Professional Documents
Culture Documents
Etik 1-14
Etik 1-14
KONU VE UNSURLAR
GİRİŞ
Çalışma ilişkileri, devlet ve sistemin aktörleri arasındaki çalışma hayatı ve
sosyo-ekonomik olgular konusunda iyileşmeyi hedefleyen ilişki ve etkileşim
sürecidir. Çalışma ilişkileri İşverenler ve işçiler arasındaki ilişki ve onların çıkarları ile
ilgili çok sayıda konu ve düzenlemeyi kapsar. Ekonomi, sosyoloji, psikoloji, hukuk ve
siyaset gibi disiplinlerin katkısını içeren çalışma ilişkileri, sanayi devrimi sonrasında
kötü çalışma koşullarına düşük ücretlerin eşlik etmesiyle büyüyen işçi sorunalarına
çözümler aramak için ortaya çıkmıştır.
Batı’da sosyo-ekonomik gelişmenin maddi temelleri Sanayi Devrimi ile
Sanayi Devrimi ile sosyo-kültürel temelleri ise Fransız Devrimi ile atılmıştır. Çalışma ilişkileri ile ilgili
teorik ve felsefî çalışmalar ve yasal düzenlemeler yapmak zorunlu hâle gelmiştir.
başlayan sanayileşme
Ekonomik yapı ve düşünsel alandaki gelişmenin birlikteliği ile yeni üretim ve
hareketi, çalışma çalışma biçimi, toplumsal ve politik etkenlerin belirleyiciliğinde çalışma ilişkileri
ilişkilerinin yapısında da sistem olarak ortaya çıkmıştır.
değişime yol açmıştır. Çalışma ilişkileri, soysal taraflar arasındaki mücadeleyi ve ilişkiyi
sistemleştirir. İşveren ve işçilerle onların örgütleri ve devletin, dar anlamda
çalışma hayatına ilişkin sorunlarına, geniş anlamda ise sosyo-ekonomik ve politik
yaşamı içeren genel sorunlara çözüm üreterek, barışçıl ilişkiler kurmayı amaçlar.
Rasyonel düzenlenmiş ilişkiler siteminin çıkar çatışmasına dayandığı mekanik bir
yapıyı temsil eden çalışma ilişkileri, zaman ve mekân itibarîyle farklılaşan bir yapıya
sahiptir. Çalışma ilişkileri, koordine edilmiş eylemleri kolaylaştırarak, güven
temelinde iletişim ve etkileşim ile taraflar arasında birlikteliği sağlamaya çalışır.
Sanayileşme süreci, çeşitlilik, güç yoğunlaşması, kalıcı bir egemen sınıf ile
eski düzeni değiştirmiş, bu çeşitlilik, uyum becerisi, eşitlilik ve çeşitlilik arasındaki
mücadeleyi yönetmeyi içeren düzenlemeler ve stratejiler bütününü gerektirmiştir.
Sanayi devrimi beraberinde getirdiği yeni üretim tarzının sonucu yeni çalışma
biçimi, birbirinden farkı çıkarları olan tarafların var olması ve bu çıkarların çatışma
ürettiği, taraflar arasındaki güç dengesizliğinin de çatışmayı neredeyse çözümsüz
kıldığı bir yapı oluşmuştur. Çalışma hayatının iki kutbunu temsil eden işçi ve işveren
ayrımı net ve kesin sınırlarla ayrılmıştır.
Çalışma ilişkileri, olarak kabul edilen belli başlı bazı faktörler vardır. Bu
faktörlerin sistematik bir şekilde ve etkili kullanılmasında taraflar arasında işbirliği
sağlar. Bu süreçte taraflar, normal zamanlarda üç ana çıkar grubundan ibarettir:
Çalışma ilişkileri, kabul Bunlar işçiler, işverenler ve devlettir. Çalışma ilişkileri sistemi ise, bu gruplar
edilen belli başlı bazı arasında geçerli olan karşılıklı anlayış ve kurallara göre işlerlik kazanır. Farklı
değişkenlerin çevresel çerçeve içinde yer alan taraflar arasındaki ilişki her bir aktörün yerini ve
sistematik bir şekilde ve rolünü tanımlayan ideoloji ve ortak inançlar manzumesi tarafından yönetilir.
Kurumsal çevre
etkili kullanılmasında
Statüler ve otorite
taraflar arasındaki
Bireylerin mesleği
işbirliğini sağlamaya Çalışma gruplarının doğası
yönelik tedbirlerdir. Çalışma ilişkileri devletin belirli düzeylerde müdahale ettiği, çalışma
koşullarını ve tarafların ilişkilerini içeren işçi-işveren arasındaki kurumsallaşmış
ilişkiyi ifade eder. İşçi-işveren arasındaki çalışmadan doğan ilişkilerin
düzenlenmesi, sistemdeki aktörleri ve aktörler arasındaki çatışma ve işbirliği
içeren etkileşim sürecini kapsar.
İşçi -işveren arasındaki
çalışmadan doğan
ilişkilerin düzenlenmesi,
sistemdeki aktörleri ve
Örnek
aktörler arasındaki •Çalışma ilişkileri içerisinde sosyal taraflar, çatışan amaçlarına rağmen
sistem içerisinde kendileri için fayda beklentisinde oldukları için belirli
çatışma ve işbrliği ortak hedeflerde birleşmektedirler. Taraflar arasındaki çatışma , işçilerin
içeren etkileşim daha iyi ücret ve çalışma şartları isteği ile, işverenlerin kârlarını
sürecini kapsamaktadır. maksimize etme istekleri arasındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Bu
da sistemin çatışmayı yönetmek ve kurumsallaştırmak ana hedefi
üzerine kurulmasına neden olmaktadır.
Çalışma ilişkilerinin
gelişimini belirleyen ve
zaman içerisinde teorik
bir disiplin olarak önem
kazanmasına neden
olan bilim dalı; siyaset Çalışma ilişkileri üretim, verimlilik ve refah düzeyini garanti altına almayı
bilimi, ekonomi, hedefler, sosyal adalet ve refahın gerçekleştirilmesi amacıyla da etkin işlev görür.
Ayrıca çalışma ilişkileri şu konularla da ilgilenir.
sosyoloji, tarih, hukuk,
Üretim Sürecinde İstikrar: Üretimin sürekliliğini sağlamak
dâhil olmak üzere İstihdam Sürekliği: Sektöründe üretim sürecine katılan bütün bu kesimleri
birçok disiplindir. arasında karşılıklı anlayışın en üst seviyede güvence altına alınması
Geleneksel anlamda
çalışma ilişkilerinin Çalışma ilişkilerindeki önemli amaçlardan biri, sistemi oluşturan her bir
tarafları olan işçi, aktörün sistem içindeki mevcut yerinin ve rolünün ne olması gerektiği ile ilgilidir.
işveren ve devletin yeni Günümüzde çalışma ilişkileri sisteminin birden çok anlamı ve ifade edilme biçimi
ve farklı işlevler edindiği vardır. Aslında sistemi meydana getiren ve temel esaslarını belirleyen unsurlar
görülmektedir. hiçbir zaman değişmemiştir. Bunlar işçi, işveren ve devletin çalışma hayatına ve
İşbirliği
Bütünleşme
Ücret pazarlığında Sendikalar, başlangıçta ücret ve çalışma koşulları ve işverenle girişilen çıkar
mücadelesi üzerine yoğunlaşmıştır. Çalışma ilişkileri açısından sadece meşru değil
işverenin karşısında
aynı zamanda zorunlu olan sendikalar, toplumsal ve politik güç olarak varlık
veya pazarlık sisteminin
kazanmışlardır. Niteliği, statü ve otorite yapıları ile yardımcı kuruluşlar olarak
parçası olan sendikalar sendikalar çalışma ilişkilerinin direnç oluşturan tarafıdır.
normal davranış Sendikalar işçilerle işverenler arasındaki güç eşitsizliğini ortadan kaldırmak
kalıplarına karşılık gelir. için oluşturulmaya başlanmıştır. Sendikalar önceleri belirli niteliğe sahip
çalışanların oluşturduğu ve meslek sendikaları olarak tanımlanan bir yapıdan sonra
niteliksiz işçilerinde yer aldığı genel sendikalara doğru bir evrim geçirmişlerdir.
Sendikalar çalışma hayatı barışı ve sosyal taraflar arasındaki iletişim açısından
faydalıdır.
İşveren sendikaları, işçi Üyeleri ile işverenler arasında da ilişki ve iletişimi sağlayan unsur olan
sendikalarının sendikalar şu amaçlara sahiptir:
kurulmasından ve Elde edilen gelirin paylaşımında iş gücünün payını korumak ve artırmak
sosyo-ekonomik alanda İşçilerin hak ve çıkarlarını korumak
Çalışma koşulları ve kurallarının belirlenmesinde rol alarak, koşulların
etkin olmaya
iyileştirilmesini sağlamak
başlamasından sonra Görüldüğü gibi sendikalarda üyelerini hak ve çıkarlarının geliştirilmesi ile
işçi sendikalarına tepki çalışma koşullarının iyileştirilmesi temel amac olmaktadır. Üyelerinin çıkarları
olarak kurulmuşlardır. dışında topluma yönelik hedefleri de söz konusudur. Sendikaların bazı önemli
sosyal sorumlulukları şunlardır:
Endüstriyel anlaşmazlıkların sayısını azaltarak, ulusal entegrasyonu teşvik
etmek ve korumak
İşçilere kurumsal sosyal sorumluluk duygusunun aktarmak
Endüstriyel barışı sağlamak
Devlet
Sanayi Devriminin ilk döneminde devlet “laissez faire” (bırakınız yapsınlar)
ideolojisi ile kendini sorumlu görmeyen anlayışa sahip olmuştur. Bu sanayi
kapitalizminin ortaya çıkardığı sorunları çözmede yetersiz kalmıştır. Sanayi devrimi
sonrasında siyasal iktidarın çalışma ilişkileri alanında ortaya koyduğu tavır,
kuramsal açıdan yapılan düzenleme ile belirginlik kazanmıştır.
Devletin mevcut yapı içerisindeki konumun devam etseydi işçi-işveren
ilişkilerinin daha büyük çatışmayla sonuçlanma ihtimali doğardı. Yeni sosyal
sınıfların ortaya çıkması ve çalışma ilişkileri sisteminin karmaşıklaşması devletin
üçüncü taraf olarak sisteme katılmasına neden olmuştur. Devlet, bu konuda görevli
kuruluşları aracılığıyla önemli rol ifa etme ve müdahalede bulunma zorunluluğu
hissetmiştir.
Ortaya çıkan bunalım, devletin sıkı bir denetim sistemi oluşturmasını zorunlu
kılmıştır. Bunun sonucu olarak, yeni düzenleme yapma ihtiyacı ortaya çıkmış,
devlet müdahalesi özellikle mevzuat yoluyla güçlü biçimde kendini hissettirmiştir.
Çalışma ilişkilerinde devlet, işçi ve işverenin yanı sıra üçüncü aktör
Devlet, asgari ücret ve konumundadır ve yalnız yasal düzenlemelerle değil, ücret, işgücü maliyeti,
benzer düzenlemeler ile uyuşmazlıklar gibi çalışma yaşamının tüm sorunlarıyla ilgilenmektedir. Devlet,
ücret müzakerelerini asgari ücret ve benzer düzenlemeler ile ücret müzakerelerini ayarlamakta,
bölgesel ya da sektörel bazda asgari koşulları belirleme yoluyla çalışma ilişkilerinin
ayarlamakta, bölgesel
kural koyucu tarafı olarak yer almaktadır. Devletin çalışma ilişkilerinde ilgilendiği
ya da sektörel bazda konuların geniş bir yelpazede etkisi vardır. Sadece çalışma koşullarını etkilemek
asgari koşulları değil, tarafların özellikle de işçi tarafının yer alışını güçlendirici etkiye de sahiptir.
belirleme yoluyla İstikrar ve düzenlemenin sağlanması konusuna ne kadar dikkat edilirse edilsin yine
çalışma ilişkilerinin de devletin düzen ve istikrar sunucu görevine ihtiyaç duyulur. Sosyal devamlılığı
kural koyucu tarafı sağlamak üzere toplumsal unsurların nasıl etkilendiği ve düzenlenmesi gerektiği de
olarak yer almaktadır. devletin rolüdür. Devlet ara buluculuk faaliyeti ile sistemin işleyişini kolaylaştırmak
gibi tarihsel olarak özgül etki konusunda kurum ve yapılar oluşturmuştur. Devlet ve
bürokratik merkezîleşmesi, çalışma ilişkileri açısından belirleyicidir.
Devlet çalışma ilişkileri sisteminde şu rolleri yerine getirir:
Ara bulucu
Devlet, taraflar Kanun Koyucu
arasındaki ilişki ve İşveren
Ara bulucu, kural koyucu ve işletme olarak sistemin aktörü olan devlet, şu
sistemin devamını
işleve sahiptir:
sağlamak üzere İstikrar ve düzen sağlamak
düzenleme ve etkileme Güç dengesinin kurulmasına imkân hazırlamak
yeteneğine sahip olan Tarafların ilişkilerine sistemleştirmek
en güçlü ve mutlak Sistemin işleyişinin zeminini kurmak
otoritedir. Sorun çözmek
Denge ve uzlaşma sağlamak
Görüldüğü gibi çalışma ilişkileri içinde devletin varlık nedeni ve
faaliyetlerinin temel amacı, sistemin sorunsuz olarak devamını sağlamaktır. Devlet,
taraflar arasındaki ilişki ve sistemin devamını sağlamak üzere düzenleme ve
etkileme yeteneğine sahip olan en güçlü otoritedir. İşveren ve işçi kesimleri
Ödev
• Çalışma ilişkilerinin “konusu” itibariyle nasıl bir
değişim sergilediğini 200 kelimeyi geçmeyecek
biçimde açıklayınız.
• Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı
altında yer alan “ödev” bölümüne
yükleyebilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi kurumsal çalışma ilişkilerinin tarafı değildir?
a) Devlet
Değerlendirme
b) Sendika
sorularını sistemde ilgili c) İşveren
ünite başlığı altında yer d) İşçi
alan “bölüm sonu testi” e) Sivil toplum örgütleri
bölümünde etkileşimli 2. Aşağıdakilerden hangisi çalışma ilişkilerinin genel konularındandır?
olarak a) Ücretler ve sosyal haklar
cevaplayabilirsiniz. b) Tarafların hakları
c) Örgütlenme sorunu
d) İstihdam
e) Hepsi
Cevap Anahtarı
1.E, 2.E, 3.A, 4.B, 5.C, 6.E, 7.D, 8.A, 9.E, 10.A
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, R.J. (1991). “Introduction and Overview”. In RJ Adams (ed.) Comparative
Industrial Relations. Londra. Harper Collins.
Budd, J. W. (2010). “Labor Relations: Striking a Balance”, 3rd ed. Boston: McGraw-
Hill/Irwin Press.
Carrell, M. R. (1998). “Labor Relations and Collective Bargaining: Cases”, Practice,
and Law. 5 th ed Upper Saddle River, N.J. : Prentice Hall.
Dunlop, JT. (1958). Industrial Relations Systems . Carbondale and Edwardsville.
Southern Illinois University Press (1971 edition).
Fossum, J. A. (2009).”Labor Relations: Development, Structure, Process”. 10..ed.
Boston : McGraw-Hill Irwin.
Kearney, R. C. (2008). “Labor Relations in the Public Sector, (Public
Administration and Public Policy) CRC Press”, Fourth Edition.
Kerr, C., Dunlop, JT, Harbison, FH and Myers, CA. (1960). “Industrialism and
Industrial Man”. International Labour Review. 82:3. 236-50.
Koray, M. (2005). Sosyal Politika. Ankara: İmge.
Shalev, M. (1980). “Industrial Relations Theory and the Comparative Study of
Industrial Relations and Industrial Conflict”. British Journal of Industrial
Relations. 18:1. 26-43
Venkata Ratnam, C. S. (2006). Industrial Relations. Delhi; Oxford: Oxford University
Press.
• Sistem Yaklaşımı
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
Her yapı belirli bir düzen içerisinde varlık gösterir. Bu düzen o yapının
işlerliğini etkin hâle getirirken devamlılığını da sağlar. Örneğin sınav tarihlerinizi
bilmezseniz, çalışma takviminizi doğru ve etkin olarak düzenleyemezsiniz. Bu
durumda beklediğiniz eğitim başarısına ulaşmanız ve başarınızı sürekli hâle
Zamanında gelen getirmeniz güçleşir. Daha geniş perspektiften baktığımızda, düzenin her alanda
otobüs, birden hayatımızı kolaylaştırdığı görülebilir. Tüm bu düzenin sağlanması; akılcı, iyi
kesilmeyen su ve düşünülmüş, tecrübelerle kuvvetlendirilmiş ve işlerliği olan sistemlerin kurulması
elektrik, trafikte sakin ile mümkün olur. Böylece her seferinde yeniden yapılandırmalara gerek
kalmaksızın işlerimizi kolay ve verimli bir şekilde yürütebiliriz.
ve güvenli olarak
Çalışma ilişkileri de benzer bir sisteme ihtiyaç duyar. Endüstrileşme ile
ilerleyebilmek herkesin yeni bir kapsama ulaşmış çalışma ilişkileri, kendi iç dinamikleri gereği oluşturduğu
ortak beklentisidir. aktörlerle uyumlu bir birliktelik kurmak zorundadır. Niketim endüstri ilişkilerinin
temel aktörleri olarak sıralayabileceğimiz işçi, işveren ve devlet üçleminin, belirli
bir sistem olmaksızın sağlıklı ve uzun soluklu ilerleyebilmesi mümkün değildir.
Modern çalışma ilişkileri kavramı endüstrileşme ile birlikte ortaya çıkmıştır.
Bu bölümde kavram kargaşasını önlemek için “çalışma ilişkilerini” de içine alan
‘Endüstri İlişkileri’ kavramı kullanılmıştır. Endüstri ilişkilerinde sistemsel yapıya
ilişkin ilk yaklaşıma Norgren’in 1941 yılında yayınladığı “İsveç Toplu Pazarlık
Sistemi’ kitabında rastlanmaktadır. Ardından Galenson’un 1952 tarihli “Danimarka
Çalışma İlişkileri Sistemi” ve 1954 tarihli Flanders ve Hugh Clegg editörlüğünde
hazırlanan “Büyük Britinya’da Endüstri İlişkileri Sistemi” kitapları konunun ilk
örnekleridir. Ancak endüstri ilişkilerinde bir sistem oluşturma ihtiyacına ilişkin ilk
oluşumun 1958 tarihli “Endüstri İlişkileri Sistemi” kitabı ile John Dunlop’a ait
olduğu kabul edilir.
SİSTEM YAKLAŞIMI
Dunlop’a göre endüstri ilişkileri sistemi; belirli aktör, çevre ve sistemleri
birbirine bağlayan bir ideoloji olup bu aktörlerin çalışma ortamlarındaki
hareketlerini yönlendiren kurallar bütünüdür. Hemen herşey bir sistem üzerine
Her sistem işleyiş ve yapılandırılır; ancak her yapının kendi sistemi içerisinde bağımsız bir hareket
kapsamı itibariyle diğer kabiliyetine sahip olduğu söylenemez. Nitekim etkileşim kaçınılmazdır ve bu husus
gerek genel bir sistemin oluşması gerekse lokal sistemlerin kendini geliştirmesi için
sistemlerden ayırt
önemlidir. Sistemler çoğu zaman birbiriyle ilişkili iki veya daha fazla alt sistemden
edilmesine imkân meydana gelir.
tanıyan belirli özellikleri Yaptığımız her işte hatta yaşamımızın her alanında belirli sistemlerle
vardır. karşılaşırız. Bu sistemler toplum hâlinde yaşamamızı kolaylaştırıcı etkilere sahiptir.
Boulding, etrafımızı çevreleyen bu sistemleri dokuz ayrı kategoride
sınıflandırmaktadır:
• Statik Yapı Düzeyindeki Sistemler: Binalar, yollar, eşyalara ilişkin sistemler
• Kontrolümüz Dışında Hareketlere Sahip Dinamik Sistemler: Güneş Sistemi,
Yıldız Sistemi, Doğal Hareketler gibi
• Kontrol Mekanizmalı Sistemler
• Kendi Kendini Otomatik Olarak Düzenleyen Sistemler: Fotokopi makineleri,
termostatlı ev kombi sistemleri gibi
• Kendi Kendini Koruyucu ve Çevre ile Etkileşimi Olan Sistemler: Canlı hücreler
gibi
• Jenetik-Toplumsal Düzey Sistemi ‘Çevresi ile Etkileşim Halinde Ancak
Hareketsiz Sistemler’: Ağaçlar ve bitkiler gibi
• Hayvan Sistemi: Hareketli ve yaşamak için aktif faaliyet içinde olan hayvanlar
gibi
• İnsan Sistemi: Hem hareketli ve yaşamak için faaliyette olan hem etkileştiği
çevreyi dil ve sembol kullanarak tanımlayabilen akıllı sistem
• Sosyal ve Örgütsel Sistemler: ‘İnsanların etkileştiği çevreyi kendine göre
yapılandırması neticesinde ortaya çıkan sistemler’: Aile, devlet, endüstiri
ilişkileri sistemi gibi
• Fizik Ötesi Sistemler: Müdahale edilememekle birlikte varlıkları kabul gören
sistemler olarak sıralanabilir.
Sistem, statik ve dinamik tüm hayatın işleyişine yönelik, fiziksel, mekanik,
biyolojik, sosyal ve beşeri gibi geniş bir alanda oluşturulmuş kurallar bütünüdür.
Farklı bir ifade ile Endüstri ilişkileri Boulding’in sıralamasındaki sekizinci başlık altında sıralanan
sistemsiz bir endüstri yapıya girmektedir. Nitekim endüstri ilişkilerinin düzenli bir şekilde yürümesi, onun
üzerinde düşünülerek geliştirilmiş bir sistem dâhilinde işlemesine bağlıdır. Endüstri
ilişkilerinin varlığından
ilişkileri tüm dinamikleri ile birlikte yeni bir toplum oluşturmuştur. “Endüstri
söz edilemez. Toplumu” adı verilen bu oluşumun sistematik altyapıdan yoksun olarak var olması
mümkün değildir.
•Çalışma ilişkileri içerisinde sosyal taraflar, çatışan amaçlarına rağmen sistem içerisinde
kendileri için fayda beklentisinde oldukları için belirli ortak hedeflerde
Örnek
İktisadi faktörler
Teknolojik Faktörler
Hükümetin Tutumu
Güç Güç Güç
Kaynakları Kapasitesi Kullanımı
Kültürel Değerler
Güç
İdeolojik Faktörler
Kullanımı
Burada hemen, grev kararının sadece işçi sendikası kararıyla ve ancak toplu
iş sözleşmelerinde ortaya çıkan uyuşmazlık neticesinde alınabileceğini hatırlatalım.
Yoksa sendika ya da işçiler dilediği zaman grev yapamaz! İşçiler üretim sürecine,
fiili ve fikri emek güçleri ile katılırlar. Sadece fiili emeğini arzeden işçiye literatürde
‘mavi yakalı’ ya da ‘kol işçisi’ adı verilir. Kimi zaman da hem fiili hem de fikri
emeğini arz eder. Literatürde bu işçilere, ‘beyaz yakalı’ ya da ‘ofis işçisi’ adı verilir.
İşveren, üretim sürecine ne kadar hammadde, sermaye, teknoloji, stoklama
imkânı, pazar genişliği vs. katarsa katsın, işçiler emek gücünü üretimden çektikleri
anda sistem sekteye uğramaktadır. Bu durum toplu iş sözleşmesi müzakerelerinde
Gerek fiili gerek fikri
işçi sendikalarının en etkin silahıdır.
ancak çoğunlukla fiili O halde sendikaların güç kaynaklarını özetle;
emek arzı suretiyle • Üye sayıları
çalışan işçilerin en • Üyelerini ortak bir amaç etrafında toplayabilme kabiliyetleri
önemli kozu grev • Üyelerinin üretim sürecindeki konumu
tehdididir. • Emek piyasasının durumu
• Siyasi güç
• Maddi güç
• Grev
olarak sıralamak mümkündür.
Değişen ve gelişen endüstri ilişkileri sistemi içinde sendikaların rolleri ve
gücü, konjonktürel yapılara göre de belirlenmektedir. Bu kapsamda sendikaların
gelecekteki rolleri ve gücünü belirleyen faktörlerin ise;
• Teknolojik değişim
• İşgücünün yapısı
• Ekonomik çevre
• Yönetim biçimleri
• Baskın ideoloji
• Hükümetlerin rolleri
gibi değişkenler olması beklenmektedir.
Endüstri ilişkilerinin bir diğer önemli aktörü işverenlerdir. İşveren sermaye
sahipliğinden dolayı işçilerden daha güçlüdür. Zaten işçilerin oluşturduğu sendikal
örgütlenmelerin nedeni de bu gerçekte yatmaktadır. İşveren için istihdam ilişkisi,
üretim unsurlarından sadece birini ifade eder. Dolayısıyla işçilerden daha fazla
kaynağı bulunmaktadır. Fazla kaynağı olan aktörün de daha güçlü olması
kaçınılmazdır.
İşverenler, işçilerin sendikalar aracılığı ile yürüttüğü örgütlü harekete, ister
bir işveren örgütü kurarak, isterlerse tek başlarına karşılık verebilirler. Yukarıda
sendikaların güç kaynakları arasında sıralanan ‘grev’ e karşı, ‘lokavt’ uygulamasına
sahiptirler. Lokavt 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt kanunun 26
Grev ve Lokavt Endüstri maddesinde; “İşyerinde faaliyetin tamamen durmasına sebep olacak tarzda,
İlişkileri Sisteminin en işveren veya işveren vekili tarafından kendi teşebbüsü ile veya bir işveren
önemli bileşenlerinden kuruluşunun verdiği karara uyarak işçilerin topluca işten uzaklaştırılmasına lokavt
ikisidir. denilir” şeklinde tanımlanmıştır.
Burada da şunu hatırlatmakta fayda vardır. Lokavt işverenlerin işçilerin
sözleşmelerini feshedip işten çıkarması anlamına gelmez. Lokavt sadece greve karşı
işverene tanınmış bir tedbir uygulamasıdır ve işçilerin grev kararı almaları halinde,
geçiçi olarak işten uzaklaştırılması anlamını taşır. Aksine davranış yasa dışı lokavt
hükümlerini doğurur.
Devletler ya da hükümetler, endüstri ilişkileri sisteminde kural koyabilen en
kudretli yapılardır. Ancak endüstri ilişkileri sisteminin yapısına göre etkin ya da az
Güc ve gücün dağılımı etkin konumda bulunabilir. Bu durum, devletlerin benimsediği ideoloji ile paralellik
sadece endüstri ilişkileri gösterir. Ancak ister Liberal ister Sosyalist olsun, her devlet endüstri ilişkileri
sistemini değil sistemine dolaylı ya da doğrudan müdahale eder. Nitekim endüstriyel toplumun
toplumun genelini temel unsuru olan hususlara müdahale etmemek toplum düzenini önemli öçüde
ilgilendiren bir konudur. tehlikeye sokabilir. Bu nedenle her ne kadar gücün toplumdaki mevkii ve dağılmı
ilk iki aktöre ait gibi görünse de, gerçekte bu güç toplum düzeninin korunması
gereği hükümetlerin müdahaleleri ile dışsal bir erkten kaynaklanır.
Kamu gücü yanında, endüstri ilişkileri konusunda etkin faaliyet gösteren özel
kuruluşlar da sistem içinde önemli konuma sahiptir. Bu kuruluşlar kimi zaman
ülkelerin benimsediği ekonomik ideolojilerin neticesinde, kimi zaman toplumu
yönlendirebilme kapasitesine sahip ‘din’ gibi genel bir konunun etrafında
(kiliselerin etkisi), kimi zaman ise silahlı kuvvetlerin (savaşlar) etkisinde
oluşturulmuştur. Örneğin I ve II. Sosyalist Enternasyoneller, sosyalist doktrine tabi
ülkelerce desteklenip işçi hareketini sahiplenmek üzereyken, Liberal doktrinin
temelli Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonun kurulması ve kilisenin
Her ne kadar işçi ve etkinliğinin arttığı dönemlerde kuralların kilisenin istediği doğrultuda düzenlenmesi
işveren arasında ve savaş dönemlerinde silahlı kuvveti ile diktatörlerin etkinliği bu durumun açık
ideolojik bir göstergeleridir.
Tüm bunlar endüstri ilişkileri sisteminde gücün dağılımına farklı bir açıdan
uyumsuzluk bulunsa da
bakmamızı neden olmaktadır. O da gücün endüstri ilişkileri sisteminin dışında
sistemin kurallarının iyi cereyan ettiği ve bu gücün dağılışının sisteme yansıdığı olgusudur. Dunlop’a göre
yapılandırılması ve endüstri ilişkileri sistemindeki gücün dağılımı, toplumun genelindeki aktörlerin
işlemesi, taraflar prestiji, pozisyonu ve otoritesinin endüstri ilişkilerine yansımasından ibarettir.
arasındaki çatışmayı en Dunlop, endüstri ilişkileri sisteminin çatışma değil uzlaşma üzerine kurulu olduğunu
aza indirmeye katkı ima ederken gücün mevkii ve dağılımının, sistemin dışından yani tüm toplumun
sağlar. kendisinden kaynaklandığını ve dolayısıyla doğal bir denge oluştuğunu ifade etmek
istemiştir.
• İşverenler
• Yetkili kamu kuruluşları
• İşçi ve İşveren örgütleri
• Yetkili kamu kuruluşları, işçi ve işverenlerin ortak kararları ile oluşturmak
mümkündür.
Türkiye’de endüstri ilişkileri sistemine yönelik kanunlar, meclis tarafından
çıkarılsa da, bu kanunların içeriği, sistemin aktörleri tarafından müzakere edilip
oluşturulmaktadır. Elbette bu kural, ülkelerin tercih ettikleri ekonomik sistemle
uyum içinde olan endüstri ilişkileri ideolojilerine göre farklılık gösterebilir.
Serbest ekonomi Bu nedenle farklı endüstri ilişkileri sistemleri arasında ortak kuralların
oluşturulması bir hayli güçtür. Üstelik uyumsuzluk benzer ideolojileri benimsemiş
ilkesini benimsemiş
ülkeler arasında bile görülebilir. Ekonomik ve toplumsal gelişim gibi yapısal
liberal ülkelerde farklılıklar kimi zaman bir ülkede uygulanan kuralların, diğerlerinde aynı neticeler
müzakere temelli vermesini engelleyebilir.
kurallar aktörler Dunlop ülkelerin endüstri ilişkileri sisteminin, ilk dönem gelişim sürecinde
arasında güçleri ile benimsenen ilkelerle yakından ilişkili olduğunu belirtmektedir. Anılan yapının
orantılı olarak özellikleri zaman içinde değişime uğrasa da temel kurguya ait izlerin silinmesi
belirlenirken merkezi mümkün değildir. Bu husus yukarıda endüstri ilişkileri sistemine ilişkin kuralların
genellenemezliği ilkesini destekler niteliktedir. Ancak küreselleşme Dunlop’un bu
olarak kararların
öngörüsünü önemli ölçüde zedelemiştir. Sanayileşme sürecini birbirinden çok farklı
alındığı sosyalist dinamiklerle geçiren ülkeler, küreselleşme ile birlikte birbirlerine daha fazla
ekonomilerdeki kural bütünleşmeye başlamışlardır. Ortak üretim ve tüketim kalıpları ise ortak
oluşumlarında devletin standartların geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle Uluslararası Çalışma
belirgin baskınlığı Örgütü (ILO) gibi kuruluşlar yayınladıkları sözleşmelerle ülkeleri benzer koşullarda
gözlemlenmektedir. çalışma kuralları koyma yükümlülüğü altına sokmaktadır.
Günümüzde endüstri ilişkileri sisteminin kuralları eskisinden de dinamik ve
ortak hükümler içeren yaptırımlar şeklinde oluşmaktadır. Bu kuralların
oluşumunda ülkelerin üniter yapıları hala etkisini yitirmemiş olmakla birlikte,
rekabet ve ortak pazar gibi her gün genişleyen unsurlar, benzer kuralların
yayılmasına neden olmaktadır.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. “Statik ve dinamik tüm hayatın işleyişine yönelik, fiziksel, mekanik, biyolojik, sosyal
Değerlendirme ve beşeri gibi geniş bir alanda oluşturulmuş kurallar bütünüdür” şeklinde ifade
sorularını sistemde ilgili edilen kavram aşağıdakilerden hangisinde doğru olarak verilmiştir?
a) Endüstri İlişkileri Yaklaşımı
ünite başlığı altında yer b) Sistem Yaklaşımı
alan “bölüm sonu testi” c) Endüstri Toplumu
bölümünde etkileşimli d) Anayasa
e) Sendika
olarak
cevaplayabilirsiniz. 2. Sanayi devrimi ardından üretimin genele yayılması ile birlikte, çalışan ve yönetici
arasında belirgin bir çizginin ve çalışma ilişkilerinde belirli kuralların oluşturulduğu
politik yapıdaki toplumsal dönüşüme ne ad verilmektedir?
a. Demokratik Toplum
b. Teknolojik Dönüşüm
c. Endüstri Toplumu
d. Sosyoloji
e. Modern Toplum
6. Aşağıda verilen başlıklar endüstri ilişkileri sistemini etkileyen hangi özelliği ifade
etmektedir?
İşyerinin ve iş toplumunun teknolojik özellikleri
Aktörler üzerinde olumsuz etkisi olan ürün piyasası,
Bütçe kısıtları,
Gücün toplumdaki mevkisi ve dağılımı,
a. Sistemin Aktörlerini
b. Sistemin İdeolojisini
c. Sistemin Kurallarını
d. Sistemin Çevresini
e. Sistemin Gücünü
9. Dunlop Endüstri İlişkileri Sistemi aşağıda verilen hususlar içinde hangi yönden
olumsuz yönde eleştirilmemiştir?
a. Sistemin denge üzerine inşa edilmesi
b. Endüstri İlişkilerinin sistematik olarak akademik alana taşınması
c. Sistemin sanayileşmiş toplum yapısına yönelik kurgulanması
d. İşçileri sadece bir üretim aracı olarak görülmesi
e. Yöneticilerin endüstri ilişkileri sistemi içindeki aktif rolünün ihmal edilmesi
Cevap Anahtarı
1.B, 2.C, 3.E, 4.C, 5.A, 6.D, 7.C, 8.E, 9.B, 10.E
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Amstrong, P.J., Goodman, J.F.B. and Hyman, J.D. (1981). “Ideology and Shop-Floor Industrial
Relations”. London: Croom Helm.
Bell, D.(1960). “The End of Ideology: On the Exhoustion of Politic Ideas in the Fifties”. New
York: Free Press of Glencoe.
Borjas, G.J.(2010). Labor Economics. USA: McGraw Hill.
Boudon, R.(1989). The Analysis of Ideology. Cambridge: Polity.
Boulding, K.(1968). General System Theory. New York: George Braziller Inc.
Budd, J.W. and Scoville, J.G.(2005). (ed).”The Ethics of Human Resources and Industrial
Relations”. Urbana Champaign IL: Labor and Employment Relations Association.
Budd, J.W. and Bhave, D.(2008). “Values, Ideologies, and Frames of Reference in Industrial
Relations”. The SAGE Handbook of Idustrial Relations. (ed). Blyton, P., Bacon, N.,
Fiorito, J., Heery, E.), SAGE. pp.92-113.
Clegg, S. (1989). Frameworks of Power. London: Sage.
Godard, J.(2004). “The New Institutionalism, Capitalist Diversity and Industrial Relations”.
Theoretical Perspectives on Work and the Employment Relationship. (ed). Kaufman,
B.E. Champaign IL: Industrial Relations Association. pp. 229-264.
Greene, A.M. (2003). “Women and Industrial Relations”. Understanding Work and
Employment: Industrial Relations in Transition. (ed) Ackers, P.and Wilkinson, A.
Oxford University Press. pp.305-15.
Habermas, J. (1970). Towards a Rational Society. London: Heinemann.
Hales, C. (1993). Managing Through Organisation. London: Routledge.
Heery, E. (2008). “System and Change in Industrial Relations Analyisis”. The SAGE Handbook
of Idustrial Relations. (ed) Blyton, P., Bacon, N., Fiorito, J., Heery, E., SAGE. pp.69-91.
Heneman, G.H. (1969). “Towards a General Conceptual System of Industrial Relations: How
Do We Get There”. (ed). Somers, G.G. Essays in Industrial Relations Theory, Ames:
The Iowa University Press.
Hodgson, G. (2001). “How Economics Forgot History”. London: Routledge.
Howell, C. (2005). “Trade Unions and the State: The Construction of Industrial Relations
Institutions in Britain”, 1890-2000. Princeton NJ and Oxford: Princeton University
Press.
Hyman, R. and Brough, I. (1975). “Social Values and Industrial Relations”. Oxford: Basil,
Blackwell.
Kenneth, E.B. (1985). “The World as a Total System. Beverly Hills”, London: Sage.
Kerr, C. and Siegel, A. (1955). “The Structuring of the Labor Force in Industrial Society: New
Dimensions and New Questions”. Industrial and Labor Relations Review, January.
Korcsynski, M. (2003). “Consumer Capitalism and Industrial Relations”. Understanding Work
and Employment: Industrial Relations in Transition. (ed). Ackers, P.and Wilkinson, A.
Oxford University Press. pp.265-77.
McLellan, D. (1995). “Ideology, Second Edition”. Buckingham: Open University Press.
Parsons, N. (2005). “French Industrial Relations in the New World Economy”. USA and
Canada: Routlege.
Plamez, J. (1970). “Ideology”. University of Oxford, London: Pall Mall.
Roberts, B.C.(1985). “Industrial Relations in Europe-The Impreratives of Change”. London,
New York, Sydney: Croom Helm.
BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR
Bendix, R.(1956). “Work and Authority in Industry: Ideologies of Management in the Course
of Industrialization”. New York John Wiley and Sons; London Chapman and Hall.(Clark
Kerr, Bendix’in eseri için kaleme aldığı beş sayfalık önsözü).
Frege, C.M.(2008). “The History of Industrial Relations as a Field of Study”. The SAGE
Handbook of Idustrial Relations. (ed). Blyton, P., Bacon, N., Fiorito, J., Heery, E.),
SAGE, pp.35-52.
Clegg, S.(1975). “Power, Rule and Domination: A Critical and Emprical Understanding of
Power in Sociological Theory and Organizational Life”. London and Boston: Routledge
and Kegan Paul.
Heery, E., Bacon, N., Blyton, P. and Fiorito, J. (2008). “Introduction: The Field of The
Industrial Relations”. The SAGE Handbook of Idustrial Relations. (ed) Blyton, P.,
Bacon, N., Fiorito, J., Heery, E. SAGE, pp.1-32.
Kaufman, B.E. (2004). “The Global Evolution of Industrial Relations: Events, Ideas and IIRA”.
Geneva: International Labor Office.
Özdemir, M.Ç. (2011). “Bilişim Sektöründe İşgücü”, Ankara: ÇASGEM.
Rachman, G. (2011). “Zero-Sum World”. London: Atlantic Books.
GİRİŞ
Teori, yaşadığımız dünyanın belirli bazı yönlerine ilişkin bilginin sistemli bir
bütünüdür. Diğer bir deyişle, bir olguya dair ilişkilerin sistemli bir şekilde, tutarlı ve
kapsamlı bir açıklamasıdır. Bu açıklama, daha önceki araştırmalar, olgu hakkındaki
Bir teori, ilgili olduğu daha önceki gözlemler ve bir analiz yapabilmek adına diğer teorilerin olası
konu hakkında belli katkılarına göre ortaya çıkıp şekillenmektedir. Dolayısıyla bir teori, ilgili olduğu
varsayımlardan hareket konu hakkında belli varsayımlardan hareket ederek ve şimdiye kadar yapılmış
ederek ve şimdiye çalışmaların belli bir kısmının bulgularından yararlanarak o konuya dair bütünsel
kadar yapılmış bir resim çizer.
çalışmaların belli bir Çalışma ilişkileri gibi bir alanın analiz edilmesinde ve anlaşılmasında da
kısmının bulgularından farklı açıklamalar yapıla gelmiştir. Bu açıklamalardan her birinin dayandığı temel
yararlanarak o konuya varsayımlar, her bir anlayışın öne çıkardığı değerler ve standartlar vardır. Bu
dair bütünsel bir resim varsayımlar, değer ve standartlar üzerine yapılmış çalışmaların bulgularından
çizer. istifade edilerek her bir yaklaşım kendi gözünden bir çalışma ilişkileri sistemini
bütünsel olarak tanımlamıştır. Çalışma ilişkileri alanını ve bu alanda görülen ilişkiler
bütününü açıklama gücü olan birkaç farklı yaklaşım vardır.
Çalışma ilişkilerinden kasıt, işletme yönetimi ile işletmenin çalışanları veya
bu çalışanların temsilcileri olarak sendikalar arasındaki ilişkilerdir. Bu ilişkiler her
sektörde her zaman görülen ilişkilerdir. Yapılan tanım gereğince de çalışma amaçlı
örgütlenmelerin başlangıcından itibaren çalışma ilişkilerinin önemli bir alan olarak
ortaya çıktığı söylenebilir. Bu alan iş amaçlı ilk örgütlenmelerden bu yana belli
düzenlemeleri gerektirmiştir. Bu düzenlemeler nedeniyle de belli tanımlamalar
geliştirilmiştir. Ancak endüstri devrimi sonrasında ortaya çıkan işletme yoğunluğu
ve çalışma hayatının özerkleşerek kendine has standartlara kavuşması, çalışma
ilişkilerinin de karmaşık bir hâl almasına yol açmıştır.
Çalışma ilişkileri üzerinde yapılan çalışmalar, araştırmalar ve geliştirilen
fikir ve teoriler çoğunlukla bu dönemden günümüze kadarki gelişime
odaklanmaktadır. Dolayısıyla 19. yüzyılın sonlarından itibaren çalışma ilişkilerinin
doğası üzerine araştırmalar yayımlanmaya başlamış ve bu araştırmalara dayanan
anlayışlar/teoriler ortaya çıkmıştır. Bu dönemden sonra da farklı zaman
dilimlerinde ortaya çıkan farklı koşullar paralelinde çalışma ilişkileri alanı farklı
şekillerde ele alınarak yorumlanmıştır. Bu nedenle her şeyden önce, çalışma
ilişkileri alanının yorumlanması ile ilgili değişimin açıklanması gerekmektedir.
ÇIKARLAR
İÇ GÜÇLER
DIŞ GÜÇLER
AKTÖRLER
(Stratejiler ve eylemler)
YAPILAR
(Ekonomik, sosyal, politik)
ÇIKTILAR
anlayışın daha çok işletme düzeyinde çalışma ilişkilerini ele almasına karşın, radikal
teorisyenlerin daha üst yapıları ele aldıkları görülmektedir.
Marksist anlayışa göre, kapitalist anlayış devam ettikçe çatışma
Marksist teori kaçınılmazdır. Çalışma hayatında da görülen ve aslında toplumsal süreçlerde
ekonomik ve sınıfsal sıklıkla karşılaşılan çatışmaların nedeni, ekonomik eşitsizliktir. Marksizm’e göre
eşitsizliğe dayalı bir toplum işçiler, köylüler, burjuvazi gibi farklı sınıflardan oluşmuştur. Bu sınıflardan
her birinin kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için çaba sarf ettiği bir toplumsal hayat
çatışmayı kaçınılmaz
yaşanmaktadır. Marksizm, toplumun farklı sınıflardan oluşmuş bu yapısının çatışma
görmektedir. Çatışma ürettiğine dikkat çekmektedir. Bu sınıf çatışması aynı zamanda tarihsel bir
sermaye ve emek gerçekliktir ve toplumsal değişimin de kaynağıdır. Toplumdaki ekonomik gücün
arasında sürekli bir güç dağıtımındaki eşitsizlik sınıf çatışmasını artırır.
mücadelesi olarak En temel ekonomik eşitsizlik, en belirgin iki sınıf olarak işveren sınıfı ve işçi
devam eder. sınıfı arasında yaşanmaktadır. Toplumun sosyal ve politik kurumları bu eşitsizlikten
türemiştir. Kapitalist süreçlerde yer etmiş seçici işe alımlar, eğitim alma konusunda
fırsat eşitsizliği, kamu istihdamı, medya ve diğer kuruluşlar bu eşitsizliği devam
ettirmekte ve güçlendirmektedir. Sosyal ve politik alanda görülen çatışma da
aslında, bu ekonomik eşitsizliğin bir dışa vurumu niteliğindedir.
Kapitalizm, sürekli bir ekonomik büyüme hedeflemektedir. Bu büyümenin
yaratılması, üretimle elde edilen katma değerin işveren/sermayedar elinde
toplanmasıyla olmaktadır. Bu durum, işçi sınıfının emeğinin karşılığını almasında da
sıkıntı yaratmaktadır. Bunun yanında, sermayedar, kendisi için aynı zamanda
ürünlerini satın alacak kitle/nihai tüketici olarak gördüğü işçi sınıfını kontrol etmek
isteyecektir. Bu kontrol değişik araçlarla ve üretilen ürünler için talep yaratma
şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yine bu ekonomik büyüme perspektifi, işletmenin
devamlılığı için, işyerinde kârlılık ve verimlilik geliştirme adına sürekli bir değişimi
desteklemektedir. Marksist teori, kapitalizmin bu temel hareket noktalarının işçi
sınıfı aleyhine yarattığı olumsuz tabloyu ortaya koymakta ve eleştirmektedir.
Marksist teori ekonomik ve sınıfsal eşitsizliğe dayalı bir çatışmayı
kaçınılmaz görmektedir. Çatışma sermaye ve emek arasında sürekli bir güç
Çalışma ilişkilerinde mücadelesi olarak devam eder. Bu güç mücadelesinde iki tarafın da herhangi bir
çatışmanın dışa zamanda elde ettiği konum iki tarafı da mutlu etmez ve çatışmanın sürmesine her
vurumu, iş yavaşlatma, zaman yeni bir sebep bulunur.
Ekonomik eşitsizlik çatışmayı sürekli kılmakta ve sosyal ve politik alanlara
oturma eylemi gibi
da yaymaktadır. Buna karşın Marksist teori, sendikalaşmanın gelişmesini
toplu eylem şeklinde kapitalizme kaçınılmaz bir tepki olarak görmektedir. Sendikalar çalışan bireyler
ortaya çıkabilir. arasında rekabeti azaltmak suretiyle kendi ortak güçlerini artırırlar. İşçi sınıfının
çıkarlarını ifade etme ve korumaya odaklanırlar. Ekonomik ve sosyal değişimin
başarılmasında politik bir aktördürler. Bunun yanında, sermayenin işçi sınıfını
sömürdüğü bir ortamda bu sömürüye taraf olmaktansa devrimci birer örgüt
kimliğine bürünmelidirler.
Marksist anlayışın önemli düşünürlerinden birisi olan Fox’a göre çoğulculuk
gibi yaklaşımlar sermayedarın veya yönetimin gücünü veri olarak ele aldığı için
toplumsal yapıda bu güç ilişkisini doğuran dinamikleri görmez. Yani bu anlayışlar
daha baştan sermayedar veya yöneticiyi güçlü taraf olarak görmekte ve bu gücün
nedenlerini sorgulamamaktadırlar. Bu nedenle toplumsal gücün altında yatan esas
etkenler ve olgular gizlenmiş olur.
Sanayi toplumunda kaynaklara sahip olanlar ve denetleyenlerle bu
kaynaklara bağımlı olanlar arasında güç dengesizliği vardır ve bir sınıf diğerini
Aktörler
Sendikalar
İşverenler
Bir işveren
olarak devlet Pazarlık/Müzakere
Uzlaşma Kurallar
Çevresel Bileşenler
Hakemlik
Müstakil
Politik Uygulamaya
Ekonomik Kural koyma/vb.
ilişkin
Yasal
İdeoloji
Politik
Yönetsel
İş gücü
hareketi
Geribildiri
Şekil 3.2. Çalışma
m İlişkileri Sistemi
Kaynak: Rose, 2004:34.
Çoğulcu teori gibi statükoyu ele alıp devam ettirdiği de ileri sürülmüştür.
Emek piyasasındaki gerçek duruma odaklanması, belki statik bir anlayış ortaya
çıkarmıştır. Buna karşın, çatışmayı bir gerçeklik olarak görmesi de çoğulculuğa
benzemektedir. Bunun yanında, toplu pazarlık konusuna yaptığı vurgu da zamanla
azalmıştır ve buna benzer sebepler bu yaklaşımın geçerliliğinin tartışılmasına
neden olmuştur.
Örnek
•Sistem için verilebilecek en güzel örnek insan vücududur.
İnsan yemek yer, su içer, hava solur,..vb. Bütün bunlar bir
sistemim girdileridir. Bu girdiler vücudun kendini
yenilemesine olduğu kadar dışarıya dönük davranışlar ortaya
koymasına da yarar. Girdiler vücut içinde değişik sindirim vb.
süreçlerinden geçirilerek kana karışır ve daha sonra enerji
olarak kaslara iletilir. Bunun sonucunda insan yürür, düşünür,
topa vurur, kalemi tutar yazı yazar, arkadaşıyla konuşur…
LİBERAL KOLEKTİVİZM
Bu teorik anlayışın temel hareket noktası, devlete sınırlı bir rol tanımlaması
ve kamu müdahalesi olmaksızın müzakere gruplarına geniş özgürlük tanımasıdır.
Liberal kolektivizm, Bu yaklaşım çerçevesinde çalışanların, kendi yasal haklarını korumak adına ve
1980’lerle birlikte ve pazarlık güçlerini artırmak için örgütlenmeleri meşru bir hak olarak görülmektedir.
özellikle soğuk savaş Örgütlenmelerin özgür bırakılmasının sağlayacağı faydaya, devletin
sonrası dönemde müdahil olmadığı toplu görüşmelerin serbestçe yapılmasına ve çatışan taraflar
arasında müzakere edilmiş anlaşmaların önemine özellikle vurgu yapılmaktadır.
çalışma ilişkileri
Toplu görüşmeler ve pazarlığın önemli bir işlevi olduğu ortaya koyulmaktadır. Her
alanında bir tarafın kendi hedefleri doğrultusunda özgürce hareket ettiği bir ortamda, ortak
liberalleşme eğilimini faydalara ulaşmak için toplu görüşmeler ve pazarlıklar en kritik konu olarak öne
yansıtmaktadır. çıkmaktadır. Çatışma, her zaman kötü sonuçları olan bir olgu değildir.
Özgür bir toplumda çatışma mutlaka ortaya çıkar. Ama belli kurumlar
vasıtasıyla denetlenerek sosyal bir fayda yaratmanın yolunu da açar. Toplu
pazarlık, çatışmaları da çözüme ulaştıracak süreçleri doğurmaktadır. Bunun
yanında, çalışanı ücret düzenlemeleri konusunda söz sahibi kılacak bir endüstriyel
demokrasiyi doğuracaktır. Politik zarara yol açan çatışmaların çözülmesi yoluyla
Sendikalar, işverenin sosyal istikrara katkı sağlayacaktır.
Bu yaklaşımın etkinliği ve öngörülen bir çalışma ilişkileri yapısının
gücünü sınırlamak
kurulabilmesi için belli koşullara ihtiyaç duyulmaktadır:
yanında, onun belli Sermayeden ve devletten bağımsız bir şekilde, çalışanların örgütlenmesinin
oranda bir güce sahip önünü açacak ve ona gereken özgürlüğü tanıyacak bir politik sistem
olmasını da temin etmiş Sermaye sahipleri ve işçiler arasında farklı ve çatışan çıkarların karşılıklı
olmaktadır. olarak yeniden tanımlanması
Ortak bir şekilde karara bağlanmış konularda uylaşma için hem
sermayedar hem de işçi kesiminin istekliliği
KORPORATİST ANLAYIŞ
Çalışma ilişkileri teorilerinden çoğunda devletin rolü tanımlanmıştır. Ancak,
korporatist anlayışa kadar, sadece bu rol üzerinden hareketle bütün çalışma
Korporatist anlayışa ilişkilerini analiz eden bir teori ortaya koyulmamıştır. Diğer yaklaşımların çalışma
göre çalışma ilişkileri ilişkileri alanında devlet ve politik sistemin etkisi üzerinde fazla durmamış olmaları
alanı; hükümetler, korporatist anlayışı geliştirmiştir. Çalışma ilişkileri, devletin rolü ve yasal
sermaye temsilcileri ve düzenlemelerden çok yüksek düzeyde etkilenmektedir. Korporatist anlayışa göre
çalışma ilişkileri alanı; hükümetler, sermaye temsilcileri ve çalışan temsilcilerinden
çalışan temsilcilerinden
oluşan üçlü bir mekanizma tarafından düzenlenmektedir. Bu alanda karar, bu üçlü
oluşan üçlü bir mekanizma tarafından ve ulusal çıkar doğrultusunda ortaya çıkarılmaktadır.
mekanizma tarafından Bu anlayışın, özellikle savaş sonrası dönemde İngiltere gibi ülkelerde ortaya
düzenlenmektedir. çıkan işveren-sendika çatışmalarına bağlı olarak gelişip güçlendiği görülmektedir.
Bu çatışmalar bir gerginlik ortamı yaratmış ve enflâsyonun artmasına, yatırım
kapasitesinin riske girmesine yol açarak ekonomiyi tehdit eden sorunları
beraberinde getirmiştir. Bu etkiler karşısında, devletin çalışma ilişkileri alanına aktif
şekilde müdahale etmesi ve belli düzenlemelerle işçi ve işveren gruplarının zararlı
yaklaşımlarını törpülemesi istenmiştir. Bunun paralelinde hükümetler, piyasayı
düzenleyici kurumlar oluşturmuş ve bu kurumlarda sermayenin, emeğin ve
hükümetin temsilcilerine eşit oranda yer vermişlerdir. Bu kurumlar piyasadaki
gelişmeleri müzakere ederek politikalar ortaya koymuşlardır.
Sosyal eylem teorisi çatışmayı, çalışma ilişkileri alanının doğal bir parçası
olarak görmese de, çatışmanın sermaye ve emek arasında bir müzakere işlevinin
önünü açtığını kabul eder. Çoğulcu anlayış, işçi ve işveren katılımlı karar süreçlerini
Çatışma yıkıcı sonuçlar
öne çıkarmaktadır. Bunun bir gereği olarak da işveren ve onun temsilcisi karşısında,
doğurabilen bir olgudur çalışan ve onun temsilcisi olarak sendika etkin olmalıdır.
ve toplu görüşmeler Yönetim, sermayedar/yönetici ve sendika arasında alınan kararlarla
çatışmayı ortadan etkinleştirilebilir. Bu anlamda yönetime düşen, kontrol etmek değil, koordine
kaldırabilir. Dolayısıyla etmek, iletişimi tesis etmek ve ikna etmektir. Radikal teori ise, kâr amaçlı
çıkar çatışmalarına örgütlerin kendi çalışanlarının haklarına karşı duyarsız olduğu, onların çıkarlarının
çözüm, toplu önüne kendi kâr maksimizasyonu anlayışını koyduğunu vurgular. Bunun için
çalışanlar, kendilerini bu örgütlere karşı korumak zorundadırlar.
görüşmeler yoluyla elde
Marksist anlayış, kapitalizmin bozulma ve hırs doğurduğunu, işletmelerin
edilir. kâr peşinde koşarken çalışanı göz ardı ettiğini vurgulamaktadır. Kamunun
sahipliğini savunmakta ve bu yolla ortak, rekabetçi olmayan bir iş çevresi
yaratılabileceğini ve çalışanlar için en iyi durumun bu yolla sağlanabileceğini
savunur. Marksizm sınıf ayrımını, toplumsal yapının temel dinamiği olarak
görmektedir. Buna bağlı olarak da çatışma, hem toplumda hem de bir çalışma
ilişkileri alanında belirleyici, düzenleyici ve yaşamın ve çalışma ilişkilerinin
Çalışma ilişkilerinin doğasında var olan bir olgudur. Kendi normlarını topluma dayatan bir kapitalist
düzenlenmesi sınıf karşısında çatışma, yardıma muhtaç işçi sınıfının yegâne gücüdür.
anlamında işletme, İlgili teorilerin diğerleri ile göreli ilişkisini ortaya koymak daha iyi
yöneticilerini ortak anlaşılabilmelerine olanak sağlayabilir. Bu nedenle belli kriterler açısından bu
davranışa eğilimli teorilerin belli özelliklerini Tablo 1’deki gibi özetlemek mümkündür. Bu teorilerden
her biri çalışma ilişkileri alanına belli bir düzeye odaklanarak bakmaktadır. Kiminin
görürken kimisi ise
hareket noktası çalışan birey iken, kimi daha fazla oranda işletme düzeyinde
çatışma doğuracak analizler yapmaktadır. Kimi ise daha makro düzeyde endüstriyel yapıyı bir bütün
tarzda militarist olarak olarak ele almaktadır. Kimisi, çalışma ilişkilerinin düzenlenmesine devleti önemli
görmektedir. görüp ona vurgu yaparken kimisinin vurgusu toplumsal sınıflar üstünedir. Bazıları
çatışmayı olumlu bir unsur olarak görmekteyken, bazıları için çatışma zararlıdır.
Anlayışlardan bazıları toplu pazarlığı endüstriyel demokrasinin önemli bir
aracı olarak görürken örneğin bazıları radikal anlayış sömürünün bir aracı,bunu
olarak tanımlamaktadır. Sendikalara bakış konusunda da anlayışlar arasında bir
fark vardır. Üniter anlayış sendikayı zararlı etkiler üreten bir mekanizma olarak
görürken diğer anlayışlar çalışan haklarının garanti altına alınması için gerekli bir
aktör olarak görmektedirler.
Farklı teorilerin çalışma
Devletin rolü de radikal ve korporatist anlayışlarca çok vurgulu bir şekilde
ilişkileri alanına farklı ele alınırken diğerlerinde daha arka planda ve bir düzenleyici olarak ortaya
gözlüklerden bakmayı koyulmaktadır. Bu anlayışların geliştirildikleri zaman dilimleri de teorilerin
gerektirdiğinden odaklandıkları noktaları anlama açısından fikir vermektedir. Üniter anlayışın sanayi
bahsedilebilir. Örneğin, toplumuna geçiş süreci boyunca var olageldiği, hatta günümüzde de geçerli
sistem teorisi yönetsel davranış kalıplarını ortaya koyduğu bilinmektedir. Buna karşın, 2. Dünya Savaşı
bir bakış iken, radikal sonrasında tüm dünyada ortaya çıkan ve iş çevrelerini de etkileyen anlaşma ve
uzlaşma yıllarında çoğulculuk ve sistem teorisi gibi tüm taraflara eşit roller tanıyan
anlayış ekonomik ve
anlayışların geliştiği dikkat çekmektedir.
politik bir bakıştır. 1980’li yıllarla birlikte gelen liberalleşme eğilimleri ise paralelinde liberal
kolektivizm gibi anlayışları getirmiştir. Ortaya çıkan enflasyonist ortamlar ve
krizlere bağlı karmaşa ise devlet müdahalesinin önemini öne çıkarmak suretiyle
korporatist fikirlerin güçlenmesine yol açmıştır. 1970’ler sonrasında kapitalist
rekabet ortamlarının işsizliğe yol açan yanının görünür olması radikal ve Marksist
fikirlerin önemini artırmıştır denebilir. Son dönemde görülen küreselleşme ve
bunun karşısında bireyselleşme eğilimleri ise çalışama ilişkileri süreçlerine daha
birey merkezli bakan yaklaşımları öne çıkarmaya başlamıştır.
Üretilen teorilerin odaklandığı koşullar ve temel varsayımlar çalışma
ilişkileri alanının belli bir gelişmişlik düzeyine atfen de açıklanabilir. Yani, her bir
teori farklı bir gelişmişlik düzeyi gösteren bir çalışma ilişkileri alanı öngörmektedir.
Bunun yanında, güç kavramı etrafında örüntülenen ilişkiler örgütsel alandan
endüstriyel alana değin inceleme konusu edilmektedir. Yani, bu teorilerde ele
alınan güç ilişkilerinin bir ucu örgütsel ilişkiler alanı ve örgütsel davranış iken diğer
ucu endüstriyel ilişkiler alanıdır.
Bireysel Etkinlik
Çatışma Çatışma
Çatışma Devlet müdahalesi Çok anlamlı bir Müzakereni
vardır ve olmalıdır ve
Çatışma Yoktur/kötüdür vardır, ama
denge
ile olgu olarak
hakları
Süreklidir n önünü
düzenlenebilir düzenlenmelidir görülmez açar
doğurur doğurur
Militarist,
Yönetimin Karşılıklı Yönetici de
Paternalist Kooperatif Liberal Devletçi Sömürücü haksızlık algısı
Yaklaşımı sorumluluk bireydir
yaratır
Siyasî ve Mobilizasyon
endüstriyel Devletin sürecinin
Çalışan
çatışma Çalışan düzenlemeleri doğurduğu
Gerekli değil/çalışanın haklarını
Sendikanın birbirinden kesimin çerçevesinde Diğer aktörler yeni yapısal
işletmeye bağlılığını garanti altına
Rolü ayrıdır ve her haklarını kendisine kadar önemlidir koşullar
yok eder. alan temel
iki alanda da korur tanındığı kadar bir altında
mekanizmadır
kurumsallaşm alanda var olabilir gelişecek
ıştır. sendika
Temel
belirleyici
(çıkar
Devletin Endüstriyi düzenleyen Düzenleyici Olabilecek en Mutlaka Diğer aktörler
çatışmasında
Rolü aktör (müzakereyi) az müdahale müdahale kadar önemlidir
kamu çıkarı
tarafında yer
alır)
II. D.S.’ndan
Geliştikleri Sanayi toplumuna 1980’lerden II. D.S.’ndan 1970’li yılların
sonra Enflâsyonist Son dönem
geçişle birlikte sonraki sonra 1960’lara işsizliği arttığı
Zaman yaygınlaşan ilk-örnek
1960’lara
liberalleşme
ortamlar ve kriz
kadar olan enflâsyonist
bireyselleşme
Dilimi kadar olan dönemlerinde ortamı
işletmeler ortamı ortamı uzlaşma yılları ortamları
uzlaşma yılları
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Çalışma ilişkilerini bir yöneticinin otoritesinden hareketle ele alan ve işletmeyi bir
Değerlendirme aile, yöneticiyi de ailenin babası gibi gören anlayış hangisidir?
sorularını sistemde ilgili a) Mobilizasyon teorisi
b) Sosyal eylem teorisi
ünite başlığı altında yer c) Çoğulcu anlayış
alan “bölüm sonu testi” d) Üniter anlayış
bölümünde etkileşimli e) Marksist anlayış
olarak
2. Marksist anlayışın “çatışmanın kaçınılmazlığı” savının altında yatan görüş
cevaplayabilirsiniz. hangisidir?
a) Sınıf çatışması
b) Ortak eylem
c) Paydaş fikri
d) Aktörlerin katılımı
e) Sermaye militarizmi
5. Hangisi mobilizasyon teorisinin temelini teşkil eden beş kavramdan biri değildir?
a) Toplu pazarlık
b) Çıkarlar
c) Mobilizasyon
d) Örgüt
e) Fırsat
8. Aşağıdaki hangi kavram sosyal eylem teorisi kapsamında ele alınırken sistem
yaklaşımı kapsamında da açıklayıcılığa sahip olan kavramlardan biri değildir?
a) Rol
b) İlişki
c) Yapı
d) Gruplar
e) Süreç
Cevap Anahtarı
1.D, 2.A, 3.B, 4.E, 5.A, 6.A, 7.E, 8.D, 9.C, 10.A
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Abbott, K. (2006). “A Review of Employment Relations Theories and Their Application”,
Problems and Perspectives in Management. vol.1. 187-199.
Blyton, P. ve Turnbull, P. (2004).” The Dynamics of Employee Relations”. 3rd Edition.
Palgrave Macmillan.
Farnham, D. ve Pimlott, J. (1986). “Understanding Industrial Relations”. 3rd Edition. Great
Britain: Cassel.
Hair, J.F., Black, W.C., Babin, B.J., Anderson, R.E., ve Tatham, R.L. (2006). “Multivariate Data
Analysis”. 6th Editon. New Jersey:Pearson-Prentice Hall.
Hameed, S.M.A. (1982). “A Critique of Industrial Relations Theory”, Industrial Relations. vol.
37. no. 1. 15-31.
Kelly, J. (1998). “Rethinking Industrial Relations: Mobilization”, Collectivism and Long
Waves. Routledge.
Martin, R. (1999). “Mobilization Theory: A New Paradigm for Industrial Relations?”, Human
Relations. vol.52. no.9. 1205-1216.
Ratnam, C.S. V. (2006). “Industrial Relations”. Oxford University Press.
Rose, E. (2004). “Employment Relations”. 2nd Edition. Essex, England: Prentice Hall.
Yıldırım, E. (1997). “Endüstri İlişkileri Teorileri: Sosyolojik Bir Değerlendirme”. Sakarya:
Değişim.
bilecek
• Kitle üretimi döneminin, müdahaleci
kontrol döneminin ve liberal çoğulcu
döneminin ne olduğunu bilecek
• Çalışma ilişkilerinde neo-liberal
dönemini sendikasızlık dönemini
öğrenebilecek
• Çalışma ilişkilerinin geleceğini ÜNİTE
öğrenecek
• Devletin çalışma ilişkilerindeki rolünü
4
bilecek
• İşveren olarak, düzenleyici olarak ve
hakem olarak devletin rolünü
öğreneceksinz.
Çalışma Yaşamında Devlet
GİRİŞ
Geleneksel çalışma ilişkileri kavramı işçi-işveren ilişkileri olarak iki taraf
açısından ele alınmıştır. Bu işverenlerden biri de devlettir. Dolayısıyla devlet
çalışma ilişkilerine kanun koyucu bir irade olarak yasal düzenlemelerle ve çoğu kez
“Sanayi sektöründeki” de işveren olarak katılır. Çalışma koşullarını belirler, taraflar arasındaki
uyuşmazlıklarda taraf olarak yer alır.
işçi-işveren ilişkilerinin
Geniş anlamdaki endüstri veya çalışma ilişkileri kavramı, işçilerin istihdam
ve çalışma koşullarının ilişkilerinden doğan çalışma hayatının her alanını ele alır. Bu ilişkilerde devlet bazen
belirlenmesinde, bu işveren, bazen hakem, bazen de düzenleyici olarak yer alır.
ilişkilerin kurumsal bir Devletin liberal ekonomi tezleri doğrultusunda özellikle neo-liberalizmin
anlayış çerçevesinde egemen olduğu 1980’li ve 90’lı yıllarda hükümetlerin sendikalara ve toplu pazarlık
yerleşmesinde devletin süreçlerine karşı tavrı olumsuz olmuştur. 1960’lı yılların koruyucu, destekleyici
düzenleyici rolünün devlet anlayışı yerini, piyasa güçlerinin kendi geleceklerini kendilerinin belirlediği
anlayış çerçevesinde şekillenen liberal devlet anlayışına bırakmıştır. Liberal tezler
önemi büyüktür.
doğrultusunda üretilen devlet politikaları sendikaları zayıflatmaya ve toplu
pazarlığın alanını daraltmaya yönelmiştir. Devletin sendikalara ve toplu sözleşme
süreçlerine karı olumsuz tavrının arkasında özellikle 1970’li yıllarda yaşanan petrol
kriziyle birlikte ekonomik kriz etkili olmuştur. Bu yıllarda hükümetler sendikaları
ulusal sanayinin gelişmesinin önündeki en büyük engel olarak görmüşlerdir.
1980’li ve 90’lı yıllarda yaşanan ekonomik, kültürel ve politik dönüşümlerde
hükümetler neo-korporatist anlayışlar çerçevesinde pozisyonlarını yeniden
belirlemiş ve söz konusu anlayış çerçevesinde politika üretmeye başlamışlardır.
1970’li yıllarda ortaya çıkan ekonomik gerilemenin nedenleri arasında gösterilen
fordist üretim anlayışı terk edilerek yerini “esnek uzmanlaşma” anlayışına
bırakmıştır. Bu durum, hükümetlerin 1950’li yıllarda sosyal devlet anlayışı
çerçevesinde sendikaların yanında yer alma politikalarından uzaklaşarak üretimin,
kalkınmanın ve istihdamın temel aktörleri olarak gördükleri işveren kesiminin
yanında yer almaya başlamışlardır. Söz konusu anlayış, devlet-işveren-sendika
şeklindeki üçlü yapının bozulmasına yol açmıştır. Devletin söz konusu yapıda taraf
olmaktan uzaklaşarak işyeri düzeyinde işveren ve sendika şeklindeki ikili yapıları
teşvik etmeye başlamışlardır. Bu politikaların doğal sonucu olarak hükümetler
(devlet) bu alandaki sorumluluklarından kurtulmuş ve işçileri dolayısıyla sendikaları
işverenlerle baş başa bırakmıştır.
ölçüde müdehale eder. Aynı şekilde devlet kamu veya özel tüm kurum ve
kuruluşların işleyişini yönlendirmeye çalışır. Devletler işçi-işveren ilişkilerinde her
Ülkelerin farklı zaman önemli bir aktör (taraf) durumundadır. Ancak burada önemli olan devletin
gelişmişlik düzeyi, farklı ekonomiye müdehale şeklidir. Çalışma ilişkileri isverenler ve isçiler arasındaki
ekonomik ve sosyal gündelik ilişkilerin doğurduğu sorunlar da dâhil olmak üzere birbirinden farklı üç
yapıları, çalışma eylem alanı vardır. Bunlar; bireysel ilişkiler alanı, toplu iliskiler alanı ve bireysel ve
toplu iliskilerin düzenlenmesinde kamunun müdehalesdinden oluşan alandır.
ilişkilerinin de farklı bir
Başlangıçta sanayi devriminin ortaya çıkardığı kitle üretimi ve buna bağlı
biçimde gelişme olarak fabrikalarda zor koşullarda emeğini başkasına kiralayan işçi sınıfının
göstermesine neden koşullarını iyileştirme amacından ortaya çıkan çalışma ilişkileri, zamanla liberal
olmuştur. politikalar ve insan hakları alanındaki gelişmelere paralel olarak, çalışma ilişkileri
devlet-sendika arasındaki ilişkiden çok, bireyin haklarının öncelendiği çalışan-
devlet ilişkisine dönüşmüştür. Neticesinde sendikalara üye olanların sayısı bugün
1960’lı yıllara göre önemli ölçüde azalmış durumdadır.
Çalışma ilişkilerinin geçirdiği aşamaları Fransız ihtilaliyle birlikte başlatmak
gerekir. Söz konusu ihtilalle birlikte çokça vurgulanan adalet, eşitlik ve özgürlük gibi
Dönemsel olarak kavramların çalışma ilişkileri üzerinde önemli etkisi olmuştur. Çalışanların hak ve
başlangıçta çalışma çıkarları konusundaki duyarlılıkları artmış, işçiler arasında bir sınıf bilincinin
ilişkilerinde kurumsal doğmasına katkı sağlamıştır. Hatta örneğin Hobsbawn’a göre sanayi devrimi üretim
yapılarındaki değişimin getirdiği ekonomik büyümenin hız kazanması ile değil,
ilişkiler ön planda iken
bireysel çıkarları konusunda daha duyarlı hale gelen işçi sınıfının ve genel olarak
zamanla insan hakları
toplumsal yapıların dönüşümü sayesinde olmuştur. Söz konusu dönüşüm genel
ve hukukun üstünlüğü hatları ile ele alınacak olursa, çalışma ilişkileri şu aşamadan geçerek bugüne
gibi alanlardaki ulaşmıştır. Kitle üretimi Dönemi, Müdahaleci Kontrol Dönemi, Liberal Çoğulcu
ilerlemelere bağlı Dönem, Neo-liberal Dönem ve Sendikasızlık Dönemi. Çalışma ilişkilerinin geçirdiği
olarak bireysel ilişkiler bu dönemleri genel hatlarıyla aşağıdaki gibi açıklayabiliriz.
ön plana çıkmıştır.
Tartışma
Çalışma ilişkilerinin
başlangıç aşaması
Kitle Üretimi Dönemi
yukarıda kısaca Çalışma ilişkilerinin gelişim süreci temel bazı özellikler dikkate alınarak
bahsedildiği gibi açıklanabilir. Bunlardan ilki çalışma ilişkilerinin başlangıç aşamasıdır. Bu aşama aynı
toplumsal, hukuksal, zamanda kitle üretimi dönemi olarak ifade edilebilir. Çalışma ilişkilerinin bu
politik ve ekonomik aşaması, devletin piyasaya aşırı müdahalesinin olmadığı, ilişkilerin çalışan ve
işveren arasında bireysel sözlesmelerle belirlendigi, piyasanın genel arz ve talep
yapılar üzerinde derin
dengeleri içinde çalıstıgı bir aşamayı ifade eder.
etkisi olan Fransız Kitle üretim dönemi, sanayileşmenin ilk dönemlerine tekabül eder. Bu
Devrimidir. dönemde işçi ve işveren haklarını düzenleyen yasal düzenlemeler yeterli olmadığı
gibi, bugünkü anlamda toplu sözleşme hukuku ve etkin işçi sendikaları yoktu.
Dolayısıyla işçi ve işveren arasındaki çalışma ilişkilerini düzenleyen çalışma ilişkileri
Neo-liberal Dönem
Bugün küreselleşme dediğimiz olgunun ortaya çıktığı dönem aynı zamanda
çalışma ilişkileri açısından sendikasızlık dönemini ifade eder. Özellikle gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde 1970’lerin sonlarında küreselleşme ile birlikte, yeni
iktisat politikaları oluşturulmaya başlanmıştır. Bunlardan en önemlisi neo-liberal
politikalardır. Uluslararası rekabeti kızıştığı bu dönemde bir dizi öngörü ortaya
Küreselleşme toplumsal çıkmıştır. Bu öngörülerin en öne çıkanı gelecekten sendikal gücün azalacağıdır.
yaşamı yönlendirdiği Zaman içerisinde sendikaların işlevlerini yitireceği ve işçilerin aleyhine gelişen
gibi, çalışma ilişkileri endüstriyel ilişkilerin sendikasız bir dönemle sonlanacağı tartışılmaktadır.
üzerinde de etkili Ekonomik gelişmeler bu öngörüleri önemli ölçüde doğrulamıştır.
Küreselleşme toplumsal yaşamı yönlendirdiği gibi, çalışma ilişkileri üzerinde
olmaktadır.
de etkili olmaktadır. Küreselleşme, özünde mali piyasaların ve ileri teknolojinin
yönlendirdiği ve ülkelerin yeni dengeler aradıkları dinamik bir süreçtir.
Küreselleşme esasında, sadece ekonomik bir olgu değil; kültürel, siyasi sosyal,
hukuki ve uluslararası boyutları da olan kapsamlı bir değişim sürecidir. Eğitim
sisteminden, davranış biçimlerine, beslenmeden, müzik ve eğlenceye, giyim
kuşamdan çalışma ilişkilerine kadar, bir çok alanda etkili olmaktadır.
1970 sonrası küresellesme ile birlikte düşünsel alanda ortaya çıkan en önemli
gelişme neo-liberal akımların guc kazanması olmuştur. Neo-liberal politikaların iş
yaşamına yansıması yeni işletme stratejileri ve insan kaynakları yönetimi
uygulamaları şeklinde olmuştur. 1980’li yıllar sendikal gelişmeler açışından da bir
gerileme dönemini ifade etmektedir. Sendikasızlaşma eğilimlerinin yaşandığı bu
dönem, ne sadece sendikaların üyelerinin taleplerini karşılayamamalarından ne de
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Çalışma Yaşamında Devlet
ülkemizde sendikalaın asıl örgütlendiği alan kamu kesimi olduğu için, sendikalar
özelleştirme uygulamalarından olumsuz olarak etkilenmişlerdir.
Türkiyede sendikal örgütlenmenin tamamına yakını (yaklaşık %90) kamu
işletmeleri alanındadır. Bu oran Türk sendikacılığının ağırlıklı olarak kamuya dayalı
olduğunu göstermektedir.
Yeni insan kaynakları yönetimi anlayışı ve iş gücü yapısında yaşanan
değişim
Geleneksel anlamda insan kaynakları yönetimi çalışma ilişkilerinde
taraflardan biri iken günüzümde bu rolün önemi artmıştır. Daha önce çalışma
ilişkilerinde taraf olan sendika iken, yeni insan kaynakları yönetimi modelinde taraf
olan bireydir. Ayrıca yeni insan kaynakları modelinde devlet taraf olarak sürece
dahil olmamaktadır. Değişen ağır rekabet şartları ile birlikte örgütler başarılı olmak
için esneklik politikalarını uygulamaya başlamışlardır. Esneklik uygulamaları
sendikasızlaşmayı teşvik etmektedir.
Ayrıca insan kaynakları çalışanların örgüte bağlı olmalarını amaçlamaktadır.
Bunun nedeni işletmeye bağlılık duyan çalışlanların daha yüksek performans
göstermeleri beklentisidir. Dolayısıyla çalışanların çıkarlarını sendikalarda değil,
işletmede ve işgörende aramalarına olan inanç “örgütsel bağlılık”, “örgütsel
Daha çok sanayi vatandaşlık” gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Çalışanların örgütsel bağlılıkları
sektörü örgütleri için diğer bir ifadeyle “örgütsel sözleşme”leri, sendikaların işverenle sözleşmelerinin
örgütlenen sendikalar, yerine ikame edilmektedir.
Sendikasızlaşmanın arkasındaki temel faktörlerden biri de işgücü yapısındaki
hizmet sektörünün
değişmedir. Bugün üretim geniş ölçekli imalattan hizmet sektörüne doğru
önem kazanmasına kaynaktadır. Hizmet sektörününde çalışanların toplam çalışanlar içindeki payının
paralel olarak önemini artması, sendikaların tabanını zayıflatmaktadır. 1960’larda Avrupa ülkelerinde
yitirmeye başlamıştır. toplam istihdam %49’lar civarında seyrederken yüzyılın sonuna doğru bu oran
%30’ların altına düşüş, bugün ise %20’ler düzeyindedir.
Toplu pazarlığın yerini bireysel sözleşmenin alması
Değişen piyasa koşulları birçok ülkede toplu pazarlık sisteminin değişmesine
neden olmuştur. Teknolojik gelişmeler yeni yönetim biçimleri ve değişen çalışma
şartları gerek düzey, gerekse içerik açısından değişmiştir. Bu değişim, merkezilikten
ademi merkeziliğe doğru olmuştur. Bunun yanında işletme ve işyeri düzeyinde
toplu pazarlıklar yapılmaya başlamıştır. Bunun nedeni rekabet edebilirliği
artırmaktır. Sendikalar ise işyeri ve işletme düzeyinde toplu pazarlığı yeterince işçi
çıkarlarını koruyamadığı ve onları kurumsal kimliklerinden uzaklaştırarak
bireyseleştirdiği gerekçesiyle istememektedirler. Gelişmiş ülkelerde
bireyselleşmeye karşı sendikaların aldığı birtakım tedbirler vardır. Artık
sendikaların ilgi odağı, işçilerin toplu çıkarlarından çok bireysel çıkarlarıdır.
Yeni yönetim teknikleri
ile birlikte tüm Yeni yönetim tekniklerinin ortaya çıkması
çalışanlar bilgi üreten Son yıllarda, iş hayatında rekabetin hızla artması nedeniyle işletmeler farklı
ve kullanan konumuna yönetim tekniklerini uygulamaya başlamışlardır. Yeni yönetim teknikleri ile birlikte
gelmektedirler. tüm çalışanlar bilgi üreten ve kullanan konumuna gelmektedirler. İşletme içinde
iletişim, ekip kavramı ve esneklik önem kazanmaya başlamıştır. Bu teknikleri bir
diğer özelliği ise çalışanlarla bireysel olarak doğrudan diyalog kurması ve onları
kararların özel kesim tarafından alınır. Ancak devlet kriz dönmelerinde bu alanlara
müdahil olabilir.
Devlet, eğitim, refah düzeyi ve yasalarla birlikte ekonomik siteme bir
meşruiyet atfeder. Devletin “meşruiyetçi” faaliyetleri toplumun sadece bir kısmı
için değil, tümü için ve tüm kesimlerim menfaatini yansıtır. Yasa yapma süreci
bunun en önemli parçalarından biridir. Devletin koyduğu yasalar toplumun tüm
kesimlerini işçi ve işverenleri birlikte kontrol eder ve harektlerini sınırlar. Devlet
kapitalist ekonominin bir gereği olarak, emek ve sermaye ile varsa diğer taraflar
arasında menfaatleri örtüştürür. Bu süreçler daima pürüzsüz gerçekleştirilemez.
Örneğin, vergilerdeki bir azalma sosyal refah kesintilerine sebep olacağından, işçi
ve işveren arasından gerilimi artırabilir. Devlet istediği gibi her uygulamayı yapacak
konumda değildir; yani devlet, özel sermaye üzerinde ancak nispi bir müdehale
imkanına sahiptir.
Buraya kadar devletin amaç ve fonksiyonları üzerinde duruldu. Bir miktar
devlet ile çalışma yaşamı arasındaki ilişkilere bakmak gerekir. Devletin en önemli
görevlerinden biri, işletmelerin ve ticari faaliyetlerin devamını sağlamak ve
korumaktır. Burada en önemli husus, işçi işveren arasındaki çatışmanın
giderilmesidir. Bu hususta devlet çalışma ilişkileri sistemine şu şekilde müdahil
olur:
• İşveren olarak devlet
• Yasa koyucu olarak devlet
• Düzenleyici olarak devlet
İşveren Olarak Devlet
Devlet adalet, savunma ve güvenlik gibi klasik işlevlerinin yanında, çalışma
ilişkilerinde işveren konumundadır. Özellikle kendini sosyal devlet olarak gören bir
devlet anlayışı, hizmetlerini sürdürmek için işveren olarak çalışanları istihdam
Devlet; asgari ücret, etmeyi veya onların geçimini sağlayacak imkânlar sunmayı bir devlet görevi olarak
sağlık ve güvenlik, kabul etmiş olur. Bu yönüyle kendisinin istihdam ettiği insanlar bakımıbdan devlet
çalışma (mesai) saatleri, bir anlamda işvereni durumundadır. Türkiye’de devletin ekonomideki ve buna bağlı
çalışanlar arasında olarak çalışma yaşamındaki işveren konumu 1950’lerden sonra yavaş yavaş
inanç, cinsiyet ve değişmeye başlamış ve pazar ekonomisi doğrultusunda devlet sadece düzenleyici
olarak işlev görmeyi benimsemiştir. Liberal devlet anlayışı tezleri doğrultusunda
düşünce ayrımı
devletin işveren konumunu terk etmesi gerektiği inancı yerleşmeye başlamıştır.
yapmama, işten Birçok ülkede devlet işveren olarak hatta en büyük işveren olarak çalışma
çıkarmaya karşı koruma ilişkilerinde önemli rol oynamaktadır. İşveren devletin endüstri ilişkilerindeki rolü,
ve resmi tatiller gibi özellikle istihdam politikası ve kamu sektöründeki sendikalarla yapılan toplu
birçok konuda sözleşmelerin özel sektördeki toplu sözleşmelerin sonuçları üzerinde yaptığı etki
düzenleyici tedbirler nedeniyle önem kazanmaktadır.
Türkiye’de devlet “baba” anlayışının bir sonucu olarak genellikle tercih
alarak çalışma ilişkilerini
edilen bir işveren olmuştur. Bu tercihin temel nedenlerinden biri kültürel iken diğer
yasa koyucu olarak
en önemli neden istihdam güvencesinin kamuya ait işyerlerinde diğer işyerlerine
düzenler. göre daha fazla olmasıdır. Diğer taraftan, kamu işletmeleri örgütlenmeye uygun iş
yerlerine sahip olmanın etkisiyle, sendikal örgütlenmenin özel kesime göre daha
yüksektir. Türkiye’de devlet her zaman işveren olarak, işçi sorunlarına ve sendikal
taleplere özel kesim işverenlerinden daha olumlu bir yaklaşım içinde olmuştur.
Özel sektör ise, işçi sorunlarına karşı genellikle olumsuz bir tavır içinde olmuştur.
İşçi sorunlarına karlı olan bu olumsuz tavır, aynı zamanda özel sektörün işçi
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Çalışma Yaşamında Devlet
•Çalışma ilişkileri yaşamı diğer tüm toplumsal olaylarda olduğu gibi bir
süreci izlemiş ve farklı aşamalar şeklinde gelişmiştir. Bu aşamalardan
biri kitle üretimi dönemidir. Çalışma ilişkilerinin kitle üretimi
Özet
döneminde, devletin piyasayı kendi koşulları içinde serbest bıraktığı,
ilişkilerin işçi ve işveren arasında bireysel sözleşmelerle belirlendiği,
çalışma koşullarının genel arz ve talep dengeleri içinde işlediği bir
aşamayı ifade eder. Çalışma ilişkileri sisteminin tarihsel gelişim
sürecinde ikinci aşama, liberalizm dönemidir. Bu dönem devletin
bireylerin iş ve özel yaşamlarına en az düzeyde müdehale etmelerini
savunur. Liberalizm mülkiyetçi, bireyci anlayışı temel olarak savunduğu
için çalışma ilişkilerinin düzenlenmesine müdahale etmeyi uygun
bulmaz.
•Çalışma ilişkilerinde diğer bir aşama Neo-liberal Dönemdir. Bu
dönemde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde küreselleşme süreci ile
birlikte, yeni iktisat politikaları oluşturulmaya başlanmıştır. Bunlardan
en önemlisi neo-liberal politikalardır. Uluslararası rekabetin kızıştığı bu
dönem çalışma ilişkilerinde işçilerin yanında yer alan sendikal gücün
azaldığı bir dönemi ifade eder. Neo-liberal politikaların iş yaşamına
yansıması kamu veya özel örgütlerde insan kaynakları yönetimi
uygulamaları şeklinde olmuştur. Bu dönem aynı zamanda
sendikasızlaşma sürecinin hızlandığı bir dönemi ifade eder. Çalışma
ilişkilerinin son aşaması bugün de etkisi devam eden sendikasız
endüstriyel ilişkiler dönemidir. Bu dönem küreselleşme ile birlikte
özelleştirme, deregülasyon, liberalleşme gibi politikalar önem
kazandığı bir dönemdir. Bu dönemde mevzuat gevşetme sürecinin
etkisiyle sendikasızlaşma hızlanmıştır.
•Devlet çalışma ilişkilerini düzenleme konusunda görev ifa eder. Söz
konusu görevlerden biri devletin işveren olarak çalışma ilişkilerine
müdehalesidir. Özellikle kendini sosyal devlet olarak gören devlet
anlayışı, hizmetlerini sürdürmek için işveren olarak çalışanları istihdam
etmeyi devlet görevi olarak kabul eder. Devletin çalışma ilişkilerindeki
rollerinden biri de “yasa koyuculuk rolü”dür. Devlet yasa koyucu olarak
çalışma ilişkileriyle ilgili alanda işçi-işveren, sendikalar ve çalışma
ilişkilerinden doğan diğer alanlarda ve bireysel veya toplu iş hukukuyla
ilgili yasal düzenlemeler yapar. Devletin çalışma ilişkileriyle ilgili diğer
bir müdehale alanı da işçi ve işveren arasındaki her tür anlaşmazlığı
çözme konusunda hakem veya arabuluculuktur. Devlet taraflar
arasında uzlaşma sağlayarak sürecin yönetilmesinde işlev görür.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İşçi haklarının en çok öne çıktığı dönem aşağıdakilerden hangisidir?
Değerlendirme
a) Kitle Üretim Dönemi
sorularını sistemde ilgili b) Sendikasız Endüstriyel İlişkiler dönemi
ünite başlığı altında yer c) Liberal Dönem
alan “bölüm sonu testi” d) Müdahaleci Dönem
e) Hiçbiri
bölümünde etkileşimli
olarak 2. Devletin alt fonksiyonları içerisinde aşıdakilerden hangisi yer almamaktadır?
cevaplayabilirsiniz. a)Kışlama
b)Koruma
c) Bağımlılık
d) Kapsayıcılık
e) Hiçbiri
4. Devletlerin, eğitim, refah ve yeni yasalar için politikalar üreterek toplumdaki zıtlıkları
minimize etmesi hangi fonksiyona girer?
a) sistemini meşruluğu fonksiyonu
c) devletin dışlayıcı fonksiyonu
c) devletin toparlayıcı fonksiyonu
d) Devletin baskıcı fonksiyonu
e) Hiçbiri
10. ……………………. tarihsel süreç itibariyle işçi sınfının ve sınıf bilincinin yükseldiği bir
dönemi ifade eder.
a) Kitle üretimi dönemi
b) Müdahaleci kontrol dönemi
c) Liberal çoğulcu dönem
d) Neo-liberal dönem
e) Sendikasızlık dönemi
Cevap Anahtarı
1.C, 2.D, 3.E, 4.E, 5.B, 6.E, 7.E, 8.A, 9.C, 10.B
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akkaya, Y. (2003). “Küreselleşme Kıskacında Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Temel
Özellikleri”, Petrol-İş 2002-2003 Yıllığı. İstanbul: Petrol-İş No: 85.
Akkaya, Y. (1992). “Türkiye’de Sendikalaşma ve Bazı Özellikleri”, İktisat Dergisi,
Sayı: 332, Kasım.
Akkaya, Y. (2004). “Teknoloji, Esneklik, Çalışma İlişkileri ve Sendikacılık”, Toplum ve
Hekim Dergisi, C.19, S.3, 2004.
Aykaç, M. (1996). “Esneklik ve Çalışma Hayatı”, I.Ü. Iktisat Mecmuası Yayını,
İstanbul: 1996.
Çelik, N. (1993). “Türk İş Hukukundaki Asıl İşveren- Alt İşveren İlişkisinden Doğan
Bazı Uygulama Sorunları”, İş Hukukunun Ulusal ve Uluslar arası Temel ve
Güncel Sorunları, Ankara: Kamu-İş.
Çelik, N. (1991). "Dünyada ve Türkiye'de Sendikal Hareketin Geleceği", 16. Kuruluş
Yıldönümü Etkinlikleri, Ankara: Hak-İş.
Dereli, T. (1993). "Özelleştirmenin Endüstri Ilişkilerine Etkisi", Sayı: 51, Ekim İzmir:
Basisen Dergisi.
Edvards, P. (2003). “Industrial Relatins”, Blackwell.
Ekin, N. (1993). “Küçük İşyerlerinde Endüstri İlişkileri”, Ankara: Kamu-İş.
Ekin, N. (1996). “Değişim ve Sendikaların Geleceği", Mercek Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 6,
Nisan.
Grieder, W. (2003). “Tek Dünya Küresel Kapitalizm”, Manik Mantığı (Çev. Yavuz
Alagan) İstanbul: İmge.
Koç, Y. (1998). “Türkiye”de Sendika Üyeliği ve Sendikalı İşçiler”, Türkiye
Sendikacılık Ansiklopedisi, C: 3, İstanbul: T. Ekonomik ve Toplumsal Tarih
Vakfı.
Koray, M. (1994). “Değişen Koşullarda Sendikacılık”, İstanbul: TÜSES
Koray, M. (1992). “Endustri İlişkileri”, İstanbul: Basisen Eğitim ve Kültür
Kutal, M. (1997). “Küreselleşme Sürecinin Türk sendikacılığı ve Sosyal Güvenlik
Hukuku Üzerindeki Olası Etkileri", Ankara: Iş Hukuku ve Sosyal Güvenlik
Hukuku Milli Komitesi.
Lordoğlu, K. ve Müftüoğlu, Ö. (1994). “Çalışma İlişkilerinde Yeni Bir Özelleştirme ve
Etkileri, Dünya’da ve Türkiye’de Özelleştirme”, Türkiye Maden İşçileri
Sendikası, s. 137
Mahiroğulları, A. (2006). “Türkiye’de Sendikalaşma Evreleri ve Sendikalaşmayı
Etkileyen Unsurlar”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi.
Müftüoğlu, Ö. (2001). “Kapitalizmde Dönüşüm Dinamikleri ve Sendikal Kriz”,
Sanayi Kongresi, İstanbul: TMMOB, S. 266.
Petrol- İş (2001). “21. Yüzyılda Sendikalar”, Petrol İş, Y. 66.
Petrol-İş (2000). 97-99 İstanbul: Petrol-İş
Petrol-İş, (1993). “Eğitim Notları”, Petrol İş, S. 29.
Ratnam, V. (2006). “Industrial Relatins”, 2006, Oxford
Sapancalı, F. (2007). “Avrupa Birliği’ne Üye Ülkelerde Sendikal Örgütlenme,
Sorunlar ve Yeni Stratejiler, Eylül,
http://www.ceis.org.tr/dergiDocs/makale127.pdf
Deery, S., Plowman, D., Walsh, J. ve Brown, M. (2001). “Industrial Relations”,
McGrawHill.
• Kişilik Nedir?
ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ
İÇİNDEKİLER
açıklayabilecek
• Kişiliğin doğası ve iş yaşamındaki
önemini açıklayabilecek
• Kişiliğin oluşumu ve etkileyen
faktörleri açıklayabilecek
• Kişiliğin beş boyutunu ÜNİTE
öğrenebilecek
• Çalışma yaşamını etkileyen kişilik
özelliklerini açıklayabilecek
• İş ve kişilik uyumunu
açıklayabileceksiniz. 5
Çalışma Yaşamında Birey Ve Kişilik
GİRİŞ
İnsana ilişkin her özellik, onu anlamada bize ipucu verir. İnsanın dış
görünüşü, sesi ve konuşma tarzı, tepkileri, arzuları ve heyecanları onu
diğerlerinden ayıran özelliklerdir. Bütün bu özellikler, onun kişiliğini oluşturur.
Kişilik, bireyin, yapıp ettikleriyle, tepkileri veya arzularıyla, düşünce ve hisleriyle
kendini ortaya koyan özelliklerin toplamıdır. Bireyi diğer insanlardan ayıran kalıcı
özellikler bütünüdür.
Kişiliği oluşturan özellikler belirli bir davranış düzlemi içerisinde zamanla
benzer özellikler gösterir. Böyle olmakla birlikte aynı çevrede yetişen insanlar
Her birey kişiliği
kültürel olarak benzerlikler gösterse de bu benzerlikler daha çok yeme, içme, gibi
nedeniyle çevreden
temel fizyolojik ihtiyaçlarla ilgilidir. İnsanlar sevgisini veya nefretini, öfkesini veya
etkilenir; ancak çevre
arzusunu gösterme gibi ikincil davranışlarında birbirinden ayrılırlar. Bu ayrılmanın
dediğimiz şey de söz
arkasındaki temel neden, onların kişilik özellikleridir. Bu nedenle kişilik insanların
konusu farklı kişiliklerin
farklı özelliklerini yansıtır.
sonucunda ortaya çıkan
İnsanların davranışlarını anlamak, bir elektronik veya mekanik aracın çalışma
yapıyı ifade eder.
düzenini anlamak kadar kolay değildir. İnsan karmaşık bir varlıktır ve her an tutum
ve davranış farklılığı gösterebilir. İnsanların davranışları karmaşıktır; kişiliği
anlayabilmek için söz konusu karmaşıklığı anlamak ve kabul etmek gerekir.
İnsanların her bir davranışını şekillendiren sayısız etken vardır; bunlar onun
kişiliğinin parçalarıdır. İnsanlar aynı olay için farklı tepkiler gösterebilecekleri gibi,
aynı davranışın, farklı kişiliğe sahip insanlarda farklı nedeni olabilir. Bu belirsizliğin
ve karmaşanın nedeni, insan sayısı kadar farklı kişiliğin olmasından kaynaklanır.
KİŞİLİK NEDİR?
Kişilik sözcüğü, Latince “persona” kavramından gelir. Bu kavram Roma
Tiyatrosunda oyuncular, temsil ettikleri özelliklere uygun maskeler takarak, kendi
rollerini bu maskeler yardımıyla canlandırdıkları sırada yüze takılan bu maskeler
Kişilik bireyi diğer “persona” adı verilen “maske”nin adından gelmektedir. Bu maske, sahne ile
seyirciler arasındaki uzaklığın fazla olması nedeniyle, oyuncunun yansıttığı role
insanlardan ayıran ve
uygun yüz mimiklerini göstermek amacıyla takılmaktaydı. Kişiliğe bu adın
onu kendine has kılan verilmesinin nedeni maskeden (persona) veya kişilikten ayrı, onun gizlediği başka
kalıcı özelliklerin bir bir varlığın olduğunu anlatmak içindir. Tıpkı Yunus’un “bir ben (kişilik) vardır bende
toplamıdır. benden içeri” beyitinde olduğu gibi. Buna göre bir kişi vardır, bir de onu
maskeleyen başka bir kişilik.
Kişilik kavramı psikolojiyle ilgili kavramlar arasında en kapsamlı ve çok
tartışılan kavramlardan birisidir. Kişilik bir insanın bütün ilgilerinin, tutumlarının,
yeteneklerinin, konuşma tarzının, dış görünüşünün ve çevresine uyum biçiminin
özelliklerini kapsayan bir bütündür. Bu, “kendine özgü ve uyumlu bir bütün”
demektir. Bu bütünü oluşturan nitelikler, o insanın tanınması ve anlaşılmasında
önemlidir.
Allport, kişilik konusunda yaptığı çalışmalarda, ellinin üzerinde kişilik
tanımının yapılabildiğini belirtmiştir. Bu tanımlar biyososyal ve biyofiziksel olmak
üzere iki farklı kategoride incelemiştir. Biyososyal kişilik tanımlarında bireyin sosyal
uyaran olarak ele alınıp değerlendirildiği görülmektedir. Burada kişiliği tanımlayan,
bireyin diğer insanlar üzerinde yarattığı veya oluşturduğu tepkilerdir. Allport’a
göre, insanın kendi doğasından gelen fiziksel ve organik özellikleri vardır ve bunlar
Karakter ve Kişilik
Karakter kavramı çoğu kez kişilikle aynı anlamda kullanılır. Oysa karakter,
kişiliğin sosyal ve ahlâkî özelliklerini ifade eder. Bir başka ifadeyle karakter, bireyin
zihinsel gücünü oluşturan ve şekillendiren özellikleridir. Bu tanımlara göre,
Karakter, bireyin karakter, kişiliğin omurgası durumundadır. Kişinin belli bir zamanda ve mekânda
zihinsel gücünü ortaya koyduğu kişilik özellikleri, karakterin bir görünümüdür. Karakter, bireylerin
sosyal ve ahlâkî özelliklerini ifade etmek için kullanılır. Karakter kavramı, bireyin
şekillendiren kişiliğin
çevresinin toplumsal değerleri ve ahlâkî kuralları ile yakından ilgilidir. Bu nedenle
huy ve yetenek ile Allport karakteri, insanın çevresinde geçerli olan değer yargılarına ve ahlâk
birlikte üç temel kurallarına karşı tutum ve davranışı olarak tanımlamaktadır.
unsurundan biridir. Karakterin oluşumuyla ilgili iki temel basamak vardır; bunlardan ilki,
beğenilme, takdir ve ödüllendirme basamağı, diğeri gerçek idealler basamağıdır.
Toplumca iyi bilinen ve kabul edilenlerin yapılması sonucu beğenilme, takdir
edilme ve ödüllendirme karakterin oluşmasında bireyleri harekete geçiren
faktörlerdir. Burada bireyler daha çok çıkarlarına göre bazı karakter özellikleri
sergilerler. Dolayısıyla, bireyler umdukları ve bekledikleri takdir oranında ve
süresince dürüst, sadık, saygılı ve terbiyeli görünürler. Bu durum her meslek ve her
sosyal ilişkide görülebilir. Ancak bu davranışlar her zaman samimî ve dürüst
olmayabilir; çünkü bireyler üstlerinden gerekli ilgi ve takdiri görmedikleri zaman
bağlılıkları ve saygıları kaybolur. Gerçek idealler basamağı ise, bireyin olumsuz bir
durumla karşılaşması halinde, karakterinden taviz vermemesini ifade etmektedir.
Bu basamakta ahlâkî ideal, her türlü maddî çıkardan önce gelir.
Mizaç ve Kişilik
Kişiliği oluşturan ikinci faktör mizaçtır. Mizaç (huy) bireye ait bazı temel ve
ayırt edici özellikleri ifade eder. Bazı araştırmacılar mizacı, algı ve tepki biçimleri,
duyguların çabuk uyanıp uyanmaması, sürekli ve yoğun olup olmaması, derin
duyulup duyulmaması ve kişisel niteliklerin tümü olarak açıklamaktadırlar. Bazı
bireylerde duygular çabuk uyanıp süreksiz olur ama derin duyulabilir. Bazı
bireylerde ise, yavaş uyanıp süreksiz ve yüzeysel olabildiği gibi, yavaş uyanıp derin
ve sürekli de olabilir. Duygu durumları daha çok bireyin içyapısıyla ilgilidir. Kısaca
mizaç (huy), bireyin duygusallık yönünü temsil eder.
Mizaç, bireye özgü,
M.Ö. 4. Yüzyılda beden kimyasının mizaç üzerinde önemli etkilerinin
belirli duygusal olduğunu ileri süren Hipokrat, mizacı aşağıdaki gibi dört grupta incelemiştir:
tepkilerin gösterilme ve • Neşeli mizaç. Bu gruptaki bireyler hareketli ve neşelidirler. İlgi duydukları
ortaya konma biçimidir. şeyler kolayca değişebilir.
• Soğukkanlı Mizaç. Az hareketli olan, fazla neşeli olmayan, soğukkanlı ve
kuvvetli kişiliği ifade eder.
• Kızgın Mizaç. Çabuk kızan, hareketli, heyecanlı ve kuvvetli mizaç tipidir.
• Melânkolik Mizaç. Sıkılgan, üzgün, hareketsiz ve zayıf kişiliği yansıtan mizaç
biçimidir.
Yetenek ve Kişilik
Kişiliği oluşturan diğer bir boyut “yetenek”tir. Yetenek, heyecanlılık, içe
dönüklük, kavgacılık, canlılık, sosyal girginlik, sosyal uyum, baskınlık gibi
özelliklerdir. Kişiliği tanımlamada baskın olan yön ağırlıklı olarak sosyal yöndür.
Fiziksel yapı gibi, zekâ ve yetenekler de kişiyi tanımlayan özelliklerdir. Yetenek,
toplumun kişiye karşı davranışlarında tayin edici rol oynar ve kişinin, toplumun bu
yönelişine karşı tepki ve davranışlarını belirler. Yetenek, sadece kişiliği oluşturan bir
özellik değil, aynı zamanda kişiliğin biçimlenmesinde de önemli bir faktördür.
Örneğin, üstün zekâlı birinin, çalışma ortamına daha çabuk ve daha iyi uyum
sağlaması daha kolaydır.
Yetenekler zihinsel ve bedensel olmak üzere iki gruba ayrılır. Bedensel
yetenek, fiziksel olarak gösterilen yeteneklerdir. Bedensel yeteneklerin büyük bir
kısmı, bireyin doğuştan getirdiği, zamanla kullanılabilir kıldığı özellikleridir. Yürüme,
konuşma, görme, renk ayırma, derinliği ayırma, ses tonlarını ayırma, tat ve koku
hissetme, el-kol-ayak gibi organları belli bir koordinasyon içerisinde kullanma gibi
özellikler, kişinin bedensel yeteneğinin en önemlilerindendir.
Kişilik sadece doğuştan Yeteneğin diğer bir boyutunu zihinsel yetenek oluşturur. Zihinsel yetenekler
getirilen özellikler ilişkileri kavrayabilme, analiz edebilme, çözümleyebilme ve sonuç çıkarabilme gibi
değildir; doğuştan analitik yeteneklerden oluşur. Bireylerin yaşları, eğitimleri ve cinsiyetleri gibi
getirilen özelliklerle demografik özellikleri ile kazandıkları zihinsel yetenekleri onun kişiliğini oluşturan
özelliklerdir. Sayısal ilgi, teknik kavrama ve teknik ilgi, hafıza yeteneği, soyut
birlikte sonradan
düşünme, ilişki bulma, karşılaştırma yapabilme, öğrenme ve kavrama gibi
edinilen eğilimlerin yetenekler zihinsel yeteneklerin en önemlilerindendir. Bunlara ek olarak, bireylerin
bütünüdür. yaşama ve çevrenin sosyo-teknik yapısına uyum sağlamaları ve bazı bedensel
yetenekleri kullanabilmeleri için zihinsel yeteneklere ihtiyaçları vardır. Zihinsel
yeteneklerin başında kişinin zekâ düzeyi gelir. Araştırmalar, kişilik ile zekâ arasında
özellikle bireyin yaratıcı yönü ile zekâ arasında yakın ilişkinin olduğunu
göstermektedir.
Kişilik birbirlerini tamamlayan on farklı katmandan oluşur. Bu katmanlar
aşağıdan yukarıya doğru şöyle sıralanabilir: En alt katmanda bedensel nitelikler
bulunur. İkinci katmanda bedensel yapıya biçim veren iç salgı bezlerinin kişi
üzerinde etkisi vardır. Üçüncü katmanda kişiliğin oluşup gelişeceği ruhsal yapının
temelini oluşturan bireyin “zekâ”sı vardır. Dördüncü katmanda ise, ihtiyaçları
karşılama konumunda kişiyi uyaran dürtüler ve güdüler bulunur. Beşinci katmanda
bireyin güdülerinden kaynaklanan duygulanım ve coşku alanı vardır. Bu katmanın
kişiye özgü özelliklerine mizaç denir. Altıncı katmanda kişiliğin benliği ve benlik
algısı bulunur. Yedinci katmanda ise kişiliğin dışarıya yansıyan, başkaları tarafından
algılanan, değerlendirilen duyguları, düşünceleri, tutumları, davranışları,
hareketleri vardır. Kişiliğin sekizinci katmanında, kişiliğin dışarıya yansıyan
özelliklerinin toplum değerleri, kuralları ve ahlâk açısından anlamlandırılması
sonucu ortaya çıkan “karakter” vardır. Dokuzuncu katman, kişinin kendini olduğu
ya da olmak istediği biçimde kabullenmesi, ya da kabul ettirmesi, kişiliğinin
gerçekliğini kanıtlaması, kendi varlığını ispatlaması için başvurduğu yöntemler,
yollar, bu amaç uğruna harcadığı çaba ve ortaya çıkardığı ürünlerden meydana
gelir. Onuncu katmanda birey, kişiliğini oluşturan öteki katmanların bilincinde
olarak akıp giden zaman içinde evrendeki yerini ve değerini saptayan katman
bulunur.
Bütün bu boyutlardan ve katmanlardan sonra bireyin kişiliğini belirleyen
özelliklerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
• Kişilik doğuştan var olan ve sonradan edinilen eğilimlerin bütününden
meydana gelir.
Kişilik bir denge • Kişilik doğuştan getirilen yeteneklerin ve sonradan kazanılan becerilerin
özelliğidir. Birey ne düzenlenmesidir.
ölçüde zihinsel dengeye • Her bireyin kişisel özelliğini diğerlerinden ayıran birtakım farklılıklar vardır.
• Kişilik, bireyin eğilimlerini çevreye uydurur. Yani aynı birey sosyal uyumun
sahip ise, o ölçüde
gereği olarak farklı çevresel koşullar altında farklı tutum ve davranışlar
normal bir kişilik gösterebilir.
oluşturacak veya • Her kişiliğin doğuştan kazanılan bir tek karakteri vardır ve karakter kişiliğin
normal kişiliğe sahip vazgeçilmez bir unsurudur.
olacaktır. • Kişilik, davranışlara yön verir ve idare eder.
• Kişilik, bireysel dengenin ürünüdür.
Kişilik, bireyin normal zihinsel dengesinin bir sonucudur. Birey ne ölçüde
zihinsel dengeye sahipse, o ölçüde normal bir kişilik oluşturacak veya normal
kişiliğe sahip olacaktır.
Tartışma
anne psikolojik olarak daha olgun olduğundan genellikle son çocuk daha rahat
yetişmekte, daha sosyal olmaktadır. İlk çocuk çok önem verildiği, son çocuk çok
sevildiği, hoş görüldüğü hatta şımartıldığı için ortanca çocuk ailede kendi kendisine
yer açmak zorunda kalmaktadır.
Sosyal Yapı Ve Sosyal Sınıf Faktörleri: Ulusal kültür içerisinde çeşitli alt
kültürler vardır. Yöresel kültür, çeşitli yaş gruplarının oluşturdukları kültür, sokak
çocuklarının kültürü gibi. Bu farklı alt kültürlerin bileşimi sosyal yapıyı oluşturur;
sosyal yapı da bireyin kişiliğinin oluşmasını sağlar. Genel kültür ve alt kültürler
sosyal yapıyı belirler, sosyal yapı içerisinde de bireyin statüsü belirlenir. Statü
bireyin sosyal yapı içerisindeki yerinin ve konumunun bir göstergesidir. Sosyal sınıf
belirleyicileri özel davranış kalıplarını ortaya çıkarır. Bu davranış kalıpları da kişiliğin
oluşmasında önemli rol oynar. Ayrıca sosyal yapı içinde farklı eğitimde olanların
kişilikleri de farklılaşabilir.
Bireylerin mensubu olduğu sosyal sınıf ve sosyal yapı, onların kişiliklerinin
oluşmasında etkilidir. Bireyin ait olduğu sosyal sınıf, onun eğitim imkânlarını,
yaşama biçimini, düşünce ve eğilimlerini, tüketim davranışlarını ve çeşitli kişisel
özelliklerini etkiler. Kültürel yapı, kişiliğin genellenebilir özelliklerini gösterir. Ancak,
belirli bir kültürel yapı içinde farklı alt kültürler olduğuna, değişik sosyal gruplar
bulunduğuna göre, bu alt kültürel özelliklerin ayrı ayrı kişilik tipleri doğuracağını
belirtmek gerekir. Bu durumda kültürel belirleyicilerin, sosyal grup düşüncesi
olmadan genel davranış kalıpları hakkında bilgi verdiğini, sosyal sınıf
belirleyicilerinin ise, özel davranış kurallarını ortaya koyduğunu, kişiyi daha özel bir
şekilde etkilediğini belirlemek mümkündür.
İŞ VE KİŞİLİK UYUMU
Yukarıda yapılan işin bireyin kişilik yapısı ile uyumlu olması gerektiğinden söz
ettik. Eğer böyle bir uyum var ise bireyin başarısı artacak, eğer iş ile kişilik arasında
uyumsuzluk var ise o zaman bireyin başarısı azalacaktır. Bu durum John Holland’in
kişilik ve iş uyumu konusundaki kuramıyla büyük ilgi çekmiştir. Bu kuram, bireyin
ilgileri ile yaptığı iş arasındaki uyum üzerine kurulmuştur. Holland kuramında altı
kişilik tipi ve bu tipin yaptığı işte uyumlu olmasını sağlayan birtakım özellikler ve
buna uygun mesleklerden söz etmektedir. Kişilik tipleri ve bunlara uygun işleri (kişi-
iş uyumu) aşağıdaki gibi gösterebiliriz:
Gerçekçi tip: Bu tip saldırgan özellikler gösterir, fiziki güç, kuvvet ve
koordinasyonu gerektiren işlerde başarılıdır. = Çiftçilik ve ormancılık işlerinde
başarılı olabilirler.
Araştırıcı tip: Duygudan ziyade, düşünmeyi, koordinasyonu ve anlayışı
İş ve kişilik arasında gerektiren işlere uygundur. = Biyoloji, matematik, muhabirlik ve genel olarak
karşılıklı bir etkileşim bilimsel faaliyetlerde başarılı olabilir.
söz konusudur. Tatmin Sosyal tip: Entelektüel ve fizikî aktivitelerden ziyade, bireyler arası ilişkilerde
veya başarıda kişiliğin başarılıdır. = Dış ilişkiler, sosyal hizmet ve klinik psikoloji, psikolojik rehberlik ve
danışmanlık gibi işler “sosyal tip”ler için uygun işlerdir.
etkisi vardır
Konveksiyonel tip: İnsanların faaliyetlerini düzenleyen, kurallar koyan,
ihtiyaçlarını karşılayan ve organizasyon içindeki bireylerin güç ve statüleri ile ilgili
olarak çalışan kişiliktir. = finans, muhasebe, yönetim, koordinasyon gerektiren
işlerde başarılıdırlar.
Girişken tip: Sözel yeteneği kuvvetli, başkalarını kolay etkileyen, güç ve
statüyü bu yolla kolay edinen tiplerdir. = Hukuk, halkla ilişkiler, küçük ticari şirket
yöneticiliği, girişimcilik, avukatlık, iletişim ve danışmanlık hizmetleri gibi işler
girişken tiplere uygun işlerdir.
Artistik tip: Kendini iyi ifade edebilen, artistik yaratıcılığı yüksek, duygusal
tiplerdir. = Sanat, müzik ve yazarlık, tanıtım, münazaralarda bulunma, tartışmalara
katılma gibi işler artistik tiplere uygun işlerdir.
Bireysel Etkinlik
Bireyin sahip olduğu iş, onun kimliğinin bir parçasıdır. Adı, cinsiyeti ve uyruğu
ile birlikte kimliğini belirtmede önemli rol oynar. Kimlikle meslek arasındaki sıkı bir
bağ vardır. Kişinin “doktorum”, “öğretim üyesiyim”, “avukatım” gibi ifadeleri,
kişiliğini işiyle tanımladığı anlamına gelir. Meslek rollerine girmek, işten alınan
doyumu da belirtir. Çalışma hayatındaki başarı arttıkça, bireysel kimlik ve iş kimliği
gelişmeye devam eder. Özellikle kişiliklerine uygun meslekleri seçen veya işe
yönelen insanların kendilerini gerçekleştirme çabaları da sonuçsuz kalmaz.
Örgütsel davranış bilimciler, örgütlerde iş görenlerin davranışlarını etkileyen
bazı kişilik özellikleri üzerinde durmaktadırlar. Bunlar kendilik kontrolü, başarıya
yönelim, otoriter kişilik, makyavenalizm, kendine güven, kendini yansıtma ve risk
alma eğilimidir. Bu kişilik özelliklerinin her birinin iş hayatında önemli rolleri
bulunmaktadır. Bunları aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
Kendilik kontrolü (Locus of control): Kendilik kontrolü, bireyin herhangi bir
davranışının ortaya çıkmasında veya sonuçlarında kendisinin belirli bir katkısının
olduğuna inanmasıdır. Örneğin kişinin çok çalışırsa ödüllendirilip yükseltileceğine,
çalışmazsa işten atılacağına inanması gibi. Kendilik kontrolü içsel kendilik kontrolü
ve dışsal kendilik kontrolü olmak üzere ikiye ayrılır.
İçsel kendilik kontrolü. Bu insanlar içsel açıdan kendilerini kontrol edebilen
insanlardır. İşyerlerinde yöneticilerinden kendileri hakkında olumlu veya olumsuz
sözler duymak isterler. Başarı güdüleri gelişmiştir. Sağlıklı yaşam alışkanlıklarına
sahiptirler. İşe devamsızlık oranları düşüktür. İşe ve işyerine daha sadakatlidirler,
bu nedenle iş değiştirme ve işten ayrılma niyetleri pek yoktur. Bu insanlar zor olan
işleri başarma konusunda isteklidirler. Bağımsız hareket etme ve karar almayı
gerektiren işler bu tip insanlara daha uygundur.
Dışsal kendilik kontrolü. Bunlar her şeyi kendi dışındaki faktörlere bağlarlar.
Kendine yontan ön yargıları veya temel tutum hataları vardır. Örneğin işte
yükselememelerinin nedenini kendilerinden değil şans ve kaderin etkisiyle
açıklarlar. Bunlar başarılarını kendi yetenekleriyle açıklarken, başarısızlıklarını dışsal
faktörlerle açıklarlar. Bu insanlar daha katı, yönlendirici bir yönetim modelini tercih
ederler. Bu kişiler işlerinden fazla tatmin olmayan, devamsızlık oranları ve işten
ayrılma niyetleri yüksek, işe yabancılaşmış kişilerdir. Tatminsizliklerinin nedeni
olarak örgütü ve dışsal faktörleri suçlarlar. Emirlere daha çabuk uyarlar, rutin
işlerde başarılıdırlar, ancak değişim ve yenilik bunlara göre değildir.
Başarıya Yönelim: Başarma ihtiyacı tüm insanlarda mevcuttur. McClelland
kişiyi güdüleyen temel motiflerden birinin güç, diğeri de başarı güdüsü olduğunu
Başarma ihtiyacı yüksek belirtmektedir. Başarma ihtiyacı yüksek olan kişiler işlerini daha iyi yapma
olan kişilerin işlerini eğilimindedirler. Bunlar, başarılarını engelleyen her şeyi ortadan kaldırmak isterler.
daha iyi yapma Başarı ve başarısızlarını kendilerinde görürler. Bu nedenle ne çok kolay ne de çok
eğilimleri de yüksektir. zor olmayan işlere yönelirler; ancak başarabilecekleri işler bunlar için uygundur. Bu
tip insanlar; pazarlama, satış, montaj hattı yöneticiliği veya büro yöneticiliğinde
daha başarılıdırlar. Başarı ihtiyacı yüksek olanlara geri bildirimi yüksek,
sorumluluğu olan işler verilirse bu tür kişilik yapısı iş performansını olumlu yönde
etkileyeceği ileri sürülebilir.
Otoriter kişilik: Otoriter kişiliğe sahip insanlar, örgütte çalışan insanlar
arasında statü ve güç farklılığının olması gerektiğine inanırlar. Bu tip kişiler katı
kuralları olan, insanları yargılayan ve herkese tepeden bakan, altındakileri ezen,
güvenilir olmayan, gücünü otoritesinden alan bireylerdir. Bunların yöneticilik
vasıfları gelişmiş ancak liderlik yetenekleri zayıftır. Çalışanların iş kurallarına aşırı
Bireyin kişiliği ile iş yaşamı arasında uyum olduğu takdirde bunun olası sonuçlarını
aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
• Bireyin içinde yer aldığı örgüt üyeleri ile bütünleşmesi, örgüte bağlılığını
arttıracak ve kişinin davranışları ile örgüt üyelerinin davranışları benzer
amaçlı olmaya başlayacaktır. Böylece bireyin zihinsel ve bedensel
özelliklerinden en iyi şekilde yararlanma olanağı elde edilmiş olacaktır.
• Bireyin içinde yer aldığı sosyal yapı ile kişiliği arasında bir bağ kurulacak
olursa birey, grup normlarına uymada güçlük çekmeyecek ve davranışları
ile grup üyeleriyle ilişkileri arasında yönetsel etkinliği artıracak bir ilişki
kurulacaktır.
• Kişinin beklentisi ile örgütün amaçları arasında istenen bağın kurulması,
örgütsel verimlilik açısından son derece önemlidir. Bu da büyük ölçüde
Bir liderin ortaya çıkışı, çalışanların kişiliğine bağlıdır.
bulunduğu grubun • İşyerinde grup üyeleri ile kurulacak olan olumlu etkileşim, örgüt iklimini
özelliğine bağlı olduğu oluşturacak, böylece örgüt üyeleri arasında sıkı bir bağ oluşacaktır.
• Bireyin kişiliği liderlik davranışının ortaya çıkmasında da son derece
kadar, liderin kişilik
önemlidir.
özelliklerine de bağlıdır. • Örgüt içinde informel grupların oluşumu ve gelişimi, bu grupları oluşturan
kişilerin kişilikleriyle doğrudan ilişkilidir. Her şeyden önce bu grupların
karşılıklı etkileşimi olumlu ilişkiye bağlıdır.
• Örgüt çalışanlarından bazıları zamanla işten ayrılırlarsa, bu ayrılışın
nedeni, kişisel tatmin olacak ve tatminsizliğin kaynağı da kişinin
bekleyişleri ile örgütün işleyişi arasındaki uyumsuzluk olacaktır. Kişilik
yapısı ile örgütün değerleri arasında benzerlik varsa “ait olma” ihtiyacı
bireyin işe ve iş yerine bağlılığını artıracaktır.
• Örgütsel iklimin önemli bir unsuru olan iletişim etkinliği önemli ölçüde iş
görenlerin kişiliğine bağlıdır. Haberleşme kanallarının açık olması, verilen
mesajın sağlıklı yorumlanması örgütsel etkinliği arttıracaktır.
Kişilik, iş yerinde kişiye verilen görevle de ilgili olduğuna göre, kişiye bu
sosyal rolü ile kazandırılan unsurlar, onun bilincini etkiler. Her insanda kişiliğinin
gereği olarak isteklerin, arzuların ve ihtiyaçlarının şiddeti farklıdır. Kimisi fazla
sorumluluk almak istemezler, hırslı değillerdir. Belli bir mevkiye terfi etmeleri
kendileri için yeterli olacaktır. Kimi terfi ile tatmin olmaz, devamlı yükselmek,
sorumluluk almak, ödüllendirilmek ister. Bütün bu davranışlar insanın kişiliğin bir
yansıması olarak ortaya çıkar.
Ödev
• Kişiliğin doğası ve iş yaşamındaki önemini 200 kelimeyi
aşmayacak şekilde yazınız.
• Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer
alan “ödev” bölümüne yükleyebilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıda kişilik ve karakterle ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
Değerlendirme a) Karakter, bireyin zihinsel gücünü oluşturan ve şekillendiren genel özelliklerin
sorularını sistemde ilgili tamamıdır.
b) Karakter, kişiliğin sosyal ve ahlâki özelliklerini ifade eder.
ünite başlığı altında yer
c) Kişilik, bireyin bağımsız özelliklerin veya davranış biçimlerinin bir toplamıdır.
alan “bölüm sonu testi” d) Karakter, bireyin gelişimi sürecindeki her safhada sahip olduğu bilişsel
bölümünde etkileşimli organizasyonudur.
olarak e) Kişilik, bireyin doğumundan ölümüne kadar devam eden dinamik bir süreçtir.
cevaplayabilirsiniz. 2. Aşağıdakilerden hangisi karakterin oluşmasında etkili olan basamaklardan biri
değildir?
a) Beğenilme
b) Takdir
c) Hırs
d) Ödüllendirme
e) Gerçek idealler
3. Aşağıdakilerden hangisi Hipokrat’a göre mizaç türlerinden biri değildir?
a) Üzgün mizaç
b) Melankolik mizaç
c) Soğukkanlı mizaç
d) Neşeli mizaç
e) Kızgın mizaç
4. Aşağıdakilerden hangisi zihinsel yeteneğe ait özelliklerden biridir?
a) Renk ayırma
b) Teknik kavrama ve teknik ilgi
c) Ayakta durma
d) Organları belli bir koordinasyon içerisinde kullanma
e) Tat ve koku hissetme
5. Aşağıdakilerden hangisi kişiliğin oluşumunu etkileyen faktörlerden biri değildir?
a) Coğrafî ve fizikî faktörler
b) Sosyo-kültürel faktörler
c) Aile faktörü
d) Sosyal yapı ve sosyal sınıf faktörleri
e) Dil faktörü
6. Aşağıdakilerden hangisi kişiliğin beş büyük boyutundan biri değildir?
a) Dışa dönüklük
b) Uyumluluk
c) Açıklık
d) Duygusal istikrar
e) Fiziksel güç
Cevap Anahtarı
1.D, 2.C, 3.A, 4.B, 5.D, 6.E, 7.C, 8.B, 9.D, 10.A
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Aytaç, S. (2000). “İnsanı Anlama Çabası”, Bursa: Ezgi.
Başaran, İ. E. (2000). “Örgütsel Davranış İnsanın Üretim Gücü”, 3. Baskı, Ankara.
Baymur, F. (1973). “Genel Psikoloji”, İstanbul: İnkılap ve Aka.
Baysal, A. C. ve Tekarslan, E. (1996). “Davranış Bilimleri”, İstanbul: Avcıol.
Cüceloğlu, D. (1991). “İnsan ve Davranış”, İstanbul: Remzi.
Dubrın, A. (1994). “Applying Psychology; Individual And Organizational
Effectiveness”, New Jersey: Prentice Hall.
Eren, E. (1984). “Yönetim Psikolojisi”, İstanbul: İ.Ü. İşletme Fakültesi.
Eroğlu, F. (1996). “Davranış Bilimleri”, İstanbul: Beta.
Güney, S. (2009). “Davranış Bilimleri”, Ankara: Nobel.
Güney, S. (2001). ”Yönetim ve Organizasyon”, Ankara: Nobel
Hedges, P. (1997).” Kişiliğinizi Tanımanın Yolları”, (Çev: Banu BÜYÜKKAL), İstanbul:
Rota.
Kağıtçıbaşı, Ç. (1999). “Yeni İnsan ve İnsanlar”, 10.bsk., İstanbul: Evrim.
Liebert, R. (1990). “Personality”, New York: Brooks/Cole Pub.Co.
Lloyd, P. (1990).” Introduction To Psychology”, New York: W. Collins Pub.Co.Ltd.
Luthans, F. (1992). “Organizational Behavior”, New York: McGraw Hill Co.
Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2010). “Örgütsel Davranış”, Bursa: Ekin.
Robbins, S.P. (1994). “Örgütsel Davranışın Temelleri”, (Çev; Sevgi Ayşe Öztürk)
Eskişehir: Etam Aş.
Silah, M. (2005), “Sosyal Psikoloji Davranış Bilimi”, Ankara: Seçkin.
Silah, M. (2005). “Endüstride Çalışma Psikolojisi”, Ankara: Seçkin.
Tezcan, M. (1987). “Kültür ve Kişilik”, Ankara: Bilim.
Zel, U. (2001). “Kişilik ve Liderlik”, Ankara: Seçkin.
ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ
• İş Yaşamında Duygular VE ETİK
İÇİNDEKİLER
• Birey ve Değerleri
Doç. Dr. Hasan TUTAR
• Tutumlar
• Tutum-Davranış İlişkisi
• Bilişsel Tutarsızlık
• İşle İlgili Tutumlar ve İş
Tatmini
açıklayabilecek
• İş yaşamında duyguların önemini
açıklayabilecek
• Birey ve birey değerlerini
açıklayabilecek
• Tutum kavramını tanımlayıp
açıklayabilecek
• Tutum-davranış ilişkisini
ÜNİTE
açıklayabilecek
6
• Bilişsel tutarsızlık kavramını
açıklayabilecek
• İşle ilgili tutumlar ve iş tatminini
açıklayabileceksiniz.
Çalışma Yaşamında Duygular, Değerler, Tutumlar Ve İş Tatmini
GİRİŞ
İnsanın tutum ve davranışlarını yönlendiren içsel durumlar olan duygular ve
heyecanlar insanı süreki etki altında bırakır. Duygular kimi zaman korku, kimi zaman
sevinç, kimi zaman telaş, kimi zaman arzu şeklinde ortaya çıkar. Duyguların insanın
Duygu ve davranış tutum ve davranışlarıyla yakından ilgisi vardır; ancak belirli duygusal durumlar
birlikteliği, insanın belirli davranışlarla birlikte görülür veya belli davranışların ortaya çıkmasını
sağlayan belli duygusal durumlardır. Korku, kaçma davranışına neden olurken, öfke
çevreye uyumunu
saldırma, sevgi yaklaşma, telaş hazır bulunma davranışına neden olur.
kolaylaştırır.
İnsanın yaşamında onun için istenilebilir olan her şey, bir değeri ortaya
koyar. Değerler karmaşıktır ve çeşitlilik gösterir. İktisadi değerler, estetik değerler,
dinî ve ahlâki değerler bir bütünü oluşturur. Değerler, kişilerin amaçlarının, tutum
ve davranışlarının yönünü ve bunların arkasındaki niyeti belirleyen ölçütlerdir.
Değerler her ne kadar bireysel bir özellik göstermiş olsa da, toplumsal olarak
paylaşılan, benimsenen, onanmış ve uzlaşılmış bir özellik gösterir. Bu özelliği ve
Duygular bireysel anlam yakınlığı nedeniyle “değer” kavramı “inanç” kavramıyla çoğu kez karıştırılır.
ihtiyaçları karşılamaya, Bununla birlikte “değer” kavramı “inanç” kavramından farklıdır ve kişinin tutum ve
davranışı davranışlarını, toplumun kültürünü oluşturan faktörler arasında inançlarla birlikte
yönlendirmeye ayrı bir faktör olarak yer alır. Değerler ölçüt veya standart ortaya koyarken,
yardımcı olur. inançlar daha çok “ilke koyucu” olarak kendini gösterir.
Tutumlar, bireyin bir durum, olay ya da olgu karşısında ortaya koyması
beklenen olası davranış eğilimini ifade eder. Tutumun nesnesi, bir eşya, bir tasarım,
bir durum, bir olay ve ya insan olabileceği gibi, herhangi soyut bir kavram, olgu ya
da durum da mutluluk, mutsuzluk, iyi, kötü, yüce, vb. tutumun konusu veya nesnesi
olabilir. İş doyumu ise bireylerin işlerinin ve iş deneyimlerinin
Tutum kavramı bireyin değerlendirilmesinden kaynaklanan haz verici veya olumlu bir duygu durumudur.
herhangi bir olay veya Kişi işinden ya tatmin olur bu onun verimliliğine ve yaşam tatminine olumlu katkı
olguya gösterdiği tepki yapar veya iş tatminsizliği, düşük verim ve yaşam tatmininin düşmesine neden olur.
eğilimini ifade eder.
İŞ YAŞAMINDA DUYGULAR
Duygular bireyin ihtiyaçlarını doyurma biçiminin bir göstergesidir. İhtiyaçlar
karşılandığı zaman insanda olumlu haz duygusu, karşılanmadığı zaman ise acı,
telaş, istek, sıkıntı ve elem duygusu oluşur. Buna göre insanlar yaşam
deneyimlerinde haz ve elem duyguları arasında gidip gelirler. İnsanın yaşamdan
Duygular, dürtüler gibi duyduğu elem duygusu, onun mutsuzluk duygularını artırırken, haz duygusu onun
daha çok fizyolojik mutluluk hislerini artırır. Böylece duygular güdüler ve dürtüler gibi davranışların
kökenli iken, duyguların şekillenmesinde yönlendirici bir etki yapar. Ancak içsel faktörlere dayanan ve insan
davranışlarına kaynaklık eden dürtü ve güdülerin aksine duygular genellikle dışsal
ortaya çıkması
faktörlerden kaynaklanır ve insanı çevresinde olup biten olaylara ve nesnelere
psikolojik kökenlidir. yöneltir. Duygular içsel ve doğal bir ihtiyaçtan kaynaklanırken ve dürtüler gibi daha
çok fizyolojik kökenli iken, duyguların ortaya çıkması fizyolojik değil, psikolojik
kökenlidir.
Duygular; tutum ve davranışlarla birlikte düşünceleri de etkileyen içsel
durumlardır. Sevildiğini düşünen insanda sevinç duyguları, sevilmediğini
düşünende üzüntü, özlendiğini veya arandığını düşünen insanda özlem duyguları
oluşur. Başarı kazanan bir yakınımız önce gurur duygumuzu harekete geçirir, sonra
da başarı için gösterdiğimiz fedakârlıkları düşünür ve bir kez daha mutlu oluruz. Bir
haber bekleriz; alamayınca merak eder, düşünürüz. Dolayısıyla bütün bunlar
duyguların, düşüncelerin, tutumların ve davranışların insanın yaşamında iç içe
olduğunu gösterir.
Duygu vücuttan dışa Duygu, bireyin ruh hâlinde biyokimyasal veya çevresel etkilerle oluşan
doğru yansıyan bir karmaşık psikofizyolojik bir değişimdir. Dış dünyadan gelen uyarıcılara veya
hareket anlamına gelir. vücudumuzdaki dürtülere doğuştan gelen, türe özgü belirli reaksiyonlar verilir.
Bunlar önceden düzenlenmişlerdir. Duygular genel olarak kişinin yaşama uyum
sağlamasını kolaylaştıran içsel durumlardır. Duygu dediğimizde anlaşılması
gereken, uyarıcıya karşılık gelen içsel tutumdur. Bu tutum şiddetine göre davranışa
dönüşür. Duygu sadece kişinin içsel durumundan kaynaklanan değişiklikler değildir;
duygunun hissedilmesi de gerekir. Yani duygusal uyaran ile duygusal vücut hali
arasındaki bağ kurulmalıdır.
Duygular; algılar, psikolojik tepkiler ve bilinci de içeren ve insanın genel
psikolojik durumunu koordine eden içsel durumlardır. Duygular, “bilincin etkisi
olmadan, iç ve dış olaylara bir tepki olarak ortaya çıkan ve anlatılması zor elem
veya haz duygusu yaratan psikolojik olgulardır. Yukarıdaki ifadelerden duygunun,
kişinin içinde meydana gelen, içsel yaşantı ve dışsal göstergelerden anlaşılabilen
Duygu, bireyin ruh durumlar olduğu anlaşılmaktadır. Genel bir ifadeyle duygu, insanda psikolojik
halinde biyokimyasal ve durumları ortaya çıkaran ve türlü eğilimlere neden olan psikolojik hallerdir.
Duygunun tanımlanmasının zorluğu, onun kapsadığı alanın genişliğinden
çevresel etkilerle oluşan
kaynaklandığı gibi, kavramı belirsizliğinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle
karmaşık psikofizyolojik psikologlar ve felsefeciler “duygu”nun anlamı üzerinde tartışmaktadırlar.
bir değişimdir. Felsefeciler duyguyu herhangi bir zihin, his, tutku çalkantısı ya da devinim veya
uyarılmış zihinsel durum olarak tanımlarken, psikologlar duyguyu, bir his ve bu
hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi
anlamında kullanmaktadırlar. Kaynaklarıyla, neden oldukları tepki biçimleriyle,
kalıcı veya geçici oluşlarıyla yüzlerce duygudan söz edilebilir. Duyguların şiddeti az,
ancak kalıcılığı görece fazladır.
Duygular, düşünceler ve devinimler gibi psikolojik hallerin birbirinden
ayrılması güç olduğu gibi, bunların birinin nerede başladığı, diğerinin nerede
Duygular ve heyecanlar
bittiğini belirlemek kolay değildir. Aynı zamanda duygu, düşünce ve devinim
davranış ve yaşantıyla arasında bir ilişki vardır. Duygular ve heyecanlar davranış ve yaşantıyla birlikte
birlikte meydana gelir. meydana gelir. Bilinçli davranışların arkasında her zaman duygular varken, bilinç
dışı davranışlar daha sonra haz veya elem şeklinde çeşitli duygulara neden olur.
Buna göre bilinçli bir davranış duyguların somutlaşmış ve dış âleme yansımış
şeklidir.
Burada sözü edilen haz ve elem duygusunun belli bir şiddeti, tonu ve ağırlığı
vardır. İnsana haz veren duygular şiddetli olabildiği gibi, elem veren duygular da
şiddetli olabilir. Bu her iki duygunun insan üzerindeki etkisi de şiddetine göre
farklıdır. Haz ve elemin şiddeti arttıkça süresi de uzar. Kısaca insan haz ve elem gibi
iki duygu durumu arasında yaşar. Duyguların en olumlu olanlardan ve bizi en çok
mutlu kılanlardan, en olumsuz olanlara, yani bizde acı uyandıranlara kadar iki nokta
arasında; şaşkınlık, merak, umut, heves, arzu ve bekleyiş gibi başka duygular vardır.
Duygular şiddetine göre “gerilim” uyandıranlar veya “gevşek” olanlar olmak
üzere de sınıflandırılabilir. Örneğin büyük bir arzuyla yaşanan bekleyiş durumu,
insanda gerilimli bir duygu hali yaratır. Bu gerginliğin şiddeti arttıkça ve süresi
BİREY VE DEĞERLERİ
Değerler, toplumsal ve bireysel yaşamı etkileyen, iyi, kötü, doğru, yanlış,
haklı haksız gibi yargılarda bulunmayı sağlayan temel standartlar veya ölçütlerdir.
Değerler birçok araştırmacı tarafından farklı yönleriyle incelenmiştir. Kimileri
değeri insanın tercihine göre davranmasına ilişkin bir inanç olarak ifade ederken,
Değerler, toplumsal ve kimileri değerleri tercih ölçütleri ya da standartları olarak tanımlamaktadır.
bireysel yaşamı Rokeach değerleri, “kişinin yaşamına rehberlik eden inançlar ve standartlar seti”
etkileyen, temel şeklinde tanımlamaktadır. Schwartz ise değerleri, “kişinin yaşamına rehberlik eden
standartlar veya ilkeler” şeklinde tanımlamıştır. Burada TDK’nin değer için yaptığı “bir şeyin önemini
belirlemeye yarayan soyut ölçüt, karşılık, kıymet” tanımı ile “bir düşünceye
ölçütlerdir.
gönülden bağlı bulunma” veya “birine duyulan güven ve inanç duygusu” şeklindeki
inanç tanımı, değerlerin inançlardan daha ölçülebilir olduğunu, dolayısıyla
birbirinin aynı değil, ancak tamamlayan süreçler olduğunu göstermektedir. Güngör
ise değerleri “herhangi bir tercihte bulunmanın temel ölçütü” olarak görmektedir.
TUTUMLAR
Tutum bir durum, olay, nesne ya da kişi karşısında belli bir tavır ortaya
koyma, davranış göstermeye hazır olma durumudur. Alport‘a göre tutum, “bireyin
bütün nesnelere karşı göstereceği tepkiler ve durumlar üzerinde yönlendirici veya
Tutumlar oldukça etkin bir güç oluşturan, ussal ve sinirsel bir davranışta bulunmaya hazır olma
halidir”. Burada tutum, bireyin tepkisini yönlendirici bir unsur olarak onun davranış
organize olmuş uzun
biçimini belirlemektedir. Diğer yandan bu tanımda tutumun deneyimlerle organize
süreli duygu, inanç ve olduğu vurgusunun yapılması, tutum oluşum süreciyle öğrenme süreci arasında bir
davranış eğilimleridir bağlantı kurma eğilimi olduğunu göstermektedir. Katz ise tutumu, “bireyin
çevresindeki bir simgeyi, bir nesneyi ya da bir olayı olumlu ya da olumsuz bir
şekilde değerlendirme eğilimidir”. Bu tanımda bireyin, içinde yaşadığı çevreye karşı
aldığı tavır, sergilediği duruş ön plâna çıkmaktadır.
Tutumlar oldukça organize olmuş uzun süreli duygu, inanç ve davranış
eğilimleridir. Bu eğilimler diğer insanları, grupları, fikirleri, ülkenin diğer yörelerini
ya da nesneleri konu edinir. Bu tanımın temelinde iki önemli özellik vardır:
Tutumlar, bireyin dış
Tutumlar oldukça uzun sürelidir.
dünyasıyla hemen her Geçici olarak bireyin gösterdiği bazı eğilimler tutum değildir.
düzeydeki ilişkilerini Bir eğilimin tutum olabilmesi için, bireyin o eğilimi oldukça uzun süreli
ayarlamasına yardımcı göstermesi gerekir. Bu eğilimin aynı zamanda bilişsel, duygusal ve davranışsal
olur. boyutlarının olması gerekir. Tutum yalnız bir düşünce veya duygu değildir. Tutum
olarak tanımladığımız eğilimin içerisinde kendini inanç olarak ifade eden bilişsel,
duygu ve heyecanları içeren duygusal ve gözlenebilen faaliyetleri içeren
İnanç
İnanç, varlıkların varoluş biçimlerine ilişkin en temel ön kabullerdir. İfade
veya önermelerin doğruluk veya yanlışlıklarını dikkate alarak gösterilen ön tavırdır.
İnanç bir şeyin öyle olduğuna ilişkin doğrudan belirli nedenlere indirgenemeyen
peşin kabuldür. İnanç sorgulama düzleminin dışına çıkarılmış bilgidir. Bir düşünceye
gönülden bağlı bulunma, birine duyulan güven, inanma duygusu, bir şeyi güvenle
doğru sayma tutumu, bir şeyi doğru sayma veya akıl yoluyla genel geçer bir
doğrulama yapmadan, başkasının tanıklığı üzerine kurulmuş kanıtları, hiçbir kuşku
duymaksızın onaylamadır. Diğer bir tanımla inanç sübjektif (öznel) olarak yeterli
olan, ama nesnel olarak yeterli olmayan gerekçelerden ötürü bir şeyi doğru
saymadır. Bireyin kendi dünyasının herhangi bir yönüne ilişkin algı ve zihinsel
İnanç,
yapılanmasının, tek boyutlu olarak örgütlenmesi, bir olgu veya olayın
gerekçelendirilmiş irdelenmeksizin olduğu gibi kabul edilmesidir. Kısaca, bir konu ile ilgili olarak,
doğru bilgidir. bireyin zihinsel yapılanmasının tümüdür.
Algılar ve zihinsel yapı, kendi içinde örgütlenmiştir; inançlar ise bu
örgütlenmenin birleşmesi ile ortaya çıkar. Kısaca bir olaya veya olguya inandığımızı
belirttiğimiz zaman, bizim için gerçeğin o olduğunu ifade etmek isteriz. İnanç, bu
biçimde tanımlandığında, tutumların zihinsel (cognitif) ögesinde yer almaktadır.
İnanç kavramına, nesne ya da olayların nitelikleri, ya da varlıklarına ilişkin duygusal
öge katıldığında, inançlar tutuma dönüşür. Özetle her tutumda inanç vardır. Ancak
her inanç tutum oluşturmaz. Öte yandan, inançların tutumlarla olan yakın
benzerliği nedeniyle, tutumları oluşturan zihinsel, duygusal, davranışsal ögelerin
inanç(lar) konusunda da geçerli sayılması doğaldır.
Kanaat (Kanı-Opinion)
Mantıksal bir temele dayanan, fakat aynı zamanda akla yatkın itirazlara da
açık olan düşüncelerdir. Diğer bir tanımla kanaat, lehte veya aleyhte bir tutuma
eşlik edecek biçimde benimsenen ifadelerdir. Kanaatler, tutumların sözlü ifadeleri
olarak kabul edilebilir. Ancak, kanaatler tutumların oluşmasında rol oynamaz, daha
çok tutumları yansıtırlar. Tutumlara oranla, kanaatler daha dine özgüdür. Belirli bir
anda, belirli bir olay, davranış ya da konuya ilişkin, bireyin yorumunun dışa
vurulmasıdır. Birey, bir olayla ilgili bildiklerine kendinden bir şeyler katarak,
birtakım yorumlar getirerek kanaatini açıklar. İşte bireyin bu kendinden kattığı
yorumlar, kanaatleridir. Bireyin inanç ve tutumlarının tek tek kanaat atomlarından
oluştuğu söylenebilir. Bu bakış açısına göre her kanaat, inanç, tutum ve bunların
içerdiği toplumsal onaydan oluşur. Kanaat sözlü dışa vurum biçimi olduğuna göre,
bireyin açıkladığı tutumu temsil eder.
Tutumların Unsurları
Tutumların zihinsel, duygusal ve davranışsal olmak üzere üç öğesi vardır ve
bu öğeler arasında iç tutarlılık olduğu kabul edilmektedir. Bu varsayıma göre,
bireyin bir konu hakkında bildikleri (zihinsel öğe,) ona nasıl bir duyguyla
Oluşturucu öğeleri yaklaşacağını (duygusal öğe) ve ona nasıl bir tepki göstereceği (davranışsal öğe)
açısından ele belirler. Bireyin bir nesne, durum ya da kişi hakkında zihinsel, duygusal ve
alındığında tutum, söz davranışsal anlamda ortaya koyduğu tavır onun tutumunu yansıtır. Dolayısıyla
konusu üç öğenin kendi tutumun oluşması için söz konusu üç öğe arasında uyumlu bir ilişki olmak
aralarındaki zorundadır. Zihinsel, duygusal ve davranışsal öğeler arasında bir iç uyum ve
örgütlenme, yani eşgüdüm olmadığı sürece tutumun oluşması mümkün değildir.
örgütlenmeleri
Tutum bir tepki gösterme biçimi değil, belli bir tepkinin ortaya konulmasının bir ön
sonucunda ortaya çıkan aşamasıdır. Yani birey, belli bir duruma, nesneye veya kişiye yönelik bir tepki
bir duruş ve tavır alıştır. ortaya koymadan önce o tepkiye hazırlık olmak üzere bir tavır alır, bir duruş ortaya
koyar, başka bir deyişle birey belli bir tepki biçimi göstermek için kendisini belli
biçimde konumlandırır ve o tepkiyi ortaya koymaya hazır duruma gelir.
Duygusal öge
Tutumun gerçeklerle açıklanamayan, hoşlanma ve hoşlanmama yönüdür.
Çevre ile ilgili bilgi, duyum ve deneyimlerin sınıflandırılmasının yanı sıra, bu
Davranış, tutumlardaki sınıflandırmaların olumlu, olumsuz olaylarla, arzulanan ya da arzulanmayan
duygusal ögenin somut amaçlarla ilişkilendirilmesi söz konusudur. Böyle bir ilişkinin varlığı tutumun
duygusal öğesini temsil eder. Duygusal öğe diğer iki öğeden bağımsız olarak ortaya
hâle gelmesidir.
çıkamaz. Bireyin deneyimleri, bilgi birikimi, yani zihinsel öğesi duygusal öğesinin
gelişmesinde önemli bir etkendir. Herhangi bir uyarıcıya karşı bireyde olumlu ya da
olumsuz duygular oluşmuşsa, bu bireyin söz konusu uyarıcılarla daha önce bir
ilişkisinin olduğu anlamına gelir.
Duygusal öğe aynı zamanda bireyin değerler sistemi ile de yakından ilişkilidir.
Birey, bir nesne, durum ya da kişi ile ilişkiye geçerken sahip olduğu ya da içinde yer
aldığı değer sistemi onun ilişki biçiminin oluşmasına önemli ölçüde etki eder. Diğer
yandan duygusal öğe ile davranışsal öğe arasında da yakın bir ilişki var. Davranışsal
öğe genellikle duygusal öğeye göre şekillenir. Diğer bir ifadeyle davranış, duygusal
öğenin somut hale gelmesidir. Bir duygu davranış olarak yansımadığı süreci
duygusal bir durumu anlamak kolay değildir. Bireyin bir nesne, kişi ya da durum,
kısacası bir tutum konusuna ilişkin ne tür duygusal tepki içinde olduğunu anlamak
için o duygusal tepkinin davranış olarak sergilenmesi gerekir. O halde duygusal öğe
ile davranışsal öğe arasında bir bakıma neden –sonuç ilişkisinin olduğu söylenebilir.
TUTUM-DAVRANIŞ İLİŞKİSİ
Tutumların bilişsel yönü ile davranışsal yönü arasında gerçekten bir tutarlılık
var mı? Yalan söylemenin kötü olduğunu söyleyen ana-baba, çocuklarına ara sıra
yalan söylemez mi? Fakire, âcize yardım et diyen biri, gerçekten fakire ve muhtaca
yardım ediyor mu? Kadın ve erkeğin yasalar ve sosyal yönden eşit olduğunu
Son zamanlarda yapılan
söyleyen baba, yüksek eğitim için hem oğlunu hem de kızını aynı derecede teşvik
araştırmalar daha ince
ediyor mu? Sosyal psikologlar yakın zamanlara kadar tutumların bilişsel yönü ile
ayrıntıları göz önüne
davranışsal yönü arasında pek sıkı bir bağ gözleyemediler.
almaya başlayınca,
Tutumun bilişsel yönü ile davranışsal yönü arasında ilişki şu dört koşul yerine
tutumun bilişsel yönü
geldiği zaman ortaya çıkar:
ile davranışsal yönü
Tutum kuvvetliyse
arasında daha sıkı bir
bağ gözlenmiştir. Bireyin kişisel yaşantısına dayalıysa
Birey için önemli olan diğer kişilerce destekleniyorsa
Sık sık kendini ortaya koyma şansı varsa
Bu faktörlerden biri ya da birkaçı eksik olduğu zaman tutumun bilişsel yönü
ile davranışsal yönü arasındaki ilişki aksar. Yalan söylemenin kötü olduğunu
söyleyen baba, herkesin birbirine yalan söylediği bir toplum içinde yaşıyorsa, kendi
babası ve annesi sürekli kendine yalan söylemişse, kendi arkadaş grubu içinde bu
konuda herhangi bir duyarlılık yoksa ve yalan söylendiği zaman çevresinde kimse
aldırış etmiyor ve bunu önemli bir sorun yapmıyorsa, yalan konusundaki
düşüncesiyle davranışı arasında uyumsuzluk olabilir.
Birçok psikolojik değişkenler gibi tutumların da doğrudan gözlemlenemeyen,
kuramsal ya da gizli değişkenler olduğunu söyleyebiliriz. Varlıkları ancak sözlü
ifadeler ya da davranışsal belirtilere dayanarak saptanabilir. Tutum kavramı bireyin
herhangi bir davranış ya da tepkisini yansıtmamakta, birçok davranış ya da
tepkilerinden çıkarılmaktadır. Bugüne kadar yapılan tutum araştırmalarında,
tutumların davranışla ilişkili ve tutarlı olduğu ispatlanmaya çalışılmıştır. Ancak
bunlardan elde edilen sonuçlar çelişkilidir.
Örnek
La Piere, bir Çinli çiftle 66 otel ve motel eve 184 lokantaya gitmiş ve üçüncü
sınıf bir motel dışında her yerde kabul görmüştür. Hatta 72 lokantada normalin
üstünde iyi kabul gördükleri izlenimini edinmişlerdir. Bu iki yıllık deneyden sonar La
Tutumlarla gerçek Piere gittikleri bütün bu kuruluşlara posta ile bir soru formu yollayarak Çinli
davranışlar arasındaki müşterileri kabul edip etmeyeceklerini sormuştur. Soru formlarının ancak yarısına
ilişkiyi inceleyen klâsik cevap gelmiş ve bunların %92’si Çinli müşteri kabul etmeyeceklerini bildirmiştir.
bir araştırma, La Piere Geri kalanlar ise kararsız yanıtlar vermişlerdir. Önceki olumlu davranış ile mektupta
belirtilen tutum açıkça birbirine uymamaktadır. Minard da 1952’de bir kömür
tarafından 1930-32
madeninde böyle bir araştırma yapmış ve ırk ayrımı davranışlarında, iş başında ve
yıllarında Amerika iş dışında farklılıklar bulmuştur. Bu gruptaki beyazların %20’si zencilere karşı
Birleşik Devletlerinde maden ocağında ve dışında olumlu tutum göstermiş, %20’si olumsuz tutum
yapılmıştır. göstermiş, %60’ı ise maden ocağında başka, dışarıda başka tutum göstermiştir.
BİLİŞSEL TUTARSIZLIK
Bilişsel (zihinsel) çelişki kuramı, bireyin kendi iç dünyasındaki
tutarsızlıklardan hoşlanmadığı, bilişleri, davranışları ve duyguları arasında tutarlılık
sağlamaya çalıştığını iddia eder. Eğer birey belli bir şeye inanıyorsa ve buna zıt
düşen davranışlarda bulunuyorsa, inancıyla davranışı arasındaki bu uyumsuzluğu
ya ortadan kaldırmaya ya da azaltmaya çalışacaktır. Burada olduğu gibi bireyin
kendi iç dünyasında yaşadığı bu zihinsel çelişki durumuna “bilişsel çelişki” veya
“bilişsel tutarsızlık” denmektedir. Festinger tarafından geliştirilen bilişsel tutarsızlık
kuramı, bireyin herhangi bir bilgi veya inancı ile kendi davranışı hakkındaki
uyumsuzluğu ifade eder. Eğer bunlar arasında uyumsuzluk varsa, birey psikolojik
rahatsızlık hisseder. Bu rahatsızlık bireyi, uyumsuzluğu azaltma ya da ortadan
kaldırma ve rahatsızlığı artıracak bilgilerden kaçınma yönünde motive eder.
Uyumsuzluğun büyüklüğü bilişsel uyumsuz olan unsurların önemine bağlıdır.
Muhtemel çözümlerden biri, bilişsel unsuru değiştirmek, diğeri ise yeni unsurlar
eklemektir.
Bireysel Etkinlik
•Bugüne kadar yaşadığınız en çarpıcı bilişsel tutarsızlığınıza örnek
olabilecek davranışlarınızı düşünüp, bunun üzerinizdeki etkilerini
hatırlamaya çalışın.
Şekil 6.1. İş Doyumu ve İşten Ayrılma Niyeti İlişkisi, Kaynak Spector, P.E. (1997) Job
Satisfaction: Application, Assessment, Cause, and Consequences. California: SAGE
Publications.
Çevresel Faktörler
İş doyumunu yaratan çevresel faktörler arasında işle ilgili özellikler vardır.
İşin özellikleri; işin beceri gerektirdiği, bütünlük taşıdığı, özerkliğe olanak sağladığı
Kişinin işin süreçlerini ve önemli olduğu oranda çalışanları güdüler ve iş doyumu sağlar.
İş doyumu sağlayan çevresel faktörleri kısaca aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
ve sonuçlarını kontrol
• Ücret. İnsanlar örgüte maddî, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını tatmin
edebilme özgürlüğü, etmek amacıyla girer. İhtiyaçlarını karşılayamayan ve onların baskısı
onun iş doyumuna katkı altında olan bireyin hem yaşam doyumu, hem de iş doyumu olumsuz
sağlar. yönde etkilenir. Bu nedenle ücret kişinin maddî ihtiyaçlarını karşılayan
önemli bir iş doyumu aracıdır.
• Yükselme olanağı. İş doyumu sağlayan faktörlerden diğeri yükselme
(kariyer) olanağıdır. Bu kişinin manevî/psikolojik ihtiyacını karşılayan
faktörlerden biridir. Terfi etmek bireyin sadece manevî ihtiyacını
karşılamaz; aynı zamanda maddî ihtiyaçlarını da karşılar.
• Kontrol. Kontrol, kişinin işi ile ilgili karar alabilme özgürlüğüdür. Kişinin
işin süreçlerini ve sonuçlarını kontrol edebilme özgürlüğü, onun iş
doyumu bulmasına katkı sağlar. Aksi halde işin kontrolünün onu
yapanın değil, diğerlerinin kontrolünde olması, kişinin işine karşı
yabancılaşmasına neden olur.
• Üstlerle ve çalışma arkadaşlarıyla ilişkiler. İnsanlar bir örgütte çalışmaya
başlayınca orada geçerli olan ilişkiler sistemine de dâhil olurlar. Söz
konusu ilişkiler sistemi kişiyi temsil ettiği oranda kişi iş doyumu bulur.
Çalışma arkadaşları ve üstlerinden gördüğü iyi veya kötü muamele,
onun iş doyumu üzerinde etkili olur.
• İletişim. Örgütsel iletişim, kişiler arasında, kişi ile örgütün iç ve dış
çevresinde cereyan eder. Söz konusu iletişim ve etkileşim, kişinin
kendini ifade etme derecesine göre doyum sağlar.
• Örgütsel itibar ve çalışma koşulları. Kişinin ihtiyaçları maddî ve manevî
olarak sınıflandırılır. Kişinin çalıştığı kurumun örgütsel itibar ve imajı
kişiye doğrudan yansır. Kişi çalıştığı kurumun imajı ve itibarını olumlu
algıladığı ölçüde iş doyumu bulur.
Bireysel Faktörler
İş doyumu kavramı, iki temel noktadan araştırılabilir. Bunlardan biri iş
doyumunun birey odaklı olarak araştırılması, diğeri de örgüt odaklı araştırmalardır.
İş doyumunu yaratan İş doyumu üzerine birey odaklı düşünmek, her bireyin örgütsel adaleti ve kendini
bireysel faktörler, geliştirme ve kendini ifadeyi etmeği kabul ettiği anlamına gelir. Kurumda bireyin
bireyin özerklik ve güvenliğinin ve itibarının korunması, iş doyumuna birey odaklı bakmanın gereğidir
kişisel gelişim gibi üst İş doyumuna örgüt odaklı bakmak, bireyi klâsik örgüt kuramlarında olduğu gibi,
düzey gereksinimleri örgütün ikincil/tali faktörü olarak görmek anlamına gelir.
İş doyumunu yaratan bireysel faktörler, bireyin özerklik ve kişisel gelişim gibi
karşılama ihtiyacını
üst düzey gereksinimleri karşılama ihtiyacını gösterir. İşin özelliklerinin güdüleyici
gösterir. etkisi gelişme ihtiyacı yüksek olan insanlar için önemli bir bireysel iş doyumu
faktörüdür. Zor ve ilginç işleri tercih eden bireyler, kendilerine karmaşık işler
verildiğinde daha çok güdülenir ve daha mutlu olurlar.
İş doyumunu belirleyen kişisel faktörleri, genetik özelliklerle açıklayan
yaklaşım ise bunu kontrol odağı ile açıklamaktadırlar. Kontrol odağı güçlü olanlar,
olumsuz olayları denetleyebilirken, zayıf olanların denetim olanakları da zayıftır.
İçsel kontrol odağı güçlü olanlar çevresel faktörlerden fazla etkilenmezken, dışsal
kontrol odağı zayıf olanların iş ve yaşam doyumu bulmasında dışsal/çevresel
faktörlerin önemi büyüktür.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıda duyguyla ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
Değerlendirme
a) Duygu, bireyin ruh halinde biyokimyasal veya çevresel etkilerle oluşan
sorularını sistemde ilgili karmaşık psikofizyolojik bir değişimdir.
ünite başlığı altında yer b) Duygu vücuttan dışa doğru yansıyan bir hareketi ifade eder.
alan “bölüm sonu testi” c) Duygusal uyaran ile duygusal vücut hali arasındaki bağ kurulmalıdır.
bölümünde etkileşimli d) Duyguların kişiler üzerindeki etkileri aynıdır.
olarak e) Duygu, şiddeti az ancak kalıcılığı görece fazla olan duygusal durumlar
cevaplayabilirsiniz. anlamına gelir.
2. Aşağıdakilerden hangisi duygunun üç temel boyutundan biridir?
a) Yoğunluk
b) Mutluluk
c) Heves
d) Arzu
e) Bekleyiş
3. Aşağıdakilerden hangisi “değer”in özelliklerinden biri değildir?
a) Kişiye has yargılar içerir.
b) Çağlara ve toplumlara göre farklılık göstermez.
c) Kişinin kimliğini oluşturur.
d) Normatiftir.
e) Mekâna ve zamana bağlıdır.
4. Aşağıdakilerden hangisi tutumu oluşturan öğelerden biridir?
a) Bedensel
b) Zihinsel
c) Çevresel
d) Sosyal
e) Devinimsel
5. Aşağıdakilerden hangisi tutumun bilişsel yönü ile davranış arasındaki ilişkinin ortaya
çıkmasının koşullarından biri değildir?
a) Tutum, kuvvetli olmalı
b) Tutum, bireyin kişisel yaşantısına dayalı olmalı
c) Tutum, birey için önemli olan diğer kişilerce desteklenmeli
d) Tutumun sık sık kendini ortaya koyma şansı olmalı
e) Tutum, esnek olmalı
6. Aşağıdakilerden hangisi duyguları ifade etmenin en iyi yoludur?
a) Yazıyla ifade etme
b) Görsellerle ifade etme
c) Müzikle ifade etme
d) Konuşarak ve beden diliyle ifade etme
Cevap Anahtarı
1.D, 2.A, 3.B, 4.B, 5.E, 6.D, 7.B, 8.C, 9.A, 10.E
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Allport, G.W., Vernon P.E. and Lindzey, G. (1960). “A Study of Values”. Boston: Houghton
Mifflin
Atkinson, R. L., Atkinson, R. C., Smith, E. E., Bem, D. J. and Nolen-Hoeksema, S. (2002).
“Psikolojiye Giris”, (çev. Yavuz Alogan), Ankara: Arkadaş.
Baymur, F. B. (2004). “Genel Psikoloji”, 18. Baskı, İstanbul: İnkılap Yayınları.
Baysal, A. C. ve Tekarslan, E. (1996). “Davranış Bilimleri”, İstanbul: Avcıol.
Cüceloğlu, D. (1992). “İnsan ve Davranışı”, 3. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Eren, E. (1993). “Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi”, Ankara: Beta.
Güngör, E. (1998). “Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar”, İkinci Baskı, İstanbul: Ötüken.
İnceoğlu, M. (2004). “Tutum, Algı, İletişim”, İstanbul: Elips Kitap.
Ivancevich, J. M., and Matteson, M. T. (1996). “Organizational Behavior and Manegement”,
Fourth Ed., Irwin Mc Graw Hill:
Kağıtçıbaşı, Ç. (1999). “Yeni İnsan ve İnsanlar”, 10.bsk, İstanbul: Evrim.
Ozan, G. (2011). Duyguları Tanımak ve İfade Etmek [Erişim:12.08.2011]
http://www.fvcpsikiyatri.com/node/88.
Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2010). “Örgütsel Davranış”, Bursa: Ekin.
Schwartz, S.H. (1992). “Universals In The Content And Structure Of Values: Theoretical
Advances And Emprical Tests İn 20 Countries”. Advances in Experimental Social
Psychology, 25, ss.1-65.
Silah, M. (2005). “Endüstride Çalışma Psikolojisi”, Ankara: Seçkin.
Silah, M. (2005). “Sosyal Psikoloji Davranış Bilimi”, Ankara: Seçkin.
Spector, P.E. (1997). “Job Satisfaction: Application, Assessment, Cause, and Consequences”,
California: Sage.
Spector, P.E. (1997). “Job Satisfaction: Application, Assessment, Cause, and Consequences”,
California: Sage.
Staw, B. M., Bell, N. E. and Clausen, J.A. (1986). “The Dispositional Approach to Job
Attitudes: A LifeTime Longitudinal Test,” Administrative Science Quarterly, 31. pp. 56-
77.
Yüksel, Ö. (2006).” Davranış Bilimleri”, Ankara: Gazi.
açıklayabilecek
• Grup türlerini açıklayabilecek
• İş ve sosyal yaşamda grupların
önemini açıklayabilecek
• Gruplara katılım nedenlerini
açıklayabilecek
• Grup bağlılığı kavramını ve
nedenlerini açıklayabilecek ÜNİTE
• Takımlar ve takım çeşitlerini bilecek
• Takım oluşturma sürecini
açıklayabilecek
• Takım başarısını etkileyen faktörleri
açıklayabileceksiniz. 7
Çalışma Yaşamında Gruplar Ve Takımlar
GİRİŞ
İçinde küçük grupların olmadığı hiçbir toplum yoktur. İki birey, iki arkadaş
birbirinden hoşlanır. Neden sorusuna verecekleri cevap, ortak ilgileri olduğu veya
kişiliklerinin uyuştuğu olacaktır. Gruplar psikolojik olgulardır. Gruplar birbirleriyle
etkileşimde bulunan iki veya daha fazla kişinin, psikolojik olarak birbirlerinin
Dolayısıyla insanlar
farkında olan ve kendilerini bir grup olarak algılayan, aralarında “biz” duygusu ve
grubun üyesi oldukları ortak amaçlar bulunan insan topluluğudur. Grupları bir arada tutan grup normları
zaman grup normlarına ve grup dinamikleri vardır. Grup üyeleri grup normlarına uydukları sürece grubun
uymak durumunda üyesi olarak kalmaya devam ederler. Bir grup, sınıf, kültür veya toplum tarafından
kalırlar ve grup dinamiği benimsenen, paylaşılan ve yaşanan değerler, kurallar ve davranışlar bütünüdür.
tarafından etkilenirler. Grup dinamiği ise grupta yaşanan değişmelerin grup üyeleri üzerinde meydana
getirdiği etkidir.
Örgütlerde bir taraftan örgüt yöneticilerinin iradeleri doğrultusunda formel
gruplar, diğer taraftan da yine belli bir işin yapılması, belli bir projenin yürütülmesi
için takımlar oluşturulur. Takımlar iki veya daha fazla sayıda insandan oluşur.
Oluşturulan her takımın spesifik bir hedefi vardır. Takımın üyeleri arasında işbirliği
vardır ve bu işbirliğinin temel amacı örgütsel sinerjinin yaratılmasıdır. Örgütlerde
farklı takımlar oluşturulur. Bunlar; Sürekli çalışma takımları, doğal çalışma
takımları, otonom çalışma takımları, geçici çalışma takımları, görev güçleri,
komiteler, proje takımları ve diğer geçici takımlardır. Söz konusu takımların
tümünün oluşturulma amacı, örgütlerin özellikle insan kaynaklarından daha iyi
yararlanmak, örgütsel verimliliği ve etkinliği artırmak, takım sinerjisinden
yararlanmaktır.
ortak beklenti ya da amaçlarla bir araya gelmiş insan topluluklarını ifade ederken,
takım belli bir işi veya projeyi yapmak üzere bir araya gelmiş topluluktur.
Gruplar, birbirleriyle etkileşim içinde olan, birbirlerinin farkında olan, ortak
Bir grup yalnız aynı amaca yönelmiş ve kendilerini bir grup olarak algılayan belirli sayıda insanlar
topluluğudur. Bu tanımda anahtar sözcükler “karşılıklı etkileşim”, “farkında olma”
özelliği taşıyan kişiler
ve “amacına ulaşma”dır. Alderfer grubu önemli ölçüde birbirleriyle bağımlı ilişkileri
demek değildir; aynı bulunan, üyelerle üye olmayanları güvenilir bir şekilde ayırt ederek kendilerini grup
şekilde bir grubu olarak algılayan, grup kimlikleri, üye olmayanlarca da kabul edilmiş olan, diğer
oluşturmak için gruplarla karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde bulunan, gruptaki rolleri kendilerinin,
bireylerin yan yana diğer grup üyelerinin ve üye olmayanların beklentilerinin fonksiyonu olan bireyler
veya bir arada topluluğu şeklinde tanımlamaktadır.
bulunmalarının da Gruplar, yığınlar ve kalabalıklardan ayrılırlar. Grup terimi aşağıda da
göreceğimiz gibi, grubu meydana getiren bireyler arasında ilişkilerin bulunmasını
yeterli olduğunu
ve bu ilişkilerin düzenli ve sürekli olarak işlemesini gerektirir. J. Fichter bu özellikleri
söylemek doğru şöyle sıralamaktadır.
değildir. Görülebilirlik (grup üyeleri ve grup dışı kişiler tarafından)
Örgütlü olma
Rol; grup üyeleri kendilerine özgü rolleri oynarlar
Etkileşim; grup üyeleri daima habarleşme içindedirler
Norm; grup tarfından meydana getirilen normlar grupta rolleri ve
davranışları düzenler
Değerler; üyeler ortak değerlere ve ilgilere sahiptirler
Amaçlar; grup çalışması bir amaca veya birçok amaca dönük olabilir
Devamlılık; grubun belli bir süresi olması lazımdır
Ortak amaç ve görev
Grup özdeşliği
Karşılıklı ilişkileri düzenleyen birtakım ortak değer ve normlar
Belli bir süreden beri devam eden ilişki
Biz duygusu ve kendini grup olarak algılama
Birbirlerinin varlığını dikkate alma
Grubun unsurlarına baktığımız zaman geçici veya rastgele bir şekilde bir
Geçici veya rastgele bir araya gelen insanlar aralarında bir grup dinamiği veya grup normu olmadığı, biz
şekilde bir araya gelen duygusuna sahip olmadıkları ve etkileşimin kısa süreli olması nedeniyle grup
sayılmazlar. Çünkü gruplarda karşılıklı ilişki belli bir zamandan beri devam eder ve
insanlar aralarında bir
grup üyeleri birbirlerinin varlığını hesaba katarlar. Aralarında bu tür ilişkiler
grup dinamiği veya bulunmayan topluluklar, fizik olarak çok yakın bulunsalar bile, bir grup sayılmazlar.
grup normu olmadığı ve Grubun üyesi olmak insanların söz konusu karşılıklı etkileşimde bulunma ihtiyacını
etkileşimin kısa süreli karşılar.
olması nedeniyle grup İnsanlar tek başlarına başaramayacakları işleri diğer insanlarla birlikte yapma
sayılmazlar. ihtiyacı duyarlar. Bu ihtiyaç onları grup üyesi olmaya, yani bir gruba katılmaya iter.
Her grup farklı derecelerde olmakla birlikte, yine de bir veya birkaç amaca sahiptir.
Bu amaçları gerçekleştirme ihtiyacı kişileri grubun üyesi olmaya zorlar. Yaşam
biçimi bakımından bir canlıdan, daha doğrusu bir insandan farklı olmayan grup
üyeleri arasında her zaman bir etkileşim vardır, psikolojik olarak birbirlerinin
varlığından haberdardırlar ve kendilerini grup olarak algılarlar.
Gruplar bireylerin sahip olduğu birtakım fiziksel ve sosyal özelliklere sahiptir.
Bireyler gibi yaşamlarını devam ettirmek ve varlıklarını korumak için mücadele
İkincil gruplar
İkincil gruplar, üyelerin ortaklık duygusuna sahip oldukları gruplardır. Bu
gruplar yüce ülkü ve idealler üzerine kurulmuş, grup üyeleri arasında karşılıklı
ilişkilerin birbirlerini göremedikleri çok sayıda insanın bir arada bulunması
Üyeler arasında nedeniyle de, üyelerin birbirlerini yakından tanıma fırsatı bulamadıkları gruplardır.
karşılıklı hak ve İkinci gruplar, çok seyrek, yoğunluktan uzak bir haberleşme ve üyeler arası
yükümlülükleri kanun, etkileşme havasına sahiptirler. İkincil gruplara; öğrenci sayısı fazla olan
tüzük ve yönetmelikler üniversiteyi, bir ülkenin tüm vatandaşları, bir sendikaya bağlı işçi gruplarını örnek
belirler. olarak gösterebiliriz.
Modern toplumlarda daha fazla görülen büyük çaplı, resmi gruplar, ya da
örgütlerdir. Kültürel farklılaşma ve iş bölümünün yaygınlaşması, bu tür grupların
sayısını arttırmaktadır. Şirketler, bankalar, sendikalar bu gruba girer. İkincil
gruplara üyeler gönüllü, sözleşmeli ve amaçlı olarak girerler. İkincil gruplarda,
ikincil ilişkiler (daha seyrek, resmi, sözleşmeye dayalı, gayr-i şahsî ilişkiler)
hâkimdir. Bunlar, üyelerinin sosyal hayatlarının yalnız bir bölümünü ilgilendiren
ilişkileri içerir.
Referans grupları
Referans grupları, bireyin henüz üyesi olmadığı, ancak üye olmayı istediği ve
bunun için çeşitli çabalar gösterdiği gruplardır. Bu gruplar, bireyin ideali olan ve bir
an önce üyesi olmaya çaba gösterdiği gruplardır. Bireyler bu gruba üye olmayı
Bireyin referans grubu saygınlık, onur veya statü saydıkları için kişiliğini bu grupla özdeşleştirmekte, değer
zamanla değişir; çünkü ve normlarını bu gruba uydurmakta ve davranışlarıyla da etrafına sanki o grubun
kişilerin meslekleri, bir üyesiymiş gibi intiba bırakmaktadır.
konumları ya da Fichter’e göre referans grubu, kişilerin grup yaşamında yerine getirdikleri
yaşadıkları yer zamanla rolleri etkileyen önemli ve sürekli bir sosyalizasyon aracıdır. Referans grubu, bir
değişir. şeyin doğru veya yanlış, mükemmel ya da değersiz olduğuna karar verirken, değer
ve normlarını kullandığımız gruptur. Fertler pek çok grubun üyesidirler. Belli bir
sürede ilgilenilen faaliyetle ilgili olarak, grupların standart ya da normları kullanılır.
Ancak belli bir faaliyetle ilgili olarak her birey hangi referans grubunun
standartlarını kullanacağını seçmek zorundadır. Bu seçimde, sosyal kurallar her
zaman yardımcı olmayabilir.
Referans gruplarının
Referans grupları fonksiyonları bakımından pozitif referans grupları ve
seçim süreci negatif referans grupları, olarak ikiye ayrılır. Pozitif referans grupları, insanın
karmaşıktır. Çünkü, gelecekte ait olmak isteyeceği grupları ifade eder. Örneğin, doktora yapmak
fertler pek çok grubun isteyen bir öğrencinin, profesörleri ve diğer öğretim üyelerini pozitif referans grubu
üyesidirler. olarak seçmesi ve onların duygularını, davranışlarını ve düşüncelerini anlamaya
çalışması, taklit etmesi gibi. Negatif referans grupları ise, insanların reddettikleri ve
gelecekte katılmak istemeyecekleri grupları ifade eder. Örneğin, kendini doktora
yapmaya yönlendirmiş bir kız öğrencinin, annesinin ev hanımı olan arkadaşlarını,
benzemek istemeyeceği kişiler olarak görmesi ve kendini onlardan soyutlayarak
imajını yaratmaya çalışması gibi.
Üyelik grupları
Üyelik grupları, kişilerin halen üyesi bulundukları ve içinde faaliyette
oldukları gruplardır. Birey, çoğu kez birden fazla grubun üyesidir. Örneğin; bir
ailenin ferdi, bir okulun mezunu, bir işletmenin mensubu vb. olabilir ve bu
gruplarda aktif bir görev ya da pasif bir üye rolü oynayabilir. Gruplar insan
ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan birlikteliklerdir. İnsan ihtiyaçları büyük bir
Özellikle informel çeşitlilik gösterir. İnsanlar çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, çoğu zaman
birden fazla gruba üyedirler. Örneğin, bir bireyin aynı zamanda bir ailenin ferdi, bir
gruplar insan
okulun öğrencisi veya mezunu, bir işyerinin çalışanı olması gibi.
ihtiyaçlarını karşılamak
üzere kurulan Temel Gruplar
birlikteliklerdir. Her toplumda sosyal ihtiyaçların ve grupların bulunması, bunların her zaman
aynı biçimde var oldukları anlamına gelmez. Her toplum kendini yeniden üretirken,
üyelerini eğitirken, boş zaman değerlendirmek için maddî imkân ve araçlar
sağlarken, kamu düzenini korurken ve halkın dini ihtiyaçlarını karşılarken, farklı
yollar izler. Şüphesiz grupların çoğu birden fazla fonksiyonda bulunur; fakat yine de
her birinim temel bir fonksiyonu vardır. Dolayısıyla grupların aşağıdaki gibi, temel
fonksiyonlarına göre sınıflandırılması mümkündür.
Aile Grubu. Temel aile yaşamı ihtiyacının ortaya çıkardığı gruptur. Bu
ihtiyaçlar, çocukların doğum ve bakımı, karşılıklı sevgi ve güven ihtiyacı gibi
ihtiyaçlardır. Temel grupların diğer bir türünü, eğitim grupları oluşturur. Eğitim
gruplarının fonksiyonu, toplumun kültürünü yeni nesillere aktarmaktır. Eğitimle
Biçimsel gruplar, açıkça ilgili gruplar, bu fonksiyonu resmi veya gayr-i resmi yollarla gerçekleştirirler.
saptanmış amaçları Ekonomik Gruplar. Kişilerin toplumsal yaşamını sürdürmesi için zorunlu
gerçekleştirmek için mâddi mal ve hizmetlerin üretilip dağıtıldığı gruplardır. Ekonomik gruplar, ailenin
belirli görevleri geçimini kendisinin sağladığı toplumlar ile iş bölümünün oldukça inceldiği
yürütmek üzere toplumlarda büyük farklılıklar gösterir. Siyasal gruplar, yönetim ve yönetme, kamu
düzenini sağlama, kanun yapma, yorumlama ve uygulama fonksiyonlarını yerine
meydana getirilmiş
getiren gruplardır. Siyasî partiler, mahkemeler, hapishaneler her çeşit askeri
gruplardır. birimler bu gruba girer. Dini gruplar, Allah ve insan arasında örüntüleşmiş ilişkileri
paylaşan kişilerce oluşturulmuştur. Bireyin dua ve ibadetleri toplumun inandığı
dinlerden birinin etkisindedir.
Resmî (Biçimsel) gruplar
Resmî gruplar, bütün örgüt amaçlarıyla ilgili belirli amaçları gerçekleştirmek
ve belirli görevleri yürütmek üzere kurulan gruplardır. Resmî gruplarda, grup
üyeleri örgütleyicinin oluşturduğu sisteme göre bir araya gelerek, grup yapısının bir
unsuru olurlar.
Resmî gruplarda grubun Biçimsel gruplar, açıkça saptanmış amaçları gerçekleştirmek için belirli
yapısı önceden açık bir görevleri yürütmek üzere meydana getirilmiş gruplardır. Bu, üyeler genellikle
şekilde belirlenmiş; kendileri dışında bir makam tarafından belirli fonksiyonları yerine getirmek
gruptaki her üyenin amacıyla oluşturulurlar. Biçimsel gruplar da sürelerine bağlı olarak iki çeşittir.
yetki, görev ve rolleri Bunlardan geçici biçimsel gruplar, belirli bir görev verilmediği ve grup içinde
açık ve ayrıntılı bir biçimsel olmayan bir faaliyet ve dayanışma olmadığı zaman dağılırlar. Sürekli
şekilde önceden biçimsel gruplar ise, örgütte belirli hizmetleri devamlı sağlamak üzere
belirtilmiştir. oluşturulmuşlardır. Görevlerindeki devamlılık önemli bir özelliktir.
Gayr-i resmî (Biçimsel olmayan) gruplar
Gayr-i resmi (informel) gruplar, kişilerin ortak ilgileri, arkadaşlık ilişkileri,
sosyal ihtiyaçları ve ortak beklentileri doğrultusunda oluşan gruplardır. Bu tür
gruplar, bir resmî grup içerisinde ortaya çıkarlar. Başka bir deyişle her resmi grup
içerisinde en az bir gayr-i resmi grup vardır ve bu grupların varlığı kabul edilmelidir.
“Biçimsel Olmayan Gruplar” genellikle biçimsel olarak belirli görevleri yerine
getirmek üzere oluşturulan grupların üyeleri, kendi bireysel ihtiyaçlarını ve
duygularını tatmin etmek amacıyla, kendi aralarında informel ilişkiler sonucunda
meydana getirirler.
Aynı bölümde çalışma, Örgütlerde en sık rastlanılan biçimsel olmayan gruplardan biri, yatay
sıkı ilişkiye sahip, aynı kliklerdir. Bu tür gruplaşmaların ortaya çıkmasının nedeni, aynı hiyerarşik düzeyde,
bölümün benzer genellikle aynı unvan veya isim altında çalışan, ücret düzeyleri aynı olan, yetki ve
görevleri ve kültürü sorumluluk düzeyleri aşağı yukarı eşit durumda bulunan kimselerin sık haberleşme
sebebiyle ortaya çıkan ve ilişkilerde bulunmaları bir klikleşmeye neden olur. Diğer bir biçimsel olmayan
gruplaşma çeşidi ise, belirli bir örgütsel bölümün farklı hiyerarşik düzeylerinde
gruplardır.
bulunan kimseler arasında dikey kliklerdir.
Üçüncü bir biçimsel olmayan gruplaşma türü de çapraz kliklerdir. Bu gruplar,
değişik hiyerarşik mevkilerden ve örgütün çeşitli bölümlerinden veya faklı çalışma
yerlerinden gelenlerin oluşturduğu kliklerdir. Bu grupları oluşturan üyeler, ortak
bazı özellikleri nedeniyle bir araya gelmişlerdir. Örneğin, hemşerilik klikleri çapraz
klik örneğidir. Aynı kültürü almış, aynı okuldan mezun veya duyguları nedeniyle,
birbirlerine yaklaşmak ihtiyacını hisseden insanlar çapraz klik oluştururlar.
GRUP BAĞLILIĞI
Grup bağlılığı, grup üyelerinin grup içerisinde kalmasında etkili olan her tür
etkenin bir sonucudur. Grup bağlılığını oluşturan bu etkenler grubu etkileyerek ve
üyeleri güdüleyerek grup üyeliğini sürekli kılar. Biçimsel veya doğal gruplara
mensup olanların aralarındaki yakınlık, ortak tutum, davranış ve düşünceye sahip
olma ve grup içinde kalma ve grup amaçlarını gerçekleştirme konusundaki
kararlılıklarının derecesi grup bağlılığını gösterir.
Grup bağlılığı, üyelerin Grup üyelerinin birbirleriyle dayanışma içinde olmasını ve grupta kalma
konusundaki isteğine grup bağlılığı denir. Burada bağlılık, grup üyelerinin birbirini
birbirini çekme ve grup
sevmesinden ziyade, amaçların benimsenerek birlikte amaçlara ulaşmayı ve gruba
amaçlarını paylaşma aitliği ifade eder. Grup bağlılığı, grup üyelerinin uyum içinde ve diğer üyelerle
derecesidir. birlikte olma isteğinin yanı sıra, amaçlara bağlı kalınmasına ve grubun bir üyesi
olarak kalma isteğiyle, üyelerin birbirlerine gösterecekleri saygıya ilişkilidir. Bu tür
duygularla bağlılıklarına inanan ve güvenen üyeler, karşılaştıkları engelleri ortadan
kaldırmak, kendileri ile birlikte diğerlerini de geliştirmek için çok daha fazla çaba
harcarlar.
Grubun en temel özelliklerinden biri üyeleri arasında bir bağlılık (dayanışma,
duygusu, takım ruhu, moral) oluşturmasıdır. Bağlılık, üyelerin aralarında sıkı bir bağ
kurarak davranış birliğine ulaşmaları ve birbirlerine karşılıklı destek olmaları ve
Bağlılık derecesi yüksek böylece kendi kendine yeterli varlık haline gelmelerini anlatır. Bu özellik gruba,
ise kararlı bir gruptan, ortama ve zamana göre farklılık gösterir. Düşük bir bağlılık düzeyine sahip grupların
düşükse gevşek bir grup diye nitelenmesi bile güçtür; dolayısıyla grup bağlılığı grup olmanın temelini
gruptan söz edilir. oluşturmaktadır. Burada söz konusu olan şey, bir insan yığınını gruba dönüştüren
psikolojik süreçtir.
Grubun ve onun üyelerinin yarattığı çekimden ve grubun bireysel hedeflere
ulaşmada oynadığı rolün etkinliğinden türeyen kuvvetler alanı birey üzerinde etkili
olur. Bu çekim kuvveti birlikteliği sağlar; bu da grup üyeliğinin devamı ile grubun
standartlarına bağlılığı beraberinde getirir.
Grup bağlılığı birçok nedenden kaynaklanabilir. Bunları aşağıdaki gibi
açıklayabiliriz:
Beraber harcanan zaman. Birbirine yakın yerlerde bulunan grup üyeleri
arasında, uzak olanlara göre daha yakın ilişkiler oluşur. Yakınlık, arkadaşlık ve
dostluk duygularını güçlendirir. Bu durum zamanla gruba olan bağlılığı güçlendiren
bir etki meydana getirir.
Üyeliğe kabul edilme zorluğu: Bir grubun içine girmek ne denli zorsa, bireyin
Bağlılık verimliliği grupta kalma isteği de o kadar fazla olur. Çünkü grubun üyesi olmak kolay
verimililikte bağlılığı kazanılmamıştır; dolayısıyla gruptan ayrılmak kolay kolay göze alınamaz.
Grup büyüklüğü: Grup bağlılığı, grup üyelerinin birlikte geçirecekleri zamana
etkiler.
göre artıyorsa, bunun doğal bir sonucu olarak grup büyüklüğü arttıkça grup
bağlığının azalacağını beklemek mantık gereğidir. Çünkü grup büyüdükçe grup
kalite kontrol, satın alma- tedarik bölümleri elemanları ile biçimsel olmayan bir
ortamda bir araya gelerek çalışırlar. Soruna uygun bir çözüm bulunduğunda da
kendiliğinden dağılırlar.
Komiteler: Örgütte üst düzey yöneticilerin sorumluluklarını azaltmak
amacıyla oluşturulan çalışma gruplarıdır. Bunlar, sürekli görev yapabilen daimi
gruplar olabileceği gibi, bir görev için özellikle oluşturulan geçici gruplar da olabilir.
Daimi komitelerin üyelerini genellikle örgütün kurmay üyelerinden oluşurken,
geçici komiteler işletmedeki yönetsel sorunları deneyim ve becerilerine göre ele
alan üyelerden oluşur. Geçici komiteler belli bir sorunu çözmek için en yetkili takım
türüdür. Geçici komiteleri görev güçlerinden ayıran yönü, komitenin belli bir
sürede soruna ilişkin bir sonuca ya da karara varma zorunluluğudur. Görev
güçlerinde ise önemli olan sorunun giderilmesidir.
Proje Takımları: Proje takımları belli bir göreve yönelik olarak, bazı yenilikler
yapmak için ya da örgütsel sorunlarla ilgilenmek üzere atanan ve üyelerinin çeşitli
örgütsel departmanlardan bir araya gelerek oluşturdukları geçici takımlardır.
Proje takımları diğer Proje tipi takımlar genellikle matriks tasarımlı örgüt yapılarında yer alırlar.
örgütsel gruplara Matriks takım, fonksiyonel hiyerarşik örgüt yapısından farklı bir yapılanma gösterir.
nazaran belli bir amaca Böyle bir tasarım; örgütsel fonksiyonların her birinde yer alan bireyin, kendi asli
yönelmeye, üyeler fonksiyonunun yanında, yönetim tarafından temel bir görev üzerinde çalışmak için
arasındaki güvene ve oluşturulur. Dolayısıyla da bu yapı bazı bireylerin iki farklı üstle çalışmasını zorunlu
karşılıklı saygıya daha kılar.
önem verirler. Diğer Geçici Takımlar: Örgütlerde bazen başka geçici takımlar da
oluşabilmektedir. Bunlardan, farklı bölümlerde benzer fonksiyonları gören
bireylerin, belirli zaman aralıklarıyla bilgi alışverişinde bulunmak, standartlar
geliştirmek ve kendi uzmanlık alanlarında güçlü bir üyelik yapısı oluşturmak üzerde
bir araya gelmesiyle oluşan takımlardır. Bunlara “disiplinler arası, ya da fonksiyonel
takımlar” adı verilir. Geçici takımlar arasında yer alan diğer bir takım türü de
“başlatıcı takımlar”’dır.
Diğer geçici takımlar, Kendi kendini yöneten çalışma takımları: Kendi kendini yöneten çalışma
yeni girişimleri takımları güçlendirilmiş takımlar olarak da adlandırılmaktadır. Günlük temelde
başlatmak, yeni bir birlikte çalışmakta esasına dayanan bu takımlar kendi hedeflerini tespit etmeleri ve
işyeri ya da büronun problemleri belirlemeleri nedeniyle problem çözme ve yaratıcı takımlardır. Bu
kurulmasına yardımcı takımlar kendi başarılarından veya başarısızlıklarından kendileri sorumlu
olmak üzere oluşturulur olmalarının yanı sıra, kendilerine uygun işe alma, işten çıkarma, bütçeleme ve
ve amaç gerçekleşince koordinasyon programları oluşturabilmektedirler. Ayrıca, örgüt sağlığını
dağılırlar. iyileştirmede bir araç olarak görülen takım çalışmaları; görev güçleri, kalite
çemberleri, işçi katılım grupları, ortak sendika yönetim takımları, proje takımları,
nezaretçi konseyleri, otonom veya kendi kendini yöneten çalışma takımları
şeklinde de gruplandırılabilmektedir.
Geleneksel iş grupları veya fonksiyonel ekipler: Fonksiyonel ekipler geniş
olarak uygulanan bir organizasyon yapısının temel taşları olarak kabul edilebilir.
Çalışanlar temel üretim fonksiyonu ve bunların tanımlayıcısı olan diğer destek
faaliyetlerini yürütürler. Fonksiyonel ekipler yönetici ve belirli fonksiyonel alandan
elemanlardan oluşur. Örnek olarak pazarlama, üretim, satın alma, personel, halkla
ilişkiler, AR-GE gibi fonksiyonel alanlar verilebilir.
Kalite Çemberleri. Bu ekipler, istekli kişilerden seçilmiş ve genellikle 5–12
üyeden oluşan ekiplerdir. Kalite çemberleri nispeten küçük gruplarda işletmenin
bir takım üyesi olarak nasıl faydalı olabilecekleri konularında belirsizlik olduğu için
huzursuzluk vardır. Bu aşamadaki tartışmalar, bireyler birbirlerini yeterince
tanımadıkları ve görüşleri yeterince değerlendiremedikleri için üretken ve faydalı
değildir.
Takım üyeleri birbirlerini tanıdıktan sonra, karakterlerini ortaya koyarlar;
kendilerinden beklenenler ve takım içindeki rolleri konusunda daha aktif
Üyeler, diğer grup davranırlar. Bu evrenin karakteristik özelliği çatışma ve anlaşmazlıklardır. Üyeler,
üyelerinin ya da liderin ortak çıkar oluşturmak için pozisyonlar, koordinasyon ve alt gruplaşmalar üzerinde
fikirlerine ve kontrole dururlar. Bir alt grup, takımın amaçları ve bu amaçlara nasıl ulaşacağı konularında
karşı çıkarlar. Takımlar başka bir üye ya da alt grup ile aynı fikirde olmayabilir.
bu evreyi sağlıklı Kural koyma evresi. Bu evrede, üyeler birbirlerini tanırlar ve kabullenirler.
atlatamazlarsa, başarılı Üyeler, bireysel görüşlerini bir yana bırakarak takıma ait olma duygusu ve takım
olamayabilirler ve için çalışma duygusunu hissetmeye başlarlar. Çatışmalar çözülmüş olduğu için,
dağılırlar. rekabet yerine iş birliği vardır ve takım uyum içindedir. Anlaşmazlıklar kişisel
düşmanlıklar yönünde değil, görev yönelimlidir. Bu aşamaya gelen takımlarda
arkadaşlık hisleri ve grup faaliyetleri için sorumluluk artar. Üyeleri birlikte çalışırlar
ve işbirliği yaparlar; görüş alışverişi olur ve yeni standartlar geliştirilir; yüksek
bağlılık, takım kimliği, dostluk oluşur.
Performans evresi. Bu aşamaya gelmeyi başaran takımlarda, bağlılık derecesi
yüksektir ve etkili bir takım çalışması için uygun ortam sağlanmıştır. En çok
üzerinde durulacak konu takımların kendisinden beklenen görevleri etkin biçimde
yerine getirmesi ve bunu engelleyebilecek sorunların çözümüdür. Takım artık
yüksek performans sağlayan bir takım haline gelmiştir ve takım üretkenliği ve
verimliği takımın esas uğraşıdır. Bu evrenin karakteristik özelliği, takımın
fonksiyonel düzeye gelmesi, bireyler arası ilişkilerin güçlenmesi, aktif çalışma
yapma ve yaratıcılık, kararlara ilişkin öneri ve katkıların dikkate alınmasıdır.
Dağılma evresi. Grubun görevi süreklilik arz ediyorsa, gelişim performans
Takım calışmasıyla elde aşamasında tamamlanır. Olgun bir takımda, üyeler takım misyonuna bağlıdır,
edilecek sonuclar her üyeler görevlerini kendileri yerine getirirler. Belirli bir görevi gerçekleştirmesinin
zaman bireysel ardından dağılacak geçici takımlarda dağılma evresi söz konusudur. Dağılma
sonuclardan daha dönemi boyunca çalışmalar hızını kaybeder ve gittikçe yavaşlayarak durur. Artık en
önemli şey görevi yerine getirmek değil, başlanmış görevlerin bitirilmesidir.
yaratıcı ve verimli
Takım çalışmasıyla elde edilecek sonuçlar her zaman bireysel sonuçlardan
olmaktadır. daha yaratıcı ve verimlidir. Herkesin belli bir zihinsel yapısı, bilgisi ve tecrübesi
vardır. Zihinleri açarak ve bunu diğerleriyle paylaşarak, herkes daha üretken ve
yaratıcı olabilir. Nitekim yapılan bir araştırma takım çalışması uygulayan
işletmelerde verimliliğin iki kat arttığını, üretim kararlarında sorumlu gruplar
oluşturmanın avantajı ile yüksek performans seviyelerine ulaşıldığını göstermiştir.
Takımların olağan iş
TAKIM BAŞARISINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
gruplarına nazaran
daha etkindirler; bunun Takım oluşturmanın temel amacı, takım kültürü ve ilkelerine sahip bireylerle
nedeni sinerji birlikte, beceri ve birikimleri kullanarak sinerji yaratmaktır. Takımlar olağan iş
yaratabilme gruplarına göre daha etkindirler; bunun nedeni sinerji yaratabilme yetenekleridir.
Ayrıca takımlar üyeleri için duygusal ve sosyal temas sağlaması nedeniyle moral ve
yetenekleridir.
motivasyonu geliştirme eğilimindedirler.
•Gruplar belli bir amaç için bir araya gelen, grup normlarına bağlı
olarak hareket eden, üyeleri arasında sıkı ilişki ve “biz” duygusu
olan yapılardır. Gruplar genel olarak ya dışarıdan bir iradeyle
Özet
formel veya üyelerinin kendi isteğiyle kurulabilirler. Grupları
kalabalıklardan ve yığınlardan ayıran temel faktör, söz konusu
biz duygusu, grup normu, grup üyeleri arasındaki sürekli ilişki ve
grup bağlılığı gibi özelliklerdir. İnsanlar güven ihtiyaçlarını veya
kendilerini gerçekleştirme, dayanışma duygularını ve sosyallik
ihtiyaçlarını karşılamak için grup üyesi olabilmektedirler. Grup
üyesi olmak aynı zamanda insanlar arasında yakınlık ve dostluk
duygularını geliştirir, bu da grubun devamlılığını ve grup
bağlılığını artırır. İnsanların grubun üyesi olarak kalmaları bir
bakıma yarar ilişkisiyle açıklanabilir. Gruba katılma nedenleri,
grubun bireye sağladığı yararlar olarak görülebilir. Dolayısıyla
grubun üyesi olmak veya grubun üyesi olarak kalmak, söz
konusu yarar duygusuyla açıklanabilir.
•Gruplar, iş ve sosyal yaşamda kolaylaştırıcı işlev görürler. Bir
karar alırken, ekip oluştururken, tek tek grup üyeleriyle
görüşmektense, grup lideriyle görüşmek daha kolay ve daha
sonuç alıcı olabilir. Gruplar iş ve sosyal yaşamda önemli işlev
görebilirler. Örgütlerde ekip oluşturmada veya çalışma grupları
oluşturmada grupların kolaylaştırıcı işlevi olabilir. Ayrıca gruplar
sosyal yaşamda da sosyal hızlandırma yoluyla toplumsal
dinamiklerin harekete geçirilmesinde önemli işlev görebilirler.
•Örgütlerde özellikle proje organizasyonlarında takımlar kurulur.
Takımların kurulma amacı, özel yetenek gerektiren işler için özel
yetenekleri olan insanları bir araya getirmektir. Her işin herkes
tarafından yapılamayacağına göre bazı işleri yapmak, bazı
projeleri yürütmek için takım kurmak kaçınılmaz olur. Bu amaçla
sürekli çalışma takımları, geçici çalışma takımları, görev güçleri,
komiteler, çalışma grupları, kalite çemberleri gibi çeşitli takımlar
oluşturulur. Takımların oluşturulması dört aşamalı bir süreci
izler. Bu aşamalar; oluşum, karmaşa, kural koyma, performans
gösterme ve dağılma aşamalarından oluşur.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıda grup kavramı ile ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
Değerlendirme a) Bireylerin birbirleriyle etkileşimde bulunabilmesi için ortak amaçlarının
sorularını sistemde ilgili bulunması gerekir.
ünite başlığı altında yer b) Bireyler gibi yaşamlarını devam ettirmek ve varlıklarını korumak için
mücadele ederler.
alan “bölüm sonu testi”
c) Çözemedikleri sorunlar, iç huzursuzluklar ve dengesizlikler doğurur.
bölümünde etkileşimli
d) Sosyal ilişki kurarak belirli gayeler etrafında birleştirmeleriyle ortaya çıkan bir
olarak bütündür.
cevaplayabilirsiniz. e) Hiçbir zaman gayriiradî esaslarda ortaya çıkmayan bir bütündür.
2. Aşağıdakilerden hangisi birincil grubun özelliklerinden değildir?
a) Kişinin benliği grup içinde erimiş ve grubun amacı, kişinin amacı olmuştur.
b) Birincil gruptaki birlik, sadece ahenk ve sevgiden doğar, rekabet yoktur.
c) Rekabet ve ihtiras sosyal bir nitelik kazanmış, grubun menfaatine yönelmiştir.
d) Grubun üyeleri hem sayıca az, hem de fiziki yakınlık içindedirler.
e) Bireyler arasında iş birliği ve güven verici ilişkiler vardır.
3. Aşağıdakilerden hangisi grup türlerinden biri değildir?
a) Referans Grupları
b) Üyelik Grupları
c) İkincil Gruplar
d) Üçüncül Gruplar
e) Gayriresmi (Biçimsel Olmayan) Gruplar
4. Aşağıdakilerden hangisi gruba katılma nedenlerinden biri değildir?
a) Ego tatmini
b) Karşılıklı çıkar ve amaçların tatmini
c) Emniyet (güven) ihtiyacının tatmini
d) Bireylerin birbirleriyle yakınlık sağlamak istemeleri
e) Ekonomik nedenler (toplu pazarlık gibi)
5. Grup bağlılığıyla ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) Birbirine yakın grup üyeleri arasında, uzak olanlara göre daha yakın ilişkiler
oluşur.
b) Dışsal bir saldırıyla karşı karşıya kalındığında grup bağlılığı pekişmektedir.
c) Grup güvenliğinin sağlanmasının grup bağlılığı üzerinde bir etkisi yoktur.
d) Bir grubun içine girmek ne denli zorsa, bireyin grupta kalma isteği o kadar
fazla olur.
e) Grup bağlılığı, grup üyelerinin birlikte geçirecekleri zamana göre artar.
Cevap Anahtarı
1.E, 2.B, 3.D, 4.A, 5.C, 6.E, 7.C, 8.A, 9.D, 10.A
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Baltaş, A. (2000). “Ekip Çalışması ve Liderlik”, İstanbul: Remzi
Başaran, İ. E. (2000). “Örgütsel Davranış İnsanın Üretim Gücü, 3”. Baskı, Ankara.
Baymur, F. (1973). “Genel Psikoloji”, İstanbul: İnkılap ve Aka Kitabevi.
Baysal, A. C. ve Tekarslan, E. (1996). “Davranış Bilimleri”, İstanbul: Avcıol.
Blanchard, K. and Carev, D. (1996).”Yüksek Performanslı Takım Kurma”, (Çev:
Mehmet Özcan) İstanbul: Yönetim Merkezi Gelistirme Yayınları
Dengiz, G. M. (2000). Takım Çalışması Teknikleri”, Ankara: Academyplus
Dubrın, A. (1994). “Applying Psychology; Individual And Organizational
Effectiveness”, New Jersey: Prentice Hall
Eren, E. (1984). “Yönetim Psikolojisi”, İstanbul: İ.Ü. İşletme Fakültesi
Eren, E. (1993). “Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi”, Ankara: Beta
Eroğlu, F. (1996).”Davranış Bilimleri”, İstanbul: Beta Yayıncılık
Gibson, L. L., Ivancevıch, J. M. and Donnely, W.J. (1988). “Organizations: Behavıor,
Strueture and Process Homewood”. İL, BPI Irwin
Güney, S. (2009). “Davranış Bilimleri”, Ankara: Nobel yayınları
Helriegel, D., J. Slocum and R. Woodman(1998). “Organizational Behavior, New
York: West Publ.
Kağıtçıbaşı, Ç. (1999). “Yeni İnsan ve İnsanlar”, 10.bsk, İstanbul: Evrim
Keçecioğlu, T. (2000). “Takım Olusturmak”, İstanbul: Alfa
Lloyd, P. (1990).” Introduction To Psychology”, New York: W. Collins Pub. Co.Ltd.
Luthans, F. (1992). “Organizational Behavior”, New York: McGraw Hill Co.
Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2010). “Örgütsel Davranış”, Bursa: Ekin Yayınevi
Robbins, S. P. (1994). “Örgütsel Davranışın Temelleri”, (Çev; Sevgi Ayşe Öztürk)
Eskişehir: Etam Aş.
Silah, M. (2005). Sosyal Psikoloji Davranış Bilimi, Ankara: Seçkin
Silah, M. (2005). “Endüstride Çalışma Psikolojisi”, Ankara: Seçkin
Şimşek, M. Ş., Akgemici, T. ve Çelik A. (2001). “Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış”, Ankara: Nobel
Tezcan, M. (1987). “ Kültür ve Kişilik”, Ankara: Bilim
Tınar, M. Y. (1999).“Çalışma Yaşamı ve Kişilik” Mercek Dergisi, MESS, Nisan
Zel, U. (2001). “Kişilik ve Liderlik”, Ankara: Seçkin
• Çatışmanın Kavramı
İÇİNDEKİLER
• Çatışma Süreci
• Çatışma Yaklaşımları
• Örgütsel Çatışmanın Nedenleri
• Çatışma Türleri ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ
• Çatışma Yönetimi VE ETİK
• Çatışmayı Önleme ve Azaltma Doç. Dr. Hasan TUTAR
Yolları
8
Çalışma İlişkilerinde Çatışma
GİRİŞ
Çatışma örgütlerde farklı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan kişiler arası
veya gruplar arası anlaşmazlık durumlarıdır. Çatışma, başlangıçta olumsuzluklar
çağrıştırsa da aslında bir değişimin, farklılaşmanın ve hareketliliğin habercisidir.
Çatışmanın olmadığı yerde hareketlilik, farklılık, değişim de yok demektir. Nihayet
çatışmanın kaynaklarından biri değişimdir. Örgütte çatışmanın yokluğu baskı,
monotonluk ve durgunluğa, varlığı ise örgütsel demokrasiye, gelişi ve değişime.
Örgütlerde yenilik, değişim ve yaratıcılık için belli bir düzeyde çatışmaya ihtiyaç
olsa da sürekli ve yüksek düzeyde çatışma örgütsel verimliliği, etkinliği ve
performansı olumsuz yönde etkiler. Çatışmanın aşırı olması ve bir politika olarak
uygulanması örgütsel yaşamı riske sokabilir.
Örgütlerde çatışma, çeşitli şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Çatışmanın
yönetilmesi ve gerektiğinde yönlendirilmesi için çatışmanın kaynaklarını ve türünü
belirlemek gerekir. Örgütsel çatışma bazen iş bölümünün etkin yapılmamasından,
bazen örgütsel kaynakların adil dağıtılmamasından, bazen iletişim, dağıtım veya
işlem adaletsizliği gibi örgütsel adaletin olmaması gibi durumlardan
kaynaklanabilmektedir. Örgütlerde çatışmanın diğer bir kaynağı, insanın olduğu
her yerde ortaya çıkması kaçınılmaz olan informel gruplardır. Çatışma bazen
informel gruplar arasında, bazen bu gruplarla örgüt yönetimi arasında olabilir.
Eğer örgüt içinde bir informel grup çok farklı değerler ve görüşlere sahip olan
Her örgütsel çatışmanın kişilerden oluşmuşsa, bu kişiler grubun ve örgütün amaçlarına farklı açılardan
mutlaka doğru veya bakabilecektir. Bu durum örgütsel çatışmaların nedeni olabilir. Nedeni ne olursa
yanlış bir nedeni ve olsun her örgütsel çatışma mutlaka olumlu veya olumsuz bir sonuçlar doğurur.
şekli vardır. Örgütsel çatışma yönetimi ise ki, örgütte çatışmaya neyin neden olduğunu bulmak
ve çatışmanın türünü tespit ederek ortadan kaldırmaktır.
ÇATIŞMA KAVRAMI
Bireysel anlamda çatışma, aynı derecede güdüleyici kuvvete sahip, fakat
birbiriyle ters yönde olan iki dürtünün, bireyde aynı anda ortaya çıkması
durumudur. Buna içsel çatışma denir. Bireyler arası çatışma ise bireyler arasında
amaç ve hedef farklılığından kaynaklanan anlaşmazlık durumudur. Örgütsel
çatışma ise örgütlerde farklı gruplar arasında yaşanan anlaşmazlık durumu olduğu
gibi, birey veya grup ile örgüt yönetimi arasında yaşanan anlaşmazlık durumudur.
Anlaşmazlık, zıtlaşma, uyumsuzluk, birbirine ters düşme çatışmanın temel
unsurlarındandır. Anlaşmazlığın olduğu bir örgütte taraflar kendi çıkarlarını ya da
görüşlerini gerçekleştirme peşindedir.
Çatışma örgütteki kişiler Örgütsel çatışma; bireyler ve grupların birlikte çalışma sorunlarından
ya da gruplar arası kaynaklanan ve normal faaliyetlerin durmasına aksamasına neden olan
anlaşmazlıktır. anlaşmazlık durumudur. Çatışma, karar vermenin standart mekanizmalarına zarar
veren bir durumdur. Çatışmanın olduğu yerlerde çoğu kez rasyonellik ortadan
kalkar. Bireysel veya grupsal ego ön plâna çıkmaya başlar. Çatışmanın olduğu
yerlerde örgüt üyeleri birbirlerine karşı olumsuz davranışlar sergiler aralarındaki
dayanışma duygusu zarar görür. Örgütsel güven azalır ve iş tatmini düşer.
Bireysel açıdan ele alındığında çatışma, aynı ya da karşıt olan eşdeğer iki
durumdan birini seçmek zorunda kalan bireyin yaşadığı bir çelişki durumu iken,
ikili ilişkiler söz konusu olduğunda, birbirlerine ters iki çıkarın aynı anda kişiler veya
gruplar arasında ortaya çıkması durumudur. Örgütsel çatışma ise örgütsel ortamda
ÇATIŞMA SÜRECİ
Örgütlerde ortaya çıkan çatışmalar bir süreci izler ve bu süreçte çatışma iki
bakımdan ele alınabilir. Bunlardan biri örgüt içi çatışmalar, diğeri de örgüt dışı
çatışmalardır. Örgüt içi çatışmalar kişinin kendi içindeki çatışması, çalışanlar
arasındaki çatışmalar; sosyal gruplar arası çatışmalar; hasımlar ve karşıt gruplar
Örgütlerde çatışmanın arası çatışmalar; hiyerarşik (dikey) çatışmalar ya da ast-üst çatışmaları; eş düzey
olması doğaldır ve hatta yöneticiler ve birimler arası yatay çatışmalar; merkez ve taşra örgütü arasındaki
kaçınılmazdır. Önemli çatışmalar olarak ortaya çıkan çatışmalardır. Örgüt dışı çatışmalar ise, kurumlar
olan çatışmayı örgüt arası çatışmalar ile örgüt ve yönetim üzerindeki dış baskı unsurları ve güç
lehine kullanmaktır. odaklarıyla olan çatışmalardır.
Örgütlerde çatışma olması doğaldır ve hatta kaçınılmazdır; çünkü bir örgütte
hiç çatışma olmaması, o örgütte hiçbir yenilik, değişiklik ve gelişme olmadığını
gösterir. Bu yüzden, durağan örgütlerde çatışma az olur. Dinamik örgütlerde ise,
etkinlikler, yenilikler ve gelişmeler fazla olduğundan, çatışmalar da fazla olur.
Çünkü örgütte her yenilik (değişim), bir çatışma doğurur.
Örgütsel çatışma alanlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
• Örgütsel amaçlarla bireysel amaçlar arasındaki çatışma
• Örgüt içinde farklı gruplar ve bölümler arasında çatışma
• Biçimsel ve doğal örgüt arasında çatışma
Çatışma ilk aşamada çözümlenmesi çok daha kolaydır. Ancak dışarıdan bile
gözlenebilen bir çatışma olayı ortaya çıktığında çözümde zor bir durumdadır. Bu
çatışma türü, davranışta bulunan tarafın, karşı tarafın amaçları üzerinde yıkıcı bir
etki yaratması şeklinde ortaya çıkar. En azından şekli, açıkça başkalarına tecavüz
olmakla birlikte, çoğunlukla bu durum örgüt kural ve normlarına ters düşen ve
yasaklanan davranışlar olarak gözlenir. Bu nedenle açık çatışma, genellikle bir
örgüt üyesinin bilinçli olarak başka bir üyenin çalışmasını engellemesiyle ortaya
çıkar.
Ne kadar dikkat edilirse edilsin, çatışmanın ortaya çıkması engellenemez.
Argyris, örgüt amaçları ile bireysel amaçların temelde uyumsuz olmaları nedeniyle,
çatışmanın kaçınılmaz olduğunu ileri sürmektedir. Örgüt geliştirmede uygulanan
sistem yaklaşımı, örgüt ihtiyaçları ile bireyin ihtiyaçları arasında mevcut veya
potansiyel çatışmayı azaltabilir. Bu tür bir örgütte kişisel çatışmalar en aza
indirilmiştir; var olan çatışmalar ise kişilikleri değil, projeler ve gözlemlerle ilgili
fikirleri esas alan çatışmalardır. Diğer taraftan, çatışmanın kaçınılmaz olduğunu
düşünmek yerine, örgütsel sadakatin çatışmayı azaltabileceği, bireylerin çabalarını
örgüt başarısı için yönlendirmeleri durumunda kendi amaçlarını da
gerçekleştirebilecekleri ileri sürülebilir.
ÇATIŞMA YAKLAŞIMLARI
Çatışmaların genelde, biri rasyonel diğeri de duygusal veya irrasyonel olan
iki farklı boyutu vardır. Rasyonel çatışmalar örgütsel verimlilik ve bireysel etkinlik
Çatışmaların genelde, üzerinde olumlu etki yaratırken, irrasyonel çatışmalar örgütsel kaynakların ve
biri rasyonel, diğeri de genel olarak örgütsel enerjinin israf edilmesine neden olabilmektedir. Çatışmalar
duygusal veya ayrıca geleneksel ve modern yaklaşımlarıyla da incelenmektedir. Çatışmaya
irrasyonel olmak üzere geleneksel bakış açısı çatışmayı örgütsel bir sorun ve olmaması gereken bir durum
iki farklı boyutu vardır. olarak görmektedir. Zira klasiklere göre çatışma örgütlerde otorite eksikliğinden
kaynaklanan bir durumdur.
Çatışmaya daha yeni bir bakış açısı ise “etkileşimci yaklaşım”dır. Bu
yaklaşıma göre çatışma olumlu bir güçtür ve ayrıca örgütsel performans için
zorunludur. Bu yaklaşım, grup içinde alt düzeyde bir çatışmayı teşvik eder. Böylece
kendi kendini eleştirme, değişim ve yenilik teşvik edilirken, statükonun korunması,
uyum sağlamak amacıyla gerektiğinden fazla tolerans gösterilmesi ya da ilgisizlik
gibi sorunların önüne geçilmiş olur. Görülüyor ki, çatışma kendi başına iyi veya
kötü olarak nitelendirilemez. Önemli olan çatışmanın yarattığı sonuçların
performans üzerine etkisidir.
Örgütsel ortamlarda oluşabilecek çatışmalar, çeşitli örgüt ve yönetim
yaklaşımları açılarından farklı biçimlerde yorumlanmakta ve konuya ilişkin
varsayımlar üretilmektedir. Kapalı bir sistem ve yönetim yapısını esas alan, “klâsik
ve neo-klâsik yönetim yaklaşımına göre çatışmalar, örgütün uyumlu ve etkin
işlemesini bozan durumlar”dır. Bu yönetim anlayışına göre, yönetim ve
organizasyon ilkelerinin uygulandığı bir örgütsel ortamda çatışmaların olmaması
gerekmektedir.
anlaşmazlıktan doğar. Daha çok kaynağa sahip olan bölüm daha güçlü duruma
gelmektedir. Bazı çatışmalar ise aynı kaynağı iki departmanın birlikte kullanmak
zorunda olmalarından doğmaktadır.
Amaç farklılıkları. Örgütte kişilerin, grupların ve birimlerin farklı amaçlarının
olması, farklı hedeflerinin olması, örgütsel çatışmaya yol açabilir. Örneğin, üretim,
pazarlama, muhasebe veya insan kaynakları, bölümlerin amaçları, birbirinden
Her bölüm örgütsel farklıdır ve bazen bu farklı amaçları birbirleriyle uyum içinde olmayabilir. Her
başarıyı ancak kendi örgütsel birim kendi hedeflerine ulaşıp, amaçlarını gerçekleştirmeye çalışırken,
biriminin işlevlerinin birbirlerine zıt düşmekte ve anlaşmazlıklara neden olmaktadırlar.
başarısına bağlamakta Yönetsel belirsizlikler. Örgütte emir-komuta hattının (kimin kime karşı bağlı
ve örgütü kendi görüş ve sorumlu olduğunun), görev, yetki ve sorumlulukların açık bir şekilde, yazılı
açılarından olarak belirlenmemiş olması, çalışan, gruplar ve birimler arasında çatışmanın
görmektedirler. doğmasına neden olabilmektedir.
Yönetim biçimleri. Yöneticilerin uyguladığı otoriter yönetim biçimi, daha çok
hiyerarşik çatışmalara; liberal yönetim biçimi ise çalışan arasında kişisel
çatışmalara zemin hazırlar. Her yönetici karar verme, plânlama bunları uygulama
bakımından, astlarını harekete geçirme, onları güdüleme ve kontrol etme
yönünden diğer yöneticilerden farklı yol ve yöntemlere sahiptir. Bunlar, bazen
örgütün genel çıkarlarına ve politikalarına ters düşebilir. Ayrıca çeşitli bölümlerde
farklı yönetim biçimlerinin olması ve sorunlara her yöneticinin kendi algılama
biçimiyle bakması bazı anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Örgütlerde farklılaşma. Örgütlerdeki farklılaşma derecesi arttıkça
çatışmanın da arttığı gözlenmektedir. Karmaşık örgütlerde işbirliği içinde çalışmak
Örgütlerdeki farklılaşma zorunda olan bireyler, örgütsel düzeylerin ve farklı uzmanlık alanlarının sayısı ve
derecesi arttıkça örgütteki insan gücünün dağılım derecesi nedeniyle çatışmayı örgüt bütününde
çatışma oranı da artar. hisseder. Örgütsel düzeylerin sayısının çok olması ile iletişim sorunlar yarattığı gibi
grupların menfaat çatışması içine girmelerine neden olur.
Rekabetçi ödüllendirme sistemleri. Çoğu çatışmaların kökeninde bireylerin
gösterdikleri başarıların ölçüsünde ödüllendirilmeleri yatmaktadır. Ödüllerin
gösterilecek başarıya bağlanması hatta eldeki örgütsel olanakların bu başarılar
ölçüsünde dağıtılması kişileri yarışma içine sokmaktadır. Bu yarışma havası
duygusal açıdan bireyleri düşmanca bir tutum içine sokmakta, işin içine
değerlendirme hataları, çeşitli hilelerin, kıskançlıkların girmesi, örgüt içindeki güç
birliği yerine adeta birbirinin gücünü azaltan, kötüleyen kişi ve grupların ortaya
çıkmasına neden olabilmektedir. Bu tür çatışmalar iyi bir çözüme
kavuşturulmadıkları zaman tüm örgütsel etkinliği ve iş birliği sistemini
zayıflatabilir.
Statü farklılıkları. Yapıya ilişkin nedenler grubuna da sokulabilmekle
beraber, statü farklılıkları kişisel davranış üzerindeki etkisi nedeniyle çatışmaya yol
açabileceğinden, burada ele alınması uygun görülmüştür. Statü çatışmaları en çok
yaşça ve kıdemce eski olan bireylerin, kendilerinden daha genç ve kıdemsiz olan
kişilerin emri altına girmeyi hazmedememelerinde kaynaklanır.
Toplumsal etkileşim. Yine yapılan araştırmalar, toplumsal etkileşimin bir
çatışma kaynağı olduğunu tam olarak göstermemekle birlikte, aralarında ilişki
bulunduğunu ortaya koymuştur.
Örnek
ÇATIŞMA YÖNETİMİ
Kişiler arası sorunlar, Çatışma yönetimi olgusu, çatışmaların örgüt yararına sonuçlandırılması
etkileşimde bulunanlar anlamına gelir. Çatışma ile başa çıkma yöntemlerine bakıldığında, çatışmaların
tarafından en az birinin çoğunlukla taraflarca belirlendiği ve yine onlar tarafından çözümlenmeleri
mevcut etkileşimin gerektiği düşüncesinin hakim olduğu görülür. Başka bir ifade ile çatışan taraflara
niteliğinden bir üçüncü tarafın müdahalesinin nadiren söz konusu olacağı söylenebilir. Bununla
memnunluk birlikte çatışmayla tarafların başa çıkmaları, çatışmanın çözümlenmesi anlamına
duymamasıyla ortaya gelmeyebilir. Önemli olan, olumsuz çatışmalar için çatışma kaynaklarının
çıkar. kurutulmasıdır.
Hangi nedenle olursa olsun, başkalarıyla bir araya gelince kişiler arasında bir
etkileşim olur. Zira başka kişilerin varlığı ve davranışları bir başkası için bir
uyarandır ve kişi bu uyaranlara olumlu-olumsuz veya kayıtsız kalma tepkisi
gösterir. O halde etkileşim, tarafların duygu, düşünce ve davranışlarını
etkileyebilen karşılıklı bir süreçtir.
Çağdaş yönetimde yönetici, aynı zamanda, “sorun çözen kişi” olarak da
tanımlanır. Bu açıdan yönetim, sorun çözümleyebilme sanatıdır. Yönetimde,
yönetici otoritesini ve insanları yönetme becerisini, sorun çözerek gösterir. Bir
Etkileşimde bulunan çalışma ortamında yöneticiye sürekli olarak sorun getirilir ve sorunları çözmesi
kişiler, aralarındaki beklenir. Yöneticinin yönetimdeki başarısı da, sorun çözmedeki başarısı ve
etkileşimin niteliğinden becerisine göre değerlendirilir.
memnun olabilir ya da Örgüt içinde çatışmaları önlemek, yönetimin karşılaştığı önemli sorunların
olmayabilirler. Taraflar başında gelir. Çatışmaların çözümünde birden fazla yöntem uygulanmaktadır.
etkileşimin niteliğinden Ancak hangi çatışmada hangi yöntemin uygulanacağı, söz konusu çatışmanın iyi bir
memnun oldukları şekilde analiz edilmesini gerektirir. Çatışmanın analiz edilmesinde ve çözüme
sürece aralarında bir kavuşturulmasında görev alacak kimselerin, uzman, sabırlı, başka insanların
sorun yok demektir. tutum, davranış ve duygularını anlayabilen, bu konuda tecrübeye sahip biri olması
gerekir. Bu kimseler örgüt içinden veya örgüt dışından görevlendirilebilir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi örgüt içi çatışmalara verilecek örneklerden biri değildir?
Değerlendirme
sorularını sistemde ilgili a) Hiyerarşik çatışmalar
ünite başlığı altında yer b) Güç odaklarıyla olan çatışmalar
alan “bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli c) Kişinin kendi içindeki çatışma
olarak d) Çalışan arasındaki bireysel (ikili) çatışmalar
cevaplayabilirsiniz. e) Merkez ve taşra örgütü arasındaki çatışmalar
2. Aşağıda çatışma ile ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) Aşırı uçlarda yer alan çatışma duygusal ve fiziksel strese sebep
olabilmektedir.
b) İyi yönetildiği takdirde, çatışma örgütsel sinerjiyi artırıcı bir etki doğurabilir.
c) Çatışmaların hem olumlu hem de olumsuz yanları vardır.
d) Birey ve grupları kutuplaştırır.
e) Çatışma örgüt için her durumda zararlıdır.
3. Aşağıdakilerden hangisi çatışmanın olumsuz yanlarından biri değildir?
a) Uzun zamandan beri süregelen sorunlar su yüzüne çıkartılır.
b) Bireyler ve gruplar kendi çıkarları üzerine odaklanırlar.
c) Farklılıkları derinleştirir, işbirliğini engeller.
d) İş için harcanacak enerjiyi başka yönlere çeker.
e) İş gören devir hızı artar.
4. Aşağıdakilerden hangisi “modern örgüt ve yönetim anlayışına göre çatışma”
yaklaşımlarından biridir?
a) Örgütlerde görülen çatışmaların yıkıcı olduğuna inanılır.
b) Çatışma, tüm örgüt ve gruplar için doğal bir olgudur.
c) Çatışma, örgütsel sinerjinin ortaya çıkarılması için gerekli bir olgudur.
d) Her tür çatışma örgütsel sağlığın aleyhine bir gelişmedir.
e) Çatışma grup içinde olumlu bir güçtür.
5. Aşağıdakilerden hangisi örgütsel çatışma nedenlerinden biri değildir?
a) Örgütsel iklim
b) Amaç farklılıkları
c) Algılama ve yorumlama farklılıkları
d) Yöneticinin yaşı
e) Rekabetçi ödüllendirme sistemleri
Cevap Anahtarı
1.B, 2.E, 3.A, 4.B, 5.D, 6.C, 7.E, 8.E, 9.A, 10.B
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Aydın, Mustafa (1984). “Örgütlerde Çatışma”, Ankara: Bas-Yay Matbaası
Başaran, İbrahim Ethem (2000).”Örgütsel Davranış İnsanın Üretim Gücü”, 3. Baskı,
Ankara.
Baysal, A. Can ve Tekarslan, Erdal, (1996).” Davranış Bilimleri”, İstanbul: Avcıol
Bumin, Birol (1990).” İşletmelerde Organizasyon Geliştirme ve Çatışmanın
Yönetimi”, Ankara: Bizim Büro
Dubrın, Andrew (1994).” Applying Psychology; Individual And Organizational
Effectiveness”, New Jersey: Prentice Hall
Eren, Erol (1993).” Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi”, Ankara: Beta
Eroğlu, Feyzullah (1996).” Davranış Bilimleri”, İstanbul: Beta
Ertekin, Yücel (1982). "Örgütsel Çatışma", Yönetim Psikolojisi II, No: 201, Ankara:
TODAİE
Güney, Salih (2009).” Davranış Bilimleri”, Ankara: Nobel
Güney, Salih (2000).” Yönetim ve Organizasyon El Kitabı”, Ankara: Nobel
Helriegel, D., J. Slocum and R. Woodman(1998)şi.” Organizational Behavior”, New
York: West Publ.
İpek, Cemalettin (2000).” Örgütsel Çatışma ve Çatışma Yönetiminde
Uygulanabilecek Örgüt Geliştirme Aracıları, (Yönetimde Çağdaş
Yaklaşımlar)”, Ankara: Anı
Kağıtçıbaşı, Çiğdem (1999).” Yeni İnsan ve İnsanlar”, 10.bsk, İstanbul: Evrim
Lloyd, Peter (1990).” Introduction To Psychology”, New York: W. Collins Pub.
Co.Ltd.
Luthans, Fred (1992).” Organizational Behavior”, New York: McGraw Hill Co.
Şimşek, M. Ş., Akgemici, T. ve Çelik, A. (2001).”Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış”, Ankara: Nobel
Nelson, D. L. and Quick, J. C. (1995).” Organizational Behavior”, Minneapolis:
Alternate Ed. West Pub. Com.
Özkalp, Enver ve Kırel, Çiğdem (2010).” Örgütsel Davranış”, Bursa: Ekin
Silah, Mehmet (2005). “Sosyal Psikoloji Davranış Bilimi”, Ankara: Seçkin
Silah, Mehmet (2005).” Endüstride Çalışma Psikolojisi”, Ankara: Seçkin
Vecchio, Robert (1991).”Organizational Behavior”, ForthWorth: The Dryden
açıklayabilecek
• Örgütsel stres kaynaklarını bilecek
• Stres ve bireysel farklılıkların
önemini bilecek
• Stres yönetimi yöntemlerini
öğrenebilecek
• Stresi önleme tekniklerini
açıklayabileceksiniz.
ÜNİTE Ü
9
Çalışma İlişkilerinde Stres Ve Yönetimi
GİRİŞ
Stres; meslek, cinsiyet ve yaş ayrımı yapmadan, herkesin sıkça kullandığı ve
aynı zamanda birçoklarının da yaşadığı, psikolojik bir durumdur. Yapılan
araştırmalara göre, herkesin stres nedenleri, belirtileri ve olumlu stres düzeyleri
farklıdır. Bugün özellikle, değişim hızının yüksek olduğu bir süreçte, insanların
sürekli bir şeyler kaçırıyormuş endişesiyle, hızlı hareket etme zorunluluğu
duymaları, stresi gündelik yaşamın parçası hâline getirmektedir. Şüphesiz herkesin
yaşadığı bir stres düzeyi vardır veya herkesin stres düzeyi farklıdır. Stres ve
bireysel farklılıklar söz konusu olduğu zaman burada iki husus dikkat çekmektedir.
Bunlardan biri stresin A tipi ve B tipi insanlarda farklı yoğunlukta ve sıklıkta ortaya
çıkmasıdır. A tipi olanlar strese daha yatkın insanlar olurken, B tipi olanlar göreli
olarak stres yaratan faktörlere karşı toleranslı insanlardır.
Stres, yaşamın döngüsündeki hızın artışından kaynaklanmakta, bir bakıma
“modern” yaşam tarzının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Geleneksel
dönemlerde, yaşamın ve yaşama ait değerlerin daha sükûnetle karşılanması,
insanları gerilimden uzak tutuyordu. Modern insanın gerçeği saptama biçimi, bir
yere bağlanma duygusu, kısaca evren tasavvuru onu sıklıkla değişen yaşam olayları
karşısında zorlamakta ve strese sokmaktadır. Çevrede artan karmaşayla, tarihsel
bir geçmişe sahip olmayan bu dönem, insanların uyum sağlama yeteneklerini
zorlayarak, gelecek korkusu içinde bir “zorlanan insan” modeli ortaya
çıkarmaktadır.
Stres örgütsel ortamlarda da sıklıkla yaşanmaktadır. Örgütsel faaliyetlerde
bulunanlar, genellikle iki tür stresle başa çıkmak durumunda kalmaktadırlar;
bunlardan birincisi, işlerin mutat (rutin) bir şekilde sürdüğü ortamlarda, aşırı iş
Psikolojideki anlamıyla baskısı nedeniyle yaşanan örgütsel stres, diğeri, plan dışı gelişmelerin yoğun olarak
stres, insanın içinde ortaya çıktığı, önceki kural ve ilkelerin hiçbir düzenleyici gücünün kalmadığı,
bulunduğu koşullarının olağanüstü değişime uyum çabalarının yaşandığı, kriz dönemlerinde yaşanan
sonucunda yaşadığı yoğun stres durumudur. Örgütsel stres hangi durumda ortaya çıkarsa çıksın, her
gerilimdir. şeyden önce bilinmesi gereken, krizin yönetilebilir bir durum olduğunu bilmek ve
stresi her zaman kontrol edilebilir düzeyde tutabilmektir.
Stres, birey üzerinde özel fiziksel veya psikolojik etkiler yaratan herhangi bir
dış faaliyet, durum veya olay sonucu ortaya çıkan psikolojik uyumsuzluğa vücudun
verdiği bir tepki biçimidir. Bireyin, fiziksel, psikolojik veya sosyal çevreden gelen
uyumsuz koşullar sebebiyle, bedensel ve psikolojik olarak yaşadığı gerilim
durumudur. Stres uzmanı Hans Selye’ye göre stres, vücudun baskı ve isteklere
karşı gösterdiği belirgin olmayan tepkidir. İnsan bünyesi, ister olumlu, ister
olumsuz olsun mutlaka dış isteklere karşı biyokimyasal bir tepki gösterir; stres
kaynağı değişik olabilir, ama biyolojik tepki daima aynıdır.
Stres fizyolojik ve psikolojik faktörlerin organizma üzerinde yaptığı baskıyı
kişi kontrol edemediği, karşı koyamadığı durumlarda yaşanmaktadır. İnsanlar
gündelik yaşamlarında fiziksel ve psikolojik güçlerin etkisine açıktırlar. Bu etkiye
bireyler stres şeklinde tepkiler gösterirler. Stres psikolojik kökenli olmasına
rağmen, belli bir sürede bu olgunun fiziksel sonuçlarını görmek mümkündür.
Stres, birey ile iş veya özel yaşamının etkileşimin sonucu olarak
organizmanın hissettiği gerilim veya baskı durumdur. Stres ile baskı kavramları
bazen aynı anlamlarda kullanılsalar da farklı anlamlar içerirler. Baskı sözcüğü daha
çok birey için sorun yaratabilecek bir uyaran karşısında, bir tür uyum sağlamada
yaşanan zorlanma durumudur. Stres ise, bireyin vücuduna özel, biyokimyasal
koşullara uyum sağlayabilmek için vücut sistemlerinin harekete geçmesiyle
yaşanan baskıyı da içeren bir gerilim durumudur. Stres hem fiziksel, hem de
psikolojik nedenlerden kaynaklanarak birey üzerinde psikosomatik etki yaratır.
Stres sadece bireyi zorlayan bir durum karşısında uyaran bir şey değildir;
olayın bir de davranış boyutu vardır. Stres davranışı, bireyin stres yapıcılara
(stresör) karşı gösterdiği psikolojik ya da fiziksel tepkilerdir. Bu tepki psikolojik
açıdan tümüyle kişiye özgü gerçekleşmektedir. Bu nedenle kişiyi strese sokan
uyarıcı bilinmeden, sadece bireyi gözleyerek onun stresini açıklamak mümkün
değildir. Buna göre stresi bir uyarıcı–davranış ilişkisi olarak ifade edebiliriz. Çünkü
stres bireyin algıladığı uyarıcılar ve baskılar sonucu bunlara vermesi gereken
İçe dönük kişiliğin tepkilerin etkileşimi sonucunda -ortaya çıkmaktadır.
stresle çok yakından Stres denilince, çoğu insanın aklına hemen olumsuz anlam çağrışımları
ilişkisi vardır ve bu gelmektedir ki bu düşünce yanlıştır. Çünkü stres çalışma yaşamındaki şartlara göre
kişilik özelliğindeki zararlı veya bazı durumlarda gerekli olabilir. Örneğin birçok dersten başarısız
insanların stres olan bir öğrencinin son sınavında avuç içlerini terletircesine yaşadığı stres kötü,
eğilimleri daha çalışkan bir öğrencinin takdir listesine girmesi için harcadığı çabanın sonucunda
yüksektir. yaşadığı stres ise iyi olarak değerlendirilebilir.
Örgütsel strese yol açan önemli faktörlerden biri, çalışma ortamıdır. Çalışma
ortamları, kararların alındığı ve menfaat çatışmalarının yaşandığı ortamlardır.
Çalışma ortamları, biçimsel ilişkilerle, informel ilişkilerin çelişkisinin ortaya çıktığı
yerlerdir. Çalışanların çeşitli arzu ve isteklerinin karşılanamaması veya istem dışı
Örgütlerde stres görevlerin, birey tarafından yerine getirilme zorunluluğu, örgütleri başlı başına
yaratan birçok psiko- stres ortamı haline getirmektedir.
sosyal faktör vardır. Bu Örgütsel stres, örgüt üzerinde iki tür etkide bulunmaktadır. Bunlardan ilki
faktörler, örgütün çalışma yaşamının niteliğine uyum sağlamanın getirdiği sorumluluk duygusu,
yapısı, işin yapısı ve ikincisi, yöneten ve yönetilenlerin arasında yaşanan çatışma nedeniyle strestir.
içeriği, örgüt içi insan Stres yaratan faktörler grubu aralarında etkileşerek, insanların ruhsal ve fiziksel
ilişkileri olabilir. yapılarını etkilerler. Örgütlerde stres yaratan söz konusu faktörleri aşağıdaki gibi
açıklayabiliriz.
•Barış yanlısı bir mühendisin silah üretimi ile ilgili bir işte çalıştırılması veya
geçimini sağlamak için bu işi yapmak zorunda kalması buna bir örnektir .
STRES YÖNETİMİ
Stresi yönetebilmek için öncelikle stresin kaynaklarıyla birlikte nasıl ortaya
Stresi tanıdıktan, çıktığına bakmak gerekir. Stres üç aşamalı bir süreç olarak ortaya çıkar. İlk dönem,
kaynaklarını alârm tepkisi adını alır. Bu dönemde otonom sinir sistemi gayet faal durumadır ve
belirledikten sonra salgı bezlerini uyararak, kana bol miktarda adrenalin ve onun etkisi altında ortaya
stresi normal düzeyine çıkan diğer biyokimyasal maddeleri pompalar. Salgıların etkisi altında vücut alârm
çekmeye, stres durumuna geçer ve ortaya çıkacak acil durumlarla uğraşmaya hazırlanır. Stres
yönetimi denir. veren uyarıcı devam ederse, ikinci aşamaya geçilir. İkinci aşamaya direnç dönemi
adı verilir. Bu dönemde, organizma alârm tepkisini ortadan kaldırır. Strese bir tür
uyum sağlar ve kandaki biyokimyasal maddeleri geri çeker. Organizma, sanki
normal koşullar altında işliyormuş izlenimi verir. Ne var ki, gerçekte organizma
yorulmaktadır ve içten içe, direncini kaybetmektedir. Üçüncü basamağı oluşturan
tükenme döneminde beden, artık stresin baskısına dayanamaz, direncini
Stresi tanıdıktan, kaybeder; ilk alârm dönemindeki bazı belirtiler geri döner.
kaynaklarını Stres verici olay çok ciddi ve uzun sürer ise, organizma için tükenme
belirledikten sonra aşamasına gelinir. Bazen bu dönemde yeniden alarm dönemi reaksiyonları ortaya
stresi normal düzeyine çıkar. Tükenme döneminin belirtileri: Kronik baş ağrıları ve yorgunluk duygusu,
çekmeye stres yönetimi uyuyamama veya uyanma zorluğu, aşırı yeme veya iştahsızlık kas ağrıları, göğüs
denir. ağrıları, kâbus, hazımsızlık, aşırı alkol tüketimi, bitkinlik, baş dönmesi ya da bulantı,
yüksek kan basıncı, sinirli hareketler, paniğe kapılma, olaylar karşısında aşırı
duyarlılık ve kalp çarpıntısı gibi belirtilerdir. Bütün bu stres belirtilerinin üstesinden
gelebilmek için onu kontrol etmek ve yönetmek gerekir.
Stres yönetimi bireysel stresin yönetimi veya örgütsel stresin yönetimi
şeklinde olabilir. Örgütsel stresin yönetimi, çalışanların iş ve iş ortamından
kaynaklanan streslerini azaltmak ya da önlemek için organizasyonel düzeyde stres
Bireysel stresin yaratan faktörlerin kontrol edilmesi veya ortadan kaldırılması ile olabilir. Örgütsel
yönetimi bireyde stres stresin yönetiminde yapılacak önemli faaliyetlerden biri, örgütün iç çevresinden
yaratan faktörlerin kaynaklanan stres faktörlerinin ortadan kaldırılmasıdır.
kontrol altına Bireyin A tipi kişilik özelliklerini kontrol ederek B tipi özelliklere yönelmesi
alınmasıyla veya bireyin bireysel stres yönetimi açısından önemlidir. İçinde bulunulan durum ne olursa
stres yaratan işlerden olsun, eğer birey yeteneklerine ve bireysel kaynaklarına dayanarak, strese neden
ve ortamdan uzak olan durumla mücadele edebileceğine inanırsa, mevcut koşullar ona bir fırsat
durmasıyla mümkün yaratabilir. Eğer birey stresle başa çıkmada, bu inanç ve kararlılığı gösteremezse
olabilir. stres, stres kaynağının ağırlığı bireyin üstesinden gelemeyeceği bir strese
dönüşebilir.
•Stres bazı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkar. Bunlara stres faktörleri denir.
Stres yapıcılara (stresör), insanın fizyolojik ve psikolojik olarak verdiği
tepkilere ise stres denir. Genellikle stres kavramı stres vericileri ve stres
tepkilerini içerecek biçimde kullanılır. Selye’ye göre stres farklı aşamalardan
geçerek ortaya çıkar. Bunlardan biri alarm aşamasıdır. Bireyin gerilim
Özet
kaynaklarının etkisi ile zaman içine alarma geçtiği ve stresin etkisine belirli
bir süre direndiği kabul edilir. Bu dönemde birey, herhangi bir dış uyaranı
stres yapıcı olarak algılamaktadır. İkinci aşama ise direnç aşamasıdır. Bu
aşamada birey, fiziksel ve duygusal enerjisini harekete geçirerek, stres
yapıcılarının olumsuz etkilerine karşı koymaya çalışır. Stresin ortaya
çıkmasındaki son aşama tükenme aşamasıdır. Stres uyaranına karşı bireyin
direnişi, belirli bir süre devam eder. Onun bu direnişi güncel yaşantısı ve
işinde gözlenir.
•Stres yapıcılar herkes için aynı değildir; kişisel farklılıklar kadar farklı
stresörler vardır. Kimi A tipi kişiliğe sahiptir ve onun stres kaynakları daha
farklıdır. A tipi birinin stres kaynakları B tipi birini strese sokmayabilir.
Bazıları ise B tipi bir kişiliğe sahiptir ve A tipini uyaran veya strese sokan bir
olgu veya olayın onda kolay kolay stres neden olmaz. Dolayısıyla bireysel
farklılıklar kadar stres faktörü ve stresse karşı koyma tekniği ve yöntemi
vardır.
•Stres bireysel nedenlerden kaynaklandığı gibi örgütsel nedenlerden de
kaynaklanır. Örgütsel nedenlerden kaynaklanan strese örgütsel stres denir.
Örgütlerde stres nedenleri kişi görev uyuşmazlığı, rol belirsizliği, kaynakların
kullanımındaki adaletsizlikler, elverişsiz örgütsel iklim ve kültür, örgütsel
güven problemleri, yetersiz liderlik, zaman baskısı, kariyer imkânlarının
yetersizliği gibi faktörler örgütsel stres kaynakları arasındadır. Örgütsel
stresin ortadan kaldırılmasına yönelik her tür çalışma stres yönetimi olarak
ifade edilebilir ve stres yönetimi bireysel ve örgütsel stresi önleme
teknikleri ile yapılabilir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıda stresle ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
Değerlendirme
a) Stres kavramı, başarı, mutluluk kavramları gibi, farklı insanlar için farklı
sorularını sistemde ilgili anlamlara gelir.
ünite başlığı altında yer b) Stres, fizyolojik veya psikolojik nedenlerden kaynaklanır.
alan “bölüm sonu testi” c) Stres, birey ile özel yaşamı ve işi arasındaki etkileşimin bir sonucu olarak
bölümünde etkileşimli ortaya çıkan gerilimli durumdur
olarak d) Uyarıcıyı bilmeden, sadece bireyi gözleyerek onun stresini açıklamak
cevaplayabilirsiniz. mümkündür
e) Baskı daha çok bir koşulla ilgili olduğu halde stres bireyin kendi psikosomatik
bütünlüğüyle ilgilidir.
Cevap Anahtarı
1.D,2.B, 3.A, 4.A, 5.C, 6.E, 7.B, 8.D, 9.B, 10.C
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Acar ve Baltaş, Z. (1990). Stres ve Başa Çıkma Yolları, İstanbul: Remzi.
Aktaş, A. ve Aktaş R. (1992).İş Stresi, Verimlilik Dergisi, Ankara, MPM
Artan, İnci (1986). Örgütsel Stres Kaynakları ve Yöneticiler Üzerinde Bir Uygulama, İstanbul:
Basisen.
Aydin, M. (1984). Örgütlerde Çatışma, Ankara: Bas-Yay.
Başaran, İ. E. (1991). Örgütsel Davranış, Ankara: Gül.
Baymur, F. (1973). Genel Psikoloji, İstanbul: İnkılap ve Aka.
Baysal, A. C. ve Tekarslan, E. (1996). Davranış Bilimleri, İstanbul: Avcıol.
Campbell, P. G. (1990). The Last Straw: Stres Needn’t Make You III, London: Arlington
Books.
Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve Davranışı, İstanbul: Remzi.
Erdoğan, İ. (1991). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İ.Ü. İşletme Fakültesi.
Eren, E. (1993). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, Ankara: Beta.
Eroğlu, F. (1996). Davranış Bilimleri, İstanbul: Beta.
Ertekin, Y. (1982). Örgütsel Çatışma, Yönetim Psikolojisi II, No: 201, Ankara: TODAİE.
Ertekin, Y. (1993). Stres ve Yönetim, Ankara: TODAİE.
Gibson, L. L., Ivancevıch, J. M. and Donnely, W.J. (1988). Organizations: Behavior,Structure
and Process, Homewood: İL,BPI Irwin.
Gordon, A.T. (1994). “Organizational Stress and Stress Management Programs”,
International Journal of Stress Management, Vol.1 No. 4.
Helriegel, D., Slocum, J. and Woodman, R.(1998).” Organizational Behavior”, New York:
West Pub.
Hugh, M. A. and Vaughan, G. M. (2006). Sosyal Psikoloji. Ankara: Ütopya.
Ivancevich, J. M. and Matteson, M. T. (1980).”Stress and Work, Scott Foresman Glenview.
İpek, C. (2000). Örgütsel Çatışma ve Çatışma Yönetiminde Uygulanabilecek Örgüt Geliştirme
Aracıları (Yönetimde Çağdaş Yaklaşımlar), Ankara: Anı.
Jere, Y. E. (1989). Gerilim Altındaki Yönetici. (Çev. Fatoş Dilber), İstanbul: İlgi.
Kağıtçıbaşı, Ç. (1999). Yeni İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Evrim.
Kırel, Ç. (1994). Stresin Bireysel Sonuçları. Eskişehir: Stres Yönetimi, AÜAÖF.
Klarreich, S.H. (1994). Stressiz Çalışma Ortamı, Ankara: Feryal Matbaası.
Nelson, D.L. and Quick, J.C. (1995). Organizational Behavior”, Minneapolis: Alternate Ed.
West Pub.
Organ, D.W. and Hamner, W. C. (1982). Organizational Behavior am Applied Psychological
Aproach, Business Pub.
Organ, D.W. (1979). The Meaning Of Stress, Business Horizons.
Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2010). Örgütsel Davranış, Bursa: Ekin.
Pondy, R. Louis (1967). "Organizational Conflict, Concepts and Models", Administrative
Science Quarterly, Vol. 12, No: 2, s.299.
Robbıns, S. P. (1994). Örgütsel Davranışın Temelleri, (Çev; Sevgi Ayşe Öztürk) Eskişehir:
Etam Aş.
Silah, M. (2005).” Sosyal Psikoloji Davranış Bilimi”, Ankara: Seçkin
Roskies, E. (1994). “Stresle Başa Çıkmada Kendimizle Olumlu Diyalog”, Türk Psikologları
Derneği Yayınları, (Çev. N.H. Şahin), Ankara.
Schafer, W. (1987).” Stress Management For Wellness”, New York: Mc Graw Hill Book
Schein, E. (1978). “Örgütsel Psikoloji “(Çev: Mustafa Tosun), Ankara: TODAİE.
Silah, M. (2005). Endüstride Çalışma Psikolojisi, Ankara: Seçkin.
Sutherland, V.J. and Cooper, C.L. (1990). “Understanding Stress a Psychological Perspective
For Health Professionals”, Chapman and Hall.
• Sendikaların Özellikleri
• Sendika Hakkı ve Güvenliği
• İşveren Sendikaları
• Sendikaların Örgütlenme
Modelleri ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ
VE ETİK
Öğr. Gör. Cemal EROĞLU
• Sendikacılığın önemini
kavrayabilecek
• Sendika hakkı ve güvenliği
konusunda bilgi sahibi olacak
• Sendikaların işlevleri konusunda
bilgilenecek
• İşçi ve işveren ilişkilerini
kavrayabilecek
• Sendikal ilişkilerin çalışma
hayatındaki önemini kavrayarak,
sendika bilincini
algılayabileceksiniz. ÜNİTE
10
İşçi ve İşveren Sendikaları
GİRİŞ
Bütün dünyada sanayi devrimi ile başlayan değişim, özellikle işçi ve işveren
gibi iki sınıfı ortaya çıkarmıştır. Sanayileşme hareketi ile birlikte artan üretim ve
tüketim taleplerini karşılayacak olan çalışanların çalışma şartlarının
ağırlaşması,(uzun çalışma süreleri, düşük ücret, çalışanların yokluk ve sefalet
içinde yaşamaları) sonucunda, bu iki sınıf arasında çıkar çatışmaları ortaya
çıkmıştır. Bu durumdan daha çok işçi sınıfı olumsuz etkilendiği için işçiler hak ve
menfaatlerini korumaya yönelik, örgütlenme yoluna gitmişlerdir. Bu
örgütlenmeler sonucunda sendika kavramı ortaya çıkmıştır.
Sendikalar sanayi toplumlarının vazgeçilmez örgütleridir ve günümüz
toplumlarında da hâlâ önemlerini korumaktadırlar. Sendikalar geçmişten
günümüze gerek toplumları, gerek çalışma hayatını etkileyen önemli aktörler
arasındadır. Birçok ülkede sendikal örgütlenme çalışan nüfusun önemli bir kısmını
içermektedir. Sendikalar üyelerinin hak ve çıkarlarını korumak, geliştirmek
amacıyla kurulan örgütlerdir. Sendikacılık bazı ülkelerde (İngiltere, Almanya vb.)
sadece işçi örgütlerini, bazı ülkelerde de (Fransa, Türkiye vb.) hem işçi hem işveren
örgütlerini ifade eder.
Bu bölümde de özellikle sendikacılık kavramı ve doğuşu, gelişimi,
Türkiye’deki sendikacılık hareketleri, işçi-işveren sendikacılığı gibi temel konulara
değinildikten sonra, zaman içerisinde sendikaların ait oldukları toplumlara göre
nasıl örgütlendikleri ve işlevleri üzerinde durulacaktır.
Sendikaların Doğuşu
İşçi sendikaları 18. Yüzyılın ortalarından itibaren buharlı makinelerin yaygın
olarak kullanıldığı İngiltere'de, Fransa'da ve Almanya'da işçiler son derece kötü
çalışma koşullarını iyileştirmek üzere dayanışma dernekleri, yardımlaşma
sandıkları kurmaya başlamasıyla ortaya çıkmışlardır. Yani işçi sendikaları sanayi
toplumunun ilk organize örgütlerinden biridir. Çünkü o günlerde işçilerin yaşama
ve çalışma koşulları çok ağırdı; günlük çalışma süresi 18 saate kadar çıkabiliyor,
işten çıkarmalara karşı hiçbir güvence bulunmuyor, kadın ve çocuklar zor
koşullarda çalıştırılıyor, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı hiçbir önlem
alınmıyor, ücretler ancak günlük yaşamı sürdürülecek düzeyde ödeniyordu. Kimi
zaman da ücret ödemelerinden kaçınılıyordu.
Bunun yanında on binlerce işçi birçok fabrika çevresinde ilkel barakalarda iç
içe ve sağlıksız koşullarda yaşamlarını tüketiyorlardı. Bu sömürü ortamına ve ilkel
yaşama karşı çalışma ve yaşam koşullarını daha iyileştirmek ve haksızlıklara karşı
ortak hareket ederek direnmek üzere işçiler 1800'lü yılların ortalarından itibaren
kendiliğinden örgütlenmeye başladılar.
Önce yardımlaşma sandıkları ve dayanışma örgütleri ortaya çıktı. Bu birlikler
Sendikalizmle birlikte daha sonra sendikal örgütlere dönüştü. Sendikalizmle birlikte milyonlarca işçi ,
milyonlarca işçi sınıf sınıf duyumunu, sınıf bilincine dönüştürmeye başlamıştır. O dönemlerde ağır
duyumunu, sınıf çalışma ve yaşama koşullarına karşı çözüm yolu ararken işverenleri zorlamanın
bilincine dönüştürmeye gerekli olduğunu kavrardılar; üretimin en önemli unsurunun kendilerinin yani
başlamıştır. işçilerin olduğunu gördüler. İşte bu aşamada işçiler, grev denen eylem biçimini
buldular. Ücretlerini artırmak, insanca yaşama koşullarına kavuşmak için, topluca
işi durdurarak işverenleri, istemlerini kabul ettirmeye zorladılar.
Bu dönemde artan grevler, direnişler ve hatta çatışmalar nedeniyle işçilerin
örgütlenmesine karşı önlemler geliştirilmeye başlandı. 1791'de Fransa'da 1799'da
İngiltere'de işçilerin örgüt kurmalarını engelleyen yasalar oluşturuldu. İşçiler ancak
uzun mücadeleler sonucu bu yasakların kaldırılmasını sağlayabildiler. 1824 yılında
İngiltere'de, 1884 yılında da Fransa'da sendikal örgütlenme yasal olarak tanındı.
Ancak sendikal örgütlenme hakkına sahip olmak, sorunların giderildiği anlamını
taşımıyordu. Yine işçiler, hiçbir güvenceye sahip olmadan çalışıyordu.
19. Yüzyılda tüm bu kötü çalışma ve yaşama koşullarına karşı büyük işçi
direnişleri yaşandı. İşçiler bu eylemleri sendikalarıyla örgütlerken aynı zamanda
sendikalarını daha da geliştirdiler. 20. Yüzyılın başında itibaren kapitalizmin
geliştiği Amerika Birleşik Devletlerinde ve Avrupa ülkelerinde sendikalar daha
büyük güç oldular; kıtaları sarsan etkin eylemlerle birçok kazanımı yaşama
geçirdiler.
Tartışma •Ülkemizde sendikal mücadele altında bir işçi sınıfı bilinci var mıdır?
•Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma
forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz.
İş Yeri Sendikacılığı
Günümüzde ise sendikaların değişik örgütlenme yapıları bulunmaktadır. Bu
bağlamda en yaygın örgütlenmenin iş yeri ve iş kolu sendikacılığı biçiminde ikiye
ayrılmasıdır. İş yeri sendikası belirli bir iş yerinde çalışan işçiler tarafından kurulan
ve faaliyeti o iş yeri ile sınırlı olan sendikalardır.
Bu tür sendikal faaliyetin sadece o işyeri ile sınırlı kalması bir çok sakınca ve
yararı birlikte getirmektedir. Bu türlü sendikal yapılara ABD‘de ve Japonya dışında
başka gelişmiş ülkelerde rastlanmamaktadır. Bu biçimdeki sendikal örgütlenmenin
İşyeri sendikası belirli
işyerleri içinde ve güçsüz bir yapıyı ortaya koydukları, bölünmelere ve dağılmalara
bir işyerinde çalışan
yol açması nedeni ile tercih edilmedikleri görülmektedir.
işçiler tarafından
Aynı iş yerinde örgütlenmeye çalışan birden çok sendikanın rekabet nedeni
kurulan ve faaliyeti o
ile işçilerin çıkarlarını etkin biçimde koruyamadıkları ve geliştiremedikleri
işyeri ile sınırlı olan
belirtilmektedir. İş yeri örgütlenmelerinin genellikle küçük ve az sayıda işçiyi
sendikalardır.
kapsaması nedeni ile ve iş veren tarafından kontrol altına alınabilmesinin getirdiği
kolaylıklar “sarı sendikacılık” olarak adlanan bir sendikacılığa olanak
sağlayabilmektedir.
İş yeri sendikalarının bu olumsuz niteliklerine rağmen, küçük iş yerlerinde
örgütlenme ve iş verenle birebir pazarlık sürecinin iş yeri koşullarına kolay uyum
sağlaması gibi bir gerekçe ile zaman zaman tercih edilebildiğini görmekteyiz.
Meslek Sendikacılığı
Sendikacılık hareketinin ilk örgütlenme biçimini oluşturan meslek
sendikaları, aynı mesleği veya zanaatı icra edenlerin bir araya geldikleri bir yapıyı
açıklamaktadırlar. Tarihsel açıdan aynı mesleği icra edenlerle aynı zanaatı icra
edenler açısından oluşan farklılık sendikalara yansıtılmaktadır. Meslek
sendikalarının genel olarak yatay bir örgütlenme modeli olduğu, belirli bir bölgede
Sendikacılık hareketinin
değil ülke bazında federasyon içinde kurulduğu ve faaliyetlerini sürdürdüğü
ilk örgütlenme biçimini
görülmektedir.
oluşturan meslek
Meslek sendikaları biçiminde örgütlenmenin Lonca geleneği ile yakın ilişkisi
sendikaları, aynı
vardır. Orta çağdan kalma köleliğin ortadan kalkması bunun yerini ticaret ve
mesleği veya zanaatı
zanaatın almasıyla birlikle zanaatçıların oluşturdukları loncalar uzun zaman
icra edenlerin bir araya
varlıklarını devam ettirdiler. Avrupa’da kimi meslek sendikalarının kökeninde
geldikleri bir yapıyı
loncalar bulunmaktadır. Ancak loncaların kapitalist fabrika sanayisinin kurulması
açıklamaktadırlar.
ile yerini çok kişinin bir arada kendilerine ait olmayan üretim araçlarında çalışan
işçi “tipi” sınıfına bırakmıştır.
Bu yeni sınıf kendilerinden ilk başlarda esirgenen hakları elde etmek
gereğinin bilincine yavaş yavaş vararak, örgüt (sendika) kurma hareketine doğru
adım atmışlardır. İş verenlerin de kendi çıkarlarını korumak için örgütlerini
kurmaları ile meslek sendikaları ortaya çıkmıştır. Aynı mesleği icra eden işçiler
sahip oldukları nitelikleri bir ayrıcalığa dönüştürüp, mesleğe girişi sendikaları
Çoğu meslek sayesinde denetim altında tutmaları işverenle pazarlık güçlerini arttırmakta idi.
sendikasının sanayinin Ancak bu tür dar bir meslek sendikacılığını günümüz koşullarında görmek mümkün
ve hizmetlerin gelişmesi değildir.
karşısında “genel Meslek ve zanaat sendikaları kitlesel üretimin gelişmesi, işgücünün
sendika” haline niteliklerinde standartlaşmanın başlaması ve zanaat üretiminin önemini
dönüşmüştür. kaybetmesinden sonra ağırlıkları azalmıştır. Çok az sayıda meslek ve zanaat için
sendikal örgütlenme sürmüştür. Bu tür sendikaların ABD ve İngiltere gibi güçlü
oldukları ülkelerde bile etkileri azalmaya başlamıştır. Başlangıçta meslek sendikası
olan pek çok sendika başka meslek gruplarını da kapsayarak oluşturduğu genel
sendikaların en önemli örneği, ABD Kamyon Şoförleri ve Depolama İşçileri
Sendikasıdır.
20. yüzyılın başından itibaren hizmetler sektörünün de gelişmeye başlaması,
kamu ve özel sektör içinde memur sendikalarının oluşmasına neden olmuştur. Bu
sendikaların nitelikleri itibarı ile işkolu esasına göre örgütlenmekten çok hizmet
sınıflarına ve mesleklere göre örgütlenme eğilimi daha fazladır. Öğretmenler,
polisler ve itfaiye hizmetlilerinin örgütlenmesi bu esasa göre gerçekleşmiştir.
İşkolu Sendikacılığı
Sendikal hareket içinde işkolu sendikaları, faaaliyette bulunacağı çalışma
alanlarının sınırları ile ilgilidir. Bu kavram kitlesel seri üretimin başlaması ile önem
kazanmıştır. Önceleri meslek esasına göre örgütlenen sendikaların sanayileşmenin
gelişmesi birlikte meslekleri ne olursa olsun belirli bir üretim temelinde
kurulmaları ve sendika üyeliğinin bu esasa göre düzenlemesi başlamıştır.
İşkolunda Örgütlenme
İşyeri sendikal örgütlenmesinden sonra gelen örgütlenme düzeyi işkolu
sendikacılığı biçimindedir. İşkolu sendikaları ekonominin benzer faaliyet dalındaki
tüm işçileri mesleklerine ve niteliklerine göre ayırım yapmaksızın örgütleyen
sendikalardır. Örneğin bir işletmede değişik meslekteki ve nitelikteki kişiler bir
arada çalışmalarının kaçınılmaz olması nedeniyle aynı sendika içinde
Sendikacılık hareketinin örgütlenmeleri işkolu sendikacılığını oluşturmaktadır.
geliştiği yıllarda Sendikacılık hareketinin geliştiği yıllarda örgütlenme modeli daha çok işkolu
örgütlenme modeli sendikacılığı biçiminde olmuştur. Meslek sendikacılığının daha güçsüz ve zayıf
daha çok işkolu olduğu ülkelerde işkolu sendikacılığı bölgesel ve ulusal düzeyde örgütlenmesini
sendikacılığı biçiminde tamamlayarak faaliyetlerini genişletmiştir. Günümüzdeki sendikacılık anlayışı
olmuştur. işkolu düzeyinde örgütlenme modeline uygundur.
Günümüzdeki Aynı meslekten olan insanların bir araya gelip, kurdukları ve üye oldukları
sendikacılık anlayışı meslek sendikaları sanayi ve hizmet toplumlarında etkilerini kaybetmeye
işkolu düzeyinde başlamıştır. Örneğin, Eğitim, sağlık, Güvenlik gibi değişik hizmet işkollarında
örgütlenme modeline çalışan Büro personeli, hizmetli, hemşire, teknisyenlerin, meslekleri itibarı ile
uygundur. “Hemşireler Sendikası”, veya “Teknik Elemanlar Sendikası” halinde örgütlenmeleri
meslek sendikacılığının bir sonucudur.
İşkolu esasına göre örgütlenmenin en temel gerekçesi güçlü bir sendikacılık
hareketini yaygın hale getirmek olmasına rağmen bu düzeyin de kendi içinde bazı
güçlükleri bulunmaktadır. Bunlardan ilki, işkollarının sayısının saptanmasına ilişkin
olmaktadır. Özellikle sanayinin hızlı gelişmesi sonucu yeni ortaya çıkan bir çok
mesleğin hangi işkolu içinde yer alacağının belirlenmesi önemli sorunlar
yaratmaktadır.
Ortaya çıkan sorunlardan ikincisi ise, aynı işkolu içindeki farklı mesleklerden
oluşan grupların ayrı mesleki çıkar ve haklarının korunmasında sendikanın her
zaman yeterli olamayışıdır. Mesleklerin farklı şekillerde icra edilmesinden
kaynaklanan ve iş kolu sendikasına o meslek grubu tarafından çok sınırlı bir
biçimde yansıtılan sorunlar sendika içi parçalanmalara neden olabilmektedir.
Konfederasyonlar
“Konfederasyon” sözcüğü, esas olarak, ortak ve genel bir çıkar etrafında
birleşmek anlamını taşır. Sendikal mevzuatta “konfederasyon” sözcüğünün
kullanılması, 19. yüzyılda ekonomik ve sosyal devrimlerin gelişmesinden ve işçi
uğraşırlar ve esas olarak •Hiyerarşik olarak bir üst kuruluş olan konfederasyonlar değişik
günlük toplu pazarlık işkollarında en az beş sendikanın bir araya gelmesiyle kurulabilir.
Ülkemizde Türk- İş, Disk, Hak – İş, Türk – Kamusen, KESK , Memursen gibi
süreci içinde yer çalışanların üye oldukları konfederasyonlar faaliyet göstermektedir.
almazlar.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi işyeri sendikacılığı, verimliliği ve üretim kalitesini öne alan
Değerlendirme
modeldir?
sorularını sistemde ilgili
ünite başlığı altında yer a) Uzlaşmacı model
alan “bölüm sonu testi” b) Japon modeli
bölümünde etkileşimli
c) Amerikan modeli
olarak
cevaplayabilirsiniz. d) Avrupa modeli
e) Sosyalist model
2. Aşağıdakilerden hangisi ücret ve çalışma şartlarını iyileştirmeye yönelik ve hizmeti
esas alan bir model, mesleki yapılanmaya dayalı bir örgüttür?
a) Amerikan modeli
b) Japon modeli
c) Avrupa modeli
d) Sosyalist model
e) Uzlaşmacı model
3. Bölgesel ya da ulusal düzeyde faaliyet gösteren sendikaların bir araya gelmesiyle
kurulan örgütlere ne isim verilir?
a) Birlik
b) Federasyon
c) Meslek sendikası
d) İşyeri sendikası
e) Konfederasyon
4. Aşağıdakilerin hangisi doğrudur?
a) Sosyalist toplumlarda işçi ve burjuva sınıfı vardır.
b) Sendikalar devlet güdümünde hareket ederler.
c) Sendikalar işverenlerin taleplerine göre davranırlar.
d) Sendikalar partilerin aracı ya da kolu olamazlar
e) Sendikalar azınlık örgütleridir.
5. Aşağıdakilerden hangisi Sendika kelimesinin ilk kökenidir?
a) Syndic
b) Trade
c) Union
d) Spor
e) Konfederasyon
6. Lonca geleneği ile yakından ilişkisi olan sendika türü aşağıdakilerden hangisidir?
a) İşyeri Sendikacılığı
b) Meslek Sendikacılığı
c) İşkolu Sendikacılığı
d) Konfederasyon
e) Uzlaşmacı Sendikacılık
7. Türkiye işveren sendikaları (TİSK) kaç yılında kurulmuştur?
a) 1956
b) 1958
c) 1960
d) 1962
e) 1964
8. Aşağıdakilerden hangisi, Üçlü Diyaloğu esas alan merkezi örgütlenmeye dayalı
sendikacılık modelidir?
a) Amerikan modeli
b) Japon modeli
c) Avrupa modeli
d) Sosyalist model
e) Uzlaşmacı model
9. Türkiyede 1963 de çıkarılan 274 sayılı sendikalar kanunu sendikaların hangi esasa
göre kurulmasını öngörmüştür?
a) Mesleki
b) İşyeri
c) İşkolu
d) Birlik
e) Sosyalist
10. Çalışanların işçi sınıfı bilincine ulaşması hangi kavramla açıklanır?
a) Demokrasi
b) Militarizm
c) Burjuvazi
d) Sendikalizm
e) Konfederalizm
Cevap Anahtarı
1.B, 2.A, 3.E, 4.D, 5.A, 6.B, 7.D, 8.E, 9.C, 10.D
YARARLANILAN KAYNAKLAR
AKÇA, M. (2007). “İşçi Sendikalarının Çalışanlar Üzerindeki Etkinliğinin
Araştırılması: Kahramanmaraş Örneği” Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş.
AKYÜZ, N. (1980). “İş Güvenliği”, İstanbul: Petrol İş–Kitap1.
ALDEMİR, C., ATAOL A., BUDAK, (2001). “Gönül, İnsan Kaynakları Yönetimi” İzmir:
Barış.
ALTAN, Z. ve Diğerleri, (2003). “İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku”, Anadolu
Üniversitesi. 1. b., Eskisehir, 219.
AYAN, F. (2011). “İnsan Kaynakları Yönetimi”, İzmir: İlya.
AYDIN, U. (2000). ”2000’li Yıllarda İşveren Sendikacılığında Değişim” Anadolu
Üniversitesi, İ.İ.B.F.
BİNGÖL, D. (1996). “Personel Yönetimi”, İstanbul: Beta.
YORGUN, S. (2007). “Sendikal Hareket ve Yeniden Yapılanma”, İst., Birleşik Metal
İşçileri Sendikası, (t.y.).“İş Sağlığı ve İş Güvenliği”, Arbas Matbaacılık Ltd. Şti,
94/1.
CENTEL, T. “İşçi ve İşveren Sendikalrı Konfederasyonlarının Türk Çalışma
Yaşamındaki Yeri”
http://iibf.kou.edu.tr/ceko/armaganlar/nusretekin/3/03.pdf.
ÇELİK, N. (1998). ”İş Hukuku Dersleri”, İstanbul.
DEMİRCİOĞLU, M.,( 1997). “Dünyada İşçi Sendikaları”, Basisen Yay., İst., 1987.
“Demokratikleşme Endüstriyel İlişkiler ve Sendikalar”, Birleşik Metal İş, İst.
GÜLER, Ş. (2006). “İşveren Sendikacılığı Bağlamında Kamu İşveren Sendikacılığı”
TÜHİS, Şubat-Mayıs.
KOÇ, Y. (1991).”İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Hareketinin Güncel Sorunları”, İstanbul.
LAÇİNER, V. “İşçi Sendikalarının Kurulmasında İşkolu Esası”, Ders Notları.
LORDOĞLU, K. (1999). “İşyeri, İşkolu ve Meslek Sendikaları Üzerine Notlar”, ÖES,
İst.
SABUNCUOĞLU, Z. (2000). “İnsan Kaynakları Yönetimi”, Bursa: Ezgi.
YILMAZER, A. (2010). “İnsan Kaynakları Yönetimi”, Ankara: Seçkin.
YÜKSEL, Ö. (2000). “İnsan Kaynakları Yönetimi”, Ankara: Gazi.
Nitelikleri
• Toplu Pazarlık Stratejileri
• Toplu Pazarlığın Düzeyi ve ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ
Kapsamı VE ETİK
• Toplu İş Uyuşmazlığı Kavramı Yrd. Doç. Dr. Osman SARI
ve Uyuşmazlığın Çeşitleri
• Toplu İş Uyuşmazlıklarının
Barışçı Yollarla Çözümü
• Toplu İş Uyuşmazlıklarının
Kavgacı Yollarla Çözümü
11
çözümlenebileceğini
kavrayabileceksiniz.
Toplu Pazarlık Ve Toplu İş Uyuşmazlıkları
GİRİŞ
İşçi-işveren ilişkileri, günümüzde sadece bireysel iş akitleriyle değil, sosyal
taraflarca yapılan toplu pazarlık sonucunda imzalanan toplu iş sözleşmeleriyle de
düzenlenmektedir. Hatta çalışma ilişkilerinde, günümüzde giderek önem kazanan
toplu iş ilişkileri, bireysel çalışma ilişkilerini çok geride bırakmıştır.
Günümüzde, işçi ve işverenlerin yanında kamu görevlilerine de
sendikalaşma ve toplu pazarlık yapma hakları tanınmış olduğundan, artık toplu
pazarlık faaliyetleri ve ardından çıkması muhtemel iş uyuşmazlıkları çok büyük
Toplu pazarlık, toplu iş
boyutlara ulaşacak, özellikle toplu iş uyuşmazlıklarının barışçı yollarla çözümü için
uyuşmazlığı konuları,
getirilecek yol ve yöntemler büyük önem kazanacaktır.
sosyal, siyasal ve
Çalışma barışını kuramamış, toplumun temel ihtiyaçlarını üreten özel veya
ekonomik sonuçlar
kamu kesimi çalışanları ile bunları çalıştıranlar arasında ortaya çıkan iş
doğuran bu nedenle de
uyuşmazlıklarını bir türlü çözüme kavuşturamamış toplumlar, ilerde büyük sosyal
birden çok boyutları
bunalımlara düşebileceği gibi, sosyal patlamalara da maruz kalabilir.
olan konulardır.
Bu ünitede, çalışma ilişkilerinin günümüzde hızla gelişen konuları olan, toplu
pazarlık kavramı, toplu pazarlığın niteliği, toplu pazarlığın tarafları, toplu pazarlık
stratejileri, toplu pazarlık süreci, toplu pazarlığın düzeyleri, toplu iş uyuşmazlığı
türleri, toplu iş uyuşmazlıklarının çözüm yolları olan barışçı ve çatışmacı çözüm
yoları üzerinde kısaca durulacaktır.
(düzenleyici) hükümler, toplu iş sözleşmesi sona erdikten sonra bir iş akdi hükmü
olarak devam eder.
Konulması Yasak Hükümler
Taraflar bir toplu iş sözleşmesine her istediği hükmü koyamazlar. Dolayısıyla
toplu sözleşmeye konulması yasaklanmış bu hükümlerin konulması veya hangisinin
konulup hangisinin konulamayacağı konusunda toplu pazarlık da yapamazlar.
Nitekim aşağıda belirtilen hükümlerin toplu iş sözleşmelerine konulmaları yasaktır.
(Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu, m.2) Bu yasaklar üç grupta olup,
birinci ve ikinci gruba giren hükümleri bir toplu iş sözleşmesine koyan taraflar, adı
geçen kanunun 68. maddesine göre altı aydan bir yıla kadar hapis cezasına
çarptırılır.
Devletin bütünlüğüne aykırı hükümler. Devlet ve milletin bölünmez
bütünlüğüne, milli egemenlik, cumhuriyet ve milli güvenliğe, kamu düzenine,
genel asayiş, genel ahlâk ve genel sağlığa aykırı hükümlerin bir toplu iş
sözleşmesine konulması yasaktır.
Kanunlarda suç sayılan fiilleri teşvik edici, özendirici hükümler. Tarafların
(işçi sendikası ile işveren sendikası veya sendikaya üye olmayan işverenler)
kanunlarda suç sayılan, suç olarak belirtilen hükümleri, vatandaşları suç işlemeye
teşvik eden hükümleri, suç sayılan fiilleri koruyan hükümleri de imzaladıkları toplu
iş sözleşmesine koymaları yasaktır.
Kanunların ve tüzüklerin emredici hükümlerine aykırı hükümler. Kanunlarda
ve tüzüklerde, bazı hususlar emredici hüküm olarak düzenlenmişse, işte taraflar bu
emredici hükümlere aykırı hükümleri de toplu pazarlık konusu yapamayacakları
gibi, toplu iş sözleşmelerine de koyamazlar, koymaları yasaklanmıştır. Örneğin; iş
güvenliğine aykırı hükümler, kıdem tazminatının tavanının aşılamayacağına dair
hükümler bir toplu iş sözleşmesine konulamaz, şayet konulursa bu hükümler
geçersizdir. Emredici hüküm, tarafların aksini kararlaştıramayacakları, aynen ve
mutlaka, kesinlikle uymaları zorunlu hükümlerdir. Örneğin; bir toplu iş sözleşmesi
yapılırken, inşaat işçilerinin kemer takma zorunluluğunu ortadan kaldıran
hükümler, kanunun emredici hükmüne aykırı bir hükümdür ve toplu iş
sözleşmesine konulan bu hüküm geçersizdir.
Bireysel Etkinlik
Bir üçüncü tanıma göre toplu pazarlık “bir işçi topluluğunun fakat genellikle
işçiler adına hareket eden bir sendikanın, sermayenin temsilcileri ile işçilere daha
iyi ve daha adil bir yaşam sağlamak için girişmiş olduğu barışçı ve arkasında grev
de bulunan özel bir diyalogdur.”
Uluslararası Çalışma Teşkilâtı (ILO)’nın yaptığı tanıma göre toplu pazarlık
“bir işveren, işveren grubu veya birden çok işveren örgütü ile bir veya daha çok
temsile yetkili işçi kuruluşu arasında iş ve istihdam koşulları ile ilgili olarak bir
sözleşmeye ulaşmayı amaçlayan görüşmelerdir.”
Daha geniş yapılan bir başka tanıma göre toplu pazarlık “toplu iş sözleşmesi
yapılabilmesi için gereken koşulları, görüşmeleri, sözleşmenin yönetimi, yorumu ve
Webb’lere göre toplu yürürlüğünün sağlanması yöntemlerini içeren bir kavramdır.” Toplu pazarlık
pazarlık; bir yanda terimini ilk defa kullanan Webb’lere göre toplu pazarlık; bir yanda sendikalar diğer
sendikalar diğer yanda yanda işveren veya işveren örgütleri olmak üzere, ücret ve çalışma koşullarına
işveren veya işveren ilişkin çalışma ve görüşmeleri ifade eden bir kavramdır.
örgütleri olmak üzere, Hangi şekilde tanımlanırsa tanımlansın toplu pazarlık, “sosyal tarafların iş ve
ücret ve çalışma istihdam koşulları ile ilgili olarak ve gerektiğinde kavgacı yöntemlere de
koşullarına ilişkin başvurarak bir toplu sözleşme yapmayı amaçlayan ortak görüşmelerin,
çalışma ve görüşmeleri pazarlıkların veya faaliyetlerin bütünü” olarak tanımlanabilir. Burada tanımda yer
ifade eden bir alan “sosyal taraflar” deyimi, çalışma ilişkisinin tarafları olan işçi ve işveren tarafını
kavramdır. ifade ettiği gibi, devlet kavramını da ifade eder kanısındayız.
Çalışma ilişkisi sadece işçi ile işveren tarafını içine alan bir sosyal ilişki değil,
aynı zamanda buna devletin de dahil olduğu üçlü bir ilişkidir. Nitekim toplu
pazarlıklar devletin gözetimi altında yapılan görüşmelerdir. Devletin hiç
ilgilenmediği görüşmeler değildir. Hatta uyuşmazlıkların barışçı veya kavgacı
yöntemlerle çözümü konusunda hep devletin olaya bir şekilde karıştığı, yabancı
kalmadığı açıkça görülür.
Ölçütler (Kriterler). Toplu pazarlık yapılırken, her iki tarafın yaptığı öneriler
dayandığı ölçütler (kriterler) gerçekçi olmalı, güncel olmalı, ciddi ve akla uygun
olmalıdır.
Toplu pazarlık Ayarlama. Görüşmeler sırasında taraflar birbirlerine çeşitli önerilerde
yapılırken, her iki bulunurlar. İşte bu yapılan önerilerden hangilerinden kolayca vazgeçilebileceği
tarafın yaptığı öneriler hangilerinin direnç konusu oldukları, daha görüşmelere başlamadan önce
dayandığı ölçütler saptanmış olmalıdır.
(kriterler) gerçekçi Baskı unsurlarının seçimi. Toplu görüşmelerde başarıya ulaşmak, biraz da
olmalı, güncel olmalı, kullanılarak baskı unsurlarının ve güç gösterilerinin iyi seçilmeleriyle mümkün
ciddi ve akla uygun olabilir. Örneğin;
olmalıdır. • Üretimi yavaşlatmak
• Fazla çalışmaya kalmamak veya katılmamak
• Malları stok etmek
• İşçileri bölmeye uğraşmak
Birer baskı unsurudur. Ancak bu tehlikeli silâhlar, çok akılcı bir biçimde
önceden tasarlayarak kullanmalıdır. Yanlış bir kullanma, yanlış bir adım, silahların
geri tepmesine, görüşmelerin iyice çıkmaza girmesine yol açabilir.
Zaman ayarlaması (yönetimi). Toplu pazarlık yapılırken ne zaman öneri
yapılacağı, ne zaman yapılan önerinin reddedileceği, ne zaman ödün verileceği,
görüşmelerde çok önemli rol oynamaktadır. Bunun yanında görüşmelere ne
zaman başlanacağı, görüşmelerin hızlı mı yavaş mı sürdürüleceği de önemli bir
strateji konusudur. Denilebilir ki başarılı bir strateji, ancak zaman plânlaması ve
zaman ayarlaması iyi yapılmış olan bir stratejidir.
İş Uyuşmazlığının Türleri
İş uyuşmazlıkları, çeşitli açılardan sınıflandırılabilir. Doktrinde iş
uyuşmazlıkları özellikle uyuşmazlığın tarafları ve uyuşmazlığın konuları bakımından
ikiye ayrılarak incelenmektedir.
Bireysel İş Uyuşmazlığı-Toplu İş Uyuşmazlığı
İş uyuşmazlıkları taraflar kriteri göz önünde bulundurularak bireysel iş
uyuşmazlığı ve toplu iş uyuşmazlığı olmak üzere iki gruba ayrılır. Görüldüğü gibi bu
ayrım tarafların niteliğine dayanmaktadır.
Bireysel iş uyuşmazlığı: Bireysel iş ilişkilerinden kaynaklanan bir
Bireysel iş uyuşmazlıkta işçi ve işveren ferdi olarak taraflarsa veya uyuşmazlık işçi
uyuşmazlıklarının genel topluluğunu ilgilendirmekle birlikte, topluluk tarafından üstlenip benimsenmişse,
niteliği hukuki nitelikte bu durumda bireysel iş uyuşmazlığından söz edilir. Örneğin, işçinin usulsüz olarak
bir uyuşmazlık iş akdinin feshedilmesi (işten çıkarılması) halinde, sendika işçiyi temsil ederek dava
olmasında görülür. açsa bile, uyuşmazlık niteliğinden ötürü ferdi (bireysel) nitelikte bir iş
uyuşmazlığıdır.
Bireysel iş uyuşmazlıklarının genel niteliği hukukî nitelikte bir uyuşmazlık
olmasında görülür. Bu uyuşmazlık, işçilerin yeni haklara kavuşmak veya ulaşmak
için çıkardıkları bir uyuşmazlık olmayıp, işçinin zaten var olan hakları üzerinde bir
ihlâlin yaşanması nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlıktır. Örneğin, bir ay çalışmış bir
işçiye ücretinin henüz ödenmemesi nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlık ferdi bir iş
Hem bir işçi uyuşmazlığıdır. Bu tür uyuşmazlıkların çözüm yeri iş mahkemeleridir. Fakat taraflar
topluluğunun, anlaşırlarsa hakem kararıyla(özel hakem) da çözülebilir.
müşterek hak ve Toplu İş Uyuşmazlıkları: Hem bir işçi topluluğunun, müşterek hak ve
çıkarlarını ilgilendiren çıkarlarını ilgilendiren hem de topluluğun (sendikanın) taraf olarak hareket ettiği
hem de topluluğun uyuşmazlıklara toplu iş uyuşmazlığı denir. Bu uyuşmazlıklarda temel kıstas, işçi
(sendikanın) taraf tarafının fert veya topluluk olmasıdır. İkinci olarak, uyuşmazlığın konusu da
olarak hareket ettiği topluluğu ilgilendirmelidir. Az önce de görüldüğü gibi, bireysel iş ilişkilerinde
uyuşmazlıklara toplu iş sendika, bir üyesini temsilen dava açtığında uyuşmazlık bireysel niteliğini
uyuşmazlığı denir. korumaktadır. Hâlbuki toplu iş sözleşmesinin bir maddesinin nasıl
yorumlanacağına ilişkin bir davada kollektif bir hak söz konusudur ve uyuşmazlık
da toplu iş uyuşmazlığıdır.
Otoriter Sistem
Otoriter sistem, toplu iş uyuşmazlıklarının çözümünde grev ve lokavta
başvurmanın yasak olduğu, uyuşmazlık baş gösterdiğinde ise zorunlu tahkime
gitmenin zorunlu olduğu bir sistemdir. Sistemin başlıca özelliklerini şöyle
özetleyebiliriz:
• Kavgacı çözüm yolu(grev ve lokavt) kapalıdır.
• Uyuşmazlık ortaya çıktığında zorunlu tahkime gitmek tek çözüm yoludur.
• Uyuşmazlık son aşamada devletin kurduğu bir organ tarafından
çözümlenir.
• Zorunlu tahkime aşağıdaki hallerde gidilir:
- Grev ve lokavtın yasak olduğu işlerde
- Grev ve lokavtın yasak olduğu yerlerde
- Geçici grev ve lokavt yasaklarının bulunduğu hallerde
• Genel olarak otoriter siyasî rejimlerde uygulama alanı bulan bir sistemdir.
Kısmî Serbesti Sistemi
Bu sistem yasayla sınırlandırılmış grev ve lokavt serbestîsi olarak da
tanımlanmaktadır. Kısmî serbesti sisteminde genellikle “toplu mücadele”
Belirli kamu hizmetleri aşamasına girmeden önce “barışçı bir aşamadan geçilmesi gereklidir. Taraflar, bu
dışında iş sürecin sonunda anlaşmaya varıp varmamakta serbesttirler. Daha sonra, sosyal
uyuşmazlıklarının taraflar adım adım kanuni prosedüre veya çerçeveye uyarak greve ve lokavta
çözümünde izlenecek gidebilirler. Uyuşmazlıkların çözümü için zorunlu ve resmi organlar vardır. Fakat
yol açısından ilgili tarafların özel uzlaştırma ve hakem organları kurmaları serbesttir. Bu
serbestliğin esas olduğu durumda resmî organlar ikinci plâna itilmiş olur. Türkiye’de farklı dönemlerde
sisteme serbesti sistemi kısmi serbesti sisteminin uygulanmış olduğu söylenebilir.
denir. Serbesti Sistemi
Belirli kamu hizmetleri dışında iş uyuşmazlıklarının çözümünde izlenecek yol
açısından serbestliğin esas olduğu sisteme serbesti sistemi denir. Grev ya pek az
kısıtlamaya tabidir ya da hiçbir kısıtlamaya bağlı olmadan “grev özgürlüğü”
yürürlüktedir. Fakat grev hakkı hiçbir zaman sınırsız bir hak olamaz. Fransa ve
Almanya bu serbesti sistemini benimsemiş ülkelere örnek olarak gösterilmektedir.
En özgürlükçü
Türkiye’deki Sistem ve Özellikleri
sistemlerde bile yargı
kararları yoluyla Ülkemizde yakın tarihimizde otoriter düzenleme örneklerinin görüldüğü
bilhassa hakkın kötüye dönemler yaşanmıştır. Fakat ülkemizde değişik dönemlerde daha çok kısmi
kullanılması yasağından serbesti sisteminin uygulama alanı bulduğunu belirtmemiz gerekir. Türkiye’deki
hareketle grev hakkı sistem genellikle aşağıdaki özellikleri taşımaktadır:
sınırlandırılmakta ve Barışçı Çözüm Yoluna Gitmenin Zorunlu Olması
bazı grevler hukuka Toplu çıkar uyuşmazlıklarında, kavgacı çözüm yoluna yönelmeden önce
aykırı sayılmaktadır. barışçı çözüm yoluna gidilmesi zorunludur. Barışçı çözüm aşaması 275 sayılı yasa
döneminde “uzlaştırma” iken şimdi bu aşama “ara buluculuk ”aşamasına
dönüşmüştür. Barışçı çözüm aşaması sonunda uzlaştırma kurulu veya ara bulucu,
taraflara yönelik bağlayıcı bir karar alma yetkisine sahip olmadığı gibi taraflar
uzlaşmaya varmak zorunda değildir.
Grev ve Lokavt Yasağının Geniş ve Kapsamlı Olması
Grev ve lokavt anayasal bir hak olmakla birlikte, bazı işlerde, bazı yerlerde
ve bazı hallerde grev ve lokavt yasağı getirilmiştir. Bu durumda uyuşmazlık yasal
tahkim merci olarak Yüksek Hakem Kurulu’na gidilir. Uyuşmazlık Yüksek Hakem
Kurulu tarafından bağlayıcı bir kararla nihai olarak çözümlenir.
Uzlaştırma
Toplu iş uyuşmazlıklarının çözümünde, grev ve lokavta başvurmadan önce,
dışarıdan katılan bir kişi veya kurulun taraflar arasında uzlaşma sağlayıcı çaba
göstermesine uzlaştırma denir.
Uzlaştırmanın ayırıcı özelliği, uzlaştırma görevini yürüten kişi veya kurulun
verdiği kararın, taraflar açısından bağlayıcı olmamasıdır. Verilen karar, taraflar
Uzlaştırmanın ayırıcı açısından yol gösterici ve uzlaşıyı telkin edici bir nitelik taşır. Taraflar karara
özelliği, uzlaştırma uyarsa, o zaman uyuşmazlık çözülmüş olur. Verilen karara uymazlarsa, grev ve
görevini yürüten kişi lokavta giden yol (kavgacı, mücadeleci yol ) açılmış olur.
veya kurulun verdiği Uzlaştırma görevini yürüten kişi veya kurul “devamlı ve resmi nitelikte”
kararın, taraflar olabileceği gibi, belli bir uyuşmazlığı çözmek üzere “geçici ve özel nitelikte’’ de
açısından bağlayıcı olabilir. Hatta uzlaştırmaya gidilmesi taraflar açısından “zorunlu veya gönüllü” de
olmamasıdır. olabilir. 275 sayılı yasa döneminde ayrıntılı olarak yasada düzenlenmiş olan
uzlaştırmaya halen uygulanmakta olan 2822 sayılı yasada hiç yer verilmemiştir.
Ara Buluculuk
Bir toplu iş uyuşmazlığını çözmek için, taraflar arasında devam etmekte olan
görüşmelerin kesilmesi halinde, tarafların anlaşmalarını sağlamak amacıyla, her iki
tarafla ayrı ayrı veya bir arada görüşülerek yürütülen ara bulma faaliyetine ara
buluculuk denir. Ara buluculuğun da resmi veya özel, isteğe bağlı veya zorunlu
şekilde olmasına, kişi veya kurul tarafından yürütülmesine bağlı olarak değişik
türleri vardır.
Arabuluculuk da mahiyeti itibariyle uzlaştırmaya benzer fakat arabulucu,
yaptığı uzlaşı sonunda karar vermez. Taraflar arasındaki görüş farklarını gidererek
anlaşmaya yardımcı olmaya çalışır. Arabulucunun amacı ve görevi tarafları
yakınlaştırarak bir an önce toplu sözleşmenin imzalanmasını veya tarafların
uzlaşamadıkları konuların çözülmesini sağlamaktır.
zorunlu tahkim denir. Zorunlu tahkimde tarafların hiç bir rızası veya kabulü
olmamasına rağmen, uyuşmazlık taraflardan birinin başvurması üzerine hakeme
götürülmüş olmaktadır.
Zorunlu tahkime kanunda belirtilen hallerde (grev ve lokavt yasağının
olduğu işlerde, yerlerde ve grev-lokavtın ertelenmiş olduğu hallerde uyuşmazlığın
çözümü için zorunlu tahkime gitmekten başka bir yol yoktur. Taraflar verilen
karara uymak zorundadır. Ülkemizde zorunlu tahkim görevini Yüksek Hakem
Kurulu tarafından yerine getirilmektedir.
Grev
Toplu iş uyuşmazlıklarının kavgacı yöntemle çözüm yollarından en sert ve
Toplu iş toplumsal hayatı en derinden etkileyen yol greve başvurma yoludur. Grevler yalnız
uyuşmazlıklarının uyuşmazlığın tarafları olan işveren ve işçileri aşarak, bazen tüm toplum hayatını
kavgacı yöntemle yakından ilgilendiren, onu felce uğratan büyük sosyal olaylara dönüşebilir.
çözüm yollarından en İşçilerin topluca çalışmamak suretiyle iş yerlerindeki faaliyeti durdurmak
sert ve toplumsal hayatı veya işin niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacıyla aralarında anlaşarak
en derinden etkileyen veya bir kuruluşun aynı amaçla topluca çalışmamaları için verdiği karara uyarak işi
yol greve başvurma bırakmalarına grev denir (2822 sayılı kanun m.25).
yoludur. Kanunda yapılan bu tanıma göre grev kavramı aşağıdaki unsurlardan oluşur:
İşin topluca bırakılması. Grev, sosyal taraflardan işçi kitlesinin eylemidir.
Grevde işçiler “işi bıraktığı” gibi işi de “topluca” bırakmaktadırlar.
Dolayısıyla işi yavaşlatmak veya iş verenin emirlerine uygun çalışmak grev
anlamına gelmez ve bunlar yasa dışı greve eşit yaptırımlara bağlanmış
eylemlerdir. İşin bırakılması ise belli bir süreye bağlanmamıştır.
Grev konusunda anlaşma veya alınan karara uyma. İşçilerin grev yapma
konusunda ya anlaşmaları ya da bir kuruluş grev kararı almışsa bu karara
uymaları gerekir. Bu anlaşma veya kararın konusu, grev yapılması veya
yapılabileceği yönünde olmalıdır. Yoksa böyle bir karar almadan anîden
veya kendiliğinden başka nedenlerle (örneğin; maça gitmek, güreş
seyretmeye gitmek gibi) işi bırakılması grev değildir.
İşyerinde faaliyeti durdurma veya aksatma amacı İşçilerin her faaliyeti
durdurması veya aksatması bir grev teşkil etmez. İşyerinde yapılan üretim
faaliyetini durdurmak veya aksatmak amacı ile işçiler işi bırakmışsa, o
zaman bu eylem bir grev oluşturur. Örneğin; işçilerin yarın yapılacak bir
miting için, sadece bu amaçla işi bırakmaları veya güreş milli takımını
desteklemek için işi bırakıp güreş salonuna gitmeleri birer grev değildir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. ”Tarafların toplu iş sözleşmesi yapmaya, toplu iş uyuşmazlığı çıkarmaya, bu uyuşmazlığı
Değerlendirme barışçı veya mücadeleci (kavgacı) yollarla çözmeye yönelik ortak faaliyetlerin bütününe”
sorularını sistemde ilgili ne denir?
ünite başlığı altında yer
a) Toplu görüşme
alan “bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli b) Toplu sözleşme
olarak c) Toplu pazarlık
cevaplayabilirsiniz.
d) Toplu müzakere
e) Toplu faaliyet.
2. Aşağıdakilerden hangisi toplu pazarlığın unsurlarından biri değildir?
a) Sosyal tarafların varlığı
b) Toplu sözleşme yapma amacı
c) Pazarlık konusunun çalışma ilişkileri olması
d) Örgütlenmiş sivil kuruluşların varlığı
e) Pazarlık konusunun çalışma koşulları olması
3. İş koşullarını ve özellikle iş akdine ilişkin hususları düzenlemek üzere işçi sendikaları ile
işveren sendikaları veya sendika üyesi olmayan işveren arasında yapılan yazılı sözleşme
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kollektif sözleşme
b) Toplu iş sözleşmesi
c) İş sözleşmesi,
d) Umumi mukavele
e) İş gördürme sözleşmesi.
4. Aşağıdakilerden hangisi toplu pazarlığın niteliklerinden biri değildir?
a) Toplu nitelik taşıması
b) Kurumsal nitelik taşıması
c) Pazarlık niteliği taşıması
d) Ticari bir nitelik taşıması
e) Demokratik bir nitelik taşıması.
5. Toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sırasında amaca ulaşabilmek için tutulması gereken ana
yollar ve uygulanması planlanan ana ilkelere ne denir?
a) Taktik
b) Strateji
c) Prosedür
d) Yöntem
e) Görüşme ilkeleri
6. Toplu pazarlık alanında, işçileri en fazla temsil yeteneğine sahip sendika aşağıdaki
yollardan hangisi ile belirlenir?
a) Oy kullanma yoluyla
b) Kanunla
c) Referandum yoluyla
d) Tüzükle
e) Kanun hükmünde kararnameyle
7. Aşağıdakilerden hangisi, toplu pazarlık düzeylerinden biri değildir?
a) Tek işyeri düzeyinde toplu pazarlık
b) İşkolu düzeyinde toplu pazarlık.
c) İşletme düzeyinde toplu pazarlık
d) Ulusal düzeyde toplu pazarlık.
e) Bölgesel düzeyde toplu pazarlık.
8. İşçinin usulsüz veya kanuna aykırı olarak işten çıkarılması nedeniyle ortaya çıkan
uyuşmazlık, aşağıdakilerden hangisidir?
a) Toplu iş uyuşmazlığı
b) Bireysel iş uyuşmazlığı
c) Toplu hak uyuşmazlığı
d) Toplu çıkar uyuşmazlığı
e) Sendikal uyuşmazlık.
9. Bir iş uyuşmazlığının çözümü için tarafların anlaşarak başvurduğu veya yasanın zorunlu
tutması üzerine, tarafların başvurmak zorunda kaldığı hakeme başvurma yoluna ne denir?
a) Arabuluculuk
b) Zorunlu tahkim
c) İhtiyari tahkim
d) Tahkim
e) Uzlaştırma.
10. Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde greve gidilirse,
bu grev aşağıdakilerden hangisi olabilir?
a) Dayanışma grevi
b) Siyasal grev
c) Çıkar grevi
d) Yasa dışı grev
e) Vahşi grev.
Cevap Anahtarı
1 C, 2 D, 3 B, 4 D, 5 B, 6 B, 7 E, 8 B, 9 B, 10 C
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Blyton, P. ve Turnbull, P. (2004). “The Dynamics of Employee Relations. 3rd
Edition”. Palgrave Macmillan.
Coşkun, R. (2002). “Küreselleşme ve Uluslararası İşletmecilik”. Adapazarı: Sakarya.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (2009). “Çalışma Hayatı İstatistikleri
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowDoc/WLP+Repository/csgb/dosy
alar/istatistikler/calisma_hayati_2009. [Erişim Tarihi: 11.07.2011].
Edwards, P. (2003). “The Employment Relationship and the Field of Industrial
Relations”. s.1-36, içinde Industrial Relations. (ed.) P. Edwards. 2nd
Edition. Blackwell Pub.
Ekin, N. (1994). “Endüstri İlişkileri”. 6. Bası. İstanbul: Beta.
Kaya, Y. (2000). “Sosyal Farklılaşma ve Çatışma Sürecinde Endüstri İlişkileri”, Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, vol.10. no.2. 195-207.
Kersley, B., Alpin, C., Forth, J., Bryson, A., Bewley, H., Gill, D., ve Oxenbridge,
S.(2006). “Inside the Workplace: Findings from the 2004 Workplace
Employment Relations Survey”. Routledge.
Kocabaş, F. (2004). “Endüstri İlişkilerindeki Dönüşüm”, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi. vol.10. 33-55.
Macdonald, D. (1997). “Industrial Relations and Globalization: Challenges for
Employers and Their Organizations”, Bangkok: ILO Pub.
Ratnam, C.S. V. (2006). “Industrial Relations”. Oxford University.
Rose, E. (2004). “Employment Relations. 2nd Edition”, Essex, England: Prentice
Hall.
Şenkal, A. (2008). “Endüstri İlişkilerinde Yeni Paradigmalar: Mobilizasyon,
Kollektivizm ve Esneklik Tartışmaları”, Çalışma ve Toplum. vol.1. 119-146.
Yıldırım, E. (1997). “Endüstri İlişkileri Teorileri: Sosyolojik Bir Değerlendirme”,
Sakarya: Değişim.
12
Çalışma İlişkilerinde Güncel Gelişmeler
GİRİŞ
Çalışma ilişkileri alanında görülen güncel gelişmelerin birçoğu geçmişte
başlayan bir sürecin bugünkü durumunu gösterir. Söz konusu güncel gelişmeler
bugün de sürmektedir. Örneğin, çalışanların yönetime katılma taleplerinin
artması, 1990’lı yıllarda önemli idi. Bu durum bugün de sürmektedir; ancak bugün,
bu talebin yoğunluğunu belirleyen başka gelişmelerin olduğunu ifade etmek
gerekir. Örneğin, 1990’lı yıllarda çalışma ilişkilerinin tek taraflı düzenlenmesine
karşı olarak çalışanların da yönetimde söz hakkı olması gerektiği üzerinde
durulurken bugün, çalışanın yönetime katılması işletmenin varlığını devam
ettirmesi bakımından hayatî önemde görülmektedir. Çalışanların işletme
yöneticilerinin aldığı kararlarda söz sahibi olmaları, bu kararların uygulanması
aşamasında daha istekli olmaları sonucunu doğurmaktadır.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde teknolojik gelişmelerin hızının artması ve bu
teknolojilerin iş alanlarına uygulanması, örgüt yapılarını ve işle ilgili bütün
organizasyonları değişime uğratmaktadır. Bu değişim, işletmeler için artan rekabet
karşısında daha verimli olma gereğini doğurmaktadır. Buna bağlı olarak işletmeler,
esnek üretim anlayışı gibi yeni yönetim teknik ve yaklaşımlarını hayata geçirirken,
çalışanın işletme yönetimi karşısında konumu önemli oranda değişmektedir. Artan
işsizliğin getirdiği baskı ve işgücünün sayı ve niteliğinin artması, genel anlamda
çalışanı güçsüzleştirmiştir. Buna karşın, bireysel gelişimine dayalı olarak konumu
Farklı çıkar grupları güçlenen çalışanlar da vardır. İşletmelerin, çalışanı herhangi bir girdi olmaktan çok,
arasında bir çatışma işi ve değeri üreten en önemli girdi olarak görmeye başlamaları ise çalışana
çoğu düşünüre göre yeniden ama farklı bir boyutta önem verilmesine yol açmıştır.
kaçınılmazdır. Bu Bugün çalışanlar bir birey olarak işletmeyle doğrudan muhatap olmakta,
bakımdan çatışma, nitelikleri ve katkıları oranında da haklar elde etmektedirler. Bu süreçte çalışma
çalışma ilişkilerini ilişkilerini açıklamakta kullanılan güç, çatışma, toplu pazarlık, devlet müdahalesi
anlamak adına en vb. kavramlar da yeniden tanımlanmaktadır. Çünkü bütün bu kavramlara geçmişte
önemli kavramlardan yüklenen anlam değişmekte, buna bağlı olarak kavramların önem derecesi
biridir. farklılaşmaktadır. Örneğin, sanayi toplumu sürecinde çalışma ilişkileri alanında en
belirgin ve geçerli görülen anlayış çatışma fikridir.
Örnek
•Örnek
•Büyük işletmelerin insan kaynağından yaralanmak suretiyle yönetimde
etkinleşme amaçlı uygulamalar geliştirdikleri görülmektedir. Örneğin,
Hyatt, Hilton, Mariotte gibi uluslararası zincir otel işletmeleri çalışanların
birbirleri ile ve yöneticileri ile görüşlerini paylaşabildikleri internet erişimine
açık veri tabanları kullanmaktadırlar. Aynı veri tabanları üzerinde bir çalışan
için uyum, eğitim, kişisel gelişme, performans izleme gibi İKY süreçleri de
takip edilebilmektedir.
İKY anlayışının sermaye sahiplerince iyi anlaşılması ve taraftar bulması,
emeğin piyasa gerçeklerince korunmasını beraberinde getirmiştir. Bunun yanında,
kamu yönetimlerine hâkim olan neo-liberal görüşler devletin çalışma ilişkileri
alanına müdahalesini oldukça sınırlandırmıştır. Geriye, devletin belirleyici olmadığı
ve kendi haline bıraktığı bir çalışma ilişkileri sistemi kalmıştır. Diğer taraftan bu
durum aynı zamanda kendi bireysel sorumluluğunu yüklenen çalışan ve bunun
karşılığında çalışanı en önemli girdi olarak gören bir işveren anlayışını ortaya
çıkarmıştır.
İKY yaklaşımı, işletmenin çalışana kaynak olarak bakması anlayışını da
İKY yaklaşımı işletmenin beraberinde getirmiştir. Diğer yandan bu yaklaşım çalışanın işletmeye bağlılığı,
çalışan insan kaynağı verimliliğinin artırılması gibi unsurlara bireysel ihtiyaçlarından daha fazla önem
ihtiyacını öne alması vermesi sonucunu getirmiştir. Kimi araştırmacıya göre insan kaynakları yönetimi
anlamına gelmektedir. anlayışı, sarkacın geri hareketinin bir sonucu olarak çalışanın daha fazla
sömürülmesi anlayışının bir sonucudur.
alma yapmasıdır ve müşteriyi yeniden satın alma yapmaya itecek hem etkin ve
verimli üretim, hem de kişiye özel tasarımlar öne çıkacaktır.
Pazarda rekabet baskısı işletme yönetimlerini ve devleti otoriter olma
anlayışından uzaklaştırarak, tarafların eşit oranda güce sahip olma anlayışını
beraberinde getirmiştir. Çağdaş iş ortamının gerekleri emek-sermaye arasında
Küreselleşme dışarıdan değil, içeriden ve bütünleşmiş bir şekilde ilişkilere müdahil olmayı
hükümetlerin iş zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, işletmelerin dış baskı vb. karşısında kendi iç
hayatını çok derinden süreçlerinde etkinliği ve verimliliği geliştirecek yaklaşımlar geliştirdikleri
etkileyen önlemler görülmektedir. İnsan kaynaklarından daha etkin yararlanma da bunun sonucunda
geliştirmesine yol ortaya çıkan bir eğilimdir.
açmaktadır. Yoğun rekabet ortamında ayakta kalmaya çalışan işletmelerde, sahiplik
yapısı ve kontrol anlayışı değişmektedir. Artık sendikalar, daha farklı fonksiyonlara
ve çıktılara odaklanmış bir yönetici grubuyla karşı karşıyadırlar. Bunun yanında,
işletmelerin yoğun rekabete cevap vermek için stratejik yönelimleri, çalışma
ilişkileri alanına etki etmektedir. Ancak bu süreçte toplu pazarlık gibi geleneksel
yöntemlerin yeniden yapılandırılmasını gerekli kılmaktadır.
Özellikle büyük işletmelerde bir sorun daha vardır. O da, bu işletmelerin
birçok farklı alt işletmesine güç ve yetki aktarımıyla ilgili merkezileşme-
otonomlaşma konusudur. Her ne kadar otonom yapıların performanslarını
İşletme bir yandan ürün artırdıkları varsayılsa da, yoğun rekabet bu işletmelerde bir merkezîleşme baskısını
pazarlarına entegre beraberinde getirmektedir. Merkezden dayatılan performans standartları, iş
olmaya çalışırken, iş düzenlemeleri gibi. Bu durumda işletme bazlı bir çalışma ilişkileri sistemi ortaya
gücü pazarından çıkmaktadır. Bu sistem ülke çapındaki çalışma ilişkileri sisteminden farklı
soyutlanmamaya işleyebilmektedir.
çabalar. Blyton ve Turnbull Nissan ve Toyota firmalarının tek bir sendikayla ve
herhangi bir ön koşul olmaksızın, ancak işletmeye has bir ilişki ortaya koyacak bir
anlaşma imzalamaya çalıştıklarını örnek olarak vermektedir. Araştırmacılar şunu
vurgulamaktadırlar: İşletme bazlı çalışma ilişkileri isteminin yaygınlığı konusunda
hiçbir kanıt yoktur. Ancak şu kesindir ki, yöneticilerin konuya bakışı geçmişten
farklıdır. Çalışanların ekonomik olduğu kadar, psikolojik olarak da işyerine
bağlılıklarını sağlama uğraşları bunun açık bir kanıtıdır.
çalışanlara rastlanmaktadır. Yabancı işçilerle ilgili her ülkenin belli bir mevzuatı
vardır. Buna karşın her ülke, yeni yetenekleri çekebilmek, sınırları içinde daha
kaliteli üretime olanak sağlayabilmek adına yabancı işçi girişini serbestleştirmek
durumunda kalmaktadır.
Çalışanlar küreselleşmenin bir sonucu olarak artık her ülkede çalışmayı göze
alabilmektedir. Küresel bir işgücü havuzunun oluştuğu, bir bireyin dünyanın başka
herhangi bir ülkesinde çalışacak bir iş bulabildiği ve kariyer ilişkilerinin küresel
bağlamda şekillendiği görülmektedir. Bu durum çalışma ilişkilerinin sınırlarını
küresel ölçeğe taşımaktadır.
Post-modernizm
Yaşadığımız mevcut değişimlerin önemli bir bölümü geçmişte kurgulanmış
evren anlayışımıza dayanmaktadır. Yakın geçmişte kurguladığımız ve bütün
gerçekliği buna göre izah ettiğimiz anlayışımız modernite, ya da modern düşünce
olarak adlandırılmaktadır. Modernitenin en belirgin özelliği pozitivist bilim*
Post-modern anlayış yaklaşımını toplumsal ilerlemenin tek yolu olarak görmesidir. Pozitivist anlayış,
içinde yaşama dair deneysel süreçlerle elde edilen bilgiye dayalı olarak nedensellik ve determinizm
bütün geliştirmesidir. Bunu şöyle açıklamak mümkündür: Her eylem belli koşullar altında
anlamlandırmalarda bir gerçekleşir. Siz bu eylemi farklı zamanlarda yeniden üretebilmek için bu koşulları
görelilik hâkimdir. oluşturmalısınız. Öyleyse toplumda, dünyada ve yaşamda her şeyin belli öncülleri
vardır ve bunları birleştirerek belli çıktılara ulaşılabilir. Örneğin, bir işçinin etkin
çalışması için ona para vermek gerekir. Öyleyse para belirleyici bir girdidir ve para
verirseniz işçinin davranışının ne olacağını belirlemiş olursunuz. Bu yaklaşımın
sosyal alanlarda geçerli olmadığını artık biliyoruz. Paranın her koşul altında aynı
etkiyi yaratması söz konusu değildir.
Post-modern anlayış ise bütün varsayımların ve öngörülerin objektif bir
biçimde kanıtlanmasının veya reddedilmesinin mümkün olmadığını savunur ve bu
Çalışma ilişkileri gibi bir
tür bir bilgi karşısında da kesinlikle şüpheci durur. Bilginin önemi, modern
alanda bütünü
düşüncede sorgulanamaz bir varsayımken, post-modern düşünce bilgiyi bölmekte
açıklamaya çalışmak
ve bilginin önemini, güvenilirliği ve yanlışlığını da göreli bir konu olarak ele
yerine, farklılıkların bir
almaktadır.
arada yaşamasına
Post-modern anlayış içinde yaşama dair bütün anlamlarda bir görelilik
olanak hazırlamak ve
hâkimdir. Bilginin kesin bir kaynağı olamayacağına göre, çalışma ilişkileri gibi
belki daha dar kapsamlı
alanlar ve şeyler/gerçeklikler hakkında teoriler üretmek yersizdir.
açıklamalar
Post-modern düşüncenin geliştiği Batı toplumlarında aslında bu düşünceyle
geliştirmeye ihtiyaç
paralel ortaya çıkan ve kimine göre bu düşünce tarafından özetlenen bazı köklü
vardır.
gelişmeler söz konusudur:
Endüstrileşme fikri aşılmış ve ekonomi içerisinde hizmetler sektörünün
payının oldukça arttığı bir post-endüstriyel yapı hâkim olmuştur. Bu yapı,
bilgi ve enformasyonun üretimde en temel girdi olarak öne çıkmasına
dayalı olarak bir bilgi toplumu ve ekonomisi modelinin gelişmesi ve bilgiye
dayalı işlerin önem kazanmasını ifade etmektedir.
Fordist anlayış yerini post-Fordist olarak adlandırılan bir üretim anlayışına
bırakmıştır. Standartlaştırılmış üretim, belirli donanım, sıkı şekilde
belirlenmiş çalışma kalıpları ve iş tanımları ortadan kalkmıştır. Yarı-kalifiye
işgücüne dayanan kitle üretimi, Fordist anlayışı temsil etmekteydi.
Günümüzde ise daha küçük ölçekli ve çok farklı şekillerde örgütlenmiş ve
kurulmuş işletmelerde, kişiye özel tasarlanmış ürünlere odaklanılan ve
küçük çaplı üretimler ve çok-yönlü ve esnek işgücüne dayanan post-fordist
bir anlayış hâkim olmuştur.
olarak çalışmaya başladıkları, bunun ise hizmet kalitesini olumsuz yönde etkilediği
bilinmektedir.
Tartışma
verdikleri kararların içeriği de değişmektedir. Bu durum
ekonominin gelişmesi, yatırımların artması ve ekonomik
büyümeyle ilgilidir. Kriz dönemlerinde ise ekonomik daralmalar
yaşandığından bunun tersi bir eğilim mi görülmektedir?
Dezavantajlı Gruplar
Toplumsal hayatta dezavantajlı görülen çocuklar, kadınlar, engelliler,
yoksullar gibi gruplara iş yaşamında yer verilmesi son yıllarda oldukça sıklıkla
gündeme getirilen bir konudur. Bu amaçla birçok ülkede dezavantajlı gruplara iş
edindirilmesi için projeler hayata geçirilmekte, yasal önlemler alınmaktadır.
Dezavantajlı gruplar içinde ifade edilen en geniş grup kadınlardır. Kadınların
Kadınların çalışma çalışma hayatında oranları hızla artmaktadır.
hayatında oranları hızla Kadın işgücünün erkeklerin hâkim olduğu bütün alanları zorladığı görülse
artmaktadır. de, özellikle belli iş alanlarında kadın yoğunluğu artmaktadır. Örneğin İngiltere’de,
Türkiye’de, 2004 yılında 2004 yılında yapılan İstihdam İlişkileri Araştırması sonuçlarına göre, işletmelerde
%23 olan kadınların istihdam ilişkileri ile ilgili bölümlerde çalışanlar içinde kadınların 1998’deki %30’luk
işgücüne katılım oranı, oranı aşarak %43 seviyesine geldikleri görülmüştür. Bu rakam 2002’de %49,7’dir.
2009 yılında %26’ya İnsan Kaynakları Bölümü yöneticilerinin de 3/4’ü kadındır.
ulaşmıştır. Avrupa Birliği’nde 1997-2000 yılları arasında ekonomik büyümeyle ortaya
çıkan 10 milyonluk yeni istihdamın 6 milyonu kadınlardan oluşmaktadır.
Türkiye’de, 2004 yılında %23 olan kadınların işgücüne katılım oranı, 2009 yılında
%26’ya ulaşmıştır. Bu oranlar yanında kadınların işyerinde ayrımcılığa tabi
tutulduğu görülmektedir. Bazı kadın çalışanlar yönetici olma yolunda değişik
engellerle karşılaşmaktadırlar. İşletme içinde kariyer basamaklarını belli bir yere
Engellilerin de hayata kadar tırmanabilen kadın çalışan, en tepe noktaya çıkamamakta, görünmeyen bir
kazandırılması engelle (cam tavan etkisi) karşılaşmaktadır. Bunun yanında kadın çalışanların taciz
kapsamında iş sahibi kapsamında değerlendirilebilecek değişik bezdirici davranışlara muhatap oldukları
olmaları bilinmektedir.
desteklenmektedir. İşyerinde çalışan kadınlara, evinde anne ve ev kadını rollerini taşımak zor
Hükümetlerin bu gelebilmektedir. Belirtilen koşullar kadınların iş hayatında yerlerini almalarını
konuyla ilgili kararlar zorlaştırmakta ve milli ekonomiyi de (nüfus içindeki payı çoğu ülkede %50’nin
aldığı, işletmelere belli üzerinde olan) kadınların gücünden mahrum kılmaktadır. Bu durum kadın
sayıda engelli vatandaşı istihdamını belli açılardan ilave düzenlemelere ihtiyaç duyulan bir konu hâline
istihdam etmek getirmektedir.
zorunluluğunu yasal Bazı araştırmalara göre, çalışma ilişkileri alanında günümüzün ırk ve cinsiyet
yollarla dayattığı hakları söylemleri doğrultusunda, geçmişin en belirleyici kavramlarından birisi olan
görülmektedir. Bu sınıf kavramı sahip olduğu önemi yitirmiştir. Bu durum sınıfa dayalı sosyal
durum, geleceğin hareketliliğin meşruluğunu yitirmesi anlamına gelmektedir. Bunun yerine, insan
çalışma ilişkileri hakları duyarlılığı ile güçlenen bir farklı ve dezavantajlı kimselere işyerinde yer
alanında dezavantajlı açma motivasyonu hayata geçirilmektedir. Bu motivasyonun işyerinde adalet
grupların daha fazla söz arayışları ile güçlendirildiğine de şahit olunmaktadır. Örneğin, son yıllarda
hakkı olacağını ortaya işletmecilik alanında yapılan akademik çalışmalar içerisinde işyerinde adalet,
koymaktadır. işyerinde taciz vb. konuların ele alındığı görülmektedir.
Bireysel Etkinlik
•Türkiye’de engelli çalıştırmakla ilgili yasal çerçeveyi araştırabilir ve bu
konuda işletmeleri teşvik eden faktörler üstünde okuma yapabilirsiniz.
Teknolojik Gelişmeler
Teknoloji, hayatın her alanında olduğu gibi çalışma hayatında da çok önemli
etkileri olan bir unsurdur. Çalışma hayatında teknolojinin ve özellikle çağdaş
bilişim teknolojileri ile internetin kullanılması her şeyi değiştirmektedir.
Teknolojinin etkin kullanımı iş verimliliğini artırmaktadır. Teknolojik gelişmelere
bağlı olarak üretilen gelişmiş makinelerin iş alanında kullanılması, mekanikleşme
ve otomasyon kavramlarıyla ifade edilmektedir. Eğer iş amacıyla kullanılan
makineler yine insana bağlı olarak çalışıyor ve insana ihtiyacı ortadan
Teknolojinin etkin kaldırmıyorsa bu mekanikleşme; insana ihtiyacı ortadan kaldırıyor ve iş süreci bir
kullanımı iş verimliliğini makine tarafından tamamlanıyorsa bu otomasyon olarak adlandırılmaktadır.
artırmaktadır. Otomasyon, eskiden yüz kişinin ürettiği çıktıyı artık on kişinin üretmesine
Teknolojik gelişmelere imkân sunmaktadır. Bu da, işçi azatlımı için bir kapı aralamaktadır. Her ne kadar
bağlı olarak üretilen işverenlerce verimli olarak kabul edilse de, iş güvenliğini tehdit eden teknoloji bu
gelişmiş makinelerin iş anlamda, işçiler ve sendikal hareketlerce bir tehdit olarak görülebilmektedir.
alanında kullanılması, Günümüzde sendikaların teknolojik gelişmelerin işgücü piyasasına etkilerini
mekanikleşme ve öngörme ve kabul etmeleri ve buna uygun politika belirlemeleri gerekmektedir.
otomasyon Diğer taraftan, ekonomi içeresinde yeni teknoloji kullanımı arttıkça, yeni iş kolları
kavramlarıyla ifade da ortaya çıkabilmekte, ekonomik büyüme desteklenmekte ve bu sayede yeni iş
edilmektedir. olanakları artmaktadır. Bunların yanında, gelişen bilgi teknolojilerine bağlı olarak
işletmeler daha fazla oranda bu teknolojilerden anlayan kişileri çalıştırma yoluna
gitmektedirler. Bu durum da, emek piyasasında teknoloji bilgisine ve bilgi işçilerine
ihtiyacı artırmaktadır.
Teknolojinin örgütsel yapıları yeniden şekillendirdiği görülmektedir. 20.
yüzyılında daha yoğun görülen dikey işletme yapıları daha yatay bir hal almaya
Teknolojinin örgütsel başlamıştır. İşletme yapısının dikey olması en üst ile en alt kadem arasında birçok
yapıları yeniden farklı hiyerarşik basamağın olması anlamına gelmektedir. Bu yapılar
şekillendirdiği kurumsallaşma açısından daha ileri ve her çalışanın yaptığı işin standartlaşması
görülmektedir. 20. anlamında daha gelişmiş yapılar olarak görülebilir. Ancak, üretim sürecinde
yüzyılında daha yoğun avantaj sağlayan esnekliği bu yapıların gösterebilmesi çok zordur.
görülen dikey işletme Özellikle hizmet işletmelerinde birçok hiyerarşik kademe yerine bir
yapıları daha yatay bir yöneticiye bağlı birkaç yardımcı ve bunlara da bağlı çalışanların olması, en alt ve
hal almaya başlamıştır. en üst kademeler arasında hiyerarşik basamağın azalması daha etkin üretimi
beraberinde getirmektedir. Bu sayede yönetenler işin içinde olmakta ve işin
işleyişine daha fazla nüfuz edebilmekte, çalışan da yöneticisi ile iş sürecinde daha
rahat iletişim kurabilmektedir.
Teknoloji ve teknoloji bilgisine artan talebe paralel olarak, çalışanların işbaşı
sürelerinin önemli kısmı da bilgisayar başında veya makinelerle iç içe geçmektedir.
Bu durum, çalışanları ergonomiye bağlı belli sorunlarla yüz yüze getirmektedir.
Ergonomi, çalışanların iş yeri kapsamında makine ve çevre etkileşimlerinin
incelendiği ve bu etkileşimlerin çalışanların biyolojik, psikolojik vb. her türlü
bireysel kapasitelerine etkilerinin araştırıldığı bilim dalıdır. Makinelerle içi içe ve
özellikle bilgisayar başında çalışanların kronik kas rahatsızlıkları, unutkanlık vb.
Diğer yandan, devletin son yıllarda çözmek zorunda olduğu çok önemli bir
sorun vardır. O da artan işsizliktir. İşsizlik sorunu bugün az gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkeler kadar gelişmiş ülkelerin ekonomilerini de tehdit eder bir boyut almıştır.
Nüfus artışı ve yeni istihdam olanaklarına duyulan ihtiyaç her geçen gün artarken
bir de krizler vb. ile kapanan işletmelerin doğurduğu işsizlik devletlerin baş etmek
zorunda oldukları bir sorundur. Bu sorun devletleri daha fazla oranda yatırım
teşvikine itmektedir. Bu teşvikler ise bir yandan yeni iş kapasitesi yaratırken bir
yandan da yatırımı özendirmek için işgücü maliyetlerini azaltmak yolu ile var olan
işgücünün koşullarının iyileştirilmesi adına bir engel ortaya çıkarabilmektedir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1) “İşletmenin amaçlarını gerçekleştirmek için, yeni insan kaynakları sağlamayı, sahip
Değerlendirme olduğu insan kaynaklarını muhafaza etmeyi ve geliştirmeyi içeren faaliyetler bütünüdür”
sorularını sistemde ilgili olarak tanımlanan aşağıdakilerden hangisidir?
ünite başlığı altında yer a) Liberalleşme
alan “bölüm sonu testi” b) İnsan Kaynakları Yönetimi
bölümünde etkileşimli c) Post-Modernizm
olarak d) İşletme yönetimi
cevaplayabilirsiniz. e) Yönetimde etkinleşme
2) Üretimi, dünya üzerinde katma değer yaratacak alanlara, özellikle ekonomik
yoğunlaşmanın olmadığı alanlara yayma eğilimi hangisinin temelini oluşturmaktadır?
a) Modernizm
b) Liberalleşme
c) Ekonomik küreselleşme
d) Sosyal küreselleşme
e) Neo-liberalizm
3) Bir ülkeye vergi muafiyetleri, arazi, işveren lehine uygulamaların önünü açan yasal
koşullar nedeniyle giden ve orada yaptıkları lobicilik ile kamu üzerinde etkide bulunarak
çalışanlar aleyhine yasal düzenlemeleri teşvik edebilen işletmeler hangisinde doğru olarak
ifade edilmiştir?
a) Kamu örgütleri
b) Hizmet işletmeleri
c) Sivil toplum kuruluşları
d) Çokuluslu işletmeler
e) Uluslararası birlikler
4) Bütün varsayımların ve öngörülerin objektif bir biçimde kanıtlanmasının veya
reddedilmesinin mümkün olmadığını savunan, mevcut bilgi karşısında şüpheci duran,
yaşama dair bütün anlamlandırmalarda bir göreliliğin hâkim olduğu ve çalışma ilişkileri gibi
alanlar hakkında teoriler üretmeyi yersiz gören yaklaşımın adı nedir?
a) Liberalleşme
b) Merkezîleşme
c) Küreselleşme
d) Radikalleşme
e) Post-modernizm
5) Her bir birey belli bir işverenle pazarlık yapıp bir anlaşma imzalayabileceği ve çatışma
halinde de sorunları çözecek adımları atabileceği üzerinde duran, çalışanın işletme
yönetiminin sorumluluğunu ve yetkisini tanıması gerektiğine vurgu yapan ve sendikanın
çalışan-işletme ikili ilişkisine müdahil olmasının gereksiz olduğunu savunan görüş
hangisidir?
a) Liberal-bireycilik
b) Liberal-kolektivizm
c) Radikalizm
d) Post-moderniz
e) Esnek üretim
6) Makinelerin işyerinde insana ihtiyacı ortadan kaldırması ve iş sürecinin bir makine
tarafından tamamlanmasına verilen isim aşağıdakilerden hangisidir?
a) Makineleşme
b) Otomasyon
c) Teknoloji
d) Mekanikleşme
e) Teknolojik sistem
Cevap Anahtarı:
1-B, 2-C, 3-D, 4-E, 5-A, 6-B, 7-C, 8-A, 9-D, 10-A
13
Çalışma İlişkilerinde Psikolojik Sözleşme Ve Kariyer
GİRİŞ
İş hayatında örgütlerde bilgi ve iletişim teknolojisinin kullanılmasıyla,
yeniliğe ve ürün geliştirmeye duyulan ihtiyaç artmıştır. Diğer taraftan işletmelerin
küresel bir çevrede faaliyette bulunmaları ve yoğun rekabet koşullarında nitelikli
çalışanlar duyulan ihtiyaç, çalışan ve işletme arasındaki bağın güçlenmesini gerekli
Çalışan ile örgüt kılmaktadır. Bu çerçevede, çalışan ile örgüt amaçlarının birleştirilmesi ve karşılıklı
arasındaki hukuksal beklentilerin karşılanması önem kazanmaktadır. Psikolojik sözleşme, sosyolojideki
sözleşmelerin yanında “toplumsal sözleşmenin” örgütlere uyarlanmış şeklidir ve yazılı olmayan, tarafların
çalışan ile örgütü birbirine karşı vefa borçlarını, yerine getirmek durumunda oldukları taahhütlerini
arasında duygusal bağın ifade eder. Söz konusu taahhüt bazen yerine getirilmeyebilir. Buna da psikolojik
kurulmasını sağlayan sözleşme ihlâli denilmektedir.
psikolojik sözleşmeler Psikolojik sözleşme anlayışı, insanın herhangi bir üretim faktörü olmadığı,
de vardır. çalıştığı yerle kendisi arasında psikolojik bağ kurmak istemesi inancından
kaynaklanmaktadır. Burada psikolojik sözleşme, kişi ile kurumu arasındaki her tür
menfaat birlikteliği anlamına gelmektedir. Bu birlikteliğin, çalışan ile örgütü
arasında psikolojik bağın güçlenmesine katkı sağlayacağı beklenmektedir. Çalışan
ile örgüt arasındaki psikolojik bağın güçlenmesi için çalışanın işyerinde iş tatmini
Özellikle nitelikli ve bulması, beklentilerinin karşılanması gerekmektedir.
yetkinlik düzeyi yüksek Örgütlerde çalışanlar sadece gündelik ihtiyaçlarını düşünerek hareket
çalışanların örgütte etmezler, aynı zamanda geleceklerini, meslekî gelişimlerini, kısaca kariyerlerini de
kalmalarının sağlanması düşünürler. Kişinin yaptığı işin ucu kapalı, kariyer yapmaya imkân vermeyen,
bakımından psikolojik takdir, ödül, terfi, gibi çalışanın iş tatminine katkı sağlayan yönetsel araçlardan
sözleşmenin önemi mahrum olması, kişinin işyerine bağlılığını azaltacaktır. Bu durum kişinin işten
artmaktadır. ayrılma isteğini artırarak psikolojik sözleşme ihlâllerine neden olabilecektir.
Dolayısıyla çalışanlarla güçlü bir psikolojik sözleşmenin arkasındaki en önemli
faktörlerden biri de işin ve işyerinin çalışana kariyer yapma olanağı sağlamasıdır.
Bu durum ona işinde verimlilik ve performans sağlayacağı gibi, duyduğu tatmin
nedeniyle işyeriyle olan psikolojik bağlılığını güçlendirebilecektir.
bir başka nedenidir. Örneğin örgüt bir söz verir ancak bunu yerine getirme niyeti
taşımaz ya da başta bu niyeti taşısa da daha sonra vazgeçer.
KARİYER YÖNETİMİ
İşletmelerde insanın dışındaki diğer kaynakların, teknolojinin veya
Kariyer yönetimi, gerek yöntemin taklit edilmesi kolay olduğu için rekabet üstünlüğü elde etmenin tek
yöneticileri, gerekse aracı insan kaynağıdır. Burada insan kaynağı herhangi bir insan anlamına
diğer personeli gelmemekte, niteliği, bilgisi ve becerisi yüksek insan kaynağı en önemli rekabet
performansı ve niteliği aracı olmaktadır. Bu durum ortaya “yetkinlik yönetimi” dediğimiz yaklaşımı ortaya
yüksek olmaya zorlama çıkarmaktadır. Taklit veya ikame edilemeyecek tek örgütsel kaynağın yetkinlikler
ihtiyacından doğar. olması nedeniyle yetkinliği yüksek örgütlerin yetiştirilmesi kariyer yönetimiyle
mümkün olabilmektedir.
kapsayan bir süreçtir. Amacı kişisel kariyer plânının elde edilmesi için gereken
çabaları bir plân ve program çerçevesinde yürütmektir.
Kariyer gelişimi programları çerçevesinde farklı araçlardan yararlanılır. Bu
araçlardan bazıları şunlardır:
Kariyer geliştirme Bireysel Gelişim Katalogları: Çalışanların kişisel gelişim plânlarını
programlarının amacı hazırlamalarına yardımcı olmak için, yönetim tarafından kendilerine “Bireysel
kişilere bilgi, beceri ve Gelişim Katalogu” sunulabilir.
yetenek sağlamak için Liderlik Programları: Bu programlar kişilere bir üst kademenin
örgütsel destek yetkinliklerini kazandırmak için hazırlanan programlardır. Bu programların amacı,
vermektir. yüksek yetenek sahibi çalışanların şirket üst yönetimi tarafından tanınılırlıklarını
artırmaktır.
Örnek
•Böyle bir programa örnek olarak her yıl düzenlenen YGA Liderlik Zirvesi
iyi bir örnek olarak verilebilir.
•Örgütlerde çalışanlar ile örgütleri arasında iki tür ilişki ve buna bağlı olarak
ortaya çıkan iki tür sözleşme vardır. Bunlardan biri iş görenlerin görev,
sorumluluk, yeki ve rolleriyle ilgili işlemsel sözleşme, diğeri de iş görenin
tümüyle görev ve sorumlulukları dışında ekstra rol davranışı şeklinde ortaya
koydukları iyi niyete, özveri ve adanmışlığa dayalı örgütsel psikolojik
Özet
sözleşmedir. İnsan tutum ve davranışları itibarîyle kültürel bir varlıktır ve
çevrede olup biten her şey onun tutum ve davranışlarıyla birlikte
alışkanlıklarını kısaca karakterini belirler. Dolayısıyla psikolojik sözleşmenin
kültürel bir yönü vardır. Özveri (altruist) kültürüne sahip toplumlarda
psikolojik sözleşme daha önemli iken, bireyci kapitalist kültürlerin olduğu iş
ortamlarında işlemsel sözleşme daha fazla önem kazanabilmektedir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıda psikolojik sözleşmeyle ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
Değerlendirme a) Örgüt ile iş görenin amaçlarının bütünlük ve uyum içinde olmasıdır.
sorularını sistemde ilgili b) İş görenin örgütüyle ve onun amaçlarıyla özdeşleşmesi ve örgütteki üyeliğini
ünite başlığı altında yer devam ettirme arzusudur.
alan “bölüm sonu testi” c) Örgütsel sözleşme, örgüt lehine özveride bulunup kendini örgüte adamayı
bölümünde etkileşimli gerektirmez.
olarak d) Kişinin çalıştığı örgütü pozitif değerlendirmesi ve onun amaçları doğrultusunda
cevaplayabilirsiniz. hareket etmesidir.
e) Örgütsel amaç ve çıkarları karşılayacak şekilde davranmak için içselleştirilmiş
normatif baskıların toplamıdır.
Cevaplar Anahtarı:
1.C - 2.B - 3.E - 4.A- 5.D - 6.E - 7.D - 8.C - 9.B - 10.A
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Allen, N. J. and Meyer, J. P. (1990). “The measurement and antecedents of affective,
continuance and normative commitment to the organization”, Journal of
Occupational Psychology, 63.
Arnold, J. (1996). “The psychological contract: a concept in need of closer scrutiny?”,
European Journal of Work and Organizational Psychology,5
Aselage, J. and Eisenberger, R. (2003).“Perceived organizational support and psychological
contracts: a theoretical integration”, Journal of Organizational Behaviour, 24(5).
Aydemir, N. (1995).“2000’li Yıllara Doğru Özel Sektör İmalat Sanayiinde İnsan Kaynakları
Yönetimi ve Kariyer Arayışları”, İstanbul: TÜGİAD.
Aytaç, S. (1997). “Çalışma Yaşamında Kariyer”, İstanbul: Epsilon.
Barutçugil, İ. (2002). Organizasyonlarda Duyguların Yönetimi, İstanbul: Kariyer.
Baysal, A. Can ve Tekarslan, Erdal, (1996). Davranış Bilimleri, İstanbul: Avcıol.
Berberoğlu, Günes N. (1991). "İsletmelerde Organizasyon Personel Bütünlesmesini Sağlayan
Etkili Bir Uygulama", Kariyer Yönetimi, Amme İdaresi Dergisi XXIV.l Mart.
Boss, R.W. (1985). “The psychological contract: a key to effective organization development
consultation. Consultation: An International Journal, 4.
Burke, R. J. (1998). “Changing Career Rules: Clinging to The Past or Accepting The New
Reality?”, Career Development International, C.3
Can, H., Akgün, A. ve Kavuncubası, S. (1995). “Kamu ve Özel Kesimde Personel Yönetimi”,
Ankara.
Marchiori, D. and ve Henkin, A. (2004). “Organizational commitment of Health Profession
Faculty: Dimensions, Correlates And Conditions”, Medical Teacher, Vol.26, no.4.
Demirbilek, T. (1994). “Kariyer Danışmanlığı Hizmetleri”, Dumlupınar Ün. İktisadi İdari
Bilim. Fakültesi Dergisi, Cilt:9.
Erdoğmuş, N. (2003). “Kariyer Geliştirme: Kuram ve Uygulama”, Ankara: Nobel.
Jacqueline, A. and Shapiro, M. C. (2002). “A Psychological Contract on Organizational
Citizenship Behaviour”, Journal of Organizational Behaviour, ,C.23.
Kaynak, T. (1996).”İnsan Kaynakları Planlaması”, İstanbul: Alfa.
Lmathis, Robert and Jackson, John H. (1994). “Personnel/ Human Resource Management”,
New York.
Mowday, R. T., Porter, L. W. ve Streers, R.M. (1982), Employee-Organization Linkages: The
Psychology of Commitment, Absenteeism and Turnovers. New York. Acedemic.
Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2010).”Örgütsel Davranış”, Bursa: Ekin.
Reichers, A.E. (1985). "A Review and Reconceptualization of Organizational Commitment",
Academy of Management Review, 10 (3).
Rousseau, D. M. (1989). “Psyhological and Implied Contracts in Organization”, Employee
Responsibilities and Rights Journal, C.2.
Sheldon, M. E. “Investments And İnvolvement As Mechanisms Producing Commitment To
The Organization” Administrative Science Querterly, 16: 1971.
Silah, M. (2005). Sosyal Psikoloji Davranış Bilimi, Ankara: Seçkin.
Üter, A. ve Budak, G. (1994), İşletme Yönetimi, İstanbul.
Walker, J. and Gutteridge, T. (1990). Career Planing Practices, New York.
14
Çalışma Yaşamında Etik Davranışlar Ve Yönetimi
GİRİŞ
İşletmelerin sürekli değişim ve rekabet baskısı altında oldukları bir
ortamda, etik sorumluluk ile rekabet sorumluluğunun veya etik liderlikle
stratejik liderliğin birlikte ele alınması gerekiyor. İşletmeler rekabet ortamında
rakiplerini ortadan kaldırmayı mı, onları zayıf düşürüp piyasadan silmeyi mi,
yoksa piyasada onlarla birlikte var olmayı mı düşünmeliler. İşletmeler sadece
rekabet sorumluluğuyla mı hareket etmeliler yoksa etik ve sosyal sorumluk
kapsamında mı davranmalılar. Bu soruların cevabı ancak etik veya ahlaki kodlar
üzerinde durularak verilebilir. Çünkü sadece ahlâk bize, doğru ve iyinin, yanlış
ve kötünün ne olduğunu açıklayan kural koyucu ilkeler verebilir. Burada ahlâk
kavramını hem bireysel ahlâk, hem de iş ahlakı anlamında ele almak gerekir.
Aksine bireysel plânda ahlâk sorunu olan birinin, iş ahlâkı göstermesi söz
konusu olmayacaktır.
Bireysel ahlak kişinin özel veya bireysel yaşamında ona yol gösteren
ilkeler, normlar ve standartlar seti iken, iş ahlakı da, iş dünyasında davranışlara
yol gösteren ahlakî ilkeler ve standartları kapsar. İş ahlakı, doğru ve haklı
olmayı esas alan, kanun ve düzenlemelere uymanın ötesinde, toplum yararına
İş ahlakı açısından davranışta bulunmayı da öngören ilkelerdir.
yasalara uymak, Ahlak iş dünyası, dolayısıyla toplumsal yaşam için bazı nedenlerden
yasanın gereğini yerine dolayı önem taşımaktadır. Bu nedenlerden ilki, ahlak kurallarına bağlı kalarak iş
getirmek sadece bir görmek aynı zamanda bir sosyal sorumluluk gereğidir. İkinci neden yasadan
sosyal sorumluluk iken, kaçmak mümkün olsa da ahlaktan kaçmak mümkün değildir ve dolayısıyla
yasaya uymanın ahlâkın düzenlemediği bir alan bulunamaz. Kısaca yasal boşluk vardır ancak
ötesinde toplum ahlaki boşluk yoktur. Üçüncü neden çalışanlar ile yöneticiler arasında yönetim
yararına davranışta olgusunun en sağlam temelini yasalardan çok ahlâk kuralları koyar. Dolayısıyla
bulunmak bir sosyal ve iş ortamında etkin bir yönetim ahlaki bir yönetimle sağlanabilir. Dördüncü bir
ahlaki duyarlılık neden olarak toplumda çeşitli çıkar grupları arasında sağlam bir denge ancak
örneğidir. ahlâk ilkelerine bağlı kalınarak kurulabilir. Bu da işletmelerin varlıklarını devam
ettirmelerinin en güçlü aracıdır.
Örnek
•Örneğin hekimlerin Hipokrat yeminleri aslında meslek etiğine
uyacaklarına dair yemin etmeleri anlamına gelir.
önem kazanmasıyla birlikte işletmeler sadece yasalara uymayı değil, aynı zamanda
sosyal sorumluluk taşımayı hatta bunun da ötesinde sosyal duyarlılık göstermeyi
etiğe uymanın bir gereği olarak görmeye başlamışlardır. Çünkü iyi ahlâk ve güçlü
sorumluluk duygusu, şiddetlenen rekabet ortamında birlikte yaşamanın anahtar
faktörü olduğu anlaşılmıştır.
BİREYSEL ETİK DAVRANIŞLAR
Etik ilkelerde esas olan, bireyin tutum ve davranışlarının ortak iyi ve ortak
doğru çerçevesinde açıklanmasıdır. Bireyler olmadan etikten ve etik
davranışlardan bahsedemeyiz. Dolayısıyla kişisel etik olmadan etik davranışlardan
bahsetmek mümkün değildir. Bireysel etik davranış, sadece birtakım etik yasalarla
Bireysel etik davranış, değil, insanların evrensel etik değerlerle oluşmuş kişilikleri ile oluşturulmalıdır. Zira
sadece birtakım etik teorik manada ortaya konan etik davranış ilkeleri, bireysel davranışlar olmadan
yasalarla değil, uygulanamazlar. Bireysel etik, insanın kendisini hiçbir şeye bağlı olmadan
insanların evrensel etik sorgulayıp, doğru ya da yanlış neler olduğunu belirlemede “vicdan” ölçüsünü
değerlerle oluşmuş kullanmasıdır. Ancak burada bir sorun karşımıza çıkmaktadır. Vicdan her etiğin
kişilikleri ile ölçüsü olabilecek bir yanılmazlık sağlar mı? Eğer sağlamaz ise etik davranışın
oluşturulmalıdır. ölçüsü ne olacaktır? Bu kimilerine göre “din”, Kant’a göre ise etiğin kaynağı akıldır.
Ancak, aklın ölçüsüne vurarak etik davranış kodları ortaya çıkarmak mümkün
müdür? Akıl yanılmaz bir şey midir? Herkesin kendi aklını beğendiği bir düzlemde,
herkesin kendi davranışını etiğe uygun sayması riski ortaya çıkmaz mı?
Bireysel etik, insanın kendisi hakkında karar verirken, toplumun diğer
üyelerinin menfaatlerini de göz önünde bulundurmayı sağlayan etik tutum ve
davranışlardır. İnsan sosyal bir varlıktır ve aldığı kararların çoğu toplumu
ilgilendirir. İnsanın toplumu ilgilendiren söz konusu kararları, tutum ve davranışları
Bireysel etik davranış, toplumsal yarar veya ortak çıkar doğrultusunda düzenlemesi, bireysel etiğin
sadece birtakım etik gereğidir. Nihayet etik dediğimiz şey, “ortak doğru”nun ve “ortak iyi”nin genel
yasalarla değil, adıdır. Dolayısıyla insanın her tür tutum ve davranışını ortak doğru ve ortak iyi
insanların evrensel etik çerçevesinde yürütmesi bireysel davranışlarının etik kodlara uygunluğu ile
değerlerle oluşmuş mümkün olabilir. Anlaşılmaktadır ki etik kurum ve kuruluşlar ortaya çıkarmanın ve
kişilikleri ile iş etiği, meslek etiği veya işletme etiği ortaya çıkarmanın yolu öncelikle bireysel
oluşturulmalıdır. etik davranışlara bağlıdır. Bireyin iş etiğine uygun davranış göstermesi, bireysel
karakteristikler, bireyin kavrayış düzeyi, değer yargıları, ilke ve standartlarıyla
doğrudan ilgilidir.
Etik normları ve ilkeleri belirlemek, sınırlarını çizmek kolay değildir. Çok kişi
basit bir şekilde kendilerine doğru gelenleri vicdanlarının sesine göre hareket
ederek belirlemektedir. Etik normların önemi ve değeri, kötü davranışları ortadan
kaldırmak değildir. Karanlık bir gecede ortamın aydınlatılması gündüzün olduğu
Ortamın hem aydınlık anlamına gelmez. Sadece karanlıklar ortadan kaldırılmış ancak gece varlığını
hem de gündüz olması sürdürmektedir.
isteniyorsa, karanlıklara Bireysel ahlâk, bir bireyi ortak yarar, ortak doğru ve ortak iyi çerçevesinde
yani kötülüklere yönlendiren davranış prensipleri olduğuna göre insanın bireysel davranışlarını
meydan verecek, düzenleyen bazı normlar, kurallar, ilkeler, standartlar ve değerlerin olması gerekir.
onların ortaya çıkmasını Bunları kısaca aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
engelleyecek faktörleri Dürüstlük ve doğruluk. Doğru, içten, açık sözlü olmak, çalmamak, kendi
ortadan kaldırmak çıkarını başkasının çıkarının önüne geçirmemek, yalan söylememek, başkasına ve
gerekir. kendine kötülük etmemek, kötülüğe uğramamak, başkasına yapılan kötülüğü
kendisine yapılmış gibi algılamak, kısaca kendisi için istediğini başkası için de
istemek, kendisi için istemediğini ise başkası için de istememek şeklindeki altın
kurala uymak dürüstlüktür. Doğruluk ise ilkeli, saygılı, kurallara sadık olmak,
ikiyüzlü veya vicdansız olmamak, duruma göre değişen ve ilkeleri yok sayan biri
NORMLAR VE DEĞERLER
Bir toplumda insanların belli olaylar karşısında nasıl davranmaları gerektiğini
belirleyen ve onlar öyle davranmaya zorlayan kurallara norm veya sosyal norm
denir. Normlar iş ve özel yaşamda sosyal değerlerin somut bir hale gelmesini
sağlar. Toplumun düzen ve devamlılığın sağlanmasını kolaylaştırır. Bu amaçla
Bir toplumda insanları toplumsal düzenin sağlanmasında denetim işlevi görür. Genel olarak toplumsal
belli olaylar karşısında süreç içinde, bazen de merkezi otoritece oluşturulabilirler. Normlar bireylerin
nasıl davranmaları davranışlarını sınırlayan ve düzenleyen emir ve yasaklar getirirler.
gerektiğini belirleyen ve Normlar, küçük gruplardan büyük topluluklara kadar insanın olduğu her
onları öyle davranmaya yerde toplumsal olarak kabul görecek tavır ve davranışlara ilişkin uyulması
zorlayan kurallara norm gereken kurallardır. Norm; sosyoloji, matematik, hukuk, felsefe disiplinleri ile bu
veya sosyal norm denir. disiplinlerin türevi olan alt disiplinlerde kullanılan bir kavramdır. Fransızca kökenli
(norme) olan ve Türk Dil Kurumu Sözlüğünde “Kural olarak benimsenmiş,
yerleşmiş ilke veya kanuna uygun durum, düzgü” olarak ifade edilen kavram,
sosyoloji sözlüğünde “kural, kanun, kaide” olarak aktarılmaktadır. Kavramın hukuk
sözlüğünde “kural, ölçü, kaide; bir hususta geliştirilen standartlar, kurallar”,
felsefede ise kavramın “belli bir kurala uygun olan” anlamına gelmektedir.
Normlara uymayan Normlar, sosyal bilimlerdeki kullanımında, temel olarak, önceden tayin
toplum tarafından edilmiş ve uyulması beklenilen kural ve kaidelerdir. Bireysel veya örgütsel
(töre, gelenek, örf) yaşamda uyulması gereken eylem biçimleri ve davranış kalıplarıdır. Belirli koşullar
cezalandırıldığı gibi bazı içinde bireylerin neleri yapabileceklerini ya da neleri yapamayacaklarını
normları (hukuksal gösterirler. Normlar, ödüllendirme ya da cezalandırma yoluyla dışarıdan
normlar) çiğnemek dayatılabileceği gibi, bireyler tarafından içselleştirilmiş de olabilir; yani birey
devlet tarafından normu benimser ve dış baskı olmadığında da ona uygun davranır. Bu bakımdan
cezalandırılır. değer ve ideallerden daha sınırlı, belirli ve daha emredicidirler, yani daha
özeldirler. Söz gelimi “dürüstlük” bir değer olarak genel kabul görür, ama belli bir
durumda neyin dürüst davranış olduğu orada geçerli normlarca belirlenir.
İnsanların neden normlara uyduğu konusunda iki görüş vardır. Bunlardan
işlevselci sosyoloji okuluna göre normlar, toplumsallaşma aracılığıyla geliştirilen
genel bir değer sistemini, bir mutabakatı yansıtır; birey, ait olduğu grubun
kültürünü bu süreçte öğrenir. Böylece toplumsal sistemin işleyişin katkıda bulunan
normlar, sistemin kabul edilmiş bazı ihtiyaçlarını karşılamak üzere ortaya çıkar.
Çatışmacı okula göre ise normlar, sürekli yinelenen toplumsal sorunlara karşı
gelişmiş birer çözümdür.
Norm, sosyolojide, kültürel açıdan arzu edilir ve uygun olarak
değerlendirilen davranışları akla getiren ortak davranış kalıplarıdır. Normlar,
buyuran olma özellikleriyle kurallara ve düzenlemelere benzerler, fakat resmi veya
formel normlar kurallarla aynı anlama gelse de informel normların resmi bir yönü
yoktur. Doğru davranış bazen normatif diye değerlendirilen davranıştan farklı
olabilir. Norm kavramı, toplumsal düzenleme, toplumsal denetim ve sosyolojik
problem olan toplumsal düzenle yakından ilişkilidir.
Norm türleri
Normları ifade edilme biçimi ve türleri açısından sınıflandırmak
İfade edilme biçimine
mümkündür. İfade edilme biçimine göre normlar, “formel” ve “informel” olarak
göre normlar, “formel”
ikiye ayrılır. Formel normlar, yazılı ya da sözlü olarak ifade edilen kurallardır. Yazılı
ve “informel” olarak
(resmi-formel) normlar, kanunlar, tüzükler, yönetmelikler gibi devletin yetkili
ikiye ayrılır.
organlarınca düzenleyip, uygulamaya konan, gerektiğinde değiştirilen, devletin ve
•Dinsel norm ile ahlaksal norm hakkında ayrıntılı araştırma yaparak, bu ikisinin
insan ilişkilerinde önemini ve etkililiği kavramaya çalışın.
Örgütler, toplumsal bir ihtiyacın karşılanabilmesi için, birden fazla kişinin bir
araya gelerek birlikte çalıştıkları işbirliği sistemleridir. Söz konusu sistemleri
düzenleyen etik kodlarına uygun örgütsel davranışlara örgütsel etik davranışlar
denir. Bireylerin etik davranışlarını belirleyen değer sistemleri olduğu gibi
Örgüt etiğini, bireysel örgütlerinde etik davranışlarını belirleyen değer sistemleri vardır. Örgütlerde etik
faktörler, kültürel davranış modeli birbirini etkileyebilecek karmaşık yapılardan oluşmaktadır.
etkiler, örgütsel etkiler Örgütsel etik, örgüt üyelerinin örgütsel etkinlikleri sırasındaki davranışlarının
ve politik, yasal, yanlış ve doğruluklarını belirleyerek, çalışanların hizmetlerini yerine getirirken
ekonomik etkiler toplumsal sorumlulukları da üstüne almasını ifade etmektedir. Daha kısa bir
belirlemektedir. ifadeyle örgütsel etik, “örgütün içinden ve dışından kaynaklanan sorunların
çözümünde belirli kurallar getirerek örgüt içi davranış kültürünü tanımlar.
Örgütler, toplumsal sorumluluklarını yerine getirirken, iş yaşamında, neyin doğru
neyin yanlış olduğuna ilişkin inançları örgütsel etiği ortaya koyar. Örgütsel etiğe
uygun davranışlar örgütsel etik davranışlardır ve bunlar örgütlerde davranış
düzlemlerini ortaya çıkarır.
Örgütlerde etik davranışlar; iş güvenliğinin sağlanması, iş yerinde sağlığı ve
emniyeti tehdit edici ortamın bulunmaması, liyakat ilkesine uygun davranmak,
kayırma ve torpile fırsat verilmemesi, çalışanların özel hayatlarına saygılı olma,
Etik davranışların farklı siyasî görüşte olanların mağdur edilmemesi, çalışanların iş ve yaşam
kazanılmasında en tatminlerinin artırılması, iletişim becerisinin zenginleştirilmesi, stresle baş etme
başta, aile içi eğitim ve yollarının öğretilmesi veya örgütsel sağlığa uygun bir iş ortamının oluşturulması,
terbiyenin ve aynı ürün ve hizmet güvenliği ve kalitesi sağlanması örgütsel etik davranışlar arasında
zamanda okullarda ilk akla gelenlerden bazılarıdır. Ayrıca garanti süre ve şartları bakımından aldatıcı
verilen eğitim son olmamak, yanıltıcı reklâm ve pazarlama teknikleri kullanmamak da örgütsel etik
derece önemlidir. davranışlar arasındadır. Kısaca çalışmaya ve işe karşı geliştirilen her tür tutum ve
davranışın etik ölçülere uygunluğu örgütsel etik davranışlar olarak görülebilir. Bu
tutum ve davranışlar, içinde yaşanılan toplumun kültür ve değerlerinden etkilenir.
Alıştırmalar
•Bencillik, normlar, değerler ve bireysel etik davranışlar konusunda
öğrendiklerinizi çevrenizdeki insanlarla konuşurken gösterebilirsiniz.
Ödev
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi etik kavramını tanımlar?
Değerlendirme a) Ahlâkın övdüğü yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin genel adı
sorularını sistemde ilgili b) Ahlâkî yargıları ele alan ve iyi bir yaşamın nasıl olması gerektiğini açıklayan felsefe
ünite başlığı altında yer dalı
alan “bölüm sonu testi” c) Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları
bölümünde etkileşimli d) İnsan yaradılışındaki bütün iyi huylar
olarak e) İstek ve tutkularda ölçülü davranma
cevaplayabilirsiniz.
2. Aşağıda işletmecilik ahlâkı ile ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) İşletme örgütünün kurumsal ya da örgütsel ahlâkına denir.
b) İşletmenin eğilimlerini, değerlerini ve standartlarını ifade eder.
c) Bir mesleğin mensuplarının uyması gereken ahlâkî ilkelerdir.
d) İşletmenin topluma karşı yerine getirmeyi üstlendiği hizmetleri sağlar.
e) İşletenin prosedürleri, politikaları, hedefleri ve etik kodlarından oluşur.
10. …………………… kural olarak benimsenmiş, yerleşmiş ilke veya kanuna uygun duruma
verilen addır?
a) Norm
b) Erdem
c) Töre
d) Ahlâk
e) Etik
Cevap Anahtarı
1.B - 2.C - 3.E - 4.E - 5.D - 6.D - 7.A - 8.B - 9.C - 10.A
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Arslan, M. (2001). İş ve Meslek Ahlakı, Ankara: Nobel.
Aydın, İ. P. (2002). Yönetsel, Mesleki ve Örgütsel Etik, Ankara: Pegem.
Bauman, Z. (1998). Postmodern Etik, (Çev. Alev Türker), İstanbul: Ayrıntı.
Bayraktar, S. (2001). İş Ahlakı ve Sosyal Sorumluluk, İstanbul: Beta.
Baysal, A. C. ve Tekarslan, E. (1996). Davranış Bilimleri, İstanbul: Avcıol.
Bozkurt, V. (2000). Yeni Çalışma Etiği, Bursa: Alesta.
Bülbül, A. R. (2001). İletişim ve Etik, Ankara: Nobel .
Cevizci, A. (2002). Etiğe Giriş, İstanbul: Paradigma.
Demir, Ö. ve Acar, M. (1993). Sosyal Bilimler Sözlüğü, İstanbul: Ağaç.
Gül, H. ve Gökçe, H. (2008). “Örgütsel Etik ve Bileşenleri”, Isparta: Suleyman Demirel
Universitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
Hançerlioğlu, O. (1993). Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar, İstanbul: Remzi.
Helriegel, D., Slocum, J. and Woodman, R. (1998). Organizational Behavior, New York:
West.
Luthans, F. (1992), Organizational Behavior, New York: McGraw Hill.
Madsen, P. and Shatritz, J. M.S. (1992). Essentials of Government Ethics, New Zealand:
Meridian Pub.
Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2010). Örgütsel Davranış, Bursa: Ekin.
Pieper, A. (1999). Etiğe Giriş. (Çev. Veysel Atayman-Gönül Sezer). İstanbul: Ayrıntı.
Rachman, D. J. vd. (1996). Business Today, 8. Edition, McGraw-Hill.
Robbıns, S. P. (1994), Örgütsel Davranışın Temelleri, (Çev; S. A. Öztürk) Eskişehir: Etam.
Silah, M. (2005), Sosyal Psikoloji Davranış Bilimi, Ankara: Seçkin
Terry L. C. (1994), Handbook of Administrative Ethics, NewYork: Marcel Dekker.
Ural, T. (2003), İşletme ve Pazarlama Etiği, Ankara: Detay.
William D. H. (1990). “Ethics and Leadership”, Putting Theory into Practice, Colombus:
Batelle.
Yurtseven ,R. (2001). “İşletme Yönetiminde Etik” , (Yönetim Organizasyon Kongresi,
Nevşehir, 25-27 Mayıs, 2001).
BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR
Baymur, F. (1973). Genel Psikoloji, İstanbul: İnkılap ve Aka.
Berkman, Ü. (2001). Yönetim Organizasyon, Ankara: Nobel.
Erdoğan, İ. (1991). İşletmelerde Davranış, İstanbul: İ.Ü. İşletme Fakültesi.
Eren, E. (1993). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, Ankara: Beta.
Eroğlu, F. (1996). Davranış Bilimleri, İstanbul: Beta.
Erol, E. (1993). “Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi”, İstanbul: Beta.
Koçel, T. (1984). “İşletme Yöneticiliği”, 12. bas., İstanbul: İ.Ü. İşletme İktisadı Enstitüsü 30.
Yıl.
Şimşek, M. Ş., Akgemici, T. ve Çelik, A. (2001). Davranış Bilimlerine Giriş ve Örgütlerde
Davranış, Ankara: Nobel.