You are on page 1of 144

YILDIZ KiTAPLAR

Çocuk Dizisi

Birınci basım 1955


ikinci basım 1965
Üçüncü basım 1981

Cl mtay Matbaasında d izili p bası lmıştır.

lstanbul, 1981
GUSTAVE FLAUBERT

ÜÇ HİKAYE

Çeviren
ABlm Bezirci

MAY YAYINLARI A.Ş.


Babıali Caddesi, 19
Cağaloğlu - lstanbul
SAF BiR KALP
SAF BiR KALP

1.

Yarım yijzyıl bayunca Pont-l'Eveque'li kad ınlar


h izmetçisi Fel icite için Bayan Aubain 'e i m renip d u r­
d u la r.
Çünkü Felicite yılda yüz franga ev ve mutfak
işlerini görüyor, dikiş d i kiyor, çamaş ı r yıkıyor, ütü
yapıyor; ata gem vurmasını, kümes h ayvanlarını se­
m i rtmesi ni, yağ ç ı kartmasını b i liyor ve üstelik, pek
d e hoş olmayan H a n ı m ı n a bağ l ı kal ıyord u.
Bayan Aubai n , kendisine, küçücük ilk çocu kla
b i raz d a borç b ı rakarak 1 809 y ı l ı n ı n başlrıngıcında
ölen, parasız ve yakışıklı bir gençle evlenmişti. Ko­
cas ı n ı n ölümü üzerine, geliri en çok 5000 frang a ka­
d a r yükselen Toucques i le Geffosses çiftlikleri d ı­
şı nda, bütün gayrimenkullerini satmış ve halin arka­
sında atalarından kalma, daha az masraflı bir başka
evde oturmak için Saint-Malain e'deki yuvasından ay­
r ı l mıştı.
Kara taşla örtülü olan bu ev, ı rma�a giden d a­
rac ı k bir yolla b i r geçit arasında bulunuyordu. Evin

7
içinde sarsıntı doğuran düzey ayrılıkları vardı. Dar
bir dehliz mutfağı, Bayan Aubain'in pencerenin ya­
nında hasır bir koltuğa oturarak bütün gününü ge­
çirdıği salondan ayırıyordu. Beyaza boyanmış duvar
kaplamasına dayalı olarak sekiz tane akaju sandalye
sıralanıyordu. Eski bir piyanonun üzerinde ve baro­
metrenin altında piramit biçiminde bir kut!.! ve kar­
ton y.ğını duruyordu. XV'inci Louis üslObuııdaki sarı
mermerden şöminenin yanlarına iki büyük koltuk da­
yanııordu. Ortada bulunan asma saat bir Vesta ta­
pınağını canlandırıyor: döşemeler bahçeden daha
aşağıda olduğundan .bütün daire biraz küf kokuyordu.

Birinci katta önce •Hanım»ın solmuş çiçekli kll­


ğıtlarla bezeli ve duvarda şık kostümüyle ccEfendi .. -
nin portresi asılı kocaman odası bulunuyordu. Bu­
rası içinde şiltesiz iki çocuk yatağı görülen daha
küçük b!r odanın bitişiğindeydi. Sonra, içi üzerine
çuha örtülmüş mobilyalarla dolu ve kapısı oldum bit·
tim kapalı salon geliyordu. Daha sonra, bir sofa ça­
lışma odasına uzanıyor; kitaplar ve kağıtlar, kara­
ağaçtan yapılma geniş yazıhaneyi üç yanından çevi­
ren kitaplığın raflarını süslüyordu. Karşıda iki pano,
kalemle çizilmiş desenlerin altında gizleniyor: solda
Audran'ın gravür ve tabloları güzel bir zamanı ve
uçup gitmiş bir lüksü hatırlatıyordu. ikinci katta ça­
yırlara bakan bir tavanarası penceresi, Felicite'nin
odasını aydınlatıyordu.

relicite, Ayini kaçırmamak için, şafakla kalkar,


akşama kadar durmadan çalışırdı. Akşam YP.meÇıi .bi­
tip de kapkacağı yerli yerine kovduktan, kapıyı l vice
kapadıktan sonra küller altındaki odunları karıştırır
ve elinde tespihi, ocağın karşısında uvuklardı. Pa­
zarlı'< konusunda kimse ona oüçlük cıkarmazdı. Te­
mlzlifıe oellnce, tfmcerP.lerinin oarlaklını öbür h�z·
metcileri umutsuzluÇıa düsürürdü. Tutumluydu: veme­
ği ağır ağır yer ve ekmeğinin kırıntılarını sofra üze-

8
rinden parmağıyla toplardı. Bu, on i ki libre ( 1 ) ağır­
l ı ğ ı nda, yirmi g ün d ayanan ve salt onun için pişmiş
özel bir ekmekti.
Yılın hemen hemen her mevsim i nde, srrtında
çengelli iğne ile tuttu rul muş Hint kumaşından .bir şal,
başında saçları n ı örten b i r başlık, ayaklarında boz
çoraplar, kı rmızı b i r eteklik ve hastabakıcı kad ı n lar
g i bi , gömleğ inin üstünde b i r önlük taşı rd ı .
Yüzü zayıf ve sesi keskindi, b eş yaşında iken
insan onu kı rkı nda sanıyordu. El llsine bast,ktan son­
ra ise hiçbir yaş göstermiyor; d i m d i k boyu ve ölçülü
h areketle riyle, sessiz sedasız otomat i k biçi'lld e işle­
yen tahtadan bir kad ın a benziyordu.

il.

Onun da, başkaları gibi, b i r aşk h i kAyesi vardı.


B i r dülger olan babası iskeleden d üşerek ö lmüştü.
A rd ı ndan annesi göçmüş, kız kardeşleri d ağılm ış, b i r
çiftçi o n u yanına a l m ı ş v e küçük yaşta inekleri güt­
m eye başlamıştı. Paçavralar altında tirti r titriyor, yü­
zükoyu n yatarak d u rgun sulardan içiyor, hiç yoktan
bol bol dayak yiyordu. Sonunda. kendisi n i n yapma·
d ıÇ'ıı beş paralık bir h ı rsızlı k yüzünden çiftli kten ko­
vul muştu. Bunun üzerine b i r başka çiftliğe kapılan·
m ıs. o rada kümes h ayvanlarına bakmakla görevlen·
d i ri l m iş ve efendileri n i n hoşuna g ittiğinden, arkadaş­
ları onu kıskanmaya başlamışlard ı.
Bir Ağustos akşa m ı (o zamanlar on sekiz ya.
şındaydı) onu Colleville panayırına götürmüşlerdi.
O rada birdenbire afallam ış, kemancıların çı ü rü ltüsün­
den, ağaçlardaki ışı klardan, e l biselerin alacalı bula·
calı renklerinden, d antelal ardan, altın haçlardan ve

(1) E:lr libre yarım kiloluk bir ağırlık ölçüsüdür (Çev.).

9
kaynaşan i nsan kalabalığından şaşırm ıştı. Süklüm
püklı.i m bir yand a d u ru rken , d i rsekleri n i b i r yük ara­
basına dayamış, p i posunu tüttüren gösterişli bir genç
adam yanına gelerek onu d ansa çağ ı rm ıştı. Elma şa­
rabı , kahve, g aleta i kram etmiş; ipekli bir mendil
satın almış ve artık Felicite' n i n kendisin i anlad ığını
sanarak ona birli kte yürümek teklifi nde bulunmuştu.
Bir yulaf tarlas ı n ı n kenarında onu kabaca yere yık­
mış, fakat kız korkusundan bağ ırmaya başlayı nca
delikanlı kaçmış.tı.
Bir başka akşam, Beau mont yolu üzer;nde, ağ ı r
ağı r i lerleyen büyük b i r o t arabasın ın ön ü nden geç­
mek istemiş ve tekerleklerden sıyrılı rken Theodore'u
1anı mıştı.
Genç adam kabahatin içkide olduğ u n u ve bu
yüzden her şeyi bağışlaması gerektiğ ini söyleyerek
saki•ı bir tavı rla ona yaklaşmıştı.
O, ne cevap vereceğini bilemem iş, kaçmak iste­
mişti .
Theodore ise, bunun üzerine, hemen m ahsul den
ve kasaban ı n ileri gelenlerinden söz açmış, Ecots­
lar'ın çiftliğine g itmek için babas ı n ı n Collevi lle'den
ayrıldığını an latmaya koyul m uştu. Bundan böyle kom·
ş u olacaklardı. Kız « of!,, çekince o, kendisini, çiftliğe
yerleştirmek isted iğini de sözlerine eklemi�ti. Zaten
acelesi de yoktu, zevkine göre bir kad ı n buluncaya
kadar .bekleyecekti. Felicite baş ı n ı önüne eğm işti.
Theodore, ondan evlenmeyi düşünüp düşünmediğini
sormuş, o da gülümseyerek kendisiyle eğlenmenin
kötü bir şey olduğunu söylemişti. Fakat öteki «Hayır,
yemin ederim ki eğlenmiyoru m !» d iyerek sol kolu n u
onun beline dolamıştı. Adımları n ı ağ ı rlaşt ı rmışlard ı.
Rüzgar hafiflemişti. Yıldızlar parı l dıyor, kocaman o t
a rabası önlerinde sallan ıyor, ayaklarını sürüyen dört
a1 yerden toz kald ırıyord u. Son ra kendiliklerinden
sağa dönmüşler, erkek onu bir kez daha kucaklam ı ş
v e o, karanlıklar içinde gözden sili n m iş.ti.

10
Theodore, ertesi h afta, ondan randevu alm ıştı.
Avluların gerisinde, bir duvarın a rkası nda, ıssız
bi r ağac ın altında b uluşuyorlardı. Her ne kadar Fe­
l icite genç kızlar kadar toy deği l idiyse de, -hay­
vanlar ona her şeyi öğretmişlerdi- aklı ve namus
duygusu onu günaha g i rmekten alıkoyuyordu. Oysa,
bu d i renme Theodore'u n aşkı n ı büsbütün alevlendi­
riyor ve onu söndürmek için (pek öyle isteyerek ol­
masa bile) evlenme tekl ifinde bulunuyordu. Gelge­
lelim, genç kız o n a inanmakta kuşkuya d üşüyor; o
ise, inanması için, büyük yeminler ed iyordu .
Aradan bi raz zaman geçince, sevg ilisine üzücü
bazı şeyler anlatmıştı : Geçen yıl, askere g itmemesi
için ana-babası para dökmüştü. Ne çare ki, bu yet­
m iyord u ; b ir g ü n kendisi n i alıp götürebili rlerd i. As·
keri hizmete alınmak olasılığı onu ü rkütüyordu. Bu
korkular Felic ite'n i n ona olan şefkatini bir kat daha
artırm ıştı. G eceler i kaçarak randevu l arı n a geliyor,
Theodore kaygıları ve d i renişleriyle ona eziyet edi­
yord'J.
Sonunda, bizzat Vilayet'e giderek durumu öğ re­
neceğini ve gelecek pazar saat on birle gece yarısı
arasmda ona haber getireceği n i bildirm işti.
Vakit gelince, Felicite, sevg i lisine doğ ru koş.­
muştu.
N e yazık ki o n u n yerine arkadaşlarından bi riyle
karşı laşmıştı. Adam ona, artık Theodore'u g örmemesi
gerektiğ ini, askerli k durumunu sağlama bağlamak
için Toucques'tan Bayan Lehoussais adında çok zen­
gin ve yaşlı bir kad ı n l a evlendiğini haber vermişti.
Bu haber kızcağızı çok üzmüştü. Kend in i yere
atmış, çığlığı bas m ı ş, Tanrıya yalvarm ış ve g ü neş
doğuncaya değin, kırd a tek başına i nleyip d u rmuş­
tu. Sonra çiftliğe dönmüş, efendisine, g itmek n iyetin­
de olduğunu bildirmiş ve ay sonu nda, hesapları n ı
görerek bütün eşyasını bir mendile doldurmuş, Pont
J'Eveque'e doğ ru yola koyulmuştu.

11
Bir hanın ö nü nde, başlığından d u l olduQu anla­
şılan ve ahçı arayan bir kadın onu sorguya çekmişti.
Gerçi, genç kız çok şey bilmiyordu, ama o kadar iyi
niyetl i ve istekli görünüyordu ki, Bayan Aubai n , so­
nunda:
,._ Peki, sizi alıyorum !» demişti.

Bir çeyrek saat sonra Felicite bayanı n evine yer­


leşmiş bulunuyordu.
ö nceleri evin gidişatından ve rah metli •Efend i »­
n i n her yanı saran anısından doğma b i r ü rkekl i k
içinde yaşamıştı. Hanımın biri yedi, öbürü sekiz ya­
şında olan Paul ve Vi rginie ad ındaki iki çocuğu ona
de('erli birer varlı k gibi görünüyorlardı. Bir at gibi
onları sırtında taşıyordu. Bayan Aubain çocukları he r
d akika öpmesini yasaklamıştı. Bu üzücü yasa(ıa kar­
şın o, kendisini mutlu sayıyor ve çevrenin g üzelliği
acılarını yatıştırıyordu.
Her Perşembe tanıdıklar eve iskambil oynamaya
gel iyorlardı. Fel icite önceden kAğıtları hazı rlı yor, man­
galı yakıyordu. Konuklar tam saat sekizde görünü­
yorlar, on biri çalmadan da kalkıp gidiyo rlard ı .
H e r Pazartesi sabahı yolun a l t yan ın a yerleşen
koltukçu hurdalarını yere yayıyor; onun peşinden
şeh i r bir uqultuyla doluyor ve atla rın kişnemesi, ku­
zuların melemesi, domuzları n homurdanması sokak­
taki pazarın en civcivli bir zamanında, uzun boylu,
kasketi arkaya iti l miş, çengel b u runlu b ! r kövlü,
-Geffosses çiftçisi Robeli n- eşik üzerinde görünü­
yor ve az son ra, s ırtında kurşuni b i r ceket, avak­
larında mahmuzlu çizmeler taşıyan Toucques çiftçisi
küçük, kı rmızı, şi�. m an Liebard cıkaqeliyordu .
Her ikisi de ç iftlik sahibeleri Bavan Aubain'e ta­
vuk yahut peyn i r getiriyorlardı. Felicite hep vaoa­
cakları h i lelere engel oluyor ve onlar da bu yüzden
ona sayg ıda kusur etmiyorlard ı.
Bavan Aubain, servetini sefahatte e riterek Fa·
laise'deki arazinin son k ı rıntısı üzerinde yaşayan

12
amcası Marki d e G remanville'i arada .bi r kabul edi­
yordu. Marki hazretleri, ayaklarıyl a d u rmadan her
yanı ki rleten pis bir fino köpeğiyle birl i kte, hep ye­
mek saatleri nde teşrif buyuruyordu. Kibar görün mek
için gösterd iği çabaya, her defasında ocrah m etli ba­
bam, d i yerek şapkasını çı karması n a karşın, alışkan­
l ı kları onu s ü rüklüyor, üst üste kade h leri yuvarlıyor
ve nsşeyi elden bırakmıyordu. Son u n d a Felicite: ccBu
g ü n l ü k yeter, Bay G re manvi lle l Başka sefere gene
bekleriz!,, diyerek nezaketle onu d ışarı itiyor, arka­
sı nda kapıyı kapatıyordu.
Gelgelel im, eski bir aile dostu olan Bay Bourais'­
ye kapıyı sevinerek açıyordu. Adamcağızın dazlak
kafası, beyaz kravatı, işlemeli gömleği, enfiye çekişi
onu heyecanlandı rıyor, enikonu olağan üstü bir insan­
la karşı laşmış gi . b i oluyordu.
Bay Bourais e m llikin i n yöneticisi sıfatıyla ocHa­
n ı m,, l a «Efendi»nin odasına kapanarak d u rumu an­
latıyordu. Lekelenmekten korktuğundan işine son de­
rece d ikkat ediyor; üstel i k, iyi de Latince bil iyordu.
Çocukları s ıkıcı olmayan bir yöntemle yetişti r­
mek için onlara res im li birer coğrafya k itabı arma­
�an etmişti. Bu kitaplar dünya n ı n çeşitl i ü l keleri n i ,
tüvlerle süslenen yamyam ları, bir kızı elinde h avaya
kald ı ra n bir maymu n u , çöl deki Bedevileri, avlanan
bir batlnayı vb. gösteriyordu.
Paul bu g ravü rler üzerine Fel icite'ye aç.klamalar­
d a bulunmuş ve bu, onun .bütün edebl eğitim i ol­
muştu.
Çocuklara Guyot hocalık ediyordu. Guyot, gOzel
yazı yazmakla tanınmış bir belediye memuru idi.
Hava açık olduğu zaman erkenden Geffosses
çiftl iğ ine gidiyordu.
E�llimli bir arazi Ozerlnde yukarda bahçe, ortada
ev bulunuvor ve uzakta deniz kurşunt bir leke gibi
görOnOvordu.
F611cit6 sepetinden et söOOşO çıkarır, süthane

13
olarak kullanı lan b i r d ai rede öğle yemeğ i n ı yerlerdi.
Burası, çiftliğin hoşa giden b i ri cik otu rulacak yeri
idi. (Bugün artık ondan eser kalmam ıştır.) Duvarlar·
daki kağ ıtlar hava akımıyla titrer; Bayan Aubain anı­
ları n ı n altı nda ezi lmiş olarak .baş ı n ı önüne eğer; ço­
cu klar konuşmaya cesaret edemez ve « H aydi, oyna­
yın ! » deni nce hemen d ışarı fırlarlard ı.
Pau l ambara ç ı kar, kuşları yakalar, suda taş kay­
d ı rır yahut da davul gibi sesler çı karan büyük şarap
fıçıları n a değnekle vururdu .
Virginie tavşanlara yiyecek veri r, peyg amber çi ­
çeğ i toplamak için koşar, bacakları n ın hızı ndan kü­
çük pantolonu meydana çıkardı.
Bir güz akşa m ı otlar arasından eve d önüyordu.
Ancak dörtte biri görünen ay göğün bir parçasın ı
aydınlatıyor ve b i r sis bulutu Toucques üzerinde b i r
eşarp g i b i dalgalan ıyordu. Çi menlerin ortasına yayıl­
m ı ş olan öküzler, sakin sakin, bu dört i nsanı n g e­
çişine bakıyorlardı. üçüncü çayırdan geçerlerken iç­
lerinden birkaçı kalkmış, onlara doğ ru gelmeye başla­
m ıştı . Felicite ccKorkmayı n !,. d iyor ve bir t ü rkü m ı rıl­
danarak, en yakınında bulunanın gerdanı n ı okşuyor­
d u . Gelgelelim, hayvan birden g eriye dönmüş. ve
öbürleri de onu taklit etmişlerdi. Aubain'ler çayırı ba­
şa çıktıkları zaman korkunç b i r böqürme yük�P.lmi!;ti.
Bu, sisin içine saklan m ış olan bir boğanın sesi idi. Bo­
!;Ja iki kadına doğru ilerl iyordu. Bayan Aubain koşma­
ya başlamıştı. Fel icite: •Hayır, hayır acele etmeyin!»
d iye sesleniyordu . Öyleyken hepsi de adımlarını açı­
yorlar ve arkalarında, yaklaşmakta olan h ayvanın ho­
murtulu soluyuşunu işitiyorlard ı. Tırnakları, çekiç g ibi
toprağı dövüyor, boqa g itgide h ızlanıyor, enikonu tı­
rısa kalkıyordu. Fel icite dönmüş, iki efiyle yerden
toprak parçaları koparmış, hayvanın gözlerine serp­
m işti. H ayvan b urnunu yere eğ miş, bovnuzları n ı sal­
lıyor, korkunç homurtular çıkararak öfkesin den titri­
yordu. Bayan Aubain, çayırın ucund a, yahında i kr

14
yavrusu, şaşkı n şaşkın tepeyi nasıl aşacağ ı n ı düşü ­
n üyo rdu. Felicite b i r yandan d u rmaksız ın geriliyor,
b i r yandan da boğayı körleten çimenli toprakları sa­
vu ruyor, «Acele edin! Çabuk o l u n ! » d iye bağ ı rıyordu .
Bayan Aubai n hendeği geçmiş; önce Virginie'yi,
sonra d a Paul'u itm iş, yo kuşu tırmanmaya çalışırken
bi rkaç kez düşmüş ve ancak gözüpekliği d olayısıyla
tepeyi aşm ıştı.
Boğa, Felicite'yi .bi r parmaklığa kadar sü rm üştü ;
salyası kızı n yüzüne sıç rıyor, b i rkaç saniye sonra
karn ı n ı deşmeye hazırlanıyordu. Tam bu sı rada Fe­
licite i ki tahta aras ı ndan süzülmeye vakit b u l muş ve
i ri hayvan şaşkınlıktan donaka l mıştı.
Bu olay, yıllarca Pont-l ' Eveque'te söyleşi konusu
o l muştu. Fakat Felicite bundan ötürü hiçbir gurur
d uymamış, hatta kahramanca b i r iş yaptığ ı ndan bile
kuşkuya düşmüştü.
Virg inie'yi şimdi yalnızca Fel icite uğraştı rıyordu.
Çünkü, geçirdiği korkudan son ra ona sinirsel yakın­
l ı k duymaya başlamış ve doktor Bay Poupart, Trou­
ville deniz banyoları n ı salı k vermişti.
O zaman lar deniz banyolarına, pek g i d i l mediğin­
den, Bayan Aubain, bu konuda bilgi edin m i ş, Bou­
rais'ye akıl danışmış, sanki uzun bir yolculuğa çıka­
cakmış gibi, hazırlı klard a bulunmuştu.
Paketler b i r g ü n önceden Liebard ' ı n yük araba­
sıyla gönderi l mişti. Ertesi g ü n , Liebard, iki at getir­
m işti ; bunlardan b i rincisi n i n kad ifeden arkalığıyla ka­
d ı n lara özgü bir eyeri vardı. iki ncisin i n sağ rısına
üzerinde oturmak için .bi r örtü seril mişti. Bayan Au­
bain b u raya, Liebard 'ın arkasına yerleşmişti. Fell cite,
Virgi n ie'yi kucağına almış; Paul ise; çok iyi bakmak
şartıyla Bay Lechaptois'dan ödünç alınan eşeğe ku­
rul m uştu.
Yot o kadar· kötOydü ki, sekiz ki lometreli k uzak­
l ı k iki saat s ürmüştü; Atlar dizleri n e kadar çamura
oömülüyor, araba tekerleklerin i n açtığ ı ç u ku rlara d a-

15
l ıyor ve ani h areketlerle çıkmaya çabalıyor, çoklay!�
d a sıçramak zorun d a kal ıyorlard ı. Liebard'ın kısrağı
bazan bi rdenbire d uruveriyordu. Adamcağız sabırla
h ayvanın yürümes i n i bekliyor; yol kenarında uzanan
e ml akin sahipleri üstün e -h i kayelerine ahlakçıl d ü­
şünceler de katarak- açıklamalarda .b u l un uyo rdu.
Böylece, Toucques'un ortalarına varıp da yöresi çi­
çeklerle çevri l m i ş pencereler altından geçerlerken,
omuzlarını si l kere k : •işte bir delikanl ıyı alan Bayan
LE!houssais adında biri ki . . . .. diye konuşması nı sür·
dürdüğü b i r sırada, Felic l te sözü n gerisini işiteme­
m iş, atlar dörtnala koşmaya başlamış, eşek ise tırısa
kalkm ıştı. Bir keçiyolunu h ızla geçerek bir tahta per­
deyi döndü kleri zaman, iki çocu k görü n m ü� ve g üb­
reliğin önünde, hemen hemen kapının eşiğ i üzerinde
hayvanlardan i n i l m işti.
Liebard ana, hanımını görünce çok sevir.mişti. Et,
işkembe, tavuk, köpüklü şarap, domuz sucuğu, eri k
şı rası v e kompostol u ·bir ö ğ l e yemeği hazırlam ıştı ;
b ütün nezaketiyle, Madam'ın oldukça sağlam görün­
düğünden, Matmazel'in pek güzelleşmiş ve Mösyö
Paul'ün akıl almayacak ölçüde serpilmiş olduğundan
söz açmış; bu arada, çocuklara, Liebardla r' ı n kuşak­
lar boyunca aileni n h izmetinde bulundukl arı için rah­
m etli b üyükann e ve babalarını tanımış oldukları n ı
söylemeyi de u nutmamıştı. Çiftlik de onlar gibi eski
idi. Niteki m , tavanın putrelleri paslanm ış, d uvarlar du·
mandan kararmış, taşlar tozda n k u rsun i leşmisti . Raf­
larda meşeden yapılma tabaklar, kalavlı kaplar, ko­
yunları kı rkmaya yarayan kocaman makaslar sıralanı­
yor; bOyük bir şmnQa takımı çocukların pülmesin e
vol açıyordu. le;: bahçenin h'eblr a�acı yoktu ki kô­
künde mantarlar ya d a dall arında ökse otları bu­
l unmasın. RüzoAr bu otların ço�unu yere dökmüştü.
Kahv�reng l kadifeyi andıran samandan eatılar azQın
fırtınalara kar'$ı kovuvorfardt Bununla birl i kte, ara­
balık yıkıntı hallndeydl.

11
Bn. Aubain bura n ı n gereg ıne bakacağ ı n ı söyl ü­
yor ve hayvanların hazırlanması n ı buvuruyordu.
Trouville'e varmağa yarım saatl i k bir yol kal m ı ş·
tı. Ki.içük kervan Ecore'ları (2) geçmek içi n yaya o la­
rak yola dizi lmiş (çünkü burası den ize üstün sarp
b i r kayal ı ktı) ve üç dakika sonra, rıhtı m ı n sonunda
b u lunan Altın Kuzu bahçesine, oradan d a David Ana­
n ı n evi ne gelmişti.
Vi rginie, i l k g ü n l e r hava d eğ işikliği ve .banyola,
r ı n e:tkisiyle olacak, .bi raz toplamıştı. Den ize göm­
lekle g i rip yıkanıyor; h izmetçisi, kendisini, banyodan
ç ı kanların kullandığı bir g ü m rükçü kulübesi nde giy­
d i riyordu.
Öğleden sonra eşekle, Hennequevil l e kıyısında
Roches-Noi res'a kadar gidiliyordu. ö nce, bir parkı n
ç imenleri gi bi vad iler a rasından yükselen patika yol
geçi l iyor; sonra, otlarla ekin tarlaları n ı n ardarda d i·
zildiği b ir yaylaya varıl ıyordu. Yol u n kenarında, bö­
ğ ü rtlen yığ ı nları içinden çoban püskülleri boy g öste­
riyor; şu rada b u rada, koca bir ağacın dalları mavi
gökte zikzaklar çiziyord u.
Hemen hemen her gün, denizin karşısı nda, so­
l u n d a Deauvi lle ve sağ ında Havre .bu lu n an b i r çayır­
da d i n leniliyordu. Deniz, b i r ayna g i bi d ü m düz, ı:ıü­
neşin altı nda parlıyor; d u rg u n olduğundan ç ı kardığı
ş ı rı ltı güçlükle duyul uyor; ötede beride g izlenmiş ser­
çeler cıvıldaşıyor ve geniş gökkubbesi bunları n heo­
sini kucaklıyordu. Bn. Aubain otu rmuş kendi el işiyle
u ğ raşıyor; yan ı nda Virgin i e sazları ö rüyor ; Fel icite
l avanta çiçeklerini ayı klıyor; canı sıkılan Paul ise
g itmek istiyordu.
Başka seferler, Tou cq ues'u vapurla geçerlerken
m i dye kabuğu arıyorlard ı. Suyun sığ oldu{Ju yerl erde
deniz kestaneleri ve y ı l dız!arı bulun uyor; çocuklar

(2) Ecores: Toucques'un etrafını çeviren kayalık ve yar·


lar (Çev.).

Oç Hlklye F: 2 17
rüzgfirın sürüklediği köpü kleri yakalamak için koşu·
yorlard ı. Durg u n dalgalar kumların üzeri ne d üşere k
sahil boyu nca yayılıyor; kara tarafı ndan Marais, kum
tepeleriyle hipodrom biçim indeki g e n i ş çayırlığın sı­
n ı rlandırdığı kumsal, göz alabildiğine uzanıyordu. Bu­
radan dönerlerken, Trouvi lle, tepenin yamacında, her
adımda gitgide büyüyor ve b i rbirine benzemeyen ev­
leriyle sevi nçli, karma bir çiçek tarlasını andı rıyordu.
Havanın çok sıcak olduğu g ü n ler, odaları ndan
d ışarı ç ıkm ıyo rlard ı. Dışarın ı n göz kamaşt ı rıcı ayd ı n­
l ı ğ ı pancurların arasından sızarak ışıktan çizgiler
oluştutuyordu. Köyde çıt duyulmuyor, aşağıda, yaya
kal d ı rı m üzeri n d e ki msecikler görünmüyordu. Çevre­
yi saran bu sessizlik eşya n ın sü kOnetini arttı rıyord u.

1843'te Honfleur (res i m : Garneray)

18
Uzakta kalafatçıtarın çekiçleri g e m ı n ı n kaburgasını
d övüyor ve ağ ır b i r meltem, katran kokuları getiri­
yordu.
Başlıca eğlenceleri, yelkenlilerin dönüşünü göz·
lemekti. Gemicikler sığ ve kayalık yerleri g österen
işaretleri geçince volta atmaya başl ıyo rl ard ı. Yelken­
leri d i reklerin üçte i kisine kadar i n d i ri l iyor; m azena­
ları balon gib i şişmiş, i le rl iyorlar; dalgaların çalkan­
tısı ;çi nden liman ı n ortasına kadar kayıp gid iyorlar;
orada, .b irdenbire dem i rleri denize d üşüyordu. Son­
ra rıhtıma yanaşılıyordu. Tayfalar çırpınan balı kları
bordadan dışarı atıyorlar; bir d izi yük arabası onları
bekliyo r; başlıklı kadın l ar sepetleri almak ve erkekle·
rini görmek için ileri atı l ıyorlardı.
Bu kad ı nlardan biri, b i r g ü n Felicite'ye yaklaş­
m ış, biraz sonra da sevinçle odasına g i rm işti. Feli­
c ite artık kendisine bir arkadaş bulmuştu. Bu, Leroux'·
n u n .karısı Nastasie Baretti'ti ; kucağı n d a .bi r süt ço­
cuğu, sağ elinde bir başka çocuk, solunda ise beresi
kulaklarına kadar i nmiş e l leri kalçasında b i r küçük
m uçoyu tutuyo rdu.
Bir çeyrek saat sonra Bn. Aubai n kad ı n ı kov­
m uştu.
On lara hep m utfağı n dolayında yahut da birlikte
yaptı kları gezintilerde rastlanıyordu. Kad ı n ı n kocası
ise hiç görü n m üyordu.
Fel icite arkadaş ı n ı n ai lesine d e sevgi d uyuyor­
du. Onlara b i r yorgan, b i r ocak ve gömlekler satın
a l mıştı. Elbette bu d u rumda sömürülüyordu. Bundan
ötürü Bayan Aubain Felicite' n i n .bu zaafına si n irlen­
m i ş ; ayrıca, böyle laubalilikleri sevmediği, -çünkü
oğluyla sen l i benli konuşuluyordu- ve Virg i n i e öksür­
m eye başladığı, mevsi m de art ı k g üzelliğini yitird iği
için Pont-l'Eveque'e d ön müştü.
Bay Bourais kolej seçme k konusu nda Bayan Au·
bain'i ayd ın latmıştı. Ona bakıl ı rsa en iyi kolej Caen'­
dekiydi. Nitekim Paul d a oraya gönderi l miş, .birçok

19
arkadaşlar edineceği b i r yere yaşamaya g itmekten
memnun, eve yiğitçe veda etmişti.
Bayan Aubain , istemese de, oğlun u n yan ı ndan
uzaklaşmasına u marsız boyun eğmişti. Virg i n ie ara­
s ı ra G.ğabeyisi n i düşünmüş; Fel icite o n u n yaptığı pa­
t ı rtıyı gürü ltüyü aramıştı. Fakat sonunda hoşuna gi­
decek bir iş b u l muştu : Noel'den beri her gün küçük
kızı kil iseye götü rüyordu.

111.

Felicite, kapıda diz çöktükten sonra, çift sıra ha­


linde d izilmiş iskemlelerin arasından m i h raba doğ­
ru i lerliyor; Bayan Aubain'in sıras ı n ı açıyor ve otu­
rarak çevresi n i gözden geçi riyordu.
Oğlanlar sağ d a ve kızlar solda olmak üzere ko­
ronun saflarını dolduruyorlar; keşiş, rahlenin yanın­
da, ayakta d u ruyor, mihrabın pencerelerinden biri n i n
üzerinde Kutsal R u h , Meryem'e üstün bir duru m­
d a bulunuyor, öbüründe ise ölü msüz sa.kire, lsa Ço­
cuk'un önünde diz çökmüş olarak g örülüyordu. Kud ­
das dolab ı n ı n arkasında tahtadan b i r bölr.e, ejder­
hayı yere seren Saint-Michel'i canlandırıyord u.
Keşiş, önce Kutsal Tarih'in bir özetini yapıyor;
Felicite cenneti, tufanı, Babi l ku lesini, yanan kent­
leri, ölen kavi mleri , yıkılan putları görmüş gibi olu­
yor; duyduğu şeylerden gözleri kamaşarak Ulu Tan­
rı'ya derin bir saygı duyuyor ve onun gazab ı n ı n kor·
kusunu yüreğ ine yerleştiriyord u. Sonra, Hazreti l sa'­
n ı n çekti klerini d i n lerken ağlıyord u. Çocukları seven,
körleri iyi leştiren, açları doyu ran ve yoksul ların ara­
sında bir ahırın g ü b releri üzerinde doğmayı istemiş
olan bu i nsanı acaba niçin çarmıha qermiş. l erdi?
Ekin ler, hasatlar, cendereler; l ncil'in anlattıqı ve ta­
n ış ı k olduğu bütün bu şeyler asl ında onun havatına
g i rmişti ; Tanrı onları kutsamıştı. Bu yüzden Felicite

20
l ncil'de adı geçen kuzun u n aşkıyla bütün kuzuları ve
Kutsal Ruh dolayısıyla da bütün g üvercinleri daha
derin bir şefkatle seviyordu.
Kutsa l Ruh'un kişi liğini tasarlamakta güçlük çe­
kiyord u ; çünkü o, yalnızca kuş değ il, aynı zaman·
d a bir ateş ve .bazan d a bir nefesti. Belki d e gece­
leY:n bataklı kların yan ında dolaşan o n u n işığı, bu­
lutları yürüten o n u n soluğu, çanları ahenkli kılan
onun sesi idi.
Akaide gelince, ondan hiçbir şey anlamıyor, an­
lamava da çalışmıyordu. Keşiş vaaz ed iyor, çocu k­
lar .:ızber okuvorlar. o n u n ise uvkusu çıelivor ve ce­
maat tahta kunduraları n ı döşeme ta�ları üzerindP. t::ı­
kı rddtarak gitmeve başlayı nca, birdenbire uyanıyor·
d u . Bövlece, keşişi zoraki d;nleverP.k. H ı ri�t;vanlıii ı n
i l1<el�rini önrPnivor. rıencPöi n de ihmal edilmi!': nl�n
d infel Pôitim ini tamamlıvordu. Virn i nöe' n i n vantılda­
r•.,, t � k l i t Priivor. onun oibi oruc tutuver. orunla hi r­

Pl<tı::ı ,,nnı:olı cıkıortı"nrdıı. FAte-o:eu yortusunda b i r­


liktP n i r ı:orlı:ık VPri vanıvorlard ı.
i l k Kudas avini onu ç ok etkilemişti. Avakkabılar,
f'ldivP n ler. tespih, kitap on u hevecanlan d ı rm ıştı. An·
ne:sinin r.ıivinmesine yard ı m ederl<en epey titremişti.
Avin boyu nca içi sıkılmıştı. Bay Bourais koronun
yanında ona bir ver ayı rtmıştı. Tam karşıda, aşaÇııya
�".irkı'ln tüllerinin üstünrfe beyaz taçlar taşıyan ba.ki re­
ler sürüsü bir kar tarlası oluştu ruyor ve o, uzaktan
m innacık boyn u ve düşünceli d u ruşlarıyla sevg ili kü­
çüciünü tanıyordu. Canlar çal ıyor, başlar eqil iyor, or­
talı?"ır bir sessizl'k kaplıyor; ornun aürü ltüsüvle müez­
zinler ve cemaat duava başlıvorlard ı. Sonra erkPk
çocuklar ç:ıeçivorlar, ard ı ndan kızlar kalk ıvorlardı. El­
l ı=>r i kavuşturu lmus, adım adım ısıklı m i h raba doöru
ç:ıidivorlar; .bir:nci basamağına cöküyorlar, b'rb:ri ar­
kcı�ından mavasız ekmeöi al ıyorlar ve avn ı d üzen­
le iskP.mlelerine dön üvorlard ı. S•rn Virçıi nie'ye rıelin­
ce, Fel icite, onu görmek için eği liyor; derın bir se-

21
vecenl iğ i n verdiği düşle çocuğu kendisine benzeti­
yor, yüzüne bakarken kendi çehresini görmüş g i bi
oluyordu. Yüreği göğsünde çarpıyor, g öz l erini ka­
p ayarak ağzın ı açtığı sırada bayı lmak derecesine ge­
liyordu.
Ertesi gün, keşişi n, kendisine Kudas e kmeği nden
vermesi için erkenden kilisede hazır bulunmuştu. So­
fuca bir tavı rla onu alm ış, fakat aynı tadı duyma­
m ıştı.
Bayan Aubai n , Vi rginie'nin olgun bir kişilik ka­
zanmasını, iyi yetişmesini istiyordu. Guyot'n u n ona
d oğru dürüst ne lngilizce, ne d e m üzik öğretebildi­
ğ i ni anladığı için kızı Ursulines d'Honfleu r pansiyo­
nu n a koymaya karar vermişti.
Çocu k sesini çıkarmamıştı. Fel icite ise Bayanı
d uygusuz bularak içini çekiyordu. Sonradan Hanımı­
n ı n haklı olabileceğini düşünm üştü. Asl ında, böyle
şeylere karışmak onun yetkisi dışında değil miydi?
Sonunda, bir gün eski bir araba kap ı n ı n önünde
d u rmuş, içinden Matmazel'i almaya gelen bir rahibe
in mişti. Felicite y ükleri arabanın üstüne , k oymuş, ara­
bacıya tembihlerde bulunmuş ve sandığı n içine bir
d emet menekşeyl e altı kavanoz reçel, bir düzine ka­
dar da armut yerleşti rm işti.
Son dakikada Virg i n ie hıçkırmaya başl amış; an­
nesine sarı lm ış, Bayan Aubain ise kızın ı n alnından
öperken : cc Haydi cesaret! Cesur ol! .. d iye tekrarla­
m ış; son ra basamak kalkmış ve araba hareket et­
mişti.
9u n un üzerin e Bayan Aubain bayılıvermişti. Ak­
şamreyin bütün dostları ; kiihya Lormeau, Bayan
Lechaptois, Matmazel Rochefeuilleler, Bayan Houp­
peville ve Bay Bourais onu teselli etmeye gelm iş­
lerdi.
Kızından ayrıl mak önceleri ona çok acı gelmisti.
Faka! h aftada üç kez ondan mektup al ıyor, öbü r
g ü nlerde d e o na yazıyordu. Bahçesin d e dolaşıyor,

22
biraz okuyor, böylece boş saatlerini dolduruyordu.
Felicite sabah leyin , adeti üzere Virginie'nin oda­
s ı n a g i riyor, duvarlara bakıyordu. Artık o n u n saçla­
rını tarıyamayacağ ı, fotinlerini bağlıyamayacağ ı , ya­
tağ ına yatıramayacağı ve doya d oya sevimii yüzün ü
seyredemeyeceği , birlikte sokağa çıktıkları nda elin·
d e n tutamayacağı için üzülüyord u. Boş zamanların­
d a dantela örmeyi denemişti. Gelgelelim, kalın par­
m akları ipli kleri koparıyor; h içbir şey işitm iyor, uy­
kusuz kal ıyor, ken d i d eyimiyle yavaş ya11aş «eri­
yordu ».
Jzüntüsünü dağıtmak için hiç olmazsa yeğeni
Victor'u görmesine izin istemişti.
Kı rmızı yanakl ı, çıplak göğüslü Victor; yan ında,
g eçtiği kırları n kokusunu taşıyarak, paza� günleri
ayi nden sonra gel iyordu . Çarçabuk sofra kuruluyor,
karşı karşıya otu rarak öğ le yemeklerini yiyorlard ı.
Felicite elinden geldiğince a z yiyerek yeğeninin kar­
nını iyice doyuruyor ve çocuk sonu nd a uykuya da­
lıyordu. ikindi çanı çalar çalmaz on u uyandırıyor,
giydi riyor, pantolonu n u fı rçalıyor, kravatı n• bağ lıyor
ve bir analık g u ru ru içinde, koluna dayanarak kili­
seye götürüyordu.
Ana-babası çocuğu yengesinden bir paket toz
şeker, sabu n , şarap ve arasıra d a para koparmakla
görevlendirilm işlerdi. E l bisele rini yamaması için Fe­
l i cite'ye geti riyor: o ise yeğeninin yine gelmesini sağ­
l ayacak olan böyle bir fı rsattan pek memnun, bu işi
sevinçle üzerine alıyord u.
P.ğustos ayı n d a babası çocuğu gemilerde çalış­
maya götürmüştü.
Tatil zaman ıydı. Çocukların gelişi Felicite'n i n yü­
reğine su serpmişti. Fakat Paul kaprisli ol muş, Vir­
g i n i e ise artık kend isiyle sen li benli konuşulmaması
gereken bir yaşa gelmiş ve böylece araları n a bir
sıkıntı, bir e ngel g i rmişti.
Victor, sırayla, Morlaix'e, Dunkerque'e ve Brigh-

23
ton'a gidiyor; her yolculuktan dönüşte Felicite'ye bir
armağan geti riyordu. Birincisinde armağan olara k
kabuktan b i r kutu, i kincisinde b i r kahve fincanı, üçün­
c üsünde de kocaman bir baharatl ı ekmek vermişti.
Gitti kçe g üzelleşiyordu. Fidan gibi b i r boyu, azıcık
bıyı kları, açık g üzel gözleri ve gemiciler g i b i arkaya
itil miş küçük meş i n şapkası vardı. Denizcılerin kul­
l andığ. deyimlerle hi kayeler anlatarak yen gesin i eğ­
lendiriyordu.
�4 Te mmuz 1 81 9'da, .bi r pazartesi günü, (Felicite
bu tarihi hiç u n utmadı). Victor uzun bir sefere çı ka­
caaını ve pek yakında Havre'den kalkacak olan yel­
kenlis;ne yetişmek üzere, öbürsü a ü n pecP,levin,
Honfleu r'den posta vapuruyla hareket edeceğ i n i bil ­
d irmisti . Belki de ik i vıl hiç qelmevecekti.
Bövle bi r avrıl ı k düşün cesi Felicite'vi perişan et­
misti. Çarsamba aksamı yeöenine yeniden bir ccAlla­
fı::ı•smarladık" demek icin. Bavan ' ı n aksam yemeöin­
rl0rı rnrıra . tahta kunduraları n ı avanı n a çıeci rmiş,
Pont-l' Eveque'i Honfleur'den ayıran dört fersahlık yo­
lu yijrü müştü.
Calvaire'e geldi{ıinde, sola a idecek yerde yan­
l •<> l ıld-:ı !'":ıi'ıa saomıs ; şantiyeler içinde kaybolm uş, ge­
ris:n qe.rive ciönmüs. vanına vakla!'!tıa ı kimseler ace·
'"' ot,....,P!'!;n; ö'1iitlemi�1Prdi. P cı l ı:ı rıı ::ı rl � ra cı:ıroarak, ae­
r":ı �ı
.... ... dolır limanı dol::ısıp durmuştu. Sonra toprak
alcalmış, ısrklar b i rbirivle catışmış ve o, gökte atlar
görp�Pk. çıl d ı rd ığ ı n ı sanmıştı.
:::> e nizden ko rkan öbür atlar rıhtım ı n kenarında
kişnivorlardı. B i r palanaa on ları havava kı:ıldırarak
v::ı"'rın•rı ambarına indiriyordu. Geminin içinde yol­
cular peyni r sepetleri, şarap fıçıları. hububat cuval­
l::ırı ara!'!1l"'rla itişiyorlar; tavu kların nakaratı işitil iyor,
kaptan küfürler savuruyor ve bütün bu olup biten­
iP.re boş w:m�n bir muco, dirsekf P,rini metaforı:ı11::ı d::ı­
yı:ımı�. duruvordu. Yeğenini tan ıyamayan Felicite
«Victor!" d iye bağı rınca muço başını kal d ı rmış, yen-

24
gesi ileri doğru atıl mış, fakat n e yazı k ki iskele bir­
denbire yu karıya çe kil ivermişti.
Kadın lar şarkı söylerken g.emi l imandan çıkmıştı.
Gövdesi çatı rdıyor, ağ ı r dalgalar pruvas ı n ı d övüyor­
du. Artık içindekilerden ki mse görü n m üyor ve ay ışı­
ğ ı n d a gümüş gibi parlayan denizin üzeri nde, gitgide
soluklaşan karanlıklara gömülerek gözden sil inen bir
kara leke o luşturuyordu.
FeFcite, Calvaire yakınından geçerken , sevg ili
yeğenini Tanrı'ya emanet etmiş; ayakta, yüzü göz·
yaşl arıyla ıslanmış., gözleri bulutl ara çevri lmiş b i r du­
rumda dua etm işti. Şehir uyku�una dal m ı�tı. Gi'ı m­
rükçüler cıeziniyor, setlerin deliklerinden hir çaqla­
yan çıürültü�üyle durmadan sular dökülüyordu. Saat
i kiyi vurmuştu.
Han, çıün doğmadan açılmayacak, e l bette bu ge­
cikme Hanım'ın canını sı ka�aktı. FePc:te Porıt-l'Eve­
mıP'e g i rerken handaki kızla r daha yeni uyanıyor­
lardı .
7ı::ı.vallı vavrur:ak avlarca dalnı:ıların üzerirıde v u ­
varlanıp duracaktı ! Bundan önceki yolculukları o nu
hiç korkutmam ı�tı. lnailtere'den. Britany::ı'rlı:ın :rı.,"ln
raö saPm dönebilirdi ; fakat Amerika, Sömü rgeler,
Antil Adaları aibi ülkel e re !'.flmek dünyanın öbür ucun­
da, rıel' r!'::z bir bölnede vok olmı::ı. k d emı>kti
.,
n ,..,. .,dPn sonra Felicite heo yeğenini düı::ü n­
mii.,+ü. G ii n P.!': l i ("IÜf"llPrdP ı:ıusu71ı•l<tı::ı.n v::ırı"'"" f•rtı­
rıalı h"lvı=ılarda ise vıld ı rımd::ın kork11vordu . �fı rn i n P rie
hn,..,ırrrj::ını:ın \iP. r.ı:ıtırıın t ı:ı ht::ı l ı:ı r• n ı !"Ö k<> n rü -,..-'lrı rlin.
lerke n . avnı fırtınan ı n Viktor'cufıı ı nıı vok Ptt:r.:n: t�.­
�"'rl ıvor· nnıı. va l<ırılrnı!; b:r nemi rı : r,,.fıini n fPnPsin­
de. va ld'ıniiklü ri::ılnal::mn ir,irıde nörihınr v::ı ria rı>·
�:mli r:nnrnfvı:ı kitı:ıhırıı hatırl::ıv!'lrak. v a h!" i l <> rl"'o vonij.
diti:rıi. ı-·:r ormo=ırıl"f::ı rrı�vmıırıl<>rın �fino ,,,..,;r ,.ı.-.,.+:·,;r.;-._
ni"ı. ı!"c.rz ve u711n bir k u ııı � a l ı n Ü7PrirırlP. ölrtiri'ıiirıü
di"r<".jjnihınrrlır. öyleyken , bu tasarı larından kimseye
söz açm ıyordu.

25
Bayan Aubain ' i n de kızıyla ilgili üzüntüleri vard ı.
Rahibeler Virginie'yi çok duyg u lu ve narin b u l uyor­
l ard ı. Bun dan ötürü piyanoyu bırakması gerektiğini
söylüyorlard ı.
Annesi manastırla aralıksız mektuplaşmak isti­
yordu. Bir sabah posta gelmeyince sabırsızlanm ış;
salonda, koltuğuyla pencere arasında m e k i k doku­
m uştu. Doğ rusu, olağanüstü bir durumdu bu l Dört
g ü ndür kızından hiçbir h aber alamam ıştı.
Fel icite, han ı m ı n ı yatıştırmak için, ken d i n i örnek
göstermişti :
-« işt e altı ay var ki ben de h içbir haber ala-
madı m . . . .. demişti.
..-Kimden?•
Hizmetçi tatlı bir sesle cevap vermişti :
«- Şey . . . Yeğenimden!»
Bayan Aubain omuzların ı silkerek:
«- Ya! Sah i, yeğeninden!» demiş ve sanki «On u
m u düşün üyord u m !.. B i r m uçodan, bi r kopuktan ba­
na ne!.. Tasam o m uydu ? .. Oysa kızım . . . Bir düşün­
sene!» demek istiyormuşçasına odada gezi n mesi ne
devam etmişti.
Sert bir hayat sürm üş. olmasına karşın Felicite,
Bayan'a kabalığından ötü rü gücenmiş; fakat son ra
bun u u nutuvermişti.
8ir küçük kız yüzünden aklını kaç ırmak onun
için işten bile değ i ldi. Gözünde iki çocuğu n birbirine
e ş i t bir ö nemi vardı. Yüreğinde bir bağ o n ları bir-
1eşti riyord u; a l ı nyazıları da aynı olsa gerekti .
Eczacı , Victor' u n gemisin i n Havana'ya vardığını
haber vermiş; havadisi bir g azeteden okuduğunu söy­
lemişti.
Siparalarından ötürü Felicite, Havana'yı, içinde
bol bol sigara tellendi rmekten başka bir şey yap ı l­
mayan bir ülke olarak düşünüyor, Victor'ct.ğunu d a
o rada zenciler arasında, b i r tütün bulutu ! c inde do­
laşır!<en tasarlıyo rdu.
Acaba ccgerekince» karadan dönülebilı r miyd i ?
Pont- l ' Eveque'le ora n ı n arası ne kadar çekerd i? Bu­
n u öğrenmek için Bay Bou rais'ye sormuştu
Bourais atlas ını açarak boylamlar üzerinde, me·
s afelerle ilgili açıklamalard a bulunmuş ve Felicite'­
n i n şaşkınlığı karşısında bilgiççe gülümsem•şti. Son­
ra, ıum u rta biçimi bir leke n i n oyu ntuları i ç•nde, son
d erece küçük kara .b ir noktayı kurşun kale m i n i n mah­
fazasıyla göstererek : cc lşte, bu rası ! .. demişti. Felicite
h aritanın üzerine eğilmiş, renkli çizgilerin meydana
g etirdiği ağ gözleri ni yormuş, hiçbir şey an layama­
m ıştı. B. Bou rais, neyi öğ ren mek istediği n i sorunca,
Felicite ondan, Victor' u n otu rduğu evi g östermesini
rica etmişti. Bourais kolları n ı kal d ı rmış, aksırmış, kı­
z ı n bu denli saf oluşu on u neşelendirmiş, i htimal,
yeğeninin portresi n i bile görmeyi u man Felicite, ada·
m ı n bu haline b i r an lam verememişti. Aman Allahım ,
ne kadar da kıt zekAsı vard ı !
O n .beş g ü n son ra, alışılan Pazar saatinde, Lie­
b a rd mutfağa g i rmiş, eniştesinin gönderdiği bir mek­
t u bu ona vermişti. Her ikisi de okumasını bilmedik­
lerinden Felicite hanımına başvu rmuştu.
Bir örgünün i l miklerini sayan Bayan Auhain, işini
yanına koymuş, mektubu açınca titremiş, alçak sesle
ve derin bir bakışla:
-•- Bir felAket . . . » demişti. «Bildird iklerin e göre . . .

Yeğen i n iz . . ...
Yeğeni ö lmüştü. Mektupta fazla b i r şey yazmı­
yordu.
Felicite, başını tahta perdeye d ayayarak, bir is­
kemlenin üzeri n e yığılmış ve b i r anda kı pkırmızı ke­
silen gözkapakların ı yu m muştu. Sonra başı önüne
e ğ i l miş, elleri sarkık, gözleri d u rg u n :
«- Zavallı çoc u k ! Zavallı yavrucak!» d iye ara­
lıkla tekrarlamaya koyul muştu.
Liebard, içini çekerek, dikkatle ona bakıyor:
Bayan Aubain ise h afiften titriyord u .

21
Han ı m , Trouvi lle'e kızkardeşi n i gö rmeye gitme­
sini önermiş; Felicite, bir hareketle, i htiyacı olmadığı
cevabını vermişti.
Sonra bir sessizlik olmuştu. Saf b i r irsan olan
Liebard, artık çekilmenin yerinde b i r iş olacağ ı n ı an­
l am ıştı.
aunun üzerin e Felicite:
..- öyle ya, bundan onlara ne!" dem işti.
Başı yeniden önüne düşmü�.tü. Zaman zaman
eli nde olmadan, kal kıyor; iş masası n ı n üzerindeki
uzun iğneleri topluyordu.
3ahçeden çamaş ı r leğen leriyle kad ı n lar geçiyor­
lardı. Fel icite camların arkasından on ları pörünce
kendı çamaşırları n ı hatı rlamış; bir g ü n ÖP.ce ısl an­
m aya koyduğundan, artı k ağmak gerektiğ:ni düşü­
nerek evden d ışarı çıkmıştı.
Tokacı va küçücük fıçısıyla Toucq ues deresin i n
kenarına gelmiş ; gömlekleri yamacı n üzerir.e yıqmış,
kol ı arını sıvayarak çamaşı rları döğmeye .başlamıştı.
i n d i rdiği tokaçların sesi yöredeki bahçelerden d u­
yuluyordu. Çayı rlar bombo� .t u. Rüzga.r derevi hı:ıre­
kete çıet iriyor; arkada, büyük otlar, suda dalçıalanan
bir cesedin saçları g i.bi çayın için e sarkıvorlardı. Fe­
l icite akşama değin kaygıları n ı bu biçimde v:qitçe
�ust•ırmus, fakat odasına çı i ri nce vü7Cıl<ovu n �ilte n i n
üzerine kapanm ı ştı ; başı yastı(ıa pöm ü l ü v e vumruk­
l arı sakakları n a dayalı, kend i n i acılara b ı rnkmıstı .
Çok sonraları , Victor'u n kaptan ından çocuCıun
nasıl öldüğünü ö ğ ren m:şti. Yavrucaöı, yakalandıq ı
�3rı hummadan kurtarmak için hastanede çok uğ­
raşmışlard ı . Dört doktor birden ona bakm•ş, öyley­
ken kısa zamanda ölüvermişti. Ba!':hekim:
«- iste bir tane daha!» delT':�.•i.
Victo r'un ailesi Feli cite'ye old ıım olası barbarca
d avn'!nmı�lardı. B u vüzden onl:::ırı hic ııörm"mevi ve­
rinde buluyordu. Doörusu istı:>n:r.. P.. vürelderi o ka­
dar ,<atılaşmıştı ki çocuğu unutmak için uzun zaman

28
beklemeye ihtiyaç duymamışlard ı.
Virginie zayıflıyordu.
Nefes darlığı, ö ksürük, sü rekli bir ateş ve yüzü­
n ü n solgunluğu gizli .bi r hastalığı ortaya çıkarıyordu.
Bay Poupart, Provence'i sal ı k vermişti. Bunun üze­
ri ne Bayan Aubain, Pont l ' Eveque'in i kli m i n den ay­
rılarak oraya g itmek kararına varmış ve kızı n ı hemen
eve peti rtmişti.
Her salı kendisini manastıra götü ren arabacıyla
bir :.mlaşma yap mıştı. Bahçed e Seine ı rmağ ına ba­
kan bir taraça vard ı. Virg i nie, annesinin koluna g i­
rerek, orada, dökülmüş asma yaprakları n ı n üzerinde
geziniyo rdu. Tancarvi l l e şatosundan başlayarak Hav­
re deniz fenerlerine kadar bütün ufku ve uzaktaki
yelkenl ileri seyrederken, bulutları yırtan g üneş göz­
l e rini kapamasına sebep oluyord u. Sonra çardağın
altı n da dinlen iyo rlardı. An nesi nefis Malaga şarabı n ­
dan getirtiyor, sarhoş olacağ ı n ı düşünere k g ü l üyor,
ancak i ki parmak kadar içiyordu.
G üz yavaşça geçmiş, Virg i nie'nin eski gücü ye­
ri ne gelm işti. Fel icite, Bayan Aubain'e güvence ve­
riyordu. Gelgelel i m , bi r a kşam .biraz dolaştıktan son­
ra dönerken, kap ı n ı n önünde Bay Poupart'ın araba­
sıyla karşı laşmıştı. Doktor, içerde, salon da kendisini
bekliyordu. Onu görür qörmez Bayan Auba;n hemen
başlığını bağlamış, Felicite'ye :
cc- Haydi, çabuk ! Bana mantomu, çantamı ve
e l d iven lerimi ver!» demişti.
Virginie'de akciğer i ltihabı vard ı. Belki de d u ru m
u m utsuzdu. Dokto r:
cc - Henüz bir �-ey yok ! » demiş ve her i kisi de

uçuşan kar yumakları altında, arabaya binmislerdi.


Neret1evse gece bast ı racaktı. Hava çok soqu ktu .
Felicite m u m vakmak için kiliseye koşmustu. Son­
ra arabanı n peşinden seqi rtmiş, bir saat içinde ona
yP.tismis, arkava atlavarak kaytan lara tutu n m u ştu. Fa­
kat birden aklına gel m işti : «Avlu kapısı n ı kapama:

29
m ıştı ! Ya içeriye h ı rsız g i recek olursa, ne yapacakt ı ?»
Bunun üzerine arabadan i n m işti .
Ertesi g ü n t a n yeri ağarırken, doktora uğramıştı.
Doktor eve gelmiş ve yeniden köye gitmiş.ti. Felicite,
kend isine bir mektup geleceğ i n i umarak, handa bek­
lemiş, son unda g ü n doğarken Lisieux posta araba­
sına bin mişti.
Manastı r, d i k ve dar bir yol u n sonu nda bulunu­
yordu. Yol u n yarısına gelince tuhaf sesle r duymuştu .
ölüm çanları çalıyo rdu. Felicite, « Her halde başka­
l arı için çal ıyor!,. d iye düşünmüş, sertçe kapı n ı n tok­
mağmı çekmişti.
Aradan daki kalar geçmiş, son ra yerde sü rüyen
terliklerin sesi duyulmuş, kapı yarı açı l m ı ş ve bir ra­
h ibe görü n müştü.
Rahi be, ciddi bir tavırla: « Başı n ız sağ olsun!»
demiş ve tam b u s ı rada Sai nt-Leonard'ın m atem çan­
l arı seslerini iki m isli arttırmıştı.
Felicite i kinci kata çıkmış bulunuyordu.
Odan ı n eşiğ i n e ayak bastığı zaman Virg i nie'yi
sı rtüstü uzanm ış, elleri kavuşmuş, ağzı açıl< bir d u­
ru mda görmüştü. Kendisine doğru eğilen kara bir
haç ı n altında başı arkaya düşmüştü. Yüzü, k ım ılda­
m ayan perdelerin a rasında, onlardan d ara solgun
d uruyordu . Bayan Aubain, yatağı n yanı bas · nda, onu
kolları nda tutuyor ve üzüntüsünden hıçkırıyordu. Baş
rahibe, ayakta, sağda bekliyor; komi d i n i n ;·,zeri ndeki
üç !?amdan, kı rmızı benekler halinde ışık saçıyor;
d ı şarda sis pencereleri beyazlaştırıyordu.
Rahibeler Bayan Aubain'i alıp götü rrr.üşlerdi.
Felicite, iki gece boyunca, ölü n ü n yan ndan hiç
ayrılmamıştı. Hep aynı d uaları okuyor, ö rtClerin üze­
rine kutsanmış sudan serp iyor, son ra yerine otu ra­
rak l<ızcaöızı seyre dalıyordu. B i ri nci gece sona erin­
ce yüzünün sara rm ış, d udaklarını n m orarm;ş, b u rnu ­
n u n u n kısılm ıs. gözlerinin deri n e batmış oldupu n u
g örmüştü. Defalarca öptüğü b u gözler yeniden açıl-

30
sayd ı hiç de şaşmayacaktı ; çünkü on u n ki n e benzer
ru hlar için böyle doğaüstü bir olay, çok olağandı.
Felicite; çocuğ u n tuvaleti n i yapmış, kefenine sar­
m ış, tabutun a koymu ş ve dağ ı n ı k saçların ı n üzeri n e
bir taç yerleştirmişti. Saçları sarışın ve yaşı n a göre
oldukça uzu ndu. O n lardan büyük .bi r tutam keserek
yarısını koynu n a sokmuş, ölü nceye dek orada sak­
l amaya karar vermişti.
Kapal ı b ir fayton içinde cenaze arabasın ın ar­
d ı n dan giden Bayan Auba i n 'i n isteğ i üzerine, ceset,
Pont-l' Eveque'e götürülmüştü.
Ayinden son ra, mezarlığa varmak için üç çeyrek
saat daha yol g itmek gerekmişti. Pau l baş açık yü­
rüyor, h ıçkı rıyord u. Arkasından Bay Bourais, belli­
başlı tan ıdıklar, karal ar giyi n m i ş kadı nlar ve en geri·
de Felicite geliyordu . Fel icite yeğenini düşünüyor
ve ona böyle bir saygıd a bulunamad ığı için üzün­
tüsü büsbütün artıyordu.
Bayan Au.bain çocuğ u n u n ölümü üzerine sonsuz
bir u mutsuzluk içine düşmüştü. önce; kızı n ı -h iç
kötül ü k yapmamış ve vicdanı hep temiz kalmış yav­
rusunu- elinden aldığı için Tanrıyı adaletsiz bul­
m uş, ona başkald ı rm ıştı. Hayı r, hayı r! Virg i n ie'yi G ü­
ney'3, Akdeniz ülkelerinden birine göndermeliydi.
Ö bGi" heki mler onu kurtarab i l i rlerd i ! Bu yüzden ken­
d isini suçlu gö rüyor, ona kavuşmak istiyor, d üşleri­
n i n arasında sıkı ntıyla bağı rıyordu. özellikle bir düş
kendisine musallat olmuştu. Kocası , gemici kıyafe­
tinde, uzun bir yolculuktan dönüyor ve ağ layarak,
kendisine, Virg inie'yi götürmek e m ri n i aldığ ı n ı söylü·
yordu. Bunun üzeri ne, kızları n ı saklayacak bir yer
bulmak amacıyla karı-koca m üzakereye g i rişiyorlardı.
Bir defasında bahçeden eve bitkin dönmüştü.
Ç ü n kü, bi raz önce (parmağıyla yerin i gösteriyordu)
baba ile kız birbiri arkasından orada kendisi ne gö­
rün m üşler ve hiçbir şey yap maksızın ona bakmış­
lard ı .

31
Aylarca, k ı m ı l damadan odasında yatakal mıştı.
Felicite tatlı tatlı ona öğüt veriyor, h i ç değilse oğlu­
n u düşünerek ve «onun» hatı rı için kendini koru­
m ası gerektiğ ini söylüyordu.
Bayan Aubain uyanarak kızını anıyor:
«- Onun hatırı için m i ? Onu un utmadı n , değ i l
m i ?» diye soruyordu. ccOh ! Evet, evet!.. Bi liyorum
u n utmazsın o n u ! »
Bayan Aubain'in konuşmalarında mezarlığ ı im a
etmesine dahi izin veri lm iyordu.
Oysa, Fel icite her g ü n oraya g i d iyordu. Tam
saat dörtte evlerin yan ı ndan geçiyor, tepeyi çıkıyor,
parmak l ığ ı açıyor ve Virginie'nin önü nde d u ruyordu .
Mezar.altında d ü m d üz kapak taşı bulunan pembe
mermerden bir sütun ile, yanların ı zincirlerin çevir­
d iğ i ufac ı k bir bahçeden yapılm ıştı. Küçücük yol lar,
çiçeklerden bir örtü altında gizleniyordu. Felicite on·
ların yaprakları n ı suluyor, kumunu tazel iyor, toprağı
iyice e�.elemek için diz çöküyord u . Hizmetçisi me­
zarlıktan döndüğ ü n de Bavan Aubain'in içi açı l ıyor,
yüreqine soğ u k su serpil iyordu.
Son ra ; Paskalya, Assompion ve Toussaint gibi
büyük bayram ların gelişi d ışında önemli h içbir olay
getirmeyen yıll ar, hepsi birbiri n i n ayn ı, akıp gitmiş­
lerdi. Ancak içerde birtakım olaylar çıeçmisti. ö rne­
ğ i n , 1 825'te iki işç i holü badana etmiş; 1 827'de ca­
t ı n ı n bir kesimi bahçeye düşmüş ve bir kişinin ölü­
m üne ramak kalmıştı. 1 828 yazında Han ı m , kutsan­
m ı ş ekmek dağıtm ış; bu sı ralarda Bourais esraren ­
g iz bir biçimde o rtadan kaybol m u ş ; onun pesinden
yavaş yavaş bütün eski tan ı d ı kları; G uyot, Liebard,
Lechaptois, Robelin ve uzun zamandan beri felçten
yatan Gre manville amca çıöcüp oitmislerdi.
B i r oece posta arabacısı Pont-l' Evequ e' deki Tem·
muz Devrimi'ni haber vermişti. Bundan bi rkaç gün
sonra kasabaya yeni bir kavmakam çıönderilmisti :
Yan ında karısından başka, baldızı ve yetişkin üç kızı

32
b u lunan eski Amerika elçisi Baron De Larsoniere . . .
Geniş buluzlar g iyen kızl arı kı rlard a gezin iyorlard ı.
Yanlarında bir zenci i le bir de papağanları vard ı.
Bayan Aubain'i ziyarete gelmişler, o d a onları gör­
meğe gitmişti. Kızları uzaktan görür görmez Fel icite,
h a n ı m ı n a haber vermeye koşmuştu. Fakat Bayan Au­
bain hiç telaşa kapıl mamışt ı ; çünkü onu şimdi an­
cak b i r şey heyecana getiriyord u : Oğlunun mektup­
ları . . .
Gelgelelim, Paul kahvelerden d ışarı çıkmıyor, h iç­
b i r baltaya sap o lmuyordu. Annesi d u rmadan borç­
ları n ı öd üyor, fakat o yeniden borçlanıyor ve pen·
cerenin yan ında elişi yapan Bayan Aubain'in iççe­
k işleri , mutfakta çıkrı k çeviren Fel icite'nin kulağına
kadar gel iyordu .
Hanımla h izmetçi sıra sıra dizi l m i ş yemiş ağaç­
ların ı n arasında birlikte geziniyorlar ve hep Virginie'­
den söz açarak, onun nele rden hoşlanıp nelerden
hoşlanmayacağ ını birb i rlerine soruyorlard ı.
Çocuğun ufak tefek bütün eşyası, i ki yataklı oda­
daki dolabı dolduruyor ve Bayan Aubain elinden gel­
d iğ ince onlara bakış görüş ed iyordu. Bir yaz günü
dolabı açınca, içinden kelebekler ç ı karak uçuşmaya
başlamışlardı.
Küçüğün el biseleriyle bir leğen, ü ç bebek ve çem­
berler bir tahtanın üzerine dizi l mişti. Etekii kleri, ço·
rapları, mendilleri katlan maksızın i ki yatağı n üstüne
yayıl m ı ştı. Güneş bu zavallı eşyayı aydı nlatıyor; üze­
rindeki lekeleri ve vücut hare ketlerinin yaptığı kıv­
rımları meydana çı karıyordu. H ava sıcak ve gökyüzü
maviydi ; bir karatavuk cıvıld ıyor, her şey derin bir
tatlı l ı k içinde yaşıyormuşa benziyordu. Kestane ren­
g inde, uzun tüylü b ir şapka bulmuşlardı. Ama, ne
yazı k ki, şapkayı iyice g üveler yemişti. Felicite onun
kendisine veri lmesin i istemişti. Her ikisinin de göz�
1eri .bi rbirine takı larak yaşlarla dolmuş; sonunda h a­
mmı kol larını açmış ve h izmetçisi kendini onların

Oç HlkAye F: 3
arasına atmıştı. Bayan Aubain'i kendisine eşit kılan
b ir öpücük ac ılarını h afifletmiş ve b i rbirlerine daha
sı kıca sarı l m ışlard ı .
Birlikte geçen hayatlarında Bayan Aubain, i l k kez
ondan duyg uları n ı gizlememişti. Felicite bu yüzden,
ona karşı minnettarlı k d uymuş, bundan sonra onu
büyük bir bağ l ı l ı k ve d insel bir saygıyla sevmeye
başlamıştı.
iyi kalpliliği büsbütün artm ıştı.
Sokaktan geçen bir alayın d avul seslerini du­
yunca bir şarap testisiyle kapın ı n önüne çıkıyor, as­
kerlere içki dağıtıyordu. Koleralılara (3) bakıyor, Po·
lonyal ı ları (4) koruyordu. Hatta onlardan b iri kendi­
sine evlenme teklif etm işti. Fakat bir sabah kil ise­
den döndü klerinde, onu m utfakta uslu uslu salça yer­
ken yakalamışlar ve adamak ı l l ı öfkelen m i şlerdi.
Polonyal ılar o layı ndan sonra, Fel icite, 93'ü n kor­
kunç olayları n ı görmüş olan baba Colmiche'le ta­
nışm ıştı . Yaşlı Colmic he, derenin kıyısında, bir d o­
muz ağ ı l ı n ı n yıkıntısı içinde yaşıyordu. Yaramaz ç�
cuklar duvarı n yarıklarından onu sey rediyorlar ve at­
tı kları taşlar; upuzun saçları, kızarm ış gözkapakları,
kafasından iri olan kolu n daki u ruyla adamcağ ızın,
sürekli bir nezleden sarsılarak içine uzandığı pis
yatağ ı n ı n üzerine d üşüyordu. Felicite ona her g ü n
pansuman yapmış, g üneşlenmesi i ç i n b i r hasır par­
çası üzerine yerleştirmiş, arasıra çörek geti rmişti.
Zavallı i htiyar salyası akarak ve titreyerek ölgün bir
sesle ona· teşekkür etmişti. Onu yiti rmekten korku­
yor, uzaklaştığ ı n ı görünce arkasından elleri n i uzatı-

(3) '832'de Fransa'da büyük bir kolera sal g ı n ı başgös­


termiştl.
(4) Çarl ık Rusyası bu sıralarda Polonya'yı kendi toprakla­
larına katmış ve 1830 başkaldırmasının acı masızca
bastırılmasından sonra b irtakım Polonyal ı lar Avrupa'­
ya göç etmek zorunda kal mışlard ı (Çev.)

34
yordu. Sonunda babalık ölm üş ve Felicite, ruhunun
d i n len mesi için o n a bir dyi n yaptırm ıştı.
Aynı gün Fe licite büyük bir mutl u l uğa e rm işti.
Akşam yemeğ ini yerlerken, Bayan Larson n iere'in zen­
c i si değneği, zinciri ve kilitiyle birli kte içinde papa­
ğan bulunan bir kafesle çıkage lm işti. Bayan Aubai n'e
yazdığı bir pusulada La Baronne Larsonniere, koca­
sı n ı n valiliğe terfi etmiş olması sebebiyle akşamla·
yin b u radan ayrılacakların ı bildiriyor, saygı larının bir
belirtisi olmak üzere ve bir anı olarak bu kuşun ka­
bulünü rica ediyordu.
Kuş, uzun süre, Fel icite'n i n hayalini doldurmuş­
tu. Çünkü, zencinin anlattıklarına bak ılırsa o, Ame­
ri ka'dan gelmişti. «Amerika» sözü Felicite'ye Victor'u
h atırlatmış ve bu yüzden :
«- Böyle b !r kuşa sahip olacağ ı için Bayan'a
ne mutlu!» demişti.
Zenci b u söz ü ; kuşu yanında götüremeyen ve
ondan böylece kurtulmuş olan h a n ım ın a iletmişti.

ıv.

Papa(ıanın adı Lou lou'ydu. Gövdesi yesil, kanat­


ları n ı n ucu oembe, aln ı mavi ve boynu yaldızlıydı.
Gelnelelim, d ı ı rmedan dP.nnenini kP,mi rivnr. tüv­
IMin; vol uvor, pisliklerini ortal ı(ıa saçıyor, sularını dö­
kül.tordu. Canı sıkı lan Bayan Aubain, bu yüzden onu
Feliclte've vermiş.t i.
Felicite hemen papaöanı epitmeve kovı ı l ,.,., ı rc::ı ve
havvan bir s üre sonra : cc G üzel çocuk! H izmetçi ! Bay!
Sizi selam larım. Marie!» g i b i tekerlemelere başlamış·
tı. B irçok kimseler, hemen hemen bütün oaoanan­
ların .. Jacquot» diye caö ı rı l m asını rıözö n ii ,..· rlP. tııta­
rak, onun, bu adla seslendi kleri halde cev3p verme­
yişine şaşıyorlardı. Bundan ötürü onu b i .- h in d iye

35
ya da oduna benzetiyorl ar ve bu, Felicite'ye çok d o·
kunuyord u ! Loulou'nun tuhaf b i r inatç ı l ı ğ ı vard ı : Ken­
d isine bakıldığı zaman hiç konuşmuyordu.
Kuşkusuz, hayvancağız kendine bir eş a rıyordu.
Pazar günü Matmazel Rochefeuilleler, Bay Houppe­
ville, eczacı Onfroy, Bay Varin ve kaptan Mathieu
g i b i yeni tan ı d ı klar iskambil oynarl arken, o, kanat­
l arıyla camlara vu ruyor ve öylesine ç ı rpın ıyordu ki,
konuklar birbirlerin i işitemiyorlardı.
Herhalde Bourais'nin yüzü Loulou'ya çok acayip
geliyordu. Çünkü, onu görünce g ü l mekten kendini
alam ıyor, makaraları koyveriyordu. Kahkahaları av·
l uya kadar g idiyo r, yörede yan kılar yapıyo r, kom­
şular pencerelere koşuyorlar, onlar da gülmeye b aş­
l ıyorlard ı . Bu sebepten Bourais, papağanın kendisini
g ö rmemesi için yüzünü şapkasıyla gizliyerek duva·
rın dibinden geçiyor. dereye varıyor, son ra bahçe
kapısından içeri g i riyor ve kuşa sevg isiz gözlerle
bakı� ordu.
Lou lou, başını sepetine daldırdığından dolayı ka­
saptan bir güzel fiske yemiş ve o gü n den sonra. hep
onun gömleğini ısı rmaya çal ışmıştı. Oysa Fabu, ken·
disini ancak boynunu bükmekle teh d it ediyor, kolla­
rınd.:ıki düğmelere ve upuzun favorilerine karşın, pek
öyle zal imce davra n m ıyor; tersine, neşel i bir tavı rla,
küfürleri öğ retmek isteyecek kadar ona yak ı n l ı k gös·
teriyordu. Böyle b i r şeyden çok korkan Fel icite ise
kuşu m utfağa yerleştirmişti. Zi nciri k ı rıldığ ından hay­
vancağ ız artık evde özg ü rce dolaşabiliyord u .
Merdivenlerden inerken eğ ri gagasını basamak·
lara dayıyor; önce sağ, a rd ı ndan sol pençesini h a­
vaya kaldı rıyordu. Felicite böyle bir j i m nastiğ i n pnu
sersemleştireceğinden korkuyordu. Nitek i m , kuşu
hastalanm ıştı. Art ı k ne konuşuyor, ne de b i r şey yi­
yordu. Arası ra tavukl arda görüldüğü gibi, d i l inin al­
tı n d a bir sertlik belirmişti. Fel icite onu tırn aklarıyla
kazıyarak hayvanı iyileştirmişti. Bir gün Pau l , siga-

36
(Papağan, Rouen M üzesi nde)
rasının dumanını b uru n deli klerine üflemek ihtiyat­
sızlığ ında bulunmuş; bir defasında da Bayan Lor­
meau onu kızdı rm ış, bunun üzerine hayvan şemsiye­
sinin halkası nı kaparak ortadan kaybol m uştu.
Serin lemesi için Fel icite onu otların üzerine koya­
rak L i r dakika kadar yanın dan ayrı l mıştı. Döndüğün­
de papağanın yerinde yeller esiyordu ! Kadı n cağız
önce onu korulu klarda, su kenarlarında ve «Di kkat
et! Çıld ı rı n mı sen !» d iye bağ ı ran Han ı m ı n a kulak
asmaksızın çatıların üstünde aram ıştı. Sonra Pont­
l ' Eveque'deki bütün bahçeleri gözden geçi rmişti . Yol­
d an geçenleri durdurarak :
«- Acaba papağanı m ı görd ü nüz m ü ? » diye so­
ruyord u. Papağanı n ı tan ımayanlara onun biçimini ta­
n ı m l ıyordu. Bi rdenbire, tepenin eteğindeki deği rmen­
lerin arkasında, uçan yeşilli bir şey görd üqünü san­
m ış, fakat oraya gittiğinde hiçbir şey bu lamam ıştı !
Bir gezçıinci, kuşa demin Saint-Melaine'de, Simon
Anan ın dükkan ında rastladığ ı n ı söylemiş, Felicite he­
men oraya koşmuştu. Yazı k ki, kimse onun ne de­
mek isted iğini bile bilmiyordu. Sonunda. bitkin, kun­
d u raları parçalan m ış, yüreği ölgün b i r halde eve dön­
m üs ; Han ı m ı n yan ı nda bir sı rava oturarak olup bi­
te nleri anlatmaya başladığı sırada hafif bir şey omu­
zunu konmuşt u : Loulou'ydu bu! Loulou ! Hav şeytan,
hav! Ne oldu sana böyle! Çevrede b i raz geziniverdin,
değil m i?
Felic ite hastalanm ış, bir d a h a d a ken dine gele­
m emişti .
Bir soğ u k a l g ı n l ı ğ ı n ı n arkasından aniine yaka­
lanmış, az bir sü re sonra da kulakları �ğ ı rlaşmaya
başlamıştı. Üç yıl içinde büsbütün sağ ı rlaşm ıştı. Ki­
lisede bile yüksek sesle konuşuyordu . G erçi qünah­
ları ne kendisi için onur k ı rıcı, ne de başkaları için
zararlıydı ; böyleyken keşiş, sesi her yana yavı l d ı q ı n·
dan, onu, günah ı n ı ç ı karmak üzere ancak dairesinde
kabul etmeyi uyg un görmüştü.

38
Fel icite kulaklarında d üşsel ugultular d uyarak he­
yecanlanıyordu. Hanımı kendisine: «Aman yarabb i !
Ne kadar da aptals ın!» diyor, o d a yöresinde b i r
şeyler araya rak: « Evet .bayan !» d iye karş ı l ı k veri·
yordu.
Küçücük düşünce çemberi daha d a daralmıştı.
Çanların uyumlu sesi, öküzlerin böğü rmesi artık onun
için yoktu. Sanki bütü n yaratı klar, hayaletler gibi,
sessizce k ı m ı l d ıyorlardı. Kulaklarına şimdi belli be­
l i rsiz bir tek g ü rültü geliyord u : Papağanının sesi.
Papağan Felic ite'yi eğlend i rmek için balı k satı­
cısının kes kin bağ ırışı n ı , karşıda oturan doğramacı­
nın testeresini, kapın ı n ç ı n g ı rağ ın ı taklit ediyor ve
tıpkı Bayan Aubain g ibi : cc Fel icite, kapıya bak! K a­
pıyı aç!» diye .bağı rıyordu.
lel icite'yle olan konuşmalarında Lo ulou dağar­
cığındaki üç beş sözü kullan ıyor, kızcağız d a
i çindeki v e sı rları d i le getiren sözcü klerle ona ce·
vap veriyordu. Yalnızlık dolu yaşayışında bu kuş,
onun gözünde en i konu bir oğul, bir sevg ili idi. GAlio
e l leri ne konuyor, d udakların ı g agal ıyor, o muzundaki
şala takı l ıyor ve sütn ineler g ibi başı n ı sallayarak al­
n ı n ı eğdiği zaman , başl ığı n ı n uçları onun kanatlarıyla
b i rl i kte titriyordu.
Bulutlar toplanıp d a gök g ü rlemeye başlayı nca,
hayvan çığlığı basıyordu. Suyun akışıyla coşuyor, çıl­
g ınca kanat çı rpıyor, tavana çı kıyor, her şeyi devi­
riyor, pencereden geçerek bahçede çam u rları gaga­
l a maya gidiyord u . Fakat çabucak geri dön üyor, oca­
ğ ı n :ckara demirlerinden .b irinin üzeri ne konuyor, tüy ­
lerini kurutmak için ç ı rpın ıyor; kah g agas ı n ı , kah kuy·
ruğ u n u gösteriyordu .
1 837 yılının korkunç bir kış sabah ı, Felicite, so·
ğ u ktan korunması için onu şöminenin önüne koy­
muş ve sonra kafesinde, baş aşağ ı , t ı rnakları de­
m i r +ellere takılı b ir d u ru mda ölü olarak b u lmu�tu.
'Herhalde kan toplanmasından ölm üştü. Fakat Feli-

39
cite onun maydanozdan zehi rlendiğini sanmış ve elin­
de h içbir ipucu bulunmamasına karşın Fabu'd an kuş·
kulanmıştı.
O kad ar ağ lamıştı ki, Hanımı:
..- Öyleyse, içine saman doldurt ! » demişti .
Fel icite, papağanına karşı oldum olası iyi d av-
ranm ı ş olan eczacı n ı n bu konuda d üşüncesini sor­
m uştu. Sonra Havre'a mektup yaz mış, Fellacher adın­
d a biri bu işi üzerin e almıştı. Gelgelelim kızcağ ız,
postada paketlerin bazan kaybolduğ u n u düşü nerek,
kuşu Honfleu r'e kendisi götürmeye karar vermişti.
Yolun kenarında, ardarda, yapraksız elma ağaç­
ları sıralanm ıştı. Hendekleri buzlar kaplamıştı. Çift­
liklerin yöresinde köpekler h avlıyordu. Fel icite, elleri
mantosunun altında, küçücük kara kunduraları ve
sepetiyl e kaldırımın ortasından acele yürüyordu.
O rmanı geçmiş, Haut-Chene'i geride bı rakarak
Sain c-Gati en'e varmıştı.
Arkası ndan, i n iş aşağ ı, tozu d u mana katarak
dörtnala bir posta arabası geliyordu. Sürücü, hiç is­
tifi ni bozmaksızın yoluna devam eden bu kadını gö­
rünce ayağa kalkmıştı. Arabacı, dört atı birden zap­
tedemediğinden bağ ı rmaya başlamıştı. öndeki iki at
Feticite'ye sürünerek geçmiş; adam dizgin leri çeke­
rek hayvan ları güçlükle yana almış ve öfkesi n den ko­
l u n u havaya kald ı rarak büyük kamçısıyla kızcağ ızı,
karnından ensesine doğru, var g ücüyle k ı rbaçlamış;
o isa, yed iği bu darbeden sırtüstü yere yı k ı l m ıştı.
Kendine gelince i l k hareketi sepetini açmak ol·
muştu : Çok şükür, Loulou'ya bir şey olmam ışt ı ! Sağ
yanağında bir yan m a duymuş; e liyle o rasını yokla­
yınca parmakları nın k ı rm ızıya boyandığını görmüştü :
Yüzi': nden kan akıyordu.
Bir metre yü kseklikte bir kayaya otu rarak men­
d i l i n i yüzüne sarmış, sepetine koyduğu ekmek ka­
buğunu yemiş ve kuş.unu seyrederek yarasın ı u nut­
m uştu.

40
Ecquemauvi lle'in tepesine varınca, geceleyin y ı l­
d ızlar gibi parlayan Honfleur'ün ışıklarını görmüştü.
Uzakta deniz hayal meyal seçiliyordu. Vücu d u nda bir
g ü çsüzlük duyarak d u rmuştu. Çocukluğunda çek­
tiği yoksu lluk, i l k aşkı nda uğradığı hayal kırıklığı,
yeğeninin ayrı l ışı, Virg i n ie'nin ölümü bir batakl ığın
da lgaları gibi hep b i rden saldı rıya geçmiş, boğazına
kadar çı kmış, onu boğm aya başlamıştı.
Geminin kaptanını b u larak onunla konuşmak is·
tem!ş ve gönderdiği şeyin ne olduğunu söylemeksi­
zin sıkı sıkı tembihlerde bulunm uştu. Fellacher uzun
zaman papağanı yanında ab koymuştu. Hep gelecek
hafü. için söz vermiş; ancak altı ay sonra bir san­
d ı ğ ı n yola çı karıldığını bildirmiş, bir daha da kuştan
söz açmamıştı. Fel icite, Loulou'nun asla gelmeyece­
ğine i nanıyor ve cc Onu benden çaldılar!,, d ıye düşü­
n üyordu.
Sonu nda papağan ; akajudan bir taban<: vidal an­
mış .bi r ağaç dal ı üzerinde, bir ayağı havada, başı
kalkik ve marangozu n şevkle yaldızladığ ı bir cevizi
ısırır d u rumda, görkemle gelm işti.
Felicite onu kendi odasın a koymuştu. i çine pek
az k:mseniıı g i rebildiği bu oda, birtakım d i nsel e�ya
ve acayip şeylerle dolu olduğundan hem k i liseye,
hem de pazara benziyord u.
Kocaman bir aynalı dolap ka;:ıının açılmasını g üç·
leştiriyordu. Bahçeye açılan pencerenin karşısında
b i r yuvarlak delik avl uya bakıyor; yatağ ın yan ındaki
bir su testisi, i ki tarak ve kenarları diş diş olmuş bir
tabagı n içinde bir kalıp mavi sabun du ruyordu. Du­
varda tespihler, madalyalar, bir sürü Meryem Ana
tasvi rleri, Hi ndistan cevizinden kutsal su kabı görü­
l üyor; bir mihrap gibi çuhayla örtülmüş konsolun
üzer. nde Victor'un vaktiyle kendisine verdigi kabuk­
tan yapı lma kutu, b i r balon, yazı defterleri, resimli
coğ rafya kitabı, bir çift fotin göze çarpıyor ve bir
küçük şapka, kurdelesinden çiviye asılm ış bulunu-

41
yordu. Fel icite b ütün bu eşyaya karşı duyduğu say­
gıyı o kadar uzağa götürüyordu ki, Efendi'nin red in·
gotları ndan birini dahi saklamayı ihmal etmiyordu.
Baydn Au bai n ' i n artık istemed iği eski püskü nesini
bulursa odasına al ıyordu. Öyle ki, konsolun yanı ba­
şınd:ı yapma çiçekler ve tavanarası penceresinin
oyukluğunda Kont D'artois'nın portresi bile vard ı.
L oulou bir tahta yard ı mıyla şömineye tuttu rul­
m uştu . Felicite, her sabah uyanırken, �.afak aydı n lı­
ğ ı nda onu görüyor; ve işte o zaman uçup g itmiş gün ­
l eri, en ufak ayrı ntıların a kadar bütün geçmiş hare­
ketlerini hiçbi r acı duymaksızın sessizce an ıyord u.
H i ç ki mseyle görüşmüyor, bir uykudagezerin
uyuşu kluğu içinde yaşıyordu. Ancak Fete-Dieu bay­
ram ı n da yap ılan işler onu canland ı rıyordu. Sokağa
kurulan adak yeri ni bezemek için komşu lardan şam­
dan ve ç:çek toplamaya g i d iyordu.
Kil isede hep Kutsal Ruh'u seyre dal ıyor, onda
papağandan bazı şeyler buluyordu. Epi nal ' i n Hazreti
isa' rı ı n vaftiz oluşunu canlandıran tasvi ri nde bu ben­
zerl i :-. daha açık ortaya çı kıyordu. Yakuttan kanat.
l arı ve zümrütten gövdesiyle Kutsal R u h , gerçek­
ten de Lo ulou'nun portresine benziyordu.
Bu portreden bir tane satın alarak Kont D"Ar­
tois'1"l ı n yerine asmıştı. öyle ki, her bakışta papa­
ğanla tasviri birlikte görüyordu. Doğ rusu nu söylemek
gerekirse, zihninde her i kisi birleşm işti . Böyiece, göz­
lerine gitgide daha can l ı ve anlaşı lab i li r görünen
Kutsal Ruh'la olan ilgisi dolayısıyla Loulou d a kut­
sallaş ıyordu. Zaten İsa da, konuşmak içirı, bir g ü­
verc , n değ il -çünkü onun sesi yoktu-, Loulou'nun
soyundan birini seçmemiş m iyd i ! Bundan ötürü, Fe­
l icite tasvire bakarak dua ederken , zaman zaman
başın ı hafifçe kuşa çeviriyordu .
Meryem Ana'nın kızları arasına g i rmek istemiş,
fakat Bayan Aubain onu bu isteğinden vazgeçi rmişti.
önemli b i r o lay ortaya çıkmıştı : Pau l ' ü n düğünü.

42
Paul, önce noter yazıcısı olmuş; sonra ticaret,
g ü m rük, tahsi lat iş.lerinde çalışmış; hatta Sular ve
Ormanlar idaresi 'ne g i rmeye kal kmış ve tam otuz altı
yaşındayken, bi rdenbi re, bir i l hamla g i deceği yolu
keşfetmişti : Sicil Kayıt Dairesi. Bu meslekte o kad ar
başarı göstermişti ki bir m üfettiş, onu destekleyeceği­
ni ve koruyacağını vaat ederek, kızını kend isine ver­
mek istem:şti.
Paul işi ciddiye alarak kızı annesinin yanın a gö­
türm üştü
Gelgelelim kız, Pont- l ' Eveque'in töreleri n i hor gö­
rerek su ltan l ı k tasl amış ve bu, Fel icite'ye pek dokun­
muştu. Bu yüzden ayrıl ı rken , Bayan Aubain, bir fe­
rahl ı l\ duymuştu.
Ertesi hafta, Aşaq ı-Britanva'da. bir handa Bou­
rais'nin öldüğü öğrenilmiş.t i. Bir intihar söy:entisi or­
taya çı kmış, adamcağ ızın d ü rüstlük ve do(ı r u l uouvla
i lg i l i kuşkular doğmuştu. N itekim . Bayan Aubain he·
sap!srını yen iden gözden geçirince onun zimmetine
para geçi rmek, g izlice odun satmak, sahte makb uz­
lar düzen lemek gib i bir yığın yüzkarası dalaveresi ni
öqren mekte gecikmemişti. üstelik, yasa d ışı b i r ço­
cuöu ve «Dozu leli bir kad ın la i lişiği» olduğu da an·
l aşıl m ıştL
Bu rezaletler Bayan Aubain'i çok üzmüştü. 1 853
y ı l ı Martı nda göğsünde b i r acı d uymaya başlamış;
d i lini bar kaplamış, sülü kler nefes darlaşmasını gi­
derememiş ve dokuzuncu qünün akşa m ı, tam altmış
yaşında, hayata çıözlerini kapamıştı.
Kestane ren q i saçları ve sarg ı larla çevril m iş so­
luk, çicek bozuqu yüzüvle insan, onu, daha az vaslı
sanıvordu . Kuru m l u tavırlarından ötürü dostlarından
pek azı ölüm üne acım ışlard ı.
r-elicite, bir h izmetç i n in hanımına aölavamava­
caöı kadar çok qözvası dökm üştü. Bavan'ın kendi ­
sinden önce öl mesi akl ın ı karıstı rıvor ve bu ona. eş­
yan ı n düzenine aykırı, kabul olunmaz, pek canavarca

43
bir olay gibi geliyordu.
On gün sonra m i raşçılar sökün etmişlerd i. Gelin
han ı m çekmeceleri aramış, mobi lyaları ayı rmış. geri
kalan eşyayı satm ıştı.
Bayan ı n koltuğu, yuvarlak masası, ocağ ı ve se­
kiz iskemlesi g itmişti ! G ravü rlerin yeri böl melerin or­
tası nda boş sarı kareler meydana getirm işti. i ki kü­
ç ü k yatağı, yorgan larıyla b i rli kte, alıp götürmüşlerdi.
Artık, duvardaki dolapta Vi rginie'nin elişleriyle i l g i l i
hiçbi r şey görü l m üyord u . Felicite üzüntüden sarhoş
gibiydi.
E rtesi gün kapıya bir ilan yap ıştı rılmıştı. Tellal,
kulağına, evin satılığa çı karılacağı n ı bağı rarak söy­
lemişti. Bunun üzerine sendelemiş, oturmak zoru nda
kalm ıştı.
Onu en çok üzen şey, zavallı Loulou için evle­
riş l i olan odasından ayrıl maktı. Sıkıntılı bir bakışla
onu seyrederken, Kutsal Ruh'a yalvarıyor ve papa­
ğanın önünde diz çökerek dua ediyordu. Çatı pen­
ceresinden arası ra içer i g iren gü neş, kuşun cam g öz­
lerine çarpıyor ve on lardan Felicite'yi coşturan bir
ışık fışkı rıyordu.
Han ı m ı ndan Felicite'ye 380 fran klık bir gelir d üş­
müştü. Sebze ihtiyacın ı bahçeden g ideriyordu. Elbi ­
seye gelince: ö m rünün sonuna kadar bol bol giye·
cek eşyası vardı. Akşamleyin karanl ı k .basarken er·
kenden yatarak ışıktan tutumda bulunuyord u .
Eski mobilyalardan bazı ların ın s ı raland ığı koltuk­
tukçu d ü kkanını gö rmemek için, hemen hemen hiç
d ışarı çıkmıyord u . Geçirdiği baş dön mesi nden beri
b i r bacağ ını sürüyor ve kuweti gitgide azaldığından,
bakkall ı kta iflas etmiş olan Simon Ana, her sabah
odun yarmaya, su çekmeye geliyordu.
Gözleri zayıflamış.tı. Artık pancuru açm ıyord u.
Aradan yıl lar geçti. Gelgelelim, ev ne ki raya veriliyor,
ne de satılıyord u .
Elden gider korkusuyla Fel icite, onu onartmak

44
istemiyordu. Çatının !ataları çürümüş; bu yüzden kış
boyunca yastığı ıslanmıştı. Paskalyadan sonra ise ar­
tı k ağzından kan gelmeye başlam ıştı.
Bunun üzerine Simon Ana bir hekime başvur­
muştu. Felicite derd i n i n ne olduğunu öğrenmek iste­
m işti . Fakat kulakları iyice sağ ı rlaşmış olduğundan
a ncak bir sözcüğü d uyabilmişti : «Zatürre. » Bu hasta­
l ı ğ ı tanıyordu. Yavaşça:
cc- Bayan ı götüren derd i n ayn ısı!,, demiş ve h a­

n ı m ı n ı n yan ına gideceğ i n i anlamı ştı, bunu doğal bu­


l uyordu.
Adak günü yaklaşıyordu.
Adak yerlerinden birincisi her zamanki gibi yine
tepen in eteği ndeydi ; i kincisi karakolun önün de, üçün­
cüsü ise sokağ ın o rtasındaydı. Fakat burası iti raza
yol açacağ ından keşişler, sonunda Bayan Aubain'in
bahçesini seçmişlerdi.
;=el icite'nin sıkıntı ve ateşi günden güne artıyor­
d u . Adak için hiçbir şey yapamad ığına üzülüyordu.
H i ç olmazsa oraya bir şeyler koyabilseydi ! Aklına
papağan ı gelmiş, ama komşular bunun doğru bir şey
o l m ayacağ ı n ı söylemişlerdi. En sonu nda keşiş izin
vermiş ve Fel icite bu yüzden o kadar sevin mişti ki,
kendisi öl dükten son ra, biricik serveti olan Lou lou'­
su n u n kil iseye konulması için ona ricada bul u nmuştu.
Salı gününden Fete-Dieu yortusun u n a refesine,
Cumartesine kadar d u rmadan öksürmüştü. Akşam­
l eyin yüzü buruşmuş, dudakları diş etlerine yapışmış,
kusmaya başlamıştı. E rtesi gün. kendi n i çok fena
h issattiq inden, erkenden bir kesiş çağ ı rtmıştı.
ö lüm halindeyken yapılan Avin boyunca üç yaşl ı
kadın yöresini çevirmişlerdi. Felicit?ı, Fabu ile ko­
nuşmak isted iğini bildirm işti. Fabu pazar kıyafetiyle
gelmiş, bu acıklı h ava içinde sıkılmıştı. Felicite ko­
l u n u uzatmak için çabalayarak:
ec - Bağışlayın ben i !» d iye özür d ilemişti. cclou­

lou'yu sizin öldü rdüğünüzü san ıyordum ! »

45
Bu ne biçim sözd ü böyle? Kendisi gibi b ir in­
sandan nasıl olur da katil d iye şüphe edi l i rdi ? Bun­
dan ötürü Fabu ona iyice içerlem iş, g ü rültü çı kar­
mak istemişti. Kad ınlar:
« - Görüyorsunuz ki aklı başında değ i l !» d iye­

rek d u ru m u açıklamışlard ı.
�eli cite zaman zaman sayıklamış, kadınlar so·
nunda çeki l i p gitm iş.lerdi. Simon Ana öğle yemeğ i n i
yiyordu.
Biraz sonra Lou lou 'yu alarak Felic ite'ye yakl aş­
mı ş :
·<- Haydi, o na veda e t !» dem!şti.

Her ne kadar papağan henüz bir kadavra haline


gelmemiş id iyse de, her yan ın ı böcekler yemiş, ka­
natlarından b iri kırı l m ı ş ve karnı ndan otlar çıl<m ıstı.
Neyse ki art ı k gözleri görmeyen Felicite, onu al�
nından öpmüş, yanağ ına bastırm ıştı. Sonra Simon
Ana adak yerine koymak için kuşu alm ıştı.

v.

Çav ı rlardan yaz kokusu geliyor, sinekler vızı ld ı ­


yor, çıüneş dereyi parıldatıyor, çatının a rduvazlarını
ısıtı":xdu. Simon Ana geri dönm üş, tatlı tatlı uyu­
yordu.
Çan sesleri onu birdenbire uyandırmıştı. i kindi
ayi ni nden çıkılıyordu. Fel!cite'n in sayıklaması d u rmuş·
tu. Şimdi cenaze alayını düşünüyor, ona sanki ce­
m aat arkası ndan yürüyormuş g ibi geliyordu.
Bütün okul l u Ç ocuklar, mezamir okuyan sarkıcı­
lar ve tulumbacılar kaldırımın üzerinden yürüvorlar,
yolun o rtası ndan karçı ı l ı kil ise kavasıyla büvük bir
haç tasıyan hademesi , çocuklara bakan öğ retmen,
küçümen kızlar için tasalanan rahibe önde pidiyor­
lar; :rıelekler g i bi kıvı rcık saçlarıyla minnacık üç yav-

46
rucağız h avaya g ü l yaprakları serpiyor; diyakoz, kol­
ları n ı açmış, müziği hafifletiyor; ve i ki yardakçı her
adımda, dört ki li se yöneticisinin tuttuğ u kad ifeden
bir takın altında, süslü kaftanı içinde başkeşişin ta­
şıdığı «Şaraplı Ekmek»e doğ ru dön üyorlard ı. Arkada,
evlerin duvarları nı kaplayan beyaz ö rtüler arası ndan,
bir kalabalık dalgası itişip d u ruyor ve son u nda te·
penin eteğine varı lıyordu.
Felicite'nin şakakları n ı soğ u k bir ter ıslatm ıştı.
Simon Ana, bir gün kendisinin de ayn ı geçitten ge­
çeceğ: n i düşü nerek, bir bezle terlerini si liyordu.
Ka!abalığın uğultusu büyüvor, arada bir iyice ar­
tıyor, sonra uzaklaşarak hafifliyordu.
B i r tüfek sesi pencere camlarını sarsmış, Feli­
c ite gözbebekleri ni çevirmiş ve papağanı kastederek,
eli nden geld 'ği kadar alçak bir sesle:
- « Nası l, iyi mi?» d iye sormuştu.
Artık can çekişmeye başlam ıştı. G ittikçe artan
bir hı rıl tı kaburga kemi kleri n i kaldırıp i n d i riyordu. Ağ·
z ı n ı n kenarlarından köp ü k kabarcıkları çıkıyor, bütün
vücudu zangır zan g ı r titriyordu.
Dışardan klarnataların homu rtusu d uyul uyor, ço­
c ukların ince ve erkeklerin g ü r sesleri geliyordu. Ba·
zan her şey susuyor; çiçekleri n yumu şattığ ı ayak ses­
leri, çayırın üzerinde yürüyen bir sürü n ü n g ü rültü­
sünü and ırıyordu.
Keşişler bahçeye g i rmişlerd i . Simon Ana yuvar­
lak pencereye yetişmek için bir iskemlenin üstüne
çı km ıştı. Orası adak yeri ne yu kardan bakıvordu.
Kı rm ızı kağıtlarla süslenmiş m i h rabın üzerinden
yeşil çelen kler sarkıyordu. Ortada kutsa l eşyayı ko­
ruyan küçük camekan, köşelerd e iki portakal aqacı
ve boydan boya, g ü m ü ş şamdanlar ve icinden ayçi­
çekleri, leylaklar, şakayıklar, yüksük otl arı, ortanca­
lar yükselen porselen saksılar bulun uyordu. Bu par­
lak renk yıÇıını biri nci kattan hal ıya kadar i n ivor. k�l­
d ı rı m ı n üzeri ne yayı l ıyor; pek seyr�_k görü len bütün

47
bu şeyl7 r gözleri çekiyord u. Koyu k ırm ızı bir ş.eker·
liğin tepesinde menekşeden bir taç d u ruyor, Alençon
taşı ndan yapı l m a avizeler yal ı m yal ı m parl ıyor, iki
Çin perdesi o ü l kenin manzaralarını gösteriyordu.
G üller altında kaybolmuş olan Loulou' n u n , yaln ızca,
l acivert taşı n a benzeyen mavi alnı görünüyordu.
Yöneticiler ile şarkıcılar ve çocu klar bahçenin
ü ç yan ına d iz i l mişlerdi. Keşiş ağ ı r a ğ ır basamakları
çıkmış, herkes diz çökmüş, ortalığı derin bir sessizlik
kaplamıştı.
Buhurdanl ar, havada, zinci rleri üzerinde kayıyor­
l arlard ı . Gök rengi bir buhur Felicite' n i n od ası n a ka­
dar gelmişti. Felicite, .bu run deliklerini açarak, bu ko­
kuyu m istik bir d uyarlıkla içine çekmiş ve sonra göz­
lerini kapam ıştı. Dudakları g ü lü msüyord u . Yüreğ inin
atışları g itgide yavaşl am ış, bell i beli rsiz bir d u ru m
almış; b i r pınar g ibi kuru muş, b i r sesin yankısı g ibi
uçup gitmişti . Son nefesinjl verirken , ya rı aralık gök­
yüzünde, başı n ı n üzerinde uçan koskoca bir papa·
ğanı görü r gibi olmuştu.

48
KONUKSEVER ERMiŞ
J U LIEN'IN EFSANESi
KONUKSEVER ERMiŞ
JULiEN'İN EFSANESi

1.

Ju lien'in anasıyla babası , ormanın ortasında, te­


peni n yamacındaki b i r şatoda oturuyorlard ı.
Köşeli dört kule n i n kurşun levhalarla ka p lı sivri
çat ı ları vard ı. Duvarların temeli , dipteki hendeklere
kadar d i klemesine inen kayalara dayan ıyordu .
Avlunun kal d ı rı m ları bir kilisenin taş döşemeleri
gibi tertemizdi. Ağ ızları aşağ ı dönük ejderler bi çi­
minde yap ılmış uzun oluklardan sarn ıçlara yağ m ur
suları dökü lüyor ve her katta, pencerelerin kenarla­
rı nda, resimli kil saksı larda fesleğen ya da g ü nçiçeği
görül üyordu.
Kazıklardan yapıl m a b i r ikinci duvar, önce mey­
ve ağaçlarının sıralandığı bir bağ ı, sonra çiçek tarh­
ları n ı n nakışlar işledi(ıi bir bahceyi. daha sonra da
serinlenmek için kurulmuş salıncaklarla, bey oöul la·
rının eğlen mesine yarayan b i r çögen oynama alanı­
n ı içine alıyordu. Öbü r köşede av köoekleri , ekmek
fı rını, cendere, a h ı rlar ve ambarlar bulunuyordu. Yö-

51
resi d i kenli bir çitle çevrilm iş yemyeşil çi menler çe·
peçevre yayılıyordu.
Uzun zaman d ı r barış içinde yaşadı klarından ar­
tık asma kapıyı indirm iyorlard ı. H en dekler suyla dol ­
m uş, mazgallara kırlangıçlar yuva yap m ışlard ı. Bü­
tün gün perde çizgisi üzerinde mekik d okuyan ok­
çu, gü neş kızd ı rınca gözcü kul ü besine g i riyor ve bir
k eşiş gibi uyuyordu.
lçerde, her yanda, demir eşya parı ldıyor, halılar
odaları soğuktan koruyor, dolaplar çamaşı rlarla do­
l u p taşıyor, kilerlerde tonlarla şarap d u ruyor, meşe·
den sandıklar para keselerinin ağırlığı altında çatır·
d ıyordu.
Si lfıh salonunda, sancaklar ve yabani h ayvan bu­
run ları arası nda, Amelika' l ı ların sapanlarından ve Ga­
ramente'ların m ızraklarından tutun da Sarrasin' le­
rin palalarına, Norman'ların z ırhlarına varıncaya
kadar her çağ ve u lusa özgü si lahlar göze çarpı­
yordu.
Mutfaktaki büyük şişte bir öküz çevrilebilirdi. Şa­
tonun küçük kilisesi bir kral ın tapınma yeri kadar
görkemliydi. H atta, ayrı bir yerde, Romen tarzında
yapılmış bir hamam bile vard ı ; fakat senyör putata­
parca bir töre olduğu d üşü ncesiyle, orada yıkan m ı­
yordu.
Hep tilki k ü rkünden bir paltoya bürünHek evin­
de dolaşıyor, uyruğuna adalet dağıtıyor, komşuları
arasındaki kavgaları yatıştı rıyordu. Kısın lapa lapa
kar yağ ışını seyrediyor ya d a h i kayeler okuyordu.
Bahar gelince, katı rına binerek, küçücük yollardan
yeşeren başakların yan ın a kadar g idiyor, köylülerle
konuşarak öğütlerde bulunuyordu. Birçok serüven·
den son ra, sonunda yüksek aileden b i r kızla evlen­
m işti.
Kız akpak, ciddi ve bi raz da kuru m l u idi. Yük­
sek başl ı ğ ı n ı n uçları kapının sövelerine dokunarak
geçer, yünlü el.bisesinin uzun eteği ü ç adım arka-

52
sında sürünerek gelirdi. Evi bir manastı rı n içi gibi
d üzenliydi. Her sabah h izmetçi lerine işleri n i d ağ ıtır,
reçellerin yap ılışına bakar, öreke çevirir yahut m ih­
rap örtü lerine nakış işlerd i . Yalvarıp yakarmış, Tan rı
d a kendisine .bi r oğul vermişti.
Bunun üzerine büyük şen l i kler yap ı l mıştı. Meşa­
leleri n aydınlığ ında yapraklardan yaygılar üstünde,
h arplerin nağmelerini dinleyerek üç g ü ndüz dört ge·
ce süren bir şölen veri l m işti. Koyu na benzeyen se­
miz tavu klarla en bulun maz balıarat yenilmiş; kala­
bal ı k d u rmadan arttığ ından kAseler yetmemiş, konuk­
lar borular ve miğferler içinde içmek zorunda kal­
m ıştı .
Loh usa .bu şenl i k le rd e haz ır buıu·n amadı. Sessiz
solu ksuz yatağ ında yattı. Bi r aksam, uyanın ca, pen­
cereden g i ren ay ışığında k ı m ıldayan b'r oölçıe çıör­
d ü . Yan ı nda tespi h i ve omuzunda heybesi , abadan
b i r keşiş cüppesi �iymiş yaşlı bir adamdı bu. Dış
görün üsüyle bir kesişi andırıvordu. Yatağı n baş ucu­
n a yaklaştı, dudaklarını aralayarn k ·
.. - Sevin, ey ana!» dedi . .. Qğlun b i r ermiş ola­
cak ! -· Kadıncağız bağ ı racaktı, fakat adam, ay ışık­
l a rı n ı n üzerinden kayarak yavı:ısca çıö<"ıe vükseldi,
sonra çıözden silindi. Şölenin şarkıları daha güçlü gür­
ledi . Meleklerin sesini duydu ve başı yeniden yastığa
:füştü.
�rtesi g ü n sorguya çekilen bütün h izmetçi ler, ke­
şiş i görmediklerini .bil d i rd i ler. öyleyse, düs ya da
gerçek, bu, Tanrı n ı n bir bildirisi ol!'la çıerekti. Ken­
d isini böbü;len mekle suçland ı racaklarından çekine­
rek bunu kimseye söylememeye d i kkat etti.
Konuklar tan yeri ağarırken çı itti ler. J ul iP.n'in ba­
bası son davetliyi de uğurlamıştı, hen de�e giden
gizli kapının d ışında d u ruyordu. Sisin içirıdP.n, bir­
denbire önüne bir di lenci çıkıverdi. Bu , kollarında
çıümliş halkalar bulunan, sakalı örülmüş, çı özbebek­
leri pa rlayan bir dilenciydi. ilhamlı bir tavı rla şu söz-

53
leri kekeledi :
cc- Ah ! A h i Oğlun !.. Çok kan ! Çok şerefi . . Uzun
bir mutlulu k ! Bir imparator ailesi !»
Ve sadakas ını yerden almak için eğildi, sonra
otlar.n için e dalarak gözden silindi.
Juli en'in babası sağa sola baktı, var g ücüyle
bağ ı rd ı . Kimseler yoktu. Rüzgar uğulduyor, sabah
sisleri uçuşuyordu.
Gördüğü hayali, pek az uyuduğundan, başı nın
yorgun o luşuna yordu. Kendi kendine: cc Eğer bunu
anl atı rsam ben i m le eğlenirler» d iye düşündü. Bunun ­
l a .birlikte, yap ı lan vaat pek açık olmadığı ve hatta
onu :şittiğ inden bile kuşku land ı ğ ı halde, oğ luna ba­
ğ ışlanan ün ve sandan gözleri kamaşıyordu.
Karı koca s ı rları nı birbirinden saklad ı lar. Her iki­
si de çocuğu aynı aşkla ve çok seviyor, Tanrı n ın bir
armağanı gibi koruyor, üzerine titriyor, el üstünde
tutuyorlardı.
Yatağı e n ince kuştüyü ile doldu ru lm uştu . Gü­
vercin biçiminde bir lamba d u rmadan üzerinde ya­
n ıyor, üç sütn ine beşiğini sallıyordu. Kundağ ı n ı n bez­
leri .;damakı l l ı s ık ılmıştı. Pembe yüzü, mavi gözleri,
nakışlı h ı rkası ve inci lerle süslü tekkesiyle küçük bir
lsa'ya benziyord u . Dişleri ç ı ktığında henüz bir kez
bile c..ğ lamamıştı.
Yed i yaşına basınca, an nesi ona şarkı söyleme­
sini öğ retti. Gözüpek yetişmesi için babası onu bü­
yük bir atın s ı rtına oturttu. Çocu k sevincinden gü ­
lüms Ü vord u. Çok geçmeden savaş atlarıyla ilgil_i her
şeyi öğ renmişti.
Bilgiç bir keşiş_ ona Kutsal K itap' ı , Latin harf­
lerini, Arap sayıları n ı ve ti rşe üzerine m innacık re­
simler işlemesin i öQretti. Bi r kulenin üst katın da, gü­
rültüden uzak, beraberce çalışıp d u ruvorlardı.
Arası ra, vadinin �erisinde Do(ıulular � i bi çıiyin­
miş G ülünç kıyafetli .b i r yayanın g üttüğü b i r d izi yük
beygi ri görülüyordu. Adamın bir satı cı olduğunu bi-

54
len şato sah ibi, uşaklarından birini ona gönderiyor­
d u . Yabancı adam g üven le yol u ndan dönüyor, ko­
nuşma odasına g i riyor ve sandıklardan kad ife, ipek
parçaları, kuyu mcu işleri, güzel kokulu bitkiler, na­
s ı l Kullanılacağ ı bilinmeyen acayip nesneler çıkarı­
yord r..; . Sonunda büyük bir kazcnçla ve hiçbir zor­
l u kla karşı laşmaksızın yola dızil iyordu. Sazan bir hacı
kafi lesi kapıyı çalıyordu. l slak elbiseleri ocağ ın kar­
şısında buğulanıyor ve karınları doyu nca yolculu kla­
rından söz açıyorlard ı. Köp üklü denizde gemilerin
y üzüşünü, yakıcı kumlarda çıplak ayakl a yaptıkları
y ü rüyüşü, müşriklerin g addarl ı ğ ı n ı , Su riye'deki m a­
ğ ara:arı, lsa'nın türbesini ve doğduğu yeri anlatıyor­
l a r ; genç beye s_e defler veriyorlardı.
Çoğu kez şatonun beyi eski silah a rkadaşlarına
ziyaret çekiyordu. Konuklar içerlerken birbi rlerine,
g i rd i kleri cenkleri, kalelere saldı rışların ı , silahların
çarp.şmasını ve aldıkları yaraları anlatıyorlard ı . On ­
l arı :!i n leyen Julien, çığlığı basıyor; bu yüzden de
babası oğlunun ilerde bir fatih olacağ ı n dan kuşku
d uymuyordu. Gelgeleli m akşamleyin , Angelus dua­
sınd:m çıkıp da ö nünde eğilen yoksu l lar arasından
g eçerken, kesesindeki paraları o kadar alçakgön üll ü
ve soylu bir tavı rla dağıtıyordu ki annesi başkeşişi
gördüğüne inan ıyordu .
Kil isedeki yeri anasıyla babası n ı n yan ı n dayd ı .
Ayinler n e kadar uzun sürerse sürsün o, dua iskem­
lesi n i n üzerine diz çökmüş, takyesi yerde ve elleri
bağl ı kalakal ıyordu.
Bir gün, ayin s ırasında baş ı nı kald ı rı rken, duvar­
daki deli kten küçücük beyaz bir farenin çıktı ğ ı n ı gör­
dü. Hayvancağız m i h rabın i lk basamağ ı n ı yürüdü. iki
üç kez sağa s o la döndükten sonra, ayn ı köşeden
kaçı p gitti. Ertesi Pazar onu yi ne görebileceği dü­
$Üncesi Julien'i heyecanland ı rdı. Gerçekten de hay-
11an yine geldi. Art ı k her Pazar onu bekliyord u . Fa­
kat son unda bundan d a usandı Hayvancağ ıza kız..

55
m aya .başladı ve ondan kurtulmaya karar verdi.
Kapıyı kapayarak ve basamaklara çörek kı rıntı­
l arı serperek, elinde bir çubu kla, del iğin önünde bek­
ledi.
Aradan bir zaman geçti. önce kı rmızı bir b u run,
sonra d a bütünüyle fare göründü. Ju lien hafifçe vur­
d u ve art ık kımıldamayan bu ufacık vücudun önünde
şaşkın kaldı. Bir damla kan döşemeyi lekeliyordu.
Çarçabu k yeniyle kanı sildi, hayvanı d ışarı attı ve
ondan kimseye söz açmadı.
Çeşit çeşit yavru kuşlar bahçede yem arıyorlard ı.
J ulien . bi r kamışın için e bezelye doldurmayı düşündü.
Bir ağaçta cıvıltı işitince usulcacık yaklaşıyor, çu bu·
ğunu kaldı rıyor, yanaklarını şişi riyor, üflüyordu. Bu­
nun üzerine, hayvan cıklar sap ı r sapı r omuzlarına dö ­
külüyor, o ise yaptığı muziplikten pek gönen miş, ka­
tıla l<atıla gülüyordu .
Bir sabah, perde çizgisi üze rinde dönerken, su­
run tepesinde güneşlenen kocaman bir güvercin gör­
dü. Bakmak için d u rd u ; d uvardaki ged i kten bir taş
parçası aldı. Kolunu sallayınca taş kuşa çarptı , hay·
van bir külçe gibi hendeğ e d üştü.
Çığlıklar kopararak ve genç bir köpekten daha
çevi'< hareketlerle çevresi n i yoklayara k aşağ ıya indi.
Kanatları k ı rılan g üvercin, b ir kınakına ağac ı n ı n
dallarına ası lmış, ç ı rpınıp d u ruyordu.
G üvercinin yaşamak için avak d i reyiş.i Julien'i
kızdırdı. Boğazını sı kmaya başladı. Kuşun ç ı rpını ş­
la rı onu heyecana getiriyor, içini vahşi ve karışık bir
zevkle doldu ruyordu. So n direnişinde a rt ı k h ayvan ın
dermandan kesildiğini a n ladı.
Akşam leyin yemek yerlerken, babası , onun ya­
şında bir çocuğun avc ı l ı ğ ı öğren mesi g e rektiğini bil­
d irdi . Ve bütün av eölenceleri n i içine alan, soru l u
cevaplı, eski bir defteri aramava gitti. Defterde bir
öc."ıretmen öğrencisine köpeklerini eqitmek, şahinle­
rin i alıştırmak ve tuzak kurmak sanatı n ı ; geyiği g üb-

57
relerinden, tilkiyi izlerken, kurdu t ı rm ıklarından nasıl
tanıyacağını gösteriyor; av hayvanlarının yolları n ı bir­
birinden ay: rmanın çaresini, sığındıkları yerden çı­
karman ı n yöntemini, hangi rüzgarların en elverişli
olduğunu, tazı payının ku ral larını ve feryatları say·
mas' n ı öğretiyordu.
Julien bütün bu bilgileri ezbere anlatabildiği za­
m an babası ona av köpeklerinden b ir sürü bağ ışladı.
Sürüde ö nce, ceylanlardan daha ati k ama öfke­
lenmeye daha yatkın yirmi dört kadar Berberi tazısı ;
sonra kırmızı üzeri ne ak benekli, inatçı, ciğerleri sağ ­
lam ve havlayışları güçlü on yedi çift Breton köpeği
seçi l iyordu. Dom uzların sal d ı rışı ile avlanacak hay.
vanların tehl i keli dönüşlerini karşılayan, ayılar gibi
kıllı kırk İng i l iz köpeğ i vardı. Yaban öküzleri n i ko·
valamak için hemen hemen eşek kadar yü ksek, ateş
rengi nde, sı rtları geniş ve bi lekleri düz Tatar bekçi
köpekleri ayrıl m ıştı. lspanyol köpekleri nin kara ö r·
tüleri atlas gibi parlıyordu, tal botl ar' ın havlamaları
tazıları nkini bastı rıyordu. Avluda aslanlardan korkma­
yan ve atlı ların üzerine atlayan sekiz bu ldoçı köpeği,
zinc: rlerini sallayarak ve aözbebeklerini fıldır fıldır
çevirerek homurdanıyorlard ı.
Hepsi de has ekmekten yiyor, taş yalaklarından
su içiyor ve ahenkli birer ad taşıyordu.
Şah inler av köpekleri n i geride l;> ı rakıyordu. Bey,
parayla ta Kafkasya'dan erkek şah in ler, Babil'den
tepeli akdoğanlar, Almanya'dan sungurlar ve soğ u k
denizlerin kıyısında, uzak ülkelerde, kayalık lar üze·
rind3 yakalanmış gezgin doaanlar aeti rtmisti. A i"ıtij n
bu av kuşları samanla örtülü bir sundu rmaya yerleş­
m işler, boy sırasına çıöre tüneÇ'ıin üzerine dizilmiş­
l erd i. önlerinde bir yıÇıın ot vardı, can lanmak için
zaman zaman ona uzanıyorlardı.
Para keseleri, tuzaklar, kapanlar, h e r çeşit araç
ve gereçler içerde yapı l ıyordu.
Kı rda, çoğu zaman, avın kokusunu alır almaz du-

58
ran eysel köpekleri yol gösteriyordu. Atlı uşaklar
adım adım ilerl iyor, köpeklerin s ı rtlarına özenle, ge­
çil mez, geniş bir ağ geriyorlard ı. Bir kumandayla h ay­
vanlar havl amaya başl ıyor, bıldırcınlar uçuşuyor, ko­
calarıyla birlikte gelmiş han ı mlar, çocu klar, oda h iz·
metç i leri, herkes kuşların üstüne atıl ıyor ve kolayca
onları yakalıyord u .
Başka bir kez, tavşanları ormandan çıkarmak
için, davu llar çalın ıyor; tilki ler çukurl ara d üşüyor ya­
h ut b i r zemberek boşanarak bir kurdu ayağ ından kıs­
t ı rıyordu.
Gelgelelim, Julien bu kolay h i leleri h or görüyor,
atı va şah i n iyle, herkesten uzakta, yal n ız başına av­
l anmayı seviyordu. Şahi n i kar gibi beyaz büyük bir
lskitya akdoğ anı idi. Meşin başlığının üzerinde bir
sorguç du ruyor, mavi ayaklarında çıng ı raklar salla­
n ıyor, at dörtnala kalkıp da ovalar akıp g ittiğ i sırada
sıkı sı kıya efendisinin koluna tutu nuyordu. J u l ien,
'kayışlarını çözerek birdenbire onu sal ıveriyordu. Atıl­
gan hayvan havada bir ok gibi dosdoğru yükseliyor;
eşit olmayan iki lekenin döndüğ ü , birleştiğ i ve sonra
göÇı ü n yü kseklikleri içinde gözden silindiqi görülü·
yord u . Sahin herhangi b i r kuşu paralayarak i n mekte
gecikmiyor, kanatları titreyerek sahibinin zırh l ı eldi­
venine konmaya geliyordu.
Jul ien balıkçıl kuşu, çaylak, kuzg u n ve akbabayı
böyle avladı.
Avcı borusunu öttürerek; tepelerdeki yamacın­
dan koşan, çaylardan atlayan, koru lu klara dalan kö­
pekl6rl kovalamavı sevivor ve çıevik, ısırıldığı için
i nlemeye başlayınca, çarçabuk onu öldürüvor, sonra
buaulu postu üzerinde oarça parça kesilmiş aövde­
sini h ı rsla yiyen köpeklerin kızg ı n l ığ ından hoşlanı­
yo rdu.
Sisl i q ünlerde kazları, su sam urlarını ve yaban
ö rde.klı:-rinl çıözetlemek amı:ır.ıvla bı:ıtaklıfüı ni rivorrfu.
Şafakla birlikte üç silahtar binek taşı n ın aş.ağ! -

59
sında onu bekliyorlar; yaşlı keşiş, tavan arası pence­
resinden sarkarak, gitmemesi için boş yere işaretler
yapıyor, fakat J u l ien dönüp arkasına bakmıyordu bi le.
Kızgın gü neş altında, yağ m u r yağı şta, fırtınalı havada
çıkıp gidiyor, eliyle kaynaklardan su içiyor, tı rısa gi­
derken yabani elmalardan yiyor, yoru l u nca d a bir
meşanin dibinde dinleniyordu. Kan ve çamura bulan­
m ış, saç larına d i kenler tak ılmış, yabani h ayvanlara
özgü bir koku saçarak gece yarısı eve d önüyordu.
Sanki hayvanlaşm ıştı. Çünkü annesi kend'slni ku cak­
ladığında, derin şeyler tasarlıvormuş gibi aörünerek,
bu kucaklayışı soğu k bir biçimde karşılıyordu.
Ayıları bıçakla, boğaları baltayla, yabandomuz­
larını kargıyla ö l d ü rüyordu. Hatta, b i r defasında, ya­
nınd3 değnekten başka bir silah ı bulun mad ı ğ ı ndan,
b i r darağacı n ı n altında cesetleri kemi ren ku rtlara kar­
şı kdndini savu nmuştu .

Bir kıs sabahı, omuzunda b i r Tatar vav ı. ever


kavısında b i r ok demeti, tepeden t ı rnağa kuşanarak
evden ayrıldı.
Dani markalı atı, iki zağarın ard ından, aynı h ızla
yü rüverek toprağ ı çın latıyordu. Paltosuna ince buz
taneleri yapışıyor, azgın bi r meltem esiyordu . Ufkun
b i r köşesi aydı nlanmıştı. J u l ien tan yerinin aklıq ında,
yuvaların ı n yöresinde zıplayarak yürüven adatavşan­
l arı ı;ördü. iki zağar hemen onlar ı n üstürıe Fıtıldılar,
k?sla göz arasında hayvanların belkemiklerini kır­
d ıl ar.
Julien biraz sonra o rmana çı i rdi. Bi r d alın ucun­
da, soqu ktan uyuernuş b ir yabanhorozu, bası nı ka­
nadın ı n altına sokmuş uvuvordu. K ı l ı c ı n ı n tersivle
h avvanın iki pençesini bi rden biçti ve onu yerden
almcıks171n voluna devam etti.
üç saat sonra bir dağ ı n doruğuna çıkmış bulunu-

60
yordu, gökyüzü kapkara görünüyordu. önünde, upu­
zun bir duvarı andıran bir kayalık, uçuru m u n üzerin­
den aşağ ı doğ ru iniyor; uçta i ki yaban keçisi çevreyi
seyrediyorlardı. Oku olmadığı için (çünkü atı arkada
kalmıştı) onların yanına inmeyi tasarladı. Yarı eğil­
m iş, yalınayak, keçile rden .birincisine yetişerek han­
çerini böğ rüne sapladı. i kincisi korkuya kapılarak
kendini boşluğa attı. J u l ien onu d a vurmak amacıyla
yerinden fırlad ı ; sağ ayağı kayarak yüzü uçuruma
dönük, kolları açı l m ı ş bir d u ru mda öbürünün cesedi
üzeri ne kapaklandı.
Yeniden ovaya in ince, ı rmağın kıyısında uzayıp
giden söğüt ağaçları boyunca yürüdü. Tu rnalar, çok
alçaKtan uçarak, zaman zaman başın ın üstün den ge­
ç iyorlardı. Kamçısıyla vu rarak onları öldü rüyor, h iç·
birim kaçırm ıyordu.
Bu arada iyice ılı k laşan h ava buzları eritmişti.
G eniş sis tabakaları dalgalanıyor, g üneş doğuyordu.
Çok uzakta, kurşuna benzeyen donmuş b i r göl ışıl
ışıl parl ıyordu. Gölün ortasında hiç tan ı madığı bir
h ayvan, kara b uru n l u bir kunduz d u ruyordu. Ju lien
aradaki uzaklığa karşın onu bir okla yere SPrdi, ama
postunu alıp götü remediğine üzüldü.
Son ra, ormana giderken, tepeleri bir zafer takı
o l uşturan büyü k ağaçlarla bezeli bir yolda ilerledi.
Çalılar arası ndan bir karaca fırladı, d ört yol ağzında
b i r alageyik göründü, çukurdan bir porsuk ç ı ktı, bir
tavuskuşu kuyruğunu çimen lere serdi. J u l ien bütün
bu hayvanları öldürünce başka karacalar ortaya ç ı k·
t ı lar; .başka geyi kler, başka porsuklar, başka tavus­
lar ve karatavuklar, a lakargalar, kokarcalar, tilkiler,
k i rpiler ile vaşaklardan ol uşan ve her adımda bi­
raz daha çoğalan sonsuz bi r h ayvan topl u l uğ u ken­
d i n i göste rd i. Tatlı ve yalvarıcı bir bakışla , tirtir tit­
reye: ek çevresi nde dönüyorlard ı. Gelgelel i m , Julien
onl arı öldürmekten yoru l m uyor; peşpeşe okunu çe­
k iyor, kılıcı ho r gördüğü için palasını sall ıyor v e av-

61
dan özge hiçbir şeyi düş.ü n müyor, hiçbir şeyi anla­
m ıyordu. B ilmediği b ir ü lkede niced i r d u rmaksızın
avlanıyor, her işini ancak düşte görülen bir kol ay­
l ı kla yerine getiriyordu. Fakat olağanüstü b ir görün­
tü onu d urdurd u : Sirk biçim i ndeki bir vadiyi geyik­
ler doldurmuşlardı. B ir araya toplanarak sisin içinde
buğulanan solukla rıyla .bi rbirlerini ısıtıyorlardı.

62
Julien, yapacağı büyük öldürümün u m uduyla b i r­
kaç d aki ka, zevkten soluk alamadı. Sonra attan ind i,
kol l arı n ı sıvadı, n işan almaya koyuldu.
ilk okun vınlamasıyla bütün geyikler ayn ı zaman­
da başları n ı çevirdi ler. Sürüde gedikler açı ld ı, iniltili
sesler yükseldi, büyük b i r kım ıldanış başgösterd i.
Vad i n i n yamacı aşılamayacak ölçüde yüksekti.
Bu yüzden, geyikler kaçmaya uğ raşarak boşuna ça­
balayıp duruyorlardı. Julien nişan al ıyor, yayı çeki­
yor, sicim gibi ok yağd ı rıyordu . Öfkelenen hayvan­
cağızlar kavgaya tutuşuyor, şaha kal kıyor, birbi ri üs­
tüne çı kıyor ve gövdeleri i le birbirlerine karı$.m ış
boynuzları, y e r değ işti rirken yıkılan geniş b i r tepecik
meydana geti riyordu.
Sonunda heps i öldüler. Kumun üzerine serilm iş­
l er, burun deliklerinden köpükler fışkı rmış, barsak­
l arı d ışarı dökülmüş, karın larının kalkıp i n işi gitgide
azal m ış, artık b ir daha kıpı rdamaz ol muşlard ı.
Gece bastırmak üzereydi. Orman ı n a rkasında,
dal ları n arasın dan gö kyüzü kanlı bir örtü gibi kıpkızıl
görünüyo rdu.
Ju lien sırtını b i r ağaca dayadı. Şaşkın .b i r gözle
ö ldür düklerinin çokluğuna bakıyor ve bunu nasıl ya­
pabl ldiğini anlayamıyordu. Vadinin öbür ucunda, o r­
man ı n kıyısı nda, b i r geyikle bir karaca ve yavrusunu
gö rdü.
G eyiğin boyu uzun, rengi kara idi. Ak b i r sakal ı
ve on altı dallı boynuzları vardı. Dökülmüş yapraklar
gibi sarı olan karaca çimenleri otluyor ve benekli
yavrusu, hem yürüyor, hem de anasının memesin i
emiyordu.
Ok bir kez daha vınladı. Yavru karaca çabucak
ö lüvard i. Bunun üzerine anası, gökyüzüne bakarak,
deri n , doku naklı ve i nsanc ıl bir sesle bağı rd ı . Öfke­
den tepesi atan J u l ien, tam göğsünün o rtasından
vu rarak onu da yere serdi.
Büyük geyik olanları gö rmüştü; yeri nden sıçrad ı.

63
Julien son okunu attı. Ok, hayvanın alnına dokundu,
orada saplanıp kaldı.
G eyik onu hiç duymuyormuş gibi d avran ıyor, ölü ­
lerin üzerinden atlayarak d u rmadan i lerl iyor, avcısı­
n ı n Karn ını deşmeye gel iyordu. Julien, anlatılmaz bir
korku içinde, geriliyordu. Eşsiz h ayvan d u rdu. ilk
peygamberler g i b i adil ve görkemli, derebeyler gibi
k u rum lu bir tavırla, gözleri alevler saçarak, uzakta
bir çan çalarken, üç kez tekrarlad ı :
«- Mel ' u n ! Mel'un! Mel ' u n ! Zal i m adam, b i r gün

anneni ve babanı da böyle öldüreceksin ! ..


Sonra dizlerini büktü, gözlerini yavaşça yumdu
ve ölçtü .
. J u l ien önce şaşırdı, ardından b itkin d üştü , bü­
yük bir kaygı ve tasaya kapıl d ı . Alnını avuçları içine
alarak uzun uzun ağ ladı.
Atı kaybolmuştu, köpekleri kendisi ni b ırakıp git­
m işl3rdi. Çevresini saran yalnızl ı k bilin meyen teh li­
keleriyie büsbütün ü rkünç görünüyordu. Korkuya ka­
pı larak kırda koşmaya başladı. Gel işig üzel bir pati­
kadan giderek birdenbire kendini b i r şatonun kapı­
sında buldu.
Geceleyin uyumadı. Ası l ı d u ran lambanın titrek
ışığında hep büyük geyiği görüyordu. Hayvan göz·
l erin i ondan ayı rm ıyor, J u lien ise onlardan kurtulma­
ya vabalıyord u . « Hayır! Hayırı Hayır! Anamı babamı
öldüremem !» diyor, son ra da «Ya kazara öldürür­
sem ?» diye düşünüyor ve şeytan ın kend isine böyle
b i r istek aşı lamasından korkuyordu.
üç ay boyunca annesi yatağın ın başucunda,
üzüntüler içinde, dua etti ve babası, i nleyerek, d ur­
madan deh lizlerd e dolaşıp d u rd u . En usta ve tanın­
m ış hekimleri 'çağ ırttı. Hekimler bir sü rü i laçlar yap•
t ı lar. Dediklerine bak ılırsa, J ulien'in hastalığı ya bir
karasevdadan ya da u ğ u rsuz bi r rüzgArda� i leri ge­
liyordu. Fakat genç adam, bu konuda sorulan bütün
sorulara başını sallayarak cevap veriyordu.

64
Zaman l a gucu yerine geldi. Babasıyla yaşlı ke­
şiş, her biri .bi r kolundan tutarak, onu bahçede gez­
d i riy0rlard ı.
Büsbütün iyi leşin ce, a rtık b i r daha avlanmamakta
ayak d i redi.
Oğlunu sevindirmek isteyen babası ona koca­
man bir Arap kılıcı a rmağan etti.
Kılıç, bir ayak l ı ğ ı n üstünde, silah tak ı m ı n ı n ara­
sı ndc:.ıyd ı. Ona yetişmek için bir merdiven d ayamak
gerekiyordu. Juli e n basamakları ç ı ktı ; gelgelelim, çok
ağ ı r olan kılıç parmakları ndan kurtu ld u ve düşerken
senyörü o kadar yakından sıyırıp geçti ki kaputu ke­
sildi . Delikan l ı babasını öldürdüğünü sanarak bayı ld ı.
O günden sonra silah lardan p e k çeki n i r o l d u.
Yal ı n .b i r demir görünce beti benzi atıyordu. Oğulun
bu zayıflığı ailesine üzüntü veriyordu.
Sonunda, yaşlı keşiş, J u lien'den Tanrı, şeref ve
ataları adına soy luluk öğrenimine yeniden başlama­
s ı n ı ;stedi.
Si lahtarlar, her Allahın günü, m ızrak k u l l anarak
eğle'l iyorlardı. Jul ien bu işde de taydaşları n ı geride
b ı raktı. Mızrağ ı n ı şişelerin ağzı ndan içeri sokuyor, fırıl­
dakl :ırın dişlerini kı rıyor, yüz adım uzaklı ktan kapı­
ların çivilerine vu ruyordu.
Bir yaz akşamı, sisin eşyayı beli rsizleşt i rdiği sa­
atte, bahçedeki çardağ ı n altında d u ru rken, dipte iki
ak kanad ı n çırp ındığ ın ı gördü. Bunun b ir leylek ol·
duğuna inanarak m ızrağ ı n ı fırlattı.
Acı bir ini lti duyuldu.
Ana leylek uzun tüylü tepeliğinden d uvara çivi­
leni p kalmıştı.
Bunu gören Julien şatodan kaçtı, bir daha da
g örünmedi.

il.

G eçmekte olan b i r serüvenciler alayın a kat ıldı.

Oç Hlklye F: 5
Böylece açl ı ğ ı , susuzluğu ve h astal ığı tanıdı, h at­
ta bitlendi. Göğüs göğüse yapılan cenklerin gürü l­
tüsüne, can çekişenleri n görünüşüne a lı ştı. R üzgar te·
nini }' aktı. Uzuvları silahlara dokunmaktan sertleşti.
Çok kuvvetli, gözüpek, tutum lu ve i htiyatlı olduğun·
dar:ı bir tak ı m ı n kumandasını ele a l makta güçlük çek·
medi.
Savaşa başlarken kıl ıcıyla işaret vererek asker­
lerini sal dı rışa kaldı rıyordu. Zırh ın a G regeois ateşi­
ni n (1 ) parçaları yapışır ve mazgal lardan kaynatılmış
reçineyle eritil m i ş kurşun akarken o. geceleyi n, fır­
tınada sallan arak düğümlü bir ıp yard ı m ıyla kalelerin
d uvarlarına tırmanıyordu. Bir taş çarpmasıyla kal ka­
n ı n ı n kırıldığı çok oldu. üzeri tıklım tıklım i:ısan y ü k­
l ü kıJprüler o nun altında çöküverdiler. G ü rzünü sal­
layarak on dört süvarinin sald ı rısin dan kurtuldu. Sa­
vaş elanı nda karşısına ç ı kan herkesi bozgu n a uğrat­
tı. Belki yi rmi kez öldüğü san ı ldı.
Tanrı n ı n yard ı mıyla hep kurtuldu. Çünkü kil ise·
de çalışanları , öksüzleri , d u lları ve özelli k le yaşl ı ları
koruyordu. O nlardan birin i n önünde yürüdüğCınCı ger
rünce, sanki yan l ışlıkl a onu öld Cırmekten korkuyor­
muş gibi, yüzü nCı tan ımak için bağı rıyordu .
Kaçan köleler, ayaklanan köylüler, yoksul piçler,
kısacası gözü nü bu daktan sakı n m ayan herkes onun
bayr&.ğı altı nda toplanarak bir ordu oluşturdular.
Ordu genişledikçe genişledi Ju lien d ü nyaya ü n
sald ı . Artı k insanlar peşinden gel iyorlardı.
S ı rayla Fransa veliahtının, l n g i ltere k ralın ın , Ku­
düs şövalyelerinin, Part kumandanının, H abeşistan
padisah ı n ı n ve Calicut imparatoru n u n yard ı m ı n a koş­
tu. Bal ı k pullarıyla örtülmüş lskandinavya lılarla, s u
aygı rı derisinden yapılma kalkan lar taşıyan ve kızıl

(1) Gregeoi s ateşi : Yunanlı lar tarafından bulunan ve s u


i ç i n d e d a h i yanan ateş. Suda yanmaya e lveri ş l i b i r
sıvı. Savaş ateşi ( Çev. ) .

66
eşeklere binen zencilerle, taçların ın üstünden, ayna­
l ardan daha parlak, enli kılıçları n ı sallayan sarı Hi nt­
li lerle savaştı. M ıs ı r'ın g ü neyinde otu ran Troglody­
teleri ve Yamyamları yendi. öyle sıcak bölgelerden
geçti ki, güneşin ısısıyla otlar çıra g i bi yan ıyordu.
öyle soğuk ülkelere g itti ki insan hayaletler1e birli kte
yürüyordu.
Sıkıntıya düşen c u m h u riyetler ondan akıl danışı­
yorlardı. Çünkü elçilerle görüşürken umulmadık çö­
zümler öne sürüyord u . Eğer bir hükümdar uyruğuna
çok kötü davran ıyorsa, hemen onun yan ı n a varıyor
ve sıkı sıkı öğütlerde bulunuyordu. Böylece hal kları
kurtardı , kulelere tıkıl m ış kraliçeleri salıve rdi.
'Yedi başlı Milan yılanını ve Oberbirbach cana­
varım o tepeledi.
ispanya M üs lümanları n ı yenilgiye uğ ratan Occi­
tanie (2) i mparatoru, K u rtuba h al!fesinin kızkardeşini
kend!ne cariye yap mış ve ondan H ı ristiyan görenek­
lerine göre yetiştirilen b i r kızı olmuştu. Fakat hal ife,
g Oy:ı d i n değiştirmek istiyormuş gibi görünerek, sa­
yısız maiyetiyle i mparatoru görmeye gelmiş ve bü­
tün 3skerlerin i k ı lıçtan geçirmiş, hazinelerin i göster­
mesi icin onu yeraltında b i r zindana atarak işkence­
ye baslamıştı.
J ulien onun yard ı m ına koştu. Düşmanların ordu­
sunu bozdu , şehri ku rtardı , halifevi öldürd ü , başı nı
keserek bir top gibi su rları n üze rinden attı, i m para­
toru hapisten çıkardı ve saray erkAnı n ı n önünde ye­
n i den tahtına otu rttu .
i mparator bu h izmetlerine karş ı l ı k J u l ien'e san­
d ı kla� dolusu para sund u ; ama o istemedi. Parayı
az qördü(ıünü sanarak servetinin dörtte üçünü verdi;
ama o yine kabul etmedi. K rall ıö ı n ı paylaşmak tek­
l ifinde bulund u ; ama o, teşekkürle yetindi. Bunun

(2) Occitan ie: Ortaçağda Fransa'n ı n Akdeniz bölgesinde.


ki ülkelere veri len ad. (Çev.)

67
üzerı ne hükümdar, borcunu nası l ödeyeceğini bile­
miyerek, üzüntüsünden ağ ladı. Cesareti k ırı l arak, ne­
di melerinden b i ri n i n kulağ ı n a bir söz fısı ldadı; hemen
gergef i lşemeli perdeler kalktı ve bir genç kız gö­
ründü.
Kara, iri gözleri çok tatlı i ki lamba gibi parl ıyor­
du . Hoş bir g ü l ü m seme du dakları n ı ara.l ıyordu. Saç­
ların ı n l ü leleri, yarı açık fistanın daki m ü cevherlere
takılıyor ve saydam iç gömleğinin altında vücu d unun
gençliği seçil iyordu. Bedence ufak tefek ve dolgun­
d u ; zarif bir endamı vardı.
O güne değin çok yalı n bir h ayat sürmüş olan
J u l ien'in aşktan gözleri kamaştı , şaşırdı.
ve bu yüzden de, anasından kalma b i r şatoyla
kızı eılmaya arzı oldu. Düğün bitince, karşılık lı son­
suz i ltifat ve nezaketten son ra, konuklar ayrıldı la r.
Şato, portakal ağaçları ndan b i r koruluğun içinde
ve yü ksekçe bir burnun üzerinde, Mağ ribi tarzında
yap ı l m ış, beyaz mermerden bir saraydı. Çiçek tarh­
ları ayakların altında pembe sedeflerin çat ı rdad ı ğ ı
b i r körfezin kıyısına kadar i n iyordu. Binan ı n arkasın­
da bir orman yelpaze biçimind e yay ı l ıyordu. Gök ol­
d u m olası m aviydi. Uzakta ufku kapayan dağların
rüzgarı ve deniz melteminin etkisiyle ağaçlar, sı ra
s ı ra eği liyordu.
Odalar tan yerinin kızıl l ı ğ ıyla dol uyor, duvarlar­
daki kakmalar ortalığı ayd ınlatıyordu. Kemerli kubbe­
ler; mağaralardaki sarkıtlara benzeyen, kabartmalar­
la süslü ve kamış gibi ince sütu n lara dayan ıyordu.
Salonlarda fıskiyeler, avl ularda mozai kler, oyalı
bölmeler, bin bir çeşit m i mari incelikleri göze çar·
pıyor ve her yanda öyle bir sessizlik h ü k ü m sü rü­
yordu ki insan, b i r boyun atkısının hafiften dokunu­
şunu yah ut bir l ççekişin yankısını d uyab i l iyordu .
J ulien artık savaşı bırakmıştı. Uysal b i r halkın
arasında dinleniyordu. Her Allahın günO önünden diz

68
çöken ve Doğ u l uca ayağa kapanan bir kalabalı k ge·
çiyord u.
Erguvani elbiseler giyinmiş, bir pencereni n a ra·
l ı ğ ı n .ı d irseğ ini dayayarak du ruyor, eskiden yaptığ ı
avları an ıyord u. Herhalde, çölde ceylanlar ile deve­
kuşları n ı n peşinden koşmak, parsları gözetlemek için
bambuların içine gizlenmek, gergedanlarla dolu or­
man :ardan geçmek, kartalları daha iyi görmek a m a­
cıyla dağların tepesine tırmanmak ve deniz buzları­
n ı n listünde beyaz ayılarla çarpışmak istiyordu.
Arasıra düşünde, Adem Baba gibi kendisini hay·
vanları n arasında Cen nette görüyordu. Kolunu uza­
tara!{ on ları öldürüyo r; aslanlarla fille rden tutun d a
kakırnlarla ördeklere varıncaya kadar b ütün h ayvan�
lar san ki, Nuh'un gemisine g i riyorlarm ış g i b i , boy
sırasına gö re i kişer i kişer, ardarda onun önünden
geçiyorlard ı. B ir mağaran ı n gölgesi nde d u rarak on­
ları hedefinden şaşmayan m ızraklarla vuruyor; ama
arkadan başkaları geliyor, hiç bitip tüken mek bil mi­
yorlar ve Julien sonun d a yabansı gözlerin i çevirerek
uyanıyordu.
P rens dostları kendisini ava çağı rd ı lar. Gelgele­
l i m o , avlanmaya tövbe etmekle felaketten kurtula·
cağ ı n a inanarak hep reddetti. Çünkü, ona öyle geli ­
yor ki, anasıyla babas ı n ı n alınyazısı hayvanların öl­
d ü rül üp öldürülmemesine bağ l ıydı. Zaten on ları gör­
mediği için acı çekiyor ve bu konudaki isteği g itgide
dayan ı lmaz bir d u ru m a lıyordu .
Karısı onu eğlendi rmek amacıyla rakkaseler, hok­
kabazlar getirtti.
Arasıra ya kocasıyla birl i kte açık tahtı revanl a
kı rd a kezmeye g i d iyorlar ya d a b i r san dala uzana­
rak, gökyüzü çıibi d u ru suda kanat çırpan balıkl ara
bakıyorlardı. Çoğ u kez J u l ien'in yüzüne çiçekler atı­
yor; ayakları n ı n dibine çömelerek üc tel l i b i r man­
dolin çal ıyor; sonra kenetlenmiş e l leri n i omuzuna
koyarak çekingen b i r sesle:

69
« - Nen var, sevgi l i beyim ?» diye soruyordu.
Julien cevap vermiyor, yahut hıçkırmaya .başl ı­
yordu. Sonu nda b ir g ü n korktuğu şeyi iti raf etti.
!<arısı çok yerinde bir usavu rmayla onun bu dü­
şüncesini çürütt ü : Anasıyla babası belki de ölmüşler­
d i , a rt ı k onları göremeyeceğ ine göre, hangi rastlantı
ve amaçla bu iğrenç hareketi işleyecekti ? Demek ki
kork:.ısu gereksizdi, bundan böyle ava ç ı kabi li rdi, çık­
malıydı.
Juli en onu dinlerken gülümsüyor, fakat isteğini
yerine getirmek için bir karar vermiyord u .
Bir Ağustos akşamı karı koca odalarında idiler.
Kad . n daha yeni yatm ıştı. Erkek dua etmek üzere
d iz çöktüğ ü s ı rada, önce bir tilkinin u l uması n ı , son­
ra da pencereni n altından gelen hafif ayak sesleri ni
d uydtJ. Karanlı kta hayvan yüzleri görü r gibi oldu. Ol ­
d u kça heyecanlandı. Ok kılıfı n ı aldı.
Karısı şaşı rıp kalm ıştı. Julien:
«- isted iğini yapacağ ım,» dedi. « G ü n doğ arken
dönerim !»
öyleyken, kadıncağ ız uğursuz bir serüvenden çe­
kiniyordu. Julien, karısını yatıştırdı ve yaptığı işin tu­
hafl ığına ken disi de şaşarak çıkıp gitti.
Bi raz sonra bir beyzade, tan ı madığı i ki kişinin,
senyör bulunmad ığından, hanı m l a acel e görüşmek
istediklerini b ildirdi.
A rd ı ndan ; toza toprağa bulanmış, keten elbiseler
giyin miş va bel i bükülmüş bir yaşlı erkekle bir kad ın,
değneklerine dayanarak odaya g i rdiler.
Ju lien'e an nesiyle babasından haberler geti rd ik­
lerini söylediler.
Prenses dinlemek için eğildi.
İ ki ihtiyar, gözleriyle birbirlerine dan ışarak, J u­
l ien'in ana babas ını her zaman sevip sevmediğini ve
onlardan söz açıp açmadığını sord u lar. Prenses :
- « Ah ! Evet !» d iye cevap verdi. i htiyarlar:
cc - G üzel ! işte, ana babası b iziz!,. d iyerek, çok

70
yorgun ve bitkin o lduklarından, oturdular.
Kocasının onların oğlu olduğuna genç kad ın bir
türlü inanamıyordu.
Bunun üzerine J u l ien'in vücudundaki gizli ben­
leri açı klayarak kanıt gösterd iler.
Genç kad ı n yatağından d ışarı fırladı, h izmetçisi­
ni çağı rd ı , onlara yemek verd i.
Çok acıkmış olmalarına karşın h iç yiyemiyor­
lardı. Gelin leri, kenarda d u rmuş, onların kaseleri a l ı r­
ken kemikleri ç ıkmış ellerinin titreyişine bakıyordu.
,ı uli en'le ilgili .b inbir soru sordular. Soru ları n her
birine teker teker cevap verd i ; fakat kocasının on­
l ara :lişkin korkunç düşüncesi üstüne ağzından hiç­
bir şey kaçı rmamaya d i kkat etti
Oğulları nın geri dönmediğini görünce şatoları n·
dan ayrıl m ışlar ve yıllarca, u m u d u kesmeksizi n , do­
l aşıp durmuşlard ı. I rmakl arı geçmek, han larda kal­
mak, prenseslerin hakkı n ı ve h ı rsızların bac ı n ı ver­
mek için öylesine masrafa girmişlerdi ki, sonunda,
para:arı iyice suyunu çekmiş, dilenmeye başlamış­
lardı . Ama ne önem i vard ı , bi raz sonra oğu l l arı n ı ku­
caklayacaklard ı ya! Hele, böylesine soylu b i r karısı
oldu�undan ötü rü J ulien'in mutluluğunu göklere çı·
karıyorlar, gelin leri ni seyretmekten ve öpmekten bı­
kıp usan mıyorlard ı.
Dai renin zenginliği on ları şaşı rtıyordu. Yaşlı adam
çevresini gözden geçird i ve duvarda neden Occitanie
i mparatoru'nun a rması bulunduğunu sord u .
Selin:
..- Babamdır! .. d iye cevap ve rdi.
İ htiyar, çingeneni n kehaneti n i hatırlayarak titre·
d i , karısı keşişin sözlerin i düşündü. Demek ki oğu l­
larının ünü ve şan ı , ö l ümsüz görkemlerin seherin­
den başka bir şey değildi. Masayı ayd ın latan şam­
danın ışığı altında, ikisi de k ım ıldamadan du ruyor­
lard ı .
Gençliklerinde ç o k g üzel olsalar gerekti. Anne-

71
n i n saçları henüz dökülmemişti. Kar tabakalarına
benzeyen ince ku rdeleleri yanakları ndan aşağı sar­
kıyordu. Baba, uzun, koyu ve kocaman sakalıyla, bir
kilise heykelini andırıyordu .
• ı u l ien' i n karısı, kocasını beklememelerini söyle·
d i . On ları kendi yatağın a yatırd ı , pencereyi kapadı.
i htiyarlar uykuya daldı lar. Gün sökmek üzereyd i, ca­
m ı n arkasında küçük kuşlar ötmeye başlam ışlard ı.

Ju lien koruluğ u geçmiş, çimenlerin yu m uşaklı­


ğından ve havanın sessizliğinden hoşlanarak sinirli
adımlarla ormanda yürüyordu.
Ağaçların gölgesl yosunların üzerine yayılm ıştı.
Arada bir ay, ağaçsız yerlere ak benekler saçıyor ve
Jul ien , bir su birikintis i ya da yüzeyleri otların ren­
g iyle karışan d u rgun gölcükler gördüqü n ü sanarak
d u rakl ıyordu . Her yanda derin bir sessizlik sürüp
gidiyor, bi rkaç dakika önce şatonun yöresinde do­
laş.an hayvanl ardan hiçbiri görü lmüyord u .
O rman g ittikçe sıklaşıyor, karanlık artıyordu. i n­
sanı gevşeten, korkularla dolu, sıcak rüzqar dalga·
ları geçiyordu. Julien dökülen yaprak yığınlarına gö­
m ü l müş, solumak için .b i r meşeye dayanm ıştı.
B i rden bire sırtına kap kara bir kütle, b i r yaban­
dom uzu sı çradı. Yayını çekmeye vakit bu lamadığın­
dan dolayı bir felakete uğramış kadar üzüldü.
Ormandan ç ıkınca, çit boyunca koşan bir kurt
gördü.
Bir ok attı. Hayvan d u rdu, görmek için başı n ı çe­
virdi ve yeniden koşmaya koyuldu. Aradak i açıklığı
koruyarak tırısa g iidyor ve arasıra d u rakl ıyor, fakat
avcısı n işan a l ı r almaz yeniden kaçmaya başlıyordu.
Böylece, Julien uçsuz bucaksız bir ovayı, kum
tepelerin i geçti ve sonunda ken dini, ü lkenin .b üyük
b i r parçasına üstün b i r yaylada buldu. Yıkı l m ış me-

72
zarların arasına yassı taşlar serp i lmişti. Ayağ ı ölü­
lerin kemi klerine takıl ıyor, ye r yer ku rt yen iği haç­
lar acınacak bir tavırla eğiliyorlardı. Mezarların kuş.­
kulu karan lığında b i rtakım şek i l ler k ı m ı ldadı ve sol u k
soluğa, te laşla sırtlanlar ortaya ç ı ktılar. Pençelerin i
döşeme taşlarında şakırdatarak geldi ler, d iş etleri ni
gösteren bir esneyişle onu kokladı lar. J u lien k ı l ıcını
k ı n ı ndan çekti. Bunun üzeri ne hayvanlar ortalığa d a·
ğ ı ld dar; hızlı ve aksak koşu larını sürd ü rerek uzakta,
bir toz bulutu içinde gözden silin diler.
Bir saat sonra bir sel yatağında, ayağ iyla kum­
l arı eşeleyen, boynuzları ön e fırlam ış azg ın bir bo­
ğaya rastladı. M ızrağı n ı gerdan ın ın altına sapladı.
Fakat, sanki hayvan tunçtan imiş çıibi, mızrak cat­
ladı. Julien ölümü bekleyerek gözlerin i yumdu. Göz­
lerini açtığı zaman boÇıa sı rra kadem basmı ştı.
Utancından içini b i r üzüntü kapladı. üstün bir
g ü ç, kuvvetini tü ketiyordu. Eve dönmek amacıyla ye­
n iden ormana girdi.
Yolu sarmaşıklar kaplam ıştı. Kılıcıyla onları ke­
serken, birden bire baGaklarının arasından b1r sansar
kaydı , bir pars omuzunun üzeri n den atladı, bir yılan
dö'ne döne bir di�.budak ağacına sarı ldı.
Yaprakları n içinden kocaman b i r alakarga ona
bakıyor; gök bütün yı ldızlarını ormana yağdı rıyormuş·
çasına, dal ların arasından şurada burada i ri kıvıl­
cı mlar görülüyord u . Hayvanların gözleriydi bunlar;
yabani atları n, sincapların, baykuşların, papağanla­
rı n \ e maymunların gözleri . . .
Yayını çekti ; fakat g i den oklar, ak kelebekler
g i bi yaprakların üzerine kondular; attığı taşlar isabet
etmeden yere düştüler. Lanetler okudu, dövüşmek
istiyordu. Küfürler savurd u , öfkesinden soluğu tı kan­
m ıştı.
Kovalad ığı bütün hawanlar, yöresinde daracı k
b i r çember yaparak, yeniden ortaya ç ı ktı lar. K i misi
sağrısı üstüne otu rmuş, kimisi ise d i m d i k ayakta du-

73
ruyordu . . . J u l ien ortada, h areketsiz, korkudan dona­
kalm ıştı. i radesini kullanarak g üçlükle b i r a d ı m attı.
Hemen ağaçlarda tüneyen hayvanlar kanatların ı aç­
tı lar, yerde duranlar uzuvların ı oynattılar; kısacası,
hepsi ona ayak uydurd u l ar.
S ı rtlanlar önünde, kurtla yabandomuzu a rkasın­
d a yü rüyorlardı. Sağında boğa başın ı sall ıyor; sol un­
da yılan otlar içinde d algalan ıyor, pars s ı rtını kabar­
tarak, hafif ve i ri adımlarla ilerliyordu. J u l ıen on ları
kızd ırmamak için elinden geldiği nce yavaş g id iyor,
fundaların deri nliğinden kirp i lerin, yılanların, çakal­
ların, ayı ların ç ı ktığ ını görüyordu.
Koşmaya başladı, onlar da koştul ar. Yılan ısl ık
çal ıyor, pis kokulu hayvanların salyaları akıyordu.
Domuz d işleriyle ökçelerini oğuyor, kurt burnunun
tüyleriyl e ellerinin içini si liyordu. Maymu n lar yapma­
c ı k hareket lerle onu gıdıklıyorlar, sansarlar ayak ları­
nın dibinde yuvarlanıyorlardı. Ayı, pençesinin tersiy­
le şapkasını kaçı rıyor; pars, ağzında taşıdığı bir oku
küçümseyerek yere düşürüyordu.
Sinsice yü rüyüşlerinde bir eğlenme seziliyord u.
G öz ucuyla Jul ien'i süzerken, b i r öç alma tuzağı ku ­
ruyor g ibiydi ler. O ise, böceklerin vızıltısından sağır­
l aşmış, kuşların kuyru kların ı çarpmasından h ı rpalan­
m ış, soluğu daralmış, kolları yan ın a sark ı k ve bi r kör
g i bi gözleri yum u k, hatta cc aman !» diye bağ ıramaya­
cak kadar bitkin, yürüyordu .
B i r ho rozun şarkısı havayı titretti. Öbü rleri ona
karşıl ı k verdi ler. Gün doğ uyordu. Ju lien, portakal
ağaçlarının ardın da, şatosunun çatısını tan ı d ı .
Son ra, b ir tarlan ın yanı nda, üç adım ötede, anız­
lar içinde kanat ç ı rpan kırm ızı kek likler gördü. Kop­
çaları n ı çözerek mantosunu b i r ağ g i b i üzerlerine
ö rttü . Gelgelel i m , mantoyu kald ı rdığında, yerde, uzun
zamandanberi ölmüş ve artık kokmuş bir leşten baş­
ka bir şey bulamad ı .
Uğradığı bu hayal kırıklığı onu ö b ü r olaylardan

74
daha çok kızd ırdı. Yine, öldürmek tutkusuna kapı ldı.
Gelgele lim, öldürecek h ayvan bulamad ığ ından, i nsan­
l arı temizlemek isted i.
üç taraçayı t ı rmandı, bir yumruk vuruşuyla ka­
pıyı açtı ; fakat merdivenin aşağ ısında sevgi l i karısı­
n ı n anısı yüreğ i n i y u muşattı. Kuşkusuz şimdi uyuyor·
d u , kendisini görünce şaşı racaktı.
Sandalların ı ç ıkararak yavaşça sü rmeyi çevi rdi,
i çeri g i rdi.
Ku rşun kaplamalı pencereler şafağ ın solgu nlu­
ğunu karan lığa boğuyordu. Ayakları yerdeki elbise­
lere takıldı, bi raz ötede hala üzerinde sofra tak ı m­
ları bulu nan yemek m asasına çarptı . Ken d i kend ine:
ccHerhalde yemeği yemişti r, .. d iye söylendi, odanın
gerisinde karanlığ a gömülmüş yatağa doğ ru ilerledi .
öpmek için karyolanın kıyısına yaklaştı. İ ki başın yan
yana. birl i kte d inlendiği yastığa eğ ildi. Ağzına bir
sakal ın tüyleri doku ndu.
Çıldırd ı ğ ı n ı sanarak geri led i . Yeniden yatağ ın ya­
nına geldi. Titreyen parmakları bu kez upuzun saç­
lara değ d i . Yan ıldı ğ ı n ı anlamak arn_acıyla e l in i yavaş·
ça yastığın üzeri nde gezd i rd i . Parmakİarı yine bir
sakala rastladı . Vay, d e m e k ki karısı b ir erkekle ya­
tıyord u !
Çi leden çıkarak, hançeriyle üzerlerine atıldı. Ter­
ter tepin iyor, yabani hayvanlar gibi u l uyarak kızıp
köpü rüyordu . Sonu nda d u rdu. Yürekleri del i k deşik
olmuş ölül er kıpırdamamışlardı bi le. Onlarınki zayıf­
ladığı ölçüde, çok uzakta, b ir başka h ı rıltının yük­
seldiğini işitiyordu. önceleri be l irsiz olan bu iniltili
ve uz.un ses, yaklaştı, büyüdü, yırtıcı bir hal aldı. Ju­
lien,- korku içinde, büyük kara geyiğin i n i ltisini tan ı d ı .
Geriye dönünce, kapının çerçevesi içinde, elinde
bir ışıkla karıs ı n ı n hayalini gördüğünü sand ı .
Genç kad ı n cinayetin gürültüsüne gelmişti. B i r
.bakışta h e r şeyi kavradı. Kaçarken korkudan şam­
danı düşürdü.

75
Jul ien şamdanı kald ı rd ı.
işte anasıyla babası, göğüslerinde bire r yarık, sırt­
üstü uzan m ış, önünde du ruyorlard ı. Yüzleri, a l ı m l ı bir
tatlı l ı kla, ö lümsüz bir sırrı saklıyor g ibiydi. Sıçrayan
kan dam lal arı bembeyaz deri leri n i n arası ndan çar­
şafların üzerine yayı l ıyor; yataklığa ası l ı bir fildişi lsa
h eykeli boyunca yere akıyordu. Pencerenin erguvani
yansıtı, güneşin vurmasıyla, bi.l kırmızı lekeleri ayd ı n·
l atıyordu. Julien, kendi kendine, bunun olamayaca­
ğ ı n ı , aldandığını, bazan böyle açıklanmaz benzerlik­
lere rastlanıldığını söyleyerek ve buna inanmak iste­
yere'< i ki cesede doğru yürüdü. Yaşiı adamı yakından
görmek için hafifçe eğ ildi. Sımsıkı kapan m ış gözka­
pakları nın arasından ateş gibi yakıcı, sönük bir göz­
bebeğ i seçti. Son ra, yatağ ı n öbür yan ına gitti. öteki
ö lüyle ilgilendi. Kad ı n ı n ak saç ları yüzünün bir par·
çasını ö rtüyordu . Parmakların ı kurdeleleri n in altına
soktu , başı nı kald ı rd ı ve b ir koluyla onu tutarken
öbürüyle de şamdanı kal d ı rarak kadıncağıza baktı.
Kan damlaları, şilteden sızarak, bire r birer döşemeye
düşüyordu.
Gün bitince karısının yanına çıktı. Eskisine ben­
zemeyen bir sesle, ilk kez ,ona yanına yaklaemama­
s ı n ı , konuşmamas ını ve hatta kendisine artık bakma­
mas ı n ı buyurdu. Genç kad ı n , bütün bu buyuruları bir
cehennem ezgisi içinde yerine geti rd i.
CenazP. töreni, ölülerin odasında d u a iskemlesi­
nin üzerine b ı raktığ ı pusuladaki bildiriye g öre yapı­
l acaktı. Sarayın ı , tabaasını, bütün mal ve mül künü
karısına b ırakıyordu. O kadar ki, üstündeki elbisele.
ri n i ve merdivenin yukarısında bu lacağı sandal larını
bile almam ıştı.
Karısı, suç işlemesine fı rsat vermekle, Tan rı n : n
isteğ: -ı e boyun eğmişti. Mademki o, art ı k yoktu, öy­
l eyse ru hu için d u a etmeliydi.
ölüler, şatoya üç günlük uzaklıkta bir manastı­
rın :nezarlığına gösterişli b ir biçimde gcmüldüler.

76
Ki msenin kendisiyle konuşmayı Qöze alamadığı cüb­
beli bir keşiş, öbür keşişlerden ayrı, alayı i.dedi. Kol­
larım haç .biçi minde bağlamış, a ın ı toz içi nde, a.yin
boyu nca giriş yerinin ortasında yüzükoyun kaldı.
Gömme töreninden son ra, keşişin d ağ lara giden
yolu tuttu ğu görüldü. B i rkaç kez arkası n a baktı ve
g özden silindi.

ili.

Dilenmekle hayatını kazanarak d ü nyayı dolaştı.


Voldan geçen atlılara avuç açıyor, tenıannalarla
o rak:;::lara yaklaşıyor, yahut bahçelerin parmaklığı
önünde kımı ldamadan bekliyordu. Yüzü o kadar acın­
d ı rı c ı idi ki, kimse ondan sadakasını esi rgemiyordu.
Başından geçenleri alçak gönüllü lükle anlatıyor,
öyleyken kendisini d i n leyenler istavroz çıkararak ka­
çıyorlardı. Eskiden geçm iş olduğu köylerde halk onu
tan ı r tanımaz kapıları kapıyor, gözdağı verıyor, taşa
tutuyordu. En yufka yürekli olanlar dahi, pencerele­
rinin kenarına b ir kase koyuyor ve onu görmemek
için kepenkleri indi riyorlard ı.
Hi ç b ir yerde yüz bulamad ı ğ ından ötü rü insanlar­
dan kaçar oldu. Kökler, bitki ler, yemişler ve ku msal­
l arda bulduğu kabukl u deniz hayvan larıvla beslendi.
ı3azan bir bay ı rın dönemecind e sıkışık çatı l ar,
tas '°"u leler, köprüler, kaleler, birbirin i kesen siyah
yol lardan bir karışım gözlerin in önünde alçalıyor ve
kula:..Jarına kadar gelen sürekl i b i r uğultu yükseli­
yord<.1.
Baskalarının h ayatına karısmak i htivacı onu seh­
re indiriyordu . Fakat yüzlerdeki hawancıl anlatım,
konusmalardaki d uygusuzluk ve tezgAhların g Orültü­
sü 'fÜreğinl b u rkuyordu. Bavram çıün lerinde, büvük
ki liselerin çanları şafakla birl i kte halkı neşelen d irme-

n
ye başladığı zaman, i nsanların evl erinden ç ıkışına,
alanlarda oynayışına, yol ağızlarındaki bira çeşmele­
rine, prensleri n köşkleri ö n ü ndeki Şam ku maşlarına
bakıyor; akşamleyin de zemin katların cam larından,
karşısında dedelerin küçük çocukları dizlerine otu rt­
tuğu uzun aile m asaların ı SE-.,'!'e dalıyordu . Hıçkırık­
lar boğazını tıkıyor, yeniden kıra dönüyord u.
Çayı rdaki taylara, yuvadaki kuşlara, çiçeklere ko­
nan böceklere sevg i dolu bir özlemle bakıyordu. Gel­
gelelim, yanları na yaklaşı nca, uzağa kaçıyorlar, kor·
kuyla gizleniyorlar, daha hızla u çuyorlard ı.
Yeniden yalnızlığı arad ı. Fakat rüzgar kulağına
sanki can çekişen lerin h ı rı ltısı gibi geliyor; çiğdemin
yere düşen taneleri ona kan damlalarını hatırlatıyo r­
du. G ü neş, her akşam, bu lutlara kan saçıyor ve her
gece düşünde yen iden ana babasın ı öldürmeye baş­
l ıyordu.
Ken disine demirden bir kuşak yaptı. Doruğunda
tapınak bulunan bütün tepeleri dizüstü t ı rmandı. Ne­
ye yarar ki, o dayanı lmaz d üşünce, m i h rapların par­
laklığını karartıyor, günahlarının bağışlanması için
çektiği çilelere ayrı b ir acı katıyordu.
Kendisini bu yolda cezalandıran Tanrıya başkal­
d ı rmıvor, öyleyken, böyle bi r suç işlemiş gibi u m ut·
suzluğa d üşüyordu.
Kendi kişi liğ inden o kadar iğ reniyordu ki ondan
kurtu l mak umuduyla tehl i kelerin kucağ ı n a atıl ıyordu.
Kötüı üm leri yangı nlardan, çocukları uçuru ml ardan
kurtarıvor: ne yazı k ki alevler onu _yakm ıyor, derin­
l i kler yutmuyordu .
Zaman acısın ı dind i rmed i ; tersine, g itçıide daha
d a dava n ı lmaz .b i r du ru m a soktu. Bunun üzerine öl­
meya kara r verdi.
B i r c:ıün b i r kaynapın yanında d u rmuş, deri n l iÇıi­
ni anlamak amacıyla eğilmişti. Suda eti kemiÇıine ya­
pışmış, ak sakal l ı bir i htiyar gördü. Öyle acıklı bir
görünüşü vardı ki, gözyaşlarını tutamad ı . Ad a m d a

78
ağl ıyordu. iyice seçememekle birlikte Julien, onunki­
ne benzeyen bir yüzü belli bel i rsiz hatırlad ı. Bir çığ­
l ı k kopard ı : Babasıyd ı bu l
Bundan sonra art ık kendini öldü rmeyi düşünme­
d i . Anılarının yükünü taşıyarak birçok ü l keler gezdi.
Sonunda, bir ırmağ ı n yan ına vard ı. Karşıya geçiş teh·
l i keliydi, çünkü su çok hızlı akıyor ve kıyılarda geniş
bir bataklık yayı l ıyordu. Ne zamandan beri kimse bu·
rasın. geçmey i göze alamamıştı.
Kamışların içinde kıçı çamura gömülü, burnu h a­
vaya kalkık bir sandal d u ruyordu. Julien onu gözden
geçirirken bir çift de kürek buldu. Aklına. hayat ı n ı
başkalarının hizmetin e vermek düşüncesi geldi.
önce yamaçtan geçide in meyi sağ l ayan bir yol
açtı. Kocaman taşları kımıldatmaya çalı�ırken tırnak­
larını kı rıyor, götürmek için karn ı n a dayıyor balçıkta
ayakıarı kayıyor, batağa saplanıyordu. Kac k�z az
kalsırı ölüyordu.
Sonra, gemi lerin kal ı ntılarıyla kayığ ı onard ı. K i l l i
toprak v e ağaç kütükleriyle bir kul übe yaptı.
Geçit tan ınınca yo lcular d a sökün ettıler. Öbür
yakadan bayrakları sallayarak onu çağ ırıyorlard ı . Ju­
l ien çabucak kayığına atl ıyordu Kayık o l d u kça ağ ı r­
d ı . Korkudan çifte atan yük beygirleri n i n boqa.zı tı­
kayacağı hesaba katılm adan , iç;ne tıklım tıklım ve
türlü çeşit yükler, eşyalar konuyordu.
yektiği üzgüye karş ılık hiçbir şey dilemiyordu,
Yolcu lardan bazıları heybelerinden çıkard ı kl arı yiye­
cek kırıntılarını ya da artık g iymek iste medikleri eski
p üskG elbiselerini ona veriyorlard ı. Kaba olanlar ise
bağı rı p çağı rıyorlar, tatl ı l ıkla azarl anınca d a haka­
rete başl ıyorlardı. öyleyken, onları kutsamaktan kı­
vanç duyuyordu.
Bir küçük masa, bir tahta iskemle, kuru yaprak­
lardan blr döş.ek ve kilden üç çanak: işte bütün eş­
yası bunlardı. Duvardaki iki delik, pencere ye ri n i
tutuyordu. B i r yanda, yüzüne yer yer sarımtı rak göl-

79
Julien kayıkla ı rmağı geçerken.

c ü kl e ı serp ilmiş kısır ovalar göz alabildiğine yayı lı­


yor ve önde büyük ı rmak, yeşi li msi dalgal arıyla akıp
g i d iyordu. Bahar gelince, ıslak toprağ ı bir çürüme
ko!·wsu kapl ıyordu. Sonra, azgın bir yel tozu d umana
katıyordu. Kalkan �:>z her yana g iriyor, suyu bulan­
d ı rıyor, d işlerin a rasında çatırdıyordu. Daha sonra,
vızıltıları ve ısırmaları gece g ü nd üz d u rmak bil me­
yen sivrisinek b ulutları geliyordu. En sonra da, eş-

80
yaya taş katı lığ ı veren v� insanda ç ı l g ınca bir et
yeme isteği uyandıran korkunç don mevsimi bastı rı­
vordu .
.'\ylar birbirini kovalıyor, J u lien k imseyi göremi­
yord J . Çoğunca gözlerini kapıyor, gençliğini an maya
çal ışıyordu : B inek taşının üzerindeki tazı ları, silah
salonundaki uşaklarıyla şatonun avlusu düşünde can­
lanıyor; asma dallarından bi r salıncağ ı n altında, kürk­
lere bürünmüş bir yaşlı e rkekle büyük başörtülü b i r
kad ı n ı n arasında, sarı saçlı b i r delikanlı beli riyordu.
Birdenbire gözleri iki cesede takıl ıyordu, onlar da
oradayd ılar!
Kendini yüzükoyun yatağa atıyor ve ağ layarak:
·-- Ah, zavallı baba! Zaval l ı anne! Zava llı anne!»
d iye söyleniyor ve acı d üşlerin sürüp g ittiği bir gev­
ş.ekliÇıe düşüyordu.
B i r gece uyurken birisinin kendisi ni çağ ı rdığını
san d ı . Kulak kabarttı, dalgaların m ı rı ltısı ndan başka
b i r ';ey işitmedi.
Fakat aynı ses yeniden duyuldu :
«- Julien !,.

Ses bir kilisen in çanı gibi çınlıyordu.


Fenerini yakarak kulübesinden d ışarı çıktı. Azg ı n
b i r fırt ı na geceyi tarıyordu. Koyu karanlık , şurada
b u rada, sı çrayan dalgaların beyazlığıyla y ı rtı l ıyordu.
B!r daki kal ı k d u raklamadan sonra Ju lien pala·
m arı çözdü. I rmak hemen d u ru ldu. Kayık suyun üze­
rinde kayarak bir adam ın beklemekte olduğu karşı
yamaca yaklaştı.
Adam yırtık p ı rt ı k b i r ö rtüyı. bürünmüştü. Yüzü
alçıdan yapılm:ş bir maskeyi andırıyordu , gözleri köz­
den daha kızı ldı. Feneri kald ı rınca Julien, onun ü r­
künç bir cüzzam l ı olduğunu anladı. Du ruşunda bir
kral görkemi vardı.
l çine gi re r g i rmez kayık, on u n a ğ ırlığ ı altında
alabildiğine suya gömüldü. Sonra b i r sarsıntıyla ye­
n i den yukarı kalktı. J ulien k ü reklere asıld ı .

Oç HikAye F: 6 81
Her kürek vuruşunda dalgaların geri dönüşü ka­
yığın .bu rnunu h avaya kal d ı rıyordu. M ü rekkepten da­
ha kara olan su, sandalın iki yan ı ndan h ızla akıyor,
uçurumlar kazıyor, dağlar d i kiyor ve kayık on ları n
üzerınde atlıyo r, sonra rüzgArla sarsıl arak yeni den
derin l i klere i n iyordu.
Ju l ien vücudunu eğiyor, kollarını açıyor ve daha
çok kuwet almak için ayakların a d ayanarak bel ini
b üküyor, arkaya doğru yaylanıyordu. Dolu , ellerini
kırbaçlıyor, yağ m u r sırtından içeri akıyor, h avanın
sertli�i soluğ u n u kesiyordu. Bu yüzden d u rdu. Ka­
y ı k akıntı n ı n etkisiyle yolundan saptı. Fakat kayıkçı
öneml i bir şeyin , boyun eğilmesi gereken bir buyru­
ğ u n bahis konusu olduqunu anlavarak yeniden kü·
reklere sarı ldı. K ü reklerin şaklaması fırtınanın u ğ u l­
tusun u bölüyordu .
Küçük fener önde yan ıyordu. Kuşlar, uçuşurlar­
ken, arasıra onu gizliyorlard ı. Julien, arkada b i r sü­
tun o : bi k ımıldamadan d u ran cüzzamlının gözbebek­
leri n i seçebilivordu.
Ve bu böylece uzun zaman, çok uzun zaman
sürdü.
Kulübeye g i rince J u l ien kapıyı kapadı. C üzzaml ı
tahta iskemleye kuru ldu. Sarın d ı ğ ı kefeni andıran ö r­
tüsü kalçaları na kadar düşmüştü. Omuzları, göğsü
ve zayıf kolları sivilcelerle örtü) m üstü. A l n ı rı ı iri k ı rı­
ş ı kla� kaplamıştı. Bir iskelette olduğu gibi b u ru n ye­
rinde bir delik vardı. Morarm ış dudakları si se ben­
zeyen ve i nsan ı n midesini bulandıran ağ ı r bir soluk
çı karıyordu .
..- Açımı .. dedi.
Ju lien elindeki bir parça bayat domuz yağ ıyla
kara ekmek kı rı ntılarını ona verdi.
Cüzzamlı, b unları si lip süpürdükten sonra masa
i l e kase ve b ı çağın sapı vücudunda görülen lekelerle
kaplanmıştı.
,. _ Susad ı m ! .. dedi.

82
J u l ien testisini aramaya g itti Testiy i eline al ınca,
içinden gönlünü ferah l atan ve buru n del i klerini açan
g üzel bir koku yükseldi : Şarabın kokusu. Cüzza m l ı
kolunu uzattı, bir çekişte bütün testiyi boşaltt•.
, . _ Üşüyorum !» dedi.

J u l ien, m umuyla, kulübeni n ortasında b i r demet


eğreıti otu yaktı.
Cüzzamlı oraya ısınmaya gel d i ; topu kları üstüne
çömeldi. Bütün vücudu zangır zan g ır titriyordu. G ü­
cü kesi lmişti. Artık gözleri parlamıyordu. Yaraları akı­
yord!.!. Kısı k bir sesle m ı rıldand ı :
.c- Yatağ ı m !»

J u l ien onun yatağa kadar sürünmesine yard ı m


etti. örtü nmesi i ç i n kayığ ın ın yel ken ini üstüne yaydı.
Cüzzamlı inliyord u. Ağzının kenarlarından d işleri
görünüyor, keskin b i r h ı rıltı göğsünü sarsıyur ve kar­
nı, her sol uyuşunda, omurgasına kadar çöküyordu.
Sonra gözlerin i yumdu.
« - Sanki kemikleri mde buz var! üşüyorum,» de-

di. «Yak ınıma gel !»


Julien örtüyü aralayarak, onun yan ına, kuru yap­
raklar üzerine yattı.
Cüzzamlı baş ını çevirdi.
"- Soyun ki, vücudu n u n sıcakl ığını a l ayım ! So­
yun!» dedi.
J u l ien elbiselerini çıka rıp attı, sonra ç ı rı lçıplak
yatağa yerleşti. Cüzzaml ı n ı n bir yılanınkinden daha
soğu k ve istiridye n i nkinden daha sert derisini kalça­
sınd.:ı. duydu.
Konu�u n u yüreklendi rmeye uğraşıyor, öbürü ise
soluk soluğa karş ı l ı k veriyordu.
«- Ah ! ö leceğ im !.. Yaklaş, ısıt ben i ! E l lerinle
d eğ i l ! Hayı r, bütün varlığınla!..»
J u l ien ağız ağıza ve göğüs göğ üse, b üsbütün üs­
tüne aban dı.
Bunun üzerine cüzzamlı s ı msıkı ona sarıld ı ve
gözleri, birdenbire bir yıldız parlaklığı kazandı. Bu-

83
run deli klerinden gelen soluğunda sanki güllerin le­
tafeti vardı. Ocaktan bir buhar bulutu y ü kseldi. Dal·
g alar şarkı söyl üyorlard ı. Bu sırada bir zevk bolluğu,
insan üstü bir neşe J u lien'in katılaşmış ruhuna sel
gibi boşalıyor ve o, kollarıyla cüzzamlıyı s ı ktıkça d ur­
madan büyüyor, büyüyordu. Başı ve ayak�arı kulü­
benin duvarları n a dokunuyordu. Sonu n d a çatı uçtu,
gök!c..ı bbe göründü ve Julien, h avada kendisini taşı­
yan Hazreti lsa'yla yüz yüze, m aviliklere doğ ru yük·
seldi.
işte, konuksever ermiş Julien'in,
1
yurdu nda, bir ki·
l isen in büyü k penceresinde bulunan hikayesi, aşağ ı
yukarı budur.

84
H ERODIAS
HERODIAS

1.

Fv1achaerous'un (1 ) içkalesi ölü Deniz'i n kıyısın­


da, koni biçimindeki bir bazalt kütlesin i n üzerinde
yükseliyordu. i kis i yandan, biri önden, öbCrü de ar­
kadan olmak üzere yö resini dört deri n vadi çeviri­
yord ...- . Evler, top rağı n engebelerine göre d algalana·
rak uzanan bir su r çemberi n i n içine yığ ı l mıştı. Ka­
yayı boydan boya kesen zikzaklı bir yolla kent, ka­
leye bağlanıyordu. Yüz yirmi coudee (2) yüksekliğin­
deki d uvarları, sayısız köşkleri ve kenarları ndaki maz­
gallarıyla kale, sanki uçuru m a sarkmış taştan bir tacı
a n d ı r ıyor ve şurada burada yükselen kuleler sanki
onun tezyinatını meydana getiriyordu.
i ce rde kemerlerle süslü bir saray, önünü akça
ağaçtan bir parmaklığın kapad ığı ve tül perdeler as·

(1) Machaerous; Kudüs'ün Kuzeydoğusunda, Arablstan'le


Fil.istin arası nda bulunuyordu.
(2) Coud�e; aşağı yukarı 50 cm. ya d a bir buçuk ayak
uzunluğunda bir ö l çüdür
.

· 87
m aya yarıyan d i rekleriyle bir taraça bulunuyordu .
B i r sabah, g ün doğmadan, Tetrarque Herode­
Antipas (3), parmaklığa d i rsekleri n i d ayamış çevreyi
seyrediyordu.
Dağ ların tepeleri görünmeye başlamıştı, ama
gövde leri uçuru m ların dibine kadar henüz karan l ı k
içindeydi. B i r s i s bulutu dalgalan ıyor, y ı rtılıyor ve
Ölü Deniz'in kıyıları yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.
Machaerous'un a rkasında şafak söküyor, ortalığa bir
kızı l l ı k yayıl ıyordu. Bi raz son ra o üneş sahllin kum­
larını, çöl ü ve uzakta, elıri büğrü. külrenkli J udee dağ­
ları n ı ayd ınlattı. Ençıaddi kent i ortada kankara b i r
ç izoi mevdana getirivor, Hebron çukurd a b'r kubbe
hal'r.d e kabarıyordu. Eseuol'un nar a!lacları . Sorek'in
Eı�mı:ı. ları . Karmel'in susı:ım ta rla ları sPr.'l'vor " .. K ı ı ­
düs'� üstıi n b ir yerde korkunç cüssesivle Anton l a
kulı=>si dikil'yordu . Tetrarnue. Jericho'nun pal mivele­
ri ni � örmek icin sağa döndü ve Galilee'sindeki öbür
şeh ö : leri düşündü : Capharnau m . Endo r, Nezareth,
belki d e bir daha dönmeveceqi Tberias . . . Jourdain
kuokuru ovada uzavıo oidiyordu. Ova bembevaz, kar­
dı:ın bir örtü g ibi gözleri k a mast ı rıvorrl u . Gf\I hir IAci­
vert taı:ırna benziyordu. Antipas gölün Akde rıiz'e bakan

(3) A ntloas. Yahudi kralı Büyük H erode'un onludı:ır. Ge­


l l l ıSe. Peree ve lturee cıenel va llsl olarak k ı rk üç yıl
(1 .ô . 4 'ten l.S. 39'a karlarl hüküm siir�ü. RorT1a im­
paratoru Tiber'in serefine Tiberlus sehrln l 1-urd u . Ôn.
ce A rao kral ı Arntas'ın kızıvla evlend i . Fakat sonra
kardesl Herode Phil looe'nln karısı Herod:ı:ıs'ı almak
ıcln onu boşadı . Herodlas'la birleşmesi hem halkı,
hem de Aretas 'ı kızd ı rd ı . Yahudiler bu ha�eketi din.
sel törelere aykırı buluyorlard ı . Jean Paptiste (Yahya
Pevaamber) vaızlarında bu evlenmeyi zin2 sayıyor,
ahaliyi Herode'la Herodias'e karşı kışkırtıyordu. 811
yüzden Antipas, yeni karısının da etkisiyle. onu hap­
se attırdı (Çev.).

88
ucunda, Yemen yönünde, karşılaşmaktan korktuğu
şeyi görd ü : Kahverengi çad ı rlar kurulmuş, m ızraklı
i nsanlar atlar arasında dolaşıyor, sönmekte olan ateş­
ler toprakta kıvı lcım g i bi parlıyordu .
Bun lar; Roma'da yaşayan ve i ktidard a gözü ol·
mayan kardeşlerinden b i riyle evli Herod i as'ı almak
için, kızını boşadığı Arap kral ı n ı n askerleriydi.
Antipas, Romal ılardan yard ı m bekliyor ve S uriye
Valisi Vitellius'ün gelmekte g ecikmesi onu tasalan­
d ı rıyo rdu.
Kuşkusuz Agrippa (4) , l m parator'un yan ında say­
g ı n l ı ğ ı n ı yıkmıştı. üçüncü kardeşi, Batanee hüküm­
darı Philippe (5) gizliden g izliye silahlandırılıyordu.
Yahudi ler artı1< onun putatao ıcılık tören lerini, öbür
u lusl.:ır ise egemenl i ğ i n i lstemiyor'ardı. Bu vüzden iki
tasarı arasında bocalıyord u : Acaba Arapları m ı yu­
m uşatmal ıydı, yoksa Parthe'larla bir anlaşma mı yap­
malıvdı? Yıldönümü kutlamak bahanesiyle düzenle­
diöi büyük şölene ordusunun ör.derleri n i , köyleri n i n
yönelicilerin i v e Gal i lee'nin ileri gelenleri n i çag ı r­
m ıştı.
D'kkatle bütün yolları gözden geçirdi. Hepsi de
bomboştular. Başı n ı n üstünde kartallar uçuyordu. Ses
duyulamaz olm uştu. Sonra tekrar işiti ldi. Tetrarque,
ellerirı i çı rparak bağ ı rd ı :
·- Mannae i ! Mannaei !•
Tellaklar gibi yarı bel:ne kadar çıplak b i r adam

(4) Agrippa; Büyük Herode ' un torunu ve Herodias'ın kar­


deşidir. <f .S. 34.39 y ı l ları arasında hüküm sürmüştü.
Roma'da yaşayan Agrlppa, imparatorun c!ostluğun u
kazanmıştı . i mparator Caligula onu, Judee kralı yap­
mış ve Phil ippe'in topraklarını bağışlamışt· (Çev.).
(5) Philippe; Büyük Heorde'un oğlu, Herodias'ın i l k ko­
cası ve Antipas' ı n kardeşidir. Babası vasiyetname·
ı:. i nde onu:ı Batanee , Gaulanitide ve Trar.honitide'e
vali tayi n etmişti. l.S. 34'te J ubas'da ölmüştür (Çe:v.) .

89
göründü. i ri yarı, yaşlı ve zayıftı. Kalçasında, b ronz­
d a n bir kılıf içinde, bir pala taşıyordu. Tarakla kal­
d ı rılmış saçları alnının uzunluğunu arttırıyordu. Göz­
l erinden uyku akıyor, d işleri parl ıyordu. Ayak par­
m ak:arı nı döşeme taşları na çok yavaş basıyordu . Vü­
cudu bir maymu n gibi çevi k ve yu muşak, yüzü bir
m u mya kadar d uygusuzdu.
Tetrarque:
cc- Nerede o ? .. d iye sordu.

IJlan naei , parmağıyla arkaların da bir yeri işaret


ederek:
··- Orada! Hep aynı yerde ! .. d iye cevap verdi.

�- Duyduğ um onun sesiydi, gali.bal»


Antipas geniş bir soluk alarak, Yahya üstüne bil­
g i edindi. Lati n ler ona «Vaftizci Aziz Jean .. adını tak·
m ışlardı. Geçen ay onu h ü cresinde görmelerine izi n
verdiği i ki kişi ne olmuştu ? Acaba ne yapmaya gel­
m işlerdi buraya ?
M annaei d uru mu açıklad ı :
,._ Tıpkı akşamleyin d ö rt yol ağzında buluşan
h ı rsızlar gibi, Yahya'yla esrarengiz şeyler konuştu ­
lar. Ve son ra, önemli bir haber geti recekleri n i söy�
l eyerek Gali lee'ye doğru yollandılar. ..
Antipas başını ö n ü n e e ğ d i , korkulu bir tavırla
buyu rd u :
cc- O n a iy i bak! i y i koru ! Ki mseyi i çeri sokma!

Kapıyı sıkı kapa ! Hendeği ört! Hiç k imse onun yaşa­


d ı ğ ı n ı bil mesin !,.
Mannael emirleri a lı r a lmaz yerine getiriyordu.
Çünkü Yahya, Yah u d i i d i ve o, bütün Samarıli le r gibi,
Yaht:d' lerden i ğ reniyordu.
Musa peygamberin lsrael'e merkez olarak seçti·
ği Garizm dağındaki tapı nakları , k ral Hyrcan zama­
n ı ndan beri yoktu. Kudüs tapınağı ise, on ların, d u r­
madan hakaret ve haksızlıklarla karşılaşarak kızmala­
rına yol açıyordu. N itekim, m i h rabın ı ö l ü kem i kleriyle
kirletmek amacıyla Mannaei, içeri dalmıştı. Kend isin-

90
den daha az çevik olan arkadaşları yakalanmış ve
boyunları vuru l muştu.
Tetrarque iki tepenin arasından tapı nağı gördü.
G ü neş, ak mermerlerden yapıl mış d uvarl arını ve ça­
tısındaki altın levhaları parlatıyordu. Bu d u ru muyla
ışıklı bir dağ ı, kendisinin bütün onur ve görkemini
·ezen i nsan üstü bir şeyi andırıyordu.
Kol larını Sion dağ ı n a doğru uzatt ı. Boyu d im­
dik, yüzü arkaya dönük, yumru kları sık ılm ış b i r d u·
rumda sözcüklerin g ücün e inanarak b i r k üfür sa­
vurdu.
Antipas, kızmamış gibi görünerek, onu d i n l iyordu.
Samarili Mannei yeniden söze başlad ı :
ccArasıra coşuyor, kaçmak istiyor, kurtulacağ ı n ı
u m uyor, geri kalan zamanlard a i s e h asta b i r h ayvan
-gibi d u rg u n görünüyor yahut kara n lıkta g ezinerek:
'Ne önemi va r? Onun yücelmesi için beni m küçül­
mem gerek!' diye söylen iyor. ..
Antipas'la Mannaei bakıştılar. H ü kümdar düşün­
mekten yo ru lmuştu.
Çevresindeki taşlaşm ış büyü k dalgaları andıran
d ağlar, dik kayalardaki kara oyu klar, m avi gökyüzü­
n ü n sonsuzluğu, g ü n ü n keskin parlaklığı, uçuru m la­
rın deri n l iğ i Tetrarque'ı sarsıyor ve kumlarda enikonu
amfiteatrlar, yıkılmış saraylar çizen çölün görünüşü
onu üzüyordu. Sıcak bir rüzga.r kükürt kokusuyla
b i rl i L.:te, sahi lden aşağıda, suların altına gömülmüş
la.netli kentlerin (6) b uharların ı peti riyordu . ölümsüz
b i r ?fkenin bu beli rtile ri onu korkutuyor ve d i rsekleri
parmaklı(la dayal ı , gözleri bir noktaya takıl ı , e lleri
şakakları nda d u ruyordu.
Döndü, birisi kendisine dokunmuştu ; H e rodias'ı
gördü. Sandallarına kadar i n en kırmızımsı bir şala

{6) Lanetli kentler, Sodome ve Gomorrhe'dur. Efsaneye


göre, F l l l stln'dekl bu iki eski kent göksel bir ateşle
yanmış, yıkılmıştır (Çev.).

91
b ü rü n müştü. Odasından aceleyle d ışarı ç ı ktığ ı ndan
n e boynunda gerdanlı ğ ı, ne d e kulak ı arında kupeıeri
vard ı . Kara saçlarından bir örgü kol u n u n üzerine d ü ş·
m ü ş ve ucu i ki memesi n in arasına soku l muştu. Kal­
kı k burun deli kleri heyecanla titriyordu. Yüzünü bir
zafer sevi nci kaplamıştı. Tetrarque'ı sarsarak, kuv­
vetli bir sesle :
«- Cesar bizi seviyor! Agrippa kodesi boyl ad ı ! ...

dedi.
« - Kim söyled i? ..

"- Ben bHiyorum.•


Ard ı ndan ekled i :
« - i mparatorl u k a rtık Caius'un olacak demek­

tir.•
Agrippa hep onların sadakalarıyla yaşayarak, h i­
le il� kral l ı k u nvan ı n ı ele geçi rm işti. Bu u nvan ı on
lar da onun kadar istiyorlard ı. Fakat gelecekte kor­
kulu şeyler olacaktı .
.. _ Tibere'in h ücreleri g ü ç a çılır, bazan i nsan:
orad:ı hayatın dan da olabil i r ...
Antipas, karıs ının ne demek isted iği n i anladı.
Gerçi o, Agrippa' n ı n kızkardeşiydi, ama .bu zali mce
isteği nde de h aksız değildi. Aslında böyle cinayetler
o layların bir sonucu, sarayları n bir a l ı nyazısı idi. Ney­
se ki, kendi evin d e artık bu çeşit şeyler görül m ü­
yo rd t.J .
Herodias tasarısını açıklad ı : Satın a l ı n m ı ş m üş­
teriler , bulunmuş mektuplar, bütün kapı lara konul·
muş casuslar ve sonra m u h b i r Eutches'i elde edişi . . .
«- Her şeyi göze aldım. Sen i n için neler yapma­
d ı m ? .. Kızımdan b i l e ayrı l d ı m . ..
Philippe'den boşan d ıktan son ra, Tetrarq ue'dan
başka bir çocuğ u olur umuduyla, kızını Roma'da bı­
rakm �ştı Ondan hiç söz açm ıyord u.
7ül perdeler açıl m ı ş ve yanlarına geniş yastık­
lar konulmuştu. Herodias yüzükoyun on ların üzerine
yıkılmış, ağlıyo rd u. Sonra e liyle gözlerini sildi, a rt ı k

92
onu düşünme'< istemediğini ve kendisin i n mutlu o l­
duğunu söyledi. Antipas'a aşağıda, avlu daki konuş·
maların ı , hamamdaki bu luşmaları n ı , Sacre yolu bo­
yunca yaptı kları gezinti leri ve büyük köşklerde fıski­
yelerin şırı ltısın ı d i nJeyerek, çiçek tarhları altında ge­
ç i rd i kleri akşamları hatı rlattı. Okşayıcı hareketlerle
göğsüne dayanarak, o zamanki gi.bi ona baktı. Anti pas
onu itti. Karıs ının d i riltmeye uğraştığı aşk, şimdi ken·
d isine ne kadar uzakt ı ! Zaten bütün felaketle ri ondan
d oğmamış mıyd ı ? Dokuz y ı ldan beri savaş sürüp gidi­
yordu. Savaşlar onu yaşlandırm ıştı. Ken arları menek­
şe işlemeli kara elbisesi içinde omuzları bükülüyor,
ak saçları sakalına karışıyor ve perdelerden süzülen
g üneş üzüntülü a l n ı n ı ışıkla yıkıyord u . Herodias' ın
a l n ı da onunki gibi kırışmıştı. Karşı karşıya otu rmuş.
tar, sert sert bi r.birlerine bakıyorlardı.
Da ğ yolları canlanmaya başlamıştı. Çobanlar
ökü.zıeri g üdüyor, çocuklar eşekleri çekiycr, seyis­
ler atlan sürüyorlardı. Machaerous' u n ötesindeki te­
pelerden inenler şatonun arkas.ı nda gözden siPn iyor­
lar; cbü rleri ise önden çukur yol u çıkıyorl a r. kente
varınca yüklerini .bahçelere i n d i riyorlardı. Bunlar Tet·
rarque'ın vekilharçları, uşakları ve davetli le ri idi ler.
Taraçanı n gerisinde, solda yal navak, ak elbiseli ve
soqı.:l<kan l ı bir essenien (7) çıöründü. Manrıaei, sağ
yandan, palasın ı kald ı rm ı ş gel iyordu .
Herod ias :

(7) İ sa zamanında Fil istin'de bulunan üç tarikattan (sa­


duceisme, pharisaisme, essen ienisme) birinin üyesi·
ne bu ad veri lird i . Essenien'ler kentlerden uzakta,
Ö lü Deniz'in kıyılarında, Engaddi 'de yaşıyorlard ı . Top.
rağı beraber işletiyor, ürünleri paylaşıyor, ortaklaşa
bir hayat sürüyorlard ı . Ortak bir mül kiyet düzeni kur�
muşlard ı . Bazı yazarlar H ı ristiyanlığın ve sosyalistM.
ğin kökl erini essenienler'e bağlarlar. Yahya'nın da
essenienler'den olduğu söylenir (Çev.) .

93
..- öldür onu ı .. d iye bağırdı.
Tetrarque:
cc - Dur! .. dedi.

Mannaei de, adam d a d u rdu lar.


Son ra, birbirlerini gözden kaçırmaksızın, her b i ri
bir başka merdivenden g erisin geri çekilip g itti ler.
Herod ias:
«- - Onu tan ıyorum ! .. dedi. «Adı Phanuel'dir. Kö­

rü körüne koruduğun Yahya'yı görmeye calışıyor!•


Anti pas, bir gün ondan yararlanacağ ı n ı söyleye­
rek Herod ias'a karşı l ı k verdi. N itekim onun Kudüs'e
yaptığı saldırışlar Yahudi leri n geri kalanını kendi­
lerine kazandırıyordu.

Kral Herode Tetrarque Antipas


94
«- Hayır!» d iye Herodias cevap verd i. «Yahudi­

ler çobansız edemezler, on larda bir yurt kuracak güç


yok! Nehemias'tan beri beslenen umutlarla halkı coş­
turan Yahya'ya- gelince, en iyi siyaset on u ortadan
kal d ı ı maktı r.»
Tetrarque'a göre acele etmek gereksizdi. Yah­
ya'ddn mı tehlike gelecekti? Haydi canım sen del
Buna kargalar .bile gülerd i .
Herod ias :
«- Sus, öyle söyleme !» dedi ve b i r g ü n G a­
l aad'a pelesenk toplamaya giderken u ğ radığı h aka­
retleri anlattı :
·•- i nsanlar, ı rmağın kıyısında g iysilerin i yayı­
yorlard ı . Yan da, bir tepeciğin üzerinde, birisi konu­
şuyordu. önünü deve postuyla kapamıştı, başı bir
aslaıı ı n kafasına benziyordu. Beni görünce, peygam­
berlere özgü bütün lanetlerle üzerime tükürdü. Göz­
l eri r.lev gibi parl ıyor, sesi g ü rl üyord u . Yıldırı m ları
koparacakm ış gibi kollarını havaya kald ı rıyordu . Kaç­
mam olanaksızdı . Çünkü arabam ın geçeceği yoll ar,
d i n g i l le re kad ar kumla doluydu . Kendimi rnantomun
alt ı n 3 g izleyerek, yavaş yavaş uzaklaştım. B i r sağa·
nak gibi üzeri me yağan sövg ülerden donakalmışt ı m ! »
Yahya onun gönl ünce yaşamasını engelliyordu.
Yakalanıp da iplerl e bağlandığı zaman eğer dirensey­
d i , askerler onu hançer1eyeceklerd i ; oysa pek uysal
d avranm ıştı. H apishanedeki h ücresine yılanlar koy­
muşlar, fakat hayvanların hepsi ölmüştü.
Bu tuzakların yararsızlığı Herodias'ı çi ieden çı­
karıyordu. Yahya n için kendisiyle kavgaya g i rişm işti ?
Ne ı; ı karı vardı .b u nda? Kalabal ığın önünde bağı ra­
rak çektiği söylevler çevreye yayılıyor, ağızdan ağıza
d olaşıyordu. Her yerde onun sözleri n i duyuyordu,
san ki hava onlarla dolmuştu. Ordu l a rdan korkmu·
yordu, yürekliydi ; ama k ılıçlardan daha teh li kel i ve
tutul ması olan aksız b u kuwet karşısında şas.kı n a dö­
n üyordu. Soluğu n u kesen bu sıkıntıyı an latacak söz

95
bulamıyor, öfkesinden sapsarı kesil miş, taraçada do­
laşıyordu.
Tetrarque'ı d üşünüyordu. Ya kararından cayarak
onu boşamaya kalkarsa! O vakit her şey yıkılırdı!
Çocu kluğundan beri hep büyük bir imparatorlu k kur­
mak h ülyasıyla yaşamıştı. Bu ülküsüne varmak için­
d i r ki, aldattı ğ ı i l k kocası Philippe'i b ı rakarak onunla
birleşmişti .

..- Aileme g i rmekle iyi b i r destek kazan d ı n ! •


« - Seni nkinden d a h a değerli b i r a i l e d i r o ! •

i3u söz üzerine Herodias, d amarlarında, kral ve


keşiş olan dedelerinin kan ın ın kaynad ı ğ ı n ı duydu.
,,_ Senin büyükbaban Ascalon tapınağını süpü­

rüyord u ! Dedelerin çoban, soyg uncu ve kervancı idi­


l er. Kral David çağından beri haraç veren bir kabile!
Benim bütün atalarım seninkileri yendiler! Makkabi·
terin !iki Hebron'dan kovdu ve Hyrcan zorla sünnet
etti sizi!» Herod ias patricien'in p lebe'e (8) karsı d uy­
duqı.; küçümsemeyi, Jacob'un Edom'a (9) karş.ı bes·
!ediği kini o rtaya koyarak kocasını, aşağ ı larnalara al·
d ı rmadığı, hain pharisien lere ( 1 0) yumuşak davran­
d ı ğ ı ve ken disi nden tiksinen halktan ise korktuğu
için azarlad ı : « itiraf et ki, sen de halktansın! Sen de
onun çıib:sin ve taşların çevresinde d anseden A rap
kızını özl üvorsun. Yine ona dön! G it, çadırıl"da onun­
la yaşa! Onun k ü l l ü ekmeğini ye ! Koyunlarının yoğ u r-

(9) Jacob ve Edem, ishak Peygamber'in iki oğlu.


(8) Patricien o çağ ı n asi lzades i , plebe ise halkı idi.
( 1 0) Phari sien ler saduceenler'e ve esseenler e> muhalif
Yahudi tarikatıdır. Pharisienler Musa'nın on emrine
harf i harfin e bağl ı l ı k gösteriyor, meleklerin varlı ­
ğı na, ruhun ölümsüzlüğüne inan ıyorlard ı . Gelenekçi
idiler. Yabancıları istemiyorlard ı . Helen 'leşmiş He.
rodelar'a karşı l srael ',in bağı msızlığını savunuyorlar.
d ı . Halk arası nda büyük bir saygı n l ıkları vard ı . (Çev.J

96
d u n u zıkkımlan ! Mavi yanaklarından öp ve beni u n u t ! »
Tetrarque artık dinlemiyordu. Gözleri b i r evi n
taraçasındaydı. Orada bir genç kızla, balı kçı oltası
g i bi uzun saplı bir şemsiye tutan yaşlı bir kad ı n gö­
rülü�·ordu. K i l i m i n üzerinde, orta yerde, bir büyük
yolculuk sepeti açık d u ruyordu . içi, karmakarışık, ke·
merler, örtüler ve küpelerle dolup taşıyord u. K ız, a ra­
sıra, onlara doğ ru eğiliyor, alıp havada sall ıyord u.
Romalılarınki gibi kıvrım l ı bir gömlek ve i ri zümrüt­
l e rle süslü bir elbise g iymişti. Saçları n ı , -epey ağır
olduğu ndan çoğu zaman elinde taşıdığı- mavi me­
şindarı bir şapka ö rtüyordu. Şemsiyenin gölgesi üs­
tü n de geziniyor ve onu yarı yarıya gizliyordu. Anti­
pas i nce boynunu, bir gözü n ü n ucunu ve küçücük
ağzın ı n köşesini i ki üç kez ancak seçti. Ama b i r yay
g i b i eğilip doğrulan boyunu, ensesinden kalçasına
kadar, bütünüyle görebiliyordu. Kızın hareketleri ni
i lçı iyle gözetliyor, g itti kçe d a h a kuwetle soluyor ve
gözleri alev alev yanıyordu. Herodias d a kendisine
bakıyordu.
Tetrarque:
« - Kim bu kız?,. d iye sordu.

Herodias hiçbir şey bilmediğini söyledi ve bir­


denbire sessizce çekilip g itti.
Galileel iler ile başyazıcı, ortakların başkanı, tuz­
laların yöneticisi ve süvarileri n i n komutanı olan Ba­
b i l l i bir Yahudi kemerle rin altında Tetrarque'ı bek·
liyorlard ı. Hepsi de onu alkışlayarak selamladılar.
Antipas içeri g i rerek gözden silindi.
Phanuel b i r geçid i n ağzında önüne ç ı ktı.
cc - Ay! Yine m i sen ? Yahya için geldin, değil

m i ?"
cc- Senin için gel d i m ! önemli bir şey söyleye­
ceğ i m ! ..
Anti pas' ı n peşını b ırakmayarak ard ından karan­
lık b i r dai reye g i rdi.

Oç Hikiye F: 7 97
G üneş tel kafesten süzülerek korniş boyunca ya­
yıl ıyordu. Duvarlar, karaya çalan bir nar çiçeğ i ren­
g i n e boyanm ıştı. Dipte, öküz derisinden kemerleriy­
l e, abanozdan bir karyola uzanıyord u. üzerinde, a l­
tından b!r kalkan, gümüş gibi parlıyord u .
Antipas salonu boydan boya geçerek yatağa
uzandı.
Phanuel ayakta d u ruyordu. Kolu n u havaya kal­
d ı rdı, i l ham gelmiş g i b i :
cc - Ulu Tanrı zaman zaman oğ u llarından biri n i
gör. deriyor," d e d i . cc l şte, Yahya d a onlardan biri.
Eğer ona eziyet edersen cezan ı çekers i n ! »
Anti pas :
«- O, bana zulmediyor!» diye bağ ı rd ı. •Benden
olmayacak şeyler yapmamı istedi . Namusu mla oy­
nadı. öyleyken ben, başlangıçta, ona h i ç d e sert
davran madım. ! i lerimi karıştırmak için Machaerous'­
tan adamlar gönderdi. Şimdi çeksin cezasın ı ! Bana
saldırırsa, elbette ben de kendi m i savu n u ru m .»
Phanuel :
«- O nun öfkesi çok keskindir,.. d ive kam l ı k
verdi. .. son ra karışmam, h a ! O n u sal ıversen iyi eder­
sin!»
•- Kızg ı n h ayvanlar salıveril mez !»
cc - Korkma ! Artık o, Arapları n , lskitlerin, Golva­
ların içine o idecek. Eserlerini n d ü nyanın öbür ucuna
kadar yayıl ması gerek!»
Antipas b ir hayalet görmüş gibi kendinden geç­
m işti.
«- Onun gücü büyük !.. istemesem de seviyorum

onu ! ..
..- Öyleyse sal ıver!»
Tetrarque başını salladı. Herodias'tan , Mannaei'­
den ve bilinmeyen gelecekten korkuyordu.
Phanuel, Essenien' lerin k rallara olan baÇ! l ı l ı ğ ı n ı
ö n e r ü rerek o nu kan d ı rmaya çalıştı. H : ç olmazsa i n­
san; sezgiye boyun eğmeyen , keten elbiseler g iyen

98
ve geleceği yıld ızlardan okuyan bu zavallılara sayg ı
gösterirdi.
Antipas, b irdenbire onun bir sözünü hatırladı.
,. _ Bana söyleyeceğin önemli şey neyd i ? »

B u sırada b ir zenci çı kageldi. üstü başı tozdan


bembeyaz olmuştu. H ı rı l d ıyordu, güçlükle:
« - Vitell i us ! » d iyebildi.

·•- Nası l ? Geldi m i ? »


,._ Evet, o nu görd üm. üç saat önce buradayd ı !•

Koridorların kapıcı ları sanki rüzgarla hare kete


gelmişlerdi. Koşan insanların , sürüklenen m obilyala·
rı n , g ü m üş takımları n g ü rültüsü şatoyu dolduruyor
ve l<u lelerin tepesinden dağ ı l mış köleleri çağı rmak
için trampetler çal ı n ıyord u .

il.

Vitell ius avluya g i rdiqinde su rla r insanlarla dol­


m uşru. Tercüman ı n ı n koluna davan mıstı. Arkası nda
sorauclar ve aynalarla süslü büvük bir tahtı revı:m n e·
l ivord u . lr.inde konsül ü n kundural�rı. tören nivı:: i si,
ernı ıvani bir şerit ve çevresinde m uhafızları bulunu­
yordJ.
On iki muhafız silahları n ı , bir kayışa baö l ı ve or­
tasında bir balta ası l ı sooaları n ı kaoıva kaktıl ar. Her­
kes Romen halkının maiestesi önündP. titre d i.
S".ıkiz kisinin tasıdıaı tahtı rPva n d u rdu. lr.inrl ı=m
kocaman karı n l ı , parmakları bovdan boya incilerle
donan m ış, yüzü sivilceli b i r delikanl ı çıktı. G üzel ko­
kulu sarapla dolu b i r maşrapa sundular. i çti, b i r daha
istedi.
Tetrarqu e, genel val i n i n d izlerine kapan mış, üz­
g ü n bir tavı rla, gelişleri n i çok geç öğ rendiği n i anla­
tıyordu. Eğer önceden bi lseydi, Vitelliusler için gere-

99
ken her şeyi yapardı. Ç ü n kü onlar tanrıça Vitellia'­
n ı n soyundandılar. Janicule'den deniz e g iden bir yol
hala onları n adını taşıyordu. Ailelerindeki konsülle­
rin , nazırların haddi hesabı yoktu . Şimdi konuğu bu­
lu na:ı Lucus'a gelince, ona, K i li kyalıları yend iğ inden
ötürü teşekkür borçluydu. Genç Aulus'ün, babası ken­
di e ı1i n e dönmüş sayılabil i rd i ; çü n kü Doğu . Tarı rıta­
rın �·u rduydu.
Tetrarqu e bu tumturaklı sözleri Latince söyle­
, m iş.ti. Vitellius onları h i ç duyg ulan madan d i n ledi ve
cevabında büyük Herode'un b i r u lusa o n u r vermeğe
yeteceğ i ni bildi rdi . Atinalılar ona Olymp yarışmaları­
n ı n t akan l ı ğ ı n ı vermişlerd i . Aug uste'ün (1 1 ) şe refi ne
tapı naklar yapt ı rm ıştı, çok becerikl iydi , üstelik Ce­
sarlaı a hep bağ l ı kalm ıştı.
Tu nç başlıklı sütu nların arasından, kırmızı tep·
silerde tütsü ler taşıyan cariyelerin ortasında b ir im ­
paratoriçe tavrıyla Herod ias' ı n ilerlediği görüldü.
Val i, onu karşılamak için üç adım yürüdü. He­
rodias başıyla selam vererek:
cc- Ne m utluluk!» d iye bağ ı rdı. «Tibere'ln d üş·
manı Agrippa artık ki mseye zarar veremeyecek ! »
Vitellius olanları henüz b i l m iyord u. Herodias'ı
gözü tutmad ı. A ntipas, l mparator'u n uğruna her şeyi
yapacağı n a and içince, o da ekledi:
cc- Hatta, başkaları n ı n zararına d a olsa, değ i l
mi?»
Parthe'ların kralından g üvence almıştı, ayrıca i m­
parator da art ı k onları düşü n m üyordu. Çünkü, An­
tipas konferansta hazır bulunarak, göze g i rmek için,
h avadisi hemen bildirm iş.ti. Bu yüzden derin b i r kin
d oğmuş ve vaktinde yard ı m a gelinemem i şti.

(1 1 ) Auguste, ünlü Roma i mparatoru . l.ö. 63'ten l.S. 14


tarihine kadar hüküm s'ü rmüştür. August!ı çağ ı Ro­
ma'nın bilim ve sanat alanlarında en parlek çağı dı r.
(Çev.)

1 00
Tetrarque kekeledi. Aulus g ü lerek:
·• - Sakin oı, .. dedi. «Sen i koruyaca{J ı m ! »
Vali hiç işitmemiş g i b i d avrandı. Baban ı n tal ihi
oğulun d üşkünlüğüne bağlıydı. Kapri çamurların ı n bu
çiçeği ona o kadar çok ç ı kar sağ lıyordu ki, hor gör­
mek!a beraber, zehirli olduğu için sayg ıda kusur et­
miyordu (1 2).
Kap ı n ı n altından bir g ü rültü yükseldi. Keşiş kı­
lıklı :nsan lar bir s ü rü beyaz katı rı i çeri sokuyorlardı .
Bun lar, aynı tutku n u n Machaerous'a sürüklediğ i k i m­
selerd i : Kurban kesme ödevini elde etmek isteyen
sadduceen'lerle ( 1 3) o n u elden kaçırmamak isteyen
pharisien'ler . . . Yüzleri, öze lli kle Roma'ya ve Tetrar­
que'a d üşman olan Pharisienleri'nki, tasal ıydı. Cü bbe­
leri n i r. etekleri ka i abal ı k içinde yürümelerine engel
oluyor ve başlarındaki taçları sarsılıyord u .
B u sırada ö n c ü askerler de gelm işlerdi Kalkan­
ları n ı tozdan korumak için kılıflarına koymuşlard ı. Ar­
kada, Valinin yard ı mcısı Marcellius, koltu kları n ı n al­
tındJ.ki tahtadan levhalarını sıkan öşü r tahsildarlarıy­
la birlikte görülüyord u .

( 1 2) Çünkü Aulus, Kapri adasında safahat hayatı yaşa.


yan i mparator Tibere'i n gözdelerinden biriydi. (Çev.)
( 13) Sadduceen'ler: Pharisien ' l ere muhalif olan Yahudi ta.
rikatı. Bu fırkanın çekirdeğini keşişler, idareciler,
zenginler ve asi lzadeler oluşturuyordu. Pharisien.
ler'in tersine n e melekl ere, ne şeyta n l ara, n e ru.
hun ölümsüzlüğüne, ne de di ril işe inan ıyorlard ı . Po.
! iti kada yabancı larla döğüşmek yerine ticaret yap.
mayı istiyorlar, Hellenisme'e karşı sempati bes li­
yorlard ı . Yen i l iğe düşman idiler. Kutsal kanunun har.
fi anlamına bağlanıyorlar, d i nsel uygul::ımalara az
önem veriyorlar ve gelenekleri ihmal ediyorlard ı .
K r a l Hyrcan, Aristobule v e Büyük Herode saddu­
ceenler' i destekl iyorlard ı . Halk genel olara k onları
sevmiyordu. (Çev.)

1 01
Antipas yöresindekileri tan ıttı : Tol mai, Kanthera,
Sehon, lskenderiyeli Ammonius, piyadelerinin komu­
tan ı Naaman n , Babi l l i laçim.
Vite l l i us, M annaei'yi görmüştü.
-« Peki, şu kim? .. d iye sordu.
Tetrarq ue, bir hareketle, on u n cellfıt olduğunu
anlattı.
Ve son ra Sadduceen'leri tan ıttı.
Serbest tavı rlı ve G rekçe konuş.an ufak tefek
bir adam, Jonathas, validen Kudüs'e de uğ rayarak
kendilerine şeref vermesin i rica etti. Vite lli us, oraya
da g itmeyi tasarladığ ı n ı söyledi.
Çarp ık b u ru n l u ve uzun saka llı E leezar, Ph ari­
sien'ler ad ına, mülki makamlarca Antonie kulesine
hapsed ilmiş b ulunan baş keşişin cübbesini istedi.
Peşinden Gali lee' li ler Ponce Pi late' ı n bas ı n a ç:ıe­
lenleri an lattılar: Somari yakınl arında bir maıi arada
Davi d ' i n altın vazoları n ı arayan bir deli d iyerek yer­
l i ler, bile bile, onu öldürmüslerdi.
He rkes ayn ı zamanda konusuvor ve M a n n aei heo­
sinden daha kuwetle baö ı rıvordu. Vitelli u s suçlula­
rın cezalan d ı rılacaö ı n ı bildirdi.
Askerlerin kalkanları n ı astı kları bir kemerin önün­
den öfkeli sesler yükseldi. örtüler aşağı cüştüğün­
den kalkanların üzerinde Cesar' ı n tasviri görün üyor­
du. Yahudilere göre bu, putatapıcılıktan t>aşka bir
şey değildi. Vitellius, sütu n lar arasında yüksekçe bir
koltuğa kuru l m uş, onların kızış.m ı şaşkın şaşkın sey­
rediyordu . Antipas ise söylev veriyord u . Tibere on­
la rdan dört yüz kişiyi Sardaign'e sürqün çıöndermek·
te hakl ıyd ı. Ama, ne de olsa, kendi ü lkelerinde gü ç·
lüydüler. Bu yüzden, kalkanların kaldırılmasını bu·
yurdJ.
i3unun üzerine Yahu d i ler vali n i n çevresi n i sar­
dılar. Nakdi cezaları n, i mtiyazları n ve haksızl ı kların
önlenmesin! d i lediler. E lbiseleri yırtılmıştı. Alanı aç­
mak için köleler değneklerle sağa sola vu ruyorlard ı.

1 02
Kapıya yakın olanlar patikaya i nelrerken öbürleri de
oraya çıkıyorlardı. Bu yüzden, duvarlar arasında sı­
kışıp dalgalanan bu insan yığını içinde i k i akım bir·
b i riyle çatıştı.
Vitellius neden bu kadar kalabalı k to!Jlandığını
sord·...; . Antipas açıklad ı : Yıldönümü dol ayısıyla şölen
veriyordu. Mazgall ardan sarkan adam larını g österd i :
Kocaman sepetlerle etleri, meyveleri, sebzeleri, cey­
lan ları , leylekleri, gök rengi balı kları, üzümleri, kar­
puzları, piramit biçiminde d izilmiş narları yu karı çe­
kiyorlardı. Aulus daha fazla bir şey sormad ı. i nsanı
şaşırtan bu pisboğazlığa içerleyerek m utfağa doğ ru
yürüdü.
Bir mahzenin yanından geçerken zırha benze­
yen tencerele r gördü. Vitellius on lara bakmaya geldi
ve kalenin alt katı ndaki odaların kendisine veril mesi­
ni isted i.
Odalar kayalığ ın içi nde, yer yer d i reklerle des­
teklenen yüksek kubbeler hal inde oyu l muşlard ı. Bi­
ri nci odada eskimiş z ırh l ı giysiler vard ı. İ ki ncisi sivri
uçlu mızraklarla dolup taşıyordu. üçüncüsünün, d u­
varlarına diklemesine ve yan yana o kadar çok· i n ­
ce ok çakı lmıştı ki, hasırlarla kaplanmışa benziyordu.
Dördüncüs ünün duvarları palalarla örtü l müştü. Be·
ş i ncisinin o rtası n d a ibikli miğfer dizil eri, kırm ızı yı­
lanlardan bir taburu andırıyordu. Altıncısında ok kı ­
l ıflarından, yed i ncisinde demir dolaklardan , sekizi n­
cisinde bazubentlerden başka bir şey görü l m üyor,
öbürlerinde ise kargı lar, çapalar, merdivenler, halat­
lar, manc ı n ı k direkleri ve heci n develeri için çın gı­
raklar bulunuyordu. Bir arı kovanı g i.bi içi oyu k oyu k
olan dağ, temele doğru g itti kçe gen işlediğ inden, bu
odaların aliında daha çok ve daha derin başka oda·
far yer al ıyordu.
Vite llius i l e tercümanı Phinees ve öşürcülerin
başkanı Siser.na meşalelerin ışığında odaları dolaşı­
yorlardı.

1 03
Karan l ı kta, barbarları n yaptığı korkunç şeyler se­
çiliy.:>rd u : Çivi li g ü rzler, zehirli m ızraklar, timsahl arın
çenesi n e benzeyen kıskaçlar ve son ra, Tetrarque'in
kırk bin askerli k savaş gereçleri . . .
Bu silahları, düşmanları n ı n birleşmesi olası lığını
gözeterek biriktirm işti. Ama Val i, onları Roma'yla dö­
vüşmek için topladığını sanabil i r yahut söyleyebi l i rdi.
Öyleyse durumu açıklamalıydı :
Silahları kend isi yapt ı rmamıştı, babasından kal­
m ıştı. Hayd utlardan koru nmak için onlardan çok ya­
rarlan ıyord u. Ayrıca, Araplara karşı da on lara i htiyaç
vard •.

Vali n i n ard ı ndan g i decek yerde, h ız l ı a d ımlarla


önünde yü rüyordu. Bir ara d u rdu, duvara yasl andı,
d i rseklerini açarak kaftanıyla bir şeyi gizlemeye ça­
l ıştı. Fakat arkasındaki kapın ın yüksekliği başını ge­
çiyordu. Vitellius onu gördü, içerd e ne b u lu nduğunu
öğrenmek istedi.
Kapıyı ancak Bab i l l i açabil i rdi
.

.,_ Çağ ı rı n Babill iyi!»

Onu beklediler.
Babilli laçi m ' i n babası, beş yüz süvarisiyle, Do­
ğu cephesini savunmak üzere Fı rat kıyılarından Bü·
yük Herode'a hizmete gelm işti. K rallığ ın böl ün mesin­
den son ra laçi m , Phil ippe'in yanında kalmıştı. Şimdi
ise Antipas' ı n .buyruğunda çal ışıyord u.
Omuzunda bir yay ve elinde bir kamçı i le laçim
göründü. Eğri bacaklarına sıkıdan s ı kıya renkli sicim ­
ler sarmıştı. i ri kolları yensiz ceketinden d ı şarı çıkı­
yor, bir kürk baş.l ı k yüzünü gölgel iyord u. Sakalı kıv­
rı m kıvrımdı.
önce ne söylendiğ i n i anlamamış gibi d avrandı.
Vite l lius, Antipas'a bir göz attı. Antipas hemen buyru­
ğ u n u tekrarladı. B unu n üzerine, laçim iki e liyle ka­
p ıya dayandı. Kapı duvarın içine doğ ru kaydı.
Koyu kara n l ı ktan sıcak b i r hava yükseliyordu.
Dönemeçli bir yol aşağ ıya iniyordu. Yol boyunca

1 04
ilerlediler, öbürleri nden daha geniş bir m ağaranın
önüııe geldiler.
Dipte, kaleyi koruyan uçurumun üzeri nde .b i r ke­
mer geril iyordu. B ir hanımeli, kubbeye tutunarak, çi­
çekl�rini ışığa doğ ru sarkıtıyordu. Topraktan çıkan
i nceci k bir su şırıldayarak akıyordu.
Yüz kadar beyaz at, ağızların ı n hizasına dek yük­
selen bir yemlikten arpa yiyorlard ı. Hepsi n i n de ye­
lele ri maviye boyanmıştı. Tırnaklarına hası rdan kıl ıf­
lar geçiril mişti. Saçları, kulakların ın a rası ndan, b i r
peruka g i b i alın l arı n a dökülm üştü. Uzun kuyru klarıy­
la tembel tembel dizlerini dövüyorlardı. va.j hayran­
l ı ğ ı n dan donakaldı.
B u n lar ; yılanlar gibi kıvrak ve kuşlar gibi hafif
eşsiz hayvanlardı. B ir süvarin i n cku kadar hızlı gidi ­
yorlar, karın larından ısı rara k i nsanları yere yıkıyor­
l ar, kayal ık engelleri aşıyorlar, uçurumların üstünden
atlıyorlar ve bütün gün ovalarda dörtnala koşuyor­
lard ı . Bir tek söz o n ları d u rd u rm�ya yetiyordu. laçim
içeri g i rer g i rmez, çobanı gören koyunlar g ibi, onun
yan ına geldiler; boyunları n ı uzatarak, tasalı çocuk
gözleriyle ona baktı lar. laçim, adeti üzere, g ı rtlaq ı n­
dan hayvan ları coştu ran boğ uk bir ses çı kard ı. Atlar
koşmak istercesine şah landı lar.
Antipas, Vitellius'un alacağı ndan korkarak onla­
rı, hayvanlar için ayrılan bu yere kapatm ıştı.
Val i :
" - Ahır kötü,.. d ed i . «Atları öldürüyorsun ! Si­
senna, yaz, bunları !»
Yazıcı, be linde n bir levha çı kard ı , atları sayıp
yazd ..
Vergi memurları, i l leri soymak için vali le ri ayar­
tıyorlard ı. Bundan ötü rü d ü r ki, sansarı n ki n i andıran
çenesi ve kırp ık gözkapaklarıyla Sisenna, her yanı
kokluyordu.
Sonra avluya ç ı ktı lar.
Kald ı rımların ortasında, yer yer tunçtan kapak-

105
lar sarn ıçları örtüyordu . Vitellius, öbürlerinden daha
büyük olan ve ökçeleri n i n altında hiçbir ses çı kar­
mayan bir sarnı ç gördü. S ı rayla bütün sarnıçları yok­
ladı ve son ra, ayakl arıyla tepi nerek bağ ı rd ı :
« - Buldu m ! Buldu m ! işte Herode' u n hazi nesi
burada!»
Böyl e hazin e aramak Romalıların bir ç ı l g ı n l ığ ı
idi.
Tetrarq ue yemin etti, o rada h azine falan yoktu.
Öyleyse kapağı n altında ne vard ı ?
« - Hiç!· B i r insan, bir tutsak!»

.,_ Göster!»

Tetrarque kulak asmadı ; yoksa Yah u d i ler sırrını


öğ reneceklerdi. Gelgelel im, kapağı açtırmak yol un­
daki isteksizliği Vitell i us'ü sab ırsızlan d ırıyordu. Mu­
h afızları n a :
«- Açın ş urayı!» d iy e bağ ı rdı.
Mannaei o n l arın n iyeti n i anlamıştı. Bi r balta gö­
rere!�. Yahya'nın boynunun vu ru lacağ ı n ı sandı. Mu·
hafızı d u rdurdu, sarn ıca yanaştı, uzun zayıf ko l larını
çengel gibi gerd i ve ağ ı r ağır tuncu kaldırd ı. Herkes
bu yaşl ı adam ı n kuvvetine hayran olmuştu. Çift tahta
kapağ ı n altında, aynı çapta b i r mahzen kapağ ı bu­
l unuyordu. Bir y umruk vuruşuyla onu i kiye ayı rd • . Ko­
caman bir delik, yöresini parmaksız b ir merdivenin
çevi rd iği büyük b ir kuyu ortaya çıktı. Kenarın dan
eğilerek bakınca d i pte bel i rsiz ve korkunç bir şey
görd ü ler.
Bir adam top rağa yatmıştı ; uzun saçları sırtını
ö rterı hayvan postuna ka rış.ıyordu. Ayağa ka!ktı. Alnı,
d üzlemesine kon ulmuş demir ıskaraya değiyor ve vü­
cudu, zaman zaman mağarasın ın deri nlikleri nde göz­
den siliniyordu.
Güneş taçları, kılıçların kabzasını parlatıyor, dö­
şeme taşları n ı alabi ldiğine ısıtıyordu. Saçaklardan
kalkan g üvercinler avlu n u n üstünde uçuşuyorlardı.
Mannae i bu saatlerde çoğu kez o n lara ye m serper·

106
Yahya Peygamber

d i . Şimdi, Vitellius'ün yanında ayakta d u ran Tetrar­


que'in önüne çömelmiş d u ruyordu. Olacak şeyin
üzün Etüsü içinde, hepsi de susuyorlardı.
ö nce deri nden gelen bir sesle büyük bir iççekiş
d uyuldu.
Herod ias, sarayın öbür ucundan on u işitm işti.
Büyüye yakalan m ı ş gi b i , kalabalığı yard ı. Elini Man­
naei'n i n omuzuna dayam ış., e{lik durumda d i n l iyordu .
Ses yükse l d i :
«
- Veyi size Pharisien v e Sadduceen'ler! Yılan
soyu, şişmiş t u l u mlar, çın layan ziller veyi size ! »
Yahva'yı tan ı mışlard ı . Adı ağızdan ağıza dolaşı­
yordu. Çömeldiler.

1 07
..- Veyi size ey ahal i ! Veyi Juda'n ı n hain leri ne,
Ephra i m ' i n ayyaşlarına, Vad ide otu ran lara ve şa­
raptan yalpa vuranlara!
•· On lar; aka n su gibi, yürü rken eriyen sümü klü­
böcek gibi, bir kad ı n ı n g ü neş görmeyen çocuğu g ib i
yokolup g idecekler!
« Mağaralardaki dağ fareleri gibi, servilerdeki
serçeler gibi seni koru mak gerekecek Moab ü l kesi !
Kalelerin kapıları ceviz kabuğundan daha çabu k kı­
rılacak, surlar y ı kı lacak, kentler yanacak v e öl üm­
süz Tan rı nın afeti üstünüzden ek�ik olmayacak. Uzuv­
ların ız, b i r boyacı n ı n teknesindek i yün gibi kanın ızda
yüzecek. Yeni bir tırm ı k g ibi delik deş i k edi leceksi­
n iz. Etlerin izin parçaları d ağlara savrulacak!»
Hangi fati hten söz ediyordu acaba? Vitellius'ten
m i ? Çünkü, ancak Romalılar böyle bir yıkıntı yapa­
b i l i rlerdi.
Sızlan malar başlamışt ı :
«- Bitirsin art ı k ! Yete r!»
O, daha yüksek sesle devam ett i :
«- Anaları n ı n cesedi yanında, çocu klar küller
üzerine sürünecek. Ekmek aramak için i nsanlar, ge­
celeyin, yıkıntılar arasında do laşacak. Vaktiyl e yaşlı­
ların söyleştiği alan larda çakal lar ölüleri n etlerini
koparacak. Bakire kızların , gözyaşlarını içine akıtarak
yab<ıncıların ziyafetlerinde rebap olacak ve en yiğit
oğulların, çok ağ ı r yükler altı nda soyulmuş sırtların ı
eğecek . ..
Halk sürgün geçirdiğ i g ü nleri ve tari h i n i n fela­
ketlerin i yeniden görüyordu. Bun lar eski peyg amber­
lerin sözle riydi. Yahya, on ları, vuru r g ibi b i rbiri arka­
sından sıral ıyordu.
Fakat sesi b irden sakin, tatlı ve ahenkli b i r hal
aldı. Bir kurtuluşu bildiriyor, gökyüzü ndeki parlakl ı k­
tan, ejderin mağarasında kollar üzerinde doğan ço­
c u ktan, killi topraktaki altından, g ü l gibi açılan çöl­
den konuşuyord u : «Şimdi altmış altın tutan şey o za-

108
man metel ı k etmeyecek. Çünkü, kayalardan süt kay­
n akları fışkıracak, insanlar cenderelerin üzerinde kar­
n ı tok, sırtı pek uykuya dalacak. Bekled i ğ i m sen , ne
zaman geleceksi n ? Bak, işte bütün u luslar diz çö­
küyor; senin egemen liğin ölümsüz olacak Davu d 'un
oğ l u ! »
Tetrarq ne geri çekildi. Davut'u n (1 4) oğulları n­
dan biri nin varlığı kendisine hakaret dolu b i r tehdit
g i bi geliyordu.
Yahya, onun kral l ı ğ ı n ı an latmak amacıyla:
« - Tanrı'dan başka kral yoktur! dedi. On u n d in­
siz Achab( 1 5) gibi ne bahçeleri, n e h eykelleri, ne
de fi ld işi mobilyaları var!»
Antipas, göğsünde ası l ı d u ran m ü h ü rü n ipini ko­
pararak kuyuya attı. Yahya'ya susmas ı n ı buyu rdu.
Ses cevap verd i :
«- B ir ayı gibi, bi r yaban eşeği g i b i , doğuran
bir kadın gibi bağı racağı m ! »
«Kızılbaşlığ ı n ı n ( 1 6) cezasını çekiyorsun ! Tan rı,
katırlar gibi kısır yaptı seni!»
Dalgaların g ü rültüsüne benzeyen g ülüşmeler ol-
du.
Vitell ius, o radan ayrılmamakta ayak d i riyordu.
Tercüman, heyecansız .bi r sesle, Yahya ' n ın bağ ı rarak
söylediği bütün küfürleri Roma 'lı ların d i l i n d e tekrar-

( 14) Davu d : İ . Ö . Onuncu yüzyılda yaşamı ş ve Kudüs'ü


kurmuş olan lsrail peygamberi. (Çev.)
( 1 5) Achab: 1 .ô. 875-853 y ı l ları arasında hüküm süren
İ srael kra l ı . DinsizHği ve ci nayetleriyle tanınmıştır.
Athalie'nln anas ı , Jezabel'le evlenmiş ve Suriye l i­
ler'le savaşırken öl müşfür. l lyas Peygamber tara­
fından hareketleri kıyasıya eleşti rilmişti r. (Çev.)
( 16) Antipas, Herodias ' ı n �ynı zamanda hem amcası , hem
de kayınbiraderi olduğu halde onunla evlenm iştir.
Yahya bunu bir çeşit kızılbaşl ık, zina ve d insizlik
sayıyor. (Çev.)

1 09
l ıyordu. Tetrarque'la Herodias i ki kez daha böyle
aşağılanmışlard ı. Herod ias şaşkı n şaşkın kuyun u n di­
bine bakarken Tetrarque, sık sık soluyordu.
Korkunç adam başı n ı çevird i ; parmakl ı klara tu­
tu narak, iki köm ü rün kıvı lcımlar saçtığı b i r çal ılığı
andıran yüzünü demirlere d ayadı.
«
- Ah! Sen misin, iezabe l? iskarp in leri n i n takı r­
tısından tan ı d ı m sen i ! Bi r kısrak gibi kişniyorsun.
Kefaretini ödemek için yatağ ını dağların tepesine
kurdun.
•<Tanrı küpelerini, erguvani g iysi leri n i , keten ör­
tüleri n i , kollarındak i bi lezi kleri, ayakları ndaki hal ka­
l arı ve alnının üstü nde titreyen altından yapılma ay­
l arı, gümüş aynaları, boyunu uzatan sedef iskarpin­
lerini, e l masları n ı n görkemini, tırnakların ı n boyası n ı ,
sefa;ı atı nın bütü n h i leleri n i eli nde!l alacak v e z i n a et­
m:ş olan seni taşlamak için o vakit taşl ar yetmeye­
cek !»
Herodias bakışlarıyla yöresinde kendisini savu­
nacak birini a rad ı. Pharisien'ler ikiyüzlü lükle gözle­
rini ind irmişlerdi. Sadduceen 'ler, val iye saygısızl ı k et­
mekten çekinerek, başları n ı çevi rmişlerdi. Antipas
ölü gi b'.ydi .
Ses büyüyor, yayılıyor, yıldırım g ü rlemesi g ibi
dönüp dolaşıyo r ve d ağdaki yankısı, çoğ�lmış gü­
rültü:erle Machaerous'a korku saçıyordu.
« - Tozlarda debelenen, Babi l'i n kızı ! Çöz ke­
meri ni, iskarpinlerini çıkar, eteklerini kald ı r ve ı rmak­
l arı geç! Ayıb ı n ortaya çıksın, alçakl ığın pörülsü n !
G ü n gelecek, h ıçkırıkları n dişleri n i k ıracak. Tanrı gü­
nahların ı n pis kokusu ndan iq ren iyor. Lanetli kad ı n !
Mel' u n ! Geber, b ;r kör,ek p i b i kuyru Ç; u titret! »
Kapak dü�tü, d e l i k kapand ı. Mannaei, Yahya'yı
boğmak istiyordu.
H erodias gözden silinmişti. Pharisien'ler gücen­
m işlardi. Antipas, onların arasında, kendisin i haklı çı­
karmaya çal ışıyordu.

110
Kral ıçe Herodias

Eleazar:
«- Şüphesiz, d iye karşı l ı k verd i , i nsan kardeşi­

n i n karısıyla evlenebilir; ama Herodias henüz d ul


d eğildi, üstelik, bir de çocuğu vardı. Elbette bu du­
rumda evlenmesi doğru olmazdı ...
Sadduceen Jonathas :
..- Yanlış!» d iye karşıl ık verdi. ccYanl:ş! Yasa­
lar tümüyle yasak saymamakla birlikte, böyle evlen­
meler! mahkum ediyor...
Antipas:
- cc Ne zararı var?» dedi. « Bence bu doğru d e­
ğ i l ; çünkü, Absalon babas ı n ı n karılarıyla, Jud8 ge­
l iniyle, Ammon kızkardeşiyle, Loth ise k ızlarıyla yat­
mıştı.»
111
Uykudan kal kan Aulus bu s ırada çı kageldi. Olup
bitenleri öğrenince Tetrarque'a hak verdi . Böyle ap ­
tall ı k:ar için üzülmemek gerekti. Keşişlerin bu konu­
daki kınayışlarına ve Yahya 'n ın öfkelenişine katıla
katıla güldü.
Herodias, merdiveni n ortasında, ona doğru döndü :
- « Haksızsı nız, efendi m ! Çünkü o, h a l kı vergi
ödememeye kışkı rtıyor!»
öşürcü atı l d ı :
« - Doğ ru m u ? .. d iye sordu.

Cevaplar genellikl e olumluydu. Tetrarque d a on­


ları destekledi.
Vite l lius, tutu klunun kaçabileceğ i n i düşündü. An�
t i pas' ı n tutumu kendisin i kuşkuya düşü rüyordu-. Ka­
pılara, avluya ve duvarların önüne nöbetç iler koydu.
Sonra dairesine çekild i. Keşiş delegeler de onun·
ta yürüdüler.
Kurban sorununa dokunmaksızın, her biri şi kA­
yetini b ildiriyordu. Vitell ius'ün canı sıkılmıştı. Hep­
sini başından savdı.
Jonathas, valinin yan ı ndan ayrı l ı rken, Antipas'ın
b ir mazgalda uzun saçlı ve beyaz el biseli bi risiyle,
bir Esseen'le konuştuğunu göre re k üzü ldü.
B i r düşü nce Tetrarque'ı avutuyordu : Yahya'dan
a rtık kendisi sorumlu değ i l d i ; bu işi Romal ılar üzer-
1erin'3 alm ışlardı. Şimdi ne kadar rahatt ı !
Phanuel devriye yolunda gezi niyordu. Onu ça­
ğ ı rd . , askerleri göstererek :
« - Görüyorsun, n e kadar güçlüler!» dedi. «Yah·

ya'yı artık salıveremem. G ünah benden gitti !•


Avl u bomboştu. Köleler d i n leniyorlard ı. Ufku tu­
tuştu ran gök kızı llığında, en kücük sevler bile kara­
ya boyanmış gibiydi. Antipas ölü Deniz'i n öb ü r ucun­
d aki tuzlaları ancak seçeb ild i ; Arapların �adı rl arı gö­
rü nmüyordu. Belki de g itmişlerdi. Ay doğuyor ve onun
yüreqine sanki su serpiliyordu.
Phanuel yorgun, çenesi göğsüne d üşmüş, duru-

112
yord'J. Sonunda, söyleyeceği şeyi bildird i ; baklayı ağ­
zından ç ıkardı.
A y .başındanbe ri, tanyeri ağarmazdan önce gök­
kubbeyi gözlemişti. Persee takımyıldızı tepedeydi.
Agalah güçlükle görü l üyordu. Algal eskisinden daha
az az parlıyord u, görünmez olmuştu. Bundan Mac­
h aerous'ta öneml i birisinin öleceğ i anlaşıl ıyordu.
Acaba kim ö lecekti ? Vitellius iyi korunuyordu.
Yahya idam edil meyecekti. ccOyleyse ben ! » diye Tet­
rarque düşündü.
3elki de Araplar yeniden geleceklerd i ? Val i , onun
Parthelar'a olan ilg isini m i öğrenecekti yoksa ! Pa­
rayl a tutu lmuş Kudüslü katil ler, keşişlerin yanından
ayrıl m ıyorlard ı ; hançerleri elbiselerinin altındaydı . Ve
Tetrarque, Phanuel'in bilgisi nden kuşkulanmıyordu.
Herodias'a başvu rmak geldi aklına. G erçi ondan
tiksiniyord u. Ama kendisine cesaret vereceği de söz
götürmezdi. Aslına bakı l ı rsa, onun vaktiyle yakalan­
m ı ş olduğu büyüsünden de büsbütün kurtu1amamıştı.
Odasına g i rdiği zaman, somaki fıskiyenin üzerin­
de tarçın tütüyordu. Pudralar, merhem ler, bulutu an­
d ı ran tül ler, kuş tüyünden daha h afif işlemeler öteye
beriye dağ ı l m ıştı.
Karısına ne Phanuel'in kehanetinden, ne de Arap·
l arla Yahudilerden korkusundan söz açtı. Herod ias,
kocasını gevşekli kle suçlandı rd ı. Antipas, yaln ızca
Romalılardan konuştu ; Vitellius, onun askeri tasarı·
ların3 hiç güven göstermemişti. Belki de Agrippa'yla
sıkı fıkı görüşen Caius'ün (17) dostuydu v e bundan

( 1 7) Calus, i mparator Tbere'in torunu ve Germanlcus'un


oğluydu. l.S. 37-41 tarihleri arasında Roma impa­
ratoru oldu. Callgula adıyla tanınmış olup Agrlppa'­
nın çocukluk arkadaşıydı. Dostu Agrlppa'ya , Judee
kra l ı unvanını bağışlamış, önce Phi lippe'ln eski 11-
lerinl ve sonra da Antlpas'ın topraklarını ona ver.
miştl. Birçok çılgınlıklar ve zal l m l l klerden sonra l.S.
41 'de Chereas tarafından öldürüldü. (Çev.)
Oç Hlklye F: 8 113
ötürü de kendisini ya sürg ü ne gönderecek ya da öl­
d ü rtecekti.
Herodias, küçümseyici bir hoşgörü rl ükle, onu ya­
tıştı rmaya çalıştı. Sonra, küçük b i r san d ı ktan, üzeri
i mparator Tibere'in profiliyle süslü bir madalyon çı­
kard . . Bu, Romalı subayları soldu rmaya ve iftirala­
rını .; ü rütmeye yeterdi.
Antipas, gördüğü şeyden heyecanlanrrıştı. Karı­
sına onu nasıl ele geçi rd iğini sordu. Herodias açık­
l ad ı :
- « Bana verdi ler.»
Karşıki perdenin altından çıplak bir kol, Polyclete
tarafı ndan fi ldişinden oyul muşa benzeyen genç ve
g üzel bir el uzandı. Bi raz beceri ksiz, ama zarif bir
tavırla, d uvarın yakı n ı ndaki bir iskemle üzerinde u n u­
tulmuş bulunan .bi r gömleği almak için h avada ge­
zindi.
Yaşlı bir kadı n , perdeyi aralayarak, gömleği ya-
vaşça çekti.
Tetrarque, açıklayamadığı b i r olayı h at ı rladı .
..- Bu köle senin m i ? » diye sordu.
Herodias cevap verdi :
..- Sana ne?»

111.

Davetliler şölen salonu n u doldu ruvorl a rd ı .


Salon, bir mahkem e gibi, ü ç bölümdü. Heykell i
tunç başlı klarıyla alganum ağacından oyu l muş sü·
tunlar, bölümleri b irbirinden ayı rıyo rdu. Parmakl ıklı
i k i aral ı k yu karıya çıkıyor; altın kafesli bir üçüncüsü,
öbür uca açılan hey.betli bir kemerin karşısı nda, aşa­
ğı kata i n iyordu.
Ortaya boydan boya d izilmiş m asalarda yanan
kollu şamdan lar; resimli toprak m aşrapaların, bakır

114
tabakları n, kartopları ve üzüm kümeleri n i n a rasında
sanki ateşten fundalar meydana getiriyordu. Tavan
pek yüksek olduğundan bu k ırmızı aydı n lıklar, git­
g id e azalıp siliniyor ve ışıklı noktal ar, geceleyin d al­
ların içinde, yı ldızlar g i bi parlıyordu. Büyük koyun
açıkl ığından evlerin taraçalarında meşaleler görünü­
yordu. Çünkü Antipas d ostları , halkı ve o rada bütün
hazır bulunanlar için şenl i k yapıyordu.
Ayaklarında keçeden sandal larıyla köpekler ka·
rlar çevik köleler, tepsileri taşıyarak dolaşıyorlard ı.
Va l i l i k masası, yaldızlı t ribünün altında, fravu n
i nc i ri nden b ir kerevetin üstü ndeydi. Babil hal ıları,
onu, bir pavyondaki g ibi çevreliyordu.
Biri karşıda, ikisi yanlarda olmak üzere fildişin­
den ü ç karyolada Vitell i us'le oğlu ve Anti pas bulu­
nuyordu. Val i , kapın ı n yakı n ın d a solda, Aulus sağda,
Tetrarque ise o rtadaydı.
Sı rtında ağır kara bir manto vardı. Elmacık ke­
mi kleri düzgü nlenmiş, sakalı yel paze biçiminde ta­
ran m ı ş ve değerl i taşlardan yapılma bir tacın sı kış­
tı rdığı saçlarına m avi toz serpilmişti. Vite ll i us, keten
kaputu nun omuzu ndan beline doğru çapraz inen h a­
mai l i n i çıkarmam ıştı. Aulus, menekşe reng i ipekten
dikilmiş gümüş s ırmalı elbisesinin yen le ri n i arkasın­
d a düğümlem işti. Saçları n ı n örg ü leri katlar m eydana
getiriyor, kadı n gerdanı g i bi beyaz ve dolgun göğ­
sünd e gök yakuttan bir kolye parlıyordu. Yanında,
bir :ıası ra kuru larak, ayakların ı çaprazlama b i rbi ri
üzerine atm ış, durmadan g ü lümseyen çok g üzel bir
çocu k oturuyordu. Aulus onu mutfakta görmüş, bir
daha d a yanından ayırmamıştı. Keldanice a d ı n ı güç
hatı rl adığı için sadece «Asyal ı » diye çağ ı rıyord u . Yav­
rucak, arası ra, yemek salon u n d a sereserpe yay ı l ıyor
ve çıplak ayac ıkları meclisi oyal ıyordu.
Köş.ede keşişler, Antipas'ın subayları, Kudüslü·
ler, G re k kentlileri n i n i le ri gelenler! ; ve Vel i ' n i n al­
tında öşürcülerle birlikte Marcel l us, Tetrarque'in d ost·

115
ları, Kana' l ı , Ptolemaide'li, Jericho'lu kişiler yer alıyor;
sonra, karmakarış ı k bir şekilde, Lübnanlı dağl ı larl a
Herode'un eski askerleri, yani o n iki Trakyalı, bir
G ol ' l ü , iki Cermanya'lı, geyi k avcı ları, Edom'lu çoban�
lar, Palmyre su ltanı, Ezinngaber' li gemiciler sı ralanı­
yord u . Her b irini n önünde parmakların ı kuru l amak
için yumuşak hamurdan bir peksimet vard ı. Kollar,
akbaba boyunları g i.bi uzanarak, zeytin, şam fıstığ ı
v e badem alıyordu. Bütün yüzler, çiçekten taçlar al­
tında neşe saçıyordu.
Pharisien'ler, Roma töresine aykı rı görerek, on­
ları kabul etmemiş, Tapınak'ta kullanılm a k üzere sak­
lanan galbanum ( 1 8) ve g ü n l ü k suyu serpilince ü r­
permişlerd i.
Aulus galbanum l a koltu kları n ı oğ du. Antipas,
Kleo�atra'nın Fi listin'e göz di kmesine yol açan üç
küfe pelesenkle birl i kte ondan l:>ir araba yükü ba­
ğ ışlayacağ ı n a söz verdi.
Biraz önce gelen, Tiberiade g arnizonunun ko­
m utdnlarından biri, olağanüstü olayları anlatmak üze­
re onun arkası nda du ruyordu. Fakat d i kkat:, Vali ile
komşu masalarda söylenenler arasında d ağ ı lıyordu.
Yahya'dan ve ona .b enzeyen kimselerden kon u­
şuluyordu. Somon de G ittoi günahları ateşle temizli­
yordu. N iteki m Isa . . .
Eleazar:
.,_ B ırakın şu pisi !» d iye ba� ı rdı. « Rezil hokka­

bazın biridir o ! »
Tetrarq u e'ın gerisinden elbisesin l n püskül leri gibi
solgun bir adam ayağa kalktı. Kerevetten !ndi, Pha­
risien'lere :
«- Yalanlıo dedi. cc lsa mucizeler gösteriyor!»
Antipas bu mucizeleri görmek istiyordu .
cc- Hani ona gidecektin ? Anlat bakalı m ! »

(18) Galbanu m ; aynı adlı bitkiden çıkarılan bir ceşlt yağlı


reçine, zamk. (Çev.)

116
Bunun üzerine auam -ad ı J acob'du-, h asta kı­
zını '.y i leştirmesini rica etmek amacıyla Capharnaum'e,
lsa'y:i gidışini h i kaye etti. i sa kendisin e : cc Evine dön,
evladı n şifa buldu ı.. dem işti. Gerçekten de, saray ın
g üneş saatı üçü gösterd iği sırada, çoc u k yataktan
kalkınış, eşi kte onu bekliyordu.
Pharisien'ler buna iti raz ettiler; gerçi etkili işlem­
ler, şifalı otlar yok değ i l d i . Bu rada, M achaerous'ta
bile, yaraları geçiren .baaras otundan bulmak o la­
naklıydı. Fakat lsa'nın , şeytanlardan yard ım almadık­
ça b;r ki mseyi -görmeksizin ve dokunmaksızın- iyi
etmesi olanaksızdı.
Antipas 'ın dostları ve Galilee'nin i leri gelenleri
başların ı sallayarak:
..- Evet, şeytan l arın yard ım ıyla!» d iye doğru l a­
d ıl ar.
J acop, keşişlerle m asaları n ı n arasında ayakta du-
ruyor, kuru mlu ve yumuşak bekliyor, susuyordu.
Konuşmasını istediler:
..- Onun gücünü ispat et bize l »
Om uzların ı büktü; alçak sesle, yavaşça ve kor­
kuyor m uşçasına:
..- Onun Mesih'in ta kendisi olduğunu biliyor
mus'.Jnuz?» d iye sordu.
i<eşişler bakıştılar, Vitell ius bu sözcüğüıı açıklan­
ması:ıı istedi. Tercümanı cevap vermezden önce bir
d a ki '<a bekledi.
Mesi h ; onlara bütün iyi l i klerin sevincini ve halk­
ların egemenliğini geti recek olan bir ku rtarıcı de ­
me kti. Bazılarının kanısınca iki kişiye g üvenmek ge­
rekti. Bun lardan birincisi kuzeydeki ifritlerce yani Ye­
cüc ve Mecüclerce altedilece k ; ama öbürü Kötülük
S u lt3.nı'nı yenecekti ; yüzyı llardanberi her an onun gel­
mesin i bekliyorlard ı .
Keşişler konuşmaları n ı bitirince, Eleazar yeniden
söze başlad ı :
«- Her şeyden önc e Mesih, b i r doğ ramacının

117
deği l , Davud'un çocuğudur. Musa' n ın dinine uyması
gereki rken lsa ona saldırıyor. Aslına bakı l - rsa, İ lyas
peygamberden önce gelmesi de onun, Mesih oldu­
ğuna sağ lam bir kan ıttı r. •
Jacop cevap verd i :
« - l lyas geldi bile!»
Salonu b i r uçtan öbür uca dolduran kalabalık:
« - l lyas! i lyas !» diye tekrarladı.

Hepsi de, hayallerinde kargaların saldırısına uğ­


raya;\ ihtiyarı , m i h rab ı yakan y ı l d ı rı m ı , sellere atılan
putatapıcı p apazları görür gibi oluyorlar ve t ribün­
lerdeki bayan lar Sareptalı d u l kadı n ı d üşünüyorlardı
(1 9).
Jacop'un onu tan ıdığını söylemeye gücü kalm a-
m ıştı. Evet, onu görmüştü. Halk da görmüştü onu.
,._ Adını söyle!»

Jacop var g ücüyle bağ ı rd ı :


..- Yahya ! »
Antipas yüreğinden vu ru l muşa döndü. Saddu­
ceen'ler Jacop'u n üzerine atı l d ı lar. Eleazar, sözünü
dinl etmek için tumtu raklı söylevler çekiyo rdu .
O rtalık yatışınca, cübbesinin ön ü n ü kapadı ve
bir yargıç davran ışıyla sormaya koyuldu.
«- Mademki peygamber ö l müştür . . . ..

M ı rı ltılar sözünü yarıda kesti. Ahali l lyas'ı n kay­


bolduğunu sanıyordu (20).

( 1 9) l .Ö. 900 yıllarında Achab ve Josephat çağlarında


yaşayan l lyas, üç yıl sürecek o lan b i r kıtl ığı önce.
den b i l d i rd i . Kendisini çölde kargalar besledi. Bu
sı rada Sarepta l ı b i r dul kadının un ve yağ ı n ı akı l
almayaca!c ölçüde çoğalttı ve oğlunu canlandırdı.
Saıepta, Finikya'da Tyr i le Sidon arasında b i r yerdir.
(Çev.)
(20) Galaad ' da Thesbee'de doğan l lyas Peygamber, bir­
çok mucize ve serüvenden sonra, efsaneye göre
ölmemiştir. Mantosunu tl l m lzl Elyasa'ya bı rakarak
ateşten b i r arabayla göğe ç ı kmıştır. (Çev.)
118
Kalabalığa kızara k sorgusunu sürdürd ü :
cc- Sen onun dirildiğini m i sanıyorsun yoksa? ..

J acop :
«- N eden ol masın?» dedi.

Sadduceen'ler omuzlarını si lkti ler. Jonathas kü·


çücük gözlerini kırpıştı rarak dal kavukça g ü lmeye ça·
!ışıyordu. Hiç.bir şey, bedenin ölü msüzlüğe kavuştu·
ğ u n u ileri sü rmekten daha saçma olamazd ı. Valiye,
çağdaş şairlerden bırinin şu d izesini okud u :
cc Nec crescit, nec post mortem durare videtur.11
(21 ) .
Aulus a l n ı t e r içinde, yüzü mosmor, yu m rukları
m idesinin üzerinde, kereveti n Kenarında eğilmişti .
Sadduceen'ler yalancıktan h eyecanlanmış gözü k·
tüler -ertesi gün kurbanları kesme görevi onl ara ve­
rilecekti-; Antipas u m utsuzluğa kap ı l m ıştı ; Vitellius
soğukkanlılığını elden b ırakmıyordu. Oysa, tasası bü­
yüktü, belki de oğluyla birli kte servetini de yiti re­
cekti.
Aulus, daha kusması sona ermeden, yine yemek
�stedi.
cc
- Bana mermer talaşı, Naxos kaya taşı ve de·
niz suyu vermeyin de ne veri rseniz veri n ! Acaba bir
banyo yapsa m ıydı m ? ..
Kıtı r kıtır kar yed i , sonra, b i r Commagene g ü­
veci i le kızarm ış karatavuklar arasında i kircikte kal­
d ı ğ ından, bal kabaklarında karar kıldı. Asyal ı onun,
üstün bir ı rka ve seçkin .bi r varl ığa özgü b u tıkınma
özelliğini seyrediyordu.
Boga böt>rekıerı, tarla sıçanları, bülbül ler, asma
yaprakları içinde kıyılmış etler geldl. Keşişler diriliş
üzerinde tartışıyorla rdı. Eflatun'cu Philon'un öğ ren­
cisi Ammonius onların aptallığına h ükmediyo r ve bu-

(21 ) Bu d ize Latin şairi lucretlus'un (l.Ö. 1 00-55) olup


anlamı şudur: • Ô ldükten sonra yaşayacağı n ı san.
m a l • (Çev.)

119
n u mucizelerle a l ay eden G reklere anlatıyordu. M ar­
cellus'l e Jacop baş başa vermişler, biri ncisi i ki nci·
sine Mithra ' n ı n vaftizinden d uyduğu mutlu luğu açık­
l ıyor, i kincisi ise o nu isa' n ı n yolu n d a yürümeye ça­
ğ ı rıyordu. Safet ve Byblos'u n hurma ve ı l g ı n şarap­
l arı testilerden taslara, taslardan bardaklara, bardak­
l ardan g ı rtlaklara boşalıyordu. Çeneler işl ıyor, yü­
rekler .bi rbirine açılıyordu. Yahudi olmasına karşın i a­
çim, art ı k gezege nlere tap ı ndığını g izlemiyordu. Ap­
h akal. b i r tacir, Hierapolis tapınağ ı n ı n üstünlüklerirı�
sayıp dökere k Arapları şaşı rtıyor, dinleyici leri oray�
ziyaretin kaça mal olduğunu soruyorlardı. Öbü rleri
d oğdukları yerlerin dinine bağl ıydılar. Gözleri kö r .bi r
Cermen, tan rıların n u rlu yüzlerini gösterd iği l skan ­
d i n avya'n ı n yüksek burnunu öven bir ilahi söyl üyor­
d u . Cichem'l iler azima güvercinine duydu kları saygı·
dan ötürü kumrulardan yemiyorlard ı .
Birçoğu ayakta, salonun ortasında, söyleşiyor ve
solu kları n ı n buğ usu, şamdan ların dumanıyla karışa­
rak havada bir sis meydana getiriyordu. Fakat, Es­
senien'ler için m u rdarlık sayı lan yağ lekelerinden çe­
kine rek Tetrarque'ın yan ı n a kadar ilerliyemiyordu.
Şatonun kapısın a indirilen vuruşların sesi çınladı.
Orada Yahya'nın tutu klu bulunduğu b ili n iyordu.
Meşalelerle insanlar patika yolu tırman ıyorlar, sel ya­
tağ ı n ı kara bir kitle dolduruyor ve arada b i r «Yahya!
Yahya !» diye g ü rl üyordu.
Jonathas:
a- Her şeyi o bozuyor!» dedi

Pharisien'ler:
-cc Eğer böyle gidecek olursa, para yüzü de gö·­
remiyeceğ iz!,, diye eklediler.
Karşılıklı suçlamalar birb i ri n i izliyord u :
«- Bizi ko ru !»
..- Kurtar bizi ondan !»
..- D ' n i n i b ı rakt ı n ! »
oc - Herode'lar gibi sen de d i nsizsi n !»

120
Antipas:
..- S izin kadar değ i l i» diye karşı l ı k verdi. «Ta­
pınağınızı yaptıran ben i m babam d ırı ..
Bu söz üzerine Pharisien'ler, sürgünlerin oğul ları
ve Matath ias'ın yandaşları Tetrarque'ı, ailesınin işle­
diği suçlarla yermeye -başlad ı lar.
Kafatasları sivri, sakalları dimdik, e lleri zayıf ve
ç i rkin, burun ları kısa ve yas3ı, gözleri i ri ve yuvar­
lakt ı ; buldog köpeklerine benziyorlard ı. K urban ke­
silmesini sevmeyen bir düzine yazıcı ile Keşişlerin
uşak:arı seddin aşağın a kadar i le rlediler, söylev ve­
ren Antipas'ı bıçaklarla tehdit ettiler. Sadduceen'ler
gevşekçe onu savu ndular. Tetrarque bu sı r;.ıda Man­
n aei'yi gördü ve sıvışmasını işaret etti. Viteitius, d av­
ranışıyla bunun gereksizliğini an lattı.
Kerevetteki Pharisien'ler çileden çıkm ışlar, şey­
tansı bir öfkeye kap ı larak ön lerindeki tabakları kırıp
geçiriyorlardı ; çünkü kendi lerine Mecene ' i n (22) çok
sevdiği yabaneşeğ i külbastısı, pis bir et su n u l m uştu.
Aulus, eşek başın ı şerefli sayışların ı ve d omuzu
sevmeyişlerini ele alara k onlarla acı acı alar etti. Bu
iri hayvan ı, şarap tanrısı Bacchus'ü öldürmüş oldu­
ğ u ndan ötürü sevmedi kleri bel liydi. öte yandan, Ta­
pınak'ta altından bir ü z ü m kütüğü bulunauğu için
şara�a bayı l ıyorlardı.
ı<eşişler Aulus'ün sözlerini anlamamışlardı. G a­
l i lee' l i Philine de onları çevirmeye yanaşmadı. Bunun
üzerin e öylesine öfkelendi ki Asyalı korkarak gözden
kayboldu. Ziyafet Aul us'ü sarmamıştı, yemekler ba·
yağ ı idi. Neyse ki, S uriye koyunlarının yağlı kuyruk·
l arı geldi d e içi açıld ı, yumuşadı.
Yahudi lerin karakteri Vitel lius'e korkun ç görü n ü·

(22) Mecene , 1 .ô. 69.8 yıl ları arasında yaşam ı ş , sanat­


çılara ve bilginlere çok yard ı m etmişti. İ mparator
Auguste'ün dostu idi. Virgile, Horace gibi şairleri
korumuştur. (Çev.)

1 21
yordu. Tan rı ları yolda m i h raplarıyla karşı laştığı Mo­
loch olsa gerekti. Çocukların ı ona kur.ban edişleri
aklına geldi, gizlice sem izletilen adamı n hikayesini
h atı rladı. Yahudilerin amansızlığı, p utları kırmaya olan
d üşkün l ükleri ve kabalıkları karşısında Latin kalbi
burkuldu, iğrendi onlardan. G itmek istiyordu. Aulus
b ı rakmadı.
Aulus'ün cübbesi kalçalarına kadar iniyordu. Bir
yiyecek yığ ı n ı n ı n a rkasında boylu boyunca uzanm ıştı.
Daha fazla yiyemeyecek derecede doymuş olmasına
karşın, oradan ayrı lmamakta ayak diriyordu.
öte yanda halkın coşkunluğ u artıyordu. Şimdi
kendisini bağ ı msızılk tasarıları n a kaptıı mıştı. lsrael'in
şan ve şerefi ni düşünüyo rdu. Bütün fatihler: Antigone,
C rassus, Varus cezaları n ı çekmişlerdi . . .
Val i : «Sefi ller! .. dedi. Çünkü Sü ryaniceyi anlı­
yordu. Bu sebepten tercümanı, cevap vermesı ı ç ı n
kendisine vakit kazand ı rmaktan başka bi r işe yara­
m ıyordu .
.A.ntipas, çarçabuk, l m parator'un madalyasın ı çı­
kardı ve titreyerek gözden geçirdi.
Tribünün kap ı la rı birde nbi re açıl d ı ; m u m ları n ışı­
ğ ı nda, kölel eri ve şakayık demetleri arasında Hero­
d i as göründü. Baş ında, çene bağı ile alnına tuttu rul ­
m u ş bir Asu ri taç vardı . Bukleli saçlar, kolları boy­
dan boya yarık e rg uvani harmanisin i n üzerin e ser·
pilmişti. Atride'leri n hazinesindeki lere benzeyen i ki ej·
derin yan ında, kapının önünde d u ruyor ve bu haliy­
le, aslanlara dayanmış Tan rıça Cybele'i andırıyord u.
Antioas'ın üstünde ki sedden, elinde .bir perdenin ko·
l u , bağ ı rd ı :
-cc Cesar'a uzun ö m ü rler!»
Saygı belirten bu söz Vitelius, Antipas ve keşiş·
lerce yinelendi.
Bu a rada salonun gerisinden bir şaşkınlık ve
hayranlık m ı rıltısı yükseldi. Bi r genç kız içeri g i ri­
yordt..

1 22
Başıyla göğsünü örte n mavimsi bir t ü lü n altın·
dan gözleri n i n kavisleri, kulaklarındaki alaca akikler
ve tan i n i n beyazlığı seçiliyord u. G üverci n göğsü ren­
g inde bir ipek kare, omuzlarını örterek kuyumcu işi
b i r kemerle böğ ürlerine bağ lanıyordu. Kara etekle­
rine adamotu şeki lleri işlenmişti. Sinekkuşu tüyleriy­
le süslü küçücük terl i kleri n i kayıtsız b i r tavırla şıpır­
datıyordu.
Seddin yu karısında örtüsü n ü çek i p attı, (eskiden
Herodias da gençliğinde böyleydi), sonra dansetme­
ye koyuldu.
Ayakları flütün ve çarparanı n ahengine uyarak
bi rbirinin önüne geçiyordu. Kolları sanki durmadan
kaçan bi risin i çağ ı rıyordu. Bir kelebekten daha ha­
fif, merakl ı bir Psyche g i bi , gezgin bir ruh g i bi onu
kovalıyor, nerdeyse uçmaya h azırlan ıyordu .
ı<astanyetin acı sesi çarparaları n yerin i aldı. Böy­
lece, üzüntü u m u d u izlemiş oluyordu. Kızın d avranış­
ları :ççekişleri anlamlandırıyor ve bütün kişiliği öyle
bir bitkinliği dile getiriyordu ki i nsan, onu, bir tan­
rıya mı yalvarıyor, yoksa okşayarak can mı çekişi­
yor bi lemezdi. Gözkapakları yarı kapal ı, boynunu bü­
küyor, karn ı n ı dalgalanarak sall ıyor, mem&ie ri n i tit­
retiyor ve yüzü hareketsiz kalıyor, fakat ayalkarı dur­
m uyo rdu.
Vitelliu� onu pandomimacı Mnester'le karşıl aştı r­
d ı . Aulus hala kusuyordu. Tetrarque, h ü lyaya dala­
rak ken dinden geçm işti ; art ı k Herod ias'ı düşü n m ü­
yordu. Onu Sadduceen'lerin yan ın da g ö rmüştü. H a­
yal ;ızaklaştı.
Bir hayal değildi bu. Karısı n ı n Machaerous'tan
uzakta yetiştird iği kızı Salome'ydi. Tetraroue'ır. o nu
seveceğinden çekiniyordu ! H aksız da deÇı i ldi. Ç ünkü
şu anda seviyordu o n u ! Aş k ı şimdi doyurul ması ge­
reken azq ı n b ir istek halini a l mıştı. Salomı!ı H i nt ra­
h i be leri g ibi, Nü blye'n i n ça\".ı layanları qibi, Lidva' n ı n
aşifteleri g i b i dansediyordu. Fırtınanın k ı m ıl dattığı b i r

1 23
çiçek gibi her yanı sarsılıyordu. Kulakların d ak i p ı r­
l antalar s ıçrıyor, s ı rtındaki kumaş parı ldıyor; kolla­
rından, ayakları ndan, g iysilerinden erkekleri yakıp ka­
vuran kıvılcımlar fışkı rıyordu. Harp çaldı, kalabalık
al kışlarla karş ı l ı k verd i ona. Dizlerin i bükmeden ba­
cakların ı ayırarak o kadar eğ ild i ki çenesi döşemeye
değdi. l msaka alışık Bedeviler, safahatta usta Roma­
lı askerler, cimr i öşür m ü ltezimleri, tartışmaların öf­
keleildirdiği yaşlı keşişler, uzun sözün kısası, bütün
konuklar buru n delikleri n i açarak şevkle alkış tutu­
yorlardı.
Salome, son ra, büyücülerin topacı g i b i, Antipas' ın
masası çevresi nde döndü ve şehvet d olu h ı çkı rı kların

Satome

1 24
yarıda kestiği bir sesle ona: «Gel ! G e ı ı .. dedi. Dur­
m adan dönüyordu. S anturlar patlarcasına çal ıyor, ka·
J abal ık uluyordu, Tetrarqu e daha kuwetle bağırıyor­
d u : .. Gel! Gel! Capharnau m ve Tiberias ovası senin
olsu n ! Kral lığımın yarısı, kalelerimin hepsi fed a olsun
sana! Gel! Dile benden ne dilersen.»
Salome elleri üzerine d i kildi ; ökçeler= h avada
b üyü k bir donuzlan böceği g i.bi sedd i geçti.
Ensesiyle o murgası bir d i k açı oluşturuyordu.
Bacaklarını örten renkli tül ler, ebem kuşağı gibi omu·
zunun üstü nden geçerek, yüzünü çevreliyor ve yer­
den b i r ayak mesafeye kadar iniyordu. Dudakları bo­
yalıydı. Kaşları alabildiğine kara, gözleri korkunçtu.
Alnındaki ter damlacıkları, beyaz mermer üzerinde
bir buğuyu andırıyordu.
Konuşmuyord u. Bakışıyorlard ı.
Tribünde .bir parmak şaklaması d uyu l d u . Salome
ortaya çıktı. Biraz kekeleyerek, çocuksu bir tavırla,
dudakları ndan şu sözler döküldü:
• - Bir tepsi içinde onun başını istiyorum . . .
Söyleyeceği adı u nutmuştu. G ülümseyerek sözünü
tamamladı : «Yahya'n ı n başın ı ! »
Tetrarque .bitkin, olduğu yere yığı l ıverdi.
Gelgelelim, sözünde durmak zorun dayd ı, halk
bekliyordu. Yahya'yı öldürtmekle belki kendisi d e
ölümden ku rtulacak1ı. Eğer Yahya gerçekten l lyas
idiyse zindandan kaçabilird i ; değildiyse zaten öldü­
rülmesin in bir önemi kalm ıyordu.
Mannael yanında d u ruyordu . N iyetini anlamıştı.
Vitellius kuyuyu koruyan nöbetçilerin parolasını
söylemek için onu ça{ı ı rd ı.
Oh. n e rahattı! Bir dakike sonra her şey · b itmiş
olac::ıktı l
öyleyken, Mannae i hiç m i hiç acele etmiyor, pek
yavaştan alıyordu.
Sonunda g itti. Sarsılmıştı.
Kırk yıldır cellAtlık ediyordu. Aristobuie'ü suya

1 25
atan, Alexandre'ı boğan, M atath ias'ı yakan, Zosi m'in,
Pappus'ü n , Josephe'in ve Antipate r' i n kellesini uçu­
ran oydu . öyleyken şimdi Yahya'yı öldürmeyi göze
alamıyordu. Dişleri .bi rbirine çarpıyor, bütün vücudu
zang ı r zang ı r titriyordu.
Kuyunun önünde, gözlerden uzak, Samaryalıla­
rı n büyük Melek'ini görm üştü ; alev dişli, kızıl ve ko­
caman bir kılıcı sallıyordu. i ki asker bu kon u da ta­
nı k l ı k edebilirlerd i .
Gelgelelim onlar, Üzerlerine sald ı ran v e öbür d ün­
yayı boylayan b i r Yahudi kaptan ı d ışı nda hiçbir şey
görmemişlerdi.
Herodias'ı n kızgın lığ ı, a cı ve bayağı sövg ü leriyle
bir sel gibi boşaldı. H ı rsından tı rnakları tribünün
tel kafesine geçti. Sanki i ki aslan heykeli omuzlarını
ısırmışlar da onun gibi .böğ ürüyorlard ı.
Antipas karısı n ı taklit etti. Keşişler, askerler, Pha­
risien'ler, öç isteyen ve istemeyen herkes eğlencele·
rinin geci kti rilmesinden ötürü g ücenmişlerd ı.
Mannaei yüzünü saklayarak çıktı.
Kon u klar aradan geçen zamanı öncekinden de
uzun buldular. Canları sıkılm ıştı.
Birden bire, dehl izlerde ayak sesleri duyuldu. Sı·
kıntı dayanılmaz bir hal almıştı.
Baş içeri g i rdi. Mannaei, alkışl ardan böbürlen­
m işti . Başı, eliyle saçlarından tutuyordu.
9ir tepsiye koyarak onu Salome'ye sundu.
Salome çabucak t ribüne çıktı. Dakikalar birbirini
kıwaladı . Başı Tetrarque'ın sabahleyin bir evin tara·
çasında ve arası ra Herodias' ın odasında gördüğü bir
kocakarı taşıyordu.
Tetrarq u e görmemek için geriledi. Vit�llius ona
soğ u k soğ u k .b aktı .
Mannaei kereveti indi. Başı önc e Romalı komu­
tanlara, son ra da köşede yemek yiyen bütün davet­
lilere gösterdi.
Onu gözden geçird i le r.

1 26
Aletin keskin bıçağ ı, yukarıdan aşağ ı doğru kaya­
rak, çene kemiği n i kesmışti. Ağzın kenarlan titr iyor­
du. Yeni pıhtı laşan kan sakala serpil iyordu. Kapalı
g özlcapakları sedef g i bi soluk bir ren k almıştı. Etraf­
tan şamdanlar ışıkları n ı gönderiyorlard ı.
Kocakarı keşişlerin masasına geldi. B i r Pharisien
başı merakla evirip çevirdi . Man naei onu d i kiemesi ne
ö n ü ne koyunca, A ulus uyandı. Kirpikleri n i n açıl ışıyla
ö lm üş ve sönmüş gözbebekleri bir şeyler söylüyor­
mu ş gi biydiler.
En sonunda Mannaei başı Antipas'a sundu. Göz­
yaşları Tetrarque' ı n yanakları ndan aşağı döküldüler.
Meşaleler sön üyordu. Konu klar g itti ler. Salonda
Antipas'tan başka kimse kalmadı. Ellerini şakakları n a
dayamış, durmadan kesi k başa bakıyord u. Phanuel
tapınağ ı n ortasında, ayakta, kollarını uzatmış dua edi­
yordu.
G ü n doğarken Yahya'n ı n gönderdiği i ki adam,
uzun zamandır .b eklenen cevapla birlikte çıkageldiler.
Cevabı, Phanuef' e bildird i ler. Buna çok sevi ndi.
Sonra, ziyafetin döküntü leri arasın da, onlara tep­
sinin üze rindeki acıklı şeyi gösterdi. Adamlardan biri :
«- üzülme!» dedi. oc i sa' n ı n gelişi n i bildirmek
için o, ölüleri n yanına i n d i ! »
Essenien Phanuel şu sözün anlamı n ı şimdi kav­
rıyord u : «Onun yücelm esi için ben i m küçülmem ge­
rek ! »
V e üç adam, Yahya'n ı n başını alarak, Galilee'­
den ayrı ldılar.
Baş pek ağ ı rmış gibi, onu sırayla taşıyorlard ı.

127
uOÇ H iKAYE,.
ÜSTÜN E

Rene Ristelhueber
Mau rice Agulhon
Muhtar Körükçü
ccOÇ HIKAYE»

Rene Rlstelhueber

1.

Küçücük b i r kitabın, arkasında zengin v e çeşitli eser�


fer bırakmış bir büyük yazarın yeteneğin; tam olarak be.
l i rtebilmesi az görülen olaylardandır. Gelgelelim, Gustave
Flaubert'in Üç Hikaye'si için durum budur.
Bouvard et Pecuchet ölümünden sonra yayımlandığı.
na göre, yazarın sağ l ığında çıkmış son eseri Ü ç Hikaye'.
d i r ( 1 b77) . Flaubert o s ı ra e l l i beş yaşındaydı ve usta l ı ğ ı
artık iyice kabul edilmişti. i kinci i mparatorluk dönem inin
başlarında bası lan Madame Bovary (1) bir fırtın a kopar.
m ıştı . Gözlemdeki doğru l uk ve gerçeğe bağ l ı l ık, aman.
sızca çizilmiş olan bu töreler resmini çağı için çok cesur
bir yenilik haline getirmişti . Bu yüzden Flaubert realistler
arasına soku lmuş, natüralizmin müjdecisi sayılm ıştı. Fa-

(1) Türkçesi: Madame Bovary, çev. Ali Kômi Akyüz, 1939, Hilmi Kitabevi /
çev. Tahsin Yücel, 1960, Varl ık Yayınları / çev. Samih Tiryak'o<;lu, 1960,
Güven Yayınevl / çev. Nurullch Ataç • Sabri Esat Slyavu5gil, 1 968, Remli
Kita bevi / çev. N. Altınova, 1 970, Hayal Yayınevi.

131
kat beş yı l sonra, pek az bi ldiğimiz Kartaca çağını gör­
kemle canlandı ran Salammbo (2) çıktı. Der.in inceleme­
lere ve daha çok d a hayal güc'üne dayanarak Flaubert,
burada, eşya ve varlıkları romantik geleneğe uygun bir
yaşayış ve renk kuvveti içinde canlandı rıyordu. Dünyayı
böyle iki ayrı açıdan görüş, s ı rayla, önce real ist Duygu
Eğitimi / Educatlon Sentimentale (3) ve sonra da roman.
tik Ermiş Antoin'ın Ayartılması / Tentation de Saint An­
toine (4) adl ı romanlarında belirmekte devam eder.
Aslına bak ı l ı rsa Flaubert hem realist, hem de roman­
tiktir. Eleştirmen Emile Faguet'nin de hakl ı olarak bel i rt­
tiği gibi, • onda gerçeği yavan bulan bir romantik i l e ro­
mantizmi boş bulan bir real ist yan yana yaşar.•
Karmaşık ve görünüşte çelişik olan bu dehayı, Üç
Hikaye'de daha iyi :buluyoruz.
Hikayelerden birincisi · Saf Bir Kalp• su ltatılmamış
gerçekçi bi r eserd ir. Basit bir hizmetçi kızın uzun bir
bağ l ı l ığa dayanan hayatın ı d i le getirir. Hem kısa, hem de
eksiksiz olan bu hikaye acı ve dokunakl ı d ı r. Göster.işsiz
b i r yaşayışın önemsiz olayların ı yazarak bu küçük şahe­
seri Flaubert nasıl meydana getirdi acaba? Şöyle: Adı ge­
çen olayc ı klara görü l medik bir parlaklık vermek, onları
doğru ve renkli olarak anlatmak, içinde geçti kleri çevreyi
iyi canlandırmak yoluyl a . . . Bu çevre onun doğduğu ülke­
dir, sevg l M Normandie'sldi r. Orada toprağın verim l i ol ma.
sına karşı n halk gelenekler önünde sayg ı l ı ve bazan çıka.
rına düşkündür. Kalbi ne kadar saf olursa olsun Felicite,
bi r kimseye ya da bir şeye bağlanmak ihtiyacını farkında
o lmadan, çok deri nden duyuyor. Ôyle ki , zavallı kız önce
kendini sert ve nankör hanımı Bayan Aubai n'e, onun ço.
cuklarına, külhanbeyi yeğenine veriyor ve sonunda şef.

(2) Türkçesi: Salamba, çev. l smail Hakkı Ali1Qn, 1 935, Dün Ve Yarın Tercüme
Külliyatı / çev. Semih Tlryakioğlu, 1962, Güven Yayınevl.
(3) Türkçui: Bir Delikanl ı n ı n Hikayesi, çev. Şerif HulOsl, 1 964, Ak Kitabevi /
Bir Delikanlının Romanı Gi!nül Eğitimi, çev. Cemal Süreya, 197 1 , Cem
Yayınevi.
(-4) Türkçe1i: Ermiı Antoniuı Ve Şeytan, çev. Sabahattin Eyuboğlu, 1968, Cem
Yayı nevi.

132
kati n i , canl ı ol duğu günlerdekinden daha çok yüregıne su
serpen, içi saman doldurulmuş, ö l ü b i r papağan üzerinde
topluyor.
· Saf Bir Kalp•in gerçekçil iği daha katı, daha acıma­
sız olan Bir Hayat'ın, Flaubert'in yeğeni ve tilmizi Guy de
Maupassant'ın en iyi romanının gerçekçHiğine yol açmıştır.
H i kayeni n son sayfasını çevi rince, gerçeklik alanın­
dan çıkarak birdenbire • Konuksever Ermiş J u l ien'in Ef_
san es i • ve ardından Herodias• ile hayal alan ı na giriyo­

ruz. Flaubert burada da aynı kolayl ıkla davranıyor. Kor­


kulu ya da eğlenti l i sahnele�i ayn ı can l ı l ı k ve açıkl ıkla
beli rtiyor.
Flaubert, buna karşın , her iki durumda da duygulan­
maksızın olduğu gibi duruyor, tarafsız kal ıyo r (5). B u ba­
kımdan, pek az yazar onun kadar kendini denetleyebilmiş­
tir. Hikayelerinde hep duygularını gizl iyor, kendi n i ele ver­
mekten bir çeşit utanç duyuyor, h içbir heyecan göstermi­
yor. Ancak, Bayan Aubain ' i n hizmetçisini anlatı rken Fe­
l icite (mutluluk) adını seçişinde o l duğu gibi, yer yer 'üstü
kapalı bir alayla karşı laşıyoruz. Hikayelerindeki o bel irli
soğukluk da bundan gel iyor! N itekim onlarda · be n • büs­
bütün eriyip yok olmuştur. Faguet'n i n bir açıklaması nda
da belirteceği üzere, i radeye dayanan bu nesne l l i k eseri­
n i n kendi kişil iğiyle dolup taşmasından hoşlanan bir ro­
mantiğin durumuna aykı rıdı r. Bundan ötürü Flaubert'ln hem
bir gözlemci , hem de bir düşçü o lduğunu söylemek yerinde
o l ur.
3alt imgelem ürünü eserlerinde bile onun temel özel­
l iğ i , r.yrıntılara olan bağ l ı l ığ ı ve anlatışı ndaki sağlam l ı ğ ı .
dı r. 3akışı, sahneleri, ne kadar gerçeğe uzak o l urlarsa ol­
sunlar , bir fotoğraf objektifi açıklığıyla kavrıyor. Jul ien'e
babasının verdiği av köpeklerine bakıniz; onların , Bayan

(5) Flaubert bu konuda dostu George Sand'a ıunları yazar: •. . . Bana oyla
geliyor ki, yüksek sanal, bilimsel ve ki�ilik dı�ı olmalıdır . . . Nasıl ki,
Tanr ı yorattrğ\ e
es rde kendini gaste ;..,, emiıse, sanatç ı da eserinde gö�
rünmemelidir. . . i nsan ruhu fizik bilimlerindeki tarafsızlıkla incelenme­
lidir.• (Çev.)

133
Aubain'in mobilyaları kadar aydınlıkl a belirtildi klerini gö.
receksiniz. Felicite'nin zayıf ve yaşı bel irsiz yüzü, · kara
saçlarının örgüsü b i r kolunun üzerine düşen ve burun de­
l i kleri coşkuyla kal kıp inen • Herodias'ın yüiü gibi kuv.
vetle çizi lmiştir. Çağdaşı Gustave Moreau gib1 Flaubert
de ince bir sanatla kişi lerini gözden geçiriyor. Ayrıntılara
takı lmakla kalmıyor, onları çoğu kez süslerle, değerli taş.
larla beziyor. Düş oyunlarını tuhaf b i r ışık içine yerleşti­
riyor ve bu ışıkta gerçeği n yüzünü seçmekte usta l ı k gös­
teriyor.
Üç Hikaye Flaubert'in üslubunun güzel bir örneğini
önümüze seriyor. Kurallara pek bağ l ı olan bu bjjyük di lci,
aslında, çok kötü yazıyordu. N itekim Yazışmalar'ı birçok
yanlışlı klar, eksikl!kler ve beceriksizli klerle doludur. An­
cak sürekli bir çalışmayla bunlardan kurtul uyordu. Düşün.
ceye uygun bir sözcük bulmak, ince bir tümce (cümle)
kurmak, ona b i r hafifl.ik görünüm'ü vererek çabaları n ı n izi­
n i silmek için çok yorulması gerekiyordu. Bununla da ye.
tinmeyerek tümceyi ahenkli kılmaya uğraşıyord u . Sonra ,
bırakacağı etkiyi yoklamak üzere, onu yüksek :;esle oku­
yor, :cu lağına hoş gel i nceyedek yeni düzeltmeler yapıyordu.
Sözün kısası , Flaubert'i soğuk, çoğunca kuru, arasıra
uzun ve bilgiç o lduğundan, dünyayı sevinçsiz ve daha kö­
tüsü, umutsuz bir ı ş ı k altı nda gösterdiğinden ötürü kı na.
yab i l i riz. Ama, görüşünün açı k l ı ğ ı , aydınlığı, zevkinin sağ­
lamlığı, ıınlatışı n ı n güçlülüğü ve her şeyden önce, taşıdığı
yazar dürüstl'üğünden ötürü ona d i l uzatamayız

134
cc O Ç HiKAYE,.

11.

Maurice Agulhon

Üç Hikaye i ki cilt hal inde 26 Nisan 1 877'cie yayım­


land ı . H i kayelerden 1i l k ikisi · Saf Bir Kalp • ile · Konukse.
ver i:rmiş Jul ien'in Efsanesi • aynı ayda Le Bien Public
ve Moniteur Universel'de tefrika ed ilmişlerdi. Flaubert o
zaman e l l i altı yaşındayd ı , 1 857 davasından (6) beri ününü
sağlayan bütün romanlarını yazmış bulunuyordu. M adame
Boval")', Salambo, Duygu Eğitimi ve Enniş Antoln'ın Ayar.
tılması :iki ·i ncelemeyi, çağdaş gerçekliğin çizi lmesi i le eski
Doğu'nun can landırı l ması işini, bir arada yürütmek iste.
ğ iyle durmadan genişleyen bir eserin konakları nı meyda.
na gdtirm işlerd i . Bundan ötürü de Üç Hikaye bu gel işmeye
b i r gerileme eklemişe benziyordu: Çünkü Emma Bovary'.
nin gösterişsiz bir taşra kasabasındaki hayatından ve 1 848

16) •Madama Bovary> ilkin 1 Ekim 1856 tarihinden sonra Revue de Pariı
dergisinde tefrika edilmeye baılar. Fakat yayımlanan parçalar ahlaka
aykırı görülerek flaubert için kovuıturma açıl ır. 24 Ocak 1857'de baı·
layan yarıı;lama beraetle aona erer. (Çev.)

135
Paris'indeki Frederic Moreau'nun öğreti ve tasalarından
sonra, Fel icite ' nin h i kayesi okuyucuyu en yönsü? bir alana,
tasarıanabilen en sönük bir kadere sürüklüyordu. Ayrıca,
Salambo'da Kartaca'nın dirilişini ve Enniş Antoin'ın Ayar.
tılması'nda bi r yığın h i kmeti okuduktan sonra, t i r tarihsel
olayı.ı basit h i kayesi olan Herod ias, yetersizlik ve başarı­
sızl ıklarını kabul ederek daha sınırlı işlere girişen bir ye­
teneğin itirafı gibi görünüyordu . Ermiş Julien'c'en • mem­
l eketimizdekl bir k i l i senin cam ı nda yaz ı l ı · bir efsanenin
gel iş-iri l mesl diye söz edi l iyordu. Öyle ki, bir eleştirmen,
hem de en kavgacı ları ndan biri, ortaya atı larak Oç Hikiye'­
de • Bay Flaubert'I bu kez daha zayıf• gördüğünü söylü­
yord..ı. Brunetiere -oydu bunu söyleyen-, b u h i kayeleri
her birini bir yeni i lerlemeyl göstermek üzere lcaleme al ­
madığından dolayı yazarına acıyordu . . . Elbette, Üç Hi�ye'­
yi • ZJyıf· bularak aykırı düşünceler öne sürmektense, on­
ların Flaubert ' f n eserinde apayrı bi r yeri olduğunu ve ge­
l işmesinin bel l l b i r yanını gösterdiğini belirtmek daha iyi
olurdJ.
Flaubert 1 875'te ikinci Antoin'ın Ayartılması'nı güç­
lükle bitirmişti. Çünkü bu, otuz yıldır durmada ı üzerinde
kafa vorduğu, taslaklarını çizdiği, tekrar tekrar ele aldığı,
çok ıahmet ve incelemelere mal olan geniş b i r eserd i .
Şimdi :ise bir başka i ş i , ölümün yarım b ı rakacığı Bouvard
Et Pecuchet'yi düşünüyordu: Kitaplarında dağ ı n ı k halde
bul unan • insanı n alıklığı •yla ilglll karikatür öğeieri nl son
bir '.lnıt içinde toplamayı gençliği ndenberi kurup d u rmu�
tu. Bir yandan, durup d l nlenmekslzin çal ışarak kend isini
iyice yoran bu ödevi yerine getiriyordu, öbür yandan d a
on sekiz ayl ık blr çal ışmayla -Madam Bovary'nln y ı l l ara
mal ı:.lduğu düşünCılürse-, oldukça kolay bir eserde rahat­
lamak, din lenmek amacıyla Oç Hikiye'yl yazıyordu. Bu ede­
bi uğraşı lara 1 872'de annesinin ölümüyle içine düştüğü
bitkinl ik, çeşitli üzüntüler, para sıkıntı s ı , Vaudevile'e ver­
diği bir piyesin 1 874 'te uğradı ğ ı başarısızl ı k eklendi . Bu­
nun l'zerlne, büyük emekçi, Crolsset'dekl • laboratuar•ın­
dan rıyrılarak tatile ç ı ktı . Ancak Concarneau'da, dostları-

1 38
nın evinde, • Ermi ş J u l i e n • I yazmaya koyulab i l d ' .
Ne denirse dens i n , Üç Hikaye'nin düzenienişindeki
kolayl ı k ve rahatl ık, bu küçük şaheseri doğuran emek yı­
ğınını bize unutturmamalıd ır. Öbürleri için olduğu gibi, bu
kitabı için de, Flaubert'in yazış ve araştırmalar ı n ı n nası l
i lerlediğini uVazışmalarnından öğrenebi l iyoruz. Gerçi otuz
yılan yakın bir meslek hayatı onu · korkular •dan . u mutsuz­
luklardan ve kendi deyi m iyle, Madame Bovary'nin geti rdiği
• gözvaşı sağanaklarından • kurtarm ıştı, Üç Hik§ye'n i n kı­
sacık özü ve daracık çerçevesi üslup olgunl uğunu arar­
ken pek güçlük çekmemesi n i sağlamıştı , ama o, yine de,
yönt::ım ve titizliği elden b ı rakmamıştı. N itekim müsved­
deleri , üç parçadan her b i ri için birçok taslaklar ve bel irli
planlar çizdiğini göstermekle kalmıyor; en i nce ayrıntılara
kadar, her hikaye için, bol ve güveni l i r belgeler topladığım
da o�aya koyuyordu. Herod las'a b i rinci yüzyı ldaki Doğu ·­
nun aerçek rengi n i vermek amacıyla yalnız l ncl: ' i ve din-­
siz tarihçi leri yoklamakla yetinmiyordu. Yard ımlarını ka­
zanmak üzere uzmanlara mektupla r yazıyor, kimine Esse­
nien'in gözlediği takımyıldızların l branice adı n ı , ki mine d e
Machaerous kentine bağ l ı i l leri soruyordu. Machaerous'un·
panoramasının Salammbo' daki Kartaca şehrininki kadar
aydını ıkla bel irtilmiş olması bundand ır. Julien'in gördüğü
eğitimi anlatmak üzere, teknik terimleri öğrenmek için av­
c ı l ı k kitapları n ı karıştırıyor ve bu terim leri bi lerek kullanı­
yordu. Tanıdığı yerlerden ve çocukluk anı larından yarar­
landığı ndan dolay ı , • Saf Bi r Kal p · i n çok emeğe mal ol­
madığı san ı labi lir. Gelege l l m , Fleubert onu yazmak i ç i n
yeniden Pont L'Eveque'e gidiyordu. Papağanın alışkanhk
ve hastal ı klarını ancak kitaplarda yaptığı sağlam araştır­
malardan sonra çiziyordu. H i kayelerini yazdığı ı:: ü rece ça.
l ışma masasının üzerinde içi saman doldurulmuş bir pa­
pağa.ı bulundurmuştu . En küçük ayrıntı la r için, -örneğin
devrim ile Bayan Aubaln'ln hastalığı ve ilk commun lon
ayiniyle i l g i l i konular için-, Madame Bovary'de arsenikle
zeh irlenmenin beli rti l erini hekimlerden sorup öğrenmesi
gibi, iyi kaynaklardan edinilmiş dosyalar dolusu bilgi top.

137
lam ı ştı. Sözün kısası , Üç Hikiye'de büyük eserlerindekin­
den daha az gen i ş l i k ve bolluk bulunsa bile, daha az emek
ve gerçekl i k yoktur.
Ü stelik, Üç Hikiye'de daha az sanat da yoktur. Üç
Hikiye'yi değerli kı lan da budur zaten. Kafası gibi duygu.
ları c!c basit bir kadının hi'kayesiz hayatı , çocukluğundan
be�i doğaüstü ile kaynaşmış bir ermişin olağanüstü ya.
şayışı, bir entrika, zulüm ve korku dünyası nda geçen fa_
-clalar içinde bi r d ra m : i şte çok sınırlı ve bel i rl i , mini mini
üç kon u ; her biri ikinci derecede bütün görü� lerin atı f.
masıyla iyice derlenip toplanmış , hemen hemen b i r tek
tem"3, · Saf Bir Kalp •te saflığa ve ·Ermiş J u l ien'in Efsa.
nes i n nde ise doğaüstüne indirgenmiştir. Öyleyken , bu te­
mel ::ı.lenimi unutturmak ve bel i rtmek amacıyla sanatçının
nasıl her şeyi kul iandığı görülmeye değer. Birinci hika­
yede bedenin yap ı s ı , davranışlar, uğraşmalar, anlayış ve
anış t içimi, göze batan olaylar, her şey bizi hizmetçi kızın
bilgisizl iği, saflığı ve törelerine doğru götürür. •Jul ien'in
Efsanesi •nde hiçbir hareket, h içbir engel yoktur ki, a l ı n.
yazısının ağırl ı k ve uğursuzluğunu taşıması n ! Olaylar, ay.
rıntılarıyla birlikte, okura, yazarı n istediği anl amda ken.
dini kabul ettiren bi r bütün hal i nde düzenlenmiştir. Yan ı l­
maz bir mantı kla çizilmiş bulunan bu görüş birliğini gör­
mek rıereklr. Ö rneğ in, • Julien •deki büyük av sahnesi; ço.
cukk.:ın kahraman ı n küçük hayvanları ö ldürmesiyle daha
başlangıçta duyurul muş ve hayvancağızların kendilerini öl­
düren oklardan doğaüstü bir kolayl ıkla kurtuldukları ikinci
b i r av sahnesi dolayısıyla sonunda · yeniden hatırlatılmış.
tır. Burada her şey uygun, her şey sıkı, her şey zorunlu.
dur. Gereğinden fazla m ı , diyeceks iniz? Olabi l i r. Eserde
her şey yaşanmı ş o landan çok yaratı lmış olanın, i nsan l ı k
görgijsü zengin b i r yazardan ç o k usta bir sanatçının dam.
-gasını taşıyor. Elbette, burada , Duygu Eğitlmi'nin deri n l i k
v e karmakarışıklığından oldukça uzaktayız. Gerçi romana
göre hikaye, ister istemez, m innacık bir eserin suretidir;
ama biz, belki de Duygu Eğitimi'ndekinden dah3 fazla bu.
rada tür olgunluğuna yakınız. Gel işmedeki h ız, yürüyüşteki

138
kolayl ı k ve üsluptaki öze l l ik, -konu ne olursa o l sun-,
okurJ sürüklüyor ve daha başlangıçta ona bu konuyu be­
nimsetiyor.
Bu övgümüzde üç h i kayeden öze l l ikle i l k ikisini dü­
şünüyoruz, · Saf Bir Kalp• i l e ·Konuksever Ermiş Julien'in
Efsanesi •n l . · Herod ias . için ne söylemel i , bilmem k i ? · Ef­
sane• deki o tem basitl iğini onda bulmak güç. Doğrusu,
Flaubert de, kendisini değerli kılan şeyden vazgeçmeksi­
zin -yani bir çağ ı , bir toplumu ve tarihsel kişi leri doğru
ve kJvvetl i olarak canlandırmayı elden b ı rakmaksızın- bu
bas it! iği Herodias ' a sokamazdı . Onun, bu kerte karışık bir
h i kayen in bütün ayrıntı larını nas ı l kaynaştı rdı ğ ı n ı ve hiç.
b i rini atmak istemediğ.i için nas ı l araştırıcılık kayguların ı n
kurbanı olduğunu biliyoruz. Neylemeli ki , bu ayrıntı ların
konunun daracık yatağ ında akması gerekiyordu. Bu da, do­
ğal olarak, çoğu kez satırların temizl iğine, hatta kimi kez
de lıikayenin aydınl ığına zarar verecektir. Ôyle de ' olsa,
Herode'un , Vite l l ius 'ün , Herodias'ın hayatın ı iyice bilen
bilginler ve • tarihle romanın artık birbirinden ayrılama­
yaca ,Jına. inananlar, H. Taine gibi, bu kadar uzak, günü­
müzdı:ı anlaşılması bu kadar güç olan bir geçmişin kısaca
resmed il işindeki güce ve gerçekl iğe hayran olacaklard ı r.
Daha az yetişkin ve hikayenin sanat durumuna ·'<arşı daha
duygulu okurlar ise, bu tarih tablosunun çok yüklü olan
kütlesiyle eseri ağırlaştırd ı ğ ı n ı görmekten kend i n i alama.
yaca-<. ama kusursuz olan öbü r iki hikayeden pek hoşla.
naca'<:lardır.

139
<cÜÇ HiKAYE»

Muhtar Körükçü

ili.

Fransa'n ı n ikinci Cihan Savaşı ndan kalma bir klaslk­


l eşmlş yapıtı yan ı nda, e l i m izde tam anlamıyla klaslk b i r ki­
tap daha geçmiş bulunuyor: değ i l Flaubert'in adı n ı genel
b i lgile r kertesi nde bilenler için, gerçekten edebiyat bilglsl
ve k:iltürü pek geniş çok okuyucu için bile •Üç Hikayen.
ni n , hakettiğl kadar tanındığı söylenemez. Madam Bovarl
gibi, Salambo gibi fazla ü n l ü yapıtların ve öteki büyük ki­
tapların yanında bu küçücük eser biraz unutulmuş kal­
m ıştır. Oysaki gerçekte bu da onlar kadar değerli ve önem-
11 bir eserdir. Nitekim 'kitabı , kendisinden beklen'3cek olum­
luluk ve gerçek başarıyla d i l i m ize çeviren Asım Bezirci'nln,
edebiyatseverlere bir hizmet olarak baş yana aldığı Ren6
R istelhueber ve Maurlce Agul hon'un bu yoldakl eleştlrllerl
bu önemll noktayı iyi beli rtmektedir
F laubert'den sonra gelişen hikayeci l i k yolunda pek
çok usta ve değerli kOçük hikayecide örneklerlnl okudu­
!)umuz bu başarı l ı hikayeler hiç d e tazeliğinden ve canl ı -
1 ı öından yitirmemiş.

141
Ü ç hi kayeden Hkl tüm gerçekçi , sağlam, çevreyi ve
kişil eri iyi bel i rten b i r hikaye: · Saf Bir Kalp • bas it bir olay
ve g:.indel i k tutumlarla dolu kişiler içinde yazarın real ist
yönünün bir başarı l ı ürrin'ü nü veriyor. Buna karş ı l ı k • Ermiş
Jul ien'in Efsanesi • ve · Herod ias • ise hayalci, düşsü, ama
yine de dar bi r çerçeve içinde de olsa tarih anlamını ve
özetini veren romantik hikayeler. Bu çatışma Flaubert ' in
kara�terin l n de belirli bir anlatımını veriyor: Bu yolda en
güzel Faguet söylemiş: • Onda gerçeği yavan buıan bir ro­
mantik ve romantizmi boş bulan bir realist yaıı yana ya.
şar.• Ama iki yönünde de güçlü, hep kendine egemen,
olgun. ayrıntılara varıncaya dek di kkatl i , görüşü aydı n l ı k
b i r usta yazar. Bu kitap o n u en i y i belirten yapıtlardan biri
·

olarak d i l i mize kazandırı l m ı ş .

(Varlık, 1 5.9.1965)

142
İÇİNDEKİLER

Ü Ç H i KAYE

Saf Bir Kalp 7


Konuksever Erm i ş Jul.ien'in Efsanesi 49
Herodias 85

Ü Ç H I KAYE Ü STÜ NE

Rene Restelhueber
ü ç Hikaye, ı 13f
Maurice .A.gu lhon
Ü ç H i kaye, lı 1 35
Muhtar Körükç'Ü
ü ç H i kaye, ııı 14f

143

You might also like