Akil İman İli̇şki̇si̇

You might also like

You are on page 1of 13

AKIL İMAN İLİŞKİSİ

Onur Kıdak

Özet
İnanç konuları, Tanrı’dan vahiy yoluyla gelen bilgileridir. Kişi gelen bu bilgilerin güvenilirliğini ya
sorgulamadan teslimiyetle güvenerek kabul edecek ya da akli yöntemleri kullanıp bu
hakikatlerin peşinden koşacaktır. İman ile akıl ilişkisi de burada başlamış olur. Bu noktada iman
akıl ilişkisi dört bağlamda ele alınmaktadır. Bunlardan ilki katı akılcılık, ikincisi fideizm, üçüncüsü
eleştirel akılcılık ve dördüncüsü ise tahkiki imancılıktır. Bu çalışmada akıl ve imanın ilişkisi ve
çeşitli yöntemleri işlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: İman, Akıl, Fideizm, Katı akılcılık, Eleştirel akılcılık, Tahkiki
imancılık

Giriş
Akıl, bir bilgi veya düşünceyi belli bir sistem içerisinde değerlendirmeyi ve bu değerlendirme
sonucunda da bu bilginin veya düşüncenin doğru olup olmadığını ortaya çıkaran yapıdır.
Akıl ve iman ilişkisi ise dini ve imani konuların aklın süzgecinden geçirilerek bu bilgilerin
delillerle desteklenmesini ve doğruluğunu denetleyen bir yapıdır. Çünkü inanan kendi imanını
anlamak, hikmetini bilmek ve açıklamak isteyecektir. İman bilinçli olarak anlaşılırsa anlam taşır.
Bu açıdan iman yapısı gereği düşünmeyi gerekli kılar. Philips’e göre de, insanların herhangi bir
dine inanmaya başlamadan önce doğal teolojiyle ilgilenmeleri gerekir. Çünkü kişi inanmaya
başlamadan önce inancının makul olup olmadığını argüman ve kavramsal analiz yoluyla tespit
etmelidir1.
Ancak inanan herkes bu yaklaşımda değildir. Bu kişilere göre inanç yalnızca imani bir konudur.
İmani konulara aklın karıştırılmasını ve bu konuların akılla delillendirilmesini kabul etmezler. Bu
kişiler için yalnızca iman yeterlidir. İnanç konularını tartışma konusu yapmak, soru sormak ve
aklın süzgecinden geçirmek kabul edilebilir değildir.2
Oluşan bu düşünce yapıları içinde akıl ve iman konusu için dört farklı yaklaşım oluşmuştur. Bu
yaklaşımlardan ilki aklı önceleyen ve bilginin doğruluğu için salt aklın verilerine dayanılması
gerektiğini söyleyen, akli bilgiyle kanıtlanmamış bilgilere inanmanın yanlış bir yaklaşım
olduğunu savunan katı akılcı yaklaşımdır. İkinci yaklaşım ise katı akılcılığın tam zıddı olan iman
ile aklın ayrı tutulması gerektiğini imani konularda aklın çıkarımlarına güvenemeyeceğimizi
yalnızca sorgulamadan iman etmemiz gerektiğini söyleyen fideist yaklaşımdır. Üçüncü

1
Recep Alpyağıl, Klasik ve Modern Metinlerle Din Felsefesi Dersleri İçin Yardımcı Kitap (İstanbul: İz yayınları,
2021).
2
William Hasker vd., Din Felsefesi Seçme Metinler, çev. Rahim Acar (İstanbul: Küre yayınları, 2013).
yaklaşım, katı akılcılığa ve fideizme alternatif bir yaklaşım olan eleştirel akılcılıktır. Bu yaklaşıma
göre dini inançların akli değerlendirmeye tabi tutulması gerekir ancak akli yöntemlerle
değerlendirilen imani bilgilerin kesin bir hükümle kabul veya reddinin mümkün olmadığını
savunurlar.3 Bunun nedeni ise akli bilgilerin de kesin bir doğruya ulaşamayacağını
düşünmeleridir. Dördü yöntem ise aileden, toplumdan ve kültürden öğrenilen dini inançları
araştırıp üzerine düşünerek temellendirmek ve bu sayede de inanç konularında taklidi bırakıp
tahkiki bir şekilde iç huzuru yakalamaktır. Bu yaklaşıma da tahkiki imancılık denir. 4

Katı Akılcılık
Katı akılcı yaklaşım dini inancın doğruluğunun kesin akli hükümlerle ispatlanmadığı sürece
kabul edilemez olduğunu savunan yaklaşımdır. Onlara göre bir bilgi her makul insan için
ispatlanabilir olmadığı sürece kabul edilebilir değildir. Yetersiz delille bir şeye inanmanın veya
şüpheleri bastırarak bir şeye inanmanın yanlış olduğunu savunurlar.5

Katı akılcılığın genel yapısını İngiliz filozof W.K. Clifford oluşturmuştur. O katı akılcılığı şu
cümlelerle ifade etmektedir: “Bir şeye yetersiz delile dayanarak inanmak, herkes için, her zaman
ve her yerde yanlıştır.
Eğer bir kimse, çocukluğunda veya daha sonra ikna edildiği bir inanca sarılarak, onunla
ilgili zihninde beliren herhangi bir şüpheyi bastırır veya öteye iterse, ve kendisini rahatsız
etmeksizin kolayca sorulamayacak soruları kafirce sorular olarak görürse bu kişinin
hayatı insanlığa karşı işlenmiş uzun süren bir günahtır. …
Bir öğretinin delilinin araştırılması hep geçerli olacak şekilde bir defada yapılıp daha
sonra da nihai karar verilmiş farz edilmemelidir. Bir şüpheyi bastırmak hiçbir zaman
meşru değildir; çünkü o şüphe ya zaten yapılmış olan araştırmayla dürüstçe
cevaplanabilir, ya da o şüphe soruşturmanın tamamlanmamış olduğunu ispat eder.’’6
Clifford’a göre her kesimden insanın, eğitim düzeyi çok düşük olsa bile kendisine sunulan
bilgiler üzerinde derinlemesine düşünüp akli olarak kabul edilebilir bulması gerekir. Bu süreç
çok zor ve yorucu olsa da kişi sonunda kesin doğru bilgiye ulaşmanın hazzını yaşayacaktır.7
Yine Clifford İnanma Ahlakı adlı makalesinde vermiş olduğu gemi sahibi örneği ve ada halkı
örneklerinde bir kişinin hiçbir akli delile dayanmadan samimi bir inançla bir konuya

3
Hasker vd., Din Felsefesi Seçme Metinler.
4
Cafer Sadık Yaran, Din Felsefesine Giriş (İstanbul: Rağbet yayınları, 2021).
5
Hasker vd., Din Felsefesi Seçme Metinler.
6
Michael Peterson vd., Akıl ve İnanç Din Felsefesine Giriş, çev. Rahim Acar (İstanbul: Küre yayınları, 2021).
7
Gülşen Yaylı, Willliam Clifford ve Willliam James Bağlamında Dini İnancın Rasyonelliği (Çorum: Hitit
Üniversitesi, Doktora, 2021).
inanmasının hiçbir şekilde kabul edilemez olduğunu bu inancın sonunda kötü bir durum
olmamış olsa bile bu kişinin çok hatalı bir iş yaptığını vurgulamıştır.8
Bunların dışında Clifford safdilcileri çok sert bir şekilde eleştirmiş, bu anlayışın yanlış inançları
destekleyebileceği için insanlığa çok büyük büyük zararlar verebileceğini aşağıda verilen şekilde
söylemiştir: ‘’Safdil kişi, yalancı ve hilekâr insanın babasıdır. Safdil, aynı zamanda kendisine ait
olan bu ailenin bağrında yaşar ve bu ailenin diğer üyelerine benzeyecek olursa bunda şaşılacak
bir şey olmayacaktır. Yükümlülüklerimiz birbiriyle o kadar sıkı sıkıya ilişkilidir ki, herkim tüm
yasalara uymasına rağmen, bir tek konuda suç işlemeye devam ederse, o yasaların tümü
karşısında suçlu olur.’’9
Sonuç olarak Clifford’a göre bir şeye yetersiz delille inanmanın çok yanlış olduğu ve imani
konuların hiçbirisi yüksek ispatlama standartlarını karşılayamadığı için kesin bilgi olarak kabul
edilmeleri doğru değildir. Bu yüzden makul bir kişinin yaşamını inançsızca idare etmesi gerekir.
Katı akılcılığın bir başka önemli ismi olan Thomas Aquinas, Clifford ve diğer bazı katı akılcılara
göre daha ılımlı bir yapıdadır. O akılcılığı Hristiyanlığı farklı dini yapılara karşı korumak ve karşıt
fikirleri çürütmek için kullanmıştır.10
Aquinas’ ‘’Summa Contra Gentiles’’ adlı eserinde ‘’herhangi bir problem ile ilgili tartışmalarda
muhatap Hıristiyan olduğunda Yeni Ahid, Yahudi olduğunda ise Eski Ahid kaynak olarak
alınabilirdi. Fakat bu metinlerin hiçbirini kaynak olarak kabul etmeyen Putperest ve
Müslümanlara karşı başka bir yola başvurulmalıydı. Thomas’a göre bu yol da her insanın
üzerinde uzlaşmak zorunda olduğu tabiî aklın yoludur.’’11
Bunun sonucu olarak Aquinas, inançları fark etmeksizin aklı verimli şekilde kullanmış tüm
filozofların birikimlerini kullanarak kendi sistemini oluşturmuştur. Aquinas sistemini
oluştururken selefi Augustin gibi insan aklının Tanrı tarafından aydınlatıldığını kabul eder. Bu
sebeple aklın yetebileceği meselelerde, ek olarak ilahi bilgiye ihtiyaç duyulmayacağını bu
bilgiler için felsefenin yeterli olacağını söylemektedir. Ancak imani konulara girildikçe artık aklın
ulaşacağı bilgi düzeyi de azalacağı için imani konular derinleştikçe ilahi bilgiye de ihtiyaç
olacağını savunmaktadır.12
Aquinas insanların aklı ile Tanrı hakkında belli konuları bilse bile, aklın Tanrı hakkındaki
hakikatlerin tamamını bilmeye yeterli olamayacağını bu nedenle de ilahi bilginin zorunlu olması
gerektiğini söyler. Bu düşünce ışığında Aquinas, Tanrı hakkında bilme yollarını iki sınıfa
ayırmıştır. Bu yollardan ilki, Tanrı’nın teslisi gibi konularda insan aklının hakikatleri yeterli
şekilde bilmesinin mümkün olamayacağı için ilahi bilgiye ihtiyaç olan haller. İkinci yol ise
Tanrı’nın varlığı ve birliği gibi konularda hiçbir ilahi yardıma ihtiyaç duymadan elde edilebilen
hakikatler.13

8
William Clifford, “İnanç Ahlakı”, çev. Ferit Uslu, Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi 9 (2006), 125-136.
9
Clifford, “İnanç Ahlakı”.
10
Peterson vd., Akıl ve İnanç Din Felsefesine Giriş.
11
Muharrem İskenderoğlu, “Thomas Aquinas’ta iman, teoloji ve akıl ilişkisi”, DÎVÂN İlmî Araştırmalar 16 (2004),
209-226.
12
İskenderoğlu, “Thomas Aquinas’ta iman, teoloji ve akıl ilişkisi”.
13
İskenderoğlu, “Thomas Aquinas’ta iman, teoloji ve akıl ilişkisi”.
Yani insanlar akıl yoluyla dünyevi ilimler dışında vahye ihtiyaç duymadan Tanrı’nın varlığına,
yaratıcı olduğuna, ezeli ve ebedi olduğu gibi sıfatlarına; ahlaki olmaya, iyilik ve kötülük gibi
kavramların ne ifade ettiği gibi pek çok durumu kavrayabilirler. Ancak Aquinas bazı insanın
fıtratı gereği bilgi elde etme yeteneğine sahip olmadıklarını, bazılarının da tembellik veya
günlük hayatın getirdiği uğraşlar içerisinde bu hakikatleri düşünmeye ve elde etmeye vakit
bulamadıklarını söyler.14
Bazı insanlarında tüm bu olumsuz durumlardan kendilerini soyutlayıp hakikatlerin peşinden
gidebildiğini ancak insanların önce eğitimden geçerek belli bir olgunluğa erişmesi ve ardından
bu hakikatleri öğrenmeye başlaması çok uzun bir süreyi kapsayacaktır. Bu uzun sürecin
sonunda bile insanın elde ettiği bilgi yanlış olabilir. Bu sebeple insanın bilgi elde etme yolu
sadece akıl olsaydı, bilgi sistemi bugün ki seviyesine asla gelemezdi.15

Sonuç olarak Aquinas, insanların formel bilimler dışında, Tanrı hakkında da pek çok bilgiyi
akılla bilebileceğini ve bu bilgiler için ilahi vahye gerek olmadığını söylemektedir. Yani bir insan
akıl yoluyla rahatlıkla Tanrı’yı bulabilir. Onun basit ve bir olduğu ezeli olduğu ve mutlak kudretli
olduğu gibi sonuçlara da akılla varabilir. Ancak en nihayetinde Aquinas Hristiyan olduğu için
dinde akılla açıklanamayan pek çok durumu (örn. teslis konusu) açıklayabilmek adına bu
bilgilere akılla ulaşılamayacağını, bu tarz bilgiler için ilahi vahyin gerekli olduğunu söylemiştir.
Katı akılcılığın aklı bu kadar öncelemesinden dolayı, bu durumun ne kadar uygulanabilir
olduğu sorusu gündeme gelmiştir. Yani katı akılcının savunduğu yöntemleri kullanarak makul
bir kişiye imani konuları kabul ettirmek ne kadar mümkündür?16 Bazı katı akılcılar bu durumun
mümkün olduğunu söylese de özellikle Clifford ve onun gibi düşünen bazı filozoflar, imani
konuların akılla kanıtlanmayacağını bu sebeple de makul bir kişinin inançsız yaşaması
gerektiğini söylerler. Kanaatimize göre de Clifford ilk önermesinde haklıdır. Her ne kadar
kozmolojik, teleolojik ve buna benzer akli deliller var olsa da, bu delillerle imani konular
ispatlanamaz veya bir kişi için kabul edilebilir seviyeye getiremez. Biz bu delilleri kullanarak
ancak var olan imanımızı güçlendirmiş oluruz. Bu durumun sebebi ise imani konuların beş duyu
ile ispatlanamaz olmasıdır. Biz ancak imani konuları alıp belli bir mantık süzgecinden geçirir,
güvenip inanırız. Konuyu daha iyi anlayabilmek için bir örnek verecek olursak: Duygularımızı
ölçmek için cetvel kullanamayız. Bu örnekte nasıl cetveli sadece nesneleri ölçebilmek için
kullanabiliyorsak akli yöntemlerde sadece duyularımızla algılayabildiğimiz şeyleri ölçebilir. Bu
açıdan imani konuları bilimsel bilgiymiş gibi kabul edip değerlendirmek oldukça yanlış bir
durumdur.

Fideizm (Katı İmancılık)

14
İskenderoğlu, “Thomas Aquinas’ta iman, teoloji ve akıl ilişkisi”.
15
İskenderoğlu, “Thomas Aquinas’ta iman, teoloji ve akıl ilişkisi”.
16
Peterson vd., Akıl ve İnanç Din Felsefesine Giriş.
Fideizm, imani konulara aklın sokulmasını kabul etmeyen ve aklı tamamen inancın dışında
tutarak katı akılcılığın tam zıddı bir tutum sergileyen yaklaşımdır. Fideist birisine göre her ne
zaman akıl ve iman çelişirse, aklı değil imanı seçmemiz gerekir. Çünkü iman Tanrı’nın bize
söylediği şeylerdir ve Tanrı’nın söylediği şeylerde asla hata olamaz. Ancak insanın aklı hata
yapmaya müsaittir, bu yüzden akla güvenilemez. Yani fideizme göre, imani konularda önemli
olan Tanrı’nın buyruklarına, kurallarına, gönderdiği peygambere, kitabına ve Tanrı’ya ait her
şeye toptan inanmalı ve tereddütsüz güvenmeliyiz.
Fideistler için iman etmek yeterlidir ve onlar akletme yeteneklerini dini imanları hususunda
işe karıştırma ihtiyacını ya çok az duyar veya hiç duymazlar. Bir fideist dini öğretileri akli
delillerle desteklemeye çalışmayı, bu konuları tartışma konusu yapmayı ve üzerinde
derinlemesine düşünmeyi kabul etmez. İmani konularda yapmamız gereken şey ‘’Merak etme,
sadece kabul et’’ prensibiyle güvenmemizdir.
Fideistlerin bu anlamda katı akılcılara yönelttiği eleştiriye göre, bir bilginin delillendirilmesi bir
süreç ile elde edilir ve insan hayatı bir delilin kanıtlanması için yeterli süreye sahip olamayabilir.
Keza insan hayatının tamamını delil arayarak da geçiremez. İnsanların geçinebilmek, en temel
ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve toplum içerisinde uyumlu şekilde yaşayabilmek için çalışması ve
diğer sosyal etkinlikler içerisinde bulunması gerekir. Bu durumların dışında her insanın
delillerin peşinden koşacak akli olgunluğa erişmesi de mümkün değildir. Bunların sonucu olarak
Tanrı, insanların ömürleri boyunca ulaşamayabileceği bilgileri vahiy aracılığıyla ulaştırmıştır.*
Fideizmin önemli savunucularından Tillich’e göre,’’ iman insanın aslî bir imkânıdır. Bu nedenle
onun varlığı gerekli ve evrenseldir. Ancak iman kavranması ve tanımlanması zor bir kavram ve
gerçekliktir. Çünkü iman insanın varlığının bütünüyle ilgilidir. Tillich, imanı nihaî derecede
kaygılı olma hâli olarak tanımlamaktadır. Bir kişinin herhangi bir şey hakkında endişelendiği
zaman endişelendiği o şeyi göz önüne alacağını ifade eden Tillich, nihaî bir kaygı olarak imanın
bu şeklî (formal) anlamında her insanın iman sahibi olduğunu da sözlerine eklemektedir.’’17
Tillich nihai kaygılı olma örneği olarak Tevrat’tan şu kısmı vermiştir: “Rabbini, bütün kalbinle,
bütün ruhunla, bütün gücünle seveceksin.’’ Tevrat’ın bu bölümünden hareketle Tillich’e göre
nihai kaygının gerçekleşebilmesi için tam bir iman ve tereddütsüz bir güven gereklidir. 18
Tillich’ e göre kaygının kaynağı insanın kendi doğasında vardır. Yani insan doğası gereği iman
potansiyeline sahiptir. O, insanın ilahi vahyi şartsız, sonsuz mutlak şekilde anlayıp iman
edebileceğini söyler. Tillich, insanın ilahi kaygıya ulaşmasının onun doğasında var olduğunu
söylemesine rağmen, iman eyleminin gerçekleşmesini Tanrı’ya bağlamaktadır. Ona göre,
bunun iki gerekçesi vardır. Birincisi, iman ne zihinsel işlevlerle tanımlanabilir ne de zihinsel
işlevlerden türetilebilir. İman zihin yöntemleriyle veya iradenin çabalarıyla veyahut duygusal
hareketlerle de oluşturulamaz. İkincisi, iman Mânevî Varlığın dönüştürücü gücüyle birleşerek
ve onun buyruğu altına girerek kendi içindeki her şeyi kavrar. Nihai kaygının temelinin Tanrı

17
Habib Şener, “Paul Tillich’te Akıl-İman İlişkisi”, DinbilDin Bimleri Akademik Araştırma Dergisi 18/2 (2018),
39-61.
18
Şener, “Paul Tillich’te Akıl-İman İlişkisi”.
olduğundan hareketle kaygının sembolünü Tanrı olduğunu ve her iman eyleminde sürekli
bulunduğunu söylemiştir. 19
Tillich teorik bilgi ile imani bilgiyi birbirinden ayırmıştır ve teorik bilginin yalnızca duyularımızla
algılayabildiğimiz bilim dalları olan matematik, kimya, fizik, coğrafya gibi dallarda
kullanılabilirken; duyu algımızın dışında olan ve akli delillerle ispatlanamayan imani bilgiler için
kullanılmamalıdır. Bu sebeple imani bilgiye yalnızca vahiy kaynaklı olabileceğini, nihai kaygının
da vahiy aracılığıyla gelen bilgilere tam şekilde güvenip iman ederek ulaşılabilir.20
Fideizmin en önemli isimlerinden birisi olan Kierkegaard’ın dini epistemoloji ile ilgili görüşleri
varoluş ile ilgili düşünceleriyle bağlantılıdır. Varoluşçu felsefenin ilk temsilcisi21 olarak kabul
edilen Kierkegaard, Tanrı’nın öznel olduğunu, bir nesneyi algılar gibi algılamamız gerektiğini bu
sebeple Tanrı’yı algılarken aklı kullanabilsek de bunun çok doğru bir yol olmadığını söyler. O,
‘’Doğruluk Öznelliktir’’ yazısında bu durumdan şu şekilde bahsetmiştir:
‘’ Doğruluk sorununu nesnel bir tarzda ele aldığımızda, düşünce nesnel olarak bilenin ilişkili
olduğu bir nesne şeklinde doğruluğa yönelir. Düşünce ilişki üzerinde değil de, o doğruluğun
bilenin ilişkili olduğu doğruluk olup olmadığı üzerinde yoğunlaşır. Yalnızca onun ilişkili olduğu
nesnenin doğruluk olması durumunda öznenin doğrulukta olduğu kabul edilir. Doğruluk sorunu
öznel olarak ele alındığında ise, düşünce öznel olarak bireysel ilişkinin tabiatına yönelir;
yalnızca bu ilişki biçiminin doğrulukta olması durumunda, birey doğruluktadır, her ne kadar
onun ilişkili olduğu şey doğru olmasa bile. Sözgelimi, Tanrı'nın bilinmesini örnek alalım. Nesnel
olarak düşünce, bu nesnenin gerçek Tanrı olup olmadığı meselesine yönelir; öznel olarak ise
düşünce, bireyin mevcut ilişki biçiminin gerçekten belirli bir Tanrı'yla ilişki biçimine uygun olup
olmadığı meselesine yönelir. Şimdi doğruluk nerede bulunacaktır? Acaba, şöyle bir orta yol
bulup da, "hiçbirisinde ve fakat her ikisinin de aracılığıyla" diyemez miyiz? Tabii ki diyebiliriz;
fakat mevcut bir bireyin bu orta yol üzerinde bulunmayı nasıl becerdiğini açıklığa kavuşturmak
gerekir. Yalnız, orta yolda bulunma, yolun sonu demektir; hâlbuki var olmak, oluşmak demektir.
Var olan bir bireyin aynı zamanda iki yerde bulunamayacağı gibi aynı zamanda hem nesne hem
de özne olması da mümkün değildir. Aynı anda iki farklı yerde olmaya yakın olduğunda, o tutku
içerisindedir; ne var ki tutku anlıktır ve aynı zamanda öznelliğin en yüksek ifadesidir.’’22
Yani nesnellik yolunu tercih eden bir kişi, Tanrı’nın nesnel olgular içerisinde var olan bir varlık
olmaması sebebiyle bu yöntemi kullanarak Tanrı’ya ulaşması çok uzun zaman alabilir veya
hiçbir zaman ulaşamaz. Bu sebeple Tanrı’nın varlığını öznel yöntemle kavramamız gerekir.
Öznel yöntem ile nesnelliğin uzun yıllar vermiş olduğu çabayı bir çırpıda aşar ve tüm gerçekliğe
ulaşabiliriz.
Kierkegaard imanın mutlak teslimiyet olduğunu ve inanmak için herhangi bir akli sebebe
ihtiyaç yoktur. O bu durumun gerçekleşmesini ise tutku hali olarak isimlendirir. Nesnel
araştırma sürecinde bu tutku halinin olmamasından dolayı kişide iman ortaya çıkmaz ve
Tanrı’ya ulaşması zorlaşır. O bu durumu şöyle ifade eder: “İman hayret edilesi bir şeydir ve yine

19
Şener, “Paul Tillich’te Akıl-İman İlişkisi”.
20
Şener, “Paul Tillich’te Akıl-İman İlişkisi”.
21
Ahmet Ece - mahmut Avcı, “Dini epistemoloji’de Akıl Eleştirisi: Soren kierkegaard Örneği”, Avrasya Avrasya
Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi 7/5 (2020), 363-371.
22
Hasker vd., Din Felsefesi Seçme Metinler.
de hiçbir insanoğlu onun dışında bırakılamaz; zira bütün insan, yaşamının içinde birleştirdiği
şey tutkudur ve iman bir tutkudur.”23
Kierkegaard akıl iman arasındaki ilişkiyi daha iyi anlatabilmek için Hz. İbrahim örneğini
vermiştir. Bahsi geçen konuda Hz. İbrahim ve eşi yaşı ilerlemelerine rağmen çocuk sahibi
olamamışlardır ve bu sebeple de kendilerine bir çocuk vermesi için sürekli Tanrı’ya dua
etmektedirler. Bir gün Tanrı onların bu duasını kabul etmiş ve onlara İshak’ı vermiştir. Bir mucize
olarak verilen İshak daha sonra Tanrı tarafından kurban olarak geri istenmiştir. Hz. İbrahim
rüyasında bu durumu tekrar tekrar görünce Tanrı’nın bu isteğine uyarak büyük bir teslimiyetle
İshak’ı kurban etmeye razı oldu. İshak’ta babasının teslimiyetine uyarsak onun peşinden gitti
ve bu duruma hiçbir itirazda bulunmadı. En nihayetinde Hz. İbrahim İshak’ı kurban edecekken
Tanrı bu buyruğundan vazgeçti ve İshak’ı Hz. İbrahim’e bağışladı.24
O bu hikayeyi anlatmasının altındaki sebebin hikayenin altında yatan absürt sorunların gün
yüzüne çıkarmak olduğunu ve imanın bu kadar korkunç bir olayın nasıl kutsal yapmayı ve
Tanrı’yı hoşnut kılan bir harekete dönüştürmeyi başardığını bir paradoks olarak anlatmaya
çalışmıştır.
Kierkegaard’ a göre bu hikayedeki ilk sorun yaşları bu kadar ilerlemiş iki insanın nasıl çocukları
olabileceği sorunudur. Bu duruma absürt bir durum demektedir. Çünkü bu durum biyolojik
olarak aklen imkansızdır ve ancak imani bir yaklaşımla kabul edilebilir.25
İkinci sorun ise İshak’ın kurban olarak Tanrı tarafından geri istenmesi paradoksallığıdır. Çünkü
Tanrı hem bir çocuk vermiş hem de onu geri istemiştir. Bu durum irade kavramında bir çelişki
oluşturduğunu ifade eder.26
O, Hz. İbrahim’e bu şekilde iman etmesinden dolayı iman şövalyesi demiştir. İnsanın imanının
bu denli teslimiyetli olması gerektiğini, dinin akılla açıklanamayan pek çok hakikatini ancak
sağlam bir imanla kavrayabileceğimizi söylemiştir. Ancak bu seviyede bir teslimiyet bazı
sorunları da meydana getirmiyor değil.
Sözgelimi fideizm akıl veya rasyonel bilgiyi kullanarak imani bilgilerin açıklanamayacağını, bu
bilgilerin ancak teslimiyetle kabul edileceğini söyler. Bu durumun doğurduğu ilk sorun ise bir
kişinin bu bilgilerin doğru olup olmadığını nasıl bilmesi gerektiğidir. Bir kşi kendisine söylenen
imani konuların doğruluğunu akli yöntemlerle incelemeden doğru olup olmadığı sonucuna
nasıl varabilmiştir. Tereddütsüz güvenmek bizi yanlış bir yola sevk etmeye de açık bir durum
oluşturabilir. Ya da biz her insanın nasıl tam bir teslimiyetle inanmaları gerektiğine ikna
edeceğiz. İnsanlar içerisinde bir grup insan en azından belli bir düzeyde de olsa kendisinin
tatmin edilmesini isteyecektir. Bir fideist aklı veya akli delilleri kullanmadan bu kişilerin tatmin
olma ihtiyacına nasıl cevap verebilir.
Bir diğer önemli sorun ise, dünya üzerinde pek çok dini yapı var ve imancılık düşünmeyi kabul
etmediği için kişi bu dini yapılardan hangisini seçeceğini nereden bilecek. Kişi yalnızca dünyaya

23
Ece - Avcı, “Dini epistemoloji’de Akıl Eleştirisi: Soren kierkegaard Örneği”.
24
Ece - Avcı, “Dini epistemoloji’de Akıl Eleştirisi: Soren kierkegaard Örneği”.
25
Ece - Avcı, “Dini epistemoloji’de Akıl Eleştirisi: Soren kierkegaard Örneği”.
26
Ece - Avcı, “Dini epistemoloji’de Akıl Eleştirisi: Soren kierkegaard Örneği”.
geldiği ortamdaki dini yapıya mı uyacak? Peki bu durum insan iradesini ortadan kaldırmaz mı?
İnsan iradesini kullanıp kendine sunulan bu alternatifler arasında seçim yapamazsa yaptığı
eylemlerde nasıl sorumlu tutulabilir. Örnek verecek olursak, İslam açısından bakacak olursak
Hak din İslam’dır ve her insanın İslam dini üzerine yaşaması gerekir. Peki Hristiyan bir dünyada
doğmuş olan ve fideist yaklaşım gereği tam bir teslimiyetle bulunduğu coğrafyadaki dine
bağlanır ve onun ilkelerine göre bir yaşantı sürer. Bu kişi zorunlu olarak Hristiyan olduğu için
Tanrı onu cezalandırabilir mi? Bu sorunun cevabı elbette hayır olmalı. Çünkü insanın hiçbir iradi
yetisini kullanmadan hareket etmesi, onun uyduğu inançlardan, yaptığı eylemlerden sorumlu
tutulamaması demektir. Bu sebeple bir kişinin en azından dini tercih yapacak kadar akli
yetkinliğini kullanması gerekir.
Fideistler için bir diğer karmaşa da şudur. Bir fideist imani konular için aklın kullanılmasına
karşı çıkar. Ama bizzat kendisi bunu söylerken aklı kullanmış olur. Yani bir fideist daha en baştan
kendi fikrini oluşturabilmek için bile aklı kullanırken başka birisine aklı kullanmadan hareket
etmesini söylemesi ne derece tutarlı bir harekettir. Bu soruna Maturidi de şu şekilde
değinmiştir: Akıl yürütmeyi inkar eden kimsenin elinde onu reddetmek için akıl yürütmekten
başka kanıt yoktu.’’ Fideistlerin daha en baştan böyle bir paradoksun içine düşmeleri, onların
savunduğu diğer fikirlerin ne derece uygulanabilir olduğu sorununu da gündeme getirir.
Hem katı akılcılığı hem de fideizmi incelediğimizde çok uç iki görüşü temsil ettikleri ve birinin
inanç ilişkilerini diğerinin de aklı kabul etmediğini gördük. Aslına bakarsak makul bir insan için
görüşte pek kabul edilebilir değildir. Çünkü ortalama bir insan kesin akli deliller olmadan bir
bilginin doğruluğunu anlayabilir veya bu bilgiler arasında tercih yaparken aklın gerekli
olduğunu bilir. İşte bu yüzden yukarıda bahsettiğimiz yaklaşımın dışında farklı yaklaşımlar da
olmalıdır.

Eleştirel Akılcılık

İlk olarak Karl Popper’da görülen eleştirel akılcılık, katı akılcılık ve fideizmin arasında yer alan
bu görüşü iki tarafı da tercih etmek istemeyenlere üçüncü bir alternatif yol oluşturmuştur. Bu
görüş yapı olarak akılcılığa daha yakın bir yaklaşımda olsa da imani konularda akıl kadar katı bir
tutum sergilememiş, düşük bir olasılık da olsa imani konuların doğru olabileceğini
görüşündedir.27
Dini konuların akli değerlendirmeye tabi tutulması konusunda katı akılcılarla hem fikirken,
köklü öneme sahip meselelerde anlaşmazlık olduğunda, kişinin mevcut inancına bakılmaksızın
bütün şahısları ikna edecek kesin argümanlara gerek olmadığını kabul eder. Bu akımlarla ortak
yönlerinin dışında eleştirel akılcılık, katı akılcılığı eleştirdiği nokta ise akla aşırı güvenmeleri
dolayısıyla aklın yanılabilme ihtimalini ve aklı aşan durumların olabileceği ihtimalini göz ardı
etmeleridir. Bu açıdan eleştirel akılcılar akla daha mütevazi bir şekilde yaklaşmış ve hiçbir
argümanın bir delili komple kabul etmeye veya reddetmeye yeterli olmadığını avunmuşlardır.

27
Eldeniz Rajabov, Karl Popper’in Eleştirel Akılcılığı ve Din Felsefesine Yansımaları (İstanbul: İstanbul
Üniversitesi, Doktora Tezi, 2008).s.42
Fideizmi eleştirdikleri nokta ise dini inanç sistemlerinin ve onların köklü varsayımlarının da
eleştiriye açık olduğu ve akılla desteklenmesi gerektiğini savunurlar.28
Eleştirel akılcılığın önemli isimlerinden olan Stephan Evans eleştirel akılcılık hakkında şunları
söylemiştir. ‘’Şimdi, rasyonel düşünceyi dışladığı için fideizmi, rasyonel düşünceyi
mutlaklaştırdığı için de katı akılcılığı reddetmiş bulunuyoruz. Geriye ne kaldı? Öyle görünüyor
ki her iki görüşün de doğru tarafları vardır. Katı akılcılığı eleştirimiz, fideistin temel
varsayımlarımızın ve tavırlarımızın düşüncemiz üzerinde etkili olduğunu vurgulamakta isabetli
olduğunu gösterdi. Elbette ki, dürüstçe ve kabullerle engellenmemiş eleştirel düşüncenin bizim
taahhütlerimizdeki değerini vurgularken de katı akılcıların fideist karşısında geçerli bir görüşü
vardır. O halde, bağlılıklarla aklı nasıl uzlaştıracağız?
Makul olma kavramını yeniden ele almamız durumunda bu iki görüş, bazan gerilim dolu olsa
da mutlu bir uzlaşmaya eriştirilebilir gibi gözükmektedir. Aklı önyargısız bir düşünme olarak
görmek yerine, taahhütlerimizi yoklama arzusu olarak algıladığımızı varsayalım. Fideist, ön
kabullerden arınmış olmanın imkânsız olduğunu, belki de onun istenen bir şey bile olmadığını
iddia etmekte muhtemelen haklıdır. Fakat ön kabullerimizin eleştiri ve yenilenmeye kapalı
olduğunu düşünmek de doğru değildir. Katı akılcı, ön kabullerimizin rasyonel olarak
değerlendirilmesini ve bunların delil ve argüman ışığında eleştirel olarak ve dürüstçe
düşünülmesini teşvik etmekte muhtemelen haklıdır. Fakat bu değerlendirme sürecinin
tamamen tarafsız bir noktadan, hiçbir kanaati olmayan bir şahsın bulunduğu noktadan,
hareket edebileceğini veya etmesi gerektiğini düşünmek de yanlış olacaktır. Tüm inançlarımızın
esasında şüphe edilebilir olmasına karşın, şüphelerimizi gidermek için bir temel bırakmayacak
şekilde tüm inançlarımızdan şüphe duyamayız.’’29
Evans’ın görüşlerinden hareketle fideizmi ve katı akılcılığı ayrı ayrı yapı olarak ele aldığımızda
kullanılamaz yapılar olduğu sonucuna çıkmaktadır. Bu sebeple bu iki sistemin olumsuz yanlarını
terk ederek yani katı akılcıların salt akıl görüşünü ve fideizmin mutlak iman görüşlerini bir
kenara bırakarak iki oluşumun kalan özelliklerini eleştirel bir şekilde birleştirdiğimizde ortaya
çıkan yapının en makul yöntem olduğunu ve ortalama bir insanın bu şekilde davranması
gerektiği sonucuna varmış oluruz.
Eleştirel akılcılığa yöneltilen eleştirilere geçecek olursak eleştirel akılcılık, dinde kanıtların
ötesine geçen teslimiyetçi bir iman ulaşmayı engellemez mi?30 İmanını sürekli eleştiren ve ona
akli deliller arayan birisi tam anlamıyla iman etmiş olabilir mi? Aklın tam bir kesinliğe
ulaşamayabileceğini veya hata yapabileceğini kabul ettiğimize göre herhangi bir konuda aklın
verilerine nasıl güvenebiliriz?

Tahkiki İmancılık (Eleştirel İmancılık)


Tahkiki imancılık, kişinin doğuştan ailesi ve bulunduğu toplumun etkisiyle toptan kabul ettiği
inanç sistemini, ilerleyen zamanlarda daha sağlam hale getirebilmek için konular üzerinde akli

28
Hasker vd., Din Felsefesi Seçme Metinler.
29
Hasker vd., Din Felsefesi Seçme Metinler.
30
Yaran, Din Felsefesine Giriş.
olarak düşünme ve delile dayandırma sürecidir. Bu düşünce sisteminin eleştirel akılcılıktan farkı
ise kişinin önceden belli bir inanç sistemi içerisinde olmasıdır. Bu da demek oluyor ki kişi akli
delilleri kullanarak belli bir inanç sistemine ve onun doğruluğuna ulaşmaz, baştan kabul ettiği
bu inanç sistemini temellendirmeye çalışır.
Tahkiki imancılık bu açıdan bakıldığında diğer üç yaklaşıma göre daha gerçekçidir. Çünkü biz
şunu biliyoruz ki, hiçbir kimse belli bir toplumun kültüründen ve dini inancından etkilenmeden
ya da en azından bilinçaltında o inanç sistemiyle ilgili bir kanı olmadan yaşayamaz. Bu sebeple
kişi ancak kendi içinde oluşan ve içten içe doğruluğunu ispatlamaya çalıştığı bu inanç sisteminin
peşinden koşar. Bu kişi ister katı akılcılığı savunsun ister eleştirel akılcılığı hiç fark etmez.
Sonuçta hepsi kendi iç dünyalarında oluşan ön kabullere göre hareket etmektedir ve bir insanın
bu ön kabullerden sıyrılıp tam anlamıyla tarafsız ve sıfırdan düşünmeye başlaması neredeyse
imkansız bir durumdur.
Bu açıdan M. İkbal dini hayatı üç döneme ayırmıştır. Dönemlerden ilki iman ikincisi düşünce
ve üçüncüsü de keşf dönemidir. Birinci dönemde kişi toplumda bulunan tüm kuralları
sorgulamadan ve amacını öğrenmeden toptan kabul etmesi durumudur. İkinci dönemde ise
kişi artık toplumdan aldığı kuralları rasyonel bir değerlendirmeden geçirir ve bu kuralları
doğruluğunu ve amacını kavradıktan sonra kabul eder. İşte tahkiki imancılık dediğimiz nokta
burasıdır. Üçüncü nokta yani keşf dönemini ise herkes yaşayamaz. Bu dönemde artık insanlar
kuralların doğruluğunu direkt olarak ilham yoluyla görürler ve mutmain olurlar. Ancak bu
durumu yaşayan insan sayısı çok az düzeyde olduğu için genel bir yapı olarak değerlendirmeye
alıp her kişi için geçerli saymak doğru olmaz.31
Bu nedenle insanların geneli için geçerli sayabileceğimiz tahkiki imancılığa dönecek olursak,
Cafer Sadık Yaran ‘tahkiki imancılık ile eleştirel akılcılığın, birbirini dışta tutan anlayışlar değil,
birbirini tamamlayan görüşlerdir. İstisnai durumlar haricinde, eleştirel akılcı yönteme uygun bir
değerlendirmenin sonu muhtemelen tahkiki imandır; tahkiki imana ulaşma çabasının başı da
muhtemelen eleştirel akılcı yönteme benzer bir araştırmadır.’’32
İmam Maturidi’ye göre ise, sağlam bir inanç için kainattaki mevcut hikmetlerin bilinmesi
gerekir. Çünkü böyle bir düzenin Hikmet’in dışında olması mümkün değildir. Kişi tüm bu
bilgilere akıl yürüterek ulaşır ve bunun sonucunda da imanını sağlamlaştırmış olur.33
Aliya İzzetbegovic’ de gençlik yıllarından itibaren hakikatin peşinden koşmuş, çeşitli
sorgulamalara yönelmiştir. O imanını sağlamlaştırmak için ilimden ve sanattan yararlanmıştır.
O’na göre ilim maddi alemde algılanacak şeyleri açıklarken, sanat kalbe gelen seslerden söz
eder. Bu açıdan ilim insana nihai gerçekliği aktarmada yetersiz kalır. Ancak sanat yoluyla yani
sezgileri sayesinde mutlak hakikate ulaşabileceğini söylemektedir. 34
Gözlemlediğimiz kadarıyla İslam alemi genel olarak Kur’an ışığında tahkiki imancı yaklaşımı
benimsemiş, inançlarını ona göre temellendirmiştir. İslam dini yapısı gereği insanların sürekli

31
Yaran, Din Felsefesine Giriş.
32
Yaran, Din Felsefesine Giriş.
33
Alpyağıl, Klasik ve Modern Metinlerle Din Felsefesi Dersleri İçin Yardımcı Kitap.
34
Ahmet Çapku, “Aliya izzetbegoviç düşüncesinde akıl, İnanç ve Sanat İlişkisi”, Bozok Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi 14 (2018), 45-63.
düşünüp ona göre hareket etmesi gerektiğini vurgulayan bir din olduğu için Müslümanların da
imani konularda eleştirel yaklaşıp bu konuların doğruluğunu ispatlama ve delillendirme
gayretleri normal bir durumdur.
Ancak bu durum her din için geçerli bir şey değildir. Özellikle Hristiyanlık ilkelerine
inanabilmek için bir kişinin aklı tamamen kapı dışında bırakıp tam bir teslimiyetle inanması
gerekir. Bu durumu Tertellianus’un ‘’saçma olduğu için inanıyorum’’ sözü çok iyi açıklamaktadır.
Bir Hristiyan’ın her şeye rağmen Hristiyan kalabilmesini tek yolu inanç içindeki tüm saçmalıkları
görmezden gelip tam bir teslimiyetle inanmasıdır.
Ancak son dönemlerde Kilise gelişen bilime kayıtsız kalamamış ve Papa II. Jean Paul’ ün 14
Eylü 1998 tarihinde yayınladığı ‘Fides et Ratio’ isimli genelgesiyle Hristiyan dünyasının dikkatini
din ve felsefe, iman ile akıl konuları üzerine çekmiş ve bunların tartışılmasının önünü açmıştır.35
Fides et Ratio’in ‘’İnanmak için Aklediyorum’’ bölümünde insanın aklını sadece dünyevi
işlerin dışında imani konularda hakikati aramak için kullanılması gerektiği söylenmektedir.
Hakikat arayışının inanın doğasında olduğunu ve bu arayış sırasında da aklın kullanılmasının
oldukça gerekli olduğunu söylemektedir. İnsanın bu hakikat arama yolculuğunda
Hristiyanlığında insana yardım ettiği ve vahyin hiçbir şekilde akılla çelişmediğini de
söylemektedir.36
Papa Paul kilise papazlarına aklın kullanılması konusunda yetki vermiş, geçmiş dönemde
Hristiyanlık ile felsefenin de çelişmediğini, sadece o dönemlerde fideist yaklaşıma öncelik
verildiğini artık gelişen bilimle aklın ön plana çıkmasıyla da akıl iman ilişkisinin öneminin
arttığını vurgulamıştır.37
Sonuç olarak Hristiyan dünyası son dönemde aklın ön plana çıkmasına kayıtsız kalamamış, her
ne kadar kendi inanç sisteminin kabulü için katı imancı bir yaklaşım gerekse de, kendi inanç
sistemlerinin akılla çelişmediğini ve akıl kullanarak da görüşlerinin temellendirilebileceğini
savunmuşlardır. Hristiyan dünyasının akla önem vermeye başlaması elbette kendi inanç
sistemlerini tehdit etse de muhtemelen son dönemde içlerinde yaşanan kırılmaların önüne
geçeceği düşüncesiyle hareket etmeleri muhtemeldir.

Sonuç
Yaptığımız bu araştırmadan ulaştığımız sonuca göre iman ile akıl arasındaki bağ çok kuvvetli
bir ilişkidedir. Bir insanın aklını kullanmadan kuru bir teslimiyetle hakiki imana ulaşması
mümkün değildir. Bu sebeple daha baştan fideizmi elemiş bulunmaktayız.
Fideizm hiçbir şekilde akli sorgulamaya ve ilahi bilgi içine aklı sokmadığı için insanlara doğruyu
göstermede yetersiz kalmaktadır. Fideist olan bir kişi kabul ettiği değerler hakkında düşünüp

35
Papa Jean Paul, “Papa Jean Paul II, Gerçeği Arayış: Akıl ve İman”, çev. İ. Taşpınar, Milel ve Nihal, (ts.), 144.
36
Papa Jean Paul, “Papa Jean Paul II, Gerçeği Arayış: Akıl ve İman”.
37
Papa Jean Paul, “Papa Jean Paul II, Gerçeği Arayış: Akıl ve İman”.
değerlendirmede bulunmadığı için doğru ve yanlışı ayırt edemez. Bunun dışında dışarıdan
gelecek her türlü saptırmalara ve yanlış yönlendirmelere açık hale gelir. Bu duruma günümüz
bazı tarikat ve cemaat yapılarını örnek verebiliriz. Bazı cemaat mensupları kendilerine sunulan
her bilgiyi sorgulamadan kabul ettikleri için yanlış yönlendirmelere ve bunun sonucunda da
bazı kişilerin aldatmalarına maruz kalmaktadır. Keza Kur’an’ı Kerim’de de Allah insanların
düşünüp akletmelerini dışarıdan gelecek yanlış yönlendirmelere karşı kendilerini korumaları
gerektiğinden bahseder. Allah’ın da Kur’an’da önemine bu kadar değindiği akletme konusu, bir
Müslüman için fideist yaklaşımı büyük oranda saf dışı bırakmaktadır.
Katı akılcı yaklaşımı da ele aldığımızda, bu yaklaşım fideizmin tam zıddı olarak akla çok önem
verir ve bir bilginin akli kanıtlarla makul bir kişiye ispatlanamadığı sürece geçersiz olacağını
söylerler. Katı akılcıların aklı bu derce önemsemesi ve bilgilerin kesin doğruluğunun peşinden
koşması çok güzel bir durum olsa da, onların ancak algılanabilen dünyada kullanılabilecek
yöntemleri ilahi boyuttaki bilgilerin doğruluğunu ispat için kullanması yaptıkları en büyük
hatadır. Bir başka hataları da akla fazla güvenip onun yanılabileceği ihtimalini göz ardı
etmeleridir. Ancak yine de bir kişi salt aklı kullanarak hiçbir ilahi bilgiye başvurmadan Tanrı’nın
varlığı, tek oluşu, kudreti, iradesi gibi sıfatlarına ve onun diğer çeşitli özelliklerine ulaşabilir.
Ancak bu durum için bir insan ömrü gerekebilir. Yine de bu yöntemle ulaşılabileceğini göz ardı
etmemek gerek.
Katı akılcı yaklaşımda katıldığım bir diğer nokta ise bir bilginin makul bir kişi için ispatlanabilme
konusudur. Bu noktayı biraz değiştirmem gerekirse, ilahi bir bilgi en azından makul bir kişi
tarafından kabul edilebilir seviyede olmalıdır.
Sonuç olarak katı akılcı yaklaşım da pek çok sorunu barındırmaktadır ve imani kabuller için
insanlığın azınlık kısmına hitap etmektedir. Ayrıca akla duydukları aşırı güven de onların en zayıf
noktalarıdır. Bu sebeple onun da makul düzeyde kabul edilebilirliği pek mümkün değildir.
Bir diğer yaklaşım olan eleştirel akılcılık ise akla önem veren bir yaklaşım olsa bile aklın
yanılabileceğini ve her zaman salt doğruyu veremeyeceği görüşündedir. Aynı zamanda imanı
toptan reddetmemesi belli bir mantık ve delillendirmelerden sonra imani bilgilerin kabul
edilebileceğini söylemesi bu yaklaşımı daha makul bir zemine oturtmaktadır. Bu nedenle
eleştirel akılcılık hem akli bilgileri öncelemişi hem de imani meselelere önem vermesi
nedeniyle makul bir kişi için oldukça kullanışlı bir yaklaşımdır. Eleştirel akılcılık imani bir bilginin
akılla açıklanamasa bile tutarlı, akılla çelişmeyen ve uygulanabilir olması gibi şartları kapsaması
durumunda kabul edilebileceğini savunur.
Sonuncu yaklaşım olan Tahkik imancılık ise kişinin yaşamı içerisinde kabul ettiği inanç konuları
hakkında daha sonra olgunlaştığı bir çağda üzerine düşünerek o bilgilerin doğruluğunu, en
azından belli bir mantık çerçevesinde kabul edilebilir olduğunun peşine düşmesidir. Bana göre
insanlığın çoğuna hitap eden anlayış budur. Çünkü insanlığın çok büyük bir kısmı doğduğu
ortamın sosyolojik yapısından etkilenir ve zamanla bu yapıyı içselleştirir. Örnek verecek olursak
İslam coğrafyasında doğup büyümüş bir kişi yaşantısında her zaman İslam’ın etkisini
taşıyacaktır. Bu sebeple zihin dünyasında oluşan bu yapıyı reddetmek yerine çoğunlukla baştan
inandığı şeyleri akli olarak delillendirme, sonucunda da iç huzuru yakalamak isteyecektir. Bu
duruma göre bir kişi başta fideist bir yaklaşımla imani konuları kabul etse de ilerleyen
zamanlarda bu konuların üzerine giderek toptan kabulden uzaklaşır. İnanç sistemi içinde baştan
kabul ettiği bilgiler içerisinde eksik, hatalı veya aldatmaya yönelik bir yaklaşım varsa akli
metotları kullanarak bunların üzerine gider ve inancını tam anlamıyla bilinçli bir şekilde yaşamış
olur. C.S. Yaran’ın da dediği gibi tahkiki imancılık bu noktada eleştirel akılcılıkla birleşmektedir
ve bir bütün halinde makul bir kişi için uygulanabilir en iyi bilgiye ulaşma sistemini
oluşturmaktadırlar.

KAYNAKÇA

Alpyağıl, Recep. Klasik ve Modern Metinlerle Din Felsefesi Dersleri İçin Yardımcı Kitap.
İstanbul: İz yayınları, 1. Basım, 2021.
Clifford, William. “İnanç Ahlakı”. çev. Ferit Uslu. Hitit Üniversitesi İ lahiyat Fakültesi Dergisi 9
(2006), 125-136.
Çapku, Ahmet. “Aliya izzetbegoviç düşüncesinde akıl, İnanç ve Sanat İlişkisi”. Bozok
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 14 (2018), 45-63.
Ece, Ahmet - Avcı, mahmut. “Dini epistemoloji’de Akıl Eleştirisi: Soren kierkegaard Örneği”.
Avrasya Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi 7/5 (2020), 363-371.
Hasker, William vd. Din Felsefesi Seçme Metinler. çev. Rahim Acar. İstanbul: Küre yayınları, 1.
Basım, 2013.
İskenderoğlu, Muharrem. “Thomas Aquinas’ta iman, teoloji ve akıl ilişkisi”. DÎVÂN İlmî
Araştırmalar 16 (2004), 209-226.
Papa Jean Paul. “Papa Jean Paul II, Gerçeği Arayış: Akıl ve İman”. çev. İ. Taşpınar. Milel ve
Nihal, 144.
Peterson, Michael vd. Akıl ve İnanç Din Felsefesine Giriş. çev. Rahim Acar. İstanbul: Küre
yayınları, 10. Basım, 2021.
Rajabov, Eldeniz. Karl Popper’in Eleştirel Akılcılığı ve Din Felsefesine Yansımaları. İstanbul:
İstanbul üniversitesi, Doktora Tezi, 2008.
Şener, Habib. “Paul Tillich’te Akıl-İman İlişkisi”. Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi 18/2
(2018), 39-61.
Yaran, Cafer Sadık. Din Felsefesine Giriş. İstanbul: Rağbet yayınları, 3. Basım, 2021.
Yaylı, Gülşen. Willliam Clifford ve Willliam James Bağlamında Dini İnancın Rasyonelliği.
Çorum: Hitit Üniversitesi, Doktora, 2021.

You might also like