedi.
Landon’ın yüzü düştü. “Hiç de bile Layla.”
Artık bu kadarı da fazlaydı. Hem kızgındı hem
de utanç içerisindeydi. Avukatların ofisinde ona
‘Layla diye hitap etmesi yetmiyormuş gibi şimdi de
bir oda dolusu adamın önünde bunu yapıyordu; bu
daha da kötüydü. Odadaki tüm adam lara eski m es- j
leğini hatırlatarak onur kırıcı olmaya çalışmıştı. Eğer J
Virgil hayatta olsaydı Landon bu kadar saygısız ola- f
mazdı. En azından toplumun içinde. Şimdi ise her- j
kesin içinde onu küçük düşürmek için özgür hisse- !
diyordu. Faith "Dışarıda beklemeni söyledim,” diye- J
rek nefret ettiği takma adını kullandı “Yeni Yetme.” I
Landon’ın takma adından neden bu kadar nefret et- |
tiğini bilmiyordu. Bir nevi sevimlilik ibaresi idi, bir- J
çok çocuk ergenlik çağına girerken çok daha kötü H
tabirlere maruz kalırlardı. J
. :İ
Görünen o ki, Landon böyle düşünmüyordu; t
buzlu bakışları tekrardan dondu ve Faithe doğru 1
yürüdü. Alnındaki damarlar fırlamıştı. “Beş yıl bo- |
yunca seni idare etmek zorunda kaldım/’ dedi sinir- j
le. “Ama artık değil. Eğer şimdi çıkmazsan güvenliği j
çağırıp seni ve geri kalan çöplüğü de şenle beraber '
atmalarını sağlayacağını.” ■
Faith’in midesini öfke kapladı ve yanakları kızar- :
dı. Hiç düşünmeden ağzını açıp konuşmaya başla- '
dı, “Fikrimi değiştirdim, takımı satmıyorum, ben
de kalacak.” j
Landon şaşkınlıktan kala kaldı. “Bunu yapamaz- ?
sın!” '
Bir an için Faith onu diğerlerinin önünde küçük j
düşürebilmekten dolayı keyif aldı ve gülümseyerek,
“Ne istersem yapabilirim. Ve istediğim şey babanın
bana verdiği takımı elimde tutmak,” dedi. Gerçekten
de onu yaralamak istemişti. Ona lakaplar takıp sura
tına tükürmek, bacaklarının arasına sert ve sağlam
bir diz darbesi indirmek istemişti. Başka koşullarda
bir an bile tereddüt etmezdi ama Bayan Duffy erkek
lerin bacak aralarına diz atmazdı. Virgil ona bunu
öğretmişti. “Hokey takımımdan uzak dur,” diye tek
rarladı Faith.
Landon bir kaç adım daha atarak Faith’in üzeri
ne yürüdü. Faith tepki gösteremeden, önünde diki
len büyük beden bir beyaz tişörtün içerisindeki ge
niş sırta bakakaldı.
Tyson Savage “Bay Duffy, en iyisi şu an gitme
niz olacaktır,” dedi. “Kimsenin zarar görmesini is
temem.” Faith, kendisinden mi Landondan mı bah
settiğinden emin olamamıştı. “Ve elbette gazetelerde
Bayan Duffy’nin sizi yaka paça dışarı attırdığını oku
maktan hiç hoşlanmazdım.”
Faith, Tysonın arkasından Landon’ın avukatları
nın bir şeyler söylediğini duydu ve ardından Lan
don “Bu iş bitmedi Layla,” dedi. Bir kaç saniye sonra
da kapı hızla kapandı ve Faith tuttuğu nefesi bıraka
rak rahatladı. Yanakları alevler içerisindeydi. Kendi
payına düşen aşağılanmaya katlanmak zorunda kal
mıştı. Kuşkusuz bir kısmına kendisi sebep olmuştu.
İlkokul yıllarında Eddie Peterson çeşme başında el
bisesinin arkasından çektiğinde pembe iç çamaşırla
rı ile kaldığı zaman aklına geldi.
Tyson Faithe dönüp “Bu adamın sizden bu kadar j
nefret etmesi için ne yaptınız?” diye sordu.
Faith, çenesindeki beyaz yarayı saran kirli saka
lına, ağzına ve masmavi gözlerine bakarak “Babası
ile evlendim,” dedi. Cansız dizlerine teslim oldu ve
oturdu. “Araya girdiğiniz için teşekkür ederim.”
“Lafını bile etmeye gerek yok,” diye cevap verdi
Tyson.
Faith titreyen ellerini dizlerinin üstüne koydu. ,
“Sanırım takımı satmıyorum,” dedi sersemlemiş bir ;t.
halde. Dönüp etrafında şaşkınlık içerisinde ona ba
kan suratlara baktı. Kendisi de yaptığı açıklamaya en
az onlar kadar şaşırmıştı.
Darby kafasını sallayarak “Bir adamın bir baya- ::1
nı böylesine tehdit ettiğini hiç görm emiştim’’ dedi. I
Landon onu bir bayan olarak görmüyordu ve i
Faith’in son istediği şey, Landon’ın onun hakkında 1
ne düşündüğü üzerine konuşmaktı. “Sanırım ho-^l
keyle ilgili hızlandırılmış bir kursa ihtiyacım ola- J
cak.” Suratı şoktan dolayı biraz uyuşmuştu. 3
Teknik direktörlerden biri “Bir asistan kiralaya- I
bilirsiniz,” dedi. “Greve kadar Virgil’in bir asistanı i
vardı. Sonrasında Jules’a ne oldu bilmiyorum.” 1
Faith daha önce Jules ismini hiç duym am ıştı.a
“Jules?” Sesi bir tuhaf çıkıyordu ve kafasını masaya I
dayayıp sızlanmamak için kendisini zor tutuyordu, i
Darby “Julian Garcia,” diye cevapladı ve “sizin
için numarasını bulmaya çalışacağım,” dedi.
“Teşekkür ederim.” Virgil’in takımını elinde tut
maya karar vermiş görünüyordu. En azından şimdi
lik. Başka ne söyleyebileceğini bilemeden, “Stanley
kupasını alabilmeniz için elimden geleni yapacağım.
Bu Virgil’in hayali idi. Takımı daha güçlü yapabil
mek için yeni oyuncuların arayışındaydı.” En azın
dan bundan bahsettiğini hatırlıyordu.
Masanın diğer ucundan biri “Transfer zamanı
geçti. Oyuncu listemiz tamamlandı ama elbette ge
lecek sezon mavi bölgede sağlam bir sağ kanat oyun
cusu kullanabiliriz,” dedi.
Faith ne demek istediğini anlamamıştı; neyse ki
kimse de fark etmiş gibi görünmüyordu. Sanki o
orada değilmiş gibi, herkes hep bir ağızdan hararet
le konuşmaya başlamıştı.
“Hem savunma hem saldırı yapabilecek biri.”
“Sam var.”
Tyson masadaki yerini alırken “Dövüşmeyi sev
mekle rakiplerinle yakın temasta olmak farklı şey
ler,” diye ekledi. “Sam dövüşmekten çok, diski buz
üzerinde kaydırma konusunda iyi. Kimse ondan
korkmuyor.”
“Bu doğru.”
“A P r n n lr it» V t*f İS İ V O r la i'.”
“Yeterince hızlı değiller. Mücadele için George|i
Parros gibi birine, öte yandan da diske Patrick Sharp Ü
gibi \nirabilecek birine ihtiyacımız var.”
“Ted Lindsay gibi biri.”
Teknik direktör Nystrom “Evet korkunç Ted
gibi,” diye doğruladı.
Hepsi sanki ‘Korkunç Ted’ aradıkları adammış
gibi kafalarını salladılar. Faith’in başı dönüyordu.
Etrafında dönen konuşmalar onu nefes nefese bıra
kacakmış gibi hissediyordu. Nefes nefese kalmaya
her türlü hakkı vardı. Hayatı kontrolden çıkıyordu.
Fakat takımın sahibi olarak ilk günden mızmızlan
maya başlamaması gerektiğini fark etti. Hoş olmaya
bilirdi. Konuşmaya katılabilmek ve bihaber görün
memek için “Bu adamı almak için ne kadar lazım?
Şu ‘Korkunç Ted’i?” diye sordu.
f Bir anda konuşmalar kesildi ve tüm kafalar ona
doğru çevrildi. Bir şekilde sus pus olmalarına neden
olmuştu. Tyson Savage hariç. Acı çekiyormuşçasına
gözleri kısıldı ve “Sıçtık,” dedi. :
Chinooks ekibinden biri “Tanrı aşkına aramızda I
bir bayan var,” diye uyardı.
Tyson kafasını arkaya doğru eğip “Pardon,” dedi.
“Ödeme gününde köşeye sıkışmış kokain bağımlıla
rı gibiyiz, değil mi?”
Faith, Darby’ye baktı. “Ne?”
Darby, Faithe teselli edici bir tebessüm gönder-:
meye çalışarak, “Ted 1965’de em ekli oldu,” dedi. Fa
kat kısılm ış gözleri sanki acı ile dolm uştu. “Sen doğ
m adan önce.”
“Oh.” Faith, K orkun ç T ede artık ulaşam ayacak
larım an lam ıştı.
B ö lü m 3
8 Buz hokeyinde bir oyuncunun diğer bir oyuncuyu, hokey sooas,m e:ie
tutm ak koşulu ile ve sopa hiçbir koşulda buza değm eyecek se k id e Urp
kakması. Bir tü r manevra.
9 Bir oyuncunun diğer bir oyuncuya hokey sopasını sallaması sonucu om
san küçük faul.
49
tüm haberlere dağıtılacağı bir basın bildirisi hazır- |
ladı. Virgil ile beraber bir etkinliğe katılırlarken çe- |
kilmiş bir fotoğrafı bulup çıkarmışlardı. Fotom ontaj &
ile Faith’in, Playboy günlerinden kalma bir fotoğra- f
fındaki mini elbiseli, Hugh Hefner ile gülümserken- #
ki halini de eklemişlerdi. Ş;
Tyson’ın telefonu durmaksızın çalmıştı. Yeni pat- Ş
ronla ilgili ne hissettiğini m erak eden gazetecilere f
cevap vermek yerine, telefonunu kapattı. Landon’m f
davranışlarından sonra Tyson, Virgil’in oğlunun #
daha iyi bir alternatif olmadığına emindi. Landon m %
tavrı kesinlikle hatalıydı, duygularından ve kişisek f
dürtülerinden etkileniyordu ki bu da bir patron için /S
hiç iyi değildi. Şimdi bir Playboy kızı, aralarındaki
en iyi alternatifti. Nasıl olmuştu bu? “Fotoğrafları | | j
gördüğünü tahmin ediyorum.” j
“Hayır, görmedim.” Pavel’in gözleri Tyson m salı-® ;-
nişim izlerken kale çizgilerine takıldı. ~ap
Top odanın bir ucundan diğer ucuna gitti ve file -,®
nin merkezindeki kırmızı bölüme çarptı.
“Bu şaşırtıcı.” Tyson önce radara, sonra da b ab a-^ ^
sına baktı. Yan yan bakan gözlerindeki kıvılcımı fark
etti. Pavel altmış beşindeydi ve her zaman olduğu ka- J,
dar hırslıydı.
“Pek de değil.” Pavel, Tyson’a sopayı uzatmasını I
işaret edercesine omuz silkti. M
“Yaşlı bir playboy kızı bulamazdın.” ® ,
“Hayır.” Pavel radarın yanına bir top yerleştirdi.
Tyson babasına, odanın diğer ucunda duran spor
çantanın içindeki dergiden bahsetmemişti. Dergiyi
yaşlı adama göstermenin bir şekilde yanlış olacağı
nı düşünüyordu; özellikle de kendisi henüz bakm a
mışken.
“Gerçekten denemedim ki. Dünyada bir sürü gü
zel kadın var, neden biriyle vakit ve enerji kaybede
yim?” Pavel’in kadınlarla olan ilişkisini özetler nite
likte bir konuşma olmuştu. Evlendiği kadınlar dâhil.
Sallanarak topa vurdu ve top odanın diğer ucundaki
ağa doğru uçtu. Radar yanıp sönüyordu. 83. Pavel’in
yaşındaki bir adam için hiç de fena değildi. Fakat el
bette oğlunu yenmek için yeterince iyi değildi. Pa
vel “Golf sopasının tutacağında bir sorun var,” diye
rek Tysona sopayı uzattı. “Yorgunum, yatmaya gi
diyorum.”
Sopanın tutacağında bir sorun yoktu ve Tyson
bunu ispatlamak istercesine birkaç atış daha yaptı.
Saat akşam 10’u biraz geçe televizyonun büyük ek
ranını çevirip, haberleri izlemek üzere içi tıka basa
doldurulmuş yosun rengi kanepesine oturdu. Yarın
akşam oynanacak maçı ve Sedin İkizlerini düşünü
yordu.
Tyson, Faith Duffy’yi düşündü. Takımı satmaya
cağına dair yaptığı açıklamanın Chinooks u oyundan
uzaklaştırmamasını ümit ediyordu. Chinooks’un sa
hibinin kim olacağının belli olması, olmamasından
daha iyiydi fakat yeterince değil.
O öğleden sonra Faith’in nasıl göründüğünü dü
şündü. Önce sakin ve kendi halinde, sonraysa aşikâr
bir şekilde sarsılmış. Landon, Faithe ‘Layla’ diye ses
lendiğinde Tyson bu ismin onun striptizci adı oldu
ğunu tahmin etmişti. Virgil’in oğlu tam bir aşağı
lıktı. Bu işin lamı cimi yok. Bir kadını başka insan
ların önünde kasten küçük düşürmek çok kötü bir
davranıştı. Özellikle de bunu bir oda dolusu insa
nın önünde üvey annene yapmak saygısızlık ve küs
tahça bir davranıştı. Ve bu davranış Bayan Duffy’nin
daha zarif ve kusursuz olarak algılanmasına sebep
olmuştu. Faith orada başı dik, sırtı sağlam durmuş
ve Landona karşı dirsek dirseğe mücadele vermişti.
Tyson, göz yaşlarına boğulmadığı ve bir zamanlar ol
duğu öfkeli bir striptizci gibi küfür edip sayıp sövme
diği için Faithe artı puan vermek zorunda kalmıştı.
Birasını dudaklarına götürdü ve büyük bir yu
dum aldı. Bir striptizci gibi giyinmemişti. Hatta
hafif bir playboy kızı gibi de giyinmemişti. Parlak
renkler ya da dekolte yerlerinden yırtılmış dar bluz
lar da yoktu. Dar pantolonlar ya da kısa etekler, ger- ;
gin yüksek topuklu botlar da. O öğleden sonra, çe- ■
nesinden dizlerine kadar tam da bir sosyete kadını %
gibi tutarlı giyinmişti. Elbette üzerindeki hırka dik-
kati büyük göğüslerine çekiyordu ve odadaki herkes, M
çıplakken neye benzediğini merak ediyordu. , M
52
Tyson bira şişesini koydu ve spor çantasına bir
bakış attı. Bazı adamların çoktan görmüş olduğunu
tahmin ediyordu. Birasını sehpanın üzerine koydu
ve odanın diğer ucuna yürüdü. Onun fotoğrafları
na bakmak için işini gücünü falan bıraktığı yoktu,
fotoğraflar orada duruyordu ve o da en nihayetin
de bir erkekti. Çantaya uzanıp beş yıl öncesine ait
dergiyi çıkardı. Derginin köşesindeki Sam amca gibi
boyanmış kadınları fark etmedi. Kanepede arkası
na yaslanırken ortadaki resimli bölümü çevirdi. Fa
ith Duffy nin, bir tarlanın ortasında yabani çiçekle
rin arasında sapsarı bir elbisenin içerisinde çekilmiş
fotoğrafını görünce durdu. Işık arkasından geliyor
du ve elbisesinin içerisinde çırılçıplaktı. Bir sonra
ki fotoğrafta sırtı kameraya dönüktü. Yeşil gözleriy
le omzunun üzerinden kameraya bakıyordu, elbise
si uzun bacaklarından yukarı sıyrılmıştı ve saçları
düzgün sırtından dökülüyordu.
Tyson sayfayı çevirdi; Faith bu defa da koyu yeşil
çimenlerin üzerine serilmiş bir battaniyenin üzerine
elleri ve dizleri ile çömelmişti. Bir çift pembe yüksek
topuk, baldırlarına kadar uzanan beyaz jartiyerler ve
kalçalarını saran küçük beyaz bir külot giymişti. Sır
tı kavis oluşturacak bir şekilde eğilmişti ve göğüsle
ri ince, beyaz bir sutyenin içinde öne fırlamıştı. Ağır,
yuvarlak ve mükemmel. Tyson, hava soğuk olmalı,
diye düşündü. Büzüşmüş göğüs uçları ince dantele
yaslanmıştı. Vahşi saçları omuzlarının üzerinde dal
galanıyordu ve pembe dudaklarının arasında hafif
bir gülümseme vardı. Bir piknik sepetinin yanında
ki battaniyede diz çöktüğü diğer fotoğrafa geçti. Baş
parmaklarım iç çamaşırının kenarına geçirmiş, kal
çalarına doğru indiriyordu. Tyson kafasını yana eğdi
ve bir kaşı havaya kalktı. Küçük bir şeftali kadar pfi.
rüzsüz görünüyordu.
Diğer fotoğrafa geçti. Orta sayfaya bakarken şaş
kınlıkla “Vay be,” diye mırıldandı. Faith battaniye
nin üzerinde beyaz jartiyerleri ve sol göğsünden dö
külen bir dizi beyaz inci hariç tamamen çıplak uzan
mıştı. Cildi parlıyordu. Ağırlaşmış göz kapaklarının
arasından yeşil gözleriyle adeta sevişmek istercesine
kameraya bakıyordu.
Tyson, düzgün ve yuvarlak göğüslerine bakar
ken, ne yazık, diye düşündü. Ne yazık ki bu vücudu
yaşlı bir adamla harcamıştı. Çünkü kim ne derse de
sin Viagra, zamanı elli yıl öncesine götürüp,seksen
bir yaşındaki bir adamı otuz yaşında bir kadını mut
lu edebilecek noktaya getiremezdi.
Faith’in kişisel bilgilerinin olduğu sayfaya geç
ti ve Nevada, Reno’da doğduğunu ve 1.70 boyunda
olduğunu öğrendi. 56 kiloydu ve ölçüleri 85-60-80
idi. Faith’i Virgil’in cenazesindeki siyah kıyafeti için
de hayal etti ve çok da değişmediğini düşündü. Ha
yatta başarmak istediği şeyin “İyi niyet elçisi olm ak
ve üçüncü dünya ülkelerindeki yetim lere yardım e t- .f
m ekn olduğunu okudu. Ş;
Tysonın dudaklarından kahkahalar saçıldı. Ha
yatta başarmak istediği şey “Hazine avcısı olm ak ve
herhangi bir üçüncü dünya ülkesinden daha fazla p a
raya sahip olm ak” yazmalıydı. Playboy dergisinin
böyle bir şeyi yayınlamayacağını tahmin ediyordu
ama en azından daha doğru olurdu ve dürüstlüğün
den dolayı Faithe saygı duyabilirdi.
Favori tatlısı creme-brûlee, en sevmediği ye
mek sosisli sandviçmiş. Favori filmi, Sweet Home
Alabama.10 Sosyal adaletsizlikten ve kaba insanlar
dan nefret edermiş.
Tyson kendi kendine gülümsedi ve derginin orta
sayfasını tekrar açtı. Fotoğraflarda oynama yapıldı
ğını biliyordu. Zaten Faith onun tipinde bir kadın da
değildi ama kahrolası gerçekten de iyi bir parçaydı.
Göğüslerinin ortasındaki sert göğüs uçları pembe,
mükemmel birer dut gibiydi.Ve üzerinde herhangi
bir leke, hatta iz bile yoktu. Onun gibi görünen bir
kadının mükemmel vücudunun en azından bir yer
lerinde bir aşk ısırığı olmalıydı.
Faith’i yaşlı kocasının yanında kıvrılmış yatarken
düşündü. Virgil’i severdi ama bu imge biraz mide
sini bulandırmıştı. Belki sadece o böyle düşünüyor
du. Ama bu düşüncede yalnız olmadığına dair de bir
his vardı içinde. Seksen bir yaşında bir adamın aleti,
10 A lab am a lı beyaz bir kad ın ın kocasını terk edip N ew York'ta bir sosyete
olarak kend ini yem den bulm asını konu alan 2002 yapım ı bir A m erikan
filmi.
otuzunda bir kadını yatakta hoplatacak kadar mutlu
etmeye yetmezdi. Virgil’in yüzyıllara dayanan tec
rübesi ve dünyalar kadar parası olabilirdi ama bu ^
çok daha fazlasını gerektiriyordu. Böyle bir kadım
tatmin etmek için sağlıklı bir kudrete ihtiyaç vardı.
Faith şehrin yirmi altı kat tepesinden, çift katft
camlarından Seattle'ın ışıklarına ve Elliot körfezim
kaplavan sise bakıyordu. Bu puslu gecede bile nere
deyse Virgilm malikânesinin olduğu yeri tam ola
rak saptayabiliyordu. Görebildiğinden değil. Orada
beş vıl yaşamıştı ve nerede olduğunu çok iyi biliyor
du.
Tanışmalarından bir ay sonra Vegas’da aceley
le yapılan düğünün ardından Virgilm onu ilk defa
evine getirdiği zamanı düşündü. Adadaki büyük eve
bir bakış atmış ve kalbi sıkışmıştı. Bu büyük, hantal
ve şekilsiz konakta kaybolacağından endişe etmişti.
Palının evinde düzenlenmesine ön ayak olduğu
Playboy partisinde Virgil’i ilk gördüğü zamanı dü
şündü. 0 akşam Virgil, Faithe geri çevirdiği bir tek
lifte bulunmuştu. Aynı teklifi Playboy köşkünde
ki yılın playboy kızı seremonisinden sonra da yap
mıştı. Ona dünyayı ve dünyadaki her şeyi göstere
ceğini söylemişti. Yapması gereken tek şey onu pa-,
rasından daha çok seviyormuş gibi davranmasıydı.
Onunla evli kaldığı her sene için Faithe bir milyon
dolar sözü vermişti. Faith teklife evet dedi.
Başlangıçta, onunla bir iki sene evli kalıp sonra
giderim diye düşünmüştü. Fakat kısa süre sonra çok
iyi arkadaş oldular. Virgil ona kibar davranıyor ve
saygı gösteriyordu. Faith hayatında ilk defa güvende
olmanın ne demek olduğunu öğrenmişti ve hiçbir
şey için endişe duymasına gerek kalmamıştı. İlk on
iki aydan sonra Faith onu sevmişti. Bir baba gibi de
ğil, daha ziyade onun sevgisini ve saygısını hak eden
bir erkek gibi.
Virgil sözünü tutmuştu ve evliliklerinin ilk bir
kaç yılında dünyanın birçok yerini dolaşmışlardı.
Her kıtaya gitmişler ve en ayrıcalıklı otellerde kal
mışlardı. Akdeniz’de tekne ile dolaşmışlar, Monte
Carlo’da kumar oynamışlar ve Belize’in beyaz kum
larında tembellik yapmışlardı. Evliliklerinin ikinci
yılından kısa bir süre sonra Virgil ciddi bir kalp kri
zi geçirdi ve bu olaydan sonra ülke dışına seyahate
çıkmadılar. Seattle’da kalıp VirgiFin arkadaş çevre
sinde sosyalleşmeye başladılar. Fakat daha çok ada
daki büyük evde kalmayı tercih ediyorlardı. Faith
için fark etmiyordu. Onu ve onunla ilgilenmeyi se
viyordu.
Fakat gerçekte hiç beraber olmamışlardı.
Tüm o para, ameliyatlar ve mucize haplar VirgiFin
yaşlılığına engel olamıyordu. Şeker hastalığı tüm o
haplar ile çakışıyor ve onun tam bir erkek gibi hisset
mesine engel oluyordu. Faith’le tanışmadan çok önce
ereksiyon problemi yaşamaya başlamıştı. Hiçbir şey
işe yaramamıştı ve muazzam övünç kaynağı ve deva
sa egosu diğer en iyi alternatifi kabul etmesi için ısrar
ediyordu. Seksin kendisinden ziyade genç bir kadın
la olan görüntüsü. Bir kapak kızıyla.
Faith gerçekten tamamen dürüst olsaydı, birlikte
olmamalarını umursamadığını itiraf ederdi. Sadece
kendisinden elli bir yaş büyük bir adamla evli oldu
ğu için değil. Ki ilk zamanlarda bunu da düşünüyor
du. Ama aslında Faith, seksin belirsizliğini sevmedi
ği için bu konuyu umursamıyordu. Bir adama baka
rak yatakta iyi mi kötü mü olduğunu asla bilemez-
^ diniz. Çok geç olana ve iç çamaşırlarınızı kaybedene
|kadar bilmek mümkün değildi,
î Virgülden önce bir sürü erkek arkadaşı olmuş
tu ve birçok kez seks yapmıştı. Bazı seferler gerçek-
j ten güzeldi. Bazen de gerçekten çok kötü. Onun için
j seks, içinden ne çıkacağım bilmediği bir kutu çiko-
jlata gibiydi. Faith kesin olmayan hiçbir şeyden hoş
lanmıyordu. Harika ve lezzetli bir şey için kıvranır
ken korkunç bir portakal jölesi ile yetinmek zorun
da kalmak kadar berbat bir şey yoktu.
Virgil’le evlendiğinden beri seks yapmamış
tı. Başlangıçta biraz zor olmuştu; özellikle bu kadar
genç ve aktifken. Birkaç yıl geçtikten sonra ise artık
gerçekten özlemez olmuştu. Virgil öldüğüne göre,
kafasına bir tokat inercesine seks dürtüsü aniden
geri gelir mi diye şüpheleniyordu. Ve kendini başka
bir adamla hayal edemiyordu.
S8
Çalan kapı zili Faith’i sekse ve erkeklere dair dal
dığı düşüncelerden çıkardı. Oturma odasından ge
çerken traverten fayanslar çıplak ayaklarının altına
çok serin geldi. Faith ve Virgil dört yatak odalı bu
çatı katını geçen sene satın almışlardı. Fakat sade
ce şehir merkezinde gecelemeleri gereken ender ak
şamlarda kullanmışlardı. Çok modern görünüşlü,
çoğunluğu mermer ve fayans kaplı bir evdi. Virgil
dekorasyonu Faithe bırakmıştı. Faith de beyaz deri
ve düzinelerce kırmızı ve mor yastık seçmişti. Da
ire boydan boya cam kaplıydı. Elliot körfezine ba
kan üç yüz atmış derecelik kesintisiz şehir manzara
sı, su kanalları ve ötedeki Rainier dağının manzara
sı ile göz alıcı bir teras katıydı.
Faith kapıyı açtı. Beyaz bir yün topağı jet gibi fır
ladı ve minik ayak tırnakları fayans üzerinde tıkır
dayarak içeri daldı. Faith havada uçan topa bir tek
me atmamak için kendini zor tuttu.
“Anne.” Faith omzunun arkasından beyaz deri
koltuğa atlayan Pekin köpeğine bakakaldı. “Ye Pepp-
les.” Yer yüzündeki en haylaz köpek. “Aramalıydın.”
“Neden? Bize gelmememizi söylerdin.” Yalerie
Augustine büyük pembe bavulunu tekerleklerinden
çekerek daireye soktu. Aşırı boyanmış dudaklarıyla
Faith’in yanaklarına havadan birer öpücük gönder
di ve içeri geçti.
Faith “Seni görmek istemediğimden değil” dedi
ve arkasından kapıyı kapattı. “Sadece ç o k y oğ u n u m .1’
Annesinin arkasından içeri girip c a m v e p aslan m a^
d em ird en yapılm a sehpan ın ü z e rin d e k i b ir y ıg m ^
tabı gösterdi.
Annesi “Ne için böyle çalışıyorsun?” diye sorar
ken bir yandan da valizin çekçeğini yuvasına itti ve
on üç santim }üksekliğindeki topuklarıyla deri ka
nepeye doğru yürüdü. Ayakkabıları elbette pem
beydi, deri pantolonu ile uyumlu. Kitaplardan birini
kaptı ve okumaya başladı. “Aptallar için h okey k ıla
vuzu. Neden okuyorsun bunu? Takımı sattığını dü
şünüyordum.’’
“Satmamaya karar verdim.”
Valerieniıı büyük yeşil gözleri açıldı ve kafasını )
salladı. Tüylerle bezenmiş olan Farrah model saçı
sallandı. 70’Ierde biri Valerieye Farah Fawcette b e n
zediğini söylemişti. Buna hâlâ inanıyordu. “Ne oldu
da vazgeçtin?”
“Neden?”
Gözlerinin içine bakarak cevap verdi. “Çünkü si
zin hakkınızda konuştuğumu duymuş.”
En azından dürüsttü. Yalan söyleyebilirdi ve Fa-1
ıth bunu asla bilemezdi. “Ne dediniz k i?” *•
Jules tereddüt etti. “Kabaca, koca memeli birV
striptizci ile evlendiğini ve aptalın teki olduğunu.” %
Virgil aptal biri değildi ama gerisi doğruydu.
Daha fazlası olduğuna dair bir his vardı içinde ama
sormadı. Onun yüzünden işten çıkartılmış olması
ve şimdi beş yıl sonra kendisinin ona işini geri teklif ,
ediyor olması tam bir ironiydi. Virgil ile olan ilişki-
si ve iş münasebetleri ile ilgili bir kaç soru daha sor
du. Konuşurken Faith’in göğüslerine değil, gözlerine ;;
bakıyordu. Ona aşağılayıcı bakmıyor ve sorularının İ
anlamsız ya da salakça olduğunu da ima etmiyordu.
Jules “Her şeyi bilmemekten dolayı endişelenme-1
yin. Bu takımın neredeyse on beş değişik departma- f
nı var ve kendi kendini idare ediyor,” dedi. “Virgil ga-1|
yet uyanık bir işadamıydı ve bu takımı bir kurum;
gibi görüyordu. Ve durum tam da böyle olduğundan,®
yaptığı en iyi şeylerden biri de akıllı insanlara verdiği
mevkilerle işlerin yürütülmesini ”
“Kulağa kolay gelmesini sağlıyorsunuz,” dedi Fa
ith; fakat öyle olmadığını biliyordu.
“Kolay değil; ama zor da değil. Virgil organizas
yonun işine karışarak alt birimleri denetlemeye ça
lışmazdı. Ve sizin de kesinlikle bunu yapmanıza ge
rek yok.” Jules pantolonundaki potluğu düzeltmek
için duraksadı. “Aslında bunu yapmamanızı tavsiye
ederim. İdari yönetim bu zorlu işi sizin yerinize ya
par.”
Toplantının sonunda Faith, Jules ile çalışmak is
tediğine karar vermişti fakat Jules işi kabul etmek is
tediğinden pek emin değildi. Jules “Aslına bakarsa
nız Boeing’deki işimi seviyorum. Geri gelmek istedi
ğimden emin değilim,” dedi.
Faith doğruyu mu söylüyor yoksa daha fazla para
için ayak mı diriyor pek emin değildi. “Neden bu
akşamki maça gelmiyorsunuz?” diye teklif etti. “On
dan sonra karar verirsiniz.”
Jules, yedi saat sonra şeref tribünündeki bir kol
tukta, ofisten getirdiği bir yığın dosyaya gözlerini
dikmiş bakıyordu. Faith siyah Armani takımını, içi
ne beyaz gömleğini ve siyah uzun topuklu ayakka
bılarını giymişti, Ciddiye alınmak istiyordu. Onun
mini bir etek ve dekolte bir bluz ile çıkagelmesini
bekleyen bir sürü insan olduğunu biliyordu.
İşle ilgili birincil öncelik oyuncuların isimlerini
ti. jules rakım listesinin üzerinden geçerken sahanın
aşağısından tezahürat ve yuhalama sesleri müzik te,
sisatından çıkan bölük pörçük müzik ile karışarak
lüks odaya yayılıyordu,
Annesi “Evet!" diyerek sahaya tepeden bakan
balkondan aşağı seslendi. “Faith çabuk gel. Kame
ra beni çekiyor, Pebbles da kucağımda. Büyük ek
randa biz varız.”
Faith annesine bir bakış attı. Şeytan köpeğini ku
caklamış film yıldızı gibi etrafa öpücükler savuru
yordu. Bileklerinde turuncu pembe bilezikler salla
nıyordu. Parlak pembe dar bir pantolon giymişti ve
dantel bluzunun altında da pembe bir sutyen var
dı. Sarı saçları kat kattı. Saçı mükemmel Farrah mo
deli gibi kabartılmıştı. “Aman Tanrım,” diye fısılda
dı Faith.
Jules “Hoş bir bayan,” dedi ve arkasına yaslandı.
Kesinlikle annesinin ilginç tesir gücü hâlâ işe yarı- ■
yordu. Faith şaşırmamıştı. Eşcinsel ya da değil, tüm..;
erkekler Valerieden etkilenirlerdi.
“O gerçekten de utanç verici.”
Jules güldü. “İyi vakit geçiriyor.”
“Senin annen olmadığı için gülebilirsin tabii.”
“Ben sekiz çocuktan en küçüğüyüm. Benim an-'
nemin böyle bir enerjisi yoktu.” Bir dosyaya uzanıp
bir yığın kâğıt aldı. Faithe uzatarak “Burada ön ele-,
melerin ilk yarısının programı var,” dedi. “Ayrıca
her oyuncunun kısa özgeçmişini gösteren dosyala
rı da hazırladım. Takıma biraz daha alıştıktan son
ra oyuncuların kontratlarının üzerinden de geçeriz;
böylece ‘serbest ajan ve sınırsız serbest ajan oyun
cuların kim olduğunu da öğrenmiş olursun.”
Faith uzun saçlarını kulağının arkasına geçirdi ve
; programı dikkatle okudu. Takımın sık sık maç yap-
I tığını biliyordu ama her hafta birkaç maç yaptıkları
nı bilmiyordu. “Serbest ajan oyuncu ile sınırsız ser
best ajan oyuncu ne demek? Aralarındaki fark ne-
| dir?”
| Jules serbest ajanların kontratsız olarak takımda
oynayan oyuncular olduklarını ve diledikleri zaman
İ takımdan ayrılabileceklerini söyledi. Sınırsız serbest
j ajan oyuncu ise kontrat süresi dolmuş, kulübü tara-
! fından serbest bırakılmış ve henüz takıma katılma-
! mış oyunculardı.
! “Toplu pazarlıklardan dolayı ligde kısıtlayıcı an-
j laşma şartlarının kullanımı durduruldu ve tüm bu
terimler kullanılmaya başlandı.”
Her ne demekse. Faith “Serbest ajan oyuncumuz
var mı hiç?” diye sordu. Bir yandan da ortamı bir
borazan sesi sardı ve aşağıdaki buz sahadan müzik
sesi yayıldı.
“Şu anda yok. Elemelerden önce yönetim hep
si ile kontrat yaptı.” Jules kafasını kaldırıp seslendi
“Skor ne Valerie?”
İkide takılı kaldı. Sizin takımdan yirmi bir nu-;f
mara golü şimdi attı." I
Yirmi bir numara fakımın kaptanıydı ve Faith; ]
Tyson Savagein özgeçmişine göz attı; istatistikleri
ni okudu. 35 yaşındaydı, Kanada, Saskatchevvan’da -
doğmuştu. Şimdi aksanının nedeni belli olmuştu, ü
1.90 boyundaydı ve 108 kiloydu. Solaktı ve hokey Jj. I
ginde on beşinci sezonuydu. NFIL tarafından seçilip |
Pittsburgh ile sözleşme imzalamadan önce, London
Knights için oynamıştı. Penguenler, Blackhavvk--J
lar, Vancouver için de oynamıştı ve şimdi de Chi- Jl
nooks için oymuyordu. Bir sonraki bilgileri okuyun-;lj
ca Faith’in ağzı açık kaldı. “Otuz milyon,” diye mı- v|
rıldandı. “Virgil ona otuz milyon mu ödüyormuş? |
Otuz milyon dolar ha?”
Jules “Üç yıllığına,” diyerek sanki çok anlamlıy-:
mış gibi açıklama yaptı.
Faith kafasını kaldırıp baktı ve masada duran su
şişesini aldı. “Bu kadarını hak ediyor mu sizce?” ™
Jules mavi yeşil ipek gömleğinin altındaki iri ve:]
yapılı omuzlarını silkerek, “Virgil öyle olduğunu dü
şünüyordu,” dedi. 'i
Faith bir yudum su alıp, “Siz ne düşünüyorsu-1
nuz?” diye sordu.
“O ayrıcalıklı bir oyuncu. Her kuruşu hak edi-;;
yor.” Jules ayağa kalktı ve gerindi. “Hadi oyunu izle-i
yelim ve bakalım siz ne düşünüyorsunuz.” i!
Faith kâğıtları masanın üzerine bırakıp ayağa
kalktı ve balkona doğru Jules’u takip etti. Öğrene
cek çok şey vardı. Bu gerçekten ümit kırıcıydı. Dü
şünemeyecek kadar çok şaşkına dönmüştü. Stadyu
mun minderlerle kaplı koltuklarından oluşan üç sı
rayı geçip parmaklıkların önünde duran annesinin
yanına oturdu.
Buzda oyun durmuştu ve takımlar yerlerini al
mıştı. Tyson koyu lacivert tişörtü ile karşılaşma
çemberinin etrafında iki tur attı, içeri girdi ve dur
du. Ayaklarım genişçe açtı, sopasını baldırlarının
arasına yerleştirdi ve bekledi. Disk yere düştü ve sa
vaş başladı. Tyson sopası yere çarptıkça diske vuru
yor ve rakibini omuzu ile itip kakıyordu. Bir keresin
de, her iki takımın da tüm oyuncuları harekete geç
mişti, tam anlamıyla organize olmuş baş döndürücü
bir kaos. Beyaz numaralı koyu mavi Chinooks for
maları ile Vancouver’ın beyaz yeşil renkleri birbiri
ne karışıyordu.
On bir numaralı Daniel Holstrom kayarak
Canucks’un kalesine yöneldi ve diski buzun diğer
ucuna, forvet oyuncusu Logan Dumonta gönder
di. O da diski Tyson’a yolladı. Tyson, disk sopası
nın ucunda kalenin arkasına doğru kavdı ve diğer
taraftan dolanarak atışını yaptı. Disk kalecinin dizli
ğine çarpıp geri sekti ve bir çatışma daha patlak ver
di. Sopa çarpışmaları ve itiş kakışları arasında Faith
diskin izini kaybetti. Bulunduğu noktadan tek gö-
rebildiği şey itişmeler, omuz omuza çarpışmalar Vç|
uçan dirseklerdi. i
Hakem düdük çaldı ve oyun durdu... ’
Tyson, Vancouver’Iı oyunculardan birine sert bir J
omuz attı ve neredeyse oyuncu yere yuvarlanıyordu
Geri devrilmeden az önce güçlükle dengesini topar-
ladı. Birbirlerine bir şeyler söylediler ve Tyson eldi- ^
venlerini çıkarıp buzun üzerine fırlattı. Hakemler
den biri kayarak ikisinin arasına girdi ve Tyson’ı la
civert tişörtünden kavradı. Hakemin kafasının üze
rinden Tyson diğer hakemin suratına ve sonra da
karşı takımın oyuncusuna eli ile işaret etti. Hakem
Tysona bir şeyler sordu. Tyson kafasını sallar salla-
maz hakem yakasını bıraktı ve gitmesine izin verdi.
Tyson eldivenlerini aldı ve kulübeye doğru kayarken
bir anda büyük ekranlardan bir bant kaydı verildi.1
“Karmaşaya hoş geldiniz,” arena hoparlörlerind en
patlak veren ses ve pistin üzerinde asılm ış o lan bü - j
yük ekranlardaki görüntü. Faith, Tyson ın elin i h a - :
kemin kafasının üzerinden kaldırıp, etkileyici laci-|
vert gözlerine işaret edişini izliyordu. Tyson beyazI
kaskın içinden siyah kirpikleriyle bakıyordu. A r
dından elini çevirip karşı takımın otuz üç n u m aralı
oyuncusunu işaret etti. Tehdit edici bir gülüm sem e!
ile dudakları kıvrıldı. Faith’in omurgasını b ir ü rp erti;
sardı ve tüyleri diken diken oldu. Eğer Faith otuz üç
num ara olsaydı, çok korkardı. ^
83
“H a rik a y d ı. B e y le r in h e p s i ç o k iyi o y n a d ı.”
“V irg il ç o k s a ğ la m b ir ta k ım o lu ş tu r m u ş . Sean
Toew s ile s ö z le ş m e im z a la m a y a ç a lış ıy o r d u . Ne
o ld u ? ”
85
ğunun altından ipek kaşmir kazağının uzun kolları
nı düzeltti. Kapıda onu Frederick Longstreet’in ka
rısı, Tabby Rutherford Longstreet karşılaşmıştı. Fre
derick, Loııgstreet Finans’ın yönetim kurulu başka
nı ve genel müdürü, aynı zamanda da VirgiFin eski
arkadaşlarından ve iş ortaklarındandı.
Bir yandan kolunu sıyırıp Rolex’ine bakarken
“Merhaba Tabby,” dedi. Öğle yemeği tam 12’de baş
lardı ve henüz on dakika vardı. Faith “Herkes bura
da mı?” diyerek asansöre doğru yürüdü. Tabby düğ
meler ile Faith’in arasına girdi.
“Evet. Herkes burada ve seninle konuşmam için
beni gönderdiler.”
“Ne hakkında?”
“Hepimiz Dodie Farnsvvorth Noble’m bu yılki
bağış toplama etkinliğinde eğlenceden sorumlu ko
mitenin başına geçirilmesine karar verdik.”
Faith, Tabby nin göz kalemi çekilmiş mavi gözle
rine ve pudralanmış suratına bakarken “Bu benim
işim,” dedi. “Ben eğlence komitesinin başkanıyım.”
“Hepimiz Dodie’nin bu pozisyonu almasının en
iyisi olduğunu düşünüyoruz.”
“Ama...” Virgil’in ölümünden önce bu yılın ya
rarına yorulmak bilmeden çalışmıştı. Çoktan Seatt-
le Filarmoni ile konuşmuştu bile, kalbi sıkıştı. “Peki
benim görevim ne olacak?”
Tabby suratına yapmacık bir gülümseme yer-
leştirdi ve “Hepimiz hayatında şu sıralar olup biten
şeyler göz önüne alındığında, sorumlulukların için
yeterince vakit ayıramayacağını hissediyoruz”
Elbette, şu sıralar bir hokey takımının sahibiydi
ve yapması gereken çok fazla şey vardı ama cemiye
tin işleri çok önemliydi. “Endişenizi anlıyorum ama
size garanti ederim ki vakit yaratacağım” Ve devam
etti, “Bunun için endişelenmenize gerek yok.”
Tabby elini kendi boynuna götürdü ve boynun
daki incileri burarak “Beni kaba olmaya zorlama,”
dedi.
“Ne?”
“Cemiyet üyeliğinden kendi rızan ile vazgeçme
nin en iyisi olacağını düşünüyoruz.”
Neden diye sormak için ağzını açmıştı fakat bu
lafın üzerine susmaya karar verdi. Aslında Faith’in
hayatındaki her şeye rağmen zaman bulamayacak
olması falan değildi önemsedikleri. Bir keresinde
Virgil, bir gün ölürse tüm arkadaşlarının hanımla
rının ve ortaklarının tüm kulüplerden onu atacak
larına dair Faithe takılmıştı. Onu kapının öne koya
caklardı çünkü kocalarının etrafında onun gibi genç
ve güzel bir kadını görmek istemiyorlardı. Virgil ya
nılıyordu. Arkadaşlarının çoğunun metresi vardı ve
karıları da bunu biliyordu. Onu istememişlerdi çün
kü bunu hak edecek bir soyadı ile doğmamıştı. Onu
ilk toplantıdan beri cemiyetin saygın bir üyesi ola-
r a k g ö r m e m iş le r d i. Z a m a n iç e r is in d e F a ith o n la r
dan biri o lm a d ığ ım u n u tm u ştu . O b ir s ü p r ü n tü y d ü ;
N e k a d a r ç o k ç alıştığ ı ya d a n e k a d a r ç o k b a ğ ı ş yap^
tığı ö n e m li d e ğ ild i.
“Anlıyorum.” Tabby, Faith’in cemiyet tarafın-,
dan aylarca üzerinde konuşulacak bir sahne sergi
leyeceğini düşündüyse çok yanılmıştı. Faith “Siz-;
lere bol şans,” dedi. “Umarım bu yılın bağış topla
ma etkinliği koşulsuz bir başarı olur” Gülümseye-,
rek binanın ön tarafına yöneldi. Ateş göğsünden yu
karı yükseldi ve boğazını sıkıştırdı. Kapıyı açarken
elleri titriyordu, dışarı yürüdü ve akşam üstü serin
liğine çıktı. Göz yaşlan gözlerinin arkasını çimdik
liyordu, el yordamıyla çantadan güneş gözlüklerini .
çıkardı. Ağlamamahydı. Onu önemsemeyen insan- •
lan önemsememeliydi.
Avukat takımını onların üzerine salıp başları
na bela olabilirdi ve özür dilemelerini sağlayabilir
di. Onun gününü berbat ettikleri gibi, o da onların ;J
gününü berbat edebilirdi. Ama bu neyi çözerdi ki? :
Hiçbir şeyi. Zorla cemiyete yeniden kabul edilirdi.
İstenmediği bir dünyaya geri dönmüş olurdu.
Faith güneş gözlüklerini burnunun üzerine yer
leştirdi ve arabasını park ettiği sokağa bakındı.
Chinooks’un reklam departmanı ile buluşmasına S
iki saat vardı. Çatı katı dairesine arabayla kısa sü- H
rede gidip, yorganları kafasına kadar çekip yatakta
kıvrılabilirdi. Çıkarken annesinin duşta olduğunu '•
ve Pebbles’m ağzından Valentino marka burnu açık
ayakkabılarını kurtarmaya çalışırken, köpeğin hav
layıp onu ısırmaya çalıştığını hatırladı.
Annesiyle de, şeytan köpeğiyle de uğraşmak is
temediğini hissetti ve amaçsızca bir süre sokaklar
da dolandı. Tabby’nin suratını ve soğukkanlı gülüm
semesini düşündü. Bu kasvetli ve bulutlu hava ruh
haline tam uymuştu. Gaza basıp toplantıya dönme
yi ve tüm o kadınlara ne korkunç, kibirli, kendini
beğenmiş orospular olduklarını söylemeyi düşün
dü. Bunun yerine kendini Fairmont otelinin önün
de buldu ve tanıdık olan bekleme salonuna yürüdü.
Shucker’ın İstridye Bar’ı Virgil ile öğle yemeği ye
mek için en sevdikleri yerdi. Ona bir masa göste
rildi, sandalyeye oturdu ve tanıdık olan bu ortamda
kendini rahat hissetti.
Gloria Thormvell Cemiyetinden atılmış olmak
korkunç derecede aşağılayıcıydı. Suratına sıcak bir
tokat gibi çarpmasını istemişlerdi ve bu yaptıkları
Faithe fena batmıştı. İtiraf etmek istediğinden çok
daha fazla canı acımıştı. Bir zamanlar bu tip olayla
rın onu böylesine rahatsız etmesine izin vermezdi.
Virgil’le yaşamak onu çok yumuşak yapmıştı.
Bu kadınların gerçek arkadaş olmadığını her za
man biliyordu. Fakat kocasının ölümünden sadece
iki hafta sonra hayırsever bir organizasyondan bu
şekilde atacaklarını da hiç düşünmemişti. Virgil’in
evde olmasını ve gidip neler olduğunu onunla ko-
n u şab ilm ey i deliler gibi istiyordu. E lbette eğ e r Virgijj
evde olsaydı onu bu şekilde poposunun ü z e rin e d^
ş a n atam azlard ı. Evde bağırıp çağırabileceği, kendim --
ifade e d e b ile c e ğ i ya da konuşabileceği k im se yoktu.
Garson elinde bir menü ile yaklaştı ve Faith me
nüyü açtı. Aç değildi ama Shuckers’da her zaman si.
pariş ettiği balıklı sebze çorbası, Dungeness yenge
ci ve bir bardak Chardonııay sipariş etti. Kadehi yu-"
dumlamak için dudaklarına götürdüğünde restoran-
da etrafına bakındı. Birden yalnız başına yemek yi
yen tek kişinin kendisi olduğunu fark etti. Bu durum
yıpranmış sinirlerine ve aşağılanma hissine tuz biber
olmuştu. Fakat hayatı bu sıralar böyleydi ve en iyiSi
bu duruma bir an önce alışmasıydı. Faith’in yapmayı
becerebildiği en iyi şey yeni durumlara hızla adapte
olabilmesiydi. Beş yıl evlilikten sonra yalnız olmal,
mamı sağlaması gereken yeni bir durumdu.
İstiridye Bar’ııı meşe kaplı, tamamen oyma pa- ^
nellerden oluşan ortamında oturmuş balıklı sebze
çorbasını içerken ilgisini yaldızlı tavanlara vererek
bakınıyordu. Restoran insanlarla doluydu ama Fa
klı kendini hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. Kendi
kendine olma bilincinin bu kadar farkına vardığı en
son zaman, iç çamaşırı ile striptiz yapmaya başladı
ğı zamanlardı. Tek başına orada oturmak, insanlarınjİ
önünde çıplak kalmak gibiydi. -İl
Son beş yıldır sosyalleştiği insanlar Virgil’in ar-,
kadaşlarıydı. Yengecinden bir lokma alıp yeni bir ^
kadeh şarap ısmarladığında bir yandan da bu a r
k ad a şla rd a n ne kadarının onu dışlayacağını me
rak ediyordu. Virgil hariç, kendine ait arkadaşla
rı olmamıştı. Bu nasıl olmuştu. Evlenmeden önce
Vegas’daki arkadaşları onun geride bıraktığı bir ha
yat tarzını yaşıyorlardı. Bazıları gerçekten harika
kızlardı ama şu günlerde tekrar onların kapısını ça
lıp, gün doğana kadar partilerde eğlenmeyi düşüne-
miyordu. Playboy’da edindiği birkaç arkadaşıyla da
bağlantıyı kaybetmişti.
Bu beş yıl içerisinde bir yerlerde kendini kaybet
mişti. Ya da en azından, kim olduğunu... Başka biri
olmuştu ama, eğer artık Seattle sosyetesine ait değil
se, nereye aitti? Eski bir striptizci ve playboy kızıy
dı. Annesi güvenilmez biriydi, babasını ise 1988’den
beri görmemişti. Son beş yılda zengin bir adamın
karısı rolünü oynamıştı. Peki o gittiğine göre şim
di Faith kimdi?
Yemek artıkları masadan kaldırıldıktan sonra
garson tatlı menüsünü bir çırpıda saydı. Reddetmek
Faith’in dilinin ucuna kadar gelmişti. Restorandan ve
içinde bulunduğu rahatsız edici durumdan kaçmak
istedi ama tıpkı ilk defa striptiz sahnesine çıktığı za
manki gibi kendini bu duruma dayanmaya zorladı.
Vanilya parçacıklı creme-brûlee sipariş etti. Ek
olarak da son bir kadeh şarap. Muhtemelen iyi bir
fikir değildi, ne de olsa kısa süre sonra bir toplantı
sı vardı ama gerçekten çok kötü bir gün geçirmişti.
Beş y ıld ır ait old u ğ u h a y ır s e v e r lik c e m i y e t i tara-
fından kap ın ın önüne k o n u lm u ş tu . B ir d e b u n a ek
olarak yaşadığı k im lik k r iz i, ceh en n em g ib iy d i , la n e t
olası şişen in ta m a m ın ı h a k e d iy o r d u .
106
A n n e si raftan s ıc a k p e m b e b ir B e tsey Jo h n so n e l
bisesi çe k ti v e “B u n u dene,” dedi.
Faith kafasını sallayarak, “Bunun bir hokey ta
kımı sahibi için uygun olduğunu düşünmüyorum,”
dedi.
Bo “Biz bunu düşündük,” diyerek, canlı kırmızı,
yakası derin yuvarlak kesim bir elbise ve tamamen
ipek bir etek çıkarttı. Elbise kolsuzdu ve metalik gü
müş deri kemer haricinde, 1950’lerden kalma görü
nüyordu.
Faith “Bu çok parlak,” dedi.
“Renkler üzerinde harika duracak.”
Virgil’le evlendiğinden beri böyle kırmızı bir
renk giymemişti. Faith, kısa atkuyruklu kumral saçlı
kadına “Kim seçti bunları?” diye sordu.
“Jules bir stilist ile çalıştı. Bunu seçtiler çünkü
Tyson’ın üniformasındaki kırmızıya da vurgu yapa
cağını düşünüyorlar.”
Jules? Onun halkla ilişkiler departmanına danış
manlık yaptığını biliyordu ama kıyafetlerin seçilmesi
ne de yardımcı olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu.
Jules’un iflah olmaz pastel renk düşkünlüğüne ve
yapılı kaslarına rağmen ondan gerçekten hiç eşcin
sel titreşimi almamıştı ama yine de merak ediyordu.
Faith’in annesi Valerie “Onun eşcinsel olup ol
madığını merak etmiştim,” dedi.
Bo rafların arasın d an b a k a r a k , “B e n de,” d ecj- £
“Ç o k sevim liydi.”
Faith d ü ğ m e le rin i açarken ay akk ab ıların ı ay^. ■
ğ m d a n ite r e k ç ık a rd ı ve “Sevim li o lm ası b ir ad a
mın eşcinsel olduğunun g ö s te r g e s i değildir,” dedi
A fr o d it’te e şc in s e l bir güvenlik görevlisi ç o k h ız h b jr
b is ik let sü rü cü sü g ib i görünüyordu.
110
geçmişti ki Faith, Tyson’ın gözlerindeki ısıyı fark
etti. Dudakları bir tür uyarı ve karmaşa ile aralandı.
Elini pırpır eden midesine doğru indirdi.
Fotoğrafçı “Siz ikiniz, hazır mısınız?” diye sor
du. Tyson bakışlarını Faith’den ayırdı ve ileriye bak
tı. “Haydi şu işi bitirelim. Sabah erkenden bir ant
renmanım ve yarın akşam San Jose takımına kar
ş ı kazanmamız gereken bir oyun var,” dedi. Tekrar
ııı
“Kaşmir ipek karışımı.”
Tyson “AJlah aşkına,” diye söylenmeye başladj.
“Siz iki kız bitirdiniz mi? Bu akşam bir ara burada^
gitmek istiyorum da artık.”
Jules başparmağı ile işaret ederek “Nesi var bu
nun?” dedi. “Hâlâ beşinci maçta Vancouvera karşı
işi berbat ettiği için mi öfkeli?”
Tyson Jules a öyle bir bakış attı ki adeta büyük el
leriyle onu gebertecekmiş gibiydi.
Faith m gözleri açıldı ve kafasını sallayarak "Ayı
yı dürtme Jules,” dedi. 1
Jules güldü. “Dinle. Burada olmamın sebebi şu: f
Az önce Sports Illustrated’ın editöründen bir telefon
geldi. Seninle röportaj yapmak istiyorlar.”
Faith en son bir dergide boy gösterdiğinde, çıp
laktı ve sorular basitti. Sports Illustrated’da görün
me düşüncesi ve cevaplamakta zorlanacağı zorlu so
ruların geleceğini bilmek, onda koşup kaçma iste
ği uyandırdı. Bir oda dolusu personele ve yöneticiye
cahilce potlar kırmak yeterince küçük düşürücüy
dü. En son istediği şey dünyaya cahil ve ilgisiz gö-
rünmekti.
Jules “Halkla ilişkiler departmanı görüşmeni İs-
tiyor ama bence takım ile ilgili halkın önünde açık:
lamalar yaparken rahat hissedene kadar beklemeli
sin,” diye tavsiye etti. Faith kalkıp Jules’u öpebilir
“Teşekkürler. Evet haklısın, hazır değilim.” tir
Fotoğrafçı “Hazırız” diye seslendi ve Valerie’ye
reflektörü uzattı. “Faith, tam olarak Tyson’ın önün
de durmanı istiyorum. Ve ayağını da belki bankın
üzerine koyabilirsin.”
Faith, Tyson’ın mavi ve yeşil şortunun altındaki
kalın bacaklarına baktı. Beyaz çorapları kalın kaval
kemiğini ve dizliğini kavrıyordu. Üst kenarları bal
dırlarına bantlanmıştı. “Bankın neresine koyayım
ayağımı?”
“Tyson’m baldırlarının arasına.”
Faith, Tyson’m kısılmış gözlerine baktı; yüksek
sesle itiraz edip, herkesin kulakları patlayana kadar
küfür etmesini bekliyordu. Aksine, “Ayağına dikkat
et ha? Koruyucu giymedim,” dedi.
Faith, Versace ayakkabılarını dikkatlice, Tyson’m
geniş baldırları arasından banka yerleştirdi. Bakış
larını kasıklarına indirmemek için özellikle yüzüne
bakıyordu. Aletinin bacağına yakınlığını düşünmek
dahi istemiyordu. Elbette bunu düşünmemeve çalış
mak sadece daha fazla düşünmesine sebep oluyordu.
Gergin bir gülümseme ile “Beni ürkütmesen i\i
olur; böylece canını acıtmam,” dedi.
“Beni ürkütmesen iyi olur böylece canım acıt
mam, ha? Bu daha sonra işime yarayacak.”
Faith fotoğrafçıya döndü ve dudaklarım bir gü
lümseme ile kıvırdı. Biraz paslanmış olabilirdi ama
duygularım belli etmeden poz vermeyi biliyordu.
“Demek bu yüzden gitmek için acele ediyorsun. £ r
kenden uçağın olduğu için değil.
Fotoğrafçı birkaç poz çekti. “Faith sağ onizu^
hatifçe bana döndür. İşte bu.”
Faith kameraya gülümserken bir yandan
“Ateşli bir gün müydü?” diye sordu. Ve fotoğrafça
yüzünün başka bir açısıyla poz verdi.
“Öyle gibi.”
“Karın mı?”
“Evli değilim.”
“Kız arkadaş?”
“Tam değil.”
Yoksa arkadaşlığa dayalı bir cinsellik miydi? Fa
ith bir arkadaşıyla takılmayalı, bir sevgilisi olmayaM
lı, tek gecelik bir ilişkisi dahi olmayalı ne çok zam a ®
olmuştu. Burada Tyson’m zehirli testosteron hor
monları arasında ona bu kadar yakın olmak, arada|f;|
ne çok zaman geçtiğini hatırlatmıştı Faithe. Tysonın
sesinin derin tınısı Faith’in cildini süpürüyordu; ona®
güçlü ve sağlıklı bir erkek tarafından d ok u n u lm a)®
ne çok özlediğini hatırlatıyordu.
“Faith, biraz öne doğru eğil. Biraz daha agresıf?
patron edasıyla.”
116
raya karşı gülümseyip saçlarını savururken Tyson,
ona neler yapmak istediğine dair vahşi fanteziler ku
ruyordu. Onu dizine yatırıp kırmızı dudaklarından
öpmek gibi şeyler. Faith, Smarty Jones’ a15 biner gibi
uzun bir yol boyunca onun üzerinde olsaydı ve o da
parmaklarını Faith’in saçlarına dolasaydı... Ve evet,
aslen bu durumdan sıkılmıştı. En son istediği ve ih
tiyaç duyduğu şey, hokey takımının sahibine karşı
penisinin sertleşmesiydi. Fakat açıklanamaz bir se
bepten ötürü, bedeni ne istediği ya da neye ihtiyacı
olduğu ile ilgilenmiyordu.
Tyson doğruldu ve ellerini saçlarının arasmda
gezdirdi. Sanki o kadar da güzel değilmiş gibi. Göz
lerindeki suyu temizledi ve kafasını salladı. Tamam
bu doğru değildi. Onunla ilgili her şey cehennem
kadar ateşliydi. Ama sanki güzel kadınların etrafın
da hiç bulunmamış gibi davranmasına gerek yok
tu. Tyson bir hokey oyuncusuydu ve güzel kadınlara
dair payına düşeni almıştı.
Faith, ban a Faith diyebilirsin, demişti, sanki iyi
bir fikirmiş ya da olasıymış gibi. Tysona onun kim
olduğunun ve kendisi için ne anlama geldiğinin sü
rekli hatırlatılması gerekiyordu. Öyle bir hatırlatma
ki, Tysonın kaderini elinde tutan... O istekli olsa bile
Chinooks’un sahibi ile seks yapmasının son derece
yanlış olduğunu hatırlaması gerekecekti.
1 17
Tüyleri diken d ik en oldu ve Faith D uffy yi aldlft.
dan çıkarmaya çalıştı. Eve gitmeden önce uğrayabj.
le c e ğ i b irkaç yer vardı. Onunla birebir zam an geçij-,
inekten hoşlanacak kadınların olduğu birkaç gece
ku lü bü.
B ir ik i d a k ik a d ah a duşta ka ld ı; ta ki k on trol al
tında h is s e d e n e ve n efes alabilene dek. Suyu kapattı
ve beline bir havlu doladı. İkinci bir havlu d ah a aldı
ve saçlarını kuruladı. Babası hâlâ evinde, ayakta ol
malıydı. Belki de eve gidip neler yapıyor diye baka
bilirdi.
124
Faith’den hoşlanmıyordu. Faith de ondan memnun
değildi.
Kamera kalabalığa yönelmiş; diziler hshnde sı
ralanmış olan Chinooks hayranlarını gösteriyordu.
Yüzlerini yeşil ve maviye boyamış iki adamı göster
meye başladığında Faith’in midesindeki telaş durul
du. Faith arenada bulunduğu yüksek yerden bakışla
rını Chinooks kulübesine doğru çevirdi ve bir sure
dir elemeler için tıraş olmaktan vazgeçmiş oyuncu
lara bakmaya başladı. Sakalları az olanlar, karmaka
rışık olanlar ve Miami Vice gibi berduş olan sr var
dı. Tyson, geleneklere karşı çıkıp tıraş olm an tercih
etmiş olan bir avuç dolusu hokey oyuncusundan bi
riydi.
Tyson, Vlad Fetisov’un yanına oturdu. Bekleven
antrenörlerden birinin elinden bir su ş işe si Kaptı ve
ağzına su püskürttü. Ayakları arasına tükürdü ve vu-
zünü bir havluyla kuruladı.
* * af
I^
Yeterince konuştum.”
Tyson Savage affedilemez bir günah işlemedi
ği sürece, tarih bu Art Ross Kupa’sım kazanan
oyuncuyu da benzerleri Howe, Gretsky, Messi-
er ve söylememiz gerekir ki Pavel Savage gibi
saygıyla anacaktır.
Kanada’da Tyson Savage'ın ulusal kayıtlardan
silinmesini isteyenler de var. Bu durum ge
çen ay Tyson’m Vancouver C an uck s’tan Seatt-
le Chinooks’a geçmesiyle ortaya çıktı. Bir çok
KanadalIya göre ‘Savage’ ismi kutsaldır, tıpkı
Macdonald, Trudeau ve Molson gibi. Belki adil
değil ama bu yerli oğlan bir zam anlar kahra
man olarak anılırdı; şimdi ise bir hain olarak
anılıyor. Geçen haftalarda V ancouver medya
sı Tyson’ı lanetledi. Hatta daha da ileri gide
rek büstünü yaktı. Savage bu durum a sade
ce omuz silkiyor ve “Onların duygularını anlı
yorum,” diyor. “KanadalIlar hokey konusunda
çok tutkulu. Ben de bunu seviyorum ama onla
rın malı değilim.”
Fiziksel olarak çok sert olan oyun tarzına dair
ünü ile ilgili soru sorduğumuzdaysa “Benim
işim b u d iy o r.
ı.w
de bunun biraz da hiç bitmeyecek bir oyun olduğu
nun farkındaydı.
Sam “Onu tekrar bir striptiz direğinde görmek
için çok para ödeyebilirdim,” diyerek Tyson’ın ya
nındaki koltuğa oturdu ve ardından “mesela, kısa
ve küçük bir hemşire kıyafetini üzerinden çıkarır
ken,” diye ekledi. Bir porno fantezisinin tam orta
sındaymış gibi iç çekti. “Ve kızların giydiği o akri-
lik topuklu ayakkabılar. Bir de bileklerine taktıkla
rı hal hal. Kızların ayak bileklerine hal hal takması
na bayılıyorum.”
Tyson, Sam’in takma adını kullanarak “Rocky,
sanırım bu rüyandan vazgeçmen gerekecek,” dedi.
“Özellikle de kadın senin patronun olduğu sürece,
ha?”
Sam ceketinin düğmelerini açtı. “Faith’in patro
numuz olması umrumda değil. Diğer çocuklar gibi
düşünmüyorum. Etrafında hata yapmasını engelle
yecek bir sürü akıllı insan var. Jules’u beş yıl önce
sinden hatırlıyorum. Şu an hokey hakkında çok şey
biliyor. O zamanlar şişko bir sazandı. Henüz zincir
lerini kırmamıştı.”
Diğer oyuncular da otobüse doluştu. Tyson cam
dan dışarı bakıyordu; bu sırada Faith, Jules’un söy
lediği bir şeye kafa sallıyordu. “Eşcinsel olmadığını
iddia ediyor.”
Sam omuz silkerek “Gerçekten mi?” dedi. “Dok
sanlarda böyle giyinen bir kuzenim vardı. O da eş
cinsel değildi.” Sam tekrar omuz silkti ve “Ama kuze
nim Long Island adasındandı,” diye ekledi sanki bu
bir şey ifade ediyormuş gibi. Kafasını çevirip pen
cereden baktı. “Sence şu çantada ne var? Kelepçe?
Kamçı? Fransız kostümleri?” Tyson kendi kendine
gülerek “Sanırım şapka,” dedi. “Bir kadının neden o
kadar çok şapkaya ihtiyacı olsun ki?” Şimdi omuz
silkme sırası Tysona gelmişti ve “Ben hiç evlenme
dim,” dedi. Aslında bir kez evliliğin yakınına gelmiş
ti. Eğer bunu bir örnek olarak sayabilirsek, eski kız
arkadaşı LuAnn ona evlenme teklif ettiği zamandı
bu. Aslında Tyson bunun iyi bir örnek olduğundan
emin değildi çünkü çığlıklar atarak bu durumdan
uzaklaşmıştı. Evliliğe karşı değildi. Sadece başka in
sanlara göre olduğunu düşünüyordu.
Sam “Eski karım seyahat ederken hiç şapka çan
tası taşımazdı,” dedi.
Tyson “Evlendiğini bilmiyordum,” dedi ve teknik
direktör Nystrom ve kaleci koçu Don Boclair otobü
se binerken o yöne doğru baktı.
Sam “Evet. Beş yıl önce boşandım. Küçük bir oğ
lum var. Annesi hayatla pek baş edemiyor. Bilirsin
işte,” dedi.
Tyson hokey oyuncularının boşanma oranları
nın yüksek olduğunu biliyordu. Hokey oyuncuları
bir sezonun yarısını evden uzakta geçirirlerdi. Çok
sıkı çalışmaları gerekir, rahat yaşar ve pon pon kız-
lan başından savuşturmakla uğraşırlardı. Evde kal
ması gerekense güçlü kadınlar olurdu.
Bir hokey oyuncusu ile evli olmak Tysonın an
nesini delirtmişti. Belki de tek sebep bu değildi ama
babası böyle iddia ediyordu. Kim bilir? Kesin olan
şu ki, annesi zehirli bir Klonopin, Xanax, Lexapro
ya da Ambien kokteylinden ölmüştü. Doktorlar bu
durumu tesadüfi bir kaza sonucu oluşan yüksek doz
ile açıklıyordu. Tyson ikna olmamıştı. Tysonın an
nesinin hayatı her zaman çok duygusal iniş çıkışlar
la dolu olmuştu. Doğuştan bir akıl hastalığı vardıy-
sa da ya da sonradan oluşmuş olsa da sonuç aynıydı.
Annesi hayatına mâl olan bir depresyonla savaşmış
tı. Tyson, annesi gibi üzgün ve depresif bir sonu ola
bileceği için değil de babası gibi umursamaz olabile
ceği için endişeleniyordu.
Tyson montunun kalın kolunu sıyırıp saati
ne baktı. Seattle’da saat sekizi biraz geçiyordu. Ba
basının o yokken ne yapacağım merak ediyordu.
Tysonın tüm biralarını içip ESPN programını izle
mek dışmda ne yapacağım merak ediyordu. Pavel
kapıda belirip Tyson’a misafir geleli neredeyse iki
haftadan fazla olmuştu. Babası golf pratiklerine ve
striptiz kulüplerine takılmaya başlayalı ise iki hafta
dan fazla olmuştu. İki haftadan fazla olmuştu ve bel
li ki babasının gitmeye pek niyeti yoktu.
142
Otobüsün kapısı açıldı ve Jules içeri girdi. Ar
dından da Faith girdi. Jules pencere kenarına, Faith
de T y so n ın iki sıra arkasında koridor tarafına otur
du. Şapka kutusunu kucağına yerleştirdi, ellerini de
kutunun iki yanına. Işık parmağındaki altın ve pır
lanta olan büyük nikah yüzüğüne çarpıp oradan da
kırmızı tırnaklarına yansıyordu. Tıpkı uçağa bindi
ğinde olduğu gibi sessizlik kalın bir duvar gibi orta
ma indi. Tekil olarak ya da beraberce, otobüsteki bü
tün oyuncular daha önce güzel kadınların etrafın
da bulunmuşlardı. Bir sürü striptizci ile aynı ortam
da da bulunmuşlardı. Hatta bazıları Playboy evin
deki partilere de katılmışlardı. Fakat bu playboy kı
zından bozma striptizci bir şekilde bu kendini be
ğenmiş hokey oyuncularının dilini yutmasına sebep
oluyordu. Muhtemelen üzerlerinde çok fazla gücü
olduğundandı. Hatta kuvvetle muhtemel çok göz
kamaştırıcı olmasından kaynaklanıyordu. Ya da her
ikisi birden.
Teknik direktör Nystrom otobüsün ön taralın
dan “Çocuklar dinleyin,” diye seslendi. “Bu akşam
üstü bir antrenmanımız var. Sonrasında varın sa
bahki hafif antrenmana kadar serbestsiniz. Yarın
akşam önemli bir maçımız var. Beladan uzak dur
manızı söylememe gerek yok herhalde,” dedi. En
ön sıraya oturdu ve “Tamamdır şofor, hareket ede
lim,” dedi. Şoför kapıyı kapattı ve otobüs asfalt yol
dan ilerlemeye başladı.
141
San Jose Marriott, şehrin merkezindeydi ve Hp
Paviliondan da uzak değildi. Otele varan kısa yolcu
lukta Tyson kollarını yün ceketinin önünde kavuştu
rarak güneşin binalara yansıyışını ve palmiye ağaç
larının arasından süzülüşünü izledi. Halen elemele
rin başındaydılar fakat yarın akşam Sharks takımı
na karşı kazanılacak zafer çok önemliydi. Tyson bu
günkü antrenmandan sonra San Jose savunmasını
ve kaleci Evgeni Nabokov un bant kayıtlarını çalış
mak istiyordu. Geçen akşamki maçta Nabokov tam
yirmi üç gol vuruşunu kurtarmıştı. Nabokov baskı
altındayken çok serin kanlı ve tutarlı olabiliyordu.
Fakat en serin kanlı ve tutarlı kalecilerin bile şans
sız zamanları olabilirdi. Tyson’ın görevi Nabokov’un
acemi gibi hissetmesini sağlamaktı.
Birkaç sıra arkada, Faith kucağındaki şapka ku
tusunun iki yanından ellerini kaydırarak çantanın
üstüne ve yanlarına dokunup duruyordu. İnce uzun
parmakları adeta Louis Vuitton yazısını okşuyordu,
ileri geri sanki sevgilisini okşar gibi. Parlak kırmı
zı tırnakları çantanın sert yüzeyini kazıyordu. San
ki Faith, Tysona tekrar dokunuyormuş gibi Tysonın
kafa derisi gerildi.
Tyson “Tanrım,” diye fısıldayarak kafasını arkası
na yasladı. Yorgundu ve sağ ayak bileği çok ağrıyor
du. Düşünmesi gereken Sharks takımına karşı oyna
yacakları bir maç vardı ve bu düşünceler onu çile
den çıkarıyordu. Lanet olası şapka çantasının içinde
ne vardı? Sam h e m ş ir e fa n te z ile r i k u ru y ord u am a
T yson m fan tezilerin i iç ç a m a ş ır la r sü slü yordu. D a n -
tel jartiyerleri v e k u su rsu z b ir k a lç a y ı saran d a r k ü
lotlu çorapları ç o k seviyordu.
B ö lü m 8
155
bir gülümseme ile baktı. Tyson ınasadakilerin t0p
Juca yutkunduklarını duyar gibi oldu. Faith “Siz]er
bazı eşyalarınızı burada bırakm ak kon usunda her
hangi bir sıkıntı yaşamazsınız, değil mi?” dedi.
Sam birasını kaldırmıştı ki “Ne gibi?” diye sor
du. "Gereksiz eşyalarla seyahat etmiyoruz” diye ek
ledi ve birasından bir yudum aldı. “Tabii eğer Jules’u
saymazsak, her bir kiloyla bir sürü gereksiz yer iş
gal ediyor.”
Jules “Her bir kilo ile,” diye atladı ve “senin egon
gereksiz bir sürü yer işgal ediyor,” dedi.
Faith durumu fark etmişçesine kafasını öne eğdi.
“Hayır, Jules a ihtiyacım var. Ama sizler, o kadar çok
sopaya ihtiyacınız yok,” diyerek hepsine teker teker
bir bakış attı. “Kişi başına bir tane yeter. Doğru mu
yum?”
Hepsi birden korku dolu ifadelerle iç çektiler.
Herkes bir oyuncunun kıvrımları mükemmel hale
gelene kadar saatlerce tıraşlanmış sopasının ne ka
dar kutsal olduğunu bilirdi. Eski bir playboy kızı ve
şimdi de takımın sahibi olan bir kadın için kimse
gönüllü olarak sopasını bırakmazdı. Dizlik ve kask
lar, evet; ama sopalar, asla. ^
Masadaki oyuncular kaptanın araya girip bir şey
yapmasını istercesine Tysona şüpheli bakışlar attılar.
Mesela belki bir eldiven hareketi falan. 1
Faith güldü. “Hey çocuklar sadece şaka yapıyor-
dum.” Sol eline taktığı iri yüzük hâlâ parlarken eli
ni salladı ve endişeleri gidermek istercesine Eğer
yeterli yer yoksa otel yönetimine paketleri kargo de
göndermesini söylerim,” dedi.
Tyson neredeyse gülümsedi. Kimse bir hokev
oyuncusu kadar iyi zırvalayamazdı. Zırvalayan bm
olarak Bayan Duffy iyi değildi ama bir acemi olarak
hiç de fena değildi.
Faith “Jules ve ben sabah Sharks antrenmanı
nı izledik,” dedi ve o sırada birası geldi. “Yukarıda
tribündeydik ve dürbünle izledik. Tamamen gizlen
miştik, tam bir gizli ajan işi,” dedi ve birasından b*r
yudum alıp üst dudağındaki köpüğü yaladı. “Olduk
ça hızlı görünüyorlar ama diske bizim kadar sağlam
vurabildikleri konusunda ikna olmadım.”
Tyson kaşlarının alnına doğru kalktığını hissem.
Faith “Sanırım onları hücum taktiğimizle \ene
biliriz,” dedi ve arkasına yaslanıp kollarını göğsü
nün önünde kavuşturdu. “Diski çevirme konusun
da daha iyiyiz ve onların hamle kaybından îa\da!a
nabiliriz.”
Sam masalarına bir yaratık oturmuşçasma şav
kın şaşkın Tysona baktı. Hokey hakkında ne kom»>
tuğunu gayet iyi biliyormuş edasıyla konuşan ce
hennem kadar ateşli bir yaratık. Sadece birkaç ha ta
önce korkunç Ted ile sözleşme imzalamak istem işi ı
Az önce ne söylediği hakkında bir fikri \aı mı am
ba diye merak etti.
Sanı konuşmaya dahil olarak “Ah evet. Biz de »2
Önce hücum gücümüzle onları nasıl yenmemiz ge
rektiğini ve kalecilerini ezip geçebileceğimizi konu
şuyorduk,” dedi.
Tyson bira ve yemek kokuları arasından Faith’in
parfümünü fark etti. Geçen akşam ki fotoğraf çeki
minden bu kokuyu hatırlıyordu.
Faith elini kaldırdı ve hırkasının üst düğmesini
kurcalayarak “Kalecileri hakkında fazla şey bilmiyo
rum,” dedi. “Ama okuduğum kadarıyla tutarlı olma
dığını biliyorum.”
Tyson “Okuduğun şeylere inanma,” dedi. Faith
omuzunun üstünden yeşil gözleriyle Tysonın gözü
nün içine baktı. “Birçok insan burada hata yapıyor.”
“Okuduklarına inanarak mı?”
“Evet.”
“Kanada’da istenmeyen kişi olduğunu okumuş
tum. Bu doğru mu?”
“Evet. Oldukça.”
“Ayrıca Stanley Kupasını kim daha çok istiyorsa
onun alacağını düşündüğünü de okumuştum.”
“Bunu nerede okudun?”
“Hokey News’de.”
“Bunu söylediğimi hatırlamıyorum.”
“Ben özetledim.” Sesini biraz kısıp ekledi “Aslın
da kimin en büyük aleti varsa onun alacağını söylü
yordun.”
J58
Bu biraz daha fazla onu anlatıyordu. “Bu yete
rince istemekten daha farklı." İçkisinden bir yudum
alıp bardağı masanın üzerine koydu. Alet meselesiy
le ilgih konuşmak istemedi. Faith’le değil. Özellik
le de aleti onun kokusunun bu kadar farkındayken
ve göğüsleri, üzerindeki kazaktan fırlarcasına yanın
da dururken.
“Nasıl farklı?”
Tyson, Faith’in kalın kirpiklerle çevrili büyük ye
şil gözlerine baktı. “Farklı işte.” Yanakları pürüzsüz
ve mükemmeldi. Tyson gözlerini Faith’in ağzına,
oradan da çenesine ve kazağının düğmesinin üze
rindeki boşluktan boynuna kaydırdı. Ona karşı his
ler besliyordu ve bir şeyler yapmak istiyordu. Hoş ve
ateşli şeyler, bedenlerini birbirine yapıştıracak şey
ler. Tyson’ın başını belaya sokacak vahşi şeyler.
Faith “Nasıl farklı?” diye zorladı.
Tyson nasıl cevaplaması gerektiğini düşünürken
barın hoparlörlerinden “Angel o f H arlem ” duyuldu.
Eğer o bir erkek olsaydı bir an bile tereddüt etme
den yanıtlardı. O bir erkek olsaydı şu an aleti sert
leşmiş de olmazdı. “Bir şeyi isteyebilirsiniz Bayan
Duffy ama bu onu elde edebileceğiniz anlamına gel
mez. Bazen istemek yeterli değildir.” Ve ısrar ettiği
için de ekledi “Bazen öyle bir noktaya gelinir ki, du
rum gırtlağınızda ne olduğuna ve aletinizin ne ka
dar büyük olduğuna bağlıdır.”
Faith birazcık bile şaşırmamış gibi kıkırdayarak
güldü. “Makalede aletin büyüklüğünün öneminden
bahsetmiyordu Bay Savage.”
“Ebat her zaman önemlidir. Büyük bir alet en az
büyük yetenekler kadar önemlidir.” Faith’in onun
hakkında okudukları üzerine konuştuklarından
Tyson ona doğru eğilip fısıldayarak “Ben de senin
hakkında okudum. Sosisli sandviçten nefret edi-
yormuşsnn ve creme-brûlee’yi çok seviyormuşsun,”
dedi.
Faith göz kapaklarını kafası karışmış bir ifadey
le aşağı doğru indirdi. “Nasıl...? Ah.” Kafa karışık
lığı dağıldı ve gülümsedi. “Bu doğru. Dergiyi nere
den buldun?”
“Çocuklardan biri verdi.”
“Elbette.” Faith kafasını Tysona doğru çevirdi.
Onlara bakan herkes, müziğin sesinden dolayı bu
kadar yakından konuştuklarını düşünürdü. Faith’in
ağzı onunkine sadece birkaç santim uzaklıktaydı ve
“Sanırsam elden ele dolaşmıştır,” dedi.
“Birkaç hafta önce elime geçti.”
“Bu kadar geç olmasına ne sebep oldu acaba?”
“Sam’den bana anca sıra geldi.”
Faith birasına uzandı ve güldü. Hiç utanmamış-
tı. “O fotoğraflar çok uzun zaman önce çekilmişti.”
Tyson onu uzun inci kolyeyle hayal ederken o
kadar da uzun zaman geçmediğini düşündü.
B ard ağ ın ın arkasından “O fotoğrafları düşünü
yorsu n, öyle değil mi?” diye sordu.
Tyson cevap vermedi.
Faith gülümseyerek “Sadece adil görünüyor,”
dedi.
“O neden?” diye sordu Tyson.
“Çünkü tamamen iradem dışında, kafama ne
sokmaya çalışırsam çalışayım, ‘büyük aleti’ düşün
meden duramıyorum. Çok rahatsız edici.”
Tyson kıkırdayarak güldü ve Faith sanki Tyson m
alnından boynuz çıkıyormuşçasına şaşırarak ona
baktı.
“Ne? Gülebildiğini hiç düşünmemiştim.”
Elbette gülerdi.
Masanın diğer ucundan Sam “Hey, Bayan Duffv,”
diye seslendi. uGirls N ext D oor u biliyor musunuz?”
Jules vaaz verir gibi uyararak “Bunun uygun ol
duğunu sanmıyorum,” dedi ve Tyson da Jules’un
doğru bir noktaya değindiğini itiraf etmek duru
munda kaldı. Bu durum ayrıca az önce yaptıkları
konuşmayı da tamamen uygunsuzluk sınıfına soku
yordu.
Faith gülümseyerek “Tamam sorun yok Jules.
Holly ve Bridget ile playboy evinde tanışmıştım.
Başka kızlar da vardı. Ama Kendra o zamanlar ora
da yaşamıyordu, dedi.
“Hef nasıl biri?”
“İyi biri.” Somon balığı servisi geldi ve Faith pe
çetesini dizlerine yerleştirdi.
O da yaşlıydı. Virgil gibi. Neydi bu yaşlı adamlar
la olan alakası? Ah evet. Para.
“O ayrıca çok akıllı bir iş adamı,” diye devam etti.
“Partilere çok gider miydiniz?”
“Yılın Playboy kızı olarak bir sürü partiye ev sa
hipliği yaptım. Virgil’le de böyle tanıştık.” Balığının
üzerine limon sıkıp çatalını aldı. “Virgil ve Hef iyi
arkadaşlardı”
“Hâlâ davet alıyor musunuz?”
“Ara sıra. Ama son birkaç yıldır Virgil’in hasta
lığından dolayı pek seyahat edemiyorduk. Bu yüz
den gitmedik.”
Bir tür tanımlanamaz nedenden ötürü, Virgil’in
yaşlı ellerinin Faith’in pürüzsüz ve genç bedeninde
dolaştığı düşüncesi Tyson’ın hoşuna gitmedi. Neden
umursadığını bilmiyordu. Belki sebebi Guinness’di.
Kanada mayasına alışıktı ama ne zaman sert bir bira
içse, birkaç kadehten sonra çarpılıyordu.
Sam üzerine basarak “Belki hepimizin bir partiye
davet edilmesini sağlarsınız,” dedi.
Faith gülümseyerek baktı. “Stanley kupasını ka
zanın, ben de neler yapabileceğime bakarım.”
Faith’in kırmızı ayakkabılarının topuklarından
çıkan tıkırtı asansöre doğru yürürken lobiden duyu
luyordu. Az önce Jules ve Darby Hogue’u barda ho
key ve satın alma işleriyle ilgili konuşurken bırakmış
tı. Onu biraz geçiyordu. Tyson ve diğer çocuklar saat
dokuz gibi bardan ayrılmışlardı. Nereye gittiklerini
bilmiyordu. Bir şey söylememişlerdi ama cumarte
si gecesiydi ve Faith diğer çocuklara katılıp şehirde
ki birkaç bara gitmiş olabileceklerini düşünüyordu.
Faith düğmeye bastı ve asansörün kapısı açıldı.
Kapı kapanırken karşı duvardaki aynada kendine
baktı. Asansör yukarı çıkarken atkuyruğunu açtı ve
kafasını kaşıdı. Uzun ve çok yorucu bir gün olmuş
tu. Çok yorgundu. Ya atkuyruğundan ya İrlanda bi
rasından ya da her ikisinden birden, biraz başı ağ-
rımıştı.
Birkaç kat yukarıda asansör durdu ve kapı yavaş
ça açıldı. Santim santim, aynada Tyson Savage be
lirdi. İçeri adımını atarken aynada göz göze geldiler.
Üzerinde hâlâ lacivert bluzu ve kot pantolonu vardı.
Faith’in göğüs kafesine küçük bir telaş hissi yerleşti.
Heyecanını gizlemek için dönüp konuşmaya başla
dı. “Tekrar bir asansörde buluşuyoruz.” Neden böy-
lesine heyecanlı olduğunu bilmiyordu. Belki uzun
boyundandı. Uzun boylu erkekler eskiden onu hiç
heyecanlandırmazdı.
“Çocuklarla eğlenmeye gittiğinizi düşünmüş
tüm.” Kapı kapandı ve Tyson bir omzunu ayna
163
ya yasladı. “Elemeler sırasında eğlenmeye gitmem
Sam’in odasında oğluyla telefonda konuşuyordum”
“Sam’in çocuğu mu var?” Oysa çok genç görü
nüyordu.
“Evet. Beş yaşında.” Asansör yukarı çıkarken
Tysonın bakışları yere doğru kaydı. Faith kafasın
dan başlayarak, yüzüne, boğazına ve göğüslerine
doğru kalp atışlarını hissetmeye başladı. Tysonın
bakışları Faith’in karnına, bacaklarına ve ayakkabı
larına kayarken “Çocukların seni çıplak görmüş ol
ması seni rahatsız ediyor mu?” diye sordu.
Erkeklerin vücuduna bakmasına alışıktı ama
Tyson ile durum farklıydı. Küçük, sıcak heyecan his
si Faith’in göğsünden mide boşluğuna yerleşti. “Yak
laşık dört buçuk milyon adam Playboy dergisinde
çıplak fotoğraflarımı görmüştür. Eğer kimin beni
çıplak gördüğüne dair en ufak bir endişem olsaydı
evden hiç dışarı çıkmazdım.”
Tyson yavaşça Faith’in bedenine, oradan da göz
lerinin içine baktı. “Öyleyse bu hiç—eh?”
“Bu hiç—eh.”
Kapı açıldı ve Faith dışarı doğru adım attı.
Tyson, Faith’in arkasından çıkarken “Ne kadar
zamandır Virgil’le evliydin?” diye sordu.
“Beş yıl.”
“Kaç yaşındasın? Otuz mu?”
164
“O tuzum a yeni bastım,” diyerek Tysona baktı.
“Beni yargılam a. Hayatım hakkında hiçbir şey
bilm iyorsun. B azen h ay attakalmak için yapılması
gerekeni yaparsın.”
“Bütün kadınlar hayatta kalmak için çıplak ol
mayı ya da yaşlı bir adamla evlenmeyi seçmezdi.”
Tyson sinirli gibiydi. Sanki onu ilgilendirirmiş
gibi.“Kadınların hepsi benim hayatımı yaşamadı”
Ön yargılı ahmak. Faith holün sonuna doğru oda
sına yürürken Tyson da yanından yürüyordu. Faith
“Odan bu katta mı?” diye sordu.
“Hayır. Seninki bu katta.”
Faith “Beni odama mı götürüyorsun?” diye ra
hatsız olduğunu gizlemeden sordu.
“Evet,” diye cevap verdi ama bu durumdan hoş
nut değilmiş gibiydi.
“Neden? Beni odama kadar götürmene gerek
yok.”
“Ben kibar bir adamım.”
Faith komik olmayan bir kahkaha ile gözlerinin
ucuyla Tysona bir bakış attı. “Eğer buna inanıyor
san hayal görüyor olmalısın. Belki de kafana birden
fazla darbe almışsındır.” Holün sonunda odasının
önünde durup çantasından anahtarını çıkardı. “Ki
bar değilsin.”
“Bazı kadınlar gerçekten kibar olduğumu düşü
nüyor.”
Faith elindeki oda kartıyla Tysonın göğsüne ,
kunarak, “Sizi tanımlamak için kullanabileceğe ^
sürü sıfat var Bay Savage ama kibar bunlardan
değil,” dedi.
Tyson elini kaldırıp Faith’in avucunu çekerek
göğsüne bastırdı ve “Ne gibi?” dedi.
Dokunuşunun sıcaklığıyla Faith’in parmaklan
Tysonın göğsüne doğru kıvrıldı. O kadar yakının
daydı ki teninden hararetle yükselen kokuyu alabili
yordu. Faith “Ne nedir?” dedi.
“Beni nasıl tanımlardınız Bayan Duffy?”
Elini çekmek istedi ama Tyson daha sıkıca kavra
dı. “Akla gelen ilk kelime kaba olurdu.”
“Ve?”
Faith dudaklarını yaladı ve Tyson’m masmavi
gözlerine bakarak “Suratsız,” dedi.
“Ve.”
Elinin sıcaklığı kolundan göğsüne doğru yayıl
dı. Zor yutkunuyordu ve birden düşünemez oldu.
Guinness’den mi yoksa Tysonın erkeklik hormonla
rından mı emin olamıyordu ve “Büyük,” dedi.
Tyson’m gözlerinin kenarında hafif bir gülümse
me belirtisi gördü ve güleceğini zannetti. Tysonın
bakışları Faith’in dudaklarına kaydı ve kısık sesle
“Neresi?” dedi.
Faith bir an için onu öpse nasıl olur diye düşün-
166
, ı
I
dü. Dudaklarım onunkilere yapıştırsa. Ö ne doğru
eğilip boynundan onu öpm ek ve diliyle ten in in ta
dına bakmak istedi. “N e?”
“Boşver. Başka ne düşünüyorsun b en im le ilgili?”
Faith derin b ir nefes aldı ve n efesini tuttu. O nu
yalamak nasıl olu rdu diye düşündü.
“Ne dü şünüyorsun?”
Faith birden ateşli ve bulanık hissetmeye başladı
ve kazara Laylanın geri gelmesine izin verdi. “Döv
meni yalamak istiyorum” dedi.
Tyson ın kaşları alnına doğru gerildi ve şaşkınlık
tan sessizliğe büründü. Faith bir kez daha elini göğ
sünden çekmeyi denedi ama Tyson elini hâlâ sıkı
sıkı kavrıyordu. Dövmesini yalamak? Utanç dolu sı
cak bir dalga boynundan yanaklarına doğru yayıl
dı. Yorgun ve kafası karışıktı. Bu yüzden Layla orta
ya çıkıvermişti. Bayan Duffy yalamaktan falan bah
setmezdi. Özellikle dövmeleri. “Bunu söylememe-
liydim.” Faith bir adım geri attı. Tyson da ileri bir
adım atarak Faithe yaklaştı. “Bu uygunsuz. Geri alı
yorum.”
Tyson Faith’i kendine doğru çekerken Faith’in
yanağında yumuşak bir gülümseme belirdi. “Artık
geri alamazsın, çok geç,” diyerek diğer eliyle kolu
na, omuzuna ve oradan da boynuna dokundu. “Saç
larını açmışsın.”
“Başım ağrıyordu.”
167
ir i
178
v
“Evet. İstemediğim kadar çok.”
Valerie kollarını geniş göğüslerinin önünde ka
vuşturdu ve “Gerçekten hiç anlayamıyorum. Hem
eski bir playboy kızı hem de bir striptizci olarak na
sıl oluyor da seks konusunda böyle erdemlilik tasla
yabiliyorsun?” dedi.
Faith asla erdemli olmamıştı. Hatta bundan çok
uzaktı ama annesi gibi erkek delisi de değildi. İnsan
ların ne düşündüğü, önceki işi ve giyim tarzı bir ke
nara, gerçekten de hiçbir zaman sekse meraklı bir
tip olmamıştı. Her zaman kendini kontrol edebil
mişti. Geçen akşam hariç, her neyse. Ve açıkçası ge
çen akşam yaşanan şeyin seks arzusu mu yoksa beş
yıldır bastırdığı duyguların tatmini mi olduğundan
da emin değildi. Bu bastırılmış duyguların tamamı
nın Tyson Savage’la açığa çıkmış olması gerçekten
çok kötüydü.
“Playboy dergilerinde boy gösterip sonra da
bekâr bir rahibe gibi yaşamayı nasıl düşünebilirsin?
Bu bana hiç mantıklı gelmiyor.”
Striptiz yapmak ya da Playboy dergisine poz ver
mek asla seks ile alâkalı olmamıştı. Bunlar tamamen
para ile ilgili şeylerdi. Faith her zaman bu ikisini ka
fasında ayrı tutmuştu. Bunu daha önce annesine an
latmıştı ve tekrar anlatmak istemiyordu. Annesi için
seksi olmak ve seks yapmak aynı şeylerdi ve hiç bir
zaman da aradaki farkı anlamadı. Deneseydi de an
179
layamazdı. Ki zaten denemedi. “Ben de bu kadar az
tanıdığın adamlarla nasıJ yatabiliyorsun onu anla
mıyorum.”
“Pavel’i tanıyorum.”
“Anne sadece iki haftadır buradasın.”
Valerie, “Kimyayı hissetmek sadece bir an me
selesidir tatlım,” dedi ve yatağın kenarına oturdu;
Pebbles’da kucağına atladı. Valerie, “Bu tamamen...”
diye başladı ve parmaklarını çıtırdatarak devam etti:
“Bir kıvılcım, o erkeğe karşı hissedersin ya da his
setmezsin.”
Pebbles şapka çantasının içine atlayıp bir iki tur
etrafında döndükten sonra rahatça yerleşirken Fa
ith, “Ama her zaman harekete geçmen gerekmez,”
diye cevapladı.
Valerie, “Eğer bu tutkuyu bastırırsan bir yerde
patlar ve aceleci bir şekilde kendini başka bir şey ya
parken bulursun. Anlamadan bir bakarsın ki peni
sinde dövme olan Dirk adında bir adamla çıplak bir
şekilde yatağa kelepçelenmişsin,” dedi.
Faith annesinin susmasını istercesine eliyle işaret
etti. “Asker uygulamasına ne dersin? ‘Soru yok ce
vap yok.’ Ben sana sormayacağım, sen de anlatmaya
caksın.” Gerçekten de annesinin patlak veren tutku
larını dinlemek istemiyordu. Özellikle de geçen ak
şam kendisi Marriott koridorlarında bir nevi ‘pat
lama yaşamışken. Fakat kendine âdil olması gere-
180
içiyordu, uzun zamandır böyle bir şey yaşamamış
tı En son hatırladığı eski bir erkek arkadaşı ile onun
H arley’in d ey d i. En azından Harley’de seks yapmaya
ça lışm ışla rd ı. Ama pek işe yaramamıştı.
182
F aith b ej,beyaz ve siyah tonlarında bir sürü kı
yafetle dolu olan giyinme bölümüne yürürken
“Virgil’le ilişkimi hiç anlamayacaksın. O bana muh
teşem bir hayat verdi,” dedi ve kasanın şifresini gi
rip kapağı açtı.
Valerie “Hayatından beş yılın karşılığında sana
para verdi. Asla geri getiremeyeceğin gençliğinden
beş yıl,” diye arkasından seslendi. Faith, Virgil’in
ona da para verdiğini hatırlatmamak için kendini
zor tuttu. Çalışmamasını sağlamaya yetecek kadar
para. “Tutku olmadan harika bir hayat yaşayamaz
sın,” diye ekledi Valerie.
Faith kasanın kapısını açtı; Tiffany ve Carti-
er küpelerin olduğu mavi kadife bir kutuyu çıkar
dı. Tutku ne çocuğunun tabanı yırtılmış ayakkabı
larına çare olur, ne de karın doyurur. Bankadan ge
len adamların karavanının önündeki arabayı çekici
ye koyup götürmelerini ve etraftaki diğer çocukların
en azından senden daha iyi durumda oldukları için
kahkahalar atmasını da engelleyemez.
Faith avucunun içinde parlayan taşların renkle
rine ve şekillerine bakıyordu. Tutku çeklerini öde
mediğinde Hard Rock sokakta bir çöp bidonunun
arkasında yaşamana ramak kala midene oturan o
hastalıklı hisse de çare olamaz.
“Tüm bunlar seni akşam ısıtmaz.”
Faith birkaç adını öteden annesine baktı. Yeşil
gözlerinin etrafındaki derin kırışıklara ve bir ada->-
mm elleriyle dağıtılmış olan Farrah modei saçları--
na baktı. Faith akşamları onu sıcak tutması için be-
yaz Macar kazlarının tüyünden yapılma bir yorgan
ile uyuyordu. Bunun için bir erkeğe ihtiyacı yoktu.
Pırlantalarını lacivert kadife kutuya yerleştirdi.
Ne para için ne de sıcaklık için bir erkeğe ihtiyacı
yoktu. Tutku da zaten hep abartılırdı ve sonsuza dek
de sürmezdi. Annesi kesinlikle buna iyi bir örnekti.
Faith ihtiyacı olan her şeye sahipti. Hiçbir şey
için bir erkeğe ihtiyacı yoktu. Ah evet, insanların bu
konuda ne söyleyeceğini iyi biliyordu. İstedikleri
ni elde etmek için aklım değil bedenini kullandığı
nı söyleyeceklerdi.
Ne olmuş yani? Umrunda bile değildi. Tek
önemli olan sahip olduklarıydı ve onları kimse elin
den alamazdı.
B ö lü m ıo
185
istemezdi ama yine de çocuklardan biriyle bunu k
nuşmuş olabileceğini düşünüp emin olamıyordu
o kişi de diğerlerine anlatmış olabilirdi.
Evet ilk Tyson öpmüştü onu. Ama Tyson’ın iki
elini kavrayarak durmak istemeyen Faith olmuştu
Bu şekilde bitmesini istememişti. Çıplak kalana ka
dar bitmemeliydi.
Teknik direktörün asistanı bir başka bant kaydı
na geçerken, “Size bir şeyler getirmemi ister misiniz
Bayan Duffy?” diye sordu.
Bir Xanax. Faith gülümsedi ve kafasını sallayarak
“Hayır. Teşekkür ederim,” dedi. Elleri kucağında ra
hat ve sakin bir şekilde duruyordu fakat damarların
daki kan her pompalandığında sinirleri seğiriyor ve
teknik direktör Nystrom’un kapısından birileri her
geçtiğinde daha çok geriliyordu. Fakat Tyson gelme
di ve kimse de San Jose’de yaşanan talihsiz olaydan
bahsetmedi.
O akşam Chinooks, Sharks’ı yenerek üçüncü ma
çında ikinci galibiyetini aldı. Faith o akşam bir hayır
kurumunun toplantısına katılmayı tercih edip maçı
izlemedi. Geçen yaz Virgüle ikisi ‘Bir tabağa bin do
lar etkinliğine bilet almışlardı. Etkinliğe tek başı
na katılıp, sessizce açık arttırmada ‘Sınır Tanımayan
Doktorlar için para yatırdı.
Siyah Donna Karan düz ve uzun elbisesini gi
yip, uzun inci kolyesini takmıştı. Four Seasons
186
otelin davet odasına girdiğinde Gloria Thornvvell
Derneği nden tanıdığı bir sürü kadını fark etti. San
ki onu tanımıyorlarmış gibi kafalarını çevirdiler.
Geçen garsonlardan birinin tepsisinden bir kadeh
Moet aldı. Parlayan avizelerden süzülen ışık Seattle
elitlerini aydınlatıyordu. Odanın ön tarafında Lan
don ve karısı, Virgil’in bir grup arkadaşıyla beraber
yaptıkları satın almaları kutluyorlardı. Şampanyası
nı dudaklarına götürürken gözü, yükseltilmiş sah
nedeki Seattle Senfoni Orkestrasına takıldı. Bu in
sanların çoğunu tanıyordu. Açık arttırmanın ser
gilendiği masaya doğru yürürken, beş yıl boyunca
muhatap olduğu o süslü kadınların bakışlarını üze
rinde hissetti. Gözlerinde acıma ve korku vardı. Fa
klı le göz göze gelmekten korkarcasına kafalarını
çevirdiler.
“Merhaba Faith.”
Faith omuzunun üzerinden kafasını çevirip Bru-
ce Parsonsun karısı Jennifer Parsonsa baktı. O da
Faith’den sadece birkaç yaş büyük olan süs bebeği
bir eşti.
“Merhaba Jennifer. Gördüğüm kadarıyla kalaba
lığa karşı geliyorsun.”
Jennifer hafifçe gülümseyerek “Nasılsın?” diye
sordu.
“Biraz daha iyiyim. Hâlâ VirgiFi özlüyorum.”
Birkaç dakika konuştuktan sonra asla gerçekleş-
meyecek olan vaatlerle birbirlerini aramaya ve hatt
bir öğle yemeyi yemeğe sözleştiler. a
Yemek zili çaldığında Faith kendisini Virgil’in
boş bırakılmış olan sandalyesinin olduğu masada
yan sandalyede otururken buldu. VirgiFin yokluğa
nun üzüntüsü kalbine çöreklendi. VirgiFin varlığı,
nin dengeleyici bir etkisi vardı ve onu çok özlüyor-
du. Artık o gitmişti ve Faith’in tek başına çok güçlü
olması gerekiyordu.
Masanın diğer ucunda, Landon ve karısı Ester,
nefret dolu dalgalarla aşağılayıcı bakışlarını yayıyor
lardı. Eğer Virgil hayatta olsaydı, Faith’in suratına bir
gülümseme yerleştirmesini beklerdi ve herkesi me-
::; olmaya davet ederdi. Fakat açıkçası Faith, seç
kin bir ortamda olduklarında Landon ve E sten ki
bar davranmaya zorlamaktan sıkılmıştı. Odadaki
bazı insanlar için o her zaman para için soyunabile
cek bir kadındı. Fakat onun seçtiği bu hayatta özgür
lükle alakalı bazı şeyler vardı ki, bunun soyunmak
la hiç alakası yoktu ve aslında insanların ne düşün
düğünü önemsememekle çok alakalıydı. Sosyal hi
yerarşide striptizciden daha aşağı olan sadece birkaç
kademe vardı.
Başlangıç olarak sunulan haşlanmış kaburga ve
kırmızı lahana salatası ile birkaç bir şey yerken et-
rafındakilerle küçük konuşmalar yaptı. Masadaki
servisler temizlenirken gerçekten de artık önemse
mediğini fark etti. Sadece Landon ve karısını değil,
aynı zamanda Virgil yokken onu kabullenmeyen di
ğer in san ları da umursamadığını fark etti. Cenaze
den bu y an a hayatı çok farklılaşmıştı. Bir ay gibi kısa
bir sürede hayatı hızla değişmişti.
Faith’in sol tarafından Virgil’in iş ortakların
dan biri “Chinooks’un hâlâ elemelerde olduğu
nu duydum,” dedi. Faith biraz öne eğilerek Jerome
Robinsonın kahverengi gözlerine baktı. “Takımın
durumu nedir?”
Faith “İyi gidiyoruz,” diye cevap verdi; bu arada
taze dutlarla süslenmiş Panna Cotta tatlısı masaya
servis yapılıyordu. “Bressler ile olan maçı kaybettiği
mizde gidişatla ilgili oldukça fazla endişe vardı ama
Savage araya girerek takımı motive etme konusun
da çok iyi bir iş çıkardı. Amacımız elemelerden önce
oyuncuların kendilerini bulmaları ve adapte olabil
meleri için birkaç maçı gözden çıkartmaktı ama o
kadar iyi adapte oldular ki, fazla karışıklık olma
dı.” Yaklaşık olarak teknik direktör Nystrom’un dün
bahsettiği şeylerdi. Faith omuzlarını silkip masanın
üzerinden tatlı kaşığını aldı. “Takımın şu ana kadar
elemelerde yirmi üç golü ve seksen dokuz puanı var.
Sanırım bu yıl kupada büyük şansımız var. Bunlar
kendi tespitleriydi.
Jerom e gülümseyerek “Virgil seninle gurur du
yardı,” dedi.
Böyle olduğunu düşünmek Faith’in hoşuna gıt-
189
inişti. Ama daha da önemlisi hayatında ilk defa Fa
ith kendisiyle gurur duyuyordu.
Landon masanın diğer ucundan, “Babam yaş]!
bunağın tekiydi,” diye lafa karıştı.
Jerome Landona dönerek “Baban bir sürü özelli
ği olan bir adamdı ama bunak bunlardan biri kesin
likle değildi,” dedi.
Faith gülümseyerek tatlısıyla beraber gelen şa
rabından bir yudum aldı. Yemek servisleri masa
dan kalktıktan sonra sessizce birkaç fiyat teklifi ve
recek kadar daha kaldı. Vestiyerin önünde bekler
ken Yirgil’in ölümünden sonraki bir aylık kısa sü-
iı.iı. İrlanda barında hokey oyuncuları ile oturup
bııa içerken, beş yıl boyunca muhatap olduğu bu
elit kalabalığın içinde olmaktan daha rahat hisseder
hâle geldiğini fark etti. Bu tüm Seattle seçkinlerinin
ukala züppeler olduğu anlamına gelmiyordu. Hepsi
değildi. Birçoğu Jerome gibiydi. Dünya kadar parası
olan hoş insanlar. Sadece Faith artık değişmişti; baş
ka biri olmaya başlamıştı. Kendisinin de bilmediği
biri. İşin en ilginç yanı yeni Faith’i kendisi de tanı
mamasına rağmen, onu sevmeye başlamıştı.
Eve vardığında Valerie hokey maçından dön
müştü. Pavel ile ikisi tribünde oturup Chinooks’un
Sharks takımına karşı kazandığı 2-0’lık zaferi izle
mişlerdi. Çarşamba akşamki maç San Jose’de oyna
nacaktı ve eğer Chinooks kazanırsa bir sonraki tura
191
v
tek başına koca ekran karşısında düşünmekten nef
ret ediyorum,” dedi.
Faith annesinin neden oraya gitmediğini me
rak etti. “Umrumda değil, yeter ki yeni yetmeler gibi
davranıp ‘seks kürüne’ başlamayın.”
Valerie Faith’in endişesini gidermek için “Pavel
maç izlerken kendini çok kaptırıyor ve kendini ala
mıyor,” dedi.
Fakat hemen ertesi gece ikisi birden ilk arada
Valerie nin yatak odasına daldılar.
i
durumunda ne tepki vereceklerini bilmek dahi iste
miyordu. Pazar günkü antrenmanda Sam söyleyene
kadar izin farkında bile değildi. San Jose’de bir gar
son kızla takıldığı yalanını uydurmuştu. Daha önce
hiç olmamış bir şey değildi. Ama tam da çocuklara
bu konuda kaptan olarak nasihat verirken böyle bir
şey olması iyi olmamıştı.
Walker Brookes, Chinooks’un defans alanında
ki karşılaşma çemberine yöneldi ve diskin atılması
nı beklemeye başladı.
Çocuklar Tysona, sarhoş olup garson bir kızla
takıldığı için epey takıldılar ama inandılar. Elbette
inandılar. Kimsenin aklına gelmezdi ki takımın yeni
pal i onu ateşli ağzıyla boynuna yapışıp iz bıraksın.
Kendisi bile hâlâ inanmakta zorlanıyordu.
Takımın sahibi ile öpüşmek gerçekten de Stan
ley kupasını kazanma şansını olumsuz yönde etkile
yebilirdi. Ve hâlâ bir kadına karşı nasıl bu kadar ça
resiz kalabildiğine inanamıyordu. Her ne kadar onu
çok öpmek istemiş, ona dokunmak istemiş olsa da
buna izin vermemeliydi.
Disk yere çarptı ve Walker mücadeleye devam
etti; ta ki disk arkasına düşüp Sharks takımının hü
cum oyuncularından birinin sopasının önüne düşe
ne kadar. San Jose diski buzun üstünde kaydırarak
hamleye başladı. Teknik direktör Nystrom, Tysona
seslenerek taktik değiştirmesini söyledi. Tyson ağız
lığını takıp eldivenlerini eline geçirdi.
pavel Savage uçkuruna düşkünlüğü ve yaptığı ha
talarla tanınırdı. Bir sürü ailenin parçalanmasına se
bep olmuştu. Ve bu yüzden de kupayı kazanma şan
sını hep berbat etmişti.
Tyson sopasını aldı ve panolara doğru zıpladı.
Kafasını dik tutup Walker yedek kulübesine ilerler
ken o da ortaya doğru kaymaya başladı. Tyson baba
sından farklıydı. Bayan Duffy ile öpüşmek çok bü
yük bir hataydı ama tekrarlanmayacaktı.
Kupayla arasına kimse giremezdi. Ne aynı kupa
için mücadele eden diğer takımlar ne biraz daha
hıza ve fazladan adama ihtiyacı olan eksik bir savun
ma ne de büyük göğüslü ve yumuşak dudaklı eski
bir playboy kızı, hiçbir şey engel olamayacaktı.
ltl yaşındaki yeni yetmeler gibi geceleri erkek ar
kadaşım eve atıyordu. Ve bir köpek. Faith çoğu ak
şam onunla uyumaktan ve yatağı istila etmesinden
nefret ediyordu. Kendi hayatını tanıyamaz olmuştu.
Ne Virgil’den önceki Vegas yaşamına ne de Virgil ile
BÖLÜM 11
olan yaşamına benzemiyordu artık. Kafasını tama
men hokey ile dolduruyordu ve mümkün olduğun
ca fazla şey öğrenmeye çalışıyordu. Hata yapıp ba
/i aith halkla ilişkiler toplantısından önce, tüm sa şarısız olmak istemiyordu. Fakat hâlâ bilmediği çok
fazla şey vardı.
bahını gardırobunu boşaltıp giymeyeceği kıyafetle
ri ayıklayarak geçirdi. Bütün kaşmir kazaklarını ve Kaliforniya’dan gönderilen kıyafetler bir önceki
resmi takım elbiselerini kutulara doldurup hayır ku gün gelmişti. Toplantı için kot pantolon ve pembe
r u m u n u aradı. bir Ed Hardy tişört giydi. Önünde kırmızı bir kalp
Gerçekten patlamak üzereydi. Hiddetten ve ve kanatlar vardı. Koyun tüyünden örme, dizine ka
u) kusuziuktan düşüp bayılabilirdi. Sadece Chi- dar dantelli Ugg botlar bulmuştu. Pantolonun paça
nooks’un dün akşamki maçı ilerleyen saatlerde kay larını da çizmesinin içine yerleştirdi. Nisan sonuy
betm iş olm ası değildi sorun; ayrıca tüm gece anne du. Emerald’da hava hâlâ serin ve nemliydi.
sinin sevişm e seslerini duymak zorunda kalmıştı. %■ Key Arenaya giden yolda trafik vardı. Tahminin
B ir de buna Pebblesin tüm yatağı kaplaması eklen- , den on dakika daha uzun sürdü varması.
m iş ti. K ü ç ü k bir köpek nasıl bu kadar yer işgal ede- Faith, Jules’un yanındaki yere otururken Bo
biliyordu? Pebblesı her iteklemeye çalıştığında kö “Bunun eğlenceli olduğunu düşünüyoruz,” dedi ve
p ek sanki 10 kilo daha ağırlaşıp yerinden oynamaz , Tyson’la çekilmiş olan fotoğraflarından birini aldı.
h ale g eliy o rd u . “Biraz şakacı ama yine de diğerlerine göre daha faz
D a h a da ö n em lisi n ed en tüm bunlara göz yumu- f la şansı var.”
y o rd u ? K e n d i k e n d in e sordu. Bir yandan da halk Faith ayaklarının Tyson’ın baldırları arasında ol
la ilişk iler ve reklam toplantısı için giyinip hazırla- duğu fotoğrafa baktı. Yüzü kameraya dönüktü ve
m v o rd u . A n n esi sorm adan evine yerleşmişti ve on t tamamen keyfi yerinde görünüyordu. Öte yandan
Tyson tamamen rahatsız olmuş bir ifade ile bakıyor
du; ki olmuştu da. Tişörtünün lacivert rengi gözle
rinin ışıltısını ortaya çıkarmıştı. Ağzının keskin ve
güçlü hatları çenesindeki beyaz yara izini daha da
belirginleştirmişti. Muhteşem görünüyordu. O kız
gın ve öfkeli ifadenin ardındaki her şey çok iyi ve
lezzetliydi. Bir kızın nefesini kesebilecek, kalbini
durdurabilecek ve midesinin titremesine sebep ola
bilecek biriydi. Onu hayatta görkemli kılmak için ne
posterlere, ne afişlere ne de ekranlara ihtiyacı vardı.
Tek yapması gereken nefes almaktı.
Tyson’ı son gördüğü an, televizyonda San Jose
maçında karşı takımın kale sahasına girdiğinde yu
halandığı andı. Hakem ile tartışıp sopasını yere fır
latmıştı. Penaltı kulübesine giderken yuhalamalar
ıslıklara dönüşmüştü ve yanağı bir gülümseme ile
kıvrılmıştı. Bu Tyson’ın çok hoşuna gittiğinin gös
tergesiydi.
Jules “Bence sol taraftaki fotoğraf daha iyi,” dedi.
Faith toplantı için gayet rahat kıyafetler seçmişken
Jules parlak turuncu ve siyah çizgili gömlek giymiş
ti. Jules “Faith’in, Tyson’m önünde ayakta durma
sı fotoğrafa derinlik veriyor. Reklam panoları için
daha boyutlu bir şey kullanmak istersiniz herhalde,”
dedi.
Faith, “Tysonın hangisini tercih edeceğini nere
den bilebiliyorsunuz?” diye sordu. Jules ve o, kendisi
ortalıklarda yokken konuşmuşlar mıydı acaba?
“Çünkü bu fotoğrafta ayağını a letin in üzerin e
basmış gibisin.”
Ohh elbette bu iyi d eğ ild i, değil m i?
fotoğrafını işaret ederek, “Reklam ala
B o fa v o r i
nında diploması olan bir grafik sanatçısı olarak,
bence bu daha iyi bir hikâye anlatıyor,” dedi.
Faith önce asistanına sonra da Boya baktı. Bir
birlerine öfkeyle bakıyorlardı. Faith, bir şey mi ka
ç ırd ım diye düşündü.
204
ıavi gözlerine baktı. Dün akşam ki m açı ve penaltı
geçirdiği dakikaları düşündü. “Birden
k u lü b e sin d e
206
div0r ama onu n h e y e c a n lılığ ı k o n u s u n d a ayn ı a n
la y ış ı g österm iy orsu n ”
“A n n em h e y e c a n lı d eğ il, onun problemleri var.”
Faith kapıya doğru hareket etmeden önce Tysona
bir bakış attı. “En büyük problemi de on altısınday-
mlş gibi davranması”
Tyson “Bayan Duffy,” diye seslenerek “bir dakika
kalabilir misiniz?” dedi. Aralarındaki bazı meselele
ri aydınlatması gerekiyordu.
Faith tam kapının eşiğinde durarak “Elbet
te,” dedi. Asistanına “Birazdan geliyorum,” derken
Tyson’m bakışları sarı saçlarından sırtına, oradan da
kalçalarını saran pantolonunun arka ceplerine kay
dı. Onunla öpüşmek işleri fazlaca karıştırmıştı. Hiç
olmamış gibi davranabilirdi ama Tyson işler daha
büyük problem haline dönüşmeden onlarla yüzleş
meyi tercih ediyordu.
Faith kapıyı az aralık bırakarak Tysona doğru
döndü. “Geçen gece ile mi ilgili?” diye sorarak ona
doğru yürüdü.
“Evet.”
“İyi o halde, hatırlıyorsun”
Elbette hatırlıyordu. Boynunu emerken o da ora
daydı.
Faith “Bu meseleyle ilgili bütün hafta boyunca
çok fazla rahatsız oldum,” diye devam etti.
Tyson masanın ucuna yaslandı ve kollarını göğ
sünün önünde birleştirdi. Bu konuşmanın gidişatı
nı beğenmemişti.
Faith “îlk önce dehşete kapılmıştım,” diyerek ka
fasını salladı ve kulağının arkasındaki bir tutam saç
yüzüne doğru düştü. “Çok...çok iğrenmiştim,” diye
rek kollarını göğsünün önünde birleştirdi. “Tek ya
pabildiğim orada öylece durmaktı.”
İğrenmek? Sanki işi buymuş gibi onu öperken hiç
de iğreniyormuş gibi davranmamıştı. Tysonın yü
zünden rahatsız olduğu anlaşılıyordu. “Sadece dur
maktan çok daha fazlasını yaptın”
Faith ayakkabılarının ucuna bakarak “Bir şeyler
söylemiş olabilirim. Bilmiyorum, şoktaydım,” dedi
ve saçları yanlardan dökülerek yanaklarını örtüp yü
zünü gizledi. “Sonsuza dek aklıma kazındı.”
Tysonın da öyleydi. Problem de buydu zaten.
“Tanrı biliyor ya, bir buz kazması alıp aklımdan
kazımak istiyorum.”
Tyson’m rahatsızlığı kızgınlığa dönüştü ve “Bunu
boynumu emercesine ısırmadan ve her yerine do
kunmam için bana yalvarmadan önce düşünmen
gerekirdi,” dedi.
Faith “Ne?” diyerek Tysona baktı. “Neden bahse
diyorsun sen?”
Tişörtünün yakasım sıyırıp boynunda bıraktı
ğı küçük morluğu gösterdi “Uu.” Tysonın elleri iki
yana düşüp masayı kavradı. “Ertesi sabahki antren
manda Sam gösterene kadar fark etmemiştim bile.”
Faith çantasını yakındaki bir sandalyeye asıp bir
adım yaklaştı. Tyson ın tişörtünü geri sıyırırken par
m aklarının serin uçları tenine dokundu. Bu serin
dokunuş Tysonı omurgasından kasıklarına kadar
ısıttı. “Çok zor fark ediliyor.”
“Pazardan bu yana yok olmuş.” Tyson Faith’in
gözlerinin içine baktı, ağzı onunkinden sadece bir
kaç santim uzaktaydı. “Bir garson kızla ilgili hikâye
uydurmak zorunda kaldım.”
Faith de onun gözlerinin içine bakarak “İnandı
lar mı?” dedi. En son ona bu kadar yakın olduğunda
ağzı onun ağzındaydı ve kulak memesini yalıyordu.
“Dokun bana,” diye fısıldamıştı ve Tanrım, Tyson da
ona dokunmak ve daha fazlasını yapmak istemişti.
“Evet. İnandılar.”
Kaşlarını çatarak “Özür dilerim,” dedi ve bir
adım geri attı. Yanakları kızardı ve omuz silkerek
“Sanırım o anda kitlenip kaldım ve heyecanıma ka
pılıp gittim,” dedi.
“İğrendiğin ve endişeye kapıldığın halde mi?”
“Ne? Ha! Ben ondan bahsetmiyordum,” diyerek
boynunu işaret etti. “Eve geldiğimde babanı annem
le beraber çıplak basmaktan bahsediyordum. Seks
yaparken.” Yeri işaret ederek “Ateşin önünde,” dedi.
Şimdi şaşırma sırası Tyson’daydı “Ne?”
“Senin baban ve benim annem... Bastım onları”
“Bekle,” diyerek bir elini kaldırdı Tyson ve “ba
bam anneni tanıyor mu?” diye sordu.
“Görünen öyle.”
Fotoğraf çekimlerinin olduğu akşamki kadını
düşündü. Kötü görünmüyordu, sadece biraz abartılı
ve bayağı idi. Tam babasının tipiydi. “Ve onları seks
yaparken mi bastın?”
“Evet ve iğrençti. Onlar...” Avucunu havaya kal
dırarak acı veren bir anıyı unutmak ister gibi yaptı.
“Onlar köpekler gibiydiler evet.”
“Şaka yapıyorsun”
“Keşke”
Babasıyla annesinin ilişkisi tek kelimeyle bir fela
ketle sonuçlanacak olsa da Faith çok dertli görünü
yordu. Tyson kendini tutamayıp güldü.
Faith Tyson’ı işaret ederek “Oh. Bunun komik ol
duğunu düşünüyorsun, ha? Hiç gülmeyen adam,”
derken kısa pembe tırnakları Tyson’m dikkatini çek
ti.
“Ben gülerim.”
Zarif parmağını Tysona yönelterek “Evet, bana,”
dedi.
“Tamam çok çıldırmışsın. Komik işte.” Ayrıca
pembe tişörtü ve çizmelerinin içinde çok öfkeli, şi
rin ve seksi görünüyordu.
210
“Benim gördüklerim i görseydin sen de deliye
dönerdin.
Tyson h içbir zam an seksüel başarıları ile ilgili
hava atmazdı am a o k ad ar da ketu m değildi.
“İlkini yedi yaşımdayken görmüştüm.” Oturma
odasına girdiğinde babasını annesinin antika bü
fesinin üzerinde seks yaparken bulmuştu. Annesi
evde değildi.
Faith’in pembe dudakları aralandı ve derin bir
nefes alarak “Ben beş yaşımdaydım. Annem onu
gizlice eve alırdı ve sabah ben uyanmadan giderdi.
Hayalet gibiydi. Eğer o kadar çok gürültü çıkarma-
salardı orada olduğunu anlamazdım bile,” dedi.
Bu babasının aniden yok olup aniden ortaya çık
masını açıklıyordu. Tyson yaşlı adamı ortalıklarda
pek görmüyordu ve bunun bir kadınla alâkalı oldu
ğunu anlamıştı.
“Ve Pebbles’ı kovuyorlar, böylece o da benimle
uyuyor.”
“Pebbles?”
“Annemin köpeği.” Faith saçını kulağının arkası
na yerleştirdi ve kollarını iki yana indirdi. “Pebbles
benden nefret eder ve bu his karşılıklı. Sürekli hırla
yıp beni ısırmaya çalışır.”
Tyson kafasını eğip Faithe baktı. “Neden dışarı
atmıyorsun?”
211
“Denedim,” dedi iç çekerek. “Ama o boncuk gö2
leriyle bana öyle bir bakıyor ki kıyamıyorum. Şimdi
ne zaman benimle beraber yatağa atlasa Pavel’in yan
odada annemle beraber ve çıplak olduğunu anlıyo
rum.” Suratım ekşitti ve kafasını salladı. “İnleyen ve
sanki biri onu öldürüyormuş gibi sesler çıkaran be
nim annem olmasaydı muhtemelen bu kadar rahat
sız olmazdım.”
Eski bir playboy kızı ve striptizciden beklenecek
tarzda tepkiler değildi bunlar. Gerçi Tyson ne bek
lediğini de bilmiyordu. Belki de seksi, her kim ya
pıyor olursa olsun sorun etmeyen birini bekliyordu.
En azından tanıdığı diğer striptizcilerin tavrı buy
du. “Huh.”
“Huh ne?”
“Hayatını idame ettirmek için soyunan biri için
oldukça tutucusun.”
“O bir işti,” diyerek kafasını salladı Faith ve
Tysonın gözlerinin içine baktı. “Striptiz yapmanın
seksle hiçbir alakası yoktu.”
Bu Tysona hiç mantıklı gelmemişti. Bir kadı
nın soyunması her zaman seks ile alakalıydı. Faith
“Playboy kızı olmanın da,” diye ekledi.
Bunu fotoğrafına bakan tüm erkeklere söyle
meliydi. Çünkü o fotoğraflar gerçekten de cehen
nem kadar ateşliydi ve seks ile alakalıydı. Seks yap
mak gibi hissettiriyordu. Tyson Faith’i o incilerle ha-
212
al etti ve k asık ların ın k asıld ığın ı hissetti. “S a çm a
lık. Sen seks satıyordun.”
Faith omuz silkerek “Onlar roldü,” dedi.
Tyson ona inanmadı. Fakat tüm bu sekse dair ko
nuşmalar ellerini Faith’in pantolonundan kaydırıp,
pürüzsüz çıplak poposunu yuvarlayarak nemli ağ
zını gırtlağına kadar sokmak isteği uyandırdı. On
dan uzak durması gerekiyordu ama henüz gitmek
istemiyordu. Tysonın pantolonu genişti ama o ka
dar da değil. Sanki yetişmesi gereken bir yer varmış
gibi Rolex saatine bakarken, “Geçen akşam seni öp
tüğüm için tekrar kusura bakma,” dedi. “Biraz fazla
bira içmiştim. Bu bir mazeret değil belki ama özür
dilerim.”
Faith ip ucunu kapmıştı -Tanrıya şükür— yakın
da duran çantasına uzandı ve “Her ikimiz açısından
da uygunsuzdu,” dedi.
“Alkole verelim ve olanları unutalım.”
Faith çantasının altın sapını omuzuna asarken
“Bunu yapabilirim,” dedi. “Sen yapabilir misin?”
Sonuna kadar elinden geleni yapacaktı. “Kesin
likle. Tekrar olmayacağına dair sözüm var sana." Fa
ith, Tysonın önünde bir tutku menüsü gibi duru
yordu. “Önümde çıplak koşabilirsin ve sana dokun
mam bile.”
Faith şüpheyle bir kaşını kaldırarak “Gerçekten
mi?” dedi.
“Evet,” d iy erek g öz lerin i tişörtünün altmdak1
kıvrım lara doğ ru in d irip tekrar kaldırdı. “Şu üstün
d ekin i hızla çıkartmaya başlayabilirsin m esela ben
se burada sıkılarak otururum.”
“Kılını bile kıpırdatmazsın ha?”
Tyson tek omuzunu s ilk e r e k “Muhtemelen esne
rim,” dedi.
Faith çantasını yere bıraktı ve kollarını göğsünün
etrafına dolayarak tişörtünün ucunu kavradı. “Bir
şey hissetmeyeceğine emin misin?”
Lanet olası. “Evet.”
Faith’in parmaklan tişörtün ucunu kavradı ve
yukarı çekmeye başladı; ta ki beyaz teni ortaya çıka
na kadar. “Hâlâ bir şey hissetmiyor musun?”
Tyson on beş yıldan fazladır NHIüe oynuyordu.
Oyuncu ifadesini takınacak kadar bir iki şey biliyor
du. “En ufak bir şey bile hissetmiyorum.” İspatlamak
için esnedi. Nefes almakta bile zorlandığı düşünü
lürse oldukça zor olmuştu bu.
Faith güldü. Tişörtünü göbek deliğine doğru kal
dırırken adeta insanı uyuşturan bir kıkırdamayla
“Hiç bir şey?” diye sordu.
Tysonın beynindeki kan kasıklarına hücum etti
ve yere çömelip göbeğini yalamamak için kendini
zor tuttu. “Kusura bakmayın Bayan Duffy.” Ve gü
nün en büyük palavrasını salladı “Yeterince çekici
değilsiniz.”
Faith tişörtü b iraz d a h a k ald ıra ra k in ce k ab u rg a-
[ rım gösterdi. “Ç ek ici o lm a d ığ ım ı m ı d ü şü n ü y o r
sun?”
“H ayır”
“Birçok adam çok güzel olduğum u söyledi.”
“Bir sürü adam k ad ın ları soyabilm ek için yalan
söyler” T işö rt b irk aç san tim dah a açıldı.
“Kadınlar da etk ilen m ez m i?”
Tişörtübiraz daha kaldırırken göğüslerini sa
ran pembe sutyeni göründü. Tyson “Duruma bağ
lı,” dedi.
“Hangi duruma?”
“Eğer gece yarısını geçmişse ve bar kapanmak
üzereyse.” Tyson nefesini tuttu ve daha fazlasını
beklemeye başladı. “Birçok insan kapanış saatlerin
de daha çok etkilenirler. Ama ben ilişkiye girebil
mek için o kadar çirkinleşebilecek erkeklerden de
ğilim. Gelip bana kucak dansı yapsan bile uyumaya
devam ederim.”
Faith sanki beynini okuyormuş ve yalan söyledi
ğini biliyormuş gibi daha derinden kıkırdadı. “Yıllar
önce Aphrodite’ten ayrıldığımdan beri kucak dan
sı yapmadım ama eminim bisiklete binmek gibi
dir.” Tişörtünü tek eliyle kavradı ve diğer elini ya
vaşça göbeğinde gezdirmeye başladı. “Garanti ede
rim ki uyumazdın.” Bir kadının kendine dokunma
sı ile alakalı günahkâr ve ateşli bir şeyler vardı insa
nı dürten. “Saniyeler içinde bebek gibi sızlanıp ya!.
varmaya başlarsın.”
“Bu çok cesur bir iddia bayan Duffy”
“Sadece bir gerçek Bay Savage.” Küçük parmağı
pantolonunun kemerinde dolanmaya başladı ve üst
teki düğmeden içeri gömüldü. “Hâlâ uykulu hisse
diyor musun?”
“Sen devam et. Ben sana söylerim.”
Yüzük parmağının ucu bel kemerindeki pembe
çamaşırı takip ediyordu. “Sıkıldın mı?”
“Neredeyse.”
“Bekle.” Faith’in eli durdu ve o an Tysonın da kal
bi duracaktı.
“Sence kucak dansı uygunsuz bir davranış olarak
görülmez mi?”
Oh Hayır.
Faith güldü ve tişörtünü bıraktı. “Ve tam da tek
rarlanmayacağını söylememizden hemen sonra.”
Tyson onu kendine doğru çekmemek için elleriy
le masanın kenarını sıkıca tuttu. Ona istediği kadar
uygunsuz davranabileceğini söylemek istedi. Nere
de isterse. Aklına yatağı geldi fakat Faith’in net ve
hesaplayan bakışları onu durdurdu. Faith onu böy-
lesine alt üst etmişti ama kendisi hiç etkilenmemişti.
Faith çantasına uzandı ve “Bu yaşananları da
unutabilecek miyiz?” diye sordu.
Tyson, aleti bacaklarına değer vaziyette “Prob
lemdeğil,” dedi. “Çoktan unuttum bile.”
Faith kapıya doğru yürürken dönüp omuzunun
üzerinden Tysona baktı. “Ben de. Tek sıkılan sen de
ğildin” Faith kapıya uzanmadan kapı aniden açıldı
ve asistanı içeri girdi. “Ne haber Jules?”
Jules Faith’in arkasından Tysona baktı. “Chino
oks federasyon direktörü ile önümüzdeki hafta için
bir toplantı ayarladığımı söylemeye gelmiştim.”
Faith "Kulağa hoş geliyor,” dedi ve çantasını omu
zuna yerleştirip bir kere daha Tysona bakıp “Görü
şürüz Bay Savage,” dedi.
Jules Faith’in gidişini izledikten sonra “Faith’le
aranızda bir şeyler mi oluyor?” diye sordu.
Tyson dobra bir şekilde “Hayır,” dedi. Hiçbir şey
yoktu ve olamazdı da.
“Bir şeyler varmış gibi görünüyordu.”
Tyson ellerini kaldırıp yüzünü sıvazlarken “Ben
onun hokey takımının kaptanıyım,” dedi. Lanet ol
sun az önce neler olmuştu. “Bu kadar.”
Jules “Umarım bu doğrudur. O benim patronum
ve onunla ilgili böyle şeyler düşünmek için kendime
izin vermiyorum,” dedi.
Tyson ellerini indirdi ve “Ne gibi?” diye sordu.
“Ona baktığın gibi. Sanki önünde çıplak duru
yormuş gibi.”
217
Gerçeğe çok yakındı. Tyson Julesa bakakaldı
“Bu doğru olsa bile, seni ne ilgilendirir ki, ha?”
“Çünkü kocası yeni öldü ve o yalnız. Onun zarar
gördüğünü görmekten hiç hoşlanmazdım.”
Tyson ellerini göğsünün önünde birleştirip
“Onun hisleriyle fazla alakadar görünüyorsun,” dedi.
“Evet. Onunla ilgileniyorum ama o hayatta kal
mayı bilen bir kadın. Ben daha çok Chinooks’la il
gileniyorum.” Şimdi kollarını göğsünün önünde bir
leştirme sırası Julesa gelmişti. “Takımdaki diğer ço
cuklar onunla kırıştırdığınızı öğrenirse ne düşüne
ceklerini sanıyorsun?”
“Sen biliyor gibi konuşuyorsun. Neden sen söy
lemiyorsun?”
Jules kafasını sallayarak Tysonın gözlerinin içine
baktı. Tyson her ne kadar Jules’un kafasına bir şey
geçirmek istese de her zaman doğru bildikleri konu
sunda geri atım atmayan insanlara hayran olurdu.
Ve her ne kadar Tyson kabul etmek istemese de Jules
haklıydı. “Herhalde bu durumun birçok açıdan ne
kadar aptalca olacağını saymama gerek yok. Sharks
takımını yenip üçüncü tura çıkmamamız için hiçbir
neden yok. Böylece kupa için yarışan ilk iki takım
dan biri olacağız. Herhalde bu durumun hem senin
için hem de diğerleri için ne kadar kafa karıştırıcı
olacağını söylememe gerek yok.”
Tyson ayağa kalkarak “Haklısın. Söylemene ge
rek yok,” dedi. Bu yüzden babamın Faith’in anne
siyle takılmasından bahsediyorduk.” Ki bu doğruy
du Arada ona çıplakmış gibi bakmasına rağmen.
“Seni beğeniyorum )ules. Eğer öyle olmasaydı işime
burnunu sokmamanı söylerdim.” Kapının eşiğinde
durup Jules’a baktı. “Bu yüzden sana dürüst olaca
ğım. Takımdaki herkes onun Playboydaki çıplak fo
toğraflarını görmüştür. Bunda inkâr edecek bir şey
yok. Lânet olsun sen de gördün onları. Zaten Bayan
Duffy de fotoğraflarla ilgili hiç endişeliymiş gibi gö
rünmüyor. Ama onu o fotoğraflardaki haliyle dü
şünmekle bir adım öteye gitmek arasında dünyalar
kadar fark var. Finale giden yoldan hiçbir şeyin önü
me çıkamayacağını sana garanti ederim.”
“On beş yıldır kupayı kazanamamak sırtımda
büyük bir yük. Kupaya adımı yazdırmak için sade
ce bir kaç adım mesafem kaldı ve son yapacağım şey
bunu berbat etmek olur.” Tyson son kez sertçe bak
tı ve odadan çıktı.
BMW sini garajın en alt katma park etmişti. Eve
giderken yarın akşamki maçta neler yapması gerek
tiğini düşündü. San Jose’nin defansını kapatmala
rı gerekiyordu. İkinci yarıda da iyice maça sarılıp
üçüncü bölüme geçmeliydiler. Faith’i ve Jules’u dü
şündü. Ardından da Faith’in annesini ve kendi baba
sını. Seattle’daki onca kadın arasından neden onun
la takılmak zorundaydı ki? Bir türlü anlayamıvordu.
Pavel adeta fareli köyün kavalcısı gibiydi ve tüm ka
dınlar peşinden gidiyordu.
VVashington gölünden Mercer adasına
köprüyü geçti. BM W ’sini Bugatti Veyron'u ile baba
sının Cadillac’ının arasına park etti.
“Tanrı aşkına baba,” diyerek mutfağa girdi ve
anahtarları koyu kahverengi granit mermer kaplı
tezgâhın üzerine atarak “neden Faith Duffy’nin, an
nesiyle seks yaparken sizi bastığından bana bahset
medin?” dedi.
Pavel buz dolabının kapısını kapatıp ona doğru
dönerken omuzunu silkti ve “Onun Kaliforniya’da
olması gerekiyordu,” dedi. Molson kutusunun ka
pağını açarken omzunu silkti sanki bu söylediği her
şeyi açıklıyormuş gibi. “Ama hastalanmış ve eve er
ken geldi.”
Tyson hasta olduğundan şüpheliydi ve San
Jose’den ani dönüşünün bir balık zehirlenmesi veya
soğuk algınlığından ziyade koridordaki öpüşmeleri
olduğundan şüphelendi. “Neden bana söylemedin?”
“Ön yargılısın.” Pavel bira kutusunu kafasına dik
ti ve büyük bir yudum aldı.
“Hayır. Söylemezdin çünkü hoşuma gitmeyece
ğini biliyordun.” Tyson içini çekerek kafasını salladı.
“Seattle büyük bir şehir baba. Üzerine atlamak
için Faith Duffy’nin annesinden başka bir kadın bu
lamadın mı?”
Pavel yavaşça bira kutusunu indirdi ve “Saygısız
ca konuşma Tyson,” dedi.
220
i
pavel’le ilgili garip bir çelişkiydi bu. Kadınlara
berbat davranabilirdi ve bunda hiçbir sakınca gör
mezdi. Ama karşısındaki kişi saygısızca konuşamaz-
“Kadını terk ettiğinde ne olacak?” Tyson ın böy
le olacağına dair en ufak bir şüphesi yoktu. “Kadın
ların, Pavel’in evli olduğunu fark ettiği zamanlarda
ki gibi ya da onları başka bir kadın için aldattığında
olduğu gibi”
“Valerie fazla bağlanacak cinsten bir kadın değil.
Sadece kısa süreliğine kızına zor zamanlarmda des
tek olmak için şehirde. O kendini adamış bir anne.”
Bu konuşma Tysonın uzun süredir konuşmak
istediği bir konuyu gündeme getirdi. Direkt olarak
babasına ne zaman kendi evine döneceğini soramı-
yordu. Onun yerine “Senin planların nedir?” diye
rek buzdolabına yöneldi ve paslanmaz çelik kapısı
nı açtı.
Pavel omuz silkerek birasını kafasına dikti. “Bir
bira içip Valerie’ye gideceğim. Eminim iki bayan da
bize katılmandan rahatsız olmazdı.”
FaithTe son yaptıkları konuşmalardan ve onu de
liye çevirmesinden sonra böyle bir şey olması müm
kün değildi. “Çocuklarla Contes’te buluşup poker
oynayacağız.” Tyson kesinlikle poker masasında bi-
rilerini alt etme havasındaydı.
P a v e l “Erkeklerle çok fazla vakit geçiriyorsun ve
bu da seni asabi yapıyor,” dedi.
“Ben asabi değilim! Tanrım keşke insanlar beni
bu konuda biraz rahat bıraksa.”
Pavel kafasını salladı ve “Hep çok hisliydin zaten
tıpkı annen gibi,” dedi.
Babası yine işkembeden konuşuyordu. Hisli?
Annesi gibi? Tyson hiçbir açıdan annesine benzemi
yordu. Annesi hayatını yanlış adamı severek geçir
mişti. Tyson ise hiç âşık bile olmamıştı.
Pavel “Bir kadın bulmalısın,” diye nasihat etti.
“Sana bakacak bir kadın.”
İşte bu, yaşlı adamın onu ne kadar tanıdığını çok
iyi ispatlıyordu. Tysonın hayatında ihtiyacı olan son
şey bir kadındı. Biraz takılmak ayrı bir şeydi. Ama
bu bile şu aralar çok fazla bölünmesi anlamına ge
lirdi. Ve şu dönemde böyle bir bölünmeyi bile kal
dıramazdı.
BÖLÜM 12
224
rahatsız h is s e ttir e c e k h iç b ir s o r u y u y a n ıtla m a k z o
runda d eğ ilsin . Y e te r in c e ad il m i? ”
2 26
A.
diye s esle n d i. T ü n e ld e k i le h im la m b a s ın ın ö n ü n d e
sopasının u c u n u ıs ı t m a k i ç in d u ru y o rd u .
231
“Evet.”
Jules “Tyson’Ia beraber bir tanıtım kampanyası
için çekilmiş bir sürü fotoğrafı var. Neden takımda
ki diğer çocuklarla çekmiyoruz?” dedi.
Jane yabancı adamı tanıştırarak “Faith bu Brad
Marsh,” dedi. “Post Intelligencer’ın kadrolu fotoğraf
çısı. Brad, bu da Faith Duffy.”
Brad Faith’in elini kavrayarak “Sizinle tanıştığı
ma sevindim. Tam bir Chinooks hayranıyım,” dedi.
“Tanıştığımız için heyecanlandım, özellikle takı
mımın hayranıysanız.”
Jules piste çıkarak defans oyuncularına seslendi
“Post Inteligencer için Bayan Duffy’yle gönüllü ola
rak fotoğraf çektirecek birkaç kişiye ihtiyacım var,”
dedi.
Sam ve Alexander Devereaux öne doğru kayan
ilk oyunculardı. Fakat diğerleri de hemen arkasın
dan takip etti.
“Ben yaparım”
“Beni de hesaba katın.”
Sonunda Vlad dahil sekiz dev gibi defans oyun
cusu gönüllü oldu.
Brad “Fotoğrafları buz pistinin ortasında çeke
lim,” diye Önerdi. “Logolardan bazılarını kareye da
hil etmeye çalışacağım.”
Faith dikkatlice buza bastı ve Blake Conte kolu-
232
i
2.V1
Takımın sabit kalecisi Marty Darche kaskını ön
tarafından çekerek yukarı kaldırdı ve saçları yüzü
ne yayıldı. “Aziz itiraf etmelisin etrafta onun gibi gö
rünen pek fazla kadın yok.” Arkasına doğru kendini
esneterek “Kahretsin,” dedi.
Fotoğrafçı birkaç oyuncuya işaret ederek “Neden
biriniz sopasını Bayan Duffy’ye vermiyor?” dedi.
Hepsi birden öne atıldı. Marty kıkırdamaların ara
sından “Benim için bir sakıncası yok,” dedi.
Tyson Marty’yi severdi. Özellikle de onun ağzın
dan çıkan saçma sapan şeylere çok gülerdi. Bugün
nedense hiçbirini eğlenceli bulmuyordu. Belki yor
gun ya da susuzdu. Susadığında ya da yorgun oldu
ğunda mizah duygusunu kaybediyordu.
“Onun fotoğraflarını gördün mü?”
“Evet.” Kahrolası fotoğraflar. Ama bugün Faithe
baktığında o kahrolası fotoğraflar aklına gelmemiş
ti. Muzip gülüşünü ve ince belini fark etmişti. Om
zunun üzerinden bakıp sıkıldığını söylediği zaman
ki bakışını hatırlamıştı.
Defans oyuncuları fotoğraf için etrafını sarmış
tı ve Faith gülüyordu. Sesler sahanın üzerinde dal
galanıyordu. Teninin üzerini süpürüp göğsünün sı
kışmasına neden oluyordu. Koca omuzlukları ve ka
yaklarıyla etrafını saran büyük ve hantal bir sürü
adamın arasında minyon, çok güzel ve kadınsı gö
rünüyordu.
234
pistin üzerinden ona bakarken bir Playboy kızı
görmüyordu. San Jose’de otelde öptüğü kadını gö
rüyordu. Seksi ağzını kendi ağzının içerisinde ve
Faith’in ellerini saçların ın arasında hissediyordu.
Faith’in g özlerin deki şehveti ve arzulu öpüşlerini
hissedebiliyordu. B u gü n e kadar b irço k kadını ö p
müş ve öpülm üştü am a h içb iri böyle değildi. T am a
men tüketen b ir çaresizlik le ço k ateşliydi ve k asık la
rının k ilitlen m esin e sebep oluyordu.
Fotoğrafçı “Bazılarınız öne doğru çıkın çocuk
lar,” dedi. “Böyle güzel.”
Pavel, Tysonı Valerie ile buluşması için sıkıştırı
yordu ama Tyson babasının son gözdesiyle buluş
makla ilgilenmiyordu. Özellikle de birkaç ay içerisin
de yeni bir kız arkadaş edinme olasılığı varken. Bir de
bu, buzun üzerindeki kahkahalarla eğlenerek bir grup
hokey oyuncusunu ağzının suyu akan salaklar haline
döndüren kadınla takılmak anlamına geliyorsa.
Bunu kanıtlamak için öğle yemeğini yüz kiloluk
bir oyuncuyla geçirmeyi tercih ederdi. Bu çekişme
den yaralı ve kanlar içinde çıkabilirdi ama birkaç ke
sik ve mor göz, acı dolu kasıklardan çok daha iyiydi.
240
rça kesti. “K a le n in ark asın d aki boru lara çarpana
kadar gol old uğun u an lam ad ım .”
Valerie “K eşk e sen i o yn ark en görebilseydim .
Eminim ço k iyiydin,” d iy erek co ştu ve tavuğundan
ısırdı.
“Annem babamı izlemeyi çok severdi. Bana so
sisli sandviç alırdı ve kale arkasında, orta kısımda
otururduk. Bu koltukların en iyi yerler olduğunu
düşünürdü. En iyi sosisli sandviçler eski Montreal
Forum’da satılırdı.” O sırada kolunu indiren Tyson’m
eli, yeniden Faith’in baldırına değdi.
Faith’in gözleri açıldı ve avucunun içindeki sı
caklık kucağına yayılırken hızla nefes aldı. Bu sefer
dokunuşu bir kaza değildi. “Ben sosisli sandviçten
nefret ederim.”
Tyson ona baktı ve nefesi sıkıştı. “Nasıl olur da
sosisli sandviçten nefret edebilirsin? Sen Amerika
lısın.”
“Çocukken çok yedim.”
“Faith çocukken sosisliye bayılırdı.”
Faith’in göğsü sıkıştı ve nefesi daraldı, cevap ve
remedi. Bir lokma somon balığından aldı ama yut
makta zorlandı. Özellikle de Tyson parmağıyla ileri
geri bacağını okşarken. Yemeğe çalışmaktan vazge
çip şarabına uzandı.
Tyson “Y em eğinle ilgili bir sorun mu var?” diye
sordu.
241
Faith Tysonın şehvet dolu gözlerinin içine baka
rak “Hayır,” dedi. Faith daha fazlasını istiyordu. Be
line yayılan sıcak ve ateşli hissiyatın daha fazlası
nı istiyordu. Başı önde, eğilerek daha fazlasını yap.
mak istiyordu. Otuz yaşında bir kadındı ve böylesi-
ne karm akarışık, karşı konulam az bir şehvet duygu
sunu yaşamayalı çok zaman olm uştu. Tysonın onu
alıp daha ileriye götürm esini istiyordu ve elini ma
sanın altına kaydırdı. Avucunun içi T ysonın elinin
üzerine değene kadar elini onun kolu üzerinde gez
dirmeye başladı. T yso nın nefesi kesildi. Fakat Fa
ith elini çekm ek yerine kurum uş dudaklarını yala
dı ve Tysonın elini baldırları arasında gezdirmeye
başladı.
A nnesi “Bence yem ekten sonra hep beraber dans
etm eye gitmeliyiz,” dedi. “Faith her zam an çok gü
zel dans ederdi.”
Tyson, keten elbisesinin altından Faith’in bacağı
nı sıktı ve Faith Tyson m sıcak elini bacaklarıyla kav
radı. Tyson “Sabah erken kalkm am lazım,” dedi.
Faith annesine bakarak esnedi ve “Yorgunum,”
dedi. “A m a siz ikiniz gidin, ben taksiye binerim .”
Tyson “Ben seni bırakırım,” dedi. Faith Tysona
baktı ve kısık sesle “Bu uygunsuz olabilir,” dedi.
Tyson Faith’in kulağına eğilerek “Sana yapaca
ğım şeyler ço k uygunsuz,” dedi. “M uhtem elen kork
m alısın.”
242
«yasal olmayan bir şeyler mi planlıyorsun?”
«İlk birkaç seferde değil.” Tyson omuz silkti
«So n rasın d an e m in d e ğ ilim ,” d e d i.
B ö lü m 1 3
244
tadan eve dönerken eczanede durmuşlardı ve Tyson
prezervatif almıştı. Magnum. “Beni geriyorsun.”
Tyson arkasından Faithe yaklaşarak “Neden?”
diye sordu.
Birkaç nedeni vardı. “Şu prezervatifler gerekli
miydi?” bunlardan ilkiydi.
“Dar oluşu hoşuma gidiyor.”
Oh Tanrım. “Benim için uzun zaman oldu.”
Tyson kafasını eğdi, kulağına doğru fısıldayarak
“Uzun zaman oldu...?” diye sordu.
“Biriyle beraber olmayalı.”
Tyson ellerini Faith’in kalçasına koydu, onu göğ
süne doğru çekti ve ereksiyon halindeki aletine yas
ladı. “Virgil’den başka biri mi?”
Faith dönüp Tysonın ıslak haline baktı. Çok
uzun, güçlü ve hazır durumdaydı. “Virgil bana karşı
iyiydi, onu seviyordum ama biz hiç...” devamını geti
remedi. Virgil gitmiş olmasına rağmen onu utandı
racak bir şey yapmak istemedi. “Evlüiğimiz bunun
la alakalı değildi.”
Tyson’ın elleri Faith’in kalçasındaydı. “Hiç seks
yapmadınız mı?”
Faith cevap vermedi.
Tyson’ın güçlükle seçilen bakışları camda
Faith’in-kilerle buluştu. Yapılabilecek başka biriv-
le de mi?”
245
“Elbette bayır.”
Tyson “Ne kadardır evliydiniz?” diye şüphey|e
sordu.
Faith kafasını çevirip omzunun üzerinden Tysonın
h afif ışıkla aydınlanan suratına baktı. “Beş yıl.”
Tyson bir süreliğine sessiz kaldı. “Beş senedir
seks yapmadın? Senin gibi görünen bir kadın?”
“Neden inanması zor?” Faith’in dudaklarında
sessiz bir gülüm sem e belirdi ve Tysonın çenesine
doğru fısıldadı. “Çirkin olduğum u söylemiştin.”
“Sanırım çekici olm adığını söylem iştim .”
“Doğru. Cinsel ilişkide bulunmamaktan ötü
rü insan çirkinleşmez.” Faith kafasını döndürüp
Tysonın yüzünü ve çenesini öptü. “Durayım mı?”
Tyson “Hayır. Bu akşam bir tane d e takım için
alacağım dedi ve avucunu Faith’in karnına dayayıp
kulağına “kaptan olmak bazen insana sorumluluk
yüklüyor,” dedi. Tyson’m elleri Faith’in göğüs kıv
rımlarında dolanmaya başladı ve keten elbisesinin
üzerinde göğsünün birini avucuyla kavradı. “Fotoğ
raf çekimlerinin yapıldığı akşamdan beri seni arzu
luyorum.”
Faith’in göğüs uçları Tyson’m parmaklarının
ucunda sertleşti. “O akşam benim de çok şey his
setmeme sebep oldun.” Faith belinden bir kavisle
Tysona yaslanıp kalçasını da ona doğru bastırdı ve
“Yıllardır hissetmediğim türden şeyler,” dedi.
Tysonın ağzı aşağı doğru inerek Faith’inkine
doğru açıldı. Faith’in arkasında bir sopa gibi sert
ti Faith’in ateşli öpüşlerine karşılık verirken kalça
larını sımsıkı kavradı ve yavaşça ona doğru dayan
maya başladı. Faith hayatta hiçbir şeyi bu kadar faz
la arzuladığını hatırlamıyordu. Bu sıcak ve davetkâr,
sel gibi göğsünü sıkıştıran istek ve baldırları arasın
daki ıslaklığı doruk noktasına çıkaran acı dolu arzu.
Tyson yumuşakça göğüslerini sıkıp ovuyordu. Faith
ağzını açıp Tysonın öpüşlerini adeta bir yudumda
içiyordu. Faith’in hayatındaki her şey kaotikti ama
bu vahşi ve yasak an, ona çok doğru geliyordu. Bü
yük bir ihtiyaçla arzuladığı ve çaresizce sahip olma
sı gereken bir şey gibi. Yıldızlar, ışıklar ve hafif bir
hava ile sarılı olan bir dünyanın tepesinde gibi hisse
diyordu kendini. Tyson bu dünyanın içinde en güç
lü hissedilen şeydi.
Faith bir elini kaldırarak Tyson’ı kafasmın arka
sından tutup onu ağzına doğru çekti ve onun öpüş
lerindeki sıcaklık Faith’in bedenine yayıldı. Kal
bi atmaya ve kabarmaya başladı. Arkasına yaslanıp
Tysonın kucaklayışındaki sağlamlığın ve sıcaklığın
rahatlığına bıraktı kendini. Tyson parmaklarıyla el
bisesinin önündeki düğmeleri beline kadar açarken,
Faith onun kokusunu ciğerlerine çekiyordu.
Tyson kafasını kaldırdı. Ağırlaşmış ve göz ka
pakları yarılanmıştı. Karanlıkta bile gözlerinde va
nan arzu görülebiliyordu. Arkasından ona doğru
bastırdığı uzun ve sert şeyi de hissediyordu. TySo
büyük ellerini Faith’in elbisesinden içeri kaydırdı n
parmakları Faith’in omuzlarında gezinmeye başlad,
Tyson elbiseyi aşağı doğru çekti.
Faith ellerini Tyson’ın kafasının arkasından kay
dırırken elbisesi de narin bedeninden aşağı doğrU
sıyrıldı. Faith beyaz sutyeni, uyumlu iç çamaşırı ve
pembe ayakkabılarıyla yarı çıplak kalmıştı. Tyson’ın
parmaklan onun çıplak göbeğinde dolaşmaya başla
dı. Faith de ellerini Tysonın ellerinin üzerine koydu
ve ellerini tekrar göğüslerine doğru götürdü. “Do
kun bana,” diye fısıldayarak kalçalarını Tysonın yün
pantolonuna ve aletine dayadı.
“Buradan.” Sutyeninin dar dantelleri arasından
Tyson’ın parmakları Faith’in göğüs uçlarına dokun
dukça daha da sertleşip büzüşüyorlardı ve tatlı bir
acıyla kıvranıyorlardı. “Sana buradan dokunmam
hoşuna gidiyor mu?”
Faith inleyerek “Evet,” dedi.
“Sana buradan dokunmayı çok hayal ettim.” Sağ
eli karnına ve oradan da pantolonunun üzerinden
kasıklarına indi. “Ve buradan. Sana buradan da do
kunmamı ister misin?”
Faith kafasını sallayarak “Her yerime,” dedi.
Tyson’ın parmakları Faith’in dantel iç çamaşırı
nın içine doğru kaydı ve “Tıraş oluyorsun,” dedi.
“Senin için sorun mu?”
248
Tyson kafasını sallayarak ağzını Faith’in boynu
na doğru indirdi. “Tek düşündüğüm bu.” Tysonın
parmakları aşağı doğru kayarak etli yerlerinin ara
şma yöneldi ve arzudan kıvrandığı yerlere dokun
maya başladı.
Faith’in dizleri büküldü ve Tyson onu daha sıkı
kavrayarak düşmesini engelledi. Faith’in baldırla
rı arasındaki acı iyice keskinleşmişti ve onu tatmin
edebilen tek şey Tyson’m dokunuşlarıydı.
“Benim için ıslanıyorsun.”
“Senin için sorun mu?”
Tyson kafasını sallayarak onu omuzlarından öp
meye başladı. “Seni böyle ıslatmak hoşuma gidiyor,”
diyerek kaskatı olan aletini ona doğru itmeye baş
ladı.
Faith çok ateşli ve kıvranır haldeydi. Tyson onun
la böyle oynaşırken orgazm olması çok kolaydı ama
daha fazlasını istiyordu. Beş yıldan fazla zamandır
yaşamadığı bir şey yaşamak istiyordu. Ona tama
men sahip olmak istiyordu.
Faith yüzünü Tyson’a döndü ve Tysonın nem
li parmakları onun kasıklarından kalçasına doğru
kaydı. Faith ağzını Tyson’m ağzına doğru kaldırdı
ve gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Göm
leği pantolonunun içinden çıkartıp yere düşene ka
dar itti. Ardından da Tysonın kucağına çıktı. G ö
ğüslerini Tysonın sıcak ve sert göğsüne bastırarak
M 1)
yasladı ve elleriyle kavrayabildiği kadar onun ger
gin tenini kavramaya çalıştı. Faith mümkün oldu
ğunca uzun süre sevişmek istiyordu onunla, aynı
zamanda da bedeni titreyerek bir an önce rahatla
mak için kıvranıyordu. Tysonın göğsündeki kıl|ar
Faith’in memelerine değiyordu ve göbeğinin altın
daki tüyler belini gıdıklıyordu. Faith onu sanki son
yemeğiymiş gibi öpüyordu ve cildi ateşlenip sıklaşı
yordu. Faith avucunu Tysonın sertleşmiş aletine gö
türdüğünde Tyson da onun çıplak poposunu okşu
yordu. Pantolonunun üzerinden Tyson’ın sıcaklığı
nı hissediyordu. Penisinin sertliğinin her santimini
istiyordu ve onu ellerinin arasında sıkıştırdı. Tyson
kafasını kaldırarak Faithe doğru aşağı baktı ve nefe
si gürültülü bir şekilde gidip geliyordu. “Daha fazla
bekleyemem.”
Faith “Evet,” diye gidip gelen nefesinin arasından
cevapladı. Damarlarından şehvet ve ateş fışkırıyor
du. Tysona olan ihtiyacı hariç her şeyi yakıp kavu
ruyordu.
Tyson ayakkabılarını çıkartırken Faith de pan
tolonunun düğmelerini açıp sert kalçalarından aşa
ğı doğru indirdi. Sıra boxer şortuna gelmişti. Faith
avuçlarıyla sıcak kalçasından aşağı doğru şortunu
da indirdi. Penisinin ıslak başında bir damla belirdi.
“Çok yakışıklı bir erkeksiniz Bay Savage. Yarış bit
meden bu durumu sonlandırmayınız.”
“Ben bir profesyonelim.” Tyson derin bir nefes
ve ellerini çek ti. “ T e tiğ i e rk e n ç e k m e m .” P re z e r-
al^ p e n i s i n e y e rle ş t ir d i. “Şu ç a m a ş ır la r ım ç ık a rt.
Vfler p a rç a la n m a la rın ı is t e m iy o r s a n .” F a ith ’ e b a k tı
^ “A y a k k ab ıların k a ls ın ,” d e d i.
25 2
Tysonın nefesi ağırlaştı ve kasıldı. “Faith. Çok gü
zelsin. Ç°k sl*°- Tanrım.” Ardından, sanki bir kayayı
bir tepeden yukarı itip aşağı yuvarlıyormuş gibi uzun
b i r inleme duyuldu.
2 35
çalıştı. “Şu küçük salak golf antrenman sahanda i-
kadın oynadı ki?” ’a<?
“Şu salak’ ibaresini es geçeceğim çünkü hoşuma
gidiyorsun.”
“Kaç kadın çıplak olmak zorunda kaldı Savage?”
“Sadece sen.” Tişörtünden kavrayıp onu kendine
doğru çekti ve “Sen özelsin,” dedi.
Faith parmaklarını Tyson’m kollarında kaydırdı
ve omuzlarına dokunmaya başladı. Yüzük parma
ğındaki pırlanta ışıkta parladı. “Saat kaç?”
Tyson o lanet olası şeyi parmağından çıkartma
sını ümit ediyordu. Bir şekilde evli bir kadını beceri-
yormuş gibi hissediyordu. “Üç civarında.”
“Gitsem iyi olacak. Yarın bir antrenmanın ve ak
şam kazanman gereken bir hokey maçın var.”
“Antrenman on iki saat sürmüyor.” Ellerini
Faith’in kalçalarına götürdü ve tişörtünü yukarı kal
dırdı. “Uyumak için saatlerim var oysa seks için yak
laşık bir saatim kaldı.” Faith’in poposunu sıvazladı
ve “İşe koyulmalısın,” dedi.
Faith kafasını sallayarak parmaklarını Tysonın
saçlarının arasında gezdirdi. “Tüm gücünü tüketmek
istemiyorum. Detroit’in mavi hattına karşı güce ihti
yacın olacak.”
“Yedekte kullanmadığım gücüm var. Ben sü
per adam gibiyim. Tam bitmiş olduğumu düşündü-
256
rnde ^ yedeğe başvuruyorum ve milleti şaşırtı
yorum1-
Faith sanki şaka yapıyormuş gibi güldü. “Sana
uğursuzluk getirmek istemiyorum. Siz hokey oyun
cuları, hepinizin batıl inançlı olduğunu biliyorum.”
Tyson diğer çocuklar gibi batıl inançlı değildi.
Sadece dikkatinin dağıtılmasını istemiyordu. Det-
r0it bütün gücüyle mücadele edecekti ve buna ha
zır olması gerekiyordu. Hem fiziksel hem de zihin
sel olarak. “Bir kez aklımı oyuna verirsem diskten
kolay kolay vazgeçmem.” Faith’i tutup kendine doğ
ru çekti.
Faith bir kaşım kaldırdı ve “Yine sertleşmişsin,”
dedi.
“Golf oynayışını izlemek beni azdırdı.”
“O muhteşem geri doğru sallanışım mıydı?”
“Sallanışın berbat.” Tyson kafasını salladı ve yü
zünü Faith’in yüzüne doğru indirdi. “O muhteşem
popon,” dedi.
“Baban normalde ne zaman eve geliyor?”
“Saat altı gibi burada olur. Daha vaktimiz var.”
Faith elini Tyson’ın dövmesine götürdü. “Bu acı
mış mıydı?”
Faith Tysonın beline dokunduğunda Tyson ani
den iç çekti. “Kırık bir bilek kadar değil.”
Faith “Bileğini mi kırdın?” diye sordu ve çenesini
öpmeye başladı. “Ne zaman?”
“2001. Üçüncü turda. Şeytanlara karşı oynadı,
mız ikinci oyunda.”
“Buraya ne oldu?” Çenesini öptü ve elini pant0
lonunun önüne kaydırdı.
“Senin golf oynamanı izlerken sertleştim.”
Faith güldü ve avucunu penisinin başında gez
dirmeye başladı. “Onu biliyorum. Çenendeki yara
izini soruyorum.”
Bu çok uzun zaman önce olmuştu. Bu aralar hiç
bunu düşünmemişti. “Claude Lemieuv ve uzun bir
sopa. 1998. Colorado’ya karşı sezon dışı bir maç.
Yirmi dikiş.”
“Uf.” Faith dudaklarını boynuna götürdü ve di
ğer eliyle de pantolonunun düğmelerini açıyordu.
“Ben hiçbir kemiğimi kırmadım ya da dikiş atılma
dı.” Pantolonu kalçalarından aşağı kaydı. “Sadece bir
dövmem var.”
Tyson Faith’in sırtındaki küçük playboy tavşanı
dövmesini fark etmişti. “Evet ve çok seksi,” diyebildi
Faith boynunu emerken.
“Virgil nefret ederdi.” Omuzlarını ve göğsünü
öpüyordu. “Kimsenin onu bilmesini istemezdi. Za
rif kızların dövmesi olmazmış.”
Tyson “Virgil yaşlıydı ve neden bahsettiğini bil
miyordu,” dedi.
Faith Tysonın önünde diz çöktü ve aletini elle-
258
,jyle yukarı aşağı kaydırmaya başladı. Yeşil gözleriy
le Tysona bakarken "Bunu yapmayalı çok uzun za-
nıan oldu,” dedi. “Eğer hoşuna gitmezse, söyle. Du
rurum.”
Tanrım. Yumuşak dudaklarını penisinin başı
na dokundurmaya başladı ve Tyson kendinden geç
ti. “Evet. Eminim. Devam et.” Bundan sonra uzun
bir süre çok iyi hissedeceği kesindi. Faith onu ıslak
ve sıcak ağzına alırken Tyson parmaklarıyla saçları
na dokunuyordu ve bir süre sonra Faith’in gideceği
ni düşünüyordu. Bir gecede dört defa boşalmak onu
bir süre idare ederdi. Ardından Faith inledi. Tatlı ve
hoş bir titreşim boğazından yayıldı. Ve Tyson daha
fazla düşünmekten vazgeçti.
www.wehcanavari.npt
B ö lü m 14
26 0
| I ama goi alanına etkili atış yapamadılar Ma-
I in i ş i n e beş dakika kala Tyson diski keskin m-
I s0 frankie Kawczynski’ye gönderdi ve o da ka;a-
fahğın arasından bir vuruş yaptı. Disk kaleci Chns
Osgood’un eldivenlerini sıyırarak ağları boyladı ve
Chinooks ilk maçı 3-1’lik skor ile kapattı.
Maç bittikten on beş dakika sonra Faith, yanın
da Jules ile oyuncuların bekleme salonuna girdi,
Jules’un üzerinde kot pantolon, Chinooks tişörtü ve
koyu lacivert bir ceket vardı. Eğer tişörtü iki beden
dar olmasaydı alışılmadık şekilde incelikli görüne
cekti.
Faith odaya girerken gazetecilerden biri “Ovoın
hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu.
“Elbette çok memnun oldum. Şaşırmadım.” Mavi
ve kırmızı Chinooks tişörtünün üzerine yeni aldığı
kırmızı deri ceketi giymişti. “Takım buraya gelmek
için gerçekten çok çalıştı.”
“Takımla Detroite gidecek misiniz?”
Tam cevaplamak için ağzını açmıştı ki “Zan
net—“ Tyson soyunma odasından çıktı. Beyni don
du ve tüm düşünce akışını kaybetti. Kalçalarını ka
patan bol bir şorttan başka bir şey yoktu üzerinde.
Bir kaç saat önce onlar da yoktu üzerinde. Birkaç
saat önce tüm o sert kaslara ve pürüzsüz tene do
kunuyordu. Pantolonu dizlerindevdi ve onu ağzına
almıştı. Düzgün kaslarından bakışlarını çekip kıllı
göğsüne oradan da yüzüne baktı. Tyson mavi g(V/
feriyle Faith’in g özlerin e baktı ve bir kaşını kaldırdı
“Takım la D etro it’ e g id ecek m isin iz ?”
262
o y u n c u la r d a s o y u n m a o d a s ın d a n ç ık tı. O d a d a he
yecan h â k im d i v e h a v a y ı titre tip s e s le ri y ü k s e ltiy o r
du Faith c e v a p la r v e b e lli b e lir s iz y a n ıt la r v e riy o rd u .
Ya d a Ju le s a y ö n l e n d i r iy o r d u ; n e d e o ls a o detayla
rı b iliy o rd u . A m a h e p s in in ö t e s in d e F a ith , ta m a m e n
T y s o n ın f a r k ın d a o l m a k la m e ş g u ld ü .
263
haıth kalbının kabardığını hissetti. Tam
sünün ortasında. Tam soyunma odasının önünde
oyuncular, antrenörler ve gazetecilerin önünde.
Tyson ona bakmaya devam ederken “Yine de bu
sabah gazetede benim tam bir kontrolcü olduğum
eğer kendimi biraz daha bırakırsam sürekli kaba ve
asık suratlı olmayacağım yönünde demeç verdiğini
okudum,” dedi.
Faith mırıldanarak “Sürekli demedim,” dedi.
Seattle Times gazetesinden Jim “Ne?” diye sordu.
“Ne dediniz Bayan Duffy?”
“Sürekli kaba ve asık suratlı demediğimi söyle
dim.”
Gazetecilerden biri güldü ve “Savage herkesin
bildiği gibi huysuzdur. Ne zamanlar asık suratlı ol
madığını merak ettim,” dedi.
Tyson onu izliyordu. Eğleniyormuş gibi gülüm
süyordu ve Faith’in cevap vermesini bekliyordu. Fa
ith kendi kendine seks yaparken diye düşündü. Ge
çen akşam hiç de kaba ya da huysuz değildi. Hari
ka ve çok çekiciydi. Faith’i güldürmüştü ve inanıl
maz ama yanında rahat hissetmesine sebep olmuştu.
Faith’in uzun süredir kimseyle yaşamadığı bir şey
di bu. Ayrıca bu gece de kesinlikle asık suratlı de
ğildi. Faith “Önemli maçları kazandığında,” diye ce
vap verdi.
Biri Tysona Cumartesi akşamı Detroit’teki maç
264
•çin stratejiniz nedir? diye sordu. Ünündeki adama
cevap vermeden önce son bir kez Faithe baktı. “Ho
key birebir savaş verilen bir oyundur. Sadece bunu
aklımızdan çıkarmadan tüm savaşları kazanmalı
yız.”
Faith Jules’a döndü ve “Yarınki Chinooks Vakfı
toplantısını halledebilecek misin?” diye sordu.
Jules Faithe sonra da odanın diğer ucundaki
Tysona baktı. Ağzını açtı ve kapadı. Koyu kaşlarının
arasında bir çatılma belirdi. “Henüz bir plan yapma
mıştım ama istersen ayarlayabilirim,” dedi. Onu ra
hatsız eden bir his vardı.
Faith kafasını sallayarak kapıya doğru yürüdü.
“Gerek yok. Kendi notlarımı alabilirim.” Koridora
adımını attığında dayanamayıp Tysona son bir kez
bakmak için döndü. Etrafını saran diğer adamlar
dan daha uzun boyluydu. Geçen akşam yaşanan her
şeyi en küçük detayına kadar hatırlıyordu. Karanlık
taki suratını, ellerinin ve ağzının dokunuşlarını. Ge
çen akşamın suçunu Layla’ya yüklemek istedi ama
yapamadı. Kendine dürüst olacaksa bunu yapamaz
dı. Geçen akşamın tüm sorumluluğu kendisine aitti.
Gizli hiçbir amaç, kandırmaca yoktu. Sadece para
sı için bir erkeği istiyormuş gibi davranmak da yok
tu. Geçen akşamki davranışları için Lavla’ yı suçla
yamazdı. Faith tamamen kontrol altındayken bunu
yapamazdı.
Faith uzaklaştı ve asansöre yöneldi. Geçen ak
şam, tamamen istediklerini yapmak ile alakalıy
dı. Brooklyn Deniz Ürünleri Lokantasında oturup
Tyson’m masanın altından ona dokunmasına izin
vermesi ile alakalıydı. Ve kendisinin de ona doku
nup, durumu bir adım öteye taşıması ile alakalıydı.
Bunları o yapmıştı, Layla değil. Arkasında saklan
mak için yarattığı vahşi ve utanmaz kişi değil. Ge
çen akşam tamamen Faith’in olanlara izin vermesi
ve utanmadan davranması ile alakalıydı.
Eve dönerken VirgiFin ölümünden sonraki yaşa
mı hakkında düşündü. Virgil ölmeden önce hoş ve
rahat bir hayat yaşıyordu. Öyle bir hayat ki, çoğu za
man verdiği en büyük karar o gün ne giyeceğine da
irdi. O kişi, o Faith asla olayların akıp gitmesine izin
vermez ve bir adamın elini alıp kasıklarına götüre
mezdi.
Bentley’ini park ettikten sonra asansörle üst kata
çıktı. Bu kadar kısa sürede hayatı çok değişmişti. Ya
vaş ve durağan bir hayattan, toplantıların ve etkin
liklerin ardı arkasının kesilmediği fırtınalı bir ha
yata geçmişti. Kararları ne giymesi gerektiğinden o
sezon hangi oyuncuya ne kadar ödenmesi gerektiği
yönünde radikal olarak değişmişti. Sorumlulukları
çok fazlaydı. Eğer durup dinlenmeye ve yaşadıkları
nı düşünmeye fırsatı olsa herhalde bir kenarda bü
züşüp kalırdı. Çatı katının kapısını açıp içeri girdi
ğinde havlayarak onu karşılayan, Pebbles’dan başka-
266
j değildi' M u tfağ ın ışığ ı da ya n ıyord u . H ayret ki a n
nesinin o d a sın d a n in le m e sesleri ya da otu rm a o d a
sından ‘Seks terap isi’ sesleri yan k ılan m ıy o rd u .
Faith mutfağın yanından hole, oradan da odasına
geçti. Ceketini çıkartıp bir sandalyeye attı. Virgil’le
bu eve en son ne zaman geldiklerini hatırlayamıyor
du ama ondan hiçbir iz yoktu. Ne bir kıyafet, kravat
ne de bir ayakkabı, tarak. Diş fırçası bile banyo mer
merinin üzerinde yoktu.
Ona ait olan tek şey David Copperfield kopyasıy
dı. Faith onu son gün büyük evden ayrılırken yanı
na almıştı. Yatağın üzerine oturup lambalardan biri
ni yaktı. Faith komodinin üzerinden kitabı alıp koyu
kahverengi cildine dokunurken Pebbles kucağına
atladı. Kitabı burnuna götürerek eski kağıt ve nem
li deri kokusunu içine çekti. Virgil her zaman paha
lı parfüm kokardı. Ama kitapta ona dair en ufak bir
iz yoktu.
Pebbles, Faith’in kalçasının yanında üç tur ata
rak baldırının yanma uzandı. Faith’in gözyaşları dö
külürken parmaklarını köpeğin kalın tüylerinin ara
sında gezdirmeye başladı. Virgil’i özlüyordu. Onun
la arkadaşlığını ve onun erdemlerini özlüyordu.
Ama gözlerini kapadığında hayalini kurduğu rah
metli kocası değildi. Başka bir adamdı. Kolay kolay
gülümsemeyen bir adam. Ama ağzıyla başka muh
teşem şeyler yapabilen bir adam. Kollarının arasın
da güvende hissetmesini sağlayan hoş ve güçlü bir
267
adam. Odanın bir ucundan ona baktığında mides
nin ağırlaşmasına sebep olan adam. Ona doğru •
dip sarılma isteği uyandıran adam.
Faith gözlerini açtı ve bir damla yaş yanağından
süzüldü. Kocasını yeni gömmüştü ama kendini baş
ka bir adamı düşünmekten alıkoyamıyordu. Onun
hakkında ne söylerlerdi? Korkunç bir insan olduğu
nu mu? Landonun hep onu suçladığı gibi ahlâksız
ve korkunç bir insan olduğunu mu?
Yas tutmakla ilgili okuduğu bir kitapta bir kişinin
flört etmeye başlamadan önce en azından bir tam yıl
beklemesi gerektiğini okumuştu. Gerçi geçen akşam
Tyson ile yaşanan şeye bir flört denebilir miydi? Ha
yır. Pek değil. Bir kıvranmayı dindirme, işin ucunu
bırakma ve rahatlama denebilirdi.
Peki ama eğer yaşananlar bunlardan ibaretse bu
akşam hissettikleri neydi? Neden ona doğru gidip
çıplak göğsüne dokunmak istemişti? Özellikle de
bu arzuyu bir gecede dört kez tatmin ettikten son
ra. Fazla abartmış olmuyor muydu? Eğer yaşananlar
sadece seks ile ilgiliyse bir süre rahat duramaz mıy
dı? Özellikle de o kadar uzun bir süre beklemiş biri
olarak.
Elini Pebbles’ın tüylerine götürdü ve köpek de
dönüp Faith’in karnının üzerine yattı. Seksten daha
fazlası vardı. Onu korkutan başka bir şeyler vardı.
Aşk değildi. Tyson Savage’ı sevmiyordu. Birkaç kez
268
\
sevmişti ve nası* ^ir ^is buğunu biliyordu. Sevgi
hoş. sıcak ve huzurlu bir duyguydu —Virgile besle
diği duygular gibi. Ya da ateşli ve tüketiciydi —daha
önceki erkek arkadaşlarına karşı hissettiği gibi. Yan
lış bir şey yapıyormuş gibi hissetmemişti, sanki tek
hir yanlış hamlede hayatı ayaklarının altından kayıp
gidecekmiş gibi.
Bu sevgi değildi. Bu gerçekleşmeyi bekleyen bir
felaketti.
269
“Vücudundaki kemiklerin yarısını kırdı. F e l ç 0 1
madiği için şanslı.” Miranda masanın üzerine bir k
lem koydu. “Bakıcıları tam bir baş ağrısı olduğunu
söylüyorlar.”
Miranda’nm bahsettiği ikinci bağış kampanyası
nitelikli çocukların buz hokeyi kamplarına gidebil
mesi için burs temin edilmesi ile alakalıydı. Üç ana
kritere dayanıyordu. Yetenekli olan çocuklar okulda
en az 3.00 ortalama tutturmak, vasatın üzerinde ho
key oynuyor olmalı ve düşük gelirli bir aileden geli
yor olmalıydılar.
Üçüncü kampanya ‘Ümitler ve Dilekler Fonu’
üç aşamalı yaklaşımla Washington’daki çocuk has
tanelerine para yardımı yapmakla ilgiliydi. Aşama
lar şu şekildeydi; araştırma, fınansal yardım ve ço
cuk hastalıkları konusunda toplum bilinci. Faith üç
kampanyanın da basın bildirilerini, tanıtım notları
nı okudu ve bir sürü soru sorup bir de yorum yaptı.
Her kampanyanın ne kadar para bağışı yaptığını öğ
renmek istiyordu. Genel gider ve yönetim masrafla
rına ne kadar bütçe ayrıldığını öğrenmek istiyordu.
Ve yakın gelecekte vakfın planlan neydi?
Bazı basın bildirilerini okurken “Sanırım halk
la ilişkiler burada epey sıkılmış,” dedi. “Toplumu
bize destek oldukları için desteklemeliyiz. Bu vak
fın amacı reklam yapmak olmamalı. Ya da daha fazla
bilet satmak. Gloria Thormvell Cemiyeti’nde öğren
diği bir şeydi bu. Ve son zamanlarda buna o da inan
27 0
maya başlamıştı. Bir şahıs ya da kurum doğru se
beplerden dolayı bağışta bulunmalıydı , şöhret için
değil- Bazıları sonuç değişmediği sürece fark etme
yeceğini öne sürüyordu. Faith bu argümanı da an
layabiliyordu ama o kadar çok sosyetik tanımıştı ki,
sadece dergilerde fotoğrafları yayınlansın diye et
kinlik düzenliyor ya da bağış yapıyorlardı.
Miranda şaşırmış görünüyordu. “Katılıyorum.
Ben bu konuda hep yalnız kaldım. Bizim depart
manda tanıtım konusunda çok agresif olan küçük
bir kız var.”
Faith gülümsedi. “Bo. Ben onunla ilgilenirim.”
Ertesi akşam Chinooks’un Detroit maçını izle
mek için Bo ve Jules ile bir barda buluştular. İlk yarı
oldukça eşit başladı. Chinooks’un on gol vuruşu ve
Kırmızı kanatların on iki gol vuruşu oldu. Bitiş dü
düğüne iki dakika kala Kırmızı Kanatlar skoru 4-3
yaptı.
İlk arada Faith, Bo ve Jules’a Miranda ile yaptı
ğı görüşmeden bahsetti. Bağış organizasyonları ile
daha fazla ilgilenmeye niyeti olduğunu anlattı.
Bo, Becks birasından bir yudum alırken “Senin
konuya dahil olman daha iyi reklam anlamına gelir.
Ben bu konuyla ilgilenirim,” dedi.
Faith gülümseyerek “Bağışlar için reklam kıs
mında rol almak istemiyorum,” dedi. “Eminim her
etkinlik için iyi bir reklam ve tanıtım kampanyasına
ihtiyacımız olacak. Fakat gerçekten iyi hedeflenmiş
kampanyalar hazırlamak isteyeceğimizi düşünüyo
rum. Seninle ve Jim’le daha elle tutulur bir şeyler ol
duğunda bir araya geleceğim.”
Bo omuz silkti ve “Golf turnuvası etkinliği tem
muz ayında. Buna ne kadar dahil olmak istediğini
bilmemde yarar var,” dedi.
ikinci yarı başlarken Jules gözünü ekrandan ayı
rıp bara doğru baktı ve “Golf oynuyor musun?” diye
sordu.
Faith Tyson’m evindeki golf antrenman sahası
nı düşündü. Onun tişörtünü giydiği geceyi. Onun
tişörtünün çıplak tenine değen pamuk yüzeyini ve
çenesinin altından, yaka kısmından gelen Tysonın
kokusunu. Topa vururken Tyson’ın onun arkasın
da durduğu anı düşündü. “Hayır. Ama şu golf ara
larından birini kullanabilirim,” diye cevap verdi.
Merlot’undan bir yudum aldı. Ekranda Tyson ı so
pasının ucunda disk ile buz pistinin üzerinde kayar
ken izliyordu. Diski Sama gönderdi ve filelerin ar
kasından diğer tarafa doğru kaydı. Sam diski tek
rar Tysona verdi ve Detroit oyuncularından biri
tam mavi hattın içinde Tysona çarptı. İkisi de dis
ki kazanmak için dirsek dirseğe mücadele ettiler.
Tysonın kafası geri savruldu ve düdük çaldı. Hakem
defans oyuncusunu işaret ettiği sırada Tyson bir eli
ni kaldırmış yüzünü tutuyordu.
272
jules masanın üzerinden bara eğilerek “Sopanın
ucUyla darbe aldı,” dedi.
Tyson elini indirdiğinde kanlar sol kaşından ya
nağına akmaya başladı.
Faith yüksek sesle seslendiğini fark etmeden
“Yüzü olamaz!” diye haykırdı. “Yüzüne vurma
yın” Biri karnına vurmuş gibi hissediyordu. Defans
oyuncusu penaltı kulübesine doğru kayarken Kır
mızı Kanat taraftarları durmadan bağrışıyorlardı.
Chinooks teknik direktörlerinden biri Tysona bir
havlu uzattı. Tyson yüzünü silerken bir yandan da
büyük ekranda pozisyonun tekrarını izliyordu.
Faith “Hastaneye gitmesi gerekmez mi?” diye
sordu. Bo ve Jules delirdiğini düşünürcesine ona
bakıyorlardı. Jules işaret ederek “Sadece bir kesik,”
dedi.
Teknik direktör kaşına bakarken Tyson kanlı
havluyu yüzünden çekti. Faith’in midesindeki sıkış
ma biraz daha artmıştı.
Bo kafasını sallayarak “Iyhh. Sanki şah damarına
denk gelmiş gibi kanıyor,” dedi.
Jules işaret ederek “Şah damarı insanın kalbinde
dir, yüzünde değil,” dedi.
Bo birasını masaya koyarken “Biliyorum lanet
olası. Bir durumu imâ etmek için kullanılan abartılı
bir söylem bu sadece, dedi.
“Buna salaklık derler.”
273
Faith elle rin e m a sa n ın ü z e rin e koyarak “ K e sin
şunu. T anrı aşk ın a siz ik in iz k aç y a şın d a sın ız ?” ü e jj
ve ekledi “T yso n az ö n c e y ü z ü n e b ir d arb e aldı Ve
ciddi olabilir.”
i.
ti. “İçeri gir,” diye adeta emretti. Ya yorgunluktan ya
da şehvetten, belki de her ikisi birden, sesi oldukça
kırçıllı ve sert geliyordu.
Tyson kapıyı açtı ve Faith oturduğunda dönüp
Tyson a baktı. “Benim için ne gibi bükülme pozis
yonları düşündün?” diye sordu.
Tyson “Benim yatağımın bir ucundan diğer ucu
na kadar kıvrılacağımız pozisyonlar,” diye cevap
verdi.
Faith diğer ayağını da içeri alıp Tysonın geniş ya
tağını hayal etti. “Bu uzun sürebilir.”
“Kesinlikle.”
27^
B ö lü m 1 5
“Öğleye az kaldı.”
“Aman Tanrım!” Doğruldu ve beyaz çarşaf beline
kaydı. “Çok geç olmuş.” Ani bir panik kalbinde dü
ğümlendi ve midesini sıkıştırdı. Bir adamın yatağın
da en son uyanalı... ne kadar zaman geçmişti bilmi
yordu. Göğüslerini kapamak için çarşafı yukarı çek
ti ve omuzunun üzerinden Tysona bir bakış attı. Gri
bir tişört ve şort giymişti. Oldukça rahat ve dinlen
miş görünüyordu. “Giyinmişsin.”
‘ Koşu bandında 5 km koştum.”
280
i
“ Ve b e n i u y a n d ır m a d ın ? ”
Siyah şal d e s e n li s ırt y a stığ ın a y a sla n ıp e lle rin i
başının a rk a sın d a b irle ş tird i. “ K e n d in d e n g e ç m iş
tin,” d e rk e n b a k ış la r ı ç ıp la k p o p o s u n a k a y d ı. “ Sa a t
beşe k a d a r u y u m a d ın .”
“ Se n de.”
281
“Faith?”
Faith, Tysona bakarak “Evet,” dedi.
“Söylediğimi duydun mu?”
“Antrenmana gitmen gerek.”
Tyson ağzını onun omzuna yaklaştırarak hafifçe
ısırdı. “Dönerken seni almak istiyorum. Bellevue’de
keşfettiğim bir İtalyan restoranma götürmek mese
la. Servis kötü ama yemekler güzel.”
“Hayır!”
Tyson aniden kafasını kaldırıp Faithe baktı.
Faith’in düşünmesi gerekiyordu. Kendini ve haya
tını kontrol altına almalıydı. Takımının kaptanıyla
flört edemezdi. Kocası yeni ölmüştü. Bunu daha faz
la devam ettiremezdi.
Tyson birkaç nefes aldıktan sonra “Tamam,”
dedi.
“Demek istediğim...” Ne demek istemişti ki?
“Zannettiğin gibi değil. Demek istediğim...”
“Ne demek istediğini biliyorum. Sadece seks yap
mak istiyorsun, hepsi bu.”
Bunu mu demek istemişti? Hayır. Evet. Kafatası
nı geren karmaşıklığın ötesinde hiçbir şey düşüne-
miyordu.
Tyson omuzlarını silkip ayakkabılarım ve çorap
larını çıkarttı.
“Bu konuda rahatım. Bir sürü kadın hokey oyun
cularıyla yatmak ister.” Tişörtünü kafasından çıkar
282
tırken h iç de s e r in k a n lı g ö rü n m ü y o r d u . B ira z k ız g ın
Ö rünüyordu. T iş ö r t ü o d a n ın d iğ e r u cu n a fırla ttı ve
Faith’in tu ttu ğ u ç a r ş a fı a n id e n çekti.
“ T y s o n !”
“Şimdi nerede durm am ız gerektiğini biliyoruz.”
Omuzlarından tutup onu yatağa yatırdı.
“ Ç ıld ır m ış s ın .”
Tyson kafasını sallayarak Faith’in üzerine doğru
elleri yastıkların yanından gömülene kadar abandı.
“Öncesinde sadece kibar olmaya çalışıyordum. Ar
tık bu konuda endişe etmeme gerek kalmadı.”
Faith ellerini Tysonın göğsündeki sert kaslara
götürdü. “Kibar olman hoşuma gidiyor.”
“Çok kötü.” Suratı Faith’in boynuna doğru gö
müldü.
Faith uykuya dalmadan önce iki kere sevişmiş
lerdi. Sonuncusu Tysonın vücut masajı yapan küve-
tindeydi. Bu da saçlarının berbat halde dağınık ol
duğu anlamına geliyordu. Tyson boynunu öperken
Faith’in kaşları çatıldı. Hayatı tam bir karmaşaydı ve
o saçlarını dert ediyordu.
Ilık nefesi Faith’in boynunda ve göğüslerinde do
lanırken “Artık kibarı oynamak istemiyorum,” dedi.
Faith tansiyonunun biraz düştüğünü hissetti.
“Nasıl oynamak istiyorsun?” diye sordu.
T y s o n ’m ağzı Faith’in b o y n u n d a d o la n ır k e n , ıs ır
m a k iç in b ir ara d u rd u ğ u n d a K a b a , d iy e c e v a p v e r-
di. Bacaklarından tutup Faith’i aşağı doğru kavd
sağ göğsünü ve meme ucunu emmeye başladı. Hern
biraz kızgın hem de şehvet dolu görünüyordu Di
ğer göğsünü avuçlarken Faith’in sıcak ağzını kendi
ağzına götürdü. Faith’in geçen akşamki sevgilisi git
mişti. Büyük elleriyle her yerini mıncıklayıp okşa
yan adam gitmişti. Acele etmeden, onun tepkilerini
tartarak davranan adam gitmişti.
Tyson, Faith’in diğer göğsüne bakıp sertleşmiş
ucunu diliyle uyarmaya başladı. Sert elleriyle yumu
şak bedenini adeta yoğuruyordu. Tanrı yardımcısı
olsun. Ama Faith’i gerçekten tahrik ediyordu. Faith
bir avuç dolusu çarşaf ve yastığı alıp arkasına yas
landı. Boğazmdan gelen derin bir sesle inledi. Tyson
güldü.
“Böyle sert olmaktan hoşlandığını bilseydim,”
dedi bir yandan Faith’in bedenini ısırıp öperken “ki
barı oynamakla vakit kaybetmezdim.” Kalçasını öp
meye başlayıp bacakları arasında durmadan önce
göbeğini öpmeye başladı. Tyson, ağırlaşmış göz ka
paklarının ardından kargaşa içerisindeki masma
vi parlayan gözleriyle Faithe bakarken, bir yandan
da baldırları arasındaki hassas bölgeyi öperek Faith’i
baştan çıkartıyor ve arzuyla kıvranmasına sebep
oluyordu. Tam çaresizlikten çığlık atmak üzereyken
Tyson emredercesine “Bacaklarını omuzlarıma koy,”
dedi. Sonra da baldırlarından ayırıp onu ateşli ağzı
nın içine aldı. Az önce göğüslerine gösterdiği neza-
•V
eti artık göstermiyordu. Onu öylesine öpüyordu ki,
anki Faith’in orada bulunma amacı tamamen onu
^etfinun etmekti. Onu ağzıyla ve diliyle mest edi-
0rdu. Ve Tanrım, bu da Faith’ in çok hoşuna gidi
yordu. Layla’yı suçluyordu.
280
sini kalabalığın çığlıkları bastırıyordu. Hayranlar
ayaklarını yere vurup klakson çalıyorlardı. “Orta sa
hada oynuyor. C h in ooksu n kaptanı. Tyson S-a-a-v-
a-a-a-a-ge!”
Tyson tünelden fırlatılm ışçasm a kafası önde fi
şek gibi sahaya çıktı. Cam gibi buzun üzerinde ta
kım arkadaşlarının yanından süratle kayıp geçti ve
patenlerini aniden yana döndürüp etrafa buzlar sa
çarak birden durdu. Hayranları iyice vahşileştiler.
Tyson şeref tribününe baktı. Faith korkulukların
önünde ayakta duruyordu. Yüzünü tam olarak göre-
miyordu ama ona baktığını biliyordu. T yson ın göğ
sü sinirden sıkıştı. Orantısız bir sinir midesini yaka
rak adeta bir delik açtı. Faith’le olan ilişkisi göz önü
ne alındığında siniri biraz fazlaydı ama yine de göz
kapaklarının kısılıp gözlerinden kıvılcım lar çıkma
sına sebep oluyordu. Kırmızı Kanatların defans hat
tı için hiç de iyiye işaret olmayan kıvılcımlar.
www.webcflnavari.net
290
B ö lü m 16
291
Bu sabah Faith uçağa binerken Tyson n eredey
se ona bakmamıştı. Faith herkesin, ikisinin iyi geçj.
nemediğini düşündüğünü biliyordu. En son beraber
olmalarından sonra Tysonin rol yapıp yapmadığım
merak ediyordu.
Diğer oyuncular onu fark etmişlerdi. Kısa bir
merhaba Tvsoni öldürmezdi. Tabii Tyson'ı çok kız
dırmış ve bir daha onunla beraber olm ak istememe
sine neden olmuş olabilirdi.
Faith koridorda dağıtılm akta olan protein yük
lü keklerden bir tanesini alıp Julesa uzattı. Tereya
ğı gibi görünen püskürtmeli şeyi Julesa uzatırken
“Gerçek tereyağı nerede?” diye söylendi. Tysonın
bir daha onu görmek istemeyecek oluşu neden onu
bu kadar kızdırıp koltuğunun arkasına bir tekme
atma isteği uyandırıyordu? Zor. “Okuduğum a göre
hokey oyuncularının günde en az üç yüz elli kalori
lik protein tüketmeleri gerekiyormuş,” diye geveledi.
“Bu kadar çok kalori aldığını düşünebiliyor musun?
Iyhh bir de tereyağı verdiklerini zannediyorlar,” di
yerek önündeki tepsiyi indirdi ve kekini tepsiye koy
du. Yanlış bir şey mi yapmıştı? Yani toplum içinde
onunla yemek yememek dışında? “Eğer o kadar çok
kalori alabilecek olsaydım em in ol ki kekim gerçek
ten tereyağlı olurdu. Ve içinde çikolata parçalan. Ya
da daha iyisi fındıklı muzlu bir kek olurdu” Tysonın
gazetesi hışırdadı ve Faith’in göğsünde bir sıkışma
oldu. Eğer Tyson artık onunla beraber olm ak istem i
292
yorsa. Failli oıumla nasıl yü/leşecekti? Alı hır dc ta
j,ü tüm keki gerçek latle ile kaplardım Yağsız, şeker
siz ve çırpılm am ış cılız keklere son verirdim.'’
.w
suyu şişesini ağzın a g ö tü rü p b ir y u d u m aldı. Dün
ak şam k i m a çın h ey e c a n ı d irek t b a şın a vurm uştu
C h in o o k s’u n D etro it’i h e z e y a n a u ğ ıa tış ı tüm stad
yu m u ayağa k a ld ırm ıştı ve F a ith ’in tü y le ri diken di
ken olm uştu. O rga n iz e o lm u ş b ir k a o s y e rin e yete
nek ve ço k ç a lışm a n ın iz le rin i g ö rm ü ştü . İyi yön etil
m iş bir o yu n taktiğ i ve h a ssasiy e t. B ö y le sin e kontrol
dışı olan b ir o to k on trol. İlk d e fa V ir g il’in h o k e y aş
k ın ı anlam ıştı.
D ü n ak şam son d ü d ü k ç a lıp m a ç bittiğin d e
ve arenad aki h a y ra n la r ç ılg ın a d ö n d ü ğ ü n d e Jules
Faithe, takım la ç o k az sey a h a t e ttiğ in i v e b u n u daha
sık tekrarlam asın ı g öz ö n ü n d e b u lu n d u r m a s ı g erek
tiğin i söylem işti.
Şim di gü n ışığ ın d a T y so n o n u y o k s a y a rk e n arka
k oltuğunda o tu ru y o r o lm a k h iç d e iy i b ir fik ir gibi
g örü nm ü yordu . B ira z a c e le y le v e r ilm iş b ir k a ra r o l
m uştu. Tıpkı e vin d e n sa d e c e b ir y a ğ m u r lu k la k o ş a
rak çık m ası gibi.
M eyve su yu n u te p sin in ü z e rin e b ır a k tı. T e p e s in
d eki ışık p arm a ğın d a k i p ırla n ta a ly a n s ın ı p a r la tıy o r
du. Ü ç m ü k em m el pırlan ta p a r m a ğ ın d a p a rlıy o rd u .
B u y ü zü k h er zam an k e n d in i ö n e m li, ş ık v e z en gin
h issetm esin e sebep olm uştu. Ş im d i o n a b a k a rk e n
sad ece k afası karışıyordu. San k i b ir s ü rü fa rk lı y ö n e
d o ğ ru çekiliyordu ve h an gi ta ra fa g itm e si g e re k tiğ i
ni b ilm iyord u . İki ay önceki k işi d e ğ ild i a rtık . H a y a tı
ta m a m e n farklıydı. Yem ek p la n la rın d a n v e y a ş lı k o-
294
asının ih tiy a çla rın d a n d a h a fazlası vardı artık. Ar-
[,1c C h in ook s o rg a n iz a sy o n u n u n nasıl işlediğini ve
hokey o y u n u n u n k u r a lla rın ı an lam aya başlam ıştı.
gağiŞ fo n la rı a d ın a ç a lışm a k için sabırsızlanıyordu.
295
Faith, Virgil’in ona aldığı siyah elbisesinin kr
zı düğmelerini kapatıyordu. Bu elbiseyi evlilik/^-'
nin ilk yılında Çine yaptıkları seyahatte almıştı El'
bisenin arkasında siyah bir ejderha nakışı vardı Kır
mızı Valentino marka yüksek topuklu kırmızı ayak
kabılarını giymişti. Saçlarını kırmızı çubuklarla tut
turup gözlerine siyah kalem çekmişti. Bir peçeteyle
koyu kırmızı rujunu hafifçe düzeltti. Çikolata parça-
cıklı bir kek lavabonun kenarında duruyordu. Am
balajını açıp rujunu bozmamaya özen göstererek ağ
zına tıkıştırdı. Tüm günü otelin güzellik salonunda
komple masaj, manikür ve pedikür bakımı ile ge
çirdikten sonra odasına döndüğünde kek onu bek
liyordu. Pembe ve beyaz çizgili bir kutunun içinde
kahve masasının üzerinde duruyordu. Üzerinde ye
rel bir pastanenin logosu vardı.
Gülümseyerek Jules’u düşündü. O sabah tama
men farklı sebepten ötürü kepekli yerine çikolata
parçalı kek için söylenip durmasından dolayı tüm
gün şehirde çikolatalı kek aramış olabileceğini dü
şündü.
Küçük siyah çantasına kırmızı rujunu atarken
kapı çaldı. Aynada kendine baktıktan sonra oturma
odasma yürüdü.
Kapıyı açtığmda, Jules “İyi görünüyorsun,” diye
rek Faith’i baştan aşağı süzdü. Jules siyah bir panto
lon ve kırmızı ipek bir gömlek giymişti. Jules için
sakin renklerdi. Uyumluyuz.” İkisi asansöre doğru
,ürürken F a ith “ Y e m e k t e k im le r o la c a k ? ” d iv e s o r
du.
Jules “Takımın çoğu” diye cevaplarken asan
sörün yukarı düğmesine bastı ve asansöre bindi
ler. Seyahat acentesi teknik direktörler lobisindeki
özel şarap odasını ayırtmıştı. Teknik direktörler lo
bisi yetmiş üç katlı Detroit Marriott’un çatı karın
daydı. Restoranın nefes kesen panoramik bir Detro
it ve Kanada manzarası vardı. Faith ve Jules içeri gir
diğinde neredeyse herkes masadaydı ve mezelerden
atıştırıyorlardı. Hepsi tarz takım elbiselerini giymiş
ve kravat takmışlardı. Eğer dağınık görünen sakal
ları ve yüzlerindeki yara bereler olmasa, sıradan iş
adamları gibi görünüyorlardı.
Tyson masanın en uzak ucunda ayakta durmuştu
ve bir eli Danielin sandalyesine yaslanmış, bir yan
dan genç adamla konuşuyor bir yandan da masa
nın beyaz örtüsü üzerinden diğer eliyle ona bir şey
ler anlatıyordu. Beyaz mavi çizgili bir gömlek giy
mişti ve yakası açıktı. Konuşurken bir an bakışla
rı Faith’inkilerle buluştu ve eli durdu. Uzun masa
nın ortasında teknik direktör Nystrom ve Darby nin
arasına otururlarken mavi gözleriyle onları izliyor
du. Karşılarında Sam ve Blake vardı.
Blake “Bu akşam çok güzel görünüyorsunuz Ba
yan Duffy, diye iltifat etti. Blake’in kıllı yüzünden ivi
bir bakış daha almıştı. Hâlâ şu talihsiz Hitler bıvıgı
ve ona uygun çene sakalı duruyordu.
"Teşekkür ederim Bay Conte,” diye gülümseye
rek cevap verdi ve şarap listesini açtı. G ö z le rin in
kenarıyla Tysonın, Sam’in birkaç sandalye ötesinde
masanın ucundaki son boş koltuğa yönelip oturuşu'
nu izliyordu. “Tüm günü masajda geçirdim. M a sö
rün elleri muhteşemdi. Sıcak yağ ve ısıtılmış taş kul
landı. Ölüp cennete gittiğimi sandım. Çok rahatla
mıştım. Resmen ağzımın suyu aktı.” Bakışlarını kal
dırdığında kendisine bakmakta olan kafalarla karşı
laştı. “Hem kırmızı hem de beyaz şarap mı ısmarla
yacağız?”
Teknik direktör Nystrom kravatım düzelterek
“Elbette,” dedi.
Darby “Oyunculardan çoğu maçtan önceki gece
içki içmezler,” dedi. Faith nedense bunun doğru ol
madığını biliyordu.
“Tam tahıllı kek. Portakal suyu. Beyler siz hiç
tehlikeli yaşamıyorsunuz.” Elini Jules’un koluna ko
yarak “Ah sana kek için teşekkür etmeyi unuttum,”
dedi.
“Ne keki?”
“Odamdaki çikolata parçalı kek. Gerçekten çok
hoştu. Teşekkürler.”
Jules menüyü açarken “Sana güzellik salonunda
rezervasyon yaptırdım ama kek ile ilgili bir şey bil
miyorum. Belki otelin ikramıdır. İş organizasyonla
rının yapıldığı bir otelde kek ikramı almak?”
298
k
Faith arkasına yaslandı ve masanın ucuna doğru
Tysona baktı. Boş gözlerle menüyü okurken suyun
dan bir yudum aldı.
Blake garsona siparişini verirken “Bana kek ver
mediler,” dedi. “Sana Sam?”
Sam kafasını sallayarak “Hayır,” dedi ve tavada
kızartılmış levrek siparişini verdi.
Faith “Bana çikolatalı kek gönderdin mi Darby?”
diye sordu.
“İstediğini bilmiyordum.”
“Bu garip.” Faith bir an için Tyson’ı düşündü ama
sonra hemen bu düşünceden vazgeçti. Gazetesiyle
o kadar meşguldü ki onun arkasında oturduğunun
farkında olduğundan bile şüpheliydi; onun söyledi
ği bir şeye en ufak şekilde dikkat etmemişti belki de
. Şaibeleri kafasından uzaklaştırarak Sezar salatası,
tavuk ve 1987 Alman beyaz şarabı ısmarladı.
Faith’in etrafını yarın akşamki maçla ilgili ko
nuşmalar sarmıştı. Teknik direktörler ve oyuncular
Zetterberg ve Datsyuk’u nasıl kontrol edebilecekle
rini konuşuyorlardı. Geçen sene final turunda Pen
guenlere çifte bela olan ölümcül tehdit. Faith yeme
ğini yiyip şarabını içiyordu ve sıradan birkaç soru
yu yanıtlıyordu. Yemek sırasında birkaç defa kendi
ni Tyson’ı izlerken buldu. Etrafındaki diğer adam
larla şakalaşıp konuşmasını ve büyük bonfilesini ke
serken ya da suyuna uzanırkenki ellerini izliyordu.
299
Darby “Maçtan önci* ııc yapacaksınız?" diye sordu
Faitlı gözlerini Tyson’m parmaklarından ayırıp
"Bilmiyorum. Fininim buralarda alışveriş; yapılacak
güzel yerler vardır. Gen;i yeterince yaptım,” dedi.
Daııiel “Yeni bir gazino açıldı,” diye tavsiye etti.
“Nevada’da doğııp büyüyünce kumar bir şekilde
çekiciliğini kaybediyor,” diye cevap verdi Faith.
Teknik d ire k tö r N y s tro m “ N e h ir k e n arın d a in
sanları paten k a y ark e n g ö rd ü m ,” d e d i.
300
“ |.;n a z ı n d a n b i r s t i l i m v a r K a r l s s o n . ”
Ha i t h m a s a n ı n u cu n d a oturan Johan K a r l s s o n ’a
ç iz g ili b i r g ö m l e k , k a l ı n s a r ı b ı y ı k l a r v e W i l l l a r r e l l
t ip i k a b a r ı k s a ç l a r .
y u m u r t a y i y e n stili,” d i y e t a k ı ld ı.
303
Paten kaymayı öğrenmekle ilgili ciddi değildi
ten. “Düşüp bir yerimi incitmek istemiyorum” '
“Bunun olmasına izin vermem. Ve bir daha
cut masajı istediğinde beni ara.”
Faith neredeyse gülümseyerek “Yokmuşum gibj
davranmak konusunda bu kadar başarılıyken bu na
sıl olacak?” diye sordu.
Tyson dudaklarını Faith’inkilerde gezdirirken
“Bunun için bir ödül almalıyım,” dedi.
Faith ellerini Tyson’ın göğsüne koyarak itti ve
“En azından bir merhaba diyebilirdin,” dedi.
“Hayır diyemezdim.” Tyson ellerini iki yanına in
direrek kapıya dayandı ve “Riske atamazdım,” dedi.
Faith odanın diğer ucuna yürüyerek televizyonu
kapattı. “Bu da ne demek oluyor?”
“Sana merhaba dediğimde on kilometre içerisin
deki herkesin seninle seviştiğimizi anlayacağından
korkuyorum demek oluyor.”
Faith televizyonun kumandasını masanın üzeri
ne bıraktı. “Ah.”
Tyson ona doğru yürürken “Ve şu demek oluyor,”
diye devam etti “on kilometre içerisindeki herkesin
seni en son çıplak gördüğüm akşamı hatırladığımı
fark etmesinden korkuyorum. Ve sana karşı biraz
sert olduğumu, bundan dolayı üzgün olmam gerek
tiğini ama çok güzel olduğu için hiç üzgün olmadı-
304
„ fark etmelerinden korkuyorum. Ayrıca seninle
yaşadığım her an çok güzel ve bunun da herkes tara
fından fark edileceğini düşünüyorum. Ve seni tekrar
nasıl çırıl çıplak bırakabilirim onu düşünüyorum.”
Faith dudağının kenarını ısırdı. Tek yapması ge
reken kendini göstermekti ve Faith soyunmaktan
çok daha fazlasını yapmaya hazırdı. “Buraya gelerek
çok fazla risk aldın.”
Tyson, Faith’in ellerine uzanıp öpmeye başladı.
“Herkes hâlâ lokantada. Ayrıca hiçbirimiz bu katta
değiliz.” Faith’i kendisine doğru çekti. “Keklerini al
dın yani.”
“Kekleri sen mi gönderdin?”
“Kepekli ve düşük kalorili keklerle kendini har
camana izin veremezdim. Enerjinin tam olmasını
istiyorum.”
Faith’in, Seattle’ın göbeğinde bir evi ve bir hokey
takımı vardı. Ne yapacağını bilmediği kadar da çok
parası. Yine de iki dolarlık bir kek için deli gibi gü-
lümsemekten kendini alamıyordu. “Teşekkür ede
rim.”
Tyson Faith’in elbisesinin düğmelerini çözmeye
başladı. “Çok gizli amaçlarım var.”
Faith saçındaki çubuklara uzanarak saçlarını ser
best bıraktı. “Şaşırtıcı.
“Pazartesi akşamı hayatımın en iyi maçlarından
birini oynadım. Genelde batıl inançlarım voktur
30 ?
ama bir şekild e bir akşam önce geçirdiğim gece ile
aJakası olduğunu düşünüyorum.”
Faith çubukları masanın üzerine bıraktı ve saçla
rı sırtına döküldü.
“Her maçtan önce benimle şans için sevişmek
sin ya da seni lanetlerim.” Tyson Faith’in elbisesinin
önündeki düğmeleri açarken “Doğru şeyi yapmak
istediğini biliyorum,” dedi.
Faith “Bir tane de takım için ister misin?” diye
sorarken gömleğini pantolonunun belinden yukarı
sıyırdı.
“Senin sıran.”
“Evet ama ya...” Faith bir elini kaldırdı ve “Bu
nun olacağım söylemiyorum ama ya eğer seviştik
ten sonra maçı kaybederseniz? O zaman şanssızsın
demektir,” dedi.
Düğmelerin arasından Faithe doğru bunu hiç
düşünmemiş gibi baktı ve “Tatlım seninle seks yap
mak beni dünyanın en şanslı erkeği yapıyor,” dedi.
“Teşekkürler. Sanırım.”
Tyson omuz silkip düğmeleri çözmeye devam
etti. “Eğer kaybedersek o zaman takım da bir başkası
oyunu berbat etmiş demektir. Bizim hatam ız olmaz.
Biz payımıza düşeni yapmış olacağız.”
Faith güldü. “Ve payımıza düşeni her maçtan
önce mi vanmalıyız?”
306
Tyson kafasını sallayarak “En az bir kez,” diye ce
vap verdi. Tyson elbisesini Faith’in omuzlarından
aşağı çekti ve elbise ayaklarının dibine yere düştü.
Faith elbisesini ayağıyla kenara iterken Tyson’ı
göğsünden itip “Bir yere ayrılma,” dedi.
Ayağında kırmızı Valentino ayakkabıları, siyah
dantel sutyen ve çamaşırı ile odadan çıktı ve kolsuz
bir sandalye ile geri döndü. Odanın ortasına san
dalyeyi yerleştirdi ve “Buyurun oturun Bay Savage,”
dedi.
“Ne planlıyorsun sen?”
“Hokey takımımın kaptanının lanetlenmemiş
olduğuna emin olmak için payıma düşeni yapma
yı planlıyorum.” Müzik setine doğru yürüdü ve hard
rock müzik çalan bir frekans açtı.
Her striptiz kulübün favorisi olan parçalardan
biri hoparlörlerden yankılanıyordu. Faith “Üzeri
me biraz şeker dök” isimli bu parçayla hatırlayabil
diğinden çok daha fazla defa dans etmişti. Bu defa
kendinden başka biri olmak zorunda değildi. Hem
kendini hem de Tyson’ı memnun etmek istiyordu.
Tyson ın başını döndürüp nefesini kesmek istiyordu.
Tıpkı geçen akşam Tyson’ın ona yaptığı gibi. Arkası
nı dönüp hâlâ sandalyenin yanında dikilip kendisi
ne bakmakta olan Tysona göz attı.
“Sana oturmanı söyledim.” Bir elini ensesinden
saçlarına doğru götürürken diğer elini karnında
307
gezdirmeye başladı. Bir erkek için dans etmeyeli Vlı
lar olmuştu. Ama unutmamıştı. Tysona doğru yürü
dü. Adım adım dur...adım adım dur. Tyson onu te
peden tırnağa süzerken Faith de kendi bedenine do
kunuyordu. Bakışları da olabildiğince seksi ve du-
yarlıydı.
Tysonın bakışları Faith’in vücuduna doğru kaydı
ve ellerine takıldı, oradan da ayaklarına indi. “Ayak
kabıların hoşuma gidiyor.”
“Teşekkürler.” Adım adım dur...adım adım dur.
“Eminim kuralları iyi biliyorsundur.”
Tyson sandalyeye otururken “Kural yok,” dedi.
Faith seksi bir gülümseme ile gülümsedi ve “Do
kunmak yok,” dedi. Faith’in parmakları karnından
yukarı doğru hareket etti ve göğüslerini kavradı.
“Ben sana dokunabilirim. Sen bana dokunamazsın.”
Tysonın parlak mavi gözleri Faithe bakakaldı.
“Ha. Şu kurallar.”
Faith Tysonın etrafında yürümeye başlarken sı
rıtıyordu. Arkasından öne doğru eğildi ve ellerini
Tysonın göğsünde gezdirmeye başladı. “Çok ateşli
yim ve yapış yapış oldum,” diye Tyson’m kulağına fı
sıldadı. “Tepeden tırnağa.” Tyson’m etrafında dolaş
maya devam ediyordu ve birden kucağına oturdu.
Tyson ellerim Faith’in çıplak sırtına götürüp onu
kendine doğru çekti ve yüzünü göğüslerinin arası
na götürdü.
308
Faith Tysonın ellerini arkasından çekerek “Do
kunmak yok,” diye hatırlattı. Faith’in iç çamaşırı
nın küçük ağı Tysonın fermuarından sadece birkaç
santim uzaklıktaydı; kucağında oturuyordu. Ellerini
Tysonın göğsünde dolaştırmaya başladı. Kalçalarını
sallıyordu. Git gide Tysonın aletine yaklaştırıyordu
kendini ve her seferinde de geri çekiyordu.
Tyson göğsünden derin bir şekilde inledi ve de
rin bir nefes aldı. “Dokun bana Faith.”
“Dokunuyorum.”
“Daha aşağı.”
Faith, onun istediğini yapmak yerine ayağa kalk
tı; elleri ve bedeni ile Tyson’ı çileden çıkarmaya de
vam etti. Tyson’ın kravatını ve gömleğini çıkartıp
bedeninden sıyırdı. Dantel sutyeninden sertleşmiş
göğüs uçları Tyson’ın göğsüne değiyordu.
Tyson ona doğru uzandığında Faith ellerinin
arasından kurtulup dans etmeye devam etti. Tyson
“Bu beni öldürüyor,” derken sesinde şehvetli bir kıv
ranma vardı. “Gel küçük elini pantolonumda gezdir.
Ben de sana dokunayım”
“Gerçekten baştan çıkarıcı ama eminim ki bu ku
rallara aykırı.” Faith arkasını dönüp Tyson m kucağı
na oturdu. Tysonın elleri Faith’in çıplak sırtında ge
zindi ve sutyenini çözdü.
“Bu kesinlikle kurallara aykırı.”
“ K uralların canı cehenneme.” Tyson Faith’in sır-
tını öptü ve ellerini karnında gezdirmeye başla<il
Çıplak göğüslerini kavrayıp “Biz kurallara gore oy.
namıyoruz,” dedi.
(L^amaşırımın içine telefon numarasını sıkıştıran
adamların sayısını duysan şaşırırdın.”
Tyson hiç şaşırmazdı. Faith kafasını Tyson’m çıp
lak göğsüne dayayıp uzanmış ve parmaklarıyla gö
beğini okşuyordu. Tırnaklarının ucu göbeğini, be
lini ve kasıklarım uyarıyordu. Vakti olsaydı onun
la tekrar sevişirdi. Vakti olsaydı kesinlikle onun için
tekrar dans etmesini isterdi. Faith çok güzel ve ero
tikti ve Tyson dansını çok beğenmişti. “Herhangi bi
rini aradın mı hiç?”
Faith Tysona baktı ve gözlerini devirdi. “Elbette
hayır. Sanki striptiz kulübünde tanıştığım bir adam
la çıkarmışım gibi konuştun.”
“Birkaç kez bir striptiz kulübüne takılmıştım.”
“Hiç şaşırmadım. Arıların piknik alanındım etki
lenmesi gibi müzisyenler ve İskoçlar da striptiz ku
lüplerinden etkileniyor.”
Tyson kendini savunurcasına “Birkaç senedir biç
gitmedim,” dedi. Neden açıklama yaptığını bilmj
yordu. Faith’in pürüzsüz sırtında elini gezdirdi. “Ba
bam hâlâ striptizcileri çok beğenir.”
“Bu anneme olan ilgisini açıklıyor.”
“Annen striptizci miydi?” Buna da şaşırmamıştı
“Evet. Striptizciydi. Bazen de kokteyl garsoniye
ri.”
“Çok çalışmışa benziyor.”
“Çok çalıştı. Çok da oyun oynardı. Çok fazla yal
nız kaldım.”
“Baban nerede?”
Faith ayağını Tysonın bacaklarının arasına da
yarken bacağı tehlikeli şekilde aletine yaklaştı.
“Babamı küçüklüğümden beri görmedim.”
Tyson, Faith’i sırtının üzerine yatırdı ve suratına
baktı. “Onu bulmaya hiç çalışmadın mı?”
“Neden ki? O beni tanımak dahi istemedi. Ben
neden onu tanımaya çalışayım ki?”
Güzel nokta.
Faith suratından bir tutam sarı saçı çekti. “Ya se
nin annen?”
Tyson sırt üstü uzandı ve tavana bakmaya başla
dı. Annesi hakkında konuşmaktan hoşlanmıyordu.
“Ne olmuş ona?”
“Nerede yaşıyor?”
“Beş yıl önce öldü.”
“Üzgünüm.”
Tyson yastığın kenarından Faithe baktı,
“Üzülme. O üzgün değildi.” Tyson bakışları
nı Faith’in güzel yüzüne kaydırdı. Yeşil gözlerine
ve uzun kirpiklerine. Mükemmel burnuna ve dolu
pembe dudaklarının kıvrımlarına. “Babam her za
man annemin deli olduğunu söylerdi çünkü babam
annemi hiç anlamadı.”
Faith Tysona doğru döndü ve “Sen anladın mı?”
diye sordu.
Tyson omuz silkti ve “Annem çok duygusaldı. Bir
dakika güler sonra ağlardı. Boşanmalarını hiç atla
tamadı. Ve sanırım boşandıktan sonra yaşama dair
hiç ilgisi kalmadı.”
“Ne zaman boşandılar?”
“Ben on yaşımdaydım.”
Faith Tyson’m yüzüne baktı ve “Ben on yaşım
dayken annem üçüncü kocasından boşanıyordu,”
derken yüzündeki gülümseme biraz buruktu. “Y ku
lübünde dans dersine bisikletimle giderdim. O za
manlar bunları düşünmeme gerek yoktu.”
Tyson pembe bisikletiyle at kuyruklu küçük bir
kız çocuğunu hayal etti. “Ben yılın on iki ayı hokey
oynardım.”
“Güzel, tüm emeklerinin karşılığını almışsın."
Tyson’ın hayatındaki boşlukları kapatacak bir
sürü iyi antrenörü olmuştu. İyi adamlardı; aynı za
313
manda da iyi akıl hocasıydılar. Tyson Faith’in de ha-
yatında ona yol gösterecek birileri oldu mu diye me
rak etti. Olmadığına emindi. “Sen de dans dersleri
nin karşılığını almışsın.”
Faith güldü. “Evet ama çocukken öğrendiğim
hareketlerle değil. Tamamen yeni hareketler öğren
mem gerekti.”
Tyson Faith’ in dans edişini seviyordu. Özellik
le bu geceki. Pazartesi akşamı çok iyi bir hokey maçı
çıkartmış olmasına rağmen bu durumun seks ile
bir alakası olduğunu düşünmüyordu. Bunu sadece
Faith’le tekrar beraber olabilm ek için bir bahane ola
rak kullanmıştı. Ellerinin altındaki Faith’in cildinin
hissiyatını seviyordu. Faith’in içine girdiğinde yü
zünde beliren hazzı da seviyordu. Kısa sürede onun
şehvet seslerine bağımlı olmuştu. Bunu ona verenin
kendisi olduğunu bilmek hoşuna gidiyordu. Kendi
kendine ona ayıracak zamanı olm adığını söylediği
günlerde bile onunla takılabiliyordu.
Tyson doğrulup yatağa oturdu ve elleriyle yüzü
nü ovuşturdu. Faith tam bir bağımlılıktı. Yoksa ne
den onunla olabilmek için her şeyi riske atsındı ki?
Bu durumu başka türlü nasıl açıklayabilirdi?
Faith Tysonın arkasına dolanıp kollarım omuz
larına doladı ve “Bu kadar erken m i gitmen gereki
yor? diye sordu. Göğüsleri Tyson’m çıplak sırtına
değiyordu. Tyson arkasını dönüp onu şilteye yatır
mamak için kendini zor tuttu.
“Yokluğum fark edilmeden gitmem gerekiyor.”
Bisikletli küçük kız ile ilgili başka sorular sormak is
tiyordu. Tüm gece kalıp öğrendiği diğer hareketleri
keşfetmek istiyordu.
Faith Tysonın boynundan yumuşakça öptü.
“Seni özleyeceğim.”
Tyson Faith’in gözlerinin içine baktı ve onu ger
çekten ne kadar özleyeceğini merak ederek “Yarın
akşam işten sonra görüşürüz,” dedi. “Kazanmam ge
reken bir maç var. Ve sonrasında birkaç tane daha.”
Faith arkasına yaslandı ve kollarıyla dizleri
ni kavradı. Tyson ayağa kalkıp giyinirken onu izli
yordu. “Kupayı kazandıktan sonra ne yapacaksın?
Uzun bir tatil yapacak mısın?”
“Hiç böyle uzun ölçekli planlar yapmam.” İç ça
maşırını giydi ve aletini düzeltti.
“Kazandıktan sonra ne yapacağını hiç düşünme
din m i?”
“Elbette düşündüm. Kazandıktan sonra kupa ka
famın üzerinde sahayı boydan boya kayarak turla-
yacağım.” Tyson pantolonunu çekerken Faithe ba
kıyordu. Yatağın ortasında çırılçıplak oturmuş, mü
kemmel görünüyordu. “Hep kazanmaya odaklan
dım. Kendimi bildim bileli bu benim hedetımdi.”
Bunun ötesini gerçekten hiç düşünmemişti. "Çok
çalışa formda kalmaya devam edeceğim. Takım
daki diğer oyuncular gibi şişmanlamayacağım” Ya-
tağın ucundan gömleğini alıp kollarından geçirdi
Düğmelerini iliklerken Faith’i bikinileri içinde uzun
bir sahilde şezlonglarda uzanırken hayal ediyordu.
Belki de kafasında büyük bir şapka ve güneş gözlük
leriyle.
Tyson’ın kaşları çatıldı. Faith onunla tenha bir lo
kantada akşam yemeği yemek dahi istememişti. Ne
istediği konusunda çok netti ve bu konuda haklıy
dı da. Aralarında gizli bir seksten başka hiçbir şey
olamazdı. Ve gerçekten çok güzel kucak dansı. Özel
likle de tüm Seattle’ı kaplayan o posterlerden sonra.
Bugüne kadar bir magazine hiç konu olmamıştı ama
Mazatlan sahillerinde Chinooks’un sahibi ile fotoğ
raflarının çekildiğini hayal etti ve bu bir ilk olabilir
di. Neden bunları hiç düşünmüyordu?
Faith Tysonın gömleğini ilikleyişini izlerken
kaşlarının çatılmasına neyin sebep olmuş olabilece
ğini düşündü. “Kararlı hedeflere sahip olmanın ne
demek olduğunu biliyorum.” Yataktan kalkıp ote
lin bornozlarından birine uzandı. “Benim hayattaki
tüm hedefim çok zengin olup faturaları nasıl ödeye
ceğim konusunda hiç endişelenmemekti.”
“Hedefine oldukça ulaşmışsın.” Tyson son düğ
meyi de ilikledi ve gömleğini pantolonunun içine
sokuşturdu.
Evet ulaştım. Ve ulaştıktan sonra da bir nevi
amaçsız hissetmeye başladım. Şimdiye kadar, ne ka-
316
Bar amaçsız olduğumu pek fark edemedim” Kolları-
n, bornozdan içeri geçirdi ve kuşağım beline bağla-
Bı “Şimdi yeni bir amacım var. Daha iyi bir amaç ve
kırk yd düşünsem sahip olabileceğimi düşünemeye
ceğim bir şey. Bu gerçekten ürkütücü ama hoşuma
gidiyor. Ki bu da biraz ürkütücü.”
Tyson Faithe bakıp sonra tekrar deri kemeriyle
ilgilenmeye koyuldu. “Nedir o?”
“Chinooks. Gerçekten de asla bir hokey takımı
nın sahibi olacağım aklıma gelmezdi. Gelse bile bir
gün hokeyi sevebileceğimi hiç düşünmezdim.” Fa
ith kollarım göğsünün önünde kavuşturdu. “Bu çok
büyük bir sorumluluk. Son birkaç yıldır hep başka
larının bir şeyleri çekip çevirmesine izin veriyor
dum. Şimdiyse sorumluluğu sevmeyi öğreniyorum.
Chinooks’un sahibi olmak o kadar hoşuma gidiyor
ki, sözleşmeleri iple çekiyorum.”
Tyson Faithe baktı ve “Kimlere bakıyorsunuz?”
diye sordu. “Birkaç iyi olasılık var. Döndüğümde
Darby ile bant kayıtlarının üzerinde çalışıp çift yön
lü bir kaç defans oyuncusu üzerinde karar vereceğiz.”
Tyson gözlerini odada dolaştırırken güldü. “İki
yönlü defans oyuncusunun ne demek olduğunu bi
liyor musun?”
Faith omzunu silkerek “Hem defans yapabilen
hem de gol atabilen oyuncu. En azından ben öyle ol
duğunu düşünüyorum,” dedi.
“Doğru. Hemen hemen bu demek.” Tyson F a it h e
doğru yürüdü ve “Gözlerini açık tut ve sağlam bur
nu olan iyi bir oyuncu seç. Hızına fazla takılma.
Kayma konusunda kendini geliştirebilir,” dedi ve be
linden kavrayıp kendisine doğru çekti. “Seattlea dö
nene kadar görüşemezsek formunu kaybetme,” de
yip alnından öptü.
“Beni düşünecek misin?”
Tyson kafasını salladı. “Seni düşünmemek için
çok çaba sarf edeceğim.”
* * *
i
morluklar içerisindeydi. Sırtında kırmızılıklar vardı
ve karnı sertleşmişti. Bir hokey oyuncusundan ziya
de bir beyzbol sopasından darbe almış gibi görünü
yordu. Tyson fena halde hırpalanmıştı ve acılar içe
risindeydi. Takip eden günlerde sevişirlerken Faith
üste çıkmayı akıl edecek kadar düşünceliydi.
Beşinci maça kadar Tyson bir şekilde iyileşmişti
ve Chinooks kendi evinde 3-1 Tik galibiyet aldı. Al
tıncı maç yine Detroit’te, Joe Louis Arena da oyna
nacaktı. Maçın bitişine üç saniye kala Daniel bir gol
attı ve Chinooks final turunda Pittsburgh’un Pengu
enleri ile karşılaşmak ve kupa mücadelesi etmek için
üstünlük sağladı.
Kazanıp final turuna atlamış olmanın heyeca
nı ile takım BAC-111 uçağına sevinçle giriş vapıp,
Bollinger bir şampanya ile durumu kutladılar. Uçak
havalanınca teknik direktör Nystrom ayağa kalk
tı ve uzun boyundan dolayı hafifçe eğilerek “İki ay
önce Virgil Duffy öldüğünde yeni patronun kupa
daki şansımızı nasıl etkileyeceğini merak edip bu
konuda endişeleniyorduk,” derken herkes sessizlik
içinde konuşmayı dinliyordu. “Ne zaman bir deği
şim olsa bu durumu dikkate almak için bir de se
bep olur. Bu akşamdan sonra sanırım gönül rahatlı
ğıyla Bayan Duffy’nin, Virgil’in yerini hakkıyla dol
durduğunu söyleyebiliriz. Sanırım Virgil de onun
la gurur duyardı. Kendisine resmen takıma hoş gel
diğini söylemek isteriz. Yan tarafta oturan Darby ye
319
döndü ve uzattığı mavi formayı aidi. Formayı çevi
rip Faithe omuzlarında DUFFY, sırtında da 1 numâ*
ra yazılı formayı gösterdi. “En yeni Chinooks üyesi
ne merhaba demek istiyoruz.”
Faith ayağa kalkıp koridora yürüdü. Formayı aldı
ve gözlerinin içi batmaya başladı. “Teşekkürler koç”
Dönüp kendisine bakmakta olan pejmürde, saçı sa
kalı birbirine karışmış suratlara baktı. Tyson’la göz
göze geldiğinde her iki yanağının hafif bir gülümse
me ile kıvrılmış olduğunu gördü. Kalbi hızla çarpı
yor, gözleri doluyordu. Küçük bir kız gibi ağlamak
istemiyordu.
“Virgil’in hokey takımını bana bıraktığını fark
ettiğimde en az sizler kadar ben de şaşırmıştım. Bu
sorumluluğun benim için çok fazla olacağını düşü
nerek herkes kadar ben de endişe etmiştim. Ve her
şeyi berbat etmekten korkmuştum.” Yutkundu ve
formayı koluna astı. “Asistanımın ve diğerlerinin de
yardımıyla iyi iş çıkarttık. Bunu söylemekten gurur
duyuyorum. Sizlerle de gurur duyuyorum ve emi
nim Virgil de bizimle gurur duyuyordun” Daha il
ham verici bir konuşma yapması gerektiğini düşü
nüyordu ama kafası bulandı. Takımın önünde ağ
layarak kendini rezil etmeden önce “Teşekkürler,”
deyip ]ulesun yanındaki koltuğuna oturdu. O an
Tyson’m kucağına kıvrılıp yüzünü boynuna yasla
mak ve orada kalmak çok istedi.
Sabahın üçünde siyah bir Beemer kapısının
önünde durduğunda Faith’in üzerinde mavi bir for
ma vardı ama bu sefer çantasına yedek eşyalar ko
yup yanına almıştı.
Birkaç gün boyunca yaşamları rahat içerisinde,
sanki gerçek bir çiftlermiş gibi bir arada geçti. Tyson
gündüzleri antrenmanlara gidiyordu. Faith de ya ace
milerin bant kayıtlarını izliyor ya da Chinooks orga
nizasyonundan Miranda Snow ile buluşuyordu. Jules
ya da annesi ile öğle yemeği yiyordu. Akşamlarıysa
Valerie ile Pavel’in programlarına göre ya Tyson ona
geliyordu ya da o Tysona gidiyordu. Yer yüzünde giz
li ilişkilerinden haberdar olan tek yaratık Pebbles’dı.
Pebbles gözlerini Tysona diktiği an ona âşık olmuştu.
Tyson kapıdan girer girmez ayaklarına dolanıyordu
ve Tyson güçlükle yürüyebiliyordu. Ve Tyson oturur
oturmaz da kucağına atlıyordu. Tyson bu durumlar
da Faithe bir şeyler yapmasını istercesine bakıyordu.
Ama Pebbles her seferinde Faithe havlıyordu. Pebb
les Tyson için tam bir baş belasıydı. Ama Faith bu kü
çük yaratığı suçlayamıyordu.
Tyson ve Faith bir kez tartışmışlardı. O da Virgil
ile ilgiliydi. Evindeki bir golf dersi sırasında Tyson
Faithe atış yapmayı öğretirken Faith kırmızı bir kor
se ve kenarlarından bağcıklı şort iç çamaşırını giy
mişti. Faith Tysonın etkileneceğini düşünmüştü
ama aksine Tyson o gün gergindi.
“Ne zaman şu yüzüğü takmaktan vazgeçecek
sin?” diye sordu Faith yeni bir atış için hizalanırken.
“Seni rahatsız mı ediyor?”
Tyson omuz silkti ve birasını barın üzerine bt
raktı. Üzerinde eski bir Levi’s pantolon ve kolsuz at
let vardı. Saçları Faith’in parmaklarından darm a
dağın olmuştu ve gayet hoş görünüyordu. “ Sürekli
Virgil’in karısı olduğunu hatırlatıyor.”
Faith sopayı askıya astı ve Tysona döndü. “Görü
nen o ki seni rahatsız ediyor.”
“Sanırım çoğu erkeği rahatsız ederdi. Seninle ya
tıyorum ve sen başka bir adamın yüzüğünü takıyor
sun.”
Faith Tysonın mavi gözlerine baktı. Sinirli ve
hassas görünüyordu. Anlamadı. “Virgil öleli sadece
iki ay oldu.”
“Tam olarak. Buraya gelip benimle seks yapabi
lirsin ama o yüzüğü çıkartamazsın, ha?”
Faith birden kendini çıplak hissetti ve kanepenin
üzerinde duran elbisesine yöneldi “Seks ile ilgili suç
luluk duyuyorum Tyson. Beş yıl boyunca benim ko
camdı o.”
“O senin ev arkadaşındı.”
“Benimle ilgileniyordu.”
“Seni satın aldı çünkü alabilecek gücü vardı.”
“Tamam kendimi ona sattım.” Elbiseyi alıp
Tysona döndü. “Bu da beni ondan daha iyi yapmaz.”
İlişkide tüm gücü elinde tutan sen değildin.
Oydu.”
Bu doğruydu. Faith ve Virgil arkadaşlardı ve iyi
anlaşıyorlardı ama tek yetkili hep Virgil’di. “Bana
karşı iyiydi. Tanıdığım bir çok erkekten daha iyi.”
“O zaman hayatındaki adamlar berbatmış.”
Tyson kollarını göğsünün önünde birleştirdi.
Bu da doğruydu.
“O gitti artık Faith.”
Faith elbiseyi kafasından geçirip kollarını geçirdi
ve “Biliyorum,” dedi.
“Ona hiçbir şey borçlu değilsin.”
“Senin için bunu söylemesi kolay.” Faith elbisesi
nin düğmelerini iliklemeye başladı. “Hayatımın so
nuna kadar bana yetecek kadar para ve hokey takı
mını bıraktı. Ve seninle her beraber olduğumda ko
cama ihanet ediyormuşum gibi hissediyorum.” Par
makları düğmelerle adeta mücadele ediyordu. “Kor
kunç derecede suçlu hissediyorum. Ama en kötü
sü de hiç suçlu hissetmediğim için suçluluk hissetti
ğim zamanlar.” Faith kafasını kaldırıp Tysona baktı.
“Belki de Landon benimle ilgili haklıydı. Ben utan
maz bir hazine avcısıyım. Gerçek olan bu. Ama ben
zamanla utanmaz biri olmaktan vazgeçeceğimi san
mıştım.”
Tyson “Eğer utanmaz biri olsaydın burada dikil
miş böylesine delirmiş olmazdın,” diyerek katasım
salladı. “Sen otuz yaşındasın. Genç ve güzelsin ve
yıllardır bir kabuğun içinde yaşıyordun. Tanrı aşkı-
na beş yıldır rahibe gibi yaşıyordun. Tekrar hayata
dönm ek istediğin için suçluluk duymamalısın.”
“Ben zaten hayattaydım. Sadece bu senin onay
layacağın türden bir hayat değildi.” Faith Tyson’ın
hâlâ kızgın olan gözlerinin içine baktı. “Hayatımın
büyük bir kısmında yaptığım şeylerle ilgili kötü his
setmemeye çalıştım. Çoğu zaman utanmazın tekiy
dim. Hayatta kalmak için ne yapmam gerekiyorsa
onu yaptım. Ve çoğu zaman da kötü hissetmedim.
Ama seninle beraber olmak hayatta kalmakla ilgili
bir mesele değil. İyi hissetmekle ilgili. Şöhretimi ris
ke atmakla ilgili. Sahip olduğum şeyleri ve senin ka
riyerini riske atmakla ilgili. Ve ne kadar bencilim ki
bunu hâlâ yapıyorum.”
Tyson bir iki adım öne atıp Faith’i bileklerinden
kavradı ve “Gitme,” dedi.
“Neden kalmam gerektiğini söyle.”
“Çünkü benim kariyerime ve senin ününe gele
bilecek olası bir zararın dışında gayet bencilim ve
burada olmanı istiyorum. Eğer bunu istemeseydim
her şey daha kolay olabilirdi. Ama bununla müca
dele etmekten haftalar önce vazgeçtim.”
Faith kollarını iki yana indirmiş Tysona bakıyor
du. Kaşındaki dikişler alınmıştı. Sağ kaşının yanında
çirkin, kırmızı bir iz kalmıştı. Ne kadar süre Tyson
onu isteyecekti? Ne kadar sürebilirdi? Ona sormak
istedi. Bunun yerine kollarını beline dolayıp kafasını
göğsüne yaslayarak ona sarıldı. Eliyle Faith’in sırtını
sıvazlarken Faith, Tysonın kalbinin güçlü atışlarını
duyuyordu. Burada durmak Faith’in çok hoşuna gi
diyordu. Bedeni Tyson’ınkine yapışmış olarak onun
sakinleştirici sıcaklığını hissetmek ona çok iyi geli
yordu. Bu yaşananların bir felaketle sonuçlanmaya
cağına kendini ikna etmek üzereydi.
Yarın akşam Penguenlere karşı ilk maçı oynaya
caklardı. Bunu düşünmesi gerekiyordu; göğsündeki
ağrıyı ya da boğazındaki düğümlenmeyi değil. De
fans oyuncuları ile ilgili endişelenmeliydi, midesin
deki korku hissiyle ilgili değil. Kabul edilemez ola
nın gerçekleşmiş olmasından kaynaklı dehşet verici
bir korku vardı ruhunu saran. Tüm güzel his ve se
beplerin ötesinde, onlara karşı olan her şeyin ötesin
de, Tysona sırılsıklam âşık olmuştu.
Beş yıldır ilk defa nikâh yüzüğü parmağına yük
olmaya başlamıştı. Aniden bir adama âşıkken başka
bir adamın yüzüğünü takmanın doğru olmadığını
düşünmeye başladı.
Ertesi sabah erkenden eve döndüğünde yüzüğü
nü çıkarttı ve Virgil’in ona aldığı diğer mücevherle
rin yanına yerleştirdi. Kutudaki harika taşlar ışığın
altında parlıyordu. Fakat her zaman Faithe sunduk
ları sıcaklık ve rahatlık hissini vermiyorlardı artık.
Eli ağır pırlantalar olmadan çıplak gibi görünüyor
du. Ama hafiflemişti. Özgürleşmişti ve daha doğ
ru vaptığını hissediyordu. A rtık geçmişi ve Virgil’i
unutması gerekiyordu.
335
yapmalıydı yoksa Landon kazanacaktı. Faith’in tek
söyleyebildiği “Benim yüz yetmiş milyon dolarlık
bir takımdan bu kadar kolay vazgeçmemi mi bek
liyorsun? Bu şekilde?” idi. “Ne yani? Tyson Savage’ı
ve takımdaki diğer çocukları utandıracak bir kaç fo
toğrafla m ı?”
Landon “Evet,” diyerek Faith’in blöfüne karşı
lık verdi. Faith’in yanından geçerek kapıda durdu ve
“Tribündeki son gecenin tadını çıkar Layla. Yarın
dan sonra orası benim,” dedi.
Teknik olarak birkaç ay içerisinde satış tamamla
nana kadar onun olamazdı ama Faith tartışacak du
rumda değildi.
Faith “Basın duyurusunu ne zaman yapacaksın?”
diye sordu.
“Kupayı elime aldığım akşam.”
B ö lü m 1 8
345
İstediği de zaten buydu ama bu kadar çabuk olması
nı beklemiyordu.
O sabah saat on sularında apartmanın megafo
nundan biri aradı. “Eğer beni içeri almazsan,” der
ken ses tonunda hem bıkkınlık hem de yorgun
luk hissi vardı. “Polisi arayıp bir bomba ihbarı ve
receğim ve tüm bina boşaltılmak zorunda kalacak.”
Faith’in kalbi Tysonın sesiyle beraber göğsünden dı
şarı fırlayacak gibi çarpmaya başladı.
“Blöf yapıyorsun.”
“Şemsiyeni al. Dışarıda yağmur yağıyor.”
Faith’in onunla er ya da geç konuşması gereke
cekti. Sadece daha sonraki bir zamanda olmasını
ümit etmişti. “Pekâlâ.” Tyson bir dakikadan az bir
sürede Faith’in kapısında belirdi. Oldukça bitkin ve
kızgın, aynı zamanda da çok sevimli görünüyordu.
Faith’in kalbi sıkışarak duracak gibi oldu.
“Hiç de ölüyormuş gibi görünmüyorsun,” der
ken gözleri kısıldı ve hiddetle Faithe bakarak “öyley
se neden benden kaçıyorsun?” diye sordu.
Faith “İçeri gel,” dedi ve arkasını döndü. Tyson
da Faith’in arkasından oturma odasına doğru ilerle
di. Pebbles Tyson’m ilgisini çekmek için atlayıp zıp
layıp duruyordu. Faith köpeği terasa çıkarıp arka
sından kapıyı kapattı.
Faith kendini kaybetmeden önce dönüp Tysona
“Artık seni sevemem,” dedi.
346
Tyson e lle rin i k alçasın a koydu ve Faithe bakarak
.^ ed e n ?” diye sordu.
T y so n ın e lle ri ik i yan a düştü. G itm ek yerine bir-
kaç dak ik a b o y u n c a F aith e bak tı ve “A rtık h iç m i?”
diye sordu.
“Ne?”
“Beni artık sevemeyeceğini söyledin.”
L an et. “Artık seninle beraber olamayacağımı
kastetmiştim.”
“Söylemek istediğin bu değil.”
Faith kapıya doğru yürüdü. Tysonın önünde par
çalara ayrılıp kendini kaybetmeden önce onu daire
sinden çıkartması gerekiyordu. “Seni sevmiyorum
ve seninle beraber olamam.”
Faith yanından geçerken Tyson kolunu kavradı
ve gözlerinin içine bakarak “Sevgiden bahsedip du
ruyorsun. Beni mi kendini mi ikna etmeye çalışıyor
sun?”
Tysonın elinden kurtulmaya çalıştı ama becere
medi “Dur.”
“Denedim,” derken bir elini Faith’in yanağına gö
türdü. “Yapamıyorum.” Alnını Faith’in alnına yak
laştırdı. “Geçen birkaç gün iyi olup olmadığını bil
meden merak içinde cehennem gibi geçti.”
“Ben iyiyim.”
“Ben değilim.”
Tysonın dudakları Faith’inkilere değdiğinde Fa
ith derin bir nefes aldı ve “Tyson gitmelisin,” dedi.
“Henüz değil.” Tysonin ağzı açıldı ve Faith öpü
cüklerini her yerinde hissetmeye başladı. Adeta üze
rine dökülüyordu. Sıcaklığını göğsünde ve karnın
da hissediyordu. Olabildiğince hareketsiz duruyor
du. Ona dokunmamaya ya da öpmemeye çabalıyor
du. Tyson “Sana ihtiyacım var,” diye fısıldadı.
Faith ellerini kaldırdı ama ona son bir kez do
kunmak için yanıp tutuşan arzusuna yenik düşme
den ellerini iki yana indirdi. Faith’in boğazında hıç
kırıklar düğümlendi.
Tyson diğer elini de Faith’in yanağına götürdü.
Faith’i öperken elleriyle de yüzünü tutuyordu. Uzun
uzun ve derin öptü. Birkaç işkence dolu dakikadan
sonra Faith, Tyson’m kollarından tuttu ve kafasını
yana eğdi. Artık kendini durduramıyordu. Kalbi
nin çarpıntısına engel olamıyordu. Damarlarındaki
ateşli arzu hissine de engel olamıyordu ve karşı koy
maktan vazgeçti.
Tyson boğazından derin bir şekilde inledi. Haz
ve sahiplenme hissiyatının sesiydi bu. Dili Faith’in
ağzına girdi. Tysonın öpüşleri Faith’in ruhunda ve
kalbindeki tüm açlıkları besliyordu. Tamamen ona
ait olan ve ona âşık olan yerleri besliyordu. Tyson
kafasını kaldırdığında Faithe baktı ve “Neden anlat
maya başlamıyorsun? Neden benden kaçıyordun?”
diye sordu. Parmaklarıyla yanaklarını okşuyordu.
«Bu sefer gerçeği söyle.”
Onu söyleyemeyecek kadar çok seviyordu. “Ya
pamam.”
“Bana her şeyi söyleyebilirsin.”
Faith kafasını salladı ve “Çok kötü,” dedi.
“Başka birini mi buldun?”
“Hayır!”
Tyson gözlerini kapatmıştı, açtığında rahatlamış
görünüyordu. “Ne o zaman?”
“En iyisi bilmemen.”
“Neden buna benim karar vermeme izin vermi
yorsun?”
Faith’in gözleri yaşlarla dolarken kafasını tek
rar salladı. “Durumu öylece bırakamaz mısın? Ne
den daha iyi olacağına dair benim sözüme inanmı
yorsun?” Layla ona ihtiyacı olduğu zamanlar nere
deydi? Sert mizaçlı Layla. Sorgulamalara karşı ko
yup inandırıcı yalanlar üretebilen Layla neredeydi?
Tyson savaşçı hokey oyuncusu edasıyla kolları
nı göğsünün önünde birleştirdi ve “Ağzındaki bak
layı çıkarana kadar bir yere ayrılmayacağım,” dedi.
Bir kez ona söylediğinde zaten gidecekti. Belki öf-
kelenecekti ama cevabını almış olacaktı. “Landon’ın
elinde fotoğraflarımız var.”
Tysonın kolları iki yana düştü ve bir kaşı alnına
349
d o ğ ru k alk tı. “V irg il’in o ğ lu ?”
F aith k a fa sın ı sallad ı. “T a k ım ı o n a satm ak zo
ru n d ay ım ak si ta k tird e fo to ğ ra fla rı b a sın a verecek
ve tıp k ı re k la m fo to ğ ra fla r ım ız g ib i şeh ird ek i pano
la ra asacak .”
“T a k ım ı o n a m ı s a tıy o rs u n ? ”
“M e c b u ru m .”
G ö z le r in d e k i r a h a tla m a n ın y e r in i ö fk e aldı ve
“C e h e n n e m o la s ı,” d ed i.
“B a ş k a s e ç e n e ğ im y ok .”
354
Stanley Kupasını kazanması gerekiyordu. Ve
bunu ek süreye kalmadan yapması gerekiyordu,
pjttsburgh son üç maçı ek sürelerde kazanmıştı.
Tyson iki kere karşılaşma çemberinin etrafını
turladı ve içeri kaydı. İki haftada yedi kere Sidney
Crosby’ye karşı oynamıştı. ‘Çocuk Sid’ yirmi iki ya
şındaydı am a yüzündeki tüyler on üç yaşındaki bir
çocuğunkiler gibiydi. Fakat çocuğun yaşı ve sura
tında bıyığa benzeyen herhangi bir şey olmaması
nın yetenekle h içbir alakası yoktu. Sağlam vuruşları
vardı, hızlı kayıyordu ve şimdiden NHL’nin en iyi ilk
beş oyuncusu arasındaydı.
Tyson “Kaybetm eye hazır mısm Cindy?” diye
seslendi.
“Sen i yerle bir edeceğim moruk.”
Tyson güldü ve “Evlat benim hayalarımda senin
suratındakilerin tamamından çok daha fazla tüy var,”
diyerek pozisyonunu aldı ve gecenin ilk vuruşu için
beklem eye başladı. Faith, Arena’da bir yerlerdeydi
ama şim di onu düşünmeyecekti. Her şeyin planladı
ğı gibi gitm esi için maça konsantre olması gerekiyor
du. Teker teker oynaması gerekiyordu.
D isk atıldı ve oyun başladı. İki takım da kazan
m ak için sahadaydı. İki takım da büyük ödülün pe
şindeydi ve şartlanmışlardı. Tyson kolay olmayaca
ğını biliyordu.
İlk bölüm de Daniel, Chinooks un povver play ka-
zandığı bir anda bir gol attı. Fakat ilk bölümün son
saniyelerinde Çocuk Sid Tysonın korktuğu gibi du
rumu toparladı. Fiziksel olarak çok çekişmeli bir
oyun, zamanla işkenceye dönüşebilirdi.
İkinci bölümde Chinooks’un forvetleri diski pa
noların önünde dolaştırıyordu. İlk birkaç saniye için
de Tyson bir açık fark etti ve diski Penguenlerin ka
lesine gönderdi. Disk geniş bir açıyla yön değiştirdi.
Daniel diski takip etti, pası Blake’e verdi ve o da ağ
lara gönderdi. Sirenler çalmaya ve “Rock’n Roll Bö
lüm 2” sesleri yankılanmaya başladığında oyuncular
Blake’in etrafında toplandı ve sırtına hücum ettiler.
Tyson kulübeye kayarak gitti ve ağzına su püs
kürttü. Büyük ekranda gol tekrar gösterilirken ha
kemler sahanın ortasında konuşuyorlardı.
Faith oralarda bir yerdeydi. Tyson tükürdü ve
Faith’in ona çektirdiği cehennem acısını düşündü.
Landon ve o fotoğraflar, tek başına katlanmak zo
runda kaldığı şeyden sonra neredeyse bir rahatlama
gibi gelmişti ona. Kendi kendine yaşadığı kurun
tular Faith’in ölümcül bir hastalığa yakalanmış ol
masından, ondan sıkılmış olmasına hatta hayatında
başka birinin olma olasılığına kadar gitmişti. Yeryü
zünde Faithe hissettiklerini hissettirebilecek başka
bir kadın daha yoktu. Daha önce kimse ona varlı
ğıyla hayatının daha anlamlı olduğunu hissettirme-
mişti. İnsanlarla dolu bir odada kimseyi gözleri onu
aradığı gibi aramamıştı. Tyson sadece o gülümsediği
için gülümseme isteğini daha önce hiç tatmamıştı.
Kimse Faith gibi elini kolunu bağlı hissetmesi-
ne sebep olmamıştı. İki gün boyunca Faith’i arama
mıştı. Kendi kendine onu unutması gerektiğini söy
lemişti- Bir kadının dikkatini dağıtmamasının onun
için daha iyi olduğunu tekrarlamıştı kendine. Ar
dından, kendisi bile nasıl olduğunu fark edemeden,
kendini onun kapısının önünde tehditler savurur
ken bulmuştu.
Belki de babası onun hakkında söylediklerinde
haklıydı. Belki de Tyson yaşlı adamdan çok annesi
ne benziyordu. Son haftalar onu delirtse de, anne
sinin hastalıklı kısmına değil ama duygusal kısmı
na benziyor olabilirdi. Belki de annesi Pavel’i, onun
Faith’i sevdiği gibi seviyordu. İnsanın iliklerine ka
dar işleyen, üstesinden gelinemeyecek bir arzu ile.
Brookes karşılaşma çizgisine doğru kaydı ve
Tyson yüzündeki teri havluya sildi. Dikkatli bakış
larla diskin yere düşmesini izliyordu. Crosby diske
vurdu ve Tyson takım arkadaşlarına “Daha hızlı ço
cuklar,” diye seslendi.
Stanley Kupası arena binasında kazanan takıma
takdim edilmek üzere bekliyordu. Tyson bu nokta
ya gelebilmek için hayatı boyunca çok çalışmıştı. Bir
iki defa hedefine bu kadar çok yaklaşmıştı ama so
nuca hiç bu kadar yaklaşmamıştı. İsmini unutulmaz
kılmaktan daha fazlasıydı istediği. Bu gece yaşlı ba
basının yapam adığını yapm aktan ço k daha fazlası
nın peşindeydi.
Bir buçuk dakika kadar sonra Tyson panoların
üzerinden atlayıp oyuna katıldı. Logan diski ona
gönderdi. İkinci bölümün bitmesine sadece bir bu
çuk dakika kalmıştı. Tyson sahanın bir ucundan di
ğer ucuna kayarak Penguen oyuncularından biriy
le panolara doğru mücadeleye girdi. Arkasından iti
lip kakılıyordu ve sırtından bir darbe aldı. Arkasını
döndü ve siyah kaska doğru yeltendi. Sopası yere in
diğinde Penguen takımının mücadele oyuncuların
dan biri de yere düştü. Düdük çaldığında itişip ka
kışmalar da kesildi. Sam hariç. Köşede defans oyun
cularından biri ile dalaşıyordu. Dört oyuncu da üçer
dakikalık penaltı aldı. İkinci bölümün son dakikala
rını penaltı kulübesinde geçirdiler.
Tyson kulübede otururken “Aptalca penaltılar al
maktan vazgeçersen şu maçı kazanabiliriz,” dedi.
Sam de, onun da kulübede olduğunu hatırlatıp
patenlerinin arasına tükürdü. “Sen de buradasın.”
Hakem uyarı düdüğü çaldı.
“Evet. Ben de.”
Chinooks penaltı kırıcılarını sahaya göndermiş
ti. Fakat her iki takım da 3-3Tük skoru değiştireme
di.
Üçüncü bölümde Penguenler bir gol attı ve da
kikalar ilerledikçe skor adeta asılı kaldı. Tyson çok
yorulmuştu. Uzun turlar atmaktan bacakları lastik
gibi olmuştu. Son istediği şey maçın uzatmalara kal
masıydı.
Değişim sırasında kulübedeki yerini aldı ve yü
zünü kuruladı. Faith’i ve onun kıçını kurtarmak için
takımdan vazgeçişini düşündü. Dün bu yüzden çıl
gına dönmüştü. İtiraf etmek gerekirse bugün biraz
saygı duyuyordu. Bir hokey takımından ve milyon
larca dolardan bir anda vazgeçmek oldukça fazla bir
sevginin göstergesiydi.
Saate baktı; sahaya çıkması için iki dakikası kal
mıştı.
Pittsburgh oyuncuları diskin etrafına hücum et
mişlerdi. Chinooks kendi kalesinin önünde sava
şıyordu. Yarım saniye kala Blake diski kurtardı ve
Tyson piste atladı. Blake, Vlade gönderdi ve Vlad
de Tysona gönderdi. Son saniyeler sayılırken Tyson
diski hızla Pittsburgh kalesine gönderdi. Disk kale
cinin eldivenlerinin arasından kayıp ağları boyladı.
Düdük sesi duyuldu ve arenadaki seyirciler adeta
deliye döndüler. Seattle kulübesindeki tüm oyuncu
lar piste fırlayıp birbirinin üzerine atlamaya başladı.
Sahanın içinde kornalar çalıyordu. Tysonın kulakla
rı çınlıyor ve kalbi gümbürdüyordu. Derin bir nefes
aldı ve bir grup oyuncunun arasına dizlerinin üzeri
ne çöktü. Bir kız çocuğu gibi ağlamamak için kendi
ni zor tutuyordu.
Faith üzerinde Chinooks forması ile tünelden yü
rüyordu. Beyaz fırfırlı bir etek ve Tysonin ona ver
diği pembe patenlerini giymişti. Penguen takımının
oyuncuları hızla yanından geçerlerken kenara çekil
di. Kalabalığın arasından ve güvenlikten geçebilmek
on beş dakikasını almıştı. Tünel girişine geldiğinde
takım ilk şampanyasını patlatmış birbirlerinin üze
rine sıkıyorlardı. Oyuncular kasklarını çıkartıp şam
piyon şapkalarını takmışlardı. Faith’in gözleri kapta
nı aradı ve buldu. Tysonın elinde kocaman bir şişe
vardı ve ağız dolusu bir yudum aldı. Ardından sal
layarak Sam ve Blake’in üzerine püskürttü. Faith
ona bakarken kalbi yerinden çıkacakmış gibi oldu
ve gözleri doldu. Maçın bitiminde tünelde bekleme
si gerektiği dışında ne planladığına dair en ufak bir
fikri yoktu. En son geçen akşam ve bu sabah konuş
muşlardı. Ama ona hiçbir şey söylememişti.
Kırmızı halının buz pistine serilişini izlerken Fa
ith’ in gözleri dolu doluydu. Bir metre boyundaki
Stanley Kupası parlatılmış ve üzerine kahramanla
rın ve savaşçıların isimleri yazılmış olarak Hockey
Hail of Fame yöneticileri Philip Pritchard ve Craig
Campbell tarafından taşınıyordu. Fîer ikisi de mavi
takım elbise ve beyaz eldiven giymişlerdi. Faith takı
mıyla ve Tyson’la gurur duyuyordu.
Yöneticiler kupayı Tysona takdim ettiler. Ve
Tyson, hokeyin en prestijli ödülünü kafasının üzeri
ne kaldırarak kabul ederken arkadaşları şampanyayı
T y so nın gözü ne püskürtüyordu. Kupayı aşağı indi
rirken gülüyordu. D udaklarını soğuk gümüşe daya
dı ve kupayı öptükten sonra tekrar kaldırdı.
Tyson kupa elinde sahada tur atarken taraftar çıl
gına döndü. Birkaç dakikalığına Faith onun, istedi
ği gibi tünelin girişinde beklediğini unutmuş olma
sından korkm uştu ki Tyson tünelin önünden geçer
ken içeri doğru bakıp daha da gülümsedi. Faithe göz
kırparak kupayı Daniele verdi. Anında Tysonın su
ratına bir m ikrofon uzatıldı. Gözlerindeki şampan
yayı sildi. ESP N ’den bir muhabir “Bu akşam kazan
m ak nasıl bir his?” diye sordu.
“M üthiş,” diye cevap verirken kafasındaki şapka
yı düzeltti. “Hepim iz bu an için çok çalıştık ve bunu
hak ettik. Bu takım bazı zorluklar atlattı. Ama bu
du rum hepim izi daha güçlü kıldı. Ve biliyorum ki
h epim iz Bressler’in de bu mutlu anı paylaşmak için
aram ızda olm asın ı dilerdi.”