Professional Documents
Culture Documents
Ernest Hemingway - İhtiyar Balıkçı
Ernest Hemingway - İhtiyar Balıkçı
İHTİYAR BALIKÇI
roman
Yeniden Çeviren :
ÜLKÜ TAMER
Üçüncü Basılış
VARLIK YAYINLARI A. Ş.
Cağaloğlu Yokuşu 40, İstanbul
BÜYÜK ESERLER KİTAPLIGI: 189
7
kaplıydı. Şakaklanndan çenesine kadar ini
yordu lekeler; ellerinde, ağır balıklar çek
mekten açılmış derin yara izleri vardı. Ama
hiçbiri yeni değildi bu izlerin. Balıksız bir
çölün çatlaklan kadar eskiydiler.
Her şeyi ihtiyardı balıkçının yenilgi
nedir bilmeyen, neşeli, deniz rengi gözlerin
den başka.
Sandalın yanaştığı kıyıya tırmanırlar
ken, "Santiago," dedi çocuk. "Seninle gele
bilirim istersen. Biraz para yaptık."
Balık tutmayı ihtiyar adam öğretmişti
çocuğa; çocuk onu seviyordu.
"Olmaz," dedi ihtiyar adam. "Talihi açık
bir teknedesin şimdi. Orada kal."
"Ama unutma, hani seksen yedi gün hiç
balık tut.amamıştın da sonra üç hafta bo
yunca her gün koca koca balıklar tutmuş
tuk."
"Unutur muyum," dedi ihtiyar adam.
"Biliyorum, güvensizlik. yüzünden aynlma
dın benden."
"Babam ayırdı. Ben çocuğum, onun sö
zünü dinlemem gerek."
"Biliyorum," dedi ihtiyar adam. "Yanlış
bir şey değil ki bu."
8
"Pek inancı yok onun."
"Yok," dedi ihtiyar adam. "Ama bizim
var. Öyle değil mi?"
"Evet," dedi çocuk. "Sana bir bira ısmar
layabilir miyim Terrace'da? Bunlan sonra
götürürüz."
"Niye olmasın?" dedi ihtiyar adam. "İki
balıkçı arasında." _
10
sarsılıyordu, sen de ağaç keser gibi sopayla
d urmadan vuruyordun ona, her yanım taze
kan kokusuna bulanmıştı."
"Sahiden hatırlıyor musun bunları, yok
sa sonradan ben mi anlattım?"
"İlk çıkışımızdan beri her şeyi hatırlıyo
rum."
İhtiyar adam, güneş yanığı, güvenli, sev
gi dolu gözleriyle çocuğa baktı.
"Benim oğlum olsaydın yanıma alırdım
seni, bir kumar oynardım," dedi. "Ama anan
la babanın oğlusun, hem sonra kısmeti açık
bir teknedesin."
"Gidip sardalya getireyim mi? Dört tane
de yem var, nerede olduğunu biliyorum."
"Bende bugünden kalanlar duruyor. Ku
tuya koyup tuza yatırdım."
"Dört tane taze getireyim."
"Bir tane," dedi ihtiyar adam. Umudunu
da, güvenini de hiç kaybetmemişti. Ama ta
zelenmişlerdi ŞiIJldi, rüzgarın çıkıvermesi
gibi.
"İki," dedi çocuk.
"İki," diye kabullendi ihtiyar adam.
"Çalmadın ya?"
"İstesem çalardım," dedi çocuk. "Ama
satın aldım bunları."
11
"Sağal," dedi ihtiyar adam. İyilikle kar
şılaştığında şaşırmayacak kadar saftı. Ama
biliyordu iyilikle karşılaştığını; bunun ayıp
olmadığını, insanı küçültmeyeceğini de bili
yordu.
"Bu akıntıyla iyi bir gün olacak yarın,"
dedi.
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu çocuk.
"Rüzgar dönünce gelebileceğim kadar
uzağa. Hava aydınlanmadan çıkmak istiyo-
rum.''
"Ben de uzaklara götürmeye çalışının
onu," dedi çocuk. "Büyük bir şey yakalarsan
yardımına koşarız."
"Uzaklarda avlanmayı sevmez ki."
"Sevmez," dedi çocuk. "Ama onun gö
remediği bir şey görürüm, balık kokusu al
mış bir kuş filan; yunus peşine düşmesini
sağlanın."
"O kadar kötü mü gözleri?"
"Neredeyse kör."
"Garip," dedi ihtiyar adam. "Kaplum
bağa avına çıkmazdı hiç. Adamın gözlerini
bu iş bozar."
"Ama sen yıllarca Mosquito Kıyısı'nda
12
kaplumbağa avına çıktın, gözlerin de sapa
sağlam."
"Ben garip ihtiyann biriyim."
"Ama koca bir balıkla başedecek kadar
güçlü müsün şimdi?"
"Güçlüyüm sanıyorum. Hem bu işin bir
sürü hilesi vardır."
"Eşyaları eve götürelim," dedi çocuk.
"Ben de ağı alıp sardalya peşine düşeyim."
Takınılan sandaldan aldılar. İhtiyar
adam omuzunda taşıyordu direği, çocuk da
içinde birbirine dolanmış, sımsıkı örülü ip
ler bulunan tahta kutuyu, kancayı, zıpkın
la sapını almıştı. Sandala çekilen büyük
balıklara vurmak için kullanılan sopayla
yem kutusu teknenin kıçındaydı. Kimse çal
mazdı ihtiyar adamın eşyalarını, ama kıra
ğı yüzünden yelkenle kalın ipleri eve götür
mek doğru olurdu; ihtiyar adam biliyordu,
yerlilerin hiçbiri çalmazdı onun eşyalannı,
ama bir sandalda bırakılan kancayla zıp
kın gereksiz kışkırtmalar yaratabilirdi.
İhtiyar adamın kulübesine giden yolu
birlikte tırmandılar; açık kapıdan girdiler.
İhtiyar adam, çevresine yelken dolanmış di
reği duvara dayadı; çocuk da kutuyla öteki
13
eşyalan yere, direğin yanına bıraktı. Direk,
kulübenin odalarından biri kadar uzundu
neredeyse. Kulübe, guano denilen bir cins
palmiyenin sert dallarından yapılmıştı; için
de bir yatak, bir masa, bir iskemle, bir de
toprak yerin üstünde kömürle yemek pişir
mek için bir ocak vardı. Düzleşmiş, birbiri
ne girmiş, sert guano yapraklanndan yapıl
ma kahverengi duvarda Kutsal İsa ile Cob
re Meryemi'nin renkli iki resmi asılıydı. Ka
nsı bırakmıştı bunları. Bir zamanlar kansı
nın da soluk bir resmi dururdu duvarda;
ama ona baktıkça kendini pı..:k yalnız bul
duğu için resmi indirip köşedeki rafa, te
miz gömleğinin altına koymuştu.
"Ne diyeceksin?" diye sordu çocuk.
"Bir tabak balıklı pilavını var. İster mi
sin biraz?"
"İstemem. Evde yiyeceğim. Ateşi yaka
yım mı?"
"Yok. Ben sonra yakanın. Belki de so-
ğuk yerim."
"Ağı alabilir miyim?"
"Tabii."
Ağ yoktu aslında, onu sattıkları gunu
unutmamıştı. Ama her gün böyle kandırır-
lardı kendilerini. Ne pilAv vardı, ne de ba
lık; çocuk bunu da biliyordu.
"Seksen beş uğurlu sayıdır,'' dedi ihti-'
yar adam. "Bir de bakarsın, yann beş yüz
kiloluk koca bir balık getirmişim."
"Ağı alıp sardalyaya. çıkayım ben. Kapı
da. oturup güneşlenecek misin?"
"Evet. Dünkü gazete var, beyzbol haber
lerini okurum."
Çocuk, dünkü gazetenin de bir masal
olup olmadığını bilmiyordu. Ama ihtiyar
adam yatağının altından gazeteyi çıkardı.
"Borlega'da Perico verdi,'' diye açıkladı.
"Sardalya tutar tutmaz gelirim. Senin
kileri de, benimkileri de buza koyanın; sa
bah olunca paylaşırız. Dönünce beyzbolu
anlatırsın."
"Yankee yenilmez."
"Ama Indias of Cleveland'dan korka
nın ben."
"Yankee'ye güven, oğlum. Büyük Di
Maggio'yu düşünsene."
"Ben hem Tigers of Detroit'ten, hem de
Indians of Cleveland'dan korkanın."
"Neredeyse Reds of Cincinatti'yle White
Sox of Chicago'dan da korkacaksın."
15
"Sen duruma bir göz at da dönünce an
latırsın.''
"Sonu seksen beşle biten bir piyango
bileti alsak mı dersin? Yarın seksen beşin
ci gün."
"Alalım istersen," dedi çocuk. "Ama se
nin seksen yedilik büyük rekorundan ne ha
ber?"
"İki kere olmaz. Seksen beşli bir bilet
bulabilir misin?"
"Ismarlarım."
"Tam olsun. İki buçuk dolarlık. Parayı
kimden alacağız?"
"Orası kolay. İki buçuk dolar borç ala
cak birini nasıl olsa bulurum."
"Ben de bulurum belki. Ama borç al
mamaya bakarım ben. Önce borç alırsın.
Sonra da dilenmeye başlarsın."
"Üzülme ihtiyar," dedi çocuk. "Unut
ma, Eylül'deyiz."
"Büyük balıkların geldiği ay," dedi ihti
yar adam. "Mayıs'ta kim olsa balık tutar."
"Ben sardalyaya çıkıyorum," dedi ço
cuk.
Çocuk döndüğünde, ihtiyar adam iskem
lede uyumaktaydı, güneş batmıştı. Çocuk,
16
yatağın üstündeki asker battaniyesini alıp
iskemlenin arkasına, ihtiyar adamın sırtı
na örttü. Garip omuzlardı bunlar, ihtiyar
ama güçlüydüler; boynu da güçlüydü ihti
yar adamın, başını önüne eğip uyuduğu za
manlarda kırışıklıklar pek belli olmuyordu.
Yamana yamana yekene dönmüştü gömle
ği; yamalar, değişik ölçülerde solmuştu gü
neşten. İhtiyar adamın başı çok ihtiyardı,
gözleri kapalıyken yüzünde hayat belirtisi
yoktu. Dizlerinin üstünde duruyordu gaze
te; kolunun ağırlığı yüzünden, akşam rüz
garında kımıldamıyordu bile. Ayaklan çıp
laktı.
Onu orada bırakıp gitti çocuk, döndü
ğünde ihtiyar adam hala uyumaktaydı.
"Uyan ihtiyar," dedi çocuk; elini ihtiyar
adamın dizine koydu.
İhtiyar adam gözlerini açtı; uzaklardan,
uzun bir yoldan geliyor gibiydi bir an. Son
ra gülümsedi.
"Ne getirdin?" diye sordu.
"Yemek," dedi çocuk. "Yemek yiyece
ğiz."
"Ben pek acıkmadım."
"Hadi ye. Aç karnına balık tutulmaz."
18
"İki de bira yolladı."
"En çok kutu birasını severim."
"Biliyorum. Ama bunlar şişede, Hatuey
birası, şişeleri de geri götüreceğim."
"Sağal," dedi ihtiyar adam. "Yesek mi?"'
Usulca, "Ben de bunu söylüyorum ya,"
dedi çocuk. "Sen hazır oluncaya kadar se
fertasını açmak istemedim."
"Ben hazırım," dedi ihtiyar adam. "El
lerimi de yıkadım."
Nerede yıkadın? diye düşündü çocuk.
Köyün suyu iki sokak aşağıda. Su bulundur
malıyım burada, diye düşündü çocuk, sabun,
bir de güzel havlu. Niye bu kadar düşün
cesizim? Bir başka gömlek, kış için bir ce
ket, bir çift kundura, bir battaniye daha ge
tirmeliyim.
"Senin yahni pek güzel," dedi ihtiyar
adam.
"Beyzbolu anlatsana," dedi çocuk.
İhtiyar adam, mutlulukla, "Amerikan li
ginde Yankee başta," dedi. "Dedim ya."
"Bugünkü maçı kaybetmişler."
"Zararı yok. Büyük DiMaggio yine for
munda."
"Takımda başka oyuncular da var."
"Tabii. Ama oyunu o etkiliyor. Öteki lig
de, Brook.lyn'le Philadelphia arasında Brook
lyn'i tutanın ben. Ama Dick Sisler'i düşü
nüyorum be.zen, eski staddaki o büyük vu
ruşlannı."
"O vuruşlar gibisi yoktu. Topu onun ka
dar uzağa vuranını hiç görmedim."
"Hatırlıyor musun, Terrace'a gelirdi. Ba
lığa. götürmek istemiştim onu, ama söyle
meye çekinmiştim. Hani sana söylemiştim
sen söyle diye, sen de çekinmiştin."
"Biliyorum. Ne fırsat kaçınnışız. Belki
gelirdi bizimle. Bu da bize ömrümüz boyun
ca yeterdi."
"Büyük DiMaggio'yu balığa götürmek
isterdim," dedi ihtiyar adam. "Babası balık
çıymış diyorlar. Belki bizim gibi yoksuldu o
da, anlayışlı davranırdı."
"Büyük Sisler'in babası hiç yoksulluk
çekmemiş, benim yaşımdayken, babası, bi
rinci ligde oynuyormuş."
"Ben senin yaşındayken, Afrika'ya gi
den külüstür bir teknede miçoluk yapar
dım; akşamları aslanları görürdüm kıyılar
da."
"Biliyorum. Anlatmıştın."
20
"Afrika'dan mı konuşsak, beyzboldan
mı?"
"Beyzbol daha iyi," dedi çocuk. "Büyük
John J. McGraw'u anlat bana." J. yerine Jo
ta dedi.
"Eskiden Terrace'a o da gelirdi bazen.
Ama kaba, küfürbaz bir adamdı, içti mi ç&
kilmezdi. Kafasını beyzbol kadar atlara da
takmıştı. Hep yarış listeleri bulunurdu ce
binde; telefonda konuşurken de sık sık at
ların adlarını söylerdi."
"Büyük bir menajerdi," dedi çocuk. "Ba
bama kalırsa en büyük menajer oymuş."
''Buraya en çok o geldiği için olacak,"
dedi ihtiyar adam. "Durocher de her yıl bu
raya gelmeye devam etseydi baban ona en
büyük menajer derdi."
"En büyük menajer kim aslında, Luque
mi, Mike Gonzalez mi?"
"Bana kalırsa ikisi de bir."
"En iyi balıkçı da sensin."
"Değilim. Daha iyileri var."
"Que va," dedi çocuk. "Bir sürü iyi ba
lıkçı var, birkaç tane de büyük balıkçı var.
Ama sen bir tanesin."
"Sağal. Sevindiriyorsun beni. Dilerim,
21
koca bir balık çıkmaz da karşıma, seni ya
nıltmam."
"Dediğin gibi hala güçlüysen bütün ba
lıklar vızgelir sana."
"Belki de sandığım kadar güçlü deği
limdir," dedi ihtiyar adam. "Ama bu işin hi
lelerini bilirim, üstelik inatçıyımdır da."
"En iyisi, sen yat şimdi, sabahleyin dip
diri kalkarsın. Ben bunları Terrace'a götürü
rüm.''
"İyi geceler öyleyse. Sabahleyin uyan
dırırım seni."
"Sen benim çalar saatimsin," dedi ço
cuk.
"Benim çalar saatim de yaşımdır," dedi
ihtiyar adam. "İhtiyar adamlar niye erken
den. uyanırlar? Daha uzun bir gün geçirmek
için mi?"
"Bilmem," dedi çocuk. "Bütün bildiğim,
çocukların geç vakte kadar mışıl mışıl uyu
duğu."
"Unutmam," dedi ihtiyar adam. "Tam
zamanında uyandırırım seni.''
"Beni onun uyandırması hoşuma gitmi
yor. Küçük düşüyorum gibi geliyor bana."
"Biliyorum."
22
"İyi uyu ihtiyar."
Çocuk çıkıp gitti. Masada ışık yakma
dan yemişlerdi yemeklerini, ihtiyar adam
pantalonunu çıkarıp karanlıkta girdi yata
ğa. Pantalonunu yastık gibi katlayıp arası
na gazeteyi koydu. Battaniyeye sanmp som
yanın yaylannı örten öteki eski gazetelerin
üstünde uyudu.
Kısa zamanda uykuya dalmıştı, çocuk
ken gittiği Afrika'yı gördü rüyasında, altın
sansı, uzun kumsalları, beyaz, o kadar be
yaz ki insanın gözünü acıtan kumsalları, yü
ce burunlan, kahverengi, büyük dağlan
gördü. Her gece o kıyıda yaşıyordu şimdi,
rüyalannda dalgaların gürültüsünü duyu
yor, yerli kayıklarının gelişini görüy·,xdu.
Uyurken, güvertedeki katranla üstüpü ko
kusu geliyordu burnuna, sabahlan karadan
esen rüzgarın getirdiği Afrika kokusu geli
yordu.
Genellikle, karadan esen rüzgann ko
kusunu duyunca uyanır, gidip çocuğu uyan
dırmak için giyinirdi. Ama bu gece rüzga
rın kokusunu çok erken duydu, rüyasında
biliyordu erken olduğunu, denizden yükse
len Adalar'ın beyaz doruklarını görmek için
23
rüyasını sürdürdü, sonra da Kanarya Ada
lan'nın değişik limanlannı, gemilerin de
mirlediği nhtırnlannı gördü.
Artık fırtınalar görmüyordu rüyasında,
kadınlan, büyük olaylan, büyük balıklan,
kavgalan, güç denemelerini, yanşmalannı,
kansını da görmez olmuştu. Sadece yerleri
görüyordu artık, bir de kumsaldaki aslanla
n. Alacakaranlıkta kedi yavrulan gibi oy
nuyorlardı, çocuğu sever gibi seviyordu on
lan. Çocuğu hiç görmüyordu. Uyandı, açık
kapıdan dışanya, aya baktı, pantalonunu
alıp giydi. Sabah serinliğiyle titriyordu. Ama
titreye titreye ısınacaktı, biliyordu, kürek
çekecekti birazdan.
Çocuğun oturduğu evin kapısı kilitli de
ğildi, ihtiyar adam kapıyı açıp çıplak ayak
lanyla sessizce içeri girdi. Çocuk, ilk oda
daki bir şiltede uyuyordu; ihtiyar adam, sol
makta olan ayın ışığında açık seçik görebi
liyordu onu. Ayaklanndan birini tuttu usul
ca, çocuk uyanıncaya, dönüp kendisine ba
kıncaya kadar da bırakmadı. Başını salla
dı ihtiyar adam, çocuk da yatağın yanında
ki iskemlede duran pantalonunu alıp ba
cak.lanna geçirdi.
24
İhtiyar adam kapıdan çıktı, arkasından
da çocuk. Uykuluydu, ihtiyar adam kolunu
omuzlarına attı onun, "Bağışla," dedi.
"Que va," dedi çocuk, "Madem erkeğiz."
İhtiyar adamın kulübesine inen yolu
tuttular, yol boyunca yalınayak adamlar gi
dip geliyordu karanlıkta, teknelerinin direk
lerini taşıyorlardı.
İhtiyar adamın kulübesine varınca, ço
cuk sepetteki olta takımlarını, zıpkını, kan
cayı aldı; ihtiyar adam da çevresine yelken
sanlı direği omuzladı.
"Kahve içer misin?" diye sordu çocuk.
"Önce şu takımları tekneye atalım da
sonra içeriz."
Balıkçılar için sabahleyin erkenden açı
lan bir yerde süt tozu kutularından kahvQ
içtiler.
"Nasıl uyudun ihtiyar?" diye sordu ço
cuk. Uykusundan ayrılmak zordu doğrusu.
ama yavaş yavaş uyanıyordu.
"Çok iyi uyudum, Manolin," dedi ihti
yar adam. "Bugün kendime güvenim var."
"Benim de," dedi çocuk. "Gidip senin
sardalyalarla benimkileri alayım, senin ta
ze yemleri de. Bizim takımları o getiriyor.
Kimseye bir şey taşıtmaz."
25
"Başkayız," dedi ihtiyar adam. "Beş ya
'Şındayken bile bir şeyler taşıtırdım sana."
"Biliyorum," dedi çocuk. "Şimdi döne
rim. Bir kahve daha iç. Burada parasını son
ra versek de olur."
Çıplak ayaklanyla mercan taşlarına ba
sarak yemlerin saklandığı buzhaneye git
ti.
İhtiyar adam ağır ağır içti kahvesini.
Bütün gün başka bir şey koymayacaktı ağ
zına, kahveyi içmesi gerektiğini biliyordu.
Yemek yemek uzun süredir sıkıyordu onu,
yanına yiyecek almıyordu bu yüzden. Tek
nenin başında bir şişe su bulunduruyordu,
o kadar, bütün gün başka bir şeye ihtiyacı
yoktu.
Çocuk sardalyalarla, gazete kağıdına
sanlı iki yemle dönmüştü şimdi; ayaklarının
altında çakıllı kumlan duyarak, tekneye
gittiler, kaldırıp suya indirdiler onu.
"Rasgele ihtiyar."
"Rasgele," dedi ihtiyar adam. Kürekle
rin ip halkalarını ıskarmozlara geçirdi, öne
doğru eğildi sonra, limandan çıkmak için
karanlıkta kürek çekmeye başladı. Kumsa
lın başka yerlerinden de denize açılan san-
26
dallar vardı, ay tepelerin arkasına indiği
için göremiyordu onlan, ama küreklerin şı
pırtılannı duyuyordu.
Ara.sıra biri bir şeyler söylüyordu tek
nelerin birinde. Ama sandallann çoğundan
ses çıkmıyordu, kürek şıpırtılanndan baş
ka. Limanın ağzına gelince dağıldılar, balık
bulma umuduyla her biri bir başka yerine
açıldı okyanusun. ihtiyar adam uzaklara gi
deceğini biliyordu, toprağın kokusunu ar
kalarda bırakarak okyanusun dupduru sa
bah kokusuna doğru kürek çekti. Balıkçıla
rın büyük kuyu dedikleri yerden geçerken
Gulf yosunlannın fosforlu ışıltısını gördü
suda; su yedi yüz kulaç derinleşiverdiği için
büyük kuyu denirdi buraya, akıntılar okya
nusun dibindeki dik duvarlara çarparak gir
daba dönüştüğü için, her çeşit balık bulu
nurdu. Burada yem balıklan ve karides ya
taklan vardı, derin çukurlarda mürekkep
balıklan da olurdu bazen, geceleri yukan
ya, su yüzüne yakın yerlere çıkarlar, bı:ı.şı
boş balıklara yakalanırlardı.
İhtiyar adam sabahın gelişini duyuyor
du karanlıkta; kürek çekerken, uçan balık
lann suyu bırakırken çıkardıkları titrek se
27
si, karanlığa dalarken sert kanatlarının hı
şırtısını duyuyordu. Uçan balıklardan çok
hoşlanırdı, okyanustaki en yakın dostları on
lardı çünkü. Kuşlara, özellikle incecik, kara
deniz kırlangıçlarına acırdı, durmadan uçan,
bir şeyler arayan, ama aradıklarını çoğu
zaman bulamayan deniz kırlangıçlarına.
Kuşların hayatı bizimkinden de zor, diye
düşündü, o soyguncu kuşlarla iri kuşlar dı
şında. Okyanus bu kadar acımasızken, kuş
ları o deniz kırlangıçları gibi neden incecik,
çelimsiz yaratmışlar? İyidir okyanus, çok
güzeldir. Ama acımak nedir bilmez bazen,
öyle de çabuk davranır ki, suya dalan, av
lanan balıklar, hüzünlü sesleriyle o küçük
balıklar denizin yanında çok çelimsiz kalı
verir.
Denizi la mar olarak düşünürdü hep;
�s)anyollar, sevdikleri zaman böyle derlerdi
denize. Onu sevenlerin kötü şeyler söyledik
leri de olurdu, ama ne derlerse desinler, de
nizi hep bir kadın olarak düşünürlerdi. Genç
balıkçılardan bazıları, ağlan için mantar
yerine şamandıra kullananlar, köpek balı
ğı ciğerinin para ettiği zamanlar alınmış
motorlarla balıkçılık edenler, erkeklik belir-
28
tisi olan el'i kullanırlardı; el mar. Kendilerile
yanşan biriymiş gibi, bir yer, hatta bir düş
manmış gibi. Ama ihtiyar adam hep dişi ola
rak düşünürdü denizi, büyük iyilikler ya
pan, büyük iyilikler saklayan biri olarak;
çılgınca, kötü şeyler yapıyorsa bile elinde ol
madan yapıyordu. Ay bir kadını nasıl etki
liyorsa denizi de öyle etkiliyor, diye düşün,.
dü.
Durmadan kürek çekiyordu, onun için
bir çaba sayılmazdı bu, aynı hızla ilerliyor
du çünkü, okyanusun yüzü de, akıntının de
ğiştiği yerler dışında, dümdüzdü. İşin üçte
birini akıntıya bırakıyordu, hava aydınlan
maya başlayınca, bu saatte bulunması gere
ken yerin çok ötelerinde olduğunu gördü.
Derin kuyulan bir hafta taradım, işe
yaramadı, diye düşündü. Turnaların, alba
korlann bulunduğu yerleri tarayayım bu
gün, belki iri bir balık yakalanın.
Hava iyice aydınlanmadan önce oltala
rını atmıştı, akıntıyla sürükleniyordu. Yem
lerden biri kırk kulaç derindeydi. İkincisi
yetmiş beş, üçüncüsüyle dördüncüsü de ma
vi suların diplerinde, yüz kulaçta, yüz yir
mi beş kulaçtaydılar. Yem balıklan zokala-
29
ra sımsıkı geçirilmişlerdi; iğnelerin kıvnm
lanyla uçlan da taze sardalyalarla örtül
müştü. Her sardalyanın iki gözünden geçiril
mişti iğneler, panldayan çelikte yanmşar
çelenk gibi duruyorlardı. Büyük bir balığa
güzel kokulu, lezzetli gelmeyecek yer kal
mamıştı iğnelerde.
Çocuk taze iki turna, ya da alkabor.
vermişti; derinlerdeki iki oltanın uçlanna
iskandil kurşunu gibi asılmışlardı; ötekiler
de, daha önce kullandığı kocaman mavi bir
lüferle sapsan bir lapina takılıydı, hala di
riydiler, üstelik sardalyalann kokusu daha
da çekici kılıyordu onlan. Kurşun kalem
kalınlığındaki olta ipleri yeşil birer çubuğa
bağlanmışlardı, yem çekilecek ya da olta
ya dokunulacak olursa suya batacaktı bu
çubuklar, oltalann ikişer tane kırkar kulaç
lık sicimleri vardı aynca, bu sicimleri gere
kirse kısa zamanda birbirine bağlayıp üç
yüz kulaçtan derine inmek mümkündü.
İhtiyar adam, teknenin yanındaki üç
çubuğun batmasını kolluyordu şimdi, bir
yandan da, oltalan gerekli derinlikte dim
dik tutabilmek için usulca kürek çekiyordu.
30
Oldukça aydınlanmıştı hava, güneş doğdu
doğacaktı.
Güneş incecik yükseliverdi denizden,
ihtiyar adam öteki sandalları gördü, suya
iyice yapışmışlardı, kıyıya yakındılar, akın
tı boyunca yayılmışlardı. Derken parlayı
verdi güneş yükselince, düzgün denizden
gözlerine yansıdı; ihtiyar adamın gözleri acı
dı, sudaki parıltılara bakmadan kürek çek
meye devam etti. Dibine bakıyordu suyun,
aşağıya, karanlığa dimdik inen oltalara.
Herkesten dik tutabiliyordu oltalarını, böy
lece, okyanusun her kesiminde balık1ar için
yem bulundurabiliyordu. Ötekiler ise oltala
rını akıntıya kaptınyorlardı, yüz kulaç de
rinde sandıklan yemleri altmış kulaç de
rinde duruyordu aslında.
Ama, diye düşündü, dikkatli davranıyo
rum ben. Yalnız şansım yok artık. Ama
kimbilir? Belki bugün. Her gün yeni bir gün
dür. Şanslı olmak daha iyidir. Ama ben dik
katli olmayı yeğ tutanın. Şans kapıya gel
diğinde hazır olur insan.
Güneş iki saat yükselmişti şimdi, doğu
ya bakmak o kadar acıtmıyordu gözlerini.
Artık görünürde üç tekne kalmıştı, onlar da.
31
suya batmış gibi görünüyorlardı, kıyıya ya
kındılar.
Ömrüm boyunca güneş gözlerimi acıttı
doğarken, diye düşündü. Ama hala sapa
sağlamlar. Akşamlan gözlerim kararmadan
bakabiliyorum ona. Üstelik daha parlak olu
yor akşamlan. Ama sabahlan acı veriyor.
Tam o sırada, ilerisinde, uzun kara ka
natlanyla gökyüzünde dönen bir kuş gör
dü. Kanatlarını kapayarak ansızın alçalı
verdi kuş, sonra dönmeye başladı yine.
Yüksek sesle, "Bir şey bulmuş," dedi ih
tiyar adam. "Aranmıyor, bulmuş."
Kuşun döndüğü yere doğru ağır ağır
kürek çekti. Acele etmiyordu, oltalannı dim
dik tutuyordu. Sulan dalgalandırdı biraz,
kuşu kullanmaya kalkmasa daha ağır gider
di, ama böylesi de iyiydi.
Kuş havaya yükselerek dönmeye devam
etti, kanatlan hareketsizdi. Ansızın alçaldı
sonra, ihtiyar adam uçan balıkların deniz
den fırlayıp su yüzünde umutsuzca yüzdük
lerini gördü.
Yüksek sesle, "Yunuslar," dedi ihtiyar
adam. "Koca yunuslar."
Kürekleri bırakıp küçük bir olta çıkar-
.32
dı başaltından. Orta boy iğnesine sardalya
lardan birini taktı. Yandan suya bıraktı ol
tayı, kıçtaki halkalardan birine bağladı.
Sonra bir başka oltaya daha yem takarak
başaltında gölgeye koydu onu. Kürek çek
meye, su yüzüne inmiş uzun kanatlı kuşu
gözlemeye başladı yeniden.
Gözlerken, kuş pike yapmak için kanat
larını kapayarak yine daldı, sonra boş ye
re, çılgınca kanat çırparak uçan balığı ko
valamaya başladı. İhtiyar adam, koca yu
nusların kaçan balıklan kovalarken sudan
hafifçe çıkan sırtlarını görebiliyordu. Ka
çak balıklann altında yüzüyordu yunuslar,
hızla yüzüyorlardı, balıklar suya düşünce
tam altlarında olacaklardı. Büyük bir yunus
sürüsü, diye düşündü. İyice yayılmışlar,
uçan balıkların pek şansı yok. Kuşun hiç
yok. Uçan balıklar ona göre çok büyük, üs
telik çok hızlı gidiyorlar.
Uçan balıkların bir daha, bir daha sıç
ramalannı, kuşun sonuçsuz çabalannı göz·
ledi. Sürüyü kaçırdım, diye düşündü. Çok
hızlı gidiyorlar, çok uzağa gidiyorlar. Sürü
den bir ayrılan olursa belki yakalanın, bel
ki benim büyük balık da yakınlarında bir
35
man cinslerine ise dostça bir tiksinti du
yardı.
Kaplumbağa teknelerinde çalışmıştı yıl
larca, yine de kaplumbağalar için mistik dü
şünceleri yoktu. Hepsine acırdı, sandal bo
yundaki, bir ton çeken dev kaplumbağala
ra bile. İnsanların çoğu acımaz kaplumba
ğalara, kesilip doğrandıktan sonra bile saat
lerce yürekleri çarpar onlann. Ama, diye
düşündü ihtiyar adam, benim de bir yüre
ğim var, ellerimle ayaklanın onların elleri,
onların ayaklan gibi. Güç kazanmak için
beyaz yumurtalarını yerdi. Eylül'de, Ekim' -
de büyült balıklara karşı koyabilmek için
Mayıs boyunca beyaz yumurtalarını yerdi.
Aynca, çoğu balıkçının takımlarını bı
raktığı kulübedeki büyük tulumdan bir bar
dak köpek balığı yağı içerdi her gün. İste
yen balıkçı rahatça içebilirdi. Çoğu tiksi
nirdi kokusundan. Ama sabahleyin erken
den uyanmak zorunda kalmaktan da kötü
değildi ya, üstelik soğuğa, üşütmeye karşı
çok iyiydi, gözlere de iyiydi.
İhtiyar adam başını kaldırınca kuşun
yeniden dönmekte olduğunu gördü.
"Balık buldu," dedi yüksek sesle. Suyun
36
yüzünde uçan balıklar görünmüyordu, yem
balıklannın da kaçıştığı yoktu. Ama ihtiyar
adam bakarken, küçük bir turna balığı su
yüzüne çıktı, dönüp başaşağı denize daldı.
Güneşte gümüş gibi parıldıyordu turna, de
nize daldıktan sonra bir başkası, bir başka
sı daha göründü, suyu köpüklendirerek her
yöne sıçrıyorlar, uzun atlayışlarla öndeki
balığın arkasından gidiyorlardı. Onu sarı
yorlar, sürüklüyorlardı.
Hızlı gitmezlerse, yetişirim onlara, diye
düşündü ihtiyar adam, suları bembeyaz kö
pürten sürüyü, _korkuyla denizin üstünde
yüzmeye çalışan balıklara, saldıran kuşu
gözlüyordu.
"Büyük yardımı oluyor kuşun," dedi ih
tiyar adam. Tam o sırada, kıçtaki halkaya
bağlı oltanın ipi ayaklarının altında gerili
verdi, kürekleri bıraktı, küçük turnanın tit
rek ağırlığını duydu, oltayı sımsıkı tutarak
çekmeye başladı. Çektikçe artıyordu titre
me, sudaki balığın mavi sırtını, altın sansı
yanlarını gördü, sonra çekip sandala aldı
onu. Güneşte, sandalın kıçında duruyordu
balık şimdi, dipdiriydi, kurşun biçimindey
di, aptalca gözleriyle bakıyordu, tertemiz,
37
çevik kuynığuyla sandalın tahtalarına vura
rak can çekişiyordu. İhtiyar adam acıya
rak başına vurdu onun, tekmeledi; gövdesi,
sandalın kıçındaki gölgede hala çırpınıyor
du.
"Albakor," dedi yüksek sesle. "Güzel
yem olur. Beş kilo çeker."
Yalnız başınayken yüksek sesle konuş
maya ne zaman başlamıştı, hatırlamıyordu.
Yalnızken şarkı söylediği olurdu eskiden,
geceleri büyük teknelerde gözcülük ederken
ya da kaplumbağa teknelerinde tek başı
nayken de şarkı söylerdi. Belki de çocuk ay
rıldıktan sonra yalnız kalınca konuşmaya
başlamıştı. Ama hatırlamıyordu. Çocukla
birlikte balığa çıkınca, sadece gerektiği za
man konuşurlardı. Geceleri ya da kötü ha
va yüzünden fırtınadan kaçmak için bir ye
re sığındı.klan zaman konuşurlardı bir de.
Denizde gereksiz yere konuşmamak bir er
dem sayılırdı, yaşlılar bir erdem olarak gö
rürlerdi bunu, konuşmazlardı. Ama tedir
gin edebileceği kimse yoktu yanında artık,
düşüncelerini çoğu kere yüksek sesle belir
tiyordu.
"Başkaları yüksek sesle konuştuğumu
38
duysalar deli sanırlar beni," dedi yüksek
sesle. "Ama deli değilim ya, aldırmıyorum.
Zenginlerin kendileriyle konuşacak radyo
lan var teknelerinde, kendilerine beyzbol
haberlerini iletecek radyolan var."
Beyzbol düşünmenin sırası değil şimdi,
diye düşündü. Bir tek şey düşünmenin sı
rası. Onun için doğdum ben. Bu sürüde bü,..
yük bir balık vardır belki, diye düşündü.
Yemlenen albakor sürüsünden bir balık
tuttum, o kadar. Ötekiler uzaklarda, hızlı
hızlı gidiyorlar. Su yüzündeki balıklann hep
si hızlı bugün, kuzey doğuya gidiyorlar. Tam
srası mı acaba? Yoksa havanın değişeceği
ni gösteren bilmediğim bir belirti mi bu?
Kıyının yeşilliğini seçemiyordu artık,
ama mavi dağlann karla kaplanmışa ben
zeyen beyaz tepelerini, üstlerinde yükselen
bulutlan, karlı dağlara benzeyen bulutlan
görebiliyordu. Deniz kapkaranlıktı, ışıklar
prizmalar yaratıyordu sularda. Yükselen
güneş binlerce yakamozu silivermişti şim
di, bir mil derinliğindeki suya oltalannı dim
dik sarkıtan ihtiyar adamın gördüğü koca
man, derin prizmalar vardı sadece.
Turnalar suyun dibine inmişlerdi yine;
39
balıkçılar bu tür balıkların hepsine turna
derler, özel adlannı onları satacak.lan ya da
yemle değiştirecekleri zaman kullanırlardı.
Güneş yakıcıydı şimdi, ihtiyar adam güneşi
ensesinde duyuyor, kürek çekerken sırtın
dan ter damlacıklarının aktığını farkedi
yordu.
Akıntıya bıraksam kendimi, diye dü
şündü, uyusam, baş parmağıma bir sicim
bağlarım, beni uyandırır. Ama. seksen beş
gün oluyor bugün, dalga geçmeye gelmez.
Tam o sırada, oltalarına bak.arken, ye
şil çubuklardan birinin ansızın suya batı
verdiğini gördü.
"İşte," dedi. "İşte." Sandala vurmadan
kürekleri bıraktı. Oltaya uzanıp sağ elinin
baş parmağıyla işaret parmağı arasında
usulca tuttu onu. Ne bir ağırlık, ne de bir
titreme vardı oltada, usulca tutuyordu. Ay
nı şey oldu yine. Yoklamak için yanaşmış
tı balık, sert, ağır bir çekilme değildi bu, ne
olduğunu biliyordu. Yüz kulaç derinde bir
marlin, turna, kafasına geçirilmiş iğneyi giz
leyen sardalyalan yiyordu.
İhtiyar adam dikkatle tutuyordu oltayı,
sol eliyle usulca çubuktan çözdü onu. Ba-
40
lık oltanın gerginliğini duyamazdı artık;
parmaklannın arasından kaydırabilirdi ol
tayı.
Bu kadar açıkta, bu ayda kocamandır,
diye düşündü. Ye balık, ye. Ye onlan. N'
olursun ye. Bak, ne kadar taze hepsi, sen
de iki yüz metre derinde, karanlıkta, soğuk
sulardasın. Bir dönüş daha yap karanlıkta,.
geri dön, ye onlan.
Oltanın hafifçe çekildiğini duydu, sonra.
daha sert çekildi, sardalyalardan birinin ka
fasını iğneden çekip koparmak güç olmuştu
herhalde. Sonra bir şey olmadı.
Yüksek sesle, "Hadi," dedi ihtiyar adam.
"Bir kere daha dön. Kokla şunlan. Ne güzel
kokuyorlar, değil mi? Bitir şunlan, bir de
turna var. Dipdiri, soğuk, güzel. Çekinme,
balık. Ye hepsini."
Olta baş parmağıyla işaret parmağı ara
sında, bekledi, onunla birlikte öteki oltala
n da gözlüyordu, belki daha derinlere iner
di balık, ya da yukan çıkardı. O usulcacık
çekilmeyi yine duydu.
Yüksek sesle, "Yiyecek," dedi ihtiyar
adam. "Tannın, yesin şu balığı."
Ama yemedi. Gitmişti, bir şey duymu-
41
yordu ihtiyar adam.
"Gidemez," dedi. "Tann bilir ya, gitmiş
<>lamaz. Dönecek. Daha önce de yaka.lanmış
tır belki, bir şeyler hatırlıyordur."
Oltaya hafifçe dokunulduğunu duydu
sonra, sevindi.
"Demek dönüyormuş," dedi. "Yiyecek."
Oltanın hafifçe çekildiğini duydukça se
viniyordu, sonra inanılnıazcasına ağır, sert
bir çekilme duydu. Balığın ağırlığıydı bu,
derinlere, derinlere, derinlere bıraktı olta
yı, yedek iki ipten birini çözdü. Olta ihtiyar
adamın parmaklan arasından kayarak de
rinlere indikçe o büyük ağırlığı duyabiliyor
du, baş parmağıyla işaret parmağının ipe
baskısı belli belirsizdi, ama duyabiliyordu.
"Ne balık," dedi. "Ağzının kenarına ta
kıldı iğne, oltayla gidiyor."
Sonra dönüp yutar onu, diye düşündü.
Yüksek sesle söylemedi bunu, çünkü güzel
bir şey söylerse gerçekleşmiyeceğini bili
yordu. Ne büyük bir balık olduğunu biliyor
du bunun, ağzında turnayla karanlıklarda
uzaklaştığını düşünüyordu. O anda çekil
menin kesildiğini farketti, ama ağırlık ye
rindeydi hala. Sonra ağırlık artıverdi, ipi
4:2
biraz daha bıraktı. Baş parmağıyla işaret
parmağının baskısını bir an için çoğalttı,
ağırlık daha da arttı, derinlere iniyordu ba
lık.
"Oldu," dedi. "Bırakayım, rahatça ye
sin."
İpi parmaklarının arasından kaydırır
ken sol eliyle öteki oltanın yedek iki ipini bu
oltanın yedek iplerinin ucuna bağladı. Ar
tık hazırdı. Kırk kulaç ipi vardı yedekte
şimdi, elindeki ipten başka.
"Biraz daha ye," dedi. "İyice ye."
İyice ye ki, iğnenin ucu yüreğine sapla
nıp öldürsün seni, diye düşündü. Seni ko
layca çekeyim yukanya, zıpkınlayayım. Ta
mam. Hazır mısın? Yeteri kadar oturdun
mu sofrada?
"Hadi!" dedi yüksek sesle, iki eliyle ipe
asıldı, bir metre kadar çekti ipi, sonra yine,
yine asldı, kollannın bütün gücüyle, gövde
sinin ağırlığından destek alarak, çekiyordu.
Bir şey olmadı. Ağır ağır gidiyordu ba
lık, ihtiyar adam bir santim bile çekeme
mişti onu. Oltası sağlamdı, ağır balıklar için
yapılmıştı, sırtına geçirdi ipi, ip öylesine ge
rildi ki, boncuk gibi sular sıçrattı her yana.
43
Sonra ıslığa benzer sesler çıkarmaya başla
dı suda, ihtiyar adam sandalın kenarına
tutunup geriye yaslanarak oltayı tutmaya
devam ediyordu. Tekne ağır ağır kuzey ba
tıya doğru gitmeye başlamıştı.
Balık durmak bilmeden çekiyordu ipi,
durgun suda ağır ağır ilerliyorlardı. Öteki
oltalar sudaydı hala, ama yapacak bir şey
yoktu.
Yüksek sesle, "Keşke çocuk yanım da ol
saydı," dedi ihtiyar adam. "Balığı benim çek
mem gerekirken balık beni çekiyor. Oltayı
bağlayabilirim. Ama ipi koparabilir. Bütün
gücümle tutup gerekirse biraz daha bırak
malıyım ipi. İyi ki ileriye doğru gidiyor da
dibe dalmıyor."
Ya dibe dalmaya karar verirse ne yapa
nın bilmem. Dibe dalıp da ölüverirse ne ya
panın bilmem. Ama yapanın bir şeyler. Ya
pabileceğim bir sürü şey var.
İpi sırtından geçirmiş, ileride suya gir
diği yere bakıyordu, tekne kuzey batıya doğ
ru yol almaktaydı durmadan.
Bu öldürecek onu, diye düşündü ihtiyar
adam. Sonuna kadar dayanamaz. Ama.
dört sa.at sonra., ba.lık. tekneyi sürükleye-
44
rek aynı hızla gidiyordu denizde, ihtiyar
adam sırtında iple hala dayanmaktaydı.
"Onu yakaladığımda vakit öğleydi," de
di. "Daha görmedim bile onu."
Balığı tutmadan önce hasır şapkasını
kaşlarına kadar indirmişti, alnını kesiyordu
şimdi. Susamıştı da, diz çöktü, uzanabildi
ği kadar uzandı başaltına, tek eliyle su şi
şesini yakaladı. Şişeyi açıp biraz su içti. Son
ra başaltına dayanarak dinlendi. Dikilmemiş
serenle yelkenin üstüne oturarak dinlendi,
dayanmaktan başka bir şey düşünmemeye
çalışıyordu.
Arkasına baktı sonra, kara gözden kay
bolmuştu. Farketmez, diye düşündü. Hava
na ışıklarının göründüğü yerden nasıl olsa
dönerim. Güneşin batmasına iki saat var
daha, belki o zamana kadar su yüzüne çı
kar. Çıkmazsa belki ay doğunca çıkar. Ay
ışığında da çıkmazsa güneş doğarken çıkar
belki. Bir yerimin tutulduğu yok, güçlü
yüm. Zokayı yutan da ben değilim. İğne ağ
zına adamakıllı saplanmış anlaşılan. Bir gö
rebilseydim onu. Karşımdakinin ne olduğu
nu anlamak için bir kerecik görebilseydim.
Yıldızlardan anlaşıldığına göre, balık
45
bütün gece hiç değiştirmedi yönünü. Güneş
battıktan sonra hava soğudu, ihtiyar ada
mın teri sırtında, kollannda, ihtiyar bacakla
nnda soğudu. Gündüz, yem kutusunu örten
çuvalı alıp kuruması için güneşe bırakmış
tı. Güneş battıktan sonra boynuna bağladı
onu, sırtından &arkıttı, omuzlanna kadar
yükselmiş ipin altından geçirdi dikkatle.
İpin kesmesini önlüyordu çuval, başaltına
öylesine yaslanıyordu ki, rahatı bile yerin
deydi neredeyse. Aslında, durumun dayanıl
mazlığını birazcık daha azaltıyordu bu,
ama rahatının yerinde olduğunu sanıyordu
böylece.
Ne ben ona bir şey yapabilirim, ne de
o bana, diye düşündü. Böyle giderse ikimi
zin de elinden bir şey gelmez.
Bir keresinde ayağa kalkıp sandalın ke
nanndan işedi, yıldızlara bakıp yönünü an
lamaya çalıştı. Olta omuzlanndan suya inen
fosforlu bir çizgi gibi duruyordu. Daha ya
vaş gidiyorlardı şimdi, Havana'nın ışıklan
daha belirsizdi, akıntı onlan doğuya sürük
lüyordu herhalde. Havana'nın ışıklan göz
den kaybolursa daha da doğuya gidiyoruz
demektir, diye düşündü. Balık yönünü değiş-
46
tirrnezse ışıklan birkaç saat daha görebili
rim. Bugünkü beyzbol maçları ne oldu aca
ba, diye düşündü. Yanımda radyo olsaydı
ne güzel olurdu şimdi. Hep bunu düşün, di
ye düşündü sonra. Yaptığın işi düşün. Ap
tallık etmemelisin.
Sonra, "Keşke çocuk yanımda olsaydı.
Bana yardım etmek için, bunu görmek için,'•
dedi yüksek sesle.
İhtiyarlığında yalnız kalmamalı kimse.
diye düşündü. Ama kaçınılmaz bir şey bu.
Gücümü kaybetmemek ıçın, bozulmadan
önce şu turnayı yemem gerekiyor, unutma
malıyım. Unutma, sakın, canın istemese de,
sabahleyin yiyeceksin. Unutma sakın, dedi
kendi kendine.
Geceleyin iki yunus geldi sandalın ya
nına, onların suda yuvarlandıklarını duy
du. Erkeğin sesiyle dişinin iç çekişine ben
zeyen sesini ayırabiliyordu.
"İyidir bunlar," dedi. "Oynuyorlar, şa
kalaşıyorlar, sevişiyorlar. Uçan balıklar gi
bi, bunlar da kardeşimiz."
Avladığı büyük balığa acımaya başladı
sonra. Nefis bir balık, garip, kimbilir kaç
yaşında, diye düşündü. Böylesine güçlü,
47
böylesine garip bir balık tutmamıştım şim
diye kadar. Belki de sıçramayacak kadar
akıllı. Sıçrar ya da delicesine bir atağa kal
karsa yandım demektir. Ama belki de bir
çok kere yakalanmıştır daha önce, dayan
ması gerektiğini biliyordur. Karşısındakinin
bir tek adam, üstelik ihtiyar bir adam oldu
ğunu nereden bilsin? Ama ne büyük bir ba
lık bu, eti iyiyse kimbilir ne para getirir pa
zarda. Erkek gibi yuttu zokayı, sandalı er
kek gibi çekiyor, üstelik hiç telaşa kapılma
dan sürdürüyor kavgasını. Düşündüğü bir
şey var mı acaba, yoksa o da benim gibi ça
resiz mi?
Bir çift marlinden birini yakaladığı gü
nü hatırladı. Erkek balık önce hep dişisine
bırakırdı yemi; zokayı yutan balık dişisi,
çtlgıncasına, umutsuzluk içinde çırpınmaya
başlamış, kısa zamanda yorulmuştu, bu ara
da erkeği hiç ayrılmamıştı ondan, olta ipi
nin altından kerelerce geçmiş, su yüzüne çı
kan dişisinin çevresinde dönüp durmuştu.
O kadar yakındaydı ki, ihtiyar adam, t1r
pan büyüklüğünde, tırpan biçiminde kes
kin kuyruğuyla ipi keseceğinden korkmuş
tu onun. İhtiyar adam, dişi balığı kancay-
48
la çekip rengi aynaların sımna dönünceye
kadar kafa.sına tokmakla vururken, sonra
da çocuğun yardımıyla yukarı alırken, er
kek balık sandalın yanından hiç ayrılma
mıştı. Sonra, ihtiyar adam ipleri açıp zıpkı
nı hazırlarken, dişisinin nerede olduğunu
görebilmek için sandalın yanında havaya
sıçramıştı, göğsündeki o yüzgeçleri, o efla
tun kanatlarını açıp, eflatun çizgilerini gös
tererek derinlere dalmıştı sonra. İhtiyar
adam hatırlıyordu, güzel bir balıktı, dişisi
nin yanında kalmıştı.
Başımdan geçen en hüzün verici olay
dı bu, diye düşündü ihtiyar adam. Çocuk
da üzülmüştü, dişi balıktan özür dileyerek
hemen kesmiştik onu.
Yüksek sesle, "Keşke burada olsaydı ço
cuk," dedi, başaltnın yuvarlak tahtalarına
yaslandı, büyük balığın, omuzlarına dolan
mış ipi çekerek kendi seçtiği yöne yılma
dan gidişinin yarattığı ağırlığı duydu.
Kötülüğü eden benim, onun da böyle bir
seçme yapması gerekliydi, diye düşündü ih
tiyar arlam.
Balık, derin karanlık sularda, tuzakla
rın, kötülüklerin ötesinde kalmayı seçmişti.
İhtiyar Balıkçı, F. : 4 49
Ben, bütün insanların ötesinde onu bulma
yı seçtim. Dünyadaki bütün insanlann öte
sinde. İkimiz birleştik, öğleden beri birlik
teyiz. İkimize de yardım edecek kimse yok.
Belki de balıkçı olmamalıydım, diye dü
şündü. Ama bunun için gelmişim dünyaya.
Hava aydınlanınca turnayı yemeli, unutmak
yok.
Gün ışımadan bir süre önce, arkasında
ki yemlerden birini bir şey kaptı. Çubuğun
kırılışını duydu, oltanın ipi çözülüp sanda
lın kenanndan denize kaymaya başladı.
Karanlıkta bıçağını kının dan çıkardı, balı
ğın ağırlığını sol omuzuna vererek arkasına
yaslandı, oltanın ipini kesti. Yanındaki ol
tanın da ipini kesti sonra, karanlıkta yedek
iplere uzandı hemen, uçlannı birbirine dü
ğümledi. Tek eli ustaca işliyordu, düğümleri
sağlamlaştırmak için ayağını iplere basarak
uçlannı çekti. Altı tane yedek ipi vardı şim
di. İkisi, kestiği oltalann ipleriydi, ikisini de
balık çekiyordu, hepsi birbirine bağlıydı.
Ortalık ağarınca, diye düşündü, kırk
kulaçlık ipi de keser, yedeklere eklerim. İki
yüz kulaçlık güzel Catalan Cardel'i, zokalar,
iğneler elden gidecek. Ama yerlerine yeni-
50
leri konur. Ya tuttuğum balık ipi koparır
da elden giderse yerine yenisini kim koya
cak? Biraz önce oltaya takılan balık neydi
acaba, bilmiyorum. Bir marlindi belki, belki
bir kılıçtı, belki de köpek balığı. Elimi bile
süremedim oltaya. Hemen kesmem gereki
yordu.
"Keşke çocuk yanımda olsaydı," dedi
yüksek sesle.
Ama çocuk yok yanında, diye düşündü.
Sadece sen varsın, karanlıkta olsun, aydın
lıkta olsun, son oltaya uzanıp onu da kesme
lisin, yedek iki ipin daha olmalı.
Uzanıp kesti. Karanlıkta güç oldu bu, bir
ara balık hızla çekiverdi ipi, yüzükoyun yere
kapaklandı, gözünün altı kesildi. Birazcık
kan aktı yanağından. Ama çeneye varmadan
önce pıhtılaştı, kurudu, ihtiyar adam başaltı
na çekilip tahtaya yaslandı. Çuvalı düzeltti,
omuzlanndaki ipin yerini biraz değiştirdi,
balığın çekişini duyuyordu, omuzlarmda, eli
ni suya uzatıp sandalın hızını ölçtü.
Demir birdenbire niye atılıverdi acaba,
diye düşündü. İp sırtına gelmiştir anlaşılan.
Ama onun sırtı benimki kadar acımaz ki. Ne
kadar büyük olursa olsun, durmadan çeke-
51
mez bu tekneyi. Her şey yolunda artık, bir
sürü yedek ipim var, başka ne ister insan?
Usulca, yüksek sesle,"Balık," dedi. "Ölün
ceye kadar seninle kalacağım. "
Herhalde o da benimle kalacak, diye dü
şündü ihtiyar adam, havanın aydınlanması
nı bekledi. Alacakaranlıktan önce hava so
ğumuştu şimdi, ısınm ak için tş.htaya sürtün
dü. Sürtünebildiğim kadar sürtünürüm, di
ye düşündü. Sabahın ilk ışıklarında ipin uza
yıp suya girişine baktı. Durmadan gidiyor
du tekne, güneşin ilk ışıklan ihtiyar adamın
sağ omuzuna vurdu.
"Kuzeye yönelmiş," dedi ihtiyar adam.
Akıntı doğuya atar bizi, diye düşündü. Keş
ke akıntıya kaptırsa kendini. Yorulduğunu
gösterir.
Güneş biraz daha yükselince, ihtiyar
adam balığın yorulmadığını farketti. Bir tek
güzel belirti vardı. Oltanın suya girişinden
anlaşıldığına göre, daha üstlerde yüzüyordu
şimdi. Mutlaka sıçrayacak demek değildi bu.
Ama sıçrayabilirdi de.
"Bir sıçrasa," dedi ihtiyar adam. "Hak
kından gelecek kadar ipim var."
İpi biraz daha gerersem belki canı yanar,
52
sıçrar, diye düşündü. Hava aydınlık şimdi, bir
sıçrasa belkemiğinin yanındaki keseler ha
vayla dolar, ölmek için derinlere inemez.
İpi germeye çalıştı, ama zaten kopacak
kadar gerilmişti ip, çekmek için geriye yas
landığında sırtı acıdı, daha fazla çekemedi.
Sarsmamalıyım ipi, diye düşündü. Her sar
sıntı iğnenin açtığı yarığı büyütür, sonra sıç
rarsa kurtulur iğneden. Hem güneşin altın
da daha iyiyim şimdi, üstelik ona bakmak
zorunda da değilim.
San yosunlar vardı oltanın ipinde, balı
ğın hızını biraz olsun azaltabilirlerdi, ihtiyar
adam sevindi. Geceleyin fosforlu ışıklar saç
mış olan san Gulf yosunlanydı bunlar.
"Balık," dedi, "seni seviyorum, büyük
saygı duyuyorum sana. Ama gün bitmeden
seni öldüreceğim. "
Öyle diyelim, diye düşündü.
Kuzeyden küçük bir kuş geldi tekneye
doğru. Bir ötleğendi bu, çok alçaktan uçu
yordu. İhtiyar adam onun çok yorgun oldu
ğunu farketti.
Kuş teknenin kıçına konup biraz dinlen
di. Sonra ihtiyar adamın başının çevresinde
uçup oltanın ipine kondu, ip daha rahattı.
53
lhtiyar adam, "Kaç yaşındasın?" diye
sordu kuşa. "hk yolculuğun mu bu?"
Konuşurken, kuş ona baktı. İpi gözden
geçiremeyecek kadar yorgundu, incecik
ayaklarıyla sımsıkı tutunmuş, sallanıp du
ruyordu.
"Sağlamdır, " dedi ihtiyar adam kuşa.
"Sapasağlamdır. Rüzgarsız bir geceden son
ra bu kadar yorgun olmamalısın. Neye va
racak kuşlann sonu?'
Atmacalar, diye düşündü, bunlan yaka
lamak için denize açılıyor atmacalar. Ama
kuşa söylemedi bunu, söylese de anlamazdı
zaten, hem atmacaları da yakında görecekti.
"İyice dinlen, küçük kuş, " dedi. " Sonra
git, öteki kuşlar, insanlar, balıklar gibi sen
de talihini dene. "
Konuşmak yüreklendiriyordu onu, ge
celeyin sırtı kaskatı kesilmişti çünkü, canı
yanıyordu.
"İstersen benim evde kalabilirsin, kuş,"
dedi. "Yelkeni açıp da çıkan meltemle seni
götüremediğim için üzgünüm. Bir arkada
şım var yanımda."
Tam o sırada, balık ansızın çekiverdi ipi,
ihtiyar adamı başaltına sürükledi, ihtiyar
54
adam kendini toparlamayıp biraz daha ip
salmasaydı denize düşecekti.
İp sarsılınca uçup gitmişti kuş, ihtiyar
adam onun uçuşunu göremedi. Sağ eliyle
dikkatle yokladı ipi, elinin kanadığını far
ketti.
"Canı yandı anlaşılan," dedi yüksek ses
le, balığı geri çevirip çeviremeyeceğini anla
mak için ipe asıldı. İp tam kopma noktasın
dayken arkasına yaslanıp kendini balığın çe
kişine bıraktı yine.
"Canın adamakıllı yanıyor şimdi, balık, "
dedi. "Tann bilir ya, benim d e yanıyor."
Çevresine bakıp kuşu arandı, onun dost
luğundan hoşlanacaktı. Kuş gitmişti.
Pek uzun kalmadın, diye düşündü adam .
Ama kıyıya vanncaya kadar çok çekeceksin
daha. O ansızın çekişle nasıl da kestirdim
elimi? Gittikçe salaklaşıyorum herhalde. Bel
ki de küçük kuşa bakıyor, onu düşünüyor
dum. Dikatimi balığa vermeliyim artık, gü
cümü korumak için turnayı da yemeli.
Yüksek sesle, "Keşke burada olsaydı ço
cuk, biraz da tuz olsaydı." dedi.
İpin ağırlığını sol omuzuna verip diz çö
kerek okyanusta dikkatle yıkadı elini, bir sü-
55
re suyun içinde tuttu, kanın akıp gidişine,
teknenin ilerleyişiyle eline çarpan sulara
baktı.
"Epey yavaşladı," dedi.
İhtiyar adam tuzlu suda biraz daha tut
mak istiyordu elini, ama balığın ipi ansızın
yine çekivermesinden korkuyordu, ayağa
kalkıp ipe sıkıca sanndı, elini kaldınp gü
neşe tuttu. İpin sürtünmesinden kesilmişti
avucu. Ama kesik, elinin en oynak yerin
deydi. Ellerini kullanması gerekeceğini bili
yordu, daha işin başlangıcında kesilmesin
den pek hoşlanmamıştı.
Eli kuruyunca, "Artık," dedi, "şu küçük
turnayı yemeli. Kancayla uzanabilirim ona,
burada rahatça yiyebilirim."
Diz çöktü, kancayı uzatarak teknenin kı
çındaki balığı buldu, iplere değdirmemeye
çalışarak yanına çekti. Oltanın ipini sol omu
zuyla tutmaya devam ederek sol eliyle uza
nıp balığı kancadan çıkardı, kancayı yerine
bıraktı sonra. Dizinin altına aldı balığı, koyu
kırmızı etini kafasının arkasından kuyruğu
na kadar uzunlamasına, dilim dilim kesti.
Kamaya benziyordu dilimler, sonra da sır
tından karnına kadar yardı balığı. Altı par-
.')0
çaya ayınnca, dilimleri başaltındaki tahtaya
yaydı, bıçağını pantalonuna sildi, kılçığı kuy
ruğundan tutup denize attı.
"Hepsini yiyemem," dedi, bıçağını dilim
lerden birine sapladı. İpin durmadan sertçe
çekilişini duyuyordu, sol eli adamakıllı tu
tulmuştu. Ağır sicime sımsıkı yapışmıştı eli,
tiksintiyle baktı.
"Ne biçim el bu," dedi. "Tutul bakalım.
İstersen öylece kal. Faydası yok. "
Hadi, diye düşündü, karanlık suya, ipin
uzanışına baktı. Ye de eline güç versin. Suç
elde değil ki, saatlerdir bu balıklasın. İster
sen hiç bırakmazsın onu. Ye şu bonito'yu ar
tık.
Bir parça alıp ağzına attı, ağır ağır çiğ
nedi. Tatsız değildi.
İyice çiğne, diye düşündü, bütün suyu
nu em. Bir parça misket limonu, limon ya da
tuz olsaydı ne güzel olurdtı şimdi.
Soğumuş bir ceset gibi kaskatı kesilmiş
eline, "Nasıl oldun, el?" diye sordu. "Biraz da
senin için yiyeyim. "
İkiye kestiği dilimin öteki parçasını da
yedi. İyice çiğneyip deriyi tükürdü.
57
"Nasıl yaradı mı, el? Yoksa belli olmadı
mı daha?"
Bir başka dilimi bütün bütün ağzına atıp
çiğnedi.
"Kanlı canlı bir balıkmış bu," diye dü
şündü. "İyi ki yunus yerine onu yakalamı
.şım. Yunus tatlıdır biraz. Bu pek o kadar
tatlı değil, üstelik güç veriyor insana. "
Duruma ayak uydurmaktan başka çare
yok, diye düşündü. Keşke biraz tuz olsaydı
yanımda. Üstelik bilmiyorum da, güneş çürü
tür mü bunu , kurutur mu, aç olmasam da
hepsini yemeliyim. Balık durgun, aynı hız
la ilerliyor. Hepsini yiyeyim, hazır olurum.
"Sabırlı ol, el," dedi. "Senin için yapıyo
rum bunu."
Balıği bir yoklayabilseydim, diye düşün
dü. Kardeşim o benim. Ama öldürmem gere
kiyor, öldürmek için de güçlü olmalıyım. Ka
maya benzer balık dilimlerini ağır ağır yedi.
Elini pantolonuna silerek doğruldu.
"Tamam," dedi. "İpi bırakabilirsin el,
bu saçmalığın sona erinceye kadar sağ ko
lumla başa çıkabilirim. " Sol eliyle tuttuğu
.ağır ipin üstüne sol ayağını bastı, ağırlığı
sırtına vermek için geriye yaslandı.
-58
"Tanrı yardım etse de şu tutulma geç
se," dedi. "Balığın ne yapacağını bilmiyorum
çünkü. "
Ama durgun görünüyor, diye düşündü,
tasarladığını gerçekleştirmeye çalışıyor. A
ma ne tasarlıyor acaba, diye düşündü. Ben
ne tasarlıyorum. Büyük bir balık bu, onun
için davranışımı onun davranışlarına göre
ayarlamalıyım. Sıçrarsa öldürebilirim onu.
Ama hep aşağıda. Ben de hep onunla kalı
nın.
Tutulan elini pantolonuna sürdü, par
maklarını oynatmaya çalıştı. Ama açılmıyor
du eli. Belki güneşte açılır, diye düşündü. Bel
ki o güçlü, o çiğ turnayı sindirince açılır. Aç
mam gerekecekse ne pahasına olursa olsun
açanın onu. Ama şimdilik zorla açmak iste
miyorum. Varsın kendi kendine açılsın, eski
haline gelsin. Zaten bütün gece oltaları ke
sip iplerini düğümlerken canı çıktı.
Denize, ötelere baktı, ne kadar yalnız ol
duğunu anladı. Ama derin karanlık sudaki
prizmaları, uzanıp giden ipi, durgun balığın
yarattığı garip dalgalanmaları görebiliyordu.
Bulutlar kümelenmekteydi şimdi, alize çıka
caktı, ileri bakınca denizin üstünde, gökyü-
59
züne karşı yaban ördeklerinin uçmakta ol
duğunu gördü, bir toplanıp bir açılıyorlardı
ördekler, denizde kimsenin tek başına kal
mayacağını anladı.
Bazı insanların küçük bir sandalla açıl
maktan, karayı gözden kaybetmekten nasıl
korktuklarını, havaların ansızın bozduğu ay
larda nasıl haklı çıktıklarını düşündü. Ama
kasırga aylarındaydılar şimdi, kasırga ayla
n da, kasırga patlak vermediği zamanlar, yı
lın en güzel aylarıydı.
Kasırga patlak vereceği zaman, insan
dt;nizdeyse, belirtilerini günlerce önceden
görür gökyüzünde. Kıyıdan görülmez, çünkü
neyi kollayacağını bilmez insan, diye dü
şündü. Kara, bulutların biçimini de değişti
riyor. Ama şimdilik kasırga yok.
Göğe baktı, dondurma yığınlan gibi
dostça kümelenmiş beyaz kümülüsleri, yük
sek Eylül göğüne tırmanmış incecik sirüs
tüylerini gördü.
"Hafif brisa," dedi. "Hava benden yıın ·.l
çalışıyor, balık. "
Tutulmadan da hi ç hoşlanmam, diye dü -
şündü. İnsana gövdesinin oynadığı en kötü
oyun. İnsan zehirlenip de karnı sürerse ya
(l(l
da kusarsa, başkalannın yanında küçük dü
şer. Ama tu tulma, bir calambre olarak gö
rüyordu tutulmayı, insanı tek başınayken de
kendi kendine karşı küçük düşürür.
Çocuk burada olsaydı ovalar, dirseğim
den parmaklanma kadar açardı kolumu .
Ama açılacak.
Sonra sağ eliyle ipin çekilişini yokladı.
ipin suya girişindeki değişikliğin farkına var
dı. İpe doğru eğildi sonra, hafifçe yukan
doğru çıkıyordu ip, sol elini hızla, olanca
gücüyle kalçasına vurdu.
"Çıkıyor, " dedi. "Hadi, el. N 'olursun, ha-
di. "
İp ağır ağır, aralıksız yükseldi, okya
nus kayığın önünde kabardı, balık çıktı. Bit
mek bilmeyen bir çıkışı vardı, yanlanndan
sular akıyordu. Güneşte pınl pırıldı, kafa
sıyla sırtı mordu, yanlanndaki çizgiler ka
lındı, açık eflatun görünüyordu güneşte.
Burnu beyzbol sopası kadar uzundu, kılıç
gibi sivriliyordu; boylu boyunca çıkıp dalgıç
gibi yeniden usulca daldı suya, ihtiyar adam
tırpana benzeyen büyük kuyruğunu gördü
onun, ip yeniden çekilmeye başladı.
"Tekneden yanın metre daha uzun,"
61
dedi ihtiyar adam. İp hızla çekiliyordu, dur
madan; balık telaşa kapılmamıştı. İhtiyar
adam, ipi iki eliyle kavramış, kopma nokta
sında tutmaya çalışıyordu. Çekerek balığı
yavaşlatamazsa, ipin kopacağını anlamıştı.
Büyük bir balık bu, onu kandırmalıyım,
diye düşündü. Gücünün farkına varmamalı,
kaçmakla kurtulabileceğinin de farkına var
mamalı. Onun yerinde olsaydım bütün gü
cümü kullanırdım şimdi, ipi koparırdım.
Ama neyse ki, balıklar onları öldürenler ka
dar akıllı değiller; daha soylular, daha güç
lüler, o kadar.
İhtiyar adam bir sürü büyük balık gör
müştü. Beş yüz kilodan çok çekenini gör
müş, iki kere de o büyüklükte balık yakala
mıştı, ama ikisinde de yalnız değildi. Ama
şimdi yalnızdı, kara görünürlerde yoktu, o
güne kadar gördüğü balıkların en büyüğüy
le karşı karşıyaydı, bu kadar büyüğünü duy
mamıştı bile, sol eli de kartal pençesi gibi
kaskatı kesilivermişti.
Ama açılacak, diye düşündü. Sağ elime
yardım etmek için açılacak nasıl olsa. Üç
kardeş bunlar : balıkla iki elim. Açılmalı.
62
Açılmazsa işe yaramaz. Balık yavaşlamıştı
yine, eski hızıyla gidiyordu.
Niye sıçradı acaba diye düşündü ihti
yar adam. Ne kadar büyük olduğunu gös
termek istermişçesine sıçradı. Ama biliyo
rum şimdi, diye düşündü. Ben de ona nasıl
bir adam olduğumu gösterebilsem. Ama o
zaman da tutulmuş elimi görür. Varsın, ol
duğumdan daha güçlü bir adam olduğumu
sansın, öyle olacağım. Keşke ben balık ol
saydım, diye düşündü, tutkuma, aklıma kar
şı her şeyi var.
Tahtaya rahatça yaslanıp oluruna bı
raktı acısını, balık durmadan yüzüyor, tek
ne karanlık sularda ağır ağır ilerliyordu.
Gündoğusundan esen rüzgarla hafifçe ka
barmıştı deniz, ihtiyar adamın eli öğle vak
ti açıldı.
"Haberlec kötü, balık, " dedi, omuzları
nı örten çuvalın üstündeki ipi düzeltti.
Rahattı, ama canı yanıyordu biraz, ca
nının yandığını kabullenmek istemiyordu.
"Dindar değilim," dedi. "Ama şu balığı
bir yakalasam on kere Babamız duasını oku
yacağını, on kere de Meryem Ana duasını,
Cobre Meryemi'ni de ziyarete gideceğim.
Söz."
6:!
Hiç düşünmeden arka arkaya dua oku
maya başladı. Bazen o kadar yoruluyordu
ki, hatırlayamıyordu duayı, kelimeler hiç
düşünmeden ağzından çıksın diye hızlı hız
lı okumaya başlıyordu. Meryem Ana, Baba
mız'lardan daha kolay, diye düşündü.
"Meryem Anamız, lütufkar Meryem,
Tanrı seninl�dir. Kadınlann en mübareği
sensin, rahminin yemişi İsa da mübarektir.
Kutsal Meryem Tann'nın Anası, şimdi de,
ölüm saatimizde de biz günahkarlar için dua
et. Amin." Sonra ekledi : "Kutsal Meryem,
bu balığın ölümü için de dua et. Güzel bir
balık olsa da.. "
64
tatsız gelmez. Keşke bir uçan balık düşse
sandala bu gece. Ama onlan çekecek ışığım
da yok ki. Uçan balık çiğ çiğ ne güzel yenir,
üstelik kesmek de gerekmez. Bütün gücümü
saklamalıyım. Tannın, bu kadar büyük oldu
ğunu bilmiyordum."
"Yine de öldüreceğim onu," dedi. "İstedi
ği kadar büyük, istediği kadar şanlı olsun."
Haksızlık bile olsa, diye düşündü. Ama
insanoğlunun neler yapabileceğini, nelere
katlanabileceğini ona göstereceğim.
"Çocuğa garip bir ihtiyar olduğumu söy
lemiştim." dedi. "Bunu göstermenin tam sı
rasıdır."
Bin kere göstermişti bunu, ama ne anla
mı vardı? Bir kere daha gösteriyordu şimdi.
Her keresinde yeniden gösteriyordu, işini
yaparken geçmişi hiç düşünmezdi
Bir uyusa keşke, ben de uyusam, rüyam
da aslanları görsem, diye düşündü. Neden
sadece aslanlar kaldı? Kendi kendine "Dü
şünme ihtiyar," dedi. Tahtaya yaslan hafif
çe, hiçbir şey düşünme. O yoruluyor şimdi.
Sen yorulmamaya bak.
İkindi oluyordu, sandal durmadan, ağır
ağır ilerliyordu hala. Ama gündoğusundan
İhtiyar Balıkçı, F. : s 65
esen Iiizgar a rtık yarclım ediyordu ona, kü
çük dalgaların üstünde usulca gidiyordu,
sırtındaki ipin acısı biraz daha dayanılır gi
biydi.
Öğleden sonra ip bir kere daha yüksel
meye başladı. Ama balık biraz daha yuka
rıda yüzmeye devam etti, o kadar. Güneş ih
tiyar adamın sol koluna, omuzuna, sırtına
vuruyordu. Demek ki, kuzey doğuya dön
müştü balık.
Balığı bir kere görmüştü ya, kanat gibi
açılmış mor yüzgeçleriyle suda yüzüşünü,
karanlığı kesen kocaman, dik kuynığunu
gözünün önüne getirebiliyordu. O derinlikte
acaba ne kadar ilerisini göıiiyor, diye düşün
dü ihtiyar adam. Gözü kocaman, atların göz
leri daha küçüktür, ama karanlıkta göıiir
ler. Eskiden ben de iyi görürclüm karanlıkta.
Zifiri karanlıkta değil. Neredeyse kediler ka
dar görürdüm.
Güneş, bir de parmaklarını durmadan
oynatması, sol elini iyice açmıştı artık, ağır
lığı o yanına vermeye başladı, ipi biraz kay
dırmak için sırtının kaslarını oynattı.
Yüksek sesle, "Daha yorulmadıysan, ba
lık," dedi, "çok garip olmalısın."
66
Kendini çok yorgun buluyordu şimdi, ge
cenin birazdan çökeceğini biliyordu, b�·�-<:a
şeyler düşünmeye çalıştı. Birinci ligleri dü
şündü, Gran Ligas'ı, Yankees of New York'
un Tigres of Detroit'le karşılaştığını biliyor
du.
Juegos sonuçlanın öğrenıneyeli iki gün
oluyor bugün, diye düşündü. Ama güvenim
sarsılmamalı, topuğundaki kemik mahmuzu
nun verdiği acıyla bile her şeyi kusursuz
yapan büyük DiMaggio'ya layık olmalıyım.
Nedir kemik mahmuzu? diye sordu kendi
kendine. Un espuela de hueso. Bizde yoktur
böyle şey. İnsanın topuğu da, döğüşen bir
horozun mahmuzu gibi acır mı? Herhalde
dayanamazdım bu acıya, bir gözümü ya da
iki gözümü birden kaybedip, horozlar gibi,
döğüşmeye devam edemezdim. İnsanoğlu
büyük kuşların, büyük hayvanların yanında
pek bir şey değil. Ama yine de, denizin ka
ranlığındaki şu hayvanın yerinde olmak is
terdim.
Yüksek sesle, "Köpek balıklan gelmez
se," dedi. "Köpek balıklan gelirse, Tanrı
ona da bana da acısın."
Büyük DiMaggio benim dayandığım ka-
67
dar dayanabilir miydi böyle bir balığa? diye
düşündü. Mutlaka, hem de daha çok daya
nırdı. Hem onun babası da balıkçıydı. Ama
o kemik mahmuzu çok yakar mıydı canını?
"Bilmiyorum," dedi yüksek sesle. "Ben
de öyle bir mahmuz yok."
Güneş batarken, kendine biraz daha gü
ven vermek için, Casablanca'daki meyhane
de nhtımın en güçlü adamı olan Cienfues
gos'lu iri zenciyle nasıl bilek güreşi yaptık
lannı hatırladı. Dirsekleri masaya tebeşirle
çizdikleri çizginin üstünde, elleri birbirinin
ellerine sımsıkı kenetli, bir gün bir gece da
yanmışlardı. Birbirinin elini masaya yatır
maya çalışıyordu ikisi de. Herkes bahse tu
tuşuyordu, lüks lambalannın altından insan
lar girip çıkıyordu odaya, zencinin eline, ko
luna bakmıştı, zencinin yüzüne. İlk sekiz sa
atten sonra, dört saatte bir hakem değiştir
diler, uyuyabilsinler diye. İkisinin de tırnak
la.nna kan oturdu, birbirlerinin gözlerine, el
lerine, bileklerine bakıyorlardı, bahse tutu
şanlar odaya girip çıkıyor, duvar diplerinde
ki yüksek iskemlelere oturup onlan seyredi
yordu. Duvarlar parlak maviye boyanmıştı,
ahşaptı, lambalar gölgelerini düşürüyordu
68
duvarlara. Zencinin gölgesi kocamandı, rüz
gar lambaları salladıkça gölgesi de duvarda
sallanıyordu.
Durum gece boyunca sık sık değişti, zen
ciye rom içirdiler, sigara yakıp ağzına tutuş
turdular. Rom içtikten sonra bütün gücüy
le abanıyordu zenci, bir keresinde ihtiyar
adamın bileğini, ihtiyar bir adam değildi o
sıralarda, Santiago El Campeon'du, sekiz
santim kadar yatırmıştı. Ama ihtiyar adam,
ölü noktaya getirmeyi başarmıştı elini. İşte
o zaman, güçlü kuvvetli bir a.d.am olan, bü
yük bir sporcu olan zenciyi yeneceğini an
lamıştı. Gün ışırken de, bahisçiler güreşin
berabere bitmesi gerektiğini ileri sürerler
ken, hakemin başını iki yana salladığı sıra
da, bütün gücünü kullanmış, zencinin elini
tahtaya yapıştırıncaya kadar abanm ıştı. Bir
pazar sabahı başlamıştı güreş, bir pazarte
si sabahı sona ermişti. Bahisçilerin çoğu be
rabere bitmesini istemişlerdi güreşin, rıhtım
da şeker çuvalları taşımaya ya da Havana
Kömür Şirketi'nde çalışmaya gideceklerdi
çünkü. Yoksa herkes güreşte birinin yenme
sini istiyordu. O da yenmişti işte, bitirmişti
güreşi, herkes işine gitmeden önce.
69
Bu olaydan sonra. uzun süre herkes Şam
piyon diye çağırdı onu, baharda bir de rö
vanş maçı yaptılar. Ama. pek para konmadı
ortaya, ilk maçta Cienfuegos'lu zencinin gü
venini sarstığı için, bu keresinde oldukça
kolay kazandı. Bir iki maç daha yaptı son
-
70
Uçakta olmak çok gariptir herhalde, di
ye düşündü. Deniz o yükseklikten nasıl gö
rünür acaba? Çok yüksekten uçmazlarsa ba
lıklan iyice görebilirler. Ben de iki yüz kulaç
yükseklikte ağır ağır uçup havadan görmek
isterdim balıklan. Kaplumbağa teknelerin
deyken direğin tepesine çıkardım, o yüksek
likten bile bir sürü şey görürdüm. Yunuslar
daha yeşil görünür oradan, çizgilerini, mor
beneklerini görebilir insan.bütün sürüyü yü
zerken görebilir. Karanlık akıntıların hızlı
balıklarının sırtlan neden mordur hep, ne
den mor çizgileri, mor benekleri vardır? Yu
nus, altın sansı olduğu için yeşil görünür
tabii. Ama acıkıp da bir şeyler yemeye çı
kınca, iki yanında mor çizgiler görünür, tıp
kı marlinde olduğu gibi. Öfkeden mi beliri
yor bu morluklar, yoksa hızım arttırmasın
dan mı?
Hava tam kararırken, sanki okyanusun
sevişmesini örten san bir battaniye gibi de
nizin üstüne hafifçe yayılan, dalgalanan bir
yosun adasını, Sargasso yosunlarından bir
adayı geçtikleri sırada, küçük oltasına bir
yunus takıldı. İlk olarak, havaya sıçradığın
da gördü onu, güneşin son ışıklarında altın
71
gibiydi, havada kıvrılıyor, çılgıncasına çır
pınıyordu. Korkuyla bir daha, bir daha. sıç
radı, ih tiyar adam, büyük oltanın ipini sağ
eliyle, sağ koluyla tutarak sandalın kıçına
ilerledi, diz çöktü, sol eliyle yunusu çekti, ol
tayı çektikçe, kaçmasın diye çıplak sol aya
ğıyla üstüne basıyordu. Balık, umutsuzluk
içinde çırpınarak sandalın kıçına kadar ge
lince, ihtiyar adam eğildi, mor benekli altın
sansı balığı yukan aldı. Balık çenelerini açıp
kapayarak ıgneyi ısırıyordu durmadan,
uzun düz gövdesiyle, kuyruğuyla, kafasıyla
teknede çırpındı, ihtiyar adam sopayla al
tın sansı kafasına vurdu yunusun, yunus
debelendi, sonra kıpırdamadı artık.
İhtiyar adam iğneyi çıkardı, bir sardal
ya daha takıp denize fırlattı. Ağır ağır başal
tına döndü sonra. Sol elini yıkayıp pantolo
nuna sildi. Sonra ağır ipi sağ elinden sol eli
ne geçirip sağ elini de yıkadı denizde, bu
arada güneşin okyanusta batmasına, büyük
oltanın suya girişindeki eğikliğe bakıyordu.
'Hiç değişmedi," dedi. Ama suyun eline
çarpışından anladığına göre, hızı oldukça
azalmıştı.
"İki küreği kıça bağlasam geceleyin hı -
72
zını azaltırım," dedi. "Bu gece de dayanacak,
ben de dayanının."
Yunusu biraz sonra temizlemeli, kanı
etinde kalsın, diye düşündü. Birazdan temiz
lemeli, hızı yavaşlatmak için kürekleri de o
zaman bağlarım. Balığı tedirgin etmemeli
şimdi, güneş batıyor. Gün batımı bütün ba
lıklar için en zor zamandır.
Elini havada kurutup ipi kavradı, yer
leşebildiği kadar yerleşti başaltına, tahtaya
iyice yaslandığı için ağırlığın çoğunu tekne
ye vermişti şimdi.
Bu işin nasıl yapılacağını öğreniyorum
artık, diye düşündü. Hiç olmazsa bu yanının.
Sonra unutma, zokayı yuttuğundan beri bir
şey yemedi, kocaman, çok yemek ister. Ben
koca bir bonito yedim. Yann da yunusu ye
rim. Dorado diyordu yunusa. Belki de bira
zını yerim temizleyince. Bonitoyu yemekten
daha güç olacak. Ama kolay olan ne var ki?
Yüksek sesle, "Nasılsın bakalım, balık?"
diye sordu. "Ben iyiyim, sol elim de daha iyi,
bir gün bir gece yetecek kadar yiyeceğim de
var. Çek bakalım tekneyi, balık."
Ama pek iyi değildi, aslında, ipin sırtı
na verdiği acı, acı olmanın ötesindeydi şim-
73
di, güvenilmez bir uyuşukluğa dönmüştü.
Ama çok daha kötü şeyler geçti başımdan,
diye düşündü. Birazcık kesildi elim, tutulma
da bir elimden ötekine geçti. Bacaklarım iyi.
Hem yiyecek bakımından da üstünüm on
dan.
Hava kararmıştı şimdi, Eylül'de güneş
batınca hemen kararır hava. Başaltının yıp
ranmış tahtasına yaslanarak dinlenebildiği
kadar dinlenmeye çalıştı. İlk yıldızlar doğ
muştu. Adını bilmiyordu Rigel'in, ama onu
görünce bütün yıldızların yakında belirece
ğini, uzaklardaki bütün arkadaşlarına ka
vuşacağını anladı.
Yüksek sesle, "Balık da arkadaşım." de
di. "Böyle bir balığı ne gördüm ne de işit
tim. Ama öldürmek zorundayım onu. İyi ki
yıldızlan öldürmek zorunda değiliz. "
Düşün bir kere, insan her gün ayı öldür
mek zorunda kalsaydı ne olurdu? diye dü
şündü. Ay kaçıp giderdi. Düşün bir kere, ya
her gün güneşi öldürmek zorunda kalsaydı?
Talihimiz varmış, diye düşündü.
Yiyeceği olmayan büyük balığa acıdı
sonra, ama acıması, onu öldürme kararını
hiç etkilemedi. Kimbilir kaç insanı doyura-
74
cak, diye düşündü. Ama bu balığı yemeye
layık mı o insanlar? Değiller tabii. Davranı
şına, yüceliğine, soyluluğuna bakılırsa kim
se layık değil onu yemeye.
Ben bu işlerden anlamam, diye düşün
dü. Ama iyi ki güneşi, ayı, yıldızlan öldür
mek zorunda değiliz. Denizden beslenmek,
gerçek kardeşlerimizi öldürmek yetiyor.
Artık, diye düşündü, sandalın yavaşla
ması konusunu düşünmeliyim. Tehlikeleri de
var bunun, iyi yanlan da. Kürekleri yerine
bağlamışsam da, sandal hafifliğini kaybet
mişse, balığın göstereceği bir çabayla ipi sal
mak zorunda kalırım, bu yüzden de balık
elden gider. Sandalın hafifliği ikimizin de
çektiği acıyı uzatıyor, ama daha tehlikesiz,
asıl hızını kullanmadı daha. Ne olursa ol
sun, bozulmadan yunusu temizleyip birazı
nı yemeliyim, güç kazanmak için.
Şimdilik bir saat daha dinleneyim, san
dalın kıçına gidip yunusu temizlemeden, bir
karara varmadan önce bakayım hala daya
nıyor mu? Bu arada davranışlarını da ince
lerim, bakalım bir değişiklik olacak mı? Kü
rekleri bağlamak iyi numara doğrusu; ama
işi sağlama almanın sırası geldi. Hala güç-
75
lü; gördurn, iğne ağzının kenarında, ağzını
da sımsıkı kapamış. İğne bir şey değil.
Önemli olan açlık, bir de tanımadığı bir düş
manla karşılaşması. Dinlen ihtiyar, iş yeni
den başa düşünceye kadar bırak da o çalış
sın.
İki saat kadar dinlendi. Geç vakte kadar
ay doğmuyordu şimdi, saati kestirme imka
nı yoktu. Pek dinlenemiyordu da. Balığın
ağırlığını hala omuzlarında taşıyordu, sol
elini teknenin başına dayayıp ağırlığın bi
raZUlı daha sandala aktardı.
İpi bağlasam ne kolay olurdu, diye dü
şündü. Ama hafifçe bir atılışla koparırdı.
Gövdemi kullanarak bir esneklik kazandır
malıyım ipe, iki elimle de salmaya hazır ol
malıyım.
Yüksek sesle, "Ama daha uyumadın ih
tiyar," dedi. "Yarım gün, bir gece uyumadın,
bir gün daha geçti, uyumadın. Biraz dur
gunlaşırsa, hızını değiştirmezse uyumanın
bir yolunu bulmalısın. Uyumazsan kafanın
içi allak bullak olur sonra."
Kafam pırıl pırıl, diye düşündü. Gerek
tiğinden de çok. Kardeşlerim olan yıldızlar
kadar pırıl pırılım. Uyumalıyım yine de. Yıl-
76
dızlar uyurlar, ay da, güneş de uyur, akıntı
olmadığı günlerde okyanus bile uyur, dur
gunken.
Uyumayı unutma, diye düşündü. Mutla
ka uyu, ip için de bir kolaylık düşün. Gidip
yunusu hatırla şimdi. Uyurken küreklerin
böyle bağlı durması çok tehlikeli.
Uyumasam da olur, dedi kendi kendine.
Ama çok tehlikeli bir şey bu.
İpi sarsmamaya çalışarak, elleriyle dizle
rinin üstünde teknenin kıçına doğru ilerle
meye başladı. Balık da yan uyuyordur bel
ki, diye düşündü. Ama dinlenmemesi gerek.
Ölünceye kadar çekmeli ipi.
Kıça varınca döndü, omuzlarına dolan
mış ipi sol eliyle tutuyordu şimdi, sağ eliyle
bıçağını kınından çıkardı. Yıldızlar parlak
tı, yunusu açık seçik görebiliyordu, bıçağın
ucunu kafasına saplayıp balığı kendine doğ
ru çekti. Bir ayağını üstüne basarak karnı
nı yanağına kadar yardı hemen. Sonra bı
çağını bıraktı, solungaçlarını çekip sağ eliy
le iyice temizledi onu. Karnı ağırdı yunusun,
kaygandı, yararak açtı karnını. İki tane uçan
balık vardı y-'Jnusun karnında. Tazeydiler,
diriydiler, yanyana yere bıraktı anlan, bar-
T7
saklarla solungaçları denize fırlattı. Suda.
fosforlu izler bırakaral< battılar. Yunus so
ğuktu, yıldızların ışığında pis bir griliğe bü
rünrn üştü, ihtiyar adam, sağ ayağı balığın
kafasında, bir yanının derisini yüzdü. Sonra
çevirip öteki yanını da yüzdü, kafasından
kuyruğuna kadar ikiye ayırdı onu.
Kılçığı denize fılratıp suyun anafor ya
pıp yapmadığını görmek için baktı. Ama
usulca batışının ışıltısı vardı sadece. Sonra
dönüp uçan balıklan yunusun dilimleri içi
ne yerleştirdi, bıçağını kınına sokarak ağır
ağır başaltına döndü. İpin ağırlığıyla iki bük
lümdü, balığı sağ eliyle tutuyordu.
Başaltına varınca iki dilimi talıtalann
üstüne koydu, uçan balıklan da yanlarına
bıraktı. Sonra omuzlarında yeni bir yere
yerleştirdi ipi, sandalın kenarına tutunarak
sol eline aldı yine. Sonra da yandan eğilip
uçan balıkları denizde yıkadı, suların eline
çarpışından sandalın hızını yokladı. Balığın
derisini yüzmekten fosforlanmıştı eli, suyun
eline çarpışına baktı. Daha hafif çarpıyordu
artık, elini sandalın yan tahtalarına sürter
ken fosfor parjacıklan ayrılıp kıça doğnı.
ağır ağır sürüklendi.
78
"Ya yoruldu ya da dinleniyor," dedi ih
tiyar adam. "Artık şu yunusu yiyeyim de bi
raz dinleneyim, uyuyayım."
Yıldızların altında, gittikçe soğuyan ge
cede, yunus dilimlerinden birisinin yansıy
la, temizleyip kafasını kestiği uçan balıklar
dan birini yedi.
"Pişirilirse ne nefis balık olur şu yunus,"
dedi. " Çiğken de ne berbat. Bir daha yanı
ma tuz ya da misket limonu almadan adım
bile atmam sandala. "
Zaten bende kafa olsaydı başaltına su
dökerdim gün boyunca, kuruyunca bana da
tuz kalırdı, diye düşündü. Ama yunusu da
güneş batarken, yakaladım. Yine de hazır
lıklı olmam gerekirdi. Ama yuttum hepsini.
midem de bulanmadı.
Gökyüzü doğuda bulutlanıyordu, tanıdı
ğı bütün yıldızlar teker teker kayboldular.
Koca bir bulut vadisine doğru ilerliyor gibiy
diler şimdi, rüzgar kesilmişti.
"Üç - dört gün sonra hava bozacak," de
di. "Ama bu gece bozmaz, yann da bozmaz.
Balık hazır durgunken biraz kestir ihtiyar."
Oltanın ipini sağ eliyle sımsıkı tuttu.
bütün ağırlığını başaltının tahtasına daya-
7�
yarak sağ elini kalçasına yapıştırdı. Omuz
larından biraz sırtına doğru kaydırdı ipi,
sol eline doladı.
Böyle dolanmış durdukça sağ elim ipi
tutabilir, diye düşündü. Uyurken gevşerse
sol elim uyandırır beni. Sağ elin işi çetin.
Ama böyle çetin işlere alışıktır o. Yirmi da
kika ya da yarım saat bile uyusam yeter.
İpin üstüne u.zanarak yattı, bütün ağırlığını
sağ eline ver.lp uyudu.
Aslanları görmedi rüyasında, sekiz - on
millik bir bölgeye yayılmış koca bir yunus
sürüsü gördü, çiftleşme mevsimleriydi, ha
vaya sıçrıyorlar, sonra da sıçrarken sud:ı
açtıkları deliğe dalıyorlardı.
Köyde yatağında yattığını gördü sonra,
poyraz esiyordu, üşüyordu ihtiyar adam,
başını yastık yerine sağ elinin üstüne koy
duğu için sağ eli uyuşmuştu.
Sonra uzun san kumsalı görmeye baş
ladı rüyasında, aslanların ilki alacakaran
lıkta kumsala indi, öteki aslanlar da geldi
ler sonra, ihtiyar adam, karadan esen mel
temde, demir atmış geminin pruvasında ba
şını tahtaya dayamış, başka aslanların yo
lunu gözlüyordu, mutluydu .
.ao
Ay çıkalı çok olmuştu, ama uyumaya de
vam etti, balık durmadan çekiyordu tekne
yi, tekne bulutların tüneline sürükleniyordu.
Sağ yumruğunun yüzüne çarpmasıyla
uyandı, ip sağ elini yakarak boşalıyordu. Sol
elinin farkında bile değildi, sağ eliyle sım
sıkı yapıştı ipe, ip kurtuldu. Sonunda sol eli
ipi buldu, geriye yaslandı ihtiyar adam, sır
tı da sol eli de yanıyordu şimdi, bütün ağır
lık sol eline kaymıştı, eli kesiliyordu. Dönüp
yedek iplere baktı, birbirlerine dolanmadan
açılıyorlardı. Tam o sırada okyanusu kabar
tarak sıçradı balık, bütün ağırlığıyla suya
daldı. Bir daha, bir daha sıçradı, iplerin açıl
masına rağmen hızla gidiyordu tekne, ihti
yar adam ipi geriyor, kopma noktasına ge
lince bırakıyordu, yine geriyordu sonra, yi
ne bırakıyordu. Başaltına yüzükoyun düş
müştü, yunus dilimine girmişti yüzü, kımıl
dayamıyordu.
İşte beklediğimiz oldu, diye düşündü.
Dayanalım bakalım.
İplerin acısını çıkar, diye düşündü. Acı
sını çıkar.
Balığın sıçrayışlarını göremiyordu, ok
yanusun açılmasını, balığın düşerken çıkar-
İhtiyar Balıkçı, F. : 6 81
dığı gürültüyü duyuyordu sadece. İplerin
hızı çok kötü kesiyordu elini, ama bunun
böyle olacağını zaten biliyordu önceden, ipi
elinin nasırlı yerlerine kaydırmaya, avucun
dan, parmaklarından uzak tutmaya çalışı
yordu.
Çocuk burada olsaydı ipleri ıslatırdı, di
ye düşündü. Evet. Burada. olsaydı çocuk. Bu
rada olsaydı çocuk.
İpler açıldı, açıldı, açıldı, ama denize ağır
ağır kayıyordu artık, balık her santimini bü
yük çabalarla kazanıyordu ipin. İhtiyar
adam, tahtaların arasından kaldırdı başını,
yanağının ezdiği balık diliminden çekti. Diz
lerinin üstünde doğruldu sonra, sonra da
ağır ağır ayağa kalktı. İpi gittikçe yavaşla
tarak bırakıyordu. Göremediği ipleri aya
ğıyla yoklayabileceği kadar arkaya çekildi.
Epeyce ip vardı hala, balık suya yeni ipleri
çekmek zorundaydı şimdi.
Evet, diye düşündü. En aşağı on iki ke
re sıçradı, sırtındaki keseler havayla dolmuş
tur, çıkaramayacağım kadar derinlere dalıp
ölemez. Çember çizmeye başlayacaktır ya
kında, işte o zaman başlayacak asıl iş. An
sızın niye sıçradı acaba? Açlık yüzünden
82
umutsuzluğa mı kapıldı, yoksa geceleyin bir
şeyden mi korktu? Beliti ansızın korkmuş
tur. Ama durgun, güçlü bir balıktı, yürekli
görünüyordu, kendine güveniyor gibiydi.
Garip.
"Asıl sen yürekli olup kendine güven
melisin ihtiyar.' dedi. "Hala tutuyorsun onu,
ama arayı kapayamıyorsun. Ama çember
çizmeye başlayacak yakında."
İhtiyar adam sol eliyle, omuzlanyla tu
tuyordu balığı, eğildi, ezilmiş yunus etlerini
yıkamak için yüzüne su çarptı sağ eliyle. Mi
desini bulandırır diye korkuyordu, kusardı
belki, gücünü kaybederdi. Yüzü temizlenin
ce yandan eğilip suda sağ elini yıkadı, sonra
da tuzlu suda tuttu onu, güneşin doğmasın
dan önceki ilk ışıklan seyretti. Neredeyse
doğuya gidiyor, diye düşündü. Demek yo
rulmuş, akıntıya bırakmış kendini. Yakında
çember çizer. Asıl işimiz o zaman başlaya
cak.
Sağ elinin suda yeteri kadar kaldığına
karar verince yukarı çekti elini, inceledi.
" O kadar kötü değil," dedi. "Bir erkek
için acının ne önemi var."
Taze kesiklere gelmesin diye dikkatle
83
tuttu ipi, sol elini teknenin öteki yanından
suya sokmak için ağırlığı biraz kaydırdı.
"Gerçi pek degerli bir şey değilsin ama
iyi iş becerdin sayılır," dedi sol eline. "Ama
bir ara ortalarda yoktun."
Niye iki tane iyi elle doğmamışım? di
ye düşündü. Belki de suç bende, iyi alştıra
mamışım onu. Ama Tanrı bilir ya, kaç kere
öğretmeye çalıştım. Yine de, bu gece iyi iş
becerdi, üstelik bir tek kere tutuldu. Bir da
ha tutulacağına. iple kopsun, daha. iyi.
Bunları düşününce aklının pek başında
olmadığını anladı, biraz daha. yunus yemesi
gerektiğini düşündü. Ama yiyemem, dedi
kendi kendine. Miden bulanıp da. gücünü
kaybedeceğine aklın başında olmasın, daha
iyi. Hem biliyorum, yesem çıkannm, sura
tım battı içine. Ne olur ne olmaz, durum kö
tüleşirse o zaman yerim. Ama. bir şeyler yi
yerek güç kazanmanın vakti geçti. Amma. da
salaksın, dedi kendi kendine. Öteki uçan ba
lığı yesene.
Balık oradaydı, temizlenmişti. hazırdı,
sol eliyle alıp kılçıkları dikkatle çiğneyerek
kuyruğuna varınca.ya kadar yedi.
Bundaki besleme gücü öteki balıklardan
84
daha çoktur, diye düşündü. Hiç olmazsa ba
na, gerekli olan güç. Artık yapabileceğimi
yaptım, diye düşündü. Varsın çember çiz
meye başlasın, kapışalım.
Balık çember çizmeye başladığında, de
nize açıldığından beri üçüncü kere doğuyor
du güneş.
Balığın dönmeye başladığı, ipin suya gi
rişinden anlaşılmıyordu . Bunun için çok er
kendi daha. İpin hafifçe gevşediğini farket
ti, sağ eliyle usul usul çekmeye başladı. Her
zamanki gibi geriliyordu ip, ama tam kopma
noktasındayken yine gevşiyordu. Omuzla
rıyla başını ipin altından geçirip usul usul,
aralıksız çekmeye başladı. İki elini de kulla
nıyor, gövdesiyle bacaklarından güç alma
ya çalışıyordu. İhtiyar bacaklarıyla omuzla
n, ipi çekerken yaylanıyordu.
"Çok büyük bir çember bu,'' dedi. "Çem
bfilr çiziyor."
İpi çekemez oldu sonra, güneşte ipten
suların damladığını görünceye kadar gerdi
onu. Sandal ilerlemeye başla.dı, ihtiyar adam
diz çöküp yeniden karanlık sulara bıraktı
ipi, istemeyerek.
"En büyük çemberini çiziyor," dedi. Bü-
85
tün gücümle asılmalıyım, diye düşündü. Ger
ginlik, çizdiği çemberi her keresinde daral
tır. Belki bir saate kalmaz, görürüm onu.
Onu kandırmalıyım şimdi, sonra da öldür
meliyim.
Ama iki saat sonra balık ağır ağır dön
mek�eydi hala, ihtiyar adam terden sırılsık
lam olmuş, iliklerine kadar yorulmuştu. Ama
çemberler daha küçüktü şimdi, ipin suya gi
rişinden anlaşıldığına göre, yüzerken boyu
na yükselmişti balık.
İhtiyar adam, bir saattir kara benekler
görüyordu gözlerinin önünde; ter, gözlerini
tuza bulamıştı, gözünün üstündeki kesiği,
alınını tuza bulamıştı. Kara beneklerden
korkmuyordu. İpi o güçle çekerken olurdu
böyle şeyler. Ama iki kere de başı dönmüş,
bayılacak gibi olmuştu, asıl ondan korku
yordu.
"Böyle bir balık karşısında yenik düşüp
ölemem," dedi. "Ne güzel çıkıyor; Tannın,
güç ver bana, dayanayım. Yüz kere Baba
mız'ı, yüz kere de Meryem Ana'yı okuya.
cağım. Ama şimdi okuyamam."
Okudun say, diye düşündü. Sonra okur-
sun.
ee
Tam o sırada, iki eliyle tuttuğu ip ansı
zın sarsılarak çekildi. Sert, gergin, ağır bir
çekilmeydi bu.
Burnuyla ipi zorluyor, diye düşündü. Bu
nun da sırası gelecekti nasıl olsa. Zorlaya
cak. Ama bu yüzden sıçrayabilir, dönmeye
devam etse daha iyi. Hava almak için sıç
raması gerekliydi. Ama her sıçrama iğne
nin açtığı yanğı büyütebilirdi, balık da iğ
neyi atardı belki.
"Sıçrama, balık," dedi. "Sıçrama. "
Balık birkaç kere daha vurdu ipe, başı
m her sallayışında ihtiyar adam ipi biraz
daha saldı.
Acısını arttırmamalıyım, diye düşün
dü. Benim çektiğim acının önemi yok. Da
yanabilirim. Ama onun acısı artarsa çılgın
ca şeyler yapar.
Bir süre 'sonra çırpınmayı bıraktı balık,
ağır ağır çember çizmeye başladı. İhtiyar
adam ipi durmadan çekiyordu şimdi. Ama
yine bayılacak gibi oldu. Sol eliyle biraz de
niz suyu alıp başına döktük. Biraz daha su
aldı sonra, ensesini ovuşturdu.
"Tutulma yok," dedi. "Birazdan çıkar,
87
dayanabilirim. Dayanmam gerek. Sözünü
bile etme bunun."
Diz çökerek başaltına yaslandı yine, bir
an için ipi ::artına doladı. Çember çizerken
biraz dinlenirim, diye düşündü, çıkınca da
kalkar asılırım, diye kararlaştırdı.
Başaltında dinlenirken balığın çember
çizmesi, bu arada ipi çekememek insanı te
dirgin ediyordu. Ama ipin gerginliğinden
balığın sandala doğru geldiğini anlayınca,
ihtiyar adam ayağa kalktı, çekmeye başla
dı ipi.
Hiç bu kadar yorulmamıştım, diye dü
şündü, alize de esnemeye başlıyor şimdi.
Ama balığı götürmek için ihtiyacım olacak
ona. Çok ihtiyacım olacak.
"Çember çizmek için bir daha uzakla
şırken yine dinlenirim," dedi. "Çok daha iyi
yim şimdi. İki-üç dönüş sonra yakalanın
onu."
Hasır şapkası ensesine kadar inmişti,
balığın ipi gererek uzaklaşmaya başlama
sıyla birlikte başaltına çöktü.
Şimdilik sen çabala, balık, diye düşün
dü. Dönüşte yakalarım seni.
Deniz epeyce kabarmıştı. Ama hafü bir
88
meltem esiyordu, dönmek için bu melteme
ihtiyacı vardı.
"Güney batıya yönelmeli," dedi. "Kimse
kaybolmaz denizde, üstelik uzun bir ada.da
yız."
İlk olarak, üçüncü dönüşünde gördü
balığı.
Karanlık bir gölge olarak gördü onu,
sandalın altından geçmesi öyle uzun sürdü
ki, büyüklüğüne inanamadı.
"Hayır," dedi. "O kadar büyük olamaz."
Ama o kadar büyüktü işte, çemberini
çizdikten sonra otuz metre ileride yüze çık
tı, ihtiyar adam kuyruğunun sudan yüksel
diğini gördü. Koca bir tırpandan daha yük
sekti kuyruğu, lacivert suyun üstünde soluk
eflatundu. Dalgalan tırpanlayarak okya
nusa gömüldü yine, balık su yüzüne yakın
bir yerde yüzerken ihtiyar adam onun ko
caman gövdesini, çevresindeki mor çizgileri
rahatça görebiliyordu. Srtındaki yüzgeci kıs
mış, yanlarındaki koca yüzgeçleriyse ala
bildiğine açmıştı.
Bu çemberi çizerken ihtiyar adam göz
lerini de gördü balığın, yanında iki tane de
asalak balık yüzüyordu. Bazen gidip yapışı-
89'
yorlardı ona. Bazen ayrılıyorlardı. Onun göl ··
gesinde yüzüyorlardı bazen de. Uzunluk.lan
birer metre kadardı, hızla yüzerlerken, yı
lan balıklan gibi kıvrılıyordu gövdeleri.
İhtiyar adam terliyordu şimdi, ama ter
lemesi sadecP. güneşten değildi. Balığın ses
sizce her dönüşünde biraz daha topluyordu
ipi, iki dönüş sonra zıpkını saıJlayabileceği
ni sanıyordu.
Ama iyice, iyice, iyice yaklaşmalıyım
ona, diye düşündü. Kafasına saplamamalı.
Yüreğine sapl<:ı malı.
"Heyecanlanma ihtiyar, güçlü ol," dedi.
Bir sonraki dönüşünde balığın sırtı su
dan çıktı, ama biraz uzaktaydı sandaldan.
Bir sonraki dönüşünde de uzaktaydı, ama
daha çok çıkmıştı, ihtiyar adam ipi biraz
daha toplamakla ona iyice yaklaşacağını
umuyordu.
Zıpkınını çok önceden hazırlamıştı; in
cecik sicimi yuvarlak bir sepetin içindeydi,
ucu da başaltına bağlanmıştı.
Balık çemberini kapamak üzereydi şim
di, durgundu, güzeldi, kocaman kuyruğu
oynuyordu sadece. İhtiyar adam, onu ken
dine çekmek için olanca gücüyle asıldı ipe.
90
Bir an yan yattı balık. Sonra düzelip bir ke
re daha dönmeye başladı.
"Kımıldattım onu," dedi ihtiyar adam.
"Kımıldatabildim. "
Bayılacak gibi oldu yine, ama bütün
gücüyle büyük balığa asılıyordu. Kımıldat
tım, diye düşündü. Belki bu kere çekebilirim
onu. Çekin, ellerim, diye düşündü. Sıkı du
run, bacaklarım. Dayan, kafam. Dayan. Şim
diye kadar hiç kara çıkarmadın yüzümü Bu
keresinde onu çekeceğim.
Bütün gücüyle asıldı, her şey y�lunda
gitti önce, balığı yan yola kadar çekti, ama
sonunda balık doğrulup yüzmeye başladı.
"Balık," dedi ihtiyar adam. "Balık, nasıl
olsa öleceksin. Beni de mi öldürmek istiyor
sun?"
Böyle yapmakla bir şey olacağı yok, di
ye düşündü. Dudakları kurumuştu, konuşa
mıyordu, suya da uzanamıyordu şimdi. Bu
keresinde sandala kadar çekmeliyim onu,
diye düşündü. Birkaç kere daha dönerse
dayanamam. Dayanırsın, dedi kendi kendi
ne. Sonuna kadar dayanırsın.
Bir sonraki dönüşte az kalsın işini bitire-
91
cekti balığın. Ama balık yine doğrulup ağıi·
ağır uzaklaştı yüzerek.
Beni öldürüyorsun balık, diye düşündü
ihtiyar adam. Ama hakkın da var. Senden
daha büyük, senden daha güzel, daha soğuk
kanlı, daha soylu bir şey görmedim, karde
şim. Hadi, öldür beni. Kimin kimi öldürdü
ğünün hiç önemi yok.
Kafan karışıyor şimdi de, diye düşün
dü. Aklın başında olmalı, Aklını başına al,
erkek gibi dayan. Ya da balık gibi, diye dü
şündü.
Kendisinin de zor duyabileceği bir ses
le, "Toparlan, kafam," dedi. "Toparlan."
Balık iki kere daha döndü.
Anlayamıyorum, diye düşündü ih tiyar
adam. Her keresinde bayılacak gibi oluyor
du. Anlayamıyorum. Ama bir kere daha de -
neyeyim.
Bir kere aaha denedi, balığı yan yatır
dığında bayılacak gibi oldu yine. Balık
doğruldu, büyük kuyru ğunu havada salla
yarak ağır ağır uzaklaştı.
Elleri pelte pelte olmuştu ihtiyar ada
mın, gözleri bir görüyor bir görmüyordu;
yine de, bir kere daha deneyeceğim, diye
söz verdi kendi kendine.
Bir kere daha denedi, aynı sonucu ald1.
Bir kere daha, diye düşündü; neredeyse ba
yılacaktı.
Bütün acısını, gücünden, çoktan çekip
gitmiş gururundan kalan ne varsa balığın
çektiği acıya karşı hepsini ortaya koydu,
yan yatarak yaklaştı balık, ağır ağır, yan
yan yüzüyordu, o kadar yaklaştı ki burnu
sandala değecekti nerdeyse, uzundu, upu
zundu, derindi, genişti, gümüş rengindey
di, mor benekler vardı üstünde, geçip git
meye başladı.
İhtiyar adam yere bıraktı ipi, ayağını
üstüne bastı, kaldırabildiği kadar kaldırdı
zıpkınını, olanca gücüyle, artan gücüyle ha
vaya, göğsüne kadar kalkmış o büyük yüz
gecin arkasına sapladı. Demirin battığını
duydu, üstüne abandı, bütün ağırlığıyla it
ti zıpkını.
Balık, içinde ölümüyle, canlandı, olanca
uzunluğunu, genişliğini, olanca gücünü, gü
zelliğini göstererek sudan yükseldi. Sonra ih
tiyar adamla teknenin üstüne sular sıçra
tarak denize düştü.
93
Bayılacak gibiydi ihtiyar adam, rahat
sızdı, iyi göremiyordu. Ama zıpkının sici
mini açıp çiğ elleri arasından ağır ağır sal
dı, gözleri görmeye başlayınca, balığın, gü
müş rengi karnı yukanda, sırtüstü yatmak
ta olduğunu gördü. Zıpkının sapı balığın
omuzundan görünüyordu, deniz yüreğinin
kırmızı rengine boyanrnaktaydı. Bir milden
daha derin olan mavi suda koyu koyu bi
rikti önce. Sonra bulut gibi yayıldı. Balık
gümüş rengindeydi, kımıldamıyordu, dalga
larla sallanıyordu.
İhtiyar adam dikkatle, gözlerinin göre
bildiği kadar baktı balığa. Sonra zıpkının si
cimini başaltındaki tahtaya iki kere doladı,
başını ellerinin arasına aldı.
Başaltına yaslanarak, "Kafamı toparla
malıyım, " dedi. "Yorgun ihtiyann biriyim
ben. Ama bu balığı, kardeşimi öldürdüm, sı
ra işin hamallığında."
Sandalın yanına bağlamak için ilmikle
ri, balatı hazırlamalı, diye düşündü. İki kişi
olsaydık bile, tekneyi boşaltıp balığı yukan
alsaydık yine de sığmazdı sandala. Her şey�
hazırlamalı, sonra onu çekip iyice bağlama
lı, sonra da yelken açmalı eve doğru.
94
Balığı sandalın yanına doğru çekmeye
başladı, solungaçlarından geçireceği ipi ağ
zından çıkaracak, kafasını başaltının oraya
bağlayacaktı. Görmek istiyorum onu, diye
düşündü, dokunmak istiyorum ona, onu duy
mak istiyorum. Bütün varlığım o, diye dü
şündü. Ama bu yüzden duymak istemiyo
rum onu. Yüreğini duydum galiba, diye dü
şündü. Zıpkını ikinci itişimde. Çek yanına,
bağla, ilmiği kuyruğundan geçir, bir ip de
ortadan geçir, sımsıkı bağla tekneye.
"İş başına, ihtiyar," dedi. Sudan bir yu
dumcuk aldı. "Savaş bitti ama yapılacak
bir sürü hamallık var daha. "
Gökyüzüne, sonra da balığına baktı. Dik
katle baktı güneşe. Olsa olsa öyledir, diye
düşündü, Alize çıkıyor. Oltalarda iş kalmadı
artık. Eve dönünce çocukla birlikte hepsini
onarırız.
"Gel bakalım, balık, " dedi. Ama balık
gelmedi. Sallanarak yatıyordu sularda, ih
tiyar adam tekneyi balığın yanına yanaştırdı.
Yanaşıp da başaltını balığın başına da
yayınca bile, büyüklüğüne inanamadı. Zıp
kın siciminin ucunu çözdü, balığın solunga
cından geçirip ağzından çıkardı, burnuna
95
bir kere dolayıp öteki solungacından geçir
di, bir kere daha doladı, burnuna, sonra iki
ucunu birden başaltına bağladı. Sicimi kesti
sonra, kuyruğu bağlamak için sandalın kı
çına gitti. Balığın gümüşlü morlu rengi gü
müşe dönmüştü sadece, çizgileri de kuyru
ğu gibi soluk eflatundu. Birer karıştan da
ha genişti çizgileri, gözleri bir periskopun
içindeki aynalar gibi, dinsel bir törendeki
azizlerin gözleri gibi ayrıydı birbirinden.
"Onu öldürmenin tek yolu buydu," dedi
ihtiyar adam. Suyu içtiğinden beri daha iyiy
di, balığın kaçamayacağını da biliyordu ar
tık, kafası yerine gelmişti. Bu haliyle en aşa
ğı yediyüz kilo çeker, diye düşündü. Beliti
de daha çok. Üçte ikisini satsa, kilosu alt
mış sentten?
"Kalemsiz olmaz," dedi. "Kafam yerin
de değil. Ama büyük DiMaggio olsa benim
le övünürdü. Bende kemik mahmuzu yok.
Ama ellerimle sırtım adamakıllı ağndı." Ke
mik mahmuzu nedir acaba? diye düşündü.
Belki bizde var da biz bilmiyoruz
Balığı sandalın başına, kıçına, ortasına
bağladı. Öylesine büyüktü ki sandala ya
naşmış daha büyük bir tekne gibiydi. Bir
96
parça ip kesti, ağzı açılmasın, rahat rahat
gitsinler diye balığın çenesiyle burnunu bağ
ladı. Yelken direğini dikti sonra, yamalı yel
keni çekti, sandal güney batıya doğru iler
lemeye başladı, ihtiyar adam kıça yan uzan
mış.
Güney batının nerede olduğunu anla
mak için pusulaya gerek duymuyordu. Ali
zeyi kollamak, yelkenin rüzgan nereden al
dığını görmek yeterdi. Küçük bir oltanın
ucuna bir kaşık bağlayıp sarkıtsam, yiyecek
bir şeyler bulmaya çalışsam ağzımı ıslatmak
için de biraz su içsem. Ama kaşık bulamadı,
sardalyalar da kokmuştu. Gerçekten kanca
sını uzatıp san Gulf yosunlarından aldı bi
raz, yosunlan salladı, küçücük karidesler dö
küldü tekneye. En aşağı on iki taneydiler,
kum böcekleri gibi sıçrayıp duruyorlardı. İh
tiyar adam baş parmağıyla işaret parmağı
nı kullanarak kafalannı kopardı, kabukla
rıyla, kuyruldarıyla yedi karidesleri. Çok
küçüktüler, ama besleyici olduklarını bili
yordu, tatlan da iyiydi.
İhtiyar adamın daha iki içimlik suyu
vardı şişede, karidesleri yedikten sonra bir
içim suyun yansını içti. Tekne, ağır yüküne
İhtiyar Balıkçı, F. : 7 97
rağmen iyi yol alıyordu, ihtiyar adam kol
tuğunun altına almıştı yekeyi. Balığı görebi
liyordu, bunun bir rüya olmadığını, gerçek
;olduğunu anlamak için ellerine bakması,
sırtını teknenin kıçına dayaması yeterdi.
Bir keresinde, sonlara doğru, umutsuzluğa
kapıldığı sırada bunun belki de bir rüya ol
duğunu sanmıştı. Sonra balığın sudan çıkıp
havada bir an kıpırdanmadan kaldığını,
sonra da suya düştüğünü görünce büyük bir
gariplik sezmişti bunda, inanamamıştı. Göz
leri pek iyi görmüyordu o sıralarda, ama
şimdi her zamanki gibiydi, açık seçik görü
yordu her şeyi.
Artık karşısındaydı balık, elleriyle sırtı
bunun bir rüya olmadığını gösteriyordu. El
ler çabuk iyileşir, diye düşündü. İyice kanat
tım onları, tuzlu su iyileştirir. Körfezin ka
ranlık suyu en iyi ilaçtır. Şimdi bütün iş ka
fayı toplamakta. Eller görevlerini yaptılar,
iyi gidiyoruz. Ağzı kapalı, kuyruğu dimdik,
kardeş kardeş gidiyoruz. Sonra kafası karış
maya başladı biraz, o mu beni götürüyor,
ben mi onu götürüyorum? diye düşündü.
Onu arkamdan sürükleseydim mesele yoktu.
Balık bütün o yüceliğini bırakıp teknemde
98
olsaydı yine mesele yoktu. Ama yan yana.
gidiyorlardı şimdi. İsterse o beni götürsün,
diye düşündü ihtiyar adam. İş hileye gelin
ce, ondan üstünüm, zaten bir kötülüğü do
kunmadı bana.
Hızla gidiyorlardı, ihtiyar adam tuzlu
suya soktu ellerini, kafasını toplamaya ça
lıştı. Yüce kümülüs bulutlan vardı gökte,
kümülüslerin üstünde de sirüsler, ihtiyar
adam meltemin bütün gece süreceğini an
ladı. Durmadan balığa bakıyordu, bunun
gerçek olduğuna inanmak için. İlk köpek
balığının saldınşından bir saat önceydi.
Bir raslantıyla gelmemişti köpek balığı.
Bir mil derinliğindeki denize çöken karan
lık kan bulutunun içinden gelmişti. O kadar
hızlı, o kadar dikkatsizcesine gelmişti ki, ma
vi suların yüzüne, güneşe çıktı. Denize dal
dı sonra, kokuyu alıp tekneyle balığın git
tiği yöne doğru ilerlemeye başladı.
Bazen kokuyu kaybediyordu. Yine ya.
kalıyordu sonra, ya da yakalar gibi oluyor
du, o yöne doğru hızla yüzüyordu. Denizle
rin en hızlı yüzen balıklarından biriydi bu,
çok büyük bir Mako, her yeri güzeldi, diş
lerinden başka. Sırtı kılıç balığının sırtı gibi
99
maviydi, karnı gümüş rengiydi, derisi düz
gündü, güzeldi. Kılıç balığına benziyordu,
ağzı değişikti sadece, ağzını sımsıkı kapa
mış, suyu yüzgeciyle bıçak gibi keserek hız
la yüzüyordu. Ağzının sımsıkı kapalı dudak
ları arkasında sekiz sıra dişi vardı, dişlerin
hepsi içe doğru kıvrılmıştı. Çoğu köpek ba
lıklarından olan piramit biçimli dişlere ben
zemiyordu bunlar. Pençe gibi kıvrılan in
san parmaklarına benziyorlardı. İhtiyar
adamın parmaklan kadar uzundular ner
deyse, iki yanlan da bıçak gibi keskindi. De
nizdeki bütün balıklan yemek için yaratıl
mışlardı sanki, o kadar hızlı, o kadar güç
lüydüler ki, başka düşmanları yoktu. Taze
kan kokusunu alınca hızlandı, mavi yüzge
ci suyu kesiyordu.
İhtiyar adam onun geldiğini görünce,
dilediğini yapan korkusuz bir köpek balığıy
la karşılaştığını anladı. Zıpkını hazırlayıp
ipini bağladı, bu arada köpek balığının geli
şini gözlüyordu. Balığı bağlamak için kesti
ğinden, ip kısalmıştı.
İhtiyar adamın kafası pırıl pırıldı şim
di, tertemizdi; direnecekti ama pek umudu
yoktu. Sürüp gidemeyecek kadar güzeldi
100
bu, diye düşündü. Köpek balığının yaklaş
masını seyrederken bir göz attı büyük ba
lığa. Belki de rüyaydı, diye düşündü. Gel
mesine engel olamam, a.Il)a belki yakalaya·
bilirim onu. Dentuso, diye düşündü. Allah
kahretsin.
Köpek balığı hızla yaklaştı teknenin kı·
çına, balığın yanına varınca, ihtiyar adam
ağzının açıldığını gördü onun, köpek balığı
nın garip gözleri açıldı, dişleri kuyruğun
üstündeki ete gömüldü. Başı sudan çıkmış
tı, gövdesi de çıkıyordu, ihtiyar adam bü
yük balığın derisiyle etinin kopuşunu duy
du, zıpkını köpek balığının başına, gözleri
nin arasındaki çizgiyle burnundan geçen
çizginin kesiştiği noktaya _fırlattı. Böyle çiz
giler yoktu aslında. Kocaman, sivri, mavi bir
kafa vardı, kocaman gözler, açılıp kapanan,
yutan çeneler vardı. Ama beyin o noktaday
dı işte, ihtiyar adam o noktayı vurdu. Zıp
kını bütün gücüyle, kana bulanmış elleriy
le fırlattı. Umutsuzlukla, ama dirençle, bü
yük bir kinle fırlattı.
Köpek balığı sarsıldı, ihtiyar adam göz
lerinin canlı olmadığını gördü onun, sonra
sicime iki kere dolanarak bir daha sarsıl-
101
dı. İhtiyar adam köpek balığının öldüğünü
anladı, ama köpek balığı kabullenmiyordu
ölümü. Sırtüstü suya uzandı sonra, kuyru
ğunu çırpıyor, ağzını bir açıp bir kapıyordu,
bir motor gibi uzaklaştı denizde. Kuyruğu
nun çırptığı yerde bembeyazdı sular, göv
desinin dörtte üçü denizin üstündeydi, ip ge
rildi, titredi, sonra koptu. Köpek balığı hiç
kıpırdamadan suyun üstünde kaldı bir süre,
ihtiyar adam onu seyrediyordu. Sonra ağır
ağır battı.
Yüksek sesle, "Yirmi kilo kadar götür
dü, " dedi ihtiyar adam. Zıpkınımı da götür
dü, bütün sicimi de, diye düşündü, benim
balık yine kanıyor, başkalan da gelecek.
Bir parçası koptuğundan beri balığa
bakmak istemiyordu. Ona saldırılınca ken
disine saldırılmış gibi olmuştu.
Ama balığıme. saldıran köpek balığını
öldürdüm, diye düşündü. Gördüğüm dentu
so'ların en büyüğü. Tann bilir ya, çok bü
yüklerini gördüm bugüne kadar.
Sürüp gidemeyecek kadar güzeldi bu,
diye düşünd ü. Keşke bir rüya olsaydı şim
di, onu hiç yakalamasaydım, yatağımda,
gazetelerin üstünde bir başıma olsaydım.
102
"Ama insanoğlu yenilmek için yaratıl
mamıştır," dedi. "İnsanoğlu yok edilebilir
ama yenilemez." Yine de balığı öldürdüğü
me üzüldüm, diye düşündü. İşler sarpa sa
racak şimdi, zıpkınım bile yok. Dentuso ye
teneklidir, güçlüdür, akıllıdır, acıma nedir
bilmez. Ama ben daha akıllıydım ondan.
Belki de değildim, diye düşündü. Belki kul
landığım silahlar daha iyiydi, o kadar.
Yüksek sesle, "Düşünme ihtiyar," dedi.
"Yoluna devam et, geldikleri zaman düşü
nürsün."
Ama düşünmeliyim, diye düşündü. Tek
varlığım o şimdi. Bir o, bir de beyzbol. Büyük
DiMaggio görse, tam beyninden vuruşı.:.mu
beğenir miydi acaba? Am a önemli bir şey
değildi bu, diye düşündü. Kim olsa yapar
dı. Ama ellerim de kemik mahmuzları ka
dar güçlük çektirmedi mi bana? Bilemem ki.
Topuğum sapasağlam, yalnız bir keresinde,
�-üzerken bir vatozun üstüne basmıştım, diz
lerime kadar uyuşmuştu bacağım, dayanıl
maz bir acıydı.
"Neşeli şeyler düşün ihtiyar," dedi. "Her
dakika eve yaklaşmaktasın. Daha hızlı gi
diyorsun şimdi, yükün yirmi kilo hafifledi . "
103
Akıntının içlerine varınca neler olabi
leceğini çok iyi biliyordu. Ama şimdilik ya
pılacak bir şey yoktu.
Yüksek sesle, "Var," dedi. "Kürekler
den birinin sapına bıçağımı bağlayabilirim. "
Yeke koltuğunun altında, yelkeni aya
ğıyla kullanarak, düşündüğünü yaptı.
"Tamam," dedi. "İhtiyanm yine. Ama
silahsız değilim."
Meltem tazelenmişti, hızla gidiyorlardı.
Balığın ba.ş taraflarına bakıyordu sadece.
yine umutlanmaya başlamıştı.
Umutsuzluğa kapılmak saçma bir şey,
diye düşündü. Üstelik günah. Günahın sı
rası mı şimdi, diye düşündü. Günahsız da
bir sürü dert var. Hem benim pek aklım er
mez böyle şeylere.
Pek aklım ermez, galiba inanmıyorum
da. Balığı öldürmek günahtı belki. Yaşamak
için bile yapsam bunu, başkalarını besle
mek için bile yapsam, günahtı. Öyleyse her
şey günah. Günahı düşünme. Bunu düşün
menin sırası geçti, zaten bunu düşünmek için
para alan bir sürü insan var. Bırak onlar
düşünsünler günahı. Balıklar nasıl balık ola
rak yaratılmışlarsa sen de balıkçı olarak
104
yaratılmışsın. San Pedro da balıkçıydı, bü
yük Di-Maggio'nun babası da.
Ama kendisini ilgilendiren şeyler üstün
de düşünmeye bayılırdı, okuyacak bir şey
yoktu, radyo&u da yoktu, bu yüzden boyu
na düşünüyordu, günah konusunu bırak
mıyordu. Sadece yaşamak için, etini satmak
için öldürmedin balığı, diye düşündü. Gu
ruru n için, balıkçı olduğun için öldürdün.
Canlıyken seviyordun onu, öldükten sonra
da sevdin. Eğer seviyorsan, günah değildir
öldürmek Yoksa daha mı günah?
Yüksek sesle, "Çok düşünüyorsu:ı ihti
yar," dedi.
Ama dentuso'yu öldürmek hoşuna gitti.
diye düşündü. O da senin gibi balıkla doyu
ruyor kamını. Bazı köpek balıklan gibi ar
tıklarla geçinen hayvanlardan değildir, aç
gözlü de değildir. Güzeldir, soyludur, kor
ku nedir bilmez.
Yüksek sesle, "Kendimi korumak için
öldürdüm onu," dedi ihtiyar adam. "Hem de
nasıl öldürdüm ya."
Üstelik, diye düşündü, her şey her şeyi
öldürüyor. Balıkçılık yaşatıyor beni, ama öl-
ıos
dürüyor da. Çocuk yaşatıyor beni, diye dü
şündü. Kendımi kandırmasam iyi olacak.
Yandan Pğilip köpek balığının kestiği
yerden bir parça balık eti kopardı. Ağzına
atıp çiğnedi, eti güzeldi balığın, lezzetliydi.
Diriydi, suluydu, et gibi, ama kırmızı de
ğildi. Lif lif de çözülmüyordu, pazarda çok
iyi para ederdi. Ama kokusunun suya ya
yılma3ını önlemenin yolu yoktu, ihtiyar
adam çok kötü anların yaklaşmakta olduğu
nu biliyordu.
Meltem durmadan esiyordu. Kuzey do
ğuya dönmüştü biraz, demek kesilmeyecek
ti. İhtiyar adam iletilere baktı, ama ne bir
yelken, ne bir tekne, ne de bir gemi duma
nı gördü. Sandalın önünden sıçrayarak iki
yana düşen uçak balıklar vardı sadece, bir
de san Gulf yosunlan. Bir tek kuş bile gö
remedi.
Kıçta dinlenerek, arasıra balıktan bir
parça et koparıp çiğneyerek, dinlenmeye,
güç kazanmaya çalışarak iki saat kadar git
mişti ki, iki köpek balığından ilkini gördü.
"Ay, " dedi yüksek sesle. Bu kelimenin
çevirisi yoktur, elinden girip de tahtaya sap
lanan bir çivi nasıl acı verir insana, işte o
1 06
acıyla çıkardığı sese benzer bir kelimedir
bu.
"Galanos," dedi yüksek sesle. İlk yüzge
cin arkasında ikinci yüzgecin de belirdiğini
görmüştü şimdi, kahverengi, üçgen yüzgeç
lerden, kuyruklann iki yana sallanışından
anlaşıldığına göre, kürek-burunlu köpek ba
lıklanydı bunlar. Kokuyu almışlardı, heye
canlıydılar, büyük açlıklannın aptallığıyla,
o heyecan içinde kokuyu bir kaybediyor bir
buluyorlardı. Ama durmadan yaklaşıyorlar
dı.
İhtiyar adam yekeyle yelkeni bağladı.
Sonra sapına bıçak bağlanmış küreği aldı.
Hafifçe, kaldırabildiği kadar kaldırdı küre
ği, elleri acıya dayanamıyordu çünkü. El
lerinin tutukluğunu gidermek için parmak
lannı hafifçe açıp kapadı. Acıyı şimdiden
duysunlar diye sımsıkı yumdu sonra, kö
pek balıklannın gelişini gözlemeye koyul
du. Geniş, yassı, kürek biçimli kafalannı,
beyaz uçlu geniş yüzgeçlerini görebiliyordu
artık. İğrenç balıklardı bunlar, pis pis ko
karlardı, artıklarla geçinirlerdi, ama saldır
maktan, öldürmekten de kaçınmazlardı, ka
nnlan aç olduğu zaman küreklere, sandal-
107
lann dümenlcrine bile saldırırlardı. Su yü
zünde uyuyan kaplumbağalara saldırıp kol
lannı, bacaklarını koparanlar bunlardı işte,
kannlan aç olmaya görsün, sudaki insan
lara bile saldırırlardı, üstlerine balık kanı
bulaşmamış, balıksı balıksı kokmayan in
sanlara bile.
"Ay," dedi ihtiyar adam. "Galanos. Gelin
bakalım, galanos."
Geldiler. Maka gibi gelmediler ama. Bi
ri dönüp sandalın altına girdi, gözden kay
boldu, ihtiyai.� adam teknenin sarsıldığını,
köpek balığının balığa saldırdığını duydu.
Öteki, incecik san gözleriyle ihtiyar adama
bakıyordu, yanın çembere benzeyen ağzıy
la o da saldırıya geçti sonra, daha önce ko
parıldığı yere yapıştı balığın. Kahverengi
kafasından sırtına uzanan çizgi, beyninin
omur ilikle nerede birleştiğini açıkça göste
riyordu, ihtiyar adam küreğin sapına bağlı
bıçağı tam o noktaya sapladı, çekti, köpek
balığının kedi gözlerine benzeyen san göz
lerine sapladı sonra. Köpek balığı, avını bı
rakıp battı, kopardığı · parçayı yutuyordu
ölürken.
Öteki köpek balığı avını parçalarken J:ı.8.-
108
la sallanıyordu tekne, ihtiyar adam yelke
nin ipini gevşetti, tekne yana açılsın da kö
pek balığı ortaya çıksın diye. Köpek balı
ğını görünce eğilip sapladı bıçağı. Etine
saplamıştı, derisi kalındı köpek balığının,
bıçak zor saplandı. Sadece elleri değil, sırtı
da acımıştı. Ama köpek balığı, başı yukarı
da, hızla çıktı yukanya, burnunu sudan çı
kanp balığa yapıştırdi'ğı sırada, ihtiyar adam
yassı kafasının tam ortasına sapladı bıça
ğı. Çekip aynı noktaya sapladı yine. Köpek
balığı, dişlerini avına geçirmişti, bırakını
yordu onu, ihtiyar adam bıçağı sol gözü
ne sapladı bu kere. Köpek balığı avını hala
bırakmıyordu.
"Olmadı mı?" dedi ihtiyar adam, omur
ilikle beynin arasına sapladı bıçağı. Kolay
ca saplamıştı, kıkırdağın yarılışını duydu
Küreği çekti, bıçağı köpek balığının ağzına
soktu, açmak için. Bıçağı büktü, köpek balı
ğı avını bırakırken, "Hadi git, gala;no," dedi
"Bir mil derinlere kay. Git de arkadaşını gör,
kimbilir, belki de anandır. "
İhtiyar adam bıçağı silip yerine bıraktı
küreği. Yelkenin ipini buldu sonra, yelken
şişti, tekne yolunda ilerlemeye başladı.
100
Yüksek sesle, "Dörtte birini götürdüler,
en etli yerini," dedi. "Keşke bir rüya olsaydı
bu, keşke hiç yakalamasaydım onu. Üzül
düın, balık. Her şey ters gidiyor." Durdu,
balığa bakmak istemiyordu şimdi. Akıp git
mişti kanlan, rengi aynalann s ırnna benzi
yordu, hala seçiliyordu çizgileri.
"Bu kadar açılmamalıydım, balık," dedi.
"İkimiz için de iyi olmadı bu. Üzüldüm, ba
lık."
Şimdi, dedi kendi kendine. Bıçağın ipi
ne bak, bak bakalım kesilmiş mi. Ellerini de
yokla, yine gelecekler çünkü.
Küreğin sapındaki bıçağın ipini yokla
dıktan sonra, "Bir de biley taşım olsayd i
keşke," dedi ihtiyar adam. "Bir de biley taşı
almalıydım yanıma." Bir sürü şey almalıy
dım, diye düşündü. Ama almadın, ihtiyar.
Almadığın şeyleri düşünmenin sırası değil
şimdi. Elindekilerle ne yapabilirsin, sen ona
bak.
Yüksek sesle, "Habire öğüt veriyorsun,
dedi. "Bıktım artık."
Yekeyi koltuğunun altına alıp ellerini
suda yıkadı, tekne ilerliyordu.
"Şu sonuncu ne kadar götürdü, Tanrı
1 10
bilir," dedi. "Ama tekne çok daha hafif şim
di." Balığın altından ne kadar koparıldığı
nı düşünmek bile istemiyordu. Köpek ba
lığının sandalı sarsarak her saldırışının ko
parılan bir parça et demek olduğunu bili
yordu; biliyordu, balık, köpek balıklan için
iz bırakıyordu şimdi ark�ında, denizin or
tasında keçi yolu genişliğinde bir iz.
Adama bütün kış yetecek büyüklükte
bir balıktı, diye düşündü. Düşünme bunu.
Dinlen, hiç olmazsa kalanını savunmak için
ellerini iyileştirmeye bak. Sudaki bu koku
nun yanında ellerimdeki kan kokusu nedir
ki. Üstelik o kadar da kanamıyorlar. Önem
li bir kesik yok. Kanarsa sol elim tutulmaz
belki.
Ne düşünebilirim şimdi? diye düşündü.
Hiçbir şey. Hiçbir şey düşünmemeliyim, öt8-
kileri beklemeliyim sadece. Keşke bir rüya
olsaydı bu, diye düşündü. Ama kimbilir?
Belki sonu iyiye varır.
Daha sonra gelen köpek balığı, tek bir
kürek-burundu. Domuz gibi yaklaştı tekne
ye, ağzı, içine insan kafası sığacak kadar
büyük olan bir domuz gibi, İhtiyar adam
1?alığa saldırmasını bekledi onun, sonra kü ·
111
reğin sapındaki bıçağı beynine sapladı. De
belenerek geriye sıçradı köpek balığı, bıçak
kmldı.
İhtiyar adam yekeye geçti. Koca köpek
balığının suda ağır ağır batışına bakmadı
bile, önce kocamandı, sonra küçüldü, küçü1.
dü, minicik oldu. Bunu seyretmekten hoşla
nırdı ihtiyar adam. Ama şimdi bakmadı bi
le.
"Kanca ·ıar," dedi. "Ama işe yaramaz.
İki küreğim var, yeke var, bir de küçük sopa
"
var.
Artık yendiler beni, diye düşündü. Kö
pek balıklarını sopayla öldüremeyecek ka ·
112
kuyu aramıyorlardı bile. Dosdoğru tekneye
yönelmişlerdi, yan yana yüzüyorlardı.
Y ekeyi sıkıştırdı, yelkenin ipini bağla
dı, sopayı almak için kıçaltına uzandı. Bir
kürek sapıydı bu, kırılmış bir küreğin sapı,
sonradan kesilmişti, yetmiş beş santim ka
'
dardı uzunluğu. Kısa olduğu için tek eliyle
kullanabilirdi ancak, sağ eline alıp sımsı
kı tuttu, bileğini oynatmaya başladı, kö
pek balıklannın gelişini gözlüyordu bir yan
dan. İkisi de galanos'tu.
Bırakayım birincisi saldırsın, ya burnu
nun ucuna ya da kafasının tam ortasına vu
rurum, diye düşündü.
İki köpek balığı birlikte yaklaştılar, ya
kındakinin ağzını açıp dişlerini balığın gü
müş rengi etine batırdığını görünce. sopası
nı kaldırdı, köpek balığının geniş kafasına
hızla vurdu. Vururken, lastiğe benzer o sert
liği duydu. Kemiğin katılığını da duymuş
tu ama; burnunun ucuna doğru bir kere da
ha indirdi sopayı, köpek balığı avını bıra
karak ağır ağır battı.
Öteki köpek balığı bir yaklaşıyor bir
uzaklaşıyordu bu arada, ağzını açarak sal
dırdı. Ağzını kapayınca kenarlanndan be-
114
yi mutlaka öldürürdüm. Şimdi bile, diye dü
şündü.
Balığa. bakmak istemiyordu. Yansının
elden gittiğini biliyordu. Köpek balıklanyla
savaşırken güneş batmıştı.
"Hava. kararacak yakında," dedi. "Ha
va.na'nın ışıklannı görürüm. Eğer doğuya
sürüklendiysem yeni plaj lardan birinin ışık
la.nnı görürüm."
Çok uzaklarda değilim herhalde, diye
düşündü. İnşallah kimse merak etmemiştir.
Etse etse çocuk eder sadece. Ama güvenir
bana. İhtiyar balıkçılann çoğu meraklanır.
Başkalan da, diye düşündü. İyi bir köyde
yaşıyorum.
Paramparça olduğu için, balıkla konu
şamıyordu artık. Sonra aklına bir şey geldi.
"Yanın balık," dedi. "Bütündün eski
den. Bu kadar açıldığıma üzgünüm. İkimizi
de yaktım. Ama bir sürü köpek balığı öldür
dük, seninle ben, ikimiz, bir sürü de köpek
balığı yaraladık. Sen şimdiye kadar kaç ta
ne öldürdün, ihtiyar balık? Tependeki o kı
lıç süs değil ya."
Balığı düşünmekten hoşlanıyordu, de
nizde rahatça yüzebilseydi karşısına çıkan
1 15
köpek balıklarına neler yapardı kimbilir.
Kılıcını kesip onunla döğüşsem, diye düşün
dü. Ama baltası yoktu, bıçağı da yoktu.
Baltam ya da bıçağım olsaydı, kesip kü
reğin sapına bağlardım, ne silah olurdu ya.
İkimiz birden karşı koyardık. Geceleyin ge
lirlerse ne yapacaksın bakalım? Ne yapabi
lirsin ki?
"Döğüşürüm.," dedi. "Ölünceye kadar
döğüşürüm.."
Ama karanlıkta, ışıksız karanlıkta, rüz
garın, şişen yelkenin altında ölüydü belki.
İki elini kavuşturup avuçlarını yokladı. Öl
memişlerdi, parmaklarını açıp kapadıkça ha
yatın acısını duyabiliyordu. Sırtını kıça da
yadı, ölmediğini anladı. Omuzlan öyle gös
teriyordu.
Yemin etmiştim, balığı yakalarsam dua
okuyacaktım, diye düşündü. Ama okuyama
yacak kadar yorgunum şimdi. İyisi mi, çu
valı alıp omuzlanma örteyim.
Kıçta uzanmış dümeni tutuyor, gökte
ışıkların belirmesini kolluyordu. Yansını
kurtardım, diye düşündü. Belki bu yanyı
kaptırmam artık, talihim döner. Dönmesi
1 16
gerek. Yok, dedi. O kadar açılmakla sen
kendin döndürdün talihini.
Yüksek sesle, "Saçmalama," dedi. "Uyu
ma, yoluna bak sen. Belki talihin döner."
"Talih satılan bir yer varsa gidip almak
isterdim biraz," dedi.
Neyle alırdım ki? diye sordu kendi ken
dine. Kaybolmuş bir zıpkınla mı, kınk bir
oıçakla mı, işe yaramayan iki elle mi?
"Alabilirdin," dedi. "Denizde geçirdiğin
seksen dört günle almaya kalkışmadın mı?
Az kalsın alıyordun da."
Saçma sapan şeyler düşünmemeliyim,
diye düşündü. Tarih çok değişik biçimlerde
çıkar insanın karşısına, kim tanıyabilir
onu? Ama ne biçimde çıkarsa çıksın, almak
isterdim biraz, karşılığında da ne isteseler
verirdim. Işıkların parıltısını bir görebilsey
dim, diye düşündü. Ben de çok şey istiyo
rum. Ama şimdilik istediğim sadece bu. Ye
keyi rahatça kullanabilmek için iyice yer
leşmeye çalıştı kıça; ağnlan, ölmediğini gös
teriyordu.
Geceleyin saat on sularında, ışıkların
gökyüzüne yansıyan parıltısını gördü. Ay
doğmadan önce beliren hafif aydınlığı andı-
1 17
nyorlardı önce. Sonra, gittikçe yükselen rüz
garın kabarttığı okyanusun ötesinde iyica
seçilmeye başladılar. Işıklara doğru çevirdi
dümeni. Akıntının kenarına varmak üzerey
di artık, onu düşündü.
Bitti artık, diye düşündü. Herhalde yi
ne saldırırlar. Ama silahsız bir insan karan
lıkta nasıl karşı koyar onlara?
Her yanı tutulmuştu, ağrılar içindeydi,
yaralan, gövdesinin zedelenmiş yerleri ge
cenin soğuğuyla sızlıyordu. İnşallah yine dö
ğüşmek zorunda kalmam, diye düşündü.
N'olur, döğüşmek zorunda kalmasam yine.
Ama gece yansından önce döğüşmek zo
runda kaldı yine, bu kere, döğüşmenin fay
dasız olduğunu biliyordu. Sürüyle saldır
dılar, yüzgeçlerinin suda çizdiği çizgileri gö
rebiliyordu. Sadece, bir de balığa saldırırken
görülen fosforlu parıltılarını. Sopayla kafa
larına vurdu, ağızlarının işleyişini, sanda
lın sallanışını duyuyordu, teknenin altına
girmişlerdi yine. Seslerin geldiği yere umut
suzca indiriyordu sopayı; sopayı bir şey kap
tı o sırada, gitmişti.
Yekeyi çıkardı dümenden, onunla vur
maya başladı, iki eliyle tutuyor, durmadan
1 18
vuruyor, vuruyordu. Ama başaltına kadar
gelmişlerdi şimdi, teker teker, sona hep bir
den saldırıyorlar, balığın etlerini koparıyor
lardı, uzaklaşıyorlardı sonra., onlar dönünce
ye kadar denizde pırıl pırıl parlıyordu etler.
Sonunda, tek başına bir köpek balığı
geldi başaltına, ihtiyar adam her şeyin bit
tiğini anladı. Yekeyi köpek balığının kafa
sına indirdi, köpek balığı avının ağır ba
şına yapışmıştı, bir türlü koparamıyordu.
Bir daha, bir daha, bir daha indirdi. Yeke
nin kırılışını duydu, elindeki parçayı köpek
balığına sapladı. İyice saplandı yeke, kırılın
ca sivrilmişti ucu, saplandığını anlayınca
çekip bir daha sapladı. Köpek balığı avını
bırakıp yuvarlanarak uzaklaştı. Sürünün
son balığıydı bu, başka gelen olmadı. Et kal
mamıştı çünkü.
İhtiyar adam zor soluk alıyordu şimdi,
ağzında garip bir tat vardı. Bakır tadına
benzeyen, şekere benzeyen bir tat; bir an
korktu. Ama o kadar önemli değildi.
Okyanusa tükürerek, "Alın bakalım,
galanos," dedi, "bunu yiyin. Bir insan öldür
düğünüzü sanırsınız. "
Sonunda yenik düştüğünü biliyordu ar-
119
tık, çaresiz bir yenilgiye uğradığını; kıça
gitti, elindeki yeke paçrasıyla dümeni kul
lanabileceğini gördü. Çuvalı omuzlarına ör
tüp tekneyi gideceği yöne çevirdi. Hızla gi
diyordu şimdi, ne bir düşünce vardı kafa
sında, ne de içinde bir duygu. Her şeyi geri
bırakmıştı artık, limana varmak için yeke
yi kullanabildiği kadar ustaca kullanmaya
bakıyordu. Geceleyin iskelete köpek balık
lan yanaştı, sofrada kalmış son kınntılara
yanaşanlar gibi. İhtiyar adam aldırmadı bi
le onlara, yol almaktan başka bir şeye al
dırdığı yoktu. Yanında ağırlık olmadığı için,
teknenin hafifçe kayarak hızlı hızlı gidişine
dikkat etti sadece.
İyi teknedir, diye düşündü. Sağlamdır,
bir yerine bir şey olmadı, bir tek yekesi kı
rıldı. O da yerine konur.
Akıntıya girdiğinin farkındaydı şimdi,
kıyı boyunca uzanan köylerin ışıklarını gö
rebiliyordu. Nerede olduğunu anladı, kıyıya.
varmak işten bile değildi.
Rüzgar dostumuzdur zaten, diye düşün
dü. Sonra ekledi : zaman zaman. Dostları
mızı, düşmanlanmızı barındıran büyük de
niz de. Yatak da, diye düşündü. Dostumdur
120
yatak. Sadece yatak, diye düşündü. Büyük
bir şey olacak yatak. Yenilince kolay, diye
düşündü. Bu kadar kolay olduğunu bilmiyor
dum bunun. Kim yendi seni? diye düşün
dü.
Yüksek sesle, "Hiç kimse, " dedi. "Çok
açıldım."
Limana girdiğinde Terrace'ın ışıklan
sönmüştü, biliyordu ihtiyar adam, herkes
yatağındaydı şimdi. Meltem durmadan yük
selmişti, hwa esiyordu. Ama sessizdi liman,
kayalıklann altındaki çakıllann oraya yö
neldi. Yardıma gelecek kimse yoktu, ' yanaş
tırabildiği kadar yanaştırdı. Sonra çıkıp bir
kayaya bağladı.
Direği indirdi, yelkeni sanp bağladı. Di
regı omuzuna vurup tırmanmaya başladı.
Ne kadar yorgun olduğunu o zaman anla
dı işte. Bir an durup arkasına baktı, sokak
lambasının ışığı altında, teknenin kıçında
dimdik yükselen büyük kuyruğu gördü.
Belkemiğinin çıplak, beyaz çizgisini, karan
lık bir yığına benzeyen kafayı, uzanmış bur
nu gördü arada çıplaklık vardı sadece.
Tırmanmaya başladı yeniden, tepeye
vannca yere yığıldı, sırtında direkle oldu-
121
ğu yerde kaldı bir süre. Kalkmaya çalıştı.
Ama çok zordu kalkmak, sırtında direkle
bir süre oturup yola baktı. Bir kedi geçti
uzaklardan, ihtiyar adam kediye baktı. Son
ra yola baktı sadece.
Sonunda direği yere bırakıp ayağa kalk
tı. Direği kaldırdı, omuzuna vurdu, yola ko
yuldu. Kulübesine vanncaya kadar beş ke
re oturmak zorunda kaldı.
Kulübeye girince direği duvara dayadı.
Bir su şişesi buldu karanlıkta, biraz su içti.
Sonra yatağa uzandı. Battaniyeyi omuzla
rına, sonra sırtına, bacaklanna örttü, kolla
rını uzatıp avuçlannı havaya doğru açarak
gazetelerin üstünde yüzükoyun uyudu.
Çocuk sabahleyin kapıdan baktığında
uyuyordu. O kadar sert esiyordu ki rüzgar,
balığa çıkılmayacaktı o gün, çocuk geç vak
te kadar uyumuş, sonra da, her sabah yap
tığı gibi, ihtiyar adamın kulübesine gelmiş
ti. İhtiyar adamın soluk aldığını gördü ço
cuk, sonra ihtiyar adamın ellerini gördü, ağ
lamaya başladı. Biraz kahve getirmek için
sessizce dışarı çıktı, yol boyunca ağladı.
Teknenin çe vresine bir sürü balıkçı top
lanmıştı, tekneye bağlı iskelete bakıyorlar-
122
dı, içlerinden biri, pantalonunun paçalarını
kıvırıp suya girmiş, elinde iple iskeletin bo
yunu ölçüyordu.
Çocuk aşağı inmedi. Daha önce inmiş
ti, balıkçılardan biri onun yerine tekneyi
kolluyordu.
"Nasıl?" diye bağırdı balıkçılardan biri.
"Uyuyor, " diye seslendi çocuk. Ağladığı
görülür diye aldırmıyordu. "Kimse rahatsız
etmesin onu. "
İskeletin boyunu ölçen balıkçı, "Burnun
dan kuyruğuna kadar tam beş buçuk met
reymiş," diye seslendi.
"İnanının," dedi çocuk.
Terrace'a girip bir tas kahve istedi.
"Sıcak olsun, sütü, şekeri bol olsun. "
"Başka?"
"O kadar. Uyanınca soranın ne yiyece
ğini"
"Ne balıkmış, " dedi patron. "Hiç böyle
balık gelmedi buraya. Dün senin getirdiğin
iki balık da iyiydi. "
"Allah kahretsin benim balıklan," dedi
çocuk, yine ağlamaya başladı.
"İçecek bir şey ister misin?" diye sor
du patron.
123
"İstemem," dedi çocuk. "Söyle de San
tiago'yu rahatsız etmesinler. Birazdan döne-
rim . "
"Üzüldüğümü söyle."
"Sağol," dedi çocuk.
Sıcak kahveyi ihtiyar adamın kulübe
sine götürdü çocuk, uyanıncaya kadar da
başında bekledi. Bir keresinde ihtiyar adam
uyanıyormuş gibi geldi ona. Ama derin bir
uykuya daldı yeniden, çocuk kahveyi ısıt
mak istedi, biraz çalı çırpı bulmak için yo
lun karşısına geçti.
Sonunda ihtiyar adam uyandı.
"Kalkma," dedi çocuk. "İç şunu." Kah
venin birazını bir bardağa boşalttı.
İhtiyar adam alıp içti kahveyi.
"Yendiler beni, Manolin," dedi. "Yendi-
ler."
"Balık yenemedi ki seni."
"Doğru. Sonradan yendiler."
"Tekneyle takımlara Pedrico bakıyor.
Başını ne yapacaksın?"
"Pedrico doğrasın, yem olarak kullanı-
lır."
"Kılıcı?"
"Sende kalsın istersen."
124
"İsterim," dedi çocuk. "Yapılacak öteki
işleri düşünelim şimdi."
"Aradılar mı beni?"
"Tabii. Hem motorla, hem uçakla."
"Okyanus çok büyük, tekne desen kü-
çük, zor görülür," dedi ihtiyar adam. Biriy
le konuşmanın kendi kendine konuşmak
tan, denizle konuşmaktan çok daha güzel
olduğunu farketti. "Özledim seni," dedi.
"Balık tutabildin mi?"
"İlk gün bir tane. İkinci gün de bir ta-
ne, üçüncü gün iki tane. "
"Çok güzel. "
"Artık birlikte çıkarız balığa. "
"Olmaz. Talihim yok benim. Talihim
döndü artık."
"Allah belasını versin talihin," dedi ço
cuk. "Ben talihimi birlikte getiririm. "
"Ailen n e der?"
"Bana ne. Dün iki tane yakaladım. Ama
artık birlikte çıkacağız balığa, öğreneceğim
çok şey var."
"Güzel bir mızrağımız olmalı, hep san
dalda bulundurmalıyız onu. Bıçağını eski bir
Ford'un yaylarından yaparsın. Guanaba
coa'da biletiriz. Keskin olmalı, çok tavlanır
sa kırılır. Benim bıçak kırıldı."
125
"Bir başka bıçak bulurum, yayı da bile
tirim. Kaç gün eser bu sert brisa?"
"Belki üç gün. Belki de daha çok . "
"Her şeyi yoluna koyanın," dedi çocuk.
"Sen ellerini iyileştirmeye bak, ihtiyar. "
"Bilirim onlara nasıl bakılacağını. Gece
leyin garip bir şey tükürdüm, göğsümde bir
şey kırıldı sanki."
"Onu da iyileştir," dedi çocuk. "Yat, ih
tiyar, temiz bir gömlek getireyim sana. Yi
yecek bir şeyler de getireyim. "
"Ben yokken gelen gazetelerden bulur
san onlan da getir," dedi ihtiyar adam.
"Çabuk iyileşmelisin, çünkü öğrenece
ğim çok şey var senden, bana her şeyi öğ
retebilirsin. Çok acı çektin mi?"
"Çok," dedi, ihtiyar adam.
" Yemekle gazeteleri getireyim," dedi
çocuk. "İyi dinlen, ihtiyar. Eczaneden de el
lerin için bir şeyler alının."
"Pedrico'ya söylemeyi unutma, balığın
başı onundur."
"Yok. Unutrn.am."
Çocuk kapıdan çıkıp mercan kayaların
dan yapılma eski yoldan inerken ağlamaya
ba,şladı yine.
126
O gün öğleden sonra bir turist topluluğu
geldi Terrace'a, boş bira kutularının, ölü
barracuda'lann arasından suya bakan bir
kadın, kocaman kuyruklu uzun, beyaz bir
iskelet gördü, gündoğusundan esen rüzgar
limanın ağzında denizi kabartırken iskelet
dalgalarda sallanıyordu.
"Nedir bu?" diye sordu garsonlardan bi
rine, artık atılacak bir çöpten başka bir şey
olmayan, dalgalarla sürüklenip gitmeyi bek
leyen uzun iskeletini gösterdi büyük balığın.
"Tiburon, " dedi garson. "Köpek balığı."
Olup bitenleri anlatmak istiyordu aslında.
"Köpek balıklarının bu kadar biçimli,
bu kadar güzel kuyrukları olduğunu bilmez
dim."
"Ben de," dedi erkek arkadaşı.
İhtiyar adam, yolun tepesinde, kulübe
sinde, hala uyuyordu. Yüzükoyun uyuyor
du hala, çocuk yanında oturmuş, ona bakı
yordu. Rüyasında aslanları görüyordu ihti
yar adam.
SON
127