You are on page 1of 139

Orijinal adı «il Giorno della Civetta» olan bu kitap İtal­

yanca asi ından Necdet Adabağ tarafından çevri idi.


Metin Matbaa'da dizilip basıldı. Tisa Matbaacılık
Sanayii'nde ciltlendi ve Ocak 1972 de Bestseller
Dizisinin 9 ncu kitabı olarak yayınlandı.

BABIL VAVINEVI

- Gelibolu Sok. 3/7 Kavaklıdere - Ankara

bcbl P. K. 319 Kızılay - Ankara


LEONARDO SCIASCIA
ROMAN
Ö N SÖZ

Ürpertici tasarımlar ya da aksine hayret dolu


bir inançsızlık duygusu uyandıran bir isim : Mafya.
c Bana siz söyleyin, yalnız yan Sicilya'yı değil A­
merika'yı da eğemenliği altında tutan, Sicilya'da,
ziyaretine giden gazeteciler tarafından büyük suç­
lamalarla halka tanıtılan bir şefin idaresinde, gizli
ve kudretli bir örgütün varlığı mümkün müdür? .. >
cBazı kişiler arkadaşlık, sempati yaratabilmek ye­
teneğine sahiptir çok zaman, işte bu insanlar bazen
sayılır ve sevilirler ... » «. . . Halkın sesinin mafya'nm
liderleri diye tanıttığı kişilerin en belirgin özelliği
içgüdüsel ve doğal bir nimet olan adalet anlayışıdır.
Bu da Tanrının önünde kulun kurtuluşunu sağlar.
Bu adalet anlayışı onları saygıdeğer yapar> (s. 76).

Bu, Mafya'nın süslenmiş bir tanımlamasıdır.


SicilyaWara göre Mafya tüm dünyanın bir uydur-

7
masıdır. Sicilya'da kamu sektöründeki idari işlerde
bir eşitsizlik düzeni yerleşmiştir. Bugünkü toplu­
mun doğuşu, başka neden aranmaksızın bu nedenle
açıklanabilir. Sicilyalılar asırlardır devleti doğal
düşmanları, soyut, uzak ve zalim bir kurum olarak
nitelemişlerdir. Sicilyalılar feodal ve dehşetli hak­
sız yöntemlerle donatılmış olan kendilerine özgü
adaleti ve yaşantılarını gizli bir örgüte, yani Mafya­
ya bağlayarak gerçekleştirmektedirler.

Sciascia'nın romanında bir kahramanının sa­


vunduğu gibi Mafya şerefli Sicilya halkına göre bir
uydurmadır : «Yerli Mafya çiçekleriyle, sağında de­
kan Don Calogero Guicciardo, solunda Marchica ol­
duğu halde Alvares binasının balkonunda görün­
müştü bir kez; konuşmasının bir yerinde - Mafya
çetesiyle ve Mafya ile ilgimin olduğunu sanmıyo­
rum; iyi bir katolik ve şerefli bir vatandaşınız ola­
rak, size, şimdiye kadar Mafya çetesinden hiç kim­
seyi tanımadığıma yemin ederim - demişti. Oysa
La Lumia yolunun meydanla kesiştiği yerde, ge­
nellikle hasımlannın mitinglerinde toplanan komü­
nistlerden kesin bir soru duyuldu - Peki yanınızda
duranlar kimdir, papaz okulu öğrencileri mi? - Sa­
yın milletvekili soruyu duymamış gibi yaparak Si­
cilya'da tarımın geliştirilmesi için gereken progra­
mı halka sunarken, meydandaki kalabalık gülüyor­
du.» (s. 61).
Sicilya'nın gerçeklerini tanımayan, kureyli, za­
manında partizanlık yapmış ve demokratik fikirle­
rin savunucusu olan jandarma yüzbaşısı bir cinaye­
tin soruşturmasını yapmak üzere kendini Sicilya'­
nın bir kentinde bulur. Bir inşaat müteahhidi Pa­
lermo'ya gidecek olan otobüse binmek üzereyken

8
öldürülür. Oradakiler ülkenin geleneklerine uyarak
cinayet yerinden kaçarlar : «Görünüşteki o uyu­
şuklukla, çan kulelerini seyretmek için uygun mesa­
feyi ararrruşcasına, arkalarından bakıp, meydanın
kenar kesimlerine doğru uzaklaşıyor, son bir ba­
kıştan sonra kaçıyorlardı.» (s. 23). Hiç kimse hiçbir
şey bilmemekte. Tüm halk «boynuzlama» olasılığı
üzerinde durmakta ve yüzbaşıya kadını aramasını
önermektedir.

Oysa yüzbaşı uyanık bir subaydır. Giderek bü­


yüyen zorluklara rağmen cinayetin nedenini bulur :
boynuzlama yüzünden işlenen bir cinayet değil, ta­
mamen Mafya'nın hazırladığı bir cinayettir. Üste­
lik yüzbaşının soruşturmalarda uyguladığı yöntem
polisin insancıl olmayan yöntemlerine benzememek­
tedir. Soruşturmalan kibarlık ve asalet örneğidir,
böyle Mafya şefinin bile övgüsünü kazanmıştır.

Kitabın özünü yüzbaşı ile Mafya şeflerinden


olan don Mariano Arena arasındaki konuşma oluş­
turmaktadır: «Ben - don Mariano devam etti -
hayatı oldukça tanırım; insanlık dediğimiz, söyle�
ken ağzımızı dolduran, rüzgarlar kadar hafif olan
o güzel kelimeciği beş sınıfa ayınnm : İnsanlar,
yarım insanlar, insancıklar, aptallar ve vak vaklar...
İnsanlar çok azdır bu dünyada; yanın insanlar da
onlar gibi, insanlık yarım insanlar olarak kalsa se­
vineceğim... Oysa daha kalitesizleri var insanların :
insanlan taklit eden maymun cinsinden olan bu ya­
ratıklar kendilerini üstün görürler her zaman, ba­
na göre bunlar insancıklar sınıfına girerler. Daha
sonra mantar gibi çoğalmakta olan aptallar ve vak
vaklarla birlikte çamurlu sularda yaşaması gere-

9
ken ördeğimsi insanlar gelmektedir. Çünkü yaşan­
tıları bir ördeğin yaşantısından daha anlamlı ve
amaçlı değildir . » . . (s. 117).

Ve sonra yüzbaşıya dönerek cBeni !sa misali


çarmıha gerseniz bile yine söylerim; siz bir insansı­
nız.»

cSicilya'nın en büyük sorunlarından biri de, u­


zak, soyut, insanlığın ve vatandaşının anlayışına
inemeyen hükümet ile eşitlik isteyen toplumsal ger­
çek arasında daima varolan uçurum. Bir sicilya'lı­
nın gözünde demokrasi kandırmacadan başka bir
şey değildir : cHalk, demokrasi, v.s. halkı aldatma­
sını bilen kişiler tarafından masa başında uydurul­
muş şeyler, tüm insanlık zaten saygıyla konuşula­
rak aldatılmıştır. İnsanlık Ficuzza ormanının eski
halini andıran bir boynuz ormanıdır. Boynuzların
üzerinde kimlerin dolaştığını biliyor musunuz? Ak­
lında iyi tut : Birincisi rahipler; ikinci olarak poli­
tikacılar; halkla beraber olduklarını, halkı sevdik­
lerini söyledikçe, boynuzlar o derece ayaklanna ba­
tar; üçüncüler senin ve benim gibiler... Ayağımız
bir kaydımı, politikacılar, rahipler ve bizler boynu­
zun üzerine oturabiliriz, bu gerçek olan bir şey :
ama içimizi parçalasa da içimizde olan bir şey,
oysa başında taşırsan boynuzlanmış olursun ... > (s.
66).

Sicilya'nın acılığı gibi acı bir gözlem. Sicilya,


asırlardır uşaklığa alışmış, Devleti, hükümdarları­
nı - İspanyollar, Borbonlar - yabancı, uzak, düş­
man ve sömüren kurumlar olarak duyan insanları
kapsayan bir ülkedir.

10
Partizan ve iyimser olan kuzeyli yüzb�ı bir
insandır, ama yenilecektir o da. Mafya kuvvetlidir.
Yüzbaşının suç unsurlarından kurduğu şato yıkıla­
caktır. Ama Sicilya'dan edindiği tecrübeden ötürü
o topraklara bir aşk, bir sevgi ile bağlanacaktır :
«Eve varmadan önce Sicilya'yı gerçekten sevdiğini
ve döneceğini düşünüyordu : - Kafamı oralarda
parçalayacağım - dedi yükEek sesle.» (s. 136).

Sciascia'nın romanı - kısalığına rağmen


Verga'dan, Tommasi di Lampedusa'ya kadar olan
Sicilyalı yazarların çizgisindedir. Aktardığı atasöz­
leri Verga'nın Malavoglia'sını hatırlatmaktadır :
«Bianca campagna nera semenza : luomu ehe fa,
sempre la pensa» (s. 29) ; «Cu si mitti cu li sbirri,
ci appizza lu vinu e li sigarri» (s. 64) ; «E lu cuccu
ci dissi a li cuccuotti : A lu chiarchiaru noi vedrem­
mo tutti» (s. 99).

Sicilya acı gerçekleriyle gözler önüne serilmiş"


tir. Romanın kahramanları - geride güneyle kuzey
arasındaki çelişki ile - özünde fatalist bir kabullen­
me oluşturan gerçeğin kesin çizgileriyle tanımlan­
mıştır. Çünkü Sciascia'nın sözlerinde, toplumsal bir
konuya değinmekle birlikte Gattopardo'nun inanç­
sız, acı dolu ve yılların Sicilya'sının anlatımı var­
dır : Her şey değişebilir, değişmelidir, yeter ki hiç­
biri değişmesin. Sicilyalıların düşünüş ve anlayış
tarzında değişmesini istemedikleri bir gerçeğin ka­
bullenmesi vardır : Yazarın en fazla yapacağı, dur­
gun ve soğukkanlı bakışlarıyla izlemektir olanları.

11
Belki bunun için Sicilya'da gerçekçilik üstün geldi.
Ortamın baskıdan kurtulması sanatın simgelediği
sinirli arınımla gerçekleşebiliyor ancak, çünkü sana­
ta, vatandaşa tanınmayan imtiyaz tanınmaktadır.
Yazar suçluların yaptığı bir kanunun görmeyi, ko­
nuşmayı ve duymayı yasakladığı bir yerde olayları
izlemek ve çekinmeden söylemek zorundadır. Bu a­
cı ve ıstırap dolu kaynaktan ötürü, Sciaseia'nın
sayfalarında etkisiz bir öfke ve aşktan oluşan, ses­
siz bir haykırış gibi, bir yargı kendini gösterir. Son
bölümdek i yüzbaşının duyguları bunun belirgin sim­
gesidir «Bu haberleri düşünerek usandırıcı
bir sessiz öfkenin etkisinde Parma'nın caddelerini
dolaşıyordu rasgele » ( s. 131) . Ama sonunda Sicli­
ya'yı şeytana, «Şeytan görsün yüzünü Sicilya'nın,
şeytan görsün» (s. 136), göndermek istese de yine
de cazibesiyle, sıcaklığıyla tüm ltalya'yı kapsamak­
ta olan o yabancı, garip ve kuvvetli topraklara se­
vecenikle bağlıdır.

Eleştiri, belge ve roman. Giderek birbirlerini


tamamlayan sözcüklerdir. Eleştiri, belgesel tanımla­
malar, makaleler ve tarih, gerçek olayları konu a­
lırken, romanlar gerçek olmayan düş ürünü yapıt­
lardı. Bugün arbk böyle değil ; roman da eleştiri ve
belgesel nitelik taşımaktadır. Neorealist aşamada
gerçekçi bir yöntemle, belirli bir toplumsal ortamı
fakirliğiyle, acısıyla, ıstırabıyla ortaya koyan bir
gerçektir roman.
Neorealist dil buna yardımcı olmaktadır. Sci-

12
ascia'nın, jandarmaların tipik bürokratik soruştur­
malarının stil i görülmektedir. Makale ve eleştiri ar­
tık güzel söz örneği değildir. Toplumsal gerçekçilik
bir sanatçının yaratabileceği tüm düşlem ürünü o­
lan alemden daha canlı ve daha ilginçtir. Hem son­
ra rüyaları, tasarımları kapsayan temlerin fayda­
sızlığı fark edilmiştir. İnsanlar içine gömüldükleri
yaşantıyı ayrıntılarıyla, sadizmiyle ve çıkarlarıyla
daha çok maddi çıkarlarıyla tanımak isterler.
Romancıyı eleştirmene ve sosyoloğa yaklaştı­
ran ilişki budur zaten.
Sicilya'da Danilo Dolci, ancak bir sosyoloji bi­
lim adamının hazırlayabileceği yapıtıyla, bilimsel o­
larak gerçekleştirdiği toplumsal araştınlarını, top­
lumsal şiir ve eleştiri seviyesine ulaştırdı.
Bu türler arasında artık belirgin bir sınır yok­
tur. Bu, estetik savların anlan sınırlamış olmasın­
dan değil, daha çok çirkinliği, zavallılığı ve Sciasci­
a'nın dediği gibi, yaşantılarını güçlükle ve sefaletle
sürdüren cboynuzlulan:. kapsayan toplumla olan
ilişkilerinden doğmaktadır.

iV

Bu tarzda yazdığın zaman yani hikayemsi


değil, bir belgesel nitelik taşıdığı zaman (1) - yaz­
mak tehlikelidir. Mafyanın şakası yoktur : öldürür.

(1) Sciascia'nın romanıyla belgesel bir araştırı arasında yapıla­


cak bir karşılaştırma daima mümkündür : cPonte> dergisi­
nin 3 1 . Mayıs - 30 Haziran 1971 sayısını okumak yeterli­
dır. Pietro Buttita'nın derlemesi olan yazı cMafya üzerine
meclis soruşturma komisyonunun sağladığı belgeleri> kap­
samaktadır.

13
Yazar öğrenir, bilir ve gorur, ama yasal kanıtlan
yoktur. İftira attı diye yargılanabilir : bunun için
tedbirli olmak yerinde olur. Son zamanlarda gazete­
ci Di Mauro, 1970 in modern Sicilya'sında garip bir
şekilde ortadan kayboldu. Tıpkı uçucu bir gaz gibi
boşlukta yokoluverdi. Belki Palermo'da bir binanın
temelinde yapılmış tabutunda yatmakta ya da bu­
günkü metodlara uygun olarak, kemikleri, !1 alkçı
parlamenterlerin ve adanın idarecilerinin modern
arabalarıyla üzerinden geçtikleri otobandların asfal­
tı veya taşlarına karışmaktadır.

Sciascia tüm bunları anlatmak zorundadır ama


«... tam bir yıl uğraştım ; bir yazdan ötekine, daha
kısa yazmak için ; tüm zamanımı buna vererek de­
ğil tabii, b azı sorunlarımın ve uğraşılarımın yanısı­
ra oldu bu çalışmam. Kitabı kısaltmak istememin
nedeni, ölçüden, ritmden ve kapsamdan çok, tanı­
tılmaktan az çok gücenecek olan şahsiyetlerin cep­
he almasından korunmak içindi. Çünkü ltalya'da,
bilindiği gibi ne azizlerle, ne de devlet adamlarıyla
şaka edilmez, nerede kaldı ciddi konuşmak. Ameri­
ka'da, filmlerde, romanlarda, aptal generaller, üç­
kağıtçı hakimler, dolandırıcı polisler olabilir. İngil­
tere'de Fransa' da (bugüne dek böyleydi ) , lsveç'te
olduğu gibi. İtalya oysa bunların hiçbirine sahip
olmadı, olmaz ve olmayacak asla.»

Yazar yazdıklarının sorumluluğunu almalıdır.


Yazdıklarının cevabını vermelidir, çünkü herkes
yazarın şaka etmediğini, gerçeği söylediğini, kirli
işlerle uğraşanları suçladığını ve onları sorumluluk­
larına çivilediğini bilir. «Kendimi başkalarına ha­
karet ve küçümseme olabilecek suçlamaları yapa-

14
cak kadar kahraman hissetmiyorum; serbestçe
yazmak istemiyorum. Bunun için tasarımın Devle­
tin kanunlarını, hatta kanundan öte, onu saydıran­
ların alınganlığının ruıtığını görünce kısaltmak, da­
ha çok kısaltmak istedim» Çünkü kitabı dolaysız
olarak, acımaksızın suçluları gösteriyordu. Kendisi
için aldığı tedbir bir tarafa - bu toplumsal sorun­
dan uzaklaşmak gib i görünebilir - yazarın, kitabı
bitirirken koymuş olduğu açıklamasında, kendine
özgü eğitimin himayesine, haksızlıklarıyla, kusur­
lanyla gizlenmek isteyen bu uyduruk topluma kar­
şı polemikleri daha yakıcı ve kamçılayıcı olarak
görünmektedir.

Edebiyat öncü bir kuvvettir. Yazar şatafatlı sa­


lonların süsü değildir artık. Dante'den Alfieri'ye
kadar, İtalya'da kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde
yazan salon yazarları kadar, rahatsız olmaktan çe­
kinmeyen yazarların sayısı az değildir. cYaşantı
zaten çok ıstırap verici, bunu daha çok hüzünleştir­
menin anlamı yok bence» bana böyle diyordu bir
salon hanımı, r leri fransızca konuşurmuşcasına te­
laffuz ederek. Evet, onlara göre, edebiyattan yruıan­
tının sorunları, bir takım yenilik önerileri ve giri­
şimleri değil, gerçeklerden kaçış beklemek gerekli­
dir. Bu ancak Sciascia'nın Mafya şefinin insanlığı
cinsanlar, insancıklar, aptallar, ördeğimsiler» ola­
rak sınıflandırmasında cvak vak» yapmaktan bruıka
yetenekleri olmayan ördeğimsi tiplerin yargılarıdır.
Oysa edebiyat hayattır, kandır, özdür. İnsanın ger-

15
çek varlığıyla, eşitliğe giden yepyeni yolları göster­
mesi için varolan ve suçlanan fakirliğiyle beslenen
bir yapısı vardır.

VI

Il giomo della civetta Siciascia'nın ilk yapıtı de­


ğildir. Diğer yapıtları şunlardır : Favole deUa ditta·
tura ( Roma, 1950) ; La Sicilia e il suo cuore ( Roma,
H:52) ; Pirandello e pirandellismo ( Caltanisetta,
1953) ; Le parrocchie di Regalpetra, ( Bari, 1956) ;
Gli zil di Sicilia (Caltanisetta, 1961 ) ; Pirandello e
la Sicilia. (Caltanisetta, 1961) ; Il consiğlio d'Egitto
(Torino, 1963) ;Morte dell'inquisitore (Bari, 1964) ;
L'onorevole (Torino, 1965) ; Feste religiose in Sici­
lia (Bari, 1965); A ciascuno il suo (Torino, 1965) ;
Recitazione della litapritane dedicata a A. D. (Tori­
no, 1969).

Çalışmaları, ihtiyatlı açıklamalanna rağmen


önemlidir. Sciascia İtalyan edebiyatında iz bıraka
cak bir yazardır.

1921 yılında Agrigento'ya bağlı Recalmulto ka­


sabasında doğdu, Caltanisetta'da öğretmen okuluna
devam etti ve 1942 de mezun oldu. Hocalan - Bran­
cati, Monaco, Bonavia - antifaşist yönelimi ona
tanıttılar. M arxist öğretiye yaklaştı ve tamamen
benimsemedi. Dinsel anlayışı illuministerin felsefe­
siyle bağdaşmaktadır. Bir zaman için ilkokul öğret­
menliği yapmış ve sonra çeşitli işlerde bulunmuştur.
Roma'da ve Caltanisetta'da yaşadıktan sonra Pa­
lermo'ya yerleşmiştir.

16
vn

Sciascia üzerine tam bir eleştiri D Castoro se­


risinde La Nuova Italia (Floransa) tarafından ba­
sılmıştır. Bunu W. Mauro derlemiştir. Bu yapıtta
yazann çeşitli eserlerinin eleştirisinden başka, bir
bibliografik eleştiri (s. 103 - 120) yer almaktadır.
Sciascia ile Pier Paolo Pasolinide ilgileni de ilgilen­
di (La confusione degli stili, «Ulisse», 1957); Bu
arada Gaetano Trombatore (Scrittori del nostro
tempo, Palermo, 1959); Gaetano Mariani (La gio­
vane narrativa italiana fra documento e poesia
1962); Enrico Falqui (C'e' prosa e prosa, Firenze,
1969); Giancarlo Vigorelli (Tempo illustrato, 23.
fesb. 1963); Armanda Plebe (Discorso semisario
sul romanzo, Bari, 1965); Filippo Cilluffo (Leonar­
do Sciascia : Cinque immagini delle Sicilia in «Nuovi
quaderni del meridione», 1965); Giuliano Manacor­
da (Storia della lett. İtaliana contemporanea, Ro­
ma, 1967) ; Carla Salinari (Preludio e fine del rea­
lismo in Italia, Napoli, 1967) ; Sciascia üzerine bir
takım eleştiriler yayınladılar. Dışarıda, özellikle
Fransa'da birçok eleştirmen Sciascia ile ilgili eleştiri­
ler yazdılar. Philippe Renard 8. Kasım tarihli cLe
Monde» da Sciascia'nın toplumsal yöntemini belir­
ten eleştirisini yazdı. Ve yine Renard 11 Mayıs 1970
tarihli cLe Monde» ta Sciascia'nın son romanı olan
Recitazione della oontroversia liparit.ana dedicata
ad A. D. ile ilgilendi.

İtalyan edebiyatının ünlü bir tanıyıcısı olan Do­


minique Fernandez c:La quinzaine» de önemli bir e­
leştiri yayınladı (15. Mayıs, 1967).

17
Son zamanlarda yayınlanan makaleler Sciasci­
a'nın gerçek değerini ortaya koymakta gecikmedi­
ler Gino Pampaloni «il corriere della sera» (15. Ma­
yıs. 1967) Sciascia'nın son kitabı üzerine bir takım
eleştirilerde bulundu. Aynı kitaba 27. Mart. 1970 ta­
rihli «Stampa» da Lorenzo Mondo değindi; Salvato­
re Battaglia mayıs 1970 tarihli cDramma» dergisin­
de yazarımızın edebiyattaki yerini saptadı. (La ve­
rita pubblica da Sciascia) .

Tüm bu araştırılardan, yazarın yalnız Edebiyat


alanında değil, tarihsel araştırı ve belgesel eleştiri
sahasında olan çalışmalarını da öğrenebiliriz. Scias­
cia için roman tarihin kötülüklerine bakmış olan in­
sanların dramını anlatmaya yarayan bir gereçtir.
Bassani gibi bazı romancılar için cdüzyazı ltalen
bireyin yaşantısının ruhi çelişkileriyle, varoluş so­
runlarıyla anlatımıyken, Sciascia bu savı gözönünde
tutmayarak insanlığın müşterek kaderini tarihin
kötülüklerine gömüp, bireyin dramını toplumun kay­
gısızlığı ve yetersizliğiyle anlatmaya çalışmıştır> (1).

Paolo ANGELERİ

(1) Baktaglia, La verita pubblica di Leouardo Sciascla, cll


dramına>, maggio, 1970.

18
Otobüs kalkmak üzereydi, ani sürtünme ve gı­
cırtılardan ötürü sağır edici gürültüler çıkarıyordu.
Meydan günün alacakaranlığında sessizdi, Matrice
çan kuleleri ince bir sis tabakasının ardında kalı­
yordu : Yalnız otobüsün gürültüsü ve simitçinin
alaycı, ısrarlı «sıcak simit, simit» diye bağıran sesi
dolduruyordu meydanı. Biletçi kapıyı kapattı, oto­
büs korkunç gürültülerle hareket etti. Biletçi mey­
dana baktı son kez ve otobüse doğru koşan siyah
elbiseli adamı gördü; şoföre - bir dakika - dedi,
otobüs yavaşça ilerlerken kapıyı açtı. O anda para­
layıcı iki el sil3.h sesi duyuldu : Sahanlığa atlamak­
ta olan koyu elbiseli adam görünmeyen bir elle saç­
larından tutulmuşcasına havada bir dakika asılı
kaldı : Elindeki dosya düştü ve sonra yavaşça dos­
yasının üzerine yığıldı.

Biletçi küfretti : Yüzü kükürt rengini almıştı,


titriyordu. Vurulan adamdan üç metre uzakta olan
simitçi bir yengeç gibi yan yan kilisenin kapısına
doğru uzaklaştı. Otobüste hiç kimse yerinden kı­
mıldamamıştı, şoför sağ eli el freninde sol eli di-

21
reksiyonda, taş kesilmişti sanki. Biletçi, bakıştan
yoksun olan, körlerin yüzüne benzeyen yüzlere bak­
tı ve «onu öldürdüler» dedi, beresini çıkarttı, elle­
riyle sinirlice taradı saçlarını ve küfretti bir kez
daha.

«Jandarma» dedi şoför. «Jandarmayı çağırma­


lıyız.»

Kalktı ön kapıyı açtı, «Gidiyorum» dedi bilet-


çiye.

Biletçi ölüye ve yolculara bakıyordu. Kadınlar


da vardı otobüste ; ağır bezden yapılmış torbalarını
ve yumurta dolu sepetlerini her sabah pazara götü­
ren ihtiyar kadınlar; giysileri ahır, yanık tahta,
yonca kokuyordu ; genellikle söylenen beddua eden
ihtiyarlar şimdi sessizce duruyorlardı, asırların ses­
sizliğinden çıkmışa benziyordu yüzleri.

Biletçi ölüyü göstererek cOnu tanıyor musu­


nuz?» diye sordu.

Hiç kimse cevap vermedi. Biletçi küfrediyordu


durmadan, o hattaki yolcularca tanınmış ünlü bir
küfürbazdı, severek küfrederdi : Hatta işine son
verilmekle korkutulmuştu bir kez. Otobüsteki ra­
hip veya rahibelerin varlığını gözetmeksizin küfret­
meyi adet edinmişti. Siracusa bölgesindendi, cina­
yete alışkın değildi : Sıracusa bu yönden geri kal­
mıştı belki de; bu yüzden her zamankinden daha
ateşli küfrediyordu.

Jandarmalar gelmişlerdi, gelişi güzel traşlı baş­


çavuş yarı uykuluydu. Onların gelişi yolcuların gev­
şekliğinde bir alarm etkisi yaptı : Ön ve arka kapı-

22
dan inmeye başladılar. Görünüşteki o uyuşukluk­
la, çan kulelerini seyretmek için uygun mesafeyi
ararmışcasına, arkalarına bakıp, meydanın kenar
kesimlerine doğru uzaklaşıyor, son bir bakıştan son­
ra kaçıyorlardı. lşıklann süzülüşünü andıran bu
kaçışın farkında değildi başçavuş ve jandarmalar.
Ölünün etrafını, şimdi, elli kadar insan ve kalfa o­
kulunun işçileri çevirmişti. İşçiler sekiz saatlik iş
süresini boş geçirtecek kadar önemli bir olayla k ar­
şılaştıklarına inanamıyorlardı bir türlü. Başçavuş
meydanı boşaltmalarını ve yolcuları otobüse bindir­
melerini emretti Jandarmalara : Jandarmalar, me­
raklıları meydana açılan yollara doğru itiyorlar ve
bu arada yolcuların yerlerini almalarını istiyorlar­
dı. Oysa, meydan boşaldığı zaman, otobüs de bo11tu;
yalnız şoför ve biletçi yerlerindeydi.

«E nasıl iş bu?» diye sordu başçavuş şofö­


re. «Bugün yolcunuz yok muydu?-.

cBirileri vardı,> diye cevap verdi unutkan


bir ifadeyle şoför.

«Birileri h a» dedi başçavuş. cDört, beş ki­


şi demek istiyorsunuz; ben bu otobüsün tek bir boş
yerle dahi hareketini görmedim.•

cBilmiyorum» dedi şoför hatırlamaya çalı­


şarak. cBilmiyorum; birileri, diyorum, böyle rast­
gele; dört beş kişi değildi tabi, daha fazla vardı,
belki otobüs doluydu. Ama ben otobüstekilere bak­
mam ki hiç... Yerime geçer yola koyulurum, bana
maaşı yolu izliyeyim diye veriyorlar.-.

Başçavuş sinirden titreyen eliyle yüzünü sıvaz­


ladı ve c anladım» dedi, esen yalnız yolu izliyorsun;

23
ya sen - kızgın hir ifadeyle biletçiye döndü - sen
de bilet kesiyor.;un, para alıyorsun, paranın üstü­
nü veriyorsun, bu arada yolcuları tek tek sayarken
onları yakından görüyorsun. Sana nezarette hatır­
Latmamı istemiyorsan otobüste kimlerin olduğunu söy
lemelisin bana... Üç yıldan beri bu hatta çalışırsın,
üç yıldan beri seni Caffe İtalia'da görürüm : Bu
köyü benden daha iyi tanırsın sen ... »

«Köyü sizden daha iyi kimse tanıyamaz.»


Bir iltifattan kaçınırcasına gülümseyerek konuş­
muştu biletçi.

«E peki - sırıtarak ekledi başçavuş - ön­


ce ben sonra da sen : Oldu mu? ... Ama ben otobüs­
te yoktum; bunun için hatırlamak sana düşer; ba­
na on kadar isim vermek zorundasın.»

«Hatırlamıyorum, anamın brujı üzerine yemin


ederim ki hiç kimseyi hatırlamıyorum; şu anda rü­
ya görüyormuşum gibi geliyor bana.»

«Seni uyandırırım ben, uyandırırım seni - kız­


mıştı baı;çavuş - iki yıl içeride kalırsan, uyanır­
sın ... » Sözünü yarıda bıraktı ve karşıdan gelmekte
olan sorgu hakimine doğru yollandı. Ölünün kim­
liğini ve yolcuların kaçışını otobüse bakarak açık­
larken, alıştığımız bir şeyin ansızın yokoluşu gibi,
aradığımızı buluncaya kadar, bizde boş bir Şrujkın­
lık yaratan bir şeylerin eksikliğini duyuyordu.

«Bir şeyler eksik.» Brujçavuş, sayman diplomalı


S. jandarma karakolunda bulunan jandarma Sposi­
to'ya mırıldanıyordu. «Bir şeyler veya birileri
eksik. .. »

24
«Simitçi,» diyerek jandarma Sposito atıldı.

«Aman Allahım; simitçi.» Başçavuş sevindi ve


ülkesinin okullarını düşündü bir an; boşuna vermi­
yorlardı sayman diplomasını.

Jandarmanın biri simitçiyi aramaya koyuldu :


Nerede bulacağını biliyordu; genellikle, bu birinci
otobüsün kalkışından sonra, ilkokulların kapısında
simidini satmaya giderdi. On dakika sonra şaşkın
ifadesiyle başçavuşun önündeydi simitçi.
«Burada mıydı bu?» diye sordu başçavuş, bi­
letçiye, simitçiyi göstererek.

cEvet» dedi başını önüne eğerken.


cÖyle ise - bir baba yakınlığıyla konuşuyor­
du başçavuş - bu sabah sen, her zamanki gibi bu­
raya simit satmaya geldin ve her sabahki gibi Pa­
lermo'ya kalkan ilk otobüsü gördün.. > .

cBenim izin belgem var» dedi simitçi.


cBiliyorum» dedi başçavuş sabır dileyen göz­
lerini göklere dikerek. «Onu sormuyorum senden;
benim bilmek istediğim başka... Bana onu söyler­
sen, seni simitlerini satmaya yollanın; kim ateş et­
ti?:.

cN'oldu.» Şaşkın ve meraklı bir tavırla sordu


simitçi. cBiri ateş mi etti?»

cSaat altıbuçukta; Cavour yolunun köşesin­


den 12 mm. lik veya boyu kısaltılmış bir yivli nam­
luyla lupara mermisi kullanılarak iki el ateş edilmiş...

26
Otobüste olanlar, ifadelerine göre, hiç bir şey gör­
memişler, otobüste kimlerin olduğunu ogreneme­
dik zaten, çünkü daha ben olay yerine gitmeden kaç­
mışlardı bile. Yalnız bir simitçi Via Cavour ile Gari­
baldi meydanının kesiştiği yerde, kilisenin köşesi­
ne konulmuş kömür çuvalına benzer bir şeyleri gör­
düğünü, ve o kömür çuvalından iki el ateş edildiği­
ni olaydan ancak iki saat sonra hatırlayabildi. He­
defe yakın olmasına rağmen kurşunların onu bul­
mamasından ötürü Azize Fara'ya on kilo nohut a­
damıştı. Biletçi kömür çuvalını görmediğini, otobü­
sün sağ tarafında oturan yolcularsa camların, zım­
paralanmış gibi, bulanık olduğunu söylüyorlardl.,
belki de doğruydu söyledikleri.. .Sosyal mesken in­
şaatı, kanalizasyon, şehir içi yollan gibi yirmi mil­
yon lireti geçmeyen taahhütler alan küçük bir inşa­
at kooperatifinin idarecisiymiş Salvatore Colasber­
na, bir duvar ustasıymış. Bu kooperatifi on yıl ön­
ce iki kardeşi ve köyün dört - beş duvarcısıyla birlik­
te kurmuşlar ; bir mühendis direktör gibi görün­
mesine rağmen idari işleri de o denetliyormuş... Hiç
te fena gitmiyormuş işleri : O ve ortaklan ücretli
işçi gibi küçük bir kazançla bile yetiniyorlarmış. . .

tık yağmurla birlikte yerle bir olacak evler yapmı­


yorlarmış asla. Bir köy evi görmüştüm bir gün, bir
ineğin sürtünmesiyle çökmüştü mukavva kutu gibi.
Ama qnu Colasberna ortaklığı değil, büyük bir in­
şaat ortaklığı olan Smiroldo şirketi yapmıştı : dü­
şünebiliyor musunuz, bir ineğin sürtünmesiyle yıkı­
lacak bir ev... Colasberna, dediklerine göre, sağlam
iş yaparmış; gerçekten yaptırdıklan Madonna di
Fatima yolu tüm kamyonların geçit yolu olmasına
rağmen bir santim bile çökmedi; oysa büyük koo-

26
peratiflerin yaptırdığı yollar bir yıl geçmeden de­
venin sırtına benziyor... Daha önceden suç işlemiş
miydi; evet, dokuzyüzkırk, üç kasım bindokuzyüz­
kırk yılında otobüsün birinde seyahat ederken, gö­
ründüğü kadarıyla otobüsler ona uğursuzluk getiri­
yor, Yunanistan'a yapılan saldından söz ediliyor­
muş : Biri 'Onbeş gün içinde ezeceğiz onları' deyin­
ce, Colasberna dayanamayıp 'Yumurta mı zannet­
tin' demiş. Otobüste bir milis varmış, onu şikayet
etmiş. Nasıl, anlayamadım efendim... Çok özür di­
lerim, siz bana suç işleyip işlemediğini sordunuz,
ben de elimdeki sicilinden daha önce suç işlediğini
söyledim... Tamam, efendim, nasıl arzu ederseniz,
hiç suç işlememiş olsun ... Ne dediniz? Ben mi fa­
şist! Ben faşistleri görünce belalarına uğramıya­
yım diye tanrıya yalvarıyorum... Evet efendim, bu­
yurun efendim.»

Ahizeyi sinirli bir nezaketle yerine koydu, men­


diliyle alnını sildi, «Bu zamanında partizanmış:. de­
di. «Denemediğim bir partizan kalmıştı zaten.»

Colasberna kardeşlerin ikisi Santa Fara inşaat


kooperatifinin diğer ortaklanyla birlikte yüzbaşının
gelmesini bekliyorlardı : İki kardeşin günlerdir traş
olmadığı belliydi, gözleri kanlanmıştı. Boyunların­
da siyah kaşkollan duruyordu. Tüm ortaklar siyah
giysileri içinde S. Jandarma Karakolunun salonun­
da, gözlerini karşıdaki nişan talı tasına ve altındaki
ckurşun boşaltılacak yer» yazısına dikmiş hareket-

27
siz oturuyorlardı. Orada bulunmalarının verdiği u·
tanç büyüktü. Ölüm hiç bir şeydi utançlarının ya­
nında.

Onlardan biraz uzakta, sandalyenin kenarına


ilişmiş, genç bir kadın oturuyordu : Daha sonra
gelmişti ; emir çavuşuna başçavuşla konuşmak iste­
diğini söylemişti : Yüşbaşı gelmek üzereydi, bu yüz­
den yapılacak işleri vardı başçavuşun ; bunun üze­
rine kadın «bekleyeceğim» demiş ve sandalyenin
kenarına ilişmiş kalmıştı. Ellerini o kadar çok ha­
reket ettiriyor ki, onlara bakmakla sinirleri bozulu­
yordu insanın. Onu şahsen tanıyorlardı, o köyden
olmayan bir ağaç budayıcısının karısıydı. Yakınlar­
daki B. köyündendi kocası; savaştan sonra S. ye
yerleşmiş, orada evlenmiş, karısının serveti ve ka­
zancından ötürü bu fakir köyde hali vakti yerinde
sayılan biri olarak tanınmıştı. Santa Fara 'nın ortak­
ları, «kadının kocasıyla kavga ettiğini ve şikayete
geldiğini» düşünüyorlar ve yalnız bu düşünceyle u­
tanç duygularından arınıyorlardı.

Bir arabanın avluya gelip durduğunu duydular


ve ardından koridordaki ayak seslerini. Başçavuş
odas'lllın kapısını aÇJ.p, tavanı inceleyecekmiş gibi,
kafasını kaldırıp selama dururken yüzbaşı adamla­
nn beklediği salona girdi. Genç, uzun boylu, açık
tenliydi; Santa Fara'nın ortakları yüzbaşının ilk
konuşmalarından «kuzeyli» olduğunu saptadılar,
avunç ve küçümsemeyle birlikte, «kuzeyliler görgü­
lüdür ama bir şeyden anlamazlar» diye düşündü­
ler.

Yeniden yanyana, başçavuşun odasında, ma­


sanın önünde oturdular : Yüzbaşı başçavuşun koltu-

28
ğuna geçti, başçavuş ayakta duruyordu ve yan ta­
rafta jandarma Sposito yazı makinesinin başına
geçmişti. Genç bir çocuğun ifadesi vardı Sposito'nun
yüzünde, oysa Colasberna kardeşler ve ortakları
onun varlığından ölüm heyecanı duyuyorlardı, insaf­
sız soruşturmanın ve siyah yazıların korkusu daha
da ürkütiiyordu onları. Beyaz tarla, siyah tohum :
Onu eken düşünür her zaman: Yazının bilmecesi
buydu.

Yüzbaşı başsağlığı dileyici sözler söyledi ve


gecikmesinden, onları karakola Qağırmasından ö­
türü özür diledi. Bir kez daha «kuzeyliler nasıl gör­
gülü oluyor» diye düşündüler, ama bu arada, meh­
tapta, parmağı tetikte tavşanı bekleyen bir avcı gi­
bi, elleri makinanın tuşları üzerinde dikkatle ve
heyecanla bekleyen Sposito'yu gözden kaçırmıyor­
lardı.
«İlginç,» dedi yüzbaşı, ara verilmiş bir konuş­
maya devam edercesine. «Bu taraflarda, imzasız
mektuplarla avunuyorlar, hiç kimse konuşmuyor,
oysa şansımıza, jandarmaların şansına, herkes ya­
zıyor. İmzalamayı unutuyorlar ama yazıyorlar yi­
ne de. Her cinayette, her hırsızlık olayında al sana
on tane imzasız mektup masamın üzerinde; aile kav­
gasından tutun sigortadan para çekmek için düzen­
lenen hileli iflaslara, hatta jandarmaların aşkları­
na kadar.» Başçavuşa güldü, Santa Fara'nın ortak­
ları yüzbaşının, jandarma Savarino'nun tütüncü
Palizzolo'nun kızıyla olan aşkını ima ettiğini anla­
dılar; tüm köy onu biliyordu ve Savarino'nun baş­
ka bir yere tayini bekleniyordu.
cColasberna olayından ötürü» yüzbaşı konuş­
masına devam etti cbeş tane imzasız mektup aldım;

29
daha önceki gün meydana gelmiş bir olay için ol­
dukça iyi bir sayı; daha çok gelecektir... Colasber­
na kıskançlık yüzünden öldürüldü, biri öyle eliyor
imzasız mektubunda ve kıskanç kocanın ismini ve­
riyor... »

cSaçma» dedi Giuseppe Colasberna.

«Bence de öyle» dedi ve devam etti yüzbaşı


« . . . yanlışlıkla öldürüldü, bir başkasına göre : Per­
ricone diye birine benziyormuş, o şahıs ta, yine
mektubu yazan kişiye göre, yakında kendini bekle­
yen kurşunu yiyecekmiş.»

Ortaklar bakışlarıyla brbirlerini gözlediler.

«Olabilir» dedi Giuseppe Colasberna,

«Olamaz» dedi yüzbaşı, cçünkü mektubun de­


ğindiği Perricone onbeş gün önce pasaport aldı ve
şu anda Liegi'de, Belçika'da bulunuyor : Siz belki
onun Belçika'ya gittiğini biliyordunuz, oysa mek­
tubun sahibi bilmiyormuş : Onu öldürmek isteyen
birinin bunu bilmesi gerekirdi... Size bundan başka
bilgi vermiyeceğim, yalnız bunlardan birini göz ö­
nünde tutmanızı rica edeceğim, çünkü, bence, iyi
bir ipucudur bizim için . . . İşiniz, rekabet ve taahhüt­
ler : İşte size, cinayetin nedenini arayacağınız yer­
ler.»

Ve yine birbirini izleyen bakışlar.

«Olamaz» dedi Gieuseppe Colasbema.

«Oysa, olabilir» dedi yüzbaşı, csize neden ve


nasıl olduğunu anlatacağım. Sizin konunuz bir ta­
rafa, bu taahhütler üzerine oldukça bilgim var : Ne

30
yazık ki yalnız bilgiler, kanıtlarım olmuş olsaydı...
Bu bölgede, bu kesimde on tane taahhüt işleri a­
lan kooperatif düşünün, her koopratifin kendi ma­
kinalan, kendi gereci olsun: Bunlar geceleyin yol
boyunca ve şantiye binasının yakınında bırakılır;
makinaların korunması gerekir, anlan çalışmaz ha­
le getirmek için bir parçasını hatta bir vidasını çı­
kartmak yeterlidir; ondan sonra günlerce uğraş
dur. G€reç, mazot, katran ve cüseni yakmak veya
ortadan kaldırmak çok zor değildir. G€reç ve ma­
kinaların yakınında bir baraka içinde bir iki işçi
kalabilir, ama işçiler uyurlar; oysa hiç uyumayan
kişiler de var, beni anlıyorsunuz. Bu araç ve gere­
cimizi korumak için gece uyumayanlara yönelme­
miz yerinde olmaz mı? Sizin makinalan da koru­
mak için önerilerde bulunuldu; tedbirsizlik edip
onu geri çevirmiş olsaydınız size onu kabul ettire­
cek bir takım olaylar oluşacaktı... İnatçılar da yok
değil Kabul etmeyenler hatta bıçağı boğazına da­
yasanız bile kabul etmeyecek kadar inatçı olanlar.
Siz, davranışınıza göre, inatçısınız galiba; veya
yalnız Salvatore öyle idi.»
cBunlardan hiç haberimiz yok» dedi Giuseppe
O:ılasberna; diğerleri hayret dolu bir ifadeyle onay­
ladılar arkadaşlarını.

cOlabilir» dedi yüzbaşı, «olabilir... Ama daha


bitirmedim. Dediğim gibi on tane kooperatif var; ve
dokuzu korunmayı kabul ediyor, istiyorlar. Eğer
yalnız bekçiliğin kazancıyla yetinmiş olsa bu örgüt,
hangi örgütten bahsettiğimi anlıyorsunuz, oldukça
fakir bir örgüt olur; oysa örgütün sunduğu korun·
ma yöntemi daha geniştir. Korunmayı kabul etmi!;
ve tüzüğe uyan kooperatifler için özel taahhütler

31
sağlar, kapalı zarf usulüyle yapılan ihalelerde ge­
reken bilgiyi verir; ve mesken müsaadesi aJ.dığınız
zaman işlemi kolaylaştırır; işçilerin grevini önler...
Anlaşılıyor tabii, dokuz kooperatif bir şirket kurar­
casına birleşir ve bir tanesi dışarıda kalırsa dokuz
beyaz koyun arasından bir tane siyah koyun çıkmış
olur : Hoş, pek tedirgin etmez onları ama varlığı
bile bir güvensizlik ve kötü örnektir. O zaman iyi­
likle veya kötülükle oyuna girmeye zorlamak veya
ebediyen çıkartmak gerekir.>

«Tüm bunları hiç duymadım» dedi Giuseppe


Colasberna; kardeşi, ortakları mimikleriyle onayla­
dılar onu.

«Kabul edelim ki - onları duymamış gibi ya­


parak - sizin kooperatif, Santa Fara, bölgenin siyah
koyunudur; yani oyuna girmek istemeyen ve şeref­
li bir şekilde kendi olanaklarına uygun ihalelere gi­
ren himayesiz ve hazan, hesaplarını şereflice yap­
tığı için kapalı zarf usulü ihalelerde normal bir
fiyat önermeyi başaran bir kooperatif. Bir gün, say­
gıdeğer bir şahsiyet Salvatore Colasberna'ya gelip
bir şeyler açıklamaya çalışır; anlamlı, anlamsız,
veya imlemeli sözler; bir nakışın ters yüzü gibi kar­
makarışık bir konuşma; düz yüzünden örneklerin
göründüğü bir ip, düğüm yığını... Colasberna kar­
maşık sözlerin altında yatan gizli anlamı anlamak
istemez ve saygıdeğer insan gücenir bu tutumun­
dan dolayı Colasberna'ya. Örgüt girişimlerine ko­
yulur : tık uyan olarak küçük bir depo ateşe veri­
lir, veya buna benzer bir şeyler; ikinci uyan : Ge­
celeyin, geç vakit, saat onbire doğru evinize döner­
ken sizi sıyırıp geçen bir kurşun . >
..

32
Santa Fara'nın ortaklan yüzbaşının bakışlann­
dan sakınıyorlardı; başlarını önlerine eğip ellerine
veya yüzbaşının başının üstünde asılı duran Jandar­
ma Kuvvetleri Komutanının, Cumhurbaşkanın fo­
toğraflanna ve Haça bakıyorlardı. Uzun bir aradan
sonra yüzbaşı endişelerinin can alıcı noktasını bul­
du.

cBana kalırsa, buna benzer bir şey kardeşinizin


başından da geçti, altı ay önce, saat onbirde,
eve dönerken ... Doğru değil mi?:ı.

cHiç haberim olmadı» diye mırıldandı Giusep­


pe Colasberna.

cKonuşmak istemiyorlar» diye başçavuş söze


kanştı, cbirini diğerinin arkasından ortadan kaldır­
salar bile konuşmazlar; ölmeyi konuşmaya yeğ tu­
tuyorlar.>

Yüzbaşı bir jestiyle başçavuşun sözünü kesti


cDinle» dedi cdışanda bekleyen bir kadın var...>
cHemen gidiyorum» dedi başçavuş biraz gü­
cenmiş bir ifadeyle.

cBaşka söyleyecek bir şeyiniz yok galiba. Yal­


nız gitmeden önce herkesin buraya ismini ve soya·
dını, doğum yeri ve tarihini yazmasını istiyorum.»

cBen çok yavaş yazarım:. dedi Giuseppe Co­


lasberna ve diğerleri onu izlediler aynı sözlerle.

cönemli değil» dedi yüzbaşı, czamanımız var.»


Bir sigara yaktı ve Santa Fara'nın ortaklarının
kağıt üzerindeki güçlüklerini dikkatlice izledi. Ka-
rarsız oluşlarından ve ellerinin titremesinden ötü·
rü, kalem elektrikli bir taş delici ağırlığındaymış gi·

33
bi yavaş yavaş yazıyorlardı. Bitirdikleri zaman
yüzbaşı çavu şu çağırdı : Çavuş, başçavuşla birlikte
içeri girdi.

«Götür baylan» dedi yüzbaşı.

«İsa yardım ederse, kolay atlatılır» diye düşü­


nüyorlardı. Yalnız oraya yazı bırakmış olmalan pek
hoşlanna gitmemişti. Kolay anlattıklarından ve bir
jandarma subayı tarafından baylar diye çağınlmış
olmalarından, tuttukları yası unutmuş, okuldan çı­
kan çocuklar gibi koşmak istemişlerdi.

Yüzbaşı, o arada, el yazılannı imzasız mektup­


larla karşılaştırıyordu. Mektubu bunlardan birinin
yazdığını sezmişti. Doğal olmayan biçimsizliğine ve
harflerin yersiz eğikliğine rağmen, yazının genel gö­
rünümünden mektubun Giuseppe Colasberna'ya ait
olduğunu anlamak için bir tanığa gerek yoktu.

Başçavuş, yüzbaşının neden oturup o yazıları


incelediğini anlamıyordu. Colasberna kardeşleri, or­
taklarını, tüm köyü ve tüm Sicilya'yı ima ederek :
«Biley taşını sıkmak gibi bir şey» dedi, chiçbir şey
çıkmaz.»

«Bir şeyler çıkar her zaman» dedi yüzbaşı

cSen memnun, herkes memnun.» Düşüncelerin­


de general Lombardo'ya bile sen demek, özgürlük
ve zevk veriyordu ona.

«Peki, dışarıdaki kadın?» Gitmek üzere yöne­


lirken sordu.

cKocası,» dedi başçavuş, «önceki gün tarlada


ağaçlan budamak üzere evden çıkmış; henüz dön-

34
memiş ... Küçük bir çiftlikte yağlı bir kuzu ve şarap
ziyafetinden sonra bir samanlıkta bulut gibi sar­
hoş, sızıp kalmıştır... Bu akşam döneceğine başımla
yemin ederim.»

«Önceki gün... Ben senin yerinde olsam, ara­


maya koyulurum.>

cBaşüstüne, efendim.>

«Hoşlanmıyorum» dedi siyah elbiseli adam; gü­


neş yanığı, esrarengiz bir zekayı içeren yüzü, ekşi
erik yemiş, dişleri kam�mış birinin ifadesiyle do­
luydu. Aynı buruşuk ifade ile bir kez daha «hoş­
lanmıyorum» dedi.

«Ama bundan öncekinden de hoşlanmamıştm;


her onbeş günde bir değiştirmemiz mi gerekiyor?>
dedi yanında oturan sarışın ve şık adam; o da Si­
cilya'lıydı, yalnız davranışları ve görünümü diğerin­
den farklıydı.

Roma'da bir kahvedeydiler; pembe badanalı


salon sessizdi, aynalar, çiçek buketini andıran lam­
balarla donatılmıştı. «Ne de güzel olurdu esmer ve
güzel garson kızın siyah önlüğünü sırtında parala­
mak:. diye düşünüyordu iki arkad�.

«önceki sil8.h t�ıma vesikası vermediğinden


hoşuma gitmiyordu» dedi esmer adam.
cOndan öncekinden de mecburi ikamete gön­
derdiği için hoşlanmamıştın.>

35
cKolay mı mecburi ikamet sorunu?»

«Kolay değil, biliyorum; ama bu ya da başka


bir neden yüzünden, hoşlandığın birini bulamadın.»
cŞimdi durum değişik; böyle bir adamın bizim
taraflarda olması benden çok size dokunur. Parti­
zanmış zamanında; mantar gibi çoğalan komünist­
lerin bulunduğu yere partizan olan birini yollamış­
lar; işlerimizin iyi gitmeyeceği kesindir.»

«Komünistleri koruyor mu h

cHem de nasıl; size bir olay anlatmak isterim :


Kükürt yataklannın ne durumda olduğunu biliyor­
sunuz; pişman oldum Scarantino ortaklığıyla birle­
şip o yataklara el attığım için. Batmak üzereyiz,
çok az olan sermayemi yedi bitirdi nerdeyse... »

cDemek batıyorsun» dedi sarışın adam inanç­


sız ve alaycı bir tavırla.

«Eğer tamamen batmadıysam bunu size ve kü­


kürt sorunu ile ilgilenen hükümete borçluyum... »

«İşçileri greve zorlamadan, doğru ve muntazam


olarak, ücretlerini öderseniz iyi olur kanısındayım.»
«Ama işler iyi gitmiyor ki... Zararları yalnız
ben ödememeliyim. İyiye dönüşebilmek için onlar da
kendilerine düşeni yapmalılar. Bu yüzden iki hafta
ücret alamadılar.»

cÜç ay oysa», diğeri gülümseyerek düzeltti.

«Kesin olarak hatırlamıyorum... Beni protesto et­


tiler; evimin önünde ıslıklar, söyleyemeyeceğim kü­
fürler; kan döktürecek işler... Bunun üzerine onun
yardımını istedim, bana ne dedi biliyor musunuz?

36
'Bugün yemek yediniz mi,' 'Yedim'. 'Dün de.' 'Evet
dün de.' 'Aileniz aç değil, değil mi?' 'Allaha çok şü­
kür, hayır'. 'Evinizin önünde gürültü, şamata yap­
maya gelen halk, bugün yemek yedi mi?' Tam
'Siktiret' diyecekken, 'Bilmiyorum' dedim. 'Sorma­
lısınız' dedi. 'Evimin önüne gelip bana sövdükleri
için geldim ben size; karım, kızlarım kiliseye git­
mek için bile çıkamıyorlar'. 'Meraklanmayın onların
kiliseye gitmesini sağlarız; bunun için burada bu­
lunuyoruz zaten... İşçilere ödeme yapmayın, sonra
sizi korumamızı isteyin bizden'. Öyle bir suratla söy­
ledi ki, siz benim ne kadar sıcakkanlı olduğumu bi­
lirsiniz ellerim kaşınmaya başladı.»

«Ha ha ha!» dedi sarışın adam, giderek yükse­


len, şiddetlenen, aynı zamanda tedbir öğütleyen ses
tonuyla.

cAma şimdi sinirlerim oldukça sağlamdır; o­


tuz yıl öncesi gibi değilim; bir jandarmanın bir cen­
tilmenle bu şekilde konuştuğunu duydunuz mu hiç?
Komünistin biri. Ancak komünistler konuşur böy­
le.»

cBöyle konuşanlar yalnız komünistler değil,


maalesef; bizim partide de böyle konuşanlar var...
Keşke bilsen yaptığımız mücadeleyi gün be gün, sa­
at be saat.»

«Biliyorum, ama ben kesin yargılardan hoşla­


nırım. Onlar da komünisttir muhakkak.»

cKomünist değiller oysa» dedi sarışın adam,


melankonik bir tavırla.

cEğer komünist değilseler papanın söyliyeceği

37
bir kelime yetecektir onlara, olduklan yerde kala­
caklardır.»

«Tahmin ettiğin kadar basit değil... Bırakalım


bunları; kendi sorunumuza dönelim. İsmi nedir bu
komünistin?»

«Bellodi sanının; J. Karakol Komutanı, üç ay­


dan beri ortalığı karıştırdı... Şimdi de burnunu ta­
ahhüt işlerine sokuyor, komendatör Zarcone de
yardımınızı istiyor, hatta bana 'sayın milletvekili­
nin onu tekrar polenta ( *) yemek için geri göndere­
ceğini umuyorum' dedi.»

«Sevgili Zarcone» dedi milletvekili «keyfi na­


sıl?»

ıı:Daha iyi olabilir» dedi esmer adam imalı.

ıı:Daha iyi olmasını sağlayacağız.»

J. Karakol Komutanı yüzbaşı Bellodi, köyün


muhbirini karşısına almıştı; her zamanki alışkanlı­
ğıyla, Colasberna cinayeti üzerine bir şeyler öğren­
mek için çağırtmıştı onu; genellikle köyde büyük
bir olaydan soma kendiliğinden çıkıp gelirdi, bu
kez çağırtmak gerekmişti. Adam sabıkalıydı aslın­
da, savaş sonrası koyun hırsızlığı yaparmış ve şim­
di, bilindiği kadarıyla, faizli borçlarda aracılık ya­
pıyordu. Biraz doğuştan olan yönelimiyle, biraz da

(") Polenta Kuzeylilere özgü bir yemek çeşidi.

38
kirli işlerinde cezasız kalmayı başarabilmek için ya­
pıyordu bunu. Mesleğinin sil3.hlı soygundan daha
namuslu ve daha akıllıca, aynı zamanda bir aile ba­
basına yakışır bir iş olduğunu savunuyordu. Sil3.hlı
soygunun gençlik hatası olduğunu söylerdi hep.
Çünkü bir kuruş sermayesi olmaksızın başkalarının
parasını işleterek hanımını ve üç çocuğunu geçin­
dirmeyi başarıyordu; ilerde bir ticarete atılabilmek
için bir kaç kuruş bir kenara koyabiliyordu, bir tez­
g3.hın arkasına geçip, kumaş ölçmek tüm hayatı­
nın rüyasıydı. Oysa o gençlik h atasına ve hapiste
kalışına bağlıydı yaptığı bu basit ve kazançlı mes­
lek; çünkü ona parayı emanet edenler toplumsal
düzeni ve Kilisede ibadeti seven centilmenlerdi. Borç­
luların zamanında parayı ödemelerini arzulayan ve
bu para alış - verişini kimsenin duymasını istemiyen
centilmenler onun sahtekarlığına güveniyorlardı.
Ve nitekim aracının yarattığı korkuyla - cceketimi
Ucciardone'de ( Palermo hapishanesi ) bıraktım»;
korkutmak veya şaka etmek için söylüyordu : Bi­
rini öldürünce almaya gidecekti, oysa hapishaneyi
düşünmek bile ona ölüm korkusu veriyordu, - borç­
lular yüzde yüz faizle ve vadeyi geçirmeden ödüyor­
lardı; ödemede bazı gecikmeler kabul ediliyordu bir
takım zekice öngörülerle. Şöyle ki, adamın biri borç
parayla tarlası için bir katır satın almış olsun, iki
yıl sonra alacaklı, hem katırı hem de toprağını alı­
yordu borçlunun.

Korkusu da olmasaydı, mutlu ve gönlüyle, var­


lığıyla bir centilmen sayacaktı kendini köyün muh­
biri. Korku içinde kızgın bir köpek gibiydi; rüya­
sında ansızın, havlıyordu, soluyordu, salyalanıyor­
du ağzı; kalbini, ciğerini parçalıyordu. Ciğerini de-

39
vamlı yakan o parçalanmayı ve kalbindeki o beklen­
medik çarpıntıları doktorlar teşhise kalktılar ve
hastalığına çare olsun diye komodinin gözünü doldu­
racak kadar ilaç verdiler; oysa doktorlar içindeki
korkuyu anlayamamışlardı.

Yüzbaşının yüzüne bakmamak için biraz yan ta­


rafta, beresini sinirli sinirli ellerinde çevirerek otu­
ruyordu. Bu arada içindeki köpek durmadan saldırı­
yor, hırçınlaşıyordu. Akşam oldukça soğuktu, yüz­
başının odasındaki elektrik sobası, verdiği o azıcık
ısıyla, büyük odanın havasını daha da soğutuyor­
du. Odada mobilya yok denecek kadar azdı. Tabanı
o eski valenziane tuğlalarla döşenmişti ve biraz da
soğuktan matlaşan rengiyle, tabakalaşan bir buz
parçasını andırıyordu Oysa adam terliyordu, o an­
da tüm vücudu kefenle sarılmıştı sanki; göğsün­
de, lupara çiçeğinin açabileceği soğukluğu duyuyor­
du.
Muhbir, Colasberna'nın ölümünü duyduğundan
beri yalanlarını hazırlamıştı; her ayrıntıyı ekledi­
ğinde, her rötuşu attığında, fırça atışından sonra
tablodan uzaklaşıp bakan ressam gibi, «Mükemmel,
hiç bir şey eksik değil» diyordu, ama yeniden rö­
tuşlamak ve ilaveler yapmak üzere yaklaşıyordu
entrikalarına; yüzbaşıya anlattıkça yeni yeni rötuş­
ları esirgemiyordu. Yüzbaşı, Calogero Dibella, Par­
rinieddu lakabıyla tanınan muhbiri, onunla ilgili
dosyadan tanırdı. Köyün iki Mafya cosca ( cosca'yı,
enginarın birbirine geçmiş taç yaprakları olarak a­
çıklamışlardı ona... ) sı arasında kalmıştı. Ama da­
ha çok düzenbazlıklarını bayındırlık işlerinde yürü­
ten örgütün içinde değilse de yakınında bulunuyor­
du; oysa ;öteki örgüt daha genç ve daha az tehli-

40
keliydi ; S. küçük bir deniz köyü olduğurıdan uğra·
şısı kaçak Amerikan sigaraları üzerineydi. Bunun
için yüzbaşı, muhbirin yalanlarla hangi örgütü suç­
layacağını kestirmişti, ama yine de yalanlarında
reaksiyonlarını izlemek faydalıydı.

Sözünü kesmeksizin onu dinliyordu . ve arada


bir dalgın dalgın başını olumlar gibi sallayarak onu
daha zor duruma sokuyordu yalanlarında. Apenin­
lerin dehlizlerinde ince bir kuru yaprak ve toprak
tabakası altında yatan muhbirleri düşünüyordu ;
korku ve kötülük yığınındaki o zavallı insanlar fa­
şistlerle, partizanlar arasındaki sahtekarlık teli ü­
zerinde hayatlarına mal olacak ölüm numaralarını
oynamaktan geri kalmıyorlardı. Sahip oldukları
tek insanca şey, korkaklıklarından ötürü, içinde çal­
kalandıkları ölüm duygusuydu ; ölüm korkusuyla
her gün ölümü göze alıyorlardı ; ve bir gün ölüm,
son, kesin, tek yargısına varıyor, oyunun bitmesine
zaman bırakmadan ölüm korkusuyla dolu saatleri
geride bırakarak kapılarını çalıyordu.

S. nin muhbiri hayatını tehlikeye koyuyordu :


O veya bu cosca nın bir lupara darbesi veya mitra
ateşi (çünkü cosca'lar ayrı tip silah kullanıyorlar­
dı) bir gün onu temizleyecekti. Ama Mafya ve jan­
darma arasında dönen düzenbazlıklarında ölüm
ancak bir taraftan gelebilirdi. Bu tarafta ölüm
yoktu, yalnız iyi traş olmuş, üniformasıyla oldukça
şık sarışın bir adam vardı ; konuşurken «S» harfini
yutan adam ne sesini yükseltiyor ne de onu kü­
çümsüyordu : Ama yine de ölüm kadar korkunç
olan kanun önünde bulunuyordu, muhbir akıldan
doğacak kanunun doğru olacağını, oysa, günlük o-

41
!aylar etkisinde kalan o anda hükmeden kanun ada­
mının, hakimin, polisin, hatta belediye zabıtasının,
karakterinden, düşüncelerinden doğacak olan kanu­
nun akla uymıyacağını savunuyordu. Zenginlerle,
yoksullar ve okumuşlarla, cahiller arasında kanun
adamları vardı ; bir tarafa keyfi davranışlarda bulu­
nurken diğer tarafı savunmak zorundaydılar. Di­
kenli bir tel ; bir duvar. Hırsızlık yapan, cezasını
hapiste çeken, ve şimdi Mafya çetesiyle iş gören,
yüksek faizle borç para sağlayan aracı, aynı zaman­
da muhbirlik yapan adam bu duvarda bir gedik, di­
kenli telde kopuk bir yer arıyordu. Yakın bir za­
manda küçük bir sermayesi olacak ve küçük bir
dükkan açacaktı ; en büyük oğlunu papaz mektebine
vermişti ; oğlunun, rahip veya rahiplik Unvanını al­
madan okulu bırakarak avukat olmasını istiyordu.
Duvarı aştıktan sonra kanun artık onu korkutmaya­
caktı ; duvarın veya telin öbür tarafında kalanlara
bakmak güzel bir şey olacaktı onun için. Böylece
korkudan yıkılmış olan adam, sefalet ve haksızlık
üzerine kurulmuş geleceğini özleyip avunuyordu,
bu arada onu öldürmek isteyenler hazırlanıyorlar­
dı.

Emilya - Parmalı yüzbaşı Bellodi, aile gelene­


ğine göre demokrasi tarafarı, inancına göre bir jan­
darma müfrezesinde devrime katılmış ve devrim­
den adaletin doğduğunu görmüş bir insanın yöne­
limiyle, eskiden kullanılan bir deyimle, subaylık
yapıyordu. İnsana özgürlüğü ve adaleti sağlayan
Demokratik kanunlara hizmet ediyor ve saydın­
yordu. Ve eğer tesadüfen giymiş olduğu bu ünifor­
mayı halen taşıyorsa ve elde ettiği avukatlık mes­
leğini yok sayarak halen bu vazifede bulunuyorsa

42
Cumhuriyet kanunlarına hizmet etmek isteyişin­
dendi. Oysa kanunları halka saydırmak giderek
güçleşiyordu. Karşısındaki adamın jandarma, aynı
zamanda resmi bir kişi olduğunu bilmesi ve sahip
olduğu nüfuzu, cerrahın, tedbirli, kesin ve güvenle
kullanılacak bir alet olan bistürüye verdiği önemle
değerlendirmiş olması, üstelik kanunun adaletten
doğduğunu ve kanundan gelecek her şeyin adaletle
bağdaşacağını savunması, muhbire kendini kaybet­
tiriyordu. Güç ve acı bir meslek; ama muhbir baş­
kalarına verilen acı artıkça şiddetini artıran, kuvvet
ve yıpranmadan gelen bir mutlulukla görüyordu o­
nu.

Parriniedu
d , köylü kadınlara pamuklu kuma.ş­
iarını tezgahın üz.erine seren bir tezg3.htar gibi, ya­
lanlarını uyduruyordu : Küçük rahip demek olan la­
kabını basit olan konuşmasından ve inceden inceye
beliren riyakarlığından ötürü kazanmıştı ; ama usta­
lığı yüzbaşının sessiZıl.iği önünde yıkılıyordu. Keli­
meler hıçkırıklarla birlikte çıkıyordu s anki ; attığı
yalanlar ilgisiz ve inanılmaz şeyler oluyordu.

c Sizce, - sakin bir havayla ve arkadaşça bir


sır verircesine - sizce başka bir bağlantı (bağlantı :
Connessione derken « S » harflerinin Emilya şivesine
göre telaffuzuyla, kelime bir anda yitivermişti; bu
bir dakika için de olsa muhbirin korkusunu dağıttı)
kurulamaz mı ? :.

Pa.rriniedu
d cevap vermedi.

cColasberna'nın bir takım menfaatler için ; bir


takım önerileri kabul etmediği ve korkutmalara rağ-

43
men, taahhüt işlerinde alabildiğini almaya devam
ettiği için öldürüldüğünü düşündünüz mü hiç?»
Yüzbaşı Bellodi'den önce o yeri işgal edenler,
öyle belirgin bir şekilde sorulan yöneltiyorlardı ki,
mecburi ikametle veya faiz işlerindeki aracılığına
dair bir ihbarın varlığıyla korkutmak istiyorlardı
sanki; bu onu korkutacağına cesaretlendiriyordu;
polislerle olan ilgisi belliydi; polisler onu muhbir­
liğe :z.orluyordu, o da onları sakinleştirecek ve iyi
davranmalarını sağlayacak muhbirliğini yapıyor­
du. Centilmence ve sırdaş gibi konuşan biriyle işler
başkaydı. Nitekim, yüzbaşının sorusuna, elinin ve
başının bir hareketiyle cevet» dedi, «mümkündür.»
cSiz - ses tonunu değiştirmeksizin devam etti
yüzbaşı - bu işlerle uğraşan hiç kimseyi tanıyor
musunuz? Bu işlerle uğra.şandan, çok onlara yar­
dım edenlerden veya koruyanlardan birinin adını is­
tiyorum sizden... Birkaç ay önce Colasberna'ya bir
takım önerilerde bulunan kişinin adını bilmek ye­
terlidir bizce.>
cBen hiç bir şey bilmiyorum» dedi muhbir.
Yüzbaşının artan centilmenliğinden muhbirlik yö­
nelimi bir tarla kuşu gibi ha valandı ve ıstırap ver­
menin s€·.;inci göklere çıktı. «Hiç bir şey bilmiyo­
rum; ama biraz rastgele araştırırsak, önerilerin
Ciccio La Rosa veya Sara Pizzuco'nun yaptığını
söyliyebilirim ... » Göklere çıkan o sevinç uçuşu, aşa­
ğıya düşerek varlığının ve korkusunun merkezini
bulan bir taş oluverdi.

«Meclise bir önerge daha» dedi Eksel3.ns haz­


retleri cSicilya'da meydana gelen kanlı olaylardan

44
haberiniz varsa, hangi tedbirleri almayı düşünü­
yorsunuz ? v.s... Her zaman olduğu gibi yine komü­
nistler. Herhalde o müteahhitin ölümüyle ilgili. ..
Ne idi ismi ?»

cColasberna, ekselans.»

cColasberna... Komünistti galiba o herif:.

cSosyalist, ekselans»

cBu farkı gözeten sizsiniz her zaman; kuru ka­


falısınız arkadaşım, bırakın da söyliyeyim : Komü­
nist, sosyalist, farklı şeyler mi sanki ? :.

cBu günkü durumda . . . »

cTann için bana açıklamalarda bulunmayınız;


bi1iyorsunuz bazen ben de okurum gazeteleri ... »

cAma asla yapamam ... »

cBravo ... Şu halde bu... »

cColesberna. »

«. .. Bu Colasberna'nın komünist, afedersiniz;


sosyalist olduğu için öldürüldüğü fikrini önlemek,
onu öldüreni bulmakla olur; böylece, Colas­
bern.a'nın başkasına boynuz taktığı veya menfaat
için öldürüldüğü, bu işle politikanın ilgisi olmadı­
ğı savunulabilir. »

cSonı.şturma oldukça iyi ilerliyor. Bu, kuşku­


suz, Mafyanın işlediği bir cinayettir diye savunu­
luyor; politikayla ilgisi yok. Yüzbaşı Bellodi... »
cKim bu Bellodi ? »
cKumpanya J. nin Komutanı; birkaç aydan be­
ri Sicilya'da bulunuyor. »

45
le konuşmak istiyordum. »
«Tamam; çoktandır bu Bellodi hakkında sizin-

«Bellodi, arkadaşım, kafası önyargılarla dolu


kuzeylilerden biri. Gemiden iner inmez her tarafta
Mafyayı görürler kuzeyliler. Ve eğer Colasberna'nın
Mafya tarafından öldürüldüğünü söylüyorsa, işi­
miz var. Birkaç hafta önce kaçınlan o çiftçi hakkın­
da bazı gazetecilere söylediklerini duydunuz mu ?...
Ne idi o çiftçinin ismi ?»

«Mendoliu

«Mendolia... Tüyler ürpertici şeyler söyledi ;


Mafyanın varlığını ve her şeyi koyunları, sebze bah­
çelerini, bayındırlık işlerini, Yunan vazolarını kon­
trol eden kuvvetli bir örgüt olduğunu savunuyor­
du ... Yunan vazolan unutulmayacak bir fıkra ... Ama
Tanrı için biraz ciddi olalım. . . Siz Mafyanın varlı­
ğına inanıyor musunuz ? �

«Tabfü

«Ben inanmıyorum. »

«Bravo. Biz iki Sicilya 'lı, Mafya'nın varlığına


inanmıyoruz; bizim görüşümüz size bir şeyler söy­
lemeli. Ben bizi anlıyorum; siz Sicilya'lı değilsiniz ve
gerçek olmayan yargılarla dolusunuz. Zamanla her
şeyin uydurma olduğuna inanacaksınız. Ama, şimdi­
lik, şu Bellodi'nin soruşturmalarını izleyin dikkat­
lice. Siz de Mafya'nın varlığına inanmadığınıza göre
bir şeyler yapmaya çalışın, birilerini gönderin ; a­
ma bir şeyler yapabilecek, Bellodi ile bozuşmaya­
cak birini. . . »

46
B. de 14. Aralık. 1920 de doğan, halen S. de
Cavour sokağında oturan ağaç budayıcısı Paolo
Nicolosi beş gündenberi kayıptı. Dördüncü gün ka­
nsı umutsuzlukla başçavuşa tekrar geldi; başça­
vuş gerçekten endişelenmeye başladı. Rapor yüzba­
şı Bellodi'ni masasının üzerindeydi. '97 numara Ca­
vour sokağı' nın altı kırmızı kalemle çizilmişti. Yüz­
başı odanın içinde sigara içerek sinirli sinirli dola­
şıyordu.. Adli Sicilden ve Savcılıktan Paolo Nico­
losi hakkında bilgi bekliyordu; suçu olup olmadığı­
nı öğrenmek istemişti.

Garibaldi meydanıyla Cavour yolunun kesiştiği


yerden Colasberna'ya iki el ateş edilmişti. Korkunç
bir şeydi. Katil otobüsün ve simitçinin bulunduğu
meydana geçmemişti. Cavour yolundan kaçtığını
düşünmek daha yerinde olacaktı. O sokağın 97 nu­
maralı evinde Paolo Nicolosi oturu �ordu. Rapora
göre, Nicolosi saat altıbuçukta yaya olarak bir sa­
at süren Fondachello mahallesine ağaç budamaya
gidecekti; belki katil Cavour yolundan kaçarken
Nicolosi evinden çıkıyordu. Katili tanımış olabilir­
di. Kim bilir daha kaç kişi katili görmüştü; ama
yine de simitçi ve diğerleri gibi Nicolosi'nin de ağzı­
nı açmayacağına inanabilirdi. Katilin o köyden ve­
ya o köyde tanınmış biri olduğunu düşünelim; oy­
sa gerçek olan, böyle cinayetlerde dışarıdan gelen
paralı bir katilin kullanılacağıydı : Amerika öğre­
tir ( * ) .

(*) Amerika öğretir Sicilya Mafyasıyla ortaklaşa Amerika Maf·


yasının gerçek.Jeştirdiği b.ir cinayeti ima etmektir. Paralı ka­
til Amerka'ya bir sandık içinde yollanmış ve cinayet İş·
lendikten sonra tekrar sandık içinde Sicilya'ya geri yollan­
mıştır. Böylece cinayetin faili bulunamamıştır.

47
Hayale yer yok, binbruıı ona bu şekilde öğütte
bulunmuştu. Hayale yer yok. Oysa Sicilya hayal
dolu bir yer ; Sicilya'da hayalsiz nasıl yruıanabilir ?
Binbaşıya göre olaylar irdelenmeliydi. Olaylar ; Co­
lasberna diye biri Palermo otobüsüne binmek üze­
reyken, saat altıbuçukta, Garibaldi meydanında öl­
dürüldü ; katil Cavour - Garibaldi köşesinden ateş
etmiş ve Cavour yolundan kaçmıştı. Aynı gün aynı
saatte, Cavour sokağında oturan biri, evinden ya
çıkmıştı yada çıkmak üzereydi ; her gün, kansının
dediği gibi 'avemaria' ( 1 ) saatinde dönen adam, o
akşam dönmemişti ; böylece beş gün geçti. Fondac­
hello çiftliğinde onu görmediklerini söylediler ; o gün
onu bekliyorlardı, ama eörünmedi ortalıkta. Katır
ve iş gereçleriyle birlikte, evi ile Fondachello çiftliği
arasındaki altı yedi kilometrelik bir yolda hiç bir
iz bırakmadan ortadan kaybolmuştu.
Eğer Nicolosi'nin bir suçu veya kötü yollarla
bir ilişkisi saptanmış olsaydı ortadan kayboluşu
bir kaçma olarak nitelenebilirdi ; veya izleri bırakıl­
mamış, bir hesabı kapatmak için işlenmiş bir cinayet
düşünülebilirdi. Oysa suçlu olmadığı, tasarlanmış
bir kaçış için nedenleri ve hatta kirli işlerle ilişkisi
bulunmadığı saptandıktan sonra, kayboluşu, hayale
kapılmaksızın gerçekçi bir gözlemle irdelendiğinde,
Colasbema'nın ölümüyle birleştirilebilirdi.
O anda yüzbaşı, Nicolosi'nin kayboluşunda ka­
nsının olaya karışması olasılığını düşünmüyordu ;
Mafya ve polis için ayn değerde olan ruık nedenleri,
yönelinecek büyük bir çareydi işlenen cinayetlere
neden bulabilmek için. Orkestranın ani sessizliğin­
de seyircileri irkiten 'cuınpari Turiddu'yu öldürdü-

(l) Avemaria : Katoliklerin kilisede yaptık.lan akşam ibadeti.

48
ler' ( 2) çığlığından sonra Sicilya ile ilgili olaylarda
ve 'nel giooo del lott.o' (3) oyunlarında boynuzlama
ile cinayetler arasında daha devamlı bir ilgi kurul­
du. Aşk yüzünden işlenen cinayetlerin faillerini bul­
mak polis için pek güç değildir. Bu yüzden olumlu
sonuçlanmış soruşturmalar listesine dahildir çoğu.
Aşk yüzünden işlenen cinayetler, çok az hapis sü­
resiyle ödendiğinden Mafya işlediği cinayetlerde bu
yöntemi uygulamaktadır. Doğa sanatı taklit eder :
Alfio'nun bıçak darbesiyle sahnede öldürülen cum­
pari Turiddu Mıwca Sicilya'nın turistik haritalarını
ve otopsi masalarını doldurmaya başladı. Oysa ba­
zen bıçak ve lupara darbesi ccumpari• Alfio'ları da
buluyordu ; yüzbaşı Bellodi bunu hesaba katmamış­
tı ; bu dalgınlığını üstünün uyarısıyla ödeyecekti.

Onbaşı D'Antona ve Pitrone, Paolo Nicolosi'nin


Savcılıktan ve Adli Arşivden sağladıkları sicilini
getirdiler ; hiç bir cezası olmadığı gibi yargılama­
ya neden olacak hiç bir suçlanması da yoktu. Yüzba-

(2) Cumpari Turiddu'yu öldürdüler Cavalleria rusticana'nın fi­


nal cümlesidir. Turiddu aşkta rakibi olan Alfio tarafından
öldürülmüştür. Cumpari veya Compare kelimesi çevirisi
olanak dışı olan bir kelimedir. Mario Puzo'nun kitabını
compare olarak isimlendirmesi gerekirdi, oysa Baba diye
isimlendirdi. Çevirisi daha kolay olmuştur böylece.
(3) Gioco del lotto ltalya'da uygulanmakta olan bir oyun
Daha çok güney ltalya'da meraklılarını bulan bu oyun
bir roulet üzerine yazılmış numaralara yatırılan paranın,
kazanıldığı zaman bir kaç katını verir. Numaralar l den
90 a kadardır. Yalnız bu arada İtalyanların kendilerine
özgü ve bir takım uğraşıları belirten numaraları vardır.
örneğin, 47 ölüp dirilen ve konuşan kişilerin; 28 boynuz­
lanan kişilerin; 49 pezevenklerin veya yağ çekenlerin be ­
nimsedikleri numaralardır. Yazar 28 ile cinayetlerin karşı­
lığı olan numarayı belirtmek istiyor.

49
şı memnun kaldığı gibi sabırsızlandı aynı zamanda ;
S. ye koşmak Nicolosi'nin karısıyla, mahalli baş­
çavuşla konuşmak ve olanakları değerlendirerek,
muhbirin belirttiği La Rosa ve Pizzuco'yu sorguya
çekmek istiyordu.
Öğle olmuştu. Arabayı hazırlamalannı emret­
ti ve koşarak aşağıya indi ; içinden şarkı söylemek
geliyordu ve gerçekten mırıldanıyordu kantine i­
nerken ; bir sıcak kahve ile iki s andviç yedi ; kara­
kolun jandarma eri olan ocakçısı özel bir şekilde
yapıyordu kahveyi. Koyduğu kahve miktan ve ya­
pışındaki ustalığıyla, Napolili ocakçı üstünün tak­
dirini kazanmayı başarıyordu.

O gün soğuk fakat açık bir hava vardı, kırlar


arınmıştı sisten ; ağaçlar, tarlalar, kayalar bir rüz­
garın esintisiyle, cam gibi, ince saydam bir şeyi
andınyordu. Soğuk hava Fiat 600 ün motorunda tit­
riyordu ; kocaman kuşlar, camdan, büyük bir eato­
nun görünmez duvarlan arasındalarmışcasına, yük­
seliyor, sonra kendilerini aşağıya bırakıyor, uçuşu­
yorlardı. Yolda kimsecikler yoktu. Arka koltukta
onbaşı D'Antona makinalının namlusunu pencerenin
dışında ve elini de tetikte tutuyordu. O yolda, bir
ay önce, S. den C. ye gitmekte olan bir otobüs so­
yulmuştu. Genç olan soyguncuların hepsi de şimdi
S. Francesco hapishanesindeydi.
Onbaşı kaygılı gözlerle yola bakıyordu ; aylığı­
nı, masraflarını, karısını, hasta çocuklarını düşünü­
yordu. Şoför, bir akşam önce gördüğü Geceleyin
Avrupa filmini, Coccinella'nın erkek olup olmadığını
düşünüyordu ; filmi gözlerinin önünde canlandınr­
ken, yola çıkmadan önce yemek yemediğini, S. Ka­
rakolunda bir lokma yiyebilmek olanağı bulup bu-

50
lamayacağını düşünüyor, bir yandan da kaygısının
yüzbaşı tarafından anlaşılmasından korkuyordu.
Fakat, şeytan gibi olan yüzbaşı onun kaygısını anla­
dı ve S. de onbaşıyla birlikte bir şeyler atıştırmala­
rını söyledi ; neden hareketten önce düşünmediler
diye sızlandı. Jandarma kızardı, ' İyi ama tüm so­
runlar kafamdayken' diye düşündü, ve ilk defa de­
ğildi yemek yemeden yola çıkışı ; onbaşı, arka sıra­
dan, iştahının olmadığını ve ertesi güne kadar aç
kalabileceğini söyledi.

S. deki başçavuşa h aber yollanmamıştı, lok­


ması boğazında kalmış, bu ani sürprizle, yüzbaşıyı
karşısında görünce renkten renge girmişti. Başça­
vuş tabakta bıraktığı koç rostosunu sıcak sıcak yi­
yemediğine üzülüyor ve tekrar ısıtınca lezzetini
kaybedeceğini düşünüyordu. Oysa şimdi bunları
düşünemezdi, çünkü yüzbaşının getirdiği yeni ha­
berleri dinlemek zorundaydı.

Yeni haberler çoktu. Başçavuş onaylamaya ha­


zırlanıyordu, ama Colasberna'nın ölümüyle, Nicolo­
si'nin kayboluşu arasında bir ilgi kuramamıştı. Dul
kadını, Nicolosi'nin birkaç arkadaşını ve eniştesini
çağırttı ; dul kadın, jandarmaya , kocasının öldüğü­
nü, bundan hiç kuşkusu olmadığını ; Nicolosi gibi
mazbut birinin ölümden başka bir nedenle ortadan
kaybolamıyacağını söyledi. Bu arada başçavuş, yüz­
başıya bir lokma almasını önerdi. Yüzbaşı isteme­
di ve yediğini söyledi. 'Yedin ha' diye düşündü baş­
çavuş ; kızgınlığı, koç rostosunun etrafındaki yağ
tabakası gibi dondu.

Dul kadın güzeldi ; kahverengi saçlan, simsi­


yah gözleri, ince ve güzel bir ifadesi vardı. Dudak-

61
larından şeytanca bir gülümseme eksilmiyordu. ç,e­
kingen değildi. Anlaşılır bir şiveyle konuşuyordu ;
yüzbaşı başçavuşun tercümanlığını istemedi. Doğ­
rudan doğruya dul kadına soruyordu bazı kelime­
lerin anlamını, o da bazen İtalyanca karşılığıyla,
bazen diyalekt bir cümleyle açıklıyordu. Yüzbaşı
partizanlar ve jandarmalar arasında çok Sicilyalı
tanımıştı ; Giovanni Meli'yi Ouasimodo'nun çevın­
sinden Francesco Lanza ve Ignazio Buttita'nın dip­
notlarıyla okumuştu.

O gün kocası saat altıbuçukta kalkmıştı. Kadın


kocasının kalktığını duymuştu. Oysa hiç bir sabah
kadınını uyandırmak istemezdi. Çok görgülüydü
(geçmiş zaman ekini kullanması, kocasının kade­
rinde, başçavuşla aynı fikirde olduğunu gösteriyor­
du ) . Ama kadın, her sabah olduğu gibi, uyanmıştı ;
ve her zamanki gibi ona 'Kahve hazır, yalnız ısıta­
caksın' dP.miş, tekrar uyumuştu, tamamen uykuya
geçmemişti, kocasının ayak seslerini duyuyordu
mutfakta, sonra merdivenleri indiğini ve ahırın
cadde üzerindeki kapısını açtığını duydu. Kocası
yola koyulmak üzere katırını hazırlarken uykuya
dalmıştı. Bir metal sesi onu uyandırdı tekrar. Ko­
cası sigarasını almak için yukarıya çıktığında ka­
ranlıkta komodinin üzerını karıştınrken, gümüş­
ten Sacracuore'yi düşürmüştü, teyzesinin bir hedi­
yesiydi bu, teyzesi Immacolata manastırında baş­
rahibeydi. Kadın yan uyanık sormuştu ; 'Ne var,
n'oldu ?', 'Hiç' demişti kocası 'sen uyu, sigaramı
unutmuşum da'. 'Işığı yaksana' demişti kadın, çün­
kü artık uykusu tamamen kaçmıştı. Kocası, ışığı
yakmanın gereği olmadığını söyleyip, iki el sil8.h
sesinden mi, yoksa farkına varmadan düşürdüğü
'Sacraouere' nin gürültüsünden mi uyandığını sor­
muştu, çünkü yaratılış olarak böyleydi, bütün gün
kansını uyandırdığı için vicdan azabı çekerdi onu
gerçekten seviyordu.

«Siz silah seslerini duydunuz mu ? »

«Hayır, evdeki giirültülerden, hatta kocamın


ayak seslerinden çok çabuk uyanabilirim, oysa dı­
şarıdaki gürültülerden, Azize Rosalia için, atılacak
havai fişeklerin gürültüsünden uyanmıyabilirim
de. »

c Peki, y a sonra ? »

«Sonra başımın ucunda duran lambayı yaktım,


yataktan kalktım ve ona neden ateş edildi diye sor­
dum. Kocam bana 'bilmiyorum ama birinin koşarak
geçtiğini gördüm. .' dedi . >

«Kim ? » diye sordu yüzbaşı, masanın başından


heyecanla kadına doğru uzanırken. Bir ani tel3.ş
kadının yüz hatlarını karıştırdı, onu çirkinleştirdi.
Yüzbaşı tekrar yerine geçti, durgun bir tavırla sor­
du yine c Kim ?>

cBir isim söyledi ama hatırlamıyorum, belki


bir lakaptı ; iyice düşünürsek ; evet evet bir lakaptu
Kadın ingiuria dedi, ve ilk defa yüzbaşı başça­
vuşun tercümanlığına başvurdu.

«Lakaptır» dedi başçavuş, «burada herkesin bir


lakabı vardır ; bazıları küfür sayılacak kadar gücen­
diricidir. »

«Bir ingiuria olabilir» dedi yüzbaşı c ama ingi­


uria gibi bir garip soyadı da olabilir. . . Siz daha ön-

63
ce kocanızın söylediği soyadını veya inguria'yı duy­
muş muydunuz hiç ? . . . Hatırlamaya çalışın, bizim i­
ı;in çok önemlidir. »

«Bilmem, duymuş olabilirim.»

«Hatırlamaya çalışın. . . Ve bu arada kocanızın


başka neler söylediğini ve yaptığını anlatın bana. »

«Hiç bir şey söylemedi ve gitti.»

Kadının o ani tel3.şından sonra başçavuşun yü­


zü korkunç bir inançsızlık içinde buz kesilmişti.
Başçavuşa göre, o an kadının tel3.şını artırmak,
onu korkutarak aklındaki o ismi veya lakabı söy­
letmek için en uygun andı. Hem sonra Tanrının
varlığı nasıl gerçekse, kadının kafasına o ismi yaz­
mış olduğu ve halen unutmadığı da öyle gerçekti.
Oysa yüzbaşı her zamankinden daha kibar davran­
maya başladı. Kitap okuduğu yılların uzak anısıyla,
'Kim olduğunu sanıyor, Arsen Lüpen mi ?' diye dü­
şünüyordu başçavuş.

«Hatırlamaya çalışın o ingiuria'yı» dedi yüz­


başı cbu arada başçavuş da, lütfen, bize bir kahve
hazırlasın . »

'Bir de kahve üstelik' diye düşündü başçavuş


'bundan daha yerinde bir davranışta bulunulamaz ;
kahve, ya sonra .. . ' , ama yalnız 'olur efendim' dedi.
Yüzbaşı Sicilya üzerine konuşmaya başladı,
üzgün ve kıraç toprakların daha güzel olacağım
söyledi. Sicilyalıları övdü, zeki olduklarını ekledi
sözlerine ; bir arkeolog güneyin köylülerinin nasıl
ustalıkla ve özenle, kuzeyin tecrübeli işçilerinden
daha iyi kazılarda çalıştıklarını anlatmıştı. Sicilya-

54
lılann tembel oldukları ve girişimlerde bulunmadık­
ları doğru değildi.

Kahve geldi, o halen Sicilya'dan ve Sicilya'lı­


lardan bahsediyordu. Kadın, bir budayıcının kan­
sından beklenmeyecek bir zerafetle kahvesini ya­
vaş yavaş yudumlamaya başladı. Yüzbaşı, Verga'­
dan Gattopardo'ya kadar tüm Sicilya edebiyat 8.le­
mini gözleyerek «ingiurie » nin lakap olduğunu söy­
leyen edebiyat türü fuerinde durdu ; genellikle bir
kelime bir karakter belirliyordu. Kadın pek iyi an­
lamıyordu yüzbaşının sözlerini, başçavuşa da zor
geliyordu bu konuşma. Ama çok zaman kafanın al­
madığını kalp anlayabilir, bu yüzden onların Sicil­
ya'lı k albinde, yüzbaşının sözleri müzik gibi çağrı­
şıyordu. Kadın, 'Onu konuşurken dinlemek gfuel'
ve başçavuş 'konuşmayı Terracini' den daha iyi kı­
vırıyor' diye düşünüyordu. Yüzbaşının fikirleri bir
tarafa, vazife icabı dinlemiş olduğu mitinglerde, er
nun kadar güzel konuşan birine rastlamamışb daha.
«Bireyin kusurlarını ve karakterini belirten
ingiurie'ler olduğu gibi» dedi yüzbaşı. «Bireyin yön­
temlerinden, özel bir olaydan veya konudan köken­
lerini alanlar da vardır. Bunun dışında miras ola­
rak kalan, tüm aileyi kapsayan ve kadastro paftala­
rında görülen ingiurie'ler . . . Şimdi tek tek inceleye­
lim ; karakter ve yapısal kusurları belirten ingiurie'­
ler en gereksiz olanlardır ; kör, topal, aksak, solak
gibi... Kocanızın söylediği bunlardan birine benzi­
yor muydu ?•

cHayır» dedi kadın başını sallayarak.

cHayvanlara, ağaçlara, şeylere olan bell7.erlik­


lerinden ötürü. . . örneğin, kedi ; gri gözlü bir insana

55
veya kediye benzer tarafı olan birine takılan bir
ingiuria ; lakabı «lu chiuppu» (chiuppu Kavak)
olan birini tanıdım, yapısı ve kavak gibi sallanışın­
dan ötürü bu lakabı aldığını söylüyorlardı. .. Şeyle­
re gelince ... Bazı şeylere benzeyen lakaplar... »

«Ben kavanoz lakaplı birini tanıyorum» dedi


başçavuş «gerçekten kavanoz yapılı.»

«Müsaade ederseniz» dedi, varlığı, odada hare­


ketsiz duruşundan ötürü nerdeyse unutulacak olan
jandarma Sposito « müsaade ederseniz, şeylerden
alınan bazı ingiurie'leri sayacağım ; lanterna (fe­
ner) patlak gözlüler için ; peracotta (pişmiş armut)
kim bilir hangi hastalıktan yıpranmış biri ; vircu­
oco (vircuoco : Albicocca : Kayısı) kesinlikle bil­
miyorum ama anlamsız bir yüz ; ostiadivina, yuvar­
lak ve beyaz yüzlü olanlar için kullanılan bir lakap­
tır.»

Başçavuş anlamlı bir şekilde öksürdü ; Dinle il­


gısı olmayan kişiler veya şeylere dinsel imlemelerin
yapılmasını kabul etmiyordu.

Sposito sustu.

Yüzbaşı duraksamayla kadına baktı. Kadın bir­


kaç kez başını sallayarak «Hayır» dedi. Başçavuş,
gözkapakları arasından iki ıslak çukuru andıran
gözleriyle, şiddetle kadına bakmak için ileriye u­
zandı ; ve kadın aniden ismi h atırlanuşcasına «Zico­
hinetta» dedi.
«Zicchinetta» hemen çevirdi Sposito cbir ku­
mardır, Sicilya oyun kağıtlarıyla oynanır . . >
.

Başçavuş ona sinirli sinirli baktı ; filolojinin za­


manı değildi, isim şimdi ellerindeydi ; kağıt oyunu

56
veya cennetin azizi anlamını taşısa bile önemi kal­
mamıştı artık. (Kafasında polis sinyalleri o kadar
çok çalınıyordu ki, cennetin azizini getirmiş, Sicilya
oyun kağıtları arasına sokmuştu ) .

Yüzbaşının içine büyük bir cesaretsizlik çöktü :


Hayal kırıklığı, acizlik duydu. O isim veya ingiuria
ne ise çıkmıştı ortaya ; ama yalnız başçavuşun en­
gizisyon mahkemesini hatırlatan korkutmasıyla ko­
nuşmuştu kadın. Belki o ismi kocasından duydu­
ğundan beri hatırlıyordu ve unutmuş olduğu da
gerçek değildi. Veya içinde aniden beliren korkuyla
hatırlamıştı. Ama yine korkutucu ve insafsız tavır
takınabilen o duygulu ve şişman başçavuş olmasay­
dı, belki ismi öğrenemiyeceklerdi.

«Bana bir sakal traşı olabilecek kadar zaman


verin» dedi başçavuş «Zicchinetta'nın bu köylü olup
olmadığını öğreneyim ; benim berber herkesi tanır
bu köyde. »

«Git» dedi yüzbaşı usanmış bir ifadeyle ; başça­


vuş 'Buna ne oluyor ?' diye düşündü. Uğradığı ha­
yal kınklığında kuzeyin özlemini duyuyordu ; masa­
nın üzerine ışık huzmesi gibi düşen güneş ışını, onu
Emilya caddelerinde pedal çevire n kızların bisiklet
üzerindeki silüetlerine, açık bir gök altındaki ağaç­
ların sıralanışına götürüyordu ; tam şehrin bittiği
yerde, akşamın ve hatıraların ışığında sımsıcak o­
lan evini hatırlıyordu. Kendi bölgesinin şairlerinden
biri ölen kardeşi için yazdığı şiirde evi şöyle tanım­
lamıştı ; 'eski akşam alışkanlıklannda bulunmadığın
yer'. Uzakta olmanın verdiğ i kendine acıma duygu­
su ve karşılaştığı hayal kırıklığıyla, yüzbaşı Bello­
d.i kendini ölü gibi görüyordu.

67
Kadın ona kaygıyla bakıyordu, aralarında ma­
saya vuran o güneş ışını vardı ; onları öyle bir uzak­
lığa götürüyordu ki, erkekte gerçek olmayan bir
duygu, kadında sabit fikir ve kabus yaratıyordu.

«Nasıl bir insandı kocanız?» Yüzbaşı sordu; ve


soruyu yönelttiğinde kocasının nasıl öldüğünü de
sorması doğal geliyordu ona.

Kadın düşüncelerine o kadar dalmıştı ki anla­


yamadı.

«Karakterini, alışkanlıklarını, arkadaşlarını bil­


mek istiyorum. »

«İyi bir insandı, evden işe, işten eve. Çalışma­


dığı günler çiftçiler lokalinde vakit geçirirdi. Pazar
günü beraber sinemaya giderdik. Belediye Reisinin
kardeşiyle, belediyeden bir kaç kişiyle arkadaşlık
ederdi. Hepsi de iyi insanlardı. >

«Hiç başkasıyla bozuştuğu, düşmanlığı veya


menfaat üzerine anlaşmazlıkları oldu mu ?»

cAsla ; aksine herkes tarafından sevilirdi; bili­


yorsunuz, buralı değildi; burada yabancılar gerçek­
ten sevilir. »

«Doğru, buralı değildi. Nasıl tanıdınız onu?:.


cO beni tanıdı, bir düğünde ; akrabamın biri
kendi köylüsüyle evleniyordu, ben de kardeşimle
birlikte düğüne gitmiştim. Beni orada gördü; akra­
bam balayından döndükten sonra onu babama yol­
ladı ve beni istetti. Babam araştırdı, bilgi edindi
hakkında ve sonra bana anlattı durumu : 'İyi bir
genç, hem sonra altın gibi bir mesleği var' dedi. Bu­
nun üzerine ben, yüzünü bile görmediğimi ve onu

58
tanımak istediğimi söyledim. Bir pazar günü çıkıp
geldi ; evimizde bulunduğu müddetce büyülenmiş
gibi gözlerini benden ayırmadı. Akrabam şakacık­
tan 'Çarptın onu' diyordu. »

«Onu seviyor muydunuz ?»

«Sevmeseydim, evlenmezdim.»

Başçavuş döndü o sırada. Berber kolonyası ko·


kuyordu. « Hiç bir şey» dedi ve kadının arkasına ge­
çerek, kadını yollaması için bir takım garip mimik­
ler yaptı, çünkü yeni haberler getirmiş, tahmin edi·
lemiyecek şeyler öğrenmişti kadın hakkında. Kadı·
nın kafa.sının hizasında elini sallıyordu ; Zicchinet­
ta'dan başka neler neler...

Kadını yolladılar. Başçavuş heyecanlı bir ses


tonuyla kadının aşığı olduğunu söyledi ; Passarello
diye biri, elektrik şirketinin tahsildarı. Berber doı:ıı
Ciccio'dan alınmış h aber doğruydu.. Başçavuşa gö­
re.

Eğer aşk unsurları suç işlemeye neden oluyor­


sa, yüzbaşı onlara öncelik tanıyan alışkanlığı yıka­
rak Zicchinetta h akkında soru sordu.

«Don Ciccio» dedi başçavuş cbu köyde bu so­


yadını taşıyan birini tanımıyor... » Ve eğer zavallı
Nicolosi'nin boynuzlandığını söylüyorsa, boynuzlan
parlattığına mühürümüzü basabiliriz ; Passerello'­
yu yakalayıp bir iyice sıkıştırmalı. »

cHayır» dedi yüzbaşı «B. deki meslekda.şına


kadar küçük bir geziye çıkacağız. »
cAnladım» dedi başçavuş , oysa mutabık değil­
di. B. ye kadar sessizliği göğün renklerini kaçıran

69
deniz boyunca, konuşmadan seyahat ettiler. Baş­
çavuşu bürosunda buldular ve masanın üstündeı,
Zicchinetta lakabıyla tanınan, birkaç ay önce af
kanunuyla hapisten çıkan, Diego Marchica'ya ait in­
celenmesi gereken bir dosyayla birlikte, hemen ba­
kılması gereken dosyada Marchica'nın çiftçiler lo­
kalinde oynamış olduğu oyunlar üzerine sağlanmış
gizli haberler vardı ; çok miktarda para yitirdiği ve
hemen arkasından ödediği bildiriliyordu ; tüm bun­
lar, bir takım gizli ve kanun dışı yollar olmasaydı,
boş gezen bir işçi için olanaksızdı.

1917 yılında doğmuş olan Marchica mesleğine


1935 yılında başlamıştı ; silahlı soygun sonunda
hüküm giymişti o yıl. 1938 de Kasten yangın ; tanık­
lıklanyla ona hüküm giydirenler buğday tutamlan­
nı ahırlarında kül olarak bulmuşlardı ; kanıt yeter­
sizliğinden hüküm giymemişti. 1943 yılının ağustos
ayında silahlı soygun, savaş silahlannı depo, kirli
işlerle uğraşmak ; Amerikalılar tarafından (gerek­
çesi anlaşılamadı ) serbest bırakılmıştı. 1946 yı­
ılnda silahlı bir çeteye katılmış ve jandarmalarla
olan çarpışma sonunda ele geçmişti. 1951 yılında
adam öldürmeden tutuklanan Marchica kanıt ye­
tersizliğinden serbest bırakılmıştı. 1935 de adam
öldürmeyle suçlanması, ardından serbest bırakılma­
sı ilginç bir olaydı ; yardakçılarının jandarmaya
verdikleri ifadeye göre komisyonla işlenmiş bir ci­
nayetti, oysa itiraflar sorgu hakmliğinde, karın eri­
yip ortadan kalkışı gibi, kaybolmuştu ; itirafta bu­
lunan o iki kişi doktora ve hakime, jandarmaların
yaptığı işkenceden ötürü vücutlarındaki mosmor
olmuş yara işlerini ve çizikleri gösterdikleri halde,
konuşmayan Marchica böyle bir yakınmada bulun-

60
marnıştı. Bir onbaşı ve iki jandarmanın bu işkence
dolu sorgudan ötürü yargılanmalarına karar alındı,
oysa suçsuz görülerek serbest bırakıldılar. Böylece
tutuklananların kendi istekleriyle konuşmuş olduk­
ları gösterilmiş oluyordu. Konuya tekrar dönülme­
di.

Raporlar Marchica'nın çok uyanık, usta bir ca­


ni ve güvenilecek iyi bir ücretli katil olduğunu gös­
teriyordu ; oyunda ve şarap içmede de, adam öldür­
mede olduğu gibi, ani hamlelerde bulunabiliyordu.
Dosyada sayın milletvekili Livigni'nin mitingi ile
ilgili bir rapor da vardı ; yerli Mafya çiçekleriyle,
sağında dekan Don Calegero Guicciardo, solunda
Marchica olduğu h alde, Alvares binasının balko­
nunda görünmüştü bir kez ; konuşmasının bir yerin­
de 'Mafya çetesiyle ve Mafya ile ilgimin olduğunu
sanmıyorum ; iyi bir katolik ve şerefli bir vatanda­
şınız olarak, size, şimdiye kadar Mafya çetesinden
hiç kimseyi tanımadığıma yemin ederim' demişti.
Oysa La Luma sokağının meydanla kesiştiği yerde,
genellikle, hasımlarının mitinglerinde toplanan ko­
münistlerden kesin bir soru duyulmuştu ; 'Peki, ya­
nınızda duranlar kimdir, papaz okulu öğrencileri
mi ?' Sayın milletvekili soruyu duymamış gibi ya­
parak Sicilya'da tanının gıeliştirilmesi için gerekli
program halka sunarken, meydandaki kalabalık
gülüyordu.

Marchica ile ilgili belgeler arasında bu raporun


bulunması, Marchica'nın tutuklanması halinde sı­
ğınacağı yeri göstermesi bakımından önemliydi. B.
nin başçavuşu görevini iyi uyguluyordu.
«Bugünlerde bir şeyler dönüyor ortalıkta» de­
di ihtiyar adam «hoşuma gitmeyen bazı şeyler ; jan­
darmalar galiba bir şeyler araştırıyorlar.»

«Hiçbir şey tutturamazlar» dedi genç olan.

cTüm j andarmaların aptal olduğunu sanma ;


öyleleri var ki, senin gibileri farkına varmadan, pa­
buçsuz bırakır . .
. 1935 de burada bir onbaşı tanıdım,
adamın köpek gibi koku alma hassası vardı, üstelik
köpek suratlıydı. Bir olay olduğunda kafasına koy­
duğu kişiyi, anasından yeni ayrılmış bir tavşan gi­
bi enseliyebiliyordu. Ne koku alma hassası vardı, ....
çocuğunun ; herif jandarma doğmuştu, bazılarının
rahip veya boynuzlu doğduğu gibi. Boynuzlanan
birinin, kadın boynuz taktığı için boynuzlu olduğunu
sanma ; rahip veya boynuzlu oluşu yaratılıştandır.
Bu da öyle, adam jandarma oluyorsa, birini yaka­
lamak hevesinden veya askere alınmak isteğinden
değil, jandarma doğuşundandır. Yalnız, bu tanımla­
mayı gerçekten j andarma olanlar için yapıyorum ;
zavallı, melek yüzlü olanlar da var . . . ; ben bunlara
jandarma demiyorum zaten. Savaş sırasında bura­
ra bulunan o centilmen başçavuş gibi biri, ne idi is­
mi ? Canım, hani Amerikalılarla arası iyi olan . . . Ona
nasıl jandarma dersin ? İyilik mi istersin gereği ka­
dar yapıyordu ; ama biz de evini boş bırakmıyor­
duk ; zeytinyağı ve makarna ile dolduruyorduk sık
sık. Bir centilmendi gerçekten. O örneğin, jandarma

62
doğmamıştı ama aptal da değildi. . . Biz şapkasında
V. E. ile meşale taşıyan herkP.si jandarma diye ta­
nıyoruz. »

«V. E. mi taşıyorlar ! :.

«Eskiden kral zamanında ; hep unutuyorum


canım, krallık devrinin kapandığını. Aralarında ap­
tallar, centilmenler olduğu gibi, doğuştan jandarma
olan gerçek jandarmalar da vardır. Rahipler için
de böyledir ; Padre Frazzo'ya nasıl ra.1ıip dersin ?
Onun yaptığı iyilikler daha çolı: bir aile baba.sına
yakışır. Oysa padre Spina ; al sa.na rahip doğmuş
biri.:.

cYa boynuzlananlar ?»
cBoynuzlananlara gelince ; adamın biri evinde
kansının çevirdiği numaralan anlar ve evi altüst
ederse, boynuzlu doğmamış demektir. Eğer hiçbir
şey olmamış gibi davranır, boynuzlarla rahatını bu­
lursa, o zaman al sana yaratılıştan boynuzlu biri ...
Şimdi doğuştan nasıl jandarma olunur, onu anlata­
yım ; köyüne jandarmanın biri tayin ediliyor ; sen o­
na yaklaşmaya, yardımlar yapmaya, yağ çekmeye
başlıyorsun ; evliyse, karını hoşgeldine gönderiyor­
sun, hanımlar arkadaşlık kuruyorlar aralarında,
siz de arkadaş oluyorsunuz ; halk sizi beraber görün­
ce aranızdan su sızmadığını düşünüyor. Ve sen, ar­
kadaşlığınızın verdiği güvenle, onun seni centilmen,
duygulu bir insan olarak tanıdığını umuyorsun ; oy­
sa ona göre sen karakoldaki sicilinden başka biri
değilsin. Eğer ceza giymişsen, her an, hatta salon­
da kahve içerken bile , onun nazarında karakolu ve­
ya hapishaneyi gören birisin. Tanrının bile görme­
diği bir yerde, yalnız onunla olduğun bir zaman

63
yapacağın yasak olan bir şeyi hoş görmez ve ceza­
landırır seni böyle tipler. Düşün artık, tesadüfen
daha büyük işler yaparsan. . . Hatırlanın hala, 1927
de bir başçavuş vardı, buranın tabiri ile, evini çarşı
yapmıştı ; kansının ve çocuklarının bize gelmediği
gün yoktu, o kadar arkadaş olmuştuk ki, üç yıişın­
daki en küçük çocukları benim kanyı teyze diye
çağırırdı. Oysa bir gün evime döndüğümde tutuk­
lama kararıyla karşılaştım. Biliyorum, görevini ya­
pıyordu ; kötü zamanlardı, Mori ( 1 ) vardı... Ama
daha çok beni kızdıran bana ve kanma olan davra­
nışlarıydı. Karakola bilgi edinmek için giden karı­
ma kızgın bir köpek gibi davranmıştı . . . Cu si mitti
cu li sbirri, ci appiz7.a lu vinu e li sicarri, yerinde
söylenmiş hir atasözü ; gerçekten israf derecesinde
sigara ve şarap için o başçavuşa oldukça masraf et­
tim.»

« 1927 de» dedi genç olan «faşizm vardı, durum


değişikti ; Mussolini, milletvekili ve belediye reisi o­
larak istediği kişiyi seçiyor, aklına gelen her şeyi
yapıyordu. Şimdi milletvekilleri ve sendikacıları h al­
kın kendisi seçiyor. . . »
«Halk» alayla sırıttı ihtiyar «halk . . . h alk boy­
nuzlanmıştır ve boynuzlu kalacaktır ; aradaki fark :

(1) Mori Mussolini tarafından Mafya'yı ortadan kaldırmak


için gönderilen bir vali. Nitekim faşist idare zamanında
Mafya'dan çok kişiler yakalandı. Bu tutuklamalar, çokları­
na göre, görünüşten ibaretti. M afya liderleri faşizmin ta­
raftarı görünüp idareye bu yakınlaşmadan yararlanarak
istediklerini yaptırmaya başladılar. Aynı zamanda faşist
idareye ihanet etmeye hazırdı bu gizli örgüt. 1943 yılında
bağlaşık kuvvetlerin adaya çıkmasıyla yeni patronlarına
yardım etmekte ve Amerikan Mafyasıyla ilişkilerini art­
tırmakta gecikmediler.

64
Faşist düzende bayrağı boynuzlanna rejim takar­
ken, demokratik diliende halkın kendisi, istediği
renkten dalgalandınyor.. . Böylece konuşmamızın
başına dönmüş oluyoruz ; yalnız bazı bireyler de­
ğil, atalarından kalan, kuşaktan kuşağa geçen bir
gelenek gibi boynuzlarını koruyan uluslar da var­
dır.>

cBen boynuzlandığımı sanmıyorum» dedi genç


adam.

cBen de. Ama biz, arkadaşım, başkalarının


boynuzu ilierinde yürüyoruz, dans edercesine . . . » ve
ihtiyar ayakta dans figürleri yapb, boynuzun bir
ucundan ötekine yürürken gereken dengeyi ve rit­
mi göstermek istiyordu.

Genç olan güldü, ihtiyan konuşurken dinle­


mek bir zevkti. <knçliğinde başkalarına olan insaf­
sız şiddetiyle ünlüydü, iyi bir kumarbaz oluşu, el
çabukluğu ve idrak yeteneği, onu etrafındakiler ta­
rafından korkulacak ve saygı duyulacak bir i ola­
rak tanıtmışb ; denizin, yıllanmış kumsalda bilgeli­
ğin boşsayf alarını bırakıp çekilişi gibi ondan uzak­
laşırlardı bazen. Felsefeyi, uzun geçmişi, kısa gele­
ceği, gerçeğin kararsız ve çelişkili imajlarını, düşün­
celerin karanlık ışığı olarak aksettiren bir takım
ayna oyunları olarak kabul edip, 'bazen filozof gibi
konuşuyor' diye düşünüyordu genç çocuk ihtiyar
için. Oysa bazı anlarında, gençliğinde olduğu gibi,
insafsız ve sert bir adamdı. Bireylerin yaşantısını
irdeleyip, kesin yargılarına varırken, boynuz veya
boynuzlanmış koca deyimlerini değişik anlamlıarda
ve küçük farklarla, ama her zaman küçümseme

65
gösteren değerleriyle belirten ihtiyarın konuşmala­
rı ilginçti.
cHalk, demokrasi» dedi ihtiyar, başkalarının
boynuzlan üzerinde yürümenin nasıl olacağını gös­
termekten yorgun, oturmak için hazırlanırken «hal­
kı aldatmasını bilen kişiler tarafından masa başın­
da uydurulmuş şeyler, tüm insanlık zaten saygıyla
konuşularak aldatılmışır. İnsanlık, Ficuzza ormanı­
nın eski halini andıran bir boynuz ormanıdır. Boy­
nuzların üzerinde kimlerin dolaştığını biliyor mu­
sun ? Aklında iyi tut ; birincisi, rahipler ; ikinci ola­
rak, politikacılar ; halkla beraber olduklarını, h alkı
sevdiklerini söyledikçe , boynuzlar o derece ayakla­
rına batar ; üçüncüler, senin ve benim gibiler . . . A­
yaklar bir kaydı mı, politikacılar, rahipler ve bizler
boynuzun üzerine oturabiliriz, bu gerçek olan bir
şey ; ama ıçımızı parçalas a da içimizde olan bir
şey, oysa başında taşırsan boynuzlanmış olursun . . .
Bu büyük bir zevktir, ölsem de g a m yemem, çünkü
kıçında değil, başında taşıyanlar boynuzlanmış o­
lanlardır. O boynuzları parlatan Parriıı.ieddu'dan
kuşkulanıyorum bu günlerde, j andarmanın bu so­
ruşturmalarında parmağı olsa gerek. . . Dün benimle
karşılaştığında beti benzi attı ; beni görmezlikten
geldi ve hemen sıvıştı. Onun muhbirlik yaptığını
biliyordum ve şimdiye kadar müsaade ettim, çünkü
o da yaşamak zorundadır ; ama aklıyla yapmalıydı
bu işi, aziz kiliseye karşı gelmeksizin . » Aziz kilise
derken, el değmemesi gereken kendini ve simgeledi­
ği, koruduğu arkadaşlık bağını kastediyordu.

Parrinieddu karşısındaymış gibi, ondan söz e­


dip, soğuk bir ifadeyle « . .. Eğer sen aziz kiliseye
karşı gelirsen , ben senin için ne yapabilirim ; hiçbir

66
şey, yalnız sana arkadaşlarının kalbinde öldüğünü
söylerim» dedi.

Bir an kalplerinde ölen adama fatiha okurcası­


na, sessiz kaldılar. Sonra konuştu ihtiyar adam
«Diego'yu birkaç günlüğüne kafasını dinlemesi için
dışarıya yollamayı isterdim, Genova'da bir kız kar­
deşi varmış galiba . . . »

Diego Marchica akşam saat dokuzda avcılar


kulübünde tutuklandı. Bir taşla iki kuş vurmak iste­
yen B. nin başçavuşu ancak bir tanesini vurabildi.
Kumar oynayanlara bir sürpriz yapmak ve Diego'yu
yakalamaktı amacı ; oysa, Diego dahil, tüm oyun­
cular normal bir kağıt oyununa dalmışlardı, çünkü,
muhtemelen, birileri gözcü olarak beklerken, jan­
darmaların geldiğini görmüş ve haber vermişti.
Diego önce kızmış , sonra halkın bakışları arasında
saygılı bir şekilde karakola yollanmıştı. Diego'nun
ve jandarmaların kulağına acıma ve hayret sözleri
(Ne yaptı zavallı, kendi işleriyle uğraşır sadece)
geliyordu, oysa h alk alttan alta Diego'nun geri ka­
lan günlerini h apiste geçirmesini dileyen sözler mı­
rıldanıyordu.

B. de Diego yakal:mırken, S. de Parrinieddu


cgioco del lotto » nun ruletinde, öldürülecek adam
rakamını giderek benimsiyordu ; ruhun ölümsüzlüğü
l;ıir tarafa, öldükten sonra ancak bu şekilde yaşaya­
bilirdi.
Parrinieddu lakabıyla tanınan Calogero Dibel­
la son yirmidört saatıru rüya görüyormuş gibi ge­
çirdi. Bu rüyalannda bazen ışığın girmediği böğürt­
len ağaçlarının sıralandığı ormanlara itiliyordu.
Muhbiırlik yaptığından beri ilk kez, kendi varlığını
tehlikeye sokacak, menfaat ve arkadaşlıklarının
oluşturduğu ağı sökecek ipin ucunu jandarmalara
vermişti. Genellikle jandarmalara verdiği sırlar,
bu arkadaş yığınının dışında kalan kişileri tehlike­
ye sokuyordu ; bunlar daha çok, bir önceki akşam
sinemada bir soygwı filmi gören ve ertesi gün he­
veslenip otobüs soymaya kalkan gafil gençler, kü­
çük kirli işler çevirenler, yani himayesiz kişilerdi.
Oysa bu kez durum değişikti ; iki isim verdiği doğ­
ruydu, biri La Rosa'ydı. Bu ismin arkadaşlık dü­
ğümü ile ilgisi yoktu ; diğeri sorunun çözümlenmee i
için çekilmes i gereken bir ipti. O iki ismi ağzından
çıkardıktan sonra süklınet bulamamıştı ; vücudu
korkudan, ıslanmış bir sünger gibiydi.

Caffe Gulino'da biı· çok kez olduğu gibi ona bir


amaro ( acımsı bir içki ) sunmak isteyen Pizzuco,
Parrinieıddu'nun içkiyi istemeyişinden ve hemen o­
radan uzaklaşmasından, ilkin şaşırdı ve sonra dü­
şünmeye başladı tüm gün, çünkü olaylan hemen
kavrayan bir tip değildi. Parrinieddu , Pizzuco'nun
siroz hastalığına rağmen amaroya olan düşkünlü­
ğünü unutmuş, bir amaronun sunulmasıyla meyda­
na gelecek ölümün biçimlerini yorumlamaya çalışı­
yordu ; acı bir ihanet, acı bir ölüm ; içtiği Sicilya
amarosu Averna kardeşler kooperatifinindi ; bu
amaro üzerine Pizzuco'nun bölgecilik anlayışı kurul­
muştu ; kendini Evis militanlarından kabul eden

68
Pizzuco , polise göre, soyguncu Giuliano'nun sempa­
tizanıydı.

Parriuiedud 'nun, arkasından köpek saldıran


biri varmış gibi, kaygılı ve şaşkınlık içinde kaçışını,
çokları fark etmişti, fakat daha çok onun korktuğu
kişiler o kaçışı izlemişlerdi. Hele karakolda dört
duvar arasında söylediği sözleri tahmin edecek ye­
tenekte olan ve en çok korktuğu kişiyle karşılaş­
mış olması onu eziyordu. Görmemezlikten gelerek
hemen köşeyi dönmüştü ; oysa adam onu görmüş­
tü ; ağır gözkapaklan altında sönmüş gibi görünen
bakışlanyla izlemişti kaçışını.

O karşılaşmadan sonra muhbir yirmidört saa­


tını dayanılmaz ve sinirli bir şekilde geçirdi. Olanak­
dışı olan köyden kaçış tasarısını, ölümün görünümü
izliyordu düşüncelerinde. Trenin uzun düdük sesle­
ri, yol boyunca uzanan tarlalar ve pencerelerinde
k adınları, çiçekleri olan köy evlerini ansızın bir tü­
nel karanlığa gömüyor ve ölüm, trenin çılqı..rdığı
gürültüyle heceleniyordu k afasında.

Üç günün kaygısı, yanlış davranışları, belirgin


korkusu, mezannı kendi kendine kazdırmıştı. Şimdi
oraya bir köpek gibi atılacağını düşünüyordu ; ölü­
münün, bildikleri veya kuşkulandıkları ihanetinden
olacağını sanıyor, içinde bulunduğu belirgin korku­
nun, yaptığı ihaneti ortaya koyduğunu düşünmü­
yordu. Ağzından çıkan o iki isim yalnız yüzbaşı
Bellodi'nin hafızasında yazılıydı ; yüzbaşı olaya baş­
ka bir cinayetin eklenmesini istemediğinden muh­
biri korumak niyetindeydi ; oysa, kaygıdan artık
sinirleri gevşemiş olan Parrbıieddu, sırların havada
bir toz bulutu gibi uçuştuğunu görüyordu. Bir bu-

69
nalını içinde yaşantısının son sabahında yüzbaşıya,
bir kağıt üzerine iki isim ve 'öldüm' diye yazarak,
sonuna bir mektubu bitirircesine, 'Saygılarımla,
Calogero Diballa' diye ekledi. Mektubu postalamaya
gittiği zaman tüm köy halen uyuyordu ; günü başı­
boş dolaşarak, eve girip çıkarak geçirdi, son kez
gizlenmeye karar verdiği anda da kapıda, yanılma­
yan iki el tabanca ateşiyle yere kapandı. O ana ka­
dar belki on kez intihar etmeyi düşünmüştü.

Yüzbaşı, mektubu ölüm haberini aldıktan son­


ra okudu. B. nin başçavuşuna Marchica'nın içeride
tutulması emrini verdikten sonra, C. ye dönmüş,
yorgun argın pansiyona gitmişti. Dibella'nın ölümü­
nü ona bildirdikleri zaman karakola gitti ve öğ·
len postasında mektubu buldu. Okuyunca çok duy­
gulandı.

Adam, sahneden son bir ihbar ile ayrılmıştı ;


şimdiye kadar yaptığı ihbarlar arasında en etkili
ve en uygun olanıydı. Kağıdın tam ortasına iki isim,
biraz altına umutsuzluk bildirisi, ondan sonra 'say­
gılarımla' yazmış ve altına imzasını atmıştı. Etki­
sinde kaldığı, haber değil, onu oluşturan umutsuz­
luk ve can çekişmeydi. 'Saygılarımla' onu bir kar­
deşe duyulan merhamet ve aynı zamanda acı bir
kederle duygulandırıyordu ; sınıflanmış, belirlenmiş,
reddedilmiş görünüm altında, insan kalbini ansızın
çıplak ve trajik olarak keşfeden bir insanın merha­
meti ve acı kederiydi bu. Ölümüyle, son selamıyla,
muhbir en insancıl haberi vermişti ; muhbirin bu
davranışı nahoş, can sıkıcı olmasına rağmen, yö­
neldiği duygu ve düşüncelerde bir acıma ve dinsel
anlayış buluyordu.

7-0
Bu duyuş ve anlayış şeklinden, ansızın, öfke
doğdu. Yasanın zorladığı davranışların verdiği ü­
züntüyü duydu ; kendi astlan gibi, ayrık bir kuv­
vet ve davranış özgürlüğü tasarladı ; oysa bu tasa­
rıyı daima engellemişti kendi astlarında. Anayasal
güvenliğin bir kaç ay için kaldırılması, Sicilya'da
tüm kötülüklerin kökünden sökülüp atılmasını sağ­
lıyabilirdi. A ma Mori'nin baskılarını, faşizmi hatır­
ladı ; ve kendi gö�lerinin, duygularının ölçüsünü
buldu tekrar. Öfkesi devam ediyordu, tüm Sicilya'­
yı ezen bir kuzeylinin öfkesiydi bu. Yalnız bu böl­
ge, ttalya'da faşist dikta altında yaşantısının özgür­
lüğünü ve olanaklannı sağlamıştı. Ne kadar özgür­
lüklere mal olmuştu bunların bu özgürlüğü ; Sicilya-
lılar onu bilmiyorlardı ve bilmek de istemiyorlardı,
a.s8İse'nin görkemli duruşmalarında, sanık sandal­
yelerinde, tilin beyleri ve ağaları, kuvvetli seçmen­
leri ve Kralın yüksek rütbeli şahsiyetlerini, kirli iş­
lere karışan veya suçlulan koruyan doktorlan ve
avukatlan görmüşlerdi ; ahlaksız ve karaktersiz ha­
kimler azledilmiş, kötü niyetli memurlar uzaklaş­
tırılmıŞtı. Köylü, küçük burjuva, çoban ve kükürt­
çü için faşizm bu dille kon�muştu. 'Belki bu neden­
le Sicilya'da çok faşist var' diye düşünüyordu yüz­
başı 'onlar faşizmi bir soytan sirki, biz ise sekiz ey­
lülden sonra bir trajedi gibi gördüğümüzden değil
yalnız, faşizmi böylesine benimsemiş olmalan. İçin­
de bulundukları durumda tek bir özgürlük yetiyor­
du onlara, diğerleri nerelere kullanacaklannı bil­
miyorlardı. Ama yine de sakin kafayla verilmiş
bir yargı değildi bu. '

Bazan açık, hazan kanıtlardan yoksun olan ka­


rışık düşüncelerini irdelerken S. ye doğru yol alı-

71
yordu. Farların ışığı karanlıkta, parlak ve beyaz
şistlerin bulunduğu sınırsız bir mağara görünümü
veriyordu geceye.
S. nin başçavuşu korkunç bir gün geçirmişti
ve en kötü gece gelmek üzereydi ; gecenin sinsi ve
ihanet dolu suları arasında kaybolmaktaydı. Kendi­
siyle beraber, yakın köyden, Marchica'yı getirmiş­
ti ; gerçeği söylemek gerekirse, sakin ve sessizdi,
anasının memesine sarılıp kalan yan uykulu bir fino
gibiydi ; o kadar yorgundu ki, nezarete alındığı za­
man tamamen kapanmasını beklemeden tahta ran­
zanın üzerine bir kemik çuvalı gibi yığılmıştı.

Ve Marchica yetmiyormuş gibi başçavuş bir


ölü de bulmuştu karşısında. En ılımlı bir insanı bile
çıldırtacak kadar yeterliydi olaylar ; oysa başça­
vuşun yorgunluğu açlığı ile birleşince, uykusunu
getirmişti. Bunun üzerine tam kahve içmek için ba­
ra girerken yüzbaşının sesi onu kapıda durdurdu.
Yüzbaşı ona yetişti, o da bir kahve içti ve barmen,
onlara sunduğu kahvenin barı için büyük bir zevk
olacağını �irtmesine rağmen yüzbaşı ödemek is­
tedi ; bu hareketi, 'Yüzbaşı, galiba, benim burada
meşrubatları beleşe çıkardığımı sanıyor' diye düşü­
nen başçavuşun öfkesini, biranın taşan köpüğü gibi,
taşırdı. Oysa yüzbaşı başka şeyler düşünmekteydi.
Parrinieddu'nun cesedi halen kaldırımın üzerin­
de, mavimsi bir örtü ile örtülüydü. Nöbet tutan jan­
darmalar örtüyü kaldırdılar. Cesed, doğum öncesi
gibi, ölümün kara rahminde büzülmüş bir durum­
daydı. 'Ölüm' diye yazmıştı, ve kapısının eşiğinde
ölü olarak bulunmuştu ; kapalı pencerelerden karı­
sının çığlıkları ve onu avutmaya gelen komşula­
rının sesleri duyuluyordu. Yüzbaşı cesede bir an

72
baktı ve üstünü kapatmaları için işaret etti. Ölü­
lere bakamazdı, özellikle şimdi hiç bakamadı. Kara­
kola doğru geri döndü, başçavuş da arkasından
izledi onu.

Parrinieddu 'nun son ihbarında belirttiği iki is­


mi yakalamak ve aynı anda, ayn ayn yerlerde sor­
guya çekmek istiyordu. Bunlara nezarette olan ü­
çüncü kişi eklenecekti. Rosario Pizzuco'nun yakalan­
ması herhangi bir çatışmaya meydan vermeden
olabilirdi başçavuşa göre, oysa muhbir ikinci ismi
ancak ölümünün eşiğinde yazabilmişti. Felaketler
zinciri olan o insan, merdivenlerin basamaklarından
yuvarlanan lastik top gibi yuvarlana yuvarlana S.
Karakol Komutanı başçavuş Arturo Ferlisi'nin su­
ratında bitebilirdi, bunun için de işlerin gidişine ba­
kılırsa, çok zaman gerekmiyc'!.-du. Şaşkın bir durum­
da yüzbaşıya olabilecekleri hatırlattı. Yüzbaşı onla­
rı düşünmüştü bile. Yapılacak hiç bir şey yoktu; e­
şeği patronun istediği yere bağlamak gerekiyordu;
başçavuş Ferlisi'ye, eşeği tam çanak çömlek yığını­
nın ortasına bağlamışlar gibi geldi, atacağı çifte­
rin yankılan ebediyen duyulacaktı.

«Anlamıyorum, gerçekten anlamıyorum; Don


Mariano Arena gibi zavallı, yaşlı, hastalıklı, yalnız
kilise ve evini bilen bir adamın belalardan kurtula.­
mamasını anlamıyorum... Gözlerimizin, daha doğru­
su gözlerinizin önünde bir çok suçlu dolaşırken onu
bir takım suçlardan ötürü yakalıyorlar; ama sizin

73
ne kadar çalıştığınızı biliyorum ; her ne kadar bana
düşmezse de, şahsen, çalışmanızı çok beğeniyorum. >
cTeşekkür ederim ; vazifemizi yapıyoruz. >

cAma olmaz bu... Geceleyin şerefli bir evin ka­


pısı çalınsın, evden zavallı, dindar, üstelik hasta-
lıklı ve ihtiyar olan aile babası, ailenin tüm şaşkın­
lığı arasında alınsın ve hapise atılsın ; bu insancıl
olamıyacağı gibi, doğru da değildir.>

cAma bazı kanıtlar var ki...>

cHangi kanıtlar ? Biri aklını kaybediyor, size


üstünde ismim yazılı bir pusula yolluyor, siz de o­
na güvenerek, gecenin yarısında gelin, bu ihtiyar
halimde, asil geçmişimi unutarak, beni hapishaneye
sürükleyin ; olacak şey değil . . . >

cArena'nın geçmişi temiz değil ki. . . >

cTemiz değil mi ?... Bırakın anlatayım arkada­


şım ; bir Sicilyalı, güveninizi kazanabildiğim kada­
rıyla, bir insan olarak anlatacağım olayları ; Ünlü
Mori burada kan ve yaş döktürdü.. . Bu, faşizmin
hatırlanmaması gereken bir tarafı ; ben faşizme
karşı değilim ve kötülemek istemiyorum, hatta ba­
zı gazeteler benim faşist olduğumu yazarlar... Faşiz­
min iyi tarafları yok muydu ? Hem de nasıl... Özgür­
lük denen bu köpekçe iş, havada uç�an ve en kut­
sal elbiseleri, en asil duygulan kirleten bu çamur
yığını... Bırakalım bunları... Mori, dediğim gibi, bu­
rada Tanrının kırbacı gibiydi ; yoldan geçerken bile
topluyordu ; yaşı kuruyu, centilmenleri, uydurukla­
rı, muhbirlerin ulaştırdığı isimleri ve kafasına esen
herkesi. . . Tüın Sicilya için büyük bir işkence oldu ...
Şimdi siz bana don Mariano Arena'nın geçmişinin

74
temiz olmadığından bahsediyorsunuz. Benim gibi,
siz de onu tanımış olsaydınız bu şekilde konuşmaz­
dınız. Eşi az bulunur bir insan ; doğru mu yanlış
mı olacağı konusunda, yargılanmasını istemediğim
inanç bütünlüğü üzerine demiyeceğim, çünkü sizi
ilgilendirmeyebilir de, ama şeref, geleceğin aşkı ve
bilgelik üzerine sizi temin ederim ki, eşi az bulunur
bir insan ; üstelik, kültür ve eğitimden yoksun oldu­
ğu düşünülürse... Hem siz kalp temizliğinin kültür­
den çok daha kıymetli olduğunu takdir edersiniz ...
Bunun için böyle bir adamın cani olarak tutuklan­
ması, inanın, bize Mori zamanını hatırlatıyor. •

«Oysa halkın görüşüne göre Mafya'nm Lideri


Arena'dır. »

«Halkın görüşü : .. Nedir ki halkın görüşü ? Boş­


lukta dola.şan bir ses ; fitne, dedikodu, boş intikam
taşıyan bir ses. . . Mafya da bir sestir ; bazıları var
olduğunu söylüyorlar, oysa hiç kimse nerede oldu­
ğunu bilmiyor. . . Ses, başıboş bir ses ; boş kafal�
da yankılanan bir ses . . . Victorio Emanuele Orlandi'­
nin ne dediğini biliyor musunuz ? Onun düşüncele­
rinden uzak olan birinin onun sözlerini aktarmış ol­
ması sözlerinin değerini gösterir. Diyordu ki...•

«Mafya, sağladığım bazı kanıtlara göre, var. »


«Beni üzüyorsunuz, evladım, beni üzüyorsunuz ;
Sicilyalı ve gerçekçi bir insan olan beni üzüyorsu­
nuz. . . Sicilyalı ve gerçekçi insan yönlerim Sicilyaya
yapılan bu haksızlığa ve akla olan bu gücendirici
davranışa karşı isyan ediyor. Dikkat edin ama, ak­
lın a'sı daima küçüktür benim için... Bana siz söy­
leyin yalnız yan Sicilya'yı değil, Amerika'yı da eğe­
menliği altında tutan ve Sicilya'da bulunan, ziyare-

76
tine giden gazeteciler tarafından büyük suçlama­
larla halka tanıtılan bir şefin idaresinde, gizli ve
kudretli bir örgütün varlığı mümkün müdür ? Lider
diye tanıttıklan kişiyi tanıyor musunuz ? Ben tanı­
yorum ; iyi bir insan, iyi bir aile babası, çalışmak­
tan yorulmayan biri. Zengin oldu olmasına ama çok
çalıştı. Mori ile bazı anlaşmazlıkları da oldu... Bazı
kişiler arkadaşlık, sempati yaratabilmek yeteneği­
ne sahiptir çok zaman, işte bu insanlar bazan sayı­
lır ve sevilirler ; sizin, halkın sesi diye çağırdığınız
o fitne rüzgarı 'işte Mafya'nın liderleri' diye bağır­
maya başlar bu kişiler için. Üstelik blimediğiniz bir
şey daha var ; halkın sesinin Mafya'nın liderleri diye
tanıttığı kişilerin en belirgin özelliği, içgüdüsel ve
doğal bir nimet olan adalet anlayışıdır. Bu da Tann­
nın önünde kulun kurtuluşunu sağlar. Bu adalet an­
layışı onlan saygı değer yapar.>

cAradığımız da bu zaten ; adaletin uygulanma­


sı Devletin ödevidir ; ve kabul edilemez ki . > . .

cBen adalet anlayışından bahsediyorum, uygu­


lanışından değil. . . Örneğin, biz bir parça toprak ve­
ya miras yüzünden bozuşmuş olsaydık, bir üçüncü
kişi bizi barıştırmak için araya girecekti ve anlq­
mazlığı çözecekti. . . Böylece adaleti uygulamış ola­
caktı ; sizin adaleti beklemiş olsaydık, ne olurdu bi­
liyor musunuz ? Yıllar geçerdi, öfkeden veya sabır­
sızlıktan ikimizden biri, veya ikimiz birden şiddete
baş vururduk. . . Kısacası, barışı seven, barışı geti­
ren birinin Devletin elinde bulundurduğu, meşrulu­
ğundan Tann için kuşkulanmadığımız adaleti suisti­
mal edeceğine inanmıyorum. »

cBu şekilde irdelerseniz olaylan ... »

76
cHangi şekilde irdelemek ,istersiniz ? Bir ser
rumlu kişiden beklenmeyecek kadar salt hayal ürünü
olan kitabın sahibi arkadaşınızın yöntemiyle mi ? . . . >

cBana çok şeyler verdi o kitap.>

cEğer yeni şeyler öğrendiğinizi söylemek isti­


yorsanız, kabul ederim ; ama kitabın değindiği şey­
lerin varlığına inanıyorsanız, bu tartışılacak bir ko­
nu. . . Olayları başka bir yönden irdeleyelim : Siz,
hiç, Mafya denilen bir gizli örgütün herhangi bir
cinayeti h azırladığını ve yaptığını saptayan bir
mahkeme yargısıyla karşılaştınız mı ? Şimdiyedek
işlenen cinayet ile, Mafya arasında ilgi kurabilecek
bir tanıklık çıktı mı ortaya ? Bu gözlemimize göre,
Mafya'nın karşılıklı ve gizli olarak yardımlaşan ki­
şilerden kurulu masonlar cemiyetinden farkı ol­
madığını söyliyebilirim. Neden bazı suçları mason­
lar cemiyetine yüklemiyorsunuz ? Mafya'nın işlediği
suçların kanıtları kadar masonlar cemiyetinin de
işlediği suçların kanıtları var. . . >

c Olabilir . . . >

cBana inanınız ; sizi aldatmak istesem, Tanrı


bilir, aldatırım rahatlıkla. .. Bilmem size nasıl anla­
tayım ; Mafya'nın varlığı ve o şahsın örgüte
bağlılığı konusunda somut kanıtlarınız olmadan
dikkatinizi halkın Mafya örgütüne mensup diye
mimlediği kişilere çeviriyorsunuz. Böylece, Tann'nın
önünde haksız davranışlarda bulunuyorsunuz. . . Don
Mariana Arena olayı da bunun gibi bir şey . Onu ..

y:akalayan subayın jandarma kuvvetlerinin gelen&


ğine ihanet ettiğin i söyliyebilirim. Müsaade ederse­
niz, Svetonio'nun latincesiyle açıklamaya çalışayım ;

n
principum quidem virorum insectatione abstinuit ;
yaklaşık olarak İtalyancaya çevirirsek şöy'ie de­
memiz gerekir ; Don Mariano sevdiğim ve tüm kö­
yün sevdiği saydığı aynı zamanda milletvekili Li­
vigni ve Bakan Mancuso'nun beğendikleri bir in­
san. >

Marchica'nın yirmidört saati dolmuştu nezaret­


te ; Arena ve Pizzuco'nun da dolmak üzereydi. Sa­
at tam dokuzda nezaıethanenin kapısını şiddetle
vurarak, iyi bildiği ve koruduğu haklarına riayet
edilmesini istedi ; baççavuş, ona, bir takım tedbirler
yüzünden süreyi kırksekiz saate kadar uzattığını
bildirdi ; formaliteyi öğrenen Marchica, üzerinde
yattığı tahta ranzanın rahat olmadığını düşünmek­
sizin, bir çeşit arzuyla yerine döndü. Başçavuş,
Marchica'nın saati dolar dolmaz kapıyı yumrukla­
masını kafasında yorumlayarak odasına döndü ;
çünkü Marchica'nın saati, cüzdanı, kravatı, ayak­
kabı bağları masanın gözünde duruyordu.

Saat onda, başçavuş Marchica'yı uyandırdı ve


eşyalarını geri verdi. Marchica bırakılacağını san­
dı ; uykusuz, kaygılı ve sakallı yüzü bir anda zafer
gülümsemesiyle donandı. Oysa karakolun kapısında
bir araba bekliyordu, başçavuş onu içerdeki jandar­
manın yanına itti ve bir jandarma da arkasından
binince Ma.ı'chica iki jandarma arasında sıkışıp
kaldı ; trafik nizamnamesini hatırlattı, o sırada şo­
förün yanına geçmiş olan başçavuş bu beklenme-

78
dik gözlem karşısında, « Üçünüz de zayıfsınız» di­
yerek kaçamak yollu bir cevap verdi.
C. Jandarma Karakol Komutanlığının iki ayrı
nezaretinde Pizzuco ve Arena bulunuyordu. Yüzba­
şı onları bütün gün rutubetli nezaretinıie tutmayı
uygun görmüştü ; uygulayacağı sorgu<l<- daha iyi
sonuçlar verebilirdi ; bir gün bir gecenin vereceği
sıkıntı ve kararsızlık bu üçünün üzerinde etkisini
gösterecekti.

Marchica'dan başladı.

C. deki Jandarma Karakol Komutanlığı eski bir


manastırda kurulm�tu. Dikdörtgen taban üzerine
inşa edilen manastırın iki tarafındaki odalar kori­
dorlarla ayrılmıştı. Bir taraftaki odalar avluya,
diğer taraftakiler yola bakıyordu. Bu armoni dolu
binaya, Sicilyalı Francesco Crispi Kabinesi'nin ve
sorumlu Bakanlığın özeniyle bir bina daha eklen­
mişti ; çirkin, şekilsiz ve daha küçük bir boyutla
birincisi örnek alınmak istenmişti ; bu, bir çocuğun,
mühendisin yaptığı projeyi taklit etmesine benzi­
yordu ; avlunun yerine bir açıklık konulm�tu bu
yeni binada ; iki bina bir sıra merdiven ve birkaç
koridorla birbirine bağlanmıştı. Tek güzel tarafı
eski binaya n azaran büyük odaları oluşuydu ; bi­
rinci kat karakola ayrılmıştı, ikinci kat komutanın
lojmanıydı.

Yüzbaşının odasının açıklığa bakan büyük bir


ı.:�nceresi vardı ; tam karşısında aynı büyüklükte
bir pencereyle teğmenin odası bulunuyordu ; iki
pencere birbirine o kadar çok yakındı ki, biraz u­
zanmakla bir odadan diğerine gereken belgeler ge­
çirilebilirdi.

79
Yüzbaşmın masasının duruşuna göre, Marchi­
ca pencerenin karşısına oturdu, sağında kapı vardı.

cSiz B. de doğdunuz, değil mi ? :. diye sordu


yüzb�ı.

cEvet, efendim> Sabır arzulayan bir ses tonuy-


la.
cVe daima B. de oturdunuz ? •

cHer zaman değil ; askere gittim ve birkaç kez


hapiste yattım. >

cUmarım, B . nin halkını iyi tanırsınız ? :.

cEvet, insan köyünü tanımaz mı ! Yalnız insan


uzun zaman ayrı kalınca, döndüğünde çocukları
büyümüş, ihtiyarları daha ihtiyarlamış bulur. . . H�
le kadınlar ; sokaklarda oyun oynayan küçücük kız­
larken, uzun bir aynlıştan sonra döndüğünüzde on­
ları evli, çoluk çocuk sahibi olarak bulursunuz . . » .

cBizim yaşta olanlar, çocukluklarını bizimle


geçirenler rahatlıkla tanınır ve hatırlanır, değil
mi ? >

cMuhakkak> dedi Marchica ; soruların anlam­


larından çok yüzbaşının konuşmadaki sakinliği o­
nu kaygılandırıyordu.

Yüzbaşı bin an için sustu düşüncelerine dal­


mış gibi. Marchica pencereden teğmenin odasını
seyrediyordu ; kimsecikler yoktu, içerisi rahatlıkla
görünüyordu, çünkü yüzbaşı abaj urunu yakmış,
pencere tarafında daktilo yazan onbaşıya ışık ol­
sun diye o tarafa çevirmişti.

80
c Siz, Paolo Nicolosi diye birini tanır mıydı·
nız ? . . . »

«Hayır» dedi atılarak Marchica.

«Olanak dışı» dedi yüzbaşı, «belki şu anda h a­


tırlamıyorsunuz, çünkü yıllardır Nicolosi artık B.
de oturmuyor ; ama size hatırlatmaya çalışacağım . .•

Nicolosi, Giusti yolunda oturuyordu, sızın yolla,


yani Monti yoluyla kesişen yolda. .. Babasının kü­
çük bir arazisi vardı, ama ağaç budayıcıhğı yapar
dı ; aynı mesleği şimdi oğlu yapıyor, S. de oturuyor
ve evli. >

«Bunları duyduktan sonra h atırlar gibi olu­


yorum. >

cBuna çok sevindim.. . Hem sonra çok zor de­


ğil bazı şeyleri veya kişileri h atırlamak. Özellikle,
yaşantımızın mutlu bir dönemine, çocukluğumuza
rastlayan arkadaşlıkları . . . >

«Beraber oynadığımızı hatırlıyorum ama o


benden yaşça daha küçüktü ; ilk kez suçsuz olarak
hapishaneye girdiğimde, o daha çocuktu. Ondan
sonra onu bir daha görmedim.»

«Yapısal olarak nasıldı ?>

cBenim boyumda, sarışın, mavi gözlü ... >

cBıyıkları da var> dedi yüzbaşı kesinlikle.

cÖnceden vardı> dedi Marchica.

cNeden önce ? >

cKesmeden... Kesmeden önce ... >

81
«Şu halde siz bıyıklı halini gördünüz, ya bıyık-­
larını kestikten sonra ? . . . 'I>

« Karıştınyorum belki. .. Evet evet kanştınyo­


rum .
. . 'I>

«Hayır» dedi yüzbaşı «oysa çok iyi h atırlıyor­


sunuz ; evlenmeden önce bıyıkları vardı, sonra bel­
ki, karısı hoşlanmadığı için kesti . . . Onunla B. de
karşılaşmış olacaksınız ; genel afla dışarıda bulun­
duğunuz süre içinde ona rastlayıp rastlamadığınızı
bilmiyorum ; belki de onunla S. de karşılaştınız ! '!>

«Nasıl olur, yıllardır S. ye gitmiyorum. :.

cGarip» dedi, yüzbaşı, kaygılanmış bir tavırla


«gerçekten garip ; bana S de sizinle karşılaştığını
kendisi söyledi. Yalan söylemenizin nedenini anla­
yamadım ! »

Marchica hiç bir şey anlamıyordu aıtık, yüzba­


şı ona, içinde bulunduğu işkenceyi anlıyarak bakı­
yordu. Aklı yaz sıcağı altında dolaşan başıboş bir
köpek gibiydi. Bir olanak, .kararsızlık ve önduyu
ışını bir noktayı aydınlatıyor ve onun üstünde hay­
vansal bir duyguyla duruyordu.

Aniden odanın kapısı açıldı, Marchica iç­


güdüyle bakmak için dündü. Eşikte S. nin başçavu­
şu duruyordu. Selam verdi ve «tamam'!> dedi. Ar­
kasında saçları karışnuş, sakalı uzamış, pejmürde
haliyle Pizzuco duruyordu. Yüzbaşının bir jestiyle
başçavuş kapıyı hızla kapatarak çekildi Marchica
korku içinde boğulur gibi oldu. Pizzuco sinirden
nerdeyse bağıracaktı. ( Oysa tam o dakikalarda u­
yandırılan Pizzuco sinirden değil, korkunç rüyaların
etkisinden parçalanır gibiydi ) . Marchica karşı oda­
ya esrarengiz ışık altında Pizzuco'nun arkasından,
teğmenin ve başçavuşun girdiğini gördü. Oturur o­
turmaz teğmen kısa bir soru sordu ; Pizzuco ko­
nuşmaya başladı. Teğmen nasıl bir yaşantı sürdür­
düğünü, olanaklarını sordu ; Pizzuco şerefli, temiz,
uğraş dolu yaşantısını başçavuş Ferlisi'nin kalemi­
nin önüne döküyordu. Oysa Marchica, Pizzuco'nun
sesini duydukça, şansı yaver giderse, yirmiyedi yıl
hapis yatacağını düşünmekteydi. Ucciardone'de
yirmiyedi yıl... Tanrı bile Marchica'nın sırtından
atamazdı bu ağırlığı.

«Nicolosi'nin bu konuda neden yalan söylemiş


olacağını bir türlü anlayamadım» ded i yüzbaşı «böy­
le önemsiz ve aptalca bir şeyi ortaya atmanın an­
lamı var mıydı ? »

cNicolosi bunu söyliyemez» dedi kesin bir şe­


kilde Marchica.

cNeden ?»

«Çünkü. . . Söyliyemez. »
«Belki Nicolosi'nin öldüğünü siz de biliyorsu­
nuz . . . »

«Ölü veya diri, benim için hiçbir şey değiş­


mez .. . »

cNicolosi öldü.»

Görünüşte Marchica biraz rahatladı ; demek


Nicolosi'nin ölümü üzerine bir takım kuşkular var­
dı ; böylece paçayı kurtarmış olacaktı. (Diğer odada
Pizzuco söyleniyordu ; «Boynuzlu, dört paralık a­
dam,orospu çocuğu ; dört kırbaç sana yeterlidir,

83
hepsini söyletir sana ; ama ödeyeceksin tüm bunla­
n, ya benim elimle ya da başkalannın . . . » ) .

«Evet» dedi yüzbaşı «Nicolosi öldü ; ama siz


de bilirsiniz ki hazan ölüler konuşur. . . »

«Üç ayaklı .nasada» diye ekledi küçümsemey­


le Diego.

«Hayır, onu demek istemedim ; yani ölmeden


bazı yazılı şeyler bırakabilirler . . . Nitekim Nicolosi
sizinle karşılaştıktan sonra isminizi bir parça kağıt
üzerine yazmakta gecikmedi.. Kağıda ayrıca laka­
bınızı da yazmış ve karşılaştığımz yeri ve saatini
belirterek , aynı saatte ve aynı yerde meydana gelen
Colasberna'nın ölümünü orada oluşunuza bağlayan
gözlemini eklemişti... Bir mektupçuk nihayet ; Ni­
colosi'nin sağken yapacağı tanıklıktan daha önemli
olacak hakimler için. Büyük bir hata ettiniz, çünkü
Nicolosi bu mektubu karısına bırakmış, ancak ba­
şına bir iş gelirse onu bize getirmesini söylemişti.
Oysa öldürülmeseydi hiçbir zaman tanıklık yap­
maya cesaret edemiyecek, gördüklerini anlatama­
yacaktı. Öldürmekle büyük bir hata ettiniz ... »

Karşı odada Pizzuco konuşmasını bitirmişti ;


başçavuş kağıtları düzene koydu ve sayfa sayfa
alçaklığını imzalatmak için ona yaklaştı. Sonra
başçavuş odadan çıktı ve bir dakika sonra elinde
kağıtlar yüzbaşının odasına girdi. Marchica ecel ter­
leri dökmeye başlamıştı.

«Bilmem,» dedi yüzbaşı « Rosario Pizzuco hak­


kında ne düşünüyorsunuz ?»

cAlçağın biri» dedi Marchica.

84
«Hiç beklemezdim sizden bunu, ama sizinle ay­
nı fikirdeyim. Çünkü siz Sicilyalılara göre, alçak,
kanunca cezalandırılması gereken olayları ihbar e­
den kişidir. Sizinle beraberim ; Pizzuco alçaklık et­
ti... Dinlemek ister misiniz ? . . . » « Oku.» dedi yüzba­
şı, başçavuşun getirdiği kağıtları onbaşıya uzatarak.
Bir sigara yaktı ve hareketsiz, gözleri yarı kapalı
olarak, terleyen ve sessizce öfke fışkıran Diego
Marchica'yı izledi.

Özenle hazırlanmış sahte tutanağa göre Piz­


zuco'nun itirafları şunlardı ; Pizzuco hiç bir wrla­
ma olmadan kendiliğinden konuşmuştu. Bir zaman
önce Marchica ile karşılaşan Pizzuco, ona Colas­
berna'nın gücendirici sözlerini aktarmıştı. Bunun
üzerine Marchica, kendiliğinden, Pizzuco'nun inti­
ka mını almak için gönüllü katil olmak istemişti
Pizzuco'nun sağlam töre yöntemleriyle donatılmış
olan, şiddete taraftar olamayan ve asla intikam
duygulan taşımayan kişiliği bunu engellemişti.
Marchica üstelemiş ve Colasberna'ya karşı olan ge­
reksiz himayesinden ötürü onu azarlamıştı. Üstelik
istediği işi veya parayı vermeyen Colasberna'nın ha­
yatını bugün yann söndürecekti. B. de bir toprak
sorunundan ötürü bulunan Pizzuco ile karşılaşan
Marchica, arkadaşının ne olup bittiğini sormasına
zaman bırakmadan, «partivu pi astutarinni unu e mi
tutca astutarinni du» yani yaklaşık olarak argo
diliyle iki cinayeti belirttiği zaman, kuşkusuz dü­
şüncesini gerçekleştirmişti. Bu cinayetin kurbanları
Colasberna ile, o günlerde kayboluşundan söz edi­
len, Pizzuco'nun tahminine göre, Nicolosi idi. Marc­
hica'nın sözlerinden şiddete kapılan Pizzuco eve
kaygıyla döndü ve hiç kimseye bahsetmedi bundan ;

85
Marchica'nın şiddet yönelimli karakterini bildiği
için hayatından endişelendi. Neden Marchica'nın
böyle bir sırrı özellikle ona verdiği sorusuna cevap
olarak, Pizzuco, uzun za mandan beri b ölgeden u­
zak olan Marchica'nın işlediği cinayetin, sadece
görünüşte onunkilere benzediğinden bu açıklamaya
yöneldiğini söylemişti ; İkinci Dünya Savaşı sonlann­
da oluşan kanşıklıklarda ikisi de Evis (1) örgütün­
de militan olarak çalışmışlardı, ama Pizzuco ideal­
leri için girişimlerde bulunurken, Marchica canice
davranışlarda bulunmuştu. Marchica'dan ötede so­
rumlu tutulacak kişilerin olup olmadığı sorusuna
Pizzuco, 'bimiyorum' diye cevap vermiş, ama ona
göre, üzerinde durulmaması gereken bir olasılık ol­
duğunu belirtmişti, çünkü Marchica başkalarının
canına ve malına kastedebilecek, suç işleme yöne­
limlerini ve şiddet yöntemlerini ortaya koyacak gi­
rişimlerde bulunmuştu çok kez.

Ustaca hazırlanmış sahte bir tutanaktı, Pizzu­


co gibi adamlara, özellikle Pizzuco'ya verilebilecek
yetenekteydi ; üç başçavuş tarafından hazırlanmıştı.
Ve en ustaca tarafı, Pizzuco'nun kesinlikle Marchi­
ca'nın başkaları tarafından gönderildiği olasılığını
yok saymış olmasıydı. O sahte tutanakta Mariano

(1) Evis tkinci Dünya Savaşı sırasında adanın bağımsızlığını


sağlamak amacıyla kurulmuş gizli bir ordu. Bazı örgütler
adanın Amerika'ya, bazıları tngiltere'ye bağlanmasını is­
terken; Evis taraftarları adanın bağımsız kalmasını istiyor­
lardı. Sicilya'nın bu bölgecilik yönelimi soygunculuk ve
Mafya'nın gelişmesini sağlayacak bir ortam hazırladı. Soy­
guncu Giuliano uzun zaman polisi arkasından koşturdu ve
sonunda akrabası teğmen Pisciotta'nın ihahetiyle yakalan­
dı. Yargılanmasına zaman kalmadan Palermo hapishane­
sinde zehirlenerek öldü.

86
Arena' dan söz etmek yanlış bir adım atmak olurdu ;
anlamını yitirir, ayrıntılan gerçeğe uymazdı ve o­
yun Marchica'nın kaygısız yargısında anlaşılabilir­
di. Oysa kendi suçlarını ve Marchica'nın başkaları
tarafından gönderildiği tezin i yok sayarak, her su­
çu Marchica'ya yükleme tekniği tutanağın sahte
olmadığına kesinlikle inandırmıştı onu. Biraz önce
pencereden seyircisi olduğu filmin sözlerini okuyan
onbaşının sesinden bir an bile kuşkulanmadı.
Kaygısını ve gözlerini döndüren öfkesini Pizzu­
co'yu ele geçirip, o alçakça yaşantısını bitirmekle
gösterebilirdi. Uzun bir sessizlikten sonra, işler
böyle olunca, ona Sansone'ye yaptığını yapmaktan
başka bir şey kalmadığını söyledi ; «mori Sansuni
cu tuttu cwnpagnuni» ; böylece o iğrenç köpeğin
anlattıklarını, gerçek yüzüyle ortaya koymuş ola­
caktı.

Yıllardan sonra Pizzuco ile bir karşılaşma ol­


muştu ; B. de geçen yıl aralık ayının ilk günlerinde.
Pizzuco, gücendirici sözler söyleyen Colasberna'yı
öldürmesini önermişti ona. Karşılık olarak üçyüzbin
liret alacaktı. Marchica daha yeni yapisten çıktığın­
dan, özgürlüğünü yaşamak istiyordu ; bunun için
kabul etmedi öneriyi. Oysa paraya ihtiyacı olan
Marchica'ya, Pizzuco üsteleyerek hemen bir ödeme
yapabileceğini ve görevin i yerine getirdikten sonra
kararlaştırılan paranın kalan kısmını ödeyeceğini,
bundan başka ona bir iş bulacağını söyledi. Marc­
hica dayanamadı ve kabul etti. Çünkü gerçekten
paraya ihtiyacı vardı. Korkunç bir şeydi parasızlık,
böylece, Pizzuco ile cinayetin planlarını hazırladılar.
Pizzuco cinayette kullanılacak sila.h.ı kırdaki evine
götürme işini üstüne almıştı, Marchica cinayetten

87
bir önceki akşam o eve gidecekti. Köyden uzak ol­
mayan bu kır evinden Marchica önceden hazırlan­
mış planı izleyerek, Palermo otobüsünün kalkış
saatinde Cavour yolunun meydana açıldığı köşeye
gidecekti, çünkü her cumartesi Colasberna o oto­
büsle Palermo'ya giderdi. Cinayeti işledikten sonra,
Marchica Cavour yolundan çabucak Pizzuco'nun
kırdaki evine dönecek ve Pizzuco onu kendi araba­
sıyla tekrar B. ye götürecekti.

Marchica cinayetten birkaç gün önce S. ye ge­


lerek cinayeti işleyeceği yeri inceledi ve bazı yan­
lışlıklara meydan vermemek için Cola.sberna'yı iyi­
ce tanımak istedi. O karşılaşmada Pizzuco cinayet
gününü saptadı.

16 Ocak, saat altıbuçukta Marchica, Pizzuco'­


nun hazırlamış olduğu planı tüm ayrıntılanyla izle­
yerek Cola.sberna'yı öldürdü. Ama Cavour yolundan
kaçarken hemşehrisi Nicolosi ile karşılaştı. Nicolosi
onu kolaylıkla tanıdı, üstelik ismiyle çağırdı. Bu
karşılaşmadan kaygılandı Marchica. Bu kaygısını
kır evinde beklemekte olan Pizzuco'ya anlattı. Piz­
zuco heyecanlandı ve küfretti ; sonra sakinleşerek,
'kaygılanma, onu biz düşünürüz' dedi. Kendisinin
olan bir pikapla Marchica'yı, B. den bir kilomet­
reden az uzaklıkta olan Granci yoluna kadar götür­
du, ama önce paranın geri kalan kısmını, yani yü­
zellibin lireti vererek, anlaştıkları üzyüzbin lireti
tamamladı.

Birkaç gün sonra Pizzuco B. ye geldi, böylece


Marchica, Nicolosi konusunda artık kaygılanma­
sının yersiz olduğunu öğrendi. Çünkü Pizzuco, Ni­
colosi'nin çocuklara horozlu şeker getirmeye gitti-

88
ğini ( 1 ) söyledi. Pizzuco'nun bu sözlerinden Marc­
hica, Nicolosi'nin ortadan kaldırıldığını anlatmıştı.

Pizzuco'nun başkalarının hesabına çalışması


ve ona Colasberna'nın öldürülmesi görevinin veril­
mesi ihtimalinin olup olamayacağı sorusuna Marc­
hica böyle bir şeyin olamayacağı şeklinde cevap
vermişti. 'Sen kaygılanma, biz onu hallederiz' cüm­
lesinin Marchica'nın tanımadığı bazı kişileri belirte­
bileceği olasılığını düşünmemelerini önerdi ve üste­
lik 'ben mi veya biz mi' dediğini kesinlikle hatırla­
madığını söyledi. Nicolosi'nin nerede ve nasıl kay­
bolduğu sorusuna karşılık Marchica hiçbir şey bil­
mediğini açıkladı.

Diego konuşurken giderek sakinleşiyordu. İti­


raflannı kapsayan belgenin yüzbaşı tarafından o­
kutulması onu sevindirdi ve severek imzaladı. O­
layları o alçak Pizzuco'nun ve kendisinin aleyhine
olabilecek şekilde çözümlemiş olması ve olaya baş­
kalarını karıştırmamış olması ona rahatlık veriyor­
du. Pizzuco kaderine boyun eğiyordu. Belki yaşa­
mının geri kalan kısmını hapiste geçirecekti ; alışkın
oluşu bir tarafa, çünkü artık hapis onun için işten
yorgun argın sevinerek dönülen ev gibiydi, hayatın
h apisten ne farkı vardı ? Devamlı bir işkenceydi
hayat onun için ; parasızlık, zecchinetta kağıtları,
başçavuşun seni daima izlemesi, halkın öğütleri, ve
eşekçe çalışmanın yorgunluğu. Tüm bu düşüncele-

(1) Horoz şekeri getirmeye gitti Bu, her yıl 2 Kasım günü
ölüler için yapılan katolik geleneklerinden birini tanımla·
maktadır. O gün herkes kendi ölüsünün mezarına çiçek
götürür. Sicilya'da horoz şekeri yaparak, çocuklara,
onları ölülerin getirdiğini söylerler Bunun için cboroz şe­
keri getirmeye gitti> öldü anlamına gelmektedir.

89
rinden ancak uyumakla arınabilirdi. En düşünceli
anlarını uyumakla geçirmeyi denemişti çok kez.

Yüzbaşı onu uyumaya gönderdi ; S. Francesco


hapishanesinde bir hücre ayrılmıştı ; böylece başka
tutuklular tarafından yapılacak karşılama töreni
soruşturmanın sonuna ertelenmiş oldu.

Şimdi sıra Pizzuco'ya gel�ti. Gece hayli iler­


le�ti.

Değişik ortamlarda karşılaştığı Pizzuco'nun


acınacak bir hali vardı ; soğuktan ve arttritten don­
muş, aniden kaptığı gripten burnu ve gözleri yaşlı,
olanlardan ötürü şaşkın, gözlerini anlamsız bakış­
larıyla oraya, buraya çeviriyor ve konuşmak için
ses bulamıyormuş gibi ağzını açıp kapıyordu.

Yüzbaşı, onbaşıya Marchica'nın itiraflarını o­


kutturdu, Kutsal kitap üzerine ; İsa'nın önünde ana­
sının, oğlu Giuseppe'nin başına yemin ederek, Marc­
hica'nın yaptığının alçaklık olduğunu söyledi ve
Marchica'nın yedinci kuşağına kadar kan davası
sürdürmenin yerinde olacağını ekledi sözlerine. Ha­
tırladığı tüm ölülerinin ve aziz olduğu halle arasın­
da söylenilen rahip amcasının dualarını gönderdik­
leri yer olan göklerin intikamı olmalıydı onunki.
Soğukalgınlığına, içinde bulunduğu ıstıraba rağmen
iyi bir hatipti ; konuşması, imajlarla, simgelerle ve
abartma ile doluydu ; hazan etkili olabilecek ttaı­
yancalaşmış Sicilya şivesiyle, hazan anlaşılmayan,
Sicilya şivesinden daha kötü bir dille konuşuyordu.
Yüzbaşı, konuşmasını ve rahatlamasını istiyordu.
«Ü h alde siz Marchica'yı tanımıyorsunuzı. dedi
soğuk bir ifadeyle yüzbaşı., «çünkü o uzun konuş­
manızla onu belirtmek istediğinizi sanırım. >

90
«Tanımasına tanıyorum, sayın yüzbaşım ; tanı­
masaydım keşke . . . Onu tanıyorum ve ne değerde
olduğunu biliyorum. Ama aramızda o kadar sami­
mi bir ilgi kurulmadı, Tann her hristiyanın h ayatı­
nı ondan korusun. . . İnanın yüzbaşım, benim için,
her hristiyanın h ayatı, bir kilisenin en yüksek mih­
rabı üzerindeymiş gibi aziz ve kutsaldır . . . >

« Demek Marchica'yı tanıyorsunuz . . . »

«Tanıyorum. Tanımıyorum diyebilir miyim?


Tanıyorum, ama tanımıyormuşum gibi ; mayasını
bildiğim için ondan uzak dururum. >

c Peki itiraflarına ne dersiniz ?:.

«Ne söyliyeceğimi bilemiyorum. Ya çıldırdı ya­


da beni mahvetmeyi kafasına koydu. . . Kimbilir
kafasından geçenleri ! Kafası o acı narlara benzer ;
her düşüncesi benim gibilere dişlerini vurdurtacak
kadar kötülükle doludur... Selamlarına cevap ver­
meyen ve gülüş tarzından hoşlanmadığı birini bile
öldürebilecek yetenekte bir insan. . . Doğuştan ca­
ni... >

c Siz onu oldukça iyi tanıyorsunuz . . . >

c Devamlı olarak ayağıma dolaşan birini tanı­


maz mıyı m ? >

c So n zamanlarda ayağınıza dolaştığı oldu mu ?


Hatırlamaya çalışın, lütfen ! >

cBir kez, h apisten çıktıktan sonra ; B. de ken­


di köyünde, etti iki. . . Sonra S. ye geldi : Bu üç ...
Üç kez. . . >

cNe konuştunuz onunla?>

91
«Ne konuşacağız ! Hiçbir şey ; önemsiz şeyler ol­
duğu için hemen unutuluyor. Özgürlüğünü tekrar
kazandığı için tebrik ederken, affın boş yere harcan­
dığını, özgürlüğ ü benimsemesi için iyi dileklerimi
bildirirken, çok geçmeden içeriyi tekrar boylayaca­
ğını düşünüyordum ; yılın nasıl geçtiğini, havanın
nasıl olduğunu ve bu arada arkadaşları sormuşum­
dur . . . Gördüğünüz gibi havadan sudan şeyler... >

cDemek Marchica'nm söylediklerini kabul etmi­


yorsunuz... Ama şimdilik onları bir tarafa bıraka­
lım da, ben size kendi görüşlerimi aktarayım ; üç
ay önce, isterseniz kesin tarihini söyliyeyim, Sal­
vatore Colasberna ile bir görüşmeniz oldu ; işle il­
gili bazı önerilerde bulundunuz ona, o bunları red­
detti. >

cönerilerde değil, efendim, öğütlerde bulun­


dum ... >

«Öğütlerde bulunacak bilginiz var bu konuda


demek ... >
«Mesleğimden ötürü oradan buradan bir takım
şeyler duyarım her zaman ... >

c Colasberna'ya öğüt gerektirecek neler duydu­


nuz ?>
c!şlerinin iyi gitmediğini öğrendim ; ona korun­
ma ve yardım araması için öğütlerde bulundum... >
cKimden ?>

cBilmem. . . Arkadaşlarından, bankalardan veya


uygun tarafı seçerek politikaya aWmaaını öner­
dim ... >
cSizce, politikaya atılmak için, hangi tarafı
tutmak gereki r ? >

92
«Hükümetin tarafını ; iktidarda olan kanunla­
rı yapar, kanunlardan yararlanmak isteyen kişi hü­
kümetin tarafını tutmalıdır. »

«Kesin öğütlerde bulunmadınız o zaman. »

«Hayır, sayın yüzbaşım, bulunamadım. :ı;

«Ona şöyle genel ve arkada.şcasına öğütlerde


bulundunuz.>

«Tamam, çok doğru söylediniz. »

«Ama arkadaşlığınız pek yoktu Colasbema


ile. . . >

«Tanışırdık ... >

«Demek az tanıdığınız birine de öğütlerde bu­


lunmak üzere zahmete katlanıyorsunuz. »

«Ben böyleyim ; ayağı kayan herkese yardım


ederim. >

«Paolo Nicolosi'ye hiç yardımınız oldu mu ?:.


«Ü nerden çıktı şimdi ?»

«Colasberna'ya yardım ettikten sonra sıra ona


gelmişti de. »

Masanın üzerindeki telefon çaldı .Yüzbaşı ko­


nuşmasını yaparken Pizzuco'yu izliyordu bakışlarıy­
la. Pizzuco daha sakin, kendinden emin görünüyor
ve artık önceki gibi burnu ve gözleri yaşarmıyordu
gripten.

Ahizeyi yerine koyarken «Şimdi tekrar başla­


yabiliriz» dedi.

«Tekrar mı başlıyalım ?» diye sordu.

93
«Evet, çünkü, demin, telefonda, Colasberna'yı
öldürmek için kullanılan silahın bulunduğunu söy­
lediler. Nerede bulduklarını bilmek ister misiniz ? ...
Ama n'olur kayınbiraderiniz hakkında yanlış dü­
şünmeyin ; jandarmaların sizi yakalamaya geldiği
an, yerine getirmek üzere verdiğiniz emri uygulu­
yordu ; dün akşam, geç vakit, kırdaki eve gidip, kır­
ma namlulu tüfeği almış , götürüp yoketmek üze­
reyken jandarmalar görünmüşler. . . Kötü bir karşı­
laşma... Kayınbiraderinizi iyi tanırsınız, umudunu
yitirmiş olacak. Sizden almış olduğu talimat gereğin­
ce, Gramoil mahallesinde chian�hiaro'ya saklamak
zorunda olduğunu söylemiş jandarmalara... - on­
başıya döndü ve - «chiarchiaro neresidir» diye
sordu.
«Taşlık bir bölge» dedi onbaşı «mağaralar, hen­
dekler dolu bir yer . . . »

«Tahmin etmiştim» dedi yüzbaşı « aklıma bir


şey geldi, bilmem, siz nasıl karşılarsınız, ama yine
de soracağım ; Chiarclıiaro'da Nicolosi'nin cesedini
bulamaz mıyız ? » Soğuk bir tebessümle Pizzuco'ya
döndü.

«Fena değil fikriniz» dedi Pizzuco soğukkanlı­


lıkla.

cOnayladığınıza sevindim» dedi yüzbaşı ve S.


karakoluna telefon ederek chiarchiaro'yu aramala­
rını emretti.

Telefon edilirıki�n . Pizzuco uygulaması gerekli


planı derledi. Yüzbaşı, Marchica'nın itiraflarını ka­
bul ederek, Colasberna'yı öldürttüğünü ve Nicolo­
si'yi öldürdüğünü yada Marchica'nın suçlu olmadı-

94
ğını belirterek hem Colasberna'yı hem de Nicolo­
si'yi öldürdüğünü itiraf etmesini beklerken, Pizzu­
co kendine üçüncü bir yol seçmişti. Bu yol Marchi­
ca'nın itiraflarını sağlayan sahte tutanakla birle­
şiyor, yalnız bir yerde ondan ayrılıyordu.
Sahte tutanağı hazırlayan başçavuşlar gerçek­
ten başarılıydılar ; Pizzuco gibi kişilerin bilimsel
açıdan psikolojisini tanıyabiliyorlardı ; Diego Marc­
hica'nın horoz gibi tencereye düşmesine şaşmamak
gerekirdi.

Nitekim Pizzuco üç ay önce Colasberna ile kar­


şılaştığında, samimi arkadaş olmalarına rağmen,
onunla ilgili olarak uyanlarda bulunmak istemiş,
oysa Colasberna teşekkür edeceğine, bir takım kü­
fürlerle burnunu işlerine sokmamasını, hatta dişle­
rini karnına dökmediği için Tanrıya şükretmesini
önermişti.
Colasberna'nın bu tepkisi, efsanevi duygularla
dolu ve ıslah olmaz iyilikseverliğinden ötürü çok
kez acıklı durumlara sürüklenen Pizzuco'yu kahre­
dici bir şekilde gücendirmişti. Tesadüfen Marchica
ile bu konuda konuşurken, Marchica karşılıksız ola­
rak intikamını alacağını söylemişti, çünkü onun da
Colasberna ile çözümlenecek özel sorunları vardı.
Pizzuco bu öneriden korkunç şekilde etkilendi. Ke­
sin olarak reddetti. Ama birkaç gün sonra Marchi­
ca S. ye geldi ve Pizzuco'nun karısına ait evde kal­
mak istedi. Ev Poggio mahallesinde, S. ye yakın
bir yerde bulunuyordu ; S. deki işlerini çözümlemek
için, otelden yoksun olan köyde, o evde kalmak zo­
rundaydı. Sabahın ilk saatlerinde tavşan avına çık­
mak için ondan bir silah rica etti. Kendisi de, kırda­
ki evin anahtarını vererek, evde çok eski bir silfilı

95
bulacağını söyledi ; ava uygun bir silah değildi ama
yine de işine yarayabilirdi. Marchica'nın cinayet iş­
leyeceğini düşünmedi, yaratılış olarak herkese gü­
venir ve yardım ederdi. Colasberna'nın ölümünü
duyduğu zaman bile kuşkulanmadı, yalnız jandar­
malar onu evinde tutuklamaya gittiklerinde, Marc­
hica'nın, güvenini suistimal ederek, onu oyuna ge­
tirdiğini anladı ; bunun üzerine kayınbiraderine,
Marchica'nın müsaadesiz olarak kullandığı sila­
hını ortadan kaldırmasını emretti. Bu onun için
tutulacak tek yoldu, Marchica'nın öç alıcı yönelimini
bildiği için, polise kurbanı olduğu olayı açıklayamaz­
dı.

«Oh ekselans . » dedi ekselans, yaşından ve a­


. .

zametinden beklenmedik bir sıçrayışla yatağından


fırlayarak.

Uyurken, telefonun sesi, şiddetli dalgalar ha­


linde beyninde çınlamıştı ; kolu, vücudundan ölçü­
lemeyecek bir uzaklıkta duruyormuş gibi, bir atı­
lışta ahizeyi kaptı ; kulağına uzak titreşimler ve
sesler geldiği vakit, o, ışığı yakmış, böylece yanın­
da uyuyan bayanı uyandırmıştı. Tüm gece güçlükle
sağladığı uykusuna bir daha kavuşamıyacaktı.

Ansızın o uzak titreşimler ve sesler sert ve si­


nirli bir ses tonuna dönüşüverdi ; sayın ekselans ya­
taktan yere atladı, yalınayak, telefon davranışlarını
iletecekmiş gibi, eğilmeye ve gülümsemeye başladı.

96
Kadın hoşnut olmayan bir tarzda ona baktı,
çıplak ve güzel omuzlarını ona çevirmeden mırılda­
nıyordu ; « « Kuyruğunu s allamadan da yapabilirsin,
çünkü nasıl olsa seni görmüyor» , ve gerçekten ek­
selansın yalnız kuyruğu eksikti bağlılığını göstere­
bilmesi için.

Bir kez daha « Oh ekselans . . . - ve sonra -


Ama ekselans... Hayır ekselans. . . evet ekselans . . .
Olur ekselans», yaklruıık olarak yü z kez ekselans
dedikten sonra, kızgın ses ahizede sönünce, gecenin
ikisinde Roma'dan telefon eden ekselansın anasına
saygılarını yolladı. Çünkü heyecanlı günlerine heye­
can katmıştı. Ahizeyi yerine koydu, tekrar kaldır­
dı, bir numara çevirdi. Kadın bir kedi gibi döndü,
«Yarın misafir odasında uyuyacağım» dedi.

«Üzgünüm arkadruıım, gecenin bu saatinde be­


ni de uyandırdılar» dedi, biraz önce telefonda kula­
ğına gelen kızgın ve yüksek ses tonuyla « San Anto­
nio'nun zinciri gibi sıralanın telefon bruıına ; ben u­
yandım ; şimdi de sizi uyandırıyorum ; siz de kimi u­
yandırmanız gerekiyorsa, uyandırın. . . Şimd i Roma'­
dan telefon ettiler ; kimden olduğunu söylemiyo­
rum, siz anlıyorsunuz, nasıl olsa. . . Ben size söyle­
miştim hatırlıyor musunuz ? Bellodi ülkeyi kapsa­
yan bir skandal yarattı . . . Ulusal bir skandal... Öyle
bir skandal ki ,sizin veya benim gibi birini buldu
mu vay haline . . . Roma gazetelerinden birinin ne yaz­
dığını duydunuz mu ? . . . Duymadınız, mutlusunuz o
halde ; ben de bu habere çok kızan ilgili kişiden
duydum . . . Yarım sayfa boyunda bir fotoğrafını koy­
muşlar ; hem de kimin fotoğrafının yanına biliyor
musunuz ? ... Don Mariano Arena'nm ... Kıyamet ko-

97
paracak işler. . . Fotomontaj mı ? Ne fotomontajı, h a-
kikisi hem de . . . Ama nasıl olur, emin mısınız, sızı
ilgilendirmediğine ! . . . Gerçekten ilginç bir insan­
sınız... Sayın ekselansın Don Mariano Arena ile fo­
toğraf çektirme saflığına müsaade ettiğimiz için
biz de suçluyuz. . . Evet, sizi dinliyorum . . . :ı>

Kadın o güzel çıplak vücuduyla yataktan fır­


ladı ; ünlü bir aktris gibi beş numaralı Chanel kulla­
nıyordu ; bu parfüm sayın ekselansın duygularını
uyandırıyordu. Salo cumhuriyeti zamanında bile,
bürokratik niteliğini unutturup, en iyi şekilde aşk
yapmasını sağlamıştı ekselansa. Kuş tüyünden bir
yatak örtüsüne ve bir öfke halesine bürünerek çık­
tı odadan ; eksel3.ns arzu dolu bakışlanyla izliyor­
du kadını.

« Çok iyi» diye ekledi ekselans, iki dakika bek­


ledikten sonra «Öyle yapanz ya da bu gece
Don Mariano Arena'yı kanıtlar göstererek öyle bir
suçlayın ki, Tann bile kurtaramasın artık ; olmazsa
onu dışarı çıkartın ve gazetecilere, bazı açıklama­
lar için gözaltına alındığını söyleyin . . . Savcı soruş­
turmalarına devam ediyor. Bellodi ile iyi mi anlaşı­
yorlar ? Ah, ah ne numaralar, ne kötü şans . . . Bir
şeyler yapın lütfen . . . Evet, farkındayım . . . Roma'dan
telefon edenin ne dediğini biliyor musunuz ? Don
Mariano Arena'nın bir centilmen olduğunu, ikimiz­
den birinin komünistlik numaralan çevirdiğini söy­
ledi... Hangi Allahın belası bunu başımıza yolladı.
Buraya itidal, sükunet gerek, oysa şeytan gibi biri­
ni yollamışlar. . . Benim ondan kuşkum yok, benim
jandarma kuvvetlerine saygım var, onlara taparım.
Bildiğiniz gibi yapın» dedi ve ahizeyi bir çekiç dar­
besi indirircesine yerine koydu.

gq
Şimdi kadına sıra gelmişti, kadını nasıl sakin­
leştirecekti, mesleki işlerinden daha zor bir çözüm
gerektiren bir sonındu onun için bu.

Sabahın ilk ışınlan kırlara süzülüyordu ; ıslak


ağaçlardan, kayalardan, yeni yeşeren tarlalardan
çıkmış ve görünmez bir şekilde karanlık göklere u­
zanıyordu sanki. Gramoli'nin Chiarchiaro'su yem­
yeşil düzlükte, anlamsız ve aykırı bir görünümle,
delikli simsiyah bir süngeri andırıyor ve kırlarda
giderek artan ışınlardan ıslanıyordu. Yüzbaşı Bel­
lodi uykusuzluktan ve yorgunluktan öyle bir hal_ al­
mıştı ki, duygulan, bir imajlar yansımasına uğramış
ve kendiliklerinden yokolmuşcasına ateşli bir heye­
cana dönüşmüştü. (Açlığı da, yiyeceği bile görmek
istemiyen bir iştahsızlıkla yitiveriyordu ) . Yüzbaşı,
Chiarchiaro'nun görünümünü, Tanrının insan kal­
bindeki mücadelesi ve yenikliğiyle karşılaştırarak
'Tann burayı sünger tarlası yapnuş' diye düşünü­
yordu.

Yüzbaşının yerli deyimlere meraklı olduğunu


bilen onbaşı biraz şaka yapmak istedi ve ;

«E lu cuccu ci dissi a li cuccuotti;

a lu chiarchianı nni vidiemmu tutti» dedi. Ku­


lak kabartan yüzbaşı hemen anlamını sordu.

Onbaşı çevirdi c Gugu kuşu yavrularına demiş


ki, hepimiz Chiarchiaro'da buluşacağız. » Arkasın­
dan bir açıklama yaparak, Gugu kuşunun hepimiz

99
orada öleceğiz demek istediğini ekledi sözlerine ;
kimbilir neden Chiarehiaro ölümü hatırlıyordu her
zaman. Yüzbaşı nedenini anlıyordu ; heyecanlı bir
şekilde Chiarchiaro da gece kuşlarının yoğun bir
toplantısını ve o saatin donuk ışığında kanat çırpış­
larını tasarladı ; ve ölüm duygusunun bundan daha
iyi bir şekilde verilemiyeceğini düşündü.

Arabayı yolun kenanna bıraktılar ; dar ve ça­


murlu bir yoldan Chiarehiaro'ya yaklaşıyorlardı.
Jandarmaların yoğun bir çalışmaya koyuldukları
belliydi ; onlara yardım eden köylüler de vardı.

Bir yerde o daracık yol küçük bir çiftlikle sona


ediyordu, jandarmalann bulunduğu yere varmak
için ekilmiş tarlalan geçmek gerekecekti.

Biraz daha yaklaşınca, karşıdan başçavuş, bir


cesedin bulunuşu için fazla sayılabilecek bir sevinç­
le bağırdı. «Sayın yüzbaşım, bulduk. , ama biraz zor
olacak çıkartmak.» Bu onlann mesleğiydi ; öldürü­
len birinin gizlenmiş cesedini bulmak bir başanydı.

Dokuz metre derinliğinde bir çukurda bulmuş­


lardı ; ucuna taş bağlayarak aşağıya sarkıttıkları
bir iple ölçmüşlerdi çukurun derinliğini. Yan duvar­
dan çıkan çalı çırpı elektrik fenerinin ışığını güç­
lükle iletiyordu çukurun derinliklerine. Oysa cese­
din kokusu rahatlıkla duyuluyordu. İçlerinden birinin
çukura inmek zorunda kalacağını düşünen jandar­
malar, köylünün birini, yukarıya rahatlıkla çekile­
bilmesi için, cesedi bazı yerlerinden bağlamak üze­
re aşağı inmeye razı etmişlerdi. Çok ip gerekiyor­
du ; köyden ip bekliyorlardı, jandarmalardan biri
ip almak için köye inmişti.

1 00
Yüzbruıı ekilmiş tarlaları geçerek, arkada bı­
raktığı çiftliğe döndü. Terkedilmiş gibiydi. Çiftliğin
etrafında dola.5ırken, bir köpek, bağlandığı ipin uzun­
luğundan yararlanarak, ileri doğru ansızın atıldı ;
boynunu sıkan tasmasına asılı kalmış gibi durdu
ve kızgın kızgın havladı. Güzel bir batardı ; kahve­
rengi tüyleri, yarım ay biçiminde beneklerle süslü
olan köpeğin ela gözlerinin üzerinde menekşe ren­
ginde noktalar görülüyordu. Ahırdan onu sustur­
mak için ihtiyar bir adam çıktı. c Dur Barriggieddu,
dur ; rahat dur.» Sonra yüzbruııya dönerek. cElini
öpeyim» dedi.

Yüzbruıı köpeği okşamak için yaklruıtı.

cHayın dedi ihtiyar adam atik davranarak


cısınr ; tanımadığı kişilerle dost olduktan sonra
bir fırsatını bulur ve ısırır. Bir şeytan kadar kötü­
dür:.

clsmi nedir ? :. diye sordu yüzbruıı. Adamın onu


garip bir isimle çağırışından ötürü meraklanmıştı.

cBarriggieddu» dedi ihtiyar adam.

cAnlamı nedir ? » diye sordu yüzb�ı

cHain anlamına gelir.»

cHiç duymadım» dedi yüzbruıı. Ve Sicilya şive­


siyle bazı şeyler sordu. İhtiyar, gerçek ismin Barri­
cieddu veya belki Bargieddu olabileceğini söyledi ;
ama her iki kelimenin de anlamı kötülük, hainlik,
hükmeden birinin kötülüğü demektir, dedi ; çünkü
bir zamanlar Barricieddu veya Bargieddu 'lar köyle­
ri hegemonyaları altına alıyor ve zevk için adam
asıyorlardı.

101
«Anladım» dedi yüzbaşı «Bargello demek isti­
yorsunuz ; polis şefi . » Şaşırıp kalan ihtiyar ne evet
dedi ne de hayır.

Yüzbaşı, ihtiyara birkaç gün önce Chiarchiaro­


da şüphe uyandıracak bazı şeylerin olup olmadığını
sormak isterdi. Ama polis şeflerini bir köpek kadar
hain kabul eden birinden hiçbir şey sağlayamayaca­
ğını anladı. İhtiyar haksız değildi yüzbaşıya göre ;
asırlardır polisler halka saldırırlar ; önce h alkın gü­
venini kazanır, sonra, ihtiyarın dediğ i gibi ısırırlar.
Polisler, keyfi idarenin ve gasbetmenin gereçlerin­
den başka ne olabilirdi zaten ? Bağlı olduğu ipi son
bir kez çözmeye çalışan köpek, havladı tehdit eder­
cesine. «Bargello» düşündü yüzbaşı «benim gibi,
ben de, kısa ipimle, tasmamla ve öfkemle bir bar­
gelloyum» ve çok eski olı:nayan, ama yine de eskiden
bulunan bergellolardan çok, Barriggieddu isimli kö­
peğe yakın duydu kendini. Ve bir kez daha 'kanu­
nun köpeği' diye düşündü hakkında ; sonra 'Tanrı­
nın köpekleri' dominik papazlarını ve 'Engizisyonu'
hatırladı. Bu kelime, kilisenin boş ve karanlık mah­
zenindeymiş gibi, tarihin yankılarını uyandırır gibi
ağzından çıktı. Acıyla, o mahzenin eşiğini kanunun
fanatik köpeği olarak geçip geçmediğini sordu
kendi kendine. Uykunun giderek azaldığı bir du­
man dalgasında doğan ve kendiliğinden dağılan dü­
şüncelerdi bunlar.

C. ye döndü, kısa bir istirahat için pansiyona


dönmeden önce, savcının bürosundan geçip soruş­
turmanın aşamalarını anlatarak Arena'nın göz hap­
sinin uzatılmasını istedi. Böylece tüm gereci top­
layarak öğleden sonra sorguya çekecekti.

1 02
Gazeteciler adliye binasının merdivenlerine VP.
koridorlarına dolmuşlardı. Fotoğrafçılar, bir arı sü­
rüsü gibi başına üşüşmüşler, gözlerine doğru fl3.ş­
lan patlatıyorlardı.

«Soruşturma devam ediyor mu ? ... Don Mariano


Arena mı cinayetleri düzenleyen ?... Yoksa daha
kuvvetli birisi mi var ?.. Marchica ve Pizzuco suç­
larını itiraf etti mi ? Göz hapsi uzatılacak mı, tu­
tuklananlar var mı ?.. Don Mariano Arena ile bakan
Mansuco arasındaki ilişkileri biliyor musunuz ? ...
Milletvekili Livigni'nin dün karakola geldiği doğru
mu ?»

«Doğru değil» cevap verdi bu son soruya.

«Don Mariano Arena için siyasal adamlardan


araya giren oldu mu ? Bakan Mancuso'nun Roma'­
dan telefon ettiği doğru mu ?»

«Benim bildiğim kadarıyla» dedi yüksek sesle


«hiçbir politikacının araya girmesi bahis konusu
değildir, ne de olabilir. Poltikacılarla yakalananlar
arasındaki ilişki sizin yazmış oduğunuz ilişkidir, be­
nim de bildiğim. Kabul edelim ki, bu ilişkiler var
olsun, sizin danışmanlarınızdan kuşkum yoktur ; yal­
nız onu eleştirmek etkisini anlamak isterim. Eğer bu
ilişkiler kanunun işe karıştırmasını gerektirecek
kadar açıkça olursa, ne ben ne de Savcı görevleri­
mizi yapmaktan geri kalmayacağız . . . »

Akşam gazetelerinden biri altı sütunluk bir ya­


zısına şöyle bir başlık atmıştı ; 'Yüzbaşı Bellodi'nin
soruşturması bakan Mancuso'ya kadar ulaşabilir.'
Bilindiği gibi, akşam gazeteleri öğleden önce
çıkar, tam öğle yemeği zamanıdır güneyde. Telefon

1 03
hatları, gazetedeki haberden endişelenenlerin ba·
ğırtılarından ötürü, Salaparuta ve Vittoria şarapla·
nyla heyecanlarını dindirmek isteyen kişilerin has­
sas kulaklarında infilak etmek üzere olan dinamit
fitilleri gibi yanıyordu.

cJ andarmalar ellerinde üç zincir halkası tut­


maktadırlar. Birincisi Marchica'dır, onu kır evleri·
nin duvarlarına, katırları bağlamak için çakılan
halkalar gibi ellerinde tutmayı başarıyorlar ... »

cDiego konuşmaz ; erkek adamdır O.»

«Bırak erkekliğini. Sizin eksikliğiniz, onbin,


yüzbin adam öldürebilecek kişinin aynı zamanda
korkak olduğunu bilmeyişinizdir... Diego, maalesef,
konuştu ; ve halkası Pizzuco'nun halkasına bağlıdır...
Şimdi iki durum var : Pizzuco konuşursa al sana
üçüncü halka ; yani Mariano ; Pizzuco konuşmazsa,
o zaman Diego'ya bağlı kalır ama iyi bir avukat o­
nu ondan ayırmakta güçlük çekmez, ve.. . Böylece
zincir biter, Mariano kurtulur.»

cPizzuco konuşmaz.>

cBir şey söyliyemem ; ben karamsar açıdan he­


saplarımı yaparım. Pizzuco'nun konuştuğunu düşü­
nelim ; Mariano'nun iş i tamam. Herhalde şu anda
j andarmalar Pizzuco'nun halkasını Mariano'nun hal­
kasına bağlamaya çalışıyorlar ; başarırlarsa, iki
olasıılk var : Ya zincir Mariano ile biter, ya da ih-

1 04
olasılık var : Yı:t zincir Mariano ile biter, ya da ih­
tiyar, hasta Mariano konuşur.

Bu durumda zincir o kadar uzar, o kadar uzar


ki ben de kendimi arasında bulabilirim ve ardından
bakan, sonra da Tanrı gelir . . . Bir yıkım olur arka­
daşım, bir yıkım . . . »

«Kalbimi zift gib i karartmak istiyorsunuz. . .


Tanrım. .. Siz daha Mariano'nun ne tip bir insan ol­
duğunu bilmiyorsunuz ; mezar gibidir o . >

cGençliğinde öyle idi ; şimdi bir ayağı zaten


çukurda . . . İnsanlar zayıf olabilir, der Garibaldi, anı­
larında ; zayıf bir anında hindistan cevizi gibi diken­
li olan günahlarını bir rahibe anlatının diye kor­
kar. . . Ben de onu söylemek istiyorum ; Mariano bir
zayıf anında tüm günahlarını anlatmış olsun... ı..a.f
aramızda, az değil... Dokuzyüzyirmiyedide dosyası
elime geçmişti ; bu kitaptan daha kalındı. - Benti­
nin bir kitabını gösterdi - Bir cürüm ansiklopedisi
hazırlanabilirdi ; hiçbir şey eksik değildi A ( abige­
ato : Sürü hırsızlığı) dan, Z (zuffa : Kavga) ya ka­
dar... O dosya şansına ortadan kayboldu... Bilmez­
likten gelme ; ben değildim kaybeden ; benden daha
kuvvetli olan başka arkadaşlar üç - kağıtçılık. yapıp,
ordan oraya, bu daireden o daireye, derken, kralın
savcısının gözleri önünde yok ettiler.. . Oysa adamın
korkunç bir hafızası vardı.. . Sağa sola kızgın bir
köpek gibi, tehditler savuru yordu ; en çok dik.kati
çeken, ilgisi olmayan zavallılardı. Sonra kralın sav­
cısı buradan tayin edildi, böylece sağanak geçti.
Görüyorsun ya, kralın savcıları, Cumhuriyet Savcı­
ları, hakimler, subaylar, polisler, onbaşılar gelip
geçiyorlar bizim buradan.. . >

106
«İşte bu güzel ; onbaşılar ... »

«Gülecek bir şey yok, hiçbir onbaşının seni


mimlemesini dilemem. . . Ne diyordum ! Ha, hepsi
değişirken biz yerimizden kımıldamıyoruz... Biraz
korkuyla, biraz heyecanla da olsa yine yerimizdeyiz
biz. »

c Peki, Don Mariano . .. »

«Ü da bir takım korku ve heyecanlar geçirdi


tabü. . . »

«Ama halen içerde, kim bilir ne kadar üzülü­


yor. »

«Neye üzülecek, onu falakaya çektiklerini, ce­


reyana tuttuklarını düşünüyorsan, yanılıyorsun ;
eski çamlar bardak oldu . . . Şimdi jandarmalar için
de kanun var . . . »

c Kanun bir boynuz ; üç ay önce . . . »

«Bırak onları ; biz şimdi Don Mariano'dan söz


ediyoruz. . . Ona parmağını bile dokundurmaz kimse ;
saygı duyulan, korunan, De Marsico, Porzio, ve
Delitala'nın savunmalarını rahatlıkla ödeyebilecek
bir insan . . . Yalnız yeri rahat olmadığı için rahatsız
olacak o kadar ; nezaret büyük otel değil tabü, altın·
daki ranza yumuşak olmayacak ve kötü kokudan
midesi bulanacak ; üstelik kahve de içemiyecek, za·
vallı. Oysa her yarım saatte bir fincan içerdi. Geb­
rail gibi suçsuz görülerek birkaç gün içinde ser­
best bırakacaklanndan kuşkun olmasın. Yaşantısı
tekrar düzene girecek, işleri giderek iyileşecektir. >
«Bir dakika önce ayaklarımın takatini kestiniz,
umutlarımı öldürdünüz, oysa şimdi .... >

1 08
«Bir dakika önce yazı gelmişti, şimdi tura gel­
di ; ben tura gelmeli diyorum işlerin iyi gitmesi i­
çin ; ama yazı da gelebilir. »

«Tura getirmeliyiz, yazıyı lsa'ya bırakalım.»

« Ü zaman duvardan birinci halkayı, yani Die­


go'yu kurtarmak gerekir. »

«Alçaklığı yapan oysa . . . »

cO olsa da onu kurtarın. Bırakın yapsınlar so­


ruşturmalarını ; zaten o iki kuzeyliyi kimse durdu­
ramaz ; engellemeyin soruşturmaları ; bırakın sorgu
hakimliğine kadar gelsin ; bu arada Diego için öyle
bir ortam hazırlayın ki, diş geçirmek isteyen, dişle­
rini orada bıraksın. »

cBu d a ne demek ? »

cYan i Diego, Colasbenıa'nın öldürüldüğü gün


ve saatte, cinayetin işlendiği yerden bin mil uzakta,
hüküm giymemiş, değerli ve hakimlerin itimat et­
tikleri kişilerin yanında bulunsun . . . »

cPeki, daha önce itirafta bulunduysa... »


cltirafta bulunduysa sözlerini geri alır ; manevi
ve fiziki işkenceye maruz kaldığından gerçeğe uy­
mayan şeyler söylediğini savunur. Biliyorsun, jan­
darmaların manevi baskısı da vardır. Böylece an­
lattıklarının gerçeğe uymadığı, Tizio, Filano, Ma.r­
tino gibi güvenilir kişilerin şehadetlerinin de eklen­
mesiyle anlaşılır. Ancak bir aziz iki ayn yerde aynı
zamanda bulunabilir ve herhalde hakim, Diego'nun
böyle bir yeteneğe sahip olacağını düşünmez . . . Hem
sonra gazetedeki şu küçük habere bak ; S. deki ci·
nayette jandarmalar bir olasılığı yok saydılar.

1 07
Sansürden çekindiği için tedbirli davranan Si­
cilya gazetesinde, jandarmaların üzerinde durmadı­
ği söylenen ihtimali okuyordu yüzbaşı Bellodi. Ga­
zete, doğal olarak cinayetlerin aşk nedeniyle işlen­
diği tezini savunuyordu. Kanıtlan yeteri kadar bil­
meyen biri cinayetlerden ancak birinin aşk nedeniy­
le işlendiğini düşünebilirdi ; diğer ikisinin nede­
ni ne olacaktı ! Gazeteci, S. de bulunurken belki Don
Ciccio'ya gitmiş ve Passarello ile Nicolosi'nin kansı
arasındaki gerçeğe uymayan aşkı düşünde daha da
şekillendirmiş olabilirdi. İyi bir gazeteci ve Sicilya­
lı olarak kadının aranmasını öneriyordu ; oysa yüz­
başı Sicilya'da soruşturmaların polise bırakılmasını
istiyordu ; kadını suçlamak gerekmezdi, çünkü dai­
ma cinayetlerin esas nedeninin ortaya çıkmasını
engelliyordu.

Yüzbaşı aşktan ötürü işlenen cinayetlerin Si­


cilya' da gerçek aşktan, gerçek duygusal bağlılıktan
doğmadığını düşünüyordu. Daha çok bir entellek­
tüel ihtirasın, yasal şekilciliğin kaygı veya ihtirasın
ürünüdür bu aşk. Bu ya.sal şekilcilik, kendi çıkan­
mıza uydurana kadar, içinde esas, yani olayların
insancıl değerlerinin hiçlendiği, o belirgin şekilcilik
olarak irdelenmektedir. Böylece insancıl yargılar
ortadan kaldırılınca yasa kendi şekilciliğini aksetti­
rir ve olayların esas değeri göz önünde tutulmaz..
Piradello'nun Berrett.o a sonagli yapıtındaki Ciaın­
pa isimli şahsiyet, tüm Yargıtay ağzındaymış gibi

1 08
konuşurken esasa dokunmadan şekilcilik üzerine
kuruyordu yargılarmı. Bellodi B . ye geldiğinin ilk
günlerinde bir Ciampa ile karşılaşmıştı. Pirandello'­
nun şahsiyetinin aynısı ; yazarını aramak için de­
ğil, çünkü en büyüklerinden birini bulmuştu ; bu kez
yaranna olabilecek bir tutanak için, bir onbaşının
onun ince işlenmiş savunmasını anlayacak yetenek­
te olmadığını düşünerek bir subayla konuşmak is­
temişti.
Yüzbaşıya göre. tüm bunlar, Sicilyalının bilin­
cinde ailenin halen tek canlı kurum oluşundan ötü­
rüydü ; ama bu canlılık duyrusal ve doğal bir bi�
leşmeden çok, dramatik, yasal bir anlaşma gibiydi.
Aile, Sicilyalının Devletidir. Bizim için Devlet olan
kurum, onun anlayışının dışında kalır ; Sicilyalı i­
çin, zorla gerçekleştirilmiş olaylardan oluşan bir
birlik ve vergiyi, askerliği, savaşı, jandarmaları icat
eden bir kurumdur. Aile kurumunda, Sicilyalı kendi
doğal ve trajik yalnızlığını aşarak, aldatmacalı bir
antlaşma ile kurulmuş bir evliliğe ve beraber yaşa­
maya uyar. Aile ile devlet arasındaki sınırı aşmayı
ondan istemek güç olacaktır. Devlet kavramından
hoşlanacak veya iktidara gelerek hükümeti idare e­
decektir ; ama yine de yaşantısının son ve kesin
şekli aile olacaktır ki, zafer dolu yalnızlığa giden en
kısa yolu sağlayacaktır ona.
Yüzbaşı Bellodi edebiyatın, çağrıştırdığı olumlu
ve olumsuz düşünceleri zihninde tasarlarken, Arena­
nın getirilmesini bekliyordu. Mafya'yı kafasında
çizmiş olduğu taslağa uygularken, onbaşı, Don Ma­
riano Arena'yı içeri getirdi.
Don Mariano, yüzbaşıya gelmeden önce traş
olmak istemişti ; jandarmanın biri traş ederek rahat-

1 09
tatmıştı onu, şimdi elini yüzünde gezdirerek, son
günlerde düşüncelerinin verdiği sıkıntıdan bile daha
fazla sıkıntı veren sakalını yerinde bulamayınca
zevkleniyordu.

Yüzbaşı, «buyurun» dedi ve Don Mariano ağır­


laşan göz kapaklarının arasından bakarak oturdu ;
o anlamsız bakış, gözbebeklerini , bir mekanik atı­
lımla içeriye ve yukarıya doğru kaydıran, kafasının
bir hareketiyle sona erdi.

Yüzbaşı, Parrinieddu lakabıyla tanınan Calo­


gero Dibella ile ilişkisi olup olmadığını sordu.

Don Mariano ilişki ile neyi kastettiğini sordu ;


uzaktan tanışırız o kadar. »

«Siz seçin» dedi yüzbaşı.

«Gerçek şu ki, seçilecek hiç bir şey yok ; yalnız


uzaktan taşınırız o kadar . »

« Dibella hakkındaki fikriniz nedir ?»

«Bence aklı başında biri, gençliğinde bazı yan­


lış adımlar atmış ; ama şimdi düzeldiğini sanıyo­
rum. »

« Çalışıyor muydu ?»

« Siz benden daha iyi bilirsiniz. »

«Sizden duymak isterim . »

« Bedeni bir çalışma dersek, o zaman babasının


ona öğrettiği çiftçiliğ i gösterebiliriz... Belki fikri
bir çalışması da vardı. »

«Sizce ne gibi işler yapıyordu ? »

110
«Bilmiyorum ve bilmek te istemem. »

«Neden ? »

« Çünkü beni ilgilendirmez ; Dibella kendi yo­


lundaydı ben kendi yolumda. »

«Neden geçmiş zaman eki kullanıyorsunuz ? »

« Çünkü öldürdüler onu. .. Jandarmalan evime


göndermenizden bir saat önce öğrendim. »

«Jandarmaları evinize Dibella yolladı.»

«Siz kafamı karıştırmak istiyorsunuz. »

«Hayır ; Dibella ölmeden birkaç saat önce ba­


na bir mektup yazdı» , mektubun fotokopisini gös­
terdi.

Don Mariano kolunun yettiği kadar uzaklaştı­


rarak baktı fotokopiye ve uzak şeyleri daha iyi gör­
düğünü söyledi.

«Nasıl buluyorsunuz ?»

«Hiç» dedi Don Mariano Arena, fotokopiyi iade


ederken.

«Hiç mi ? »

«Gerçekten bir hiç. »

«Bir suçlama değil mi, sizce ?:.

« Suçlama mı ? » Hayret dolu bir ifadeyle «Bana


hiçbir şey gibi geldi ; üstünde ismim yazılı bir par­
ça kağıt. »

«Bir isim daha var.»

«Evet ; Rosario Pizzuco.»

111
«Ünu tanır mısınız ?•

«Tüm köyü tanırım.»

« Özellikleriyle demek istedim.»

«Özellikleriyle değil, diğerleri gibi. »

« Pizzuco ile iş konusunda ilişkileriniz yok mu ? •


«Bir soru sormama müsaade ediniz ; siz benim
ne iş yaptığımı sanıyorsunuz ?»

« Çok ve değişik.»

c Ben çalışmıyorum ; gelirimle geçiniyorum.»

«Hangi gelir ? >

«Toprağım var. »

«Kaç hektar ?»

« Yirmiiki salma ; (1) doksan hektar diyelim. •

«İyi gelir getiriyor mu ? »

«Daima değil, yılına göre . :.

« Ortalama olarak n e gelir getirir bir hektarı ?»


cTopraklanmın büyük bir kıs mını otlak olarak
bırakıyorum. Bu toprakların hektarının bana ne bı­
raktığını bilemiyeceğim ; ancak koyunların sağladı­
ğı kazancı söyleyebilirim... Yaklaşık olarak yarım
milyon liret. . . Geriye buğday, badem, bakla ve zey­
tinyağı kalıyor ki, yılına göre değişebilir ... »

« Ekime elverişli topraklarınız ne kadardır ? »


«Elli, altmış hektar kadar.»

(1) Salma ltalya'nın bazı bölgelerinde, özellik.le Sicilya'da


toprak ölçüsünü göstermektedir.

1 12
c O halde hektar başına bir milyondan az ge­
tirmez.»

cŞaka ediyorsunuz.>

cŞaka eden sızsınız, oysa. . . Çünkü bana top­


raktan başka gelirinizin, endüstri veya ticaretle bir
uğraşınızın olmadığını söylediniz, ben de inandım.
Hem sonra geçen yıl üç ayn bankaya yatırmış oldu­
ğunuz ellidörtmilyon liret başka bankalardan çeki­
lip, adı geçen bankalara yatırılmadığına göre, top­
raklarınızın özel gelirini göstermektedir. Buna gö­
re hektar başına bir milyon liret kazanmaktasınız . . .
Bir ziraat teknisyeni bu rakamı duyunca şaşırmıştı,
çünkü size göre, bu kesimde hektar başına net yüz­
bin liretten fazla veren toprak yoktur. Yanılmadığı­
nıza eminsiniz, değil mi ?:.

cHayır, yanılmıyorum» dedi don Mariano üz­


gün bir tavırla.

cO halde yanlış yerden başladık . . . Geriye dö­


nelim ; hangi kaynaklardan geliyor geliriniz ? :.

cGeriye dönmiyelim hiç bir şekilde ; paralarımı


istediğim şekilde kullanırım . . . Yalnız şunu söyle­
mek isterim ; her zaman bankada tutmuyorum para­
larımı ; bazen arkadaşlarıma senetsiz, güvenle, borç
para veriyorum . . . Ve bunun için geçen yıl dışarıda
olan paralar bu yıl geri döndü ve ben de bankaya ya­
tırdım . . . »

c O bankalarda sizin kızınızın adına başka he­


saplar da var. »

cBir baba çocuğunun geleceğini düşünmeli. >

113
cÇok doğru ; kızınıza zengin bir gelecek hazırlı·
yorsun uz . . . Ama, bilmem, ona zenginliği hazırlayan
koşull arı kızınız hoş görür mü ? . . . Bildiğime göre,
şimdi Lozan'da bir kolejde bulunuyor ; ünlü ve çok
pahalı bir kolej . . . Umanın kızınızı çok değişmiş bu·
lacaksıruz ; kibarlaşmış, küçümsediğiniz her şeye acı·
yan, hiçlediğiniz herkese karşı saygılı biri olarak.»

cKı.zım sizi ilgilendirmez» dedi Don Mariano


Arena öfke ile, sonra yavaş yavaş sakinleşerek ckı·
zım benim gibidir» diye ekledi.

cSizin gibi mi ? . . . Umanın olmaz sizin gibi ; üs·


telik siz kızınızın size benzememesi için her şeyi ya·
pıyorsunuz. Değişen kızınızı tanıyamadığınız zaman,
hile ve düzenbazlıkla sağlamış olduğunuz zenginliği
ödemiş olacaksınız . . . »

cBana vaaz veriyorsunuz. »

«Haklısınız . . . Siz vaazı zaten kilisede dinliyor­


sunuz, burada, karşınızda bir polis görmek istiyor­
sunuz ; haklısınız . . . Şimdi kızınıza dönelim tekrar
ve masraflannı, adına yatırılan parayı hesaplaya·
lım. . . Çok, çok para. . . kökeni belli olmayan paralar.
Bakınız bunlar, adınıza ve kızınızın adına bankada
olan hesap cetvellerinin fotokopileri. Palermo'ya
kadar ulaştık . . . çok, çok para ; bize kökenini açıkla·
yabilir misiniz ?»

cYa siz ? » diye sordu kaygısız bir ifadeyle.

cAçıklamaya çalışacağım ; çünkü gizlice yığdı·


ğınız bu paralar üzerinde, soruşturmasını yaptığım
suçların nedenini arayacağım ve bu nedenleri, sizi ci·
nayetleri örgütlemekle suçladığım zaman aydınlat·
mış olacağım. Ama sizin de vergi dairesine bazı açık·

114
lamalar yapmanız gerekecek. Biz şimdi elde ettiği­
miz bilgileri onlara aktaracağız. »

Don Mariano kaygısızlığını gösteren bir jest


yaptı.

cHem sonra siz gel ir beyannamesi vermişsınız


gerekl i yerlere, ona göre sizin bir geliriniz olmalı . >
. .

«Benimkine eşit olarak gösterilmiş» diye onba­


şı kanştı söze.

« . . . ve vergi ödüyorsunuz . . . »

«Benim ödediğimden daha az» dedi onbaşı.

cGöriiyor musunuz ? » dedi yüzbaşı «Açıklanma-


sı gerekli çok şeyler var ve siz bunları açıklamak zo­
dasınız . »
. .

Tekrar kaygısızca elini salladı.

'Üstünde durulması gereken' diye düşünüyordu


yüzbaşı 'konu bu olmalıdır. Çünkü onun gibi bir ada­
mı yasanın önünde sıkıştırmak faydasızdır ; yeteri
kadar kanıt bulunmayacaktır ; alçakların ve na­
musluların sessizliği onu daima koruyacaktır. Ana­
yasal haklarını kısıtlamak faydasız olacağı gibi,
tehlikedir aynı zamanda. Yeni bir Mori, siyasal se­
çimlerde gereç olarak kullanılabilir ; rejimin kolu ol­
masa da, rejimin bir grubunun kolu olabilir ; Man­
cuso Livigni veya Sciortino - Caruse grubu. Böyle
durumlarda halkı, Amerika'da olduğu gibi vergi yol­
suzluklarında enselemek gerekir. Ama yalnız Mari­
ano gibileri değil ve hemde yalnız Sicliya'da olmama­
lı bu iş. Ansızın tüm bankaları basmak ve hesapla­
rına, özellikle sahte gelir defterlerine el koymak, ka­
dastrolarını tekrar incelemek gerekir. Tüm o yağcı-

1 15
lar, siyasal fikirlere ve iktidar denen o kuvvetli aile­
nin üyelerine hizmet edeceklerine ; tartışmalarını,
yönetimlerini, arkadaş ve hasımlarını izleyeceklerine,
kodamanların villalarını tek tek dolaşarak, özel ola­
rak yaptırılan arabalarını, aşıklarıyla yatan koda­
man karılarını gözetleyip, kendi sefil durumlannı o
zenginliklerle karşılaştırıp gerçekci bir yargıya var­
salar daha iyi olur . . . Ancak bu şekilde Don Maria­
no gibilerin ayakları yerden kesilir . . . Başka bir ül­
kede bunun gibi bir vergi kaçakçılığı ciddi bir şekil­
de cezalandırılmaktadır ; oysa Don Mariano bu ülke­
de eğlenmekte ve rakamlarının üzerinde istediği şe­
kilde oynamaktadır.'

«Bakıyorum da vergi memurları sizi pek kaygı­


landırmıyor. »

«Neden kaygılandıracakınış ! » dedi Do n Maria-


no.

cNe demek neden ?»

«Ben cahilin biriyim, bildiğim o iki üç şey ba­


na yetiyor ; birincisi, burnun altında ağzın olduğunu
ve bunun kon�maktan çok yemeğe yaradığını bil­
mektir . . . »

«Benim de burnumun altında ağzım var» dedi


yüzbaşı c ama yalnız, Sicilyalıların tabiriyle, bükü­
metin ekmeğini yiyorum. »

«Biliyorum ; ama siz bir insansınız.»

« Peki ya onbaşı» alaylı bir tavırla onbaşı D' An­


tona'yı göstererek sordu.
« Bilmiyorum» dedi Don Maria.no, onbaşıyı kü­
çümseyici bakışlarla süzerek.

116
cBen» Don Mariano devam etti «hayatı oldukça
tanırım ; insanlık dediğimiz, söylerken ağzımızı dol­
duran, rüzgarlar kadar hafif olan o güzel kelimeci­
ği beş sınıfa ayırırım ; insanlar, yanın insanlar, in­
sancıklar, aptallar ve vak vaklar . . . İnsanlar çok az­
dır bu dünyada ; yarım insanlar da onlar gibi, insan­
lık yarım insanlarla kalsa sevineceğim. . . Oysa daha
kalitesizleri var insanların ; insanları taklit eden
maymun cinsinden olan bu yaratıklar kendilerine üs­
tün görürler her zaman, bana göre bunlar insancık­
lar sınıfına girer. Daha sonra mantar gibi çoğalmak­
ta olan aptallar ve vak vaklarla birlikte, çamurlu su­
larda yaşaması gereken ördeğimsi insanlar gelmek­
tedir. Çünkü yaşantıları bir ördeğin yaşantısından
daha anlamlı ve amaçlı değildir. . . Beni İsa misali
çarmıha gerseniz bile yine söylerim, siz bir insansı­
nız . »

c Siz de» dedi yüzbaşı biraz heyecanlanarak. Bir


jandarma subayının mafyanın şefi ile karşılıklı ilti­
fatlaşmasından rahatsız olduysa da, bir milli bay­
ram sırasında, ulusun temsilcileri olarak, bayraklar
ve borazanlarla çevrili olan bir yerde, bakan Man­
cuso ve Livigni'nin elini sıktığını hatırlayarak bu
davranışını mazur gördü, çünkü Don Mariano, Mar­
cuso ve Livigni'e göre gerçekten bir insandı. Bir kö­
rün, şeylerin şekilsiz ve karanlık taslağını tasarlayı­
şı gibi, Don Mariano da insancıl ilişkilerin, kanunla­
rın ve duyguların dünyasını öyle kuruyordu kafasın­
da. Kanunun etkisiz kaldığı, olaylar serisinin, ko­
kuşmuş ve hareketsiz gerçek üzerine söylenen söz­
lerin sadece renklerini değiştirdiği çevresinde, bun­
dan başka ne gibi bir dünya görüşü edinebilirdi ?
«Neden ben bir insanı m, yarım insan veya ör-

1 17
değimsi değilim» diye sordu yüzbaşı öfkeli bir ses
tonuyla.

« Çünkü» dedi Don Mariano «bulunduğunuz yer­


den adamın suratına tekme atmanız o kadar kolay
ki. . . oysa siz karşınızdaki kişiye saygı gösteriyorsu­
nuz . . . Sizin koltuğunuzda, hatta onbaşının koltu­
ğunda daha önceleri oturanlardan, ölümden beter
olacak hakaretler gördüm. Sizin gibi bir subay beni
tokatladı ; aşağıda, nezarette başçavuşun biri sigara­
sını tabanıma yapıştırdı ve karşıma geçip kahkaha­
lar attı . . . Bu hakaretlerden sonra sükll net bulabilir
mi ins an ? :.

« Ş u halde ben sizi gücendiriyor muyum ?:.

«Hayır, siz bir insansınız» diye onayladı Don


Mariano.

« PE'ki, sizce, insanca bir iş mi adam öldürmek


veya öldürtmek ?:.

«Ben buna benzer bir şey yapmadım. Ama siz


bana, sözün gelimi ' adam öldürmek doğru mudur'
diye sorarsanız, ben, 'önce öldürülecek kişinin insan
olup olmadığını araştırmak gerekir' derim.:.

« Dibella ne idi sizce ?»

«Bir vak vak gibiydi O» dedi küçümseme ile Don


Mariano ; ağzından kaçırmıştı bir kere vermemesi
gereken sırrı.

«Sizin bu yargıya varmanız için bazı özel neden­


leriniz var mı ? »

«Ne nedenim olacak ! Onu şöyle böyle tanırdım


zaten. »

118
•:Bununla beraber yargınız doğrudur ; bu yargı­
ya varabilmeniz için esaslı bilgileriniz olmalı. . . Belki
siz onun bir casus, j andarmaların bir muhbiri oldu­
ğunu biliyordunuz . . . »

c llgilenmedim pek. :.

cAma biliyordunuz . . . •

«Tüm köy biliyordu onu . »

« Bizim gizli habercilerimiz . . . » dedi yüzbaşı alay­


lı bir tavırla onbaşıya dönerek. Ve Don Mariano'ya
c Belki bize bir takım sırları vermekle arkadaşlarına
hizmette bulunmuş oluyordu . . . Siz ne dersiniz ?:. di­
ye sordu.

c Bilmiyorum.:.

c Yalnız bir kez doğru bir haber getirdi ; on gün


önce, bu dairede, oturduğunuz yerde . . . Siz bunu na­
sıl öğrendiniz ?:.

cBen hiçbir şey bilmiyordum ve bilmekte beni


etkilemezdi. »

cDibella'nın vicdan azabından rahatsız olarak


size hatasını itiraf etmek için gelmiş olduğunu dü­
şündüm de.:.

« Ü korkak bir insandı, vicdan azabı duyacak bi-


ri değil ; hem bana gelmesi için bir neden yoktu.•

cSiz vicdan azabı duyar mısınız ?:.

cNe vicdan azabı ne de korku ; asla.:.

«Bazı arkadaşlarınız dindar olduğunuzu söylü­


yorlar.:.

119
«Oldukça . . . kiliseye giderim, öksüzler yurduna
para yollamayı ihmal etmem.»

«Yeterli midir, sizce ? »


«Yeter tabii ; Kilise büyüktür ve herkes istediği
şekilde davranabilir içinde . »

«İncili okudunuz mu ?»

cHer pazar okunurken dinliyorum.»

cNasıl buluyorsunuz ?»

cGüzel söylenmiş sözler ; Din başlı başına bir


güzelliktir. »

cSizce güzelliğin gerçekle bir ilgisi yok.»


cGerçek bir kuyunun dibindedir ; kuyuya baktı­
ğınızda güneşi ve ayı görürsünüz ama kendinizi ku­
yuya atarsanız güneşi ve ayı değil, gerçeği bulur­
sunuz. »

Onbaşı sıkılmaya başlamıştı ; avcıyı a vın ızıne


bile rastlanmayan taşlı yollarda izleyen bir köpek
gibi duyuyordu kendini. Uzun ve iğri büğrü bir yolda­
larmış gibi geliyordu onbaşıya ; birazcık cinayetlere
değiniyorlar ve hemen sonra konuyu değiştiriyorlar­
dı. Kilise, insanlık, ölüm ; kahvelere yaraşır bir ko­
nuşma. Üstelik bir cani ile konuşulacak şeyler mi ?

cBazı kişilere kuyudaki gerçeği bulmak için yar­


dım ettiniz mi ?» diye sordu yüzbaşı.

Don Mariano yüzbaşıya nikel para gibi soğuk


gözlerini açtı. Hiçbir şey demedi.
cDibella isminizi ve Pizzuco'nun ismini kağıda
yazdığı zaman gerçeği bulmuştu, sanırım . . . » dedi
yüzbaşı.

1 20
«Delilikti onun yaptığı, gerçekçilik değildi.»

« Oysa hiç de deliye benzemiyordu . . . Onu Colas­


berna'nın ölümünden hemen sonra çağırttım ; ondan
önce cinayetin nedenleri olarak bazı menfaat ilişki­
lerini gösteren bilgiler edinmiştim. . . Colasberna'ya
bazı önerilerin ve korkutmaların yapıldığını ve üste­
lik uyarıda bulunmak üzere ona ateş edildiğini bili­
yordum. Ben Dibella'dan, Colasberna'ya önerilerde
bulunan kişi hakkında bilgi istedim. Bana kesin bir
iz vermekten çok iki isim verdi ; ikisinden biri, son­
radan gözlediğim gibi, yalnız fikirlerimi karıştırmak
içindi. . . Ama ben onu korumak istiyordum ; diğer ta­
raftan Dibella'nın gösterdiği iki ismi birden yakala­
mak gafını gösteremezdim ; birini, cinayetin gerçek
suçlusunu yakalamak zorundaydım ; gösterilen iki
isim ayn ayrı Coscaların adamlarıydı ; ikisinden biri
bu olayın dışında kalıyordu ; Ya La Rosa suçluydu
ya da Pizzuco . . . Bu arada Nicolosi'nin kayboluşunu
haber aldım ; tesadüfler beni şaşırtıyordu . . . Nicolosi
de kaybolmadan önce bize bir isim bırakmıştı. Çok
iyi tanıdığınız Diego Marchica diye birini aramaya
koyulduk ; ve o da itiraf etti.»

cDiego ? » inançsızca bağırdı Don Mariano.

cEvet, Diego» diye onayladı yüzbaşı ; onbaşıya


okumasını e mretti Diego'nun itiraflarını.

Don Mariano mektubu astımlıların çıkardığı hı­


rıltıya benzer bir hırıltıyla izliyordu ; oysa öfkeden
ötürüydü o hırıltılar.

c Diego, rica etmemize mahal bırakmadan bizi


Pizzuco'ya götürdü ; Pizzuco da size . . . »

121
« Bana sizi Tanrı bile getiremez» dedi kesinlikle
Don Mariano.

«Siz Pizzuco'yu çok beğenirsiniz» ilave etti yüz­


başı.

cHiç kimseyi beğenmem, yalnız tanırım h�


kesb

cPizzuco'dan yana sizi hayal kırıklığına uğrat­


mak istemem, Diego'nunki yetti zaten.»

cO boynuzlunun biridir» dedi Don Mariano, sı­


kıntıdan şekilsizleşmiş bir ifadeyle; bu teslim olma
simgesiydi.

cSizce biraz haksızlık değil mi? Diego sizi belirt­


medi bile.>

cBenim ne ilgim var?»

cPeki neden kızıyorsunuz ilginiz yoksa?>

cKızmıyorum; Pizzuco için üzgünüm, çünkü ak­


lı başında bir adam. . . Alçaklıkla karşılaştığım za­
man kızarım ben.>

cSiz, Marchica'nın Pizzuco hakkında söyledikle­


rinin tamamen yalan olduğunu garantileyebilir mi­
siniz?>

cBen hiçbir şeyi garantileyemem, bir kuruşluk


çeki bile. >

cDemek Pizzuco'nun suçlu olduğuna inanmıyo�


SUilUZ. >

«Hayır.>

1 22
« Peki Pizzuco sizi suç ortağı olarak göstermiş
olsaydı ?»

«Aklını kaçırdığını söylerdim.»

c Pizzuco'dan Colasberna'yı iyi veya kötü bir şe­


kilde yola getirmesini isteyen siz değil miydiniz ?»
«Hayır.»

«İnşaat işlerinde ilginiz veya menfaatiniz bahis


konusu değil mi ? »

«Benim mi ? Rüyada bile olamaz.»

« Smiroldo kooperatifini büyük bir taahhüt i·


çin tavsiye eden siz değil miydiniz ? Hem, üstelik, alı·
şılmış olmayan bir takım koşull arla kabul edilmedi
mi tavsiyeniz sayesinde ? »

«Hayır . . . Evet, evet ama ben binlercesi için tav·


siyelerde bulunurum. »

« Kimlere yöneliyorsunuz bu tavsiyeleriniz için. >

«Bir şeyler yapabilecek arkadaşlara.>

«Genellikle kime ? :.

« Daha çok beni seven arkadaşlarıma, iş yapa·


bilecek kişilere. >

« Peki b u yaptığınız tavsiyelerden ötürü bazı


avantajlar, dostluklar sağlamıyor musunuz ?>

«Arkadaşlık sağlıyorum.>

« Bununla beraber, bazen . . . >

«Bazen Noelde bana kutularla pasta hediye edi·


yarlar. >

1 23
«Veya bir çek ; sayman Martini, hesabınızda
Smiroldo Şirketi adına mühendis Smiroldo'nun gön·
derdiği bir çeke işaret etti ; çek de elinize geçmiş . . .
Belki onlara sağlamış olduğunuz o büyük taahhüt
işinin veya kooperatifinin sizden görmüş olduğu baş­
ka hizmetlerin şükran borcuydu ?»

«Hatırlamıyorum. »

«Madem ki hatırlamıyorsunuz, mühendis Smi­


roldo'yu çağıralım . . . »

«Tamam. . . böylece hatırlamak için yorulmaya­


cağız . . . İhtiyanm bazen hafızam aksıyor. »

« Çok yakın bir olayla hafızanızı deneyebilir mi·


yim?»

cDeneyelim. >

cMonterosso Falcone yolunun taahhütü ; yerli


bir gazeteden öğrendiğimize göre tamamen faydasız
olan bu yolun tüm masraflannı karşılayacak olan
parayı siz sağlamışsınız, bu bir tarafa ; Fazello koo­
peratifi taahhütün sağlanışını size borçlu değil mi ?
Bana böyle dedi sayın Fazello ; herhalde yalan söy­
lememiştir. >

cYalan söylememiş.>

c Peki size herhangi bir şekilde şükran borcunu


ödemedi mi ? >

cÖdemez olur mu ? Buraya gelip size tüm olan­


ları anlattı ya, bana fazlasıyla ödemiş oldu. >

1 24
Oturumun açılmasına bir saat kala, Missione yo­
lunun girişinde biletlerini almışlardı. Pasajda, Caffe
Berardo'nun civannda dolaşarak , gazete bayilerinde
duran mecmualara bakıyorlardı. Roma, arabaların,
otobüslerin gürültüsünden hemen hemen sıyrılmış,
yoğun bir sıcaklık altındaydı. Gazetecilerin, köyleri­
nin ismiyle cinayetleri bağırmalan onlara uzak ve
gerçekdışı görünüyordu. İki günden beri uzaktılar
köylerinden ; iki büyük eczacıyla, bir bakan,
beş altı milletvekili, polis tarafından aranılan
Testaccio'nun kahve ve meyhanelerinde Roma'nın
işsiz saatlerinin tadını çıkaran üç dört kişiyle konuş­
muşlardı bile ; sakin görünüyorlardı, sayın milletve­
kilinin, parlementoda, Sicilya'nın sosyal düzeni üze­
rine verilen önergelere hükümetin cevabını kapsaya­
cak olan oturuma daveti onlara bitirmek istedikleri
gün için iyi bir öneri olmuştu. Akşam gazeteleri
Marchica'nm, Pizzuco'nun ve Arena'nın tutuklan­
dıklarını yazıyorlardı ; Savcı suçluları ortaya çıkar­
mayı başarmıştı. Gazetecilerin sağladıkları bilgiye
göre, Marchico bir cinayeti kabullenmiş, diğerini Piz­
zuco'nun üzerine yüklemişti ; Pizzuco üzerine yükle­
nen cinayeti kabul etmemiş ve Marchica'nın bir de­
ğil iki cinayeti işlediğini belirtmişti. Arena
hiçbir şeyi kabul etmemişti ; ne Marchica ne de Piz­
zuco, onu suçlu olarak göstermemişlerdi. Ama savcı
cinayetin suç ortaklannı ortaya çıkarmış, Marchi­
ca'yı cinayeti işlemekten, Pizzuco'yu cinayeti düzen-

125
lemekten ve uygulamaktan, Arena'yı düz.enlemek­
ten suçlamıştı. Kötü bir durum ; ama kadınları ve
ışıklı vitrinleriyle, bir sabun köpüğünün mutlu öz­
gürlüğünde, yeni baştan kurulacak gibi görünen Ro­
ma'nın bu saatinde, o tutuklama kararları, Anto­
tina sütununun tepesinde gösteri yapan uçurtmalar
kadar hafif geliyordu onlara.

Vakit gelmişti. Alt geçide girdiler ; vitrinlerin


parlak ışıklarıyla daha canlı görünen alacalı renkle­
rin akışında, siyah paltoları, S. nin koruyucusu olan
azizin yüzü gibi olan yüzleri, yaslı tutumları, konuş­
madan, yalnız güzel kadınlan gördükleri zaman ba­
zı dürtmelerle veya göz kırpmalarla birbirlerini uya­
rışlan ve hızlı yürüyüşleriyle halkın bir an için dik­
katini çekiyorlardı. Çoğu, onların gizli polis olduğu­
nu düşünüyor ve bir yankesiciyi izlediklerini sanı­
yordu ; oysa güneyin sorunlarının bir parçasıydılar.
Parlamentonun kapıcılan biletlerin i kontrol edip
nüfuz cüzdanlarına baktılar ; sonra paltolarını çı­
karmalannı istediler. İki arkadaş balkona doğru
ilerledi. Bir tiyatro balkonuna benziyordu ; oysa sa­
lonun tiyatro salonuna benzer bir tarafı yoktu ; bir
büyük huninin kenarından aşağıya, bir karınca yu­
vasına bakıyorlarmış gibi izliyorlardı manzarayı. Sa­
londaki ışıklar memleketlerinde yağmurun geleceği­
ni haber veren şimşekleri andırıyordu. Sahra rüz­
garlarının getirdiğ i bulutlardan süzülen kum ve yağ­
mur ışınlan gib i ilginç bir ışık huzmesiydi ; şeylere
atlas görünümü kazandırıyordu. Parlamentonun pla­
nından, kafalarındaki soyut kavramlardan ve tanıdık
yüzlerden solu, ortayı, sağı öğreninceye kadar biraz
zaman geçti. Togliatti'yi gazeteyi kanştınrken fa.r­
ketmeleri, solun tam karşısında olduklarını anlama-

1 26
larına yardım etti. Bir pergelin doğruluğuyla bakış­
larını ortaya çevirdiler ; Nenni'yi izlediler bir an, son­
ra Fanfani'yi ve işte onlara bu görünümü sağlayan
milletvekilinin onlara baktığını sanarak elleriyle se­
lam yolladılar ; oysa milletvekili farkına bile varma­
mıştı, kimbilir düşünceleriyle nereyi izliyordu. On­
ları etkileyen, daha çok bir sıradan diğer sıraya koşu­
şan müstahdemlerin davranışlanydı ; bir halı tezga­
hının mekanik çalışma havasını veriyordu. Devamlı
ve aynı tonda yukarıya çıkan fısıltılar, aşağıdaki
banklarda oturan dalgın ve kaygısız insan grupların­
dan değil, daha çok boş bir salonunun sessizliğinden
geliyormuş gibiydi.

Bazan bir zil çalınıyordu. Sonra bir ses, o kum


ışıltılarının üzerinde dalgalanıyor, salonun giderek
büyüyen fısıltılarının seviyesinde zeytinyağı damla­
cıklarının yüzeye çıkışı gibi yükseliyordu. Zili çalan
başkandan gözlerini ayırıp, iktidar sırasına bakan
Pella'ya çevirinceye kadar sesin nereden geldiğini
anlayamadılar.

cBakanı istiyoruz» solcular banklardan bağırı­


yorlardı.

Başkan tekrar zili çaldı ; bakanın bulunamaya­


cağını, müsteşann olduğunu, fark etmiyeceğini ve
Parlementoda saygılı olunmasını belirtti. Sanki hiç­
bir şey söylememiş gibiydi.

c Bakan, bakan» diye bağırıyorlardı soldan.

cTanrı için, bırakın konuşsun» dinleyicilerden


biri ancak arkadaşının duyabileceği bir şekilde söy­
ledi.

127
Konuşmasını kesmediler.

Müsteşar, Sicilya'da kaygılanacak bir durumun


varlığını hükümetin görmediğini söyledi.

Soldan şiddetli protestolar. Bitmek üzereyken


sağdan biri «Yirmi yıl önce Sicilya' da kapılar açık
uyunulurdu:. dedi.

Milletvekilleri soldan ortaya kadar sokularak,


yuhaladılar, iki arkadaş, altta, boğa gibi cevap ve­
ren faşisti görmek için uzandılar balkondan. «Evet,
yirmi yıl önce Sicilya'da düzen vardı, siz bozdunuz
onu» Parmağını Fanfani'den, Togliatti'ye kadar suç­
larcasına uzattı.

Balkondan uzanan iki arkadaş traşlı bir baş ve


suçlayan bir el görüyorlar ve aynı şekilde mırıldanı­
yorlardı ; « Senin dediğin kafandaki boynuzlu düze­
ne benziyordu. >

Z il devamlı ve çılgınca çalıyordu. Müsteşar tek­


rar konuşmasına başladı. Verilen önergenin değin­
diği S. deki olaylar üzerine kanuni tahkikat devam
ettiğinden, h ükümetin söyleyecek bir şeyi olmadığı­
nı söyledi ; önergeyi veren milletvekillerinin tezleri­
ni gözönünde tutmayarak, hükümetin görüşüne gö­
re, bu cinayetlerin de olağan cinayetler gibi irdelen­
mesi gereğini savundu. Solcuların gazetelerinde ya­
yınladıkları imaların, yani Parlamento veya hükü­
met üyelerinin mafya ile ilişkisini belirtmek isteyen
sözlerin gerçek olmadığına değiniyor, bunun komü­
nistlerle, sosyalistlerin düşlerinden başka bir şey
olmadığını ekliyordu sözlerine.
Parlamentoda giderek çoğalan solcu milletvekil­
lerinden protesto yağdı. Uzun boylu, esmer tenli,

1 28
dazlak bir milletvekili yerinden kalktı, iktidar tarafı­
na. doğru ilerledi. Üç müstahdem yolunu kestiler.
Müsteşarı küçültücü sözler söyledi. Yukarıdaki iki
dinleyici 'Bunu kan temizler diye' düşündüler.

Başkan var kuvvetiyle çalıyordu. Sağdan ko­


pan başı traşlı milletvekili salonun ortasına geldi ;
fakat diğer müstahdemler onu da engellediler. O da
sola doğru küçümseyici sözler yolladı. Aptal sözcü­
ğü h avada uçuşuyor, o kocaman kafasın:, ki.z;lderili
oklarının Buffalo Bill'in kafasını sıyırması gibi sıyı­
nyordu.

'Buraya jandarma taburu gerek' diye düşünü­


yorlardı ; ilk kez, h ayatlarında, jandarmaların bir
işe yarayacaklarını kabul ediyorlardı.

Milletvekilinin bulunduğu yere doğru bakıyor­


lardı. Sakin bir havası vardı ; baktıklarını fark edin­
ce, gülümseyerek eliyle selamladı onları.

Uyuşuk bir Parma akşamında, güneşin son ışın­


ları altında, yüzbaşı Bellodi, hafızasındaki karışık
düşüncelerle şehrinin caddelerini adımlıyordu ; hak­
sızlık ve ölümün ağırlığı, uzak Sicilya'nın görünümü­
nü gözlerinn önüne seriyordu.

Bologna'ya çağrılmıştı, tutanak hazırlandığı


için mahkemede tanıklık etmişti ; mahkeme bitince
Sicilya'ya dönmek istememişti ; o yorgunluğu Par­
ma'da ailesinin yanında geçireceği tatille gideceği-

1 29
ru düşünmüştü. Bunun için hastalandığını belirterek,
izin istemiş ve bir aylık izin sağlamıştı.

Tatilinin yansında, onbaşı D' Antona'nın gön­


dermeyi esirgemediği bir seri yerli gazeteden ; özen­
le kurduğu S. olaylarının oluşturduğu yapıtın, orta­
ya atılan yeni savunmalarla oyun kağıdından yapıl­
mış bir şato gibi yıkıldığını öğreniyordu. Daha çok
Diego Marchica'nın, cinayet günü ve saatinde cina­
yet yerinden uzak bir yerde bulunduğunu savunmuş
olmaları yıkmıştı bu yapıtını yüzbaşının. Sabıkası ol­
mayan, saygıdeğer kişiler, sorgu hakimine Diego
Marchica'nın Colasbema'ya ateş etmesinin ve tanın­
masının olanakdışı olacağını söylediler. Çünkü Die­
go o gün, o satte altmışaltı kilometre uzakta bulun­
maktaydı ; yani S. den P. ye nekadar bir uzaklık var­
sa. Diego, P. de, doktor Baccarella'nın bahçesinde,
doktorun gözü önünde çimleri sulamaktaydı. Bunu
yalnız doktor değil, oradan geçenler de onaylamış­
lardı.

Diego, yüzbaşı Bellodi'ye, bir nevi nispet olsun


diye bazı itiraflarda bulunduğunu açıklamıştı ; yüz­
başı, Pizzuco'nun ihanet ettiğini söyleyince, öfkeden
gözleri dönmüş ve suçu Pizzuco'ya yüklemek iste­
mişti ; Pizzuco'ya bazı suçları yüklemesine rağmen
kendi kendini ele vermişti. Diego'nun ihanetiyle kar­
şılaşan Pizzuco bir sürü yalanlar uydurmuştu ; üze­
rine bazı suçları alıp, ona ihanet eden Marchica'nm
boynuna büyük bir taş bağlamıştı. Silah mı ? Pizzu­
co sadece müsaadesiz silah taşıdığı için yargılana­
caktı ; kaynına silahı yoketmek emrini, yasal olarak
silah taşımanın yasak olduğunu bildiği için ver­
mişti.

1 3Q
Gazetelerde fotoğrafları ve röportajları basılan
Don Mariano'ya gelince ; Savcının ve yüzbaşının ha­
zırladığı kanıtlar ağının parçalandığını söylemeye
gerek yok. Bir masumiyet halesi, fotoğrafta bile ör­
nek kötülük belirten kafasını aydınlatıyordu. Yüz­
.
başı Bellodi hakkında bir soru yönelten gazetecinin
birine, Don Mariano «bir insan» diye cevap vermiş­
ti ; «insan» demekle her insan gibi kusurları olabile­
cek birini mi, yoksa yargısını tamamlıyabilecek bir
sıfat bulamadığı için mi «insan» deyimini kullandığı­
nı sorunca gazeteci, «ne sıfatı, insanın sıfatı olmaz»
diye cevapladı Don Mariano. Gazeteci cevabını ka­
palı bir cevap olarak niteledi ve kızgın, kötü ruhlu
bir insanın karakterinin ürünü olduğunu açıklamak­
tan geri kalmadı. Oysa Don Mariano yenik rakibinin
karşısında muzaffer bir general gibi, rahat ve kesin
bir yargı, bir övgü öne koymak istemişti ; bunları
okuyunca, yüzbaşının alevlenen duygularında, kız­
gınlık ve haz aynı zamanda beliriyordu.
Onbaşı D'Antona tarafından kırmızı kalemle
işaretlenen haberi okudu ; ölen üç kişi için tekrar so­
ruşturma açıldı, polisin gezici takımı Nicolosi olayı­
nın olumlu çözümünü yapabilmek için iyi bir yol seç­
ti. Buna göre dul kadını ve aşığı Passarello'yu ya­
kalayarak, yüzbaşı Bellodi'nin gözönünde tutmadığı
olasılığı değerlendirdi. Ve yine, bölgesel haberler
sayfasında, işaretlenmiş bir haber ; S. Karakol ko­
mutanı Arturo Ferlisi'nin kendi isteğiyle Ancona'ya
tayinini yazıyordu ; gazeteci tutumunu ve çalışkanlı­
ğını beğendiğinden sağlık ve iyi temennilerde bulu­
nuyordu ona.
Bu haberleri düşünerek usandırıcı bir öfkenin
etkisinde Parma'nın caddelerini dolaşıyordu rastge-

131
le ; bir randevuya geciken birinin telaşı vardı onda.
Arkadaşı Brescianelli'nin onu karşı kaldırımdan ça­
ğınşını duymadı ; karşısına dikildiği zaman şaşkın
ve beklenmedik bir şeyle karşılaşmış gibi kaldı. Ar­
kadaşı sevecenlikle gülümseyerek, güzel günleri, li­
se günlerini hatırlatan bir selam verdi. Yüzbaşı ar­
kadaşının çağırışını duymadığı için özür diledi ; ve
iyi duymadığını söyledi. Brescianelli'nin doktor ol­
duğunu, sıhhati iyi olmayan eski bir arkadaşını ko­
lay kolay bırakmayacağını unutmuştu.

Nitekim arkadaşı bir adım gerileyerek, onu da­


ha iyi gözledi ve zayıfladığım söyledi. Üzerindeki
paltonun biraz bol ve üstünden aşağı dökülüşünden
anlamıştı ; sonra gözlerine bakmak için yaklaştı ;
gözlerinin akında karaciğerinin iyi çalışmadığını be­
lirten emareler vardı : Belirgin emarelerini sordu ve
bir kaç ilaç önerdi. Bellodi dalgın bir gülümsemeyle
dinliyordu arkadaşını.

cBeni dinliyor musun ? » diye sordu Brescianelli.


«Tabii» dedi Bellodi « çok sevinçliyim seni gör­
düğüm için ; nereye gidyorsun ? . . » Cevap bekleme­
. .

den arkadaşının koluna girdi ve esen nereye gider­


sen gelirim» dedi.

Arkadaşının koluna girmekle unutmuş olduğu


bir jesti tekrarlamış oluyordu. Gerçekten bir arka­
daşa ihtiyacı vardı ; boşalmak arzusunu gidermek,
öfkesini uzak şeylerin hatırasında dağıtmak istiyor­
du.

Oysa Brescianelli Sicilya'yı, cinayetleri, işini


sordu.

1 32
Bellodi Sicilya'nın inanılmayacak bir yer oldu­
ğunu söyledi.

«Doğru, gerçekten, inanılmaz bir yer. . . Ben de


birkaç Sicilyalı tanıdım, şahane adamlar . . . Lupara
hükümeti derim ben ona . . . Bu kelimeyi kullanmak
gerek onu tanımlamak için . »

Aslında İtalya'da inanılamayacak şeylerin oluş­


tuğu bir yer ; bunu anlamak için Sicilya' ya gitmek
gerekir.

cBelki bir gün tüm İtalya Sicilya gibi olacak . . .


Bölgesel idarenin skandallarını okuduğumda aklı­
ma bir takım şeyler geldi ; araştırıcılar palmiyelerin
ilerlediğini, yan i palmiyelerin yetişmesini sağlayan
iklimin her yıl beşyüz metre kuzeye çıktığını söylü­
yorlar . . . Palmiyelerin değil, daha çok tortulu kah­
velerin giderek kuzeyi istila ettiğini söylemek daha
yerinde olur. Üstelik termometrenin civası gibi çı­
kıyor bu palmiyeler, skandallar, kahveler . . . Roma'­
yı geçti bile.> Ansızın durdu ve onlara doğru gelmek­
te olan genç kadına cSen de inanılmayacak kadar
güzelsin . . . > dedi.

cNeden ben de ? diğeri kim ki ?>

cSicilya. . . O da senin gibi bir kadındır ; esrarlı,


merhametsiz, kindar ve çok güzel bir kadın tıpkı se­
nin gibi. . . Sana tanıştırayım yüzbaşı Bellodi, bana
Sicilya' dan bahsediyordu . . . Bu da Livia». Bellodi'ye
dönerek. «Livia Gianelli, belki çocukluğunu hatırlar­
sın Şimdi artık bir hanım oldu ve bize pas verdiği
yok. >
cSicilya'dan mı geliyorsunuz ?:. diye sordu Li-
via.

1 33
«Evet» dedi Brescianelli «Sicilya' dan geliyor ;
oranın tabiriyle kokuşmuş bir meslek olan polislik
yapıyord» Angelo Musco'nun boğuk ses ve Catania
aksanını taklit ederek telaffuz etti.

«Taparım ben Sicilya'ya» dedi Livia ve araları­


na geçerek kollarına girdi.

'Burası Parma' Ansızın ulaşan bir mutlulukla


düşündü Bellodi 'bu kız Parmalı ; evindesin, şeytan
görsün Sicilya'nın yüzünü'. Ama Livia inanılmaz Si­
cilya'nın inanılmaz şeylerini dinlemek istiyordu.
«Ben de Sicilya'ya gittim, Taormina'ya ; tiyatro gös­
terilerine katıldım ; ama Sicilya'yı tanımak için içe­
rilere gitmek gerekliymiş . . . Siz nerede kalıyorsu­
nuz ? »

Bellodi köyün ismini söyledi ; n e Livia n e de


Brescianelli duymuşlardı bu ismi.

«Nasıl bir yer ? » diye sordu kız.

«Eski bir köy, etrafı kalker surlarla çevrili, cad­


deleri inişli yokuşlu veya merdivenli ; her yolun ve­
ya merdivenli yolun başında çirkin bir kilise.:.

«Ya erkekleri, çok kıskanç mı ?»

«Kendilerine özgü bir durumda evet» dedi Bel­


lodi.

«Ya mafya ; gazetelerin sık sık değindiği bu


mafya nedir ? »

«Gerçekten, nedir b u mafya ? » diye pekiştirdi


Brescianelli.
« Çok karışık» dedi yüzbaşı Bellodi «inanılmaz
bir şey . . . »

1 34
Kar yağmaya başlamıştı, bembeyaz gök uzun
bir kar yağışını haber veriyordu. Livia onu eve ka­
dar götürmelerini istedi ; kızın arkadaşları gelecek­
ti ve plak dinleyeceklerdi. Skoç viski ve Carlos kan­
yak olacaktı evde. «Yiyecek bir şeyler de varmı ? »
diye sordu Brescianelli. Livia yiyeceğin de olacağına
söz verdi.

Livia'nın kardeşini ve iki arkadaşını şöminenin


önünde uzanmış buldular ; yan taraflarında kadeh­
leri duruyordu. Pikapta New Orleans'ın il funerale
al Vieux C.Olombier plağı dönüyordu. Onlar da hay­
randı Sicilya'ya. Kıskançlıktan ötürü parlayan bıçak­
lan düşünerek ürperdiler. Sicilyalı kadınlara acıdı­
lar ve biraz kıskandılar onlan. Kan kırmızısı Guttu­
so'nun kırmızısına dönüşüverdi. Brancati'nin Bell
Ant.onio'suna kapak olan Picasso'nun horozunu, Si­
cilya'nın amblemi olarak değerlendirdiler. Mafyayı
düşününce tekrar ürperdiler ; gördüğü şiddet dolu
şeyleri anlatmasını istediler.

Bellodi mafya çetesine mensup kişilerin hapisa­


nenin revirinde kalma imtiyazını ortadan kaldırmak
isteyen Sicilyalı doktorun hikayesini anlattı ; hapisa­
nede bir çok hasta, hatta veremli hücrelerde ve ko­
ğuşlarda kalırken, mafyanın elebaşıları sıhhatli,
sağlam oldukları halde iyi bir muamele görsünler di­
ye revirde kalıyorlardı. Doktor onların koğuşa dön­
melerini ve yerlerine gerçekten hasta olanların gel­
melerini istedi. Ne gardiyanlar, ne de hapisane mü­
dürü onu dinlemedi. Doktor bakana yazdı. Bunun
ili.erine bir gece mahpusun birinin doktora ihtiyacı
olduğu ileri sürülerek onu hapisaneye çağırdılar.
Doktor hapisanede mahkfımların arasında tek başı-

1 35
na bırakıldı ; mafya çetecileri iz bırakmadan onu bir
temiz dövdüler. Doktor bakanlık tarafından, olayla­
ra neden oldu gerekçesiyle işinden alındı. Çünkü sol­
cu bir partiye mensuptu. Partisindek i arkadaşları­
na yönelerek yardım istedi ; üstüne düşmemesini
önerdiler ona. Ö cünü alamayınca, bir mafya şefine
yöneldi ; onu dövenlerden birini nakledildiği hapisa­
nede dövdürtmekle intikamını aldı. Hem sonra suç­
lunun haklı olarak dövüldüğü savunuldu.

Kızlar sandviç hazırladılar ; yediler, viski, kan­


korkunç buldu.

Kızlar sandviç hazırladılar ; ycdier, viski, kan­


yak içtiler, caz müziğ i dinlediler ve Sicilya'dan, aşk­
tan ve sonra seksten konuştular. Bellodi nekahat
devresinde olan bir hasta gibi duyuyordu kendini ;
aç, zayıf ve duygulu. 'Şeytan görsün yüzünü Sicil­
ya'nın, şeytan görsün'.

Geceyarısına doğru tüm şehri yürüyerek geçip


eve döndü. Parma karlı, sessiz, bomboş caddeleriy­
le bir gece yaşıyordu. 'Sicilya'da çok seyrek kar ya­
ğar' diye düşündü ; belki uygarlığın karakteri kar­
dan ve güneşten gelmekteydi, yani, karın veya gü­
neşin çok olmasına bağlıydı. Karışık fikirlerle do­
luydu. Eve varmadan önce Sicilya'yı gerçekten sev­
diğini ve döneceğini düşünüyordu ;

cKaf amı oralarda parçalayacağım> dedi yüksek


sesle.

1 36
Not cBu mektubun uzunluğundan ötürü özür dile­
rim, çünkü daha kısa yazacak zamanım olmadı> di­
yordu, görkemli 18. yüzyılda yaşamış bir Fransız.
Şimdi ben, bir h ikayeyi kısa yazmak kuralına uymak
için, zamanımın olmadığını söyleyemem, tam bir yıl
uğraştım, bir yazdan ötekine, daha kısa yazmak
için. Tüm zamanımı buna vererek değil tabii, bazı
sorunlanmm ve uğraşılanmm yanı sıra oldu bu ça-

137
lışma. Kitabı kısaltmak istememin nedeni, ölçü, ritm
ve kapsamdan çok, tanıtılmaktan az çok gücenecek
kişilerin cephe almasından korunmak içindi. Çünkü,
ltalya'da, bilindiği gibi, ne azizlerle nede devlet
adamlanyla şaka edilmez ; nerede kaldı ciddi konuş­
mak. Amerika' da, filimlerde ve romanlarda ; aptal
generaller, üçkağıtçı hakimler, dolandıncı polisler
olabilir. lngiltere'de, Fransa'da (Bugünedek böyley­
di) ve lsveç'de olduğu gibi. Oysa İtalya bunların hiç­
birine sahip olmadı, olmaz ve olmayacak da. Bu böy­
ledir. Giusti'nin a!llattığı gibi, Barnabo Visconti'nin,
mühür, tirşe ve belgeleri mühürlemek için kullanılan
kurşunları yutturduğu elçiler gibi susmak gerekir.
Kendimi, başkalarına hakaret ve küçümseme sayı­
labilecek suçlamalan yapacak kadar kahraman gö­
remiyorum ; serbestçe yazmak istemiyorum. Bunun
ıçın tasarının, devletin kanunlarını, kanundan
çok, onu saydıranların alınganlığının sınırını aştığı­
nı görünce kısaltmak, daha çok kısaltmak istedim.

Yapı olarak, birinci yazışımla, ikincisi arasında


roman çizgisinde değişiklik olmadı ; bazı şahsiyetler
ortadan kalktı, bazılan isimsiz olarak göründü, bir­
kaç sahne çıkarıldı. Roman belki birşeyler kazandı.
Ama gerçek olan şu ki, bir yazarın ( Yazdığım için

yazar kelimesini kullanıyorum) sahip olabileceği


tam bir özgürlükle yazamadım. Varolan kişilerle,
oluşmuş olayların, romandaki kişi ve olaylarla rast­
lantıdan başka hiçbir ilgisi olamaz.

138

You might also like