You are on page 1of 16

ALBEMUTH Özgür

Basın

BİLİMKURGU - EKİM / 2005


USULCA SANDIĞA KALDIRILAN DEVRİM Rafet ARSLAN

‘yaşamın bir bedeni vardı umut geriyordu yelkenini


ışıl ışıldı uyku düşlerle ve gece
güvenli bakışlardan bir şafak vaadediyordu’
Le Phenix - Paul Eluard
Çok değil, 10-15 sene önce ‘tarihin’, ‘ideolojilerin’, ‘yoksulluğun’ sonu ve yeni küresel bilgi çağının
başlangıcı ilan ediliyordu. Tek yapmamız gereken küresel imparatorluğun önümüzde açtığı yeni geleceğe
hazırlanmaktı
Dediklerini yaptık.. yıl 2005… gezegen dünya… yeni liberalizmin teknolojik devrimi ve küresel pazar
planları gerçekleşti ve hala gerçekleşiyor. Fakat karşılaştığımız, bugüne sızan gelecek profili ise
kapkaranlık.
Bizden ‘devrim’ fikrini usulca evlerimizin en gizli sandıklarına kaldırmamızı ve üstünü iyice
kilitlememizi istemişlerdi, yaptık.. yeni bin yılla her çok daha iyi olacaktı
Bu değişim döneminde sadece ekonomik küreselleşme sağlanmadı. Cyberpunk kurgularda
karşılaştığımız küresel mafya ve diğer suç organizasyonlarıyla tanıştık. Yeniden popülerleşen kölelik ve
insan kaçakçılığı faaliyetlerini gördük. Uzak okyanus sularında yeniden dirilen korsanlık eylemlerine biraz
şaşırdık. Bağdat şehrinin 4-5 yıl arayla havai fişek gösterisi haline çevrilen bombalanışını evlerimizden
izledik.
“1984”, “Cesur Yeni dünya”, “Fahreinheit 451”, “Biz”, “Damızlık Kızın öyküsü”…. Yüzlerce bilimkurgu
eseri anlatmıştı, gelecekte insan türünü bekleyen, kendi kendini kapatacakları hapishaneleri. Foucault’un
hapishanelerin fabrikalara, okullara, kışlalara, hastahanelere ve bütün bunların da hapishanelere artık
benzediği uyarısı da unutuldu. Ama “Panoptikon”’dan korkunç “Gunatanamo” ve “Ebu Garip”’lerle tanıştık.
Gizli toplama kampları ve hayalet esirler artık sadece P.K. Dick gibi adı deliye çıkmış bilimkurgu yazarının
karanlık kabusları değildi.
J.G. Ballard’ın suç üçlemesinin ilk ikisini oluşturan “Kokain Geceleri” ve “Süper-Cannes”
romanlarında sık sık karşımıza çıkan güçlünün, elitin şiddeti uygulaması ve bunu filme çekerek uzun vadeli
bir tüketim ayini haline getirilmesi, Irak yada Afganistan’daki öldürdükleri insanların görüntülerini porno siteye
üye olmak için takas eden ABD askerlerince kısa sürede gerçeğe dönüştürüldü. Tıpkı “Süper-Cannes”
romanın psikopat doktoru Winder Penrose’un ‘bu yeni türde bir pornografidir ve aslında kendileri de zavallı
bir kurban olan suçlular için ‘delilik bir tedavidir’ tespitini doğrularcasına. Bu tedavinin sonuçlarını kameralı
telefonlarla çekilip küresel tüketime sunulan Irak’taki manzaralardan görülebilir. Tüm dünya cinnet nöbetine
girmişken peki devrim nerede? “Hiçbir Yerden Haberle”r, “Demir Ökçe”, “Hukuk Gladyatörü”, “Ekotopya”…
dönüştürülecek geleceğe yönelik Ütopya nerede?
Evet, yaşanan toplu bir cinnet nöbetidir ve suçlu da sadece ulu orta önümüze dikilen bildik failler
değil, tüm insanlıktır. ‘bu böyle giderse varılacak karanlık yer’ bu gün bulunduğumuz yerdir. Ama yeni
milenyumun insanları daha fazla haz, daha fazla tüketim, daha fazla şöhret, daha fazla zenginlik, daha fazla
gençlik peşindeler ve bizlerin bu tip mecralardan yazdığımız metinlerle ya da anlatmaya çabaladığımız
gerçeklerle ilgilenmemektedir.
İşte bu yüzden J.G. Ballard’ın kriminal üçlemesinin son kitabı Milenyum İnsanları’nı yenik doğmaya
mahkum bir devrim öyküsü olarak kurgular. Tıpkı 19.yüzyılın Paris komünü gibi. Ama roller değişmiş
devrimin öncülüğünü yeni proleterya yani orta sınıf almıştır….’yeni bir devrim gerçekleşiyordu; öyle
alçakgönüllü ve iyi huylu bir şeydi ki hemen hemen kimse farkına varmamıştı’ sözleriyle açılan kitap
umursamaz, robotlaşmış kamusal alan karşısında var edilmeye çalışılan yeni bir ütopik çabayı konu alır. Bir
taraftan toplumsal değişim talebinin ayartıcılığı, sistemin her zamanki bastırma tedbirleri ve diğer taraftan
günümüz dünyasında El Kaide tipi grupların sergilediği amaçsız şiddetinin sorgulanması. Ballard son 30
yılda yinelediği gibi soluğunu ensemizde hissettiğimiz bir çok yakın gelecek tablosu oluşturur. Baskıcı
olmayan her ütopya gibi ikircikli ve insan denilen tuhaf şey’in derin iç uzayını kaplayan tüm aydınlık ve
karanlık yönlerini yansıtarak. Roman ‘ama aslında başka bir zamanı düşünüyorum o anda, Chelsea
Marina’nın gerçekten bir vaatler ülkesi olduğu kısacık dönemi; genç bir çocuk doktorunun halkını özgür bir
cumhuriyet, sokak işaretleri olmayan bir şehir, cezaları olmayan olaylar ve gölgesi olmayan bir güneş
yaratmaya ikna ettiği o kıssacık zamanı düşünüyorum’ sözleri ve geleceğe yönelik bir dönüşüm çiçeğinin
filizlenen ilk tomurcuklarıyla biter. Ballard’ın romanını da tıpkı Londra metrosunda patlayan terörist bombalar
gibi hepimizin geleceğine yönelik bir uyarı olarak okunmalıdır. Suçun, acının, şiddetin yada sömürünün
bitmesine yönelik niyetler hipnotik bir bekleyişe yenik düştüğü sürece güneş üzerindeki gölge daha da
artacaktır. Belki de herkesin evlerinin en gizli köşesine tıkıştırdığı sandığı açığa çıkartma ve Pandora’nın
kutusu gibi açma vakti, değişimi…
-2-
BİLİMKURGUCU BANA BAK SENİNLE POLEMİĞE GİRMEK İSTİYORUM
Murat GÖÇ
Bu yazının yazılması olabildiğince geciktirildi bölünmüş, her sınıfın kendi kültürü sanatı olmuş, parası
tarafımdan zira bu yazı ile yapmak istemediğim iki şeye olan ana akım sanatı biçimlendirmiş, zenginleştirmiş,
zemin hazırlayabileceğimi düşünüyordum. Birincisi, hiç olmayan ve parası olanların o kadar parası olmamasını
de olmadığım halde bir bilimkurgu, ve hatta Türkiye de isteyenler de kendilerine göre alttan alta bir kültür sanat
bilimkurgu, uzmanı olarak anlaşılıp bunun üzerinden biçimi geliştirmişlerdir. Bilimkurgu işte bu hiç üste çıkıp
eleştirilmek, ikincisi de yazının içeriğindeki bazı da sevinemeyen misyoner pozisyonlarının mutsuz
noktalar sebebi ile bir tür cenaze merasimi muhatabı olmuştur. Bilimkurgu bir yer altı tecrübesidir,
düzenlediğimin düşünülüp “hayır bilimkurgu ölmedi, yerüstünün gönüllü terki durumudur ki bu öyle kolay
ölemez” nidaları ile karşılanmak. Ama hayır kolay hazmedilecek bir olay değildir, en başta üç beş
hasbelkader bu yazı ile buluşan okuyucu; Brütüs ün de kişiden fazlasını kaldırmaz hemen bölünür sonra yine
-bilimkurgu okusaydı- diyeceği gibi ben buraya bölünür ki çok büyüyüp de yer altından taşmasın, yer
bilimkurguyu gömmeye değil övmeye geldim. üstünün rahatına ve konforuna alışmasın. Ama canım
Ama önce böylesi bir abuklamaya niçin ihtiyaç Türkiyem gibi yer altı ile yerüstünün bir birine karıştığı,
duyuldu onu özetle anlatalım. Bu derginin de sıklıkla göz kırpıştığı ve balkon flörtü yaşadığı hiç
doğmasına sebep İzmir kaynaklı bilimkurgu modern olamadan postmodernleşmiş vatan
oluşumunun temelleri bundan birkaç yıl önce birkaç köşelerinde öncelikle belki bir alt kültür nedir, ne
cidden çok iyi adam tarafından atıldı. Her ayın son değildir onu konuşmak halletmek gerekecektir. Alt
pazarı bin bir zahmet ve çile ile insanlar bir araya geldi kültür olayını ana bana zengin kolej çocuklarına
bilimkurgu okudu ve bilimkurgu tartıştı. Toplantıya bir bırakırsanız, sora maazallah ilk fırsatta kola şenliklerine
şekilde gelip gidenlerin sayısı yüz kusuru buldu, ufacık müsamereci olur, aslında canon dediğimiz olayın bir
kitapçı dükkanında oturacak yerin bulunamadığı fotoğraf makinesi markasından ibaret olduğunu söyler,
toplantılardan son zamanlarda birkaç üyenin bir araya sanatsal üretimin her şeyden önce ve nihayetinde bir
geldiği ufak toplantıcıklara gelindi. Ve bir süre sonra üretim olduğunu ve temel üretim tüketim ilişkilerinden
toplanmanın bir amacının kalmadığı ve bir müddet ara azade olamayacağını unutarak (ve belki de hiç
verilmesi gerektiği konusunda hüzünlü ama sessiz bir duymadığından) fırsat eşitliğinden ve çok çalışarak
uzlaşmaya varıldı. İzmir de olanlar ilk değil, son da kapıları zorlayabileceğinizden bahsetmeye başlar.
olmayacak muhtemelen. Yıllar önce Ankara da benzer Bilimkurgucu, elbette hayal kurar ve soytarı misali
toplantıların olduğunu ve zaman içinde son bulduğunu gerçekliğin yap bozu ve alt üst edimi ile iktidarı zorlar.
biliyoruz. İstanbul da ısrarla toplanan bilimkurgu Ama alt kültürün altta kaldığı sürece kültürlü olacağını
sevenlerin eski heyecanının kalmadığını ve bilir ve bu sebeple de boş hayale karnı toktur,
toplantıların tadının kaçtığını duyuyoruz. Peki nedir o çoğalmayı yayılmayı amaçlamaz, herkesin bilimkurgu
zaman bu veba korkusu, bu fakirleşmenin sebebi, okuyacağı bir gelecek düşlemez, aslına bakarsanız
aman yarabbi yoksa her şeyin sonunun geldiği geç herkes de okumasın ister onun okuduğunu. Çünkü
modern zamanlarda bilimkurgunun da mı sonu geldi küçük harfle kültür dediğimiz şey ne kadar toplumsal bir
demeyelim yazının sonuna kadar sabredelim. varlık gibi görünse de temel de kişiseldir. kültürün
Bu konuda kiminle konuşsanız dertli ama kişisel kişiselliğidir onu kalıcı yapan. Bilimkurgu bu sebeple de
çekişmelerin, uzlaşmazlıkların, amaç birliksizliğinin çok en kişisel kültür ürünüdür ve öyle çok paylaşmaya
az rolü olduğunu düşünüyorum ben bu işlerde. gelmez.
Öncelikle ve en başta şuna inanıyorum, bilimkurgu Çok uzatmadan toparlayalım. Bilimkurgu
yalnız insanların sığınağıdır, bilimkurgu yazan da macerası bu ülkenin isteriz ki uzun soluklu olsun. Çok
okuyan da yalnızdır. Ama öyle böyle bir yalnızlık değil basılsın çok okunsun çok seyredilsin. Ama bilimkurgu
bu, kalabalık arttıkça etrafta, insanın kalbini okuyan da ne okuduğunu bilsin. Biraz terbiyeli olsun
burkarcasına artan bir yalnızlık. Birlik olundukça, bir susanna tamarro ile leo buscaglia ile aynı rafa
araya gelindikçe, insanın sığınmak istediği sıcacık bir koymasın okuduklarını. Herkes gidiyor benim neyim
yalnızlık bu. Gerçek ile uzlaşamayan, gerçek gibi eksik diye matrix kuyruklarına girmesin saatlerce, o
görünenden köşe bucak kaçan bir yalnızlık. Sadece adam kara kostümler içinde niye hırıltılı konuşuyor
kendi kendisi ile paylaşan, paylaştıkça yalnızlığını demesin filmden çıkınca. Bir araya elbette gelsin ama
çoğaltan, yalnızlığı ile çoğalan bir grup huzursuz ruh çok şey beklemesin çünkü bilsin ki mutlu aşk zaten
bilimkurgu okuyanlar. Bu sebeple de bir araya yoktur ve bilimkurgu topluluklarının da rotary
gelmemesi, bir araya gelip de büyüyü bozmaması kulüplerinden bir farkı vardır. Her var olan zaten yok
gerekir hakiki bilimkurgucunun. Yoksa hiçbir bilimkurgu olmak üzere kurulmuştur ve bir zamanlar akil adamların
seven yoktur ki şöyle arkadaşlarla bir pazar piknik söylediği gibi bilimkurgu yok oluşunun ayırtına vardığı
yapalım mangalları getirelim, top getirip maç yapalım derecede var olabilir ancak. Bu sebeple çok yaşasın
diyesi olsun. bilimkurgu ama bilsin ki ölüm yakındır ve birlikte
Sonra bilimkurgu dünyanın neresine paylaşılan her an gözyaşlarının yağmura karıştığı gibi
bakarsanız bir alt kültür meselesidir. Yani zamanında zamana karışacaktır.
türlü türlü ecnebi memleketlerde halk sınıf sınıf
-3-
AKLIN YOLU
Gözde GENÇ
Şu ışın kafesini neden kullanamıyormuşuz bulmasına da, sahneye sabitlemek konusunda
onu anlamadım. Sekiz yüz bin yeni lira ödenekle ışın sahibinden izin alabilir miyiz bilemiyorum? Zor iş.
kafesi yapmayacağız da ne yapacağız, pardon? Belki bir çocuk. Ne dersin dostum, şöyle eciş bücüş
Bak kardeşim, bunlar eni konu teknik bir şey bulabilir miyiz?
meseleler. Olmaz deyince anlamıyorsunuz, Kafes ne olacak kafes? Işın olmaz
fotonikçiyi mi çağırıp anlattırayım şimdi, konuştuk diyorsunuz, içi görünmeyen bir kafes olacaksa boşu
olmuyormuş. boşuna uzaylı aramayalım. Sadece kafes. Kapalı
“Bilişimin parladığı anlar” da mis gibi olmuştu kutu, yani muamma!
ama. Anti-katilin küçülerek sönen ışın kafesiyle
sahnenin ücra uzay köşesine savruluşunda kopan
çığlıklar, şahane bir şeydi. Ne sahneydi ama...
Halogram başka.. Halogram başka. Hani
canlı oyun yapıyorduk, hani tiyatro tarihinin üç yüz
yıldır bu anı bekleyen dondurulmuş ruhunu
uyandırıyorduk. Capcanlı oyuna şimdi halogram mı
sokalım.
Hayır canım, ucuz numaralardan bahseden
kim, gerçeğini yapalım diyorum. O halogram parçası
milleti telef etmişti, gerçeği kimbilir ne yankılar
uyandırır. Değil mi ya?
Olmuyor güzel kardeşim. Gerçeği olamıyor.
Işığı kaynağından salınca az gidip durmuyor işte. Bir
sürü manyetik alanla karşı akımlar yaratmak falan
lazımmış. Elektron bombardımanı altında rol kesecek
kaç oyuncun var senin, şahsen bende bir tane bile
yok.
Bende de yok. Tesla gibi bir tane adamım
olsaydı şimdi, ne devrimler yapardık sahnede...
Geçelim efendim. Tesla yok, ışın kafesi yok. Biz
uzaylıya dönelim. Merkezkaç fikri güzel, oyunun
başından sonuna kadar adamımız tam merkezde
duruyor, olaylar etrafında savruluyor.
Çok özgün. Harikulade. Ya kafes ya uzaylı diyorsan... Ama bize ikisi
Olay akışı belli, uzaylının gezegende ilk de lazım, ikisi de. Başta tabi uzaylı kafeste
belirdiği an, savrulan olaylar, ele geçirilişi, savrulan olmayacak. Sonra, kafese alınmasından sonra,
olaylar, mahkeme ve idam. kendisi nasıl görünecek? Görünmeyebilir, o da bir
İdam demek doğru mu? İdam edilemedi ki. seçenek.
İdam edilemeyişi sırasında savrulan olaylar, Olmaz, insanlar uzaylı görmeye gelecek.
nihayetinde uzaya döndürülüş, kısaca idam Kıyameti koparmak istiyorsan oyunun en canalıcı
deyiverdim. görüntüsünü gözden uzak tutamazsın. Şuna bir bak.
Ha, tamam. Nerden başlıyoruz? Şu idam Gördüm. İğrenç.
kısmı çok zorlayacak. Olayları savurmak yani, Bu üzerindeki derisi mi, giysisi mi?
adamın, pardon uzaylının, öldürülmeye çalışılıp Bilinmiyor. Örnek alınamamış.
öldürülemediği nasıl bir kareografiyle aktarılabilir Bence giysi. Uzaydan çırçıplak gelmiş olamaz
seyirciye, kuramıyorum. ya. Nasıl yapacağız? Bir insana bu kostüm
Kareografi daha sonraki iş. Zaten temada giydirilebilir fakat görüntüsünü benzeteceksek, bir
ciddi boşluklarımız var. Önce onları halletmemiz hayvanı bunun içinde tutamayız.
lazım. Maket kullanılamaz mı? Nasıl olsa
Katılıyorum. En başta uzaylı var. Konseptimiz kımıldamayacak ve konuşmayacak. Sadece duracak.
gereği bunu bir aktöre oynatmalıyız ama gerçeklere Olmaz. Başrol oyuncumuz canlı olmalı.
bağlı kalmak güç tabii bu durumda. Bir hayvana Canlılığı olmazsa asla etkisi olmaz. Orada biri olmalı.
oynatsak? Boyutların gerçekliği açısından diyorum. Çünkü uzaylı oradaydı. O giysinin içinde yaşayan,
Mesela bir şempanze. istenci olan ve kendisine yaklaşan herkesi etkisi
Özel amaçlı hayvanlar koleksiyoncularından altına alan doğaüstü güçleri olan bir şey vardı. Seyirci
tam şempanze olmasa da benzer bir hayvan buluruz varlığını hissetmeli.
-4-
Üzerinde göz olan giysi mi olur? güvenlik görevlileri aniden girsin, orada bir keskinlik
Gözler, tabii bu çok önemli. Gözleri seyirciye yaratmak lazım. Dört taraftan birer panel ile yaklaşıp
vermeliyiz. uzaylıyı kafese alacaklar. Gerçekte kurşun bir
Senin fotonikçi ne diyor? muhafaza kullanılmış. Tam yalıtımlı, altı santim
Diyor ki, fotoğrafta böyle görünüyormuş eninde dökme kurşun levha. Uzaya gönderilişine
çünkü bizim ışık spektrumunda böyle bir dalgaboyu kadar uzaylı bunun içinde kalmış. Yani onu bir daha
yokmuş. Ama halledecek. gören yok. Ama biz onu kapatırsak, en büyük görsel
Nasıl? unsurumuzu kaybetmiş olacağız. O yüzden sembolik
Bize girdap hissi verecek şekilde dönen mor bir kafes kullanalım diyorum. Uzaylı görünsün.
ve siyah bir ışıkoyunu hazırlayacak. Boşluk hissini, Görüntüden öteye geçilebilir. Salona
ürküntüyü yakalayacağız. Güzel, güzel, merak etme. kokusunu verebiliriz.
Halogram olmasın? Hatta sembolik olarak sesini verelim.
Değil. Üzerinde çalışıyor, gerçek olacak. Sesi yok ki?
Yani, aslına benzemeyecek tabii, ama zaten aslının Var. İçsesi var. Fısıltı ve hışırtı şeklinde
neye benzediğini bilen kimse yok, en azından neye insanlara onu hissettirmeliyiz. Şeffaf bir kafese koyar,
benzediğini anlatabilecek durumda olan kimse yok. kapatıldığı anda sahne merkezinde bir kontrast
Bak o önemli. Vurgulamak için çok iyi bir yaratıp gözleri vurgularız, kokuyu ve sesi keseriz.
anlatım bulmamız lazım. Böylece cam kafesin anlamı sembolik olarak dilsiz
Nasıl bir çılgınlık yapalım? anlatım yoluyla yerleştirilmiş olur. Bunun gibi birkaç
canalıcı gösteren bulsak, tiyotroyu kuru dilden
kurtarmanın yolunu bile açabiliriz.
İçses ne anlatacak peki? İçsese kelime
söyletmeden uzaylının çıldırtan mesajını da kitleye
vermenin yolunu bulmak lazım değil mi?
Gürültünün müziği dostum, gıcırtının,
takırtının, hışırtının müziği. Kelimelere ihtiyacımız
yok.
Tabii ki, ama senin gürültün tıpkı korku veren
müzik, gerilimli müzik, tehlike müziği , epik müzik, ve
bunların içeriğini oluşturan her türlü ses gibi
insanların önden koşullandırılmış hafızalarına
konuşacak, ki bu seslerin her türlü kombinasyonu
önceden kelimelerle, son derece kesin anlamlarla
anlamlandırılmış. Uzaylını nasıl bir müzikle
konuşturacaksın da oyunu dilden kurtaracaksın,
buyur yap görelim?
Sırf uzaylıyla olmaz tabii, ama tüm oyuncuları
Bilemiyorum. Bir çeşit travma tabii. Bu güne dilsizleştirirsek bu kaydadeğer bir girişim olur. Burası
kadar kurbanlardan düzelen olmamış. Ama bulgular önemli. Dilsiz bir oyun yapabiliriz ve yapmalıyız.
sahne açısından çok çarpıcı değil. Şöyle bir izlek Ne demek dilsiz? Kelimeleri aşmak
düşünüyorum: Uzaylıya ilk yaklaşan insanlar, dostça konusunda hemfikrim ama dili tümden reddetmekten
bir tavırla, hediyeler ve ikramlarla yaklaşacak, bahsetmiyoruz değil mi?
kadınlar ve çocuklar, ve aile babaları. Sade ve iyi Neden olmasın? Dili tümden reddedelim.
insanlar, burada jestler önemli. Ve hepsi iletişime Sahneyi dokulara, ışığa, şiirsel sessizliğe bırakalım.
girdikleri ilk birkaç dakika içinde değişmeye Hışırtılara ve kendinden geçişlere. Çılgınlığın bakir
başlıyorlar. topraklarına terkedelim.
Bunu yapabiliriz, ağızlar çarpılır, gözler sabit Peki olaylar? Onlar nasıl savrulacak?
bakar, robot adımlarıyla yürürler,o kısım kolay. Olaylar! Olay dediğin nedir ki? Kişilerin ve
Evet bunu sahnede verebiliriz, canlı, neşeli, eşyaların çeşitli kombinasyonlarının bir eksende
hayat dolu insanların zombilere dönüşümü. Olay dizilimi. Sahneyi döndürelim. Soyut değil, somut bir
gerçekte ilk altı saat içinde gerçekleşiyor, oyunun merkezkaç. Ve uzaylı, çılgınlığın kalbi. Sessiz
akışı içinde süreç belirlememiz lazım. Bence bu şiirimiz. Kurtarıcımız! Bunu yapabiliriz değil mi?
bölüm yirmi dakikadan az olursa gerçeklik hissini Sahneyi görüntüleri savuracak hızda döndürecek
kaybedebiliriz, daha uzun olursa seyirciyi para var! Sahnenin çevresini açar, karartılmış zemini
kaybedebiliriz. minder kaplatırız. Heyecandan titriyorum üstad,
Yirmi dakika iyi, dolduracak malzeme var. başdöndürücü bir şey olur.
Sonra sahne ağır ağır, fazla hissedilmeden boşalsın, Ama o zaman asıl amaçtan sapıyoruz. Bu çok
-5-
yoruma açık bir tema olur. metafizik bir vaka olduğunu görmüyorsun! Bu dili
İstediğimiz de bu! aşmak için ilk ve tek fırsatımız. Ve biz bu eşsiz temayı
Cık. İstediğimiz hiç de bu değil. Daha doğrusu cümlelere boğarak bataklığın dibine göndermek
bizden istenen bu değil. İstediğimiz gerçek bir tiyatro. üzereyiz!
Gerçek herkes için aynı olan şeydir, yoruma açık Fakat tematik olarak...
değildir. Zrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr!
Yapma azizim. Gerçek diye bir şey yoktur ki. Bu ne?
Gerçek diye bir şey olmayabilir ama gerçek olduğu Zil. Görevden alındık.
öne sürülen iddialar vardır, şimdi bu dil soyutlaması Ne diyorsun? Ne zili?
her şeyi baştan aşağı değiştiriyor. Ortada şöyle bir Boşalt zili. Projeden alındık. Ödeneğimiz
yadsınamaz gerçek var ki, bir uzaylı bu gezegende düşürüldü.
bizim kanunlarımızla yargılandı ve idama mahkum Nasıl olur?
edildi. Şimdi sessizliğin şiirinin içinde suç nasıl Bal gibi olur. Ya halogramcılara ya
gösterilecek? Kelimeler yoksa bir sanık neyle antropologlara kaptırmışızdır. Ya da kaydadeğer
suçlanabilir? gelişme gösterememişizdir.
Suçlanamaz. Sessizliğin şiirsel akışında Valla düşünüyorum da bu defa kavramsal
delilik alevlendirilebilir, bu bir kriz olur, kaos olur, sakıncalar kapsamında inceleme öngörülmüş bile
oyunun doruk noktasına kadar dönüş ve çılgınlık, olabilir...
birbirine ayak uydururcasına gitgide artar, artar, Ama... Nasıl?
sonunda son hızla dönen sahne bu çılgınlığı savurur. Üzmeyin canınızı üstad. Zaten bizim
Tıpkı üstadın dediği gibi, oyun coşkusal ve aynı toplumumuz bu tür radikal değişimlere hazır değil.
zamanda vebasal bir yokediciliği ve aynı zamanda Evet, oluyor böyle şeyler. Müsadenizle ben
saflaştırıcılığı temsil eder. Kötülük son kertede kaçıyorum, onbeş dakika sonra tema sunumum var.
arınmaya ulaşır, kaotik dönüşün son hızında herşey Endişelenmeyin canım, bu güne kadar incelemeye
savrulur, sahne boşalmış ve bir anlamda kurtarılmış alınan hiçbir kavram resmi olarak sonuçlandırılmadı.
olur, tam bir katarsis! Açık dosyaları üstüste koysak Ay’a asansör tertibatı
Seyircilerin başı döner, fenalık geçirenler bile kurmak gerekmezdi.
olur. Aman tanrım. Derhal Sigma Tauri’ye
Bir kere yaparız, sadece finalde... dönüyorum. Bu gezegende özgür sanat yapılamaz.
Sonrası; sessizlik... Sahne karartılır. Sonsuz Dönemeyecek olursanız haberleşelim üstad,
boşluk. fikirlerinizden etkilenmemek mümkün değil.
Evet, uzaylı artık boşluktadır. İnfaz Ne demek dönemeyecek olursam...
gerçekleşmiş, ve bir anlamda da sonsuza dek Herhangi bir sebeple demek istedim.
gerçekleşememiştir. Bürokratik engeller falan. Yanlış anlamayın.
En büyük kötülüğün ve yutucu boşluğun Nasıl olur canım öyle şey?
temsilcisi ve aynı zamanda kefareti bedeniyle ödeyen Evet efendim, saygılar.
uzaylı, boşluğa karışır. Son derece mistik.
Ve gerçek.
Evet. Her şey böyle oldu gerçekten.
Peki anlaşılacak mı? “Odissea’nın binbirinci
günü”nün akibetine uğramıyalım.
Bir içerik metni dağıtılabilir.
Haydaa! Dilden kurtuluş ne olacak peki?
Teslim bayrağımızı savura savura savaşa gidişimizin
resmidir!
Saçmalıyorsun gene azizim. Şimdi dağa
savaş mı açalım? Dilsizliği öge olarak kullanmaya
karşı değilim ama bu kadar sivri yaklaşımlar bizi
batırır. Baştan beri anlamsız buluyorum bu çabayı
zaten. Dilden kurtuluşumuz yoktur, bundan üçyüz yıl
önce de yoktu, üçyüz yıl sonra da olmayacak.
Anlamıyorsun! Anlamıyorsun çünkü, çok
üzülerek söylemek zorundayım, mankafasın. Bunun
üç yüz yıldır beklediğimiz fırsat olduğunu, nihayet
sanata karşıt salt mantığın en birincil silahının
tahtından indirilmesi için ele geçen en muhteşem
örnek olduğunu, çünkü bunun gerçek ve aynı anda
-6-
Bilimkurgucunun Anlaşılmama Kabusu
Mustafa SUYOLCU

Birçok insan uykusunda kabus görmüştür, bazı talihsiz olanlarımız ise yaşamda kabusla
karşılaşmıştır ister uykuda ister yaşamda olsun kabus rahatsız edici ürkütücü bir deneyimdir. Herhalde
kabusları da derecelendirmek olasıdır ama en iyisini yine de yaşayan yada onla karşı karşıya olan
anlayacaktır.

Uyanınca rüyadaki kabus sona erer ve siz rahatlarsınız, yaşamda karşılaştığımız felaketleri ise
olanaklarımız ölçüsünde atlatmaya veya onla başa çıkmaya çalışarak geçiririz. Hele maddi veya fiziki
zararlarla karşılaştığımızda olağanüstü zorlanır, umutsuzluğa kapılır, hatta intihar etmeyi bile düşünebiliriz.
Bereket ki bu tür kabuslar ender karşımıza çıkmakta. Benim bahsetmek istediğim çok daha basit kolay başa
çıkılır görünen ama diğerlerinden farklı olarak neredeyse yaşam boyu sürebilecek bir kabusla başa çıkmak.

Düşününki bir toplulukta yada aile toplantısında, komşu ziyaretlerinden birinde eş dost oturmuş tatlı
tatlı sohbet etmektesiniz, konular hemen herkesce malum, AB’ ye girecekmiyiz, girsekmi iyi girmesekmi,
genel politika, siyaset, tanıdıklarla ilgili bilgiler yenilikler vb. Buraya kadar herşey iyi sorun yok ancak bir süre
sonra konuşmalar bireylere yönelir ne yapıyorsun, nelerle ilgileniyorsun gibi. Sıkça görüştüğünüz kişiler
zaten sizi tanıyor ilgi odaklarınızı da biliyorlardır ama yeni tanıştığınız yada uzun zaman görmemiş
olduğunuz dostlarda muhakkak vardır ve eğer bilimkurgu gibi birşeyle ilgileniyorsanız o andan itibaren
bitmeyen ve bitmeyecek kabusunuz başlar.

İ lginç ve sıradan yaklaşımlar vardır ve ne deseniz


nedense hiçkise anlamaz yada anlamamak için gayret
gösterir. Örnekle karşılaşacağınız ciddi, yarı ciddi ve hatta
ciddiyetsiz yaftalardan birkaç örnek verelim.
- Valla hiç sorma yakında marslılar onu aramızdan
alacaklar.
- Skati onu birazdan isınlayacak.
- Selam ne var ne yok senin küçük yeşil yaratıklar bugün
piyasaya çıkmadı anlaşılan.
- Sen seversin geçenlerde ........ yazarın bir kitabını okudum
adam kılıç büyücü ne varsa kullanmış ama harika bir bak
istersen.
- Yahu hem bilimkurgucuyum diyorsun hemde UFO lar filan
yok diyorsun anlamadım gitti nasıl oluyor bu.
- Bence en büyük bilimkurgu filmi Star Wars hele son filimler bir harika, sen dersin usta bu daha çok senin
ilgi alanına giriyor.

Ve buna benzer daha nice, belki kötücül belki iyicil ama neredeyse hakaret, küçümseme dolu
yaklaşımlar. İnsanlar belki farkındalar belki değiller ama bilimkurguyu ciddiye alan biri açısından bu
yaklaşımlar böyle görülüyor.

Sakın kabahat sizde kendinizi anlatamıyorsunuz demeyin lütfen. İşte bitmeyen kabus tam burda
başlıyor çünkü. Siz kimbilir kaç kez yaptığınız benzer konuşmalardan birine başlamak zorunda kalıyorsunuz.
Bilimkurgunun kolayca fantezi ile karıştırılabildiğini oysa pek benzemediğini, temelini gerçeklere dayadığını,
geçmişi inceleyip bugünü anlayıp geleceğe göndermeler yapma sanatı olduğunu yüzlerce değişik örnek
vererek anlatırsınız. Diyeceksiniz ki “ E tamam daha ne olsun fırsat bulmuş kendini anlatıyorsun işte”, yok
öyle değil öyle olsaydı kabus değil ütopya olurdu. Bu konuşmalar hemen herzaman ilginç tartişmalar ve
bölünmeler, toparlanma ve kendini anlatma savaşı halini alır. Ve sonunda nedense, UFO ların olduğuna /
olmadığına, küçük yeşil adamların varlığına / yokluğuna, başka dünyalarda hayat olup / olmadığına karar
vermeye çalışan bir grup insanın ortasında derdini bir türlü anlatamayan bir kişi halini alırsınız.

Ve ama bazen, kesinlikle çok ender olarak, kenarda bir yerde birinin sizi müthiş bir ilgiyle dinlediğini
farkedersiniz, içiniz mutlulukla sevinçle dolar birini kazandığınızı hissedersiniz. Müthiş bir zevk duyarsınız.

Ama unutmamak gerek kabus her zaman sizin yanı başınızda varlığını sürdürür...
-7-
Bilimkurgu Haberleri
Yasin BAŞARAN

Yanılmıyorsam ilk önce bir mail grubunda, büyük olasılık da 6.45’inkinde adını duymuştum Orko’nun.
Göz atmak için girdiğimdeyse, ancak 2. sayısına yetişebilmiştim. Evet, aylık fanzin ya da başka bir deyişle
webzin Orko, “Herkes çocuktur” sloganıyla karşılıyor ziyaretçilerini. Sayfanın ortalarına doğru bir yerde de
Efendi Yoda göze çarpıyor elindeki ışın kılıcıyla.

Tasarımı da oldukça sade. Bir broşür şeklinde; sayfanın tümünü değil de, sadece sol tarafını
kaplamakta. Sağdaki geniş alandaysa bir Superman logosu. Tasarımdaki garip bir nokta; yazıların belirli
kategorilere ayrılmamış olması. Yazıların linkleri sağa sola fırlatılmış duruyor; mesela, ilk sayfadaki
hikayeleri okumak için tekrar ilk sayfaya dönmek zorundasınız. Ya da aşağıda bahsedeceğim H.G.Wells
makalesinin linkini de ancak Ünsal Oskay’ın yazısına tıkladıktan sonra görebiliyorsunuz.

Bu 2. sayıda, birkaç makale ve birkaç da hikaye bulunmakta. Ünsal Oskay’ın daha önce Çağdaş
Fantazya Derneği’nce yayınlanmış Yıldız Savaşları’nın Dünyamıza Bakışı adlı makalesi de bunlardan biri.
Eleştirisini öncelikle Star Wars filmlerine karşı gerçekleştiren, Oskay, yazısının sonlarına doğru hem eleştiri
dozajını arttırıyor, hem de eleştirisinin çapını yavaşça tüm bilim kurgu alanına doğru genişletiyor. Ömer
Alanka’nın Corto Maltese üzerine yazısı Existentialist Yalnızlığın Düşsel Dışavurumu: Corto Maltese,
Mehmet "spidey" Fatih’ten Duygusal Robotlar Işığında İnsan, Ozan Toptaş’tan Büyü Yapım Türlerı Üzerıne
Birkaç Kelam da bu sayıdaki diğer makaleler. Ayrıca, Baskan ‘kurgu-bilim’ serisinden bir kitap olan H. G.
Wells imzalı Dünyalar Savaşı (The War of the Worlds) kitabının girişinde yer alan, H. G. Wells üzerine
bir yazıya da ulaşılabiliyor.

Çoğunlukla Kayıp Dünya’da yayınladığı hikayeleriyle internetin tanınan bilim kurgu yazarlarından biri
haline gelmiş Mehmet Emin Arı’dan bilgisayar virüsleri, dolayısıyla yapay zeka üzerine bir hikaye; Bul Beni
Bebek, Ozan Toptaş’tan 2012, Teloskrizos’dan yine duygusal bir sanal alem çalışması Meyilsiz E-mail,
Erkan “Scorpion” Bayol’dan Keman ve Geçmişe Açılan Pencere bu sayıda ulaşabileceğiniz hikayeler.
Hikayelerden Bul Beni Bebek’in akıcı anlatımı, ve okuyucuya vermeyi başardığı merak duygusuyla hikayeler
arasında öne çıktığı açık. Son olarak, Orko’da yazmak isterseniz editor@orko.org ‘a danışabileceğinizi
hatırlatalım.

Orko, Superman’den, Master Yoda’dan ve de Orko’nun ta kendisinden aldığı destekle ziyaretçilerini


selamlayan, hayal edenlerin ve hayal etmeyi sevenlerin kayıtsız kalmaması gereken bir mekan…

http://www.orko.org

A Sound of Thunder: Bradbury’nin aynı adlı hikayesi daha


önce de, geçen sene izlediğimiz The Butterfly Effect
(Kelebek Etkisi) adlı filme esin kaynaklığı etmişti. Bu seferde,
daha önceleri Clarke yazdığı 2010, ve Van Damme’lı
Timecop olmak üzere iki bilimkurgu filmine imza atmış Peter
Hyams yönetmenliğinde hikayenin kendisi uyarlanıyor.
Gelecekte, Time Safari Inc. adında bir şirket, zaman
makinesi ayarındaki bir bilgisayarı aracılığıyla, insanlara,
prehistorik döneme gitme ve (tarihin akışını değiştirmemek
için) halihazırda ölmek üzere olan çeşitli dinazorları
öldürerek bir nevi “canlı oyun” oynama şansı tanımaktadır.
Fakat, oyundakilerden biri bir kelebeği öldürünce, gelecekteki insan ırkı yokolma tehlikesiyle karşı karşıya
kalır (adı üzerinde; kelebek etkisi). Bunu engellemek için de bir grup uzman tekrar geçmişe yollanır.
Oyuncular; Edward Burns, Ben Kingsley ve Catherine McCormack. Vizyon tarihi belirsiz.
-8-
Minority Report (Azınlık Raporu) ve Paycheck’in (Hesaplaşma) ardından iki tane daha Dick uyarlaması
geliyor.
A Scanner Darkly: Artık (maalesef ?) Hollywood'un senaryo
madeni haline gelen Dick'in iki kitabı daha yapım
aşamasında. Ülkemizde 6.45 tarafından, Karanlığı Tanımak
adıyla yayınlanmış Dick’in aynı adlı kitabından uyarlanan A
Scanner Darkly’nin çekimleri devam etmekte. Yönetmense
Waking Life, Before Sunset ve Before Sunrise'dan tanığımız
Richard Linklater. Filmde yönetmenin daha önce Waking
Life’ta da uyguladığı, oyuncuların performanslarıyla elde
edilmiş video görüntülerinin tek tek boyanmasıyla
(rotoscoping)
elde edilen
görüntüler kullanılmakta, örnek olarak Reeves ve Ryder’ın
bu şekilde üretilmiş fotoğraflarına bir göz atabilirsiniz. Çift
hayata sahip narkotik polisini Keanu Reeves canlandırırken,
diğer rollerde Winona Ryder, Woody Harrelson ve Robert
Downey Jr.’ı görüyoruz. Senaryo ise yönetmenin kendisine
ait. Daha önce hınzır senarist Charlie Kaufman da bu film
için bir senaryo hazırlamış, fakat proje el değiştirdikten sonra
yönetmen Linklater’ın yazdığı senaryo kullanılmış. Film
2006’da vizyonda.
Next: Diğer uyarlama da kendisinin The Golden Man adlı öyküsünden yapılmakta ve ismi için de Next uygun
görülmüş. Along Came a Spider (Örümceğin Maskesi), şimdilik son Bond filmi Die Another Day (Başka Gün
Öl) ve xXx: State of the Union’ı yönetmiş Lee Tamahori filmi yönetmesi için seçilen isim, ki bu da bizce
şimdiden filmin geleceğinden ya da Dick’in hikayesindeki özgün konuya ve temaya ne kadar sadık
olacağından şüphelenmemiz için yeterli. Filmde, geleceği görebilen ve onu istediği şekilde değiştirebilen bir
adamın (Nicolas Cage) bir hükümet kuruluşundan kaçışı ve bu sırada ileride çocuğunun annesi olduğunu
gördüğü bir kadının (Juliette Lewis) aşkını kazanmaya çalışması anlatılıyor. Büyük ihtimalle (aksiyon
anlamında) Paycheck ayarında bir filmle karşılacağız, gerisi ise meçhul. 2006’da.
The Hitchhiker's Guide to the Galaxy: Douglas Adams’ın ülkemizde önce
Sarmal, sonra da Kabalcı tarafından, Otostopçu’nun Galaksi Rehberi adıyla
yayınlanan ve iyi bilinen kitabı, 2005 yapımı bir uyarlamada karşımıza çıkıyor.
Film, bu filmden önce sadece video klipler yönetmiş Garth Jennings’in ilk uzun
metrajLı (yine şüphe, yine şüphe…). Sam Rockwell, Zaphod Beeblebrox’ı, Bill
Nighy, Slartibartfast’i ve John Malkovich de Humma Kavula’yı oynuyor, Alan
Rickman ise paranoid android Marvin’i seslendiriyor.

Birçok roman uyralamasında karşılaştığımız romanın anlatabildiklerine karşı


filmin eksiklikleri, teknolojinin sunduğu görsel efektlerle kapatılmaya çalışılmış.
Herşeye rağmen film özellikle Douglas Adams okurlarının görmekten zevk
alacakları, keyifle izleyip eğlenecekleri bir seyirlik.

Son olarak Kabalcı yayınevi tek tek bastığı seriyi tek bir ciltte toplayarak okurlara
bir bütün halinde sunmuştur.

VE BİR GÜLÜMSEYİŞ
Hiçbir zaman tam karanlık değil gece
Çünkü vardır söylüyorum işte işte mühür
basıp onaylıyorum.
Her acının ucunda, her elemin
Açık bir pencere vardır
Doyum bekleyen bir arzu, doyum
bekleyen bir açlık
Cömert bir yürek vardır
Uzanmış bir el, açılmış bir el
PAUL ELUARD
-9-
ÖZÜR DİLERİM, SANIRIM BEN ARADIĞINIZ KİŞİ DEĞİLİM
Murat GÖÇ
Usulca kapattı sanal sohbet hologramını ve süreden beri giyilmediği belli olan ve aslına
bir süre holografik sohbet arkadaşlarının birer birer bakarsanız biraz da komik duran bir takım elbise
boşalttığı odanın gerçek nesnelerle dolu gerçek vardı. Adam da kendisi gibi garip bir şekilde gözlerini
görüntüsüne alışmak için gözlerini kırpmadan kırpıyor, sanki görünenin çok ötesindeki bir boşluğa
bekledi. Yavaşça döndü oturduğu (ya da uzandığı mı amaçsızca bakıyordu. Belli ki yıllarca sadece
demeli) koltukta ve neredeyse hiç hareket hologram görmekten yorulan gözler şimdi kendilerini
etmiyormuş gibi dingin bir şekilde kapıya doğru baktı. gerçek bir insanın görüntüsüne alıştırmaya
“Daha yavaş hareket etmeliyim” diye düşündü, çalışıyorlardı.
“yoksa kalbim yerinden fırlayacak. Daha sakin
olmalıyım, ve kalbim de deli gibi çarpmaktan
vazgeçmeli. Kapı çalıyor. Ne yapacağım şimdi ben?”.
Kapının çalması, hele içinde insan bulunan bir
evin kapısının çalması belki siz okura son derece
doğal gelecektir, ancak bundan yıllarca önce, isadan
sonra 2031. ve Büyük Yıkım’dan sonraki 27. yılda,
yani henüz serpintinin insanları evlerine hapsettiği
zamanlarda, bir evin kapısının çalması ancak
dehşetengiz simülasyonlarda yer alabilecek
derecede inanılmaz bir olaydı. O yıllarda herkes
yalnız yaşar, yalnız yer, yalnız uyurdu. Hükümet
insanların sebebi ne olursa olsun evden çıkışını
yasaklamış, savaş sonrası radyasyonundan
korunmak için panjurların kapatılmasını ve internet
ağının sürekli açık tutulmasını emretmişti. Tüm
ihtiyaçlar pnömatik sistemler sayesinde evlere
gönderiliyor, karşılığı insanların internet ağı
üzerinden yaptıkları işlerle kazandıkları kredilerden
düşülüyordu. Tüm insani ilişkilere, yakınlarla iletişim,
romantik akşam yemekleri, okul arkadaşları ile
kaçamaklar ve sekse internet ağı ile bulabileceğiniz
holografik simülasyonlar vasıtası ile ulaşılabiliyordu.
İşte o zamanlarda, Büyük Yıkım başladığında
henüz anne babası ile yaşayan ve öldükleri günden “Merhaba” dedi adam tutuk bir şekilde. “kaç
bu yana henüz hiçbir gerçek insan görmemiş ve gündür evlerin kapılarını çalıp durduğumu söylesem
duymamış olan kahramanımız dehşet içinde kapıya inanmazsın”. Hala inanamıyordu olanlara zaten,
bakıyordu. En ufak bir ses çıkarsa yada nefes alsa karşısında kendisi gibi konuşan, terleyen,
kapıdan bir el uzanıp onu kaçamadan heyecandan ve belki de korkudan titreyen birisi vardı.
yakalayacakmış gibi öylece hareketsiz kendini Hologram değil, yazılım değil, kurgu değil gerçek bir
ölümcül korkunun insanı varlığından endişeye sokan insan, ne söyleyeceği, ne düşüneceği, ne yapacağı
ellerine bırakmıştı. Ne yapacağını yada daha önceden belli olmayan tekinsiz bir varlık.
yapabileceğini bilmiyordu, sadece belirli belirsiz sesin “Muhtemelen benim gerçek olup olmadığımı
dinmesini ve kapıyı çalan her kim ya da her ne ise bir merak ediyorsun” diye devam etti karşıdaki. “Haklısın
an önce vazgeçmesini diliyordu. Ama kapı tekdüze da aslında. Bu öteki simülasyon yazılımlardan birisi
bir ısrarla çalmaya devam etti. Sonunda, içindeki ya da bir rüya olabilir. Gerçekten sorulması gereken
insancıl tarafın yok oluşa götüren merakı hayvani soru şu an yazılımı kimin kullandığı veya kimin
tarafının hayatta kalma üzere kurulu endişe ve rüyasında olduğumuz belki de. Sence fark eder mi?”
korkusunu yenmeyi başardı. Kalktı yerinden Yanıt alamayınca kendisi cevabını verdi. “Aslında
ve yıllarca kullanılmadığı için artık neredeyse duvara benim için fark etmez de. Bunu bilemeyecek kadar
sabitlenen kapının kilidini zorlukla çevirdi. Kapıyı çok uzakta kaldı gerçek”.
açarken çıldıracak gibiydi, bir taraftan hemen o anda İçeriye gir demek istedi ama diyemedi. Diğeri
yok olmak istiyor, diğer taraftan göreceği şeyin de hiçbir hamle yapmıyordu aslında içeri girmek için.
merakı ile içi içine sığmıyordu. Kapıyı açtı, geriye İkisi de bu kadar yıldan sonra canlı birisini görmenin
çekildi ve dezenfektan spreyin yarattığı dumanın şaşkınlığı ve ne yapacağını bilememezliğin verdiği
dağılmasını bekledi biraz. Şimdi dumanların arasında donuklukla öylece duruyorlardı.
30lu yaşlarda bir adam duruyordu, üzerinde çok uzun “Günlerden beri evimin dışındayım” diye
- 10 -
ısrarla konuştu kapıdaki. “Bunun nasıl bir duygu çekmece yığınlarını andırıyor. Dışarıda bir yerde
olduğunu asla bilemezsin. Serpinti olduğunu ya da mutlaka öldü sanılıp da morga konan bir sürü insan
kaldığını hiç sanmıyorum. Eğer hükümetin her gün var. Haydi gel ve bu dünyanın yeni Adem ve
söylediği gibi olsaydı ne ben ne de yolda, orada Havvaları olmamıza izin ver”.
burada gördüğüm hayvanlar canlı kalabilirdi. Beri Bir an durdu ve düşündü. Hakikaten de cazip
yandan artık ben bir hükümetin varlığından bile olabilirdi dışarıda olma fikri. “Ama” diye düşündü yine.
şüphe ediyorum. Günlerden beri açık bir şekilde “Dışarıda keşfedecek ne var ki”. Evinde bir uydu seti,
kanunları çiğniyorum, dışarıdayım, önüme gelenin sürekli internet bağlantısı, istediği an tüm ihtiyaçlarını
kapısını çalıyorum ama hiç kimse gelip de bana görebileceği bir simülasyon arşivi ve hiç uğraşmadan
müdahale etmedi. Belki de, olur ya, hükümet bile yiyeceğini, giysilerini ve hatta gazeteyi ayağına
kendinin gereksizliğini anlamış ve her şeyi otomatik getiren bir havalandırma sistemi vardı. Dünyaya
bir sisteme, kendi kendine işleyen bir yazılıma gitmesine ve onu yeniden keşfetmesine gerek yoktu
devretmiştir. Bu kadar yazılımı zaten olsa olsa başka çünkü dünya zaten oradaydı, tüm hayatını geçirdiği
bir yazılım bir arada tutabilir bana sorarsan”. 20 metre karelik odasındaydı. Ve güvenliydi,
kapıdakine morg çekmecesi kadar soğuk gelen ona
ama rahmi kadar sıcak geliyordu. Başta hayvani
endişelerine üstün gelen insani merak yerini hayvani
güvenlik duygusuna bırakmıştı yine. “Hayatta
kalmalıyım” dedi kendi kendine derinlerde bir yerden.
“sadece evimde iken güvenliyim. Başkaları benim
ölümüm olabilir ancak. Evim bana bunu sağlıyor.
Sonsuza kadar mutlu ve güvende olabileceğim bir
hayat.” Ve ilk kez, kapıyı açtığı ve davetsiz misafirini
gördüğü ilk andan itibaren ilk kez ağzını açtı ve biraz
da ürkekçe “Özür dilerim” dedi. “Sanırım ben
aradığınız kişi değilim.”

Öyle çok konuşuyordu ki adam artık rahatsız


bile olmaya başladığını düşündü. Birden bu komik
geldi çünkü uzun yıllardan sonra ilk defa gerçek bir
insan görüyordu ve o anda bile sessizliği ve yalnızlığı
özlediğini hissetti. Bu bir sohbet ya da toplantı
simülasyonı olsa tüm katılımcıları yazılımın
içerisinden seçebilir ve böylece bu sabah kapısına GÖZLE GÖRÜLEBİLEN BEŞİNCİ ŞİİR
dayanan gevezeler gibi sürprizlere karşı hazırlıklı ……………………………………..
olurdun. “İnsanoğlu” diye düşündü kendi kendine ve Hesabını veriyorum yaşamanın
son derece içinden. “ne kadar da rahatsız edici Hesabını veriyorum bugünün
olabiliyor bazen. Belki de yazılım işi o kadar da kötü Ve yarının
değil. Belki de gerçekten başkalarına ihtiyacımız yok Sınır ve sınırsızlık üstüne
varolmak için ve istediğin her şeyi tasarlayabildiğin ve Ateş üstüne duman üstüne
istemediklerini sonsuza kadar unutabildiğin bir dünya Akıllılık üstüne delilik üstüne
ancak bu şekilde mümkün olabiliyor. Belki de Ölüme inat daha az gerçek olan yeryüzüne inat
karşımdakinin distopya dediği benim ütopyam.” Ölümün sayısız görüntüsü üstüne
“Haydi ne duruyorsun” diye böldü Yeryüzündeyim ve her şey benimle yeryüzünde
düşüncelerini kapıdaki heyecanla. “Sen de gel Yıldızlar gözlerimin içinde ve ben gizemler
dışarıya. Birlikte gezelim ve keşfedelim bu cesur yeni yaratıyorum
dünyayı. Kim bilir bizim gibi kimler var bu dünyada Alabildiğince yeryüzünün
öylece birilerinin kapılarını çalmasını bekleyen. Belleğin umudun sınırları değildir gizemler
Biliyor musun neyi fark ettim. Dışarıdan bakınca Kurar ama bugünün yarının yaşamını.
yaşadığımız bu binalar morgda ölülerin yattığı Paul Eluard
- 11 -
OKAT Uzay Serisi
Mustafa SUYOLCU
Uzayda Büyük Siçrayış: Büyük bir şirket yıldızlararası yolculuk üzerine
yaptığı çalışmalar sonucu, bir uzay gemisini uzaya göndermiştir. Daha
önce yapılmaya çalışılan yolculukların aksine bu gemii yolculuğu
tamamlayarak dünyaya geri dönmeyi başarır, ancak mürettebattan
sadece biri geri dönebilmiştir ve o da yaşamla yaşam arasında sıkışıp
kalmış bir durumdadır. Romanın ahramanı Commy’nin bir arkadaşı da
bu mürettebat içinde yolculuğa katılmış ancak geri gelmemiştir. Geri
gelen mürettebat ile iletişimi de sadece Commy kurmuştur. Şirket
değerli madenlerin olduğu anlaşılan bu gezegene yeni bir sefer
düzenleyecektir. Commy’ de bu sefere katılır. Ulaşılan gezegen ilk
bakışta bir cennet gibidir ve Commy de arkadaşını burda bulur ancak
arkadaşı neredeyse kendini bile tanımayacak bir bilinç
gösterebilmektedir. Tamamen farklı bir gücün etkisi altındadır, bilincini
kazanmaya başladığı bir sırada herkesin ordan gitmesi uyarısında
bulunur, ancak değerli madenleri elde etmekte kararlı olan şirket bu
uyarıya kulak vermez. Bunun sonucunda çok az bir mürettebat ve
kahramanımız güç şartlarda dünyaya geri dönmeyi başarark hayatını

kurtarır. Romandaki tek ilginç şey geminin ışıktan hızlı yol almasını sağlayan “Sürvites” kavramını getirmesi
ve alışılmadık kapalı dar bir ortamda, üzerinde durmadan, insan psikolojisine değinmesi.
Uzayda İsyan: Dünya henüz uzayda yolculuk yapma teknolojisine sahip
değildir ancak dünyalılar farkınsda olmadan yabancı bir ırk tarafından
ziyaret edilmektedirler. Bu ziyaretlerden birinde uzaylılar bir dünyalıyı
kendilerinden biri sanarak onla iletişim kurarlar, çevreindeki insanlardan
oldukça farklı bir yapıda olan kahramanımız bir test pilotudur. Kendine
çok benzettiği bu insanlarla olan karşılaşması onu çok meraklandırır ve
onları takip eder. Sonuçta dev bir uzay gemisiyle karşılaşır ve bu
insanların isteksiz davetlisi olarak gemiye alınır ancak soruno kadar
basit değildir uzayda yüksek hızlarda seyahat edilebilmesi için vucudun
olağanüstü hızların oluşturduğu basınca dayanabilmesi gerekmektedir
ve bu kaybolmuş ve özellikle de yasaklanmış bir teknoloji ile mümkün
olabilmektedir. Kahramanımız bu teknoloji ile geliştirilmiş bir soydan
gelmektedir ve yolculuğu başarır. Romanın sonrasında binlerce yıl önce
kaybolmuş bu teknolojini aranması ortaya çıkarılması ve tüm evrtene
yayılmasının öyküsü anlatılmaktadır. Çok yaratıcı olmayan dünya ve
uygarlık tasarımlarına karşı akıcı ve kolay okunan bir roman.

Robot X-81: Güneş sisteminin uçlarına kadar gelen insanlık, artık yeni
dünyalar keşfetmek üzere derin uzaya açılmaya çalışmaktadır. Bunun
için Pluto gezegeninde bir üs kurmuş ve burda yeni bir uzay gemisi ve
bunu yönetecek yeni bir robot üzerinde çalışmaktadır. Ancak bu
gelişmelerden hoşnut olmayan yabancı bir ırk vardır ve bu ırk insanların
uzaya açılmasına engel olmaya çalışmaktadır. Olağanüstü bir beyin
gücüne sahip olan u ırkı insanlık durdurma yetisinden uzaktır ve
neredeyse korumasız bir haldedir. İnsanlara o ırka ait bir kişi yardım
etmektedir. Gerek uzay gemisinin gerekse robotun tasarımları da zaten
bu kişiye aittir. Üstün bir beyin gücüne sahip olan bu kişiyi de durdurmak
çok zordur ancak yabancı ırk elektronik bir araç yardımıyla kendi gücünü
arttırarak saldırıya geçmek üzereyken benzer bir güçle donatılmış olan
robot harekete geçerek yabancı ırkı durdurur ve insanlığın uzaya açılma
yolunudaki bu engeli ortadan kaldırır. Yapay zekanın, özgür irade
kullanarak taraf tutmasını anlatan bu roman bu özelliğiyle gerçekten
dikkat çekiyor.

- 12 -
Maymunlar Gezegeni: Seyahat ettikleri uzay gemisinin zorlu bir iniş
yapmasıyla başlayan macera, geldikleri gezegenin maymunlar
tarafından yöntildiği gerçeğiyle karşılaşan kahramanlarımızı şok
etmiştir. Yaşadıkları birçok zorlumaceradan sonra indikleri gezegenin
dünya oduğunu öğrenmeleri ise bu şoku daha da artırmıştır. Roman
zekanın tanımlanmasındaki güçlüğü ele alıp oldukça ilginç bir tezi
işlemektedir. Maymunların insanları taklit ederek oluşturdukları toplum
ve insanların bu toplum içindeki zeka yoksunu varlıkları, günümüz
insanının da uygarlığını başka bir uygarlıktan taklit ederek aldığı savını
anıştırmaktadır. Yazar zekanın kırlıganlığı üzerinde durmakta ve buna
dayalı olarak kurduğumuz uygarlığımızın kolayca kaybolabileceğini
hatırlatmaktadır. İnsan uygarlığının üzerine onu taklt ederek maymunlar
tarafından kurulan uygarlık çok renkli bir biçimde betimlenmiştir. Bu
özellikleriyle Bilimkurgu okuru tarafından çok beğenilen bu romanın
fimleri de yapılmıştır. 1968 ile 1973 yılları arasında romana sdayalı 5 film
yapılmıştır. 2001 yılında ise ilk romana dayanan bir yeniden çevrim
gösterime girmiştir.

Kan Damarlarında Yolculuk: Ülkesinden kaçarak Amerika’ya


iltica eden bilim adamı, bir suikasta uğrayarak ağır biçimde
yaralanır. Beyindeki bir kan pıhtısı hayatını tehdit etmektedir. Yeni
geliştirilen bir küçültme aygıtı yardımıyla bilim adamının beynine
giderek bu kan pıhtısı yok edilecektir. Bir denizaltı ve mürettebatı
küçültülerek vücuda konur. Bu andan sonra yazarın bir iç uzay
olarak ortaya koyduğu insan vücudunu, damarlarda yolculuk
yaparak bize çok canlı ve güçlü betimlemelerle tanıtmasını
okuyoruz. Romanın akışı içinde vucudun çeşitli fonksiyonları
bunların çalışma biçimi ve etkileri etkileyici biçimde ve bir komplo
kurgusu içinde aktarılmakta. Kahramanlarımız çeşitli sabotaj
girişimleri ile başa çıkarak ameliyatı gerçekleştirir ve komplocuyu
da ortaya çıkararak roman sona erer. I. Asimov’un hem yazar hem
de bilimci yönlerinin net biçimde ortaya konduğu sürekleyici bir
biyoloji dersi akışındaki roman sinemacıların da oldukça ilgisini
çekmiş ve romana dayalı filmler yapılmıştır

Yaratılan Dünya: Bilinmeyenin gelişi, genetik, var olan uygarlığı


koruma çabası, çaresizlik ve buna bağlı olarak umutsuzluk, hala
umudu olanların savaşı. Tüm bunları bu kitabta ve olağanüstü bir
kurguyla bulabilirsiniz. P.K.D in kısa ama olağanüstü romanı bir yıl
sonrayı görebilen korkmuş bir yeteneği, bir başka dünyanın doğal
şartlarına uyabilecek genetik değiştirme yoluyla oluşturulmuş
insansıları ve tüm bu karmaşa içinde sıradan ve sıradan olmayan
insanların ilişkilerini anlatıyor. Uzaydan dünyaya düşen ne olduğu
tam anlaşılamayan cisimler tüm dünyayı paniğe sürüklemiştir.
Gizli servis paniğin yayılmasına engel olmaya çalışmakta ve bilim
adamları da geelcek dünyanın umudunu taşıyan projelerini
yaşama geçirmeye çalışmaktadırlar. Tüm bu karmaşa içinde
kahramanlarımız hem dünyayı hem de projeyi korumak için
ellerinden gelen her çabayı göstermektedirler. Ancak çabalr tam
bir başarıyla sona ermez bazı şeyler korunmuş bazılarıysa yok
olmuştur ancak insanlık için yeni bir gelecek yolu açık
tutulabilmiştir.
- 13 -
Fatem Alışveriş Merkezinde İndirim Günü
Rafet ARSLAN
Çok büyük bir fırsattı. Kalabalık, Çaktırmadan ardındaki kalabalığa bakıp, haince
hipermarketin önünü kapamıştı. Dışarıdaki sırıttı.
dondurucu soğuğa rağmen, kitlenin dağılmaya niyeti
yoktu. Hemen arabalardan birinin direksiyonuna
geçerek hızla reyonlara daldı. Rakip arabaların
Ahmet Kırçal, kalabalığa karışmasına muhalefetiyle hızı kesilince, önündeki kalabalığın
rağmen, daha içeri girmeyi başaran şanslı yurttaşlar duyabileceği bir sesle “girişe yeni konan %50 indirimli
arasına katılamamıştı. Sağ taraftaki yaşlı çiftin ürünleri gördünüz mü?” diye bağırdı. Bir grup insan
bulunduğu yönde zinciri kıracak küçük bir boşluk girişe doğru şiddetli bir hamle yaptı. “Yine başarılısın
olabileceğini düşünüp, yüklendi. Kıpırdatamamıştı. oğlum” diyerek kendinle gururlandı.Açtığı boşluktan
Yaşlı çift kol kola girip sağlam bir barikat seri hareketlerle ilerleyerek reyonlara ulaştı.
oluşturmuştu. Adamın, kalkan bastonundan
kurtulmak için süratle geri kaçtı. Yılbaşı indiriminden İndirim oranına göre, arabayı telaşla
faydalanma şansı azalan Ahmet, stresölçerine baktı. doldurmaya başladı. Az sonra önünde düğümlenen
İbre 92’yi gösteriyordu. Acilen yaratıcı bir yöntem kalabalığa yaklaşırken, sol taraftaki açıklıktan da et
geliştirmeliydi. %35’lere varan bu indirim şansını reyonunu görmeye çalıştı. Paket piliçlerden sadece
kaçıramazdı. ”Fatem İndirim Günleri” başlayalı bir tane kaldığını üzüntüyle gördü. Aynı anda hemen
gediklisi olmuştu. Her Türk girişimcisi gibi, yanı başındaki bir gencin de kalan pilici kestiğini
yaratıcılığıyla övünen Ahmet, alışveriş merkezinin farkına varıp, hırsla öne atıldı. Ahmet’ in atağını
aşağısındaki parka yöneldi. Bankların altlarını, gören genç de gaza bastı.Yarış başlamıştı.
ağaçların diplerini taradı. Az ilerdeki bir çöp
tenekesinde bulduğu, uzun tahta parçasıyla amaçsı Önündeki meşrubat rafına bir dirsek savuran
görünen çabası, bir anlama büründü. Oyununda Ahmet rakibinin önüne birkaç kutu düşürdü. Gencinin
gerekli olacak diğer unsurları hızla düşünüp, kesilen hızının verdiği güvenle, arabasının üstüne
harekete geçti. atlayıp direksiyona geçti. Zarif bir hareketle sola
kıvrılıp son pilici övünçle arabasına yerleştirdi. İşte
zafer!.. Büsküvi ve çikolata reyonlarına doğru dümen
kırdı. 8-10 gofret alıp çikolatalara yönelirken önünü iki
genç kız kapattı. Ortak olmalıydılar. Karşılıklı raflara
abanmışlardı. Yolu tıkayan kalçaları birbirine
sürttükçe keyfi alıyor gibiydiler. “İşte Wilma ve Betty”
diye düşündü. Ama onlarla kaybedecek vakti yoktu.
Arabayı iki bedenin ortasına sürdü. Birbirinden
ayırdığı kızların, ardından savurdukları küfürlere
gülerek elektronik malzeme bölümünü geldi. Buradan
da verimli bir alışveriş çıkardı.

Daha ulaşmadığı bölümler vardı. Ve


birçoğuna yetişmeden ürünler tükenecekti. İçini
basan sıkıntıyı atmak için “kendini toparla şu an da
elde ettiğin ganimet bile çok iyi” diye düşündü.

Reyon düzenini gösteren ekrana bakarak


indirimli diğer bölümleri hızla inceledi. İnsanları iterek
cola reyonuna yöneldi. Onunla beraber üç tüketici de
aynı yöne hamle yaptı. Rafta kalan üç büyük şişeyi
Alışveriş merkezinin önünde dizili uzun almaya çalışan bir adama “dur!” diye bağırdı.
kortejin ucuna dayandı. Kalabalık koltuk değnekli Şaşkınlaşan adamın bir anlık duraksamasından
yurttaşın geçişine yardımcı oldu. Sakat bir insana istifadeyle Ahmet ve diğer iki kişi rafa yumuldu, Üç
kolaylık göstermek milli ananelerimizdendi. Koltuk kararlı adam arasında, üç ekonomik boy cola için
değnekli adam “Allah razı olsun” dilekleriyle ağır ağır büyük bir mücadele başlamıştı. İteklemelerle süren
ilerleyerek kapıya yaklaştı. bu mücadele kısa sürede büyük bir savaşa dönüştü.
Sonunda birer şişe kaparak dağıldılar.
İçeri adımını atan Ahmet aceleyle koltuğunun
altındaki tahtayı atıp, sessiz bir zafer narası attı. Ahmet saatine baktı, mağaza önüne geleli
- 14 -
beş saat olmuştu. Acıktığını ve yorulduğunu hissetti. türlerden, bizlere benzeyen kanatlı bir takım canlılarla
Reyonlarda durarak hızını kesmiyor, elini raflara birlikte ben de içeri girdim. Görünüşe göre bu bina
daldırıp uygun malları arabaya atıyordu. dev yaratıklara ait bir mabet. Yaratıklar sunaklardaki
kutsal semboller önünde bir çeşit günah çıkarma
Artık rafların sonlarına gelmişti. Ufukta ayinine katılıyorlar. Ama itiş-kakış düzensiz bir ayin.
kasalar görünüyordu. Bulunduğu dahil tüm kasaların Bunun sebebi günahkar fazlalığına ve arınamama
önündeki yoğunluk çok fazlaydı. Çaresiz sırasını durumunda uğrayacakları gazabın korkusu olabilir.
bekleyecekti. Çeşitli boy ve şekillerdeki kutsal semboller büyük bir
olasılıkla işlenen suçun ölçüsüne göre düzenlenmiş.
Bir süre önce Şifre Alışveriş Merkezi Çoğunun üstünde suçla ilgili tövbe ve arınma duaları
açılışında benzer bir mahşeri kalabalığın ortasına olduğunu düşündüğüm sureler yazılı.
düşmüştü. Ödeme sırası için kurnazlık yapmaya
çalışan bir adama, genç bir kızın arasındaki çekici Önümde, kutsal sembollere ulaşmak için üç
fırlattığı aklına gelince kendine sabırlı olmayı telkin yaratık birbiriyle cebelleşiyor. Ve bunlardan ikisi
etti. ritüelin verdiği metafizik coşkuyla kendilerini yere
Az ilerde Wilma ve Betty’ nin de sırada attılar.
olduğunu görüp onlara doğru gülümsedi. Sıra
yavaşça ilerlerken daha önce bakmaya fırsat Günahkarların bağışlanmak içini olanca
bulamadığı stres ölçerine göz attı, 54 civarındaydı. güçleriyle tepinmelerine rağmen, batıl dinlerinin
Artık sakinleşmeye başladığı sırada önünde birkaç mantıksızlığı gözümden kaçmadı. Bu manzara
kişi kalmıştı. Az sonra dışarıdaydı. İyi bir alışverişin karşısında efendimiz yüce Kartok’ a şükredip
tatlı yorgunluğu içindeydi. Artık tek isteği biran önce gözyaşlarıyla dua etmek geçiyor içimden.
eve gitmekti. Bu gün yılbaşıydı. .............
Bir çocuk elindeki katlanmış dergiyle alacağı
cornflakes’ in üstüne tünemiş sineğe hamle yaptı.
GÖZLEMCİ Sinek yere düştü, çocuk yarım kalan işi kalın tabanlı
Merkeze Raporu: botuyla tamamladı.
Gezegenin merkezi bir bölgesindeyim. .............
Sınırlıda olsa akıllı yaşam belirtisi yüksek. Şu an Uzaklardaki bir alıcıya ulaşan kısa süreli
çevresinde büyük bir kalabalığın toplandığı devasa parazit yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. İndirim
bir yapıya yaklaşıyorum. Bu yaratıklar bizim beden devam ediyordu,
formumuzdan oldukça iri. Gezegende yaşayan diğer

YARIN ASLA!

Denizi çevreleyen sis,


Sisin içinde kuleler.
Tüm kurulanlar tek tek yıkılıyor,
Ele geçiriyor her şeyi entropi.

Sürekli kulağımı tırmalayan bir


cızırtı
Gelecek yok, yok gelecek,
yok………

Denizin etrafında sis,


Sisin içinde hücreler
Güzel bir düş kurmak istiyorum
Ama peşimi bırakmıyor
Cassandra kompleksi.
RAFET ARSLAN
Kay SAGE: (1898 - 1963) Sürrealist devrımın pek öne çıkmamış
"I have built an ivory tower of despair...
ressamlarındandır. Hitler faşizminin Avrupayı esir aldığı günlerde
I scream, I scream...
eşi Y. Tanguy ile Amerika’ya göç etmiştir. eserlerinde De Chrico’nun
In my ivory tower."
etkileri sezilebilen Sage diğer sürrealist ressamların aksine,
geleceğe yönelik bilimkurgu kavramı ile anılabilecek yapıtlar da -- Kay Sage, 1957
vermiştir.
- 15 -
eğer bize ulaşmak isterseniz her zaman
Sayfa 1 Kapak - Cahit ORPAK
bu adresi kullanabilirsiniz, hani eğer
isterseniz, olur a belki birşey dersiniz
filan....

bkzine@hotmail.com

Sayfa 2 Ağır yazımız Rafet’ ten

Sayfa 3 Murat’tan Polemiğe davet var

Sayfa 4-5-6 Gözde Genç ten mizahi bir öykü

Sayfa 7 Gerçek kabus örnekleri

Sayfa 8-9 Bazı küçük tefek haberler

Sayfa 10-11 Aranan siz olmayınca böyle


bir öykü çıkıyor işte

Sayfa 12-13 Altı kitabın tanıtımı

Sayfa 14-15 Tanıdık (?) alışveriş manzaralarından bir öykü

Ederi: 150 Ykrş Sayfa 16 Herzamanki gibi “ Bulunduğunuz Yer”

You might also like