You are on page 1of 128

ERNEST HEMINGWAY

İHTİYAR BALIKÇI
roman

Yeniden Çeviren :
ÜLKÜ TAMER

Üçüncü Basılış

VARLIK YAYINLARI A. Ş.
Cağaloğlu Yokuşu 40, İstanbul
BÜYÜK ESERLER KİTAPLIGI: 189

Bu kitabın birinci baskısı Eylül 1970'te,


ikinci baskısı Haziran 1973'te yapılmıştır.

Kapak düzeni: Ekin N. SAGIROGLU

Varlık Yayınlan A. Ş., sayı: 48


İstanbul'da. Kurti.ş Matbaası"nda. dizilmiş,
Erenler Ma.tbaası'nda. basılmıştır.
Nisa.n, 1982
Charlie Scribner
ile
Max Perkins için
Gulf Stream'de bir sandalla yalnız ba­
şına avlanan ihtiyar bir adamdı; bir tek ba­
lık bile tutamayalı seksen dört gün oluyor­
du. İlk kırk gün bir de çocuk vardı yanında.
Ama balıksız geçen kırk gün sonunda, ço­
cuğun ailesi, ihtiyar adamın artık düpedüz
salao, kör talihli, olduğunu söylemişti; ço­
cuk da, onların isteğine uyup daha birinci
haftada üç tane kocaman balık tutan bir
başka tekneye geçmişti. İhtiyar adamın her
gün boş sandalıyla döndüğünü gördükçe
üzülüyordu çocuk, oltaları, ya da sereni, zıp­
kını, direğe dolanmış yelkeni taşımak için
hep yardıma koşuyordu. Un çuvallarıyla ya­
manmıştı yelken; açılınca, kesin bir yenilgi­
nin bayrağına benziyordu.
İhtiyar adam zayıftı, kavruktu, ensesin­
de derin kırışıklıklar vardı. Yan.aklan, gü­
neşin tropik denizlerde yansımasından do­
ğan deri hastalığının kahverengi lekeleriyle

7
kaplıydı. Şakaklanndan çenesine kadar ini­
yordu lekeler; ellerinde, ağır balıklar çek­
mekten açılmış derin yara izleri vardı. Ama
hiçbiri yeni değildi bu izlerin. Balıksız bir
çölün çatlaklan kadar eskiydiler.
Her şeyi ihtiyardı balıkçının yenilgi
nedir bilmeyen, neşeli, deniz rengi gözlerin­
den başka.
Sandalın yanaştığı kıyıya tırmanırlar­
ken, "Santiago," dedi çocuk. "Seninle gele­
bilirim istersen. Biraz para yaptık."
Balık tutmayı ihtiyar adam öğretmişti
çocuğa; çocuk onu seviyordu.
"Olmaz," dedi ihtiyar adam. "Talihi açık
bir teknedesin şimdi. Orada kal."
"Ama unutma, hani seksen yedi gün hiç
balık tut.amamıştın da sonra üç hafta bo­
yunca her gün koca koca balıklar tutmuş­
tuk."
"Unutur muyum," dedi ihtiyar adam.
"Biliyorum, güvensizlik. yüzünden aynlma­
dın benden."
"Babam ayırdı. Ben çocuğum, onun sö­
zünü dinlemem gerek."
"Biliyorum," dedi ihtiyar adam. "Yanlış
bir şey değil ki bu."

8
"Pek inancı yok onun."
"Yok," dedi ihtiyar adam. "Ama bizim
var. Öyle değil mi?"
"Evet," dedi çocuk. "Sana bir bira ısmar­
layabilir miyim Terrace'da? Bunlan sonra
götürürüz."
"Niye olmasın?" dedi ihtiyar adam. "İki
balıkçı arasında." _

Terrace'da oturdular, balıkçıların çoğu


alay ettiler ihtiyar adamla, ihtiyar adam kız­
madı. Ötekiler, ihtiyar balıkçılardan bazıları,
ona baktılar, üzgündüler. Ama belli etmiyor­
lardı üzüntülerini; akıntılardan, olta attıkları
derinliklerden, iyi giden havalardan, başla­
rından geçenlerden söz açıyorlardı incelikle.
O günün başarılı balıkçıları dönmüşlerdi bi­
le, yakaladıkları marlin'i karaya çekip iki ka­
lasın üstüne boylu boyunca uzatmışlardı; bi­
rer adam kalasların ucuna yapışmış, Hava­
na'daki pazara gidecek buz kamyonunu bek­
lemek için balıkhaneye götürüyorlardı balı­
ğı. Köpek balığı yakalayanlar da, avlarını ko­
yun öteki yanındaki fabrikaya taşımışlardı;
balıklar taşların üstüne yatırılarak parçala­
nırdı, orada, ciğerleri çıkarılır, kanatlan ke­
silir, derileri yüzülür, tuzlanmak için diliın­
leı:e aynlırdı.
o
Rüzgar gündoğusunda estiği zamanlar
fabrikadan bir koku yayılırdı limana; ama
bugün belli belirsiz duyuluyordu koku, rüz­
gar hafif bir poyraza çevirmiş, sonra da ke­
silmişti, Terrace güzeldi, güneşliydi.
"Santiago," dedi çocuk.
"Evet," dedi ihtiyar adam. Bardağını eli­
ne almış, yıllar öncesini düşünüyordu.
"Çıkıp yann için sardalya alayım mı sa­
na?"
"İstemem. Git, beyzbol oyna. Kürek çeke­
biliyorum hala, Rogelio ağı atar."
"Almak istiyorum ama. Madem seninle
balığa çıkamıyorum, bari bir yardımım do­
kunsun."
"Bira ısmarladın ya," dedi ihtiyar adam .
..Koca adam oldun sayılır."
"Beni sandalına ilk aldığında kaç yaşın­
daydım?"
"Beş: o balığı çektiğimizde sandalı az
kalsın parçalayacaktı, sen de az kalsın ölü­
yordun. Hatırlıyor musun?"
"Kuyruk atışını, çırpınışını, tahtaların
kırılışını, sopa seslerini hep hatırlıyorum.
Islak halatlann yanına, sandalın burnuna
fırlatmıştın beni, hatırlıyorum, bütün tekne

10
sarsılıyordu, sen de ağaç keser gibi sopayla
d urmadan vuruyordun ona, her yanım taze
kan kokusuna bulanmıştı."
"Sahiden hatırlıyor musun bunları, yok­
sa sonradan ben mi anlattım?"
"İlk çıkışımızdan beri her şeyi hatırlıyo­
rum."
İhtiyar adam, güneş yanığı, güvenli, sev­
gi dolu gözleriyle çocuğa baktı.
"Benim oğlum olsaydın yanıma alırdım
seni, bir kumar oynardım," dedi. "Ama anan­
la babanın oğlusun, hem sonra kısmeti açık
bir teknedesin."
"Gidip sardalya getireyim mi? Dört tane
de yem var, nerede olduğunu biliyorum."
"Bende bugünden kalanlar duruyor. Ku­
tuya koyup tuza yatırdım."
"Dört tane taze getireyim."
"Bir tane," dedi ihtiyar adam. Umudunu
da, güvenini de hiç kaybetmemişti. Ama ta­
zelenmişlerdi ŞiIJldi, rüzgarın çıkıvermesi
gibi.
"İki," dedi çocuk.
"İki," diye kabullendi ihtiyar adam.
"Çalmadın ya?"
"İstesem çalardım," dedi çocuk. "Ama
satın aldım bunları."
11
"Sağal," dedi ihtiyar adam. İyilikle kar­
şılaştığında şaşırmayacak kadar saftı. Ama
biliyordu iyilikle karşılaştığını; bunun ayıp
olmadığını, insanı küçültmeyeceğini de bili­
yordu.
"Bu akıntıyla iyi bir gün olacak yarın,"
dedi.
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu çocuk.
"Rüzgar dönünce gelebileceğim kadar
uzağa. Hava aydınlanmadan çıkmak istiyo-
rum.''
"Ben de uzaklara götürmeye çalışının
onu," dedi çocuk. "Büyük bir şey yakalarsan
yardımına koşarız."
"Uzaklarda avlanmayı sevmez ki."
"Sevmez," dedi çocuk. "Ama onun gö­
remediği bir şey görürüm, balık kokusu al­
mış bir kuş filan; yunus peşine düşmesini
sağlanın."
"O kadar kötü mü gözleri?"
"Neredeyse kör."
"Garip," dedi ihtiyar adam. "Kaplum­
bağa avına çıkmazdı hiç. Adamın gözlerini
bu iş bozar."
"Ama sen yıllarca Mosquito Kıyısı'nda

12
kaplumbağa avına çıktın, gözlerin de sapa­
sağlam."
"Ben garip ihtiyann biriyim."
"Ama koca bir balıkla başedecek kadar
güçlü müsün şimdi?"
"Güçlüyüm sanıyorum. Hem bu işin bir
sürü hilesi vardır."
"Eşyaları eve götürelim," dedi çocuk.
"Ben de ağı alıp sardalya peşine düşeyim."
Takınılan sandaldan aldılar. İhtiyar
adam omuzunda taşıyordu direği, çocuk da
içinde birbirine dolanmış, sımsıkı örülü ip­
ler bulunan tahta kutuyu, kancayı, zıpkın­
la sapını almıştı. Sandala çekilen büyük
balıklara vurmak için kullanılan sopayla
yem kutusu teknenin kıçındaydı. Kimse çal­
mazdı ihtiyar adamın eşyalarını, ama kıra­
ğı yüzünden yelkenle kalın ipleri eve götür­
mek doğru olurdu; ihtiyar adam biliyordu,
yerlilerin hiçbiri çalmazdı onun eşyalannı,
ama bir sandalda bırakılan kancayla zıp­
kın gereksiz kışkırtmalar yaratabilirdi.
İhtiyar adamın kulübesine giden yolu
birlikte tırmandılar; açık kapıdan girdiler.
İhtiyar adam, çevresine yelken dolanmış di­
reği duvara dayadı; çocuk da kutuyla öteki

13
eşyalan yere, direğin yanına bıraktı. Direk,
kulübenin odalarından biri kadar uzundu
neredeyse. Kulübe, guano denilen bir cins
palmiyenin sert dallarından yapılmıştı; için­
de bir yatak, bir masa, bir iskemle, bir de
toprak yerin üstünde kömürle yemek pişir­
mek için bir ocak vardı. Düzleşmiş, birbiri­
ne girmiş, sert guano yapraklanndan yapıl­
ma kahverengi duvarda Kutsal İsa ile Cob­
re Meryemi'nin renkli iki resmi asılıydı. Ka­
nsı bırakmıştı bunları. Bir zamanlar kansı­
nın da soluk bir resmi dururdu duvarda;
ama ona baktıkça kendini pı..:k yalnız bul­
duğu için resmi indirip köşedeki rafa, te­
miz gömleğinin altına koymuştu.
"Ne diyeceksin?" diye sordu çocuk.
"Bir tabak balıklı pilavını var. İster mi­
sin biraz?"
"İstemem. Evde yiyeceğim. Ateşi yaka­
yım mı?"
"Yok. Ben sonra yakanın. Belki de so-
ğuk yerim."
"Ağı alabilir miyim?"
"Tabii."
Ağ yoktu aslında, onu sattıkları gunu
unutmamıştı. Ama her gün böyle kandırır-
lardı kendilerini. Ne pilAv vardı, ne de ba­
lık; çocuk bunu da biliyordu.
"Seksen beş uğurlu sayıdır,'' dedi ihti-'
yar adam. "Bir de bakarsın, yann beş yüz
kiloluk koca bir balık getirmişim."
"Ağı alıp sardalyaya. çıkayım ben. Kapı­
da. oturup güneşlenecek misin?"
"Evet. Dünkü gazete var, beyzbol haber­
lerini okurum."
Çocuk, dünkü gazetenin de bir masal
olup olmadığını bilmiyordu. Ama ihtiyar
adam yatağının altından gazeteyi çıkardı.
"Borlega'da Perico verdi,'' diye açıkladı.
"Sardalya tutar tutmaz gelirim. Senin­
kileri de, benimkileri de buza koyanın; sa­
bah olunca paylaşırız. Dönünce beyzbolu
anlatırsın."
"Yankee yenilmez."
"Ama Indias of Cleveland'dan korka­
nın ben."
"Yankee'ye güven, oğlum. Büyük Di­
Maggio'yu düşünsene."
"Ben hem Tigers of Detroit'ten, hem de
Indians of Cleveland'dan korkanın."
"Neredeyse Reds of Cincinatti'yle White
Sox of Chicago'dan da korkacaksın."

15
"Sen duruma bir göz at da dönünce an­
latırsın.''
"Sonu seksen beşle biten bir piyango
bileti alsak mı dersin? Yarın seksen beşin­
ci gün."
"Alalım istersen," dedi çocuk. "Ama se­
nin seksen yedilik büyük rekorundan ne ha­
ber?"
"İki kere olmaz. Seksen beşli bir bilet
bulabilir misin?"
"Ismarlarım."
"Tam olsun. İki buçuk dolarlık. Parayı
kimden alacağız?"
"Orası kolay. İki buçuk dolar borç ala­
cak birini nasıl olsa bulurum."
"Ben de bulurum belki. Ama borç al­
mamaya bakarım ben. Önce borç alırsın.
Sonra da dilenmeye başlarsın."
"Üzülme ihtiyar," dedi çocuk. "Unut­
ma, Eylül'deyiz."
"Büyük balıkların geldiği ay," dedi ihti­
yar adam. "Mayıs'ta kim olsa balık tutar."
"Ben sardalyaya çıkıyorum," dedi ço­
cuk.
Çocuk döndüğünde, ihtiyar adam iskem­
lede uyumaktaydı, güneş batmıştı. Çocuk,

16
yatağın üstündeki asker battaniyesini alıp
iskemlenin arkasına, ihtiyar adamın sırtı­
na örttü. Garip omuzlardı bunlar, ihtiyar
ama güçlüydüler; boynu da güçlüydü ihti­
yar adamın, başını önüne eğip uyuduğu za­
manlarda kırışıklıklar pek belli olmuyordu.
Yamana yamana yekene dönmüştü gömle­
ği; yamalar, değişik ölçülerde solmuştu gü­
neşten. İhtiyar adamın başı çok ihtiyardı,
gözleri kapalıyken yüzünde hayat belirtisi
yoktu. Dizlerinin üstünde duruyordu gaze­
te; kolunun ağırlığı yüzünden, akşam rüz­
garında kımıldamıyordu bile. Ayaklan çıp­
laktı.
Onu orada bırakıp gitti çocuk, döndü­
ğünde ihtiyar adam hala uyumaktaydı.
"Uyan ihtiyar," dedi çocuk; elini ihtiyar
adamın dizine koydu.
İhtiyar adam gözlerini açtı; uzaklardan,
uzun bir yoldan geliyor gibiydi bir an. Son­
ra gülümsedi.
"Ne getirdin?" diye sordu.
"Yemek," dedi çocuk. "Yemek yiyece­
ğiz."
"Ben pek acıkmadım."
"Hadi ye. Aç karnına balık tutulmaz."

İhtiyar Balıkçı, F.: 1 17


İhtiyar adam ayağa kalkıp gazeteyi kat­
layarak, "Ben tutanın," dedi. Sonra batta­
niyeyi katlamaya başladı.
"Battaniye sırtında kalsın," dedi çocuk.
"Ben sağ oldukça aç karnına balığa çıkma­
yacaksın."
"Öyleyse uzun ömürlü olmaya bak, ken­
dine de dikkat et," dedi ihtiyar adam. "Ne
yiyoruz?"
"Kuru fasulye, pilav, muz kızartması,
biraz da yahni."
Çocuk, iki gözlü bir sefertasıyla Terrace
dan getirmişti bunları. Cebinde de, kağıt
peçetelere sanlı birer bıçak, birer çatal, bi­
rer de kaşık vardı.
"Kim verdi bunları sana?"
"Martin. Sahibi."
·Görünce bir teşekkür edeyim."
"Ben ettim bile," dedi çocuk. "Senin te­
şekkür etmene gerek yok."
"Büyük bir balığın kann etlerini ona ve­
ririm ben de," dedi ihtiyar adam. "Daha ön­
ce de yaptı mı bu işi?"
"Galiba."
"Kann etleri az gelir öyleyse, daha çok
veririm. Baksana, bizi düşünüyor."

18
"İki de bira yolladı."
"En çok kutu birasını severim."
"Biliyorum. Ama bunlar şişede, Hatuey
birası, şişeleri de geri götüreceğim."
"Sağal," dedi ihtiyar adam. "Yesek mi?"'
Usulca, "Ben de bunu söylüyorum ya,"
dedi çocuk. "Sen hazır oluncaya kadar se­
fertasını açmak istemedim."
"Ben hazırım," dedi ihtiyar adam. "El­
lerimi de yıkadım."
Nerede yıkadın? diye düşündü çocuk.
Köyün suyu iki sokak aşağıda. Su bulundur­
malıyım burada, diye düşündü çocuk, sabun,
bir de güzel havlu. Niye bu kadar düşün­
cesizim? Bir başka gömlek, kış için bir ce­
ket, bir çift kundura, bir battaniye daha ge­
tirmeliyim.
"Senin yahni pek güzel," dedi ihtiyar
adam.
"Beyzbolu anlatsana," dedi çocuk.
İhtiyar adam, mutlulukla, "Amerikan li­
ginde Yankee başta," dedi. "Dedim ya."
"Bugünkü maçı kaybetmişler."
"Zararı yok. Büyük DiMaggio yine for­
munda."
"Takımda başka oyuncular da var."
"Tabii. Ama oyunu o etkiliyor. Öteki lig­
de, Brook.lyn'le Philadelphia arasında Brook­
lyn'i tutanın ben. Ama Dick Sisler'i düşü­
nüyorum be.zen, eski staddaki o büyük vu­
ruşlannı."
"O vuruşlar gibisi yoktu. Topu onun ka­
dar uzağa vuranını hiç görmedim."
"Hatırlıyor musun, Terrace'a gelirdi. Ba­
lığa. götürmek istemiştim onu, ama söyle­
meye çekinmiştim. Hani sana söylemiştim
sen söyle diye, sen de çekinmiştin."
"Biliyorum. Ne fırsat kaçınnışız. Belki
gelirdi bizimle. Bu da bize ömrümüz boyun­
ca yeterdi."
"Büyük DiMaggio'yu balığa götürmek
isterdim," dedi ihtiyar adam. "Babası balık­
çıymış diyorlar. Belki bizim gibi yoksuldu o
da, anlayışlı davranırdı."
"Büyük Sisler'in babası hiç yoksulluk
çekmemiş, benim yaşımdayken, babası, bi­
rinci ligde oynuyormuş."
"Ben senin yaşındayken, Afrika'ya gi­
den külüstür bir teknede miçoluk yapar­
dım; akşamları aslanları görürdüm kıyılar­
da."
"Biliyorum. Anlatmıştın."

20
"Afrika'dan mı konuşsak, beyzboldan
mı?"
"Beyzbol daha iyi," dedi çocuk. "Büyük
John J. McGraw'u anlat bana." J. yerine Jo­
ta dedi.
"Eskiden Terrace'a o da gelirdi bazen.
Ama kaba, küfürbaz bir adamdı, içti mi ç&­
kilmezdi. Kafasını beyzbol kadar atlara da
takmıştı. Hep yarış listeleri bulunurdu ce­
binde; telefonda konuşurken de sık sık at­
ların adlarını söylerdi."
"Büyük bir menajerdi," dedi çocuk. "Ba­
bama kalırsa en büyük menajer oymuş."
''Buraya en çok o geldiği için olacak,"
dedi ihtiyar adam. "Durocher de her yıl bu­
raya gelmeye devam etseydi baban ona en
büyük menajer derdi."
"En büyük menajer kim aslında, Luque
mi, Mike Gonzalez mi?"
"Bana kalırsa ikisi de bir."
"En iyi balıkçı da sensin."
"Değilim. Daha iyileri var."
"Que va," dedi çocuk. "Bir sürü iyi ba­
lıkçı var, birkaç tane de büyük balıkçı var.
Ama sen bir tanesin."
"Sağal. Sevindiriyorsun beni. Dilerim,

21
koca bir balık çıkmaz da karşıma, seni ya­
nıltmam."
"Dediğin gibi hala güçlüysen bütün ba­
lıklar vızgelir sana."
"Belki de sandığım kadar güçlü deği­
limdir," dedi ihtiyar adam. "Ama bu işin hi­
lelerini bilirim, üstelik inatçıyımdır da."
"En iyisi, sen yat şimdi, sabahleyin dip­
diri kalkarsın. Ben bunları Terrace'a götürü­
rüm.''
"İyi geceler öyleyse. Sabahleyin uyan­
dırırım seni."
"Sen benim çalar saatimsin," dedi ço­
cuk.
"Benim çalar saatim de yaşımdır," dedi
ihtiyar adam. "İhtiyar adamlar niye erken­
den. uyanırlar? Daha uzun bir gün geçirmek
için mi?"
"Bilmem," dedi çocuk. "Bütün bildiğim,
çocukların geç vakte kadar mışıl mışıl uyu­
duğu."
"Unutmam," dedi ihtiyar adam. "Tam
zamanında uyandırırım seni.''
"Beni onun uyandırması hoşuma gitmi­
yor. Küçük düşüyorum gibi geliyor bana."
"Biliyorum."

22
"İyi uyu ihtiyar."
Çocuk çıkıp gitti. Masada ışık yakma­
dan yemişlerdi yemeklerini, ihtiyar adam
pantalonunu çıkarıp karanlıkta girdi yata­
ğa. Pantalonunu yastık gibi katlayıp arası­
na gazeteyi koydu. Battaniyeye sanmp som­
yanın yaylannı örten öteki eski gazetelerin
üstünde uyudu.
Kısa zamanda uykuya dalmıştı, çocuk­
ken gittiği Afrika'yı gördü rüyasında, altın
sansı, uzun kumsalları, beyaz, o kadar be­
yaz ki insanın gözünü acıtan kumsalları, yü­
ce burunlan, kahverengi, büyük dağlan
gördü. Her gece o kıyıda yaşıyordu şimdi,
rüyalannda dalgaların gürültüsünü duyu­
yor, yerli kayıklarının gelişini görüy·,xdu.
Uyurken, güvertedeki katranla üstüpü ko­
kusu geliyordu burnuna, sabahlan karadan
esen rüzgarın getirdiği Afrika kokusu geli­
yordu.
Genellikle, karadan esen rüzgann ko­
kusunu duyunca uyanır, gidip çocuğu uyan­
dırmak için giyinirdi. Ama bu gece rüzga­
rın kokusunu çok erken duydu, rüyasında
biliyordu erken olduğunu, denizden yükse­
len Adalar'ın beyaz doruklarını görmek için

23
rüyasını sürdürdü, sonra da Kanarya Ada­
lan'nın değişik limanlannı, gemilerin de­
mirlediği nhtırnlannı gördü.
Artık fırtınalar görmüyordu rüyasında,
kadınlan, büyük olaylan, büyük balıklan,
kavgalan, güç denemelerini, yanşmalannı,
kansını da görmez olmuştu. Sadece yerleri
görüyordu artık, bir de kumsaldaki aslanla­
n. Alacakaranlıkta kedi yavrulan gibi oy­
nuyorlardı, çocuğu sever gibi seviyordu on­
lan. Çocuğu hiç görmüyordu. Uyandı, açık
kapıdan dışanya, aya baktı, pantalonunu
alıp giydi. Sabah serinliğiyle titriyordu. Ama
titreye titreye ısınacaktı, biliyordu, kürek
çekecekti birazdan.
Çocuğun oturduğu evin kapısı kilitli de­
ğildi, ihtiyar adam kapıyı açıp çıplak ayak­
lanyla sessizce içeri girdi. Çocuk, ilk oda­
daki bir şiltede uyuyordu; ihtiyar adam, sol­
makta olan ayın ışığında açık seçik görebi­
liyordu onu. Ayaklanndan birini tuttu usul­
ca, çocuk uyanıncaya, dönüp kendisine ba­
kıncaya kadar da bırakmadı. Başını salla­
dı ihtiyar adam, çocuk da yatağın yanında­
ki iskemlede duran pantalonunu alıp ba­
cak.lanna geçirdi.

24
İhtiyar adam kapıdan çıktı, arkasından
da çocuk. Uykuluydu, ihtiyar adam kolunu
omuzlarına attı onun, "Bağışla," dedi.
"Que va," dedi çocuk, "Madem erkeğiz."
İhtiyar adamın kulübesine inen yolu
tuttular, yol boyunca yalınayak adamlar gi­
dip geliyordu karanlıkta, teknelerinin direk­
lerini taşıyorlardı.
İhtiyar adamın kulübesine varınca, ço­
cuk sepetteki olta takımlarını, zıpkını, kan­
cayı aldı; ihtiyar adam da çevresine yelken
sanlı direği omuzladı.
"Kahve içer misin?" diye sordu çocuk.
"Önce şu takımları tekneye atalım da
sonra içeriz."
Balıkçılar için sabahleyin erkenden açı­
lan bir yerde süt tozu kutularından kahvQ
içtiler.
"Nasıl uyudun ihtiyar?" diye sordu ço­
cuk. Uykusundan ayrılmak zordu doğrusu.
ama yavaş yavaş uyanıyordu.
"Çok iyi uyudum, Manolin," dedi ihti­
yar adam. "Bugün kendime güvenim var."
"Benim de," dedi çocuk. "Gidip senin
sardalyalarla benimkileri alayım, senin ta­
ze yemleri de. Bizim takımları o getiriyor.
Kimseye bir şey taşıtmaz."
25
"Başkayız," dedi ihtiyar adam. "Beş ya­
'Şındayken bile bir şeyler taşıtırdım sana."
"Biliyorum," dedi çocuk. "Şimdi döne­
rim. Bir kahve daha iç. Burada parasını son­
ra versek de olur."
Çıplak ayaklanyla mercan taşlarına ba­
sarak yemlerin saklandığı buzhaneye git­
ti.
İhtiyar adam ağır ağır içti kahvesini.
Bütün gün başka bir şey koymayacaktı ağ­
zına, kahveyi içmesi gerektiğini biliyordu.
Yemek yemek uzun süredir sıkıyordu onu,
yanına yiyecek almıyordu bu yüzden. Tek­
nenin başında bir şişe su bulunduruyordu,
o kadar, bütün gün başka bir şeye ihtiyacı
yoktu.
Çocuk sardalyalarla, gazete kağıdına
sanlı iki yemle dönmüştü şimdi; ayaklarının
altında çakıllı kumlan duyarak, tekneye
gittiler, kaldırıp suya indirdiler onu.
"Rasgele ihtiyar."
"Rasgele," dedi ihtiyar adam. Kürekle­
rin ip halkalarını ıskarmozlara geçirdi, öne
doğru eğildi sonra, limandan çıkmak için
karanlıkta kürek çekmeye başladı. Kumsa­
lın başka yerlerinden de denize açılan san-

26
dallar vardı, ay tepelerin arkasına indiği
için göremiyordu onlan, ama küreklerin şı­
pırtılannı duyuyordu.
Ara.sıra biri bir şeyler söylüyordu tek­
nelerin birinde. Ama sandallann çoğundan
ses çıkmıyordu, kürek şıpırtılanndan baş­
ka. Limanın ağzına gelince dağıldılar, balık
bulma umuduyla her biri bir başka yerine
açıldı okyanusun. ihtiyar adam uzaklara gi­
deceğini biliyordu, toprağın kokusunu ar­
kalarda bırakarak okyanusun dupduru sa­
bah kokusuna doğru kürek çekti. Balıkçıla­
rın büyük kuyu dedikleri yerden geçerken
Gulf yosunlannın fosforlu ışıltısını gördü
suda; su yedi yüz kulaç derinleşiverdiği için
büyük kuyu denirdi buraya, akıntılar okya­
nusun dibindeki dik duvarlara çarparak gir­
daba dönüştüğü için, her çeşit balık bulu­
nurdu. Burada yem balıklan ve karides ya­
taklan vardı, derin çukurlarda mürekkep
balıklan da olurdu bazen, geceleri yukan­
ya, su yüzüne yakın yerlere çıkarlar, bı:ı.şı­
boş balıklara yakalanırlardı.
İhtiyar adam sabahın gelişini duyuyor­
du karanlıkta; kürek çekerken, uçan balık­
lann suyu bırakırken çıkardıkları titrek se

27
si, karanlığa dalarken sert kanatlarının hı­
şırtısını duyuyordu. Uçan balıklardan çok
hoşlanırdı, okyanustaki en yakın dostları on­
lardı çünkü. Kuşlara, özellikle incecik, kara
deniz kırlangıçlarına acırdı, durmadan uçan,
bir şeyler arayan, ama aradıklarını çoğu
zaman bulamayan deniz kırlangıçlarına.
Kuşların hayatı bizimkinden de zor, diye
düşündü, o soyguncu kuşlarla iri kuşlar dı­
şında. Okyanus bu kadar acımasızken, kuş­
ları o deniz kırlangıçları gibi neden incecik,
çelimsiz yaratmışlar? İyidir okyanus, çok
güzeldir. Ama acımak nedir bilmez bazen,
öyle de çabuk davranır ki, suya dalan, av­
lanan balıklar, hüzünlü sesleriyle o küçük
balıklar denizin yanında çok çelimsiz kalı­
verir.
Denizi la mar olarak düşünürdü hep;
�s)anyollar, sevdikleri zaman böyle derlerdi
denize. Onu sevenlerin kötü şeyler söyledik­
leri de olurdu, ama ne derlerse desinler, de­
nizi hep bir kadın olarak düşünürlerdi. Genç
balıkçılardan bazıları, ağlan için mantar
yerine şamandıra kullananlar, köpek balı­
ğı ciğerinin para ettiği zamanlar alınmış
motorlarla balıkçılık edenler, erkeklik belir-

28
tisi olan el'i kullanırlardı; el mar. Kendilerile
yanşan biriymiş gibi, bir yer, hatta bir düş­
manmış gibi. Ama ihtiyar adam hep dişi ola­
rak düşünürdü denizi, büyük iyilikler ya­
pan, büyük iyilikler saklayan biri olarak;
çılgınca, kötü şeyler yapıyorsa bile elinde ol­
madan yapıyordu. Ay bir kadını nasıl etki­
liyorsa denizi de öyle etkiliyor, diye düşün,.
dü.
Durmadan kürek çekiyordu, onun için
bir çaba sayılmazdı bu, aynı hızla ilerliyor­
du çünkü, okyanusun yüzü de, akıntının de­
ğiştiği yerler dışında, dümdüzdü. İşin üçte
birini akıntıya bırakıyordu, hava aydınlan­
maya başlayınca, bu saatte bulunması gere­
ken yerin çok ötelerinde olduğunu gördü.
Derin kuyulan bir hafta taradım, işe
yaramadı, diye düşündü. Turnaların, alba­
korlann bulunduğu yerleri tarayayım bu­
gün, belki iri bir balık yakalanın.
Hava iyice aydınlanmadan önce oltala­
rını atmıştı, akıntıyla sürükleniyordu. Yem­
lerden biri kırk kulaç derindeydi. İkincisi
yetmiş beş, üçüncüsüyle dördüncüsü de ma­
vi suların diplerinde, yüz kulaçta, yüz yir­
mi beş kulaçtaydılar. Yem balıklan zokala-

29
ra sımsıkı geçirilmişlerdi; iğnelerin kıvnm­
lanyla uçlan da taze sardalyalarla örtül­
müştü. Her sardalyanın iki gözünden geçiril­
mişti iğneler, panldayan çelikte yanmşar
çelenk gibi duruyorlardı. Büyük bir balığa
güzel kokulu, lezzetli gelmeyecek yer kal­
mamıştı iğnelerde.
Çocuk taze iki turna, ya da alkabor.
vermişti; derinlerdeki iki oltanın uçlanna
iskandil kurşunu gibi asılmışlardı; ötekiler­
de, daha önce kullandığı kocaman mavi bir
lüferle sapsan bir lapina takılıydı, hala di­
riydiler, üstelik sardalyalann kokusu daha
da çekici kılıyordu onlan. Kurşun kalem
kalınlığındaki olta ipleri yeşil birer çubuğa
bağlanmışlardı, yem çekilecek ya da olta­
ya dokunulacak olursa suya batacaktı bu
çubuklar, oltalann ikişer tane kırkar kulaç­
lık sicimleri vardı aynca, bu sicimleri gere­
kirse kısa zamanda birbirine bağlayıp üç
yüz kulaçtan derine inmek mümkündü.
İhtiyar adam, teknenin yanındaki üç
çubuğun batmasını kolluyordu şimdi, bir
yandan da, oltalan gerekli derinlikte dim­
dik tutabilmek için usulca kürek çekiyordu.

30
Oldukça aydınlanmıştı hava, güneş doğdu
doğacaktı.
Güneş incecik yükseliverdi denizden,
ihtiyar adam öteki sandalları gördü, suya
iyice yapışmışlardı, kıyıya yakındılar, akın­
tı boyunca yayılmışlardı. Derken parlayı­
verdi güneş yükselince, düzgün denizden
gözlerine yansıdı; ihtiyar adamın gözleri acı­
dı, sudaki parıltılara bakmadan kürek çek­
meye devam etti. Dibine bakıyordu suyun,
aşağıya, karanlığa dimdik inen oltalara.
Herkesten dik tutabiliyordu oltalarını, böy­
lece, okyanusun her kesiminde balık1ar için
yem bulundurabiliyordu. Ötekiler ise oltala­
rını akıntıya kaptınyorlardı, yüz kulaç de­
rinde sandıklan yemleri altmış kulaç de­
rinde duruyordu aslında.
Ama, diye düşündü, dikkatli davranıyo­
rum ben. Yalnız şansım yok artık. Ama
kimbilir? Belki bugün. Her gün yeni bir gün­
dür. Şanslı olmak daha iyidir. Ama ben dik­
katli olmayı yeğ tutanın. Şans kapıya gel­
diğinde hazır olur insan.
Güneş iki saat yükselmişti şimdi, doğu­
ya bakmak o kadar acıtmıyordu gözlerini.
Artık görünürde üç tekne kalmıştı, onlar da.

31
suya batmış gibi görünüyorlardı, kıyıya ya­
kındılar.
Ömrüm boyunca güneş gözlerimi acıttı
doğarken, diye düşündü. Ama hala sapa­
sağlamlar. Akşamlan gözlerim kararmadan
bakabiliyorum ona. Üstelik daha parlak olu­
yor akşamlan. Ama sabahlan acı veriyor.
Tam o sırada, ilerisinde, uzun kara ka­
natlanyla gökyüzünde dönen bir kuş gör­
dü. Kanatlarını kapayarak ansızın alçalı­
verdi kuş, sonra dönmeye başladı yine.
Yüksek sesle, "Bir şey bulmuş," dedi ih­
tiyar adam. "Aranmıyor, bulmuş."
Kuşun döndüğü yere doğru ağır ağır
kürek çekti. Acele etmiyordu, oltalannı dim­
dik tutuyordu. Sulan dalgalandırdı biraz,
kuşu kullanmaya kalkmasa daha ağır gider­
di, ama böylesi de iyiydi.
Kuş havaya yükselerek dönmeye devam
etti, kanatlan hareketsizdi. Ansızın alçaldı
sonra, ihtiyar adam uçan balıkların deniz­
den fırlayıp su yüzünde umutsuzca yüzdük­
lerini gördü.
Yüksek sesle, "Yunuslar," dedi ihtiyar
adam. "Koca yunuslar."
Kürekleri bırakıp küçük bir olta çıkar-

.32
dı başaltından. Orta boy iğnesine sardalya­
lardan birini taktı. Yandan suya bıraktı ol­
tayı, kıçtaki halkalardan birine bağladı.
Sonra bir başka oltaya daha yem takarak
başaltında gölgeye koydu onu. Kürek çek­
meye, su yüzüne inmiş uzun kanatlı kuşu
gözlemeye başladı yeniden.
Gözlerken, kuş pike yapmak için kanat­
larını kapayarak yine daldı, sonra boş ye­
re, çılgınca kanat çırparak uçan balığı ko­
valamaya başladı. İhtiyar adam, koca yu­
nusların kaçan balıklan kovalarken sudan
hafifçe çıkan sırtlarını görebiliyordu. Ka­
çak balıklann altında yüzüyordu yunuslar,
hızla yüzüyorlardı, balıklar suya düşünce
tam altlarında olacaklardı. Büyük bir yunus
sürüsü, diye düşündü. İyice yayılmışlar,
uçan balıkların pek şansı yok. Kuşun hiç
yok. Uçan balıklar ona göre çok büyük, üs­
telik çok hızlı gidiyorlar.
Uçan balıkların bir daha, bir daha sıç­
ramalannı, kuşun sonuçsuz çabalannı göz·
ledi. Sürüyü kaçırdım, diye düşündü. Çok
hızlı gidiyorlar, çok uzağa gidiyorlar. Sürü­
den bir ayrılan olursa belki yakalanın, bel­
ki benim büyük balık da yakınlarında bir

İhtiyar Balıkçı, F.: 3 33


yerdedir. Büyük balığım mutlaka buralar­
dadır.
Bulutlar, karanın üstünde dağlar gibi
yükseliyorlardı şimdi; kıyı, arkasındaki kur­
şuni mavi tepelerle uzun düz bir çizgiydi
sadece. Sular lacivertti, mora çalan bir la­
civert. Aşağıya bakınca karanlık suda kır­
mızı yakamozlar gördü, güneşin yarattığı
garip ışıklan gördü. Okyanusa dimdik ine­
rek gözden kaybolan oltalarına baktı, ya­
kamoz gördüğüne sevindi, çünkü balık de­
mekti bu. Güneş yükselmişti artık, suda
yarattığı garip ışıklar havanın iyi olacağı­
nı gösteriyordu, karanın üstündeki bulutla­
rın biçimi de. Ama kuş gözden kaybolmak
üzereydi, suyun yüzünde güneşin ağarttığı
Sargasso yosunlanndan, san yosunlardan,
teknenin yanında yüzen mor, kaygan bir
deniz anasından başka bir şey görünmüyor­
du. Suda yan yattı deniz anası, sonra doğ­
ruldu. Arkasında bir metre kadar uzunluk­
taki öldürücü mor liflerini sürükleyerek bir
köpük gibi neşeli neşeli yüzüyordu.
"Agua mala," dedi adam. "Seni orospu."
Küreklere hafifçe asıldığı yerden suya
baktı, uzun liflerin renginde küçücük ba-
lıklar gördü, liflerin arasında, köpeğe ben­
zer deniz anasının gölgesinde yüzen balık­
lar. Zehire karşı bağışıklıkları vardı. Ama
insanların yoktu, bazen liflerden biri oltaya
mor mor, sümüklü sümüklü yapışırdı, ihti­
yar adam da oltayı çekmeye görsün, sancı­
lar, o.ğnlar başlardı ellerinde, zehirli meşe­
nin, zehirli sarmaşığın verdiği sancılardan.
Ama agua mala'nın zehiri çok daha çabuk
yayılırdı, kırbaç gibi.
Hareli köpükler güzeldi. Ama en kan­
dırıcı varlıklanydılar denizin, ihtiyar adam
büyük deniz kaplumbağalarının onları ye­
melerinden çok hoşlanırdı. Kaplumbağalar
onları görünce önden yaklaşırlar, kabukla­
rına çekilmek için gözlerini kapatırlar, son­
ra da liflerine varıncaya kadar yerlerdi
agua mala'lan. Kaplumbağaların onları ye­
mesi çok hoşuna giderdi ihtiyar adamın, fır­
tınadan sonra nasırlı tabanlarıyla kumsal­
da üstlerine basarak çatlayışlannı duymak
da hoşuna giderdi.
Güzel görünüşlü, oynak, değerli yeşil
kaplumbağaları severdi; san kabuklu, süs­
lü, bir garip sevişen, gözlerini yumarak de­
niz analarını keyifle yiyen o salak, o koca-

35
man cinslerine ise dostça bir tiksinti du­
yardı.
Kaplumbağa teknelerinde çalışmıştı yıl­
larca, yine de kaplumbağalar için mistik dü­
şünceleri yoktu. Hepsine acırdı, sandal bo­
yundaki, bir ton çeken dev kaplumbağala­
ra bile. İnsanların çoğu acımaz kaplumba­
ğalara, kesilip doğrandıktan sonra bile saat­
lerce yürekleri çarpar onlann. Ama, diye
düşündü ihtiyar adam, benim de bir yüre­
ğim var, ellerimle ayaklanın onların elleri,
onların ayaklan gibi. Güç kazanmak için
beyaz yumurtalarını yerdi. Eylül'de, Ekim' -
de büyült balıklara karşı koyabilmek için
Mayıs boyunca beyaz yumurtalarını yerdi.
Aynca, çoğu balıkçının takımlarını bı­
raktığı kulübedeki büyük tulumdan bir bar­
dak köpek balığı yağı içerdi her gün. İste­
yen balıkçı rahatça içebilirdi. Çoğu tiksi­
nirdi kokusundan. Ama sabahleyin erken­
den uyanmak zorunda kalmaktan da kötü
değildi ya, üstelik soğuğa, üşütmeye karşı
çok iyiydi, gözlere de iyiydi.
İhtiyar adam başını kaldırınca kuşun
yeniden dönmekte olduğunu gördü.
"Balık buldu," dedi yüksek sesle. Suyun

36
yüzünde uçan balıklar görünmüyordu, yem
balıklannın da kaçıştığı yoktu. Ama ihtiyar
adam bakarken, küçük bir turna balığı su
yüzüne çıktı, dönüp başaşağı denize daldı.
Güneşte gümüş gibi parıldıyordu turna, de­
nize daldıktan sonra bir başkası, bir başka­
sı daha göründü, suyu köpüklendirerek her
yöne sıçrıyorlar, uzun atlayışlarla öndeki
balığın arkasından gidiyorlardı. Onu sarı­
yorlar, sürüklüyorlardı.
Hızlı gitmezlerse, yetişirim onlara, diye
düşündü ihtiyar adam, suları bembeyaz kö­
pürten sürüyü, _korkuyla denizin üstünde
yüzmeye çalışan balıklara, saldıran kuşu
gözlüyordu.
"Büyük yardımı oluyor kuşun," dedi ih­
tiyar adam. Tam o sırada, kıçtaki halkaya
bağlı oltanın ipi ayaklarının altında gerili­
verdi, kürekleri bıraktı, küçük turnanın tit­
rek ağırlığını duydu, oltayı sımsıkı tutarak
çekmeye başladı. Çektikçe artıyordu titre­
me, sudaki balığın mavi sırtını, altın sansı
yanlarını gördü, sonra çekip sandala aldı
onu. Güneşte, sandalın kıçında duruyordu
balık şimdi, dipdiriydi, kurşun biçimindey­
di, aptalca gözleriyle bakıyordu, tertemiz,

37
çevik kuynığuyla sandalın tahtalarına vura­
rak can çekişiyordu. İhtiyar adam acıya­
rak başına vurdu onun, tekmeledi; gövdesi,
sandalın kıçındaki gölgede hala çırpınıyor­
du.
"Albakor," dedi yüksek sesle. "Güzel
yem olur. Beş kilo çeker."
Yalnız başınayken yüksek sesle konuş­
maya ne zaman başlamıştı, hatırlamıyordu.
Yalnızken şarkı söylediği olurdu eskiden,
geceleri büyük teknelerde gözcülük ederken
ya da kaplumbağa teknelerinde tek başı­
nayken de şarkı söylerdi. Belki de çocuk ay­
rıldıktan sonra yalnız kalınca konuşmaya
başlamıştı. Ama hatırlamıyordu. Çocukla
birlikte balığa çıkınca, sadece gerektiği za­
man konuşurlardı. Geceleri ya da kötü ha­
va yüzünden fırtınadan kaçmak için bir ye­
re sığındı.klan zaman konuşurlardı bir de.
Denizde gereksiz yere konuşmamak bir er­
dem sayılırdı, yaşlılar bir erdem olarak gö­
rürlerdi bunu, konuşmazlardı. Ama tedir­
gin edebileceği kimse yoktu yanında artık,
düşüncelerini çoğu kere yüksek sesle belir­
tiyordu.
"Başkaları yüksek sesle konuştuğumu

38
duysalar deli sanırlar beni," dedi yüksek
sesle. "Ama deli değilim ya, aldırmıyorum.
Zenginlerin kendileriyle konuşacak radyo­
lan var teknelerinde, kendilerine beyzbol
haberlerini iletecek radyolan var."
Beyzbol düşünmenin sırası değil şimdi,
diye düşündü. Bir tek şey düşünmenin sı­
rası. Onun için doğdum ben. Bu sürüde bü,..
yük bir balık vardır belki, diye düşündü.
Yemlenen albakor sürüsünden bir balık
tuttum, o kadar. Ötekiler uzaklarda, hızlı
hızlı gidiyorlar. Su yüzündeki balıklann hep­
si hızlı bugün, kuzey doğuya gidiyorlar. Tam
srası mı acaba? Yoksa havanın değişeceği­
ni gösteren bilmediğim bir belirti mi bu?
Kıyının yeşilliğini seçemiyordu artık,
ama mavi dağlann karla kaplanmışa ben­
zeyen beyaz tepelerini, üstlerinde yükselen
bulutlan, karlı dağlara benzeyen bulutlan
görebiliyordu. Deniz kapkaranlıktı, ışıklar
prizmalar yaratıyordu sularda. Yükselen
güneş binlerce yakamozu silivermişti şim­
di, bir mil derinliğindeki suya oltalannı dim­
dik sarkıtan ihtiyar adamın gördüğü koca­
man, derin prizmalar vardı sadece.
Turnalar suyun dibine inmişlerdi yine;

39
balıkçılar bu tür balıkların hepsine turna
derler, özel adlannı onları satacak.lan ya da
yemle değiştirecekleri zaman kullanırlardı.
Güneş yakıcıydı şimdi, ihtiyar adam güneşi
ensesinde duyuyor, kürek çekerken sırtın­
dan ter damlacıklarının aktığını farkedi­
yordu.
Akıntıya bıraksam kendimi, diye dü­
şündü, uyusam, baş parmağıma bir sicim
bağlarım, beni uyandırır. Ama. seksen beş
gün oluyor bugün, dalga geçmeye gelmez.
Tam o sırada, oltalarına bak.arken, ye­
şil çubuklardan birinin ansızın suya batı­
verdiğini gördü.
"İşte," dedi. "İşte." Sandala vurmadan
kürekleri bıraktı. Oltaya uzanıp sağ elinin
baş parmağıyla işaret parmağı arasında
usulca tuttu onu. Ne bir ağırlık, ne de bir
titreme vardı oltada, usulca tutuyordu. Ay­
nı şey oldu yine. Yoklamak için yanaşmış­
tı balık, sert, ağır bir çekilme değildi bu, ne
olduğunu biliyordu. Yüz kulaç derinde bir
marlin, turna, kafasına geçirilmiş iğneyi giz­
leyen sardalyalan yiyordu.
İhtiyar adam dikkatle tutuyordu oltayı,
sol eliyle usulca çubuktan çözdü onu. Ba-

40
lık oltanın gerginliğini duyamazdı artık;
parmaklannın arasından kaydırabilirdi ol­
tayı.
Bu kadar açıkta, bu ayda kocamandır,
diye düşündü. Ye balık, ye. Ye onlan. N'­
olursun ye. Bak, ne kadar taze hepsi, sen
de iki yüz metre derinde, karanlıkta, soğuk
sulardasın. Bir dönüş daha yap karanlıkta,.
geri dön, ye onlan.
Oltanın hafifçe çekildiğini duydu, sonra.
daha sert çekildi, sardalyalardan birinin ka­
fasını iğneden çekip koparmak güç olmuştu
herhalde. Sonra bir şey olmadı.
Yüksek sesle, "Hadi," dedi ihtiyar adam.
"Bir kere daha dön. Kokla şunlan. Ne güzel
kokuyorlar, değil mi? Bitir şunlan, bir de
turna var. Dipdiri, soğuk, güzel. Çekinme,
balık. Ye hepsini."
Olta baş parmağıyla işaret parmağı ara­
sında, bekledi, onunla birlikte öteki oltala­
n da gözlüyordu, belki daha derinlere iner­
di balık, ya da yukan çıkardı. O usulcacık
çekilmeyi yine duydu.
Yüksek sesle, "Yiyecek," dedi ihtiyar­
adam. "Tannın, yesin şu balığı."
Ama yemedi. Gitmişti, bir şey duymu-

41
yordu ihtiyar adam.
"Gidemez," dedi. "Tann bilir ya, gitmiş
<>lamaz. Dönecek. Daha önce de yaka.lanmış­
tır belki, bir şeyler hatırlıyordur."
Oltaya hafifçe dokunulduğunu duydu
sonra, sevindi.
"Demek dönüyormuş," dedi. "Yiyecek."
Oltanın hafifçe çekildiğini duydukça se­
viniyordu, sonra inanılnıazcasına ağır, sert
bir çekilme duydu. Balığın ağırlığıydı bu,
derinlere, derinlere, derinlere bıraktı olta­
yı, yedek iki ipten birini çözdü. Olta ihtiyar
adamın parmaklan arasından kayarak de­
rinlere indikçe o büyük ağırlığı duyabiliyor­
du, baş parmağıyla işaret parmağının ipe
baskısı belli belirsizdi, ama duyabiliyordu.
"Ne balık," dedi. "Ağzının kenarına ta­
kıldı iğne, oltayla gidiyor."
Sonra dönüp yutar onu, diye düşündü.
Yüksek sesle söylemedi bunu, çünkü güzel
bir şey söylerse gerçekleşmiyeceğini bili­
yordu. Ne büyük bir balık olduğunu biliyor­
du bunun, ağzında turnayla karanlıklarda
uzaklaştığını düşünüyordu. O anda çekil­
menin kesildiğini farketti, ama ağırlık ye­
rindeydi hala. Sonra ağırlık artıverdi, ipi

4:2
biraz daha bıraktı. Baş parmağıyla işaret
parmağının baskısını bir an için çoğalttı,
ağırlık daha da arttı, derinlere iniyordu ba­
lık.
"Oldu," dedi. "Bırakayım, rahatça ye­
sin."
İpi parmaklarının arasından kaydırır­
ken sol eliyle öteki oltanın yedek iki ipini bu
oltanın yedek iplerinin ucuna bağladı. Ar­
tık hazırdı. Kırk kulaç ipi vardı yedekte
şimdi, elindeki ipten başka.
"Biraz daha ye," dedi. "İyice ye."
İyice ye ki, iğnenin ucu yüreğine sapla­
nıp öldürsün seni, diye düşündü. Seni ko­
layca çekeyim yukanya, zıpkınlayayım. Ta­
mam. Hazır mısın? Yeteri kadar oturdun
mu sofrada?
"Hadi!" dedi yüksek sesle, iki eliyle ipe
asıldı, bir metre kadar çekti ipi, sonra yine,
yine asldı, kollannın bütün gücüyle, gövde­
sinin ağırlığından destek alarak, çekiyordu.
Bir şey olmadı. Ağır ağır gidiyordu ba­
lık, ihtiyar adam bir santim bile çekeme­
mişti onu. Oltası sağlamdı, ağır balıklar için
yapılmıştı, sırtına geçirdi ipi, ip öylesine ge­
rildi ki, boncuk gibi sular sıçrattı her yana.

43
Sonra ıslığa benzer sesler çıkarmaya başla­
dı suda, ihtiyar adam sandalın kenarına
tutunup geriye yaslanarak oltayı tutmaya
devam ediyordu. Tekne ağır ağır kuzey ba­
tıya doğru gitmeye başlamıştı.
Balık durmak bilmeden çekiyordu ipi,
durgun suda ağır ağır ilerliyorlardı. Öteki
oltalar sudaydı hala, ama yapacak bir şey
yoktu.
Yüksek sesle, "Keşke çocuk yanım da ol­
saydı," dedi ihtiyar adam. "Balığı benim çek­
mem gerekirken balık beni çekiyor. Oltayı
bağlayabilirim. Ama ipi koparabilir. Bütün
gücümle tutup gerekirse biraz daha bırak­
malıyım ipi. İyi ki ileriye doğru gidiyor da
dibe dalmıyor."
Ya dibe dalmaya karar verirse ne yapa­
nın bilmem. Dibe dalıp da ölüverirse ne ya­
panın bilmem. Ama yapanın bir şeyler. Ya­
pabileceğim bir sürü şey var.
İpi sırtından geçirmiş, ileride suya gir­
diği yere bakıyordu, tekne kuzey batıya doğ­
ru yol almaktaydı durmadan.
Bu öldürecek onu, diye düşündü ihtiyar
adam. Sonuna kadar dayanamaz. Ama.
dört sa.at sonra., ba.lık. tekneyi sürükleye-

44
rek aynı hızla gidiyordu denizde, ihtiyar
adam sırtında iple hala dayanmaktaydı.
"Onu yakaladığımda vakit öğleydi," de­
di. "Daha görmedim bile onu."
Balığı tutmadan önce hasır şapkasını
kaşlarına kadar indirmişti, alnını kesiyordu
şimdi. Susamıştı da, diz çöktü, uzanabildi­
ği kadar uzandı başaltına, tek eliyle su şi­
şesini yakaladı. Şişeyi açıp biraz su içti. Son­
ra başaltına dayanarak dinlendi. Dikilmemiş
serenle yelkenin üstüne oturarak dinlendi,
dayanmaktan başka bir şey düşünmemeye
çalışıyordu.
Arkasına baktı sonra, kara gözden kay­
bolmuştu. Farketmez, diye düşündü. Hava­
na ışıklarının göründüğü yerden nasıl olsa
dönerim. Güneşin batmasına iki saat var
daha, belki o zamana kadar su yüzüne çı­
kar. Çıkmazsa belki ay doğunca çıkar. Ay
ışığında da çıkmazsa güneş doğarken çıkar
belki. Bir yerimin tutulduğu yok, güçlü­
yüm. Zokayı yutan da ben değilim. İğne ağ­
zına adamakıllı saplanmış anlaşılan. Bir gö­
rebilseydim onu. Karşımdakinin ne olduğu­
nu anlamak için bir kerecik görebilseydim.
Yıldızlardan anlaşıldığına göre, balık

45
bütün gece hiç değiştirmedi yönünü. Güneş
battıktan sonra hava soğudu, ihtiyar ada­
mın teri sırtında, kollannda, ihtiyar bacakla­
nnda soğudu. Gündüz, yem kutusunu örten
çuvalı alıp kuruması için güneşe bırakmış­
tı. Güneş battıktan sonra boynuna bağladı
onu, sırtından &arkıttı, omuzlanna kadar
yükselmiş ipin altından geçirdi dikkatle.
İpin kesmesini önlüyordu çuval, başaltına
öylesine yaslanıyordu ki, rahatı bile yerin­
deydi neredeyse. Aslında, durumun dayanıl­
mazlığını birazcık daha azaltıyordu bu,
ama rahatının yerinde olduğunu sanıyordu
böylece.
Ne ben ona bir şey yapabilirim, ne de
o bana, diye düşündü. Böyle giderse ikimi­
zin de elinden bir şey gelmez.
Bir keresinde ayağa kalkıp sandalın ke­
nanndan işedi, yıldızlara bakıp yönünü an­
lamaya çalıştı. Olta omuzlanndan suya inen
fosforlu bir çizgi gibi duruyordu. Daha ya­
vaş gidiyorlardı şimdi, Havana'nın ışıklan
daha belirsizdi, akıntı onlan doğuya sürük­
lüyordu herhalde. Havana'nın ışıklan göz­
den kaybolursa daha da doğuya gidiyoruz
demektir, diye düşündü. Balık yönünü değiş-

46
tirrnezse ışıklan birkaç saat daha görebili­
rim. Bugünkü beyzbol maçları ne oldu aca­
ba, diye düşündü. Yanımda radyo olsaydı
ne güzel olurdu şimdi. Hep bunu düşün, di­
ye düşündü sonra. Yaptığın işi düşün. Ap­
tallık etmemelisin.
Sonra, "Keşke çocuk yanımda olsaydı.
Bana yardım etmek için, bunu görmek için,'•
dedi yüksek sesle.
İhtiyarlığında yalnız kalmamalı kimse.
diye düşündü. Ama kaçınılmaz bir şey bu.
Gücümü kaybetmemek ıçın, bozulmadan
önce şu turnayı yemem gerekiyor, unutma­
malıyım. Unutma, sakın, canın istemese de,
sabahleyin yiyeceksin. Unutma sakın, dedi
kendi kendine.
Geceleyin iki yunus geldi sandalın ya­
nına, onların suda yuvarlandıklarını duy­
du. Erkeğin sesiyle dişinin iç çekişine ben­
zeyen sesini ayırabiliyordu.
"İyidir bunlar," dedi. "Oynuyorlar, şa­
kalaşıyorlar, sevişiyorlar. Uçan balıklar gi­
bi, bunlar da kardeşimiz."
Avladığı büyük balığa acımaya başladı
sonra. Nefis bir balık, garip, kimbilir kaç
yaşında, diye düşündü. Böylesine güçlü,

47
böylesine garip bir balık tutmamıştım şim­
diye kadar. Belki de sıçramayacak kadar
akıllı. Sıçrar ya da delicesine bir atağa kal­
karsa yandım demektir. Ama belki de bir­
çok kere yakalanmıştır daha önce, dayan­
ması gerektiğini biliyordur. Karşısındakinin
bir tek adam, üstelik ihtiyar bir adam oldu­
ğunu nereden bilsin? Ama ne büyük bir ba­
lık bu, eti iyiyse kimbilir ne para getirir pa­
zarda. Erkek gibi yuttu zokayı, sandalı er­
kek gibi çekiyor, üstelik hiç telaşa kapılma­
dan sürdürüyor kavgasını. Düşündüğü bir
şey var mı acaba, yoksa o da benim gibi ça­
resiz mi?
Bir çift marlinden birini yakaladığı gü­
nü hatırladı. Erkek balık önce hep dişisine
bırakırdı yemi; zokayı yutan balık dişisi,
çtlgıncasına, umutsuzluk içinde çırpınmaya
başlamış, kısa zamanda yorulmuştu, bu ara­
da erkeği hiç ayrılmamıştı ondan, olta ipi­
nin altından kerelerce geçmiş, su yüzüne çı­
kan dişisinin çevresinde dönüp durmuştu.
O kadar yakındaydı ki, ihtiyar adam, t1r­
pan büyüklüğünde, tırpan biçiminde kes­
kin kuyruğuyla ipi keseceğinden korkmuş­
tu onun. İhtiyar adam, dişi balığı kancay-

48
la çekip rengi aynaların sımna dönünceye
kadar kafa.sına tokmakla vururken, sonra
da çocuğun yardımıyla yukarı alırken, er­
kek balık sandalın yanından hiç ayrılma­
mıştı. Sonra, ihtiyar adam ipleri açıp zıpkı­
nı hazırlarken, dişisinin nerede olduğunu
görebilmek için sandalın yanında havaya
sıçramıştı, göğsündeki o yüzgeçleri, o efla­
tun kanatlarını açıp, eflatun çizgilerini gös­
tererek derinlere dalmıştı sonra. İhtiyar
adam hatırlıyordu, güzel bir balıktı, dişisi­
nin yanında kalmıştı.
Başımdan geçen en hüzün verici olay­
dı bu, diye düşündü ihtiyar adam. Çocuk
da üzülmüştü, dişi balıktan özür dileyerek
hemen kesmiştik onu.
Yüksek sesle, "Keşke burada olsaydı ço­
cuk," dedi, başaltnın yuvarlak tahtalarına
yaslandı, büyük balığın, omuzlarına dolan­
mış ipi çekerek kendi seçtiği yöne yılma­
dan gidişinin yarattığı ağırlığı duydu.
Kötülüğü eden benim, onun da böyle bir
seçme yapması gerekliydi, diye düşündü ih­
tiyar arlam.
Balık, derin karanlık sularda, tuzakla­
rın, kötülüklerin ötesinde kalmayı seçmişti.

İhtiyar Balıkçı, F. : 4 49
Ben, bütün insanların ötesinde onu bulma­
yı seçtim. Dünyadaki bütün insanlann öte­
sinde. İkimiz birleştik, öğleden beri birlik­
teyiz. İkimize de yardım edecek kimse yok.
Belki de balıkçı olmamalıydım, diye dü­
şündü. Ama bunun için gelmişim dünyaya.
Hava aydınlanınca turnayı yemeli, unutmak
yok.
Gün ışımadan bir süre önce, arkasında­
ki yemlerden birini bir şey kaptı. Çubuğun
kırılışını duydu, oltanın ipi çözülüp sanda­
lın kenanndan denize kaymaya başladı.
Karanlıkta bıçağını kının dan çıkardı, balı­
ğın ağırlığını sol omuzuna vererek arkasına
yaslandı, oltanın ipini kesti. Yanındaki ol­
tanın da ipini kesti sonra, karanlıkta yedek
iplere uzandı hemen, uçlannı birbirine dü­
ğümledi. Tek eli ustaca işliyordu, düğümleri
sağlamlaştırmak için ayağını iplere basarak
uçlannı çekti. Altı tane yedek ipi vardı şim­
di. İkisi, kestiği oltalann ipleriydi, ikisini de
balık çekiyordu, hepsi birbirine bağlıydı.
Ortalık ağarınca, diye düşündü, kırk
kulaçlık ipi de keser, yedeklere eklerim. İki
yüz kulaçlık güzel Catalan Cardel'i, zokalar,
iğneler elden gidecek. Ama yerlerine yeni-

50
leri konur. Ya tuttuğum balık ipi koparır
da elden giderse yerine yenisini kim koya­
cak? Biraz önce oltaya takılan balık neydi
acaba, bilmiyorum. Bir marlindi belki, belki
bir kılıçtı, belki de köpek balığı. Elimi bile
süremedim oltaya. Hemen kesmem gereki­
yordu.
"Keşke çocuk yanımda olsaydı," dedi
yüksek sesle.
Ama çocuk yok yanında, diye düşündü.
Sadece sen varsın, karanlıkta olsun, aydın­
lıkta olsun, son oltaya uzanıp onu da kesme­
lisin, yedek iki ipin daha olmalı.
Uzanıp kesti. Karanlıkta güç oldu bu, bir
ara balık hızla çekiverdi ipi, yüzükoyun yere
kapaklandı, gözünün altı kesildi. Birazcık
kan aktı yanağından. Ama çeneye varmadan
önce pıhtılaştı, kurudu, ihtiyar adam başaltı­
na çekilip tahtaya yaslandı. Çuvalı düzeltti,
omuzlanndaki ipin yerini biraz değiştirdi,
balığın çekişini duyuyordu, omuzlarmda, eli­
ni suya uzatıp sandalın hızını ölçtü.
Demir birdenbire niye atılıverdi acaba,
diye düşündü. İp sırtına gelmiştir anlaşılan.
Ama onun sırtı benimki kadar acımaz ki. Ne
kadar büyük olursa olsun, durmadan çeke-

51
mez bu tekneyi. Her şey yolunda artık, bir
sürü yedek ipim var, başka ne ister insan?
Usulca, yüksek sesle,"Balık," dedi. "Ölün­
ceye kadar seninle kalacağım. "
Herhalde o da benimle kalacak, diye dü­
şündü ihtiyar adam, havanın aydınlanması­
nı bekledi. Alacakaranlıktan önce hava so­
ğumuştu şimdi, ısınm ak için tş.htaya sürtün­
dü. Sürtünebildiğim kadar sürtünürüm, di­
ye düşündü. Sabahın ilk ışıklarında ipin uza­
yıp suya girişine baktı. Durmadan gidiyor­
du tekne, güneşin ilk ışıklan ihtiyar adamın
sağ omuzuna vurdu.
"Kuzeye yönelmiş," dedi ihtiyar adam.
Akıntı doğuya atar bizi, diye düşündü. Keş­
ke akıntıya kaptırsa kendini. Yorulduğunu
gösterir.
Güneş biraz daha yükselince, ihtiyar
adam balığın yorulmadığını farketti. Bir tek
güzel belirti vardı. Oltanın suya girişinden
anlaşıldığına göre, daha üstlerde yüzüyordu
şimdi. Mutlaka sıçrayacak demek değildi bu.
Ama sıçrayabilirdi de.
"Bir sıçrasa," dedi ihtiyar adam. "Hak­
kından gelecek kadar ipim var."
İpi biraz daha gerersem belki canı yanar,

52
sıçrar, diye düşündü. Hava aydınlık şimdi, bir
sıçrasa belkemiğinin yanındaki keseler ha­
vayla dolar, ölmek için derinlere inemez.
İpi germeye çalıştı, ama zaten kopacak
kadar gerilmişti ip, çekmek için geriye yas­
landığında sırtı acıdı, daha fazla çekemedi.
Sarsmamalıyım ipi, diye düşündü. Her sar­
sıntı iğnenin açtığı yarığı büyütür, sonra sıç­
rarsa kurtulur iğneden. Hem güneşin altın­
da daha iyiyim şimdi, üstelik ona bakmak
zorunda da değilim.
San yosunlar vardı oltanın ipinde, balı­
ğın hızını biraz olsun azaltabilirlerdi, ihtiyar
adam sevindi. Geceleyin fosforlu ışıklar saç­
mış olan san Gulf yosunlanydı bunlar.
"Balık," dedi, "seni seviyorum, büyük
saygı duyuyorum sana. Ama gün bitmeden
seni öldüreceğim. "
Öyle diyelim, diye düşündü.
Kuzeyden küçük bir kuş geldi tekneye
doğru. Bir ötleğendi bu, çok alçaktan uçu­
yordu. İhtiyar adam onun çok yorgun oldu­
ğunu farketti.
Kuş teknenin kıçına konup biraz dinlen­
di. Sonra ihtiyar adamın başının çevresinde
uçup oltanın ipine kondu, ip daha rahattı.

53
lhtiyar adam, "Kaç yaşındasın?" diye
sordu kuşa. "hk yolculuğun mu bu?"
Konuşurken, kuş ona baktı. İpi gözden
geçiremeyecek kadar yorgundu, incecik
ayaklarıyla sımsıkı tutunmuş, sallanıp du­
ruyordu.
"Sağlamdır, " dedi ihtiyar adam kuşa.
"Sapasağlamdır. Rüzgarsız bir geceden son­
ra bu kadar yorgun olmamalısın. Neye va­
racak kuşlann sonu?'
Atmacalar, diye düşündü, bunlan yaka­
lamak için denize açılıyor atmacalar. Ama
kuşa söylemedi bunu, söylese de anlamazdı
zaten, hem atmacaları da yakında görecekti.
"İyice dinlen, küçük kuş, " dedi. " Sonra
git, öteki kuşlar, insanlar, balıklar gibi sen
de talihini dene. "
Konuşmak yüreklendiriyordu onu, ge­
celeyin sırtı kaskatı kesilmişti çünkü, canı
yanıyordu.
"İstersen benim evde kalabilirsin, kuş,"
dedi. "Yelkeni açıp da çıkan meltemle seni
götüremediğim için üzgünüm. Bir arkada­
şım var yanımda."
Tam o sırada, balık ansızın çekiverdi ipi,
ihtiyar adamı başaltına sürükledi, ihtiyar

54
adam kendini toparlamayıp biraz daha ip
salmasaydı denize düşecekti.
İp sarsılınca uçup gitmişti kuş, ihtiyar
adam onun uçuşunu göremedi. Sağ eliyle
dikkatle yokladı ipi, elinin kanadığını far­
ketti.
"Canı yandı anlaşılan," dedi yüksek ses­
le, balığı geri çevirip çeviremeyeceğini anla­
mak için ipe asıldı. İp tam kopma noktasın­
dayken arkasına yaslanıp kendini balığın çe­
kişine bıraktı yine.
"Canın adamakıllı yanıyor şimdi, balık, "
dedi. "Tann bilir ya, benim d e yanıyor."
Çevresine bakıp kuşu arandı, onun dost­
luğundan hoşlanacaktı. Kuş gitmişti.
Pek uzun kalmadın, diye düşündü adam .
Ama kıyıya vanncaya kadar çok çekeceksin
daha. O ansızın çekişle nasıl da kestirdim
elimi? Gittikçe salaklaşıyorum herhalde. Bel­
ki de küçük kuşa bakıyor, onu düşünüyor­
dum. Dikatimi balığa vermeliyim artık, gü­
cümü korumak için turnayı da yemeli.
Yüksek sesle, "Keşke burada olsaydı ço­
cuk, biraz da tuz olsaydı." dedi.
İpin ağırlığını sol omuzuna verip diz çö­
kerek okyanusta dikkatle yıkadı elini, bir sü-

55
re suyun içinde tuttu, kanın akıp gidişine,
teknenin ilerleyişiyle eline çarpan sulara
baktı.
"Epey yavaşladı," dedi.
İhtiyar adam tuzlu suda biraz daha tut­
mak istiyordu elini, ama balığın ipi ansızın
yine çekivermesinden korkuyordu, ayağa
kalkıp ipe sıkıca sanndı, elini kaldınp gü­
neşe tuttu. İpin sürtünmesinden kesilmişti
avucu. Ama kesik, elinin en oynak yerin­
deydi. Ellerini kullanması gerekeceğini bili­
yordu, daha işin başlangıcında kesilmesin­
den pek hoşlanmamıştı.
Eli kuruyunca, "Artık," dedi, "şu küçük
turnayı yemeli. Kancayla uzanabilirim ona,
burada rahatça yiyebilirim."
Diz çöktü, kancayı uzatarak teknenin kı­
çındaki balığı buldu, iplere değdirmemeye
çalışarak yanına çekti. Oltanın ipini sol omu­
zuyla tutmaya devam ederek sol eliyle uza­
nıp balığı kancadan çıkardı, kancayı yerine
bıraktı sonra. Dizinin altına aldı balığı, koyu
kırmızı etini kafasının arkasından kuyruğu­
na kadar uzunlamasına, dilim dilim kesti.
Kamaya benziyordu dilimler, sonra da sır­
tından karnına kadar yardı balığı. Altı par-

.')0
çaya ayınnca, dilimleri başaltındaki tahtaya
yaydı, bıçağını pantalonuna sildi, kılçığı kuy­
ruğundan tutup denize attı.
"Hepsini yiyemem," dedi, bıçağını dilim­
lerden birine sapladı. İpin durmadan sertçe
çekilişini duyuyordu, sol eli adamakıllı tu­
tulmuştu. Ağır sicime sımsıkı yapışmıştı eli,
tiksintiyle baktı.
"Ne biçim el bu," dedi. "Tutul bakalım.
İstersen öylece kal. Faydası yok. "
Hadi, diye düşündü, karanlık suya, ipin
uzanışına baktı. Ye de eline güç versin. Suç
elde değil ki, saatlerdir bu balıklasın. İster­
sen hiç bırakmazsın onu. Ye şu bonito'yu ar­
tık.
Bir parça alıp ağzına attı, ağır ağır çiğ­
nedi. Tatsız değildi.
İyice çiğne, diye düşündü, bütün suyu­
nu em. Bir parça misket limonu, limon ya da
tuz olsaydı ne güzel olurdtı şimdi.
Soğumuş bir ceset gibi kaskatı kesilmiş
eline, "Nasıl oldun, el?" diye sordu. "Biraz da
senin için yiyeyim. "
İkiye kestiği dilimin öteki parçasını da
yedi. İyice çiğneyip deriyi tükürdü.

57
"Nasıl yaradı mı, el? Yoksa belli olmadı
mı daha?"
Bir başka dilimi bütün bütün ağzına atıp
çiğnedi.
"Kanlı canlı bir balıkmış bu," diye dü­
şündü. "İyi ki yunus yerine onu yakalamı­
.şım. Yunus tatlıdır biraz. Bu pek o kadar
tatlı değil, üstelik güç veriyor insana. "
Duruma ayak uydurmaktan başka çare
yok, diye düşündü. Keşke biraz tuz olsaydı
yanımda. Üstelik bilmiyorum da, güneş çürü­
tür mü bunu , kurutur mu, aç olmasam da
hepsini yemeliyim. Balık durgun, aynı hız­
la ilerliyor. Hepsini yiyeyim, hazır olurum.
"Sabırlı ol, el," dedi. "Senin için yapıyo­
rum bunu."
Balıği bir yoklayabilseydim, diye düşün­
dü. Kardeşim o benim. Ama öldürmem gere­
kiyor, öldürmek için de güçlü olmalıyım. Ka­
maya benzer balık dilimlerini ağır ağır yedi.
Elini pantolonuna silerek doğruldu.
"Tamam," dedi. "İpi bırakabilirsin el,
bu saçmalığın sona erinceye kadar sağ ko­
lumla başa çıkabilirim. " Sol eliyle tuttuğu
.ağır ipin üstüne sol ayağını bastı, ağırlığı
sırtına vermek için geriye yaslandı.

-58
"Tanrı yardım etse de şu tutulma geç­
se," dedi. "Balığın ne yapacağını bilmiyorum
çünkü. "
Ama durgun görünüyor, diye düşündü,
tasarladığını gerçekleştirmeye çalışıyor. A­
ma ne tasarlıyor acaba, diye düşündü. Ben
ne tasarlıyorum. Büyük bir balık bu, onun
için davranışımı onun davranışlarına göre
ayarlamalıyım. Sıçrarsa öldürebilirim onu.
Ama hep aşağıda. Ben de hep onunla kalı­
nın.
Tutulan elini pantolonuna sürdü, par­
maklarını oynatmaya çalıştı. Ama açılmıyor­
du eli. Belki güneşte açılır, diye düşündü. Bel­
ki o güçlü, o çiğ turnayı sindirince açılır. Aç­
mam gerekecekse ne pahasına olursa olsun
açanın onu. Ama şimdilik zorla açmak iste­
miyorum. Varsın kendi kendine açılsın, eski
haline gelsin. Zaten bütün gece oltaları ke­
sip iplerini düğümlerken canı çıktı.
Denize, ötelere baktı, ne kadar yalnız ol­
duğunu anladı. Ama derin karanlık sudaki
prizmaları, uzanıp giden ipi, durgun balığın
yarattığı garip dalgalanmaları görebiliyordu.
Bulutlar kümelenmekteydi şimdi, alize çıka­
caktı, ileri bakınca denizin üstünde, gökyü-

59
züne karşı yaban ördeklerinin uçmakta ol­
duğunu gördü, bir toplanıp bir açılıyorlardı
ördekler, denizde kimsenin tek başına kal­
mayacağını anladı.
Bazı insanların küçük bir sandalla açıl­
maktan, karayı gözden kaybetmekten nasıl
korktuklarını, havaların ansızın bozduğu ay­
larda nasıl haklı çıktıklarını düşündü. Ama
kasırga aylarındaydılar şimdi, kasırga ayla­
n da, kasırga patlak vermediği zamanlar, yı­
lın en güzel aylarıydı.
Kasırga patlak vereceği zaman, insan
dt;nizdeyse, belirtilerini günlerce önceden
görür gökyüzünde. Kıyıdan görülmez, çünkü
neyi kollayacağını bilmez insan, diye dü­
şündü. Kara, bulutların biçimini de değişti­
riyor. Ama şimdilik kasırga yok.
Göğe baktı, dondurma yığınlan gibi
dostça kümelenmiş beyaz kümülüsleri, yük­
sek Eylül göğüne tırmanmış incecik sirüs
tüylerini gördü.
"Hafif brisa," dedi. "Hava benden yıın ·.l
çalışıyor, balık. "
Tutulmadan da hi ç hoşlanmam, diye dü -
şündü. İnsana gövdesinin oynadığı en kötü
oyun. İnsan zehirlenip de karnı sürerse ya

(l(l
da kusarsa, başkalannın yanında küçük dü­
şer. Ama tu tulma, bir calambre olarak gö­
rüyordu tutulmayı, insanı tek başınayken de
kendi kendine karşı küçük düşürür.
Çocuk burada olsaydı ovalar, dirseğim­
den parmaklanma kadar açardı kolumu .
Ama açılacak.
Sonra sağ eliyle ipin çekilişini yokladı.
ipin suya girişindeki değişikliğin farkına var­
dı. İpe doğru eğildi sonra, hafifçe yukan
doğru çıkıyordu ip, sol elini hızla, olanca
gücüyle kalçasına vurdu.
"Çıkıyor, " dedi. "Hadi, el. N 'olursun, ha-
di. "
İp ağır ağır, aralıksız yükseldi, okya­
nus kayığın önünde kabardı, balık çıktı. Bit­
mek bilmeyen bir çıkışı vardı, yanlanndan
sular akıyordu. Güneşte pınl pırıldı, kafa­
sıyla sırtı mordu, yanlanndaki çizgiler ka­
lındı, açık eflatun görünüyordu güneşte.
Burnu beyzbol sopası kadar uzundu, kılıç
gibi sivriliyordu; boylu boyunca çıkıp dalgıç
gibi yeniden usulca daldı suya, ihtiyar adam
tırpana benzeyen büyük kuyruğunu gördü
onun, ip yeniden çekilmeye başladı.
"Tekneden yanın metre daha uzun,"

61
dedi ihtiyar adam. İp hızla çekiliyordu, dur­
madan; balık telaşa kapılmamıştı. İhtiyar
adam, ipi iki eliyle kavramış, kopma nokta­
sında tutmaya çalışıyordu. Çekerek balığı
yavaşlatamazsa, ipin kopacağını anlamıştı.
Büyük bir balık bu, onu kandırmalıyım,
diye düşündü. Gücünün farkına varmamalı,
kaçmakla kurtulabileceğinin de farkına var­
mamalı. Onun yerinde olsaydım bütün gü­
cümü kullanırdım şimdi, ipi koparırdım.
Ama neyse ki, balıklar onları öldürenler ka­
dar akıllı değiller; daha soylular, daha güç­
lüler, o kadar.
İhtiyar adam bir sürü büyük balık gör­
müştü. Beş yüz kilodan çok çekenini gör­
müş, iki kere de o büyüklükte balık yakala­
mıştı, ama ikisinde de yalnız değildi. Ama
şimdi yalnızdı, kara görünürlerde yoktu, o
güne kadar gördüğü balıkların en büyüğüy­
le karşı karşıyaydı, bu kadar büyüğünü duy­
mamıştı bile, sol eli de kartal pençesi gibi
kaskatı kesilivermişti.
Ama açılacak, diye düşündü. Sağ elime
yardım etmek için açılacak nasıl olsa. Üç
kardeş bunlar : balıkla iki elim. Açılmalı.

62
Açılmazsa işe yaramaz. Balık yavaşlamıştı
yine, eski hızıyla gidiyordu.
Niye sıçradı acaba diye düşündü ihti­
yar adam. Ne kadar büyük olduğunu gös­
termek istermişçesine sıçradı. Ama biliyo­
rum şimdi, diye düşündü. Ben de ona nasıl
bir adam olduğumu gösterebilsem. Ama o
zaman da tutulmuş elimi görür. Varsın, ol­
duğumdan daha güçlü bir adam olduğumu
sansın, öyle olacağım. Keşke ben balık ol­
saydım, diye düşündü, tutkuma, aklıma kar­
şı her şeyi var.
Tahtaya rahatça yaslanıp oluruna bı­
raktı acısını, balık durmadan yüzüyor, tek­
ne karanlık sularda ağır ağır ilerliyordu.
Gündoğusundan esen rüzgarla hafifçe ka­
barmıştı deniz, ihtiyar adamın eli öğle vak­
ti açıldı.
"Haberlec kötü, balık, " dedi, omuzları­
nı örten çuvalın üstündeki ipi düzeltti.
Rahattı, ama canı yanıyordu biraz, ca­
nının yandığını kabullenmek istemiyordu.
"Dindar değilim," dedi. "Ama şu balığı
bir yakalasam on kere Babamız duasını oku­
yacağını, on kere de Meryem Ana duasını,
Cobre Meryemi'ni de ziyarete gideceğim.
Söz."
6:!
Hiç düşünmeden arka arkaya dua oku­
maya başladı. Bazen o kadar yoruluyordu
ki, hatırlayamıyordu duayı, kelimeler hiç
düşünmeden ağzından çıksın diye hızlı hız­
lı okumaya başlıyordu. Meryem Ana, Baba­
mız'lardan daha kolay, diye düşündü.
"Meryem Anamız, lütufkar Meryem,
Tanrı seninl�dir. Kadınlann en mübareği
sensin, rahminin yemişi İsa da mübarektir.
Kutsal Meryem Tann'nın Anası, şimdi de,
ölüm saatimizde de biz günahkarlar için dua
et. Amin." Sonra ekledi : "Kutsal Meryem,
bu balığın ölümü için de dua et. Güzel bir
balık olsa da.. "

Dualarını bitirince biraz rahatladı, ama


acı geçmemişti, birazcık daha artmıştı bel­
ki, başaltının tahtalarına yaslandı, farkına
bile varmadan sol elinin parmaklarını oy­
natmaya başladı.
Meltem hafifçe yükseliyordu şimdi, ama
güneş sıcaktı.
"Kıçtaki şu küçük oltaya bir yem daha
takayım," dedi. "Balık bir gece daha çeker­
se beni, bir şeyler yemem gerekecek, şişe­
deki su da azaldı. Herhalde yunustan başka
şey tutamam burada. Tazeyken yersem pek

64
tatsız gelmez. Keşke bir uçan balık düşse
sandala bu gece. Ama onlan çekecek ışığım
da yok ki. Uçan balık çiğ çiğ ne güzel yenir,
üstelik kesmek de gerekmez. Bütün gücümü
saklamalıyım. Tannın, bu kadar büyük oldu­
ğunu bilmiyordum."
"Yine de öldüreceğim onu," dedi. "İstedi­
ği kadar büyük, istediği kadar şanlı olsun."
Haksızlık bile olsa, diye düşündü. Ama
insanoğlunun neler yapabileceğini, nelere
katlanabileceğini ona göstereceğim.
"Çocuğa garip bir ihtiyar olduğumu söy­
lemiştim." dedi. "Bunu göstermenin tam sı­
rasıdır."
Bin kere göstermişti bunu, ama ne anla­
mı vardı? Bir kere daha gösteriyordu şimdi.
Her keresinde yeniden gösteriyordu, işini
yaparken geçmişi hiç düşünmezdi
Bir uyusa keşke, ben de uyusam, rüyam­
da aslanları görsem, diye düşündü. Neden
sadece aslanlar kaldı? Kendi kendine "Dü­
şünme ihtiyar," dedi. Tahtaya yaslan hafif­
çe, hiçbir şey düşünme. O yoruluyor şimdi.
Sen yorulmamaya bak.
İkindi oluyordu, sandal durmadan, ağır
ağır ilerliyordu hala. Ama gündoğusundan

İhtiyar Balıkçı, F. : s 65
esen Iiizgar a rtık yarclım ediyordu ona, kü­
çük dalgaların üstünde usulca gidiyordu,
sırtındaki ipin acısı biraz daha dayanılır gi­
biydi.
Öğleden sonra ip bir kere daha yüksel­
meye başladı. Ama balık biraz daha yuka­
rıda yüzmeye devam etti, o kadar. Güneş ih­
tiyar adamın sol koluna, omuzuna, sırtına
vuruyordu. Demek ki, kuzey doğuya dön­
müştü balık.
Balığı bir kere görmüştü ya, kanat gibi
açılmış mor yüzgeçleriyle suda yüzüşünü,
karanlığı kesen kocaman, dik kuynığunu
gözünün önüne getirebiliyordu. O derinlikte
acaba ne kadar ilerisini göıiiyor, diye düşün­
dü ihtiyar adam. Gözü kocaman, atların göz­
leri daha küçüktür, ama karanlıkta göıiir­
ler. Eskiden ben de iyi görürclüm karanlıkta.
Zifiri karanlıkta değil. Neredeyse kediler ka­
dar görürdüm.
Güneş, bir de parmaklarını durmadan
oynatması, sol elini iyice açmıştı artık, ağır­
lığı o yanına vermeye başladı, ipi biraz kay­
dırmak için sırtının kaslarını oynattı.
Yüksek sesle, "Daha yorulmadıysan, ba­
lık," dedi, "çok garip olmalısın."

66
Kendini çok yorgun buluyordu şimdi, ge­
cenin birazdan çökeceğini biliyordu, b�·�-<:a
şeyler düşünmeye çalıştı. Birinci ligleri dü­
şündü, Gran Ligas'ı, Yankees of New York'­
un Tigres of Detroit'le karşılaştığını biliyor­
du.
Juegos sonuçlanın öğrenıneyeli iki gün
oluyor bugün, diye düşündü. Ama güvenim
sarsılmamalı, topuğundaki kemik mahmuzu­
nun verdiği acıyla bile her şeyi kusursuz
yapan büyük DiMaggio'ya layık olmalıyım.
Nedir kemik mahmuzu? diye sordu kendi
kendine. Un espuela de hueso. Bizde yoktur
böyle şey. İnsanın topuğu da, döğüşen bir
horozun mahmuzu gibi acır mı? Herhalde
dayanamazdım bu acıya, bir gözümü ya da
iki gözümü birden kaybedip, horozlar gibi,
döğüşmeye devam edemezdim. İnsanoğlu
büyük kuşların, büyük hayvanların yanında
pek bir şey değil. Ama yine de, denizin ka­
ranlığındaki şu hayvanın yerinde olmak is­
terdim.
Yüksek sesle, "Köpek balıklan gelmez­
se," dedi. "Köpek balıklan gelirse, Tanrı
ona da bana da acısın."
Büyük DiMaggio benim dayandığım ka-

67
dar dayanabilir miydi böyle bir balığa? diye
düşündü. Mutlaka, hem de daha çok daya­
nırdı. Hem onun babası da balıkçıydı. Ama
o kemik mahmuzu çok yakar mıydı canını?
"Bilmiyorum," dedi yüksek sesle. "Ben­
de öyle bir mahmuz yok."
Güneş batarken, kendine biraz daha gü­
ven vermek için, Casablanca'daki meyhane­
de nhtımın en güçlü adamı olan Cienfues­
gos'lu iri zenciyle nasıl bilek güreşi yaptık­
lannı hatırladı. Dirsekleri masaya tebeşirle
çizdikleri çizginin üstünde, elleri birbirinin
ellerine sımsıkı kenetli, bir gün bir gece da­
yanmışlardı. Birbirinin elini masaya yatır­
maya çalışıyordu ikisi de. Herkes bahse tu­
tuşuyordu, lüks lambalannın altından insan­
lar girip çıkıyordu odaya, zencinin eline, ko­
luna bakmıştı, zencinin yüzüne. İlk sekiz sa­
atten sonra, dört saatte bir hakem değiştir ­
diler, uyuyabilsinler diye. İkisinin de tırnak­
la.nna kan oturdu, birbirlerinin gözlerine, el­
lerine, bileklerine bakıyorlardı, bahse tutu­
şanlar odaya girip çıkıyor, duvar diplerinde­
ki yüksek iskemlelere oturup onlan seyredi­
yordu. Duvarlar parlak maviye boyanmıştı,
ahşaptı, lambalar gölgelerini düşürüyordu

68
duvarlara. Zencinin gölgesi kocamandı, rüz­
gar lambaları salladıkça gölgesi de duvarda
sallanıyordu.
Durum gece boyunca sık sık değişti, zen­
ciye rom içirdiler, sigara yakıp ağzına tutuş­
turdular. Rom içtikten sonra bütün gücüy­
le abanıyordu zenci, bir keresinde ihtiyar
adamın bileğini, ihtiyar bir adam değildi o
sıralarda, Santiago El Campeon'du, sekiz
santim kadar yatırmıştı. Ama ihtiyar adam,
ölü noktaya getirmeyi başarmıştı elini. İşte
o zaman, güçlü kuvvetli bir a.d.am olan, bü­
yük bir sporcu olan zenciyi yeneceğini an­
lamıştı. Gün ışırken de, bahisçiler güreşin
berabere bitmesi gerektiğini ileri sürerler­
ken, hakemin başını iki yana salladığı sıra­
da, bütün gücünü kullanmış, zencinin elini
tahtaya yapıştırıncaya kadar abanm ıştı. Bir
pazar sabahı başlamıştı güreş, bir pazarte­
si sabahı sona ermişti. Bahisçilerin çoğu be­
rabere bitmesini istemişlerdi güreşin, rıhtım­
da şeker çuvalları taşımaya ya da Havana
Kömür Şirketi'nde çalışmaya gideceklerdi
çünkü. Yoksa herkes güreşte birinin yenme­
sini istiyordu. O da yenmişti işte, bitirmişti
güreşi, herkes işine gitmeden önce.

69
Bu olaydan sonra. uzun süre herkes Şam­
piyon diye çağırdı onu, baharda bir de rö­
vanş maçı yaptılar. Ama. pek para konmadı
ortaya, ilk maçta Cienfuegos'lu zencinin gü­
venini sarstığı için, bu keresinde oldukça
kolay kazandı. Bir iki maç daha yaptı son­
-

ra, başka yapmadı. İstese herkesi ezerek ye­


neceğini anlamıştı, punun balık tutmada sağ
eline iyi gelmeyeceğini de anlamıştı. Sol eliy­
le birkaç deneme maçı yapmıştı sadece. Ama
sol eli hep aldatıyordu onu, söylediklerini bir
türlü yerine getirmiyordu, sol eline güven­
mez oldu.
Güneş şimdi ısıtır, iyileştirir onu, diye
düşündü. Geceleyin pek üşümezse bir daha
tutulmaz. Bakalım bu gece neler getirecek?
Başının üstünden, Miami'ye giden uçak
geçti, uçağın gölgesinin uçan balık sürüleri­
ni korkut.arak kaçırdığını gördü.
"Bu kadar uçan balık var, yunus da. var­
dır," dedi, balığı yavaşlatabilir miyim diye
geriye yaslanıp ipi çekti. Ama yavaşlatama­
dı, aynı gerginlikte kalmıştı ip, her yanın­
dan sular damlıyordu, kopma noktasına yak­
laşmıştı demek. Sandal ağır ağır ilerliyordu,
gözden kayboluncaya kadar uçağa baktı.

70
Uçakta olmak çok gariptir herhalde, di­
ye düşündü. Deniz o yükseklikten nasıl gö­
rünür acaba? Çok yüksekten uçmazlarsa ba­
lıklan iyice görebilirler. Ben de iki yüz kulaç
yükseklikte ağır ağır uçup havadan görmek
isterdim balıklan. Kaplumbağa teknelerin­
deyken direğin tepesine çıkardım, o yüksek­
likten bile bir sürü şey görürdüm. Yunuslar
daha yeşil görünür oradan, çizgilerini, mor
beneklerini görebilir insan.bütün sürüyü yü­
zerken görebilir. Karanlık akıntıların hızlı
balıklarının sırtlan neden mordur hep, ne­
den mor çizgileri, mor benekleri vardır? Yu­
nus, altın sansı olduğu için yeşil görünür
tabii. Ama acıkıp da bir şeyler yemeye çı­
kınca, iki yanında mor çizgiler görünür, tıp­
kı marlinde olduğu gibi. Öfkeden mi beliri­
yor bu morluklar, yoksa hızım arttırmasın­
dan mı?
Hava tam kararırken, sanki okyanusun
sevişmesini örten san bir battaniye gibi de­
nizin üstüne hafifçe yayılan, dalgalanan bir
yosun adasını, Sargasso yosunlarından bir
adayı geçtikleri sırada, küçük oltasına bir
yunus takıldı. İlk olarak, havaya sıçradığın­
da gördü onu, güneşin son ışıklarında altın

71
gibiydi, havada kıvrılıyor, çılgıncasına çır­
pınıyordu. Korkuyla bir daha, bir daha. sıç­
radı, ih tiyar adam, büyük oltanın ipini sağ
eliyle, sağ koluyla tutarak sandalın kıçına
ilerledi, diz çöktü, sol eliyle yunusu çekti, ol­
tayı çektikçe, kaçmasın diye çıplak sol aya­
ğıyla üstüne basıyordu. Balık, umutsuzluk
içinde çırpınarak sandalın kıçına kadar ge­
lince, ihtiyar adam eğildi, mor benekli altın
sansı balığı yukan aldı. Balık çenelerini açıp
kapayarak ıgneyi ısırıyordu durmadan,
uzun düz gövdesiyle, kuyruğuyla, kafasıyla
teknede çırpındı, ihtiyar adam sopayla al­
tın sansı kafasına vurdu yunusun, yunus
debelendi, sonra kıpırdamadı artık.
İhtiyar adam iğneyi çıkardı, bir sardal­
ya daha takıp denize fırlattı. Ağır ağır başal­
tına döndü sonra. Sol elini yıkayıp pantolo­
nuna sildi. Sonra ağır ipi sağ elinden sol eli­
ne geçirip sağ elini de yıkadı denizde, bu
arada güneşin okyanusta batmasına, büyük
oltanın suya girişindeki eğikliğe bakıyordu.
'Hiç değişmedi," dedi. Ama suyun eline
çarpışından anladığına göre, hızı oldukça
azalmıştı.
"İki küreği kıça bağlasam geceleyin hı -

72
zını azaltırım," dedi. "Bu gece de dayanacak,
ben de dayanının."
Yunusu biraz sonra temizlemeli, kanı
etinde kalsın, diye düşündü. Birazdan temiz­
lemeli, hızı yavaşlatmak için kürekleri de o
zaman bağlarım. Balığı tedirgin etmemeli
şimdi, güneş batıyor. Gün batımı bütün ba­
lıklar için en zor zamandır.
Elini havada kurutup ipi kavradı, yer­
leşebildiği kadar yerleşti başaltına, tahtaya
iyice yaslandığı için ağırlığın çoğunu tekne­
ye vermişti şimdi.
Bu işin nasıl yapılacağını öğreniyorum
artık, diye düşündü. Hiç olmazsa bu yanının.
Sonra unutma, zokayı yuttuğundan beri bir
şey yemedi, kocaman, çok yemek ister. Ben
koca bir bonito yedim. Yann da yunusu ye­
rim. Dorado diyordu yunusa. Belki de bira­
zını yerim temizleyince. Bonitoyu yemekten
daha güç olacak. Ama kolay olan ne var ki?
Yüksek sesle, "Nasılsın bakalım, balık?"
diye sordu. "Ben iyiyim, sol elim de daha iyi,
bir gün bir gece yetecek kadar yiyeceğim de
var. Çek bakalım tekneyi, balık."
Ama pek iyi değildi, aslında, ipin sırtı­
na verdiği acı, acı olmanın ötesindeydi şim-

73
di, güvenilmez bir uyuşukluğa dönmüştü.
Ama çok daha kötü şeyler geçti başımdan,
diye düşündü. Birazcık kesildi elim, tutulma
da bir elimden ötekine geçti. Bacaklarım iyi.
Hem yiyecek bakımından da üstünüm on­
dan.
Hava kararmıştı şimdi, Eylül'de güneş
batınca hemen kararır hava. Başaltının yıp­
ranmış tahtasına yaslanarak dinlenebildiği
kadar dinlenmeye çalıştı. İlk yıldızlar doğ­
muştu. Adını bilmiyordu Rigel'in, ama onu
görünce bütün yıldızların yakında belirece­
ğini, uzaklardaki bütün arkadaşlarına ka­
vuşacağını anladı.
Yüksek sesle, "Balık da arkadaşım." de­
di. "Böyle bir balığı ne gördüm ne de işit­
tim. Ama öldürmek zorundayım onu. İyi ki
yıldızlan öldürmek zorunda değiliz. "
Düşün bir kere, insan her gün ayı öldür­
mek zorunda kalsaydı ne olurdu? diye dü­
şündü. Ay kaçıp giderdi. Düşün bir kere, ya
her gün güneşi öldürmek zorunda kalsaydı?
Talihimiz varmış, diye düşündü.
Yiyeceği olmayan büyük balığa acıdı
sonra, ama acıması, onu öldürme kararını
hiç etkilemedi. Kimbilir kaç insanı doyura-

74
cak, diye düşündü. Ama bu balığı yemeye
layık mı o insanlar? Değiller tabii. Davranı­
şına, yüceliğine, soyluluğuna bakılırsa kim­
se layık değil onu yemeye.
Ben bu işlerden anlamam, diye düşün­
dü. Ama iyi ki güneşi, ayı, yıldızlan öldür­
mek zorunda değiliz. Denizden beslenmek,
gerçek kardeşlerimizi öldürmek yetiyor.
Artık, diye düşündü, sandalın yavaşla­
ması konusunu düşünmeliyim. Tehlikeleri de
var bunun, iyi yanlan da. Kürekleri yerine
bağlamışsam da, sandal hafifliğini kaybet­
mişse, balığın göstereceği bir çabayla ipi sal­
mak zorunda kalırım, bu yüzden de balık
elden gider. Sandalın hafifliği ikimizin de
çektiği acıyı uzatıyor, ama daha tehlikesiz,
asıl hızını kullanmadı daha. Ne olursa ol­
sun, bozulmadan yunusu temizleyip birazı­
nı yemeliyim, güç kazanmak için.
Şimdilik bir saat daha dinleneyim, san­
dalın kıçına gidip yunusu temizlemeden, bir
karara varmadan önce bakayım hala daya­
nıyor mu? Bu arada davranışlarını da ince­
lerim, bakalım bir değişiklik olacak mı? Kü­
rekleri bağlamak iyi numara doğrusu; ama
işi sağlama almanın sırası geldi. Hala güç-

75
lü; gördurn, iğne ağzının kenarında, ağzını
da sımsıkı kapamış. İğne bir şey değil.
Önemli olan açlık, bir de tanımadığı bir düş­
manla karşılaşması. Dinlen ihtiyar, iş yeni­
den başa düşünceye kadar bırak da o çalış­
sın.
İki saat kadar dinlendi. Geç vakte kadar
ay doğmuyordu şimdi, saati kestirme imka­
nı yoktu. Pek dinlenemiyordu da. Balığın
ağırlığını hala omuzlarında taşıyordu, sol
elini teknenin başına dayayıp ağırlığın bi­
raZUlı daha sandala aktardı.
İpi bağlasam ne kolay olurdu, diye dü­
şündü. Ama hafifçe bir atılışla koparırdı.
Gövdemi kullanarak bir esneklik kazandır­
malıyım ipe, iki elimle de salmaya hazır ol­
malıyım.
Yüksek sesle, "Ama daha uyumadın ih­
tiyar," dedi. "Yarım gün, bir gece uyumadın,
bir gün daha geçti, uyumadın. Biraz dur­
gunlaşırsa, hızını değiştirmezse uyumanın
bir yolunu bulmalısın. Uyumazsan kafanın
içi allak bullak olur sonra."
Kafam pırıl pırıl, diye düşündü. Gerek­
tiğinden de çok. Kardeşlerim olan yıldızlar
kadar pırıl pırılım. Uyumalıyım yine de. Yıl-

76
dızlar uyurlar, ay da, güneş de uyur, akıntı
olmadığı günlerde okyanus bile uyur, dur­
gunken.
Uyumayı unutma, diye düşündü. Mutla­
ka uyu, ip için de bir kolaylık düşün. Gidip
yunusu hatırla şimdi. Uyurken küreklerin
böyle bağlı durması çok tehlikeli.
Uyumasam da olur, dedi kendi kendine.
Ama çok tehlikeli bir şey bu.
İpi sarsmamaya çalışarak, elleriyle dizle­
rinin üstünde teknenin kıçına doğru ilerle­
meye başladı. Balık da yan uyuyordur bel­
ki, diye düşündü. Ama dinlenmemesi gerek.
Ölünceye kadar çekmeli ipi.
Kıça varınca döndü, omuzlarına dolan­
mış ipi sol eliyle tutuyordu şimdi, sağ eliyle
bıçağını kınından çıkardı. Yıldızlar parlak­
tı, yunusu açık seçik görebiliyordu, bıçağın
ucunu kafasına saplayıp balığı kendine doğ­
ru çekti. Bir ayağını üstüne basarak karnı­
nı yanağına kadar yardı hemen. Sonra bı­
çağını bıraktı, solungaçlarını çekip sağ eliy­
le iyice temizledi onu. Karnı ağırdı yunusun,
kaygandı, yararak açtı karnını. İki tane uçan
balık vardı y-'Jnusun karnında. Tazeydiler,
diriydiler, yanyana yere bıraktı anlan, bar-

T7
saklarla solungaçları denize fırlattı. Suda.
fosforlu izler bırakaral< battılar. Yunus so­
ğuktu, yıldızların ışığında pis bir griliğe bü­
rünrn üştü, ihtiyar adam, sağ ayağı balığın
kafasında, bir yanının derisini yüzdü. Sonra
çevirip öteki yanını da yüzdü, kafasından
kuyruğuna kadar ikiye ayırdı onu.
Kılçığı denize fılratıp suyun anafor ya­
pıp yapmadığını görmek için baktı. Ama
usulca batışının ışıltısı vardı sadece. Sonra
dönüp uçan balıklan yunusun dilimleri içi­
ne yerleştirdi, bıçağını kınına sokarak ağır
ağır başaltına döndü. İpin ağırlığıyla iki bük­
lümdü, balığı sağ eliyle tutuyordu.
Başaltına varınca iki dilimi talıtalann
üstüne koydu, uçan balıklan da yanlarına
bıraktı. Sonra omuzlarında yeni bir yere
yerleştirdi ipi, sandalın kenarına tutunarak
sol eline aldı yine. Sonra da yandan eğilip
uçan balıkları denizde yıkadı, suların eline
çarpışından sandalın hızını yokladı. Balığın
derisini yüzmekten fosforlanmıştı eli, suyun
eline çarpışına baktı. Daha hafif çarpıyordu
artık, elini sandalın yan tahtalarına sürter­
ken fosfor parjacıklan ayrılıp kıça doğnı.
ağır ağır sürüklendi.

78
"Ya yoruldu ya da dinleniyor," dedi ih­
tiyar adam. "Artık şu yunusu yiyeyim de bi­
raz dinleneyim, uyuyayım."
Yıldızların altında, gittikçe soğuyan ge­
cede, yunus dilimlerinden birisinin yansıy­
la, temizleyip kafasını kestiği uçan balıklar­
dan birini yedi.
"Pişirilirse ne nefis balık olur şu yunus,"
dedi. " Çiğken de ne berbat. Bir daha yanı­
ma tuz ya da misket limonu almadan adım
bile atmam sandala. "
Zaten bende kafa olsaydı başaltına su
dökerdim gün boyunca, kuruyunca bana da
tuz kalırdı, diye düşündü. Ama yunusu da
güneş batarken, yakaladım. Yine de hazır­
lıklı olmam gerekirdi. Ama yuttum hepsini.
midem de bulanmadı.
Gökyüzü doğuda bulutlanıyordu, tanıdı­
ğı bütün yıldızlar teker teker kayboldular.
Koca bir bulut vadisine doğru ilerliyor gibiy­
diler şimdi, rüzgar kesilmişti.
"Üç - dört gün sonra hava bozacak," de­
di. "Ama bu gece bozmaz, yann da bozmaz.
Balık hazır durgunken biraz kestir ihtiyar."
Oltanın ipini sağ eliyle sımsıkı tuttu.
bütün ağırlığını başaltının tahtasına daya-

7�
yarak sağ elini kalçasına yapıştırdı. Omuz­
larından biraz sırtına doğru kaydırdı ipi,
sol eline doladı.
Böyle dolanmış durdukça sağ elim ipi
tutabilir, diye düşündü. Uyurken gevşerse
sol elim uyandırır beni. Sağ elin işi çetin.
Ama böyle çetin işlere alışıktır o. Yirmi da­
kika ya da yarım saat bile uyusam yeter.
İpin üstüne u.zanarak yattı, bütün ağırlığını
sağ eline ver.lp uyudu.
Aslanları görmedi rüyasında, sekiz - on
millik bir bölgeye yayılmış koca bir yunus
sürüsü gördü, çiftleşme mevsimleriydi, ha­
vaya sıçrıyorlar, sonra da sıçrarken sud:ı
açtıkları deliğe dalıyorlardı.
Köyde yatağında yattığını gördü sonra,
poyraz esiyordu, üşüyordu ihtiyar adam,
başını yastık yerine sağ elinin üstüne koy­
duğu için sağ eli uyuşmuştu.
Sonra uzun san kumsalı görmeye baş­
ladı rüyasında, aslanların ilki alacakaran­
lıkta kumsala indi, öteki aslanlar da geldi­
ler sonra, ihtiyar adam, karadan esen mel­
temde, demir atmış geminin pruvasında ba­
şını tahtaya dayamış, başka aslanların yo­
lunu gözlüyordu, mutluydu .

.ao
Ay çıkalı çok olmuştu, ama uyumaya de­
vam etti, balık durmadan çekiyordu tekne­
yi, tekne bulutların tüneline sürükleniyordu.
Sağ yumruğunun yüzüne çarpmasıyla
uyandı, ip sağ elini yakarak boşalıyordu. Sol
elinin farkında bile değildi, sağ eliyle sım­
sıkı yapıştı ipe, ip kurtuldu. Sonunda sol eli
ipi buldu, geriye yaslandı ihtiyar adam, sır­
tı da sol eli de yanıyordu şimdi, bütün ağır­
lık sol eline kaymıştı, eli kesiliyordu. Dönüp
yedek iplere baktı, birbirlerine dolanmadan
açılıyorlardı. Tam o sırada okyanusu kabar­
tarak sıçradı balık, bütün ağırlığıyla suya
daldı. Bir daha, bir daha sıçradı, iplerin açıl­
masına rağmen hızla gidiyordu tekne, ihti­
yar adam ipi geriyor, kopma noktasına ge­
lince bırakıyordu, yine geriyordu sonra, yi­
ne bırakıyordu. Başaltına yüzükoyun düş­
müştü, yunus dilimine girmişti yüzü, kımıl­
dayamıyordu.
İşte beklediğimiz oldu, diye düşündü.
Dayanalım bakalım.
İplerin acısını çıkar, diye düşündü. Acı­
sını çıkar.
Balığın sıçrayışlarını göremiyordu, ok­
yanusun açılmasını, balığın düşerken çıkar-

İhtiyar Balıkçı, F. : 6 81
dığı gürültüyü duyuyordu sadece. İplerin
hızı çok kötü kesiyordu elini, ama bunun
böyle olacağını zaten biliyordu önceden, ipi
elinin nasırlı yerlerine kaydırmaya, avucun­
dan, parmaklarından uzak tutmaya çalışı­
yordu.
Çocuk burada olsaydı ipleri ıslatırdı, di­
ye düşündü. Evet. Burada. olsaydı çocuk. Bu­
rada olsaydı çocuk.
İpler açıldı, açıldı, açıldı, ama denize ağır
ağır kayıyordu artık, balık her santimini bü­
yük çabalarla kazanıyordu ipin. İhtiyar
adam, tahtaların arasından kaldırdı başını,
yanağının ezdiği balık diliminden çekti. Diz­
lerinin üstünde doğruldu sonra, sonra da
ağır ağır ayağa kalktı. İpi gittikçe yavaşla­
tarak bırakıyordu. Göremediği ipleri aya­
ğıyla yoklayabileceği kadar arkaya çekildi.
Epeyce ip vardı hala, balık suya yeni ipleri
çekmek zorundaydı şimdi.
Evet, diye düşündü. En aşağı on iki ke­
re sıçradı, sırtındaki keseler havayla dolmuş­
tur, çıkaramayacağım kadar derinlere dalıp
ölemez. Çember çizmeye başlayacaktır ya­
kında, işte o zaman başlayacak asıl iş. An­
sızın niye sıçradı acaba? Açlık yüzünden

82
umutsuzluğa mı kapıldı, yoksa geceleyin bir
şeyden mi korktu? Beliti ansızın korkmuş­
tur. Ama durgun, güçlü bir balıktı, yürekli
görünüyordu, kendine güveniyor gibiydi.
Garip.
"Asıl sen yürekli olup kendine güven­
melisin ihtiyar.' dedi. "Hala tutuyorsun onu,
ama arayı kapayamıyorsun. Ama çember
çizmeye başlayacak yakında."
İhtiyar adam sol eliyle, omuzlanyla tu­
tuyordu balığı, eğildi, ezilmiş yunus etlerini
yıkamak için yüzüne su çarptı sağ eliyle. Mi­
desini bulandırır diye korkuyordu, kusardı
belki, gücünü kaybederdi. Yüzü temizlenin­
ce yandan eğilip suda sağ elini yıkadı, sonra
da tuzlu suda tuttu onu, güneşin doğmasın­
dan önceki ilk ışıklan seyretti. Neredeyse
doğuya gidiyor, diye düşündü. Demek yo­
rulmuş, akıntıya bırakmış kendini. Yakında
çember çizer. Asıl işimiz o zaman başlaya­
cak.
Sağ elinin suda yeteri kadar kaldığına
karar verince yukarı çekti elini, inceledi.
" O kadar kötü değil," dedi. "Bir erkek
için acının ne önemi var."
Taze kesiklere gelmesin diye dikkatle

83
tuttu ipi, sol elini teknenin öteki yanından
suya sokmak için ağırlığı biraz kaydırdı.
"Gerçi pek degerli bir şey değilsin ama
iyi iş becerdin sayılır," dedi sol eline. "Ama
bir ara ortalarda yoktun."
Niye iki tane iyi elle doğmamışım? di­
ye düşündü. Belki de suç bende, iyi alştıra­
mamışım onu. Ama Tanrı bilir ya, kaç kere
öğretmeye çalıştım. Yine de, bu gece iyi iş
becerdi, üstelik bir tek kere tutuldu. Bir da­
ha tutulacağına. iple kopsun, daha. iyi.
Bunları düşününce aklının pek başında
olmadığını anladı, biraz daha. yunus yemesi
gerektiğini düşündü. Ama yiyemem, dedi
kendi kendine. Miden bulanıp da. gücünü
kaybedeceğine aklın başında olmasın, daha
iyi. Hem biliyorum, yesem çıkannm, sura­
tım battı içine. Ne olur ne olmaz, durum kö­
tüleşirse o zaman yerim. Ama. bir şeyler yi­
yerek güç kazanmanın vakti geçti. Amma. da
salaksın, dedi kendi kendine. Öteki uçan ba­
lığı yesene.
Balık oradaydı, temizlenmişti. hazırdı,
sol eliyle alıp kılçıkları dikkatle çiğneyerek
kuyruğuna varınca.ya kadar yedi.
Bundaki besleme gücü öteki balıklardan

84
daha çoktur, diye düşündü. Hiç olmazsa ba­
na, gerekli olan güç. Artık yapabileceğimi
yaptım, diye düşündü. Varsın çember çiz­
meye başlasın, kapışalım.
Balık çember çizmeye başladığında, de­
nize açıldığından beri üçüncü kere doğuyor­
du güneş.
Balığın dönmeye başladığı, ipin suya gi­
rişinden anlaşılmıyordu . Bunun için çok er­
kendi daha. İpin hafifçe gevşediğini farket­
ti, sağ eliyle usul usul çekmeye başladı. Her
zamanki gibi geriliyordu ip, ama tam kopma
noktasındayken yine gevşiyordu. Omuzla­
rıyla başını ipin altından geçirip usul usul,
aralıksız çekmeye başladı. İki elini de kulla­
nıyor, gövdesiyle bacaklarından güç alma­
ya çalışıyordu. İhtiyar bacaklarıyla omuzla­
n, ipi çekerken yaylanıyordu.
"Çok büyük bir çember bu,'' dedi. "Çem­
bfilr çiziyor."
İpi çekemez oldu sonra, güneşte ipten
suların damladığını görünceye kadar gerdi
onu. Sandal ilerlemeye başla.dı, ihtiyar adam
diz çöküp yeniden karanlık sulara bıraktı
ipi, istemeyerek.
"En büyük çemberini çiziyor," dedi. Bü-

85
tün gücümle asılmalıyım, diye düşündü. Ger­
ginlik, çizdiği çemberi her keresinde daral­
tır. Belki bir saate kalmaz, görürüm onu.
Onu kandırmalıyım şimdi, sonra da öldür­
meliyim.
Ama iki saat sonra balık ağır ağır dön­
mek�eydi hala, ihtiyar adam terden sırılsık­
lam olmuş, iliklerine kadar yorulmuştu. Ama
çemberler daha küçüktü şimdi, ipin suya gi­
rişinden anlaşıldığına göre, yüzerken boyu­
na yükselmişti balık.
İhtiyar adam, bir saattir kara benekler
görüyordu gözlerinin önünde; ter, gözlerini
tuza bulamıştı, gözünün üstündeki kesiği,
alınını tuza bulamıştı. Kara beneklerden
korkmuyordu. İpi o güçle çekerken olurdu
böyle şeyler. Ama iki kere de başı dönmüş,
bayılacak gibi olmuştu, asıl ondan korku­
yordu.
"Böyle bir balık karşısında yenik düşüp
ölemem," dedi. "Ne güzel çıkıyor; Tannın,
güç ver bana, dayanayım. Yüz kere Baba­
mız'ı, yüz kere de Meryem Ana'yı okuya.­
cağım. Ama şimdi okuyamam."
Okudun say, diye düşündü. Sonra okur-
sun.

ee
Tam o sırada, iki eliyle tuttuğu ip ansı­
zın sarsılarak çekildi. Sert, gergin, ağır bir
çekilmeydi bu.
Burnuyla ipi zorluyor, diye düşündü. Bu­
nun da sırası gelecekti nasıl olsa. Zorlaya­
cak. Ama bu yüzden sıçrayabilir, dönmeye
devam etse daha iyi. Hava almak için sıç­
raması gerekliydi. Ama her sıçrama iğne­
nin açtığı yanğı büyütebilirdi, balık da iğ­
neyi atardı belki.
"Sıçrama, balık," dedi. "Sıçrama. "
Balık birkaç kere daha vurdu ipe, başı­
m her sallayışında ihtiyar adam ipi biraz
daha saldı.
Acısını arttırmamalıyım, diye düşün­
dü. Benim çektiğim acının önemi yok. Da­
yanabilirim. Ama onun acısı artarsa çılgın­
ca şeyler yapar.
Bir süre 'sonra çırpınmayı bıraktı balık,
ağır ağır çember çizmeye başladı. İhtiyar
adam ipi durmadan çekiyordu şimdi. Ama
yine bayılacak gibi oldu. Sol eliyle biraz de­
niz suyu alıp başına döktük. Biraz daha su
aldı sonra, ensesini ovuşturdu.
"Tutulma yok," dedi. "Birazdan çıkar,

87
dayanabilirim. Dayanmam gerek. Sözünü
bile etme bunun."
Diz çökerek başaltına yaslandı yine, bir
an için ipi ::artına doladı. Çember çizerken
biraz dinlenirim, diye düşündü, çıkınca da
kalkar asılırım, diye kararlaştırdı.
Başaltında dinlenirken balığın çember
çizmesi, bu arada ipi çekememek insanı te­
dirgin ediyordu. Ama ipin gerginliğinden
balığın sandala doğru geldiğini anlayınca,
ihtiyar adam ayağa kalktı, çekmeye başla­
dı ipi.
Hiç bu kadar yorulmamıştım, diye dü­
şündü, alize de esnemeye başlıyor şimdi.
Ama balığı götürmek için ihtiyacım olacak
ona. Çok ihtiyacım olacak.
"Çember çizmek için bir daha uzakla­
şırken yine dinlenirim," dedi. "Çok daha iyi­
yim şimdi. İki-üç dönüş sonra yakalanın
onu."
Hasır şapkası ensesine kadar inmişti,
balığın ipi gererek uzaklaşmaya başlama­
sıyla birlikte başaltına çöktü.
Şimdilik sen çabala, balık, diye düşün­
dü. Dönüşte yakalarım seni.
Deniz epeyce kabarmıştı. Ama hafü bir

88
meltem esiyordu, dönmek için bu melteme
ihtiyacı vardı.
"Güney batıya yönelmeli," dedi. "Kimse
kaybolmaz denizde, üstelik uzun bir ada.da­
yız."
İlk olarak, üçüncü dönüşünde gördü
balığı.
Karanlık bir gölge olarak gördü onu,
sandalın altından geçmesi öyle uzun sürdü
ki, büyüklüğüne inanamadı.
"Hayır," dedi. "O kadar büyük olamaz."
Ama o kadar büyüktü işte, çemberini
çizdikten sonra otuz metre ileride yüze çık­
tı, ihtiyar adam kuyruğunun sudan yüksel­
diğini gördü. Koca bir tırpandan daha yük­
sekti kuyruğu, lacivert suyun üstünde soluk
eflatundu. Dalgalan tırpanlayarak okya­
nusa gömüldü yine, balık su yüzüne yakın
bir yerde yüzerken ihtiyar adam onun ko­
caman gövdesini, çevresindeki mor çizgileri
rahatça görebiliyordu. Srtındaki yüzgeci kıs­
mış, yanlarındaki koca yüzgeçleriyse ala­
bildiğine açmıştı.
Bu çemberi çizerken ihtiyar adam göz­
lerini de gördü balığın, yanında iki tane de
asalak balık yüzüyordu. Bazen gidip yapışı-

89'
yorlardı ona. Bazen ayrılıyorlardı. Onun göl ··
gesinde yüzüyorlardı bazen de. Uzunluk.lan
birer metre kadardı, hızla yüzerlerken, yı­
lan balıklan gibi kıvrılıyordu gövdeleri.
İhtiyar adam terliyordu şimdi, ama ter­
lemesi sadecP. güneşten değildi. Balığın ses­
sizce her dönüşünde biraz daha topluyordu
ipi, iki dönüş sonra zıpkını saıJlayabileceği­
ni sanıyordu.
Ama iyice, iyice, iyice yaklaşmalıyım
ona, diye düşündü. Kafasına saplamamalı.
Yüreğine sapl<:ı malı.
"Heyecanlanma ihtiyar, güçlü ol," dedi.
Bir sonraki dönüşünde balığın sırtı su­
dan çıktı, ama biraz uzaktaydı sandaldan.
Bir sonraki dönüşünde de uzaktaydı, ama
daha çok çıkmıştı, ihtiyar adam ipi biraz
daha toplamakla ona iyice yaklaşacağını
umuyordu.
Zıpkınını çok önceden hazırlamıştı; in­
cecik sicimi yuvarlak bir sepetin içindeydi,
ucu da başaltına bağlanmıştı.
Balık çemberini kapamak üzereydi şim­
di, durgundu, güzeldi, kocaman kuyruğu
oynuyordu sadece. İhtiyar adam, onu ken­
dine çekmek için olanca gücüyle asıldı ipe.

90
Bir an yan yattı balık. Sonra düzelip bir ke­
re daha dönmeye başladı.
"Kımıldattım onu," dedi ihtiyar adam.
"Kımıldatabildim. "
Bayılacak gibi oldu yine, ama bütün
gücüyle büyük balığa asılıyordu. Kımıldat­
tım, diye düşündü. Belki bu kere çekebilirim
onu. Çekin, ellerim, diye düşündü. Sıkı du­
run, bacaklarım. Dayan, kafam. Dayan. Şim­
diye kadar hiç kara çıkarmadın yüzümü Bu
keresinde onu çekeceğim.
Bütün gücüyle asıldı, her şey y�lunda
gitti önce, balığı yan yola kadar çekti, ama
sonunda balık doğrulup yüzmeye başladı.
"Balık," dedi ihtiyar adam. "Balık, nasıl
olsa öleceksin. Beni de mi öldürmek istiyor­
sun?"
Böyle yapmakla bir şey olacağı yok, di­
ye düşündü. Dudakları kurumuştu, konuşa­
mıyordu, suya da uzanamıyordu şimdi. Bu
keresinde sandala kadar çekmeliyim onu,
diye düşündü. Birkaç kere daha dönerse
dayanamam. Dayanırsın, dedi kendi kendi
ne. Sonuna kadar dayanırsın.
Bir sonraki dönüşte az kalsın işini bitire-

91
cekti balığın. Ama balık yine doğrulup ağıi·
ağır uzaklaştı yüzerek.
Beni öldürüyorsun balık, diye düşündü
ihtiyar adam. Ama hakkın da var. Senden
daha büyük, senden daha güzel, daha soğuk
kanlı, daha soylu bir şey görmedim, karde­
şim. Hadi, öldür beni. Kimin kimi öldürdü­
ğünün hiç önemi yok.
Kafan karışıyor şimdi de, diye düşün
dü. Aklın başında olmalı, Aklını başına al,
erkek gibi dayan. Ya da balık gibi, diye dü­
şündü.
Kendisinin de zor duyabileceği bir ses­
le, "Toparlan, kafam," dedi. "Toparlan."
Balık iki kere daha döndü.
Anlayamıyorum, diye düşündü ih tiyar
adam. Her keresinde bayılacak gibi oluyor­
du. Anlayamıyorum. Ama bir kere daha de -
neyeyim.
Bir kere aaha denedi, balığı yan yatır­
dığında bayılacak gibi oldu yine. Balık
doğruldu, büyük kuyru ğunu havada salla­
yarak ağır ağır uzaklaştı.
Elleri pelte pelte olmuştu ihtiyar ada­
mın, gözleri bir görüyor bir görmüyordu;
yine de, bir kere daha deneyeceğim, diye
söz verdi kendi kendine.
Bir kere daha denedi, aynı sonucu ald1.
Bir kere daha, diye düşündü; neredeyse ba­
yılacaktı.
Bütün acısını, gücünden, çoktan çekip
gitmiş gururundan kalan ne varsa balığın
çektiği acıya karşı hepsini ortaya koydu,
yan yatarak yaklaştı balık, ağır ağır, yan
yan yüzüyordu, o kadar yaklaştı ki burnu
sandala değecekti nerdeyse, uzundu, upu­
zundu, derindi, genişti, gümüş rengindey­
di, mor benekler vardı üstünde, geçip git­
meye başladı.
İhtiyar adam yere bıraktı ipi, ayağını
üstüne bastı, kaldırabildiği kadar kaldırdı
zıpkınını, olanca gücüyle, artan gücüyle ha­
vaya, göğsüne kadar kalkmış o büyük yüz­
gecin arkasına sapladı. Demirin battığını
duydu, üstüne abandı, bütün ağırlığıyla it­
ti zıpkını.
Balık, içinde ölümüyle, canlandı, olanca
uzunluğunu, genişliğini, olanca gücünü, gü­
zelliğini göstererek sudan yükseldi. Sonra ih­
tiyar adamla teknenin üstüne sular sıçra­
tarak denize düştü.

93
Bayılacak gibiydi ihtiyar adam, rahat­
sızdı, iyi göremiyordu. Ama zıpkının sici­
mini açıp çiğ elleri arasından ağır ağır sal­
dı, gözleri görmeye başlayınca, balığın, gü­
müş rengi karnı yukanda, sırtüstü yatmak­
ta olduğunu gördü. Zıpkının sapı balığın
omuzundan görünüyordu, deniz yüreğinin
kırmızı rengine boyanrnaktaydı. Bir milden
daha derin olan mavi suda koyu koyu bi­
rikti önce. Sonra bulut gibi yayıldı. Balık
gümüş rengindeydi, kımıldamıyordu, dalga­
larla sallanıyordu.
İhtiyar adam dikkatle, gözlerinin göre­
bildiği kadar baktı balığa. Sonra zıpkının si­
cimini başaltındaki tahtaya iki kere doladı,
başını ellerinin arasına aldı.
Başaltına yaslanarak, "Kafamı toparla­
malıyım, " dedi. "Yorgun ihtiyann biriyim
ben. Ama bu balığı, kardeşimi öldürdüm, sı­
ra işin hamallığında."
Sandalın yanına bağlamak için ilmikle­
ri, balatı hazırlamalı, diye düşündü. İki kişi
olsaydık bile, tekneyi boşaltıp balığı yukan
alsaydık yine de sığmazdı sandala. Her şey�
hazırlamalı, sonra onu çekip iyice bağlama­
lı, sonra da yelken açmalı eve doğru.

94
Balığı sandalın yanına doğru çekmeye
başladı, solungaçlarından geçireceği ipi ağ­
zından çıkaracak, kafasını başaltının oraya
bağlayacaktı. Görmek istiyorum onu, diye
düşündü, dokunmak istiyorum ona, onu duy­
mak istiyorum. Bütün varlığım o, diye dü­
şündü. Ama bu yüzden duymak istemiyo­
rum onu. Yüreğini duydum galiba, diye dü­
şündü. Zıpkını ikinci itişimde. Çek yanına,
bağla, ilmiği kuyruğundan geçir, bir ip de
ortadan geçir, sımsıkı bağla tekneye.
"İş başına, ihtiyar," dedi. Sudan bir yu­
dumcuk aldı. "Savaş bitti ama yapılacak
bir sürü hamallık var daha. "
Gökyüzüne, sonra da balığına baktı. Dik­
katle baktı güneşe. Olsa olsa öyledir, diye
düşündü, Alize çıkıyor. Oltalarda iş kalmadı
artık. Eve dönünce çocukla birlikte hepsini
onarırız.
"Gel bakalım, balık, " dedi. Ama balık
gelmedi. Sallanarak yatıyordu sularda, ih­
tiyar adam tekneyi balığın yanına yanaştırdı.
Yanaşıp da başaltını balığın başına da­
yayınca bile, büyüklüğüne inanamadı. Zıp­
kın siciminin ucunu çözdü, balığın solunga­
cından geçirip ağzından çıkardı, burnuna

95
bir kere dolayıp öteki solungacından geçir­
di, bir kere daha doladı, burnuna, sonra iki
ucunu birden başaltına bağladı. Sicimi kesti
sonra, kuyruğu bağlamak için sandalın kı­
çına gitti. Balığın gümüşlü morlu rengi gü­
müşe dönmüştü sadece, çizgileri de kuyru­
ğu gibi soluk eflatundu. Birer karıştan da­
ha genişti çizgileri, gözleri bir periskopun
içindeki aynalar gibi, dinsel bir törendeki
azizlerin gözleri gibi ayrıydı birbirinden.
"Onu öldürmenin tek yolu buydu," dedi
ihtiyar adam. Suyu içtiğinden beri daha iyiy­
di, balığın kaçamayacağını da biliyordu ar­
tık, kafası yerine gelmişti. Bu haliyle en aşa­
ğı yediyüz kilo çeker, diye düşündü. Beliti
de daha çok. Üçte ikisini satsa, kilosu alt­
mış sentten?
"Kalemsiz olmaz," dedi. "Kafam yerin­
de değil. Ama büyük DiMaggio olsa benim­
le övünürdü. Bende kemik mahmuzu yok.
Ama ellerimle sırtım adamakıllı ağndı." Ke­
mik mahmuzu nedir acaba? diye düşündü.
Belki bizde var da biz bilmiyoruz
Balığı sandalın başına, kıçına, ortasına
bağladı. Öylesine büyüktü ki sandala ya­
naşmış daha büyük bir tekne gibiydi. Bir

96
parça ip kesti, ağzı açılmasın, rahat rahat
gitsinler diye balığın çenesiyle burnunu bağ­
ladı. Yelken direğini dikti sonra, yamalı yel­
keni çekti, sandal güney batıya doğru iler­
lemeye başladı, ihtiyar adam kıça yan uzan­
mış.
Güney batının nerede olduğunu anla­
mak için pusulaya gerek duymuyordu. Ali­
zeyi kollamak, yelkenin rüzgan nereden al­
dığını görmek yeterdi. Küçük bir oltanın
ucuna bir kaşık bağlayıp sarkıtsam, yiyecek
bir şeyler bulmaya çalışsam ağzımı ıslatmak
için de biraz su içsem. Ama kaşık bulamadı,
sardalyalar da kokmuştu. Gerçekten kanca­
sını uzatıp san Gulf yosunlarından aldı bi­
raz, yosunlan salladı, küçücük karidesler dö­
küldü tekneye. En aşağı on iki taneydiler,
kum böcekleri gibi sıçrayıp duruyorlardı. İh­
tiyar adam baş parmağıyla işaret parmağı­
nı kullanarak kafalannı kopardı, kabukla­
rıyla, kuyruldarıyla yedi karidesleri. Çok
küçüktüler, ama besleyici olduklarını bili­
yordu, tatlan da iyiydi.
İhtiyar adamın daha iki içimlik suyu
vardı şişede, karidesleri yedikten sonra bir
içim suyun yansını içti. Tekne, ağır yüküne

İhtiyar Balıkçı, F. : 7 97
rağmen iyi yol alıyordu, ihtiyar adam kol­
tuğunun altına almıştı yekeyi. Balığı görebi­
liyordu, bunun bir rüya olmadığını, gerçek
;olduğunu anlamak için ellerine bakması,
sırtını teknenin kıçına dayaması yeterdi.
Bir keresinde, sonlara doğru, umutsuzluğa
kapıldığı sırada bunun belki de bir rüya ol­
duğunu sanmıştı. Sonra balığın sudan çıkıp
havada bir an kıpırdanmadan kaldığını,
sonra da suya düştüğünü görünce büyük bir
gariplik sezmişti bunda, inanamamıştı. Göz­
leri pek iyi görmüyordu o sıralarda, ama
şimdi her zamanki gibiydi, açık seçik görü­
yordu her şeyi.
Artık karşısındaydı balık, elleriyle sırtı
bunun bir rüya olmadığını gösteriyordu. El­
ler çabuk iyileşir, diye düşündü. İyice kanat­
tım onları, tuzlu su iyileştirir. Körfezin ka­
ranlık suyu en iyi ilaçtır. Şimdi bütün iş ka­
fayı toplamakta. Eller görevlerini yaptılar,
iyi gidiyoruz. Ağzı kapalı, kuyruğu dimdik,
kardeş kardeş gidiyoruz. Sonra kafası karış­
maya başladı biraz, o mu beni götürüyor,
ben mi onu götürüyorum? diye düşündü.
Onu arkamdan sürükleseydim mesele yoktu.
Balık bütün o yüceliğini bırakıp teknemde

98
olsaydı yine mesele yoktu. Ama yan yana.
gidiyorlardı şimdi. İsterse o beni götürsün,
diye düşündü ihtiyar adam. İş hileye gelin­
ce, ondan üstünüm, zaten bir kötülüğü do­
kunmadı bana.
Hızla gidiyorlardı, ihtiyar adam tuzlu
suya soktu ellerini, kafasını toplamaya ça­
lıştı. Yüce kümülüs bulutlan vardı gökte,
kümülüslerin üstünde de sirüsler, ihtiyar
adam meltemin bütün gece süreceğini an­
ladı. Durmadan balığa bakıyordu, bunun
gerçek olduğuna inanmak için. İlk köpek
balığının saldınşından bir saat önceydi.
Bir raslantıyla gelmemişti köpek balığı.
Bir mil derinliğindeki denize çöken karan­
lık kan bulutunun içinden gelmişti. O kadar
hızlı, o kadar dikkatsizcesine gelmişti ki, ma­
vi suların yüzüne, güneşe çıktı. Denize dal­
dı sonra, kokuyu alıp tekneyle balığın git­
tiği yöne doğru ilerlemeye başladı.
Bazen kokuyu kaybediyordu. Yine ya.­
kalıyordu sonra, ya da yakalar gibi oluyor­
du, o yöne doğru hızla yüzüyordu. Denizle­
rin en hızlı yüzen balıklarından biriydi bu,
çok büyük bir Mako, her yeri güzeldi, diş­
lerinden başka. Sırtı kılıç balığının sırtı gibi

99
maviydi, karnı gümüş rengiydi, derisi düz­
gündü, güzeldi. Kılıç balığına benziyordu,
ağzı değişikti sadece, ağzını sımsıkı kapa­
mış, suyu yüzgeciyle bıçak gibi keserek hız­
la yüzüyordu. Ağzının sımsıkı kapalı dudak­
ları arkasında sekiz sıra dişi vardı, dişlerin
hepsi içe doğru kıvrılmıştı. Çoğu köpek ba­
lıklarından olan piramit biçimli dişlere ben­
zemiyordu bunlar. Pençe gibi kıvrılan in­
san parmaklarına benziyorlardı. İhtiyar
adamın parmaklan kadar uzundular ner­
deyse, iki yanlan da bıçak gibi keskindi. De­
nizdeki bütün balıklan yemek için yaratıl­
mışlardı sanki, o kadar hızlı, o kadar güç­
lüydüler ki, başka düşmanları yoktu. Taze
kan kokusunu alınca hızlandı, mavi yüzge­
ci suyu kesiyordu.
İhtiyar adam onun geldiğini görünce,
dilediğini yapan korkusuz bir köpek balığıy­
la karşılaştığını anladı. Zıpkını hazırlayıp
ipini bağladı, bu arada köpek balığının geli­
şini gözlüyordu. Balığı bağlamak için kesti­
ğinden, ip kısalmıştı.
İhtiyar adamın kafası pırıl pırıldı şim­
di, tertemizdi; direnecekti ama pek umudu
yoktu. Sürüp gidemeyecek kadar güzeldi

100
bu, diye düşündü. Köpek balığının yaklaş­
masını seyrederken bir göz attı büyük ba­
lığa. Belki de rüyaydı, diye düşündü. Gel­
mesine engel olamam, a.Il)a belki yakalaya·
bilirim onu. Dentuso, diye düşündü. Allah
kahretsin.
Köpek balığı hızla yaklaştı teknenin kı·
çına, balığın yanına varınca, ihtiyar adam
ağzının açıldığını gördü onun, köpek balığı­
nın garip gözleri açıldı, dişleri kuyruğun
üstündeki ete gömüldü. Başı sudan çıkmış­
tı, gövdesi de çıkıyordu, ihtiyar adam bü­
yük balığın derisiyle etinin kopuşunu duy­
du, zıpkını köpek balığının başına, gözleri­
nin arasındaki çizgiyle burnundan geçen
çizginin kesiştiği noktaya _fırlattı. Böyle çiz­
giler yoktu aslında. Kocaman, sivri, mavi bir
kafa vardı, kocaman gözler, açılıp kapanan,
yutan çeneler vardı. Ama beyin o noktaday­
dı işte, ihtiyar adam o noktayı vurdu. Zıp­
kını bütün gücüyle, kana bulanmış elleriy­
le fırlattı. Umutsuzlukla, ama dirençle, bü­
yük bir kinle fırlattı.
Köpek balığı sarsıldı, ihtiyar adam göz­
lerinin canlı olmadığını gördü onun, sonra
sicime iki kere dolanarak bir daha sarsıl-

101
dı. İhtiyar adam köpek balığının öldüğünü
anladı, ama köpek balığı kabullenmiyordu
ölümü. Sırtüstü suya uzandı sonra, kuyru­
ğunu çırpıyor, ağzını bir açıp bir kapıyordu,
bir motor gibi uzaklaştı denizde. Kuyruğu­
nun çırptığı yerde bembeyazdı sular, göv­
desinin dörtte üçü denizin üstündeydi, ip ge­
rildi, titredi, sonra koptu. Köpek balığı hiç
kıpırdamadan suyun üstünde kaldı bir süre,
ihtiyar adam onu seyrediyordu. Sonra ağır
ağır battı.
Yüksek sesle, "Yirmi kilo kadar götür­
dü, " dedi ihtiyar adam. Zıpkınımı da götür­
dü, bütün sicimi de, diye düşündü, benim
balık yine kanıyor, başkalan da gelecek.
Bir parçası koptuğundan beri balığa
bakmak istemiyordu. Ona saldırılınca ken­
disine saldırılmış gibi olmuştu.
Ama balığıme. saldıran köpek balığını
öldürdüm, diye düşündü. Gördüğüm dentu­
so'ların en büyüğü. Tann bilir ya, çok bü­
yüklerini gördüm bugüne kadar.
Sürüp gidemeyecek kadar güzeldi bu,
diye düşünd ü. Keşke bir rüya olsaydı şim­
di, onu hiç yakalamasaydım, yatağımda,
gazetelerin üstünde bir başıma olsaydım.

102
"Ama insanoğlu yenilmek için yaratıl­
mamıştır," dedi. "İnsanoğlu yok edilebilir
ama yenilemez." Yine de balığı öldürdüğü­
me üzüldüm, diye düşündü. İşler sarpa sa­
racak şimdi, zıpkınım bile yok. Dentuso ye­
teneklidir, güçlüdür, akıllıdır, acıma nedir
bilmez. Ama ben daha akıllıydım ondan.
Belki de değildim, diye düşündü. Belki kul­
landığım silahlar daha iyiydi, o kadar.
Yüksek sesle, "Düşünme ihtiyar," dedi.
"Yoluna devam et, geldikleri zaman düşü­
nürsün."
Ama düşünmeliyim, diye düşündü. Tek
varlığım o şimdi. Bir o, bir de beyzbol. Büyük
DiMaggio görse, tam beyninden vuruşı.:.mu
beğenir miydi acaba? Am a önemli bir şey
değildi bu, diye düşündü. Kim olsa yapar­
dı. Ama ellerim de kemik mahmuzları ka­
dar güçlük çektirmedi mi bana? Bilemem ki.
Topuğum sapasağlam, yalnız bir keresinde,
�-üzerken bir vatozun üstüne basmıştım, diz­
lerime kadar uyuşmuştu bacağım, dayanıl­
maz bir acıydı.
"Neşeli şeyler düşün ihtiyar," dedi. "Her
dakika eve yaklaşmaktasın. Daha hızlı gi­
diyorsun şimdi, yükün yirmi kilo hafifledi . "

103
Akıntının içlerine varınca neler olabi­
leceğini çok iyi biliyordu. Ama şimdilik ya­
pılacak bir şey yoktu.
Yüksek sesle, "Var," dedi. "Kürekler­
den birinin sapına bıçağımı bağlayabilirim. "
Yeke koltuğunun altında, yelkeni aya­
ğıyla kullanarak, düşündüğünü yaptı.
"Tamam," dedi. "İhtiyanm yine. Ama
silahsız değilim."
Meltem tazelenmişti, hızla gidiyorlardı.
Balığın ba.ş taraflarına bakıyordu sadece.
yine umutlanmaya başlamıştı.
Umutsuzluğa kapılmak saçma bir şey,
diye düşündü. Üstelik günah. Günahın sı­
rası mı şimdi, diye düşündü. Günahsız da
bir sürü dert var. Hem benim pek aklım er­
mez böyle şeylere.
Pek aklım ermez, galiba inanmıyorum
da. Balığı öldürmek günahtı belki. Yaşamak
için bile yapsam bunu, başkalarını besle­
mek için bile yapsam, günahtı. Öyleyse her
şey günah. Günahı düşünme. Bunu düşün­
menin sırası geçti, zaten bunu düşünmek için
para alan bir sürü insan var. Bırak onlar
düşünsünler günahı. Balıklar nasıl balık ola­
rak yaratılmışlarsa sen de balıkçı olarak

104
yaratılmışsın. San Pedro da balıkçıydı, bü­
yük Di-Maggio'nun babası da.
Ama kendisini ilgilendiren şeyler üstün­
de düşünmeye bayılırdı, okuyacak bir şey
yoktu, radyo&u da yoktu, bu yüzden boyu­
na düşünüyordu, günah konusunu bırak­
mıyordu. Sadece yaşamak için, etini satmak
için öldürmedin balığı, diye düşündü. Gu­
ruru n için, balıkçı olduğun için öldürdün.
Canlıyken seviyordun onu, öldükten sonra
da sevdin. Eğer seviyorsan, günah değildir
öldürmek Yoksa daha mı günah?
Yüksek sesle, "Çok düşünüyorsu:ı ihti­
yar," dedi.
Ama dentuso'yu öldürmek hoşuna gitti.
diye düşündü. O da senin gibi balıkla doyu­
ruyor kamını. Bazı köpek balıklan gibi ar­
tıklarla geçinen hayvanlardan değildir, aç
gözlü de değildir. Güzeldir, soyludur, kor­
ku nedir bilmez.
Yüksek sesle, "Kendimi korumak için
öldürdüm onu," dedi ihtiyar adam. "Hem de
nasıl öldürdüm ya."
Üstelik, diye düşündü, her şey her şeyi
öldürüyor. Balıkçılık yaşatıyor beni, ama öl-

ıos
dürüyor da. Çocuk yaşatıyor beni, diye dü­
şündü. Kendımi kandırmasam iyi olacak.
Yandan Pğilip köpek balığının kestiği
yerden bir parça balık eti kopardı. Ağzına
atıp çiğnedi, eti güzeldi balığın, lezzetliydi.
Diriydi, suluydu, et gibi, ama kırmızı de­
ğildi. Lif lif de çözülmüyordu, pazarda çok
iyi para ederdi. Ama kokusunun suya ya­
yılma3ını önlemenin yolu yoktu, ihtiyar
adam çok kötü anların yaklaşmakta olduğu­
nu biliyordu.
Meltem durmadan esiyordu. Kuzey do­
ğuya dönmüştü biraz, demek kesilmeyecek­
ti. İhtiyar adam iletilere baktı, ama ne bir
yelken, ne bir tekne, ne de bir gemi duma­
nı gördü. Sandalın önünden sıçrayarak iki
yana düşen uçak balıklar vardı sadece, bir
de san Gulf yosunlan. Bir tek kuş bile gö­
remedi.
Kıçta dinlenerek, arasıra balıktan bir
parça et koparıp çiğneyerek, dinlenmeye,
güç kazanmaya çalışarak iki saat kadar git­
mişti ki, iki köpek balığından ilkini gördü.
"Ay, " dedi yüksek sesle. Bu kelimenin
çevirisi yoktur, elinden girip de tahtaya sap­
lanan bir çivi nasıl acı verir insana, işte o

1 06
acıyla çıkardığı sese benzer bir kelimedir
bu.
"Galanos," dedi yüksek sesle. İlk yüzge­
cin arkasında ikinci yüzgecin de belirdiğini
görmüştü şimdi, kahverengi, üçgen yüzgeç­
lerden, kuyruklann iki yana sallanışından
anlaşıldığına göre, kürek-burunlu köpek ba­
lıklanydı bunlar. Kokuyu almışlardı, heye­
canlıydılar, büyük açlıklannın aptallığıyla,
o heyecan içinde kokuyu bir kaybediyor bir
buluyorlardı. Ama durmadan yaklaşıyorlar­
dı.
İhtiyar adam yekeyle yelkeni bağladı.
Sonra sapına bıçak bağlanmış küreği aldı.
Hafifçe, kaldırabildiği kadar kaldırdı küre­
ği, elleri acıya dayanamıyordu çünkü. El­
lerinin tutukluğunu gidermek için parmak­
lannı hafifçe açıp kapadı. Acıyı şimdiden
duysunlar diye sımsıkı yumdu sonra, kö­
pek balıklannın gelişini gözlemeye koyul­
du. Geniş, yassı, kürek biçimli kafalannı,
beyaz uçlu geniş yüzgeçlerini görebiliyordu
artık. İğrenç balıklardı bunlar, pis pis ko­
karlardı, artıklarla geçinirlerdi, ama saldır­
maktan, öldürmekten de kaçınmazlardı, ka­
nnlan aç olduğu zaman küreklere, sandal-

107
lann dümenlcrine bile saldırırlardı. Su yü­
zünde uyuyan kaplumbağalara saldırıp kol­
lannı, bacaklarını koparanlar bunlardı işte,
kannlan aç olmaya görsün, sudaki insan­
lara bile saldırırlardı, üstlerine balık kanı
bulaşmamış, balıksı balıksı kokmayan in­
sanlara bile.
"Ay," dedi ihtiyar adam. "Galanos. Gelin
bakalım, galanos."
Geldiler. Maka gibi gelmediler ama. Bi­
ri dönüp sandalın altına girdi, gözden kay­
boldu, ihtiyai.� adam teknenin sarsıldığını,
köpek balığının balığa saldırdığını duydu.
Öteki, incecik san gözleriyle ihtiyar adama
bakıyordu, yanın çembere benzeyen ağzıy­
la o da saldırıya geçti sonra, daha önce ko­
parıldığı yere yapıştı balığın. Kahverengi
kafasından sırtına uzanan çizgi, beyninin
omur ilikle nerede birleştiğini açıkça göste­
riyordu, ihtiyar adam küreğin sapına bağlı
bıçağı tam o noktaya sapladı, çekti, köpek
balığının kedi gözlerine benzeyen san göz­
lerine sapladı sonra. Köpek balığı, avını bı­
rakıp battı, kopardığı · parçayı yutuyordu
ölürken.
Öteki köpek balığı avını parçalarken J:ı.8.-

108
la sallanıyordu tekne, ihtiyar adam yelke­
nin ipini gevşetti, tekne yana açılsın da kö­
pek balığı ortaya çıksın diye. Köpek balı­
ğını görünce eğilip sapladı bıçağı. Etine
saplamıştı, derisi kalındı köpek balığının,
bıçak zor saplandı. Sadece elleri değil, sırtı
da acımıştı. Ama köpek balığı, başı yukarı­
da, hızla çıktı yukanya, burnunu sudan çı­
kanp balığa yapıştırdi'ğı sırada, ihtiyar adam
yassı kafasının tam ortasına sapladı bıça­
ğı. Çekip aynı noktaya sapladı yine. Köpek
balığı, dişlerini avına geçirmişti, bırakını­
yordu onu, ihtiyar adam bıçağı sol gözü­
ne sapladı bu kere. Köpek balığı avını hala
bırakmıyordu.
"Olmadı mı?" dedi ihtiyar adam, omur
ilikle beynin arasına sapladı bıçağı. Kolay­
ca saplamıştı, kıkırdağın yarılışını duydu
Küreği çekti, bıçağı köpek balığının ağzına
soktu, açmak için. Bıçağı büktü, köpek balı­
ğı avını bırakırken, "Hadi git, gala;no," dedi
"Bir mil derinlere kay. Git de arkadaşını gör,
kimbilir, belki de anandır. "
İhtiyar adam bıçağı silip yerine bıraktı
küreği. Yelkenin ipini buldu sonra, yelken
şişti, tekne yolunda ilerlemeye başladı.

100
Yüksek sesle, "Dörtte birini götürdüler,
en etli yerini," dedi. "Keşke bir rüya olsaydı
bu, keşke hiç yakalamasaydım onu. Üzül­
düın, balık. Her şey ters gidiyor." Durdu,
balığa bakmak istemiyordu şimdi. Akıp git­
mişti kanlan, rengi aynalann s ırnna benzi­
yordu, hala seçiliyordu çizgileri.
"Bu kadar açılmamalıydım, balık," dedi.
"İkimiz için de iyi olmadı bu. Üzüldüm, ba­
lık."
Şimdi, dedi kendi kendine. Bıçağın ipi­
ne bak, bak bakalım kesilmiş mi. Ellerini de
yokla, yine gelecekler çünkü.
Küreğin sapındaki bıçağın ipini yokla ­
dıktan sonra, "Bir de biley taşım olsayd i
keşke," dedi ihtiyar adam. "Bir de biley taşı
almalıydım yanıma." Bir sürü şey almalıy­
dım, diye düşündü. Ama almadın, ihtiyar.
Almadığın şeyleri düşünmenin sırası değil
şimdi. Elindekilerle ne yapabilirsin, sen ona
bak.
Yüksek sesle, "Habire öğüt veriyorsun,
dedi. "Bıktım artık."
Yekeyi koltuğunun altına alıp ellerini
suda yıkadı, tekne ilerliyordu.
"Şu sonuncu ne kadar götürdü, Tanrı

1 10
bilir," dedi. "Ama tekne çok daha hafif şim­
di." Balığın altından ne kadar koparıldığı­
nı düşünmek bile istemiyordu. Köpek ba­
lığının sandalı sarsarak her saldırışının ko­
parılan bir parça et demek olduğunu bili­
yordu; biliyordu, balık, köpek balıklan için
iz bırakıyordu şimdi ark�ında, denizin or­
tasında keçi yolu genişliğinde bir iz.
Adama bütün kış yetecek büyüklükte
bir balıktı, diye düşündü. Düşünme bunu.
Dinlen, hiç olmazsa kalanını savunmak için
ellerini iyileştirmeye bak. Sudaki bu koku­
nun yanında ellerimdeki kan kokusu nedir
ki. Üstelik o kadar da kanamıyorlar. Önem­
li bir kesik yok. Kanarsa sol elim tutulmaz
belki.
Ne düşünebilirim şimdi? diye düşündü.
Hiçbir şey. Hiçbir şey düşünmemeliyim, öt8-
kileri beklemeliyim sadece. Keşke bir rüya
olsaydı bu, diye düşündü. Ama kimbilir?
Belki sonu iyiye varır.
Daha sonra gelen köpek balığı, tek bir
kürek-burundu. Domuz gibi yaklaştı tekne­
ye, ağzı, içine insan kafası sığacak kadar
büyük olan bir domuz gibi, İhtiyar adam
1?alığa saldırmasını bekledi onun, sonra kü ·

111
reğin sapındaki bıçağı beynine sapladı. De­
belenerek geriye sıçradı köpek balığı, bıçak
kmldı.
İhtiyar adam yekeye geçti. Koca köpek
balığının suda ağır ağır batışına bakmadı
bile, önce kocamandı, sonra küçüldü, küçü1.
dü, minicik oldu. Bunu seyretmekten hoşla­
nırdı ihtiyar adam. Ama şimdi bakmadı bi­
le.
"Kanca ·ıar," dedi. "Ama işe yaramaz.
İki küreğim var, yeke var, bir de küçük sopa
"
var.
Artık yendiler beni, diye düşündü. Kö ­
pek balıklarını sopayla öldüremeyecek ka ·

dar ihtiyarım. Ama kürekler var, küçük so­


payla yeke var, sonuna kadar direneceğim
Islatmak için ellerini suya soktu yine.
İkindinin geç saatleriydi, denizle gökyüzün­
den başka bir şey görünmüyordu. Rüzga:r
daha da arttınnıştı hızını, yakında karay;
göreceğini sanıyordu.
"Yoruldun ihtiyar," dedi. "İçin yoruldu. "
Güneş batmadan biraz öncesine kadar
başka köpek balığı saldırmadı.
İhtiyar adam, balığın suda açtığı geniş
izden iki yüzgecin yaklaştığını gördü. Ko-

112
kuyu aramıyorlardı bile. Dosdoğru tekneye
yönelmişlerdi, yan yana yüzüyorlardı.
Y ekeyi sıkıştırdı, yelkenin ipini bağla­
dı, sopayı almak için kıçaltına uzandı. Bir
kürek sapıydı bu, kırılmış bir küreğin sapı,
sonradan kesilmişti, yetmiş beş santim ka­
'
dardı uzunluğu. Kısa olduğu için tek eliyle
kullanabilirdi ancak, sağ eline alıp sımsı­
kı tuttu, bileğini oynatmaya başladı, kö­
pek balıklannın gelişini gözlüyordu bir yan­
dan. İkisi de galanos'tu.
Bırakayım birincisi saldırsın, ya burnu­
nun ucuna ya da kafasının tam ortasına vu­
rurum, diye düşündü.
İki köpek balığı birlikte yaklaştılar, ya­
kındakinin ağzını açıp dişlerini balığın gü­
müş rengi etine batırdığını görünce. sopası­
nı kaldırdı, köpek balığının geniş kafasına
hızla vurdu. Vururken, lastiğe benzer o sert­
liği duydu. Kemiğin katılığını da duymuş­
tu ama; burnunun ucuna doğru bir kere da­
ha indirdi sopayı, köpek balığı avını bıra­
karak ağır ağır battı.
Öteki köpek balığı bir yaklaşıyor bir
uzaklaşıyordu bu arada, ağzını açarak sal­
dırdı. Ağzını kapayınca kenarlanndan be-

İhtiyar Balıkçı, F. : 8 113


yaz etlerin sarktığını gördü ihtiyar adam.
Sopayı indirdi, kafasına vurabildi sadece,
köpek balığı ona bakarak _ eti kopardı. İhti­
yar adam bir kere daha indirdi sopayı, ama
köpek balığı kopardığı parçayı yutmak için
uzaklaşıyordu o sırada. sopa lastiğe benzer
kalın derisini buldu.
"Hadi gel, galano," dedi ihtiyar adam.
" Yine gel."
Köpek balığı hızla geldi, ağzını kapar­
ken ihtiyar adam bir kere da.ha indirdi so­
payı. Bütün gücüyle indirdi, kaldırabildiği
kadar yüksekten indirdi. Beynin altındaki
kemiği bulduğunu anladı, aynı yere bir kere
daha vurdu. köpek balığı ağır ağır bir parça
daha kopardı avından, sonra balığı bıraka­
rak suya kaydı.
İhtiyar adam yeniden gelmesini bekledi
onun, ama ikisi de gelmedi. Sonra içlerin­
den birinin suda çember çizerek yüzdüğünü
�ördü. Ötekinin yüzgeci görünmüyordu.
Onları öldüremezdim zaten, diye düşün­
dü. Eskiden olsa öldürürdüm. Ama ikisinin
de canını adamakıllı yaktım. pek iyi durum­
da değillerdir herhalde. İki elimle kullana­
bileceğim bir sopa olsaydı yanımda, birinci-

114
yi mutlaka öldürürdüm. Şimdi bile, diye dü­
şündü.
Balığa. bakmak istemiyordu. Yansının
elden gittiğini biliyordu. Köpek balıklanyla
savaşırken güneş batmıştı.
"Hava. kararacak yakında," dedi. "Ha­
va.na'nın ışıklannı görürüm. Eğer doğuya
sürüklendiysem yeni plaj lardan birinin ışık­
la.nnı görürüm."
Çok uzaklarda değilim herhalde, diye
düşündü. İnşallah kimse merak etmemiştir.
Etse etse çocuk eder sadece. Ama güvenir
bana. İhtiyar balıkçılann çoğu meraklanır.
Başkalan da, diye düşündü. İyi bir köyde
yaşıyorum.
Paramparça olduğu için, balıkla konu­
şamıyordu artık. Sonra aklına bir şey geldi.
"Yanın balık," dedi. "Bütündün eski­
den. Bu kadar açıldığıma üzgünüm. İkimizi
de yaktım. Ama bir sürü köpek balığı öldür­
dük, seninle ben, ikimiz, bir sürü de köpek
balığı yaraladık. Sen şimdiye kadar kaç ta­
ne öldürdün, ihtiyar balık? Tependeki o kı­
lıç süs değil ya."
Balığı düşünmekten hoşlanıyordu, de­
nizde rahatça yüzebilseydi karşısına çıkan

1 15
köpek balıklarına neler yapardı kimbilir.
Kılıcını kesip onunla döğüşsem, diye düşün­
dü. Ama baltası yoktu, bıçağı da yoktu.
Baltam ya da bıçağım olsaydı, kesip kü­
reğin sapına bağlardım, ne silah olurdu ya.
İkimiz birden karşı koyardık. Geceleyin ge­
lirlerse ne yapacaksın bakalım? Ne yapabi­
lirsin ki?
"Döğüşürüm.," dedi. "Ölünceye kadar
döğüşürüm.."
Ama karanlıkta, ışıksız karanlıkta, rüz­
garın, şişen yelkenin altında ölüydü belki.
İki elini kavuşturup avuçlarını yokladı. Öl­
memişlerdi, parmaklarını açıp kapadıkça ha­
yatın acısını duyabiliyordu. Sırtını kıça da­
yadı, ölmediğini anladı. Omuzlan öyle gös­
teriyordu.
Yemin etmiştim, balığı yakalarsam dua
okuyacaktım, diye düşündü. Ama okuyama­
yacak kadar yorgunum şimdi. İyisi mi, çu­
valı alıp omuzlanma örteyim.
Kıçta uzanmış dümeni tutuyor, gökte
ışıkların belirmesini kolluyordu. Yansını
kurtardım, diye düşündü. Belki bu yanyı
kaptırmam artık, talihim döner. Dönmesi

1 16
gerek. Yok, dedi. O kadar açılmakla sen
kendin döndürdün talihini.
Yüksek sesle, "Saçmalama," dedi. "Uyu­
ma, yoluna bak sen. Belki talihin döner."
"Talih satılan bir yer varsa gidip almak
isterdim biraz," dedi.
Neyle alırdım ki? diye sordu kendi ken­
dine. Kaybolmuş bir zıpkınla mı, kınk bir
oıçakla mı, işe yaramayan iki elle mi?
"Alabilirdin," dedi. "Denizde geçirdiğin
seksen dört günle almaya kalkışmadın mı?
Az kalsın alıyordun da."
Saçma sapan şeyler düşünmemeliyim,
diye düşündü. Tarih çok değişik biçimlerde
çıkar insanın karşısına, kim tanıyabilir
onu? Ama ne biçimde çıkarsa çıksın, almak
isterdim biraz, karşılığında da ne isteseler
verirdim. Işıkların parıltısını bir görebilsey­
dim, diye düşündü. Ben de çok şey istiyo­
rum. Ama şimdilik istediğim sadece bu. Ye­
keyi rahatça kullanabilmek için iyice yer­
leşmeye çalıştı kıça; ağnlan, ölmediğini gös­
teriyordu.
Geceleyin saat on sularında, ışıkların
gökyüzüne yansıyan parıltısını gördü. Ay
doğmadan önce beliren hafif aydınlığı andı-

1 17
nyorlardı önce. Sonra, gittikçe yükselen rüz­
garın kabarttığı okyanusun ötesinde iyica
seçilmeye başladılar. Işıklara doğru çevirdi
dümeni. Akıntının kenarına varmak üzerey­
di artık, onu düşündü.
Bitti artık, diye düşündü. Herhalde yi­
ne saldırırlar. Ama silahsız bir insan karan­
lıkta nasıl karşı koyar onlara?
Her yanı tutulmuştu, ağrılar içindeydi,
yaralan, gövdesinin zedelenmiş yerleri ge­
cenin soğuğuyla sızlıyordu. İnşallah yine dö­
ğüşmek zorunda kalmam, diye düşündü.
N'olur, döğüşmek zorunda kalmasam yine.
Ama gece yansından önce döğüşmek zo­
runda kaldı yine, bu kere, döğüşmenin fay­
dasız olduğunu biliyordu. Sürüyle saldır­
dılar, yüzgeçlerinin suda çizdiği çizgileri gö­
rebiliyordu. Sadece, bir de balığa saldırırken
görülen fosforlu parıltılarını. Sopayla kafa­
larına vurdu, ağızlarının işleyişini, sanda­
lın sallanışını duyuyordu, teknenin altına
girmişlerdi yine. Seslerin geldiği yere umut­
suzca indiriyordu sopayı; sopayı bir şey kap­
tı o sırada, gitmişti.
Yekeyi çıkardı dümenden, onunla vur­
maya başladı, iki eliyle tutuyor, durmadan

1 18
vuruyor, vuruyordu. Ama başaltına kadar
gelmişlerdi şimdi, teker teker, sona hep bir­
den saldırıyorlar, balığın etlerini koparıyor­
lardı, uzaklaşıyorlardı sonra., onlar dönünce­
ye kadar denizde pırıl pırıl parlıyordu etler.
Sonunda, tek başına bir köpek balığı
geldi başaltına, ihtiyar adam her şeyin bit­
tiğini anladı. Yekeyi köpek balığının kafa­
sına indirdi, köpek balığı avının ağır ba­
şına yapışmıştı, bir türlü koparamıyordu.
Bir daha, bir daha, bir daha indirdi. Yeke­
nin kırılışını duydu, elindeki parçayı köpek
balığına sapladı. İyice saplandı yeke, kırılın­
ca sivrilmişti ucu, saplandığını anlayınca
çekip bir daha sapladı. Köpek balığı avını
bırakıp yuvarlanarak uzaklaştı. Sürünün
son balığıydı bu, başka gelen olmadı. Et kal­
mamıştı çünkü.
İhtiyar adam zor soluk alıyordu şimdi,
ağzında garip bir tat vardı. Bakır tadına
benzeyen, şekere benzeyen bir tat; bir an
korktu. Ama o kadar önemli değildi.
Okyanusa tükürerek, "Alın bakalım,
galanos," dedi, "bunu yiyin. Bir insan öldür­
düğünüzü sanırsınız. "
Sonunda yenik düştüğünü biliyordu ar-

119
tık, çaresiz bir yenilgiye uğradığını; kıça
gitti, elindeki yeke paçrasıyla dümeni kul­
lanabileceğini gördü. Çuvalı omuzlarına ör­
tüp tekneyi gideceği yöne çevirdi. Hızla gi­
diyordu şimdi, ne bir düşünce vardı kafa­
sında, ne de içinde bir duygu. Her şeyi geri
bırakmıştı artık, limana varmak için yeke­
yi kullanabildiği kadar ustaca kullanmaya
bakıyordu. Geceleyin iskelete köpek balık­
lan yanaştı, sofrada kalmış son kınntılara
yanaşanlar gibi. İhtiyar adam aldırmadı bi­
le onlara, yol almaktan başka bir şeye al­
dırdığı yoktu. Yanında ağırlık olmadığı için,
teknenin hafifçe kayarak hızlı hızlı gidişine
dikkat etti sadece.
İyi teknedir, diye düşündü. Sağlamdır,
bir yerine bir şey olmadı, bir tek yekesi kı­
rıldı. O da yerine konur.
Akıntıya girdiğinin farkındaydı şimdi,
kıyı boyunca uzanan köylerin ışıklarını gö­
rebiliyordu. Nerede olduğunu anladı, kıyıya.
varmak işten bile değildi.
Rüzgar dostumuzdur zaten, diye düşün­
dü. Sonra ekledi : zaman zaman. Dostları­
mızı, düşmanlanmızı barındıran büyük de­
niz de. Yatak da, diye düşündü. Dostumdur

120
yatak. Sadece yatak, diye düşündü. Büyük
bir şey olacak yatak. Yenilince kolay, diye
düşündü. Bu kadar kolay olduğunu bilmiyor­
dum bunun. Kim yendi seni? diye düşün­
dü.
Yüksek sesle, "Hiç kimse, " dedi. "Çok
açıldım."
Limana girdiğinde Terrace'ın ışıklan
sönmüştü, biliyordu ihtiyar adam, herkes
yatağındaydı şimdi. Meltem durmadan yük­
selmişti, hwa esiyordu. Ama sessizdi liman,
kayalıklann altındaki çakıllann oraya yö­
neldi. Yardıma gelecek kimse yoktu, ' yanaş­
tırabildiği kadar yanaştırdı. Sonra çıkıp bir
kayaya bağladı.
Direği indirdi, yelkeni sanp bağladı. Di­
regı omuzuna vurup tırmanmaya başladı.
Ne kadar yorgun olduğunu o zaman anla­
dı işte. Bir an durup arkasına baktı, sokak
lambasının ışığı altında, teknenin kıçında
dimdik yükselen büyük kuyruğu gördü.
Belkemiğinin çıplak, beyaz çizgisini, karan­
lık bir yığına benzeyen kafayı, uzanmış bur­
nu gördü arada çıplaklık vardı sadece.
Tırmanmaya başladı yeniden, tepeye
vannca yere yığıldı, sırtında direkle oldu-

121
ğu yerde kaldı bir süre. Kalkmaya çalıştı.
Ama çok zordu kalkmak, sırtında direkle
bir süre oturup yola baktı. Bir kedi geçti
uzaklardan, ihtiyar adam kediye baktı. Son­
ra yola baktı sadece.
Sonunda direği yere bırakıp ayağa kalk­
tı. Direği kaldırdı, omuzuna vurdu, yola ko­
yuldu. Kulübesine vanncaya kadar beş ke­
re oturmak zorunda kaldı.
Kulübeye girince direği duvara dayadı.
Bir su şişesi buldu karanlıkta, biraz su içti.
Sonra yatağa uzandı. Battaniyeyi omuzla­
rına, sonra sırtına, bacaklanna örttü, kolla­
rını uzatıp avuçlannı havaya doğru açarak
gazetelerin üstünde yüzükoyun uyudu.
Çocuk sabahleyin kapıdan baktığında
uyuyordu. O kadar sert esiyordu ki rüzgar,
balığa çıkılmayacaktı o gün, çocuk geç vak­
te kadar uyumuş, sonra da, her sabah yap­
tığı gibi, ihtiyar adamın kulübesine gelmiş­
ti. İhtiyar adamın soluk aldığını gördü ço­
cuk, sonra ihtiyar adamın ellerini gördü, ağ­
lamaya başladı. Biraz kahve getirmek için
sessizce dışarı çıktı, yol boyunca ağladı.
Teknenin çe vresine bir sürü balıkçı top­
lanmıştı, tekneye bağlı iskelete bakıyorlar-

122
dı, içlerinden biri, pantalonunun paçalarını
kıvırıp suya girmiş, elinde iple iskeletin bo­
yunu ölçüyordu.
Çocuk aşağı inmedi. Daha önce inmiş­
ti, balıkçılardan biri onun yerine tekneyi
kolluyordu.
"Nasıl?" diye bağırdı balıkçılardan biri.
"Uyuyor, " diye seslendi çocuk. Ağladığı
görülür diye aldırmıyordu. "Kimse rahatsız
etmesin onu. "
İskeletin boyunu ölçen balıkçı, "Burnun­
dan kuyruğuna kadar tam beş buçuk met­
reymiş," diye seslendi.
"İnanının," dedi çocuk.
Terrace'a girip bir tas kahve istedi.
"Sıcak olsun, sütü, şekeri bol olsun. "
"Başka?"
"O kadar. Uyanınca soranın ne yiyece­
ğini"
"Ne balıkmış, " dedi patron. "Hiç böyle
balık gelmedi buraya. Dün senin getirdiğin
iki balık da iyiydi. "
"Allah kahretsin benim balıklan," dedi
çocuk, yine ağlamaya başladı.
"İçecek bir şey ister misin?" diye sor­
du patron.

123
"İstemem," dedi çocuk. "Söyle de San­
tiago'yu rahatsız etmesinler. Birazdan döne-
rim . "
"Üzüldüğümü söyle."
"Sağol," dedi çocuk.
Sıcak kahveyi ihtiyar adamın kulübe­
sine götürdü çocuk, uyanıncaya kadar da
başında bekledi. Bir keresinde ihtiyar adam
uyanıyormuş gibi geldi ona. Ama derin bir
uykuya daldı yeniden, çocuk kahveyi ısıt­
mak istedi, biraz çalı çırpı bulmak için yo­
lun karşısına geçti.
Sonunda ihtiyar adam uyandı.
"Kalkma," dedi çocuk. "İç şunu." Kah­
venin birazını bir bardağa boşalttı.
İhtiyar adam alıp içti kahveyi.
"Yendiler beni, Manolin," dedi. "Yendi-
ler."
"Balık yenemedi ki seni."
"Doğru. Sonradan yendiler."
"Tekneyle takımlara Pedrico bakıyor.
Başını ne yapacaksın?"
"Pedrico doğrasın, yem olarak kullanı-
lır."
"Kılıcı?"
"Sende kalsın istersen."

124
"İsterim," dedi çocuk. "Yapılacak öteki
işleri düşünelim şimdi."
"Aradılar mı beni?"
"Tabii. Hem motorla, hem uçakla."
"Okyanus çok büyük, tekne desen kü-
çük, zor görülür," dedi ihtiyar adam. Biriy­
le konuşmanın kendi kendine konuşmak­
tan, denizle konuşmaktan çok daha güzel
olduğunu farketti. "Özledim seni," dedi.
"Balık tutabildin mi?"
"İlk gün bir tane. İkinci gün de bir ta-
ne, üçüncü gün iki tane. "
"Çok güzel. "
"Artık birlikte çıkarız balığa. "
"Olmaz. Talihim yok benim. Talihim
döndü artık."
"Allah belasını versin talihin," dedi ço­
cuk. "Ben talihimi birlikte getiririm. "
"Ailen n e der?"
"Bana ne. Dün iki tane yakaladım. Ama
artık birlikte çıkacağız balığa, öğreneceğim
çok şey var."
"Güzel bir mızrağımız olmalı, hep san­
dalda bulundurmalıyız onu. Bıçağını eski bir
Ford'un yaylarından yaparsın. Guanaba­
coa'da biletiriz. Keskin olmalı, çok tavlanır­
sa kırılır. Benim bıçak kırıldı."
125
"Bir başka bıçak bulurum, yayı da bile­
tirim. Kaç gün eser bu sert brisa?"
"Belki üç gün. Belki de daha çok . "
"Her şeyi yoluna koyanın," dedi çocuk.
"Sen ellerini iyileştirmeye bak, ihtiyar. "
"Bilirim onlara nasıl bakılacağını. Gece­
leyin garip bir şey tükürdüm, göğsümde bir
şey kırıldı sanki."
"Onu da iyileştir," dedi çocuk. "Yat, ih­
tiyar, temiz bir gömlek getireyim sana. Yi­
yecek bir şeyler de getireyim. "
"Ben yokken gelen gazetelerden bulur­
san onlan da getir," dedi ihtiyar adam.
"Çabuk iyileşmelisin, çünkü öğrenece­
ğim çok şey var senden, bana her şeyi öğ­
retebilirsin. Çok acı çektin mi?"
"Çok," dedi, ihtiyar adam.
" Yemekle gazeteleri getireyim," dedi
çocuk. "İyi dinlen, ihtiyar. Eczaneden de el­
lerin için bir şeyler alının."
"Pedrico'ya söylemeyi unutma, balığın
başı onundur."
"Yok. Unutrn.am."
Çocuk kapıdan çıkıp mercan kayaların­
dan yapılma eski yoldan inerken ağlamaya
ba,şladı yine.

126
O gün öğleden sonra bir turist topluluğu
geldi Terrace'a, boş bira kutularının, ölü
barracuda'lann arasından suya bakan bir
kadın, kocaman kuyruklu uzun, beyaz bir
iskelet gördü, gündoğusundan esen rüzgar
limanın ağzında denizi kabartırken iskelet
dalgalarda sallanıyordu.
"Nedir bu?" diye sordu garsonlardan bi­
rine, artık atılacak bir çöpten başka bir şey
olmayan, dalgalarla sürüklenip gitmeyi bek­
leyen uzun iskeletini gösterdi büyük balığın.
"Tiburon, " dedi garson. "Köpek balığı."
Olup bitenleri anlatmak istiyordu aslında.
"Köpek balıklarının bu kadar biçimli,
bu kadar güzel kuyrukları olduğunu bilmez­
dim."
"Ben de," dedi erkek arkadaşı.
İhtiyar adam, yolun tepesinde, kulübe­
sinde, hala uyuyordu. Yüzükoyun uyuyor­
du hala, çocuk yanında oturmuş, ona bakı­
yordu. Rüyasında aslanları görüyordu ihti­
yar adam.

SON

127

You might also like