You are on page 1of 170

Pyun Hye-young, 1972'de Seul'de doğdu.

Hanyang
Üniversitesi'nde Kore edebiyatı ve yaratıcı yazma üze­
rine öğrenim gördü. Yapıtlarında modern hayatta ya­
bancılaşma ve yaşanan bir felaket sonrası hayata de­
vam etme gibi konuları, grotesk öğelerle bir arada iş­
leyen yazarın Çukur romanı 2017 yılında ABD'de Shir­
ley Jackson Ö dülü'nü kazandı . Ö yküleri , New Yor­
ker, Harper's Magazine ve Words Without Borders gibi
prestijli yayınlarda yer aldı. Yazarın Küller ve Kızıl ad­
lı romanı da Doğan Kitap'tan yayımlandı.
Çukur
DO�AN KiTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN Dli;ER KiTABi

Küller ve Kızıl

ÇUKUR

Orijinal adı: Hol


lngilizce adı: The Hole
© 2016 Pyun Hye-young

Yazan: Pyun Hye-young


Korece ashndan çeviren: Tayfun Kartav
Yayma hazırlayan: Sıla Arlı

Türkçe yaym haklar.: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.


Bu kitabın Türkçe yayın hakları Nurcihan Kesim Telif Hakları Ajansı aracılığıyla alınmıştır.
Literature Translation lnstitute of Korea (LTI Korea) desteğiyle yayımlanmıştır.
1. baskı/ Ekim 2021 I ISBN 78-625-8495-05-8

Sertifika no: 44919

Kapak tasanmı: Feyza Filiz


Basili: Yıkılmazlar Basın Yayın Prom. ve Kağıt San. Tic. Ltd. Şti.
15 Temmuz Mah. Gülbahar Cad. No: 62 / B Güneşli - Bağcılar- İSTANBUL
Tel: (212) 515 49 47
Sertifika no: 45464

Doğan Yaymlan Yaymahk ve Yapımcıhk Tic. A.Ş.


19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL
Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16
www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr
Çukur

Pyun Hye-young

Çeviren: Tayfun Kartav

tY4 Doğan
�Kitap
1

Ogi, gözlerini yavaşça açtı. Gözleri kamaştı. Donuk karar­


tılar içinde bir ışıltı yansıdı. Gözlerini yumdu ve tekrar açtı.
Biraz zorlandı. Sakinleşti. Yaşıyor gibiydi. Gözlerinin kamaş­
tığını ya da gözlerini açarken zorlandığını gösteren fiziksel
baskı hissi, bunun bir kanıtıydı.
Tavandaki kartonpiyer ve üzerine muntazam sıralanmış
floresan lambalar göründü. Floresan lambaların hepsi yanı­
yordu. Bir hastane gibiydi. Bu kadar çok ışık ancak bir has­
tanede olurdu.
Başını döndürmeye çalıştı ama bir işe yaramadı. Yine de
gözbebeklerini devindirebiliyordu.
"Ogi Bey!"
Birinin sesi duyuldu. Kadındı. İlkin iyi seçemedi ama git­
gide beyaz önlüğü fark e dildi. Hemşireyi andıran kadın ,
Ogi'den tarafa yaklaştı. Bir şey kokuyordu. Hoş bir koku de­
ğildi. Ekşimsiydi. Az önce yemek yemiş gibiydi. Öyleyse şim­
di saat kaçtı?
Ogi, bir şeyler söylemek istedi. Buranın neresi olduğunu
sormasına lüzum yoktu. Bu sorunun cevabını zaten biliyor
sayılırdı. Burası bir hastaneden başka neresi olabilirdi ki?
Ö lüm döşeğinde yatmadığı kesindi . Çünkü kadından gelen
kokuyu almıştı.
"İyi misiniz?"
İyice yaklaşarak Ogi'nin yüzünü inceleyen hemşire, yata-
10

ğın duvar tarafındaki çağrı düğmesine bastı.


"Birazcık bekleyin lütfen. Doktor bey hemen gelecek. Ne­
rede olduğunuzu biliyor musunuz?"
Hemşire, saatine baktı ve çizelgeye bir şeyler kaydetti.
Ogi, kupkuru ağzını güçlükle açtı. Yalnızca nefes verdi
ama bir ses çıkmadı.
"Burası bir hastane. Uzun süredir uykudaydınız."
Hemşire , yüksek sesle böyle dedikten sonra, " Ö ncelikle
tansiyonunuzu ölçeceğim. Çünkü doktor gelince kontrol ede­
cek" diye ekledi.
Hemşire, Ogi'nin koluna tansiyon aletini taktı. Ogi, hemşi­
renin tutup kaldırdığı kendi koluna öylece bakarak dalıp gitti.
Kolunda gri, kalın bir bant sanlıydı. Tuhaftı. Ortam ne gergin­
di ne de rahattı. Hemşire, tansiyon aletini çıkarıp da Ogi'nin
kolunu yatağın üzerine bıraktığında da durum aynıydı.
Çizelgeye bir şeyleri kaydeden hemşire, her şey bitti anla­
mında Ogi'ye baktıktan sonra sırıttı.
Eşim nerede?
Ogi böyle sordu. Hiçbir ses çıkmadı. Çenesi ve ses telleri
bir ses çıkarmak için deviniyormuş gibi görünmedi. Kendi­
ni garip hisseden Ogi, dilini ağzında çevirip tükürüğünü dik­
katlice yuttu.
Hemşire, yine geleceğini söyleyip hastane odasından çıktı.
Ogi, çenesini hareket ettirmek için çabaladı. Yerinden kımıl­
damıyordu. Zorlayınca kuru dudakları hafiften aralanıyor gi­
biydi. Bu kez "A" diyerek ses çıkarmayı denedi. Açılan dudak­
ları arasından akciğerlerinin ta derinliklerindeki havanın bel­
li belirsiz boşalışı duyuldu. Hepsi buydu. Herhangi bir ses çı­
karmaya çalışsa da kulaklarında duyduğu sıradan sesler de­
ğildi. Ogi'nin bedenine bağlı tıbbi cihazlardan gelen muntazam
makine sesleri; koridorun dışından duyulan nazik, gürültüsüz
sesler; hemşirenin giydiği tabanı yumuşak ayakkabıların gü­
rültüsüz ama yinelenen kayma sesleri gibi şeylerdi.
11

Kısa bir süre sonra hemşire, doktorla beraber içeriye girdi.


İlk defa gördüğü biriydi. Doktor, Ogi'ye aşina geldi. İyice gü­
lerek abartılı bir şekilde kollarını açmıştı.
Doktor, "Ogi Bey, sizi gördüğüme sevindim . Görüşmeyeli
ne kadar zaman oldu?" diye sordu. Bunu asıl Ogi merak edi­
yordu - ne kadar zaman geçtiğini, ne kadar zaman sonra ge­
ri geldiğini.
"Buranın neresi olduğunu biliyor musunuz?"
Ogi, doktora şöyle bir baktı.
"Burası hastane. Öyle değil mi?"
Ogi, olumlu anlamda başını sallamaya çalıştı. Yararsız bir
denemeydi.
"Doğru olduğunu düşünüyorsanız, gözlerinizi bir kez kapa­
yıp açın lütfen."
Ogi, kendisine söylendiği gibi yaptı. Gözlerini bir kez yu­
mup açtı.
Doktor, gergin bir tonda, "Aferin size. Bravo . Çok güzel"
dedi. Sanki yumruğunu sıkarak konuşuyordu. Gözlerini bir
kez kırpmakla böylesine bir övgüyü ilk kez almıştı.
Eşim nerede?
Ogi, tekrar sormaya çalıştı. Doktor, Ogi'nin sağ ve sol göz­
ka paklarını sırayla tutup kaldırdı. Ardından bedeninin he­
men her tarafına bastırıp dokundu. O hiçbirini hissetmedi.
Doktor, Ogi'ye ve yatağın baş kısmına takılı her türden tıb­
bi cihazda gösterilen rakamsal değerlere ardı ardına baktı,
bunları çizelgeye yazdı. Derken hemşireye bir şeyler hakkın­
da sessizce talimatlar verdi.
"Ogi Bey, mükemmelsiniz. Büyük badireyi atlattınız, şimdi
kendimizi tekrar toparlayalım. Anlaştık mı? Asıl savaş şimdi
başlıyor. Bundan sonra önemli olan, sizin iradeniz. Tıp değil;
sizin iradeniz diyorum. Sizin için benim de yapacağım çok iş
var. Elimden gelenin en iyisini yapacağım. Ama benim yapa­
caklarım, sizinki kadar olmayacaktır. Anlıyor musunuz? Ya-
12

ni doktor olarak benim değil, asıl sizin biraz daha çaba gös­
termeniz gerekiyor. Ö ncelikle birkaç tetkik yapılması gerek­
tiğinden sizi başka bir odaya alacağız. Tamam mı? Anladıy­
sanız, gözlerinizi bir kez kırpın lütfen."
Ogi, bir kez daha kendisine söylendiği gibi yaptı.
"Evet. Gerçekten bravo. Birazdan yine görüşelim."
Doktor, abartılı bir övgüden sonra hemşireyle beraber oda­
dan çıktı.
Doktor, onun bilincini toparladığını görünce bunun mü­
kemmel olduğunu söylemişti. "Mükemmelsiniz . " Ogi, sürek­
li bu sözü aklına getirdi. Uykudan uyanmasının mükemmel
olup olmadığı düşüncesine kendini kaptırdı. Bu, doktorun bir
sonraki sözlerinden, yani asıl savaş şimdi başlıyor ve bundan
sonra önemli olan iradeniz , diyen ifadelerinden kaynaklanı­
yordu. "Tıp değil; sizin iradeniz" diyen sözleri de öyleydi. Bu
sözlerden birçok şeye akıl erdirilebilirdi.
Bir süre sonra hemşire geldi. Hemşire, Ogi'ye ve duvarda­
ki cihaza bağlı birkaç kabloyu çıkardı. Sedyeyi gözden geçirip
olduğu gibi iteleyerek koridora çıkardı.
Ogi, sedyeye uzanmış bir halde hastanenin tavanında gö­
rünen ve hızlıca geçip giden floresan lambalarını seyretti.
Belki de bu sedyede kendisinin daha da yatması gerekecek­
ti. Adam, şimdiki durumunu söylememişti. İleride olacakları
söylemişti. İradesinin önemli olduğunu ifade etmesi, bir ira­
de sergilemediği müddetçe iyileşmesinin zor olduğu anlamı­
na geliyordu. Doğal bir şekilde şifa bulma imkanının olmadı­
ğı ve sürekli tedavilerle de iyileşme olanağının garanti edile­
meyeceği anlamındaydı. Doktorla hemşirenin tepkilerine ba­
kılırsa, Ogi uyanıncaya dek epeyce bir zaman geçmişti. Bir
hayli ve çeşitli tıbbi yardımlar almış olmalıydı. Bedenine ta­
kılmış kablolar, solunum cihazı, serumlar gibi şeyler bu süre
zarfında Ogi'nin verdiği mücadelenin kolay olmadığını göste­
riyordu.
13

Gıcırdayarak kayarcasına giden sedye durdu. Asansörün


önüydü. Muhtemelen sadece hastaların kullanabileceği bir
asansördü ama Ogi'yle hemşire bindikten sonra geriye ka­
lan yere sağlam olanlar da bindi. Başkaları bindikçe hem­
şire, Ogi'nin sedyesini birazcık kenara doğru ittirdi. Ayakta
duranlar, sedyeye uzanmış olan Ogi'ye gözlerinin ucuyla ba­
kıyorlardı.
Ogi, ancak hastalar için kullanılan asansöre başkalarıyla
beraber bindiğinde kendi hakikatiyle yüzleşti. Aşırı ışıklan­
dırma altında nazikçe Ogi'nin durumunu inceleyen bir hem­
şireyle iki gözünü kırpan Ogi'yi aferin diyerek yüreklendiren
bir doktorun olduğu hasta odasına değil de gürültülü, kar­
maşık, kalabalık, sıra bekleyip gözünün ucuyla bakan bir
dünyaya gelmişti. Yani tıpkı doktorun söylediği gibi ancak
bir irade sergilediğinde yaşayabileceği bir dünyaya.
Tetkik sürecinde Ogi'nin yapacağı hiçbir şey yoktu. Ö yle
ki, kendisinin ne MRI makinesine girmesine, ne kan vermek
için kolunu uzatmasına ne de takılan tıbbi cihazları çıkarma­
sına lüzum vardı. Ogi , hiçbir duyguyu hissedemez vaziyette
sedyeden başka bir yere alındı, tıbbi cihazlar takılıp çıkarıldı
ve doktorun talimatına göre gözlerini kırptı ama genelde göz­
lerini yumdu. Tetkikler tam da biterken kendinden habersiz­
ce uykuya daldı.
Karanlıkta Ogi ve eşinin bindikleri arabanın kalın, yüksek
bir duvara çarpma sahnesi sürekli tekrarlandı. Bu, kesinlik­
le kendi hayal dünyasıydı. Çünkü hurdahaş otomobildeki ha­
li tamamen görünüyordu. Bununla beraber şiddetli bir baş
ağrısı vardı. Ya bir duvara kafasını sertçe çarpmış ya da bir
tarafına keskin bir şey saplanmış gibiydi.
Gözlerini yummuş olmasına rağmen kendini dumanlı bir
ışık içerisinde hisseden Ogi, yaşayıp yaşamayacağını, bu hal­
de yaşaması gerekiyorsa ne yapması gerektiğini, her şeye
rağmen yaşamayı bile isteyip istemediğini düşündü.
14

Doktorun sözleri aklına geldi. "İrade sergilemesi" gerekti­


ğini belirten ifadenin barındırdığı karamsarlıkla "biraz da­
ha" ifadesinin barındırdığı iyimserlik arasında ikirciklendi.
Buna rağmen Ogi, doktorun irade sergilemesine yönelik ifa­
desinden çok "biraz daha" belirtecine vurgu yaptığını anladı.
Bu, "biraz daha" çabaladığında iyileşeceği anlamına gelmiyor
muydu? Yani "biraz daha" çabalarsa çenesini devindirerek
konuşabileceği, kendi ayakları üzerinde yürüyerek tetkikle­
rin yapıldığı odaya gidebileceği anlamına gelmiyor muydu?
Elbette Ogi, "biraz daha" dünyasına bel bağladı. Çünkü
Ogi, alabildiğine yaşamak istiyordu.
Zaman ne kadar akıp gitmişti ki? Muayene olduğundan
beri yine birkaç gün mü, yoksa anca birkaç saat mi geçtiğini
kestiremiyordu. Kafasının içi halen bir rüyadaymış gibi kar­
makarışıktı ama gözleri ışıktan şiddetle kamaşmıştı. San­
ki daha demincek göz içi basınç muayenesi olmuş gibi göz­
bebeklerine hakim olan ışık fevkalade baskındı. Ogi, kendi
iradesiyle gözkapaklannı hareket ettirip ettiremeyeceğinden
emin olmak için gözlerini yavaşça açtı. Beyninin bir bölümü
her zamanki gibi emre itaat edince bundan dolayı rahatladı.
Oda kapısının hafifçe açılışı duyuldu. Birisi, temkinli ayak
sesleri eşliğinde odaya girdi. Ogi, ona dikkatle baktı. Yatağın
yanına doğru yaklaşıyordu, üstünde buğulu bir kıyafet vardı;
bedeni, Ogi bakarken bir anda uzun ve ipince genişleyerek
yukarıya çıkıverdi. Ogi, birden afalladı ve tavana yapışan bu
kişiye bakakaldı.
Tavana çıkan bu kişi, Ogi'den yana gıdım gıdım inerek gel­
di. Ogi, gözlerini kapadı. Sımsıkı yumdu. Asla açmamaya ka­
rar verdi. Korkunun önünde yapılabilecek tek şey buydu. Bu­
nun bir sanrı olma ihtimali yoktu. Oda kapısının açıldığı­
nı net bir şekilde duymuştu. Her şeyden çok, Ogi'ye yüzünü
gösteren bu kişiden tanıdık bir koku gelmişti.
Eşinin kokusuydu.
2

Kadınlar, bazen Ogi'nin yaşamındaki dönüm noktaları ol­


dular.
Annesi onlardan biriydi. Annesi, o on yaşındayken ölmüş­
tü. İlkin Ogi, onun ölümünün bir hastalıktan kaynaklandığı­
nı sandı. Kadın sıklıkla hastalanarak yatağa düşer ve dokto­
run yazdığı ilaçlan her öğün alırdı.
Ancak hastaneye ziyarete gelen akrabalarının koridordaki
fısıldaşmalarını duyduktan sonra yanıldığını anlamıştı. An­
nesi, bir anda aşırı derecede ilaç almış ve bundan ötürü tela­
fisi mümkün olmayan, uzun süreli zararlar görmüştü.
Hastanede yatan annesini sadece bir kez görebilmişti. Ba­
basının ziyarete gitmesine izin vermemesinden miydi, yoksa
annesinin hastanede kalış süresinin kısa olmasından mı, bu­
nun kesin nedenini hatırlamıyordu. Sedyede uzanan anne­
sinin vücuduna takılmış kablolar, duvardaki tıbbi cihazlara
bağlıydı. Yaşamını sürdürmek istiyorsa, muazzam derecede
desteğe ihtiyacı var gibiydi.
Annesi, Ogi'ye yakınına gelmesini söyler gibi parmağını
salladı. Onun elini tutmaya gücü yoktu. Kadının gırtlağına
bir delik açılmış ve buradan bir nefes borusu akciğerine sa­
lınmıştı. Ogi, böyle bir şeyi hayatında ilk kez görüyordu. An­
nesinin elini tutmak yerine muhtemelen ya ağlamış ya da
korkudan donup kalmıştı. Çünkü on yaş, bir insanın kendi
yaşamına son vermesinin ne anlama geldiğinin tam olarak
16

bilinemese de az çok tahmin edilebileceği bir yaştı. Annesinin


böylesine berbat görünüşü hem acınası hem de korkunçtu.
Onun ölümüyle Ogi'nin çocukluğu sona erdi. Soğuk ve an­
layışsız babası, ondaki değişimin ya farkına varmadı ya da
bunu bilmezden geldi. Ogi, hiçbir şey için mızmızlanmadı. Ne
yemekten hoşlanmadığı bir şey var diye sızlandı ne de arka­
daşının doğum günü partisine götürmek üzere hediye satın
alması için babasını sıkboğaz etti. Markette satın almak iste­
diği bir şeyler var diye ayaklarını yere de vurmadı. Ne sürek­
li çizgi romanlar okuyacağım diye ne de sabaha kadar oyun­
lar oynayacağım diye üsteledi . Babası, bazen onunla konuş­
mayı denerdi. Ogi, babasında annesini görüyordu. Gırtlağın­
daki delikten bir nefes borusu uzatılmıştı. Çenesini kapa­
maktan başka çaresi yoktu.
Okulda, Ogi'nin elinden bir çare gelmeyecek işler p atlak
verdi. Annesinin intihar ettiği dedikodusu yayılmış ve çocuk­
lar da bundan dolayı onu ciddi bir şekilde dışlamaya başla­
mışlardı. Annesinin ölümünün neden dışlanmasına yol açtı­
ğını o vakitler zerre kadar anlayamamıştı. Ancak biraz za­
man geçince Ogi, çocukların korkularından dolayı böyle dav­
randıklarını düşündü.
İlk başlarda çocuklar, çaktırmadan Ogi'den kaçtılar. Oğlan
iyice sessizleştiği ve kıkır kıkır gülüşüp duran kalabalıklara
karışmadığı için kendisini rahatsız eden çocukların ekmeği­
ne yağ sürmüş oldu.
Bir gün Ogi, bir grup çocuktan sırayla dayak yedi ve ken­
disini savunmak için içlerinden birinin bacağını bir hışımla
ısırdı. Öyle ki Ogi'nin bir dişi fırladı, çocuğun da bacağından
bir parça et koptu. Ogi'ninki bir süt dişiydi ama öteki çocu­
ğun bacağında açılan yaranın izi ömür boyu kalacaktı.
Ondan sonra ne Ogi'yle dalga geçen ne de onu rahatsız
eden oldu. Hepsi Ogi için annesinin ardından "delirdi" diye
fısıldaştılar. O ise bu çocuklara kıs kıs güldü, yüz ifadesini
17

birden değiştirerek dik dik bakıp delirdiğini ispatladı.


Ogi'nin çocukluğunu sona erdiren annesiyse, onu yetişkin­
ler dünyasına götüren de karısıydı.
Ogi , üniversiteden mezun olacağı sıralarda bir işe gir­
mek için hazırlık yapıyordu. IMF öncesiydi ve şirketler sü­
rekli eleman arıyordu. Eşiyle hemen evlenmek istiyordu. Eşi
ise bunun için çok erken olduğunu, kendisinin okumak iste­
diğini, Ogi'nin de böyle yapmasının iyi olacağını söylüyordu.
Bunun üzerine Ogi kısmi süreli çalışarak okul harcını da ge­
çim masraflarını da karşılayamayacağını bile bile, tedbir da­
hi almaksızın bir üniversitenin doktora programına kaydol­
du. Ogi'nin zaten yapacağı pek de bir şey olmayan iş hayatı­
nı askıya alması için bir mazerete ihtiyacı vardı. l ş başvuru
formlarının hepsini çöpe attı ama bundan ötürü bir pişman­
lık duymadı. Baktı hiç olmadı, tekrar bir işe girebilirdi.
Eşi, gazeteci olmak istiyordu. Oriana Fallaci gibi bir ga­
zeteci olup ünlü kişilerle şimdiye kadar hiç yapılmamış tür­
de, mükemmel röportajlar yapacağını söylüyordu. Cüzdanı­
nın içinde onun fotoğrafıyla geziyordu. Bu fotoğraftaki Ori­
ana Fallaci, ne savaş muhabiri olarak bir muharebe meyda­
nındaydı ne de Deng Xiaoping ya da Kennedy'yle röportaj ya­
pıyordu. Üzerinde Chanel marka bir döpiyes ve boynunda in­
ci bir kolyeyle rahatsız bir şekilde daktilonun önüne otur­
muş, boşluğa bakıyordu. Vogue ya da Elle dergisi tarafından
çekilmiş gibi, tek kelimeyle güzel bir fotoğraftı. Böyle bir fo­
toğrafın acaba neresinde eşinin söylediği "gazeteci ruhu" var­
dı, bunu bilemiyordu; ama eşinin olmak istediğinin ne me­
nem bir şey olduğunu açık seçik gösteren bir fotoğraftı, ora­
sı kesindi.
O zamanlar Ogi, eşinin bu türden sığ fiyakalarından bile
gurur duyuyordu. Kadın ne yapmak istediğini açıkça biliyor­
du ve bunda samimi olduğuna da inanıyordu ama bunu başa­
ramayacaktı. Bundan dolayı derin bir yara almayacak ve es-
18

ki defterleri kapatacaktı. Ayrıca kendine çabucak başka bir


amaç bularak bunu da göklere çıkarmaya devam edecekti .
Onun açısından eşi, özlemle ihtirası birbirinden ayırt etme
tekniğini gitgide geliştiriyor gibiydi. Ne zaman olursa olsun
davranışlarından, eğilimlerinden ve iradesinden vazgeçerek
atması ve muhafaza etmesi gerekenleri birbirinden ayırıyor­
du. Başkalarının gözüne kaprisli ve ne idüğü belirsiz görüne­
bilirdi ama bu halleri Ogi'ye çekici geliyordu.
Ogi inatla bir şeyin peşinde koşup bunun dışında başka
bir şeyi görmeyen, sonuçta amaçlarına ulaşarak sadece tek
bir yol üzerinde yaşamakla övünenlerden korkuyor gibiydi .
İ radeleri fevkaladeydi ama onlar zayıf iradeyle de kolayca
dalga geçerlerdi. Şansa dayalı davranışları tenkit ederlerdi.
Sıradan, zincirleme tesadüfleri kabul etmezlerdi. İ natlarıyla
kendilerini beğenmişlikleri aşırı derecedeydi, övgünün de bir
şiddet olduğunu bile algılayamadan başkalarıyla her zaman
kendilerini beğenmiş, öğretici bir üslupla konuşurlardı. Ü s­
tün olduklarını saklamaz ve kibri kabullenmeyenlerin yok­
sunluklarıyla alay ederlerdi. Nadiren de olsa faydalı davra­
nışlarla jestler yaparak cömertlik saçarlar ama bu hareketle­
ri, insana dair sevgiden değil tamamen kendi yaşamlarında­
ki rahatlıklarından gelirdi. Ogi, bu türden insanları iyi bilir­
di. Çünkü onlardan biri de kendi babasıydı.
Ö mrü boyunca bir tersanede çalış arak kendi çabalarıy­
la bir yerlere gelen babası, coğrafya branşında doktora yapa­
cağını söyleyen Ogi'yle alay etti. Anca bir öğretmen mi ola­
caksın, diye onu bir temiz payladı. Pinti babasının yardımı
olmaksızın doktorayı tamamlayabileceğini düşünerek karşı
gelmek istedi ama sabretti. Ogi ne yaparsa yapsın, babası,
onun para koparmaya yönelik bir art niyetinin olduğunu dü­
şünüyor ve gerçekten böyle yapacağından endişelenerek kor­
kuyordu.
Ogi genelde erkeklerin kadınlarda aradıkları, ideal anne
19

imajı gibi bir şey istemiyordu. Annesi, onun üzerinde melan­


kolik, kötümser, babasından çekinmeyen ve ona karşı iğne­
leyici hareketler takınan bir izlenim bırakmıştı. Kadının iyi­
lik timsali göründüğü zamanlar; genellikle kocasına kinayeli
yaklaştığı, söylediklerine kocası sinirlenirse "vur deyince öl­
dür anlıyorsun" diyerek onu daha da dar kafalı ve kaba bir
şekle soktuğu, burnundan soluyan adamın önünde içten kah­
kahalar attığı zamanlardı.
Eşinde annesine benzeyen ya da onunla tamamen zıt bir
yön görmemişti. Bir anlamda eşi hem annesinin hem de ba­
basının karakterine sahipti. Endişeli görünmesiyle beraber
kendine çok güveniyordu. Hem bencil hem de sakindi. Bu,
Ogi'ye ilginç geliyordu. Çünkü bu ikisinin bir arada olması
kesinlikle olanaksız gibiydi. Ne zaman annesiyle babası ak­
lına gelse, onları kendi kendilerine yalnız ve mutsuz oturur­
ken hayal ederdi. Birbirlerinden bağımsız şekilde yaşarlardı,
oysa eşi her ikisini de aynı anda bünyesinde taşıyordu.
Doktoraya başlaması, eşinden kaynaklanmıştı ama eşi ya­
rı yolda vazgeçmişti . Eşi, yüksek lisansını bile tamamlama­
dan iş başında tecrübe edinme niyetiyle yenice kurulmuş bir
çevrim içi haber sitesinde işe girdi. Ama altı ay geçmeden bu­
radaki işini bıraktı. Daha sonra medya şirketlerinde çalış­
mak için ciddi ciddi hazırlıklar yaparak sürekli iş aradı ama
her defasında başarısız oldu. İ stemeyerek de olsa küçük bir
dergide işe girdi, her ay seri üretim gibi on iki makale yaz­
dı ve bir yıl geçmeden bu işi de bıraktı. Sonrasında ya hep
tekrar iş aramaya koyuldu ya da kazandığı parayla seyaha­
te çıkarak kafasını dinledi ve öncekinden biraz daha küçük
bir dergide işe girip aynı içerikte, aynı miktarda makaleler
yazmaya devam etti. Bu sırada Ogi., yüksek lisanstan mezun
olup doktorasını da bitirdi.
Evliliklerinden üç yıl önce babası vefat etti. Adamın ilk ağ­
rılarının başlaması, vefatından altı ay önceydi. O akşam ha-
20

bası, birlikte ticaret yaptığı kişilerle buluşmuştu. Bunlar, ba­


basının emekli olmadan önce çalıştığı şirkette alt kademe­
de çalışan kişilerdi. Babası, emekli olduktan sonra bir ye­
dek parça imalat şirketi kurmuştu, daha önce çalıştığı şirke­
te mal tedarik ediyordu. Bir süre önce bu adamların tavsiye­
leri üzerine üretimi artırmıştı ama uluslar arası krizden dola­
yı ekonomik durgunluk başlayınca babasının talihi yaver git­
medi.
Tedarik edilen mallara dair olumsuz görüşleri olan perso­
nelle beraber suşi yediler. Sabaha karşı babasında karın ağ­
rısı baş gösterdi. Dimdik durduğunda sanki bir tele bağırsak­
ları sıkıca geçirilmiş de çekiliyormuş gibi bir histi. O anda bi­
le babası, bunun akşamleyin yediği suşi yüzünden olduğu­
nu düşünüyordu. Öyle ki, aşırı derecede kabarık gelen hesabı
alıp baktığında bağırsakları adeta düğümlenmişti.
Sabahleyin evi temizlemeye gelen kadın, yerde yatan ada­
mı fark edince bir ambulans çağırdı. Böbrektaşı düşürdüğü­
nü, derhal ameliyata alınması gerektiğini söylediler. Doktor,
acilen onu ameliyata aldıysa da ancak neşteri vurup da kar­
nını yardıktan sonra ağrısının böbrektaşından kaynaklan­
madığını anladı.
Ogi, Pyeongtaek'teki üniversitede dersini tamamlayıp Ul­
san'daki hastaneye pürtelaş koşarak gitti. Gecenin geç bir
vaktiydi ve babası, derhal Seul'deki bir hastaneye götürül­
mesi gerektiği konusunda inat etmişti. Ardından birkaç has­
taneyi oradan oraya dolaştılar, kimi böbrektaşı rahatsızlığı
değil de hassas bağırsak sendromu dedi, kimi kabızlık dedi,
daha bir dizi akla daha yatkın teşhisler konuldu.
Bir süre sonra babasının ağrıları yine başladı, bu kez he­
men Seul'deki bir üniversitenin hastanesine gitti. Bağırsak
tıkanması teşhisi konularak ameliyata alındı. Ogi, mezun ol­
duğu okulda dersteydi ve hastalığın adını telefonuna baba ­
sından gelen bir mesajla öğrendi. Dışkı tıkanması yüzünden
21

babasının bağırsaklarının yırtılacak dereceye geldiğini düşü­


nünce dersin ortasında birkaç defa anlamsızca güldü.
Babasının kalınbağırsaklarından çıkan, büsbütün katılaş­
mış dışkı değildi. Golf topu büyüklüğünde bir tümördü. Ba­
bası, bağırsaklarındaki tümörün alınmasından dolayı rahat­
layıp şaka bile yapmıştı. Bu yaştaki bir insanın önünde ya
kansere yakalanmaktan ya da bunamaktan başka bir seçe­
nek olmadığından kansere yakalandığı için artık bunayaca­
ğım diye endişelenmesine gerek kalmadığını söyleyerek gev­
rek kahkahalar attı.
Ogi, doktorla yaptığı görüşmede karmakarışık açıklamalar
dinledi. Ö ncelikle adamın bağırsaklarındaki tümör çıkarıl­
mış ama tümör bulunduğu yere göre depreşebilirmiş. Bu du­
rumda tümör, kaslara işleyerek yağ dokusuna varıncaya dek
yayılırmış . Doktor, bunlardan bir şey anlamayan Ogi'ye ba­
basının hastalığının el sürülemeyecek bir aşamaya geldiğini
bildirdi ve bir süre sonra doktorun dediği gibi de oldu.
Yaşamı boyunca sadece demire el süren babası katran ağa­
cından yapılma, sert bir tabuta konulduktan sonra Ogi'ye
birkaç sayfalık evrak geldi. Vasiyetname gibi bir şey değildi.
Babasının Ogi'ye söylediği üzere bu evrak aracılığıyla hem
tahsil edilmesi hem de ödenmesi gereken paralar vardı. Bir
hesaplama yapınca biraz borcu çıkıyordu. Ticaret yaparken
bir hayli para dökmüşe benziyordu. Ama Ogi'nin geride borç­
larından başka bir şey bırakmayan babasını suçlayıp ondan
nefret edeceği kadar büyük bir meblağ değildi. Hatta hesap
işlerini iyi bilen adamın kasten böyle yaptığını düşündürte­
cek derecedeydi; sanki şimdiye kadarki babalık hakkını öde­
mesini ister gibi bir gözdağı vermişe benziyordu.
Evlendikten bir yıl sonra eşi, oldukça büyük bir yayınevin­
de işe girdi ama şirketin müdürünün cinsel taciz içerikli söy­
lemlerde bulunmaktan hiç de sakınmadığını dillendirerek bir
öfke krizine girdi. Bu adamdan şikayetçi olan başka kadın-
22

ların cinsel taciz iddialarını biriktirdi; bu davranışları açığa


vuran belgeleri şirketteki kurum içi ağda yayımlayarak bir
istifa dilekçesi dahi vermeksizin, topu topu sekiz ay sonra iş­
ten ayrıldı. Bu sıralarda Ogi, yeni gelen danışman hocasıyla
yaptığı görüşmenin sonunda doktora tezinin konusunu değiş­
tirip ders sayısını azalttı.
E şi ve Ogi bir hayli zorluk çektiler. Çünkü kendileri için
ne sigorta yaptırmanın ne de birikimde bulunmanın hayali­
ni kurabilecek durumdalardı. Ö nlerindeki gelecek, sınırsız
uzaklıktaydı; şimdiki zaman ise tekdüze ve aynı işlerin tek­
rarından ibaretti. Buna rağmen huzur içindeydiler. Ogi ve
eşi, bir kitabı sırayla okuduktan sonra sohbet ederlerdi. Eşi,
seçkin bir yayınevinde bir araştırma-inceleme kitabı için bir
sözleşme imzaladı. Eviyle Yeouido'da bulunan bir kütüphane
arasında mekik dokuyarak kitabı yazmaya başladı. Akşam­
lan dersten gelen Ogi'ye daha önce hiç denemediği yemekler
pişiriyor, Ogi ise lezzetli olup olmadıklarına bakmaksızın eşi­
nin hazırladığı yemeklerin dibini sıyırıyordu. Birlikte bula­
şıkları yıkadıktan sonra tok karınlarıyla uyuşuk bedenlerini
yanlarına alarak mahallede yavaşça keyfe keder yürüyüş ya­
pıyor, sonra eve dönüp bir güzel uyuyorlardı.
Sonuçta eşi, tek bir kitap bile yayımlayamadı. Bir taslak
bile yazamadı. Ogi, eşinin yazdığı taslağın bir kopyasını en
az altı kez gözden geçirmişti. Her seferinde hikayenin baş­
langıç bölümü değişiyordu. En ilgi çeki c i olan üçüncü versi ­
yondu ama eşi, Ogi'nin işaret ettiklerini; yani hikayenin aşın
derecede kurmaca olduğuna dikkat çeken sözlerini bir hayli
ciddiye almıştı. Eşi, kendi çalışmasındaki asıl amacın bu ol­
duğunu söyleyerek buna karşı çıkmış ama bu iddiasını uzun
sürdürmemişti. Ogi'nin belirttiği noktaya sanki bir karşılık
verircesine dördüncü versiyonu daha gerçekliğe dayanarak
kaleme aldı. Ogi , bu seferkinin de haber bültenine benzedi­
ğini söyledi. Bu iki türü birleştirdiğinde beşinci versiyon bi-
23

lindik ve sıradan popüler romanların giriş bölümüne benze­


mişti; altıncı versiyon ise söyleşi şeklinde ve büsbütün fark­
lı olunca; Ogi, nasıl oluyor da bu denli verimsiz çalışabiliyor­
sun diyerek onu bir güzel azarladı.
Ondan sonra eşi, Ogi'ye hiçbir versiyonu göstermedi. Ya­
yıneviyle yaptığı sözleşmenin teslim tarihine uymadı, sonuç­
ta da yazmaktan vazgeçti. Yayınevi başka bir kitap sözleşme­
si yapmayı teklif etti ama eşi, sözleşmedeki meblağı gecikme­
den kaynaklı para cezasıyla beraber havale ederek sözleşme­
yi feshetti. Bu esnada Ogi, doktora tezini tamamladı ve ne
çok genç ne de çok ihtiyar denilebilecek bir yaşta, mezun ol­
duğu okulda bir pozisyon buldu.
Bir zaman sonra taşındılar. Birlikte seçtikleri yer, sıra ev­
ler bölgesinde bulunan müstakil bir evdi. Piyasa fiyatlarına
kıyasla ucuz sayılırdı ama daha anca kendine uygun bir iş
bulan Ogi için aşın derecede pahalıydı. Civardaki diğer evler
arasında sadece buranın avlusu bir hayli genişti. Sırf bu av­
lunun böyle oluşu, evin fiyatını da etkilemiş gibiydi.
Avlusuna büyük bir sebze bahçesi yapılmıştı. İyi bakıl­
sa bir hayli ürün alınabilecek olan bu bahçe, kuruyup gitmiş
sapsan yapraklarla kaplıydı. Ev sahibinin eşi, bahçenin hay­
rının kalmadığını ve bunama hastalığından ötürü bahçede­
ki sebzeleri bile toplayamadığını söyledi. Ö lüp giden bahçe
yüzünden miydi, ev son derece bunaltıcı ve kasvetliydi. Ü s­
tü başı perişan ev sahibiyle hastalığından ötürü boş gözler­
le Ogi'yle eşine dönüp bakan ihtiyar kadın da böyle görünü­
yorlardı.
Ogi gönülsüzdü ama piyasa değerindeki fark eşini vazge­
çirmedi. İhtiyar adam, yaşlı kadını huzurevine gönderirse evi
tek başına çekip çeviremeyeceği için burayı bir şekilde sat­
mak istiyordu. Eşi, Ogi'yi ikna etti. Hemencecik ikna olmadı.
Ogi, eşinden habersiz bir emlakçıyla beraber birkaç yere da­
ha baktı. İçine sinen bir ev vardı. Altından kalkabileceği bir
24

meblağ değildi. Böyle bir eve baktıktan sonra eşinin satın al­
makta inat ettiği eve karşı ilgisi kesinlikle biraz daha arttı.
Ogi, bu kez eşinin görüşüne bel bağladı.
Taşındıkları gün, evin içindeki ve dışındaki bütün ışıkları
yaktılar. Evde ışık saçacak pek çok lamba vardı. Bütün oda­
lardaki lambaları yaktılar ve antredeki sensörlü lambayı da
sürekli yanacak şekilde ayarladılar. Bahçede ışık yakılabile­
cek irili ufaklı toplam on dört ampul vardı, bunların da hep­
sini yaktılar. Sabaha kadar ışıkları açık bırakmaya karar
verdiler. Ogi'yle eşi, gelecekteki günlerini büyük bir içtenlik­
le kutlamak istemişlerdi.
O gece ışıklar, şimdi Ogi'nin uzanıp yattığı bu hastane
odası kadar ışıl ışıl parlıyordu. Aydınlık yüzünden yatak­
ta bir o yana bir bu yana dönüp dursalar da yatak odasında­
ki floresan lambayı da gece boyunca söndürmemeyi düşünü­
yorlardı ama Ogi şafak vakti uykusundan uyandığında hep­
si sönmüştü.
Bütün o parıldayan ışıklar ne ara sönüp gitmişti?
3

Nasıl olurdu da hayat bir anda tersine dönerdi? Hayat, ta­


mamen yerle yeksan olunca neden hiçbir şeyin kıymetiharbi­
yesi kalmazdı? Ogi, çaktırmadan bu türden garip planlar ku­
ran hayata farkında olmadan yardımcı mı olmuştu?
Binbir zorlukla gözkapaklarını açtıktan sonra kendi ken­
dine bu soruları sıklıkla sorar oldu. Bazen başkaları da bir­
çok soru sordu. Ne oldu yahu, hayırdır türünden sorulardı.
Arkadaşları, sigorta şirketinin personeli, olayın bir an önce
sonuçlanmasını isteyen polis, hasta ziyaretine gelenler. Kay­
nanası henüz hiçbir şey sormamıştı ama içlerinde en zor so­
ru-cevap alışverişi onunki olacaktı.
D aha komadan çıkalı birkaç gün olmamıştı ki Ogi'nin zi­
yaretine bir adam geldi. Sigorta şirketinden gelen bir müfet­
tişti. Bu adam, Ogi bilincini yitirdiği sıralarda çoktan hasta­
neye bir yol gelip gitmişti ve bu kez de Ogi'nin durumunda
bir değişiklik olduğundan tekrar gelmişti.
Müfettiş , Ogi'nin kendini doğru dürüst ve net bir şekilde
ifade etmesinin imkansız olduğunu anladı. Ogi, çene eklem­
leriyle sinir sisteminde hasar oluştuğundan konuşamıyordu;
kendini zorlayarak ağzını açsa bile kuru dudakları arasın­
dan cılız bir inilti çıkarmaktan başka bir şey yapamıyordu.
Gözlerini sadece evet ya da hayır anlamına gelecek şekilde
kırparak kendini ifade edebiliyordu.
Adam, "Nereye gidiyordunuz?" diye sorduğunda Ogi bir ce-
26

vap veremedi. Ancak "Gangwon-do'ya mı gidiyordunuz?" diye


sorduğunda bir cevap alması mümkündü.
Ogi, eşiyle beraber kısa bir seyahate çıkmak istemişti. Eşi
epeyce uzun bir süredir eve tıkılıp kalmıştı, Ogi de bir gün
bile evde duramamıştı ve yorgundular. Flört ettikleri zaman­
kinden farklı olarak durgun bir seyahatti. Ne yiyecek bir şey­
ler almak için bir ihtimam göstermelerine ne de kalacak ucuz
ve temiz bir yer bulmaları için zaman harcamalarına gerek
vardı. Programı ve seyahat edecekleri yeri belirleyen eşiydi.
Yer ayırtma işini de o yaptı. Ogi'nin yapacak çok işi olduğun­
dan az daha gidemeyeceklerken ancak akşamın geç vaktinde
yola çıkabilmişlerdi.
Adam, "Hava nasıldı?" diye sorsa da bir cevap alamadı .
"Yağmur yağdı mı?" sorusuna Ogi bir kez gözlerini kırptı. Bu,
evet anlamına geliyordu.
"Arabayı siz mi sürüyordunuz?"
Bu kez de gözlerini bir defa kırptı ve bir kez daha kırpması
gerekip gerekmediği konusunda biraz ikirciklendi ama bun­
dan vazgeçti . Çünkü müfettiş , Ogi'nin cevabını "evet" diye
not defterine yazmıştı. Bu ne yalandı ne de hakikatti. Çün­
kü Seul'den çıkarken arabayı eşi sürmüş ama dinlenme te­
sisinde kısa bir süre soluklandıktan sonra direksiyona yine
Ogi geçmişti.
Gıkı çıkmıyordu ama bunu söyleyebils eydi iyi olurdu .
Ogi'ye göre bu, bir hayli önemliydi. Çünkü bu, onun hani­
dir kendini suçlayıp pişman olmasına neden olmuştu. Araba­
yı hep eşi kullansaydı, ah ne olurdu da kendisi sürücü koltu­
ğuna oturmasaydı; şu an bu durumda yatağa uzanıp cevap
veren ve omurga felcine uğrayarak hastaneye borçlanan ki­
şi Ogi değil de eşi olacaktı. Hangisinin daha iyi olacağını bil­
mesinin imkanı yoktu ama Ogi hayattaydı. Onun yaşamak
için kritik bir anda direksiyonu can havliyle kendinden ta­
rafa kırdığına hiçbir şüphe yoktu. Tıpkı bütün sürücüler gibi
27

kendisini korumak için şuursuzca verdiği bir refleksti.


"Aniden hızlanmışsınız. Kaza anında arabanın kaç kilo­
metre hızla seyrettiğini biliyor musunuz?"
Müfettiş, böyle sordu. Ogi, sadece bakakaldı. Belki de göz­
yuvarlarını döndürdü. Ogi'nin cevap verebileceği türden bir
soru değildi ve bir cevap almak istiyorsa, müfettişin soruyu
başka şekilde sorması gerekiyordu. Gelgelelim müfettiş , bu
sorudan vazgeçti.
" Önünüzdeki aracı gördünüz mü?"
Ogi, gözlerini bir kez kırptı. "Gördüm" anlamındaydı. Gör­
düm ama geç kaldım. Konuşabilseydi böyle cevap verecek­
ti. Duramadım. Yağmur, hava tahminlerinden daha erken ve
daha çok yağdı. Yol yüzeyi kaygandı, frenleme mesafesi kısay­
dı ve birden kuvvetle frene bastım ama araba maalesef kayıp
gitti. Olağan bir hikayeydi, sıklıkla meydana gelen bir olaydı,
Ogi'nin başına gelen bir şeydi.
Müfettişin sorusuna Ogi'nin ille de cevap vermesine lüzum
yoktu. Sadece sigorta parasının ödenmesiyle ilgili olarak ha­
zırlanan evrak için Ogi'nin rızasının alınması gerekiyordu.
Gecenin karanlığında, yağmur yağdığında, otobanda kaza
olasılığı ve zincirleme bir kaza sonrası araçların çarparak ters
dönmesi durumunda can kaybı oranı yüksekti. Ogi'yle eşi, hiç
kuşkusuz olağan bir trafik kazasının kurbanlarıydılar.
Müfettiş, Ogi'ye bir otelin adını söyledikten sonra kaldığı­
nız yer orası mıydı, diye sordu. Ogi, gözünü kırpmamak için
çabaladı. Çünkü adamla aralarında gözlerini topu topu bir
kez kırptığında bunun olumlu; iki kez kırptığında da olum­
suz anlama geldiğine yönelik bir mukavele vardı. Hatırlaya­
mıyorum anlamında kendini nasıl ifade etmesi gerektiğini
bilemediğinden sadece gözbebeklerini devirdi.
"Orası değil miydi?"
Soru tekrar geldi. Ogi, bu defa da gözlerini yummadı.
"Hatırlamadığınız anlamına mı geliyor?"
28

Ogi, gözlerini yavaşça bir kez kırptı. Elbette oteli biliyor­


du. Ü ç yıl önce miydi, akademik bir seminer için gitmişti.
Sonrasında oraya birkaç defa daha gitmişti. Ama eşiyle bera­
ber kalmaya karar verdikleri yerin o otel olması, hiç de bek­
lemediği bir şeydi. Çünkü eşi, ona kalacakları yeri söyleme­
mişti. Belki de Ogi bunu sormamıştı.
Konuşabilseydi bunu yeterince açıklayabilir miydi? Bir
sahne açık seçik aklına geldi. Aklına gelmeyenler daha faz­
laydı. Doktor, onun yetersiz hafıza durumunu klinik yönden
açıklamıştı. İ nsan beyni şiddetli bir sarsıntıya maruz kalır­
sa, geçici hafıza kaybının ya da zihinsel bulanıklığın olağan
bir olay olduğunu söylemişti.
Arabanın bariyerlere çarparak karanlık bir tepeden aşa­
ğıya kayıp gittiği anı, Ogi net bir şekilde anımsadı. O anki
korkuyla aşırı süratten kaynaklı duygu ilk defa başına geldi­
ğinden bunu unutması kolay değildi. İ leride de herhangi bir
tehlikeyle karşılaştığında bu sahneyi her daim hatırlayacak
gibiydi. Ogi, korkmuştu ama yapabileceği pek bir şey yoktu
ve kendisine hiç kimsecikler yardım edemeyeceğinden çığlık
dahi atmadı. Etrafını boğuk ve rutubetli bir hava sardı. Bu­
nun korku hissinden kaynaklandığını sandı ama değildi. Ha­
va yastığı görüş alanını kapatıp hızla bedenine çarpmıştı. Bu
yabancı baskı his sinden dolayı Ogi o anda her şeyin bir an
önce bitmesini istedi.
Kendine geldiğinde bedeninin yerden tüy gibi yükseleceği­
ni zannetti. Genellikle ölüm anında olduğu üzere, boşluktan
hava yastığına doğru çakılıp gömülen kendi görüntüsüne yu­
karıdan bakacaktı. Hiçbir şey görünmedi. Görüş alanı karan­
lıktı, yanık kokusu geldi, belli belirsiz bir inildeyiş duyuldu.
Kendisinden gelen bir sesti.
Eşi neredeydi ki? Ogi, eliyle yoklayarak onu aramaya ça­
lıştı ama küçük, dar ve karanlık bir kutuya sokulmuş gibi kı­
pırdayamadı. Bu rahatsız edici kapalılık hissinden ve eşin-
29

den ayrı durmanın endişesinden dolayı bir ümitsizliğe kapıl­


dı. Belki de o anda bedeni bir tüy gibi göğe yükselerek her
şeye yukarıdan bakan eşiydi. Ü züntüsü, korkularına baskın
geldi ve Ogi tekrar bilincini yitirdi.
Derken, bir vakit, o günle alakalı işlerin hepsi aklına gele­
cekti. Karman çorman olan hatıralar aklına gelince de o gün­
kü olayı anlayabilecek şekilde bütün parçaları bir araya geti­
recekti. Vakit geçtikçe ve doğal bir şekilde böyle olacaktı. Za­
ten geçici bir şoktan hatırlayamıyordu, dolay1sıyla vakti ge­
lince her şeyi hatırlayacaktı. Ogi, anıları belirginleşip de du­
rum netlik kazandıkça üzülerek mutsuzlaşacak ve bir kedere
bürünecekti. Tek bir şey bile hatırlamamayı dileyecekti. Çün­
kü hatırladıkça eşini kaybettiğini, bir daha onu göremeyece­
ğini kabullenmesi gerekecekti.
Sigorta şirketinin personelinden başlamak üzere birkaç ki­
şiyle pek bir yararı olmayan soru-cevap alışverişi yaparken
de kaynanası Ogi'ye en ufak bir şey dahi sormadı. Kadın soru
soranların yanında sessiz sedasız öylece duruyordu. Ogi, yo­
rulduğunu belli edince kadın, onlardan fazla soru sormama­
larını ya da daha sonra sormalarını rica etti. Bu kişiler gidip
de odada sadece ikisi kalınca Ogi'nin hareketsiz elini tutup
sessizce ağladı. Bazen ağlayışı uzun sürdü. Bazen de duyul­
madı. Doktor ya da hemşire içeri girerse, sessizce gözyaşları­
nı silerek bir kenara çekildi.
Ogi, suskun bir şekilde hüznü çoğaltan kaynanasını gördü­
ğünde birlikte ağlamak istedi. Çenesini devindirerek bir ses
çıkarabilseydi, beraber ağlaşırlardı. Kendi üzüntüsünü kay­
nanasına belli edemediğinden hayıflandı. Eşinin ölüp de ken­
disinin hayatta kalmasından ötürü özür dilemek istedi. Bir­
likte eşine dair konuşamadıklarından müteessir oldu. İ çin­
de bir ağrı şaha kalktı. Fokur fokur kaynayan bir şeyi kusa­
cakmış gibi boğazı sımsıkı tıkanıp kaldı. Bundan dolayı Ogi,
kendisinin ağladığını düşündü. Gözyaşlarının aktığını sandı
30

ama akan gözyaşları değildi. Salyasıydı. Ogi'nin çenesi biraz


hareket etti ve kuru ağzı açılınca buradan hüzün yerine sal­
ya akıp gitti. Sürekli tükürük salgıladı. Açılan ağzını kendi
gücüyle kapatamadığından böyle oluyordu.
Kaynanası, ağlayarak Ogi'nin hissiz ellerini hafifçe sıvaz­
ladı. Kaynanasının ellerinin kuru mu yoksa gözyaşlarını sil­
diğinden ıslak mı olduğunu ayırt edemedi. Kaynanası, arada
bir ellerini tutarsa, elektriklenme gibi bir his de oluşuyordu.
Hep bu anlarda hemen kaynanasına baktı ama kadın kendi
hüznüne gömüldüğünden bunun pek farkına varamadı. Ogi
bunun, elindeki hissetme duyusunun geri geldiğine yönelik
bir işaret mi olduğunu, yoksa bedenine takılmış birçok tıbbi
cihaz kablosunun yol açtığı sürtüşmeden mi kaynaklandığı­
nı bilemiyordu.
4

Ö nceleri, Ogi için "sakatlık", eskiden savaş zamanında ko­


lunu bacağını kaybederek geri dönen muharip gazileri anım­
satan bir sözdü. Doğum sırasında kromozomların akıl almaz
birleşiminden ya da genlerde arta kalan ve aileden gelen ka­
lıtımsal bozukluklardan kaynaklanan bir çaresizlik anlamın­
daydı. Elbette bunlardan hiçbiri onda karşılığını bulmuyor­
du. Ogi'den büsbütün farklı bir dünyada olan şeylerdi.
Sedyeye uzanmış bir halde, muayene odasına ya da labora­
tuvara gittiği zamanlarda insanlar, ona ya açıktan baktılar ya
da bakmamak için çabaladılar. Yetişkinler kasten bakmıyor­
lardı. Dikkat çekmeyecek şekilde Ogi'yi süzdükten sonra il­
gisizliklerini abartıyorlardı. Çocuklar ise tam tersiydi. Ogi'ye
bakıyorlardı. Ellerini tutan annelerine seslenerek ya "Anne
şuna baksana!" der, ya korktuklarından olsa gerek, yüzlerini
buruşturur ya da gerçekten korktuklarını söylerlerdi. Ogi'nin
peşinden geldiklerinde ise "Amca, neden yaralandınız?" veya
''Yüzünüze ne oldu?" gibi sorular da soruyorlardı.
Masumiyetten ziyade Ogi'nin nefret ettiği bir şey varsa o
da sempatiydi. Büyükler, çocukların sorularına karşılık " Öy­
le yapma, ayıp ! " diyerek ellerinden tutup çekiyorlardı. ''Yara­
lanmış işte. Yazık adama!" diyerek sessizce sinirleniyorlardı.
Bazıları, Ogi'den korkuyor gibiydi. Sevgililer aniden bir­
birlerinin ellerini tutuyor, sohbet edenler de konuşmalarını
kesip Ogi'nin uzandığı sedyenin geçip gitmesini bekliyordu.
32

Sanki Ogi'den kaçınarak kendilerini olası bir kazadan ya da


bir felaketten koruduklarına inanıyorlardı. Başka nedenler
de olabilirdi. Belki de Ogi'nin yüzünün çirkinliğindendi.
Ogi, birkaç aydır hastanede yatmasına rağmen kendi vü­
cudunu bir türlü kabullenemedi. Bundan böyle vücudunu
kontrol edemeyeceğine razı olması kolay değildi. Ö nceki ken­
disiyle şimdiki kendisi arasındaki uyuşmazlıkla nasıl baş
edeceğini bilemiyordu. Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmaya­
cağını kestirmekten başka bir şey yapamıyordu; ileride ne
kadar değişikliğin olacağı ve bunun kendisini nasıl değiştire­
ceği konusunda bir tahminde bile bulunamıyordu.
E skisinden tamamen farklı bir yaşam şekline alışması
gerekiyordu. Bir lokantaya oturup hafiften çeşnili, organik
malzemelerden yapılmış yemekleri yavaşça çiğneyerek yal­
nızca içindeki besleyicileri değil; ortamı, tatlan ve yemenin
verdiği hazzı hissedemezdi. Lastik bir tüp aracılığıyla belirli
miktardaki sıvı gıdayı içine çekiyordu. Ne dişlerini kıpırdat­
maya, ne çenesini devindirmeye ne de dilini döndürmeye ge­
rek vardı. Lastik tüpün sokulacağı anki hoşnutsuzluğun ar­
dında sıvı gıdaların kaygan kıvamı ya da yavanlığı vardı. Ka­
zadan önce devamlı probiyotik aldığından bağırsakları iyi bir
şekilde çalışıyordu, dışkılamada herhangi bir problemi yok­
tu. Artık bunun da bir faydası olmaz olmuştu. Kalınbağırsak­
larla makatının kontrol yetisini kaybetmesinden dolayı has­
tabakıcının onun nahoş hallerini sürekli görmesi canını sıktı.
Kadrolu profesörlüğe yükselişinin anısına eşiyle beraber
gittikleri İtalya seyahatinde satın aldıkları iki takımı bir da­
ha ne zaman giyebilirdi ki? Şimdi ise üzerine hastanenin adı
basılmış , kolay açılıp kapanan hastane kıyafetleri içinden de­
zenfektan kokusu nispeten daha az olanını tercih etmek en
fazla yapabileceği şeydi. Ogi, gün boyu yatakta dümdüz uza­
nıyordu. Hastabakıcı, bacaklarıyla ayak bileklerinin altına
yastık koyarak topuklarının yatağa değmesini engelliyordu.
33

Yatak yaralarını önlemek için Ogi'nin bedenini günde birkaç


kez yana çevirerek yatırıyordu. Sabah ve öğleden sonra birer
defa, hem sağa hem de sola döndürüyordu. Hastabakıcı, onu
her çevirişinde yakınıyordu.
Ogi, bilinci yerine geldikten ve üzerinden ancak bir hay­
li zaman geçtikten sonra kendi yüzünü gördü. Aynadaki yü­
züne epey zaman sonra pürdikkat baktı. Arada bir camla­
ra yansıyan kendi şeklini görmesine görmüştü. Laboratuva­
ra giderken, sedyeye uzandığında, asansörün duvarına ya da
tavanına yansıyan halini gördüğü zamanlar olmuştu. Hemşi­
renin taktığı kocaman kol saatine yüzünün yansıdığı da olu­
yordu.
Kırk yedi yıldır bir kez bile şüphelenmediği şeyler arasın­
da kendi yüzü de vardı. Ogi'nin yüzü, kemik yapısı tamam­
landıktan sonra da her kilo alıp verdiğinde değişmişti. Ço­
cukluğundaki yüzünün esnekliği ve rengi tamamen kaybol­
muş ve yerçekimi alt çenesini sarkıtmıştı. Sıklıkla sivilce ya
da yağ kabarcığı türünden şeylerin çıkması, benzinin gittik­
çe kararması gibi nedenlerle yüzü sürekli değişim geçirmiş­
ti. Ama bunun her zamanki gibi kendi yüzü olduğu kesindi.
Uzun olmamasıyla beraber kararında bir burun direği, değir­
mi elmacıkkemikleri, kuaföre her gidişinde yeterince kırkıl­
ması gereken gür kaşları, gözkapakları görünmeksizin enle­
mesine basık gözleri vesaire . . . Bunların hepsi kaybolmuştu.
Bozulan yüz kaslarının güçlendirilmesi için yoğun bir şekilde
takviye edilmiş deriyle bu kasları güçlendirmek için çenesine
takılmış yapay bir kalıp görünüyordu.
Aynanın içindeki Ogi, kesinlikle yabancı biriydi. Bunun
kendisi olduğuna inanmasını sağlayan, sedyenin ayak ucun­
daki isimlikten başka bir şey değildi. Ogi, sakat kaldığını an­
ladığı zamankinden daha büyük bir şok geçirdi. Bilincini to­
parladığı anda duyduğu şüpheye, yani hayatta kalması acaba
muhteşem bir olay mıydı şüphesine kendini bir daha kaptırdı.
34

Peşi sıra her şeyden vazgeçmek istediği anlar geldi. Dok­


torun süregelen psikolojik tedavisi de yaşama bir ümitle sa­
rılmasına zerre yarar sağlamadı. Bilincini toparlamasaydı,
onurlu bir şekilde ölmeyi tercih edebilirdi ama bu fırsatı bi­
le kaçırmış olduğundan canı sıkıldı. Bu, bilincini toparladığı
günün gecesi tavandan sarkıp kendisine bakan eşinin görün­
tüsünden kaynaklanıyordu. Ogi'nin uykusundan tamamen
uyanmasının nedeni kesinlikle oydu.
Geceleri dua edip uyuyordu. Dünyanın sonunun gelmesi­
ni, ani bir ilaç şokundan ya da belirtilerin şiddetlenmesinden
ötürü nefesinin kesilmesi gibi bir olayın patlak vermesini di­
ledi . Ogi, elbette böyle dualar ederken bile bir sonraki gün
ne olup biteceğini gayet iyi biliyordu. Her zamanki gibi gü­
neş doğacak ve Ogi uykusundan uyanacaktı . Dünya, içinde
Ogi'nin olmadığı bir yaşama kaygısızca başlayacaktı. Ogi de
ağzının içinde, gece boyunca birikip kokmuş soluğunu vere­
rek sedyedeki gününe başlayacaktı.
Kaynanası günde bir kez Ogi'yi görmeye geliyordu. Endi­
şeli bir yüz ifadesiyle ona göz atıyor ve hastabakıcıya onun
durumunu sessizce soruyordu. Üstelik iyi olmadığı her halin­
den belli olan Ogi'ye " İyi misin?" diyordu. Çünkü diyecek baş­
ka bir sözü yoktu. Kaygılı gözlerle ona bakarken ille de yap­
ması gerekmeyen, yorganı örtme ya da yatağın etrafını topla­
ma gibi işlerle uğraşıyordu. Ardından hastabakıcıyla birkaç
kelam ettikten sonra gidiyordu.
Bir zaman geldi, kadın kolay kolay gitmez oldu. Ü stelik
hastabakıcıyla havadan sudan konuştuktan ve yatağın çar­
şafını düzeltmeyi bitirdikten sonra bile boş gözleriyle yanda­
ki sandalyede kös kös oturuyordu. Ogi, kaynanasına baktı.
Kadın, pek içini dökmeyen zor bir karakterdi ama nazik ve
derli toplu biriydi. Ona bakınca eşinin de onun gibi yaşlana­
cağını düşündü. Ne zaman ihtiyarlayan eşini hayal etse, ke­
sinlikle kaynanasının yüzü aklına geliyordu.
35

Hastabakıcının bir süreliğine yerinden ayrıldığı sırada


kaynanası, Ogi'nin yanına geldi. Çok utangaç görünüyordu.
Bir süre tereddüt etti, sonra el çantasının içinden kadife kü­
çük bir kese çıkardı. Bunu, elinde sımsıkı tutarak sessizce
durdu. Odanın dışından birinin gürültüsü gelince birden ir­
kilerek kadife keseyi el çantasına koydu ve ses kesilince tek­
rar yerinden çıkardı.
"Bunun ne olduğunu biliyor musun?"
Yüzüktü. Yaklaşık beş milimetre çapında pırlantalı bir yüzük.
Ogi, gözünü kırpmadı. Yüzük olduğunu anladı ama kadın
bunu sormuyordu.
"Kızımın taktığı."
Eşinin yüzüğü. Ogi hatırlayamadı.
"Polis verdi."
Kaynanası, kızının yüzüğünü sımsıkı tutmuş bir halde yü­
zünü kapadı. Ağlıyordu. Ogi, sessiz sedasız durdu. Kadın bu­
nu yapabilirdi. Belki de kızını özlemiş, ona dair bir şeyler an­
latarak onu hatırlatan bir eşyaya dokunmak ve bunları an­
latmak istemişti.
Hastabakıcı kapıyı açtı ve kadının ağladığını görünce ses­
sizce kapattı. Kaynanası şimdiye kadar birçok kez böyle ağ­
lamıştı. Hiçbir yararı olmaksızın ha bire gözyaşı dökmüştü.
Bu kez biraz farklı gibiydi.
"Şey. . . Bunu . . . Alsam olur mu?"
Kaynanası hıçkıra hıçkıra böyle dedi.
"Kızımdan geriye kalan sadece bu."
Ogi , aceleyle gözlerini kırptı. Konuş abilseydi daha da
memnun olurdu. Tabii ki. Bunun lafı mı olur? Annesi olarak
bunu almaya ziyadesiyle hakkınız var. Elbette bu sizin. Pa­
halı yüzüğü isteyen kaynanasının utanmaması için o yüzüğü
alma hakkına elbette sahip olduğunu, ona birçok kez tekrar­
layarak söylerdi.
" Ö zür dilerim. Almaya hakkım olan bir şey değil."
36

Sorun değil. Elbette bu, sizin almanız gereken bir eşya.


Böyle söylemek istedi. Bunu yapamadığından gözlerini en'

fazla bir kez kırptı.


"Alabilir miyim?"
Kaynanası, yine utana sıkıla böyle sordu. Evet diyen izni­
ni kesinlikle alması gerekiyormuş gibi Ogi'den gözlerini hiç
ayırmadı.
Evet. Tabii ki. O yüzük zaten sizin.
Ogi, gözünü kırptı. Sarkık duran çenesindeki kasları hare­
ket ettirerek gülmeye çabaladı.
"Sana minnettarım. Yadigar olsa da gelişigüzel almak ol­
maz . Elbette, asla olmaz . Ü stelik kim bilir bu, ne kadar da
değerlidir? Ama bu yüzük . . . Kızımın başına böyle bir olayın
geldiğine inanamıyorum."
Kaynanası, Ogi'nin elini tuttu. Ağladı . Ogi de onun eli­
ni tutmak istedi. Elbette mazbut ve basiret sahibi kadının
utanmayacağı bir şekilde , eşinden kalan yadigara sahip ola­
cak kişinin, kaynanasından başkası olamayacağını anlayabi­
leceği bir şekilde .
Sessizce ağlayıp duran kadın, birden ürktü. Gözlerini fal
taşı gibi açarak Ogi'ye baktı. Ogi, kadının neden böyle dav­
randığını hemen anladı . Kaynanası, telaşla hemşireye ses­
lendi. Hemşire, onu incelerken doktoru çağırdı. Doktor, bir­
kaç tetkikin ardından Ogi'nin sol elindeki hareket işlevleri­
nin iyileşmekte olduğunu söyledi.
Hayata dönme hissi. Ogi, tüm içtenliğiyle böyle bir duygu
hissetmişti. Son zamanlarda böyle bir canlılık ilk defa geli­
yordu. Her şeyi yapabilecek gibiydi. İ lkin, beyni uyandı. Be­
yin, geçirdiği sarsıntı yüzünden görev yerini terk etmişti ama
kerte kerte iyileşerek eski yerine geldi. Gözlerini açıp yum­
manın dışında hiçbir organı Ogi'nin isteğine karşılık vere­
mezken artık bunlar geçmişti. Motor sinirleri iyileşen sol ko­
lunu hareket ettirebiliyordu. Belki de ölümün eşiğine geldiği
37

yerden, yaşamdan tarafa, yavaşça, geriye doğru, adım adım


dönüyordu.
Doktorla yaptığı moral görüşmesinden pek de fayda gör­
meyen Ogi'de gitgide bir irade oluştu. Sol kolu sayesinde
kendinde arta kalan şeyleri, yaşama tutkusuna sahip olmaya
değer şeyleri aklına getirdi. Bu türden şeyler, bir hayli çoktu.
Sırf sol koluyla bile bütün bu şeylerin hepsini iyice kavraya­
bilecek gibiydi.
Hasta odasına az çok bir canlılık geldi . Hemşire , Ogi'yle
daha çok konuşur oldu. Çok coşkulu biri olmayan kaynanası
bile "Kendini topla. Eve yürüyerek gitmelisin" diyerek Ogi'ye
destek oluyordu.
Ogi, canla başla eski sağlığına yeniden kavuşmak için te­
davi görmeye başladı. Bir program oluşturuldu, günde birkaç
saat rehabilitasyona sarıldı. Kendini çok zorladığından mıy­
dı; üst bacağındaki damarlar çatlayınca, on beş gün boyunca
tedaviye ara verildi. O denli gayret gösterdikten sonra şaş­
kınlığa ve karamsarlığa kapılarak bütün tedavileri reddetti.
"Genelde herkes böyledir."
Doktor, bunun gayet doğal olduğunu söyleyen bir tarzda
konuşmuştu.
"B edende bir hasar oluştuğunda ins anın karmakarı­
şık bir şaşkınlık dönemi geçirmesi normaldir. Kaza sinirle­
ri dondurur, kişide sersemlik ve duyarsızlık oluşur. Bu du­
rumdaki insan, elbette şöyle düşünür : Ben neden böyle ol­
dum? Ne yaptım da bu hale geldim? Hayatta olmaz diye bir
şey yok. Yine de kişinin kendini toparlaması mümkündür.
Çünkü sonuçta insanız . Yavaş yavaş bir istikrar sağlandı­
ğında ise rehabilitasyon tedavisine girişilir. Gelgelelim bu,
uzun sürmez . Kişi, eski sağlığına kavuşmaya çabaladık­
ça bedensel ağrıları artar ama iyileşmesi de ağırdan devam
eder. Bunun kısa sürede toparlanmasını sağlayacak bir olay
olmadığını anladığı anda, endişeye ve karamsarlığa düşer.
38

Yine de sorun yok. Çünkü insan yaşar ve her şeyi yapabilir."


Doktor, bunun, Ogi'nin sıra dışılığından kaynaklanmadığı­
nı, aksine herkesin maruz kaldığı normal bir süreç olduğunu
dostane bir tarzda söyledi.
Ogi sakinleşti. Normal bir süreçten geçtiğini düşününce içi
rahatladı. Şu anda olağandışı olmaya katlanamazdı zaten.
O lağandışı olmak, engelli olmak anlamına geleceği için bu­
nu kaldıramazdı.
5

İ ki hemşire yardımcısı, Ogi'nin uzandığı yatağı önden ve


arkadan tutarak demir kapıdan içeri dikkatli bir şekilde gir­
di . Ogi, dümdüz uzanmıştı ve şimdiye kadar hiç görmedi­
ği bir açıdan kendi evini şöyle bir süzdü. Yatağın her devini­
minde evin beşikörtüsü çatısı değişerek gölgesi hafifçe uza­
dı. Kasvetli dış duvarları heybetli bir şekilde sallandı. Kafur
ağacı, azman dallarını Ogi'nin üzerine doğru iyice uzatıp in­
dirdi. Verandanın sundurması basık bir şekilde görüş alanı­
nı kapattı.
Ogi'nin kalacağı odaya, eskiden eşiyle beraber kullandık­
ları yatak odasına girmesi biraz zaman aldı. Bu, ne hemşi­
re yardımcılarının bir hata yapmalarından ne de Ogi'nin ra­
hatsız bedeniyle kendi başına girmek için inat etmesinden­
di. Ogi böyle bir şey yapamayacak durumdaydı. Üç aylık yo­
ğun rehabilitasyon sürecinde iyiye giden bir şey olmamıştı.
Başını sağa sola birazcık çevirerek sol kolunu kullanabiliyor­
du. Hepsi buydu. Sol kolu, ilk başlarda onda yaşama irade­
si uyandırmıştı. Şimdi ise iyileşme ihtimalinin bir türlü ol­
mayacağına yönelik bir hayal kırıklığına neden olmuştu. Sa­
dakatle yaptığı rehabilitasyon sonrasında tek bir organı da­
hi iyileşmedi. Sol kolunu aşırı kullandığından sürekli koluna
kramp girdi ve kas ağrıları çekti. Cılızlaşan sağ koluyla sol
kolu arasındaki fark belirgindi. Tek başına iyileşen sol kolu
yüzünden bedeninin dengesi de bozulmuştu.
40

Seyyar yatakta, iki hemşire yardımcısının eşliğinde içeri


giren Ogi'nin önünü kaynanası kesti. Kadın, Ogi'nin uzandı­
ğı yatağı var gücüyle sıkıca tutup ağladı. Ogi, onu ilk defa bir
çocuk gibi yüzünü buruşturarak yüksek sesle ağlarken görü­
yordu. Kadın hastanede de sıklıkla ama sessizce ağlamıştı .
Sakin, düzenli ve soğuk bir ağlayıştı bu. Kadın sessiz dur­
duğu zamanlarda bile ağlar gibi görünüyordu. Gelgelelim in­
sanların önünde gözyaşlarını hiç göstermemiş ve kızının ölü­
münü kabullenmiş gibi davranmıştı.
Ogi ancak bir süre sonra odasına yerleşebildi. Ethan Allen
marka gül renkli, ahşap yatak yerine alçak ve dar hastane ya­
tağı konulmuştu. Yüksekliği ve alçaklığı ayarlanabiliyordu.
Eşiyle birlikte yattıkları yatak, Ogi için çok büyük ve yüksek
olurdu. Değişen sadece yatak olmasına rağmen oda, sevimsiz
bir huzurevi gibi bunaltıcı ve ürpertici görünüyordu.
Hastaneden taburcu olma ve Ogi'nin kalacağı odanın dü­
zenlenmesi gibi işlerin hepsini kaynanası yaptı . Kadın,
Ogi'nin doktoruyla bir sonraki ameliyatın programını görüş­
tü. Durumunu sordu ve doktordan duyduklarını Ogi'ye de
iletti. Bir fizyoterapistle ileride yapılacak rehabilitasyon yön­
temini konuştu. Ayakta tedavi için gerekli araç sözleşmesi­
ni yaptıktan sonra eve gelecek olan fizyoterapisti de ayarla­
dı. Ogi, düzenli aralıklarla hastaneye giderek muayene ola­
cak, eve gelen fizyoterapistten de eklem ve kas rehabilitasyo­
nu tedavisi görecekti. Kaynanası, onun kull an aca ğı tıbbi ya­
tak ve tedavisi için gerekli olan her türden destek cihazını da
satın alıp odaya koymuştu.
Onun dışında bu işleri yapacak kimse yoktu. Ogi için aile­
den denilebilecek biri varsa o da sadece kaynanasıydı. Gerçek­
te de kadın, Ogi'nin yasal vasisi olma hakkına sahipti zaten.
Kaynanası, yatılı bir hastabakıcı da buldu. Hemşirenin
yardımıyla bir İnternet sitesine iş ilanı verdi. Yatılı eleman
ilanı olduğundan pek başvuran yoktu . Kaynanası, başvu-
41

ranlarla teker teker buluşarak mülakat yaptı, iş tecrübeleri­


ni sordu. İ çlerinden birini işe almaya karar verdikten sonra
maaşı ve çalışma şartlarını belirledi.
Hastabakıcının kılık kıyafeti pejmürdeymiş ama her şey
bir tarafa, çok tecrübeliymiş . "Son gittiği evde ölüm döşeğin­
deki bir adamı hayata döndürmüş ."
Böyleymiş. Ogi güldü. Ses çıkarabilseydi kocaman bir kah­
kaha atacaktı. Kaynanası, her şeyi abartan yaygaracı bir tip
değildi. Bunlar muhtemelen hastabakıcının abartmasıydı.
Eve gelecek olan fizyoterapist hakkında da benzer şeyler
anlattı. Şimdi baktığı bir hasta, rehabilitasyon tedavisine
olumlu yanıt vermiş.
"Hasta kendi ayaklarıyla yürüyünceye dek sadece bir yıl
geçmiş. Demek ki, işinin ehli."
Ogi'nin nefret ettiği şeylerden biri de tedavisi olmayan
hastalıklardan şifa bulunduğuyla ilgili laflardı . Normal za­
manlarda olsaydı, söylenerek bunlarla alay eder dururdu. İ n­
san, yaşamak için her haltı yerdi elbette. Kesin böyle söyler­
di. Gelgelelim Ogi , can kulağıyla dinliyorum, diye bunlara
katılmak istiyordu. Bunu yapamadığından gözlerini kırptı.
Ogi, hala kulağa bir inilti gibi gelen sesler çıkarıyor veya hiç
kimsenin anlayamayacağı şekilde mırıldanıyordu ama dokto­
run söylediklerine göre bir dahaki ameliyattan sonra kesinlik­
le düzelecekti. Kınlan çenesindeki kaslar, yerine gelmeye çalı­
şıyormuş ve ağır hasar gören ses kirişleri de iyileşmekteymiş.
"He, tamam anladım. Bu benim işim zaten. Teşekküre ge­
rek yok."
Kaynanası, kendince bir karşılık vermişti. Ogi, benim de
söylemek istediğim buydu dercesine tekrar gözlerini kırptı.
"Ben yapmazsam kim yapacak?"
Hafif bir of çektikten sonra sordu.
"Uzun zaman sonra evine geldin, kendini nasıl his sedi­
yorsun?"
42

Ogi gözlerini iyice açarak aşina olduğu, tavandaki dört kö­


şeli lambaya baktı. Hastane odasındaki aşırı parlak ışığa kı­
yasla feri gitmiş denilecek derecede loştu. Kuytuydu. Güven­
lik hissi veren bir aydınlıktı.
"İyi, değil mi?"
Kaynanası, acele ettirir gibi sordu.
Ogi, gözlerini iyice kırptı. Evet, iyiydi. Bu sürede can sıkı­
cı ve acınası günler birbiri ardına gelmişti. İleride böyle gün­
ler bolca olacaktı ama şimdi içi rahattı. Bedeninin ağrıması­
na, hareket edememesine, eşini kaybetmesine rağmen böyle
bir haletiruhiyenin gelmesinden şüphelenecek denli rahatla­
mıştı.
"Elbette iyi. İyi olacak tabii ki. "
Kaynanası, iç geçirir gibi böyle dedikten sonra birden hıç­
kırmaya başladı. Ogi'nin bu derecede iyileşmesi karşısında
sevincinden ağlamıyordu. Kızından dolayı ağlıyor gibiydi. Bu
halde de olsa evine geri dönemeyen bahtsız kızının içler acı­
sı akıbeti için, artık sonsuza dek göremeyeceği kızını özledi­
ği için ağlıyordu.
Ogi, kaynanasına baktı ve onu teselli edercesine gözleri­
ni kırptı. Kaynanası, hastanedekinden daha farklı bir şekil­
de hıçkırıklarla ağladıktan sonra kendi sözleriyle kararları­
na bir karşılık olarak sanki onun rızasını ve övgüsünü talep
ediyordu. Ogi yorgundu ama öyle yaptı.
Ne var ki kadın, daha yüksek perdeden ağlayınca Ogi boş
bakışlarını tavandan tarafa çevirdi . Konuşmasa, iletişim
kurmak için ille de gözlerini kırpmasa, icabında bunları bi­
le yapmasa rahat ettiği zamanlar vardı. İşte şu an bunlardan
biriydi. Ogi, bitkin düşüyordu. Birilerini avutacak durumda
değildi. Ondan daha bahtsız biri yoktu. Kaynanası, bunu bil­
mek zorundaydı. Onun kendisine bakıp ağlayışını Ogi bugü­
ne dek anlayışla karşılamıştı ama ilerleyen zamanlarda bu­
na öfkelenecek gibiydi.
43

Kaynanası artık sessizce ağlıyordu. Birden yüksek sesle ve


gözlerinden yaşlar boşanarak hüngür hüngür ağlasa anında
durulurdu ama hıçkırarak sızlanmasının ne zaman bitece­
ğini kestirmek zordu. Ogi, kısa sürede mutsuzlaştı. Belki de
kendisi için mutluluk ya da rahatlık bir lükstü. Kaynanası,
kızının öldüğü ve Ogi'nin de bir başına hayatta kaldığı gerçe­
ğini kamçılamıştı. Ogi, ölen eşine imrenmesini gerektirecek
bir durumdaydı ama etrafındakilerden, her şeye rağmen ha­
yatta kalmasının ne de büyük bir mucize olduğunu söyleyen
kıytırık laflar duyuyordu.
Ogi, tek başına kalmak istedi. Aşina olduğu kendi evine ne
kadar zaman sonra geri geldiğini bilmiyordu. Hastanede de
arada bir yalnız kalabiliyordu. lki kişilik bir odaydı ama yan
sedyedeki hasta, muayeneye alındığından çoğunlukla odada
durmuyordu. Kısa bir süreydi. Ya hemşire ya hastabakıcı, ba­
zen kaynanası veya yan sedyedeki hastanın ziyaretine gelen
ailesi, arkadaşları sürekli odaya girip çıkıyorlardı.
Hastanede olmak, uydukentin haftanın beş günü açık pa­
zarında gezinmek gibi bir histi. Her gün gürültülüydü ve her
önüne gelen kapıyı açıp içeri giriyordu. Dahası Ogi, sonday­
la çişini yaparken bile kapıyı açıp içeri girerek bir şeyler söy­
leyen birileri olurdu. İ leride de bu işi hastabakıcıya bırak­
mak zorunda olmasıyla beraber bir başına kalmak istemesi,
imkansız bir arzuya yakındı. Yine de alışkın olduğu evine göz
atıp, onu koklayıp, çarşafını okşayıp tavandaki desenleri sa­
yarken de olsa yalnız kalmak istedi.
Kaynanasının, odadan çıkmaya hiç niyeti yok gibiydi. Ses­
siz sedasız ağlayıp dururken bir ara susup yatağın ayak
ucundaki katlanır iskemleye oturdu. Oturduğu yerden Ogi'ye
bakmaya başladı. Ogi ise belki bir şey isterse anında karşı­
lık veririm diye gözlerini ondan hiç ayırmadı. Arada bir ağzı­
nın içinden bir şeyler geveleyerek homurdanıp duruyor ama
Ogi'ye söylemiyordu. Ogi, kaynanasından hiçbir ricada bu-
44

1 unmak istemedi. İleride ricada bulunması gereken çok şey


olacaktı ama en azından şimdi sırası değildi.
Sekiz ay sonra geri dönmüştü. Eşiyle beraber çıktıkları se­
yahatten yalnız başına dönmesinin ne anlama geldiğini di­
ğer insanlann bilip bilmediklerini merak etti. Ogi, içinde bu­
lunduğu duruma öfkelenmekle beraber halini hiç kimsecikler
anlayamayacağından kendini yalnız hissetti.
Belki de kaynanası Ogi uykuya dalınca odadan çıkma­
yı düşünüyordu. Ogi gözlerini yumdu. Kaynanası kımılda­
madan sessizce oturuyordu. Ufak da olsa bir ses çıkararak
Ogi'yi rahatsız ederim diye usulcacık soluyordu. Ogi, derin­
den ve alenen soluk verdi. Kaynanasına çaktırmadan baka­
yım derken belki de gözkapakları anormal bir şekilde titre­
miş olabilirdi ama sürekli uyuyormuş numarası yapıyordu.
Sırf bir süreliğine yalnız kalabilmek için.
Kaynanasıyla ilk defa böyle uzun süre baş başa kalmış­
lardı. Kızıyla evleneli on beş yıl olmuştu ama bu süre zarfın­
da uzun uzadıya hemen hemen hiç konuşmamışlardı. Ne fi­
kir alışverişi yapmaları gereken ne de üzerinde konuşacak­
ları bir konu olmuştu. Kaynanası az konuşurdu ve utangaç­
tı, Ogi de ona karşı nazik değildi. Onunla yakınlaşmaya ça­
lışmasına da gerek yoktu. Kadınla Ogi'nin arasında her za­
man eşi vardı. Kaynanası, her zaman kızını arar ve ne tür­
den bir iş olursa olsun, onunla istişare ederdi. Eşinin anne­
siyle sohbet ederken arada bir Ogi'yi konuya dahil etmesi bi­
le kafiydi. Eşi yokken, her konuda çok konuşan bir kaynata­
sı vardı. Kaynatası, hangi konuya olursa olsun küfredip eleş­
tirerek başlar, bundan dolayı söyleyecekleri bitmek bilmezdi.
Kaynanasıyla ilk karşılaştıklan zamanı daha dünmüş gibi
hatırlıyordu. Ogi, gergindi ve eşinin ebeveynleriyle ilgili iki
tavsiyesini aklının bir köşesine iyice koymuştu. Babası çok
konuşurmuş ama annesi öyle değilmiş . Dolayısıyla kaynata­
sına iyice kulak verip sözlerine katılacak, kaynanasını ise sü-
45

rekli konuşturtacaktı. İ kinci tavsiyesinde de "Babamın haya­


tında birçok şeyi var ama annemin benden başka hiçbir şeyi
yok" demişti. Bu, babasının umursamaz , annesinin ise sağ­
lam bir bağlılığı olduğu anlamındaydı. Kaynatasının önünde
şimdiye kadarki başarılarını bir güzel övme , kaynanasının
önünde ise kızını takdir etme düşüncesindeydi.
Ogi, elinden gelenin en iyisini yapmak istedi. Eşinin an­
nesiyle babasına iyi görünmek istedi. Ogi, eşini seviyordu ve
eşinin ebeveynlerinin memnun kalacakları bir düğün yap­
mak istedi. Durumu buna el vermediği için kendini daha da
zorladı. Geleceği pek de parlak olmayan beşeri bilimler ala­
nında doktora yapıyordu, ne ana-babası ne de onlardan kal­
ma varlığı vardı. E şinin ebeveynleriyle buluşmaya gidince ,
kendi durumunun iyice farkına vardı.
Kaynanası, yaşına kıyasla genç görünüyordu. Güzelce yaş­
lanmıştı ve zarifti. Ü zerinde alışıldık komşu teyzeliğinden
zerre eser yoktu. Yüz hatları keskindi ve iri gözlü kızının ter­
sine değirmi bir yüzle yarımay görünümlü göz şekline sa­
hipti, dış görünüşü de iyiydi ama bunlara rağmen kızına bir
hayli benzediği hissini veriyordu. Eşi, anası gibi yaşlanırsa
iyi görüneceğe benziyordu.
Yine de yanardöner kadının sokulgan bir yanı olmadığın­
dan aksine daha da rahatsız oldu. Kaynanası, biraz daha ba­
sit ve cana yakın olsaydı Ogi, yemek boyunca soğuk terler
dökmezdi.
İ lk başlarda her şeye bir kulp takan kaynatasıyla geçin­
mesi zor oldu. Öyle ki, iyi görünmeye çalışmasının bir hata
olduğunu düşündü. Başından beri sürekli yumuşak bir yüz
ifadesi takınan kaynanası, gittikçe daha da çekilmez olma­
ya başladı. Eşi umursamıyordu. Alakasız insanlar arasında
oturuyormuş gibi davrandı. Tuhaftı. Kaynatasıyla kaynana­
sı olacak kişiler neyse de, eşi bile tanımadığı biri gibiydi. Da­
ha sonra anladı ki, eşi için de ortam garipti. Her zaman dışa-
46

rılarda gezen babası ve kocasıyla değil de kendine varını yo­


ğunu veren annesiyle beraber uyumlu bir şekilde oturmuştu.
Kaynanası, ağzına aldığı yiyeceği ses çıkarmadan çiğneye­
rek bir kızına bir de Ogi'ye sırayla bakıyordu. Kızına baktı­
ğı andaki gururlu yüz ifadesiyle Ogi'ye baktığı andaki kuş­
kulu yüz ifadesi kesişti. Yine de çoğunlukla görgülü, seviye­
li ve nazik bir tebessüm takınıyordu. Sözün kısası, yüz ifade­
si iticiydi.
Yalnızca kaynatası, Ogi'ye sürekli soru yağdırdı. Genelde
Ogi'nin anne ve babasıyla ilgili sorulardı. Ogi, her ne cevap
verdiyse kaynatası ahlayarak sonunu getirdi. Nasıl oldu da
böyle erkenden vefat ettiler, diyordu.
İ nsanlar, Ogi'ye anne ve babasından bahsederken dikkatli
davranırlardı. Bu şekilde, Ogi'nin çocuk yaşta başına gelme­
mesi gereken bir işe maruz kaldığını öğrenmesini sağlarlar­
dı. Anne ve babasından mümkün mertebe söz açmaz , arada
bir laf açılınca da yarasını deştiklerinden ötürü nazikçe özür
dilerlerdi . Hep bu anlarda, Ogi'nin keyfi bozulurdu. Sebep­
siz yere kendisiyle alay eden çocuklarla kapıştığı zamanlar­
dakine benzer bir duyguya kapılırdı. Onların hepsi de Ogi'ye
anasız babasız kalmanın bir yetersizlik olduğunu öğrettiler.
İnsanların hepsi bunun farkındaydı. Ogi'ye noksanlık hissi­
ni dayattılar.
Kaynatası, Ogi'ye annesinin nasıl vefat ettiğini sordu. Ne­
resinden rahatsız olduğu, ne kadar z am an hastalandığı, han­
gi hastanedeki uzman hekimden tedavi gördüğü türünden
şeyleri en ince ayrıntılarına kadar öğrenmek istedi.
Ogi, annesine dair yalan söyledi. Şimdiye dek hep böyle
yaptığından bu konuda pek zorlanmadı . Annesinin karaci­
ğer hastalığından vefat ettiğini söylüyordu, hatta bazen ger­
çekten de böyle ölmüş olamaz mı, diye düşünürdü. Annesi­
nin uzun süreli depresyondan ötürü uykusuz kalıp acı çekti­
ğini, ne ağır iş ne de içki yüzü görmesine rağmen üst üste bi-
47

nen yorgunlukların kadının karaciğerinde hasara yol açtığı­


nı söyledi.
Ogi, kaynatasının soruları karşısında biraz panikledi .
Kaynatası, ilk müdahaleye suç bulan tam teşekküllü hasta­
nedeki bir uzman hekim gibi davrandı. Karaciğer değerleri­
nin kaç derece yükseldiğini, bu değere ulaşıncaya dek ne ka­
dar zaman geçtiğini, yapılan ilk müdahalede bir yanlışlığın
olup olmadığını, doktora böyle bir soru yöneltip yöneltmedi­
ğini ha babam sordu.
Babasına dair daha fazla sordu. Ogi'nin, bağırsak tıkanık­
lığı falan festekiz diyen doktordan bahsetmesi bir hataydı.
Kaynatası, uzman hekimin dahi doğru dürüst kim olduğunu
bilemeyen Ogi'yi beceriksizlikle suçlayıp eleştirerek ona so­
rular sormaya devam etti.
Kaynatasının az arlamalarına adamakıllı karşılık vere­
mezdi. İ lkin mesnetsiz cevaplar vermek istedi ama çok son­
radan bunlardan bihaber olmasının gayet doğal olduğunu
anladı. Bundan dolayı Ogi, hastanelerde dolaşıp durduğu sü­
reci gereksiz yere dillendirdi, doğru dürüst bildiği bir şey ol­
madığından yerli yersiz konuştu ve sonuçta kusurunu bulan
kaynatasından karaciğer hastalığının ya da kanserin aileden
gelip gelmediği gibi şüpheyle karışık soruları da duymak zo­
runda kaldı.
Daha sonra da kaynatası, Ogi'nin anasından babasından
pat diye söz açtı. Bu, onların ölümlerinin özel bir hastalıktan
kaynaklanmasından ya da kuşaktan kuşağa geçip gelecekteki
ailenin mutsuzluğuna neden olur endişesinden değildi. Sade­
ce Ogi, yakışık almıyor gibiydi. Ogi'de olmayan şeyleri hatır­
latmak adamın yegane amacıydı sanki. Şimdi olmayan ve ile­
ride de kesinlikle olmayacak şeyleri anlatarak Ogi'nin içinde
bulunduğu vaziyetin farkına varmasına çabalıyor gibiydi. Ogi,
eşine baktı. Eşi, ifadesiz bir yüzle karşısındaki duvara gözleri­
ni dikmişti. Ogi'ye yardımcı olma düşüncesi yok gibiydi. Belki
48

de Ogi'yle beraber buraya oturmadan önce bütün bunları, ana­


sıyla babasından çoktan duymuş da olabilirdi.
Kaynatası, en sonunda Ogi.'ye, "Madem öksüzsün, düğünü­
nüzde de el öpme merasimini atlasak olur mu?" diye bıyık al­
tından gülerek sordu. Ogi bocaladı ve kaynanası araya girdi.
"Müdür Bey! Ben de bir öksüz değil miyim? Müdür Bey de
keza öyle. Zaten bir vakit herkes öksüz kalmayacak mı? Laf
ola beri gele !"
Kaynatası, mahcup olmuşçasına su içti. Suyun hepsini iç­
tikten sonra gür bir sesle bir bardak su daha istedi. Ogi, ha­
fiften öne doğru eğilip ayağa kalktı ve odanın dışında duran
kadın garsondan su istedi.
Kaynanası, sessiz bir şekilde kaynatasına dersini vermişti.
Eşi ise böyle bir babaya ve kocasını "Müdür Bey" diye çağıra­
rak ona çıkışan bir anneye alışkın görünüyordu. Kısa bir sü­
re kaşlarını çattı ama pek bir karşılık vermedi.
Kaynanasının sözleri işe yaradığından mıydı; kaynata­
sı yemek boyunca "öksüz" kelimesini bir daha ağzına alma­
dı. Ogi'nin annesiyle babasına dair sorularına devam etmedi.
Geveze kaynatası, konuyu hemencecik değiştirdi. Ogi'nin bir
ümit vermeyen araştırmalarını ve pek de parlak olmayan ge­
leceğini konu edindi. Bu türden sorular olsaydı mesele değil­
di. Bunlar Ogi'nin eşiyle, iş arkadaşlarıyla, dahası danışman
hocasıyla da her zaman konuştuğu konulardı zaten. Ogi ve iş
arkadaşları, kendilerinin beş para etmez bir işe zamanlarını
ve paralarını yatırmakta olduklarını söyleyerek şakalaşırlar­
dı. Böyle davranarak meçhul geleceklerinin verdiği endişeyi
biraz da olsa hafifletirlerdi.
Bununla birlikte anne ve babasının kendisine itimat etme­
meleri, Ogi için yabancısı olduğu bir iş değildi. Zaten baba­
sı da her zaman Ogi'yi yadırgardı. "Sen ne zaman adam ola­
caksın ha? Herifin oğluna bak! Her gün odanın bir köşesinde,
kıytırık kitaplara bakarak ne yaptığını sanıyorsun?" Ogi'yi
49

her görüşünde babası böyle derdi. Babasının adam olmaktan


kastı ekonomik bağımsızlıktı.
Kaynanası, yine dikkat çeker derecede kaynatasına çıkıştı.
"Müdür Bey de ahlak bilgisi derslerine giriyordu. Omür
boyu lüzumsuz şeyler öğrenip de bunları öğretmiş olmana
rağmen böyle mi konuşulur?"
Kaynanası , s anki muhteşem bir şakaymış gibi gülerek
böyle demişti. Ogi, nasıl bir tepki vermesi gerektiğini bileme­
yince şaşalayıp kaldı. Kaynatası da peşi sıra güldü. En ufak
bir kımıltısı olmaksızın sessizce duran eşi de birazcık güldü.
Yalnızca Ogi gülmedi. Ogi, bu ailenin üzerinden bir hayli za­
man geçmiş şakalarından ötürü kendisinin bunlarla zerre
alakası olmayan bir eloğlu olduğunu hatırladı.
Kaynanası önden birkaç aperatifle başlayarak tatlılar ge­
linceye dek her türden sofra takımını kusursuzca kullandı.
Bir yemeği yedikten sonra peçeteyle ağzının kenarlarını dik­
katli bir şekilde siliyordu, tabağın sağ tarafına çatalıyla bıça­
ğını yan yana koyuşu usturupluydu.
İlk başlarda Ogi; canı istediği gibi sofra takımını kullanan
kaynatası , bu türden şeylere dikkat etmeyi hırpani kabul
eden eşi, kusursuz bir sıraya ve adaba göre yemek yiyen kay­
nanası arasında biraz şaşkına döndü. Arada bir eşiyle kay­
nanasına gözünün ucuyla bakarak çatal, bıçak tercihi yaptı
ve onunla aynı hızda yem ek yemeye çabaladı. Lafını sakın­
madan fırça çeken kaynatasından ziyade zarif bir şekilde asıl
niyetini gizleyen kadına adamakıllı yaranmak istedi.
Ü çüncü yemek geldiğinde kaynanası, Ogi'ye dalgın dalgın
baktı. Kaynatası ve eşi yemeye başladılar. Kadın, bocalayan
Ogi'ye şöyle dedi.
"Buyur, başla lütfen."
Konuşma tarzı sevecen ve nazikti ama nedense Ogi sınan­
dığını düşündü. Kaynanası, Ogi'nin başından beri yan yan
kendisine baktığını biliyor gibiydi. Belki de buna boşu bo-
50

şuna dikkat ediyordu. Kadının pekala iştahı da olmayabilir­


di. Gelgelelim Ogi her şeyi bir test olarak düşündü. Bu, aşın
gerginliğinden kaynaklanıyordu.
İlk buluşma yeri olarak Jangchung mahallesindeki otelin
seçilmesi, -kendisi yer ayırtmak için telefon edince yer yok
denmişti ama eşinin annesiyle babası arayınca küçük bir oda
verilmişti- gezi rotasını kaynanasının çok önceden belirleme­
si, Ogi'nin kafasına takıldı.
Yemek bittikten sonra odal arına çıkarken kaynanası
adımlarını yavaşlatarak Ogi'ye yaklaştı. Kaynatası, boğazını
temizler gibi öksürerek önden yürüdü. E şi, annesiyle Ogi'ye
sırayla baktı. Kaynanası , gözleriyle kocasını işaret ederek
Ogi'ye "aferin" diye fısladı. "Müdür Bey, normalde de böyle
muziptir" diye de ekledi . Ogi, "Yok efendim" diyerek sorun
değil anlamında elini salladı.
"Bir insan nasıl bu kadar düzgün olabilir? Vefat eden an­
nenle baban da bugünleri görselerdi, seninle gurur duyarlar­
dı. Kesinlikle gurur duyarlardı. Öksüz denmesinden aşağılık
duygusuna kapılırsın zannetmiştim ama beyhude bir endi­
şeymiş ."
Kaynanası, yüreklendirircesine Ogi'nin elini iki kez sıvaz­
ladı ve kızına çabuk gel, dedikten sonra tekrar önden yürüdü.
Ogi ve eşi, arkalarından bakarak tek söz etmeden koridor­
dan çıktılar. İkisi, iyi yıkanmış siyah bir otomobile binip ora­
dan ayrıldıktan sonra Ogi, eşinin ellerini tutmasını bekledi
ama eşi, tam bu sırada gelen bir taksiden tarafa bir şey söy­
lemeden el etti.
Ancak biraz zaman geçtikten sonra o an eşinin değil de
ilk önce kendisinin elini uzatması gerektiğini düşündü. Ogi
eşinden teselli bulmak, eşi de Ogi' den özür dilemek istemişti.
Ne var ki eşi hiçbir özür dilemedi. Belki de ne için özür dile­
mesi gerektiğini de bilemedi.
Kaynanasının sözleri , kafasında sürekli yankılanıyordu.
51

Düzgün olduğu, aşağılık duygusuna kapılmasından endişe­


lendiği . . . Bu sözler, Ogi'nin yüreğinde kaynatasının yemek
boyunca devam eden apaçık azarlamalarından daha derin
çukurlar açtı. Kaynanası, resmen içine nüfuz etmiş gibiydi.
Ogi'nin sahip olamadığı şeyler yüzünden aşağılık kompleksi­
ne kapılmasına değer bir insan olduğunu, pek de düzgün ye­
tişmediğini söylemeye çalışmıştı. Yani kaynatası bunlardan
dolayı onu alenen paylamış, kaynanası ise daha zarif bir yön­
temle bunları ona hatırlatmıştı.
Eşi, annesiyle babasının Ogi hakkında neler düşündükle­
ri ya da ne dedikleri gibi bir şeyden hiç bahsetmedi. O günkü
yemek hakkında konuşmaktan kaçındı. Eşinin annesiyle ba­
basının gözüne girmek istemişti ama işler Ogi'nin dilediği gi­
bi gitmemişe benziyordu. Belki de eşi, Ogi'yle evlilik bahsini
açınca ebeveynleriyle tartışmıştı.
Birkaç gün kendi kendini yedi, sonra eşine ıkına sıkına
sordu. Eşi omuz silkti. Ogi, bunu yanlış anladı. Annesiyle ba­
bası iyi şeyler söylemediklerinden bu konu hakkında onun
konuşmak istemediğini sandı ama durum böyle değildi. Sa­
dece anlatacak bir şey yoktu. Eşi, kendi ailesiyle Ogi hak­
kında en ufak bir şey bile konuşamadıklarını söyledi. Bunun
üzerine Ogi şaşırınca eşi baktı olacak gibi değil , açtı ağzını
yumdu gözünü.
"Bizimkiler kavga ettiler."
"Benim yüzümden mi?"
"Hayır, annem 'Müdür Bey' diye hitap ettiği için."
Eşi, utandığından mıydı, hafiften güldü.
"Annem, sadece keyfinin yerinde olmadığı zamanlarda ona
böyle hitap eder. İğneler yani. Babam okul müdürü falan de­
ğildi. Okul müdürlüğü şöyle dursun, yaş haddini bile tamam­
layamadan erkenden emekli oldu."
"Neden?"
''Vakıfta bir olay olmuş. Bunu da babam üstlenmiş ."
52

"Ne olayıymış?"
"Bunu ben nereden bileyim?"
"Babanın işini nasıl bilmezsin?"
"Sen kendi anne ve babanın işlerini pek mi iyi biliyorsun?"
Eşi ciddileşerek soruya soruyla karşılık verdi, ardından
Ogi de bir kahkaha atarak durumu idare etti.
Ogi, ancak düğün tarihi kararlaştırıldıktan sonra kayna­
tasının istifa etmesinin asıl nedenini öğrendi. İ ş arkadaşı
olan bir öğretmenle flört ettikleri ayyuka çıkınca işinden ay­
rılmıştı. İkinci kez annesi ve babasıyla buluştuklarında eşi
söylemişti. Jangchung mahallesindeki bir otelde gelinle da­
madın baş eğerek birbirlerini selamladıkları törenden bir
yıl sonrasıydı. Araları soğuk görünen bu ikisinin durumunu
izah ederken konu da kendiliğinden açılmış gibiydi.
Eşinin yenice taşındığı evi, Mapo'da bulunan, koridor yapı­
lı bir apartman dairesiydi. Salona üzeri aşınmış, manda deri­
sinden kocaman bir kanepe konulmuştu. Bundan dolayı düm­
düz salon bir hayli dar görünüyordu. Karşı taraftaki duvara
montajlanmış televizyon öyle büyüktü ki kanepeyle arasında­
ki mesafe epey yakın geliyordu. Kaynatası, buna alışkınmış
gibi kanepeye iki kolunu koyarak oturmuş, sesini iyice kıstı­
ğı televizyondaki bir golf kanalını izliyordu. Rengarenk kıya­
fetler giymiş, bel altlarını zorlayan bir pozisyonda durarak sa­
lınan insanlar aşın derecede gülünçlerdi ama bunlara bakan
kaynatanın yüz ifadesi lüzumundan fazla ciddiydi.
Kaynanası, etekleri yerleri süpüren bir ev kıyafeti giyiyor­
du. Bu üst başla elinde parlak gümüş bir tepsiyle çay servi­
si yapan endamı, gerçekdışı ve tuhaftı. Çok sıcak olduğundan
mı yoksa bayat mıydı, siyah çaydan hiçbir koku çıkmıyordu.
Ogi, çayını bardağın dibine kadar üfleye üfleye içti. Kayna­
nasının ev kıyafetini yerlerde süründürerek daracık ahşap
döşemenin üzerinden her gidiş gelişinde kaynatası açıktan
cıkcıklayarak söylendi durdu.
53

Neyin nesiyse, geveze kaynatası da yalnızca diliyle cıkcık­


lamış ve çenesini kapatmıştı. Eşi, üstünü değiştireceğini söy­
leyerek odasına girmişti, kaynanası da kocasına ya da Ogi'ye
bir bakış dahi atmadan kitap okuyormuş gibi yapıyordu. Ogi,
bakışlarını çevirebileceği bir yerler arayarak evin içini göz­
den geçirdi.
Evdeki yaşam izlerinden, maddi durumlarının zamanla
kötüleştiği hissediliyordu. Ebatları uymayan yabancı mar­
ka eşyalar; muhtemelen ressam Kim Ki-chang'a ait, taklit
edilerek yapılmış , nadir bulunan bir Kızıl Kuş resmi; ayak­
kabılığa sığmadığından olsa gerek, antrenin bir tarafına yı­
ğılmış ünlü markaların ayakkabı kutuları gibi şeyler. . . Eve
kıyasla evin içini dolduran eşyalar bir hayli büyük olduğu
için de böyle bir his oluşuyordu. Bölme tipli soğutucunun
bir kısmı mutfağa sığmadığından salona taşmıştı . Salonun
daralmasına katkı sağlayan ağır, ahşap yemek masasının
üzerinde fırın, kahve makinesi ya da su ısıtıcı gibi ev alet­
leri vardı. Yemeğin nasıl pişirileceği göz önüne bile alınma­
dan, eşyalar neresi boşsa oraya gelişigüzel konulmuşa ben­
ziyordu. Salondaki cam vitrinin içinde küçük, porselen bir
vazo vardı . Ogi , buna bir süre baktı . Ö yle ki tencere, tabak
takımı , çay bardağı gibi şeylerin yer aldığı salondaki vitri­
nin içinde üzerinde zerre yaşam emaresi olmayan tek şey
sadece bu vazoydu.
Kaynata beklenmedik bir şekilde erkenden emekliye ay­
rılıp bir sebepten geçim masraflarını kısacak duruma gele­
rek, para edecek eşyaların tümünü satıp savdıktan sonra el­
de avuçta kalan tek şey belki de buydu. Pek bir özelliği olma­
yan şekliyle sıra dışı mavimsiliğine bakılırsa, pahalı bir eşya
değildi, belki de ucuz olduğu için geçim masraflarını kısma
telaşesinde bir köşede öylece unutulmuş da olabilirdi.
Salona gelen eşi, Ogi'ye pat diye vurdu. Ogi de ancak o an­
da, kendisi salondaki vitrine dalmışken kaynanasının gözle-
54

rini ona diktiğini fark etti. Kaynatası da yadırgayan bir yüz


ifadesiyle Ogi'ye bakıyordu.
''Vazonun rengi güzelmiş."
Utanan Ogi, gereksiz bir laf etmişti. Kaynata, cıkcıklaya­
rak kanepeye bedenini iyice gömdü. Kaynana, sessiz seda­
sız dururken dışarıdaki oyun parkında bağrışan çocukların
sesleri duyulunca, birden balkona çıkıp çocuklara bir hışım­
la çemkirdi.
"Hişt, hey! Çok gürültü yapıyorsunuz ama, gidin uzakta
oynayın!"
Kaynata tekrar cıkcıkladı. Karısına açıktan sert sert bak­
tı. Ogi şaşırdı. Bu, kaynatanın hareketinden de kaynaklanı­
yordu ama kaynananın cırtlak sesi bir türlü dinmedi.
Eşi, anne ve babasına bir şeyler uydurup Ogi'yi de yanına
alarak evden çıktı. Asansörle inerken babasının emekliye ay­
rılma nedenini güzelce anlattı. Anne ve babasının tuhaf ha­
reketlerini açıklarken dünyada böyle şeylerin olmadığını dü­
şünmüş gibiydi. Ardından Ogi daha bir tepki göstermeden eşi
kahkahayı bastı.
"Bu arada, canım! Şu vazo olayı var ya . . . "
Ogi afallamış bir yüz ifadesi takınınca eşi tekrar kıkırdadı.
"O rengin nesi güzelmiş? Canım, hakikaten zevksizsin."
"Sahte mi yoksa?"
"Sahte ya da değil ne önemi var? Vazo falan değil, bir urna o."
"Böyle bir şeyin evde işi ne?"
"Anneannemin küllerinin saklandığı kap ."
Ogi , şaşırmamak için kendini tuttu. Eşi utanabilir diye
böyle yapıyordu ama aksine onun bu soğukkanlılığı eşine da­
ha tuhaf gelmiş gibiydi.
"Bunu biliyor muydun?"
"Bilme imkanım yok tabii ki."
"Benim annem var ya. O Japon."
"Nasıl?"
55

"Aslında melez. Anneannem Japon'muş . Annem, ortaokul


yıllarına kadar Japonya'da yaşamış ve anneannemle dedem
ayrılınca dedemin peşinden Kore'ye gelmiş. Dedem bir Kore­
liyle yeniden evlenince, annem de üvey annesiyle bir süre ya­
şamış. Bir daha ne Japonya'ya yolu düşmüş ne de dedem git­
mesine izin vermiş. Birkaç yıl önce, binbir zahmetle kendisin­
den haber aldığı bir akrabası o şeyi getirdi. Peki, o akrabası­
nın o kadar yıl sonra Kore'ye neden geldiğini biliyor musun?"
"Kabı vermek için mi?"
Ogi, gayet doğal dercesine bir karşılık vermişti.
"Nami Adası'na gelmiş. Yonsama'dan dolayı. Yani ünlü ak­
tör Yonsama sayesinde anneannemle annem birbirlerine ka­
vuşmuşlar."
Ogi ve eşi, bir müddet gülüştüler.
"Neden onu, ölü kemiklerinin saklandığı bir yerde muha­
faza etmiyor?"
"İlk başlarda sadece kısa süreliğine yanında bulundurma­
yı arzularken gördüğün gibi sürekli evde durur olmuş . Anne­
min küçükken yaşadığı evde bir ata sunağı varmış. Bunu sen
de görmüşsündür, öyle değil mi? Japon evlerinde bulunan
Budist mabetleri yani. Buralardaki Buda heykelciklerine ya
da ata yazıtlarına taparlar. Annem, küçüklüğünden beri ata
sunaklarındaki urnalara bakarak büyüdüğünden evin içinde
böyle bir şeyin olmasını hiç de tuhaf karşılamıyor gibi."
"Bir kitapta okumuştum. Kırk dokuz gün boyunca ölüden
kalan külleri ata sunağında saklayıp kutsal kabul ederlermiş."
"Sadece kırk dokuz gün olsa yine iyi . . . İ lkin hem iğrenç
hem de korkunçtu. İçinde anneannemin kemiklerinden kal­
ma küllerin olduğunu düşününce, ona bakamıyordum bile."
"Şimdi de öyle mi?"
"Artık unuttum elbette . Bazen insanlar, tıpkı senin yaptı­
ğın gibi 'vazo' dediklerinde bu bana gülünç geliyor. . . Yine de
korktuğum zamanlar oluyor."
56

"Kaptan sesler mi geliyor yoksa?"


Sanki bir sırmış gibi, eşi sesini alçaltarak, "Annem, bazen
bu kaba bakıp onunla konuşuyor" dedi. "Onu okşayarak kısık
sesle bir şeyler söylüyor. Tıpkı anneanneme bir şeyler anla­
tırcasına, küçük bir çocuk gibi sesler çıkarıyor. İşte bu anlar,
benim için hem korkunç hem de tiksindirici oluyor."
"Ne söylüyor?"
"Japonca konuştuğundan benim ne haddime bilmek?"
"Demek ki halen iyi konuşuyor."
"Hatırladığı sözler var sanının. Dedem, Japonca konuşma­
sını yasaklamış . Annem, ne zaman Japonca konuşsa dedem
onu azarlarmış . Japonlara benzeyecek endişesiyle telaşa ka­
pılmış olmalı. Annemin anlattığı kadarıyla, ortaokula kadar
Japonca konuştuğundan Korece telaffuzu bozulunca konuş­
mamaya başlamış . Muhtemelen çocuklar onunla alay etmiş­
ler, büyükler de tuhaf gözlerle ona bakmışlardır."
Eşi, ailesi hakkında neredeyse ilk kez konuşmuştu. Şimdi­
ye kadar pek bir anlam ifade etmediğini düşündüğünden an­
latmamış da olabilirdi ama Ogi'ye bunlar epey ilginç gelmiş­
ti. Üzerinde, bir bulmacayı çözmüş olmanın verdiği keyif var­
dı . Anlattıkları, özellikle kaynanasını tanımasına yardımcı
olmuştu. Ogi'nin Japonlar hakkındaki izlenimi, nazik ve za­
rif olmasına rağmen asıl niyeti bir türlü anlaşılamayan kay­
nanasına uyarlandığında her şey kendiliğinden anlaşılıyor­
du. Bu, iyi bir yöntem değildi ama Ogi, sonraları eşinin aile
fertleri, bazen yedi kat el gibi geldiğinde kendisini sanki ya­
bancı uyruklu birileriyle muhatap oluyormuş gibi hissederdi.
6

Bahçe mahvolmuştu. Ö yle ki sekiz ay içinde nasıl olur da


bu denli harap olabilir dedirtecek derecedeydi. Bitkilerin bir
kısmı çoktan ölüp gitmiş bir kısmı da solgun köklerini topra­
ğa salmıştı. Dimdik durmalarına rağmen ölüp gitmiş olma­
ları ürperticiydi. Emlakçı aracılığıyla geldiklerindeki ilk ha­
lini andırıyordu. Bunak kocakarıyla canlılığını yitirmiş ihti­
yarın, gölgede duran Ogi'yle eşine baktıkları andaki o bahçe­
yi andırıyordu.
Eşinin baktığı bahçe , artık yerinde yoktu. O zamanlar ne
tür çiçeklerin açtığını pek hatırlayamadı. Bunda kendi ilgi­
sizliğinin de kabahati vardı ama ayrıkotlarının dikkat çek­
meyecek şekilde uyumlu ve doğal görünmelerinin de payı yok
değildi.
Gelip geçenler, bir süreliğine durup demirden yapılma, al­
çak çitlerden bahçeye göz atarlardı. Hatta biraz bakabilir mi­
yiz , diye müsaade bile isterlerdi. Eşiyle Ogi memnuniyetle
müsaade ederlerdi. Eşi bahçeyle övünmek ister, Ogi de eşiy­
le gurur duyardı. Civardaki evlerde epey bakım isteyen bah­
çelerin ortadan kaldırılarak sadece modern ana yapıların ge­
ride bırakılmış olmasıyla veya çam ağaçlarının yahut bodur
ağaçların dikildiği küçük çaplı bahçelerle kıyaslandığında,
Ogilerin bahçesi kesinlikle farklıydı.
Eşi, bahçeyi o hale getirinceye dek birkaç yıllık zahmete
katlanmıştı. İ lk yıl başarısız oldu. Komşu evdekiyle benzer
58

türde bodur ağaçlar dikti ama daha üzerinden iki mevsim


geçmeden hepsi ölüp gitti. Bir sonraki yıl da pek tatmin edi­
ci olmadı. Anca üçüncü yılında bahçe büyük ölçüde bir şekle
girdi. Bu da geçen yıldı.
Ogi, bahçenin bakım işlerine eşinin neden bu denli can at­
tığını tam olarak bilemiyordu. Buna ne zaman başladığını ise
biliyordu. Yani eşinin daha önceleri bahçeyi kullanma usulü­
nü ne vakit değiştirdiğinin farkındaydı.
Bahçeyi sadece güneş şemsiyesi koyup barbekü yaparak
yiyip içmek için kullanıyorlardı. Kocaman bir masayı ortaya
alıp iki ızgarayı yan yana koymuşlardı. Kaliteli bonfile, file­
to, sosis , patates ve mantar gibi yiyecekleri ızgara yapıyor­
lardı. Ara sıra eş dost çağırarak küçük çaplı partiler de dü­
zenliyorlardı. Eşinin ailesiyle Ogi'nin sınıf arkadaşları gelip
gitmişti. Ogi'nin okuldan meslektaşları da uğramıştı.
Ogi'nin meslektaşları gelip gittikten sonra eşi bahçenin
şeklini değiştirdi. Masayı sattı ve barbekü ızgarasıyla mal­
zemeleri ambara tıkıştırdı. Ardından toprağı eşelemeye baş­
ladı. Bu iş Ogi'nin dikkatini çekmesine rağmen ancak birkaç
gün geçtikten sonra eşinin bahçe konusundaki kararlılığını
anladı.
O sıralarda Ogi, bir hayli meşguldü. Okul işlerinin dışın­
da kariyer yapmaya değecek başka bir işe heves ederek bu­
nun için gayret ediyordu. Vakıftan destek alan bir araştırma
ekibi kurmuştu. Üyesi olduğu çeşitli akademiler olmakla be­
raber harici kurumların danışmanlık işlerini de geri çevirmi­
yordu. Bir önceki yıl yayımlanan kitabının birkaç kuruluş ta­
rafından okurlara tavsiye edilmesi sayesinde, arada bir ders
vermesi için teklifler de geliyordu. İ lkin ilginç geldiğinden,
sonrasında da hazırladığı konuyu tekrar etmesi yeterli oldu­
ğundan ders tekliflerini kabul etti. Degu'ya, Gunsan' a ya da
Busan'a ders vermeye gittiği zamanlar da oldu.
Ogi, ne zaman kendi branşına dair bir açıklama yapsa ak-
59

l a karayı seçerdi. Coğrafya branşı demesine rağmen insanlar,


branşını tarih olarak anlardı. İ lk başlarda Ogi, coğrafyanın
dünyanın şeklini çizen bilim dalı olduğunu, tarihin ise dün­
yaya dair metinler oluşturduğunu bıkıp usanmadan açıkla­
dı ama daha sonraları buna lüzum görmedi. Yalnızca uzman
olanlar bunu anlıyor, uzmanlığı olmayanlar ilgilenmiyorlar­
dı zaten.
Coğrafya, gayrimenkul hakkında geniş bilgi sağlayacağın­
dan hiç olmazsa toprak satın almaya yarar şeklindeki yaygın
yanlış anlama içerisinde, Ogi'nin tam da bu sebepten müsta­
kil bir ev satın aldığını söyleyerek bir hayli laga luga yapan­
lar da oldu.
Tez konusu olarak haritacılık bilimini seçmesi, o zamanki
danışman hocası yüzündendi. Emekli olunca kitap yazma işi­
ne kendini kaptıran hocası, bu küçücük ülkede topoğrafyaya
ömrünü vermenin anlamsız olduğunu söyleyerek Ogi'ye tez
konusunu haritacılık bilimi olarak değiştirmesini önermişti.
Ogi, onun sözüne uydu. Ö nceki danışman hocası emekli olun­
caya değin tezini tamamlayamadığından danışman hocasını
değiştirmesi gerektiği için böyle bir karar almıştı.
Ö nceki hocası, Ogi'ye kızdı. Haritacılık bilimine dair an­
layış, son zamanlarda ortaya çıkan nispeten yeni bir iş oldu­
ğundan bunun bir uzmanlık olarak ele alınmasının tehlikeli
olduğunu salık verdi. Haritacılık biliminde nam sahibi araş­
tırmacıların Avrupa'ya ya da Amerika Birleşik Devletleri'ne
okumaya gitmedikleri müddetçe yaptıklarının hiçbir anlamı
olmadığını söyledi. Harita araştırması ve çizimiyle ilgili ça­
lışmalar henüz başlangıç safhasında olduğundan bu sahada
araştırma yapan bilim insanlarının geleceklerinin, analiz et­
mek istedikleri o haritalardan daha müphem olduğu yönün­
de güvenilir bir tavsiyede de bulundu. Ogi, bu sözleri can ku­
lağıyla dinledi ama tez konusunu değiştirmedi.
Üst sınıftan arkadaşları, Ogi'nin tercihi hakkında onu sü-
60

rekli tiye aldılar. Böyle bir şey durduk yere olmamıştı. İlkin
kuşku uyandıran övgüleri sürdürdüler. Bir zaman sonra onu
hinoğlu hin ilan ettiler. Üst sınıftan bir arkadaşı, onun ba­
şarı için "karısını ve çocuklarını satabilecek birisi" olduğu­
nu söyledi. Ogi malın gözüdür. Ogi gibi yapmalı. Biz neyiz
ki ? Beş para etmiyoruz! Güya kendilerini suçluyorlarmış gi­
bi Ogi'yi eleştirmeye devam ettiler. llkin tezden dolayı sızla­
nıp durduğunu sanmıştık. Kasten zaman kazanmaya çalıştı­
ğını hangimiz bilebilirdik k i ? Daha sonraları açıktan konuş­
tular. Bu it, oldukça kurnaz. Fırsatçının teki. Hayatta her za­
man hep böyle itler başarılı olur.
Ogi, yanlış anladıklarını kanıtlamak için harita proj eksi­
yonu hakkında araştırmalar yaparak dikdörtgen biçimli es­
ki haritaları incelemeye zaman harcadı. Antik Babil harita­
sından başlayarak günümüzdekilere varıncaya dek haritala­
rı sürekli gözden geçirdi. Böyle yaptıkça daha da büyük bir
çıkmazın içine düştü. Her ne kadar çabalasa da kesin olana,
sonsuza değin ulaşılamıyordu. Haritaları incelerken Ogi'nin
farkına vardığı şey buydu. Haritayla yaşamın izini sürmek
imkansızdı. Haritasız dünyayı anlamak zor olsa da dünyanın
yalnızca haritayla ifade edilebileceğinden şüphe duydu.
Mantıklı geliyordu. Kesinkes incelenemeyecek olmasıy­
la beraber görünmeyen izleri birilerinin kasten gerçek bir
mekana dönüştürmeye çabaladığının işaretiydi. Bazen de bu
sebepten konu gözünde sıradanlaştı. Çünkü tam olarak bili­
nemeyip tek seferde açıklanamayarak her türden siyasi ama­
ca ve rahatlığa göre yorumu farklılaşan bir dünya, şimdiki
dünyayla ille de farklı değildi. Yine de haritalar başarısızlık­
lar vasıtasıyla iyileşmişti. Bu noktada yaşamdan on kat daha
iyiydi. Çünkü yaşamda başarısızlıklar sadece yığılıyordu, ba­
şarısızlıklar aracılığıyla yaşamın kendisinde iyiye giden bir
şey yoktu.
Ogi, mesleğini nasıl icra edebileceği konusuna kafa patlat-
61

tı. Google Earth ve her türden sanal site tarafından sağlanan


harita hizmetlerinin ve uygulamalarının yayılışına odaklan­
dı. Web haritalarının muhtemel sonuçlarını araştırıp elde et­
tiği bulgularla makaleler yazarak dersler verdi. Eski harita­
lar, Ogi'ye herhangi bir yarar sağlamadı ama bunları Google
Earth'le harmanlayınca kendisine okul dışında faaliyet gös­
terme yolları da açılmış oldu.
Ogi, bir dersinde Amerikalı coğrafyacı Waldo Tobler'in söz­
lerinden alıntı yaptı: "Coğrafyanın birinci yasası: Her şey her
şeyle ilişkilidir ama yakın şeyler birbirleriyle -uzak şeylere
kıyasla- daha fazla ilişkilidir." Ogi, Waldo Tobler'in amacın­
dan farklı bir şekilde bu sözü kendince yorumlayarak hane
halkına iyi davranıp karıkocanın birbirlerine karşı dürüst ol­
maları gerektiği şeklinde bir latife yaptı. Dersin sonunda ise
alaylı bir dille şöyle dedi: "Bir haritanın dünyayı olduğu gibi
gerçek haliyle gösteremeyeceği açık. Çünkü bu imkansızdır.
Kısacası mutlak bir dünya haritası yoktur. İ leride de olma­
yacaktır. "
Ogi, ilk dersinden sonra basit ve sıradan bir konuyu ken­
dinden emin, tumturaklı bir dille abarttığını düşünerek suç­
luluk duygusuna kapıldı ama bir süre sonra dinleyicilerin bu
türden bir üsluba itimat ettiklerini anladı.
Meslektaşlarının, Ogi'nin okul dışındaki faaliyetleriy­
le derslerine odaklanışını uygun bulmadıkları zamanlarda o
bir mazeret olarak artık kırklı yaşlarının ortalarına geldiği­
ni öne sürdü.
Kırklı yaşları düşündüğünde, en önce aklına gelen anne­
siydi. Kırk yaş, annesinin kendi hayatına kendi elleriyle son
verdiği yaştı. Babasının bir şirkette işe girip kendi işini kur­
ma konusunda düşüncelere dalarak dışarılarda gezinmeye
başlaması da o vakitlerdeydi. Yani kırklı yaşlar ya dünyaya
uyum sağlamanın ya da mükemmel hatalar yapmanın kesiş­
tiği dönemdi. Elbette Ogi dünyaya uyum sağlamak istiyordu.
62

Suçluluk duygusundan kurtulmak için eşinin bir vakitler


okuduğu Heo Yeon'un bir şiirini arada bir hatırladı. Bir dize­
sinde kırklı yaşlara bütün günahların çok yakıştığını söyle­
yen bir şiirdi. Ne zaman bu dizeyi hatırlasa, içi bir şekilde ra­
hatlardı. Sadece kendisinin değil genelde herkesin böyle ola­
cağı bir dönemdir, diyerek kendini avutup iyi hissederdi.
Kısa süre önce Ogi, o şiiri tekrar bulup okumuştu. Kırk­
lı yaşlardaki adamların maddiyatçılıklarına dair bir maka­
le yazmak niyetindeydi ve yazının giriş kısmına o şiirden bir
alıntı koymak istedi. Eşinin kitaplığından Heo Yeon'un bü­
tün şiir antoloj ilerini çıkarıp içindekiler bölümünü gözden
geçirdi. "Kırklı Yaşlar" ya da "Kırk Yaş" diye başlığı olan bir
şiir yoktu.
Şairin adını karıştırmış değildi. Eşiyle beraber o şiiri oku­
yup üzerinde konuşmaları daha dün gibi aklındaydı. "Otuz
Choi Seung-j a, Kırk Heo Yeon" diye bir şey demişlerdi. Ya­
ni otuzlu yaşların enginliğini dile getiren şair Choi Seung­
j a ise, yozlaşan kırklı yaşları tam olarak kavrayanın da şair
Heo Yeon olduğu anlamına geliyordu bu. Peki, ellili yaşlar ki­
mindi? Eşi sormuştu bunu, ama akıllarına bir şey gelmeyin­
ce bildikleri şairlerin adlarını sayıp elli ermişlik yaşıdır, şii­
rin lafı mı olur, diyerek şakalaşmışlardı.
Ogi, Heo Yeon'un bütün şiirlerini okudu ve en sonunda o
şiiri buldu. O şiirin ne başlığında ne de içeriğinde kırklı yaş­
lar ifadesi geçiyordu. Şairinin yaşıyla bakıldığında, takriben
o yaşların ifade edilmiş olabileceğini tahmin etmekten öteye
gidemedi. Şaşırdı. Daha ilk işittiği anda mutlaka kırklı yaş­
larla alakalı bir şiir olduğunu düşünmüştü.
Ogi'ye göre kırklı yaşlara günahın yakıştığını söyleyerek
bu dönemi tam anlamıyla tanımlamak olanaksızdı . Kırklı
yaşlarda, günah işlemek şarttı . Bunun da iki nedeni vardı:
Kırklı yaşlarda insanın ya aşırı derecede çok şeyi olurdu ya
da hiçbir şeyi olmazdı. Yani kırklı yaşlardakiler otoriteden,
63

yoksunluktan ya da öfkeden ötürü kolaylıkla günah işlerler­


di. Otoriter kimse, kibrinden ötürü kolaylıkla kötülük işler.
Ö fke veya yoksunluk hissi, haysiyeti zedeleyerek ödlekliği
hissettirir ve sabrı yok ederek kişinin yaptığını adalet duy­
gusuyla süsler. Gücün suiistimal edilmesi durumunda mad­
diyatçı bir züppelik; öfkeden kaynaklı durumda ise arta ka­
lan bir fazlalık oluşur. Dolayısıyla kırklı yaşlar, o zamana ka­
darki yaşamın neticesini gösteren bir dönemdi. Ayrıca ondan
sonraki yaşamın tahmin edilmesine de olanak sağlayan bir
dönemdi. Sonsuza değin maddiyatçı bir züppe olarak mı ya­
şayacaktı yoksa bir fazlalık olarak mı arta kalacaktı?
İlle de ve sadece bu iki seçenek varsa Ogi, birincisine da­
ha yakındı. Farkında olduğu ya da olmadığı bir ara, gittikçe
bir yığın şeye sahip oldu, daha fazlasına sahip olmak istedi­
ği için alenen dümen çevirdi, bundan bir utanç da duymadı.
Bazen bu yaşamı oldukça huzurlu geldiğinden hiçbir şeyi de­
ğiştirmek bile istemediği zamanlar da oldu. Avcunun içindeki­
lerin bir tekini dahi kaybetmek istemedi. Bir şeyi başarmaya
kendini kaptıran babasını eleştirirdi ama kendisi de ondan hiç
geri kalmaz derecede çoktan aynı değerlerle yaşamaktaydı.
Ogi, arada bir kendini yumruğunu iyice sıkmış bulurdu.
Uzun süre zorladıysa da hiçbir his duyumsayamazdı. Bunun
üzerine avcunun içi kızaracak derecede zorladığı elini birkaç
kez açıp kapatırdı. Bu denli zorlayacak kadar avcunda kav­
radığı neydi ki? Ü zerinde uzun uzadıya düşünmeksizin tek
seferde bir yığın şey aklına gelirdi.
Ogi'nin eşi hakkında bir kez olsun böyle bir şey aklından
geçmemişti ama o kendini hayatta başarısız görecek diye en­
dişelendi . E şi, yapmaya niyetlendiği bir işte sürekli ümit­
sizliğe kapılırdı ve kendi yeteneğiyle bir şeyleri başarmış ol­
ma duygusunu pek tatmamıştı. Yine de yaşamını zevkli bul­
muşsa bunun hayırlı olduğu söylenebilirdi ancak eşi değiş­
mişti. Ne bir arkadaşıyla buluşuyor, ne bir şeyler öğrenmek
64

için sağda solda dolaşıyor ne de falancaya benzemek istedi­


ğinin lafını ediyordu. Cüzdanına fotoğraf koymak ya da bir
şeyi kullanmak istediğini dahi söylemiyordu. Eskisi gibi öy­
le çok kitap da okumaz olmuştu, arada sırada Kinfolk'a ya da
yalnızca bahçecilikten bahseden dergilere göz gezdiriyordu.
Bazen salona geldiğinde, burası neresi diyen gözlerle eve ve
bahçeye bakıyordu. Eşinin o bakışları aklına geldiğinde, Ogi
yaşama karşı duyduğu açlığı giderme gayesiyle kendini bit­
kilere vermiş olamaz mı, diye düşünmeye başlamıştı.
Bunun tamamen farklı bir nedeni de olabilirdi. Belki de
bahçeyi Ogi'nin elinden almak istiyordu. Eşinin bahçeyi dü­
zenlemeye başladığı dönemi düşündüğünde bu da mümkündü.
Ogi'nin bahçede meslektaşlarıyla gece geç vakitlere kadar
içki içip gevezelik ederek gülüşmelerinden ve bir sonraki bu­
luşmaya sözleşip ayrılmalarından sonra eşi, bahçeyi sadece
kendisine ait bir mekan olarak değiştirmişti.
Meslektaşlarıyla farklı zaman aralıklarında birlikte dok­
tora yapmışlardı. Aynı bölümde profesör olan M . ilk mezun
olandı. Ogi'yle beraber doktora yapan K. ve J. gelmişlerdi .
Ö ğrencisi S. de vardı. K. , Ogi'yle aynı pozisyon için :qıülakata
girmişti. Ogi kazanmış, K. kazanamamıştı. J. , Ogi'den sonra
mezun olmuş, birlikte araştırma proj esine başlamışlardı. S . ,
Ogi göreve geldikten sonraki ilk araştırma görevlisiydi.
Onlar da bir zamanlar Ogi'yle benzer sıkıntılar hissetmiş ,
aynı gelecek kaygısını yaşamışlardı . Doktora yaptıklarına
pişman olduktan sonra seve seve beraberce boyun eğip sık­
lıkla sarhoş oldular. Umutsuz oldukları için arkadaşlıkları­
nın geliştiği bir dönemdi. Aslında en başta bundan dolayı ar­
kadaş olmuşlardı. Sonra işin rengi değişti. İ ç içe oldukları dö­
nem sona erdi. Yine de Ogi her zamanki gibi onlarla iyi ge­
çindi.
Eşi, çok önceden beri onları izliyordu. Birliktelerken hiç­
bir tuhaflık olmadan oldukça iyi anlaşıyorlardı. O günkü par-
65

ti fikri de eşinden çıkmıştı. Eşi, güneş şemsiyesinin al tında


duran tik ağacından yapılmış kocaman masaya oturup onlar­
la rahatça sohbet etmiş, etleri ızgarada pişiren Ogi'ye yardım
etmiş, masadaki bir tabak boşaldığında anında mutfağa gi­
dip tabağı başka yiyeceklerle doldurup getirmişti.
Ogi, her şeyden çok arkadaşlarını bu eve çağırıp toplayı­
şı böbürlenmek gibi görünmesin diye davranışlarına dikkat
etmişti. Bunun için bankaya olan borcunun aylık faizinin ne
kadar olduğunu abartarak anlattıkça anlattı ve hemen son­
rasında pişman oldu.
Erken bir saat olmasına rağmen J. , sarhoş olunca uyuk­
lamaya başladı. M . 'yle K. 'nin sohbetleri bitecek gibi görün­
meyince Ogi , J. 'nin koluna girip onu salona götürdü. J. 'yi
kanepeye yatırdıktan sonra buzdolabından şarap alıp gel­
di . Birkaç gün önce mağazadan M . 'nin damak zevkine uya­
rak Fransız şarabının yüksek tanenli olanından manasız ye­
re birkaç şişe almıştı.
Başka sarhoş olan yoktu. E şi de diğerleri de aynıydı. Şa­
raplarını aheste aheste içerek tartışmaksızın, kahkaha at­
maksızın, özel bir mevzu olmaksızın, sakin bir biçimde soh­
bet ettiler. Tatmin edici bir buluşmaydı. Olması gerektiği gi­
bi bir partiydi.
E şi öyle düşünmüyordu. Ertesi gün öfkelenerek küçücük
bir şeyden ötürü Ogi'ye çıkışıp diklendi. Ogi onu avuttu. Eşi­
nin düşündüğü şeyin asla olmadığını söyledi.
Kadının böyle davrandığı zamanlar vardı. Hiç olmayacak
bir şeyde ufak kusurlar bulup en kötüsünü hayal eder ve bu­
nun gerçekleşmesi ihtimalini abartırdı. Öyle zamanlarda eşi
bir hayli kırıcı ve asabi olurdu. Sadece kendi düşüncelerine
inanıyordu, onların hakikat olduğundan emindi. Ogi'nin söy­
lediği her şeyi yalanlardı, yalan söylüyorsun diyerek ona bas­
kı yapar, itiraf ettirinceye dek zorlardı. Bu şekilde bir müd­
det öfkelendikten sonra çok geçmeden özür dilerdi. Düşünce-
66

!erini abartma alışkanlığını suçlayarak mümkün oldukça sa­


dece iyi şeyler düşüneceğine söz verirdi.
Ogi iyiydi. Ü zülüyordu ama sinirlenmiyordu. Çünkü eşi
her zaman böyle davranmıyordu.
Eşi bahçeyi toprakla örttü. Ü zerinde dikildiği arazinin
hepsini toprakla örtecek gibi görünüyordu. Ö lü bitkileri kök­
lerinden söküp toprağı gelişigüzel çapalamaktan tatmin ola­
mıyordu. Toprağı basitçe sürme işini bitirdikten sonra to­
humcuya giderek fidanlar satın alıp dikti. Kısa süre içinde
hepsi öldü.
Derken iş biraz daha ciddiye bindi . Bahçecilikle ilgili ki­
taplar satın aldı, okudu, gün boyu bahçede durdu, uzman­
ların yazdıkları kitaplara bakarak birkaç sayfalık bir bahçe
krokisi çizdi. Ogi ne zaman işe gitse eşi güneşin parlayıp par­
lamadığına bile bakmaksızın geniş kenarlı ve yüzünün yarı­
sını kaplayan iş şapkasını ve dayanıklı eldivenlerini giyip ,
boynuna havlu atıp , kollarına ultraviyole ışınlarından ko­
runmak için siyah kolluklar geçirip ayaklarına çizme giyerek
toprağı düzleştiriyordu. Ogi işten eve döndüğünde bile mut­
laka aynı üst başla olduğu gibi duruyor, sabahkinden daha
fazla toza toprağa bulanmış elbiseleriyle bahçede oturuyor­
du. Kadın tohumcudan ya da Yangjae mahallesindeki bota­
nik bahçesinden başka bir yere gitmiyordu. El küreği ve çapa
haricinde tırmık, çepin, yüksek dal budama makası, destek
sırığı, çuval bezi gibi şeylerden alarak her defasında Ogi'ye
bunların faydalarını açıklıyordu.
Ogi, bu türden şeyleri bahçe işl erinden anlayan birisine bı­
rakalım, dedi. Ne var ki eşi böyle düşünmüyordu. Ogi, bütün
olanlara seyirci kaldı. Anca kadın bahçeye atmak için toprak
alacağını söylediğinde olmaz diyerek başını salladı.
"Biz evi satın aldık, bahçeyi değil! "
Bu durumun hiç içine sinmediğini eşinin anlamasını istedi.
Eşi, "Solucan yok" diyerek karşılık verdi.
67

"Solucan mı?"
"Buradakilerin hepsi ölü toprak. Solucanın bile yaşamadı­
ğı bir toprak. Solucan olmak zorunda. Ancak o zaman topra­
ğın üzerinde her şey yetişebilir. Dahası bizim evin toprağın-
d an . . . "
E şi, daha cümlesini bitirmeden kıs kıs güldü. Ogi, deva­
mında anlatacağı şeylerin hiç de komik olmayacağını tahmin
etti ve tahmininde yanılmadı.
"Amonyak kokusu geliyor. Anlaşılan ihtiyarlar, buraya
çöğdürmüşler."
Ogi , kaşlarını çattı . Eşinin kendini kaptırdığı iş her ne
olursa olsun, onu desteklemek istiyordu. Yetenekliydi ama
sürekli beyhude girişimlerde bulunuyordu, herhangi bir şe­
yi başarma duygusunu dahi tadamamış vaziyette sadece alay
edip eğlenen eşi hakkında kaygılıydı. Ogi o güne dek kendi
alanını genişletmeye zaman harcamış, eşi ise zamanla yal­
nızlaşmıştı. Gençlik yıllarındaki halini düşündükçe, onun
şimdiki görünüşüne bakıp üzülmemek elde değildi.
Yine de bahçeye çömelerek sürekli toprağı kazıp durması­
nın, amonyak kokusunun nereden geldiğini anlamak ya da
solucan bulmak için olduğunu düşünmek bile keyfini kaçırı­
yordu. Elbette bütün bunlar toprağın iyi mi kötü mü olduğu­
nu anlamak niyetiyle yaptığı şeylerdi ama toprakta solucan
yok derken takındığı o tuhaf yüz ifadesi ve ihtiyarların top­
rağa çöğdürdüklerini hayal ederek kıs kıs gülüşü aklına ge­
lince, her ne hikmetse, zar zor aldığı bu ev bile kendisine iğ­
renç geldi.
Eşi, en sonunda yeni toprak satın alarak bahçenin her ta­
rafını baştan başa sürdü. Yüzeyde kalan toprakla aşağıda
kalanı birbirine karıştırarak eski toprağı havalandırdı. Bir
kürek toprak alıp hemen öncesinde kazdığı yeri doldurdu.
Giriş kapısını merkeze alarak sağ tarafa bodur ve üzüm­
sü meyveleri olan ağaç türlerinden, sol tarafa da çiçek ve ot
68

gibi sık bakım gerektiren bitkilerden ekti . E n iç tarafta ka­


lan yere ise karık sırtları yaparak yenilebilecek bazı bitkiler­
den ekti. Ana yapının her iki tarafına ağaçlar dikti. Giriş ka­
pısının yanına kirlihanım çiçekleri ekti, ana yapının sağına
önceki bahçede duran iki manolyayı taşıdı ve soluna da bir
kafur ağacı dikti.
Bahçe kapısından evin giriş kapısına doğru uzanan karo
taşlarının sağına ve soluna çok yıllık soğanlı bitkilerden ekti.
Bunlar çiğdem, kır lalesi, kaladyum, yıldız çiçeği, turnaayağı
gibi bitkilerdi. Ogi, bunların hepsine "çiçek" diyor ve hiçbiri­
ni ayırt edemiyordu. Eşi, bunların hepsine birer küçük isim­
lik yapıştırdı. Kimi zaman isimlikleri görünmeyecek şekilde
kapattıktan sonra Ogi'ye bitkilerin adlarını sorardı. Ogi, ve­
receği doğru cevapların eşini sevindireceğini bilmesine rağ­
men dobra dobra karşılık verirdi. Eşi de "Bunu neden ezber­
leyemiyorsun ki?" diye tüm samimiyetiyle merak edercesine
sorardı. Her defasında da Ogi "Bunu neden ezberleyeyim ki?"
derdi kendi kendine. Ne var ki, aslında Ogi, her ne kadar ça­
balasa da zambakla lavantayı birbirinden ayırt edebilecek
cesarete sahip değildi. Kır lalesiyle çiğdem gibi taçyaprakla­
rının rengi ya da ebatları birbirine benzeyenleri de ayırt et­
mesi zordu. Eşi, her ne kadar çiğdemin erciğinin sarı; kır la­
lesininkinin ise yapraklarından daha mor olduğunu söylese
de Ogi'de değişen hiçbir şey yoktu.
Ogi, eşi ne zaman ç iç e kl e rin dilinden konuşmaya kalksa
bundan nefret ediyordu. Çiçek dili denilen şeyin gazetelerde
çıkan günlük burçlar gibi hiçbir anlamı yoktu. Yine de eşi bı­
kıp usanmadan çiçeklerin dilinden bahsediyordu. Kır lalesi­
nin yok olup giden arzularla geçici aşk anlamına geldiği tür­
den şeyler söylüyordu. Ogi, her seferinde kayıtsızca başıyla
onaylıyor ama eşinin artık çekilmeyecek derecede daha da
çocuklaştığı düşüncesini kafasından bir türlü atamıyordu.
İlk yıl, bahçedeki işler başarısız oldu. Eşi, sanki olacakla-
69

rı tahmin etmiş gibi hiç hayal kırıklığına uğramadı. Ancak


birkaç yıl geçtikten sonra her şeyin tam kararında olacağı­
nı söyledi, her seferinde bahçe krokisini düzelterek masanın
önüne yapıştırdı. Bir vakit gelecek, buraları İngiliz bahçele­
ri gibi olacaktı. " İ ngiliz bahçeleri" dediği şey muhteşem renk­
ler le dengesiz ağaçların birbirine bir şekilde uyum sağladı­
ğı bahçeler miydi ki? Ogi çalışma odasındayken, eşi İ ngilizle­
rin siyah çayından getirmeye başladı. O zaman kadının elle­
rinin farkına vardı. Her tarafı makas kesiğiydi . Tırnak ara­
ları toprak doluydu. Kadın, bitkilere eldivenle dokunduğun­
da parmak uçları uyuştuğundan mümkün mertebe çıplak el­
leriyle iş yaptığını söylüyordu. Bu elleriyle pirinç yıkayıp la­
pa pilav, ebegümecinden fermente fasulye çorbası ya da tofu
yahnisi pişirdiğini düşününce Ogi'nin iştahı kesiliyordu.
Bahçecilik konusundaki takıntısını anlayamadığı vakitler­
de , eşinin uzun zaman önce gazeteci olmak istediğini söyle­
yip Oriana Fallaci'nin fotoğrafını üzerinde taşıyarak gezin­
diği günleri aklına getirerek bu durumu anlayışla karşıladı.
Belki de şimdi Tasha Tudor gibi bir kocakarı olmak istiyor­
du. Ya da bahçecilikle ilgili bir kitap yazmak da isteyebilirdi.
Şimdiye dek olduğu üzere öyle bir kitap asla yazılmayacaktı.
Ogi'ye göre eşinin talihsizliği, hep falanca biri gibi olmak is­
temekle beraber bundan yarı yolda vazgeçmesiydi.
Hafta sonları Ogi de ister istemez bahçe işlerine yardım­
cı oldu. Eşi, bundan hoşlanarak Ogi'ye çeşitli işler buyurdu.
Ogi, dallara sürterek kollarının kıpkırmızı yanıp kızarmasın­
dan hemencecik usandı. Çalışmak hoşuna gitmediği için kas­
ten kaytardığına yönelik eşinin azarlamalarına maruz kaldı.
Yine de onunla yan yana çömelerek demirden yapılma alçak
çitlerin ardından gelip geçen komşularıyla selamlaşıp hal ha­
tır sormak hoşuna gidiyordu. Böylesine bir beraberliği rüya­
sında göremezdi ama hayalini kurduğu manzaralardan biri­
nin bu olduğu kesindi. Pencerenin kenarındaki sardunya ya
70

da kırmızı kilden büyük saksıya ekilmiş bitki gibi şeyler, ke­


sinlikle o manzaranın içindeydi.
Bir gün Ogi, "Bahçe düzenlemeyi bu işten anlayan birine
bıraksak ve sen de başka bir iş yapsan nasıl olur?" diye sor­
du. Eşi, Ogi'ye öylece baktı ve yüz ifadesini hiç değiştirmeden
usulca sordu:
"Başka bir iş mi?"
"Bu türden bir şey değil de kendini geliştirebileceğin bir iş
diyorum."
"Benim büyüme dönemim çoktan geçti. Devamlı büyüyen­
ler bitkilerdir, insanlar değil. Belli bir yaşa geldikten sonra
daha fazla büyüyemiyorsun. "
" Öyle bir büyümeyi kastetmedim elbette. Yapmak istediğin
şey, her neyse onu bularak . . . "
Eşi, Ogi'nin lafını yanda kesti.
"Sürekli büyüyen bir şey var ama."
"Neymiş?"
"Kanser. Kanser, büyüme evresini tamamlamış insanlarda
görülür." Kıkırdadı.
"Sahiden yapmak istediğin şeyi yap diyorum sana."
"Şu an gerçekten yapmak istediğim şey bu. "
Ogi, hata yaptığını anladı. Dünyada kendini geliştir y a da
kendin ol diyen tavsiyeler kadar ahmakça bir şey daha yok­
tu, Ogi bu ahmaklığı bizzat göstererek hata işlemişti. Ü stelik
kendisinin ne kadar beceriksiz biri olduğunu gayet iyi bilen
eşine karşı yapmıştı bunu.
Ogi, onu kendi haline bırakmaya karar verdi. Bahçeye ne
yaparsa yapsındı, hiç oralı olmayacaktı. Ne kadar para har­
carsa harcasındı, anlayışla karşılayabilirdi. Eşinin böyle bir
yetkisi vardı ve Ogi'nin de durumu buna müsaitti. Onun ya­
şantısına, zevklerine ve tercih gibi şeylerine saygı gösterme­
ye niyetliydi. Aslında bu işler le hiç alakadar olmamak iste­
diği için böyle bir karar almıştı. Yine de tek bir ricası vardı.
71

Bahçe duvarını sarmaşıklarla örtmemesini istiyordu.


Bitkilere ya da ağaçlara karşı hususi bir sevgi besleme­
se de ağaçların yerçekimine karşı durarak dimdik büyüme­
leri, bazı zamanlar Ogi'ye inanılmaz bir şey gibi geliyordu.
Ne var ki, sarmaşıklara karşı böyle bir duygu beslemiyordu.
Bir çite ya da bir direğe dolanarak veya böyle bir şey yok­
sa da sarabileceği herhangi bir şeyi buluncaya dek, hiç dur­
madan, dolana dolana büyüyüp giderken herhangi bir nesne­
ye değdiği anda o nesneyi alabildiğine sarıp sarmalayan sar­
maşıklardan iğreniyordu. Saplarındaki vantuzlarıyla çite ya
da duvarlara tırmanarak yüzeyi enikonu kaplayacak derece­
de kuvvetli tutunma gücüne sahip olmaları onu korkutuyor­
du. Sanki bir yerlere köklerini salacakmış gibi yapışıp en so­
nunda orayı istila ederek devasa bir biçimde büyüyüp gitme­
leri ürpertici görünüyordu.
Eşi , Ogi'ye birkaç kez açıklama yaptı . "Sarmaşığın hor­
monları, nesneye temas ettiği tarafın tersine doğru hare­
ket ettiği için sapları daima içeri bükülerek yükselir ki bu
da onun kuvvetli ya da zehirli olmasından kaynaklanmıyor"
dedi. Bu, sadece sarmaşığın doğasına özgü bir büyüme biçi­
mi olduğu anlamına geliyordu. Aklına yatan bir açıklamay­
dı ama yine de Ogi, sarmaşığın bu kasvetli doğasından tiksi­
niyordu.
Kazadan kısa süre önce, evin arkasındaki duvarda bir şey­
lerin kımıl kımıl tırmanarak büyüdüğünü fark etti. O tara­
fa hiç mi hiç gitmezdi ama o gün tam da bahçede durduğu sı­
rada, gelen telefona cevap vermek için ağır adımlarla o yöne
doğru gitmişti.
Telefonla konuştuğu için sarmaşığı fark ettiği anda doğ­
ru dürüst bir ah bile çekemedi. Sarmaşığın sülük dalları ,
Ogi'nin evinin arkasındaki duvarın yüzeyini neredeyse tama­
men kaplayıp işgal etmişti. Eşi, bu süre zarfında Ogi'ye çak­
tırmadan bunları azıncaya dek yetiştirmişti. Pencereden bi-
72

raz uzak bir noktadaki gövdesi ve duvara tırmanarak çıkan


sapları, ön taraftan pek görülmüyor gibiydi. Kusursuz büyü­
me gücü göz önüne alındığında, mutlaka ön tarafa da dalla­
rını uzatmıştı ama eli kıvrak eşi, bu dalları kesmiş olmalıy­
dı. Ogi'nin keyfi bir hayli kaçtı ve eşini fena halde tersleyip
sıkıştırdı.
Eşi artık ilgilenecek durumda olmadığından bahçedeki
ağaçlar, otlar ve çiçekler ölüp gitmişti ama evin arkasındaki
sarmaşık daha da azmış, tutunma gücü artarak ön tarafta­
ki duvara doğru korkunç bir heybetle yaklaşmıştı. Rüzgarın,
Ogi'nin odasındaki pencereye doğru her esişinde, sarmaşığın
kocaman yapraklarının sallanışı görünüyordu. Ogi, o yeşil
yapraklara endişeli gözlerle baktı. Kısa zaman sonra pence­
resini tamamen işgal ederek görüş alanını kapatacak gibiy­
diler.
7

Salondan gelen seslere uyandı. Sanki birkaç kişi mırılda­


nır gibi tiz sesler çıkarıyordu. Hayrola diyerek hastabakıcıyı
çağırdı. Düdüğe iki kez, ardı ardına ve uzunca üfledi.
"Uyandın mı?"
Odaya giren kaynanasıydı. Sesi gür ve şen şakraktı. Her
zamanki kısık sesle konuşarak Ogi'nin yanında bir başına
dururken ne dediği anlaşılamayacak derecede homurdanışın­
dan büsbütün farklı bir durumdu.
Kaynanası, dudaklarını kımıldatarak homur homur bir
şeyler söylediğinde Ogi, sanki kendisine seslendiğini zanne­
derek kadına baktı. Kaynanasıyla birkaç defa göz göze gel­
meye çalışarak ne dediğini sürekli sordu. Kaynanası, buna
bir kez bile karşılık vermedi. Kendi kendine konuşmasını ga­
ripsemedi. En azından bugünkü gibi güzel bir ses tonuyla ne­
şeli görünmesi daha iyiydi.
Kaynanasının etekleri zil çalıyordu. Onu ilk kez bu halde
görüyordu . Kadının henüz göremediği halleri muhtemelen
daha fazla olmalıydı ve ileride de hep böyle hallerini görebi­
leceği düşüncesine ancak şimdi kapılıyordu.
"Bil bakalım, kim geldi?"
Ogi, sessiz sedasız duruyordu.
"Şaşırmak yok ama!"
Ö len eşinin dirilip geri gelmesinin dışında Ogi'yi şaşırta­
cak hiçbir şey yoktu.
74

Kaynanası, kapıyı açınca bir grup insan odaya doluşarak


Ogi'nin uzandığı yatağın etrafını sardı. Sabahın erken saat­
leri olmasına rağmen sanki cenazeye gelmişler gibi hepsinin
üzerinde siyah takım ve ellerinde de deri kaplamalı İ nciller
vardı. Hepsi gülen yüzleriyle Ogi'yi selamlayarak halini ve
hatırını sordu. İ yi göründüğüne yönelik bir dizi iltifat ettiler.
Normalde Ogi'yi gören birisinin suratını ekşitip acıyan bir
yüz ifadesi takınması gayet doğaldı ama bu insanlar, nere­
deyse gülmekten yarılıyorlardı. Ogi, kendisine yardım etme­
sini istercesine kaynanasına baktı.
"Peder, senin için dua etmeye lütfedip geldi. Bu insanla­
rın nerelerden geldiklerini bilseydin, şaşkınlığından lap diye
ayağa kalkardın."
Kaynanasının kaba saba sözleri karşısında siyah takımlı
insanlar, sanki muhteşem bir espri yapılmış gibi kıkır kıkır
güldüler.
"Şaşkınlıktan değil Tanrı'nın inayetiyle ayağa kalkmalısın
evladım."
İ çlerinden biri böyle dedi. Kısa boylu ve en başından beri
alelacayip gülüp duran adamdı. Kaynanası, onun rahip oldu­
ğunu söylemişti.
Rahip, duyularını yitiren Ogi'nin sağ elini tuttu. İlkin sol
elini tutmuştu ama kaynanası araya girip orası değil deyin­
ce adam, apar topar değiştirip öteki eli tuttu. Bu hareketi bir
sinyal olarak görüp O gi' nin etrafında daire biçiminde, para­
van gibi duran misafirler el ele tutuştular. Kaynanası da her
iki elini uzatarak bu harekete eşlik etti.
Rahip, gözlerini yumup dua etmeye başladı . Tuhaftı. Bu
rahibi ilk defa görmesine rağmen sanki Ogi'yle uzun süredir
görüşüyorlarmış gibi adam, duasını uzattıkça uzattı. Rahip,
Ogi.'nin bugüne dek araştırmalarıyla eğitimine samimi ve dü­
rüst bir biçimde kendini adadığını söyledi. İ sa'nın evlatları
arasında Ogi. kadar evine bağlı, nazik, sevecen ve örnek bi-
75

ri daha yok, dedi. Ogi'nin başına gelen talihsizliğin tam anla­


mıyla en büyük imtihan olduğunu söyledi. Onun sapasağlam
bir vücuda kavuşarak bu sıkıntıdan kurtulmasını, okuluna
geri dönerek başarılı öğrenciler yetiştirmesini, akademik an­
lamda önemli araştırmalar yaparak ülkenin gelişmesine ve
maneviyatına katkıda bulunmasını, bu küçük ama değerli
ülkenin her türlü musibetten korunmasını efendimiz İ sa'dan
niyaz ediyorum, dedi.
Ogi, dayanamadı ve gözlerini açtı. Herkes ya bir şeyler mı­
rıldanıyor ya da başını sallayarak ülkenin gelişmesini niyaz
eden, saçma sapan duaya eşlik ediyordu. Müminler dua ede­
rek "Baba" diye iç geçiriyorlardı ama bunların aradıkları ba­
banın kendi öz babaları olmadığını bilmesine rağmen yine de
bu durum Ogi'nin hiç hoşuna gitmedi. Babası olsaydı Ogi'yle
kendini beğeniyordun hani, oh olsun sana, diyerek dalga ge­
çerdi. Rahibin duası uzadıkça uzadı ve Ogi yeter artık anla­
mında yalancıktan ve alenen öksürdü. Rahip, hiç oralı olma­
yarak canının istediği kadar dua etti.
Rahip , amin diyerek duasını bitirince daire biçiminde
ayakta duranlar da peşi sıra amin deyip gözlerini açtılar. Ogi
de dudaklarının ucuyla amin dedi. Aslında Ogi de dua etmiş­
ti. Bu heriflerin odadan derhal çıkıp gitmelerini niyaz etmiş­
ti. Ne var ki Ogi'nin bu basit duası kabul olmadı. Yine el ele
tutuştular ve bu kez ellerini öne arkaya sallayarak şarkı söy­
lediler. Ogi'nin hayatında hiç duymadığı ilahilerdi.
Kaynanası da onlarla beraber şarkı söyledi . Ogi şaşır­
dı. Kadının son zamanlarda mı bu kadar dinine düşkün ha­
le geldiğini yoksa eskiden beri mi dini bütün olduğunu bile ­
miyordu. Belki de birkaç yıl önce kocasının aniden ölümü bu­
na neden olmuştu. Eşi, babası öldükten sonra annesinin ken­
disine karşı bağlılığı inatla ve aşırı derecede artınca kimi za­
man zorlandı kimi zaman da buna aldırış etmedi. Kadınla te­
lefonda her görüştüklerinde neden böyle yapıyorsun diye onu
76

tersler ya da bir şeyden hoşlanmadığını söyleyerek ona sık­


lıkla karşı çıkardı. Hatta sürekli telefon eden annesinin tele­
fonlarına kasten cevap vermediği zamanlar da olurdu. Eşi, o
kadar zaman boyunca kadına dair neden fazla bir şey anlat­
mamıştı ki?
İlahi, dördüncü fasla varıncaya dek devam etti ve Ogi göz­
lerini yumdu. E şini özlemişti. Onu sözle ifade edemeyecek
derecede özledi. Bütün bu olanlara bir son verebilecek tek ki­
şi eşiydi. Ne var ki o gelemezdi.
Adamlar, ancak ilahi söyleme faslı bittikten sonra tuttuk­
ları elleri bıraktılar. Siyah kıyafetlerinden miydi, ölünün ar­
dından dua edenleri andırıyorlardı. Belki de hakikaten böy­
leydi . Sabahın bu erken saatinde Ogi için değil de ölen eşi
için toplanmış olabilirlerdi. Uyandığında kulağına gelen ila­
hiler eşini anmak için söylenmiş olmalıydı.
Rahip, İncil'i açıp huşu içinde okudu. Herkes ya başını öne
eğdi ya da gözünü kapatıp kutsal sözlere kulak verdi. Derken
yine el ele tutuşup öne arkaya sallanarak ilahi söylediler. İla­
hi bittikten sonra rahip, Ogi'nin elini tutup kısa bir dua etti.
Duanın sonunda rahibin "amin" dediği duyulunca Ogi içinde
bir minnettarlık hissetti . Asıl şimdi bitmişti.
Adamlar kapıdan sırayla çıkarlarken kaynanası, rahibin
eline beyaz bir zarf tutuşturdu. Bağışta bulunmuş olmalıy­
dı. Ogi, bunu görmezden geldi. Kendisinin tedavi masrafları­
nı ya da tıbbi cihazların alınması gibi şeylerden kaynaklı gi­
derleri, bugüne dek kaynanasının nasıl karşıladığını hiç dü­
şünmemişti ve şimdi bunu merak ediyordu. Kadının nasıl bir
yöntemle Ogi'nin ve eşinin banka hesaplarına ulaştığını ya
da bu mümkün olmadıysa, masrafları nasıl karşıladığını dü­
şündü. Eşinin ölüm sigortasıyla Ogi'nin kaza sigortası öden­
miş olabilirdi . Yine de sigorta hak sahibi Ogi'nin ta kendisi
olmasına rağmen sigorta parasını kaynanası nasıl almıştı?
Kadın, siyah kıyafetli adamları uğurlamaya çıkınca hasta-
77

bakıcı, içeri girdi ve odayı toparlayarak şöyle dedi.


"Ah! Ne kadar verdi ki?"
Hastabakıcı, sabaha dek ağzına kadar dolan Ogi'nin la­
zımlığını yerinden çıkardı.
" Ö yle değil mi? Verdiğinin hepsi para. Yazık ama yine de
şamanın gelmesinden daha iyi . Daha önce kaldığım bir ev
vardı. Her ay mutlaka eve şaman çağırırlardı. Her defasın­
da telaşe hiç bitmezdi. Pirinç lokumu yapmalısın, meyve al­
malısın, kesilmiş domuz başı bulmalısın . . . Odanın her tarafı­
na duvar kağıdı gibi muskalar takılmıştı. Muska da parayla
yazılıyor hani. . . Şamanın keskin satır üzerine çıkışına, pirinç
serpişine, içine ruh girmiş gibi yaparak konuşmasına hep şa­
hit oldum. Keskin satır üzerine çıkması, büyütülecek bir şey
değilmiş . Alıştırma yapan herkes çıkabilirmiş . Böyle şeyler­
dense en azından kilise, tapınak gibi yerler daha iyi. Hiç de­
ğilse rahiplerin ya da keşişlerin üstü başı düzgün. Yemek ha­
zırlamaya ve seyirciye gerek olmadığı gibi gürültüsü patırtı­
sı da yok."
Uzunca bir süre zevzeklik eden hastabakıcı, kaynana içe­
ri girince çenesini kapadı. Kadının yüzü hala kızarıktı. Key­
fi yerinde gibiydi.
"Kızcağızım çok iyi işler yaptı. Kutsanmış biri. Kolay kolay
göremeyeceğimiz, Muhterem Peder Efendi'nin buraya kadar
dua etmeye bizzat gelişi de bunu gösteriyor zaten. Bu gerçek­
ten hayırlı bir iş."
"Hakikaten ünlü biri olsa gerek. "
Hastabakıcı, lazımlığı yıkarken gür bir sesle böyle dedi.
"Anlatsam bilir misin ki? Sıradan maneviyatı olan birisi de-
ğil. Onu buraya çağırabilmek için akla karayı seçtim. Peder
Efendi'nin elleriyle insana bizzat dokunarak ettiği şifa duası
sayesinde iyileşen kanser hastasının haddi hesabı yok."
Hastabakıcının ardı sıra kaynanası da sesini yükseltmişti.
Ogi'nin tahmini doğruydu. Toplu dualar yapılan eğitim
78

merkezinden gelen bir rahip olduğuna şüphe yoktu. Doğru


dürüst bir tarikatın rahibi değildi.
"Bundan böyle sık sık gelecek. Kızcağızım ve senin için
dua edecek."
Ogi, kaynanasına bakarak gözlerini kırptı.
Yalvarırım, buna gerek yok. Bugünkü yeterliydi.
"Tabii ki. Tamam. Anladım. Teşekkürlerini bir güzel ilet­
tim zaten. Hiç değilse böyle yapmak lazım, elden ne gelir ki!"
Ogi, gözleriyle ters ters baktı. Öfkelendiğini belirtmek isti­
yordu. Lüzumsuz davranışlardan vazgeç demek istedi. Ken­
disine gereken şey dua değil yalnızca daimi rehabilitasyon­
du. Ya da vakitlice her şeyden vazgeçm�kti.
Hastabakıcı, "Nerede kendisi?" diye sordu.
Kaynanası, sanki rahibe dair bir şeyler söylemekten heye­
canlanıyormuş gibi gür bir sesle konuştu. Rahibin bulundu­
ğu toplu dua merkezinin, özel bir tarikat kurumu değil ay­
nı "amaç" etrafında toplanan kişilerin İ ncil okuma etkinliği
gibi şeyler yaptıkları bir yer olduğunu söyledi. Ogi de nasıl
bir amaçmış bu böyle, diye sormak istedi ama kendine hakim
olarak sabretmek zorunda kaldı. Kaynanasının bunu anlama
ihtimali olmadığı gibi zar zor anlaşsalar bile onun mıy mıy
konuşmalarına ve uzun açıklamalarına katlanacak cesareti
yoktu.
Ne idüğü belirsiz bir cemaatin dua ve ilahilerini dinleyip
karşılığında büyük miktarda bağış yapması, h akikat e n acı­
nası bir durumdu. Kaynanası net bir biçimde söylememişti
ama muhtemelen verdiği, Ogi'nin parasıydı. Epeydir biriktir­
diği paracıklarının kendinden habersizce, üstelik kaynanası
aracılığıyla, ne amaca hizmet ettiği belirsiz bir cemaate dir­
hem dirhem sızıp gittiğini düşününce, kan beynine sıçradı.
Ogi, uzun süredir Çocukları Koruma Derneği ya da Birleş­
miş Milletler Çocuklara Yardım Fonu gibi kurumlar aracılı­
ğıyla üçüncü dünya ülkelerindeki çocuklara düzenli olarak
79

bağışta bulunuyordu. Arada bir bu kurumların yöneticileri­


nin zimmetlerine para geçirdikleri ya da birtakım yolsuzluk­
lar yaptıkları gibi kötü haberler çıktığında, şüpheye kapıldı
ama yaptığı yardımları asla kesmedi. Dini veya siyasi bir ku­
rumu ya da belirli bir siyasetçiyi maddi bakımdan destekle­
mek gibi bir harekete ise hiç yeltenmedi. Ne fakir, ne yiyecek
ekmeğe muhtaç ne de cahil kalmış ruhani bir kişiye ya da bir
politikacıya şuncacık da olsa yardım etmek bugüne dek hiç
içinden gelmemişti.
Böyle zamanlarda sohbet edebileceği tek kişi eşiydi. Kay­
nanasından kaynaklı ıstırabını başka kiminle konuşabilir­
di ki? Gelgelelim elbette eşi burada olmadığından tek başı­
na eşini hayal etmek zorunda kaldı. Eşi, daima bir şeyler
hakkında düşünürdü. Kendi başına gelebilecek işleri en kö­
tü şekliyle hayal ediyordu. Ona göre eşi, hayallerinin neden
olduğu sanal acılar içinde bir işin gerçekten meydana gelme
olasılığını abartarak endişeleniyordu. Bu da niyetlendiği bir
işte ha bire başarısız olduktan sonra, takıntılı biçimde bah­
çeyle ilgilenirken, rahat ve sakin karakterini tamamen yitir­
mesinden kaynaklanıyordu. İ şte böyle bir haletiruhiye için­
deki eşi bile ileride başlarına bu türden bir işin gelebileceğini
tahmin edememiş olmalıydı.
Öğleden önce , kaynanası dışarı çıktığında hastabakıcıy­
la ikisi gün boyu beraber duruyorlardı. Kaynanası, mutfağın
yanında çok amaçlı kullandığı odayı düzenleyip hastabakıcı­
ya verdi. Az çok mesafeli olduğundan mıydı, Ogi her ne ka­
dar düdüğünü öttürse de hastabakıcı pek duyamıyordu. Bel­
ki de duymazdan geliyordu. Her neyse, hareketleri hantaldı,
cevval olmadığı gibi anlayışı da kıttı. Ciddi bir eğitim almı­
şa da benzemiyordu. Kaynanası birkaç kez mülakat yaparak
onu işe aldığını söylemişti ama bu sözüne pek de itimat edi­
lecek gibi değildi. Hastabakıcılık konusunda hiçbir mahareti
yoktu. Yatılı, sıradan bir hizmetçi gibiydi.
80

Hastabakıcı, tam bir laf ebesiydi ve Ogi'ye karşı da sürek­


li gevezelik ediyordu ama hiçbir karşılık veremediğini öğren­
dikten sonra onunla açıkça alay etti. "Söyleyecek lafınız yok
değil mi?" ya da "Amma da suskunsunuz ha! " diyerek dalga
geçti.
Dalga geçmekten ve bir başına boş boş konuşup durmak­
tan sıkılınca, sağa sola telefon ediyordu. Hastabakıcının sa­
londaki telefonda yaptığı gevezelikler ya da kendi cep tele­
fonuyla yaptığı görüşmeler, Ogi'nin odasından net bir şekil­
de duyuluyordu. Sadece bununla bile Ogi, ona dair birçok şey
öğrenmişti. Hastabakıcının daha önce işe başladığı evde ay­
da ne kadar para saçıldığı, evin hanımıyla nasıl bir ilişki ya­
şadığı, akraba çocuklarının yakında kutlanacak olan ilk yaş
günü partisine nasıl bir hediye götüreceği gibi şeylerdi.
Her şey bir tarafa, kadının yetişkin oğluna dair de bir şey­
ler öğrenebilmişti. Küçükken bir hayli akıllı olan oğlanın ne
zamandan beri yoldan çıktığı, çok tembellik edip zamanı­
nı boşa harcadığı, sabahlara dek deli gibi oyun oynadığı gi­
bi şeyleri öğrendi. Oğluyla konuşurken hastabakıcının ses to­
nu tamamen değişiyordu. Ha bire yalvarıp yakaran bir dil­
le konuşuyordu. Yalvarırım öyle yapma, diyordu. Sevecen gö­
rünmeye çalışarak, anacığını biraz anlamaya çalış, dediği za­
manlar da vardı. Zıkkımın kökünü yiyerek ölmek istesem bi­
le beş param yok, diyerek fevri bir biçimde salağa yattığı za­
manlar da oluyordu.
Hastabakıcının telefonda laklak ettiği süre gittikçe uzadı­
ğında Ogi, düdüğünü öttürürdü. Hastabakıcının nasıl çağırı­
lacağını belirleyen kaynanasıydı. Düdüğü o vermişti. Ogi iki
kez öttürdüğünde hastabakıcı geliyordu.
Ne var ki hastabakıcı, bir kez olsun zamanında gelmezdi.
Ancak çok defa öttürdüğünde zar zor geliyordu. Ogi işemek
istediğinde, sırtı ya da kafası kaşındığında, başı ağrıdığında
veya sırtı terlediğinde dayanamayıp düdüğü öttürürdü. Böy-
81

le zamanlar olmasa bile yine de öttürürdü. Hastabakıcının


telefon görüşmesi bir hayli uzadığında, telefonda oğluna ha
bire dert yanıp durduğunda, yalvarıp yakardığında düdüğü­
nü hep öttürdü. Ogi, hastabakıcının odasında ne haltlar yedi­
ğini anlayamadığı zamanlarda, bir başına yemek yerken çı­
kardığı şapırtıları duyduğunda da düdüğünü öttürdü. Zaten
düdük ve yatılı hastabakıcı bunun için vardı.
Durum her zaman aynıydı . Hastabakıcı ağırdan alarak
geldi. Odaya girince de pis pis sırıtarak "Neden bu kadar çok
öttürüyorsun ?" dedikten sonra Ogi'nin ön tarafı gelişigüzel
bağlanmış pij amasının ipini çözdü. Ogi'nin neden çağırdığı­
nı anlamaya bile çalışmadan ilk önce, elindeki ıslak havluyla
Ogi'nin apış arasını sildi. Islak havlu her zaman ılıktı. Suyun
sıcaklığından mıydı yoksa hastabakıcının bez gibi elinde tu­
tarak sağı solu sildiğinden miydi Ogi, bunu hiç anlayamadığı
için her seferinde kaşlarını çatardı.
Poposuna yassı lazımlığı tuttuktan sonra, Ogi, kakasını
tıpkı onun istediği gibi yapınca kadın da "Aferin sana" diye­
rek iltifat etti. Sulu gıdanın hepsini bitirdiğinde başını da ok­
şadı. Ogi, bunlardan hep rahatsızlık duyardı. Kendine küçük
bir çocukmuş gibi muamele eden hastabakıcının terbiyesizli­
ği karşısında sinirlenirdi.
Hastabakıcı, Ogi'yi günde iki kez çevirip yatırdıktan son­
ra sırtını silerdi. Yatak yarası oluşmaması için yağ sürüp el­
leriyle uzun süre vücudunu ovalardı. Ensesinden başlayarak
sırtını, kalçalarını ve bacaklarını, her yerini ovalardı. Hasta­
bakıcı, Ogi'nin vücudunu ovuştururken hınzırca gülerdi. Kü­
çük bir çocuğa muamele eder gibi yapılan davranıştan büs­
bütün farklıydı . Ogi'nin kalçalarına şaplak attığı zamanlar
da, kapkara büzüşmüş penisiyle oynadığı zamanlar da olu­
yordu. Bunu kasıtlı yapıyordu. Ogi de anlaşılmaz derecede
sesler çıkararak kendince buna karşı koyardı.
Vücuduna masaj yaptıktan sonra Ogi'nin üstüne doğru
82

eğilerek döşeği düzeltirdi. Öteki taraftan daha kolay yapabi­


lecek olmasına rağmen nedense ille de böyle davranırdı. Be­
denini iyice eğer ve her defasında sallanıp duran göğüsleri
Ogi'ye değerdi. Bazen sutyen de takmadığı için meme uçla­
rının belirgin göründüğü kolsuz , ince elbiseler giyerek böyle
yapardı. Bu türden elbiseler giydiği zamanlarda kolunu kal­
dırınca, koltuk altındaki siyah ve gür kılları tamamen görü­
nüyordu. Koltuk altlarından ekşimsi ve ağır bir ter kokusu
geliyordu. Hastabakıcı, ne kendi bedeninden yayılan ter ko­
kusuna ne de Ogi'den gelen kokulara aldırış ederdi.
İlkin Ogi sinirlenmemeye çalıştı . Daha sonraları sabret­
mesine gerek kalmadı. Çünkü kendi bedenine bir başkasının
eti değmeyeli uzun zaman olmuştu. Ogi, rahatsızlığını tama­
men yendi. Kendi bedenine sadece arada bir değip geçen o
şey, dokunabilseydi yumuşacık bir şey olacaktı, damarların­
daki sıcaklığı hissedecekti, dokununca ürperip tepki verecek
olması güzel bir şeydi. Ogi, bugüne dek dolgun vücutlu birisi­
ne hiç kapılmamıştı ama üzerine hafifçe baskı yapan kadının
vücut ağırlığının verdiği his, hoşuna gidiyordu.
Ne var ki hepsi bundan ibaretti. Hastabakıcıyı ne mıncık­
ladı ne de okşadı. Elbette bunu yapamazdı zaten. Ogi'nin ho­
şuna giden şey, bunun baştan çıkarıcı bir kadının vücudu de­
ğil de yaşayan bir insanın vücudu olmasıydı. Zaten Ogi'nin
yapabileceği tek şey, hastabakıcıyı sadece koklamaktan iba­
retti. Yaşayan bir insandan çıkan kokular, terli bir başın ko­
kusu, belli belirsiz şampuan kokusu, koltuk altı kokusu, el­
bisesine sinen deterjan kokusu gibi şeyler. . . Kendisinden ge­
len ter kokusu ya da sidik kokusundan tamamen farklı koku­
lardı.
Sadece bununla bile Ogi, arada bir zevke geliyordu. Has­
tabakıcının iri meme uçlarının kabardığını gördüğünde ya da
kadının, Ogi'nin bedenine hafifçe bastırdığı zamanlarda da
zevke geliyordu. Ense tarafındaki ak pak teni güzelce görün-
83

düğünde ve kıvrımlı, ince saçlarının döküldüğü boynu terle­


diğinde de zevke geliyordu.
Eskiden Ogi'yi baştan çıkaran şeyler, bu türden şeyler de­
ğildi. Ogi'nin kollarına aldığı kızların hepsi minyon ve zayıf­
tı. Ogi, insan vücudunu oluşturan organik maddelerden özel­
likle çıkıntılı eklem kemiğini ya da zayıf görünen ince kemik­
leri seviyordu. İ ncecik tenin ardındaki kemiğe dokunduğun­
da sanki kızın tamamını bir güzel kucaklamış gibi hissedi­
yordu.
Kendisinin eski günlerden büsbütün farklı bir biçimde
tahrik olması üzücüydü. Kadın kokusundan değil de tekdü­
ze bir yaşamın kokusundan tahrik olması, gergin bir tenden
değil de pörsümüş , alabildiğine yağlanmış , semiz bir cüsse­
den tahrik olması acıklıydı. Böyle bir vücut karşısında ilk de­
fa tahrik oluyordu.
8

Kaynanasının ziyaretleri gitgide sıklaştı. Çok geçmeden


kendi eviymiş gibi Ogi'nin evine girip çıkar oldu. Elbette ço­
ğu zaman habersizce ziyaretine geliyordu. O gün de böyle ol­
muştu. Kaynanasının evin ana kapısını açarak içeri girme­
siyle beraber kendi odasında duran hastabakıcının kapısını
paldır küldür kapatıp salona çıkışı duyuldu.
Ogi, o güne dek hastabakıcıya dair kaynanasına hiçbir şey
söylememişti. Kendini zorlarsa, sol eliyle en azından birkaç
harflik bir şeyler yazabilirdi ama hastabakıcının yediği halt­
ları bu şekilde eleştirip söylemesi ayıp olurdu.
Aslında her şey iyiydi. Kısa süre önce Ogi'nin evine gelip
gitmeye başlayan, hastabakıcının oğlunu saymazsak öyleydi.
İ lk başlarda kadının oğlu, Ogi'den habersizce eve girip çıkı­
yor olmalıydı. Harçlık almaya gelip hastabakıcının hazırla­
dığı yemekleri yedikten sonra sessiz sedasız çıkıyordu. Arada
bir oyalanıyordu ama en azından Ogi'ye çaktırmadan varlığı­
nı hiç sezdirmemeye çalışıyordu.
Gelgelelim toy, kaba ve edepsiz bir gençti . Muhtemelen
uslu davranmayı gururunu zedeleyen bir tutum olarak dü­
şünüyordu. Bir keresinde iyice duyulacak şekilde bağırarak
Ogi'nin odasına girdi.
Ogi, az önce şekerleme yapıp da uyandığı için birden afal­
layınca boğuk ses tonuyla bir çığlık attı. Saçlarını kısa kes­
tirmiş, esmer bir oğlan, karşısında dimdik durmuş ifadesiz
86

bir yüzle Ogi'yi süzüyordu. Düşük bel kot pantolonun üzerine


*

I AM YO UR FATHER yazan siyah bir tişört giymişti.


Ogi şaşırınca çocuk kıs kıs güldü. lşaretparmağını sus di­
yerek kendi dudaklarına götürdükten sonra odadan gerisin­
geri çıkıp gitti. Hastabakıcının, ne halt etmeye odaya girdin,
diye çocuğu azarlayışı duyuldu. Çocuk, "Ama hiçbir şey ko­
nuşamıyor ki?" dedikten sonra hastabakıcının düşük perde­
den azarlayışları devam etti.
Ogi, öfkelenince düdüğünü ha bire öttürüp dururdu. İki kez
öttürdüğünde hastabakıcı gelmek zorundaydı. Her zaman­
ki gibi kadın gelmedi. Ogi, yine öttürdü. Birçok defa öttürdü.
Durmaksızın öttürdü. Sabretmekten nefret ediyordu. Bu du­
ruma ne kadar sinirlendiğini adamakıllı bilmelerini istedi.
Hastabakıcının yerine oğlu kapıyı hop diye açtı. Hastaba­
kıcıya hiç de benzemiyordu. Hastalık derecesinde bir deri bir
kemik kalmış , sıska bir oğlandı. Ne var ki pek zayıf olma­
makla beraber sert ve inatçı bir mizacı vardı. Çok acılar çek­
tiğinden kuruyup kalmış olmalıydı. Kısa saçlarıyla kapkara
yanmış yüzüne bakılırsa, belki de daha yenice tezkere alıp
askerden dönmüştü.
"Anıına koyduğumun adamı, askeri içtimaya mı çağırıyor­
sun, ne oluyor ulan? Neden o lanet düdüğü zırt pırt öttürü­
yorsun, ha?"
Genç adam, Ogi'nin uz andığı yatağı pat küt tekmeledi .
Ogi, dik dik bakınca yorganla üstünü kapattı. Bu kez de aya­
ğıyla Ogi'nin hissetmeyen bacaklarına vurdu. Bacaklar bi­
rer değnek gibi sallandı. Hastabakıcı, bütün bu olanları sa­
dece seyretmekle yetiniyordu. Sanki elimden bir şey gelmez,
diyen bir yüz ifadesi vardı. Hoşuna da gidiyor gibiydi. Ogi'ye
bakarken utandı ama oğlunu engellemek gibi bir düşüncesi
de yoktu.

* İngilizce, "Ben babanım:'


87

"Bey amca! Bu zımbırtıyla sana yat kalk desem hoşuna gi­


der mi, ha? Sana diyorum, hoşuna gider mi?"
Genç adam, Ogi'den düdüğü kaptığı gibi öttürmeye başla­
dı. İlkin ayakta durarak öttürdü. Sonra Ogi'nin kulağının dibi­
ne gelerek öttürdü. Devamlı öttürdü. Eğer hastabakıcı, oğlunu
zorla dışarıya çıkarmasaydı Ogi, kulak zannı da yitirebilirdi.
"Konuşarak halledelim. Bey amca, olur mu ha? Güzellik­
le, konuşarak!"
Çocuk, dışarıya sürüklenip giderken böyle bağırdı.
Bu çocuklardan bir kez olsun korkmamıştı. Ogi'nin sınıf­
ta karşılaştığı öğrencilerin hepsi, iyi eğitim almış anne ve ba­
baların gözetiminde büyümüşlerdi. İyi beslendiklerinden fizi­
ki gelişimleri de dengeliydi. Dönem sonunda notlarına itiraz
ederek arada bir seslerini yükselttikleri olurdu ama genel
anlamda uyumlu, muhafazakar ve istikrarlı çocuklardı. Has­
tabakıcının oğlu gibi edepsiz ve nobran bir öğrenci, en azın­
dan Ogi'nin bölümünde yoktu.
Ogi , eve dönen kaynanasını ilk defa büyük bir arzuyla
bekledi. Kendi evinde, para verip tuttuğu biri tarafından kor­
kutulup tehdit e�ileceği aklının ucundan bile geçmezdi. Geri­
de kalan tek aile ferdinin kaynanasından başkası olmadığını
anladı. Bu haliyle onu kaynanası da terk edip gider diye en­
dişelendiği zamanlar oldu.
Kaynanasının çıkıp gelivermesini istedi ama hastabakıcı
bir başınayken olmazdı. Çünkü kaynanasının kovması gere­
ken kişi hastabakıcının oğluydu, kendisi değil.
Kaynanası, eve girerken hastabakıcının telaşlı davranışla­
rı yüzünden bir şeylerin ters gittiğini sezmiş gibiydi. Kayna­
nası, kendisine engel olmaya çalışan hastabakıcıyı bir kena­
ra itip kadının odasına daldı. Derken yüksek perdeden ses­
ler duyulmaya başladı. Yaşlı kadından çıkmış olabileceğine
inanması zor isterik, tiz sesler ve hastabakıcının ağlayışları
duyuluyordu.
88

Derken ikisi, daracık odadaki didişmeyi sonlandırdıktan


sonra salona çıktı. Bunun üzerine sesleri Ogi'ye de net bir şe­
kilde geldi. Kaynanası küplere binmişti. Hastabakıcıya hır­
sız yelloz, dedi. Beni yanlış anladınız, diyerek masumu oyna­
yan hastabakıcının yalvarışları duyuluyordu.
"Ben çalmadım diyorum. Beyefendi verdi. Vallahi. Alıp gö­
türmemi söyledi bana."
Kaynanası, bu sözler karşısında daha da öfkelendi. Nasıl bir
halt yedin de böyle bir şeyi aldın, diyerek kadını sorguya çekti.
"Sen bunun ne kadar olduğunu biliyor musun? Senin gibi
biri buna hayatta sahip olamaz!"
Bu sözler karşısında hastabakıcı, tavrını değiştirdi. Hırçın
bir şekilde karşılık verdi.
"Onun kaç para olduğunu ben nereden bileyim? İ çerideki
geri zekalıya soralım. Ne kadar ediyormuş biz de bilelim. "
Ogi, b u konuşmadan dolayı bir hayli şaşkına döndü. Te­
davisi imkansız engelliliğinden dolayı "geri zekalı" olduğu­
nu öğrenmişti ama kendisine karşı bu şekilde konuşulduğu­
nu ilk kez duymuştu. Ne var ki Ogi'yi rahatsız eden şey, has­
tabakıcının sözleri değil de kaynanasının dedikleriydi.
"Bu şekilde kaba, arsız ve ahlaksız olduğun için ömrün bo­
yunca böyle geri zekalılarla uğraşırsın işte! Sana müstahaktır!"
Ogi, gözlerini yumuverdi. Bütün bu olanların kendisiyle
hiçbir alakası olmamasını diledi. Ağız dalaşı, isteri, bahane,
yalan, hırsızlık gibi şeyler ona yakışmıyordu. Böyle bir yaşa­
ma maruz kalmasına lüzum yoktu. Ogi, bunları düşünmeye
çabalasa da hiçbir anlam ifade etmedi.
Kaynanası, kapıyı pat diye açtı. Ağır ağır adımlarla gele­
rek Ogi'nin gözlerinin önüne doğru küçük bir yüzük uzattı.
"Bak bakalım, bu ne? İyi bak buna!"
Ogi, gözlerini kapatınca kaynanası, Ogi'nin kırık çenesini
tuttu. Gözlerini açması için bunu yapmıştı. Protezi sallandı
ve çenesi acıdı. Kaynanası elini çekmedi. Ogi, her ne kadar
89

sinirlenmiş olsa da yarasına gelişigüzel dokunan kaynanası­


nın çizmeyi aştığını düşündü.
"Şu yelloza bunu sen mi verdin? Ha? Buraya bak!"
Gözlerinin önünde mavi taşlı yüzük göründü. Çenesi acıdı.
Gözleri yaşaracak gibi oldu. Bunu gördüğünden miydi, kay­
nanası Ogi'yi bıraktı. Çenesi sızım sızım sızlıyordu.
Kaynanası, hastabakıcıyı içeri almadan önce evin içini ka­
baca düzenlemişti. Eşinin genellikle evin sağına soluna rasge­
le koyduğu değerli ziynet eşyaları gibi şeyleri bir yere topla­
dı. Ogi'ye bunları koyduğu kutuyu gösterdi. Oradakilerin hep­
sini çıkarıp avcunun içine koydu. Bir hayli çoktu. Eşi, bunları
birilerinden ya hediye olarak almış ya da kendisi bizzat satın
almış olmalıydı. Bunların arasında Ogi'nin aldıkları da vardı
herhalde. Ne olduklarını bilemiyordu. Kaynanası, bunlardan
bazılarının bir hayli pahalı olduğunu söyledi. Kadın, bilhas­
sa pahalı olanları çıkarıp gösterdi ama Ogi neyin ne olduğunu
hatırlayamıyordu.
Kaynanasına bakarak gözlerini kırptı. Sürekli kırptı. Ba­
şını azıcık sallayıp sol kolunu da kımıldatabilmesine rağmen
tıpkı bilinci ilk kez yerine geldiği anda olduğu gibi gıdım bile
devinemeden, uzandığı yerden yalnızca gözlerini kırptı. Kay­
nanası, her ne kadar dırdır edip dursa da kendisinin hiç ko­
nuşamadığı gerçeğini bildiğinden içi rahattı.
"Böyle olacağını tahmin ediyordum. Çabuk buradan defol
git! "
Kaynanası hiddetle bağırdı. Ogi irkildi. Kaynanasının, bu
sözleri kendisine söylediğini zannetmişti.
"Hem hırsızlık yapıyorsun hem de güpegündüz içki zık-
kımlanıyorsun."
Kaynanası, hastabakıcıya elini kaldırdı.
"Behey geri zekalı it herif, sen kime hırsız diyorsun ha?"
Hastabakıcı , Ogi'nin üzerine yürüdü. Ogi'nin hiçbir şey
hissetmeyen iki bacağını tutup sarstı.
90

Bacaklarını hissedebilseydi hastabakıcının var gücüyle bir


hışımla tuttuğu yerler acırdı. Ne var ki Ogi, hiçbir acı duy­
madı . Hiç. kıpırdamadı. Sarsılma hissi yoktu. Ogi'nin vücu­
du yalana, bahaneye ve yanlış anlaşılmaya sapasağlam dire­
niyordu. Vücudu iyiydi ama keyfi yerinde değildi. Ogi çoktan
büyük bir kaza geçirmişti, bununla katlanmak zorunda ka­
lacağı bütün acılarının son bulacağını sanmıştı . Heyhat! O
olaydan sonra da normal yaşamdakiyle aynı biçimde yalan­
ların, yanlış anlaşılmaların ve bahanelerin bitmek bilmeme­
si çok tuhaftı.
İ çki içen, hastabakıcı değildi. Oğluydu. Oğlu, ilk başlarda
kadının daracık odasında temkinli bir biçimde içmeye başla­
mış , daha sonraları salonda da içer olmuştu. Kafayı bulun­
ca, yüksek sesle şarkılar söylemiş ve anasından yakınıp dur­
muştu. Bir yerlere telefon ederek askeriyedeki birine küfret­
miş ve en sonunda hüngür hüngür ağlamıştı. Ağlayıp zırla­
dıktan sonra ağzından içki kokuları saçarak Ogi'ye gelmişti.
Kapkara yanmış yüzündeki ışıldayan gözbebekleriyle Ogi'yi
selamlamıştı.
"Bey amca, özür dilerim!"
Saygılı bir biçimde yere eğilmişti.
" İ çkilerinin hepsini içtiğim için özür dilerim."
Yine eğilmişti.
"Amına koyduğumun oğlu, tadı çok güzeldi de ondan içtim."
Çocuk, arada bir havluyu içkiyle ıslatıp Ogi'nin ağzına da-
yardı. Ogi, ilk başlarda, ağzını sımsıkı kapadı. Genç adamın
kendisiyle eğlenişine katılmak istemedi. Ama çocuk vazgeç­
medi. Ogi'nin ağzına havluyu ha bire dayayıp durdu. Ogi, tek
malt viskiden yayılan turba isi kokusuna dayanamadı . Ne
zamandan beridir böyle bir şeyi koklamamıştı. Muhteşem ve
mest eden bir kokuydu. Çocuk, biraz daha verdi ve Ogi dilini
iyice uzatarak içti. Daha sonraları, kaşıkla ve bardağa pipet
koyarak da verdi. Çocuğun verdiği iyi bir içkiydi ama en iyisi
91

değildi. Bundan daha iyisi gırlaydı ama çocuk ya içkiden an­


lamıyordu ya da hepsini çoktan içip bitirmişti.
Kaynanası, hastabakıcının odasına yine gitti ve kadının
eşyalarını salondan tarafa fırlattı. Hastabakıcı, iki eliyle ala­
bileceği kadar eşyasını yüklendi.
Kaynanası, ana kapıyı ardına kadar açıp eşyaları bahçeye
attı. Ogi, hastabakıcının bahçeye atılan eşyalarını kocaman
valizine denk geldiği gibi sokuşturuşunu pencereden izledi.
Hastabakıcı gidecekti . Bundan böyle Ogi için teninin ko­
kusunu koklatacak, içkiyle dudaklarını ıslatacak hiç kim­
se yoktu. Ne rahatladığının ne de üzüldüğünün ayırdına bile
varamadığı tuhaf bir his, göğsünü daralttı. Ogi, üzüntüye ka­
pılmak yerine hastabakıcının oğlunun içip bitirdiği bütün iç­
kilerin kaliteli, tek malt viski olduğunu aklına getirdi. İçkile­
ri, dünyanın dört bir yanına akademik seminerlere ve seya­
hatlere giderek binbir zahmetle biriktirmişti. Yazık oldu, di­
yerek üzülüp sinirlenmek için kendini zorladı.
Kaynanası, hastabakıcının kaldığı odayı öğleden sonra sil­
di süpürdü. Hastabakıcının yanına alamadığı kalan eşyala­
rının hepsini de çöpe attı. Sağa sola telefon ederek yeni bir
hastabakıcı aradığını haber verdi. Ogi, onun aracı şirketlerle
yaptığı görüşmelerde, saatlik değil de yatılı hastabakıcı bul­
manın kolay bir iş olmadığını sürekli duymak zorunda kaldı.
''Yatılı bulsak da öncekiyle aynı olacaktır. Ah, ne yapsak ki?"
Kaynanası, Ogi'ye bakarak iç geçirip hayıflandı.
Kadın akşama doğru gittikten sonra Ogi tek başına kal­
dı. Eve geri dönerken dilediği gibi anca şimdi yalnız kalmıştı.
Bilincini toparladıktan sonra hastabakıcı bile olmaksızın ilk
defa bir başına kalmıştı. Rahat edeceğini sanmıştı ama olma­
dı. Yapayalnızdı. Kaygılandı, korktu. Durduk yere düdüğünü
öttürdü. Hiç kimse gelip de bakmadı. Dalga geçen veya zor­
balık eden de yoktu. Bağırıp öfkelenen, küfreden de yoktu.
Ev, alabildiğine zifiri karanlıktı. Kaynanası dikkatsizdi. Işık-
92

ları bile yakmadan gitmişti. Tasarruf etmeyi gerektirecek ne


vardı sanki? Kaynanası cimri davranmıştı. İ lk defa böyle bir
şey meydana geldiğinden hiç aklına getirememiş de olabilirdi.
Bahçede de hiçbir ışık yanmıyordu. Hiç değilse odadaki perdeyi
bari çekseydi, iyi olurdu. Kadın, perdeyi çekmediğinden Ogi dı­
şarısının karanlığa gömülüşünü, karanlığın içindeki ağaç dalla­
rının sallanışının sanki insan eli gibi görünüşünü mecburen iz­
lemek zorunda kaldı.
Yan tarafındaki sehpada kızıl bir ışık yanıp söndü. Tele­
fonun geldiğini haber veren ışıktı. Odası karanlık olmasay­
dı , telefondan çıkan ışığı göremeyecekti . Zili çalmadı. Öyle
ki, Ogi'nin odada kaldığı sürede bir kez olsun telefonu çalma­
mıştı. Muhtemelen ya kaynanası ya da hastabakıcı, Ogi'nin
rahatsız olacağını düşünerek telefonun zilini kapatmış olma­
lıydı. Zaten Ogi istese de telefona bakamaz diye düşünmüş
de olabilirlerdi.
Telefonu görünce aklına bir şey geldi. Sol koluyla yatağı
yoklayarak hastabakıcının koyduğu kaşıyıcıyı buldu. Kadın,
bacakların kaşınırsa kullan diye vermişti. Ogi, bu aleti hiç
kullanmamıştı. Bir yerini kaşımak istediğinde, düdüğünü öt­
türüp, hastabakıcıyı çağırması yeterli oluyordu.
Kaşıyıcıyı uzatarak telefonu kendi tarafına çekme düşün­
cesindeydi. Olmadı. Aleti kavrayan sol eli anında tutulmuş­
tu. Çok geçmeden telefonun ışığı sönüp gitti . Bir daha yan­
madı.
Ogi vazgeçmedi. Sehpaya bırakılmış telefona doğru kaşıyı­
cıyı ha bire uzattı. Kablosu gerildiğinden telefona daha fazla
asılamadı. Kolunu, var gücüyle uzatmasına rağmen eli ahi­
zeye bir tür1ü değmedi.
Birkaç seferlik denemenin ardından, aletin sap kısmını
kullanarak hoparlör düğmesine basabildi. Sinyal sesi oda­
nın içini doldurunca yalnızlığı birazcık azalır gibi oldu. Gel­
gelelim bu sesten başka da bir şey duyulmadığından ikircik-
93

lenip kaldı. Çünkü telefonda birisiyle görüşecek olsa bile ko­


nuşamayacaktı ki! Anca kuvvetli bir şekilde nefes alıp ver­
mesi mümkündü, bunun dışında bir şey yapamazdı. Yine de
yapmak istedi. Şu an itibariyle her ne olursa olsundu, dene­
mek daha iyiydi.
Tam olarak hatırladığı bir telefon numarası vardı. Cep te­
lefonuna kaydetmeye başladığından beri telefon numarala­
rını ezberlemeye lüzum kalmamıştı ama o numarayı her za­
man aklında tutmuştu. Ogi, o numarayı telefonunun rehbe­
rinden kaç defa silmişti. Kayda değer ölçüde çaba sarf eder
ama bir işe yaramazdı. Telefon numarası hep aklında beli­
rir ve çaresiz kalırdı. Kısa süre sonra o numarayı çevirerek
hal hatır sorar ve azıcık da olsa sesini duyardı. Kesinlikle ilk
arayan karşı taraf olmazdı ama Ogi onu ne zaman arasa te­
lefon hep açılırdı.
Aleti yavaşça kullanarak tuşlara bastı . On bir rakamın
hepsini tuşlaması epey zaman aldı. Nihayet çalma sesi du­
yuldu. Bir hayli zaman çaldı. Derken karşı taraf telefona ce­
vap verdi. Ogi'nin içi içine sığmadı . Bozulan vücuduna rağ­
men kalbi, sapasağlam ve yerli yerindeydi.
Alo, diyen bir ses duyuldu. Böylesine sıradan bir sesi du­
yunca Ogi'nin gözlerinden yaş gelecek gibi oldu. Sevinç duy­
du. Seni seviyorum sözünü ilk kez duyduğu andaki gibi içi
rahatlamakla beraber çok sarsıldı. Alo? Yine o ses gelmişti.
Ogi, konuşmak istedi. Karşılık vermek istedi. Ne zaman ken­
dini konuşmaya zorlasa makine sesi gibi bir şeyler çıktı.
Bu kez telefonun öbür tarafındaki kişi kimsiniz, diye sor­
du. Ogi sanki içini yakıp kavuran bir acı hissetti. Ağzından
ses olup çıkan şey, bölük pörçük iniltilerden ibaretti. Kendi
adını söylemek isteyince bir hayli sabırsızlandı. Kaç kez de­
nedi. Ahizenin öbür tarafındaki, sessizdi. Kimsiniz, diye şüp­
helenerek soran ses yine duyuldu ama Ogi ağzını kapadı. Ar­
tık daha fazla ses çıkarmayı denemedi. Epey zorlanmıştı ve
94

bu işin boşa kürek sallamak olduğunu düşündü. Yine de kar­


şı tarafın sesini daha çok duyabilirim ümidiyle telefonu ka­
patmadan bekledi. Ne var ki karşı taraf, hiçbir şey söylemedi
ve az sonra telefonu kapatıverdi.
İletişimin kesildiğini haber veren sinyal sesi, muntazam du­
yuldu. Sanki dünyanın geri kalanından ayrılıp dımdızlak or­
tada kalmış gibiydi. Kendisini telefondaki sesi işitmeden ön­
ce duyduğu yalnızlıktan daha koyu bir yalnızlık içinde buldu.
Bir süre sonra telefon geldi. Bu kez de telefonun zili duyul­
madı . Ahizenin alt tarafındaki küçük ekranda, belli belirsiz
bir ışık, titrek yanıyordu. Kaynanasına minnettardı. Kadın­
cağız , odanın ışığını söndürüp gitmeseydi Ogi, şu an yanan
ışığı göremezdi.
Gelen ilk telefona cevap veremedi. Hareketleri ağırdı ve is­
tediği gibi yapamıyordu. Yardım sinyalini kaçırdığını hisset­
ti. Yine telefon geldi. Ogi, arayanın birazcık daha sabretme­
sini diledi. Hoparlör düğmesine binbir güçlükle ve son anda
basıp telefonu açtı.
Karşı taraftaki, tek kelime etmedi. Ogi ise mümkün mer­
tebe daha sesli konuştu. Sanki bir demir parçası, zemine sür­
tülüyormuş gibi sesler çıktı. Nefes nefese kaldı. Daha son­
ra, ameliyat olursan biraz daha düzeleceksin, diyen dokto­
run sözlerini hatırladı. Doktor, Ogi'nin kademeli olarak par­
çalı sesler çıkaracağını ve telaffuzunun iyi olmayacağını, bu­
na rağmen yakın zamanda kendi normal sesine kavuşacağı­
nı söylemişti. Ogi, tedaviye seve seve karşılık vererek iyileş­
mesi için hangi acı olursa olsun, katlanmaya dünden razıydı.
"Ogi Bey?"
Ogi, kendi adının söylendiğini duydu.
"He, benim. "
Ogi, zar zor cevap verdi. Sanki hı, diye bir ses çıkarmış gi­
biydi. Karşı taraftaki de keşke aynen böyle duysa diye dü­
şündü.
95

"Ogi Bey?"
Muhtemelen tam olarak duymamış gibiydi ama Ogi deme­
si anladığını gösteriyordu. Hoparlörden sakin bir nefes du­
yuldu. Ağlayışı da andırıyor gibiydi. Buz kesilen Ogi'nin içi
titredi. Kendisi için ağlayan biri halen vardı. Bu ağlayışla­
rı daha yakından duymak istedi . Kaşıyıcıyı uzatıp telefonu
kendinden tarafa biraz daha çekti. Olmadı. Birkaç defa daha
bunu tekrarlayıp telefonu yere düşürdü.
Uzandığı yataktan yere düşen telefon görünmüyordu. Par­
çalanmamış gibiydi . Ahizeden alo, diyen ses halen duyulu­
yordu. Ogi, hiçbir şey söyleyemeyince telefon hemencecik ka­
pandı. İ letişimin koptuğunu haber veren sinyal bir süre de­
vam etti ve nihayet o bile kesildi. Odanın içinde, alabildiğine
koyulaşan bir karanlıkla sessizlik baki kaldı.
9

Kaynanası, ertesi gün öğle vakti çıkageldi. Yanında siyah­


lar giymiş dindarlar vardı. Odanın kapısını açan yaşlı kadı­
nın gözleri ilk önce yere çevrildi. Kadın, şüpheli ve tuhaf bir
yüz ifadesi takınarak Ogi'ye şöyle bir baktı ve ardından tele­
fonu alıp sehpanın üzerine olduğu gibi koydu.
Ogi'nin lazımlığı ağzına kadar sidikle dolu olduğundan
kaynanası dindarları odaya almadan önce lazımlığı boşaltıp
suyla yıkadı. Dindarlar, yaşlı kadını övdüler. Böyle bir işi hiç
kimse kolay kolay beceremez ve ancak gönlünde büyük bir
sevgiye sahip olan yapabilir, dediler. Bunun, ancak ve ancak
Baba'nın tek evladı !sa gibi birinin yapabileceği bir iş olduğu­
nu söyleyerek kadını göklere çıkaran da vardı.
Rahip, Ogi'nin elini tutup dua etti. Zahitler de el ele tutu­
şarak dört fasıllık ilahi söylediler. Geçen seferkinden içeriği
birazcık farklıydı ama sonuç itibariyle bilindik, basmakalıp
vaazla devam etti. Rahip, cüzzamlıyı iyileştirip yatalağı aya­
ğa kaldıran İ sa'nın mucizelerini anlatarak Ogi'yi teselli et­
ti. Son dua bitince kaynanası, rahibe dolgun, beyaz bir zarf
uzattı. Ogi, onun biraz daha geç gitmesini diledi ama böyle
bir şey olmadı. İ şlerini bitirince , bir sonraki dua için evden
aceleyle çıktılar.
Adamları geçirdikten sonra odaya tekrar gelen kaynana­
sı ahizeyi kaldırdı. Sinyali Ogi de duydu. Bozulmamış gibiy­
di. Ahizeyi elinde tutan kaynanası, kuşkulu bir yüz ifadesiyle
98

Ogi'ye baktı ve ardından telefondaki bir tuşa bastı.


Sadece tek bir tuşa basmıştı ama bu ne olabilirdi ki? Muh­
temelen yeniden arama tuşu olmalıydı . Kaynanası, yine
Ogi'ye kaçamak bir bakış attı ve ahizeyi bir eliyle kapadı. Bi­
risi telefona cevap vermiş olmalıydı. O kişi, tıpkı dün geceki
gibi Ogi Bey diyerek ha bire nefes alıp vermiş ya da ağlamış
olmalıydı. Ogi'nin telefon ettiğini sanıp bir şeyler söylemiş de
olabilirdi. Kaynanası, telefonun öteki ucundaki kişinin söyle­
diklerini sessiz sedasız dinliyordu.
Bir süre sonra ahizeyi yavaşça yerine bırakan kaynana­
sı, Ogi'ye baktı. Ogi, uyuklarcasına gözlerini yumdu. Kadının
kabloyu yerinden çıkarıp telefonu alarak odadan dışarı götü­
rüşü duyuldu.
O gün kaynanası Ogi'nin odasına bir daha girmedi. Lazım­
lığı dolup taştığından akan sidiğinin zemine sapsarı yayıldı­
ğını gördü. Yine de işemekten başka çaresi yoktu. Kazaya uğ­
radıktan sonra sidiğini tutamıyordu. Doktor, motor sinirler
hasar gördüğü için idrar çıkarma sekanslarının kontrol edi­
lemediğini, mesane hacmi de daraldığından içerideki basın­
cın artmasından ötürü Ogi'nin sık sık işediğini söylemişti. İd­
rar yoluna bağlı tüpten, sapsarı sidiği, serum gibi azar azar
akıyordu. Aldığı ilaçlardan mıydı, sidiğinin rengi daha sarı,
kokusu da daha bir pisti.
Kaynanası, anca ertesi gün geldi. Bu kez kocaman bir çan­
tayla içeri girdi. Ogi'ye kısa bir süreliğine kendisinin hasta­
bakıcılık yapacağını, kızının bir zamanlar çalışma odası ola­
rak kullandığı yerde kalacağını söyledi.
O odaydı. Tüın detaylarıyla hatırlayabiliyordu. Eşi, bahçede
olmadığı zamanların haricinde her daim o odada dururdu. Kimi
zaman o odada yatardı. Ogi ise o odanın kapısını sıklıkla açardı.
Vakit geçmesine rağmen eşinin bir türlü sofrayı hazırlamadığı,
zile basıp duran kargocuya kapıyı açmadığı ve işten eve dönün­
ce yüzüne bile bakmadığı zamanlarda Ogi o odaya girerdi.
99

Eşi, hep masanın önünde otururdu. Duvarı, boydan boya


kaplayan bir kitaplık vardı. Kitaplık ağzına kadar doluydu.
Eşi, yenice bir kitabı yerleştirmesi gerektiği zaman kitaplık­
taki kitaplardan birini alıp atardı. Sevdiği yazarın yeni kita­
bının çevirisi çıktığı zaman kitaplığa daha önce yerleştirdi­
ği, aynı kalınlıktaki coğrafya kitaplarından birini alıp atar­
dı. Ogi, eşinin dokunmaması için kendi kitaplarının hepsini
laboratuvara götürüp koyar ve mecburen eve getirmesi gere­
kenleri de kendi kitaplığına yerleştirirdi ama Ogi'nin kitap­
larından biri kesinlikle ya geri dönüşümlü çöp kutusunda
şans eseri görülür ya da çoktan atılmış olurdu.
"Fazlalıkların atılması kadar doğal bir şey yoktur."
Ogi, ne zamandan beri kendini dev aynasında görür oldun,
diyerek kinayeli çıkışınca eşi de böyle derdi. Bu zamanlarda
eşinin tek bir amacı vardı: Sadece ve sadece Ogi'yi sinirlendir­
mek. Eşinin arada bir böyle davrandığı zamanlar oluyordu.
Odanın orta yerinde, tik ağacından yapılma, kocaman bir
masa vardı. Eşi, o masayı alıp odaya getirinceye dek tam üç
ay beklemişti. Seongbuk mahallesindeki antika mobilya ma­
ğazasına bir hafta boyunca ha bire gidip gelmiş ve en sonun­
da içine sinen bir masayı bulduğunu söyleyerek onu satın al­
mıştı. Salondaki kanepeden sonra en pahalı eşyaydı. Ogi'nin
sahip olduğu herhangi bir eşyadan bile daha pahalıydı. İ lla
ki bunu almak zorunda mısın diye sorunca, eşi de ömür boyu
kullanacağım bir masa diye cevap vermişti. Sonuçta da ay­
nen eşinin dediği gibi olmuştu. Kadın, geri kalan ömrü bo­
yunca o masayı kullanmıştı.
Masanın yanında, yine aynı mobilya mağazasından satın
aldığı bir konsol vardı. Onun üzerine de seyahate gittiği yer­
lerden satın aldığı hatıra eşyalarla emsalsiz ve pahalı resim
çerçevelerini sıralamıştı . Çerçevelerin içinde Ogi'yle eşinin
sadece tek bir fotoğrafı vardı. Flört ederlerken birlikte gittik­
leri Gyeongju'da, iki kişilik bisiklete binerken çektirdikleri
1 00

fotoğraftı. Eşinin genç ve güzel olduğunu hatırlatan bir fotoğ­


raftı, dikkat çekecek kadar özel bir hatıra değildi.
Çerçevelerin içindekilerin hepsi kadın fotoğrafıydı. Fotoğ­
rafçı Annie Leibovitz'in çektiği Susan Sontag, toplu saçlarıy­
la Virginia Woolf, sahilde beyaz bikinisi içinde neşeyle gülen
Sylvia Plath, bahçede duran Tasha Tudor, ağzında sigarasıy­
la ihtiyar Louise Bourgeois, saçları dağınık, göğüsleri açık
Georgia Totto O'Keeffe, üstünde geceliğiyle dağınık yatağa
uzanmış Cindy Sherman gibi kadınlardı.
Yaşayanı da vardı, öleni de. İntihar edeni de vardı, hasta­
lanıp öleni de. Hepsi de birbirinden farklıydı ama Ogi onların
ortak noktalarını bir çırpıda anladı. Hepsi de başarılı kadın­
lardı. Eşi, tıpkı üniversite yıllarında Oriana Fallaci'nin fotoğ­
rafını cüzdanında taşıdığı gibi, bu kadınların fotoğraflarını
da kendi odasına dizmişti.
Ogi, eşinin ne tür bir iş yapmak istediğini bir türlü öğrene­
medi ama onun nasıl biri olmak istediğini birazcık tahmin et­
ti. Eşi ressam, sanatçı ya da yazar olmak istemiyordu. Sadece
başarılı olup adını dünyaya duyurmak istiyordu o kadar.
Eşi, bahçeyle ilgilenmediği zamanlarda başarılı kadınların
fotoğraflarıyla beraber odasına kapanırdı. Ogi'nin içeriye her
göz atışında eşi, masanın önüne oturmuş bir şeyler yazıyor­
du. Evet. Her gün bir şeyler yazdı. Hem dizüstü bilgisayarına
hem de büyük not defterine yazdı. Yapışkanlı not kağıtlarına
bir şeyler yazıp duvara yapıştırdı, aldığı küçük notları tene­
ke kutunun içine birer birer topladı. Uzun süre önce, kurma­
ca dışı bir şeyler yazmak için sözleşme imzalamıştı ama söz­
leşmeyi tek taraflı feshedince, ceza ödedikten sonra bir kez
olsun yazdıklarını Ogi'ye ne söylemiş ne de göstermişti ama
hiç durmadan bir şeyler yazıyordu.
Bir keresinde, seyahate gitmeden kısa süre önce, son za­
manlarda ne yazdığını söyleyiverdi. Ogi, muhtemelen bahçe­
cilikle ilgili bir kitaptır diye tahmin ediyordu.
1 01

"Yanıldın."
Eşi, basit bir karşılık verdi.
"Açık mektup gibi bir şey."
"Açık mektup mu?"
İ çeriği eğlenceliydi. Eşinin şimdiye dek yazdıklarından bi­
razcık farklıydı . Ne var ki iyice düşündüğünde , durum öy­
le değildi. Eşinin ilk defa yazının gücünü hissedişi, böyle bir
açık mektupla başlamıştı. Yani bir şey yazmış ve yazdığı şey
sayesinde istediğinin hakikaten gerçekleştiği.ne bizzat şahit
olmuştu. Eşinin yazdığı cinsel tacize yönelik açık mektup,
adamın tekini yayıncılar birliğindeki başkanlık makamından
etmiş ve kurum içindeki sorunların çözülerek mevcut duru­
mun iyileştirilmesine vesile olmuştu. Bunun, eşinin yazdığı
yazıdan kaynaklı bir iş olduğu su götürmez bir hakikatti.
"Suçluyorum! "
Eşi, yazı diliyle mırıldanıp durdu.
"Nasıl bir mektup bu?"
"Hakikat uygun adım ilerliyor ve hiçbir şey onu durdura­
mayacak!"
,

Eşi, Ogi'ye dik dik bakarak Emile Zola'nın sözlerini tek-


rar etti.
Ogi, uygun adım ilerleyen o hakikat neymiş diye sorsay­
dı, anlatacaklarını dinleseydi, eşi de yarı şaka yarı ciddi an­
latırdı. Gelgelelim kadının sabit bakışları, mırıl mırıl konuş­
ma tarzı Ogi'nin keyfini kaçırmıştı. Ogi, derinden bir of çeke­
rek "Bu, günümüzde geçerli bir şey değil ki" diye karşılık ver­
dikten sonra yerinden kalktı.
Anca daha sonralan, seyahate giderken aracın içinde, keş­
ke eşimi o zaman biraz daha dinleseydim düşüncesi aklına
gelecekti. Aralarındaki ilişkinin, eşinin lafını böyle bir tarz­
da söyleyecek derecede garip bir hal aldığını çok zaman son­
ra anlayacaktı. Her şey için artık çok geç oluşu gibi bu da ge­
cikmeli bir düşünceydi.
1 02

Kaynanası, kızının odasından bir türlü çıkmaz oldu. Muh­


temelen ilk başlarda odanın sağına sol una temizleyecek ka­
dar bakınmıştı ama gitgide kızının masasının üzerini, çek­
mecelerini, notlar yapıştırılmış duvar yüzeyini de incelemiş
olmalıydı. Kızı, saplantılı bir biçimde her şeyi kaydetmişti.
O gün okuduğu kitabın başlığını, sayfa sayısını ve konusunu
not almaktan başlayarak telefon görüşmesi yaptığı kişilerin
adlarını ve konuştukları şeylere varıncaya dek her şeyi kısa
kısa yazmıştı.
Ogi hakkında da detaylı şeyler yazmıştı. Onunla niçin tar­
tıştıkları, barışmak isteyen kocasının ne yapmaya söz verdi­
ği gibi şeyleri not almıştı. Bir vakit sonra, o notları çıkara­
rak öne atılmıştı. Ogi'den ötürü hayal kırıklığına uğradığını,
onun eskisi gibi yine aynı hataları işlediğini söyleyip kılı kırk
yararak her şeyi sormaya başlamıştı . Kendisine güvence ya
da söz vermesinin hiçbir yararı olmadığını söyleyerek sinir­
lenmişti. Ogi, yine özür dileyip tüm samimiyetiyle aynı söz­
leri vermişti. Çok geçmeden, eşinden yine aynı şekilde azar
işitmişti. Ogi, kısa süre içinde her şeyden bıkmıştı.
Eşi, masanın üzerindeki takvime Ogi'nin eve dönüş sa­
atlerini de yazmıştı. Giderek daha da meşgul olduğundan,
çok zaman eşine verdiği sözleri de tutamaz olmuştu. Kaç de­
fa birlikte akşam yemeği yiyelim, demesine rağmen hep ge­
ce yarısından sonra eve dönmüştü. Ya telefon ederek ya da
mesaj göndererek durumu açıklayı p eşinin anlayışına sığın­
mış ama eşi her seferinde sinirlenmişti. Böyle günler ha bi­
re tekrar edince, eşi günü gününe tuttuğu takvimini getirip
Ogi'nin o güne dek verdiği sözlerine kaç kez sadık kalmadığı­
nı tüm detaylarıyla göstermiş ve Ogi de ne diyeceğini bileme­
yip küçük dilini yutmuştu.
Bir zamanlar eşi, çocuk sahibi olmak için çabalamıştı. Yu­
murtlama dönemine denk getirerek iğne olmuş ve ilaç alarak
tedavi görmüştü. Ogi de küçük bir odaya girip video izleyerek
1 03

birkaç defa sperm vermişti. Yapay döllenme konusunda bir­


çok defa başarısız olunca, biraz daha fazla ihtimali olan tüp
bebek yöntemini denediler. Olmadı. Eşi depresyona girdi ama
bir süre sonra kendini toparlar gibi oldu. Kadının kendine ya­
raşır biçimde vazgeçişi ve kabullenişi, çok çabuk olmuştu.
Yine de Ogi, eşini mutlaka avutması gerektiğini. hissetti.
Çünkü eşi, üzüntüsünü ve mutsuzluğunu kasten gizliyor gi­
biydi. Kederlenmek yerine alaycı bir biçimde gülmeyi tercih
etmişti. Bu duruma katlanabilmek daha da zordu.
E şi, her şeyi eleştirip alaya aldı. Ogi'ye maddiyatçı züp­
pe, dedi. Her seferinde onu suçladı. Ogi , haksızlığa uğradı­
ğını düşündü. Kendisi sadece gayretle yaşamaya çalışıyordu.
Kariyeri için çok çalışmış ve işleri de böylece çoğalmıştı. Eşi,
onu bir türlü anlamıyordu. Üzüldü. Ogi, bir başına kendi ya­
şamını kurup gidiyordu. Eşinden ayrı yaşamak gibi bir şe­
yi hiç düşünmemişti. O da mümkün mertebe buna uygun bir
biçimde davranmak zorundaydı. Ogi'yi bir kenara bırakabi­
leceği anlamına gelmiyordu. Kendi yaşamını yine kendisinin
idare etmesi gerektiği anlamındaydı.
Kaynanası, kızının yazdığı her şeyi bulup okuyacaktı. Kı­
zının onca süre zarfında anlatmadığı birçok şeyi öğrenecekti.
Not defterinden, düzenli bir biçimde tutulmuş notlardan ve
her yere dağılmış yapışkanlı, muhtelif not kağıtlarından öğ­
renecekti. Kaynanası, Ogi hakkında kızıyla aynı düşüncıelere
sahip olacaktı. Aynı şekilde yanlış anlayıp yine aynı nefreti
duyacaktı. Bu durum, Ogi'yi kaygılandırıp korkuttu.
Kaynanası, bir sonraki gün sabahleyin erkenden Ogi'nin
odasına geldi . Gece iyi uyuyamadığından mıydı, bitkin gö­
rünüyordu. Ogi, yaşlı kadının yüz ifadesini yokladı ama ak­
lından ne geçirdiğini bilmesinin imkanı yoktu. Kadın, küçük
sandalyeye oturup sadece Ogi'ye baktı ve tek kelime bile et­
medi. Ogi, endişelendi. Kaynanası, gece boyunca Ogi'ye dair
neler öğrenmişti ki?
1 04

Kadın, derinden bir iç çekerek sakin bir biçimde ağzını açtı.


"Artık düşünüp taşınma vakti geldi."
Her şeyi öğrenmiş olabilir miydi? Seyahatleri kazasız be­
lasız bitmiş olsaydı, kaynanasıyla Ogi'nin bir daha aile ola­
mayacakları gerçeğini öğrenmiş olabilir miydi? Her ne hik­
metse, hastabakıcı yokken bunu öğrenmiş olması üzücüydü.
Ogi , kadın haricinde kendisine başka kimin yardım edebile­
ceğini çabucak düşündü. Maalesef aklına gelen münasip biri­
si yoktu.
"Şu bahçenin haline bir bak hele! Bir insan evladının yaşa­
dığı evin bahçesi, böyle olabilir mi?"
Kaynanası, nihayet konuyu gündeme getirmişti. Kadının
derdi bahçeydi ama Ogi'nin içi rahat değildi. Çünkü bahçe,
tam anlamıyla eşinin mekanıydı. Kaynanası kızından söz aç­
maya çalışıyordu.
"Ama şimdi derdimiz bahçe mi? Değil elbette. "
Pek tabii, problem bahçe değildi. Önemli olan, her zaman
Ogi'ydi. Ogi'nin iyileşmesiydi.
"Para diyorum."
Ogi, yarı şüpheyle karışık bir şaşkınlığa düştü. Nasıl ol­
muştu da bu problemi derinlemesine düşünmemişti. Aslında
düşünmüştü. Uzun süre düşünmemişti. Kaynanası, bir tane­
cik yüzüğü almak istediğini bile zar zor söylemişti. Lüzum­
suz yerlere bağışta bulunsa da para konusunda sağlam bir
muhakeme yeteneği var gibiydi.
"Birazcık hesap yaptım. Bu evle beraber mevduat, tahvil,
kızımın sigorta parası, senin sigorta paran gibi şeyler. . . Hep­
sini toplayıp hesapladım."
Kaynanası, hesap makinesini tuşlayıp durdu.
"Borcu amma da çokmuş ha! Bu evi diyorum. Bunu düştü-
gumuz zaman . . . "
"" . . ..

Kaynanası, derinden bir of çekti. Ogi, düzenli olarak fa­


iz ödemiş ve kredi tutarının çoğunu geri yatırmıştı. Aslında,
1 05

borcu çok denilecek kadar bir miktar değildi. Bir vakitler, el


alem hayat zor diye ağlayıp sızlandığında, onlarla aynı tel­
den çalarak banka borcuyla övünmüştü ama kendini zorlarsa
şimdi bile anında geri ödenebilecek bir miktardı.
"Bizim topu topu sahip olduğumuz bu işte. Görüyor musun?"
Kaynanası, elektronik hesap makinesinde çıkan rakamı
Ogi'nin gözlerine sokarcasına iyice önüne yaklaştırdı. Ogi
tam göremedi. Kadın, bir çırpıda hesap makinesini kaldırdı
ve yine göğüs geçirdi.
"Topu topu"nun ne kadar olduğu değil de kaynanasının
kullandığı "bizim" ifadesi Ogi'nin dikkatini çekmişti. Kadı­
nın bu parayı Ogi'yle kendisinin birlikte kullanabilecekleri
bir meblağ olarak gördüğü kesindi. Halbuki hepsi Ogi'nin bi­
riktirdiği paraydı, buna rağmen durum böyleydi. Eşinin ölü­
müyle aldığı sigorta parası da sonuçta Ogi'nin her ay ödeyip
durduğu sigortaydı.
"Bu defa da aylık masrafı bir hesaplayalım bakalım. Senin
hastabakıcı masrafın, fizyoterapiste verilen para, Muhterem
Peder Efendi'nin dua parası, hastanedeki ayakta tedavi mas­
rafları, tıbbi ekipman kirası, muayene masrafı, ilaç parası, öf
be . . . Hepsi senin aylık masrafların işte. Bakalım hepsi ne ka­
dar tutuyor? Hepsi bu kadar mı ki? Kredi faizi, bu evin aidatı,
elektrik, su ve doğalgaz faturaları, gündelik geçim masrafları . . .
Bunlardan hariç tutulacak bir şey yok. Hepsini toplarsak. . . "
Kaynanası, yine hesap makinesini Ogi'nin gözünün önüne
tuttu.
"Bu kadar gerekli. Şaşırmadın mı? Eli ayağı düzgün, nor­
mal iki insan evladı, parayı deli gibi har vurup harman sa­
vursa bile yine de bu kadarını harcayamaz . . . "
Ogi, kaynanasının gösterdiği rakamı hiç göremedi. Bir kez
daha göstermesi için göz işareti de yapmadı. Zaten kaynana­
sı da net rakamı muhtemelen göstermek istememişti . Yattı­
ğı yerden geçinen bir geri zekalı olması münasebetiyle Ogi'ye
1 06

bir ayda bu kadar parayı harcayıp duruyorsun, diye söylen­


mek istemiş de olabilirdi.
Yine de ziyanı yoktu. Ogi, her ne kadar düşüncesizce pa­
rayı har vurup harman savursa da kaynanası, bunun "bizim
paramız" olduğunu düşünüyordu. Ogi'nin tedavi parasının
hepsini harcayıp borçlanmak gerektiğini söylese de problem
değildi. Her şeyini kaybetse de Ogi yaşıyordu; tedavi görerek
iyileştirilecek ve yine eski sağlığına kavuşacaktı. Okula geri
dönecekti. "Çabucak iyileş de okula geri dön!" Hastaneye zi­
yaretine gelen dekan da öyle demişti hani.
Ogi, tekerlekli sandalyeyle bile olsa hemencecik derse git­
meyi düşünüyordu. Yüz ameliyatı olup kırılan çenesi düze­
linceye dek beklemesi gerekecekti ama sol eliyle de olsa te­
kerlekli sandalyenin tekerini döndürebilirdi. Eli ayağı düz­
gün insanların bile iş bulamayıp aylak aylak gezdikleri bir
devirde hiç kımıldayamayan, yatalak Ogi'nin içinde bulundu­
ğu şu durumda bile geri dönebileceği bir işyeri vardı. Okul,
Ogi'ye emeklilik garantisi veriyordu. Rehabilitasyonu bittik­
ten sonra okuluna geri dönüp emeklilik için gereken süreyi
tamamlayacaktı.
Elini serbestçe hareket ettirebilirse, zamanı olmadığından
hep ertelemekle yetindiği Kore'nin eski haritaları hakkında­
ki kitabı da yazabilirdi. Bununla ilgili bir yığın veriye çok­
tandır sahipti. Japonya ya da Avrupa gibi yerlere iş gezisine
her gidişinde , kütüphanelere uğrayarak bir yığın doküman
toplamıştı. Yazmaya zaman ayırabilseydi, şimdiye dek çok­
tan basılıp yayımlanmış bir kitap olacaktı. Yurtiçi ve dışın­
daki çeşitli faaliyetlerden dolayı bunu sürekli erteleyip dur­
muştu.
Eskisi gibi dersler de verebilirdi. Kim bilir belki de şimdi­
ye kadarkinden farklı bir metotla vereceği dersler, insanlar
üzerinde etki bırakabilirdi. Sapasağlam elleriyle ayaklarının
neden böyle olduğunu, bu sorunun üstesinden nasıl geldiğini
1 07

anlatarak onları etkileyebilirdi. Bu hayaller, Ogi'yi neşelen­


dirdi. Tepkisiz ve sessiz duran uzuvlarına destek oldu.
"Bir süreliğine de olsa, en azından hastabakıcı masrafını
biraz kısmamız gerekiyor. Başka çaremiz yok."
Ogi, bu bir saçmalık diyerek bağırmak istedi. Vücudunu
kaynanasının ellerine hepten bırakmak zorunda kalacak ol­
ması, tüyler ürpertici bir şeydi. Gözlerini hiç durmadan kır­
pıp durdu.
"Tamam, tamam. Anladım. Sen de biliyorsun. Benim için
zor olacak. Yaşım almış başını gitmiş zaten. Bu yaşımla sana
hastabakıcılık yapayım derken Tanrı esirgesin, bilakis ken­
dim daha kötü bir hastalığa yakalanabilirim."
Bu mümkün olamazdı . Kaynanası turp gibiydi. Elden
ayaktan düşüp hastalanan kaynanası değil Ogi'nin ta ken­
disiydi.
"Beş para olsa da kısmalıyız. Beş para bile."
Kaynanası , bunu dedikten sonra ardına bile dönüp bak­
madan odadan çıkıp gitti. Ogi, gözlerini sayısız kez ha babam
kırpıp durmuş ama kadın hiçbir karşılık vermemişti. Düdü­
ğünü öttürüp durdu ama kapı bir daha açılmadı.
İyice sıkışıp kalmış bir vaziyette, arabayla birlikte tepeden
aşağıya yuvarlanıp gittiği hissine kapıldı. O an, şimdikinden
hiç değilse daha iyi sayılırdı. O an, her şeyin bittiğini san­
mıştı. Hem korkmuş hem de rahatlamıştı. Şimdi ise son de­
ğildi. Bir şeyler başlayacaktı. Şimdiye değin çoktan bir dün­
ya işin başına geldiğini düşündü ama sanki ileride bundan
daha fazlası gelecek gibiydi . İleride başına gelecek olanlar,
şimdiye dek çektiği acılarla kıyaslanamayacaktı.
10

Kaynanası, bahçedeyken yüzünü örtecek denli kenarları


geniş bir şapka takmıştı. Kollarına siyah kolluklar geçirmiş ,
ayak bileğine doğru paçaları daralan bir pantolon giymişti.
Ü stü başıyla uzun zaman önceki kızının görünüşünü andı­
rıyordu. Ü stündekilerin hepsi kızının kıyafetleri olduğu için
böyle görünüyor da olabilirdi.
Ogi, sol eliyle yatağın üst kısmını kaldırıp yarı oturur po­
zisyonda, arkasına doğru hafiften yaslanmış vaziyette, bah­
çede çalışan kaynanasını izledi. Kaynanası ne yapıyordu ki?
Ogi'nin oturduğu taraftan pek iyi görünmüyordu ama toprağı
belleyip aktarıyor gibiydi. Uzun zaman önce tıpkı eşinin yap­
tığı gibi yine bahçeye çekidüzen vermeye çalışıyordu. Hasta­
bakıcı gibi Ogi'ye bir güzel bakmak için zaman ayırmaya ni­
yeti yok gibiydi.
Kaynanası, Ogi'nin olduğu odadan tarafa hiç sezdirmeden
bir bakış attıktan sonra sert bir yüz ifadesiyle başını çevirip
tekrar işine koyuldu. Ogi'nin hastanede bilincini toparladığı
sıralardaki kaynanası, hiç şüphesiz nişan günü otelde tanış­
tığı kişiydi. Zarif ve basiretliydi. Son zamanlardaki kaynana­
sı ise Mapo'daki apartman dairesine gittiği gün şahit olduğu
görünüşteydi. Dışarıda bağrışan çocuklara hışımla çıkışarak
bir anda alabildiğine çemkiriveren o kaynanaydı.
Yaşlı kadın, epey bir zaman sonra ayağa kalktı. Ağrıdığın­
dan mıydı, yavaşça ovuşturduğu belini doğrulttuktan son-
1 10

ra sağlam uzuvlarıyla övünürcesine iyice gerinerek kasla­


rına masaj yaptı. Çapayı yere bıraktıktan sonra eve girip ,
mutfakta bir süreliğine bir şeylerle uğraştı ve nihayetinde
Ogi'nin odasına geldi.
Kaynanası, hijyenik eldivenler takıp lazımlığı temizledi.
Hastabakıcı, bu işlerin hepsini çıplak elleriyle yapardı ama
kadın, sanki Ogi bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış gibi onun
kullandığı eşyalara rasgele dokunmazdı. Lazımlığı temizle­
dikten sonra, tıpkı hastabakıcının yaptığı gibi Ogi'nin pij a­
masının önünü çözdü.
Ogi, sol elini sallayarak bunu yapmasını istemediğini ha­
ber verdi. Eli kaynanasına değmeden havada öylece sallan­
dı. Beriki hiç oralı olmadı. Ogi, bacaklarını büzüp kapatma­
ya çalıştı. Dizlerini bükmeye çalıştı. Elbette olmadı. Baktı ol­
muyor, avazı çıktığı kadar var gücüyle bir çığlık attı. Bu iş­
ten bir hayli rahatsız olduğunu haber vermek istiyordu. Çığ­
lığı, bir inleyiş gibi duyuldu.
Kaynanası, Ogi'nin vücudunu sildikten sonra tüpten sıvı
gıdayı verirken bir şeyler söyledi. Ogi, kadının ne söylediği­
ni anlamak için kulak kesildi. Kendine söylediğini zannet­
ti. İyi duyamadı. Kaynanası, ha bire homurdanıp duruyordu.
Küfretmiş olabileceğini düşündü. Yüz ifadesi sertti ve sinir­
li görünüyordu. Kaynanasının, hemencecik öfkesini belli et­
mesini ve kendisiyle ilgilenmekten vazgeçmesini diledi. Ama
yüzündeki ifade sert olmakla beraber ilk başlardaki zarif ve
dostane tebessümünü tamamen yitirmiş olsa da yaşlı kadın
hiçbir zaman öfkesini bağırarak dile getirmedi.
Ogi sıvı gıdayı içine yavaşça çekerken kaynanası, boşluğa
bel bel bakarak kısık bir sesle ve hızla bir şeyleri tekrar ede­
rek homurdanıp durdu. Ogi anlayamıyordu. Yemeğini bitir­
dikten sonra yaşlı kadın ıhlayarak ayağa kalktı, iç geçirdi ve
kendi kendine söylediği şey, bu seslere karışmış bir şekilde
apansızın ağzından gürültülü bir biçimde çıkıverdi.
111

"Tasukete kudasai."
Ogi, bu sözleri ezberledi. Unutmamak için sürekli içinden
tekrarlayıp durdu. tekudasaiTasuketekudasaiTasuketekuda­
saiTasuketekudasaiTasuketekudasaiTasuketekudasai.
Öğleden sonra ambulans geldi. Hemşire yardımcısının eş­
liğinde Ogi, sedyeye alınarak araca bindirildi. Kaynanası re­
fakat etti ve ambulansa bindi, hemşire yardımcısıyla birlikte
daracık bir yere yan yana oturdu ve Ogi'nin terleyen saçları­
nı elleriyle arada bir geriye doğru taradı.
Hastaneye varınca Ogi'nin içi rahatladı . Emniyetli bir
dünyaya gelmiş gibiydi. Hastaneye ilk kez yatırıldığı zaman,
kendisine bakan hemşirelerle selamlaştı. Hemşireler, Ogi'ye
yüzünün iyileştiğini söylediler. Eve gitmek iyi oldu mu, diye
de sordular. Kaynanası, tebessüm ederek bir hemşireye bir
Ogi'ye ardı ardına baktı. Ogi, gözlerini yavaşça kırptı.
Uzun ve sıkıcı muayeneler, ha bire devam etti. Ogi, bu sü­
rede yorgun düştü. Kaynanası, hep yanında durdu. Ogi'den
geri kalmayacak denli yorgun ve bitkin bir yüz ifadesi var­
dı. Kadın, bir servisten diğerine her gidişlerinde sedyenin pe­
şinden hiç ayrılmadı, Ogi'nin muayene edildiği sürede uyuk­
larcasına gözlerini yumdu, bekleme salonundaki sandalyede
bekledi, sonra yine ayakkabılarını yere sürterek Ogi'nin peşi
sıra bir başka servise gitti.
Ogi, omuzları çökmüş bir halde peşinden gelişini izlerken
kaynanasının bir hayli yaşlandığını fark etti. Hastanede şöy­
le bir baktığında yaşlı kadın ne zarif, ne ağırbaşlı, ne kaba ne
de asabiydi. Sadece her şeyden bıkıp usanmış bir ihtiyar gi­
bi görünüyordu.
Üç yıl önce kocası dünyayı aniden terk ettiğinde bile genç­
liğini muhafaza eden kadın, kızını yitirdikten sonra hayatın
her anına sıkı sıkıya bağlıyken her şeyi bir çırpıda bırakıver­
miş gibiydi. Şöyle bir bakınca anladı ki, mazideki o ellili yaş­
ları andıran görünüşünden şimdi zerre eser kalmamıştı. Yaş-
1 12

lılık lekeleri yüz hattı boyunca belirginleşmiş , saçları ağar­


mış, hiç boyatmadığından boz renge bürünmüştü. Daha önce­
leri hep düz , tek renk elbiseler giyerdi, şimdilerde parlak, ha­
fif ve rahat elbiseler giyiyordu.
Ogi'nin işe ilk girdiği zamanlarda buna içtenlikle sevinen
hali aklına geldi. Bu haberi en çok kutlayan eşi değil kay­
nanasıydı. Meslektaşlarından neredeyse hiçbiri tebrik etme­
mişti ama o gün kaynanasının sevindiğini görünce gerçekten
bir aile olduklarına emin olmuştu. Evlendikten sonra kay­
nanası, "öksüz" ya da "aşağılık kompleksi" gibi sözleri ağzı­
na · h iç almamıştı. Kızına Ogi'nin kimsesizliğinin, tam aksi­
ne "iyi bir şey" olduğunu söylemişti. Onun başarısız hamile­
liklerinden dolayı sık sık depresyona girdiği zamanlarda, kı­
zından daha çok Ogi'yi teselli edip rahatlatmaya çalışan yine
kaynanasıydı.
Ogi'nin ailesinden geriye kalan tek kişi, sadece oydu. Kay­
nanasının da kendisiyle aynı durumda olduğunu anca şimdi
akıl edebildi. Ogi ve kaynanası, birbirleri için tek aile olmuş­
lardı. Elbette eşi yaşasaydı, ailevi ilişkileri sona erebilirdi. Az
kalsın, böyle bir iş de olacaktı. Şimdi olamazdı. Ogi ve kayna­
nası, böyle bir fırsatı kaçırmışlardı. Sonsuza değin aile ola­
rak kalmaktan başka çareleri yoktu.
Kaynanasıyla Ogi, anca bir ailede görülebilecek davranış­
ları öğreniyorlardı. Kadın, Ogi'nin önünde bas bas bağırarak
hastabakıcıyı kovmuştu. İtimat edilemez bir cemaatin men­
suplarını eve sokup önlerinde eğilerek para bağışlamıştı. Sık
sık kendi kendine Japonca bir şeyler homurdanıp duruyordu.
Ogi de aynıydı. Kendi vücudunu kaynanasının ellerine bırak­
mıştı. Kaynanası, Ogi'nin apış arasını siliyor ve pişip iltihap
kapmasın diye orasına pudra sürüyordu. Ağzına kadar dolan
lazımlığını temizliyor, dışkıyla dolan oturağını suyla yıkıyor­
du. Anca eşi öldükten sonra ikisi, mükemmel bir aile olmuş­
lardı.
1 13

Doktor, bilgisayarlı tomografi filmini göstererek Ogi'ye


hastalığın s eyrinin iyi gittiğini söyledi. Rehabilitasyona
odaklanırsa, tekerlekli sandalyeyi bile kullanabilirdi. Ogi bu­
na pek sevinmedi. Bu sözler, kulağına her ne kadar iyileşse
bile eninde sonunda tekerlekli sandalyeye mahkum olacağı
şeklinde geldi.
Kaynanası, bunun iyileştiği anlamına mı geldiğini temkin­
li bir biçimde sordu. Doktor, sakin bir üslupla ve hiç uzatma­
dan, belden aşağısı için iyimser olmak zor, dedi. Buna rağ­
men belden yukarısının hareketliliğini ve sinirlerin iyileş­
mekte olduğunu gösteren işaretlerin kesin bir biçimde iyiye
gittiğini söyledi. Hatta, kısa süre sonra sağ elini kullanarak
bacağını kaşıyabilir diyerek kendince şaka bile yaptı.
"Bu kadar iyileşmeniz, kaynananız sayesinde mümkün ol­
du, öyle değil mi, Ogi Bey?"
Doktorun bu sözleri karşısında Ogi boş gözlerle tavana
baktı. Kaynanası, anlamsız bir yüz ifadesiyle gözlerini dok­
tora dikmişti. Ogi'ye bakmadı. Ogi, doktordan hastalık sey­
rinin iyiye gittiği lafını işittiği anda kaynanasına bakmıştı .
Kadın korkuyordu. Şimdiye dek bu türden bir yüz ifadesine
hiç şahit olmamıştı. Endişeli ve ürkmüş görünüyordu. Ogi'yi
hakikaten kendisi mi iyileştirmişti, kızını yitirdikten sonra
bir başına hayatta kalan damadını o mu bu denli yaşatmıştı,
ileride daha da mı iyih�şec\�kti, gerçekten kendi kendine mi
böyle olmuştu; sorguluyor gibiydi. Kaynanasının bu yüz ifa­
desi, sık sık aklına gelecekti . Ogi'yi iyileştirmekten korkan
bir yüz ifadesi. Onun daha fazla iyileşmemesini arzulayan
bir yüz ifadesi.
Ogi, dudak hareketleriyle hemşireden bir kağıt vermesini
istedi. Hemşire anlayamadı. Sol eliyle bir şeyleri yazma tak­
lidi yapınca, hemşire anca o zaman müsvedde bir kağıtla ka­
lem verdi.
Doktorla hemşire acele ettirmeden onun bir şeyler yazma-
1 14

sını beklediler. Ogi, tir tir titreyen sol eliyle güç bela bir şey­
ler karaladı.
"Daha erken ameliyat, doğru mu?"
Ogi, gözlerini kırptı.
"Vay be ! Tamam. Aferin size Ogi Bey. Bir şeyler yazma­
ya devam edin lütfen. Böylece sol eliniz daha da kuvvetlenir.
Kas gücünüz gelişir."
Doktor, Ogi'yi cesaretlendirdi.
"Bu ameliyattan sonra kesinlikle daha iyi olacaksınız. Ü s­
telik konuşmaya da yavaş yavaş başlayabilirsiniz."
Ogi'nin dört gözle beklediği şey buydu. Konuşabilecek ol­
mak. Gözlerini kırparak değil de konuşarak doğru dürüst ile­
tişim kurmak. Şu an yürüyebilmektense konuşabilmeyi daha
çok arzuluyordu.
"Bunun için de alıştırma yapmanız lazım. Yeniden doğmuş
gibi öğreneceksiniz yani. Bebeklerin konuşmaları da hem za­
man alır hem de yavaş ilerler, öyle değil mi? Ama bir vakit
gelecek iyi konuşacaksınız . Elbette , aynen öyle olacak. Sol
elinizle sürekli bir şeyler yazmayı deneyip alıştırma yapın.
Sağ eliniz de iyileşecektir ama motor fonksiyonların geri ka­
zanıldığı taraf adapte olacak şekilde onu devamlı hareket et­
tirmeniz gerekiyor. Anladınız, değil mi?"
Doktor, kaynanaya da Ogi'ye kağıtla kalem vererek ileti­
şim kurmasına yardımcı olmasını tavsiye etti. Kaynanası,
donuk bir yüz ifadesiyle olur anlamında başını yavaşça sal­
ladı.
" Ö ncelikle programımızın ne durumda olduğuna bir baka­
lım."
Doktor, hemşireyle istişare etti. Biraz zaman geçti.
Ogi, konuşabilirse en önce bir hastabakıcı bulacaktı. Kay­
nanasının, kendisine bakmamasını sağlayacaktı. Bir avuka­
ta danışarak bu durumda yasal temsilcisini nasıl belirleyebi­
leceği kon usunda fikir edinecekti.
1 15

Doktorun işleri yoğundu. Ogi'ye öncelik vermek için baş­


ka bir hastayla planlanmış programını değiştirmek zorunda
kalacaktı. Böyle bir zahmete girerek ameliyatı ancak bir gün
kadar öne alabildiğini söyledi.
"Bir gün de olsa erken ameliyat olur musunuz?"
Hemşire sorunca kaynana da "Senin için nasıl olur?" diye­
rek Ogi'ye baktı. Yaşlı ve yorgun bir yüz ifadesiyle. Ogi'nin
ilelebet hatırlayacağı, o ödlek yüz ifadesinden eser kalma­
mıştı.
Kaynanası, alabildiğine yaşlı görünüyordu. Bıkıp usanmış
gibiydi. Kızını aniden yitirmeseydi, sakin ve zarif bir yaşlılık
hayatı geçirebilirdi. Tıpkı kendisinin söylediği gibi, zamanını
damadına hastabakıcılık yaparak harcadığında daha aman­
sız bir hastalığa yakalanarak kesinkes eriyip gidecekti. Buna
müsait bir yaştaydı.
Korkuları, Ogi'ye yön veriyordu. Kaynanasının yorgun yüz
ifadesini görünce, kendisinin kapana kısıldığını kabul etmek­
ten başka çaresi kalmadı. Kendi vücudunu yine kendisi idare
edebilecek kadar iyileşirse, belki ihtiyar kaynanasına yardım
etmek zorunda bile kalabilirdi. Buna dünden razıydı.
11

Ogi, hastanede yattığı ilk dönemlerde ziyaretçi kabul et­


memişti . Bakılacak bir yeri kalmayan yüzünü, var gücüyle
kendini konuşmaya zorlasa da ağzından çıkan iniltileri ve
taş kesilen lanet olasıca bedenini hiç kimseye göstermek iste­
miyordu. Onlardan farklı bir durumun içine düştüğü için si­
nirleniyordu. Ne var ki, kimseciklerin ziyaretine gelmemesi
onu daha da kaygılandırmıştı. Bu yüzden kim geldiyse görüş­
tü. Dekan ve profesörlerle görüştü. Sınıf arkadaşlarıyla da
görüştü. Meslektaş sürüsüyle de görüştü. Alayı hep bir ağız­
dan, Ogi'nin asıl olması gereken yeri hatırlatıp durdular.
Biraz daha zaman geçtikçe, ziyaretçi kabul etmemesine lü­
zum kalmadı. Çünkü kimsecikler gelmez oldu. Doğal bir va­
ziyetti ama çok üzüldü. Ogi, arada bir onların kendisinin
ölüm haberini aldıklarını hayal ediyordu. Bir yandan üzüle­
rek bir yandan da Ogi'den kalan boş yeri çabucak doldurma­
nın hesabını yapacak olanlar, kafasında birer birer canlandı.
Onlar yüzünden de olsa bir an önce iyileşmek istedi. Vücudu
taş kesilen Ogi'nin bile eskiden beri sahip olduğu şeyler var­
dı ama onların yoktu.
Nasıl olmuştu da yığınlar halinde toplanıp gelmişlerdi ki?
İlk önce M. gelmişti, sonra S. ve K. , hemen ardından da J.
gelmişti. Ogi, dördünün içeri girdiğini gördükten sonra ani­
den şaşırmıştı. Ogi'nin bilinci yerine geldikten hemen sonra
birbirinden farklı sürüler halinde hastaneye gelmişler ama
118

hepi topu bir kez uğramışlardı. Bir daha hiçbiri Ogi'yi görme­
ye gelmedi ya da hiçbiri hastaneye telefon ederek hastabakıcı
veya hemşireye nasıl olduğunu sormadı. Belki içlerinden bi­
ri hastaneye danışmış ya da eve telefon ederek kaynanasın­
dan müsaade istemiş olabilir miydi? Ya da kaynanası, Ogi'yi
şaşırtmak için o güne dek onlardan hiç bahsetmemiş olabi­
lir miydi?
Onları tekrar gördüğüne memnun oldu. Onların halen
kendisini özlediklerine ve uzun zamandır görüşmemelerine
rağmen unutmadıklarına seviniyordu. Ogi'nin yatağa çakılıp
kaldığı, kımıldayamadığı bir durumda bile henüz işe yarar
bir insan evladı olduğuna onu ikna etmişlerdi. Diğer taraf­
tan Ogi, onların sapasağlam, kusursuz ve yaşam dolu görü­
nüşleri karşısında enerjisini yitirmişti. Onlarla yüz yüze gö­
rüşmek içinden gelmiyordu. Alayının derhal çekip gitmesini
istemişti. Şuncacık da olsa düzelmeyen halini onlara göster­
mesi acıklıydı.
M . , Ogi'nin sol elini uzunca bir süre tuttu. S . 'yle J . , il­
kin gördükleri durum karşısında dayanıklı gibiydiler ama
Ogi'nin ses bile çıkaramadığını öğrenince, çocuk gibi hıçkıra­
rak ağladılar. K. , şaşkına dönen yüz ifadesini gizleyip sakin
görünmeye çabaladı. Ogi'ye mümkün mertebe bakmadı.
"Sizi epeydir beklemiş . Neden anca şimdi gelebildiler, di­
yor. Hepinizi özlemiş ."
Kaynanası, canının istediği gibi konuştu. Ogi , hiçbir şey
söylememişti. Çenesindeki protezle destekleme parçalarının
farkındaydı. Çenesini şöyle bir açacak olsa, ağzından bir yı­
ğın salya akacaktı.
Dördü de Ogi'nin yanına doğru yan yana dizildiler. Ogi, bi­
raz gergindi. Siyah kıyafetler içinde dua etmeye gelenler ta­
rafından etrafı kuŞatıldığı zaman hissettiğine benzer duygu­
lar içindeydi. Onun için toplanıp bir araya gelmişlerdi ama
nedense yanlarında bir soytanymış gibi hissediyordu.
1 19

Ogi sadece gözbebeklerini bile devindirse kaynanası, bu


hareketi anında söze dönüştürerek onlara aktarıyordu. Ak­
tardıkları da okul nasıl gidiyor ya da bu dönem yoğun geçi­
yor mu gibi sorulardı. Kısacık soru-cevap faslı bitip de konu­
şacak konu kalmayınca, "Hemen gidecekmiş gibi ayakta dur­
mayın da şuraya azıcık oturun lütfen, diyor" diyerek onlara
katlanır iskemlelerden verdi. Bu seferki uydurma bir ifade
olmadığı için Ogi de gözlerini kırptı.
Kaynanasının üstü başı bir hayli dağınıktı. Evde kalmaya
başladığından beri her gün kızının elbiselerini giyiyordu, bil­
hassa bugün üstündekiler kırışıktı ve göğüs kısmı lekeliydi.
Eşine kıyasla kaynanası, etine daha dolgun olduğundan elbi­
selerin kollan kısa geliyor ve eğildiği zaman bel çevresindeki
yağları görünüyordu.
"Evi bulmanız zor oldu mu, diye soruyor."
Kaynanası böyle dedi ve M. de daha önce bir kere gelmiş­
tim, diye karşılık verdi.
"Tabii, gelmiştiniz. "
Kaynanası, Ogi'ye bakarak mırıldandı. B u sözle Ogi, onla­
rın uzun zaman önce bahçede yaptığı en son partinin konuk­
ları olduğunu hatırladı.
Kaynanası, bir şeyler ikram etmek gerekirdi ama evin ha­
li malum olduğundan hiçbir hazırlık yapamadığı için kusura
bakmayın, dedi. Dördü de ne kusuru, ziyanı yok, diyerek el­
lerini sallayıp müsterih olmasını işaret ettiler.
"Bu eve geldiyseniz bahçede barbekü yapmışsınızdır. İçki
de içmiş olmalısınız."
S . , "Etleri Ogi pişirmişti" dedi.
"Herkes pişirir elbette." Kaynanasının sesi bıçak gibi kes­
kindi.
"Bu arada anacığım harikasınız! Yaptığınız gerçekten tak­
dire şayan. Bu kadar işi bir başınıza çekip çeviriyorsunuz."
M . , konuyu değiştirmek ve ortamın havasını yatıştırmak
1 20

için boşboğazlık etmeye başlamıştı. K.'yle S . de kaynanayı


ivedilikle göklere çıkardılar. Çok güzelsiniz ya da genç görü­
nüyorsunuz gibi laflar ettiler.
J. , "Anacığım da neymiş ! Siz kayınvalidesi oluyorsunuz de­
ğil mi?" dedi. Kaynanası, kadına baktı. M. 'yle K. , "Kayınva­
lidesi iseniz daha da harikasınız ! " diyerek iyice abarttılar.
Kaynanası bir kahkaha attı.
"Ha anası ha kaynanası olayım ne fark edecek? Bu adam
için değişen hiçbir şey yok. Benden başka kimsesi yok ki. Ö y­
le değil mi?"
Ogi, onun bakışlarından kaçındı. Ne yapsa nafileydi, yaşlı
kadın, sözlerine devam etti.
"Bu adamla benim durumumuz aslında tıpatıp aynı. Elle
gelen düğün bayram, derler hani. Halden anlamak lazım ge­
lir. Ben dul bir kadınım; bu adam da dul bir erkek. "
Dördü d e yalnızca tuhaf bir tebessüm takınmakla yetine­
rek hiçbir karşılık vermediler. Şaka mı gerçek mi olduğu ko­
nusunda kafaları karışmış gibiydi.
"Dul bir kadın ya da dul bir erkek olmak sadece acınası bir
durumdan ibaret değildir. Enikonu düşünülürse, bir hayli iyi
tarafı var. Bunlardan dul bir kadın için en iyisinin hangisi ol­
duğunu bileniniz var mı?"
Kaynanası, etrafındakileri süzerek böyle sordu. Lafazan S.
bile durumu fark ettiğinden ağzını kapalı tutuyordu.
"Kocasının onu daha fazla aldatamamasıdır. Hah hah ha!
Aldatan bir kocadansa erkenden ölüp giden bir koca yeğdir."
Kaynanası, kahkaha atarak Ogi'ye bakıyordu. Neşeli bir
yüz ifadesi vardı. Ogi, kaşlarını çattı. Yüzünde herhangi bir
değişim olmadığından anlaşılmıyordu ama o elinden gelenin
en iyisini yapmıştı. Kendisinin, kaynanasının sözlerine asla
katılmadığını dördüne de haber vermek istiyordu.
"Peki, dul bir erkek için neyin iyi olduğunu biliyor musunuz?"
Konuklar bu defa da tek kelime etmediler. Kaynanası
121

Ogi'ye, "Sen cevap versen çok iyi olurdu ama . . . " dedi.
"Her ne kadar başka kadınlarla zina etse de bunun aldat­
mak sayılmamasıdır."
Kaynanası, yine kahkahalarla güldü. Gözünden gelen yaş­
ları silecek denli bir hayli zaman güldü. Dördü, bel bel bakı­
şarak hiç oralı olmadılar.
Kaynanası, çıngıraklı kahkahasına zar zor hakim olduk­
tan sonra "Kusuruma bakmayın. Bu arada, hatamı nasıl te­
lafi edebilirim? Çünkü size hiçbir şey ikram edemedim gitti"
dedi.
"Ziyanı yok. Biz böyle iyiyiz."
"Bugün de barbekü yapsanız iyi olurdu amma gördüğünüz
gibi bahçenin durumu ortada."
S., "Anlaşılan bir şeyler ekmeye çalışıyorsunuz" diye kar­
şılık verdi.
"Evet, ekmeliyim. Ö lüp gitti çünkü. Hepsi ölüp gitti. Hep­
si ama hepsi. . . Ö lüp gitti işte. Var gücümle üstüne titreyerek
yetiştirdim ama saçma bir biçimde, zamansız ölüp gitti."
Kaynanası, bir süreliğine dinlendikten sonra sözlerine de­
vam etti.
''Yardım etmeliyim. Ben yaşatmalıyım. Hepsine yardım et-
mem gerekiyor."
"Ağaç mı dikeceksiniz?"
"Ağaç mı? Tabii ki."
"Gördüğüm kadarıyla bahçeye kocaman bir ağaç dikecek
olmalısınız. Çukur bir hayli büyüktü."
"Bu, bir şey değil. Daha kazmam lazım."
"Devasa bir ağaç olsa gerek. "
"Ağaç değil. Gölet."
"Gölet mi? Bahçeye mi?"
"İçine canlı bir şey salacağım. Canlı canlı kuyruk çırpan,
soluyan, yüzen bir şey koyacağım içine."
"Sazan gibi bir şey mi? MükemmeH"
1 22

"Yaşayan bir şey mükemmel midir? İğrençtir. Cehennem


gibi daracık bir deliğin içinde yaşamak için debelenip dura­
caktır. . . "
Kaynananın bıçak gibi keskin cevabı karşısında ha bire so­
ru sorup cevap veren S . , çenesini kapadı . Ogi, S . 'den tarafa
bakıp gözlerini kırptı . "Hiçbir karşılık verme" demeye çalı­
şıyordu ama S . , bakışlarını öteye çevirip anlamazdan geldi.
Ne demeye çalışıyorsun, diye de sormadı. Ogi'ye sanki orada
yokmuş gibi davranıyordu.
"Böyle bir yerde de cehennem gibi bir hayat sürecektir."
"Gölet, genelde bahçenin uç noktasına . . . "
S . 'nin yerine K. , kaynananın sözüne karşılık verdi.
"Bilmediğiniz şey hakkında konuşmayın lütfen. Güneş
alan bir yer olmalı. Üstelik havadar olmalı. En uygun yer de
orasıydı zaten."
Kaynananın kestirip atan tepkisi karşısında K. de çenesi­
ni kapadı. Sessiz sedasız durmanın akıl karı olduğunu düşü­
nüyor gibiydi.
"Birer meyve suyu bari için lütfen."
"Gerek yok. Sadece Ogi'yi görüp gideceğiz ."
M., ziyanı yok, diyerek elini salladı.
"İlle de size bir şeyler ikram etmemi söylüyor, damat. Bu
hoşuna gidiyormuş . Ö yle değil mi? Ö yle söyledin, değil mi?
Gelmişken hoşça vakit geçirin de öyle gidin, diyor."
Kaynanası, odadan bir çırpıda çıkıp gitti . Mutfak tarafın­
dan, bir şeyler çıkardığından mıydı, tangır tungur gürültü­
ler geldi.
Dördü, şaşkın ve endişeli yüz ifadeleriyle çaktırmadan bir­
birlerine baktılar ama içlerinden hiçbiri ağzını açıp da tek
kelime etmedi. Derken kaynanası elinde kocaman bir tepsiy­
le içeri girdi. Tepside içki şişesiyle bardaklar vardı.
"Hay aksi ! Evin eksiğine gediğine hiç bakmadığımdan
bunları zar zor bulabildim . Meyve suyunun bittiğinden bi-
1 23

le haberim olmamış. Elden ne gelir işte . . . Sadece su ikram


etmek de yakışık almaz . Azıcık da olsa şundan birer bardak
buyurun lütfen."
M . , tuhaf bir yüz ifadesi takınarak kaynananın uzattığı
bardağı alıp kaldırdı. İster istemez , eşlik etmesi gerektiğini
düşünmüş olmalıydı. Onun peşi sıra diğerleri de bardakları
ellerine alıp havaya kaldırdılar.
Ucuz bir içkiydi. Hastabakıcının oğlu bir yığın içki içmiş
olsa bile iyilerinden mutlaka kalmış olmalıydı ama yaşlı ka­
dın kasten ucuz olanını seçip getirmiş gibiydi. Ogi'nin böyle
bir şeyi para verip de satın almış olma ihtimali yoktu, muh­
temelen içkiden pek anlamayan öğrencilerinden hediye gel­
mişti.
Dördü de neredeyse taşacak denli viskiyle silme doldurul­
muş kocaman bardakları ellerine almışlardı. Kaynanası iste­
yince, hep beraber şerefe kadeh de kaldırdılar. Kendini tercü­
man olarak gören kaynanası, onlar ne yapacağını bilmez bir
ifade takındıkça, Ogi'nin de böyle yapılmasını istediğini vur­
guladı.
"Genç hanımefendi! Biraz daha almaz mısın? İ çkiyi pek se­
viyor gibisin. "
Kaynanası, J.'ye sormuştu. Halbuki onun bardağındaki iç­
ki hiç azalmamıştı.
" İ çemiyorum."
"İ çkiden ne olacak ki? Kendini iyi hissetmek için zevkine iç­
men kafi. Bir bakmışsın, sarhoş olmuşsun, sarhoş olunca bir
omza yaslanırsın, yaslanınca da kucaklanırsın . . . Öyle ya . . . "
Kaynanası, aniden bir kahkaha salıverdi. Hepsi, tuhaf bir
şekilde , kadına eşlik ederek güldü ama J.'nin suratı bir aca­
yip asıldı.
"Şuursuzca saçmalıyorum işte canım, ben ne dediğimi bi­
liyor muyum? İnsan yaşlanınca böyle oluyor işte. Sabredemi­
yorum. Ağzıma geleni söylüyorum . . . "
124

Kaynanası, siz kendi aranızda rahatça sohbet edin, diye­


rek odadan çıktı . Anca şimdi rahat etmiş gibi dördünün de
yüz ifadeleri yumuşadı.
S . , anlatmaya başladı. İlkin Ogi'ye söylemek istediği, bö­
lümde konuşulan çeşitli konulardan bahis açtı ve derken
kendi aralarında sohbete daldılar. Ogi de kendisiyle hiçbir
şekilde alakadar olmaksızın kesintisiz sohbet edip durur­
larken onları seyretmekle yetindi. İçlerinden hiçbiri, Ogi'nin
farkındaymış gibi davranmadı.
Bir şeyler söylemeye çalışan S . , bir anda durup irkilerek
ona baktı. S . , şaşkınlığını gizleyemedi . J. de Ogi'nin bakış­
larından kaçınıyordu. Ogi'yle göz göze gelmemek için çaba­
lıyordu. Ogi, gözlerini belertti. S.'nin ne demek üzere olduğu­
nu merak etti. Bir yandan da bilmek istemedi. Bunu duydu­
ğunda kesinlikle üzülecekti.
"Profesörler senin için çok endişeleniyorlar."
K. , kafası allak bullak olmuş S.'nin yerine konuyu tama­
men değiştirmek istercesine ortaya bu lafı atmıştı. Ogi, göz­
lerini yavaşça kırptı. K. , S. gibi hata yapmamıştı. Sadece söy­
lemek istediğini söylemişti. Kendisinin, okulda yaşanan du­
rumu Ogi'ye haber verebilecek bir konuma geldiğini gizleme­
mişti. S.'nin yarıda bıraktığını K. tamamlamış sayılırdı.
Ogi , bunun ne demek olduğunu anlar anlamaz öfkelen­
di. Bir hayli zamandır, kazasız belasız , gürültüsüz patırtısız
ve dingin bir biçimde dönüp duran dünyaya kızmıştı. Ken­
disinin yüzü bozulmuş, vücudu paramparça olmuş, bitap bir
halde yatalak kaldığı sırada, herkes sanki mahsus , ona nis­
pet yaparcasına hayatını bir güzel yaşayıp gidiyordu. Onun
yaraları, dünyada herhangi bir huzursuzluğa dahi neden
olamamıştı. Her gün yatağa yatıyor, işiyor, terliyor, dışkı­
lıyor, yatak yarasından endişeleniyor, yatak yarası çıkınca
da içtiği ilaçlardan dolayı adeta sarhoş oluyor, sürekli uyuk­
layarak anca tavana bakıyordu . . . Zamanı aylak aylak boşa
1 25

harcayan sadece Ogi'ydi. Onların hayatında trafik kazaları,


bedensel engeller yoktu. Ne hikmetse, bunlar sadece ama
sadece onun başına gelmişti. Sadece Ogi'nin dünyası yerle
yeksan olmuştu ve yine sadece onun hayatı paramparça ol­
muştu.
Ortamın, tuhaf bir hal almasından mıydı, hepsi içkilerini
dibine kadar içmiş, boş gözlerle oturuyordu. Ogi, her ne olur­
sa olsun bir şeyler yapmak zorundaydı. Yattığı yerden öfkelen­
mekle yetinemezdi. Bu dördü, nasıl olsa birazdan gidecekti.
Ogi, J.'ye dudak hareketleriyle "ka-ğıt" dedi. Sol eliyle bir
şeyleri yazıyormuş gibi taklit edince J. , çantasından not def­
teriyle kalemini çıkarıp verdi. Ogi, elini dayayan J.'nin yardı­
mıyla not defterine bir şeyler yazdı. K. , gergin bir yüz ifade­
siyle Ogi'nin parmak uçlarına baktı.
Nedense , bu kağıda yazabileceği şey sadece bir defaya
mahsus gibiydi. Kaynanasının, Ogi'ye fazla zaman tanıma
ihtimali yoktu . Sormak ve yazmak istedikleri gırlaydı ama
her şeyden çok aklına hemencecik gelen bir tek söz vardı. Te­
sadüfen aklına gelmiş bir şey değildi. O sözü her daim ezber­
leyip duruyordu.
Hiç acele etmeden, her bir harfi tek tek yazarken, S. de
peşi sıra okudu ve doğru okuyup okumadığını Ogi'ye sordu.
Ogi, beş heceye kadar yazdıktan sonra K. devamını getirdi.
"Tasukete kudasai?"
K. , henüz yazılmayan kısmı tahmin ederek yüksek sesle
okuyuvermişti. Ogi, gözlerini kırptı. Sol elinin başparmağıy­
la işaretparmağını daire biçiminde birleştirerek evet, doğru,
aynen öyle, dedi.
"'İmdat'? 'Yardım edin'? Bu ifade Japoncada 'imdat' anla-
mına geliyor."
K. , şaşkın ve şüpheli bir yüz ifadesiyle yine sordu.
" İmdat, anlamında mı? Böyle mi yazdın? Doğru mu?"
Hepsi, Ogi'ye baktılar. M . , "Bu ne demek? Biraz daha yaz
1 26

bakalım" dedikten sonra ciddi bir yüz ifadesiyle Ogi'yi yürek­


lendirdi.
Ogi yazamadı. Yazacağı çok şey vardı. Kaynanasının ha bi­
re imdat, yardım edin diye homurdanmasının ne anlama gel­
diğini düşünmek zorundaydı.
Ogi'nin bir sıkıntıyla karşı karşıya kaldığını mı ima edi­
yordu? Yardım isteyecek kadar durumunun ciddi olduğunu
mu vurguluyordu? Değildi sanki. Sadece diline pelesenk ol­
muş bir söz gibiydi. Neden her zaman illaki bu sözlerle ho­
murdanıp duruyordu ki?
Kaynanası , daha fazla düşünecek zaman bile vermeden
odaya larp diye girdi. J. , not defteriyle kalemini çabucak çan­
tasına sokuşturdu.
"Ah, ah! Misafirin olsa da yapılacak işler beklemiyor. Ku­
sura bakmayın. Biraz daha bekleyin lütfen."
Kaynanası, özellikle bugün, hijyenik eldiven bile takma­
dan yatağın altındaki lazımlığı çıkarıp aldı. İ çine boya atıl­
mış gibi sapsarı sidik, plastik lazımlığın ağzına kadar hafif­
ten çalkanıyordu.
Dördü, odanın içine yayılan kokunun ne olduğunu aniden
fark etmişlerdi ama yüz ifadelerinin değişmemesine dikkat
ettiler. Ogi, suratını iyice ekşitti . Sarkık cildinin gönlünden
geçenleri net bir şekilde ifade ettiği konusunda şüpheliydi.
Kaynanasının, lazımlığı klozete boşalttıktan sonra lavaboda
gürültülü bir biçimde yıkayışı olduğu gibi duyuldu.
Kadın, yıkadığı lazımlığı yatağın altına gerisingeri koy­
duktan sonra odadakilere rağmen Ogi'nin pij amasının önü­
nü açtı. Ogi, sol elini kaldırarak kaynanasına engel olmaya
çalıştı. Kaynanası, kendi kolunun biriyle Ogi'nin sol eline iyi­
ce bastırdı. J. , ah diyerek düşük perdeden iç geçirdikten son­
ra başını öteye çevirdi. Kaynanası, hiç aldırmaksızın, Ogi'nin
tüp takılmış penisinin etrafını bir kez ıslak havluyla sildi, bir
kez de kuru havluyla kuruladı .
127

"Rahatsız olduğu için bunu yapmamız doğal bir şey. Öyle


değil mi?"
J . , sert bir yüz ifadesiyle yaşlı kadına dik dik baktı. Kay­
nanası, hiç oralı olmayan sakin bir yüzle işini yaptı.
Ogi, pij amasının önü açık bir haldeyken işememek için ça­
baladı. Ne var ki, içten dileği bu kez de gerçekleşmedi. Boş
lazımlığa, sidik damlalarının şıp şıp düşüşü, net bir biçimde
duyuldu.
Ogi gözlerini yumdu. Kaynanası, anca istediği işin hepsini
bitirdikten sonra onun sol elini bıraktı. Odadaki dörtlü, ses­
siz sedasız duruyordu. Hiçbiri ağzını açmadı.
"Bize müsaade artık."
Bir süre sonra J. , böyle dedi. Diğerleri de sanki uzun za­
mandır bu sözü bekliyorlarmış gibi yerlerinden kalktıkları gi­
bi Ogi'den tarafa, tekdüze birer selam çaktılar. "Çabucak iyileş
e mi? Sık sık ziyaretine geleceğiz" türünden laflar ettiler.
Ogi, gıkını bile çıkarmadan sessiz sedasız duruyordu. On­
lara hiç bakmadı. İçeri ilk girdiklerinde, memnuniyetinden
selam vereyim diye gözlerini belertip gözbebeklerini döndür­
müş, inleyip durmuş olmaktan utanç duydu.
Kaynanası, kapıyı açmak için önden gitti. J. , tam odadan
çıkmak üzereyken hızla geri dönüp Ogi'nin kulağına şunla­
rı söyledi.
"Bizi buraya kaynanan çağı.rdı. Bana telefon etti."
Ogi, sol eliyle J.'yi yakaladı. Sımsıkı tuttu. Yavaşça ''Yi-ne­
gel-lüt-fen" dedi. Anlamış mıydı ki? J. , tamam anlamında ba­
şını salladı.
Daha fazla konuşamazlardı. Kaynanası, içeriden bir tür­
lü çıkmayarak oyalanıp duran J.'yi çağırmak için odaya giri­
verdi. Kaynanası, Ogi'nin yanından uzaklaşan kadına gözle­
rini dikip baktı . O odadan dışarı çıkınca Ogi'ye yaklaşıp şöy­
le dedi:
"Ne güzel de vedalaştınız öyle ! Aferin, bir daha ne zaman
1 28

görüşeceksiniz kim bilir. . . Ben bir güzel uğurlayıp geliyorum.


Sen endişelenme e mi?"
Odanın kapısını kapatmak üzereyken ekledi:
"Bu arada, istifa dilekçeni okula verdim. Ne zaman iyileşe­
ceğini bilmiyoruz, öğrencilere de yazık, öyle değil mi? Böyle­
ce çocuklar da doğru dürüst bir hocadan eğitim almış olurlar
işte, daha ne!"
Kaynanası, kapıyı çarparak kapattı.
Ogi, pencereden bakarak onların bahçe kapısından çıkışla­
rını seyretti. Dördü de evden çıktıktan sonra demir kapı sıkı­
ca kapandı.
Kaynanası, hemencecik içeri girmedi ve her yerine çukur­
lar kazıldığı söylenen bahçeye pürdikkat göz gezdirdi . Der­
ken, arkasına dönüp Ogi'den tarafa baktı. Karanlık, yaşlı ka­
dının yüzünü karartmıştı. Kaynanası, kısa bir süre o vazi­
yette dikilerek Ogi'ye dik dik baktı ve ardından eşiyle yerleş­
tirdikleri taş karoların üzerinde, küçük bir çocuk gibi koşup
zıplayarak eve girdi.
Evde, sadece ikisi kalmıştı. İleride de uzun süre böyle ola­
caktı . Kaynanası, birçok şeyi biliyordu. Her şeyden haber­
dar olduğunu ondan saklamamıştı. Belki de eşinin bildiğine
inandığı her şeyi çoktan öğrenmiş de olabilirdi. Sorun, eşinin
neyi bildiğini Ogi'nin tam olarak bilmemesiydi.
12

İ şçiler, sabahtan beri bahçeye doluşmuşlardı. Kısa süre


sonra bahçe kapısından tarafta göründüklerinde Ogi, evin
yanına dikili kafur ağacının kökünden söküldüğünü anladı.
Daracık bahçeye pek yakışmadığını söyleyerek peyzaj mima­
rının zar zor önerdiği bir ağaçtı. Her şeye rağmen eşi inadın-

dan vazgeçmemişti.
Evin sol tarafında duran ağaç, tıpkı peyzaj mimarının de­
diği gibi aşırı derecede gür ve azmandı ama yumuşacık ka­
visli dallarının oluşturduğu siluet, sadece düz hatlardan iba­
ret evle iyi bir uyum sağlamıştı. Endişe edilenin aksine, ağaç
güzel bir şekilde büyümüştü; kabarık, canlı, gür ve yumuşa­
cık yeşil yaprakları vardı.
İ şçiler, o ağacı bahçe kapısının yanına taşıyıp diktiler.
Kafur ağacının tam yanına da dalları birbirine iyice değecek
derecede iki tane beyaz manolya diktiler. Diğeri kadar olma­
sa da beyaz manolyaların da gövdesi kalın ve dalları gürdü.
Ekim dikim işlerinden hiç anlamayan Ogi için bile işçilerin
yaptıkları tuhaf bir şeydi. Sanki ağaçlan, büyüyüp gelişmesi
için değil de evi gizlemek için dikmiş gibiydiler.
İ şin sadece kötü tarafını düşünmüş de olabilirdi . Bahçe
kapısının yanına kocaman meyve ağaçları dikmek köylerde
yaygın bir gelenekti. Kaynanasının bahçe düzenleme yönte­
mi eşininkinden farklı olduğu için de bu durum göze tuhaf
geliyor olabilirdi.
1 30

Bu şekilde düşünmeye çabalasa da olmuyordu. Kaynana­


sı, sanki bir duvar örüyor gibiydi. Demirden yapılma alçak
çitin gerisinden bahçeye bakanlar bundan böyle sadece ağaç
gövdesi görebileceklerdi. Her şey bir tarafa asıl Ogi, ağaçtan
başka bir şey göremeyecekti. Oradan gelip geçen mahalle sa­
kinlerini uzaktan da olsa seyredemeyecekti. Sebze meyve sa­
tan seyyar arabaları ve bunların etrafına toplaşan komşuları
da izleyemeyecekti.
İ şçiler gittikten sonra da kaynanası sürekli bahçede durup
bir şeyler yaptı. Ogi'nin baktığı pencereden kaynanasının ne­
rede olduğu, ne yaptığı hiç görünmüyordu. Arada bir sade­
ce ses geliyordu. Sert toprağa keskin bir şeyin vurması, top­
rağın yer değiştirmesi, küreğin toprağa saplanması gibi ses­
ler duyuluyordu.
Bazı zamanlar çıt bile çıkmıyordu. Ortam kaynanasının
sanki bahçeyi tamamen terk ettiğini düşündürtecek derecede
f

sessizleşiyordu. Böyle zamanlarda kaynanası belki de evin


içinde olabilir diye Ogi içeriyi pürdikkat dinliyordu. Evin ne­
resinde olup ne yaptığı üzerine düşünüyordu. Bu durumdaki
Ogi'yle sanki dalga geçercesine az sonra bahçe tarafından yi­
ne sesler geliyordu.
Kaynanası, fizyoterapiste kapıyı açarken tıpkı eşini andır­
dı. E şinin bahçe işleri görürken giydiği elbiseleri giyiyor, şap­
ka kullanıp elinde de kürek tuttuğu için böyle oluyordu.
Fizyoterapist, odaya girer girmez , Ogi mırıldanarak du­
daklarını kımıldattı. Kağıtla kalem istedi. Sesle anlaşma ko­
nusunda başarısız oluyordu ama dudak hareketlerinden şöy­
le böyle anlaşılıyordu. Bu, kaynanasının üzerinde işe yara­
mıyordu. Çünkü yaşlı kadın, her zaman kendi kafasına göre
karşılık veriyordu.
Hastaneye gitmek istiyorum.
"Hastane mi?"
Ogi, gözlerini kırptı.
131

"Neden? Nerenizden rahatsızsınız ki?"


Bir kez daha gözlerini kırptı . Bu şekilde davrandığında
fizyoterapist, her şeyden konuşacaktı, söyledikleri arasında
Ogi'nin demek istediği şeyler de olabilirdi.
"Aslında ihtiyara bir yol söyleyecektim. Benim sıklıkla gel­
mem gerekiyor diye. Rehabilitasyon denilen şey, şimdiki gi­
bi arada birkaç defa gelmeyle olabilecek bir şey asla değil­
dir. Bu şekilde bir iyileşme sağlanamaz. Siz de öyle hissetmi­
yor musunuz? Kendinizi pek de iyileşiyor gibi hissetmiyorsu­
nuz, değil mi?"
Ogi, evet anlamında başım salladı.
"Gelgelelim ihtiyar bu konuda biraz tereddüt ediyor gibi."
Tam isabet! Ogi'nin istediği de buydu işte. Kaynanası hak-
kında bir şeyler konuşmak.
"Aslında benim buraya gelişim biraz pahalı oluyor. Daha
ucuza yapmak istesem de tecrübeli oluşum ve işimi dürüst­
çe yaptığım bilindiği için, kabul ediyorum, aldığım ücret bi­
razcık fazla. O yüzden kafama göre ucuza yapacak olursam,
hiç yakışık almaz. Bu işin de kendine göre belirlenmiş birta­
kım kuralları var. Ucuza yapacak olursam, daha sonra mes­
lektaşlarımdan küfür yerim. Bunu onlar nereden bilecek di­
ye sorabilirsiniz ama garip bir şekilde her şeyi şıp diye öğre­
niyorlar. Bu iş tanıdıklar aracılığıyla gerçekleştiriliyor da on­
dan. Bizi birilerine tanıtırken liyakatimizden de bahsediyor­
lar. Oysa ben size özel bir ücret karşılığında bu işi yapıyorum
ama ihtiyar bunu anlamıyor. Bu da beni hakikaten üzüyor."
Ogi, yine dudak hareketleriyle "has-ta-ne" dedi.
"Tabii ki. Öyle düşünebilirsiniz . Elbette hastanede ekip­
man kullanılarak rehabilitasyon egzersizleri yapılırsa, bi­
raz daha hızlı iyileşebilirsiniz . Ama hastanede yattığınız sü­
re zarfında bunların hepsi yapıldı zaten. Orada siz fizik teda­
vi gördünüz . Her on hastaya iki kişi düşüyor, öyle değil mi?
Bu, gerçekten yanlış bir uygulamadır. Çünkü hastaların ço-
1 32

ğu sahiden hassastır. Hastalık nedenleri de birbirinden fark­


lıdır. Her birinin rehabilitasyona gerek duyan bölgesi, büsbü­
tün farklıdır. Mesela bugün, ben size el topu getirdim. Sizin
şu an sağ kolunuzun kasları zayıf olduğundan böyle bir ekip­
manı mutlaka kullanmanız gerek. Geçen sefer ayağınıza or­
tez de takmıştık hatırlıyor musunuz? Ortez, eklemleri hare­
ket ettirirken duruşu korumak için kesinlikle gerekli bir şey­
dir. Bu tür şeyler pek dikkat çekmez ama teferruatlıdır. Bun­
ları sadece bu konuda tecrübeli olan biri kullanabilir. Gelge­
lelim, hastanelerde böyle olmuyor. Siz de biliyorsunuz , pek
tabii. Rehabilitasyon gördüğünüz sırada üst bacağınızda bir
damar çatlamıştı hani? Yanlış ! Ö yle olmaz . O zamanki fiz­
yoterapist, gerçekten hata işledi. Sizin gibi birinin eklemleri
henüz duyarlı olmadığından, aşırı hareket yaptığınız zaman
bağlar geriliyor. Dahası hastalık da oluşabilir. Heterotopik os­
sifikasyon denilen kemikleşme hastalığı hasıl oluyor. Esasın­
da bendeniz sizin için her gün endişeleniyorum. Sadece bura­
ya gelirken sizi düşünmüyorum. Gelmeden önce ne yapsam
diye , geri dönerken de bir dahaki sefere ne yapmalıyım di­
ye kafa yoruyorum. Sizin bel üstü güçlendirme egzersizleri­
ni sürekli yapmanız gerekiyor. Bu, bel altı egzersizlerinden
vazgeçtiğimiz anlamına gelmemeli. Yanlış anlamayın lütfen.
İlk önce iyi olandan başlanması gerektiği anlamında. Bun­
dan dolayı ben trapez, büyük ilye ve boyna yakın kasların ol­
duğu bölgelere sürekli egzersiz yaptırıyorum. Bu sayede, ba­
şınızı öncekine göre daha rahat hareket ettiriyorsunuz , öyle
değil mi? Sürekli böyle hastane, hastane derseniz çok üzülü­
rüm. Ha bire hastaneye giderseniz , bir sürü masraf olur. Her
seferinde araç rezervasyonu yaptırılması gerek, hemşire yar­
dımcısının gelmesi gerek. Onca zahmeti de cabası. Doğrusu
hastaneye verilen o kadar paraya kıyasla ben ucuza gelmiş
oluyorum."
Ogi, fizyoterapistin uzun ve sıkıcı konuşmasının hepsini
1 33

dinlemek zorunda kaldı. Sol elini sallayarak ya da başını sa­


ğa sola çevirerek onu demiyorum, demeye çalışmasının fay­
dası olmadı. Fizyoterapist, Ogi'nin kendini ifade edişini inat­
la kabul etmeyerek adeta hiçe saydı.
"Doğrusu, hiç iyileşmediğiniz için çok kaygılandım. İyileş­
menizi sağlamam gerektiği halde sürekli takatsiz oluşunuz,
sanki benden kaynaklanıyor gibiydi. Size nasıl görünüyorum
bilmiyorum ama sorumluluk sahibiyimdir. İ lgilendiğim bir
hasta konusunda başından sonuna dek sorumluluk alırım.
Bana kalacak olsa, sizi hem de tam şu anda, dimdik ayağa
kaldırmak istiyorum. Çok ciddiyim. "
Ogi, gözlerini hiç ayırmadan ona bakti. Konuşabilseydi, te­
şekkür ederim, derdi. Onu yok saymamıştı. Onu ikna etmek
için elinden gelenin en iyisini yapmaktaydı. Sanki karar ver­
me hakkı, Ogi'ye aitmiş gibi düşünüyordu.
"Benden hoşlanmadıysanız, söyleyin lütfen. Aslında eklem
egzersizlerinden dolayı acı da hissedebilirsiniz . Herhangi bir
şey hissetmediğiniz için benim iyi mi yoksa kötü mü yaptı­
ğımı bilemeyebilirsiniz. Ö ncelikle, bana inanmalısınız. Masaj
da acıtır, o yüzden sert yapmak olmaz . Usulüne göre, zorla­
madan, hafifçe yapılıyormuş gibi görünür ama tekniğine uy­
gun biçimde yapılmalıdır. Ben öyle yapıyorum."
Fizyoterapist, resmen yalvarıyordu.
Ogi, yine bir kağıt vermesini istedi . Fizyoterapist, hemen
not defterini açtı. Ogi gerildi. Bu adam, şu an itibariyle görü­
şebileceği tek kişiydi. Ogi, bu defa "Kaynana tuhaf' diye yaz­
dı. İki kelimelik, şuncacık yazıyı yazıncaya dek bir hayli za­
man geçmişti. Fizyoterapist, "tuhaf' kelimesini okuyamayın­
ca, anlamadım diyerek başını yana eğdi.
"Kaynana 'tuzak'? 'Tuhaf? 'Tutuk'? Yazınızı okuyamıyo­
rum, ne yazdınız acaba?"
Ogi, dudak işaretleriyle söyledi.
"Haa! 'Tuhaf.' 'Kaynana tuhaf.' Evvelden zaten anlamıştım . . .
"
1 34

Ogi'nin içi birazcık rahatladı. Fizyoterapist, kaynanasının


garip hareketleri olduğunu biliyor gibiydi. Nispeten düzenli
olarak ziyarete gelmiş ve her seferinde en az iki saat kalmış­
tı. Gittikçe değişen ve daha da kasvetli bir hal almaya başla­
yan evle ihmal edilen hastayı gördükçe başkalarından farklı
bir his edinmiş olmalıydı.
"Gerçekten biraz tuhaf."
Ogi, evet anlamında başını salladı.
"Haberiniz yok değil mi? Bahçeye koskocaman bir çukur
kazıyor. Buradan da görünür mü ki?"
Fizyoterapist, pencerenin kenarına doğru gitti. Vücudunu
sağ tarafa iyice yaslayıp dikildi ve "Buradan pek görünmü­
yor. Çukur diyorum. Kocaman bir şey ama . . . " dedi.
Herkes , bir çukurdan bahsediyordu. Çukurun ne kadar
büyük ve derin olduğundan, kaynanasının onu canla başla
sürekli kazdığından söz ediyorlardı.
"Son zamanlarda hakikaten tuhaf."
Bu kadarcık da olsa anlayıp fark edebildiği için fizyotera­
piste minnettardı.
"Her gün, sadece ama sadece o işi yapıyor gibi. Bence biraz
dinlenmesi gerekiyor ama . . . Az önce gelirken de gördüm, si­
cim gibi terlediği halde toprağı ha bire kazıyordu. Biliyorsu­
nuz, değil mi? Son zamanlarda yaşlı kadın, bir hayli zayıfla­
mış durumda. Sağlığı bozulmuş olabilir. Onun gibi, vücudun­
dan durmadan ter boşanan ihtiyarlar er ya da geç hastala­
nırlar."
Ogi, onu demiyorum, anlamında elini sallayıp durdu. Fiz­
yoterapist, boşluğa bakıyordu.
"Demek ki yaşlı kadın için endişelenmişsiniz. Hastaneye
giderse, düzeleceğini düşünüyorsunuz değil mi? Size her şe­
yi anlatacağım. Sizin bir hayli endişelendiğinizi söylemeniz
iyi oldu. Ben de ona öyle yapmamasını söyledim. Pekala bir
işçi de tutabilirsiniz . Hiç olmadı, benden de rica edebilirsiniz .
1 35

Ben saatlik ücret alıyorum ama duruma göre belli bir mik­
tarda indirim de yapabilirim."
Ogi, derinden bir of çekmek istedi. İçindeki havanın hepsi­
ni dışarı salıp akciğerlerini dümdüz etmek istedi. Kendi vü­
cudundaki bütün nefesi yok etmek istedi.
"Nah benim kadar kocaman bir göleti, nasıl olur da tek ba­
şına yapmaya kalkışır anlamıyorum . Böyle abartmaya de­
vam ederse, başı belaya girebilir. Bana göre kendisi sizden
daha riskli bir durumda. Yaşlılar bazen aniden ölüverir."
Fizyoterapist, Ogi'nin vücuduna yavaşça masaj yaptı. Ogi,
kütük gibi vücudunu süzerken sol kolunu kaldırıp dişiyle iyi­
ce ısırdı. Acımadı . Daha çok ısırdı. Sürekli ısırmaya devam
etti. Her ne kadar zorladıysa da çenesini devindiremedi. Bu
kez sol koluyla yatağın bariyerine vurdu. Acıdı. Biraz daha
sert vurdu . Gördüklerine şaşıran fizyoterapist engelleme­
seydi, Ogi muhtemelen kemikleri kırılıncaya dek kolunu vu­
rup duracaktı. Kolunun ön kısmı kıpkırmızı şişti. Bu, hoşuna
gitti. Vücudunun ağrıyı hissedip acıya tepki vermesi hoşuna
gitti. Acıyı bu derece hissedebildiğine sevindi.
Fizyoterapist, evine dönmeden önce bahçede duran kayna­
nayla sohbet etti. Ona saygılı ve güler yüzlü davrandı ve sık
sık önünde eğilerek onu selamladı. Derken not defterini çı­
karıp Ogi'nin yazdığı yazıyı kadına şak diye gösterdi. Kadın,
yazıyı görünce fizyoterapistin gevezelik ettiği sırada Ogi'nin
olduğu odadan tarafa baktı.
Ogi, kaynanasının evin içine girişini duymasıyla beraber
derin derin nefes almaya başladı. Kadın, Ogi'nin odasına he­
mencecik geldiği gibi ışığı bile yakmadan, yanına sokulmuş­
tu. Karanlık, kaynanasının vücudunu irileştirmişti.
"Sağ olasın! "
Kaynanası, boğuk bir sesle böyle demişti. Karanlığın için­
de, ağız çevresindeki kırışıklıkların altındaki gerdanı yusyu­
varlak sarkıyordu.
1 36

"Benim hakkımda böyle düşündüğünü bilmezdim. Bana


bir şey olur da erkenden mezara girerim diye mi korkuyor­
sun? Kendin şu haldeyken, benim için endişelenmene ne di­
yeceğimi bilmiyorum doğrusu. Sağ ol . Yine de böyle bir şe­
yi keşke ilk önce, bizzat bana söyleseydin. Böylece sana daha
fazla minnettar olurdum, öyle değil mi? Ne yazıyor burada?"
Kaynanası, kırış buruş kağıdı Ogi'nin gözünün önüne da­
yadı.
"Kay-na-na-tu-haf, doğru mu?"
Kaynanası, karanlığın içinde Ogi'ye hiç ses çıkarmadan
dik dik bakıp durdu . Ogi, uzun zamandan beri, hemen he­
men her gün, içinden mırıldanıp durduğu sözü, ha bire ardı
ardına tekrarlayıp durdu. TasuketekudasaiTasuketekudasai­
Tasuketekudasai.
"El alem görürse yanlış anlaşılır. Kaynananın tuhaflaştığı
mı yoksa tuhaf hareketler yaptığı mı, net bir biçimde anlaşıl­
mıyor, öyle değil mi? Kaynana tuhafsa, tuhaf olan bedeni mi
yoksa ruhsal durumu mu? Bunu anlamanın imkanı yok. Be­
nim ne istediğimi halen bilmiyor musun? Senin iyileşmeni is­
tiyorum. Bunun dışında ne isteyebilirim ki? Kızım da bunu is­
tiyordur. Ben, sadece bunu yapacağım. Kızımın yapamadığı­
nı, onun yapmaya çalıştığını, onun yapmak istediğini, bunla­
rın hepsini benim yapmam gerekiyor. Ben hepsini yapacağım.
Senin de bildiğin gibi, benim ondan başka kimsem yoktu."
Kaynanası, soluk soluğa ha bire anlatırken en sonun­
da hıçkırarak ağlamaya başladı. Küçük bir çocuk gibi hün­
gür hüngür ağlıyordu. Kadın, kendi gözyaşlarını Ogi'ye gös­
termeyeli uzun zaman olmuştu. Ogi üzüldü. Kızını kaybeden
bir kocakarının kontrolsüz hareketlerini yanlış anlamış ola­
bilir miydi? Bazı zamanlar kaynanası gözüne aşırı derecede
zayıflayıp sağlığı kötüye giden bir ihtiyar olarak görünüyor­
du. Ogi'nin şüphelenerek düşmanlık hissine kapılması hiç de
adil değildi. En azından şimdilik durum böyleydi.
137

Ne var ki, kadın genelde böyle değildi . Ogi'nin endişeli


olup korkması sanki doğal bir şeymiş gibi davranırdı. Onun
iyileşmesini hiç mi hiç istemiyor gibiydi. Fizyoterapist, teker­
lekli sandalye kullanmasını söylemişti. Sol kolunun kaslarıy­
la beraber sağ kolundaki kasların da iyileşmesi için zor da ol­
sa, her iki eli için de egzersiz yapmaya aralıksız devam et­
mesi gerektiğini söylemişti . Kaynanası ise onun tekerlekli
sandalye kullanmasına karşı çıkmıştı. Evin içinde tekerlek­
li sandalyeye engel olacak çok sayıda eşik olmasının yanın­
da, onu tekerlekli sandalyeye bindirip indirmenin ya da dışa­
rı çıkarmanın fiziksel olarak kendisine zarar vereceğini söy­
ledi. Fizyoterapist buna kani oldu. Böylece Ogi yataktan kur­
tulamadı.
Kaynanası, fizyoterapistin öğrettiği masaj yöntemlerini
de hiç uygulamadı. Bunlar ya yatak yarasını önlemek ya da
ka�ları gevşetmek içindi ama kendisinin de kolları zayıf ve
güçsüz olduğu için etkili bir masaj yapamayacağını söylüyor­
du. Fizyoterapist buna da katıldı. Bunu, en iyisi eğitimli bir
hastabakıcının yapmasının münasip olacağını söyledi. Yeni
bir hastabakıcı gelmedi. Muhtemelen bundan sonra hiç gel­
meyecekti.
Kaynanası, yemek saatlerini sıklıkla unuttu. İ laçları da
hemen hemen hiç vermedi. Sabahları bir defa sıvı gıda ver­
dikten sonra ancak gecenin geç saatinde Ogi'ye baktığı bile
oluyordu. Her seferinde de gün boyu çalışmaktan acıktığını
bile anlamadığını söyleyerek kendi kendine yüksek sesle ko­
nuşuyordu. Ogi, iyice duysun diye, kızım sana söylüyorum
gelinim sen anla makamında söylenip duruyordu.
Ogi, kaynanasının ağlamayı kestikten sonra yine hırçın
bir yüz ifadesiyle kendisine dik dik baktığını gördükçe, bir
süreliğine de olsa ona acıdığı için pişman oldu.
"Benim sadece kızım vardı. Senin ise benden başka kim­
sen yok. Bunu bilmelisin."
1 38

Yaşlı kadın, bir hışımla onu tersledikten sonra odadan çı­


kıp gitti.
Ogi, karanlığa gömülmüş tavana bakarak belki de J.'nin tek­
rar çıkıp gelebileceğini düşündü. O söz vermişti ve sözünü her
zaman tutardı. Hem birkaç gün sonra ameliyat olmak için has­
taneye gidecekti. Hastaneye giderse, hemşireden yardım alarak
J.'ye telefon edecekti. J. ise her zamanki gibi Ogi'ye yardım ede­
cekti. Avukata danışarak yeni bir yasal temsilci bulacaktı.
Böyle bir şey olmadı. J . , gelmedi. Ogi, gün boyu pencere­
den dışarı bakarak bahçe kapısına doğru yaklaşıp gelen bir
insan evladının olup olmadığını kontrol ediyordu. Son birkaç
gündür, bahçe kapısından girip çıkan, markete gidip gelen
kaynanasından başkası değildi.
Belki de J. , söylediklerini iyi anlamamıştı. Buraya ne za­
man gelmesi gerektiğinin ya da kiminle beraber geleceğinin
hesabını yapıyor da olabilirdi. Bu şekilde düşünmesi, Ogi'yi
rahatlattı. Onun hiç gelmeyeceğini düşünmek dayanılmaz
bir şeydi.
Hastaneye yatışı için planlanan tarih gelip çatmasına
rağmen onu alıp götürecek araç gelmedi. Ağaçların kapattı­
ğı bahçe kapısının ardındaki yoldan bir aracın geçtiğini duy­
duğunda bile keyfi yerine geliyordu ama yoldan geçen araç,
hiç durmadan ilerleyip gidince hayal kırıklığına uğruyordu.
Bu kısırdöngü, gün boyu tekrar etti. Hiçbir araba evin önün­
de durmadı. Gece yarısını geçmesine rağmen hiçbir tanrının
hiçbir kulu gelmedi. Araçların farları , sık dikilmiş ağaçla­
rın arasından arada bir içeri doğru süzülüyordu ama hiçbiri
Ogi'yi almaya gelen aracın fan değildi.
Ertesi gün, anca öğleden sonra, kaynanası, eline giydiği
hijyenik eldivenleriyle lazımlığı boşaltmaya geldi. Ogi, du­
dak işaretleriyle "has-ta-ne" dedi. Kaynanası, dikildiği yer­
den küçümsercesine Ogi'ye uzunca bir süre baktı. Ogi, tekrar
ve tane tane "has-ta-ne" dedi.
1 39

"Hayal kırıklığına uğrarsın diye sana söyleyemedim. Dok­


torun kaza geçirmiş . Trafik kazası. Vay be ! Doktorların bile
böyle kazalara uğraması, şaşırtıcı doğrusu. Duyduğum kada­
rıyla doktorlar da kansere , Alzheimer'a yakalanıyorlarmış .
Öyle ya, bundan daha doğal ne olabilir ki? Hastalık, mesleğe
falan bakmaz . Doktorun, Alzheimer'a yakalandığını hiç dü­
şünüp hayal ettin mi? Böyle bir hastalığa yakalandığını da­
hi bilmeden hastalarını te.davi ettiğini bir düşün bakalım. Ne
kadar korkunç, öyle değil mi? Senin de bildiğin gibi, doktoru­
nu öyle kafamıza göre değiştiremiyoruz . Trafik kazası geçir­
miş ama yine de ciddi bir şey değilmiş . Ö ğrendiğim kadarıy­
la, senin gibi, yatakta öylece yatması gerekmiyormuş . Ama
tedaviye ihtiyacı varmış . Dolayısıyla bir süreliğine hastaları­
nı tedavi edemeyecekmiş . Tam iyileşmesi ise on iki hafta sü­
recekmiş. Bu sürede ameliyatlara da giremez ya. Tir tir titre­
yen elleriyle neşteri tutamaz, öyle değil mi? Birisini öldüre­
bilir. Bundan dolayı da ben, ziyanı yok dedim. Yani, demem o
ki, senin ameliyatını biraz ileriye aldık. Zaten hayat memat
meselesi de değil. Ancak ve ancak acil bir ameliyat geçirin­
ce hayatta kalabilecek bir durumda da değilsin. Şimdi ame­
liyat olmasan bile yaşayacaksın. On iki hafta geçtikten son­
ra da hayatta olacaksın. Öyle değil mi? Ameliyatın gecikse de
ölmeden hayatta kalabilecek olman, ne kadar da büyük bir
şans! "
Ogi, hayatta b u türden bir tesadüfün mümkün olup ola­
mayacağını iyice tartmak istedi. Söze ne hacet! Mümkündü.
Aslında böyle bir olay gerçekten de olmuştu. Ne var ki ve ne
hikmetse, yine böyle bir olayın ille Ogi'nin başına gelmiş ol­
masına inanmak zordu. Heyhat!
Uzun zaman önce böyle bir olay olmuştu. İkinci aşama tüp
bebek uygulamasına az bir zaman kala, uzman hekim trafik
kazası geçirmişti. Eşi, hastane kurallarına göre sorumlu he­
kimi değiştirdi. Planlandığı gibi cerrahi müdahale gerçekleş-
1 40

tirildi ama başarısız olundu. Ü stelik eşi prosedür sırasında


oldukça rahatsız edici bir deneyim yaşadı. Hekim, dikkatsiz­
ce konuşan bir tipti ve eşi bu yüzden ciddi anlamda hakare­
te uğradığını hissetti. Ondan sonra da eşi, bir daha uygula­
ma yaptırmadı. Çocuk sahibi olmaktan vazgeçmiş sayılırdı.
Muhtemelen eşi, anasına bundan bahsetmişti. Kalbi kırılıp
da ha bire kederlenince, kısırlığının kendi hatası olmadığını
söylemek istemişti.
"Hani şu fizyoterapist var ya. Ona da bir süreliğine gelme­
mesini söyledim. Gevezenin teki. Saat başı ücret alıyor ama
her seferinde sadece laklak eden ağzıyla iş gördüğüne kaç de­
fa şahit oldum. Kaçtır sabrediyordum, daha fazla çekemez­
dim. Sadece zaman harcıyordu. ipe sapa gelmez . Güvenilir
birisini tekrar bulmalıyım, başka çarem yok."
Kaynanası, hastabakıcıya yol verdiği zaman da aynen böy­
le demişti. Yenisini bulacağım, demişti. Ne var ki hiç kimse
gelmedi. Zaten kaynanası da çalıştıracak birini aramadı.
Ogi., hastabakıcıdan sonra fizyoterapisti de kaybetmişti.
Kaybettikleri, sadece bunlardan ibaret değildi. Hepsini yiti­
receğini fark etmeden, ömrünü ne kadar zamandır sahip ol­
duğu şeylere adamıştı ki?
13

Penceredeki adam, Ogi'yi görünce irkildi . Muhtemelen


odada hiç kimsenin olmadığını düşünmüştü. Ogi, onun pen­
cere korkuluklarını üst üste takışını boş gözlerle seyretti.
Bunlar, yaygın görülen, ızgara kafes biçimli demir çubuklar­
dı. Aralıkları birbirine çok yakındı. Kaynanası, her ihtimali
göze alarak Ogi'nin pencereden kaçmayı deneyebileceğini mi
düşünmüştü ki? Bu düşünce, bir hayli rahatsız ediciydi ama
neden şimdiye dek bunu bir kez olsun akıl edemediğine piş­
man oldu.
Adam gidince bu kez de kaynanası pencerenin önünde bi­
tiverdi. Kadın, Ogi'nin penceresinin altına doğru gelişigüzel
yayılmış sarmaşıkları demir parmaklıklara dolayıp tutturdu.
Böylesine bir mevsimde Ogi'nin penceresi ha bugün ha yarın
sarmaşıklarla kaplanacaktı.
Penceresini de kaptırırsa, Ogi'nin elinde avcunda kalacak
olan, alıştığı ve kokan bu odadan başka bir şey değildi. Ogi,
odaya bakıp dururken, sehpanın üzerine telefon yerine baş­
ka bir şeyin konulduğunu gördü. İki mavimsi porselen kap
yan yana duruyordu. Bunlar daha düne kadar orada değil­
di. Kaynanası, muhtemelen gecenin bir yarısında içeri gizlice
süzülüp girmiş ve bunları koyup gitmişti.
Uzun zaman önce hata yapmıştı ama şimdi görür görmez
bunların ne olduğunu anlayıverdi. Kaynanasının evindekile­
rin aynısı olup olmadıklarını bilemiyordu ama şekilleri ben-
1 42

ziyordu. Düz, yuvarlak, kapakları kapatılmış , mavimsi kap­


lardı.
Bir zam anlar, "Canım, o vazo falan değil" diyerek şa­
ka yapan eşinin sesi, kulaklarına gelir gibi oldu. Ogi, eşinin
bu sözlerini tekrar etti. Nefesi, şişkin bir şeyin hava kaçırı­
şı gibi, kısa tıslayışlar şeklinde iç geçirircesine sızıp çıkmıştı.
Böyle şakalaştıkları zamanlarda bile Ogi'nin kendisi haricin­
de başka bir "canı, sevdiceği" vardı. Eşi de aynı durumdaydı.
"Canım, sevdiceğim" diye ötekini çağırmak insanı biraz utan­
dırıyordu ama böyle deyince kendisi ve eşi sanki birbirlerinin
olup iç içe geçiyor gibiydiler. "Canım, n'oldu sana?", Ogi'yle
eşinin severek kullandıkları bir ifadeydi . Yarı sevgi yarı iş­
veyle karışık bu azarlama ifadesi, tek taraflı değil de birbir­
lerine karşılıklı söyledikleri bir sözdü. Eşi'yle Ogi, birbirleri­
ni suçlarken de bu ifadeyi kullanırlardı.
Seyahate gidecekleri yere doğru hareket ettiklerinde, ara­
larındaki sevecen ve nazik sözler yavaş yavaş azalmıştı. Eşi,
arabanın içini dolduran sessizliğin, Ogi'nin hatası olduğu­
nu düşünüyor gibiydi. İlkin bundan hoşnut olmadığını gös­
teren bir intiba uyandırıyordu ama gittikçe öfkelenmeye baş­
ladı. Ogi de bir ara dayanamadı. Çünkü eşi, madem öyle, ay­
rılalım o zaman, demişti. Ogi, ayrılmayacağını ifade eden ke­
sin bir dille konuşmuştu. Ayrılmanın kimseye faydası olmaz­
dı. Bunu Ogi de biliyordu eşi de.
Eşi bunu mu istiyordu? Sadece Ogi'yi sinirlendirmek mak­
sadıyla bildiklerini anlatmaya başlamış olabilir miydi? Eşi,
Ogi'nin sahip olduğu her şeyini yitirmesini sağlayacağını
söylemişti. Bunu bizzat kendi yapacaktı. Eşi, bunu layıkıyla
yapabilecek biriydi.
Ne var ki bunu yapan eşi olmadı. Ogi yaptı. Trafik kaza­
sı geçirip iyileşemeyecek şekilde ağır yaralandığından değil­
di. Çok daha önceden beri, belki de yaşam denilen şeyi genel
hatlarıyla bildiğini düşündüğünden beri yaşayıp gelmekle
1 43

beraber her şeyini yitirmekteydi. Arada bir böyle hissediyor­


du. Her şey doludizgin gidiyor ama o sürekli bir şeylerin yi­
tip gittiğini hissediyordu. Bu yüzden daha da inatçı davran­
dığı zamanlar oluyordu.
Ogi, her şeyi açıklığa kavuşturmak istedi. J.'yle arasın­
da yaşananların hepsini yalanladı. Eşi, ağzından laf almaya
çalışıyor da olabilirdi. Gelgelelim, kadının bildiği bir şeyler
vardı. Birkaç otel adı vererek zaferiyle övünen muzaffer bir
yüz ifadesi takınmıştı. Eninde sonunda Ogi'nin her şeyi itiraf
edeceğini düşünüyor gibiydi. Yanılmaksızın kesinkes emin
olduğuna, şüphelerinin yersiz olmadığına sevinen bir yüz ifa­
desiydi. Bu yüz ifadesine bakarak sürekli mazeret uydurmak
da bıkkınlık veriyordu. Derken, Ogi, J.'yle ilişkisinin çok ön­
ceden bittiğini ister istemez itiraf etti. Bundan sonra bir da­
ha yaşanmayacağına söz verdi.
Uzun zaman önceki bir ayrılığın, gecikmeli de olsa açıklığa
kavuşturulması moral bozucu bir şeydi. J.'yle yaşanan ilişki,
Ogi'nin bir şey yapamayacağı, mazide kalan bir olaydı. Yaşa­
dıkları kesinkes kendi hayatıydı ama Ogi, mazideki hatala­
rından ötürü bedel ödediğini hissetti.
Eşi, bundan önce de J. hakkında birkaç defa konuşmuştu.
Ogi, ilk başlarda dikkatle dinlememişti. Tesadüfen karşılaşıp
birlikte yemek yemelerini hatta taşra bölgesindeki akade­
mik bir çalış taya beraber gidip gelmelerini açıklamanın bir
anlamı yoktu. Gizlemek istediğinden değildi, eşinin bir hayli
zamandır J. 'den işkillendiğini biliyordu. Hiç söylememesine
rağmen eşi, bunu doğal bir biçimde kendiliğinden öğrenmiş­
ti. Başka bir şeyden bahsederken, durduk yere gayriihtiyari
J.'den söz etmeye başlıyordu. Bir sır olmadığı için Ogi bir şey
saklamadı. Her seferinde de eşi, sordukça sordu. Ogi'nin da­
ha başka şeyleri saklayıp saklamadığından şüphelendi. Ogi,
her defasında ha bire uydurup durdu ve eşine anlatması da­
ha zor şeyler meydana geldi.
1 44

Eşinin, J.'den bariz bir biçimde şüphelenişi, bahçede ver­


dikleri partinin ertesi günü başlamıştı. E şi, o gün salonda
J.'yle Ogi'yi birlikte gördüğü konusunda ısrar etti. J. sarhoş
olunca Ogi koluna girip onu salona götürmüştü. Fark etme­
mişti ama içki almak için eşi de onların peşinden gelmişti.
Ogi, eşinin tam arkasında durduğunu bile fark etmeden J.'yi
kanepeye yatırdı. Aralarında uzun süren bir dostlukla bera­
ber meslektaşlıktan öte gelen bir samimiyet vardı. Ogi'nin bu
samimiyeti başka türlü bir duygu olarak yanlış anladığı za­
manlar oluyordu ve arada bir J.'nin de böyle hissettiğini dü­
şünüyordu. Kanepeye uzanan J. gözlerini hemencecik yum­
du. Ogi, onun yukarıya doğru kıvrılmış ceketini yavaşça çı­
kardı . Oradan öylece çıkıp gidebilirdi ama kısa süre dikile­
rek onun yatışını seyretti. İ çinde bir duygu oluşup bir şeyler
söylemek istemiş ama yapmamıştı. Hepsi buydu. Daha son­
rasında Ogi herkesin bir arada olduğu bahçeye çıkmıştı.
E şi , onun J.'yi kucaklayıp öptüğünü iddia ediyordu. Ogi
güldü. Öyle bir şey olmamıştı . Eşinin bir süredir bahçedeki
toprağı eşelerken bir yandan da durduk yere kibirle ve zorba­
lıkla Ogi'nin meslektaşlarını, özellikle J .'yi aşağılayıcı sözle­
ri rasgele söylemesi, Ogi'yi uluorta eleştirmesi, kustuğu öfke­
siyle kaprislerinin sadece bir yanlış anlamadan kaynaklandı­
ğını öğrenmek Ogi'nin canını sıkmıştı. Eşinin kızmaya hakkı
yoktu, sadece ani ve kontrol edilemez bir şekilde bastıran öf­
kesini vahşi bir biçimde dile getiriyordu.
E şi, o gün hayal ettiği bir şeyi görmüştü. Ya da geleceği
görmüştü. E şinin şahit olduğunu iddia ettiği olay, o gün ol­
madı. Gerçekte o olay, o günden bir hayli zaman geçtikten
sonra meydana geldi.
"Sen yanlış gördün."
Ogi, sürekli bunu söyleyip durdu. O gün yaşananları, ken­
di yaptıklarını, J.'nin yaptıklarını aklına geldiği gibi anlat­
tı. Yalan söylemeye gerek yoktu. Çünkü hiçbir şey olmamış-
1 45

tı. Buna rağmen söyledikleri, güzel ama aldatıcı dış görünü­


şe sahip bir yalan gibi algılandı. Ogi'nin yapmadığı şeyler ke­
sindi ama hatırladıklarını her anlatışında ya detaylarda ya
da sıralamalarda birazcık farklılıklar oluyordu. Olabilirdi.
Ne var ki eşi, kendi hatirladıklarının da aynen böyle olabile­
ceğini kabul etmedi.
Ogi'nin, o gün hiçbir şey olmadı, diyen sözlerine eşi inanma­
dı. O tam da aynı şeyleri tekrar anlatmaktan bıkıp usandığı
sırada eşi, tamam diyerek başını salladı. Ona inandığı anlamı­
na gelmiyordu, bekleyip göreceğiz, demeye getiriyordu.
Ogi, eşinin şüphelerine her zaman ve sürekli maruz kaldı.
Eşi, onun sorumsuz olduğunu düşündü ve durmadan birile­
riyle romantik ilişki kurmayı istediğini iddia etti. Ogi'ye es­
kisine nazaran çok değiştin diyerek büyük bir hayal kırıklığı­
na uğradığını söyledi. Şöhret kazanmaya kendini kaptırdığı­
nı ve bu yüzden ailesiyle ilgilenmediğini söyleyerek onu eleş­
tirdi . Maddiyatçı, iğrenç bir züppe olarak nitelediği Ogi'ye
kaşlarını çattığı zamanlar da oluyordu. Ogi'nin elini üzerin­
den silkip atıyor ve yaklaştığında da ondan uzağa doğru ge­
ri çekiliyordu. Eşi, bu türden davranışların Ogi'yi ne kadar
da sefil bir hale soktuğunun farkında değildi. Derken, bir za­
man sonra J.'yi kollarına alan Ogi, içten içe eşini suçladı.
Tıpkı eşinin düşündüğü gibi J . 'yle buluşmaya başlamıştı
ama ilişkiyi uzun sürdüremedi . J. de aynı şekilde hayal kı­
rıklığına uğramıştı. Hata Ogi'deydi. Ogi, özür dileyerek yal­
varıp yakarmıştı ama faydasızdı. Ogi'nin kalbi kırıldı. Her
zamanki gibi, J.'yi hep sevdi. Onun yüzünden katlanmak zo­
runda olduğu şeyler vardı. Diğer taraftan, böyle duygulara
kapılması da şaşırtıcıydı. Bu yaşında aşk yüzünden acı çek­
mesi, alışılmamış bir şeydi. Henüz genç olduğu fikrine ken­
di kendini kaptırdı. Aşkını kaybedip yaralanması bunun ka­
nıtıydı.
Ogi, zorlandı ama J. olmadan da yaşamına devam etmek
1 46

zorunda olduğunu kabullendi. Aşkını yitirmiş olsa da dünya


bir gıdım bile sarsılmıyordu. J.'yle beraber oldukları kısmın
ortadan kalkmasıyla dünyasında bir boşluk meydana gelmiş
olsa da durum böyleydi. Nasıl olsa o boşluğu hiçbir şeyle dol­
durup kapatamayacaktı. Ne var ki, Ogi'nin dünyası bundan
bağımsız bir şekilde, şöyle ya da böyle dönüp duracaktı.
Ogi, " İ nsanın içinde birtakım boşluklar taşımaktan başka
çaresi yoktur ve bunlar da iç dünyamızın hakikatleridir" sö­
zünü derslerinde ya da seminerlerde sıklıkla kullandı. Babil
Dünya Haritası'nı anlatırken de öyle yaptı.
İ nsanlığın en eski haritası olan Babil Dünya Haritası'nın
tam ortasında bir delik vardı. Bu deliğin, pergel kullanılarak
haritaya daire çizerken meydana geldiği bilim insanları ta­
rafından ortaya çıkarılmıştı. Ogi, taşa kazınan dünyanın ge­
ometrik şekillerinden ziyade o deliğe kendini kaptırarak Bri­
tish Museum'daki karanlık sergi salonunda uzun süre kaldı. O
dar ve siyah delik, artık bulunması imkansız bir çağın belleği
gibi derindi. Yitip giden bir çağla temasa geçmek için o deliğe
dokunmak gerekiyordu ama dokunmak ne mümkündü!
E şi, neden J.'yle Ogi'yi yanlış anlamıştı ki? Neden ger­
çekten yaşanmamış bir olayı gördüğüne inanmıştı ki? O za­
manlar eşi de kendi yaşamında aniden ortaya çıkıveren ko­
caman bir boşluğun varlığını hissetmiş olamaz mıydı? Binbir
meşakkatle sürdüregeldiği yaşamının beyhude olduğunu mu
anlamıştı ki? O boşluğu doldurup kapatmak ve sahte hislere
katlanmak uğruna tek başına kah bahçeyi ekip biçerek kah
çalışma odasına kapanıp bir şeyler karalayarak, yazıp bitir­
me konusunda hep başarısız olmasına rağmen yine de yılma­
yıp beyhude yere sürekli yazıp durmuş muydu?
Eşi, varacakları yere yaklaşık otuz kilometrelik bir mesa­
fe kaldığı sırada sessizliğini bozup dile geldi. Yazdığı şeyi, ya­
kın zamanda tamamladığını söyledi . Bundan bahsetmeyeli
çok zaman olmuştu.
1 47

"Öyle mi? Tebrik ederim. Ne yazdın peki?"


Ogi, arabayı dikkatli bir şekilde kullanırken böyle sordu.
Yolda seyreden büyük araçlar yavaş yavaş çoğalıyordu.
"Biraz özel bir şey. Bir insan evladına dair bir açık mek­
tup."
"Geçen sefer yazdığını söylediğin şu açık mektup mu?"
Ogi, eşine hafiften dönüp kaçamak bir bakış atarak böy­
le sordu.
"İnsanın, maddiyatın peşinde nasıl da iğrenç bir hal ala­
rak züppeleştiğini yazdım. Gözleme dayalı bir tutanak da di­
yebiliriz."
Eşi ansızın güldü. Ogi yola odaklandı. Onun söylediklerine
öfkelenecek bir sebep yoktu. E şinin maksadı sadece onu si­
nirlendirmek ise, Ogi'nin tek isteği de gidecekleri yere bir an
önce varmaktı.
E şi, kısık bir sesle yazdıklarından bahsetti. E rkenden
maddiyatçı kesilip züppeleşen bir adamın başarılı olmak için
nasıl tesadüflerden faydalanıp hilelere başvurduğuna, ahla­
ki çöküntüsünün ne kadar ciddi boyutlarda olduğuna dairdi.
Ayrıca kendisinden yaşça küçük biriyle uzun süre uygunsuz
bir ilişki sürdürmesinin de, bu adamın hususi ahlak anlayı­
şını gözler önüne seren bariz bir anekdot olduğunu söyleye­
rek alaycı bir tavır takındı. Mektubu birkaç yere göndermeyi
planladığını söyledi. Okuldaki çeşitli bölümlere, okul idaresi­
ne ve meslektaşlarına . . .
Ogi, sakin olmaya çalışıyordu. Utanç verici bir olaydı ama
eşinin dilediği en kötü son meydana gelmeyecekti. Eşi, onun
bunlardan pek de etkilenmediği izlenimine kapıldığından
mıydı, daha da anlatmaya devam etti. J. 'yle bizzat görüştü­
ğünü söylediği anda Ogi irkildi. Okulda birbirlerine rastla­
mışlardı ama J. , hiçbir ipucu vermemişti. E şi bir şeyleri iti­
raf ettirmek için ağzından laf almaya çalışıyor da olabilirdi.
Belki de J . , ona halen kızgındı ya da o da Ogi'nin başını
1 48

belaya sokmak istiyordu. Ogi, yeterince özür dilediğini dü­


şünmüştü ama J. , özrünü kabul etmemişti. Malum olay, Ogi
bir öğrencisinin kendisine beslediği aşka karşılıksız kalama­
yınca meydana gelmişti. Olay, sadece bir günlüktü. Ogi'nin
yaşayageldiği sayısız güne kıyasla o bir gün, küçücük bir za­
man diliminden başka bir şey değildi. Ne var ki J. , bunu öğ­
renince değişmişti . Böylece o gün, Ogi için unutulmaz bir
gün oldu. Ogi, J. 'nin ince eleyip sık dokuyan sorularına ma­
ruz kalınca, yediği halttan tüm samimiyetiyle pişman oldu.
Ö ğrencisinin gönlünü yapıp onu avutmaya çalışırken böy­
le bir olayın meydana geldiğini söyleyerek mazeret uydurdu
ama J. kanmadı.
Eğer J. , eşine yardım ettiyse, muhtemelen ikisinin danı­
şıklı yaptığı bu işin devamının da olabileceğini fısıldayan yer­
siz bir şüpheye kapıldı Ogi. K. onları kışkırtmış olabilir miy­
di? Tıpkı Ogi'nin göreve geldiği zaman, K. 'nin zayıf bir nok­
tasını kullanarak entrikalar çevirdiği gibi o da aynısını yap­
mış olamaz mı? Ogi, K.'nin işlediği birkaç hatadan haberdar­
dı. Bildiklerini, ikna edici bir şekilde toparlayıp M.'ye anlat­
tıktan sonra gizliden geveze S . 'ye fısıldamıştı . Sevimsiz bir
hareketti ama mesnetsiz bir karalama da değildi. Ogi, avan­
tajlı olmasına rağmen böyle yapmıştı . Bazen sadece kendi
başarısıyla tatmin olamadığı oluyordu. Yakınındaki birinin
başarısızlığından ötürü rahatladığı da oluyordu.
Ogi, başına pek çok şey gelmesine rağmen geçip gitmiş
meselelerden ve bundan sonra idare edemeyeceği işlerden
dolayı sürekli soru yağmuruna tutuldu. Eşi, alaylı bir biçim­
de gülüyordu. Geçip gitmiş meseleler değil, dedi. Ogi, ·bir kar­
şılık vermedi ve asla ayrılmayacağını açıkça ifade etti. Bunu,
onu sinirlendirmek için söylemişti. Eşi, gerçekten de sinir­
lendi. Ogi, "Elinde avcunda kalan bir şeyin yok! Geçimini na­
sıl sağlayacaksın?" diyerek alaycı bir edayla güldüğünde eşi,
arabayı süren Ogi'yi yumrukladı. Aracın içinde yankılanacak
1 49

denli bağırarak tepindi. Direksiyonu sıkıca tutan Ogi'yi kol­


larından yakaladığı gibi sarstı.
Böyle yapmasaydı daha iyi mi olurdu? Yazdığından bah­
setmeseydi, hareket ettikleri andaki gibi ilişkilerini düzelt­
me ihtimalini göze alarak sakin bir şekilde seyahatin tadını
çıkarmaya çalışsaydı, sabredemeyip J.'den laf açmış olsa bi­
le Ogi, öncelikle nazik bir biçimde özür dileseydi, eşinin kabi­
liyetsizliğiyle dalga geçmeseydi, her şey daha mı iyi olurdu?
Simsiyah yolun üstüne çökmüş karanlığa bakarak varsa­
yımlarda bulunmuştu. Hiçbir varsayımı iyimser değildi. Şu
anı görmezden gelip geçse bile bir zaman sonra aynı mesele
ortaya çıkıp sonsuza dek tekrar edecek gibiydi.
Ogi güçsüzleşti ve içindeki boşluğun kontrolsüz bir biçim­
de daha da açılarak büyüdüğünü hissetti. O boşluğun içine
hepten düşüp gidecek gibiydi. Görüş alanını kapatan önün­
deki kocaman araç bir boşluk gibi göründü. Nefes almakta
zorlandı , göğsündeki daralma gittikçe arttı. Başı döndü ve
tükenip gidercesine bilincini yitirdi . Ogi , yaşama aşırı bir
tutkuyla sıkı sıkıya bağlıydı ama o anki çaresizlik hissi ya­
kasını bırakmıyordu. Eşi, direksiyonu tutan Ogi'nin kollarını
sert bir biçimde kavradı. Ogi irkildi ve onun kollarını var gü­
cüyle silkeledi.
Arabanın öndeki araca vurup bariyerlere çarptıktan sonra
aşağı tepetaklak yuvarlanıp düştüğünü anlayınca rahatladı.
Her şey bitmişti. İçi rahatladı. Vara yoğa can sıkarak yaşayıp
gitmek birazcık adaletsizdi ama hayata sürekli tutunma zo­
runluluğundan doğan yorgunluk ve bıkkınlık hissi daha bas­
kındı. Ogi, vücudunun göğe yükselmesini, yeryüzünden uza­
ğa tüy gibi havalanıp gitmesini bekledi.
Beklediğinin aksine vücudu yere çakıldı . Sanki toprağın
derinliklerine gömülmüş gibi ağırdı. Sonuç itibariyle Ogi ,
kendi vücudunu göğe yükseltme konusunda başarısız oldu.
Eşi başardı. Ogi, zifiri karanlığın ağırlığı altında ezilirken
1 50

eşi de duman gibi hafiflemişti. Göğe yükseldi ve yeryüzün­


den uzaklara ağıp gitti. Ogi'ye muhtemelen tepeden bakmış
olmalıydı.
Kendisine bakan eşinin takındığı yüz ifadesinin nasıl ola­
cağını hayal etmek bir hayli zordu. Çünkü görüş alanını ka­
patan öndeki kocaman araca vursun diye mi, yoksa öndeki
araca vurmak üzere olan Ogi'ye engel olmak için mi kollarını
sıkıca kavradığını bilemiyordu. Onun arabayı hızlı süren ko­
casını yaşatmaya mı yoksa onun hızlı sürmesine yardımcı ol­
maya mı çalıştığını anlayamamış bir vaziyette Ogi hayatta
kaldı, eşi ise öldü.
14

Yeşil yapraklar, pencereyi alabildiğine kapladı. Kaynana­


sının tutturduğu üç dört dal sarmaşık, çok geçmeden pen­
cerenin demirlerine iyice dolandı. Görüş alanı yemyeşil bir
renkle kapanmıştı. Rüzgarla birlikte yapraklar sallandığın­
da ya da yaprakların aralık yerlerinden bahçe birazcık görü­
nüyordu.
Az bir şey görünse de bahçe tarafından sürekli birtakım
sesler geliyordu. Bu seslerden, kaynanasının bahçeden vaz­
geçmediğini ve muhtemelen göletle ha bire uğraştığını tah­
min edebiliyordu. Sessizliğin içinde gümbürtüler, metalik
aletlerin sürtüşmesi, bir şeylerin savrulup dökülüşü arada
bir devam etti.
Çukur, ne kadar büyük ve derindi ki?
Bahçe görünmediğinden kaynanasının nerede olduğunu
tahmin etmesi de zorlaştı . Kaynanası hiç ses çıkarmadan
evin içine girip odalar arasında gidip gelirken Ogi'nin odası­
nın kapısını patadak açıyordu. Her seferinde de Ogi uyuyor­
muş gibi yaparak gözlerini yumuyordu. Kadın uzakta dikile­
rek Ogi'yi süzdükten sonra kapıyı kapatıp da çıktığında de­
rinlerinde tuttuğu nefesini dışarı salıyordu.
Kaynanasının, gecenin bir yarısında böyle yaptığı da ol­
muştu. Ansızın karanlık odaya gelmişti. Yatağın yanına diki­
lip gözleri yumuk Ogi'ye sessizce baktıktan sonra oraya koy­
duğu kapların önüne gitmişti. Beyaz bir bezle kapları sildik-
1 52

ten sonra bir şeyler mırıldanarak iki elini birleştirip basit bir
şekilde ilahi söylemişti.
Kaynanası bir şey dememişti ama Ogi bunların eşinin ve
kaynanasının öz annesinin kremasyon kapları olduğunu dü­
şündü. Onların değilse başka kimin olabilirdi ki? Ne var ki,
belki de değildi. Belki de biri eşininkiydi ama diğeri boştu.
Belki de diğer kap Ogi'ninkiydi.
Ogi, ister gözlerini yumsun isterse yummasın kaynanası­
nın arada bir "Ne dersin?" diye sorduğu zamanlar da vardı .
Bu durumda içten içe hazırlıklı olmak en iyisiydi. Bu, kadı­
nın Ogi'ye bir şeyler yapacağı anlamına geliyordu. Genelde
istemediği şeylerdi. Kaynanası onun tepkisine bakmaksızın
canının istediğini yaptı.
Gece yanlarında da yaptı. Kaynanası ışığı bile yakmadan
içeri girdi, gözlerini yumarak uyuyormuş gibi yapan Ogi'ye
yaklaştı. "Ne dersin? Saçların çok uzun değil mi?" deyip kafa­
sına doğru makası tuttu. Saçlarını tuttuğu gibi makasla hiç
acımadan kesti . Karanlık olmakla beraber makastan çıkan
seslerin her duyuluşunda devinemeyen bedeni, ürperir gibi
oldu. Ogi, makasın sesi kulaklarının dibinde duyulduğunda
korkusundan gözlerini sıkıca yumdu.
Kesik saçlar yapıştığından mıydı, yüzü şiddetle kaşındı .
Sol elini gayretle hareket ettirerek kaşınan yere sürttü. Ka­
şınan bölgeleri gittikçe artınca, kaskatı kesilmiş iki bacağı­
nı ardı ardına kaşımak zorunda kaldı. Hastabakıcıdan kalan
kaşıyıcıyı kullandı. Derken sol üst bacağının kaşıyıcının sivri
ucunu algıladığını fark etti.
Ogi, bacaklarını zorladı. Hareket ediyor gibiydi. Az bir şey­
di ama kaslarının gerilip büzüştüğünü hissetti. Kesindi.
Bu kez, sol elini kullanarak bacağını çimdikledi. Sırtında
ve kalçasında yatak yarası oluştuğunda herhangi bir acı his­
setmemişti. Anca kaynanasının suratını buruşturarak pan­
suman yaptığı sırada vücudunun çürüyüp gittiğini anlamıştı.
1 53

Ne var ki, şimdi acıyı hissediyordu. Hafif ama keskin bir acı
gelip geçti. Hastabakıcı ilgilenmese de, fizyoterapistin yardı­
mı olmasa da, doktorun teşhis ve reçetesi olmasa da ölü bir
ağaç gibi ihmal edilen vücudu yavaş yavaş canlanıyordu.
Kaynanası, porselen kapları silmek için geldiğinde Ogi
bu gerçeği ondan sakladı. Sol bacağını yataktan yaklaşık on
santim kadar yan tarafa hareket ettirebildiğini söylemedi.
Kaynanası kapları sildikten sonra Ogi'ye dalgın bir biçimde
bakarken vücudunun her bir yanı kaşınıyordu ama hiç kımıl­
damamak için büyük çaba sarf etti. Vücudunun iyileşmekte
olduğunu kaynanasına çaktırmama niyetindeydi.
Yalnız kalınca, yatağın üzerinde bacağını gayretli bir bi­
çimde sağa sola hareket ettirdi. Hastanede rehabilitasyon te­
davisi görürken yapılan hareketleri hatırlıyordu. Henüz kas­
ları iyi çalışmadığından zorladığı takdirde geçen seferki gibi
damarlarının yırtılarak hasar görebileceği korkusuyla bu se­
fer dikkatli davrandı. Bacağını sağa sola sürükleyebiliyordu
ama havaya kaldırması henüz imkansızdı. Oysa bu, zaman
meselesiydi. Gittikçe sağ parmağını dikkat çekici şekilde kı­
pırdatabildi. Doktoru görseydi, kesinkes "tıp değil; sizin ira­
deniz" diye Ogi'yi cesaretlendirirdi.
Ona söylemeye niyeti olmasa da kaynanası, Ogi'nin yüz
ifadesinden bir şeyler kapmış gibiydi.
"Güzel bir rüya mı gördün yoksa?"
Kadın, kaba bir ses tonuyla böyle sordu. Kendi sevincin­
den ona bahsetmesi kesinlikle iyi bir şey olmazdı. Ağzını ka­
padı.
"Öyle ya, iyi bir şey yok ki . En azından güzel bir rüya da
olsa görmek lazım."
Kaynanası, dalga geçer gibi konuştuktan sonra odadan
çıktı. Bu, rüya değildi. Kaynanası bilemeyecekti ama Ogi de­
vinimi hissetti. Ağrıyı hissetti . Kaşıntıyı hissetti. Yaşadığını
hissetti. Kendi vücuduyla hissetti.
1 54

Hastanede adamakıllı tedavi görürse, bundan daha hızlı bir


şekilde iyileşecekti. Ne var ki oraya nasıl gidebileceğini bilmi­
yordu. Kaynanasına gerçeği söylemenin belki daha iyi olabile­
ceğini düşündü ama anında caydı. Kadın, Ogi'ye asla yardım
etmeyecekti. Doktor, hastalığın seyrinin iyiye gittiğini söyledi­
ğinde kaynanasının takındığı yüz ifadesi aklına geldi. Ogi iyi­
leşmekte olduğunu söylerse, kadın bundan korkacaktı.
Ogi, ertesi günden itibaren aç kalacaktı. Kadın, uzun za­
mandır öğünleri atlatıyor ve doğru dürüst bir şey hazırlamı­
yordu. Arada bir verdiği sıvı gıdayı da yemedi . Kaynanası,
ağzını sıkıca kapalı tutan Ogi'ye sinirlendi. Ogi, başını güç­
süz bir şekilde sağa sola salladı. Alıştırma yapsaydı sol eliyle
kaşığı tutabilir, sulu gıdayı yutmak yerine pirinç lapası gibi
şeyler yiyebilirdi ama kaynanası sıvı gıdadan vazgeçmiyor­
du. Çünkü Ogi'nin iyileşmesini istemiyordu. Onu hastaneye
tekrar götürmeyecekti. Ancak ve ancak vücudu alabildiğine
bozulup gittiğinde ya da yapılacak herhangi bir şey kalmadı­
ğı zaman hastaneden yardım talep edeceği kesindi.
Kaynanası bakınca Ogi sessizce gözlerini yumup güçsüz­
müş gibi davrandı . İlkin bunu zorla yaptı ama birkaç gün
geçtikten sonra gerçekten kötüleşti. Kadının onu sessiz se­
dasız süzüp ayakta durduğu zamanlar sıklaştı. Ogi, terleyip
iniltiler çıkardı. Yalancıktan yapmıyordu, gerçekten kötüydü.
Kaynanasının homurdanıp durduğu "Tasukete kudasai"
ifadesini Ogi de gayriihtiyari sık sık tekrarlar oldu. Kulakla­
rıyla duymuştu. Kendi ağzından bu ifadeyi duymasının üze­
rinden ne kadar zaman geçtiğini bilemiyordu. Muhtemelen
bu duruma kadın da şaşırmış olmalıydı ama bunu bilmezden
gelmeye çalıştığı ortadaydı. Ogi kendi ağzından çıkan sesleri
gizlemek için suratını ekşitti.
Kaynanası ona aldırış bile etmedi. Hiçbir şey yapmadı. Ogi
yemeyeceğini söylerse yiyeceğini vermedi, suyunu bile çok az
verdi. Çok geçmeden Ogi, riskli bir duruma geldi. Vücudunu
1 55

saran ateşle odayı dolduran nem yüzünden göğsü daralırca­


sına bunalıp rahatsız oldu. Nefes alıp verişi ağırlaştı.
Kaynanasının, nihayet, Ogi'ye bakacak biri olarak ister is­
temez belirlediği kişi fizyoterapistti. Ogi, onun yaşlı kadınla
birlikte gürültülü bir biçimde gevezelik ederek odanın içine
girişini uyuşuk halde seyretti.
"Gördüğüm kadarıyla durumunuz bir hayli kötü."
Fizyoterapist, Ogi'yi görür görmez bunu söyledi.
"Hastaneye gitmeye lüzum var mı?"
Kaynananın bu sorusuna fizyoterapist şaşkın bir biçimde
soruyla karşılık verdi.
"Hastaneye gitmediniz mi? Elbette gitmelisiniz . Hem ateşi
yüksek hem de yatak yarası gerçekten ciddi bir boyutta. Böy-
1e gı" d erse . . . "
Fizyoterapist, Ogi'nin farkına varınca sözünü yarıda kesti.
" Ö ncelikle bugün ben bir bakacağım ama şu an rehabili­
tasyon yapılabilecek bir durumda değil. Bu durumda hasta­
neye mutlaka gitmelisiniz. Yoksa daha büyük sorunlar orta­
ya çıkabilir. "
Kaynanası, kaşık kadar kalmış yüzüyle dışarıya çıktı. Ogi
zar zor kendini toparlayıp fizyoterapiste bir şeyler söyledi.
Duymadığından olsa gerek, adam Ogi'nin yakınına geldi.
"Bacağımı kıpırdatabiliyorum."
Adam onun söylediklerini anlayamadı. Ne var ki, Ogi'nin
kulağına kendi sözleri net bir biçimde gelmişti. Yine kendini
zorlayarak bir kez daha söyledi ve fizyoterapist ona şöyle bir
baktıktan sonra gülerek karşılık vardı.
"Evet, doğru. Görüşmeyeli uzun zaman oldu, değil mi? Be­
ni gördüğünüze sevindiniz , değil mi? Dediğim gibi benim sü­
rekli gelmem lazım. Hastaneye düzenli bir biçimde gidip gel­
diğinizi sanmıştım. Boşu boşuna, hastane de hastane deyip
duruyordunuz ama hastaneye bile gidemediğinizden daha da
kötü olmuşsunuz."
1 56

Ogi tekrar konuştu. Bu defa biraz daha yüksek sesle ve


dudak işaretleriyle, tane tane.
"'Ba-cak.' Bacak mı?"
Fizyoterapist anladı ve Ogi'nin bacaklarına baktı. Ogi ba­
caklarını zorladı. Yan tarafa birazcık hareket etti. Fizyotera­
pistin gelmediği sırada bunu başardığını göstermek istedi.
Bacaklarını yukarıya kaldırması henüz imkansızdı ama ya­
tağın dışına doğru ittirip uzatabiliyordu.
"Bacaklardan mı başlayayım?"
Adamın doğru dürüst anlayamaması Ogi'yi hayal kırıklı­
ğına uğrattı. Ogi, ondan kağıt vermesini istedi ve bacakları­
nın devindiğini usul usul yazdı. Fizyoterapist, birden şaşkı­
na dönen yüz ifadesiyle Ogi'ye baktı. Derken uzunca bir süre
Ogi'nin bacaklarını inceledi. Ogi, onun için bir kez daha ba­
caklarını kımıldattı.
"Ne desem ki? Şey. . . Lütfen hayal kırıklığına uğramayın
ama sizin gibi bedensel rahatsızlığı olan hastalarda bu du­
rum çok yaygındır."
Fizyoterapist, empati kurmaya çalışırcasına Ogi'ye baktı.
Onun ipince bacaklarına elleriyle hafifçe dokundu.
"Ağrıyan yerlerin kımıldadığı hissedilebilir. Şu an tıp­
kı sizin hissettiğiniz gibi. Aslında hiçbir devinim olmaması­
na rağmen böyledir. Buna negatif felç sendromu diyen dok­
torlar da var. Yani bedene yönelik geri tepmeler, halüsinas­
yon olarak geliyor. Asla hayal kırıklığına uğramanıza gerek
yok. Her ne kadar halüsinasyon olsa da aslında sizin iradeni­
zi yansıtıyor. Yani yürümem lazım, hareket edeceğim gibi is­
temler. Sizin gibi kişiler için bu önemlidir. Çünkü böyle bir
iradeye sahip olmayanlar, tamamen vazgeçiyorlar."
Negatif felç sendromu . Ogi bu alelacayip ifadeden resmen
ürktü. Kendi bedenini iyi anlıyordu. Upuzun bir zaman dili­
minde bugünkü halini almıştı ama doğduğundan beri onun­
laydı. Bedeni Ogi'ye ömrü boyunca refakat etmiş en samimi
1 57

muhatabıydı. Bilinç ya da gönül gibi şeyler öyle değildi. İste­


diği gibi olmuyordu. Çoğu zaman Ogi'ye aldırış etmeden ha­
reket ediyorlardı.
Ogi, bedenindeki önemsiz ağrıyla kaşıntının, cildinin esne­
yip sarkması gibi şeylerin hassas bir biçimde farkına varıyor­
du. Açlığının, tokluğunun ve dışkılama ihtiyacının da kolay­
lıkla farkına varıyordu. Elbette emin olamadığı zamanlar da
oluyordu. Bazen ağrının yerini kesin bir biçimde anlayamı­
yordu, öyle ki vücudunda çıban çıktığını uzunca bir zaman
geçtikten sonra fark etmişti. Hastabakıcı tüm gücüyle bastır­
dığında Ogi'nin bedeni söz dinlemiyordu, hem saçma sapan,
toy bir aşkın peşinde heyecana geldiği de olmuştu. Ne var ki,
bedeni genelde onun iradesi doğrultusunda hareket etmişti.
"Benim dediğim gibi yapın lütfen. Sol bacağınızı hareket
ettirin."
Ogi, onun dediği gibi yaptı. Zorlandı ama fizyoterapistin
güvenini kazanmak istiyordu.
"Şimdi de sağ bacağınızı lütfen."
Fizyoterapistin yüzüne bakılırsa iyimser olamazdı. Ogi'yi
azıcık da olsa cesaretlendirmedi.
Bu kez fizyoterapist, eliyle dokunacağı yerin hangi bacağı
olduğunu söylemesini istedi. Ogi "sağ" dedi ve adamın yüz ifa­
desine bakarak yanlış cevap verdiğini anladı. Bir sonraki ce­
vabı doğruydu ama fizyoterapist ikna olmuşa benzemiyordu.
Adam epeyce bir süre bekledikten sonra Ogi'nin bacakla­
rının özel bir durum aldığını söyledi . Bacakları, kımıldata­
bildiği için değil de riskli bir duruma gelecek denli kuruyup
gittiği için böyle oluyordu. Hastalarda fiziksel dengesizlik,
çok yaygın bir durumdu ama adam, Ogi'ninkinin normalde­
kinden bir hayli hızlı ilerlediğini söyledi. Belden aşağısında­
ki hareketliliğin geri kazanılmasının şu durumda zor olduğu­
na ve herhangi bir iyimser varsayımda bulunulamayacağına
onu ikna etmek için bütün zamanını harcadı.
1 58

Evden çıkarken kaynanasıyla bu sorun üzerine uzun uza­


dıya konuşuyor gibiydiler. Fizyoterapist, bahçe kapısından çı­
kıp gittikten bir süre sonra kadın, Ogi'nin odasına geliverdi.
"Haydi, ayağa kalk bakalım! Birlikte yürüyerek bahçeye çı­
kalım."
Ellerini Ogi' den tarafa uzattı. Karanlıktı ama kadının ağzı
kulaklarına varıncaya dek gülüşü açıkça görünüyordu.
15

Kaynanası, pek dışarıya çıkmıyordu ama bir vakitten son­


ra onun hep böyle durmayacağını biliyordu. O gün gelene ka­
dar, Ogi sol koluyla yenice sinirleri düzelmeye başlayan sağ
kolunu kullanarak sürekli egzersizler yaptı.
Fizyoterapist, Ogi'nin sanrı gördüğünü söylemişti. Kayna­
nası da Ogi'yle gülerek dalga geçmişti. Ne var ki sağ kolu iyi­
leşiyordu. İstediği parmağını kımıldatabiliyordu. Hatta sağ
elini kullanarak sol kolunu çimdikleyebiliyordu. Vücudunun
iyileşmekte olduğunu Ogi'nin kendisinden başka bilen kimse
yoktu. Ogi, bu durumu kendi başına ispatlamaya karar ver­
di. Evden dışarı çıkabilirse, her kim olursa olsun yardım ta­
lep ederek doktora gidecekti.
Ogi, dışarıdaki seslere odaklandı. Kaynanasının bahçe ka­
pısını kapatıp dışarı çıktığını duydu. Epey zaman geçtikten
sonra bahçe kapısı bir daha açılmadı. Ogi, acele etti. Sol eliy­
le yatağın kenarından tuttu. Kendini iyice zorlayarak kena­
ra doğru birazcık çekilmeye çalıştı. Bedeni hiç hareket etme­
di. Bir tomruk gibi sert ve ağırdı. Bacaklarını tekrar zorladı.
Her iki kolundaki damarları kabardı. Bu sürede sol kolunu
daha fazla kullanmaya odaklandığından sağ koluyla arasın­
daki fark çok belirgindi. Sağ kolunu devindirmesine devin­
dirdi ama her zamanki gibi sol kolundan destek aldı.
Anca bir hayli terledikten sonra yatağın kenarına zar zor
ulaştı. Sol eliyle yatağın korkuluğunu, sağ eliyle de yatağın
1 60

baş kısmını tutarak zorlayınca iki bacağını yere düşürebildi.


Pat diye bir ses çıktı. Önce belinin altı, sonra da üstü kaya­
rak aşağı indi. Ogi, başını ellerinin arasına aldı. Bedeni yere
düşerken bel altında herhangi bir acı hissetmedi. Bacakları
işe yaramıyordu. Ogi, fizyoterapistin sözlerine şimdi inandı.
Sadece iki koluyla yüzükoyun sürünerek azıcık ilerledi. İ l-:
kin sıkıca kapatılmış olan oda kapısının önünde zorlandı. İki
kolunu da kaldırdı ama nafileydi. Sürünerek geldiği yere tek­
rar gitti ve yatağın altına düşmüş olan kaşıyıcıyı alıp geri
geldi. Sol elini kaldırıp kulpu yatay bir konumda duran kapı
koluna aleti taktı. Kaydı. Olmadı. Bütün vücudu terle sırıl­
sıklam oldu. Zemin soğuktu ama müthiş bir sıcaklık hissetti.
Kaşıyıcıyı kapının koluna ha bire takıp durmaya devam etti
ve anca oda hafiften karardıktan sonra zar zor asılıp kolu in­
direbildi.
Salon, Ogi'nin odasından daha da karanlıktı. Geniş pence­
redeki kalın perdeler çekiliydi. Anca gözleri karanlığa alıştık­
tan sonra salonun tamamen değiştiğini anlayabildi. Kimse­
ciklerin yaşamadığı bir ev gibiydi. Sakinlerinin uzun süre ön­
ce terk edip gittikleri bir yeri andırıyordu.
E şinin özenle seçtiği, teslimatı ancak bir ayda yapılmış
olan, Danimarkalı bir tasarımcının yaptığı kumaş kaplama
kanepe görünmüyordu. Bunun yerinde, kocaman bir deri ka­
nepe vardı. Muhtemelen kaynanasının kendi evindeki kane­
peydi. Her şey bir tarafa, salonun orta yerine rasgele bıra­
kılmış gündelik eşyalar vardı. Bir düzen içinde değil de san­
ki çöpe atılmak maksadıyla yığılmış gibi, her şey darmada­
ğınıktı. Ogi'nin çalışma odasındaki eşyaların çoğu bunların
arasına karışıp gitmişti. Gece yarılarında Ogi'nin masasını
aydınlatan yeşil lambası da kocaman bir kutuya tepetaklak
sokuşturulmuş, bir haritacılık şirketine yaptığı danışmanlık
hizmetinin k8:rşılığında aldığı teşekkür plaketi rasgele atıl­
mıştı.
1 61

Ogi yine yüzüstü sürünerek ilerledi ve evin ana kapısının


önüne geldi. Kaynanasının geri dönmesine ne kadar zaman
kaldığını ve ne zamana kadar buna dayanabileceğini bilmi­
yordu ama devam etmek zorundaydı. Evin ana kapısını aç­
mak odasının kapısını açmaktan daha kolay olacaktı. Dijital
kapı kilidinin altındaki yeşil düğmeye basması yeterliydi.
Ama kaşıyıcıyı ters tutup sap tarafıyla denese de düğme­
ye basamadı. Ana kapının yanında duran şemsiyeliği devirip
içindeki uzun şemsiyeyi çıkardı. Ucundaki sivri çıkıntıyı kapı
kilidinin düğmesine doğru uzattı. Elinin dermanı sürekli ke­
silince şemsiye ya kafasına ya da omuzlarına tak tuk düştü.
Çelik kapıya şemsiyenin sivri ucuyla sayısız defa vurdu. Ka­
pıyı nihayet açtığında altındaki fayans zeminden ateş fışkırı­
yordu.
Ogi serin ve taze havayı tüm gücüyle içine çekti. Evin içini
dolduran dumansı, boğucu havadan büsbütün farklıydı. Ö zü
ve kokusu farklı havayı içine çekmesiyle bile duygulandı.
B ahçe geni ş , düz ve bomboş bir arazi gibi görünüyor­
du. Bahçe kapısının yanındaki demirden yapılma alçak çi­
tin önünde sık bir şekilde duran ağaçlar sayılmazsa yetişip
büyüyen, yaprak açan, çiçek açan ya da yaşayan bir şey hiç
mi hiç görünmüyordu. Bahçenin sağına soluna dikilmiş fi­
danların hepsi kökünden sökülerek yakacak odun yığını gi­
bi bir kenara istiflenmişti. Bahçenin her yanında küçük, ka­
ranlık delikler vardı. Yeni bir şeyler ekmek için kazılmış de­
ğil de yaşayan bitkileri kökünden söküp çıkarırken meydana
gelmiş gibilerdi.
Bahçenin tam ortasında, Ogi'nin yattığı yerin soluna doğ­
ru, hafiften eğimli bir noktada koskocaman, kuzguni bir ka­
ranlık beliriyordu. Ogi'nin odasından pek görünmeyen, kör
bir noktaydı. İ nsanların hakkında konuştukları kocaman çu­
kur bu olsa gerekti.
Deliğin etrafını yumuşacık ve ince toprak yığınları sarmış-
1 62

tı. Kaynanası, toprağı geniş ve derinlemesine kazdıktan son­


ra içine su geçirmez bir örtü serip yağmur sularının, nemin
ve çiy damlalarının burada birikmesini sağlamış olmalıydı .
Buraya biraz daha su birikince, toprak yığınlarına bitki eke­
cek, göletin içine de sazan salacaktı. Muhtemelen Ogi bura­
lardan gidince o sazan kaynanayla beraber bu evde yaşayan
tek canlı olacaktı. Kaynanası, tıpkı her daim söylediği gibi
yaşayan bir şeyi besleyecekti.
Ne var ki düşününce belki de kaynanası, sazanı canlı bir
şey görmek için beslemeyecekti. Sazanın ölüp gidişini seyret­
mek için besleyemez miydi? Çünkü bir vakit gelecek ve göle­
tin içindeki sazan da ölecekti. Ö lünce de ağzı açık bir vazi­
yette suyun yüzeyinde belirecekti. Ogi'nin şu anki hali gibi
bir gıdım bile kımıldayamayan bir vaziyette olacaktı.
Eşiyle beraber peyzaj mimarının ofisinde yaptıkları uzun
istişareler sonucunda güç bela seçtikleri beyaz , taş karolar
Ogi'nin bedenine durmadan batıyordu. Ogi'den şimdiye dek
hiç hissetmediği, çok farklı bir ufunet yayıldı. Muhtemelen
kan kokusuydu. Yerde sürüdüğü sol kolundan kan akıyordu.
Yine de Ogi durmadı. iki kolunun haricinde başka bir yerin­
den gelen herhangi bir acı hissetmedi. Yerlerde sürünüp dur­
masına rağmen herhangi bir ağrısı da yoktu. Hiç değilse ağır
ve kaskatı kesilmiş bedenine minnettardı. Ogi'ye dayanma
gücü veriyordu.
Yerdeki taş karoların üzerine uzanmış halde bahçenin de­
mir kapısını yukarıdan aşağıya şöyle bir süzdü. Bu kapı şem­
siyeyle ya da kaşıyıcıyla açılacak gibi durmuyordu. Buna ça­
ba harcamaktansa demirden yapılma alçak çitten tarafa gi­
dip komşulardan yardım istemek daha iyi olacaktı. Şanslıydı
ki, serin bir rüzgarın efil efil estiği böyle gecelerde komşuları
sıklıkla yürüyüşe çıkıyorlardı. Gelip geçenler olacağı için Ogi
demir çitten tarafa elini can havliyle uzatırsa birileri mutla­
ka yardım ederdi.
1 63

Ağır aksak ilerleyerek bahçeyi boylu boyunca geçti. Evden


tarafa farların sarı ışığı vurunca bekliyor ve ışık kaybolup gi­
dince de tekrar başlıyordu. Kaç defadır farların ışığı vuruyor
ve her seferinde de Ogi'nin vücudunu gözetleme projektörü
gibi tarayıp geçiyordu. Bu kez de aynen böyle olmasını bek­
ledi ama farların ışığı bir noktaya sabitlenmiş şekilde hiç yer
değiştirmedi. Ogi'nin yapabileceği tek şey, kendini karanlığa
bırakarak yere yüzükoyun sinmekti.
Bahçenin demir kapısı hafif bir tıngırtıyla açıldı. Kayna­
nası yavaşça içeri girdi . Ogi artık her şeyin bittiğini düşün­
dü ama elinde halen bir fırsat vardı. Kadın, Ogi'yi görmedi.
Taş karoların üzerine basarak karanlık evin içine doğru yü­
rüyüp gitti. Bunda bahçenin karanlık olmasının da payı var­
dı ama orada olabileceğini aklının ucundan bile geçirmediği
için Ogi'yi görmemiş gibiydi.
Ogi biraz daha ilerlemek zorundaydı. Yine iki kolunu zorla­
dı. Taş karolara sürten koluna toprak değdikçe dayanılmaz de­
recede bir yanma hissetti. Küçük taş parçalan yırtılan derisin­
den içeri girdiğinden miydi, acı çekiyordu. Şansı yaver gidip de
evden kurtulsa bile kollarından olacağı aklına geldi. Buna rağ­
men tüm gücünü kullanarak iki koluyla yere dayandı.
Derken kaynanası bahçeye çıktı . Ogi'nin kapısının açık
durduğunu görmesi uzun sürmemişti. Ogi, evin ana kapısı­
nın önünde dimdik duran kadına baktı. Uzunlamasına yere
düşen gölgesi, adeta kendi önünde dikiliyordu. Ogi, yerinden
hiç devinmeden öylece uzandı. Karanlığın şişirip irileştirdiği
kaynanasının gölgesi, taş karoların üzerine doğru uzadı.
Kadın, asıldığı gibi onu alıp içeri sokacak kadar güçlü de­
ğildi. Bahçeye öylece uzanmış Ogi'ye dışarı çıkması için yar­
dım edecek biri olmadığı gibi onu evin içine götürmesi için
kaynanasına yardım edecek kimse de yoktu. Ya tekrar eve
girmeyi ya da bu vaziyette demir çitlerden tarafa sürünerek
yardım edecek birini buluncaya dek öylece durmayı tercih
1 64

edebilirdi. Buna kafa yormasına bile gerek kalmadan Ogi,


kendisinden tarafa yavaşça yürüyüp gelen kaynanasına al­
dırmadan ilerlemeyi tercih etti.
Ama onun bir türlü akıl edemediği bir şey vardı. Kaynana­
sı, Ogi'yi içeriye çekip götürecek kadar güçlü olmasa da ona
engel olacak denli dirayetliydi.
Kadın, Ogi'nin gitmeye çalıştığı yolu kesti . Ogi'nin kolu
değmeyecek derecede uzakça bir yere, kalın ve sağlam iki ba­
cağını sabitleyip dikildi. Ogi, kadını bacaklarından yakala­
mak için boşu boşuna ellerini savurdu, en sonunda sütun gi­
bi sağlam bacaklardan kaçarak yönünü değiştirmek zorunda
kaldı. Bu kısırdöngü tekrar ederken Ogi kendisinin, onun is­
tediği tarafa doğru ilerleyip durduğunu fark etti.
Ogi'nin durduğu yer, düz değil toprağın hafiften eğimli yı­
ğıldığı bir yerdi. Toprak yığının ötesinde kocaman karanlık
beliriyordu. Burada hava soğuktu. Ogi'nin bedeni titredi. Çu­
kurun etrafını dairesel bir biçimde saran toprakla onun üze­
rinde süründüğü toprağın uyandırdığı his birbirinden fark­
lıydı. Yüzeydeki gibi değil, yerin derinliklerinden çıkarılmış
topraktı bu. Yumuşak, güzel ve ince tanecikliydi. Uzun süre
önce, bahçeyi ekip dikme işine yardım ederken böyle bir top­
rağa dokunmuştu.
Ogi, çukurdan kaçınarak yönünü değiştirdi ama inatçı bir
keçi gibi tüm gücüyle yere basan kaynanasının bacakların­
dan kaçamadı. Kaçmak istedikçe yu muş ak topraktan tarafa
daha da yaklaştı.
Kaynanası tehditkar bir biçimde öne doğru adım attı. Sır­
tına basmaya çalıştığını düşünen Ogi var gücüyle yönünü de­
ğiştirdi. Toprak yığınları aşağı doğru döküldükçe Ogi'nin be­
deni de aşağı doğru kaymaya başladı. İ ki kolunu zorlayarak
direnmeye çalıştı ama akıp giden toprak yığınlarının içinde
debelenip durdu. Derken dengesini tamamen yitirip aciz bir
biçimde, aşağıya doğru yuvarlanıp gitti.
1 65

Canı acıdı. Ağrılar hissetti. Vücudunun artık kımıldayabil­


diği yanılgısına sebep olan önceki acılardan büsbütün fark­
lıydı. Bunun, yaşadığının mı yoksa ölecek denli acı çektiğinin
mi bir göstergesi olduğunu ayırt edemiyordu. Çukurda sap­
lanıp kaldığı hengameye rağmen içinde yeşeren bir sevinç de
vardı. Böyle ağrıları bile hissetmeyeli uzun zaman olmuştu.
Kollarındaki acıdan bahsetmeye lüzum yoktu, malumdu. Be­
li ve bir deri bir kemik kalan bacakları bile acıyordu. Eşiyle
birlikte arabanın içinde tepeden aşağıya yuvarlanıp gittikleri
anda hissettiği o acıyla aynıydı.
Hatta belki de çok geçmeden eşine kavuşabileceğini aklın­
dan geçirdi. Dayanılmaz derecede baskın ağrılar geçince be­
deni tüy gibi havalanacaktı. Olduğu gibi göğe yükselen bede­
ni, zavallı bir biçimde çukura düşerek serilip kalmış kendi­
sine tepeden bakacaktı. Eşinin onu aynen böyle görmesinin
üzerinden daha bir yıl bile geçmediğine çok şaşırdı. Bu kısa
süre, ona muazzam bir zaman gibi gelmişti.
Ne var ki Ogi'ye tepeden bakan eşi değildi. Kaynanasıydı.
Yaşlı kadın kollarını önünde kavuşturmuş , dimdik durarak
derin çukurun dibine yığılıp kalmış Ogi'ye bakıyordu. Mesa­
fe bir hayli fazlaydı. Kaynanasının suratının eşininki gibi gö­
rünmesi de bunun bir kanıtıydı.
Ağrıları devam etti, dokundukça her yanı daha şiddetli ağ­
rıyordu. Derken Ogi, bir süre sonra, zeminde hissettiği top­
rakla küçük taşların varlığını artık hissetmediğini fark etti.
Vücudu giderek katılaştı ve nefesi az çok seyrelmeye başladı.
Ağrıları yavaşça geçti. Az sonrasında ise ağrıları tamamen
yok oldu ve bir anlığına rahatladı.
Yerde uzanmış kapkaranlık gökyüzüne bakarken sanki bir
zamanlar böyle bir günün olduğunu hatırladı. Şimdiki gibi
bir çukurun içinde olduğu değil de bahçedeki masada oturup
eşiyle konuştukları bir gündü. Birlikte hafif bir akşam ye­
meği yedikten sonra mahallede yürüyüşe çıktıkları bir gün.
1 66

Arabanın altından bir kedi fırlayınca irkildikleri, ama orayı


akıllarında tutarak tekrar geri gelip mama koyduktan sonra
uzak bir yere çekilerek, oturdukları yerden kedinin çıkıp ma­
mayı yemesini bekledikleri bir akşam. Bir anda ortaya çıkan
kedinin mamanın hepsini yedikten sonra arabanın altına gi­
rişini seyredip eve gelerek saçma sapan şeylerden uzun uza­
dıya konuştukları bir gün. Yorucu bir günün, uykuları gelin­
ceye kadar dışarıda beraber kitap okudukları akşamı. Oku­
dukları kitaptan bahsederken çarşafları yeni değiştirilmiş
yatağa uzanıp bir güzel uykuya daldıkları bir gün. Boş va­
kitlerinin olmasına rağmen küçük ve kırtıpil işlerin Go oyu­
nu tahtası gibi kendini tekrar ettiği bir gün. Herhangi biri­
nin yaşamında olması muhtemel, kusursuz bir biçimde elve­
da dedikleri gün. Şimdikinden büsbütün farklı olan günler­
den herhangi bir gün. . .
Eşi, elindeki romanı okuduğu sırada birden anlamsız, boş
bir yüz ifadesi takınmıştı. Ogi, onun yüz ifadesini fark etmiş­
ti ve o gün de her zamanki gibi sıradan bir gündü.
"Uyukluyor musun? Yatalım mı?"
"Hayır."
"Ne oldu sana böyle?"
"Üzüldüm de . . . "
"Nasıl?"
Eşi, az önce kitapta okuduğu şeylerden usul usul bahset­
ti. Bir adamın kıl payı ölümden kurtuluşunun hikayesi. Bir
gün adamın önüne inşası süren bir binadan yapı malzemesi
düşer. Kaza geçirip ölümden dönen, bu yüzden bir şeyleri dü­
şünmeye başlayan bir adamın hikayesiydi.
"Bunun neresi üzücü? Adamın şansı yaver gitmiş işte. "
" O adam, yok oluyor. Bankadaki parasına bile e l sürme­
den, işyerine istifa dilekçesini bile vermeden, birisiyle buluş­
mak üzere ayarladığı randevusunu bile iptal etmeden dur­
duk yere ortadan yok oluyor. Ne ailesine, ne arkadaşlarına
1 67

ne de meslektaşlarına en ufak bir ipucu bırakmadan kusur­


suzca kayboluyor. Bir gün apansızın. Hiç kimseler onu bula­
mayacak şekilde yok oluyor. Karısı, kocasının bulunması için
bir dedektife başvuruyor. Kocasının ya bir yerlerde düşüp ya­
ralandığını ya da bilincini yitirerek evini, ailesini hiç hatırla­
madığını düşünüyor. Çünkü bu türden bir sebep olmaksızın
kocasının ortadan aniden kaybolacağına inanmıyor. Derken
bir zaman sonra dedektif, o adamı buluyor. Burnu bile kana­
madan hayattaymış . Başka bir şehirde. Adını ve işyerini de­
ğiştirip orada yaşamaya başlamış. Üstelik yeni ailesiyle bir­
likte."
"Demek ki adam, karısından nefret ediyormuş."
"Bence bir şey öğrenmiş olmalı."
"Ne?"
E şi, bir cevap vermek yerine ona dik dik baktı . Ogi, he­
mencecik sordu.
"Başka bir yerde de gayet iyi yaşayamaz mı?"
E şi, yine ona baktı . Ogi, kaygılanarak başka bir soru da-
ha sordu.
"Peki, sonra ne oldu?"
"Sonu bu işte. Bitti."
"Onceki ailesine geri dönmedi mi?"
"Prosedüre uygun şekilde boşanıyor."
"Bence abartmış. Öyle yapınca daha mı mutlu olmuş?"
Eşi, ansızın ağlamaya başlamıştı. İlkin gözleri birazcık ya­
şarır gibi olmuş ama kısa süre sonra hıçkırarak ağlamaya
başlamıştı. Nedendi ki? Şans eseri hayatta kalan adamdan
dolayı mı? Aniden başka bir yere çekip giden adam nedeniyle
mi? Gittiği yerde de öncekiyle benzer bir yaşam süren adam
nedeniyle mi ağlıyordu?
Ogi, ağlayıp duran eşine bakarak gülmüştü. Bu üzülecek
bir şey miydi? Böyle bir hikaye için ağlanır mıydı? Eşi, bu ka­
dar hassas ve duygusal mıydı? Bir türlü anlayamıyordu ama
1 68

onu şefkatle avutmak istemişti. Biz her zaman selamette ola­


cağız ve başımıza herhangi bir iş gelse de başka bir yere tek
başımıza gitmeyeceğiz , dedi. Saçma sapan sözler vermeden,
aceleye getirmeden, anlamaya çalışarak eşini içine düştüğü
üzüntüden çekip çıkarsaydı her şeyin daha iyi olacağını çok
uzun zaman sonra anlayacaktı. Ogi, geleceğin üzüntüsüne
çok önceden kapılıp gitmiş görünen eşini sessizce kucaklamış
ve hıçkırıklarının yavaşça dinip kesilişini dikkatle izlemişti.
Eşinin üzüntüsünü, derin ve karanlık bir çukurun içinde
uzandığı için anlamış değildi. Ne var ki onu şuncacık da ol­
sa avutamadığını anlayabilmişti. Eşinin ağlayışının kesilme­
si, vakti geldiği içindi. Artık üzülmediği için değildi.
Ogi, bu yüzden ağladı. Eşinin üzüntüsünden değildi. Vak­
ti gelmişti.

You might also like