Professional Documents
Culture Documents
Basın
Birçok insan uykusunda kabus görmüştür, bazı talihsiz olanlarımız ise yaşamda kabusla
karşılaşmıştır ister uykuda ister yaşamda olsun kabus rahatsız edici ürkütücü bir deneyimdir. Herhalde
kabusları da derecelendirmek olasıdır ama en iyisini yine de yaşayan yada onla karşı karşıya olan
anlayacaktır.
Uyanınca rüyadaki kabus sona erer ve siz rahatlarsınız, yaşamda karşılaştığımız felaketleri ise
olanaklarımız ölçüsünde atlatmaya veya onla başa çıkmaya çalışarak geçiririz. Hele maddi veya fiziki
zararlarla karşılaştığımızda olağanüstü zorlanır, umutsuzluğa kapılır, hatta intihar etmeyi bile düşünebiliriz.
Bereket ki bu tür kabuslar ender karşımıza çıkmakta. Benim bahsetmek istediğim çok daha basit kolay başa
çıkılır görünen ama diğerlerinden farklı olarak neredeyse yaşam boyu sürebilecek bir kabusla başa çıkmak.
Düşününki bir toplulukta yada aile toplantısında, komşu ziyaretlerinden birinde eş dost oturmuş tatlı
tatlı sohbet etmektesiniz, konular hemen herkesce malum, AB’ ye girecekmiyiz, girsekmi iyi girmesekmi,
genel politika, siyaset, tanıdıklarla ilgili bilgiler yenilikler vb. Buraya kadar herşey iyi sorun yok ancak bir süre
sonra konuşmalar bireylere yönelir ne yapıyorsun, nelerle ilgileniyorsun gibi. Sıkça görüştüğünüz kişiler
zaten sizi tanıyor ilgi odaklarınızı da biliyorlardır ama yeni tanıştığınız yada uzun zaman görmemiş
olduğunuz dostlarda muhakkak vardır ve eğer bilimkurgu gibi birşeyle ilgileniyorsanız o andan itibaren
bitmeyen ve bitmeyecek kabusunuz başlar.
Ve buna benzer daha nice, belki kötücül belki iyicil ama neredeyse hakaret, küçümseme dolu
yaklaşımlar. İnsanlar belki farkındalar belki değiller ama bilimkurguyu ciddiye alan biri açısından bu
yaklaşımlar böyle görülüyor.
Sakın kabahat sizde kendinizi anlatamıyorsunuz demeyin lütfen. İşte bitmeyen kabus tam burda
başlıyor çünkü. Siz kimbilir kaç kez yaptığınız benzer konuşmalardan birine başlamak zorunda kalıyorsunuz.
Bilimkurgunun kolayca fantezi ile karıştırılabildiğini oysa pek benzemediğini, temelini gerçeklere dayadığını,
geçmişi inceleyip bugünü anlayıp geleceğe göndermeler yapma sanatı olduğunu yüzlerce değişik örnek
vererek anlatırsınız. Diyeceksiniz ki “ E tamam daha ne olsun fırsat bulmuş kendini anlatıyorsun işte”, yok
öyle değil öyle olsaydı kabus değil ütopya olurdu. Bu konuşmalar hemen herzaman ilginç tartişmalar ve
bölünmeler, toparlanma ve kendini anlatma savaşı halini alır. Ve sonunda nedense, UFO ların olduğuna /
olmadığına, küçük yeşil adamların varlığına / yokluğuna, başka dünyalarda hayat olup / olmadığına karar
vermeye çalışan bir grup insanın ortasında derdini bir türlü anlatamayan bir kişi halini alırsınız.
Ve ama bazen, kesinlikle çok ender olarak, kenarda bir yerde birinin sizi müthiş bir ilgiyle dinlediğini
farkedersiniz, içiniz mutlulukla sevinçle dolar birini kazandığınızı hissedersiniz. Müthiş bir zevk duyarsınız.
Ama unutmamak gerek kabus her zaman sizin yanı başınızda varlığını sürdürür...
-7-
Bilimkurgu Haberleri
Yasin BAŞARAN
Yanılmıyorsam ilk önce bir mail grubunda, büyük olasılık da 6.45’inkinde adını duymuştum Orko’nun.
Göz atmak için girdiğimdeyse, ancak 2. sayısına yetişebilmiştim. Evet, aylık fanzin ya da başka bir deyişle
webzin Orko, “Herkes çocuktur” sloganıyla karşılıyor ziyaretçilerini. Sayfanın ortalarına doğru bir yerde de
Efendi Yoda göze çarpıyor elindeki ışın kılıcıyla.
Tasarımı da oldukça sade. Bir broşür şeklinde; sayfanın tümünü değil de, sadece sol tarafını
kaplamakta. Sağdaki geniş alandaysa bir Superman logosu. Tasarımdaki garip bir nokta; yazıların belirli
kategorilere ayrılmamış olması. Yazıların linkleri sağa sola fırlatılmış duruyor; mesela, ilk sayfadaki
hikayeleri okumak için tekrar ilk sayfaya dönmek zorundasınız. Ya da aşağıda bahsedeceğim H.G.Wells
makalesinin linkini de ancak Ünsal Oskay’ın yazısına tıkladıktan sonra görebiliyorsunuz.
Bu 2. sayıda, birkaç makale ve birkaç da hikaye bulunmakta. Ünsal Oskay’ın daha önce Çağdaş
Fantazya Derneği’nce yayınlanmış Yıldız Savaşları’nın Dünyamıza Bakışı adlı makalesi de bunlardan biri.
Eleştirisini öncelikle Star Wars filmlerine karşı gerçekleştiren, Oskay, yazısının sonlarına doğru hem eleştiri
dozajını arttırıyor, hem de eleştirisinin çapını yavaşça tüm bilim kurgu alanına doğru genişletiyor. Ömer
Alanka’nın Corto Maltese üzerine yazısı Existentialist Yalnızlığın Düşsel Dışavurumu: Corto Maltese,
Mehmet "spidey" Fatih’ten Duygusal Robotlar Işığında İnsan, Ozan Toptaş’tan Büyü Yapım Türlerı Üzerıne
Birkaç Kelam da bu sayıdaki diğer makaleler. Ayrıca, Baskan ‘kurgu-bilim’ serisinden bir kitap olan H. G.
Wells imzalı Dünyalar Savaşı (The War of the Worlds) kitabının girişinde yer alan, H. G. Wells üzerine
bir yazıya da ulaşılabiliyor.
Çoğunlukla Kayıp Dünya’da yayınladığı hikayeleriyle internetin tanınan bilim kurgu yazarlarından biri
haline gelmiş Mehmet Emin Arı’dan bilgisayar virüsleri, dolayısıyla yapay zeka üzerine bir hikaye; Bul Beni
Bebek, Ozan Toptaş’tan 2012, Teloskrizos’dan yine duygusal bir sanal alem çalışması Meyilsiz E-mail,
Erkan “Scorpion” Bayol’dan Keman ve Geçmişe Açılan Pencere bu sayıda ulaşabileceğiniz hikayeler.
Hikayelerden Bul Beni Bebek’in akıcı anlatımı, ve okuyucuya vermeyi başardığı merak duygusuyla hikayeler
arasında öne çıktığı açık. Son olarak, Orko’da yazmak isterseniz editor@orko.org ‘a danışabileceğinizi
hatırlatalım.
http://www.orko.org
Son olarak Kabalcı yayınevi tek tek bastığı seriyi tek bir ciltte toplayarak okurlara
bir bütün halinde sunmuştur.
VE BİR GÜLÜMSEYİŞ
Hiçbir zaman tam karanlık değil gece
Çünkü vardır söylüyorum işte işte mühür
basıp onaylıyorum.
Her acının ucunda, her elemin
Açık bir pencere vardır
Doyum bekleyen bir arzu, doyum
bekleyen bir açlık
Cömert bir yürek vardır
Uzanmış bir el, açılmış bir el
PAUL ELUARD
-9-
ÖZÜR DİLERİM, SANIRIM BEN ARADIĞINIZ KİŞİ DEĞİLİM
Murat GÖÇ
Usulca kapattı sanal sohbet hologramını ve süreden beri giyilmediği belli olan ve aslına
bir süre holografik sohbet arkadaşlarının birer birer bakarsanız biraz da komik duran bir takım elbise
boşalttığı odanın gerçek nesnelerle dolu gerçek vardı. Adam da kendisi gibi garip bir şekilde gözlerini
görüntüsüne alışmak için gözlerini kırpmadan kırpıyor, sanki görünenin çok ötesindeki bir boşluğa
bekledi. Yavaşça döndü oturduğu (ya da uzandığı mı amaçsızca bakıyordu. Belli ki yıllarca sadece
demeli) koltukta ve neredeyse hiç hareket hologram görmekten yorulan gözler şimdi kendilerini
etmiyormuş gibi dingin bir şekilde kapıya doğru baktı. gerçek bir insanın görüntüsüne alıştırmaya
“Daha yavaş hareket etmeliyim” diye düşündü, çalışıyorlardı.
“yoksa kalbim yerinden fırlayacak. Daha sakin
olmalıyım, ve kalbim de deli gibi çarpmaktan
vazgeçmeli. Kapı çalıyor. Ne yapacağım şimdi ben?”.
Kapının çalması, hele içinde insan bulunan bir
evin kapısının çalması belki siz okura son derece
doğal gelecektir, ancak bundan yıllarca önce, isadan
sonra 2031. ve Büyük Yıkım’dan sonraki 27. yılda,
yani henüz serpintinin insanları evlerine hapsettiği
zamanlarda, bir evin kapısının çalması ancak
dehşetengiz simülasyonlarda yer alabilecek
derecede inanılmaz bir olaydı. O yıllarda herkes
yalnız yaşar, yalnız yer, yalnız uyurdu. Hükümet
insanların sebebi ne olursa olsun evden çıkışını
yasaklamış, savaş sonrası radyasyonundan
korunmak için panjurların kapatılmasını ve internet
ağının sürekli açık tutulmasını emretmişti. Tüm
ihtiyaçlar pnömatik sistemler sayesinde evlere
gönderiliyor, karşılığı insanların internet ağı
üzerinden yaptıkları işlerle kazandıkları kredilerden
düşülüyordu. Tüm insani ilişkilere, yakınlarla iletişim,
romantik akşam yemekleri, okul arkadaşları ile
kaçamaklar ve sekse internet ağı ile bulabileceğiniz
holografik simülasyonlar vasıtası ile ulaşılabiliyordu.
İşte o zamanlarda, Büyük Yıkım başladığında
henüz anne babası ile yaşayan ve öldükleri günden “Merhaba” dedi adam tutuk bir şekilde. “kaç
bu yana henüz hiçbir gerçek insan görmemiş ve gündür evlerin kapılarını çalıp durduğumu söylesem
duymamış olan kahramanımız dehşet içinde kapıya inanmazsın”. Hala inanamıyordu olanlara zaten,
bakıyordu. En ufak bir ses çıkarsa yada nefes alsa karşısında kendisi gibi konuşan, terleyen,
kapıdan bir el uzanıp onu kaçamadan heyecandan ve belki de korkudan titreyen birisi vardı.
yakalayacakmış gibi öylece hareketsiz kendini Hologram değil, yazılım değil, kurgu değil gerçek bir
ölümcül korkunun insanı varlığından endişeye sokan insan, ne söyleyeceği, ne düşüneceği, ne yapacağı
ellerine bırakmıştı. Ne yapacağını yada daha önceden belli olmayan tekinsiz bir varlık.
yapabileceğini bilmiyordu, sadece belirli belirsiz sesin “Muhtemelen benim gerçek olup olmadığımı
dinmesini ve kapıyı çalan her kim ya da her ne ise bir merak ediyorsun” diye devam etti karşıdaki. “Haklısın
an önce vazgeçmesini diliyordu. Ama kapı tekdüze da aslında. Bu öteki simülasyon yazılımlardan birisi
bir ısrarla çalmaya devam etti. Sonunda, içindeki ya da bir rüya olabilir. Gerçekten sorulması gereken
insancıl tarafın yok oluşa götüren merakı hayvani soru şu an yazılımı kimin kullandığı veya kimin
tarafının hayatta kalma üzere kurulu endişe ve rüyasında olduğumuz belki de. Sence fark eder mi?”
korkusunu yenmeyi başardı. Kalktı yerinden Yanıt alamayınca kendisi cevabını verdi. “Aslında
ve yıllarca kullanılmadığı için artık neredeyse duvara benim için fark etmez de. Bunu bilemeyecek kadar
sabitlenen kapının kilidini zorlukla çevirdi. Kapıyı çok uzakta kaldı gerçek”.
açarken çıldıracak gibiydi, bir taraftan hemen o anda İçeriye gir demek istedi ama diyemedi. Diğeri
yok olmak istiyor, diğer taraftan göreceği şeyin de hiçbir hamle yapmıyordu aslında içeri girmek için.
merakı ile içi içine sığmıyordu. Kapıyı açtı, geriye İkisi de bu kadar yıldan sonra canlı birisini görmenin
çekildi ve dezenfektan spreyin yarattığı dumanın şaşkınlığı ve ne yapacağını bilememezliğin verdiği
dağılmasını bekledi biraz. Şimdi dumanların arasında donuklukla öylece duruyorlardı.
30lu yaşlarda bir adam duruyordu, üzerinde çok uzun “Günlerden beri evimin dışındayım” diye
- 10 -
ısrarla konuştu kapıdaki. “Bunun nasıl bir duygu çekmece yığınlarını andırıyor. Dışarıda bir yerde
olduğunu asla bilemezsin. Serpinti olduğunu ya da mutlaka öldü sanılıp da morga konan bir sürü insan
kaldığını hiç sanmıyorum. Eğer hükümetin her gün var. Haydi gel ve bu dünyanın yeni Adem ve
söylediği gibi olsaydı ne ben ne de yolda, orada Havvaları olmamıza izin ver”.
burada gördüğüm hayvanlar canlı kalabilirdi. Beri Bir an durdu ve düşündü. Hakikaten de cazip
yandan artık ben bir hükümetin varlığından bile olabilirdi dışarıda olma fikri. “Ama” diye düşündü yine.
şüphe ediyorum. Günlerden beri açık bir şekilde “Dışarıda keşfedecek ne var ki”. Evinde bir uydu seti,
kanunları çiğniyorum, dışarıdayım, önüme gelenin sürekli internet bağlantısı, istediği an tüm ihtiyaçlarını
kapısını çalıyorum ama hiç kimse gelip de bana görebileceği bir simülasyon arşivi ve hiç uğraşmadan
müdahale etmedi. Belki de, olur ya, hükümet bile yiyeceğini, giysilerini ve hatta gazeteyi ayağına
kendinin gereksizliğini anlamış ve her şeyi otomatik getiren bir havalandırma sistemi vardı. Dünyaya
bir sisteme, kendi kendine işleyen bir yazılıma gitmesine ve onu yeniden keşfetmesine gerek yoktu
devretmiştir. Bu kadar yazılımı zaten olsa olsa başka çünkü dünya zaten oradaydı, tüm hayatını geçirdiği
bir yazılım bir arada tutabilir bana sorarsan”. 20 metre karelik odasındaydı. Ve güvenliydi,
kapıdakine morg çekmecesi kadar soğuk gelen ona
ama rahmi kadar sıcak geliyordu. Başta hayvani
endişelerine üstün gelen insani merak yerini hayvani
güvenlik duygusuna bırakmıştı yine. “Hayatta
kalmalıyım” dedi kendi kendine derinlerde bir yerden.
“sadece evimde iken güvenliyim. Başkaları benim
ölümüm olabilir ancak. Evim bana bunu sağlıyor.
Sonsuza kadar mutlu ve güvende olabileceğim bir
hayat.” Ve ilk kez, kapıyı açtığı ve davetsiz misafirini
gördüğü ilk andan itibaren ilk kez ağzını açtı ve biraz
da ürkekçe “Özür dilerim” dedi. “Sanırım ben
aradığınız kişi değilim.”
kurtarır. Romandaki tek ilginç şey geminin ışıktan hızlı yol almasını sağlayan “Sürvites” kavramını getirmesi
ve alışılmadık kapalı dar bir ortamda, üzerinde durmadan, insan psikolojisine değinmesi.
Uzayda İsyan: Dünya henüz uzayda yolculuk yapma teknolojisine sahip
değildir ancak dünyalılar farkınsda olmadan yabancı bir ırk tarafından
ziyaret edilmektedirler. Bu ziyaretlerden birinde uzaylılar bir dünyalıyı
kendilerinden biri sanarak onla iletişim kurarlar, çevreindeki insanlardan
oldukça farklı bir yapıda olan kahramanımız bir test pilotudur. Kendine
çok benzettiği bu insanlarla olan karşılaşması onu çok meraklandırır ve
onları takip eder. Sonuçta dev bir uzay gemisiyle karşılaşır ve bu
insanların isteksiz davetlisi olarak gemiye alınır ancak soruno kadar
basit değildir uzayda yüksek hızlarda seyahat edilebilmesi için vucudun
olağanüstü hızların oluşturduğu basınca dayanabilmesi gerekmektedir
ve bu kaybolmuş ve özellikle de yasaklanmış bir teknoloji ile mümkün
olabilmektedir. Kahramanımız bu teknoloji ile geliştirilmiş bir soydan
gelmektedir ve yolculuğu başarır. Romanın sonrasında binlerce yıl önce
kaybolmuş bu teknolojini aranması ortaya çıkarılması ve tüm evrtene
yayılmasının öyküsü anlatılmaktadır. Çok yaratıcı olmayan dünya ve
uygarlık tasarımlarına karşı akıcı ve kolay okunan bir roman.
Robot X-81: Güneş sisteminin uçlarına kadar gelen insanlık, artık yeni
dünyalar keşfetmek üzere derin uzaya açılmaya çalışmaktadır. Bunun
için Pluto gezegeninde bir üs kurmuş ve burda yeni bir uzay gemisi ve
bunu yönetecek yeni bir robot üzerinde çalışmaktadır. Ancak bu
gelişmelerden hoşnut olmayan yabancı bir ırk vardır ve bu ırk insanların
uzaya açılmasına engel olmaya çalışmaktadır. Olağanüstü bir beyin
gücüne sahip olan u ırkı insanlık durdurma yetisinden uzaktır ve
neredeyse korumasız bir haldedir. İnsanlara o ırka ait bir kişi yardım
etmektedir. Gerek uzay gemisinin gerekse robotun tasarımları da zaten
bu kişiye aittir. Üstün bir beyin gücüne sahip olan bu kişiyi de durdurmak
çok zordur ancak yabancı ırk elektronik bir araç yardımıyla kendi gücünü
arttırarak saldırıya geçmek üzereyken benzer bir güçle donatılmış olan
robot harekete geçerek yabancı ırkı durdurur ve insanlığın uzaya açılma
yolunudaki bu engeli ortadan kaldırır. Yapay zekanın, özgür irade
kullanarak taraf tutmasını anlatan bu roman bu özelliğiyle gerçekten
dikkat çekiyor.
- 12 -
Maymunlar Gezegeni: Seyahat ettikleri uzay gemisinin zorlu bir iniş
yapmasıyla başlayan macera, geldikleri gezegenin maymunlar
tarafından yöntildiği gerçeğiyle karşılaşan kahramanlarımızı şok
etmiştir. Yaşadıkları birçok zorlumaceradan sonra indikleri gezegenin
dünya oduğunu öğrenmeleri ise bu şoku daha da artırmıştır. Roman
zekanın tanımlanmasındaki güçlüğü ele alıp oldukça ilginç bir tezi
işlemektedir. Maymunların insanları taklit ederek oluşturdukları toplum
ve insanların bu toplum içindeki zeka yoksunu varlıkları, günümüz
insanının da uygarlığını başka bir uygarlıktan taklit ederek aldığı savını
anıştırmaktadır. Yazar zekanın kırlıganlığı üzerinde durmakta ve buna
dayalı olarak kurduğumuz uygarlığımızın kolayca kaybolabileceğini
hatırlatmaktadır. İnsan uygarlığının üzerine onu taklt ederek maymunlar
tarafından kurulan uygarlık çok renkli bir biçimde betimlenmiştir. Bu
özellikleriyle Bilimkurgu okuru tarafından çok beğenilen bu romanın
fimleri de yapılmıştır. 1968 ile 1973 yılları arasında romana sdayalı 5 film
yapılmıştır. 2001 yılında ise ilk romana dayanan bir yeniden çevrim
gösterime girmiştir.
YARIN ASLA!
bkzine@hotmail.com