You are on page 1of 197

HAREMAGASININ SIRRI

J ose Luis Velasco

�1 �rıapııııııoııı
Harcmağasının Sırrı
Josı! Luis Vclasco

lspanyolca aslından Türkırelqtiren: llknur Ayaşlı


Redaksiyon: Müren Beykan

Günışığı Kitaplığı
Genç Roman 1
lsranbul, Mayıs 1998

Özgün adı:
El Misterio Del Eımuco
© Tat: Joıl Luis Veltuco
Edicioneı SM, Madrid, Sp11in 1995

Günışığı Kitaplığı
Mia Organizasyon, Restorasyon, Yayıncılık Ltd. Şti.
Mevlüt Pehlivan Cad. No. 20 D.1 Gayrcttepe 80290 lsranbul
Tel: 0212. 212 99 73 Faks: 0212. 212 99 70 -
eMail: mıa@rurk.net

Yayın koordinatörü: Hande Demirraş


Tasanın: Günışığı Kitaplığı
Kapak deseni: Piri Reis, Kitllb-ı &hriyeHen.
Renk ayrımı: Senkron
Baskı: Mart Matbaacılık Sanatları Ltd. Şti.

Tüm yayın hakları saklıdır.


Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayımcının
yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

ISBN 975-8142-07-0
)ose L\.ıis Velasco

lspanya'da Ciudad Real'de doğdu. Yazarlığa on dört


yaşındayken başlayan ilgisi hiç kaybolmadı. Bir başka mesleğe
yönelmeyi asla düşünmedi. Gençliği Valencia ve Barsclona'da
gcçri. Daha sonra 25 yıldır yaşadığı Madrid'e ycrlqti. Felsefe ve
basın yayın eğitimi yaptı.
Gençliğinde, sllpllrgı: pazarlamacılığından dedektiflik
bürosunda çalışmaya, hatta butik işletmeciliğine kadar birbiriyle
ilgisiz birçok i�te çalıştı. "Nino" takma adıyla yaptığı illüstrasyon
çalışmalan, önemli yayıncvleri, gaurcler ve dergilerde yer aldı.
Aralarında kurgu romanların da bulunduğu 40' tan fazla
kitabı yayınlandı. Gençlik kitapları dalında Gran Angular ve
fantastik öyküler dalında Wooa'y ödüllerini kazandı.
Baroja, Hemingway, Borgcs ve Raymond Chandler gibi
yazarların hayranı olan Vclasco, hayatta en çok okumak ve yaz­
maktan ho�lanır. Düşkün olduğu öteki şeyler, sabah yürüyüşleri
yapmak, yağmur, qiyle bir caflde kahvaltı etmek, futbol, bisik­
ler sporu, felsefe ve tarihtir.
HAREMAGASININ SIRRI
Jose Luis Velasco

Dipnoılarda.ki "RN" kısaltması "Redaksiyon Notu" anlamındadır.


Haremağasının Sırrı 9

1
G ökyüzü sanki kocaman bir ocak yanıyormuşçasına
aydınlanıyor, ardından sanki yıkılacakmış gibi gürlüyor
xe yoğun sağanak kemin üstüne karanlık bir uğultu gibi
çöküyordu. Kırklarını henüz geçmiş, uzun boylu bir
adam, avluyu çevreleyen basık kemerlerin ardında sinirli
sinirli, bir o yana bir bu yana dolaşıyordu. Evi, Kurtu­
'
ba' nın* gürültülü kene merkezinden uzak, kerpiç duvar­
larla çevrili, geniş bahçeli güzel bir villaydı. Bazen, avlu­
nun ortasındaki küçük su birik.incilerinde yağmur dam­
lacıklarının oluşturduğu kabarcıklara bakmak için du­
ruyor, daha sonra endişeli bir halde dolaşmayı sürdürü­
yordu.
-Ah bu çocuk! Nerede kaldı acaba? diye mırıldandı.
Hem de böyle bir günde.
Akşam olmuştu, kemin üzerine çöken kara bulutlara
bakılırsa gece boyunca hava kapalı olacağa benziyordu.
Adam ayaklarına kadar uzanan beyaz bir tunik giyiyordu,
başında keçe bir takke vardı. Adı Hamal .İdris'ti. Aniden
durdu, kendisini her zaman duygulandıran o sesi duy-

flN - Bugün C6rdoba.


10 J ose Luis Velasco

muştu.
-Aç baba! Benim! Islandım!
Adam ıslanmamak için başını bir örtüyle kapattı ve
dış kapıyı açmak için çevik hareketlerle karanlık bahçe­
den geçti. Kapının önünde on dört yaşlarında, kıvır kıvır
kumral saçlı, zeki yüzlü bir erkek çocuk göründü.
-Nerede kaldın? Nasıl bu kadar geç gelebiliyorsun?
diye sordu çocuğa sert bir ifadeyle.
-Şey...
-Haydi, haydi içeri ...
Dış kapıyı kapadı. Çocuk avluda babasından özür
diledi.
-Banisahl'in oğluyla aşık oynamaya daldım .. . Özür
dilerim.
Adam hiçbir şey söylemeden çocuğa yaklaştı ve elleri­
ni onun omuzlarına koydu. Ağlamak üzere olan ve duy­
gularını olduğu gibi yansıtan o zeki gözlere baktı. Sonra
çocuğa sarıldı ve onu göğsüne yaslayarak yanaklarından
öptü.
-Oğlum! Yanımdan ayrılmanı hiç istemiyorum.
İnşallah, şimdiye dek olduğu gibi Tanrı hep seninle olur.
-Teşekkürler baba.
-Bugün on dört yaşına basıyorsun. Unuttun mu
yoksa? Biliyor musun, bu çok özel bir yaştır. Yaşamın­
daki her şey değişecek. Çocukluktan erkekliğe geçe­
ceksin. Yani . . . hemen hemen erkekliğe diyebiliriz. Hay-
Haremağasının Sırrı il

di, artık kurulan ve üstünü değiştir. Akşam yemeğinde


hoşuna gidecek çok özel bir şey bekliyor bizi.
-Biliyorum! Güvercinli börek ve bademli kek.
-Evet, onlar... Ve sonbahar geldiğinde içtiğimiz çor-
ba.
Az sonra Hantal İdris ve çocuk, duvarlarında değerli
halılar asılı, huzur verici bir odada rahat yastıklar üstünde
karşı karşıya oturmuşlardı. Zemin halıyla kaplıydı, altı
mumlu bir şamdan odayı aydınlatıyordu. İrmik çor­
balarını bitirmişlerdi. Çocuk büyük bir iştahla böreğin­
den bir parça yedi.
-Baba, dedi.
-Evet.
-Bana verdiğiniz iki sözü hatırlıyor musunuz?
-Hangilerini? ... Sana birçok söz verdim, ama hepsi-
ni yerine getirdiğimi sanıyordum.
-Uzun süre önce, on dört yaşıma bastığım zaman
yerine getirmek üzere iki şey için söz vermiştiniz bana.
Hatırladınız mı?
-Sen söyle bakalım.
-Peki. Birincisi, siz Müslüman olduğunuz halde
neden bana Hıristiyanlık'ı öğrettiğinizi açıklayacalmnız.
Bunu hiçbir zaman anlayamadım.
-Ya ikincisi?
-Bana gizli yerinizi göstereceğinizi söylemiştiniz.
Hantal İdris konuşmaya başlamadan önce gece bo-
12 Josc Luis Vclasco

yunca yediği tek lokma olan börek parçasını yuttu. Sonra


dikkatle çocuğa baktı.
-Tamam, her iki sözümü de yerine getireceğim. Bu
sözlerimi zaten tutacaktım. Hiçbir zaman unutma­
mıştım. Birincisinden başlayacağım . . . Böreğini bitirmeni
bekledim.
Büyük bir merak içindeki çocuk böreğinin son lok­
masını da hızla yuttu. Gözleri, içindeki merakı olduğu
gibi yansıtıyordu.
-Dinle! Şimdi sana anlatacaklarım ikimizin arasın­
daki hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Ben her zaman bu evde
kölemiz Huki ile birlikte yaşadım. On dört yıldan beri de
seninle yaşıyorum. Hiçbir zaman karım olmadı.
Çocuğun gözleri faltaşı gibi açıldı.
-Aaa! Ama, öyleyse . . . Bana annemin beni doğurur­
ken öldüğünü söylemiştiniz.
-Hayır, hayır. Ben . . . Sana nasıl söyleyeceğimi bile­
miyorum. Ben senin gerçek baban değilim.
Çocuk donup kalmıştı. O anda gözlerinde biriken
yaşlar yaşadığı düş kırıklığının en büyük göstergesiydi.
Hantal İdris çocuğun iki elini de tuttu ve kuvvetle sıktı.
-Seni, kendi kanımdan oğlummuşsun gibi çok sevi­
yorum. Her zaman da seveceğim, her zaman.
-Ah efendim! Siz benim babamsınız, ben de sizin
oğlunuzum!
-Tabii ki öyle Fernando. Ama önce sana bir öykü
Harcmağasının Sırrı 13

anlatacağım, böylece her şeyi anlayacak ve neden senı


Hıristiyan olarak yetiştirdiğimi öğreneceksin. Bildiğin
gibi, tahta çıktığından beri büyük halifemiz Hakem'e
hizmet ediyorum. On dört yıl önce beni, tahta yeni çıkan
Hıristiyan kral I. Le6n Sancho'yu ziyaret edecek bir elçi­
ler heyeti oluşturmam için atadı. Sınır sorunları vardı,
ama hepsi çözümlendi. Zor ve zahmetli bir yolculuktu.
Dönüşte, henüz H ıristiyan topraklarında olduğumuz
sırada, bu geceki gibi bir fırtınaya yakalandık; hava karar­
mak üzereydi. İliklerimize kadar ıslanmış, bir köye ulaşıp
sığınabilmek için acele ediyorduk. Elli kadar erkektik, bir
general bize komuta ediyordu. Ne oldu biliyor musun?
Bir anda yolun kenarından bir çocuk ağlaması duyuldu.
Hiç kimse oralı olmadı. Öyle bir zamanda ıssız bir yerde­
ki çocuk ağlamasını kimse önemsemedi. Ben, haykırış­
ların nereden geldiğini anlamak için durdum. General,
"Haydi, devam edin efendim!" diye bağırdı. Ama ona
kulak asmadım, katırımın yolunu değiştirdim ve bu
hüzünlü ağlayışın geldiği yere doğru yöneldim. Çalı­
lıkların arasında battaniyeye sarılı bir şey hareket edi­
yordu. Katırdan indim ve ona yaklaştım. Sırılsıklam
olmuş battaniyeyi biraz araladım. Bu, bir erkek çocuktu.
Çok küçüktü . . . , henüz birkaç günlük olmalıydı. İşte o
çocuk sensin. Boynunda asılı haçı görüyor musun? O
gün de boynundaydı. Yanında ayrıca deri bir kese vardı.
Hantal İdris birkaç dakika sustu. Yağmur artık din-
14 Jose Luis Vdasco

mişti, gök gürültüleri her seferinde biraz daha uzaktan


duyuluyo rdu. Evin sessizliğini yalnızca saçaklardan
avluya akan yağmur suları bozuyordu. Çocuğun bakış­
ları, içindeki kaygı ve şaşkınlığı ele veriyordu.
-Generalin, "Dönün efendim! " dediğini duydum.
Evet döndüm, ama kollarımın arasında sen vardın. Dün­
yanın en güzel yüzüne ve en minik gövdesine sahiptin.
Seni orada nasıl bırakabilirdim? Seni katırımın arkasın­
daki sandıktan çıkardığım kuru bir battaniyeye sardım ve
yolculuk boyunca kucağımda taşıdım. Askerler benimle
alay ettiler. .. Çocuk taşımakta bir kadın kadar usta oldu­
ğumu söylediler. Karşımıza çıkan ilk handa sana süt bul­
duk. Kurt gibi acıkmıştın. Karnın doyunca hemen sus­
tun. Seni sakinleştirdikten sonra yanında bulduğum deri
çantayı açtım. Meraktan yanıp tutuşuyordum. Yalnızca
birkaç kelimelik bir nottu.
-Ne yazıyordu?
-Onu ha.la saklıyorum. Nereye koyduğumu bilemi-
yorum. Bu evde bir sürü kağıt var. Ama yazılanların her
kelimesini hatırlıyorum. Zar zor yazılmış İspanyolca bir
nottu. Tam olarak şöyleydi: "Çocuğun adı Fernando 'dur.
Çok yoksuluz ve dokuz çocuğumuz var. Onların karınlarını
doyuramıyoruz. Fernando yu iyi kalpli birinin alması için
yolun kenarına bırakıyoruz. Meryem Ana adına onu alın
ve Efendimiz !sa ya inançla büyütün. Tanrı, yaptıkları­
nızın karşılığmı size ödeyecektir. "
Haremağasının Sırrı 15

-Daha başka ne yazıyordu?


-Hiçbir şey evladım. Hiçbir şey. Her zaman herkese
karşı saygılı bir insan oldum. Gerçek ailenin isteklerini
yerine getirdim. Kendi inancıma rağmen sana en az ken­
diminki kadar iyi bildiğim Hıristiyanlık'ı öğrettim.
Sonuçta Müslümanlar'ın da Hıristiyanlar'ın da olan tek
bir Tanrı var. Sen de biliyorsun ki Muhammed en önem­
li peygamber olmasına karşın İsa da bizim peygamberle­
rimizden biridir.
-Ben her zaman sizin gibi Müslüman olmayı arzu
ettım.
-Büyüdüğün zaman istediğin dini seçer, ona inanır­
sın. Ama ben görevimi yerine getirdim.
-Ailemin kimler olduğunu biliyor musunuz?
-Senin baban benim. Sana bütün bu anlattıkla-
rımdan sonra, birinin seni benden alabileceğine inanıyor
musun?
-Oh, hayır efendim! Bunu ben de istemem.
-Ah! Sana inanmak ne kadar zor! İç kalede yerine
getirmem gereken görevlerim vardı. Eve bir dadı bul­
maktan başka çarem yoktu.
-YaŞlı Bayan Vafah... Ölmüş olması ne kadar da acı!
Onu, hemen hemen sizi sevdiğim kadar severdim.
-Tabii ki! Seni o büyüttü, sana annelik yaptı.
-Baba, Vafah hakkında bilmediğiniz bir şey var.
-Evet, onu biliyorum.
16 Jose Luis Vclasco

-Gerçekten mi? Nedir peki?


-O sana İslamiyet'in bilmediğin yönlerini öğretti...
-Evet, öyle! Siz bir dahisiniz!
Yemekten arta kalanlara bakan Fernando birdenbire
sustu. Hantal İdris'in yüzüne aklından geçen binlerce
farklı düşünce yansıyordu.
-Artık ilk sırrı biliyorsun.
-Evet. Sanırım. .. Gerçek ailemin kimler Jlduğunu
bilmek ve onları bulmak çok hoşuma gidecek sanırım.
Ah, yoksullnk yüzünden benaen ayrılmak zorunda olma­
ları ne kadar acı verici! Beni affedin ama hiç tanımadığım
halde onları da birazcık seviyorum.
-Sana bir söz daha: Onları bir gün arayacağız. Ama
o zaman bu evden gidecek misin?
-Ah, hayır babacığım! Hiçbir zaman böyle bir şey
yapmayacağım. Siz. . . Yalnızca siz...
Çocuk konuşmasına devam edemedi. Hantal İdris'in
boğazında bir şey düğümlenmişti. Bir süre sonra canlı bir
ses tonuyla konuyu değiştirdi.
-Tamam yavrucuğum. Hatırlarsan yerine getirmem
gereken ikinci bir sözüm daha vardı.
-Sizin gizli yeriniz, diye bağırdı Fernando az önceki
üzüntülerini unutarak.
-Haydi. Haydi gidelim.
Babasının ardından evin içine doğru yürüyen Fernan­
do'nun kalbi heyecanla çarpıyordu.
Harcmağasının Sırrı 17

Kandille aydınlatılmış dar bir geçinen ilerledikten


sonra, kocaman bir asma kilide kapatılmış kara bir kapı­
nın önüne geldiler. Kapının ardında adamın, kimsenin
inmesine izin vermediği bir mahzen vardı.
Bu mahzen, il. Hakem'in özel doktoru, astrolog,
matematikçi, simyacı ve botanikçi Hantal İdris'in çalış­
ma odasıydı. Kara kapı Fernando için, hakkında olağa­
nüstü düşler kurduğu yasak bir dünyayla arasındaki sınır
anlamına geliyordu.
Hantal İdris giysilerinin arasında bir şeyler aradı ve
sonunda, ipe bağlanmış büyük bir asma kilit anahtarı
çıkardı. Anahtarı kilitte çevirince kapı gıcırdayarak
açıldı.
Zamanla kararmış kırmızı tuğla duvara yaslanan taş
basamaklı harap bir merdiven kıvrılarak aşağıya iniyor­
du. Hantal İdris'in taşıdığı şamdandaki mumun titrek
ışığı, çevreyi ancak bir sis bulucunun içindeymiş gibi
aydınlatabiliyordu. Buradaki özel koku, Fernando'ya
ilaçları ve boyahaneleri hatırlattı. Aşağı indiklerinde
babası bir sürü kandil yaktı. Yayılan ışıklar duvarlarda
kocaman hayaletler gibi gölgeler meydana getiriyordu.
Bu ürkütücü yere gözleri alışana kadar oldukça zorlandı.
İnsanı bunaltacak kadar alçak tavanlı, tozlu büyük bir
salondu burası. Her şey düzensiz ve eskiye benziyordu.
Kaba görünüşlü ağır masaların üstü babasının notlarıyla
ve kitaplarla doluydu. Çevrede içleri değişik renklerde
18 Josc Luis Vdasco

sıvılarla dolu cam şişeler, bir usturlap*, su saacleri, geze­


genleri gösteren yuvarlak şekiller, paralaktik cetveller,
erlenmayerler*, gökyüzünü gösteren büyük duvar harita­
ları, imbikler ve körükler gibi bir sürü şey vardı. Köşede
taştan yapılmış bir ocağın içinde gizemli ışıklar saçan
küllenmiş kömür parçaları vardı.
Fernando ilk andaki büyük heyecanın etkisiyle bir
süre konuşmaya cesaret edemedi. Daha sonra çekingen
bir ifadeyle sorularını art arda sıralamaya başladı:
-Bu nedir? Ya bu? Ne işe yarar? Nasıl çalışır?
-Sakin ol, sakin ol... Bugünden itibaren benimle
birlikte aşağı inmene izin vereceğim, ama her şeyi yavaş
yavaş öğreneceksin. Şimdi dikkacli ol ve hiçbir şeye
dokunma. Burada senin için tehlikeli olabilecek bir sürü
şey var.
Hamal İdris'in sesi burada daha farklı bir tonda duyu­
luyordu. Daha sakin ve ciddiydi.
-Peki söyler misiniz, bu ocak ne işe yarıyor? diye sor­
du Fernando.
-Simya deneylerim için gerekli. Bir süredir bu işle
uğraşıyorum. Bu öğleden sonra bir şey buldum.
-Simya bilgilerinizle bütün maddeleri alcına dönüş­
türebilirsiniz değil mi?

RN - Usturlap Orcaçağ'da Arap ve Latin astronomi bilginleri tarafından kullanılan


aletlerin başında gelir; hem saaıi gösterir hem de yıldızların yüksekliğini ölçer.
RN - Erlenmayer Kesik koni biçiminde dar ağızlı cam kap.
Haremağasının Sırrı 19

-Hayır... Kimileri bunun mümkün olduğunu söylü­


yor, ama ben yanlış bir teori olduğundan kesinlikle
emınım.
-Niçin?
-Eski ve yeni simyacıların bir kısmı metallerin aynı
maddeden yapıldıklarına, yalnızca renklerinin farklı
olduğuna inanıyorlar. Ama bu doğru değil. Ben her biri­
nin değişik yapıları olduğuna ve görünmeyen atomlarla
birbirlerine bağlandıklarına eminim. Kimisinin yaptığı
bazı metalleri altın rengine boyamaktan ibarettir.
-Ya bu çizimler nedir? diye sordu Fernando, üstün­
de şekiller çizili parşömeni göstererek.
Masada tuhaf işaretlerin, sayıların ve yıldızlara ait bazı
simgelerin yer aldığı bir parşömen duruyordu.
-Bu bir astroloji haritası. Ben hazırladım. Bu ay hali­
femize takdim edeceğim. Ona bu haritalardan yılda on
iki kez düzenli olarak hazırlamalıyım.
-Bu ne işe yarar?
-Anlatayım. Bir yıldız haritası. .. O da ne? Bahçe ka-
pısı mı çalınıyor?
-Sanırım. .. evet, dedi Fernando babasının arkasına
saklanarak.
Her ikisi de oldukları yerde bir süre sessizce bekledi­
ler. Çalışma odası evin bodrumunda bulunduğu için,
bahçe kapısının zili ve sabırsızca sürekli vurulan kapının
sesi oldukça uzaktan geliyordu. Hamal İdris yüreğinin
20 Jos� Luis Vclas�o

ağzına geldiğini hissetti.


-Bu saatte kapının böyle çalınması çok tuhaf.
-Acaba kim çalıyor, dedi Fernando biraz korkarak.
Uzaktan bir uğultu sağanağı halinde duyulan o güçlü
ses bulundukları mahzene kadar ulaştı.
-Açın! İdris Ağa, açın! Halife adına açın!
-Halife! diye bağıran doktor, eline bir kandil alarak
merdivenlere doğru atıldı. Ah, beni bu saatte çağırdıkla­
rına göre kuşkusuz iç kalede çok ciddi bir şeyler oldu.
Gidelim! Gidelim!
Fernando babasını izledi.
Harcınağasının Sırn 21

2
H antal İdris yağmurdan korunmak için üstüne deri­
den yapılmış, başlıklı bir yağmurluk geçirdi hemen.
Fernando, kavaklı bahçeden geçerken her zaman olduğu
gibi onu izledi. Avlunun dışında ışık yansımaları görü­
lüyor, silah şakırtıları ve at solumaları duyuluyordu.
Kapıyı açar açmaz ellerindeki fenerlerle onlara bakan, iç
kalede görevli on kadar askerle karşı karşıya geldiler.
Siyah keçi sakallı bir asker doktora doğru yönelerek:
-Saygıdeğer İdris, halife size iç kaleye kadar eşlik
etmemiz için emir verdi. Bu ata binebilir misiniz lütfen?
-Ben ne yapacağım, dedi Fernando.
-Benimle geliyorsun, diye yanıtladı doktor.
-Neler oluyor, diye sordu Hantal İdris askere.
-Emirimiz sizi hemen görmek istiyor.
-Neden?
-Bilmiyorum efendim.
Kurtuba'yı çevreleyen surlardan hızla· geçerek iç kale­
ye yöneldiler. Böylece kemin güneyindeki labirent gibi
sokakları aşmak zorunda kalmadılar. Bu sokaklarda ak­
şamları hırsızlar girmesin diye kapatılan kapılar vardı; bu
da geçişi olanaksızlaştırıyordu. Kestirme yol sayesinde
22 Jose Luis Velasco

hiçbir engele takılmadan doğruca kaleye ulaştılar. Şimşek


ve gök gürültüleri eşliğindeki yoğun sağanak yeniden
kentin üzerine çökmüştü. Almedina'yı* çevreleyen surlar­
dan fırtına gibi geçtiler. İç kale karşıda belirmişti. Ana
kapının çevresinde ellerinde meşaleler ve fenerler taşıyan
askerlerin olağandışı koşuşturmaları görülüyordu. İç
kalenin surları dışında çok -sayıda köylü coplanmıştı,
ağızdan ağıza çeşitli söylentiler yayılıyordu.
Hantal ve Fernando kemerli bir girişi ve pembe mer­
merden sütunları olan, tavanı ve duvarları yaldız işlemeli
bir bekleme salonuna götürüldüler.
-Burada bekleyiniz, diyen keçi sakallı asker binanın
iç taraflarına doğru yöneldi.
-Neler olduğunu anlayabildiniz mi baba? diye sordu
Fernando alçak bir sesle.
-Hayır oğlum, kesinlikle hayır. Aklıma hiçbir şey
gelmiyor.
-Benim burada ne işim var?
-Seni Huki olmadan evde tek başına bırakmak iste-
medim. Artık çok dikkatli olmalısın. Bugünden başla­
yarak birçok yerde ağzı sıkı bir kişi olarak bana eşlik ede­
ceksin. Bu senin eğitiminin en üst basamağı olaqı.k. Az
sonra halifeyle tanışacaksın.
-Harika ba . ! . .

Almedina: iç kaleyi, camiyi ve pazar yerini kapsayan surlarla çevrili alan; kale.
Haremağasının Sırrı 23

Aniden, o anda bulundukları salondaki bütün asker­


ler ve köleler alınlarını yere değdirerek yere kapandılar.
Hantal İdris ve Fernando da aynı şeyi yaptılar. Gözde
zenci kölelerle sivil ve askerlerden oluşan bir grubun ara­
sında İnananların Emiri Büyük Halife il. Hakem kapıda
göründü.
Giysileri büyük davetlerde veya dini törenlerde giy­
diklerine göre oldukça sadeydi. Çok uzun boylu bir
adam değildi ama son derece etkileyiciydi. Kapkara göz­
leri, kızılımsı sarı saçlarıyla büyük bir karşıtlık oluşturu­
yordu. Çıkık elmacık kemikleri ve bir kartal gagasını
andıran burnu yüzüne kişiliğiyle uyumlu kararlı bir ifade
veriyordu. Aniden:
-Ayağa kalk Hantal İdris, dedi.
Doktor ayağa kalkınca halifenin yüzündeki derin acı­
yı fark etti. Hatta ağlamış bile olabileceğini düşündü.
Halife Fernando'yu göstererek:
-Bu çocuk kim? Oğlun mu? diye sordu.
-Evet efendim. Bugün on dön yaşını doldurdu;
bundan böyle sık sık bana eşlik edecek.
Halife, onun da ayağa kalkmasına izin verdiğini belir­
ten bir hareket yaptı.
Fernando başını öne eğmiş, bir hayalet görmüşçesine
irileşen gözlerini ayaklarına dikmişti. Halifeyi bu kadar
yakından görmek onu korkutmuştu. Onun hep daha
uzun boylu olduğunu düşünmüştü. Orada bulunduğu
24 Jose Luis Vclasco

süre boyunca büyülenmiş gibi, salondaki soylu insanların


bir birine bir diğerine bakıyor, onların giysilerini, sakal­
larını ve askerlerin silahlarını inceliyordu. Sanki başka bir
dünyadan gelmiş görünen uşaklar ve köleler de ona çok
ilginç geliyordu. Sonunda bütün dikkatini İnananların
Emiri üzerinde topladı.
-Yüce efendim ne oldu? Sizi bu kadar üzen nedir?
diye sordu İdris.
-Benimle gel, dedi halife yalnızca.
Herkes bir anda iç kalenin dışına yöneldi. Dışarı
çıktıkları zaman iki zenci köle halifeyi yağmurdan koru­
ması için büyük bir deri önüyü başının üzerinde tutmaya
başladılar. Diğerleri ellerindeki meşale ve fenerlerle yolu
aydınlatıyorlardı. Çimlerin üstündeki yağmur damlacık­
ları halifenin ayaklarını ıslatıyordu. Hep birlikte iç
kalenin ön cephesine doğru ilerlediler. Emir bilinmeyen
bir hüznün acıyla doldurduğu nemli gözlerini yere
dikmiş yürüyordu. Binanın köşesini döndüler. O yanda
rüzgar çok daha fazlaydı. Çünkü burası yapının kuzey
cephesiydi. Bir süre sonra demir parmaklıklı bir pencere­
nin önüne geldiler. Topluluk bir anda durdu. Emir bir el
hareketiyle Hantal İdris'e pencereden içeri bakmasını
işaret etti.
Hamal iyi görebilmek için gözlerini kıstı; yüreği ağzı­
na gelmişti. Demir parmaklıkların arkasında oldukça
sade bir oda görünüyordu; yerdeki halılar, yastıklar ve
Haremağasının Sırrı 25

öteki mobilyalar huzur vericiydi. Bir gaz lambası orta­


lığa hüzünlü bir ışık yayıyordu. Halının üstünde, saçları
tamamen kazınmış, kırk yaşlarında, oldukça iri bir adam
kanlar içinde yatıyordu. Göğsüne bir hançer saplanmıştı.
Kuşkusuz ölmüştü. Herhalde daha önce odanın bir köşe­
sine saklanmış olan biri, pencere parmaklıklarına doğru
atıldı. Hantal korkarak geriye doğru bir adım sıçradı. Bir
anda ortaya çıkan adam parmaklıkları sıkıca tutarak hay­
kırdı:
-Efendi Hantal! Sonunda gelebildiniz! Beni savu­
nun lütfen! Bu olayda hiçbir suçum yok! Size yemin
ederim, ben masumum. Ben yapmadım!
Mustarip* giysileri içinde, henüz otuzuna gelmemiş
genç bir adamdı. Hantal onu hemen tanıdı. il. Hakem'in
emriyle genişletilen Büyük Cami'nin mimarı, arkadaşı
Rodrigo Santibafiez'di.
Hantal'ın aklı karışmıştı; olan biteni anlayamıyordu.
-Neler oluyor? Çıksana o odadan.
-Çıkamam efendim.
-Haydi, haydi gidelim, dedi halife. Islandım ve çok
üşüyorum. Olanları ve neden burada bulunduğunu sana
açıklayacağım bilge İdris. Bir çilingir odanın kapısını
açsın ve mustaribi hapsedin... Haydi, haydi gidelim, diye
tekrarladı Hakem sabırsızca.

RN Mw[arip 8.-11. yüzyıllarda lspanya'da Müslümanlar'ın arasında yaşayan


-

Hırisciyanlar'a verilen ad.


26 J osc Luis Vclasco

Topluluk uzaklaşırken mustarip arkalarından umut­


suzca bağırdı:
-Bana yardım edin soylu İdris!
Kısa bir süre sonra, iç avludan geçilerek girilen gör­
kemli salonda Hantal İdris ve İnananların Emiri ipek
minderlere karşılıklı oturmuş konuşuyorlardı. Çevrede
her zaman halifenin yanında yer alan uşaklar, köleler ve
onu koruyan askerler vardı. Sanki bir rüyad<tymış gibi
olayları izleyen Fernando da belli bir uzaklıkta duruyor­
du. Hakem doktorun elini sıkıca tuttu.
-Bu kasvetli gecede buraya gelmenizi istedim, çünkü
sizin bu hükümdarlığın en dürüst, en bilgili ve mesleğine
büyük bir sevgiyle bağlı kişisi olduğunuza inanıyorum.
-Ama, neler oldu efendim? Ölü bir adam ve onunla
aynı odaya hapsedilmiş bir arkadaşımı gördüm.
-Rodrigo Santibafiez buraya gelip onu savunmanı
istedi. Onu ben de severim. Bu yüzden kabul ettim. Allah
adil olmamızı İster, ama onun umutları bir duman gibi
yok olacağa benziyor. Ölenin adı Hemne Sudri'dir. On
sekiz yaşında buraya getirdiklerinden beri kendi oğlum
gibi sevdiğim bir haremağasıdır. Benim için adamlarımın
en sadığı, en soylusu ve kalede şimdiye kadar çalışan yüz­
lerce kişi içinde en ağzı sıkı olanıydı.
Halifenin gözleri yaşlarla dolmuştu. Sıkıntılı ve titrek
bir sesle konuşmasını sürdürdü.
-Hava karardığında, nöbetçiler açık pencereden se-
-larcmağasının Sırrı 27

nin gördüklerini görmüşler: sevgili kölem ölmüş ve mus­


tarip de kendisini o odadan çıkarmaları için bağırıyor­
muş. Kapı içeriden anahtarla kilitlenmiş. Askerler kapıyı
açabilmek için anahtarı bulmasını söylemişler ona. Ama
mustarip onlara anahtarı verememiş. Bunun için de
orada kaldı. Önemli bir nokta daha var: Haremağamın
kalbine saplanan hançer de arkadaşınıza ait.
Hamal'ın gözleri o anda aklından geçen yoğun dü­
şüncelerle kısılmış, iki çizgi halini almıştı.
-Şimdi mustaribi getirecekler ve onu hemen yargıla­
yacağım, dedi halife. Çok sevdiğim bir insana zarar verdi.
Bu, Allah'a ve soyundan geldiğim peygamberimize karşı
bir hakarettir. Acı, ama onun savunulacak hiçbir yanı
yok.
-Efendim, dedi Hamal. Haremağanız Hemne Sud­
ri'yi tanımak isterdim. Eğer sormama izin verirseniz kale­
deki görevinin ne olduğunu öğrenmek isterim.
-Son zamanlarda, özellikle haremde benim gözdemi
koruyor ve ona hizmet ediyordu.
-Sarı saçlı Büşra'yı mı?
-Evet.
-Eğer yanılmıyorsam, o da köleydi değil mi?
-Ama adından da anlaşılacağı gibi dinini değiştirip
Müslüman oldu. Merakını gidermek için anlatayım.
Hemne Sudri bana birçok özel konuda büyük bir bağlı­
lıkla hizmet etti; benim danışmanımdı. Onun kalbimde
28 ]os� Luis Vclasco

ve evimde bıraktığı boşluk asla doldurulamayacaktır...


Aniden herkesin giriş kapısına bakması Hancal'ın ve
halifenin de dikkatini çekti. Mustarip Rodrigo Santi­
bafiez elleri bağlanmış ve gardiyanlarla çevrili olarak salo­
na girdi. Ne kadar yorgun ve korkmuş olduğu yüzünden
anlaşılıyordu. Fernando mahkuma korkuyla baktı. Onu
çok iyi tanıyordu, birçok kez evine gitmişlerdi. Çok güzel
bir evi vardı. Şimdi berbat görünüyordu. Bambaşka birisi
gibiydi, sanki yere yıkılıverecekti.
-Yaklaş, diye emretti halife.
Elinin bir hareketiyle iki Yahudi kitip ve sakalı kızıla
boyanmış sıska bir kadı da yaklaştı. Hepsi İnananların
Emiri'nin yanındaki yerlerini aldılar.
Rodrigo yürümeye başladığında, gençliğinde 111. Ab­
durrahman'ın ordusunda savaşırken aldığı bir ok yarası
yüzünden ayağının hafifçe aksadığı fark ediliyordu.
-Merhum her zaman kalbimde yaşayacaktır, dedi
halife. Seni şimdi burada yargılamaya başlayacağız Rod­
rigo Sancibanez. Arzu ettigin gibi, seni savunması için
dostum bilge Hantal İdris'i getirttim. Artık başlamak
için hiçbir eksik kalmadı. Dilerim Allah bu suçluyu
içimdeki kini unutarak adil bir şekilde yargılamamı
sağlar. Burada söylenen her şeyi olduğu gibi yazın, diye
emretti Yahudi kitiplere.
Harcmağasının Sırrı 29

3
Efendim, diye araya girdi Hantal İdris, konuşmama
izin verir misiniz?
-Söyle.
-Suçun işlendiği odada hiçbir şeye dokunulma-
masını emretmeniz mümkün mü? Ölüye de kimse
dokunmasın. Odadaki her şeyi en ince ayrıntısına kadar
incelemek istiyorum.
-İstediğin yapılacak.cır, diyen halife, Rodrigo ile bir­
likte gelen uzun boylu, zayıf askere başıyla bir işaret
yaptı.
Adam hemen salondan çıktı. Halife mustaribe döne­
rek konuşmaya başladı.
-Bana o odada bütün olanı biteni hiçbir şey adama­
dan olduğu gibi anlat. Yaşayıp yaşamaman buna bağlı.
-Be ... benim sevgili efendim, diye söze başladı tir tir
titreyen Rodrigo. Bu sabah Büyük Cami'deki işimle ilgi­
leniyordum, haremağası Hemne Sudri'nin yaklaştığını
gördüm. Onun orada bulunması oldukça tuhaftı. Doğ­
ruca bana yönelmesi beni daha da şaşırttı. Onurumu
ilgilendiren çok önemli bir konu hakkında benimle özel
olarak konuşmak istediğini söyledi ve bana, nöbetçilerin
30 J ose Luis Vclasco

bu akşam beni buldukları odasında randevu verdi. Çok


şaşırmıştım, ona benimle hangi konu hakkında konuş­
mak istediğini sordum; ama akşama kadar beklemem
gerektiğini söyledi...
-Devam et.
-Kararlaştırdığımız saatte randevu yerine gımm.
Odaya varıncaya kadar hiç kimse bana engel olmadı; her­
halde köleniz içeri girmeme izin vermeleri konusunda
önceden emir vermişti. Odaya girdiğimde beni endişe­
lendiren tek olay, Hemne Sudri'nin kapıyı içeriden
anahtarıyla kilitleyip sürgüyü çekmesiydi. Ancak davra­
nışları çok samimi ve nazikti. Bir süre sonra boşuna
endişelendiğimi düşünmeye başladım...
-Seninle hangi konuda konuşmak istediğini söyledi
mi?
-Önce alışılageldiği gibi birbirimize hal hatır sor­
duk, önemsiz genel konular hakkında sohbet ettik. Sonra
benimle o konu hakkında konuşmaya başladı.
-O konu dediğin nedir?
Bir an sessizlik oldu. Rodrigo'nun içinde kopan fırtı­
nalar olduğu gibi yüzüne yansıyordu. Terlemişti.
-Bunu size açıklayamam efendim. Yapamam.
Salondan şaşkınlık ve kızgınlık dolu bir uğultu yük­
seldi. Yalnızca Hakem hiç tepki vermemişti.
-Halifene de mi açıklayamazsın?
-Size bile açıklayamam sevgili efendim. Beni affe-
Harcmağasının Sırrı 31

din... Bunu yapamam.


-Bunun neye mal olacağını biliyor musun?
-Evet efendim.
-Konuşmasına lütfen izin verin efendim, diye araya
girdi Hantal.
-Daha sonra ne oldu? diye sordu halife.
-Uyudum efendim.
Bir anda salondan hayret nidalarıyla karışık gülüşme
sesleri yükseldi. Hantal ilk kez il. Hakem'in yüzünün
çok içerlediğini belirtir bir ifade aldığını gördü.
-Sen dalga mı geçiyorsun? Yani sen şimdi, sevgili
dostum Hemne Sudri seninle onurunu ilgilendiren bir
konu hakkında konuşurken uyuduğunu mu söylüyor­
sun?
-Sizin tanrınız ve benimki üzerine yemjn ederim ki
böyle oldu. Uyumamaya çok uğraştım, ama karşı konul­
maz bir biçimde uykuya yenik düştüm.
-Beni aldatmaya çalışıyorsun. Daha sonra ne oldu?
-Hayır efendim, sizi aldatmıyorum ... Yemin ederim!
-Devam et!
-Uyandığımda ne kadar zamandır uyuduğumun far-
kında değildim. Kurcuba'da korkunç bir fırtına çıkmıştı,
çok şiddetli yağmur yağıyordu. Sudri'yi yerde göğsüne
bir hançer saplı olarak sırtüstü yatar görünce dehşete
kapıldım... Ölmüştü ...
-Bu hançer senin miydi?
32 Jose Luis Vclasco

-Evet efendim.
-Daha sonra?
-İlk önce oradan kaçmak istedim. Sürgüyü açtım,
ama kapı anahtarla kilidenmişti. Onu her yerde aradım.
Kölenizin üstüne, halıların ve yastıkların altına, her köşe­
ye her deliğe defalarca baktım. Ama bulamadım. Ben de
pencerenin dışında askerleriniz görününceye kadar,
birinin gelip beni dışarı çıkarması için avazım çıktığı
kadar bağırmaya başladım... Gerisini zaten biliyorsu­
nuz... Ama size, her şeye gücü yeten ulu Tanrı adına
yemin ederim ki kölenizi ben öldürmedim.
Hakem gözlerini kapadı, bir süre sessizce düşüncele­
rini toplamaya çalıştı. Sonra konuşmaya başladı.
-Yani sen uyandığın zaman kapının sürgülü oldu­
ğunu mu söylüyorsun?
-Evet efendim.
-Sevgili dostum Hemne Sudri'ye karşı bir düşman-
lığın var mıydı?
-Hayır efendim.
Rodrigo'yu çevreleyen askerlerin arasında bulunan
yaşlı bir zenci köle oradakileri hayrete düşürerek halife­
nin önünde yere kapandı.
-Ah! İnananların Emiri! Konuşmama izin verir mi­
sinizt
-Bu yargılamayla ilgili bir konu hakkındaysa konuş!
-Mustaribin bir gün Hemne Sudri'yi tehdit ettiğini
Harcmağasının Sırrı 33

duydum. Kaledeki pazar yerindeydik. Ayakkabıcı lsma­


il'in dükkanının önündeydiler. Onlar beni görmediler;
ama ben mustaribin dişlerini sıkarak, "Seni öldüreceğim
köle, seni öldüreceğim!" dediğini duydum.
-Bu gerçek mi? diye sordu halife.
-Evet efendim, doğru. Ama o sözler anlık bir öfkeyle
söylenmişti. Bunu yapmayı asla düşünmedim. Asla!
-Onu neden tehdit ettin? Az önce Sudri'ye karşı bir
düşmanlığın olmadığını söylemiştin. Aranızda düşman­
lık yaratan bu sır nedir? Sana bu öğleden sonra anlattığı
konuyla ilgili bir şey miydi yoksa?
-Evet efendim.
-Hala bu konu hakkında konuşmamaya kararlı
mısın?
-Bunu benden istemeyin efendim.
Halife susru ve gözlerini yine kapattı. Bir süre düşündü.
-Senin masum olduğuna karar verdiğimi düşüne-
lim, dedi sonra. Hepiniz dinleyin: Kapı sürgülüydü ve
anahtarla içeriden kilidenmişti, dolayısıyla o odaya hiç
kimse giremezdi. Evet mimar, senin onurun hakkındaki
önemli konu konuşulurken uyumuş olabilirsin... Ve
belki de sen uyurken sevgili kölem Hemne kapıyı biri­
sinin içeri girmesi için açmış ve gelen de onu senin
hançerinle öldürmüş olabilir. Bu muhtemel katil kapıyı
açıp dışarı çıktıktan sonra, tekrar içeriden sürgüleyip ki­
litlemeyi sence nasıl başardı? Tek pencere var. Demir
34 Josc Luis Velasco

parmaklıkların arasına sıkışmadan bir insanın oradan


geçmesi mümkün değil. Dolayısıyla senden başka hiç
kimse sevgili dostum Sudri'nin yaşamına son veremez­
di... Ve hançerin ... Şu anda yanında yok tabii, çünkü
Sudri'nin kalbine saplanmış duruyor. Onu neden
buluşmanıza götürdün? Bir mimarın randevusuna silahlı
olarak gitmesi görülmüş şey midir? En azından bunda
kötü bir niyet olduğu gün gibi açık.
-Korkuyordum efendim.
-Neden korkuyordun?
-Hemne Sudri'ye güvenemiyordum.
-Hiç kimse onun kadar nazik ve başkalarına saygılı
olamaz. Üstelik onu tehdit eden sendin. Aranızdaki şu
konuyu bize anlatırsan sana daha çok yardım edebile­
ceğimizi bir kere daha hatırlatmak isterim.
-Beni öldürseniz bile bunu hiçbir zaman açıklama­
yacağım efendim.
-Pekala. -Yanında her şeyi not eden Yahudiler' e,
"Yazın!" dedi.- Verilen hükümdür: Hak dinine inanan
insanlar tarafından yargılanan bu Hıristiyan'ın boy­
nunun vurularak idamına karar verilmiştir. Hiç kim­
senin istemediği bu kararı verirken yüreğimin sızladığını
da ekleyin. Çünkü, alçakça öldürülen dostumu çok
sevdiğim gibi seni de çok severim Rodrigo Santibafi.ez.
Bunun nedeni �alnızca sadık ve soylu kişiliğine olan
inancım değildir. Büyük Cami'nin genişletilme çalış-
Harcmağasının Sı rrı 35

malan sırasındaki yadsınamaz yeteneğinin de sana değer


vermemde büyük etkisi vardır. İmzalamam için verin!
dedi halife.
Mustaribin yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. Bir şey
söylemek ister gibi bir hareket yaptı, ama ağzından tek
bir sözcük bile çıkmadı.
-Efendim, diyerek araya girdi Hantal, buraya beni
arkadaşımı savunmam için çağırdınız, ancak bunun için
bana hiç fırsat vermediniz ...
-Haklısın, haklısın, ama savunulacak bir yanı var
mı? Tamam. Eğer istediğin buysa seni dinlemeden imza­
lamayacağım.
Bunun üzerine Hantal'ın beyni yıldırım hızıyla çalış­
maya başlamıştı. Bu arada Fernando'nun kalbinde de
sanki yüzlerce davul çalıyordu. Bilge Hantal:
-Çok sevgili efendim, diye sözlerine başladı. Kuran'ın
emrettiği adalete mutlaka bağlı kalacağınıza yemin etti­
ğiniz yadsınamaz bir gerçektir.
-Evet öyle.
-Bir yemin yarım olamaz. Yeminin yarısını veya yal-
nızca bir kısmını yerine getirmek de olmaz.
-Olmaz.
-Bu adam masum olduğunu söylüyor. Ben de onun
suçsuzluğuna inanıyorum. Bence gerçeği söylüyor.
-Olanaksız. Bütün kanıtlar onun suçlu olduğunu
gösteriyor.
36 Jose Luis Vclasco

-Söyleyin efendim, sizce, gözümüzden kaçan, şu


anda anlam veremediğimiz, ama sanığın suçsuzluğunu
kanıtlayacak bir delil olamaz mı? Rodrigo'nun hançerini
Sudri'nin kalbine saplayarak bu suçu işlediğine gözü­
müzle görmüşcesine emin olamayız değil mi?
Halife kuşkuya düşmüştü.
-Evet, belki...
-Onu hançeri saplarken hiç kimse görmüş mü?
-Hayır.
-Öyleyse, onun bu suçu işlediğinden emin olama-
yız. Sizin Kuran'ın emrettiği adalete mutlak bağlılığınız
konusunda ettiğiniz yemin tam olarak yerine getirilme­
miş olur. Yargılama, ancak kuşkuya yer bırakmayacak
şekilde gerçekleştirildiğinde adalet yerini bulacaktır. Ama
şu an için bunu söylemek olanaksız.
il. Hakem, döneminin en akıllı ve en kültürlü insan­
larından biriydi. Birkaç dakika düşündü. Yüz ifadesinden
içine düştüğü ikilem kolaylıkla anlaşılıyordu. -Sonunda:
-Sen ne öneriyorsun? diye sordu.
-Kararı yalnızca on gün erteleyin ve bana bu ölümü
en ince ayrıntısına kadar rahatça inceleyebilmem için izin
verin efendim. Eğer bu sürede Rodrigo'nun suçsuzlu­
ğunu kanıtlayamazsam idam kararınızı uygulayın.
-Peki bu süre içinde onu ne yapacağız?
-Özgür bırakın.
Bu inanılmaz teklif karşısında salondan büyük bir
Harcmağasının Sırrı 37

uğultu yükseldi. Hantal İdris konuşmasını sürdürdü:


-Efendim, ona kefil olacağıma yemin ederim. Hap­
sedilmesi yerine serbest bırakılmasının bizim için kesin­
likle daha yararlı olacağını söyleyebilirim. Ayrıca, Büyük
Cami'de yapılması gereken işlerin öngörülen zamanda
bitebilmesi için de bu çözümün kaçınılmaz olduğunu
unutmayın. İşine devam etsin, ama isterseniz onu izletin.
Halife ellerini sakalına koyarak, hiç bitmeyecekmiş
gibi gelen birkaç dakika boyunca düşündü. Kararın veril­
mesi beklenirken salonda o kadar büyük bir sessizlik
vardı ki, avluda yağmurun saçaklarda tıkırdayan sesi bile
duyulabiliyordu.
-Tamam istediğin gibi olsun, dedi halife sonunda.
Onu senin kefaletinle serbest bırakıyorum. Sen de iç
kalede hiçbir kısıtlama olmadan istediğin gibi dolaşa­
bilirsin. Ama bu izin Harem için geçerli değil. Eğer
Harem'e girmen gerekirse benim iznimi alacaksın. Buna
rağmen mustarip kanunların gerektirdiği gibi falakaya
yatırılacak. Suçu, İnananların Emiri'nden gerçekleri sak­
lamasıdır. Bir şey daha var: Sen kefil oldun, ama o,
Kurcuba'dan ve hükümdarlığımızdan kaçıp gidebilir.
Onun Süleyme adında Müslüman bir nişanlısı olduğunu
biliyorum. Olay çözümlenene kadar bu kız iç kalede
rehin tutulacak. Onu bulun ve diğer kadınların yanında
kalması için yer gösterin.
-Hayır! diye haykırdı Rodrigo, halifenin son kara-
38 Jos� Luİs Vclasco

rını duyunca.
Emir yerinden doğruldu.
-Söylediklerimi yazın ve hemen yapın, dedi emirle­
rini bekleyen adamlarına bakarak.
Ardından, yorgun ve üzüntüden yıkılmış bir halde,
çevresini sarmış muhafızlarının arasında odasına çekildi.
Aynı anda, Rodrigo'yu çevreleyen gardiyanlar da onu
falakaya yatırmak için İte kaka salondan çıkardılar.
Salonda yalnızca beş nöbetçi, doktor ve oğlu kalmıştı.
-0... orada onu dövecekler mi? diye sordu Fernan­
do, duydukları ve gördüklerinden dolayı tir tir titreyerek.
-Ne yazık ki evet. Ama sonra serbest bırakacaklar.
Sakin ol ve yürü.
-Şimdi ne yapacaksınız?
-Şu andan itibaren çalışmaya başlıyoruz. Suçun
işlendiği odaya gidelim. Odadaki her şeyi görmek istiyo­
rum. Ölüyü de.
-Ama, her yere rahatlıkla girmemizi sağlayacak izin
kağıdına ihtiyacımız· yok mu?
-Evet haklısın. Sanırım halife bunu unut...
Tam o sırada genç bir görevli mağrur bir edayla ortaya
çıkıverdi. Elinde halifenin mührünü taşıyan, henüz mü­
rekkebi kurumamış bir mektup vardı.
-Buyrun efendim, dedi görevli. Bu izin kağıdı, Ha­
rem, Hazine Odası ve Gizli Arşiv dışında iç kalenin her
yerine girmenizi sağlayacak. Eğer yasak olan yerlere gir-
Harcmağasının Sırrı 39

meniz gerekirse benim aracılığımla halifeyle temas kur­


malısınız.
Görevlinin elindeki kağıdı kaparcasına alan Hantal
İdris:
-Haydi gidelim! dedi Fernando'ya.
40 J os� Luis Velasco

4
F ernando en hızlı adımlarıyla yürümesine karşın, salon­
dan bir anda çıkan Hantal İdris'e neredeyse yerişemeye­
cekri. Hantal, suçun işlendiği saray bölümündeki odaya,
yıllardır iç· kaleye yapcığı ziyarecler sayesinde yolunu
şaşırmadan kolayca ulaşcı.
Ama yine de sürekli kesişen geçicler ve dar koridorlar­
da yollarını bulabilmek için srrarejik nokralarda ve bazı
köşelerde nöberçilere ne yöne girmeleri gerekriğini birkaç
kez sormak zorunda kaldılar. Yağmur dinmişri. Bu crajik
olayın bunalccığı iç kale sakinleri susmuş gibiydi; çevrede
çır çıkmıyordu. Yalnızca avludaki saçaklardan damlayan
ve su birikintilerine düşen yağmurun sesi duyuluyordu.
Koridor surların kasvecli oyuklarına konulan gaz lamba­
larıyla aydınlacılmışrı. Binanın dışından ya da olasılıkla
mahzenden duyduğu sesler Fernando'nun endişeyle dur­
masına neden oldu. Bu sesler işkence gören bir insanın
haykırışlarına benziyordu.
-Ba ... baba... Bu sesler. .. arkadaşınız olabilir mi?
Onu cezalandırmaya başladılar mı?
-Ever, olabilir. Arcık bunları düşünme! Böyle olmak
zorundaydı.
Harcmağasının Sırrı 41

Sonunda cinayetin işlendiği odanın bulunduğu bölü­


mün girişine ulaştılar. Kilitli kapının her iki yanında
birer nöbetçi duruyordu. Hantal onlara izin kağıdını gös­
terdi. Nöbetçiler kağıda baktılar.
-Geçin. Aldığımız emre göre, size araştırmalarınızı
kolaylaştıracak her türlü yardımı yapacağız. Halife bu
olayın bir an önce çözümlenmesini ve haremağasının
onurunun iadesini istiyor. İç kaledeki birçok insan araş­
tırmanız bittikten sonra buraya gelmek istiyor.
Fernando, Sudri'nin yerde yatan cesedini görünce
babasının arkasına saklandı. Bir doktorun oğlu olduğu
için birçok keı ceset görmüştü. Ama, tamamıyla kazın­
mış kafa, ayaklara kadar uzanan beyaz tunik, hele o kan­
lar içindeki göğse saplanmış duran şey onu diğerlerinden
daha çok korkutmuştu. Hançerin sapında bir haç işareti
vardı. Odaya kurutulmuş otların yoğun kokusu sinmişti.
Burası şimdiye kadar gördüğü en hüzünlü ve sıkıntı veri­
ci yerdi. Odayı zar zor aydınlatan lamba sönmek üzereydi.
Doktor bütün odayı aceleyle araştırmaya başladı.
Tecrübeli gözleri burayı ilk gördüğü anda bazı şeyler
yakalamıştı. Genellikle, zengin veya yoksul her Müslü­
man'ın evinde olduğu gibi bu küçük odada da çok az
mobilya vardı. Kapıdan bakıldığında solda pencere yer
alıyordu. Sağ iç köşede büyük olasılıkla Rodrigo ve
Sudri'nin oturdukları üç minder görülüyordu. Minder­
lerin ortasında bir yer sofrası duruyordu.
42 Jost Luis Vclasco

-Bakın baba! diye bağırdı Fernando. Aynı bizim


yediğimize benzer bir börek.
-Evet gördüm. Yarısından fazlasını da yemişler ...
Fernando böreği incelemeye başlamıştı ki gözü ölüye
takıldı.
-Baba! diye bağırdı tekrar. Haremağasının alnında
sarı bir boya var!
-Onu da gördüm.
Fernando bir şey söylemek istedi, ama babası odanın
öteki ucuna gitmişti bile. İçinde çeşitli baharatların ve
otların bulunduğu yüksekçe, raflı bir dolabın önünde
durdu ve oradaki şişeleri büyük bir dikkatle incelemeye
başladı. Fernando yaklaştı:
-Bu nedir?
Dolabın üstünde kurşundan yapılmış bir kutu, kapağı
açık olarak duruyordu. Hantal içindekinin ne olduğunu
anlayabilmek için bütün dikkatini toplamıştı. Bu, sarı bir
toz boyaydı.
Doktor sertçe döndü ve kararlı adımlarla ölüye doğru
ilerledi. Yanına diz çökerek bütün vücudunu ayrıntılı bir
biçimde incelemeye başladı. Yüzüne, ellerine, giysilerine,
ayaklarına, sandaletlerine uzun uzun baktı. Ölünün sağ
elini görebilmek için iyice yaklaştı.
-Dikkatle bak Fernando, parmak uçlarında da aynı
sarı boyadan var, ama alnındakinden daha açık renkte ve
daha az miktarda. Tuniğinde de sarı lekeler var, sanki bu
Harcmağasının Sırrı 43

tozu kullandıktan sonra ellerini üstüne silerek temizle­


miş... Hiçbir şey anlamadım. Nöbetçi!
Fernando babasının bu beklenmedik seslenmesi karşı­
sında oldukça şaşırmıştı. Dışarıdaki nöbetçilerden biri
kapıdan· başını uzatarak:
-Ne oldu efendim? diye sordu.
-Bana büyükçe bir heybe getirir misin?
-Emredersiniz..
Nöbetçi dışarı çıkarken kendi aralarındaki özel bir
ıslığı çaldı.
Bu arada doktor odanın tam ortasında durmuş, çok
tuhaf görünen hareketlerle sanki ölçü alıyordu: Camdan
ölüye, ölüden minderlerin bulunduğu köşeye, tavana,
yerlere, köşelere bakıyordu. Sanki merminin veya buna
benzer bir şeyin nereden atıldığını hesaplar gibiydi. Ani­
den haremağasının yanına diz çöktü ve hançeri incele­
meye başladı.
-Bak Fernando, hançer hiç eğilip bükülmeden sonu­
na kadar saplanmış. Bu, katilin Sudri'nin dizlerine vura­
rak onun eğilmesini sağladığını gösteriyor.
-Nasıl anladın?
Hantal olağanüstü bir heyecanla neredeyse sıçrarca-
sına ayağa kalktı.
-Diz çök.
-Ben mi?
-Evet.
44 Jost Luis Velasco

Çocuk söyleneni isteksizce yerine getirdi. Sonra Han­


tal, Fernando'ya doğru düşsel bir hançerle hızla saldırır
gibi yaptı.
-Nasıl olduğunu anladın mı? Kurbanın yalnızca diz­
lerine vurarak bir hançeri sonuna kadar saplamak müm­
kün. Zaten genellikle s:tldırgan ve kurban aynı boyda
olurlar.
Hantal odada bulunan küçük bir giysi dolabını da
hızla araştırdı.
-Yalnızca Sudri'nin giysileri ve birkaç demet kuru­
tulmuş kokulu ot var. Önemli bir şey yok.
Daha sonra haremağasının yanına diz çöktü ve göğsü­
ne saplanmış hançeri çıkarmaya çalıştı.
-Ne yapıyorsunuz?
-Şu uğursuz silahı çıkarmaya çalışıyorum. Bu işi bir
doktordan daha iyi kimse yapamaz. Aman Nlahım!
Sonuna kadar saplanmış...
Hantal hançeri çıkarabilmek için kıpkırmızı olana
kadar uğraştı.
-Size ... size yardım edeyim mi?
-Hayır, hayır. Offf1 . . . Bunu saplayan adamın
inanılmaz bir gücü varmış...
-Ama arkadaşınız hiç de o kadar güçlü birine ben­
zemıyor...
-Öyle gibi. Ama, eğer zor durumda kalırsa... Dizle­
rine vurarak ona hançeri saplayabilir.
Harcmapının Sırrı 45

Nöbetçilerden biri kapıdan içeri girerek:


-İstediğiniz heybeyi getirdim efendim! dedi.
Yanında heybeyi taşıyan küçük bir zenci köle vardı.
-İşinize yarar mı?
-Evet, evet. Teşekkür ederim.
Sonra, içinde sarı tozun bulunduğu kurşun kutuyu
hızlı hareketlerle kapattı ve heybenin içine koydu. Aynı
şekilde hançeri ve böreği de yerleştirdi. Şaşkın bakan Fer­
nando'ya:
-Haydi artık gidelim, dedi.
-Bir şey unutmadınız mı baba?
-,-Anahtar?
-Evet.
-Burada değil. Rodrigo odadaki her yeri var gücüyle
aradı, ama bulamadı. .. Biz hiç bulamayız. O dışarıda bir
yerde. Bu işi kim yaptıysa anahtarı dışarı atmış olmalr.
Başka bir olasılık yok. Şimdi bakacağız. Aslında anahtarı
bulup bulmamanın ne kadar önemli olduğunu bilemi­
yorum.
Odanın kapısından çıkınca hep onlarla ilgilenen
nöbetçinin yanına yaklaştılar.
-Yüce Hakem bize bu fırsatı verdi; biz de onun sev­
gili kölesinin hak ettiği onurun iadesi için elimizden
geleni yapacağız. Şimdi evime dönebilµıem için bir ata ve
fenere ihtiyacım var.
-Sanırım iç kalenin kapısında sizin için bir at ve
46 Josc! Luis Vclasco

feneri hazır bekletiyorlar. Böyle bir şeyi unutmalarına


olanak yok ağam.
İç kalenin kuzeyinden esen şiddetli rüzgar neredeyse
kamçı gibi acı veriyordu. Üzücü olayın gerçekleştiği oda­
nın penceresinin altında ön cephe boyunca çiçeklerin
arasında anahtarı aradılar. Babası anahtarı araması için
büyük bir feneri yere doğru tutarak ona yardım ediyor­
du. Fernando sonunda anahtarı buldu. İlk bakışta görü­
lemeyecek biçimde çiçeklerin arasına saklanmıştı. Ora­
dan alabilmek için dalları ve yaprakları kesmek zorunda
kaldılar. Hantal onu da heybeye koydu.
-Her şey tamam, dedi.
Biraz sonra Hantal ve Fernando evlerine dönmek için
surlara doğru güçlü bir atla hızla ilerliyorlardı. Ay, son
yağmur bulutlarının arasından çıkmıştı. Çok taze, nemli
bir meltem hafif hafif yüzlerine çarpıyordu.
-Acelemiz mi var baba? Neden hızlı gidiyoruz?
-Dönnala gideceğiz. Evet, acelem var. Merak edi-
yorum...
Hantal sözlerine devam etmedi. Karmakarışık şeyler
düşündüğünde cümlenin tam ortasında susmak sık yap­
tığı bir şeydi.
Eve geldiklerinde Huki'yi onları avluda beklerken
buldular. Hantal'ın kölesi yerde bir sütuna dayanarak
oturmuş, yarı uyur yarı uyanık bekliyordu. Efendisinin
geldiğini fark edince hemen ayağa fırladı. Otuz beş yaşla-
Harcmağasının Sırrı 47

rındaki Berberi' nin cılız sakalları sanki birkaç gündür


maş olmamış gibi kısaydı. Tüm hal ve davranışlarından
bağlılığı anlaşılıyordu, ancak hiçbir zaman onursuz
davranmazdı.
-Efendim, endişelendim...
-Sen yat Huki, dedi Hantal onun konuşmasına fır-
sat vermeden. Sana ihtiyacım olmayacak, ayrıca oldukça
da yorgun görünüyorsun.
-Ben... Ben çok korkunç bir olay hakkında bazı şey­
ler duydum. Kalede...
�Evet, öyle. Ben de oradan geliyorum. Yarın sana
anlatacağım. Haydi, artık gidip uyu.
-Teşekkür ederim, dedi Huki ve evin içine doğru
ilerledi.
-Sen de yat Fernando. Benim mahzende bazı şeyler
yapmam gerekiyor.
-Ah, efendim! Bütün olup bitene rağmen azıcık bile
uykum gelmedi. Sizinle birlikte aşağıya inmeme izin
verin. Zaten yarın cuma ve okul yok...
-Pekala, haydi gidelim.
Bir süre sonra bilge Hantal'ın çalışma odasına inen
merdivendeydiler. Aşağı indiklerinde Hantal, çabucak
kandilleri yaktı; getirdikleri heybeyi, kitapların ve kar­
makarışık birçok kağıdın bulunduğu masanın üstünde
bir yere koydu. Sonra içindekileri boşalttı. Bir oraya bir
buraya koşturarak bir şeyler arıyordu. Fernando sonunda
48 Josc Luis Vclasco

elinde bir bisturi ve kare şeklinde ince ve düz, küçük bir


tahta parçası gördüğünde onun ne aradığını anlayabil­
mişti. Elindekileri de masanın üstüne koydu. Sarı tozun
bulunduğu kutuyu açtı, içinden bisturiyle aldığı bir mik­
tar tozu ince kare tahranın üstüne döktü. Sarı tozu kok­
ladı, daha sonra bir büyüteçle inceledi. Baş parmağıyla
işaret parmağının arasına bir miktar alarak nasıl bir
madde olduğuna baktı. Kendi kendine konuşurcasına:
-Evet, bu doğal bir madde. Kimyasal değil... Ama
böyle bir madde tanımıyorum. Bizim hükümdarlığı­
mızda böyle bir şey yok, dedi.
Babasının çalışmalarını hayranlıkla izleyen Fernando:
-Bundan nasıl bir sonuca varıyorsunuz? diye sordu.
-Şimdilik hiçbir şeye. Ama yanıtlanması gereken iki
soru var: Birincisi, Hemne Sudri'nin alnına bu sarı toz
neden sürülmüştü? İkincisi, bu toz nereden ve ne için
getirilmişti?
-Bunlar önemli mi?
-Tabii ki! Bu işaretin ne anlama gelebileceğini sen
de düşün. Şimdi... böreği tadalım.
-Aaa, efendim! Ne yapıyorsunuz? Ben bundan asla
yemem.
-Hayır, hayır. Sen değil, ben tadacağım.
-Ama neden?
-Emin değilim, ama aklıma bir şey geliyor...
Bunu söyledikten sonra Hantal İdris börekten büyükçe
Hare mağasının Sırrı

bir parça aldı, ağır ağır çiğnedi ve hiç hoşuna gitmeyen


böreği zorla yuttu. Dikkatini toplamaya ve uyuma iste­
ğini bastırmaya çalışmasına karşın yavaş yavaş ağır�an
gözlerini kapadı. Sanki bütün organları uykuya dalı­
yordu.
Bu durum birkaç saniye sürdü. Fernando babasını
gözlerini bile kırpmadan izliyordu. Aniden Hantal elini
alnına götürdü.
-Sakın... sakın korkma Fernando... Şimdi... şimdi...
kendimden geçeceğim.
-Baba! Neler oluyor? Huki!
-Hayır, hiç kimseyi çağırma... Bana hiçbir şey olma-
yacak... Sakin ol. Şimdi uyuyacağım... Yalnızca bu...
Sonra uyanacağım. Evet... tam düşündüğüm gibi... Bu
börek... Rodrigo uyuduğunu anlatırken gerçeği söylüyor­
du ... Şu battaniyeyi bana uzat...
Fernando koşup bir iki battaniye getirdi ve babasının
yatması için yere serdi.
-Baba, hasta mısınız?
-Hayır... Yalnızca... Uyuyacağım... Evet, bu böreğin
içinde...
-Uyku ilacı! diye bağırdı Fernando.
-Hem de çok fazla... Bir... bir acı bile uyuta...
Hantal ldris'in artık bir kelime bile söyleyecek gücü
kalmamıştı. Az sonra odada doktorun derin nefesinden
ve horlamasından başka ses duyulmuyordu.
50 josc Luis Vclasco

Fernando çok endişeliydi. Her yerde üstüne yata­


bileceği bir örtü aradı. Sonunda eski bir koyun postu
bulup babasının yanına serdi. Uzandı ve gözlerini dokto­
ra dikti. Dünyada en çok sevdiği insan doğal olmayan bir
uykuya dalmıştı. Nefes alıp vermesini dinledi; oldukça
düzensizdi.
Harcmağasının Sırrı 51

5
Aynı saatlerde kuyumcular mahallesinin kadınları
pencere kafeslerinin ardından bakıyorlardı. Erkekler ise
sokağa dökülmüşlerdi. Çıkmaz sokağın mahalleye açılan
kapısının askerler carafından yıkılırcasına çalınması hep­
sini endişelendirmişci.
-Halife adına kapıyı açın! Açın, yoksa kırmak zorun­
da kalacağız!
Mahalle sakinlerinden birinin kölesi koşarak açmaya
gicci. Askerleri gören kalabalığın yüzünde hayrec ve şaş­
kınlık belirdi.
Kara kaşlı zayıf bir asker yaklaştı:
-Kuyumcu Raşid Farisi'nin evi hangisi?
Kalabalık, caddenin aşağısına doğru ilerleyerek ilk
köşeden döndü. Bu arada birçok kişi son derece sade
görünümlü bir evi işarec ediyordu. Evin kapısında başına
takkesini cakmarnış kır saçlı bir adam göründü. Dağınık­
lığına bakılırsa aceleyle giyinmişti. Korku dolu gözlerine
askerlerin fenerlerinden kızıl bir ışık yansıyordu.
-Sen Raşid Farisi misin? diye sordu asker.
-Ever efendim, benim. Benden... benden ne istiyor-
sunuz? Ben yalnızca evim ve işimle ilgilenirim... Ne yap-
52 J� Luis Velasco

tım acaba?
-Kızın için geldik. Adı Süleyme değil mi? Mustarip
bir mimarla nişanlı.
-Evet, evet efendim. Ama, o ne yaptı?
-Halifenin emri. Onu rehin olarak istiyor.
-Ama kimin için rehin? Neden?
-Haydi, çabuk çıkar onu! Daha fazla bilgi veremem.
Tahtırevanı getirin!
Birkaç dakika sonra çok korkmuş, çarşaflı bir genç kız
sokağa çıktı. Annesi de arkasından göründü; sinir krizi
geçiriyor, çığlıklar atarak kendi başına ve göğsüne vuru­
yordu.
-Tahtırevana oturunuz! dedi asker, genç kıza.
Kalabalık, meşaleler ve fenerlerle aydınlanmış sokakta
korku içinde soluğunu tutmuş bekliyordu. Evlerin cep­
helerine kocaman gölgeler yansıyordu.
Genç kız annesinin de gelmesini istiyor, onu çekiş­
tiriyordu. Ama sonunda tahtırevanın içine girdi. Bu,
taşımak için dört sopası bulunan dar bir odacıktı. Bir
asker hemen perdeleri kapattı, böylece kız meraklı bakış­
lardan gizlenmişti. Dört köle tahtırevanı sopalarından
çabucak kaldırarak mahallenin dışına yöneldiler. Sokak­
ta, uzaklaşan askerlerin ve silahlarının gürültüsü duyu­
luyordu. Her şey bir düş gibi çabucak olup bitmişti. Olay
hakkında yorum yapmaya başlayan mahallelinin sesi
korkunç bir uğultu halinde yükselirken herkes kuyumcu
Harcmağ:asının Sırrı 53

Farisi'nin evi önünde toplanmaya başlamıştı. Zavallı ada­


mın ağzından "Neden . . . neden?" sözcüklerinden başka
bir şey çıkmıyordu. Evin içinde çığlıklar atan çaresiz
annenin sesi sokakta yankılanıyordu.

H antal İdris yattığı battaniyenin üstünde doğrularak


oturdu. Yanında Fernando'nun derin derin uyuduğunu
fark etti. Biraz midesi bulanıyordu, ama belleği yerin­
deydi. Birkaç dakika toparlanmaya çalıştıktan sonra gece
olanların hepsini hatırladı. Dışarıda merdivenin başın­
daki kapının çalındığını duydu. Kuşkusuz onu uyan­
dıran da bu ses olmuştu.
-Hantal Ağa! Hantal Ağa! Öğlen oldu. Yoksa size bir
şey mi oldu? . . .
Sesine bakılırsa Huki oldukça endişelenmişti; çünkü
efendisinin her sabah güneş doğar doğmaz kalkağını
bilirdi.
-Geliyorum Huki! Merak etme, bir şey olmadı.
Geliyorum . . .
Doktor, Fernando'yu yavaşça sarstı.
-Haydi . . . Uyan artık çocuğum. Bugün yapmamız
gereken çok iş var.
Fernando gözlerini kocaman açarak doğruldu.
-Ha? Ne . . . ne oluyor?
-Uyku ilaçlı börek! Ben uyudum. Hatırladın mı?
54 Josc! Luis Vclasco

-Evet hatırladım. Şimdi nasılsınız?


-Çok iyiyim. Yalnızca biraz midem bulanıyor, ama
birazdan o da geçer. Başka bir şeyim yok.
Doktor ayağa kalktı, bir sürü şişeyi koklayıp içlerin­
den birini aldı. Bu, amber renkli cam bir şişeydi; onu
giysisinin cebine koydu.
-Haydi, artık yukarı çıkalım.
Az sonra Hantal her zaman olduğu gibi çabucak
abdestini almış ve namazını kılmıştı. Hemen evi çevre­
leyen bahçeye çıktı. Ağaçların ve bitkilerin arasında bir
süre dolaştı. Bazı yapraklar toplayarak onları yanında
taşıdığı heybeye koydu. Onu izleyen Fernando yaptığı
her hareketi ilgiyle izliyordu. Ancak, hiçbir şey sormu­
yordu; çünkü babası bir konuya yoğunlaştığı zaman
soruların onu ne kadar rahatsız ettiğini iyi bilirdi.
Sonra sokağa doğru yürümeye başlayan Hantal, avlu­
nun kapısında Huki'ye:
-Bütün gün eve dönmeyeceğim. Eğer birisi beni
ararsa ona nerede olduğumu ve ne zaman döneceğimi
bilmediğini söylersin. Eğer çok ciddi rahatsızlığı olan bir
hastaysa onu bilge Ben Barra'ya gönderirsin.
Kentin merkezine doğru hızlı adımlarla ilerlemeye
başladılar.
-Baba, şimdi nereye gidiyoruz?
-Rodrigo'nun evine. Onu akşam cezalandırdıktan
sonra evine bıraktıklarını düşünüyorum.
Harcmağasının Sırrı 55

Mustariplerin mahallesi Kurcuba'nın kuzey tarafında,


Yahudi mahallesinin biraz ilerisindeydi. Labirent gibi dar
sokaklardan geçtikten sonra "fos la.drones " diye adlandı­
rılan alana geldiler. Burası küçük dükkanlarla çevrelen­
miş dairesel bir meydandı. Yan yana dizili dükkanlarda
kumaş, halı, kilim, sepet, mücevher, silah, seramik, par­
füm gibi her çeşit ürün kolaylıkla bulunabilirdi. Dağlar­
dan inen Berberiler, sırclarındaki aşırı yükten neredeyse
yeri koklayan köpeklere dönmüş eşekleriyle bir o yana bir
bu yana gezer, kurdukları tezgahlarda kendi yetiştirdik­
leri sebzeleri satarlardı. Ayakkabı yapan zanaatçıların
veya küçük dükkanların, ya da işportacıların önünde
sürekli olarak pazarlık yapanlara rasclanırdı. Meydanın
biraz dışında, dar sokaklarda Hine fakirleri, yılan
oynatanlar, falcılar, astrologlar, öykü anlatanlar hüner­
lerini sergilerdi. Meydana yakın sokakların birinde, eski
bir halının üzerine oturmuş, beyaz uzun sakallı, mavi
gözlü bir öykü anlatıcısı Fernando'nun ilgisini çekti.
Başında, o· yıllarda Kurcuba'da pek görülmeyen bir tür­
ban vardı. Fernando yaklaştığında bir öykü anlatmaya
başlamıştı. Öyküye gizemli bir hava vermek için ses
tonunu duruma göre değiştirerek, kahramanların konuş­
malarını taklit ederek yavaş yavaş anlatıyordu.
-Biliyor musunuz, bundan uzun ama çok uzun yıllar
önce Kahire'de alçakgönüllü bir adam yaşarmış. Ona ne
olmuş biliyor musunuz? Her gece aynı rüyayı görür-
56 Jos� Luis Vclasco

müş . . . Rüyasına giren mor sakallı bir adam ona dermiş


ki: "Her şeyini sac, bir sürü al ve Basora'ya git. . . Orada
seni diğer bütün zenginlerden daha zengin yapacak bir
hazine bulacaksın . . . "

-Fernando!
Çocuk, arkasından duyduğu bu sesle oldukça irkil­
mişti ki, bir el kolunu sıkıca yakaladı.
Bu, yüzünde arkadaşça bir ifadeyle bakan Hancal
İdris'ci.
-Acelemiz olduğunu bildiğin halde burada nasıl
oyalanabiliyorsun? Seni aramak için geri dönmek wrun­
da kaldım. Haydi, koş.
Fernando kalabalığın arasından isteksizce ayrıldı ve
babasını izlemeye başladı. Daracık birçok sokaktan
geçtikten sonra, pencerelerine çiçekli saksılar yerleştiril­
miş evlerin bulunduğu bir sokağa girdiler. Hantal
oldukça sade bir evin önünde durdu.
Kapıyı yavaşça çaldı, az sonra içerden ayak sesleri
duyuldu. Kapıda saçlarının bir kısmı dökülm'üş, geri ka­
lanı da darmadağınık olmuş bir adam göründü. Gözleri
ağlamaktan kıpkırmızıydı.
-Ah, İdris Ağa! Sonunda gelebildiniz! Oğlum sizi
bekliyor! O çok kötü durumda . . . Onu çok korkunç bir
şeyle suçluyorlar, fena halde de dövmüşler. Ne yapmış
biliyor musunuz efendim?
-Sakin olun. Kötü bir şey yaptığını sanmıyorum.
Harcma&asının Sırrı 57

Ev oldukça sadeydi, ama Hakem'in mimarına yak.ışır


bir rahatlığı vardı. İçerden ağlama sesleri geliyordu. Avlu­
nun iç köşesinde kapısı açık bir oda vardı. Hantal İdris,
babayı izleyerek yürümeye başladı. Evdeki hüzünlü
ortam hemen fark ediliyordu. Rodrigo alçak bir divanın
üstünde yüzü koyun yatıyordu; annesi ve ikisi genç, biri
çocuk üç kızkardeşi çevresindeydi. Sırtı, omuzları, kolları
yaralar ve kamçı izleriyle doluydu. Bazıları ha.la kanayan
bu yaralar dün gece olup bitenleri açıkça anlatıyordu.
-Ah, efendi Hantal! dedi annesi. Oğlum için bir şey­
ler yapın, yoksa ölecek! O hiç kimseyi öldüremez!
-Merak etmeyin, oğlunuz .ölmeyecek! dedi doktor.
Bana hemen bir tas getirin, biraz da sirkeye ihtiyacım
var. İlaç hazırlayacağım.
Ardından Rodrigo'ya yaklaştı.
-Sakin ol, seni iyileştireceğim; şimdi ağrıların azala­
cak.
-Efendi Hantal! Bana. . . bana yirmi kırbaç vurdu­
lar. .. Beni öldüreceklerini sandım.
-Biraz bekle.
Hantal İdris getirilen tası masanın üstüne yerleştirdi.
Bahçesinden topladığı yaprakları ve tohumları heybesin­
den çıkardı. Onları tasın içine koydu, üstlerine mahze­
ninden getirdiği amber renkli şişedeki sıvıyı döktü.
Macun kıvamına gelene kadar bir süre karıştırdı.
-Baba, ne hazırlıyorsunuz? diye sordu Fernando.
58 Jos� Luis Vclasco

-Bal özü, söğüt yaprağı, biraz ağrı kesici tohum,


biraz da sirke. Bu karışım onun ağrılarının azalmasına ve
yaralarının dezenfekte olmasına yardımcı olacak.
Biraz sonra bu koyu renkli karışımı Rodrigo'nun
yaralarına elleriyle yavaş yavaş sürmeye başladı.
-Şimdi ağrıların azalacak, dedi.
Rodrigo'nun annesi, Hanral'ın ellerini yıkayabilmesi
için içi su dolu bir leğen ve havluyla odaya girc.i. Doktor
ellerini yıkadıktan sonra arkadaşının yanınd::ıJci sedire
oturdu ve aileye dönerek:
-Onunla yalnız konuşmak istiyorum, dedi.
Herkes hoşnutsuzlukla, ama sessizce dışarı çıktı.
-Ben de dışarı çıkayım mı baba? diye sordu Fer-
nando.
-Sen kal.
Doktor sakinleştirici, yumuşak bir ses tonuyla Rod­
rigo'ya sordu:
-Biliyor musun, haremağasıyla konuşurken uyuya-
kaldığının doğru olduğuna artık eminim.
Rodrigo hayrerler içinde kalmıştı.
-Doğruyu söylediğime nasıl inandınız?
-Börek. .. Sudri sana börek ikram etti değil mi?
-Ever, hem de en çok sevdiğimden.
-Ben de o böreği çok severim... dedi Fernando.
Doktor, oğluna dönerek çok ciddi bir sesle:
-Sen karışma, dedi. O böreğin içinde oldukça fazla
Haremağasının Sırrı 59

uyku ilacı vardı.


-Uyku ilacı mı?
-Evet öyle. Ondan ben de yedim. Sen çok miktarda
yemiş miydin?
-Evet, gerçeği söylemek gerekirse oldukça çok yemiş
olmalıyım. Konuşurken yediğim için farkına varmadım.
-Ya Sudri? O da yedi mi?
-Hayır... Bilmiyorum... Belki biraz, ama çok az.
Yine de emin değilim.
-Baksana, diye devam etti Hantal. Ben senin sami­
mi arkadaşınım, beni iyi tanırsın. Sır tutabilmenin değer­
li bir meziyet olduğunu çok iyi bilirim, hele bu sır adale­
tin yerine gelmesi içinse daha da değer kazanır. Halifeye
söylemek istemediğin bu gizli konuyu ve Sudri ile olan
gizli ilişkini bana anlatabilir misin? Bu o kadar önemli
bir konu mu?
-Çok önemli. Lütfen bunu benden istemeyin.
-Gerçekten sana onurunu kaybettirecek bir konu
mu?
-Evet. Hem, bir başka kişinin onuru da söz konusu.
-Kimin? Bunu bana söyleyebilir misin? Yalnızca
bunu.
Rodrigo birkaç saniye kararsız kaldı. Yüzü çektiği acı­
ları ve o adı söylemek konusundaki kararsızlığını olduğu
gibi yansıtıyordu.
-Onurunu kaybedecek diğer kişi ... ha.. . halifedir.
60 Jos4! Luis Vclasco

-Hakem mi? Aman Allahım!


-Evet, ama lütfen bana başka bir şey sormayın, çün-
kü anlatamam. Bu da bana çok acı veriyor. Emir'e olan
bağlılığım üzerine yemin ettim, bunu tutmamakla ona
olan bağlılığıma ve saygıma ihanet etmiş olurum. Lütfen!
-Peki.la, peki.la.
Hantal birkaç dakika sustu ve gözlerini yere dikti.
Halifenin ve Rodrigo'nun onurlarını kaybettirecek bu
konunun nasıl bir şey olduğunu çözebilmek için aklın­
dan sayısız düşünce geçiyordu. Köle Hemne Sudri'nin
konuyla bağlantısı neydi? Bu, anlaşılması mümkün
olmayan hiyeroglif bir yazıya benziyordu. Ayağa kalktı,
giysilerinin arasında bir şey aradı ve Rodrigo'nun hançe­
rini çıkardı.
-Al, bunu sana getirdim. Masanın üstüne bırakı­
yorum.
-Bakayım. Yaklaştırabilir misin lütfen?
Hantal hançeri mustaribin görebilmesi için yaklaş-
tırdı.
-Ah, kırılmış! Çok da değerliydi.
-Kırılmış mı?
-Burası . . . kabzasının ucu. Sanki bir çekiçle kırılmış
gibi görünüyor.
-Ah, evet! dedi Hantal dikkatle bakarak.
-Yaa.
-Öyleyse. . . onu birkaç gün daha alabilir miyim? Bu
Harcmağa.sının Sırrı 61

ayrıntıyı araştırmak istiyorum. Şimdi yanımda götüre­


bilir miyim?
-Tabii götürebilirsin.
-Seni tedavi etmek için her sabah geleceğim. Aynı
zamanda sana araştırma hakkında da bilgi vereceğim. Bir
hafta içinde iyileşeceğini sanıyorum. Gidelim artık Fer­
nando.
Öğleden sonra Hantal oğluyla birlikte Hemne Sud­
ri' nin cenaze törenine katıldı. Saray protokolü bir köleye
Hakem'in istediği gibi bir cenaze töreni yapılmasına izin
vermiyordu. Buna rağmen halifenin ve sarayın diğer
önde gelenlerinin özel izniyle Sudri'nin, kalenin arka
tarafındaki özel mezarlığa gömülmesi kararlaştırılmıştı.
Fırtınalı ve karanlık bir öğleden sonraydı. Bir sedyenin
üstünde taşınan haremağası başından ayak uçlarına kadar
beyaz bir kefene sarılmıştı. Geleneğe göre ağzının ve bur­
nunun bulunduğu yerlere eritilmiş amber damlatılmıştı.
Cenazeyi, Mekke'ye bakan bir musalla taşının üstüne
koydular. Son dualar yapılırken esen rüzgar, ağaçlardan
kopardığı yaprakları ve halifenin gözyaşlarını uzaklara
taşıyordu.
Törenden sonra cenaze yemeği için hep birlikte saraya
döndüler. Yemekten sonra Kuran'ı baştan sona hatmet­
mek gerekiyordu. Çok uzun süreceği için arka arkaya
birkaç gecede de okunabilirdi. İlk yemekler bittikten
sonra Emir orada bulunanlara hitaben sade bir üslupla
62 Josc Luis Vclasco

konuşmaya başladı.
-Din bilginleri, soylular, askerler, uşaklar ve köleler!
Yarın Kurcuba'ya General Cemal Katip'in gelmesi bekle­
niyor. Yanında yıl boyunca Hıristiyan topraklarından
elde edilen bütün ganimeti de getiriyor. Bütün üzüntü­
müze karşın onu, Allah'a ve bana bağlı bütün onurlu
insanların hak ettiği gibi sıcak bir misafirperverlikle
karşılayarak rahat ettirmeliyiz. Bu gece boyunca Hemne
Sudri için verilen cenaze yemeği devam edecektir.
Halife bunları söyledikten sonra Hantal eğilerek
Fernando'nun kulağına fısıldadı:
-Biraz zor ama önce Sudri'nin özel yaşamını araş­
tırmaya başlamalıyız. Neler bulabileceğjmizi tam olarak
bilemiyorum, ancak birçok şeyi bu yolla aydınlatabile­
ceğimizi düşünüyorum.
-Peki, bunu nasıl yapacaksınız? O, insanlardan uzak
bir yaşam sürüyordu; Kurtuba'da ne bir arkadaşı, ne de
bir akrabası vardı.
-Bundan emin değilim. Harem'deki öteki hare­
mağalarıyla da konuşa�ız. Ya da... başka şeyler planla­
yacağım. Bu konuda sen de düşün. Ama izlememiz
gereken yolun bu olduğunu sanıyorum.
Fernando tabağına aldığı bir sürü leziz yemeği ve
pastaları bitirdikten sonra düşünmeye başladı. Hiç bu
kadar zevkle hazırlanmış, bu kadar egzotik meyvanın,
çeşit çeşit yemeğin bulunduğu bir masa görmemişti. Yine
Haremağasının Sırrı 63

de soyluların giysilerini, yüzlerindeki ifadeleri, askerlerin


silahlarını ve giysilerini, son derece şık kristal bardakları,
altın tepsileri, uşakların hareketlerini, hiçbir ayrıntıyı
kaçırmadan izliyordu... Babasıyla birlikte geçirdiği bir
gece ve bir günden sonra on dört yıllık yaşamında öğren­
diğinden çok daha fazla bilgi edindiğini düşündü.
64 Jos� Luis Vclasco

6
H antal ertesi sabah erkenden yanına Fernando'yu
almadan iç kaleye giderek kendisine serbest dolaşım izni
getiren görevliyi aradı. Ana kapıya yakın salonlardan
birinde bekledi. Birazdan kapıda son derece çevik,
yakışıklı ve kibar bir halayık göründü. Hantal kararlı ve
sert bir sesle:
-Harem'deki bütün haremağalarıyla görüşmek isti­
yorum, dedi.
-Hepsiyle mi? Yaklaşık yirmi haremağası var, aslında
tam olarak yirmi üç kişiler.
-Yirmi üç kişi mi? Bu kadar fazla olduğunu düşün­
memiştim . . . Ama olsun, hepsiyle de konuşacağım.
-Birlikte mi?
-Hayır, hayır. Tek tek. Eğer belli bir salonu kulla-
nırsam onlar teker teker aşağı inerler görüşürüz . . .
Genç görevli birkaç dakika düşündü, biraz sakalını
kaşıdı.
-Evet, çeşmeli avluda sizin işinize yarayacak gizli bir
salon var. Gelin.
Görevliyle birlikte iç kalenin ilk avlusundan geçtiler.
Birçok koridor ve holden de geçtikten sonra içinde çeşme
Harcmağasının Sırrı 65

ve palmiye ağaçları bulunan çok ferah bir avluya geldiler.


Halayık avlunun bir yanında içinde halılar, küçük min­
derler, birkaç dolap ve çok sayıda çiçekli saksı olan bir
salonun kapısını açtı. Hantal'a göre burası son derece
uygundu.
-Ben haber vermek için gidiyorum, teker teker aşağı
inecekler. . . burada bekleyin. Size yiyecek veya içecek bir
şeyler getirtmemi ister miydiniz?
-Eğer zahmet olmazsa bir bardak portakal çiçeği
şurubu içebilirim.
İlk haremağası salona girdi. Matemde olduğu için
tamamen beyaz giyinmişti, saçları kazınmıştı, oldukça iri
yapılıydı. Hantal'a güvenmediği bakışlarından anlaşılı­
yordu.
-Oturunuz! dedi doktor.
Adam istenileni yaptı.
-Bildiğiniz gibi halife, Sudri'nin ölümünü araştır­
mam için tam yetki verdi bana. Size onunla Harem'de
nasıl yaşadığınızı ve nasıl hizmet ettiğinizi sormak istiyo­
rum. Bana cevap vermek ister miydiniz?
Adam başıyla cevap vermek istemediğini belirten bir
işaret yaptı.
-Pekala. . . Şimdi: Sudri'nin kale dışındaki yaşamı
hakkında bir bilginiz var mı? Yani arkadaşları, akrabaları
olup olmadığını bilip bilmediğinizi öğrenmek istiyorum.
-Hayır efendim. Onunla uzun yıllardır birbirimizi
66 Josc Luis Vclasco

ranımamıza karşın hakkında hiçbir şey bilmiyorum.


Ayrıca arkadaşlarımın da bildiğini sanmıyorum. -Sesi
kadınsı bir ronda çıkmışrı.- Sudri çok içine kapanık bir
insandı. Harem'le ilgili işler dışında pek konuşmazdı.
Hayır, sarayın dışında herhangi bir arkadaşı olduğunu
sanmıyorum. Akrabalarına gelince, hiçbir akrabası bu­
lunmadığına eminim. Germenler onu kaçırdıklarında
rek başınaymış... Ve onu rek başına Endülüs'e getirmişler.
-Görevi neydi?
-O hepimizin yöneticisiydi.
-Yani şefınizdi.
-Ever. Ama belli bir görevi daha vardı. O da, Emiri-
miz'in gözdesi Büşra'yı korumak ve ona hizmer ermekri.
-Bu görev neleri içeriyordu?
-Hanıma isrediği her konuda hizmer ermek. .. O,
halife ve gözdesi arasında bir elçiydi. Gözdeye isrediği
giysileri, parfümleri, kozmetik malzemesini ve yiyecekleri
geririr... İsrediği kirapları bulur... Eğer gerekirse konuş­
malarıyla onu eğlendirirdi... Gözde emrederse dansçılar
çağırır, Harem'de parriler düzenlerdi. Kısaca ona her
rürlü hizmeti yapar veya haberlerini iletirdi. Bazı şeyleri
kendi çözümler, bazılarını da kölelere yaptırırdı.
-Büşra'yı "korurdu" dediniz. Bu ne anlama geliyor?
-Aslında bunun gerçek anlamı gözlemektir.
-Gözlemek mi? Neden?
Hanral'ın saflık dolu sorusu haremağasının dudakla-
Haremağasının Sırrı 67

rında alaycı bir tebessümün belirmesine neden oldu.


-Ah efendim! Bildiğiniz gibi :işık bir erkek çok
kıskanç olur. Bizim Emirimiz de istisna değildir. Sudri,
Büşra'nın odasının yanındaki bir odada yatar; iki odayı
perdeler ayırırdı. Böylece onu gözleyebilirdi.
-Yaa . . . Sudri, Emirimiz'in güvenini tam olarak ka­
zanmışa benziyor. Sık sık konuşurlar mıydı?
-Evet, Emirimiz bazen onu çağırırdı. Kimi zaman
sohbetleri uzun sürerdi. Hatta oldukça uzun . . .
-"Oldukça uzun" demekle neyi kastediyorsun?
-Özel bir şey değil. Ama . . . Bazen bundan memnun
olmazdık. Bizler de halifeye en az Sudri kadar bağlılıkla
hizmet ediyoruz, ama hiçbir zaman bizlere aynı hoşgö­
rüyü göstermezdi. Üstelik yüce Hakem'in bir köle yü­
zünden bu kadar acı çekip, çok değerli zamanını üzülerek
geçirebildiğine inanabiliyor musunuz?
Hantal İdris sorusunu sormadan önce onun gözlerine
tereddütle baktı.
-Harem'deki erkeklerin arasında Sudri'nin düşman-
ları olabileceğine inanıyor musunuz?
Haremağası da cevap verip vermemekte tereddüt etti.
-Hayır, düşmanı yoktu.
-Düşmanı yoktu belki, ama kıskananlar vardı. Öyle
değil mi?
-Olabilir.
-Tamam, bana söyleyeceğiniz başka bir şey yoksa
68 Jos� Luis Vclasco

gidebilirsiniz.
Hantal beş hatemağası ile görüştü, hepsi de aynı şey­
leri söyleyince bu sorgulamayı bırakmayı düşündüyse de
büyük bir çabayla geri kalanlarla da konuştu. Birinin
yeni bir şeyden ya da ipucu olabilecek bir ayrıntıdan söz
edebileceğini düşünüyordu. Her şeyle ilgilenen sakalsız
bir görevli, öğlen olduğunda doktorun istediği hafif bir
yemeğin getirilmesini emretti. Son haremağasıyla da
konuşması bittiğinde akşamüstü olmuştu, Hantal kendi­
ni oldukça yorgun hissediyordu. Görüşmelerden sonuç
alamamanın verdiği düş kırıklığıyla açık havada yürüme­
ye başladı. İlk görüştüğünden farklı konuşan bir hare­
mağası çıkmamıştı. Hantal saraydan ayrılıp Fernando ile
yaşadıkları mahalleye doğru yürürken bu görüşmelerden
ilci sonuç çıkarmıştı. Birincisi: Hemne Sudri'nin gerek
kalenin içinde, gerek dışında bir arkadaşı ya da akrabası
yoktu. İkincisi: Harem'deki arkadaşlarının çoğu açık açık
söylemeseler de halifenin ona karşı özel ilgisini kıskanı­
yorlardı.
Hantal bu düşünceler içinde yürürken bir anda ken­
disini almedina'ya doğru bağırıp çağırarak koşuşturan
çocuk ve erkek kalabalığı arasında buldu.
-Neler oluyor? Dikkat et! Ah, takkem! Aman Alla­
hım!
-Baba!
Bu Fernando'ydu. O da kalabalığın koştuğu yöne
Harcmağasının Sırrı 69

doğru ilerliyordu.
-Neler oluyor? diye bağırdı Hantal İdris eliyle takke­
sini sıkıca tutarak. Bu kargaşa da nedir böyle?
-Efendim, General Cemal Katip ve ordusu geldi.
Bütün halk onları görmek istiyor. Gelin! Onları ben de
görmek istiyorum.
Hantal ve Fernando dış sur kapısının önünde biriken
kalabalığa yaklaştılar. Aynı anda, almedina'nın girişinde,
kendini korumak için iki sıra halinde dizilmiş askerlerin
arasında General Cemal Katip göründü. Çevresindeki
askerlerin çaldığı davullardan gök gürültüsüne benzer bir
ses çıkıyordu. En önde kocaman pazuları yağlanmış bir
adam Kuran'dan ayetler yazılı bir pankart taşıyordu.
Büyük zaferler kazanmış bir komutanın kente böyle
girmesi çok olağandı. Askerleri iyi yağlanmış deri giysiler
giyiyordu; silahları pırıl pırıldı. Silahlardan yansıyan
güneş ışınları halkın gözünü kamaştırıyordu. Cemal
Katip, cesur olduğu her halinden belli, sanki kömürle
boyanmış gibi kapkara sakalları olan, otuz ya da otuz beş
yaşlarında bir adamdı. Çok sinirli bir Afrika atına bini­
yordu. Arkasından tertemiz atlarıyla süvariler geliyordu.
Süvariler iki sıra halinde dizilmişler, Kunuba'ya getirdik­
leri hazine ve ganimetle dolu sandık ve kutularla yüklü
yüz kadar atı ortalarına almışlardı. Generalin geçişi ve
atlara yüklenmiş ganimetler hayranlıkla izleniyordu. Bu
ganimet beşe bölünecekti. Dört parçası askerler için har-
70 Josc Luis Vclasco

canacak, biri de halifeye verilecekti. Geçit töreni, yine iki


sıra halinde yürüyen piyadelerle sona erdi. Piyadelerin
arasında perişan görünen otuz kadar Hıristiyan esir yürü­
yordu. Sonları kölelik olacak bu zavallılar birbirlerine
ağır prangalarla bağlanmışlardı.
Kalabalığın arasından bazıları esirlere merhametsizce
hakaretler yağdırıyordu. Hamal kaşlarını çatarak dişleri­
nin arasından,
-Bu yaptıkları vicdansızlık! diye söylendi.
-Vicdansızlık olan nedir baba?
-Bu esirlere ' hakaret ermeleri . . . Zaten son derece
körü durumdalar!
Tam o anda General Cemal Katip doktorun önünden
geçiyordu. Hantal gözlerini kısarak delici bakışlarını
komutana yöneltti. Bu adamın kişilik yapısını hemen
tanımlamıştı: "Kibirli, ihtiraslı, merhametsiz"
Neredeyse yalnızca kemikten sere bir el doktorun
omuzunu arkadan yakaladı. Arkasında, görür görmez
hemen tanıdığı ihtiyar bir zenci duruyordu. Bu, Rodri­
go' nun yargılanması sırasında onun Sudri'yi ayakkabı­
cının önünde, "Seni öldüreceğim köle, seni öldüre­
ceğim! " diye tehdit ettiğini söyleyen köleydi.
-Ne İstiyorsun? diye sordu Hantal çok ciddi bir
ifadeyle.
-Efendim, saygısızlığımı bağışlayın.
-Konuş.
Harcmağasının Sırrı 71

-Sizinle iç kalede karşılaşmıştık efendim ...


-Evet, seni tanıyorum.
-Bu işimizi kolaylaştırır. Sanıyorum ki . . . Neden
Hüzeyl'in tavernasına gelmiyorsunuz? Şuradaki kapı. Size
uygun bir yer değildir, ama orada rahat rahat konuşabi­
liriz.
-Ne hakkında?
-Bütün gün haremağalarını sorgulayarak bulmaya
çalıştığınız şey hakkında.
Hamal birkaç saniye dikkatle ona baktı.
-Gidelim.
Az sonra dar ve pis tavernanın bir köşesine geçtiler.
İçeride kötü görünümlü bir sürü insan vardı. Hantal,
köle ve Fernando tavana asılı bir kandilin altındaki masa­
ya yerleştiler. Önlerinde bir sürahi badem şurubu ve üç
kadeh vardı. Müşterilerin çoğu Kuran' da yasak olmasına
karşılık şarap içiyordu. Kapalı bir yerdeydiler ama çok
alçak sesle konuşuyorlardı.
-Efendim, gününüzün büyük bölümünü haremağa­
ları arasında Sudri hakkında bilgi toplamakla geçirdiği­
nizi biliyorum. Belki ben size bu konuda bir şeyler söyle­
yebilirim . . .
-Seni dinliyorum.
-Ah efendim! Ben bir köleyim, üstelik de çok yaşlı-
yım. Gençliğimden beri, bir gün özgürlüğümü satın ala­
bilmek için küçük paralar karşılığında birçok fedakarlık
72 Jose Luis Vcla.sco

yaptım. Ama arcık acele etmezsem bu günü hiç göre­


meyeceğim. Yıllar. . .
-Ne kadar istiyorsun?
-Sizin cömertliğinize bırakıyorum efendim.
-Konuş. Üstümde para taşımam. Ama ne zaman
istersen evime gelip ödülünü alabilirsin. Ancak bu, bana
söyleyeceklerinin önemine bağlı.
-Önemli bir şey efendim.
-İyi öyleyse . . .
-Sudri'ye gönülden bağlı birini tanıyorum, am a o
kişi iç kalede çalışmıyor. Kurruba'da yaşayan bu adam
size onun hakkında hiç kimsenin bilmediği şeyleri anla­
tabilir.
-Kimmiş o? diye sordu Hantal heyecanla.
-Yahudi Saprutoğlu Samuel'i tanıyor musunuz?
-Hayır.
-Palomas Sokağı'nda yaşıyor; bir tefecidir. Sudri sık
sık onu ziyaret eder, uzun saatler boyunca evinde kalırdı.
Çıkarken yaşlı Samuel onu büyük bir sevgiyle uğurlardı.
Anladığıma göre Sudri onu parasal sorunları yüzünden
ziyaret etmiyordu . . .
-Bütün bunları sen nasıl biliyorsun?
Zenci köle bir süre sustu.
-Çünkü efendim, Sudri'yi iç kalenin dışına çıktığın­
da izlemek için emir almıştım. Bu gerçeği yalnızca siz ve
bana emri veren kişi biliyor.
Haremapsının Sırrı 73

-İzlemek mi?
-Evet efendim, emir buydu.
-Emir mi? Kimin? Kimin emriydi? Hantal her sefe-
rinde daha heyecanlı bir şekilde soruyordu.
-Ah efendim! Allah çok merhametlidir, siz de ona
çok sadık bir kulsun uz. . . Ben çok yaşlıyım . . .
-Tamam, daha fazla para vereceğim. Devam et.
-Ah, sağolun efendim! Sizin gibi cömert çok az in-
san var. Teşek. . .
-Haydi, konuş artık! Onu izleme emrini sana kim
verdi?
Kölenin söylediği tek bir sözcük Hantal'ın donup
kalmasına yeni.
-Büşra.
-Sen ne diyorsun? Büşra mı? Emirimiz'in gözdesi mi?
-Evet, öyle efendim. Yüce Allah da şahidimdir.
Bunları asla kimseye söylemeyin. Çünkü, benim haya­
tıma malolur.
74 Jos� Luiıı Vclasco

7
Ş imdi git, oğlumla biraz yalnız kalmak istiyorum, dedi
Hantal, zenci kölenin Yahudi hakkında verdiği bilgileri
ve yaptığı açıklamaları değerli bulduğunu belirterek.
-Nasıl isterseniz efendim. Eğer ihtiyacınız olursa
beni nerede bulabileceğinizi biliyorsunuz. . .
Zenci köle kapıya kadar hiç arkasını dönmeden sürek­
li reveranslar yaparak yanlarından ayrıldı.
Fernando, bu kasvetli yerde doktorla yalnız kaldıkla­
rında:
-Biz neden burada kaldık baba? diye sordu. Büş­
ra'nın adını duyduğunuzda sapsarı oldunuz.
-Evet, çok şaşırdım. Bunu hiç beklemiyordum. Dik­
kat et: Halifenin Sudri'ye sonsuz güveni vardı. Ama
Büşra'nın yokmuş. Onun gözlenmesini istemiş. Neden
acaba?
-Çok basit.
Hantal gözlerini kısarak oğlunu dinlemeye başladı.
Oğlunun bu karmaşık problemi çözümleyebildiğini
düşünmek ona büyük zevk vermişti.
-Ah, öyle mi?
-Evet babacığım. Büşra haremağasının bildiği kötü
Haremağasının Sırrı 75

bir şey yapmıştı veya yapıyordu, bunun için izlenmesini


istiyordu. İç kalenin dışında geçirdiği her anı ve sırrını
anlatabileceği kişileri öğrenebilmek için izlenmesini
emretti. . .
-Kötü bir şey. . . dedi Hantal kendi kendine.
Kısa bir sessizlik oldu.
-Peki baba. Şimdi ne yapacağız? Bu durum hiç
hoşuma gitmiyor. Yahudi'yi görmeye gidelim mi? Sizin
de bunu düşündüğünüzü biliyorum.
-Aslında öyle yapacağız. Ama, akşam olup sokaklar­
da kimse kalmayana dek beklemeliyiz. Birilerinin bizi bir
tefecinin evine girerken görmesi hiç hoşuma gitmez.
Büşra'nın Sudri'nin bildiği kötü bir şey yapması milin­
kün . . .
-Ben buna inanıyorum efendim. Bunu astroloji
yoluyla, burç veya gezegen kartlarına bakarak araştıra­
maz mısınız?
-Oh, hayır! Yıldız bilim ayrıntılar hakkında değil,
yalnızca genel konularda bilgi verir.
-Bana gökyüzünün sırlarını öğretecek misiniz baba?
Bunlar çok hoşuma gidiyor.
-Tabii ki. Bildiğim her şeyi sana öğreteceğim Fer­
nando. Yavaş yavaş.
Çevrede hiç kimse kalmadığında, biri diğerinden da­
ha uzun ve daha az çevik iki gölge, boş sokaklarda Yahudi
mahallesine doğru ilerliyordu. Yeni bir fırtınanın haber-
76 Jos� Luis Vdasco

cisi olan nemli rüzgar, sokaklarda ıslık çalıyordu. Bazı


yerlerde sokaklar o kadar dardı ki kollarınızı iki yana
açtığınızda bina cephelerine rahatlıkla dokunabilirdiniz.
Burada yaşayan Yahudi zanaatçıların evlerinin caddeye
bakan cephelerinde dükkan veya atölyeleri bulunuyordu.
Yahudiler' in çoğu zanaatçıydı ama tefecilik de yaparlardı.
Herhalde Saprutoğlu Samuel yalnızca tefecilik yaparak
ve taksitle gayri menkul satarak geçinen çok az kişiden
biriydi.
Yahudi mahallesi, Hantal ve Fernando'nun gittikleri
tavernaya çok yakın, Büyük Cami'nin ve iç kalenin ya­
nındaydı. Bir süre sonra Yahudi'nin yaşadığı evin önüne
gelmişlerdi. Dar bir sokaktı ve sessizliğine bakılırsa her­
kes uyumuştu. Evin bir tek penceresi vardı; bu kafesli
pencereden küçük bir lamba veya mumdan yayılan ışığın
huzmeleri görünüyordu.
-İçeride, dedi ışığı gören Hantal.
-Köle bize, uşağı ve ailesi olmadığını, yalnız yaşadı-
ğını söyledi. Belki korkup kapıyı açmaz.
-Evet, ama bana kapıyı açacak. Ona Emir'in verdiği
bir görevi tamamlamak için çalıştığımı söyleyeceğim.
Üstelik beni tanıyacaktır.
Hantal kapıya iki üç kez yavaşça vurdu. Ama içeriden
ne bir ses ne de bir hareket duyuldu. Komşuların uyan­
masından korkarak kapıyı biraz daha sert bir şek.ilde
birkaç kere daha çaldı. Doktorun yere eğilip bir şeyler
Han:mağasının Sırrı n

aradığını gören Fernando:


-Ne yapıyorsunuz baba? diye sordu.
-Küçük bir taş bulursam cama atacağım . . .
Fernando hemen bir tane buluverdi. Doktor taşı alıp
pencerenin önündeki kafesin aralıklarına nişanlayarak
fırlattı. Taş pencereye çarpmıştı, ama içeride hala bir
hareket yoktu.
-Baba, belki evin öteki tarafında olduğu için bizi
duymuyordur. Belki de ağır işitiyordur.
Evin arkasında bir sokak daha vardı. Ay ışığı yollarını
bulabilmeleri için onlara kolaylık sağlıyordu. Şimdi
öndekinden daha dar bir sokakta, yüksek kerpiç duvar­
larla çevrili arka avlunun önündeydiler. Bu dar sokakta
yalnızca evlerin avlu duvarları görülüyordu.
Duvarın yanından daha birkaç metre yürümüşlerdi ki
Fernando durdu.
-Baba! Bakın! Arka kapı açık.
Hantal yaklaştı. Avluya açılan küçük kapı aralıktı.
Tek başına yaşayan Yahudi bir tefecinin kapısının gece­
nin bu saatinde açık olması tuhaftı. Doktor kuşkulan­
mıştı.
-Girelim mi baba?
-Sakıncalı olabilir. . . İçeride hırsızlar veya tehlikeli
insanlar bulunabilir. Çok garip . . . Ben gideceğim. Sen
burada bekle.
-Hayır, hayır baba! Siz neredeyseniz, ben de orada
78 Josı! Luis Vclasco

olmak istiyorum.
Az sonra Hantal ve Fernando sessizce avludan içeriye
süzüldüler. Ay ışığında avludaki beş altı incir ağacının
rüzgardan sallanan dalları seçiliyordu. Ortada bir kuyu­
nun çıkrığının gölgesini fark ettiler. Kuyunun önünde ise
evin arka bahçesi vardı.
-Burası mutfak olmalı, dedi Hantal. Hiç ışık görü­
yor musun?
-Evet, hem bu kapı da açık.
-Samuel Ağa! diye bağırdı Hantal, sesini fazla yük-
seltmeden.
Hiç kimse cevap vermemişti. Çok tedirgin bir halde
yavaşça mutfağa yöneldiler ve oradan da evin içine süzül­
düler. Avluya yansıyan ışık, üstünde su dolu bir tencere
kaynayan ocaktaki kısmen küllenmiş ateşten geliyordu.
Burada büyük bir masa ve tavana asılı sönmüş bir kandil
vardı.
-Ocaktaki korla kandili yakıp eve girelim, dedi
Hantal Fernando'ya.
Birbirlerine iyice yaklaşıp, çıplak koridordaki oda
kapılarını tek tek açarak ilerlemeye başladılar. Sokaktan
gördükleri, ön cephedeki odadan dışarı sızan ışık, yön­
lerini bulmada onlara rehberlik ediyordu.
Bir anda kendilerini içeriden ışık sızan bu odanın
kapısı önünde buluverdiler. Eşikte duran Fernando ve
Hantal daracık bir çalışma odasıyla karşılaştılar; içeriden
Haremağasının Sırrı 79

çevreye eski eşyayla dolu yerlerin o kendine has ağır


kokusu yayılıyordu. Odada bulunan tek masanın üstün­
den bitmekte olan bir mumun titrek ışıkları yayılıyordu.
Ancak bir kişinin rahatlıkla hareket edebileceği bu küçük
çalışma odasında kitaplar, kağıtlar, kurular, kasalar ve
muhasebe kayıtlarıyla tıka basa dolu çekmeceler bulun­
duğunu gördüler. Birkaç saniye sonra gözleri bir şeye
takıldı. Başında Yahudiler'in ibadet ederken kullandık­
ları bir takke olan, beyaz ve uzun, kirli sakallı, gaga
burunlu yaşlı bir adam kollarını masaya dayamış uyur
gibi duruyordu.
Hantal hemen birkaç adımda yaşlı adama yaklaşarak:
-Efendi! . . . diye seslendi, Saprutoğlu Samuel! . . .
Adamda en ufak bir hareket olmadı. Bunun üzerine
doktor onu sarsarak uyandırmak için elini omuzuna
koydu. Daha ona yeni dokunmuştu ki yaşlı adamın zayıf
vücudu yavaşça yere doğru kaymaya başladı. Fernando
öteki yandaydı.
-Tut onu Fernando! Yere düşüyor!
Çocuk, yaşlı adamı yere düşüp sert zemine çarpma­
dan başından yakalayıverdi. Hantal, çocuğun sapsarı
yüzünü görünce onun ne kadar çok korktuğunu anladı.
Adamı kırmızı taş döşeli zemine dikkatle yatırdılar;
doktor kulağını adamın kalbine yaklaştırarak kalp atış­
larını dinlemeye başladı.
-Ah! Felaket! Felaket!
80 Jos� Luis Vclasco

-Öl... ölmüş mü?


-Ne yazık ki evet. Ölmüş.
Doktor adamın her yanını hızla muayene etti. Yan
çevirerek sırtına baktı.
-Hiç darbe izi yok. . . Ah, evet! Tabii ki var, Fernan­
do. Gel de bak! Kandili yaklaştır. Burada, boynunda . . .
Bu korkunç morluklar. . . Katilin elleri zalimce boğazını
sıkmış. Görüyoi musun?
Fernando başıyla gördüğünü belirten bir hareket yap­
tı, gözleri faltaşı gibi açılmıştı.
-Bu adam boğularak öldürülmüş. Katil de avludan
kaçmış olmalı.
-A . ama belki de sokak kapısından gitmiştir. ..
..

-Belki d e kapıyı ona Samuel açmıştır.


-Ah efendim, gidelim buradan! Sanırım sizin Sudri
hakkında bilgi toplama umutlarınız da böylece yok oldu
ve. . .
-Bekle, bekle. Belki . . .
Hantal n e olduğunu bilmeden çılgınca bir şeyler ara­
maya başladı. Kutuları ve sandıkları açıyordu. Çevrede,
henüz tamaml�nmamış el yazması birçok muhasebe kita­
bı, altın ve mücevher tartmakta kullanılan hassas terazi,
altın ve mücevherlerin kalitesini anlayabilmek için gerek­
li birçok alet, çeşit çeşit kutular, mürekkep ve tüy kalem­
ler vardı. . . Mobilyalar toz içindeydi. O sırada Fernando
doktora seslendi:
Harcırıağ:asının Sı m 81

-Baba, bakın buradaki nişin içinde bir şey var!


Bu, kurdeleyle bağlanmış bir mektupluktu. Hantal
hemen Fernando'nun yanına geldi.
-Mor renkli parşömen! Burada mor parşömene ya­
zılmış bir sürü mektup var! Bunlar yalnızca sarayda kul­
lanılır! Burada ne arıyorlar?
Sinirli hareketlerle kurdeleyi çözdü, içinde kağıtların
bulunduğu deri mektupluğun kapağını çıkardı. İlk sayfa­
da gözüne Arapça bir metin çarptı.
-Fernando bunu bana okuyabilir misin?
- "BU, INANANLARIN EMIRl SEVGiLi EFEN-
DiMiZ il HAKEM1N KÖLESi HEMNE SUDRl'NIN
ACI VE KEDERLERlNI ANLA TTIGI BiR ÖZYA­
ŞAMÖYKÜSÜDÜR, " yazıyor burada baba.
Hantal kağıtları alıp ilk sayfasını çabucak okudu. Bu
beklenmedik sürpriz karşısında yüzüne öfkeyle karışık
bir şaşkınlık yayılmıştı. Destenin içinden bir sayfayı ras­
gele çekerek aceleyle göz attı. Daha sonra elindeki say­
faları sinirli sinirli eskisi gibi kıvırdı.
-Allah kahretsin! Bizi ilgilendiren bölümler de dahil
olmak üzere hepsi hiç bilmediğim bir dilde, farklı bir
yazıyla kaleme alınmış.
-Efendim, Sudri'nin ana diliyle yazılmış olabilir.
Slavca ya da onun gibi bir şey. Haydi, artık gidelim.
Burada kalmak hoşuma gitmiyor.
-Bu kağıtları alalım.
82 jos.! Luis Vclasco

-Baba, bu hırsızlık olmaz mı?


-Evet, ama Allah'ın beni affedeceğinden emınım.
Belki bu yazılarla Rodrigo'nun yaşamı kurtulabilir.
-Ya Yahudi ne olacak? Onu burada böylece bıraka­
cak mıyız?
-Onun için yapabileceğimiz bir şey yok. Gün ağar­
dığında onu bulacaklardır. Arkamızda buraya geldiğimizi
ele verecek hiçbir kanıt bırakmamalıyız. Bu eve girdi­
ğimizi ve bu kağıtları aldığımızı hiç kimse bilmemeli.
Mektupluğu tutan kurdeleyi çabucak düğümledi.
Birkaç dakika sonra incir ağaçlı avludan bir kez daha
geçiyorlardı. Sokağa çıkmadan önce çevrede hiç kimse­
nin bulunmadığından emin olmak için bir süre bekledi­
ler. Sokak lambalarının en az aydınlattığı yerlerden hızla
ilerlediler; şiddetli rüzgar İdris'in yağmurluğunun etek­
lerini uçuruyordu.
-Baba, bunları bize tercüme edecek birini bulma­
lıyız.
-Evet, ama kimi?
-İç kaleden biri olabilir. Halifenin hizmetinde bir-
çok Slav var. Öyle değil mi?
-Evet, ama burada yazılanlar, bizim Yahudi'nin evi­
ne girdiğimiz ve geçen gün Kurtuba' da öğrendiklerimiz,
şimdilik gizli kalmalı.
Hızla yürümeye devam ettiler; mahallenin dışına çık­
tıklarında fırtınanın iyice yaklaştığını haber veren nohut
Harcmağasının Sırrı 83

iriliğindeki damlalar düşmeye başlamıştı. Hantal deri


mektupluğa sarılı kağıt rulosunu ıslanmaması için giy­
sisinin altına saklamıştı.
-Her durumda yarın halifeyi görmeye çalışacağım.
Acaba Yahudi'yi kim, neden öldürdü?
-Sudri hakkında çok fazla şey bildiği anlaşılıyor.
-Onun sessiz kalmasını isteyen birisi var. Artık yap-
mak zorunda olduğumuz bir şey var Fernando. Çok
önemli . . .
-Ne düşündüğünüzü tahmin edebiliyorum.
-Çok zeki bir çocuksun biliyorum, ama aklımdaki
şeyi bana söylersen, düşündüğümden de zeki olduğuna
inanacağım.
-Büşra! Büşra ile konuşmak istiyorsunuz.
-Evet, haklısın! Ama nasıl? Büşra ile görüşmek iste-
diğim konuyu gizleyerek halifeden izin almalıyım. Bu
kadının gözlerinin içine bakacağım ve onunla ilgili bazı
şeylerden kuşkulandığımı söyleyeceğim. Ama Sudri'yi
gözleyen köleyle konuştuğumu anlamamalı. . . İyi bir
senaryo hazırlamalıyım.
-Baba, siz her zaman, "Bir bıçağın sırtında yürümek
istersen bir yerinin kesilmesini göze almalısın," derdiniz.
Siz de öyle yapmalısınız.
Hamal oğluna kuşkuyla baktı. On dört yaşında bir
çocuktan mı akıl alacaktı? Bu çocuk onun oğluydu; için­
de sıcak bir şeyler hissetti.
84 Jos� Luis Velasco

Bu konu� düşünmeyi bir yana bıraktı. Bardaktan


boşalırcasına yağmur yağıyor, sanki gökyüzündeki bütün
sular yeryüzüne inmek istiyordu. Yağmur suları sokaklar­
dan çamurlu bir dere gibi hızla akıyordu; Kurtuba eVleri
tam bir sessizliğe gömülmüştü. Hantal ve Fernando eve
vardıklarında iliklerine kadar ıslanmışlardı.
Doğruca, her zaman yemeklerini yedikleri ve günle­
rinin büyük bölümünü geçirdikleri avluya yakın, küçük
salona gittiler. Bu arada sürekli sorular soran Huki bil­
genin yağmurluğunu alıp kurulanmaları için havlu ge­
tirdi. Hantal mektupluğu bağlayan kurdeleyi sinirli hare­
ketlerle çözdü. Parşömenleri eline aldığı anda bir kez
daha kötü bir sürprizle karşılaştı; öfkeden yüzü kıpkır­
mızı olmuştu. Korumak için giysisinin içine saklamasına
karşın ilk üç sayfanın mürekkebi yağmur damlalarından
ıslanıp silinmişti.
Fernando'nun kulağında kırbaç gibi şaklayan bir
küfür savurarak alçak masaya sert bir yumruk indirdi;
masanın üstündeki şamdan yere yuvarlandı. Fernando,
babasının ağzından böyle bir söz çıkabileceğini asla düşü­
nemezdi.
Harcmağasının Sırrı 85

8
H antal iç kaleye gittiğind�, her iaman kullandıkları
salonda kendisiyle ilgilenen saygılı görevliyle görüşürken
hafifçe ellerini ovuşturuyordu.
-Özür dilerim İdris Ağa, halifenin emirleri hiçbir
kuşkuya yer bırakmayacak kadar kesin. Her ne nedenle
olursa olsun rahatsız edilmek istemiyor . . .
-Çok önemli bir konu olsa da mı?
-Onun için neyin önemli, neyin önemsiz olduğuna
karar verme yetkisine sahip değilim. Bildiğim tek şey,
onu rahatsız etmemek gerektiğidir.
Hamal' ın kaşları çatıldı.
-Doğal olarak, ne zaman aşağı ineceğini de bilmi­
yorsunuz.
-Efendim, Emirimiz Harem'e çıkınca onun ne za­

man aşağı ineceğini tahmin etmek olanaksızdır. Birkaç


saat veya birkaç gün kalabilir. . .
Hakem o sabah, hissettiği derin melankoliye karşın
Le6n Krallığı'ndan gelen bir heyeti kabul etmişti. İki gün
önce ölen Sudri'nin acısını hila kalbinde yoğun bir şekil­
de hissediyordu. Ruhunu ele geçiren ve teselli edilmesi
gereken bu acı yüzünden Le6n kralının elçisi konuşurken
86 Jose Luis Vclasco

onun sözlerine yeteri kadar dikkat edçmemişti. O anda


Harem' e giderek nikahlı eşlerinin yanında mutsuzlu­
ğunu biraz olsun unutabilmeyi istedi. Elçiler heyetini
aceleyle uğurladıktan sonra bir köleye geleceğini Ha­
rem' e bildirmesini emretti.
İç kalenin üst katına çıkan merdivenleri çok zor bir iş
yapıyormuşcasına ağır ağır çıktı. Hanımların bulunduğu
büyük salona varmadan burnuna misk, gül, menekşe,
limon, sandal ağacı ve amber gibi parfümlerin yoğun
kokuları gelmeye başlamıştı.
İki uşak çiçekler ve çeşmeler.le süslü bu geniş mekanın
perdelerini açtılar. Mavi, sarı, kırmızı gibi canlı renklerde
en şık ipek giysileri içindeki kadınların hepsinin yüzleri
açıktı. Emir'in her gelişinde yaptıkları gibi süslenip mak­
yaj yapmış, saçlarını taramışlardı. Taktıkları mücevherler
ışıl ışıl parlıyordu. Çoğunun avuçlarına ve ayaklarına kı­
na yakılmıştı.
İçlerinden biri halife görünür görünmez yanına yak­
laştı. Beline kadar inen altın sarısı gür saçları vardı.
Uyumlu ve yumuşak hareketleriyle güzelliği Hakem'in
ona hayran olmasını sağlıyordu. Cildi, bütün kadınların
arasında fark edilecek kadar beyaz ve pürüzsüzdü. Mas­
mavi gözleri, kıpkırmızı dudakları ve hokka gibi bir bur­
nu vardı. Tatlı görünümünün altında soğuk bir hava giz­
liydi. Bu, Büşra'ydı.
-Ah, sevgili efendim! Gelin, oturun. Ziyaretiniz bizi
Harcmağasının Sırrı 87

çok sevindirdi.
Hakem kendisine ayrılan bölümde minderlerle dolu
yumuşak yatağın üstüne neredeyse yıkılırcasına oturdu.
Kadınların hepsi salonu dolduran minderlerden birer
tane alıp Emir'in çevresine yerleşmişlerdi. O ise boş göz­
lerle uzaklara doğru bakıyordu. Büşra yaltaklanarak
çıplak kolunu halifenin bacağına yaslayıp oturdu.
-Sevgili efendim, size neler oluyor? Siz her zaman
hayat dolu bir insansınızdır. Ama şimdi büyük bir me­
lankoli içindesiniz. Buraya dertlerinizden kurtulmak için
geldiğinizden pek emin değilim . . . Seyitle, Fadile, Nariş
haydi! Efendinizin en sevdiği şarkıları söylemeye başla­
yın.
Melek sesli üç genç kız, neşeli aşk öyküleri üzerine şar­
kılar söylemeye başladılar.
-Ah efendim! dedi Büşra aniden. Yüzünüzde hila
üzüntünüzün gölgesini görüyorum, bu harika şarkılar
size dertlerinizi unutturamadı. Susun! -diye emretti şar­
kıcılarına.- Ne istersiniz? Dansözleri mi? Yoksa bir öykü
mü? Size güzel Amitha'nın öyküsünü anlatmamı ister
miydiniz?
Hakem, Büşra' nın dalgalı gür saçlarını okşadı, sonun­
da dikkatini toplayabilmişti.
-Senin benden istediğin bir şey var mı? dedi. Belki
de sizden bir şeyler almak yerine versem daha mutlu ola­
cağım . . .
88 Jos� Luis Vewco

-Ah, belki de haklısınız efendim. Biz zaten daha


önceden düşünmüştük. Bakın: Hükümdarlığımızdaki en
iyi savaşçıların katılacağı bir yarışma düzenlemeniz hepi­
mizin çok hoşuna gidecek. Uzun zamandır bu zevkten
mahrum kalmıştık. General Cemal Kitip'in birliğinin de
burada bulunduğu şu günlerin böyle bir yarışma ıçın
uygun olacağını düşünüyoruz.
Hakem'in gözleri hafif bir mutlulukla parladı.
-Haremağasını çağırın.
Birkaç saniye sonra kapıda bir adam gözüktü.
-Sahid el-fayl'a* üç gün içinde, her zaman olduğu
gibi nehrin kıyısında bir yarışma düzenlemek İstediğimi
iletin. Nelerin hoşa gittiğini biliyorsun: Siperlere saldırı,
at üstünde mızrakla dövüş, ok atma yarışmaları. . .
Haremağası odadan çıkar çıkmaz Büşra konuşmasını
sürdürdü.
-Bu yarışmayı düzenlemek için bir an önce emir ver­
meniz bana içinizdeki melankoliden az da olsa sıyrılıp
neşelendiğinizi düşündürüyor . . . ama yeterli değil. Hani
sizin çok hoşunuza giden bir oyun vardı. . .
-Şiir oyunu mu?
-Evet. Siz başlamak ister miydiniz?
Bu şiir oyununda halife bir dörtlüğün ilk iki mısrasını
doğaçlamadan söylüyor ve hanımlardan herhangi biri de

Sahid el-fay/ : Savaşçılarla ilgilenmekle görevli, çqiıli yanıma ve turnuvalar


düzenleyen kiJi.
Harcmağasının Sırrı 89

son iki mısrayı yine doğaçlamadan tamamlıyordu. Halife


dörtlüğü en uyumlu biçimde tamamlayan hanıma arma­
ğan vermek rorundaydı. Özellikle hoşuna giden diz.eler
olduğu zaman çok değerli bir mücevher verirdi. Eğer
dizeleri şiirsel bir dille ya da hiçbir şekilde tamamlayan
çıkmazsa, hanımlar halifeye bir şey vermek rorunday­
dılar. Son iki dizenin etkileyici olup olmadığına da halife
karar verirdi. Emir her zaman Harem' den çıkarken kendi
kazandığı hediyeyi oturduğu minderlerin üstüne bıra­
kırdı, yani yarışmanın galibi hep kadınlar olurdu.
-Tamam, başlayın efendim, dedi Büşra.
Emir düşünceli bir şekilde başını pencereye doğru
çevirerek dışarıdaki hüzünlü havaya baktı. Aşağıda, biraz
uzakta Vadi-i Kebir Nehri, Roma köprüsünün altından
akıp gidiyordu. Bir gece önceki büyük fırtınadan sonra
sakin bir gündü. Yumuşak bir meltem nehrin sularını
dalgalandırıyordu. Hakem aniden, başını çevirmeden
şiirin ilk mısralarını söylemeye başladı:
''Ilık rüzgarlar sürüklüyor yaşam/an
Yavaş yavaş buz gibi son'4ra. "
Kadınlar birbirlerine bakarak aralarında fısıldaşmaya
başladılar, ama içlerinden hiçbiri dörtlüğün sonunu ta­
mamlayacak gibi görünmüyordu. Bir anda halifenin
arkasında oturan hanımların arasından yükselen çok gü­
z.el, berrak bir ses son iki mısrayı tamamladı:
''Keşke rüzgarlar bilmeseydi almayı,
90 Jos� Luis Vclasco

Yaşayabilseydik doyasıya. "


Bu iki dizeyi duyunca halifenin gözleri sevinçle par­
ladı. Hızla başını çevirdi.
-Kim? Kim söyledi? Dörtlüğü bu kadar güzel ve
uyumlu tamamlayan kim?
Kadınlar sesin geldiği yöne baktılar. Halifenin arka­
sındakiler efendilerinin bu kişiyi görebilmesi için yana
doğru açıldılar. Hakem sonunda, en arkada bir sütunun
yanında duran genç kızı gördü. Pencereden yansıyan ışı­
ğın parlattığı upuzun siyah saçları vardı, gözlerini yere
dikmiş, başını kaldırmıyordu; o bir rehineydi.
Emir gözlerini kıstı. Ona kısa bir an bakabilmiş, tam
olarak görememişti. Ama çok hoş, narin ve zarif bir kişi
olduğunu tahmin etti.
-Gel, yaklaş . . . Ön tarafa otur, dedi.
Kız yerinden doğruldu, titreyerek halifenin önünde
oturan kadınların yanına geldi.
Büşra beklenmedik bir hiddetle kıza:
-Diz çök! diye emretti.
Kız itaat etti.
Halife bir şey söylemeden önce, hayatı boyunca gör-
düğti bu en temiz ve güzel yüzü bir süre süzdü.
-Sen kimsin? Seni tanımıyorum. Adın nedir?
-Süleyme. Yüzümü örtmek istiyorum efendim.
-Örtebilirsin.
Kadınlardan hayret dolu mırıltılar yükseldi. Buna ne-
Harcınağasın ın Si rrı 91

den yalnızca kızın isteği değil, Emir' in de bu isteği olum­


lu karşılamasıydı. Genç kız peçesiyle yüzünü örttü.
-Süleyme. .. Adını hatırlıyor gibiyim. Seni buraya
kim getirdi?
-Sevgili efendim, o buraya getirilmesini istediğiniz
rehinedir, diye atıldı Büşra, küçümser bir ifadeyle. Onu
buraya Sudri'nin öldüğü gece getirdiler.
-Neden böyle giyindin?
-Nasıl yani efendim?
-Üstünde günlük elbiselerin var. . . Bu kadar güzel
bir insan en güzel hediyelere ve en ışıltılı mücevherlere
layıktır. Ona giysi ve mücevher getirin.
Büşra'nın başıyla işaret ettiği birkaç kadın koşarak
salondan çıktılar.
-Şimdi anlat, dedi halife, burada nasılsın?
-Mutsuzum efendim. Ailemin yanına dönmek isti-
yorum.
-Bunu sana söylemek acı ama şimdilik bu olanaksız.
Özlediğin her şeye bir an önce kavuşabilmen için elim­
den geleni yapacağıma yemin ederim. Sana iyi davranı­
yorlar mı?
-Bilmiyorum efendim. Burada insanlara nasıl davra­
nılması gerektiğini bilmiyorum.
O sırada salona beş haremağası girdi. İkisi, yüzlerce
ipek giysinin bulunduğu bir askılık getiriyor, diğer üçü
ise bir sürü küçük kutu taşıyordu. Kutuların hepsini hali-
92 J os� Luis Vclasco

fenin ayakları dibine bıraktılar. Büşra kendine hakim


olmaya çalışıyordu ama yüzü sinirden sararmıştı. Halife
narin parmaklarıyla kuruların en küçüğünü açtı ve için­
den, ortasında gizemli ışıklar saçan bir topazın bulun­
duğu altın bir gerdanlık çıkardı.
-Al, bu senin güzel boynunu süslemeli. Askılıktan
da en hoşuna giden giysileri seçebilirsin. Eğer, istediğin
başka mücevherler varsa onları da alabilirsin.
Genç kız yüzünü örten peçenin arkasında hiçbir hare­
kette bulunmadı, hatta bakışlarını bile yerden kaldır­
madı.
-Efendim, dedi, bana verdiğiniz hiçbir hediyeyi
kabul edemem. Ben sizin ne karınız, ne köleniz, ne de
kapatmanızım. Ben bir rehineyim. Sizden hediye kabul
etmem için hiçbir neden yok. Sizin tarafınızdan acı çek­
tirilen birinin sözlüsüyüm yalnızca. Hiçbir şey almaya­
cağım, dedi büyük bir kararlılıkla.
Hakem genç kıza hayranlığını belli belirsiz yansıtan
gözlerle dikkatle bakıyordu.
-Seni buna zorlamayacağım. Amacım seni gücen­
dirmek değildi. Şiir oyununun galibine her zaman arma­
ğan veririz. Senin dizelerin de mükemmeldi.
-Böyle olduğunu bilmiyordum efendim.
-Pekala. En azından senin inceliğine ve güzelliğine
hayran olduğumu söylememe izin ver. Arrıca, bana bu
sözleri söyleme cesaretinde bulunduğun için de sana hay-
Harcmapının Sırrı 93

ranlık duydum. Seni anlıyorum. Bana yitirdiğim neşemi


kazandırdın, ama ben istemezsem bu kaleyi asla terk ede­
meyeceğini bilmelisin.
-Git artık! dedi Büşra kıza, çok iyi bildiği baştan
çıkarma numaralarıyla halifeye doğru iyice yanaşarak.
Efendim, bana hiçbir zaman bu kadar iltifat etmediniz.
Bu güzel sözler yalnızca esirlere mi söylenir?
-Ah Büşram, Büşram! Kıskandın mı?
-Biraz efendim. Artık benimle baş başa kal�a,k ister
miydiniz? Size bu kız hakkında bazı şeyler anlatabilirim ...

Ôğleden sonra Fernando oturma odasında ev ödevle­


rini yaparken, Hantal İdris de kaşlarını çatmış, atabile­
ceği en uzun adımlarla hiç durmadan bir o yana bir bu
yana yürüyordu. Aniden durdu. Yüzündeki sinirli ifade
yok olmuştu.
-Arkadaşım! diye bağırdı.
Fernando başını kaldırdı, elindeki tüy kalemi bıraka-
rak ona baktı.
-Arkadaşım bilge Ben Barra! Belki o . . .
-Arkadaşınıza ne olmuş efendim?
-Bak, sanırım . .. sanırım o Slavca öğrenmişti.
-Slavca mı? Nasıl?
-0, dil öğrenme konusunda çok yeteneklidir. Bizim
dilimizden başka Yunanca, Latince, İbranice, İspanyolca
94 Jos� Luis Vclasco

ve sayısını bilmediğim daha pek çok dili mükemmel


konuşur. Bir gün bana, boş bir anında kölesine bakarken
aklına, ondan kendisine dilini öğretmesini istc;mek geldi­
ğini söylemişti. Bunun bir düşünceden öteye geçip geç­
mediğini bilemiyorum. Haydi, gidiyoruz!
-Ben Barra Ağa'nın evine mi? Şimdi mi?
-Evet, şimdi.
-Ama daha ödevlerimi bitirmedim.
-Tamam... Hımın ... Ben Barra gibi olağanüstü bir
adamı tanımanın senin için daha yararlı olacağını sa­
nıyorum. Yarın... Evet, yarın sana öğretmenine iletmen
için bir not vereceğim. Ne bileyim... Ateşinin çıktığını
veya buna benzer bir şey yazacağım. Haydi, haydi gide­
lim!
Harcmağasının Sırrı 95

9
fu, seni utanmaz! Sen, burada ha! Zaten, altı-yedi ayda
bir, ne zaman evime gelsen hep benden bir şeyler istersin.
Ben Barra bu sözleri Hancal'ı kemiklerini kıracak gibi
kucaklarken bağırarak söylemişti. Son derece iri yapılı,
uzun, geniş ve şişmandı. Duygularını yansıtma biçimi
bazen karşısındakini zor durumda bırakıyordu.
-Bu kurbağa yavrusu kim? Oğlun mu?
-Evet, Ben Barra. Ama ben kurbağa yavrusuyla ara-
larında hiçbir benzerlik göremiyorum.
-Nasılsın yakışıklı? diye sordu bilge, Fernando'nun
sırtına okkalı bir şaplak indirdikten sonra. Çocuk dar­
benin şiddetiyle öne doğru iki-üç adım sendeledi.
-Ah! İyi . . . iyiyim efendim. Offil
-Buyrun oturun, oturun, dedi Ben Barra bir yer sof-
rasının çevresinde dizili minderleri göstererek.
İç avlusunda küçük bir havuz ve çiçekler bulunan lüks
bir evdeydiler.
-Hey! Osman, soytarı! Buraya gel!
Neşeli birine benzeyen genç köle salona girdi.
-Canınız ne yemek içmek istiyorsa söyleyin, hemen
getirsinler, dedi iri yarı doktor.
96 Josc! Luis Vclasco

-Yemekten yeni kalktık ama bir bardak portakal


çiçeği şurubu içebilirim, diye yanıtladı Hantal.
-Pöh! Portakal çiçeği şurubu mu? İğrenç bir karı­
şım? Ya sen ufaklık?
-Badem şurubu? Badem şurubunuz var mı efendim?
-Tabii ki var. Benim için de her zamankinden getir,
dedi Ben Barra köleye dönerek.
Hantal, Yahudi'nin evinden aldığı kağıtları masanın
üstüne koydu.
-Bu nedir? Yoksa vasiyetnameni mi yazdın yaşlı kurt?
-Hayır.
-Mor parşömen ha? Yalnızca halifenin kullandığı sa-
ray kağıtları. Ah, genç adam! dedi Fernando'ya dönerek.
Aslında Emir' in özel doktoru ben olmalıydım, ama senin
baban büyük bir sahtekar olduğundan fırsatları değer­
lendirmeyi çok iyi bilir.
-Aa! Allah aşkına! dedi Hantal kızarak. Artık ciddi
olalım. Seninle çok önemli bir konu hakkında konuşmak
istiyorum.
-Yoksa şu kel Sudri'yle mi ilgili? Onun ölümünü
araştırdığını biliyorum. Aslında hepsini . Ah, çok güzel!
. .

İçeceklerimiz geldi.
Köle masanın üstüne Hantal ve Fernando için getir­
diği badem ve portakal çiçeği şuruplarını koydu. Elin­
deki bir başka bardağa da oradaki bir sürahiden açık renk
bir sıvı koyarak Ben Barra'ya verdi. Hantal İdris'in yüzü
Ha.rcınağasının Sırrı 97

allak bullak olmuştu.


-Allah aşkına! Nedir bu? Şarap içiyorsun! Bunu Fer­
nando'nun önünde içmene izin veremem.
-Ah, ha, ha, ha! Evet şarap içiyorum, zaten sen bunu
önceden de biliyordun . . . Hiç endişelenme. Delikanlı, sen
bana bakma. Hem biliyor musun? Uzun yıllardır, bilim
adına yaptığım başarılı çalışmalar ve yoksullara yaptığım
yardımlar dolayıs.ıyla Allah'la özel bir anlaşmamız var.
Anladın mı? Bu nedenle şarap içtiğim zaman günaha gir­
miyorum. Eminim. Haydi, artık devam edelim Hantal.
Gördün mü? Bazı kağıtlar getirdin, yine benden bir şey
isteyeceksin. Yanılmadım.
-Slavca biliyor musun?
-Hımın . . . Şöyle böyle . . . Bilmediğim bazı kelimeler
var, ama genel bir çeviri yapabilirim. Ancak bunun da
çözümü var: Bilmediğim kelimeleri bana bu dili öğreten
Hemntf'ye sorabilirim.
-Hayır! Hiç kimse burada yazılanları bilmemeli, hiç
kimse.
-Nasıl? Bu parşömenler Slavca mı yazılmış?
-Evet, belki de boynu vurulacak bir adamın yaşamı-
nı kurtarabilirler.
-Peki, eğer köleme bilemediğim birkaç kelimeyi so­
rarsam, metnin genel içeriği hakkında bir şey anlamaya­
caktır. Bakalım . . .
Ben Barra'nın hareketleri mektupluğun bağlandığı ipi
98 Josc Luis Vclasco

çözerken artık ciddileşmişti. Mor sayfaları incelemeye


başladı.
-llk üç sayfa mahfolmuş. Yalnızca eksik kelimelerle
dolu birkaç paragraf kalmış.
-Onları da çevir. En önemli bölümün sonu oldu­
ğunu umut ediyorum.
-Ha, ha, ha! Benim bütün bunları çevirebileceğimi
mi düşündün?
-Evet. Yalnızca on yedi sayfa var. Bunu senden rica
ediyorum.
-Zamanım yok.
-Yarat o zaman. Aramızdaki otuz yılı aşkın dostluk
adına. Bu bir ölüm kalım meselesi.
-Hımm ... Söyle bakalım yaşlı fırsatçı, senin için bu
parşömenlerin çevrilmesinin değeri ne kadar?
-Çok fazla.
-Pekala. Sana bir anlaşma teklif ediyorum: Bunları
çevirmeme karşılık Puente'deki üzüm bağlarını isterim.
-Ama sen neler diyorsun?
-Senin için değeri çok değil miydi? Bu da bağlardan
daha değerli oldll:ğunu gösterir.
-Sen bir hırsızsın. Bana kağıtları ver.
-Bir dakika. Biraz pazarlık yapabiliriz, örneğin ba-
bandan miras kalan değirmeni sana bırakabilirim . . .
-Hayır. Ben gidiyorum.
-Gördün mü Fernando? Senin baban her zaman
Haremağasının Sırrı 99

kendi çıkarını düşünür. Emir'in doktoru ben olmalıy­


dım. Bu görev ondan çok bana uygundu. Ama o, bu
hükümdarlıktaki en yağcı adamdır.
Ben Barra kocaman midesine bir bardak şarap daha
gönderdikten sonra, yüzünde beklenmedik bir ciddiyet
belirdi. Gözlerini Hantal' ın gözlerine dikmişti.
-Acelen mi var?
-Çok.
-İki gün ve bedava.
-Ne için iki gün?
-İki gün sonra bu saatlerde gelirsen istediğin şeyi
alacaksın.
-Ah, sana yürekten teşekkür ederim soylu Ben Bar­
ra! Sana minnettarım! Ama iyi dinle: Burada yazılanları
hiç kimse bilmemeli, hiç kimse. Başlığa baktın mı? Eğer
okursan neyle ilgili olduğunu anlarsın. Sana gerçekten
minnettarım, armağanını da alacaksın.
-Pöh, pöh! Sen bir sahtekarsın. Senin baban her­
hangi bir şeye armağan diyebilir oğlum. Eminim ki yarın
bana hediye diye kuru incir veya ona benzer bir şey gön­
derir. . .
-Dayanılmaz bir adamsın!
-Tamam anlaşma yapılmıştır. Anık bu konuyu kapa-
calım. Daha eğlenceli şeylerden konuşalım. Damadına
her zaman "bitli" diye seslenen yaşlı adamın öyküsünü
biliyor musun?
100 Jos� Luu Vclasco

-Çocuğun yanında anlattıklarına ve sözlerine dikkat


et, diye uyardı onu Hantal.
-Ha, ha, ha! Bunu bilmiyordum, belki sonra öğre­
nebilirim. Belki de çok daha sonra. Ha, ha, ha!
Sohbetleri gün ağarana dek sürdü. Uykusuzluğa daya­
namayan Fernando minderlerin üstüne kıvrıldı. Ben
Barra ilk anlardaki şakacılığını bırakarak güzel güzel soh­
bet etmeye başladı. Tabii ki konunun Sudri'nin ölümü
ve Hantal'ın bulduğu deliller olması kaçınılmazdı.
Sonunda iki bilgin geceyi her zaman olduğu gibi bilim­
sel bir konuda tartışarak kapadılar. Bu kez tartıştıkları
konu insan organizmasında bi/is negra veya atrabilis'in
bulunup bulunmadığıydı. Böyle tartışmalara girdik­
lerinde, bu konularda son derece bilgili ve iyi bir konuş­
macı olduğu için kazanan hep Ben Barra olurdu.

İ ki gün sonra Hantal arkadaşının evine gitti. Arkadaşı


evde yoktu, ama kölelerden biri kumaşa sarılmış ve mü­
hürlü bir bantla sıkıca bağlanmış mektupluğu ve çeviri­
leri ona verdi. Bizim doktor sabırsızlığın verdiği enerjiyle
evine kadar koşarcasına yürüdü. Küçük çiftliğine geldi­
ğinde hava kararmak üzereydi.
-Fernando, çevirileri aldım, dedi oğluna. Haydi
mahzene inelim. Harfler benim okuyamayacağım kadar
küçük. Bunları bana sen okuyacaksın.
Harcmağasının Sırrı 101

Yazılanları öğrenmeyi en az Hantal kadar arzu eden


çocuk:
-Peki baba, diye yanıtladı. Ama neden mahzene gidi­
yoruz?
-Huki. Onun burada yazılanların bir kelimesini bile
duymasını istemiyorum.
Karanlık koridorun kapısını anahtarla kilitlediler.
Hızla mahzene inerek boş şişelerin, aletlerin, kağıt ve
kitapların büyük bir düzensizlik içinde karmakarışık
durduğu bu yerde, yan yana iki sıraya oturdular. Fernan­
do mumu yaklaştırdı ve Ben Barra'nın küçük harflerle
özenle yazılmış çevirisini berrak bir sesle tane tane oku­
maya başladı. ..
102 Jos� Luis Vclaııco

10
E1 yazmasının ilk üç sayfasının büyük bölümü yağmur­
dan silinmişti. Fernando çevrilebilmiş olan cümle ve
kelimeleri okumaya başladı.
Ben Slav bir Bulganm. . . Tuna... Ailem oldukça mütç-
vazı ... nın . . . pazara. . . sebze satmak. . . Bana okumayı. . . say-
dım. . . On altı. . . Germenler vahşi. . . hayvanlar. . . gibi. Aile-
mi. . . sopalayarak ve kötü davranarak. . . o kadar. . . pranga-
/ayıp yürüterek. . . Bizanslı. . . kölelerin. . . Benden hoşla­
narak, Latince ve Arapça. . . efendim. . . Bu adam, o kadar
çok kitap okumasına rağmen son derece zalim ve kabaydı.
En ufak bir yanlışlıkta beni sopayla döverdi. . . harap oldu­
ğumda beni sattı. . . Endülüs 'e köle taşıyan Müslüman tacir­
ler. . . bir gemiye bindirerek. . . tarafindan. . .
İlk üç sayfadan yalnızca bunlar zarar görmeden kur­
tulmuştu.
-Tekrar et bakalım. . . , dedi doktor.
Fernando, bu birbirinden kopuk cümlelerle dolu
metni dört kez okumak zorunda kaldı. Ardından Hantal
düşünceye daldı.
-Ne düşünüyorsunuz baba?
-Şimdi . . . Herhalde Sudri Tuna'ya yakın bir yerde
Harcmağasının Sırrı 103

doğup büyümüş ve ailesi yoksulmuş. Belki de yetiştir­


dikleri sebzeleri satmak için herhangi bir köyün pazarına
gidiyorlardı. Herhalde o on altı yaşındayken bir istila ol­
muş, büyük olasılıkla da Germenler saldırmış. . . "Aile­
me", ne dernek acaba? Onları öldürdüler mi? Ben, Sud­
ri' nin esir alınarak Bizans'a götürüldüğü ve buradaki bir
esir pazarında sarıldığı sonucunu çıkarıyorum. Onu
kültürlü bir adam satın alarak dilimizi ve Latince'yi
öğretmiş. Bu adam onu hep dövermiş; dayaktan işe yara­
maz duruma geldiğinde onu Arap tacirlere satmış. Tacir­
ler de onu ülkemize gelen bir gemiye bindirmişler.
-Evet, ben de aşağı yukarı böyle olduğunu düşünü­
yorum. Buradan sonra yazılanların hepsi net olarak oku­
nuyor.
-Oku.
Fernarıdo birkaç kez boğazını temizledikten sonra
yazılarılara bir göz atıp okumaya başladı.
feciydi. Küçük bir gemiydi. Pislik dolu karanlık bir
mahzende otuz kadar erkek hapsedilmiştik. Bizi sabah ak­
şam güverteye çıkanp kırbaçlıyorla.rdı. Darbelerden kurtul­
mak için sıçramak zorunda kalıyorduk, çünkü yürünebile­
cek yeterli yer yoktu. Bizi, hareketsizlikten kasla.nmız tutul­
masın diye kırbaçlıyorlardı. Mürettebat bize vahşi şakalar
yaparak rahatlıyordu. Bize her gün bir parça kurtlu ekmek
ve bir çanak bozulmuş su veriyorla.rdı. Gemi ltalya körfezi
boyunca fırtınanın etkisiyle çok kötü sarsılıyordu. Yukan-
104 Jose Luis Vclasco

dan mürettebatın korku dolu çığlık/an geliyordu, ama hiç


kimse ne prangalanmızı çözmeyi, ne de bizi mahzenden
çıkarmayı düşünüyordu. Kötü kaderimi paylaşanlardan
bazı/an denizin ortasında kilit altında öleceklerini düşün­
menin paniğiyle ayağa kalkıyorlar ve pisliğin içine düşüyor­
lardı. Bense bir kenarda büzülmüş, dua ediyordum.
Sonunda firtına dindi. Midem açlıktan kazınmaktan
öte yara gibi acıyordu. Neredeyse ayakta duramayacak ka­
dar güçsüz kalmıştım. Ne kadar ZtZman geçtiğini bilemiyo­
rum. Ama her şeyin bir sonu vardır. Bir gün Almerla 'ya
birkaç fersah uzaklıkta, Pechina denilen yerde gemiden
indirildik. Orada bize ringa balığı, sebze hatta bazen de et
vermelerine çok şaşırmıştım. Üç gün boyunca büyük bir
evde kaldık. Ve bir gece sabaha karşı bizi uyandırdılar.
Ay ışığında, tacirlerin Suriyeli paralı askerleriyle çevrili
olarak dışan çıktık,· yaklaşık iki fersah yürüdük. Gün ağar­
dığında yakındaki bir köyde çok büyük bir eve geldiğimizi
gördük. Büyük bir gizlilik içinde bizi bu kocaman eve sok­
tular. Hepimizi ceviz ağaçlı bir avluya bakan, boş ve kirli,
uzun bir koridorda sıraya dizdiler. Pranga/arımızı çıkart­
tılar. Sıranın önündekiler o uğursuz yere açılan kapıdan
girmeye başladılar. Bir süre sonra içeriden onlann yalva­
rarak yardım isteyen, yürek paralayıcı haykınşlannı duy­
duk. Neler olduğunu hemen anladık. Yalnızca benim sıram
geldiğinde o/anlan anlatacağım. Kapıdan girince kendimi
büyük bir salonda buldum. Tavanı çok yüksekti, nemden
Harcmağ:ısının Sırrı 105

küfonmij duvarla.nndtın çok kötü, ağır bir koku yayılı­


yordu. içeride esirlerin hiç kımıldayamayacak/a.n biçimde
kayış/a.r/a. bağla.nabileceği beş-altı masa, bir o kadar da. na­
mussuz herifvardı. Kıllı, çıp/a.k kollu birkaç adam bıçak/a.r­
/a. çalışıyor/a.rdı. Daha sonra öğrendiğime göre, insan/a.n ha­
dım eden bu adam/a.nn asıl iji domuzlan hadım etmekmij.
On/a.r/a. vahşi bir hayvan gibi savaştım, bağırdım, ken­
dimi yerlere attım,· beni masaya bağla.yana kadar çok kötü
kırbaçladı/a.r. Her yanım kan içinde kalmıştı. Daha on
sekiz yaşında.ydım. Birkaç da.kika sonra dayanılmaz acı/a.r
içinde, ömür boyu kurtu/a.mayacağım hadımlığa mahkUm
edilmijtim.
Bu terk edilmij pis yerde, ameliyatın yapılma biçimi çok
aşağı/a.yıcıydı. Oraya yirmi dört kiji girmijtik, aramızdan
on biri hemen öldü. Yürüyebilecek duruma gelene kadar o
evde kaldık. ilk anda.n itibaren bizi çok iyi beslemeye baş/a.­
mış/a.rdı. Kaderimiz bir köle paz.anna gitmekti. Tabii ki
oraya birkaç iskelet götürmek istemiyor/a.rdı. Haremlerde
hizmet edebilmek için yeterli özelliklere sahip bir hadım,
ameliyattaki ölüm riskini göze a/a.bilecek kadar büyük para
ediyordu.
Bizi, zeytin ağaç/a.rı ve karaağaçla.nn yetiştiği dümdüz
kıraç toprak/a.rda şiddetli Ağustos güneşinin altında. gün­
lerce yürüttüler. Yürüyüşümüzün kaç gün sürdüğünü tam
o/a.rak bilemiyorum. Öğlenleri gölgelik bir yerde, akşam/a.n
da. mümkünse bir kasabada duruyorduk.
106 Josc Luis Vclasco

Acıyla geçen bu kötü günlerdeki duygulanmı tam olarak


anlatabilecek edebi yeteneğe sahip değilim. Ailem memleke­
timde katledilmişti, anlan gömememiştim, hadım edilmiş­
tim, şimdi de bu acılarla yürümek zorundaydım. Beni öbür
mahkumlara bağlayan kalın zincirlere karşın, gardiyanla­
nn beni hemen oracıkta öldürmeleri için aklıma gelen her
türlü deliliği yaptım.
Sonunda uz.a.ktan o güzel Biz.a.ns a benzettiğim Kurtu­
ba ya vardık. Bizi üç gün boyunca bir buğday ambannda
tuttular, bu arada oldukça iyi besleniyorduk. Sıcak bir
Perşembe sabahı bizi alrnedina 'daki köle paz.a.nna götür­
düler. iyi giyimli adamlar yanıma yanaşarak, tıpkı bir atı
inceler gibi dişlerime bakıyorlar, kaslanmı kontrol etmek
için vücudumu elliyor/ar, kollanma ve ellerime bakıyor­
lardı. Köle tüccan sürekli şunlan söylüyordu: "On sekiz
yaşında hadım bir Slav. Daha hayatının bahannda. Üste­
lik bizim dilimizi ve l.Atinceyi okuyup yaz.a.biliyor. Kaliteli
bir harem için kaçınlmaz fırsat!"
Kalabalığın arasında bana dikkatle bakan, iyi giyimli
z.a.yıfbir adam gördüm. Üstünde az görülür şıklıkta giysiler
vardı, dişlerime bakmak veya bana dokunmak için bir an
bile yanıma yaklaşmadı. Satıcıya eliyle, yalnızca kısa bir
an, beni istediğini belirten bir hareket yaptı. Para dolu
keseyi alan tüccar abartılı bir yaltaklanmayla beni bu kibar
adamın yanına götürdü ve şöyle dedi: "Bunu aldığınız.a. hiç
pişman olmayacaksınız efendim. Biz.a.ns 'tan gelenlerin için-
Harcmağasının Sırrı 107

de en iyisidir. Teıekkür ederim, cömertliğiniz için çok teıek­


kür ederim. AUah sizi korusun! Uzun ömür versin!"
Az sonra, beni alan kiji hiç kUJkulanmadan bana sırtını
dönerek, ileride görünen iç kaleye doğru. yürümeye başladı.
Tam o sırada dört asker yanıma gelip çevremi sarmıştı. içle­
rinden yuvarlak suratlı olanı öndeki askeri ijaret ederek,
"Bu adamı izle, " dedi.
lç kaleye gittiğimizden emin olduğumda son derece
şaşırmııtım. Beni, "köle amban " denen yere getirdiler.
Sarayın arka tarafında, dört odadan olUJan bu bölümde
saray hizmetine alınan köleler, kaderleri belli olana kadar
kalırlardı. Yüce /Jl Abdurrahman 'ın hükümdarlık döne­
miydi.
Bir öğleden sonra saçlanmı tamamen kazıdılar, beni
yıkadılar ve hadım olduğumu belli eden san bir tunik giy­
dirdiler; yanıma bir asker vererek onu izlememi söylediler.
Güneş batmak üzereydi. Beni Vadi-i Kebir Nehri'ne ve as­
ma bağlanna bakan bir terasa götürdüler. Orada değerli
taşlarla bezeli giysileri içinde göz kamaştıracak kadar pk ve
soylu, öteki insanlardan çok farklı görünen bir adam vardı.
Bir hamakta oturuyordu.
-Prensim, dedi bana yol gösteren adam, size hizmet
etmesi için istediğiniz hadımı getirdim. Yaptığımız sınama­
lann sonucunda bizi düş kınklığına uğratmayacağını düşü­
nüyoruz.
Prens başını kaldırdı ve dikkatle gözlerime baktı. O an-
1 08 Jos� Luis Vclasco

da. gözlerinde gördüğüm iyilik ve uka sakinleşmeme nedm


oldu.
-Bmi onunla yalnız bırak! dedi.
-Yalnız mı efendim?
-Evet.
Beni getirenle orada. bulunan bir başka u.şak giderlerken,
bana, beni efendileriyle bırakacak kada.r gü.venmediklerini
belirtircesine sürekli arkalanna bakıyorlardı. Yalnız kaldı­
ğımızda:
-Adın ne? Yalnızca on sekiz yaşında. bir Slav olduğunu
biliyorum, dedi.
-Hemnl Sudri efendim.
-Bm, babam Ulu Emir Abdurrahman in veliahtı Prens
Hakem' im ... Bana Arapça yazmayı bildiğini söylediler.
-Evet efendim.
-Nerede öğrendin?
-Bir.ans'ta.
-Kitaplarda.n hoşlanır mısın?
-Şimdiye kada.r çok az okuma olanağı buldum efen-
dim. . . Ama evet, çok hoşlanınm.
Benimle hemen kütüphanesi hakkında. konuşmaya baş­
ladı. Binlerce kitabı bulunduğunu ve bun/an da.ha da.
çoğaltmak istediğini coşkuyla anlattı. Günümüzde Büyük
Emir il Hakem 'in kütüphanesinde dünyanın birçok ülke­
sinden toplanmış dört yüz binin üzerinde kitap vardır.
Bana kitap/an sınıflandınp yerleştiren ekibinde bir kişiye
Harcınağasının Sırrı 109

daha ihtiyacı olduğunu söyledi ve görevimin ne olduğunu


anlattı. Önceden konularına göre aynlmış kitaplar bana
getirilecek, ben de bir deftere bunlann adlannı, yazarlannı
ve konularını işleyecektim. Aynı gün öğleden sonra Hakem
beni çağırdı ve ömrümün sonuna kadar unutamayacağım
şu sözleri söyledi: "Gözlerintle çok az insanda rastlanan bir
hassaslık görüyorum Hemne Sudri. Uzun süre kölem olarak
kalacağını umut ediyorum, ama aynı zamanda da arka­
daşım olmanı istiyorum. "
Bu sözler yaşama yeniden bağlanmama netlen oldu.
Aradan yedi yıl geftikten sonra Ulu Abdurrahman öldü
ve Hakem tahta çıktı. Bu sıralarda ben de kütüphanenin
yöneticiliğine yükselmiştim. Görevim gereği, halifenin iste­
diği ama kütüphanesintle bulunmayan, dünyada tek veya
bir dizi içinde eksik değerli bir cilt kitabı aramak için tehli­
keli ve uzun sayısız geziye çıkma olanağım oldu. O zaman­
larda da Hakem 'le ilişkilerimiz çok iyiydi. Tanıdığım en iyi
kalpli insan, en kusursuz dosttu. Bana olan güveni baun
beni bile şaşırtırdı; halife olduktan sonra tlevletle ilgili çok
ciddi konular hakkında benim r,/e düşüncelerimi sorar,
karşılıklı düşünce alışverişinde bulunurduk. Kendini yalnız
veya hüzünlü hissettiği zamanlarda sohbet etmek için beni
çağınrdı. Onun için yaptık/anma teşekkür etmeyi asla
unutmadı; hiçbir zaman kötü bir davranışını ya da hareke­
tini görmedim. Ben r,/e onun bana olan sevgisini hiçbir
zaman kötüye kullanmadım. Onun için canımı vermem
1 10 Josc Luis Vcwco

gerekse bir an bile düşünmem. Günlük görevim gereği için­


de bulunduğum binlerce kitabın çoğunu okurdum. Bu süre
boyunca kitaplara karşı sevgim daha da arttı,· sanınm hali­
feyle ruhlanmızın birleştiği nokta da buydu.
Yıllar mutlulukla akıp gidiyordu. Ancak bir buçuk yıl
önce iç kaleye benim ırkımdan, yılan gibi zehirli, kötü
niyetli, alçak bir kadının gelmesi benim ve efendim için
büyük şanssızlık oldu. Adı Büşra 'ydı ve şeytanın ta kendi­
siydi. Benim efendim çok kültürlü ve zeki olmasına karşın
bu kadına delicesine dşık olma zayıflığını gösterdi. Bu böce­
ğe karşı duyduğu büyük kıskançlık yüzünden, en güvendiği
kölesini, yani beni bu cadıyı gözlemem için hemen Harem 'e
hadımların yöneticisi olarak atadı.
Bu notları son sekiz ayda geçen kötü olaylan anlatmak
için yazıyorum. Bildiğim her şeyin yazılı olarak bir yerde
saklanmasını istedim. Bunun için de halifeden ve ailemden
başka dünyada. en sevdiğim insanın atölyesinde gizlice yazı­
yorum. Bu kişi yaşlı Yahudi Saprutoğlu Samuel'dir. Bir
gün, efendimin bana hediye ettiği bir mücevheri parayla
takas etmek için onu ziyarete gitmiştim. Konuştuk. Samuel
Ağa 'nın da dünyada. benim kadar yalnız olduğunu anla­
mıştım. Bana acı dolu yaşamını anlattı, gençliğinde birkaç
yıl kaldığı Bizans 'tan söz etti. Benim de onun gibi, sevgili
efendim dışında Kurtuba 'da ttk bir arkadaşım yoktu. Bu,
aramızda içten bir dostluğun doğmasına neden oldu ve
şimdi anlatacağım olaylar geliştiğinde ondan, bu yazılanmı
Haremağasının Sırrı 1il

evinde yazmama izin vermesini ve büyük bir gizlilikle sak­


lamasını istedim. Çünkü öldürüleceğimden korkuyorum.
Beni geceleri uyutmayacak kadar etkileyen bu sıkıntı
verici olaylan anlatacağım. Yaklaşık sekiz ay önce bir gün
engerek yılanı Büşra bana çok şaşırdığım abartılı bir kibar­
lık ve yağcılıkla davranmaya başladı. Bildiği bütün kötü
oyun/an oynayarak beni kandırmaya çalışıyordu. Bir hafta
sonra bu davranışlannın nedenini öğrendim. Ben her
zaman onunkine bitişik bir odada yatardım. Bir öğleden
sonra odamda kitap okurken sessizce yanıma geldi, kuşku
uyandıncı bir sevimlilikle oturup sohbet etti. Benden o gece
orada uyumamamı rica etti. Kente hizmetçi köle olarak
getirilen ve vatanımıulan aynlmak zorunda kaldığımız
günden beri görmediği bir kadın akrabasını gizlice odasına
kabul edeceğini anlattı. Onun Kurtuba 'da bulunduğunu
bazı dostlanndan öğrenmişti. Onunla yanlannda kimse
olmadan özgürce konuşmak istiyordu. Harem e gece boyun­
ca dışandan birinin girmesinin kesinlikle yasak olduğunu
biliyordum. Ama Büşra bana, akrabasını görebilmesi için
tek yolun bu olduğunu söyledi. Halife, akrabasıyla görüşme
isteğini birçok kez reddetmişti. Çok şaşırdım, böyle bir dav­
ranış efendimin kişiliğine hiç uygun değildi. Büşra bana
kalenin dış kapısındaki nöbetçilere ve içerideki gözcülere
rüşvet verdiğini itirafetti. Tek eksiği benim nzamdı. Asla
"hayır" diyemeyen bir kişiliğim vardır. Bu da benim zaa­
fimdır. Kadın kılığına girmiş bu canavar konuşmamızın
1 12 ]os� Luis Yclasco

ardından avucuma paha biçilmez bir mücevher bıraktı.


Ah, Yüce Al/ahım! Açgözlülük bir anda gözlerimi kör et­
mişti, mücevheri elimde sıkıca tutmaya başladım. Kabul
ettim ve o geceyi Harem 'in bir başka yerinde geçirdim.
O günden sonra vicdanım yaptığım bu büyük hata
yüzünden hep rahatsızdı, bir an bile huzur bulamadım.
Kapana kısılmış gibiydim, hem kendime hem de efendime
ihanet etmiştim. Büşra beni aynı öyküyü aniatıp, elime
değerli mücevherler sıkıştırarak aynı yöntemle iki kez daha
kandırdı. Ruhum tıpkı kömür gibi kapkara olmuştu.
Tanıştığım ilk günden beri bana gösterdiği büyük sevgiye
karşın efendime, pis bir hain gibi ihanet etmiştim. Üçüncü
gece odamdan çıkmadım. Önsezilerim bana bu gizli ziya­
retlerin karanlık ve tehlikeli olduğunu söylüyordu. Ha­
mamlara giden koridorun bir köşesinde saklanarak olacak­
/an izlemeye karar verdim. Geceyansında kapı tarafındaki
merdivenlerden gittikçe yaklaşan ayak sesleri duydum. Ay
ışığında odalarımıza giden küçük kapının önünde bir gölge
fark ettim. Heyecanlanmıştım; yüreğimde dayanılmaz bir
acı hissediyordum. Bu bir erkek gölgesiydi! Onu, Büşra 'nın
odasına doğru geçerken bir an z.ar zor görebildim. Yalnızca
hafifçe topalladığını seçebilmiştim. Kalbimden, göğsümde
azgın bir at koşuyormuşcasına sesler geliyordu. Bu biraz
kambur, hafifçe topallayan erkek silueti bana birini hatır­
latmıştı.
Büşra 'nın isteklerini daha sonraki iki gece de kabul et-
Harcmağasının Sırrı 1 13

tim, ama amacım bu davetsiz misafirin kim olduğunu


anlamaktı. Beşinci gece profiline yansıyan ay ışığı sayesinde
kambur duruşunu ve hafifçe topallayan ayağını bir kez
daha gördüğümde beynimde bir şimşek çaktı. Bu adam
Emirimiz tarafından çok takdir edilm ve dostluğu ile onur­
landırılan, caminin yapımında görevli mustarip mimar
Rodrigo Santibdiiez'di! Onu birçok kez gördüğüm için çok
iyi tanıyordum.
Ne yapacaktım? Bu namussuzluğu efendime nasıl açık­
layacaktım? Ona, ruhunu derinden yaralayacak bu zalim­
ce darbeyi nasıl vurabilirdim? Sevdiği iki insanın ona al­
çakça ihanet ettiklerini nasıl söykyecektim? Bu onun sonu
olurdu.
Sorunu kendi kendime halkdecektim. Uzun süre düşün­
dükten sonra mustarip ile konuşmaya karar verdim. Büş­
ra 'n ın bana verdiği hediyeler de içimi yakıyordu. Santi­
bdiiez ile buluşmamızdan bir gece önce iç kaleden çıktım ve
Vadi-i Kebir Nehri 'n in kıyısına yaklaştım. Suya fırlatıp
attığım mücevherler ay ışığında pırıltılar saçıyordu.
Caminin mimannı aramaya gittim ve halife ile ilgili
ciddi bir konu hakkında konuşmak için bir yerde gizlice
buluşmayı rica ettim. iyi yürekli Samuel'in evinin boş bir
odasında buluştuk. Bir süre havadan sudan konuştuktan
sonra ona bildiklerimi anlattım, tepkisi inanılmazdı: Yüzü
öfkeden kıpkırmızı olmuş, benim delirdiğimi haykırıyordu.
Büşra ile hiçbir ilgisi bulunmadığını, dünyada her şeyden
1 14 Josc Luis Velasco

fazla sevdiği bir sözl.üsü olduğunu anlatıyordu. Öfkeden


delirmiş gibi evden çıktı. Sokakta yanından yürüyerek onu
izlemeye başladım; davranışlannın anlaşılamayacak kadar
nankörce olduğunu, onu kendi gözlerimle gördüğümü, in­
kar etmesinin son derece anlamsız olduğunu söyledim.
Hatırladığıma göre, tam ayakkabıcı lsmail'in dükkanının
önüne gelmiştik ki arkasına döndü, öfkeden kudurmuş gibi
bana: "Defol! Basgit! Beni rahatsız etmeyi sürdürürsen seni
öldüreceğim köle, seni öldüreceğim, " dedi.
Sonraki üç ay boyunca gece ziyaretleri olmadı. Ama üç
gece önce Büşra bana yeniden her zamanki yalanlannı an­
lattı. Ben de gizli köşeme saklanarak beklemeye başladım.
Hain yine kapıda belirmişti. Onun gölgesini görmüştüm.
Kuşkulanacak hiçbir şey kalmamıştı: aynı boy, aynı kam­
bur omuzlar, hafifbir topallık. . .
iki gün boyunca düşündüm. Hayır, böyle devam ede­
mezdi. Hayatta sahip olduğum her şeyi sağlayan insanın
aldatılmasına suç ortaklığı yapmayı sürdüremezdim, ancak
ona bu olanları anlatamazdım da. Ve mustaribin Büş­
ra 'nın odasına ziyaretlerini sonsuza dek bitirecek kusursuz
bir plan hazırladım. Efendime hiçbir şey söylemeyecektim,
ama ölüm her şeyi çözümleyecekti. En ufak bir aynntıyı bile
atladığımı sanmıyorum. Yalnızca bir sorun vardı: ilk bu­
luşmamızdaki büyük öfkesinden sonra Santibdfiez'i iç kale­
nin kuzey tarafındaki odamda benimle bir kez daha buluş­
maya nasıl ikna edecektim? Onu bulmak için camiye gide-
Harcmağasının Sırrı 1 15

cek ve yaptığım suçlamalardan pişman olduğumu göstere­


cektim. Onurunu ilgilendiren bir konuda konuşmak iste­
diğimi bir şekilde anlamalıydı, ama onu açıkça suçlamaya­
caktım. . . Suçsuzluğuna inanıyormuş gibi davranacaktım.
Her şeyin buna bağlı olduğuna inanıyordum. ilk seferinde
oldukça kaba davranmıştım. Benim odama gelinceye kadar
durdurulmaması için de gerekli emirleri verecektim. . .
Fernando okumayı bıraktı.
-Devam et, dedi Hantal.
-Burada bitiyor efendim.
-Nasıl? Kahretsin! Burada bitiyor mu?
-Evet baba.
Doktor bittiğinden emin olmak için Fernando'nun
kucağında duran sayfaları hızla kaptı.
-Ama en önemli bölüm eksik! Sudri'nin hazırladığı
planı açıkladığı kısım . . . Şu uğursuz odada yapmayı dü­
şündüğü şey. Ah Allahım! Ertesi gün devam etmek için
yazmayı bırakmış. Ama ölümü buna olanak vermemiş . . .
-Efendim, sanıyorum ki. . . . , sanıyorum ki burada yete­
rince dehşet verici olay anlatılmış. Bence . . .
-Söyle.
-Pekala, bence arkadaşınız Rodrigo suçlu . . . Büşra ile
ilgili konuda.
Hantal başını ellerinin arasına almış bir halde gözleri­
ni yere dikmiş düşünüyordu.
-Allah, Allah! Aklıma çok kötü düşünceler getiriyor-
1 16 Jose Luu Velasco

sun Fernando. Fark ettim de . . .


-Neyi? Benim düşündüğümü mü?
-Se� ne düşünüyorsun? diye sordu Hantal, her za-

man olduğu gibi oğlunun zekasını sınamak için.


-Efendim, şey. . . Rodrigo'nun Sudri'yi o odada öldür­
düğü kesin.
-Tamam. Bu sonuca nasıl vardığını açıklar mısın?
Harcnuğ2sının Sırrı 1 17

11
Ş öyle. . . Sudri, arkadaşınıza tuzak kurmak için her türlü
ayrıntıyı planlamıştı. Demiş ki . . . Burada yazmış: "Ölüm
her şeyi çözümleyecek." Sanırım �°";udri Rodrigo'yu bu
odada öldürmeyi planlıyordu. Cesedi yok etmek için de
bazı planlar yaptığına eminim . . . Ne olduysa Rodrigo
kendini savunurken oldu. Belki dövüşmeye başladılar ve
arkadaşınız hançerini onun göğsüne saplamak zorunda
kaldı.
-Peki neden haremağası odanın kapısını kilitledi?
-Bence, Rodrigo'nun odadan kaçamaması için.
-Ya uyku ilaçlı börek?
Fernando birkaç dakika düşünüp taşındı. Bulduğu
çözüm yüzünü aydınlatmıştı.
-Tersi olamaz mı? dedi sonra.
-Ne demek istiyorsun?
-Belki de böreği Rodrigo getirmiştir.
-Rodrigo mu? Ama neden?
-Pekala, bakalım şimdi: Yanında hançerini de getir-
mişti. Belki de Sudri'nin kendisini bir kez daha suçla­
masından korktuğu için bu iki şeyi yanında getirdi. Ya da
kölenin kendisine bir tuzak hazırlayabileceğini düşün-
118 Josc Luis Vclasco

düğü için iki silahla geldi. Yani hançer ve börekle. Sudri


önceki gibi yine onu suçlarsa haremağasını börekle uyu­
tarak oradan_ kaçmayı düşünmüş olabilir. Belki de yal­
nızca olaylar kötü yönde gelişirse, haremağasına ikram
etmek üzere getirdi. Ama kapı kilitliydi ve aniden kavga
başlamıştı. Bunun üzerine Rodrigo onu öldürdü, odadan
çıkamayacağını fark edince de böreği kendisi için kullan­
maya karar verdi. Böreği Sudri'nin ikram ettiğini, yiyince
uyuya kaldığını söyleyecekti. Suçsuz görünmek için
böreği yedi ve gerçekten de uykuya daldı.
-Ah, bence bu son anlattığında oldukça fazla fantezi
var. Börek hakkında çok varsayım ürettin... Özet olarak,
yarın sabah erkenden Rodrigo ile, Sudri'nin öyküsünde­
ki konular hakkında görüşmekten başka çaremizin olma­
dığı kesin. Eğer Büşra ile ilgili olanlar gerçekse -ki bana
gerçek gibi geliyor- arkadaşımın hiç kurtulma şansı yok...
Allah, Allah! Bu adamın böyle bir şey yal:'ması ne kadar
'
korkunç!
Ertesi gün Hantal tam Rodrigo'nun evine gitmek üze­
re bahçe kapısını açmış çıkarken, iç kaleden gelen iki
haberciyle neredeyse çarpışıyordu.
-Ah efendim, birkaç dakika daha geç kalsaydık sizi
bulamayacaktık. ..
Hantal kaşlarını çatarak onlara baktı.
-Efendimiz Hakem'in bir emri mi var?
-Size onun bu mesajını getirdik.
Harcmağasının Sırrı 1 19

Mesajın yazıldığı, ipek kurdele ile bağlı mor parşö­


men rulosunu uzattılar.
Hantal hemen ruloyu açtı ve yalın bir dille yazılmış
mesajı okumaya başladı:
"inananların Emiri 'nin özel doktoru Bilge Hantal idris,
Bugün öğleyin Alondra çayırlığında yapılacak okçuluk
ve binicilik yarışmalanna benimle birlikte katılmanızı
arzu ediyorum.
Allah sizi korusun. "
Halifenin imzası ve mührü vardı. Hancal'ın yüzünden
ne kadar şaşırdığı belli oluyordu. Ama halifeden gelen bir
davet emir demekti. Bu da Rodrigo'nun evine yapacağı
ziyareti yarına enelemek zorunda olduğu anlamına geli­
yordu.
Doktor habercilere:
-Pekala, Yüce Efendimiz' e geleceğimizi bildirin, de­
di dostça bir ifadeyle.
Sonra, uyuyan Fernando'yu kaldırmak için söylene­
rek eve girdi.
-Uyan oğlum; halifenin düzenlediği bir turnuvaya
gidiyoruz.
Fernando gözlerini bir anda açtı ve yataktan fırlayarak
kalktı. B ir turnuva! Hiç turnuvaya katılmamıştı. Bu sa­
bah sürprizi en güzel düşlerden bile daha çekiciydi.
Sakin bir gündü. Vadi-i Kcbir'in sağ kıyısında yer
alan Alondra çayırlığında ise oldukça eğlenceli ve gürül-
120 Josı! Luis Vcl.asco

tülü bir hava vardı. Bütün Kunuba orada buluşmaya


karar vermiş gibiydi. Birkaç dövüş alanı hazırlanmıştı;
uzun boylu, iri yarı bir adanı dövüşün kurallarını anla­
tıyordu. Alanın bir yanında, halı kaplı dört basamakla
çıkılan, minderlerle dolu bir loca yükseliyordu. Burada
halife oturuyordu; sarayın ileri gelenleriyle çevrelenmişti,
en yakınında siyah ırktan korkunç görünümlü özel
muhafızı duruyordu. Herkes son derece şık giysiler için­
deydi, çadır bezinden büyük bir tente güneşten korun­
malarını sağlıyordu. Halifenin sağ yanındaki genç, oğlu
1. Ebulvalid'di. Emir sol tarafına Hantal'ın ve gölgesi
Fernando'nun oturmasını emretmişti. Her yer renkli
bayrak ve flanıalarla doluydu, köleler buzlu içecek dağıtı­
yorlardı. Bu buzlar kıştan beri buz kuyusu denilen yerde
saklanıyordu. Alanın öbür tarafında, halifenin tanı karşı­
sında Harem'deki kadınlar ve öteki soylu hanımlar,
yabancı bakışlardan korunmak için kafesli bir bölmenin
arkasında oturuyorlardı.
Halk, halifenin sağındaki alanda bulunan yarışmacı­
ların oyunlara katılmak için silahlarını kuşanıp giyinme­
lerini izliyordu. Seyirciler önlerde oturabilmek için bir­
birlerini itiyorlardı; içecek ve hediyelik eşya satıcıları da
kalabalığın arasında dolaşıyorlardı.
Trompeder çalmaya başlayınca uzun mızraklarıyla
otuz kadar süvari alana çıktı. Karşılarında oldukça uzak
bir yerde, Hıristiyan giysileri içindeki savaşçılar tarafın-
Harcmağasının Sırrı 121

dan korunan, tahtadan yapılmış surlara saldıracak gibi


görünüyorlardı. Hantal İdris böyle bir turnuvada hiç
bulunmadığı için neler olup bittiğini anlayamıyordu.
Savaşçıların tahta surlara saldırdığını ve izleyenlerin
heyecanla bağırmaya başladığını duyunca, anlam vere­
mediği bu manzara karşısında büyük bir hayrete düştü.
Ortadaki bir hakem, zaman zaman oyunu durdurarak,
surları savunanlarla saldıranların yerlerini değiştiriyor ya
da oyunculardan herhangi birini alan dışına çıkarıyordu.
Sonra eliyle bir emir vererek oyunu yeniden başlaayordu.
-Sıkıldığınızı görüyorum soylu Hantal, dedi halife.
-Efendim, aslında bu oyunun kurallarını hiç bilmi-
yorum, dolayısıyla neler olduğunu anlamıyorum.
-Sana açıklayacağım. Ama önce söyle, sevgili Sudri'-
nin ölümü hakkında yaptığın araştırmalar nasıl gidiyor?
-Gelişme kaydediyoruz efendim.
-Gelişmeler müvekkilin için olumlu mu, yoksa olum-
suz yönde mi?
-Henüz bundan emin değilim efendim.
Kalabalığın hep bir ağızdan bağırması, konuşmala­
rının yarım kalmasına neden oldu. Saldıran taraf olan
Müslümanlar oyunu kazanmışa benziyordu; savaşçılar­
dan biri halifenin bayrağını havaya kaldırmış, zafer işareti
yapıyordu.
Hantal, Rodrigo'nun evine girme umuduyla halifeye
dönerek:
122 Josı! Luis Vclasco

-Bitti mi efendim? dedi.


-Oo, hayır! Şimdi biniciler arasında mızrak dövüşü
başlayacak. . .
-Mızrak mı? Umarım birbirlerini yaralamazlar.
-Hayır, hayır. . . Bu kesinlikle yasaktır. Amaç, at üs-
tündeki biniciyi yaralamadan atındarı yere düşürmektir.
Yarışmacı başka hatalardarı dolayı da elenebilir . . . Sana
arılatacağım.
Oyunu izlemeyi sürdüren Harıtal, gösterinin güzelliği
karşısında hayrarı kalmıştı. Otuz iki binici yarışacaktı,
başlamadan önce dövüş alarıında bir tur attılar. Üstle­
rinde silahları, pelerinleri, başlıkları, tüyleri, armalarının
yer aldığı parlak kalkarıları vardı. İlk önce on altı kişi,
öteki on altı kişiyle dövüştü. Ortada bir hakem vardı.
Harıtal neye göre seçtiğini anlamıyordu ama, kazanarıı
belirlemek için yarışmacıların bir birine bir diğerine
bakıyordu. Daha sonra attan düşen biniciler elenmeye
başladılar. Bunu bizim doktor bile arılamıştı. Sek.ize
sekiz, dörde dört ve ikiye iki dövüştüler, Yarışma bütün
hızıyla devam ederken, Harıtal'ın gözü kalabalığın ara­
sına karışmış birine takıldı hayretle. Ayağa kalkmak için
duyduğu büyük isteğe karşın yerinde kaldı. Bu, mustarip
Rodrigo'ydu. Sapsarı suratına ve yorgun duruşuna kar­
şılık bu kadar çabuk iyileşmesi inarıılır gibi değildi.
Doktor bir arı, sırrındaki yaraların Rodrigo'ya ne kadar
büyük acı verdiğini düşündü. Ona yapılarılardan sonra
Harcmağasının Sırrı 123

turnuvaya katılması inanılır gibi değildi. Ancak aşağı


inerek onunla konuşması da olanaksızdı. İdris onun
insanüstü bir güç harcayarak buralara gelmesini sağlayan
nedeni hemen anlamıştı. Rodrigo'nun bakışları sürekli
olarak, arkasında Harem'deki kadınların durduğu
kafeslere takılıyordu. Bu, sevgilisi Süleyme'yi görebilmek
için yaptığı anlamsız bir hareketti.
Hantal, halife tarafından uyarıldıktan sonra dikkatini
yeniden yarışma üzerinde topladı. Dövüş alanında yal­
nızca iki binici kalmıştı. Alanda çıt çıkmıyordu. Yarış­
macılardan birinin miğferinde birkaç tavus kuşu tüyü,
ötekinde kırmızı cennet kuşu tüyleri vardı. Hakem işaret
etti, iki rakip atlarını mahmuzladı ve kalkanlarıyla iyice
korunarak ellerindeki mızraklarla birbirlerine saldırdılar.
Yalnızca çimenlerin üstünde koşan atların nal sesleri
duyuluyordu. Korkunç bir çarpışma oldu, insanın yüre­
ğini parçalayan bir haykırış duyuldu, binicilerden biri
atının eğerinden fırlamıştı. Yuvarlanarak düştü, yerde
kanlar içinde hareketsiz kaldı. Bu beklenmedik durum
karşısında endişeli mırıltılar yükseldi. Bir anda, Han­
tal' ın nereden geldiklerini fark etmediği birçok doktor,
yerde hareketsiz yatan adamın yanına doğru koşmaya
başlamışlardı. Doktorların hepsini tanıyordu. Bir süre
sonra halifeye yaranın ağır olduğu bildirildi. Hakem
doktorlardan birinin gelmesini emretti.
-Efendim, süvari Abdoğlu Valid'in mızrağı, Tavi-
124 Josı! Luis Vclasco

loğlu Medyan'ın göğsüne isabet ermiş. Yara ölümcül.


Hakem'in yüzünden ne denli öfkelendiği açıkça belli
oluyordu.
-Sürekli olarak yarışmacının karşısındakini yarala­
mamak için çok dikkat etmesi gerektiğini söyledim!
Olanları kendi gözlerimle gördüm. Abdoğlu Valid ka­
zanma hırsı yüzünden benim kurallarımı çiğnedi. Aile­
sinin kim olduğu, nereden geldiği hiç önemli değil, onu
derhal hapse atın!
Halife, oğlu ve orada bulunan soyluların tümü ayağa
kalktılar.
-Hepsi bitti mi efendim? dedi Hantal.
-Hayır, hayır. . . dedi Emir keyifsizce. Sırada en ilginç
olanı var: Okçuluk yarışması. Şimdi yarışmacıların güç
toplaması için ara vereceğiz.
Hantal kalabalığın arasına karışarak Rodrigo'ya, Sud­
ri'nin yazılarının bulunmasından sonra durumunun da­
ha da hassaslaştığını anlatmak istiyordu. Yarışma alanın­
dan birkaç metre ileride, üstü tenteyle örtülü, içi halılarla
kaplı, çok sayıda minder ve yer sofrasının bulunduğu bir
çadırda ziyafet yemekleri ve içecekler sunuluyordu.
Oldukça sıcak bir gündü, köleler tüyden yapılmış yel­
pazelerle soyluları sürekli serinletiyorlardı. Halk, yaklaşık
otuz metre ötede asker kordonuna karşın halifeyi ve sara­
yın ileri gelenlerini görebilmek için toplanmıştı.
-Hantal, az önce bana araştırmalarının nasıl gitti-
Haıcmapının Sırrı 125

ğinden henüz emin olmadığını söyledin. Bu ne demek


oluyor? diye sordu halife.
-Efendim, elimde bazı bilgiler var ama kesin bir so-
nuca ulaşabilmem için henüz yeterli değil.
-Ne tür bilgiler?
Fernando endişeyle babasının yüzüne bakıyordu.
-Efendim, bana araştırma yapmam için on gün ver-
miştiniz.
-Yalnızca dört günün kaldı . . .
-Evet, eğer elimdeki bilgileri ve ipuçlarını size şimdi
söylersem, hiçbir kesinliği olmayan, birçok yararsız bilgi
aklınızı karıştırmaktan başka işe yaramayacak. En iyisi bu
gereksiz konularla kendiniii yormayın. Kesin bir sonuca
ulaştığımda size her şeyi anlatacağım.
-Doğru yolda mı gidiyorsun?
-Öyle olduğunu düşünüyorum efendim.
-Mustaribi aşağıdaki kalabalığın arasında gördüm,
gözlerini Harem bölümünden hiç ayırmıyordu.
-Efendim, Süleyme'ye bakıyordu . . .
-Ah Süleyme. .. S üleyme. . . diye mırıldandı halife.
Sanki gördüğü güzel bir rüyayı anlatır gibiydi. Biliyor
musun, o hayanın boyunca gördüğüm en güzel kadın,
dedi.
Hantal gözlerini kısarak baka, o anda içi büyük bir
korkuyla dolmuştu. Bu sözler, bu bakışlar. . .
Öğleden sonra, trompetler dünyanın birçok yerinden
ıı6 Jost Luis Vclasco

gelen savaşçıların katılacağı okçuluk yarışmalarının başla­


mak üzere olduğunu duyurdu. Halifeliğin öteki eyaletleri
İşbiliye, Almerfa, Tuleytule, Gırnata ve Balansiya'dan
birçok okçu gelmişti. Aralarında Sarakusta' dan gelen
Abdoğlu Münir de vardı. Ağızdan ağıza bu adamın daha
önce hiç yenilgi almadığı konuşuluyordu. Bir ağacın en
ince dalını bile elli metre uzaktan okuyla ikiye ayıracağı
söyleniyordu. Hiçbir kuralın bulunmadığı bu yarışmaya
yüzden fazla yarışmacı katılıyordu. Herkes istediği ok ve
yayı seçebiliyordu. Hedef olarak kullanılan yuvarlak tah­
tanın üstü, ortasında yuvarlak kırmızı bir dairenin bulun­
duğu çuval beziyle kaplanmıştı. Tanı merkeze de siyah
bir daire çizilmişti.
Sarakusta'dan gelen yarışmacı attığı her oku hedefe
saplıyordu. Rüşdoğlu Yusuf adlı Kurtubalı da ondan geri
kalmıyordu. Halk kendi kentlerinden katılan yarışmacı­
ların her ok atışında kulakları sağır edercesine coşkuyla
bağırıyordu.
Sonunda alanda Kurtuba'dan ve Sarakusta'dan katı­
lan iki yarışmacı dışında hiç kimse kalmamıştı. İkisi de
oklarını nişanladılar, her iki atış da son derece başarılıydı.
Hangisinin daha iyi derece yaptığını anlamak isteyen ha­
kemler alana girerek hedeflere yaklaştılar, aralarında kısa
bir süre konuştular ve teatral bir üslupla, Sarakusta'dan
katılan Abdoğlu M ünir'in kazandığını açıkladılar. Halk,
Kurtubalı' nın yenilmesine karşın yarışmayı bileğinin
Harcınağasının Sırrı 127

hakkıyla kazanan Sarakustalı'yı coşkuyla alkışlamaya baş­


lamıştı. Abdoğlu Münir alkışlar ve övgüler arasında yarış­
ma alanının tam ortasına geldi. Dimdik durarak tezahü­
rat yapan halkı selamladı, daha sonra da sanki bir şey arı­
yormuş gibi bakınmaya başladı.
-Şimdi ne yapıyor efendim? diye sordu Hantal hali­
feye.
-Bu bir gelenektir, dedi Hakem. Turnuvanın galibi
oku ve yayıyla alanın ortasına gelir ve halkın; askerlerin
ya da soyluların arasından ona meydan okuyacak birinin
çıkıp çıkmayacağını bekler.
Ve tam o sırada bir borazan sesi duyuldu.
-Evet var, dedi halife memnun bir ifadeyle. Boraza­
nın çalması, Sarakustalı ile karşılaşmak isteyen birinin
bulunduğu anlamına geliyor.
Yarışın yapıldığı çayırlıkta çıt çıkmıyordu. Yarışmacı­
ların locasına bakan Sarakustalı bu beklenmedik rakibin
kim olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Bir süre sonra locaların yan tarafından bir yerden,
parlak, yağız bir ata binmiş, baştan ayağa simsiyah giysi­
ler içinde bir adam çıktı. Okçuların durmaları gereken
noktaya kadar mağrur bir edayla ağır ağır ilerlemeye
başladı. İzleyicilerin şaşkınlıkla "Aaaa! " diye bağırdıkları
duyuldu: Adam başını, yalnızca gözlerini açıkta bırakan
siyah bir maskeyle tamamen örtmüştü.
-Aa! İşte bu çok ilginç, dedi halife. Sanırım bu okçu
128 Jose Luis Vclasco

yüzünü yarışmanın sonunda açacak. Eğer açmazsa bana


karşı büyük kabalık yapmış sayılır.
-Efendim, kim olduğunu merak ermiyor musunuz?
diye sordu Hantal.
-Tabii ki merak ediyorum.
Adam atından inerek beklemeye başladı. Görevliler­
den biri ona ok ve yay getirdi. Sarakustalı şampiyon ona
doğru yaklaştı ve birbirlerini hafif bir baş hareketiyle
selamladılar. Yeni gelen okçu halkın heyecanlı ve meraklı
bakışları arasında elindeki beş oku hedefin tam ortasında
bulunan siyah noktaya attı. Sarakustalı da oklarını aynı
yere sapladı.
İki yarışmacı bir süre kendi aralarında konuştular,
hedeften on metre daha uzaklaşmaya karar vermişlerdi.
Bu kez yalnızca üç ok atacaklardı. Kalabalığın tezahüratı
eşliğinde maskeli adam başarısını tekrarladı; Sarakustalı
da ondan aşağı kalmamıştı.
İki yarışmacı hakemlerle konuşurlarken çevrede en
ufak bir ses bile duyulmuyordu. Hakemlerden biri elinde
bir sepet mandalina tutan köleye doğru yöneldi. Bir
başka hakem halka dönerek:
-Taş atmakta usta bir çocuğa ihtiyacımız var! diye
bağırdı.
Sol yanında bir kıpırdanma sezen Hantal, Fernan­
do'nun halifenin çevresindeki soyluların arasından fırla­
yıp yarış alanındaki okçulara doğru koştuğunu görünce
Harcmağ:lsının Sırrı 1 29

çok şaşırdı.
-Oğlun çok cesur, dedi halife. Bu iyi bir şey.
Fernando şampiyonlara yaklaştığında onlara büyük
bir hayranlıkla bakmaya başladı. Göz açıp kapayıncaya
kadar her şeyi incelemişti: Yayların iplerinin gerilerek
hazırlanmasını, okları, yarışmacıların pabuçlarını, güçlü
ellerini, geniş kemerlerini, hatta kokularını; Sarakusta­
lı' nın yüzüne sert bir ifade veren sakalını, maskeli yarış­
macının açık renk gözlerini. Yarışmanın hakemi anlat­
maya başladı.
-Sana "şimdi" dediğimde bu iki mandalinayı atabi­
leceğin en yüksek noktaya fırlatacaksın. Daha sonra iki
rakibe dönerek:
-Maskeli yarışmacı, sağ taraftaki sizin olacak. Abdoğ­
lu Münir, soldakine de siz ok atacaksınız. Hazır mısın
delikanlı?
-Evet efendim.
Bu iki yiğide birlikte yarışmada yer almak Fernan­
do' nun o güne değin yaşadığı en heyecanlı olaydı. Man­
dalinaları iyi atamamaktan çok korkuyordu.
-Başlıyoruz, dedi hakem. Bir, iki, üç. . . Şimdi!
Fernando kendi mahallesinde taş atmada en usta
çocuktu. Her iki mandalinayı da sağ eline aldı ve tüm
gücüyle atabileceği uzaklığa fırlattı. Mandalinalar ulaş­
tıkları en yüksek noktadan aşağı doğru düşmeye başla­
dılar, havada iki ok vızıltısı duyuldu. İzleyiciler, her iki
130 Josc Luis Velasco

okun da mandalinaların yere düşmesine yaklaşık üç


metre kala hedeflerine ulaştığını gördüler. Çayırı şaşkın­
lık nidaları kaplamıştı.
Ve yarışmacılar bir kez daha kendi aralarında konuş­
tular. Fernando onları heyecandan titreyerek dinliyordu.
Maskelinin ses tonu oldukça ciddi ve kibardı. Sarakustalı
bir köylüydü, sesi kaba ve ölçüsüzdü. Yalnızca bir man­
dalina. Kesin sonuca ulaşmak için buldukları çözüm yolu
buydu. Fernando tek bir mandalinayı tüm gücüyle hava­
ya fırlatacak, okunu isabet ettiren kazanacaktı.
Yarışmanın hakemi bu kuralı yarışmacılara bir kez
daha hatırlattı. Rakipler yaylarını gerdiler. Maskelinin
önceki atışlara göre yayını daha çok gerdiği görülüyordu.
Fernando dinlemeye başladı: "Bir , iki, üç. . . Şimdi!" Ve
bir kez daha mandalinayı tüm gücüyle fırlattı.
Herkes Sarakustalı'nın okunu maskeliden biraz daha
önce attığını fark etmişti. Maskeli okunu onun hemen
ardından fırlatmıştı. Şampiyonun oku öne doğru fırladı,
rüzgarı ön ve sağ tarafından alıyordu. Ama tam o sırada
maskeli adamın önceden hesapladığı belli olan olağa­
nüstü bir şey oldu. Onun oku Sarakustalı'nınkinden çok
daha hızlı gitmeye başladı, havada öteki oka yetişti, her­
kesin şaşkın bakışları arasında ona çarptı ve yönünü
değiştirdi. Bu engeli ortadan kaldırdıktan sonra, yere
düşmesine yaklaşık bir metre kalan mandalinaya
saplanıverdi.
Harcmapının Sırrı 131

Halife ayağa kalkmıştı. Tabii Hantal da. Maskelinin


rakibiyle kıyaslanamayacak ustalığı karşısında, halkın
bulunduğu bölümden kulakları sağır eden bir alkış sesi
yükseldi. Kadınlar bölümünün kafesleri arasından çıkan
beyaz eller rengarenk ipek mendiller sallamaya başladılar.
Galip, sakin sakin yeniden atına bindi. Halkın susmak
bilmeyen alkışları arasında bir şampiyonluk turu atıp ala­
nın tam ortasına geldi. Önce kadınların locasına döndü
ve onları kibarca selamladı. Ardından halifenin bulun­
duğu tarafa geldi, onu selamlamak için atının boynuna
kadar eğilmişti. Daha sonra zarif ve hızlı bir hareketle
yüzündeki maskeyi çıkardı. Kurcubalılar' dan hayranlık
ve şaşkınlık çığlıkları yükseldi. Halifenin yüz ifadesi hiç
değişmedi. Hantal gözlerini kıstı.
Bu adam, General Cemal Katip'ti.
132 Jose Luis Vclasco

12
B üyük Cami'nin karşısındaki boş araziden kulakları
sağır eden büyük bir gürültü yükseliyordu: Taş kıranlar,
biçim verenler, oyma ustaları durmaksızın yinelenen
metalik sesler çıkararak mermer blokları biçimlendirmek
için uğraşıyorlardı. Caminin her yanına yüksek ahşap
iskeleler kurulmuştu. Öküzlerin çektiği malzeme ara­
baları ağır yükleriyle sürekli gidip geliyor; ustabaşılar
işleri denetliyor, bazen müdahale ederek çeşitli emirler
veriyorlardı. Marangozlar, demirciler ve dökümcüler de
açık havada çalışıyorlar, onların aletlerinden çıkan sesler
de bu gürültülü konsere eşlik ediyordu. Sürekli olarak
" İlerleyin! Oradan uzak durun! Bu kalaslara dikkat edin!
Daha çabuk!" sözleri duyuluyordu. Büyük Cami, 1. Ab­
durrahman tarafından yaptırılmış, daha sonra il. Abdur­
rahman döneminde genişletilmişti. Şimdi de Hakem,
Kunuba nüfusundaki hızlı artış karşısında, üçüncü kez
genişletilmesini istemişti. On iki ek bölüm ve yeni bir
yüksek mihrap yapılacaktı.
Hantal İdris bu gürültülü yerden geçerek, yeni ta­
mamlanıp çatısı kapatılmış, içindeki iskeleler henüz kal­
dırılmamış karanlık bölüme geldi. Henüz çok erkendi.
Harcmağasının Sırrı 133

Rodrigo'yu aramak için evine uğramıştı ama ailesi onun


camiye gittiğini söylemişti. Yerinde duramayan yapısı
nedeniyle, sırrındaki ağrılara karşın gidip işine bir göz
atmak istemişti.
Hantal, sütunlu geniş mekana girdiğinde gözlerini
kısarak bakmaya başladı. Hoş bir loşluğu olan, ferah bir
yerdi. Birçok işçi içeri dışarı gidip geliyor, bazıları da
yüksek iskelelere çıkmış, tavana muhteşem tavan sfule­
melerini yerleştiriyor; çıkan gürültü kubbelerden yansı­
yarak çoğalıyordu.
Çalışanlara göz gezdirerek Rodrigo'nun orada olup
olmadığını anlamaya çalıştı. Sonunda onu arkası dönük
olarak bir sütunun ardında gördü. llk anda biraz şaşırdı:
Arkadaşı Müslüman giysileri giymişti ve yanında da bir
asker vardı. Yanıldığını düşünerek ona bir kez daha
baktı; hafif kamburluğundan ve ayağındaki aksamadan
onu hemen tanıdı. Yanındaki askere işin gidişi konusun­
da bilgi veriyor gibiydi. Hantal oldukça şaşırmıştı.
Harekeclerinde, sırrının ağrıdığını gösteren hiçbir belini
yoktu. Hatta harekecleri her zamankinden daha canlı ve
zarifti, tıpkı sağlıklı bir insana benziyordu. Ona doğru
gitmeye karar vermişken birkaç adım sonra yandan pro­
filini gördü. Bir an durakladı, yüz hacları mustaribe
oldukça benzemesine karşın onunkinden farklıydı.
Bunun nedeninin bulundukları loş mekan ya da arka­
daşının geçirdiği kötü günler olabileceğini düşündü.
134 J osı! -Luis Vclasco

-Rodrigo! diye seslendi.


Arkadaşı sandığı adam dönünce Hantal şaşkınlıkla
bakakaldı.
-Bana mı seslendiniz? dedi adam. Sanırım birine
benzettiniz.
Gerçekten bu adamla Rodrigo arasında büyük ben­
zerlik vardı, ancak o kesinlikle mustarip mimar değildi.
Ama genç general Cemal Katip olduğu kesindi.
-Ah, özür dilerim general. Sizi başka biri sandım . . .
-Siz İdris Ağa'sınız. Öyle değil m i ? Efendimiz'in
özel doktoru.
-Evet, öyle . . . Çok şaşırdım. Arkadan, hatta profil­
den bile tıpkı arkadaşıma benziyorsunuz. Kambur duru­
şunuz, ayağınızdaki hafif aksama. . .
-Ah! İşimin bana bir armağanı. Dizimde, katıldığım
savaşlardan birinden kalan eski bir yara var. Dizlerin
iyileşmesi zor . . .
-Evet, kesinlikle öyle . . . Allah yardımcınız olsun. Ben
arkadaşımı aramaya devam edeyim. Aaa! Birkaç gün önce
Kurtuba'ya gelişiniz göz kamaştırıcıydı. Aslında askeri
konulardan pek anlamam ama, bu denli uzun ve yorucu
bir yolculuktan sonra sizin ve askerlerinizin nasıl bu
kadar temiz ve düzgün olabildiğinizi anlayamadım. Bu
askeri bir disiplin mi? . . .
-Hah, hah, haa! diye güldü general. Hile var sayın
İdris. Hile var. Kurtuba'ya törenden üç gün önce gel-
Harcmağasının Sırrı 135

miştim ama kentin dışındaydım. Dolayısıyla temizlenip


hazırlanmak için yeterli zamanım vardı. Adamlarım da
iki gün önce gelip kentin birkaç fersah dışında kamp kur­
dular, bu süre içinde de gerekli hazırlıkları yaptılar.
Hantal'ın kaşları çatılmıştı, sanki aklındaki bazı
sorunlar çözümlenir gibiydi ama henüz tam sonuca ula­
şamamıştı.
-Sizi özellikle dün yapılan okçuluk yarışmasındaki
başarınızdan dolayı da kutlamak istiyorum, dedi. Daha
önce hiç bu kadar iyi bir nişancı görmemiştim . . .
General temkinli bir ifadeyle tekrar gülmeye başladı:
-Hah, hah, haa! Her zamankinden daha çok çaba
gösterdim. Benim için bir onur meseleseydi . . .
-Halifeyi etkilemek için mi?
-Aslında öncelikle halifeyi etkilemek için. Abartılı
bir harekede konuşmasını sürdürdü. Ama özellikle bir
kadını etkilemek içindi. Hah, hah, haa!
-Onu görebildiniz mi? diye sordu Hantal hemen.
-Hımın . . . Olabilir.
Hantal'ın gençliğinden beri karşısındakini kışkırtma
huyu vardı. Bu, birçok kez kötü durumlara düşmesine
neden olmuştu. Ağzından elinde olmadan bir cümle çıkı­
verdi.
-Aa! Demek Kurtubalı kadınlar arasında bir işığınız
var. . .
-Oo, efendi İdris! Böyle bir iddia soyluluğunuzla
136 Josc Luis Velasco

bağdaşıyor mu? Biraz cüredclr değil mi? diye yanıtladı


general. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı, ama açık
renk gözlerindeki ifade senleşmişti.
-Aslında general, ben bir aptalım. Böyle bir şeyi na­
sıl söylediğimi ve nasıl özür dileyeceğimi bilemiyorum . . .
-Beklentinizi anlayabiliyorum. Aşkla ilgili konular,
bilge bile olsalar insanlarda merak uyandırır . . .
-Evet, öyledir. . . İyi günler general. Ben arkadaşımı
arayacağım. Allah yardımcınız olsun. Tekrar özür dilerim.
Hantal caminin yalnızca yeni yapılan bölümlerini
değil, Hakem'den önce yaptırılan bölümleri de dahil
olmak üzere her yerini dolaştı. Ama Rodrigo hiçbir yerde
yoktu.
Almedina' daki pazar yerine geldiğinde öğlen olmuştu.
Güneş tam tepede olanca şiddetiyle parlıyordu. Pazarın
havası çok farklıydı; binlerce farklı ses yükseliyor, insan­
lar ve hayvanlar sürekli gidip geliyordu, neredeyse bayıl­
mak üzereydi. Aniden durdu.
Fernando ve Rodrigo ona doğru geliyorlardı. Çocuk
babasını öpmek için koştu. Rodrigo geride kalmıştı, yüzü
solgun ve oldukça yorgun görünüyordu. Hantal hızla
onlara yaklaştı.
-Sizi şeytanlar! Neden iznim olmadan evden çıkı­
yorsun? Bu yalnızca iyileşmeni geciktirir. Ayrıca dün seni
turnuvada görmediğim� de sanma. . .
-Ben iyiyim hocam. İlaçlarınız mucizeler yaratıyor.
Harcınağasının Sırrı 137

Bu sabah çok daha rahat hareket etmeye başladım. Az


önce Fernando'yla karşılaştık, birlikte yürüyorduk. Beni
aradığınızı söylediniz . . .
Hantal birden Rodrigo'dan birkaç adım uzaklaşarak
onu baştan aşağı dikkatle süzmeye başladı.
-Ne yapıyorsunuz baba?
-Düşünüyorum . . . Aklımdan geçen binlerce şaşınıcı
düşünceyi düzene sokmak istiyorum. Rodrigo, fiziksel
özelliklerinin ve dış görünüşünün uzaktan bir başkasına
inanılmaz derecede benzediğini biliyor musun?
M imar soran gözlerle ona baktı.
-Evet, o General Cemal Katib' e çok benziyor, dedi
Fernando.
-Aa! Senin de dikkatini çekmiş miydi?
-Evet, baba. Dün mandalinalara nişan alan iki okçu-
nun yanına gittiğimde maskeli olanın sayın Rodrigo
olduğunu düşünmüştüm. Dış görünüşleri aynıydı. An­
cak konuşmasını duyunca, onun başka birisi olduğunu
anladım. Benim de aklımdan birçok şey geçti . . .
-Benim de, dedi Hantal. Ama b u konu hakkında
sonra konuşuruz. . .
Hantal birdenbire Rodrigo'ya döndü ve gözlerinin
içine dikkatle baktı.
-Seninle acil olarak önemli bir şey konuşmalıyım.
-Sudri'nin ölümü hakkında mı? Efendim, halifenin
verdiği sürenin bitmesine yalnızca üç günümüz kaldı. . .
138 Jos� Luis Velasco

Çok korkuyorum.
-Evet, biliyorum. Bazı araştırmalar yaptım. Bak,
şuradaki tavernalardan birine gidelim . . . Orada rahatça
konuşaoileceğimiz odalar var.
-Şimdi tam yemek saati.
-Yemekte konuşabiliriz.
Konuşmak için seçtikleri oda, Hantal ve Fernando' -
nun yaşlı köleyle gittikleriydi. Dışarıdan kaba müşteri­
lerin sesleri duyuluyordu. Taverna sahibi yemeleri için
mercimek püresi ve sardalya buğulaması, Hantal için
portakal çiçeği şerbeti, Rodrigo için şarap, Fernando için
de badem şurubu getirdi. Güneşin bütün Kurruba üze­
rinde parladığı açık bir gün olmasına karşın tek bir
penceresi bile olmayan bu yerde karıdil yakılmak zorun­
daydı. Sesler yankılanmıyordu.
Yemeklerini yerlerken Hantal Rodrigo'ya, Sudri'nin
mektubundaki her şeyi anlam, bu arada mustaribin tep­
kilerini izliyordu. Rodrigo anlatılanları tek kelime söyle­
meden dinlemişti. Ama doktor öykünün sonuna geldiği
anda, dizginlediği aşırı öfke artık parlama noktasına
ulaştı. Gözleri irileşmiş, suratı kıpkırmızı olmuştu. Masa­
ya bir yumruk indirerek:
-Yalancı köle! Bunların hepsi uydurma! Beni haya­
tının son günlerine kadar bu masalı anlatarak bir ahtapot
gibi rahatsız etti. O deliydi! Bu Büşra ile hiçbir zaman
ilgim olmadı. Asla! Nasıl olsun? Hiç dikkat etmediniz mi
Haremağasının Sırrı 139

İdris Ağa? Bu kadını daha önce hiç görmedim. Onu, gece


yarısı kaleye girmeyi göze alacak kadar sevmem için daha
önceden tanıyıp işık olmam gerekmez mi? Nasıl? Söyle­
yin bana. . .
-Bana doğruyu söylediğin konusunda yemin ede­
bilir misin?
-Size binlerce kez yemin ederim. Bu öykü yalnızca
büyük bir şerefsizlik.
-Öyleyse Sudri yazılarında yalan söylüyordu.
-Hayır efendim. Yalan söylediğini sanmıyorum,
diye söze karıştı Fernando. Sanırım Sudri bu kadar yüz­
süzce yalan söylemeyecek kadar onurlu bir insandı.
-Hem de! boşu boşuna. Evet, ben de yalan söyledi­
ğini sanmıyorum.
-Siz neler söylüyorsunuz! Rodrigo neredeyse haykı­
rıyordu. Yani o yalan söylemiyorsa, Harem'deki köleyi
ziyarete giden kişi ben miyim? Hayır! B�n değilim!
Fernando ve Hantal aynı anda:
-Evet değilsin, dediler.
-Sizi anlamıyorum . . . Sizi hiç anlamıyorum.
-Aslında, dedi Fernando. Sonra babasının da "aslın-
da. . . " dediğini duyarak, ona saygısından hemen sustu.
Hantal sözlerini sürdürmedi, her zaman olduğu gibi
oğlunu sınamak istiyordu.
-Sen söyle Fernando. Belki her ikimiz de aynı şeyi
düşünüyoruz . . .
140 Jos<! Luis Velasco

-Aslında efendim, ben . . . Sudri'nin yalan söylediğine


inanmıyorum. O, kişilerde yanılmıştı.
-Doğru! dedi Hantal büyük bir sevinçle.
Fernando devam etti::
-Sudri geceleri saklandığı yerden yalnızca bir gölge
görmüştü. Bir kez ay ışığında onun profilini görebilmişti
ama. . .
Fernando, bulundukları odanın kapısının çalındığını
duyarak konuşmasını kesti. Üçü de birbirlerine baktılar.
-Giriniz! dedi İdris.
Hepsi çok şaşırmıştı. Kapı yavaşça açıldı ve zenci bir
köle usulca başını uzam. Bu, Hantal'a birçok şeyi itiraf
eden adamdı.
-Ah, sen misin? Ne istiyorsun? dedi doktor.
-Efendim, söz verdiğiniz şeyi almak için evvelki gün
evinize geldiğimde bana çok cömert davranmıştınız. Yine
aynı şeyi yapabileceğinizi düşünüyorum. Ben yaşlı ve . . .
-Haydi, hikaye anlatmayı bırak da konuya gel. Bana
anlatacağın başka şeyler mi var?
-Öyle olduğunu sanıyorum efendim.
-Otur, yerken anlatırsın! Bana yaşlı biri olduğunu
tekrarlama, bunu biliyoruz. Eğer gerçekten önemli bir
şey anlatırsan ödülünü alacaksın.
Kureyş adlı zenci köle sakince masaya oturdu ve biraz
buğulama aldı.
-Efendim, bu kez size açıklayacaklarım zavallı Sudri
Harcmapının Sırrı 141

ile ilgili değil. Belki bir açıdan, ama bilemiyorum . . Arka­


.

daşınız sayın mustaribi yakından ilgilendirecek şeyler


anlatacağım.
-Nedir? Rodrigo çok heyecanlanmıştı.
-Bilemiyorum belki biraz üzülebilirsiniz efendim . . .
-Haydi, konuş anık!
-Sizin sözlünüz güzel S üleyme ile ilgili bir konu . . .
Rodrigo'nun yüzü sapsarı olmuştu.
142 Josc Luis Vclasco

13
Rodrigo, sözlüsünün adını duyunca dilsizmiş gibi kala­
kaldı. Onun yerine Hantal, Kureyş'i konuşmaya zorladı.
-Haydi, konuş artık. Süleyme'ye ne olmuş?
Gözlerinin beyazı, yüzünün siyahlığından dolayı kır­
mızı görünüyordu.
-Ah efendiler! Ben efendimizin gözdesi Büşra'ya hiz­
met ediyorum; daha önce de anlattığım gibi onun gizli
işlerini yapıyorum.
-Evet, evet, devam et.
-Aslında, bana ve ona yakın· öteki kölelere göre, sizi
temin ederim ki . . ., sizi temin ederim ki, ulu efendimiz
büyük bir halifedir, ama bütün insanlar gibi o da insan­
ca duygulara sahiptir. Genç Süleyme'yi ilk gördüğü an­
dan itibaren ona tutkulu bir aşkla bağlanmış. Dedikle­
rine göre, bu tutku yüzünden geceleri uyku bile uyuya­
mıyormuş.
Rodrigo fırlayıp köleyi giysisinin yakasından yakaladı:
-Sen neler diyorsun alçak herifl dedi.
-Ah efendim! Ben size bir şey yapmadım . . . Yalnızca
bildiklerimi anlatıyorum. Efendim Büşra bu konuyu
herkesten daha iyi biliyor. O bir panter kadar vahşidir ve
Harcmağasının Sırrı 143

sözlünüze zarar verecek her şeyi yapabilecek güce sahip­


tir . . .
-Neler oldu? dedi Rodrigo kükrercesine. Benim
Süleymem halifenin bu duygularına nasıl cevap verdi?
-Efendim sizi temin ederim ki o yalnızca sizi sevi­
yor. Emirimiz'in ona sunduğu bütün hediyeleri ve baş
başa görüşme teklifini reddetti, ona sunulan hiçbir şeyi
kabul etmedi. Hatta tehlikeli olacak derecede hırçın dav­
randığını söyleyebilirim. Ulu efendimiz önemsenmemeyi
asla kabul edemez ve bu kız. . .
Rodrigo'nun gözleri her açılıp kapanışında, sanki de­
lice projeler üretmek için çalışan bir makine gibi yüzlerce
farklı noktaya bakıyordu.
-Emin misin? Söylediklerinin gerçek olduğundan
emin misin?
-Hangisinden efendim?
-Süleyme'nin halifenin sunduğu her şeyi reddetti-
ğinden.
-Eminim efendim. Eğer başka türlü olsaydı, efen­
dim Büşra bilirdi.
Rodrigo sustu; yüzünde gergin bir ifadeyle gözlerini
masaya dikmişti.
Hantal zenci köleye dikkatle bakarak:
-Saprutoğlu Samuel'i kim öldürdü? diye sordu bir­
denbire.
-Ah efendim, beni buna karıştırmayın. Hiçbir şey
144 Jos� Luis Vclasco

bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum; yemin ederim hiçbir


şey bilmiyorum.
-Sudri'nin yaşlı Yahudi'nin evine gittiğini ve onun­
la arkadaş olduğunu efendine anlatan sensin, dolayısıyla
ona ne olduğunu bilmemen çok şaşırtıcı . . . Sen her şeyi
biliyorsun.
-Ama bunu değil. Yemin ederim ki bilmiyorum.
İnanın bana efendim, Büşra'nın emriyle yainlmış ola­
bilir, evet. . . ama benim bir şeyden haberim yok. İnanın
bana. Ne kadar cömert olduğunuzu biliyorum, size yalan
söylemiyorum. Ş imdi. . . şimdi gitmek zorundayım.
Burada daha fazla kalmamalıyım. Güvende değilim
efendim . . . Çok korkuyorum. Aynı şeyin bana da yapıl­
mayacağını kim garanti edebilir? Ne zaman . . . , evinize ne
zaman uğrayabilirim? Biliyorsunuz. . .
-Yarın.
Kureyş başka bir şey söylemeden odadan çıkıp gitti.
Rodrigo bir süre kölenin çıktığı kapıya deli gözlerle
baktı. Sonra aniden oturduğu sandalyeden kalkıp kapıya
doğru fırladı.
-Bekle! Bekle! Seninle konuşmalıyım! diye bağırdı.
Bir anda gözden kayboluvermişti. Hantal ve Fernan­
do birkaç saniye boş gözlerle bakıştılar. İlk tepki doktor­
dan geldi.
-Arkasından gidelim! Bu adamın durumunu hiç iyi
görmüyorum. Bir delilik yapacağa benziyor.
Harcmağasının Sırrı 145

Tam o sırada kapıda yemeğin parasını almak ıçın


gelen taverna sahibi belirdi. Doktor, giysilerinin arasında
oldukça sinirli hareketlerle, beceriksizce para kesesini ara­
maya başladı, bulunca da içinden bir miktar bakır para
çıkardı. Parayı adamın yağlı ellerine uzattı; o parayı saya­
na kadar da zaman kaybettiler.
Odanın dışında sanki bağırışma yarışması yapar gibi
toplanmış serserilerin arasından geçerek pazara çıktılar.
Yemek saati olduğundan çevrede çok az insan vardı.
Rodrigo ve köleyi bulabilmek için bütün meydanı çarça­
buk gözden geçirdiler. Ama onları hiçbir yerde göreme­
diler.
-Fernando, sen görebiliyor musun?
-Hayır efendim.
-Bir koşu, meydana açılan dön sokağa da bakıver!
Fernando dört sokağı baştan sona uçarcasına koştu.
Vahşi bir tavşan gibi koşuşturmuşcu, ama onlara rastla­
yamadı. Soluk soluğa babasının yanına döndü.
-Yoklar efendim. Orada olmaları gerekirdi. Ama
meydanda da, sokaklarda da yoklar. . .
Hantal bir süre düşündü.
-Herhalde bir yere girdiler. . . Demek ki gizlendiler.
Bu da demektir ki Rodrigo benden gizli bir şeyler plan­
lıyor.
-Kesinlikle öyle baba.
1 46 Joı;e Luis Vclasco

G ünün sonunda, Fernando ve Bilge İdris, akşam ye­


meklerini sakince yediler ve kol kola aşağıdaki mahzene
inerek dağınık bir masada karşı karşıya oturdular.
Konuşmalarının bir tek kelimesinin bile Huki tarafından
duyulmaması için kapıyı kapayıp kilitlediler. Hava
kararana dek bütün öğleden sonra Rodrigo'yu bulmaya
çabalamaları sonuçsuz kalmıştı. Pazarın çevresine bak­
tılar, ailesinin evine ve camiye gittiler ama sanki yer yarıl­
mış mustarip içine girmişti. Sonunda onlar da evlerine
dönmüşlerdi. Şimdi mum ışığında, bu garip kayboluşun
karanlıkta kalan yönlerini konuşuyorlardı.
-Artık Rodrigo'yu düşünmeyi bırakalım, dedi Han­
tal. Eğer o kendi mahvına neden olacak şeyler yapıyorsa,
bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Biz kendi yolumuzda
devam edelim; bugüne dek Sudri'nin ölümü hakkında
neler öğrendiğimizi gözden geçirelim.
-Nereden başlayacağız?
-Sudri'nin Büşra'nın odasına girerken gördüğü kişi-
den.
-Efendim, bana her ikimiz de aynı şeyi düşünüyor­
muşuz gibi geliyor.
-Evet.
-İkimizin de düşündüğü şu: Bu kişinin General
Cemal Katip olması mümkün mü? Ben de tıpkı sizin gibi
bir an bu adamın Rodrigo olabileceğini düşündüm, üste-
Haremağasının Sırrı ı47

lik de gün ışığında. . . Tabii, sesini duymayıp, yüzünü de


görmezseniz. Ama her ikisinin de dış görünüşleri tama­
men aynı. Sudri'nin yanılması daha kolaydı, çünkü bu
mütecaviz Harem'e girdiğinde ortalık karanlıktı.
-Güzel. Ben bu mütecavizin General Cemal Katip
olduğuna neredeyse eminim. Büşra'nın odasına giren ve
bunu birçok kez tekrarlayan kişi Katip'ti.
-Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz efendim?
-Çünkü Rodrigo'nun Büşra'yı görüp tanıyabilmek
için gerçekten fırsatı yoktu. Hele ona aşık olacak kadar
tanıması olanaksızdı. Hakem tarafından düzenlenen ve
Harem' deki bazı kadınların örtülü olarak izledikleri bir
eğlenceye katıldım. General de oradaydı. Onun, benzer
birçok kutlamaya katıldığına eminim.
-Ama efendim, nasıl samimiyet kurabilirler? Bu tür
toplantılarda kadınlar kadınlarla, erkekler erkeklerle
oturmazlar mı? Hatta oturdukları yerler arasında biraz da
mesafe bırakırlar. . .
-Ah! Henüz aşk oyunlarından anlamayacak kadar
gençsin. Önce anlamlı birkaç bakış, sonra sırdaşlar aracı­
lığıyla ulaştırılan aşk dolu bir mektup veya not . . . Ardın­
dan general tarafından yine gizlice verilen bir hediye . . .
Bir randevu ayarlayana kadar b u böylece sürer. Sudri'nin
notlarından anladığımız kadarıyla Büşra onun rahatça
içeri girebilmesi için nöbetçileri satın alıp, haremağa­
larını da olabildiğince uzakta tutuyormuş. Zaten Sud-
148 Josc Luis Vclasco

ri'ye de rüşvet vermiş.


-Öyleyse efendim, Büşra'yı ziyaret eden hainin Ce­
mal Katip olduğundan eminsiniz?
-Hemen hemen.
-Ama bir şey daha var baba. Sudri'nin yazılarında
anlattığı gibi bu ziyaretçi Büşra'nın odasına en son geldi­
ğinde, general daha Kurtuba'ya girmemişti. Bu, onun
suçsuz olduğunu gösterir.
-Hayır, hayır... Cemal Katip kentin yakınlarına res­
mi tören yapılmadan üç gün önce gelmişti.
-Ah! Öyle mi? Nereden biliyorsunuz? diye sordu
Fernando büyük bir şaşkınlıkla.
-Bu sabah camide bana kendisi söyledi.
Hantal oğluna çabucak o sabah camide geçen konuş­
maları anlattı. Sonra devam etti:
-Böylece günün birinde general, buluşma teklifini
reddedemeyip Büşra'yla <laha da yakınlaşmak için kaleye
gitmiştir. Bir şey daha var: Sefer üç ay sürdü. Bu da
Sudri'nin ziyaretçinin gelmediğini belirttiği süreye tam
olarak uyuyor.
Fernando sustu. Sonra aklına yeni bir düşünce gelmiş
gibi konuşmaya başladı.
-Efendim, öyle ya da böyle yine başladığımız yerde­
yiz. Büşra'yı ziyaret edenin Cemal Katip olması, onun
Sudri'yi öldürdüğü anlamına gelmez. Baştan başlayalım.
Ölü haremağasıyla aynı odada kilitli bulunan kişi Rod-
Han:ınağasının Sırrı 149

rigo'ydu. Sudri'nin göğsüne saplanan hançer de onundu.


-Ne yazık ki öyle. Sudri tarafından Cemal Katip'le
karıştırılıp suçlanan ve izlenen oydu. Rodrigo onu bu
kapalı odada öldürmüş olabilir.
Ahşap bir masada karşı karşıya oturuyorlardı. Masa
toz içindeydi, üstünde kağıtlar, kitaplar, cetveller, tüy
kalemler, kirli bir cam .. Kağıtların üstünde Rodrigo'nun
.

Hantal tarafından birkaç gün önce oraya bırakılan han­


çeri duruyordu. Hancal onu eline aldı ve sap kısmındaki
zedelenmeyi inceledi.
-Sanki bir çekiçle vurulmuş gibi ... dedi kendi ken­
dine.
Fernando, mum ışığında babasını izliyordu.
-Rodrigo'ya göre bu zedelenme suçun işlendiği öğle­
den sonra olmuş, ama nasıl olduğunu bilemiyor, uyuyor­
muş. Acaba bunu Sudri'ye bir çekiçle mi sapladılar?
-Böyle bir şey olamaz, dedi Fernando.
-Ben de olamayacağını düşünüyorum. Ama... Yarın
Rodrigo'yu bulduktan sonra, suçun işlendiği odaya tek­
rar gitmek istiyorum. Biraz daha bakmalıyım. Haydi, ar­
tık yatalım, uykum geldi. Senin uykun gelmedi mi daha?
-Gözlerim kapanıyor efendim.

Fernando çok yorgun olmasına karşın yattığı yumuşak


postun üstünde uzun süre dönüp durdu. Peş peşe yaşa-
1 50 Jos� Luis Vclasco

dığı olaylarla ilgili tuhaf düşler görüyordu. Kureyş'in


yüzü, tavernadaki oda, Rodrigo'nun mahkemesi sırasın­
da söylenenler, halifenin o geceki hali ve General Cemal
Katip'in Kurtuba'ya geliş töreni . . . Suçun işlendiği odada
yatan Sudri'nin kazınmış solgun kafası ... Alnındaki sarı
leke. Farkına varmadığı ve duymadığı daha birçok şeyi
görüyordu.
Aniden yatağında doğrularak oturdu. Nefes bile alma­
dan, ay ışığının aydınlattığı pencereye baktı. Cama sanki
b � r şey atıldı gibi gelmişti. Bunun uykusunda mı, yoksa
gerçekte mi olduğunu anlayamıyordu. Korkudan gözle­
rini kocaman açarak beklemeye başladı. Ses iki-üç kez
daha tekrarlanmıştı, korkudan kıpırdayamıyordu. Birisi
bahçe duvarından atlayıp onun penceresinin yanına gel­
mişti. Tam bağırmak üzereydi ki bir ses duydu.
-Fernando! Fernando! Benim ... Rodrigo. Baksana.
Çocuk telaşla pencereye doğru gidip açtı. Karşısında,
arkasından ay ışığı vuran bir gölge vardı.
-Fernando, sana çok acele ihtiyacım var... Şimdi ...
Giyin ve benimle gel. Baban hiçbir şey bilmemeli. Haya­
tım buna bağlı.
Fernando titriyordu.
-Ama efendim, bunu yapamam...
-Allah aşkına. Ayaklarına kapanıyorum. Yemin ede-
rim ki sana ihtiyacım var. Benim için hayatımı borçlu
olduğum bir dostum olacaksın. Lütfen acele et!
Harcınağasının Sırrı 151

-Ama efendim, nereye gideceğiz?


-Sana yolda anlatırım. Zamanımız yok. Ulu Tanrı
adına biraz çabuk ol!
Rodrigo'nun sesi Fernando'da büyük bir merhamet
duygusu uyandırmıştı. Bir anda kendisini, neden yaptı­
ğını bilmeden hızla hazırlanırken buldu. Aı sonra, mus­
tariple birlikte karanlık bahçeden geçerek bahçe duvarına
doğru yürüyorlardı. Dışarıda serin bir rüzgir esiyordu.
Fernando duvara asılı bir merdiven gördüğünde çok
şaşırdı. Rodrigo diğer tarafta bulunan birinin onayını
almak için merdiveni birkaç kez çekti. Yukarı çıktıkla­
rında Fernando dışarıyı gözleyeni hemen tanımıştı. Bu,
zenci köle Kureyş'ti.
152 ]os� Luis Vclasco

14
Karanlıkta aceleyle dış surlara doğru ilerlediler. Rüzgar,
Despefiaperros yönünden ıslık çalarak ve önüne çıkan
hafif şeyleri uçurarak esiyordu.
-Nereye gidiyoruz efendim? diye sordu Fernando
huysuzlanarak.
-İç kaleye.
-Neden efendim?
-Süleyme'yi alacağım. Onun orada, halifenin kap-
rislerine katlanmasına dayanamam.
Fernando bir an durakladı, şaşkınlık ve korkudan
donup kalmıştı. Ay ışığında endişeden irileşmiş parlak
gözleri görülüyordu.
-Haydi, yürü! dedi Rodrigo.
-Ben gelmiyorum efendim. Bu, sizin Harem'e gire-
ceğiniz anlamına mı geliyor?
-Evet öyle, bunun için de sana ihtiyacım var.
Rodrigo birkaç adım geriledi, sonra Fernando' nun
kolunu çekerek onu yürümeye zorladı.
-Ama efendim. Bu söylediğinizi yapmak olanaksız,
her yerde askerler ve nöbetçiler olacaktır. . . Öleceğiz.
Kureyş'in "ben hepsini düşündüm," diyen sesi du-
Harcmağuının Sırrı 1 53

yuldu.
Fernando iki adamı izliyordu, artık konuşmuyorlardı;
attığı her adımda aklından, onları şaşırtıp evine kadar
koşabileceği düşüncesi geçiyordu.
Önceden karar verdikleri gibi, kenti çevreleyen surla­
rın dışından dolaşarak iç kaleye yaklaştılar. Sarayı dıştan
çevreleyen surlarla kent surları bu kesimde birleşiyordu.
Burada yalnızca ıssız bir arazi vardı. Bir süre sonra Rodri­
go aniden durdu.
-İşte burası. Altı ay kadar önce halifenin emriyle
surun bu bölümünü onarmıştım. Buralarda henüz ona­
rılmamış bir yarık olmalı. Oradan bir adam zorlanarak
içeri girebilir. Üstelik nöbetçi de yok.
Rodrigo surları eliyle yoklamaya başladı, bir süre son­
ra aradığını bulmuştu.
-Görüşmek üzere Kureyş. Yapman gereken her şeyi
biliyorsun. Fernando, sen benimle gel.
Çocuk artık kaçmayı düşünmüyordu. Mimarın gözü­
nün ne denli karardığını anlamıştı ve kaçmaya çalışsa da
Rodrigo'nun onu zorla alıkoyarak istediğini yaptıraca­
ğından emindi.
-Elini bana ver ve beni dikkatle itle.
-Öleceğiz efendim.
Surdaki karanlık dar yarıktan geçerken giysileri yırul­
mış, ciltleri berelenmişti. Yarığın içinde böcek ve fare ses­
leri duyuluyordu.
1 54 Jos.! Luis Vclasco

-Geçmek. . . , geçmek üzereyiz.


Surdan geçmeyi başardıktan sonra kendilerini uzun
yabani otlardan oluşan bir çalılığın içinde buldular.
Bitkilerin dalları arasından iç kalenin arka cephesi görü­
lüyordu. Birkaç pencereden titrek mumlardan yayılan
hüzünlü ışıldar yansıyordu. Ötekiler karanlıktı.
-Şimdi, kimse bizi fark etmeden çalılığın içlerine
doğru yaklaşık yirmi adım kadar yürümeliyiz, dedi Rod­
rıgo:
-Neden?
-Şimdi anlayacaksın.
Bu kısa mesafeyi geçebilmek için oldukça zaman kay­
bettiler, en ufak bir ses bile çıkarmamak için çok dikkatli
ve yavaş yürüyorlardı. Bir süre sonra durup çalılıkların
arasına saklandıklarında Rodrigo:
-Bak, şu karşıdaki kapıyı görüyor musun? Harem'e
çıkan merdivenler işte hemen onun ardından başlayan­
larmış, dedi Fernando'ya.
-Fenerli iki nöbetçi var efendim.
-Gece devriyeleriyle sağır dilsiz haremağasından baş-
ka karşımızda bir engel daha var. Beni iyi dinle.
-Evet. .. Evet, sizi dinliyorum. Bu dünyadan ayrıl­
madan önce dua ediyordum efendim.
-Pöh! Bak şimdi. Kureyş bana her şeyi en ince ayrın­
tısına kadar anlattı ve gerekli hazırlıkları yapmak için de
gün boyu koşuşturdu. O, Büşra'yı ziyaret eden adamın
Harcmağasının Sırrı 155

bu akşam yukarıya çıkacağını da biliyor. Bu nedenle


hemen harekete geçmeye karar verdim.
-Bu adamın içeride olması daha kötü değil mi?
-Hayır, çok daha iyi. Büşra bir buluşma ayarladığı
zaman Harem'deki bütün koridorların bir çöl kadar ses­
siz olmasını sağlıyor. Nöbetçi hadımlara ve uşaklara
rüşvet vererek görev yerlerinden ayrılmalarını, randevu­
laştığı odanın çevresinde hiç kimsenin kalmamasını
sağlıyor. Böylece gizli ziyaretçiyi de kimse fark etmiyor.
Karşımıza bir koridor çıkacak. Kureyş tarafından haber­
dar edilen Süleyme bu koridorun sonundaki perdenin
arkasında beni bekleyecek. Hiç kimse bulunmayacak...
Bir tek Büşra'nın odasının girişindeki perdenin karşısın­
da nöbet tutan sağır dilsiz haremağası olacak.
-Neden?
-Olağanüstü bir şey olursa hanımına haber vermek
ıçın.
-Yani girişteki iki nöbetçiyi ve sağır dilsiz harema­
ğasını etkisiz duruma getirmemiz gerekiyor.
-Evet. Ayrıca gece devriyelerine dikkat etmeliyiz.
On iki asker sürekli olarak sarayın çevresinde, bir önceki
devriyelerden bilgi alarak dolaşıyorlar, onlar da bizi fark
etmemeli. Kureyş bina çevresinde bir turun yarım saat
sürdüğünü söyledi. Şimdi burada devriyelerin merdiven­
lere açılan kapının yanından geçip gitmelerini bekleye­
ceğiz. Biraz uzaklaştıklarında hemen harekete geçeceğiz.
1 56 Josı! Luis-Vclasco

-Benim ... , benim ne yapmam gerekiyor?


-Beni iyi dinle.
Fernando ve Rodrigo'nun çalılıklar arasında gizlen­
melerinin üzerinden henüz on beş dakika bile geçme­
mişti ki, binanın köşesinde gece devriyeleri göründü.
Dörder kişilik üç sıra halinde yürüyen on iki askerdiler.
Fenerleri, palaları, okları ve kalkanları vardı. Merdiven­
lere açılan kapının önünden geçip binanın öteki tarafına
doğru karanlığın içinde kayboldular.
-Şimdi! dedi Rodrigo.
-Ama, efendim ... Ben ...
-Allah aşkına gidelim!
Fernando otların arasında sürünerek karşıdaki kapıya
doğru ilerlemeye başladı, gürültü çıkıp çıkmaması umu­
runda değildi. Bir süre sonra çalılık bitti ve binaya kadar
ın.anan düz arazi başladı. Fernando tam burada durup
yere yattı, c_::o k acı çekiyormuş da bağıramıyormuş gibi
inlemeye başladı. Çalılıkların arkasında saklanan Rodri­
go ona çok yakındı. Elinde üstü deriyle kaplı mecal bir
ağırlık vardı.
Kapının önündeki iki nöbetçi Fernando'nun sesini
duyarak ona doğru baktılar ve inlemelerin geldiği yeri
işaret ederek aralarında konuştular. Bir süre sonra, Fer­
nando'nun kıvrandığı yere doğru büyük bir dikkatle
yavaşça ilerlemeye başladılar. Her ikisinin de ellerinde
palaları vardı; biri feneri taşıyordu. Çocuk gittikçe yakla-
Harcmapının Sırrı 1 57

şan ayak seslerini duyuyordu. Korkudan sesi kesilmişti.


Rodrigo'nun:
-Haydi inlemeye devam et! diye fısıldadığını duydu.
, -Ahhh! Offi1 Ayyy! Üffi1, diye titrek bir sesle inle-
meyi sürdürdü Fernando.
Ve aniden bir el içinde bulundukları çalılıkları ara­
ladı. İki gölgeyi ve bir fenerin göz kamaştıran ışığını
gördü. Yavaşça bağırdı. Tam o anda tok bir ses duydu;
birinin kafasına taş atıldığında çıkan sese benziyordu.
Gölgelerden biri yere düştü. Öteki nöbetçiyi de bekleyen
bir sürpriz vardı. Rodrigo adamın arkasına geçmek için
yıldırım gibi fırladı. Birkaç saniye içinde mustaribin
hançeri nöbetçinin boğazına dayanmıştı.
-Sessiz ol! Eğer tek kelime edersen boğazını keserim!
Fernando yattığı yerden doğrulmuştu. Rodrigo'nun
taşıdığı heybenin içinden çabucak bir ip çıkardı, adamın
ellerini ve ayaklarını bağlamada ona yardım etmeye
başladı. Mustarip, paçavrayla tıkamak için, nöbetçiyi
ağzını açmaya zorladı. Sonra da ağzını bir bezle sıkıca
bağladı. Kullandıkları bütün eşya Rodrigo tarafından
önceden hazırlanıp heybeye konmuştu. Baygın nöbetçiyi
de aynı biçimde bağladılar. Her ikisini çalılıkların arasına
kadar sürükleyip gizlediler.
Rodrigo uyanık olan nöbetçiye:
-Yakınlarda gizlenen başka biri daha var. En ufak
gürültüde veya en ufak harekette buraya gelip boğazla-
1 58 Josc Luis Vclasco

rınızda birer kesik açacak. Anlıyor musun? diye yalan


attı. Gidelim Fernando!
Kapıyla aralarında kalan düz araziyi büyük bir hızla
koşarak merdivenlerden çıktılar. Fernando en üsttekin­
den bir önceki basamakta durdu. Süslü parmaklıkların
üstünden mavi ipek bir fular sarkıyordu.
-Yürü, yürü! diye bağırdı Rodrigo telaşla.
Fernando içinden gelen tuhaf bir dürtüyle fuları alıp
sakladı.
Harem'e açılan kapının önüne varınca bir süre kenar­
da durdular. Kureyş'e göre bu kapının ardında kavisli ve
altı sütunlu bir koridor vardı. Bu sütunların arasında,
birbirinden şık perdelerle ayrılmış bölümler yer alıyordu.
Silahlı, sağır dilsiz nöbetçi bu perdelerin birinin karşı­
sında oturuyor olmalıydı.
-Haydi gidelim Fernando! Sana söylediğimi yap.
Çabuk!
Çocuk, kapının kenarına iyice yaklaştı ve koridora
göz atabilmek için başını içeri uzattı. Sağır dilsiz hadımı
görmüştü; adam çok iriydi. Hadım bir anda başını çevir­
di ve onu fark etti, gözleri hayretle açıldı. Fernando he­
men dışarı doğru çekildi.
-Bir kez daha dene, diyerek uyardı Rodrigo genç
arkadaşını.
Fernando başını bir kez daha içeri uzattı. Şimdi ha­
dım, kapıdan iki-üç adım uzakta, elinde kılıcı, merakla
Harcmağasının Sırrı 159

�resine bakıyordu. Çocuk yine hızla geri çekildi.


-Artık bakmana gerek yok, dedi Rodrigo. Kim
olduğuna bakmak için o buraya gelecektir.
Ve hadımın önce kılıcı, daha sonra yavaşça ilerleyen,
tamamen kazınmış parlak kafası göründü. Başı bir görü­
nüp bir kaybolan çocuğu arıyordu. Ağırlık adamın kazın­
mış kafasına inince sanki içi boşmuş gibi bir ses çıkmıştı.
Rodrigo bir kez daha vurdu, hadım bir kütük gibi mer­
diven sahanlığına yuvarlandı.
-Ağırlığı al. Eğer uyanırsa bir kez daha vurursun,
dedi heyecandan titreyen Rodrigo. Ben Süleyme'ye gidi­
yorum. Eğer bir hata yoksa koridor biraz dönecek.
Sonundaki perdenin arkasında o beni bekliyor. Allahım
bana yardım et, kötü bir şeyler olmasın!
Fernando yalnız kalmıştı. Ağır parfümlerden yayılan
iç bayıltıcı koku midesini bulandırıyordu. Etrafta çıt
çıkmıyordu, koridorun onun görebildiği bölümü gaz
lambasından çıkan titrek bir ışıkla aydınlanıyordu. Bir­
denbire, az önce hadımın önünde oturduğu, perdeyle
kapatılmış bölümden gelen mırıldanmalar dikkatini
çekti. Bu bir kadın sesiydi. Büşra olabileceğini düşündü.
Biriyle fısıldaşarak konuşuyordu. Koridoru boydan boya
kaplayan halılar sesin yayılmasını engelliyordu. Fernando
biraz daha iyi duyabilmek için perdenin yanına yaklaştı.
Bazen bir erkek sesi de duyuluyordu. Bir kadın ve erkek
konuşuyorlardı ama sözcükleri seçebilmek neredeyse ola-
160 }om Luis Vclasco

naksızdı. Sözleri kopuk kopuk algılıyordu. Heyecandan


dizlerinin bağı çözülmüştü.
-Ölü... sarı leke ... Svarog tarafından kabul edilme­
yecek. ..
-Svarog mu? dedi adam.
Rodrigo koridorun sonunda görünene kadar duyabil­
diği şeyler bunlardı. Başı kapalı ama çok güzel olduğu
belli olan bir kızı elinden tutmuş heyecanlı bir halde ona
doğru geliyordu.
-Şimdi yalnızca koşmalıyız Fernando! Çalılıklara ve
surlara kadar hiç durmadan koşmalıyız...
-Bu kim? diye sordu güzel sesli Süleyme heyecandan
titreyerek.
-0, Fernando. İ dris Ağa'nın oğludur. Bana yardım
etti. Ona hayatımı borçluyum.
Süleyme, merdivenlere doğru ilerlerken çocuğun başı­
nı sevgiyle okşadı. Fernando kıpkırmızı olmuştu.
Merdivenleri hızla indiler, çalılıklara doğru koşmaya
başladılar. Karanlık bölgeye ulaşmalarına birkaç saniye
kala, binanın güney köşesinden gece devriyeleri göründü.
-Kendinizi otların arasına atın! dedi Rodrigo.
Otların ve çalıların arasında hiç kıpırdamadan bekle-
meye başladılar.
-Sizce görünüyor muyuz efendim?
-Bilemiyorum.
Ama nöbetçiler üç kaçağı fark etmeden, her zamanki
Haftmağ:asının Sırrı 161

yollarına devam ettiler.


-Efendim, şimdi kapıdaki iki nöbetçinin yerlerinde
olmadıklarını fark .edecekler, ya da merdiven sahanlı­
ğında yatan hadımı görecekler, dedi Fernando.
-Haydi koşun! Surlara kadar koşun!
Dallar ve çalılar her yerlerini sıyırırken arkalarına bile
bakmadan koşuyorlardı. Sonunda surlara ulaşabilmiş­
lerdi. Uzaktan nöbetçilerin telaşlı konuşmaları duyulu­
yor, biri emirler veriyordu. Baygın hadımı buldukları ve
iki askerin görev yerlerinde olmadıklarını anladıkları
kesindi.
Yara bere içinde, nefes nefese duvardaki yarıktan geç­
tiler ve açık alana çıktılar. Fernando, dışarıda kendilerini
bekleyen iki at olduğunu gördü. Kureyş de yanların­
daydı.
Rodrigo, Süleyme'yi atlardan birinin eyerine oturttu.
Sonra Fernando'ya döndü ve ona sıkıca sarıldı.
-Allahaısmarladık Fernando! Umarım her şey bittik­
ten sonra seninle yeniden kucaklaşabiliriz... Bana bu gece
yaptığın yardımı asla unutmayacağım, yaşadığım sürece
her zaman sana yardım edeceğim. Allahaısmarladık!
Bir sıçrayışta atına bindi, ayaklarını üzengiye koyup
atını sürdü. At, sırtında iki sevgiliyle kuzeye doğru dört­
nala koşmaya başladı. Karanlığın içinde gözden kaybo­
luncaya kadar arkalarından baktılar.
Fernando yanıt alamayacağını bildiği halde:
ı62 Jos� Luis Vclasco

-Nereye gidiyorsunuz efendim? diye seslendi.


Surların arkasından gelen sesler, her an biraz daha
yaklaşıyordu.
-Haydi çocuk, koş! Biz de bu atla gideceğiz, dedi
Kureyş.
-Nereye? diye sordu Fernando biraz korkarak.
-Sayın Rodrigo' dan aldığım emir üzerine seni evine
bırakacağım.
-Onların nereye gittiklerini biliyor musun?
-Bu kesinlikle gizli kalması gereken bir şey. Sana
hiçbir şey söyleyemem.
Biraz sonra güçlü bir ada gecenin ayazında ilerliyor­
lardı. Kureyş birden başını çevirdi.
-Bir adının bizi izlediğini sanıyorum, dedi telaşlan­
madan.
-Bu bizim sonumuz olacak, diye neredeyse bağırdı
Fernando.
Kureyş atı mahmuzlayarak hızlanmasını sağladı, bu
arada giysilerinin arasında sakladığı hançeri çıkarmayı da
unutmamıştı. Ancak arkadan gelen at çok daha hızlıydı,
üstelik yalnızca bir kişi taşıyordu. Fernando ve zenci köle
çok endişeliydiler ama adı hızla yanlarından geçip gitti.
Onlara bakmak için başını bile çevirmemişti. İki kaçağın
önündeki karanlık yolda gözden kayboluncaya kadar hiç
yav:!ilamadı. Kısa bir süre daha nalların toprağın üstünde
çıkardığı sesleri duydular. Fernando adı yanlarından
Harcmağasının Sırrı 163

geçerken, ay ışığında bir an adamın profilini görmüştü,


kalbi şiddetle çarpıyordu. Onun Rodrigo veya Cemal
Katip olduğuna yemin edebilirdi. Ama babasının arka­
daşı olması olanaksızdı. Katip, Büşra'nın uyarı ve yar­
dımlarıyla, nöbetçilerin telaşından da yararlanarak bir
yolunu bulup kalenin dışına kaçmıştı.
Fernando'nun bindiği at evlerinin duvarları önünde
durdu, çocuk kendini sanki inanılmaz bir düşten uyan­
mış gibi hissediyordu. Orada bahçeye aclayabilmesi için
bir merdiven vardı.
-Sanırım anahtarınız yanınızda yok ve efendi İdris'i
uyandırmak istemezsiniz, dedi Kureyş. Görüşmek üzere
çocuk. Biliyor musun? Bu kadar iyi bir insan olduğunu
asla düşünmezdim . . . Haydi, git yat. Efendi Rodrigo ba­
bana anlatıp anlatmamakta serbest olduğunu söyledi.
-Ne demek istiyorsun?
-Eğer bu gece olanları ona anlatmanın uygun olma-
yacağını düşünüyorsan, anlatmayabilirsin.
-Peki, iyi geceler... Babama. . . . Babama size biraz
para vermesini söylemeli miyim?
-Hayır, efendi Rodrigo zaten bana oldukça cömert
davrandı.
Birkaç dakika sonra Fernando yeniden odasındaydı.
Evin içinden en ufak bir ses bile duyulmuyordu, anla­
şılan henüz hiç kimse yokluğunu fark etmemişti. Üstün­
dekileri çıkarırken yere hafif bir şey düştü. Almak için
164 Josc Luis Vcla.ıco

eğildi. Bunu tamamen unutmuştu: H<ı.rem'in merdiven­


lerinde bulduğu fulardı. Menekşe esansı kokuyordu.
Ona ay ışığında bakabilmek için pencerenin kenarına
yaklaştı. Üstünde büyük olasılıkla altın iplikle işlenmiş
harfler parıldıyordu. Daha iyi görebilmek için gözüne
iyice yaklaştırdı. Üstünde "General Cemal Katip" yazı­
yordu. Düşünceli bir halde bahçeye baktı. Büşra'yı kimin
ziyaret ettiği artık gün gibi açıktı. Peki ama, Sudri'yi kim
öldürmüştü? Sonra büyük bir istekle kendini koyun
postlarından yapılmış yatağının üstüne attı. Az sonra
derin derin nefes almaya başladı. Uyumuştu.
Harcmağasının Sırrı 165

15
H ayret edilecek bir şey! Sen ne yaptın, şaşkın? Neler
söylüyorsun? Beni ne denli wr durumda bıraktığını bili­
yor musun? Allah, Allah! Senden asla böyle bir davranış
beklemezdim! Sonsuza kadar dışarı çıkmamakla ceza­
landırılacaksın; yalnızca evden okula, okuldan eve gide­
ceksin. Tabii kaçmaman için Huki de sana eşlik edecek!
Hantal, Fernando'yu azarladıktan sonra sinirinden
kıpkırmızı olmuştu; avluya bakan küçük salonda aşağı
yukarı yürüyerek söylenmeye devam ediyordu. Çocuk,
başını önüne eğmiş, hiç ses çıkarmadan öylece duruyor­
du. Heyecan dolu bir gün ve geceden sonra mışıl mışıl
uyumuştu. Babası onu uyandırmaya karar verdiğinde
öğlen olmak üzereydi. Huki gelerek Fernando'nun hila
uyuduğunu ve okula gitmediğini söyledi. Fernando,
uyandığında dün gece yaşadığı macerayı bütün ayrıntı­
larıyla anlattı.
-Anlayamıyorsun değil mi? diye sordu Hantal. Ben
Rodrigo'nun yeminli kefiliyim. Emir onun kaçtığını,
üstelik yanına Süleyme'yi da aldığını öğrenirse beni ceza­
landıracak. Bir şey söyle!
-Efendim, çok önemli şeyler buldum ... Olayı çöz-
166 Josı! Luis Vclasco

memize yardımcı olacak . . .


-Konuşma! dedi Hantal, sanki bir şey hatırlamış gibi
aniden. Aman Allahım, halife! Suçun işlendiği odayı
görmem gerek... Tabii akşam olanları öğrenmesinden
önce. Gerçi hep öğlene doğru uyanır. Ben gidiyorum!
Buradan çıktığını duymayacağım!
Hantal hızlı adımlarla kapıya yöneldi.
-Efendim, lütfen beni dinleyin. Dün gece Harem'e
çıkan merdivenlerde Cemal Katip'in fularını buldum.
Doktor aniden durdu.
-Aa! Doğru mu? Ver bakayım.
Çocuk cebinden çıkarıp fuları babasına gösterdi.
Hantal gözlerine iyice yaklaştırarak onu incelemeye baş­
ladı.
-Büşra ile generalin konuşmalarını duydum . . . diye
ekledi Fernando.
-Konuştuklarını duyduğundan emin misin? Nasıl
duydun?
-Evet, perdenin arkasına saklanmıştım. Ama çok ya­
vaş konuşuyorlardı, yalnızca birkaç sözcük duyabildim:
"Ölü . . . , sarı leke. . . , Svarog tarafından kabul edilmeye­
cek."
-Svarog? Svarog da kimmiş?
-Eğer bunu siz bilmiyorsanız, ben nereden bilebili-
rim efendim?
-Peki.la, tamam, tamam ... Ben şimdi gitmeliyim. Bu
Harcmağasının Sırrı 167

konu� daha sonra konuşuruz. İnşallah halife alışık


olduğu saatten önce uyanmamıştır!
Hantal kalenin kapısına vardığında sanki dünyadaki
tüm korkuların içine dolduğunu hissetti. Her zaman
olduğu gibi görevli genci buldu.
-Emirimiz uyandı mı? diye sordu önce telaşla.
-Hayır İdris Ağa. Dün yorucu bir gündü ve oldukça
geç yattı. Kendi kendisine uyanana kadar da hiçbir ne­
denle rahatsız edilmemeyi emretti. Herhalde sabaha karşı
gelişen ciddi sorunlar yüzünden böyle olmasını istedi.
-Hangi olaylar?
-Özür dilerim efendim. Vezirin izni olmadan bu
konu hakkında konuşamam. Ne arzu etmiştiniz?
-İki şey: Suçun işlendiği odayı yeniden görmeyi ve
buraya Slav bir uşağın gönderilmesini.
-Tamam efendim. Odaya gidebilirsiniz. Uşağı da
hemen göndereceğim.
Uğursuz odanın kapısında iki asker nöbet tutuyordu.
İdris onlara izin kağıdını göstererek odaya girdi. Giysi­
lerinin arasına Rodrigo'nun hançerini gizlemişti.
Ne aradığını biliyordu. İçeri girer girmez karşı duvara
yöneldi. Sudri'nin cesedi onun önünde bulunmuştu.
Duvardan, yere paralel bir kiriş çıkıyordu. Yüksekliği
Hantal'ın boynu seviyesindeydi. Yaklaşık yarım metre
uzunluğunda ve köşeliydi, çinilerle bezeliydi. Bunu daha
önceki gelişlerinde de görmüş ama önemsememişti.
168 Jos.! Luis Vclasco

Şimdi kirişe biraz daha yakından baktı. Ön yüzünü


kaplayan çiniler yer yer kırılmıştı. Tam ortada bir darbe
izi vardı, buradan başlayarak izin çevresindeki alan çat­
lamıştı. Rodrigo'nun hançerini çıkardı ve kabzasının
duvardaki oyuğa uyup uymadığını denetledi.
-İşte! dedi kendi kendine.
Aynı anda arkasında birinin varlığını hissederek
döndü. Bir haremağası kapının ağzında bekliyordu.
-Efendim, beni sekreter Davla gönderdi. Bir Slav'a
ihtiyacınız olduğunu söyledi ...
-Evet. Sana yalnızca birkaç soru sormak istiyorum.
-Buyrun efendim.
-Hiç Svarog hakkında konuşulduğunu duydun mu?
Uşak huzursuz bir ifadeyle ona tuhaf tuhaf baktı.
-Elbette efendim.
-O kimdir?
-Ah efendim, onun adını, cinayet işlenmiş, temiz
olmayan böyle bir odada ağzımıza almamalıyız.
-Peki, dışarı çıkalım.
Hantal merak ettiği bütün soruların yanıtlarını aldık­
tan sonra aceleyle iç kaleden çıktı. Her an arkasından
kendisini aramaya gelecek askerlerin ayak seslerini duya­
cağından korkarak hiç durmadan, neredeyse koşar adım­
larla evine ulaştı.
Aceleyle avluyu geçti ve oturma odasına yöneldi. Sert
bir sesle bağırdı:
Harcmapının Sırrı ı69

-Huki!
Köle üst katın merdivenlerinde göründü.
-Yanıma gel!
Berberi, efendisi_nin yanına geldi.
-Dinle: Fernando ve ben mahzene kapanıp bütün
gün boyunca orada kalacağız. . . Daha doğrusu halifenin
askerleri beni aramaya gelene kadar. Geldiklerinde kapıyı
hemen açmayacaksın; bahçe kapısını kırıp bizi arayacak­
lar. . . Onlara nerede olduğumuzu bilmediğini söyle. Eğer
mahzenin de kapısını kırmaya kalkışırlarsa bırak kırsın­
lar. Bu bize zaman kazandıracaktır.
-Efendim, neler oluyor? Savaş mı çıkacak? diye sor­
du Huki korkuyla.
-Ah, aslında büyük bir savaş çıkacak! Ama eğer bana
iyi niyetle gelmezlerse.
-Efendim, kapıyı kırabileceklerini mi söylemiştiniz?
-Evet öyle. Sana emrettiklerimi aynen yapacaksın.
Fernando nerede?
-Odasında efendim.
-Ona gelmesini söyle.
Fernando az sonra başı öne eğik, babasından yine azar

işitmekten korkarak avluda göründü. Hantal ona doğru


gidip sıkıca sarıldı, kızgınlığı tamamen geçmişe benzi­
yordu.
-Sanırım buldum! dedi keyifle.
-Ne .. ., ne dediniz?
170 Josc Luis Vclasco

-Sanırım Sudri olayı çözümlendi Fernando. Haydi


mahzene gidelim! Elimizdeki bütün bilgileri mümkün
olduğu kadar çabuk bir düzene koymalıyız. .. Gün bit­
meden beni tutuklamaya geleceklerinden eminim.
Fernando ona korkuyla baktı. Mahzene inerlerken
Huki efendisine yaklaştı. O da Fernando gibi korku dolu
bakışlarla:
-Efendim, yemeğinizi her zamanki saatte mi hazırla­
yayım? diye sordu.
-Eğer daha önce beni aramaya gelmezlerse öyle yap,
mahzen kapısının önüne bırak. Oradan alırız.
-Ne yemek isterdiniz efendim?
-Sen istediğin bir şeyi hazırla.
Efendilerinin esrarengiz bir şekilde mahzende bulun­
dukları süre içinde Huki de evin günlük işlerini yaptı.
Bilge İdris'in sözleri yüzünden oldukça endişeliydi. Öğ­
leyin yemek dolu tabakları kapının önüne bıraktı. Az
sonra tabakların koyduğu yerde olmadığını fark eni.
Akşamüstü, bahçe duvarının önünden at kişnemeleri,
asker sesleri geldi ve zilin şiddetle çalınıp kapıya vurul­
duğunu duydu. Zaten gün bitmişti; ne yapacağını bilmi­
yordu, hiçbir şey yapmayıp kapıyı biraz daha çalmalarını
ve sonra kırmalarını mı beklemeli, yoksa efendisine ha­
ber mi vermeliydi.
Kararsızlığı çok kısa sürdü, çünkü sesleri duyan
Fernando ve Hancal'ın avludan bahçeye doğru yürüdük-
Harcmağasının Sırrı 171

lerini gördü. Doktorun elinde Sudri tarafından yazılmış


kağıtlar vardı.
-Halife, öğleden sonra uyandı, dedi kölesiyle birlik­
te yürüyen Hantal.
Birkaç adım yürüdükten sonra döndü.
-Huki, ne zaman döneceğimi bilmiyorum. Bugüne
kadar yaptığın gibi eve iyi bakmaya devam et. Özellikle
de Fernando'ya çok dikkat et, o bu gece eve dönecek.
Bize değer veriyor musun Huki?
-Efendim, nasıl kuşku duyabilirsiniz? Siz ve oğlum
bu dünyada en çok sevdiğim insanlarsınız.
-Özgürsün. Bu, yıllardır bize gösterdiğin bağlılığın
ödülüdür, dedi Hantal çok sade bir üslupla.
Huki duyduklarına inanamıyordu, gözleri şaşkınlık­
tan faltaşı gibi açılmıştı. Sonra yere eğildi ve Hantal'ın
önünde yere kapandı.
-Efendim! Allah sizi korusun! Çok teşekkür ederim
efendim ... Ama bu evde ölene kadar kalmak istiyorum.
Lütfen izin verin.
-Sana minnettarım, tabii ki kalabilirsin. Şimdilik
hoşçak.al: Ne zaman bilmiyorum ama döneceğimi umut
ediyorum.
Huki'nin aklı karışmıştı.
-Efendim neler olduğunu bana söyleyebilir misiniz?
diye sordu.
-Sen de bizimle bahçeye gel, anlarsın.
ın Josc! Luis Vclasco

Çalış biçimine bakılırsa, gelenlerin anık kapıyı kırma-


ya niyetlendikleri açıkça belli oluyordu.
Hantal, Fernando'yla birlikte kapıya doğru ilerlerken:
-Sayın efendiler! Şimdi açıyorum! diye seslendi.
Doktor kapıyı açınca karşısında, silahlı ve fenerli on
beş kadar atlı asker gördü. Oldukça esmer bir görevli say­
gıyla doktora yaklaştı.
-İdris Ağam, ben ...
-Haydi, çekinmeden söyle.
-Efendim, doğrudan halife tarafından verilmiş emir-
ler var... Sizi. tutuklayarak ona götürmemi istedi. Kaçak
mustarip Rodrigo Santibafiez'in yeminli kefili olduğu­
nuz için tutuklusunuz .. ., çünkü o bilinmeyen bir yere
kaçtı. Kalede rehin tutulan bir kadını da kaçırıp yanında
götürdüğünü sanıyoruz.
-Anlıyorum, anlıyorum. Görevinizi yapın.
-Halife saygınlığınızı göz önüne alarak size pranga
vurulmamasını, evinizden kaleye her zamanki olağan
ziyaretlerden birini yapar gibi çıkarılmanızı emretti. Ata
binin.
-Oğlum da benimle gelecek.
Görevli bir an· tereddüt etti.
-Oğlunuz hakkında verilen bir emir yok. Eğer iste­
diğiniz buysa onu da yanınıza alın. Onun hakkındaki
kararı halife verecektir.
-Haydi gidelim, dedi Hantal cesur bir sesle.
Harcmağasının Sırrı 173

Huki kapının eşiğinde donup kalmış, efendilerinin


askerlerle çevrili olarak götürülmelerini izliyordu. Kur­
tuba'ya gece iyice çökmüştü. Yalnız kaldığında yoğun bir
hüzün hissetti. Yanaklarından iki damla gözyaşı süzüldü.
ı74 Josc Luis Vclasco

16
H antal İdris, daha önce Rodrigo' nun yargılandığı salo­
na girdiğinde halife de oradaydı. İdris' in gözleri halifenin
sağında oturan adama takıldı hemen. Konuşuyorlardı.
Bu, General Cemal Katip' ti. Doktor, "Burada bulunması
çok iyi" diye düşündü. Salonu sarmış yirmi kadar okçuyu
fark edince çok şaşırdı. Halifenin çevresinde halayıklar ve
uşaklar, her zaman olduğu gibi isteklerini yerine getir­
mek için bekliyorlardı. Havada çeşitli parfümler, gaz
lambaları ve insan nefeslerinden kaynaklanan ağır bir
koku vardı. Hantal ve Fernando halifenin önünde yere
ka.pandılar, beklenti dolu bir sessizlik vardı. Halife onlara
birkaç dakika baktıktan sonra üzüntülü bir sesle:
-Ayağa kalkın, ded�
Hantal ayağa kalkınca hafif bir gülümsemeyle:
-Efendim, neden bu kadar fazla okçu var? Ben o
kadar tehlikeli miyim?
-Şaka yapmanın zamanı değil İdris. Sence dün gece
olanlardan sonra nasıl güvende olabilirim? Bunlar gene­
ral tarafından seçilmiş adamlar, bürün gün boyunca her
yerde arkadaşını aradılar.
Hantal ve halife dikkatle birbirlerine baktılar; salonda
Harcmağasının Sırrı 175

çıt çıkmıyordu.
-Yeniden bana acı veren bir konu için toplanmak
zorunda kaldık. Bilge İdris, bu hükümdarlıkta ve dünya­
daki bütün krallıklarda bulunabilecek en soylu insanı
zindana attırmak zorundayım. Üstelik, benim dostum­
sun. Ama mustarip Rodrigo bu sabah bir suç işledi:
Harem' e gizlice girerek rehine Süleyme'yi kaçırdı ve
Kurtuba'yı terk etmemesi için verdiğim emirleri çiğnedi.
Zaten önceden de sevgili Sudri'yi öldürmüştü. Sen onun
yeminli kefılisin ... Bu adamın nerede saklandığını bana
söyleyerek, prangaların sana vereceği büyük utançtan
kurtulmak ister misin?
-Hayır efendim. Çünkü bunu bilmiyoı:um.
Hakem'in göğsü aldığı derin nefesle şişti.
-Seni zindana indirmelerinden önce söylemek iste­
diğin bir şey var mı? Yemin ederim ki, bunlar yaşamımın
en üzücü dakikaları ...
-Evet efendim, size söylemek istediğim şeyler var.
Ama bunları duyunca daha da üzülmenizden korkuyo­
rum. Size Sudri' nin ölümündeki sırrı açıklayabilirim.
Salondan bir mırıltı yükseldi. Halifenin gözleri şaş­
kınlıkla parladı.
-Bunu biliyor musun? Kimin yaptığını biliyor mu­
sun?
-Evet efendim. Bana verdiğiniz sürenin dolmasına
iki gün kala anladım. Ama size anlatmadan önce bir şey
176 Jo� Luis Vclasco

hatırlatmak istiyorum. Sudri ile aralarındaki gizÜ konuyu


sizden ısrarla sakladığı için Rodrigo Santibafiez'in ceza­
landırılmasını emretmiştiniz. Bunu size açıklamak iste­
miyordu. Neden biliyor musunuz?
-Bunu bana sen söyleyeceksin?
-Size olan sevgisi ve bağlılığı yüzünden. Umutsuz-
luğa kapılıp yıkılmamanız ve itibarınızın sarsılmaması
için söylemedi.
Salondan yeniden mırıltılar yükseldi.
-Nasıl? Neler söylüyorsun? diyerek çok ciddi bir ifa­
deyle sözünü kesti halife. Şu gizli konunun ne olduğunu
biliyor musun?
-Evet efendim. Eğer bütün gerçekleri öğrenmek isti­
yorsanız duygularınıza büyük bir darbe vurmak zorun­
dayım.
Halifenin gözleri kısılmış dikkatle Hantal'a bakıyordu.
-Beni korkutmak mı istiyorsun İdris? Söylemek iste­
diğin bir şey varsa anlat.
-Efendim, bilmek istediklerinizi açıklayabilmek için
üç kişiye ihtiyacım var. -Birisini arar gibi başını çevirdi.­
Onlardan ikisi zaten bu salonda. Ama biri yok.
-Adlarını söyle.
-Birincisi sağınızda oturan General Cemal Katip,
ikincisi şu anda arkamda duran köle Kureyş. Üçüncü­
sü . . . , üçüncüsü gözdeniz Büşra.
Generalin bir anda kaşları çatıldı ve yüzü sapsarı oldu.
Hareınağuının Sırrı ın

Yükselen mırıltılarla birlikte Hakem'in ifadesi de sen­


leşti.
-Hayır, Büşra aşağıya inmeyecek. Bu kadınları ilgi­
lendiren bir konu değil; üstelik onunla ne bağlantısı
olduğunu da anlamıyorum.
-Efendim, ısrar ediyorum ...
-Aşağı inmeyecek, diyerek konuyu kapattı halife.
Hantal soğukkanlılığını yitirmedi. Kolunun altında
Sudri'nin yazıları vardı.
-Efendim, size karşı yapılan öylesine aşağılık bir iha­
net ki, hayal bile edemC7.Siniz. Nöbetçiler ve haremağala­
rının satın alınması ve sizin şahsınıza karşı gizlice işlenen
bir dizi suç. Bu mektupluğu görüyor musunuz? Sevgili
uşağınız Hemne Sudri'nin söz konusu ihaneti bütün ay­
rıntılarıyla anlattığı on ala sayfayı içeriyor . . . O, bu iha­
neti biliyordu.
Hakem hayretler içinde mektupluğa baka.
--Onları buraya getir.
Hantal mektupluğu bağlayan kurdeleyi hızla çözdü ve
açarak halifeye gösterdi. Halife çabucak kağıtlara göz attı.
-Evet, bu Sudri'nin Slavca el yazısı. Oku!
-Şimdi mi? Ancak çevirilerini okuyabilirim ... Biraz
da uzun efendim.
-Önümüzde uzun bir gece var. Çevirilerini kim
yaptı?
-Bilge Ben Barra. Sizin de bildiğiniz gibi son derece
178 J� Luis Vcla.sco

güvenilir bir insandır.


-Oku!
-Küçük yazıları iyi okuyamıyorum. Benim yerime
oğlum okuyabilir mi?
Halife başıyla onayladı.
Az sonra, yere oturup Sudri'nin acı dolu anılarını say­
fa sayfa okuyan Fernando'nun güzel ve berrak sesi duyu­
luyordu. Anlatılanlar salondakilerin uykularını kaçır­
mıştı, hepsi ilgiyle dinliyorlardı. General, sarıyla mor
arasında renkten renge giriyordu, aşırı bir şekilde terle­
meye başlamıştı. Soğukkanlılığını korumak için büyük
çaba harcıyor, şakaklarını sıvazlayarak yazılanları cesaret­
le dinliyordu. Salondaki mırıldanmalar, Fernando'nun
okuduğu bölümlere bağlı olarak bir yükselip bir alça­
lıyordu. Fernando:
-Burada bitiyor efendim. Başka bir şey yazılmamış,
dediği zaman salonu bir ölüm sessizliği kapladı.
Hakem arkasındaki yastıklara doğru kaykılmış, başını
önüne eğerek bir eliyle de gözlerini kapatmıştı. Heye­
canla nefes alıyordu.
--...-Efendim, dedi Hantal, Büşra'nın odasına giren
adam Rodrigo değildi. Size acı verecek bir nokta,yı daha
açıklamak zorundayım: Odaya giren kişi generaliniz
Cemal Katip'tir.
Salondan bir anda şaşkınlık nidaları yükseldi. Halife
elini gözlerinden çekti.
Harcınağasının Sırrı 179

-Yalan! diye haykırdı general.


-Neden böyle bir şey söylüyorsun İdris? diye sordu
Hakem sıkıntılı bir ifadeyle.
-Efendim, Sudri karanlıkta kişileri karıştırdı. Sizin
de fark ettiğiniz gibi mustarip ve general birbirlerine çok
benziyorlar. Aynı boy, aynı aksama, aynı kambur duruş,
benzer bir profil ... Ben de dün General Cemal Kitip'i
camide arkadan gördüğümde yanılgıya düştü� .
Cemal Katip, eski soğukkanlılığına yeniden kavuş­
muştu.
-Ordunuzun bir subayına karşı öne sürülen bu saç­
malıklara izin verecek misiniz Emirim? Doktorun oyunu
çok açık. Benzerliğimiz bir gerçek, ama Harem'e girenin
mustarip değil de ben olduğumu nereden biliyor? Niçin
Sudri'nin yanılgısının, İdris Ağa'nın arkadaşının yararına
olduğu düşünülüyor?
Halife Hantal' a dönerek:
-Harem'e girenin Rodrigo değil de general olduğunu
kanıtlayabilir misin? diye sordu. Söylediğin çok ciddi bir
şey.
-Evet efendim. Bunu kanıtlayarak hem kendimin
hem de oğlumun hayatını tehlikeye atacağım. Efendim,
dün gece Fernando, Rodrigo'ya Süleyme'yi Harem'den
kaçırması için yardım etmiş ... Oraya gitmeden önce ge­
neralin gözdeniz Büşra ile birlikte olduğunu zaten bili­
yorlarmış . . .
1 80 ]� Luis Vclasco

-Sen neler söylüyorsun, çıldırdın mı?


-Burada, daha önceden de Büşra'ya birçok konuda
hizmet etmiş, şahitlik edecek biri var.
-Kimmiş o?
-.Köle Kureyş.
Salonda ansızın bir mırıltı dalgası yükseldi ve bütün
bakışlar arka tarafa doğru yöneldi. Aklı karışan halife de
o yana baka.
-Kureyş mi? Hatırlamıyorum ... Şu an burada mı?
Hantal, zenci köleye doğru gidip onu kolundan tuttu
ve Emir'in karşısına getirdi. Yaşlı adamın bütün vücudu
tir tir titriyordu.
-Generalin dün gece Harem' de olup olmadığını
biliyor musun? diye sordu Hantal adama.
Adam ağlayıp sızlayarak halifenin önünde yere ka­
pandı.
-Ah benim ulu efendim! Ben ... Bilmiyorum ... Beni
cezalandıracak mısınız? Ben yaşlı ve .. .
-Hayır! Eğer gerçeğin aydınlanması için bildiğin her
şeyi anlatırsan seni cezalandırmayacağım. Konuş! Söyle­
diklerin doğru olduğu sürece sana bir zarar gelmeyecek.
-Ben ... Evet ... , benim yüce efendim . . . General ora­
daydı. Bunu bana gözdeniz, efendim Büşra söyledi.
Daha önce olduğu gibi, dün de generalin rahatlıkla içeri
girebilmesi için gerekli bütün hazırlıkları yaptı. Ama ben,
efendim ...
Haremaıasının Sırn 181

-Her zaman daha çok para verenin tarafını tutan bu


hain kölenin sözlerine inanacak mısınız? diye atıldı ge­
neral.
Halife generale son derece sen bir ifadeyle baktı.
-Bunu sen nereden biliyorsun?
Hantal daha fazla beklemeden:
-Üstelik efendim, diye araya girdi, oğlum, Rodrigo
ile birlikte Harem' e giden merdivenlerden çıkarken bu­
nu bulmuş.
Doktor mavi ipek fuları gösteriyordu. Cemal Katip' in
gözleri ateş gibi parladı.
-Yaklaş! Nedir bu? diye sordu Hakem.
-Kendiniz bakın.
Halife fuları aldı ve inceledi. Kenarına işlenmiş yazı
gözüne çarptı. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen birkaç daki­
ka boyunca, sanki gözleri oraya takılmış gibi elindekine
baktı. Kızgınlığın ötesinde, yaşadığı düş kırıklığı olduğu
gibi yüzüne yansıyordu; generalin fulara altın iplikle
işlenmiş adını defalarca okudu. Sonra Katip'e döndü.
-Bunu bana nasıl yaptın? dedi yalnızca.
General cevap vermedi. Aniden gelişen bu durum
karşısında hazırlıksız yakalanmıştı. Emir'in yanından
ansızın bir kedi gibi sıçrayarak uzaklaştı. Sesi salonda bir
kırbaç gibi şakladı:
-Okçularım halifenin kalbine nişan alın! Zafer
gününüz geldi! Haydi korkmayın! Komutan Hamid!
1 82 Josı! Luis Vclasco

Bütün askerlerin buraya gelmesini ve geri kalanların da iç


kaleyi kuşatmasını emrediyorum.
Daha önceden salonu kuşatmış on sekiz okçu bir
araya gelmek için bir hamle yaptılar. Gerilmiş yaylarda
on sekiz ok Hakem'in göğsüne nişanlanmıştı. Dışarıdan
bağırışmalar duyuluyordu; en arka sıradaki köleler kor­
kuyla dışarı kaçmışlar, soylularsa büyük yasakların arka­
sına saklanmışlardı.
Cemal Katip ellerini göğsünün üstünde kavuşturarak:
-Hah, hah, haa! Halife, beni daha sonra yapmayı
planladığım şeyleri bir an önce yapmaya wrladın! Tahtın
ve Büşra! Hepsi yalnızca benim olacak, kimseyle paylaş­
mak zorunda kalmayacağım, geceleri Harem'e hırsız gibi
girmeme gerek kalmayacak. .. Doğunun en güçlü hü­
kümdarlığının sahibi olacağım. Şam'da Omeyaslar'ın
katledilmesini hatırlıyor musun? Bu gece de aynen öyle
olacak ... Ve Kurtuba'ya yeni bir hanedan hükmedecek;
benim soyumdan gelen bir hanedan.
Halife kılını bile kıpırdatmamış, çok ciddi bir ifadeyle
ona bakıyordu.
-Yalnızca beni öldür, başka kimseye dokunma . . . Bu
sana yeter.
-Ah, hayır! Yalnızca seni öldürmeyeceğim. Çocuk­
larını, kardeşlerini, en son akrabanıza kadar hepsini ...
Soyun bu dünyadan tamamen yok olacak. Bu aptal
.
İdris'i de gömeceğim, çok şey biliyor . . . -Tepeden tırnağa
Ha.remağasının Sırrı 183

titreyen Kureyş'e bakarak- Seni de yaşlı köle ... -Fernan­


do'ya dönerek- Beni tehlikeye sokarak fularımı göster­
diğin için seni de... -Kadıları, memurları, oradakileri
göstererek- Seni de, seni de, seni de ...
Hantal tam karşısında duran generale birdenbire:
-Sizin ilk kurbanınız yaşlı Saprutoğlu Samuel'di
değil mi? diye sordu.
-Sen de o ilklerden biri olacaksın bilge. Sen fazla
akıllısın. Ama sana ellerimi yalnızca savaş alanlarında kir­
lettiğimi söyleyeyim. Önemsiz işlerimi yapan bir sürü
adamım var . . .
General konuşmayı kesti. Avludan konuşmalar ve
bağırışmalar duyuluyordu. Dışarıda ne olduğuna bak­
mak için giderken:
-Oklarınızı halifeye nişanlanmış olarak tutun! dedi
adamlarına sinirli bir ifadeyle.
O anda salona, Rodrigo ve Süleyme'yi sürükleyerek
getiren on kadar asker girdi. Askerler okçuların onları
izleyen bakışları arasında, halifeye hiç bakmadan mah­
kumları bırakarak salondan çıktılar. Rahatsız edici bir
sessizlik vardı, hiç kimse ses çıkarmaya cesaret edemiyor­
du. Mustarip generale, okçulara ve halifeye baktı.
Şaşkınlıkla dolu birkaç saniye sonunda neler olduğunu
anlayabilmişti.
-Ah! Bir bu eksikti, dedi Cemal Katip küçümser bir
ifadeyle Rodrigo'ya yaklaşarak. Buraya kendini masum
ıB4 Jı>K Luis Vclasco

bir kuzu gibi, kurdun ağzına atmaya geldin ... Niçin


aptal? Konuş!
Rodrigo, karşısındakine bakmadan boğuk bir sesle:
-Halifeye teslim olmak İstiyordum... O beni İdris
Ağa'ya emanet etmişti.
-Hah, hah, haa! İyi yaptın. Saygıdeğer İdris her şeyi
çözmüşe benzer. . . Gördüğün gibi, şimdi burada benim
emirlerim geçerli. Evet... , sanırım birbirimiz•.; benziyo­
ruz... İyice bak halife, bu göreceğin son şey obcak. -Ge­

neral sırtını bir sütuna vererek Rodrigo'nun yanında


durdu.- Evet, belki . . . Profilimiz, ikimiz de biraz aksıyo­
ruz sırdarımız biraz kamburca... Okçular, dikkat!
,

Bitene kadar kimsenin anlayamadığı bir karışıklık


oldu. Rodrigo'nun ani bir hareketiyle havada bir şey par­
ladı. Sonra kolları arkadan Kitip'in boynuna dolandı ve
bıçağı neredeyse kesecekmiş gibi gırtlağına dayadı.
Rodrigo yıldırım gibi atılıp generali etkisiz duruma getir­
mişti.
-Eğer ölü bir adam olmak istemiyorsan, askerlerine
oklarını ve öteki bütün silahlarını atmalarını söyle!
Haydi! diye bağırdı Rodrigo.
Mustaribin kolunun baskısı yüzünden kıpkırmızı
olan Cemal Katip bir süre tereddüt etti. Sonra halifeye:
-Önce hayatımı bağışlayacağınıza söz verin, yoksa
hep birlikte öleceğiz, dedi.
Emir, başıyla onayladığını belirten bir hareket yaptı.
Hareınağasının Sım 185

Bunun üzerine general de askerlerine silahlarını bırak­


malarını emreden bir işaret verdi. Bir köle iç kalede hali­
feye sadık kalan askerlere haber vermek için dışarıya
koştu. Salonda bir karmaşa yaşanıyordu. Bazı soylular
kaçışıyorlar, bazıları ise saklandıkları minderlerin arka­
sından başlarını çıkarmış bakınıyorlardı. Askerler gelip
Kitip'in adamlarının çevresini sardılar. Hakem hala
yerinden kıpırdamamıştı. Hantal da aynı yerde duruyor­
du. Fernando, esirini bir an bile bırakmayan Rodrigo'­
nun yanına koştu.
-Ellerini bağlayalım mı efendim? diye sordu deli-
kanlı.
Rodrigo halifeye dönerek:
-Bunu ne yapmalıyım efendim? dedi.
Hakem, "zindana götürün" anlamına gelen bir hare­
ket yaptı. Uşaklardan bazıları halifeye doğru koşarak onu
tüyden yelpazelerle serinletmeye başlamışlardı. Hakem
kollarıyla sanki bir sinek sürüsünü kovalar gibi:
-Çekilin! Çekilin! dedi.

Ü nalık sakinleşip her şey eski haline döndüğünde,


halife yastıkların arasında oturmuş, boş nazarlarla uzakta
bir noktaya bakıyordu. Orada olanları ve konuşulanları
anlamamışa benziyordu. Sessizlik içinde uzun bir süre
geçti. Bu arada hiç kimse tek bir kelime bile etmiyordu.
1 86 Jose Luis Vclasco

-Zaten onu artık sevmiyordum . . . dedi, kendi kendi­


ne mırıldanarak.
-Büşra'yı mı efendim? diye sordu Hantal ona yakla­
şarak.
-Büşra'yı. Uzun zamandır, içine düştüğüm yanıl­
gıyla onun kişiliğine ve tavırlarına değer veriyordum.
Şimdi ... , şimdi içimde bir başka tutku doğdu. Bakışla­
rını, bir kenarda başını öne eğmiş duran Süleyme'ye
çevirmişti. Ama tutkun olduğum şey bana ait değil.
-Neşelenin efendim. Her şey unutulur.
Halife, Rodrigo'ya döndü.
-Benim ve sevdiğim birçok insanın hayacını kur­
tardın... Daha da önemlisi hükümdarlığın geleceğini
kunardın. Bütün suçların affedilecek, başka ne söyleye­
bilirim? Gençsin . . . Bu her şeyi mazur gösteriyor.
-Efendim, dedi mustarip, cömertliğinize minnet­
tarım. Ama isterim ki. .. Ben buraya arkadaşım, Bilge
İdris'in hayacını tehlikeye sokmamak için teslim olmaya
geldim. Bunu yapmam gerektiğini ancak Kurcuba' dan
birkaç fersah uzaklaştığımda anlayabildim. İdris Ağa
benim işlediğim bir suç yüzünden hapsedilecekci. Aynı
şey zavallı ailemin ve kardeşlerimin de başına gelecekti . . .
Ama dönmemin bir nedeni daha vardı: İşlemediğim bir
suç yüzünden lekelenen adımı temize çıkarma isteği.
-Ah Sudri! Sevgili Sudrim! diye bağırdı halife. Son
günlerinde ne kadar çok acı çekmek zorunda kalmış!
Harernağasının Sırrı 187

Eğer onu bu dünyadan ayıran sen değilsen, kim yaptı


peki? Oda kilidiydi. . . Hançerin . . . Senden o gece sana
yaptıklarımdan dolayı özür dilerim. Eğer kölemin kati­
li sensen, nasıl özür dileyebilirim? Ah, Hantal! Bana bu
olayı çözümlediğini söylemiştin. . . Çok yorgunum . . .
Çok. .. Am a bunu dinlemek zorundayım. Sudri'yi kim
öldürdü? Biliyor musun? Rodrigo değil mi? Bilmek isti­
yorum.
-Hayır, Rodrigo değildi.
-Ama, o zaman nasıl oldu? Oda kilitliydi . . ., han-
çer. . ., diye tekrarladı. Haydi anlat. Buraya, yanıma otur.
Hepiniz oturun.
188 Josl! Luis Vclasco

17
H antal, boğazını temizlemek için birkaç kere öksürdü.
-Efendim, bana bir bardak portakal çiçeği şurubu
getirmelerini istesem sabrınızı suistimal etmiş . olur mu­
yum? Ağzım kurudu.
Az sonra herkese içecek bir şeyler ve küçük tabaklarda
çeşitli pastalar ikram edildi.
-Başla artık Hantal, bir an önce odama çekilmek
istiyorum, dedi Hakem sabırsızca.
-Efendim, dün Svarog'un kim olduğunu öğrendim.
---Svarog mu?
�Evet efendim. Svarog, Slavlar'ın en önemli tanrı­
sıdır. Sudri, Müslüman olmuştu değil mi?
-Evet, öyle.
-Tamam. Belki de yalnızca görünüşte. Veya en
azından kalbinin bir köşesinde çocukluğunda öğrendiği
geçmişine ait bazı inançlar kalmıştı. Efendim, iç kaleden
bir Slav'ın bana anlattığına göre, inanışları gereği alnında
sarı bir leke bulunmayan hiçbir ölü Svarog'un karşısına
çıkamazmış. Bir başka deyişle Cennet' e giremezmiş. Bu
sarı madde yalnızca, Svarog tarafından kutsanmış ve
onuruna bir tapınak yapılmış Bumelija düzlüklerinin
Harcmağasının Sım 1 89

toprağından elde edilirse işe yarıyormuş. Bana öyle geli­


yor ki, Bulgar Slavlar hayatları boyunca yanlarından ayır­
madıkları küçük bir kutuda bu topraktan bir miktar
taşıyorlar. . . Sonra onu bir parça bal ya da tutkalla karış­
tırarak renkli bir macun elde ediyorlar . . .
-Sonra?
-Bildiğiniz gibi Sudri öldüğünde alnında sarı bir
leke vardı. Ben onun boya kutusunu suçun işlendiği
odada buldum. Ne zaman isterseniz görebilirsiniz. Onu,
vatanından ayrıldığından beri saklıyor olmalı, çünkü
bizim ülkemizde bu tür toprak bulunmuyor. Uşağınızın
parmaklarında da boya izleri vardı. Tabii giysilerine de
bulaşmıştı. Yani, Svarog'un huzuruna onurlu bir şekilde
çıkmak için bu boyayı kendisi sürmüştü. Bu da, ölümün
Sudri için hazırlıksız yakalandığı bir şey olmadığını,
öleceğini bildiğini gösteriyor.
Halife gözlerini kısmış, ona bakıyordu.
-Rodrigo odaya geldiğinde henüz sarı boyayı sürme­
mişti. Öyle değil mi? diye sordu mustaribe. Rodrigo da
başıyla onayladı.
-Araştırmamda kesin sonuca ulaşmama yardımcı
olan ikinci unsur, Sudri'nin arkadaşımızın uyumasını
sağlamak için ona ikram ettiği uyku ilaçlı börektir. Onu
hala çalışma odamda saklıyorum . İçinde bir öküzü bile
uyutacak kadar çok uyku ilacı var.
-Evet, devam et!
1 90 Jos� Luis Vcl.asco

-Sudri, Rodrigo'ya börek ikram etti, o da yeterli


miktarda yedi. Mustarip uyur uyumaz uşağınız hemen
harekete geçti. Alnına sarı boyayı sürdü, Sancibifiez'in
hançerini aldı, göğsüne dayadı. Sonra . . . , sonra insanüstü
bir güçle kendini, duvardan çıkan, üstü çinilerle bezen­
miş, yüksekliği tam kalbine kadar gelen kirişin üstüne
attı . Hançerin kabzası ve çiniler kırılmıştı. Sudri'nin ağır­
lığıyla hançer göğsüne büyük bir şiddecle saplanmıştı,
onu göğsünden ben çıkardım. tlk gördüğümde onun çok
güçlü bir adam tarafından öldürüldüğünü düşünmüş­
tüm. Ayrıca birinin hançerini, onun dizlerine vurup yere
düşmesini sağlayarak sapladığını sanıyordum. Ama hayır.
Hançer açı yapmadan dümdüz saplanmıştı, çünkü kiriş
cam göğsüne geliyordu . . .
-Ama. . . , dedi halife, bunu neden yaptı? Neden
kendi hayatına kıydı? Ah, Allahım, onu affet!
-Efendim, Fernando onun yazdıklarını okurken siz
de suçladığı kişi hakkında yanıldığını duymuştunuz. Sud­
ri için, size Büşra ile birlikte ihanet eden Rodrigo'ydu . . .
Öğrendiğinizde büyük bir darbe yiyeceğinizi biliyor ve
kendini bu şerefsizliği size itiraf edemeyecek kadar aciz
hissediyordu. Size derin bağlılığından dolayı suçluyu da
kandırıp saf dışı ederek bu işi kendisi halletmeye karar
verdi . . . Yani Rodrigo'yu.
-Ama o kendini öldürdü. Seni anlamıyorum . . .
-Onun sakin kişiliği cinayet işlemesine engel olu-
Harcmağasının Sırrı 191

yordu. Yaptığı şey size hayatını sunmakt'l efendim. Bunu


kesinlikle suçunun bedelini ödemek için yaptı. Size karşı
ihaneti vicdanında taşıyamayacağı kadar büyük bir yük
olarak duruyordu. Siz ona oğlunuzmuş gibi davranmış­
tınız, ama o Büşra'nın rüşvetlerini kabul etmişti . . .
Halife elleriyle yüzünü kapadı. Hantal devam etti:
-Sonuç olarak her şeyi size mantıklı gelecek biçimde
hazırladı. Hiç kimsenin giremeyeceği bir odada Rodrigo'yu
kilitli bulduklarında, başka kimi suçlayıp mahkum ede­
bilirdiniz? Bu nedenle Sudri kapıyı içerden kilitleyip,
anahtarı arkadaşımızın ulaşamaması için pencereden
dışarı attı. Üstelik onu bulduklarında mustaribin hançeri
de göğsüne saplanmış olacaktı. Sizin, hainlikle suçladığı
Rodrigo'yu ölüme mahkum etmeniz için öldü. Böylece
her şey çözümlenecekti . . .
-Allah, Allah! dedi Hakem kendi kendine haykırır­
casına. Açıkça ortada İdris. Ama bu kadının ayartmala­
rına karşı zayıf davranmasına rağmen, uşağımın bana
olan sınırsız bağlılığını nasıl onurlandırabilirim? Nasıl?
Bütün hatalarını ölümüyle ödedi. Ona olan minnettarlı­
ğımı nasıl gösterebilirim? Sesi üzüntüden zorlukla çıkı­
yordu.
Hantal, halifenin acısına saygı gösterip bir süre sessiz
kaldı.
-Ben de sizinle aynı acıyı paylaşıyorum efendim,
dedi daha sonra. Benim tarafımdan sunulan kanıtlara iti-
192 Jos� Luis Velasco

raz edebileceğinizi düşünmüştüm.


-Öyle mi? diye sordu halife isteksizce. Hangilerine?
-Rodrigo'nun köle mitolojisi, yani Svarog, sarı leke
hakkında bilgisi olabileceğini varsayalım. Sudri'nin ölü­
mü Büşra ile ilgili konuda sürekli olarak rahatsız edilme­
mesini sağlayacaktı. Onu yok etme düşüncesiyle, odasına
girebilmek için Sudri'nin davetini kabul etmeye karar
verdi. Her şeyin tam tersine gerçekleştiğini düşünelim:
Uyku ilaçlı böreği Rodrigo getirmişti. Sudri ondan yedi,
uyuduğunda da arkadaşımız onu öldürdü. Daha �onra
uşağınızın intihar ettiğini gösterecek bütün ayrınaları
hazırladı. . . Çinileri ve hançerin kabzasını kırdı, sarı tozu
Slav' ın alnına sürdü...
Halifenin gözleri biraz daha açılmış, Hantal' a dikkatle
bakıyordu.
-Evet, neden böyle olmadığını düşünüyorsun?
-Biraz düşününce bu varsayım hemen çürüyor efen-
dim. Şimdi düşünelim: Kapı içeriden kilitlenmişti, Rod­
rigo odada kapalıydı. Böyle bir ruzak kendisinin de dışarı
çıkmasına engel olacaktı. Sudri kapıyı zaten bu nedenle
kilitlemişti. Bunun Rodrigo tarafından, öyküsünü daha
gerçekçi gösterebilmek için hazırlanmış bir düzmece
olduğunu varsaysak, hayatının söz konusu olduğu bir
mahkemede tepkisi ne olacaktı? Hayatını kunarabilmek
için, kölenin intihar ettiğini öne sürecekti hemen.
Svarog, sarı leke ve diğer tüm ayrıntılar hakkında bildik-
Ha.rcınağasının Sırrı 193

lerini tek tek açıklamaya başlayacaktı. Uyuduğunu söyle­


meyecekti, çünkü bütün olanları kendi gözleriyle izlemiş
olmalıydı. Ama böyle davranmadı, çünkü köle mitolojisi
hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Üstelik Sudri öldüğü
sırada o zaten uyuyordu.
Halife hiçbir şey söylemedi. Bir süre kıpırdamadan
bekledi, oturduğu yastıklardan büyük bir çabayla doğrul­
du. Üç köle ona yardım etmek için fırladılar. İç taraftaki
odasına doğru birkaç adım atıp durdu. Başını çevirdi.
-Hepiniz özgürsünüz. . . Evet, hepiniz . . . özgürsü­
nüz. . . Yarın camiye geleceğim, dedi Rodrigo'ya dönerek.
Orada birkaç saniye daha kaldı, kendi kendine konu­
şur gibiydi. Bir görevliye dönerek güçlükle:
-Büşra . . . Onu çok sevdim . . . Bunun için onu öldün­
meyeceğim. Ama bir daha asla görmek istemiyorum.
Derhal sürgüne yollayın. Afrika'ya ... Ah, artık uyumak
istiyorum! Yalnızca uyumak. . . Beni hiç kimse uyandır­
masın . . . Hiçbir şey için.
Kalenin iç bölümüne doğru zorlukla ilerledi. İki köle
kollarına girmiş yürümesine yardım ediyordu. Omuzları
çökmüş, ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Tam dipteki
kapıdan kaybolmak üzereyken yeniden durdu ve arka­
sına döndü. Süleyme'nin yüzüne baktı, gözlerinde büyük
bir hüzün vardı. Genç kız başını yerden kaldırarak ayağa
kalktı, onu tanıdığından beri ilk kez bakışları birbiriyle
karşılaştı. Kızın gözleri minnet ve sevinçle parlıyordu.
194 Jost Luis Vclasco

Halife dinlenmeye gitmek üzere gözden kayboldu.

İki gün sonra, Hantal İ dris'in evinde neşeli bir öğle


yemeği yeniyordu. Hemne Sudri'nin ölümünün yol açtı­
ğı üzücü olayların, hepsi için mutlu bir biçimde sonuç­
lanmasını kutluyorlardı. Doktor ve Fernando, Rodrigo,
Süleyme ve heybetli Ben Barra hepsi bir aradaydılar.
Hantal, Huki'nin de kendileriyle birlikte oturmasını iste­
mişti. Ben Barra'nın güçlü sesi diğerlerininkileri bastırı­
yordu. Sudri'nin ölümünü ve Büşra ile Katip'in çevirdik­
leri gizli entrikaları konuştular. Ayrıca binlerce farklı
şeyden daha söz ettiler. Tabii ki Ben Barra, alışılmış
komik öykülerini de konuşmaların arasına serpiştirdi.
Dolayısıyla, bu fırsatla iki rakibin dostlukları daha da
koyulaştı. En eğlenceli öyküler Huki'nin anlattıklarıydı.
Hiçbiri Berberi'nin bu yönünü bilmiyordu. Toplantı,
her zaman olduğu gibi Hantal ve Ben Barra'nın bilimsel
bir konudaki tartışmalarıyla sona erdi. Diğerleri, ne
hakkında konuştuklarını anlamadıkları halde, her iki bil­
ginin de karşısındakini yenme çabası oldukça eğlendiri­
ciydi. Bu kez ruhların insanlara görünüp görünmeye­
ceğini tartışıyorlardı.
Öğleden sonra kucaklaşıp, yeniden buluşmak üzere
sözleştiler. Davetliler gitmiş, Hantal, Fernando ve Huki
yalnız kalmışlardı.
Harcınağ:ısının Sırrı 195

-Ben mahzene iniyorum Fernando. Benimle gelecek


misin? diye sordu Hantal.
-Aa, evet!
-Halifenin bu ayki astroloji haritasını bitirmem ge-
rekiyor. Son günlerde bu işle ilgilenemedim ...
-Ba�a, astroloji haritasının nasıl hazırlandığını bana
da öğretecek misiniz?
-Tamamen değil. Her zaman benimle aşağı inecek­
sin, yaptıklarıma bakacaksın, merale ettiğin noktaları
soracaksın. Böylece her şeyi farkına varmadan öğrene­
ceksin.
Aşağıda, mahzende Hantal, halifenin yarım kalmış
Eylül ayı astroloji haritasının bulunduğu masanın başına
oturmuştu. Harita üstünde ölçümler yaparalc, gönye ve
cetvellerle çizgiler, daireler çizerek çalışmaya başladı . . .
-Bu işaret ne anlama geliyor baba?
-Mars.
-Ya bu?
-Güneş.
Fernando bir an sustu, haritayla ilgili bir şeyler düşü­
nüyor gibiydi.
-Baba, doğum günümde bana verdiğiniz sözü hatır­
lıyor musunuz?
-Sana bir söz mü verdim? Hatırlamıyorum . . .
-Evet, bana günün birinde gerçek ailemi arayacağı-
mıza söz vermiştiniz. Eğer yaşıyorlarsa . . . onları tanımak
196 Jos� Luis Vclasco

beni çok mutlu edecek.


-Pekala, ama bu zaman alacak.ne. Araşnrma yapmak
için Hıristiyanlar'ın krallığına gitmemiz gerekecek. . . Ve
benim de burada çok işim var.
-Ama hiç çözülemeyecek gibi görülen Sudri'nin ölü­
münü bile yalnızca sekiz günde çözdünüz.
Hantal sustu, etkilenmişe benziyordu.
-Biliyor musun? Yorgunum. Uzun zamandır kendi­
mi hiç bu kadar yorgun hissetmemiştim. Halifeden izin
alacağım ve hastalarımı Ben Barra'ya göndereceğim . . . Bir
ay. . . , iyisi mi iki ay.
-Bu, dinlenmek için biraz uzun bir süre değil mi
baba?
-Dinlenmek için öyle. Ama aileni bulmak için bu
süreye ihtiyacımız olduğunu sanıyorum.
-Ah efendim! Ne kadar iyisiniz! Çok teşekkür ede­
rim!
Fernando heyecanla bilginin boynuna sarıldı. O da
bu kıvırcık kumral saçlı cesur çocuğu sevgiyle kucakladı.

You might also like