1. Geçmişten günümüze “hakikat arayışı” insanoğlunun dünyadaki
en önemli hedefi ve varlık gayesi olmuştur. O, sürekli bütün yanlış algılardan arınmış olarak varlığın ifade etmiş olduğu gerçek anlamı, yani onun mahiyetü nefsi’l-emriyesini anlamaya çalışmıştır. 2. Varlık düzlemindeki gerçeklerin bilinmesi, beşer hayatındaki hakikatlerin anlaşılması, hâdiselerin dilinin doğru okunması, din ve metafizikle ilgili sahici bilgilere ulaşılması öteden beri bütün insanlık için vazgeçilmez bir çaba ve hedef olagelmiştir. 3. Belki de dünyada bilerek ve isteyerek bâtılın veya bâtılı temsil eden insanların arkasından gitmeyi, bâtılın temsilcisi olmayı, bâtılı savunmayı, bâtılla mücadele eden insanların karşısında yer almayı kabul edecek bir insan bulunamayacaktır 4. Çünkü insan, bilerek ve isteyerek ebedî kayıp ve hüsranına sebebiyet verecek bir yola girmez; dalalette olduğuna inandığı bir yapının içerisinde yer almaz ve ona destek olmaz. Vicdanı bozulmamış bir insan dalalete, sapıklığa, ihanete, zulme, şirke, küfre razı olmaz. 5. Ne var ki dünyanın ahvaline bakılacak olursa mevcut durumun hiç de burada ifade edildiği gibi olmadığı görülecektir. Zira beşer hayatında bâtılın her türlüsü, zulüm ve ihanetlerin türlü türlüsü müşahade edilecektir. 6. İnsan, fıtraten çok şerefli ve muhterem bir varlık olduğu için sürekli hakkı aramakta; fakat bazen bâtıl eline geldiği için o da hak zannederek buna sahip çıkmaktadır. 7. Acaba bu hak arayışında insanı yanıltan iç ve dış faktörler nelerdir? İçtimaî, siyasî, ilmî, fikrî ve psikolojik ne tür saikler vardır ki hak arayışında insanın hedefe varmasına mani olmakta ve yolun bir yerinde onu patikalara saptırmaktadır? 8. Bir kısım insanların nasıl olup da en büyük hakikat olan Allah’ı inkar ettiğinin, insanlığa rahmet olarak gelen bir Peygamber hakkında sıradan birine bile yapılamayacak hakaretler yaptığının, İslam’ın güzelliklerini bir türlü göremediğinin cevabı burada gizlidir. 9. Bunların bilinmesi akıl ve mantıkla hiçbir şekilde uzlaştırılması mümkün olmayan teamüllerin, uygulamaların, bilgilerin, rejimlerin, sistemlerin nasıl olup da insanlığın kaderini tayin ettiğini anlamak için de oldukça önemlidir. 10. Keza bu faktörler bilindiğinde bugüne kadar yığınları, sahte peygamberlerin, diktatörlerin, zorbaların, müstebitlerin, zalimlerin arkasından sürükleyen ve onları iyilerin karşısında konuşlandıran sebepler de daha iyi anlaşılacaktır. 11. Öncelikle ifade etmek gerekir ki bir şeyi bulmak için aramak gerekir. Arayanların hepsi bir kısım sebeplerden ötürü hakikati bulamasa da bulanlar sadece arayanların içinden çıkmıştır. Aramak ise ZİHİN TEMBELLİĞİNDEN sıyrılmayı, düşünmeyi ve araştırmayı gerektirir. 12. Fakat bir insan TAKLİDE alışmışsa arayışta bulunmaz, tahkike geçemez. Çünkü o, ailesinde ve toplumda gördüklerinin “hakikat” olduğunu zanneder. Duyduğu ve gördüğü her şeyi kabul eder. Bu yüzden Kur’an tekrar ber tekrar körü körüne aba u ecdadın taklit edilmesini zemmetmiştir. 13. Ayrıca taklidin olduğu yerde DOGMALAR hüküm sürecek ve insanlar doğruluğunu akıl veya vahiyle test etmemiş, dolayısıyla doğruluk ve yanlışlıkları hakkında kesin bilgi sahibi olamasalar da hayatlarını bunlara göre yaşayacaklardır. 14. Dogmaların da ötesinde zamanla hayatlarına giren ve dinî bir kılıfa bürünen HURAFELER bile onlara doğru görünecek ve onlar taklitten kurtulamadıkları sürece bunların hakikatini bir türlü öğrenme imkanı bulamayacaklardır. 15. Hatta uzun süre etkisini devam ettiren âdet ve teamüllere bağlı kalmak bir süre sonra kişide bir SAPLANTI haline dönüşecek, onu bunlara bağlı kalma noktasında SABİTFİKİRLİ yapacak ve o da tavır ve davranışlarının doğru olup olmadığını bile sorgulama ihtiyacı duymayacaktır. 16. Bu tür insanlar İNANDIKLARIYLA BİLDİKLERİNİ birbirine karıştırırlar. Kanaat ve inançlarını bilgi zannederler. Halbuki akıl ve vahyin süzgecinden geçmemiş ve bunlarla test edilmemiş hiçbir kanaate güvenilemez, bağlanılamaz. 17. ADET ve ALIŞKANLIKLARIN çok zor terk edilmesi, insanın fıtraten yeniliklere kapalı olması, değişimlerin sancılı gerçekleşmesi gibi olgular da insanların yanlışları görmesinin, terk etmesinin ve onların yerine doğruları ikame etmesinin önündeki büyük engellerdir. 18. Hakikat arayışının önündeki diğer bir engel de KİBİRDİR. Çünkü kibirli kişi aklına ve bildiklerine güvenir; hakikati kendisiyle sınırlar; malumatfuruşluk yapar. Dolayısıyla da telkin ve tavsiyelere kapalı bir hayat yaşar. 19. Ayrıca kibirli insanlar doğruları öğrenmeye çalışma yerine DİYALEKTİK ve CERBEZEYLE kendi fikirlerini başkalarına kabul ettirmek isterler. Bilmeseler veya yanlış bilseler de bilmiş tavırlar takınır ve bu yüzden de doğruyu bulamazlar. 20. Kibir, İNAT ve TEMERRÜD duygusunu da besleyecek, mütemerrit bir insan ise sıkı sıkıya kendi kanaat ve fikirlerine bağlı olacağından kolay kolay doğruları kabul etmeyecek ve hakikat karşısında ayak direyecektir. 21. İnsanı hak ve hakikate kapatan önemli bir faktör de TAASSUP ve BAĞNAZLIKTIR. Bu tür YOBAZ insanlar sahiplendikleri düşünceye körü körüne bağlanacaklarından ve alternatif fikirlerin doğruluğuna şans bile tanımayacaklarından ötürü meselelere hep taraflı ve tek yanlı bakacaklardır. 22. Temelerinde FANATİZM VE NARSİZM bulunan TARAFGİRLİK de insanı kararlarında ve davranışlarında insaftan, adaletten ve objektiflikten uzaklaştıracak, onun meselelere tek yanlı bakmasına sebep olacaktır. Böyle bir kişi hakikati hep yandaşlarının yanında arayacağından çoğu zaman yanılacaktır. 23. Hatta böyle birisi sürekli yandaşlarını desteklemek ve kayırmak, muhaliflerini ise yermek ve zayıf düşürmek isteyeceğinden, yandaşlarının yanlışlarını doğru, muhaliflerinin ise doğrularını bile yanlış görecektir. 24. Hele savunduğu gurubun, hareketin veya partinin MİLİTANI haline gelen, dolayısıyla bütün ömrünü onu savunmaya ve onun hakkında mücadele etmeye adayan bir insanın çevresine at gözlüğüyle bakacağı ve çoğu hakikat karşısında körlük yaşayacağı muhakkaktır. 25. Özünde aşırılık, katılık ve darlık barındıran RADİKALİZM de insanın düşünce ve muhakemesine tesir edecektir. Radikal insanlar başka fikirlere hakk-ı hayat tanımayacak ve bütün sistemi doğru olduğunu zannettikleri değerler istikametinde değiştirmeye çalışacaklardır. 26. İnsan hakikati arasa bile eğer DOĞRU BAKIŞ AÇISINI ayarlayamamışsa onu bulamayacaktır. Bu açıdan hakikati görebilmenin önemli şartlarından birisi de ona doğru yerden bakabilmektir. 27. Aklıyla veya duyularıyla elde ettiği bilgileri BÜTÜNCÜL değerlendiremeyen bir insanın da doğrulara ulaşması çok zordur. Bu tıpkı körlerin fil tarifi gibidir. Onlardan her biri fili, dokunduğu uzvuna göre değerlendirecektir. Böyle bir bilgi ise nisbeten doğru olsa da gerçeği yansıtmayacaktır. 28. Olay ve olgulara İNDİRGEMECİ ve GENELLEMECİ bakış açısıyla yaklaşan insanlar da pek çok detay ve ayrıntıyı göz ardı etmiş veya gözden kaçırmış olacaklarından tercih ve değerlendirmelerinde hata ve yanlışlardan kurtulamayacaklardır. 29. AKL-I SELİM, doğru bilgiye ulaşmada önemli bir vasıta olsa da, insanların hadiseleri salt akılla değerlendirmeleri sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü çoğu zaman HEVELAR FİKİR SURETİNE girer. Heva ve heves ise hakikati bulmayı değil, zevk ve arzuların tatminini önceleyecektir. 30. Hevanın yanı sıra insanın salt aklını kullanamamasının önündeki en büyük engellerden bir diğeri de ŞARTLANMIŞLIK ve ÖN YARGILARDIR. Okuduklarını, duyduklarını, gördüklerini şartlanmış bir akılla ve ön kabullerle değerlendiren bir insanın bunlara objektif bakabilmesi mümkün değildir. 31. Günümüzün İDEOLOJİLER çağı haline gelmesi ve bu ideolojilerin siyaset, toplum, din, devlet gibi konularda bir öğreti sunması ve insanların tavır ve davranışlarına yön vermesi de bir yönüyle şartlanmışlığın ayrı bir çeşitini oluşturmuş ve hür düşüncenin önünde önemli birer engel teşkil etmiştir. 32. Bireyin bilincini örten ve onu aklını kullanmaktan alıkoyan önemli bir faktör de KİTLE PSİKOLOJİSİDİR. Kitlenin güdümüne giren bir birey kendine ait farklılıkları kaybetmeye, duyduklarına çabuk inanmaya, duygularıyla hareket etmeye, abartılı davranışlar sergilemeye başlar. 33. Böyle bir kişinin akıl ve muhakemesini kullanarak doğruların peşine düşmek, gerçekleri görmeye çalışmak, hak ve bâtılı birbirinden ayırmak gibi bir derdi olmaz. O, içinde bulunduğu kitlenin güdümüne girer ve onun ayrılmaz bir parçası haline gelir. 34. Kitle psikolojisiyle insanlar, bir çeşit hipnoz altına alınarak ve manipüle edilerek kolay kışkırtıldığı, saldırgan hale getirilerek belli hedeflere yönlendirildiği ve istenildiği yere sürüklendiği için son asırda diktatörler ve siyasetçiler tarafından istismar edilmişlerdir. 35. Medya, eğitim sistemi, reklamlar, telkin, tekrar, siyasi propaganda ve din sayesinde yapılan ALGI YÖNETİMİ de zihinleri kontrol altına alacağı ve insanları istenilen hedefler doğrultusunda şartlandıracağı için, gerçeklerin görülmesi çok zor hale gelecektir. 36. Modern asrın insanının dini bile beşerî ve aklî bir olgu şeklinde ele alma alışkanlığının bir sonucu olarak vahyin referans kaynağı olmaktan çıkması ve her meselede aklı hakem kılması da hakikat arayışında insanoğlunu kör ve topal bırakmıştır. 37. İnsan psikolojik olarak söylenilen sözün sıhhatinden ziyade, öncelikle sözün kendisinden sadır olduğu insana bakmaya meyillidir. Bu yüzden o, güvendiği insanların her söylediğine inanabilir. Bu da hakikatlerin önündeki diğer bir handikaptır. 38. İnsanlar özellikle GÜÇ ve İKTİDAR sahiplerinin söylediği her söze inanmaya meyillidirler. Onlara göre devleti yöneten insanlar yalan söyleyecek veya yanlış bilecek değiller ya! İnsanların bu tavrı ise onları manipüle etmeye ve kolayca yönlendirmeye açık hale getirir. 39. Söz ve davranıştan ziyade onların sahibine bakıldığında, eğer bu kişi HUSUMET duyulan ve HASET edilen birisiyse, ondan sadır olan her türlü söz, tavır ve davranış doğruluğuna bakmadan daha baştan reddedilecek ve ademe mahkum edilecektir. 40. Dikta rejimlerinin BASKILARIYLA vicdan ve düşüncelere zincir vurulması da hakikat arayışına, hakikatlerin insanlara ulaştırılmasına, dillendirilmesine ve kamusal alanlarda dolaşıma sokulmasına mani olacaktır. 41. Bu tür toplumlarda ilim ve fikir teşvik edilme bir yana değersizleşecek ve hatta “zararlı” görülecek, dolayısıyla insanların öğrenme motivasyonu ve hevesi kaybolacaktır. Oysaki marifet iltifata tâbidir. 42. Halkın CAHİL ve KORKAK olması diktatörlüğü besleyen en büyük iki dayanak olduğu gibi, cehalet ve korkaklık gerçeklerin görülmesinin önünde de kalın bir perde oluşturacaktır. 43. Bu tür toplumlarda insanlar zamanla YORGUN ve ÜMİTSİZ hale gelecek, kimse kendilerine dayatılan algı ve gerçeklerin sahici olup olmadığının peşine düşmeyecek ve kısır bir döngünün kurbanı olacaktır. 44. Ayrıca başkakilerin zorbalıklarından ve yaşadıkları ortamın kasavetinden bunalan insanlar ilim ve bilgi için gerekli olan meşakkat ve sıkıntıları göğüslemeye yetecek sabır ve tahammüllerini de kaybedeceklerdir. 45. İlim, araştırma ve hakikat aşkının kaybolması ve bilginin araçsallaştırılacak sadece belli dünyevi makamları ve imkanları elde etmeye hasredilmesi de hakikate ulaşma ve gerçekleri görme önündeki engellerden bir diğeridir. 46. Hülasa, bu konudaki iç faktörleri kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye ve kuvve-i şeheviyedeki DENGESİZLİK yani İFRAT ve TEFRİT, dış faktörleri de BASKI ve MANİPÜLASYON şeklinde özetleyebiliriz. 47. Bütün bunlardan kurtulmanın ve hakikati bulmanın yolu ise hür düşünce, eleştirel bakış, sorgulayıcı tavır, tarafsız değerlendirme, cesaret, merak, tecessüs, insaf, hakperestlik ve vahye itimat yoluyla elde edilen sahih bilginin peşine düşme ve ona sahip olmaktır. 48. Farklı bir tabirle insan ilmin sebepleri olan vahyi, aklı ve duyuları yerli yerinde kullandığı ve bunların fonksiyonunu eda etmesine engel olacak maniaları da def ettiği takdirde hakikatin bilgisini elde edebilecek ve yolunu şaşırmayacaktır.