Professional Documents
Culture Documents
Hanyang
Üniversitesi'nde Kore edebiyatı ve yaratıcı yazma üze
rine öğrenim gördü. Yapıtlarında modern hayatta ya
bancılaşma ve yaşanan bir felaket sonrası hayata de
vam etme gibi konuları, grotesk öğelerle bir arada iş
leyen yazarın Çukur romanı 2017 yılında ABD'de Shir
ley Jackson Ö dülü'nü kazandı . Ö yküleri , New Yor
ker, Harper's Magazine ve Words Without Borders gibi
prestijli yayınlarda yer aldı. Yazarın Küller ve Kızıl ad
lı romanı da Doğan Kitap'tan yayımlandı.
Çukur
DO�AN KiTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN Dli;ER KiTABi
Küller ve Kızıl
ÇUKUR
Pyun Hye-young
tY4 Doğan
�Kitap
1
ni doktor olarak benim değil, asıl sizin biraz daha çaba gös
termeniz gerekiyor. Ö ncelikle birkaç tetkik yapılması gerek
tiğinden sizi başka bir odaya alacağız. Tamam mı? Anladıy
sanız, gözlerinizi bir kez kırpın lütfen."
Ogi, bir kez daha kendisine söylendiği gibi yaptı.
"Evet. Gerçekten bravo. Birazdan yine görüşelim."
Doktor, abartılı bir övgüden sonra hemşireyle beraber oda
dan çıktı.
Doktor, onun bilincini toparladığını görünce bunun mü
kemmel olduğunu söylemişti. "Mükemmelsiniz . " Ogi, sürek
li bu sözü aklına getirdi. Uykudan uyanmasının mükemmel
olup olmadığı düşüncesine kendini kaptırdı. Bu, doktorun bir
sonraki sözlerinden, yani asıl savaş şimdi başlıyor ve bundan
sonra önemli olan iradeniz , diyen ifadelerinden kaynaklanı
yordu. "Tıp değil; sizin iradeniz" diyen sözleri de öyleydi. Bu
sözlerden birçok şeye akıl erdirilebilirdi.
Bir süre sonra hemşire geldi. Hemşire, Ogi'ye ve duvarda
ki cihaza bağlı birkaç kabloyu çıkardı. Sedyeyi gözden geçirip
olduğu gibi iteleyerek koridora çıkardı.
Ogi, sedyeye uzanmış bir halde hastanenin tavanında gö
rünen ve hızlıca geçip giden floresan lambalarını seyretti.
Belki de bu sedyede kendisinin daha da yatması gerekecek
ti. Adam, şimdiki durumunu söylememişti. İleride olacakları
söylemişti. İradesinin önemli olduğunu ifade etmesi, bir ira
de sergilemediği müddetçe iyileşmesinin zor olduğu anlamı
na geliyordu. Doğal bir şekilde şifa bulma imkanının olmadı
ğı ve sürekli tedavilerle de iyileşme olanağının garanti edile
meyeceği anlamındaydı. Doktorla hemşirenin tepkilerine ba
kılırsa, Ogi uyanıncaya dek epeyce bir zaman geçmişti. Bir
hayli ve çeşitli tıbbi yardımlar almış olmalıydı. Bedenine ta
kılmış kablolar, solunum cihazı, serumlar gibi şeyler bu süre
zarfında Ogi'nin verdiği mücadelenin kolay olmadığını göste
riyordu.
13
meblağ değildi. Böyle bir eve baktıktan sonra eşinin satın al
makta inat ettiği eve karşı ilgisi kesinlikle biraz daha arttı.
Ogi, bu kez eşinin görüşüne bel bağladı.
Taşındıkları gün, evin içindeki ve dışındaki bütün ışıkları
yaktılar. Evde ışık saçacak pek çok lamba vardı. Bütün oda
lardaki lambaları yaktılar ve antredeki sensörlü lambayı da
sürekli yanacak şekilde ayarladılar. Bahçede ışık yakılabile
cek irili ufaklı toplam on dört ampul vardı, bunların da hep
sini yaktılar. Sabaha kadar ışıkları açık bırakmaya karar
verdiler. Ogi'yle eşi, gelecekteki günlerini büyük bir içtenlik
le kutlamak istemişlerdi.
O gece ışıklar, şimdi Ogi'nin uzanıp yattığı bu hastane
odası kadar ışıl ışıl parlıyordu. Aydınlık yüzünden yatak
ta bir o yana bir bu yana dönüp dursalar da yatak odasında
ki floresan lambayı da gece boyunca söndürmemeyi düşünü
yorlardı ama Ogi şafak vakti uykusundan uyandığında hep
si sönmüştü.
Bütün o parıldayan ışıklar ne ara sönüp gitmişti?
3
"Ne olayıymış?"
"Bunu ben nereden bileyim?"
"Babanın işini nasıl bilmezsin?"
"Sen kendi anne ve babanın işlerini pek mi iyi biliyorsun?"
Eşi ciddileşerek soruya soruyla karşılık verdi, ardından
Ogi de bir kahkaha atarak durumu idare etti.
Ogi, ancak düğün tarihi kararlaştırıldıktan sonra kayna
tasının istifa etmesinin asıl nedenini öğrendi. İ ş arkadaşı
olan bir öğretmenle flört ettikleri ayyuka çıkınca işinden ay
rılmıştı. İkinci kez annesi ve babasıyla buluştuklarında eşi
söylemişti. Jangchung mahallesindeki bir otelde gelinle da
madın baş eğerek birbirlerini selamladıkları törenden bir
yıl sonrasıydı. Araları soğuk görünen bu ikisinin durumunu
izah ederken konu da kendiliğinden açılmış gibiydi.
Eşinin yenice taşındığı evi, Mapo'da bulunan, koridor yapı
lı bir apartman dairesiydi. Salona üzeri aşınmış, manda deri
sinden kocaman bir kanepe konulmuştu. Bundan dolayı düm
düz salon bir hayli dar görünüyordu. Karşı taraftaki duvara
montajlanmış televizyon öyle büyüktü ki kanepeyle arasında
ki mesafe epey yakın geliyordu. Kaynatası, buna alışkınmış
gibi kanepeye iki kolunu koyarak oturmuş, sesini iyice kıstı
ğı televizyondaki bir golf kanalını izliyordu. Rengarenk kıya
fetler giymiş, bel altlarını zorlayan bir pozisyonda durarak sa
lınan insanlar aşın derecede gülünçlerdi ama bunlara bakan
kaynatanın yüz ifadesi lüzumundan fazla ciddiydi.
Kaynanası, etekleri yerleri süpüren bir ev kıyafeti giyiyor
du. Bu üst başla elinde parlak gümüş bir tepsiyle çay servi
si yapan endamı, gerçekdışı ve tuhaftı. Çok sıcak olduğundan
mı yoksa bayat mıydı, siyah çaydan hiçbir koku çıkmıyordu.
Ogi, çayını bardağın dibine kadar üfleye üfleye içti. Kayna
nasının ev kıyafetini yerlerde süründürerek daracık ahşap
döşemenin üzerinden her gidiş gelişinde kaynatası açıktan
cıkcıklayarak söylendi durdu.
53
rekli tiye aldılar. Böyle bir şey durduk yere olmamıştı. İlkin
kuşku uyandıran övgüleri sürdürdüler. Bir zaman sonra onu
hinoğlu hin ilan ettiler. Üst sınıftan bir arkadaşı, onun ba
şarı için "karısını ve çocuklarını satabilecek birisi" olduğu
nu söyledi. Ogi malın gözüdür. Ogi gibi yapmalı. Biz neyiz
ki ? Beş para etmiyoruz! Güya kendilerini suçluyorlarmış gi
bi Ogi'yi eleştirmeye devam ettiler. llkin tezden dolayı sızla
nıp durduğunu sanmıştık. Kasten zaman kazanmaya çalıştı
ğını hangimiz bilebilirdik k i ? Daha sonraları açıktan konuş
tular. Bu it, oldukça kurnaz. Fırsatçının teki. Hayatta her za
man hep böyle itler başarılı olur.
Ogi, yanlış anladıklarını kanıtlamak için harita proj eksi
yonu hakkında araştırmalar yaparak dikdörtgen biçimli es
ki haritaları incelemeye zaman harcadı. Antik Babil harita
sından başlayarak günümüzdekilere varıncaya dek haritala
rı sürekli gözden geçirdi. Böyle yaptıkça daha da büyük bir
çıkmazın içine düştü. Her ne kadar çabalasa da kesin olana,
sonsuza değin ulaşılamıyordu. Haritaları incelerken Ogi'nin
farkına vardığı şey buydu. Haritayla yaşamın izini sürmek
imkansızdı. Haritasız dünyayı anlamak zor olsa da dünyanın
yalnızca haritayla ifade edilebileceğinden şüphe duydu.
Mantıklı geliyordu. Kesinkes incelenemeyecek olmasıy
la beraber görünmeyen izleri birilerinin kasten gerçek bir
mekana dönüştürmeye çabaladığının işaretiydi. Bazen de bu
sebepten konu gözünde sıradanlaştı. Çünkü tam olarak bili
nemeyip tek seferde açıklanamayarak her türden siyasi ama
ca ve rahatlığa göre yorumu farklılaşan bir dünya, şimdiki
dünyayla ille de farklı değildi. Yine de haritalar başarısızlık
lar vasıtasıyla iyileşmişti. Bu noktada yaşamdan on kat daha
iyiydi. Çünkü yaşamda başarısızlıklar sadece yığılıyordu, ba
şarısızlıklar aracılığıyla yaşamın kendisinde iyiye giden bir
şey yoktu.
Ogi, mesleğini nasıl icra edebileceği konusuna kafa patlat-
61
"Solucan mı?"
"Buradakilerin hepsi ölü toprak. Solucanın bile yaşamadı
ğı bir toprak. Solucan olmak zorunda. Ancak o zaman topra
ğın üzerinde her şey yetişebilir. Dahası bizim evin toprağın-
d an . . . "
E şi, daha cümlesini bitirmeden kıs kıs güldü. Ogi, deva
mında anlatacağı şeylerin hiç de komik olmayacağını tahmin
etti ve tahmininde yanılmadı.
"Amonyak kokusu geliyor. Anlaşılan ihtiyarlar, buraya
çöğdürmüşler."
Ogi , kaşlarını çattı . Eşinin kendini kaptırdığı iş her ne
olursa olsun, onu desteklemek istiyordu. Yetenekliydi ama
sürekli beyhude girişimlerde bulunuyordu, herhangi bir şe
yi başarma duygusunu dahi tadamamış vaziyette sadece alay
edip eğlenen eşi hakkında kaygılıydı. Ogi o güne dek kendi
alanını genişletmeye zaman harcamış, eşi ise zamanla yal
nızlaşmıştı. Gençlik yıllarındaki halini düşündükçe, onun
şimdiki görünüşüne bakıp üzülmemek elde değildi.
Yine de bahçeye çömelerek sürekli toprağı kazıp durması
nın, amonyak kokusunun nereden geldiğini anlamak ya da
solucan bulmak için olduğunu düşünmek bile keyfini kaçırı
yordu. Elbette bütün bunlar toprağın iyi mi kötü mü olduğu
nu anlamak niyetiyle yaptığı şeylerdi ama toprakta solucan
yok derken takındığı o tuhaf yüz ifadesi ve ihtiyarların top
rağa çöğdürdüklerini hayal ederek kıs kıs gülüşü aklına ge
lince, her ne hikmetse, zar zor aldığı bu ev bile kendisine iğ
renç geldi.
Eşi, en sonunda yeni toprak satın alarak bahçenin her ta
rafını baştan başa sürdü. Yüzeyde kalan toprakla aşağıda
kalanı birbirine karıştırarak eski toprağı havalandırdı. Bir
kürek toprak alıp hemen öncesinde kazdığı yeri doldurdu.
Giriş kapısını merkeze alarak sağ tarafa bodur ve üzüm
sü meyveleri olan ağaç türlerinden, sol tarafa da çiçek ve ot
68
"Ogi Bey?"
Muhtemelen tam olarak duymamış gibiydi ama Ogi deme
si anladığını gösteriyordu. Hoparlörden sakin bir nefes du
yuldu. Ağlayışı da andırıyor gibiydi. Buz kesilen Ogi'nin içi
titredi. Kendisi için ağlayan biri halen vardı. Bu ağlayışla
rı daha yakından duymak istedi . Kaşıyıcıyı uzatıp telefonu
kendinden tarafa biraz daha çekti. Olmadı. Birkaç defa daha
bunu tekrarlayıp telefonu yere düşürdü.
Uzandığı yataktan yere düşen telefon görünmüyordu. Par
çalanmamış gibiydi . Ahizeden alo, diyen ses halen duyulu
yordu. Ogi, hiçbir şey söyleyemeyince telefon hemencecik ka
pandı. İ letişimin koptuğunu haber veren sinyal bir süre de
vam etti ve nihayet o bile kesildi. Odanın içinde, alabildiğine
koyulaşan bir karanlıkla sessizlik baki kaldı.
9
"Yanıldın."
Eşi, basit bir karşılık verdi.
"Açık mektup gibi bir şey."
"Açık mektup mu?"
İ çeriği eğlenceliydi. Eşinin şimdiye dek yazdıklarından bi
razcık farklıydı . Ne var ki iyice düşündüğünde , durum öy
le değildi. Eşinin ilk defa yazının gücünü hissedişi, böyle bir
açık mektupla başlamıştı. Yani bir şey yazmış ve yazdığı şey
sayesinde istediğinin hakikaten gerçekleştiği.ne bizzat şahit
olmuştu. Eşinin yazdığı cinsel tacize yönelik açık mektup,
adamın tekini yayıncılar birliğindeki başkanlık makamından
etmiş ve kurum içindeki sorunların çözülerek mevcut duru
mun iyileştirilmesine vesile olmuştu. Bunun, eşinin yazdığı
yazıdan kaynaklı bir iş olduğu su götürmez bir hakikatti.
"Suçluyorum! "
Eşi, yazı diliyle mırıldanıp durdu.
"Nasıl bir mektup bu?"
"Hakikat uygun adım ilerliyor ve hiçbir şey onu durdura
mayacak!"
,
"Tasukete kudasai."
Ogi, bu sözleri ezberledi. Unutmamak için sürekli içinden
tekrarlayıp durdu. tekudasaiTasuketekudasaiTasuketekuda
saiTasuketekudasaiTasuketekudasaiTasuketekudasai.
Öğleden sonra ambulans geldi. Hemşire yardımcısının eş
liğinde Ogi, sedyeye alınarak araca bindirildi. Kaynanası re
fakat etti ve ambulansa bindi, hemşire yardımcısıyla birlikte
daracık bir yere yan yana oturdu ve Ogi'nin terleyen saçları
nı elleriyle arada bir geriye doğru taradı.
Hastaneye varınca Ogi'nin içi rahatladı . Emniyetli bir
dünyaya gelmiş gibiydi. Hastaneye ilk kez yatırıldığı zaman,
kendisine bakan hemşirelerle selamlaştı. Hemşireler, Ogi'ye
yüzünün iyileştiğini söylediler. Eve gitmek iyi oldu mu, diye
de sordular. Kaynanası, tebessüm ederek bir hemşireye bir
Ogi'ye ardı ardına baktı. Ogi, gözlerini yavaşça kırptı.
Uzun ve sıkıcı muayeneler, ha bire devam etti. Ogi, bu sü
rede yorgun düştü. Kaynanası, hep yanında durdu. Ogi'den
geri kalmayacak denli yorgun ve bitkin bir yüz ifadesi var
dı. Kadın, bir servisten diğerine her gidişlerinde sedyenin pe
şinden hiç ayrılmadı, Ogi'nin muayene edildiği sürede uyuk
larcasına gözlerini yumdu, bekleme salonundaki sandalyede
bekledi, sonra yine ayakkabılarını yere sürterek Ogi'nin peşi
sıra bir başka servise gitti.
Ogi, omuzları çökmüş bir halde peşinden gelişini izlerken
kaynanasının bir hayli yaşlandığını fark etti. Hastanede şöy
le bir baktığında yaşlı kadın ne zarif, ne ağırbaşlı, ne kaba ne
de asabiydi. Sadece her şeyden bıkıp usanmış bir ihtiyar gi
bi görünüyordu.
Üç yıl önce kocası dünyayı aniden terk ettiğinde bile genç
liğini muhafaza eden kadın, kızını yitirdikten sonra hayatın
her anına sıkı sıkıya bağlıyken her şeyi bir çırpıda bırakıver
miş gibiydi. Şöyle bir bakınca anladı ki, mazideki o ellili yaş
ları andıran görünüşünden şimdi zerre eser kalmamıştı. Yaş-
1 12
sını beklediler. Ogi, tir tir titreyen sol eliyle güç bela bir şey
ler karaladı.
"Daha erken ameliyat, doğru mu?"
Ogi, gözlerini kırptı.
"Vay be ! Tamam. Aferin size Ogi Bey. Bir şeyler yazma
ya devam edin lütfen. Böylece sol eliniz daha da kuvvetlenir.
Kas gücünüz gelişir."
Doktor, Ogi'yi cesaretlendirdi.
"Bu ameliyattan sonra kesinlikle daha iyi olacaksınız. Ü s
telik konuşmaya da yavaş yavaş başlayabilirsiniz."
Ogi'nin dört gözle beklediği şey buydu. Konuşabilecek ol
mak. Gözlerini kırparak değil de konuşarak doğru dürüst ile
tişim kurmak. Şu an yürüyebilmektense konuşabilmeyi daha
çok arzuluyordu.
"Bunun için de alıştırma yapmanız lazım. Yeniden doğmuş
gibi öğreneceksiniz yani. Bebeklerin konuşmaları da hem za
man alır hem de yavaş ilerler, öyle değil mi? Ama bir vakit
gelecek iyi konuşacaksınız . Elbette , aynen öyle olacak. Sol
elinizle sürekli bir şeyler yazmayı deneyip alıştırma yapın.
Sağ eliniz de iyileşecektir ama motor fonksiyonların geri ka
zanıldığı taraf adapte olacak şekilde onu devamlı hareket et
tirmeniz gerekiyor. Anladınız, değil mi?"
Doktor, kaynanaya da Ogi'ye kağıtla kalem vererek ileti
şim kurmasına yardımcı olmasını tavsiye etti. Kaynanası,
donuk bir yüz ifadesiyle olur anlamında başını yavaşça sal
ladı.
" Ö ncelikle programımızın ne durumda olduğuna bir baka
lım."
Doktor, hemşireyle istişare etti. Biraz zaman geçti.
Ogi, konuşabilirse en önce bir hastabakıcı bulacaktı. Kay
nanasının, kendisine bakmamasını sağlayacaktı. Bir avuka
ta danışarak bu durumda yasal temsilcisini nasıl belirleyebi
leceği kon usunda fikir edinecekti.
1 15
hepi topu bir kez uğramışlardı. Bir daha hiçbiri Ogi'yi görme
ye gelmedi ya da hiçbiri hastaneye telefon ederek hastabakıcı
veya hemşireye nasıl olduğunu sormadı. Belki içlerinden bi
ri hastaneye danışmış ya da eve telefon ederek kaynanasın
dan müsaade istemiş olabilir miydi? Ya da kaynanası, Ogi'yi
şaşırtmak için o güne dek onlardan hiç bahsetmemiş olabi
lir miydi?
Onları tekrar gördüğüne memnun oldu. Onların halen
kendisini özlediklerine ve uzun zamandır görüşmemelerine
rağmen unutmadıklarına seviniyordu. Ogi'nin yatağa çakılıp
kaldığı, kımıldayamadığı bir durumda bile henüz işe yarar
bir insan evladı olduğuna onu ikna etmişlerdi. Diğer taraf
tan Ogi, onların sapasağlam, kusursuz ve yaşam dolu görü
nüşleri karşısında enerjisini yitirmişti. Onlarla yüz yüze gö
rüşmek içinden gelmiyordu. Alayının derhal çekip gitmesini
istemişti. Şuncacık da olsa düzelmeyen halini onlara göster
mesi acıklıydı.
M . , Ogi'nin sol elini uzunca bir süre tuttu. S . 'yle J . , il
kin gördükleri durum karşısında dayanıklı gibiydiler ama
Ogi'nin ses bile çıkaramadığını öğrenince, çocuk gibi hıçkıra
rak ağladılar. K. , şaşkına dönen yüz ifadesini gizleyip sakin
görünmeye çabaladı. Ogi'ye mümkün mertebe bakmadı.
"Sizi epeydir beklemiş . Neden anca şimdi gelebildiler, di
yor. Hepinizi özlemiş ."
Kaynanası, canının istediği gibi konuştu. Ogi , hiçbir şey
söylememişti. Çenesindeki protezle destekleme parçalarının
farkındaydı. Çenesini şöyle bir açacak olsa, ağzından bir yı
ğın salya akacaktı.
Dördü de Ogi'nin yanına doğru yan yana dizildiler. Ogi, bi
raz gergindi. Siyah kıyafetler içinde dua etmeye gelenler ta
rafından etrafı kuŞatıldığı zaman hissettiğine benzer duygu
lar içindeydi. Onun için toplanıp bir araya gelmişlerdi ama
nedense yanlarında bir soytanymış gibi hissediyordu.
1 19
Ogi'ye, "Sen cevap versen çok iyi olurdu ama . . . " dedi.
"Her ne kadar başka kadınlarla zina etse de bunun aldat
mak sayılmamasıdır."
Kaynanası, yine kahkahalarla güldü. Gözünden gelen yaş
ları silecek denli bir hayli zaman güldü. Dördü, bel bel bakı
şarak hiç oralı olmadılar.
Kaynanası, çıngıraklı kahkahasına zar zor hakim olduk
tan sonra "Kusuruma bakmayın. Bu arada, hatamı nasıl te
lafi edebilirim? Çünkü size hiçbir şey ikram edemedim gitti"
dedi.
"Ziyanı yok. Biz böyle iyiyiz."
"Bugün de barbekü yapsanız iyi olurdu amma gördüğünüz
gibi bahçenin durumu ortada."
S., "Anlaşılan bir şeyler ekmeye çalışıyorsunuz" diye kar
şılık verdi.
"Evet, ekmeliyim. Ö lüp gitti çünkü. Hepsi ölüp gitti. Hep
si ama hepsi. . . Ö lüp gitti işte. Var gücümle üstüne titreyerek
yetiştirdim ama saçma bir biçimde, zamansız ölüp gitti."
Kaynanası, bir süreliğine dinlendikten sonra sözlerine de
vam etti.
''Yardım etmeliyim. Ben yaşatmalıyım. Hepsine yardım et-
mem gerekiyor."
"Ağaç mı dikeceksiniz?"
"Ağaç mı? Tabii ki."
"Gördüğüm kadarıyla bahçeye kocaman bir ağaç dikecek
olmalısınız. Çukur bir hayli büyüktü."
"Bu, bir şey değil. Daha kazmam lazım."
"Devasa bir ağaç olsa gerek. "
"Ağaç değil. Gölet."
"Gölet mi? Bahçeye mi?"
"İçine canlı bir şey salacağım. Canlı canlı kuyruk çırpan,
soluyan, yüzen bir şey koyacağım içine."
"Sazan gibi bir şey mi? MükemmeH"
1 22
dan vazgeçmemişti.
Evin sol tarafında duran ağaç, tıpkı peyzaj mimarının de
diği gibi aşırı derecede gür ve azmandı ama yumuşacık ka
visli dallarının oluşturduğu siluet, sadece düz hatlardan iba
ret evle iyi bir uyum sağlamıştı. Endişe edilenin aksine, ağaç
güzel bir şekilde büyümüştü; kabarık, canlı, gür ve yumuşa
cık yeşil yaprakları vardı.
İ şçiler, o ağacı bahçe kapısının yanına taşıyıp diktiler.
Kafur ağacının tam yanına da dalları birbirine iyice değecek
derecede iki tane beyaz manolya diktiler. Diğeri kadar olma
sa da beyaz manolyaların da gövdesi kalın ve dalları gürdü.
Ekim dikim işlerinden hiç anlamayan Ogi için bile işçilerin
yaptıkları tuhaf bir şeydi. Sanki ağaçlan, büyüyüp gelişmesi
için değil de evi gizlemek için dikmiş gibiydiler.
İ şin sadece kötü tarafını düşünmüş de olabilirdi . Bahçe
kapısının yanına kocaman meyve ağaçları dikmek köylerde
yaygın bir gelenekti. Kaynanasının bahçe düzenleme yönte
mi eşininkinden farklı olduğu için de bu durum göze tuhaf
geliyor olabilirdi.
1 30
Ben saatlik ücret alıyorum ama duruma göre belli bir mik
tarda indirim de yapabilirim."
Ogi, derinden bir of çekmek istedi. İçindeki havanın hepsi
ni dışarı salıp akciğerlerini dümdüz etmek istedi. Kendi vü
cudundaki bütün nefesi yok etmek istedi.
"Nah benim kadar kocaman bir göleti, nasıl olur da tek ba
şına yapmaya kalkışır anlamıyorum . Böyle abartmaya de
vam ederse, başı belaya girebilir. Bana göre kendisi sizden
daha riskli bir durumda. Yaşlılar bazen aniden ölüverir."
Fizyoterapist, Ogi'nin vücuduna yavaşça masaj yaptı. Ogi,
kütük gibi vücudunu süzerken sol kolunu kaldırıp dişiyle iyi
ce ısırdı. Acımadı . Daha çok ısırdı. Sürekli ısırmaya devam
etti. Her ne kadar zorladıysa da çenesini devindiremedi. Bu
kez sol koluyla yatağın bariyerine vurdu. Acıdı. Biraz daha
sert vurdu . Gördüklerine şaşıran fizyoterapist engelleme
seydi, Ogi muhtemelen kemikleri kırılıncaya dek kolunu vu
rup duracaktı. Kolunun ön kısmı kıpkırmızı şişti. Bu, hoşuna
gitti. Vücudunun ağrıyı hissedip acıya tepki vermesi hoşuna
gitti. Acıyı bu derece hissedebildiğine sevindi.
Fizyoterapist, evine dönmeden önce bahçede duran kayna
nayla sohbet etti. Ona saygılı ve güler yüzlü davrandı ve sık
sık önünde eğilerek onu selamladı. Derken not defterini çı
karıp Ogi'nin yazdığı yazıyı kadına şak diye gösterdi. Kadın,
yazıyı görünce fizyoterapistin gevezelik ettiği sırada Ogi'nin
olduğu odadan tarafa baktı.
Ogi, kaynanasının evin içine girişini duymasıyla beraber
derin derin nefes almaya başladı. Kadın, Ogi'nin odasına he
mencecik geldiği gibi ışığı bile yakmadan, yanına sokulmuş
tu. Karanlık, kaynanasının vücudunu irileştirmişti.
"Sağ olasın! "
Kaynanası, boğuk bir sesle böyle demişti. Karanlığın için
de, ağız çevresindeki kırışıklıkların altındaki gerdanı yusyu
varlak sarkıyordu.
1 36
ten sonra bir şeyler mırıldanarak iki elini birleştirip basit bir
şekilde ilahi söylemişti.
Kaynanası bir şey dememişti ama Ogi bunların eşinin ve
kaynanasının öz annesinin kremasyon kapları olduğunu dü
şündü. Onların değilse başka kimin olabilirdi ki? Ne var ki,
belki de değildi. Belki de biri eşininkiydi ama diğeri boştu.
Belki de diğer kap Ogi'ninkiydi.
Ogi, ister gözlerini yumsun isterse yummasın kaynanası
nın arada bir "Ne dersin?" diye sorduğu zamanlar da vardı .
Bu durumda içten içe hazırlıklı olmak en iyisiydi. Bu, kadı
nın Ogi'ye bir şeyler yapacağı anlamına geliyordu. Genelde
istemediği şeylerdi. Kaynanası onun tepkisine bakmaksızın
canının istediğini yaptı.
Gece yanlarında da yaptı. Kaynanası ışığı bile yakmadan
içeri girdi, gözlerini yumarak uyuyormuş gibi yapan Ogi'ye
yaklaştı. "Ne dersin? Saçların çok uzun değil mi?" deyip kafa
sına doğru makası tuttu. Saçlarını tuttuğu gibi makasla hiç
acımadan kesti . Karanlık olmakla beraber makastan çıkan
seslerin her duyuluşunda devinemeyen bedeni, ürperir gibi
oldu. Ogi, makasın sesi kulaklarının dibinde duyulduğunda
korkusundan gözlerini sıkıca yumdu.
Kesik saçlar yapıştığından mıydı, yüzü şiddetle kaşındı .
Sol elini gayretle hareket ettirerek kaşınan yere sürttü. Ka
şınan bölgeleri gittikçe artınca, kaskatı kesilmiş iki bacağı
nı ardı ardına kaşımak zorunda kaldı. Hastabakıcıdan kalan
kaşıyıcıyı kullandı. Derken sol üst bacağının kaşıyıcının sivri
ucunu algıladığını fark etti.
Ogi, bacaklarını zorladı. Hareket ediyor gibiydi. Az bir şey
di ama kaslarının gerilip büzüştüğünü hissetti. Kesindi.
Bu kez, sol elini kullanarak bacağını çimdikledi. Sırtında
ve kalçasında yatak yarası oluştuğunda herhangi bir acı his
setmemişti. Anca kaynanasının suratını buruşturarak pan
suman yaptığı sırada vücudunun çürüyüp gittiğini anlamıştı.
1 53
Ne var ki, şimdi acıyı hissediyordu. Hafif ama keskin bir acı
gelip geçti. Hastabakıcı ilgilenmese de, fizyoterapistin yardı
mı olmasa da, doktorun teşhis ve reçetesi olmasa da ölü bir
ağaç gibi ihmal edilen vücudu yavaş yavaş canlanıyordu.
Kaynanası, porselen kapları silmek için geldiğinde Ogi
bu gerçeği ondan sakladı. Sol bacağını yataktan yaklaşık on
santim kadar yan tarafa hareket ettirebildiğini söylemedi.
Kaynanası kapları sildikten sonra Ogi'ye dalgın bir biçimde
bakarken vücudunun her bir yanı kaşınıyordu ama hiç kımıl
damamak için büyük çaba sarf etti. Vücudunun iyileşmekte
olduğunu kaynanasına çaktırmama niyetindeydi.
Yalnız kalınca, yatağın üzerinde bacağını gayretli bir bi
çimde sağa sola hareket ettirdi. Hastanede rehabilitasyon te
davisi görürken yapılan hareketleri hatırlıyordu. Henüz kas
ları iyi çalışmadığından zorladığı takdirde geçen seferki gibi
damarlarının yırtılarak hasar görebileceği korkusuyla bu se
fer dikkatli davrandı. Bacağını sağa sola sürükleyebiliyordu
ama havaya kaldırması henüz imkansızdı. Oysa bu, zaman
meselesiydi. Gittikçe sağ parmağını dikkat çekici şekilde kı
pırdatabildi. Doktoru görseydi, kesinkes "tıp değil; sizin ira
deniz" diye Ogi'yi cesaretlendirirdi.
Ona söylemeye niyeti olmasa da kaynanası, Ogi'nin yüz
ifadesinden bir şeyler kapmış gibiydi.
"Güzel bir rüya mı gördün yoksa?"
Kadın, kaba bir ses tonuyla böyle sordu. Kendi sevincin
den ona bahsetmesi kesinlikle iyi bir şey olmazdı. Ağzını ka
padı.
"Öyle ya, iyi bir şey yok ki . En azından güzel bir rüya da
olsa görmek lazım."
Kaynanası, dalga geçer gibi konuştuktan sonra odadan
çıktı. Bu, rüya değildi. Kaynanası bilemeyecekti ama Ogi de
vinimi hissetti. Ağrıyı hissetti . Kaşıntıyı hissetti. Yaşadığını
hissetti. Kendi vücuduyla hissetti.
1 54