You are on page 1of 398

Seth Quinn beş yıllık ayrılıktan sonra, Avrupa'dan ünlü bir

ressam olarak evine dönmüştür. Kendisini sevgiyle yetiştirmiş


olan (hepsi Quinn ailesi tarafından evlat edinilmiş) üç ağabeyinin
yaşadığı koya yerleşmek niyetindedir. Güzel ve özgür ruhlu
çiçekçi Druscilla ile karşılaştığında, hayatın kendisine bir ödül
verdiği duygusuna kapılan genç adam, sonunda çocukluğunun
acıklı gölgesinden kurtulduğuna inanır ve yüreğini dolduran
mutlulukla 'Aşkın Resmi'ni yapmaya karar verir. Ancak geçmişi
ona şantaj yapmaya başlayacaktır...

1
mm
9789944825115
20 TL
789944 825115
fi facebook.com/EpsilonYayln www.apfHonyaylrMv1.com
onlln»a!rjv#rl»; yeni*oyfqj^
Seth’in öyküsünü ne zaman yazacaksın diye soran
bütün okurlara
Bizi kardeş yapan bir kader vardır;
Kimse tek başına yürümez yolunda:
Başkalarının yaşamlarına kattığımız her şey
Geri döner kendi hayatımıza.

Edwin Markham

Sanat aşkın suç ortağıdır.

Remy de Gourm ont


Bir

Eve geliyordu.
Maryland’in Doğu Sahili bataklıklar, çamurlu alçak
düzlükler, asker gibi dimdik, sıra sıra ekinlerle kaplı tar­
lalardan örülü bir dünyadır. Keskin dönüşler yaparak, bu
çamurla kaplı alçak düzlüklerin içinden geçen nehirlerin,
suların alçalıp yükselmesinden doğan küçük kollan ve
bunların oluşturdukları vadiler vardır. Balıkçıllar buralar­
da beslenir.
Yengeçler, körfez ve onlardan hayatını kazanan deniz
insanları.
O tuzlu yaşlarının sonuna geliyordu. Hayatının o sefil
ilk on yılında ya da son birkaç yıl boyunca, nerede yaşamış
olursa olsun, ev deyince aklına sadece Sahil gelirdi.
Bu yuvanın sayısız özellikleri, sayısız anılan vardı. H ep­
si de Chesapeake’nin sularına yansıyan güneş kadar parlak
ve canlıydı.
K öprünün üzerinden geçerken, sanatçı gözü o anı yaka­
lamak istedi -masmavi sular ve üzerine serpiştirilmiş tek­
neler, hareketli beyaz dalgalar ve doymak bilmeyen martı­
ların havada sürekli dönüp durmalan. Suyun kenarından

9
karanm kayıp gidişi ve kahverengileri, yeşilleriyle, geri geri
kaçışı. Sık yapraklı sakız ve m eşe ağaçları ve ilkbaharın sı­
cağında aralarından fışkıran rengârenk çiçekler.

O şimdi, gelecekre, bu anı da, D oğu Sahili’ne ulaşm ak


için körfezi ilk geçişini ham ladığı gibi hatırlam ak istiyor­
du. O gün, korkular içinde, asık suratlı küçük b ir çocuk
olarak, bir arabanın içinde, şoförün yanındaki koltukta
oturuyordu ve yanında ona bir hayat vaat eden adam var­
dı.
Öylesine sinirliydi ki m idesi kaskatı kesilm işti. C anı
sıkılmış görünm eye çalışıyor ve p en cered en dışarıyı sey-
■rediyordu.

Bu ihtiyar adamla birlikte yaşarsa ö te k in in y an ın d a ol-


I mayacakn. Bu yeterliydi.
I Üstelik, ihtiyar hiç de fena g ö rü n m ü y o rd u .
w Gloria’nm , o turdukları izbenin k irasını karşılayabilm ek
L,için eve getirdiği serseriler gibi içki ya da lik ö r k o k m u y o r-
■ du. Ve h er iki buluşm alarında da o n a ya pizza ya da h a m -
P burger alm ışn.
Ve kendisiyle k o n u şm uştu.
O n u n deneyim lerine göre, b ü y ü k ler çocuklarla k o n u ş ­
mazlardı. O n lara b ir şeyler söyler, çev relerin d e dolaşarak
söylenir, onlar hakkında k o n u şu rlard ı. A m a o n larla k o ­
nuşm azlardı.
Ray k o n uşuyordu. D in liy o rd u da. S e th ’e -k ü ç ü c ü k b ir
çocuk olduğu halde- kendisiyle yaşam ak isteyip iste m e d i­
ğini açıkça so rduğunda, o ç ok iyi tanıdığı k o rk u ve d eh şete
kapılm am ıştı. Belki, diye d ü şü n m ü ş ü ; sadece belki, b ir çı­
kış noktası yakalam ış olabilirdi.

10
O n d a n uzak, olacaktı. İşin c n güzel yanı b u y d u . A rab a
y olları aştıkça, S eth o n d a n uzaklaşıyordu.
İşine gelm ezse kaçabilirdi. B u ad am g e rç ek b ir ih tiy a r­
dı. İriyarı olm asın a öyleydi am a ih tiy ard ı. B em b ey az saçla­
rı, b u ru ş u k geniş b ir su ratı vardı.
O n a y an gözle sık sık b ak ark en z ih n in d e re s m in i ç iz ­
m eye başlam ıştı.
G ö z leri m asm av iy d i. B u b iraz tu h a ftı ç ü n k ü k e n d i g ö z ­
leri d e aynı re n k ti.
G ü r b ir sesi vard ı. A m a k o n u ş tu ğ u n d a b a ğ ırıy o rm u ş
gibi g e lm iy o rd u . Sakin, h a tta b elk i b ira z y o rg u n b ir sesti
bu.
Z a te n şu a n d a k esin lik le y o rg u n g ö rü n ü y o r d u .
K öprüye yaklaşırken, Ray, “Eve geldik sayılır,’’ dem işti.
“Aç m ısın?”
“B ilm iyorum . Evet, sanırım .”
“D en ey lerim e dayanarak oğlan çocuklarının daim a aç
o ldu klarını söyleyebilirim . Ü ç tane dipsiz kuyu b ü y ü t­
tü m .”
G ü r sesi neşeliydi. A m a zoraki bir neşeydi bu. Ç o c u k
daha tam o n yaşında bile değildi am a sesteki yapm acığı ta­
nıyo rd u .
O n d a n y eterince uzaklaştık artık, diye d ü şü n d ü -eğ er
kaçm ak zo ru n d a kalırsa yani. İşte kartlarını açm ış, başına
gelecekleri bekliyordu.
“B eni n için evine g ö tü rü y o rsu n ?”
‘‘Ç ü n k ü b ir eve ihtiyacın var.”
“G erçekçi ol. İnsanlar böyle h altlar y em ezler.”
“Bazıları yer. K arım Stella’yla b en , birlikte böylo h altlar
y edik .”
“O n a b en i eve getireceğini söyledin m i?”

11
Ray gülümsemişti ama kederli bir gülümsemeydi bu.
“Kendimce söyledim. Stella bir süre önce öldü. Onu tanı-
saydın severdin. Sana şöyle bir bakıp kollarını sıvardı,”
Ne cevap vereceğini bilememişti. “Oraya vardığımızda
ne yapacağım?”
Ray ona, “’Vaşayacaksın,” demişti. “Herhangi bir oğlan
çocuğu gibi yaşayacaksın. Okula gideceksin, yaramazlık
yapacaksın. Sana yelken kullanmayı öğreteceğim.”
“Teknede mi?”
O zaman Ray gülmüş, gök gürültüsünü andıran bir
kahkaha arabayı doldurmuş ve her nedense Seth’in mide
kasları yumuşamıştı. “Evet, teknede. Sonra beyinsiz bir
I yavru köpeğim var -beyinsiz köpekler hep beni bulur za-
I ten. Onu eve alıştırmaya çalışıyorum. Bu konuda bana
L yardımcı olabilirsin. Bazı görevlerin olacak. Bunların ne-
I 1er olacağına karar vereceğiz. Kuralları birlikte koyacağız,
I sen uygulayacaksın. İhtiyarım diye beni parmağında oyna-
W tacağını sanma.”
m “Ona para verdin, öyle değil mi?”
Ray bir an için gözlerini yoldan ayırıp Seth’in kendisi-
W ninkilerle aynı renk olan gözlerinin içine bakmıştı. “Evet
doğru. Görebildiğim kadarıyla o sadece bundan anlıyor.
Seni hiç anlamadı, öyle değil mi, oğlum?”
İçinde bir fırtına kopmak üzereydi sanki. O, bu fırtı­
nanın adının ümit olduğunu bilmiyordu. “Bana kızarsan,
ya da benden bıkarsan, ya da fikrini değiştirirsen beni geri
yollarsın. Ama gitmem.”
Artık köprünün üzerindeydiler. Ray arabayı yolun ke­
narındaki cebe çekti. İri vücuduyla ona doğru döndü. Şim­
di yüz yüzeydiler. “Sana kızacağım elbet,” dedi. “Benim
yaşımdaki bir adamın zaman zaman sıkılması da doğaldır.

12
Ama sana şu anda söz veriyorum. Seni asla geri gönder­
meyeceğim.”
“Eğer o...”
Ray onun ne söylemek istediğini anlamıştı. “O n u n seni
geri almasına izin vermem,” dedi. “Bunu engellemek için
elimden gelen her şeyi yapanm. Sen artık benimsin. Be­
nim ailemin bir parçasısın. İstediğin sürece de öyle kala­
caksın. Bir Q uinn verdiği sözü daima tutar.”
O na elini uzatmıştı.
Seth, kendisine uzatılan ele bakmış, “Bana dokunulm a­
sından hoşlanmam,” demişti.
Ray başını sallamıştı. “Tamam. Ben yine de söz veri­
yorum .” Sonra tekrar arabayı çalıştırıp ana yola çıkarken,
oğlana bir kere daha bakmıştı. Sonra yine, “Eve geldik sa­
yılır,” demişti.
^ İ İ f P Q uinn birkaç ay sonra ölmüş ama verdiği sözü,
daha önce evlat edinmiş olduğu üç genç vasıtasıyla tut­
muştu. Bu üç erkek, cılız, şüpheci ve ürkek bir oğlan ço­
cuğuna yeni bir hayat verdiler.
O na bir yuva verip, onu bir erkek olarak yetiştirdiler.
Çabuk öfkelenen ve bunu hemen belli eden çingene,
Cameron; sabırlı ve aklı başında bir denizci olan Ethan;
zarif ve zeki yönetici Phillip. Bu insanlar hep onun yanın­
da olmuşlar, onun için mücadele etmişlerdi. O nu kurtar­
mışlardı.
Ağabeyleri.

Bataklıktaki otlar, çamurlu ova ve henüz olgunlaşma^


mış ekinlerle kaplı tarlalar, akşam güneşinin yaldızlı ışı­
ğında parlıyorlardı. Küçük St. Cristopher Kasabası'ndan
geçerken, arabanın açık camlarından içeri deniz kokusu
doldu.
13
K asabaya g irip eski te k n e im a la th a n e s in e u ğ ra m a y ı d ü ­
ş ü n m ü ş tü . H âlâ sipariş ü z e rin e y a p ılan ah şa p Q u i n n te k ­
n eleri. O n sekiz yıl ö n c e - b ir rü y a , b ir k a n d ırm a c a v e alm -
teri o larak - faaliyete g e ç e n b u şirk e t, te k n e le r in in kalitesi
v e in ce işçiliğiyle ü n lü y d ü .
B ü y ü k b ir olasılıkla o ra d a o lm alıy d ılar. B u sa atte bile.
C a m , b ir k a m a ra n ın iç in d e k i in c e işle ri h e n ü z b itirm iş , art
arda k ü fîirle r sıralıy o r o lm alıy d ı. E th a n , se ssiz ce, tah talarla
u ğ raşıy o rd u m u tlak a. P h il ise y u k a rıd a , b ü r o d a , b ir r e k la m
k am p an y asın ın h azırlık la rı ü z e r in d e ç a lışıy o r o lm a lıy d ı.
C ra w fo rd ’a u ğ ray ıp a ltılık b ir k o li b ira s a tın alab ilir­
di. B elki so ğ u k b ira b ile b u la b ilird i. B e lk i d e , C a m , o n u n
eline, h e m e n , b ir çekiç tu tu ş tu r u p ç a lışm a y a b a ş la m a sın ı
ö n erecek ti. E n b ü y ü k o lasılık d a b u y d u .
B u o n u n h o ş u n a g id e rd i a m a ş u a n d a o n a ç e k ic i ge­
len b u değildi. O n u b u d a r kasab a y o lu n a s ü r ü k le y e n şey
başkaydı. B u rad an , g ö lg e le rin v e m ay ıs ay m a ö z g ü , p arlak ,
bo l yap rak lan v e b u d a k lı g ö v d e le riy le , a ğ a ç la rın a ra sın d a n ,
bataklık hâlâ g ö rü n ü y o rd u .
G ö rd ü ğ ü y e rle r -F lo ra n s a ’n m m u h te ş e m k u b b e le ri,
Paris’in g ö sterişli güzelliği, İ rla n d a ’n ı n y e m y e ş il b ü y ü le y i­
ci tep eleri -ara sın d a h iç b iri, o n u sa k in s u la rın k ıy ısın d a k i
çim en lik b a h ç e n in için d ek i, açık m av i saçak ları o la n o eski
beyaz ev gibi e n s e sin d e n k a v ra m a m ış, k a lb in e g ir e m e m iş ­
ti.
K ap ın ın ö n ü n d e , b ir z a m a n la r R a y v e S te lla Q u i n n ’e
ait o lan eski beyaz C o r v e tte ’in a rk a sın d a d u r d u . A rab a, ilk
sa n n alındığı g ü n k ü gibi p ırıl p ırıl v e y e p y e n iy d i. C a m ’in
işidir, diye d ü şü n d ü . C a m , b u n u o la ğ a n ü s tü b ir m a k in e ­
ye g ö sterilm esi g e re k e n saygı d iy e ta n ım la rd ı. A m a aslın d a
b u , R ay ve S tella ile; aile ile ilgiliydi. S evgiyle ilgiliydi.

14
Ö n b a h çe d e k i leylak ağacı to m u rc u k la rla d o lu y d u . B u
d a sevgiyle ilgili b ir şey, diye d ü ş ü n d ü . O n iki y a şın d a y ­
k e n , b u leylak fid a n ın ı A n n a 'y a a n n e le r g ü n ü n d e h e d iy e
etm iş ti.
H a tırlıy o rd u , A n n a ağlam ıştı. İri k a h v e re n g i g ü z e l
g ö z le rin d e n yaşlar a k m ıştı. C a m ve S e th fid a n ı d ik e rk e n ,
A n n a b ir y a n d a n sü re k li g ü lm ü ş , b ir y a n d a n d a eliy le g ö z ­
y a şla rın ı silm işti.
A nna, Cam "in eşiydi. B u d uru m d a, S eth 'in yengesi
o lu y o rd u . Am a, şim di d ü şü n d ü ğ ü n d e, kalbinin derinlik­
lerin d e -ki ö n em li olan da b u y d u - o n u annesi savdığını
anlıyordu.
Q u in n ’ler in san ın kalbinin derinliklerim de neler o lu p
b ittiğ in i gayet iyi anlardı.
A rabadan in ip o eşi b en zeri olm ayan sessizliğin içine
daldı. A rtık o, k ocam an ayakları ve şüpheci bakışları olan
suratsız b ir ç o cu k değildi.
B o y u uzam ış, kocam an ayaklarına u y u m sağlam ıştı.
İn ce sayılabilecek adaleli b ir v ü c u d u vardı. 1.87 b o y u n d ay ­
dı. D ik k at etm ezse kolayca hantallaşabilirdi. Ç o c u k lu ğ u n ­
daki k u m lu açık kahverengi saçları koyulaşm ıştı. Saçlarını
ih m al etm ey e d e yatkındı. R o m a'd an ayrılm adan b e rb ere
gitm ey e karar verm işti. Eliyle saçlarını d ü zeltirk en , b u n u
y apm ayı u n u ttu ğ u n u hatırlayıp y ü z ü n ü b u ru ş tu rd u .
A ğabeyleri o n u n la dalga geçecek, k ü ç ü k at k u y ru ğ u y la
alay edecekler, o d a b u n u p ren sip m eselesi yapıp b ir sü re
d ah a saçlarını k estirm eyecekti.
O m u z silkti ve ellerin i eski k o t p a n to lo n u n u n cep lerin e
so k a rak y ü rü m e y e başladı. B ir yan d an da etrafın a bak ıy o r­
d u . A n n a ' n ın çiçekleri, ö n v erandadaki sallanan k o ltu k lar,
ev in y an ın d ak i k o ru -ço cu k k en o k o ru d a d eli g ibi k o şa rd ı-
h e r şey aynıydı. ^
Tek d irek li beyaz b ir y e lk e n lin in bağlı o ld u ğ u eski iske­
le su y u n ü s tü n d e sallanm aktaydı.
D u rd u , av u rtları ç ö k m ü ş , g ü n e ş yanığı e s m e r y ü z ü n ü
d en ize d ö n d ü .
D o lg u n ve se rt d u d ak ları k ıv rılm ay a b aşlam ış, sanki y ü ­
reği h afiflem işti.
A ğaçların arasında b ir ses d u y u n c a , y ıllar ö n c e k i ü rk e k
ço cu k tan k alm a b ir iç g ü d ü y le o ld u ğ u y e rd e h ız la d ö n d ü .
O an d a ağaçların arasın d an b ir k u r ş u n fırladı.
“Salak!” B u seste h e m o to rite h e m d e şakayla karışık
b ir y u m u şa k lık v ardı. K ö p ek d u r d u . K arşısın d a k i adam a
b ak ark en k u lak ların ı in d irm iş , y a lan m ay a b a şlam ıştı.
“Yapma can ım , o k ad ar u z u n z a m a n o lm a d ı.” Ç ö m e lip
elini uzattı. “B en i h a tırla d ın m ı? ”
Salak’m y ü z ü n d e b u adı a lm a sın a n e d e n o la n o salakça
ifade b elirdi. S ırtü s tü yattı. G ö b e ğ in in o k ş a n m a s ın ı b e k li­
y o rd u .
“H a h şöyle! B ak işte o ld u !”
B u evin h e r zam an b ir k ö p eğ i o lm u ş tu . H e r z a m a n
iskeleye bağlı b ir te k n e , v e ra n d a d a sa lla n an b ir k o ltu k ve
b ah çed e b ir k ö p e k vardı.
“E vet, b en i h a tırla d ın .” B ir y a n d a n k ö p e ğ i o k şa rk e n , b ir
y an d an d a b a h ç e n in so n a erd iğ i n o k ta y a b a k ıy o rd u . B u ra ­
d a S e th ’in k ö p e ğ in in g ö m ü lü o ld u ğ u y e re A n n a b ir ağaç
d ik m işti. B udala, sadık ve h e p si ta ra fın d a n ç o k se v ile n b ir
k öp ek ti.
“B en S e th ’im ,” diye m ırıld a n d ı. “U z u n z a m a n d ır b u ­
rada y o k tu m .”
O sırada b ir m o to r sesi d u y d u . L a stik le rin g ıc ırtıs ın d a n ,
b irin in , y asan ın o nayladığı h ız s ın ırın ı b ir kıl payı aşarak
virajı d ö n d ü ğ ü an laşılıy o rd u .

16
Seth bu anı belleğine kazımak için ağırdan aldı. Araba
kapısının kapanışına kulak verdi; sonra onun köpekle ko­
nuşan sesini dinledi.
Sonra ona baktı. Anna Spinelli Q uinn, araba kullanır­
ken rüzgârdan dağılmış kıvırcık, gür siyah saçları ve ku­
cağında arabadan çıkardığı alışveriş torbalarıyla, karşısında
duruyordu.
Anna köpeği kendisinden uzaklaştırmak için çaresizlik
içinde mücadele ederken Seth’in yüzünde kocaman bir
gülümseme belirmişti.
Anna, “Bu kuralı sana kaç kere öğreteceğim?” diyordu.
“Kimsenin üstüne atlamayacaksın. Özellikle de benim.
Hele tayyör giymişsem.”
Seth, “Şahane bir tayyör,” diye seslendi. “Ama bacakla­
rın daha güzel.”
Genç kadın başını kaldırdı, koyu kahverengi gözleri
büyüdü. Seth’e hoş geldin diyen bu gözlerde hem sevinç
hem de şaşkınlık vardı.
“Aman Tanrım!” Alışveriş torbalarının içindekileri
unutarak, hepsini birden arabanın içine fırlatıp ona doğru
koşmaya başladı.
Genç adam onu yakalayıp havaya kaldırdı, onunla bir­
likte döndü ve tekrar yere bıraktı. Anna’ya sıkı sıla sarılıp
yüzünü onun saçlarına gömdü.
“Seth, Seth.” Anna, çevrelerinde sıçrayarak dönüp du­
ran, üstlerine atlayan ve ikisi arasındaki bu duygusal anın
bir parçası olmak için elinden geleni yapan köpeğe aldır­
madan adamı kucakladı. “İnanamıyorum. Buradasın.”
“Ağlama.”
“Azıcık ağlayacağım. D ur sana bakayım.” Geri çekildi
ve genç adamın yüzünü avuçlarının arasına aldı. N e kadar

17
yakışıklı* diye d ü şü n d ü . N asıl da b ü y ü d ü . O n u n saçlarına
dokunarak, “Şunlara bak,” dedi,
“B iraz kestirm ek istiy o rd u m .”
“H o şu m a gitti.” G ü lü m sü y o rd u am a g ö zlerin d e yaşlar
vardı. “Sanatçılara özgü b ir tarz. H arik a g ö rü n ü y o rsu n .
Tek kelim eyle harika.”
“Ya senî Sen d ü n y an ın en güzel k a d ın ısın .”
“Yapma evladım .” B u rn u n u çekip başını salladı. “B u n ­
ları söyleyerek ağlam am ı en g elley em ezsin .” E liyle gözyaş­
larını sildi. “N e zam an geldin? R o m a ’da o ld u ğ u n u sanı­
y o rd u m .”
“O radaydım am a b u rad a o lm ak iste d im .”
“H a b e r verseydin seni k arşılardık.”
“Sürpriz yapm ak iste d im .” A n n a ’n ın alışveriş torba­
larım alm ak için arabaya d o ğ ru y ü rü d ü . “C a m tersanede
m i?”
“O rad a olm alı. T orbalan b e n alayım . S en k en d i eşyala­
rım içeri taşı.”
“O n la n daha so m a alın m . K evin’le Ja k e n ered e le r? ”
İkisi de eve gelm ek üzeredir. O ğ u lla rın d a n söz edilince
A nna saatine baktı. “B u g ü n g ü n le rd e n ne? A k lım başım­
dan gitti.”
“P erşem be.”
“H a, Kevin’in okul piyesi için provası var; Jak e de fut­
bol antrem anına gitti. Kevin ehliyet aldı; h e r zam anki gibi
ağabeyiyle atışıp d u ru y o r.” Ö n kapıyı açtı. “B ir saate kadar
gelirler. O n d an sonra buralarda h u z u r k alm az.”
Seth, h er şey aynı, diye d ü şü n d ü . D u v arların renginin
ya da eski kanepenin değişm iş, m asan ın ü stü n d e duran
lam banın yenilenm iş olm ası hiç ö n e m li değildi. H e r şey
aynıydı çünk ü Seth öyle hissediyordu.

tS
K öpek ayaklarının dibinde dolanıp durarak gittikçe
m utfağ a yaklaşıyordu.
A n n a başıyla m utfak masasını işaret ederek. “O tu r da
bana h e r şeyi anlat.” dedi. Salak, çoktan m asanın altm a
yayılm ış, b ir parça ipi neşe içinde kem irm ekteydi. “Şarap
ister m isin ?"
“E lb e tte isterim . Am a önce, bunları yerleştirm ene yar­
d ım ed ece ğ im .” A n n a'm n kaşları havaya kalkınca. S eth.
elin d e k ilo lu k b ir sü t şişesiyle kalakaldı. “N e var?"
“E sk id en , sıra çarşıdan alınanları yerleştirm eye geldi­
ğ in d e, sen d e dahil olm ak üzere herkesin ortadan kaybo-
lu v erd iğ in i h atırlad ım da...”
“Ç ü n k ü sen h e r zam an, h er şeyi yanlış yere koyduğu­
m u z u sö y le rd in .”
“Sizi m u tfa k ta n dışarı atm am için b u n u özellikle yapar­
d ın ız .”
“D e m e k anlam ıştın , öyle mi?"
“E rk e k le rim le ilgili h er şeyi anlarım . H içb ir şey g ö zü m ­
d e n k açm az, ahbap. R om a?da önem li b ir şey o ld u m u?"
“H a y ır.” S eth alışveriş torbalarını boşaltm aya devam
ed iy o rd u . H e r şeyin yerini biliyor. A n n a'm n m utfağının
d ü z e n in i h atırlıy o rd u . “Bir derdim yok. A nna."
A n n a, am a sıkıntılısın, diye d ü şü n d ü . A ncak b u n u ko­
n u şm a y ı so n ray a bıraktı. “G üzel b ir beyaz İtalyan şarabı
açacağım . B irer kadeh içeriz. O sırada sen d e bana başın­
d a n g eç e n h arik a şeyleri anlatırsın. Karşı karşıya O turup
k o n u şm a y alı yıllar geçm iş gibi.”
G e n ç ad am b u zd o lab ın ın kapısını kapatıp ona d ö n d ü .
“N o e f d e g elem ed iğ im için ü zg ü n ü m ."
“Ş ek erim , d u r u m u n u anlayışla karşıladık. O cakta sergi
açacaktın. H e p im iz seninle ö v ü n ü y o ru z, Seth. S m ith s c n i -
an dergisinin senin h akkında b ir yazı yayınladığı sayısın­
dan C am h erhalde yüz tane satın aldı. A v ru p a’yı k endisine
hayran bırakan A m erikalı g en ç re ssa m .”
S eth o m u z silkti. B u Q u in n ailesine ö z g ü tip ik b ir ha­
reketti. A n n a g ü lü m se m e k te n k e n d in i alam ad ı. “H aydi,
o tu r,” diye em retti.
“O tu racağ ım am a b en y o k k en n e le r o ld u ğ u n u anlat.
H erk es nasıl? N e yapıyorlar? Ö n c e se n a n la t.”
“T am am .” Şişeyi açtı. İki k ad e h çık ard ı. “B e n şu sırada
daha çok b ü ro d ak i işlerle u ğ ra şıy o ru m . S osyal h iz m e tle r ­
de bu tü r işler ço k fazla. B a şım ı kaşıyacak v a k tim y o k . A m a
elbet, sürekli çalışm ak k ad ar d o y u r u c u değ il. E h , e v d e iki
genç ço cu k da o lu n ca, sıkılacak z a m a n k a lm ıy o r. T e k n e işi
de çok iyi g id iy o r.”
O tu r d u ve S e th ’e k a d e h in i u z a ttı. “A u b r e y d e te rsa n e d e
çalışıyor.”
“Şaka y a p ıy o rsu n .” S e th o n u h a tırla y ın c a g ü lü m s e d i.
A u b rey o n a g erçek b ir kız k a r d e ş te n d a h a y a k ın d ı. “O n a ­
sıl?”
“H arik a. G ü z e l, akıllı, a z im li v e C a m ’e s o r a r s a n ahşap
işleri k o n u s u n d a b ir d ah i. S a n ır ım A u b r e y b a le r in o lm a k
istem ed iğ in i sö y le d iğ in d e G ra c e b ira z h a y a l k ır ık lığ ın a u ğ ­
radı am a ç o c u ğ u n u n b ö y le s in e m u t l u o l d u ğ u n u g ö rü n c e
in sa n ısrar e d e m iy o r. G ra c e v e E th a n ’in d iğ e r k ız la rı E m ily
ise a n n e s in in iz in d e .”
“A ğ u sto s s o n u n d a N e w Y o rk ’a g id e c e k m i ? ”
“İn sa n , A m e rik a n B ale T o p lu lu ğ u ile s a h n e y e ç ık m a
fırsatın ı h e r z a m a n b u la m a z . B u fırs a ta d ö r t e lle sa rılacak
elb et. Y irm i y aşın a g e lm e d e n b a ş b a le rin o la c a ğ ın a y e m in
ed iy o r. D e k e , b a b a s ın ın o ğ lu -se s siz , ak ıllı v e te k n e y le açıl­
d ığ ın d a o n d a n m u tl u s u y o k . B ir ş e y le r y e r m is in , ta tlım ? ”

20_________________________________________
“ H a y ır .” U z a n ı p e lin i o n u n k i n i n ü s t ü n e k o y d u . “ D e ­
v a m e t.”
“ P e k i ö y le y s e , d e v a m e d iy o r u m . P h il ş i r k e t in p a z a r la ­
m a v e p r o m o s y o n g u r u s u o lm a y a d e v a m e d iy o r. K e n d is i
d a h il, h iç b ir im iz , o n u n B a ltim o r e 'd a f a r e k la m ş i r k e t in d e n
a y rılıp , k e n t h a y a tın a v e d a e d e r e k k e n d is in i S a in t C h r i s ’e
g ö m e c e ğ in e ih tim a l v e r m iy o r d u k . A m a b ö y le o ld u . A r a ­
d a n o n d ö r t y ıl g e ç tiğ in e g ö re , b u n a g e ç ic i b i r h e v e s d i y e ­
m e y iz . N e w Y o rk ’ta k i d a ir e le ri d u r u y o r . S y b ill ise y e n i b i r
k ita p y a z ıy o r .”
“E v e t, o n u n l a k o n u ş t u m .” A yağıyla k ö p e ğ in b a ş ım o k ­
ş u y o r d u . “S ib e r u z a y d a o lu ş a n b i r to p lu lu k la ilg ili b ir şey.
İ lg in ç b i r k a d m . Ç o c u k la r n a s ıl? ”
“K e n d in e say g ısı o la n h e r g e n ç g ib i ç ılg ın la r. B r a m . g e ­
ç e n h a fta , C l e o a d ın d a b i r fa z a d e lic e â ş ık tı a m a ş u a n d a
u n u t m u ş o la b ilir. F io n a ’n m ilgi d u y d u ğ u k o n u l a r ise a lış­
v e riş ile e r k e k le r a ra s ın d a g id ip g eliy o r. E h . o n d ö r t y a ş ın ­
d a o l d u ğ u n u d ü ş ü n ü r s e k , b u d o ğ a l sa y ılm a lı."
“O n d ö r t ha! A m a n T a n rım . B e n A v r u p a 'y a g id e r k e n
d a h a o n u n c u d o ğ u m g ü n ü n ü k u tla m a m ış tı. S o n y ılla r ­
d a, o n la r ı a ra lık lı o la ra k g ö r d ü m a m a b u b ile y e te r li d e ­
ğ il... K e v in ’in a ra b a k u lla n d ığ ın a , A u b 'u n te k n e y a p tığ ın a ,
B r a n r i n f a z la r ın p e ş in d e d o la ş tığ ın a in a n a m ıy o r u m . H a ­
tı r lı y o r u m d a ...”
“N e h a tır lıy o r s u n ? "
“G r a c e 'in E m ily 'e h a m ile o ld u ğ u z a m a n ı h a tır lıy o r u m .
İlk d e fa ç e v r e m d e f a le rd e n b iri d o ğ u m y a p a c a k tı - d a h a
d o ğ r u s u , b iris i is te y e re k d o ğ u m y a p aca k tı. S a n k i a r a d a n
b e ş d a k ik a g e ç m iş g ib i. O y s a ş im d i E m ily N e w Y o rk 'a g i­
d iy o r. A n n a . n a sıl o lu y o r d a a ra d a n o n se k iz v ıl g e ç tiğ i h a l­
d e s e n h iç y a ş la n m ıy o rs u n ? "

21
“A h , se n i ö z le m iş im .” A n n a g ü l d ü v e o n u n e lin i tu ttu .
“B e n d e se n i ö z le d im . H e p i n i z i .”
A c ıs ın ı ç ık a rtırız . P a z a r g ü n ü b ü t ü n a ile y i b ir araya
to p lar, Q u i n n ’le re ö z g ü b ü y ü k v e g ü r ü l t ü l ü b i r e v in e hoş

g e ld in p a rtis i d ü z e n le r iz . B u h o ş u n a g id e r m i ? ”
“ H a r ik a o lu r .”
K ö p e k se v in ç li b ir se s ç ık a r d ı v e y e r i n d e n fırla y ıp ön
k ap ıy a d o ğ r u k o ş tu .
A n n a , “C a m e r o n g e ld i,” d e d i. “H a y d i g it, o n u k a rşıla .”
S e th , d a h a ö n c e b ir ç o k k e z y a p tığ ı g ib i ö n ta r a fa d o ğ r u y ü ­
r ü d ü v e tel k ap ıy ı açtı. Ö n b a h ç e d e , k ö p e ğ in a ğ z ın d a k i ip
p a rç a s ın ı k a p m a y a ç a lış a ra k o n u n l a o y n a y a n a d a m ı g ö rd ü .
H â lâ u z u n b o y lu , h â lâ a tle tik b i r v ü c u d a s a h ip ti. S a çların a
h afifçe a k d ü ş m ü ş t ü . İş g ö m l e ğ i n i n k o lla r ın ı d ir s e k le r i­
n e k a d a r k ıv ırm ış tı. K o t p a n t o l o n u ise y e r y e r a ğ a rm ıştı.
G ö z ü n d e g ü n e ş g ö z lü ğ ü , a y a k la r ın d a ise e s k i p ü s k ü N ik e
a y ak k ab ılar v a rd ı.
C a m e r o n Q u i n n elli y a ş ın d a y d ı.
S e th , o n u n la k a r ş ıla ş m a n ın h e y e c a n ıy la te l k a p ıy ı çar­
p a ra k d ışa rı ç ık tı. C a m e r o n b a ş ın ı k a ld ır ıp b a k tı v e şa şırd ı­
ğ ın ı b e lli e d e n te k şey, ip p a r ç a s ın ın p a r m a k l a r ı n ı n a ra sın ­
d a n k a y m ası o ld u .
O a n d a se ssiz c e b in le r c e k e lim e s ö y le n d i. M ily o n la rc a
d u y g u v e sa y ısız a n ıla r c a n la n d ı. S e th te k k e lim e s ö y le m e ­
d e n m e r d iv e n le r d e n in e r k e n C a m e r o n o n a d o ğ r u y ü r ü ­
y o r d u . K arşı k a rşıy a g e lin c e d u r d u la r .
C a m e r o n , “İ n ş a lla h k a p ıd a d u r a n o b e r b a t şe y kiralık
b ir a ra b a d ır,” d iy e sö z e b a ş la d ı.
“E v e t, ö y le . Ö n c e d e n h a b e r v e r m e d i ğ i m iç in a n c a k
b u n u b u la b ild im . Y arın o n u g e ri v e r ip b ir s ü r e C o r v e tte ı
k u lla n ırım d iy e d ü ş ü n d ü m . ”

22
C a m e r o n ’u ıı g ü lü m s e y iş i j i l e t g ib i k e s k in d i. “ O n u a n ­
c a k r ü y a n d a g ö r ü r s ü n , a h b a p . E ıı ç ılg ın r ü y a l a r ın d a ...”
“ B u r a d a k u lla n ılm a d a n d u r m a s ı n ın a n la m ı y o k .”
“ K ıç ık ır ık b ir r e s s a m ın o n u n a n tik a d i r e k s i y o n u n u n
b a ş ın a g e ç ip ih tiş a m ö z l e m i n i g id e r ir k e n a ra b a y a z a r a r
v e r m e s i n d e n iy id ir.”
“ M ey, b a n a a ra b a k u lla n m a y ı s e n ö ğ r e t m iş t in , u n u t ­
m a .”
“Ö ğ r e t m e y e ç a lış m ış tım . B ir k o lu k ır ık o la n d o k s a n
y a ş ın d a b i r k a d ın b ile b e ş in c i v ite si s e n d e n iyi k u l la n ı r .”
B a ş ın ı ç e v ir ip S e t h ’in k ira la d ığ ı a ra b a y a b a k tı. “K a p ım ın
ö n ü n d e k i b u y ü z k a ra sı, b u a la n d a ile r le m e k a y d e tm e d i ­
ğ in i g ö s te r iy o r .”
S e th , b ö b ü r l e n e r e k t o p u k la r ın ın ü s t ü n d e y a y la n d ı. “ İki
ay ö n c e M a s e r a t i ’y le d e n e m e s ü r ü ş ü y a p tı m .” C a m k a ş la ­
r ın ı k a ld ır d ı. “ D e f o l b u r a d a n .”
“Y ü z o n a k a d a r ç ık tım . Ö d ü m p a tla d ı.”
C a m g ü l d ü v e şe v k a tle S e th ’in k o lu n a v u r d u . S o n r a
iç in i ç e k ti. “S e r s e r i, s e r s e r i,” d iy e s ö y le n e re k k a r d e ş in i k u ­
c a k la d ı. “G e le c e ğ in i n e d iy e h a b e r v e r m e d i n ? ”
S e th , “A n i k a ra r v e r d im sa y ılır,” d iy e s ö z e b a ş la d ı. “ B u ­
ra d a o l m a k is te d im . S iz in y a n ın ız d a o lm a y a ih tiy a c ım v a r ­
d ı .”
“A n la d ık . A n n a h e rk e s i d a n a k ız a rtm a s ı y e m e y e ç a ğ ır­
m a k iç in te le f o n h a tla r ın ı k ilitle m e k le m i m e ş g u l? ”
“O la b ilir. P a z a r g ü n ü d a n a k ız a rtm a sı y iy e c e ğ im iz i s ö y ­
le d i.”
“İy i o lu r . Y e rle ştin m i? ”
“H a y ır. E şy a la rım a ra b a d a .”
“O iğ r e n ç şe y e arab a d e m e . G e l g id ip e ş y a la rın ı a la ­
lı m .”

23
“C a m .” S e th u z a n ıp o n u n k o l u n a d o k u n d u . “S ürekli
k a lm a k is tiy o r u m . B irk a ç g ü n y a d a b ir k a ç h a f ta iç in g ek
m e d im . K a lm a k is tiy o r u m . K a la b ilir m i y i m ? ”
C a m g ö z l ü ğ ü n ü ç ık a rd ı. D u m a n r e n g i g ö z le r iy le kar­
d e ş in in g ö z le r in in iç in e b a k tı. “N e y i n v a r s e n in ? N e d e n
s o r u y o r s u n ? B e n i s in ir l e n d i r m e y e m i u ğ r a ş ı y o r s u n ? ”
“S e n i s i n i r l e n d i r m e k iç in u ğ r a ş m a m a h i ç b i r z a m a n ge­
r e k o lm a d ı. S e n in s i n i r l e n m e n iç in k i m s e n i n u ğ ra şm a sı
g e re k m e z . Z a t e n s in ir l e n m e y e h a z ır s ın . H e r n e y s e , ü s tü ­
m e d ü ş e n i y a p a r ım .”
“S e n h e r z a m a n ü s t ü n e d ü ş e n i y a p a r s ın . Z a t e n o ç irk in
s u r a n n ı ö z le m iş tik .”
İk isi b ir lik te S e th ’in e ş y a la rım a l m a k ü z e r e a ra b a y a d o ğ ­
r u y ü r ü r le r k e n , g e n ç a d a m , C a m e r o n Q u i n n ’d e n b u n d a n
iyi b i r k a rş ıla m a b e k le n m e y e c e ğ in i d ü ş ü n ü y o r d u .

O d a s ın a d o k u n m a m ış la r d ı. Y ılla r i ç i n d e b a z ı d e ğ işild i­
le r o lm u ş , d u v a r la r ın r e n g i d e ğ iş m iş , y e r d e k i h a lı y e n ile n ­
m işti. A m a y a ta k a y n ıy d ı. B ir z a m a n l a r iç i n d e u y u d u ğ u ,
r ü y a g ö r d ü ğ ü v e u y a n d ığ ı y a ta k tı.
Ç o c u k k e n , B u d a la ’y ı g iz lic e iç in e a ld ığ ı y a ta k tı.
Ve a r tık b i r e r k e k o l d u ğ u n a k a r a r v e r d iğ in d e , Alice
A lb e r t’i k im s e y e d u y u r m a d a n iç in e a ttığ ı y a ta k tı.
C a m ’in B u d a la ’y ı y a ta ğ ın a a ld ığ ı n d a n h a b e r i o ld u ğ u n u
a n la m ış v e acab a A lic e ’i d e b iliy o r m u d iy e h e p m e r a k et­
m iş ti.
B a v u lu n u y a ta ğ ın ü s t ü n e a ttı. S y b ill’in o n b ir in c i yaş
g ü n ü n d e o n a h e d iy e e ttiğ i e s k i b o y a ta k ım l a r ın ı E th a n ’in
u z u n z a m a n ö n c e y a p tığ ı ç a lış m a m a s a s ın ın ü s t ü n e koy­
du.
S tü d y o o la ra k k u lla n a c a k b i r a la n b u lm a lıy ım , diye

24
d ü ş ü n d ü . H a v a la r iyi g ittiğ i s ü re c e d ış a rıd a ç a lış a b ilird i.
B u n u z a te n te r c ih e d e rd i. A n c a k tu v a lle r in i v e b o y a la r ı­
n ı k o y a c a k b ir y e re ih tiy acı v a rd ı. B e lk i b ir k a y ık h a n e n in
d e p o s u n a k o y a b ilird i a m a b u u z u n v a d e li b ir ç ö z ü m o la ­
m a z d ı.
O y s a , o n u n p la n la rı u z u n v a d eliy d i.
Ş im d ilik , y e te ri k a d a r y o lc u lu k y a p m ış, h a y a tın ın s o n u ­
n a k a d a r y e te rli o la c a k say ıd a y a b a n c ıy la b ir lik te y a ş a m ıştı.
B ir z a m a n la r b u r a d a n g itm e y e v e te k b a ş ın a k a lm a y a ih t i­
yacı v a rd ı. Ö ğ r e n m e k v e b ü t ü n b e n liğ iy le re sim y a p m a k
is tiy o rd u .
F lo ra n s a ’d a o k u la g itm iş, P a ris 'te ç a lış m ış tı. İ rla n d a v e
İsk o ç y a ’n ı n d a ğ la rın d a d o la ş m ış , C o m w a ll s a h ille r in d e k i
k a y a la rın ü z e r i n d e n d e n iz i s e y re tm iş ti.
G e n e llik le u c u z v e ra stg e le y a şa m ıştı. B o y a s a tın a lm a k ­
la y e m e k y e m e k a ra s ın d a se ç im y a p m a s ı g e re k tiğ in d e ise
aç g e z m iş ti.
D a h a ö n c e d e aç k ald ığ ı o lm u ş tu . B u iş in e y a ra m ış tı.
K a r n ın ın t o k s ır tın ın p e k o lm a s ın ı sağ lay an , b u n a ö n e m
v e r e n b i r in i n o lm a y ış ın ın n e d e m e k o ld u ğ u n u u n u t m a ­
m a y a k a ra rlıy d ı.
İç in d e k i Q u i n n , b ü t ü n te h lik e le ri g ö z e a la ra k s e ç tiğ i
y o ld a ile r le m e s in i sa ğ lam ış o lm a lıy d ı.
R e s im d e f te r in i ç ık a rd ı. K a ra k a le m in i v e b o y a k a le m ­
le r in i m a s a n ın ü s tü n e k o y d u . F ırç ay ı te k r a r e lin e a lm a d a n
ö n c e , b i r s ü r e k a ra k a le m ç a lışm a la rı y ap aca k tı.
O d a n ı n d u v a r la rın d a esk i r e s im le r in d e n b irk a ç ı asılıy ­
d ı. C a m o n a çe rç e v e y a p m a y ı ö ğ re tm iş ti. S e th r e s im le r d e n
b ir in i in c e le m e k iç in d u v a r d a n in d ird i. A c e m i v e d e n e ­
y im s iz ç iz g ile r u m u t v ericiy d i.
A m a b u r e s im d e ç o k d a h a fazla b ir se v v a rd ı. O b i r h a ­
y a t v a a t e d iy o r d u .
O n la r ı n e g ü z e l y a k a la m ış ım , d iy e d ü ş ü n d ü . C a m ’in i|q
e lin in b a şp a rm a k la rı c e p le r in in k e n a r la rın a ta k ılıy d ı. M ey,
d a n o k u r g ib i b ir h a li v a rd ı. P h illip ise h e r z a m a n k i gibj
şık tı -n e r e d e y s e s o k a k la rd a k i b itir im le r e k a y a n b ir zarafeti
v a rd ı. E t h a n ’a g e lin c e , ü s tü n d e iş t u l u m u v a rd ı. T ıp k ı ba~
ta k lık la rd a b ü y ü y e n k ız ıla ğ a ç la r g ib i d a y a n ık lı, a klı başında
v e sa ğ la m g ö r ü n ü y o r d u .
O n la r la b ir lik te k e n d is in i d e ç iz m iş ti. O n y a şın d a ­
ki S e th , d iy e d ü ş ü n d ü . Z a y ıf, d a r o m u z l u , k o c a ayaldi ve
- k o r k u d a n d a h a acı b ir d u y g u y u s a k la m a k iç in - ç e n e s i ha­
v ad a.
B u d u y g u u m u ttu .
S eth, kara k alem le e b e d ile ş tirilm iş b ir an , diye d ü şü n ­
d ü . H a y a tta n b ir an. B u re s m i ç iz m e k le , o n la rd a n biri ol­
d u ğ u n a in a n m a y a b aşlad ığ ın ı g ö s te riy o rd u .
B ir Q u in n .
R e sm i te k ra r d u v a ra a sa rk e n , “Q u i n n ’le r d e n b irin e bu­
laşırsan, h ep siy le b ir d e n u ğ ra ş m a k z o r u n d a k a lırsın ,” diye
m ırıld a n d ı.
D ö n ü p b a v u lla rın a b a k tı v e acab a A n n a ’y ı k a n d ırıp ba­
v u lları b o şa ltm a s ın ı v e iç in d e k ile ri y e r le ş tir m e s in i sağlaya­
b ilir m iy im , d iy e d ü ş ü n d ü .
H iç ü m id i y o k tu .
“S e la m !”
K apıya b ak tı v e k a rş ıs ın d a K e v in ’i g ö r ü n c e y ü z ü aydın­
lan d ı. H iç d e ğ ilse b a v u lla rı b o ş a ltır k e n , y a ln ız olm ayacak­
tı.
“S e la m , K ev.”
“D e m e k d ö n d ü n , ö y le m i? S ü re k li k a la c a k m ıs ın ? ”
“Ö y le g ö r ü n ü y o r .”
“G ü z e l.” K ev in o d a y a g irip y a ta ğ ın ü s t ü n e ç ö k tü ve

26
a yaklarını b a v u lla rd a n b irin in ü s tü n e k o y d u . “A n n e m b u
işe ç o k sev in m iş. B u evde a n n e m m u tlu o lu rsa , h e rk e s
m u tlu o lu r. B elki b u h afta s o n u arab asın ı k u lla n m a m a b ile
iz in v e re b ilir.”
“S ana y a ra rım d o k u n u rs a se v in irim .” K ev in ’in ayakları­
n ı b a v u lu n ü z e r in d e n itip fe rm u a rı açtı.
A n n e s in e b e n ziy o r, diye d ü ş ü n d ü . S iyah k ıv ırc ık saçlar
v e İta ly a n la ra ö z g ü k o c a m a n gözler. S e th , k ız la r o n u n iç in
d e li o lm a y a b a şla m ıştır, diye d ü ş ü n d ü .
“O k u l p iy e si n a sıl g id iy o r?”
“İyi. M ü k e m m e l. B a tı Y a k a s ın ın H ik â y e s i. B en T ony ro-
lü n d e y im .”
S eth, bav u ldan aldığı göm lekleri çekm eceye gelişigüzel
ko ydu . “S eni öldürüyorlar, öyle değil m i?”
“E v et.” K evin kalbinin ü stü n e elini bastırdı ve ü rp e rir
gibi yaptı. S o n ra d o ğ ru ld u . “H arika! B en ö ld ü rü lm e d e n
ön ce şu v u rd u lu kırdılı dövüş sahnesi var. G österi gelecek
hafta. G elirsin , değil m i?”
“Ö n sıran ın ortasın d a yer isterim , ahbap.”
“Lisa M a x d o n ’a d ikkat et. M aria’yı oynuyor. T am b ir
bebek . B ir iki aşk sah n em iz var.” Sonra, göz kırparak, “Bir­
ç o k k ez b u sa h n e n in provasını yaptık,” diye ekledi.
“S an at için h e r şey yapılır.”
K ev in lafı d eğiştirdi, “Evet. Peki, A vrupa’daki piliçler­
d e n söz e t bana. G ü zeller m i, ha?”
“Y anıp tu tu ş m a k istiyorsan onlara yaklaş. R o m a’da
A n n a -T h e re s a ad ın d a b ir kız v ard ı.”
“İki ism i o la n b ir kız desene!” K evin ellerin i ateşe faz­
la y ak laştırm ış gibi p arm ak ların ı aşağı d o ğ ru salladı. “Ç if t
isim li kızlar ç o k seksi o lu r.”
“B ilm ez m iy im ? B u kız k ü ç ü k b ir lo k an tad a çalışıyor­
d u . M a k a m a servisi yapışı g ö rü lecek şeydi.”
“Ö y le m i? O n u n l a ilişk in o ld u m u ? ”
S e th , K e v in ’e acıy arak b ak tı. “L ü tf e n d ik k a tli konuş
K arşın d a k im v a r s a n ıy o rs u n ? ” K o t p a n to lo n la r ın ı başka
b ir ç e k m e c e y e k o y d u . “S açları p o p o s u n a k a d a r geliyordu.
P o p o s u n a d a d iy e c e k y o k tu d o ğ r u s u . G ö z le r i e rim iş çiko­
lata g ib iy d i. A ğzı ise d o y m a k b ilm i y o r d u .”
“O n u n ç ıp la k r e s m in i y a p tın m ı? ”
“B ir d ü z in e k a d a r esk iz y a p tım . Ç o k d o ğ a ld ı. R a h a ttı ve
h iç u ta n m ıy o r d u .”
“B e n i ö ld ü r e c e k s in b e a d a m .”
“Ve g ö r d ü ğ ü m e n ...” E lle r in i g ö ğ s ü n ü n h iz a s in a getire­
re k k ız ın g ö ğ ü s le rin i ta r i f e tm e k ü z e r e y k e n , s ö z ü n ü “şaşır­
tıcı k işiliğ e s a h ip ti,” d iy e b itird i. “ S e la m , A n n a .”
A n n a s e rt b ir sesle, “S a n a tta n m ı s ö z e d iy o r s u n u z ? ” diye
s o rd u . “K ü ltü r e l d e n e y im l e r in d e n b ir k ıs m ın ı K evin’le
p a y la ş m a n n e b ü y ü k in c e lik .”
“E h ... şey ...” A n n a ’n ı n S e th ’e y ö n le n d ir d iğ i alaycı te­
b e s s ü m h e r z a m a n g e n ç a d a m ın d i lin in d o la ş m a s ın a ne­
d e n o lm u ş tu . K o n u ş m a k ta n s a , m a s u m m a s u m sırıtm ayı
te r c ih e tti.
“A m a b u a k ş a m k i s a n a t v e k ü l t ü r s o h b e ti b itti. Kevin,
s a n ırım s e n in ö d e v in v a r d ır .”
“D o ğ r u . H e m e n b a ş lıy o r u m .” T a rih ö d e v in i oradan
k a ç m a k iç in b ir b a h a n e o la r a k g ö r e n K e v in , h e m e n sıvıştı.
A n n a o d a y a g ird i. S e th ’e b a k a ra k , ta tlı b i r se sle, “Sen­
c e ,” d e d i, “s ö z ü n ü e ttiğ in g e n ç h a n ım b i r ç ift m e m e y e in­
d ir g e n m e k te n h o ş la n ır m ıy d ı? ”
“A h ... g ö z le r in d e n d e b a h s e ttim . N e r e d e y s e seninkiler
k a d a r g ü z e l g ö z le ri v a r d ı.”
A n n a aç ık ç e k m e c e d e n b ir g ö m le k a lıp k a tla d ı. “Bu
s ö y le d ik le r in le b e n i k a n d ır a c a ğ ın ı m ı s a n ıy o r s u n ? ”

28
“H ay ır. B elki y alv arm ak işe yarayabilir. L ü tfe n b e n i
ü z m e . E ve d a h a y en i g e ld im .”
A n n a ç e k m e c e d e n b ir g ö m le k d ah a aldı ve katladı. “K e-
v in o n altı y aşın d a. Ş u an d a e n ç o k çıp lak k ad ın g ö ğ ü sle riy ­
le ilg ile n d iğ in i ve n e k ad ar ç o k sayıda m e m e y e d o k u n u r s a
o k a d a r m u tlu olacağ ın ı b iliy o ru m .”
S e th y ü z ü n ü b u r u ş tu r d u . “Yeter, A n n a !”
A n n a k o n u şm a y a d ev am etti: “B u eğ ilim in e rk e k le rin
ö m ü r le r in in so n u n a kad ar s ü r d ü ğ ü n ü n d e fa rk ın d a y ım
- d ile rim z a m a n la d ah a u y g ar hale gelip k o n tro l altın a alı­
n ıy o r d u n ”
“B ak san a, T o sk an a’da çizd iğ im bazı d oğa m a n z a ra la rın ı
g ö r m e k iste r m is in ? ”
“Ç e v re m d e sad ece e rk ek ler var.” İçin i çek erek , ç e k m e ­
c e d e n b ir g ö m le k d ah a çık ard ı. B u eve a d ım ım ı a ttğ ım d a n
b e ri b ö y le. A m a sayıca fazla o lm a n ız g e re k tiğ in d e kafaları­
n ız ı b ir b ir in e v u r m a m a en g el teşkil etm e z . A n laşıld ı m ı? ”
“E v e t, e f e n d im .”
“G ü z e l, şim d i d o ğ a m an zaraların ı g ö ste r.”

D a h a so n ra el ayak çek ilip ev sessizleştiğ in d e ve ay d e ­


n iz in s u la rın a y an sıd ığ ın d a, A n n a C a m ’i arka b a lk o n d a
b u ld u . D ışa rı çık ıp o n u n y an ın a gitti. C a m k o lu n u o n u n
o m z u n a attı ve g e cen in se rin liğ in d e n k o ru m a k iste r gibi
o m z u n u ovaladı. “H e rk e si y e rin e y e rle ştird in m i? ”
“B e n im işim b u . B u g ece hava serin. G ö k y ü z ü n d e k i y ıl­
d ızlara b ak tı. “U m a r ım p azar g ü n ü d e hava açık o lu r,”d e d i.
S o n ra y ü z ü n ü k o casın ın g ö ğ sü n e yasladı. “A h C a m .”
“B iliy o ru m .” C a m , g en ç k ad ın ın saçlarını okşadı, y a n a ­
ğ ın ı o n u n b aşın a dayadı.
“O n u m u tfa k m asasın d a o tu ru rk e n g ö rm e k , K ev in ’le ve

29
o aptal köpekle güreştiğini seyretmek öyle zevkli ki. Hatta,
Kevin e çıplak kadınlardan söz ettiğini duymak bile...”
“Hangi çıplak kadınlardan?”
Anna güldü ve ona bakıp başını salladı. “Sen tanımaz­
san. Hemeyse, onun eve dönmüş olması harika bir şey.”
“Döneceğini sana söylemiştim. Q uinn’ler daima yuva­
ya dönerler.”
“Sanırım haklısın.” Genç adamı öptü. Dudakları sıcak
ve uzun bir öpüşle birleşti. Anna elini uzatıp davetkâr bir
biçimde onun poposunu okşadı. “Haydi yukarı çıkalım.
Seni de yerine yerleştirip uyutayım.”
İki

K a lk v e c a n la n , a h b a p . B u ra s ı u c u z b ir o te l d e ğ il.”
S e th , b u n e ş e li v e a c ım a sız sesi d u y u n c a h o m u r d a n d ı.
Y ü z ü k o y u n d ö n ü p b a ş ın ı y a s tığ ın altın a s o k tu . “G it b a ­
ş ım d a n . M ü m k ü n o ld u ğ u k a d a r u zağ a g it.”
“B u r a d a k a ld ığ ın s ü re c e ö ğ le n e k a d a r u y u y a c a ğ ın ı sa­
n ıy o r s a n , te k r a r d ü ş ü n m e n i tav siy e e d e r im .” C a m , b ü y ü k
b i r z e v k le y a s tığ ı o n u n b a ş ın ın a ltın d a n ç ek ti. “F ırla !”
S e th t e k g ö z ü n ü a ç a v e y a ta ğ ın y a n ın d a k i sa ate b a k tı.
H e n ü z y e d i b ile o lm a m ış tı. Y ü z ü n ü te k r a r y atağ a g ö m d ü
v e İta ly a n c a k a b a b i r k ü f ü r sa v u rd u .
“B u n c a y ıld ır S p in e lli’y le y aşad ığ ım ı u n u tm a . B u sö ­
z ü n ‘k ıç ım ı y e ’ d e m e k o ld u ğ u n u b ilm e d iğ im i sa n ıy o rs a n ,
y a ln ız te m b e l v e u y u ş u k d eğ il, ay n ı z a m a n d a a p ta ls ın d a .”
C a m , s o r u n u ç ö z m e k iç in ç a rşa fla n ç e k ip ald ı v e S e th ’i
a y a k b ile k le r in d e n tu ta r a k y ata k ta n d ış a n , y e re s ü rü k le d i.
“A lla h k a h re ts in ! A lla h k a h r e ts in ! ” Ç m lç ıp la k tı. D irse ğ i
m a s a y a ç a r p m ış s ız lıy o rd u . S e th ö fk e saçan g ö z le rle in fa z
m e m u r u n a b a k ıy o rd u . “N e y in v a r se n in ? B u ra sı b e n im
o d a m . K e n d i y a ta ğ ım d a u y u m a y a ç a lış ıy o ru m .”
31
“Ü stüne bir şeyler giy. Arka bahçede seni bekleyen bir
iş var.”
“Allah kahretsin! İnsanin üstüne saldırmadan önce yir­
mi dört saat süre verebilirdin.”
“Oğlum, ben senin üstüne daha on yaşındayken saldır­
dım ve sana yapacaklarım henüz bitmiş sayılmaz. İşim var,
hemen harekete geçsek iyi olur.”
“Cam.” Anna, elleri belinde, oda kapısının önüne gel­
mişti. “Sana onu uyandırmanı söyledim. Yere sermeni de­
ğil."
“Aman Tanrım!” Seth utancından ne yapacağını şaşır­
mıştı. Çarşafı Cam 'in elinden çekip aldı ve beline sardı.
“Aman Tanrım, Anna! Çıplağım.”
Anna, “O zaman giyin,” dedi ve yürüyüp gitti.
Cam giderken, “Arka tarafa,” dedi. “Beş dakika içinde
orada ol.”
“Tamam, tamam, tam am .” Seth, kot pantolonunu gi­
yerken, bazı şeyler hiç değişmiyor, diye düşündü. Altmış
yaşında da olsa, bu evde yaşadığı sürece, C am onu, on iki
yaşındaymış gibi sürükleyerek yataktan çıkaracaktı. Çek­
meceden, göğsünde Maryland Üniversitesi yazan, eski
püskü bir tişört aldı. Odasından çıkarken tişörtü başından
geçirmeye çalışıyordu.
Eğer sıcak ve taze kahve hazır değilse kıyameti kopara­
caktı.
“Anne, ayakkablanmı bulam ıyorum .”
Seth, merdivenlerin başına gelmişti. Yan gözle Jake’in
odasına baktı.
Anna, “Ayakkabıların burada,” diye seslendi. “Mutfağın
ortasında duruyorlar. Oysa, yerleri burası değil.”
“O ayakkabılar değil, anne! Ö te k i ayakkabılar.”

32
“ K ıçın ı k a ld ır d a ara. A k lın ı b aşına topla, o ğ lu m .” B u
tavsiy e K e v in ’in o d a sın d a n gelm işti.
J a k e , “S e n k e n d i k ıçın a b ak .” diy e tısladı. “S e n in kafan
b e lin d e n aşağ ıd a.”
E ğ e r saat sa b a h ın y ed isi o lm asay d ı, aile için d ek i b u o la ­
ğ an k o n u ş m a la r k arşısın d a S eth g ü lü m se rd i. O y sa, d irseğ i
z o n k lu y o r d u . Ü s te lik k afein k riz in e g irm e k ü zerey d i.
A s ık b ir su ra tla m e rd iv e n le rd e n in e rk e n . “İk in iz in d e
c a n ı c e h e n n e m e ,” d iy e h o m u rd a n d ı.
M u tf a ğ a g irin c e . A n n a ’ya, “C a n r i n nesi v ar?” diy e so r­
d u . K a h v e v a r m ı? B u ev d e n iç in h e rk e s u y a n ır u y a n m a z
b a ğ ırm a y a b a şlıy o r? ”
“C a m s e n i d ışa rıd a b ek liy o r. E vet, y a rım sü ra h i k ah v e
s e n i b e k liy o r. B u e v d e h e rk e s u y a n ır u y a n m a z b a ğ r m a y a
b a ş la r ç ü n k ü y e n i g ü n ü b ağ ırara k k arşılam ak tan h o şla n ı­
y o r u z .” B e y az s e ra m ik b ir b ard ağ a kahve k o y d u . “K ahval­
tıd a y a ln ız o lacak sın . E rk e n d e n to p la n tım var. S u ra t asm a.
S e th . G e lir k e n d o n d u r m a g etiririm ."
Y en i g ü n n is p e te n d a h a a y d ın lık g ö rü n m e y e b aşlam ıştı.
“R o c k y R o a d m a rk a m ı? ”
“E v e t, R o c k y R o a d . Jak e! A yakkabılarını b ir a n ö n c e
b u r a d a n a lm a z s a n , o n la rı, y em esi için k ö p eğ e v e re c e ğ im .
S e n d e C a n r i n y a n m a g it, S eth . B u sa b ah keyfî y e rin d e .
S in ir le n m e s in .”
“E v e t, d o ğ r u . B e n i y a ta ğ ım d a n d ışa rı s ü r ü k le r k e n p e k
k ey ifli g ö r ü n ü y o r d u .” S e th , b u n u sö y le d ik te n s o n ra telaşla
m u tf a k k a p ıs ın d a n çık tı.
İşte h e p s i o ra d a y d ı. A ş a ğ y u k arı, S e th 'in o n la n y ıllar­
ca ö n c e ç iz d iğ i g ib iy d iler. C a m 'in e lle rin in b a şp a rm a k la rı
p a n t o l o n u n u n c e p le rin e takılıydı. P h illip ta k ım elb ise si­
n i n iç in d e h e r z a m a n k i gibi şıktı. E th a n , b a şm a esk i s o lu k

33
b ir k ep g iy m işti. Y an lard an g ö rü n e n saçları d ağ ın ık tı. Seth
k a h v esin i y tıd u m lu y o rd ıı. Y ü re ğ i ağ zın a geldi, “lic ııi b u .
n u n için m i y a ta ğ ım d a n ç ek ip ç ık a rd ın ? ”
P h illip o n u k u c ak lad ı. “ H e p ay n ı u k a la lık !” Saçları
g ö z le riy le ay n ı re n k ti. A ltın re n g i. S e th ’in esk i k o t p a n to ­
lo n u y la tiş ö r tü n ü s ü z d ü . “A m a n T a n rım ! S an a h iç b ir şey
ö ğ re te m e m iş im , e v la t.” B a şın ı sallay a ra k S e th ’in d u n ıa n
re n g i tiş ö r tü n ü n k o lu n a p a rm a ğ ıy la d o k u n d u . “ İtalya’da
k a lm a n h iç b ir işe y a ra m a m ış . A ç ık ça b e lli o lu y o r.”
“G iy s ile r sad e c e ö r t ü n m e k iç in d ir, P h il. İn s a n ü ş ü m e ­
m e k ya d a ç ıp la k g e z iy o r d iy e tu tu k la n m a m a k iç in giyi­
n ir .”
P h illip , a a ç e k iy o r m u ş g ib i y ü z ü n ü b u r u ş tu r a r a k g eri­
y e d o ğ r u b ir a d ım a ttı. “N e r e d e y a n lış y a p tım a c a b a ? ”
“B e n c e g ö r ü n ü ş ü fe n a d e ğ il. B ira z zay ıf, o kad ar. Bu
n e ? ” E th a n S e th ’in s a ç ın ı ç e k ti. “ K ız saç ı g ib i.”
C a m , “D ü n g ece k ü ç ü k g ü z e l b ir at k u y ru ğ u vardı,”
d ed i. “Ç o k ta tlıy d ı.”
S eth , g ü le re k , “B a şla m a ,” d ed i.
E th a n , b ir k ah k a h a atarak , “S an a g ü z e l b ir p e m b e kur­
d e le a lırız ,” d e d i v e k o lla rın ı açıp k a rd e ş in e sarıld ı.
P h illip , k a h v e b a rd a ğ ın ı S e th ’in e lin d e n alıp b ir yudum
içti. “B u sab ah b u ra y a g e lip se n i p a z a rd a n ö n c e görm ek
is te d ik .”
“Sizi g ö r m e k ç o k g ü z e l. G e r ç e k te n ç o k g ü z e l.” C a m ’e
b ak tı. “B e n i y a ta k ta n ç ık a r m a k için ç e k iş tire c e ğ in e , herke­
sin b u ra d a o l d u ğ u n u s ö y le y e b ilir d in .”
“B ö y lesi d a h a e ğ le n c e li o ld u . A n la r s ın y a .” C a m topuk­
la r ın ın ü z e r in d e y a y la n d ı.
P h illip , “E v e t, ö y le ,” d iy e o n a y la d ı v e k a h v e bardağını
b a lk o n p a r m a k J ığ ın ın ü z e r in e k o y d u .
E th a n , y in e S eth ’in saçını çekti. “Evet, öyle.” S onra çe­
lik g ibi pençesiy le k ardeşinin k o lu n u yakaladı.
‘‘N e v ar?”
C a m sadece sırıtm akla yetindi ve S eth’in diğer k o lu n u
yakaladı. S e th ’in b u n u n ne d em ek o ld u ğ u n u anlam ası için
o n la rın g ö zlerin e bakm ası gerekm iyordu.
“Yok can ım . Şaka yapıyor olm alısınız, öyle değil m i?”
“B u n u n o lm ası gerek.” Seth, ellerinden k u rtu lm ak için
ç ırp ın m a y a b aşlam adan P hillip ayaklarını yakaladı. “B u
partal giy silerin ıslanm asından korkacak değilsin h e rh a l­
d e .”
O n u y akalam ış götürüyorlardı. Seth, sağa sola tekm e­
ler sav u rm ay a çalışırken, “Yapmayın!” diye bağırıyordu.
“C id d i sö y lü y o ru m . Su ço k soğuktur.”
S e th ’i iskeleye d o ğ ru taşırlarken, E than, "Belki de taş
gibi d ib e batar,” d edi. “G ö rü n ü şe bakılırsa, A vrupa’da ya­
şam ak o n u h a n ım evladı y apm ış.”
“H a n ım evladı ha! K ıçım ın kenarı!” O n la rın elinden
k u r tu lm a k için çırp ın ırk en , g ü lm em ek için çaba gösteri­
y o rd u . “Ü ç ü n ü z b ir o lu p , ancak beni yerim d en oynatabil­
d iniz. B ir avuç beceriksiz ihtiyar!” B ir yandan da, çelik gibi
p en çeleri var, diye d ü şü n ü y o rd u .
P h illip ’in kaşları havaya kalktı. "O n u ne kadar uzağa
fırlatab iliriz d ersin iz?”
C a m , “G ö receğ iz,” dedi. “Bir...” İskelede d u rm u ş S eth ’i
gittik çe d ah a hızlı sallıyorlardı.
“Sizi ö ld ü re c e ğ im .” S eth k üfiirler savuruyor, g ü lü y o r
ve b ir b alık gibi çrp ın ıy o rd u .
P h illip sırıtarak, “İki,” dedi. “N efesini tut, evlat.”
E th a n , “Ü ç . E v in e h oş geldin, S eth,” dedi ve ü ç ü b ir­
d e n o n u b o şlu ğ a d o ğ ru fırlattılar.

55
H a k lıy d ı. S u b u z g ib iy d i. C i ğ e r le r in i h a v a y la d o l d u r ­
m a m ış tı a m a b u z g ib i s u n e f e s in i k e s ti, k e m i k le r in e işled i.
S u y u n y ü z ü n e ç ık tığ ın d a tü k ü r ü y o r , s a ç la rın ı d ü z e ltm e y e
ç a lış ıy o rd u . A ğ a b e y le r in in k e y ifle b a ğ ı r t t ı k l a r ı n ı işitti. S a­
b a h g ü n e ş in in a ltın d a , is k e le n in ü s t ü n d e y a n y a n a d u r u ­
y o rla rd ı. E sk i b e y a z e v a r k a la r m d a y d ı.
B e n S e th Q u i n n , d iy e d ü ş ü n d ü . Y u v ay a d ö n d ü m .

S a b a h ın e r k e n s a a tin d e s u y a g ir m e k , u z u n u ç a k y o l­
c u lu k la r ın ın a r k a s ın d a n g e le n s e r s e m liğ i y o k e tm e y e y e t­
m iş ti. S e th , y a ta k ta n k a lk m ış o l d u ğ u n a g ö r e b a z ı işleri
b itirm e y e k a ra r v e r d i. B a lt im o r e 'a g id ip a ra b a y ı ia d e e tti.
S o n ra , b ir o to m o b il g a le r is in e g id e r e k u z u n u z u n p a z a r­
lık e d ip , arab ay ı iy ice d e n e d ik t e n s o n r a , g ü m ü ş r e n g i, ü s tü
a çılıp k a p a n a n s a ğ la m b ir J a g u a r ’ı n s a h ib i o l m a n ı n v e rd iğ i
g u r u rla S ah iF e d ö n d ü .
A ra b a n ın , M e m u r B e y h ız s ın ır ım a ş tığ ım iç in b a n a c e za k e ­

se r m is in iz , lü tfe n , d iy e b a ğ ır d ığ ın ı b iliy o r d u . A m a y in e d e
k e n d in i tu ta m a d ı.
E s e rle rin i sa tm a k , ik i y a n ı k e s k in b i r b ıç a k g ib iy d i. Y ap­
tığ ı h e r r e s im d e n a y r ılır k e n y ü r e ğ i n d e n b i r p a r ç a k o p u ­
y o r d u . A m a re s im le r i ç o k iy i s a tıy o r d u v e b u n d a n y a ra r­
la n m a k h a k k ıy d ı.
B ö b ü r le n e r e k , a ğ a b e y le r in in , y e n i a r a b a s ın ı g ö r ü n c e
k ıs k a n ç lık ta n ç a tla y a c a k la rım d ü ş ü n d ü .
Y avaşladı v e St. C r i s ’e sa p tı. D e n iz k ıy ıs ın d a k i b u k ü ­
ç ü k k a s a b a n ın k a la b a lık b ir r ıh tı m ı v e se ss iz so k a k la ­
rı v a rd ı. S e th iç in , b u r a s ı, b a şlı b a ş ın a b ir r e s im d i. S a in t
C r i s t o p h e f in , çe ş itli a ç ıla rd a n , s a y ıla m a y a c a k k a d a r ç o k
r e s m in i y a p m ıştı.
R ıh tım b o y u n c a u z a y ıp g id e n Ç a rş ı C a d d e s i’n in ü z e -

36
rin d e dük k ân lar ve lokantalar vardı. Yengeç avcıları hafta
so n la n buraya m asalar dizerek avlarını turistlere satm ak
için sergilerlerdi. E than gibi denizciler de gün boyunca
avladıkları balıkları buraya getirirlerdi.
Kasaba, bol yapraklı ağaçların gölgesindeki V iktorya tar­
zın d a inşa edilm iş evleri, dış yüzeyi ahşap kaplı k onutları
ve ku lü b eleriy le içeri do ğ ru u zanıyordu. E vlerin bahçeleri
bakım lıy d ı.
B u d ü zen li, hoş ve nostaljik hava, turistleri çekiyordu.
Kasabaya gelip dükkânları geziyor, lokantalarda yem ek yi­
y o r ve sahilde sakin bir hafta so n u geçirm ek için kasabanın
p a n siy o n la n n d a n b irine yerleşiyorlardı.
K asab an ın yerlileri, A tlantik O k y an u su ’n d a n esen se rt
rü zg ârla ra ve soya fasulyesi tarlalarını k u ru ta n kuraklığa
alıştık ları gibi, tu ristlerle b irlikte yaşam aya da alışm ışlardı.
K ö rfe z in k ap rislerin e b o y u n eğm eyi ve verdiği k ad arın a
razı o lm ay ı ö ğ ren d ik leri gibi.
C r a w f o rd ’u n d ü k k â n ın ın ö n ü n d e n geçerken gelişigü­
zel y a p ılm ış san d v içlerin i, dib i d elik d o n d u rm a k ü la h la rı­
n ı v e k asab a d e d ik o d u la n n ı hatırladı.
B u so k a k lard a bisik lete b in m iş, D a n n y ve W ill M c L e a n
ile y arışm ıştı. O n altı yaşını b itird iğ i yaz, C a m ’le b irlik ­
te o n a rd ık la rı C h e v y ’d e o n larla b era b e r g ezm işti. Ve -ilk
g e n ç liğ in d e v e ç o c u k lu ğ u n d a - şu şem siyeli m asalard a o tu ­
r u p , b ü t ü n k asaba ö n ü n d e n g eçerken, d ü n y a n ın b u n o k ta ­
s ın ın o n a b u k ad ar çekici g elen y a n ın ın n e o ld u ğ u n u b u l­
m ay a çalışm ıştı.
B u n u b u la m a m ış tı v e b u n d a n so n ra d a b u lacağ ın ı sa n ­
m ıy o rd u . R ıh tım a d o ğ ru y ü rü m e k için arab asın ı p a rk e tti.
Işığı, g ö lg e le ri, re n k le ri ve şekilleri in c e le m e k istiy o rd u .
K eşk e r e s im d e fte rim i g etirsey d im diye d ü ş ü n m e y e b a ş­
la m ıştı. ^
D ü n y a d a k i g ü z e llik le rin b o llu ğ u o n u s ü re k li şa şırtı­
y o rd u . O s e y re d e rk e n b ile g ö r ü n tü le r n asıl d e ğ iş iy o rd u .
G ü n e ş su y a b ir a n belli b ir b ir b iç im d e y a n s ırk e n , b ird e n
ışın ları g ü ç le n iv e riy o r ya d a b ir b u l u tu n a rk a sın a sa k lan ı-
v e riy o rd u .
Ya d a şu rad a, d iy e d ü ş ü n d ü , şu k ü ç ü k k ız ın y a n a ğ ın ın
k ıv rım ı m a rtıla ra b a k m a k iç in b a ş ın ı k a ld ırd ığ ın d a , nasıl
d eğ işiv eriy o r. G ü l ü ş ü n ü n a ğ z ın ı b iç im le n d iriş i ya d a p ar­
m a k la rın ı m u tla k b ir g ü v e n le a n n e s in in a v c u n u n iç in e te s­
lim ed işi, n e m u h te ş e m . B ü tü n b u n la r d a n e b ü y ü k b ir güç
vardı.
O ra d a d u r u p , m av i su la ra a ç ılm a k ta o la n b ir te k n e y i
sey retti. R ü z g â rın e tk isiy le y e lk e n le r i n a sıl d a a ç ılıv e rm iş-
ti.
Y ine d e n iz e a ç ılm a k iste d iğ in i fa rk e tti. D e n iz le b ü tü n -
leşm eliy d i. B elki A u b r e y ’i k a n d ırıp , k e n d is in i b irk a ç saat­
lik b ir te k n e g e z in tisin e ç ık a rm a s ın ı sa ğ la y a b ilird i. B irkaç
y ere d a h a u ğ ra d ık ta n s o n ra , te rs a n e y e g id ip A u b r e y ’i k a­
çırm ay ı d e n e y e c e k ti.
A rab asın ın y a n ın a d ö n e r k e n , b ir y a n d a n d a g ö z le riy le
cad d ey i ta rıy o rd u . B ir d ü k k â n ın ü s tü n d e k i y azı d ik k a tin i
çekti. T o m u rc u k ve K o n c a . B ir çiç e k ç i d ü k k â n ı. B u y e n iy ­
di. D ü k k â n a y ak laşın ca, v itr in in h e r iki y a n ın d a asılı olan
neşeli saksıları g ö rd ü . C a m e k â n ın içi b itk ile r v e d a h a b ir
s ü r ü şeyle d o lu y d u . Y ok y o k tu . S e th , ak ıllıca se ç ilm iş şey­
ler, diy e d ü ş ü n d ü . Ü z e r i n d e n r e n g â r e n k ç iç e k le r fışk ıran ,
siyah b e n e k li b ey az b ir in e k h o ş u n a g itti.
Sağ alt k ö şe d e , ay n ı s ü s lü el y azısıy la, d ü k k â n ın sa h ib i­
n in adı y azılıy d ı. D r u s illa W h ite c o m b B a n k s .

B u adı ta n ım ıy o rd u . D ü k k â n ın g e ç e n y ılın e y lü l a y ın ­
da açıldığı y azılıy dı. S e th , d ü k k â n s a h ib in i h a y a lin d e yaşlı

38
h u y su z b ir d u l olarak can lan d ırd ı. Beyaz saçlı o ld u ğ u n a
karar v erd i. Ç iç e k d esenli kolalı bir elbise ve o n a u y g u n
ayakkabılar giyiy o rd u . A ltın b ir zin cire takılı o lan k ü ç ü k
o k u m a g ö zlü ğ ü b o y n u n d a sallanıyordu.
K ocasıyla birlik te hafta so n larını St. C h r ıs ’te g eçirirler­
di. A d am ö lü n c e k adın bol para ve bol zam an la kalakal-
m ıştı. B öylece bu ray a taşınıp, h em kocasıyla b irlik te hoşça
v ak it g eçird iğ i b ir y erd e olm ak , h e m de yıllar b o y u n ca gizli
gizli ö z le m in i çektiği b ir işi yapabilm ek için k ü ç ü k çiçekçi
d ü k k â n ın ı açm ıştı.
B u h ik ay e S e th ’in Bayan W h ite c o m b B anks ve E m e s -
tin e ad ın d ak i k e n d in i b eğ en m iş k ed isin d e n -ev et o n u n
m u tla k a b ir kedisi olm alıy d ı - ho şlan m asın a yol açtı.
O n u v e h ay atın d ak i kadm lari m u tlu etm ey e k arar v erd i.
Ç iç e k le ri d ü ş ü n e re k kapıyı açtığında m in ik ç an ların çık ar­
d ığı sesi d u y d u .
D ü k k a n sa h ib in in b ir san atçının bakış açısına sahip o l­
d u ğ u n u d ü ş ü n d ü . Ç içe k le r b urada sadece çiçek değildi.
O n la r san k i b ir ressam ın tu v alindeki boyaydılar. D ü k k â n
sah ib i çiçek leri d ü z e n le rk e n onları boya gibi k u llan m ıştı.
D ü k k â n , re n k le rin akışı, şekillerin karışım ı ve m a lz e m e ­
n in çelişkisi için b ir tuval o lu ştu rm u ştu , içerisi S e th ’in
b ek led iğ i gibi d ü zen liy d i am a katı ve ru h su z değildi.
S eth , A n n a ’yla b irlik te yaşadığı yıllar içinde çiçek ler
h a k k ın d a p e k ço k şey ö ğ ren m işti. B u n e d en le, d ü k k â n
s a h ib in in , çiçekleri akıllıca d ü zen led iğ in i g ö reb iliy o rd u .
R e n g â re n k çiçek lerin arasına çeşit çeşit yeşil b itk iler ser­
p iştirilm işti.
O ra d a b u ra d a çeşitli aksesuarlar vardı.
S eth , y in e o garip k o m ik nesneler, diye d ü ş ü n d ü . H a y ­
ran o lm u ş tu . D ö k m e d e m ird e n dom u zlar, flü t çalan k u r ­
bağalar, ağ zın d an su fışkıran canavar suratlı fıskiyeler.
39
Vazolar v c saksılar, k u r d e le le r v e d a n te lle r , iç in e çeşit
çeşit o tla r e k ilm iş taşlar v e sa lo n b itk ile ri. M e k â n fazla b ü ­
y ü k d eğ ild i a m a iyi k u lla n ılm ış v e a k ıllıc a d ü z e n le n m iş ti.
‘K e ç i B a ş l ı A d a m ı n İ k in d is i ’ g ib i p e ri m a s a lla rın d a n a lın tıla r
d a k âğıtlara y azılıp aralara iliş tirilm iş ti.
D ü k k â n ın ız ç o k h o ş B ayan W h ite c o m b B a n k s , d iy e d ü ­
şü n d ü . C im r ilik e tm e d e n alışv e riş y a p a c a k tı.
U z u n te z g â h ın a rk a sın d a k i k a p ıd a n iç e ri g ir e n k a d ın
S e th 'in h ay alin d ek i y e te n e k li d u la h iç b e n z e m i y o r d u . A m a
hayalleri sü sley ecek b ir b a h ç e y e y ak ışacağ ı k e s in d i.
D u l b ayanı, m e le k le ri ya d a g iz e m li p r e n s e s le r i ç a ğ rış tı­
ra n b ir y a rd ım c ı b u ld u ğ u iç in ta k d ir e tti.
“Size y a rd ım c ı o lm a m ı is te r m is in iz ? ”
“A h , ev et."
S eth , in ce u z u n v e b ir g ü l g ib i b iç im li, d iy e d ü ş ü n d ü .
Saçı g e rçek siy ah tı. Ç o k k ısa k e s ilm iş o la n s a ç la rı b a ş ın ın
h arik a b iç im in i o rta y a ç ık a rıy o r v e g ü z e l e n s e s in i açık ta
b ırak ıy o rd u . G e n ç a d a m , b ö y le b i r saç k e s im i c e s a r e t v e
k e n d in e g ü v en i g ö ste rir d iy e d ü ş ü n d ü .
Y ü z ü n ü n ç e v re s in d e h iç b ir şe y o lm a d ığ ı iç in k ız ın fil­
dişi ren g i te n i b ey zi b ir tu v a l g ib i d u r u y o r d u . T a n rıla r o n u
keyifli b ir g ü n le rin d e y a ra tm ış o lm a lıy d ıla r. O n a , b a d e m
b iç im in d e b ir çift y o s u n y eşili g ö z v e r ir k e n , b u g ö z b e b e k ­
le rin in etra fın a k e h r ib a r re n g i b e n e k le r s e r p m iş le r d i.
B u m u k ü ç ü k v e d ü z d ü . A ğ zı g ö z le ri g ib i k o c a m a n ,
d u d ak ları d o lg u n d u . O n la r ı, in s a n ı b a ş ta n ç ık a r m a k iste r
g ibi, k o y u k ırm ız ıy a b o y a m ıştı.
Ç e n e s in d e m in ic ik b i r ç u k u r v a rd ı. S a n k i b u y ü z ü y a ­
ratan , e serin i b e ğ e n d iğ in i b e lli e t m e k is te r g ib i, o ra y a p a r­
m a ğ ın ın u cu y la d o k u n m u ş tu .
O n u n re sm in i y ap aca k tı. B u k e s in d i. H a t ta y a ln ız y ü ­

40
z ü n ü n d eğ il, b e d e n in in d e resm in i yapacaktı. O n u hay a­
lin d e, g ü l y ap rak ların ın ü stü n e u z a n m ış o larak c a n la n d ır­
dı. O g izem li m e le k gözleri m a h m u r am a etkileyiciydi.
D u d a k la rı, sanki biraz ö n ce rü y asın d a sevgilisini g ö rm ü ş
gibi h afifçe kıvrılm ıştı.
S e th o n u in celerk en kız g ü lü m se m e y i s ü r d ü r ü y o r ­
d u . A m a k aşların ın k o y u re n k k a n atlan b ird e n havalandı.
“P eki, size n asıl y a rd ım e d eb ilirim ?”
Ses g ü zeld i. G ü ç lü ve p ü rü z sü z d ü . G e n ç a d am o n u n
b u ra lı o lm a d ığ ın a karar verdi.
“Ç iç e k le rd e n başayalım ,” dedi. “Ç o k g ü zel b ir
d ü k k â n !”
“T eşek k ü rler. N e tü r b ir çiçek alm ak isterd in iz?"
“S ö y ley eceğ im .” T ezgâha dayandı. St. C h r is 'te b ira z
ç e n e ç a lm a k için d aim a vak it v ardır, diye d ü ş ü n d ü . “B u ra ­
da u z u n z a m a n d ır m ı çalışıy o rsu n u z?”
“A ç ıld ığ ın d a n b eri. E ğ er A n n e le r G ü n ü için d ü ş ü n ü ­
y o rsa n ız ...”
“H ay ır. O işi d ah a ö n ce h allettim . Siz b u ra lı d eğ ilsin iz.
Ş iv en iz...” S e th k o n u şu rk e n g enç k a d ın ın kaşları y e n id e n
havaya k alk m ıştı. “K ö rfezd en d eğilsiniz. B elki b iraz d a h a
k u z e y d e n .”
“B ild in iz. W ash in g to n lu y u m .”
“H a , şu m esele. D ü k k â n ın adı. T o m u rc u k v e K onca,
W h is tle r’d a n m ı? ”
K ız h e m şaşırm ıştı h e m d e karşısındaki a d a m m b u n u
n e re d e n b ileb ileceğ in i d ü şü n ü y o rd u . “E vet, öyle. B u n a ilk
d ik k at e d e n siz o ld u n u z .”
“A ğ ab ey lerim d en b iri b u gibi şeyleri ç o k iyi bilir. T am
h a tırla y a m ıy o ru m am a, san ırım , k oncayken n e k ad ar g ü ­
zelse, to m u rc u k hali d e o kadar k u su rsu z d u , gibi b ir şey­
d i.”
41
" R e s s a m ın b a ş y a p ıtı, o n a ç iç e k g ib i g ö r ü n m e l i - k o n ­
c a y k e n n e k a d a r g ü z e ls e t o m u r c u k h a li d e o k a d a r k u s u r ­
s u z ."
" E v e t ö y le . B e lk i d e b o y a la rla u ğ r a ş tığ ım iç in h a tır la ­
d ım ."
" D e m e k r e s s a m s ın ız , ö y le m i? " G e n ç k a d ın k e n d is i n e
s a b ır lı o lm a s ı, m ü ş te r i a lış v e riş e tm e y e k a r a r v e r e n e k a ­
d a r o n u b e k le m e s i g e re k tiğ in i h a tır la tıy o r d u . M ü ş t e r i l e r ­
le s o h b e t e tm e k , b u k a sa b a d a iş h a y a tın ın v a z g e ç ilm e z b ir
p a rç a s ıy d ı. K a fa sın d a o n u ç o k ta n ta r tm ış tı. Y ü z ü ta n ıd ık
g ib iy d i. M a s m a v i g ö z le r in d e k i ilg i ise s a m i m i g ö r ü n ü y o r ­
d u . S a tış y a p m a k iç in o n u n l a k ır ış tır a c a k d e ğ ild i e lb e t a m a
d o s tç a b ir s o h b e te itira z ı y o k tu .
St. C h ris 'c d o stça ilişk iler k u r m a k için g e lm işti.
O n u boyacı z an n ettiğ i için b ü tç e s in e u y g u n b ir a ra n j­
m an d ü şü n m e y e başladı. “B u ra la rd a m ı ç a lış ıy o rs u n u z ? ”
“Ş u an d a evet. B ir s ü re d ir b u ra d a y o k tu m .” S e th , g e n ç
k ad ın ın yarattığı bahçeyi y aşatm ak için n e k a d a r g ü ç s a r f e t­
m esi g erek tiğ in i d ü ş ü n ü y o rd u . E tra fın a b a k ın d ı. “D ü k k â n
sahibi b u ray a g eliy o r m u ? ”
“Ş im d ilik y aln ız ça lışıy o ru m v e d ü k k â n sa h ib i b e n im .”
G e n ç ad am o n a bakıp g ü lm e y e başladı. “H a y A llah , ta h ­
m in im d e tü m ü y le y a n ılm ışım . S izin le ta n ıştığ ım a m e m ­
n u n o ld u m , D ru silla W h itc c o m b B a n k s,” d e d i v e elin i
u zattı. “B en S eth Q u i n n .”
S eth Q u in n . G e n ç k ad ın d a o n u n h a k k m d a k i y an lış
ta h m in le rin i h e m e n d ü z e lte re k elin i u z a ttı. O n u b u ra la r­
d a g ö rm e m iş ti am a b ir d e rg id e re sm in i g ö r m ü ş o lm alıy d ı.
E ski k o t p a n to lo n u n a ve ren g i so lm u ş tiş ö r tü n e ra ğ m e n
b oyacı değ il ressam d ı -A vrupa'yı k e n d is in e h a y ra n b ırak an
b u ralı ço cu k .
â*S
“Eserlerinize hayranım,” dedi.
“Tefekkürler. Ben de sizin eserinize hayran oldum. Bel­
ki de sizi lata tutmakla işinize engel oluyorum. Ama vakti­
nizi aldığıma değdiğini göreceksiniz. Etkilemek istediğim
birkaç hanım var. Bana yardım edebilirsiniz.”
“Hanımlar mı? Birden fazla mı?”
“Evet, üç.” Aubrey’i düşünerek hemen düzeltti: “Ha­
yır, dört.”
“Resim yapmaya nasıl vakit buluyorsunuz, Bay Quinn?
Doğrusu merak ettim.”
“Seth deyin lütfen. Resim yapmaya nasıl mı vakit bulu­
yorum? İdare ediyorum."
“Bundan eminim.” Bazı erkekler daima idare ederler­
di. “Tek tip çiçeklerden oluşan buketler mi, aranjman mı,
yoksa saksı bitkileri mi istersiniz?”
“Hımm... güzel birer kutuda tek tip çiçekler. Daha ro­
mantik olmaz mı?” Zamanı ve mesafeyi hesapladı ve önce
Sybill’e uğramaya karar verdi. “Bir numara eğitimli, şık,
entelektüel ve pratik zekâlıdır ama yumuşacık bir yüreği
vardır. Sanırım gül ona uygundur.”
“Tâbii, eğer onu şaşırtmak istemiyorsanız-.”
<;>Şeth Dru’ya baktı.
“Haydi onu şaşıralım,” dedi.
“Bir dakika. Arka tarafta hoşunuza gidecek bir şey var.
Genç kadın arka kapıdan dışan çıkarken, Seth, burada
da hoşuma giden bir şey var, diye düşündü ve eliyle kalbi­
nin üstünü hafifçe okşadı.
Dükkânın içinde dolaşırken, Phillip, kızın üzerindeki
şeftali rengi ayyörün klasik çizgilerini beğenirdi, diye dü­
şündü. Ethan ise bu dükkânı tek başına idare etmenin güç­
lüklerini düşünerek ona yardım etmek isterdi. Ve Cam...
43
eh C an ı on a şöyle bir bakıp o tu z iki dişini g ö ste rerek sırı~
tırdı.
S eth ’te ü ç ü n d e n de bir şeyler vardı. G e n ç k ad ın kuca­
ğında bir d em ek patlıcan rengi eg zo tik çiçekle d ö n d ü . Yap­
rakları m u m d a n yapılm ış gibiydiler.
“Z a rif gösterişsiz ve seçkin çiçekler; re n k le ri de m u h ­
teşem ,” dedi.
“O n u can ev in d en v u r d u n u z .”
D ru p atlıcan rengi çiçekleri k o n i b iç im in d e b ir vazoya
koydu. “Evet, şim d i? ”
“Sıcak ve m o d ası geçm iş b ir k a d ın a m a o lu m s u z an lam ­

I da değil. G race’i d ü ş ü n ü n c e fa rk ın d a o lm a d a n g ü lü m se -
m işti. Sade, tatlı b ir k ad ın am a iç b ay ıltıcı d eğ il. Ç e lik gibi
bir iradesi vardır.

I D ru so ğ u tu lm u ş b ir b ö lm e y e d o ğ r u y ü r ü y e re k , “L ale,”
dedi. “A çık p e m b e .” Ve çiçek leri S e th ’e g ö s te rirk e n , “G ö ­
rü n d ü ğ ü n d e n d a h a d ay an ık lı b ir ç iç e k tir,” d iy e ek led i.
“M ü k e m m e l. İşin izi h a rik a y a p ıy o r s u n u z .”
“E vet, işim i iyi y a p a rım .” G e n ç k a d ın d a k ey iflen m işti.
Satışın k e n d is in d e n çok, sa tıc ılık o y u n u h o ş u n a gitm işti.
D ü k k â n ı a ç m asın ın n e d e n i b u y d u . “Ü ç n u m a r a ? ”
S eth , A u b re y ’i d ü ş ü n d ü . A u b r e y ’i n a sıl an latm alıy d ı?
“G en ç, taze v e eğ len celi. T o k s ö z lü b ir k ız d ır v e sadakatine
d iy ecek y o k tu r.”
“D u r u n b ir d a k ik a .” D r u g e n ç k ızı h a y a lin d e c a n la n d ır­
m ıştı. Y ine ark a k a p ıd a n ç ık ıp k a y b o ld u . G e r i d ö n d ü ğ ü n d e
k o lla rın d a k o ca k o ca a y çiçek leri v a rd ı.
“T a n rım , ta m o n a g ö re . K e n d in e u y g u n b ir m e s le k seç­
m işsin , D ru s illa .”
G e n ç k a d ın , b u iltifa tla rın e n g ü z e li, d iy e d ü ş ü n d ü .
“İn sa n ın k e n d is in e u y g u n o lm a y a n b ir m e s le k seçm esi

44
ç o k a n la m s ız ,” d e d i. “Ve siz, e n ç o k a lışv e riş y a p a n m ü ş te r i
r e k o r u n u k ır m a k ü z e r e o ld u ğ u n u z a g ö re , b a n a D r u d iy e ­
b i lir s in iz .”
“G ü z e l.”
“Ve d ö r d ü n c ü şa n slı k a d ın ? ”
“C e s u r , g ü z e l, z ek i v e ç ek ici. K o c a m a n b ir y ü r e ğ i...”
A n n a ’ n ı n y ü r e ğ i d iy e d ü ş ü n d ü . “O n u n y ü re ğ i a n la tıla ­
m a z . O ta n ıd ığ ım k a d ın la rın e n m ü th iş id ir .”
“ D o ğ r u s u n u is te rs e n iz , e p e y c e k a d ın ta n ıd ığ ın ız b e lli
o l u y o r .” Y in e a rk a ta ra fa g e çti. D r u k ırm ız ı z a m b a k la rla
d ö n d ü ğ ü n d e S e th h â lâ h a y ra n h a y ra n a y ç iç e k le rin i s e y r e t­
m e k te y d i.
“ Ş u n la r a b a k ın . T a m A n n a ’ya g ö re .” U z a n ıp c a p c a n lı
k ır m ız ı y a p ra k la rd a n b ir in e d o k u n d u . “B u n la r ın A n n a ’ya
n e k a d a r u y g u n o ld u ğ u n u a n la ta m a m . B e n i b ir k a h ra m a n
y a p tın .”
“ S iz e h i z m e t e d e b ild iğ im iç in m u tlu y u m . O n la r ı k u ­
tu y a k o y u p , k u tu la r ın ü z e r in e ç iç e k le rin re n k le r in e u y g u n
k u r d e l e l e r b a ğ la y a c a ğ ım . K u tu la rı d ik tu ta b ilir m is in iz ? ”
“ S a n ır ı m tu ta b ilir im .”
“ K a rtla r ç iç e k le rin fiy a tın a d a h ild ir. T e z g â h ın ü z e r in d e
d u r a n l a r a ra s ın d a n is te d ik le rin iz i s e ç e b ilirs in iz .”
“ K a rta g e re k y o k .” G e n ç k a d ın ın ç iç e k le rin sa p la rın ı
s u d o lu m i n i k tü p le r e b ire r b ire r s o k u ş u n u s e y re d iy o rd u .
N i ş a n y ü z ü ğ ü ta k m a d ığ ın ı fa rk e tti. E v li d e o lsa o n u n re s ­
m in i y a p a c a k tı a m a e ğ e r evli o lsay d ı p la n la rın ın g e ri k alan
k ıs m ın ı u y g u la m a s ı e n g e lle n e c e k ti.
“ S iz e h a n g i ç iç e k u y a r? ”
G e n ç k a d ın iç in e k â ğ ıt y ay d ığ ı b ey az b ir k u tu y a S e th T n
S y b ill iç in se ç tiğ i ç iç e k le ri y e rle ş titiy o rd u . B aşın ı k a ld ırıp
b a k tı. “ H e p s i. B e n ç eşitliliğ i s e v e rim .” B u ilk k u tu y a p a t-

45
lıc a n r e n g i b ir k u r d e le b a ğ la d ı. “ S iz in d e ö y le o ld u ğ u n u z
a n la ş ılıy o r .”
“B ir h a r e m e s a h ip o l d u ş u m k o n u s u n d a k i h a y a lle r in iz i
y ık m a k is te m e m a m a o n l a r b e n i m y e n g e l e r i m v e k ız k a r­
d e ş im .” E liy le ç iç e k le ri iş a r e t e tti. “D o ğ r u s u n u is te rs e n ,
a y ç ıç e k le rı h e m y e ğ e n i m , h e m k u z e n i m h e m d e k a r d e ş im .
B u a k ra b a lık iliş k is i b ir a z k a r ış ık .”
“A n laşıld ı.”
“Ü ç ü a ğ a b e y le rim in e ş le ri,” d iy e açık lad ı. “D ö r d ü n c ü ­
sü d e a ğ a b e y le rim d e n b ir in in e n b ü y ü k kızı. R e s m in iz i y a­
p acağ ım a g ö re, d u r u m a a ç ık lık g e tir m e k is te d im .”
I D r u . ik in ci k u tu y u k e n a rla rı b e y a z d a n te lli p e m b e b ir
I k u rd e le y le b a ğ lıy o rd u . “Ö y le m i? ” d e d i. “G e r ç e k te n res-
P m im i y ap acak m ıs ın ız ? ”
| G e n ç k a d ın a y ç iç e k le rin i b ir k u tu y a k o y m a k ü z e re
I u z a k la şırk e n , S e th k r e d i k a r tın ı ç ık a rıp te z g â h ın ü s tü n e
I k o y d u . “S izi so y m a k is te d iğ im i d ü ş ü n ü y o r s u n u z ,” d ed i.
“A s lın d a b u n a h iç b ir itira z ım o lm a z .”
I D r u a ltın re n g i b ir k u r d e le y i e lin e a ld ı. “N i ç i n itiraz
I e d e s in iz k i? ”
“K e sin lik le d o ğ r u . A m a işe y ü z ü n ü z d e n b a ş la s a k d a h a
iyi o lu r. İyi b ir y ü z ü n ü z var. B a ş ın ız ın b iç im i g e r ç e k te n
h o ş u m a g itti.
Genç k a d ın ın p a rm a k la n ilk k ez hafifçe d u ra k la d ı. Ya-
n m b ir g ü lü şle o n a b ir d a h a ve d ik k atle b ak tı. “B aşım ın
b içim i m i? ”
“Kesinlikle. Başının biçimini sen de beğeniyor olmalı­
sın. Yoksa saçını böyle kestirmezdin.”
Dru kurdeleyi bağlamıştı. “Birkaç kelimeyle bir kadını
tanımlamayı iyi beceriyorsunuz.”
“Kadınları severim.”
“ B elli o lu y o r.” G e n ç k ad ın k ırm ız ı zam b a k la rı d a k u ­
tu y a k o y d u v e ta m o sıra iki m ü ş te ri d ü k k a n a g irip b e k le ­
m e y e b aşlad ı.
D r u , b u iyi o ld u , d iy e d ü ş ü n d ü . S o y lu B ay Q u i n n ’i
y o lc u e tm e n in zam an ıy d ı.
S e th ’in k re d i k a rtım alırk e n , “B a şım ın b iç im in i b e ğ e n ­
d iğ in iz e ve siz in k ad ar y e te n e k li ve ü n lü b ir in in re s m im i
y a p m a k iste m e s in e s e v in d im ,” d ed i. A m a b u iş b ü tü n v ak ­
tim i alıy o r. H e m e n h e m e n h iç b o ş v a k tim k alm ıy o r. B iraz
v a k tim o ld u ğ u n d a d a o n u b en c ilc e k u lla n ıy o ru m .”
S e th ’e satış tu ta r ın ı sö y led i ve ve im zalam ası iç in k re d i
k a r tın ın s lib in i u zattı.
“D ü k k â n ı altıd a k ap atıy o r v e pazar g ü n le ri a ç m ıy o rs u ­
n u z , ö y le d e ğ il m i? ”
T e d irg in o lm a sı g e re k irk e n b u sö z le rd e n h o ş la n m ış tı.
“G ö z ü n ü z d e n h iç b ir şey k açm ıy o r.”
“H e r a y rın tı ö n e m lid ir.” S libi im z a la d ık ta n so n ra ,
t e z g â h ın ü z e r in d e d u r a n k artla rd a n b irin i alıp ark asın ı ç e ­
v ird i; ç a b u c a k , g en ç k a d ın ın y ü z ü n ü u z u n saplı b ir çiçek
o la r a k ç iz iv e rd i v e im zasın ı atm a d a n ö n c e ev te le f o n u n u
y a z d ı. K artı o n a u z a tırk e n , “F ik rin i d e ğ iş tirirs e n a ra rsın ,”
d e d i.
D r u re s m e b ak tı. D u d a k la rı kıvrıldı. “B elki d e b u n u
h e m e n iyi b ir fiyata sa tab ilirim .”
“B u s e n in y ap acağ ın b ir şey d e ğ il.” K u tu ları aldı. “Ç i ­
ç e k le r iç in te ş e k k ü rle r.”
“R ica e d e r im .” T ezg âh ın ark asın d an çıkıp o n a kapıyı
açtı. “U m a r ım ... Y en g elerin izin h o şu n a g id er.”
“B u n d a n e m in im .” O m z u n u n ü z e rin d e n o n a so n b ir
k ez b a k tı. “T ek rar g eleceğ im .”

47
“ B e ıı b u r a d a y ım .” G e ııç k a d ın a rk a s ın d a r e s m i b u lu n a n
k a rtı c e b ıııc k o y d u ve k ap ıy ı k a p a ttı.

S y b ill’i g ö r m e k v e o n u n la b a ş b aşa b ir sa a t g e ç irm e k ,


S e th 'in g e tird iğ i ç iç e k le ri u z u n b ir v a z o y a y e r le ş tir ir k e n
k a d ın ın b u n d a n n e k a d a r b ü y ü k b ir z e v k a ld ığ ın ı s e y re t­
m e k h a rik a o lm u ş tu .
T ıp k ı, P h illip T e b ir lik te s a tın a lıp d ö ş e d ik le r i V ik to ry a
ta r z ın d a in şa e d ilm iş o la n b u e v g ib i, D r u ’n u n o n u n için
se çtiğ i ç iç e k le r d e S y b ill’e ç o k u y g u n d u .
Y ıllar iç in d e saç ş e k lin i m o d e l i n i v e r e n g in i b ir ç o k kez
d e ğ iş tirm iş ti. A m a ş im d i y in e S e t h ’in e n ç o k s e v d iğ i si­
y a h a d ö n m ü ş t ü . G ü r sa ç la rı p a h a lı b i r v i z o n m a n to gibi
s im s iy a h v e p ırıl p ırıl o m u z la r ı n a d ö k ü l ü y o r d u . O g ü n d ı­
şa rı çık m a y a c a ğ ı iç in d u d a k la r ın ı b o y a m a m ış tı. S iy a h b ir
p a n to lo n la sa d e b ir b e y a z b lu z g iy m iş ti. S y b ill’in g ü n d e lik
g iy sileri b ile u y u m lu v e şık tır, d iy e d ü ş ü n d ü .
S o sy o lo ji e ğ itim i g ö r m ü ş t ü v e b a ş a rılı b i r y a z a rd ı. İki
ç o c u ğ u v a rd ı. Ve n e k a d a r h u z u r l u g ö r ü n ü y o r , d iy e d ü ­
ş ü n d ü , S e th .
G e n ç k a d ın ın b u h u z u r u k a z a n m a s ın ın k o la y o lm a d ı­
ğ ın ı b iliy o rd u .
S y b ill, S e th ’in a n n e s iy le a y n ı e v d e b ü y ü m ü ş t ü . A n n e
b i r b a b a ay rı k a rd e ş o la n iki k ız b ir b ir l e r i n in ta m z ıttıy d ı-
lar.
G lo r ia D e L a u t e r ’i d ü ş ü n m e k b ile S e t h ’in m id e s in e
k r a m p la r g ir m e s in e n e d e n o l d u ğ u n d a n , g e n ç a d a m işin bu
y ö n ü n ü u n u tm a y a ç a lış a ra k S y b ill’e o d a k la n d ı.
“ B irk a ç ay ö n c e , s e n , P h illip v e ç o c u k la r, h e p b irlik te
R o m a ’ y a g e ld iğ in iz d e , b ir s o n r a k i g ö r ü ş m e m iz i n b u ra d a
o lacağ ı a k lım a b ile g e l m e m iş ti.”

49
“Buraya dönmeni çok istiyordum." Seth'e ve kendisine
buzlu çay koydu. “Biliyorum, bencillik bu, ama gelmeni
istiyordum. Kimi zaman, durup duruken, birden, bir şeyin
eksik olduğunu hissediyordum. Eksik olan neydi? Sonra
anlıyordum, ah, evet, Seth. Seth eksikti. Ne saçma."
“Çok tatlısın.” Seth, önünde duran buzlu çayla dolu
bardağı almadan, uzanıp onun elini okşadı. “Teşekkürler."
Sybill, “Başından geçenleri anlat bakalım,” dedi.
Seth’in ve Sybill’in çalışmalarından, çocuklardan, deği­
şikliklerden ve aynı kalan şeylerden söz ettiler.
Seth gitmek üzere ayağa kalktığında, genç kadın ona
sımsıkı sarıldı ve bir süre öyle durdu. “Çiçeklere teşekkür
ederim. Çok güzeller.”
“Çarşıda güzel bir dükkân açılmış. Görünüşe bakılırsa,
dükkânın sahibi olan kadın işini biliyor." Sybill'le el ele
kapıya doğru yürüyordu. “O dükkâna hiç uğradın mı?"
“Bir iki kere gittim.” Sybill, Seth'i çok iyi tanıdığı için
gülümsedi. “Çok güzel bir kadın, öyle değil mi?"
“Kim?” Ama Sybill içini çekerek başım sallayınca, genç
adam sırıttı. ‘Yakaladın. Evet, çok güzel bir yüzü var. Onun
hakkında ne biliyorsun?”
“H em en hemen hiçbir şey. Sanırım buraya geçen yıl
taşındı ve dükkânı sonbaharda açtı. Washington civarın­
dan olduğunu sanıyorum. Annemle babam o civardan,
W hitecomb’ları ve Banks' lan tanıyorlar gibi geliyor bana.
Belki bu ailelerle akrabalığı olabilir.” Omuz silkti. “Kesin
bir şey bilmiyorum. Son zamanlarda annem ve babamla
pek sık görüşmüyorum.”
Seth onun yanağını okşadı. “Buna üzüldüm."
“Ü zülm e. Hiç ilgilenmedikleri iki harika torunlan var.”

49
SeninJc ilgilenmedikleri gibi, diye düşündü. “Kendileri
kaybediyorlar. ”
“Benim tarafımı tuttuğun için annen seni hiç affetme­
di.”
“Kendi kaybetti.” Sybill, Seth’in yüzünü avuçlarının
arasına aldı. “Kazanan ben oldum. Hem bunu yaparken
tek başıma değildim. Bu ailede hiç kimse tek başına de­
ğildir.”
Seth, arabasıyla tersaneye doğru giderken, onun bu ko­
nuda haklı olduğunu düşündü. Q uinn’lerin hiçbiri, hiçbir
zaman tek başına olmazdı.
Ama, şu anda, kendi evinde bile gelip onu bulmasından
korktuğu belaya onları bulaştırmak istediğinden emin de­
ğildi.
Üç

Dru, Seth’ten sonra gelen müşterilerin de işini bitirip


dükkânda yalnız kaldığında, Seth’in çizdiği resmi cebin­
den çıkardı.
Seth Q uinn. Seth Quinn onun resmini yapmak isti­
yordu. Bu inanılmaz bir şeydi. Ve, bu teklifin, ressamın
kendisi kadar baştan çıkarıcı olduğunu itiraf etmek zorun­
daydı. Bir kadın etkin bir biçimde ilgi duymadan da baştan
çıkabilirdi.
D ru ’nun ressama karşı büyük bir ilgi duyduğu söyle­
nemezdi.
Resminin, böylesine yetenekli eller tarafından bile ya­
pılmasına, birçok kişi tarafından incelenmesine, ölüm ­
süzleşmesine hevesli değildi. Ama yine de, Seth Q uinn’i
m erak ettiği gibi, resminin yapılmasının nasıl bir şey oldu­
ğunu da merak ediyordu.
O n u n hakkında bir yazı okumuştu. Bu yazıda ressamın
özel hayatına ilişkin bazı şeyler de vardı. Ray Q uinn bir
araba kazasında ölmeden kısa bir süre önce onu, küçük
bir çocukken evlat edinerek Doğu Sahili’ne getirmişti.

51
H ik â y e d e b azı k ısım la r ü s tü k ap alı g e ç ilm işti. S e th ’in b i­
y o lo jik a ile s in d e n h iç sö z e d ilm iy o r, sa d e c e d e d e s in in R av
Q u i n n o îd u ğ ıı b e lirtiliy o rd u . G e n ç a d a m , b ü t ü n söyleşi
b o y u n c a b u k o n u d a te k k e lim e e tm e m iş ti. R a y 'in ö lü m ü n ­
d e n s o n ra , ih tiy a r a d a m ın d a h a ö n c e e v la t e d im iş o ld u ğ u
ü ç o ğ lu ta ra fın d a n b ü y ü tü lm ü ş tü . Ve a ğ a b e y le ri e v le n d ik ­
ç e o n îa r in e şle ri d e a n n e lik g ö re v in i ü s tle n m iş le r d i.
S e th 'in s a tın aldığı ç iç e k le ri d ü ş ü n d ü . Y e n g e le rim e alı­
y o r u m , d e m iş ti. O n la r ı k a s te d iy o r o lm a lıy d ı.
A m a b u n la r D r u 'v u ilg ile n d irm iy o r d u .
O n u asıl ilg ile n d ire n y a z ıd a sa n a tı h a k k ın d a s ö y le n e n ­
le r v e a ile s in in o n d a k i y e te n e ğ i n a sıl te ş v ik e tm iş o ld u ğ u ,
A v ru p a 'd a ö ğ r e n im g ö r m e k is te d iğ i z a m a n o n u n a s ıl d e s ­
te k le d ik le riy d i.
D r u 'v a k alırsa, o şa n slı b i r ç o c u k tu . A ile s i o n u ç o k
se v d iğ i için A v ru p a 'y a g itm e s in e , k e n d i a y a k la n ü z e r in d e
d u r m a y ı ö ğ r e n m e s in e iz in v e r m iş ti. G e r i d ö n d ü ğ ü n d e d e
o n u y in e b ü y ü k b ir se v g iy le b a ğ ır la rın a b a s m ış la r d ı.
Y n e d e İ ta lv a n la n n il m a e s tr o g io v a n e - g e n ç u s ta - d e d ik ­
leri b u a d a m ın S t. C r i s t o p h e r a y e r le ş ip d e n iz m a n z a ra la rı
y a p m a k la y e tin e c e ğ in e i n a n m a k g ü ç tü .
G e rç i b ir ç o k k im s e d e , y ü k s e k so s y e te y e m e n s u p D r u -
silla W h ite c o m b B a n k s ’ın , s a h ild e k i k ü ç ü k b i r d ü k k â n d a
ç iç e k sa tm a k la y e tin d iğ in e in a n a m ıy o r d u .
İ n s a n la r ın n e d ü ş ü n d ü ğ ü y a d a n e sö y le d iğ i u m u r u n d a
d e ğ ild i - b u g ib i şe y le re S e th Q u i n n d e a ld ır m a z d ı h e r h a l­
d e . B u ra y a a ile s in in b e k le n tile r in d e n v c t a le p le r in d e n ve
d e b i r t ü r lü silk ip a ta m a d ığ ı b o y u n d u r u ğ u n d a n k u r tu lm a k
v e a n n e s iy le b a b a s ın ın b ir b ir le r iy le s ü r e k li ç e k iş irk e n o n u
p a z a r lık k o n u s u o la ra k k u lla n m a la r ın a s o n v e r m e k için
g e lm iş ti.

52
St. Cris'c hayatı boyunca özlediği huzuru bttknaya#îfc*
mişti.
Aradığı huzuru burada bulmuştu.
Seth Q um n'in Dru'yla ilgilendiğini duysa. xm cstoaSi
çok hoşuna giderdi. Belki de. annesine inat o k u a e,
D ru'nun bu ilgiyi -ne sanatsal olamnı ne de onun gözle­
rinde açıkça gördüğü cinsel yaklaşımı- teşvik etmeye biç
niyeti yoktu.
D ürüst olmak gerekirse, kendisi de cinsel açıdan oaa
karşı bir ilgi duymuştu ama bunun üstüne gitmeyecekti.
Duyduklarına göre. QuinnTer. büyük, karmaşık ve d e
avuca sığmayan bir aileydiler. Dru*nun aileden ağzı yan­
mıştı.
Resmin üstüne elini koydu ve yazık, diye düşündü.
Sonra onu bir çekmeceye tıktı. Genç usta yakışıklı, eğlen­
celi ve çekiciydi. Üstelik, ailesindeki kadınlara çiçek alan
ve aldığı çiçeklerin onlann kişiliklerine uygun oîmasma
özen gösteren her erkek puan kazanırdı.
Çekmeceyi kapatırken. “İkimiz için de kayıp." diye mı­
rıldandı.

G enç kadının onu düşündüğü gibi. Seth de D ru y u


düşünüyordu. O nun portresi için hangi açıların uygun
olacağına, hangi renkleri kullanacağına karar vermeye ça­
lışıyordu. Yüzünün üçte biri görünecek, başı sola dönük,
ama gözleri geriye doğru, tuvalin dışına bakıyor olacaktı.
Bu, onun cinselliğini öne çıkaran girim tarzıyla mesafeli
tavırları arasındaki çelişkiye uygundu.
O n u n kendisine poz vermeye razı olacağı konusun­
da hiçbir kuşkusu yoktu. Bir modelin direncini kırmaya
yarayacak pek çok silahı vardı. Yapması gereken tek şev

53
bu silahlardan hangisinin Drusilla’yı etkileyeceğine karar
vermekti. Aerosmith’in kural dışı müziğini parmakların,
direksiyona vurup tempo tutarak dinlerken bunları düşü,
nüyordu.
Onun zengin bir aileden geldiğine karar vermişti. Seth
giysinin içindeki bedenle daha çok ilgilense de, kumaşın
iyisini ve ünlü moda evlerinin kesimini tanırdı. Bir de kı­
zın sesinin ahengi vardı ki, pahalı bir özel okulda okudu­
ğunu gösteriyordu.
Dükkânının adını James McNeill Whistler’den almıştı.
Bu da iyi ve kaliteli bir eğitim gördüğünü gösteriyordu.
Ya da, Phill’in kendisine yaptığı gibi, biri kafasını şiir ve
edebiyatla doldurmuştu.
Belki ikisi de.
Kendinden emindi ve bir erkek onu beğendiğini açıkça
belli ettiğinde telaşlanmıyordu.
Evli değildi ve Seth’in içgüdüleri kızın hayatında biri­
nin olmadığını söylüyordu. Dru gibi bir kadın, bir erke­
ğin arkasından gitmek amacıyla bir yerden başka bir yere
taşınmazdı. Washington’dan buraya taşınıp burada bir
dükkân açmıştı ve onu tek başına işletiyordu çünkü canı
böyle yapmak istemişti.
Onun dükkânı ilk gördüğü anda hayalinde canlandır­
dığı dul Bayan Whitecomb Banks’tan ne kadar farklı ol­
duğunu düşündü, ve onu tekrar ziyaret etmeden hakkında
biraz araştırma yapmaya karar verdi.
Seth, arabasını, Q uinn’lerin Nancy C larem onf tan sa­
tın almış oldukları eski tuğla ambarın otoparkına bıraktı.
Nancy Claremont’un belalı kocası, Cy Crawford’la köfteli
bir sandviç için pazarlık ederken kalp krizi geçirip ölünce,
kadın burayı onlara satmıştı.

54
Q uinn’ler başlangıçta, 1700’lerde tütün deposu,
1800’lerde ambalaj fabrikası, l9OO’lerin büyük bir bölü­
münde de gözde bir ambar olarak kullanılan bu binayı ki­
ralamışlardı.
Q uinn kardeşler, binada değişiklikler yaparak burayı bir
tekne imalathanesine dönüştürmüşlerdi. Son sekiz yıldan
beri bina onlara aitti.
Seth arabadan inerken binanın damına baktı. Damın
aktarılmasına yardım etmişti. Damda çalışırken az daha
boynunu kırıyordu.
Ek yerlerine sıcak katranı sürerken parmakları yanmış,
Ethan’in bitip tükenmek bilmeyen sabrı sayesinde maran­
gozluk öğrenmiş, Cam’le birlikte iskeleyi tamir ederken
anası ağlamıştı. Ama, ne zaman Phil ona muhasebe öğret­
meye kalkışsa, bir mazeret uydurup sıvışırdı.
On tarafa doğru yürüdü ve durup, ellerini beline daya­
yarak eski tabelaya baktı. QUİNN TEKNELERİ. Tabela­
nın üstünde ilk günden beri bulunan dört isme bir yenisi
eklenmişti.
Aubrey Quinn.
Seth gülümserken Aubrey ön kapıdan çıktı.
Belinde, içinde aletler bulunan cepli bir kemer vardı.
Başına Orioles beysbol takımının şapkasını giymişti. Yanık
bal rengi saçları arkaya toplanmıştı.
Eski ve lekeli iş çizmeleri oyuncak bir bebeğin ayakka­
bılarına benziyordu.
Ayakları o kadar küçüktü ki.
Seth’i görünce öyle bir çığlık attı ki, Seth, ayaklan kü­
çücük ama sesi çok gür, diye düşündü.
Ona doğru koşup havaya sıçradı. Bacaklarını Seth’in
beline dolarken iki koluyla birden genç adamın boynuna

55
sarıld ı. O n u ö p ü c ü k le r e b o ğ a rk e n , ş a p k a s ın ın s ip e rliğ i s(js
rek li S e th ’in a ln ın a ç a rp ıy o rd u .
“S e th ’im b e n im ! ” K a h k a h a la r atıy o r, o n d a n a y r ılm ıy o r
d u . “A rtık g itm e . A llah k a h r e ts in , b ir d a h a sa k ın b ö y le bir
şey y a p a y ım d e m e .”
“İste s e m d e g id e m e m . B e n y o k k e n b u r a d a b ü y ü k de­
ğ işik lik ler o lu y o r. G e ri çek il b a k a y ım .” O n u h a f ifç e iterek
y ü z ü n e b aktı.
İki y a şın d a y k e n S e th o n u m in ik b ir p r e n s e s g ib i g ö r ü r ­
d ü . Y irm i y aşın d a, sa ğ lam y a p ılı, u f a k te fe k , ç e k ic i b ir genç
kız o lm u ş tu .
“Ö fff, a m m a g ü z e lle ş m iş s in ! ” d e d i.
“Ö y le m i? S e n d e g ü z e lle ş m iş s in .”
“N iç in ü n iv e rsite y e g itm e d in ? ”
“B aşlam a.” P a rla k y eşil g ö z le r in i d e v ir e r e k y e r e atla­
dı. “ik i y ıl g ittim v e h o ş la n m a d ım . B e n b u r a d a çalışm a k
is tiy o ru m .” E liyle k a p ın ın ü z e r in d e k i ta b e la y ı g ö ste rd i.
“B u n u k a n ıtla m a k iç in o ra y a a d ım ı y a z d ıla r .”
“S en h e r z a m a n E th a n ’ı p a r m a ğ ın d a o y n a tm a y ı b e c e ­
rirs in .”
“B elki. A m a b u n a g e re k k a lm a d ı. B a b a m k e n d iliğ in d e n
ik n a o ld u . B ir sü re s o n r a a n n e m d e d u r u m u k a b u lle n d i.
B e n h iç b ir z a m a n s e n in g ib i b ir ö ğ r e n c i o l m a d ı m , E th a n .
S en d e b e n im gibi b ir m a r a n g o z o l m a d ı n .”
“Palavra. S en i b irk a ç y ıl y a ln ız b ır a k ıy o r u m v e b ü y ü k ­
lü k h a y a lle rin e k a p ılıy o rs u n . E ğ e r b a n a h a k a r e t e d e rse n ,
h e d iy e n i v e r m e m .”
“ H e d iy e m n e re d e ? N e h e d iy e g e tir d in b a n a ? ” S e th ’in
e n hassas y e rin in g ö ğ sü o l d u ğ u n u b ild iğ i iç in o ra y a sa ld ır­
dı. “Ç a b u k v e r h e d iy e m i.”
“K es ş u n u . T a m a m , ta n a n . H iç d e ğ iş m e m iş s in .”

56
“N e diye her şeyin mükemmel olmasını bekliyorsun?
Hediyemi ver de kimsenin cam yanmasın.”
“Arabada.” Eliyle otoparkı gösterdi ve Aubrey’in ağzı­
nın şaşkınlıkla açıldığım görmek hoşuna gitti.
“Bir Jaguar ha! Aman Allahım!” Çim enlerin üstünden
hızla koşarak, bir ok gibi Jaguar’ın yanına vardı ve eliy­
le güm üş rengi arabayı okşadı. “Cam bunu görünce hır­
sından ağlayacak. Evet, dayanamayıp ağlamaya başlayacak.
Anahtarları ver de bir deneme sürüşü yapayım.”
“B unu ancak rüyanda görürsün.”
“Hainlik etme. Sen de gel. Crawford’a kadar gidip...”
Seth bagajdan kocaman çiçek kutusunu çıkarınca Aubrey
birden sustu. Gözlerini kırpıştırdı. Seth’e baktı. Bakışları
yumuşamış, gözleri nemlenmişti.
“Bana çiçek almışsın. Bu bir kıza alınacak bir hediye.
Ah, dur bakayım. N e çiçeği aldın?” Kemerinden bir bıçak
çıkartıp kurdeleyi kesti ve kutuyu açtı. “Ayçiçekleri! N e
kadar neşeli bir gömüşleri var.”
“Bana seni hatırlattılar.”
“Seni gerçekten çok seviyorum.” Çiçeklere dikkatle ba­
kıyordu. “Bizi bırakıp gittiğin için sana o kadar kızmıştım
ki...”Aubrey’in sesi titreyince Seth ne yapacağını bilemedi­
ği için onun om zunu okşadı. Kız, “Ağlamayacağım,” dedi
ve hıçkırdı. “H anım evladı mıyım ben?”
“Asla.”
“H er neyse. Geri döndün işte.” D önüp ona tekrar sarıl­
dı. “Çiçekler gerçekten çok hoşuma gitti.”
“Buna sevindim.”
Aubrey, arabanın anahtarını almak için elini o n u n cebi­
ne sokmaya çalışıyordu. Seth bu eli yakaladı. “Anahtarları
alamayacaksın. Ben zaten gidiyorum. Grace’e de çiçek al­
dım. Eve giderken ona da uğramak istiyorum.”
57
“Evde yok. Çarşıda işleri var. Sonra da D eke’i okuldatl
alacak ve piyano dersine götürecek. B ütün bu işleri yapN
mak için nasıl vakit bulduğunu bir türlü anlayamıyorum,
Çiçekleri ben ona götürürüm . O nları görünce, bugün senj
göremediği için daha az üzülür belki.”
“Ona yarın uğramaya çalışacağımı söyle. Uğrayamaz-
sam pazar günü görüşürüz."Bagajdan bir kutu daha çıka,
rıp Aubrey’in mavi kamyonetine götürdü. Aubrey kendi
çiçeklerini de annesininkilerin yanına koydu. “Şimdi vak­
tin var. Gel gidip Cam’i alalım ve ona arabanı gösterelim.
Göreceksin, dayanamayıp bir bebek gibi hıçkıra hıçkıra
_ ağlayacak.”
I Seth kolunu onun omzuna attı. “Ç ok hainsin,” dedi.
■ “Bu hoşuma gidiyor. Şimdi bana çiçekçi kadın Drusilla
u hakkında bildiklerini söyle.”
■ “Anlaşıldı.” İkisi yan yana binaya doğru yürüyorlardı.
I Aubrey gülerek Seth’e baktı. “D em ek mercimeği fırına
I verdiniz.”
| “Olabilir.”
1 “Sana bir şey söyleyeyim mi? Yemekten sonra Shiney’s’te
I buluşalım. Sekiz gibi. Bana bir içki ısmarlarsın, ben de bil­
diklerimi sayıp dökerim.”
“İçki içecek yaşta değilsin.”
Aubrey onu, “Evet öyle. Bu nedenle bugüne kadar da
bir yudum bira bile içm edim ,” diye tersledi. “Alkolsüz bir
içki ısmarlarsın bana babacığım. U n u tm a ki altı aydan az
bir süre sora rüştüm ü ispat etmiş olacağım.”
“O zamana kadar sana ancak kola ısm arlarım .” Parma­
ğıyla kızın şapkasına vurdu ve binanın kapısını açtı. Kapı
açılınca elektrikli aletlerin sesleri duyuldu.
Seth, daha sonra, C am ’in Jaguar’ı görünce k e n d i-

58
ni kaybedip ağlamadığını ama ağzının sularının aktığını
düşü ndü. N eredeyse arabanın karşısında saygı duruşuna
geçecekti. C am Aubrey’den daha acımasız ye daha iriyan
olduğu için anahtarları kapmış ve arabayla bir deneme sü­
rüşü yapmıştı. O ndan sonraki bir saat arabayı ve m otoru­
nu överek geçmişti.
S e th , S h in e y ’s P u b ’ın ö n ü n e p a rk e d e rk e n b u n la rı d ü ­
şü n ü y o rd u .
A r a b a s ın ın y a n ın d a k i k a m y o n e te baktı. A u b re y h e r za­
m a n v a k tin d e g elird i.
S h in e y ’s ’i n k a p ısın ı açınca, yuvaya d ö n m ü ş o ld u ğ u n u
b ir k e r e d a h a h iss e tti. S h in e y ’s P u b in sa n a h e p te m iz le n ­
m e y e ih tiy a c ı v a rm ış g ib i gelirdi. G a rso n k ızlar h e p sıs­
k a b a c a k lı o lu r d u . C a n lı m ü z ik y ap an o rk e stra n ın d a h a
k ö t ü s ü n ü ise, M a ry la n d eyaleti k azan siz kepçe, arasan ız
b u la m a z d ın ız . O r k e s tr a n ın solisti söylediği şarkıyı k atle­
d e r k e n , S e th m a sa la ra g ö z g e zd irerek u fak te fe k b ir s a n ş ın
a r ıy o rd u .
E v e t o ra d a y d ı. S e th o n a d ah a b ü y ü k b ir d ik k a d e bakrı.
B a rd a o tu r u y o r d u . S im siy ah giysisiyle k e n d i b ir k ıza b e n ­
z iy o r, y a n ık b a l re n g i saçları s ıra n d a n aşağı d ö k ü lü y o rd u .
J o e C o lle g e ’a b e n z e y e n b ir ço cukla ateşli b ir k o n u şm a y a
d a lm ış g ö r ü n ü y o r d u .
D u d a k la r ı k asılm ış, b e d e n i kavgaya h a z ır o ld u ğ u n u
b e lli e d e r c e s in e ö n e d o ğ r u eğilm işti. S eth, delikanlıya, b ir
Q u i n n ’in k iz k a rd e şin e sataşm an ın n e d e m e k o ld u ğ u n u
g ö s te rm e k ü z e r e b ara y ö n eld i.
“S e n in a k lın b a ş ın d a n g itm iş,” A u b re y ’in sesi h av ad a
b ir k ırb a ç g ib i şak lam ıştı. S eth sırıttı. S o n ra b ird e n , b u
ta r tış m a n ın b ey sb o lla ilgili o ld u ğ u n u anlayınca kalakaldı.
G e le c e k m a ç ın ta rtışm a sın ı yapıyorlardı.

59
Delikanlı da hararetle kendi tu ttu ğ u takım ı savunuy<^
du.
A u b re y b ir d e n c e b in d e n y ir m i d o l a r l ık b i r b a n k n o t çls
k a m p b a rın ü s s ü n e k o y d u , “B a h s e g i r e r m i s i n ? ”
Sech iç in i çek ti. A u b r e y le z z e tli b i r l o k m a g ib i g ö r ü n e ,
b ilird i a m a k im s e o n u y u ta m a z d ı.
A b re y o n u g ö r m ü ş tü . “S e th ! ” U z a n ı p o n u k o lu n d a ^
y ak alad ı v e y a n m a ç e k ti. Y a n ın d a o t u r a n g e n c i iş a r e t ede,
rek , “S a m Ja c o b y ;” d e d i. “B ira z b e y s b o l o y n u y o r d iy e , bu
k o n u d a h e r şe y i b ild iğ in i s a n ıy o r.”
S a m o n a e lin i u z a ttı. “B u s e z o n O r io le s t a k ı m ı n ı n şam­
p iy o n o la c a ğ ım s a n a n b u za v a llı s iz d e n ç o k b a h s e t ti.”
S e th o n u n e lin i s ik a . “E ğ e r i n ti h a r e t m e k is tiy o r s a n bir
ta b a n c a s a tın al, S a m ,” d e d i. “B u k ız ın k ö r b i r b ıç a k la d e ri­
n i y ü z m e s in d e n d a h a a z acı v e r e c e k tir .”
G e n ç a d a m , “T e h lik e li y a ş a m a y ı s e v e r im ,” d e d i v e ta­
b u r e d e n aşağı k a y d ı. B u y u r u n , o t u r u n . B u r a y ı s iz in için
tu tu y o r d u m . G i tm e k z o r u n d a y ım . G ö r ü ş ü r ü z , A u b re y .”
“B a z ı p iliç le r s a n a tç ı tip li e r k e k l e r d e n h o ş la n ır . Belki,
ş a n s ın y a v e r g id e rs e , s e n in ç iç e k ç i b a y a n d a b u n l a r d a n biri
o la b ilir.”
“A ğ a b e y le rim le ç o k fa z la b ir lik te o l d u ğ u n b e lli oluyor.
B ilm e d iğ in y o k . B a n a s a d e c e o n u n , h a k k ın d a n e b iliy o rsan
o n u sö y le .”
“T a m a m .” B a rd a n b i r f ıs n k ta b a ğ ı a lıp a tış tır m a y a başla­
d ı. “B ir y ıl ö n c e o rta y a çık tı. B ir h a f ta k a ld ı. D ü k k â n açmak
iç in u y g u n b i r y e r a r ıy o r d u .” B a şm ı sa lla d ı. “B u n u D oug
M o t t s ’ta n d u y d u m . D o u g i e ’y i h a tır lıy o r m u s u n ? H a n i şu
t o m b u l ç o c u k . O k u l d a s e n d e n b irk a ç s ı n ı f k ü ç ü k t ü .”
“H a t ı r l a r g ib iy im .”
“ H e r n e y s e . E sk isi g ib i t o m b u l d e ğ il. İy ic e zayıfladı-

60
E m la k ç id e ç a lış ıy o r. D o u ğ u n d e d iğ in e g ö re , n e iste d i­
ğ in i ç o k iyi b iliy o r m u ş . D o u g ’a, isteği g ib i b ir şey ç ık ar­
sa, k e n d i s in i W a s h in g to n d a n a ra m a sın ı sö y le m iş. D o u g
is e ...” P a r m a ğ ıy la b o ş a la n b a rd a ğ ın ı g ö ste rd i, “ ...o sıra d a
e m l a k ç i d e y e n i ç a lış m a y a b a şla m ıştı ve b u işi b aşarıy la so ­
n u ç l a n d ı r m a k istiy o r, b u n e d e n le m ü şte risi h a k k ın d a b ilg i
to p l a m a k iç in sağ a so la b a ş v u ru y o rd u . M ü ş te risi o n a . ç o ­
c u k l u ğ u n d a b ir k a ç k e z S t. C h r is 'e geld iğ in i sö y le m işti. B u
b ilg i D o u g iç in b i r b a şla n g ıç n o k ta s ı o ld u .”
S e th , g ü le r e k , “C r a w f o rd A n a ,” d ed i.
“İy i b i l d i n . C r a w f o r d A n a ’m n b ilm e d iğ i b ir şey z a te n
b i l i n m e y e d e ğ m e z . Ve b u k a d ın ın fil gibi b ir hafızası var­
d ır. W h i t e c o m b B a n k s ’la n h a tırla m ış. B öyle b ir ism i k im
h a tır la m a z ? A m a h a tırla m a s ın ın asıl se b eb i. B ayan W h i­
t e c o m b B a n k s ’m d a ç o c u k k e n a n n e si v e babasıyla b irlik te
S t. C h r i s ’e g e lm e s iy m iş . B ay an W h ite c o m b B a n k s'm aile­
si ç o k z e n g in m iş . W T ıiteco m b T eknik. S anki ‘b iz h e r şeyi
y a p a r ız ’ d e r g ib i. F o r tu n e d e rg isin d e adı g e ç e n e n z e n g in
b e ş y ü z a ile d e n b iriy m iş le r: M a ry la n d li S e n a tö r Ja m e s P.
W h i t e c o m b ’u n a ile s i.”
“A h , ş u W h i t e c o m b ’lar.”
“T a k e n d is i. Ç iç e k ç i k a d ın ın d ed esi o la n se n a tö r D o ğ u
S a h ilin i p e k s e v e rm iş . K ızı, y an i şu andaki B ayan W h ite ­
c o m b B a n k s , B a n k s v e S h e lb y İle tiş im 'd e n P ro c to r B an k s
ile e v le n m iş - P r o c t o r d e n e b iç im isim ? B u ev lilik s o n u ­
c u n d a ik i a ile n in se rv e ti b irle şm iş. D al b u d a k salan b ir im ­
p a r a t o r l u k g ib i.”
“V e, g e n ç , g ü z e l v e ç o k z e n g in o lan D rusiH a. S t C h r is 'te
d e n i z k e n a r ın d a b ir d ü k k â n kiralayıp çiçek satıyor, öyle
m i? ”
A u b re y , “S t. C h r i s 't e b ir b in a satın alıyor," d iy e d ü z e lt­

61
ti. “K ü ç ü k k n fh ğ m n z d a k i e n iyi d ü k k â n ı s a tm a ld ı. Şan$
eseri olarak D o u g g ö rev liy k en fa z ın g e ld iğ i g ü n d e n b ir­
kaç ay so n ra b u b in a sanlığa ç ık m ış. D a h a ö n c e k i sa h ip le ri
Pen n sy lv an ia’da o tu ru y o r ve b u ra y ı k iray a v e r iy o rla r m ış .
K iracıların işleri p e k iyi g itm e m iş. N e w A g e d ü k k â n ım
h atırlıy o r m u s u n -taşlar, kristaller, m u m la r , m e d ita s y o n
kasetleri?”
“Evet. O d ü k k â n ın s a h ib in in sağ e lin in ü s t ü n d e b ir ca­
navar d övm esi v ard ı.”
“O d ü k k ân h e rk e sin ta h m in e ttiğ in d e n d a h a u z u n s ü re
dayandı. A m a g eç e n se n e k ira a n la ş m a s ın ı y e n ile m e y ip
‘bay bay’ dediler. D o u g , k o m is y o n u n k o k u s u n u a lıp g e n ç
B ayan W h ite c o m b B a n k s’a te le f o n e d e r e k k ir a lık b ir y e r
o ld u ğ u n u h a b e r verir. G e n ç k a d ın d a o n u , b in a s a h ip le ­
rin e, k ira y e rin e satışla ilg ile n ip ilg ile n m e y e c e k le r in i s o r­
m akla g ö rev len d irir. B in a sa h ip le ri satışa ra z ı o lu p d a a n la ş ­
m aya v arılın ca b iz im D o u g T an rıy a ş ü k ü r le r e d ip ö v g ü le r
su n m u ş olm alı. Ç içe k çi k a d ın o n d a n k e n d is in e b i r e v de
b u lm asın ı istey in ce se v in ç te n d eliy e d ö n m ü ş o lm a lı. G e n ç
k ad ın D o u g ’u n k e n d is in e g ö ste rd iğ i ü ç ev e b a k m ış v e İs­
tak o z K oyu’n d ak i V ik to ry a ta rz ı ev i b e ğ e n m iş . Y in e b ir in c i
s ın ıf b ir m ü lk , ” diye ek led i. “Ç iç e k ç i k a d ın a ld a n m a z .”
S eth , “O eski m avi evi m i ald ı?” d iy e s o r d u . “Y a rısı y e n ­
m iş zencefilli keke b e z e tirim o n u . O e vi m i a ld ı? ”
A ubrey, b ir y a n d a n fıstık la rın k a b u k la rım a y ık la rk e n ,
b aşım sallayarak, “E v et, b ü tü n arazisiy le b e r a b e r ,” diye
k arşılık v erd i. “A d a m o n u ü ç y ıl k a d a r ö n c e s a tın a lıp o n a r ­
m ış v e kâr e d e re k sa tm a k is tiy o rm u ş .”
“O arazide b ataklığa ö z g ü o tlar, çalılar v e b ir k a ç ağaç­
ta n b aşk a b ir şey y o k tu r.” A m a, n e h r e b a k a n b i r te p e n in
ü s tü n d e o ld u ğ u n u h atırla d ı. G ü n e ş , m e ş e v e sa k ız ağaç-

62
larınm arasından göründüğünde, nehrin tü tü n rengi suyu
k ehrib ar gibi parlardı.
Aubrey, “Seninki yalnızlığı seviyor,” dedi. “Tek başına
yaşıyor. M ü şterile rin e saygılı davranıp elinden geldiğince
yardım cı oluyor. Terbiyeli ve arkadaş canlısı görünüyor.
A m a ted b irli. M esafeli duruyor.”
“E h, b u ra n ın yabancısı.” Tanrı şahittir ki Seth, büyük
b ir hevesle b ir yere gidip de neyle ve kim lerle karşılaşaca­
ğını b ilm e m e n in n e d em ek o ld u ğunu çok iyi bilirdi.
A ubrey, Q u in n ailesinden biri o lduğunu gösteren b ir
h arek et y ap tı -o m u z silkti. “O buralı değil. Y irm i yıl daha
y ab an cılık çeker.”
“B elk i b ir arkadaş b u lu r ve b u n d an yararlanır.”
“K e n d in e y en i arkadaşlar m ı arıyorsun, Seth? O ynaşa­
cak b irin i m i a n y o rsu n ? ”
S e th eliy le işaret e d erek b ir bira daha istedi ve A ubrey’e
iyice so k u ld u . “O lab ilir. W ıllTe sen boş vakitlerinizde öyle
m i y a p ıy o rsu n u z ? ”
“B irin i aram ay ı b o ş v erip birb irim izle oynaşıyoruz. H e r
n eyse, d e n iz i ö zled in se y a n n seni tekneyle gezdireyim .
A m a k a p ta n b e n olacağım . O kadar u z u n zam an d ır yelken
k u lla n m a d ın ki, k o rk arım tekneyi alabora ed ersin .”
“E v et, d e n iz i ç o k ö zled im . Yarın çıkalım .”
“T a m a m , an laştık , söz. H a, b u arada h e m e n söyleyeyim ,
y e n i a rk a d a şın şim d i içeri g ird i.”
“K im ? ” A m a , ta b u re sin in ü stü n d e d ö n ü p b akm adan,
a k şam m ü ş te r ile r in i tarayıp o n u b u lm a d a n an lam ıştı gele­
n in k im o ld u ğ u n u . D ru silla, rü zg âr yem iş y ü z le ri v e b e re li
elleriy le d e n iz c ile r in ve so n m o d a ayakkabılarla b o l k esim ­
li g ö m le k le r g iy m iş o la n ü n iv ersite ö ğ re n c ile rin in arasın d a
ta m a n la m ıy la b ir y abancıydı.

63
T ay y ö rü h alâ k u s u r s u z d u v e ü tü s ü b o z u lm a m ış tı. Loş
ışık ta y ü z ü b eyzi b ir m e r m e r g ib iy d i.
S eth , içeri g ird iğ in d e b a ş la rın o n a d ö n d ü ğ ü n ü f a rk e t.
m iş o lm alı, d iy e d ü ş ü n d ü . K a d ın la r b ö y le ş e y le ri h e r z ^

m a n a n lard ı. A m a o , k irli m a s a la rın v e ç a r p ık is k e m le le r i^


arasın d a, k e n d in d e n e m in v e z o rla m a s ız b i r z a ra fe tle y ü .
rü y o rd u .
A ubrey, te k k e lim e y le , “K a lite li,” d iy e ö z e tle d i.
“A h , e v e t.” S e th , h e s a b ı ö d e m e k iç in c e p le r in i k a rıştırd ı
ve p arayı b a n n ü s tü n e b ıra k tı. " S e n i e k iy o r u m , e v la t.”
A u b re y y a p m a c ık b ir şa ş k ın lık ifa d e siy le g ö z le r in i açtı.
“B e n i şa ş ırtıy o rs u n .”
G e n ç a d a m , “Y a n n g ö r ü ş ü r ü z ,” d e d i e ğ ilip o n u y a n a ­
ğ ın d a n ö p tü k te n s o n r a y e r in d e n k a lk ıp D r u ’n u n k a rşıs ın a
ç ık m a k ü z e re y ü r ü d ü . G e n ç k a d ın b i r m a s a n ın y a n ın d a
d u r u p g a rso n k ızla k o n u ş m a y a b a şla d ı. S e th ’in d ik k a ti t ü ­
m ü y le D r u ’d a o d a k la n m ış o ld u ğ u n d a n ö te k i k a d ın ı h e ­
m e n ta n ıy a m a d ı.
S a n şın , su ra ts ız v e iri y a p ılı T e rri H a r d g ro v e . Lise
ü ç ü n c ü sın ıfta b irk a ç ay a rk a d a ş lık e tm iş le r d i. H a tır la m a ­
y a d e ğ e r b irk a ç aydı. A m a s o n u iyi o lm a m ış tı. S e th b u n u
h a tırla y ın c a , o n u n la k a rş ıla ş m a m a k iç in y o l u n u d e ğ iş tire ­
c e k k e n v azgeçti.
Y ü z ü n d e k ay ıtsız b ir g ü lü m s e m e y le o n la r a y a k la ş ırk e n
k o n u ş m a la rı k u la ğ ın a ç a lın d ı. T e rri e lin d e k i te p s iy i b e lin e
d ay ay arak , “O ra y ı k ira la m a k ta n v a z g e ç tim ,” d iy o r d u . “J.J.
ile a n la ş tık .”
D r u b a ş ım y a n a eğdi. “J J . m i? ” d e d i. “Ş u s o n n e fe sin i
v e r iy o r o lsa b ile g ö r m e k iste m e d iğ in , alç a k y a la n c ı p islik
m i? ”
T e rri o ld u ğ u y e rd e k ıp ırd a n d ı. K irp ik le rin i k ırp ıştırd ı.

64
“Şey,” d ed i. “O n u söylediğim de h e n ü z bazı k o n u la n açık ­
lığa k a v u ş tu rm a m ış tık O n u d ehleyip k endi başım a yo la
d ev am e tm ey i d ü şü n ü y o rd u m . O n a ço k kızgın o ld u ğ u m
b ir an d a sizin k iralık ilanınızı g ö rd ü m . A m a a n la ş tık ”
“E vet, öy le g ö rü n ü y o r. T ebrikler. A nlaştığım ız gibi b u ­
g ü n ö ğ le d e n so n ra gelip h ab er verseydin d aha iyi o lu r d u .”
“A lı, ö z ü r d ilerim . A m a, tam o sırada...”
D ru , o n u n sö z ü n ü , “Bazı k o nuları açıklığa k a v u ş tu ru ­
y o r d u n u z ,” diy e tam am ladı.
“S elam , T erri.”
T erri b ir sevinç çığlığı attı. O ço cu k lu ğ u n d an b e ri h e p
çığlık atard ı. D e m e k b u h u y u n d a n vazgeçm em işti.
“S eth! S e th Q u in n ! Ş u n a b a k ”
“N e h a b e r? ”
“İyilik! D ö n d ü ğ ü n ü d u y d u m am a yine de seni k arşım ­
da g ö rü n c e şaşırd ım . D ah a da yakışıklı o lm u şsu n . Ü s te lik
şö h re tin b u ra la ra k ad ar geldi. S aint C ris Lisesi’n d e b irlik te
okuy alı u z u n zam an o ld u .”
1 S eth , “E v e t ep ey zam an geçti,” diye tasdik ed ip D r u ’ya
ı baktı.
I T erri, “T an ışıy o r m u su n u z ? ” diye sordu,
i D r u , “T a n ış tık ”d edi. “A nılarınızı tazelem en iz için sizi
j baş başa bırak ay ım . J.J. ile ço k m u tlu o lm an ı d ile rim .”
I “S en ve J.J. W yatt m ı?”
ı T erri, k e n d in e çek id ü zen v e re re k “E vet d o ğ ru ,” d ed i.
“N işa n lı say ılırız.”
“D a h a so n ra an latırsın . H e r şeyi ö ğ re n m e k istiy o ru m .”
D r u ’ya y e tişm e k için T erri’d e n ayrıldı. T erri ark asın d an
d u d a k b ü k tü .
S eth , D r u ’n u n y an ın a gelince, “J.J. W yatt,” diy e sö z e
başladı. “St. C h ris Lisesi futbol tak ım ın ın saldırgan o y u n ­

65
cusu. Üniversitede okadar çok kavga çıkardı ve o kadar
adam dövdü ki futbol konusundaki olağanüstü yeteneği
bile kovulmasına engel olamadı.”
Yerel tarihinize ilişkin bu büyüleyici bilgi için teşekkür
ederim.”
“Sinirlisin. Gel, sana bir içki ısmarlayayım ve bana der­
dini anlat.”
“Teşekkür ederim, içki istemiyorum. ‘Jack ve Diaııe’i
inanılmaz ölçüde kötü yorumlayan orkestranın kulakları
sağır edici gürültüsünden bir an önce kurtulmak için bu-
ı radan hemen gidiyorum.”
j Seth, onun şarkıyı tanımasının olumlu bir puan oldu­
ğunu düşünerek kapıyı açtı.
“Çiçekler büyük sükse yaptı.”
“Bunu duyduğuma sevindim.” Doğal güderi rengi zarif
çantasından arabasının anahtarlarını çıkardı.
Seth birer içki içmek için başka bir yere gitmelerini tek­
lif edecekti ama, kızın iki kaşının arasında beliren çizgiden
onu reddedeceği anlaşılıyordu.
“Demek kiralık bir yerin var, öyle mi?”
“Evet öyle.” Dru, siyah bir Mercedes’in sol ön kapısına
doğru yürüyerek ondan ayrılmak istediğini belli etti.
Seth kapının tokmağını ondan önce kavradı ve kapıya
yaslandı. “Nerede?”
“Dükkânın üstünde.”
“Orayı kiraya vermek istiyorsun, öyle m i?”
“Boş duruyor. Hiçbir işe yaradığı yok. Arabama bine­
mezsem onu kullanamam.”
Genç adam, “Dükkânın üstünde,” diye tekrarladı ve
binayı gözlerinin önüne getirdi. İki katlıydı, evet doğruy'

66
du. Yüksek sesle, “Önde vç arkada toplam üç pencere var.*
dedi. “İşık iyi olmalı. Büyüklüğü ne kadar?"
“İki y ü z elli m etre kare. Salonun bir köşesinde küçü k
bir m u tfa k da var."
“B ana yeter. H aydi gidip bakalım."
“A nlayam adım ."
“K iralık y eri bana göster. Belki ilgilenirim ."D ru . avcun-
daki an ah tarları sabrı taşm ış gibi şıkırdattı. “Size orayı şim ­
di m i g ö ste rm e m i istiyorsunuz?"
S eth , “K ullanılm ayan b ir m ekânı boş tu tm ak istem e­
d iğ in e g ö re, v ak tin i de boş geçirm ek istem eyeceğini d ü ­
şü n d ü m ," d iy erek arabanın kapısını açtı. “Ben arkandan
gelirim . U z u n sü rm ez." S onra, anlam lı bir gülüm sem eyle
ekledi: “Ç a b u k karar veririm ."

67
I D ö rt

| Drusilla da çabuk karar verirdi. Pub’ın otoparkından


geri geri çıkarken bunu düşünüyordu. Seth Q u in n ’i çöz­
müştü.
Kendinden emin ve yetenekli bir adamdı. Büyük bir
olasılıkla, bu iki yönü birbirini besliyordu. Sivriliklerini
cilalayıp yumuşatabiliyordu. Bu da insanı meraklandırı­
yor, ilgi çekiyordu. Drusilla, Seth’in bunun farkında oldu­
ğundan emindi.
Ve bunu çok iyi kullanıyordu.
Çekici bir erkekti. İnce uzun bedeni o eski kot pantolo­
nu giymek için yaratılmış gibiydi. O düm düz açık kumral
saçlar sanki hiç berber yüzü görmemişti.Yanakları çökük,
gözleri masmaviydi. Yalnız masmavi olmakla kalmıyor­
lardı. Derin bakışları olan gözlerdi bunlar. İnsanın yüzü­
ne başka hiç kimsenin göremeyeceği bir şey görm üş gibi
bakıyorlardı. Sanki onun gördüğü şeyi insan kendisi bile
göremezdi.
Bu insana hem bir iltifat gibi geliyor, hem de sarsıyor­
du.
68
H>u bakışla turşısuıd* onu u*ccak cın<ekicn kcuduuzı
ulunuyordunuz. Eli, bir adamı merak ciûıu/ mı, onu dü­
şünüyorsunuz dernekur.
D nısilh, Seth için kadınların paletindeki renkler gibi
olduğunu karar verdi. Canı hangisini »suyorsa onu kul-
lunabılirdi. Bardaki sarışınla nasıl da bsıldayyordu. Dru,
bunu içeri girer girmez fark cımışu. Bu bile ne kadar haklı
olduğunu gösteriyordu.
Sonra garson kıza, şu salak 'Terri*ye gülümseyişi vardı.
O tu z iki dişini göstererek, sımsıcak gülümscmışu ona.
H atta bu gülümsemede biraz da aşna fişnelık vardı. Dru,
bu tebessüm ün çok vaaıkâr olduğunu düşündü ama böyle
şeyler onu etkilemezdi.
D ru, hiçbir fırsatı kaçırmayan, bir kadından ötekine at­
layan erkekleri basit ve sıradan bulurdu.
Ancak, güzelim evine gidip yalnız kalmak istediği haine,
gecenin bu saatinde, onu, dükkânının üst katındaki kiralık
daireyi görmeye götürüyordu. Bunu da kendi kendisine
itiraf etm ek zorundaydı.
Ama bu her aklı başında insanın yapacağı bir şeydi. O
dairenin boş kalmasının anlamı yoktu. Ama, genç kadının
canını sıkan, Seth’in, Drusilla’nın bunu o istedi diye yap­
tığını düşünecek olmasıydı.
Bu saatte park yeri bulmak sorun olmazdı. Serin bir
ilkbahar akşamıydı. Saat daha dokuza geliyordu ama rıh­
tım kalabalıktı. D em ir atmış birkaç tekne vardı. Akıntının
etkisiyle hafifçe sallanıyorlardı. Büyük bir olasılıkla turist­
lerden oluşan bir insan kalabalığı mehtapta dolaşıyordu.
Ah, deniz kenanm ne kadar seviyordu. Rıhtımda bir
dükkân bulunca sevincinden neredeyse uçacaktı. Canı is­
teyince dükkânından dışan çıkıp denizi, yengeç avcılarım
ve turistleri görebilecekti.
D ahası, kendi ö lçüleri ve sta n d a rtla rın d a n v azg eç m e­
d e n , ken d in i b ü tü n b u n la rın b ir p arçası gibi h iss e d e b ile ­
cekti.
D ü k k ân ın ü stü n d e k i daireyi ev o la ra k k u lla n m a sı daha
m an tık lı ve daha akıllıca o lu rd u . A m a çalıştığı y e rd e yaşa-
m am aya kesin olarak kararlıydı. D r u , ç a rşın ın kalab alığ ın ­
d a n k u rtu lu p d ü k k â n ın ın b u lu n d u ğ u b in a n ın a rk a tarafına
d o ğ ru yola çıktığında, b u n u n k asa b a n ın g ü r ü ltü p a tırtı­
sın d an uzaklaşm ak için b ir m a z e re t o l d u ğ u n u d ü ş ü n d ü .
B ü tü n b u n lard an uzak, am a y in e d e n iz e y a k ın olacaktı.
T am am en k e n d in e ait b ir y erd e.
G e o rg eto w n ’daki ev in ta m a m e n k e n d is in e a it o ld u ğ u ­
n u h içb ir zam an h isse tm e m işti.
Farları s ö n d ü rü p m o to ru d u r d u r d u v e ç a n ta s ın ı aldı.
S eth oradaydı. D r u elin i to k m a ğ a u z a tm a d a n kapısını
açtı.
“B urası ço k karanlık. D ik k atli o l." G e n ç k a d ın ın k o lu n a *

girip b in a n ın ikinci katın a çık an m e rd iv e n e d o ğ r u y ü rü -_ J


m ey e başladı.
“G ö re b iliy o ru m . T eşek k ü r e d e rim ." S e th 'te n ayrılıp,
an ah tarları çık arm ak için ç a n tasın ı açtı. “P a rk y e ri var," ■
d edi. “Ve g ö rd ü ğ ü n ü z gibi, ö zel b ir g iriş d e m e v c u t."
“E vet, b e n im g ö z le rim d e iyi g ö rü r. D in le ." M e rd iv e n ­
lerin y a n sın a g elm işlerd i. S e th o n u d u r d u r m a k iç in elini
k o lu n u n ü z e rin e k o y d u . T ekrar, “D in le ," d e d i. A rk a la rın ­
daki y o lu n ü z e rin d e sıralan m ş e v lere te p e d e n b a k ıy o rla r­
dı. “H arik a, değil m i?"
D ru silla g ü lü m se m e s in e e n g el o la m a d ı. S e th 'i ç o k iyi
an lıy o rd u . Ve b u sessizlik g e rç e k te n h arik ay d ı.
“B irkaç h afta so n ra b u kad ar sessiz o lm ay acak ." K aranlık
ev lere ve b ah çelere b ak ıy o rd u . İşte, D ru s illa y in e , S e th 'in .

70

- .. . . ^ _ ^
b a ş k a la rın ın g ö rm e d iğ i şeyleri g ö rd ü ğ ü n ü d ü ş ü n ü y o r d u .
“A n m a G ü n ü ’n d e n itib are n tu ris tle r ve yazlıkçılar ak ın e t­
m e y e b aşlar. G e c e le r d ah a u z u n , daha sıcak olur. İn sa n la r
d ış a rıd a y aşam ay a başlarlar. B u g ü rü ltü d e güzel olabilir.
T atil g ü r ü ltü s ü . E lin d e b ir d o n d u rm a k ü lah ı o ld u ğ u n d a ve
b e y n in in saati çalışm a d ığ ın d a d u y d u ğ u n sestir b u .”
D ö n d ü v e o g ü ç lü m avi g ö zlerini kıza dikti. G e n ç k adın
b u b a k ış k a rşıs ın d a fiziksel olarak irk ild iğ in e y e m in e d e b i­
lird i.
S e th , “K ü la h la d o n d u rm a yem eyi sever m iy in ? ” diye
so rd u .
“S e v m e s e m b ir ek sik liğ im olm ası gerekir, öyle değil
m i? ” B u n u sö y le d ik te n so n ra m erd iv en leri hızla çıkm aya
başlad ı.
D r u s illa kap ıy ı açark en , S eth ellerini cep lerin e so k m u ş
b e k liy o r d u . “H iç b ir ek siğin y o k ,” diye m ırıld an d ı.
G e n ç k a d ın , ışıkları y ak m ak için d ü ğ m ey e bastı ve S eth
içeri g ir d ik te n so n ra kapıyı bilhassa açık bırakn.
A m a , h e m e n so n ra, S e th ’in şu anda kendisiyle ilg ilen ­
m e d iğ in i an lad ı. B o şu n a telaşlanm ıştı. Ö n c e ö n taraftaki
p e n c e r e le r e b ak tı. O n la rın ö n ü n e gidip, ellerini b elin e
k o y a ra k d u r d u . H e m rah at h e m de dikkatli g ö rü n ü y o rd u .
D ru s illa , v e çek ici, diye d ü şü n d ü .
P artal k o t p a n to lo n u y la , b irço k erkeğin beş b in d o larlık
b ir ta k ım elb ise y le o lam adığı kadar şıktı.
A y ak k ab ıların a boya d am lam ıştı.
S e th k o n u şm a y a başlayınca, D ru , g özlerini k ırp ıştırarak
ona döndü.
“E fe n d im ? ”
“N e ? A h , sadece ışığı h esap lıyordum -g ü n eşi ve açıla­
rı.” S o n ra ark a p en c e re le rin yanına gitti. Ö n tarafta yaptığı

71
gibi, orada da bir süre d u rd u ve k endi k e n d in e b ir şeyler
m ırıldandı.
D ru , o n u n kendi ken d in e k o n u ş tu ğ u n u fark etm işti
Aslında, bu, o kadar tu h a f bir şey de değ ild i. K en d isi de
kafasının içinde birçok şey k o n u şu rd u .
Drusilla, “M u tfak ,” diye söze başladı.
“Ö n em li değil.” K aşlarını çatm ış öyle b ü y ü k b ir d ik k a t­
le tavana bakıyordu ki, D ru da o n u n baktığı y e re baktığı
yere baktığını fark etti.
Birkaç dakika öylece d u ru p tavana b a k tık ta n s o n ra k e n ­
dini aptal gibi hissetti ve, “Tavanla ilgili b ir s o r u n m u v ar?”
diye sordu. “Bana d a m ın ç o k sağlam o ld u ğ u k o n u s u n d a
tem in at verdiler. A k m ad ığ ın d an e m in im .”
“Ç atı pencereleri açm aya itiraz ın o lu r m u ? M a sra fı b en
ö d erim .”
“H a... b ilm em . S a n ırım ...”
“İyi o lu r.”
O d a n ın içinde tek rar dolaşm aya b aşladı. Ş im d i, tu v a lle ­
rini, boy alannı, şövalyesini, k arak alem le tasla k ç iz m e k için
kullanacağı m asayı y erleştiriy o rd u . B ir k a n e p e ya d a yatak
koym alıyım , diye d ü şü n d ü . Yatak d a h a iyi o lu r d u . B ö y le-
ce, geç saatlere kadar çalıştığı geceler b u ra d a u y u y a b ilird i.
S o n u n d a, “B urayı b e ğ e n d im ,” d ed i. “Ç a tı p e n c e re le ri
açılırsa b ir so ru n kalm az. K iralam aya k arar v e r d im .”
D ru silla, çatı p e n c e re le rin e h e n ü z o n a y v e rm e d iğ in i
h atırladı. A m a, b u n a itiraz e tm e k için h iç b ir n e d e n o lm a ­
d ığ ın ı d ü şü n d ü .
“Ç a b u k karar v erd in iz. M u tfağ ı ve b a n y o y u g ö r m e k is­
te m iy o r m u s u n u z ? ”
“B anyo ve m u tfa k la r için gerekli o lan h e r şe y in b u lu n ­
d u ğ u n d a n e m in im .”

72
“E v et. A m a, b an y o d a k ü v et yok. Sadece d u ş var.”
“B u ra d a k ö p ü k lü b an y o lar yapm aya n iy etim y o k .” T ek­
rar ö n taraftak i p e n c e re le rin yanına gitti. “M a n zara m u h ­
t e ş e m .”
“E v et, ç o k g ü zel. B u n u sö ylem ek bana d ü şm e z am a
sa n ırım b u r a d a kalab ileceğ in iz pek çok yer vardır. B urayı
k iralam ay a n e d e n g erek d u y d u n u z ? ”
“ B u ra d a kalm ay acağ ım . B urayı çalışm ak için k iralıy o ­
ru m . B ir s tü d y o y a ih tiy acım var.” Kıza d ö n d ü . “C a m ve
A n n a ’n ın e v in d e k alıy o ru m . O rası b ana uyg u n . Z a m a n
iç in d e b ir ev alm ay ı d ü ş ü n ü y o ru m . A m a h e n ü z değil.
Ö n c e is te d iğ im gibi b ir y er b u lm alıy ım . S aint C h r is ’e b ir
s ü re k a lm a k iç in g e lm e d im . Ö m r ü m ü n so n u n a kadar b u ­
rad a y a şa y a c a ğ ım ”
“A n lıy o r u m . B u ray ı stü d y o olarak d ü ş ü n d ü ğ ü n ü z göz
önüne a lın ırsa , çatı p e n c e re le rin i anlayışla k arşılam ak
m ü m k ü n .”
S e th , “T e rri’d e n d a h a iyi b ir kiracı o lu r u m ,” dedi. Ç ü n ­
k ü g e n ç k a d ın ın te r e d d ü t ettiğ ini h issetm işti. “T erri g ü rü l­
tü lü p a r tile r v e rm e siy le ve erk ek arkadaşıyla bağıra çağıra
kavga e tm e s iy le ü n lü d ü r . B en böyle şeyler y ap m am . Ü s te ­
lik işe d e y a r a r ım .”
“G e r ç e k te n m i? ”
“A ğ ır şe y le ri k a ld ırm a ve taşım ada sana y ard ım cı o lu ­
r u m ; u f a k te fe k ta m ira t yap arım . S ifo n d an su dam lam ay a
b a şlay ın ca ağ lay arak k arşın a g e lm e m .”
D r u , “B u n la r siz in leh in ize noktalar,” diye m ırıld a n d ı.
“B u k a d a rı y e tm e z m i? B uraya g erçek ten ih tiy acım var.
Ç a lış m a y a b a şlam alıy ım . A ltı aylık b ir kira k o n tra tı s e n in
için u y g u n m u ? ”
“A ltı ay lık m ı? B e n b ir yıllık d ü ş ü n m ü ş tü m .”

73
“M e n ın u ıı kalm adığım ız takdirde, altı aylık kontrat,
ikim iz için de daha iyi olm az n ıı?”
D ru , dudaklarını büzerek d ü şü n d ü . “Evet, b u da var.”
“N e kadar istiyorsun?”
G en ç kadın ona daha ö n ce d e n k ararlaştırm ış old u ğ u
m ik tarı söyledi. “K ontratı im zalarken, ilk ve son ayların
kirasını ö dem enizi istiyorum . D ep o zit olarak da b ir aylık
kira daha istiy o ru m .”
“OtT! Ç o k katı.
D rusilla gülüm sedi. “T erri b en i te d irg in etti. B u n u n
bedelini siz ödeyeceksiniz.”
“Bu, Terri için ö d ed iğ im ilk b edel olm ayacak. Y arın pa­
rayı getiririm . Pazar g ü n ü b ir aile to p la n tım ız v ar ve önce
çatı p en cerelerini sipariş e tm e k istiy o ru m . A m a h e m e n ta­
şınm aya başlam ak iste rim .”
“B enim için sakıncası y o k .” S eth Q u i n n ’in d ü k k â n ın ın
ü stü n d e resim yapm ası fik rin d e n h o şla n m ıştı. B öylece,
kendisine ait olan b u bin a da d eğ erlen m iş olacaktı. “H a y ır­
lı o lsu n ,” d iyerek elini uzattı. “A rtık b ir stü d y o n u z v ar.”
“T eşekkürler.” K ızın uzattığı eli alıp a v cu n d a tu ttu .
Yine, y ü zü k yok, diye d ü şü n d ü . T ırn a k la rı boyalı değildi.
“Bana poz verm e k o n u su n u d ü ş ü n d ü n ü z m ü ? ”
“H ayır.”
S eth ’in pırıl pırıl parlayan te b e ssü m ü b u n a y eterli bir
cevaptı. “Seni ikna edeceğim .”
“Kolay fikir değiştiren biri değilim . H e r ik im iz için de
yararlı olacak bir iş ilişkisini başlatm adan ön ce, b u k o n u d a
an laşalım .”
“T am am anlaşalım. G ü çlü hatları olan güzel b ir y ü z ü n
var. B ir sanatçı ve b ir erkek olarak güzellik ve güç b an a çe­
kici gelir. Sanatçı onları y o rum lam ak, erk ek tad ın a varm ak

74
u>ccr. B u n e d e n le se n in resm in i yapm ak ve serim le birlikle
vak it g e ç irm e k is te rim .”
A çık k a p ıd a n içeri g iren esin tiye rağm an D ru silla o n u n la
y ap ay aln ız o l d u ğ u n u h issetti. S eth elini tu tu y o r ve gözleri­
ni n iç in e b a k ıy o rd u . G e n ç k ad ın kapana kısılm ış gibiydi.
“B u g ü n e k ad ar, p ay ın ıza d ü şe n kadınların resm in i yap­
m ış v e ta d ın a v a rm ış o ld u ğ u n u z a em in im , ö r n e ğ in , b u
akşam b a rd a b u r u n b u r u n a o tu rd u ğ u n u z siyahlar içindeki
sa rışın ş u h k a d ın g ib i.”
“K im ? ...”
S e th ’in y ü z ü n d e b ir d e n m u z ip bir ifade belirm işti. D ru ,
b u n u g ö lg e le rin a ra sın d a n a n id e n fışkıran ışığa b en zetti.
G e n ç a d a m , “S iy ah lar içindeki sarışın şu h k ad ın ,” diye
te k ra rla d ı. “T a n rım , b u n a bayılacak! A rtık havasından ge­
ç ilm ez. O g ö r d ü ğ ü n kız A u b rey ’di. A ubrey Q u ın iL Ağa­
b e y im E th a n ’m b ü y ü k kızı.”
“A n la d ım .” D ru s illa k en d in i aptal gibi hissetm işti.
“A m c a y e ğ e n g ib i d u rm u y o rd u n u z da.”
“K e n d im i o n u n am cası gibi h issetm iy o ru m . B izim k i­
si d a h a ç o k b ir ağ ab ey k ard eş ilişkisi. B en Sı. C h ris ’e gel­
d iğ im d e o iki y aşın d ay d ı. B irbirim ize b ü y ü k b ir sevgiyle
b a ğ la n d ık . A u b re y h ay atım d a sevdiğim ilk insandır. B u ke­
sin. O d a g ü z e llik v e g ü ce sahiptir, o n u n da b irço k resm im
y a p tım v e g ü zelliğ iy le g ü c ü n ü n keyfini çıkardım . A m a el­
b e t sa n a fark lı b ir g ö zle b ak ıy o ru m .”
“O z a m a n h ay al k ırık lığ ın a uğrayacaksın. Sana p o z ver­
m e k iste s e m b ile b u n a v ak tim yok. K im sen in b e n d e n k e y if
a lm a s ın d a n d a h o şla n m a m . Ç o k çekicisin, S eth. E ğ er y ü ­
zeysel b ir in s a n o lsa y d ım ...”
Y in e o tu z iki d işin i g ö ste rerek g ü lüm sedi. “H ay d i gel,
y ü zey sel o la lım .”

75
“ K u su ra b ak m a.” A m a S eth o ıııı g ü lü m s e tm e y i y i„ e
b aşarm ıştı. “Bu işlerd en v azg eç tim . E ğ e r ö y le o l s a y d ı^
s e n in keyfine v arm ak isy e b ılird im . A m a, b ir iş ilişk isiy le
y e tin m e k zo ru n d ay ız gibi g ö r ü n ü y o r .”
“O ra d a n başlayabiliriz. Ş im d i, se n b a n a d a h a ö n c e b ir
so ru so rd u ğ u n a göre, b e n d e san a b ir s o r u s o r a b ilir im .”
“Tanıarn, so r.”
S eth o n u n y ü z ü n d e k i d e ğ iş im i g ö r d ü . K e n d is in e özel
hayatıyla ilgili, ce v a p la m a k iste m e y e c e ğ i b ir s o r u s o r u la ­
cağını sa n m ıştı. G e n ç a d a m , b u n e d e n le v ite s d e ğ iş tird i.
“B u h a rd a p işm iş y e n g e ç se v er m is in ? ”
D ru silla o n a o n saniye k a d a r b a k tı v e S e th , o n u n y ü z
ifad esin in g ev şeyişini b ü y ü k b ir zev k le s e y re tti. “E v e t, b u ­
h ard a p işm iş y en g eç se v e rim .”
“G ü z e l. İlk b u lu ş m a m ız d a y e riz . Y arın s a b a h k o n tr a tı
im zalam ak için u ğ r a rım .” B u n la rı s ö y le d ik te n s o n r a , açık
d u r a n k apıya d o ğ r u y ü r ü d ü .
“E vet, sab ah u y g u n o lu r .”
D ışarı çık tık ta n so n ra , D ru s illa k ap ıy ı k ilitle m e k için
eğ ilin ce, S e th o n a b ak tı. U z u n v e z a r if b ir b o y n u v ard ı.
K ısacık k esilm iş sim siy a h sa ç la rın ın e n s e s in d e o l u ş t u r d u ­
ğ u b e lirg in h a t d ik k a t çek iciy d i. D ü ş ü n m e d e n , k ız ın saçla­
rıy la e n s e sin in k esiştiği çizgiye p a rm a ğ ıy la d o k u n d u .
K ız d o n u p k aldı. Ö y le ki, b ir an iç in ikisi d e h e r e k e t-
siz kaldılar. K apalı b ir k ap ıy a d o ğ r u e ğ ilm iş şe fta li ren g i
ta y y ö rlü b ir k a d ın v e p a rm a ğ ı o n u n e n s e s in in ç u k u r u n d a
d u r a n p artal g iy im li b ir ad am .
S o n ra , k a d ın ani b ir h a re k e tle d o ğ r u ld u v e S e th ’in eli
y a n ın a d ü ş tü . “Ö z ü r d ile rim . B u b e n im k ö tü b ir h u y u m -
d u r .”
“ B aşk a k ö tü h u y la rın d a v a r m ı? ”

76
“E v e t, k o r k a r ım var. D e m in k i h arek etim se n in le ilgi­
li b ir şe y d e ğ ild i. S açın la e n s e n in kesiştiği çizgi g e rçek ten
g ü z e l.” B a şk a b ir h a re k e t y a p m a m a k için ellerin i c e b in e
s o k tu . H e n ü z b u n u n sırası d eğildi.
“Kesişmeler konusunda uzman olduğumu söyleyebili­
rim .” D rusilla onu n yanından rüzgâr gibi geçti ve merdi­
venden aşağı indi.
“H ey , d u r s a n a .” S e th o n u n p eşin d en k oştu. “B e n d e
d a h a iy ile ri d e v a r.”
“B undan em inim .”
“B a z ıla rın ı sa n a g ö ste rece ğ im . A m a, şim d ilik ...” A raba­
n ın k a p ıs ın ı açtı. “D e p o v ar m ı? ”
“K u lla n m a d ığ ım ız şeyleri k o y d u ğ u m u z b ir y e r var.
Ş u ra d a .” M e r d iv e n le r in altın d ak i b ir kapıyı g ö ste riy o rd u .
K a lo rife rin fırın ı v e sıcak su ısıtıcısı orad a d u ru y o r. G e ri
k alan b o ş a la n ı d a d e p o o larak ku llan ıy o ru z .”
“S tü d y o m a yavaş yavaş y erleştirm ek istiy o ru m . N e y i
n e re y e k o y a c a ğ ım a k arar v erin cey e kadar, bazı şeyleri, belli
b ir s ü r e iç in o ra y a k o y ab ilir m iyim ? R o m a ’d a n bazı eşya­
la rım g e le c e k . B ü y ü k b ir olasılıkla pazartesi g ü n ü g elm iş
o lu rla r.”
“B u s o r u n o lm a z . A n a h ta r dük k ân d a. Yarın, o n u sana
v e r m e m i h a tır la t.”
“Ç o k m a k b u le g eçer.” G e n ç kadın arabasına b in ice S e th
kapıy ı k a p a ttı. S o n ra cam a v u rd u . D r u cam ı açınca, “B ili-
y o r m u s u n ,” d e d i, “s e n in gibi n e istediğini b ilen v e eld e
e d e n ak ıllı v e k e n d in d e n e m in b ir kadınla b ir arada o lm a k ­
ta n h o ş la n ır ım . B u bin ay ı b u lm a n ve sa n n alm an, m esela.
B ö y le b ir y ö n le n m e v e k ararlılık ço k çekici.”
B iraz d u r d u . S o n ra , “B u da b ir kesişm e n oktası,” d ed i.
D r u s illa c a m ı k ap atırk en g özlerini o n u n g ö z le rin d e n
ay ırm ad ı.
77
M otoru çalıştırıp oradan uzaklaşana kadar da kahkaha,
sim tuttu.

Dru'ya göre pazar g ü n ü n ü n en güzel yanı yavaş yavaş


uyanmak, sonra, uykuyla uyanıklık arasında gidip geljN
ken, güneş ışığının ağaçlann arasından fışkırıp p e n c e re le r
den içeri s ı z m a s ı ve kapalı gözkapakJarının ü zerin d e ov-
naşmasıydı.
Pazar, hiçbir şev yapm ak zorunda olm adığınız ve sa y ısı
şeylerin olabileceği bir gündü.
Kendi m utfağında kahve yapıp ekm ek kızartacak ve kü­
çük yem ek odasında, işle ilgili katalogların sayfalarım çevi­
rirken bir yandan da bunları yiyecekti.
Kendi elleriyle çiçekler diktiği bahçesinde, m ü z ik din­
leyerek dolaşacaktı.
A rtık pazar günleri, hayır d em ek lerin d en b irin in öğlen
yem eğine, mahalli etkinliklere, aile toplantılarına katılm ak,
istemediği halde tenis oynam ak zo ru n d a değildi.
Annesiyle babası arasındaki anlaşm azlıklarda hakem
rolü oynam ak m ecburiyeti de yoktu. A nnesi de babası da.
Dru*nun diğerinin tarafını tu ttu ğ u n u d ü şü n e re k üzülüp
kırılm ayacaklardı.
Şim di sadece g ü nerden pazardı ve D ru te m b ellik ede­
re k b u g ü n ü n tadını çıkaracaktı.
Burada yaşadığı aylar boyunca, te k b ir kez bile b u n u n
kıym etini bilm ezlik etm em iş, evinin p e n c e re le rin d e n dı­
şarı bakarken duyduğu zevkte zerre kadar azalm a olm a­
m ıştı.
İşte yine pencereyi açm ış ve serin havanın içeri doldu­
ğ u n u hissetm işti. B u lu n d u ğ u y erd en n e h rin k e n d i arazi­
sin d e n geçen kısm ını görebiliyordu. M anzarayı kapatacak

78
bin alar vc te k b aşına o lm ak istediğinde d ü şü n m e k z o ru n ­
da o ld u ğ u in sa n la r yoktu.
M e şe ağ açların ın gölgesine dikm iş olduğu zakkum ağa­
cı p e sp e m b e to m u rc u k la rla doluydu. Leylaklar ise çoktan
açm ıştı. B atak lığ ın ıslak o tların ın arasında yer açarak d ik ti­
ği n e rg isle r ise, n e m li toprağı sevmiş, sapsarı bir b u lu t gibi
b ol çiçek açm ışlard ı.
K u şla ru n ve rü zg ârın , ara sıra da nehirde zıplayan b ir
b alığın ya d a k u rb ağ aların sesini duyuyordu.
K ahvaltıyı u n u ta ra k evin içinde dolaşmaya başladı. Ö n
kapıya geldi. V erandaya çıkıp dışarıyı seyretm ek istiyordu.
Ü z e r in d e g ece y atark en giydiği şortla pijam a ceketi vardı.
A llah tan , s e n a tö rü n to ru n u n u n b u kılıkta ortada dolaşa­
m ayacağım söyleyecek kim se yoktu. Ç evrede, sosyete say­
fasına basacak b ir resim çekm e peşinde olan bir fotoğrafçı
ya da g azeteci d e y o k tu .
S adece h arik a b ir sessizlik ve h u z u r vardı.
B ah çey i su la m a k için kullandığı kabı d o ld u rm a k için
içeri g ö tü r d ü ve b u arada da kahve m akinesinin d ü ğ m e­
sine b astı.
S e th Q u in n b ir k o n u d a haklıydı, diye d ü şü n d ü . Ken­
disi n e isted iğ in i b ilen b ir kadındı ve bu konuda m üca­
dele v erip , istediği şeyi elde ederdi. Belki, istediği şeyin
ne o ld u ğ u n u anlam ası biraz u zu n sü rm ü ştü am a anladığı
zam an g erek en i yapm ıştı.
Yaratıcı ve m u tlu olacağı b ir iş yapm ak istiyordu. K endi
gayretiyle başarılı olm aya kararlıydı. K üçük b ir fidanlık ya
da bah çe h izm etleri şirketine heves ediyordu.
A m a b u k o n u lard ak i bilgi ve yeteneğine güvenem iyor-
du. B ah çecilik d eneyim leri G eorgetow n’daki k ü çü k bah­
çesi ve saksı çiçekleriyle sınırlıydı. G erçi o k ü çü k bahçe­

79
de göğsünü kabartan sonuçlar almıştı ama bu b aşarıları^
rağm en konunun uzmanı olm aktan uzaktı.
Ama çiçeklerden anlardı.
Hayatın daha ağır aktığı ve insanlardan daha az şey talep
ettiği küçük bir kasabada yaşamak istiyordu. Ve denize ya.
kın olmak, denizi görm ek istiyordu. D eniz ona h er zaman
çekici gelmişti.
St. C hristopher neşeli ve düzenli bir kasabaydı. Dru
kasabaya ve Körfez’in sürekli değişen renkleriyle havasına
bayılıyor, sisli havalarda sis düdüklerini d in lem ek hoşuna
gidiyordu.
Kasabalıların sam im i davranışlarına alışm ıştı. Artık
bundan hiç rahatsız olm uyordu. G eçen kış fırtınalı bir
havada, onun güvende olup olm adığına bakm aya gelen iyi
yürekli Ethan Q u inn gibileri bu kasabada çoktu.
Hayır, bir daha asla büyük kentte yaşamayacaktı.
Annesiyle babası, coğrafi ve duygusal olarak, onlarla
arasına koyduğu mesafeye alışm ak zorundaydılar. S onuç­
ta, b u n u n herkes için en iyisi olacağına inanıyordu.
Ve şu anda, ne kadar bencilce g ö rü n ü rse g ö rü n sü n , onu
en çok, D rusilla için en iyisinin ne olduğu ilgilendiriyor­
du.
M usluğu kapattı ve bir fincana kahve k o yduktan sonra
elindekilerle birlikte dışarı çıktı. Ö n ce saksılarını sulaya­
caktı.
Z am an içinde bir sera yaptırm ak istiyordu. Böylece sat­
tığı çiçekleri kendisinin üretm esi m ü m k ü n olabilirdi. Ama
serayı yaptırırken, o nun, evin güzel g ö rü n tü sü n ü bozm a­
yacağından em in olmalıydı.
O n u n kulelerini ve evin g ö rü n ü şü n ü zencefilli keke
b en zeten saçma sapan süslerini çok seviyordu. B irçok kinı-

80
*
se, b a ta k lık ta k i ağ açların arasındaki b u süslü p ü slü m ayi
evi y ak ışık sız b u la b ilird i. A m a D r u ’ya göre, o b ir yaşam
ta rz ın ın ifad esiy d i. E ğ e r in san b ir evinin, bir yuvasının ol­
m asın ı y e te rin c e isterse, o istediğiniz yerde ve istediğiniz
gibi o la b ilird i.
K ah v e sin i m a s a n ın ü stü n e k o ydu ve çiçeklerinin yanm a
gitti. B ir h ış ırtı d u y a ra k b aşını kaldırdığında, b ir balıkçılın
sazların a ra s ın d a n hav alan ıp , n e h rin kahverengi s u b o n ın
ü z e rin d e b ir k ral g ib i yü k seld iğ ini gördü.
Y ü k s e k sesle, “M u tlu y u m ,” dedi. “H ayatım boyunca
hiç o lm a d ığ ım k a d a r m u tlu y u m .”
K ız a rm ış e k m e ğ in i y e m e k te n ve kataloglara bakm aktan
v azg eç erek b a h ç ıv a n tu lu m u n u giydi.
B ir saat k a d a r b a h ç e n in g üneşli kısm ında çalışa. F u n ­
d aların a ra sın d a b ir çiçek tarh ı o lu ştu rm ak istiyordu. B ir
hafta ö n c e ek tiğ i aslanağzı to h u m ların ın kan kırm ızısı
çiçekleri açm ay a b aşlayınca evin m avisiyle hoş b ir çeliş­
ki o lu ştu ra c a k la rd ı. K ış aylan boyunca h e r akşam o tu ru p
b ah çesin i n asıl d ü zen ley ec eğ in i d ü şü n m ü ştü . Sade ve bi­
raz d a v ah şi o lm a sın ı istiy o rd u . Ç eşit çeşit çiçeklerin hep
b ir arad a b ü y ü d ü ğ ü , b ir köy evinin karm akarışık ve çılgın
bahçesi g ib i o lm a sın ı istiy o rd u .
K o k u lu çiçek leri d ik erk en , sanatın birçok çeşitleri o l­
d u ğ u n u d ü ş ü n d ü . S eth , b u rad a yaptıklanm ı görse, ren k ve
çeşit açısın d an o n ay lard ı diye karar verdi.
E lb e tte ki o n u n onaylam ası önem li değildi. Bahçe,
D ru ’n u n k e n d is in i ta tm in etm esi içindi. A m a, b ir sanatçı­
nın o n u n y ap tığ ı işin yaratıcılık yanım beğenm esi h o şu n a
giderdi.
D ru , o n u n , b ir g ü n ö n ce d ükkâna uğradığında p ek fazla
k o n u şm ad ığ ın ı h atırlad ı. D ru silla dükkânı açnktan h e m e n

81
so n ra gelm iş, daha önce anlaştıkları m eblağı kıza vermiş^
k o n tratı im zalam ış ve anahtarları aldıktan sonra, h em en
çık ıp gitm işti.
O n u n la ne cilveleşmiş, ne de g ü lü m sem eleriy le kan­
dırm aya çalışmıştı.
Kendi kendine, b u n u n çok daha iyi o ld u ğ u n u telkin
etm eye çalışıyordu. Şu anda cilveleşm eler ve ikna edici te­
bessüm ler istem iyordu.
Ama, yine de, böyle bir olasılığı yed ek te tu tm a k hoş
o lu rd u .
Belki de cu m artesi sabahı y o k lu ğ u n d a o n u ö zley en kız­
lardan biriyle b u lu şm u ştu . O d ü m d ü z saçları ve in ce u z u n
bedeniyle, k adınların özleyeceği tip te b ir erkekti.
Ya elleri. Avuçları geniş, p arm akları u z u n d u . B u kaba
ellerde öyle b ir zarafet vardı ki, kad ın lar - D ru , bazı k ad ın ­
lar diye kend isin i uyard ı- o n lar tarafın d an o k şa n m a n ın h a­
yalini kurabilirdi.
D ru içini çekti çü n k ü b u k o n u d a g e re ğ in d e n fazla d ü ­
şü n d ü ğ ü n ü fark etm işti. S eth, u z u n -ç o k u z u n - zam an d ır
çekici b u ld u ğ u ilk erkekti. A m a kim seyi çekici b u lm a m a k
ve erk ek lerd en u zak d u rm a k genç k a d ın ın k e n d i tercih iy ­
di.
Yaklaşık b ir yıldır b ir erkekle yem eğe bile çık m am ıştı.
K ararını değiştirip S eth Q u in n T e b u h a rd a p işm iş y e n ­
geç yem eye niyeti yoktu.
D ru , kararlaştırdığı gibi, k endi y o lu n d a y ü rü y ü p , evini
dö şey ip , bahçesini d ü zen e sokup çiçeklerini sa tark en , o da
ü s t katta resim yapıp kendi hayatını yaşayacaktı.
S e th ’in orada o lu şu n a alışacak, b ir sü re so n ra varlığını
b ile fark etm ez olacaktı. K ontrat süresi b itin ce bakacaklar­
d ı... eğer...

82
“A llah k ah retsin ! D e p o n u n anahtarı!”
O n a d e p o n u n an ah tarın ı verm eyi u n u tm u ştu . E h, o da
anahtarı istem ey i u n u tm u ştu .
B ana n e, diy e d ü şü n d ü . D epoyu kullanm ak isteyen
oydu. Ç ık ıp g itm ek te o kadar acele etm eseydi. D ru da
anahtarı v e rm e y i u n u tm azd ı.
Bahçeye yeni çiçek tohumları dikti, onları gübreledi.
Nihayet küfürü basıp ayağa kalktı.
A n a h ta rı v e rm e y i u n u tm u ş olduğu gün boyunca aklın­
d an çık m ay acak tı. E rtesi g ü n R om a’dan gelecek eşyaları
d ü ş ü n ü p h u z u r s u z olacaktı. E n iyisi, arabaya atlayıp evde­
ki ik in ci a n a h ta rı A n n a Q u in n ’in evine götürm ekti.
Y irm i d ak ik ad an fazla sürm ezdi. D ışarı çıkm ışken fi­
danlığ a d a u ğ ra rd ı.
B a h çed e çalışırk en giydiği eldivenleri ve aletlerini bir
se p etin iç in e k o y u p v eran d ad a bırakn.

S eth , E th a n ’in k en d isin e d o ğru fırlattığı halatı havada


yakalayıp tek n ey i çek erek iskeleye yanaştırdı. T ekneden,
ö n ce ç o c u k la r dişarı fırladılar. U z u n balerin v ü cu d u ve
ayçiçek lerin i a n d ıra n saçlarıyla E m ily ve o n d ö rt yaşm da
o ld u ğ u h a ld e , b ir k ö p ek yavrusu kadar sıska olan D eke.
S e th D e k e ’e b ir kafa kol çekip, o n u k o ltu ğ u n u n altına
s ık ıştırd ık ta n so n ra, E m ily ’e b aka. “B en yokken b ü y ü m e­
ye h a k k ın y o k tu ,” d edi.
E m ily o n a sarılıp yanağını y ü zü n e dayadı. “B una engel
o la m a d ım ,” d iy e cevap verdi. “E vine hoş geldik.”
D e k e , a m c a s ın ın k o ltu ğ u n u n altından başım uzatarak,
“N e z a m a n y e m e k y iy o ru z?” diye soruyordu.
A u b re y ç ev ik b ir harek etle iskeleye atlarken, “B u ço cu -

83
ğ ım bağırsaklarında kurt var,” dedi. “ B eş dakika ön ce ya^
rım som un ekm ek y ed i.”
D eke gülerek, “ B en b üyüm ekte olan b ir erk ek ç o c u ğ a
y u m ,” diye karşılık verdi. “A n n a ’yı baştan çık ara ca ğım .”
Em ily, başını sallayarak, “ G erçek ten çekici o ld u ğ u n a
in an ıyor,” dedi. “ G iz em li bir şey b u .”
E th aıı'in N ig e l adını verd iğ i y ö re y e has b ir tü r o lan kö­
peği, haşır h u şu r sesler çıkararak su ya atladı v e so n ra he­
m en, D e k e ’i yakalam ak için karaya çıktı.
“Emily, bana yardım et. Baksana, alçak h e rif kaçıyor.”
Aubrey, E than’in iskeleye bıraktığı soğutucu çantanın
saplarından birini yakalamıştı. Seth’e, “A nnem köpürm eye
başlamıştır,” diye fısıldadı. “Seni görm ek için sabırsızlanı­
yordu.”
Seth tekneye atladı, elini uzatıp G race’in elini avcuna
aldı. Aubrey, o n u n sevdiği ilk insandi am a G race de hem
sevip hem güvendiği ilk kadındı.
Kollarını S eth’in boynuna dolayıp, o da E m ily gibi ya­
nağını onu n yüzüne dayadı. Sevinçle içini çekerek, “Çok
şükür,” dedi. “İşte böyle. Şim di her şey yerini b u ld u .”
Geri çekilip gülüm seyerek S eth’e baktı. “Laleler için
teşekkür ederim . Ç ok güzeller. Evde olm adığım için üz­
g ü n ü m .”
“Ben de öyle. Ç içeklere karşılık patates kızartm ası is­
teyecektim . Patates kızartm asını senden iyi kim se yapa­
m az.”
“Yarın akşam gel, yaparım .”
“Yanında ne yiyeceğiz?”
G race yine g üldü ve elini arkaya d o ğ ru uzatıp E th a n ’ın
elini tu ttu . “D eğişen bir şey y ok,” dedi. “P atates kızartm a­
sın ın yanında külbastı yiyeceğiz. D eke b u işe bayılacak.”

84
“Ya çik olatalı kek?”
Eth an , “ B u adam da bir demet çiçeğe karşılık çok fazla
§ey istiy o r,” dedi.
“ D u a et ki o n ları A n n a’nın bahçesinden yolup, suçu
gün ah sız g e y ik le rle tavşancıkların üstüne atmadım.”
E th a n y ü z ü n ü buruştu rdu. Anna’mn bu sözleri duy­
m a d ığ ın d a n e m in o lm ak için eve doğru baktı. “ B u konuyu
a çm a ya lım ,” d edi. “A radan yaklaşık yirm i yıl geçti ve Anna
hâlâ b u o la y y ü z ü n d e n derim i yüzm eye hazır.”
G ra c e , e v e d o ğ ru y ürürlerken , “ D uyduğuna göre, stüd­
y o o la ra k k u lla n m a k üzere çiçekçinin üzerindeki daireyi
k ira la m ış sın ,” d iy e re k Seth ’ in koluna girdi.
“ H e r ş e y n e k adar çab uk duyu lu yor.”
G r a c e , “ B ild iğ in gibi değil,” diye tasdik etti. “Anlatsa-
n a.”
“H e n ü z anlatacak bir şey yok. Yerleşmeye çalışaca­
ğım .”

G eç kalıyordu ve bu kendi hatasıydı. Duş yapmasının


ve ü stü n ü değiştirm esinin hiçbir mantıklı dayanağı yoktu.
D eğerli pazar g ü n ü n ü makyaj yapmaya uğraşarak harca­
ması da saçm alığın ta kendisiydi. İşte vakit öğleyi geçmiş­
ti.
Ö n e m li değil, diye düşündü. Böyle bir günde araba
sü rm ek keyifli olacaktı. Hava çok güzeldi. Seth Q uinn ve
anahtar için iki dakikasını harcadıktan sonra, fidanlığa gi­
decekti.
B ahçede y en id en çalışmaya başlayabilmesi için üstünü
değiştirm esi gerekecekti ama bu önem li değildi. Toprakla
y eterin ce u ğ raştığını hissettiğinde limonata yapacak ve ba­
şarılı b ir g ü n geçirm iş olm anın keyfine varacaktı.

85
85
r

Havayı kokla ve içine çek, dedi kendi k en d in e. M is


i)Vfahar kokuyor ve denizin n em in i taşıyordu. Y olun
tarafındaki tarlalar ekilm işti. K eskin g ü b re k o k u su n u Ve
kent dışında ilkbaharın m üjdecisi olan to p ra k kokusunu
duyuyordu.
Virajı dönünce, ağaçlardan önce ovanın ö tesin d e parla,
yan güneşi gördü.
Eski beyaz ev b u lu n d u ğ u yere ço k uy g u n d u . Ç evresin-
de orm anlar vardı. A rka bahçesi ise d en iz kıyısına kadar
uzanıyordu. Ö n bahçe ise güzel çiçeklerle bezeliydi. Bu
evi daha önce gö rd ü ğ ü n d e de beğenm işti. P encerelerinin
güneşten solm uş m avi kepenkleri ve ö n taraftaki veran­
dada d u ran salıncaklı koltuklarıyla h u z u rlu , sım sıcak bir
g ö rünüşü vardı.
Kendi evinin tarzım ve tek başınalığm ı se v iy o rd u ama
Q u innT erin evinin kişilikli b ir b in a o ld u ğ u n u in k âr ede­
m ezdi. Böyle bir evde ayaklarınızı m asan ın ü s tü n e uzata­
bilirsiniz, diye dü şü n d ü .
Kimse, annesinin X IV L ouis tarzındaki seh p aların a to­
p u ğ u n u bile değdirm eye cesaret edem ezdi. B abası bile.
E vin ö n ü ndeki arabalan gö rü n ce kaşları çatıldı. Beyaz
b ir C orvette -antika olm alıydı. O n u n arkasında, ep ey kul­
lanılm ış olduğu belli olan b ir kaptıkaçtı d u ru y o rd u . Kü­
çü k b ir ü stü açık araba. Y irm i yaşlarında g ö rü n e n b ir başka
araba. Erkeksi b ir g ö rü n ü şü olan b ir k am y o n et ve za rif bir
Jaguar.
Ö n c e tered d ü t etti, sonra arabaların k im lere ait olabi­
leceğini dü şünm eye başladı. Kaptıkaçtı ailenin arabası ol­
m alıydı. C o rv ette’in gençliğinde yarış arabaları kullanm ış
o lan C a m e ro n Q u in n ’e ait o lduğu kesindi. K am yoneti de
iş için kullanıyor olm alıydı. Ü s tü açık araba A n n a ’ya uy-

M ------------------ --------
gundu. Eski araba ise Anna ve Cameron’un, araba kulla­
nabilecek yaşta olması gereken büyük oğullarına ait olma-
lıydi.
Jaguar Seth’indi. Önceki gece onu fark etmiş ve hay­
ran olm uştu. Görmemiş olsa bile, Seth’in yeni satın aldığı
arabasının dedikodusunu dükkana gelen müşterilerden
duymuştu.
J a g u a r’ın arkasına park etti.
M otoru durdururken, iki dakikadan fazla kalmayacağı
konusunda kendisini uyardı.
O anda gürültülü bir müzik sesi duydu. Ö n kapıya doğ­
ru yürürken, gençler, diye düşündü. Adımlarım farkında
olmadan M atchbox 2O’nin müziğine uydurmuştu.
Verandadaki saksıları ve çiçek kaplarım beğenmişti.
Anna’nm çiçek düzenlemeleri konusunda becerikli oldu­
ğunu duym uştu. Kapıya kısaca vurdu. Sonra, içini çekerek
daha hızlı vurdu.
Bu m üzik sesi varken, davul bile çalsa kimse duymaya­
caktı.
Vazgeçerek geri döndü ve yan bahçeye yöneldi. Şimdi
müzikten başka sesler de duyuyordu. Bağnşmalar, çığlık­
lar ve D ru ’ya göre, ancak bir manyağın gırtlağından çıka­
bilecek kahkahalar işitiliyordu.
Çocuklar parti veriyor olmalıydı. Arka tarafa gidip
anahtarları A nna’nm çocuklarından birine verip geri dö­
necekti.
Ö nce köpeği gördü. Dili dışarda, siyah kürklü bir gül­
le gibiydi. Makineli tüfek gibi havlıyordu. Dru, köpekleri
sevmesine rağmen durakladı.
“Selam. Cici köpek.”
Köpek, bunu, kızın çevresinde, çılgınca koşarak iki kere

87
dönmek ve sonra burnunu onun bacaklarının arasına sok­
mak için bir çağrı olarak algılamış olmalı.
“Tamam.” Elini köpeğin çenesinin altına uzatıp başın,
yukarı kaldırdı. “Bu biraz fazla samimi bir davranış değjj
mi?”
Onu önce biraz okşayıp, sonra hafifçe itti. Bir adım daha
atmıştı ki, bir oğlan çığlıklar atarak, evin köşesini döndü
Elinde büyük bir plastik silah vardı ama birinden kaçmak-
I ta olduğu açıkça belliydi.
I Dru’ya çarpmamayı başardı ve onun çevresini dolaşır-
^ ken, genç kadını, “Kaç,” diye uyardı. Dru göz ucuyla, şim-
I şek gibi bir hareket gördü.
I O anda, buz gibi soğuk suyun üstüne püskürtülmesiyle
P vurulup ölmüştü.
i O kadar şaşırmıştı ki açık kalan ağzından ses bile çıkma-
I dı. Arkasından, küçük oğlanın, “İş-te, olanlar oldu!” diye
1 mırıldanan sesini duydu.
Ve çocuk ortadan kayboldu.
Seth, elinde su tabancasıyla karşısında duruyordu. Bi­
raz önce uğradığı saldırıdan saçları sırılsıklam olmuştu.
Kıza baktı ve “Allah kahretsin!” diyebildi.
Dru, çaresizlik içinde giysilerine baktı. Gıcır gıcır ütülü
kırmızı gömleği ve lacivert pantolonu sırılsıklam olmuştu.
Yüzü de ıslanmış, makyaj yapmak için harcadığı onca za­
man boşa gitmişti.
Başını kaldırdı. Hâlâ şaşkınlık içindeydi. Ama, Seth’in
gülmemek için kendisini güç tuttuğunu görünce öfkeden
kıpkırmızı kesildi.
“Deli misin sen?”
“Özür dilerim, Gerçekten.” Üst üste birkaç kere yut­
kundu. Dayanamayıp gülerse başının belaya gireceğin1

88
biliyordu. D ru’ ya yaklaşırken, “Özür dilerim,” diye tek­
rarladı. “Jake’i kovalıyordum. Küçük serseri beni vurdu.
Sen çapraz ateşe yakalandın.” Sevimli görünmeye çalışarak
gülümsedi ve pantolonun arka cebinden bir bandana çı­
kardı. “Bu da gösteriyor ki bir savaşta günahsız seyircilere
yer yoktur.”
Genç kadın dişlerini gıcırdatarak, “Bu, bazı erkeklerin
bir oyuncağı bile idare edemeyecek kadar salak olduklarım
gösteriyor,” dedi.
“D ur bakalım! Bu Süper Güçlü Su Tabancası 5000!” Si­
lahı ona doğrulttu ama kızın gözlerindeki düşmanca pırıl­
tıyı görünce indirdi. “Her neyse, gerçekten özür dilerim.
Bira içer misin?”
“Biranla Süper Güçlü Su Tabancanı al da...”
“Seth!” Anna yan bahçeden onlara doğru geliyordu.
Birden D ru’yu görüp dehşete kapıldı ve derin bir iç çe­
kişinden sonra ağzından şu kelimeler döküldü. “Seni gidi
budala!”
Seth, “Jake...” diye tısladı. İntikamını alamamış oldu­
ğuna üzgün görünüyordu.
“Kes sesini!” Anna işaretparmağını ona doğru salladık­
tan sonra, kolunu D ru’nun omzuna attı. “Salak çocuklann
adına özür dilerim. Zavallı kız, piyango sana çıkmış. İçeri
girelim de giymen için kuru bir şeyler vereyim.”
“Hayır, aslında ben...”
Anna, “Israr ediyorum,” diyerek onun sözünü kesti. Bir
yandan da onu evin ön kapısına doğru götürüyordu. “Ne
karşılama. Burada hayatın her zaman böylesine çılgın ol­
madığını söylemek isterdim ama bu yalan olurdu.”
Anna bir insanın kaçmaya hazır olduğunu daima an­
lardı. Bu nedenle, kolunu Dru’nun omzundan çekmeden
onu eve soktu ve üst kata çıkardı.
89
“Bugüıı bütiiıı kabile burada o ld u ğ u n d an çılgınla
dozu biraz daha fazla. SethV hoş geldin d em e k için top.
bııdık. Erkekler yengeç pişirmeye hazırlanıyorlar. Sen de
bilirsin.”
“Davetsiz misafir olıııak istem em .” Ö fkesi yerini yavaş
yavaş utanmaya bırakıyordu. "Ben sadece S e th ’e deponun
anahtarını bırakmak için uğram ıştım . G erçekten gitııu*-
li...”
Anna, içtenlikle, “Üstünü değiş, kıırıı bir şeyler giy, bi­
raz yemek ye ve şarap iç," dedi. "Kevin'in kot pantolonu
sana uyar sanırım.” Kendi dolabından mavi bir keten göm­
lek çıkardı. “Dur bakalım, Kevin'in darm adağınık odasın­
da temiz bir pantolon bulabilecek miyim?”
“Hepsi hepsi biraz su. Siz aşağıda ailenizin yanında ol­
malısınız.”
“Şekerim, üstün başın sırılsıklam ve tir tir titriyorsun.
Şu ıslak şeyleri çıkar üstünden. Yemek yerken onları ku­
rutma makinesine atarız. Şimdi geliyorum.”
Bunu söyledikten sonra, D ru’yu odada yalnız bırakarak
dışarı çıktı.
Anna, alışveriş için birkaç kez D ru ’nun dükkânına gel­
mişti ama o zaman gözüne bu kadar dediği dedik biri gibi
görünmemişti. Bu kadınla girişilecek herhangi bir müca­
deleyi kazanmak olanaksız olmalıydı.
Aslında gerçekten üşümüştü. D irenm ekten vazgeçerek,
içini çekti ve ıslak gömleğiyle sütyenini çıkardı. Gömleğin
önünü iliklerken Anna içeri girdi.
“Büyük başarı!” Genç kadına, Levi’s marka bir kot pan­
tolon getirmişti. “Gömlek oldu mu?”
“Evet, iyi oldu. Teşekkür ederim.”
“Aşağı inerken ıslak giysilerini de mutfağa getir, olur

90
um?” Tam odadan çıkarken geri döndü. "Dru,” dedi. "Tı­
marhaneye hoş geldin.”
Dru, yalan da değil, diye düşündü. Açık pencereden,
bağırışları, kahkahaları ve müzik sesini dayabıiiyordu. San­
ki Sı. Chrisıopher halkının yarısı QuinnTcrin arka bahçe­
sinde eğleniyordu.
Ama pencereden dışarı bakınca, QuinnTcrin kendi ara­
larında eğlenmekte olduklarını gördü. Kız erkek, çeşidi
boy ve yaşlarda bir sürü genç ve iki, hayır üç köpek, ora­
dan oraya koşuşup duruyorlardı. İri bir köpek, denizden
çıkıp, koşuşanların arasına girerek, üstünden sızan sularla
müm kün olduğu kadar çok kişiyi ıslatabilmek amacıyla
silkinmeye başlayınca, hayır dört, diye mırıldandı.
Seth’in kovalamakta olduğu oğlan yine aynı şeyin pe­
şindeydi. Besbelli, Seth onu alı etmeyi başarmıştı.
İskeleye bağlı tekneler vardı. Dru, bu piknikçilerin sa­
yısıyla kapıdaki arabaların sayısı arasındaki uyumsuzluğu
açıklıyor, diye düşündü.
Q uinn’ler tekne kullanıyorlardı.
Aynı zamanda gürültücü, ıslak ve pasaklıydılar. Aşağı­
daki görüntü hiçbir yönüyle annesiyle babasımn açık ha­
vada düzenledikleri aile toplantılarına benzemiyordu. O
toplantılarda kısık sesle klasik müzik dinlenirdi. İnsanlar
birbirleriyle sakin bir biçimde, alçak sesle ve sırayla konu­
şurlardı. Yemek masaları ise önceden hazırlanmış olurdu.
Annesi ikram konusunda rakipsiz ve ikram edilecek ye­
mek çeşitlerinin seçiminde usta oluşuyla ünlüydü.
Dru, bu tür bir toplantıda nasıl davranacağını bildiğin­
den emin değildi. Bu karmaşanın ortasında şaşırıp kalabi­
lirdi. Ama kaba davranmak istemediği için kendisini aşağı
inmeye m ecbur hissediyordu.

91
Levfs marka pantolonu giydi. Çocuk -Anna ondan
vın diye söz etmişti- uzun boyluydu. Paçalarını birkaç kere
kıvırmak zorunda kaldı.
Tuvalet masasının üstündeki ahşap çerçeveli aynaya
baktı ve içini çekerek bir kâğıt mendil alıp, beklenmedi^
bir duş sonucu akmış olan rimellerini temizlemeye ba^
ladı.
İslak giysilerini alıp odadan çıktı ve merdivenlerden
aşağı inmeye başladı.
Oturma odasında bir piyano vardı. İyi kullanılmış eski
bir piyanoydu. Üstünde, kesme kristal bir vazonun içinde
Seth’e satmış olduğu kırmızı zambaklar duruyordu. Oda
çiçeklerin kokusuyla doluydu.
Koltuk yeni, halı eski görünüyordu. D ru, burası, neşeli
renkleri, sıcak minderleri, sağda solda göze çarpan birkaç
köpek tüyü ve ona bir kadın elinin değdiğini hissettiren
çiçekler ve mumlarla tam bir aile odası, diye düşündü.
Sağa sola, çeşitli çerçeveler içinde aile fotoğrafları serpiş­
tirilmişti. Uyum için hiçbir çaba sarf edilmemişti ve Dru,
işin güzel yanı da bu, diye düşündü.
Sonra tablolar vardı. Deniz manzaraları, şehir görün­
tüleri ve natürmortlar. Bu tabloları Seth’in yaptığından
emindi. Bunlar arasında en çok karakalem bir resim ho­
şuna gitti.
Bu, deniz kıyısındaki beyaz evin resmiydi. Çevresinde
ağaçlar vardı. Yalın bir kesinlikle, burası yuvam, diyordu.
D ru, resme bakarken, keşke böyle bir yuvam olsaydı, diye
düşündü.
O na iyice yaklaşıp alt köşesindeki özenli imzayı incele­
di. O kadar özenliydi ki, altında yazılı olan tarihe bakma'
dan, onun bir çocuk imzası olduğunu anladı.

92
D em ek Seth bu resmi çocukken yapmıştı. Evinin res-
mini yapan bu küçük çocuk onun değerini anlayacak,
onun kendisine verdiği güveni ve sıcaklığını yaptığı resme
yansıtacak sezgi ve yeteneğe sahipti.
Elinde olm adan ona karşı yüreği yumuşadı. Kocaman
bir su tabancası olan sersemin biriydi belki ama iyi bir
adamdı. Eğer sanat sanatçıyı yansıtırsa, çok özel biri ol­
malıydı.
Seslerin geldiği yöne doğru yürüyerek mutfağa ulaştı.
Burası ailenin bir başka karargahı olmalıydı. Ama buranın
kaptanı bir kadındı ve bu kadın yemek yapma işini ciddi­
ye alıyordu. Tezgâhların üstü bembeyazdı. Kenarlarında­
ki şeritlerin şeker kırmızısı bu beyazlıkla neşeli bir çelişki
oluşturuyordu. Tabak ve kâseler içinde yemekler onları
yiyecek olan aile fertlerini bekliyordu.
Seth, kolunu Anna'nm omzuna atmış, ayakta duru­
yordu. Kafa kafaya vermişlerdi. Anna bir kâsenin üstünü
açmakla m eşguldu ama duruşları sanki beraberce bir şey
yapıyorlarmış gibiydi.
Bu birliktelik havasını yaratan şey sevgiydi. Dru. bu­
nun yalın ve güçlü akımını odaya girer girmez hissetmişti.
Dışarıda g ürültü devam ediyor, insanlar arka kapıdan girip
çıkıyorlardı ama onların ikisi bir sevgi adacığı oluşturmuş­
lardı.
Bu tü r ilişkiler ona her zaman çekici gelirdi. Gülümse­
diğini fark etti. O sırada, elinde bir tabak yemek olan bir
kadın dev buzdolabının kapısını kapattı. Bu Grace olma­
lıydı.
“Ah, D ru, elindekileri alayım.”
Anna ile Seth döndüler. Dru nun gülümsemesi değişti
ve bir nezaket tebessümüne dönüştü.

93
Ressama karşı yumuşamış olabilirdi ama bunu o serse­
me kolay kolay belli etmeye niyeti yoktu.
“Teşekkürler. Islak sayılmazlar aslında. En çok gömlek
isabet aldı.
Seth başını Anna’ya doğru eğerek, “En çok ben isabet
aldım,” dedi. Sonra ileri doğru birkaç adım attı. “Özür di­
lerim. Gerçekten. Nasıl oldu da seni on üç yaşında bir ço­
cukla karıştırdım, bir türlü anlayamıyorum.”
Dru’nun bakışı, on adımlık mesafeden küçük bir gölü
dondurabilirdi. “Buraya gelmek için yanlış bir zaman seç­
mişim. Bunu kabul edip konuyu kapatalım.”
“Hayır, doğru bir zaman seçtin.” Seth onun elini tutup
dudaklarına götürdü. Dru, onun bunu sevimli görünmek
için yaptığını düşündü. Ve evet, Allah kahretsin, sevimliy­
di. “Her zaman gelebilirsin.”
“Ah, çok yazık!” Bu, Jake’in bu konudaki düşüncesi ol-
malıydi. Sözüne, “Yengeçler kazana atılıyor,” diye devam
etti. “Babam, kıçını kaldırıp yardım etmek üzere onların
yanına gitmeni söyledi,” diye devam etti.
“Jake!”
Jake masum bakışlarla annesine baktı. “Ben sadece ha­
berciyim. Açlıktan ölüyoruz.”
Anna katı pişmiş bir yumurtayı onun ağzına soktu. “Al
bakalım! Şimdi şu tabağı dışarı götür. Sonra kapıyı çarp­
madan içeri gir ve Dru’dan özür dile.”
Jake, yumurtayla dolu ağzından garip sesler çıkararak
elindeki tabakla birlikte dışarı çıktı.
Dru, “Onun suçu değildi,” diye söze başladı.
“Bu onun suçu değilse, mutlaka başka bir suçu vardır.
O daima suçludur. Sana biraz şarap verebilir miyim?”
“Evet, teşekkür ederim.” Kaçamayacağı açıkça belli

94
oluyordu. İşin doğrusu şuydu ki, Dru, küçük bir ressamın
karakalemle yaptığı resimde gördüğü bu aileyi merak edi­
yordu. “Size yardım edebilir miyim?”
“Eline ne geçerse kap ve dışarı götür. Kısa bir süre için­
de ahaliyi beslemeye başlıyoruz.”
Seth eline dolu bir tabak alıp, elinde salata çanağıyla ile­
ri doğru bir adım atmış olan Dru’nun önünden yürüyerek
genç kadına kapıyı açarken Anna kaşlarını havaya kaldırdı
ve Grace’e bakarak, “Birbirlerine yakışıyorlar,” diye fısıl­
dadı.
Grace, “Evet,” diye onayladı. “Ondan hoşlandım.” On­
ları gözetlemek için Anna’yla birlikte mutfak kapışma gitti.
“O hep başlangıçta mesafeli ve biraz soğuk davranır ama
sonra ısınır -ya da rahatlar. Çok güzel bir kız, öyle değil
mi? Ve de ne kadar... kibar.”
“Para genellikle insana bir parlaklık verir. Biraz gergin
ama eğer bizimkiler onu gevşetemezse bunu kimse yapa­
maz demektir. Seth ona çok hayran.”
Grace başını Anna’ya doğru çevirdi. “Evet, fark ettim.
O nun hakkında biraz bilgi edinsek iyi olur.”
“Ben de aynı şeyi düşünüyorum.” Anna, şarabı almak
için geri döndü.

Q uinn kardeşlerin her biri erkek türünün özel örnek­


leriydi. D ru, onların bir araya geldiklerinde inşam serseme
çevirdiklerini düşündü. Belki aynı kanı taşımıyorlardı ama
aynı aileden oldukları ortadaydı. Hepsi de uzun boylu, sı­
rım gibi ve erkeksiydiler.
D um anı tütm ekte olan kazanın başındaki dörtlü, paha­
lı bir tıraş losyonu gibi, buram buram erkeklik saçıyordu.
Bunu onların da bildiğinden, Dru’nun hiç kuşkusu yok­
tu.
95
Onlar kendilerinden ve yaşantılarından m e m n u n d u ^
Bir kadın olarak bu tür doğal özgüveni çekici bulurdu
İnsanların kendilerine duydukları güvene ve sağlıklı bir
özbenliğe saygısı vardı. Dördü birden tuğla ocağın başında
durmuş yengeçleri pişiriyorlardı. Dru, Anna’nın talimatı
üzerine, onlara bira götürmek için yanlarına yaklaştığında
konuşmaları kulağına çalındı.
“Serseri herif kendisini çalgıcıyı beceren Horatio sanı-
yor. " Bu Carri in sesiydi.
Ethan, “Daha çok, Queed’i beceren Kaptan gibi,” diye
mırıldandı.
Phillip omuz silkerek, “Parası sağlam olduktan sonra
kendini kim sanırsa sansın,” diye mırıldandı. “Daha önce
de serseri heriflere tekne yaptık, bu adama da yapacağız.”
Seth, “Bütün pislikler aynı...” derken D ru’yu görüp
sustu.
Dru gözünü bile kırpmadan, “Beyler,” dedi. “Ağır işçi­
ler için soğuk bira var.”
“Teşekkürler.” Phillip biraları onun elinden aldı. “Duy­
duğuma göre sen bugün daha önce serinlemişsin.”
“Evet, beklenmedik bir biçimde.” Biralardan kurtulun­
ca, elindeki şarap kadehini dudaklarına götürüp bir yu­
dum aldı. “Ama böyle serinlemeyi Süper Güçlü Su Taban­
cası 5000’in yöntemine tercih ederim.” Seth’i yok sayarak,
Ethan’a baktı. Kazanda kaynayan yengeçleri göstererek,
“Bunları siz mi yakaladınız?” diye sordu.
“DekeTe ben yakaladık, evet.” Seth hafifçe öksürerek
boğazını temizleyince, Ethan sırıttı. “Onları ayıklamamıza
Seth de yardım etti. Yumuşak elleri yara bere içinde kaldı.
Cam, “Tersanede birkaç gün çalışınca benliğine kavu­
şur,” dedi. “Ama o her zaman hanım evladıydı.”

%
“Ağır işleri üstlenmem için bana hakaret etmeye çalışı­
yorsun,” dedi. “1layal kurmaya devam et.” Birasını sonuna
kadar içti.
Phillip, “H anım evladıdır,” dedi. “Ama hep çok akıllı
olmuştur.”
“Acaba bir gün gelip yaptığınız tekneleri görebilir mi­
yim?”
Cam, başını ona doğru uzattı. “Tekneleri sever misi-
nız?
“Evet, severim.”
Seth ona, “Gel denize açılalım?” dedi.
Genç kadın ona öfkeli bir bakış fırlattı ve, “Hayal kur­
maya devam et,” diyerek oradan uzaklaştı.
Phillip, fikrini, “Kaliteli,” diyerek açıkladı.
Ethan kazanın içindeki yengeçleri kontrol ederken, “İyi
bir kız,” dedi.
Cam, “Ateşli,” diye söze karıştı. “Çok, çok ateşli.”
Seth, “Serinlem ek istiyorsan, Süper Güçlü su tabancası
5000’i kıçına sıkarım,” diye cevap verdi. Cam ona acır gibi
başını salladi. “O nda gözün mü var? Aynı ligde oynamı­
yorsunuz gibi geldi bana.”
“Evet, öyle. Ben ligler arası maçları çok severim.”
Phillip, Seth’in yanlarından uzaklaşmasını seyrederken
güldü. “Bizim oğlan önümüzdeki günlerde çiçeklere çok
para harcayacak gibi görünüyor.”
Cam, “Çekingen bir kız,” diye mırıldandı.
“Gözleri çok keskin.” Cam kaşlarını çatarak kendisine
bakınca, Ethan om uz silkti. “Her şeyi dikkatle, ama bir
adım geriden izliyor. Buna Seth de dahil. Çekingen oldu­
ğu için değil -bu kıza utangaç denmez. Sadece dikkatli.”
Phillip, birasını yudumlarken, “Geçmişinde büyük para
ve politika var,” dedi. “Bunlar insanı tedbirli yapar.”
97
"Sz. C hris’e yerleşmesi garip değil m i?’ C aın, adcnjfl
insani biçimlendirdiğine inanırdı -biyolojik ailen ya ^
kendi kurduğun aile. D ru ’nun ailesinin onu nasıl biçiffK
IcndirdiğİQİ merak ediyordu.
Bir saatten fazla kalmaya niyeti yoktu. Bu bir saat içj^
de elbiseleri kuruyacaktı. Kendisi de terbiyeli davranıp
bu süreyi partiye katılarak geçirecekti. Ama nasıl olduy$a
Emily ile N ew York hakkında konuşmaya başladı. Sonra
Anna’yla bahçıvanlık konusunda sohbete daldılar. S o n ra
Sybill ve PhillipTe W ashington’ daki m üşterek tanıdıkla­
rından söz ettiler.
Yemekler harikaydı. Patates salatasını övdüğü zaman
Grace ona tarifini verdi. D ru, yem ek pişirm ediğini onlara
söyleyemedi.
Basketbol, giyim ve video oyunları konusunda tar­
tışmalar oldu. D ru’nun bu aile içindeki ilişkilerin kendi
alışık olduğu türden çok farklı olduğunu anlaması u zu n
sürmedi.
Köpekler yemek masasına yaklaştıklarında, biri ağızla­
rına bir lokma yiyecek verdikten sonra se n bir sesle uzak-
laşnnhyorlardı. En az aln kişi kendi aralarında, ayrı ayrı
konuşurken, denizden karaya doğru serin bir rüzgâr esi­
yordu.
Çevresindeki atmosfere ayak uyduruyordu. Küçüklü­
ğünden beri aldığı eğitim, ona, toplum içinde, her konu­
da ve her durumda bir şeyler söyleyebilmeyi öğretmişti.
Tekneler ve basketbol, yemek ve müzik, sanat ve s e y a h a t
konulannda konuşabiliyordu.
İk in ci kad eh şarabını da içti v e orada tasarladığından
ç o k dah a u z u n sü re kaldı. B u n u n n e d e n i te r b iy e li bir bi­
ç im d e v e d a e tm e n in y o lu n u b u la m a y ışı d e ğ ild i. Onlardan

98
I s l a n m ı ş t ı . A ile f e rtle r in in b irb irin e olan yakjnJığmJ sev­
miş. b a tta b u n a im re n m iş ti. A ralarındaki belirgin farkîar
j,y y ak ın lığ ı h iç e tk ile m iy o rd u -hangi iki kardeş, sivri dilli,
sporcu A ııb re y ile m e le k s i b alerin Emiîy*den daha az b e n ­
zeyebilirdi b ir b ir in e ? A m a b eri yandan o n la n benzeştiren
temel b ir n i te lik v a rd ı.
D ru . o n la r ın , k o c a m a n b ir resim li bulm acanın tek tek
parçalarına b e n z e d ik le r in e k arar verdi sonunda. Aile d e­
nen b u lm a c a y a d a im a h a y ra n lık d u y m u ştu . Kendi ailesi ise
çözem ed iğ i b i r b u lm a c a o lm a k ta devam ediyordu.
Yüzeyde ne kadar neşeli ve renkli görünseler de
Quinn*lerin bulmacasının da kendine özgü karanlık yan­
lan ve sorunları olduğundan emindi.
A ileler b ö y lc y d L
D ö n ü p . S e t h 'i n k e n d is in i izleyen gözlerine baktı. E r­
kekler g ib i, d iy e d ü ş ü n d ü . Y em ek için masaya o tu rd u k -
lan n d an b e r i g e n ç a d a m ın sü rek li kendisine baktığının
farkındaydı. B ir y a n d a n d a etrafm dakilerle çene yanşta-
n v o rd u . B u k o n u d a u s ta o ld u ğ u n u kabul etm ek gereki­
yordu. Z a m a n z a m a n d a d ik k ati b ü tü n ü y le b ir başkasın­
da o d a k la n ıy o rd u . A m a o m asm a v i. ısrarlı bakışian daim a
Dru* ya g e ri d ö n ü y o r d u .
B u n u h is s e d iy o r v e b e d e n in i garip b ir sıcaklık kaplıyor­
du.
B u n d a n e tk ile n m e y i re d d e d iy o rd u . D u ru m u n o n u al­
tüst e tm e s in e d e fırs a t v erm e y e c e k ti.
S eth . g ö z le r in i D r u d a n ay ırm ad an , m akam a salatası yi­
yordu. “B u r a d a ik in d i ışığ ı gü zel." dedi. “Belki biraz açık
hava ç a lışm a sı y a p a rız . B o l. u z u n b ir eteğ in v ar m ı? B ir
de, g ü zel, g ü ç lü o m u z l a r ı n ı açıkta bırakacak, askısız \ a da
kolsuz bir bluz...” Makarna salatasından biraz daha yedi
“Omuzların yüzüne uygun.”
Dru elini havada sallayarak, “Bu konuda şanslıyım, öyje
değil mi?” dedi ve Sybill’e döndü. “Çeşitli aile dinamikle,
rınden örnekler veren ve bunlar üzerinde yapılan incele,
meleri içeren son belgeselinizi çok beğendim,” dedi. “Sa­
nırım bazı sonuçları kendi deneyimlerinize dayanarak elde
etmişsinizdir.”
“Bundan kaçmak olanaksız. Önümüzdeki yirmi yd,
bu ahaliyi inceleyerek geçirebilir ve asla malzeme sıkıntısı
çekmem.”
Fiona, tabağına bir yengeç daha alırken, “Biz hepimiz
annemin denekleriyiz,” dedi. “Dikkatli olmanızı tavsiye
ederim. Seth sizin çıplak resminizi yapar, annem de sizi
bir kitabında inceler.”
Aubrey, bardağını elinde sallayarak, “Orasını bilmem,”
dedi. Annie Crawford aylarca buralarda dolaştı ama Seth
onun tek bir resmini yapmadı -ne çıplak ne de giyinik.
Sybill’in de onun hakkında bir şey yazdığını sanmıyorum.
Ama belki de beyinsiz yüksek sosyete mensupları hakkın­
da yazdığı bir yazı gözümden kaçmıştır.”
Seth, “O beyinsiz değildi,” diye söze karıştı.
“Sana Sethie diyordu. Ah Sethie, sen bir Michael Dee
Angelo’sun.”
“Birkaç yıl öncesinde birlikte olduğun çocuklardan
bahsetmemi ister misin? Örneğin Matt Fisher’dan?”
“O zaman genç ve yüzeyseldim.”
“Doğru. Şimdi yaşlısın ve derinlik kazandın. Her ney­
se,” -yine Dru’ya baktı- “uzun ve bol bir eteğin var mı? Ve
küçücük bir bluzun?”
“Hayır.”

m
“B ö y le b ir şe y satın alırız.”
D ru , şa ra b ın ın so n dam lalarını içti. Başını hafifçe yana
eğerek, “R e sm in i y ap m ak istediğin insanlardan hiçbiri seni
reddetm edi m i?”
“H ay ır, p e k say ılm az.”
“O z a m a n b e n ilk o layım .”
C a m , “B u n a en g el olam azsın,” dedi. “İstemesen de res­
m ini y ap aca k tır,” d ed i. “D ik kafalıdır.”
A n n a, ayağa kalk ark en , “Ve b u n u hayatınız boyunca ta­
n ıyab ileceğ in iz e n esnek, en m antıklı ve en uyum lu adam
söylüyor,” d e d i. “K im sede, tatlı yiyecek hal kaldı m ı?”
D ru bunun nasıl m ü m k ü n olduğunu anlayamadı
ama h e rk e s tatlı y e m e k istiyordu. Pasta ve kek ikramları­
nı re d d e tti am a, dayanam ayıp, üstünü değişmeden önce
b ro w n ie’n in ta d ın a baktı.
E lb iseleri k u ru y a n a kadar giydiği gömlekle kot panto­
lonu katlay ıp y atağ ın ü zerin e koydu. Yatak odasına bir daha
baktı ve o d a d a n çıkıp m erdivenlerden inmeye başladı.
M u tfa k k a p ıs ın ın ö n ü n d e n geçerken, Anna ile C a n f in
tutkuy la b irb irle rin e sarılm ış olduklarını gördü. Yetişkin
çocukları o la n in sa n la rd an böyle bir davranış beklemezdi.
D ru , C a m ’in , “H ay d i yukarı çıkıp kapıyı kilitleyelim,”
dediğini d u y d u ve k arısın ın kalçalarını okşamakta oldu­
ğ unu g ö rü n c e , n erey e bakacağını şaşırdı. “Kimse ortadan
k a y b o ld u ğ u m u z u fark etm ez.”
A n n a k o lla rın ı kocasın ın boynuna dolarken, neşeli bir
sesle, “Ş ü k ra n G ü n ü Y em eği’nden sonra da öyle demiştin
am a,” d e d i, “y an ıld ığ ın ortaya çıktı.”
“P h il, b u n u d ah a ö n ce düşünm ediği için kıskanmıştı.
“D a h a so n ra, Q u in n . Eğer edepli davranırsan sana...
Ah, D r u .”

101
H er ikisinin de yüzlerindeki ifadelerden, Dru üçü-
n ü n arasında en az A ına’nuı tedirgin olduğunu anlamıştı.
“Ö zü r dilerim. Konukseverliğiniz için teşekkür etmek is­
temiştim. Gerçekten çok iyi vakit geçirdim.”
“Güzel. O zaman yine gelirsin. Canı, Setlı’e DruTnın
gitmek istediğini haber ver, olur mıı?”
Ve inanılacak gibi değil ama, kocasının kollarından sıy­
rılmadan önce onun poposunu okşadı.
“Hiç gerek yok. Harika bir aileniz, çok güzel bir evi­
niz var. Bugün bunları benimle paylaştığınız için teşekkür
ederim.”
Anna, kolunu D ru'nun omzuna attı ve onu ön kapıya
kadar geçirmek için birlikte yürümeye başlarken, başıyla
Cam’e işaret etti.
Dru, başını sallayarak, “Anahtar,” dedi ve çantasını karış­
tırmaya başladı. “Buraya geliş nedenimi tamamıyla unut­
muştum. Bunu Seth’e verir misiniz? Bir süre için oraya
istediği her şeyi koyabilir. Ayrıntıları sonra hallederiz.”
Anna mutfak kapısının hızla kapandığını duydu. “Onu
kendisine de verebilirsiniz,” dedi. “Yine gelin.” Sonra
D ru’yu çabucak yanağından öptü. Seth, D ru ’yu ön tarafta­
ki verandada yakaladı. “Gidiyor musun? N için kalmıyor­
sun? Aubrey voleybol maçı için hazırlık yapıyor.”
“Eve dönmeliyim. Anahtar.” Seth ona bakarken, genç
kadın anahtarı uzattı. “Deponun anahtarı. Eşyaların gele­
cekti ya.”
“Evet, evet.” Anahtarı alıp cebine attı. “Beni dinle, va­
kit daha erken. Ama buradan ayrılmak istiyorsan, başka bir
yere gidebiliriz. Arabayla dolaşabiliriz mesela.”
D ru arabasına doğru yürüdü. ‘Yapacak işlerim var.”
“İkinci buluşmamız daha tenha bir ortamda olmalı.”

102
Kız durakladı ve om zunun üstünden ona baktı. “Buraya
sana anahtarı vermeye gelmiştim ama bir su tabancasının
hışrmm uğrayıp sırılsıklam oldum ve kalabalık ailenle bir­
likte bir yengeç ziyafetine konuk oldum. Bu bir buluşma
•sayılmaz.”
“Ama şu andan sonra sayılacak.”
Sessiz ve yavaş hareket ediyordu. Dru onun kendisine
yaklaştığını bile fark etmedi. Etseydi belki engel olabilir­
di. Belki de olmazdı. Ama onu omuzlarından sıkıca tutup
öpmeye başladığında bunlar aklına gelmedi. Genç adam
Dru’yu yavaşça kucakladı. Başını hafifçe yukarı kaldırdı.
Dudakları D ru ’nun dudaklarını buldu. Elleriyle kızın be­
denini okşuyordu. D ru, vücudunu beklenmedik bir sıcak­
lığın kapladığını hissetti.
Serin bir rüzgâr yüzünü okşuyordu. Biri yine müziğin
sesini yükseltti. Seth onun bedenini kendi bedenine bas­
tırdı. Kız, kendisinin de ona sokulduğunu hisseni.
Kasıklarındaki nemli sıcaklık uyan sinyalleri veriyordu
ama o buna aldırmadan, elini Seth’in yer yer güneşten açıl­
mış gür saçlarına daldırdı ve kendini onun okşayışlanna
terk etti. Seth bir öpücükle kızın yüzünde bir gülümseme
belireceğini ya da kaşlarını çatacağını ummuştu. Böylece
onun yüz çizgilerindeki değişiklikleri görebilecekti.
Sadece yüzeysel bir deneme yapmak istemişti. Böylece
ikisi de daha sonra neler olabileceğini hissedebileceklerdi.
Ama, D ru ona yaslanıp sımsıkı sanlınca her şeyi unutmuş­
tu.
Kadınlar onun için, anne, kardeş sevgili ve arkadaş ola­
rak, baş döndürücü renklerdi. Ama hiçbir kadında bu pı­
rıltıyı görmemişti. O nun içine girmek ve onunla birlikte,
0 pırıltının içinde kaybolmak istiyordu.

m
“Seninle gelmeme izin ver, Drusilla.” Dudakları şimüj
onun yanağını okşuyordu. Sonra boynunu, çenesinin çu^
kurunu öptü ve yeniden dudaklarını buldu. “Seninle bir­
likte yatağa gireyim, seninle olayım ve sana dokunayım.”
Genç kadın başını salladı. Aceleden hoşlanm adığa
kendine hatırlattı. Akıllı bir kadın, haritaya bakıp yolun so­
nunu görmeden asla bir köşeyi dönmezdi -yolun sonunu
gördükten sonra bile tedbirli davranması gerekirdi.
“Ben içgüdülerine kapılan bir insan değilim, Seth. Ace­
leyi sevmem.” Onu kendisinden uzaklaştırmak için elle­
rini omuzlarına koydu, ama gözlerinin içine bakıyordu.
“Aramızda bir elektriklenme oldu diye kendimi bir erkekle
paylaşmam.”
“Tamam.” Seth geri çekilmeden önce onu alnından
öptü. “Gitme. Voleybol oynarız. Belki tekneyle çıkarız. Bu­
gün rahat davranalım, canımız ne isterse onu yapalım.”
Karşısında başka bir erkek olsaydı, Drusilla, bunların,
adamın kendisini yatağa atmak için uydurduğu bahaneler
olduğunu düşünürdü. Ama, Seth’te bunu hissetmemişti.
Onun samimi olduğuna karar verdi. “Bir süre sonra sen­
den hoşlanmaya başlayabilirim.”
“Bundan eminim.”
“Ama kalamam. Buraya gelirken bazı işleri yarım bırak­
tım ve burada düşündüğümden çok daha uzun kaldım.”
“Sen hiç okulu kırmadın mı?”
“Hayır”
Kız arabanın kapısını açmadan, Seth elini dayadı. Yü­
zünde samimi bir şaşkınlık ifadesi vardı.
“Bir kere bile mi?”
“Korkarım ki hayır.”
Seth, “Kurallara uyan biri,” dedi. “Çekici.” Dru güldü.

*04
“Eğer öğrenciliğimde her hafta okulu kırdığımı söylesey-
dirrı, benim bir asi olduğumu söyleyip, yine çekici diye­
cektin.
“Beni tanımışsın. Yarın akşam birlikte yemek yiyelim
mi?”
“Hayır.” Arabanın kapısından ona elini salladı. “Bunu
düşünmem gerek. Sana ilgi duymak istemiyorum.”
“Bu da duyduğunu gösterir.”
Kız direksiyonun başına geçti. “Hayır, bu ilgi duymak
istemediğimi gösterir. Fikrimi değiştirirsem seni ararım.
Ailenin yanına dön. Onlara sahip olduğun için şanslısın,”
dedi ve kapıyı kapattı.
Seth onun park yerinden çıkışını izledi. Onunla öpüş­
mesi sonucunda hâlâ kanı kaynıyor, o an aklından çık­
mıyordu. Kafası bunlarla o kadar meşguldü ki, Dru’nun
arkasından bakarken, kızın arabası hareket ettiği sırada
ağaçların altındaki bir acil durum şeridinden çıkıp onun
peşine takılan arabayı fark etmedi.
Beş

O nun taşındığının farkındaydı. Ne zaman dükkânın


arka tarafındaki odaya geçse, havalandırma kanallarından
müzik sesi duyuyordu. O nun yüksek sesle müzik dinle­
mesi ya da dinlediklerinin insanın kulaklarını sağır eden
rock, hüzünlü şarkılar ve tutkulu opera melodileri arasın­
da değişmesi D ru ’yu şaşırtmıyordu.
Seth Q uinn ile ilgili hiçbir şey onu şaşırtmıyordu.
ilk hafta boyunca stüdyoya düzensiz olarak gelip gitti.
Genç kadın onun ne zamanlar ve hangi nedenle geldiğim `,J
^dayamıyordu. Arada bir D ru’nun bir şeye ihtiyacı
olmadığını sormak, çatı pencerelerinin takılmak üzere ol­
duğunu ya da depoya bazı şeyler koyduğunu, veya ken­
disine deponun anahtarını yaptırdığını haber verm ek içjn
dükkana uğruyor, bir iki dakika kalıp gidiyordu.
Her zaman dostça davranıyor, onu hiçbir konuda zorlar
görünmüyordu. Ve o ateşli öpücüğün devamını getirmek
peşinde olduğunu gösterecek hiçbir şey yapmamıştı.
Bu durum Dru’yu birçok nedenden dolayı şaşırtıyor­
du. Bir kere, hiç değilse şimdilik, Seth’in o ateşli ikindi
öpücüklerinin devamını getirmek konusundaki bütün gi­
rişimlerine karşı çıkmaya kararlıydı. N e Seth’in ne de baş­
ka herhangi bir erkeğin onu çantada keklik saymasına izin
veremezdi.
Bu basit bir prensip meselesiydi.
Ve, Seth, elbette o öpüşmenin arkasını getirm ek isteye­
cekti. Erkekler, bir kadına, bir gün sevişme teklif edip, erte­
si gün sıradan bir komşu gibi davranmazlardı.
Ama Seth onu şaşırtmıştı. Bu da D ru’yu tedirgin edi­
yordu.
Rıhtımdaki pahalı lokantalardan birinin masalarının
üstüne koymak için ısmarladığı küçük aranjmanları hazır­
larken, belki böylesi daha iyi, diye düşündü. Yavaş yavaş St.
Chris’e alışıyor, işini yoluna koyuyor, her zaman farkında
olmadan özlediği hayatı yaşıyordu. İster bir macera, ister
romantik bir aşk ya da başıboş bir cinsellik olsun, bir ilişki,
hayatının dengesini bozacaktı.
Ve şu andaki denge çok hoşuna gidiyordu.
Bugünlerde, ondan bir şey isteyen, ona ihtiyacı olan ve
herhangi bir şey bekleyen tek insan kendisiydi. Tek başına
bu bile Tanrının bir lütfü gibiydi.
Hazırladığı çiçekleri beğendi ve buz odasına koydu-

106
Günün belli saatlerinde yanında çalışan ve siparişlerin tes­
limatını yapan adam gelince, kasabadaki pansiyonlardan
birinde kalan bir çiftin ısmarladığı laleler ve gösterişli be­
yaz zambaklarla birlikte onları da gönderecekti.
Seth’in geldiğini duydu -araba kapısı kapandı, çakıl taş­
larının üstünde ayak sesleri duyuldu, sonra arka taraftaki
merdivenleri biri hızla tırmandı. Birkaç dakika sonra mü­
zik başladı. Tavandaki havalandırma deliğine bakarak, bu­
gün rock çalıyor, diye düşündü. Belki de kısa bir süre son­
ra dama çıkıp çatı pencereleriyle uğraşmaya başlayacaktı.
Tekrar dükkâna geçti ve daha önceden işaretlediği çiçe­
ği alıp arka taraftan dışarı çıkarak merdivenleri tırmanma­
ya başladı.
Müzik o kadar gürültülüydü ki kapıyı terbiyeli bir bi­
çimde yavaşça vurm anın bir işe yaramayacağını biliyordu.
Bu yüzden yumrukladı.
“Tamam, tamam. Kapı açık. N e zamandan beri kapıları
vurarak içeri giriyorsunuz?”
Dru kapıyı açınca genç adam döndü. Üzerinde bulu­
nan ceplerde çeşitli aletler olan bir kemeri beline takmakla
meşguldü.
Genç kadın, “Geldiğini duydum,” dedi. Herhangi bir
kadın gibi davranmayacak, karşısına, beline alet kemeri
takmış uzun boylu bir adam çıktı diye saçma sapan fante­
zilere kapılmayacaktı. “Bu saksı hoşuna gider diye düşün­
düm.”
“Ne? D ur bir dakika.” Mutfağa gidip müziğin sesini
kıstı. Müzik tesisatını oraya yerleştirmişti. “Üzgünüm.”
Kemerinden sarkan çekiçi kalçasına çarpıyordu. Param­
parça bir kot pantolon giymişti. Gri tişörtünün orasına bu­
rasına boyalar ve makine yağı gibi bir şey sıçramıştı. Tıraş
olmamıştı.
107 i
Dru, kaba saba, kendine özen göstermeyen, bakımsız
erkeklerden hoşlan nıazdı.
Genellikle.
“Sana bir saksı getirdim.” Sesi haşindi. Acelesi varmış
gibi konuşmuştu. Oysa böyle olmasını istememişti. Seth
Quinn'le sadece arkadaş olmak istiyordu. Aralarında ger­
ginliğe yer olmamalıydı. Ona bir erkek olarak ilgi duymak
istemiyordu. Ancak, sesi onu yalancı çıkarıyordu.
“Öyle mi?” Kızın sesindeki gerginliğe rağmen, Seth
çok memnun olmuş görünüyordu. Yanına gelip saksıyı
elinden aldı. Yeşil yapraklara ve küçük beyaz koncalara ba­
karken, “Teşekkürler,” dedi.
“Bir çeşit yonca. Buraya yakışacağını düşündüm.”
“Bence de öyle.” Mavi gözleriyle onun gözlerinin içine
baktı. “Çok makbule geçti.”
“Susuz bırakma.” Dru başını kaldırdı. Çatı pencerele­
rinden ikisi takılmıştı. Haklıymış, diye düşündü. Bu pen­
cereler farklı bir ortam yaratmıştı. “Epey iş yapmışsın,”
dedi.
“Evet öyle. Tersanede yapmam gereken işleri erteleyip
buraya vakit ayırdım. Bugün Cam bana yardıma gelecek.
Sanırım bitiririz.”
“Eh, ben gideyim artık.” Etrafına bakındı. Ne de olsa,
ben buranın sahibiyim, diye düşündü. Yapılan işlerle ilgi­
lenmesi çok doğaldı.
Duvarlardan ikisine birer tuval asmıştı. Pencerelerin
önünde de üstünde boş bir tuval bulunan bir şövale duru­
yordu. Seth’in, dev çalışma masasını tek başına merdiven­
lerden nasıl çıkarıp bu dar kapıdan nasıl geçirdiğini merak
etti. Ama işte odanın ortasında duruyordu. Üstünde ressa-

106
nla gerekli olan şeyler vardı. Fırçalar, boyalar, boya incelti­
ci sıvı, paçavralar, kalem ler ve tebeşirler.
Masanın çevresinde iki tabure, eski bir tahta iskemle ve
Üstünde çirkin bir lamba olan daha da eski bir sehpa du­
ruyordu.
Duvara m onte edilmiş olan ahşap raflara resim malze­
meleri dizilmişti.
Duvarlara hiçbir şey asmamış, diye düşündü. Boş alan
da resim gereçleri ve ışıktan başka hiçbir şey yoktu.
“Yavaş yavaş yerleşiyorsun, tşine engel olmayayım.”
Ama duvara gerilmiş olan tuvallerden biri hoşuna gitmişti.
Ona yaklaştı. Resim genelde yeşildi ama mor rengin isti­
lasına uğramış gibiydi. Yüksük otları. O kadar canlıydılar
ki, Dru yaprakların ve çiçeklerin tenine değdiğini hisseder
gibi oldu.
Seth, “İrlanda’da bir yol kenarı,” dedi. “Orada birkaç
hafta kaldım. İrlanda’da, nereye baksan resim gibi. İnsa­
nın gördüklerini tuvale tam olarak yansıtması mümkün
değil.”
“Bana kalırsa yansıtmışsın. Harika bir resim. Sade ve
güçlü. Ben İrlanda’da, yol kenarında büyüyen yüksük ot­
larını görmedim. Ama bu resmi gördükten sonra, sanki
onları da görm üş gibiyim. Amaç bu değil mi?”
Seth, bir an ona dikkatle baktı. Sabah güneşi çatı pence­
relerinden içeri dolarak genç kadını ışığa boğuyor, elmacık
kemiklerini ve çenesini belirgin bir biçimde ortaya çıka­
rıyordu. Masasının başına koşarken. “Dur orada. Öylece
dur. Kımıldama,” dedi. “O n dakika. Tamam, yalan söyle­
dim. En çok yirm i.”
“Anlayamadım.”
“Öylece dur orada. Allah kahretsin. Şeyim nerede?...

109
Hah işte.” Eline bir tebeşir parçası alıp şövaleyi çevirdi.
“Hayır bana bakma. Oraya bak. Dur.”
Çok telaşlıydı. Kemerinden bir çivi çıkarıp duvara çak­
tı. Sonra, İrlanda resmini oraya astı. “Sadece resme bak.”
“Vaktim yok...”
“Resme bak.” Bu kez sesi buyurgan ve sabırsızdı. Dru,
düşünmeden ona itaat etti. “Harcadığın zamanın parasım
öderim.”
“Senden para istemiyorum.”
“Karşılıklı çıkarlar söz konusıı.” Elindeki tebeşir tuva-
I 1in üstünde hareketlenmişti. “Nehir kıyısındaki evi satın
I aldın. Oraya masraf etmen gerekebilir.”
* “Bunu tek başıma halledebilirim.”
I “Ah evet, anlıyorum. Çeneni sağ tarafa doğru biraz kal-
I dırabilir misin? Tanrım, Tanrım, bu ışık! Çeneni sıkma.
I Daha sonra öfkelenirsin. Önce ben şu resmi yapayım.”
I Dru, bu adam kim oluyor, diye merak ediyordu. Ba-
I caklarını açmış öylece duruyordu orada. Sanki dövüşmeye
I hazırdı. Belinde alet kemeri vardı. Elindeki tebeşirle sanki
bir hayat memat meselesiymiş gibi resim çiziyordu.
Gözleri kısılmıştı. Öyle dikkatle bakıyordu ki, bu ba­
kışlar Dru’ nun yüzünde kırbaç gibi şakladığında genç ka­
dının kalp atışları hızlanıyordu. Müzik tesisatının hopar­
lörlerinden fışkıran AC/DC cehenneme doğru dört nala
koşuyordu. Açık pencereden körfezin üzerinde uçuşan
martıların sesleri geliyordu. Drucilla, Seth’in Q uinn’in
emirlerine neden boyun eğdiğini bilmeden, ayakta dur­
muş yüksük otlarını seyrediyordu.
Bu tabloyu kendi yatak odasının duvarında düşünmeye
başlamıştı.
“Kaça satarsın?”

110
S eth ’in kaşları çatıktı. “Bitirdiğim zaman söylerim.’'
“H ay ır o n u değil, sana kızmamaya çalışarak seyretmek­
te o ld u ğ u m resm i soruyorum . O nu satın almak istiyorum.
K esim lerinin satışıyla ilgilenen bir adamın olmalı. Onunla
jnx gö rü şm eliy im ?”
Seth so m u rtm a k la yetindi. Şu anda resim satmakla zer­
re kadar ilg ilendiği yoktu. Çalışmaya devam ediyordu. Ba­
şını oy n atm a. Sadece gözlerini çevirerek bana bak. Tamam
oldu. Y ü z ü n ç o k iyi.”
“İltifatların göğsüm ü kabartıyor ama aşağı inip
dükkânım ı açm alıyım .”
“İki dakika daha sabret.”
“İtiraz k ab u l etm eyen insanlar hakkmdaki fikrimi öğ­
renm ek iste r m isin ?”
“H ayır, şu an d a değil.” Sonra, onu lafa tu t konuştur,
diye d ü ş ü n d ü . T anrım , h er şey mükemmeldi -ışık, yüz, o
yosun yeşili gözlerdeki soğuk bakışlar. “Duyduğuma göre
çiçeklerinin teslim atın ı ihtiyar Bay Gimball yapıyormuş.
İşe y arıy o r m u ? ”
“M ü k e m m e l. Ç o k m em nunum . Biraz sonra gelecek.”
“M e ra k e tm e bekler. Ben ortaokuldayken. Bay Gimbafl
tarih ö ğ retm en iy d i. O zaman fi tarihinden kalmış gibiydi.
Bize anlattığ ı eski cumhurbaşkanlan kadar geçmişe aitti.
Bir g ü n b irk açım ız büy ü k bir parça yılan derisi bulduk ve
onu b ü k e re k ü ç ü n c ü dersten önce getirip Bay G.'nin is­
kem lesin in ü s tü n e koyduk.”
“E m in im b u size çok kom ik gelmiştir”
“Şaka m ı yapıyorsun? O n bir yaşındaydım. Gülmekten
neredeyse bayılacaktım . Senin gittiğin özel kız okulunda
ö ğ retm en lere böyle şakalar yapmaz mıydınız?”
“Hayır. Hem sen, benim özel bir kız okulunda okudu*
ğum u nereden biliyorsun?”
“Şekerim, bu her halinden belli.” Hafifçe geri çekilip
tuvale baktı. Sonra başını salladı. “Ve bu sana yakışıyor.”
Ö ne doğru eğilip başparmağıyla bir tebeşir çizgisini yu-
muşaıu ve D ru’ya baktı. “Bunu bir sohbet o tu ru m u mu
sayalım, yoksa ikinci buluşmamız diyebilir miyiz?”
“İkisi de değil.” Gidip Seth’in yaptığı resm e bakmayı
çok istiyordu ama büyük bir irade gücü göstererek bunu
yapmadı.
Seth, “İkinci buluşma, dedi. Sonra düşünceli bir tavırla
tebeşiri kenara bırakıp ellerini tem izlem ek için masanın
üzerinden bir bez aldı. “Eh, ne de olsa, bana çiçek getir­
din.”
Dru, “Bir saksı,” diye düzeltti. “Çiçek sayılmaz.”
“Kelime oyunu yapma. O resmi gerçekten istiyor mu­
sun?”
“Gerçekten istiyorsam fiyat yükselecek m i?”
“Çok şüphecisin.”
“Şüpheciliği küçümseme. Resimlerinin satışıyla ilgile­
nen kişinin adını ver, bakarız.”
Seth, onun kısacık, ipek gibi saçlarının başına yapışma­
sına bayılıyordu. Kızın resmini sadece çizmek değil, yağlı­
boya bir tablosunu yapmak istiyordu.
Vb o saçları okşamak istiyordu. Elleri o saçların doku­
sunu ezberleyene kadar okşamak, sonra uykusunda bile eli
onun saçlarına değse bu saçların kime ait olduğunu hemen
anlayacak hale gelmek istiyordu.
“Gel dostça bir anlaşma yapalım. Bana m odellik yap,
ben de o resmi sana vereyim.”
“Sanırım bunu biraz önce yaptım.”

132
“H a y ır y a ğ lıb o y a r e s m in i y a p m a k is tiy o ru m .” S u lu b o y a
ve pastel b o y a y la d a r e s im le r in i y a p m a k is tiy o rd u o n u n .
Yatakta.
Son birkaç gündür onu çok düşünmüştü. Onun gibi
bir kadının erkeklerin peşinden koşmalarına alışık olması
gerekti. H em güzelliği, hem de sosyal durumu bunu ge­
rektiriyordu.
Bu yüzden, onu bir süre rahat bırakmaya ve bir sonra­
ki adımı onun atmasını beklemeye karar vermişti. Seth’e
göre, genç kadın bu adımı, gendisine bir saksı çiçek geti­
rerek atmıştı.
Genç kadının resmini yapmak istediği kadar kendisine
de sahip olm ak istiyordu. Hangisinin daha önce olduğu
önemli değildi. İkisini de istiyordu.
Drusilla, başını kaldırıp tekrar resme baktı. Onun yap­
tığı bir resme bakarken, gözlerinde bu resme sahip olma
arzusu beliren insanlar Seth’e büyük bir zevk verir, onu
biraz da şaşırtırlardı. Bunu D ru’nun bakışlarında görünce,
bir ressam olarak puan aldığını düşündü.
Kız, “Y ürütm em gereken bir işim var,” diye söze baş­
ladı.
“Ben senin düzenine ayak uydururum. Mümkün oldu­
ğu zaman, sabahları dükkânını açmadan bana bir saat ayır.
Pazar günleri de dört saat.”
Dru alnını buruşturarak düşündü. Seth, bu yağlıboya
resmi yapmak için o kadar da fazla zaman istemiyordu.
Ah, İrlanda resm i de ne kadar güzeldi. “Bu ne kadar sü­
recek?”
“H enüz bilm iyorum .” Seth tedirgin oldu. “Bu sanat,
hesap işi değil.”
“Burada mı çalışacağız?”

113
■SRS

“Hiç değilse başlangıçta evet.”


Kıtasında durumu ölçüp biçiyordu. Keşke şu resmi lıiç
görmemiş olsaydı. Sonra, bütün koşulları öğrenmeden
herhangi bir anlaşma yapmanın aptallık olacağını düşüne­
rek Seth’in yanına gidip kendi resmine baktı.
Seth onu çizmek için on beş dakikadan tâzla zaman
harcamadığı için, Drusilla, karalamaya benzer bir şey bek­
liyordu. Oysa, karşısında, gölgeleri, kıvrımları ve köşele­
riyle ayrıntılı bir resim vardı.
_ Bu resimde çok soğuk göründüğüne karar verdi. Bi-
raz mesafeli ve fazlasıyla ciddi. Aynı zamanda şüpheci mi?
Bunu düşünürken gülümsemesini engelleyemedi.
“Pek sevimli görünmüyorum,” dedi.
■■ “Pek sevimli bir havada değildin.”
“Aksini söyleyemem. Ama, inanılmaz bir yeteneğin ol-
■ duğunu da itiraf etmeliyim.” İçini çekti. “Uzun, bol bir
X I etek ve kolsuz bir bluz giymek zorunda değilim, öyle değil
1 ] mi?”
■I Seth sırıttı. “Duruma göre.”
“Yarın bir saat ayırabilirim. Yedi buçuktan sekiz buçuğa
kadar.”
“Tamam.” Gidip duvardan resmi aldı ve kıza uzattı.
“Karşmdakine güvenen birisin.”
“İnsanlara güvenmeyi küçümseme.”
Kızın iki eli de doluydu. Seth onu kollarından tuttu ve
hafifçe havaya kaldırdı. Tam o anda kapı açıldı.
Cam içeri girerken, Seth, “Hayır,” diye mırıldandı.
“Kapıyı asla vurmazlar.”
“Selam, Dru. Kızı boş vaktinde öp, evlat. Kahve kokusu
almıyorum.” Kendi evindeymiş gibi dolaşıyordu. Mutfağa
doğru yürürken. Dru’nun resmini gördü ve yüzü büyük

114
w

l,jr sevinçle aydınlandı. “Bu, en kolay kazandığım elli do-


|af oldu. Seth’in seni, bu hafta sonundan önce, resmini
yapmaya ikna edeceğine dair, Phil’le bahse girmiştim.”
! “G e rç e k te n m i ? ”
| “A lınm a. Bizim R em brandt birinin resmini yapmak is-
| tcyince yolunu bulur. Ama, senin resmini yapmak fırsatını
kaçırması için aptal olması gerekirdi.” Resmi incelerken
Cam’in yüzünde beliren gurur ifadesini gören Dru yumu­
şadı. “Bir şey istedi m i peşini bırakmaz, insana musallat
olur ama aptal değildir.”
“Bir şey istedi m i peşini bırakmadığını çok iyi biliyo­
rum. Aptal olup olmadığı konusunda karar vermeyi onu
daha iyi tanıdıktan sonraya bırakacağım.” Kapıdan çıkar­
ken, Seth’e, ‘Yedi buçuk,” dedi. “Sabahın yedi buçuğu.”
Cam hiçbir şey söylemedi. Sadece avcunu kalbinin üs­
tüne bastırdı.
“Kıçımı ye.”
“Hey, ahbap, o n u n resm ini yapacaksın, onu becerecek
misin?” Seth iğrenerek yüzünü buruşturunca, “İnsanın
her yaptığı dönüp kendisini bulur,” dedi. Kısa bir süre
önce bizim -senin tabirinle - kızları becermemize bozu­
lurdun.”
“Senin kısa bir süre önce dediğin on beş yıl önceydi.
Bu da senin gerçekten yaşlanmakta olduğunu gösteriyor.
Dama çıkmak istediğinden em in misin? Başın dönüp düş­
meyesin.”
“Sana hâlâ sille tokat girişebileceğimi unutma, evlat.”
“Elbette. E th e n ’la Phil beni tutarlarsa, dövebilirsin
bile.” Cam ona el ense çekince güldü. “Aman Allahım! İşte
Şimdi korktum .”
İkisi de yıllarca önce, sıska ve hazırcevap bir oğlan ço­

115
cuğunun nc nedenle olursa olsun olsun, kendisine doku­
nulduğunda dehşet içinde kaldığı günleri hatırladılar, o
günleri hatırlayınca, Seth, bunca zamandır kalbinin de­
rinliklerinde sakladığı sıkıntıyı neredeyse açıklayacak gibi
oldu. Ama, hayır. Şimdiye kadar onunla tek başına başa
Çıkmıştı, bundan sonra da gerektiğinde aynı şeyi yapacak­
tı.
O verdiği sözü tutan biriydi. Çatı pencerelerinin so­
nuncusu da takılınca, CamTe birlikte tersaneye gidip ora­
da birkaç saat çalıştı.
Bir zamanlar hayatını burada ağabeyleriyle omuz omu­
za çalışıp ahşap yelkenliler yaparak kazanacağını sanıyor­
du. Asimda en güzel anılarından bazıları, alın teri dökerek
bu binada çalıştığı günlere aitti. Bazen elleri kanıyor ama
elbirliğiyle bir iş başarmanın verdiği zevki hiçbir şey yok
edemiyordu.
Zaman içinde bina değişmiş, Phillip’in deyimiyle rafine
olmuştu. Duvarlar artık badanasız değildi. Beyaza boyan­
mıştı.
ikinci kata ve Phillip’in çalışma odasına çıkan merdi­
venlerle binanın giriş kapısı araşma bir sahanlık yapmış­
lardı. Burası, teorik olarak, yapımhaneyi binanın geri ka­
lan kısmından ayırıyordu. Duvarlarda, geçmişte Quinn
Tersanesi'nde yapılmış olan çeşitli teknelerin resimleri
asılıydı. Bu resimler, iş alanındaki gelişmenin yanı sıra,
ressamın gelişmesini de sergiliyordu.
Seth bunun bilincindeydi. Aubrey ona, iki yıl önce bir
koleksiyoncunun ağabeylerine, duvarlarda asılı olan 50
adet karakalem resim karşılığında 250 bin dolar teklif etti­
ğini söylemişti.
Ağabeyleri adamı kesin bir dille reddetmişler, ancak.

116
pimlerde görüp beğendiği bir tekneyi yapabileceklerini
söylemişlerdi.
Seth onların hiçbir zaman büyük paralar peşinde olma­
dıklarını biliyordu. İşe başladıkları ilk yıllarda para sıkıntısı
çekmiş olmalarına rağmen asla tek amaçları para kazan-
mak olmamıştı. Onlar, yaptıkları işi geliştirmenin ve Ray
Quinn’e verdikleri sözü yerine getirebilmenin peşindey­
diler.
Teknelerin yapıldığı çalışma alanı fazla değişmemişti.
Burası hâlâ, çok büyük, aydınlık ve seslerin yankılandığı
bir alandı. Tavandan vinçler ve makaralar sarkıyordu. Tes­
tereler, tahta sıralar, üst üste yığılmış keresteler ilk göze
çarpan şeylerdi. Buraya girer girmez, insanın burnuna tah­
ta, beziryağı, ter ve kahve ile içinde herhangi birinin öğlen
yemeğinin bulunduğu bir sefertasından, belli belirsiz, sar­
ımsak kokusu gelir, elektrikli testerelerin gürültüsü, sesi
sonuna kadar açılmış olan müzik tesisatından yükselen
rock melodilerine karışırdı.
Bütün bunlar ona kendi yüzü kadar tamdık geliyordu.
Evet, bir zamanlar, bütün hayatını burada, Phill’in
ödenmemiş faturalar konusunda dırdırlamşım dinleyip,
Ethan’ın sabırlı ellerinin ahşaba biçim verişini seyrederek
ve Cam’le birlikte kan ter içinde, tekne iskeletlerini evirip
geçireceğini sanıyordu.
Ama onun hayatını sanat ele geçirmişti. Sanat aşkı onu
delikanlılık çağındaki hedeflerinden uzaklaştırmıştı. Hat­
ta, bir süre için, ailesinden bile uzaklaşmıştı.
Kendi kendisine artık bir erkek olduğunu hatırlattı.
Kendi ayakları üzerinde durması, kendi savaşını vermesi
ve kendi benliğini oluşturması gereken bir erkek.
Hiç kimse ve hiçbir şey ona engel olamayacaktı.

U7
Canı, “Orada daha ne kadar dikilip duracaksın?” diye
sordu. “Yoksa bugiin çalışmaya niyetin yok mu?”
Seth geçmişten sıyrılıp içinde bulunduğu ana döndü
"Bana ihtiyacın yokmuş gibi görünüyor,” dedi.
Aubrey, bir teknenin güvertesinde çalışıyor, elindeki
matkabın vızıltısı duyuluyordu. Başında yine sevgili Orj0.
les beysbol takımının şapkası vardı. Uzun saçlarım at kuy­
ruğu yapmıştı. Ethan, torna tezgâhının başında, bir seren
direğini çevirip duruyordu. Sevgili köpeği ayaklarının di-
bındeydi.
“Şu teknenin iskeletinin örtülmesi gerekiyor.”
Seth, kolay iş olmadığım düşünüp içini çekti. “Peki, sen
ne yapacaksın?”
“Küçük imparatorluğumun keyfini süreceğim.”
Keyif sürmek kaptan köşkünün ahşap ayrıntıları üze­
rinde çalışmak demekti. Cam bu işi bir sanat haline getir­
mişti.
Seth homurdana homurdana çalışıyor, tepesinde,
Aubrey’in matkabının vınlaması beynini oyuyordu.
Aubrey, eğilip ona seslendi: “Baksana. Will bu gece ça­
lışmıyor. Önce pizza yemeye gideceğiz, sonra da biraz do­
laşacağız. Bize katılmak ister misin?”
Teklif çekiciydi. Will’i görmek istiyordu. Bu, eski ar­
kadaş olmalarından kaynaklanmıyordu. Seth, Aubrey’in
etrafında dolaşan bütün erkeklerin asıl amaçlarını anlamak
isterdi. Beri yandan bütün bir akşamı üçüncü kişi olarak
geçirmek vardı. Bu da hoş bir şey değildi.
“Village Pizza’ya mi gideceksiniz?”
“Hâlâ ondan iyisi yok.”
Seth karar vermişti. “Belki Will’e merhaba demek içi11

118

»
uğrarıın. Ama daha sonra ayrılırım. Yarın sabah erkenden
alışmaya başlamalıyım.”
“Siz sanatçıların kendi kendinizin patronu olduğunuzu
sanırdını.”
“Çalışma s a a tle rin i k o n u m a n k e n i belirliyor.”
“Konu mankeni mi? O da neymiş?” Aubrey olduğu yer­
de çönıelip ona dikkatle baktı ve Seth’in yüz ifadesinden
her şeyi anladı. “Vay, vay, vay! Desene, güzel çiçekçi kadın
ünlü ressama modellik yapacak! Onun hakkında yeni bil­
giler edindim.”
“Dedikoduyla ilgilenmiyorum.” Ama Seth ancak on sa­
niye dayanabildi. “Ne öğrendin?”
“Önemli şeyler, sevgilim. Jamie Styles’den duydum. O
da, birkaç yıl önce senatoda çalışan kuzeninden duymuş.
0 dönemde D ru ile Beyaz Saray’daki önemli bir görevli
büyük bir aşk yaşamışlar.”
“Ne kadar büyük bir aşk?”
‘Yaklaşık bir yıl boyunca, Post gazetesinin sosyete say­
falarına konu olacak kadar büyük. Jamie’nin kuzeninin an­
lattığına göre, nişan yüzükleri kapı tokmağı büyüklüğünde
bir pırlantaymış. Sonra pırlanta yüzük yok olmuş, büyük
aşk küçülmüş ve Beyaz Saray’ da çalışan görevli, sarışın bir
güzelle sosyete sayfalarında boy göstermeye başlamış.”
“Dru nişanlanmış mı?”
“Evet. Benim bilgi edindiğim kaynağa göre nişanlılık
kısa sürmüş ve sarışın güzel nişan bozulmadan ortaya çık­
mış.”
“Demek o kadınla D ru’yu aldatıyormuş, öyle mi?”
“Bu sarışın güzel Beyaz Saray’da çalışan başarılı bir
avukatmış.”
“Özel hayatının gazete sütunlarına yansıması Dru’ya
ağır gelmiş olmalı.”
“Bana kalırsa Dru böyle bir olaya kolaylıkla gögüs gere­
bilecek biri. O hiç kimseye paspas olmaz. Bir aylık maaşı,
ma bahse girerim ki kendisini aldatan pezevengin canına
okuduktan sonra o pırlanta yüzüğü onun yüzüne fırlat­
mıştır."
Seth böbürlenerek onayladı: “Doğru. Sen olsan herife
yeri öptürürdün ama Dru bana saldırgan biri gibi gelmi­
yor. O soğuk bir bakış ve birkaç buz gibi sözle adamın ka­
nım dondurmuştur."
Aubrey, “Kadınları ne kadar da iyi tanıyorsun,” diye ho­
murdandı. “Sen sakin görünenlerden kork, ahbap. Onlar
yalnız sessiz ve derinden gitmekle kalmayıp, yerine göre
çok saldırgan olabilirler.”

Seth, yorgun argın, direksiyonun başına geçtiğinde, bel­


ki. diye düşündü. Ama. Dru’nun, tek bir damla kan akıt­
madan adamı iki parçaya bölmüş olduğuna bahse girebi­
lirdi.
İnsanın yaşantısının en mahrem ve yüz kızartıcı en ince
aynntılanna kadar basının diline düşmesinin ne demek ol­
duğunu biliyordu.
Belki de genç kadın bütün bunlardan kaçmak için bu­
raya yerleşmişti.
Park yerinden çıkarken saate baktı. Audrey’in teklifini
kabul edip pizza yemeye gitmek iyi bir fikir olabilirdi. An­
cak eve gidip günün yorgunluğunu atmak için duş yaptık­
tan sonra kasabaya dönmek anlamsız görünüyordu.
En iyisi atölyesine gidip orada duş yapmasıydı. Atölyeye
sabun vc havlu getirmişti. Hatta oraya bir kot pantolonla
bir gömlek bırakmayı bile akıl etmişti.
Hatta beSd, Dru'yu dükkânda bulup onu kendisiyle
m
izza yemeye gelmesi için ikna edebilirdi. O zaman, bu,
üçüncü buluşmaları olacaktı.
Seth bunu D ru ’ya söylediğinde, genç kadının yüzünde
belirecek ifadeyi düşündü. Hiç komik değil, der gibi kaşla-

nnı kaldıracaktı. Ama gözlerinde yanan ışıklar onun şaka­


dan anlayan bir insan olduğunu ele verecekti.
Seth bu çelişkiye bayılıyordu.
Bu kadının ruhundaki gölgeler ve ışıklar hakkında saat­
lerce -günlerce- düşünebilirdi.
Ama, binanın arkasındaki küçük otoparkta Dru’nun
arabası yoktu. Aklına ona telefon etmek ve kasabaya gel­
mesi konusunda kandırmaya çalışmak geldi. Ama, hemen
sonra, telefonu olm adığını hatırladı.
Bu sorunu çözmesi gerektiğini düşündü. Onu atölye­
sinden arayamayacağına göre, duş yapıp üstünü değiştir­
dikten sonra kasabaya gidip bir telefon kulübesinden ara­
yabilirdi.
Dru’nun telefon numarasını bilen biri olmalıydı.
Merdivenleri tırm anırken, bir pizza, bir şişe de marlot
şarabı alıp, eve dönerken ona uğramanın daha iyi olacağını
düşündü.
Elinde piza ve bir şişe şarapla kapısını çalan bir erkeği
hangi kadın geri çevirirdi?
Yaptığı plan hoşuna gitmişti. Atölyeden içeri girerken
ayağının altında bir şeyin kaydığını hissetti. Kaşlarını ata-
rak eğildi ve kapının altından atılmış olan ikiye katlanmış
kâğıdı aldı.
Birden başı döndü ve midesine bir sancı saplandı.
O n b in b a n a e n g e l o l m a y a y e te r . S e n i a r a y a c a ğ ım .

Seth oracıkta yere oturdu ve kâğıdı avcunda ezip küçük


b'r top haline getirdi. Gloria DeLauter yine ortaya çıkmış-

121
tı. Seth onun kendisini bu kadar çabuk bulacağını tahrnin
etmiyordu. Rom a’ dan ayrıldıktan on g ün sonra o n u n ne­
fesini ensesinde h issetm e ye hazır değildi.
Düşünm ek, karar verm ek için vakit ayırm ak istiyordu
Elindeki kâğıt topu odanın öteki tarafına fırlattı. E h , paraya
kıyacak olursa, on bin dolar ona vakit kazandıracaktı.
Bunu daha ön ce de yapmıştı.
Konu annesi olunca, S eth ’in o n dan k u rtu lm a k için öde­
mekten kaçınacağı hiçbir bedel yoktu. A ilesine ilişm em esi
R için ise her şeyi yapmaya hazırdı.
■ Gloria da bunu biliyor ve buna g ü v en iy o rd u .

122
Altı

İskelede oturmuş balık tutuyordu. Oltanın iğnesine


yemolarak, Anna’nın mutfağından aşırılmış bir parça pey­
nir takılmıştı. Güneş sırtım yakıyor, ağustos sıcağını arat­
mayan bir hava insanı hayal dünyasına sürüklüyordu.
Üstünde dizlerinden aşağısı kesilmiş bir kot pantolon­
dan başka bir şey yoktu. Gözünde tel çerçeveli bir güneş
gözlüğü vardı. Mavi gökyüzünden yayılan ışık suya vuru­
yor, bu ışığa renkli camların arkasından bakmak hoşuna
gidiyordu. Aklına, oltayı bir süre oraya bırakıp biraz se­
rinlemek için içeri girmek geldi. Bir alakarga ağaçların
arasında dolaşarak ötüyordu. Sonra hafif bir rüzgâr esti ve
burnuna kendisinden daha yaşlı olan bir gül ağacından ko­
kular taşıdı.
Ev sessizdi. Evin önündeki gür çimenler yeni kesilmişti.
Yeni kesilmiş çimenler, güller ve sakin sular. Yaz kokulan.
Mevsim henüz ilkbahar olmasına rağmen bu durum
onu Şaşırtmıyordu.
Bir şeyler yapması gerekiyordu ama, bu evin böyle ses-
Slz kalmasını, havanın yaz havası gibi sakin ve ailesinin
123
g ü v e n d e o lm asın ı sağlam ak için n e y a p m a sı g e re k tiğ jni
b ilm iy o rd u .
Ö n c e b ir köpek havlam ası, s o n ra d a is k e le n in ü s tü n ­
d e ayak sesleri d u y d u . S e th , k ö p e ğ in s e rin b u r n u y a n a ğ lna
d e ğ d iğ in d e bile başını k a ld ırıp b a k m a d ı. S a d e c e , k ö p e k ya„ j
m n a o tu rab ilsin diye k o lu n u k a ld ırd ı.
İnsan sıkıntılı şey ler d ü ş ü n ü r k e n , y a n ın d a b ir k ö p e k o l­
m ası d aim a iyidir. !
A m a b u h a re k et k ö p e k için y e te rli d e ğ ild i. B ir y a n d an
S e th ’in yanağını y alark en , b ir y a n d a n d a k u y ru ğ u y la iske­
leyi d ö v ü y o rd u . 1
“T am am ta m a m , sak in ol. D ü ş ü n ü y o r u m .” A m a köpeği
k e n d isin d en b iraz u z a k la ş tırm a k iç in d ö n n ü n c e a k lı b a şın ­
d an gitti.
B u C a m ’in k ö p eğ i d eğ il b eş yıl ö n c e k o lla rın ın a rasın d a
ö len k e n d i k ö p eğ i B u d a la y d ı. B u şa k a la rın e n g ü zeliy d i, i

D ili tu tu lm u ş , g ü le re k g ö z le rin in iç in e b a k a n B u d a la y ı \
sey red iy o rd u . |
“D u r b ak alım , d u r b a k a lım !” N e ş e v e ş a ş k ın lık içinde
k ö p eğ in ç en e sin i tu ttu . T ü y le r i sıcacık , b u r n u s o ğ u k , dili
ıslaktı. “B u da n e d e m e k o lu y o r? ”
B udala neşe için d e te k ra r h a v la y ıp S e th ’in k u c a ğ ın a sıç­
radı.
S e th , k ö p eğ in e d u y d u ğ u k e lim e le rle ifa d e e d e m e y e - !
ceği b ü y ü k sevgiyi y o ğ u n b ir b iç im d e h is s e d e re k , “O ld u
işte, y e rin i b u ld u n , aptal k ö p e k ,” d iy e m ır ıld a n d ı. “A m an
T a n rım , seni ne kad ar ö z le m işim .” K ö p e ğ in e s a r ılm a k için
e lin d e k i oltayı b ırak tı.
B ir el u z an d ı ve oltayı su y a d ü ş m e d e n y a k a la d ı. “ Bu
p a h a lı p e y n irin ziyan o lm a sın ı is te m e m !” Y a n ın d a o tu ­
ra n k a d ın b acak ların ı aşağı sark ıtm ıştı. O lta ş im d i onun

124
Ündeydi- “B u d a la ’n ın se n i n e ş e le n d ire c e ğ in i d ü ş ü n d ü k ,”
jcdi- “H iç b ir şe y b ir k ö p e ğ in y e rin i tu tam az, öyle değil
İnsana h e m a r k a d a ş lık e d e r, h e m sevgi verir, h e m sa-
kinleştirir h e m d e e ğ le n d ir ir. B u g ü n o ltan a takılan bir şey
olmadı m ı?”
“H - h a y ır ...”
K adına b a k ın c a k o n u ş m a s ın a d e v a m ed em ed i. B u y ü zü
anıyordu; r e s im le r d e g ö r m ü ş tü . İn ce u z u n b ir y ü zdü,
gurnunun ü z e r in d e v e y a n a k la rın d a çiller vardı. Yer yer
ağarmış o lan k ıv ırc ık k ız ıl saçlarla kaplı başında asker yeşili
bir şapka v a rd ı. S e th b u k o y u y eşil gözleri n ered e görse
tanırdı.
“Sen S tella’s ın . S te lla Q u i n n . ” S tella Q u in n , diye d ü ­
şündü. A m a b u d a n e d e m e k o lu y o rd u . O yirm i yıldan
fazla bir z a m a n ö n c e ö lm ü ş tü .
“Yakışıklı o l m u ş s u n , ö y le d eğ il m i? A m a b u n u bekli­
yordum. B ö y le o la c a ğ ın ı b a ş ta n b e ri b iliy o rd u m .” S eth ’in
ensesindeki k ü ç ü k a t k u y r u ğ u n u şevkatle okşadı. “Saçını
kestirmen g e re k , e v la t.”
“Sanırım r ü y a g ö r ü y o r u m .”
Stella, h iç d ü ş ü n m e d e n , “S a n ırım ö y le,” dedi. S o n ra eli
Seth’in e n s e s in d e n y a n a ğ ın a kaydı. O n u okşadı ve güneş
gözlüğünü y av aşça aşağ ı ç ek ti. “R a y ’in gözlerini alm ışsın.
Biliyor m u s u n , b e n ilk ö n c e o n u n g ö zlerin e v u ru lm u ş­
tum.”
“H ep s e n in le ta n ış m a y ı is te r d im .” S eth, in san ın dilek­
leri rüyaların d a g e rç e k le ş iy o r, d iy e d ü ş ü n d ü .
Stella, g ü le re k , “ İşte ta n ış tık ,” d e d i ve S eth ’in g ö zlü ğ ü ­
nü yerine itti. “G e ç o ls u n d a g ü ç o lm asın , öyle değil m i?
Balık tu tm a k ta n p e k h o ş la n m a m . B u h e p böyle o lm u ştu r.
Benizi se v e rim -s e y r e tm e y i, için e dalıp yüzm eyi. Ama,

125
gggnflBJOiniDismuH

b a lık tu tm a k , d ü ş ü n m e y e ya d a b ü tü n d ü ş ü n c e le r d e n
u zak laşm ay a y ard ım cı o lu r. D ü ş ü n e c e k s e n , o lta n ı d e n iz e
s a rk ıtm a n sana d e ste k o lu r. O lta n ın iğ n e s in e n e y in ta k ıla ­
cağı h iç belli o lm a z .”
“D aha önce seni hiç böyle rüyam da g ö r m e m iş tim .”
Aslında daha önce hiç böylesine b elirg in b ir rü y a gör­
m em işti. Köpeğin tüylerinin y u m u şa k lığ ın ı hissediyor,
Budala sıcaktan sık sık solurken, S eth k ö p e ğ in k alp atışla­
rını duyuyordu.
Çıplak sırtına güneş vuruyor, u z ak lard an b ir balıkçı
teknesinin m o torunun sesi geliyordu. A lakarga şarkısına
devam ediyordu.
“Büyükannelik yapma zam an ım ın g eld iğ in e k a ra r ver­
dik.” Seth’in dizini şevkatle okşadı. “B u rad a o ld u ğ u m için
bundan m ahrum kalm ıştım . S eninle ve b e b e k le rle ilg ilen ­
m ek isterdim. İnan bana ö lü m iyi b ir şey değ il v e b irço k
şeye engel oluyor.”
Seth, ona hayretle bakakalınca, S tella n eşeli b ir kahkaha
attı. “Biraz şaşırman çok doğal. İnsan h e r g ü n b ir h o rtlak la
karşılıklı oturup konuşm az.”
“Ben hortlaklara in an m am .”
“Seni suçlam ıyorum .” D enizi se y red iy o rd u . Y ü z ü n d e
m utlak bir doygunluk ifadesi vardı. “Ç o k iyi b ir ahçı ol­
d u ğum söylenem ez am a hayatta olsaydım , san a k u rab iy e­
ler yapardım . Ama insanın h er istediği o lm az. E lin d ek iy le
m u tlu olmayı bileceksin. Sen R ay’in to r u n u s u n . B u n e­
denle, benim de to ru n u m sayılırsın.”
Seth. Hafifçe sersem lem işti am a başı d ö n m ü y o rd u .
Kalbi çılgın gibi atıyor am a kork u d u y m u y o rd u . “Bana
karşı çok iyiydi. Sadece kısa bir süre b irlik te o ld u k am a.. ”
Stella başını sallayarak, “İyi bir in sa n d ı,” d ed i. “C am

126
na so rd u ğ u n d a b ö y le d e m iş tin . R a y ’in iyi b ir insan o l­
duğu1111 sö y le m iş tin . O z a m a n a k ad ar iylikle hiç karşılaş-
a iıiıştın » öy le d e ğ il m i, zav allı k ü ç ü k ad am ?”
“R ay’in s a y e s in d e h e r ş e y d e ğ iş t i.”
“O san a h e r ş e y i d e ğ i ş t i r m e n iç in b ir fırsa t s u n d u . S e n
de b u n u o ld u k ç a iy i d e ğ e r l e n d i r d i n . A l e n i s e ç e m e z s in ,
Seth. O ğ u lla r ım v e s e n b u n u h e r k e s te n iyi b iliy o r s u n u z .
Anıa k e n d i y o l u n u ç i z e b i l i r v e o y o ld a ile rle y e b ilirs in .”
“R ay b e n i e v in e a ld ı v e b u o n u ö l d ü r d ü . ”
“Eğer b u n u in a n a r a k sö y lü y o rsa n , h erk esin d ü şü n d ü ğ ü
kadar akıllı d e ğ ils in d e m e k tir . R a y b u n u duysa hayal kırık­
lığına u ğ ra rd ı.”
“B en o lm a s a y d ım o y o ld a o lm a y a c a k tı.”
“B unu n e r e d e n b iliy o rs u n ? ” S e th ’in dizini tek rar o k ­
şadı. “O g ü n o y o ld a o lm a sa y d ı, başka b ir gün, başka bir
yolda olacaktı. B u d a la h e rif, h e r z a m a n ço k hızlı araba k u l­
lanırdı. O la c a k o lu r. H e p s i b u kadar. Başka b ir şekilde de
olsa yine y a k ın a c a k tık . B a n a so rarsan , eğer ve ya da diyerek
boşuna v ak it h a r c ıy o r u z .”
“Am a...”
“Aması y o k . G e o r g e B a iley d e d ersin i aldı. Ö yle değil
mi?”
Seth, h a y re tle o n a d ö n d ü . “K im ?”
Stella g ö z le rin i d e v ir e re k g ö k y ü z ü n e baktı. “G ü z e l B ir

Yaşam . Ja m e s S te w a r t G e o rg e B ailey ro lü n d ey d i. H iç d oğ­


mamış o lm a s ın ın h e r k e s iç in d ah a iyi olacağına karar v er­
mişti. B ir m e le k o n a o d o ğ m asay d ı n e le r olacağım göster­
di.”
“Sen de b a n a g ö s te re c e k m is in ? ”
Bu so ru S te lla ’n ın h o ş u n a g itm işti. “M eleğe b en zer bir
halim var m ı? ” d iy e s o rd u .

127
“Hayır. Anıa ben, hıc doğm asaydm ı dalıa iyi o lu rd u>
diye d ü şünm üyorum .”
“Bir şeyi değiştirmekle h er şeyi değiştirirsin. A lınacak
ders bu. Ray seni buraya getirm eseydi, o A llahın belası te­
lefon kulübesine çarpmasaydı ne olacaktı? B elki o zanian
C a m ’le Anna tanışaınayacaklardı. O zam an da K evin ve
Jake doğmayacaklardı. B u n u ister m iy d in ? ”
“Hayır. Tanrım, elbette ki hayır. A m a eğ er G lo ria ...”
“Haaa.” Stella başını salladı. “S o ru n b u rad a, ö yle değil
mi? 'Eğer Gloria ya da 'ama G loria ’ d e m e n in a n la m ı yok.
G loria D eL auter gerçeğin ta k en d isi.”
“Yine karşıma çıktı.”
Stella’nın yüz ifadesi y u m u şad ı, sesi in celd i. “E v e t, şe­
kerim , biliyorum . Ve bu sana ağ ır ge liy o r.”
“O nun aileme tekrar ilişmesine izin verm eyeceğim .
Onlara kötülük etmesini, rahatlarım kaçırm asını engelle­
yeceğim. O sadece para istiyor. Hayatı boyunca sahip ol­
mak istediği tek şey bu oldu.”
“Öyle mi dersin?” Stella içini çekti. “Eh, böyle d ü şü n ü ­
yorsan sanırım yine ona istediğini vereceksin. Y ine.”
“Başka ne yapabilirim ki?”
“N e yapacağını kendin bulacaksın.” O ltayı S e th ’e ver­
di.
Seth uyandığında yatağın kenarında o tu ru y o rd u . Tek
yum ruğu oltayı tutar gibi hafifçe sıkılm ıştı.
Elini açtığında parmakları hafifçe titriy o rd u . Hafifçe
nefes aldı. Yazın kokularım duyduğuna y em in edebilirdi.
Tuhaf, diye düşü n d ü ve eliyle saçlarını d ü zeltti. Ç o k tu ­

h a f b ir rü ya . Kucağında yatan köpeğinin sıcaklığını duyar


gibiydi.

128
Savatının ilk o n y ılı, k o r k u n u n tu tsak lığ ın d a geçm işti.
Efekti ih m al v e ta c iz e d ilm iş ti. B u n e d e n le o n yaşındaki
çocüklann ç o ğ u n d a n d a h a g ü ç lü ve ç o k d ah a tedbirliydi.
| Ray Q u in n , S te lla ’d a n ö n c e , kısa b ir sü re. B arbara H a r-
: roW adlı b ir k a d ın la b ir lik te o lm u ş tu . B u olayı tü m ü y le
! jüride b ıraktığı v e o n d a n h iç sö z etm e d iğ i için, Stella Via
birlikte evlat e d in d iğ i ü ç o ğ lu n u n B arbara Via yaşam ış o l-
* <}u£u b irlik te lik te n h a b e r i y o k tu . R a y de, b u birlikteliğin
mevvesinden h a b e r s iz d i.
Gloria D e L a u te r.
j Ama G lo ria ’n ı n R a y ’d e n h a b e ri vardı ve o n u n izini
bulmuştu. K e n d in e ö z g ü ta rz ıy la R a y ’d e n para sızdırm aya
çalışıyordu. B u b a ğ la m d a , o ğ lu n u babasına satm ıştı. A n­
cak, Ray, d u r u m u o ğ u lla r ın a v e to r u n u n a açıklam aya fırsat
bulamadan a n id e n ö l m ü ş t ü .
| Seth, Q u i n n k a r d e ş le r iç in . R a y Q u in n ’in eve g e tird iğ
i kara k o y u n lard an b ir iy d i, o k adar. O n la n S eth ’e bağlayan
şey, son n e fe sin i v e r m e k te o la n b ir adam a verdikleri söz­
dü. Ama b u y e te r li o lm u ş tu .
O nun için h a y a tla r ın ı d e ğ iştirm işle rd i. O n a b ir yuva
vermiş, h e r z a m a n d e s te k o lm u ş , b ir ailen in parçası o lm a­
nın ne d e m e k o l d u ğ u n u ö ğ re tm iş le rd i. Ve G loria’h ın o n u
' ellerinden a lm a m a s ı iç in savaş v e rm işle rd i.
Anna, b ir so sy al h i z m e tle r görevlisi olarak, o n u n d u ­
rumunu ele a lm ış, G r a c e ilk k o ru y u c u annesi o lm u ştu .
Gloria’n m a n a b ir b a b a ay rı k a rd e şi o lan Sybill ise çocuk­
luk yıllarının g ü z e l a n ıla r ım o lu ş tu ru y o rd u .
O nu b ü y ü tm e k v e h a y a ta h azırlam ak . R ay Q u in n gibi
tertemiz b ir in s a n o la ra k y e tiş tirm e k için n e b ü y ü k güç­
lüklere g ö ğüs g e r d ik le rin i S e th b iliy o rd u . G loria onlardan

129
para sızdırm ak amacıyla ortaya çıktığında, S eth a rtık bir
Q u in ıı’di.
Q u in n kardeşlerden biri.
Bu, G loria’nm ondan para istem ek için ilk k arşısın a ç ı­
kışı değildi. Seth’in kendisini g ü v en d e h isse d e b ilm e si iç jn
üç yıl geçmesi gerekm işti. B u s ü re n in s o n u n d a , ailesi onu
içine almış, çocuk G loria’yı u n u tm a y a b aşlam ıştı. O za­
m an, Gloria St. C h ris’te boy g ö sterm iş ve o n d ö r t yşında
bir çocuktan para sızdırm aya başlam ıştı.
Seth ailesine bu n d an hiç b ah se tm e m işti.
O n a ilk seferinde birkaç yüz d o la r v e rd iğ in i h a tırlıy o r­
du. Ailesine h issetirm ed en an cak b u k ad ar v e re b ilird i. Bu
m eblağ G loria’yi tatm in etm işti. Kısa b ir s ü re için .
O n d an sonra, G loria h e r k arşısın a ç ık tığ ın d a o n a para
vermişti. Bu, Seth A vrupa’ya kaçana k a d ar s ü r m ü ş tü . O ra ­
ya sadece resim eğitim i alm ak ve çalışm a k iç in d e ğ il, a n n e ­
sinden kaçm ak için de gitm işti.
Seth o n ların y an ın d a o lm ad ık ça G lo ria a ile sin e zarar
verem ezdi. O n u n A tlan tik o k y a n u s u n u n ö te k i yakasına
kadar p eşinden gelebileceğine ih tim a l v e rm iy o r d u .
A m a yanılm ıştı.
R essam olarak b ü y ü k b ir başarı k a z a n m a s ı v e b u n u n
so n u cu n d a gazetelerde y a y ın la n an yazılar, o n u k o n u alan
televizyon pro g ram ları G lo ria ’ya p a rla k fik irle r v e rm iş , ta­
lepleri artm ıştı.
Seth, evini ve ailesini ç o k ö z le m iş, d ö n m e y i ç o k iste­
m işti. Am a, şim di, acaba d ö n m e k le h a ta m ı y a p tım , diye
d ü şü n ü y o rd u . E n b ü y ü k hata o n a p a ra v e rm e y i s ü r d ü r m e ­
si o lm u ştu . A m a p a ra n ın o n u n g ö z ü n d e b ir d e ğ e r i y o k tu ,
Ö n e m li olan ailesiydi.
R ay ’in de böyle d ü ş ü n d ü ğ ü n ü s a n ıy o rd u .

130
Şu anda, yapılacak en akıllıca işin ona aldırmamak, onu
yok saym ak olacağının bilincindeydi. Onun tehditlerine
kulak asm am ak en doğrusuydu.
Ama, so n ra o n d an yine bir mektup alacak, ya da kadın
karşısına çıkıverecek, S eth’in midesine yine sancılar sapla­
nacaktı. Ç aresizlik içinde geçen çocukluğuyla sevdiği in­
sanları k o ru m a arzu su arasında kalıyordu.
Bu n ed en le, paradan çok daha fazla şeyler ödedi.
G loria’n ın davranış biçim ini çok iyi biliyordu. Hemen
kapısına d ik ilm ezd i. S eth’e endişelenecek, meraklanacak,
düşünecek zam an tanır, sonunda on bin dolar genç adam
için h u zu ra k av u şm ak karşılığında büyük bir bedel olmak­
tan çıkardı. A ğ abeylerinin ve yengelerinin onu görüp tanı­
malarını göze alam ayacağı için St. Chris’te kalmazdı ama
civarda b ir y e rd e olm alıydı.
Sağlıklı b ir d u y g u olm asa da, onun açgözlülük ve para
hırsıyla d o lu n efesin i ensesinde hissediyordu.
Ama b u kez kaçm ayacaktı. Gloria onu ikinci kez ai­
lesinden ve e v in d e n m ah ru m edemeyecekti. Daha önce
yaptığı gibi, k e n d in i işine verecek ve hayatını yaşayacakn.
O gelene kadar.
Bin tü rlü şaklabanlık ederek, D ru’dan kendisine mo­
dellik etm esi için ikinci bir randevu koparmıştı. Geçen
haftaki çalışm aların d an aklında kaldığına göre, kız, saat
tam yedi b u ç u k ta geldiğinde onu çalışmaya hazır bulmak
ve tam b ir saat so n ra gitm ek istiyordu.
Bunu sağ lam ak için de, gelirken yanında bir mutfak sa­
ati getirm işti.
Bu k ad ın ın sanatçı hissiyatına karşı hiçbir hoşgörüsü
yoktu. S eth b u n u k ab u l ediyordu. Zaten kendisinin de bu
tür eğilim leri o lm ad ığ ı kanısındaydı.

131
Şimdilik, başlangıç için pastel boya kullanıyordu. Bu)
karakalemle yapılmış olan taslağın devamıydı. Böylece,
onun yüzünü, ruhsal durum larını, beden dilini öğrene­
cek, daha sonra da onu, beyninde tasarladığı daha yoğun
portrelere yansıtacaktı.
Genç kadına bakarken, Drusilla’dan önceki b ü tü n mo­
dellerinin ona hazırlık olduğunu hissediyordu.
Kapı vuruldu. Sech ona kapıyı vurm adan içeri girebi­
leceğini söylemişti ama o aralarındaki mesafeyi korum ak
istiyordu. Kapıya doğru yürürken, b u n u n aşılması gerek­
tiğini düşünüyordu.
O nun resmini kendi istediği gibi yapabilmesi için arala­
rında resmiyet olmaması gerekiyordu.
“Tam zamanında geldin. Büyük bir sürpriz. Kahve is- !
ter misin?” Seth saçını kestirmişti am a hâlâ, ü n ifo rm a gibi
üstünden çıkartmadığı yırnk tişörtün yakasına değecek ka­
dar uzundu. Sadece, arak at kuyruğu yoktu. D rusilla’nın
gözleri at kuyruğunu aradı ve bu, kızı şaşırttı. Ç ü n k ü o her
zaman bu gibi şeyleri erkeklerde yapm acık ve yakışıksız
bulm uştu.
Seth tıraş da olm uştu. Ayakkabılarına sıçram ış olan bo­
yalan ve kot pantolonunun dizlerindeki yırtıkları hesaba
katmayacak olursanız, derli toplu giyinm iş sayılırdı.
“Hayır, teşekkür ederim. Kahvemi içtim .”
“Bir tek kahve mi içtin?” U zanıp kapıyı kapattı. B en tek j
bir fincan kahveye kahve bile dem em . N asıl başarıyorsun j

bu işi?” I
“İradem sayesinde.” i

“İraden çok kuvvetli, öyle değil m i?” j

“Gerçekten öyledir.” j
Drusilla, m utfak saatini Seth’in m asasının ü stü n e ko- j

132; ,. I
^p, dakikaya k u rd u . B u S eth’in hoşuna gidiyordu.
Sonra doğruca g idip, g en ç adam ın kendisi için hazırlamış
olduğu tabureye o tu rd u .
Odadaki değişikliği o anda fark etti.
Seth b ir k a ry o la v e y a ta k s a tın alm ıştı.
Bu eski b ir k aryolaydı Baş ve ayak kısımları siyah de­
mirdendi. Yatağın ü z e rin d e hâlâ fiyat etiketi duruyordu ve
Üstü boştu.
“D em ek s o n u n d a b u r a y a ta şın ıy o rs u n , öyle m i? ”
Seth ona b ak tı. “H ay ır. A m a geç saatlere kadar çalışır
da sızıp kalırsam y e rd e y atm ak tan iyidir, diye düşündüm .
Üstelik işe y arayacak b ir eşya.”
Kızın tek kaşı havaya kalktı. “Ö yle m i?”
“Bilinçaltm g en ellik le sü rek li cinsellikle m i meşguldür,
yoksa b en im y a n ım d a m ı b ö y le oluyor?” G enç kadının
ağzı açık kalm ıştı. S e th b u n a g ü ld ü . Sehpasının yerini de­
ğiştirirken, “K ary o la d a, şu rad ak i iskem le, şu eski şişeler...”
-eliyle bir k ö şe d e d u r a n şişeleri gösterdi- “sem aver ya da
mutfaktaki çatlak m av i ça n a k gibi b ir eşyadır. G özüm e çar­
pan, beğendiğim şe y leri sa tın alırım .”
Pastel b o y aların ı in c e liy o rd u . D udakları kıvnldı. “Ka­
dınlar da b u n a d a h ild ir.”
Drusilla o m u z la r ın ı gev şetti. G erg in ve d ik dursalar,
Seth b u n u n fa rk ın a varacak , b u da o n u daha budala göste­
recekti. “B ana ad a m a k ıllı b ir d ers verdin. Yani, ne desem
bilmem ki!”
“Şekerim , o y a n i n e d esem b ilm e m k i ’n in içine bir yığın
Şey sıkıştırdın. N a s ıl p o z v ereceğ in i hatırlıyor m usun?”
“Evet.” A yağ ın ı u y sa lca ta b u re n in alt kısm ındaki tahta­
ya dayadı. E lle r in in d iz in in çev resin d e birleştirdi ve birisi
°na seslenm iş g ib i so l o m z u n u n ü stü n d e n arkasına baktı.

133
“Harika. Bu işi iyi beceriyorsun."
“D aha birkaç gün önce, bir saat süreyle böyle otur­
d u m ."
Seth çalışmaya başlarken, “Bir saat,” diye tekrarladı. “O
çılgın bir hafta sonu geçirm eden önceydi.”
“Ben çılgın hafta sonlarına alışığım. Bu y üzden, b u gibi
şeyler yaşantımı pek etkilem ez.”
Sıra Seth*deydi. “Gerçekten m i?”
Kızm ses tonunu o kadar iyi taklit etm işti ki, D rusilla
dayanamadı ve dönüp ona bakarak güldü. O n u g ü ld ü rm e­
yi her zaman beceriyordu. “Ü niversitede ek ders olarak
h a f t a s o n u ç t l g m l t k î a r t n ı alm ıştım .”

S ç t h ' i n parm aklan telaşla bu neşeli gülüşü yakalamaya

çalışıyordu. “Keşke öyle olsaydı!” dedi. “S enin tipindeki


kızlan bilirim, bebeğim. G üzel, akıllı ve ulaşılm az kızlar.
B urnunuz havada dolaşırsınız ve biz erkeklerin ağzım ızın
suyu akarken, ancak hayal kurabiliriz.
Besbelli yanlış bir şey söylemişti. K ızın y ü zü n d ek i ne­
şeli ifade -sanki düğm eye basılm ış gibi- b ir anda kayboldu.
“Benim hakkım da hiçbir şey bilm iyorsun ki tip im i bile­
sin."
“B unu seni incitm ek için söylem edim . Ö z ü r dilerim ."
Genç kadın om uz silkti. “Seni, söylediğin b ir şeyden
incinecek kadar tanım ıyorum . Sadece söylediğin b ir şev­
d en rahatsız olacak kadar tanıyorum .”
“Tekrar özür dilerim . Şaka yapm ıştım . G ü ld ü ğ ü n ü
du y m ak hoşum a gidiyor. G ö rm ek de öyle."
Drusilla. farkında olm adan, “U laşılm az," diye m ırıl­
d andı. Ö fkesine hâkim otam ayarak, ona d ö n d ü ve “Beni
kendine çekip öptüğün zam an da ulaşılm az m ıy d ım ? ”
“Bana kalırsa, b u olay kendi kendini açıklıyor. Bak. bir-
m
çok erkek, k e n d is in e çekici gelen, güzel bir kadını gördü­
ğünde sakarlaşır. K ad ın ın ulaşılmaz olduğunu fark etmek,
kendi sa k arlığ ın ın n ed en lerin i araştırmaktan kolaydır. Ka­
dınlar...” E ğ e r D ru silla söyleyecekleri karşısında büyük bir
öfkeye k ap ılacak o lu rsa, Seth, pastel boyalarla bu öfkenin
resm ini y ap acak tı. “K adınlar bizim için gizemli yaratık­
lardır. O n la r ı arzu larız . B u n u n aksi elimizde değildir. Bu,
şöyle ya d a b ö y le , g enellikle bizim ödümüzü patlatmadığı­
nız an la m ın a g e lm e z .”
D ru silla o n d a n b ö y le b ir cevabı bekliyordu. “Kadınlar­
dan k o rk tu ğ u n a in a n m a m ı gerçekten bekliyor musun?”
‘Y e n g e le rim e k arşı avantajlıydım ama...” Seth konuşur­
ken b ir y a n d a n d a çalışıyordu. Ama, genç kadın onun ça­
lıştığını u n u tm u ş tu . A m a bazen bu daha iyi oluyordu. Bu
nedenle, k ız, k aşların ı çatm ış ona bakarken, o konuşmaya
devam etti. “A m a ilgi d u y d u ğ u m ilk kızı telefonla aramam
için iki h afta g eçm esi gerekti. Senin cinsinden olanlar, be­
nim c in s im d e n o lan ların neler çektiğini bilmezler”
“O z a m a n kaç y aşındaydın?”
“O n beş. M arilyn Pomeroy, ufak tefek, esmer, hoppa
bir kızdı.”
“M a rily n ’e d u y d u ğ u n ilgi ne kadar sürdü?”
“O n u aray acak cesareti kendim de bulana kadar geçen
zam an k ad ar. T am tam ın a iki hafta. N e diyebilirim? Er­
kekler işe y a ra m a z yaratıklardır.”
G e n ç k a d ın ın d u d ak ları titredi ve kıvrıldı. “Bunu bili­
yoruz. B e n d e o n b e ş yaşındayken bir çocuğu beğeniyor­
dum . D ö r d ü n c ü W ilso n Buflferton Lawrcncc. Arkadaşlan
onu B u f f d iy e ç a ğ ırırlard ı.”
“T a n rım , b u isim leri de nereden buluyorsunuz? Buff
adında b iriy le n e y apılır? Polo ya da squash mı oynamr?"■*
D ru silla öflesinin yatıştığını fark etti. B u S eth ’in başarı­
lı o ld u ğ u konulardan biriydi. G enç kadının öfkelenm esine
ald ırm az göründüğünden, öfkelenm ek zam an kaybı gibi
geliyordu kıza.
“O n u n la tenis oynuyordum . Sana kalsa ilk re sm î bu­
luşm am ız savılacak olan, kulüpteki tenis m açım ızda, onu
y en d im . Bu da pam uk ipliğine bağlı olan ro m a n tik ilişki­
m izin sonu oldu."
“O zam an, daha önce B u fF in işe yaram az biri o ld u ğ u ­
n u söyleyenlere hak verm iş olm alısın."
“Ö n ce perişan oldum , sonra ökelendim . Ö fkelenm eyi
tercih ederim ."
“B en de. B ufF a ne oldu?"
“H ım m . B u hafta sonu a n n em d en d u y d u ğ u m a göre,
sonbaharda ikinci kez evlenm ek ü zere hazırlık yapıyor­
m uş. ilk evliliği, az önce sana sö zü n ü ettiğim ten is m açı­
m ızdan biraz daha u z u n sü rm ü ştü ."
“inşallah b u kez şansı yaver gider."
D rusilla. b ü y ü k b ir ciddiyetle, “D oğal olarak,” dedi,
“Buff. d ö rd ü n cü kuşaktan b ir L aw rence olarak, finans
sektöründe çalışıyor. M u tlu çift şu anda elli odalı b ir aşk
yuvası anyorîarm ış.”
“Anlaşılan ona artık kızgın değilsin. B u ç o k h o şu m a git­
ti!"
“B ana, e n aşağı b e ş kez, a n n e m le b a b a m a d ü ğ ü n ü m için
b ü y ü k p aralar h a rc a m a k z ev k in i b a h ş e d e re k , L aw ren ceT ara
v e b e lirli bazı k işilere, b ir iki şey k a n ıtla m a m h a tırla tıld ı.”
“D em ek ki... A nneler G ü n ü n d e ana kız, b irlik te hoşça
v ak it geçirdiniz.” G enç kadm m b u sözlerden ted irg in ol­
d u ğ u belliydi ama Seth çalışmaya devam ed iyordu. “D ik­
k at e t, b u kinle kan dökebilirsin.”

136
Kız d e rin b ir ııett*s aldı ve babını düzeltti. “Annemle
birlikti: g e ç ird iğ im vakitler, nadiren ‘hoşça’ diye ununla-
ııabilır. S a n ırın ı se n , b u pazar annelerini -pardon yengele­
rini- b ire r b ir e r ziyaret etm işsındır.”
“O n la r ın b e n im n ey im olduklarını kesin olarak belirle­
m ek ço k zo r. E vet, h epsine uğrayıp, her biriyle biraz vakit
g eçirdim . 1 le d iy e le rıııi verdim . Hepsi de ağladı hediyele­
rini g ö rü n c e . B ö y lece ben de, onlara güzel hediyeler ver­
miş o ld u ğ u m u a n la d ım .”
“O n la r a n e a ld ın ? ”
“H e r b ir in e ailelerin in birer tablosunu yaptım. Anna,
C am ve ç o c u k la r ve h e r aile için böyle bir tablo.”
D ru silla , y u m u ş a k b ir sesle, “Çok güzel. Hanka,” dedi.
“B en d e a n n e m e B akara bir vazo ve bir düzine kırmızı gül
g ö tü rd ü m . Ç o k se v in d i.”
S eth , p a s te l b o y aların ı masanın üstüne bıraktı, ellennı
kot p a n to lo n u n a sildi ve ayağa kalkıp onun yanına gitti.
“Ö y ley se n iç in b u kadar üzgün görünüyorsun?”
“Ü z g ü n d e ğ ilim .”
B u s ö z le re cev ap olarak, Seth dudaklarını kızın alnına
d eğ d ird i v e b ir s ü re bekledi. O nun önce gerildiğini, sonra
rah atlad ığ ın ı h isse tti.
D ru s illa , d a h a ö n ce hiç kimseyle böyle şeyler konuştu­
ğ u n u h a tır la m ıy o r d u . Bunları onunla konuşmasının nasıl
olup d a b u k a d a r d oğal göründüğünü anlayamıyordu. “Se­
nin a ile n o k a d a r b irb irin e bağlı ve uyumlu ki, çelişki ve
an la şm a z lık la rla d o lu b ir aileyi anlaman mümkün değil.”
S eth , “ B iz im d e çelişkilerim iz var,” diye düzeltti.
“H a y ır. T e m e ld e yok. Artık aşağı inmeliyim.”
K ız ta b u r e d e n in m ey e yeltenince, Seth onu hatifçe ite­
rek e n g e l o ld u . “ B iraz daha zamanım var.”

137
“A m a çalışmayı b ıra k tın .”
G e n ç adam , “Biraz daha vaktim v a r,” d iy e te k ra rla d ı ve
m u tla k saatini gösterdi. “B en aile içi a n la şm a z lık la rı ve b u ­
n u n insanları nasıl etkilediğini ço k iyi b ilirim . H a y a tım ın
ilk yılları sürekli anlaşm azlık ve ç elişk ile r iç in d e g e ç ti.”
Seth, başını kaldırdığında, kız, “D e d e n in y a n ın a gel­
m e d e n önceki yıllardan m ı söz e d iy o rs u n ? ” d e d i. “Senin
h akkında bir çok şey o k u d u m , am a a n la şıla n , b u k o n u la ra
d eğ in m iy o rsu n .”
“E vet.” D u rd u ve g ö ğ sü n d ek i b a sk ın ın a z a lm a s ın ı b e k ­
ledi. “Buraya g elm eden önce, öz a n n e m le b irlik te yaşar­
k e n .”
“A n lıyorum .”
“Hayır, şekerim , anlayam azsın. O b ir fa h işe v e b ir alk o ­
likti. U y u ştu ru c u ku llan ıy o rd u . H a y a tım ın ilk y ılla rın ı bir
kâbusa d ö n ü ştü rd ü .”
“Vah vah!” Seth haklıydı. B u, D ru s illa ’n ın ta m olarak
anlayamadığı bir şeydi. A m a, y in e d e o n u n e lin e d o k u n d u
ve sonra, o n u teselli e tm e k ister gibi, tu ttu . “K o rk u n ç şey­
ler yaşamış olm alısın. Am a, o k a d ın ın s e n in iç in b ir an lam
taşımadığı belli.”
“Bu sonucu, sö y led ik lerim d en ve h a k k ım d a o k u m u ş
olduğun bir avuç yazıdan m ı ç ık a rd ın ? ”
Kız, “Hayır, seninle ve ailenle b irlik te y e n g e ç v e patates
yedikten sonra bu sonuca v a rd ım ,” d e d i. S o n ra , “Ş im d i de
sen üzgün g ö rü n ü y o rsu n ,” diye m ırıld a n d ı v e b a ş ın ı salla­
dı. “N e diye bunları k o n u şu y o ru z san k i? ”
G loria k o n u su n u n için attığını S e th k e n d is i d e b ilm i­
yordu. Bu belki de, hortlakları k o v m a k iç in y ü k s e k sesle
k o nuşm ak gibi bir şeydi. Ya da D r u ’ya k e n d is i h a k k ın d a k i

138
her şeyi anlatm a, o n u n bilm ediği hiçbir şeyin kalmaması
gibi karmaşık b ir g erek sin im d en kaynaklanıyordu.”
“Ç ünkü b u d oğal b ir davranıştır. Birbirlerine yakınlık
duyan insanlar b u n la rı konuşurlar. Birbirlerine, kim ol­
duklarını ve n e re d e n g eldiklerini anlatırlar.”
“Ama sana d e d im k i...”
“Evet, aram ızd a b ir yakınlık olmasını istemiyorsun.
Ama, kendini b an a y ak ın hissediyorsun.” Parmağıyla onun
saçına d o k u n d u . “B u lu şm alarım ız birkaç haftadan beri de­
vam ettiğine g ö re ...”
“Şuna b u lu şm a d em e. Böyle bir şey olm adı.”
Seth eğilip o n u kısaca ö p tü . Ama kısa oluşuna karşın,
bu, ateşli b ir ö p ü c ü k tü . “G ö rd ü n m ü?” Drusilla cevap ve­
remeden genç a d a m ın dudakları yine onunkileri buldu.
Bu kez daha yavaş, d ah a y u m u şak ve daha yoğun bir bi­
çimde öpüyor, o g ü z e lim elleri kızın yüzünde, boynunda
ve om uzlarında d o laşıy o rd u .
Genç k ad ın ın b e d e n in d e k i b ü tü n kaslar gevşemişti. Er­
kekler ve ilişkiler k o n u su n d a verdiği bütün kararlar, ettiği
bütün y em in ler b ire r b ire r çatırdıyordu.
Seth geri çek ild iğ in d e, D ru belli etmem eye çalışarak
derin bir nefes aldı. Ve tu tu m u n u değiştirdi. “Sonunda se­
ninle yatabilirim belk i am a b u aramızda ciddi bir yakınlık
olacağı an lam ın a g e lm e z .”
“Yaa! D e m e k b e n im le yatağa girilebilir ama m um ışı­
ğında yem ek y e n m e z , öyle m i? Ç o k değersiz olduğum u
hissediyorum.”
Allah k ah retsin . A lla h k a h r e ts in . O ndan hoşlanıyordu.
"Buluşmalar, b irlik te y e n en yem ekler cinselliğe giden bir
gamadır. B en b u n la rı atlam ayı tercih ediyorum. Ama se­
tinle yatabileceğim i söyledim . Yatacağım dem edim .”
" B e n c e ten is o ynasak d ah a iyi o lu r .”
" O lu r. K o m ik sin. B u bana çekici geliyor. R e sim le rin e
h a y ra n ın ı. A ile n d e n h o şla n ıy o ru m . B ü tü n b u n la r b irlik te
y a ta ğ a g irm e k için gerek li değil a m a o lu m lu ö ğ e le r. B ek ­
le n m e d ik b ir ik ram iye gibi. B u k o n u y u d ü ş ü n e c e ğ im .”
M u tf a k sa atin in zili çalınca, D r u , işte b u b e n i k u rta r­
d ı, d iy e d ü şü n d ü . T a b u re d e n in ip şö v a le n in y a n ın a gitti.
T u v ald e b ir d ü z in e y ü z v ard ı. D e ğ iş ik a ç ıla rd a n , fark lı yüz
ifad eleriy le D ru silla. “A n la m a d ım .”
“N ey i?” S eth o n u n y a n ın a g e lm işti. " B e lla d o tıtıa .” G e n ç
k a d ın ü rp e rd i ve b u n a k e n d i d e şa şa .
“B e n im ta b u re d e o tu r u r k e n re s m im i y a p a ğ ın ı sa n ıy o r­
d u m . B u n a b aşlam ışsın am a so n ra ç e v re s in e ö te k i ç iz im -
leri se rp iştirm işsin .”
“B u g ü n h av an da d e ğ ild in . A k im d a b aşk a şe y le r vardı.
B u y ü z ü n d e n b elli o lu y o rd u . B e n d e o n la n n ü s tü n d e ça­
lıştım . B ü tü n b u n lar, b an a, d a h a c id d i b ir p o r tr e çalışm ası
k o n u s u n d a fik ir v eriy o r.”
S eth , o n u n k aşların ın ç a a ld ığ ım g ö rd ü . “P a z a r g ü n ü
d ö r t saat çalışabileceğim izi s ö y le m iş tin ,” d iy e h atırla ttı.
“H a v a u y g u n o lu rsa açık havada çalışm a k istiy o ru m . E vi­
n in y an ın d an g eçtim . H a rik a b ir yer. O r a d a çalışm a y a iti­
ra z ın v ar m ı?”
“B e n im ev im d e m i?”
“M ü th iş g ü zel b ir yer. B u n u se n d e b iliy o rs u n yoksa
o ray ı sa n n alm azdın. Y erleşeceğin y e r k o n u s u n d a titiz ol­
d u ğ u n d a n e m in im . Ü s te lik o rad a çalışm a k s e n in için daha
kolay. Saat o n d a başlayabilir m iyiz?”
“S a n ın m ev et.”
“H a , şu sana v ereceğim İrlan d a re sm i v a r ya, o n u çerçe­
v e le rse m , b an a kaç kez d ah a m o d e llik y ap arsın ?”

İ4û
“Ş ey ... b e n . . . ”
“O n u b a n a g e t i r i r s e n ç e r ç e v e l e r i m . S e n d e tic a ri d e ğ e r i

j.onu s u n d a b i r k a r a r a v a r ı p b a n a b i l d i r i r s i n . A n la ş t ık m ı? ”

“Aşağıda, d ü k k â n d a d u ru y o r. Bu hafta sonu çerçevecive


$ tü r c c e k tim .”
“Giderken u ğ r a r a lı r ım .” P a r m a ğ ım o n u n kolunda g e z ­
d iriyord u. “ S a n ı r ı m bu ak şa m b ir lik te y e m e k y e m e m iz i

teklif e t s e m d e o l u m l u b i r c e v a p a la m a y a c a ğ ım .”

“Evet, a la m a y a c a k sın .”
“B e lk i a k ş a m s a n a u ğ r a r s a m , k ıs a v e u c u z b ir c i n s e l lik

yaşayabiliriz.”
“B a k b u ç o k ç e k i c i a m a y i n e d e c e v a b ı m h a y ır .” K a p ı­

ya d o ğ r u y ü r ü d ü . S o n r a , d ö n ü p o n a b a k tı. “E ğ e r b ir g ü n

bunu y a p a c a k o l u r s a k . S e t h , s a n a s ö z v e r iy o r u m k i u c u z

bir c i n s e l l i k y a ş a m a y a c a ğ ı z . V e k ıs a d a o lm a y a c a k .”

D r u s i lla , d ı ş a r ı ç ı k ı p k a p ı y ı k a p a t ı n c a , S e t h . g e n ç k a d ı­

nın s o n a n d a k i b a ş t a n ç ı k a r ı c ı b a k ış la r ı k a r ş ıs ın d a s e r t le ş e n

m ide k a s l a r ın ı o v u ş t u r d u .

T u v a le b a k t ı . D r u , i ç i n d e b i r d e ğ i l b i r ç o k k a d ın ı b a n n -

d m y o r d u . V e b u k a d ı n l a r ı n h e p s i d e S e t h ' c ç e k ic i g e liy o r ­
du.

C a m d u ş t a y k e n A n n a i ç e r i g ir d i . B u t ım a r h a n e d e , a n ­

cak b a n y o d a r a h a t s ı z e d i l m e d e n k o c a s ı ile g iz li b ir ş e v k o ­

n u şa b ilird i. D u ş p e r d e s i n i n a r k a s ın d a b u ğ u la r iç in d e b e lli

B elirsiz g ö r ü n e n C a m ` e b a k a r a k . “O n u ü z e n b ir ş e v m i

var?" d iy e s o r d u .
“B ir ş e y i y o k . E s k i t e m p o s u n u y a k a la m a y a ç a lışıy o r ."

“U y k u s u d ü z e n s i z . B e l l i o l u y o r . Ü s t e l i k g e ç e n g e c e uy­

k u su n d a k o n u ş t u ğ u n u d u y d u ğ u m a y e m i n e d e b il ir i m .”

l* \
“Eğer o n u n kafasındaki şeyin, D ru ’ya duyduğu tutku ya
C a m , “S e n k ız d ığ ın z a m a n k e n d i k e n d i n e s ö y l e n i r s i n , ”
da hayranlıkla ilgili o ld u ğ u n u bilsem hiç tedirgin olmaz­
d i y e h o m u r d a n d ı.
dım- Ama endişeliyim . Şu anda ne olduğunu bilemiyo­
“ N e d e d in ? ”
“ H i ç ... K e n d i k e n d i m e k o n u ş u y o r d u m . ”
rum ama, sizlerd en b iri için endişelenm eye başladığımda

A n n a s u r a tın ı a sa ra k s i f o n u ç e k t i . A s l ın d a , k o c a s ın ın
mutlaka geçerli b ir n e d e n vardır.”

s ö y le d ik le r in i g a y e t iy i iş it m i ş t i . S i f o n b o ş a l ıp d a s o ğ u k
“Güzel. O z am an git o n u sıkıştır ve derdinin ne oldu­
s u a k ım ı o r a y a k a y ın c a d u ş t a k i s u b i r d e n fa z la ı s ın d ı v e ğunu öğren.”
b u n d a n r a h a ts ız o la n C a m k ü f ü r ü b a s tı. “A lla h k a h r e ts in ! “Hayır o n u sık ıştırm a k istem iyorum .”
B u n u n e d iy e y a p ıy o r s u n k i! ” “Beni sıkıştırm ak istiyorsun, öyle m i?” Perdeyi sonuna
A n n a s e v i n ç l e g ü l ü m s e d i . “ S e n i r a h a ts ız e t m e k v e d ik ­ kadar açtı. “N e d e n b e n i seçtin?”
k a tin i ç e k m e k iç in y a p ıy o r u m . Ş i m d i S e t h ’e g e l e l i m . ” “Çünkü... m m m m ... ıslak ve öfkeliyken çok tatlı olu­
C a m , ç a r e s i z li k i ç in d e , “A d a m r e s i m y a p ıy o r . T e r s a n e ­ yorsun da o n d a n .”
d e ç a lış ıy o r . A i l e y e y e n i d e n u y u m s a ğ la m a y a g a y r e t e d iy o r . “Beni b u sözlerle kandıram azsın.”
O n a b ir a z z a m a n ta n ı, A n n a .” Anna, b lu z u n u n d ü ğ m ele rin i çözmeye başladı. “Belki
“ B u n la r o n u n y a p tık la r ı. N e l e r y a p m a d ı ğ ı n ı n fa r k ın d a oraya gelip sırtın ı sab u n lam am işe yarayabilir.”
m ıs ın ? N e D r u ile n e d e b ir b a ş k a s ıy la g e z i p t o z u y o r . A m a “Tamam. O z am an kandırabilirsin.”
D r u ’y a b a k ı ş ın d a n , b u ara b a ş k a b ir i y le i l g i l e n m e d i ğ i b e lli
o l u y o r .”
A n n a , b e lk i d e b u n d a n b ö y l e h iç b ir z a m a n b a ş k a b ir iy le
i l g i l e n m e y e c e k , d iy e d ü ş ü n d ü .
“A ş a ğ ı k a t t a j a k e il e v i d e o o y u n l a r ı o y n u y o r , ” d i y e d e v a m
e t t i . “B ir c u m a g e c e s i . A u b r e y , S e t h ’in S t. C h r i s t o p h e r ’a
d ö n d ü ğ ü n d e n b e r i s a d e c e b ir t e k g e c e o n u n l a b ir l ik t e d ı­
ş a r ı ç ı k t ı ğ ın ı s ö y l e d i . S e n o n u n y a ş ın d a y k e n h e n g i c u m a
g e c e s i n i e v d e g e ç ir d in ? ”
“ B u r a s ı S t. C h r is . M o n t e C a r lo d e ğ i l . ” S o n r a , A n n a ’n ın
s if o n u te k r a r ç e k e b ile c e ğ in i h a tır la y a r a k , “T a m a m , ta­
m a m , ” d e d i. B u k a d ın ç o k a c ı m a s ı z o la b il ir d i. C a m b u n a
b a y ı l ı y o r d u . “ K ö r d e ğ i l i m . K a f a s ın ın b ir ş e y l e m e ş g u l o l­
d u ğ u n u n b e n d e f a r k ın d a y ım . A m a , b e n d e s a n a t a k ıld ı­
ğ ı m d a k a fa m h e p b u n u n l a m e ş g u l d ü . ”

142 .
Yedi

Cam koşarak aşağı indi. H içbir şey onu A nna’yla duş­


ta oynaşmaktan daha fazla keyiflendirem ezdi. Oğluyla
Seth’in televizyonun başında bir ölüm kalım savaşı sür­
dürdükleri odanın kapısından içeri başını uzattı. Küfürler,
naralar ve kaba sözcükler duyuluyordu.
Bazı sözler televizyondan geliyordu.
H er zaman olduğu gibi, Cam, kendini oyu n u n cazibe­
sine kaptırdı. Baltalar sallanıyor, kanlar akıyor, kılıçlar şa­
kırdıyordu. Jake muzaffer bir çığlık atana kadar gerçekten
kopmuştu.
“Canına okudum .”
“Sadece şanslıydın, o kadar.”
Jake elini havada salladı. “Benim dediğim olur, b e b e ğ i m .
Mortal Kombat kralının önünde eğil.”
“O n u ancak rüyanda görürsün. Haydi bir kere daha oy­
nayalım.”
Jake, neşe içinde, “Kralın önünde eğil,” diye tekrarladı.
“Zavallı ölüm lü yaratık.”
Seth ona saldırdı. Cam birkaç dakika onların boğuş-

144
masını s e y r e t ti. H o m u r t u v e k ü fü r le r , in a n ılm a z teh d itler,
genç ç o c u ğ u n k ık ır d a m a la r ı. S e t h ile Jak e arasındaki yaş
farkı, b e n i m l e S e t h a r a s ın d a k in d e n ç o k fazla d eğ il, d iye
düşündü.
Am a J a k e ’in S e t h ’e h i ç b i r z a m a n n a sip o lm a m ış bir m a­
sumiyeti v a r d ı. J a k e h i ç b i r z a m a n k im o ld u ğ u n u sorgu la­
mak d u r u m u n d a k a l m a m ı ş , o n a u z a n a n e lle r in k ö tü bir
amaç t a ş ı y a b i l e c e ğ i n i a k lın a g e t i r m e s in e n e d e n olacak bir
olayla k a r ş ıla ş m a m ış t ı.
T anrıya ş ü k ü r l e r o l s u n .

C a m k a p ıy a y a s la n a r a k , “ H a y d i o ra d a n , A n n a , burada
çılgın g ib i e ğ l e n i y o r l a r , ” d i y e s e s le n d i. A n n a ’m n ad ın ı d u ­
yan S e th v e J a k e h e m e n b ir b ir le r in d e n ayrıld ılar kork u ve
dehşet i ç i n d e k a p ı y a b a k tıla r .
C a m , n e ş e i ç i n d e , “ K o r k u t t u m s iz i! ” d iy e b ö ğ ü r d ü .
“B u s o ğ u k b i r ş a k a y d ı , b a b a .”

“B ir s a v a ş t e k b i r d a r b e i n d ir m e d e n b ö y le kazanılır.”
Sonra S e t h ’e i ş a r e t e t t i . “ H a y d i g id e l im .”
Jake t o p a r la n a r a k , “ N e r e y e g id iy o r s u n u z ? ” d iye sord u.
“B en d e g e l e b i l i r m i y i m ? ”
“O d a n ı t o p l a d ı n m ı ? E v ö d e v i n i y a p tın m ı? K ansere
çare b u lu p a r a b a m ı n y a ğ ı n ı d e ğ iş t ir d i n m i? ”
Jake, “ H a y d i , b a b a , ” d i y e s ız la n d ı.
“S e th ik i k u t u b ir a a lı p d ış a r ı ç ık . G e liy o r u m .”
“T a m a m . S e n i d a h a s o n r a g e z m e y e g ö tü r ü r ü m , evlat.”
“B a n a ç i ç e k v e b i r k u t u ç ik o la t a d a a lsa n s e n in le g e z m e ­
ye g it m e m .”
S e th h o m u r t u y a b e n z e r b ir g ü lü ş le o d a d a n çıkarken,

G a m j a k e ’e , “A f e r i n , o ğ l u m , ” d e d i.
Jak e, “ B u n u h a z ı r l a m ı ş t ı m , ” d iy e k a r şılık v er d i. “B e n
t iç in e r k e k l e r l e b i r l i k t e d ış a r ı ç ık a m ıy o r u m ? ”

145
“S eth ’le yalnız konuşm am gerek .”
“O n a kızdın m ı?”
“Kızmış gibi bir halım var m ı?”
(ake babasının y ü zü n ü dikkatle in celed ik ten M)in-aı
“H ayır,” dedi. “Ama böyle d u ru m la rd a sinsice davr.uı.ıbı.
lirsin. ”
“Sadece onunla konuşm ak istiyorum ."
Jake om uz silkti am a C a m -A n n u 'm u k ilerle ayııı olaıı-
gözlerinden o n u n hayal kırıklığına uğradığım anlam ıştı.
Yere uzanıp o y u n u n a devam etm eye hazırlandı.
C am o n u n yanına çöm eldı. "Jake.” B u rn u n a sakız ve
delikanlılara has ter kokusu geldi. Ja k e ’in k o t p a n to lo n u ­
n u n dizlerine çim enler yapışm ıştı. Ayakkabıları bağlanm a­
mıştı.
Birden C a m 'in kalbi sevgi, g u ru r ve m e ra k karışım ı
duygulardan ö rü lü bir y u m ru k yem iş gibi o ld u . B u sık sık
olurdu.
Yine, “Jak e,” diyerek o ğ lu n u n saçlarını okşadı. “Seni
seviyorum .”
“Şişşşt!” Jake o m uzlarını dikleştirip b o y n u n u içeri çe­
kerek başım kaldırıp babasına baktı. “B u laflara karnım
tok.”
C am . “Seni seviyorum ,” diye tekrarladı. “G eri d ö n d ü ­
ğüm de kanlı bir darbe ve Q u in n Ü lk e si’n d e yeni bir kral
olacak.Ve söylediğim e inan, ö n ü m d e eğ ilecek sin .”
“Hayal kurm akta devam et.”
C am ayağa kalktı. Jake’in ona h o ro zlan m ası h o şu n a git­
m işti. “H ü k üm ranlık günlerin sayılı. D u a e tm ey e başla,
ah b ap .”
“M erh am et dilenerek karşım a çık m am an için d u a ede­
ceğ im .”

146
C am arka k a p ıy a d o ğ r u y ü r ü r k e n , ik i a d e t u k ala la f e b e -
<j v e r i ş t i r d i ğ i n i k e n d i k e n d i s i n e iti r a f e t m e k z o r u n d a k a ld ı.

Anıa bu in s a n a g u r u r v e r i y o r d u .
C am d ış a r ı ç ı k ı n c a , S e t h o n u n e l i n e b ir k u t u b ira t u t u ş ­
turduktan s o n r a , “ N e v a r ? " d i y e s o r d u .
“T e k n e y le ç ı k a c a ğ ız ."
“Ş im d i in i? " S e t h g ö k y ü z ü n e b a k tı. “B ir a saate k adar

hava kararacak," d e d i .
“K a r a n lık ta n k o r k u y o r m u s u n , M a r v ? ~ C a m is k e le y e

ddip t e k n e y e b i n d i . S e t h d e o n u iz le d i.
G en ç a d a m d a h a ö n c e b i r ç o k k e r e le r y a p tığ ı g ib i k ü r e ğ i
eline a lıp , t e k n e y i a ç m a k i ç i n i s k e l e y e d ayayarak itti. S o n ­
ra y e lk e n le r in i p i n i b o ş a l t t ı . Y e lk e n b e z i n e d o la n rü zg â r ın
sesi k u la ğ ın a m ü z i k g i b i g e l d i . C a m d ü m e n e g e ç ti v e te k ­
neye rü zg â r a g ö r e y ö n v e r d i . S u y u n ü s t ü n d e s e s s iz c e ka­
yarak s a h i ld e n u z a k la ş t ıla r . G ü n e ş a lç a lm ış tı. Işık la rı s u y a
yansıyor, b a t a k lık t a k i o t l a r p ır ı l p ır ıl p a r la r k e n , g ö lg e le r in
iyice k o y u la ş t ığ ı, s u y u n i s e k a r a r ıp g i z e m l i b ir g ö r ü n t ü y e

b ü rün d ü ğü h a l i ç l e r d e s o l u p g id iy o r d u .
Ş a m a n d ır a la r ın a r a s ın d a n g e ç e r e k n e h r e g ir d iler , s e s le ­
rin a ra sın d a n g e ç t i l e r v e K ö r f c z ' c v a rd ıla r. S e th t e k n e n in
y alpalayışlarına g ö r e F l o k y e l k e n i n i a ç ıy o r , a n a y e lk e n le n
d en etliy o rd u .
Cam ise rü z g ârın p e şin d e n koşmaktaydı.
Y elk en le ri b ir k u ğ u n u n k a n a t la n k a d a r b e y a z o la n a h şa p
Bir te k n e d e u ç u y o r l a r d ı . H a v a t u z l u v e y ü k s e lip a lç a la n
dalgalar g ö k y ü z ü k a d a r m a v i y d i .
Bu h ız , b u ö z g ü r l ü k , g ü n e ş a ğ ır a ğ ır b a ta r k e n s u y u n ü s ­
tünde b ö y l e s i n e k a y m a k S e tb `in . y ü r e ğ i n d e k i b ü t ü n e n d i -
Şderi, b ü t ü n k a y g ıla r ı v e b ü t ü n k u ş k u la r ı a lıp g ö t ü r m ü ş ­
tü.

Î47
Cam, “Yön değiştiriyorum,” diye seslendi. Bıınıı dalıa
fazla rüzgâr almak ve hızlanmak için yapıyordu.
Bunu izleyen on beş dakika içinde, hem en hem en hiç
konuşmadılar.
Tekne yavaşlayınca Cam ayaklarını uzatıp birasını açtı.
“Söyle bakalım neler oluyor?”
“N eler mi oluyor?”
“Anna'nın radarı ona senin bir sorunun oldtığum ı bil-
dıriyormuş. Sorununun ne olduğunu öğrenm em için beni
zorladı.”
Seth, birasını açarken zaman kazanmaya çalışıyordu.
Sonra bir yudum içti. “Geleli birkaç hafta oluyor. Kafamda
bir sürü şey var. Başka bir sorun yok. İşlerimi sıraya koy­
mak, yerleşmek gibi şeyler işte. A nna’nın endişelenmesi
gereksiz.”
“Gidip ona endişelenm esinin gereksiz o ld uğunu mu
söyleyeceğim? D oğrusu bunu yutar ya!” Birasından bir
yudum daha aldı. “Bana bak, sana ‘b a n a h e r ş e y i s ö y l e y e b i l i r ­
gibi saçma şeyler söylememi mi bekliyorsun? Bu du­
s in ’

rumda ikimiz de kendimizi salak gibi hissederiz. Başka bir


işe de yaramaz.”
“Elbette hayır.” Ama bu sözler Seth’in gülüm sem esine
yaramıştı. “Ona bundan sonraki aşamada yapacaklarımı
düşündüğüm ü söyle. Eninde sonunda kendim e oturacak
bir yer bulmalıyım. M enajerim bir sergi hazırlam am için
başımın etini yiyip duruyor. Bu konuda nasıl bir yön belir­
lemek istediğimi henüz bilm iyorum . Atölyem i de g e r e k ti­
ğigibi yerleştirmedim henüz.”
“Anlıyorum.” Cam sahile doğru baktı. N e h ir kıyısında
güzel bir eski ev görünüyordu.

148
Seth o n u n b a k ış la r ın ı iz le d iğ i n d e şaşırdı. Y elk en lerle
p ı r k e n t e k n e n in y ö n ü n ü fa rk e tm e m iş ti.
Cam, “Çiçeklerin seksi kraliçesi henüz eve gelmemiş,”
dedi. “Belki birisiyle buluşmuştur.”
-O k im s e y le b u l u ş m a z . ”
“Bu y ü z d e n m i o n a a s ılm ıy o r s u n ? ”
-A şılm adığım ı k im s ö y le d i? ”
Cam , s a d e c e g ü l d ü v e b ir y u d u m bira içti. “B ö y le bir
şey yap m ış o ls a y d ın , ç o k d a h a r a h a tla m ış g ö rü n ü r d ü n .”
Seth, y a k a la d ın b e n i , d iy e d ü ş ü n d ü v e o m u z silkti.
“İstersen s e n i b u r a d a in d ir e y im . "Buralardaydım da uğ­
radım. İçeri girip seni çıplak görebilir miyim?* g ib isin d en bir
şeyler s ö y le y e b i lir s i n .”
“B ö y le b ir y a k la ş ım ın s e n in iş in e yarad ığı o ld u m u ? ”
“Aaah, a h !” C a m d e r i n d e r in iç in i çe k ti v e tadına d o ­
yum o lm a z a n ıla r ın ı y e n i d e n y a ş a m a k ister g ib i g ö zlerin i
gökyüzüne d ik t i. “ S a n a n e h ik â y e le r an latab ilirim . B a m
kalırsa, b ir e r k e k n e k a d a r ç o k k a d ın la berab er olursa, bu
işleri o k adar f a z la d ü ş ü n ü r . P e k az k ad ın la b eraber olsa da,
aklı y in e h e p c i n s e l lik t e d ir . A ra d a k i fark şu ki, bu işi fâzla
yapan d a h a r a h a t u y u r .”
Seth c e p l e r in i k a r ış tır d ı. “K a le m in var m ı? B u n u yaz­
malıyım.”
“Pek le z z e t l i b ir ş e y e b e n z iy o r .”
Seth ’in k e y f i k a ç a r g ib i o ld u . “O b ir y iy e c e k d e ğ il.”
“Ö y le o l s u n . ” C a m o n a is t e d iğ in i sö y letm işr i. B aşını
salladı. “S e n in o n u n l a g e r ç e k t e n ilg ile n ip ilg ile n m e d iğ in i
öğrenm ek i s t e m i ş t i m . ”
Seth h a f if ç e t ıs la d ı v e a ğ a ç la r ın arasındaki g ü z e l m avi
eve g ö z d e n k a y b o la n a k a d a r b a k a . “N e o ld u ğ u m u b ilm i­
yorum. H a y a t ım ı d ü z e n e s o k m a d a n k i m s e y l e ^ e t a ilgi­
149
l e n e c e k vaktim yok. Ama ona bakıyorum da...” O m uzlanın

silkti. “Anlayamıyorum. O nunla birlikte olm ak hoşuma


gidiyor. Kolay bir kadın değil. Çoğu zam an bir kirpiden
farkı yok. Taçlı bir kirpi.”
“Yumuşak başlı kadınlar bir gecelik ilişkiler için ideal­
dir. Ya da hoşça vakit geçirmek için. Ama uzun vadeli bir
şey düşündüğünde...”
Seth’in yüzünde şaşkınlık ve korku dolu bir ifade be­
lirdi. “Böyle bir şey söylemedim. Sadece onunla birlikte
olmaktan hoşlandığımı söyledim .”
“Ve bunu söylerken gözlerinde bir köpek yavrusunun
bakışları vardı.”
“Palavra.” Seth y üzünün kızardığını hissederek perişan
oldu. Tek um udu alacakaranlıkta C am ’in b u n u görmem e-
siydi.
“Neredeyse sızlanmaya başlayacaktın. O ipi düzeltecek
misin, yoksa kendi haline mi bırakacaksın?”
Seth, kendi kendine söylenerek ipleri düzeltti. “Bak,
o nun resmini yapmak, onunla biraz vakit geçirm ek ve onu
yatağa atmak istiyorum. Bunların üçünü de kendi başıma
becerebilirim. Teşekkürler.”
“O zaman belki rahat uyuyabilirsin.”
“Benim uykumla D ru ’nun ilgisi yok. Yani fazla ilgisi
yok, dem ek istiyorum .”
Cam, teknenin yönünü tekrar değiştirdi ve eve yöneldi.
Hava kararıyordu. “Seni geceleri uyutm ayan şeyin ne ol­
d u ğ u n u bana söyleyecek m isin yoksa zorla mı söyleteyim?
B u n u bana söylemezsen, Anna işin aslını öğrenene kadar
ikim ize de hayatı zehir edecektir.”
G loria’yı düşündü ve kelimeler boğazında düğüm len­
di. Bir tek kelime söyleyecek olsa arkası bir çığ gibi k e n d i-

150
liginden gelecekti. Ailesinin bu çığın altında kalmasından
korkuyordu.
Cam ’e söyleyem eyeceği hiçbir şey yoktu. Ama bunu
sö y ley em ezd i.
Ama belki başka bir konuda ona içini dökebilirdi. “Ga­
rip bir rüya g ö rd ü m ,” dedi.
Cam , “ C in se lliğ e m i dönüyoruz?” diye sordu. “Çün­
kü eğer bu k o n u ya döneceksek, yanımıza daha fazla bira
almalıydık.”
“ R üyam da S tella ’yı gördüm .”
C am ’in y ü z ü n d e k i hain ve alaycı ifade kayboldu. “An­
nemi m i? R ü y a n d a annem i mi gördün?”

“B iliyorum , b u ço k garip. O nu tanımıyorum bile."


“Annem ...” A cının insanın içinde bunca zaman saklana­
bilmesi ne kadar garipti. Tıpkı bir virüs gibi aylarca, hatta
yıllarca bekledikten sonra ortaya çıkıp inşam zayıfve çare­
siz hale getiriyordu. “Yani siz ikiniz, ne yapıyordunuz?”
“Evin arkasındaki iskelede oturuyorduk. Yazdı. Sıcak,
nemli ve boğucu. Balık tutuyordum. Oltanın iğnesinde
mutfaktan çaldığım peynir vardı”
Cam, kend in i toplamaya çalışarak, “İyi ki rüyaymış,"
dedi. ‘Yoksa şim di ölm üş olurdun.”
“Mesele bu. O ltan ın iğnesi suyun içindeydi ama pey­
niri çaldığım ı biliyordum . Güllerin kokusunu duyuyor,
güneşin sıcaklığını hissediyordum. Sonra yanı başımda
Budala beliriv erd i.” C am , onun öldüğünü biliyordu. “Yani
rüyamda da b u n u n bilincindeydim demek istiyorum. Bu
yüzden o n u g ö rü n ce çok ama çok şaşırdım. Ondan sonra,
Stella’nın, iskelede yanım da oturmakta olduğunu tark et­
tim.”

151
“O nu tarif etsene.” Gökyüzü gittikçe kararıyor, tckut '
suların üstünde sessizce kayıyordu. Bıı Setlı’e lıiç de al\j
bir soru gibi görünmedi. Aksine son derece mantıklıya
“I larika görünüyordu. Başında asker yeşili bir şapka var^ !
Altından saçları görünüyordu.”
“Aman Tanrını!” Cam o eski şapkayı ve Stella’ııın bir
türlü yola gelmeyen kabarık saçlarını o şapkanın altına
sil tıkıştırdığını hatırlıyordu. Annesinin bu çirkin şapkayh
çektirdiği resmi olup olmadığını ise hatırlayamıyordu.
“Bunları anlatarak kafanı karıştırmak istem em.”
Cam başını sallamakla yetindi. “Rüyanda olanları an­
lat.”
“Ç o k fazla bir şey olm adı. O tu r u p k o n u ştu k . Sîzler ve
Ray hakkında...”
“N e konuştunuz?”
“O n u n artık b ü y ü k an n e r o lü n ü ü stlen m esi gerektiği­
ne karar verdik lerini söyledi. D ah a ö n ce b u n d a n mahrum
kalm ıştı. Böyle söyledi. Ö n e m li olan k o n u ştu k larım ız de­
ğil de rü y an ın gerçeğe b u kadar yakın o lu şu y d u . Uyan­
dığım da yatağın k en arın d a o tu r u y o rd u m ve gördüklerim
sanki gerçekti. N asıl anlatsam , b ilm e m k i.”
“Hayır, seni a n lıy o ru m .” Ray ö ld ü k te n sonra, kendisi
de bir çok kez rü y aların d a babasıyla k o n u ş m u ş tu . Kardeş­
leri de b en zer şeyler yaşam ışlardı.
Am a o kadar u z u n zam an g eçm işti ki. A n n e le rin i baba­
larından da ö n ce k ay b etm işlerd i. Ve o n d a n so n ra, hiçbiri
bir tek kez bile o n u n la k o n u ş m a k fırsatın ı bulamamıştı.
R ü yalarında bile.
S eth, “O n u n la tan ışm ay ı h e r za m a n is te m iş im d ir,” diye
devam etti. “Sanki ta n ışm ış g ib iy im .”
“B u ne kadar zam an ö n c e o ld u ? ”

152
•Sanırım geçen hafta. Ha, sen çeneni açmadan, hemen
eyleyeyim ki, daha önce bundan bahsetmedim çünkü
jjjş$e kapılmanızdan korktum. Kabul et ki ürkütücü bir
W
Cam, sen daha bir şey görmedin, diye düşündü. Ama
buQuinn olmanın özelliklerinden biriydi. Seth bazı şey*-
İmkendi deneyimleriyle öğrenecekti.
•Onu tekrar rüyanda görürsen, sor bakalım, kabaklı ek'
meği hatırlıyor mu?”
‘‘Neyi?”
Tekne eve doğru yol alırken, Cam, “Sen sor
yalım,"dedi.

£ve vardıklarında akşam yemeği pişiyordu. Dan McLe-


an,elinde bir şişe birayla ocağın başında durmuş, Anna’nıa
elindeki kaşığın içindeki salçayı yalamaktaydı.
Cam, Dan’i hayal kırıldığına uğratmamak için kendi­
sinden bekleneni yaptı. “Bu herifin burada ne işi var?”
diyesordu.
*Buraya karnımı doyurmaya geldim. Bayan Q. Bu sal­
çayı kimse sizin gibi yapamaz. Yemeklerinizin güzelliği bu
adamın suratına tahammül etmeyi kolaylaştırıyor.” Seth’i
i§aret ediyordu.
Cam, “Daha iki hafta önce burada kamım doyurmadın
mı?” diye sordu.
“Hayır. İki hafta önce Ethan’m evinde kamımı doyur­
dum. Her yere yayılmak hoşuma gidiyor.”
Seth ellerini cebine sokarak çocukluk arkadaşı Dan’e
ü2un uzun baka. “S on gördüğüm den bu yana epey geliş­
e s in ,” dedi. “Böylece daha geniş bir alana yayılabilirsin.
Dan’m gelişme biçimi spor salonlarında epey vakit harca*
dığını gösteriyordu.
Anna, “Erkekler birbirlerine, selam, seni görmek ne
güzel, demekle yetinemezler mi?” diye sordu.
Seth, Anna’nm yankısı gibi, “Selam,” dedi. “Seni gör­
mek ne güzel.”
Birbirlerini tek kollarıyla kavrayarak sarmaş dolaş oldu­
lar. Erkeklerin kucaklaşmasıydı bu.
Cam dumanı tüten tencereleri kokladı. “Tanrım, bu
güzel kokulara daha fazla dayanamayacağım. Açlıktan ölü­
yorum.”
Anna ona, “Duygu sömürüsü yaparak kendini açındıra­
cağına sofrayı kursana,” dedi.
“Sofrayı buraya kamını doyurmaya gelmiş olan herif
kursun. Her şeyin yerini biliyor. Ben küçük oğlumuzu
tahtından indirip haddini bildirmeye gidiyorum.”
“Bu işi yirmi dakika içinde bitir. Yirmi birinci dakikada
yemeğe oturuyoruz.”
“Ben sofrayı hazırlıyorum, Bayan Q .”
“Hayır. Mutfağımı terk edin. Biranı ve maço tavırlan-
nı alıp dışan çık. Keşke tek bir kızım olsaydı. Tanrı bunu
bana neden layık görmedi, bilmem.”
Cam, oğlunun acı kaderiyle olan randevusunu gecik­
tirmemek için televizyonun bulunduğu odaya doğru yü­
rürken, omzunun üzerinden arkaya bakarak, “Bu h e r if bir
daha yemeğimizi yemeye geldiğinde elbise giymesini şart
koş,” diye seslendi.
Dan, “Cam beni kardeşi gibi sever,” dedi ve evindeymiş
gibi rahat bir tavırla buzdolabını açıp Seth’e vermek üzere
bir bira çıkardı. “Gel dışarı çıkıp oturalım ve bir y a n d a n

154
Isırtırken, b irb irim iz e cinsel hayatımız hakkında uydur-
a hikâyeler an latalım .”
/Merdivenlere o tu rd u lar. İkisi de biralarından birer yu­
dum aldı. “A ub, se n in b u kez sürekli kalmak üzere geldi-
ğjıü söylüyor. K en d in e, çiçekçinin üst katında bir atölye
kiralamışsın.”
“Doğru. B u n ları A ub m u söyledi. Duyduğuma göre,
e r k e k kardeşin o n u n peşindeym iş.”

“Fırsat b u ld u ğ u zam an. B en Will’den çok Aub’u görü­


yorum. O n u h astan ed e sürekli çift vardiya çalıştırıyorlar.
Bu nedenle u y k u su n d a cinsellikle ilgili tıbbi terimler sa­
yıklıyor.”
“İkiniz hâlâ b irlik te m i oturuyorsunuz?”
“Şimdilik öyle. Ben çoğunlukla yalnız kalıyorum. Onun
hayatı hastanede geçiyor. Dr. Will McLean. Şu işe bak”
“Biyoloji d e rs in d e kurbağaları keserken zevkten ken­
dinde geçerdi. S en k ü sm ü ştü n , hatırlıyor musun?”
Bu olayın anısı bile D a n ’in yüzünü buruşturmasına ne­
den oldu. “B u n u o zam a n da iğrenç buluyordum, şimdi de
iğrenç b u lu y o ru m . B u g ü n e kadar hiçbir kurbağanın bana
zararı olm adı,” d ed i. “G eri dönm en planlanmı altüst etti.
İtalya’ya seni ziy arete gelm eyi tasarlıyordum, ikimiz baş
haşa bir kaldırım kahvesinde oturup...”
“Trattoria dem ek istiyorsun.”
“H er neyse. E v e t böyle b ir yerde oturup, yoldan geçen
seksi kadınları seyredecektik. Sende bu sanat yeteneği ve
inatçı havası, b e n d e de b u yakışıklılık varken kim bilir ne
'5İer çıkarırdık?”
“Arkadaşlık y ap tığ ın şu öğretmene ne oldu? Adı
Shelly’di, öyle değil m i? ”
“Shelby. E vet, işte b u da kurduğum hayallerin önünde-

155
t i bir başka engel.* Dan elini cebine sokup bir mücevher
kutusu çıkardı ve kapağım açtı.
Seth gözlerini kırpıştırarak pırlanta yüzüğe bakarken,
“Allah seni kahretmesin, McLean,” diye tısladı.
“Yana gece için büyük planlarım var. Akşam yemeği, i
mum ışığı, müzik ve diz çökmüş bendeniz. Hiçbir şey ek­
sik değiL* Kesik kesik soludu. “Korkudan ölüyorum.”
“Evleniyor musun yani?*
“Evet, uımnm; çünkü onun için deli oluyorum. Sence |
kabul eder mi?*
“Nereden bileyim?*
“Ressam olan sensin.” Dan bunu .söyledikten sonra; |
yüzüğü Seth’in burnuna dayadı. “Nasıl buldun?”
Ortasında pırlama bir taş olan şık bir altın yüzüktü. J
Ama arkadaşlık daha fazlasını gerektiriyordu, “Harika. Z ş M
ri£ Klasik.*
“Evet, evet.” Besbelli Dan memnun olmuştu. Yüzüğü j
tekrar inceledi. “Bu yüzük tam ona göre. Sanki Shelby için 1
özel olarak yapılmış. Bu iş tamamdır.” Nefesini koyvere= j
rek kutuyu tekrar cebine koydu. “Tamam o zaman. Shelby
gerçekten seninle tanışmak istiyor. Sanata çok meraklıdır, j
Onunla tanışmamız da bu vesileyle oldu. Will’in çalışım
saatine denk geldiği için Aubrey beni üniversitedeki bir I
resim sergisine sürükledi. Shelby bir şempanze tarafından i
yapılmışa benzeyen bir resmin önünde duruyordu. Yani j
bence, boyaların birbirine karıştırılarak tuvale döküldüğü t
bu pislik resim olmazdı.”
“PoHock’un utanç içinde öldüğüne bahse girerim.”
“Evet, doğru. Her neyse. O nun yanma gittim ve ‘bu I
resim size ne ifâde ediyor” gibi bir şeyler geveledim. O ue t
dedi biliyor musun?”
Arkadaşının heyecanlı hali Seth’in çok hoşuna gitmişti.
Onu daha rahat seyredebilm ek için arkasına dayandı. “Ne
dedi?”
“Onun anaokulu sınıfındaki beş yaşındaki çocukların
parmaklarını boyalara batırarak daha güzel resimler yap-
tıklannı söyledi. İşte o anda ona âşık oldum. En büyük
kozumu oynayıp, ona, gerçek resimler yapan, ressam bir
arkadaşım old u ğ u n u anlattım . En sonunda senin ismini
söylediğimde, az daha bayılıyordu. Böylece, senin gerçek­
ten ünlü biri o ld u ğ u n da kafama dank etti.”
İ ^ P i ll’le senin tuvaletin tepesine asılmış olarak resmini­
zi^yapmıştım. O resim hâlâ duruyor mu?”
“Evimizin baş köşesinde asılı. Gelecek hafta bir akşam
Shelbyve benim le beraber olur musun? Bir içki içer, belki
bir şeyler yeriz.”
“Elbette. A m a bana âşık olup seni terk edebilir.”
^ “Eyet, olabilir. A m a, ne olur ne olmaz diye, Shelby'nin
bir arkadaşını...”
“Hayır.” Seth dehşete düşm üştü. İtirazım pekiştirmek
için elini uzattı. “B u tü r önceden planlanmış tanıştırmalar
istemiyorum. Sevgilinin öldüren cazibeme kapması olası­
lığını göze alm ak zorundasın.

Yemekten ve olanca gü rü ltü patırtıdan sonra. Dan Seth’i


$hiney’s barına sürükledi. Berbat bir müzikle dolu bir gece
°ldu. Kapının ö n ü n d ek i ve oturm a odasındaki ışıklan Seth
*Çİn açık bırakm ışlardı. Bu nedenle, banyonun kapısının
önünde yatm akta olan köpeğe toslayana kadar, kazasız be*-,
bsızyukan kata çıkm ıştı.
İl küfîir savurarak odasına geçti ve olduğu yerde, iç
Çamaşırlarına kadar şovundu. Kendini yüzükoyun yatağın
üstüne atcığuıda, kulaklarda hâlâ o berbat müzik çmh*
yordu,
San geçen şey, evde öbnamn dayanılmaz gu„
zeöiğiydi. Sonra, derin bir uykuya daldı.

“Annem lal^J^ullzp, tersanedeki bürosunda, koltuğun­


da oturuyordu. ""Annemi xni görmüş rüyasında?”
"Belki bir rüyaydı, belki de değildi.1^
Ethan çenesini sıvazladı. “Söylediğine göre başında ö
eski şapkası varmış. Öyle mi dedi?”
“Evet, öylç dedi.”
Phiffip, “Onu sık sık takardı," diye söylendi.” Bellti d§
Seth onu bir resimde başında o şapkayla görm üştür.”
Cam, "Bizim evdeki resimlerin hiçbirinde başında &
şapka yok,” dedi. Cam, o tekne gezintisinden sonra eve
gider girmez bunu kontrol etmişti. “O şapkayı b ir restinde
görmediğini iddia etmiyorum; rüya değildi de demiyo­
rum. Ama çok garip- iskelede bizim yanım ıza gelip öyle
otururdu. Balık tutmayı sevmezdi am a içim izden biri eli­
ne bir olta alıp orada düşüncelere dalmışsa, gelir ve biz,
derdimizi anlatana kadar konuşup dururdu.”
Ethan onayladı. "Ever, bu konuda ustaydı. İşin temeli­
ne tiıer, öğrenmek istediği Şeyi ağzımızdan alırdı^
“Babam öldükten sonra bizim başımızdan geçen olaya
benzer bir şey olduğu da söylenemez.”
Erhan, Phillip’in odasındaki buzdolabından bir şişe su
alırken, “Sen ona da inanmak istememiştin,” dedi.
“Bildiğim bir şey varsa, o da bu çocuğu yiyip bitiren bir
şey olduğu. Ama bu konuda konuşmak istemiyor. En azın­
dan, bana açılmıyor.” Bu Cam’i biraz incitiyordu. *Onun
ağamdan laf alabilecek biri varsa o da annemdir. Rüya&
bile l l p Bu arada, gözüm üzü ondan ayırmamakla yed^
neliro- Seıh, burada onun hakkında konuştuğumuzu fark
çeneden, aşağı iniyorum ."
Cam, kapıdan çıkıktan sonra durdu ve geri döndü- “An­
nemi bir daha rüyasında görürse ona kabaklı ekmeği sor­
masını söyledim."
İki kardeşi de boş gözlerle ona baknlar. İlk hatırlayan
Ethan oldu ve öyle b ir güldü ki, masanın kenarına otur­
mak zorunda kaldı.
“Tanrım!” P hillip arkasına yaslandı. “Bunu camaiBgyb.
unutmuştum."
.. Cam, ^Bakalım an n e m hatırlıyor mu?” dedikten son­
ra koridorda uzaklaşa. M erdivenlerden inmeye başladı vc
so^ fc a m a ğ a geldiğinde kapı açılıp içerisi güneş ışığıyla
doldu:-Arkadan D r u g ö rü n d ü .
1 “Selam güzeller güzeli. B enim salak kardeşimi mi a a -
yorsun?? ^
-“Hangi salak kardeşini?”
Cam* hayranlıkla s ın tn . “Bizden aşağı kalmıyorsun.
Seth layığını b u lm u ş.”
lAslında ben ...” A m a C am on u elinden tutmuş içeri sü-
riiklüyordu.
Seth bacaklarını iki yana açmış, arkası dönük olarak,
yapım halindeki b ir teknenin güvertesinde duruyordu.
Belden yukarısı çıplaktı. H ayattın resim yaparak kazanan
bir adam olduğu d ü şü n ü lü rse, omuzlarında ve sırandaki
fosların bu d enli gelişm iş olm ası şaşırtıcıydı. Bir şişeyi ba-
§Jna dikmiş, en az b ir haftadır su içmemiş bir adam gibi su
*Çİyordu.
Onu seyrederken D r u ’n u n ağzı kurudu.
Oru, yüzeysellik diye düşünd ü . Bir adama, sırf taş git»

1S9
bir bedeni ve ateşli bir görünüşü olduğundan ve de yala,
şıklı diye ilgi duymak düpedüz yüzeysellikti. O kültüre,
sağlam karakterli olmaya, kişiliğe ve... -itiraf etti- kusursuz
bir popoya değer verirdi.
Allah kahretsin.
Seth dönüp ona bakmadan, Dru, kendine hâkim olup
kuruyan dudaklarını yalamadı. Genç adam, koluyla alnını
sildi, sonra Dru’ yu gördü.
Şimdi, üstünde sadece bir kot pantolon ve bir çift çizme
olan bu güçlü erkek bedeninin çekiciliğine bir de Seth’in
insanın içine işleyen öldürücü tebessümü eklenmişti.
Genç kadm onun ağzının kıpırdadığını gördü. Ağzı da
poposu gibi kusursuzdu. Ama müziğin sesi onun söyle­
diklerini duymasını engelledi.
Cam onlara yardım olsun diye müziğin sesini biraz
kıstı. Aubrey, güvertenin altından başını uzattı. “Hey, ne
oluyor?”
“Konuğumuz var.”Seth, güverteden aşağı atlamadan
önce, eliyle Aubrey’in omzunu sıvazladı. Dru bunu ilgiyle
izlemişti.
“Yarın çalışıyoruz, öyle değil mi?” Cebinden bir mendil
çıkarıp ellerini ve yüzünü sildi.
“Evet.” Dru, Aubrey’in onları merakla seyrettiğinin
farkındaydı. “Seni çalışırken rahatsız etmek istem ezdim .
Dışarıda bazı işlerim olduğu için Bay G.’yi dükkâna bıra­
kıp çıktım ve bu arada buraya da uğrayıp tekne yapımını
yakından görmek istedim.”
“Gel seni gezdireyim.”
“İşin var.” Sarışın arkadaşın da seni bir bekçi köpeği çfö1
izliyor, diye düşündü. Sonra, Cam’e döndü. “Zaten bana
sizi görmem gerektiği söylenmişti.”

160
Cam, Seth’e döndü. “Bütün güzel hanımların böyle
dediğini sana söylemiştim,” dedi. “Senin için ne yapabi­
lirim?”
“Bir tekne satın almak istiyorum.”
“Öyle mi?” Cam , kolunu onun omzuna attı ve onu
merdivenlere doğru götürdü. “Doğru yerdesin, şekerim.”
Seth, “Hey,” diye seslendi. “Ben de tekneler hakkında
konuşabilirim.”
“Küçük ortak. O n u kırmamaya çalışıyoruz. Nasıl bir
tekne istiyorsun?”
“Tek direkli bir yelkenli. O n sekiz fit boyunda. Ayrın­
tılar konusunda tekliflere açığım. Dengeli ve güvenli bir
teknejâstiyorum. Ama istediğim zaman hız yapabilmeli-
Vjğ ”
Dönüp duvarlardaki tekne çizimlerine bakarken, on­
ların sanatsal yönüyle daha çok ilgilenmeye karar verdi.
Şimdilik konuyu dağıtmayacaktı.
Ikipzimj göstererek, “Şu pruva, şu gövde,” dedi. “Gü­
venilir bir tekne istiyorum. Rüzgân kolayca kapmalı ve da­
yanıklı olmalı. U zu n süre kullanabilmek isterim.”
Teknelerden anladığı açıkça belli oluyordu. “Bu tekne
sana biraz pahalıya mal olacak.”
“Bedava olacağım düşünmedim. Zaten fiyat konusunu
sizinle konuşacak değilim, öyle değil mi? Anladığım ka­
hrıyla, bu, kardeşiniz Phillip’in alanına giriyor. Dizaynla
•Igili ayrıntılarla ise Ethan ilgileniyor.”
Dersini iyi çalışmışsın.”
“Kiminle iş yaptığımı bilmek ve en iyisiyle iş yapmak
lsterhn. Bu konunun en iyisi de, her yönüyle, Quinn Kar-
de* r Şirketi. Çizimleri ne zaman görebilirim?”
Cam, Aman Tanrım, sen bu çocuğu deli edeceksin, diye dü­
şündü. Bunu seyretmek çok eğlenceli olacaktı. “Yukarı
kalım da orada karar veririz.*
Drusilla'mn tekneler konusunda adamakıllı bilgi sahibi
olduğunu, ne istediğini çok iyi bildiğini anlamış ve pek;
de esnek olmayan üç adama karşı kendi fikirlerini sonuna
kadar savunduğunu görmüştü.
“Gelecek haftanın sonuna kadar size bir çizim hazırla­
rız,* dedi. “Çizimin büyük bölüm ünü yapması için Seth’i
kandırabilirsek daha önce de olabilir.”
“Öyle mi?” Fazla ilgili görünmemeye çalışarak tersane­
ye doğru baktı. “Bazı çizimleri o m u yapıyor?” */*'5
“O nu masa başına oturtabilirsek, evet. G erçek şu ki
üçümüz bir araya gelsek onun kadar iyi çizimsyapamayız.
Kimse de yapamaz. Ama kolay olmuyor.”
Dru, Ethan m bakışlarım izleyerek duvardaki tekne çi-
zimlerme baktı. “Harika bir koleksiyon,” dedi. “Ve samnm
ressamın gelişmesini de yansıtıyor. O n u n sanatsal geliş­
mesini açıkça görebiliyorsunuz.”
Ethan parmağıyla küçük bir tekneyi işaret ederek
“Bunu,” dedi, “on yaşındayken yapmıştı.”
“O n mu?” D ru, büyük b ir hayranlıkla r e s m e yaklaştı.
Bir Öğrencinin, bir müzede bir ustanın ilk r esim lerin d en
birini mceîeyişi gibi seyretti onu. “Böyle bir yetenekle doğ­
m ak nasıl bir şey olurdu, bilemiyorum,” dedi. “Bana kalır­
sa, bazı kimseler için bu bir yük olurdu* öyle değil mi?!^’
Ethan, eski bir teknesini bir çocuğun gözüyle seyreder­
ken düşündü. “Evet, sanırım öyle. Ama Seth için d e $ k $ t
teneği ona mutluluk veriyor. Resim kanalıyla duyguların 1
ifade ediyor. Bu hep böyle oldu.”
U zun konuşmayı sevmezdi. Bu nedenle, ona gülümse'
di ve elini uzattı. “Sizinle iş yapmak bir zevk olacak.”

*62
Sertim için de öyle. Bugün bana vakit ayırdığınız için
çok teşekkür ederim ,”
*Her zaman vaktimiz vardır.”
Kızı yolcu ettikten sonra, tersanenin müzik ve aletlerin
seslerinden oluşan gürültüsünün içine daldı. Birkaç adım
i atmıştı ki Seth elindeki aleti kapattı.
“Dru bizimkilerle beraber yukarıda mı?”
4^liayır,?!gitti^
“Gitti mi? Allah kahretsin, bana haber verebilirdin.”
Tekneden aşağı atlayıp kapıya yöneldi.
^ ü b r e y , arkasından yüzünü buruşturdu. “Ona şimdi-
d oyuruldu ia y ib r i^ p
■“Öy]J görünüyor.” E than onun yüzüne bakmak için
başım kaldırdı. “B ir sorun m u var?”
“Bilmiyorum.” A ubrey onuz silkti. “Bilmiyorum. Seth
için düşüdüğüm tarzda biri değil, hepsi bu. Bana sorarsa­
nız, o katı biri^B eri yandan süslü püslü ve kasıntı.”
Ethan, “Q yalnız, biri,” diye düzeltti. “Herkes insanlarla
senin kadar kolay ilişki kuramaz Aubrey. Üstelik, önemli
ûte Ş ç th ’in ne düşündüğü-” . -
^lEvet, doğru.” A m a Drusilla konusunda ikna olmuş
g ^ g m ü y o rd u . ^
Sekiz

Seth ona ne giyeceğini söylemediği için Drusilla sade


bir giyim tarzını tercih etmiş, mavi bir keten pantolonla
beyaz bir gömlek giymişti. Bahçeyi sulamış, iki kez küpe­
lerini değiştirmiş ve kahve hazırlamıştı.
Kulağındaki, sallantılı lapis küpelere dokunarak, belki
halkalar daha iyi bir seçim olurdu, diye düşündü. Erkekler
halka küpe takan kadınlardan hoşlanırlardı. Belki bu çin­
genelere olan garip düşkünlüklerinden kaynaklanıyordu.
Drusilla’nın umurunda mıydı sanki?
Seth’in kendisine yaklaşmak için uğraşmaya devam et­
mesini isteyip istemediğinden emin değildi. Bir hareket,
karşı bir hareketi getiriyordu. Oysa o, şimdilik, kadın er­
kek ilişkileri konusunda satranç oynamaya hevesli değildi.
Ya da heveslenmeye mi başlıyordu?
Jonah bu oyunda onu mat etmişti. Birden öfkelendi ve
bu hoşuna gitti. Sorun şuydu ki, genç kadın o oyunda ke­
sinlikle kontrolü elinde tuttuğuna ve bütün taşların doğru
yerde olduğuna inanıyordu.
Adamın aynı zamanda başka bir yerde de satranç oyna-
164
_alcta olduğundan tamamıyla habersizdi. Onun sadakat­
sizliği ve kendisini aldatması kalbini ve gururunu kırmıştı.
Artık kalbi kırık değildi; bunu kolayca atlatmıştı. Ama gu­
rurunun yara aldığını itiraf etmek zorundaydı.
Bir daha kim se onu aptal yerine koyamayacaktı.
Seth’le bir ilişkiye girecek olursa -ki bu konuda jüri he­
nüz kararını verm em işti- bu ilişkinin koşullarını kendisi
belirleyecekti.
Kendi kendisine, sadece bir erkeğin kolundaki bir süs,
yatağına attığı kadınlardan biri ya da mesleğinde ilerlemesi
için basamak olm adığını kanıtlamıştı.
Jonah bu konularda yanlış hesap yapmıştı.
Daha önemlisi, D ru, kendi ayaklan üzerinde durabile­
ceğini ve m utlu bir hayat kurabileceğini göstermişti.
Bunun zaman zaman bir şeyleri paylaşmayı, bir erkeği
arzulamayı ya da ilginç ve çekici bir erkekle cinsel ilişkiye
girmeyi özlemediği anlamına gelmediğini kabul ediyor­
du.
Seth’in arabasının lastiklerinin çakıl taşlı yolda çıkardığı
sesiduydu. A dım adım, diye düşündü ve onun kapıyı çal­
masını bekledi.
Kabul etm ek zorundaydı. Kapıyı açıp onu karşısında
görür görmez bedenini ateş basmıştı. Bu sadece genç ka­
dının sağlıklı bir insan olduğunu gösterirdi.
“Günaydın.” Aldığı terbiye gereği, geri çekilip Seth’in
içeri girmesini bekledi.
“Günaydın. Evine bayıldım. Ben dönmeden önce onu
kapmış olmasaydın, ben satın alırdım.”
“Şanslıymışım.”
“Bence de.” Evin içinde dolaşırken çevreyi gözden ge­
çiriyordu. G üçlü renkler, kaliteli kumaşlar, diye düşündü.
m
Bu kadar derli toplu olması Seth’in zevkine pek uygun
değildi ama, değerli ve dikkatle seçilmiş mobilyaları, va­
zolardaki taze çiçekler ve düzenli ortamıyla D ru’ya yakı­
şıyordu.
“Dışarda çahşmak istediğini söylemiştin.”
“Evet. Ha, resmini getirdim.” Koltuğunun altındaki
kahverengi ambalaj kâğıdına sanlı paketi ona uzattı. "Yeri­
ni seçtiysen asabilirim.”
“Ne kadar çabuk yapmışsın.” Dayanamayıp kanepenin
üstüne oturdu ve resmin ambalajını açtı.
Seth, çerçeve olarak, resimdeki yapraklann ve çiçekle*
rin rengine uygun donuk altın rengi bir ahşap seçmişrboy-
lece. çerçeve de resim gibi güçlü ve sade olmuştu.
“Harika. Teşekkütederim. Bu resim Seth Q uinn ko­
leksiyonum için güzel bir başlangıç.”
“Koleksiyon yapmayı mı düşünüyorsun?”
Genç kadın parmağım resmin çerçevesinin üzerinde
gezdirirken, başını kaldırıp ona baktı. “Belki. O nu duva-
ra asma teklifini de kabul edeceğim çünkü yerinde gör­
mek için sabırsızlanıyorum. Ama evde ona uygun bir çivi
yok.”
“Böyle bir şey mi?” Seth yanında getirdiği çiviyi cebin­
den çıkanp ona gösterdi.
“Evet, omın gibi.” Dru, boynunu büküp düşündü.
“Çok becerifcfisin, öyle değil mi?”
“Oyleyimdir. Evde çekiç ve ölçü var mı, yoksa arabadan
getireyim mi?”
“Çekiç ve ona benzer birkaç alet var.” Kalkıp mutfağa
gitti ve elinde pırıl pırıl parlayan yepyeni bir çekiçle gen
döndü/
“Nereye asmak istiyorsun?”
“Yukarı kata. Yatak odama.” Döndü ve yolu gostçmxfc
için önden yürüdü. “Torbada ne var?”
“Öce beri. Bu evin tadilatım yapan adam işini biiiyop-
jfluş.” İkinci kata çıkarken, Seth, merdiven nrabzanaıua
^ygan boyasını inceliyordu. “Ondan ayrılmaya yüreğina-
Sıl dayanmış, bilmem .”
“Bu işi y a p m a k ta n hoşlanıyor ve iyi para kazanıyor £&
işi bitirin ce sık ılıy o r ve yeni bir işe başlamak istiyor. £en
de ona aynı so ru y u so rm u ştu m . Bu cevabı verdi.”
“Kaç yatak odası var? Üç mü?”
“D ö rt. A m a b ir tanesi küçük. Çalışma odası ya da ıataik
bir k ü tü p h a n e için dah a uygun.”
“Ya üçüncü kat?”
“O rası h iç b ir eksiği olm ayan bir çan kan. Küçük bir da­
ire ya d a...” S e th ’e baktı. “Bir ressamın atölyesi olabilir."
D ru b ir o d ay a girdi ve Seth, kadının bu konuda da
kendisine e n ço k yakışanı seçtiğini gördü. Pencerelerden
ırmak, ağaçlar v e gölgeler içindeki bahçe görünüyordu.
D oğram alar sade v e so n derece zarifti. Perde olarak beyaz
bulutları a n d ıra n in ce şeffaf bir tül seçilmişti. Aslında bun­
lar perde d eğil b ire r süstü. Güneşi süzüyor ama görüntüyü
ve d o ğ ram aların işçiliğini kapatmıyordu.
D u v arlar için açık maviyi seçmişti. Parke döşemelerin
üstüne çiçekli iki halı serilm iş, mobilyalar konusunda ise
antikaya sad ık k alm m ışn .
Yatak S e th ’in beklediği gibi özenle düzeltilmiş, üzerine
beyaz b ir ö r tü ö rtü lm ü ş tü . Bu örtünün özel olarak yaptı­
rıldığı belliydi. Ü s tü n d e birbirinin içine geçmiş halkalar
ve b u n ların arasın a serpiştirilm iş gül koncalan işlenmişti.
“H arik a b ir işlem e.” Ö rtü n ü n işlemesine yakından bak­
mak için eğildi. “A ileden kalma mı?”
“Hayır. Onu geçen yıl Pennsylvania’da bir sanat fuarın­
da buldum. Resmi bu iki pencerenin arasına asmayı düşü­
nüyordum. Oraya doğrudan güneş vurmadığı için ışığm
uygun olacağı kanısındayım.”
“İyi bir seçim.” Seth resmi yukarı kaldırdı. “H em orada
üçüncü bir pencere gibi olur. Böylece kış mevsimsinde de
çiçekleri seyredebilirsin.”
Dru da aynı şeyleri düşünmüştü. Bunu kendi kendisi-
[ ne itiraf etmek zorunda kaldı.
“Buraya mı?” Genç kadın geri çekildi. Resmin bulun­
duğu yere başka bir açıdan baktı. Yanlış anlaşılacağından
korkmasa yatağın üzerine uzanıp sabah uyandığında nasıl
görüneceğine bakacaktı.
“Evet çok iyi.”
Seth resmin arkasına uzanıp çiviyi çakacağı yeri işaret­
ledi. Sonra resmi yere bırakıp ölçüyü eline aldı.
"Vatak odasında yeniden bir erkek görmek D ru ’ya tuhaf
geliyordu. Aletleri, resimleri, erkeksi giyimi ve güzel elle­
riyle onu seyretmek hiç de fena değildi.
O güzel ellerin bedeninde dolaştığını düşlemek de hiç
fena değildi.
Seth ona bakmadan, “Bak bakalım torbada ne var?” diye
sordu.
Drusilla torbayı alıp açtı. U zun bol -buz mavisi zemin
üzerinde mor hercai menekşeleri başına buyruk uçuşan-
bir etek ve eteğin zeminiyle aynı renkte dar bir bluz.
“Kararından vazgeçmeyen bir adamsın, öyle değil mi?"
“Sana yakışacak. Bu benim aradığım görüntü.”
“Aradığını buluyorsun.”
O na rahatlamış bir yüz ifadesi ve buyurgan bakışlıda
baktı.

168
“Şimdiye kadar hep öyle oldu. Sende şey var mı?” Par­
lağıyla havada bir halka çizdi. “O küpelerden. Bu kıyafete
jyi gider.” D ru, bilm eliydim , diye düşündü ama sadece,
“Evet,” demekle yetindi.
Eteği yatağın üstüne koydu ve Seth resmi asarken bir­
kaç adım geri çekildi. “Sol alt tarafın biraz yukarı kalkması
gerek. Ç ok fazla oldu. Tamam, oldu. Şimdi harika. Bu res­
mi Quinn yaptı, çerçeveledi ve astı. Benim için hiç de fena
bir alışveriş değil.”
Seth ona bakarak, “B enim açımdan da iyi görünüyor,”
dedi.
Drusilla’ya doğru bir adı attığında kız da ona doğru bir
adım atmaya niyetlendi ama tam o sırada telefon çaldı.
“Özür dilerim .” G enç kadın yatağın başucundaki telefonu
açarken, bu çok iyi oldu, diye düşünüyordu.
“Alo?”
“Selam Prenses.”
“Baba.” Sevinç, üzü n tü ve utanç verici bir sıkıntı birbi­
rine karıştı. “Pazar sabahı bu saatte niçin golf oynamıyor­
sun?”
“Sana kötü bir haberim var.” Proctor uzun uzun içini
Çekti. “Şekerim, annenle ben boşanıyoruz.”
“Anlıyorum.” Şakağındaki damar atmaya başlamıştı.
“Bir dakika bekler m isin?” Telefonun üstündeki bekleme
düğmesine basıp Seth’e döndü. “Özür dilerim. Bu telefon
Sürüşmesini yapm ak zorundayım,” dedi. “Mutfakta kahve
Var- Konuşmam u zu n sürm ez.”
“Tamam” Kızın yüz ifadesi donuklaşmış». Son derece
Sa*rin ve boş bir yüz ifadesi vardı. “Bir fincan kahve alıp
d ırlanm ak için dışarı çıkarım.”
Drusilla o nun merdivenleri inmeye başladığım duya­
na kadar bekledi. Sonra yatağın kenarına oturup telefonun
düğmesine tekrar bastı. “Üzgünüm, baba. N e oldu?” Bu
sefer ne oldu? diyecekken kendini güç tutmuştu.
“Annenle ben uzun süredir anlaşamıyorduk. Seni hep
sorunlarımızdan uzak tutmaya çalıştım. Eğer seni düşün-
meşeydik, yıllarca önce ayrılırdık. Bunlar olağan şeyler,
Prenses.”
“Çok üzüldüm.” Drusilla görevini iyi biliyordu, “\âpa-
bileceğim bir şey var mı?” diye sordu.
“Bu olaydan etkilenmediğinden emin olmak için sana
bazı şeyler anlatmak istiyorum. Telefonda anlatılamaya­
cak kadar karmaşık şeyler. Bugün öğleden sonra gelsene.
Birlikte yemek yeriz. Sen ve ben, sadece ikimiz. Hiçbir
şey beni, bugünü küçük kızımla geçirmekten daha mutlu
edemez.”
“Üzgünüm. Bugün başka bir işim var.”
“Bu koşullar altında, bunun daha önemli olduğu ke­
sin.”
Şakağı atmaya başlamıştı. Suçluluk duygusu bir bıçak
gibi ağır ağır midesine saplanıyordu. “Daha önce söz ver­
dim. Vazgeçemem. Zaten, tam...”
Babası, uzun zamandan beri acı çeken biri pozunda,
“Tamam. Olsun,” dedi. Ama, her nasılsa, sesi aynı zaman­
da sinirliydi. “Bana zaman ayırabileceğini düşünmüştüm.
Otuz yıl. Otuz yılın sonunda böyle oluyor.”
Dru eliyle, sertleşmekte olan ensesini ovalıyordu. “Üz­
günüm, baba.”
Telefon konuşması boyunca bu sözleri kaç kere tekrar­
ladığını kendisi de bilmiyordu. Ama telefonu kapattığında
bu lafları söylemekten yorulduğunu fark etti.
Telefonu kapatır kapatmaz, tekrar çaldı.

!7O
Dru, otuz yıl, diye düşündü. Bu otuz yıl annesiyle ba­
basınınbirbirlerine karşı geliştirmiş oldukları altıncı hissi
beslemiş olmalıydı. Dayanamayıp telefonu açtı.
“Selam anne!”

Seth, nehrin kıyısına, güneşli bir yerdeki çimenlerin


üzerine kırmızı bir battaniye sermişti Örtünün üstüne
ağaçların yapraklarının benek benek gölgesi vuruyordu
Ağzı açık bir şarap şişesiyle bir kadeh, örtünün yanındaki
bpaklı piknik sepetine dayanıyordu. Bunların yanı başın­
da, beyaz ciltli ince bir kitap vardı.
Dru, kıyafetini değiştirip Seth’in getirdiği giysileri giy­
miş, kulaklarına onun istediği halka küpeleri takmıştı. Gi­
yinirken kendini toplamaya gayret etmişti.
Seth; masasını hazırlamış, resim defterini çıkartmıştı.
Ayaklarının dibinde seyyar bir müzik kutusu vardı, ama bu
kez rock yerine M ozart çalıyordu. Bu Drusilla’yı şaşırttı.
Bahçeye çıkarken, “Ö zür dilerim, seni beklettim,”
dedi.
“Önemli değil.” Ama kızın yüzüne bakar bakmaz, kal­
kıp ona doğru yürüdü. O na sarıldı ve Dru’nun irkilmesine
rağmen onu şevkatle kollarında tutmakta devam etti.
Genç kadın bir yanıyla bu koşulsuz teselli teklifini ka­
bul etmek istiyordu. “O kadar kötü mü görünüyorum?”
“Çok üzgün görünüyorsun.” Dudaklarıyla onun saçla-
nna dokundu. “İstersen bu işi başka bir zamana bıraka­
lım.”
“Hayır. Ö nem li bir şey değil, gerçekten. Alışılagelmiş
“le çılgınlıkları.”
“Bu işleri iyi bilirim .” Parmaklarıyla kızın yüzünü ha-
fifçe geriye doğru itti. “Aile çılgınlıkları konusunda uzma-
nı m . " | ^
“Bu türü bilmezsin.” Dru geri çekildi. “Annemle ba-
bam boşanıyorlar.”
“Vah, bebeğim.” Onun yanağını okşadı. “Üzgünüm.”
“Hayır, hayır, hayır.” Seth’i şaşırtarak güldü ve avuçla­
rını şakaklarına bastırdı. “Anlamıyorsun. Onlar boşanma
kelimesiyle pingpong topu gibi oynarlar. İki yılda bir tele­
fonda şu sözleri duyarım, "Dru, sana kötü bir haberim var.* Ya
da, ‘Dru, sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.” Ben onaltı ya­
şımdayken, bir kez, iki ay ayrı yaşadılar. Bunun zamanını,
özellikle benim yaz tatilime rastlayacak şekilde özenle seç­
mişlerdi. Böyiece annem beni alıp bir haftalığına Avrupa’ya
kaçabilecek, babam da birlikte yelkenli bir tekneyle denize
açılmamız için beni Bar Harbour’a sürükleyebilecekti.”
“Bana kalırsa onlar seni pingpong topu yapmışlar.”
“Evet, öyle. Beni çok yıprattılar. Bu nedenle, onlardan...
onlardan nefret etmeye başlamadan kaçtım. Keşke ayrıtsa­
lar diye dua ediyorum. Bu soğuk, bencilce ve korkunç bir
şey biliyorum ama...”
“Hiç de değil. Baksana, gözlerine yaşlar var.”
Sakin bir sesle, “Beni gereğinden fazla seviyorlar,” dedi.
“Ya da yeteri kadar sevmiyorlar. Bunu hiçbir zaman an­
layamadım. Onların da bildiğini sanmıyorum. Onların
yanında kalıp, hayatımın sonuna kadar onlara hakemlik
edemem, ya da onları bir arada tutamam.”
“Bunu onlara söyledin mi?”
“Söylemeyi denedim. Duymuyorlar bile.” Kabarmış
tüylerini düzeltir gibi kollarını ovaladı. “Derdimi sana an­
latıp, sorunlarımla seni sıkmaya hakkım yok.”
“Niçin olmasın? Ciddi bir beraberliğimiz var sayılır.”
Kız, acı bir gülüşle, “Bunu çok iyi beceriyorsun,” dedi.
“İyi becerdiğim bir çok şey var. Bu hangisi?”

172
“Bir kere çok iyi bir dinleyicisin.” Öne doğru eğilip
0nun yanağını öptü. “Ben insanlardan beni dinlemele­
r i istemeyi pek becerem em . Ama seninle konuşurken
buna gerek bile duym uyorum . İkincisi,” -diğer yanağını
Öptü- “beni güldürm ekte ustasın; sıkıntılı olduğum za­
man bile.
“Beni tekrar öpersen seni biraz daha dinler ve yine gül­
dürürüm.” Parmağıyla dudaklarını gösterdi. “Ama bu kez
buradan.”
I “Teşekkürler. A ma hepsi bu kadar. Bu konuyu kapa­
talım. Onlar için yapabileceğim hiçbir şey yok.” Genç
adamdan uzaklaştı. “Sanırım battaniyenin üstüne oturma­
mı istiyorsun.”
“Gel bugün çalışmaktan vazgeçip tekneyle çıkalım. Bu
bana her zaman iyi gelir.”
“Hayır, sen resim yapmaya hazırlandın. Benim de baş­
ka şeyler düşünm em e yardım edecek Ama, yine de, ger­
çekten teşekkür ederim , Seth.”
Seth, kızın yüzündeki kederin dağılmış oluşuna sevine­
rek başını salladı.
m>vTamam. Ama sıkılırsan ve bırakman istersen hemen
söyle. Önce ayakkabılarını çıkart.” >
Ayakkabılarını çıkarttı. “Çıplak ayaklı bir piknik”
“Ta kendisi. Battaniyenin üzerine uzan.”
Drusilla, battaniyenin üstüne oturup eteklerini yaya­
cağını ve kitap okuyacağını düşünmüştü. Ama kendisine
söyleneni yaptı. “Y üzüm aşağı mı baksın, yukarı mı?”
Seth, onun etrafında dolaşıyordu. “Sırtüstü uzan. Biraz
daha aşağı kay. Sağ kolunu başının üstüne koy. Dirseğini
bük Elin gevşek d ursun.”
“Kendimi tuhaf hissediyorum. Atölyede böyle olma­
mıştı,”
173
“Bu konuda hiç düşünme. Sol dizini bük.” Genç kadın
söyleneni yaptı ve eteği sıyrılınca düzeltip bacağını örttü.
“Saçmalama.” Çömeldi ve eteği bacağının üst kısmına
kadar çekti. O zaman, Dru’nun gözlerinde beliren dehşet
ifadesini fark etti.
“Bütün bunları benim oramı buramı görmek için değil
de sanat için yaptığını söylemen gerekmez mi?”
“Elbette sanat için yapıyoprum.” Eteğin kıvrımlarını
düzeltirken parmakları kızın bacağına deyiyordu. “Ama bu
arada seni de seyrediyorum.” Bluzun askısını omzundan
aşağı kaydırıp sonuca baktı ve başını salladı.
“Gevşe biraz. Ayak parmaklarından başla.” Eliyle onun
çıplak ayağını ovuşturdu. “Sonra yavaş yavaş yukarı çık.”
Kızın yüzüne bakarak, ayak bileğiyle dizi arasındaki kısmı
sıvazladı. “Başını bana doğru çevir.”
Drusilla onun dediğini yaparak, şövalenin yanma diz­
miş olduğu boyalanna baktı. “Bunlar suluboya mı? Yağlı­
boya yapmak istediğini söylemiştin.”
“Bu resim suluboya olacak. Yığlı boya için başka bir şey
düşünüyorum.”
“Bunları söyleyip duruyorsun ama beni kaç kere sana
modellik yapmaya razı edebileceğini sanıyorsun?”
“Ne kadar gerekirse. Şimdi, nehir kenarında sakin bir
ikindi geçiriyorsun.” Bunları söylerken şövalenin başında
çalışmaya başlamıştı. “Şaraptan ve kitap okumaktan biraz
uykun gelmiş.”
“Yilnız mıyım?”
“Şu an için evet. Hayal kuruyorsun. İstediğini düşün.”
“Hava daha sıcak olsaydı suya dalardım.”
“İstediğin sıcaklıkta olduğunu düşünebilirsin. Gözleri­
ni kapat, Dru. Biraz hayal kur.”

174
J^,,dısiııc söyleneni yapu. Yumuşak ve romantik mü-
|ıavada bir okşama gibiydi.
11-Kesim yaparken ne düşünürsün?” diye sordu.
*lMe mi düşünürüm?” Bu soruya verecek hiçbir cevabı
7ktu. “Bilmiyorum... ha, şey, sanırım biçim, ışık, gölge,
fj,ınmm. Ruh halim. Bilmem, cevap veremeyeceğim."
“Sorm ad ığım bir soruyu cevaplamış oldun. Resim yap­
mak s e n in için içgüdüsel bir şey. Yeteneğin içinden geliyor.
K ü ç ü k k e n bu kadar güzel resim yapabildiğine göre öyle

olması gerek.”
“Küçükken, büyüyünce ne olmak isterdin?”Şimdi Seth
için kızın bedeni ince uzun bir akıştı. Biçim.
“Birçok şey olmak isterdim. Balenn, film yıldızı, kaşif.
Misyoner.”
“Off.~ misyoner ha. Gerçekten mı?” Güneş ağaçların
arasından süzülerek tenini yumuşacık aydınlatıyordu. Işık
ve gölge.
“Kısa süren bir arzuydu ama derin ve çok güçlüydü. Bir
iş kadını olmayı hiç düşünmemiştim. Sürpriz oldu.”
“Ama bu hoşuna gidiyor.”
“Bayılıyorum. Bir zamanlar benim için özel bir merak
ve basit bir yetenek olan çiçeklerden para kazanmak beni
çok mutlu ediyor. Bunu bir meslek haline getirmiş oldu­
ğuma seviniyorum.” Zihni yanı başındaki nehir gibi ak­
maya başlamıştı. “Şimdiye kadar, seninle konuştuğum gibi
kimseyle konuşmadım.”
“Gerçekten mi?” Başına yapışan siyah saçları, badem
gözleriyle, masallardaki bir kraliçeye benziyordu. Duru­
şunda dişilere özgü bir güven vardı. Kendi alanında otu­
rup hülyalara dalmış bir masal kraliçesi. İçinde bulunduğu
ruh hali böyle olmalıydı. “Sence bunun nedeni ne?”

175
“Hiç bilmiyorum.” İçini çekti ve uykuya daldı.

Müzik değişmişti. Bir kadın, kırık bir kalbi çağrıştıran


sesiyle, aşk hakkında bir şarkı söylüyordu. Dru, hâlâ rü­
yada gibiydi. Kımıldadı. “Bu şarkıyı söyleyen kim ?” diye
mırıldandı.
“Darcy Gallagher. Nefesli çalgılar kullanıyor. İki y ı l
önce, Waterford’da, Ardmore adlı küçük bir kasabada iki
kardeşiyle birlikte verdiği konseri izledim. Müthişti.”
“Mmm. Sanırım duym uştum .” Gözlerini açtığında,
Seth’in, resim sehpasının başmda değil de, kucağında re­
sim defteriyle, battaniyenin yanında oturmakta olduğunu
gördü. “Ne yapıyorsun?”
“Uyanmam bekliyorum.”
“Uyuyakalmışım.” Utanmıştı. Dirseğine dayanarak
doğruldu. Özür dilerim. N e kadar uyudum.”
“Bilmem. Saatim yok.” Defteri yere bıraktı. “Özür di­
lemene gerek yok. Senin uykuya dalman sayesinde, aradı­
ğımı buldum.”
Drusilla kafasını toparlamaya çalışarak şövaleye doğru
baktı. Ne yazık ki suluboya resmi görem iyordu. “Onu bi­
tirdin mi?”
“Hayır, ama çok iyi başladım. Saatim yok ama midem
öğle yemeği saatinin geldiğini haber veriyor.”
Bunu söyledikten sonra beraberinde getirdiği soğutu-
culu piknik kutusunun kapağını açtı.
“Gerçek bir piknik için hazırlık mı yapm ıştın?”
“Sepet sanat içindi. Bu kutu ise gündelik hayatın ge­
reksinimlerini karşılamaya yarıyor. Ekmek, peynir, üzüm
ve Phil’in taptığ ciğer ezmesi var.” Konuşurken ta b a k la rı
çıkardı. “Kendimi aşağlayıp yalvarmak zorunda k alarak,
176
,na’nın makarna salatasından da biraz alabilmeyi başar-
Bir de, Venedik’te keşfettiğim bu harika şarabı getir-
diııı. Adı Rüyalar. Bu güne uygun olduğunu düşündüm.”
Kız, yorgun bir sesle, “Bunu planlanmış bir buluşma
haline getirmeye çalışıyorsun,” dedi.
“Çok geç kaldın.” Kadehlerden birine şarap koyarak
ona uzattı. “Çoktan buluştuk bile. Dün tersaneye geldi­
ğinde niçin o kadar çabuk gittiğini sormak istiyordum.”
“İşim bitmişti.” Bir üzüm alıp ısırdı. “Dükkâna dön­
mekzorundaydım.”
“Demek tekne satın almak istiyorsun?”
“Evet, öyle. Yelken kullanmayı severim.”
“Gel, tekneyle birlikte çıkalım. Böylelikle Quinn ta­
rafından yapılmış bir teknenin denize ne kadar dayanıldı
olduğunu görürsün.”
“Bunu düşüneceğim.” Ezmenin tadına baktı ve be­
ğendiğini gösteren tahrik edici sesler çıkardı. “Ağabeyin
Phillip’in damak tadına diyecek yok. Ağabeylerinin hepsi
birbirinden farklı. Ama, yine de, uyumlu bir birliktelikleri
var.”
“Aile budur.”
“Öyle mi? Hayir her zaman değil. En azından kendi de­
neyimlerime dayanarak, böyle bir şeye sık rastlanmadığını
bile söyleyebilirim. Senin ailen birçok bakımdan benzer­
siz. Yaşadğın kötü şeyler sende niçin iz bırakmamış?”
Seth makarna salatası yiyordu. Başını kaldırdı. “O da ne
demek?”
“Senin hakkında okuduğum yazılardan ve St. Chris'te
duyduklarımdan çok güç bir çocukluk geçirdiğin anlaşılı­
yor. Bunu kendin de söyledin. Bunları yara almadan nasıl
atlattın?”

m
Seth, basında çıkan yazılar yüzeysel olaylardan üstü
kapalı bir biçimde söz ediyordu, diye düşündü. Onların,
sarhoşların ya da Gloria’nın eve getirdiği seserilerin ken­
disine uzanan ellerinden güç bela kurtulan küçük oğlan
çocuğundan haberleri yoktu.
Onlar, yediği dayaklan, annesinin kendisine şantaj yap­
tığını ve korkunun vahşi bir hayvan gibi yüreğinin bir kö­
şesinde beklediğini bilmiyorlardı.
“Onlar beni kurtardılar.” Bu sözlerdeki yalın samimiyet
ve dürüstlük kızın yüreğini yaktı. “Onların benim haya­
tımı kurtardıklarını söylemek durum u abartmak olmaz.
Ray Quinn, sonra Cam, Ethan ve Phil. O nların dünyası
benim etrafımda dönüyordu. Bu nedenle benim dünyam
da onlarınkiyle birlikte dönmeye başladı. Anna, Grace ve
Sybill de buna uyum sağladılar. Aubrey de. O nlar benim
için bir yuva yarattılar. Önceden olan hiçbir şeyin önemi
yok. Önemli olan onlarla birlikte yaşadıklarım.”
Drucilla sözlerle anlatamayacağı kadar duygulanmış­
tı. Uzanıp dudaklarını onun dudaklarına değdirdi. “Bu
üçüncüsü. Bana kendini sevdirdiğin için. İyi bir adamsın.
Seninle ne yapacağım, bilmiyorum.”
“Bana güvenerek işe başlayabilirsin.”
“Hayır.” Geri çekildi ve bir parça ekmek kopardı. “Hiç­
bir şey güvenle başlamaz. Güven yavaş yavaş oluşur. Ben
insanlara uzun bir zaman sonra güven duyarım .”
“Sanırım, sana, nişanlın gibi bir adam olmadığım ko­
nusunda garanti verebilirim.” Drusilla’nın gerginleştiğini
hisseden Seth, omuz silkti. “Hakkında yazılar yazılan ve
konuşulan tek kişi ben değilim.”
Drusilla, Seth’in özel yaşamına değindiğinde genç ada­
m ın buz kesilmediğini hatırladı. “Hayır, sen Jonah’a ben­

178
zemiyorsun- O n u n la as^ pikniğe gidip yengesinin yaptığı
makarna salatasını yemedik.”
“Watergate’te, Jean-Louis’de ya da o sırada moda olan şık
Fransız lokantalarında yemek yemiş, Kennedy Center’da
açılışlara gitmişsinizdir. Beltway’in içinde kokteyl partiler­
de, arada sırada da sosyetik arkadaşlarınızla birlikte pazar
günleri ‘branclıTarda boy göstermişsinizdir.” Biraz bekle­
di. “Bildim m i?”
“Çok yaklaştın.” Oysa, hedefi on ikiden vurmuştu.
“Şimdi Baltway’den çok uzaktasın. Bu onun kaybı ol­
muş.”
“Hayatından m em nun görünüyor."
“O nu seviyor m uydun?”
Önce ağzını açtı, sonra büyük bir dürüstlükle konuş­
makta olduğunu fark etti. “Bunu artık bilmiyorum. O
zamanlar onu sevdiğime kesinlikle inanıyordum. Yoksa
evlenmeyi aklım dan bile geçirmezdim. Çekici ve zekiydi.
Çok alaycıydı. Bu da mizah yeteneğinin olduğu izlenimi­
ni uyandırıyordu. Bazen düzeyli şakalar yaptığı da olurdu.
Ama sonradan anladım ki sadakati bir sokak kedisinin-
kinden fazla değilmiş. Bunu evlenmeden öğrendiğim çok
iyi oldu. D aha sonra da fark edebilirdim. Bu deneyimden
kendim hakkında önemli bir şey öğrendim. Hiç kimse acı
sonuçlarına katlanmadan beni aldatamaz.”
“O nun anasını ağlattın mı?”
“Daha da beterini yaptım.” Zarif hareketlerle ezme yi­
yordu. “Kaşmir paltosunu ve bazı başka şeylerini benim
dairemde bırakmıştı. O nun eşyalarını toplarken, önce ma­
kası elime alıp paltosunun kollarını, yakasını ve düğmeleri­
ni kestim. Bu o kadar hoşuma gitmişti ki Melissa Etherid-
ge C D ’lerini tek tek mikrodalga fırına koydum. Harika bir

179
Şarkıcıdır ama artık, onu, vahşet duygularını uyanmadan
dinleyemiyorum. Sonra, Ferragamo marka ayakkabıların,
çamaşır makinesine attım. Bu davranışlar makinelerime
zarar veriyor ama ruhuma iyi geliyordu. Neredeyse, kare
kesimli üç karadık beyaz Rus pırlantası nişan yüzüğümü
de tuvalete atacaktım ama mantığım galip geldi.”
“Yüzüğü ne yaptın?”
“Onu bir zarfa koyup, üstüne ‘Günahlarına karşılık’
yazdım ve Georgetown’daki küçük bir kilisenin bağış ku­
tusuna attım. Abartılı bir davranıştı ama beni rahatlattı.”
Bu kez Seth uzanıp dudaklarını onunkilere değdirdi.
“İyi iş başarmışsın, Ahbap.”
“Bana da öyle geldi. Akarsuya baktı. Dizlerini kendi­
ne çekip şarabını yudumladı. “Beni tanıyanların çoğu
Washington’ujonah yüzünden terk edip buraya geldiğimi
sanıyor. Oysa yanılıyorlar. İlk kez dedemle geldiğimizde
buraya hayran olmuştum. Yaşantımı değiştirip her şeye
yeniden başlamak gereğini duyduğumda, kendimi değişik
yerlerde, hatta başka ülkelerde yaşarken düşündüm. Ama
hayallerimde hep buraya döndüm. Birçok kişi böyle dü­
şünüyor ama, bu ani bir karar, içgüdüsel olarak atılan bir
adım değildi. Bunu yıllardan beri düşünüyordum. Ben her
şeyi böyle yaparım. Önce planlanm, sonra adım adım...”
Sustu, çenesini dizlerine dayadı. Seth onu seyrediyor­
du.
“Besbelli, seninle ilişkimde bir adım atladım. Yoksa, bir
pazar günü, ikindi vakti, burada çimlerin üzerine oturm uş
seninle şarap içiyor ve sana söylemeyi hiç düşünmediğin1
şeylerden söz ediyor olmazdım.”
Tekrar başını kaldırdı ve şarabını yudumladı. “Sen din­
lemeyi biliyorsun. Bu bir yetenektir. Ve bir silah.”

180
“Seni üzmeni.”
“Sağlıklı insanlar bir ilişkiye birbirlerini üzmek amacıy~
ja girmezler. Ama yine de üzerler. Belki de sonunda ben
seni üzerim.”
“Bakalım.” O nu hafifçe ensesinden tutup öptü. Bir süre
sonra, “Hayır,” dedi. “Henüz bere izi yok.”
Sonra doğruldu ve kızın yüzünü iki eliyle kavradı. D u­
dakları buluştu.
Onu büyük bir şevkatle, yavaşçacık öpüyordu. Dudak­
ları kızın dudaklarında bir tüy gibi dolaşıyordu. Bu dudak­
ların etrafında ağır ağır dilini dolaştırıyor, bir yandan da
elleriyle boynunu, omuzlarını okşuyordu.
Dru farkına varmadan kadehteki şarabın bir kısmı dö­
külmüştü. Seth’in ağzına şarap tadı geliyordu. Genç kadın
sık sık nefes almaya başlamıştı, inleyerek genç adamı ken­
dine çekti. Seth, onu battaniyenin üstüne yatırdı. Kendisi
de yanına uzandı. Kız kollarını onun boynuna dolamıştı.
Dru, onun ağırlığını üstünde hissetmek istiyordu. El­
lerinin bedeninde dolaşmasını istiyordu. Genç adamın,
kendisini sonsuza dek öpmeye devam etmesini istiyordu.
Seth’in parmaklarının köprücük kemiğine değdiğini his­
sedip ürperdi. Sonra, o parmaklar, bluzunun ince kumaşı­
nın üstünden memelerine kaydı.
Kızın adını mırıldanarak dişleriyle çenesine dokundu.
Çalışmaktan sertleşmiş olan o güzel elleriyle onu okşu­
yordu.
Drusilla’nın bedenini ateş basmıştı. Her şeyi almak ve
vermek istiyordu. Ama bunu yapmadı. Elini Seth'in om­
zuna koydu. “Seth, dur.”
Genç adamın ağzı, bu kez daha büyük bir açlıkla onun­
kinin üstüne kapandı. Birden telaşlanmıştı. “Bırak da sana
dokunayım. Bunu çok istiyorum.” ^
“Dur.”
Seth küfrü basmamak için kendini zor tuttu. Alnın,
D ru’nun alnına dayadı. Kanı tutuşuyordu. Genç kadınln
bedeninin de pıt pıt attığını hissediyor, onun da kendisi
kadar arzulu olduğunu anlıyordu. “Tamam, tamam,” diye
söylendi. “Peki neden?”
“Hazır değilim.”
“Yapma şekerim. Daha fazla nasıl hazır olabilirsin?”
“Seni istemekle hazır olmak aynı şey değil.” Ama Dru
onun haklı olduğunu biliyordu. “Bunun olmasını isteme­
dim. Böyle olmasını istemedim. Başka biriyle duygusal bir
ilişkisi olan bir erkekle sevişemem.”
“Kiminle duygusal ilişkim varmış? Tanrım, Dru, ben
daha yeni döndüm. Seni ilk gördüğüm günden beri de tek
bir kadına bakmadım.”
“Bu kadınla olan duygusal ilişkin beni tanımandan çok
eskiye dayanıyor.” Seth hiçbir şey anlamamış ve çok şa­
şırmıştı. Öyle afallamış görünüyordu ki Dru. Gülmemek
için kendisini zor tutuyordu. Ama ısrarlıydı. “Aubrey.”
“N e olmuş Aubrey’e?” Genç kadının ne demek iste­
diğini anlaması birkaç dakika sürdü. “Aubrey mi? Ben ve...
Tanrım, sen şaka mı yapıyorsun?” Bu kadar büyük bir şaş­
kınlığa kapılmasaydı kahkahalarla gülebilirdi. “Bunu nere­
den çıkardın?”
“Kör değilim.” Tedirgin olmuştu. Seth’i itti. “Biraz beri
git lütfen.”
“Benim...” Seth, benim Aubrey Te ilişkim yok demeye
bile dili varmıyordu. Doğruldu. “Böyle bir şey yok. Dru,
o benim kardeşim.”
“Hayır, değil.”
‘Yeğenim.”

182
“O da değil. Belki de sen aranızdaki yakınlığın bilincin­
de değilsin -am a bana aptal gibi gelm iyorsun. H e r neyse,
sanırım o her şeyin farkında.”
“O na bu gözle b a k m ıy o ru m .”
“Belki bilinçli olarak bakm am ışsındır.”
“Asla.” Böyle bir d ü şü n ce bile ö d ü n ü koparm aya yet­
mişti. “H içbir şekilde. O da bana o gözle bakm az.”
Dru eteklerini düzeltti. “E m in m isin ?”
“Evet.” A m a to h u m ekilm işti bir kere. “Evet. Ve b e ­
nimle beraber o lm an ın ben im A u b rey ’i aldatm am anlam ı­
na geleceği gibi çılgınca bir d ü şü n cen varsa, o n u u nutsan
iyi olur.” D ru , sakin b ir sesle, “Başka bir kadına hayran
olduğundan kuşkulandığım bir erkekle ilişkiye g irm em ,”
dedi. “İlişkimiz daha ileri gitm eden bu k onuyu A ubrey Te
konuşsan iyi olur. A m a şim dilik b u n u birlikte geçirdiği­
miz bir gün olarak hatırlayalım . Yaptığın resm i gö rm em in
sence bir sakıncası var m ı?”
Seth, onu, “E vet,” diye tersledi. “Var! Bittiği zam an gö­
rürsün.”
“Peki.” Sanatçı kim liği kendini gösteriyor, diye d ü ş ü n ­
dü. ‘Yiyecekleri toplayayım. Sanırım en az bir kez daha
benimle çalışmak isteyeceksin. G elecek pazar sana vakit
ayırabilirim.”
Seth ayağa kalkmıştı. Kıza bakıyordu. “D u ru m u n va­
him,” dedi. “Pezevengin biri seni aldattı diye h erk esin
°nun gibi olduğunu sanıyorsun.”
“Hayır.” O n u n öfkesini haklı buluyordu. D r u ’n u n
davranışından bu sonucu çıkarması doğaldı. Bu n e d e n le
birlenm edi. “Öyle değil,” dedi. Ü stelik senin p ek ço k
kimseden daha dürüst biri olduğunu biliyorum . Başka
türlü düşünseydim, seninle beraber olmayı aklım a bile ge-

183
tirmezdim. Ama, söylediğim gibi, seninle bu adım ı atmaya |
hazır değilim ve başka birine ilişkin duyguların -ve onun
sana karşı duyguları- konusunda şüphelerim var.”
Başını kaldırıp ona baktı. “Ben d üpedüz başka bir kadı,
nın kurbanı oldum, Seth. B unu başkasına y apm am .”
“Sen bana geçmişteki yaşantım ın izler bırakıp bırakma­
dığını soracağına... B unu ben sana sorm alıym ışım .”
Dru ayağa kalkmıştı. Başını salladı. “Evet, belki sorma­
lıydın. Surat asm ak istiyorsan asabilirsin.”
Y a n ın d a n hızla geçip gidecekken, S eth o n u kolundan
yakaladı ve öyle bir sıktı ki genç kadm korkuya kapıldı.
Tıkanır gibi oldu.“Sen adım larını tek er tek e r atmaya de­
vam et, şekerim. Bu dü şm en i geciktirir am a y üzüstü yere
kapaklanmana engel olm az.”
“Bırak gideyim.”
Kolunu bıraktı. A rkasını d ö n ü p eşyalarını toplamaya
başladı. Dru, kendi k e ndine bile itira f e tm e k istemediği
kadar ü zülm üştü. Ağır adım larla eve girdi.
B u bir kaçıştı.
Dokuz

Kadınlar!.. Seth, soğutuculu piknik kutusunu ve şö­


valesini arabanın bagajına koydu. Tam onları anladığını­
zı zannettiğiniz zaman düşmanca davranıveriyorlardı. Bu
uzaylı yaratıklar, normal mantıklı bir adamı bir budala ha­
line getirebilecek bir güce sahipti.
Bir erkek ne yapsa onlarla başa çıkamazdı.
Battaniyeyi de içeri attıktan sonra lastiğe bir tekme sa­
vurdu. Sonra battaniyeyi tekrar dışarı çıkardı. Kızın evi­
ne bakıp homurdandı. Küfür ve sızlanmayla karışık ho­
murtulardan sonra, açılır kapanır masasını ve suluboya
kâğıtlarını almak için geri döndü.
İşte, Drusilla orada, kırmızı battaniyenin üstünde, ağaç­
ların arasından süzülen güneş ışığında uyuyordu. Uzun
bacakları ve kollarıyla, bir renk cümbüşünün ortasmdaydı.
Yüzü masallardaki kraliçelere benziyordu. Yarı yarıya bit­
miş olan resmi dikkatle eline alıp arabaya götürürken, ona,
“Kime âşık olduğumu bilirim herhalde,” dedi. “Herifin
biri bir soysuzluk yapıyor ve böylece hepimiz lanetlenmiş
oluyoruz.” Resmi battaniyenin üstüne koyup ona sert sert

185
baktı. “Bu senin sorunun, kardeşim .” Kardeş, diye düşün
dü ve midesinde bir burulm a hissetti. D ru, bunu ne diye I
akima sokmuştu sanki? Böyle bir şey olamazdı, o kadar I
Asla olamazdı.
Bu böyle olmak zorundaydı.
Aubrey’i çok seviyordu. Elbette seviyordu. Ama böyle I
bir şeyi asla düşünm em işti, \bksa düşünm üş müydü?
Parmağını resm e doğru salladı. “Görüyor musun, gö. I
rüyor musun?” diye söylendi. “Senin gibiler bizi böyle I
durumlara düşürürler. H e r şeyi öyle karmaşık hale getirir- I
siniz ki sonunda kendi beyinlerim izi sorgulamaya başlarız.
Ama, bu bana sökm ez.”
Eşyalarını arabasına yüklerken, kendisini daha rahat I
hissetmek için tekrar öfkelendi. Tam evin yoluna sapacak­
ken birden arabanın yönünü değiştirdi ve gaza bastı.
“Bu işi halledeceğiz.” Yüksek sesle konuşm uş ve resme
bakıp başım sallamıştı. “Bu konuyu ilk ve son olarak ko­
nuşacağız. Ve salağın kim olduğunu anlayacağız.”
A ubrey’in evinin ö n ü n d e durup arabadan indi ve eve I
doğru yürüdü. Hâlâ sinirli ve öfkeliydi. Kapıyı çalmadı.
Hiç kim se o n u n kapıyı çalmasını beklemezdi.
O tu rm a odası, evin geri kalan kısmı gibi, bir resim ka­
dar güzeldi. Sadece insana huzur vermeye yetecek kadar I
dağınıktı ve tertem izdi. Grace bu konularda uzmandı.
Bir zam anlar babasız bir çocuk büyütm ek zorunda kal­
dığından, geçim ini başkalarının evlerini temizleyerek sağ- |
lamıştı. Şimdi kendi işi vardı. Bu, yirm iden fazla çalışanı l
olan bir temizlik şirketiydi. B u şirket sahildeki evlerin ve I
işyerlerinin temizlik işlerini yapıyordu.
Grace’in kendi evi en iyi reklam larından biriydi. Ve bu
ev, şu anda derin bir sessizlik içindeydi.

186
Setli, merdivenlerden yukarı doğru seslendi. “Aubrey
,,eredesin? Evde kimse yok mu?”
Grace, telaşla mutfaktan çıktı. “Seth, sen misin?” Ayak­
ları çıplaktı. Pantolonunun paçalarını dizlerinin altına ka­
dar kıvırmış, saçlarını gelişigüzel arkaya toplamıştı. Sapık
düşünceli bir kadının yorumuna göre, güya Seth’in âşık
o ld u ğ u bir kızın annesi olamayacak kadar genç görünü­
yordu.
Tanrım, Aubrey bebekken, annesiyle babası bir yere git­
tiklerinde, ona bakmıştı.
Grace onu öperek, “Arka tarafa gel,” dedi. “Ethen ile
Deke orada çim biçme makinesini tamir ediyorlar. Ben de
limonata yapıyordum.”
“Aubrey Te... şey hakkında konuşmak için
uğramıştım.”Ah, diye düşündü, bu konuları Grace ile ko­
nuşamazdı. “Buralarda mı?”
“Pazar günleri öğleden sonra beysbol oynuyor.”
“Doğru.” Seth ellerini ceplerine sokup alnını buruştur­
du. “Doğru.”
“Bir sorun mu var, tatlım? Aubrey Te kavga mı etti­
niz?”
“Hayır, hayır, sadece onunla... bir konuda konuşmak
istiyorum.”
“Bir saate kadar burada olur. Emily de. Emily erkek ar­
kadaşıyla çıktı. N için EthanTa Deke’in yanına gitmiyor­
sun? Birlikte yemek yeriz. Bahçede ızgara yapacağız.”
“Teşekkürler ama... başka işlerim var...” Grace’in yüzü­
ne baktıkça Aubrey’i görür gibi oluyor, kafasının içindeki
düşünceler ona gittikçe daha sapıkça görünüyordu. “Git­
meliyim.”
“Ama...” Seth telaşla kapıdan çıkarken, Grace’in lafı ağ­

187
z ın d a kalm ıştı. G race içini çekerek A nnaT un haklı olduğu
n u d ü şü n d ü . Kendi ken d in e, “O ğ lu m u z u n bir derdi var » ı
d iy e m ırıld andı.

O y u n u n so n u n a d oğru y etişti. A u b r e y ’in takım ı Mavi


Y e n g eçler e ze li rakipleri K ayabalığı tak ım ına kıl payı farj^
y e n ik durum daydılar.
Seyirciler, sosisli sandviç yiyip kâğıt bardaklardan bir
şeyler içerken, oyunculara hakaretlerler savuruyor, destek
veren sözler söylüyorlardı.
Seth, sıraları tırmanıp kendine bir yer bulabilmek için
şeref tribününün önünden geçerken burada heyecandan
dumanlar tütüyordu.
Gözüne Jıınior Crawford ilişti. Yüzü, yeraltında yaşa­
dığına ve hâzinelere bekçilik ettiğine inanılan cüce gnotria
benziyordu. Çıplak kafasında bir kasket, kucağında da üç
yaşlarında bir oğlan çocuğu vardı. i
“Merhaba, Seth.” Junior sıska kıçını davetkâr bir biçim­
de kıpırdatarak ona yer açtı. “Sen niye oynamıyorsun?”
“Takım oluşturulurken yetişemedim de ondan.” Oyun­
culara baktı ve Aubrey’i hem en gördü. Sonra göz kırparak
çocuğu işaret etti. “Bu adam kim?”
“Bu Bart.”Junior çocuğu hafifçe hoplattı. “Torunumun
oğlu.”
“Torununun oğlu m u?”
“Evet, sekiz torunum uz, bir de bu var.”
Ju n io r’un dikkati oyuna kaydı. Tuttuğu takım bir hata
yapmıştı. “Kendini topla, JedW ilson!” diye haykırdı. “Tan­
rı hakkı için.”
“Jed Wilson mu? Bu Bayan W ilson’un to ru n u mu?”

188
“Evet. S p o rtm en çocuk, iyi vuruşları var ama koşmaya
«elince b ir halta yaram az,”
part, neşe içinde, “Bir halta yaramaz,” diye tekrarladı.
Ju nior g ülerek, B art’a işaret parmağını salladı. “Bana
bak, çocuk! A n n e n in yanında b u n u söylersen beni yine
köpek k u lü b esin e kapatm alarına neden olursun.”
gart, kıkırdayarak, “Bir halta yaramaz, dede!” diye te k ­
rarladı ve elindeki sosisli sandviçi Seth’e uzatarak, “Isır­
mak ister misin?” diye sordu.
Seth, kafasındaki olumsuz düşünceleri dağıtmayı ba­
şardığı için çocuğa minnet duyuyordu. “E lbette isterim ,”
dedi ve uzanıp sosisli sandviçten büyük bir parça ısırır gibi
yaptı.
•Seyirciler heyecanlanmış, bağırıyorlardı. Junior, “Al
işte, kokmuş Kayabalığı,” diye haykırdı.
Bart sevinçle, “Kokmuş Kayabalığı,” diye tekrarladı.
“Şimdi oyun biraz hareketlenecek. N ey in ne olduğunu
göreceğiz.”Mavi Yengeç’in taraftarları, “Aub-rey\ Aub~rey\”
diye tempo tutuyorlardı.
Junior, öyle vahşi bir heyecanla, “Haydi becer şunu,
Aubrey! Göster kendini,” diye haykırdı ki, Seth onun ora­
cıkta bir kalp krizi geçirmesinden korktu. “Seyret bak!”
Seth’i sivri dirseğiyle dürttü. “Bak nasıl koşacak. O serse­
riyi madara eder!”
Bart, içinden hardal fışkıran sosisli sandviçini havada
sallayarak, “O serseriyi madara eder,” diye bağırdı.
Seth, her ikisinin de iyliği için, oğlanı Junior’un kuca­
ğından alıp kendi dizine oturttu.
Aubrey’i seyretmenin büyük bir zevk olduğunu d ü ­
şündü. B undan hiç kuşkusu yoktu. Atletik bir yapısı vardı.
Erkeksi beysbol kıyafetine rağmen -belki de ondan dolayı-
ne kadar kadınsıydı.
7 189
Ama bu, Seth’in onun hakkındaki düşüncelerinin
E>ru'nun düşündüğü gibi olduğu anlamına gelmezdi.
Aubrey öne doğru eğilerek beklemeye başladı. Top ata,
cak olan oyuncuyla göz göze geldiler. Kız, poposunu oy,
nattı.
Tanrım, kızın poposuna niçin bakıyordu ki?
Top kurşun gibiydi. Aubrey, vurdu.
Seyirciler kükreyerek ayağa fırladılar. Herkes sessizleşti
ve genç kız yerine doğru koşmaya başladı.
Aynı şey tekrarlanırken seyirciler onun ismini haykırı­
yordu.
“İkinci vuruş!” sözleri havada çınlaynca, Seth Aubrey’in
dudaklarının kıpırdadığını gördü.
Seth onun mırıltılarını duyar gibiydi. Kıçımın kenarı. Bi­
raz daha açığaatılırsa, top Virgirıia’ya düşecek. Herifin atış alanı­
nı daha ne kadargenişletmek istiyorsun? I
Seth beyninde onu, annesinin cinsel yaşamına değinme, \
diye uyardı. O konularagirme, başını kayaya çarparsın.
Aubrey, ya son yıllarda kendini kontrol etmeyi öğren­
mişti, ya da Seth’in uyarısı ona ulaştı ki, böyle bir şey yap­
madı ve sert sert bakmakla yetindi. Seyirciler yine seslerini
yükseltmişti. Ayaklarıyla yere vururken, bir yandan da ba- j
giriyorlardı. Seth’in kucağında oturan küçük Bart, sosisli
sandviçinden geri kalan küçük parçayı avcunda sıkarak, ”0
serseriyi madara et!” diye bağırıyordu.
Ve Aubrey söyleneni yaptı.
Seth topun, kızın elinedeki beysbol sopasına değeceği
anı biliyordu. Besbelli bunu Aubrey de biliyordu çünkü
top havaya fırladığında o çoktan hazırdı -om uzlar önde,
popo havaya kalkmış, öndeki bacak bir dansçı gibi kıvrıl'
mış.

190
Kalabalık ayağa fırladı. K ız b e y sb o l so p a sın ı atıp k o ş m a ­
ya başlad ığın d a o rta lık sessiz le şti.
Jun ior, n e r e d e y s e s e v in ç te n ağlayacaktı. “T a n rım b u k ız
h a rik a !” d iy e in le d i.
Bart, “Bu kız harika!” diye onayladı ve uzanıp Ju n io r’u n
yanağına bir öpücük kondurdu.

Sonunda Kayabalığı takımı maçı kaybetti.


Seyirciler yavaş yavaş evlerine doğru yola çıkarken. Seth
tribünden aşğı indi. Aubrey bir sürahiyi başına dikmiş li­
monata içiyordu.
“İyi oynadın, ahbap.”
“Hey, selam!”
Sürahiyi takım arkadaşlarından birine verip Seth’in ya­
nına koştu. “Senin burada olduğunu bilmiyordum .”
“Maçın sonuna doğru geldim ama seni seyredebil­
dim.”
“Bugün çiçekçi kızın resmini yaptığını sanıyordum.”
“Şey, evet, biraz çalıştık.”
Seth ona dikkatle bakarken, Aubrey tek kaşını havaya
kaldırdı ve burnunu kaşıdı. “Bana niçin öyle bakıyorsun?
Yüzümde pislik mi var?”
“Hayır, yok. Dinle, seninle konuşmalıyım.”
“Tamam, konuş.”
“Hayır, burada olmaz.” Omuzlarını kamburlaştırdı. E t­
rafımızda insanlar var, diye düşündü. Oyuncular, seyirci­
ler, çocuklar. Düzinelerle tanıdık yüz. İkisini de tanıyan
insanlar. Tanrı, acaba başkaları da Aubrey ve onun hakkın­
da...?
“Şey... anlarsın ya, özel.”
“Bana bak, eğer yolunda gitmeyen bir şey varsa...”

191
“B ö y le bir şey sö y lem ed im .”
“Aubrey ofladı. “Ama yüzünden öyle anlaşılıyor. Bura­
ya Joe ve AliceTe geldim. Onlara eve seninle döneceğimi
söyleyeyim.”
“İyi. Harika. Seni arabada bekliyorum.”
Battaniyeyle resmi arka koltuğa geçirdi. Arabaya yasla­
nıp bekledi. Sonra çevresinde dolaşmaya başladı. Aubrey
elinde eldiveni ve omzuna dayadığı beysbol sopasıyla ken­
disine yaklaşırken, onu ilk kez görüyormuş gibi bakmaya
çalıştı.
Ama bu imkânsızdı.
I Genç kız, “Beni endişelendirmeye başlıyorsun, Seth,”
I dedi.
" “Endişelenme. Elindekileri ver de bagaja koyayım. Arka
I tarafta benim eşyalarım var.”
I Kız omuz silkerek elindekileri ona verdikten sonra arka
I tarafa baktı. “Öffl” Suluboya resmi daha iyi görebilmek
için arka kapıyı açtı. “O nun resmini yapmayı neden bu
kadar çok istediğini şimdi anladım. Harika olmuş, Seth.
Senin resimlerinin güzelliğine bir türlü alışamıyorum.”
“Bu resim daha bitmedi.”
Kız, “Bunun farkındayım,” dedi. “Bu resimde cinsellik
var ama yumuşak bir cinsellik. Ve samimi.” Başını kaldı­
rıp o güzel yeşil gözleriyle genç adamın gözlerinin içine
baktı.
Seth, D ru’nun kara gözleri kendi bakışlarıyla buluştu­
ğunda hissettiği şeyleri şu anda da hissedip etmediğini an­
lamaya çalışıyordu.
Bunu düşünmek bile yüz kızartıcıydı.
“Bunun mu peşindesin?”

192
Seth, b ü y ü k bir şaşkınlık içinde ona baktı. “N e y m iş
o?”
“Anlarsın ya, yumuşak ve samimi cinsellik.”
“Ha, şu m e s e le ...”
Aubrey’in aklı karışmıştı. ‘Yani resimde demek istiyo­
rum.”
“R e sim .” Sancılar ç ek m e sin e n ed en olan dehşet duygu­
su şim di m id e s in i b u landırm aya başlam ıştı. “Evet, öyle.”
A ubrey’in arabaya b in m e si için kapıyı açtığında kızın
yüzün den şaşırdığı b e lli o ld u . “A c ele m iz m i var?”
“Bir e rk ek g ib i b e y sb o l oyn a m a n , birin in sana araba ka­
pısını açm ayacağı a n la m ın a g e lm e z .”
B unları s ö y le d ik te n sonra, ö tek i tarafa geçip kendisi de
arabaya b in d i. “E ğ er W ill sana saygı gösterm iyorsa p o p o ­
suna te k m ey i v u r m a lısın .”
“Dur bakalım, dur bakalım. Will bana gayet iyi davranı­
yor. Hem sen niye bu kadar sinirlisin?”
“Bundan henüz bahsetmek istemiyorum.” Otoparktan
çıkıp yola koyuldu.
Aubrey bir şey söylemedi. Adamı kendi haline bıraktı.
Onu çok iyi tanıdığı için, bir sıkıntısı olduğunda sessizleş­
tiğini bilirdi.
İçine kapanır ve Aubrey’i bile yanına yaklaştırmazdı.
Konuşmaya hazır olduğunda konuşacaktı.
Seth, tersanenin otoparkına girip durdu. Bir an öylece
oturup elleriyle direksiyona birkaç kez vurdu. “İskeleye
yürüyelim, olur m u?”
“Elbette.”
O arabadan indiğinde, Aubrey yerinden bile kıpırda­
madı. “N e yapıyorsun?”
“Bana gereken saygıyı göstermeni bekliyorum.” Kir-

193
piklerini kırpıştırarak arabadan indi. Sona bakıp güldü ve
arka cebinden küçük bir kutu meyve suyu çıkarıp ona
ram etti.
“Teşekkür ederim, istemem.”
Aubrey elindeki sakızın kâğıdını açarken, “N e oluyor
Seth?” diye sordu.
“Senden bir ricam var.”
Sakızı ağzına attı. “Ne istiyorsun?”
Seth, iskeleye çıkıp denize ve bir direğin üstüne kon­
muş olan kuşa baktı. “Seni öpmek istiyorum.”
X Genç kız ellerini havaya kaldırdı. “Mesele bu mu? Tan-
I rım ben de acaba, ölümcül bir hastalığa yakalandın da altı
p aylık ömrün kaldı filan sanmıştım. Tamam. Ama anlama-
| dığım bir şey var, beni şimdiye kadar yüzlerce kez öptün,
I Seth. Bunda bu kadar büyütecek ne var?”
I “Hayır.” Kollarını göğsünde kavuşturdu, sonra kalçala-
" rını ovuşturdu, nihayet ellerini ceplerine soktu. “Demek
I istediğim şu ki, seni öpmek istiyorum.”
I “Neee?” Aubrey büyük bir şaşkınlık içinde ona bakı­
yordu.
“Bir konuyu açıklığa kavuşturmak zorundayım. Bu ne­
denle, seni öpmek istiyorum: Herhangi bir erkek gibi.”
“Seth.” O nun kolunu okşadı. “Bu sapıkça bir şey. Kafa­
na saksı filan mı düştü?”
Seth, onu, “Bunun sapıkça bir şey olduğunu ben de
biliyorum,” diye tersledi. “Bilmediğimi mi sanıyorsun?
Bir kere bunu teklif ederken benim neler hissettiğimi dü­
şün.”
“Bir kere, nasıl oluyor da böyle bir şey teklif ediyor­
sun?”
Iskeleninin üstünde bir aşağı, bir yukarı y ü r ü d ü .

194
*D ru’ya g ö re , b e ıı -b iz ... T a n rım . B en h e rh a n g i b ir e r k e k
gibi sana t u t k u n m u ş u m . Ve m u h te m e le n , sen d e b a n a .
M u h te m e le n .”
A ubrey, b ir b a y k u ş g ib i, iki kez, ağ ır ağ ır g ö z le rin i k ır p ­
tı “B e n im s a n a â şık o ld u ğ u m u m u s a n ıy o r? ”
“A m a n A lla h ım , A u b !”
“S e n in le b e n im a ra m d a b ö y le b ir şey o ld u ğ u n a in a n ı­
yor. B u n e d e n l e d e s e n i s e p e tle d i, ö y le m i? ”
Seth, “Aşağı yukarı,” diye geveledi.
“S en d e b u k a d ın y ü z ü n d e n , s u ç u b a n a y ü k le m e k is ti­
yorsun, ö y le m i? ”
“Evet. Hayır. Allah beni kahretsin ki bilmiyorum.”
Daha kötü, daha utanç verici, daha acı bir durum olabilir
miydi? Kendisini hiç bu kadar salak hissetmemişti.
“Bu lanet olası düşünceyi kafama o soktu. Bir türlü
unutamıyorum. Ya haklıysa?”
Ya haklıysa?” Aubrey gülmemek için kendisini güç tu­
tuyordu. ‘Ya sen, bilinçaltında ikimiz hakkında fanteziler
üretip duruyorsan? Gerçekçi ol, Seth.”
“Bak, bak.” Genç adam, Aubrey’i şaşırtacak kadar hırs­
lıydı. Seth onu omuzlarından kavrayınca gözlerini kırpış­
tırdı. “Benimle öpüşm ek seni öldürmez.”
“Tamam. Tamam. Ö p bakalım.”
“Peki.” Öfledi, püfledi. Başını eğmeye başlamışken tek­
rar kaldırdı. “N e yapmam gerektiğini hatırlayamıyorum.
Biraz bekle.”
Geri çekilip arkasını döndü ve aklını toplamaya çalıştı.
“Şunu deneyelim .” O na döndü. Kızı kendine çekmek için
ellerini kalçalarına koydu. Birkaç saniye geçti. Sen de bana
sarılabilirsin. Ya da, ne bileyim, buna benzer bir şey vapa-
bilirsin.”

195
“Ah, özür dilerim.” Kız uzanıp ellerini onun eıısesine
kilitledi. “Bu nasıl?”
“İyi. Bu iyi. Biraz yükselmeye çalış.” Bu öneri üzerine
Aubrey ayak parmaklarının ucuna kalktı. Seth başını eğdi
Ağzı onun ağzından bir nefes uzaklıktaydı. O anda Aub-
rey, dayanamayıp gülmeye başladı.
“Aman Tanrım.”
“Ö zür dilerim. Ö zür dilerim.” Genç kız bu kahkaha
krizini atlatabilmek için, elini midesine bastırarak geri
çekildi. Seth, kaşlarını çatmış onun toparlanmasını bekli­
yordu. “Sadece güldüm. Hepsi bu. Haydi devam edelim.”
Kollarını genç adamın boynuna doladı. “Allah kahretsin,
dur.” Aub, dikkatle sakızı ağzından çıkardı ve cebindeki
kâğıda sardı. “Eğer bunu yapacaksak, usulüne göre yapa­
lım, öyle değil mi?”
“Domuz gibi kıkırdamayı kesersen yapacağız.”
“Sana bedava bir ders vereyim, ahbap: Bir kadını öpece­
ğin sırada domuz kelimesini kullanma.”
Bu kez Aubrey ona sımsıkı sarıldı ve Seth bir hareket
yapmaya fırsat bulamadan onun dudaklarına yapıştı.
Denizden gelen esinti çevrelerinde oynaşırken, bir­
birlerine kenetlenmiş öylece duruyorlardı. Arkalarındaki
caddeden bir araba geçti. Bir köpek, araba gözden kaybo-
luncaya kadar havladı.
Dudakları birbirinden ayrıldı. Göz göze geldiler. Birkaç
saniye süren bir sessizlik oldu.
Sonra ikisi birden gülmeye başladılar.
Birbirlerine sarılmış kahkahalar atarak sallanıyorlardı
Biri bıraksa, öteki düşecekti. Seth rahatlamış olarak içinl
çekti ve alnını Aubrey’in alnına dayadı.

196
Genç kız onun poposuna vurdu. “Yani?” dedi. “Beni ar"
zllluyor musun, arzulamıyor musun?”
“Kapa çeneni, Aubrey.”
Seth, g e ri ç e k ilm e d e n o n a ; k a rd e şin e sım sık ı s a rıld ı.
“T e ş e k k ü rle r.”
“Önemli değil. Ama öpüşmeyi iyi bildiğini söyleyebi­
lirim.”
“Sen de iyi biliyorsun.” Kızın yanağını okşadı. “Bunu
bir daha asla yapmayacağız.”
“Kesinlikle.”
Elini Abrey’in omzuna attı. Sonra aklına canını sıkan
bir şey geldi. “Bundan kimseye bahsedecek değilsin, öyle
değil mi? Ö rneğin annene ya da Will’e... ne bileyim, her­
hangi birine?”
“Şaka mı yapıyorsun?” Bunu düşünmek bile tüylerinin
diken diken olmasına neden olmuştu. “Sen de bahsetme­
yeceksin. Söz m ü?” Avcuna tükürüp elini havaya kaldırdı.
Seth yüzünü buruşturarak onun eline baktı. “Bunu
sana öğretmemeliydim.”
Ama dayanamayıp razı oldu ve o da kendi eline tükür­
dü. Büyük bir ciddiyetle el sıkıştılar.

Eve gitmek istemiyordu. Bu öpüşme olayından hemen


sonra ailesiyle karşılaşmaya yüzü yoktu. Biraz zaman geç­
meli olayın anısı biraz olsun eskimeliydi.
D ru’nun evine uğrayıp ona ne kadar yanıldığım, bunu
ne kadar aykırı, ne kadar hakaret dolu bir düşünce olduğu­
nu söylemeyi aklından geçirdi.
Ama mantığı bunu daha sonraya bırakmasını, şu anda
bu konuyu onunla konuşmaya hazır olmadığını söylüyor­
du.

197
Dru onun kendisinden kuşkulanmasına yol açmış ve bü
Bu c ev a p S e t h ’in a k lım b a şın a g e tirm iş , b ir d a h a b ö y le ,
Seth’i sinirlendirmişti. O kendisine, mesleğine ve ailesine
kafasından u y d u r d u ğ u şe y le r y ü z ü n d e n ta s a la n m a m ış » .
duyduğu güveni bu düzeye getirmek için çok çalışmışa
K im i z a m a n , b ir re s im o n d a n b ir ş e y le r alıp g ö tü r ü y o r ,
Hiçbir kadın bunu sarsma hakkına sahip değildi.
k afasınd ak i h a y a li tu v a le y a n s ıta m a d ığ ı z a m a n s in irli v e ö f ­
Bu nedenle, olaylar daha fazla ilerlemeden geri çeki),
keli o lu y o rd u .
mek zorundaydılar. Onun resmini yapacaktı çünkü b u n ­
A m a, k im i z a m a n d a r e n k le r fır ç a s ın d a n u ç a r g ib i d ö ­
dan vazgeçemezdi. Ama her şey bu kadarla kalacaktı.
külüyor, b e y n in d e k i h a y a lle ri ta h a y y ü l e d e m e y e c e ğ i k a d a r ^
Bu kadar karmaşık bir ruhsal yapıya sahip olan, ne ya­ ustaca re s m e d iy o r , s a n k i r e s im k e n d iliğ in d e n o rta y a ç ık ı- ■
pacağı belli olmayan ve lanetli fikirler üreten bir kadınla ve riy o rd u . ■
ilişkiye girmek istemiyordu. Hava kararmaya başlayınca çatı pencerelerini açtı. Son- A
Yıvaşlamak, aileye ve işe odaklanmak zamanıydı. Baş­ ra, geri çekilip yaptığı resme baktı. Ve bunun kendiliğin- I
kalarının sorunlarını üstlenmeden önce kendi sorunlarını den oluşuveren resimlerden biri olduğuna karar verdi. 1
çözmek zorundaydı. Renkler çok canlıydı -çimenlerin ve yaprakların yeşili, Ş
Arabasının atölyenin önüne park etti ve eşyalarını alıp güneş ışığında parlayan nehrin kehribar rengi, kırmızı bat- |
merdivenleri tırmanmaya başladı. Bu arada yeni aldığı cep taniyenin yarattığı şaşkınlık ve kırmızı rengin üstünde kı- I
telefonuyla Anna’yı arayıp yemeğe gelmeyeceğini haber zın sedef beyazı teni. Eteğinin üstündeki çiçek bahçesinin |
vermişti. cüretkârlığı, yum uşak kaygan kumaşın genç kadının kaba
Müzik tesisatını çalıştırdı ve o gün başladığı suluboya etlerine kadar sıyrılışıyla çelişki yaratıyordu.
tablo üzerinde çalışmaya başladı. O m zunun yuvarlaklığı ve kolunun dik bir açı oluştura­
Tekneyle çıktığı zamanlar olduğu gibi, resim yaparken rak bükülüşü, battaniyenin kare kenarı. Ve, güneş ışığının
de bütün sıkıntı ve endişelerini unutuyordu. Çocukken de parmak parmak, onun hülyalı yüzüne vuruşu.
resim yaparak avunur, bazen çıldırmamak için, bazen de Bu resmi nasıl yaptığını açıklayamıyordu. Dru, resim
sıkıntıdan kurtulmak amacıyla resim yapardı. Resim yap­ yaparkan ne düşündüğünü sorduğunda ona cevap verem e­
mak onun için her zaman bir zevk olmuştu. Sessiz ve özel mişti. Bu da o nun gibi bir şeydi. Resmin teknik özellikleri
bir zevk, ya da acı veren bir kutlama. kendiliğinden oluşuyordu. O nlar sadece teknikti. Gerekli
Yirmisine yaklaşırken, sanatının ona hiç acı vermemiş ve temel şeylerdi. Ama Seth çalışırken, bunları düşünm e­
ve sanatına ilişkin duygusal çelişkiler yaşamamış olması, den, çaba göstermeden, nefes alır gibi, doğal olarak tuvale
büyük bir suçluluk ve kuşku duymasına neden olnuştu. yansıtıyordu.
Bunları Cam’e itiraf ettiği zaman, ağabeyi ona dik dik Ama nasıl oluyor da kimi zaman bir resim, ressamın
bakarak, Yoksa sen aptal mısın?” diye sormuştu. yüreğini yansıtıyor, konunun can damarına parmak bası­
yor ve sanki canlıymış gibi nefes alıp veriyordu? Seth buna
cavap verem iyordu.
198 7 199
Bunu sorgulamıyordu da. Fırçasını alıp y en id en çaliş„
maya başladı.
Daha sonra, giysilerini bile çıkarm adan yattı ve yanında
uyumakta olan D rusilla’nm hayaliyle birlikte uykuya daldı.
Stella, “Bu resm in adı n e olacak?” diye sordu.
Resmin önünde d u rm u ş inceliyorlardı. Atölye apay..
dmiıktı.
İhtiyar kadın, “Uyuyan güzel olabilir,” diye önerdi. “Ben
olsam on a b u adı v erird im .”
Çok bol bir gömlek ve üstünde torba gibi d u ran bir kot
pantolon pantolon giymişti. Ayağındaki keten ayakkabılar,
sanki onlarla kilometrelerce yol yürüm üş kadar eskiydi.
Seth’in koluna girdi ve genç adam onun kullandığı sabun
ve şampuanın limon konusunu duydu.
“Seninle iftihar ediyoruz, Seth. Bunun nedeni sahip
olduğun yetenek değil. O Tanrı vergisi. A m a o yeteneğin
değerini bildiğin için kıvanç duyuyoruz seninle. Bütün
mesele, ne olduğunu ve nelere sahip olduğunu bilm ek ve
bunların hakkını vermek. Ö nem li olan b u .”
Geri çekilip etrafına bakındı. “Burayı biraz tem izleşen
bir şey kaybetmezsin,” dedi. “Ressam olm an pislik içinde
yaşamanı gerektirmez.”
“Yann sabah temizlik yapacağım.”
Stella ona yan yan baktı. “Bu sözü daha önce birisin­
den duymuştum, acaba kimdi?” dedi. D önüp resme baktı
ve, “O resimdeki kız,” diye ekledi. “O son derece düzenli
biri. Hatta belki biraz fazla düzenli ama bu senin sorunun
değil. Bir şeyin yeri değişse canı sıkılır onun. Düzensizlik
onun aklını karıştırır. Özellikle de duyguları söz konusu
olduğunda. O nun, seninle ilgili duygularının şim diden
oldukça karışık olduğunu anlamalısın.”

200
Seth’in. om zunu kaldırışı karşısında, Stella güiümsodı-
Genç adam, “Bu konuda frene basıyorum,” dedi. “O n un la
ilişkiye girmek çok yorucu olacak/’
“Demek öyle!” Yaşlı kadın ona göz kırptı. “Kendine sü­
rekli bunu m u telkin ediyorsun, oğlum?”
Seth bu konuda konuşmak istemiyordu. Karmaşık
duygulara bir itirazı yoktu ama duyguları öyle bir karmaşa
içine girmişti ki, yeniden düzene sokabileceğinden emin

|B am sana kabaklı ekmeği sormamı söyledi”


^ |E > u n u söyledi, öyle mi? Belki benim unuttuğum u sa-
^ ^jjçrdur. O na, ölü oldıığum halde aklımın hâlâ başımda
oMuğünıuM^le. H içbir zaman iyi bir ahçı olmadım. Ye-
,mekteri. çoğunlukla Ray yapardı. Ama ara sira ben de bir
ş e te # işirird im . Bir sonbahar günü canım kabaklı ekmek
ştedu ^bmejk kitabını elime aldım ve kabakk ekmek pi-
: ^m ey i ;denedim . D ö rt som un kabaklı ekmek pişirip so-
|ümaları için tepsiye dizdim. Bu işi becerebildiğim için
:^^Pİ:rleni^ordum .”
SiStella şystu. Geçmişe bakar gibi başını yukan doğru
kaldırdı. “Yarım saat sonra mutfağa döndüğümde, d ö rty e-
rinejıç^şom un ekmekle karşılaştım. İlkönce, çocukların
mutfağa girip ekm eklerden birini yemiş oldukları aldıma
geldi. Biraz sinirlendim . Ama, m utfak penceresinden dışa­
rı baktığımda ne g ördüm detsin?” .
“Bilmem ki.” Seth, hikâyenin sonunun onu eğlendire-
çegni hissediyordu.
w Stella, çenesini hafifçe yukarı kaldırarak, “Sana ne g ö r­
düğümü söyleyeyim,” dedi. “Bahçede, oğullarım ve sev­
gili kocam, benim pişirdiğim kabaklı ekmeği futbçİ :$ejjğfe
yapmış oynuyorlardı. Bağırıp çağırarak ve oradan oraya

2<H

l> -. M
k o ş a r a k , o n u g e rç e k b ir f u tb o l t o p u y m u ş g ib i b irb irle rin e
a tıp d u r u y o r la r d ı. O k g ib i d ış a rı f ır la d ım . O s ıra d a Phij
e k m e ğ i y u k a rı fırla tm ış , E t h a n d a y a k a la m a k iç in havaya
s ıç r a m ış tı. C a m ise - o h e r z a m a n y ıla n g ib i h ız lı h arek et
e d e r d i - o tla r ın ü s tü n d e p u s u y a y a tm ış , b e k le n m e d ik bir
a n d a fırla y ıp e k m e k s o m u n u n u k a p m a y a h a z ırla n ıy o rd u .
A m a y a n lış h e s a p y a p m ış tı. E k m e k o n u n ta m ş u r a s ın a çar­
p ıv e rd i.”
Kaşının üstünü gösteriyordu. “O n u bir anda kıçüstü
yere serdi. Kahrolası ekmek, taş gibi sertti.”
Sanki bu komik olayı hatırlamanın verdiği neşe ağır
geliyormuş gibi, topuklarının üstünde, bir öne bir arka­
ya sallanıyordu. “Ethan ekmeği kaptı ve C am ’in gözünü
tutarak yerde oturmaya devam etm esine reğm en oyunu
sürdürdü. H em en C am ’in yanına koştum ama dördü bir­
den çoktan böğürür gibi gülmeye başlamışlardı. O na ek­
m ek güllesi adını taktılar. Şunu söylemeliyim ki, bir daha
ekmek yapmaya kalkışmadım. O günleri özlüyorum , çok
özlüyorum .”
“Keşke ben de seninle yaşamak im kânını bulsaydım.
Keşke seninle ve RayTe birlikte yaşayabilseydim.”
Stella önayaklaşıp, eliyle, genç adam ın alnına düşen saç­
larını okşadı. Bu o kadar yum uşak bir hareketti ki Seth’in
yüreği sızladı.
“Sana büyükanne diyebilir m iyim ?”
Stella, “Elbette diyebilirsin. Tatlı çocuk,” diye mırıl­
dandı. “Gloria çok uğraştı ama senin yüreğinin sıcaklığım
yok edemedi. Zaten bunu hiçbir zam an anlayamadı. Bu
nedenle de seni üzmek, sana acı çektirm ek o n u n için çok
kolay oldu.”

202
Konu annesiydi. “O nu düşünmek istemiyorum,” dedi.
Artık bana acı çektiremez.”
“Öyle mi? Bela kapıda. Ama yaşamda her zaman sorun­
lar vardır. G üçlü, akıllı ve dürüst olacaksın. Beni işitiyor
musun? Yalnız değilsin, Seth. Hiçbir zaman yalnız olma­
yacaksın.”
“Gitm e.”
Yaşlı kadın, “Yalnız değilsin,” diye tekrarladı.
Ama, sabah olup da, pencerelerden içeri dolan güneşin
ilk ışıklarıyla uyandığında, kendini yalnız hissetti.
Daha da kötüsü, ikiye katlanarak kapının altından atıl­
mış olan kâğıt gözüne ilişti. Kendisini zorlayarak yataktan
kalktı ve gidip kâğıdı aldı.

13 N u m a r a lı yolda, B y -W a y O te li’nin bitişiğindeki Lucy’nin


Lokantası.
B u gece saat on birde.
'■ N a k it olsun.

B ela k a p ıd a . Seth onun sesini duyar gibi oldu. Yaşamda


her z a m a n sorun lar vardır.

203
On

Aubrey bu konuda enine boyuna düşündü. Düşündük­


çe öfkesi artıyor, bir türlü sakinleşemiyordu. Sonunda,
Drusilla Whitecomb Banks’ı ‘imana getirmek’ için, birisi­
nin onu karşısına alıp konuşması gerektiğine karar verdi.
Bunu da Aubrey’den başkası yapamazdı.
Seth’le o, birbirlerine söz verdikleri için, konuyu anne­
siyle babasına açamazdı. Sybill’in evine gidip, ondan ola­
yın psikolojik değerlendirmesini istemesi de olası değildi.
Anna’ya içini döküp ondan azar işitmeye razıydı ama bunu
da yapamazdı.
Böylece, öfke ve isyanı içinde tabaka tabaka büyüdü.
Saat beşte tersaneden çıktığında, Aubrey’in dumanları tü­
tüyordu.
Arabasını kasabaya doğru sürerken söyleyeceklerini bi­
rer birer aklından geçiriyor, küçük Bayan Kusursuz’u yola
getirecek, soğukkanlı, mesafeli ve onun içine işleyip canını
yakacak sözleri içinden tekrarlıyordu.
Kimse Seth’i mutsuz edemezdi. Bunu yapan cezasını
bulmalıydı.
204
Kamyonetini park ederken, Q uinn’ierden birine sata-
sanın bütün QuinnTerle başı belaya girer, diye düşünü­
yordu.
İş çizmeleri, kirli tişörtü ve eski kot pantolonuyla, To­
murcuk ve Koncaya girdi.
Dru, Carla Wiggins’in satın almış olduğu papatyaları
kâğıda sarıyordu. Aubrey öfkesine hâkim olmaya çalıştı.
Evet, kadın kusursuzdu doğrusu. Pembe ipek bluzu ve or­
man perilerini andıran saçlarıyla mükemmeldi. Taş rengi
dökümlü pantolonu ipek olmalıydı. Aubrey, onun kaliteli
gündelik kılığını beğendiği için kendisine kızdı.
Kapı açılınca D ru o tarafa doğru baktı. Yüzünde tam
yumuşak bir ifade belirecekken D ru’nun öfke saçan göz­
lerini görüp, soğuk ve tedbirli bakışlarla ona baktı.
Bu da bir şeydi.
Carla, fıkır fikirdi. Neşeli bir sesle, “Selam, Aubrey,”
dedi. “D ünkü maçta harikaydın. Herkes senden bahsedi­
yor.” D ru’ya döndü. “Aubrey Kayabalığı takımını sudan
çıkardı.”
“Gerçekten mi?” Dru. O gün, aynı şeyi en az on kere
duymuştu. “Tebrikler.”
“Ben her zaman kazanmak için oynanm.”
Carla, “Seni seyrederken neredeyse kalp krizi geçirecek­
tim,” dedi. Bunu söylerken, eliyle minik göğüslerini okşu­
yordu. “Bir yanda Jed, bir yanda Aubrey. Aman Tanrım!”
Konuyu değiştirdi. Aubrey’e, “Bu akşam Jam’in annesiyle
babası bana yemeğe geliyorlar,” dedi. Düğün hazırlıklarını
konuşacağız. Çalıştığım yerden yarım gün izin alıp evde
temizlik yaptım. Birden masanın ortasına koyacak bir şey
olmadığını hatırlayıp buraya koştum. Köfteyle makarna
hazırladım. Bu Jed’in en sevdiği yemektir. Neşeli bir ye-

205
mek. olacağını inmiyorum. Dru, kırınızı vazoma papatya»
ların çok yakışacağını söyledi. Sen ne dersin, Aubrey?”
Aubrey çiçeklere bakıp omzumı oynattı. “Güzel,” dedi,
“Samimi bir ortama uygun çiçekler. Sade ve şirin.”
“Tamam o zaman. Bence de çok uygun.” Carla, yumu­
şak sarı saçlarıyla oynadı. “Niçin bu kadar sinirli olduğu­
mu bilmiyorum. Jed’in annesiyle babasını kendimi bildim
bileli tanırım. Ama şimdi durum farklı. Aralıkta evleniyo­
ruz. Dru’ya söyledim. Gece mavisi ve gümüş renklerini
kullanacağım. Kırmızı ve yeşil istemedim ama yine de
Noel havasından fazla uzaklaşmamak için bu renkleri seç­
tim. Biraz da bayram havası yaratmak istiyorum.” Dudak­
larını ısırarak D ru’ya baktı. “Sence bu renkler güzel olur
mu?”
“Çok güzel olur.” D ru’nun yüzünde yine sıcak bir ifa­
de belirmişti.” Dediğin gibi bayram havasına uygun ve
romantik. Biraz düşüneyim. Sonra, annen, seninle kafa
kafaya verir her şeyi yeniden gözden geçiririz. Hiç endi­
şelenme.”
“Ah, elimde değil. Aralık gelmeden herkesi delirtece­
ğim. Artık gitmeliyim.” Çiçekleri aldı. “Bir saate kadar ge­
liyorlar.”
Dru, “İyi eğlenceler,” dedi.
“Teşekkürler. Görüşürüz, Aubrey.”
“Tamam. Jed’e selam.”
Carla dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Kapının her açılıp ka­
panışında çalan çıngıraklar sustuğunda, dükkândaki neşeli
hava kaybolmuştu.
“Sanırım çiçek almaya gelmedin.” D ru ellerini birbiri­
ne kenetlemişti. “Senin için ne yapabilirim?”

206
-Sı*clı’ın b e y n i m o y m a k ta n v e b cııı o u k j kadın olarak
^ u n ı i K * k u n v a z g e ç e b ilir s in "
•*A*hnda, Ih *ıı k e n d i m i ö te k i Ladin o la ıa k d ü şü n ü y o r­
u m . Hu d a hu» b o ş u m a g itm iy o r .”
A u b re y ’ııı ö ı ı c c d c n h a z ırla d ığ ı b ü tü n o soğukkanlı, mc
sJft>lı, c a n a c ıtıc ı s ö z le r a k lın d a n u ç u p gitti “Senin neyin
var? S etli b a ş k a b ir i s i n e ılgı d u y u y o r olsa seninle kırıştır­
maya b a şla r m ıy d ı s a n ı y o r s u n ? ”
“K ırış tır m a k m ı ? ”
Aubrey, o m u z la r ın ı y u k arı d oğru kaldırdı. “Bu bizim
ailede k u lla n ıla n b ir s ö z d ü r,” diye söylendi. “O nu ne sanı­
yorsun? B aşka b iris iy le ilişkisi olsa sana asla yaklaşnıazdı
0 böyle b iri d e ğ ild ir. B u n u hâlâ anlamadıysan aptalsın de­
mektir.”
“Bana ap tal d e m e n b u k o n u şm a n ın başlamadan bitmesi
demektir.”
“Burnuna yum ruğu çakmadığıma şükret."
D ru ç e n e s in i h av ay a kaldırdı -Aubrey bu hareketi ve
alaycı ses t o n u n u ta k d ir etti. “Anlaşmazlıklannı böyle mi
çözersin?”
“Bazen. B ö y le c e anlaşm azlıklar kısa yoldan hallolur.”
Aubrey d işle rin i g ö s te rm e y e başlamıştı. “Zaten benim hak­
kımda s ö y le d ik le rin n e d e n iy le b u n u sana boı*luyum.”
Dru g ö z le rin i k ırp ış tırd ı am a ses tonu değişmedi. “Ap­
talca bir şey s ö y le m iş o lm a m benim aptal olduğum anla­
mına g elm ez. A m a m e s n e tsiz ve düşüncesizce söylenmiş
sözlerdi. Ö z ü r d ile r im . S en in ağzından hiç, söyledikten
sonra h e m e n p iş m a n o ld u ğ u n bir söz çıkmadı mı?"
Aubrey n e ş e le n e re k , “B u hep olur,” dedi. “Özrünü
kabul e d iy o ru m . A m a b u S e th le ilgili olan ana konuyu
değiştirmez. O n u n kafasını karıştırıp, mutsuz olmasına

207
n e d e n oldun. Benim açımdan, bu, b u rnuna yiyeceğin bir
y u m ru k tan çok daha fazlasını hak ediyor,”
“N iyetim bunları yapmak değildi.” B irden içini yakan
b ir suçluluk duydu. Seth’i kızdırm ış olm ak um u ru n d a de­
ğildi. Ama asla onu m utsuz etm ek istem em işti. Yine de
herkes için en doğru olanı yaptığına inanıyordu.
“Kendisi bunu yaptığının farkında olm asa bile, hiçbir
erkeğin oyuncağı olmam, ikinizi bir arada g ö rd ü m . Dün
tersaneye geldiğimde bana nasıl baktığını da g ö rd ü m . Bir-
biriniz için bu kadar önem li olm asanız, boğ azım a sarılma­
ya hazır vaziyette karşımda d u ru y o r o lm a z d ın .”
“Birbirimiz için ne anlam ifade ettiğim izi öğrenmek is­
tiyor m usun?” Aubrey, yeniden alevlenmişti. Dru’ya doğru
eğildi. “Biz bir aileyiz. Eğer ailenin ne demek olduğunu,
aile bireylerinin birbirini sevdiğini, birbirini koruduğunu
ve içlerinden biri kendisine uygun olm ayan bir şeye yö­
neldiğinde, endişelendiklerini bilmiyorsan, sana acırım.
Sana böyle bakışım seni üzüyorsa bu gerçekten çok kötü.
Ç ünkü bu bakış açısında ısrar edeceğim. Senin Seth’e uy­
gun olduğundan em in değilim .”
D ru, “Ben de,” diye karşılık verdi. “Bu konuda anlaşı­
yoruz.”
Aubrey, “Seni anlayamıyorum,” diye itiraf etti. Ama
Seth’i anlıyorum. O sana ilgi duyuyor. O n u tanırım . Ken­
dim i bildim bileli tanıyorum. Birine yakınlık duydu mu
hissederim. D ün onu üzdün ve ben, o n u n üzülm esine da­
yanam am .”
D ru önüne baktı ve elleriyle tezgâha sıkı sıkı tutunmuş
olduğunu gördü. Bilinçli olarak ellerini gevşetti. “Sana bir
şey sormak istiyorum. Hayatının belli bir dönem inde, is­
tediğin en son şey bir erkekle ilişkiye girm ek olsa ve buna

İÜ
rağmen böyle bir şeyin başlamakta olduğunu fark etsen,
aynı zamanda adamın başka bir kadınla tammlayamadığın,
senin ulaşamayacağın boyutlarda, özel bir ilişkisi olduğu­
nu da görsen, bu kadın da hayat dolu, ilginç ve gerçekten
çekici biri olsa, kendini nasıl hissederdin?”
Aubrey cevap vermek için ağzını açtı ve yine kapadı.
Cevap vermeden önce bir an düşünm ek zorunda kaldı.
“Bilmiyorum. Allah kahretsin. Allah kahretsin. Dru, onu
çok seviyorum. O kadar seviyorum ki, o Avrupa’dayken,
kendimi bir organım eksikmiş gibi hissediyordum. Ama
bu kadınların erkeklere duydukları cinsten, fiziksel ya da
romantik bir sevgi değil. O benim en iyi arkadaşım. Ağa­
beyim. O benim Seth’im.”
“Benim hiç ‘en iyi arkadaş’ım ya da kardeşim olmadı.
Benim ailemde senin ailendeki canlılık yoktur. Belki de bu
yüzden anlamakta güçlük çekiyorum.”
“ikimizi dün öpüşmeyi denedikten soma kıkırdaşırken
görseydin anlardın.” Aubrey’in dudakları kıvnldı. İşte Seth
budur. O na bir fikir aşıladın, o da bunu kendisine dert edi­
nip araştırmak ve gerçeği bulmak istedi.1Am a n Allahım, ben
sağda solda gönü l eğlendirirken sevdiğim insanların dünyasını mı
Bu nedenle beni
altüst ediyorum ? B u n u nasıl düzeltebilirim?,
yakalayıp her şeyi anlatıyor ve benimle gerçek bir erkekle
gerçek bir kadın gibi öpüşmek istediğini söylüyor. Böyle-
ce, bu yönde bir eğilimimiz olmadığım kendi kendimize
kanıtlamamızı istiyor.”
“Aman Allahım!” D ru gözlerini kapattı. “Sana hakaret
ettiğinin farkında değil miydi?”
“Yok canım.” Dru. Aubrey’in tezgâha şimdi daha arka­
daşça yaslanmakta olduğunu görüp mem nun oldu. “Bu
beni rahatsız etmedi bile çünkü bu fikir onu aptallaştır­
mıştı. Kafası karmakarışıktı. Küçük deneyimizi yaptık. Bu
arada öpüşmekten tam not aldığını söyleyebilirim. Bu f |
biliyor.”
“Evet, biliyor.”
“Deneyden sonra ortalık sakinleşti, yer ayağımızın ab
tından kaymamıştı,” dedi. “Kaymak şöyle dursun, hafifçe
titrememişti bile. Sonra epeyce güldük ve her şey düzel­
di. Sana bu kısmı söylemeyecektim aslında,” diye ekledi.
“Sonucu havada bırakırsam sana daha fazla acı çektireceği­
mi düşünmüştüm. Ama benim çekici ve ilginç olduğumu
söylediğine göre, ben de sana bir kıyak geçiyorum.”
“Teşekkürler. Ayrıca, üzgünüm. Beni rahatsız...” Dru,
sözünü bitirmedi. Başını salladı. “Boş ver.”
“Buraya kadar geldik. Şimdi kendini tutup bazı şeyleri
söylememenin anlamı yok.”
Dru, tekrar başını sallamaya başladı. Sonra bunun, ken­
disinin yanlışlarından biri olduğunu fark etti. “Pekâlâ, söy­
leyeyim. Seth ile aramızda gelişmekte olan yakınlık beni
biraz tedirgin ediyordu. Daha önce, benim için çok önem­
li olan birisi beni aldatmıştı. Kendimi o ‘diğer kadın’ gibi
görmeye ve o kişinin içinde bulunduğu durum a anlayışla
bakmaya başladım. Ona acımak ya da yaptıklarını anlayış­
la karşılamak istemiyordum. Ondan nefret etmeyi tercih
ederim.”
“Kesinlikle.” Hiçbir şey Aubrey’in düşüncelerine bun­
dan daha yakın olamazdı. “Rahatlayabilirsin. Oyun alanı
tümüyle sana ait. Bu konuda anlaştık mı?”
“Evet, evet anlaştık. Buraya gelip benimle kon uşm anı
ve bana yumruk atmamanı takdirle karşılıyorum.”
“Sana yumruk atmakla, annemle babam bir yana, Seth’i

m
j e kızdırmış olurdum. Bu nedenle, böylesi daha iyi oldu,
artık gitsem iyi olur.”
“Aubrey.” D ru iç güdüleriyle hareket ettiği ender za­
manlarda çok mutlu olurdu. “Ben kimseyle kolayca ar­
kadaş olmam. Bu benim erdemlerimden biri değildir.
Ahbaplık kurmakta, havadan sudan konuşmakta, sıradan
sohbetlerde daha başarılıyım. Ama fazla arkadaşım yok.”
Derin bir nefes aldı. “Bugün dükkânı biraz erken kapa­
tacağım. Dükkânı kapatıp kapıyı kilitlemem birkaç dakika
sürer. Acelen var mı, yoksa benimle birlikte bir şeyler iç­
meye gitmek ister misin?”
Aubrey, Seth’in elden gittiğini hissetti. Bu cilanın altın­
daki kırılganlığa ve gereksinimlere karşı koyması mümkün
değildi. “Evinde iyi bir şarap var mı?”
“Evet.” D ru’nun dudakları kıvrıldı. “Var.”
“Eve gidip bir duş alıp geleyim. Evinde buluşuruz.”

Seth, atölye’nin penceresinden, Aubrey’in dışarı çıkıp


kamyonetine bindiğini gördü. Onun, yarım saat önce içeri
girdiğini görmüştü. Yüzünü pek iyi görememiş olmasına
rağmen, beden dilinden oraya hangi nedenle geldiğini an­
lamıştı.
Aubrey kavgaya hazırdı.
Aşağı inmemişti. Gloria ile görüşüp bu konuyu bey­
ninin bir köşesine hapsedene kadar ailesinden biraz uzak
durmakta kararlıydı.
Ama kulağı kirişteydi. Aşağıdan çığlıklar ve kınlan cam
sesleri gelmesini bekliyordu. Eğer iş oraya vanrsa, onlan
ayırmak için aşağı inecekti.
Ama anlaşılan iş oraya varmamıştı. Aubrey sakin bir ta­
vırla dışarı çıkıp kamyonetine atlamış ve arkasında sinirli
olduğunu gösterecek hiçbir iz bırakmadan oradan uzak,
kşmıştı.
Saate bakmak için mutfağa giderken, bir sıkıntı eksildi
dîye düşündü. Gloria ile buluşmasına beş saatten az bir
zam an kalmıştı. Hesabından çektiği parayı ona verecek vç
böyîece bu iş bitmiş olacaktı.
Yeniden kendi hayatına dönecekti.

Aubrey’in kamyoneti evin önünde durduğunda, Dru


kapıdan yeni girmişti. Bu nedenle, Aubrey'e ikram etme­
yi planladığı krakerlerle peyniri hazırlamaya ve eve gelirken
satm aldığı tombul kara üzümleri yıkamaya vakit bulamadı.
Ama davet ne kadar samimi olursa olsun o konuğunu
belli bir biçimde ağırlamaya alışıktı. Konuğun içeri girer
girmez eline kahverengi bir kesekâğıdı tutuşturup ıslık
çalmasına ise hiç alışık değildi.
“Güzel. House & Garden dergisinin kapağı gibi.”
D ra’ya bakıp otuz iki dişini göstererek sırıttı. “İltifat olsun
diye söylemedim. Annem burayı görse bayılırdı. Bu evin
içini görmeye can atıyordu. Evini temizleyen bir şirket
var mı?" Aubrey bunu sorarken parmağım masaya sürdü.
Tozlu değildi.
“Hayır. Burada tek başıma oturuyorum . İhtiyacım...”
Evini bir temizlik şirketine temizletmelisin. Çalışan bir
kadm ev işi yapmamalı, vesaire, vesaire... A nnem sana yar­
d ım a olabilir. Büyük bir ev.” D ru, elinde kesekâğidıyla ol*
duğu yerde dururken, Aubrey teklifsizce dolaşmaya başla­
dı. “Ayn eve çıktığımda büyük bir yerde oturm ak isterim-
Biraz dolaşabilmeliyim evin içinde.”
Başım kaldırıp yukarı baktı. “Yüksek tavanlar,” dedi.
“Kışrn ba evi ısıtmak sana epey pahalıya maloluyordur.

212
D r u , “ F atu raları g ö rm e k ister m isin?” diyerek o n u g ü l­
d ü rd ü .
“B elki d a h a so n ra. A m a şim di, şarabı tercih ederim .
K esek âğ ıd ın d a k u rab iy e var. A n n e m d ü n yaptı. Parça çiko­
latalı. H a rik a k u rab iy eler. M u tfa k b u tarafta m ı?”
D r u , için i çek erek . “E v et,” dedi ve o n u n peşinden yü­
rü d ü . K e n d in i A u b re y ’in havasına teslim etm eye karar
v erm işti.
A ub rey , etrafa b ak tık tan sonra, “Ç o k titizsin, öyle değil
m i?” d e d i ve ark a kapıyı açtı. “T anrım , bu harika! Sanki
in sa n ın k e n d i ö zel adası gibi. B urada yalnız yaşarken haya­
letlerle k arşılaştığ ın o lu y o r m u , kentli kız?”
“H ay ır. B aşta b e n de karşılaşabileceğim i sanm ıştım .”
B u n u sö y le rk e n , k esekâğıdını m utfak tezgâhının ü stü n e
bıraktı v e b ir şişe P in o t G rig io çıkardı. “Am a, böyle bir
şey o lm a d ı. S u y u n , k u şla rın ve rüzgârın sesini dinlem eyi
sev iy o ru m . B u ra d a o lm ak h o şu m a gidiyor. Kenti istem i­
y o ru m . B u ra d a , b u sessizlik içinde, pencerelerden içeri gi­
ren g ü n e ş ışığıyla ilk u y andığım sabah, büyük kenti hiçbir
zam an se v m e d iğ im i an ladım . O n u benim için başkaları
seçm işti.”
K ad eh lere şarap koydu. “Arka taraftaki terasta o tu rm a k
ister m isin ? ”
“İyi o lu r, ku rab iy eleri g etiriy o ru m .”
Ve g ü n e ş ağaçların arkasında kaybolurken beyaz şarap
içip çikolatalı kurabiye yediler.
Aubrey, ağzındaki kurabiyeleri yutarken. ‘A h .” d ed i,
“Sana sö y le m e m g ereken bir şey var. S cth'le ben, b ü y ü k
d en ey im izd en kim seye bahsetm em ek üzere b irb irim iz e
söz v e rm iştik .”
“B ü y ü k d en ey m i... ha, şu .”

213
“B u fık ır s e n d e n çık tığ ın a g ö re, sa n ırım sen sayılm^ j yordu. “Y ü zündeki şaşkınlık görülecek şeydi. Senin vere­
sırı. Yani, b ir a n la m d a öyle. A m a şim d i b u n u sana söylecju | cek cevap bulam adığına ilk kez tanık oldum ”
ğ im e g ö re, ya se n i ö ld ü r m e k z o ru n d a y ım , ya da ağzını sıfo ! “E vet d o ğ ru .” Takdirle başını salladı ve şarap kadehi­
tu ta c a ğ ın k o n u s u n d a y e m in e d e c e k sin .” | ni aldı. “G ü zel bir espriydi,” dedi. “Galiba seni sevmeye
“B u y e m in k an la m ı m ü h ü r le n e c e k ? ” b aşlıyorum . “Bakalım , Seth suluboya tabloyu bitirdiğinde
“B e n b u işi g e n e llik le tü k ü r ü k le y a p a rım .” onu k an d ırıp elinden alabilecek m ısın?”
D r u , iki sa n iy e k ad ar d ü ş ü n d ü . “B e n b u işe beden sıvı. ! “B ilm e m .” Acaba bitirecek miydi? D ru, merak ediyor­
la n n ı d a h il e tm e m e y i te rc ih e d e r im ,” d e d i. “Söz vermem ! du. B elki d e ona o kadar kızmıştı ki. kendisini bir daha
y e te rli o lu r m u ? ” j aynı gözle g ö re m ey ecek bu nedenle de tabloyu bitireme­
“E v e t.” A u b rey, b ir k u ra b iy e d a h a aldı. “S enin gibiler I yecekti. A m a, sonunda, onun tabloyu bitireceğine karar
sö zü n ü tu ta r ” j verdi. S an atçın ın elinden başka türlüsü gelmezdi.

“B e n im g ib ile r m i? ” “E ğ er b e n im resm im olsaydı ne yapıp yapıp onu elin­

E lin i h av ad a sallayarak, “E v et. Y etişm e ta rz ı,” dedi. “Sen \


den a lırd ım .”
“K endi resm im i duvara asmak bana tu h af gelir. Üstelik
iyi y e tişm iş b ir k ız s ın .”
daha re sm i g ö rm e d im . Bana o kadar kızmıştı ki gösterme­
“S a n ırım b u b ir iltifa t.”
di.”
“H a y ır, g erçek . S e n d e , ‘b e n b u n la r a ö n e m vermeyecek j
“E vet, kızdığı zam an çok aksileşir. Bak sana bir ipucu
k a d a r k ü ltü r lü v e iyi y e tiş m iş b ir k ız ım ,’ d iy e n bir hava
v ereyim .” A ubrey, dirseklerini masaya dayamış D ru’ya ba­
var. G ö r ü n ü ş ü n h e r z a m a n k u s u r s u z . B u kusursuzluğu
kıyordu. “A ğlam ak istem iyorsun. Gözyaşlarıyla kahraman­
itici b u ld u ğ u m z a m a n la rd a b ile o n a h a y ra n olm aktan ken­
ca m ü c a d e le e tm e k istiyorsun. Anlarsın ya. bu durum da
d im i a la m ıy o ru m . H e p k e n d in le ilg ile n iy o rs u n , kendini
gözlerin ıslak ıslak parlar, nem lenir ve dudakların hafifçe
g ü z e lle ş tirm e y e ç a lış ıy o rs u n fila n d iy e m e m . B u, öyle bir ;
titrer. B iraz bekleyeceksin.”
şe y d eğ il. S e n h e r z a m a n g ü z e ls in .” T ekrar arkasına dayanıp gözlerini kapadı ve bir iki kez
A u b r e y ’in ağzı y in e k u ra b iy e y le d o lm u ş tu . Sustu. Son- derin d e rin n efes aldı. G özlerini tekrar açıp D ru’ya baktı­
ra a ğ z ın d a k ile ri ç a b u c a k y u ttu . “A m a d u r b ir dakika, benim ğında, b u g ö zler yaşlarla dolm uş, kederli bir ifadeye b ü ­
sa n a b ir e rk e k g ibi a s ılm a k iç in fila n b u n la r ı söylediğim rü n m ü ştü .
a k lın a g e lm e s in s a k ın .” D ru , hayranlıkla, “T anrım ,” diye mırıldandı. “Bu çok
“A h , e v e t a n lıy o r u m . B ö y le b ir te h lik e olm adığına göre- iyi. H a tta h a rik a .”
b iz im d e n e y y a p m a m ız a d a g e re k y o k d e m e k tir.” Bir ik “D in le .” A u b rey b u rn u n u çekti. “İstersen birkaç dam la
sa n iy e so n ra D r u , k a h k a h a y ı k o y v e rd i. A rkasına gözyaşı d ö k eb ilirsin . Am a o kadar.” Yanağından aşağı b ir
iki eliy le k a h k a h a n ın ş id d e tin d e n a ğ rıy a n m idesini tun* j Bamla yaş aktı. S onra kıkırdadı. “Salya süm ük ağlamaya
başlay acak o lu rsa n , e tra fın d a d o laşıp b u r n u n u silm en içjn gibi k o n u la r d a k o n u şm a y a alışık değildi. Sonra birden,
e lle rin i te m iz le m e k te k u llan d ığ ı paçav ralard an birini verir hayatında ilk k ez, b u k o n u d a konuşabileceğini hissettiğini
A m a davayı kay b ed ersin . D u d a k la rın h ıçk ırm a m a k için d ü şü n d ü .
titre rk e n , o n a n e m li gö zlerle b ak arsan , se n in için yapma­ A u b rey b u n u kolaylaştırıyordu. “N e olacak, iyiydi el­
yacağı y o k tu r. B u o n u m a h ved er. ” bet. Y atakta d a iyi b ir çift oldu ğ u m u zu düşünüyordum
“B u n u nasıl ö ğ re n d in ? ” ama b e n im için sevgililer de arkadaşlar gibidir. Kimsenin
“H ey, b u ray a bak, b e n e rk e k le rle ç a lış ıy o ru m .” Yana­ kolayca sevgilisi o lm a m .”
ğ ın d a n aşağı akan gözyaşını sildi. “O n la r la çalışırken kendi A ubrey, “O z a m a n işler karışınca insan daha çok acı çe­
silah ların ı g e liştiriy o rsu n . G ö z le rin in yaşarm asın ı sağla­ ker,” d ed i.
m a k için b aşlangıçta d ilin in u c u n u ısırab ilirsin . Ben artık “E vet, sa n ırım öyle. A m a ben Jo n a h ’la yatakta ve ya­
b u n u isted iğ im zam an y a p a b iliy o ru m . K o n u erkeklerden tağın d ış ın d a iyi o ld u ğ u m u z u , bir sorunum uz olmadığını
a ç ılm ışk en b ana şu n işa n lın ı a n la t d a o n a birlikte lanet sa n ıy o rd u m . B ana ev len m e tek lif ettiğinde evet demeye
o k u y a lım .” h azırd ım . O y ö n d e ilerliyorduk. H azırlıklıydım . Bu ko­
“J o n a h ’ı m ı an latay ım ? B eyaz S aray ’ın B atı K anadı’nda nuda d ü ş ü n m ü ş t ü m .”
çalışıyor. İletişim B ö lü m ü B aşkan Y ardım cısı. Başkanın A u b re y m e ra k la n m ıştı. Başını kaldırdı. “D üşündüğüne
k u la k ların d an b iri. Ç o k zeki, şık, yakışıklı. T am Arm ani’ye göre, b elk i d e o n u se v m iy o rd u n .”
göre y aratılm ış b ir v ü c u t.” “B elki d e se v m iy o rd u m .” D ru uzaklara baktı. Bir ke­
“B u sö y le d ik lerin o n d a n n e fre t e tm e m e n ed en olacak lebeğin k a n a tla rın ı çırparak uçuşunu izledi. N ehirden
şeyler değil. Yaptığı pisliği a n la t.” geçen b ir te k n e n in m o to r sesini dinledi. “Ama ben her
“P ek k arm aşık b ir olay değil. W a s h in g to n sosyetesinin ko n u d a d ü ş ü n m e k isterim . Ö nem li bir adım atacaksam,
sırad an o lay ların d an b iri - d e d e m W a s h in g to n ’da sözü ge­ daha u z u n ve d a h a dikkatli düşü n ü rü m . Evlenmek istedi­
ç en birid ir. A ilem d e n ü fu z lu d u r. T a n ın m ış ve çeşitli vesi­ ğ im d en e m in d eğ ild im . A nnem le babamın evliliği senin
lelerle d aim a adı g eçen k im seler. B ir k o k tey l partide tanış­ an n en le b a b a n ın evliliğine benzem ez. Ama Jonah’ la farklı
tık ve h e r şey orad a başladı. M a k u l b ir hızla gelişti. Birlikte olacağını h isse d iy o rd u m . H iç kavga etm ezdik.”
o lm a k ta n ve b irb irim iz d e n h o ş la n ıy o rd u k . O r ta k ilgi alan­ “H iç m i? ” A u b re y ’in yüzü n d e samimi bir şaşkınlık ifa­
larım ız, ta n ıd ık la rım ız vardı. H a y a t g ö r ü ş ü m ü z aynıyi desi b elird i. “H iç bağıra çağıra kavga etm ediniz m i?”
B irb irim izi sevdiğim izi sa n d ım .” “H a y ır.” D ru , b u n u n Q u in n soyadını taşıyan herkese
B u n u h atırla d ığ ın d a ö fk e le n m iy o r, ü z ü lü y o rd u . nc kadar sıkıcı geleceğini düşünerek gülüm sedi. “Aynı fi­
“ Belki öyleydi. S o n u ç ta sevgili o ld u k .” kirde o lm a d ığ ım ız zam an tartışırdık."
“ N asıld ı? Yatakta y an i?” “Ah ev et, b izim ailede de böyle olur. Biz de aynı şeyi
D ru , d u rak lad ı. K ad eh lere y e n id e n şarap koydu. ^ll Vaparız. A ncak, biz ciğerlerim izin var gücüyle bağırarak

216 217
tartışırız. Demek ki, sen ve adam, yatakta uyumluydun^
kavga etmiyordunuz ve birçok ortak yanınız vardı, öylt
değil mi? Peki ne oldu?”
“Nişanlandık, birkaç parti verdik ve ertesi yaz düğün
yapmak üzere evlenmeye karar verdik. Temmuz ayım
seçmiştik çünkü bu ikimizin de programına uygundu. 0
mesleği nedeniyle çok doluydu, beni de annem bir gelin-
lik defilesinden bir başkasına sürükleyip duruyordu. Ev
arıyorduk -Jonah ve ben, annem ve ben, babam ve ben.
“Çok aramış olmalısınız.”
“Bildiğin gibi değil. Sonra bir gece onun dairesindey-
dik. Ataktaydık. Sevişirken sırtıma sürekli bir şey batıyor­
du. Canım acıdığı için durmak zorunda kaldım. Gerçekten
tuhaf bir durumdu. Kahkahalarla gülüyorduk. Sonunda
ışığı açıp sırtıma batan şeyi aramaya başladım ve başka bir
kadının küpesini buldum .”
Aubrey ona acımıştı. “Ahh!” dedi. “Ahhh!”
“Küpelerin kime ait olduğunu bile anlamıştım. Kadına
birkaç kere rastladığımda kulağında bu küpeler vardı. On­
lara hayran olmuş, küpelerini çok beğendiğimi kendisine
de söylemiştim. Belki de küpesini bu nedenle, en kötü
anda bulmam için orada bırakmıştı.”
“Fahişe.”
“Evet.” D ru, şerefe, der gibi kadehini kaldırdı. “Ah evet,
öyleydi. Ama Jonah’ı seviyordu ve beni ondan uzaklaştır­
m ak için bu yola başvurdu.”
“B unun mazereti yok.” Aubrey parmağını salladı.
“Adam pisliğin biri de olsa, o başka bir kadının erkeğiyle
oynaşıyordu. O da Jonah kadar sinsiymiş, onun kadar da
suçlu.”
“Haklısın. Bunun mazereti yok. Birbirlerine layıklar.

218
«Kesinlikle. Peki ona ne yaptın?”
pru, uzun uzun içini çektikten sonra, “Keşke senin gibi
bir insan olsaydım,” dedi. “Bir tek gün için bile olsa, senin
gibi olabilmeyi ne kadar isterdim. Hayır, hiçbir şey yapma­
dım- Kalktım ve o mazeretlerini sıralarken giyindim. Beni
seviyormuş, diğeri sadece fiziksel bir şeymiş. Bir şey ifade
etmiyormuş.”
Aubrey, nefretle, “Aman Tanrım!” dedi. “Değişik bir şey
söyleyemezler mi acaba?”
“Hiç duymadım.” Aubrey’in hemen ondan yana çık­
ması, sıcak yakınlığı ve koşulsuz desteği Dru’yu rahatlat­
mış, bu konuda hâlâ duyduğu kırgınlığı biraz olsun hafif­
letmişti.
r “Benim karşılayamayacağım cinsel ihtiyaçları varmış.
Evlenmeden önce bunları doyurmak istiyormuş. Kısacası,
bana, yatakta daha ateşli olsaydın, benim gereksinimlerime cevap
verebilseydin ve daha yaratıcı olsaydın, bu türfarklı doyum arayış­
larına girm ezdim , demiş oldu.”
Aubrey, “Ve bu adam hâlâ yaşıyor, öyle mi?” diye mırıl­
dandı. O nun testislerini kesip kulaklarına asacağına, olayı
evirip çevirip suçu sana yüklemesine razı oldun.”
Dru itiraz etti. “Tam anlamıyla paspas da olmadım ona.”
Sonra Aubrey’e Jonah’m değerli eşyalarını nasıl tahrip et­
tiğini anlattı.
“CD ’lerini mikrodalgada eritmek iyi bir fikir doğrusu.
Bunu duyunca kendimi daha iyi hissettim. Ama, bir öneri
olarak söylüyorum, kaşmir paltosunu kesip biçeceğine, ne
bileyim, çiğ yumurta, motor yağı ve unu karıştırıp, bu ka­
rışımın içine biraz da sarmısak katarak, ceplerine doldur-
saydm. Bunlar her evde bulunur; temin etmek için çarşıya
Çıkmak gerekmez. Ben olsam bunu yapar, sonra cepleri
219
altta bırakarak paltoyu güzelce katlardım. Onu kutudarı
Çıkardığında şaşırır mıydı dersin?”
“Böyle bir durum tekrar olursa diye, bunu aklımda tu,
tacağım.”
“Tamam. Ama CD ’leri eritmene bayıldım. Ve ayakka­
bılara yaptığına. Eğer o herif de ayakkabılarına Plıil kadar
düşkünse, canı yanmıştır. Ne dersin, biraz yürüyüş yapıp
şu kurabiyeleri eritelim mi? Sonra Çin yemeği ısmarlaya­
biliriz.”
Dru, biriyle arkadaşlık kurmak o kadar da zor değilmiş, diye
düşündü. “Harika bir fikir.”

Lokanta bir podyum gibi aydınlatılmıştı. Burada işlerin


pek iyi olduğu söylenemezdi. Kimsecikler yoktu. Seth, en
arkadaki masanın çevresindeki güneşten solmuş kırmı­
zı muşamba sandalyelerden birine oturdu. Gloria yoktu.
Daha sonra gelecekti.
O her zaman gecikirdi. Geç gelerek iplerin kendi elinde
olduğunu göstermek isterdi. Seth bunu biliyordu.
İçmeyeceğini bile bile kahve ısmarladı. Ö nündeki kah­
ve ona güç verecekti. O n bin dolar, eski bir kumaş çanta­
nın içinde, yanındaki iskemlenin üstünde duruyordu.
Bardaki taburelerden birinde, omuzları Montana kadar
geniş bir adam oturuyordu. Ensesi güneşten kızarmıştı.
Saçları o kadar dipten kazınmıştı ki kafasının derisi jilet j
gibi parlıyordu. Kot pantolon giymişti. Besbelli sürekli j
yanında taşıdığı tütün kutusu, cebinin üzerinde y u v a r l a k
beyaz bir iz bırakmıştı. !
Tehlikeli bir ameliyat yapmakta olan bir cerrah gibi, bü­
yük bir dikkatle elmalı turta yiyordu.

220
Köşedeki müzik kutusundan yükselen Waylon
Jeıınings’in şarkısı ona biçilmiş kaftan gibi uygundu.
Barın arkasında duran kızın giysisi şeker pem besiydi.
Sağ g ö ğ sü n ü n ü stü n d e ism inin yazılı olduğu beyaz b ir
kurt vardı. Kahve sürahisini alıp turta yem ekte olan ada­
mın yanına gitti ve p o p o su n u çıkartarak eğilip o n u n fin ­
canını d o ld u rd u .
S eth ’in parm akları resim defterini arıyordu. B u n u n
yerine, vakit g eçirm ek için gördüklerini kafasında çiziyor­
du. Bar sahnesi -parlak ana renklerle yapılmış. İleride orta
kısım da o tu ra n çift. Sabahtan beri yoldaymış gibi yorgun
görünüyorlar. K onuşm adan yem ek yiyorlardı. Bir ara ka­
dın adam a tu zlu ğ u verdi ve adam o n u n elini hafifçe sıktı.
Bu resm e Yol K e n a n adını verm eyi düşündü. Ya da
1 3 .ü n c ü Y o lu n K e n a n . B unları dü şünm ek, kafasında resm in
k u rg u su n u yapm ak, S eth ’i oldukça rahatlattı.
S onra G lo ria içeri girdi ve resim kayboldu.
İyice zayıflam ıştı. B o y n u n u n iki tarafındaki kem iklerin
derisini delip dışarı çıkacak gibi olduklarını ve dar kırmızı
p a n to lo n u n u n altındaki sipsivri kalça kem iklerini gördü.
Ayaklarına giydiği parm aklarını açıkta bırakan topuklu ter­
likler eski m u şam b a döşem e üzerinde gıcırtılar çıkarıyor­
du.
Saçları beyaza yakın bir sarıya boyanıp kirpi gibi kısa
kesilm işti. Bu kısa saçlar y ü zü n ü n ne kadar küçüldüğünü
iyice belli ed iy o rd u . D udaklarının ve gözlerinin çevresin­
deki çizgiler iyice derinleşm işti. Makyajı bu çizgileri sak-
layam ıyordu.
S eth, aynaya baktığında, G lo rıa'nın öfkelendiğini d ü ­
şü ndü .
G en ç adanı hesapladığında o n u n daha elli yaşma gel-
enediği sonucuna vardı. Ama, özellikle yüzü, çok daha yaş„
h gösteriyordu.
Geçip karşısına oturdu. Seth'in burnuna onun parffo,
m ü n ü n kokusu geldi -kuvvetli bir çiçek kokusu. Ya bu
koku viski kokusunu bastırıyordu, ya da Gloria onunla bu*
luşmava gelmeden önce, kendisini tutup içki içmemişti.
“Geçen sefer saçın daha uzundu," dedi. Sonra dönüp
garson kıza gülümsedi. “Bu akşam neli turtanız var?"
“Elma, vişne, limon."
“Bir dilim vişneli turta ile vanilyalı d o n d u rm a istiyo­
rum. Sen de ister misin, Seth, şekerim?"
Onun sesini duymak bile Seth'in dişlerini gıcırdatma­
sına yetiyordu.
“Hayır."
“Nasıl istersen." Garson kıza. “Çikolatalı krem anız var
im ?" diye sordu.
“Elbette. Ondan da ister misiniz?"
“Dondurmanın üstüne döküver. Kahve de istiyorum...
Şimdi konuşabiliriz." Arkasına dayandı. K olunu yanındaki
iskemleye dayadı. Sıskalıktan derileri sarkmaya başlamış­
tı. “Senin Avrupa`da kalıp İtalyan'larla gönül eğlendirme­
ye devam edeceğini sanıyordum. Evini özledin herhalde.
iMutlu Q u in n ailesinin fertleri bu günlerde nasıllar? Sev­
gili kardeşim Sybill nasıl?"
Seth. yanındaki sandalyede duran çantayı alıp masanın
ü stü n e koydu ve Gloria’nın dikkatinin onda odaklandığını
gördü. Kadın çantaya uzandığında, Seth onu bırakmadı.
“Bunu al ve git. Ailemden birine yaklaşmaya kalkarsan
bunu sana ağır bir biçimde ödetirim. Bu çantadaki paradan
çok daha fazlasını ödemek zorunda kalırsın."
“A nnenle böyle mi konuşuyorsun?"

222
Seth’in ses to n u değişmedi. “Sen benim annem değil­
sin. Bana hiçbir zam an annelik etm edin.”
“Seni dokuz ay karnımda taşıdım, öyle değil mi? Seni
dünyaya getirdim. Bana borçlusun.”
Gloria’nm çantanın içindekileri görmesi için fermuarı
açtı. Kadının yüzünde beliren mutluluk Seth’in midesini
bulandırdı. “İstediğin para burada. Benden ve yakınlarım­
dan uzak dur.”
yakınların, sen ve yakınların. Sanki o serseri­
lerle bir bağın varmış gibi konuşuyorsun. Kendini önemli
biri sanryteun, öyle değil mi? Özel biri olduğunu düşü-
İ^öfsütt. Hiçbir şey değilsin.”
İd e sin i yücelttiği için barda oturan adam onlara doğ­
ru döndü’ ^ rsb n kız da Gloria’ya endişeli bakışlarla baktı.
SethŞjâğa kalktı ye cebinden on dolar çıkarıp masanın üs­
tüne bıraktı.
i|LJBelki hiçbir şey değilim ama senden üstün olduğum
tis in *
w^Ğloria’nın eli bir pençe gibi kıvrıldı ama yumruğunu
sıktı .ve Seth lokantadan çıkarken elini masanın üstüne
köydü.
Bu sadece bir Ön ödeme, diye düşündü. Onu birkaç hafta
idare ederdi. Nasıl olsa çalışıyordu.
O n B ir

Atölyesine kapandı. Resim yapmak, onun için bir kaçış,


bir mazeret ve öfkesini akıtacak bir kanaldı.
Ailesinin onun için endişelendiğini biliyordu. Üç gün­
den beri ne onlari ne de başka birini doğru dürüst gör­
müştü. Gloria’dan ayrıldıktan sonra onların yanına gide­
memişti.
Onların evlerine, hayatlarına Gloria’yı sokmak istemi­
yordu. O, sırtındaki maymundu ve bu maymunun başka­
larının sırtına atlamasına engel olmak için elinden gelen
her şeyi yapacaktı.
Ondan kurtulmak için para ödemek önemsiz bir be­
deldi. Geri gelecekti. Daima geri gelecekti. Ama eğer on
bin dolar bir süre rahat yaşamasını sağlayacaksa, bu parayı
ödemeye değerdi. ,
Öfkesinden kurtulup huzura kavuşana kadar resim ya- I
pacaktı. i
Depodan büyük tuvali çıkarmış, içinden gelenlerin
resmini yapıyor, hayatı buna bağlıymış gibi çalışıyordu- j
Duygu ve hayallerin karmaşası, biçim ve renk olarak tuva- j
le yansıyor, o n u n beyninden çıkıp, tuvalde yaşamaya baş­
lıyordu.
Acıkınca yem ek yiyor, gözleri kararınca uyuyordu.
D ru atölyenin kapısında dururken bunları düşünüyor­
du. Bu, hayatla ölüm , çıldırmakla çıldırmamak arasında,
hangi tarafın daha ağır basacağının bir fırça darbesiyle be­
lirlendiği bir savaştı.
Elindeki fırçayı tuvale saplıyor, onu dilimlere bölüyor,
bir başka fırçayı da, yedek bir silah gibi dişlerinin arasında
tu tu y o rd u . Bir gitardan yükselen vahşi bir müzik, bir savaş
çığhğ1 gibi güm bürdüyordu. Gömleğine, kot pantolonu­
na, ayakkabılarına ve yere boya sıçramıştı. Dru’ya ait olan
dairenin döşem elerine.
Bir çeşit kan kaybı diye düşündü ve elindeki vazoyu
sımsıkı kavradı. Müziğin gürültüsünden, Dru'nun ka­
pıya v u rd u ğ u n u duymamıştı ama genç kadın, şimdi onu
görünce, ortalık sessiz de olsa, hatta adını haykırsa bile,
Seth’in işitm eyeceğinden emindi.
O odada değildi. Resmin içindeydi.
G eri d ö n ü p kapıyı kapatmasının uygun olacağını dü­
şündü. O n u n özel yaşamına ve çalışma alanına tecavüz
ediyordu. Ama gidemedi.
O n u böyle görm ek, baştan çıkarıcı, çok özel ve garip
bir biçim de m üstehcendi. Kızı sadece her türlü anlayışının
ötesinde olm akla kalmayıp, onun dünyasından ay kadar
uzak olan bir şeyle baştan çıkarıyordu.
O bir fırçayı bırakıp ötekini alırken, onları boyalara dal­
dırdıktan sonra bir kamçı gibi tuvalin üstünde şaklanrken,
^ r u o n u seyrediyordu. Meydan okuyan, adeta acımasız
darbeleri, sanki içinde, yatışmış bir ötkeyi barındıran zarit
°kyayışlar izliyordu.
225
Atölyenin pencerelerinden içeri dolan rüzgâra rağmen
D ru, onun sırandan sızan rerin gömleğinin arkasında bı­
raktığı koyu renk izi gördü. Kolları ve boynu da nemli
nem li parlıyordu.
İşte emek bu, diye düşündü. Ve hepsi aşktan kaynak­
lanmıyordu.
Seth ona sanat için hiç acı çekmediğini söylemişti ama
D ru adamın yanıldığını düşünüyordu. İnsanı böylesine
içine çeken herşey acıyla birlikte gelirdi.
Seth geri çekilip tuvaldeki resmi seyrederken, Dru,
Seth’in tabloya, onu sanki kendisi yapmamış da, resim
kendiliğinden gelip oraya konuvermiş gibi baktığını his­
setti.
Fırçayı tutan eli yanma düştü. Dişlerinin arasındaki fır­
çayı alıp kenara koydu. Sonra, sanki farkında olmadan, sağ
kolunun kaslarını ovaladı, parmaklarım esnetti.
Genç kadın gitmeye yeltendi ama geç kalmıştı. Seth
döndü ve ona, ağır bir komadan yeni uyanmış bir insanın
bakışlarıyla bakn. Bitkin ve şaşkın görünüyordu. Son de­
rece kırılgan bir hali vardı.
Dru, ona görünm eden ortadan kaybolma fırsatını ka­
çırdığı için, akima ilk gelen şeyi yaptı. İçeri girip müziğin
sesini kıstı.
“Ö zür dilerim, kapıyı v urduğum u duym adın,” dedi.
Resme bakmadı. B unu yapmaktan korkar gibiydi. Seth’e
baktı. “Çalışırken seni rahatsız ettim .”
“Hayır.” Alnına düşm üş olan saçları kaldırdı. “Sanırım
bitti.”
Şu anda bütün kalbiyle bitm iş olması için dua ediyor­
du. Ç ünkü ona katacak bir şeyi kalmamıştı. Resim, niha­
yet içini boşaltmıştı. B unun için Tanrı’ya şükrediyordu.

226
Fırçalarım temizlemek içm masanın başına gsça. Ba?
nyjâ resmi işaret ederek, “Nasıl buldun?” diye sordu.
Bu, fırtınalı bir deniz resmiydi. Vahşi, adeta hayvani ve
capcanlı. Renkler koyu ve ürkütücüydü -maviler, yeşiller,
siyahlar, acımasız sarılar acı veren bereler gibi birbirine ka­
rışmıştı.
Dru, sanki rüzgarın çığlığım duyuyor, teknesini duvar
gibi yükselen dalgaların yutmasını engellemek için ümit­
sizce çırpınan adamın duyduğu dehşeti hissediyordu.
; Deniz köpürüyor, fırtınalı gökyüzünde şimşekler çakı­
yordu. \ağ m u r yüklü karanlık bulutların üstünde -hayal
gibi,, hortlak gibi- insan yüzleri görüyordu. Daha dikkatli
bakınca, denizin üstünde de insan yüzleri gördü.
M^anki aç gibiydiler.
Tekne ve adam, tek başlarına savaşıyorlardı.
^ v llzakta kara ve ışık görünüyordu. Orada, gökyüzünün
küçük bir parçası berrak ve masmaviydi
g llp en ç kadın, kendini toplamaya çalışarak, “Çok güç­
lü^ diyebildi. “Ama insana acı veriyor. Denizcinin yüzü
görünmediği için bu yüzde ümitsizlik mi, kararlılık mı,
korku m u heyecan mı olduğunu bilmiyorum. Yüzünü
göstermediğin için, resme bakanlar, ancak kendi canavar­
larıyla tek başlarına savaşırken hissettiklerini görebîliriec,"
“O n u n bu savaşı kazanıp kazanmayacağını merak etnşd*
yor m u s u n ? J ^
“Kazanacağım biliyorum, çünkü evine dönmek zorun­
da. O n u bekliyorlar.” Seth’e baktı. O hâlâ resimle ilgiliydi.
Ellerini ovuşturuyordu.
“İyi m isin?J*...
“Efendim ?” Ö nce D ru’ya, sonra ellerine bakn. “Evet,
evet. Ç ok uzun çalıştığımda bazen elime kramp giriyot”
“Bu resmi ne kadar zamanda yaptın?”
“Bilmiyorum. Bugün, günlerden ne?”
“O kadar uzun mu sürdü? O zaman sanırım eve gidip
biraz dinlenmek istersin.” Müzik tesisatının yanına bırak­
tığı, içinde çiçekler olan vazoyu aldı.” Bu akşam dükkânı
kapatmadan önce bunu hazırladım,” dedi. “Barış önerisi
olarak.”
Mavi porselen bir vazoda rengârenk çiçekler. “Teşek­
kürler. Çok güzel.”
“Son günleri buraya kapanıp aramızdaki anlaşmazlığı
düşünerek geçirmediğin için sevinmeli miyim, üzülmeli
miyim, bilmiyorum.”
Seth, çiçekleri kokladı. İçlerinden birinde hafif bir va­
nilya kokusu vardı. “Aramızda bir anlaşmazlık mı olmuş­
tu?”
“Anlaşamadığımız bir konu vardı. Ben yanılmıştım.
Oysa, sık sık yanılmam.”
“Öyle mi?”
“Çok nadir yanılırım,” diye açıkladı. “Yanıldığımı an­
layınca da çok şaşırırım. D urum u hemen kabullenip özür
dilerim ve her şeye o noktadan devam ederim.”
“Pekâlâ. Niçin bana anlaşmazlığın hangi noktasında ya­
nıldığım söylemiyorsun?”
“Aubrey ve senin hakkında yanılmışım. İki açıdan hata
yaptım. Hem ilişkinizin niteliği konusunda yanıldım hem
de senin özel işlerine burnum u sokarak yanlış bir şey yap­
tım.”
“Hımm. Demek iki kere yanılmış oldun, öyle mi?”
“Hayır. Aynı konuda iki ayrı hata yapmış oldum. Yani,
temelde bir kez yanıldım. Bunun için de özür dilerim.”
Seth çiçekleri masanın üstüne bıraktı. Sonra, kaslarını
yumuşatmak için omuzlarını oynattı. “Yanıldığını nereden
biliyorsun?”
Eh, Seth’in sıradan bir özürle yetinmeyeceği belliydi.
“Aubrey geçen gün dükkana uğradı ve her şeyi gayet açık
olarak anlattı. Sonra benim evde, birlikte şarap içip Çin
yemeği yedik.”
L “Şu işe bak! Ben de her şeyi açıkladım ama sen beni
‘^ fcv u p v ^
“Ben seni hiçbir zaman...”
^ “Kovmaktan beter ettin. Ama Aub açıklama yapınca,
her şey toz pembe görünüyor, öyle mi?”
t e ^ p z pem be mi?” Dru, omuz silkti. “Evet.”
^ ‘t<Dnun sözüne inandm ve Çin böreği yediniz, öyle
:î^ 2 p
“Evet, öyle.” Bunu düşünmek D ru’yu mudu ediyordu.
Aubrey’le birlikte geçirdiği akşam onu çok mudu etmişti.
“Beni yatağa atmaya çalışmadığına göre yalan söylemesi
için bir neden yoktu. Sana âşık olsaydı ya da seninle yat­
mak isterseydi benim yolumu açmaya çalışmazdı. Bütün
bunlar yanıldığımı gösteriyor ve özür diliyorum.”
«.•. Seth, kısa bir süre sonra, “Nedenini bilmiyorum ama,”
dedi, “Bu da beni sinirlendiriyor. Bir bira içmek isdyo-
rum. Sen de ister misin?”
“Bu özrüm ü kabul ettiğin anlamına mı geliyor?”
, _ Seth, mutfaktan, “Bu konuda düşünüyorum,” diye ses­
lendi. “Şu ‘yolunu açmak’ konusunu biraz daha açıklığa
kavuştur bakayım. Belki o zaman biraz daha sakinleşebi­
lirim.”
D ru, Seth’in mutfaktan getirip kendisine uzattığı hiıa -
Şişesini aldı. “Seni çok iyi tanımıyorum,” dedi.
“Şekerim, ben açık bir kitap gibiyim.
“Hayır, değilsin. Ben de değilim. Ama seni daha iyi ta_
nımak istiyorum.”
“Pizza yer misin?”
“Anlayamadım.”
“Pizza ısmarlasak nasıl olur, demek istedim. Açlıktan
ölüyorum. Aynı zamanda seninle birlikte olmak da istiyo­
rum. Aç mısın?”
“Şey, ben...”
“Güzel. Şu Allahın belası telefon nerede?” Masanın üs-
tündekileri sağa sola itti, raflardaki eşyaları karıştırdı. So­
nunda, telefonu, yatağın üstündeki yastığın altından çıkar­
dı. Birkaç tuşa bastıktan sonra, D ru ’ya, “Acil numaralar,”
dedi. “Önemli numaraları... Selam, ben Seth Q uinn. Evet,
iyiyim. Sen nasılsın? Elbette. Malzemesi bol, kocaman bir
pizza istiyorum.”
Dru, “Hayır,” deyince Seth kaşlarını çatarak genç kadı­
na baktı.
Telefondaki kişiye, “Bir dakika bekler misin?” dedi.
Sonra D ru’ya, “Hayır, ne?” diye sordu.
“Ben sadece peynirli yerim.”
“Sadece peynirli mi?” O na hayretle bakıyordu. “Başka
hiçbir malzeme istemez misin? Hasta mısın sen?”
Kız, “Sadece peynirli olsun,” diye tekrarladı. “Eğer sala­
ta istiyorsam salata, et istiyorsam et, pizza istiyorsam pizza
yerim.”
“Tanrım!” Seth nefesini dışarı üfleyip çenesini ovuş­
turdu. Dru, aynı hareketi Ethan’ın yaptığını görmüştü-
“Tamam, pizzanın yarısını tatsız tuzsuz sade yap, yarısı­
nı da bol malzemeyle donat. Evet, doğru anladın. Çiçekçi
dükkânının üstündeki daireme göndereceksin. Teşekkür­
ler.”

230
T elefonu kapatıp yatağın üstüne fırlattı. “U zun sürm ez.
D inle b e n im yıkanıp üstüm ü değişmem gerek.” Bir koli­
yi karıştırıp tem iz bir kot pantolon çıkardı. Duş alacağım.
Sen keyfine bak. H em en çıkarım.”
“D iğer resim lerinden bazılarına bakabilir miyim?”
“E lb e tte.” Elinde birasıyla küçük banyoya doğru gider­
ken, diğer elini salladı. “N e istersen yap.”
Böylece yine eski durum larına dönmüşlerdi. Seth ona,
“Keyfine bak,” dem işti. Bu arkadaşça bir sözdü. Tekrar,
baştan başlıyorlardı.
İnanılacak gibi değildi ama D ru da arkadaş olduklarını
hissediyordu. Arkadaş. Aralarında ne olmuş, olursa olsun,
arkadaştılar.
B una rağm en, ön tarafa bakan pencerelerin yanında
duran sehpanın üzerindeki resme bakmak için, Dm, ban­
yon u n kapısının kapanmasını ve su sesinin duyulmasını
bekledi.
B irden nefesi kesildi. Bu kendi tablosunu gören insan­
ların doğal tepkisi olmalıydı.
Kendisini başka birinin gözleriyle gören bir insanın
duyduğu hayranlık, şaşkınlık ve gördüğüne inanamama.
Kendisini böyle görmediğini fark etti. Böyle, hem ro­
mantik, hem huzurlu hem de çekici olarak görmüyordu.
Renkler o n u cüretkâr, ışık hülyalı, eteğinin sıynlıp tek ba­
cağının açılması çekici kılıyordu.
B ütün bunlar kadını, dinlenme anında bile güçlü yap­
mıştı.
Seth resm i bitirmişti. Bu kesindi. Çünkü kusursuz bir
güzelliği vardı.
B e n i n e k a d a r g ü z e l y a p m ış diye düşündü. Herkesin ar-
zulayacağı bir kadın ama her şeyden uzak -çünkü yalnız
olduğu, yalnız olmak istediği, çok belliydi.
Seth’e onu iyi tanımadığını söylemişti. Bunun ne ka­
dar doğru olduğunu her zamankinden daha iyi anlıyordu.
O n u kim gerçekten tanıyabilirdi ki? İçinde bu kadar çok
şey barındıran, bir resimde bu kadar güzel ve hülyalı şeyler
yaratırken, başka bir resminde böylesine tutkulu ve vahşi
bir tabloyu yansıtabilen bir insanı kim anlayabilirdi?
Ama. O nunla attığı her adımda, daha fazlasını öğren­
m ek istiyordu.
Deste halinde duran tuvallerin yanına gitti, yere otur­
du, birasım yanına koydu ve öğrenmeye başladı.
Kırmızı kiremitli damları, altın rengi binaları, kaldırım
taşlan döşenmiş, eğri büğrü sokaklarıyla, Floransa’dan gü­
neşle yıkanmış manzaralar. Renk ve hareketin patladığı bir
başka resim -D ru, Venedik’i tanımıştı. Ö bek öbek insan­
lar.
\em yeşil tarlaların arasında kıvrılarak ilerleyen boş bir
yol. Kara gözlerinden uyku akan, çıplak bir kadın resmi.
G ür saçlan başını özgürce çerçeveleyerek omuzlarına dö­
külüyor. Kadının arkasındaki pencereden bütün ihtişa­
mıyla Roma görünüyor.
Bir tarla dolusu, güneşte kavrulmakta olan ayçiçekleri-
sıcak neredeyse elle tutulacak gibiydi. Peşinde kırmızı bir
balonu sürükleyerek ayçiçeklerinin arasında koşan küçük
kızın yüzündeki gülüş ne kadar canlıydı.
G enç kadın, neşe ve aşkı, keder ve mizahı, tutku ve acı­
yı bir arada görüyordu.
Hayır, ben görmüyorum, o görüyor, diye düzeltti. Her
Şeyi gören uydu.
Seth içeri girdiğinde, D ru yerde oturuyordu. Kucağın-

232
_U . İMİ ___________________
da bir resim vardı. Yanında duran biraya dokunmamıştı.
Bira şişesini yerden aldı. “Bira yerine şarap ister misin?”
“Fark etmez.” Bütün dikkatini resme vermişti.
Bu, Seth’in, İtalya’da, yağmurlu bir günde, ezberden
yaptığı bir resimdi. Evini özlemişti ve tedirgindi.
Bu yüzden, küçüklüğünde sık sık keşfe çıktığı, sakız ve
meşe ağaçlarıyla dolu bataklığın resmini yapmıştı. Sazların
ve çimenlerin üstüne güneş doğmaktaydı.
Dru’ya, “Burası senin evinden pek uzak değil,” dedi.
“O yolu izlersen evine varırsın.” Resmi yaparken, kafasın­
da bu yolu izliyor olduğunu düşündü.
“O nu bana satar mısın?”
“Hep bu noktaya geliyorsun. Anlaşılan, resimlerimin
satışını üstlenecek birine ihtiyacım olmayacak.” Genç ka­
dının yanına çömeldi. “Niçin bunu istiyorsun?”
“Orada, o buğunun içinde yürümek istiyorum. Güneş
doğduğunda, onun suyun üstünde yükseldiğini görmek
istiyorum. O zaman...”
Sustu ve başını kaldırıp ona baktı.
Seth gömlek giymemişti. Göğsünde hâlâ su damlacık­
ları vardı. Kot pantolonunun belindeki düğmeyi ilikleme-
mişti.
D ru parmağını uzatıp oraya dokunduğunu, pantolonun
içine soktuğunu hayal etti.
Seth, “Evet, o zaman?” diye sordu.
Kızın bir şey düşünecek hali kalmamıştı. Her yanı sızlı­
yordu. Aklı başından gitmişti.
“Şey...” Tekrar bakmak için, resmi güçlükle yukan kal­
dırdı. “O zaman kendimi biraz yalnız hissederdim, sanı­
rım. Ama kederli bir yalnızlık olmazdı bu. Orası çok güzel
ve o yol, ancak istersen yalnız olduğunu anlatıyor.”

233
Seth eğilip resme daha yakından baktı. Dru, onun §H
denınden gelen sabun ve su kokusunu duyuyordu. Genç
kadının kasıklarındaki kaslar gevşerken, mide kasları sert­
leşti. “O nu nereye asacaksın?”
Eğer arzu ve şehvet buysa, Dru, şimdiye kadar hiç b ö y l e
bir şey hissetmemişti.
“Evdeki çalışma odama. Çalışmaktan yorulduğum za­
man ona bakıp, sakin bir yürüyüş yapabilirim.”
Seth'ten biraz uzaklaştı ve resmi tekrar yukarı kaldırdı.
“O nu satın alabilir miyim?”
“Olabilir.” İkisi birden doğruldular ve bedenleri bir­
birine değdi- Seth'in gözlerindeki pırıltıdan, Dru, onun
kendi bedeninin verdiği tepkiyi hissetmiş olduğunu anla­
dı. “Kendi resmini gördün mü?”
“Evet.” Böylece resme doğru yürüyerek ondan biraz
uzaklaşmak oianağmı buldu. “Çok güzel ölm uş*o^
“Ama onu satan almak istemiyorsun, öyle değil mi?”
“Bu bana göre bir şey değil. Bu tablonun ismi ne ola­
cak?”
“Uyuyan GüzeL” Sonra birden unuttuğu rüyasını ha­
tırladı ve “Kabak ekmeği topu,” diye mırıldandı.
“Anlayamadım.”
“Hiç. Sadece tuhaf bir şey hatırladım.” O sırada kapı
hızlı hızlı vuruldu. “Pizza.”
Masanın üstünde duran cüzdanını alıp kapıyı açtı. Hâlâ
belden yukansı çıplak ve yalınayaktı. “Selam Mike, ne ha­
ber?*
“İdare ediyoruz.”
Surat? sivilceler içindeki sıska genç pizza kutusunu
Seth’e uzattı. Sonra, bakışları içeri kaydı ve D ru’yü g®
dü. Genç kadın, delikanlının yüzünde beliren şaşkınlık ve

234
kıskançlığı hem en &rk etti. Dedikodu %&ş&ı kaynamaya
bulıyordu. Pizzacıda çalışan genç oğlanın gördüklerini
ballandıra ballandıra herkese anlatacağından emindi. Arak
y ab ad a adı Seth’le birlikte anılacaktı.
Çocuk, “Şey,” diye kekeledi. “Şey... büyükannem sana
kâğıt peçete ve b ir şeyler daha gönderdi.” Seth’in eline bir
de kâğıt to rb a tu tu ştu rd u .
“H arika. O n a teşekkürlerim i ilet. Parayı al, Mike. Üstü
kalsın,”
• “Tamam. Şey... Görüşürüz.”
Seth kapıyı kapattıktan sonra, “Mike sana vurgun gali-
b&?dedi.
İ®fBana kalırsa Mike, şu anda, Village Pizza’ya ulaşıp,
ressamla çiçekçi kadının ateşli bir biçimde sevişerek pizza
yemekte oldukları haberini kasabaya yaymak için zamanla
yarışıyor.”
gpjfUmanm haklı çıkar. Eğer, haberin birinci kısm ının
doğru çıkmasını istiyorsak Önce pizzayı yemeliyiz.” Ku­
tuyu yatağın üstüne koydu. “Tabak ister misin?”
Kızın kalbi hafifçe tekledi. “Evet, isterim.”
` “Bhna b a k Bira içm ek zorunda değilsin. Sana, bira ye­
rine, çok güzel b ir kadeh Chianti verebilirim.”
$y>?Bira da içebilirim .”
Seth, m utfağa giderken, “İçebilirsin,” diye tekrarladı.
“Ama şarabı tercih edersin. Vb şekerim, insanların senin
hakkında konuşm asından hoşlanmıyorsan, küçük b ir ka­
sabada yaşam am alısın.”
“İnsanların benim hakkımda konuşmalarına pek aldır­
m am .” B uradakilerin konuşmasına aldırmam, diye d ü ­
şündü. W ashington’da insanlar birbirleri hakkında o kadar
acımasızca dedikodu yaparlardı ki. “H enüz yapmadığım

235
b ir şeyi yaptığımı sö y lem eleri b e n i p e k fazla tedirgin et,
m e z ,”
S eth, elinde kâğıt tabaklarla geri d ö n d ü ğ ü n d e , *Pizza,
d a n jp a ^ sek sten m i b e h se d iy o rsu n ? ” diye sordu.
"Karar v e rm e d im .” Y erde d u ra n koliyi karıştırıp için-
den bir k o t g ö m le k çıkardı. " Ş u n u giy,"
" B a şü stü n e , h a n ım e fe n d i. Ü s tü n e atlam ayacağım a söz
v e rirs e m , yatağın ü z e rin d e o tu ra ra k pizza yem eyi becere­
b ilir m isin ? ”
D r u , y a ta ğ ın ü s tü n e oturdu v e Mike’ın büyükannesi­
nin k â ğ ıt to rb a n ın için e k o y m u ş olduğu plastik çatallardan
birini alarak, p izz ad a n b ir d ilim kopardı. Pizzayı kendi ta»
bağına k o y d u k ta n so n ra , S e th ’e ait olan kısımdan da bir
parça aldı.
" B ir s ü re d e n b e ri b u lu şm a la rım ız ı sürdürüyoruz sayı»
lir."
"Buluştuğumuz filan yok. Buna buluşma denmez. Bu
bir pizza,”
"D o ğ ru . H e r n e y se .” O tu r u p bacak bacak üstüne ata.
G ö m le ğ in in d ü ğ m e le rin i ilik lem em işti.
Dru, bunun a d a m m g ö m le k siz o lm a sın d a n daha k ö t ü
olduğunu hissetti.
“Bu ilişkide b ir u m u t ışığı o ld u ğ u n d a n e m in olm ak içm
gerekli olan temel s o ru la n so rm a d ık .”
“Neymiş o?”
“Hafta sonu tatilleri. D ağda m ı, d e n iz kıyısında mı?”
“Dağda. Nasıl olsa deniz kıyısmdayız.”
“Kabul edildi.” Pizzadan bir parça ısırd ı. “En se v d iğ i
gitarcı Eric C lapton mu, Chet Atkins mi?”
“C h e tk im ? ”
S eth resm en sarardı. “A man Tannm! ” Yüzünü buruş**1'

236
elini k a lb in in üstü n e koydu. Bunu geçelim. Bu acıya
<jayanamam. K lasikler arasında, en korkunç korku filmi
Sapık m ı Jaws mı?”
“İkisi d e değil. E xorcist. ’
“İyi. K ö tü lü k güçlerine karşı hayatını kime teslim eder­
din, S ü p e rm e n 'e m i. B a tm a n e mi?”
“V am pir avcısı B ufîy'ye.”
“Bu iş b itti.” Bira şişesini tepesine dikti “Süpermen.
Süperm en olması gerek.”
“H a h h a h hah! K ripton gezegenindeki kayalıkların to­
zundan ü fled in m i. Süpermen*in işi biter.” Yemekte ol­
duğu pizza d ilim ini bitirip bir dilim daha aldı. “Bufiy nm
giysileri ço k daha ilginç.”
^ .'S eth, tiksintiyle başını salladı. “Devam eddfan. Duş
m u, banyo küveti m i?”
“D u ru m a bağlı.”
“Hayır. Hayır. Hayır." Biraz daha pizza aldı. Duruma
bağlı filan yok. B irini seç.”
’ “B anyo küveti." Parmağına bulaşan salçayı yaladı. Sıcak
su ve köpüklerle dolu büyük bir küvet*
“'Bum tah m in ettiğim gibi. Kedi mi köpek mi?”
“Kedi.”
Seth pizzasını bitirdi. “Bu nc kadar yanlış.”
“Ben b ü tü n gün çalışıyorum. Kedi yalnız kalabilir ve
ayakkabılarımı kem irm ez.”
Seth, üzüntüyle başını salladı. “Bu aramızdaki berşeym
sonu olabilir. Bakalım bu ilişkiyi kurtarmak mümkün mü.
Çabuk cevap ver. patates kızartması mı. havyar mı?”
“Bu* gerçekten çok saçma. Elbette patates fazartmi&ö?11
“Doğru m u söylüyorsun?” Birden kalbinin derinlik--
t e n d e bir umut belirmiş gibi, kızın eline sstnhr srmstfe

il
tu ttu . ‘‘‘B u n u , b e n i k a n d ırm ak ve bana h e r istediğini ya®^
ra b iim e k için söylem iyorsun, değil rrû?”
“Y erine göre, havyar u y g u n d u r am a hayatın vazgeçil*
m e z b ir parçası değildir,’*
“la m a m , sana şü k ü rle r o lsu n .” K ızın eline gürültülü
b ir ö p ü c ü k k o n d u ru p pizza y em eye dev am etti. “Müzik
k o n u su n d a k i acıklı cahilliğin v e evcil hayvanlar konusun­
daki yanlış d e ğ erlen d irm elerin d ışın d a başarılıydın. Se­
n in le yatacağım .”
“N e diyeceğim i b ile m iy o ru m . O kadar duygulandım
ki. B ana şu resim d ek i k a dından bahset. Roma’da, pence­
re n in ö n ü n d e o tu ra n k ad ın d a n .”
“B ella’d a n m ı? B iraz daha şarap iste r m isin ? ” `
D ru kaşlarım havaya kaldırınca, S e th ’in kam kaynadı.
“K öşeye m i sıkıştın?”
“E vet. A m a, söylesene, biraz daha şarap,ister m isin?”
“Tam am . İste rim .”
Kalkıp şişeyi aldı ve D r u ’n u n k a d eh in i doldurup, tek­
ra r o tu rd u . “O n u n la y a n p yatm adığım ı m ı merak ediyor­
su n ?”
“Ç o k şa şırd ım İçim i o k u y o rsu n .” P izzasından bir parça
daha ısırdı. “B u n u n b en i ilgilen d iren b ir k o n u olmadığını
söyleyebilirsin.”
“Evet, bunu yapabilirim . Y a da sana y a la n söyleyebi­
l ir i m Bella tu rist rehberidir. Sokağa çık ağ ım d a, ara sıra
ona rastlıyordum. Tanıştık. O n d a n h o şlan d ım . Resm ini
yaptım ve onunla yattım. B irlikte o lm a k tan zevk d u y d u k
B undan daha derin ve karmaşık b ir şey olm adı. Bana mo­
dellik eden her kadınla yatmam. A t a ğ ım h e r kadının da
resm ini yapmam.”
“Merak etmiştim... bana yalan söyleyip söylemeyeceği'
ni anlam ak istem iştim . Karşımdaki insanın, daha karm aşık
olan gerçeği söylem ek yerine, uygun bir yalan söylemesini
beklem ek gibi b ir huyum var. Sen benim alışık olduğum
tarzda b ir adam değilsin."
“D rusilla...’’ C ep telefonu çalınca, bir küfür savurarak
sözünü yarıda bıraktı.
“Sen konuş. B en bunları kaldırırım.*
Seth, telefonla konuşurken, genç kadm yataktan kalktı,
pizza kutusuyla tabaklan topladı. “Evet? Yok. yok, iyiyim.
Resim yapıyordum . Bir şeyim yok. Anna. Yaptığım resmi
bitirdim . Ö lü m orucunda da değilim. Biraz önce Dru ile
birlikte pizza yedim . Evet, evet. Elbette. Yann mutlaka eve
geleceğim . B en de seni seviyorum."
i- D ru m utfaktan çıkarken, Seth telefonu kapattı.
&SŞnrn.”
“Evet, d uydum ." Kız telefonu alıp oracıktaki masama I
ü stü n e koydu. “Biliyor m usun, buzdolabında sadece b&3k \y
bir ay yetecek kadar alkolsüz içecek ve yediğimiz pizzadan
arta kalanlar var."
“Köfteli sandviç vardı ama yedim."
“O zam an?" G idip kapıyı kilitledi. Anahtarın kilitte
dönerken çıkardığı ses Dru*nun içine işlemiş olmahvdı.
Ama, b u bile ona engel olamayacaktı.
Seth’in yanına gitti.
“Son kez bir adamla yattığımda, kendimi çok alçalmış
hissetmiştim," dedi. “Yaklaşık iki yıl kadar önceydi. Cin­
selliği özlediğimi söyleyemem. Belki, başka birinin ben­
den alıp götürdüğü bir şeyi geri almak için seni kullanı­
yorum."
Seth hâlâ bağdaş kurmuş olarak y a ta ğ ın üstünde oturu-
yordu. D ru onun kucağına oturup bacaklarını beline doia
dı. “Sence bir sakıncası var mı?” diye sordu.
“B ir sakıncası o lduğunu söyleyemem.” Ellerini kızıj
s ırtın d a dolaştırdı. “Am a, bir de şu var. Beklediğinden fa2J
lasın ı alabilirsin.”
K ız, “B u rizikoyu d ü şü n m e d im değil,” diye mırıldandı
v e ağzını o n u n dudaklarına yaklaştırdı.
On İki

E İleri genç kadının teninde kayıyor, derinin altındaki


sinirler kıvılcım lar saçıyordu. D ru bunu istiyordu. Seth’i
istiyordu. O n u n yatağına girmeye kendisi karar vermişti.
Ama, kalbinin böyle çılgınca atm asının arzudan olduğu
kadar k o rk u d a n da kaynaklandığını biliyordu.
Bu nedenle, o güzel eller sırtını okşarken, bedenindeki
gerginliği, S eth’in de hissettiğini fark etti.
D udakları genç kadının yanağında dolaşırken, “Gevşe,”
diye fısıldadı. “Beyin ameliyatı olmuyorsun.”
“G evşem ek istediğim i sanm ıyorum .” Sinirlerinin böy-
lesine gergin olm ası da ayn bir zevk kaynağıydı. “Gevşe-
yem em , h e rh ald e.”
“Tamam.” Elleri ve dudaklarıyla onu okşamaya devam
ediyordu. “O zaman sadece bunu istediğinden em in ol.
Yeter.”
“Eminim. Eminim.” Geri çekildi. Erkeğin yüzünü
görmek istiyordu. “Emin olmadan hiçbir şey yapmam .”
Seth’in alnına düşen saçları okşadı. “Bir süredir... böyle bir
§ey yapmadım da...”
241
Bu alanda kendisine olan güvenini yitirdiğini ona nasıl
söyleyebilirdi? E ğer b u n u söyleyecek olsa, b u g ü n araların,
da geçecek olanların, Seth’in olduğu kadar o n u n da katkı,
sıyla gerçekleştiğinden asla em in olamayacaktı.
“O zam an ağırdan alırız.”
K endini topladı. H er zaman, cinsel ilişkinin, arzu ve
tu tk u kadar cesaret de gerektirdiğine inanmıştı. İlk adımı
kendisi atm ış, kapıyı kilitlemiş, onun yatağına gelmişti.
Şim di bir adım daha atacaktı.
“Belki evet.” B luzu n u n düğmelerini çözdü. Seth’in
bakışlarının aşağı kaydığını gördü. Pamuklu kumaşı ikiye
ayırıp om uzlanndan aşağı sıyırdığında, onun gözlerinin
m avisinin koyulaştığım fark etti. “Belki hayır.”
Seth p a rm a k la rın ın ucuyla süslü beyaz dantel sütyenin
ü stü n e taşan yuvarlak m em elerin yum uşak tenine dokun­
du.
P arm aklarını dantelin ve m em elerin dışarıda kalan kıs­
m ının ü stü n d e gezdirirken, sıradan bir sohbet sırasında
k o n u şu r gibi, “Biliyor m u su n ? ” dedi. “Kadınların meme­
lerinin olm ası o kadar büyütülecek b ir şey değil. Ama bu
m em eleri içinde sakladıkları güzel çamaşırlar insanın aklı­
nı başından alm aya yeter.”
Bu sözler kızı güld ü rd ü . Beri yandan, ürperm eye baş­
lamıştı.
“Kadın çam aşırları h oşuna gider m i?”
“Elbette.” S u ty e n in sağ taraftaki askısıyla b ir süre oy­
nadıktan sonra D r u ’n u n o m z u n d a n aşağı kaydırdı. “Yani,
kadm çamaşırlarını kadınların ü s tü n d e görm eyi severim.
Eskiden Anna’nın V ictoria’s S e c ret k a ta lo g la rın ı yürütür­
düm . İlk gençliğimde...” Sol taraftaki askıyı d a indirdi.
-Belki böyle bir anda bunlardan bahsetmemelim. K ulom n
da bu sutyenle aynı mı?”
Dru’nun kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı. “Bunu
kendin araştırmalısın.”
“Bahse girerim ki külot da sutyenle aynıdır. Takım.”
Eğilip genç kadının om zunu öptü. “Sen düzenli bir ka­
dınsın. B edeninin başka hangi bölgesini çok begendipiwja
öğrenmek ister m isin?”
Şimdi eğilmiş boynunu öpüyordu. Bu, tahrik edici ol­
duğu kadar sakinleştiriciydi de.
n ^ Ş o rm a y a korkuyorum .”
. Ensesini okşadı. “Burayı. Beni delirtiyor. Seni uyarıyo­
rum , biraz sonra orayı ısıracağım. Korkma.”
$ â ^ e n i takdir ediyorum. Mmmm....” Dişleriyle kızın çe­
nesine dokunmuştu. Çenesinin u cunu hafifçe ısırdıktan
sonra dudaklarından öpmeye başladı. Dişlerini yavaşça alt
4udağına sürttü,
Dru, nefesini tutunca. “Gevşemeye başlannşnn,” d e d i
‘Sfiıfe gerginleşme.”; ■;
. Birden o n u tutkuyla öpm eye başladı. Sanki ona her şe­
yiyle sahip olm ak ister gibi buyurgandı. Bu beklenmedik
değişiklik, aşk oyunlarından karanlık cinselliğe geçiş o ka­
dar ani olm uştu ki, genç kadın ona teslim olmaktan başka
çare bulam adı. Kendini onu n boyunduruğuna terkem .
Bu kez Seth’in öpüşleri yakıcı ve sertti. Drusilla bilinçli
ve kararlı bir biçim de sevişmek istemişti. Ama bu başıboş,
dört nala koşan cinsellik çok daha iyiydi.
Bacaklarım erkeğin beline sımsıkı dolamıştı. Titreyerek
onun öpüşlerine karşılık veriyordu.
Hayır bu sadece arzu değildi. Bu açlıktı.
Seth’in gömleğine saldırıp onu omuzlarından aşağı

243
çekti. Onun tenine dokunmak, parmaklarıyla kaslarım
sıkmak istiyordu.
Kızın parfıimünün kokusu her yere yayılmıştı. Sanki
vahşi çiçek kokularıyla yıkanmış gibiydi. Kokunun güzel­
liğ i, kızın ipeksi teni Seth’in zihnini bulandırıyor, ona do­
kunduğunda kadının ağzından dökülen inlemeler kanım
kaynatıyordu.
Işık değişiyor, gölgeler yumuşuyor, akşam oluyordu.
Akşam güneşinin onun yeşil ve altın renklerinin birbirine
karıştığı gözlerinde oynaştığını görmek istiyordu.
Genç kadın kesik kesik nefes alıyordu. Seth boynunu
öperken başını geriye attı ve erkeğin dili memelerine doğ­
ru kayınca kendini kaybetti.
Seth acele etmemek için kendi kendisiyle mücadele
ediyordu. Başım kaldırıp kıza baktı ve “Ne kadar esnek­
sin,” dedi.
Dru, ürpererek, “Haftada iki gün... yogaya gidiyorum,”
diyebildi.
Kızın bacakları hâlâ erkeğin belinde kenetliydi. Seth,
“Tannm!” diye söylendi.
Şimdi elleri, sanki saygıyla kızın bedeninde, omuzla­
rında, memelerinde, sırtında dolaşıyordu. Onun belindeki
düğmeyi çözüp yavaşça fermuarını açtı.
Elini beyaz dantel külotun içine soktu. “Haklıymışım,”
diye mırıldandı. “Birçok bakımdan uyumlu.”
Ellerini kalçalarının altına uzatıp hafifçe yukarı kaldır­
dı. Eğilip göbeğini öptü. Dudaklarının altında, kasların
titrediğini hissetti. Sonra başını iyice eğip, dudaklarını,
beyaz dantelin üstünden, kızın bacaklarının birleştiği nok­
taya değdirdiğinde Dru sanki şimşek çıkmış gibi havaya
sıçradı.

244
Birden içine bir zevk yumruğu çarpmış, sonra bu yum­
uğun parmakları tek tek açılarak bütün bedenine yayıl-
!fiiştı, her yanı sızlamaya başlamıştı. Bacakları titremeye
bayınca, Seth onları belinden çözüp kızın iyi bir terzi
elinden çıkmış olan şık pantolonunu çıkardı.

Bacaklarını okşarken, “Ensene kadar çıkmam gerek,”


dedi. “Biraz uzun sürebilir.”
“Olsun.” Nefesini tuttu, sonra kendini bıraktı. İçini çe­
k e r e k , “Keyfine bak,” dedi.
Seth acele etmiyordu. Dru erkeği gittikçe daha fazla ar­
zuluyor, ona yalvarmamak için, iki eliyle sımsıkı kavradığı
çarşafları çekiştiriyordu. Ellerini erkeğin saçlanmn arasına
daldırmak, onun bedenini okşamak istiyordu ama bir an
için bile olsa, ipin ucunu bırakırsa, bu zevk havuzundan
uçup gideceğinden korkuyordu.
Orada boğulmak istiyordu.
Seth kızın bacağının üst kısmına diliyle hafifçe doku­
nunca o, yüzükoyun dönüp, inlemesi duyulmasın diye
ağzını yatağa bastırdı. Ama, genç adamın dili, beyaz dante­
lin kenarlarında dolaşmaya başlayınca, Dru’nun ağzından
inleme yerine bir hıçkırık yükseldi.
Seth’in duyduğu arzu da Dru’nunki kadar güçlüydü.
Buna rağmen beyaz dantel külotu aşağı doğru sıyırırken
ağırdan aldı. U cunu yavaşça kızın kasıklarının arasına koy­
du. Onun hafifçe doğrulduğunu, gözlerinde beliren çıl­
gınca ifadeyi, sonra körleştiğini, gözlerinin beyazlannm
büyüdüğünü görmek büyük bir zevk veriyordu.
Genç kadının bedeni şimdi yumuşacıktı. İyice gevşe­
mişti. Seth onu, ağır ağır öpücüklere boğuyordu. Titre­
mesini, adını sayıklamasını, kendisine bir can simidi gibi
sarılmasını istiyordu.
Dantelin üstünden memesini emerken kendi kendisine
söz verdi. Onu bu duruma getirecekti. Son an gelmeden
kız ona yalvaracaktı.
Dru’nun kalbi, Seth’in dudaklarının altında, dört nala
koşuyordu. Genç adam sutyeni çekip çıkardı ve ağzı kızın
etine değdi. Kalp atışları iyice hızlanmıştı.
Kız elini onun saçlarının arasına soktu ve genç adamı
iyice kendine çekti. Sonra parmakları Seth’in sırtına uzan­
dı.
“Haydi.” Erkeğin kot pantolonunu çekiştirirken, sesi
boğuk çıkıyordu. “Haydi.”
Sanki kalbi müziğe tempo tutar gibiydi. Erkeğin pan­
tolonunu çekip çıkarırken döndü ve Seth’in bedenine ke­
netlendi. Onu dudaklarından hırsla öpmeye başladı.
Onunla birleşmek onu içine almak istiyordu. Buna ih­
tiyacı vardı. Erkeğin dudaklarını, yüzünü, göğsünü rastge-
le öpüyordu.
Tanrım, ne kadar sert, ne kadar kaslı ve erkeksi bir be­
deni vardı.
Onun kendisine sahip olmasını, bedeninin tümüyle
onun malı olmasını, onunla tek bir beden haline gelmeyi
özlüyordu. Ama tam onu içine alacakken, Seth doğruldu.
“Daha değil,” dedi ve kızı yüzükoyun çevirdi.
“Ben istiyorum.,*”
“Ben de. Tanrım, ben de istiyorum.”
Dişleriyle kızın ensesini kavrayınca Dru duyduğu zevk­
ten kaynaklanan bir çığlık kopardı. Elleriyle karyolanın baş
kısmındaki demirlere tutundu. Ama bu da işe yaramaya­
caktı.
Kendini kaybetti.
Seth’in altında kıvranıyor, bir an önce zevkin doruğuna

246
r^mek için çırpmıyordu. Çıldırmış gibiydi. “Tanrım Ah
farırım. Haydi.”
Seth elini onun altına uzattı ve parmaklarım o nemli
sıcaklığın içine soktu. Dru, o anda vahşi bir saldınya uğra­
mış gibi doyuma ulaştı. Tir tir titriyordu.
Karyolanın başucundaki demirleri tutan elleri gevşe­
yip yatağın üstüne düştü. Seth onu çevirdi. “Şimdi,” dedi
ve ağzıyk dudaklarını kavradı. Onun içine dalarken kızın
kopardığı çığlık Seth’in ağzının içinde kayboldu. Hareket­
lendiler.
Günün son ışıkları genç kadının yüzünü aydınlatıp,
altım rengi hareleri olan yeşil gözlerinde oynaşırken, Seth
Dru’yu seyrediyordu. Bu gözlerde yaşlar vardı.
Elini kaldırıp erkeğin yanağına dokundu. “Seth.” Sesin­
de garip hir çapkınlık vardı.
Seth bu sesin güzelliğinde kayboldu.
I g t t ş i birlikte doyuma ulaşırken, genç adam hâla onu
seyrediyordu.

Seth’e göre, sevişmekten sonra, yapılacak en güzel şey,


birlikte doyuma ulaştıktan sonraki gevşemenin ılık sula­
rında yüzmekti. O anlarda, kadın bedeni inanılmaz ölçüde
yumuşak ve tatlı olur, hiçbir şey inşam bundan iyi dinlen-
diremezdi.

Güneş batmış, hava kararmaktaydı. Seth son CD’nin de


bittiğini, müziğin sustuğunu fark etti. Şimdi sadece dışa­
rıdan gelen rüzgârın sesi ve Drusilla’nm nefes alışı duyu­
luyordu.
Yağmur geliyordu. Seth, yağmurun kokusunu alıyor,
Artmanın havada dans ettiğini hissediyordu.
Pencereleri kapaması gerekiyordu. Kısa bir süre içinde
Elini kaldırıp kızın m em esin i okşadı. “H erhalde artık
sakinleşmişsindir,” dedi. “İstesen de istem esen de.”
“Sanırım evet.”
Seth’in sakinleştiği açıkça belliydi. B u iyiye işaretti, öyle
değil mi? Aptallığı y ü z ü n d e n k en d i k e n d isin d e n nefret
ediyordu. Aklı başına geldikçe, k u şk u la rın y e n id e n yavaş
yavaş bilincine sokulm aya başladığını h isse d iy o r ve bun­
dan da nefret ediyordu.
O n a kendisiyle sevişm ekten m e m n u n kalıp kalmadığı­
nı so rm an ın çok sıradan ve şaşm a bir davranış olacağını
bildiği halde b u n u m era k e tm e k te n kendini alamıyordu.
Seth, ona, “S usadın m ı? ” diye so rd u .
“Biraz.”
“H m m . 'Y erim den kıp ırd ay ab ild iğ im zam an ikimize de
içecek b ir şeyler g e tiririm .”
G e n ç kadın o n u n saçlarını okşadı. Yumuşacık, dümdüz
ve ışıklarla d o lu saçları vardı. “İyi m is in ? ”
“Evet. Y ağm ur geliyor.”
D ru onu yanlış anlam ıştı. Y ağ m u r içeri giriyor, demek
istediğini sandı. P encereye d o ğ ru baktı. “H ayır, içeri gel­
m iyor,” dedi.
“Yağmur yağm aya başlayacak, d e m e k iste d im .” Dönüp
gökyüzüne baktı. “F ırtın a çıkıyor. A ra b a n ın pencereleri
kapalı m ı?” D ru daha biraz ö n c e h a y atın ı değiştirecek bir
deneyim yaşamışken, bu ad am n e diye a rab a sın ın pence­
relerinden söz ediyordu? “E v et.”

Yine tavana baktı. ‘Y a ğ m u r b aşlam ad a n gitm eliy im .”


“Şu söylediğine bak!” O n a sarıldı ve o n u n la birlikte yan

248
döndü. B u ra d a kal. B u k ez sevişirken rü zg ârın sesini d in ­
leriz.”
“T e k ra r m ı se v işeceğ iz?”
“M m m . K u y ru k s o k u m u n d a k ü ç ü k b ir gam zen o ld u ­
ğ u n u b iliy o r m u y d u n ? ” P arm ağıyla o gam zeye d o k u n d u
ve o a n d a g ö z le rin i açıp k ız ın y ü z ü n d e k i ifadeyi g ö rd ü .
“B ir şey m i o ld u ? ”
“B ilm e m . S a n a ö y le m i g e ld i? ”
S e th o n u n b a şım a v u ç la rın ın arasına aldı. “B u yü z ifâ­
de sin i b iliy o ru m . H a fifç e te d irg in o ld u n ve öfkelenm eye
b a şlıy o rsu n . N e o ld u ? S ana ç o k se rt m i d av ran d ım ?”
;, “H a y ır.” ..
^ “Y e terin ce s e r t d a v ra n m a d ım m ı yoksa? S öylesene.” Kı­
z ın b a şım h a fifç e sarstı. “S öylesene n e o ld u , D ru ? ”
“H iç b ir şey, h iç b ir şey. H a rik a sevişiyorsun. S e n in k adar
g üzel se v işe n v e b e n i se n in k adar hey ecan lan d ıran biriyle
h iç b irlik te o lm a d ım .”
-?&Seth d o ğ ru lu p o tu rd u . “Peki o zam an n e o ld u ? ”
f â ^ H i ç b i r şe y o lm a d ı d e d im sana.” S esinin titre d iğ in i
k endisi d e fa rk e d iy o rd u . N e re d e y se ağlam aya başlayacak­
tı: G ö k g ü rü ltü le ri başlam ıştı. B u sesler D r u 'n u n r u h h ali­
n e ç o k u y u y o rd u .
“S e n d e b a n a b ir şeyler söyleyebilirdin. H iç değilse,
*H a rik a y d ın , bebeğini,’ gibi alışılm ış, sıradan b ir şey.”
“H arik ay d ın , b e b eğ im .” G ü le ce k ti am a kızın g ö z le ­
rinde ö fk e d e n başka şeyler g ö rd ü . “D u r bakayım .” O n ®
yataktan k alkm adan yakalam ak için hızla h a rek e t e d e re k
kucakladı ve altına aldı. “N işa n lı o ld u ğ u n o h e rifle a ra n d a
neler geçti?*’
` “O n u n b izim le ilgisi y ok.”
“O da bizim le birlikte yatağa girince, o h e rifin d e b i ­
zim le ilgisi o ld u ğ u ortaya çıkıyor.”
249
Ona ters bir cevap vermek için ağzım açtı ama içinj
Çekmekle yetindi. “Haklısın. Çok haklısın. Ben çok aptal
biriyim. Kesinlikle. Birak kalkayım. Bu durumda konuşa­
mam.”
Kızın kımıldayabilmesi için biraz çekildi. Dru, yatak
örtüsünü göğüslerinin üstüne kadar çekince, bunun bir
savunma içgüdüsünden kaynaklandığını anlamasına rağ­
men sesini çıkartmadı. Tekrar gök gürledi ve çakan şim­
şeklerin ışığı karanlığın içinde ışıldadı. D ru düşüncelerini
toparlamaya çalıştı. “Beni aldattı. Beni sevdiğini iddia edi­
yor ve yaptığı işe neden olarak yatakta yaratıcı olmayışımı
gösteriyordu.”
“O zaman da yoga yapıyor muydun?” D ru hiçbir şey
anlamamış, ona bakıyordu. Seth, “Şekerim, eğer bunu
yuttuysan gerçekten aptalsın,” dedi.
“Onunla evlenecektim. Düğün davetiyelerimizi ısmar-
lamıştık. Gelinliğimin ilk provası yapılmıştı. Ve onun -be­
nim satın aldığım çarşafların üstünde- bir avukatla oynaş­
tığım keşfettim.”
Pencerelerden içeri rüzgâr esiyor, arkasında, bir yer­
lerde şimşekler çakıyordu. Ama Seth sadece ona bakıyor,
başını bile çevirmiyor, yağmur başlamadan pencereleri ka­
patmaya koşmuyordu.
Genç kadın, “O nun gösterdiği sebepleri ve yürüttüğü
mantığı anlamamı bekliyordu,” diye devam etti. “Onun
yaptığı sadece cinsellikle ilgili bir şey olduğundan ve ben
bu konuda yetersiz olduğum için, planlarımızda bir deği­
şiklik olmayacağını, düğünün kararlaştırılan zamanda ya­
pılacağını umuyordu.”
Seth, gtcık herif diye düşündü. O n u n gibi gıcık herif­
ler, normal erkeklerin de adını kirletiyordu. “Sence, bir

250
l#dmla birlikte düğün davetiyeleri ısmarlarken, bir başka^
#yla yatağa giren bir herif hakkında on dakika düşünmeye
değer rai?”
"Değmez. Yoksa, kendimi ve ailemi güç duruma düşür­
mek pahasına onu terk etmezdim. O nu düşünmüyorum,
kendimi düşünüyorum,”
Yanılıyordu ama Seth, bunun üstünde durmadı. ^Se­
ninle sevişmenin nasıl bir şey olduğunu benden duymak
ister misin? Gizemli bir şeydi.” Eğilip dudaklarını genç ka­
dının dudaklarına değdirdi. “Gizemli.”
>&iSonra kızın elini tuttu. Dru eğilip birleşen ellerine bak­
tı, sSonra içini çekerek pencerelere döndü. Yumuşak bir
^|[< S e^ğm ur yağıyor,” dedi.
- - Seth onun elini dudaklarına götürdü. “Biraz yanımda
kal,” dedi.“ Yağmurun sesini birlikte dinleyelim.”

-v Dru yerinden kalktığında hâlâ yağmur yağıyordu. Fır­


tınadan sonra yavaş yavaş yağmakta olan yağmur, odayı sı­
cak bir-yuvaya dönüştürmüştü, D ru bu sıcak yuvadan hiç
çıkmamak istiyordu.
g$e.^Bu gece burada kal. Sabah erkenden dışarı çıkıp kah­
valtı için bir şeyler alırım.”
“Kalamam.” Genç adamla karanlıkta konuşmak o ka­
dar romantikti ki, Seth kalkıp ışığı açınca genç kız hayal
kırıklığına uğradı. Hemen arkasından pencerelerde perde
olmadığını hatırlayıp içerinin olduğu gibi göründüğünü
fark etti ve ne yapacağını şaşırdı. “Tanrı aşkına!” Elinde iç
Çamaşırlarıyla banyoya koştu.
“Haklısın. Gecenin bu saatinde, bu yağmurda dışarıda
birileri olması çok doğal.” Yataktan kalktı ve çıplaklığından
biç utanmadan onun peşinden banyoya gitti. Kapının yü­

2Sl
z ü n e çarpılm asını engellem eyi başardı. “O la y a şu açıdan
bak. Yarın sabah işe g itm e n için sadece alt kata in m e n ge„
rekecek.”
D ru , “Ü stü m e giyecek b ir şeyim y o k ,” dedi. “Yani te­
yatak odasında
m iz b ir şeyim yok, d e m e k istiy o ru m .” S e th ,
yerde duran b lu z u n u gösterdi. “A n cak b ir erkek, bir gün
önce giydiğim bir şeyle ertesi g ü n işe g itm e m i önerebilir,”
diye ekledi. “L ütfen o b u lu z u bana g e tirir m is in ? ”
G enç adam , k ad ın ın d e d iğ in i yaptı. “Yarın gelirken bir­
kaç parça giysi getir,” dedi. “B e n d e alışveriş yaparım. Bir­
likte yem ek yeriz. Y em ek p işire b ilirim .” Dru kaşını kaldır­
dı. “Yani idare ed eb ilirm , d e m e k istiy o ru m . İstersen senin
evinde b uluşalım . O z am an y e m e ğ i sen pişirirsin.”
“B en idare edecek k adar bile y e m e k pişirmeyi bilmiyo­
ru m .”
“D ışarda y em ek yiyip so n ra b u ra y a gelebiliriz. Ya da se­
n in evine gidebiliriz.” Kızı saran k o lla rın ı gevşetti. “Nere­
de olduğu u m u ru m d a değil. B u p lan lı bir buluşma olmalı
Şim diye kadar o ld u ğ u gibi rastlan tısal değil.”
“B u b ir b u lu şm a değ ild i.” Bluzunun düğmelerini ilik­
lem ek için biraz geri çekildi. “B u cinsellikti.”
“A nlam adım . İçki içtik, y e m e k y e d ik konuştuk ve seviş­
tik. B ebeğim , b u n a b u lu şm a d e n ir.”
D ru , d u daklarının titre d iğ in i, g ü lü m s e m e k ü z e re oldu­
ğ u n u hissediyordu. “L an et olsun! K a z a n d ın .”
“Kesinlikle.” Y eniden genç k a d ın ın b e lin e sa rıld ı ve onu
kendine çekti. “B enim le y e m e k ye, b e n im le seviş ve be­
nim le uyan.”
“Peki ama sekizden sonra y e m e k y e m e k zorundayız-
Yarın yogaya gideceğim.”
“B unu bana işkence etm ek için söylüyorsun. A m a konu

252
açılnwşken sormak istiyorum, topuğunu başının arkasına
değdirebiliyor musun?”
Dru gülerek geri çekildi. “Gitmeliyim. Saat gece yarı-
sum geç1*- Sekiz dolaylarında gelirim. Senin pişirdiğin ye~
rncği yemeyi göze alacağım.”
“Harika. Suluboya resmi nasıl çerçevelememi ister­
sin?”
Birden kızın gözleri parladı, “O nu bana mı vereeek-
’sitf?”
. ; “Bu bazı şeylere bağlı. O nun yerine başka bir resim ko­
yabilirsem vereceğim.”
§»i^Resmimi daha yeni yaptın.”
. “Bir tane daha yapmak istiyorum.”
^BKi^akkabılarmı giydi. “İki resmimi yaptın.”
$^*Ateş pahasına satılan resimleri üzerinde incelemeler
yapılan ünlü bir ressam olarak öldüğüm zaman buna 'D ru-
silla dönemi’ adını verecekler.”
^ “İlginç. Ö dem e olarak istediğin buysa, tekrar modellik
yaparım.”
ŞŞNPa'zar günü.”
“Evet, olur. Bu resimde ne aradığını biliyor musun? N e
giymemi istiyorsun?”
“N e aradığımı çok iyi biliyorum .” Kıza yaklaşıp elleri­
ni omuzlarına koydu ve onu öptü. “G iysin gül yapraklan
olacak.”
- ^^Anlayamadım.”
“Kırmızı gül yaprakları. Çiçekçi olduğuna göre, bana
istediğim kadar kırmızı gül bulabilirsin.”
“Eğer gül yapraklarının altında çıplak olacağımı sanı­
yorsan... H ayır.”
“S uluboya tabloyu istiyor m u su n ? ”

253
“Şantaja boyun eğecek kadar değil.”
G enç kadın arkasını döndü. Ama Seth onun elini w
kalayarak kızı kendine doğru çevirdi. “Resimlerimi çQ^
beğendiğin için onlara sahip olmak istiyorsun, öyle değil
m i”
“Resimlerini gerçekten çok beğeniyorum ama çıplak
resm im i yapmayacaksın.”
Seth gülmeye başladı. “Tamam. Ben giyimli olurum
sen de gül yapraklarıyla örtünürsün. Sus biraz.” Konuş­
masına engel olm ak ister gibi, işaretparmağıyla genç kadı­
nın dudaklarına dokundu. “Seninle yatabilmek için çıplak
resm ini yapmak istemediğim ortada. Ç ünkü bunu zaten
yaptık. Sırası gelmişken söyleyeyim, bu gibi şeyler için sa­
natı kullanmam . Seni ilk gördüğüm andan beri bu resim
aklımda. O n u m utlaka yapmalıyım.”
Kızın ellerine sarıldı. “O n u mutlaka yapmalıyım ama
sana b ir söz vereceğim.”
“N e sözüym üş bu?”
“O n u kimseye göstermeyeceğim. Tablo tamamlandı­
ğında ne yapacağımıza sen karar vereceksin.”
Seth, kızın yüzünde beliren düşünceli ifadeyi daha önce
de görm üştü. D üşünüyor, karar vermeye çalışıyordu.
O n u ikna etmeyi başardığını anladı.
“Ben karar vereceğim, öyle mi?”
“Bu konuda dü rü st davranacağına inanıyorum. Sen de
benim gördüklerim i ve hissettiklerimi tuvale yansıtacağı­
m a dair bana güvenmelisin. Anlaştık mı?”
“K ırm ızı gül yaprakları.” B oynunu büktü. “Çok fezh
ısm arlam am gerek.”

Ertesi sabah, Seth ıslık çalarak tersaneye girdi- Eliû^’


biraz önce pasta fırından aldığı bir kutu kremalı ve çikola­
talı kurabiye vardı.
Cam çalı§maya ba§lamı§tı bile. Bir teknenin gövdesine
matkapla delik açmakla meşguldü.
Seth, onun üzerinde çalışmakta olduğu zarif tekneye
doğru yürürken “N e kadar güzel olmuş,” dedi. “O n u bu
kadar çabuk bitirebilmek için geceyi gündüze katıp çalış­
mış olmalısınız,”
“Cila ve kabindeki bazı ince ayrıntıların dışında bitmiş
sayılır. M üşteri onu pazar günü almak istiyor.”
ğ^*Ö2ür dilerim. Son iki gündür size hiç yardım edeme-

^ “Şiz hallettik.”
Sesinde bir ima yoktu ama hafif bir iğneleme seziliyor­
du.,
- ^ “Herkesnerede?”
4 ^ > h iİ yukarıda. Aubrey ile Ethan yengeç sepetlerine
bakmaya gittiler. Kevin okuldan sonra buraya, bana yardı­
ma gelecek Bir hafta sonra tatil başlıyor. O zaman burada
çahşmaya daha fazla vakit ayıracak”
:*'Tatil mi? Bu kadar erken mi? Bugün ayın kaçı?”
' v*Arada bir eve. uğrasan ayın kaçı olduğu konusunda bir
fikrin olurdu?” ^
“İşim vardı, Cam .”
“Bundan bana ne?” Cam matkabı kenara bıraktı. Yere
çöktü. Öfkeli bir erkek resmi gibiydi. “Bundan bana ne
olduğunu öğrenmek ister misin, domuz herif? Birdenbire
ortadan kaybolduğunda bomba benim başımda padıyor.
Sen, denizde gemilerin batmış gibi suratını asıp çekip gi­
diyor, atölyene kapanıyorsun. Canım sıkan şeyi bize anlat­
mak zahmetine katlanmadığın için, Anna’nın endişeli ha-

255
ü n e taham m ül etmek de bana düşüyor. Sonunda Dru’yy
yatağa atmayı başardın diye neşe içinde buraya d ö n eb il
ceğini m i sanıyorsun?”
B irden suçluluk duygusu öfkeye dönüştü. Seth düşün,
meçten ileri atılıp C am ’i itti. “O ndan böyle bahsetme. 0
can sıkıntım ı geçirmek için kullandığım kolay bir kadın
değil. B ir daha sakın ondan böyle bahsedeyim deme.”
C am onu geri itti. Şimdi b u ru n burunaydılar. Raun-
d u n bittiğini haber veren zil sesine aldırmayan boksörler

Igibiydiler. “Aileme karşı böyle davranamazsın. Onları işine


geldiği gibi kullanamazsın.”
O fke baldan tatlıdır. Şu anda ikisi de b u n u yaşıyordu.

I “B enim le dövüşm eye hazır m ısın?” C a m yumruğunu


havaya kaldırmıştı.

“D u ru n , du ru n . Tanrı aşkına d u ru n .” Phillip koşarak


yanlarına geldi ve ikisinin arasına girdi. “N eler oluyor bu­

1
rada? Sesiniz y u k an kadar geliyordu.”

C am , öfkeyle, “B u velet beni dövebileceğim sanıyor,"


dedi. “O n a b u fırsatı v erm ek istedim .”
“Allah cezanızı versin. E ğer dövüşm ek istiyorsanız bunu
dışarıda yapın. Z aten, sen git, Seth. Biraz sakinleş.” Phil,
eliyle, iskeleye açılan kapıyı gösteriyordu. “Son zamanlar­
da hiç görünm edin. Birkaç dakika geç işe başlaman bize
b ir şey kaybettirm ez.”
“B u benim le C am arasında.”
Phillip, “Burası bir iş yeri,” diye düzeltti. “H epim izin
iş yeri. Bu duru m d a ister istem ez ben de işin içine girrnı§
olu y o ru m . Dikkatli ol, ilk y u m ru ğ u benden yiyebilirsin.
B eni tahrik etm ek için yeterince çaba gösterdin.”
256“Sen neden bahsediyorsun?^
“Verilen sözleri tutm aktan, sorum lulukları unutma
inaktan söz ediyorum. Senin yapmayı kabul ettiğin b ir
çizimi bekleyen bir m üşteriden söz ediyorum. O çizim
hangi cehennem in dibinde, Seth?”
Seth cevap verm ek için ağzım açtı ve hem en kapattı.
Phillip Drusilla’nin istediği tekne çizim inden söz ediyor­
du. O nu unutm uştu. O anda, A nna’ya çiçekleri için alm a­
y ı vaat ettiği gübreyi de unuttuğunu hatırladı. Bram ’e de,
onu yeni arabasıyla gezdireceği konusunda söz verm iş, bu
da aklından çıkmıştı.
: Öfkesi içe dönerken tersanenin iskeleye açılan kapısın­
dan çıkıp gitti.
Cam, “Pis heri£” diye kükredi. “Kıçına tekm e yem eden
yola gelmiyor!”
*’ “N e diye onu tahrik ediyorsun?”
C am ’in öfkesi burnundaydı. H ırsla Phillip’e döndü.
“Allah belanı versin. Benden sonra sen de o n u bir güzel
haşlamadın m ı?”
Kardeşi, “O n u ben de senin kadar m erak ettim ,” dedi.
“Ama fazla üstüne gitm ek doğru değil. Evine istediği za­
man girip çıkabilecek yaşta, yetişkin bir insan. Sen o n u n
yaşındayken, Avrupa’ yı karış karış dolaşıp, ö nü n e gelen
dişiyle yatıyordun.”
“Ben hiçbir zaman verdiğim sözden d önm edim .”
“Bu doğru.” Phillip biraz sakinleşmişti. İskelenin ucun­
da duran Seth’e baktı. “Ama bana kalırsa o n u n da verdi­
ği sözlerden dönm ek gibi bir niyeti yoktu. Onun orada,
utanç içinde daha ne kadar durm asına izin vereceksin?”
“Bir iki hafta yeterli olur sanırım .”
Phillip ona dikkatle bakınca C am tıslayarak nefesini d ı­
şarı üfledi. Sanki öfkesi de bu nefesle birlikte içinden çıkıp
gitm işti. “Allah kahretsin. Yaşlanıyorum herhalde. Bu hiç
ho şu m a gitmiyor. G idip bakayım.”
Seth, iskelenin üstündeki ayak seslerini duydu. Döndü.
K endini savunmaya hazırlıklıydı. “N e duruyorsun, indir
yum ruğu. İlk sırayı sana veriyorum .”
“B una gerek yok, evlat.”
Seth, “Tanrım , özür dilerim ,” diyebildi. “Sana verdiğim
sözü tutm adığım için ö zür dilerim . İstediğin en ağır işle­
ri yapacağım. Ç izim i bug ü n bitireceğim . H atalarım ı telafi
edeceğim .”
“Allah kahretsin.” C am eliyle saçlarını düzeltti ve şimdi
de ben üzüldüm işte, diye d ü şü n d ü . “Bana verdiğin sözü tut­
m adın diye bir şey yok. Beni endişelendirdin. Seni merak
ettim ve kızdım . B ü tü n so ru n b u . K imse se n d e n bütün
vaktini buraya verm eni ya da h er boş anını evde geçirme­
n i beklem iyor. Allah kahretsin, A nna, önce, sürekli evde
o tu rd u ğ u n ve b u n u n iyiye işaret olm adığını söyleyerek
başım m etini yiyor. Sonra hiç eve gelm ediğin için köpürü­
yor. B en h er zam an ikinizin arasında kalıyorum .”
“B ana kalırsa bu da senin şanssızlığın. Yapmam gereken
bazı işler vardı. Ve çalışıyordum . K endim i kaptırdım ve
h e r şeyi u n u ttu m . B en ailem i işim e geldiği gibi kullanan
biri değilim , C am . Böyle d ü şü n d ü ğ ü n e inanamıyorum.
B u aileye sahip olm ak b en im için b ir m ucizedir. Eğer siz
olm asaydınız...”
“H e m e n sus. Biz geçm işten değil, içinde bulunduğu­
m u z andan söz ediyoruz.”
“Siz olm asaydınız, şu içinde b u lu n d u ğ u m u z an olma­
yacaktı.”
“R ay olmasaydı olmayacaktı. B u hep im iz için geçerli.

258
j3u konuyu burada bırakalım,” Ellerini ceplerine sokup
denize baktı.
Tanrım, diye düşündü, bir çocuk kaç yaşına gelirse gel­
sin, o hâlâ senin çocuğundur.
“Demek güzel çiçekçi kadın hakkındaki düşüncelerin­
de ciddisin, öyle mi?”
Seth, farkında olmadan Cam’in yaptığını yaptı. Şimdi
ikisi de denize bakıyorlardı. “Öyle görünüyor.”
“Şimdi bu yaraya merhem sürdüğüne göre belki biraz
işimize yararsın.”
Seth, “Bu sabah kendimi güçlü hissediyorum,” diye
karşılık verdi.
“Benim için de hep böyle olmuştur. Getirdiğin kurabi­
yeler neli?”
Seth barıştıklarını hissediyordu. Zaten, aralannda ne
geçerse geçsin, sonunda hep barışırlardı. “Kurabiyeler ka­
rışık. Vanilyalı ve çikolatalı.”
•in “Bayılırım. Phil onları bulmadan içeri girelim.”
Birlikte yürümeye başladılar. Seth birden durdu. “Ka­
baklı ekmek topu.”
Cam ’in yüzünün kanı çekildi. “Ne dedin?”
“Ekmek topu. Kabaklı ekmek. O ekmek pişirmiş, siz de
bu ekmekle futbol oynamışsınız. Kendisi söyledi.”
C am şaşırmıştı. Seth’i omuzlarından tutup sarstı. “O nu
ne zaman gördün?”
Seth, “Bilmiyorum. Bilmiyorum. Rüyaydı. Rüya gibi
geldi,” diye mırıldandı. Midesi gıdıklanır gibiydi ama te­
dirgin değildi. Bir çeşit sevinç duyduğunu fark etti.
Stella’yla konuşmuştu. Büyükannesi ona bir hikâye an­
latmıştı.
“Bu doğru, öyle değil mi?” Sesi neşeliydi. Bu neşe y ü -

259
züne yayıldı. “Ve sen, topu kapmaya çalışırken, top gözü­
n ü n üstüne çarpmış. Seni yere düşürm üş. Az daha bayıh-
yorm uşsun. Bütün bunlar doğru, öyle değil mi?”
Ken kendini toparlamıştı. “E vet,” dedi. Güzel bir anıydı
bu. Güzel anılar o kadar çoktu ki. “Tam ben topu kapmak
için havaya sıçrarken, o arka kapıdan çıktı ve bağırarak bize
doğru koşmaya başladı. O n a d ö n d ü m ve top kafama çarp­
tı. G özlerimde şimşekler çaktı. E km ek taş gibi sertti. Çok
iyi bir hekimdi ama yem ek pişirm eyi hiç bilmezdi.”
“Evet, söyledi.”
“Yanı başıma diz çöküp gözbebeklerim e baktı. Bana
parmaklarım saydırdı. T opun bana çarpm asının iyi oldu­
ğunu, onu beni tokatlam ak zah m etin d en k u rtardığını söy­
ledi. Sonra, hepim iz gülm eye başladık -b e n , baban, Phil ve
Ethan. D ört çılgın. A nnem orada d u rm u ş, elleri belinde
bize bakıyordu. O hali hâlâ g ö zü m ü n ö n ü n d e . O n u görür
gibiyim.”
D erin derin içini çekti. “O y u n a devam edebilmemiz
için, içeri gidip bir so m u n ekm ek daha getirdi. Burasını
da anlattı mı?”
“Hayır.” Seth, elini C am ’in o m zu n a koydu. “Sanırım
b u n u anlatmayı sana bıraktı.” T ersanenin k apınına gelmiş­
lerdi.
On Üç

^ K u rab iy eler bitince, Seth, Phil’in D ru’nun isteği uya-


nnca, kabaca çizdiği tekne taslağının haçına oturdu. O sı­
rada D ru, dükkânının ön kapısının iki yanında duran viski
fıçılarının içindeki akşamsefası çiçeklerini ayıklamak iğim
dışarı çıkmışa.
Akşamki fırtınadan sonra hava <ffm*Wıîg,.
mışu. Serin ve berrak bir sabaha.
“^K örfez masmaviydi ama hâlâ geceki mtmad 3ı* % a jn
küçük dalgalar vardı. Tekneler denize çıkmışa. Balıkçı tek­
nelerindeki denizcilerle, kiralık yelkenli y ad a 4 apBQgbin9
ki tatilciler sulan paylaşıyorlardı.
Tekneleriyle gelen gelen yazlıkçılar, vakit kaybeanemek
için çoktan denize açılmışlardı. Dru, böyie güzel bir gör
nün bir anım bile boşa harcamamak diycfrte(jpjM W
Birkaç ay sonra, böyle güzel bir sabahı, kendi tekŞtiflgi9
nin güvertesini yıkayarak, temizleyip dialayarakgeçâ*eb*»^
lecekri. Bir tekne sahibi olmak,
açılıp rüzgârla at başı gitmekten çok öte bir şeydk-Ottt^>;
bakımına zaman, para ve eneıji harcamak gerekliydi. Ama»

m S
Dru’ya göre bu eğlencenin bir parçasıydı. En azından
kendisi için böyle olacaktı.
Çalışmayı severdi. Yıllar içinde, kendini tanıma yolun,
daki araştırmaları sırasında öğrendiği şeylerden biri buy­
du. Çalışmayı, üretmeyi ve kendi başardığı işi görmeyi
severdi.
Bir iş sahibi olmanın ‘iş’ kısmı hoşuna gidiyordu. Mu­
hasebe defterlerini tutmak, mal alımı, siparişleri almak,
kân hesaplamak yapmaktan zevk aldığı şeylerdi. Çiçekçi­
lik onun ‘güzelliği güzellik için sevmek’ anlayışına uygun
düşüyor, bunları yapmak da onun düzene olan düşkünlü­
ğünü doyuruyordu.
Tekne de, hazır olduğunda, b ütün bunları birleştirmiş
olmasının ödülü olacaktı.
Bir de Seth vardı. Seth’in ne olduğundan tam olarak
emin değildi. O n u n la harika bir gece geçirmişti. Ama, tıp­
kı tekne gibi, onunla ilişki de sadece sakin sularda yelken
açmaktan ibaret olmayacaktı. O da bakım isteyecekti.
Onlan bu noktaya getiren rüzgâr duruverse ne olur,
diye düşündü. Ya. da bir fırtınaya rastlasalar veya tekne ka­
raya otursa, o zaman ne yaparlardı? Ya da, birçok çiftin ba­
şına geldiği gibi, birdenbire, birbirlerine duydukları tutku
ve heyecanın kayboluverdiğini hissetseler, ne olurdu?
Keşke gelecekte ortaya çıkabilecek sorunları düşünm ek
yerine sadece şu anın keyfini sürebilseydi.
Seth, onu heyecanlandırıyor ve tahrik ediyor, bir yan-
dan da eğlendiriyordu. Onda hiç kimsenin, hatta -itiraf
etmek zorundaydı- evliliğin eşiğine geldiği adamın bile
uyandıramadığı duyguları uyandırıyordu.
Onun kendisine olan güveni, dürüstlüğü ve rahatlı#
D ru’ya çekici geliyordu. Bu rahatlığın altında kaynayan

262
tutkular ve kopan fırtınalar ise genç kadının aklını başın­
dan alıyordu.
O her zaman istediğini elde eden bir erkekti. Dru’yu
mutlu etmişti. Artık sevgili olmuşlardı ama Dru başına ge­
leceklerden korkuyordu.
O, gelecekte olabilecek şeyler düşnülmediğinde, sorun­
ların içine balıklama dalındığına ve insanın boğulduğuna
inanırdı.
Tekrar içeri girdi. Eline birkaç küçük saksı alıp onla­
rı arka odadaki rafa koydu. Keşke konuşabileceği içindeki
m utluluk ve tedirginliği paylaşabileceği birisi olsaydı. Bir
hemcinsi. Bir arkadaşla karşılıklı oturmak ve hissettiği bü­
tün saçma sapan şeyleri anlatmak istiyordu.
Örneğin, Seth ona bakıp gülümsediğinde kalbinin nasıl
teklediğini, genç adam ona dokunduğunda kalp atışlarının
nasıl hızlandığını, onu olduğu gibi kabul eden biriyle bir­
likte olm anın ne kadar korkutucu ve harika olduğunu.
Âşık olduğunu birine söylemek istiyordu.
O n u n eski sosyal çevresindeki kadınların hiçbiri bunu
anlamazdı. İhtiyaç duyduğu anlayışı gösteremezlerdi. Ke­
sinlikle ilgilenirler, hatta onu desteklerlerdi. Ama onlar­
dan hiçbirine, Seth’in onun ensesini ısırdığım söylemeyi
ve onları kıskançlık krizine sokmayı aklından bile geçir­
mezdi.
Oysa istediği buydu.
Bunları annesine de anlatamaz, ona hayatının en harika
sevişmesini yaşatan adamla bir aşkın içine yuvarlanmakta
olduğunu söyleyemezdi.
İkisi de bu tür bir konuşmadan rahatsız olurlardı.
Söyleyeceği hiçbir şeyin Aubrey’i şaşırtmayacağını his­
sediyordu. Yeni arkadaşından tam beklediği ve istediği
263
tepkiyi alacağından da emindi. Ama Aubrey’in Seth’e olan
yakınlığı durum u güçleştiriyordu.
Bu durum da yalnız kalmaya mahkûmdu. Eskiden olsa
b u tek isteyeceği şey olurdu. Ama şimdi, paylaşacak bir
şeyi olduğu, başında kavak yelleri estiği anda uzanabilece­
ği kimse yoktu.
İtiraf ediyordu, bu durum u kendisi hazırlamıştı. Ya
böyle yaşamaya devam etmesi, ya da bu durumu değiş­
tirmeye başlaması gerekiyordu. Dışa açılmak bir sevgiliye
sahip olmaktan çok daha fazla bir şeydi. Yeni bir arkadaş­
lığın ılık sularına ayak parmağını sokmaktan da daha fazla
b ir şeydi.
Emek gerekiyordu. D ru emek harcamaktan kaçmaya­
caktı.
Ö n kapının üstündeki çıngıraklar çaldı. Bu, günün ilk
müşterisinin habercisiydi. D ru omuzlarını doğrulttu. Ha­
yatını bir kere yıkıp yeni baştan kurmuştu. Bunu yeniden
yapabilirdi.
Terbiyeli ve becerikli bir çiçekçi olarak kalmayıp, in­
sanlarla daha sıcak ilişkiler kuracaktı. Buna hazırlanarak,
yüzünde sıcak bir tebessümle ön tarafa geçti.
“İyi günler, size nasıl yardım edebilirim?”
“Emin değilim. Sadece etrafa bakınmak istiyorum.”
“Keyfinize bakın. Harika bir gün, öyle değil mi?” Dru
ön kapıyı açmak üzere yürüdü. “Böyle bir günde içeri ka­
panmamalı. St. Chris’e gezmeye mi geldiniz?”
Gloria, “Evet öyle,” dedi. “Küçük güzel bir tatil yapı­
yorum .”
D r u k adının o n u büyük bir dikkatle incelediğini fark
e d e re k ted irg in olduysa da b u n u görmezden gelmeyi ter-
cih etti. “M ükem m el bir zaman seçmişsiniz,” dedi. “Aile­
nizle birlikte m i geldiniz?”
“Hayır, yalnız geldim.” Gloria, gözlerini D rüdan ayır­
madan bir çiçeğin yapraklarım okşadı. “Bazen kızlar tek
b a şın a olmak ister. Bunu anlarsınız, öyle değil mi?”
“Evet anlarım.” Dru, bu kadının çiçeklere para ve vakit
harcayacak birine benzemediğini düşündü. Katı ve sivri bi­
rine benziyordu -ve de düşkün birine. Üstündeki şort çok
fasa ve çok dardı. Bluzu ise üstünden düşecek gibiydi.
. Kadının sürdüğü esansın ağır kokusuna rağmen burnu­
na içki` kokusu gelince, Dru soyulmak üzere olabiİeğmden
şüphelendi.
$i$onra bü düşünceyi kafasından uzaklaştırdı. Kimse bir:
çiçekçi dükkânını saymazdı. Özellikle de S t Chris'te. Üs-,
telik bu kadının bu kıyafetin bir yerine bir silah saklaması
mümkün olsa bile, bu silah çok çok küçük olmalıydı.
Hem bir inşânı giyimine dikkat etmiyor diye yaışİM
mak, müşterileriyle daha sıcak ilişkiler kurma isteğinettfSİ
düşüyordu.
^î*"Eğer otel odanızı neşelendirecek bir şey anyorS9BİM
bu hafta karanfiller için özel bir fiyat belirledim. Güzdks^g
kuyorlar ve bakımları çok kolay.” ^
-it “B u uygun olabilir. Biliyor musunuz, sizi bir yttral
den tanır gibiyim. Buranın yerlisine benzemiyorswfBBB
Belki, daha önce, bir yerde tanışmış olabiliriz. S & 3 M
Washington’a gider misiniz?”
D ru rahatlamıştı. “Orada büyüdüm," dedi.
^•'“Öyle olması gerek. Sizi gördüğüm anda... Durun b & ğ
kayımî Siz Katherine’in kızısımz. Prucilla -hayır, hayır,
Drucillsu”
Dru annesinin, ucuz parfüm ve içki kokan bu
2S$
dınîa nasıl bir tanışıklığı olabileceğini anlamaya çalışıyor
du . Sonra, bu kibirli tavrindan dolayı kendini lanetledi.
“Evet doğru.”
“H ay Allah cezamı versin benim /' Gloria, elleri belin*
de, ona bakıyordu. Yüzünde kocaman ve dostça bir gü­
lüm sem e vardı. Daha önce gerekli araştırmayı yapmıştı.
“Burada ne işin var?*
‘A rtık burada oturuyorum. Demek annemi tanıyorsu­
nuz?*
“Elbette tanıyorum. Birçok yardım derneğinde Kathy
ile birlikte çalıştım. Bir süredir görmüyorum. Sanırım üç
d ö rt yıl oldu. Son olarak, galiba, yetişkinlere okuma yazma
öğretme etkinlikleri için para toplama komitesinde birlikte
çalışmıştık. Shorehamr da, yazarların kitaplarını tanıttıkla­
rı b ir akşam yemeği düzenlemiştik.
Gloria internette The Washington Post'un arşivlerine gi­
rerek bu bilgileri edinmişti. Orada bütün bu bilgiler ayrın­
tılı olarak vardı. “Annen ve baban nasıllar?”
D ru, hayır, diye düşündü. Kibirli biri değil, Sadece im
sanları tanıyan ve kişilikleri konusunda doğru değerlen­
dirmeler yapabilen biriydi. Ama bu kadın tutarlı konuşu­
yordu.
“İkisi de çok iyi, teşekkür ederim. Ö zür dilerim, ismi­
nizi anlayamadım.”
Gloria, annesinin genç kızlık adını kullanarak, “Glo.
Gloria H arrow /dedL “N e kadar küçük bir dünyada ya#
yanız, öyle değil mi? Kathy ile son konuştuğumda nişan­
lıydın. Buna çok sevinmişti. Havalarda u ç u y o r d u . Sanırım
nişan b o zu lm u ş/
“Evet, öyle oldu,”
“Eh, erkekler otobüs gibidir. Biri gider, biri gelir. Biliyi

366
jnusun, annem, büyükbabama arkadaşıdır.” Bu doğruydu
ana arkadaşı değil de tanıdığı demek daha doğru olurdu.
-Senatör hiçbir şeyden vazgeçmiyor. Yoluna devam edi-
yöT/”
“Harika biridir,” Dru, şimdi daha soğuk konuşuyordu.
“Ona hayran olmamak elde değil. Bir insanın o yaşta
böyjesine hareketli bir hayat yaşaması ne güzeL Ailesinin
büyük bir serveti olduğu ve hayan boyunca tek bir gün
bile çalışmak zorunda olmadığı halde o çok çalışkan
Kendini siyasete adamak zorunda da değildi. Ama bunu
teşj>ti- Zamanımızda, insanların birbirine çamur | | | S i |
hazır olduğunu düşünecek olursak, bu mesleğin gençlcjK
için biİevzorİu bir alan olduğunu kabul etmek gerekm*~|j
'Jltisanlar her zaman birbirlerine çamur atarlar.
ailem hiçbir zaman parasal olanaklardı calisnaaiS %TM
bir neden olarak görmemiştir.”
^^Sediğim<ıgibi, bunu takdir etmemek elde değiL”
, ' k® şırada bir adam içeri girdi ve Dru gittikçe artan t $ İ N
^aMİgini .bastırarak ona döndü. “Günaydın.”
^^S elam . Bana aldırmayın. İşinize bakın, acelem y o k .;^
;^ŞÇiceklere biraz daha bakmak ister miydiniz,
Harrow?"_.
“Hayır.” Bu ziyaret gereğinden fazla süım ü^^^^uE fl
lardan bir düzine alayım... neydi?”
“Karanfil.” Dru, müşterilere göstermek için, kara@^K;
lerin her renginden birer tane koyduğu vazoya doğru yü­
rüdü. “İstediğiniz bir renk var mı, yoksa karışık
simz?” k
“Hayır, hayır. Karışık olsun.”
Gloria teşhirdeki karanfillerin fiyatını okumuş ve
yeceği paranın Drucilla’yı yakından görmeye değecek bsr

267
bedel olduğuna karar vermişti. Çantasından nakit para çı„
karıp tezgahın üstüne koydu.
Gloria, onunla tanıştığına göre, artık gitmek istiyordu.
Biraz önce içeri giren adamın kendisini dikkatle inceledi­
ğini ve bunu belli etmemeye çalıştığını fark etmemişti.
“inşallah hoşunuza gider.”
“H oşum a gittiler bile.” Gloria dükkândan çıkarken,
“A nnenle konuştuğun zaman ona selamlarımı söyle,” diye
ekledi.
“Söylerim.”
D ru yeni müşteriye döndü. Fokurdamaya başlayan öf­
kesi belli oluyordu.
“Canınızı sıkan bir şey mi oldu?”
“Hayır, hayır.” Başka şeyler düşünmeye çalışarak, “Size
nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu.
“Ö nce kendimi tanıtayım. Will. Will McLean.” Elini
uzattı.
“Ah, siz Aubrey’in arkadaşısınız!” Aubrey, onun için,
‘ciddidir ama çok şirindir,’ demişti. Will’in elini sıkarken,
Dnx, bunun çok doğru olduğuna karar verdi. “Tanıştığı­
mıza m em nun oldum .”
“Ben de. Hastaneden biraz önce çıktım. Aubrey’e uğra­
mak için -ve belki Seth’i de yakalayabilmek ümidiyle -sa­
hile indim. Sonra eve gidip, karanlık bir odada birkaç saat
uyuyacağım. Seth’in birkaç hafta önce sevgilime getirdiği
çiçekler çok beğenildi. O n u n bana fark atmasını asla ka­
bul edemem. Sevgilimi hayran bırakacak ve bütün hafta
boyunca çift vardiya çalışmamı affettirecek çiçekler satın
almak istiyorum. N e önerirsiniz?”
“Bütçeniz ne durumda?”
*Maaş*nu yeni aidim,” Cebini okşadı, “Sınırsız olanak-*
la# sahibim,”
•*O zaman biraz bekleyin,” Durdu ye tekrar düşündü.
Sabahki tatsız misafir, insanlara karşı daha açık ve daha
candan davranan bir Drusilla olmak konusundaki kararı­
nı değiştirmeyecekti. “Hatta benimle arka tarafa gelseniz
daha iyi olur,” dedi. “Eğer benim önerdiğim çiçekleri be­
ğenirseniz, ben hazırlayana kadar orada oturup biraz din­
lenebilirsiniz,”
%fİğğQ- kadar kötü m ü görünüyorum?”
Bitkin görünüyorsunuz.” Eliyle arka tarafı işaret etti,
y-l@;ççin, oturun.” Soğuk bölmeye doğru giderken, “Bu sa­
bah geldiler,” dedi. Sonra, eline uzun saplı, şeker pembesi
bir gül alıp ona gösterdi. “Bunlardan bir düzine götürürse­
niz Aubrey’in düşüp bayılacağım garanti ederim.”
İ l g i l i gülü kokladı. “Harika kokuyor. Belki iki düzine
ajsam.dahaiyi olur.On on gün içinde iki buluşmamızı er-
telemek zorunda kaldım.”
K||Jfei düzine onu komaya sokar.”
K gM ükem m el. Onları şu süslü kutulardan birine koya­
bilir misiniz?”
^ “Elbette.” Tezgâhın başına geçti. “Siz ve ağabeyiniz gi­
derek en iyi müşterilerim oluyorsunuz,” dedi. “O da ge­
çen hafta, dükkandaki bütün san gülleri satın aldı.”
Ağabeyim nişanlandı.”
. “Evet, biliyorum. Ayaklan yerden kesilmişti. Sen, ağa­
beyin ve Seth çok eskiden beri arkadaşsınız sanınm.” A
Will, “Çocukluğumuzdan beri,” diye cevap verdi. “Bir
aydır burada olduğuna ve onu halâ yakalayamadığ^mpat-
namıyorum. Dan, Şeth’in kendi çalışmaları, tersane ve
sizin aranızda kaldığını ve gözünün başka bir şey görme-

269
diğinı söyledi. Hey, ne dedim ben?” Gözlerini ovalarken
y ü zü n d e çarpık bir gülüm sem e belirdi. “Beyin ölümü ger.
Çekleştiğinde insanın dili gevşer.”
“Ö n em i yok. Bu bir sır değil, Seth ve ben...” Ne diye,
çekti? “G örüşüyoruz,” demeye karar verdi.
Will esnem em ek için elinden geleni yapıyordu. “Eğer
program ım ı sizlere uydurabilirsem , belki altımız, hep bir­
likte b ir şeyler yapabiliriz.”
“B u n u çok isterim .” D ru kutu n u n içine ince bir kâğıt
yaydı. Sonra, gülleri yerleştirmeye ve aralarına bebek ne­
fesi dizm eye başladı.
“G üzel. H a, size b ir şey sorabilir miyim? Geldiğimde
burada olan kadın, sizinle tartışıyor m uydu?”
“N iç in sordunuz?”
“B ilm iyorum , sadece bir his. Artı, onunla ilgili bir şey.
Sanırım o n u bir yerden tanıyorum . N e olduğunu bilemi­
y o ru m ama m idem i bulandıran bir şey var. N e demek is­
tediğim i anlıyor m u su n u z?”
“Ç o k iyi anlıyorum .” D ru ona baktı. O Aubrey’in ve
Seth’in arkadaşıydı. Yıni D ru , ona kendi arkadaşıymış gibi
davranacaktı.
“A nnem i tanıdığını söyledi ama bu doğru değildi.” Dru,
hiç kim senin, ama kesinlikle, hiç kim senin annesini Kathy
diye söz etm ediğini d ü şündü. A nnesinin adı Ketherine, na­
d iren de Kate’di. Ama asla. Asla Kathy olmamıştı. “Neyin
peşindeydi, bilm iyorum ama tam zamanında geldiniz.”
“Biraz daha kalmamı ister misiniz? Belki geri gelir.”
“H ayır ama teşekkür ederim . Endişeli değilim.”
“O n a H arro w diye hitap ettiniz, öyle değil mi?” Will
başını salladı. “Bu isim bana hiçbir şey hatırlatmıyor. Ama
onu bir yerden tanıyorum. Aklıma geldiğinde size söyle­
rim-”
.. “M em nun olurum.”

Annesine telefon etmesi hataydı. Dru. bunun hemen


farkına vardı. Ama sabahki müşteri bir türlü aklından çık­
mıyordu. İşin asimi öğrenmenin tek yolu sormaktı.
Annesi ona hemen Glo Harrcrw diye birini tanımadı­
ğını, buna karşılık Laura Harrow ile, eskiden adı Barbara
Harrow olan birini tanıdığım söyledi. Annesinin neşeli
sesi ve babasıyla barıştıklarım söylemesi ona diğer olayı
unutturmuştu.
H iç olmazsa bir an için.
;/ Ama, kısa bir süre sonra, konuşma her zamanki şekHtn
almıştı. Hafta sonunda niçin eve gelmemişti? Hatta bütün
yazföfada gelirse daha iyi olmaz mıydı? Niçin hep birlikte;
gidip, ailenin N orth Hampton'daki malikanesinde birkaç
güri geçirmiyorlardı?
O nun gösterdisi nedenler geçersiz savılıyor, mazeret­
ler kabul edilmiyordu. Telefonu kapattıklarında, Dru*mm.
annesinin de kendisi kadar tedirgin ve üzgün olduğunda»
şüphesi yoktu.
Daha beter şeylere yol açmamak için durumu düzelt­
meye kalkışmamaya karar verdi.
Ama, D ru dükkânı kapatmadan on dakika önce kapıda»
içeri girince, beterin beteri varmış dive düşündü.
“Hayatım. * Katherine ona doğru koşarken kö8anm açtı
ve onlarla Dru yu mengene gibi kavradı. “Seni gördüğüm
için o kadar mutluyum ki! O kadar mutluyum ki!”
“Anne.” Dru annesinin sırtım okşadı ve onun kollarm-
dan bir an önce kurtulmak istediği için kendinden nefret
etti. “Burada ne işin var?”
“Telefonu kapatır kapatmaz seni görmeyi ne kadar is-
tediğimi fark ettim. Bebeğimi özlüyorum. Dur sana ba­
kayım.” Katherine geri çekilip D ru’nun saçlarını okşadı.
“Saçlarını ne zaman yeniden uzatacaksın? O kadar güzel
saçların olduğu halde onları bir oğlan çocuğu gibi kısacık
kesiyorsun. Ne kadar incesin! Zayıflıyorsun.”
“Zayıflamıyorum. ”
“Düzenli yemek yememenden endişe ediyorum. Bir
iki hizmetçin olsa...”
“Anna, hizmetçi istemiyorum. Gayet iyi yemek yiyo­
rum. Geçen ay seni gördüğümden beri bir gram bile za­
yıflamadım. Bu arada, hemen söyleyeyim, harika görünü­
yorsun.”
Bu çok doğruydu. Katherine mükemmel dikilmiş pem­
be bir ceket ve inci grisi bir pantolon giymişti. Acımasız bir
pehriz ve düzenli jimlastikle koruduğu biçimli bedeninde,
ceket de pantolon da kusursuz duruyordu.
Katherine elini salladı. “Bugünlerde kendimi ihtiyar bir
kocakarı gibi hissediyorum.”
Dru yumuşamıştı. “Hayır, bu doğru değil. Çünkü göz­
lerin çok iyi görür, evde de yeteri kadar ayna var,”
“Ne kadar tatlısın.”
“Buraya tek başına mı geldin?”
Şoförünü kastederek, “Henry getirdi,” dedi. “Ona bir
saat oyalanmasını, biraz dolaşmasını söyledim. Burası tatil
için harika bir yer.”
“Evet, öyle.” Dru tatlı bir sesle konuşmaya ç a lışa ra k ,
“Biz kasaba sakinleri, turistlerin de burayı bizim kadar be­
ğenmelerine çok memnun oluyoruz.”
“Ama, burada yapacak bir şey bulabiliyor musunuz? Ah,
lazma. Kızma.” Katherine tekrar elini salladı ve ön taraf-
taki pencereye doğru yürüdü. “Şehirden, şehrin sunduğu
şeylerden, alışık olduğun her şeyden o kadar uzaksın ki.
Sevgilim, istediğin yerde yaşayabilirsin. Ama Tanrı da biliyor
ya, daha uzağa gidersen çıldırırım. Ama kendini buraya
gömdüğünü görmek beni üzüyor.”
„fv“Ben kendimi buraya gömmedim. Üstelik St. Chris-
topher, dünyanın öteki ucu değil. Eğer şehrin sunduğu
olanaklardan yararlanmak istersem, yarım saatte oradaj
olabilirim.”
^ ‘‘Ben mesafeden söz etmiyorum, Dru. Kültürel ve sos­
ya l açıdan birçok şeyden mahrum olduğunu düşünüyo­
rum. Bu bölge çok güzel ama kendini hayattan, ailenden,
arkadaşlarından kopardın. Söyler misin bana şekerim,
evlenebileceğin bir erkekle en son ne zaman yemeğe çık-
tm?jll
^ . “Doğrusunu istersen, dün akşam böyle biriyle birlik­
teydim.”
^ “Gerçekten mi?” Katherine, tıpkı Drusilla gibi, tek ka­
şını yukarı kaldırdı. “Ne yaptınız?”
Drusilla gerçeği saklamaya gerek duymadı. “Pizza yedik
ve seviştik.”:
Katherine’in ağzı şaşkınlıktan açılıp ‘O’ şeklini aldı.
“Aman Allahım, Drusilla!”
“Ama önemli olan bu değil. Hayatımdan memnun ol­
madığım için yaşam tarzımı değiştirdim. Şimdi m em nu­
num. Keşke benim adıma mutlu olabilseydim”
* “Bjütün bunlar Jonah’ın yüzünden. İçimden onu parça­
lamak geliyor.
“Hayır, onun fazla önemi yok Anne, seninle bu konu­

273
yu tekrar tekrar konuşmak istemiyorum. Anlaşamadığı^
için üzgünüm.”
“Ben sadece senin için en iyi olanı istiyorum. Sen be.
nim bütün hayatımsın.”
D ru’nun başı zonklamaya başlamıştı. “Senin bütün
hayatın olmak istemiyorum, anne. Böyle olmamalı. Ba­
bam...”
“Elbette baban da var. Bu adama bunca yıl niçin dayan­
dığımı Tanrı bilir. Ama biribirimize yirmi sekiz yıllık bir
yatırım yaptık.”
“Evliliğiniz bu mu, anne? Bir yatırım mı?”
“Bu konuya nereden geldik? Ben buraya bunun için
gelmedim.”
Dru, “O nu seviyor musun?” diye sordu ve annesinin
bakışlarını ondan kaçırdığını gördü.”
“Elbette seviyorum. Bu nasıl bir soru? Başka konular­
da anlaşamasak bile, kesinlikle anlaştığımız ortak bir nok­
ta var. Sen, bizim hayatımızdaki en değerli şeysin. Şimdi
bak.” Eğilip D ru’yu iki yanağından öptü. “Sana harika bir
sürprizim var.” Kızının elini yakaladı. “Şimdi hemen senin
küçük evine gidiyoruz. Pasaportunla birkaç parça gerekli
eşyanı alırsın. Fazla bir şey almana gerek yok. Oraya gitti­
ğimizde sana yeni giysiler satın alırız.”
“Nereye gittiğimizde?”
“Paris’e. H er şeyi ayarladım. Bu sabah seninle telefon­
da konuştuktan sonra, harika bir beyin fırtınası yaşadım.
Babana telefon ettim. Bir iki gün sonra o da bize katıla­
cak. Uşak havaalanında bizi bekliyor. Bir süre Paris’te,
M ichelle Teyze’nde kalıp alışveriş yaparız -bu arada küçük
b ir akşam yemeği daveti tertipleriz. Sonra arabayla güneye

274
inip» bif hafta, kalabalıktan w sıcaktan uzakta, villamızda
İOİİÖ&”
«A nne.X .
,. “Sonra, diyorum ki, seninle başka bir yere kaçıp, kız
^za bir hafta so n u geçiririz. Artık hiç beraber olamıyoruz.
Oralarda ço k güzel bir ılıca...”
“A nne, b e n sizinle gelem em .”
^ S a ç m a la m a . H e r şeyi ayarladım. En küçük bir aynntı-
••vja bile kafa y o rm ak zorunda değilsin.”
J^ f(jid em em . Başında bulunmam gereken bir işim var.*
,î&?Yapma, D ru. Birkaç hafta için dükkânı kapatabilirsi^
Yçl da birine bırak. Bu hobin yüzünden her türlü eğjence-
ınahrum olamazsın.”
I p Şbiın bir hobi değil ve beni hiçbir şeyden mahrum
etmiyor:. Fransa’yı arşınlamak için de dükkânımı kapara-
m am ,|§^
H pK apatm ak istemediğin için.*
H |pÜoğru, kapatmak istemiyorum.”
gjjPatherine’in gözleri yaşlarla doldu. “Seni bu seyaha-
t%götürmeyi ne kadar istediğimi görmüyor musun? Sen
benim bebeğimsin. Tatlı bebeğimsin. Senin burada yalnız
olduğunu düşünüp üzülmekten hastalanıyorum.”
-cf& lm z değilim. Yirmi yedi yaşıma gelmek üzereyim.
Kendime bir yaşam kurmam gerek. Babamla sen de kendi
hayatınızı yaşayın. Lütfen ağlama.” .;
v,;\"Nerede hata yaptım, bilmiyorum.” Katherine çantası­
nı açıp kâğıt mendil çıkardı, “Niçin benimle birlikte ol­
mak için biraz zaman ayırmıyorsun? Kendimi terkedilmiş
hissediyorum.” .
•Ş*“Seni terk etmedim. Lütfen...” Kapının üstündeki çıa&ş
gıraklar çalınca, D ru başını kaldırıp baktı. Birden ferahla­
yarak, “Seth!” dedi.
275
“Sen çıkmadan uğrayayım dedim..." Kâğıt mendil
burnunu silen kadını görünce sözünü yarıda kesti. “Özü
dilerim Şey... sonra gelirim
“Hayır. Hayır." D ru , onun kaçmasına engel olmak içjn
kapıya koşm ak üzereydi ama kendini tuttu. Hiçbir şeyi^
annesinin gözyaşlarını, ünlü biriyle tanışmak kadar çabuk
kurutamayacağmı biliyordu. “U ğradığına sevindim. Seni
annemle tanıştırayım. Katherine W hitecom b Banks, Seth
Q uinn. ;”
“Sizinle tanıştığıma m em nun old u m .”
“B en de." Katherine, ıslak bir tebessüm le elini uzattı.
“K usurum a bakm ayın. K ızım ı çök önlem iştim . Bu beiıi
\. aşın duygusallığa sürü kled i." G ö zle rin i kuruladı. Şimdi
bakışları keskinleşmişti. “Ressam Seth Q u in n mi?tf?tgjj
D ru, neşeli bir sesle, “Evet,” diye onayladı. “Biz Seth’in
| resim lerini ç o k beğeniyorduk, öyle değil m i, anne?”'-$j
“Çok. Çok. Erkek kardeşim le eşi geçen yıl Roma’ya
gittiklerinde, İspanyol Merdivenleri tablonuza âşık olmuşlar.
Böyle bir resme sahip olabildikleri için onları çok kıskan­
m ışım . Siz burada b üyüm üşsünüz, ö^le değil mi?$3^
“Evet, efendim. Ailem burada yaşıyor.”
Katherin, kederli b ir bakışla D ru ’ya bakarak, “Aileyi
unutmamak çok önem lidir,” dedi ^ “B u rad a n e kadar ka­
lacaksınız?”
“Burada yaşıyorum.”
“Ama ben sizin Avrupa’da yaşadığınızı sanıyordum.”
“Bir süre Avrupa’da kaldım ama burada oturuyorum.
Evim burada.”
“Anlıyorum. Washington ya da Baltimore’da sergi aça­
c ak mısırnz?”
“B ir sü re so n ra .”

276
“Bana haber vermeyi lütfen unutmayın. Başka resim­
lerinizi de görmeyi çok isterim. Aynca, uygun bir zaman
bulduğunuzda bize yemeğe gelirseniz çok sevinirim. Bana
kartvizitinizi verirseniz, size davetiye göndermek iste­
rim *
Seth, otuz iki dişini göstererek sırıttı. “Kartvizit mi?
Maalesef kartvizitim yok. Ama Dru’va haber verebilirsi­
niz. O beni nerede bulacağım bilir.”
“Anlıyorum.” Evet, anlamaya başlıyordu. “Bunu çok
yakında yapalım.”
D ru, çabucak, “Annem Paris’e gidiyor.” dedi. Sonra
annesine baktı: “Geri döndüğünüzde hep birlikte yemek
yeme konusunu konuşuruz.”
Anne kız kapıya doğru yürüdüler. Seth elim kakkrdh.
“B o n voyâge? ^
“Teşekkür ederim. Ama emin değilim. Belki...'’ Dru
onu yanağından öptü. “Eğlenmene bak. Babamla birlikte,
güzel, romantik bir tatil geçir. Chanel'deki giysilerin hep­
sini satın al. Bana bir kart gönder.”
• “Bilmiyorum. Düşüneceğim. Sizinle tanışmak bSy8îil
bir Zevkti, Seth. Dilerim yakında görüşürüz. Çokyaktnda.”
r “Çök iyi olur. İyi yolculuklar.”
D ru annesini geçirirken Seth, eli belinde onu bekliyor­
du. Annesini adeta kaz adımlarıyla dışan çıkardı, diye dü­
şündü. Pencereden, genç kadının Katherine'i krem rengi
son model bir Mercedes’e bindirdiğini gördü. Şoför$&â-
formahydı.
Bunlar ona unuttuğu küçük bir aynntıyı hatırlattı.
D ru’nun ailesi çok zengindi. Bunu unntmafehiÛİlaÇdB^
tan daha kolaydı. D ru zengin biri gibi yaşamıyor, normal
bir hayat sürüyordu.
içeri girip kapıyı kilitledi ve arkasını duvara dayadı
“Ö zü r d ilerim i
* N e iç in r
“Tatsız bir durumdam kurtulm ak amacıyla seni kullan-
dığım için.”
Seth, D ru'nun yanma gidip parmağıyla çenesine do­
kundu. Gülerek, “Arkadaşlar böyle günler içindir!” dedi.
“Annenin niçin ağladığını, senin de neden o kadar sıkıntılı
göründüğünü anlatmak ister misin?”
“Benim kendisiyle beraber Paris'e gitmemi istiyor. Du­
ru p dururken.” D ru ellerini havaya kaldırdı. Sonra. Kol­
lan iki yanma düştü. “Bana sormadan bütün hazırlıkları
yapmış. Sonra da, benim bu habere çok sevineceğimi ve
hem en bavullarımı toplayarak onunla birlikte yola çıkaca­
ğımı düşünerek buraya geliyör-Ş^>
“Senin yerinde başkası olsa giderdi.
D ru, “Bu başkaları işi gücü olmayan insanlardın” diyfe?
rek cevabı yapıştırdı. “Paris’e de birçok kez gitmemişlerdir.
Bazı kimseler, hayatlarının, sekiz yaşındaymışlar gibi baş­
kaları tarafından planlanmasını istemezler.”!
Seth onun çok öfkeli olduğunu hissettiği için, kollan^
m okşayarak, “Tatlım,” dedi. “N için gitmedin, demedim.
Senin yerinde başkası olsa giderdi, dem ek istedim. Annen
seni iyice sinirlendirmiş, öyle değil m i?”
“O beni her zaman sinirlendirir. Aslında bunu yapmak
istemediğini biliyorum. H er şeyi benim iyliğim için yap­
tığına gerçekten inanıyor. İkisi de buna inanıyorlar ve bü
d u ru m u daha da beter hale getiriyor. Ü stüne vazife olma­
y a n şeyler hakkında görüş belirtiyor, hakkı olm adığ halde
b e n im adım a kararlar veriyor ve o n u n istediği gibi davran­
m adığım da in c in iy o r/ .

m
Y

»►Söyleyeceklerim belki kendini biraz daha iyi hissetme-


^ neden olur. Cam de, bir süredir ortalıkla görünmedi­
ğim ve verdiğim bazı sözleri yerine getirmediğim için bu
sabah bana saldırdı.”
D ru başım yana eğdi. “Ağladı mı?”
“Gözleri biraz yaşarmış olabilir. Yok, hayır, ağlamadı.”
Dru’nun dudakları kıvrılınca sevindi. “Ama Phil aramıza
girdiğinde yumruk yumruğa gelmek üzereydik.”
:>*Eh, ben anneme vuramam. Ağabeyinle barıştınız
HMW»
nu*
:A **Evet, konu kapandı. Eve g^dip Anna’mn gönlünü al­
malıyım ama o arada sana uğrayıp tekne çizimlerini bırak­
mak istedim.”
-../Başıyla, tezgâhın üzerine koyduğu kaim dosyayı gösrer-
’âfe’-*-1
“Yaâ!” İşareıparmaklanrM... gaİraklarına basnnyordu.
“Daha sonra bakabilir miyim? Dükkânı hemen kapatmalı­
yım, yoksa yogaya geç kalacağım.”
“Vbga. Ah, evet. O nu kaçırmamalısın. Bu gece görüşü­
yor muyuz?”
iti: “Görüşmek istiyor musun?” -
i- “Bütün gün bunu düşündüm. Seninle birlikte olma-
H |
Bu sözler Dru’nun içini ısım. “Sen de benim şöyle bir
aklımdan geçtin. Oysa bugün çok işim vardı.”
“Duydum. Wîll tersaneye uğradı ve Aubrey’e bir orman
dolusu gül getirdi. Kızcağızın az daha yüreğine inecekti.”
“Gülleri beğendi mi?”
“Beğenmek ne demek! Birden duygusallaşa. İnan bana,
Aubrey kolay kolay dugusallaşmaz. Wîll ise ölü gibiydi.
Ayakta uyuyordu. Bir haftadır uyumamış gibi bir hali var­

279
dı. B u haldeyken, buraya gelip çiçek alm ası ve tersaneye
uğram ası için A ubrey’e fena halde tu tk u n olm alı.”
“O n d a n ve ağabeyinden hoşlandım . Ç ocukluktan kal­
m a arkadaşların olduğu için şanslısın.”
“Senin yok m u?”
“Var sayılmaz.” K onuyu değiştirm ek için, “B ugün bir
ziyaretçim daha vardı,” dedi. “B ir kad ın .” Kasadaki para­
yı çıkarıp saydıktan sonra b ü y ü k kasaya koydu. “Annemi
tanıdığım söyledi ama konuşm aya başladığı zam an bunun
d o ğ ru olm adığım anladım . Bu, yalnız söylediklerinden
değil g ö rü n ü şü n d e n de belli oluy o rd u . K ibirim den böyle
söylem iyorum , sadece m antığım ı k u lla n ıy o ru m .”
“N asıl b ir kadındı?”
“Sert, basit ve annem le birlikte b ir hayır derneğinde ça­
lışabilecek birine hiç benzem eyen b ir kadın. B eni tanıma­
ya, nasıl biri o ld u ğ u m u anlam aya çalışıyordu.” D ru omuz
silkti. “N ü fu z lu bir aileden gelenlerin sık sık karşılaştığı
b ir d u ru m .”
S eth’in kanı d o n m u ştu . “N e söyledi? N e yaptı?”
“Fazla bir şey değil. S a n ın m b ir şeyler söylem eye hazır­
lanıyordu am a tam o sırada W îll içeri girdi. O da b ir demet
karanfil satın alıp gitti. Ç o k garip am a 'Wîll, 'onu bir yerden
tanır gibiyim,’ dedi.
Sanki biri S eth ’in boğazını sıkıyordu. “A dını söyledi
m i? ”
“D u r bakayım . E vet.” D ru , çantasım ve anahtarları­
nı alıp çevresine son kez şöyle b ir göz attı. “H arrow , Glo
H arrow . A rtık gerçekten gitm eliyim .”
Seth o n u n k o lu n u yakalayınca şaşırarak d u rd u . “Ne
oldu, Seth?”
“Bu kadın tekrar gelirse b eni çağırm anı istiy o ru m .” ,

280
“Niçin? O benden para sızdırmak ya da dedemle ta­
isteyen herhangi biri. İnan bana, bu tür şeylerle
n ış m a k
hayatım boyunca karşılaştım.”
“B ana söz vermeni istiyorum. Ciddiyim. İçeri girdiğin­
de arka tarafa geçip bana telefon edeceksin. Korunmaya
ihtiyacı o lm adığ ın ı söylemek için ağzını açtı ama Seth’in
sesinde Öyle b ir telaş, öyle bir ateş vardı ki, genç kadın ba­
şını salladı. “Peki. Söz veriyorum.”
O n D ört

E rte s i sab ah D ru , o g ü n k ü sip a rişle ri h a z ırla m a k üzere


aşağı in e n e k a d ar b e k le m e k z o ru n d a kaldı. H e m e n hemen
h iç u y u m a m ış tı. İç in d e k o p a n fırtın a la rı u n u tm a k istediği
h a ld e b ü t ü n geceyi u y a n ık g e ç irm işti.
D r u ’n u n y a n ı b a şın d a k ıv rılm ış y a tıy o r o lu ş u n u n bile
ta d ın ı ç ık a ram a m ıştı.
A m a e m in o lm a lıy d ı.
G e rç i iç g ü d ü le ri o n a , G lo ria ’n ın h a y a tın ın b ir parçasına
d a h a sa ld ırd ığ ın ı sö y lü y o rd u a m a y in e d e M c L e a n kardeş­
le rin o tu rd u ğ u d a ire n in k a p ısın ı çaldı. E m in olm alıydı.
D a n işe g itm e k ü z e re g iy in m işti. E lin d e kocam an bir
fin c a n kahveyle kapıyı açtı. “S e lam . N e o ld u ? B eni tam
ç ık m a k ü z e re y k e n y ak alad ın . E r k e n saatte to p la n tım var.”
“W ill’le k o n u ş m a lıy ım .”
“ Ş a n sın v a rm ış. K o rid o ru n d ib in d e k i y a ta k odasında
ö lü gib i u y u y o r. K ahve iste r m is in ? B elk i ö ğ le n e doğru di­
r ilir .”
“B u acil b ir d u r u m .”
“Bana bak, S e th , h e r if g e rç e k te n b itk in d u r u m d a .” Seth,

282
oturnıa odasındaki karmaşanın arasından geçerek koridora
4§'ğru yürüyünce, Dan arkasında» gitti. “Hayır, orası be-
»im odam. - İkinci kapıyı gösteriyordu. Kapının üzerinde­
ki »otta şöyle yazılıydı:

İki aspirin al ve çok çok uzaklara giı.

Seth kapıya vurmak zahmetine katlanmadı ve karardık


odanın kapısını açtı. Seth, koridordan giren ışığın yardı­
mıyla, kaim perdelerin sıkı kapalı olduğunu gördü. Oda
■bir dolap kadar küçüktü ve büyük bir kısmım yatak kap­
lıyordu.
• Kollan iki yana açılmış, sırtüstü yatmış uyuyordu. San-
ki'ofâya^arka5üstü düşmüş ve öylece kalmıştı. Üzerinde
^paçalı külotu ve tek ayağında çorabı vardı.
Horluyordu;
Dan, “Fotoğraf makinemi gerireyim,” diye söylendi.
“Dinle Seth/iki haftadır ilk kez sekiz saat uyumaya tasar
buldu. Aubrey*le bir süredir görüşememişti. Bunun acısı­
nı çıkarmak için, dün gece ikiden sonra eve geldi. Buraya
geldiğinde neredeyse kendinden geçmişti.”
“O nunla önemli bir şey konuşacağım."
“Allah kahretsin.” Dan pencerenin önüne gitti. “Büyük
olasılıkla küfiirü basacaktır.” Perdeleri acımasızca açn.
Parlak sabah güneşi yatağı aydınlattı. Wıll kıpırdama­
dı bile/S eth yatağın* üstüne eğilip onun omzunu sarsn.
“Uyan.”
“Defol ibne herif”
“Sana söyledim.” Dan yatağın yanma gitti. “Bak şim­
di,” dedi. “Bu işe yarar.” Ağzını Will’in kulağına yaklaşonp

283
"Mavi Merkez! Mavi Merkez! M c U .
v a x g ü c ü y iç b a r u d i,
O ç uumaralı Muayene Ckfasiftü, Tâmamdu".*
Will bedeninin üst. kısmına fe» ok saplanmış gibi ^ f4.
y*p oturdu. '*N’oiuyor? Sedye nerede? Şey.,. Şey nerede?*
Göklerini kırpıştırarak Seth’in yüzüne bakarken beyninin
bir kısmı aydınlandı. "Hey; defol buradan!” Tekrar yaıac^
gibi bir hareket yapa ama Seth onu kolundan yakaladı.
'"Seninle konuşmalıyım.”
"İç kanaman mı var?"
"Hayır."
"Buradan hem en çıkmayıp uyumama engel olursan
böyle bir şey olabilir." Arkasına uzanıp yasağı aldı ve ışık­
tan korunm ak için yüzüne kapara. “Adamı yıllarca görmü­
yorsun, sonra bir kere gördün m ü yakanı kurtaramıyor­
sun. Bir zamanlar ağabeyim olan şu salağı da yanına al ve
buradan gir."
"D ün D ru ’n u n dükkânındaymışsın.”
"Bir dakikaya kadar ağlamaya başlayacağım.”
"Will.” Seth yastığı o n u n yüzünden çekti. Dükkana
girdiğinde orada olan kadını hatırla. O n u bir yerden tanır
gibiyim, dem işsin.”
“Ş u anda kendi a n n em i bile tanıyacak halde değilim.
H e m z aten , sen k im sin ve b e n im yatak odam da ne işin
v ar? P olis çağıracağım .”
"B ana o k adım ta rif e t.”
" B u n u yaparsam çıkıp gidecek m isin ? ”
"E vet. L ü tfe n .”
"T an rım . D u r, d ü şü n e y im .” W ill esneyerek yüzünü
o v u ş tu r d u . B u rn u n u çekti. H avayı kokladı. Tekrar kokladı
"K a h v e .” G ö z le ri o d a n ın içinde dolaştı ve D a n ’m elindeki
k a h v e fincanının ü stü n d e d u rd u . “O kahveyi bana verim’’

284
"O benim , serseri.*
*O kahveyi bana ver, yoksa anneme sarı elbisesinin o n u
şişman gösterdiğim söylediğini anlatının. Ondan sonra da
lıayatm yaşamaya değmez*
Seth, "Şu Allahın belası j&fcı&yi ver nna,” diye söylen­
di'
Dan fincan» kardeşine uzam.
Will silkindi ve bir yudum kahve ıg L Setli onun kahve­
yi bitirmesini, fincanın dibini de diliyle yalamasını bekli­
yordu. “Pekâlâ, söyle bakalım ne istediğim.”
Seth, elim yum ruk yapıp beline dayarken öfkesini bu
yum ruğun içine gömer gibiydi. Sakin bir sesle, “D ru’nun
dûkkânm da gördüğün kadından bahset," dedi. :
“H a evet.” Will tekrar esnedi. “Onda bana tuhaf ge­
len bir şey vardı. Baldmore’da bir köşe başında
bekler gibi giyinmişti ” Ağzını çarpıtarak gülümsedi. “Bu
işlerden anlamam ama... solgun, kemikli ve *ftTf:
bam olsa ona ‘aşın yıpranmış’ derdi. Bir doktor olarak, bir
bakışta koyduğum teşhiş, aşın alkol tüketiminin yanı -s n
uyarıcı maddeleri kullanan biri olduğu doğndmsQjjtiŞH&
Teninin rengi sağlıksızdı. Muhtemelen karaciğer sorunu
olabilir.”
Seth, “Kaç yaşlanndaydı?” diye sordu.
“Elliye yakın ama zorlu yıllar. Belki daha genç de olabi­
lir. Ç o k sigara içen biri olduğu da belliydi. Cesedini bilime
bağışlasa da, pek işimize yaramaz.”
Seth, yatağın kenarına çöktü. “Anladım."
“D ru’ya da söylediğim gibi kadında bana tanıdık gelen
bir şey vardı. Ama ne olduğunu bir türlü anlayamadım.
Belki de tipi aşina gelmiş olabilir. Ç apulcu birine benzi­
yordu. N e bileyim, yırtıcı, açgözlü... Ne oldu? Gen dö­
n ü p D r u ’y u rahatsız m ı etm iş? B ilseydim o n u n yanınd'
kalırdım.**
B ird e n kadının kim o ld u ğ u n u hatırlayıverdi, “Aman
tanrım ! Je to n düştü . G loria D eL a u tn er.”
S eth ellerini alnına bastırdı. “A llah belam ı versin be.
n im ,” dedi.
" D u r b ir dakika, d u r b ir dakika.” D a n ellerini havaya
kaldırdı. "G loria D e L a u m e r’in D r u ’n u n dükkânında ol.
d u ğ u n u m u söylem ek istiyorsun? D ü n m ü o ld u bu? Ola.
m az. O b urada değil ki. B urayı yıllar ö n ce te rk etti.” w
W îll, D ab ’e bakarak, " O y d u ,” dedi, % ü ana kadar ha-
nrlayam am ıştım . O n u sadece b ir k ere görm ü ştü k . Ama^
anı hiç aklım dam çıkm adı. Ç ığlıklar atarak S eth ’i arabaya
b in d irm e y e çahşıyordu. Sybill o n u yum ru k lay ıp yere ser­
m işti. B udala o n u parçalam ak ister gibi hırlayıp duruyor­
d u . D eğişm iş am a tanınm ayacak kadar değil.”
"H ayır.” S eth ellerini kucağına koydu. “Tanınmayacak
kadar değil.”
W îll, "B urada ne işi olabilir?” diye so rd u . "Artık çocuk
değilsin. Seni kaçınp ağabeylerinden fidye isteyemez: Ara­
nızd a b ir anna oğul ilişkisi k u rm a k p eşin d e olduğunu da
sanm am . N e için gelm iş olabilir?”
D an, “O lay lan n karanlık y anını anlam ak konusunda
W ilTin kafası biraz yavaş çalışır;” dedi: “O n u n amaSpaıa
olm alı. Ö yle değil m i, Seth? A rkadaşım ız ü n ve servetin
p ın ln lı basam aklarını tırm an m ak ta o la n başarılı bir res­
sam . H angi delikte olursa olsun, b u n u d u y m u ş ve kardan
payını alm ak için gelm iştir.”
"O layın Önemli b ir b o lü n ü açıklam ış o ld u n ,” dedi.
W îll, eliyle saçlarını karıştırdı. "H âlâ anlam ış değilim-

286
gen ona bir şey borçlu değilsin ki. Sana hiç emeği geçme-
d i.”
“O na yıllardan beri para veriyorum.”
“Ah, Allah kahretsin, Seth. Bu çok saçma.”
“D urup durup karşıma çıktı. Gitsin diye para verdim.
Belki aptalcaydı ama bunu aileme sataşmaması için yapı­
yordum. Onlar yeni bir iş kurmuşlardı. Aileleri ve çocuk­
ları vardı. Başlarını ağrıtmasını istemedim.”
“Ailen bunu bilmiyor mu?”
“Hayır, hiç kimseye söylemedim.” Gloria’mn ona
yaptıklarını hep içine gömmüştü. “Beni birkaç ay önce
Roma’da buldu. O zaman üç bin mil uzakta olmamın
hiçbir anlamı olmadığını anladım. Eve dönmek istedim.
Bir hafta kadar önce yine karşıma çıktı. Genellikle daha
uzun aralıklarla ortaya çıkardı. Bir iki yıl gibi. Ona para
verirken yine öyle olacağını sanıyordum. Ama o Dru’ nun
dükkânına gitmiş. Oraya çiçek almaya gitmediğine emi-
mm. V
Dan, “N e yapmamızı istiyorsun?” diye sordu.
“Sizin yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Ağzmızı sıkı tu­
tun yeter. Bu arada ben de bekleyeceğim. Bakalım bundan
sonra ne yapacak.”

Ama bekleyemedi. Onu bulmak için saatlerce, çevre­


deki bütün otel ve motelleri dolaştı. Onu bulduğunda ne
yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu.
O nu niçin aradığını kendisi de bilmiyor, bunu sadece
öfkesine kapıldığı için yapıyordu. Ama, bir otelden bir
otele dolaşırken, yavaş yavaş sakinleşmeye başladı. Tıpkı
Gloria gibi o da soğuk kanlı bir biçimde düşünmeye baş­
ladı.
287
E ğ e r D r u ’n u n S eth için ö n e m li o ld u ğ u n u anlarsa onil
b i r araç, b ir silah, b ir k u rb a n olarak kullanacaktı. Belki de
y e r in e g ö re h ep si için. G lo ria ’yı b u ld u ğ u n d a , D ru ’yla iljc,
k işin i o n a sıradan b ir ilişki olarak g ö ste rm e y e dikkat ede-
ç ek ti. H a tta gelip geçici b ir ilişki olarak.
G lo ria ’n ın anlayışla karşıladığı, h a tta saygı duyduğu tek
şe y b irin i ku llan m ak tı. H e rh a n g i b irin i k e n d i am açlan için
k u lla n m a k .
G lo ria, S e th ’in D r u ’y u cinsel g e rek sin im le rin i doyur­
m a k v e d ü k k â n ın ın ü st k atını atölye o la ra k kullanabilmek
iç in k u lla n d ığ ın a in andığı sü re ce D r u g ü v e n d e sayılırdı.
B öylece, hiç değilse, d e ğ er v e rd iğ i in sa n la rd an bir tane­
si G lo ria ’n ın ç a m u ru n a b u la n m a m ış olacaktı.
B ir ip u c u b u ld u ğ u n d a St. C h r is to p h e r ’d a n kırk mil
uzaktaydı.
M o te lin y ü z m e h a v u zu , k a b lo lu tele v iz y o n yayını ve
aile le r için daireleri vardı. R ese p siy o n d ak i m e m u r genç ve
neşeliydi. S e th o n u n yaz tatili b o y u n c a b u ra d a çalışan bir
ö ğ re n ci o ld u ğ u n u anlam ıştı.
“Selam , işler nasıl g idiyor.”
“İyi, teşekkürler. O d a m ı istiy o rs u n u z ? ”
“H ayır. B ir arkadaşı g ö rm ey e g e ld im . G lo ria DeLau-
te r.”
“D eL auter. B ir dakika lü tfe n .” B ilgisayarın klavyesinin
tuşlarına b asarken alt d u d a ğ ın ı ısırıy o rd u . “Soyadını hece­
leyebilir m isiniz?”
“E lbette.”
Seth kızın dediğini yaptı ve genç kız ö z ü r diler gibi ona
baktı. “Ü zgünüm . O telim izde D eL auter adında biri kal­
m ıyor.”

288
»Bââ"> biliyor musun, Harrow olarak da kaydohöüŞ
olabilir. İş için bu adı kullanır.”
^Gloria Kız tekrar klavyenin başına geçti,
spnra kaşlarını çattı. “Üzgünüm ama Bayan Harrow otel­
den ayrılmış.” ‘‘Ayrılmış mı?” Seth, sakin görünmek â0B-
elinden geleni yaparak, *Me zaman?” diye sordu.
"Bu sabah, Ödemesini ben aldım,”
"Çok tuha£ Sarışın bir hanım, öyle değil mi? Zayı£ Şu
boyda.” Eliyle gösterdi.
"Eyet*< d o ğ n ^ V r
"Allah kahretsin, tarihleri karıştırmış olmalıyım. Teşek­
kürler.” Tam dışan çıkacakken döndü. “St. Christopher’e
gideceğini söylemedi, değil mi?”
"Hayır. Bana kalırsa diğer yöne gidiyordu. Hay Allah,
inşallah bir sorun yoktur.”
^ Seth onun St. Christopher’a gitmediğini öğrenince ra­
hatlamıştı ama bunu kıza belli etmek istemedi “Hayır,”
dedi '‘Şa^eşebir karışıklık oldu, o kadar. Yardımınız için
teşekkürle^^ji

Seth, kendi kendisine onun gittiğini tekrarlayıp


yordu. On bin doları alıp kayıplara karışmışa. Bu arada
Dru’yu yoklamıştı, bu endişe vericiydi ama Seth, onun
Dru’yu gördükten sonra, kendisiyle ciddi bir ilişkisi ola­
bileceğine ihtimal vermeyeceğini ve bunun onu Dnûfyu
Seth’e karşı kullanmak fikrinden vazgeçireceğjm düşünü­
yordu.
Gerçek şuydu ki, kendisi bile Dru’yla ilişkisinin niceliği
konusunda kesin bir fikre sahip değildi.
Dru duygularım kolay kolay belli eden bir kız değil­
di. Seth’in onu çözmesi için zaman geçmesi gerekiyordu.
289
A ma ona böylesine hayran olmasının nedenlerinden biri
de bu kadar içine kapalı oluşu değil miydi?
H iç olmazsa başlangıçta böyleydi. Sonra, ona duyduğu
ilgi ve yakınlık birleşerek çok daha güçlü bir şeye dönüş­
m üştü.
Ş im d i daha fazlasını istiyordu. Resmini yaptığı insanla­
rı anlaması daha kolay oluyordu.
Genç kadının ona yeni bir tablo için poz vermeye he­
nüz ikna olmadığını biliyordu ^özellikle Seth’in istediği
[ pozu vermek konusunda kararsızdı.
Yine de, sanki bu konuda anlaşmaya varmışlar gibi, pa­
zar sabahı, atölyeyi hazırladı,
i “O resmi bana niçin parayla satmıyorsun?”
“Para istem iyorum .” Yatağın üstündeki çarşafları dü­
zeltti. Bunları, Phil’in evinde yatak takımlarının durduğu
dolabı talan ettiğinde, oradan almıştı.
| Yumşak kumaş istenilen şekli kolaylıkla alıyordu. Açık
krem rengi çarşafların üstünde koyu kırmızı gül yapraklan
ve D ru’nun beyaz teni harika duracaktı.
Bu renklerin ve ortamların karışımını istiyordu -ilik,
sıcak ve serin. Ç ünkü D ru, bunların hepsiydi.
“Tablolarını satmanın amacı para kazanmak değil mi?”
Boğazına kadar kapalı olan sabahlığının önünü de sıkı sıkı
kapatmış, endişeli bakışlarla yatağa bakıyordu.
“Ben para kazanmak için resim yapmıyorum. Bu bir
yan ürün. Bu işlerle uğraşan bir adamım var.”
“Ben model değilim.”
“Ben model istem iyorum ki.” Bu arada, yatağı çekiştiri­
yor, sağa sola itiyor, bir türlü m em nun olmuyordu. “Pro­
fesyonel modellerle çalışmak m ükem m el sonuçlar vere­
bilir. Ama ben sıradan insanların resm ini yapmakta daha

290 ___________ __________


başarılı olduğuma inanıyorum. Üstelik bu çalışma için
ancak seni kullanabilirim.”
“Niçin?”
“Çünkü o sensin.”
Seth, içinde gül yapraklan bulunan ilk torbayı açar­
ken, genç kadın dişlerinin arasından tısladı. “Bu da ne de­
mek?”
Seth, gül yapraklanın çarşafın üstüne güya rastgele şe­
killerde serpiyordu. “Bu tabloda seni görüyorum. Rahat ol
ve gerisini bana bırak.”
“Senin karşında, üzerine gül yapraklan serpilmiş bir ya­
takta çırılçıplak yatarken nasıl rahat olabilirim?”
“Elbette olabilirsin.” Yatağın üstüne biraz daha gül yap­
rağı serpti. Geri çekilip baktı, düşündü.
Dru, “Birkaç saat önce bu yatağın üstünde seviştik,”
dedi.
“Çok doğru.” Genç kadına bakıp gülümsedi. “Ben çalı­
şırken bunu düşünürsen faydalı olur.”
“Yaaa, beni havaya sokmak için mi seviştin benimle?”
“Hayır, seninle seviştim çünkü sana doyamıyorum. Ama
senin böyle bir havaya girmiş olman da bir yan ürün.”
“Yan ürününü nerene sokacağını söylememi ister mi­
sin?”
Set güldü ve Dru banyoya kaçmadan onu yakaladı. “Se­
nin için çıldırıyorum.”
Sethonunkulakmemesiniısırırken,gençkadın.*Yapma,”
diye bağırdı. “Ciddiyim, Seth.”
“Kesinlikle çıldırıyorum senin için. O kadar güzelsin
ki. Utanma.”
“Beni dalkavukluk ederek ya da iltifatlarla, soyunmaya
ikna edemezsin.”
2»!
“İltifat. Ne kadar güzel bir kelime. Sanat aşkına hitap
etsem nasıl olur? Sadece bir deneme.” Onu dudaklarından
öptü. “Bana sadece bir saatini ayır. Hâlâ k e n d in i tedirgin
hissediyorsan bunu tekrar düşünürüz. İnsan b e d e n i doğa-
nın bir parçasıdır.”
“Keten çamaşırlar da öyle.”
“Elbette. Sen giyince öyle oluyorlar.”
* Ve işte onu yine güldürmüştü. D ru, geriye çekilerek
| “Bir saat,” dedi. “Bunun karşılığında o resmi bana vere­
c ek sin .”
“Anlaştık. Şimdi söyle bakalım, bu müziği beğeniyor
m usun, yoksa striptize daha uygun bir şey mi olsun?”
f ‘Ah, çok komiksin.”
[ “Şimdi şunu çıkaralım.” Sabahlığın kuşağını çözdü, ya­
vaşça kızın omuzlarından aşağı çekti. “Seni seyretmeye ba­
yılıyorum. Vücudunun biçimine bayılıyorum.” Yumuşak
(bir sesle konuşuyor, bir yandan da kadını yatağın yanına
götürüyordu. “Işıkta teninin görünüşüne hayranım. Sana,
seni nasıl gördüğüm ü gösterm ek istiyorum .”
“Beni kandırmak, rahatlamama ne kadar yardımcı ola­
cak?”
“Uzan buraya. Henüz hiçbir şey düşünme. Yan yat.
Bana dön. Kolun şöyle dursun.” Kızın kolunu göğüsleri­
nin üstüne koydu.
Dru, Seth’in eli tenine değdiğinde hissettik lerim geçiş­
tirmeye çalışıyordu. “Kendimi te ş h ird e y m iş im gibi hisse­
diyorum.”
S eth, “B u farklı b ir şey,” ded i. “S an atta k e n d in i sunmak
vardır, teşh ir yoktur. Şu d izin i hafifçe y u k a rı kaldır. Bu ko­
lu n aşağı d o ğ ru d u rsu n . A vcun y u k a rı d o ğ ru açık. Güzel.
R a h a t m ısın ? ”

292
-Bunu yapağıma inanamıyorum. Bu ben değilim.”
“Evet, sensin.” Torbadan gül yaprakları alıp genç kadı-
jurı üstüne serpmeye başladı. Açık avcuna da birkaç tane
j.0 ydu, sonra saçlarına, göğüslerinin üstüne, kollarına ve
bacaklarına bol bol serpti.
“Kımıldamamaya çalış.”
Geri çekildi ve onu tepeden tırnağa öyle bir süzdü ki
genç kadın kızardı.
“Şetbi?;.:U'
“Fazla kıpırdamamaya çalış. Önce vücudunun üstün­
de çalışacağım. Şu anda baş ve yüzle fâzla ilgilenmiyorum.
Konuş benimle.” Tuvalin arkasına çekildi.
“Ne hakkında konuşayım? Kendimi ne kadar komik bir
durumda hissettiğimi mi anlatayım?”
“Bu akşam tekneyle çıkalım mı? Anna’da yemek yer,
sonra da yelkenliyle çıkanz.”
“Şimdi yemek düşünemem. Bu durumdayken yengeni
düşünmek de sitemiyorum... insanlar bu resmi görecek­
ler. Beni çıplak görecekler.”
“İnsanlar olağanüstü güzellikte bir kadının resmini gö­
recekler.”
Dru, birden ani bir dehşete kapılarak, annem!” dedi.
“Annen nasıl? Babanla ikisi hâlâ beraberler mi?”
“Bilidiğim kadarıyla evet. Beraberce Paris’e gittiler ama
bana kırgınlar.”
“Herkesi birden memnun etmek kolay değil.” Dru’nun
omzunu, boynunu ve göğsünü çiziyordu. “En son ne za­
man Paris’e gitmiştin?”
“Üç yıl kadar önce. Teyzemin düğününe gitmiştim.
Ş im di orada yaşıyor -Paris dışında oturuyorlar ama şehir
m erkezinde bir daireleri var.”

293
Seth onunla Paris hakkında konuştu ve bedeninde.
K gerginliğin kaybolduğunu görünce sevindi. Çalışmaya
başladı.
Kızın beyaz teninde koyu kırmızı rengin oluşturduğu
Çelişki, ışığın oyunları, çarşafın kıvrım larından belli olan
kumaşın yumuşaklığı tuvale yansıyordu. Seth onun avcu.
n u n zarafetini ve bacaklarındaki güçlü kasları göstermek
istiyordu.
I G enç kadın hafifçe kımıldadı ama Seth o n u n duruşunu
^değiştirmek için bir şey söylemedi. O n u n gerginleşmesini
önlem ek için sürdürdüğü sohbet zihninin başka bir bölü-
m ündeydi. Beyninin geri kalan kısmı da, fırça ve boyalarla
(yaratm akta olduğu resimdeydi.
W İşte orm an perilerinin kraliçesi yine karşısındaydı, ama
bu kez uyanıktı. H er şeyin farkındaydı.
( D ru, artık, kendi d u ru m u n u ve poz verm ekte olduğu­
n u düşünm üyordu. Seth’i çalışırken seyretm ek ona tadına
doyum olm az b ir haz veriyordu. B üyük b ir mutluluktu
bu. Acaba Seth, bu yoğunluğun ona nereden geldiğini
genç kadının m erak ettiğini biliyor m uydu? Değişen ba­
kıştan ağzından çıkan sıradan sözlerle büy ü k bir çelişki
oluşturuyordu.
Kendisi bu n u n farkında m ıydı? M u tla k a olmalıydı.
T ekniğinin b ü y ü k b ir b ö lü m ü n ü o lu ş tu ra n akıcılık ve
o d a k la n m an ın b ilin c in d e olm alıydı. B u n u n sonucunda
o rtay a çıkan cinsel çekiciliği m u tla k a b iliy o rd u . Ondaki
g ü zellik ve güç, ü z erin d e çalıştığı k o n u n u n -m odelin- de
gü zel ve güçlü g ö rü n m esin i, k e n d isin i böyle hissetmesini
sağlıyordu.
D ru, bir saat çalışacaklarını u n u tm u ştu . Seth’in kendi

294
dünyasında yarattığı fantezilerin bir parçası olmuş, bu ne­
denle de büyüyü bozm ak aklından bile geçmemişti.
Model her zaman ressama âşık mı olurdu? D ru bunu
m erak ediyordu. Kendini ona bu kadar yakın hissetmesi,
onu böylesine arzulaması doğal mıydı?
Seth, Dru’nun kendisinden bir şeyler vermek istediği
ilk ve tek erkekti. Bu nasıl olmuştu? O nun istediği her şeyi
yapabilirdi. Bunu bilmek, aşkın her şeyi vermek demek
olduğunu anlamak ürkütücüydü.
Bu arzulara boyun eğerse, kendisinden genye ne kala­
caktı?
Seth, onu içini okur gibi tepeden tırnağa süzünce, genç
kadın ürperdi.
“Üşüdün m ü?” Sesi sıkıntılıydı. Sonra, bir düğmeye
basılmış gibi daha rahat bir sesle konuştu. “Üzgünüm,
üşüdün mü?”
“Hayır. Evet. Belki biraz. Bedenim biraz uyuştu.”
Seth kaşlarını çattı. Saatin kaç olduğunu anlamak için
bileğine baktı. Oysa saatini takmayı unutmuştu. “Bir saat­
ten fazla çalıştık herhalde,” dedi.
“Nihayet fark ettin.” Gülümsemeye çalıştı.
“Biraz dinlenmelisin. Su ister misin? Ya da meyve suyu?
Meyve suyu almış mıydım?”
“Su yeter. Oturabilir miyim?”
“Elbette. Elbette.” Şu anda Dru’ya değil resme bakıyor­
du.
“Resmi görebilir miyim?”
“Evet, görebilirsin.” Fırçasını bırakıp bir kumaş parçası
aldı. Bu arada gözlerini tuvalden ayırmıyordu.
Dru yataktan aşağı kaydı. Sabahlığını alıp giydi vc
Seth’in yanma gitti. Thvalin ortasında yatak vardı. Geri ka-
295
lan kısımların büyıik bir bölümü boyanmamıştı. Kendisi
de yatağın ortasındaydı.
H enüz yüzünü yapmamıştı. Şimdilik o sadece bir be­
dendi -gül yapraklarıyla bezenmiş, ince uzun bir beden.
Kolu göğüslerini örtüyordu. Ama bu utangaçlıktan kay­
naklanan bir duruş değildi. D ru, kolun bu duruşunda bir
işve olduğunu düşündü. Davetkar, bilmiş bir duruştu bu.
I Ç ok küçük bir bölüm ü bitmiş ama harika bir resim ola-
Pcağı belli, diye düşündü. Işık ve gölgelerin böylesine güzel
oynaştıklarını daha önce hiç görm emişti.
Seth bu karyolayı alırken çok iyi b ir seçim yapmıştı.
İnce dem ir çubuklar sadelik ve zaman ötesi bir izlenim
(yaratıyordu. Çarşafların renginin yumuşaklığı D ru’nun
tenine sıcaklık katıyor ve Seth’in güçlü fırça darbeleriyle
çelişki oluşturuyordu,
p “Ç o k g ü z e l.”
“Evet, çok güzel olacak,” diye onayladı. “Başlangıç iyi
oldu.”
“Yaptığın resm i görünce, işi yanda bırakmayacağımı bi­
liyordun.”
“Tuvale baktığında görm eni istediğim i görmeseydim
başarısızlığa uğram ış olu rd u m , D rusilla.”
Genç kadın Seth’i dikkatle inceliyordu. Onun yüzün­
deki yoğunluğu, bir şeye odaklanmanın, bir amaca yönel­
menin gücünü görünce, kalp atışlan hızlandı. Genç adam
resim yaparken, bunun içsel bir gereksinimden kaynaklığı
o kadar belli oluyordu ki.
Ama şimdi kendisi büyük bir gereksinimin pençesin-
deydi.
“Hiç kimseyi böylesine arzulamadım,” diyebildi. “Bu­
nun ne anlama geldiğini bilmiyorum.”

296
“B unun ne anlama geldiğini anlamaman umurumda
değil*" ^ zı kendine çekti, dudaklarından öpmeye başladı*
O n u yatağa doğru sürüklerken, bir yandan da sabahlı-
ğmı çıkarayordu.
Bu davranış karşısında, Dru’nun içindeki, iyi yetişmiş,
lüks ve zarafet içinde büyümüş kadın şaşırdı. Ama onu en
çok şaşırtan, kendisinin bu davranış karşısında gösterdi­
ği tepki oldu. Ama bu tepkiyi gösteren diğer kadın baskın
çıktı.
Gül yapraklarxya kaplı yatağın üstüne yuvaıiandridarm-
da, erkeğin gömleğini yırtar gibi çekip çıkardı.
“Okşa beni. Ahhh, dokun bana.” Seth’in üstüne nlrmı<
çırpmıyordu. “Sen resim yaparken ben senin beni okşadı­
ğını düşünüp tahrik oluyorum. Okşa beni.”
Elleri kızın bedeninde yabani bir hayvanın dili gibi
d o laşıy o r/ sanki, karşısında çırılçıplak ıranmış yatarken,
için için yanan ateşin alevlerini okşuyordu. Bu okşayışlar
Dru’yu canlandırıyor, kanını tutuşturuyor vc onu doymak
bilmeyen bir gereksinim yumağı haline getiriyordu.
Dudakları, her şeyini vermek arzusuyla onun dudakla­
rıyla birleşti. Seth genç kadının içinde kaybolmuş, onun,
çevresinde ördüğü duygu ağının tutsağı olmuş, her doku­
nuşu, her okşayışı, sunduğu tatlar ve ağzından çıkan keli­
melerle oluşturduğu duyular seline kendini kaptırmışa.
Doymak bilmeyen açlık, aşkın kayalık kıyılarına çarpı­
yordu.
Seth onu kendine çekti vc genç kadına sımsıkı sanldı.
Sonra onun üstüne kapandı.
Telaşlı ve çılgınca sevişme, birden, yumuşak bir nitelik
kazanmışu. Bu Dru’yu da etkiledi ve o da Seth’e uydu.
Dudakları uzun ve sevgi dolu bir öpüşle birleşti. Şimdi
297
b irb irlerin i şefkatle okşuyorlardı. Boya, tiner ve gül ^
kuşuyla dolu hava ağırlaşmış, öte yandan, denizden gejGn
esin ti hissedilir olm uştu.
Kız d oğruldu ve aşka baktı.
Boğazı acıyor, kalbi ağrıyordu. Bu duyğu yoğunluğuna
dayanam ayacağını hissediyordu. Eğilip genç adamı dudak­
larından u z u n u zu n öptü.
B u n u n zevkin ötesinde, tu tk u ve gereksinim den fazla
bir şey o ld u ğ u n u biliyordu. E ğer kendisini bırakabilirse
bu, h e r şeydi.
E ğer b u insanı tü k etecek b ir şeyse tükenm eye razıydı.
O n u içine aldı ve b u h e r şey olan h e r neyse, o n u n uğruna
ken d in i erkeğe teslim etti.
Birlikte, ağır ağır ve yum uşak, d erin ve yoğun bir bi­
çim d e h arek et ediyorlardı. Z evkler tırm andıkça titriyorlar,
zevk içinde y ü zerken iç geçiriyorlardı. D ru ’ya, Seth’in re­
sim yaparken kullandığı ren k ler sanki içine yayılıyormuş
gibi geliyordu.
Seth hafifçe do ğ ru lu p o n a sarılırken yeniden kızın ağzı­
nı bu ldu. B irbirlerine sım sıkı sarılm ış olarak zevke teslim
oldular.
B ir süre konuşm adılar. D ru ’n u n başı S eth’in omzun-
daydı. P encereden içeri giren ışığa bakıyordu.
Seth’in bir pencereyi açmış olduğunu fark etti. Oysa
Dru, o güne kadar, bu pencerenin kapalı durması gerektiği
kanısındaydı. Oysa şimdi, ışık ve hava bu pencereden içeri
akıyordu.
D ru , o n u b ir daha nasıl kapatabilirdi?
Sakin b ir sesle, “D aha önce gül yaprakları üzerinde se-
v işm em iştim ,” dedi. “H o şu m a gitti.”
“B en im d e.”

298
£>ru, Scth’in sırtına yapışmış olan bir gül yaprağ*JM eU-
ne aldı. “Ama şu yaptığımız işe bak.’*dedi. “Ressam bize
çok kızacak.” Gül yaprağını ona verdi.
“Aslında kızmalıydı ama kızmadı. Hem de...” İçinde
adım adım, coşkulu bir sevinç büyümekteydi. “Bu ressam
ç o k yaratıcıdır.”

“Buna tanıklık edebilirim.”


“Bana bir saat daha izin ver.”
Genç kadın onun yüzüne bakmak için geriye çekâdL
“Yine resim mi yapacaksın? Şimdi mi?”
“Güven bana. Bu önemli, gerçekten önemli ” Onu ku­
caklayıp yavaşça yatağın üzerine koydu. “Pozu hatırlıyor
musun, yoksa göstereyim mi?”
“Hatırlıyor muyum?.. Yapma Allah aşkmaT Kızmış­
tı. Yatağa yan üstü uzanarak kolunu göğüslerinin üstüne
koydu.”
“D ur yardım edeyim.” Seth neşeli ve hayat doluydu.
D ru'nun yanına gidip onu hafifçe kımıldattı. Gül yaprak­
larım dağıttı. Geri çekilip onu seyretti, sonra yine yarana
gidip bazı küçük aynntılan değiştirdi.
“Suratım asabilirsin ama başım bana doğru çevir."
“Surat asmıyorum. Surat asmayacak kadar olgunum.”
“H er neyse.” Kot pantolonunu yerde»ahp giydi. “Şim­
di başının açısına ihtiyacım var. Çenem kaldır. Heey. o ka­
dar değil, şekerim. Bu daha iyi," dedi ve kullanacağı fırçayı
seçti. “Başmı hafifçe yukan kaldır... Tamam, oldu. Harika-
sin, kusursuzsun. Modellerin en iyisisin.”
“Sen de pisin birisin."
“Bak bu söz olgun olduğunu gösteriyor." Çalışmaya
devam etti. “Senden böyle kaba bir söz duymak ifxssa şa­
şırtıyor. ^"
299
gerektiğinde kaba olabilirim.- ı>>nı ya gurc, uır erKeğe
%*k olduğu anda, onun kendisine sanlmak yerine resim yap.
*nayı tercih etmesi, kabalaşmayı gerektirecek bir durumdu.
“Tamam. Sus. Sadece bana bak ve m üziği dinle.”
“Güzel. Zaten sana söyleyecek bir şeyim yok.”
Seth, belki gerçekten söyleyecek bir şeyi yoktur, diye
düşündü ama genç kadının yüzü b u n u n aksini söylüyor*,
du. Bu yüzü olduğu gibi tuvale yansıtm ak istiyordu. Ba­
şının meydan okuyan duruşunu, tam ortasındaki o güzel
gölgeyle birlikte, güçlü çenesini, çıkık elmacık kemikle­
rini, badem biçimi gpzlerini, kaşlarını ve düm düz, soylu
b u rn u n u çizdi. Sonra boyamaya başladı.
Geri kalanlar için, ağzı ve gözlerinin içindeki bakış için
daha fâzla bir şeye ihtiyacı vardı.
\âtağın yanma gelirken, “Kımıldama,” diye emretti.
“Seni ne kadar çok arzuladığımı düşünm eni istiyorum.”
Anlayamadım. ”
“N e kadar güçlü olduğunu, görü n tü n ü n ne kadar et­
kileyici olduğunu düşün. Sanki uykudan uyanıyorsun ve
seni seyretmekte olduğum u görüyorsun. Sana sahip olmak
için çıldırdığımı hissediyorsun. B ütün güç sende.”
“Öyle mi?”
“Senin için deli oluyorum.” Eğildi. Dudakları onunki­
lerden ancak bir fısıltı kadar uzaktı. “Bunu biliyorsun. Par­
m ağını oynatman yeter. Gülümsemen yeter.” Dudaklarını
o n u n dudaklarına değdirdi. Genç kadını uzun uzun öperek
o n u ne kadar arzuladığını hissettirdi. “Ben senin kölenim.”
G ö zlerin i ondan ayrılmadan geri çekildi ve tuvalin ar­
kasına geçti. “B u sensin, Drusilla. Sen.”
Genç kadının dudakları bilgiççe kıvrıldı. Gözlerinde,
hem aydınlık hem de gölgeli bir davet okunuyordu.

300
O anda Seth, istediği her şeyi gördü. Farkında oluş, öz­
güven» arzu ve vaaıkirlık.
“Değişme.”
Gözü ondan başka bir şey görmüyor, ^rnnn
bir şey hissetmiyordu. Öyle ki k e a d İ4 ^ H |â S B ^ ^ ^ ^ B
ğinin bile farkında olmadığı söylenebilirdi. Genç kadAflüflJ
yüzüne, tuvalin üstünde bayat verebilmek için, bilinçsizce :
boyaları karışnnyor, fırçayla alıp tuvale süray&da.
O nun yüz ifadesini elinden geldiğince tabloya yaBStf* i
maya gayret ederken, bu ışığı Dru’nun
dek göreceğim biliyordu. Bu resmi
zaman, o ışık yine orada olacaktı.
N e zaman yalnız kalsa, onu kalbinde ve
sedecekn. Kendini her yalnız h isse a^ p M ^ M İn ^ ^ ^ H
cakn.
Fırçasım kenara bırakn. "Bu tabloyu y a p a b in â & E 9
“Bitirdiğim zaman o benim en
nun nedenini biliyor musun?”
Dru konuşamıyordu. Kalbinde öyle bir nama fcjPttp'
yordu ki güçlükle nefes almaktaydı. Sadece hayıranlamın-
da başım sallayabildi.
"‘Çünkü bu tablo senin benim için
yansıtıyor. Anlaşılan şu ki, seni ilk g â n İi^ s 5 |^ ^ H ^ ^ H
için ne kadar önemli olacağım hissetmişim
tağa doğru yürüdü. “Seni seviyorum.”
Kız kesik kesik nefes alıyordu. “Biliyorum.” Hini kd-
bine bastırdı. Kalbinin nasıl olup da sevinçten, yetinden
fırlamadığına şaşıyordu. “Biliyorum, Çok korkuyorum.
Tannm, Seth, çok korkuyorum, çünkü ben de seni sevi­
yorum .”
Gül yapraklarını sağa sola saçarak yerinden firladı ve
onun kollarına atıldı. 1
O n B eş

Anna evin içinde bir fırtına gibi esiyor, ailenin erkekleri


Içacak delik arıyorlardı. O turm a odasına rüzgâr gibi girip,
yerdeki çorapları, ayakkabıları, futbol takımı şapkalarını ve
boş bardakları topladı. Çabuk davranıp kendilerini odadan
dışarı atamayanlar, havada uçan eşyaları yakalamak zorun-
:da kalıyorlardı. Aksi halde yaralanmaları işten bile değildi.
A n n a m u tfa ğ a v ard ığ ın d a b u fırtın ay a yakalanmış olan
K azazed eler o rta d a n kay b o lm u şlar, k ö p e k bile saklanmıştı.
Seth, hafifçe öksürüp boğazını temizledikten sonra, gü­
venli bir mesafeden seslendi. “Şey, Anna. Sadece bir akşam
yem eği.”
Anna ona doğru yürüdü. Seth ondan çok daha iri ya­
pılıydı ama yengesinin kara gözlerinde parlayan 'ölüm fer­
m a m ’ ışıklarını görünce m idesinin derinliklerinde korkuya
benzer bir şeyler hissetti. Genç kadın, “Sadece bir akşam
yemeği, öyle mi?” diye tekrarladı. “Sence yemekler kendi
kendine mi pişer?”
“Ama, ne hazırlaşan olur. Bizim için fark etmez. Dru
yem ek konusunda seçici değildir.”
302
Anna dolapları açıp baharat kutulan çıkarıyor, sonra do­
lapların kapılarını gürültüyle kapatıyordu. “Ya, demek Dru
yemek konusunda seçici değil. Öyle mi? O halde, yemeğe
misafir geleceğini sadece bir saat önceden haber vermekte
bir sakınca yok.”
“Tam anlamıyla misafir sayılmaz. Bir şeyler atıştırırız
diye düşünmüştüm. Sonra da...”
“Ha, bir şeyler atıştırmayı düşünüyordunuz, öyle mi?"
Seth’in kalbinin her köşesine korku salan, ağır ve karadı
adımlarla ona doğru yürüdü. “İstersen pizza ısmadayakan.
Dru, gelirken uğrayıp alır.”
Cam, Anna’nin Seth’i bir böcek gibi ezmesinin, kansı-
mn dikkatini dağıtacağım ümit ederek, belli etmeden ara­
ya girip buz dolabından bir şişe bira almayı denedi. Ama
bunu yapmaması gerekirdi.
sen.” Anna dişlerini gıcırdatarak. Cam e döndü.
“Kirli ayakkabılarınla mutfağıma girebileceğini mi sanı­
yorsun? O birayı içerek oturma odasına girmeyi sakm ak­
imdan geçirme. Sen buranın kralı değişin."
Cam birayı almıştı ama yine de onu arkasına sakhdı.
Anna’ nın ne yapacağı belli olmazdı. “Hey. ben masum bir
seyirciyim .*^
. “-Bu evdeki hiç kimse masum değL" Seth belli etmeden
dışarı çıkmaya yeltenince, Anna, “Bir yere ğtmcî" diye ba­
ğırdı. “Seninle işim bitmedi."
“Tamam, tamam. Baksana, ne oluyor? Akşam yemeğine
bize her zaman bilileri gelir. Daha bir gece önce, Kevin o
manyak arkadaşını getirmişti."
Kevin uzaklardan, “O manyak değl," diye seslendi. Sesi
oturma odasından geliyordu.
“Burnuna bir halka takmıştı vc sürekli olarak Dyian
Thomas’ tan bir şeyler tekrarlayıp duruyordu."
303
“Ha, Marcus. O manyaktır. Ben Jerry’den söz ediyor­
sun sanmıştım.” Seth ellerini havaya kaldırdı. “Gördtin
mü? Evimize o kadar çok insan girip çıkıyor ki onlan bir­
birine karıştırıyoruz.”
“Bu başka.” Anna büyük ahçı bıçağını eline almış, kor­
kağın teki olan Cam çoktan orayı terk etmişti. Seth bu du­
rumda Anna’yla tartışmamayı seçti,
t “Tamam. Ö zür dilerim. Sana yardım edeceğim.” *
p “Elbette edeceksin. Patatesler...” Bıçakla pataeslerin bu-
[ lunduğu yeri gösterdi. “Soy onları.”
W “Emriniz olur, hanımefendi.”
L “Q uinn!”
I “N e var?” C am ’in önce sesi duyuldu, sonra kendisi
Kxmtfâk kapısında göründü. Ama birasını saklıyordu. “Ben
bir şey yapmadım.”
I “Tam üstüne bastın. D uş yapmadın. Havlunu yere
^tma. Tıraş ol.”
“Tıraş m ı olayım?” Eliyle çenesini ovuşturdu. Sanki bir
saldırıya uğramış gibiydi. “Sabah olm adı ki.”
Anna, “Traş ol,” diye tekrarladı ve o hırsla sarımsak
dövmeye başladı. Seth ne o lu r ne olm az, havanın tokmağı
yanlış bir yere iner diye, ellerini ceplerine soktu.
Sonra, Seth’e bakıp dudaklarını bükerek, “Aman Tan­
rım !” diye m ırıldanıp uzaklaştı.
“Jake! Televizyon odasındaki döküntülerini topla. Ke-
v in !Elektrik süpürgesini çalıştır.”
Seth, “N için benden nefret etmelerini istiy o rsu n ?” diye
sızlandı.
Anna, cevap olarak ona buz gibi bakışlarla baktı. “Pa­
tatesleri soymayı bitirdiğin zaman, onları küçük kareler
halinde kes. Aşağı yukarı şu büyüklükte.” Başparmağıyla

304
işaretparmağını kullanarak patateslerin ne büyüklükte ola­
cağını gösteriyordu. O n u da bitirince, alt kattaki banyoya
misafir sabunuyla havlularını koy. Misafir sabunu kulla­
nan ya da havluları kirleteni yakalarsam, parmaklarını ke­
serim.” ‘**
Bir kâseye koyduklarını karıştırmaya başlamıştı.
Jake hırsla içeri girip, sinsi sinsi Seth’e baktı. “Haberi­
niz olsun, televizyon odasındaki döküntülerin hepsi bana
ait değil,” dedi. “Bu evde başkaları da döküntülerini ortada
bırakıyor.”
Jake buzdolabım açarken, Anna, “Sen ne yaptığım sanı­
yorsun?” diye bağırdı.
“Şey... sadece şey alacaktım...”
“Almayacaksın. Masayı kurmanı istiyorum.”
“Masayı kurup, sonra da toplama sırası Kev’de. Ben bu­
laşıkları yıkayacağım.”
“Bu akşam hem sofrayı kuracak, hem de bulaşıklan yı­
kayacaksın;”
“Neden hem sofrayı kuruyor hem de bulaşıklan yıkı­
yorum? Yemeğe kız arkadaşını davet eden ben değilim.”
“Çünkü ben öyle istiyorum. Yemek odasındaki masayı
hazırla. Misafir tabaklarını koy.”
“Niçin orada yemek yiyoruz? Şükran Günü değil İd!”
Anna, “Keten peçeteleri çıkart,” diye ekledi. “Üzerinde
gül deseni olanları. Sofrayı altı kişilik hazırla. Once ellerini
yıka.”
“Öfff. O sadece bir kız. Gören de İngiltere Kraliçesi
Elizabeth ya da buna benzer biri geliyor sanır.”
Evyenin başına geçip musluğu açtı ve dudaklannı tıpkı
babası gibi büktü. “Bu eve asla bir kız getirmeyeceğim.”
“Birkaç yıl sonra sana bu sözünü hanrlatınm. Küçük
305
oğlunun akşam y e m e ğ in e kız arkadaşm g e tire c e k kadar
g ö z le ri yaşarmıştı.
b ü y ü y e c e ğ in i d ü ş ü n ü n c e A n n a ’n m
B urnunu çekti v e hazırladığı sosu tavuk e tle rin in üstüne
döktü.
S e th , “B e n d e iyice d ü ş ü n m e d e n b u işi tekrarlamayaca­
ğ ı m ,w d iy e m ırıld a n d ı.
“A n la y a m a d ım . ”
S e th y ü z ü n ü b u r u ş tu r d u . “H i ç b ir şey. E h A n n a , abart­
tın ! D a h a ö n c e d e b u ev e kız a rk a d a ş la rım ı g e tird im . Hatta
D r u d a d a h a ö n c e b u ra d a y e m e k y e d i. B ö y le k riz e girm e­
m iş tin .”
“O b a şk a y d ı. O z a m a n h a b e r v e r m e d e n u ğ ra m ıştı. Ü s­
t e lik s e n d e o n u d a h a ta n ım ıy o r d u n b ile .”
“E v e t a m a ...”
“E v e t, b u ra y a d a h a ö n c e k ız a rk a d a ş la rın ı g e tird in ama
â şık o ld u ğ u n b ir kızı h iç g e tir m e d in . E r k e k le r h iç b ir şeyi
[an la m ıy o rlar. Ç o k an lay ışsızlar. N e d e n s e b e n d e b ir sürü
e rk e ğ in a ra sın d a k a ld ı.”
“A ğ lam a. B u n u y a p m a . A m a n T a n rım . A n n a , lütfen
b u n u y a p m a .”
“C a n ım isterse a ğ la rım . E n g e l o lm a y ı d e n e d e başına
g e le c e k le ri g ö r.”
J a k e , “İşle r karışıyor,” diye söylenerek yem ek odasına
k açtı.
“Tavuğu ben pişireceğim.” Seth çaresizlik içinde, pa­
tatesleri soymayı bıraktı ve A nna’nın saçlarını okşamaya
koştu. “Sen tarif et, ben yaparım. G eri kalan her şeyi de
hazırlarım . Yemekten sonra bulaşıkları da ben yıkayacağım
ve...” Geri çekildi. “H içbir zaman D ru ’ya âşık olduğumu
söylem edim .”
“N e yani, ben kör ve b u d ala m ıyım ?” Patateslere özel

306
bir sos hazırlamak için zeytinyağını aldı. “Şu Allahın belası
■$forcestershire sosunu ver bana.”
Seth onun ellerini tuttu. “Daha kendisine yeni söyle­
dim. Sen nereden biliyorsun onu sevdiğimi?'’
“Çünkü seni seviyorum, salak. Yanımdan çekil, işim
vaa*.*'
Seth yanağım onun yanağına dayayıp içini çekti.
“Allah kahretsin.” Anna onu kucakladı. “Mutlu olmam
istiyorum. M utlu olmanı istiyorum.”
“M utluyum .” Yüzünü onun saçlarına gömdü. “Ama
pek kendimde değilim.”
“Öyle olmasa gerçek aşk olmazdı.” Seth*i bir an daha
I[ sıkı sıkı tutm akta devam etti, sonra bıraktı. “Şimdi mut-
I fakpârçık. M isafir sabunlarım, havluları kontrol e t Tuva-
l[ letlerin kapaklan kapalı olsun. Üstüne dc yırtık olmayan
E bir pantolon giy.” :
*/^ T ır tık olmayan bir pantolonum olduğundan emin de­
ğilim ama teşekkür ederim, Anna.”
“Ö n e m li değil. Ama, bulaşıklan yıkayacaksın, unut-
ma.”
Y em ek odasından, Jake’in, “Ya-şa-sm!” diye bağıran sesi
geldi.'?'

“B eni evinize tekrar kabul ettiğiniz için teşekkür ede­


rim . Size zahm et oldu.”
A nna, D ru 'n u n getirdiği güzel çiçekleri mavi bir vazoya
koym uştu. “Ziyaretimize geldiğiniz ve bizimle yemek yi­
yeceğiniz için m utluyuz. Hiç de zahmet olmadı.”
‘Y em eğe geleceğini son dakikada haber veren bir mi­
safiri d ü şü n m e k bile istemiyorum. Bütün gün çahşöktan
so n ra b u n u n hiç de zahm et olmadığım söyleyebilmek...”
‘'S a d e c e tav u k p işird im . K olay b ir yem ek. Teferruatı,
b ir şey d e ğ il.” Ja k e hafifçe g eriy e ç e k ile re k , D r u görm eden
g ö z le rin i d e v irin ce , A n n a h afifçe g ü lü m sed i. “Bir şey nij
is tiy o rs u n , J a k e ? ”
“ N e z a m a n y e m e k y iy ec eğ im iz i m e ra k e d iy o ru m da.”
“B u n u ilk ö ğ re n e n se n o la c a k s ın .” A n n a çiçekleri m ut­
fa k m asasın ın ü s tü n e k o y d u . “G id ip S e th ’e söyle de gelip)
D r u ’n u n g e tird iğ i b u h a rik a şa rab ı a çsın . Yemekten önce
b ir e r k a d e h iç e lim .”
Ja k e , m u tfa k ta n ç ık a rk e n -fısıltıy la - sız la n ıy o rd u . “Aç­
lık ta n ö le c e ğ iz .”
D r u , “Y ardım e d e b ile c e ğ im b ir şe y v a r m ı? ” diye sordu.
M u tfa k h a rik a k o k u y o rd u . K apalı b ir te n c e re d e b ir şey pi-
ışiy o rd u . B u , ta v u k o lm a lıy d ı.
“H e r şey y o lu n d a . T e ş e k k ü rle r.” A n n a b ir eline mut­
fa k e ld iv e n in i g iy e re k te n c e r e n in k a p a ğ ın ı k a ld ırd ı. Kapağı
[k e n a ra b ıra k tı v e te n c e re y i k u lb u n d a n tu ta r a k hafifçe salla­
d ı. S o n ra e lin e b ir çatal alıp p iş m e k te o la n yemeğe hafifçe
d o k u n d u ve te n c e re n in k a p ağ ın ı k a p attı. D r u ’ya, ‘Yemek
p iş irir m is in ? ” d iy e so rd u .
“Böyle değil. Buraya geleli, makarna pişirmekte, sos ha­
zırlamakta ve bunları birbirine karıştırmakta ustalaştım , o
kadar.”
Anna, “İnanm ıyorum ,” diyerek g ü ld ü . “B e n yemek
yapmayı severim. Ö nüm üzdeki g ü n le r d e san a basit bir
domatesli sos yapmayı ö ğ re te c e ğ im . B a k a lım onunla neler
y a ra ta b ile c e k s in .” O sırad a m u tfa ğ a g ire n S e th ’e, gözleri­
n in içi g ü le re k bak tı. “S e th , şarab ı a çar m ısın? D ru ’ya bir
k a d e h ver. B e n y e m e ğ i h a z ırla rk e n sen kızı bahçeye çıkar
v e ç iç e k le rim i g ö ste r.”
D ru itiraz etti. “Size yardım etmek istiyorum. Yemek

308
pişirmeyi bilmiyorum ama talimattan uygulamayı çok iyi
bilirim-”
“Bir daha sefere yardım edersin. Şimdi Seth'le birlikte
bahçeye çık ve şarabın keyfini çıkart. Yemek on dakikaya
kadar hazır olur.”
Anna onlan bahçeye gönderdikten sonra, yaptığı işten
hoşnut olarak ellerini ovuşturdu ve son hazırlıktan ta­
mamlamaya girişti.
O n beş dakika sonra, kırk yılda bir kullanılan yemek 1
odasındaki masanın başına oturmuşlardı. Masanın üstün­
de altı tane mumun alevi titreşmekteydi. Dru, köpeğin or­
talıkta olmadığını fark etti.
D ru, “Yemek takımınız çok güzel,' dedi.
>3ügjBen de çok beğeniyorum. Onu, halayımızda. Cam*lc
birlikte Roma'dan almıştık.*'
Jake tavuğa saldırırken, “Bu takımın bir tabağını kırar­
sanız, fareler kulaklanmzı yesin divc bodrum a kapatılırsı­
nız^ dedi.
*~j*Jaker Anne, yüzünde sahte bir gülüşle Dru ya patates
tabağım uzattı. “N e saçma bir söz. Bizim evde bodrum
bile yok.”
; “Babam, bu takımın bir tabağını kırarsaruz, anneniz dlcriyk
bir bodrum kazar ve sizi oraya kapatır, demişti. Oyîe değ3 mi,
baba?” ~.
“Söylediklerinden hiçbir şey anlamadım. Kuşkonmaz
y% lgg
“B unu yapmaya mecbur muyum?'
“Ben mecbursam, sen de mecbursun demektir.'
Anna, kendisine sabır vermesi için. Tanrıya dua edi­
yordu. “İkiniz de kuşkonmaz yemek zorunda değilsiniz,
dedi.
309
Kevin, annesinin onu uyaran bakışlarıyla karşılaşmadan
ö nce, “Güzel. O zaman bana daha çok kalır,” dedi. “Niçin
bana öyle bakıyorsun, anne? K uşkonmaz yemeyi seviyo.
ru m . B unda ne var?”
C am , “O zaman, m asanın ortasına dalacağına iste *
dedi. Sonra, D ru ’ya döndü. “O nların her zaman kafesle­
rin d en çıkmalarına izin verm iyoruz da...”
“Erkek kardeşlerim olm asını çok isterdim .”
I Jake, “N e için?” diye sordu. “C anına okusunlar diye
im i?”
I D ru, “Anlaşılan senin epeyce canın yanm ış,” dedi. “Ben
de hep karşılıklı konuşabileceğim , gereğinde canını yaka-
«bileceğim biri o lsun isterdim -annem le babam ın, öfkeli
[ya da tedirgin olduklarında çatabilecekleri, benden başka
fbiri. Tek çocuk olduğunuzda, ailenizin dikkatini dağıtacak
başka bir şey y oktur- b ilm em anlatabiliyor m uyum ? Kuş-
Ikonm az yem ek istem ediğinizde, o n u sizin yerinize yiye-
rcek biri de y oktur.”
“D oğru ama, geçen yıl, C adılar B ayram ı’nda, Kev o gü­
zelim şekerlerin yansını silip sü p ü rm ü ştü .”
“H eey, u n u t a rtık b u n u . K e n d in le b a rış.”
Ja k e ağabeyine baktı. “B e n h iç b ir şeyi u n u tm a m ,” dedi.
“B ü tü n v e riler b e n im b e lle k b a n k a la n m d a saklıdır. Bir
g ü n b u n u n b e d elin i ö d ey ecek sin , şek erci d o m u z .”
“Salak!”
“A rtist!”
S e th , “B u Ja k e ’in keşfettiği son hakaret sözcüğü,” dedi.
Sonra, elindeki şarap kadehiyle Kev’i göstererek, “Bir okul
tem silinde oynuyor da,” diye ekledi,
Jake, D ru ’n u n anlam asına yardım cı o lm ak için, “Bir er-

310
keğin kadınsı olduğunu ima eden kibar bir sözcük.” diye
açıkladı.
Anna az daha inleyecekti ama kendini tuttu.
Dru, Kevin’e, “Geçen hafta oyununuzu seyrettim ve
çok hoşuma gitti,” dedi. “Bence çok başarılıydı. Üniversi­
tede tiyatro öğrenimi yapmayı düşünüyor musun?”
“Evet, tiyatro gerçekten çok hoşuma gidiyor. Hatta, si­
nemayı tiyatrodan daha çok seviyorum. Arkadaşlarla bir­
kaç tane çok güzel video filmi yaptık. En son yaptığımız
hepsinden daha iyi oldu. Ormanda avcılan kovalayan tek
kollu sapık bir katilin öyküsünü anlatıyor. İntikam aknak
için bütün avcılan teker arayıp buluyor ve Öldürüyor. Çün­
kü bir avcı, tuhaf bir av kazasında onu kolundan vurm uş.
Filmde geri dönüşler filan var. Görmek ister misin?”
“Elbette*” /;•;
“Kevin’in oyununu seyretmeye gittiğini bilmiyor-
dun%” .-ak
Dru, Seth'e döndü. “Kasabadaki sosyal etkinlikleri izle­
mek hoşuma gidiyor. Tiyatroyu da severim.”
“Birlikte gidebilirdik.”
D ru kadehini eline aldı ve Seth’e öyle bir gülümsedi
ki Anna? nın içi sızladı. “Buluşup gidebilirdik, öyle değil
m i?” .
Seth, onun gözlerinin içine bakarak. “Dru’nun. bir er­
kekle kadının buluşmasına felsefi açıdan itirazı var.” dedi.
“Bunun sebebi ne?**
“Ç ünkü genellikle, beni ilgilendirmeyen erkeklerden
buluşma teklifi alırım. Ama bunun en önemli nedeni, bu­
raya geldiğimden beri bu gibi şeylere vakit bulamayışım.
Burada, sabahlan yataktan kalkar kalkmaz dükkana koş­
mak önceliğim oldu.**
311
Anna, “Çiçekçi olmaya nasıl karar verdin?” diye sordu
“Kendi kendime ne yapabileceğimi so rm ak durum un­
daydım -sonra da en çok neyi yapmaktan hoşlanacağun,
Çiçeklerle uğraşmak hoşuma gidiyordu. Birkaç kursa gj^
tim ve bu konuda yetenekli olduğumu k eşfettim .”
“Yeni bir işe başlamak ve bunu yapmak için yeni bir
şehre gelmek cesaret ister.”
“W ashington’da kalsam kaybolup gidecektim . Bu insa­
na acı geliyor. Yeni bir yere ihtiyacım vardı. Bana ait bir yer
olm alıydı. B ü tü n d üşü n celerim in ve b ü tü n hayallerimin
m erkezi St. C h risto p h er ve b ir çiçekçi dükkânıydı. Bir çi­
çekçi dükkânı insanı alıp, su y u n e n d erin y erine götürü-
j*eriyor.”
! C am m eraklanm ıştı. “N asıl o lu y o r b u ? ”
“Kasabadakilerle h em en sam im i oluveriyorsunuz. Çi­
mçek sattığınızda, kim in do ğ u m g ü n ü var, kim b ir yıldönü­
m ü kutluyor, biliyorsunuz. K im in ö ld ü ğ ü n ü , kim in do­
lgum yaptığını öğreniyorsunuz. K im in âşık olduğundan ya
da kavgalı olduğu biriyle barışm ak istediğinden, kim in ter­
fi edip, kim in hasta olduğundan haberiniz oluyor. Üstelik,
böyle küçük b ir kasabada, bu bilgilerin yanı sıra ayrıntıları
da duyuyorsunuz.”
B ir an düşündü ve sonra, o tem bel sahil şivesiyle, “İh­
tiyar Bayan W ilcox ölm üş,” dedi. “Eylülde seksen dokuz
yaşında olacaktı. Çarşıdan eve gelm iş ve satın aldığı şeyleri
yerleştirirken, m utfakta felç geçirmiş. Ö lm e d e n kız karde­
şiyle banşsaydı keşke. O n iki yıldan beri birbirleriyle tek
b ir kelim e bile konuşm adılar.”
B u CanTin hoşuna gitmişti. Elini çenesine dayadı. “Bu
iyidi,” dedi. G üzel ve zeki oluşunun yanı sıra şakacı d a , diye
düşündü. Uygun ortam yaratılırsa, bu sıcak yönü ortaya
ç ık ıy o r d u .
Dru’nun bu yanını görmek, Seth’in çok hoşuna gitmiş­
ti. 4
“Ben de bu işin sadece çiçekleri düzenlemekten ibaret
olduğunu sanıyordum,” dedi.
“Aaa, o kadar değil. Çok daha fazlası var. Bir erkek içeri
giriyor. Evlilik yıldönümünü unutmuş olduğu için ne ya­
pacağını şaşırmış durumda. Benim görevim ona böyle bir
gün için uygun olan çiçekler verirken durumunu anlama­
mış görünmektir.”
Cam, “Papaz gibi,” diyerek onu güldürdü.
“Yaptığım işin papazın yaptığı işten pek farkı yok. İşitti­
ğim itirafları duysanız, şaşırıp kalırdınız. Bütün bunlar bir
iş günü içinde oluyor.”
Anna, “Bu işe bayılıyorsun,” diye mırıldandı.
“Evet doğru. Gerçekten bayılıyorum. Hem işi seviyo­
rum hem de kasabanın sosyal yaşamının bir parçası olmak
hoşuma gidiyor. Washington’da...” Her şeyi bu kadar ko­
lay anlatabilmesine kendisi de şaşırıyordu. Nihayet, “Ora­
da durum farklıydı,” dedi. “Benim aradığım buydu.”

Dru eve giderken, Seth onu arabayla izledi. Evin giri­


şindeki verandanın merdivenlerine oturup, ateşböcelderi-
nin karanlığın içinde dans edişini seyrettiler.
“İyi vakit geçirdin mi?”
“Harika vakit geçirdim. Yemek çok güzeldi. Aileni de
biraz daha iyi tanımış oldum. Tekne gezintisi de çok ho­
şuma gitti.”
“Memnun oldum.” Kızın elini dudaklarına götürdü.
“Çünkü Anna bu akşam yemeğini herkese anlatacak ve
315
sen , a y n ı gösteriyi G ra ce ’in ve S cbill’in evinde de tekrarla,
nxak z o ru n d a kalacaksın.”
“Yaa?” B u n u d ü şü n m e m işti. “B e n im de onları davet et­
m e m gerekecek. H e rk e s i...”
B ir ikram servisi çağırması gerekecekti, kuşkusuz. Aile­
n in gençlerini eğlendirm enin de b ir y o lu n u bulmalıydı.
“A lışık olm adığım bir o rtam dayım ,” diye itiraf etti. “Be­
n im alışık o lduğum akşam yem eği davetleri burada geçerli
değil.”
“B ü tü n aileyi davet etm ek m i istiyorsun?” Seth bu fikre
bayılm ıştı. “B ir m angal satın alır, bahçede ızgara yaparız,
ra z la ayrıntıya kaçm ayız.”
D ru , biz, diye d ü şü n d ü . Fazla ayrıntıya kaçmayız:. Nasıl
olduysa, tekilden çoğula geçm işlerdi. B u konudaki duygu­
la rın d an em in değildi.
Seth, o n u yandan göreb ilm ek için, geri çekilip, merdi­
v en basam ağına arkasını dayadı. “Sana b ir şey sorm ak is­
tiy o ru m ,” dedi. “Ç o k zengin b ir o rtam d a b ü y ü m ek nasıl
b ir şey?”
Kız k aşını k a ld ırd ı. S e th b u n a h a y ra n d ı. ‘Ç o k zengin’
y e rin e ‘re fa h iç in d e ’ d e y im in i te rc ih e d iy o ru z . B unun ay­
rıcalıkları o ld u ğ u açıktır.”
“M u tlak a . R e fah için d e yaşayan b ir a ile n in yavrusunun
d e n iz kıyısındaki b ir kasabada çiçek çi dü k k ân ı açmasnın
n e d e n le rin i a n la r gibi o ld u k da, b u kız n e d e n bir uşak ya
d a h iz m e tç i tu tm u y o r, n iç in d ü k k â n d a ken d isin e yardımcı
olacak b irin i işe alm ıyor o n u m erak e d iy o ru m .”
“Siparişleri yerlerine teslim ed en Bay G . var. O ndan
ço k m em n u n u m . E snek ve güvenilir b ir insan. Ç içek se­
v e n biri ve b u konuda bilgi sahibi. D ü k k â n d a , g ü n d e bir­
kaç saat çalışacak birini bulm ayı d a p la n lıy o ru m . Başlan-

314
giçta, bunu gerektirecek yoğunlukta iş olup olmayacağını
görm ek istedim . Çok yakında, böyle birini aramaya başla­
yacağım.”
“Ama defterleri sen tutuyorsun.”
“Defterleri tutmak hoşuma gidiyor.”
“Dükkânı düzenleme, envanter ve bu gibi işler.”
“Ben:..”
“Evet, anladım. Savunmaya geçme.” Dru'nun omuzla­
rının dikleşmesi Seth'i eğlendiriyordu.
istiyorsun. Bunun bir sakıncası yok.”
î. '“jj>âyj dümen deyince aHıma geldi. Tekne çizimini be­
ğendim. Phillip’i arayıp sipariş antlaşmasını hazarlamasam
isteyec^Ö^P
“G ^ e k Ama, konuyu değiştiriyorsun. Neden hizmet-

• ^Eğer, bunu. Grace'in temizlik şirketiyle anlaşmam için


sö^lüyörsgKöijAubrey zaten bu konuda başımın etini yiyip
duruyor. Onunla görüşeceğim.”
y;r?"Onun için söylememiştim ama ivi bir fikir.” Parmakla­
rım onun bacağında gezdiriyordu. Bu bilinçsiz biryakmhk
gösterisiydi. “Refahı yay ve zamanım satın al. Bir taşla iki
kuş vurmuş olursun.”
“Refah birdenbire ilgini çekmeye başladı.”
Seth, “İlgimi çeken refah değil scnsin.” diye dü2 cîtti.
“Tanıdıklarım içinde, paralı bir aileden gelen tek insan
SybiH’dir. Bana kalırsa, onun ailesi seninkilerin yanında
fakir kalır. Annen üniformalı bir şoförün kuBan4ğj bir
arabayla seni görmeye geliyor. Kolay iş değil. Beri yandan,
senin tuvaleti temizleyecek bir adamm bile vok. Kendi
kendime bunun ne anlama geldiğini sorup duruyorum vc
acaba sevgilim tuvalet temizlemekten hoşlanıyor mu | |
yorum .” 31S
ö r u , k u ru bir sesle, “B u, ç o c u k lu ğ u m d an beri en blj.
yük hayalim d i,” dedi.
“B u zevkini atölyem deki banyoda tatm in etm ek ister­
se n h iç ç ek in m e .”
“Ç o k iylikseversin.”
“E h , sana âşığım . S en in için elim d e n geleni yaparım .”
G e n ç k ad ın iç geçirdi. S eth o n u seviyor ve anlamaya
çalışıyordu . “P ara,” diye söze başladı, “b ü y ü k m iktardaki
p ara b irço k s o ru n u ç ö zerk en başka so ru n la r yaratır. Ama
, iste r zen g in , iste r fakir ol, ayak p arm ağ ın ı b ir yere çarpar-
fsan acır. B ü y ü k şeyler kazanır, b ü y ü k şeyler kaybedersin.
A ilen sen i o çev red ek i çeşitli şey lerd en k o r u m a k gereğini
g ü ç lü b ir b iç im d e h issettiğ in d e d e, b ü y ü k şeyler kaybede-
Iceğin kesin d ir."
S eth ’in y ü z ü n e b ak m ak için b aşını çevirdi. “B u n la r ‘za ­
vallı zen g in kü çü k kız* edebiyatı değil. G erçeğ in ta kendisi.
<A yrıcalıklı olanaklarla y etiştim . H iç b ir z a m a n m ad d i bir
I şeye sahip o lm ayı ö z le m e d im v e h ay a tım ın so n u n a kadar
d a h e r isted iğ im şeye sahip olab ilecek o lan a k larım var.
M ü k e m m e l b ir e ğ itim g ö rd ü m v e b o l b o l seyahat etme
olanağı b u ld u m . A m a o b ü y ü lü çev red e k a lsay d ım , santim
sa n tim k u ru y acak tım ."
G e n ç k a d ın b a ş ım salladı. “Y ine a b a r ttım s a n ın m .”
“B e n c e b u n u n a b a rtm a k la ilg isi y o k . Ç e ş it çeşit açlık
v a rd ır. B e s le n m e z s e n a ç lık d u y a rs ın .”
“O z a m a n , s a n ın m , b e n im b a n a s u n u la n la rd a n farklı
ş e y le re ih tiy a c ım v a rd ı. W ash in g to n * d ak i e v d e annemin
h i z m e ti n d e o n a ln k işi ç alışıyor. M ü k e m m e l düzenlen­
m iş h a rik a b i r e v d ir. B u ra sı b e n im te k b a şım a oturdu­
ğ u m , sa d e c e b a n a a it o la n ilk ev. G e o r g e to w n ’daki evime
ta ş ın d ığ ım d a , o n la ra ısra rla , y a tılı h iz m e tç i istemediğimi

316
eylem em e rağmen, bana ev hediyesi olarak, evimde yatıp
l^lkacak bir hizmetçi tuttular. Kabul etmek zorunda kal»-
d\tn* * * rn m
**Reddedebilirdin.”
p r u başını sallamakla yetindi. “Zannctüğın kadar ko­
lay d eğ il,” dedi. “Kendi evime taşınmanın savaşını verir­
ken, yatılı hizmetçiyi reddetmek işleri daha rir* 3*f
getirm e k te n başka bir işe yaramayacaktı. Hizmetçim, çok
terbiyeli, çalışkan ve güleryüzlü bir karfmriı Ama onu
evim d e istemiyordum. Yine de kabul *frim |j j |j g ||
le babam zaten evden aynlma kararım kaıyanda
dönmüşlerdi ve sürekli olarak, benim için ne kadarendir
^elendiklerini, güvenilir birinin yanımda olma<mm rwA*e>
biraz da olsa ferahlattığım söyleyip duruyorlardı. Bunları
duymaktan, bıkıp usanmışnm."
“H iç kimse inşam ailesi kadar rahatsız edemez."
Genç icadın, “Ben de öyle düşünüyorum,” diye onayla­
dı. “Temizlik yapacak, yemek pişirecek, alışverişe gram c
biri var diye şikâyet etmek çok saçma görünüyor ama h a
rahatlık ve lükse karşılık özel hayatından vazgeçeri zo­
runda, kalıyorsun. Hiçbir zaman, ama hiçbir zaman yanlız
olam ıyorsun. Üstelik, evde çalışan insanlar ne kadar güicr-
yüzlüîjne kadar sadık ve ağzı sıkı da olsalar, senin hakkında
birçok şey biliyorlar. Annen ve babanla, ya da sevgilinle
ne zam an kavga ettiğini, ne yediğini ya da yemediğini, ne
zaman uyuyup ne zaman uyumadığım, ne zaman cinsel
ilişkiye girip ne zaman girmediğini. Bürün ruh hallerini,
h e r hareketini biliyorlar. Eğer yanında uzun süre çalışmış­
larsa, bütün düşüncelerini onlarla paylaşman.
“Burada bunu istemiyorum." Nefesini dışarı üiîcdi.
"Üstelik kendi işlerimi yapmak, kendi ihtiyaçlarımı kar-

517
Ş d a m ak h o ş u m a gidiyor. B u n u b e c e re b ild iğ im gûrüncc
seviniyoruB ö, A m a Q u i n a ‘Icri buraya coplayacağım bir
y e m e ğ i dav etin d e ne kadar başarılı o lu r u m bilmem.*
“İç in rahac e tsin diye sö y lü y o ru m , se n gelm eden bir
saat ö n c e, A n n a gerçek b ir m an y a k gibi, e vin içinde sağa
so la k o şu p d u ru y o r d u .”
“G e rç e k te n m i? ” B u n u d u y m a k o n u b iraz ra h atla tm ış.
“G e rç e k te n b iraz rah atlad ım . H e r z am an d u r u m a tümüyle
h a k im b ir hali var.
“Ö y le d ir. O n d a n ç o k k o rk a n z . ö d ü m ü z ü patlatır.”
“O n a ta p ıy o rsu n u z . H e r b irin iz . B u h a rik a b ir şey. Bü­
tü n b u n la r b e n im iç in ç o k y e n i, S e th .”
“B e n im iç in d e ö y le.”
“H a y ır.” D r u , b a şım çev ird i. “S e n in iç in öyle değil.
Sen, ister g e le n ek sel g ü n le rd e , isterse rastgele olsun aile
to p la n tıla rın a a lışık sın . B u s e n in iç in y ab an cı b ir coğrafya
değiL H a rita y a ih tiy a c ın y o k . B ö y le b ir a ile n olduğu için
ç o k şanslısın."
“B iliy o ru m ." G e ld iğ i y e ri d ü ş ü n d ü . G lo ria ’yı düşündü.
“B iliy o ru m .”
“E v et b u belli. B irb irin iz e o k a d a r b ağlısınız ki. Beni
aralarına aldılar ç ü n k ü b u n u s e n iste d in . S e n in için önem­
liy im , b u y ü z d e n o n la r d a b a n a ö n e m verecekler. Bu be­
n im ailem de böyle o lm ayacak. O n la r la tanışacak olursan,
se n i dikkatle sorguya çek ecek ler, inceley ecek ler, anlamaya
ç alışıp yargılayacaklar.”
“Y âni seni k o ru m ay a çalışıyorlar.”
“H ay ır, asıl k e n d ile rin i k o ru m a y a çalışıyorlar. Aile adı
- a d la n ,” diye d ü z eltti. ‘A ile m iz in to p lu m içindeki yeri
P a ra m ın p eşin d e o lm a d ığ ın d a n e m in o lm a k için , m ali du­
r u m u n h ak k ın d a gizli a ra ştırm a la r yapılacak. A n n e m baş-
uaıç-&t gıibj, saruı
biriyle ilişkim olmasından gurur duysyr ama~."
4
"El üs(üruk rı tuhwk mı? Nc güzel deyimler kulum yo®?

sun!
"Yüzeysel bir deyim.*’
Scch, “Onu her fı rsatu hor görme," dedi. O o yaşında
bir erkek çocuğuymuş gibi, onun saçlaruu karıştırdı. ~&ir
risi benim şöhretimden çekilendi diye kendimi hakarete
uğramış sayacak değilim."
"Geçmişin gizlice araştırılırsa, ya da Quian Tekneleri
şirketinin kredibilitesi soruşıurulursa, kendini faakaıwe
uğramış sayabilirsin."
Geçmişinin araşnnlabileccğini düşiiüiimee
perdi. ‘‘Yapma Allah aşkına."
“Bunlan bilmen gerek Benim ademde işlcr böylcyfr-
rür. Jonah, bu sınavlan yüksek notlar alarak geçti. Siya­
set alanındaki ilişkileri dc ona fazladan avantaj sağladı. Bu
nedenle, düğünden vazgeçmem kimsenin pek hoşuna git­
medi. Üzgünüm. Bu güzel gecenin havram f e ^ u ğ u |E ^
farkındayım ama ilişkimizin gittiği yönü göz önüne alarak,
bunlan şimdiden öğrenmen gerektiğini düşündüm."
"Peki, şu soruya da şimdiden cevap var o zaman." Kızm
elini avcuna alıp parmaklarıyla oynamaya başladı. "Benim
hakkımda araştırma yapıp da öğrendiklerinden memnun
kalmazlarsa, ilişkimiz bitecek mi?"
“Bu şekilde yaşayamadığım için o evden ve onlardan
uzaklaştım." Parmaklarını Seth*in parmaklarına geçirdi.
“Kendi kararlarlanmı kendim verir, kendi kalbime ken­
dim hükmederim."
“O zaman bu konuda boşuna üzülmeyelim." Onu koî-

SX9
ta rın ın arasına aldı. “Senden başka kim senin ne düşündü­
ğü u m u ru m d a değil. ”

H e r şe y in b u k a d ar b a sit o lm a s ın ı istiy o rd u .
A ş k ın b iric ik e n b ü y ü k g ü ç o l d u ğ u n u öğrenmişti. Aç­
kıskançlığı yenebilir
g ö z lü lü ğ ü , k ü ç ü k h e s a p la n n e f re t v e
b u n l a r ı n ü s te s in d e n g e le b ilird i. İnsanın hayatını değişti­
re b ilird i.
O n u n h a y a tın ı d e ğ iş tirm iş ti.
İs te r tu tk u , is te r ö z v e ri o la ra k k e n d in i göstersin, ister
[y u m u şa k v e şe fk atli, is te r ç ılg ın c a o ls u n , a şk ın zapt edil­
m e z g ü c ü n e in a n ıy o rd u .
A m a b a sit aşk, sık g ö r ü le n b ir şe y d e ğ ild i. O n u b u kadar
b ü y ü k b ir g ü ç y a p a n d a ç e ş id i y ü z le r i v e karmaşıklığıydı.
B u n e d e n le , D r u ’y u se v d iğ i iç in o n a h e r şeyi söylemesi
g e re k tiğ in i d ü ş ü n ü y o r d u . O n y a şın d a d o ğ m a m ış tı. Onun
nereden ve n a sıl g e ld iğ in i b ilm e k g e n ç k a d ın ın hakkıydı.
I p n a ç o c u k lu ğ u n d a y a şa d ık la rın ı a n la tıp , G lo ria’dan bah­
s e t m e n i n b ir y o lu n u b u lm a lıy d ı.
Z a m a n için d e .
Ş u sıra d a sa d e ce o n u n la b irlik te o lm a k v e birbirlerine
k a rşı h isse ttik le ri taz e d u y g u la rın ta d ın a varm ak hakkıydı.
A m a , b ü tü n b u n la r ç o c u k lu ğ u n u n h ik â y e sin i anlatmayı
g e c ik tir m e k için b ire r m a z e re tti.
S e th , D r u ’n u n Q u i n n a ile sin i iyice tan ım asın ı ve onla­
ra a lışm a sın ı istiy o rd u . Y apm akta o ld u ğ u resm i bitirmek
z o ru n d a y d ı. D r u ’n u n te k n e s in in yapım ına zam an ayırmak
v e im a la tın d a b iz z a t ç alışm ak istiyordu. B u n u yaparsa, tek­
n e b ittiğ in d e sanki ik isin e de aitm iş gibi olacaktı.
Z a te n herhangi b ir zam an sınırlam ası yoktu. Acele­
ye g e tirm e k d o ğ ru değildi. G ü n le r ve haftalar geçmiş,

320
(îlona’dan ses çıkmamıştı. Onun yine ortadan kayboldu­
ğuna kendisini inandırması güç olmadı. Belki bu kez, bir
dalıa ortaya çıkmazdı.
Kendi kendisine söz vermişti. Bu konuyu 4 Temmuz
kutlamaları geçene kadar düşünmeyecekti. Her yıl, Ameri­
ka Birleşik I)evletleri’ııin kuruluş yıldönümü olan 4 Tem­
muz günü, Quinn ailesi, herkesin davetli olduğu bir pik­
nik düzenlerdi. Aile, dostlar, komşular, Kay ve Stella’nın
devrinden beri, lıer yıl, o gün evin bahçesinde toplanır,
yiyip içip dedikodu eder, yüzer ve hava kararınca havai fi­
şekleri seyrederlerdi.
Ama, Dru ile Seth, bira içip yengeç yemeden önce, hav­
yar ve şampanya ikram edilecek olan bir toplantıya davet­
liydiler.
Dru, annesiyle babasının baskısı sonucu, Wshıngton'da
yapılacak olan bir galaya Seth’le birlikte katılmaya, isteme­
ye istemeye razı olmuştu.
Bir ıslık sesi duyuldu. “Tüh! Şu haline bak." Cam. ya­
tak odasının kapısında durmuş, smokin giymiş olan Seth^c
bakıyordu. “Bu kıyafetle maymun gibi olmuşsun.”
Setli gömleğinin kol düğmelerini ilikledi. “Benim ka­
dar yakışıklı olmayı kim bilir ııc kadar isterdin.” Güldü.
“Bıı küçük akşam yemeğinde, teşhirdeki ressam olacağımı
hissediyorum,” dedi. “Az kalsın smokin verine bir pelerin­
le bere satın alacaktım. Ama kendimi tuttum.”
Şimdi kravatıyla uğraşıyordu. “Bu kravatı Phil seçti.
Klasik olduğunu, lıer zaman kullanılabileceğini söyledi.”
“O böyle şeyleri bilir. Şununla oynamayı bırak. Bo­
zuyorsun.” Cam içeri girip Sctlvin kravatını düzeltmeye
çalıştı. “Mezuniyet balosuna giden bir bakireden daha si­
nirlisin.”
m
"Evet, olabilir. Bu akşam bir sü rü so y lu n u n arasında
yüzeceğim. Boğulmak istem em .”
C am onun gözlerinin içine baktı. "Para insanı ü stü n k ıl­
m az,” dedi. “Sen onların çoğundan ü stü n sü n . Q u i n n ’ler
kim senin yanında ikinci planda kalm azlar.”
“O nunla evlenmek istiyorum , C a m .”
M idesine h a fif b ir sancı sa p lan d ı. Ç o c u k lu k ta n ç ık ıp erkek
olması o kadar da u z u n s ü rm e d i , diy e d ü ş ü n d ü . “E v et, anla­
m ıştım .”
“B ir insanla e v len in ce, a ile sin i d e s ır tlıy o r s u n . H epsi
birlikte geliyorlar.”
“Doğru.”
“B en o n u n k in i k ab u l e d e c e ğ im , o d a b e n im k in i kabul
r edecek. B en b u akşam ı kazasız b e la sız a tla tırs a m , o da 4
T em m u z çılgınlığına d a y a n a b ilirse , o z a m a n o n a geçm i­
şim d en , G lo ria’d a n sö z e tm e k z o r u n d a k a la c a ğ ım . Biraz
ba h se ttim am a ç o k az. O n a ... h e rş e y i a n la ta c a ğ ım .”
“E ğ er b u n la n d u y u n c a k a ça ca ğ ın ı s a n ıy o rs a n , san a göre
b ir kız değil d e m e k tir. A m a k a d ın la n ta n ıy a n b ir i o lara k -ki
b u k o n u d a id d ialıy ım - o n u n k a ç a c a k tip te b ir i o lm adığını
sö yleyebilirim .”
“B en, kaçacak d e m iy o ru m . N e y a p a c a ğ ın ı b ilm iy o ru m .
K e n d im de n e yapacağım ı b ilm iy o r u m . A m a o n a h e r şeyi
açıkça anlatıp, b u n d a n s o n ra n e y a p a c a ğ ın a k e n d is in in ka­
ra r v e rm e sin i istiy o ru m . B u n l a n o n a a n la tm a y ı y e te ri ka­
d a r e rte le d im .”
“B u n la r geçm işe ait şeyler. A m a s e n i n g e ç m iş in oldu­
ğ u için o n a a n la tm a lısın . A n la ttık ta n s o n r a y in e u n u t.”
C a m , b ir iki a d ım g e riled i. K a rd e ş in e b a k tı. “Gerçekten
çok şık sın ,” d e d i. U z a n ıp o n u n k o l u n u s ık tı. B u n u n onu

HÛ H _________
sakinleştireceğini biliyordu. Kolundaki kaslar; hissedince,
-O ool" diye mırıldandı. “Ağırlık çalışmışsın.”
“Palavra"
Seth evden çıkarken gülüyordu. Neşe içinde arabasının
kapısını açtı. Ama ön koltuktaki kâğıdı görünce büyük b ir %
dehşete kapıldı. Sanki birisi boğazım sıkmıştı.

Yarın gece, saat onda.


St. Michael’da, Milleri Bor’da.
Konuşmamız gerek.

Kâğıdı avcunda buruştururken, buraya kadar


diye düşündü. Evine kadar gelmiş,
bine kadar sokulmuştu.
Evet, konuşmaları gerekliydi. Bu çokdûğ)tttydQ,$ttHfe
şacaklardı.> ^>
O n A ltı

O na çok güzel olduğunu söylemeyi unutmadı. Ger­


ilekten de D ru, sırtını çıplak bırakan, arkadan çapraz askı­
lı, kıpkırmızı, dar ve uzun elbisesinin içinde çok güzeldi.
G ülüm sem eyi ve Washington’a giderken, yolda Dru’yla
.sohbet etmeyi de unutm adı. Adama sakinleşmesi, gevşe­
m e si gerektiğini söyleyip duruyordu. Gloria’ya karşı her
%amanki yöntem ini kullanacaktı.
G loria’nin kendisinden para dışında hiçbir şey alama­
yacağına kendini inandırm aya çalışıyordu.
Beri yandan, b u n u n doğru olm adığını biliyordu.
G ördüğü rüyada, Stella b u n u im a etm em iş miydi?
G lo ria’m n istediği sadece para değildi. Seth’in kalbini ka­
n atan a kadar oym ak ve içinde tek b ir damla m utluluk bı­
rakm am ak istiyordu.
Sağlam bir kişiliğe sahip olduğu için ondan nefret edi­
y o rd u . Seth b u n u baştan beri biliyordu.
“B u sıkıntıya katlanm am ın ne d em ek o ld uğunu biliyo­
r u m .”

324
S e th dönüp ona baktı ve elini okşadı. “O da ne dem ek?
p 0yle önemli kişilerle birlikte olma fırsatı her zaman ele
geçm ez. Fiyakalı bir toplantı olacak.”
“Evde olup, verandada sallanan kanepede oturmayı te r­
cih ederdim .”
“Senin sallanan kanepen yok ki.”
“Almak istiyorum. Güneş batarken hayalimdeki o salla­
nan kanepeye oturup bir kadeh şarap içmek isterdim.”
D ru, bunu yapacağım, diye düşündü.
Seth ne derse desin, bir şeye canının sıkıldığı belliydi.
Artık on u n yüzünü çok iyi tanıyordu -o kadar iyi tanıyor­
du ki, gözlerini kapatıp bu yüzün, en ince ayrıntısına ka­
dar, resm ini yapabilirdi. Bugün bakışları kederliydi.
D ru, “İki saat,” dedi. “İki saat sonra çıkarız.”
“B una sen karar vereceksin, Dru. İstediğin kadar kah-

“Elim den gelse hiç gitmezdim. Annemle babam: ikisi


birden üzerim de baskı kurdular. Acaba anne ya da babala­
rım ızın bize şantajla bir şey yaptıramayacağı yaşa ne zaman
geleceğiz?”
G enç kadının sözleri Seth’e Gloria’yı hatırlattı. Midesi
bulandı. “Bu sadece bir parti, şekerim.”
. “Sadece bir parti olsa razıyım. Partiler, ortak noktalan
olan insanlann buluşup, birlikte eğlenmeleri içindir. Be­
nim artık o insanlarla ortak hiçbir şeyim yok Belki de hiç­
bir zaman yoktu. Annem seninle etrafa gösteriş yapmak
istiyor. O n a bu fırsatı vereceğim, çünkü beni bıktırdı.”
“Kabul et ki bu gece çok yakışıklıyım.”
“B unun aksini söylemek mümkün değil. Üstelik beni
neşelendirmeye çalışıyorsun. Dönüşte ben de sana aynı

İÜ
Şeyi yapacağıma söz veriyorum. Ç ünkü sorulardan t>unal-
nıış olacaksın.”
“Benim hakkımda ne düşündükleri senin için önemli
mi?"
“Elbette önem li.” Hayatından m em nundu. Çanta­
sından rujunu çıkardı ve bu arada Seth’n çenesinin nasıl
kasıldığını görmedi. “Jonah’dan ayrıldığımda bana güya
acıyan, beni her gördüklerinde bu konuyu açıp ağzımdan
ertesi gün ballandıra ballandıra dostlarına anlatacakları bir
laf almaya çalışan insanların seni bir kerecik görmelerini
istiyorum. Onların, şu işe bak, D ru dört ayak üstüne düş­
müş, diye düşünm elerini, il m
aestro g iovan e 'yi yakalamış,
demelerini istiyorum.”
Seth’in ensesi kasılıyor, gerginliği gittikçe artıyordu.
Yarı şaka, yarı ciddi, “D em ek şimdi de statü sembolü ol­
dum ,” dedi.
D ru rujunu tazeledi ve kapağını kapatıp çantasına koy­
du. “Evet, sen, Harry W ınston imzalı bir pırlanta gerdan­
lıktan daha düzeyli bir statü sem bolüsün. Bu acımasız ve
çok kadınca bir düşünce, biliyorum . K üçük hesaplar yapan
birine yakışacak bir söz. Ama, ne de olsa annem in kızıyım.
Ben de seninle caka satmak isterim .”
“N e kadar uzağa gidersek gidelim, geçmişimizden ka­
çamayız.”
“Böyle düşünm ek insanın m oralini bozar. Buna inana­
cak olsam, kendimi uçurum dan aşağı atardım. İnan bana,
ben hiçbir zaman yardım derneklerinde çalışıp, çarşamba
günleri öğlenden sonra kadın arkadaşlarımı çaya çağırma­
yacağım.”
Seth’in suskunluğu sürüyordu. D ru uzanıp onun ko-

326
luna dokundu, “İki saat kalacağız, Seth,” dedi. “En fezl*
iki saat,”
G enç adam, “Her şey iyi gidecek,” dedi. “Canını sık­
ma*"

Balo salonuna gidikten birkaç dakika sonra, Seth,


Dru’nun geçmişteki yaşam biçimini anlamaya haşİffl4 f
O n iki kişilik bir orkestra hafif müzik çalıyor, bu sakin 1
ortamda, insanlar küçük gruplar halinde toplanarak scAdbet 1
ediyorlardı. Çiçekler, masa örtüleri, balonlar ve bayraklar
Amerika Birleşik Devlederi’nin ulusal renkleri oba k»* .
mızı, mavi ve beyazdı.
Buzdan yapılmış dev bir Amarikan bayrağı sanki
rüzgârda dalgalanır gibiydi. Kadın misafirlerin çoğu beyaz
inciler ve pırlantalar takmışlardı. Giysiler, tutucu, gelenek­
sel ve çok, çok zengindi.
Seth, kısmen siyasal bir gösteri, kısmen sosyal bir edda-
lik, kısmen de dedikodu değirmeni diye düşündü.
Bu resmi akrilik boyalarla yapacaktı. Parlak renkler, be­
lirgin şekiller ve bol ışık.
Katherine hemen yanlarına geldi. “Drusilla.” Gece ma­
visi giysisiyle pınl pırıldı. “Çok güzelsin. Ama beyaz H
lentino elbiseni giyeceğini söyledin gibi gelmişti bana.”
D ru’yu yanağından öptü ve dalgın dalgın başını sallayarak
onun saçlarını okşadı.
“Ve Seth!” Ona elini uzattı. “Sizi tekrar görmek ne ka­
dar güzel. Trafiğe takılacaksınız diye korktum. Bu kadar
uzun süre araba kullanmamanız için, Dru’yla birlikte hafta
sonu bizde kalmanızı istiyordum.”
B unu daha önce de duymuştu ama firsatı kaçırmadı.

327
^D avetiniz için teşekkür ederim ama işlerim vardı. Uma,
rım b en i bağışlar ve benim le dans etm ek lütfunda bulu,
n u rs u n u z . Böylece> buradaki en güzel iki kadınla da dans
ettiğ im i söyleyebileceğim .”
“N e kadar naziksiniz.” K atherin’in y ü zü pembeleşerek
güzelliğine güzellik katn. “B u n u yapacağım dan em in ola-
bilirsiniz. A m a, şim di gelin sizi dostlarım a tanıştırayım.
Sizinle tanışm ak isteyen o kadar çok kişi var ki.”
K atherine yana dö n m ey e fırsat bulam adan, Drusilla’nın
babası g ö rü n d ü . Siyah saçlan hafifçe kırlaşm ış, koyu kah­
verengi gözlü, yakışıklı b ir adam dı. “P rensesim gelmiş.”
D r u ’y u heyecanla, sım sıkı kucakladı. “O kadar geç kaldı­
nız ki m erak e ttim .”
“G eç kalm adık.”
K atherine, P ro c to r’ı k o lu n d an çekerek, “Allah aşkına,”
dedi. “B ırak kız nefes alsın.”
B ir an, S eth ’in gözlerin in ö n ü n e , birisi A nna’ya sarı­
lınca, b u kişiyle A n n a’m n arasına gireb ilm ek için elinden
geleni yapan Salak’ın böyle anlardaki hali geldi.
“P roctor, b u D ru silla’n ın kavalyesi S eth Q u in n .”
“T anıştığım ıza m e m n u n o ld u m . N ih ay et.” Proctor,
Seth’in elini sılaca kavradı. K oyu re n k gözleri Seth’in yü­
zünde odaklanm ıştı. O n u inceliyordu.
“Ben de tanıştığım ıza m e m n u n o ld u m .” Seth tam,
Proctor tarafından K ızılderili u su lü güreşe davet edilmek
üzere olduğunu d ü şü n m ey e başlarken, adam elini bıraktı.
“Hafta sonunu bizim le geçirm eye vakit ayıramamanıza
ü z ü ld ü k ”
“Evet. Ö zür dilerim.”
“ B a b a , b u S e th ’in su çu değil. B en, ayrı ayrı ikinize de
b u n u n m ü m k ü n o lm adığını söyledim . E ğer ben...”

328
O sırada bir garson konuklara elindeki tepsiden şam­
panya ikram ediyordu. Seth, Katherine’e, Dru’ya ve
pro cto r’a birer kadeh şampanya verdi. Bir kadeh de ken­
disi aldı. Neşeli bir sesle, “Dru’nun dükkânı harika, değil
JX1İ?” dedi. “Eminim işletme yönü karmaşık ve yorucudur
ama ben estetik açıdan bakıyorum. Mekân ve ışığın kul­
lanılışı, renkler ve malzemenin karışımı muhteşem. Bir
sanatçı gözünün başka bir sanatçıya hayranlığından söz
ediyorum. Onunla gurur duyuyor olmalısınız.”
“Elbette duyuyoruz” Proctor’ın tebessümü keskin,
adeta öldürücüydük O benim kızım , demek ister gibiydi.
Tıpkı Katherine’in onu kolundan çekmesi gibi. “Drusilla
bizim en değerli varlığımızdır.”
Seth, fBaşka öe olabilir ki?” diye cevap verdi
Drusilla uzanıp Seth’in elini yakaladı. “Dedem burada,
Seth,” dedi. "Sizi tamştırrnalıyım.”
“Elbette.” Drusilla’mn annesiyle babasına sımsıcak gü­
lümsedi, “Bize bir an izin verir misiniz?”
D ru ona, “Bü işlerde çok başarılısın,” dedi.
“laktikye politika. Büyük bir olasılıkla bunları Phâ’den
öğrenmişimdir. Bana hafta sonu davetinden bahsedebilir­
din:”^ ;
“Evet. Özür dilerim. Söylemeliydim. İkimizi de kur­
tardığımı düşündüm. Ama ne yazık ki seni güç durumda
bıraktım.”
Senatör Whiteeomb’un oturduğu masaya ulaşana kadar
birçok kez yolları kesildi. Her seferinde Dru, insanlarla
hafifçe öpüşüyor ya da tokalaşıyor, Seth’i tSûfııştınyor ve
yollarına devam ediyorlardı.
$ e$ î *Sen'de bu işlerde iyisin,” dedi.,

ü
“Kanıma işlemiş. Selam, büyükbaba.** Sağlam yapılı ya­
kışıklı adamı öpm ek için eğildi.
Seth onun sert ve ketum bir görünüşü olduğunu dü­
şündü. Ringde, kaslarının gücü kadar zekâsıyla da üstün­
lük sağlayan bir boksör gibiydi. Koyu gri saçları, torunuyla
aynı renk olan yemyeşil gözleri vardı.
Ayağa kalkıp Dru*nun yüzünü kocaman avuçlarının
içine aldı. Tebessümü mıknatıs gibiydi. “İşte benim en
sevgili kızım.”
“B ütün torunlarına aynı şeyi söylüyorsun.”
“H er söyleyişimde de samimiyim. A nnenin anlata anla­
ta kafamı şişirdiği şu ressam nerede? Bu m u?” Eli D ru’nun
om zundaydı. Seth’i baştan aşağı süzdü. “Aptal bir adama
benzem iyorsun, evlat.”
“O lmam aya çalışıyorum.”
“Büyükbaba.”
“Sus. Bu güzel kıza vakit ayıracak kadar aklın var, öyle
değil mi?”
Seth gülüm sedi. “Evet, efendim .”
“Senatör W hitecom b, Seth Q u in n . Beni utandırma,
büyükbaba.”
Senatör torununa “Yaşlı adam lar torunlarını utandıra-
bilirler. Bu bir ayrıcalıktır,” Seth’e, “Eserlerinizi beğeniyo­
ru m ,” dedi.
“Teşekkür ederim, Senatör. Ben de sizin siyaset alanın­
da yaptıklarınızı beğeniyorum .”
W hitecom b bir an dudaklarını büzdü, sonra gülümse­
di. “G üçlü birine benziyor,” dedi. “Göreceğiz. Bilgi kay­
naklarım dan, resim lerinizden rahat bir hayat yaşamanıza
yetecek kadar para kazandığınızı ö ğrendim .”

330
ç)ru b ir şey söylemek için ağzını açarken, Seth ona,
“Sos,” dedi. “Sevdiğim bir işi yaparak hayatımı kazandı­
ğım içio şanslıyım . Sicilinizde sanata düşkün bir insan
oldu ğunu z yazılı. Anladığım kadarıyla sanatı sanat için
seviyor ve beğeniyorsunuz. Parasal getirileri ikinci plan­
da.”
“T ekne im alatı da yapıyorsunuz, öyle değil mi?’*
“E vet, efendim . Vakit bulduğumda bu işle de uğraşıyo­
rum. A ğabeylerim , Doğu Yakası'mn en güzel ve en üstün
nitelikli ahşap yelken teknelerinin tasanmcı ve yapımcıla­
rıdır. E ğ er tek rar Saint Chris'e gelecek olursanız, tersaneye j
uğrayıp teknelerim izi görmenizi öneririm."
“Bunu yapabilirim. Büyükbabanız öğretmenmiş, öyle
değil mi?”
Set, gözünü kırpmadan, “Evet” dedi. “Öyleydi."
“Mesleklerin en şereflisi. Ona bir kez üniversaeddâh*r
siyasi toplantıda rastlamıştım. İlginç ve özel biriydi Üçer-
kek çocuğu evlat edinmiş, öyle değil m ir
;i “Evet, efendim.”
“Ama sız, kızının oğlusunuz.”
“Öyle söylenebilir. Ben, büyükbabamlabayağı
ca birlikte olabilecek kadar şanslı değildim. Oysa Dru. si­
zinle birlikte yaşamak şansına sahip. Ama. büyükbabamın
benim üzerimdeki etkisi ve bana kazandırdıkları zamanla
sınırlı değil. Keşke o da benim onunla iftihar ettiğimin ya­
nsı kadar benimle iftihar edebilseydi.”
D ru, elini Seth’in koluna koydu ve onun ne kadar ger­
gin olduğunu hissetti. “Konuşmanız biniyse. dans etmek
istiyorum, Seth.”
“Elbette. İzninizle, Senatör.”


“Ö z ü r dilerim ,” Dans pistinde, D ru, Seth’in kollarında
dönüyordu. “Ö zür dilerim .”
“D ilem e.”
“G erçekten üzgünüm . Büyükbabam, insanlara hep
so ru sorar ve bu sorular çok özel de olsa cevap bekler.”
“Baban gibi beni çiğ çiğ yem ek ister bir hali yoktu.”
“Hayır. D edem o nun gibi kendi malı olarak görmez
insanı. Bana kendi kararlarımı verm e, kendi sezgilerime
güvenm e hakkını tanımaya daha açıktır.”
“O n d an hoşlandım .” Seth, so ru n u n b ir kısmı da bu
ya, diye düşündü. Drusilla’nın dedesi, to ru n u n u seven ve
o n u n için en iyisini isteyen, kurnaz ve zeki b ir adamdı. Bu
adam, to ru n u n u n da kendisi için en iyisini istediğini var
sayıyordu.
A m a en iyi, Seth’in hiç tanım adığı b ir babayla şantajcı
b ir anneye uygun bir nitelik değildi.
D ru, “G enellikle daha ince davranır,” dedi. “D aha man­
tıklıdır. Jo n ah ’la yaşananlar o n u çok öfkelendirdi. Sanırım
b ir süre, bana karşı aşın derecede korum acı davranacak.
İstersen gidelim .”
“Kaçm anın yararı olmaz. İnan bana, d enedim .”
“H aklısın, ve b u çok rahatsız edici.”
M üzik sustuğu zaman, D ru yavaşça o n u n kolların­
d an sıyrılıp bir iki adım geriledi ve o anda, om u z başında
Jonah’ı gördü. Alçak sesle, Seth’e, “Taktik ve politika yete­
neklerin ne durum da?” diye sordu.
“Şu ana kadar fena değildi.”
“Birazını bana ver.” Sonra dudakları soğuk ve mesafeli
bir gülümsemeyle kıvrıldı.
“Selam Jonah. Siz Angela’siniz, öyle değil mi?”

332
“Dru.” Jonah onun yanağını öpmek ister gibi eğildi ama
kızın gözlerindeki uyarı ışıklarını görünce hemen durdu
ve yumuşak bir dönüş yaparak onun elini sıkmakla yetin­
di, “Her zamanki gibi çok güzelsin.” Seth’e dönüp kendini
tanıttı. “Jonah Stuben.” Ona elini uzattı.
“Quinn. Seth Quinn.”
“Evet, ünlü ressam. Sizi tanıyorum. Nişanlım Angela g
Downey.” I
“Tebrikler.” Bütün gözlerin kendi üzerinde olduğunu ■
bilen Dru, sakin davranıyordu. Angela’ya, “Mutluluklar I
dilerim,” dedi.
“Teşekkür ederim.” Angela’mn eli Jonah’m kolundaydL 1
“Geçen yıl, Smithsonian Müzesi’nde, Çağdaş Ressamlar I
Sergisi’nde iki eserinizi görmüştüm. Bir tanesi sanki özel 1
yaşamınızla ilgili bir yağlıboya çalışmaydı. Eski, beyaz bir
ev, gölgeli ağaçlar, büyük bir piknik masasının çevresine
toplanmış bir sürü insan ve etrafta köpekler. Çok güzel ve
huzur verici bir tabloydu.”, ,
“Teşekkürler.” Seth, evim, diye düşündü. O nu,
İtalya’dayken hayalinden yapmış, resimlerinin satışı ve
sergilenmesiyle uğraşan adamı Amerika’daki bir galeriye
göndermişti.
Jonah, “Senin küçük işin ve ağır kulvarda hayat nasıl
gidiyor, D ru?” diye sordu.
“H er ikisi de çok iyi gidiyor. Her sabah ayakkabılarım
giyerken, o gün, kime nasıl gösteriş yapacaklarım düşün­
meyen insanların arasında yaşamaktan ve çalışmaktan çok
m utluyum .”
Jonah, sinirli bir gülümsemeyle, “Gerçekten mi?” dedi.
“Annenle babandan duyduğuma göre yakında Washıngtoria
dönüyorm uşsun.”

Ü
D ru , “Yanılıyorsun. O n la r da yanılıyorlar. Seth, biraz
hava alm ak istiyorum ,” diyerek cevap verdi.
Seth, “O lur. Ah, Jo n ah , bu kadar aptal b ir h e rif olduğun
için sana teşekkür etm ek istiy o ru m ,” dedi, A ngela’ya bak­
tı ve neşeyle gülüm seyerek, “D ilerim b irlikte çok m utlu
o lu rsu n u z ,” diye ekledi.
D ru , “B unda taktik ve politika y eten eğ in i kullanm a­
d ın ,” dedi.
“Sanırım bir serseriye serseri dem eyi C a m ’d e n öğren­
dim . D ükkânına ‘k ü çü k işin’ dediği zam an apış arasına bir
tekm e savurm ayışım da E th a n ’ın etkisidir. Terasa çıkmak
istiyor m u su n ?”
“Evet. Ama... bana biraz izin ver, o lu r m u ? Yalnız kal­
m ak ve kendim i toplam ak istiy o ru m . S o n ra kalabalığın
arasında biraz daha dolaşır ve çıkıp g id eriz.”
“F ena fikir değil.”
Seth o n u n arkasından baktı ve k en d isin e saklanacak bir
yer bulam adan K atherine’i karşısında b u ld u .
D ışarıda, D ru , önce iki d erin nefes, so n ra da, terasa çık­
m adan, b ir garsonun elindeki tep sid en aldığı şam panya­
sın dan b ir y u d u m aldı.
K entin ışıklarına baktı. B u şeh ir o n u b o ğ u y o rd u . Hava­
n ın tem iz o lduğu bir yere kaçm ası b o şu n a değildi.
B ü tü n gün çalıştıktan sonra, evinin verandasında otu ­
ru p d inlenm eyi özlüyordu. S eth ’in y an ın d a o ld u ğ u n u , ya
d a olacağını bilm ek istiyordu.
A slında yıllardan beri özlediği, hayalinde canlandırdığı
hayat bu y d u . Eski yaşantısını u n u tm u ş tu bile. Sadece böy­
le anlarda o n u n ağırlığını hissediyordu.
“D ru silla.” O m z u n u n ü stü n d e n arkaya baktı. Angela
yanına yaklaşırken içini çekip küfrü basmamak için ken­
dini güç tuttu. “Birbirimize söyleyecek şeylerimiz varmış
gibi davranmayalım, Angela. Biraz önce, kalabalığın önün­
de rol yapıyorduk,”
“Benim sana söylemek istediğim bir şey var. Bunu
uzun zamandan beri söylemek istiyorum. Sana bâr özür
borçluyum.”
D ru, kaşını kaldırdı. “Ne için?”
“Bunu söylemek benim için kolay değil. Senti ka^kaaaa- :i
yordum. Benim sahip olmak istediğim şeylere sahip oldu­
ğun için sana kızıyordum. Bunu, senin evleneceğin adamla
yatmayı haklı çıkarmak için kullandım. O nu seviyordum.
O nu istiyordum. Bu nedenle, payıma düşeni kullandım."
D ru, elini havaya kaldırdı. “Şimdi ona sahipsin. Sorun
^Ö Züldü.^8
$ ş 3 0 te k i kadın olmak hoşuma gitmemişti. Saklanmak,
artıkları toplamak gücüme gidiyordu. Bunun senin su­
çun Olduğuna kendimi inandırmıştım. Duruma ancak
•nemfle taham m ül edebiliyordum. Jonah'la benim birlikte
olabilm em iz için senin aramızdan çek3uıub
d u .” *
D ru dönüp, terasın parmaklığına dayandı. “Kasten yap­
tın,” dedi. “Bundan şüphelenmiştim.”
fŞ?JBvet, kasten yaptım. İçgüdüsel bir davraatşck ama son­
ra pişm an oldum . Olaylar benim lehime gdişuyse de piş­
m anlığım sürüyordu. Jonah'îa ilişkimizi böyle öğrenmeyi
hak etm em iştin. Hiçbir suçun yoktu. Canı yanan sen ol­
m uştun ve bunda benim rolüm büyüktü. Bunun içm sen­
den özür dilerim. Ç ok üzgünüm.’'
.“V icdanın seni rahatsız ettiği için mi özür diliyorsun.
A ngela, yoksa JonahT a evlen m ed en önce arkandaki pislik»
ieri m i tem izlem e k istiyorsun?”
“ İkisi d e .”
D ru , hiç değilse açıksözlü, diye d ü şü n d ü . G e n ç kadı­
n ın , d ü rü stlü ğ e saygısı vardı. “Tamam bağışlandın. Şim di
git ve artık günah işlem e. Jo n a h ö z ü r dilem eye, b enim le
b ö y le açık açık k o n u şu p hatalı o ld u ğ u n u itira f etm eye ce­
sa ret edem ezdi. N iç in böyle biriyle b irlik tesin ?”
A ngela, kısaca, “O n u seviyorum ,” dedi. “G üçlü yanları
ve zayıf yanlarıyla, bütünüyle seviyorum .”
“Evet. B ence de seviyorsun. İyi şanslar. İçtenlikle söy­
lü y o ru m .”
j “T eşekkür ederim .” Arkasını d ö n d ü ve tam gidecekken
d u rd u . “Jo n as bana hiç Seth Q u in n ’in sana baktığı gibi
bakm adı. B undan sonra bakacağını da sanm am . Bazıları­
m ız elimizdekiyle yetinmeyi biliriz.”
D ru , b a z ıla rım ız da, diye düşündü, aklımızdan bile geçir­
m e d iğ im iz şeylere sahip oluruz.

D ru ’n u n evine vardıklarında, Seth tükenm işti. Araba


kullanm aktan, gerginlikten ve beyninde pervaneler gibi
d ö n ü p du ran düşüncelerden...
“Sana m innettarım .”
S e th başını çevirip ona boş gözlerle baktı. “N e?”
“H e r şeye karşı hoşgörü gösterdiğin için m innettarım .
B ü y ü k b a b a m ın seni sorguya çekm esine, eski nişanlım ın
k e n d in i b e ğ en m işliğ in e, annem in bir saat boyunca seni
d e ğ e rli b ir yarış atıym ışsın gibi yanında dolaştırıp teşhir
e tm e s in e , sana y ö n e ltile n b ü tü n sorulara, aşağılamalara,
ileriye d ö n ü k ta h m in le re dayandığın için m üteşekki­
rim ."
H ____________ ________ _____ _____
*£h, nt yapalım.HOmuz 4%M s t m m ş uâm m k*^
yçtı. "Beni uyarmıştın/
«Babam sana birkaç kere kabalık yapü/
«Kabalık olsun diyeyapmadı Benden boşktitmıdı#
y d a r / S e t b ’in e lle r i ctpteritukydi, Ommb b n k k ıe < * ^
pjya doğru yürüdü. “Bam kalırsa, o prensesine dofe&î;
h içb ir e r k e k t e n h o ş l a n m a z /
“gen prenses değilim /
“Yapma şekerim, ailenin ticari ve siyasi iki impajatufe.
ğu varsa, sen de prensessin demektir Sadece fildişi küfede
yaşamak istemiyorsun/
“Ben onların hayalindeki insan değilimi Bcm m imâ$~
ğimi iddia ettikleri şeylerin gerçek istekler,imle 4pm yok.
Onları hiçbir zaman sürekli beklentileri doğrukusö&da
memnun etmeye niyetim yok Artık bu benim fluşttm.
Kalacak mısın?”
“Bu gece mi?”
“Burada kalmaya başlayacak mısın?” Sedı onmak bir­
likte içeri girdi. N e yapacağını bilmiyordu. Elinden kaça­
mamak için uğraştığı bunca şeyi kaybetmek korkusu, yü­
reğinde gittikçe büyordu.
O n u kendine çekti. Omı kaybetmeyeceğine kendi­
ni inandırmak ister gibiydi. Beyninde, birisi, o n tsa b alıp
eder gibi, kahkahalar atıyordu.
£. “İhtiyacım var../ Yüzünü onun boynuna gömdü. ‘Al­
lah kahretsin. İhtiyacım../
D ru onu teselli etmek ister gibi elleriyle sırtım okşu­
yordu. “Neye ihtiyacın var?”
Ç ok fâzla şey istiyorum, diye düşündü. Kader onun bu
kadar çok şeye sahip olmasına asla İzm vermezdi. Ama, bu
gece bütün istekler, tek bir gereksinimde toplanabilirdi.

137
“Sana.” Kızt jötzla çevirip kapıya dayadı. Bu bir kırbaç
Şaklaması gibi beklenmedik ve ani bir hareketti. Sonra
onun şaşkınlığını vahşi bir öpüşle böldü.
“Sana ihtiyacım var.” Dru’nun hayretle açılmışkoca-
man gözlerinin içine bakıyordu. “Bu gece sana prenses
muamelesi yapmayacağım.” Genç kadının giysisini beline
kadar sıyırdı ve elini onun bacaklarının arasına uzam. “Bu
gece sen de sana prenses muamelesi yapmamı istemeye­
ceksin.’*
“Seth.” Dru, onun omuzlarım kavradı ama genç adamı
ilmeyecek kadar etkilenmişti.
Sert bir hareketle, parmaklarım kızın içinesoktu. “Bana
d u r de.**
- “Hayır."
D ru’nun içinde karanlık zevklerin yanı sira, heyecan ve
korku, bir bomba gibi patladı. Uçuyor ve Seth’i de birlikte
götürmek istiyordu. “Durmayalım.”
“ihtiyacım olanı alacağım.” Elbisenin inee"askılarından
jm tn i çekti ve kumaş kızın memesinin-başma takıldı. “Bu
gece, benim gereksinimlerim için hazır olmayabilirsin.”
“Kınlgan biri değilim.” D m ’nun'nefesî^de^iyor; bo-
ğazmda düğümleniyordu. “Zayıf biri de değilim.” Ürpe-
riyordu ama bakışlarını Seth’in gözlerinden ayırmıyordu!
“Bu geceki isteklerim seni şaşırtabilir.”
“Göreceğiz.” O nu hızla çevirip bu kez yüzünür kapıya
dayadı ve dişlerini ensesine sapladı'.
Seth ona saldırırken, genç kadın bağırıyor, yumrukla­
rıyla kapıyı dövüyordu.
Tutkuyla, sabırsızca, yumuşak ve ağır ağır hatta kahka-
halarla gülerek sevişmişlerdi ama D ru, Seth’in ona böy-
/
&8
leşine açlıkla saldırdığına hiç tanık olm am ıştı. Acımasız,
hiçbir şeyden sakınmayan, pervasız ve ilkel bir açlıktı bu.
Buna ayak uydurabileceğini, aynı başıboş ilk eli® yaşaya­
bileceğini, kontrolünü kaybetm ekten bu kadar zevk alabi­
leceğini aklına bile getirmezdi.
Seth o n u n beş duyusuna birden saldırıyor, o n u perişan
ediyordu.
Elbisenin diğer askısını da çekip koparttı. Elbise kırmızı
bir su birikintisi gibi kızın ayaklarının dibine düştü.
• Genç kadın askısız bir sütyen giymiş, şampanya rengi
dantel bir jartiyer takmıştı. Çorapları incecikti. Ayağında
gümüş rengi, uzun topuklu papuçlar vardı. Kızı kendine
çevirip onu tepeden tırnağa süzdü ve om uzlarını kavrayan
parmakları D ru ’n u n etine saplandı.
D ru titriyordu. D erisi kızarmış ve. nem lenm işd. Göz­
lerinde o güç vardı. Arzu edildiğini bilen kadının gücü.
“Beni yatağa götün”
“Hayır.” M em elerini avuçlarına aldı. “Sana burada sa­
hip olacağım.” ;
< Seth’in elleri onu kalçalarından kavradı, hafifçe kaldırıp
kendine, yaklaştırdı. G enç kadını tutkuyla dudaklar ından
öperken, elleri. D antel ipek ve beden üzerinde telaşlı bir
yolculuğa çıkmıştı. Kanı kaynıyor, dudakları kızın bede­
ninde dolaşıyordu.
, ‘ O n u canlı canlı yemek, bu içini kem iren açlık geçene
kadar nefsini doyurm ak istiyordu. Aklını kaybetmek ve bu
çılgınca gereksinim den başka hiçbir şey düşünem eyecek
durum a gelm ek istiyordu.
Kızın teninin yumuşaklığı Seth’in ona sahip olma arzu­
sunu iyice kamçılıyor, kadın kokusu iştahını açıyordu.
G e n ç kadın o n u n ceketini pekittiriyor» S e th ’in dudak­
la rın ın arasında çığlıklarlar auyordu, Sarhoş gibiydi. N e
y a p a ğ ım bilm eden o n u n kravatına saldırdı,
“Lütfen»” diye yalvardı. Bir dilenci gibi yalvarm ak um u­
ru n d a bile değildi. “L ütfen acele et,”
Seth onu yere yatırıp altına aldığında sm okini hâlâ üze­
rindeydi. Genç kadına sahip olduğunda, o, sanki ona daha
yakm olmak istermiş gibi, bedenini erkeğe doğru kaldırı­
yordu.
E>rünun tırnaklan genç adamın gömleğinin üstünde
dolaşıyor, sonra kumaşın altına süzülüp sıcak ve terli be­
denine banyordu. O da Seth kadar istekliydi. Gözleri ka­
rarmıştı. O nun tutkusuyla yanşıyordu.
N efes nefese, kalpleri birlikte atarak, kendilerini bu çıl­
gınlık nöbetine bıraktılar.
Binici ve at, uçurumdan aşağı birlikte atladılar.
D ru onun kollannda doyuma ulaştığında, Seth kendini
parlak b ir zafer kazanmış gibi hissetti.
D ru ’nun değerli 'Iiffany lambası havaya mücevherler
saçarken, genç kadın bitkin bir halde yerde yatıyordu. T ü­
kenmişti ama mutluydu. Kulaklanndaki zonklama geçin­
ce, açık pencerelerden gelen gece seslerim işitti.
N ehir, bir baykuşun çığlığı, böceklerin şarkıları.
Seth’in bedeninden yayılan sıcaklığı hâlâ hissediyordu.
Bu sıcaklık onda uyuşturucu etkisi yapıyordu. Ayağıyla,
onun ayak bileğine dokundu.
“Seth?”
“H m m m .”
“Ağzımdan bu sözlerin çıkacağını aklıma bile getirmez­
dim ama bu gece o can sıkıcı partiye gittiğimize çok mem-

340
nünüm, Üstelik, seni bu hale getiriyorsa, sanırım en az
haftada bir kere bu tür yerlere gitmeliyiz.”
Seth başını çevirince yerdeki kırmızı kumaşı gördü.
"Elbisenin tamir parasını ödeyeceğim.”
"Olur ama bu hasarın nasıl meydana geldiğini terziye
açıklamak zor olabilir.”
Seth, geçmişinde vahşet olduğunu düşündü. Onu de­
netlemeyi ve kanalize etmeyi biliyordu. Tutku ve ceza
arasındaki farkın bilincindeydi. Cinselliğin gaddar olabi­
leceğini de biliyordu ama biraz önce aralarında geçenlerin,
yaşamının ilk yıllarında tanık olduklarından dünyalar ka­
dar farklı olduğundan kuşkusu yoktu.
•.
"Benim hakkımda bilmediğin çok şey var, Dru.”
"Henüz birbirimiz hakkında bilmediğimiz birçok şey
olduğunu tahmin ediyorum. Her ikimiz de başka insan­
larla birlikte olduk, Seth. Çocuk değiliz. Ama ben, sana
karşı hissettiğim şeyleri daha önce hiç hissetmediğimi bili­
yorum! Ve, hayatımda ilk defa olarak, her aynnnyı planla­
maya, her olasılığı hesaplamaya gerek duymuyorum. Bu...
beni özgür kılıyor. Seni ve kendimi keşfetmek hoşuma
gidiyor. Ben kimim, sen kimsin ve ikimiz bir aradayken,
biz kimiz?”
Seth’in saçlarını okşadı. “İleride nasıl bir çift obcağız?
Bana kalırsa bu âşık olmanın harika bir yanı. Keşifler.”
Seth başını kaldırıp ona baktı. “Başka şeyler keşfetmek için
vakit olduğunu bilmek çok güzel.”
Seth sorunun zaman olduğunu düşünüyor ve gittikçe
kısalmakta oluşundan korkuyordu.
D ru ona, “Şu anda ne yapmanı istediğimi biliyor mu­
sun?” diye sordu.

341
N e yapmamı istiyorsun?”
“Beni yatağa taşımanı istiyorum.” Kollarını genç ada­
mın boynuna doladı. “İşte benim hakkımda bilmediğin bir
Şey. H er zaman, elbette gizli gizli, güçlü ve yakışıklı bir
adamın beni merdivenlerden yukarı taşımasını hayal etmi­
şimdir. Bu hayal entelektüel bir insan oluşumla çelişiyor
ama elden ne gelir?” Gizli bir romantik fantezi.” Seth bu
gecenin banş içinde geçmesinde kararlıydı. Dudaklarını
hafifçe onun dudaklarına değdirdi. “Çok ilginç. Bakalım
ben bu hayalini gerçekleştirebilecek miyim?”
Doğruldu, sonra eğilip kendine baktı. “Önce gömleği­
mi çıkarayım,” dedi. “Oldukça komik bir görüntü. Üstün­
de smokin gömleğinden başka bir şey olmayan bir adam,
çıplak bir kadını merdivenlerden yukarı taşıyor.”
“Evet, bu iyi bir fikir.”
Gömleğin önündeki düğmeleri çözüp, kol düğmelerini
çıkardı. Sonra gömleğini çıkarıp D ru’nun elbisesinin yanı­
na fırlattı. Kıza doğru eğildi. Kız da ona doğru uzandı.
“Nasıl gidiyor?”
“Harika.” Seth basamakları çıkarken, Dru iki koluyla
birden onun boynuna asılıyordu.
Rüyamda dedemin eşini görüyorum. O nu hiç tanımı­
yorum. Ben Saint Chris’e gelmeden ölmüş.”
“Gerçekten mi? N e gibi rüyalar bunlar?”
“Çok ayrıntılı, çok belirgin rüyalar. U zun uzun konu­
şuyoruz. Ağabeylerimin ondan bahsettiklerini duyar ve
keşke onu tanımış olsaydım, diye düşünürdüm.”
“Bence bu çok güzel. Sevgi dolu.”
“Mesele şu ki, bana bunlar rüya değilmiş gibi geliyor.
Bana kalırsa, onunla konuşuyorum.”

342
“Bunu rüyanda mı düşünüyorsun.”
“Hayır.” D ru’yu yatağın üstüne bıraktı ve yanına uzan­
dı. Ona sokuldu. “Şu anda böyle düşünüyorum.”
“Yaa.”
. “Şimdi anladın.”
jih “Düşünüyorum.” Genç kadm kımıldayıp başını onun
göğsüne yasladı. “O nun seni ziyarete geldiğini mi düşü­
nüyorsun? Yani, onun ruhuyla konuştuğun kanısında mı­
sın?”
“Bunun gibi bir şey.”
“N e konuşuyorsunuz?”
- Seth, durakladı ve kaçamak bir cevap verdi. “Aileden söz
ediyoruz. Sadece aile meseleleri. Bana bilmediğim şeyleri
anlattı. Ağabeylerimin çocukluğundaki bazı olaylardan söz
etti. Sonradan bunların doğru olduğunu öğrendim.”
fa “Gerçekten mi?” Kız ona iyice sokuldu. “Öyleyse onu
dinlesen iyi olur.”

Stella, “O akıllı bir kadın,” dedi.


D ru’nun arazisinin içinden geçen nehrin kıyısında yü­
rüyorlardı. Gece ağır ve rutubetliydi. Oturma odasının
penceresindeki lambanın saçtığı renkli ışıklar cama vuru­
yordu.
“Güçlü ve karmaşık bir beyni var. O nun her şeyi güçlü
ve karmaşık.”
Stella, “Güçlülük çekicidir,” dedi. “Sence o da sende
bunları aramıyor mu? Güçlü bir beyin, güçlü bir kişilik,
güçlü bir yürek. Geri kalanı hormonların görevi -onlara da
bir itirazım yok ya. Dünya onlann sayesinde dönüyor.”
“O na hemen âşık oldum. Ayakta dururken birdenbire
y ere serildim . O nun da bana tutulacağı aklıma gelmemişti.
A m a öyle oldu. Nasıl olduğunu bir türlü anlayamadım.”
“B u konuda ne yapmayı düşünüyorsun?”
“Bilmiyorum. Yerden bir taş aldı ve zifiri karanlık neh­
rin üzerinden kaydırdı. Birini uzun bir yolculuk için ya­
n m a aldın mı. onun yükünü de almak zorundasın. Benim
y ü k ü m çok ağır, büyükanne. Daha da ağırlaşacak gibi gö­
rü n ü y o r.”
“Sen kendini o yüke kelepçelemişsin, Seth. Kelepçele­
rin anahtarı sende. Daima şendeydi. O anahtarı kullanıp
b u yükten kurtulmanın zamanı gelmedi m i dersin?”
“O asla yakamı bırakmaz.”
“Olabilir. Ama yükün ağırlığını belirleyen senin dav­
ranışındır. Sorunlarım kimseyle paylaşmak istemiyorsun
çünkü tıpki büyükbaban gibi çok gururlusun.”
“Gerçekten mi?” Bu fikir yüreğini ısıtmıştı. “Bazı ba­
kamlardan büyükbabama benziyor m uyum dersin?”
“Gözlerini ondan almışsın.” U zanıp o n u n saçlarına
dokundu. “Ama bunu zaten biliyorsun. İnatçılığın da ona
benziyor. O her zaman her şeyi tek başına yapmak ister­
di -çevresindekileri rahatsız eden bir davranış. Ö fkelen­
medikçe sakin bir adamdı. Sen de aynısın. Sen de Gloria
konusunda onun yaptığı hataları yapıyorsun. Ailene ve
D ru ’ya karşı duyduğun büyük sevgiyi sana karşı silah ola­
rak kullanmasına izin veriyorsun.”
“O na sadece para veriyorum, Büyükanne.”
“Parayı küçümseme. N e yapman gerektiğini biliyor
m usun. Seth? Söyleyeceklerimi hemen yap. Erkeklerin
kafası böyle şeylere işlemez ama o kadının oyununu adım
adım bozabilirsin.”

344
Seth’in çenesi kasıldı. “D ru’yu bu işe bulaştıracak de­
ğilim.”
“Lanet olsun. O kız bir kurban istemiyor. ”Ellerini beli­
ne k oydu ve kaşlarını çatarak ona baktı. “Aptallığa varan bir
jnatçıhğın var. Tıpkı büyükbaban gibi,” diye söylendi.
Ve kayboldu.
O n Y edi

G loria’nın Seth’e randevu verdiği bar, yaşam larında


içkiye ağırlık veren kişilerin girip çıktığı bir yerdi. Bura­
da bol içki içiliyor, başka bir şey de yapılm ıyordu. Mavi
b ir d u m an bulutu bedeninizle ellerinizin arasına girecek
kadar kesifti. Bu yüzden, barın içinin görüntüsü kötü çe­
kilm iş, siyah beyaz sinema film lerinden bir sahneyi andı­
rıyordu. Loş ışık sayesinde kimse birbiriyle ilgilenmiyor,
herkes kendi işine bakıyordu. Üstelik, birisi yanındakine
sataşacak bile olsa, b u n u kimse görm üyor, lekeler ve pislik
de görünm üyordu.
O rtalıkta, geçen yıldan kalma sigara kokusu ve geçen
haftadan kalma bira kokusu vardı.
Bir köşedeki dar ve leş gibi pis alanda, birkaç kişi bir
m asanın çevresinde toplanmış bilardo oynuyor, ayakta
biralarını yudum lam akta olan iki üç erkek de onları izli­
y o rd u . Yüzlerindeki nefret dolu sıkıntılı ifade, ne pislik
olduklarını dünyaya ilan ediyordu.
H avalandırm a cihazı bir pencereye takılmış, çatlak sun-

346
«a çerçevelerle çıtalanmıştı. G ürültü çıkarmaktan ve pis
havayı dalgalandırmaktan başka bir işe yaradığı yoktu.
Seth, kendini emniyete almak için, barın sonundaki bir
tabureye oturdu ve bir şişe bira ısmarladı.
Böyle bir yerin Gloria için çok uygun olduğunu dü­
şündü. Çocukken de onu sık sık böyle yerlere götürürdü
-ya da, eğer o sırada arabası varsa, kendisi içeri girer, Seth
arabada uyurdu.
I Gloria, yüksek sınıfa mensup, sağlam bir çevrede yetiş­
mişti ama sahip olduğu bütün ayrıcalıklar ve aldığı terbi­
yeden kaynaklanan olum lu yanlar, toplumun en alt düze­
yindeki yaşantıyı özleyen ruhunda kaybolup gitmişti.
Seth, onu nefrete yönelten, temiz ve düzgün olana düş­
man eden şeyin ne olduğundu düşünmekten, çoktan vaz­
geçmişti. Gloria, kendisine yakın olan ya da onu düşün­
mesi, sevmesi için bir nedeni olan herkesi kullanır, onları
mahvedene ya da kurutana kadar uğraşırdı.
Bunun nedeni alışkanlıkları -erkekler, uyuşturucular,
alkollü içkiler- değildi. Bunlar sadece, onun kendi kendi­
sini tahrip etme yolunda kullandığı birer araçtı.
Seth, ona çocukluk kâbuslarım hatırlatan kokular için­
de. bilardo masasından gelen sesleri ve yetersiz havalandır­
ma aygıtının iniltilerini dinlerken, burada buluşmalarının
çok uygun olduğunu düşünüyordu.
Eskiden paraya ihtiyacı olduğunda, müşteri bulmak için
böyle yerlere gelir, parası varsa da -eğer o gece uyuşturu­
cuyla kafayı bulmayı tercih etmediyse- içip sarhoş olmak
için yine böyle yerlere giderdi. Böyle zamanlarda da, gön­
lüne göre birini bulmak için bu tür barlara takılırdı.
Amaç müşteriyse, Gloria herifi o sırada yaşamakta ol­
dukları deliği götürürdü. Seth, bitişik odadan gelen seviş­
347
m e seslerini ve vahşi kahkahaları duyardı. Eğer Gloria içip
sarhoş olmuş ya da uyuşturucuyla kafayı bulmuşsa, keyfi
de yerindeyse, oğlunu bütün gece açık olan kafeteryalardan
birine götürürdü. Böyle gecelerde Seth’in karnı doyardı.
Ama, eğer annesinin keyfi yerinde değilse, yemek yeri­
ne dayak yerdi.
Ya da şöyle diyelim, bu, Seth büyüyüp, Gloria’nın yum­
ruklarına karşı koyabilecek kadar irileşene, güçlenene ka­
dar böyle sürmüştü.
Barmen, “O birayı içecek misin?” diye sordu. ‘Yoksa
bütün geceyi onu seyrederek mi geçireceksin?”
Seth başını kaldırdı ve yüzündeki tahditkâr ifade ve
buz gibi bakışları barmeni ürküttü. Adam bir iki adım geri
çekildi. Seth, onun gözlerinin içine bakarak cebinden on
dolarlık bir banknot çıkardı ve henüz elini bile sürmediği
bira şişesinin yanma bıraktı.
“Bir sorun mu var?” Sesinde yumuşak bir tehdit vardı.
Barmen omuz silkti ve başka tarafa yöneldi.
Gloria içeri girince, bilardo oynayanlardan ikisi başla­
rını kaldırıp ona baktılar. Buraya ne amaçla geldiğini an­
lamak ister gibiydiler. Seth, Gloria’nın bu bakışları iltifat
saydığından emindi.
Kadın, kemikli kalçalarını saran, kot kumaşından bir
şort giymişti. Kasıklarının hemen üstünde, kumaş incel­
miş, yer yer delinmişti. Minicik dar bluzu koyu pembeydi
ve kemikli göğsünün hatırı sayılır bir kısmını gözler önü­
ne seriyordu. Göbek deliğine altın bir küpe takmış, onun
yanma da bir ejderha dövmesi yaptırmıştı. El ve ayak tır­
naklarını bu çirkin ışıkta siyah gibi görünen bir renge bo­
yamıştı.

348
gir tabureye oturup, bilardo oynayanlara uzun uzun
jp i
Seth, bir bakışta annesinin ona verdiği p a ran ın çoğunu
burnuna çekmiş olduğunu anladı.
Gloria, barmene, “Cin-tonik,” dedi. “Toniği fazla ol­
masın.”
Bir sigara çıkarıp gümüş bir çakmakla yaktı. Sonra du­
manı tavana doğru üfledi. Bacak bacak üstüne attı ve aya­
ğını sallamaya başladı.
fe*Burası hoşuna gitti mi?” diye sorup giildü.
i;. ;“Beş, dakikan var.”
Rp&elen ne?” Sigarasını ağzma götürüp dumanı içine
çekti. Tırnaklarını barın üstünde tıkırdattı. “Biranı iç ve
İphatla.”
^^Hoşlanmadığım insanlarla birlikte içki içmem. N e is­
tiyorsun; Gloria?”: 7 ;
: “Bu cin-toniği istiyorum.” Barmenin önüne koyduğu
içki bardağını eline aldı. Bir dikişte çoğunu içti. “Belki
g ftaz da hareket istiyorum.” Bilardo oynayanlara tekrar
bakıp yalanarak Seth’in midesini bulandırdı. “Son zaman­
larda düşündüm de, deniz kenarında küçük bir ev sahil»
olmak istiyorum. Örneğin Daytona’da olabilir.”
I içkisinden bir yudum daha aldı. Bardağın kenarında
rujunun izi kalmıştı. “Senin ev almaya niyetin yok, öyle
1 değil mi? Hâlâ, çocuklar ve köpeklerle dolu olan o evde
yaşıyorsun. Alışkanlıklarından kurtulam ıyorsun.” `
“Ailemden uzak dur.” *
“D urm azsam ne yaparsın? Seth’e, tırnaklan kadar kes­
kin ve kara bir bakışla baktı. “Ağbeylerini üstüm e mi saldır­
ırsın? Q u in n ’ler beni korkutabilir m i sanıyorsun? Uzcrifc
ne ölü toprağı serpilmişe benzeyen bir kasabaya hayathet

349
boyunca tıkılıp kalan, gürültücü çocuklar yetiştirip her
gece, lanet olası zombiler gibi televizyon karşısına çakılan
herkes gibi onlar da gevşediler ve aptallaştılar. Yaptıkları
tek akıllıca iş seni almak oldu. Böylece moruğun parasına
kondular -o serseri ağabeyin de uyuşuk kız kardeşimle pa­
rası için evlendi.*
İçkisinin geri kalanını bir yudumda içti. Bir içki daha
ıbtemek için bara eliyle iki kez sert sert vurdu. Bedeni
sürekli oynuyordu -ayağı sallanıyor, parmaklarıyla ba*
n n kenarına vuruyor, başı sürekli sağa sola dönüyordu.
“M oruk benim kanundandı, onların değil. © para benim
olmalıydı.*
“Boktan Amerika.* Bir sigara daha yaktı, '^ e n de yıllar
sonra kendine yine bir kapı buldun, öyle değil mi? Hem
de bu kolay kolay ölmeyecek. Drusilla "Whitecomb Banks.
Vay, vay, vay!* Gloria başım arkaya atıp baykuş gibi’bir ses
çıkardı. “Güzel. Zengin. O nu kapana kıstmpr;ele geçir­
mekle hayatının en akıllı işini yaptın. Hayatım garantiye
aldm.~
Barmen içkisini getirir getirmez bardağı eline aldı. “Re­
sim yaparak iyi para kazandığım inkâr edemem. Bu kadar
çok para kazandığının ben bile farkında değildim.* İçkisini
yudumlarken ağzına gelen buzu çiğnedi. “İnsanların du­
vara asacakları bir şeye niçin bu kadar çok para verdiklerini
bir türlü anlayamıyorum.”
Seth elini annesinin bileğinm üstüne koydu. Yavaş ya*
vaş sıkmaya başladı. Sonunda o kadar kuvvetli sıktı ki ka­
dm irkildi. “Söyleyeceklerimi iyice dinle: Aileme, D r ü ’ya
ya da benim için önemli olan herhangi birine yaklaşırsan,
neler yapabileceğimi göreceksin. Bu, geçmişte ^Sybiiröen
yediğin dayaktan çok daha beter bir şey olacak.”

350
G lo ria y ü z ü n ü o n a y a k la ş tırd ı. “B eni t e h d i t m i ediyor­
sun, oğlum ?”
“Bunu yapacağıma söz veriyorum .”
Aldığı uyuşturuculara ve içtiği içkiye rağmen, Gloria,
Seth’in ne dem ek istediğini anlar gibi oldu. O da biraz
önce barm enin yaptığı gibi, hafifçe geriledi. “Son sözün
bu mu?” Serbest olan eliyle içki b ard ağ n ı aldı ve yüzünde
■kafese kapatılmış b ir hayvanın ifadesi belirdi. “En yakın- .
larındari ve en sevdiklerinden uzak durm am ı istiyorsun,
İp le pai?”7 !;
K poŞ jS jözüm b u.”
H p fe z a m a n b en de son sözüm ü söyleyeyim.” Bileğini çe­
kip Seth’in elinden kurtardı ve sigarasına uzandı. “Küçük
paralarla yeteli kadar oyalandık. Resim lerinden iyi para ka­
zanıyorsun. Ü stelik, bir hâzinenin içine dalmak üzeresin.
Bana bir kereliğine yüklü b ir ödem e yap, bir daha karşına
çıkmayayım. Senin istediğin de bu değil mi? Ortadan kay-*
bolmamı istem iyor m usun?’’
jg;JJSte kadar istiyorsun?”
^ 'Gloria sevinmişti. Sigarasından derin bir nefes çekip
Şeth’in yüzüne üfledi. O her zaman kolay bir ay olmuştu.
jp * B if m ilyon dolar.”
j ^ e t h . gözünü bile kırpmadı. “Bir milyon dolar istiyor­
sun, öyle mi?”
“Bu konuda araştırma yaptım, şekerim. Resimlerin çok
para ediyor. Avrupa’da çok para kazandın. Bunun böyle
devam edeceğini kim garanti edebilir? Kazandığın paralara
bir de Drusilla ile evlenerek ekleyeceğin serveti düşün.”
Taburenin üstünde kımıldadı. Yeniden bacak bacak üs**
tüne attı. Kanındaki uyuşturucu ve alkol, kendisini güçlü
hissetmesini sağlıyor, kendisini canlı hissediyordu.
ü
“Drusilla para içinde yüzüyor. Hem de aileden gelen
b ir servet bu. Bu tür bir servet rezaletten hoşlanmaz. Se­
natörün soylu torununun babası belli olmayan bir piçe ba­
caklarını açtığının basına yansıması işleri karıştırabilir. Bu
çocuğun annesi, o güne kadar hiç tanımadığı babasından
yardım istemeye geldiğinde, evladı ondan koparılıp alın­
mış. Çeşitli iddialarda bulunabilirim. Anlıyorsun, değil
m i?” diye ekledi. “Bu iddialar seni ve Quinn’leri lekeleye-
cekdr. Pislik kız arkadaşına da bulaşacak. Pislikler havada
uçuşmaya başlayınca kaçacak delik arayacaktır.”
Yeniden kıpırdadı ve üçüncü içkisini ısmarladı. “Seni
hem en terk edecektir. Olayların bu yanı duyulunca belki
resimlerinin değeri de düşer. Burnumu çekerek, göz yaş­
lan içinde, ‘Ah, ona ilk boya takımını ben aldım ” filan de­
sem...”
Başını arkaya atıp güldü. Gülüşü kötülük ve sevinç do­
luydu. Bilardo oynayanlar, oyunu kesip ona kakmak için
döndüler. “Basın bunlan havada kapar. Aslında, hikâyemi
satıp küçük bir servet kazanabilirim. Ama onu satın almak
fırsatını önce sana veriyorum. Bunu bir yatmm sayabilir­
sin. Bana ödeme yap ve hayatından çıkayım. Hikâyemi sen
satın almazsan, alan bulunacaktır.”
Seth’in yüzü bir heykel gibi ifadesizdi. Gloria konuşur­
ken, genç adam, gözünü bile kırpmamıştı. Ondan iğrendi­
ği bile belli olmuyordu. “Hikâyen palavra.”
“Elbette palavra.” Güldü ve içkisini yudumladı. “İnsan­
lar, başkalarının hayatı söz konusu olduğunda, palavraya
doymuyorlar. Bana parayı nakit olarak getirm en için sana
bir hafta veriyorum. Ama bir ön ödeme istiyorum. Buna
iyi niyet gösterisi diyelim. O n bin dolar. Parayı yarın gece
buraya getireceksin. Saat onda. Gelmezsen, telefonlarımı
etmeye başlayacağım.”
Seth ayağa kalktı. “Burnuna çektiğin toza on bin dolar
daha mı harcayacaksın? Gloria, bir milyon doların tadına
bakamadan, burası gibi bir fesat yuvasının arka odasında
geberip gideceksin.”
“Bunun için endişelenmeyi bana bırak da içkilerin pa­
rasını öde.”
Genç adam ona arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü, j

Karanlıkta tek başına oturup zil zum a sarhoş olmak is -;


tediği bir anda eve gidemezdi.
Ama o bilinçliydi. B unun kendine acımaktan doğan bir
kaçış, dönüşü olmayan bir yolculuk olduğunu biliyordu.
Sürekli ve ısrarlı alkol kullanımının, bir çeşit koltuk değ­
neği, bir kandırmaca ve bir tuzak olduğunun farkındaydı.
Ama bunlar um urunda bile değildi. Kadehine tekrar
viski koydu ve atölyesinde yanan tek lambanın ışığında
kehribar gibi parlayan sıvıya baka.
Yirmi birinci yaş gününde, ağabeyleri ona ilk kez viski
içirmişlerdi. D ördünden başka kimse yoktu. Mutfak ma­
sasının başında oturuyorlardı. Çocuklar ve kadınlar evde
değillerdi.
Bu, hiç aklından çıkmayacağım bildiği güçlü anıların­
dan biriydi. Ethan hepsine puro ikram etmişti. Yaprak
tütününün keskin kokusunu hâlâ duyar gibiydi. Viskinin
dilini ve gırtlağını yakarak midesine inişi ise unutur gibi
değildi. Ağabeylerinin sesleri, gülüşleri, onlara duyduğu
yakınlığın verdiği güven beyninde capcanlıydı.
Viskinin tadını pek beğenmemişti. Bu içkiyi hâlâ da
sevmezdi. Ama amaç unutmak olunca bir erkeğin ilk baş­
vurduğu çare oydu.
Gloria DeLauter’i ve nasıl bu hale geldiğini anlamaya
çalışmaktan çoktan vazgeçmişti. Elbette ki kendisinde bu
kadından bir parça vardı ve Seth bunu doğuştan sahip ol­
duğu bir iz, bir leke sayıyordu. Baba ya da ananın günah­
larının evlada yansıdığına inanmazdı. Ağabeylerinin her
biri başka bir dehşet verici geçmişten geliyordu ve onlar,
tanıdığı en kusursuz insanlardı.
Onda Gloria’ya ait olan ne varsa, Quinn’lerin ona öğ­
rettikleri efendilik, onur ve anlayışın içinde boğulmuştu.
Belki de Gloria, sadece bu yüzden ondan -ve Quinn’lerin
hepsinden- nefret ediyordu. Nefretinin nedenleri önemli
değildi. Gloria hayatının bir parçasıydı ve Seth onunla başa
çıkmak zorundaydı.
Şöyle ya da böyle. Resimleri ve resim gereçleriyle dolu
odada yanan tek lambanın yanında oturmuş içiyordu. Ka­
rarını vermişti ve bu kararın sonuçlarına katlanacaktı. Ama
bu gece, viski ve içki içerken dinlemeyi seçtiği kederli mü­
zikle geleceği perdelemeyi istiyordu.
Cep telefonu çalınca oralı olmadı, şişeyi eline alıp bar­
dağına tekrar viski koydu.

Dru telefonu kapattı ve oturma odasında bir aşağı bir


yukarı dolaşmaya başladı. Aubrey telefon edip, Seth’in ora­
da olup olmadığını sorduğundan beri, genç adamm numa­
rasını beş altı kere çevirmiş ve cevap alamamıştı. O andan
beri yerine oturmamış, evin içinde dolaşıp durmuştu.
D ru’ya o akşam Aubrey’le birlikte olacağını söyle­
mişti ama onun yanında değildi. Ailesine ve Aubrey’e de

ü
n fu ’n u n y an ın d a olacağını söylemişti ama burada da yok­

tu-
■ H angi c e h e n n e m in dibindeydi b u adam?
Seth’in aklı başka yerderydi. U çu p gitm işti. D ün gece­
den beri değ işen b ir şey vardı. W ashington’daki partiden
önce bile d ü şünceliydi. Sanki bastırılm ış bir saldırganlık
vardı içinde -ço k derin lerd e yaşayan bir vahşet. Partiden
eve d ö n d ü k lerin d e sevişirken de hissetm işti bunu. Seth’in
içindeki o bastırılm ış vahşet ve saldırganlık kendini cinsel
ilişkide dışa v u rm u ş gibiydi.
B irbirlerini tü k ettik ten sonra bile, D ru onda için için
kaynayan b ir çalkantı hissetm iş, am a üstünde durmamıştı.
İnsanları so ru larla taciz etm ek âdeti değildi. Yakınlarının iç
dünyalarına n ü fu z etm eye çalışmaz, saygılı davranırdı. An­
nesiyle b ab asın ın o n u sürekli soru yağm uruna tutmalarına
ve iç d ü n y asın ı did ik lem ek istem elerine çok kızardı. Genç
kadın, in sa n ın iç dün y asın ın özel olduğuna inanırdı.
S eth o n a yalan söylem işti. Oysa, D ru, onun yalancı bir
insan o lm ad ığ ın d an em indi.
E ğer b ir so ru n varsa, ona yardım cı olmalıydı. Aşkın gö­
rev lerin d en biri de b u değil miydi?
Saatine baktı. Y um ruklarını sıkm am ak için kendini güç
tu tu y o rd u . Saat gece yarısını geçiyordu. Y a b a ş ın a b ir ş e y g e l­

d iy s e , diye d ü şü n d ü ? Y a b ir k a z a o ld u y s a ?

Peki, ya te k başına b ir gece geçirm ek istediyse?


G en ç kadın, “E ğer tek başına bir gece geçirmek istediy­
se, b u n u söylem eliydi,” diye hom urdandı ve kapıya doğru
yürüdü.
O nu bulabileceği tek bir yer vardı ve oraya bakmadan
rahat edemeyecekti.
Arabasıyla kasabaya doğru giderken kendi kendisine
n u tu k çekiyordu. Aralarındaki ilişki, Seth’in ona hayatının
h e r dakikasının hesabını vermek zorunda olduğu anlamı*
n a gelm ezdi. H er ikisinin de kendi hayatları, ilgi alanları
ve sorum lulukları vardı. Dru, kendi kendine yetemeyen
b ir kadın değildi.
A m a b ü tü n bunlar, Seth’e o akşamla ilgili planlar ko­
n u su n d a yalan söylemek hakkını vermiyordu. Eğer kahro­
lası telefonuna cevap verseydi, Dru, gecenin bu saatinde,
kocasının peşinde dolaşan sıradan, evhamlı bir kadın gibi
kasabaya gidiyor olmazdı.
O n u bu duruma düşürdüğü için Seth’e yapmadığını
bırakm ayacaktı.
Arka taraftaki otoparka girip Seth’in arabasını gördü­
ğ ü n d e, öfkesi bumundaydı. Kendini hakarete uğramış his­
sediyordu. Neredeyse, geri dönüp eve gidecekti. Dru’ya
ve diğerlerine çalışmak istediğini söyleyemez miydi? Te­
lefo n u açıp...
Hızla frene bastı.
Ya telefonun yanma kadar gidemedise? Ya baygın ya da
hasta o ld u ğ u için telefona cevap veremediyse?
Arabayı park edip indi ve merdivenlerden yukarı tır­
manmaya başladı.
K afasında, S eth’in yerde yatan hayali o kadar canlıydı
ki, onu yatağın üstü n d e oturmuş bardağına içki koyarken
görünce, b ird e n d u ru m u kavrayamadı.
“İyi m isin ? ” Rahatlam ıştı; dizlerinin titrediğini hissetti.
“Tanrım, Seth! Seni o kadar m erak ettim ki!”
Seth, viski şişesini kenara bıraktı. Bir yandan içkisini
içerken, bir yandan da baygın gözlerle D r u ’ya bakıyordu.
“Niçin merak ettin?”

356
“Kimse senin nerede olduğunu.,.” O anda fark etti ve
İcanı beynine hücum etti. “Sen sarhoşsun!”
“Olmaya çalışıyorum. Henüz olamadım. Senin burada
ne işin var?”
“Saatlerce önce Aubrey telefon etti. Seni arıyordu, 'ya­
lanların ortaya çıktı. Telefonunu açmadığın için, budalalı­
ğımdan seni merak ettim.”
: Seth hâlâ tam anlamıyla sarhoş değildi. Kızın ruh hali­
nin, her ikisi için de işleri kolaylaştıracağım hissetti. “Eğer,
beni başka bir kadınla yatakta yakalamayı umarak buraya
|||eldinse, seni hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm.”
"Betıi aldatacağın hiç aklıma gelmedi” Dru öfkeli ol­
duğu kadar şaşkındı da. Yatağa doğru yürüdü ve şişenin
içinde ne kadar viski kaldığına baktı. “Ama bana yalan söy­
lemek gereğini duyacağım ya da burada tek başına oturup
sarhoş olana kadar içki içeceğini de düşünmezdim.”
* “Benim hakkımda bilmediğin çok şey olduğunu sana
; söylemiştim, şekerim.” Başparmağıyla şişeyi gösterdi
viski ister misin? Bardaklar mutfakta.”
- - “Hayır, teşekkür ederim. Aileni meraklandırman ve içki
maratonuna girmen için bir neden var mı?”
“Ben koca adamım, Dru. Biraz içki içmek istedim diye
kıçıma takılmana gerek yok. Bu, benim tarzıma, siyasilerin
toplandığı can sıkıcı bir partide şampanya içmekten daha
uygun. Hoşuna gitmiyorsa, bu benim sorunum değil.”
Bu sözler kıza dokundu. Çenesini havaya kakhrdi.
“Oraya gitmeye mecburdum. Sen değildin. İstemiyorsan
gelmeyebilirdin. Senin seçimindi. Viski şişesinde boğul­
mak istiyorsan, bu da senin seçimin. Ama bana yalan söy­
lemeni kabul edemem. Beni aptal yerine koyamazsın.”
Seth, umurunda değilmiş gibi omuz silkti. Viskisini iç­
3S7
m eye devam ederek, Dru’yu nasıl yönlendireceğini çok iyi
bildiğine karar verdi. Gururunu incitecek birkaç şey daha
söylerse, kız, çıkıp gidecekti.
“K adınların sorunu nedir biliyor musun? Onlarla bir­
kaç k ere yatar, duym ak istedikleri şeyleri söylersin. Onlara
iyi v ak it geçirtirsin. Sana sülük gibi yapışırlar. Nefes aldırt-
rnazlar. H e r an yanında olm ak isterler. Seninle dün gece
y aptıklarım ı hiç yapm amalıydım. Bu tür bir sevişmenin
k afana yeni fikirler sokacağını biliyordum.”
D ru , “Yeni fikirler m i?” diye tekrarladı. Tıkanacak gibi
o lu y o rd u . “ Y e n i f i k i r l e r ha!”
“H içb ir şeyi olduğu yerde bırakamazsınız, öyle değil
m i? ” Başım sallayıp, bardağına tekrar içki koydu. “Daima
d ah a fazlasını istersiniz. Yarın ne yapacağız, gelecek haf­
ta n e olacak? Sen bir gelecek planlıyorsun, şekerim. Oysa
b e n b u havada değilim. Gevşediğin zaman seninle birlikte
o lm a k ço k keyifli am a bu işi burada bitirsek daha iyi ola­
cak.”
“Beni... beni bırakıyor musun?”
“B ak şimdi! Ö yle düşünme, Şekerim. Biraz ferene bas­
m alıyız, o kadar.”
D r u ç o k ü zü lm ü ştü . “Her şey, her şey sadece cinsellik
ve sanat için m iydi? B una inanmıyorum. İnanmıyorum.”
“İşi b ü y ü tm ey elim .” Tekrar şişeye uzandı. Viski üstüne
viski içiyor, D r u ’ya ve gözlerinden akan yaşlara bakmamak
için ne yapacağını bilem iyordu.
“Sana güvendim, kalbim i ve bedenim i v erd im . Senden
hiçbir şey istemedim. H e r şeyi ben istem eden verd in . Sana
âşık oldum diye, bu davranışı, böyle fırlatılıp atılm ayı hak
etm edim .” Seth ona baktı ve kızın y ü zü n d e g ö rd ü ğ ü g u ru r
ve keder onu parişan etti. “Dru...”

358
Genç kadın sakin bir sesle. “Seni seviyorum,” dedi So­
ğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. “Ama seni sevmek
benim so ru n u m . Şim di seni kendi sorunların ve içki şişe­
siyle baş başa bırakacağım.”
D ru kapıya d o ğ ru yönelince, Seth, “Allah kahretsin,
yvllah k ah retsin , g itm e,” diye inledi. “G itm e, Dru. Lütfen
gitm e.” İçki b ardağını m asanın üstüne bırakıp ellerini yü­
züne kapadı. “B u n u yapamayacağım. Onun bunu da dini­
den alm asın a izin v erem em .”
“B u rad a kalıp, karşında gözyaşı dökeceğim i m i sanıyor­
sun? S arh o şsu n ve bana hakaret ediyorsun. Bu durumda
seninle k o n u şa m a m bile.”
B; “Ö z ü r d ilerim . Ö z ü r dilerim .”
f ’ “Ö z ü r d iliy o rsu n , öyle m i? Ö z ü r diliyorsun.” Kapı ko­
lu n u tu ta n eli titred i ve ü stü n e b ir damla gözyaşı düştü.
D ru b ü s b ü tü n sin irlendi. “Bana hakaret edip birkaç damla
gözyaşı d ö k m e m e n e d en o ld u n diye kendini suçlu hisse­
dip v icd an azabı çek m en e gerek yok. Benden sakın özür
dilem e. C e h e n n e m e kadar y o lu n var.”
“L ü tfe n o kap ıd an çıkm a. B una dayanabileceğimi san­
m ıy o ru m .” İçin d ek i hisler -acı, suçluluk dugusu, nefret ve
aşk- S e th ’i boğm aya çalışan eller gibi boğazını sıkıyordu.
“O lay larin içine iyice sürüklenmeden seni kendimden
u zak laştırm ak istedim . A m a yapamayacağım. D a y a n a m ı y o ­
rum. B en cil m i davranıyorum, doğru mu yapıyorum, bil­
miyorum am a beni terk etmene izin veremem. Tann aşkı
için, beni terk etme.”
Dru, ona baktı ve yüzündeki çıplak acıyı gördü. Zaten
kırık olan kalbi parçalandı. “Seth, lütfen neler olduğunu
bana anlat. Sana acı veren nedir?”
“Sana o sözleri söylememeliydim. Aptallık ettim.”
359
“O sözleri niçin söylediğini anlat. Niçin burada yalnız
başına oturmuş içiyorsun? Hasta olacaksın.”
“Bu şişeyi satın almadan önce hastalandım. Nereden
başlayacağımı bilemiyorum.” Elleriyle saçlarını düzeltti.
“Sanırım baştan başlamalıyım.” Parmaklarını gözkapakla-
rma bastırdı. “Bir fincan kahveye ihtiyacım var.”
“Ben yaparım.”
“D ru.” Yine ellerini kaldırdı. Sonra bu eller iki yanına
düştü. “Sen kapıdan içeri girdiğinden beri söylediğim her
şey yalandı.”
Genç kadın derin bir nefes aldı. Şimdilik, üzüntüsü­
nü ve kırgınlığını bir yana bırakıp onu dinleyecekti. “Peki.
Ö nce kahveyi yapayım, sonra gerçeği anlatırsın.”

Seth, “Çok eskilere dayanıyor,” diye söze başladı. “Her


şey, dedem Ray Quinn, Stella ile evlenmeden; onunla ta­
nışmadan önceki yıllarda başlamış. Dru, seni üzdüğüm
için özür dilerim.”
“Anlatmaya devam et. O nu daha sonra konuşacağız.”
Seth, kahveden bir yudum aldı. Ray bu kadınla tanış­
mış ve aralarında bir yakınlık doğmuş.” H emen düzeltti.
“Yâkmlık kelimesi yanlış olabilir.
‘Arkadaşlık etmeye başlamışlar. İkisi de genç ve
bekârmış. Arkadaşlık etmelerinden daha doğal ne olabilir?
Her neyse, Ray, bu hanımın aradığı tipte bir erkek değil­
miş. Anlarsın ya, sol eğilimli bir öğretmen. O ise sağ eği­
limli biriymiş. Seninkine benzer bir aileden geliyormuş.
Demek istediğim... ”
“N e demek istediğini anlıyorum. Toplum içinde belli
bir yeri ve belli amaçlan varmış.”
“Evet, öyle.” Nefesini dışan üfledi ve biraz daha kahve

360
içti. “Teşekkürler. Bu hanım Ray’den ayrılıp uzaklara git-
jjıiş. Hamileymiş ve işittiğime göre, bundan pek hoşnut
değilmiş. Ama, kendisine daha uygun olan başka biriyle
tanışmış ve çocuğunu doğurmaya karar verip, o kişiyle ev­
lenmiş.”
“Büyükbabana çocuktan hiç söz etmemiş mi?”
“Hayır, hiç söz etmemiş. Bir süre sonra, bir kızı daha
olmuş. Sybill.”
■“Sybill mi? Ama... haaa.” D ru bir süre düşündü, son­
ra her şey yerli yerine oturdu. “Anladım. Annen, Ray
Quinn’in kızı ve Sybill’in ana bir baba ayrı kardeşi.”
^ “Aynen öyle. İşte o kadm, Gloria. Adı Gloria’dır. O
Sybill gibi değildir. Sybill’den nefret eder. Bana kalırsa
o, .herkesten nefret ederek doğmuş. Sahip olduğu şeyler
onun için asla yeterli olmamış.
- < Seth’in rengi solmuştu. O kadar perişan ve hasta görü­
nüyordu ki, D ru onu kollarının arasına alıp teselli etmek
istiyordu. “Bazı insanlara hiçbir şey yetmez.”
“Doğru. Bir gün bir herifin peşine tekilip evden kaç­
mış. Bir süre sonra da hamile kalmış -bu ben olmalıyım.
Güya herif onunla evlenmiş. Bu önemli değil. Onu hiç
tanımadım. Bu hikâyeyle onun ilgisi yok.”
“Baban...”
Seth, “O sadece sperm vericisi,” diye düzeltti. “Arala­
rında ne geçtiğini bilmiyorum. Buna kafa yormuyorum.
Gloria parasız kalınca beni de alıp eve dönmüş. Bunlan
hiç hatırlamıyorum. Eh, o eve döndü diye kurban kesme­
mişler. Gloria alkole düşkündür ve çeşitli uyuşturucular
kullanır. Birkaç yıl süreyle, arada eve dönüp bir süre kala­
rak, orada burada yaşamış. Sybill New \b rk ’ta tek başına
yaşarken bir gün beni onun yanına bırakıp ortadan kay-
361
bölmüştü. İki yaşındaydım. Bu olayı pek iyi hatırlamıyo­
rum. SybiU’i tekrar gördüğümde tanımamıştım. Sadece
Sybill’in bana oyuncak bir köpek aldığım hatırlıyorum.
Ona, ‘Senin’ adını takmıştım. Çünkü, SybilFe, bu kimin ,
diye sorduğumda o...”
Dru, “Senin, dedi,” diye onun sözünü tamamladı.
Hikaye genç kadına çok dokunmuştu. Elini uzatıp Seth’in
saçlarını okşadı. “Sana iyi davranmış.”
“Harikaydı. Dediğim gibi, pek fazla bir şey hamlamı­
yorum ama onun yanmdayken kendimi güvende hisset­
tiğimi ammsıyorum. Bizi evine almış ve doyurmuş, bize
giysiler satın almıştı. Gloria birkaç gün ortada görünmedi­
ğinde bana bakmıştı. Gloria ise, onun bu iyliklerine karşı­
lık, Sybill evde yokken, yükte hafif pahada ağır ne bulduy­
sa çalıp, beni de yanma alarak kayıplara karışmıştı.”
“Senin seçim hakkın yoktu ki. Çocuklar, bu gibi du­
rumlarda çaresizdir.”
“Bu olayın sorumluluğunu üstlendiğim yok. Sadece
anlatıyorum. Niçin beni orada bırakıp tek başına gitme­
diğini merak ediyorum. Bence bunun nedeni, Sybill ile
benim aramda bir bağ kurulmuş olmasıydı. Çünkü biz...”
“Çünkü birbirinizi sevmeye başlamıştınız.” Dru onun
elini tuttu. “İkinizden de nefret ettiği için böyle bir şeye
göz yumamazdı.”
Seth bir an gözlerini kapattı. “Durumu anlaman bana
yardım cı oluyor.”
“Analayamacağımı mı sanmıştın?”
“N e sandığım ı bilm iyorum . Gloria benim canıma oku­
yor. Tek m azeretim b u.”
“M azeretleri geç. Hikâyenin devamını anlat.”
Seth kahve fincanını kenara koydu. Kahvenin baş ağrı*

362
I 5ina ve mide bulantısına bir yaran olmadığı gibi, onu ayıltı
için bunları daha fazla hissetmesine neden oluyordu.
I «Kısa sürelerle çeşitli yerlerde yaşadık. O nun yanmda bir
I s ü r ü erkek gördüm. Adımı yazmayı öğrenmeden cinsellik
I hakkında bilgi sahibi olmuştum. O genellikle sarhoş ya da
I uyu§turucuy^a kafayı bulmuş olurdu. Bu yüzden çoğun-
I lukla kendi başımın çaresine bakardım. Parasız kahp kafayı
Alalamadığı zamanlar, bunun acısını benden çıkarırdı.”
jğpSana vurur muydu?$ö$
^:^Iannm . Dru, sen bu gibi şeylerin adını bile bilmezsin.
I Bptâreden bileceksin ki? Kim bilebilir ki?” Kendini kaptır-
feimş'anlatıyordu. “Cam istediği zaman beni bayıltana ka-
N daridöyer,'dilediğinde aç bırakırdı. Uyuşturucu almakiçin
N etinif sattığında,- yan odadan gelen sesleri duyardım. Altı
B feşına geldiğimde görmediğim fazla bir şey kalmamıştı.”
Dru’nun midesi bulanmaya başlamıştı. Ağlamak isti-
Kyordu, Ama, şu anda Seth ondan güçlü olmasım beldiyor-
dur"^dsyal Hizmetler Kurumu niçin bu duruma el koyup
B^ânâ»yardimcı olmadı?”^ J
^ Q e n ç adam bir an ona, sanki bilmediği bir dilde konu*-
M |üyöhnuş gibi baktı. “Biz, sorumluluk sahibi yetişkinlerin
Hpyyaş annelerle taciz edilen çocukları yetkili makamlara
< ihbar ettikleri çevrelerde dolaşmıyorduk Gloria kötüydü
ama asla aptal değildi. Kaçmayı düşünmüş ve bunun için
i' \ para biriktirmeye başlamıştım. Ama, zamanı gelince beni
okula verdi. Böylece sağda solda daha rahat sürtüyordu.
Bu işe bayılmıştım. Okulu çok seviyordum. Ona belli et-
I' tniyordum ama okul çok hoşuma gidiyordu.”
^ “Öğretmenlerinin hiçbiri durumu anlamadı mı?*, v
“Kimseye Söylemek aklıma gelmedi.” Omuz silkti.
Bana göre hayat buydu, o kadar. Üstelik, ondansondete-
cc korkuyordum. Sonra... sanınm ilk seferinde yedi yara­
rındaydım, eve geçirdiği adamlardan hiri.,.**
Babını sallayıp ayağa kalktı. Aradan geçen bunca yıla rağ­
men, bu anılar onu hâlâ ter içinde bırakıyordu. “Gloria’nm
müşterilerinden bazıları erkek çocuklara düşkündü.”
D ru’nun kalbi durdu. Sonra yeniden, ama bu kez boğa­
zında atmaya başladı. “Hayır. Hayır.”
“H er zaman kaçıp kurtulmayı başardım. Hızlı hareket
ediyordum ve acımasızdım. Kendime saklanacak yerler
buluyordum. İçlerinden biri bana elini sürmeye kalkıştı­
ğımda amacının ne olduğunu çok iyi biliyordum. Sonradan
uzun bir süre kimsenin bana dokunmasına izin vermedim.
Buna dayanamıyordum. Eğer ağlarsan devam edemem.”
D ru, gözyaşlarını içine akım. Ama ayağa kalkıp onun
yanma gitti. Tek bir kelime söylemeden ona sarıldı.
O n u hafifçe sallayarak, “Zavallı bebek,” diye mırıldan­
dı.. “Zavallı küçük çocuk.”
Seth, tamamen çözülmüştü. Genç kadının saçlarının,
teninin kokusu o kadar temizdi ki. “Bunlan öğrenmeni
istemiyordum.”
“Bunlan öğrenirsem, seni daha az seveceğimi mi düşü­
nüyordun?”
“Sadece bilmeni istemiyordum.”
“İşte öğrendim ve her şeye rağmen böyle bir kişiliğe sa­
hip olmana hayranım. Yetişme tarzımdan ve ailemin çev­
resinden dolayı, bu gibi şeyleri anlayamayacağımı sanıyor­
sun ama yanılıyorsun.” Ona sımsıkı sanldı. “Yanılıyorsun.
O seni hiç bozamamış, Seth,”
“Q uinn’Ier olmasa bozabilirdi. Dur, bitireyim.” Geri
çekildi, “Bırak da anlatacaklarımı bitireyim.”
“Gel otur.”

364
Seth onunla birlikte yürüdü ve yine, yatağın üstüne otur­
du, “Gloria, annesiyle yaptığı kavgalardan birinde, Ray*i
Öğrenmiş. Böyiece nefret edeceği, uğradığına inandığı hak­
sızlıklardan sorumlu tutabileceği biri daha çıkmış ortaya.
Gloria onu bulduğunda, Ray üniversitede öğretim üyesiydi.
3u, Stella öldükten ve ağabeylerim büyüyüp evden ayrıl­
dıktan sonra olmuştu. Cam Avrupa’da, Phil Baltimore’da,
Ethan’da Saint Chris’teki kendi evindeydi. Gloria, Ray’e
şantaj yaptı.”
,- .“N e için? Ray’in onun varlığından bile haberi yok-
müş-w.
-i . “Gloria için bunun önemi yoktu. O para istiyordu. Ray
ona istediği parayı verdi. O daha çok istedi, üniversite rek­
törüne gidip Ray’in ona cinsel tacizde bulunduğu yolun­
da yalanlar uydurdu. Ray’in çocuğu olduğumu iddia em
ama yutturamadı. Ama insanların beyninde soru işaretleri
oluşmaya başlamıştı. Ray onunla bir anlaşma yapu. Beni
ondan almak ve. kendisi büyütm ek istiyordu.”
-i - “-Q iyi bir insanmış. Saint C hris’te herkes ondan sevgi
ve saygıyla söz ediyor.”
Seth, “Tanıdığım insanların en iyisiydi,” diye onayladı.
“Gloria onun iyi bir adam olduğunu biliyordu. Bu onun
nefret ettiği ve kullanmak istediği bir şeydir. Bu yüzden,
beni ona sattı.”. ..
Dru, alçak sesle, “Hata yapmış,” dedi. “Ama, senin için
iyi olmuş.”
“Evet.” Nefesini dışarı üfledi. “D urum u anladın, öyle
değil mi? Ray’in kim olduğunu bilmiyordum,. Bütün bil­
diğim bu iriyarı ihtiyarın bana... düzgün davrandığıydı;
deniz kıyısındaki evde kalmayı da istiyordum. Bana birşöz
verdiğinde mutlaka sözünü tutuyor, beni üzecek bir şey
yapmıyordu. uymamı istiyordu ama kuralları
koyan Ray oldu mu, onlara uymak insanın içinden gelirdi,
\avru bir köpeği vardı ve hiç aç kalmıyordum. £n önemlisi,
hayatımda ilk kez Gloria’dan uzaktım; ondan kurtulmuş-
aım . Asla onun yanına dönmeyecektim. Ray, hiçbir zaman
geri dönmeyeceğimi söylemişti ve ona inanıyordum. Ama
Gloria dönüp geldi.”
“Hatasını anlamış olmalı.*
“Beni ucuza sanığım düşünüyordu. Daha fazla para is»
dyordu. Ya da beni alıp götürecekti. Ray ona yine para ver­
di ve bunu sürdürdü. Para vermek için onunla buluşma­
ya gittiği bir gün, dönüşte, trafik kazası geçirdi. Kötü bir
kazaydı. Cam ’i Avrupa’dan çağırdılar. O nu ilk gördüğüm
günü hâlâ hanrhyorum. Üçünü ilk kez birlikte görüyor­
dum . Ray’in hastanedeki yatağının başında duruyorlardı.
Ray onlardan, bana bakacakları ve beni yazılarına alacak­
ları konusunda söz aldı. Onlara Gloria’dan ya da benimle
arasındaki kan bağından söz etmedi. Belki de aklına gel­
m em işti C an çekişiyordu ve bunun bilincindeydi. Benim
güvende olduğumdan emin olmak istiyordu. Bana baka­
caklarına güveniyordu.
D ru, yüksek sesle, "Oğullarını tanıyormuş,” dedi.
"Evet, onları tanıyordu -ama ben tanımıyordum. Ray
öldüğünde, beni sokağa atacaklarım ya da kaçmak zorun­
da kalacağımı sandım. Bana sahip çıkacakları hiç aklıma
gelm edi. Beni tanımıyorlardı. Bana niye baksınlardı? Ama
Ray’e verdikleri sözü tuttular. Ray’in hatın için ve benim
için yaşazn tarzlarım değiştirdiler. Hep birlikte yaşamaya
başladılar -başlangıçta bu evde çılgınca bir düzen yürür­
lükteydi, çünkü evin reisi Cam’di.”
366
Konuşmaya başladığından beri, ilk kez, biraz rahadamış
görünüyordu. Sesine hafif bir mizah havası sinnuşü,^Caıo
sürekli olarak mikrodalga fırında bir şey yakıyor ya da
onun yüzünden mutfağı su basıyordu. Herifin bir şeyden
anladığı yoktu. Beri yandan ben de canlarına okuyor, beni
kovmaları ya da öldüresiye dövmeleri için elimden gideni
yapıyor, özellikle Cam’in anasını ağlatıyordum. Ama beni
yatılarından ayırmadılar. Hep arkamda oldular ve Gloria
karşılarına çıkıp, Ray’e yaptığı gibi, onlardan para sızdır­
maya kalkışınca, beni ona vermemek için mtVaA4*>
Ray’in torunu olduğumu öğrenmemizden önce bile, beni
içlerinden biri gibi, aralatma almışlardı.”
“Seni seviyorlar, Seth. Babalarından dolayı olduğu ka­
dar, sen olduğun için de seviyorlar. Bunu
IŞ I
“Biliyorum. Onlar için yapmayacağım hiçbir şey yafcr
tur. Bu nedenle, onları rahat bırakması iç in , on döctya­
şımdan beri, belli aralıklarla Gloria’ya para veriyorum”
“Demek tekrar ortaya çıkn.”
“Evet. Şimdi yine buralarda. Bu gece onunla buluştum
Son teklifi hakkında konuştuk. Dükkânına gelmiş. Seni
yakından görmek ve senden nasıl yararlanabileceğine karar
vermek istemiş olmalı.”
“O kadın.” D ru kaskatı kesildi. Ürperen kollarını ovuş­
turdu. “Harrow, demişti. Glo Harrow.”
“O nun adı DeLauter. Sanırım Harrow annesinin kızlık
soyadı. Senin aileni biliyor. Maddi durumunuzu, sosyal
çevrenizi, siyasi b a ğ la n tıla rın ız ı öğrenmiş. Bunlan da işin
içine kam. O na istediğini vermezsem, aileme zarar ver­
mek için elinden gelen her şeyi yapacağı gibi, sana zarar
vermek için de elinden gelen her şeyi yapacaktır.”
367
“B u bir çeşit şantaj. Bu tür şantajı bilirim, insanın içini
kurutur. Senin sevgini silah olarak kullanıyor.”
Bu sözler karşısında Seth’in tüyleri diken diken oldu.
Stella’ m n sesi beyninde yankılanır gibiydi. “N e dedin?”
“Senin sevgini silah olarak kullanıyor, dedim. Bu silahı
ona sen veriyorsun. Bunun sona ermesi gerek. D urum u
ailene anlatmalısın. Hemen. Şimdi.”
“D u r bakalım, Dru. Onlara söylemenin doğru olup ol­
mayacağına henüz karar vermedim. Ü stelik bunu onlara
sabahın ikisinde söylemek..”
“B un un doğru olduğunu, hatta yapılacak en doğru şey
olduğunu pekâlâ biliyorsun. Saatin kaç olduğunun onlar
için önem li olduğunu m u sanıyorsun?”
M asanın yanına gitti. Seth telefonu oraya bırakmıştı.
“Bana kalırsa Anna’yı aramalısın. O, diğerlerine haber ve­
rir.” Telefonu ona uzam. “O nu arayıp, oraya gitmek üzere
olduğum uzu söyleyecek misin, yoksa, ben m i telefon ede­
yim ?”
“Birdenbire zorbalaştın.”
“Ç ü n k ü şu anda buna ihtiyacın var. Bir kenara çekilip,
G loria’n m sana bunları yapmasına kayıtsız kalacağımı
m ı düşünüyorsun? Hangimiz buna razı oluruz sanıyor­
sun?”
“O benim sırtımdaki maymun. Pençelerini sana yâ da
aileme uzatmasını istemiyorum, Sizleri ondan korumak
zorundayım .”
“Beni korumak, öyle mi? Şu telefonu kafana indirme­
diğime şükret. Senin bulduğun çözüm beni hayatından
çıkarmaktı. Kendini benim için feda eden beyaz atlı bir
şövalye istediğimi kim söyledi?”

363
S e th n e re d e y s e g ü lü m se y ec e k ti. “Bu k u rb an la aynı
olabilir m i? ” d iy e s o rd u .
“Çok yakın.”
Elini uzattı. “Telefonu kafama atma. Bana ver.”
O n S e k iz

Aile toplantıları her zaman mutfakta yâpilırçlı. Tartış­


malar, küçük kutlamalar burada olur, kararlar burada ve­
rilir, planlar burada yapılırdı. Hiç kimsenin yenilemeyi
akimdan bile geçirmediği eski mutfak masasının başında,
cezalar tebliğ edilir, layık olanlar övülürdü.
Şimdi de orada toplanmışlardı. Ocakta kahve pişiyor,
bütün ışıklar yanıyordu. Dru, bu kadar insanin bü küçük
yere sığmayacağım düşündü. Ama birbirlerine ve ona yer
açalar.
Hiçbiri gelmekte tereddüt etmemiş, uyuyan çocukla­
rını uyandırıp, onlan da birlikte getirmişlerdi. Korkmuş
olmalıydılar ama hiçbiri Seth’i sorularla taciz etmiyordu.
Genç kadın bu gece yansı toplantısının havasındaki ger­
ginliği hissedebiliyordu.
Küçükler üst kattaki boş yataklara yatmlmışlardı. Bu­
nun sorumluluğu Emily*e verilmişti. Dru, üst katta uya­
nık kalmayı becerebilenlerin, aşağıda neler konuşulduğu
konusunda, aralarında âsıldaştıklanm tahmin edebiliyor­
du.
370
Seth, “Sizi gece yarısı buraya topladığım için özür dile­
rim,” diye söze başladı.
“Bizleri sabaha karşı saat ikide yataklarım ızdan kal­
dırmanın bir nedeni olmalı.” Phillip elini Sybiirin elinin
Üstüne koydu. “Birini mi öldürdün? Eğer gecenin bu sa­
atinde bir cesedi ortadan kaldıracaksak, b ir an önce işe baş­
lamamız gerek.”
Seth, ağabeyinin havayı yumuşatma yolundaki gayreti
karşısında minnet duyarak, hayır anlam ında başını salladı.
“Bu sefer adam öldürmedim. Öyle olsaydı, du ru m hepi­
miz için daha kolay olurdu.”
` Cam, ona, “Çıkar şu ağzındaki baklayı, Seth,” diye çı­
kıştı. “Derdini ne kadar çabuk söylersen, çare bulmak için
o kadar çabuk harekete geçebiliriz.”
“Bu gece Gloria’yı gördüm.”
Uzun bir sessizlik oldu. Seth, en çok Sybill’in üzülece­
ğini düşünerek ona baktı. “Üzgünüm. Size söylemek iste­
miyordum. Ama başka çare kalmadı.”
“Niçin bize söylemeyesin ki?” SybilPin sesi gergindi.
Eliyle sıkı sıkı Phillip’in elini tu tu y o rd u . “Eğer buralarday­
sa ve seni rahatsız ediyorsa, b ilm em iz gerek.”
“Bu ilk değil.”
C a m ’in öfkeli sesi d u y u ld u . “A m a son olacak.” Seth’e
bakarak, “N e le r olu y o r, S eth ?” dedi. “Daha önce de geldi
ve sen bize sö y lem ed in , öyle m i?”
“H e rk e si s in irle n d irm e n in gereği yok, diye düşündüm.
Şim d i anlatacak larim i d u y u n c a nasıl olsa sinirleneceksin.”
“B ırak b u palavraları. N e zaman? Seni ne zamandan
b e ri rahatsız e d iy o r? ”
“Cam...”

371
Cam, Anna’ya döndü. “Bana sakin olmami\söyleyecek-
sen boşuna nefes tüketme. Sana bir soru sordum, Şetbu-kv
““O n dört yaşımdan beri*/i*.
““Orospu çocuğu.” Cam ayağa fırlamıştı. Karşısında
oturan Dru oturduğu yeren sıçradı. Böyle, yoluna çıkacak
her şeyi parçalayarak ezip geçecek türden vahşi bir;öfkeye
hiç tanık olmamıştı.
“Gloria yıllardır senin çevrende dolaşıp dujgıyoç versen
bize tek bir kelime bile söylomiyorsuî^öİfe mi?£;,iN
“§u ana kadar ona bağırmam, gerektirecek bir şgy söy­
lemedi. ” Ethan kollannı ımsava7daVaml&^akin bir .sesle
konuşuyordu ama, Dru, onun öfkesinin de, ,ağabeyinin-
kinden aşağı kalmayacağım ^ s e tti.v|^ e u İeU para m ı sız­
dırıyordu?”
Seth önce konuşacakmış ?gjbi ggzım açtı,, sonra omuz
silkmekle yetindi.
Ethan, “Ona şimdi bağnabihrsin,” diye^
“Ona para mı verdin? Bir çok kereler mi verdin?” Cam,
Seth’e büyük bir şaşkınlıkla balayordu.7"Neyin var şenin?
Bize tek bir kelime söylemiş olsaydın, o açgözlü kanyı
Nebraska’ya sürerdik- Onu şenden u zjİtu tm ak iç|n,.ge-
rekli olan bütün yasal işlemleri yaptık. N e ,dîye
mürmesine izin verdin?”
“Size dokunmaması için elimden geleni yapmaya ha?
zırdım. İstediği sadece paraydı. Defolup gideceğini bildik­
ten sonre niye vermeyeyim ki?”
Anna, sakin bir sesle, “Ama dönüp geliyordu,” dedi- Sa-r
kin olmaya çalışıyordu çünkü onun öfkesi de kabarmaya
başlamışa. Anna’nm öfkesi taşarsa, Cam’in kızgınlığı solda
sıfır kalırdı. “Öyle değil mi?”
“Evet, ama...”

w
“Bize güvenmeliydin. Senin yanında olacağımızı bil­
men gerekirdi.”
“Yapma, Anna. Bunu elbette biliyordum.”
Cam, “Bildiğini göstermenin yolu bu değildi,” dedi.
“Ona para verdim. “Seth ellerini uzattı. “Sadece para.
Sizi korumak için yapabileceğim tek şey buydu. Bana yap­
tığınız iyiliklerin karşılığında bir şeyler yapmak zorunday­
dım:”
“Neyin karşılığından söz ediyorsun?”
“Hayatımı kurtardınız.” Seth’in sesinden taşan duygu
seli karşısında herkes sustu. “Sahip olduğum bütün güzel
ve normal şeyleri bana siz verdiniz. Benim için yaşam tarzı­
nızı değiştirdiniz ve bunu yaptığınızda beni doğru dürüst
tanımıyordunuz bile. Benim ailem oldunuz. Allah kahret­
sin, Cam, beni ben yapan sensin.”
Cam bir an konuşmadı ama sonunda, boğuk bir sesle,
kesin bir biçimde konuştu. “Bu saçmalıklan senin ağzın­
dan duymak istemiyorum. Alacak verecek hesaplanndan
söz ettiğini duymak istemiyorum.”
Grace ağlamamak için kendini güç tutuyordu. Yumuşak
bir sesle, “Öyle demek istemedi,” dedi. “Otursana Cam.
Onu öyle azarlama. Doğru söylüyor.”
“Bu da ne demek oluyor?” Ama Cam yerine oturmuş­
tu. “Bu da ne demek oluyor?”
Seth, “Beni bu konularda hiç konuşturmaz,” diye mı­
rıldandı. “Hiçbiri konuşturmaz...”
Grace, “Kendine gel,” dedi. “Gerçekten senin hayatını
kurtardılar ve başlangıçta, sen onlar için çok sevdikleri ba­
balarına verilmiş bir sözden başka bir şey değldin. Sonra
seni sevdiler ve seni sevdikleri için sana sahip çıktılar. Seni

373
hepimiz sevdik. Onlara müteşekkir olmasaydın, sende bir
gariplik olduğunu düşünürdüm.”
“Ben istedim ki...”
Grace parmağını kaldırınca genç adam sustu. “Dur bir
dakika. Sevginin bedele ihtiyacı yoktur. Cam bu konuda
haklı. Bu işte alacak verecek hesabı olmaz.”
“Ama ben de sizin için bir şeyler yapmalıydım. Gloria,
Aubrey’den söz ediyordu.” Grace’in rengi soluverdi. Seth
ona bakıyordu.
Sessizce ağlamakta olan Aubrey’in nihayet sesi çıktı.
“N e beni de mi kullandı sana karşı?”
“N e kadar güzel bir kız değil mi? Ona bir şey olursa ne kadar
yazık olur, gibi şeyler söylüyordu. Ya da Aubrey’in küçük
kardeşi veya kuzenleri hakkında konuşuyordu. Tanrım,
on dört yaşındaydım ve korkudan ödüm patlıyordu. Siz­
lerden birine bir şey söyleyecek olursam, Aubrey’e ya da
diğer çocuklardan birine zarar verir diye korkuyordum.”
Anna, “Ellbette korkmuşsundur,” dedi. “O da buna gü­
veniyordu.”
“Bana, kendisine nelere mal olduğumu anlatıyor ve bu­
ralardan gitmek için birkaç yüz dolara ihtiyacı olduğunu
söylüyordu. Ondan kurtulmanın tek yolunun ona para
verm ek olduğunu düşünüyordum. Grace, Deke’e hami­
leydi. Kevin’le Bram daha bebektiler. Gloria’nın buralar­
dan gitmesini, onlardan uzaklaşmasını istiyordum.”
Sybill içini çekti ve kahve almak için ayağa kalktı. “O da
bunu biliyordu,” dedi. “Ailenin senin için ne kadar önem­
li olduğunu bildiği için onu kullanıyordu. O her zaman
hangi düğmeye basması gerektiğini çok iyi bilmiştir. Ben
on dört yaşımdan çok daha büyükken de bana benzer şey­
ler yapıyordu.” Elini Seth’in omzuna koyup hafifçe sıktı.

374
Sonra fincanlara kahve koymaya başladı. “Ray yetişkin bir
erkekti ama ona para veriyordu.”
Seth, “Parayı alıp gider aylarca görünmezdi,” diye de­
vam etti. “Hatta bazen yıllarca. Ama bir gün mudaka ortaya
çıkardı. Param vardı. Şirkette ortak olduğum için kendime
düşen parayı alıyordum, Ray’den kalan paradan da veriyor­
dunuz. Sonra resimlerimi satmaya başladım. Üniversitede
okuduğum yıllarda beni iki kere çarptı, sonra üçüncü kez
geldiğinde onun beni asla rahat bırakmayacağını hissettim.
Parayı alıp gidiyor ama her seferinde geri geliyordu. Ona
sürekli para vermenin budalalık olduğunu biliyordum. O
sırada karşıma, çalışmalarıma Avrupa’da devam etme fırsa­
tı çıktı. Bu fırsatı değerlendirdim. Ben olmayınca buralara
gelmez, diye düşünüyordum.”
“Seth!” Anna, genç adam onun yüzüne bakana kadar
bekledi. “Ondan uzaklaşmak ve onu bizden uzak tutmak 1
için mi Avrupa’ ya gittin?”
Seth, Anna’ya öyle coşku dolu bir sevgiyle baktı ki,
Dru’nun içi yandı. Gitmek, mesleğimde ne kadar ilerle­
yebileceğimi görmek istiyordum. Bu kapıyı da bana siz
açmıştınız. Avrupa’ya gitmek zorunda olduğumu hissedi­
yordum ve bunu yaptım.”
“Pekâlâ.” Ethan önündeki kahve fincanını evirip çeviri­
yordu. “O zaman yapmak istediğini yaptın. Bugün durum
nedir?”
“Dört ay kadar önce Roma’daki evimin kapısını çaldı.
Yanında birkaç erkek vardı. Benim hakkımda bir şeyler
duymuş -okumuş- ve artık daha fazla param olduğunu
anlamıştı. Basma ve galerilere gidip hikâyesini anlatacağını
söyledi -uydurduğu hikâyeyi. Kim bilir her şeyi nasıl çar­
pıtacak, Ray’in adım yeniden kirletmeye kalkışacaktı. Ona
375
istediği parayı verip buraya döndüm. Evimi özlemiştim.
Ama, anlaşılan o 1d, onu da yanımda getirmişim.”
Phillip, “Sen onu getirmedin,” diye düzeltti. “Bunu o
kafan kafana sok.”
“Pekâlâ, yine geldi, diyelim. Ama bu kez para onu uzak­
laştıramadı. Buralarda bir yerde kalıyor olacak. Dru'nun
dükkânına gelmiş.”
“Seni tehdit etti mi?” Cam yine öfkelenmişti. “Sana za­
rar vermeye kalkıştı mı?”
“Hayır.” Dru, olumsuz anlamda başım salladı. “Seth’le
i5şkim olduğunu biliyor. Bu nedenle beni de işin içine ka­
rıştırıp, Seth'e karşı silah olarak kullanmak istiyor. Duy­
duklarımdan anladığıma göre. Seth'ten para almak kadar,
ona acı vermeyi de istiyor. Hepinize acı vermek istiyor.
Seth!n yaptığını onaylamıyorum ama niçin yaptığını an­
lıyorum.”
D ru nun bakışları, teker teker masada oturanların yüz­
lerinde dolaştı. “Siz bunları konuşurken benim burada ol­
mamam gerekirdi. Bu bir aile sorunu. Ama benim burada
olmamı hiçbiriniz yadırgamadınız.”
Phillip, “Sen Sethle barbersm,” dedi.
“N e kadar özel olduğunuzu anlamanız m üm kün de-
ğ3- Hepiniz. Bu dayanışmanız. Seth’in bu aileyi korumaya
çakşırken yaptiği şeyin doğru mu, yanlış mı, akıllıca mı,
aptalca mı olduğunun bu noktada hiç önemi yok. Mesele
ş a k i, o sîzleri başka türlü davranamayacak kadar çok sevi­
yor, o kadın da bunu biliyordu. Ama artık buna dur demek
gerek.”
Cam. “İşte aklı başında bir kadm,” dedi. “Gloria’ya bu
gece para verdin mi, evlat?”
“Hayır, yeni şartlar ileri sürdü. Basma gidip hikâyesini

S76
anlatacakmış. Falan filan.” O m uz silkti ve şimdiden üs-
tünden büyük bir yükün kalktığım hissetti. “Ama yeni bir
tuzak hazırlamış ve bu kez, işin içine D ru’yu da katmış.
Seks rezaletine bulaşan Senatör torunu. Hepsi palavra ama
konuşmaya başlarsa herkesi olaya bulaştıracak. Gazeteci­
ler, çiçekçi dükkânını ablukaya alacaklar, hepimizin peşine
düşüp ailemizin altından girip üstünden çıkacaklar.”
Aubrey, hiç çekinmeden, “Defolsun!” dedi.
Cam Aubrey’e göz kırptı, “İşte aklı başında bir İcadın
daha.” Seth’e baktı. “Bu kez ne kadar istiyor?”
“Bir milyon.”
Tam o sırada kahvesinden bir yudum almış olan Cam,
bunu duyunca boğulacak gibi öksürmeye başladı. Kulakla­
rına inanamamışa. “Bir milyon -bir milyon dolarım?” I
•. “Bir kuruş bile alamayacak” Anna, Cam’in sırana vur­
du. Yüzünde son derece ciddi bir ifâde vardı. “Ne bu sefer
ne de bundan sonra tek bir kuruş alamayacak, öyle değil
mi, Seth?”
“Beni çağırdığı barda onunla otururken, bu işe bir son
vermenin zamanı geldiğini hissettim. N e yaparsa yapsm.®
Phillip, “Biz de boş duracak değiliz,” d ed i “Onunla ne
zaman buluşacaksın?”
“Varın gece. O n bin dolar ön ödeme istiyor.”
“N erede buluşacaksınız?”
V “Saint Michael’daki barda.”
“Phil düşünüyor.” Cam, otuz ild dişini göstererek sırıt­
tı. “O nun düşünm esine bayılırım.”
“Evet, düşünüyorum .”
“Kahvaia hazırlayayım.” Grace ayağa kalkmışa. “Sen de
bize ne düşündüğünü anlat.”

577
Q u in ’ler sorunu çözmek için bir plan oluştururlarken,
D ru onların ortaya attıkları fikirleri, aralarında tartışmala­
rım ilgiyle, savurdukları küfıir ve hakaretleri ise kulakları­
na inanamayarak dinledi.
Tavada dom uz pastırması kızarıyor, yum urtalar pişiyor,
kahve fokurduyordu. D ru merak ediyordu, uykusuzluk
m u o n u aptallaştırmıştı, yoksa buradaki düşünsel hareket­
liliğe bir yabancının ayak uydurması mı m üm kün değil­
di?
Sofranın kurulmasına yardım etm ek için ayağa kalkma­
ya davrandığında, Anna elini onun om zuna koyarak yerine
oturttu. “Sen otur, şekerim. Bitkin görünüyorsun.”
“B en iyiyim. Sadece konuştuklarınızı tam olarak anla­
dığım dan em in değilim. Gloria yasalara göre bir suç işle­
miş değil ama yine de, bu işi kendiniz halletm ek yerine
polise başvursanız ya da bir avukatla konuşsanız daha iyi
olm az m ı?”
Kimse konuşmuyor, sadece kahve makinesinden gelen
fokurtular, kızaran pastırmaların cızırtısı işitiliyordu. Bu
birkaç dakika sürdü.
Sonra, Ethan, düşünceli bir sesle, “Bu da bir seçenek,”
dedi. “Ama polislerin Seth’e, ona para vererek salaklık et­
tiğini söyleyeceklerini de hesaba katmalıyız. Sanırım bunu
daha önce konuştuk.”
“Gloria ona şantaj yapıyordu.”
Ethan, “Bir bakıma öyle,” dedi. “Ama bu yüzden onu
tutuklamazlar, öyle değil mi?”
“Hayır, ama...”
“Bana kalırsa avukat bu işin nasıl başladığım, nasıl ge­
liştiğini anlatan bir sürü yazılar yazacaktır. Belki Gloria’yı
dava edebiliriz. Bana kalırsa, herhangi birini hiç yoktan bir

378
şey için dava edebilirsin. Bu iş mahkemeye intikal edince
çirkinleşecek ve dışarı taşacak.”
Dru, “O nu Seth’den para sızdırmasına son vermek ye­
terli değil,” diye ısrar etti. “Yaptıldannın cezasını çekmesi
gerek.” Anna’ya döndü. “Senin mesleğin bu konu ile ya- i
kından ilgili.”
Anna, “Doğru,” dedi. “Aslında ben de senin gibi dü­
şünüyorum. Bu kadının Seth’e çektirdiği acıların cezasını
ijr 'Ödemesinden yanayım ama bunun böyle olmayacağım daj
biliyorum.' Bu işi ancak kendimiz halledebiliriz.”
Cam, Sön sözlerini söyledi. “Bu işi kendi yöntemimizle
halledeceğiz. Ailenin bütün fertleri buna hazır. Bu iş bu-
p;#ada
- D ru, Gam’e doğru eğildi. “Benim hazır olmadbğmasa-
myorsün,öyle değil mâ?” '
" Cam de Ona doğru eğildi. “Dru. çok güzelsin ama seni
bu masaya süs dîye oturtmadık. Senin de bizimle beraber
K alacağından hiç kuşkum yok. Q uinn ailesinin erkekleri
£ korkak kadınlara âşık olmazlar.”
D ru, gözlerini ondan ayırmadan. “Bu bir iilfifat mı?"
diye sordu.
- Cam-sırıttı. “Burada iki iltifat vardı." dedi.
D ru geri çekilerek başım salladı. “Tamam. Bu işi kendi
yöntemlerinizle -Q uinn ailesinin yöntemleriyle- halle­
din,” dedi. “Ama bu kadının yaşam tarzım vc alışkanlıkla*
fini düşünecek olursak, hakkında herhangi bir soruşturma
ya da tutuklama karan olup olmadğmı araştırmamızdaya^
rar olabilir. Bu bilginin yann geceden önce bize ulaşması
için, büyükbabama bir telefon etmem yeter. Gforia'îSft,
işi ciddiye aldığımızı bilmesi yararlı olur
rum .”

____________ m
Cam, Seth’e dönüp, “Bu kız hoşuma gidiyor,” dedi.
Seth D ru’nun elini avcuna alarak, “Benim de,” diye ce­
vap verdi. “Ama aileni bu işe karıştırmak istemem.”
“Kendi aileni ve beni bu işin içine karıştırmak isteme­
diğin için sabahın dördünde burada oturuyoruz,” dedi.
Aubrey’in uzattığı omlet tabağını aldı. “Senin bulduğun
Çare sarhoş olup beni terk etmekti.” Tabağına biraz omlet
koydu. “Bunlar senin için çok mu iyi olacaktı?” Omlet ta­
bağım Seth’e geçirdi.
Seth tabağı aldı. Gülümsemeye çalışarak, “Ama sonuç
umduğumdam çok daha iyi oldu,” dedi.
“Bu senin hazırladığın bir sonuç değildi. Aynı şeyleri
tekrar denemeni tavsiye etmem. Tuzluğu ver.”
Seth, ailesinin gözleri önünde uzanıp genç kadının yü­
zünü avuçlarının arasına aldı ve genç kadını uzun uzun
dudaklarından öptü. “Dru,” dedi. “Seni seviyorum.”
“Güzel. Ben de seni seviyorum.” Seth’in bileğini tutup
hafifçe sıktı. “Şimdi tuzluğu ver.”

Uyuyabileceğini sanmıyordu ama başım yastığa koyar


koymaz sızdı ve saatlerce uyudu. Eski odasında uyandığın­
da beyni uyuşmuş gibiydi. Nerede olduğunu hem en anla­
yamadı. İlk akima gelen Dru’nun yamnda olmadığı oldu.
Odadan dışarı fırlayıp aşağı indi. Cam mutfakta yalnız­
dı. “D ru nerede?”
“Bir saat kadar önce işe gitti. Senin arabam aldı.”
“İşe mi gitti? İnanamıyorum.” Seth elleriyle yüzünü
ovuşturdu. Akşam içtiği onca viskiyle kahveden ve yetersiz
uykudan sonra aklını başına toplamaya çalışıyordu. “Bu­
gün dükkânı niçin açtı ki? Çok az uyudu.”
“Senden çok daha iyi görünüyordu, ahbap.”

380
“Eh, doğru. O daha önce yanm şişe viski içmemişti.’1
“Yaptığın işin bedelini ödersin.”
“Doğru.” Dolabı açıp aspirin çıkardı.
Cam bir bardağa su doldurup ona uzattı. “Onlan iç de I
çıkıp biraz dolaşalım.”
“Duş yapıp kasabaya inmeliyim. Belki Dru’ya dükkânda
biraz yardım ederim.”
Cam, “D ru bir süre başının çaresine bakabilir,” dedi. İ
“Gel dışarı çıkalım.”
“Bana bak, eğer kıçıma bir tekme atıp beni denize yu­
varlamayı düşünüyorsan, bu sabah buna dayanabileceğimi
sanmıyorum.”
“Aklımdan geçmedi değil ama haline acıdım.”
“İşleri berbat ettiğimi biliyorum...”
“Susar mısın?” Cam, Sath’i dışarı doğru itti. “Sana söy­
lemek istediğim bazı şeyler var.”
Seth’in tahm in ettiği gibi, ağabeyi, iskeleye doğru yürü­
yordu. G üneş pırıl pırıl ve kızgındı. Saat sabahın dokuzu­
na geliyordu ama havada tehdit dolu bir yoğunluk vardı.
Cam, “Beni öfkelendirdin,” diye söze başladı. “Ama be­
nim öfkem geçti sayılır. Ancak, bir şeyin açıklığa kavuşma­
sını istiyorum. Ethan’la Phil adına konuşuyorum. Anladın
mı?”
“Evet, anladım.”
“Senin için hiçbir fedakârlık yapmadık.” Seth ağzını
açmaya yeltenince, “Konuşma Seth,” diye onun sözünü
kesti. “Sadece sus ve dinle. Hâlâ öfkem geçmemiş gibi
görünüyor, öyle değil mi? Grace’in söylediklerini makûl
buluyorum. Ama hiç kimse senin için hiçbir şeyden vaz­
geçmedi.”
“Sen ralli pilotu olmak istiyordun.”
Cam, “Yarışlara girdim,” dedi. Sana konuşmamanı
söylemiştim. Ben sözümü bitirene kadar bir daha çeneni
açma. Ray öldüğünde sen on yaşındaydın ve biz üstümüze
düşeni yaptık. Kimse senden bir karşılık beklemiyor. Baş­
ka türlü düşünürsen bu bize hakaret olur.”
“Bu öyle bir şey değil.”
Cam ona doğru bir adım attı. “Diline bir düğüm atma­
mı mı istiyorsun, yoksa susacak mısın?”
Seth kendini yeniden on yaşında hissediyordu. Omuz
silkti.
“Senin için de birçok şey değişti. Senin hayatında her
şey olması gerektiği gibi değişti. Sıska bir piç kurusu ba­
şıma kalmasaydı Anna ile tanşamayacağım hiç aklına geldi
mi? Bütün hayatımı onsuz geçirmek ve Kevin ile Jake’e
hiç sahip olamamak durumunda kalacağımı hiç düşün­
dün mü? Phil ve Sybill için de aynı şey geçerli. Onlar da
birbirlerini senin sayende buldular. Bana kalırsa. Seninle
ilgili olaylar durumu ateşlemiş olmasaydı, Ethan’la Grace
de daha yeni -yani yirmi yıl gecikmeyle- flört etmeye baş­
lamış olacaklardı.”
Sustu ve düşündü. “Eşlerimiz ve çocuklarımız için sana
olan borcumuz ne kadar? Bizi evimize dönmek zorunda
bıraktığın, işimizi kurmaya mecbur ettiğin için...”
“Ö zür dilerim.”
Cam o kadar sinirliydi ki ne yapacağını bilemediğinden
kendi saçlarım çekiştiriyordu. “Tanrı aşkına, senden özür
dilemeni istemiyorum! Uyanmam istiyorum.”
“Uyanığım! Uyanığım! Kendimi George Bailey gibi his­
settiğimi söyleyemem ama uyanığım. Hayat çok güzel. Bü­
yükanne Stella bana bu konuda düşünmemi söyledi.”

m
“Ha, evet. O, eski fılimleri çok severdi. Anlamalıydım.
Aklım başına ancak annem getirebilirdi."
“O nu da dinlemedim. Eminim o da bana kızgındır.
Gloria’mn beni rahatsız ettiğini sana hemen söylemeliy­
dim.”
“Oldu bir kere. Şimdi, şu andan başlıyoruz. Bu gece
onun işini bitireceğiz."
“O anı heyecanla bekliyorum." Seth gülümseyerek
döndü. “Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama bu
gece onunla buluşmak için sabırsızlanıyorum. Bu çoktan
olmalıydı. Eveet... bana bir tekme mi atmak istiyorsun, su­
ratıma bir şamar indirmek mi?”
“Ben sadece bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak istemiş­
tim.” Cam yavaşça kolunu Seth’in omzuna attı ve soma
birden onu suya itti. Seth suyun yüzüne çıktığında, “Ne­
denini bilmem am a,” dedi, “Bunu yapmak her zaman çok
hoşuma gider.”
Seth nefes aldı ve suya dalarken, “Hoşuna giden bir şeyi
yapmana yardımcı olduğum için mutluyum," dedi.

“Sen burada kalıyorsun. O kadar.”


“Benim nereye gidip nereye gitmeyeceğime ne zaman­
dan beri sen karar veriyorsun? Bu durum ilk olarak nerede
ve ne zaman başladı? Ben unutmuş olmalıyım.”
“Bu konuda seninle tartışacak değilim."
Dru tatlı tatlı, “Ah, evet,” dedi. “Tartışacaksın.”
“Gloria, bir daha sana yaklaşamayacak. Bu bir. İkincisi,
onunla buluşacağım bar, sana göre bir yer değil. Bu da iki.”
“Anladım. Demek, nerenin bana göre olup, nerenin
bana göre olmadığına sen karar veriyorsun. Bu benim ha­
yatım boyunca dinlediğim bir şarkıdır. Pek hoşlanmam.”
383
'‘Dru.” Seth durdu, sonra yeniden Anna’nın mutfağı­
nın arka kapısına doğru yürüdü. “Durum yeterince zor.
Bir de, serserinin birinin sana musallat olmasıyla uğraş­
mak istemem. Orası tam bir batakhane.”
“Serserilerle başa çıkamayacağımı nereden biliyorsun?
Seninle pekâlâ başa çıkıyorum, öyle değil mi?*
“Beni güldürmeye çalışıyorsun ama boşuna. Bu mesele
kapanmıştır. Bitti. Lütfen.” Taktik değiştirip, elini şefkatle
Dru’nun omzuna koydu. “Sen burada kal ve izin ver ben
üstüme düşeni yapayım.”
Seth’in gözlerinde öfkeden çok duygusal bir çalkantı­
lım izleri vardı ve Dru’nun tepkisi olumlu oldu.
“Güzellikle söylediğin için kabul ediyorum.”
Seth’in bedeni gevşedi ve alnını genç kadının alnına da­
yadı. “Tamam. Sen biraz uzansan iyi olur. Dün gece çok az
uyudun.”
“Israr etme, Seth.”
“Doğru. Gütmem gerek.”
“Sen kim olduğunu biliyorsun.” Dru dönüp dudaklarını
onun dudaklarına değdirdi. “Ben de senin kim olduğunu
biliyorum. O bilmiyor. O bunu hiçbir zaman bilmedi.”

Dru onu gönderdi. Evin önünden iki araba hareket


ederken, o, Quinn ailesinin diğer kadınlarıyla birlikte ve­
randada duruyordu.
Anna erkeklere el sallıyordu. Sonra elini aşağı indirdi.
“Güçlü ve cesur erkeklerimiz savaşa gittiler,” dedi. “Biz
kadınlar da evimizde, güvendeyiz.”
Aubrey, “Önlüklerinizi takın,” diye homurdandı. “Ya­
rınki piknik için patates salatası yapın.”
Dru çevresine bakındı ve kader arkadaşlarının hepsinin

m
gözlerinde aynı ifadeyi gördü. Kendi gözjemddsı if ıiİı nir
de farklı olmadığından emindi *&en böyle düştmmüyO'
rum."
-O zaman...* Sybill omuzlarını japuriaıarak taaoae
bakn. “Ne kadar bekleyelim?"
Anna, “On beş dakika yeterli olmalı," dedi
Grace, başım salladı, “Benim kamyonede gideriz.*

Seth barda oturmuş, elini bile sürmediği bnasına çaka­


rak düşünüyordu. Midesindeki bulanımın nonsaioldeğpı
kanısındaydL Gloria her zaman
dı. Onunla yapacağı bu son görüşme
bir yerdi. Ona, çocukluğunun h a y a k i k â B İ l ^ n ^ ^ ^ 3
m hatırlatıyordu.
Onunla konuşması bittiğinde, her şeyigEadcjhiBMS 3
buradan çıkacaktı.
Kendisini yeniden temizlenmiş ve hümnlenmk H kw .
mek istiyordu. Acaba Ray, öfke ve acı arasındaki bu hain
uzlaşmayı anlar mıydı, diye merak eni.
Onun bunu anlayacağını düşünmek hoştm 9 dfa?OF-
du. Sanki barda oturan Ray’in bir parçasıydı -bu duyguda
Seth’in çok hoşuna gidiyordu.
Ama Gloria kapıdan girince sadece ikisi kaldılar, içki
içenler, bilardo oynayanlar, barmen, hatta hatta dedesiyle
koruduğu paydaşlık kaybolup gitti.
Sadece Seth ve annesi kaldı.
Gloria bir tabureye çöktü. Bacak bacak üstüne am ve
barmene göz kırptı.
Seth’e, “Yüzündeki çizgiler derinleşmiş,’1 dedi. “2 orhı
bir gece mi geçirdin?”
“Sen hep aynısın. Biliyor musun, seni beklerken dü­

3S5
şündüm de, genç kızlığında sana oldukça ayrıcalıklı ola­
naklar sunmuşlar.”
“Allah belalarını versin. * Barmenin önüne koyduğu
cin-conik bardağım eline aldı. “Bu konuda birçok şey bili­
yorsun galiba.”
“Büyük bir ev; bol para, iyi bir eğitim.”
“H adi ordan.” İçkisini sonuna kadar içti. “O nlar pislik-
tL”
“O nlardan hep nefret ettin.”
“A nnem soğuk nevale, üvey babam kılıbığın tekiydi. Bir
de, kusursuz evlat Sybill vardı. O evi terk edip hayatımı
yaşamak için sabırsızlanıyordum.”
“A nnenle baban hakkında fâzla bir şey bilmiyorum.
O nların benim le ilgisi yok. Ama Sybill sana hiçbir zaman
k ötülük yapmadı. Gidecek başka yerin olmadığında, beş
parasız o n u n kapışma gittiğinde, seni evine aldı -ikimizi
d e aldı.”
“Bana üstünlük taslayabilsin diye yaptı bunu. Allahın
belası, kendini beğenmiş fahişe^..
“O n u n için m i NewYork’ta onun evinden öte beri çal­
dın? Seni evine alan inşam soyup soğana çevirmenin ne­
deni bu m uydu?”
“Ben ihtiyacım olanı alınm. Hayatta ilerlemenin yolu
budur. Sana bakmak zorundaydım, öyle değil mi?”
“Palavrayı bırakalım. Sen beni hiç düşünm edin. Beni
SybilFin yanında bırakıp ortadan kaybolmamanın tek ne­
deni o n u n beni sevmesiydi. O n u n eşyalarını çaldın ve gi­
derken beni de götürdün, çünkü ondan nefret ediyordun.
U yu ştu ru cu alabilmek için hırsızlık yaptın.”
“H a evet, seni orada bıraksaydım Sybill çok sevinir­
di. H erkese benim yaramaz biri olduğum u, çocuğa onun

386
bakmasının daha doğru olacağını anlatıp duracaktı. Allah
belasını versin. O n u n evinden aldıklarım aslında benim
hakkımdı. İnsan hayatta daima birinci olmaya bakmak.
Bunu sana bir türlü öğretemedim.”
“Sen bana gereğinden fâzla şey öğrettin,” Gk>.ria’mn
bardağında sadece buz kaldığını görünce, garsona bir içki
daha getirmesi için işaret etti. “Ray’in senin varkğmdan
bile haberi yoktu ama ondan hep nefret ettin. Durumu
Öğrenip sana yardım etm ek istediğinde ondan da,ha çok
nefret etân.”-*}
“Bana borçluydu. Serseri herif] pantolonunun fermua­
rına sahip olamayıp okuldaki arkadaşlarından bir budalayı
d^zgrse b u n u n bedelini ödem ek zorundadır.”
jtoffSana olan borcunu fazlasıyla ödedi. Barbara’nm hanş*.
le ^olduğunu bilm iyordu, senin varlığından haberi yoktu.
Ama onu n karşısına çıkıp durum u anlattığında sana para
yerdi. Ama bu sana yetmedi. Yılanlar uydurarak onu mah­
vetmeye çalıştın. O n u n iyi bir insan oluşunu kullanıp
beni, bıktığın bir köpek yavrusu gibi ona sattın.”
“Şenden bıkm ıştım, bu bir. O n yıl sana baktım. Ha­
yatımı istediğim gibi yaşamama engel oluyordun. Moruk,
kendisine bir torun verdiğim için bana borçluydu, bu iki.
Şeni ona satmam, senin için kötü olmadı, öyle değil mi?”
“Evet, sanırım bun u yaptığın için kendimi sana borç­
lu hissetm eliyim .” ‘Şerefe’ der gibi, bira bardağını havaya
kaldırıp bir yudum içti, “Ama, hiç değilse Ray ölene kadar,
b u nun sana da çok yararı oldu. Beni kullanarak ondan sü­
rekli para;sızdırdınu”
“Baksana, seni her an geri gönderebilirdi. Tıpkı benim
gibi, şenin de o n u n gözünde hiçbir değerin yoktu.”
“Evet doğru. Ancak, bazı aptal ve zayıf karakterli insan­

Ü
lar, an yaşında bir çocuğa verilen sözün tutulması gerekti­
ğine inanırlar. Bu kimseler, bu yaştaki çocukların başlarını
sokacak bir eve, güvenebilecekleri bir aileye ve temiz bir
hayata ihtiyacı olduğunu düşünür. Eğer isteseydin, Ray
sana da bunlan sağlardı.”
“Benim ücra bir sahil kasabasına kapanıp kalmaya ve
sokak çocuklarını evine toplayan bir moruğun istekleri­
ne boyun eğmeye razı olacağımı da nereden çıkardın?”
İçkisinden bir yudum aldı. “Bu sana uygun bir şey, bana
değil. Benim sayemde bunlara kavuştun, ne dırlanıp du­
ruyorsun? Sahip olduğun şeyleri kaybetmek istemiyorsan,
bedelini ödeyeceksin. Her zamanki gibi. O n ödemeyi ge­
tirdin mi?”
“Sence, yıllar içinde benden toplam ne kadar para aldın,
Gloria? Ray’den sızdırdığın paralarla benden aldıklarını
toplarsan ne kadar eder dersin? En iki yüz bin dolar olma­
lı. Elbette, ağabeylerimden bir şey alamadın. Denedin -her
zamanki yalanlar, tehditler ve korkutma taktikleriyle- ama
başarılı olamadın. Senin gü yaşlılara ve çocuklara yeter.”
Gloria yüzünü buruşturdu. “İsteseydim onlardan da
alırdım ,” dedi. “Daha iyi fikirlerim vardı. Daha büyük bir
balık yakalamak peşindeydim. Şimdi, büyük balığı elinden
kaçırmamak ve ünlü bir ressam olarak ününü sürdürmek,
senatörün torununu kaybetmemek istiyorsan, bunun be­
delini ödeyeceksin.”
“Evet, öyle söyledin. Şartları tekrar konuşalım. Bu gece
sana vereceğim on bin dolar dahil olmak üzere, bir milyon
dolar ödeyeceğim...” v
“Nakit olarak.”
“Evet, nakit olarak. Aksi halde, basına ve D ru’nun aile­
sine gidip, insanların seni nasıl kullandıkları, Ray’den baş-

388
layarak, Q uinn’lcrin sana nc büyük kötülükler yaptıkları
O nusunda uydurduğun hikayeleri anlatacak» böyicce betti
ve D ru’yu lekeleyeceksin. Zavallı çaresiz kadm. Çocuğunu
tek başına büyütmeye çalışan, bunun için mücadele eden
ve yardım istediğinde çocuğu elinden alman genç kız.*
“Kulağa hoş deliyor. Haftanın G erçek Hayat Hikayesi fil- `
11| mL"S$
“Bu filmde, o çocuk bitişik odadayken çevidiğin dolap­
lardan -ya da çocuğu sıkıştırmalarına izin verdiğin hcrif-
lerden- söz edilmeyecek- Uyuşturucu, içki ve dayakjktttttt
r dışmda kalacak.”
Gloria ona iyice soluldu, “O zamana kadar yanımda
kalmana izin verdiğim için bana teşekkür etmelisin,* dedi
Alçak sesle, “Seni müşterilerimden birine satmadığım için
I şükret,” diye ekledi. İçlerinden iyi para verecek olanlar çı-
P kardı,”
“B unu eninde sonunda yapacaktın.”
“Senin sayende para kazanmam gerekmez miydi?”
“O n dört yaşımdan beri benden para sızdırıyorsun.
Kendimi ve ailemi korum ak için sana para verdim. Aslın­
da bunun en önemli nedeni kafamın dinç olmasını paraya
tercih edişimdi. Bana şantaj yapmana izin verdim.”
“Ben kendim e ait olanı istiyorum.” Üçüncü içkisini
içmeye başlamıştı. Burada seninle bir anlaşma yapıyoruz.
Toplu bir para ver ve o sıkıcı, küçük hayatına devam et. Be­
nimle oyun oynamaya kalkarsan, her şeyi kaybedersin.”
“Yk bir milyon vereceğim ya da aileme, meslek hayatı­
ma zarar verm ek ve D ru ’yla ilişkimi bozmak için elinden
geleni yapacaksın öyle mi?”
Bunu göz açıp kapayana kadar yaparım. Parayı öde.”
Seth birasını kenara itip onun gözlerinin içine bakn.

Ü
“N e şimdi ne de bundan sonra hiçbir zaman sana para
verm eyeceğim ."
Gloria, elini uzatıp onun gömleğine yapıştı ve Seth’i
kendine doğru çekti. “Benimle aşık atmak istemiyorsun
ya?" dedi.
“Ah, evet istiyorum. Bunu yaptım bile.” Elini cebine
sokup küçük bir ses alma cihazı çıkardı. “K onuştuğumuz
her şey burada kayıtlı. Eğer polise gidecek olursam, bu ka­
set seni mahkemede güç durum a düşürebilir."
Gloria, ses alma cihazım onun elinden almak için bir
hamle yapınca, Seth onu bileğinden yakaladı. “Söz polis­
lerden açılmışken." dedi, “Fort W orth'de gasptan yaka­
landığında, on lan adatıp ellerinden kaçtığını öğrenmek
hoşlanna gidecektir sanınm. Ellerine geçtiğin anda seni
lexas'a postalayacaklanndan kuşkum yok.”
“Seni gidi orospu çocuğu."
Seth, yum uşak bir sesle, “Doğru söylüyorsun," dedi.
“Şim di sen dosdoğru git ve hikâyeni insanlara yutturmaya
çalış. Bana kalırsa, senin hikâyeni yazmak isteyenler, bu
gayri resm î söyleşiyle de ilgileneceklerdir. Gloria, “Para­
m ı istiyorum." diye çığlığı bastı ve bardağında kalan içkiyi
Seth’in yüzüne çarptı.
Bilardo oynayan dön kişi başlannı kaldırıp onlara bak­
tılar. içlerinden en iriyan olanı, avcunu ıstakaya dayayarak.
Seth’i tepeden tırnağa süzdü.
Gloria oturduğu tabureden ayağa firladı. Ö fkeden. N e­
redeyse ağlamak üzereydi. “Paramı çaldı."
Dört adam onlara doğru yürüdüler. Seth yerinden kalk­
tı.
Ağabeyleri kapıdan içeri girip onun yanma geldiler.
C am ellerini pantolonunun ön ceplerine sokmuştu.

390
Gloria’ya ters ters bakarak. "Olacağı buydu,” dedi. "Vakti
gelmiş de geçiyordu bile.”
"Serseriler. Siz birer serseriden başka bir şey değilsiniz.
Ben kendime ait olanı istiyorum.”
Ethan, sakin bir sesle, "Bizde sana ait olan bir şey yek,”
dedi. "Hiçbir zaman da olmadı.”
Seth, barmene, “O ndan bir şey aldığımı gördün rafi?3
diye sordu.
“Hayır.” Adam tezgâhı silmeye devam etti "Bda an-j
yorsanız dışan çıkın.”
Phillip, bilardo masasının yanındaki adamlan süzdü.
"Bela mı arıyorsunuz?”
İriyan olanı ıstakayı iki kere yere vurdu. "Bob onun ka­
dından bir şey almadığını söylüyorsa doğrudur. Bizi ilgi­
lendirmez.”
Phillip kadına, "Ya sen, Gloria?” diye sordu. Sen soran
çıkmasını istiyor musun?”
Gloria bir şey söylemeye fırsat bulamadan kapı açdchvc
kadınlar içeri girdi.
Cam, duyulur duyulmaz bir sesle, “Allah kahretsin,”
diye hom urdandı. “B unu tahm in etmeliydim.”
D ru, dosdoğru Seth’in yanına gitti ve onun elini tuttu.
"Tekrar merhaba, Gloria. N e tu h af annem seni hiç hatır­
lamıyor. İlgilenmedi bile. Ama dedem ilgilendi.” Cebin­
den bir kâğıt çıkardı. "Bu bürosunun telefon numarası.
Kendisini ararsan seninle konuşmak isteyecektir.”
Gloria kâğıdı D ru’nun elinden kaptı ama Seth oha doğ­
ru bir adım atınca geriledi.
"Sizi bu yaptığınıza pişman edeceğim.” Aralarından
geçerken Sybili’in önünde durakladı ve kardeşine pis pis
baktı.

391
SybilI, “Buraya dönmemeliydin, Gloria,” dedi. “Senin
için daha iyi olurdu.**
“Pis fahişe, seni pişman edeceğim. Hepinizi pişman
edeceğim.** Onlara son bir kez baktı ve çıkıp gitti.
Seth. Dru*ya, “Evde bekleyecektin,” dedi.
Dru onun yanağına dokundu. “Hayır, beklemeyecck-
öm.**

592
O n D ok uz

Ev ve bahçe kalabalıktı. Yarım düzine piknik masası ha­


zırlanmış, üzerleri yiyeceklerle donatılmıştı. Kazanlarda
yengeçler kaynıyordu.
Quinn ailesinin 4 Temmuz kutlamaları için her şey ha­
zırdı. Seth bir bira alıp, gölge bir yere çekildi. Biraz kara­
kalem çalışması yapmak istiyordu.
Bu onun dünyasıydı. Dostları, ailesisahilden gelen ses­
ler ve çocukların çığlıkları. Yengeç, bira, talk pudrası ve çi­
men kokusu. Denizin kokusu.
Birkaç çocuk tekneyle açılmıştı. Yelkenlen pırıl pml
parlıyordu. Ethan’in köpeği Aubrey’in peşinde dolaşıyor­
du -eskiden olduğu gibi.
Anna’nın gülüşünü ve nalların neşeli şıkırtısını duydu.
Bağımsızlık Bayramı, diye düşündü. Bugünü hayaunm
sonuna kadar hatırlayacaktı.
“Bugünü sen doğmadan önceki yıllardan beri kutluyo­
ruz.” Stella yanı başındaydı.
Kalem Seth’in elinden düştü. Nefesi kesilerek, bu kez

m
rüya değil, diye düşündü. Sıcak bir havada, gölgede oturu-
# yordu. Çevresinde insanlar ve sesler vardı.
Ve o bir hayaletle konuşuyordu.
“Benim le mi konuşuyordun?”
“N eredeyse her şeyi yüzüne gözüne bulaştıracaktın.
Beni ayaklandıran bu oldu. Ama sonunda paçayı kurtar­
dın.”
Stella’nm başında eski asker yeşili şapkası vardı. Üstüne
kırmızı bir gömlek ve eski bir mavi şort giymişti. Seth ka­
lem ini eline aldı, defterini açtı ve onun resmini yapmaya
başladı. İhtiyar kadın hayatından m em nun bir yüz ifade­
siyle gölgede oturuyordu.
“N e olursa olsun, bir yanım ondan daima korkardı.
A ma b u artık bitti.”
“G üzel. Öyle kal. O kadm her zaman sorun yaratacak­
tır. Tanrım , Crawford’a bak. N e kadar da yaşlanmış. N e
yaparsan yap, zaman geçiyor. Bazı şeylerden vazgeçiyor­
sun, bazı şeyleri ise tekrarlamaya değer. Ö rneğin bu parti
gibi. H e r yıl.”
Seth çizmeye devam ediyordu ama boğazını bir şey sı­
kar gibiydi. “Bir daha gelmeyeceksin. Öyle değil mi?” .
“Evet, şekerim, bir daha gelmeyeceğim.”
Stella ona dokundu. Seth onun elinin dizine dokunu­
şu n u ö m rü boyunca unutmayacaktı. “Geleceğe bakma
zam anı geldi, Seth. Arkada bıraktıklarım unutmamalısın
am a ileriye bak. O ğullanm a bak.” Cam, Ethan ve Phillip’e
bakıp içini çekti. Hepsi büyüdü ve kendi ailelerini kur­
dular. Hayattayken, onlan çok sevdiğimi ve onlarla günır
duyduğum u kendilerine söylediğim için seviniyorum.”
G ülüm sedi ve Seth’in dizini okşadı. “Seni sevdiğimi ve

394
seninle gurur duyduğum u söylemek fırsatım bulduğum
için de m utluyum .”
"Büyükanne...”
"Kendine iyi bir hayat kur, yoksa ytne karşına çıkaran.
İşte sevgilin geliyor,” dedi ve kayboldu,
Seth’in kalbı göğsünden fırlayacakmış gibi atıyordu.
D ru onun yanma oturdu. "Arkadaş ister ’diye -sot>';
du.
“Sen olunca isterim.”
"N e kadar kalabalık!” Dirseklerine dayanarak adkasma
yaslandı. "Bana kalırsa, bu gece, Saint C hrisdiufa^dİS jM
kasabadan farkı kalmayacak. Bir süre sofura%flalSM@HH
lir. Hava karardığında biz bize kalıp h g v a i ^ B B l l i
deriz.”
Bazı şeylerden vazgeçersin, diye d ü şü ffltö B i^ M H B
tekrarlamaya değer.
“Seni seviyorum, Drusilla. Bunu tekrarlamaya d^ğer
diye düşündüm .”
G enç kadm başım yana eğip Seth’in yüzündeki garip
gülümsemeye baktı. "B unu istediğin zaman tekrarlayabi­
lirsin. Daha sonra benim le eve gelirsen, kendi havai fişek­
lerimizi atabiliriz.”
"Bu gerçek bir buluşm a olur.”
Drusilla doğrulup onun çizdiği resme baktı. "Ç ok gü­
zel. N e kadar güçlü bir yüz -ve dostça bir ifâdesi var.” 6 t*-
rafına bakındı. “N erede bu hanım? O nu gördüğümü ha­
tırlamıyorum.”
"Artık burada değil. Resme son b ir kez bakıp defterim
kapattı. "Yüzmek ister misin?"
“Hava çok sıcak ama mayo getirm ek aklıma gelmedi.”
"G erçekten mi?” Seth gü lerek ayağa kalktı ve D rsülayı

59$
da elinden tutup kaldırdı. “Ama yüzme biliyorsun, öyle
değil mi?"
“Elbette b iliy o ru m . "Bunu söyler söylemez, Seth’in
gözlerindeki pırıltıları gördü. “Bunu akimdan bile geçir­
me!"
“Çok geç!” Bunu söyler söylemez genç kadını kucakla­
yıp havaya kaldırdı.
“Yapma...” Seth iskeleye doğru yürürken, Drusilla çır­
pınıyor, sağa sola tekmeler savuruyor, çığlıklar atıyordu.
“Bu yaptığın komik değil.”
“Bundan kaçamazsın, Nefesini tutmayı unutm a.”
İskeleye doğru koşup, kızla birlikte suya atladı.

Anna D ru ’ya kuru bir gömlekverirken, “Bu Q uinn’lerin


âdetidir,” diyordu. “Niye yaptıklarını bilmiyorum, ama
bunu her zaman yaparlar.”
“Ayakkabım kayboldu.”
“Bulurlar.”
D ru yatağın üstüne oturdu. “Erkekler da çok tuhaf.”
“Bazı konularda hâlâ beş yaşında olduklarını unutm a­
m ak gerek. Bu sandaletler sana olur sanırım.” Genç kadına
bir çift ayakkabı uzattı.
“Teşekkürler. N e kadar güzelmiş.”
“Ayakkabılara bayılırım. Onlara karşı büyük bir tutkum
var.”
“Ben de küpelere bayılırım. Onlara karşı çok zayıfım,”
“Senden çok hoşlanıyorun, D ru.”
D ru ayakkabıları seyretmeyi bırakıp başını kaldırdı.
“Teşekkür ederim. Ben de senden çok hoşlanıyorum.”
“Bu ikramiye gibi bir şey oldu. Seth’in sevdiği kadını
kabul etmeye hazırdım. Hepimiz öyle. Ama seni kabul et-

3%

J
menin yanı sıra sevdik ve bu bizim için harika bir şey oldu.
Bunu sana söylemek istedim.”
“Şey... ben... sizinki gibi bir aile hiç görmedim.”
“Böyle bir aile daha var mıdır ki?” Anna bir kahkaha®
atarak yatağın üstüne, D ru’nun yanına oturdu.
“Benim ailem sizin gibi verici değildir. Ama, onlarla ]
tekrar konuşmayı deneyeceğim. Seth’in yaşadıklarım ög~l
rendikten, dün gece çektiklerini gördükten sonra ailemle 1
ilişkilerimi düzeltmek için yeni bir deneme yapmak zo- |
runda hissettim kendimi. Ama, bazı sorunları çözsek bile, 1
onlar sizin gibi olamazlar, Seth’i, sizin beni aranıza aldığı- J
nız gibi benimseyemezler.”
“Hiç belli olmaz.” Kolunu D ru’nun omzuna attı. “Seth,
insanların kalbini kolayca kazanmayı bilir.”
“Benimkini kazandı. O nu seviyorum.” Elini midesine
bastırdı. “O kadar çok seviyorum ki bu beni korkutuyor.”
“Bu duyguyu bilirim.” Anna, genç kadını kendine doğ­
ru çekip hafifçe sıktı. “Hava kararmak üzere. Gidip birer
kadeh şarap alalım ve havai fişek gösterilerini seyretmek
için kendimize bir yer bulalım.”
D ru kapıdan dışarı adımını attığı anda Seth’le karşılaştı.
Elinde keten bir ayakkabı teki, yüzünde aptalca bir gülüm­
seme vardı. “Ayakkabını buldum .”
D ru ayakkabıyı onun elinden çekip aldı ve daha önce
kapının yanına bırakmış olduğu diğer tekinin yanma koy­
du. “Vahşi bir maym undan betersin.”
“Bayan M onroe şeftalili dondurm a getirdi. Kendisi
yapmış.” Arkasına sakladığı dondurm a külahını çıkardı.
D ru, “H m m m ,” diye tısladı ama külahı aldı.
“Benimle birlikte çim enlerde oturup gösterileri seyret­
mek ister misin?”

397
“Belki.”
“O dondurmayı benimle paylaşır mısın?”
“Kesinlikle hayır.”

Seth şeftalili dondurmayı tadabilmek için Dru’ya dil


dökerken, heyecan içindeki çocuklar, havai fişekleri bekli­
yor yerlerinde duramıyorlardı. O sırada Gloria DeLautner,
arabasıyla Quinn Tekneleri binasının otoparkına girdi.
Arabayı durdurdu. Sarhoş ve öfkeliydi.
Kendisine yapılanları onlara ödetecekti. Buna hepsi da­
hildi. Hergeleler. Onu korkutabileceklerini sanıyorlardı.
Yolunu kesecek ve sonra evlerine gidip onunla alay ede­
ceklerdi. Gloria onlardan intikamım alınca gülenin kim
olduğunu görürlerdi.
Ona borçluydular. Büyük bir öfkeyle yumruğunu di­
reksiyona vurdu. Öfkeden boğulacak gibiydi.
Kendi doğurduğu o orospu çocuğunu yaptıklarına piş­
man edecekti. Hepsini pişman edecekti.
Arabadan indi. İçtiği içkiler başını döndürüyordu. Sen­
deleyerek arabanın bagajının yanına kadar gitti. Tanrım!
Sarhoş olmaya, başının dönmesine bayılıyordu. Hayatla­
rını ayık geçiren ve uyuşturucuların tadını tatmamış olan
kimseler ne kadar aptaldı. Anahtarı bagajın kilidine sokar­
ken, dünya onlarla dolu, diye düşündü.
Kendine çekidüzen vermelisin, Gloria.
Beş para etmeyen annesi, yufka yürekli üvey babası ve
kendini beğenmiş kız kardeşi, ona hep bunu söylemişler­
di. Kendini melek sanan Ray Quinn de onu yola getirme­
ye çalışmıştı.
Bunların hepsi palavraydı.
Dördüncü denemede anahtarı kilide sokmayı başardı.

398
Bagajın kapağını açtı. İki teneke benzin çıkardı ve boğuk
bir kahkaha attı.
“Bu, Quinn’lerin anasını ağlatan bir havai fişek göste­
risi olacak.”
Tekrar sendeledi. Ayakkabılarından biri ayağından çıktı
ama o bunu fark,edemeyecek kadar sarhoştu. Topallayarak
benzin tenekelerini kapıya kadar götürdü, sonra nefes al­
mak için durdu.
Tenekelerden birinin kapağını açmak için epey uğraş­
ması gerekti. Bu arada, benzin istasyonunda tenekeleri
dolduran çocuğa lanetler okuyup küfürler ediyordu.
Salaklarla dolu olan dünyadaki salaklardan biriydi bu
çocuk da.
Ama kapıların önüne benzin dökünce keyfi geldi. Koku
her tarafa yayılmıştı.
“Tahta teknelerinizi kıçınıza sokun, pis Quinn’ler!”
Duvarlara, camlara, binayı çevreleyen bodur ağaçlara
benzin serpti. Birinci teneke boşalınca İkincinin kapağını
açtı.
Yarıya kadar dolu olan tenekeyi ön pencereden içeri fır­
latırken büyük bir zevk duydu. Kırılan camın sesi öylesine
hoşuna gitmişti ki, karanlıkta dans etmeye başladı.
Sonra koşarak arabanın yanına döndü ve önceden gaz
ve paçavralarla doldurup hazırladığı iki şişeyi bagajdan çı­
kardı. “Molotof kokteyli!” diye kıkırdadı. “Sizin için ild
tane hazırladım, pezevenkler!”
Çakmağını çıkarıp çaktı. Şişeden dışarı taşan bez par­
çasını tutuştururken gülümsüyordu. Paçavra Gloria’nın
umduğundan daha çabuk tutuştu ve parmaklan yandı.
Küçük bir çığlık atarak şişeyi pencere camına doğru fırlattı
ama şişe binanın taş duvarına çarpıp parçalandı.
399
“Allah kahretsin!” Alevler, bodur ağaçlara tırmanıyor,
çim enlerin arasında yol yol ilerliyor, kapılara doğru yayılı­
yor, ama Gloria daha fazlasını istiyordu.
Binaya daha fazla yaklaştı. Alevlerin sıcaklığı yüzüne
vuruyordu. İkinci şişenin ağzından sarkan bez parçasını
tutuşturdu.
Bu sefer daha iyi nişan almıştı. Şişe binanın içine dü­
şünce, kırılan camın sesini duydu ve yükselen alevleri gör­
dü.
“Kıçımı yiyin!” diye bağırdı yangının büyümesini bü­
yük bir zevkle seyrettikten sonra arabasına koştu.

İlk havai fişek atıldığında gökyüzüne altın tozu saçıl­


mış gibi oldu. D ru Seth’in dizlerinin arasında oturuyordu.
Genç adam kollanın onun beline dolamıştı. Seth, nere­
deyse aptalca denebilecek bir huzur içindeydi.
“Amerika’dan uzaktayken,” dedi, “dört Temmuz’da
arka bahçede oturup gökyüzündeki çılgınlığı seyretmeyi
özlem iştim .” Genç kadının ensesini öptü. “Sonra biz de
havai fişek atacak mıyız?”
“Olabilir. Eğer kartlannı akıllıca oynarsan...”
Sözünü bitiremedi. İkisi de, hızlı hızlı konuşan insan­
lara bakmak için döndüler. Cam onlara doğru koşarken,
Seth ayağa kalktı ve D ru’yu elinden tutup kaldırdı.
“Tersane yanıyor.”

İtfaiye yangını söndürmeye çalışıyordu. Kapılar ve pan-


cereler parçalanmış, çevrelerindeki duvarlar simsiyah ol­
m uştu. İtfaiyeciler binanın içine su sıkarken. Pencere ve
kapılardan dum anlar çıkıyor, Seth, ayakta, yumruklarını
sıkmış, onları seyrediyordu.

400
Eski binayı bu hale getirmek için, kan ter içinde kalarak
ne kadar çalıştıklarını düşünüyordu. Onda yalnız emek
değil, Q uinn’lerin kararlılığı ve aile gururu vardı.
Birden eğilip yerde, ayağının dibinde duran, uzun to­
puklu terlik tarzındaki ayakkabıyı eline aldı. Dru’ya, “Bu
onun ayakkabısı. Sen Anna ve diğerleriyle kal,” dedikten
sonra, ağabeylerinin yanına gitti.

Cam, dumandan yanan gözlerini ovuşturdu. “İki çocuk


patlamayı duymuşlar ve bir arabanın hızla uzaklaştığını
görmüşler,” dedi. “Yangının nedeninin kundakçılık oldu­
ğu kesin, çünkü benzin tenekelerini bırakmış. Arabasının
markasını ve modelini otoyol polisine bildirip Gloria’yı
tarif edecekler. Fazla uzağa gidemez.
Seth, “Bunu intikam için yaptı,” dedi. “Benimle uğra­
şırsanız, ben de sizinle uğraşırım, demek istedi.”
“Evet ama bir sürprizle karşılaşmak üzere. Bu kez ha-
pise girecek.”
“Evet ama hapise girmeden önce bizim de canımıza
okudu.”
Cam kararan duvarlara ve yanmış olan bodur ağaçla­
ra ve hâlâ tütmekte olan dumanlara bakarak, “Sigortamız
var,” dedi.
Kalbine bir bıçak saplanmış gibiydi. “Bu binayı biz
onarmıştık, yine yaparız,” dedi. “Ama eğer suçluluk triple-
rine girmeye niyetin varsa...”
“Hayır.” Seth başını salladı. “O iş bitti.” Aubrey onlara
doğru geliyordu, ona elini uzattı.
Genç kız Seth’in elini tutup sıktı. “Hiçbirimize bir şey
olmadı,” dedi. “Önemli olan da bu. Ama yanaklarındaki
ıslaklık sadece dumandan değildi.
401
Phillip de yanlarına geldi. “Olacak iş değil,” dedi. Yüzü
ve giysileri is içindeydi. “Ama, çok şükür bitti. İtfaiyeye
telefon eden çocuklar bizi kurtardılar. İtfaiye hemen gel­
miş.
Cam, “Çocukların adlarını öğrendin mi?” diye sordu.
“Evet.” Nefesini dışarı üfledi. “Ethan İtfaiye M üdürü’yle
konuşmaya gitti. N e zaman içeri girebileceğimizi örenince
bize haber verecek. Kundakçılıkla ilgili inceleme yapılaca­
ğı için bir süre binaya giremeyeceğiz.”
“Hangimiz kadınlara, çocukları eve götürmelerini söy­
leyeceğiz?”
Phillip elini cebine sokup madenî bir para çıkardı. ‘Yazı
tura atalım. Yızı gelirse bu bela senin başına kalsın, tura
gelirse benim .”
“Anlaştık. Ama parayı ben atacağım. Senin parmakların
yapışkandır.”
“Hile yapacağımı mı söylemek istiyorsun?”
“Bu konuda mı? Kesinlikle evet.”
Phillip, “Soğuk bir şaka,” diye sızlandı ama parayı uzat­
tı.
Yazı geldi ve Cam, “Allah kahretsin,” diye tısladı.
“Kadınların ikisi çocukları götürsün, biri burada kalsın
filan gibi şeyler söylemeyi aklından bile geçirme.”
Cam, yüzünü buruşturarak Phillip’e parayı uzattı ve
kadınlarla tartışmaya gitti.
Phillip binaya bakarak, Bununla uğraşmaya değmez’ de­
yip, Tahiti’yc gidebilir ve orada bir bar açabiliriz. Bütün
günümüzü balık tutmakla geçirip, maymun gibi simsiyah
olabilir, geceleri ise kanlarımızla vahşiler gibi sevişebili­
riz.”

İP
“Yok, hayır. Adada yaşarsan sonunda rom içmeye baş­
larsın. Bu içkiyi hiç sevmem.”
Phillip, Seth’in omzuna vurdu. “Demek ki burada ka­
lıyoruz,” dedi. “Bunu Ethan’a da söyleyelim mi?” Çamur­
lara basa basa kendilerine doğru gelmekte olan Ethan’ı
gösterdi.
“O buna razı olacaktır. Ethan da rom sevmez.” Seth
neşeli olmaya çalışıyordu ama Ethan’ın yüzünü görünce
keyfi kaçar gibi oldu.
“O n u yakalamışlar.” Ethan koluyla terli alnını sildi.
“Kasabanın beş mil kadar uzağında bir barda oturuyor-
m uş.” Seth’e, “Buna razı mısın?” diye sordu.
“Elbette razıyım.”
“Tamam o zaman. İstersen sevgiline eve gitmesini söy­
le. Bu bizim için uzun bir gece olacak”

U zun bir gece ve onu izleyen uzun bir gün geçirdiler.


Seth, Q uinn teknelerinin ancak birkaç hafta sonra tekrar
üretim e başlayabileceği kanısındaydı.
Binanın enkazını gezmiş, ağabeyleri ve Aubrey ile bir­
likte, imaltı hem en hem en bitmişken tik ağacından sim­
siyah bir iskelete dönüşm üş olan bir teknenin yasını tut­
m uştu.
Çocukluğundan beri yapmış olduğu tekne çizimlerinin
yanıp kül olması da onu çok üzmüştü. Onları yeniden ya­
pabilirdi ve yapacaktı. Ama bu farklı bir şey olacaka. O n­
ların her birini çizerken duyduğu sevici yeniden duyması
m üm kün değildi.
Yapacak bir şey kalmayınca eve gidip yıkandı ve yattı.
Kendini toparlayana kadar uyuyacaktı.
Ertesi gün D ru ’nun evine gittiğinde güneş batmak üze­

403
reydi. Hâlâ çok yorgundu ama hayatı boyunca hiç bu ka­
dar bilinçli olmamıştı. Cam’in kamyonetini ödünç almıştı.
Arka taraftan, o gün satın aldığı sallanan kanepeyi ve alet­
lerini çıkardı.
D ru dışarı çıktığında Seth kanepeyi kuruyordu.
“Böyle bir kanepe almak istediğini söylüyordun. Bura­
sının uygun bir yer olduğunu düşündüm .”
“Harika bir yer.” Dru, onun yanma gelip om zuna do­
kundu.” Konuş benimle.”
“Konuşacağım. O nun için geldim. B ugün seni arama­
dığım için özür dilerim.”
“İşlerin olduğunu biliyordum. Kasabalıların yarısı bu­
gün dükkâna uğradılar. D ün gece yangın yerine koştukları
gibi.”
“D ün gece yardım etmek isteyen o kadar çok insan var­
dı ki hepsinden yararlanmamız m üm kün olmadı. Yangın
ikinci kata sıçramamış.”
D ru ’nun bundan haberi vardı. H er şey çok çabuk du­
yuluyordu. Ama Seth’in sözünü kesmedi.
“Birinci kat enkaz halinde. ’Vangın, dum an ve sular her
şeyi berbat etmiş. Burayı yeni baştan yapm am ız gerek
Aletlerin çoğu işe yaramaz halde. H em en hem en bitmiş
durum daki bir tekne de kavrulmuş. B ugün sigorta eksperi
gelip inceleme yaptı. Toparlanacağız.”
“Elbette toparlanacaksınız.”
Seth işine devam ediyordu. “Gloria’yı tutukladılar. Ço­
cuklar arabasının eşgalini vermişler, benzini satan çocuk
da onu tanımış. Üstelik, yangın yerinde bıraktığı benzin
tenekesinin üstünde parmak izleri var. O n u sorgulamak
için götürdüklerinde tek ayağı hâlâ çıplakmış. Anlaşılan
ayakkabısının tekini kaybeden sadece sen değilsin.”

404
“Çok üzgünüm, Seth*
“Ben de. Ama kendimi sorumlu hissetmiyorum. Bu­
nun benim suçum olmadığım biliyoruz», Gloria sadece
binaya zarar verebildi. Bize bir şey yapamadı. Bu elinden
gelmezdi. Biz onun ulaşamayacağı bir şeye sahibiz/ Ka­
nepeyi kurm uştu. Sağlam olup olmadığım denemek için
zincirleri kontrol ediyordu. “Ama bu, bizimle uğraşmak­
tan vazgeçeceği anlamına gelmez.” Kanepenin arkasına ge­
çip o tarafını da gözden geçirdi. “Hapse girecek,” Drusilla,
acaba yüzündeki yorgunluğu fark etmediğimi mi samyor,
diye düşündü. “Ama değişmeyecektir. Değişmez çünkü
kendi hatalarım göremiyor. Hapisten çıkınca yine buralara
gelip bizden şu ya da bu vesileyle para sızdırmaya çalışa­
cağına em inim . O benim hayatımı bir parçası ama bunun
üstesinden gelebilirim.”
,Seîjbr kanepeye dokunup hafifçe salladı. “Bunu bir ‘baş­
kasının benim yerim e yapmasını istemek biraz fazla ileri
gitm ek olur.”
^Eyet^doğru. Ben de annem ve babamla açık açık ko­
nuşm ak istiyorum. Ama bunun bir şeyi değiştireceğini
sanmıyorum. O nlar mülkiyet duygulan gereğinden fazla
gelişmiş, doyum suz insanlar. Beni birbirlerine karşı silah
olarak kullanmaktan asla vazgeçmezler çünkü kendi evli­
likleriyle yüzleşmeye cesaretleri yok.” Durakladı ve başım
kaldırdı. “O nlar benim hayatımın bir parçası ama bunun
üstesinden gelebilirim.”
“Sanınm öyle. Kanepeyi denem ek ister misin?”
“İsterim .”
Hava yavaş yavaş karanyordu. N ehrin sulan kıyıyı ya­
larken, kanepeye yan yana oturup ağır ağır sallanmaya baş­
ladılar. Seth, “İstediğin gibi olm uş mu?” diye sordu.

405
“Evet, tam istediğim gibi. Ben de buraya böyle bir ka­
nepe koymayı düşünüyordum."
“Dru?"*
“Hmmm?~
“Benim evlenecek misin?”
Genç kadının dudaklarının köşeleri yukarı doğru kıv­
rıldı. “Planım öyle.”
“Bu iyi bir plan.” Kızın elini tutup dudaklarına götür­
dü. “Bana çocuklar doğuracak mısın?”
D rünun gözleri yanmaya başlamıştı ama onları kapalı
tutuyor ve hafif hafif sallanmaya devam ediyordu. “Evet,
bu, planın ikinci kısmı. Biliyorsun, ben planlarımı kademe
kademe uygularım.”
Seth, onun elini çevirip avcunun içini öptü. “Nehrin
kıyısındaki bu evde, benimle birlikte ihriyarla.”
Dru gözlerini açtı ve bir damla gözyaşı yanağından aşa­
ğı akü. “Bu sözün beni ağlatacağım biliyordun.”
‘Ama fâzla değil.” Cebinden bir yüzük çıkardı. Bu tek
bir yakut taşı olan sade bir altın halkaydı. “Oldukça sade,”
dedi. “Ama Stella’nın yüzüğüydü. Ytni, büyükannemin.”
Yüzüğü onun parmağına taktı. “Ağabeylerim yüzüğün
bende olmasının Stella’yı sevindireceğini düşündüler.”
“Ah buna dayanamam!*
“N e oldu?”
Dru, Seth’in elini tutup yanağına götürdü. “Birkaç
damla gözyaşıyla kalmayacak,” dedi. “Bana bu kadar güzel
bir şey verdiğin için çok duygulandım.”
Seth, genç kadını dudaklarından öperken birbirlerine,
sarıldılar. “Aklına güvendiğim biri bana ileriye bakmamı
söylemişti. Arkada bıraktıklarını unutabilirsin ama ile-
ri g itm e k zoru m d asın . B u işte şim di başlıyor. Bizim için
şimdi başlıyor.”
“Hemen şimdi, şu anda.”
D ru silla başın ı S eth ’in o m z u n a dayamış, genç adamın _ _____
elini sıkı sıkı tu tu y o rd u . Sular kararıyor, ateş b ö c e k le r ın ü ^ ^ ^ ^ ^ —
d an sı başlıyor, onlar, o tu rd u k ları yerde, ağır ağır s a l l a n ı ^ ^ ^ ^ ^
yorlardı. ^^5

407

You might also like