You are on page 1of 325

Risale Yayınları No.

: 5

Orijinal Adı : Şahsiyetü’l Müslim kema yasuguha’l


İslâm fi’l Kitab ve's Sünne
Kapak ve İçdûzen : Risale
1. Baskı : Fatni Gençlik V. M atbaası Ocak-198ft
2. Baskı : Cihan M atbaacılık A.Ş. Nisan-1986
3. ' Baskı : Özyurt Matbaacılık Şubat-1987
4. Baskı : Acar Matbaacıbk EylOl-1987
Tel. : 526 84 42
K u ı^ ve Sünnette
•♦

MÜSLÜMAN
SAHSIYETÎ

prof.dr.m.alihaşimî
Tercüme
Resul Tosun

RWiE
'^BASm-YAYINLin.

Çatalçeşme Sok. Üretmen Han No. : 405


Cağaloğlu — İSTANBUL
Tel. i 511 48 63
PJC. : 399 Sirkeci - İSTAOTUL
PROF. DR. M. ALİ HACIMI
Aslen Suriye'n olan M. Ali Haştmi Şam Üniversitesi Ede­
biyat Fakültesi Arap Dili Bölümü mezunudur. Mastır ve dok-
torasım Mısır’da veren Haşimi, sahasmdaki başarılı çalışma-
larmın yanısıra Kitap ve Sünnet’in şekillendirdiği bir toplum
yolunda attığı adımlarla da haklı bir isim yapmıştır. Eliniz­
deki eser halen tmam Muhammed b. Suud Üniversitesinde
öğretim ûyeUği yapmakta olan yazarın en önemli eserlerin­
den birisidir.
/AZARIN ÜÇÜNCÜ BASKIYA YAZDIĞI ÖNSÖZ

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd âlemlerin Ra'bbine. Salât ve selâm peygamberle­


rin efendisi Efendimiz Mu'hommed (s a v)’e, âline, ashabna ve
kıyamete kadar ona tâbi olacakların üzerine olsun.
Bu önsözü sevinçle dolu olarak yazıyorum. Çünkü «M üs­
lüman Şahsiyeti» adh kitabmun Türkceye çevılldiğini ve bir
yıl içimde iki bask>ı yaptığını, şimdi de üçüncü baskısının ya-
pılmokto olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Elinizdeki kitap,
değişik ülkelerde, çeşitli dillerde kitap yayınlayan pek çok
yayınevinin ilgisini çekmiş, bu ülkelerdeki MüslümanFarın tak­
dirini kazanmış, yazor ve araştırmacıların gazete ve dergiter-
deki tanıtımlorıno mazhor olmuşsa bu husus hiç bir zamon
benim aciz kolemim ve ifadelerim sayesinde olmamıştır. Doğ­
rudan doğruya bu rağbet K'ita'b ve Sünnetin kapsamlı, par­
lak, ve mucizevi naslan sayesinde olmuştur. Zira bu noslar
akla güç katorken kölemi' verimli kılar ve araştırmacılara, ge­
niş ufuklar açar.
İslâm’ın Kitab ve Sünnet He şekillendirdiği Müslüman
Şahsiyeti eşsiz ve örnek bir 'insan tipidir. Bu da insanlığın
elde etmek için uğraştığı üstün değerlere sahip olmasından
kaynaklonmaktadır. Şu anda insanlık bu şahsiyete her za­
mankinden daha çok muhtaçtır. Çünkü bizler bütün manevî
değerlerin sarsıldığı, maddenin ön plana çıktığı ve insanla­
rın mutsuz yaşadığı bir çağdayız. Bu kitabın yaymlandığı çe­
şitli dillerde gördüğü rağbet de bunu açıklamaktadır.
Türk okuyucusunun «Müslüman Şahsiyeti» adlı kltabo
gösterdiği sıcak ilgi, gerçekten beni sevindirdi ve kaibimi se­
vinçle doldurdu. Bu ilgi, Müslüman Türk’ün bu eşsiz şahsi­
yetin gerçeğini kavradığım ve onu yaşamaya önem verdiği­
ni göstermektedir. Öyleyse geçmişte olduğu gibi bu şahsiyet
tekrar oluşmalı ve dirilmelidir.
Su rağbet, ışıklarıyla Türkiye'nin dört bir yanını aydın­
latacak yeni bir fecir doğuşunu müjdelemektedir. Bu fecir,
çalışkan ve kuvvetli Türk milletini fesat ve günahkârlık ka­
ranlıklarından itaat, rahatlık ve kolaylığa çıkaracaktrr. Allah
bunu yapmaya kadirdir. Bu, O'nun için hiç zor değildir.
Sözlerimi bitirirken bu kitabı okuyanlardan bana dua et­
melerini istirham ediyorum. Bu kitap ile yaptığım çalışmanın
bano kabir hayatında faydalı olması için, ahirette, mal ve ev­
ladın fayda vermediği o günde bana- şefaatçi olması için dua
etmelerini istiyorum.
Hamd yalnız âlemlerin Robbinedir.

Prof. Dr. Muhammed Afi el-Hâşimî


4 12 1406-Hicrî
9.8.1986-Miladî
MUKADDİME

Müslüman şahsiyetinin, İslâm’ın olmasını istedi­


ğ i şekilde ortaya konması mevzuuna olan ilgim, henüz
on yadlarındayken birçok mvslürnanın bazı hususlar­
da ifrat, bazı konylarda tefrite kaçışlarını veya bazı
işlerle ilgilenirken, diğer bazılarını ihmal edişlerini
gördüğüm senelere kadar gider. Mesela, onların bazı­
sının birinci safta namaz ktlmaya gayret ettiğini öte
yandan ağztndan veya elbisesinden ortalığa yayınlan
pis kokuya aldınş etmediğini görürsün. Veya Allah’a
itaatkâr ihlaslı olarak görürsün ama akraba ziyare­
tini ihmal eder. Bozan da kendini ilim ve ibadete ver­
diğini fakat çocuklarının terbiyesiyle ügüenmediğini,
yahut da çocuklarının terbiyesiyle ügüendiğini ama
kendi anne ve babasına asi olduğunu mülahaza eder­
sin. Bazan anne ve babasına iyi ama eşine karşı za­
lim ve kötü huylu bulursun. Veya eşine ve çocukları­
na karşı iyi davranır fakat komşusuyla geçinem e-
diğini, komşusuna kötü muamelede bulunduğunu gö­
rürsün. Bazan da kendine fayda getirecek özel işleriy­
le meşgul olduğunu ama sosyal üişküerinde ve müs-
lümanlan ilgilendiren hususlarda ihmalki ı görürsün.

7
Veya dindar salih hir kul olarak görürsün fakat o;
yemek, içmek, insanlarla oturmak ve konuşmak gibi
İslâm âdabına aldırış etmez.
Garip olan da bu noksanlıkların, İslâmî duygu­
n u n inceliğini, İslâm ahkam, âdâb ve değerlerinin in­
ceden inceye anlaşılmasını ve İslam’ın doğru yoluna
sadakatle bağlanılmasını sağlayan tatbiki tarafı üze­
rinde hizmeti geçmiş kimselerde de görülmesidir. Meş­
guliyet gaflet veya aldırmamazlık -bilerek veya bil­
meyerek- bazı müslümanların bu kusur ve yanlışlara
düşürmektedir.
İslâm’ın olmasını istediği şekilde Müslüman şahsi­
yetini ortaya koymaya olan ilgim beni insanın bizzat
kendisi, yönlendirümesi ve yaratılışıyla ilgili nasslan
incelemeye şevketti. Müslümanların, özellikle de bu
yolda çalışanların önüne bu şahsiyeti ortaya koyan,
bazı hususlarda ihmalkâr davrananlara örnek teşkil
ederek hak olan dinlerinin onlara gösterdiği patlak
mertebeye yükselmeleri için bu şahsiyetin temeyyüz
ettiği sıfat, âdet ve ahlâkı gösteren yeterli ve kapsam-
. h bir araştırma ürünü elde etmek içiri yakardaki nas-
lan incelemem gerekiyordu.
Karşılaştığım şey beni ürküttü. Islâm’ın müslü-
manlardan istediği ile, müslümanların kendileri için
istedikleri arasında çok büyük fark gördüm. Akidesi
sağlam, dinlerine bağlı, kalbleri arınmış, nefisleri yü-
celerek gayrete gelen ve ihlâs üe dinlerine yönelip din­
lerini öz kaynağından alan ve böylece hergün o yüce
dinin parlak hidayeti ile yeniden kuvvet bulan müs-
lümanlar bunun dışındadır pek tabii.
Allah ve R esulünün K ü r’an ve Sünnette insan’a
gösterdiği yolu incelemeye fırsat bulanlar, insanın;
Rabbi, kendisi ve etrafınddkilerle alakalı problemlerin
büyük küçük hepsini kuşatan nasslann bolluğu kar­
şısında hiç şüphesiz hayrete düşecektir. B u nasslar h e r
yönüyle müslüman Şahsiyetinin bina edilmesi, kişisel
ve sosyal hayatın en güzel şeküde oluşturulması yo­
lunda biz müslümanlara yol göstermektedir.
İşte buradan itibaren müslüman -bu nasslann is­
tediği şekilde- sosyal, ileri ve eşsiz bir insan olarak gö­
rünür. Böyle eşsiz bir oluşu K ur’an-ı Kerim âyetleri,
Sünnet-i Mutahhare hadislerinin dile getirdiği bir ta­
kım üstün ahlâkın bulunmasıyla gerçekleşir. Çünkü
nassları bu ahlâk ile ahlâklanmayı kişinin özen gös­
termesi gereken bir görev ve Rabbinden sevap ve ecir
beklediği bir vecibe haline getirmiştir.
Allah’ın kitabından ve Peygamber sallallahu aley­
hi vesellemin sünnetinden bu nasslan seçmeye ve
mevzularına göre tasnife başladım. B u tasnifi bitirdi­
ğimde araştırmanın bahisleri ortaya çıktı ve aşağıda­
ki şekilde sıralandı:
1 — Müslüman’ın Rabbiyle olan durum u,
2 — Müslüman’ın nefsiyle olan durumu,
3 — Müslüman’ın anne ve babasıyla olan duru­
mu,
4 — Müslüman’ın eşi üe olan durum u,
5 — Müslüman’ın çocuklarıyla olan durum u,
6 — Müslüman’ın yakınlarıyla olan durumu,
7 — Müslüman’ın komşularıyla olan dururhu,
8 — Müslüman’ın, arkadaşlarıyla olan durum u,
9 — Müslüman’ın toplumu ile olan durumu.
B u nasslan incelemem ve kapsadığı yüce hidayeti
düşünm em neticesinde Allah’ın kullanna çok m erha­
metli olduğunu anladım. Çünkü onlan dalalet derin­
liklerinden alıp hidayet yüceliklerine çıkarmış, onla­
ra peygamberler göndermiş, şeriatlar indirmiş ki in­
sanlık sürekli aydınlık yolda yürüsün karanlıklarda

9-
yuvarlanmasın, körlük içinde kaybolmasın ve kendi­
sini gerçeğe götüren yollar kapanmasın.
İnsanın insanlığını sürdürebilmesi ve Allah’ın
ona bu hayatta verdiği büyük görevi yerine getirebil­
mesi için hidayet terbiye ve ahlâka olan ihtiyacın ne
kadar büyük olduğunu gördüm. Zira hidayet olmasay­
dı üstünlük, benlik ve başkalarına zarar verme duy­
gulan insana galip gelir ve o, çekememezlik, kin, fır­
satçılık zulüm gibi kötü âdet ve ahlâksızlık bataklığı­
na yuvarlanır giderdi.
Biz bu durumu bir çocuğun hayatında da bula-
büîTiz. Çünkü o ebeveyni huzurunda durup kardeşin­
den üstün olduğunu göstermek için kendini yorar ve
kendinde bulunan güzelliklerin kardeşinde bulunma­
dığını ispatlamaya çalışır. Bunu yaparken de kendini
göstermek ve yaratılıştan kaynaklanan eğilimi ile kar­
deşini yeneceğini ve herşeyde ondan üstün olacağım
göstermek ister.
İnsandaki bu özellik yaratılışından gelmektedir.
İnsanın ayakta durması ve dünya işlerini yürütmesi
onunladrr. Yeter ki bu özellik kendisinde normal ölçü­
lerde bulunsun. Çünkü insanı kendi benliğinde bulu­
nan iyüiğin en güzelini göstermeye sevkeden odur.
İnsan bu hayrı kendisine nisbet ederken kendisini
kaplayan hoşnutluk duygusunun rahatlığı içindedir,
ve bu duygu Onun hayır yolunda ilerlemesine teşvik
eder.
Fakat bu duygu ilerler ve insan aşın derecede
bu haslete bağlanırsa bu onda tehlikeli ve kötü bir
hastalığa da dönüşür. Çünkü bu hastalığa tutulan in­
san mağrur ve iddialı olarak ortaya çıkar ve kendini
beğenm e duygusuna kapılır. Halbuki üstün olduğu­
nu zannettiği hususlardan çok uzaklaröLadır.
İşte burada dinin, terbiye ve ahlâkın bu ületi zap-

10
tetmedeki değeri ortaya çıkar. Kendini teğenmişliğin
giderilmesi, akıllanma ve tevazuya doğru atılan adım­
ların sağlamlaştırılmasında din, ahlâk ve terbiyenin
önemi anlaşılır.
Din fazilet ve iyi ahlâkın yeşerdiği geniş bir kay­
naktır. İhtiva ettiği terbiye prensipleri, ahlâki metod-
lan, düzgün hayat ve üstün değerleri insanlığa ilahi
kaynaktan gelmektedir.
İnsanların yükselmekten çok düşmeye ve gerile­
meye eğilimli olduğu açıkça görülen noktalardandır.
Çünkü iniş daima çıkıştan kolaydır. Ayrılmak bağlan­
maktan daha hoş gelir. Onları kalblerine hakim olan
gafletten uyandırmak, ve ayakları doğru yoldan kay­
dıkça yola sokmak için mutlaka birine ihtiyaçları var­
dır. Bu yüzden de dinin yüce değerlerini açıklama ve
kolayca insanların hizmetine sunma düşünür ve
yazarların borcudur. Hayatın güzel ve rnutlu kılınması
için Allah’ın kullarından istediği yaşama şeklini açık­
lamaları gerekir.
Allahu TedLa, bu dini yedi kat semadan, insan ak­
lı onun tartılmalarıyla uğraşsın, tilavetiyle de teber-
rük edilen ve manası bilinmeyen mukaddes bir kelam
olarak kalsın diye indirmemiştir. Allah, bu dini fert
hayatını aüe hayatını düzenlesin, toplum hayatında
tezahür etsin, insanların yolunu aydınlatsın ve zul­
m etten nura çıkarsın diye indirmiştir.
(iDoğrusu size Allah’dan bir n u r ve apaçık bir ki­
tap gelmiştir. Allah, rızasını gözetenleri onunla sela^
m et yollarına eriştirir ve onları izni ile karanlıklar­
dan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir.n (Mai-
4 e ; 15-16).
B u hidayet gölgesinde yaşarken hayat güzelleşir
ve insanlar m utlu olur. B u olgun hayata doğru atılan
adırrdann üki, İslâm’ın kendinde canlandığı îhlûslı

11
müslüman bireyler oluşturmaktır. İnsanlar onu görün­
ce İslâm’ı görmelüer. Onunla üişkilerinde, İslâm’a
inançları artmalı ve ona yönelmelidirler.
Resulullah (SA V )’ın davetin başlangıcında yaptı­
ğı da buydu. Zira İslâm yolunda attığı ilk adım İslâm’­
ın şahıslarında canlandığı adamlar yetiştirmek olmuş­
tur. Onlar, yani sahabe, yeryüzünde yürüyen Mushaf
olmuşlardı. Dünyanın dört köşesine dağıldılar. İnsan­
lar onları beşeriyetin eşsiz nümuneleri aynı zamanda
eşsiz hayat programının da temsilcileri olarak gördü­
ler. Bu eşsiz metodu ihlâslı mümin fertlerde tecessüm
etmiş olarak görünce de bölük bölük Allah’ın dinine
girmeye başladılar.
İnsanlık -özellikle müslümanlar- bugün, hayatın
onsuz güzelleşemeyeceği bu örnek insanlara hergün-
künden daha çok muhtaçtır. Beşeriyet, insanı değerle­
rin onsuz yücelmeyeceği ve parlak İslâm gerçeğinin
onsuz ortaya çıkamayacağı örnek insana günüm üzde
her zamankinden daha çok muhtaçtır.
Bu eşsiz örnek insanın özellikleri nedir? İşte Her­
ki sayfalarda okuyucu bu sorunun cevabını bulacak­
tır.
Allah’dan bu çalışmamı kabul buyurmasını, «mal
, ve evlâdın fayda vermediği günaûe bana bu çalışma
mı azık kdmasım dilerim.

27 Cemaziyelahir 1401=1 M ayıs 1981


Riyad
Prof. Dr. Muhammed Ali el-Haşimi

12
Birinci Bölüm

MÜSLÜMAN RABBİ İLE

Müslüman her an uyanıktır:

İslâm’m müslümandan isted^i ilk şey; Allah’a


hakkıyla iman etmesi. O’nunla olan bağmm kuvvet-
n olması, O’mı daima^^^z tevekkül ederek '
her tedbirleri aldıktan sonra, O’ndan yardım istemesi
ve ne kadar gayret sarf ederse etsin, ne kadar tedbir
alırsa alsm daima Allah’m kuVvet, yardım ve deste­
ğine muhtaç olduğunu kalbinin derinliklerinde his­
setmesidir.
Gerçek sadık müslüman; kalbi uyanık, basireti
açik,“'AİTah^n kâinatta yarattıklarmın mükemmelliği­
ni gören ve Kâinat ile insanlarm işlerini yürütenin
Allah’m j ^ e gücü olduğunu yakmen bilen kişidir.
Bü durumdaki müslüman sürekli AUah’ı zikreder ve
hayatm her cephesinde smırsız olarak O’nun kudre­
tinin izlerini görür. Kâinat tablolarmm her birinde
Kudret’inin alâmetlerini görerek O’na olan imanı, zik­
ri ve tevekkülü artar.
«Göklerin ve yerin hükümranhğı AUah’mdır. Gök­
lerin ve yerin yaratıhşmda, gece üe gündüzün birbiri
ardm ca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller
vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken

13
Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşü­
nürler: Rabbimizl Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen
münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru derler.»
(Ali İm ran: 189-190-191).

Müslüman Rabbinin her emrine uyar:


Sadık müslüman, mutlaka AUah’m her emrine
itaat eden mütevazi, haddini bilen, hoşıma gitmese
de AUah’m emrine uyan ve mizacma uymasa dahi
O’nun yoluna giren biri olmalıdır. Müslümamn ima­
nım ölçen mihenk taşı, AUah ve Resulü’nün emirleri­
ne korkmadan, çekinmeden, istisnasız olarak boyun
eğip itaat etmesidir: «Arzusunu benim getirdiğime ta ­
bi kUmayanmız (tam) iman etmiş olmaz.» (Nevevi,
40 Hadis).
«Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarmda çekiştik­
leri şeylerde seni hakem ta 5dn edip, sonra senin ver­
diğin hükmü içlerinde bir sıkmtı düymadan tamamen
kabul etmedikçe inanmış olmazlar.» (Nisa, 65).
Allah ve Resulü’nün hükmüne mutlaka teslimiyet
ve tam bir itaat gerekir. Bu ikisi olmadan iman olmaz
ve-İslâm gerçekleşmez. Bunlar bulımunca da sadık bir
müslümamn hayatmda AUah’m çizdiği yoldan sap­
mak ve Resulünün emrine yan çizmek durumu orta­
dan kalkar. Kişi ister kendi şahsında, isterse aUe ve
dostlanndan mesuliyeti altma girenler hakkmda ol­
sun Allah’m çizdiği yola ve Resulüne muhalefetten,
sakınır.

İdaresi altmdaküerin mesuliyetini hisseder:


Müslüman, aile fertlerinden birinin düşeceği ih­
mal, tenbelUk veya Allah ve Resulü’nün emrine karşı,
gevşek davranmalanndan kendisi mes’uldür.

14
«Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden (emri­
niz altmdakilerden) mes’ulsünüz.»
Bu mes’uliyet sadık müslümanı son derecede ra­
hatsız eder ve hemen, sonuç ne olursa olsun bu ek­
sikliği giderme yollarma başvurur. Bu mesuliyet kar-
şısmda imanı zayıf, dini hafif ve kişiliği oluşmamış
olanlardan başkası sabredemez ve susamaz.

Allah’ın kaza ve kaderine razıdır:


Sadık müslüman daima AUah’m kaza ve kaderi­
ne razı olur ve Resulullah (sav)’m şu hadisini göz
önünde tutar: «Müslümanm işine hayret! Onun her
işi hayırdır. Sevinçli bir şey isabet eder de şükrederse
onun için hayır olur. Şayet bir zarar isabet eder de
sabrederse o da onun için bir hayırdır.», (Buhari.)
Evet müslüman tüm kalbiyle kaza ve kadere ima-
nm, dinin bir rüknü olduğuna, bu dünyada vuku bu­
lacak hiç bir şeye engel olunamıyacağma, zira Allah’-'
m onu takdir ettiğine inanır. Allah takdir etmiştir ve
onu engellemeye kimsenin gücü yetmez. Sadık müs­
lüman aynı zamanda Allah’m kazasma n za göster­
menin kendisine sevap kazandıracağma ve kendisinin
böylelikle kurtulmuş müslümanlardan olacağma ina­
nır.
Bu yüzden de her işi ha 3nrdır. Bir iyilik görse ke­
rim olan Rabbine şükreder, bir kötülükle de karşıla­
şırsa Allah’m emrine uyarak sabreder, kaza ve ka­
derine nza gösterir. Her iki durum da onun hayrına­
dır.

Tevbekârdır:
Bazan müslümana bir gaflet çöker ve itaatkâr,
âbid ve basiretli bir müslümana yakışmayan bir h ata

15
işleyebilir. Ama hemen hatasmı görüp uyanır, gafle­
tinden silkinerek hatasını terkeder ve istiğfar edip
pişman olarak Allah’ın himayesine sığınır: «Allah’a
karşı gelmekten sakmanlar, şeytan tarafmdan bir ves­
veseye uğraymca Allah’ı anarlar ve hemen gerçeği
görürler.» (A’raf,- 201).
Allah sevgisi ve korkusuyla yoğrulmuş bir kalb-
te gaflet görünemez. Fakat Allahı’n emir ve yolundan
yüz çevirenlerin kalbinde görünür. Sadık müslümanm
kalbi daima tevbe, istiğfar ve pişmanlığa açıktır. Dai­
ma itaat, hidayet, takva ve ridvan havasım teneffüs
eder.

Gayesi Allah’ın m asıdır:


Sadık müslüman amellerinin hepsinde Allah’m rı­
zasını gözetir. Endişesi, attığı her adırmn, yaptığı her
işin insanlarm değil Allah’m rızasma uygun olup ol­
madığıdır. Hatta bazan Allah’m nzasmı kazanmak
için ResuluUah’m şu emrine uyarak insanları kızdır­
mayı dahi göz önüne alır: «İnsanlar kızsa dahi Al­
lah’m nzasmı arayan kimseyi Allah, insanlarm şer­
rinden korur. İnsanlarm nzasmı Allah’m gazabıyla
arayan kimseyi de Allah insanlara terkeder.» (Tirmi-
zi).
Bu 3Üzden de o, amellerini AUah nzası terazisiy­
le tartar. Bu terazinin kefesi ağır basarsa onu kabul
eder ve razı olur, şayet hafif kalırsa ondan yüz çevi­
rir ve terkeder. Böylece de Müslüman tuttuğu yolun
doğru olup ohnadığmm farkma varır. Bazı şeylerde
Allah’m emrine ujmp bazılarmda pymaması veya bir-
şeyi bazan helâl bazan haram sayması gibi gülünç ve
basit çelişkilere düşmez. Zira tuttuğu yol doğru, me­
todu açık ve ölçüleri sabit oldukça tenakuza mecal
kalmaz.

16
Mescitte huşu içinde namaz kılanların dışarda
faizli muamele yaptıklarım; evde, caddede veya çev­
resinde Allah’m dinini kendilerine, eş, evlat ve idare­
leri altmdakilere uygulamadıklarmı görürsün. Bu in­
sanlar, müslümanı Allah’m rızası olan büyük hakika-
ta sevkeden bu kâmil dinin gerçeğini anlama ve tasav­
vur etmedeki noksanlık ve düzensizliğe mübteladır-
1ar. Bu insanların İslâm’la isimden başka bir bağları
olmadığmı görürsün. Şahsiyetlerindeki bu ikilik gü­
nümüz müslümanlarmm mübtela olduğu en tehlikeli
.şeylerdendir.

Farz, erkan ve nafileleri yerine getirir:


Müslüman Islâm’m farz ve erkanım tam (darak
gevşek davranmadan ve ruhsat aramadan eda eder.
Beş vakit namazı vaktinde eda eder. Çünkü na­
maz dinin direğidir, namazı kılan dinini ikame etmiş,
terkeden ise dinini jakmıştır. (İhya 1/147) İbnu Mes’-
ud’un rivayet ettiği hadiste olduğu gibi namaz amel­
lerin en üstün ve en yücesidir, tbnu Mes’ud şöyle di­
yor: Resulullah’a:
— Amellerin en efdali hangisidir? diye sordum.
Buyurdu ki:
— «Vaktinde (kıhnan) namazdır.»
— Sonra hangisidir? dedim.
— «Aıme ve babaya iyi davranmaktır.» buyurdu.
— Sonra hangisi? dedim.
— «Allah yolunda cüıattu.» busmrdu» (Muttefa-
kun aleyh).
Namaz amellerin en üstünüdür. Çünkü o, kul ile
Rabbı arasmdaki bağdır. İnsan namazda hayat meş­
galelerinden sıyrılarak bütün varhğıyla Allah’a yöne­
lir ve O’ndan, hidayet, yardım güç ve kendisini doğru-
^olda sabit kılmasını ister.
17
Namazın, amellerin en efdali olması pek tabiidir
Çünkü namaz, müslümanın takvasının kuvvetlendiği
bir kaynak ve hatalarınm yıkandığı temiz bir su men-
baıdır :
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan şöyle dediği rivayet olun­
muştur; Resulullah’ı (sav) şöyle buyururken işittim:
— ((Düşünün! Birinizin kapısımn önünde günde
beş kez yikandığı bir nehir bulunsa, o kimsenin kirin­
den birşey kalır mı?»
Sahabe:
— Kirinden birşey kalmaz, dediler. Buyurdu ki.
— ((İşte o, beş vakit namaz gibidir. Allah onlarla
(kulun) hatalarmı süer.» (Müttefekun aleyh)
Cabir (r.a.) ’dan şöyle dediği rivayet olunmuştur:
'Resulullah (sav) şöyle buyurdu :
«Beş vakit namaz, birinizin kapısmdan akan gün­
de beş defa yıkandığı bol sulu bir nehir gibidir.» (Müs­
lim.)
İbnu Mes’ud (r.a.) ’dan rivayet olunm’ ki; bir ada­
mı kadmm birisi öpmüş o da Nebi (s.a.v.)’a gelip du­
rumu haber vermiş, bunun üzerine şu âyet nazil ol­
muş: ((Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakm
zamanlarmda namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülük­
leri giderir.» (Hud: 114) Adam bunun üzerine:
— Bu benim için mi? demiş. O da:
— «Ümmetimin tamamı için» bu5uırmuştur.
Ebu Hürejrre (r.a.) ResuluUah’ın (sav) şöyle bu­
yurduğunu rivayet etmiştir:
«Beş vakit namaz ve cuma namazları büyük gü­
nahlar açıkça işlenmedikçe aradaki (günahlarm) ke­
faretidir.» (Müslim)
Osman b. Affan (r.a.)’dan, dedi ki: Resulullah’ı
şöyle buyururken işittim ;
«Farz bir namazı abdest, huşu ve rukuunu tam-.

18
olarak yapan hiç bir müslüman yoktur ki, (o nam a­
zı) önceki günahlara kefaret olmasın. Büyük bir gü­
nah işlenmedikçe (durum böyledir.)» (Müslim.)
Namazm fazilet, önem ve hayrmı, namaz kılana
olan menfaatini açıklayan hadis ve haberler bu say­
falara sığmayacak kadar çok ve çeşitlidir.
Muttaki bir müslüman gücü yettiğince camide ilk
cemaata yetişmeye itina gösterir. Bu da ResuluUah’m
(sav) «Cemaatla (kılman) namaz yalmz başına (kılı­
nan) namazdan yirmiyedi derece üstündür.» diye ha­
ber vermesindendir. (Müttefakun aleyh.)
Resulullah (sav) haber vermiştir ki bir müslüman
«Güzelce abdest alır sadece namaz kılmak gayesiyle
camiye çıkarsa, hiç bir adım atmış olmaz ki o adımla
bir derece yükselip bir günahı silinmesin. Namazını
kılınca da namaz kıldığı yeri- terketmedikçe ve ab-
desti bozulmadıkça melekler ona: Allahım ona salat
et (derecesini yükselt) Allahım ona merhamet et diye
dua ederler. Namaz bekledikçe namazda (ymış gibi)-
dir.» (Müttefakun aleyh.) Bu yüzden Abdullah b.
Ömer namaza sevabı artsm diye küçük adımlarla gi­
derdi.
Resulullah sabah akşam cemaata devam eden
müslümanı cennet ile müjdeleyerek şöyle buyurmuş­
tur: «Kim akşam veya sabah camiye giderse sabah
akşam her gidişinde Allah ona cennette bir ziyafet
hazırlar.» (Müttefakun aleyh).
Bu nedenle sahabe (r.a.) cemaat ile namaz kılma­
ya çok dikkat ederlerdi. Bu hususta Abdullah b. Mes’-
ud şöyle diyor:
((Yarın Allah’a müslüman olarak kavuşmak iste­
yen kimse ezan okunduğu zaman namaza çıksm. Şüp­
hesiz AUah peygamberinize, sîzlere hidayet yollarım
gösteren bir din indirmiştir. Onlar (namazlar) hlda-

19
yet yollarındandır. Şu cemaata gelmeyen adam gibi
namazlarınızı evinizde kılarsanız peygamberinizin
sünnetini terk etmiş olursunuz. Peyggjnberinizin sün­
netini terkederseniz sapıtırsmız. Cemaat ile namazdan
nifakı açıkça belli olan münafıklardan başkası geri
kalmazdı. Zayıflıktan yürüyemeyecek olanlar iki adam
arasında camiye gelir ve iki kişinin yardımıyla safta
durmaya çalışırdı.»
Peygamber (sav)’in cemaate verdiği ehemmiyet,
özürsüz olarak cemaatı terkedenlerin evini yakmaya
kalkışacak derece ileridir:
«Nefsim yedinde olan Allah’a yemin ederim ki
odun toplamp yakılmasmı sonra da namaz için ezan
okunup birine namazı kıldırmasını emrettiğimde (ce­
maata gelmeyen) adamlann evlerini yakmak ister­
dim.» (Müttefakun aleyh.)
Otuz sene boyunca camide hiç kimsenin ensesini
görmeyen bir Said b. Müseyyeb bulmamız garip de-
ğüdir. Çünkü ezandan önce daima ilk saftadır. Müs­
lümanların tarihinde Said emssdi insanlar pek çoktur.
Canaatm önemini kavramış olan sahabeye ezanı
duyduklarmda evlerinin uzakhğı camiye gitmelerine
engel olmuyordu. Büakis evlerinin uzakhğma sevini­
yorlar ve yürüdükleri mesafenin amelleri araşm a ya­
zılacağı ve adımlarımn çokluğunun kendilerine , sevap
getireceği için seviniyorlardı.
Ubey b. Ka’b (r.a.)’dan şöyle dediği rivayet olu­
nur: Ensardan evi mescide çok uzak olan biri vardı
ki hiçbir namazı kaçırmazdı. Kendisine: Sıcak gün­
lerde ve geceleri binmek için bir eşek satm alsan, de­
diler. O da «Evimin cami yanında olması beni sevin­
dirmez. Ben mescide yürüdüğüm yolun ve evime dö^
nerken dönüşümün amel defterime yazılmasını istiyo­

20
rum, dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle bu­
yurdu :
«Allah o hayırların hepsini sana topladı (verdi).»
(Müslim)
Sahabeden evleri camiye uzak olanların evlerini
yakına taşımamaları Peygamber (sav)’in onlara gös­
terdiği bir yoldur. Camiye gidişlerinin amel defterine
yazılacağını. ve attıkları adımlarının zayi olmayaca­
ğını onlara iyice öğretm işti:
Cabir (r.a.)’m şöyle dediği rivayet olunur: «Mescid'
etrafındaki bölge boşahnca Beni Seleme, mescid yakı­
nına taşınmak istedi. Bu haber Nebi (sav)’e ulaşınca
şöyle buyurdu : ''
— «Sizin mescid yakınına taşınacağmız (haberi)
bana ulaştı»
— Evet ey Allah’m Resulu öyle (yapmak) istedik,
dediler. Buyurdu ki:
— «Seleme oğulları! Bölgenizden a 3Tilmayın. At-
tığmız adımlar yazılır. Bölgenizden ayrılmayın. Attı­
ğınız adımlar yazılır. Bunun üzerine :
— O halde taşınmış olmamız bizi sevindirmez,
dediler.» (Müslim.)
Ebu Musa (r.a.)’nm da şöyle dediği rivayet olun­
muştur; Resulullah (sav) buyurdu k i ;
«Namaz konusunda insanlar, yürüdükleri yol nis-
betinde ecir ahrlar. İmam ile kılmcaya kadar namazı
bekleyenin ecri namaz kıldıktan sonra uyuyandan da­
ha fazladır.» (Müttefakun aleyh.)
Nasslar özellikle sabah ve yatsı namazmda ce­
m aatta bulunmaya teşvik etmiştir. Bu nasslarda Pey­
gamber (sav) bu iki namazda cem aata iştirak edenin
sevabmm çokluğunu beyan etmiştir. O nasslardan iki­
si şudur:
Osman b. Affan’m (r.a.) şöyle söylediği rivayet

21
edilmiştir; «Resulullah (sav)’i şöyle buyururken işit­
tim :
«Yatsı namazım cemaatla kılan kimse gecenin
yansım ibadetle geçirmiş gibidir. Sabah namazmı da
cemaatla kılan kimse bütün geceyi namazla geçirmiş
gibidir.» (Müslim)
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın şöyle dediği rivayet olunur:
«Resulullah (sav) şöyle buyurdu :
«Münafıklara yatsı ve sabah namazından daha
■ağır gelen bir namaz yoktur. O iki namazda bulunan
sevabı bilselerdi sürünerek de olsa namaza gelirler­
di.» (Müttefakun aleyh.)
Ahirette kurtulmayı, arzulayan müttaki müslü-
man, gücünün yettiğince nafile ibadetleri gece gün­
düz demeden yerine getirmeye çalışır. Çünkü nafile
namazlarm çokluğu kulu Rabbine yaklaştırır Ve O’nun
nzasma ve sevgisine nail kılar. «İnsan bu makama
yükseldiğinde de Allah onu kendi kudret ve kuvvetiyle
teyid eder ve işittiği kulağı, gördüğü gözü ve tuttuğu
eli olur.» hadisi kutsi bu mana}^ gösterir.
(fBen kendisini seveyim diye kulum nafilelerle ba­
na yaklaşmakta devam eder. Onu sevdiğini zaman,
işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdü­
ğü ayağı olurum. Benden birşey isterse mutlaka onu ■
veririm. Bana sığınırsa mutlaka onu korurum.» (Bu-
hari.)
Allah’m bir kulu sevmesi yer ve gök ehlinin de
onu sevmesi demektir. Bunu Ebu Hüreyre (r a )’m ri­
vayet ettiği hadis doğrulamaktadır. Ebü Hüreyre, Re-
suluUah’m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«Allah bir kulu sevince Cebrail’i çağırır ve; Ben
filanı seviyorum, onu sen de sev buyurur. Cebrail
onu sever sonra da semada şöyle nida eder: Allah fi­
lanı seviyor siz de onu seviniz. Böylece sema ehli de

22
onu severler. Sonra yeryüzünde kabul görmesi emr-
olunur. Bir kula buğzedince de Allah Cebrail’i çağırır
ve: Ben filana buğzediyorum sende buğzet, buyurur.
Bunun üzerine Cebrail de ona buğzeder ve sema eh­
line: Allah filana buğzediyor siz de buğzedin diye ni­
da eder. Onlar da ona buğzederler. Sonra yeryüzünde
de ona buğzedilmesi emrolunur.» (Müslim.)
Bu sebebten ResuluUah (sav) geceleri ayakları şi-
şinceye kadar namaz kılardı. Hz. Aişe (r.a.) O’na:
«Bunu niye yapıyorsun Y a ResuluUah? Allah senin
gelmiş ve gelecek günahlarmı bağışladı» diye sordu­
ğunda O’na şöyle cevap verirdi: «Şükreden bir kul da
mı olmayayım?» (Müttefakun aleyh.)
Gerçek müslüman bütün namazlarını güzelce eda
etmeye çahşır. Sadece yatıp kalkmakla, zihni meşgul
fakat kalbi boş olarak değil bütün şartlarını yerine
getirerek edaya çalışır.
Gerçek müslüman namazdan sonra hemen dünya
işlerine dalıp, hayatm sürükleyici cereyanına kapıl­
maz. Tam tersine onun namazdan sonra Sünneti Mu-
tahherenin emrettiği istiğfar, zikir ve teşbihleri var­
dır. Namazdan sonra bütün kalbiyle huşu içinde Al­
lah’a, dünya ve ahiret hayırlarmı vermesi için dua
ederek yönelir. Ve işlerinde kendisini başarılı kıl­
masını ister. Böyleçe namaz ruh temizliği, kalb ince­
liği ve nefis arılığı içinde rolünü eda eder. Bütün bun­
lardan dola3n ResuluUah (sav) şöyle bu5mruyor:
«Namaz gözümün nuru kılındı». (Neseî)
Bu 3TÜzden huşu içinde namaz kılan sadıklar Al­
lah’ın himaye ve gözetimindedirler. Kendüerine bir
kötülük gelse feryat etmez, sarsılmaz, iyilik gelince
de gevşemezler:
«İnsan gerçekten huysuz yaratılmıştır. Başm a bir

■ 23
fenalık gelince feryat eder. Bir iyiliğe uğrarsa onu her­
kesten saklar.» (Mearic, 19,20,21).
Zekat verecek kadar zenginse zekatını verir. Bu
farzı yerine getirmek için dikkat, emanet ve takva
ile hareket eder ve onu verilecek yerlere sarfeder. Ze­
kat miktarı binlere, milyonlara da baliğ olsa kendine
farz olan zekatm bir kısmından dahi kaçmak aklın­
dan bile geçmez.
Çünkü zekat malî bü’ ibadetir. Sadık müslüman
dinin emirlerini onun açıkladığı şekilde eda etmekte
gevşek davranmaz. Ahlâkında döneklUc, nefsinde cim­
rilik ve dininde hile olmadıkça bir müslüman zekat
vermekten geri durmaz. Dinî hükümlerin beyan ettiği
gibi zekat vermeyenle, bu emri tam olarak eda edin­
ceye kadar uğraşılır ve ikna edilir. Hz. Ebu Bekir’in
(r.a.) mürtedler hakkmdaki sözü hala kulaklarımız­
da çmlamaktadır: «VaUahi namaz ile zekatı birbirin­
den ayn tutanlarla savaşırmı.» Ebu Bekir’in bu ye­
mini bu kamil dinin yapısmı iıdce kavradığmı gös­
terir. Namaz üe zekat arasmdaki bu sıkı ilişki, İslâm
binasının kuruluşundaki zekatm önemini gösterir.
Zira Ö, Kur’ân âyetlerinin peşpeşe birbirini teyid ede­
rek namaz ve zekâtı bir arada ayrılmaz bir şekilde
zikrettiğini görmüştür:
«Namaz kılıp zekat verenler.» (Maide, 55)
«Namazı kdınız ve zekatı veriniz.» (Bakara, 43)
«Namazı kıldılar ve zekatı verdiler.» (Bakara, 277)
Gerçek müslüman Ramazan orucunu da inana­
rak ve ihlâs ile tutar. îmanı kalbine güç verir. «Ra-
mazam iman ve ihlâs ile tutan kimsenin geçmiş gü­
nahları bağışlanır.» (Müttefakun aleyh.)
Orucunu zedeleyecek veya ecrini di^ürecek her-
türlü husustan kaçmır ve orucun kendi üzerindeki
hakkını bilir:

24
«Biriniz oruçlu olduğu gün cima etmesin ve kız-
masm. Biri kendine küfreder veya kavga ederse ona:
«Ben oruçluyum desin.» (Müttefakun aleyh).
((Allahm; yalan sözü ve onunla ameli terketmeyen
kimsenin yeme ve içmesini terketmesine ihtiyacı yok­
tur.» (Buharî).
Oruçlu müslüman diğer aylar gibi bir ay yaşa­
madığını akimdan çıkarmaz. Çünkü bu ay oruç ayı­
dır, oruç da sadece AUah içindir, mükafatmı Allah
verir. Allah hayal edUemiyecek kadar bol ve büyük
bir mükafat v e rir:
«İnsanoğlunun her. ameli katlanır. Haseneler on
misUnden yedi 3uiz misline kadar katlanır. Allahu
Teâlâ buyurdu ki: Oruç hariç çünkü o benim içindir
ve onun karşılığını ben veririm. Oruçlu arzularmi ve
yemeğini benim için terkeder. Oruçlunun iki sevinci
vardır: Orucunu açtığmdaki sevinci ve Rabbine ka­
vuştuğundaki sevinci. Onun ağız kokusu Allah katın­
da misk kokusundan daha sevimlidir.» (Müslim.)
Uyanık ve akıllı bir müslüman bu mübarek ayın
vakitlerini değerlendirir. Salih amel ile doldurur. Gün­
düzü oruç, namaz, tilavet ve başka salih ameller, ge­
ceyi ,de teheccüd ve dua üe geçirir.
«Ramazanı iman ve ihlâs ile ihya edenin geçmiş,
günahları bağışlanır.» (Müttefakun aleyh).
Resulullah (sav) Ramazanda diğer aylardan fark­
lı olarak çok salih amel işlemeye gayret gösterirdi.
Özellikle de son on günde:
Hz. Aişe (ra)dan şöyle söylediği rivayet olunmuş-'
tur: «Ramazan ayında Resulullah (sav) başka aylar­
da göstermediği gayreti gösterirdi. (Ramazanm) son
on gününde de başka günlerde göstermediği gayreti
gösterirdi.» (Müslim).
Yine Aişe (r.a.)’dan: «Resulullah (sav) ram âza-

25
nın son on günü girdiğinde bütün geceyi ihya eder eh­
lini uyandırır ve hazırlanırdı.» (Müttefakun aleyh.)
Kadir gecesinin araştırılmasını emreder ve ihya
edilmesi için teşvik ederdi:
«Kadir gecesini ramazanın son on gününde ara­
yınız.» (Müttefakun ale5>-h).
«Kadir gecesini ramazanın son on gününün tek
(olan günlerinde) arayınız.» (Buhari.)
«Kadir gecesini iinan ve ihlâs ile ihya edenin geç­
miş günahları bağışlanır.» (Müttefakun aleyh.)
Bu ay sırf ibadet ayıdır. Ciddi bir müslümanın
geceleri boş ve uzun sohbetlerle geçirip sahur yakla-
şmca birkaç-lokma sûyerek yatağa koşup sabah na-
mazma uyanamayacak şeküde uykuya dalmasma im­
kân yoktım.
Müttaki ve dinin emirlerini iyi anlamış bir müs-
lüman, teravih namazmdah döndükten sonra gece faz­
la oturmaz. Çünkü birkaç saat sonra geceyi ihya ve
sahur yemeği için uyanacak, sonra da sabah nama-
zmı eda için camiye gidecektir.
Taşıdığı hayra binaen Resulullah (sav) sahur ye­
meğini emretmiştir;
«Sahura kalkın, çünkü sahurda bereket vardır.»
(Müttefakun aleyh.)
Sahm’a kalkmak geceyi ihyayı hatırlatır ve insa­
n ı sabah namazma camiye gitmeye hazır hale getirir.
Bunun yanı sıra sahurda oruç tutmak için yenilen
yemek insanı takviye eder. Resulullah (sav) böyle ya­
par ve ashabını da buna ah ştın rd ı:
Zeyd b. Sabit (r.a.)’m şöyle dediği rivayet olunur;
«Resulullah (sav) ile sahur yaptık sonra da namaza
kalktık. İkisi arasında ne kadar süre vardı? denildi.
Elli âyet, dedi.» (Müttefakun aleyh).
Uyanık müttaki bir müslüman. Ramazan haricin­

ce
de de nafile oruçları kaçırmaz. Arefe günü, aşure, mu­
harremin dokuzuncu günü tutulan oruçlar Resulullah
(sav)’in haber verdiği, günahlara kefaret olan amel­
lerin en faziletlilerindendir.
Ebu Katade (ra) Arife günü orucu hakkında Ra-
sulullah (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet eder. Geçen se­
ne ve bakiyesine kefarettir. (Müslim)
«Geçen sene ve bakiyesine kefarettir.» (Müslim)
İbn Abbas’dan Rasulullah’ın aşure günü oruç tu t­
tuğu ve o gün oruç tutulmasını emrettiği rivayet edil­
miştir. (Müttefakun aleyh.)
Ebu Katade (r.a.) ’dan rivayet olunmuştur ki Re­
sulullah (sav) ’e aşure günü orucu sorulduğunda: «Ge­
çen senenin kefaretidir o» buyurmuştur. (Müslim)
îbn Abbas’dan Peygamberimizin şöyle dediği ri­
vayet edilmiştir
«Gelecek seneye kalırsam mutlaka Muharrem’in
dokuzuncu gününde oruç tutarım.» (Müslim)
Şevval’m altı gününde tutulan oruç da böyledir.
Bu orucun faziletini beyanla şöyle buyuruyor.
«Bir kimse Ramazan orucunu tutar, som’a da şev­
val ayından altı gün eklerse bütün seneyi oruç tu t­
muş gibi olur.» (Müslim.) Oruç tutulması müstehab
olan günlerden bir diğeri de her aydan üç gün oruç
tutmaktır. Bu hususta Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle di­
yor:
«Resulullah sallallahu aleyhi vesselem bana üç.
şeyi; her ay üç gün oruç tutmayı iki rekat kuşluk
namazını ve uyumadan önce vitir namazı kılmamı va­
siyet etti.»
Ebu Derda (r.a.)’ın şöyle dediği rivayet olunur:
Habibim (sallallahu aleyhi vesellem) bana yaşadığım
sürece terketmeyeceğim üç şey vasiyyet etti: Her ay

27
üç gün oruç, kuşluk namazı ve vitiri kılmadan yat­
mamam.» (Müslim.)
Abdullah b. Amr b. As (r.a.) ’m şöyle dediği riva­
yet olunur; Resulullah (sav) buyurdu ki; «Her ay üç
gün oruç tutmak senenin tamamını oruçlu geçirmek
gibidir. (Müttefakun aleyh.)
Bu üç günün kameri ayların on üç, ondört ve on-
beşinci günleri olduğunu ve bu günlere «el-Eyyam-ul-
Bıyz» denildiği hakkmda deliller varid olmuştur. Bazı
rivayetlerde de gün belirtmeksizin Resulullah (sav )’-
in her ay üç gün oruç tuttuğu sabit olmuştur;
Muaze Adeviyye’nin Aişe (r;a.)’ye; «Resulullah
(sav) her ay üç gün oruç tutar mıydı diye sorduğu
ve Aişe’nin de «evet» diye cevap verdiği rivayet olu­
nur. Muaze diyor ki; «Aym hangi gününde oruç tu­
tardı dedim, Aişe de; «Belli günlere tahsis etmezdi»
dedi.» (Müslim.)
Dinini iyi anlamış bir müslüman, gücü yeter yet­
mez hacca gitmekten geri kalmaz. Hacca gitmeden
önce hac al)kâmmı büyük küçük demeden her şeyi iyi­
ce öğrenir. Haccetmeye başladığında bütün menasiki
yerli yerinde kabule la3uk bir şeküde yapar. Bu büyük
farizanm içerdiği hikmetlerin idraki içinde hacceder.
İmanm verdiği iç rahatlığmm nefsinde yer ettiğini du­
yar ve İslâm’m tazeliğinin varlığmı sardığmı hisseder.
Mebrur hacdan sonra ailesine, vatanına, anasından
doğduğu günkü gibi günahlardan sıyrılmış olarak,
«Beyti mamur» etrafmda yeryüzündeki insanları bir-
araya getiren bu dinin bü5uiklüğünü, iman ile içine
sindirmiş olarak döner. Mü’min haccın milletlerarası,
devletlerarası ve milli bir kongre olduğunu, dünyanın
böyle bir kongreye sadece hacda sahne olduğunu ve
hacılarm renk ve dilleri değişik olmasına rağmen hep

28
birden telbiye, tehlU, tekbir, teşbih ile ve tek olan yüce
ilaha hamdile meşgul olduğunu görür.
Allah’a kulluğun mânâsını bilir:
Müslüman kesin olarak bu hayatta sadece Allah’a
ibadet için var olduğıma inanır;
«Cin ve insanlan ancak bana kulluk etsinler diye
yaratım.» (Zariyat, 56)
Allah’a kulluk, insanm kainatı imar, yeryüzünde
yapacağı davet ve metodunun hayata tatbikinde, hat­
ta yapacağı her harekette kendini gösterir. Bu kulluk
bir ve Kahhar olan Allah’a kulluk şuurunda da ken­
dini gösterir, ve müslümanm gönlünde yer edince iş­
lerinin tamammda da bu şuur üzere davranır. Bu şuur
tabiatıyla, yapacağı her işte insanm Allah rızasmı gö­
zetmesidir. Böyle olunca da müslümanm yaptığı her
şey ibadet sajnlabilir. Tabü bu her hareketinde Allah
rızası için amel etmeye niyet ettiği sürece böyledir.
Sadık müslüman, insan ve cinlerin yaratüış se­
bebi olan büyük gayenin gerçekleşmesi için gayret
sarfetmedikçe kulluğunun noksan kaldığı duygusu
içindedir. O büyük gaye İnsanm Allah’a karşı kulluk
borcunun onsuz gerçekleşmeyeceği «İlayı kelimetul-
lah»tır. <(Cin ve insanları ancak bana kulluk etsinler
diye yaratım.» Kelime-i Tevhid’in Allah’dan başka
ilah yoktur ve Mühammed O’nun Resulüdür’ün ma­
nası hayatta sadece bu kulluk şuuru üe gerçekleşir.
İslâmdakı ibadetin gerçeğini anlayan müslüman
bu hayatta bir görev sahibin ve bir tebliğ ile yüküm­
lü bulunduğunun şuuru içindedir. Bu görev hayatm
her merhale ve bölümünde hak-imiyetin sadece Allah’a
ait olduğunu, müslümanlığmm bunsuz kamil oİEima-
yacağı, Rabbine olan kulluğunun bu hakimiyyeti ger­
çek hayatta gerçekleştirmek için samimi ve ciddi ola-

29
rak çalışmadıkça kulluğunun tahakkuk etmeyeceği­
dir.
İşte müslümana İslâm’a gerçek bağlılık hüviyeti­
ni bu görev verir. Sadece bu görev müslümanı sadık
ve mücahid müslümanlar zümresine sokar. Müslü-
manm gözünde hayata gerçek manasmı verdiren in­
sanı yeryüzünde halifeliğe layık kılan bu görevdir.
Zira Allah insanın bu hayatta varlık sebebini ve
diğer mahlukata üstünlüğünü şöyle beyan etmiştir:
«Andolsun ki biz insanoğullarmı şerefli kıldık, on­
ların deniz ve karada gezmesini sağladık. Temiz şey­
lerle onları nzıklandırdık. Yarattıklanmızm pekçoğun-
dan üstün kıldık.» (İsra: 70)
Müslümanın bu görevi bahan karşılar gibi kar­
şılayıp ona bütün güzelliklerini, bütün hâzinelerini
vermesi, ona yardımda bütün mal ve gayretini feda
etmesi pek normaldir. Zira bu hareketi hayatının be­
lirgin alameti, varlığmm yüce manası ve Allah’a ya-
kınhğmın işaretidir. Onsuz hayatın tadı yoktur. On­
suz varhğmm bir manası yoktur. Onun gerçekleşme­
si uğrunda sürekli çalışmadıkça, Allah’m rızasmı ka­
zanmaktan emin değildir.
Bu görev Allah’a yönelmiş sadık müslümanm yap­
tığı en büyük ibadettir. Onunla Allah’a yaklaşır. Ve
o kendini Allah’a yaklaştıran ve rızasmı kazandıran
en 3dice ameldir. Şuurlu müslüman bu görevini ha-
hattaki büyük hedefini gerçekleştirmek için durma­
dan çalışır. O görevden başkasma gönül vermez, onun
sancağından başka sancak kaldırmaz ve ondan baş­
ka bir inanca bağlanmaz.
K u fa n ’ı çok okur:
Müslüman bu aydınhk mertebeye yükselmek için
Kur’an’ın geniş ve kendine has atmosferine sığınır,,

30
orada serinletici hidayet rüzgârını koklar. Kur’an
âyetleririnin kendine açtığı hayır ufuklarını gözetler.
Kur’an tilavetini, düşünerek, huşu içinde çokça ya­
par. Ve bu tilavet için belli vakitler tayin eder ve ek­
siksiz olarak o vakitte Kur’ah okur. Kelamını okuya­
rak Rabbiyle başbaşa kalarak manalarını nefsine sin­
dirip nefsini temizler, aklını ona verir ve geliştirir,
kalbine sindirip iman ve güveni artar. «Dikkat edin
kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura' kavuşur.»
(Ra’d, 28).
Peygamber Efendimiz eşsiz belagatiyle şöyle bir
tasvirde bulunuyor:
«Kur’an okuyan bir mü’min kokusu ve tadı gü­
zel olan turunç meyvesi gibidir. Kur’an okumayan
mü’min ise tatlı fakat kokusu olmayan-kuru hurma­
ya benzer. Kur’an okuj^an münafık kokusu güzel ta ­
dı acı olan reyhan, Kur’an okumayan münafık ise
kokusu olmayan tadı acı Ebu Cehil karpuzu gibidir.»
(Müttefakun aleyh,)
Resulullah (sav) süne buyuruyor ki: «Kur’aı:ı oku­
yunuz. Çünkü O, kıyamet gününde ashabına (oku­
yanlara) şefaatçi olarak gelir.» (Müslim.) Diğer bir
hadis de şöyle: «Kur’an’ı maharetle okuyan melekler­
le beraberdir. Kur’an’ı kekeleyerek güç bir halde oku-
yan’a ise iki ecir vardır.» (Müttefakun aleyh).
Bütün bunlardan sonra müslüman Kur’an oku­
maktan ve O’nun manalarmı düşünmekten hiç geri
kalabilir mi?
İşte gerçek müsItimanm Rabbiyle ilişkisi:' Kök­
leşmiş sadık bir iman, sürekli salih amel, daima O’nun
rızasmı gözetmek, O’na olan kulluğunu kuvvetlendir­
mek ve Allah’m «Cin ve insanları ancak bana kuUük
etsinler diye yarattım» âyetiyle çizdiği, hayattaki var-
hğmm hedefini gerçekleştirmektir.

31
ikinci Bölüm

MÜSLÜMAN NEFSİYLE

İslâm, müslümanlardan insanlar arasında saygı


gören insanlar olmalarını ister. Kıyafetlerinde, görü­
nüşlerinde hal ve hareketlerinde örnek olacak sevi­
yede diğer insanlardan farklı olmalarmı ister. Müslü-
manlar, yüklendikleri bÜ3rük görevi taşımaya layık
düzeyde örnek insanlar olmalıdırlar. Büyük sahabi
îbnü Hanzalİ3rye hadisinde, seferden dönen ashabma
Resulullah (sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edil­
miştir:
«Sizler şüphesiz yolculuktan dönüp kardeşlerini­
ze gelmektesiniz. Eğerlerinizi düzeltiniz, elbiselerinizi
de güzelleştiriniz ki insanlar arasmda (saygı gören)
efendiler olasınız. Böyle yapmız çünkü Allah dağınık­
lığı ve çirkinliği hiç sevmez.» (Ebu Davud, Hakim)
Resulullah (sav) kötü görünüşü, dağmıkhğı, gö­
rünümdeki ihmali elbise ve kullanılan eşyadaki peri­
şanlığı «fuhş ve tefahhuş» yani Islâm’m sevmediği ve
yasakladığı şeylerden saymıştır.
Gerçek müslüman kendini ihmal etmez. Bu hayat­
ta yüklendiği yüce görevlerin yanısıra kendisine bak­
mayı unutmaz. Çünkü ona göre insanm görünümü,
taşıdığı düşünce ve davadan ayrı düşünülemez. Te­
miz, tertipli ve güzel görünüş büyük ve şerefli cev­
here daha lâyıktır. İşte Allah yolunda davetçi müs­
lüman bunlara dikkat eder.

33
, Şuurlu ve gerçek müslüman bedeni, aklı ve ruhu
arasındaki dengeyi sağlayıp herbirine hakkını veren
ve birine a§ırı derecede önem verip diğerini ihmal
etmeyen ve bu hususta Resulullah (sav)’m yolunu
takip edendir. Abdullah b. Amr b. As (r.a.) rivayet
ediyor: Peygamber (sav) kendinin ibadetteki aşırıh-
ğmı Öğrenince ona:
— «Gündüzleri hep oruç tuttuğun ve geceyi ihya
ettiğin haberi geldi. (Bu doğru mu?)» buyurdu. O:
— Evet, ey Allah’m Resulu. diye cevap verdi. Re-
süluUah (sav) :
— «Öyle yapma, bazan oruç tut, bazan tutm a-
Bazan uyu, bazen de kalkıp ibadet et. Çünkü bedeni-
nüa senin üzerinde hakkı vardır. Gözlerinin senin üze­
rinde hakkı vardır. Eşinin senin üzerinde hakkı var­
dır...» (Buhari, Müslim.)
Müslüman aklı, bedeni ve ruhu arasmdaki bu
dengeyi nasü sağlamalıdır?... Şimdi b un u.inceli-
yelim.

A — BEDENİ:
YemesİTide ve içmesinde açırûığa kaçmaz :
Müslüman sıhhatli bir bedene ve kuvvetli bir ya­
pıya sahip olmak için bütün gücüyle çalışır. Bu se-
bebten yemesinde ve içmesinde orta yolu takip et­
mesi gerekir. Yemeğe doymak bümeyen oburlar gibi
atılmaz, belini doğrultacak,, sıhhat, kuvvet ve Canh-
lığmı koruyacak kadar yer. Bunu yaparken de «Yiyi­
niz içiniz israf etmeyiniz. Çünkü AUah israf edenleri
sevmez.» (A’raf: 31) âyetini ve yemek-içmek husu­
sunda Resulullah (sav)’m itidali gösteren: «İnsan oğ­
lu karmndan daha kötü bir kap doldurmamıştır.
Eğer mutlaka yapacaksa nüdesinin üçte birini yeme­

34
ğe, üçte birini içmeye üçte birini de kendine ayırsın
(boş bıraksm)» (Tirmizi.) hadisini rehber edinir.
Hz. Ömer (r.a.)’ın şu sözünü de unutmaz:
İçme hususunda karnmızı doldurmaktan sakı-
mn. Çünkü tokluk bedeni yıpratır, hastalığa sebep
olur ve insanı namaza karşı tembelleştirir. İçmede or­
ya yolu takip edin. Çünkü bu, beden için daha faydalı
ve israftan daha uzaktır. Şüphesiz Allah sevinen şiş­
manı sevmez. İnsan arzusunu dinine tercih etmedik­
çe helak olmaz.» (El-Kenz 8/47).
Müslüman uyuşturucu ve uyarıcılardan özellikle
de bunların haram olanlarından kaçınır. Erken yatar
erken kalkar. Hastalanmadıkça ilaç kullanmaz. Has-
talığınm dışında, hayat düzenindeki her şey onun
normal sağlık ve canhiığına yardım eder.
Şuurlu müslüman Resulullah (sav) ’ın buyurduğu
gibi kuvvetli bir müminin zayıf olandan Allah’a da­
ha sevimli olduğunu bilir. Böylece sağlık nizamına
uyarak bedenini kuvvetlendirmeye çalışır.

Spor yapar:

Gerçek müslüman genelde zararlı, yıpratıcı ve


helak edici, haram, pis yiyecek ye içeceklerden uzak
olduğu, uykusuzluk ve azimeti zayıflatıcı şeyler gibi
yorucu, yıpratıcı şeyler ve kötü adetlerden kaçındığı
için her ne kadar kuvvetli bir bedene sahip olsa da
yine bedenini kuvvetlendirmek için çalışır ve kendine
çizdiği normal sağlık metoduyla yetinmeyip yaşına ve
sosyal durumuna uygun planlı bir spor yapar. Spor
bedenini, hastalık ve illetlere karşı daha dayamklı,
kılar. Bunun için belli vakitler tayin eder ki bu ça-
hşmalarm tamammı yapsm ve bedenine sağlayacağı
güzel sonucu elde etsin. Bütün bunlar her zaman

35
ve her yerde şuurlu olan gerçek müslümana yakışa­
cak şekilde dengeli ve düzenli bir şekilde olacaktır.

Bedenini ve elbisesini temiz tutar:


İslâm’ın insanlar arabnda saygı görmesini iste­
diği müslüman çok temiz olmalıdır. Peygamber (sav)
m özellikle Cuma gününde yıkanma ve koku sürün-
• meye dair teşviklerine uyarak belli aralıklarla çokça
yıkanır ve bedenini temiz tutar. Peygamber (sav) bu­
yuruyor M:
«Cuma günü yıkanmız (guslediniz). Cünub olma­
sanız da başınızı yıkayıp güzel koku sürününüz.»
(Buhari.)
Yıkanmak suretiyle temizliğe olan teşvikin kuv­
vetinden bazı imamlar Cuma namazı için yıkanma-
nm farz olduğuna hükmettiler.
Ebu Hüresre (r.a.) ’dan rivayet olunur ki Resulul-
lah (sav) şöyle buyurdu;
«Her müslümanm üstüne yedi günde bir yıkan­
mak haktır. O gün başını ve bedenini yıkar.» (Müt-
tefakun aleyh.)
Gerçek müslümamn elbise ve çoraplan temizdir.
Elbise ve çoraplarmı zaman zaman kontrol eder. El­
bise ve ayaklarından kötü koku yayılmamasma ça-
hşır. Güzel kokular sürünür. Hz. Ömer (r.a.) ’ın «Ma-
İmm üçte birini güzel kokuya sarfeden müsrif sayıl­
maz.» dediği rivayet olunmuştur.
Şuurlu müslüman ağzmı diğer müslüman kar­
deşlerinin rahatsız olmaması için temiz tutm aya ça­
lışır. Bu da dişlerini hergün misvak veya temizleyici
fırçalarla temizlemesiyle olur.
Mü’minlerin anası Aişe (r.a.) Resulullah (sav) ’ın
gece ve gündüz ne zaman uyursa uyusun uyandığm-

36
da abdest almadan önce mutlaka ağzını misvakladı-
ğını rivayet ediyor. (Ahmed.)
Ağız temizliğine Resulullah (sav)’m gösterdiği
özen O’nu: «Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim
onlara her namazda misvak kullanmalarmı emreder­
dim.» (Şeyhayn) buyurmaya kadar götürmüştür.
Hz. Aişe’ye: Resulullah eve girince ne yapardı di­
ye sorulduğunda; «Dişlerini misvakla temizlerdi» ce­
vabını verdi. (Müslim)
Üzülünecek noktalardan birisi de bazı müslüman-
ların bu hususlara dikkat etmediklerini görmemizdir.
Halbuki bu hususlar İslâm’ın özündendir. Ağız, elbi­
se ve bedenlerinin temizliğiyle ilgilenmediklerini, bu
halde camilere, zikir ve ders halkalarına gelip ora­
daki müslümari kardeşlerini kendilerinden ’yayüan
pis kokularla rahatsız ettiklerini dolayısıyla da bu
mübarek meclislerde dolanan melekleri kaçırttıkiarmı
görmekteyiz. İşin garip tarafı da bu insanlarm Resu­
lullah (sv)’m soğan sarmısak ve pırasa yiyenlerin
melekleri rahatsız etmemek için camilere yaklaşma-
masmı emrettiğini de bilmeleridir.
«Soğan, sarmısak ve pırasa yiyenler mescidimize
yaklaşmasınlar. Çünkü melekler de insanların rahat­
sız olduğu şeylerden rahatsız olurlar.» (Müslim)
Resulullah (sav), kötü kokulu bazı yiyecekleri
yiyenlerin melek ve insanları rahatsız edeceğinden
camilere yaklaşmamalarını istemiştir. Bu, kokular ise
bazı elbise ve çorap kokulanndan daha az zararhdır.
Bazı gafil veya ihmalkarlarm elbise ve bedeninden
ya 3Ülan, ağzmdan çıkan kokular inşam daha fazla
rahatsız etmektedir.
İmam Ahmed ve Nesei; Cabir (r.a.)’m şöyle de­
diğini rivayet ettiler. «Resulullah (sav) bize ziyaret­

37
çi olarak geldiğinde üzerinde kirli bir elbise bulunan
bir adam gördü ve buyurdu ki:
«Bu, elbisesini yıkayacak birsey bulamıyor muy­
du?»
Resulu Ekrem insanın, insanlar arasına, temizle­
meye gücü yettiği halde kirli elbiselerle çıkmasını hoş
görmemiş ve müslümanlann daima temiz elbiseli gü­
zel görünüıhlü olmalarını istemiştir.
Şöyle buyuruyor;
«İş elbisesinin dışında Cuma günü için elbise edi­
nene bir şey gerekmez (israf olmaz).» (Ebu Davud)
" «îslâm şüphesiz temizdir. Temizleniniz. Zira cen­
nete sadece temiz (olan) girecektir.» (Hatib Bağdadi)
İslâm müslümanlardan daima temiz olmalarını,
elbiselerinden güzel koku saçılmasını ve bedenlerin­
den temiz ve hoş kokularm yayılmasını ister. İmam
Müslim’in rivayetinden anlaşıldığına göre Resulullah
(sav) böyleydi. Enes b. Malik şöyle demiştir: «Resulul­
lah (sav)’ın kokusundan daha güzel ne anber, ne
misk ne de herhangi bûşey koklamadım.»
Resulullah (sav) ’ın beden ve elbise temizliği hak-
kmdaki haber ve hadisleri pek çoktur. İşte bazıları:
«Birisi O’nunla musafaha etse, O’nun kokusu gün
boyunca o zatın elinde devam ederdi. Elini bir çocu­
ğun başma koysa O’nun temiz ve güzel kokusu ile o
çocuk diğer çocuklar arasmda farkedilirdi.» Buhari,
Tarih-i Kebirinde, Cabir (r.a.)’dan şöyle bir rivayet­
te bulunur: «Nebi (sav) bir yolda yürürde O’nu birisi
takip ederse kokusu ona sinerdi. Bir gün Enes’in evin­
de uyudu ve terledi. Enesin Anası elinde bir şişe ile
gelerek Resulullah (sav)’ın terini toplamaya başladı.
Peygamber (sav)‘ sorunca: «Bu senin terin. Biz onu
kokularımıza ko3myoruz. O bütün kokularm en gü­
zeli» demiştir.»

38
Müslümanlar, bu büyük Pcygamlîerin hidayet
parıltılarına bu gün her aamankinden daha fazla
muhtaçdır.
Saç bakımına itina gösterir:
Peygamberimiz (sav) müminlerden saçlarınm ba­
kımına özen göstermelerini, düzeltip taramalarım is­
temiştir. Bu hususta Ebu Davudi Ebu Plüreyre (r.a.)’-.
nın şöyle söylediğini rivayet ediyor:
«Saçı olan kimse saçına ikramda.bulunsun.»
İslâm zevkinde saça ikram; onun temizlenmesi,
taranması, koku sürülmesi ve şeklinin güzelleştiril­
mesiyle olur.
Peygamber (sav) insanın saçını dağmık bir va­
ziyette, ihmal edilmiş halde bırakılmasmı kerih gör­
müş ve çirkin manzarasma binaen böyle saçlı bir in­
sanı şeytana benzetmiştir. İmam Malik Muvatta’ın-
da Ata b. Yesar’dan mürsel olarak rivayet ettiği ha­
diste şöyle demiştir:
«Resulullah (sav) mescidde iken saçı sakalı karı­
şık bir adam girdi. Resulullah (sav) saçım sakalmı
düzeltmesini emreder gibi eliyle ona işaret etti. Adam
da düzeltip geri geldi. Bunun üzerine Peygamber (sav)
buyurdu ki:
i(Birinizin şeytan gibi saçı başı dağınık olarak gel­
mesinden bu daha ijn değü mi?»
Peygamberin saçı sakalı dağınık birini şeytana
benzetmesi İslâm’ın güzel görünüme verdiği ehemmi­
yetin ve perişanlığa olan tepkisinin bir ifadesidir.
Peygamber (sav) daima insamn güzel görünmesi­
ne itina eder ve perişan kıyafetli, dağınık ,saçlı birini
görse onun ihmal ve kusurunu kabul etmez, dikkatini
çekerdi.
İmam Ahmed ve Nesei,.Cabir (r.a.)’ın şöyle de­

39
diğini rivayet ettiler; «Resulullah (sav) bize ziyaretçi
olarak geldiğinde saçı dağınık, perişan bir adam gör­
dü ve bunım üzerine şöyle buyurdu:
«Bu (adam) başını düzeltecek bir şey bulamıyor
muydu?»

Kılık kıyafetine dikkat eder :


Gerçek müslüman elbisesine dikkat eder. Bunun
içüı güzel bir şekilde, kibar görünümlü, göze rah at­
lık verecek ve inşam ısmdıracak bir şekilde diğer in­
sanlar araşma çıkar. İnsanlar araşma girmeden önce
mutlaka kendini kontrol eder ve normal bir şekilde
insanlara karşı süslenir. Resulullah (sav) ailesine süs­
lenmesine ilaveten ashabma karşı da süslenirdi.
Kurtubi: «Deki, Allah’ın kulları için çıkardığı ziy­
neti ve nzkın güzel olanlarını kim haram kıldı?» âye­
tinin tefsirinde şöyle diyor; «Mekhul, Aişe (r.a ;)’n:n
şöyle dediğini rivayet ediyor; Resulullah (sav)’ın ag*.
habmdan bir grup O’nu kapıda bekliyordu. Daha çy-,
den çıkmamıştı. Evde bir su küpü vardı (Resulullah)
ona bakıp saçmı ve sakalmı düzeltmeye başladı. O’pa:;
Ey Allah’ın Resulu Sende mi bunu yapıyorsun? de-,
dim. Bana: «Evet, birisi kardeşlerinin,yanına çıkaca­
ğı zaman kendisini hazırlasm. Çünkü Allah güzeldir-
ve güzeli sever;» buyurdu.»
Müslüman bütün bunları, İslâm’m her işte orta-,
yolu takip prensibine uygun olarak yapar. Bu, ifrat,
ve tefritin bulunmadığı itidal prensibidir; «Onlar sar-,
fettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi,
arasmda ortş, bir yol takip ederler.» (Furkan; 67)
îslâm; müslümanlann özellikle de diyetçilerin,
bir topluluğun yanma çıkarken kendilerine imrenile­
cek bir şekilde çıkmalarım istemektedir, göze kötü gö­
rünen ve nefret ettiren bir şekilde değil... İslâm’da,

40
Zülıd ve tevazu iddiasıyla insanı gülünç düşürecek
derecede dış görünümünü ihmal diye bir şey yoktur.
Çünkü Resulullah (sav) zahid ve alçak gönüllülerin
efendisidir. Öyle olduğu halde güzel elbise giyer aile
ve cishabma karşı süslenir ve bunu Allah’m nimetini
göstermek olarak kabul ederdi:
«Şüphesiz Allah nimetinin eserinin kulu üzerin­
de görünmesini sever.» (Tirmizi, Hakim.)
İbn Sa’d’m Tabakat’ında Cündeb b. Mekis (r.a.)’ın
şöyle dediği rivayet olunmuştur: «Resulullah (sav)’a
bir hej'et gelse, en güzel elbisesini giyer, ashabmın
ileri gelenlerine de aynı şeyi emrederdi. «Kinde» he­
yeti geldiğinde Resulullah (sav)’m üzerinde bir ye­
men hüllesi vardı. Aynı şekilde Ebu Bekir ve Ömer’-r
de de vardı.»
İbn Mübarek, Taberani, Hakim, Beyhaki ve baş­
kaları Ömer (r.a.)’m şöyle dediğini rivayet ettiler:
«Resulullah (sav)’m yeni elbise isteyip giydiğini ve.
elbiseyi giyince de «Avret'mahallimi örtüp, hayatım­
da süsleneceğim bir şey bana giydiren Allah’a ham-
dolsun» derken gördüm.»
Abdurrahman b. Avf (r.a.) dörtyüz veya beşyüz..
dirhem tutarm da bir hülle (gömlek ve peştemaldan
oluşan bir elbise) vşya kaftan giyerdi. (Tâbakat-u
İbni Sa’d: 3/131)
İbnu Abbas (r.a.) bin dirheme bir elbise 'satın,
alarak giydi.
Süslenmek ifrat dereceye ulaşmadıkça Allah’ın
kullarına mübah kıhp teşvik ettiği güzel bir ziynet
sayıhr:
«Ey ademoğullan: Her mescide güzel elbiselerini­
zi giyerek gidin. Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü
Allah müsrifleri sevmez. Ey Muhammed de ki: Allah’--
m kullan için yarattığı zi3met ve temiz nzıklan ha­

41
ram kılan kimdir? Bunlar dünya hayatm da inanan-
lanndır, kıyamet gününde de yalnız onlar içindir, de.
Bilen kimseler içen böylece âyetlerimizi uzun uzun
açıklıyoruz.» (A’raf: 31-32).
Müslim’in Sahih’inde İbn Mes’ud (r.a.’dan Re-
sulullah (sav)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilir:
«Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete
giremez.» Bunun üzerine biı- adam:
— İnsan şüphesiz elbise ve ayakkabısınm güzel
olmasını ister. (Yani bu da kibirden sayıhr mı?) Pey­
gamber (sav) buyurdu ki:
«Allah güzeldir; güzeli sever. Kibir ise hakkı ka­
bul etmeyip insanları hakir görmektir.»
Sahabe-i Kiramm ve tabiînin anladığı buydu. Bu
anlayıştan hareketle de İmam Ebu Haniıe (r.a.) gü­
zel görünüş ve elbiseli hoş kokulu ve giyimde inceli­
ğe dikkat gösterirdi. Giyim kuşamm düzeltilip güzel
gi5âimesine gösterdiği dikkat başkalarını da buna
teşvik edecek dereceye ulaşmıştı. Birgün dostlarmdan
birini eski bir elbiseyle gördü. Onunla başbaşa ka-
İmca yeni elbise alması için ona bir dirhem verdi.
Adam Ö’na:
— Ben zenginim ve nimet içindeyim. Verdiğin pa­
raya- ihtiyacım yoktur, dedi. Ebu Haniıe onu azarlı-
yarak dedi ki:
— «Allah nimetinin eserinin kulu üzerinde gö­
rünmesini sever» hadisini bilmez misüı? Din karde­
şinin sana acımaması için kıyafetini değiştirmen ge­
rekir.»
Müslümanlar güzel kıyafetli, güzel görünümlü,
kibar ve kalblere tesir edip insanları etkileyebilmek,
için başkalarmdan daha cazip olmalıdırlar.
Hele davetçiler, özellikle böyle olmak zorundadır­
lar. İnsanlann araşm a çıkmasalar dahi kıyafetlerine.

42
beden elbise, tnnak ve saçlarının temizliğine dikkat
etmeleri gerekir. Yalnız kalsalar dahi Peygamber
(sav)’ın gereklerini haber verdiği fıtratm sesine ica­
bet ederek kendilerine çeki düzen vermelidirler:
«Beş şey fıtrattandır: Sünnet, avret mahallinin
tıraşı, koltuk altı kıllarım almak, tırnaklan kesmek
ve bıyıkları tıraş etmek.» (Buhari ve Müslim.)
İnsan fıtratının güzelliğme itina gösterilmesi bu
dinin teşvik ettiği ve selim zevk sahibi her insanın
icabet ettiği hususlardandır.
Görünüme verilen bu ehemiyet, gerçek sadık
müslümanı süslenmede aşırılığa ve kibarlıkta ifrata
götürüp İslâm’ın koyduğu dengeyi sarsacak hadde
getirmemelidir. Çünkü şuurlu müslüman daima her-
şeyde itidale dikkat eder ve herşeyi yerliyerince yapar.
Şuurlu müslümana süslenmeyi, camilere gider­
ken güzel giyinmeyi ve dış görünümün güzelleştirme­
sini teşvik eden İslâm; süslenmekte aşırılığı ve insanı
bu hayata kul yapacak ifratı, her şeyi bırakıp sadece
kıyafet ve görünüm ile ilgilenecek derecede ifratı da
yasaklamaktadır. Peygamber (sav) şöyle bu5mruyor:
«Dinar, dirhem, kadife ve ipek kumaşa düşen kul­
lar helak oldu. Onlar kendilerine verilse razi olur ve­
rilmezse sabretmezlerdi.» (Buhari)
Şüphe yokki bu büyük dinin hidayetiyle kuşatıl­
mış ve parlak şeriatının getirdiği orta yol ve itidal
prensibini benimseyen İslâm davetçileri dünyaya kul­
luk tuzağmdan emindirler.

B — AKLI:
İlim farzdır ve tir şereftir :
Müslüman aklı ilim ile muhafaza etmenin ve onu
Allah’m kainattaki mahlükatmm sırlannı çözmede

43
kullanmasının bir farz olduğu bilir. Çünkü Resulul-
lah (sav) bu hususta şöyle buyurmuştur:
«İlim taleb etmek her müslümana farzdır.» (İbn
Mace.)
Bu itibarla akimı daima korur ve göğsünde ha­
yat nefesleri bulundukça, nabzı atıp damarlarında
kan dolaştıkça ilimden geri durmayıp devamlı zihni
faaliyette bulunur.
Cenabı Hakk’ın alimleri yüce tutup onlara tak­
va sıfatmı vermesi, müslümanın ilme yönelmesi için
kafi bir delildir. O şerefi Allah bütün insanlar ara­
sından ancak ulemaya tahsis ederek şöyle buyur-
muştm*:
«Allah’m kulları arasmda O’ndan korkan ancak
âlimlerdir.» (Fatır: 28)
Allah’tan, hakkıyla, fikirleri aydmlanmış, Allah’­
ın kudretini ve kainatı yaratmadaki azametini gör­
müş olan âlimler korkar.
AUah şu âyetiyle âlimleri, âlim olmayanlardan
üstün kılmıştır:
«De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.» (Zü-
mer: 9).
Safvan b. Assai el-Muradi (r.a.) Peygamber (sav)
mesciddeyken, O’na geldi ve şöyle dedi;
— Ben ilim taleb etmeye geldim. Resulullah
(sav) :
— «Merhaba ilim talebesi. Hiç şüphe yok ki me­
lekler ilim taleb edeni kanatlarıyla örterler. Sonra da
onun talep ettiği (ilmi) ’ne sevgilerinden üzerine dün­
ya semasma ulaşmcaya kadar bü'birlerinin üzerine
yığılırlar.» (Ahmed, Taberani, Hakim)
İlmin fazileti ve onu talep konusundaki teşvike

44
delalet eden çok deliller vardır. Bu yüzden de gerçcK
müslüman ya öğreten veya öğrenendir.

İlim ölünceye kadar sürer:


Gerçek öğrenmek yüksek bir diploma alarak, bir
gelir kaynağı bulup rahat bir hayata kavuştuktan
sonra marifet hâzinelerinden uzaklaşıp okuma3n. ve
incelemeyi terk etmek demek değildir. Gerçek öğren­
mek ilmi çalışmalarında devam etmen ve hergün ilim
ve amel yönünden birşeyler elde etmendir ki bunu
şu âyet bize ifade etmektedir;
«Rabbim ilmimi artır de» (Taha: 114)
Selef-i Salibin ilmi dereceleri ne kadar yükselir­
se yükselsin öğrenmekten geri durmaz ömürlerinin
sonuna kadar ilim tahsil etmekte devam ederlerdi,
timin çalışma ve müzakereyle yaşadığmı terkedip bı­
rakmakla elden çıkacağım biliyorlardı. Onların bu
hususta ilmi mukaddes bir varhk kabul ettiklerine
ve ilmi çalışmayı sürdürmenin ehemmiyetine dair çok
güzel sözleri yardır.
İmam İbnu Abdi-l-Berr’in tbnu Ebi Gassan’dan
rivayet ettiği şu söz onlardan biridir:
I • «Öğrenmeye devam ettikçe âlim kalırsm. Terket-
tiğinde cahil olursun.»
İmam Malik (r.a.) şöyle dedi: «İlim sahibi birinin
öğrenmeyi terketmesi doğru olmaz.»
İmam Abdullah b. Mübarek’e, ne zamana kadar
iUm taleb edeceksin? denildi. O da şöyle cevap verdi:
— «Ölünceye kadar. Kim bilir belki de faydala­
nacağım kelimeyi henüz yazmamış olabüirîm.»
İmam Amr b. A’la’ya «Ne zamana kadar kişi ilim
elde edebilir?» denildi. O da «Yaşadığı müddetçe» ce­
vabını verdi.
Süfyan b. Uyeyne’nin «İlim talebine insanların

45
hangisi daha çok muhtaçtır?» sorusuna verdiği şu
cevap ne güzeldir:
«En fazla ilim sahibi olanlar.»
Niçin en fazla ühn sahipleri ilme daha m uhtaç­
tır? Sorusuna da:
«Çünkü onun hatası hatalarm en çirkini ve kötü­
südür.» diye cevap vermiştir.
İşte büyük müfessir, yığınla telif sahibi ve asrı-
nm kelam ve akli ilimlerinde imam payesini kazan­
mış; ziyaret ettiği veya girdiği her şehirde alimlerin
dörtbir taraftan O’ndan faydalanmak için etrafında
toplandıkları; şan ve şöhreti zirveye ulaşmış İmam
Fahreddin Razi, Merv şehrine girince ulemâ ve ta ­
lebeler etrâfmda toplanmış; O’ndan ilim almak ve
O’na talebe olmak şerefini elde etmeye çalışıyor. Bun-
larm arasmda yaşı henüz yirmiye ulaşmamış «neseb»
ilmini İ3Û büen bir talebe de vardı. Fahreddin Razi
onun bu meziyyete sahip olduğunu anlaymca kendi­
si neseb ilmini iyi bilmediği için o talebeden kendisi­
ne bu ilmi öğretmesini istedi ve talebesine öğrenci
olmayı bir zül saymadı; öğrencisini hocalık maka-
mma oturtup ondan bilmediğini öğrendi. İşte bu,
İmam Razi’nin alçak gönüllülüğünün ve büyüklü-,
günün bir alametidir. O’nun bu hareketi zamanının
imamı olmasına rağmen makamından bir şey eksiit-
memişti.
Bu nadir ola}^ Tarihçi ve edebiyatçı Yakut Hama-
vi «Mu’cemu’l Ulema» isimli kitabmda, Azizüddin İs­
mail b. Haşan b. el-Merzevi el-Nessab^e-tül-Hüseyni’-
nin hal tercümesinde rivayet etmiş ve şunları söylemiş­
tir: «Azizüddin bana şöyle anlattı: İmam Fahruddin
Razi Merv’e geldi. Çok şöhretli, dillerde dolaşan bir
makama sahip idi. O’nun sözüne kimse itiraz edeme­
yecek derecede heybetli biriydi. O’nun bu heybet ve

46
azametinden huzurunda kimse nefes alamazdı. Hu­
zuruna girdim birkaç kez O’na kitap okudum. Bir gün
bana:
— Talibiler’in nesepleri hakkında benim için bir
kitap yazmanı istiyorum, çünkü o mevzuda da cahil
kalmajn sevmem, dedi. O’na:
— Seçere halinde mi, nesir halinde mi istersin?
dedim.
— Şecere halindekiler ezberlenmiyor. Ben ezber­
lenecek birşey istiyorum dedi. O’na:
— Emredersiniz, deyip gittim ve «El-Fahr» ismi­
ni verdiğim kitabı tasnif ederek O’na getirdim. K ita­
bı alıp inceledikten sonra hocalık minderinden inerek
bana:
— Bu mindere otur! dedi. Ben Ö’nun makamına
oturmaya çekindim. Ve O’na:
«Ben sizin hizmetçiniz makâmındayım», dedim.
Beni sert bir dille azarlayarak bağırdı; «Sana söyle­
diğim yere otur.» Allah biliyor ,ya, heybetinden ken­
dime sahip olamadım ve emrettiği yere oturdum. Son-r
ra benden aldığı kitabı bana okumaya başladı. Hu­
zurumda, anlamadığı yerleri kitap bitinceye kadar
sorup öğrendi. Kitabı bitirince bana:
— Şimdi istediğin yere otur! Bu ilim senin bana
hoca olduğun ilimdir. Ben bu ilimden faydalanıyor ve
sana talebe oluyorum. Öğrencinin hocası huzurunda
ihtiram göstererek durmaması edepten değildir.
Bunun üzerine yerimden kalktım ve O makamı­
na' oturdu. Bu sefer de ben O’nun oturduğu yere otu­
rup O’na okumaya başladım.»
Yakut bu haberi verdikten sonra «Vallahi bu gü­
zel edeptendir. Bilhassa mertebesi büyük olan böyle
bir zattan zuhuru edebin en güzelidir.»
Dikkat ediniz! İlim bu alimlerin kalblerine ne ka-

4T
dar sevimlidir! Ne büyüktür! Ve ilim onların gözün­
de ne yücedir! Bizler bu büyük geçmişimize usnna-
mıza ne kadar da muhtacız!

Müslümanm elde etmesi gerekenler :


Müslümanm ilk önce elde etmesi gereken şey
Allah’ın kitabmı okuması O’nu tecvid ve tefsir açısın­
dan öğrenmesidir. Sonra hadis ve siyer ilmini, saha­
be, tabiîn ve İslâm büyüklerini öğrenmesi gerekir. Fı-
kıhı en az ibadet ve muamelerini yürütecek ölçüde
bilineli ve dini hükümleri sağlam bir kaynaktan elde
etmelidir. Tabiî bunlar müslümanm ihtisas sahasının
şer’i üimlermın dışında olduğu takdirdedir. Ama Şer’i
ilimlerde ihtisaış sahibiyse müslümanm, tüm dikkat
ve gayretini sarfedip başarıyla uzmanlaşması gere­
kir. Müslüman’m Arapça’yı ijdce bilmesini söyleme­
ye bile hacet yoktur, çünkü her müslüman Arapça’yı
öğrenmek gerektiğini bilir.

Müslüman ihtisaslaştığı dalda en ileri dereceye


ulam ak için çalışır:
Bundan sonra müslüman ihtisasıyla uğraşır ve
bütün gücünü olanca itinasım sarf ederek kendi sa-
hasmdaki çalışmasmın bir görev olduğuna inanır.
İhtisası ister dini ilimlerden birinde isterse fizik, kim­
ya, tıp, astronomi gibi dünya ilimlerinden birinde ol­
sun gereken ehemmiyeti vermesi gerekir. Oradan da
ihtisas yaptığı ilimde bütün çahşmalan gözönünde tu ­
tarak gücü yetiyorsa yabancı dillerde bu hususta ya­
zılı olan hiçbir şeyi ihmal etmez. Daima o mevzusun-
daki keşfedilen yeni şeyleri her yönüyle incelemeye
gayret gösterir ve ihtisas dalmda açık bir nokta bırak­
madan araştırıp inceleme yapar. Çünkü şuurlu bir
müslüman bu asırda büyük ilmi başarılar elde edip

48
insanların gözünde büyüraeli onların takdirlerini ka­
zanıp şeref ve şöhretin zirvesine ulaşmalı ki kendiy­
le birlikte yüklendiği daveti de o mertebeye taşısm.
Davet görevini ihlas ve ciddiyetle temsil ettiği ve ilim
havası içinde İslâm’ın verdiği ruh ile hareket ettiği
müddetçe bu görevini bir fariza bilip bu mertebede
yapacağı hizmet ile Allah’a yaklaştığma ve Allah’m
nzasmı elde ettiğine inanmalıdır. Bu yüzden bizden
önceki büyük alimlerin yazdıkları kitaplarm önsöz­
lerinde bu yüce manalara dikkat çektiklerini görüyo­
ruz. Çünkü onlar ömürlerini yolunda feda ettikleri
ilimleri Allah’m nzasmı kazanmak için tahsil etmiş­
ler ve ilimlerinden elde ettikleri neticelerini Allah rı-
zasma sunmuşlardır.

Müslüman düşüncesine başka pencereler de açar


Akıllı ve şuurlu müslüman ihtisas alanıyla yetin­
mez, ihtisasmın dışında akıl ve fikrini geliştirecek ma­
lumatlara da yer verir. Çeşitli ilim ve fenlere ait ki­
tap ve İlmî, kültürel ve edebî dergiler okur. İhtisasıy­
la ilgili olanları ise hiç kaçırmaz. Her üimden bir neb­
ze ahp zihnini ve aklî melekesini geliştirip, düşünce
ufkunu genişletir.

Müslümanın yabancı bir dil bilmesi lâzımdır:


Bazı yabancı dillere önem verilmesi gerektiğini
unutmaz. Zira yabancı dil bu asırda çağdaş İslâmî ha-
yatm istediklerini anlamış faal ve uyanık müslümanm
kültürünün unsurları arasında en lüzumlu olamdır.
Şuurlu bir müslüman için bu muhteşem dinin
teşviki yabancı dil- öğrenmeye onu iten e n . güzel se-
bebdir. Çünkü Resulullah (sav) onbeş asır önce ya­
bancı dil öğrenmeye teşvik etmiştir, ki müslûmanlar

49
çeşitli ümmet ve milletlerle ilişki kurmaya güç yetire­
bilsin ve onları Hakk’a davet edebilsin. Bunun doğru­
luğunu Zeyd b. Sabit (r.a.)’ın rivayet ettiği hadiste
görüyoruz. Resulullah (sav) O’na şöyle buyurmuştur;
«Ey Zeyd! Yahudi yazısını benim için öğren. Çünkü
ben Allah’a yemin ederim ki yahudilere .yazdırdığım
mektuplarım hususımda güvenmiyorum.» Zeyd diyor
ki; Yahudi dilini öğrendim. Aradan onbeş gün geçme­
den dilin inceliklerine vakıf oldum. Yahudilere birşey
yazılacak olsa artık onu Resulullah (sav)’a ben yazı­
yordum. Onlar Resulullah {sav)’a birşey yazsalar,
O’na ben okuyordum.»
Bir rivayette de şöyledir; Resulullah (sav) bana:
«Süryanicesd biliyor musun, bana Süryanice mektup­
lar geliyor.» buyurdu. Ha5ur diye cevap verdim bana
«Onu öğren!» dedi ben de öğrendim.» (Ebu Davud).
Bu babtan olmak üzere İbnu Zübeyr (r.a.) ’ın bir­
kaç dil bilmesini de zikredelim. Kendinin herbiri ay-
n bir dil konuşan yüz kölesi vardı. İbn Zübeyr her-
birine onun diliyle konuşuyordu. Onun dünya işlerine
baksan; Bu adam bir an dahi olsun Allah’ı istememiş
derdin. Ahiret işlerine baksan: Bu adam bir an dahi
olsun dünya işiyle meşgul oirnamış derdin. (Hakim
Müstedrek’inde; 3/549, Ebu Naim, Hilyö’de: 1/334).
Çağdaş müslüman yabancı dil öğrenmeye diğer
zamanlardan daha çok muhtaçtır. Bım a çağmı yaşa­
ması ve yabancı dillerde ümmeti ve dini hakkmda
yazılanları büip şerleri def etmek için tedbir alması
açısından her zamankinden daha çok m uhtaçtır. Ay­
rıca öğrendiği dil sayesinde bazı faydalı şeyleri de
elde edebilir.

50
C — RUHU:
Gerçek müslüman kendini koruyup bedeni ve ak­
li varlığını kurarken kendisinin sadece beden ve akıl­
dan oluşmadığını unutmaz. Bilakis çalışan bir kalbi,
fısıldayan bir ruhu, kendini ibadet âleminde yücelik­
lere doğru götüren arzularımn varlığını idrak eder.
Allah nezdindeki nimetleri düşünür ve vereceği ceza
ve azaptan yine Allah’a sığmır.

Müslüman ruhunu ibadet üe parlatır


Müslümanm uyanık, dikkatli olabilmesi, şeytamn
tuzaklarından korunmuş, vesveselerinden arınmış
olarak kalabilmesi için ibadet ve gece gündüz yapa­
cağı murakabe ile ruhunu parlatmalıdır. Bir an dahi
olsun şeytan musallat olursa beşeri zaafiyetinden is­
tifadeye çalışırsa hemen Allah’ı anar ve tevbe ederek
istiğfar ile düştüğü gafletten döner:
«Allah’a karşı gelmekten sakınanimr, şeytan ta-
rafmdan bir vesveseye uğraymca Allah’ı anarlar ve
hemen gerçeği görürler.» (A’raf: 201)
Bu jhizden Resulullah (sav) ashabma şöyle bu­
yururdu:
«İmanınızı yenileyiniz.» Kendisine: «İmanımızı
nasıl yenileriz?» denildi. Buyurdu ki:
«Lâilâhe Ulallah sözünü çokça söyleyin.» (Ahmed)
Müslüman huşu içinde Kur’an okumak, huzuru
kalb ile zikir yapmak, dosdoğru namaz kılmak gibi
çeşitli ibadet ve ruhi riyazat ile kendini bu taatlara
alıştırıp ruhunu takviyeye çahşrr. Hatta kendini bu
taatlara öyle ahştınr ki artık bu taat ve ibadetler on­
dan ayrılmayan birer âdet ve seciye haühi ahr. Böy-
lece nefsini ymmuşatır, şuurunu inceltir ve duyu or­
ganlarım uyanık tutar. Bunları yapan müslümsın ge-

51
neilikle uyanık, dikkatli, Allah’ın varhğmı hisseden,
insanlarla muamelesinde Allah korkusunu kendine
şiar edinen, zulmetmeyen. Haktan ayrılmayan ve doğ­
ru yoldan sapmayan bir insan olur.

Müslüman salih arkadaş edinir ve iman


meclislerine devam e d e r :
Müslüman bu zor mertebeye ulaşmak için hakkı
tavsiye eden arkadaşlardan da faydalanır. İnsanlarm
birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ettikleri; Allah’m
çokça anıldığı İslâm’dan ve onun büyüklüğünden bah­
sedilen iman meclislerine devam ederler. Bu meclisle­
re iştirak edenler yerde ve gökte Kahhar olan Allah’-
m kudretini anlar ve Allah’ın insan, hayat ve kainat­
taki eşsiz yaratıcılığmı görür gibi olurlar. İşte böyle
meclislerde ruh arınır, nefis temizlenip parlar, kalb
berraklaşır ve insan varlığını iman sevinci kaplar.
Bunun için AbduUah b. Ravaha (r.a.) RasuluUah
(sav)’m ashabmdan biriyle karşılaşmca ona; «Gel bir
saat rabbimize iman edelim» derdi. Bu durum Resu-
lullah (sav)’a ulaşınca şöyle buyurdu; «Allah İbnu
Ravaha’ya merhamet etsin! Meleklerin öğündüğü
meclisleri seviyor.» (Ahmed)
Ömer (r.a.), takva sahibi olmasma, ibadetine iti­
na göstermesine rağmen zaman zaman nefis temizliği­
ne ihtiyaç hisseder ve dünya işlerinin arasmda kalbi­
ni dinlendirmek, nefsini arıtmak ve ruhunu temizle­
mek için vakit a 3nrırdı.
Aynı şekilde Muaz b. Cebel (r.a.) da arkadaşları­
na yürürken «Gelin oturalım ve bir müddet iman ede­
lim» derdi.
Müslüman ruhunu takviye, nefsini tezkiye üe dai­

62
ma yükseklere çıkarmak ve onu aşağılara düşmekten
korumakla yükümlüdür:
«Nefse ve onu şekillendirene, sonra da ona kendi­
si için kötü ve iyi olanı öğretene yemin olsun ki nef­
sini arındıran kurtuluşa ermiştir.» (Şems; 7, 8, 9).
Buradan hareketle müslüman, dostunu ve içinde
yaşayacağı cemaatı seçerken kendisine iman, salah,
takva ve basiret yönünden faydalı olanları seçmekle
ve kötü arkadaş ile insanlarm şeytanlarından, nefsin
karardığı ve kalbin paslandığı masiyet meclislerinden
uzak durmakla yükümlüdür:
«Sabah ve akşam Allah nzasmı dileyerek Rable-
rine dua eden kimselerle beraber nefsini sabırlı tut.
Dünya hayatının süsünü arzu edip de gözlerini onlar­
dan (rablerine dua edenlerden) başkasına (dünya eh­
line) çevirme. Bizi anmak hususunda kalbine gaflet
verdiğimiz kimseye itaat etme ki, o, ke3rfinin ardma
düşmüş ve işi de haddini aşmak olmuştur.» (Kehf:
28)

Müslüman Peygamberimizden gelen duaları


dilinden düşürmez.
Müslüman ruhunu takviye etmek ve kalbini Al­
lah’a bağlamak için yaptığı her işte Resulullah (sav)’-
dan varid olan dualara devam eder. Resulullah (sav)’-
m evden çıkarken, girerken, yolcu uğurlarken, ve kar­
şılarken, yeni elbise giyerken, yatağma yattığmda ve
uyandığmda duaları vardı. Bir diğer ifadeyle Resulul­
lah (sav)’m yaptığı her işte Allah’a yöneldiği bir dua­
sı vardı. Ve sahabeye bu dua ve zikirleri öğretip bel­
li vakitlerde yapümasmı teşvik ederdi.
Muttaki ve şuurlu müslüman Resulullah (sav)’a
ve ashabına uyarak bu duaları öğrenmeye gayret sar-
feder. Her duaya gücü yettiği oranda vaktinde devam

53
eder. Böylece de kalbi Allah’a bağlı olarak kalır, nef­
si arınır, ruhu yücelir ve vicdanı incelir.
İşte bu ruhî riyazat ile Resulullah (sav), saha­
be neslinin ruhlarını terbiye etti, nefislerini parlattı
ve pınl pırıl, üzerinde hiçbir sis, leke bulunmaksızın
tertemiz ortaya çıktılar. Bunun için de Resulullah
(sav) onlarla insanlık hayatmda eşsiz ileri ve terbiye­
li bir nesil meydana getirmek konusunda, bir kaç
sene içinde mucizeler yapan nesli yetiştirmek İslâm’­
ın büyük mucizesini gerçekleştirdi.
Günümüzde müslüman ruhunu terbiye ile bu yü­
ce ve parlak ufka 3nikselterek onu davası ve davanm
gerektirdiği ağır yük ve büyük mesuliyetlere hazırla­
maya her zamankinden daha çok muhtaçtır.

54
üçüncü Bölüm

MÜSLÜMAN ANNE VE BABASIYLA

Onlara karşı iyi ve sadıktır :

Gerçek müslümaıun en bariz sıfatlarından birisi


de anne ve babaya sadık kabp onlara karşı iyi dav­
ranmasıdır. Zira ebevejme iyi davranmak tslâm’m
teşvik edip kati naslarınm teyid ettiği hususlarm ba-
şmda gelir. Kitap ve Sünnetteki anne ve babaya iyi­
liğe davet eden nasslara bağlı şuurlu bir müslümanın
anne ve babasma bağh kalması, onlara iyi davranma­
sı en bariz sıfatlarmdan birisidir.

Onların kıymetlerini ve onlara karşı olan


vazifelerini b ilir:
*
îslâm Allah’a iman ve kulluk mertebesinden he­
men sonra, anne ve babaya iyi davranma mertebe­
sini kojunuştur.
Birbiri takip eden birçok âyet, anne ve baba­
nın rızasınm Allah’m nzasmdan sonra geldiğini ve
anne-babaya iyi davranmanm iman faziletinden sonra
en faziletli amel olduğunu açıklamaktadır:
«Allah’a kulluk edin, O’na bir şeyi ortak koş-
maym. Ana babaya iyilik edin.» (Nisa: 36)

55
Şuurlu müslümandan daha fazla anne ve baba­
sına iyi davranan bir insan yoktur. Kur’an-ı Kerim
anne ve babanın makamım yükseltip, müslümanm
onlara karşı muamelesinde takip etmesi gereken üstün
ahlâkî tavrı izah etmiştir. Yaşadıkları müddetçe, ih­
tiyarlayıp aciz düşseler dahi onlara iyi davranmada
İslâm’ın koyduğu ahlaki üslup insanlığın İslâm doğ­
madan evvel tammadığı bir mertebeye ulaşmıştır:
«Rabbin yalnız kendisine tapmanızı ve ana ba­
baya iyilik etmeyi buyurmuştur. Eğer ikisinden biri
veya her ikisi senin yanında iken ihtiyarlayacak olur­
sa onlara karşı «of» bile demeyesin, onları azarlama-
yasm, ikisine de hep tath söz söyleyesin. Onlara acı­
yarak alçak gön üllü!^ kanatlarım ger ve: Rabbim!
Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara mer­
hamet et, de.» (îsra: 23-24)
Müslüman için reddi imkansız rabbani ve ebedi
bir hüküm; «Rabbin yalnız kendine tapmanızı ve ana
babaya iyilik etmeyi buyurmuştur.» Allah’a ibadet ile
ana babaya iyiliği sağlam bir şekUde birbirine bağ­
layan bu âyet onlarm kıymetini yüceltip hiç bir ni­
zamda rastlanmayacak şekilde üstün bir mertebeye
çıkarmaktadır.
Âyetin devamı bu yüce ve parlak tabloyu çizmek­
le yetinmiyor, aym zamanda ince vicdani bir tabirle
evlatlarm merhamet duygularmı kabartıyor: «Eğer
ikisinden biri veya her ikisi senin yanmda iken ihti­
yarlayacak olursa...» Evet onlar senin yanmda ihti­
yarlayıp aciz hale gelebilirler am a bu halde senin
yamnda senin gözetimin, himayen ve muhafazan al-
tm da olacaklar. Sakm onlan incitecek bir söz söy­
leme: «Onlara karşı of bile demeyesin, onlan azarla-
m ayasm ...» Bilakis onlarm gönlünü alacağm kelime­

se
leri düşünüp tatlı sözlerle konuşasın ve gönüllerini
hoş tutasın. «İkisine de hep tatlı söz söyleyesin...»
Ve onların huzurunda hürmet ve takdir duygularıy­
la onlara teslim olmuş bir insanın alçak gönüllülü­
ğüne benzer bir tavır takınasın: «Onlara acıyarak al­
çak gönüllülük kanatları ger...» Ve dilin sana unu­
tulmayacak yardunlan olan ana ve babana daima dua
etsin. Zira onlar sen küçük, zayıf ve birşey bilmezken
seni yetiştirdiler: «Rabbim! Küçükken beni yetiştir­
dikleri gibi sen de onlara merhamet et, de.»
Kalbi açık, basireti nurlanmış müslüman birçok
âyetten bu rabbani telkini alır ve anne babasma olan
saygısı ve onlara olan iyiliği artar :
«Allah’a kulluk edin, O’na bir şey ortak koşma­
yın. Ana babaya iyilik edin.» (Nisa, 36)
«Biz insana ana ve babasma iyi davranmasını
tavsiye etmişizdir.» (Ankebut, 8)
«Biz insana ana ve babasma karşı iyi davranma­
sını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güç­
süzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı.» (Lokman, 14)
Ana babaya iyi davranma konusundaki nasslan
inceleyen kimse hadislerin de âyetleri te’kid eder ma­
hiyette, anne ve babanm faziletini beyan edip onlara
karşı iyi davranmanın faziletini anlatarak, asi ol­
maktan sebep ne olursa olsun evlatları sakındırdığmı
görür.
Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’dan şöyle dediği riva­
yet edilmiştir: «Resulullah (sav)’a: «Heıngi amel Al­
lah’a daha sevimlidir?» diye sordum. Buyurdu ki:
— «Vaktinde <kılman) namaz.»
— Sonra hangisi? dedim.

57
— «Ana babaya iyi davranmak» buyurdu.
— Sonra hangisi? dedim.
— «Allah yolunda cihad.» buyurdu» (Müttefa-
-kun aleyh.)
Büyük yetiştirici Resulullah (s.a.v.) ana babaya
iyiliği İslamda iki büyük şeyin arasına koymuştur:
Vaktinde kılınan namaz ve Allah yolunda cihad. Na­
maz dinin direği, cihad İslam’ın zirve noktası. Pey­
gamberin ana babaya tamdığı bu makam ne yüce
bir makamdır!?
Peygamber’e Allah rızası için cihad ve hicret için
biat eden bir adam geliyor. Biatmı almadan soruyor:
— «Ana ve babandan sağ biri var mı?» Adam;
— Evet, ikisi de, diyor. Peygam ber:
— «Ecrini Allah’tan bekliyorsun (değil m i)?» bu­
yuruyor. Adam:
— Evet diyor. Peygamber:
— «Ana ve babana dön ve onları hoş tut.» bujnı-
ruyor.
Şeyhayn’m rivayetinde; «Bir adam gelip cihad
için izin istedi. Peygamber;
— «Anne ve baban sağ mı?» diye sordu. O;
— Evet, dedi. Peygamber:
— «O ikisinde cihad et! buyurdu.»
Cihad için oydular gönderen Rasulullah, ince
kalbiyle ana babarun zayıfhğmı ve evladma olan ih-
tiyacmı unutmayıp hatırlıyor ve ciha,da gönüllü ge­
len bu zatı geri çevirip ana babasma bakmasını on­
lara hizmet etmesini sağlıyor. Halbuki kendisinin o
anda kılıç tutacak her kola ihtiyacı vardı. O, Allah’
m insamn mutluluğu için çizdiği eşsiz dengeli ve kâ­
mil İslam metodunda anne ve babaya iyiliğin ehem­
miyetini takdir ederek cihada gelen zatı ana baba­
sına hizmete gönderiyor.

58
Sa’d b. Ebi Vakkas’ın anası, Sa’d’m müslüman ol­
masına karşı çıkıp ona:
— Y a İslam’dan dönersin ya da ben ölünceye ka­
dar yemeği boykot ederim, böylece sen Araplarm ga­
zabını kazanırsın ve sana: Ana katili derler, dediğin­
de Sa’d, ona şu cevabı verdi:
— Vallahi senin yüz canın olsa ve onlar teker te­
ker senden çılcsalar yine İslam’dan dönmem. Bunun
üzerine annesi iki gün yemek yemedi üçüncü gün da­
yanamayıp yedi. Bunun üzerine Allah Sa’d’m armesi-
ne karşı cevabında sert davranmasını kınayan şu aye­
ti indirdi:
«Ana baba, seni körü körüne bana ortak koşman
için zorlarsa onlara itaat etme, dünya işlerinde onlar­
la güzel geçin.» (Lokman, 15)
Abid bir zat olan Cüreyc’in kıssasmda da ana ba­
baya iyiliğin ve emirlerine itaatin ehemmiyetini gös­
teren büyük ibret vardır: Namaz kılarken annesi onu
çağırdı, o: «Rabbim, annem mi namazım mı?» diye
tereddüt edip namazma devam etti. Annesi bir da­
ha bağırdı. Ona cevap vermeyip namaza devam etti.
Annesi üçüncü kez bağırdı, Cüfeyc cevap vermeyin­
ce Allah’a Cüreyc’e fahişeler! musallat etmeden öl­
dürmemesi için beddua etti. Bir zaman sonra bir. fa­
hişe bir çobanla zina etti ve hamile kaldı. Bu duru­
mun açığa çıkmasmdan korkunca da çoban ona: Ço­
cuğun babasını sorarlarsa abid kul, Cüreyc’tir de, de­
di. O da öyle söyledi. İnsanlar galeyana gelip evini
yıktılar ve hakim O’nu meydana getirdi. Yoldayken
annesinin bedduasmı hatırladı ve gülümsedi. Ceza
için meydana getirilince iki rekat namaz kılmak için
mühlet istedi. Sonra da çocuğu isteyip kulağına: 'Ba­
ban kim? diye sordu. Çocuk: «FÜan çobandır.» de­
di. İnsanlar tekbir ve tehlile başladı ve O’na: «Evini

59
altın ve gümüşten yeniden yapalım» dediler o; «Ha­
yır eskisi gibi topraktan yapın» dedi. Buhari’nin ri­
vayet ettiği bir hadiste Nebi (s.a.v.) şöyle buyuruyor;
«Cüreyc fakih olsaydı anasına icabetin nam aza
devamdan daha gerekli olduğunu bilirdi.» Buradan
yola çıkarak fukaha; «nafile bir namaz kılan, anne
veya babası çağırsa namazım bırakıp ona icabet et­
mesi gerekir» demişlerdir.

Müslüman olmamalar dahi onlara karşı iyidir:


Muhteşem İslam Peygamberi öğütleriyle insan-
lığm zirvesine yükselmektedir. Zira ana babaya İs­
lam dışmda bir dine dahi sahip olsalar iyi davran-
majn tavsiye etmektedir. Esma binti Ebi Bekr (r.a.)
şöyle demiştir: «Peygamber devrinde annem müşrik
iken bana geldi. Peygamber (s.a.v.) den fetva iste­
dim ve dedim ki;
— Annem bir şey istemek için bana geldi. Onun­
la görüşeyim mi?
— «Evet, annenle görüş.» buyurdu.» (Müttefakun.
aleyh.)
Kur’an’m' bu yüce öğütlerinm ve Peygamber’in.
bu yüksek tavsiyelerinin şuurunda olan gerçek müs-
lüman her yerde ve her zaman ana babasma iyi dav­
ranan ve onlarla iyi geçinenlerin en iyisi olmahdır.
Sahabe (r.a.) ve tâbiin böyleydiler. Bir adam, Sa-
id b. Müseyyeb’e sorarak dedi ki: «Ana babaya iyilik
âyetinin hepsini anladun yalnız «Onlara hep tatlı söz
söyle» kısmım anlayamadım.» Said şöyle cevap verdi;
Yani köle efendisine nasıl hitap ederse, sen de onla­
ra öyle hitab et. İbnu Şirin (r.a.) annesine olan say-
gısmdan ona karşı hastajnmş gibi zayıf bir sesle ko­
nuşurdu.

60
Onlara asi olmaktan çok korkar:
Biz ana babaya iyi davranmayı teşvik eden bu
aydınlık sayfayı çevirip onlara asi olmaktan sakm-
dıran sayfayı açtığımızda karanlık, sıkıcı, ana babası­
na asi evladın gönlünü derinlerden sarsacak kapka­
ra bir sayfa buluruz.
Ana babaya asiliğin Allah’a şirk ile birlikte zik-
redildiği bu sayfa müslümanm akimı başmdan alır.
Çünkü ana babaya asilik büyük günahlarm da en
bü5diğü, ve hataların en çirkini olarak gözükmekte­
dir.
«Ebu Bekr’e Nufey’ b. Haris’ten şöyle söylediği
rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«Size büyük günahların en büyüğünü haber ve­
reyim mi?»
— Evet ya Resulellah dedik. Buyurdu k i ;
«Allah’a şirk koşmak ve ana babaya asi olmak.»
(Müttefakun aleyh.)

Önce annesi sonra babası:

Ana babaya iyilikte birini diğerine tercih eder­


ken evlatların dengesini sarsmamak için îslami öğüt­
ler her ikisini de içine alacak şekilde anne ve baba­
yı teker teker zikrederek gelmiştir.
İşte Resulullah (s.a.v.) biraz önce geçtiği gibi ci-
had için biata gelen adam’a soruyor
«Anne ve babandan sağ biri var mı?» Bu ibare
anne ve babaya eşit olarak iyi davranmanm farzi-
yetini göstermektedir.
Aynı şekilde Esma Haris’e de müşrik olan anne­
siyle görüşmesini, onun ihtiyacmı karşılamasmı em­
rettiğini gördük. Bir adam gelerek sordu:

61
«insanların hangisi iyi muameleme daha layık­
tır? Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

— «Annen.» Adam;
— Sonra kim? dedi. O;
— «Annen» buyurdu. Adam;
— Sonra kim? dedi. O yine:
— «Annen» buyurdu. Adam;
— Sonra kim? dedi. O:
— «Baban» buyurdu.» (Müttefakun aleyh.)
Bu hadiste anneye iyiliğin babadan önce geldi­
ğini kuvvetlendiren bir mana vardır. Sahabe (r.a.)
Peygamber (s.a.v.) den sonra bu manayı insanlara-
anlatıyorlardı. Hatta bu ümmetin âlimi ve fakihi olan
îbn Abbas, anneye iyiliği Allah’a en çok yaklaştıran
amel olarak tanıtmıştır. O’na bir adam gelerek dedi
ki:
— «Ben bir kadma talip oldum kadm benimle,
evlenmek istemedi. Başkası talip oldu onunla evlen­
meye razı oldu. Ben de kıskanıp onu öldürdüm. Be­
nim için bir tevbe yolu var mıdır? İbn Abbas ona:
— Annen sağ mı? dedi. Adam:
— Hayır, diye cevap verdi. îbn Abbas ona dedL
ki:
— Allah’a tevbe et ve gücün yettiği oranda Al­
lah’a yaklaş.»
Bu hadisi rivayet eden Ata b. Yesar dedi ki: «îbn
Abbas’a giderek:
— Niçin annesinin sağlığını sordun? diye sor­
dum. Dedi ki:
— Ben Allah’a anneye iyi davranm aktan daha
yakm bir amel bilmiyorum.
Bu yüzden îmam Buhari «El-Edeb-ul-Müfred»
isimli kitabmda ana babaya iyilik babmm başına an­
neye iyüik kısmım getirmiştir.

62
Kur’an evlatların gönlünde iyilik ve irfan duygu­
larım uyandırıp anne ve babaya iyiliği tavsiye etmiş­
tir. Hamilelik ve emzirme merhalelerinde annenin çek­
tiği zahmet ve meşakkati, şefkat, merhamet ve in­
celik hissi veren yumuşak bir şekilde annenin fazile­
tini öğmüştür:
«Biz insana anne ve babasma iyi davranmasmı
tavsiye etmişizdir. Annesi onu güçsüzlükten güçsüz­
lüğe uğrayarak karnmda taşımıştı.» (Lokman: 14)
Ne yüce bir terbiye! Ne merhametli bir öğüt! «Ba­
na ve ana babana şükret» Anneye babaya evladma
küçüklükte gösterdiği fedakarlıklara karşı teşekkür-
etmek Allah’a şükretmenin hemen arkasmdan gelir.
Fazüet ve salih amellerin başı ana babaya iyilik. Bu
dinin ana babaya verdiği mertebe ne büyüktür! Ki­
şiyi elde ettiği dünya nimetleri, güzel zevce ve ço­
cukları anne ve babîîsma bakmaktan alıkoyar da on­
ları karşı cimri davranırsa Allah’m gazabma müs-
tehak olur.
Fakat sadık müslüman bütün bunlardan uzaktır.
Çünkü gerçek müslüman tslâm’m yüce öğütleriyle
dolu kaynak üe daima ilişki halindedir ve Peygam­
ber (s.a.v.) ’i n :
«Sen ve mahn babana aidsiniz.» hadisini duyar
ve bu peygamber edebi karşısmda titrer ve nefsi hi­
dayet feyizlerine açılarak, ana babasma iyilik, bakım,
sevgi ve ihsanda kusur etmez. Ana baibasma asi ol­
maktan uzak durur ve Peygamberin istediği gibi malı
da kendi de babasmm olur.

Onların sevdiklerine de iyi davranır:


Bu yüce din ana babaya iyiliği tavsiye ile yetin­
memiş bilakis onlarm sevdiklerine de aynı muamele­
yi öğütlenüştir:
63.
İbn Ömer, Nebi (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu ri­
vayet etmiştir
«İyiliğin en üst mertebesi insanın baba dostunu
ziyaretidir.» Bir rivayette de şöyledir; «İyiliğin en
üst mertebesi insanın babasından sonra onun dos­
tunu ziyaretidir.» (Müslim.)
Abdullah b. Ömer, babası Ömer (r.a.) ’in bir dos­
tuyla karşılaşınca ona aşırı derecede saygı ve ikram­
da bulundu. Bunun üzerine beraberindekilerin bazı­
sı: İki dirhem sadaka vermen yetmiyor muydu? de­
diler. İbn Ömer dedi ki Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«Babanm sevgisini muhafaza et. Onlarla olan ala­
kanı kesme yoksa Allah, nurunu söndürür.» (Müs­
lim.)
Bir adam Peygamber (s.a.s.) e sordu:
— Ey Allah’ın Resulu! Anam babam öldükten
sonra yapacağmı bir iyüik kaldı mı? Buyurdu ki:
— «Evet, dört haslet: Onlara dua etmen, istiğ­
farda bulunman, sözlerini yerine getirmen, dostları­
na ikramda bulunman ve onların tarafından olan ak­
rabalarını ziyaret etmen.»
Bir evladm baba dostunu babası hayattayken de
öldükten sonra da sevip sa3nnası ana babaya olan
sevgi, saygı ve iyilik mertebelerinin en yücesidir. Ger­
çek müslüman daima ana babasınm akraba ve dost­
larıyla olan bağlarmı kuvvetlendirmeye ve onlara ana
babası öldükten sonra da saygı ve sevgi göstermeye
çalışır. Anne ve babasmm kurdukları dostluğu ihmal
etmemek onun insani görevlerindendir. Bütün bu gü­
zel meziyyet ve duygularla insan hayatı güzeleşir, in­
sanlar mutlu olur. Bunlar da sadık müslümanın var­
lığına bağlıdır.

•64
Batı’da çocuk anne ve babasından, rüşdüne ba­
liğ olunca ayrılır ve ondan sonra ne buluşma vardır
ne sevgi ne de ana baba şefkati. Çocuk yoluna devam
eder ve arkasına bir dönüp te kendUeri için ömür tü­
ketmiş nesle bakmaz. Batıdaki ana babaya olan bu
saygısızlık ve asilik ile İslâmdaki ana babaya iyUik,
sevgi, bağlılık, hayattayken ve öldükten sonra onla­
ra gösterilen davramş arasmdaki farka dikkat çek­
mek gerekir.
İki toplum arasmdaki bu farkı belirleyen, insan­
lar arası ilişkilerin en mükemmelini sergileyen yega­
ne nizam İslâmdır.

Onlara iyilikteki metodu:


İslam’ın hakkıyla yoğurduğu müslüman, ana ba­
basına iyi davranır, onlara hürmet ve takdir ile mua­
mele eder: yanma gelseler ayağa kalkar ellerini öper
ve onlara hürmeten sesini yükseltmez, onları daima
korur, onlara hitap ederken gayet jnımuşak davra­
nır, ağzmdan onlara karşı sert, kırıcı sözler çıkmaz
ve şartlar nasıl olursa olsun onlara şu âyetin emri­
ne uyarak davranır:
«Rabbin yalnız kendisine tapmanızı ve ana ba­
baya iyüik etmejn buyurmuştur. Eğer ikisinden biri
veya her ikisi senin yanmda iken ihtiyarlayacak olur­
sa onlara karşı «of» bile demeyesin, onlan azarlama-
yasm, ikisine de hep tath söz söyleyesin. Onlara acı­
yarak alçak gönüllülük kanatlarmı ger ve: Rabbım!
Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara mer­
hamet et de.» (İsra: 23-24)
Ana baba doğru yoldan ayrılmış, hak yoldan sap­
mış olabilirler. Bu durumda müslüman evladm göre­

65
vi onlan bu batıl yoldan uzaklaştırmak için yumu­
şakça, sevgi, hoşgörü ve temkin içinde onlara yak­
laşmaktır. Şiddet kullanmadan, kızmadan, sertleşme­
den ve hakaret etmeden onları iyilikle iknaya çalı­
şarak doğru yola getirmelidir.
Akıllı ve şuurlu müslüman ana babası müşrik
dahi olsalar onlara böyle davranmakla mükellef ol­
duğunu unutmaz. Onlar şirk içindeyken dahi onlara
iyi davranmakla mükelleftü. Bunu yaparken de tabii
Allah’ın şu emrine uyduğunun şuuru içindedir;
((Biz insana ana babasma iyi davranmasını tav­
siye etmişizdir. Annesi onu güçsüzlükten güçsüzlü­
ğe uğrayarak karnmda taşımıştı. Çocuğun sütten ke­
silmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şük­
ret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Banadır.»
(Lokman: 14)
Anne ve baba akrabalarm en yakmı, sevgililerin
en çok sevilenidirler. Fakat onlara olan bağ kıymet
bakımmdan inanç bağmdan sonra gelir. Eğer müş­
rik iseler ve çocuklarını şirke davet edip ona zorlu-
yorlarsa onlara bu hususta itaat yoktur: Zira ((Allah’a
masiyette kula itaat olmaz.» Çünkü iman bağı bütün
bağlarm üstündedir. Buna rağmen çocuk anne ve ba­
basma iyi davranmak ve ikramda bulunmak zonm-
üadır.
Gerçek müslüman her türlü şartta ana babasma
iyi davranır. Onları mutlu etmek, gönüllerine sevgi
saçmak ve Allah’a itaat hududu içinde onlara gücü
yettiğince iyilikte bulunmak gerçek müslümanm ala-
metlerindendir. Onlara takdim edeceği, yiyecek, gi­
yecek, meskenin en iyisini ve yaşadıkları asrm şart­
larına ve sosyal yapışma uygun refah imkanlannı

66
onlara temin etmekten çekinmez. Bütün bunların üze­
rinde güzel söz, güler yüz, sevgi, veîa ve şefkat ile
muamele etmek, gerçek müslümanın şiarıdır.
Müslümanm ana babasma olan iyiliği vefatların­
dan sonraya da uzanır. «Onlara açıyarak alçak gö­
nüllülük kanatlarını ger ve Rabbim! Küçükken beni
yetiştirdikleri gibi onlara merhamet et de.» (İsra: 24)
İşte İslam’ın ana babaya iyilikte çizdiği yol. İşte
bu yola tâbi olan gerçek müslümanın vasıfları. Aca­
ba bugünün müslümanı kendilerini çevreleyen mad­
di hayat ve yeni medeniyetin gözleri kamaştıran şart­
lan altmda bu anlatılanlara tâbi oluyorlar mı?
Bugün hayatımızda bu ihtimamın eş ve çocukla­
ra gösterildiği görülmektedir. Ana babaya iyilik ise
ikinci sıradadır. Belki evlad ve eşe gösterilen ihtima-
mm çok azı bile ana babaya gösterilmiyor. Tokva
sahibi evlada sahip baba ve analar bu ihtimamı gö­
recektir. Ama asrımızda bunlar çok azdır. Çünkü
müslümanlardan çoğmıun kafasmı etkisi alaıuna sok­
muş olan batmm sosyal nizamlan ana babaya İ3dli-
ği, onları ihtiyarladiklarmda korumayı, elden ve ayak­
tan düşünce aşağılanmaktan muhafazayı hesaba kat­
mamıştır. İşte bu düşünce yapısıyla insan, sadece ka­
rısına ve çocuklarma özen gösterip arkasma dönüp de
kendileri için gecelerini feda eden, kendilerini haya­
ta hazırlayan nesüe birazcık feda eden, kendüerini
hayata hazırlayan nesile birazcık olsun bakmaz. Ra­
hat bir ev, iyi bir elbise, güzel bir yemek, faydalı bir
seyahat düşündüğü zaman kalbi hemen eş ve çocuk­
larm a yönelir ve bunlara herkesten daha muhtaç olan
ana babasmı hiç akima getirmez.
Ana babaya iyilik, onlara sevgi dolu bir kalb ile

67
yönelmek, yardım elini uzatmak müslüman ahlakı-
nm en köklülerindendir. Hayat şartları ne kadar zor­
laşırsa zorlaşsm, ne kadar gelişirse gelişsin ve üze­
rine ne kadar ithal edilmiş âdetler yığıhrsa yığılsm
müslümanlann bu meziyyeti bu üstün ahlakı kaybet­
memeleri gerekir. Çünkü bu huy, bu meziyet kalbi
taşlaşmaktan koruyan, benlikten muhafaza eden ve
müslümanlan insanca davranma asaletine götüren
bir mezi3T^ettir ve insanlara cennet kapılarını açar.

68
Dördüncü Bölüm

MÜSLÜMAN ESİYLE

İslâm’ın evlilik ve kadına bakışı:

İslâm’da evlilik; nefsin sükünet, kalbin rahat,


gönlün huzur bulması için karı kocanın sevgi, yar­
dımlaşma, hoşgörü, şefkat çerçevesinde içinde yavru-
larm cıvıldadığı bir aile kurmalarıdır.
K ur’an-ı Kerim karı-koca arasmdaki bu ebedî ve
tabu ilişkiyi çok ince bir şekilde tasvir etmektedir:
«İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eş­
ler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etme­
si O’nun varlığınm belgelerindendir.» (Rum: 21)
EvlUik, içten sevgi ve şefkat Ue dolu mutlu ev­
lilik yuvasmda, huzur ve güven nimetlerini tatmala­
rı için Allah’ın iki nefsi, bağlarm en kuvvetlisiyle
bağladığı bir ilişkidir.
Saliha kadın İslama göre hayatm Uk tadı ve Al­
lah’ın erkeğe en büyük nimetidir. Zira hayatm sıkm-
tılan ve yorgunluklanndan sonra huzur bulmak için
ona sığmır; rahat, teselli ve insan hayatmda benze­
ri bulunmayan lezzeti onda bulur. ResuluUah (s.a.v.)
şu hadisinde bunu bize şöyle ifade etmiştir:
«Dünya kendisiyle faydalanılan bir maldır. Onun
hayırlısı da saliha bir kadmdu.M (Müslim.)

69
işte İslam’ın evliliğe ve dişiliğinin kendine ka­
zandırdığı şerefiyle kadma bakış açısı budur.

Müslüman erkeğin istediği e§:

Evlilik ve kadına İslâmm bakış açısıyla bakarak


yola çıkan müslümanı, bu çağm bazı genç kızlarının
arkasına gizlendiği boş görünümler kendine çekeme-
yecektir. Gerçek müslüman için cazibe genç kızm
olgun şahsiyetinden kaynaklanmaktadır. Bunun için
hayat arkadaşım seçerken acele etmez ve huzurlu aile
hayatını gerçekleştirecek yüce İslâmî sıfatları taşı­
yan genç kızı arar. Güzellik, parlaklık ve sadece iıe-
vasınm eshi gençlerin değer verdiği gibi süs ve boş
şeyler üe yetinmez. Bunların yanısıra, dindar, akıl­
lı ve terbiyeli olmasmı isteyerek Peygamber (s.a.v.)’
in yolunu takip eder:
«Kadm dört şey için nikahlanır: Malı, soyu, gü-.
zeUiği ve dini. Sen dindar olanım seç ki elin bereket­
lensin. (Müttefakun aleyh.)
Peygamberin müslüman gence dindar kız ara-
masmı tavsiyesi genç erkeğin güzele olan isteğini or­
tadan kaldırıyor demek değildir. Çünkü Resulullah
(s.a.v.) müslümamn kalbi ısmmadzğı, görünüşünü
sevmediği bir kızla evlenerek kendisini tehlikeye at­
maması için nikahtan önce kadına bakmayı mendup
kılmıştır:
Muğire b. Şube (ra) şöyle dedi: «Resulullah (sav)
zamanmda bir kadm ile evlenmek istedim de Pey­
gamber (s.a.v.): — «Ona baktm mı?» buyurdu. Ben:
Hayır-, dedim. Buyurdu ki:
— «Ona bak. Çünkü aranızda muhabbet ve an-
layışm husulu için bu lazımdır.» (Nesei.)

70
Ensardan bir kadın ile nişanlanmış bii’i Peygam­
ber (s.a.v.)’e geldi. Resulullah ona:
— «Ona baktm mı?» buyurdu. O:
— Hayır, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz o
kadına bakmasını emretti. (Nesei)
Peygamber (s.a.v.) birçok hadiste manevi sıfat­
ların yanısna erkeğin saüha kadmda aradığı esas sı­
fatlardan birinin de güzellik olduğunu doğrulamış ve
her iki sıfatm da birbirinden ayrılamayacağım belht-
miştir:
«Mü'min, Allah’a karşı takvasından sonra bir ka­
dından daha hayırlı bir şeyden istifade etmemiştir.
Bu kadına emretse itaat eder, ona baksa (güzelliğin­
den) yüzü güler, onun üzerine yemin etse yeminini
yerine getirir, kocası uzaktayken namusunu ve (ko-
casmm) malmı korur.» (İbnu Mace.)
Ebu Hüreyre (r.a.) dan rivayet edilmiştir: Pey­
gamber (s.a.v.) e kadmlann hangisi daha hayırüdır?
diye sorulunca şöyle buyurmuştur
«Bakmca (kocasmm) yüzü gülen, emrettiğinde
itaat eden ve (kocasmm) namus ve malmda onun
razı gehniyeceği hareketleri yapmayan.» (Ahmed.)
İşte bu görüş, erkeğe istikrar, huzur ve mutluluk
verebilen kadmm şahsiyetine yön veren nebevi bir
bakıştır.
Peygamber (s.a.v.) in kadını böyle görmesi, evlili­
ğin vucud, akıl, ruh ve arzuları açısmdan dengeli ve
sağlam bina edilmesine olm itinasıdır. Bu itina ka­
rakterlerin değişikliğinin sarsmaması ve nefsin istek­
lerinin galebe çalmaması içindir. Böylece de Allah’m
dinine şanlan gerçek pıüslüman kötü ortamlardaki
güzel kadmlann tuzaklarma düşmez ve diğer insan
bu gibi durumlardan sakmdmr.

71
Müslüman evlilik hayatında da îslâmm çizdiği
yoldan ayrılmaz:
Sadık müslüman evlendikten sonra eşiyle yaşan­
tısında İslâm’ın çizdiği yola bağhdır. İslâm’m kadıtx
hakkmdaki tavsiyesini ve ona iyi muamele edilmesi
hususundaki teşvikini düşünseydik h'ayrete düşerdik.
İsleım kadma hiçbir dinde bulunmayan bir ma­
kam vermiş ve kıymetini yükseltmiştir. İşte Resulul-.
lah (s.a.v.) bütün erkekleri uyanyor
«Kadınlara hayır tavsiye ediniz. Çünkü kadmlar
eğri kaburga kemiğinden yaratılmışlardır. Kaburga
kemiklerinin en eğrisi en üsttekidir. Doğrultmaya kal­
kışırsan onu kırarsm, olduğu gibi bırakırsan eğri ola­
rak kalır. Kadınlara tavsiyede bulununuz. (Nasihat
ediniz.)» (Müttefakun aleyh.)
Sahihayn’deki başka bir rivayet: şöyledir «Kadın
eğri kemik gibidir. Düzeltirsen kırılır.' Ondan ancak
eğri olarak faydalanırsm.»
Müslim’in rivayetinde de hadis şöyledir: «Şüphe­
siz kadm eğri kemikten yaratılmıştır. Hiç bir yolla
düzelmez. Ondan faydalanmak istersen eğri olarak
faydalanırsm. Düzeltmeye kalkışırsan kırarsm . Onun
kırılması boşanmasıdır.»
Peygamberin bu beliğ benzetmesi kadınm ve mi-,
zacmın gerçeğini çok güzel şekilde açıklamaktadır.
Kadm, kocasmm arzu ettiği şekilde asla düzelemez.
Müslümanm, bu hususun kadınm yaratılışm dan gel-,
diğini bilmesi gerekir. Zihninde doğru veya olgunluk
diye yer eden istikâmette eşini doğrultmaya asla kal­
kışmaz ve onun kadmiık mizacmı nazar-ı dikkate alır.
Bazı işlerde istediğinin aksine davranan eşini AUah’*
m yarattığı şekilde kabul eder. Yok illa, o aksi tu­
tumu değiştirmek yani o eğriliği kendi istediği şe­

72
kilde doğrultmak isterse onun misali eğri kemiği doğ­
rultmakta ısrar eden kimsenin misali gibidir. O ke­
miği artık kırılmış olarak görecektir. Bu ise onun bo-.
şanmasıdır.
Müslüman kocanın vicdanında bu duygu yerle­
şirse, kadmın ruhî yapısmı ve mizacmı iyice anla­
yıp eşinin birçok hatalarmı hoşgörü üe karşılayacak
ve onun bazı yanlışlarının yaratüışmdan kaynaklan-,
dığını takdir ile görmezlikten gelecektir. Böyle olur-,
sa o ev sakin, mutlu, bağrışma, çağrışma ve tartış--
maların bulunmadığı bir ev olur.
Bu hadisi iyice inceleyen ve üzerinde düşünen
kimse hadisin «Kadınlara hayır tavsiye ediniz.» iba­
resiyle başladığını görecektir. Bu ibareden sonra ka-
dinin şahsiyeti tahlil ediliyor ve yine aynı ibare ile
hadis son buluyor. ResuluUah’m kadma gösterdiği
özen ne kadar da şiddetlidir! Kadınm ruhi yapısını
ne kadar da derinlemesine ele almakta. Gerçek müs-
lüman Peygamberin bu yolundan dışarı çıkabilir mi?
Onun bu yolu takip etmekten ve her an bu doğrultu­
da amel etmesinden başka bir yolu var mıcür?.
Resulullah’m kadma verdiği ehemmiyet onları Ve-..
da Hutbesinde ımutmayacak ve onlar hakkında ha-,
yır tavsiye edecek dereceye ulaşmıştır. Müslümanlar­
la son haccını yaptığmı idrak eden Peygamber (s.a.v.)
onlara en gerekli olan şeyleri söylemek için bu hut­
beyi'irad buyurdu. Bu önemli hutbede kadmlan unut­
mamış ve onlar hakkmdaki konuşmasma pnlara ver-,
diği önemi gösteren şu sözlerle başlamıştır:
«Dikkat edin! Kadmlara hayır tavsiye ediniz!
Şüphesiz onlar sizin yardımcılarmızdır. Onlardan bım-
dan başkasma sahip değilsiniz. Ancak açık bir kötü-,
lük işlemeleri vuku bulursa onları yataklarmda ter-
kediniz. Onları çok ağır olmamak şartıyla, dövebüir-


siniz. Eğer size itaat ederlerse onlar hakkında yapa­
cağınız başka bir şey yoktur. Dikkat ediniz! Sizin ka­
dınlar üzerinde hakkınız, kadmlarm da sizin üzeriniz­
de haklan vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız;
onların yataklarınıza ihanet etmemeleri ve sevmedi­
ğiniz' kimseleri evinize almamalarıdır. Dikkat ediniz!
Onlarm sizin üzerinizdeki hakları, onları giyecek ve
yiyecek hususunda mahrum etmemenizdir.» (Tirmi-
zi, Nesei, İbni Mace..)
Bu, her müslümanm uyması gerekli bir nasihat-
tu'. Ve bu nasüıata uyulduğu zaman kadına şefkat
merhamet duygularıyla yaklaşılır, ona zulmetmek ak­
la büe getirilemez.
Peygamberin kadmlar hakkmdaki tavsiyeleri eşi­
ne iyi davranan kocayı ümmetin en hayırlıları mer­
tebesine çıkaracak kadar kuvvetlidir.
(cîman açısmdan müminlerin en olgunu ve üstü­
nü ahlakı en güzel olkmdır. Sizin en hayırhlarıruz ka-
dmlarma karşı hayırlı olanlarmızdır.» (Tirmizi)
Bazı kadınlar Peygamber (s.a.v.)in aileleri y a - '
nma gelerek kocalarmı şikayet ettiler. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v.) erkekleri toplasnp şöyle buyurdu:
«Muhammed’in ailelerine kocalarmdan şikayetçi
olan pek çok kadm gelmekte. Onlar (şikayet edilen
kocalar) hayırlılarınız değüdir.» (Ebu Davud, Nesei,
İbnu Mace.)
İslam kadma insaflı davranüıp iyi muamele edil­
mesi hususunda, koca eşini istemese de ona iyi dav­
ranmasını tavsiye ederek tarih boyunca ulaşamadığı
bir mertebeye çıkarmıştır. Allahu Teâlâ Kitabm da
bu30 iruyor ki;
«Onlarla güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoş­
lanmıyorsanız, sabredin. Hoşlanmadığınız bir şeyi Al­
lah çok hayırh kılmış.olabilir.» (N i^ ; 19.)

74
Bu âyeti kerime sadık müslümanın vicdanmı ok­
şar ve kızgmiık ateşini söndürüp eşine olan hoşnut­
suzluğunu hafifletir. Böylece de İslâm evlilik bağım
kopmaktan koruyup bu mukaddes bağı gelip geçici
bazı hissi davranışlara maruz kalmaktan muhafaza
eder. Ömer b. Hattab (r.a.) ’ın hoşlanmadığı için karı­
şını boşamak isteyen adama söylediği söz ne dikkat
çekici! «Yazıklar olsun sanal Evler sevgiden başka
bir şeyin üstüne mi kuruldu? İdare etmek ve utan-
malî yok mu?»
İslâmdaki evlilik bağı küçük hissi davranışlar­
dan çok daha büyük, hayvani hislerin baskısmdan çok
daha yücedir. Gerçek müslümandaki mertlik, şeref,
idare etmek, dayanmak, göğüs genişliği ve yüce ah­
lak hoşlanmadığı eşiyle olan muamelelerinde bile hay­
vani duygulardan, ard niyetlerden uzak kalarak yü­
celmesini sağlar.
Müslüman Rabbinin emrine uyarak hoşlanmasa
dahi eşiyle İ5Û geçinir. Çünkü o Rabbinin kavlini ha­
tırlar; insanın bir şeyden hoşlanmasnp ondan uzak­
laşmak istediği, halbuki o şeyin sahibine hayır ve be­
reket vesilesi olduğunu düşünür. Bunun için şuurlu
müslüman nasıl seveceğini çok iyi bilir. Sevdiği kim­
seye körükörüne serserice kapılmaz. Sevmediğinden
de hak hukuk bilmeyen kaba insanlar gibi hemen
yüz çevirmez. Her iki durumda da insaflı olarak orta
yolu takip eder.
İslâm’m yüce Peygamberi, müslüman kadmdan
kocası ne kadar nefret ederse etsin, hoşlandığı bazı
ahlaklardan da hâli olmadığını binaenaleyh onun hoş­
lanmadığı yönünü açığa vurup hoşlandığı yönünü
görmemezlikten gelmesinin doğru olmadığını açıkla­
maktadır:

75
«Mümin erkek, karısından nefret etmez. Onun bir
huyunu sevmezse ötekini sever.» (Müslim.)

Gerçek Müslüman örnek bir kocadır:


Gerçek müslüman bir erkek, kadına iyi davranma­
yı emreden bu kesin ve sarüı nasslann doğrultusun­
da örnek bir eş olmaya çalışu. Karısı onun yumuşak
muamelesiyle hoşnut kalur ve nazik arkadaşhğıyla
mutlu olur.
Evine girdiğinde eşine ve çocuklarına güleryüzle
sevinç ifadeleriyle Allah’m emrettiği selamı vererek
yönelir:
«Evlere girdiğiniz zaman kendinize, ehlinize Al­
lah katmdan bereket esenlik ve güzellik dileyerek se­
lam verin.» (Nur, 61)
Peygamber (sav) de bu selamı teşvik ederek Enes
(r.a.)’a buyurmuştur ki:
«Ey oğulcuğum! Ailenin yanma girdiğinde selam
ver, sana ve evdekilere bereket olur.» (Tirmizi.)
Erkeğin aüesine selam verip onlara güleryüzle
davranması her ikişinm hayatmı da mutluluk ve se­
vinçle doldurur. Ve hayatlarma ünsiyet, şefkat ve sev­
gi katar. Yardıma ihtiyacı olduğunda eşine yardım
eder. Yorgunluk, bıkkmlik ve sıkmtı alametleri gö­
rünce eşini teselli ederek, güçlü cömert ve hoşgörü­
lü bir erkeğin himayesinde olduğunu onu gözetip du­
rumuyla ilgilendiğini hissettirir. Gücü yettiği oran­
da eşinin meşru ihtiyaçlarmı giderir. Şeriatın mübah
kıldığı ölçüde ona ziynet eşyası alarak süslenmesini
temin ile kadmiığmı takdir eder. Vaktinin tamamım
çalışmalanna, işlerine ve arkadaşlarma vermez, eşi
için de belli vakitler ayıru ve ona ihtimam gösterir.
Çünkü İslâm kadmm erkeğinden faydalanma hakkı­

76
m garantiye almıştır. Hatta amelerin en yücesi ve en
şereflisi olan ibadetle dahi vaktinin tamammı doldur­
ması mübah kılmmamıştır ki bu dinin aile hayatma
koyduğu sağlam denge bozulmasm. Abdullah b. Amr
b. As (r.a.) ’ın rivayet ettiği hadiste bu durumu açık­
ça görmekteyiz. Nebi (sav) onun ibadette aşırı git­
tiğini öğrenince ona şöyle buyuruyor:
«Gündüzleri hep oruç tuttuğun, geceleri namaz­
la geçirdiğin doğru mu?»
— Evet, ey Allah’m Resulu, dedi. Peygamber :
«(Öyle) yapma, (bazan) oruz tut, (bazan) ye,
(biraz) U3uı, (biraz) kalk. Çünkü vücudunun senin
üzerinde hakkı vardır. Gözlerinin senin üzerinde hak­
kı vardır. Eşinin senin üzerinde hakkı vardır...» (Bu-
hari, Müslim.)
Osman b. Maz’un (r.a.)’un karısı Havle bt. Ha­
kim, Nebi (sav)’in eşlerinin yanına dağınık bir elbi­
se içinde kötü bir durumda girdi. Ona:
— Neyin var? dediler. O, kocası hakkmda şöyle
dedi:
— Geceleri namazda, gündüzleri ise oruç. Bunun
üzerine Peygamberimizin eşleri durumu Peygamber’e
haber verdiler. Peygamber (sav) Osman b. Maz’un
(r.a.) ile karşılaşmca:
— «Sen beni örnek olarak almadm mı?» büyür­
dü. O:
— Evet, Allah beni sana fidye kılsın! dedi.
Bundan sonra Osman b. Maz’un karısı güzel bir
şekilde güzel kokular içinde geldi. Başka bir rivayet­
te Peygamber (sav) O’na şöyle buyurdu: «Ey Osman!
Bize ruhbanlık yazılmadı. Senin benden alacağm bir
örnek yok mu? Vallahi sizin en çok korkammz ve (Al­
lah’ın) hududunu eh fazla koruyanınız benim.» (Hıl-
ya, 1/106 Tabakatu İbni Sa’d 3/394, el-kenz 8/305)'

77
Resulullah (sav) bu yolu ashabı arasında yayı­
yor,'onları itidal ve ibadet ile eşleri arasındaki özel
hayatlarının dengelerini sağlamak için işte böyle el­
lerinden tutuyordu. Öyle ki bu itidal ashabın meziyet­
lerinden bir meziyet oldu. Bu itidali aralarmda bir­
birlerine tavsiye ederler ve herşeyde itidal sahibi ol­
maya gayret sarfederlerdi. İçlerinden biri kendini züh­
de ve ibadete vermek istese Resulullah (sav) sorardı.
İmam Buhari, Ebu Cuhayfe (r.a.) ’nin şöyle söy­
lediğini rivayet etti: «Nebi (sav) Selman (r.a.) ile Ebu
Derda’yı (r.a.) kardeş yaptı. Selman Ebu Derda’yı zi­
yaret ettiğinde Ümmü Derda’yı perişan bir vaziyette
gördü. Ona;
— Bu halin ne senin? dedi. O :
— Kardeşin Ebu Derda’nm dünyadan birşeye ih­
tiyacı yokmuş. Ebu Derda geldi, Selman’a yemek yap­
tı ve ona:
— Sen ye ben orucum dedi. Selman:
— Sen yemedikçe ben de yemem dedi. Bunun
üzerine o da yedi. (îece olduğunda Ebu Derda geceyi
ihya etmeye gitti. Selman ona:
— Uyu dedi. O da uyudu. Sonra yine kalkmak
istedi Selman:
— Uyu dedi. Gecenin sonu yaklaştığmda Selman;
— Şimdi kalk dedi. Beraberce namaz kıldılar.
Sonra da Selman O’na şunları söyledi:
— Şüphesiz rabbinin senin üzerinde hakkı var­
dır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin se­
nin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkı­
nı ver. Ebu Derda peygambere geldi ve durumu ona
söyledi. Peygamber (sav);
«Selman doğru söylemiş» buyurdu.
Muttaki ve dikkatli müslüman bu boş hayatı eşiy­
le değerlendirmeyi, ve zaman zaman yapacağı nük-

78
telerle şenlendirmeyi ihmal etmez ve bunu yaparken
hayatmm her noktasında zirveye ulaşmış olan Pey­
gamberi takip ettiğini bilir. Zira dinin esaslarmı yer­
leştirmek, müslüman bir ümmet yetiştirmek ve ci-
had için ordular göndermek gibi büyük işler O’nun
iyi geçimiyle, güleryüzüyle, müsamahakar davranışıy­
la ve onlarla eğlenmesiyle örnek bir eş olmasına en­
gel olmuyordu.
— Ye! dedim. Yemedi. O’na :
— Y a yersin veya (yemeği) yüzüne buiaştırmm,
dedim. O yine yeme3dnce elimi bulamaca batırdım ve
yüzüne sürdüm. Bunun üzerine Peygamber (sav) gül­
dü. Ve Sevde’nin elini alarak yemeğe batırdı ve ona :
«Sen de onun yüzüne bulaştır» buyurduk» (El-
Heysemi 4/316, El-Müntehab 4G393, Kenzul Ummal
7/302)
Hoşgörüyü ve kadm ile eğlenmedeki müsamaha­
karlığı, eşiyle şakalaşıp kalbe sevinç ve ferahlık ve­
ren bu güzel ahlâkı yukarıdaki hadisde pek açık ola­
rak görüyoruz.
Aişe (r.a.), Resulullah (sav) ile bir yolculukta,
yarış etti ve Peygamberi geçti. Aişe (r.a.) şişmanla-
ymca yine Peygamber (sav) ile yarış etti. Bu sefer
de Peygamber (sav) O’nu geçti ve: «Bu o yanşa kar­
şı.» buyurdu. (Ahmed, Ebu İDavud.)
Genç ve sevgili eşi daha fazla sevinsin ve eğlen­
sin diye O’nu bazı oyunları seyretmeye çağırdı Pey­
gamberimiz. Aişe (r.a.) şöyle naklediyor:
«Peygamber (sav) oturuyordu. Birden insanların
ve çocuklarm gürültüsünü işitti. Bir de baktıkki bir
Habeşli dansediyor insanlar da etrafım sarmışlar. Ba­
na: Aişe! Gel bak. Yanağımı omuzuna koydum iki
omuzu arasmdan bakmaya başladım. Doynıadm nu
Aişe? demeye başladı. Ben de bana verdiği değeri an­

79
lamak için: Hayır, diyordum. (Yorgunluktan) ayak-
lannı değiştirdiğini, (bir birine bir ötekine bastığmı)
gördüm.» (el-Müntehab, 4/393)
Başka bir rivayette Aişe (r.a.) şöyle diyor :
«Vallahi Habeşliler mescitte mızraklarla ojmar-
ken Nebi (sav)’ı odamın kapısında ayakta dururken
gördüm. Onlarm oyununa kulağı ile omuzu arasın­
dan bakayım diye beni ridasıyla örtüyor sonra da
ben çekilinceye kadar ayakta benim için bekliyordu.
Oynamaya istekli küçük yaştaki cariyenin durumu­
nu takdir edin.» (Şeyhaim)
Resulu Kerim’in eşlerine şaka ve iyi geçimini gö­
ren gerçek müslüman da eşiyle iyi geçim, yumuşak
muamele, cömertlik ve sabırla geçinir. Ona göstere­
ceği kolaylık ve onunla içinde bulunduğu ilişki he­
lâl ve mübah olan cinsten olduğu sürece iyi geçim
yumuşak huy, cömertlik ve himaye gerçek müslüma-
nm tutacağı yoldur.
Sadık ve takva sahibi müslüman cahil kocalann
yaptığı gibi basit sebepler yüzünden hiddetlenmez.
Yemek, İstediklerinin dışmda veya geç olarak gelin­
ce kıyamet koparan cahiller gibi değildir o. Bu ve bu­
na benzer sebeplerin eşler arasmda geçimsizlik ate­
şini tutuşturup onlan çekişme ve nefrete götürdüğü
çoktur. Gerçek müslüman bu tür basitliklerden uzak­
tır. Çünkü Ulu Peygamber’in ahlâkıyla ahlâklanmış
gerçek müslüman, daima kendini yumuşak huylu ve
hoş görülü yapan Peygamber ahlâkmı hatırlar. «(Pey--
gaınber) Hiçbir yemeği asla ayıplamaımştır. Hoşuna
giderse yer, hoşlanmazsa terkederdi.» (Muttefakun
aleyh)
Gerçek müslüman jnne Rasulullah’m ailesine ka­
tık olup olmadığım sorduğunda sadece sirke bulun­
duğu cevabmı ahnca onu isteyip «Sirke ne güzel bir

80
katıktır. Sirke ne güzel bir katıktır« buyurduğunu ha­
tırlar. (Müslim)
Eşlerinin kusurlarından, yemeği geç getirdiğin­
den veya istediği şekilde pişirmediğinden dolayı göz­
lerinden kıvılcımlar saçan cahil kocalar duysun.
Belki zavallı kadmm bu hatası elde olmayan bazı se­
beplere bağlı olabilir fakat bu kocalar daha sebebi öğ­
renmeden eşlerine bağırır çağırırlar. Bunlar kadın-
lann koruyucusu değüler mi?
Sadık müslümanm sadece eşine iyi davranması
kafi değildir. Aynı iyi muameleyi eşinin arkadaşları­
na da yapar ve bunu da yine yüce önder Resulullah
(sav)’a uyarak yaptığım bilir: Hz. Aişe şöyle anlatı­
yor: Bir ihtiyar kadın Resulullah (sav)’a gelirdi, O da
ona ikramda bulunur ve kadma:
— «Nasılsmız, durumunuz nasıl? Bizden sonra
nasıl oldunuz?» buyururdu, Kadm da :
— İyiyiz, annem ve babam sana feda olsun ya
Resulullah! diye cevap verirdi. Kadın çıkınca Aişe
dedi k i :
— Bu kocakarıya neden bu kadar teveccüh edi­
yorsun? Hiç kimseye yapmadığm şeyi ona yapıyorsun.
Peygamber (sav) cevap veriyordu:
«O kadm bize, Hadice’nin yanma gelirdi. Dosta
ikramıh imandan olduğunu bilmez misin?» (Elkenz,
7/115)
Bazan kadm herhangi bir sebebten dolayı kızıp
kocasına bu kızgmiığmı hissettirerek kendisini koca-
smdan uzak tutabilir. İşte burada müslüman erkek
yumuşak başhlığını, hoşgörüsünü ön plana alıp ka-
dmın yaratılışmı düşünerek, Peygamber (sav)’m eş­
leri kendine kızıp akşama kadar kendini terkettiğin-
de takmdığı tavrı takmacaktır.
Ömer b. Hattab (r.a.), şöyle diyor: «Biz Kureyş-

81
liler kadınlara hükmederdik. Medineye geldiğimizde
orada kadmlarm erkeklere hükmettiğini gördük. Ka-
dmlanmız onlarm kadmlarmdan bunu öğrenmeye
ba.§ladılar.» Ömer (r.a.), diyorki: «Evim Avalide Beni
Ümeyye b. Zeyd arasmdaydı. Bir gün eşim bana kızdı
ve baktım ki beni terketmiş. Beni terketmesini hoş-
görmedim. Bana dediki: Seninle tartışmamdan niye
hoşlanmıyorsun. Vallahi Peygamber’in (sav) aileleri
de tartışıyorlar. Birisi O’nunla gündüzden geceye ka­
dar tartışıyor! Ömer diyorki
Koştum ve Hafsanm yanma girdim O’na:
— ResuluUah (sav) ile tartışır mısmız? diye soi''
dum. O:
— Evet dedi. O’na:
— Biriniz O’nunla gündüz akşama kadar tartı­
şır mı? dedim. O:
— Evet dedi.
— Sizden onu j^pan (tartışan) hüsrana uğra­
mıştır mutlaka. Siz Peygamberin gönlünü kırdığmız-
dan dolayı Allah’m size gazap etmesinden korkmaz-
mısınız? ResuluUah ile tartışma ve O’ndan bir şey is­
teme. Ne arzularsan benden iste, dedim.» (Buhari,.
Müslim, Tirmizi, Nesei.)
Ömer (ra), daha sonra Nebi (sav)’a gelip kızı
Hafsa ile kendi arasmda geçenleri ahlatıyor, Resulul-.
lah (sav) ise tebessüm ediyor.
İşte bu yüce ahlâk müslümanm Peygamberinin
izinde olması için sahip ohnası gereken ahlaktır. Her
işinde O’nun yolunu takip etmelidir. İşte o zaman İs-
lâm’m ileri bir sosyal hayat dini olduğu ortaya çıkar.
Ve müslümanlarm bugün fert, aüe ve toplumdaki da­
ğınıklık, parçalanma ve üzüntülerinin sebebinin in-
sanlarm bu yüce dinin değerlerinden uzaklaşmaları-
nm olduğu ortaya çıkar. Müslümanların bu ulvi de--

82 % ...
ğerleri bilmeleri ve onları yanlış değerlendirmeleri bu
duruma düşmelerine sebep olmuştur. Halbuki onlar
çok kıymetli; eşler riayet ettiği takdirde aile haya­
tından kavgalarm ve ayrıhklann kalkıp, yerini mut­
luluk, güven ve istikrarın alacağı çok kıymetli ahlâkî
değerlerdir.

Eşine karşı anlayışı ve akülı:


Gerçek müslüman eşine karşı daima anlayışlı dav­
ranır ve eşinin aUesmden kimseyi onun yanmda kö­
tü bir şekilde zikretmez, eşinin duygularım daima ön
planda tutar. Aym şekilde kaçhn da kocasmm akra-
balarmı kötü şekilde zikretmekten kaçmır.
Müslüman koca eşinin kendine emanet ettiği sır- .
n açıklamaz. Sadece kendisine söylediği haberi yay­
maz. Çünkü bu türlü hadiseler çok defa kan koca
arasmda anlaşmazhk volkanim patlatıp sevgi şulesi­
ni söndürür. Akıllı ve dikkatli müslüman koca, İs­
lâm kaynağmdan beslenip onun snice terbiyesini al-
. dığı müddet zarfında bu tür şeylerden uzaktır.

Eşinin eksiğini tamamlar:


Müslüman koca eşinde bir eksiklik görürse onu
tamamlamaya çalışır. Bunu yaparken de metodlarm
en başanlısı, en akıllıcası ve en uygununu takip, eder.
Onun bu eksiğini giderirken huysuzluğunu veya doğ­
ru yoldan ayrılmaya meylettiğini görürse yumuşak­
ça, sertlik ve kaba kuvvet kullanmadan, insanlarm-
önünde hakaret etmeden, ayıplamadan sebep ne olur­
sa olsun onu yumuşaklıkla doğru yola getirmeye ça­
kşır. Çünkü kadım üzen en kötü şey biri tarafmdan
kendisine hakaret edildiğini, kmandığmı hissetmesi

83
ve görmesidir. Şuurlu, müttaki müslüman ise duy­
gu yönünden insanlarm en dikkatlisi ve başkalarının
hislerini en iyi şekilde takdir edendir.

Hem annesini, hem eşini hoşnud eder:


Şuurlu, Salih müslüman annesini ve ailesini, ilti-
sini birden razı etmesini bilir. Onlarla olan muame­
lesinde zekasını, nezaketini yumuşaklığım ve şahsi­
yetinin kuvvetini kullanır. Öyle ki her iki tarafa da
haksızlık etmez. Ve ne annesine asi, ne de eşme za­
lim olur. Tam tersine amıesinin hakkım bilir ve ona
iyilikte kusui’ etmeyecek şekilde davranır. Eşinin de
hakkım takdir eder, annesini razı kılmak için eşinin
hakkmı görmemezlikten gelmez. Anneyi ve eşi ger­
çek makamına oturtup onlarm her ikisine birden in­
saflı davranarak, îslâmm parlak öğretileriyle ahlâk-
landığım ve takva azığını yanmdan ayırmadığını gös­
terir.

Kadını idare etmeyi bilir:


Bu yüksek ahlâk ve ince muamele ile müslüman
erkek kadmımn kalbine hakim olmuş demektir. Ar-
■tık o kadm asi olmayacaktır. Erkeğin kadmınm ida­
resini yüklenmesi İslâm’m erkeğe verdiği görevlerden
ve üstünlüklerdendir.
, «Allah’ın birbirlerine üstün kılmasından ötürü
ve mallarından sarfetmelerinden ötürü erkekler ka­
dınlar üzerine hakimdir.» (Nisa 34) Erkeğe bu ida­
reciliğin gerektirdiği çeşitli mesuliyetler de yüklen­
mektedir. Erkek eşinden tam manasıyla mesuldür;
«Hepiniz çobansınız. Hepiniz emriniz altmdaküer-
den mesutsunuz. Emir (devlet başkanı) çobandır. E r­

84
kek, aile efi’adınm çobanıdır. Kadın kocasının evi ve
çocuklarının çobanıdır. Hepiniz çobanısınız ve hepiniz
emriniz altmdakilerden mesulsünüz.» (Müttefakun
aleyh.)
İslâm toplumunda bu mesuliyetin altma girme­
yen fert yoktur. Bu da İslâm nazarında hayatm ne
kadar ciddi olduğunu ve toplumdaki her ferdden bâ-
şıboş değil mesuliyet yüklenmesini istemesidir.
İslâm, kadının makammı yüceltip ona layık oldu­
ğu değeri verirken ona da hayattaki rolünü bilmesi­
ni, öğrenmesini emretmiştir. Hayata istenilen güzel­
lik ve mutluluğu vermesi için kadına İslam’ın çizdiği
ölçüde nesillerin terbiye ve yetiştirilmesi için koca-
smın yanmda bulunmasını ve görevini eda etmesini
emretmiştir.
İslâm erkekten, kadına hayır tavsiye edip yumu­
şak davranmasını isterken, kadma de helal, insaf ve
adalet ölçüsü içinde itaat etmesini önemle emretmiş­
tir. Bu önemi Peygamber (sav)’m şu hadisi çok iyi
tasvir etmektedir:
«Birine, bir kimseye secde etmesini emretseydim
kadmın kocasma secde etmesini emrederdim.» (Tir-
mizi.)
Ve h atta kocamn rızasını kadının cennete girme
sebebi olarak da göstermiştir:
«Kocası kendinden razı olarak ölen kadm cen­
nete girer.» (Müttefakun aleyh.)
Huysuz ve kocasmı rahatsız eden kadını kocası­
na dönünceye kadar, kocasıyla barışıncaya kadar me­
leklerin lanetiyle tehdit etmiştir:
«Kocasının yatağını terkederek geceleyen kadma
sabaha kadar melekler lanet eder.» (Müttefakun
aleyh.)
İslâm, erkeğe kadın üzerindeki idarecilik ve ha­

85
kimiyet hakkını kadının kocasına itaatınm farziyeti-
lü o derece ileri götürmüştür ki, kocasından İzinsiz
nafile oruç tutmasma onun izni olmaksızın bir misa­
fir kabulüne bile izin vermemiştir:
«Kocası izin vermedikçe kadınm (nafile) oruç tut­
ması ve yine kocası izin vermeden evine misafir al­
ması helal değüdir.» (Muttefakun aleyh.)
İslâm, erkeğe kadmı idare etme hakkmı ailesin­
deki hayat gemisini idare edip selamet sahiline çıkar-
masn bilen gerçek bir erkek olması için vermiştir. Ve
erkekleri, kadınlarm fitnesine aldanıp gözlerinin kö-
relmesi ve dini gayretlerinin azahp kadmlarm doğru
yoldan ayrılmalanna göz yummaktan sakmdırmıştır.
Yoksa ipleri elinden kaçırırsa asi kadın evin herşeyi
olur her istediğini yapar, kendisine bir söz dahi söy­
lenmez, hiçbir isteği geri çevrilemez bir hale gelir. Bu
durumu erkekler hakkmda en büyük fitne olarak tav­
sif eden ResuluUah (sav) ne kadar doğru buyurmuş­
tur:
«Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zarar­
lı bir fitne bırakmadım.» (Muttefakun aleyh.) ,
Müslüman koca, azmış eşinin fitnesi önünde za-
yü davranmaz,,eşinin fitnesi nefsine hoş gelse de Al­
lah nzasmm kendisine daha sevimli olduğunu akim­
dan çıkarmaz. Çünkü erkeğin eşine olan sevgisi ne
kadar büyük olursa olsun, Allah ve Peygamberi’nin
sevgisme ulaşamaz:
«De ki; babalanmz, oğullarmız, eşleriniz, akraba­
nız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden kork­
tuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler, sizce Allah’­
tan Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan
daha sevgili ise, Allah’ın buyruğu gelene kadar bek­
leyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»
(Tevbe: 24).

86
Bu düşünce üe yola çıkılırsa, bugün îslâm’a men­
sup bûçok ailede gördüğümüz kadınla ilgili fitnele­
rin gerçek müslümanın hayatmdan silindiği görülür.
Eşinin, kızlarmm ve kızkardeşlerinin caddeye
açık ve giyinmiş çıplak olarak çıktıklarını; başlarım
göğüs ve bacaklarmı açık olarak caddelerde görüp-
te bu Allah’ın yoluna, İslâm adabına uymayan duru­
mu değiştirmeye yönelmeyen erkek, erkekliğini kay­
betmiş, Islâmdan sıyrılmış ve Allah’m gazabına uğra­
mıştır. Onu düştüğü bu bataklıktan, kalbini uyandı­
racak, tevbeden başka birşey kurtarmaz. Veya erkek­
liğini harekete geçirecek şiddetli bir sarsıntıyla doğru
yola yönelebilir ancak.
İslâm kadma sosyal hayatta uyacağı belli bir adab
ko3unuş, caddede ve mahremlerinin yanmda giyece­
ği elbiseyi tayin etmiştir. İslâm’m saf kaynağmdan
beslenmiş ve O’nun gölgesinde yetişmiş ve İslâm sü­
tü emmiş bir müslüman kadm bu örtüyü gönlü razı,
kalbi huzur içinde ve tam bir teslimiyetle kabul eder.
Bu hükmün dinden kaynaklanan bir hüküm öldüğü­
nü, erkeklerin baskısı veya onlarm rızası için değü
ancak Allah’m emri olduğu için kabul eder.
Safiyye binti Şeybenm (ra) rivayet ettiği hadis
şöyledir; «Biz Aişe (ra )’nm yarımdayken Kureyş ka-
dmlarmın faziletlerinden bahsettik. Aişe (ra) dedi ki;
Kureyş kadmlarmm gerçekten fazileti vardır. Vallahi
ben ensar kadmlarmdan daha faziletlisini görmedim.
Allah’in kitabmı onlardan daha çok tasdik eden ve
inen (âyet)lere onlardan daha (kuvvetli) inanan gör-
riıedim. Nur suresinin «Başörtülerini yakalanmn üze­
rine salsmlar» âyeti inince erkekleri hemen koşup Al­
lah’m indirdiği bu âyetleri eşlerine, kızkardeşlerine,
kızlarına diğer akrabalarma büdirdiler. Onlardan hiç­
bir kadm yoktur ki Allah’m indirdiğine iman ve tas-

87
dik ile hemen örtüsünü alıp opa sarılmasın. Resulul-
lah’m (sav) arkasmda sanki başlarının üzerinde kar-
galaı* varmış gibi örtülü oldular.» (Ebu Davud.)
Allah, ensar kadınlarına rahmet eylesin, ne kuv­
vetli imanları var. Hak nazü olur olmaz ona b03mn
eğmeleri ne güzeldir! Allah’a ve Resulullah’a iman
eden her kadın da etrafındaki çıplaklığa ve açıklığa
aldanmadan, onlardan çekinmeden ensar kadmlarına
uyarak İslâmî örtüyü kendine gerekli kılmahdır.
Şam Üniveı-sitesinde örtülü bir kızın tavrını ha­
la hatırlarım. İmam ensar kadınlarınm imanından
daha az olmayan bu genç kıza bir gazete muhabiri
yazın sıcağında örtüye nasıl dayanıp sabrettiğini so­
runca «De ki cehennem ateşinin sıcağı daha şiddetli­
dir.» âyetiyle cevap vermişti.
Bunlar gibi şum’lu temiz müslümân kızlar özleni­
len müslüman aileleri kuracak yeni nesilleri fazilet
üzere yetiştü-ip muhtaç olduğumuz kahram anlan top­
luma bunlar kazandıracaktır. Allah’a çok şükür bu
gibi müslüman kızlar günümüze renk katmaktadır.
Sadık müslüman, eşinin ve kızmın evden çıkar­
ken örtünmesinden mesuldür. Kadının kocasma ha­
kim olduğu, veya toplumun erkeğe hakim olup bu
İslam’ın hükmünü hatalı kabul ettiği an kadın ile top­
lum karsısmda aciz kahp birşey yapamadığı gün ar­
tık, o adamm dini de erkekliği de elden çıktı demektir.
Erkeğin kadm üzerindeki mesuliyeti sadece dı-
şardaki görünümüne mahsus değildir. Onun ibadet
ve hayat boyu sürdürdüğü gidişatından da mesuldür.
Eğer ibadetinde tenbellik yaparsa, veya bir günah iş­
lerse ondan da mesuldür; Kadımn gidişatı istikame­
ti ye görevlerini yapmasıyla ilgilenmelidir. Bunlar­
dan birinde kusur etse kocamn erkekliği sarsılır, İs-

88
lâmının bütünlüğü yara alır ve Allah’ın ona ikram
ettiği idarecilik vazifesini kaybeder.
Çünkü İslâm, kadını erkeğe emanet etmiştir. Ka-
dm genelde kocasının dini üzeredir. Kocası onu ya
Cennete veya ateşe götürür. Bu yüzden de Allah, mü’-
minlere cehennem ateşinden korunmalarını emre­
derken ailelerini de beraber zikretmiştir. Ve kötü aki-
beti kalbleri titretecek derecede dehşet verici bir ifa­
de ile bildirmiştir. Kadınları ve çocukları hakkında
gevşek davrandıkları takdirde onları hiçbirşey kur­
taramayacaktır:
«Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu
Cehennem ateşinden koruyun onun yakıtı, insanlar
ve taşlardn', görevlileri Allah’ın kendüerine verdiği
emirlere baş kaldırmayan kendilerine buyurulanları
yerine getiren pek haşin meleklerdir.» (Tahrim: 6 .)
Erkeğin kadın-üzerindeki hakimiyeti ve idareci­
liği, koca, evini ve ailesini idarede başarılı bir erkek
olmadıkça İslâm’ın istediği şekilde gerçekleşmez. Müs­
lüman koca, kaba,. sert, şiddetli ve ağır sözlülüğüyle
erkek sayılmaz. Bu erkeklik cahiliye erkekliğidir. îs-
lâmdaki erkekli, bütün bunlarm dışında başka tür­
lüdür. Kuvvetli çekici ve sevimli bir şahsiyet, şerefli
ve yüce bir ahlak, hoşgörü ve küçük hataları görmez­
lik, Allah’m ahkâmı hususunda sert ve ısrarlı, bu
ahkâmı aile fertlerinin tamamma uygulamak, iyili­
ğe doğru nazik bir yönlendirme, israfa varmayan bir
cömertlik, dünya ve ahiretteM mesuliyeti iyice kav­
ramak ve kamil müslüman evinin olması gereken du­
rumu kavram ak... İşte İslâm’ın istediği gerçek müs-
lümanm sıfatlan bunlardır.

89.
Beşinci Bölüm

MÜSLÜMAN GOCUKLARIYLA

Çocuklar hayatta insanm göz nuru, ömrünün se­


vinci ve teselli kaynağıdırlar. Hayat onlarla tatlüa-
şır. Onlar üzerinde emeller; hayaller kurulur. Bere­
ketleriyle nzık gelir, rahmet iner ve ecirler kat kat
artar.
Ancak bütün bunlar çocuklarm İ5Û terbiye edil­
mesine, onları hayır unsurları, mutluluk kaynakları
ve İyilik faktörleri yapabilecek bir eğitimin verilmesi­
ne bağlıdır. Bir çocukta bütün bu vasıflar bir araya
gelse o çocuk gerçekten Allah’m âyette tavsif ettiği
gibi bu hayatm süsü olur.
«Hal ve oğullar dünya hayatmm süsüdür.» (KeM;
46.)
Bu sebepten peygamber (sav) sevdiklerine mal ve
evlad boUuğu verilmesi için dua ederdi. Enes (ra) ri­
vayet etti ki: Peygamber (sav)’m yanma annesi ve
teyzesiyle birlikte girdi. Peygamber (sav) onlara na­
maz kıldırdı sonra da onlara hayır duada bulundu,
Ümmü Enes dedi ki:
— Y a ResuluUah! Senin küçük hizmetçin, ona
dua et, dedi. Peygamberimiz bunun üzerine ona da
hayır duada bulundu ve duasmı şöyle bitirdi:
«Allah’ım! Onun malım ve çocuklarım çoğalt ve

91
bunları onun hakkında mübarek kıl.» (Buharı, Müs­
lim.)
Ana baba, çocuklarına iyi bir terbiye verme hu­
susunda gevşek davranırlarsa evlatları onlar için bir
bela, yorgunluk, sıkıntı, gam ve keder olacak; gece
uykusuz kalıp, gündüz onlarm peşlerinde yorulacak­
lardır.

Çocuklanna karşı olan mesuluyetini bilir:


Şuurlu müslüman hayata sunduğu evladlarının
karşısmda mesuliyetinin büyüklüğünü idrak eder. Zi­
ra Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır;
«Ey inananlar kendinizi ve çoluk çocuğunuzu ce­
hennem ateşinden koruyunuz. Onun yakıtı insanlaı
ve taşlardır.» (Tahrim: 6).
Aynca Peygamberimizin şu hadisi de aynı mesu­
liyeti ifade etmektedir.
«Hepmiz çobancmız. Hepiniz emriniz altındaki­
lerden mesulsünüz. Emir (devlet başkanı) çobandır.
Erkek aile efradmm çobanıdır. Kadın, kocasının, evi
ve çocuklarmm çobanıdır. Hepiniz çobansınız ve he­
piniz emriniz altmdakilerden mesulsünüz.» (Mutte-
fakun aleyh.)
Bu mesuliyet İslâm’ın her ferde verdiği kapsamlı
bir mesuliyettir. Hiç kimse bu sorumluluğun dışında
kalmamıştır. Bu hadis gereğince ana baba da evlât-
larınm terbiyesinden mesul olmaktadırlar. Onları iyi
bir şekilde yetiştirmek ve onlara güzel ahlâk vermek
mesuliyeti onlann omuzlanndadır.
«Ben ancak üstün ahlakı tamamlamak için gön­
derildim» (İmamı Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel)
Ebeveynin çocukları karşısında onları Allah ve
Peygambere itaat terbiyesiyle yetiştirme mesuliyeti­

92
nin büyüklüğünü, ulemânın §u takririnden daha ijd
anlatacak bir ibare yoktur:
Peygamber (sav)’m «Çocuklarınız yedi yaşma
geldiklerinde onlara namazı emredin. On yaşmday-
ken (kılmazlarsa) onları hafifçe düğün.» (Ahmed, Ebu
Davud, Hakim) emrini tutmayan ana baba günah­
kardır ve bu ihmal ve tefritten dolayı Allah’ın önün­
de mesuldür.
Çünkü ev, yavrularm yetiştiği bir yuva ve ilk
sosyal kurumdur. Mizaç, meyil ve şahsiyetlerinin oluş­
tuğu bir ortamdır. Ana babanm o taze filizleri yetiş-
tiımede, onlara faydah gıda vermede ve beden, akıl
ve ruhlarını terbiye etmede rolünün büyüklüğü orta­
dadır.

Terbiyelerinde en güzel metodu kullamr:


Akıllı müslüman ebeveyn çocuklarm ruhî yapı­
sını hesaba katarak onlara karşı temkinli davranır ve
onlarm dünyalarına girmek için en güzel metodlan
uygular.
Onlara çeşitli yollarla yaklaşmaya çahşır ve on­
ların seviyelerine inerek şakalaşıp sevgi dolu kelime­
lerle hitap eder, onları sevindirir. Böyle davranırsa
çocukların da kendisini sevdiğini görür. Sevince de
onlarm nasihatlarmı hararetle dinler ve itaatları ve
emirlerine uymaları kendi arzularıyla gerçekleşir
Korktukları için değil sevdikleri için gönülden, emir­
lerine itaat ederler. Sevgi, güven, takdir ve hürmete
dayanan itaat ile şiddet ve korkuya dayalı itaat ara-
smda çok büyük fark vardır. Birincisi daünî ve sağ­
lam bir itaat, İkincisi ise geçici ve zayıftır. Çünkü
şiddet ortadan kalkmca kendisini hissettirmeyince bu
itaat hemen yok olur.

93
Bazıları babaların çocuklanyla kajmaşıp yalan-
laşmasınm babalıklannı zedeleyeceğine ve babanın
üstlendiği terbiye makamının değerini kaybettirece­
ğini baba olarak saygılarını kaybedeceklerini zannet­
mektedirler. 3u hatamn ta kendisidir. Çocuklara kar­
şı yumuşak davranıp onlara yaklaşmak bugünkü nıo;
dern eğitim sisteminin de takip ettiği çok başarılı bir
üsluptur. Resulullah (sav) onbeş asır önce sösü
ve fiüiyle bu üsluba davet etmiştir.
Şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur; «Çocuğu
olan kimse ona karşı çocuklaşsın.» (İbnu Asakir.)
«Abdullar, (ra) Ubeydullah ve Kuseyyir b. Abbasi
sıraya dizer sonra da onlara «Kim bana daha çabuk
getirse ona şöyle şöyle şeyler vereceğim.» buyururdu.
Çocuklar ona doğru yarışırlar ve sırtına göğsüne çı­
karlardı o da onları öperdi.» (Ahmed. b. Hanbel)
Taberani, Ebu Hüreyre (r,a.)’den şöyle rivayet
ediyor. Nebi (sav) Haşan veya Hüseyin (r.a .)’üı elini
tutar onun iki ayağını kendi a;yağı üzerine koyar son­
ra da «Haydi çık» buyururdu.
Peygamber (sav)’m bü3rük mürebbi rulıu, Haşan
ve Hüseyin (ra)’ı sırtma alıp onlarla oynamasr her
zaman ve mekandaki babalara ve dedelere örnek ol­
malı. Makam ve rütbeleri ne olursa olsun bu yeni ye­
tişen yavrulara karşı onlarm yumuşak ve şefkatli dav-
ranmalan icab ettiğini gösterir. Bunu Taberani’nin,.
Cabir (ra) ’dan rivayet ettiği hadiste açık bir şekilde
görüyoruz.» Cabir (ra) dedi ki Nebi (sav)’ın yanma
girdim. O sırtmda Haşan ve Hüseyin (ra) olduğu hal­
de yürüyor ve diyordu ki: «Deveniz ne güzel devedir!
Sizler de ne güzel yavrularsmız!»
Nebi (sav) ashabıyla dışarı çıkıyor ve yolda kü­
çük torununu görüyor. Hemen onu okşamak için ona.
koşuyor ve bunu bir ayıp saymıyor. Yine Taberani

94
Cabir (ra )’ın şöyle dediğini rivayet ediyor. «Resulul-
lah (sav) ile beraber bir yemeğe davet edildik. Yolda
baktık ki Hüseyin (ra) diğer çocuklarla oynuyor. Nebi
(sav) cemaatın önünde koştu ve iki elini uzattı. Ço-
cok sağa sola kaçmaya başladı. Nebi (sav) yakalasnn-
caya kadar onu güldürdü. Ellerinin biriyle çenesin­
den, ötekiyle başmdan tuttu sonra kucaklayıp onu öp­
tü.» (Müslim.)
Müslüman evlatlarıyla işte böyle olmalı. Onlarla
kaynaşıp şakalaşmak ve kalblerine sevgi yerleştirme­
ye çalışmalıdır. Boş vakit buldukça gücü yettikçe on­
lara yakınlık göstermeli.

Onlara sevgi ve şefkatini hissettirir:


Çocukların sıhhatli bir ruhî yapıya sahip olma­
ları, kalbleri güven ile dolup geleceğe umut' içinde
bakmaları için babaların en önemli görevlerinden bi­
ri de onlara olan sevgisini, şefkatini hissettirmesidir.
Merhamet, asil, İslâmî,bir ahlâktır. Nebi (sav)’m
en bariz özelliklerinden biri merhametli olmasıdır.
Enes (ra)'d an şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ço­
cuklara karşı Resulullah (sav)’dan daha merhametli-
birini görmedim. İbrahim, Medine’nin Avali semtin­
de sütannede idi. Ona gitmek için yürürdü, biz de
onunla beraber 3mrürdük. Eve girer onu alıp öper
sonra bırakırdı.» (Müslim.)
Resulu Ekrem’in merhameti açılmakta olan müs-
lüman filizlerin hepsini içine alır, bütün küçük ço­
cuklara kadar uzanırdı. Onlan şefkat ve merhametiy­
le sarardı. Enes (ra) rivayet ediyor ki «Nebi (sav) ço­
cuklara hör uğrayışmda onlara tebessüm eder ve se­
lam verirdi.» (Müttefakun aleyh.)
Terbiyeye yönelik sözlerinden birisi de şu: «Kü­

95.
çüğümüze merhamet etmeyen büyüğün hakkını tanı­
mayan bizden değildir.» (Ahmed, Ebu Davud, Tirmi-
zi.)
EbuHüreyre (ra) şöyle rivayet ediliyor Nebi (sav)
Haşan b. Ali (r.a.)yi öpünce, Akra’ b. Habis (r.a.)
—- Benim on tane çocuğum var. Hiçbirisini öp­
medim, dedi. Resulullah (sav) bunun üzerine şöyle
buyurdu:
«Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.» (Müt-
tefakun aleyh.)
Resulullah (sav) daima nefislerde merhamet kay-
naklanm harekete geçirmeye ve insanm en belirgin
özelliği olan şefkat ve sevgiyi yerleştirmeye çalışır­
dı.
Birgün bir köylü geldi ve,
— .Çocuklarınızı öpüyor musunuz? Biz onları öp­
meyiz, dedi. Nebi (sav):
— «Allah senin kalbinden merhameti çıkardıysa
ben ne yapabilirim?» (Müttefakun aleyh)
Müminlerin annesi Aişe (ra) rivayet ediyor: «Fa-
tıma, Peygamberin yanma girince, onu güler yüzle
karşılar, öper ve kendi oturduğu yere oturturdu. Ne­
bi (sav) de Fatıma (ra) ’nın yanına girince Fatım a kal­
kar onu güleryüzle karşılar, öper ve kendi oturduğu
yere oturturdu, Fatıma, Nebi (sav)’in vefatıyla sonuç­
lanan hastalığında yanma^ girdi. Nebi (sav) onu güler-
jûizle selamladı ve öptü. (Şeyhayn.)
Sadık müslüman Peygamber’in gösterdiği bu yol
karşısmda çocuklarına asık suratlı, kaba, konuşma-
Jarmdasert ve muamelelerinde acımasız olamaz. Hat­
ta kendisi sert tabiatlı dahi olsa bu dinin getirdiği
yolu takip ederek onlara yumuşak davranıp sevgi ve
şefkat göstermelidir. O zaman çocuklar yeryüzünde

96
gezen birer kalb parçaları olurlar. Şairin dediği, gi­
bi :
Çocuklarımız aramızda yeryüzünde gezen ciğer-
lerimizdir.
Birine bir rüzgar esse gözlere uyku girmez.
Ana baba bu İslâmi yolun takibçisi olunca şefkat
melekleri, evlatlarım sürekli gözeten sıcak bir kucak
ve fedakarlık timsali olurlar.

Çocukları için gönül hoşluğu içinde cömertçe


sarfeder:
İslâm, ana babanm çocuklarma, yaratılışlarmdan
kaynaklanan şefkat ve sevgileriyle yetinmez. Çünkü
ana babayı hayatta çocuklarından uzak tutacak, ilgi­
lenmelerine engel olacak bazı şeyler zuhur edebilir.
Zor günler geçirirler, hayatları zorlaşır, fakirlik çö­
ker hanelerine, hayat pahalanır ve çocuklara bak­
mak onlara zor gelebilir. İşte bu sebebten İslâm, ana
babada bulunan sevgi ve şefkati büyük sevap ve mü­
kafatla desteklemiş, onları her türlü fedakarlığa gö­
ğüs gerecek, zorluklara tahammül edecek ve ümitsiz­
lik çemberini kıracak bir şekilde maneviyatını yük­
seltmiştir.
Avf b. Malik, Nebi (sav) in şöyle buyurduğunu
rivayet ediyor:
«Kocası öldükten sonra evlenmeyerek bir çok sı­
kıntılara göğüs germiş ve çocuğunu yetiştirmek için •
sabretmiş kadınla ben cennette şu iki parmak gibi
yakın oluruz.» (Ebu Davud.)
İslâm aile ve çocuklara sarfedilen nafakayı üs­
tün tutmuştur. Müslim’in Ebu Hüreyre’den rivayet
ettiği şu hadis bunu doğrulamaktadır. Ebu Hüreyre,
Resulullah (sav) m şöyle buyurduğunu söylüyor:

97
«Allah yolunda sarfettiğin dinar, köle azad etmek
için sarfettiğin dinar, fakire sadaka olarak verdiğin
dinar ve ailene sarfettiğin dinar... Bunların ecir ba­
kımından en üstünü ailene şarfettiğmdir».
Müslim’in diğer bir rivayetinde ise şöyledir: «Er­
keğin sarfettiği en faziletli dinar bakmakla yükümlü
olduklarma sarfettiği, ve Allah yolunda harb için ha-
. zırladığı hayvanma harcadığı ve Allah yolunda arka­
daşlarına sarfettiği dinardır.»
Gerçek müslüman, bakmakla yükümlü oldukları­
na ve başkalarına infak ederken rahattır. Çünkü bu­
nu yaparken Allah rızasmı taleb etmekte ve Allah’ın
kendine kat kat ecir vereceğini çok iyi bilmektedir.
Hatta erkeğin kansmm ağzma onu severek ve okşa­
yarak verdiği bir lokma yiyecekte dahi ecir vardır:.
Sa’d b. Ebi Vakkas’m rivayet ettiği şu hadis göster­
mektedir. Nebi (sav)’m şöyle buyurduğımu söylüyor:
((Allah rızasmı taleb ederek hiçbir nafaka sar-
fetmezsin ki Allah sana onun karşıhğmda ecir ver­
mesin, hatta karımn ağzma koyacağın lokmada da­
hi.» (Müttefakun aleyh).
Sadık müslüman bakmakla 5dikümlü olduklarım;
terkedip onlan yoksullukla başbaşa bırakamaz. Çün­
kü Resulullah (sav)’m ailevi mesuliyetlerinden sıyn- .
lıp ailelerini vahim akıbetlere sürükleyenler hakkın-
daki şu tehdidini bilmektedir...
((Kişiye d03nıracağı kimseleri bırakıp onlardan
uzaklaşması günah olarak yeter.» (Müslim, Ebu Da-
vud.)

Kızlarla oğlanlara ayrı davranmaz:


Bazdan kız çocuklarmdan sıkılır ve erkek çocuk­
tan başka evladının olmamasını Allah’dan dilerler. Bu

98
insanlar Allah’ın kız evladı olanlara vadettiği sevabı,
onları güzelce terbiye ettiğinde elde edecekleri ecri
bilmiyorlar anlaşılan. Eğer kız babalarını bekleyen
ecri, sevabı bilselerdi onlara gıbta eder, kendileri de
onlar gibi olmak isterlerdi.
Resulullah (sav) buyuruyor ki; «Üç kızı olan kim­
se onlara sabreder ve onlara yeni elbiseler giydirirse
o kızlar kendini ateşten koruyan bir perde olurlar.»
(Ahmed, İbni Mace)
Başka bir rivayet te şöyledir «Koruduğu, ihtiyaç­
larını giderdiği ve merhamet ettiği üç kızı olan kim­
seye şüphesiz Cennet farz olmuştur.» Cemaattan bi­
ri :
— İki tane olursa Ya Resulullah? dedi.
«İki tane de olsa» buyurdu.
Allah’ın kendine bu kadar ecir ve sevab' hazurla-
dığını duyan hangi müslüman kız yetiştirmekten şi­
kayet edebilir.
İslâm insanlarm heryerde ve her zamandaki prob­
lemlerini çözer ve yaralarmı tedavi eder. Bazan kızı­
nı kocası boşar o dâ tabii baba evine döner. Baba ge­
lirinin azlığmdan, fakirlikten veya evladınm çoklu­
ğundan ona bakmakta güçlük çekebUir. İslâm bu ba­
banın 5’^arasma da merhenl sürüyor ve onun keder­
lerini hafifletiyor. Çünkü zaten zorluk ve güçlük için­
de yaşayan bu baba kızına baktığı takdirde İslâm bu
ameU sadakalarm en büyüğü ve Allah’a yakınlaşmak
için yapacağı amellerin en üstünü kılacağını beyan
etmektedir.
Peygamber Efendimiz (sav) Süraka b. Cu’şum’a
şöyle buyuruyor:
«Sana sadakalarm en büyüğünü veya en.büyük­
lerinden birini göstereyim mi?» Süraka:
— Evet ya Resulullah, dedi. Buyurdu k i ;

99
«Sana geri gelen (boşanmış) kızın. Onun senden
başka bakacak kimsesi yoktur.» (Ahmed, Nesei, îbni
Mace.)
İslâm’ın çocuklara verdiği bu şerefli duygu ile
Batıda çocukların maddi hayatta çektikleri arasında­
ki farkın büyüklüğü gözler önündedir. İslâm evlada,
büyüdükten ve hatta çocuk sahibi olup boşandıktan
sonra dahi bu itinayı gösterirken Batıda erkek veya
kız onsekiz yaşma basmca ebeveyninin sıcak kucağın­
dan yuvasmdan çıkıyor, geçimini temin için maddi
hayatm acımasızlığına atılıyor ve kazanmak için fır­
tınalarla boğuşuyor.
însanhğm mutluluğu için AUah’m koyduğu ni-.
zam ile insanı asi yapan düzen arasmdaki mesafe çok
uzak ve, geniş.
Bu yüzden Batıda maddi felsefelere dayalı düzen­
lerin sonucu olarak, gençlerden başıboşlar ve serseri­
ler ordusunu görmek, evlenmemiş anneler görmek ve
bu sayımn da günden güne arttığını görmek garip
değUdir.

Terbiye ve yetişmelerinde onlara tesir eden


herşeye karşı gözleri açıktır:
Şuurlu müslüman çocukları üzerinden gözlerini
ayurmaz. Ne okuduklarmı ne yazdıklarını, neyi sevip
sevmediklerini bilir. Yahut onlar farkma varmadan
okuyacakları ve sevecekleri şeyleri onlara aşılar. On­
lar farkma varmadan edindikleri arkadaştan ve va­
kit geçirdiği yerleri öğrenir ve bütün bunları yapar­
ken çocuklanna hissettirmez. Eğer okuduğu şeylerde,
seçtiği eğlencelerde edindiği arkadaş ve vakitlerini
geçirdiği yerlerde bir kötülük sezerse veya sigara ve
haram oyunlar gibi bazı kötü adetler edindiğini gö-

100
rürse onları yumuşakça, nazikçe, ikna ederek aklını
kullanarak doğru yola çeker. Onları fenalıklardan ko­
rur.
Çünkü her doğan çocuk temiz bir fıtrat üzerine
doğar. Buhari’de rivayet edilen hadiste de beyan edil­
diği gibi anne ve babası onu Yahudi, Nasrani veya
Mecusi yapar..
İşte burada ebeveynin çocuğun düşünce ve şah-
siyetinüı oluşmasında takip edeceği yollar konusun­
daki mesuliyeti ortaya çıkar.
Çocuklarm okuduğu yazarlar, kitaplar onlarm zi­
hinlerini açmaya, nefislerinde üstün ahlakı aşılama­
ya, üstün değerlerle onlarm şahsiyetlerini geliştirme­
ye çalışmalıdır. Onların akıllarını çelip ahlaklarını
bozmaya ve onlardaki hayır kıvılcımlarını söndürme­
ye değil...
Merak sardıkları şeyler onlardaki hayır duygu­
sunu geliştirmeli ve batıl kıvılcımlarını değil gönül­
lerindeki hak kıvılcımlarını ateşlemelidir. Onlara sa­
kat değil sağlam bir zevk duygusunu vermelidir.
' Arkadaş arkadaşı ateşe değil cennete götürmeli- '
dir. Batılı değil hakkı göstermelidir. Düşüş, ümitsiz­
lik ve asiliğe değil kemal, yücelik ve başarıya sev-
ketmelidir. Nice arkadaşlar vardır ki arkadaşlannı
kötü yerlere, bataklıklara ve felakete sürüklemiş, ba­
baları ise bunun farkma büe varmamışlardu*. Şair
Adiy b. Zeyd arkadaş ve dost hakkmda ne güzel söy­
lemiş :
«Bir topluluktaysan hasarhlarma arkadaş ol.
Kötülerine arkadaş olma sen de düşersin.
Kişiyi değil arkadaşım sor
Çünkü her dost kendi dengini takip eder.»
İşte böyle, baba çocuklanmn terbiyesinde ve şah­
siyetlerinin oluşmasında tesir eden herşeyi, kitap, der­

101
gi, okul, hoca, arkadaş gibi herşeyini kontrol etmeli­
dir. Çocuklanmn terbiyesinde önlerine çıkacak engel,
hastalık ve bozucu şeyler zuhur ettiğinde baba, gere­
kirse müdahale etmelidir.
Meseleye böyle bakarsak bazı ailelerin evlatlan-
m terbiyede başarılı bazılarının da başarısız olmasını
daha iyi açıklayabiliriz.
Başardı olanlar çocukları karşısındaki mesuliyet­
lerini idrak etmiş evlatlarıyla ilgilenmişler, başarısız
.olanlarsa bu mesuliyeti kavrayamamış ve evlatiarını
ihmal ederek topluma zararlı unsurlar yetiştirmişler,
dünyada da, ahirette de başlarma bela etmişlerdir.
«Ey inananlar! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan
size düşmanlık edenler olur, onlardan sakmın.» (Te-
gabun: 14.)
Eğer babalar doğru yolu takip ederek evlatları,
karşısmdaki mesuliyetlerini idrak edip onlara üzerle­
rine düşenleri yapmak suretiyle görevlerini yapsalar­
dı çocukları babalarma düşman olmazdı.

Hepsini eşit tutar:


Çocuklarm yetiştirilmesinde takip edilen doğru
yollardan biri de aralannda fark gözetmeksizin, bir­
birine üstün tutmaksızm onlara eşit muamele etmek­
tir. Çünkü kendisiyle kardeşleri arasmda aym m ya-
pılmadığmı, adaletle davranüdığmı gören çocuğun
manevİ5iatı düzgün olur, kardeşlerine kin tutm az, on-
lan çekememezlik yapmaz herhangi bir şekilde aşa­
ğılık duygusuna kapılmadan yetişir. Başkasma sevgi,
cömertlik ve şefkat duygularıyla yetişir ki bu, İslâm’-
m teşvik edip ana babaya emrettiği bir husustur.
Bezzar, Enese (ra)’dan şöyle rivayet etti. Nehi
(sav)’ın yanında bir adam vardı. Bu adamm oğlu

102
geldi adam onu öptü ve kucağına oturttu. Kızı gelin­
ce ise onu önüne oturttu. Bunun üzerine Resulullah
(sav) buyurdu k i :
«Onlara eşit davranamaz nuydm?»
Büsrük yetiştirici, eğitici ResuluÜah (sav) kız ol­
sun erkek olsun çocuklara eşit davramimasını iste­
miştir. Bunun için de Resulullah (sav)’m ifadesi «On­
lara eşit davranamaz miydin?» şeklinde bütün çocuk­
ları içine almıştır. Buhari ve Müslim, Numan b. Be-
şir (ra )’dan rivayet etti ki babası onu Resulullah
(sav) ’a getirip şöyle dedi:
— Ben bu oğluma bir kölemi verdim. Resulullah
(sav) :
— «Her çocuğuna bunun gibi bir köle verdin mi?»
buyurdu. O;
— Hayır, dedi. Resulullah (sav) :
— «Öyleyse onu (köleyi) geri al.» buyurdu.
Diğer bir rivayette ise Resulullah (sav) şö^e bu­
yurdu :
— «Bütün çocuklarma bunu yaptın mı?» O:
— Hayır, dedi. Buyurdu k i :
— «Allah’tan korkun ve evlatlarmış arasında ada­
letli davranın.» Bunun üzerine babam döndü ye ver­
diğini geri aldı.
Başka bir rivayette Resulullah (sav) buyurdu ki;
— «Ey Beşir senin bundan başka çocuğun var
mı?» O:
— Evet dedi. Buyurdu ki:
— «Hepsine bunun gibi bir köle verdin mi?» O;
— Hayır, dedi..
— «Öyleyse-beni (buna) şahit tutma. Çünkü ben
zulme şahitlik yapmam.» buyurarak şöyle devam et­
ti:

103
— «Sana hepsinin aynı şekilde iyi davranmaları
seni sevindirir mi?» Beşir:
— Evet, dedi.
- - «Öyleyse hayu’» buyurdu. (Müttefakun aleyh.)
Müslüman evlattan arasında adaletti olur, ve on-
larm birini diğerine üstün tutmaz. Birini diğerine hi­
be nafaka ve muamele açısmdan üstün tutmaz. Böyle-
be nafaka ve muamele açısından üstün tutmaz. Böyle
olursa çoculclarm hepsi ona dua eder onu hep birlik­
te severler ve ona hep birlikte hürmet gösterirler.

Onlara üstün ahlâk aşılar:


Sürür, nza, kanaat ve iyilik taşan bu nefislerle
ana baba çocuklarmı yüksek değerlere, yüce ahlak
seviyesine çıkarır. Onlara başkalarmı sevme, zayıfla­
ra yardım, akraba ziyareti, büyüğe saygı, küçüğe mer­
hameti ha3ur ve amel işlemeye gayret, insanlar ara-
smda adaletin yayılması gibi üstün ahlâkın yerleşme­
sine çahşır. Bu sayılan ahlâkî değerlere kendisi sahip
olmayan kimse çocuklarma da veremez. Çünkü kişi
kendinde olmayanı başkasma veremez. «Salah ve doğ­
ru yol Allah’tan; edeb babalardan.» diyen ne doğru
söylemiş. (Edeb-ul Müfret, Buhari.)
Akılh müslüman baba çocuğuna nasıl tesir ede­
ceğini ve onlara üstün" ahlakı ve doğru sözü nasıl öğ­
reteceğini bilir. Bunları öğretirken de terbiye metod-
larmm en doğrusunu kullanarak onlara örnek bir in­
san olarak, merhamet, alçak gönüllülük, sevinç, sevgi,
teşvik, şefkat, eşitlik, adalet, nasihat ve yol gösterme­
de yumuşak davramp aciz kalmaz, şiddete ve kaba
kuvvete müracaat etmez ve onları şefkat ve iyilik do­
lu bir hava içinde yetiştirir. Bu gibi hava elbette ço-
cuklan iyi, vefakar, salih, şahsiyetli, zihni açık, cö--

104
mert ve mesuliyetleri yüklenecek birer insan yapar..
İslâm terbiyesi üzere yetişmiş her ailede bu açıkça
görülür.
«Allah’ın verdiği renge uyun, rengi Allah’mkin-
den daha güzel olan kim var?» (Bakara, 138)

105
Altıncı Bölüm

MÜSLÜMAN AKRABALARIYLA

Müslümamn iyiliği ana baba evlat ve eşine has-


değildir. Akrabalarına da iyilikte bulunur, onlan zi­
yaret eder.

İslâm’ın akrabaya verdiği önem:


îslâm akrabaya, hiçbir din ve sistemde verileme­
yen bir önem vermiş akraba ziyaretini teşvik ed:^
alakayı kesenleri, akrabayı terkedenleri tehdit etmiş­
tir.
İslâm’ın akrabaya verdiği ehemmiyeti en iyi şe­
kilde Resulullah’ın (sav) çizdiği şu taWoda buluruz.
Akrabalık, Allah’m mahlukatı yarattığı büyük mey­
danda durur, ve kendilerini ziyaret etmeyenlerden Al­
lah’a sığmırlar. Ebu Hüreyre (ra)nin rivayet ettiği bu
hadiste ResuluUah (sav) şöyle bu5mrmuştur:
«Allahu Teâlâ mahlukatı yarattı ve onların ya­
ratma işi bitince akrabalık kalkarak: «Bu makam ak­
rabadan (alakayı) kesmekten sana sığmılan makam
imdir?» dedi Allah EVet, seninle ii^kiyi kesmeyenlere
benim iyi muamelede bulunmamı, seninle alakayı ke­
senle de benim de alakayı kesmemi istermisin? bu­
yurdu. Akrabalık «Evet» dedi. Allah da: «Tamam o
halde» dedi. Sonra da ResuluUah (sav) buyurdu ki:

107
isterseniz şu âyeti okuyun; «Geri dönerseniz yeryü­
zünde bozgunculuk yapmanız ve akıabalık bağlarını
kesmeniz beklenmez mi sizden? İşte Allah’ın lanetle­
diği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği bunlardır.»
(Muttefakun aleyh. Ayet: Muhammed: 22,23.)
Km'’an âyetleri İslâm’da akrabalığa verilen öne­
mi vurgulamakta onlara iyilikte bulunmak için insa-
nm duygulannı geliştirerek akrabalık hukukunu zayi
olmaktan koruyup onlara kötü davranmaktan sakm-
dırmaktadır. Şu âyet bunlardan biridir ;
«Kendisi adına dilekte bulunduğunuz Allah’ın ve
akrabamn haklarma riayetsizlikten sakının.» (Nisa,
1)
Allah’tan korkmayı emredip, akrabayı da önemi­
ne binaen öğmüş ve yüceltmiştir âyet. Akrabalığın
ehemmiyetini açıklamak için bir çok âyette Allah’a
imandan ve ana babaya ihsandan sonra akrabaya iyi
davranmaktan bahsedilir.
«Rabbin yalnız kendisine tapmanızı ve ana baba­
ya iyilik etmeyi buyurmuştur.» buyuruyor ve biraz
sonra:
«Yakınma, düşküne, yolcuya hakkını ver, elinde-
kileri saçıp savurma.» (İsra, 26.)
«Allah’a kulluk edin, O’na birşeyi ortak koşma-
ym. Ana babaya yakmlara, yetimlere, düşkünlere, ya­
lan komşuya, uzak komşuya, yamnızdaki arkadaşa,
yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik
edin.» (Nisa, 36).
Görülüyor ki, akrabalar önem bakımından ana.
babadan sonra gelmektedir. Kur’an yukardan aşağı­
ya doğru herkese bir makam vermiştir. Bu sıralama­
da önce anne baba sonra akrabalar daha sonra da
bütün insanlık ailesi gelir. Böylece İslâmi sorumlu­
luk aile çevresinden başlar, sonra akraba dairesine.

108
uzanır, sonra da cemaat çevresine geçer ve kolaylık,
acımak, rıza ve sevgi ile hayatı insan oğluna layık,
tatlı ve güzel bir hale sokar.
Akraba ziyareti ve akrabaya iyilik İslâm’ın ilk
prensiplerinden ve İslâm’ın davete başladığı ilk za­
manlardan itibaren ortaya koyduğu kurallardandır.
Demek ki akrabaya iyilik bu dinin en büyük en bariz
alametlerinden biridir. Ebu Süfyan’m Heraki ile ce­
reyan eden konuşması bunu göstermektedir. Heraki
Ebu Süfyan’a:
— Peygamberiniz size neyi emrediyor? diye so­
runca O:
— «Yalnız Allah’a kulluk edin, O’na şirk koşma­
yın, babalarmızın söylediğini terkedin» diyor. Bize na­
mazı, doğruluk, iffet ve akrabaya iyiliği emrediyor.»
(Muttefakun aleyh.)
Akrabaya iyilik; tevhid, namaz, doğruluk ve if­
fet gibi bu dinin büyük alametleri arasmda sayılmış­
tır. Peygamberimiz insanları İslâm’a çağırdığı ilk gün­
lerde İslâm hakkında bilgi vermesini istiyenlere akra­
baya iyilik yapmaktan da bahsetmiştir.
İslâm’m bazı adab ve kaidelerini içine alan Amr
b. As (ra) ’m rivayet ettiği hadis şöyle: Mekkede Ne­
bi (sav) ’in yanına girdim (İslâm’m ilk günlerinde olu­
yor hadise) ve O’na dedim ki:
— «Sen nesin?» Bana «Peygamber» dedi. O’na:
— «Bunun manası nedir?» dedim «Beni Allah
gönderdi.» dedi. O’na;
— Seni ne ile gönderdi? dedim. Bana;
«Akrabaya iyilik, putları kırmak, Allah’ı birleyip
O’na hiç birşeyi ortak koşmamak ile» dedi. (Müs­
lim.)
Resulullah (sav) ’ın bu dinin temel kaidelerini kı­
saca açıklarken akrabaya iyiliği de zikrettiği görülü­

109
yor bu hadiste. Hatta bütün temel kaidelerin başında
onu zikretmiştir. Bu da akrabaya verilen ehemmiyet
ve ona verilen mertebenin ne kadar büyük olduğunu
gösterir.
Akrabaya iyiliği teşvik eden akrabalık bağlarının
koparılmasını yasaklayan nasslar oldukça çoktur.
Ebu Eyyub Ensari (ra )’dan rivayet edilmiştir ki
bir adam:
— «Ya Resululah! Beni Cennete sokacak bir amel
söyle» dedi. Peygamber (sav) bunun üzerine şöyle bu­
yurdu.
«Allah’a kulluk edip O’na şirk koşmaman, nama;-,
zekatla beraber.zikrediliyor. Demek ki akrabaya iyi­
lik sahibini ateşten korumayı ve Cennete sokmayı ga­
ranti altına alan salih amellerin en büyüklerinden bi­
ridir.
Enes (ra) ’m rivayet ettiğine göre Peygamberimiz
şöyle buyurmuştur:
«Rızkımn genişlemesini ve ömrünün uzamasını
istiyen akrabasma iyilik etsin.» (Müttefakun aleyh.)
Öyleyse akrabaya iyilik insanm m alm a ve ömrü­
ne bereket verecek; kişinin malı artacak ve ömrü uza­
yacakta.
Akraba ziyareti ve onlara iyilik, ömrü artm p, ma­
la bereket verip, dünyada ve ahirette ona rahmete
vesile olacağı ve ailesi seveceği gibi, akrabalık bağ-
lannı koparmak da kişinin başına bela getirir, Allah’-
m ve insanlarm gazabmı celbeder ve aliirette Cen-
net’ten uzaklaşmasma sebeb olur. Nitekim Peygam­
berimiz şöyle buyuruyor:.
«Akrabalık bağmı koparan cennete giremez.»
Yine akrabalık bağlarını koparan kimsenin bu­

110
lunduğu topluluğa rahmet de inmez. Beyhaki’nin Şu-
abuüman’da rivayet ettiği şu hadis bize bunu haber
vermektedir:
«İçlerinde akrabalık bağlarmı koparan biri bulu­
nan topluluğa rahmet inmez.»
Bu yüzden büyük sahabi Abdullah b. Mes’ud,
meclisinde akraba bağını koparmış insanın bulunma­
sına razı olmazdı. Çünkü o kişi o mecliste edilen dua-
nm kabul olmasına engel olacaktır.
Taberani A’meş’ten şöyle rivayet ediyor; «İbni
Mes’ud (r a ), sabah namazmdan sonra bir halka için­
de dedi ki: Allah için akraba bağmı koparmış biri
varsa kalksın. Çünkü biz rabbimize dua etmek isti­
yoruz. Semanın kapılan ise akrabalık bağlarmı ko­
paran kimseye kapalıdır.»
Bir cuma gecesi Ebu Hüreyre de Abdullah b. Mes’
ud gibi yaptı ve şöyle dedi:
«Akrabalık bağlarmı koparmış herkesin yanmuz-
dan kalkması hususunda ısrar ediyorum» üç defa
böyle söylediği halde kimse kalkmadı. îki sene önce
halasmı terketmiş bir genç halasma gelerek yanına
girdi. Halası ona :Yeğenim seni getiren nedir? diye
sordu. O genç te Ebu Hüreyre (ra)’ı şöyle şöyle derken
işittim dedi. Kadın Ona git ve sor: Niçin bunu söyle­
miş? Ebu Hüreyre’ye sorulduğunda kendisinin Pey­
gamberimizin şöyle dediğini işittiğini söyler:
«İnsanoğlunun amelleri her perşembe akşamı -ya­
ni cuma gecesi- Allah’a arzedilir. Akraba bağlarını
koparmış olanın ameli kabul edilmez.» (Buhari, Ede-
biUmüfret’te; Ahmed, Müsned’inde.)
Dikkatli ve ahiretinin selametini düşünüp Allah
m asını gözeten müslümatı bu nasslar karşısmda de­
rinden sarsılır. Zira akrabalık bağlarım kesmek rah­
mete engel olur, ettiği dualar reddedilir, ameli kabul

111
■edilmez. Dua edip te duasının kabul edilmemesi,
amelinin geri çevrilmesi ve Allah’ın rahmetine sı-
ğmdıkça ondan uzaklaşmış olması gerçekten de en
büyük beladır. Bu jdizden de gerçek biı- müslümamn
akrabalık bağlarını koparacağı asla düşünülemez.
Akrabalık bağlarmı koparmak İslâm’m hidaye­
tiyle aydınlanmış bir müslümamn İşleyemeyeceği bir
günahtm. Kalbi İslâm ile nurlannuş gönlü Allah’a ita­
at ve rızasmı kazanmak için açılmış gerçek müslüman
böyle bir şeyi asla yapamaz. Çünkü akrabalık bağla­
mım koparılması Allah’ın cezasını erken verdiği, ahi-
retten önce, o günahı yapanm dünyada cezalandırıl­
dığı günahlardandır.
AUah İndinde en büyük günah, dünyada bir in­
sanı cezalandırmak için akrabalık bağmı koparmak­
tır. (Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî, îbn Mace)
Akrabalık bağlarmm koparılması ve zulüm yakın
manalardır. Bunun için de ResuluUah (sav ), hadisin­
de ikisini yanyana zikretmiştir. Çünkü akrabalık bağ­
larmm koparüması bir nevi zulümdür. Bu bağların
koparılmasmdan, sevgi bağlarmm ayrılıp muhabbet
kaynaklarmm kurutulmasmdan daha büyük zulüm
olur mu? Bu duruma ResuluUah (sav) şöyle misal
vermektedir;
«Rahman olan Allah’tan insanlara verilmiş bir
bağ/alaka olan akrabalık şöyle der; Y a Rab! zulme
uğradım, Rabbim! Koparıldım. Rabbim l... (Allah)
ona cevap verir; Seni koparanı terketmemi ve sana
iyilik yapana da iyilik yapmamı istemezmisin?» (Bu-
hari.)
Allah, ona Rahman isminden türemiş bir isim
(rahim) vermekle yüceltmiştir. Şöyle buyurmuştur:
«Ben Rahman’ım. Rahımı (akrabahğı) da ben ya-

112
rattım. Ve ona kendim bir isim türetip verdim. Kim
akrabalık bağlarmı korur ve iyilikte bulunursa ben
de ona iyi muamele ederim. Kim onu koparırsa ben
de onu terkederim.» (Ebu Davud, Tirmizi.)
Bu Kutsi Hadis, şuurlu müslümana akrabaya iyi­
lik edenin Allah’ın geniş, serinletici rahmetinin göl­
gesinde nimetleneceğini ve bu bağlan koparanın o ni­
metlerden mahrum olacağmı işaret etmektedir.

Müslüman İslâm’ın gösterdiği şekilde akrabaya


iyilikte bulunur:
Dünya meşgaleleri mal, eş ve çocuklan muttaki
ve şuurlu müslümanın akrabalarma ikramda bulu­
nup iyilik yapmasına engel olamaz. Bu iyilik ve ikra­
mı yaparken de İslâm’m çizdiği yolu takip eder. An­
neden başlar sonra baba sonra da sırasıyla yakmları.
Nebi (sav) ’e bir adam geldi ve dedi k i:
— Ya Resulullah! En çok hemhal olmaya sohbet
etmeye kim layıktır?
«Annen, sonra annen, sonra yine annen, daha
sonra baban. Ondan sonra da sana en yakın olanlar.»
(Muttefakun aleyh).
Başka bir hadis te şöyledir:
«Allah i3ülik yapma hususunda size aımelerinizi
tavsiye ediyor, sonra yine annelerinizi tavsiye ediyor,
sonra babalarınızı tavsiye ediyor. Ondan sonra da (sı­
rasıyla) en yakın olanları tavsiye ediyor.» (Ahmed,
b, Hanbel, İbni Mace).
Müslümanm akrabalarma yaptığı her iyilik içm
iki ecir vardır. Biri akrabası olduğu için, diğeri sada­
ka ecri. Bu 3nizden de hediye ve ihsamn akrabaya ya­
pılması daha iyidir. Tabii ihtiyaçları varsa. Böyle ya­
parsa müslüman iki ecir alacaktır. Ayrıca akrabası

113
da kendisine sevgi besleyecektir. Resulullah (sav) de
buna teşvik etmektedir. Abdullah b. Mes’ud (ra )’ın
eşi Zeyneb Sekafiye (r.a.) Resulullah’m şöyle buyur­
duğunu söylüyor:
«Ey kadmlar topluluğu mücevherlerinizden de ol­
sa sadaka verin.» Zeyneb dedi ki; Abdullah b, Mes’
ud (ra)’a dönerek ona şöyle dedim:
— Sen malı az bir insansm. Resulullah (sav) bi­
ze sadaka vermemizi emretti. Git ona sor. (Sana ver­
sem olur mu) Yoksa olmazsa sizden başkasma sarfe-
derim. Abdullah da dedi ki:
— Bilakis sen git... Ben de bunun üzerine ken­
dim gittim. Birde baktım ki Resulullah (sav) ’m kapı­
sında aym şeyi sormak için gelmiş ensardan bir ka-
dm var. Resulullah (sav)’m üstüne mehabet gelmiş­
ti. Büâl (ra) dışarıya bizim yanımıza çıktı. O’na:
— Resulullah (sag)a git ve kapıdaki iki kadın
kocalarma ve evlerindeki yetimlere sadaka vermeleri
kafi midir diye soruyorlar de. Bizim kim olduğumu­
zu söyleme dedik. Bilâl (ra) Resulullah (sav )’m ya­
nına girdi ve sordu. Resulullah (sav);
((— Onlar kim?» diye sordu. Bilâl:
— Ensardan bir kadın ve Zeyneb dedi.
«— Hangi Ze3meb O?» bu3mrdu. Bilâl ( r a ) :
AbduUah’m karısı dedi. Resulullah (sav) buym’-
du M:
«— Onlara üd ecir vardır. Akrabalık ve sadaka
ecri.» (Muttefakun aleyh.)
Resulullah (savc) buyuruyor: «Fakirlere verilen
sadaka bir sadakadır. Akrabaya verilen ise iki: Sa­
daka ve akrabaya iyilik,» (Tirmizi.)
Resulullah (sav) her fırsatta akrabaya iyiliğin
fazüetini açıklar ve bunun üzerinde önemle dururdu.
«Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe iyiliğe erişemez­

114
siniz.» (Al-i İmran, 92) âyeti nazil olunca Ebu TaUıa
kalkıp, Resulullah (sav) ’a dedi k i:
— Y a Resulullah! Allah Teâlâ «Sevdiğiniz şey­
lerden sarfetmedikçe iyUiğe erişemezsiniz» buyuruyor.
Benim en sevimli şeyim hurma bahçesidir. O Allah
için sadakadır ve onunla ijnUğe erişmek ve Allah nez-
dinde bana azık ohnasmı istiyorum. Onu Allah’ın sa­
na gösterdiği yere harca, ey AUah’m Resulu« Resulul­
lah (sav) m bunun üzerine;
— « O çok kazançh bir mal. O çok karlı bir mal!
Dediğini duydum, Ebu Talha. Ben onu akrabalarma
vermeni (münasib) görüyorum.» Ebu Talha da dedi
ki:
— Yaparım ya Resulullah! Ve Ebu TaUıa o bah­
çeyi akrabaları ve amca oğullarma paylaştırdı. (Müt-
tefakun aleyh.)
Resulullah (sav) asırlar ötesinden ilerisini gördü
ve akrabalığı tavsiye etti. Müslim’in rivayet ettiği ha­
diste Mısır miEetine iyi davranümasmı tavsiye eder­
ken şöyle buyuruyor.
«Mısır’ı fethedeceksiniz. Fethettiğinizde halkma
iyi davranm. Çünkü onlann zimmeti ve akrabahğı
vardır, (veya zimmeti ve sihri vardır.)» Ulema bu ha­
disi açıklarken, akrabahk için İsmaU (as)’m annesi
Hacer (ra) ’in onlardan olduğunu ve sihir için ise Re­
sulullah (sav)’m oğlu İbrahim’in annesi Mariye’nin
onlardan olduğunu söylemişlerdir.
Vefa ve iyiliğin ancak bu kadarı olur! Aradan se­
neler ve asırlar geçmiş olmasma rağmen bu iki ak­
rabalıktan gelen bağı genişleterek bütün bir millete
teşmil eden bu duygu bundan daha Heri gidemez!
Öyleyse şuurlu bir müslümanın akrabalarına iyi­
likte bulunup onlara bahann cömertliği gibi cömert
davranmasmda bir gariplik yoktur.

115
Müslümaıı olmasalar dahi akrabasına iyilikte
bulunur:
İslâm’ın hoşgörüsü akrabalar gayri müslim dahi
olsalar onlara iyilikte bulunmayı tavsiye edecek ka­
dar yücedir. Abdullah b. Amr b. As (r.a.) rivayet ettiği
hadiste Resulullah (sav)’dan şöyle duyduğunu söy­
lüyor:
« F ilanın babasuun ailesi benim dostlarım değil­
dir. Benim dostlanm ancak Allah ve mü’minlerin sa­
hih olanlarıdır. Fakat onlarm iyilik yaptığım akraba­
ları vardır.» (Muttefakun aleyh.)
«Önce en yakın hısımlarmı uyar» âyeti nazil olun­
ca, Resulullah (sav) Kureyş’i çağırdı. Yakınları ve
uzakları gelip toplandılar onlara şöyle buyurdu :
«Ey Abdi Şems oğulları! Ey K a’b b. Lüey oğul­
lan! Kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Mürre b. Ka’b
oğullan! Kendinizi ateşten kurtarmız. Ey Abdi Me-
naf oğullan! Kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Haşim
oğulları! Kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Abdulmut-
talip oğulları! Kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Fat­
ma Kendini ateşten kurtar.. Çünkü ben Allah’a karşı
sizin için suyuyla suladığım akrabalığmız hariç hiç­
bir şey (yapmaya) malik değüim.» (Müslim.)
İnsanî duygular müslüman kalbinden kopup ay­
rılamaz. Bilakis o duygulardan müslüman olmasalar
dahi her akraba nasibini edır. Bu yüzden Resululiab
(sav)’m tabiri «Suyuyla suladığım akrabahğmız ha­
riç.» şeklinde olmuştur. Bu ifade arap belağatmm in-
cüerinden biri sayılır. Çünkü akrabalığı iyilik ile su-
lamp meyve veraen bir toprağa benzetti. Onun kesin­
tiye uğramasıyla ise toprak kuraklaşıyor kin ve cefa
bitiyor o topraktan Evet, müslüman sever ve sevdir.
Onu bütün insanlar sever. Çünkü onda İslâm ahla-
kınm müşahhas hali görülür .

116
Bu sebepten Ömer (ra) Resulullah (sav’m ken­
dine gönderdiği hülleyi müşrik olan anne bir karde­
şine hediye etmekte bir beis görmedi/
Daha önce müslüman olmasalar dahi İslâm’ın
ana babaya iyiliğe teşvik ettiğini gördük. İşte bura­
da da müslüman olmasalar dahi akrabaya i3ûliği te§-
vilc etmektedir. Bu da dinimizin hoşgörülü ve insani
bir din olduğunun delilidir. Bu garip değildir. Çünkü
Allah, Peygamberi’ne «Beni ancak alemlere rahmet
olarak gönderdik.» buyurmakta. Peygamberimiz de
«Ben ancak üstün ahlâkı tamamlamak için gönderil­
dim,» demektedir.

Akrabaya iyiliği geniş mânâsıyla anlar:


Gerçek müslümana göre akrabaya ijûlik çoğu za­
man zannedildiği gibi sadece onlara mal vermekle ol­
maz bilakis bundan daha geniş ve derin bir manası
vardır. Bu bazen akrabamn fakirlerine mal ile olur.
Bazen akrabalık bağlannı kuvvetlendiren, sevgiyi pe­
kiştiren ve karşılıkh şefkat ve merhameti güçlendi­
ren ziyaretle olur. Nasihat ile, yardım ile olur. Güzel
söz ile, tath yüzle olur. Kalblerde sevgi kaynaklarım
fışkırtan diğer hayırlı amellerle olur. Nitekim Pey­
gamberimiz şöyle buyuruyor.
«Akrabalarmıza selamla dahi olsa iyilik ediniz.»

Akrabalarına karşılık beklemeden iyilik eder:


Gerçek müslüman akrabalarma onlar kendisine
iyilik etmeseler de iyilik eder..Çünkü o bu davranı­
şıyla eğer Allah’m rızasını ve İslâmî bir ahlâk ile ah-
lâklanmayn istemişse iyiliğine karşılık beklemez. Bi­
lakis onlar kendisini terketse dahi, örnek müslüman

117
ahlakım göstermek için onlara yine iyilikte buluna­
rak İslâm’ın insanda olmasmı istediği yüce ahlâkı on­
lara gösterir. Gerçek müslüman da bulunması gere­
ken bu manayı Resulullah (sav) hadisinde te’kiden
buyuruyor ki:
«Akrabaya karşılık bekleyerek iyilik eden, iyilik
etmiş olmaz. Asıl iyilik eden akrabası kendisini ter-
ketse de akrabalık bağmı koparma3'andır.» (Buhari.)
Peygamber metodu yumuşak huyluluğu, sabrı,
affı ve hoşgörüyü teşvik edip akrabaya iyilik yapamn
gönlünde bu değerlerin yer etmesini sağlamaya ça­
lışmaktadır. Çünkü akrabasmdan kötülük ve cefa gör­
düğü halde onlara iyilik yapmak alilâklarm en yüce­
si sayılır.'Nitekim Allah akrabaya iyilik edenle birlik­
te olduğunu buyurmuş ve iyiliği reddedip akrabalık
bağlarım koparanlar için korkunç bir tablo çizmiştir.
Resulullah (sav)’a bir adam gelerek şöyle dedi:
— Ya Resulullah! Benim bazı akrabalarım var.
Ben onlara gidiyorum ama onlar benden uzak duru­
yorlar. Onlara İ3dlik yapıyorum, bana kötülük yapı­
yorlar, onlara 3mmuşak davranıyorum onlar bilme-
mezlikten geliyorlar. Peygamber (sav) bunun üzerine
şöyle buyurdu;
— «Eğer dediğin gibiysen sen onlara kızgın kül
içiriyor gibisin. Bu hal üzere olduğun sürece Allah’­
tan senin yanında onlara karşı bir yardımcı vardır.»
(Müslim.)
Akrabaya iyilik eden ve akrabalannm kendisin­
den uzak dunnasma rağmen buna sabreden kimse­
ye AUah’m yardımcı verdiğini belirtmektedir hadis.
O yardımcı akrabalarma karşı o şahsm kalbini sabır
ile doldurur ve onun o yüce ahlakmda sabit kalma-
smı sağlar. Hadis aynı zamanda kendilerine iyilikte

118
bulunan kimseye kötülükle cevap verenlere uygula­
nacak cezayı da kızgm kül yemeye benzetti.
Gerçek müslüman her türlü şartlarda akrabası­
na Allah’ın rızasını gözeterek iyilik yapar, zaman za­
man onları ziyaret eder veya diğer iyilik şekilleriyle
onları hatırlar. Ve küçük insanlann yaptığı gibi ba­
zı basit şeylerden dolajn akrabaya sırt çevirmez.
«Akrabalık arşa asılı bir vaziyette şöyle der: Ba­
na iyilik edene Allah da iyilik eder. Benimle bağlan
koparanı ise Allah terkeder.» (Müttefakun aleyh.)
hadisini duyan şuurlu müslüman cehalet, hamakat
ve bazı basitliklere bakarak akrabasma iyilikten vaz­
geçmez ve onlarla olan ilişkilerini basit şeylerin etki­
lemesine müsaade etmez.

119
Yedinci Bölüm

MÜSLÜMAN KOMŞULARIYLA

Komşularına insanların en iyi muamele edeniiir:

Akülı ve dinin hükümlerini anlamış bir müslü-


man komşularına muamelede insanlarm en iyisi, on­
lara en fazla iyilikte bulunanı ve onlara karşı en mer­
hametlisidir.'

Komşuya iyilikteki arUayışmı İslâm belirler:


Çünkü müslüman İslâmm komşu hakkmdaki tav­
siyelerini, beşeri üişkiler silsüesinde komşuluğa ver­
diği yüksek mertebeyi bilir. O mertebeye ne bu din­
den önce bir din ne de bu dinden sonra herhangi bir
nizam ulaşamamıştır.
Allahu Teâlâ kitabmda komşuya iyiliği emrede­
rek şöyle bU30 ıruyor.
«Allah’a kulluk edin, O’na birşeyi ortak koşma-
ym. Ana-babaya yakınlara, yetimlere, düşkünlere, ya­
kın komşuya, uzak komşuya, yanmızdaki arkadaşa,
yolcuya ve eliniz altmda buluttan kimselere iyilik
edin.» (Nisa, 36).
Yakın komşu, komşuluğunun yanısıra akrabalı­
ğı da bulunan kimsedir. Bu akrabalık neseb akraba­

121
lığı olacağı gibi din akrabalığı da olabilir. Yani müs-
lüman olması müslüman olmayan komşusuna karşı
o komşuyu yakm komşu yapar. Uzak komşu ise neseb
veya din bağı bulunmayan komşudur.
Yine de sana komşu olan herkesin senin üzerin­
de hakkı vardır. İsterse aranızda neseb ve din bağı
buiunmasm. Bu, komşuya İslâm’m insani, hoşgörülü
ve parlak nizammm verdiği bir ikramdır.
Öte yandan Resulullah (sav) ’m hadisleri îslâmda
komşuluğun ehemmiyetini —akrabahğma ve dinine-
bakmaksızın— te’kid eder mahiyette peşpeşe gelmek­
tedir, bunlardan biri:
«Cebrail bana komşuyu o kadar tavsiye etti ki
onu mirasçı yapacak zannettim.» (Müttefakun aleyh.)
İşte bu mertebe, Resulullah (sav) ’a komşuyu ak­
raba yapıp mirasçı lalacağım zarmettirecek derecede
komşu üzerinde titizlikle duran Cebrail’in diliyle îs-
lârmn komşuya verdiği yüce bir mertebedir.
Cebrail’in tavsiyesi karşısmda Resululah (sav)
de komşuya ikram ve ihsanı teşvik etmiş h atta tarihî
Veda Hutbesi’nde komşu50 i da ihmal etmeyip büyük
önem vermiştir. Bu verdiği değer karşısmda büyük
sahabi Ebu Ümame de Resulullah (sav)’ın komşuyu
mirasçı kılacağmı zannetmiştir. Ebu Ümame diyorki:
«Veda Haccı’nda devesinin üzerinde Resulullah
(sav) : Size komşunuzu (iyi davranmanızı) tavsiye
ederim. Sözünü o kadar çok tekrar ettiki kendi ken­
dime komşuyu mirasçı yapacak dedim.» (Taberani.)
ResuluUah (sav)’m komşuya verdiği ehemmiyet
komşuya iyiliği ona eziyet etmemeyi Allah ve ahiret
gününe iman etmenin alameti saymış ve komşuya
iyiliği imanm güzel semeresi olarak değerlendirmek­
tir. Buyuruyor ki:
«Allah'a ve ahiret gününe iman eden komşusuna

122
ihsanda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe iman
eden kimse misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve
ahiret gününe inanan kimse ya hayur konuşsun veya
sussun.» (Müttefakun aleyh.)
Buhari’nin rivayeti ise: «Allah’a ve ahiret günü­
ne iman eden komşusuna eziyet etmesin.» şeklinde­
dir.

Gerçek Müslüman k o m ş u n a karşı hoşgörülüdür:


Kalbi bu dinin öğretüeriyle aydmlanmış gerçek
müslümamn komşusuna karşı hoşgörülü olması, onun­
la geçinmesi, ve evinden birşeye muhtaç olduğunda
onu ondan esirgememesi gerekir. Çünkü gerçek müs-
lüman Resulullah (sav) ’m :
«Komşu komşuyu duvârma bir ağaç parçası çak­
maktan menetmez» (Müttefakun aleyh.) hadisini
komşusuyla muamelesinde kendisine rehber edinmiş­
tir.

Kendisi için istediğini onun için de ster:


Basireti açık, dininin nuruyla aydmlamış bir müs-
lüman, komşusunun duygularma değer verir, o sevi­
nince sevinir, üzülünce üzülür, «Sizden biriniz kendi
için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe kâmil mü’min
olamaz.» hadisiyle amel ederek kendi nefsi için iste­
diği şeyi komşusu için de ister.
Evinde yemek pişirirken fakir komşularmı gözet­
mekten geri durmaz. Yemeği almaya gücü yetmeyen
fakirleri düşünür. Zira aralannda söz dinlemez kü­
çük çocuk, boynu bükük yetim, kimsesiz dul kadm-
1ar ve güçsüz ihtiyarlar da bulunabilir. Bütün bun­
ları hesaba katarak etrafmdaki ihtiyaç sahiplerini ih­
mal etmez. Çünkü müslümanlarm gönüllerine nak-.

123
şettiği sosyal yardımlaşma duygusunu şöyle belirt­
miştir Peygamberimiz :
«Ey Ebu Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok
koy ve komşularmı gözet.» (Müslim). Diğer bir riva­
yette ise hadis şöyledir: «Çorba pişirdiğinde suyunu
çok koy. Sonra yakm komşularına bak ve onlara o
çorbadan nazikçesine ver.» (Müslim.)
Cabir (r.a)’m rivayet ettiği hadis ise şöyleclü-;
«Tencerenin kokusuyla komşuna eziyet etme.»
Sadık müslüman kendisi genişlik içinde, nimet
içindeyken komşusunun fakirlik ve darlıkta olması­
na tahammül edemez. Resulullah (sav) «Yanındaki
komşusunun aç olduğunu bildiği halde tok olarak ge­
celeyen kimse (tam) iman etmemiştir.» ve «Komşu­
su açken karnı doyan (kamil) mü’min değildir.» (Ta-
berani) hadislerini işiten bir müslümanın îslâm ile
genişlemiş vicdanı kendisi ile komşusu arasındaki bu
ayrılığa nasıl tahammül eder?

İnsanlığın mutsuzluğu Müslümanın ve İslâm


ahlâkının kaybolmasındandır
İnsanlığı heryerde sarmış olan bedbahtlığm se­
bebi, gerçek müslümanm hayat sahnesinden çekilme­
si, îslâm’m insani ve adil ükelerinin, gözardı edilme­
sidir. İnsanlık feza çağında, füzeler çağında, uydular
çağmda fakirlik, sömürü, açlık ve çıplakhkla yüzyü-
zedir. Birleşmiş Milletler’e bağh Uluslararası Gıda ve
Ziraat Örgütü, 1975 senesinde, Asya ve Afrikada yir­
mi ile 3nizmilyon insanm açlık sebebinden ölüm teh­
likesiyle karşı karşıya olduğunu açıkladı.
Aym sene haber ajansları bir olayı nakletmişler-
di. AvrupalI bir genç kız, açhk tehlikesinin olduğu
bir bölgeye gönüllü hemşire olarak gitmişti. Ve ora­

124
da açlıktan, çocukların manga isimli bir meyveyi el­
de etmek için birbirleriyle öldüresiye boğuşmalarmı
bu kavga neticesinde birinin gözünün çıknıası gibi
hadiseleri gören bu hemşire sinir krizleri geçirmiş ve
delirmesine ramak kalmıştı. Açlığm sebeb olduğu da­
ha nice hadiseler vardır. Gerekli vitaminlerini ala­
mayan insanlar ve çocuklar kemik yığınları haline
dönüşmüş hastahklara karşı dayanma güçleri kaybol­
muş ve ölüm ile yüzyüze gelmişlerdir.
Afrika ve Asya’da açlık kol geçerken dünyanın
% 20’sini oluşturan batı dünyası dünya servetinin
% 80’ini ellerinde bulundurmakta ve bu serveti mu­
hafaza için delicesine işler yapmaktadır. Asya ve Af­
rika açlıktan kıvranırken, Ortak Pazar (AET) ülke­
leri fiatlarm yüksek tutulmasmı sağlamak amacıyla
gıda ve ziraat ürünlerinin fazlasmı imha için elli mil­
yon dolar ödedi. Öte yandan medeni ülke Amerika
fiatlarm yüksek tutulması amacıyla fazla gıda mad­
desi üretUmemesi için her sene üç milyon dolar taz­
minat ödemekte. Yine et fiatmı 3niksek tutmak için
Amerikalı çiftçiler binlerce sığırı öldürüp toprağa
gömmektedirler. Öte yandan ise Güney Amerika, As­
ya’da onbinlerce insan açlıktan ölmekte.
Komşusunun yemek kokusundan etkilenmesine
rıza göstermeyen İslâm medeniyeti ile milyonlarca
insanı açlıktan ölümün pençesine terkede|i batı mede­
niyeti arasındaki fark işte budur.
Maddi gayeler peşinde koşan Doğu ve Batı in­
sanlığı, kapkara bir cahUiyet çukuruna yuvarlanmak­
la ne bedbahttırlar!
Ne Doğu ve Batı diyerek mübarek bir ağaçtan
tutuşturulmuş bir nur meşalesini taşıyan müslüman-
lann mesuliyeti ne büyüktür! O nur meşalesiyle ca-
hiliyet karanlıkları dağılacak, kalbler ve akıllar nur-

125
lanacak, aydınlanacak ve insanlık hidayet, emniyet
ve huzura kavuşacaktır.

Müslüman gücü yettiğince kornosuna iyilik


yapar:

Bu dinin hanif yolunu kavramış müslüman, gücü,


oramnda komşusuna iyilik yapmaktan geri durmaz.
Bazı cahillerin yaptığı gibi azdır deyip iyiliğin azını
esirgemez. Çünkü az olduğu için iyilikten kaçınan
hem kendisini hayırdan hem komşusunu bu iyilikten
mahrum bırakmaktadır. Resulullah (sav) bilhassa az
şeyi komşuya vermekten utanan kadmlara hitabede-
rek bu hususa şöyle dikkat çekiyor:
«Ey müslüman kadmlar! Komşu komşusuna bir
koyun paçası da olsa (iyiliği) küçük görmesin.» Bu­
radaki paça azlık için kinayedir. Yani koyun paçası
gibi az birşey de olsa komşu komşunun iyiliğini hor
görmesin, denmektedir, Allahu Teâlâ «Zerre nüktan
hayır işleyen onu görecektir.» buyuruyor. Resulullah
(sav) ise: «Ateşten, yarım hurmayla da olsa korunun»
buyuruyor (Buhari.)
Bu hadis, kendisine verilen şey bir- koyun paça­
sı kadar küçük birşey de olsa ona teşekkür edilmesi
gerektiği rrânasma da gelebüir. İyiliğe teşekkür ise
komşular arasmdaki kaynaşmayı ve birbirlerine olan
yardımlaşmayı kuvvetlendirir. Bununla birlikte iyi­
liğe teşekkür İslâm’m teşvik ettiği asü bir ahlâktır.
Resulullah (sav) buna şu hadisiyle teşvikte bulun­
muştur:
«İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükrede-
mez.» (Buhari, Edebül Müfret’te.)

126
Müslüman gayr-i müsUm komşularına da iyüik
eder:
Şuurlu müslümanm iyiliği sadece akraba veya
müslüman olan komşularını değil gayri müslim kom-
şularmı da kapsar. Çünkü İslâm’ın hoşgörüsü bütün
insanlığı dinlerine ve mezheplerine bakmaksızın içi­
ne alır. İşte büyük sahabi Abdullah b. Amr, (r.a.) ken­
disine bir koyun kestü'diğinde kölesine soruyor;
— Yahudi komşumuza verdin mi? Yahudi kom­
şumuza verdin mi? Çünkü ben ResuluUah (sav) ’ı şöy­
le buyururken işittim;
«Cebrail bana komşuya iyi davranmamı o kadar
tavsiye etti ki onu mirasçı kılacak zannettim.» (Ah-
med, Ebu Davud, Tirmizi.)
Bu yüzden de kitap ehli olanlar müslümanlarm.
yamnda can, mal, namus ve inançlarmdan emin vazi­
yette güven içinde yaşıyorlar ve iyi komşuluk, güzel
muamele ve inanç hürriyeti içinde hayatlarım sür­
dürüyorlardı. Asırlar boyunca etrafında binlerce müs­
lümanm yaşadığı kiliselerin hala ayakta durması bu­
nun en bariz şahididir. Müslümanlar ehli kitaptan,
olan komşularını gözetiyorlar, onları konıyorlar ve
adaletle muamele ediyorlardı. Çünkü dinleri bunu
emrediyordu.
«Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yur­
dunuzdan çıkarmayan kimselere iyüik yapmanızı ve
onlara karşı âdil davranmanızı yasak kılmaz. Doğ­
rusu Allah âdil olanları sever.» (Mümtehine; 8.).

İyiliğe en yakınından başlar:


İslâm’ın koyduğu inceliği anlamış bir müslüman.
komşularına iyilikte İslâm’m koyduğu sırayı gözetir.
Çünkü İslâm aradaki alâkaya göre en yakmdan baş­

127.
layarak sırasıyla yakınlık durumlarına göre komşu­
lara iyiliği emretmiştir.
Aişe (ra)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir; «De­
dim ki:
— Ya ResuluUah! Benim iki komşum var. Han­
gisine hediye vereyim?
«Sana kapısı en yakın olana» buyurdu.»
Sahabe (ra) da bu Peygamber yolunu çok iyi an­
lamışlardı. Yakm komşu dururken uzaktakine iyilik­
te bulunmazlardı. Bu konuda Ebu Hüreyre şöyle di­
yor: «Yakındaki komşusunu bırakıp Uzaktakinden
başlamaz.» (Buhari Edebulmüfret.)
Komşulara yapılacak iyilikte takip edilen bu sı­
ra müslümamn, evine uzak olan komşusuyla ilgilen­
mesine mani değildir. Evinin etrafmda bulunan her­
kes komşuluk haklarına sahiptir. Yakm komşuyu öne
alan bu sıralamada ResuluUah (sav) onun hissiyatı­
nı gözetmiştir. Çünkü yakm komşuyla daima içiçe-
dir ve onunla sıkı ilişkileri vardır. Halbuki komşu­
luk sahası gayet geniştir.
ResuluUah (sav)’a bir adam geldi ve dedi ki:
— Ya ResuluUah! Ben filan oğullannın mahal­
lesinde oturuyorum. Bana en fazla eziyet eden bana
en yakm olan komşumdur.
Bunun üzerine ResuluUah (sav) Ebu Bekir, Ömer
ve Ali (r.a.)’yı mescidin kapışma gönderip insanlara
şöyle demelerini İstedi.
«Dikkat edin! (Yan yana) kırk ev komşudur.
Komşusunun şerrinden korktuğu kimse cennete gi­
remez.» (Taberani.)

128
Gerçek Müslüman komşuların en hayırlısıdır:

Komşuya iyilik sadık müslümanm vicdanında de­


rin. ve asil bir duygu, Allah katmda ve insanlarm ya­
nında onun sıfatıdır. Çünkü İslâm ile hemhal olmuş,
kalbi İslâm öğretilerinin sevimliliğiyle yoğrulmuş
olan şuurlu ve gerçek müslüman arkadaşlarına ve
dostlarına hayırlı bir arkadaş ve dost olduğu gibi
komşuların da en hayırlısı olmak gayesinöedir. İşte
o, Resulullah (sav)’ın şu hadiste kastettiği kimsedir: ’
((Allah katında arkadaşlarm en hayırlısı, arkada-'
şına en hayırlı olanlardır. Allah katında komşuların
en hayırlıları da komşusuna en hayırlı olanlandır.»
(Tirmizi.)
İşte bu yüzden İslâm salih komşuyu müslümanm
saadetine sebeb olarak göstermiştir. İyi komşuluk,
mutluluk, rahatlık, emniyet ve güven kaynağıdır. Zi­
ra Peygamberimiz buyuruyor k i:
((Geniş ev, salih komşu ve itaatkar binek Müslü­
man kişinin mutluluğundandır.» (Ahmed, Hakim.)
Selefi Salihin, komşunun değerine mai ile takdir
edilemeyecek derecede önem veriyorlardı. Bu konu­
da rivayet edilenlerden biri Said b. As’m komşusuna
yaptığı ihsandır. Komşusu, evini yüzbin difheıhe sat­
tı ve müşterisine: Bu evin parasıdır. Peki, ya Said’in
komşuluğuna ne kadar vereceksin? diye sordu. Bu
haber Said’e gelince evinin parasım komşusuna gön­
derdi ve evini sattırmayıp orada kalmasım sağladı.
İşte komşusunun İslâm’daki yeri! Ve işte müslü­
man salih komşusunun ahlâkı!
İyi komşunun parlak sayfası böyle. Kötü komşu­
nun sayfası nasıl; bir de onu görelim.

129
Kötü komşu iman nimetinden uzaktır ve ameli
zayi olmuş kimsedir:
Bu sayfa karanlık, nursuz, acımasız bir sayfadır.
İnce ruhlu müslümanm sarsılıp korku ile ve kötü
komşuya nefret ile dolacağı bir sayfadır.
Kötü komşu AUah’m en büyük nimeti ve bu ha­
yattaki faziletlerin başı olan iman nimetinden uzak­
tır. ResuluUah (sav) bu nimetin, kötü komşudan sıy-
rıhp aynlacağmı kesin bir üslupla ifade ederek bu-
•yürüyor ki:
KVallahi iman etm^ olmaz. Vallahi iman e..m
olmaz. Vallahi iman etmiş olmaz.»
— Elim ya ResuluUah? denildi. Buyurdu ki :
«Komşusunun, şerrinden emin olmadığı kimse.»
(Muttefakun aleyh.)
Müslimin rivayetinde ise hadis şöyledir; «Komşu­
sunun, şerrinden emin olmadığı kimse cennete gire­
mez.»
Kötü komşunun irtikap ettiği bu suç ne büyük
suçtur! İşlediği bu suç onu iman nimetinden mah­
rum ediyor ve cennete girmesine engel oluyor. Bun­
dan daha büyük suç olur mu?
Şuurlu gerçek müslüman bütün kalbiyle bu nas-
lara kulak verir ve komşusuyla tartışmayı, ona kin
tutmayı akimdan bile geçirmez. Çünkü bu onu ima-
mndan edecektir. Ahiretini hüsrana uğratacaktır.
İman ve ahiretin hüsranmdan daha büyük hüsran
var mıdır? Müslümanm kalbinin titrediği, varlığmm
sarsüdığı ve aklmm gittiği bımdan büyük hüsran var
mıdır?
Yukanki maddeden sonra, nasslarm kötü kom­
şunun amelinin kabul edilmeyeceğini, komşusuna
eziyet edenin amelinin kendine fayda vermeyeceğini

130
beyan etmesi pek tabiîdir. Zira amel-i salih İslâm’a
göre daima iman üzerine kurulur. Kötü komşunun
imanı ise biraz evvelki hadisden anlaşılacağı üzere
iman-ı kâmil değildir. Bu yüzden ameli kabul edil­
meyecek ve hiçbir ameli Allah’a ulaşamayacak; ge­
cesini gündüzünü feda etmiş olsa da amelleri kendi­
sine fayda vermeyecektir. Allah’ın affetmesi müstes­
na.
Nebi (sav)’e denildi ki;
— Filan kadm geceyi ihya ediyor, gündüz oruç
tutuyor, amel işliyor, sadaka veriyor fakat komşusu­
na diliyle eziyet ediyor. Resulullah (sav) bunun üze­
rine şöyle buyurdu;
— «Onda hayır yoktur, o cehennem ehlindendir»
— Filan kadın ancak farz namazı kılıyor, değer­
siz şeyler tasaddük ediyor fakat kimseye eziyet etmi­
yor, dediler. Resulullah (sav) buyurdu ki:
«b, cennet ehlindendir.» (Buhari, Edebuhnüf-
red.)
Kötü komşu Resulullah (sav)’m aşağıda beyan
ettiği helak olan zümrelerdendir.
«Üç kimse helak olanlardandır; İyüikte bulunul­
duğunda teşekkür etmeyen, kötülük yaptığmda ise af­
fetmeyen imam (idareci),,hayır görünce ğizleyip, şer
görünce yayan kötii komşu ve yanmda olduğunda
sana eziyet eden, uzaklaşmca ihanet eden kadın.»
(Taberani)
îşte bu hadisler müslümanın muhayyüesinde kö­
tü komşunun İslâm nazarmdaki çirkin şeklini can­
landırır, o da Peygamber (sav)’m vasfettiği bu kötü
komşuluktan uzak durmaya çalışır.

131
Gerçek Müslüman komşusuna karşı bir hataya
düşmekten sakınır:
Müslüman bir hata veya günah işlemekten özel­
likle de komşusuna karşı böyle bir duruma düşmek­
ten son derece sakınır. Çünkü komşuya karşı işlenen
suçun cezası başkasma karşı işlenenden daha ağırdır.
Peygamberimiz ashabma zinanın durumunu sor­
du; onların: Allah ve Resulunun yasakladığı bir ha­
ramdır, demeleri üzerine şöyle buyurdu;
«Bir adamm on kadınla zina etmesi komşu kadı­
nıyla zina etmesinden daha hafifth:.» Sonra sahabeye
hırsızlığı sordu. Onlar:
— Allah ve Resulunım yasakladığı bir haramdır,
dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
«Bir kimsenin on evden çalması komşusunun
evinden çalmasmdan daha hafiftir.» (Ahmed b. Han-
bel)
— AUah ve Resulunun yasakladığı bir haramdır.
Komşusunun Islâmda, hiçbir beşerî sistemin ta­
nımadığı, bilmediği bir dokunulmazlığı ve hürmeti
vardır. Günümüzde kapı komşularrmn konu edildiği
o cıvık türküler bizde iman ve ahlakm azalmasıyla
ortaya çıktı. Halbuki bizim İslâmî çağımız bir yana
cahiliyet devrinde dahi böyle bir şey yoktu. Irz ve
namusuna düşkün şair komşu kadınla karşılaşınca
şöyle diyor:
«Komşum görünür görünmez yumarım gözümü.
Evine girip kayboluncaya kadar komşum»
İslâm bizdeki bu ahlâkî yönü geliştirmiş ve zik­
redilen nasslarla komşunun gözetilmesini, namusu­
nun korunmasmı, şerefinin muhafazasmı, ihtiyaçları-
nm giderilmesini, kadmlarma bakmaktan gözünü ko­
ruması ve şüphe uyandıracak her şeyden kaçınılması­
nı öğretmiştir.

132
Zihni açık, basireti uyanık, dininin öğretilerini
ve ahlakını kavramış bir müslüman herhangi bh se-
beble komşusuyla arasında bir anlaşmazlık çıkma­
ması için gayret eder. Çünkü Resulullah (sav)'m şu
hadisi onu uyarmaktadır.
«Kıyamet günü ortaya getirilecek ilk iki hasım iki
komşudur.» (Ahmed, Taberani.)

Komşusuna iyilikte kusur etmez:


İmanı kemale ermiş bir müslüman komşusuna
iyilik elini uzatır, riayet, sevgi ikrara kapılarını ar­
kasına kadar açar ve komşusuna karşı görevinde ku­
sur etmekten sakmır. Böylece de iyiliğini gizleyip cim­
rilik yapan komşu hakkında Resulullah (sav) in açık­
ladığı şu sahneden korunmuş olur.
«Kıyamette komşusunun yakasma yapışmış: Ya
Rabb! Bu, bana kapısmı kapattı ve iyiliğini benden
esirgedi.» diyen nice komşu vardır.» (Buhari; Edebul-
müfred).
Ne kötü durum! Komşusuna cimrilik eden kişir
nin kıyamet günü ne utanılacak hali var!
İslâm nazarmda müslümanlar yüksek bir bina­
dır. O binanın tuğlaları bu ümmetin evlatlandır. Her
tuğla sağlam ve diğer tuğlalarla iyice birbirine geç­
miş olmalıdır ki, binanm sağlamlığı ve dayanıklılığı
tamamlansın. Yoksa za3nflığa, yıkılmaya ve çökmeye
maruz kalır.
Müslümanlarm. olaylarm sarsamayacağı ve fır-
tmalarm sallayamayacağı sağlam bir bina olarak ka-
labUmeleri için İslâm, tuğlalarmı sağlam ruhi bir bağ
ile bağlamış ve birbirlerine tutunmalarmı, dayanış-
raalarmı ve mukavemetini muhafaza etmiştir. Müs-
lümanlann birbirine tutunmalan, dayanışmalannı

133
Resulullah (sav) ne giwel tasvir etmiştir'. «Müminin
müminlerle olan durumu birbirini tutan (tuğlalardan
yapılmış) kenetlenmiş bir duvar gibidir.» (Buhari.)
«Mü’minlerin birbirlerini sevmelerinde, birbirle­
rine acımalarmda ve birbirlerine şefkatlerinde misal­
leri bir uzvu ağndığmda diğer uzuvları da o ağrıdan
müteessir olan bir vücut gibidir.» (Buhari.)
Fertleri arasında bu tür dayanışmayı teşvik eden
dinim iz komşunun komşuyla olan alâkasını peki.ş-
tirerek onu sağlam bir temele oturtup sevgi, iyilik,
da3iamşma ve iyi muameleyi sağlar.

Komşusunun Fitnesine ve eziyetine sabırlıdır:


Bütün bunlar için dininin prensipleriyle aydın­
lanmış müslüman komşusuna karşı sabreder, ondan
zuhur edecek herhangi bir şer ve fitneden dolayı he­
men öfkelenmez. Komşunun düştüğü hatayı hemen
hesaba katmaz, kusurunu yüzüne vurmaz, onu affe­
der ve bağ ışının Allah nezdinde zayi olmayacağmı,
bilakis AUah’m muhabbet ve rızasmı kazandıracağmı
büir. Ebu Zer (r.a.)’ın rivayet ettiği hadis bunu gös­
termektedir.
Mutarnf b. Abdullah, Ezu Z eri görünce, O’na:
— Ya Ebu Zet! Senin rivayet ettiğin hadis bana
ulaştı. Ben de seni görmek istiyordum, dedi. Ebu Zer;
— Allah Tebareke ve Teâlâ babana (rahm et et­
sin) ! İşte benimle buluştun, dedi.
— Resulullah (sav) İn «Allah üç kişiyi sever üç
kişiye de buğzeder.» hadisi senin söylediğini duydum.
— Resulullah (sav)’a (iftira edeceğimi) yalan
söyleyeceğimi zannetmiyorum.
— AUah’m sevdiği şu üç kimse kimdir?
— «Allah yolunda, O’nun rızası için gazaya çı­

134
kıp ölünceye kadar savaşan. Siz onu elinizdeki Allah
kitabında bulursunuz. «Doğrusu Allah, kendi uğrun­
da kenetlenmiş bir duvar gibi sıra halinde savaşan-
lan sever.» (Saff: 4)
— Başka kim?
— Kendisine eziyet eden kötü komşusunun ezi­
yetine Allah ondan kurtarmcaya kadar sabreden kim­
se... (Ahmed, Taberani.)

Komşusunun kötülüğüne kötülükle mukabele


etmez:

Resulullah (sav)’m sahabeye komşunun kötülü­


ğüne kötülükle karşılık vermemelerini bilakis onun
ezasma sabretmelerini öğretmesi bu dinin yücelikle­
rinden biridir. Çünkü kendisine karşı sabır gösteren
komşusuna kötülük yapmaktan eziyet etmekten vaz-
geçebilü* o kişi. Kendi kötülüğüne iyilikle karşılık ve^
ren komşusunun karşısmda kötü komşu da kendine
gelecektir. Kötü komşuya iyi muamele ahlakın zirve­
si, ve insanlardan kötülük hasletinin sökülüp atılması
için takip edilen en haşarılı ıslah metodudur.
Muhammed b. Abdiselâm (ra), Nebi (sav)’a ge­
lerek dedi k i :
— Komşum bana eziyet etti, dedi. Peygamber
(sav) buyurdu ki:
— «Git eşyam sokağa at. Biri gelipte sorunca
ona; Komşum bana eziyet etti de. O (kötü komşuya)
lanet gerçekleşir. Allah’a ve ahiret gününe inanan
kimse komşusuna ikram etsin...» (Hayatüssahabe 3/
50)

135
Komşusunun kendi üzerindeki hakkını bilir:
Gerçek müslüman komşusunun kendi üzerindeki
haklannı bir an aklından çıkarmaz. Ve onun sıkın­
tılı anında yardımma koşar, huzurlu anında ona des­
tek olur. Üzüntüsüne üzülür, sevincine sevinir. Fakir
düşerse ona yardım eder bir hastalığa mübtela olur­
sa onu ziyaret eder, teselli eder, yardımını esirgemez.
Bir ölüm hadisesi vuku bulsa ailesinin hissiyatını
unutmayıp onlara ihsanda bulunur teselliye çalışır.
Uzaktan yakmdan komşusunun bu duygularını zede­
leyecek şeyler yapmaktan çekinir. Sahabeden biri Re-
sulullah (sav)’a sordu:
— Komşumun benim üzerimdeki hakkı nedir?
«Hastalanmca ziyaret edersin. Ölürse teşyi eder­
sin. Senden borç isteyince verirsin. Fakii- düşerse ona
yardım edersin. Bir hayır gelirse tebrik edersin. Bir
musibete uğrarsa taziye edersin. İzni olmadıkça du­
var yükseltip onun rüzgarma engel olma. Tenceren­
den çıkan yemek kokusuyla ona eziyet etme veya ona
o yemekten'takdim et. Me3rve alırsan ona hediye et.
Bunu yapamıyorsan (aldığm şeyi eve) gizlice sok,
Çocuğun onunla dışarı çıkıp komşu çocuğunu (yedi-,
ği şeyle) kızdırmasın.» (Taberani)
İşte İslâmın komşuya bakışı. İs lâ m . hakikatiyle
doğru yolu bulmuş, hic^ayet nuruyla aydınlamış ve,
İslâm ahkammı kendine ve ailesine tatbik eden müs-
lümana. İslâmın verdiği hoşgörü dolu talim atlar bun­
lardır. Müslümanlar bu talimatlar neticesi beşeriye-,
tin tanıdığı en hayırlı komşu olmuşlardır.

136
Sekizinci Bölüm

MÜSLÜMAN, KARDEŞ VE
ARKADAŞLARIYLA

Onları Allah için sever:

Sadık müslümanm en bariz sıfatlarından birisi


de kardeş ve. arkadaşlarına, menfaat duygusundan
armmış, herhangi bir gayeden uzak ve her türlü şai­
beden temizlenmiş bir sevgi beslemesidir. Bu sevgi,
vahiy ve hadisten kaynaklanmaktadır.
Çünkü müslümanı müslüman kardeşine bağlayan
,bağ; rengi, dili ve cinsi ne olursa olsun iman bağı­
dır. «Ancak mü’minler kardeştirler.» (Hucurat, 10).
İman kardeşliği, gönül bağlannın en kuvvetlisi, kalb
ilişkilerinin en metini ve ruhî bağlantılarm en yüce­
sidir. Bu eşsiz kardeşliğin yüceliğinde, temizliğinde,
derinliğinde ve devammda hayretengiz bir sevgi şek­
lini ortaya çıkarması şaşılacak birşey değildir. Bu
sevgiyi İslâm «Allah uğrunda sevgi» diye isimlendir­
miştir. Sevgisinde sadık olan müslüman imanın tatlı­
lığını hisseder.
«Üç şey vardır ki insanda onlar bulunursa iman
halavetini bulur: Allah ve Resulunun o kimseye her-
şeyden daha sevimli olması, müslüman kardeşini sa­
dece Allah için sevmesi ve ateşe atılmaktan, nasıl kor­

137:
kuyorsa Allah’ın kendini kurtardıktan sonra tekrar
küfre dönmekten de öylece korkması.» (Muttefakun
aleyh.)

AUah için birbirini sevenlerin makamı:


Birçok hadisi şerif Allah için birbirini sevenle­
rin makammın kıyamet gününde yüceliğini açıkla­
maktadır. Bu hadislerden biri Allah’m gölgesinden
başka gölgenin bulunmadığı o günde Allah’ın gölge­
leyeceği yedi kimseyi belirten hadisdir. O yedi kişi
şunlardır:
«Adil imam, Allah’a ibadetle yetişmiş genç, kalbi
mescitlere bağh adam, Allah içm birbirlerini sevmiş,
bu sevgi üzerine birleşip bu sevgiyle ayrılan iki kim­
se güzel bir kadm (zinaya) davet ettiği halde : Ben
AUah’dan korkarım diyen adam, sağ eliyle verdiği
sadakayı sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren
ve yalnızken Allah’ı zikredip gözlerinden yaş boşa­
nan kimse.» (Müttefakun aleyh.)
Bu, Allah için birbirlerini seven kimselerin Allah’
m goigesiyle gölgeleneceğine, O’nun rahmetine nail
olacağma ve yukarıda belirtilen yedi kişilik zümreye
dahü olacağma delUdir. İBu ise onu yüceltmektedir.
Hem de ne yüceltme!
. Allah için birbirlerini sevenlere şeref olarak Al­
lah’m kıyamet günü haşir meydanında onlarla ilgi­
lenmesi yeter, Allah buyuruyor ki:
«Benim için birbirlerini sevenler nerede? Göl­
gemden başka gölge bulunmayan bugün onları ben
gölgeleyeceğim.» (Müslim.)
Ne yüksek bir şeref! Ne güzel bir m ükafat! Şid­
det, korku ve dehşet günü, Allah için birbirlerini se­
venlerin mükafatı ne güzel!

138
Çünkü bir yığın menfaat ve tamalann dolu oldu­
ğu bu hayatta sırf Allah için sevmek, ulaşılması zor
bir mertebedir. O mertebeye ancak Allah rızası ya­
nında dünyayı hiçe saymış, ruhlan yücelmiş ve ne­
fisleri armmış kimseler çıkabilir. Bunlara dünyadaki
makamlannın yüceliğine uygun olarak ahirette yük­
sek makamlar verilmesi pek tabüdir. Çünkü onlar
dünyanm her türlü menfaatini terkedip Allah için
sevmişlerdir. Bu yüce makamı Muaz (ra)’ın Peygam­
ber (sav) ’dan rivayet ettiği bir hadiste buluruz: Mu^
az, Resulullah (sav) ’ı şöyle buyururken işittim diyor:
«Allah azze ve celle büyürdü ki: Benim için bir­
birini sevenlere peygamber ve şehitlerin gıbta ede­
ceği nurdan minberler vardır.» (Tirmizi).
Hatta Allah için birbirlerini sevenlere bundan
daha yüksek, daha tath makamlar da vaadetmekte-
dir. Çünkü Ebu Hüreyre (ra)’m Nebi (sav)’den şu ri­
vayeti vardır:
«Bir adam başka bir köyde bulunan bir (din) kar­
deşini ziyarete gitti. Allah onun yoluna bir melek çı­
kardı ve adam gelince melek oh a:
— Nereye gitmek istiyorsun? dedi. Adam:
— Şu köydeki din kardeşime gitmek istiyorum,
dedi. Melek de :
— Senin ondan elde etmek istediğin bir menfaat
var rm? dediğinde,
— Hayır, benim onu Allah için sevmemden baş­
ka bir şeyim yok, dedi Adam. Melek ona bu kez şöyle
dedi:
— Ben, seni Allah’m senin onu sevdiğin gibi sev­
diğini bildirmekle görevli Allah’m sana gönderdiği bir
elçi3rim» (Müslim)
. Ne büsnik sevg! İnsanı Allah’m seveceği bir mer­
tebeye çıkarıyor. Bu 3rüksek ve aydınlık metrebede

139
Resulullah (sav)’m tevcihi müslümanı daha da ileri­
lere götürerek Allah için sevenlerin en üstünün di­
ğerini en fazla seven olduğunu belirtmiştir. «Birbiri­
ni seven iki kişinin en üstünü arkadaşını en çok se­
vendir» (Buhari Edebü’l müfred) Yine Nebi (sav)
şöyle buyurur: «Bir kimse kardeşini severse ona ken­
dini sevdiğini haber versin.» (Ebu Davud, Tirmizi)
Resulullah (sav) bu sevginin toplumlara tesirini
bildiği için hiçbr münasebet bırakmıyor ki onunla
müslümanlan birbirlerini sevmeye davet etmesin.
Hatta kalplerin örtüsü sıyrılsm ve saflar arasında
sevgi yayılsın diye bu sevginin açığa vurulmasmı em­
rediyor. Enes (ra)’dan rivayet edildiğine göre Pey­
gamber (sav)’m yanında bir adam vardı. Ona birisi
uğradı. Bunun üzerine adam;
— Ya Resulullah! Ben şu adamı seviyorum, de­
di. Peygamber (sav)’da şöyle buyurdu:
«Ona bildirdin mi?» Adam:
— Hayır, dedi. Nebi (sav) :
«Ona bildir!» buyurdu. Adam da kalkıp ona ye­
tişti v e:
— Ben seni Allah için seviyorum, dedi. Adam da:
— Uğrunda beni sevdiğin Allah da seni sevsin,
diye ceyap Verdi. (Ebu Davud)
Resulullah (sav) müslümanlara sevgi ve kardeş­
lik toplumunun nasıl bina edileceğini bizzat göste­
rerek öğretiyordu. Muaz (r.a.)’m elini tutup şöyle bu-
3?urdu:
«Ey Muaz, vallahi hiç şüphesiz ben seni seviyo­
rum. Sonra da sana nasihat ediyorum ey Muaz! Her
namazm peşinden: Allahım bana zikrin, şükrün ve
ibadetin, için jmıdım et demeyi unutm a!» (Ebu Da­
vud, Nesei)
Muaz (ra )’da İslâm topraklarmda bu temiz sev-

140
giyi müslümanlar arasına yayarak Allah’ın kendisi
için birbirlerini sevenlere hazırladığı sevap ve mükâ­
fatı Resulullah (sav)’dan duyduğu şekilde anlatıyor­
du.
İmam Malik, Muvatta’da, Ebi İdris Hulani’den
sahih bir isnadla şöyle dediğini rivayet etmiştir;
«Dımeşk (şam) mescidine girdim. Bir de baktım
M orada güleryüzlü bir genç var. Etraîmdaki insan­
lar ihtilafa düşdükleri meseleleri ona götürüp onun
fikrini soruyorlar. Onun kim olduğunu sordum: Bu
Muaz b. Cebel (ra) ’dır, denildi. Ertesi gün erken dav­
randım fakat onun beni geçtiğini (benden daha er­
ken davrandığını) gördüm. Onu namaz kılar halde
buldum. Namazını bitirinceye kadar bekledim. Sonra
onun tarafına geldim selam verdim ve şöyle dedim;
— Vallahi ben seni seviyorum. Bana;
— Allah için mi? dedi. Ben de:
— Allah için dedim. Yine;
— Allah için mi? dedi. Ben yine:
— Allah için dedim. Bunun üzerine kuşağımı tu­
tup beni kendine doğru çekti ve Resulullah (sav)
şöyle buyururken işittim dedi:
«Allahu Teâlâ buyurdu ki; Benim için birbirleri­
ni sevenlere, benim için oturanlara benim için birbir­
lerini ziyaret edenlere ve benim için sadaka verenlere
muhabbetim vacip oldu.»
Müslümanların hayatında Allah için sevmenin
tesiri:
Resulu Ekrem (sav) başka bir hadisi şerifte bu
sevginin müslümanm cennete girmesi için gerekli
iman şartlarından bir şart olduğunu açıklamıştır. Ebu
Hüreyre’den (ra) Nebi (sav)’m şöyle buyurduğu ri­
vayet edilmiştir: «Nefsim yedinde olan (Allah)’a ye­

141
min ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsinz.
Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Size
yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey göstere­
yim mi? Aranızda selamı (açıkça verip) yayınız.»
(Müslim)
Allah’m kendisine verdiği terbiyeden aldığı Heri
görüşlü yetiştiricüiğiyle Peygamber (sav) göğüslerde­
ki kini, nefislerdeki hased ve kirleri, müslümanların
lıayatma hakim yüksek ve sadık kardeşliğin dışında
hiçbir şeyin temizleyemeyeceğini belirtmiştir. İnsan­
lar arasmda sevginin yaygmlaşması, buğz, kin, hased
ve h ilen in ortadan kalkması kalplerm hayır üzere
birleşip muliabbete açılması gayesiyle selamı yayma­
ya davet etmiştir.
Resulullah (sav) bu manayı daima sahabeye aşı-
. lamaya ve kalblere muhabbet tohumunu ekmeye ça­
lışıyordu. İslâm’m istediği aydmiık bir dünyaya ka­
vuşmak ancak insanlar arasmda sevgiyi yaymakla
mümkün olabileceğini belirtiyordu.
Resulullah (sav) işte bu etkili ve etkili olduğu
kadar da verimli sevgi üe îslâm’m ilk neslini yetiş­
tirmiş, onlar da İslâm’ı dünyaya yaymışlardı. Sema­
dan gelen çağnyı dünyaya tebliğ etmişlerdi. Oluştur­
duğu bu sevgi olmadan ilk müslümanlar, cüıad yü­
künün ağırlıklarma ve İslâm devletinin kurulmasın­
da gösterdikleri büyük fedakarlıklara güç getiremez­
lerdi. Bu sarsılmaz ve perçinleşmiş sevgi ile Resulul­
lah (sav) insanlık tarihinin örnek neslini yetiştirmiş
ve onların dayamşmalarını şöyle tasvir etmiştir;
«Müminler birbirini tutan tuğlalardan yapılmış
duvar gibidir.» (Müslim) «Müminlerin birbirlerini sev­
melerinde, birbirlerine acımalannda ve birbirlerine
şefkatlerinde misalleri, bir uzvu ağrıdığında diğer

142
uzuvları da o ağndan mütessir olan bir vücuttur.»
(Müslim) «Müminler gözü ağnymca her yeri, başı
ağrıymca da her tarafı ağnyan bir insan gibidirler.»
(Müslim)
Şuurlu müslüman bu Peygamber tavrı karşısm-
da dost ve kardeşlerine sevgi göstermekten, kalbini
onlara açmaktan ve onlara bütün gönlüyle yönelmek­
ten kendini alamaz. Ve böylece dünyada en sağlam
bir duvarın yapı taşlannı oluştururken ahirette de
Rabbinin rızasını kazanır.

Arkadaşlarına küsmez ve onları terketmez:


Dininin emrettiklerini ve nehyettiklerini iyice bi­
len bir müslüman sevgi, şefkat ve birliğe davet eden
İslâm dininin buğzu, ayrıhk ve küsmeyi de yasakla-
dığmı, birbirlerini içtenlikle sevenleri bazı fitne ve
hatalarm ayırmayacağını bu dinin açıkladığmı bilir.
Çünkü Allah için sevme bağı, birinin yapabileceği bir
hata ile hemen kopmayacak sağlam bir bağdır. Bu­
nun için Resulullah (sav) buyurdu ki: «Birinin işle­
yeceği ilk hatanm ayırdığı iki kimse, Allah için veya
İslâm için birbirlerini sevmemişlerdir.» (Buhari E.
Müfred’de.)
Bununla beraber İslâm insan nefsinin tabiatm-
dan sarfı nazar etmemiş, kızgmhk ve zayıflılr anmda
duygularm değişebileceğini hesaba katarak öfke ve
kızgınhğınm dinmesi için bir müddet tanımıştır. Ki
bu müddet zarfmda kızgınlık ve galeyanı geçsin. Fa­
kat bu müddet geçtikten sonra her ikisinin de sulh
için barışmaya yanaşmamasmı yasaklamıştır. Bu ko­
nuda Resulullah (sav) şöyle buyuruyor:
«Müslümamn kardeşini üç günden fazla terket-
mesi helâl olmaz. Bir araya geldiklerinde bu yüz çe­

14S
virir öteki yüz çevirir. En hayırlılan selamı ilk ve­
rendir.» (Şeyhayn)
Bu kesin nassı düşünen müslüman sebeb ne olur­
sa nlsun kardeşinden uzak durmaya sabredemez. Bi­
lakis onunla barışmaya ve selam vermeye gasrret eder.
Çünkü en hayırlıları selamı ilk verenleridir. Öteki de
selama cevep verüse her ikisi de .barışma sevabını
alır. Eğer selama cevap vermezse selam veren dargın­
lık ve a5nrıhk günahmdan kurtulur. Selamı kabul et­
meyen, diğerinin de aynı zamanda günahını yükle­
nir. Bunu Ebu Hüreyre (ra) ’nm rivayet ettiği şu ha­
dis açıklamaktadır. Ebu Hüreyre, Resulullah (sav)’ı
şöyle buyurm’ken işittim diyor:
«Bir kimsenin bir mümini üç günden fazla ter-
ketmesi (dargm kalması) olmaz. Üç gün geçtikten
sonra onu bulsun ve ona selâm versin. Eğer selâmı
ahrsa ikisi de ecirde ortaktırlar. Eğer selâmı almmaz-
sa selam veren ayrılık (dargınlık) günahmdan kur­
tulmuş olur.» (Buhari Edebul müfret)
Dargmhk müddeti uzadıkça ikisinin de günahı
artar. Nebi (sav) şöyle buyuruyor:
«Km-deşini bir sene terkeden (dargm kalan) onu
öldürmüş gibi günahkardır.» (Buhari Edebul müfret)
İslâm nizâmı nefislerin terbiyesinde karşılıklı
sevmeye, yakmlaşmaya ve ülfete çok önem verir. Bu
yüzden buğz hased ve dargmhğm gerçek mtislüma-
nm hayatmda yeri yoktur'. Yeryüzüne insanın çıktı­
ğı günden beri beşeriyetin tanıdığı ahlâk metodları-
nm en mükemmelini kulağmda duyan müslüman, bu
tür şeylere hayatmda nasıl yer verebilir?
«Birbirinizle alakayı koparmayınız, birbirinize
küsmeyiniz, birbirinize buğzetmeyiniz, birbirinize ha­
sed etmeyiniz. Size emrettiği şekilde kardeş olunuz.»
(Müslim).

144
«Zandan sakının, çünkü zan sözlerin en yalanı­
dır. İnsanların ayıplarını araştırmayın, casusluk yap-
maym, rekabet etmeyin, birbirinizi çekememezlik et­
meyiniz, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize küsme­
yiniz. Ey Allah’ın kullan kardeş olunuz.» (Buhari,
Müslim)
«Birbirinizi çekememezlik etmeyin, satın alama­
yacağınız malm fiatmı artırraaym, birbirinize buğ­
zetmeyin, birbirinize küsmeyin. Birbirinizin satış üze­
rine satış yapmayın. Ey Allah’m kulları kardeş olun.
Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez,
ona yardımdan elini çekmez ve onu küçük görmez.
Takva işte buradadır. (Üç defa göğsünü işaret eder)
Kişiye şer olarak müslüman kardeşini hakir ve kü­
çük görmesi yeter. Müslümanın herşeyi müslümana
haramdır. Kanı, malı ve namusu.» (Müslim)
Bütünüyle sevgi, şefkat ve kardeşlik dolu bu Pey­
gamber tavsiyelerini düşünen müslüman, —kalbinde
bir hastalık, fıtratında bir eğrilik yoksa— buğz ve ki­
ni taşıyamaz.
Buradan da kalbi katı ve İslâm’ın ahlâk çizgisin­
den sapmış Allah’ın rahmetinden mahrum olacakla­
rını ve cennet kapılarınm onlara kapanacağı tehdidi
Resulullah (sav)’ın şu hadisinden anlaşılmaktadır:
«Pazartesi ve Perşembe günleri cennet kapıları
açılır. Allah’a şirk koşmamış her kul bağışlanır. An­
cak kendisi ile kardeşi arasında düşmanhk bulunan
kimse bunun dışmda. Şu ikisini banşıncaya kadar
bekletin, şu ikisini banşıncaya kadar bekletn, şü iki­
sini barışmcaya kadar bekletin, denilir.» (Müslim)
Büyük sahabi Ebu Derda şöyle diyordu: «Size sa­
daka ve oruçtan daha hayırlı birşey söyleyeyim mi?
İki kişi arasını bulmak (barıştırmak.) Dikkat edin

145
buğz sevapları mahveden bir haslettir.» (Buhari Ede-
bul müfred).
Peygamber (sav) ’ın düşüncesinin güzelliği ve ba­
siretinin açıldığıyla kendine güvendiği bu büyük sa-
habinin şu görüşü gerçekten sevgi ve kardeşlüî üze­
rine nüfuz etmiştir. Zira buğzun ameleri geçersiz sa­
yacağım, ecrini zayi edeceğini, hasenatı götüreceği­
ni söylemiş ve dargın iki müslümanı barıştırmanın
sadaka ve oruçtan daha hayırlı olduğunu, zira müslü-
manlarm dargm kalması sonucu ibadetlerinden elde
ettikleri seveplarm da elden gideceği demek olaca-
ğmdan barıştırmaya teşvik etmiştir.
f

Hoşgörülü ve affedicidir:
Gerçek müslüman kardeşine kızsa dahi kızgmü-
ğım gizlemesû onu affetme5d küçük hatalarm a göz.
yımmayı bilİT. Kardeşini affetmeyi bir aşağılık veya,
ar olarak görmez. Bilakis kendisini Allah’a yaklaştı­
racak bir ihsan olarak değerlendirir.
«...Öfkelerim yenerler, insanlarm kusurlarım af­
federler, Allah iyilik yapanları sever.» (Al-i İmran,
134).
Bu dinin emirlerini nefsine sindirmiş müslüman
kin tutmaz, öfkesini yendiğinde karşısmdakini affe­
der ve böylece ayette zikri geçen muhsinler içerisin­
de iyilik yapanlardan olur. Öfke, gizlendiği zaman
nefse çok ağır gelen bir yüktür. Kalbi karartan bir
ateş ve dumandır. Ama nefis bağışlar kalb de affe­
derse bu yük ortadan kalkar ve iman ufkunda dal-
kalamr. Kalbi serinletir, gönlü rahatlatır. îşte ihsan^
iyilik duygusu budur. Müslüman, kardeşini affeder.
Müslüman, kardeşini affederek ona yöneliyorsa,,
asimda kardeşine karşı alçak gönüllülük yapıyor ve.

146
Allah için affediyor demektir. Çünkü Resulullah (sav),
m §u hadiste belirttiği şeref ve yüceliği ister:
«Affeden kula Allah şereften başka birşey artır­
maz. Allah için hiç kimse alçak gönüllülük yapma­
mıştır ki Allah onun (mertebesini) jnikseltmesin.»
(Müslim)
Bu şeref ve yükseklik kula Allah’m verdiği iki
mükafattır. Bu iki vasfm kendinde toplandığı müslü-
man, Allah’ın sevdiği muhsin kullardan ve insanlann
da sevdiği örnek insanlardan olur. İnce ruhlu müslü-
manm kalbinde kine yer yoktur. Dinini anlamış ve
dininin nasslan vicdanııım derinliklerine nüfuz etmiş
bir müslüman, affetmenin ve Allah’m bağışlaması
için kalb temizliğinin kıymetini idrak eder. Çünkü
Resulullah (sav) bu hususu şöyle açıkhyor:
«Üç günah haricindeki günahları Allah, dilediği
kimseye bağışlar: Allah’a şirk koşmadan ölen, sihir­
bazlara uyan bir sihirbaz olmayan ye bir kardeşine
kin tutmamış olan.»

Güleryüzle karşılar:

Bütün bunlardan sonra müslümanm temiz kalp­


li, güler yüzlü, 3rumuşak sözlü, tatlı dilli olması gere­
kir. Resulullah (sav)’ın şu hadisinde istediği gibi müs­
lüman kardeşlerini güleryüzle karşüar. «Kardeşini
güler yüzle karşılama iyiliğini büe küçük görme.»
(Müslim)
Güleryüzlülük İslâm’m teşvik ettiği güzel bir ah­
lâktır. Güleryüzlülüğü sahibine ecir kazandıran salüı
amelden kümıştu:. İslâm çünkü güleryüz temiz ve saf
bir kalbin aynasıdır. Bu saflık İse İslâm’m sadık müs-
lümariların zahirinde aradığı bir özelliktir. Bu yüz­

147
den Resulullah 'iKardeşinin yüzüne tebessümün sa-
, dakadır» (Tirmizi) buyurmuştur.
Ali (ra)’ın rivayet ettiği hadiste; «İki müslüman
bir araya gelir ve bii’bü'lerinin hatnlarm ı sorarlarsa
Allah onların en güleryüzlüsünü bağışlar.» buyrul-
makta.
Bu yüzden İslâmî nefislerine smdirmiş olan sa­
habe birbirleriyle karşılaşınca tokalaşırlar, yolculuk­
tan geldiklerinde kucaklaşırlar böylece de kardeşler
arasında sevgi yaygmlaşırdı. İbnu Sa’d tabakatmda
Şa’biden rivayetle şöyle diyor
«Resulullah (sav) Hayber’den dönünce Cafer b.
Ebi Talip (ra) kendini karşıladı. Resulullah onun ya­
nma giderek iki gözünün arasını öptü ve buyurdu:
(tBen hangisine sevineyim? Cafer’in gelişine mi, Hay-
ber’in fethine mi?» Başka bir rivayette ‘Onu bağıma
basıp kucakladı’ ziyadesi vardır.»
İslâm seiaram, musafahanın ve din kardeşlerin
karşılaştıklarmda kucaklaşmasmm yaygınlaştınlma-
sma teşvik etmiştir ki kalbler arasında ki sevgi bağ­
lan devam etsin, müminler arasmdaki kardeşlik bağ­
lan kuvvet bularak artsın da toplum ınüslümanlığı-
nı yaşasm ve hayattaki sorumluluklarını yerine ge­
tirsin.

Onlara nasihat eder:


Sadık müslüman Allah, Resulu, müslümanların
idarecisi ve bütün müslümanlar için nasihat edicidir.
Müslim’in rivayet ettiği hadiste Nebi (sav) şöyle bu­
yurdu :
«Din nasihattir.»)
— Kimin için? dedik. O:
«Allah için, kitabı için, Resulu için, müslüman-
ların imamları ve hepsi için») buyurdu.

148
ince ruhlu bir müslümana göre nasihat; İlk müs-
lümanlarm Resulullah’a üzerinde biat ettikleri temel
kaidelerden biridir. Bunu Cerir b. Abdullah (ra)’m
şu sözü tekid etmektedir: «Resulullah (sav)’a'namaz
kılmaya, zekat vermeye ve her müslümana nasihat
etmek üzere biat ettim.» (Müttefakun aleyh)
Biraz evvelki hadiste Resulullah (sav) ’m dini «na­
sihat» olarak tarif ettiğini gördük. Bu nasihatin, di­
nin temellerinden olduğuna ve kişinin onsuz imanı­
nın tam olmayacağına müslümanlığmın güzelleşeme-
yeceğine işaret etmektedir. Bu ise Resulullah’m şu
hadisini doğrulamaktadır: «Kendi için sevdiğini kar­
deşi için de sevmeyeniniz (tam) iman etmiş olmaz.»
(Müttefakun aleyh)
Kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmek ula­
şılması güç bir makamdır. Fakat bir müslüman ken­
disi için istediğini kardeşi için de istemesinin imanın
şartlarından bir şart olduğunu bilirse bu zorluk kal­
kar. Dinin nasihattan ibaret olduğunu bUen bir müs­
lüman için bu normal bir seydü’. Kalbi İslâmla yoğ­
rulmuş gerçek müslümanın her hareketinde bu var­
dır. Arkada bıraktığımız tarih buna örneklerle dolu­
dur. Burada aklıma, geçen nesilden bize naklettikleri
Şam tüccarları geliyor. Tüccarlar mesleklerine göre,
Attarlar çarşısı, Terziler çarşısı ve boyacılar çarşısı
gibi eski kapalı çarşılara toplanırlarmış. Biri sabah­
leyin siftah edip de kendisine ikinci müşteri gelince:
Komşum henüz siftah etmedi, gjjt ondan al! diye yu­
muşakça müşteriyi komşusuna gönderirlermiş.
Bu kardeşUk ve şefkat havası içinde yaşamak ne
tatlıdır! İslâm ruhunun yaşadığı o günlerde insanla­
rın ne kadar mutlu olduğu görülüyor! Çünkü mua­
melelerinde İslâm ruhu hakimdi. Bu ruh ile onlar,
insanlığın vardığı en yüksek ahlâki noktada yaşıyor­

149
lardı. Bu seviyeyi onlara kaazndıran da «Din Nasi­
hattir» ve «kendin için istediğini müslüman karde­
şin için de iste!» kaidesinin yerleşmiş olmasıdır.
Bu nasihat ve muhabbetle yücelmiş yoldan yü­
rüyen büyük sahabi Ebu Hüreyre (ra) şöyle buyurur.
«Mü’min mü’min kardeşinin aynasıdır. Onda bir
ajup görürse onu giderir.» Ebu Hüreyre bunu söyler­
ken Resulullah’ın (sav) şu hadisinden iktibas etmek­
tedir:
«Mümin kardeşinin aynasıdır. Mümin müminin
kardeşidir. (Mümin kardeşinin) malını korur ve onu
kollar.» (Buhari, Edebulmüfred)
Gerçek ve sadık müslümanm kardeşine böyle dav­
ranması onun tabiatmdandır. Bunun aksi bir davra­
nış içine müslüman giremez. Çünkü o yüce ve parlak
ufukta yaşayan bir insan özel menfaatinin ve enani-
yetinin esiri olup jniksek mertebeden aşağı iner ırü?
Her kap; içinde bulunanı sızdırır. Çiçek kendi koku­
sundan başka bir şey yaymaz etrafa. İyi toprak iyi
ürün verir.

İyilik ve vefakârlık onun tabii halidir:

İslâm, müslüman gençleri vefa ve arkadaşa iyilik


duygusunu vererek yetiştirir, h atta bu iyilik ve vefa
—daha önce de geçtiği gibi— babanm dostlarını da
kapsayıcıdır. Bu da kardeşlik ve dostluk bağmm gör­
düğü saygıdan gelmektedir. Tarihimiz iyilik ve vefa­
nın en iyi örnekleriyle doludur. Selefi salibin tüm
davranış ve ahlâklarıyla gerçekten insanlar arasmdan
çıkarılmış en hayırlı ümmettir.
İmam Müslim’in Sahihinde İbnü Ömer (ra )’dan
rivayet ettiği şu hadis bunu gösteriyor; Nebi (sav)

150
şöyle buyurur; ((İyiliğin en iyisi kişinin babasının dos­
tuna yaptığı iyiliktir.»
Abdullah b. Dinar Abdullah b. Ömer (ra) ’den nak­
lediyor ki Abdullah b. Ömer Mekke yolunda bir köy­
lüyle karşılaştı ona selam verdi. Onu kendi bindiği
merkebine bindirip başmdaki sarığı ona verdi? îbnü
Dinar dedi ki: Biz ona şöyle dedik:
— Allah seni ıslah etsin. Bunlar köylüdür. Az
şeye razı olurlar. Abdullah b. Ömer de şöyle cevap
verdi:
— Bunun babası Ömer b. Hattab (ra)’m dostu
idi. Ben Resulullah (sav)’ı şöyle buyururken işittim:
«İyiliğin en iyisi kişinin babasının dostuna yap­
tığı iyiliktir.» (Müslim)
Resulullah (sav) fırsat buldukça müslümanlarm
kalblerine vefa filizleri dikmek suretiyle onlan korur­
du. Beni Seleme’den bir adam gelerek şöyle dedi:
— Y a Resulullah! Annem ve babam öldükten
som-a onlara yapacağım bir iyüik var mıdır? Buyur­
du ki;
«Onlara dua edip, onlar için istiğfarda bulun­
mak, vasiyetlerini onlardan sonra yerine getirmek,
onlar vasıtasıyla akraban olanlara iyilik etmek ve on-
larm arkadaşlarma ikramda bulunmak.» (Ebu Da-
vud)
Resulullah (sav) dostlarma o derece önem verir­
di ki Hadice (r a )’nm arkadaşlarma Aişe (ra)’yı kıs­
kandıracak kadar, iyilik ederdi. Aişe (r.a.) bu konu­
da şöyle der; ((Peygamber (sav) eşlerinden Ha­
dice (ra )’yı kıskandığım gibi hiçbirini kıskanmadım.
Onu hiç görmemiştim. Fakat (Peygamber) onu çok
zikrederdi. Bir koyun keser, onu parçalar, sonra da
Hadice’nin arkadaşlarına gönderirdi. Kaç defa O’na:

151
Sanki dünyada Hadice’den başka kadın yok! dedim.
Şöyle buyururdu: «Şüphesiz onun şu güzel hasletle­
ri vardı ve benim ondan çocuğum vardır.» (Müttefa-
kun aleyh)
Bu vefa îslâm vefasıdır. İyiliği uzak dostlarına
kadar varan, anne ve babanm uzak dostlarına kadar
ulaşan, ölmüş eşlerin akrabalarına kadar uzayan İs­
lâm vefakarhğı... Ölmüş olanlarm akrabalarma bu
vefa gösterilirse yaşayan akraba ve dostlara yapılan
iyilik nasıl olmalıdır?
İslâm yolunda sevgi, nasihat, iyilik ve vefanın
gerekenlerinden biri de ne pahasma olursa olsun ki­
şinin her türlü şartlarda kardeşine yardım etmesidir.
Eğer hak üzereyse onu destekler ona kuvvet verir.
Eğer hak üzerinde değilse onu bundan vazgeçirir, ona
nasihat eder, bu hataya düşmesini engellemeye ça­
lışır ve böylece ona yardım etmiş olur. Bu da Re-
sulullah (sav)’m hadisinde davet ettiği şeydir: «Kişi
kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa yardım et­
sin. ZalLra ise ona engel olsun, bu ona bir yardımdır.
Mazlum ise ona yardım etsin.» (Müslim.)
Gerçek müslüman kardeşini zalim de olsa maz­
lum da olsa terketmez. Çünkü İslâm kişiye kendisi
için sevdiğini kardeşi için de sevmeyi öğretmiştir.
Müslüman kendisinin zalim veya mazlum olmasmı
istemediği gibi kardeşinin de zalim-veya mazlum ol-
masmı istemez. Bu yüzden mazlum ise ona yardım
eder. Zalim ise onu bu eyleminden engeller. Her iki
halde de onu terketmez. İşte gerçek nasihat budıu'.
Ne zaman, nerede ve nasıl yaşarsa yaşasın gerçek
müslümanın vasıflandığı nasihat ve iyilik budur,

152 ’
Kardeşlerine karşı yumuşaktır:
Dininin hükümlerine uyan gerçek müslüman
kardeşleriyle iyi geçimli olanlara karşı yumuşak ve
sevilen biridir. Böyle olması da, İslâm'ın teşvik ettiği
üstün ahlâktan ka5Tiaklandığı içindir. Allahu Teâlâ
mü’minleri şöyle tavsif ediyor: «İnananlara karşı al­
çak gönüllü, inkarcılara karşı güçlü..»
Ayrıca Peygamber öğüdü de müslümana yumu­
şaklığı sevdirerek şöyle buyuruyor; «Yumuşaklık, bu­
lunduğu herşeyi süsler. Yumuşaklığm bulunmadığı
herşey de kusurludur.» (Müslim)
Müslümanın gözüne Resulullah (sav)’ın her şe­
yiyle güzelliği temsil eden, yumuşak ve üstün ahlâkı
görünür. Bir gün dahi olsun kaba konuşmamış, bk
müslümana kötü söylememiştir. İşte O’nun ayrılmaz
bir parçası olan hizmetçisi Enes (ra) Efendimizin bü­
yük ahlâkını şöyle anlatıyor: «Resulullah (sav) kötü
konuşmaz, lanetçi ve küfürbaz biri değildir. Ayıpla­
mak istediği zaman: «Ona ne oluyor! Alnı toprağı
varasıca!» derdi.» (Buhari) Bu ibareyle Efendimiz ki­
şinin çok secde etmesi için de dua etmiş olurdu.

Gıybet etmez; arkadaş ve kardeşlerini


çekiştirmez:
Gerçek müslüman kardeşlerinin arkalarından ko­
nuşarak gıybet etmez. Çünkü gıybetin Kur'an nassıy-
la haram olduğunu bilir: «Kimse kimseyi çekiştirme­
sin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoş­
lanır? Ondan tiksinirsiniz. Allah’tan sakınm Allah
tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır.» (Hucurat,
13) '
îslâm edebiyle edeplenmiş bir müslüman Kur’an’
m çizdiği bu duruma düşmekten sakmır ve tüyleri ür­

153
perir. Bir müslümanın ölü kardeşinin etini yemesi...
Onun bulunmadığı zaman aleyhinde konuşacağı ke­
limelerle onun etini yemiş olmak.. Müslümanın bu
durumdan tüyleri ürperir ve gıybet ayetinden hemen
sonra gelen takvaya yönelerek geri dönüşü olmaydı
bir tevbeyle tevbeye sığmır. Diline hakim olur ve kar­
deşlerini sadece hayırla yadeder. Ve Resulullah (sav)
m şu hadisini hatırlar:
«Gıybetin ne olduğımu büiyor musunuz,»
— Allah ve Resulu daha iyi bilir, dediler. Bunun
üzerine şöyle buyurdu:
«Kardeşini hoşlanmadığm birşeyle arkasmdan ya-
detmencür.»
— Söylediğim şey kardeşimde varsa? denildi. Bu
sefer.
.«Söylediğin şey onda varsa gıybet etmiş olursun.
Onda yoksa iftira etmiş olursun.» (Müslim)
Müttaki müslüman, kardeşinin etini yemekten
çekindiği için açık olsun gizli olsun pybetten sakı­
nır. Ne durumda olursa olsun dilini ateşten korumak
için bir müslümanı çekiştirmekten uzak durur. Nebi
(sav)’m Muaz’m dilini tutup onu sakmdırdığı gibi
müslüman Peygamberin öğüdünden dışîîn çıkmaz.
Efendimiz Muaz’m dilini işaret ederek şöyle buyurdu:
«Buna sahip ol.» Muaz dedi ki:
— Ya Resulullah! Konuştuklarımız karşıhğmda
hesaba çekilecek miyiz? Nebi (sav) de:
«Anan seni kaybetsin! İnsanlar ateşe yüzüstü dil­
lerinin hasat ettiğinden başka bir şey yüzünden atı­
lırlar mı? Veya burunları üzerine...» dedi. (Tirmizi)
Gıybet müslümanlara yakışmayan kötü bir sıfat­
tır. Onunla ancak iki yüzlü insanlar kardeşlerini ve
dostlannı insanlarm önünde çekiştirir. Çekiştirdik-
ieri insanlarla karşılaşınca da yüzlerine güler, tebes­

154
süm ederler. Halbuki müslüman gıybetten ve iki yüz­
lülükten en fazla uzak duran insandır. Çünkü îslâm
ona doğruluğu telkin etmiş, söz ye amelde takvayı
sevdirmiş, ve iki yüzlülüğü düşman kılmıştır. Hatta
bu kötü hasletlerden nefret ettirmiştir. Çünkü Resu-
lullah (sav) üci yüzlü insanı insanlarm en şerlisi ola­
rak kabul etmiştir: ctKıyamet günü Allah katında in­
sanlarm en şerlisi bunlara bir jdiz şunlara başka yüz­
le gelen ild yüzlü insandır.» (Buhari, Müslim)
Gerçek müslümanın iki değil tek yüzü vardır. Ve
o yüz parlak, açık ye aktır. Bu tavır bir toplıüuğa
değil bütün insanlar için de aynıdır. Çünkü o ikiyüz­
lülüğün nifak olduğunu ve nifak ile İslâm’m biraraya
gelemeyeceğini çok iyi.bilir. Kardeşlerinin karşısma
değişik yüzlerle çıkan insan münafıktır. Münafıklar
.ateşin en aşağı tabakasmdadırlar.

Münakaşa, rahatsız edici şaka ve va’dinde


durmamazlıktan çekinir:
Gerçek müslümanm ahlâkmdan biri de kardeş­
lerine karşı bitmeyen münakaşalarla sert davranma­
ması, rahatsız edici şakalarla onlara 3nik olmaması
ve verdiği va’di yerine getirmesidü. Tabü bütün bun­
lar Resulullah (sav)’m yoluna tâbi, ve O’nün hadis­
lerinin uygulayıcısı olarak gerçekleşecektir:
«Kardeşinle mücadele etme, şakada ifrata gitme
ve yerine getiremeyeceğin va’di verme.» (Buhari Ede-
bul nıüfret’te)
Çünkü boş mücadele, tartışma bir fayda getir­
mez ve rahatsız edici şaka çoğu kez nefrete yol açar.
Va’dde durmamak ise nefsi bulandırır ve kalbten sev­
giyi çıkarır. Sadık müslüman bunlann hepsinden
uzaktır.

155
Kardeşlerini kendine tercih ed-ecek kadar
cömerttir:
Müslüman cömerttir ve eli kardeşlerine açıktır.
Kardeşlerinin tamamı müminlerin müttekilerinden-
dir onun. Resulullah (sav)’m buyurduğu gibidir;
uMüminden başkasını arkadaş edinme. Mütteki-
ier dışında kimse senin yemeğini yemesin.» (Ebu Da-
vud, Tirmizi)
Buradan da anlaşıbybr ki şuurlu müslüman cö­
mertlik yapılacak j^erleri ve münasebetleri iyi bilir.
Bunun için de malmı cömertlik adı altm da saçıp sa­
vurmaz ve sadece mümin ve mütteki kardeşlerine ve­
rir. Ve şerlerinden kurtulmak için, toplumun câhil ve
mülhidlerinin kullandığı bir kişi olmaz. Bu müUiidler
nüfuz sahibi kimseler ise, mümin onlarm nüfuzların­
dan istifade etmek amacıyla da olsa kendini aşağı­
latmaz. Çünkü bu tip insanlar bazı cömert dindarla-
rm saflığmdan faydalanıp onlarm sofralarm a dizilir
ve istismar ederler. İçlerinden de müslümanlarm ken­
dilerine yaptığı bu iyilik için onların saflığına güler­
ler.
Şuurlu müslüman cömerttir. Çünkü cömertlik İs­
lâmî bir ahlâktır. Sahibini güzelleştirir, yükseltir, in­
sanlara sevdirir ve yaklaştırır. Bu büyük sıfat saha^
be nefislerüıde iyice yerleşmişti. Ve bu sıfatla bezen­
miş olmak onlar için salih amellerin en sevimlilerin­
den biri olmuştu. Bunu Ali (ra) ’ın şu sözü çok iyi tas­
vir etmektedir;
«Bir veya iki ölçek yemeğin etrafm a kardeşlerim­
den bir grup toplamam, çarşmıza çıkıp orada bir köle
,azad etmekden bana daha sevimlidir.» (Buhari Ede-
bül müfret’te)
Çünkü bu gibi yemek münasebetiyle yapüan bu­

156
luşmalar kardeş ve arkadaşlar arasında sevgi bağla­
rını kuvvetlendirir. Modem hayatın insanın ruhun­
dan çaldığı sevgi duygularını yeşertir. Modem yaşan­
tının insanı kendinden ve menfaatından başka bir
şey düşünmediği için ruhi bir boşluğun içerisindedir.
Onların köpek edinmeye ve köpeklerle 03mayıp onla­
rı okşamaya olan hevesleri, din edindikleri maddesel
felsefenin nefislerinde kuruttuğu insani duygujm ye­
şertmek arzusundan başka birşey değildir. Fransa’da
resmi bir rapora göre nüfusu elli iki milyon olan Fran­
sa’da yedi milyon köpek var ve bu köpekler sahipleri­
nin birer akrabası muamelesi görüyor. Paris lokanta­
larında bir köpeğin sahibiyle aynı masada yemek ye­
mesi artık garipsenmemektedir. Paris’te bir yetkili,
Fransızlar köpeklerine niçin kendilerine baktıkları gi­
bi bakıyorlar? diye sorulunca şöyle cevap verdi: Çün­
kü onları sevmek istiyorlar. Fakat insanlar arasında
sevecek kimse bulamıyorlar. Batıda veya doğudaki
madde insanı, artık seveceği vefakat. inşam toplu-
munda bulamaz olmuştur. Bu yüzden de etrafında­
ki insanlardan daha sadık buldukları hayvanlara yö­
nelmişlerdir. Bundan daha büyük bir duygusal çö­
küş var mıdır? İnsanı hayvana ısındıracak derecede
bu aşağılık çöküşten daha fenası düşünülebilir mi?
Batı insanınm içine düştüğü bu duygusal çöküş
onun insani duygu ka3maklarını kurutmuştm’. Batı­
nın bu yönü müslüman ve ga^n-i müslim olan edebi­
yatçıların dikkatini çekmiştir. Çünkü İslâm diyarın­
da yaşayıp onun hoşgörülü ruhaniyetini teneffüs ede­
rek insanın insanı sevmesi gerektiğini nefislerine sin­
dirmiş olan bu edipler batı toplunalarında insanı sü­
rükleyip götüren sözkonusu alçaklığa dilleriyle ve ka­
lemleriyle en iyi tanık olanlardır. İşte kalbini madde­
nin doldurduğu gözünü bu uygarlığm kör ettiği ku-

157
lağmı makine seslerinin sağır ettiği batı insanını i .
vet ediyor bir şair:
Ey sevgimin evladı! Ey arkadaşım! Ey Yoldaşım!
Sevgim sana nazlanmak ve yük olmak için de­
ğildir.
«Kardeşim!» diye bana cevap ver ey arkadaşım!
Ve tekrar et, şüphesiz o en tatlı sözdür.
Eğer yalnız yürümek istiyorsan
Eğer benden usandıysan
Yürü, fakat sesimi duyacaksm
Bağıran «Ey kardeşim» diye, sana çağrıda bulu­
nan.
Sana gelecektir sevgimin sadası nerde olursan ol.
Ve anlayacaksm onun güzelliğini ve kıymetini.
O diyardaki maddi-hayatm baskısı Yusuf Es’ad
Ganim’e ağır gelecek ve maddi akımlarm dalgalarm-
da boğulacak. Üzerinde kardeşlik, şefkat ve ruhaniy-
yet rüzgâıımn kıpırdamadığı boğucu maddi hayattan,
ve gönlünde Arap topraklarma şevk ve hasret duygu­
lan uyanacak. Peygamberler diyarı, ruhanij^yet kay­
nağı, sevgi ve kardeşlik yurdu olan İslâm diyarınm
hasretini çekecek. Ve içindeki gürültü ve patırtılarıy­
la medeniyet dünyasuu terkedip bir Arap çadırmda
yaşamayı temenni ederek şöyle diyor:
Ömrümün tamamı bir Arâp diyarm a doğru kısa
olarak buharlansa, kalbinde Allah inancı yatan in-
sanlann dünyasmda geçecek kısa bir yaşantı için Al­
lah’a hamdederdim. Batıda yoruldum. Yorgunluk be­
ni usandırdı. Arabayı uçağı alm. B ana deve ve at
verin. Batı dünyasmı yeri, göğü ve deniziyle ahn ve
bana vatanım Lübnan’m bir köşesine, Rafid’in yaka-
sma, Amman’a, Suudi çölüne, Yemen’e ,ehramlara,
Libya vahalarma kuracağım -bir çadır verin. Bana bir

158
arap çadırı verin. Onu bir kefeye dünyayı bir kefeye
koyayım. Ben kârlı çıkarım...
Gurbeti konu edinen edebiyatda bu nağmeleri
bulduğumuz metinler çoktur. Ben bu iki metni al­
makla yetiniyorum. Hepsi muhacirlerin batı dünya-
smda kaybettikleri duyguların doyurulmasmı tasvir
etmektedir. Bu duyguların kaybolması onlarda İs-
lâm’m sevgi, kardeşlik ve şefkat duygularmı kamçıla­
yarak doğujra açılma özlemini uyandırmıştır.
İslâm müslümanların devamlı bir araya gelmele­
rini teşvik ettiği gibi onları aralarmda kardeşlik ba-
ğmı kuvvetlendirecek cömertliğe de teşvik etmiştir.
Hatta cömertlik ve kardeşlere tasadduk onlarm asli
meziyetlerinden olmuştur. Çünkü İslâm müslümanm
davetine icabeti farz kılarak bu hususta gevşek dav­
ranmamak gerektiğini yerleştirmiştir. Sahabe (ra)
birbirinin davetlerine icabet ederler ve kardeşleri da­
vet ederse ona giderlerdi. Hatta gitmeyi kendilerine
farz sayarlar bu hususta gevşek davranmayı ve gitme­
meyi günahkârlık olarak nitelerlerdi. Buna, Buhari’
nin Edebul Müfret’te Ziyad b. En’am El-İfrikî’den ri­
vayet ettiği hadis şahitlik etmektedir. Ziyad şöyle de­
di;
Muaviye (ra) zamaıunda denizde harbediyorduk.
Gemimiz Ebu Eyyub el-Ensari’nin gemisine bağ­
landı. Öyle yemeğimiz hazırlanınca ona haber gön­
derdik, o da bize geldi ve şöyle dedi, Beni davet etti­
niz, ben ise oruçluyum. Fakat size icabet etmekten,
başka çare yok. Çünkü ResuluUah (sav)’ı şöyle buyu­
rurken işittim: ((Müslümanm kardeşi üzerinde uyma­
sı gerekli altı hasleti vardır; onlardan birini terketse
kardeşinin kendi üzerindeki haklardan birine riayet
etmemiş sayılır: Onunla karşılaşmca selam verir, da­
vet ettiğinde icabet eder, Öksürdüğünde teşmitte bu­

159>
lunur (yerhamukellah der,) hastalandığında ziyaret
eder, öldüğü zaman cenazesinde bulunur, nasihat is­
terse ona nasihat eder.»
Sahabe özürsüz olarak davete icabet etmemeyi
Allah ve Resulüne masiyet olarak kabul ederlerdi. Bu­
na Resulullah (sav)’m şu hadisi işaret etmektedir,
«Yemeklerin en kötüsü gelenin geri çevrildiği ve gel­
meyen insanların çağırıldığı vehmedir. Davete icabet
etmeyen Allah Resulüne asi olmuştur.» (Müslim)
îman kardeşliği de çokça konuşulan bir pro-
poganda aleti değildir. O ancak bazı hukuku,
yükümlülükleri ve uyulması gereken bir takım kaide­
leri olan mukaddes bir bağdır. Bunu Allah’a ve ahi-
rete iman eden hakkıyla bilir. Ve İslâmi gerçekleri
hakkıyla temsil eder. Biz bu imanm neticesini muha­
cirlerin eli boş bir halde Medine’ye hicret ettikleri
zaman Ensar’m yaptıklarmda görüyoruz. Hatta en-
sar, muhacir kardeşine: İşte malım, buyur yarısmı sen
al. Ve işte iki eşim. Bak hangisini beğenirsen söyle
onu boşayayım, iddeti bitince sen evlen. Muhacir ise
Allah malmı ve aileni mübarek kılsın, sen bana paza-
rm yolunu öğret, ben çalışırım diyordu.
Ensar muhacir kardeşini ağırhyor ve evinde ço-
cuklarınm yiyeceğinden başka birşey bulunmadığı
halde müslüman kardeşini kendi ve çocuklarına ter­
cih ediyordu. Eşine: Çocukları uyut. Lambayı söndür.
Ve ne varsa misafire takdim et. Biz de onunla sof­
raya oturahm ve onunla birlikte yiyormuş gibi yapa­
lım fakat yemeyelim, diyorlardı. Sofraya oturuyorlar
sadece misafir yiyor, karı koca aç yatıyorlardı. Sabah
ensar gelince Nebi (sav) onlara şöyle buyuruyordu:
«Bu gece misafirinize yaptığmız Alah’ın höşuna
gitti.» (Müttefakun aleyh)

160
Ensarın muhacirlere mallarıyla yaptıkları cö­
mertlik onların Peygamber (sav) ’e :
— Hayır, dedi. Ensar;
— Bahçelerin ziraatmda bize yardım edin, ürü­
ne sizi ortak edelim, dediler. Muhacirler;
— Bunu kabul ederiz, dediler. (Buhari)
Muhacirler ensarın yaptıklarına şaştılar ve Nebi
(sav) ’e :
— Ya Resulullah! az şeyde ortaklık ve çok şeyde
cömertlik hususunda yanlarına geldiğimiz bu toplu­
luktan daha iyisini görmedik. Onlara bazı zorluklarda
yardım ettik, bizi zorluk çekmedikleri şeye de ortak
ettiler. H atta bütün ecri onlar alacak diye korktuk,
dediler. Nebi (sav) :
«Hayır, onları övmediniz ve onlar için Allah’a dua
etmediniz.» (Bu söyledikleriniz onlar için azdır).
(İmam Ahmed)
Ensara övgü olarak Allah’m onları övmesi ve yap­
tıklarını methetmesi. Çünkü haklarmda tUavet edil­
mekte olan âyetler nazil olmuş ve eşsiz cömertlikleri
her zaman anlatılır hale gelmiştir. Kur’an onları nef­
sin cimriliğinden kurtulmuş gerçek ve canlı örnekler
olarak ebedüeştirmiştir:
«Daha önceden Medine’ye gelmiş ve gönüllerine
imarım yerleştiği kimseler, kendilerine hicret edip ge­
lenleri sevenler, onlara verüenler karşısmda içlerinde
bir çekememezlik hissetmezler. Kendileri zaruret için­
de bulunsalar bile onlan kendilerinden önde tutarlar.
Nefsinin tamahkarhğmdan korunabümiş kimseler, iş­
te onlar saadete erenlerdir.» (Haşr, 9)
Geceler gelip günler gittikçe yani hayat sürdük­
çe cimrilik ve tam a çöllerinde kaybolmuş insanlığa
yol göstermek için ensarm Kur’an’daki bu parlak res­

161
mi kalacaktır. Ve insanlar cömertliğe davet edilecek­
tir.
Ensar (ra)’ı Resulullah (sav) muhacirlerle kar­
deş yaptığı zaman iman kardeşliğinin kendilerine
verdiği vecibeleri idrak etmişlerdi. Kendi nefisleri
için sevdiklenini muhacir kardeşleri için de sevmişler­
dir. Resulullah (sav) dan nasıl duydularsa öylece ha­
reket etmişler ve dünya malını kardeşlerinden esir­
gememişlerdir. Hatta mallarınm yarısını. gönül nza-
sıyla, isteyerek, kalbleri razı olarak vermişlerdir. Hic­
retin ük yıllarında ensar muhacirleri akrabalarmdan
önce varis kılarlardı ki Resulullah (sav )’ın kardeşlik
sancağı ayakta dursun. Buna Buhari’nin İbni Ab-
bas’dan rivayet ettiği hadis şehadet etmektedir: «Mu­
hacirler Medineye geldiklerinde ensarın akrabaların­
dan önce kardeşlerine Nebi (sav)’in aralarm da kur­
duğu kardeşlik bağı ile varis olurlardı. «Akrabalar
birbirlerine daha layıktır» âyeti inince bu miras kalk­
tı fakat yardım, cömertlik ve ortak kılma devam et­
ti.»

Kardeşlerinin arkasından dua-eder:


Kendi için sevdiğini kardeşi için de seven gerçek
müslüman kardeşinin arkasından dua etmeyi ihmal
etmez. Bu duada kalbinin ona olan sadakati ve mu­
habbeti, ruhunun ona karşı berraklığı ortaya çıkar.
Ona hayır duada bulunması sevgisinin kuvvetlendiği­
ni ve kalbindeki kardeşlik bağmm güçlendiğini gös­
terir. Müslüman bu sıcak duamn, kabul edilmede, dua-
larm en süratlisi olduğunu bilir. Çünkü dua ihlas, sa­
dakat ve gönül safhğı içinde yapılmaktadır. Resulul­
lah (sav)’m şu hadisi bunu tekid etmektedir:
«Kabul (edilmesi açısmdan) dualann en süratli­

162
si insanın başka birine onun arkasından yaptığı dua­
dır.» (Buhari Edebül müfred)
Bu yüzden Ömer (ra) umre için izin istemeye gel­
diğinde Resulullah (sav) ondan kendi için dua etme­
sini istedi. Ömer (ra) da dedi ki; Nebi (sav)’den um­
re için izin istedim. îzin verdi ve şöyle buyurdu: «Bi­
zi duandan unutma ey kardeşim. «Bir söz söyledi ki
dünyayı verseler o kadar sevinmezdim.» (Timüzi)
Bu mana sahabe (ra)’m ruhlarmda yer etmişti.
Kardeşlerinden, dualarm kabul edildiği yerde dur­
dukça onlardan dua isterlerdi. Bu hususta kadmlar
ve erkekler müsavidir. Bu da o zamanki müslüman
toplumun seviyesini göstermesi bakmamdan anlamlı­
dır.
Buhari, Edebulmüfret’te Safvan b. Abdullah b.
SafVan’dan şöyle rivayet etti: Derda binti Ebi Derda
ile evliydi. Dediki: Şamda yanlarma gittim. Ümmü
Derda’yı evde buldum Ebi Derda’yı bulamadım. Üm­
mü Derda dediki:
— Hacca gitmek mi istiyorsun?
— Evet,, dedim. O:
— Bize hayır dua eti Çünkü Nebi (sav) şöyle bu­
yuruyordu: «Müslüman kişinin kardeşine arkadan
yaptığı dua makbuldür. Başı ucunda görevli bir me­
lek vardır. Kardeşi için her dua etmesinde o: «Amin,
sanada a 3mısı» der. Safvan şöyle dedi: Ebu Derda’yı
çarşıda buldum. O da aym şekilde söyledi ve Nebi
(sav)’den aym hadisi rivayet etti.
Resulullah (sav) ashabma toplum ruhunu aşıü-
yor onlara duygulanna da değer vermelerini öğreti­
yordu. Her münasebette onlara kardeşliğin anlamı­
nı duyuruyordu ki müslümanlann hislerinde gözü
kör eden kalbi ve gönlü paslandıran dar benliğe yer
kalmasın.

163
Ruhlarda cemaat ruhunun kökleştirdiği şaheser
eğitiminin dikkat noktalarmdan biri de: «Allahım sa­
dece beni ve Muhammed’i bağışla» diye dua eden ada­
ma :
«Onu (duayı) birçok insanlardan men ettin?»
(Duandan bir çok insanı esirgedin) buyurmasıdır. Bu­
nunla, beraberinde Resulullah (sav) de olsa hayrı sa­
dece kendine istemeyi değil kendi için sevdiğini baş­
kaları için de sevmeyi öğretmiştir. İşte, gerçek müs-
lüman. Kardeş ve arkadaşlarını seven, samimi, onla­
ra nasihat eden ve onların şeref, mal ve namuslarını
bulundukları ve bulunmadıkları zaman koruyan bi­
ridir. Hatalarını bağışlar. Onlarla iyi geçinir. Kapısı
açıkta. Hoşsohbettir. İçi, eli, dili ve azalan temizdir.
Cömerttir, cimrilik etmez. Doğrudur, yalan söylemez.
Sever, rahatsız etmez. Vefakardır,' ihanet etmez. Mert­
tir, sözünden dönmez. Bütün bunlarla vasıflanması
pek tabiidir. Çünkü o, insanı yoğuran mucizesidir. O,
İslâm’m istediği şekilde olan Müslümandır.

164
Dokuzuncu Bölüm

MÜSLÜMAN TOPLUMUYLA

Giriş:

Dilimin ahkâmını iyi kavramış Müslüman tabii


olarak sosyal bir insandır da. Çünkü hayatta bir da­
vet sahibidir. Çağrıyla yükümlü insanlarm, diğer in­
sanlarla ilişki kurması, onlarla kaynaşması, onlarla
muamelelerde bulunması kaçınılmazdır.
Hak dininin ahkâmından aldığı ve davet ettiği
yüksek İnsanî ahlâkın temsilcisi olarak da Müslüman,
aynı zamanda sosyal bir varlıktır.
K ur’an-ı Kerim’in yoluyla aydınlanmış, sünnet-i
mutahherenin kaynağma kanmış olan Müslümanm
sosyal şahsiyeti eşsiz bir şahsiyettir. Çağdaş beşeri
sistemlerin düzenlediği sosyal şahsiyetle kıyaslanama­
yacak kadar eşsiz bir kişiliğe sahiptbr. Kur’an ve Sün­
netin ortaya koyduğu üstün ahlâk topluluğundan
oluşmuş sosyal bir şahsiyet. Böylece bu din sadık
Müslümanm şahsiyetini, ileri, terbiyeli, mütteki, iyi­
liksever ve temiz, sosyal insan için biricik numune
haline getirmiştir.
Bu nassları inceleyen kişi bunlann bolluğu, kap­
samı ve inceliği önünde hayrete düşecektir. Çünkü
sosyal h ay atta incelemediği tek bir nokta dahi bırak­

165
mamıştır. Her hususta Müslümanın çıkmasını istediği
50İksek, parlak ve temiz noktaya işaret ederek o hu­
susta sözünü söylemiştir. Müslüman o mertebeye şüp­
hesiz yükselecektir. Kalbinde İslâm’ın hakikati yer
tutarsa nefsinin her yanına bu hakikat sızar ve bu
hakikatm paıdaklığı ruhuna siner.
Müslüman’m sosyal şahsiyetini oluşturan husus-
larm oluşması ve devamı, sosyal yaşantısında Allah’
m koyduğu prensiplere riayet etmesiylsdir. İslâm
inanç sisteminin büyük ve ana kaidelerinden biri olan
bu esastan, Müslüman’ın yaşantısında olması gere­
ken sosyal ahlâk kaideleri çıkar. Ve Müslüman insan­
larla olan ilişkilerini bu esasa göre a 5’^arlar.

Doğrudur
Müslüman bütün insanlara karşı doğrudur. Çün­
kü varhğım saran İslâm terbiyesi ona doğruluğun bü­
tün faziletlerin başı olduğunu, üstün ahlâkın esasının
doğruluk olduğunu öğretmiştir. Buna ilâveten doğru­
luk, sahibini cennete götürüp ve iyiliğe sevkederken,
yalan da sahibini ateşe sürükler ve isyana götürür.
Resulullah (sav) bunu şu hadisinde belirtmiştir
«Şüphesiz doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cen­
nete götürür. İnsan doğru söyledikçe Allah katmda
sıddık olarak yazıhr. Yalan ise Allah’ın emrinden çık­
maya götürür. Allah’m emrinden çıkmak ise ateşe
götürür. İnsan yalan söyledikçe Allah katında kez-
zâb (yalancı) olarak yazüır.» (Müttefakun aleyh)
Bu yüzden de gerçek Müslüman sıddıktır. Yani
çok doğru söyler ve hiç yalan söylemez. Sözlerinde ve
işlerinde daima doğruyu araştm r. İnsanm Rabbi ka­
tmda sıddık yazılması gerçekten çok yüksek bir mer­
tebedir.

166
Hile etmez, aldatmaz, ihânet etmez:
Bu dereceye ulaşmış bir Müslüman hile yapmaz,
aldatmaz ve ihanet etmez. Çünkü doğruluğun gere­
ği temizlik, insaf ve vefakârlıktır, hile, aldatma, ihâ­
net ve kibir değil.
İnce ruhlu Müslümanm vicdanı hileye dayana­
maz ve sabredemez. Bilâkis onun dehşetinden titrer.
Çünkü hile yapmayı İslâm’a intisaptan sıyrılmak ola­
rak kabul eder. Müslim’in rivayet ettiği hadiste Re-
sulullah (sav) şöyle buyuruyor:
«Bize silah çeken bizden değildir. Bize hile yapan
bizden değildir.»
Müslim’in başka bir rivayetinde Resulullah (sav)
bir yiyecek küfesinin önünden geçti. Elini küfeye so­
kunca parmaklarına bir yaşlık geldi. Buyurdu ki
«Bu ne ey yiyecek sahibi?» dedi. Adam
— Yağmur yağdı, ya Resulullah, dedi. Buyurdu
ki:
«İnsanlar görsün diye (yaşhğı) yiyeceğin üstüne
getiremez miydin? Bizi aldatan bizden değildir.»
Müslüman toplumu sevginin ve nasihatm hakim
olduğu ve fertlerine iyilik, doğruluk ve vefamn galip,
geldiği bir toplumdur. Orada aldatana, hilebaza, hok­
kabaza, inkarcıya ve sözürıde durmayana yer yoktur.
Resulûllah (sav) hile ve sahtekârhğı şiddetle kı­
namış, dünyada Müslüman toplumundan atmakla ye­
tinmemiş, bilâkis sahtekârlarm kıyamet günü ellerin­
de sahtekârlık bayrağıyla haşrolunacaklarmı, o gün­
de münadilerin onları göstererek bağuacaklannı ve
dikkatleri onların üzerine çekeceklerini haber ver­
miştir:
«Her sahtekârm kıyamet günü bir sancağı var­
dır, Bu filanm sahtekârhğı denir.» (Müttefakun aleyh)

167
Sahtekârlıklarının günler geçince unutulup gide­
ceğini zanneden o hilebazların kıyamette sancakları
ellerinde bütün insanlara ilan edilecekleri en ne uta­
nılacak andır; Bu utançları, herkese şefaat eden Re-
sulûllah (sav)ın kendilerine düşman olunca bu kor­
kunç durum daha da artacaktır. Çünkü onlar hak­
sızlık suçunu irtikap ettiler. O sahibini rahmetten
alıkoyan bÜ3hik bir suçtur. İşleyenin Resulûllah (sav)
m şefaatından mahrum olacağı büyük bir suçtur;
' «Üç kişinin kıyamet günü basımları benim; Bana
söz verip sözünde durmayan, hür bir insanı satıp pa-
rasmı yiyen ve bir işçi kiralayıp çalıştırdıktan sonra
ücretini vermeyen.» (Buhari)
Duygularım İslam’ın incelttiği, basiretini açtığı
gerçek Müslüman hile, ihanet, yalan ve sahtekârhğa
—ne kadar menfaat getirirse getirsin— düşmandır
Çünkü İslâm bu sıfattaki kişileri münafıklardan say­
mıştır. Münafıklar ise cehennemin en aşağı tabaka-
smdadırlar ve onlara yardım eden de yoktur;
«Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabaka-
smdadırlar. Onlara yardımcı bulamayacaksm.» (Nisa;
145)
Resulûllah (sav) buyuruyor ki;
«Dört şey vardır ki bunlarm kendinde bulundu­
ğu kimse katıksız münafıktır. Bu hasletlerden birinin
bulunduğu kimsede münafıklık sıfatlarmdan biri var­
dır: Kendine emanet verilince ihanet eden, konuşunca
yalan söyleyen, söz verince sözünde durmayan, tar-
tışmca haddi aşan.» (Müttefakun aleyh)

Hased etmez:
Müslüman’a yakışmayan bu sıfatlardan biri de
haseddir. Bunun içm Resulûllah (sav) hasetten müs-

168
lümanlan son derece sakındırmış ve şöyle buyurmuş­
tur:
«Hasedden sakının! Çünkü haset, ateşin odunu
yemesi gibi iyilikleri yer bitirir.» (Ebû Davud)
Nefsin hile, hased, ihanet ve düşmanlıklardan te­
miz olması Müslüman’ın sıfatlarındandır. Bu temiz­
lik Müslüman’ı cennete götürecektir. Bu sıfatları ta­
şıyanlar geceyi ibadet, gündüzü oruçla geçirmeseler
de bu özellikleri sayesinde cennete gireceklerdir.
İmam Ahmed ve Nesei Enes b. Malik (ra) dan rivayet
ettiler. Enes dedi ki: Resulûllah (sav)’le oturuyor­
duk. Buyurdu ki:
«Şimdi size cennet ehlinden biri gelecektir. «En-
sârdan biri çıkageldi. Sakalından abdest suyu damlı-,
yordu. Ayakkabılarını sol eline almıştı. Ertesi gün Ne-,
bi (sav) aynı şeyi söyledi ve o adam aynı halde çıktı.
Üçüncü gün yine Nebi (sav) önceki sözünü söyledi
o adam yine aynı halde çıktı. Nevi (sav) kalkınca Ab­
dullah Amr b. As (r.a.) onu takip etti ve dedi ki:
— Babamla tartıştım ve üç gün eve girmeyece-.
ğime yemin ettim. Eğer beni bu müddet geçinceye ka-.
dar evine alırsan seninle geleyim. O, «Peki» dedi.
Abdullah daha sonra, onunla üç gece kaldığmı .
bu müddet boyunca adamın geceyi ibadetle geçirmek
için kalkmadığmı sadece uyanmca sabah namazı için
kalkmcaya kadar Allah azze ve celle’nin ismini zikre-,
dip tekbir getirdiğinden bahsetti ve şöyle dedi: «Şu
kadar var ki, ağzmdan sadece hayır söz çıkardı. Üç
gece geçtikten sonra neredeyse onun durumunu ha­
kir görecektim.» Ona dedim ki:
— Y a Abdullah Babam ile aramda bir dargm-.
İlk olmadı. Fakat Resulûllah (sav) ’i üç defa, «Şimdi
size cennet ehlinden biri gelecek» dediğinde üçünde
de senin çıkıp geldiğini gördüm. Ve senin yananda ka­

169 ı
lıp yaptığını görmek ve senin yaptığmı yapmak iste­
dim. Senin büyük bir amel işlediğini görmedim. Seni
Resulûllah (sav)’in söylediği mertebeye ulaştıran ne­
dir?
— «Gördüğünden başka birşey yok» dedi. Fakat
ondan ayrılmak üzereyken bana dua etti ve şöyle söy­
ledi:
— Gördüğünden başka birşey yok. Ancak ben
Müslümanların hiçbirini aldatmayı düşünmem. Allah’
m verdiği bir iyilik içm hiç kimseye haset etmem,
dedi. Abdullah dedi ki:
— Seni o dereceye ulaştıran işte bunlar. Bizim
3'apamadığmuz şeyler.
Bu hadisi şerif, nefsin kin ve hasetten arındığı,
kalbin düşmanhk ve ihanetten kurtulduğunda kulun
Allah nezdinde ameli az da olsa makamınm yüksele­
ceğine işaret eder. Cennete az amel ettiği fakat in­
sanlar kendinden zarar görmediği için kalbinin te­
mizliğiyle giren bu adamla, gece namaz kılıp, gün­
düz oruç tuttuğu halde komşulannı rahatsız ettiği
için Peygamberin «O ateştedir» dediği kadmı karşı-
laştırmca bunun mânâsı daha açık olarak ortaya çı­
kar.
İslâm terazisinde kefesi daima ağır basan insan,
sadık, saf ve nefsi hile, ihânet, haset ve düşmanlıktan
temizlenmiş bir. insandır. İbadeti az da olsa kefesi ağır
basar bu insanm. Göğsü kin ve hased üe dolu, insan-
lan rahatsız eden bir insan ise ibadeti çok da olsa
kefesi hafif kalacaktır. Çünkü o duvardaki hafif, içi
boş bir tuğlaya benzer. Ve onun gibileri bu duvarm
5nkılmasma sebep olur. İslâm’ın istediği örnek Müs­
lüman güzel ibadet, temiz kalb ve iyi muamelenin
kendinde toplandığı, özü sözüne üygım bir kimsedir.
İşte bu tip Müslümanlarla İslâm toplumunun yapısı

170
kuvvetlenir. Ve Resulûllah (sav)’in belirttiği gibi bir­
birine kenetlenmiş duvar gibi olur. Böylece bu temiz
ve birbirine kenetlenmiş toplum Allah’ın ayetini İn­
sanlara taşımaya lâyık olur.

Nasihat eder:
Gerçek Müslüman yukarıda anlatılan kötü sıfat­
lardan kurtulmakla yetinmez, bilâkis toplumdaki her
ferde içtenlikle nasihat etmek gibi yapıcı müsbet sı­
fatlarla da süslenir. Bunu Resulûllah (sav) şu hadi­
sinde belirtmiştir:
«Din nasihattir.» Sahabe:
— Kimin için? de3nnce, buyurdu ki:
«Allah için, kitabı için, Peygamberi için, Müslü
manlarm imamları ve hepsi için.» (Buhari, Müslimi
Sahabe (ra) Resulûllah (sav)’e namaz, zekât ve
Müslümanlara nasihat üzere biat ediyorlardı. Bunu
Cerir b. Abdullah’m (ra) sözü gayet için açıklamak­
tadır.
«ResulûUah’a (sav) namaz kılmaya, zekât verme­
ye ve her Müslümana nasihat etmek üzere biat et­
tim.» (Müttefakun aleyh)
Bu büyük sahabinin nasihati namaz ve zekatla
birarada zikretmesinde nasihatm diğer ameller ara-
smdaki önemli yerine bir işaret vardır. Bu ahlâk, he­
sap gününde sonunun iyi olmasım isteyen sadık ve
mûtteki Müslümanm davranışlarından biridir. Müs­
lüman, müslümanlarm bir işini üstlendiği zaman ahi-
retteki yerini tesbit hususunda nasihatm önemi da­
ha da artmaktadır. Çünkü idarecUiği üstlenmek onu
ceımete sokan bir anahtar olabüir. Dünyada bu va­
zifeyi ifa edemezse cennete girmesi haram olur. Çün­
kü Resulûllah (sav) buyurdu ki;

171
«Allah’ın emri altındakileri idare etmesini istedi­
ği bir kul yoktur ki ölürken emri altındakileri aldat­
sın da cennet ona haram kılınmasın.» (Müttefakun
aleyh) Bir rivâyette de; «Emri altmdakileri nasiha-
tıyla çevrelememiş olan cennetin kokusunu bulamaz,»
buyurmaktadır.
Müslim’in rivâyetinde ise hadis şöyledir; «Müs­
lümanların işlerini üstlenmiş bir emir yoktur ki, on­
lar için çalışmamış ve onlara nasihat etmemiş olsun
da yine de onlarla beraber cennete girsin.»
Dikkat edin! İslâm’da idarecinin mesuliyeti ne
büyüktür! Ve bu idarecinin ahiretini kurtarması hu­
susunda nasihatin ne kadar büyük etkisi vardır. He­
pimiz Peygamber (sav),’in, «Hepiniz çobansınız ve he­
piniz sürülerinizden mesulsünüz» hadisiyle açıkladı­
ğı sorumluluğumuzu sosyal planda idrak etsek bunun
İslâm toplumundaki kapsamını da kavramış oluruz.
Ve bu mesuliyetin kapsammdan hiçbir Müslüman is­
tisna değildir.

Sözünü yerine getirir:


İslâm kaynağma kanmış gerçek Müslüman aynı
zamanda sözünde durmak ve va’dini yerine getirmek
ahlâkıyla da donanır. Bu ahlâk insanın toplumdaki
başansmm en önemli faktörü ve aynı zamanda sos­
yal seviyesinin 3uiksekliğine en fazla delâlet eden bir
ahlâktır dersek mübalâğa etmiş sayılmayız.
Diğer insanlardan, bu yönüyle üstün olan Müs­
lüman, kesin olarak insanların en üstünü, en ilerisi
olacaktır. Sözünde durmak ve va’di yerine getirmek
İslâm’ın en köklü ahlâkı olup imanın sıhhatine delâ­
let eden kuvvetli-delildir.. Va’di yerine getirmek ve

172
sözünde durmak hususunda ayet ve hadisler teşvik
eder mahiyette gelmiş ve onun iman alâmeti olduğu­
na işaret ederek bu sıfatlan terkedenleri tehdit et­
miştir. Bu durumu da nifak alâmeti kabul etmiştir;
«Ey iman edenler akidleri yerine getirin,» (Mai-
de: 1)
«Ahdi de yerine getirin. Doğrusu verilen ahidde
sorumluluk vardır.» (İsra; 34)
Söz vermek, bugün Müslümanların çoğunun yap­
tığı gibi ağızdan çıkan bağlayıcı olmayan bh kelime
değildir. Bilâkis hesap vereceği bir mesuliyettii'.
«Ahidleştiğiniz zaman Allah’m ahdini yerine ge­
tirin.» (Nahi: 91)
Evet verilen söz Allah’ın ahdi diye ona izafe edil­
miş ve kutsallık ve hürmet kazanmıştır. Bu yüzden
şartlar ne olursa olsun ahde vefa vaciptir.
«Ey inananlar! Yapmadığınız şeyi niçin söyler­
siniz? Yapmadığınız şeyi söylemeniz, Allah katmda
büyük gazaba sebep olur.» (Saff: 2-3)
Sözde durmamak Allah’ın kullan için hoşlanma­
dığı ve istemediği bir şeydir. Ayetin başmdaki soru­
nun muhatabı olmaktan Müslüman, Rabbine karşı
haya eder.
Resulullah (sav) şöyle buyuruyor;
«Münafığın alâmeti üçtür; Konuşunca yalan söy­
ler, vadedince vadinde durmaz, (kendisine birşey)
emanet edilince ihânet eder.» (Müttefakun aleyh)
Kişinin dini olgunluğunu namaz, oruç ve hac gi­
bi ibadetler sağlamaz. Daha önce söylediğimiz gibi
dini olgunluğunu îslâm eğitimiyle oluşan insanm iç
yapısı sağlar. Çünkü ruhu hidayet çeşmesinden içen
ve İslâm’ın hoşgörü dolu ahkâmını saçacaktır. Ar­
tık onu Allah’ın hududunu büir ve onlara riayet eder
her şeyde İslâm’ın gösterdiği yola boyun eğer görür­

172
sün. Böylece gerçek Müslüman’ın hayatmda sözde
durmamak ve verdiği sözü yerine getirmemek diye
bir şey kalmaz. Çünkü bu hasletin İslâm ahlâkı için­
de yeri yoktur.
Dikkat edin! Bu acı gerçek tüccar, sanatkâr ve
memurlarda çoktur. Belli bir vakitte işlerini bitire­
ceklerini va’dederler, sonra da va’dlerinde durmazlar.
Bir şey üzerine sözleşip de yerine getirmeyenler, ken­
dilerine bir mal, sır ve miras gibi şeyler emanet edi­
lince bu emanete ihanet edenlerin hepsi bilsin ki, oruç
tutsalar, namaz kılsalar ve kendilerini Müslüman zan-
netseler de onlar münafık zümresindendirler. Ve mü­
nafıklar cehennemin en aşağı tabakasmdadırlar.

Güzel ahlâk:
Gerçek Müslüman güzel ahlâklı, cömert, tatlı söz­
lü ve İslâm, yoluna ayak uydurmuş. Nebi (sav) ’e ta­
bi olmuş bir kişidir.
ResuluUah, (sav) hizmetçisi Enes’in naklettiği gi­
bi ahlâk yönünden insanlarm en güzeliydi... Enes
(ra) sözünde mübalâğa etmiyordu. Çünkü o Resulûl-
lah (sav) de hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın
işitmediği güzel ahlâkı görmüştü. Şimdi sözü Enes’e
bırakalım da bize İslâm Peygamberinin ahlâkından
bir nebze anlatsm:
«ResulûUah (sav)’e on sene hizmet ettim. Bu
müddet zarfmda bana asla, «öf» bUe demedi. Ne yap­
tığım bir şeye onu niye yaptm, ne de yapmadığım bir-
şey için: Şöyle yapamaz mıydm, demedi.» (Müttefa-
kım aleyh)
Evet ResulûUah (sav) böyleydi. Çünkü O, ne kö­
tü söz söyler ne de başkalarma kötü söz işittîrirdi.

174
«Ahlâkı en güzel olanınız en hayırlılarmızdan-
dir.» (Müttefakun aleyh)
«Çirkin söz ve çirkin sözü söylemenin İslâm’da
hiçbir şekilde yeri yoktur. İnsanların İslâm açısmdan
en güzeli, ahlâkı, en güzel olanlarıdır.» (Ahmed, Ebû
Ya’la)
«Bana en sevimli ve kıyamet günü bana en ya-
km olanmız ahlâkı güzel olanlarmızdır. Bana en se­
vimsiz ve kıyamette benden eh uzak olanınız geve­
zeler, insanlara üstünlük taslamak için ağızlarını ya­
yarak konuşanlar ve çok sözlülerdir.» Sahabe dedi ki:
— Gevezeleri ve ağzını yayarak konuşanları an­
ladık, ama çok sözlüler kimlerdir? Buyurdu ki:
«Kibirliler.» (Tirmizi)
Sahabe (ra) Resulûllah (sav) ’den duydukları bu
tavsiyeleri dinlerler ve nasıl uyguladığım gözleriyle
görürlerdi. Duydukları ve gördükleriyle amel ederler­
di. Böylece de tarihte eşine rastlanmayan örnek top-
lumlarını kurdular.
Enes (ra) buyuruyor ki:
«Peygamber (sav) çok merhametli idi. Ona hiç
kimse gelmezdi ki, ona vadetmesin ve yananda var­
sa vadini yerine getirmesin. Bir defasmda namaz için
kamet getirildi. Ona bir bedevi (köylü) gelerek elbi­
sesini tuttu ve: Çok az bir şeye muhtacım, unutmak­
tan korkuyorum dedi. Onunla birlikte kalktı onun ih-
tiyacmı gördü, sonra da geldi ve namaz kıldı.» (Bu-
hari, Edebul müfred’de)
Namaz için kamet getirildiği halde Resulûllah
(sav) bedeviyi dinleyip ihtiyacma cevap vermeyi zor
ve ağır bulmadı. Elbisesinden tutup ihtiyacım gider­
mesi için ısrar eden bu bedevinin hareketine kızmadı.
Çünkü Resulûllah (sav) örnek bir toplum bin4 edi­
yordu. Müslümanlara, Müslüman kardeşine nasıl mu­

m
amele edeceklerini bizzat kendisi gösteriyordu. Ve on
lara İslâm toplumuna hakim olması gereken ahlâki
ilkeleri gösteriyordu.
Güzel ahlâk gayr-i müslimlerde eğitime bağlıy­
sa; Müslümanlarda da insanın makamım yücelten ve
ahirette terazisini ağır bastıran bir seciye olarak ka­
bul edilen dine bağlıdır. Çünkü Resulûllah (sav)’in
haber verdiğine göre hesap gününde Müslümanın te­
razisinde güzel ahlâktan daha ağır birşey yoktur:
«Kıyamet günü mümin kulun terazisinde güzel
ahlâktan daha ağır birşey yoktur. Şüphesiz Allah çir­
kin söz söyleyen hayâsız kimseyi sevmez.» (Tirmizî)
İslâm güzel ahlâkı Resulûllah (sav) m buyurduğu
gibi imanm kemalinden sayımş ve insanlarm ahlâk
yönünden en güzelini iman yönünden en kâmili kabul
etmiştir:
«Müminlerin iman bakımmdan en olgunu ahlâkı
en güzel olanlarıdır.» (Tirmizî) .
Üsame b. Şüreyk’in rivâyet ettiği şu hadisinde
delâlet ettiği gibi güzel ahlâk sahibi insan Allah’m
en sevdiği kuldur:
Nebi (sav)’in yanmda oturuyorduk. Başlarımızın
üzerinde kuş varmış gibi (dikkatle) dinliyor ve biz­
den kimse konuşmuyordu. Birtakım insanlar geldi ve
dedüer ki:
— «Ahlâkı en güzel olanları.» (Tirmizî)
Güzel ahlâklı insanın Allah’a en sevimli kul ol­
ması pek tabiidir. Çünkü güzel ahlâk İslâm’da üstün
bir yer tutar. Kulun hesap gününde terazisine konan
hasenatm en ağırlarmdandır. İslâm’ın iki büyük rük­
nü olan namaz ve oruca denktir. Resulûllah (sav)
buyuruyor ki;
«Mizana güzel ahlâktan daha ağır bir şey kon­
maz. Güzel ahlâk sahibini, mutlaka oruç ve na!maz

176
derecesine çıkartır.» (Tirrnrzî) (Başka bir rivayette;
«Kul güzel ahlâkıyla mutlaka namaz kılan ve oruç tu­
tanların derecesine erişir,»)
Bu yüzden de Resulûllah (sav) sahabeyi güzel
ahlâka teşvik eder, çeşitli yollarla onlara güzel ahlâ­
kı sevdirmeye çalışırdı. Çünkü nefislerin temizlen­
mesi ve insanların güzelleşmesinde bunun tesirini çok
iyi biliyordu. Resulûllah (sav) Ebu Zer’e buyuru­
yor ki:
«Ey Ebû Zer! Sana, yapılması insana hafif mi­
zanda ağır iki haslet söyleyeyim mi?» Ebû. Zer:
— Evet ya Resulûllah, dedi. Buyurdu ki
«Güzel ahlâkı ve sükûtu terketme. Nefsim kud­
retinde olan Allah’a yemin ederim ki insanlar bu iki
haslet gibisiyle güzelleşmediler.» (Ebû Ya’la, Tabera-
nî)
«Güzel ahlâk nemadır, kötü ahlâk uğursuzluk­
tur. İyilik ömrü artırır, sadaka kötü ölümü engeller.»
(Ahmed)
Resulûllah (sav) duasmda şöyle derdi:
«Allahım! Beni güzel yarattın. Ahlâkımı da gü­
zelleştir.» (Ahmed)
Allah’m «Sen. yüce bir ahlâk üzeresin» buyurdu­
ğu halde Nebi (sav)’in duasmda ahlâkmm güzelleş­
mesi için dua etmesi, müslümanlann, daima ahlâkla-
nmn güzelleşmesini istemeleri, ne kadar yükselirlerse
yükselsinler Allah’tan bu hususta yardımım eksik et­
memesini dilemeleri icab ettiğini gösterir.
Güzel ahlâk birçok mânâları içine alan şümullü
bir kelimedir. İnsanı güzelleştiren, tezkiye eden ve
onu yhicelten haya, üim, yumuşak başlılık, af, bağış­
lamak, hoşgörü, doğruluk, emanet, nasihat, istikâmet
-ve kalb temizliği gibi insanı güzelleştiren, nefsini ter-

177
biye eden ve onu yücelten her şey güzel ahlâk keli­
mesinin mânâsı içine girer.
İslâm’m sosyal bakımdan yönlendirici nasslarmı
inceleyenler kendilerini sosyal ahlâklardan herbiri
için teşvik eden çok miktarda nas önünde bulacaktır.
Bu da İslâm’m sosyal şahsiyetin oluşmasına göster­
diği özene işarettir. Güzel ahlâk gibi genel ifadeler
de bulunmasıyla beraber bununla da yetinmez, tefer­
ruat üzerinde de durm\ Araştırmacılarm, mütteki ve
şuurlu MüsIömamn temeyyüz ettiği ileri düzeydeki
sos3ral şahsiyetini göstermek için bütün bu nassları
teker teker ele alması gerekir.
Daha önce bu nasslardan bazüanm inceledik ve
neticede gerçek Mûslümanm sâdık, vefakâr, hile bil­
mez, aldatmaz, ihânet etmez, hased etmez ve bütün
insanlarla iyi geçinen birisi olduğu bize açıklanmış
oldu.
İşte şimdi biz Müslümanm sosyal şahsiyetini şe­
killendiren ve birçok noktada özel tavrmı belirleyen
diğer naslan ele alıyor ve konumuza devam ediyoruz.

Hayalîdir:

Gerçek Müslüman haya hususunda en güzel ör­


neği teşkil eden Eesulûllah (sav)’e uyar. Bü 3hîk sa-
habi Ebû Said el-Hudri ResulûUah (sav)’in hayasmı
şöyle tavsif ediyor:
(fResulûIIah (sav) örtüsünün içindeki bekâr kız­
dan daha hayahydı. İstemediği birşey görse yüzünden
anlardık.» (Müttefakun aleyh)
Haya ulemanın tarif ettiği gibi daima kötü şeyi
terketmeyi ve hak sahipleri hakkında kusurlu dav­
ranmayı yasaklayan yüce bir ahlâktır.^Ayrıca birçok,

178
hadiste de efendimiz onu, sahibine ve içinde yaşadığı
topluma hayır vesilesi kabul etmiştir.
İmran b. Husayn (ra) ’m şöyle dediği rivâyet edil­
miştir. Resulûllah (sav) buyurdu ki:
«Haya hayırdan başka birşey getirmez.» (Mütte-
fakun aleyh) Müslim’in rivayetinde <(Haya tamamiy-
ie hayırdır.» şeklindedir.
Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyet edilir ki Resulûl­
lah (sav) şöyle buyurdu:
«İman yetmiş küsür (veya altmış küsür) şubedir.
En efdali Lailahe illallah sözüdür. En aşağısı ise yol­
dan eziyet veren şeyi uzaklaştırmaktır. Haya da iman­
dan bir şubedir.» (Müttefakun aleyh)
Sadık, müttaki, edepli, yumuşak huylu, ince ruh­
lu Müslümandan insanları rahatsız edecek kötü bir­
şey sadır olmaz ve hak sahiplerine karşı ihmalkâr dav­
ranmaz. Çünkü haya onu bu tür şeylerden ahkoyar
ve o hatalara düşmesini engeller. Sadece insanlardan
utandığı için değil imanma zülüm elbisesini giydir­
memek için de Allah’tan haya eder. Çünkü haya iman­
dan bir şubedir. Bu ise insanm hayâda vardığı en
üeri derecedir.
Bazı ahlâki faktörlerin Allah’a ve ahirete, imana
bağlanması, Müslüman insanı ihlâs ve vasıflandığı ah­
lâk üe başkalanndan ayırır. Günler ne kadar geçer­
se geçsin şartlar ne kadar değişirse değişsin bu ahlâ-
km sebat ve devamı Müslüman’ı başkalanndan ayı­
rır. Çünkü bu ahlâk anla3nşı, ihânet etmekten uta­
nan, ince ruhlu, hayah birinin vicdanmdan çıkmak­
tadır. Onun gizli sırlarmı dahi büen Allah’tan haya
etmesi sadece görünen bazı şeylere muttali insanlara
olan hayasmdan öncedir. îşte Allah’tan haya etmek
Müslüman ile gayr-i müslimin yoUanmn ayrıldığı nok-
tsıdır.

179
insanlara yumuşaktır:
Gerçek Müslüman letâfeti gerektiren yerde lâtif,
yumuşaklığın istendiği yerde yumuşak ve temkinin
gerekli olduğu yerde de temkinlidir. Çünkü letafet,
yumuşaklık ve temkin Allah’m kulları üzerinde gör­
mesini sevdiği iyi hasletlerdendir. Bu hasletler ahlâ-
km güzelleşmesini sağlar. însanı diğer insanlara yak­
laştırır ve onlara sevdh’ir:
«İyilik ve fenalık bir değildir. Ey inanan kişi, sen
fenalığı en güzel şekilde sav, o zaman seninle ara-
smda düşmanlık bulunan kişinin yakm bir dost gibi
olduğunu görürsün. Bu ancak sabredenlere vergidir,
bu ancak o büjnik hazzı tadanlara vergidir.)) (Fussi-
le: 34-3.5)
Nasslar 3mmuşakhğı sevdiren, teşvik eden ve onun
İslâm toplumunda hakim olması gereken yüce bir ah­
lâk olduğunu kuvvetlendirir mahiyette gelmiştir. Müs­
lüman «rıfk» (3rumuşaklik)’m Allah’m yüce sıfatla­
rından biri olduğunu, Allah’m kullarından işlerinde
yumuşak davranmalarını istediğini büir.
((Şüphesiz Allah rafıktır. Her işte yumuşaklığı se­
ver.» (Müttefakun aleyh)
((Allah yumuşakhk sıfatma haiz kimselere başka-
lanna vermediği sevapları vererek mükafatlandınr.
Allah rafîktır. Yumuşakhğı sever. Yumuşaklığa, baş­
ka güzel hasletlere vermediği mükafatı verir.» (Müs­
lim)
Peygamber (sav) yumuşakhğı överek onu her şe­
yin zİ3meti kılmış ve bulımduğu her şeyi süsleyece­
ğini beyan ederek onu insan nefsine sevdirmiştir. Yu-
muşakhğm bulunmadığı şey bu süsten mahrum kalır;
«Yumuşaklık bulunduğu her şeyi süsler. Bir şey­
den de yumuşaklık sıyrılırsa o şey çirkinleşir.»

180
Resulûllah (sav) Müslümanlan daima muamele­
lerinde yumuşaklığa teşvik eder. Şartlar ne kadar si­
nirleri bozucu ve ne kadar tahrikkâr olursa olsun
Müslümanlar nezaketi elden bırakmamalıdırlar.
Ebû Hüreyre (ra) ’ın şöyle dediği rivayet olunm-;
Bir bedevi mescide küçük abdestini bozdu. Ora­
dakiler onu engellemek için kalktüar. Nebi (sav) bu­
yurdu ki:
«Bırakın onu, bevlinin üzerine bir kova su dö­
kün. Sizler ancak kolaylaştırıcı olarak gönderUdiniz.
Zorlaştırıcı olarak değil.» (Buhari)
Yumuşaklık, kolaylık ve hoşgörü ile kalpler fet­
hedilir ve insanlar Hakka davet edilir. Şiddet, kaba
kuvvet, ayıplamak ve bağırmak ve azarlamakla de­
ğil. Bu konuda şu hadis her şeye ışık tutmaktadır:
«Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz,
nefret ettirmeyiniz.» (Müttefakun aleyh)
Çünkü insanlar tabiatları gereği kalabalıktan ve
sertlikten nefret ederler. Yumuşaklık ve inceliğe ısı­
nırlar. Bu yüzden Cenab-ı Hak peygamberine şöyle
buyuruyor:
«Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etra­
fından dağılır giderlerdi.» (Ali İmran; 159)
îşte edebî bir söz, insanlan davetle uğraşan her
davetçiye sabit bir düstur. Çünkü davetçinin insan­
ların kalplerini fethetmesi ve bunun için de nezâket
ve yumuşaklıkla onlara nüfuz etmesi gerekir. Davet
edilen azgm, inatçı, kaba zalim biri olsa da bu düs­
tur geçerliliğini korur. Allah Musa ve Harun (as)’ı
Firavn’a gönderirken bu sıfatla onlan donatmıştı:
«Firavn’a gidin. O azmıştır. Ona yumuşak söz
söyleyin belki öğüt dinler veya korkar.» (Tahâ: 43)
Yumuşakhğın hayrın tamamı olduğu ve yumu­
şak huylu olanm da basurlarla dolu olduğunu, ondan

181
mahrum olanın ise hayırlarm bütününden de mah­
rum olduğunu şu hadis çok iyi gösterir:
«Yumuşaklıktan mahrum olan hayrın tamamın­
dan mahrumdur.» (Müslim)
Peygamber (sav) hayatlarma yumuşaklığınjıa-
kim olduğu fertlerin ve mUletlerin bu hayırdan nasi­
bini alacağmı açıklamıştır. Bunu Aişe (ra )’nm riva­
yet ettiği bir hadisinde buluyoruz. Resulûllah (sav)
şöyle buyuruyor:
«Ey Aişe! Allah bir ev halkına hayır murad eder­
se onlara yumuşakhğı gösterir.» (Ahmed) Başka bir
rivâyette ise: «Allah bir ev halkma hayır murad eder­
se onlara 3nımuşaklığı verir.» buyurmaktadır.
' Cabir, (ra) Nebi (sav)’in şöyle buyurduğunu ri­
vayet etmiştir:
«Allah bir topluluğa hayır murad ederse onlara
yumuşakhk verir.» (Bezzar)
însam ateşten koruyacak olan bir ahlâktan daha
büyük bir ahlâk var mıdır? «Size ateşe haram olan
kimseyi veya ateşin kendisine haram olduğu kimseyi
haber vereyim mi? Ateş (insana) yakınlık, yumuşak
(huyluluk) ve kolayhk gösteren herkese haramdır.»
(Tirmizî)
Yumuşaklıkta İslâm inşam o kadar yüceltiyor ki
hasdfanlara karşı dahi yumuşaklığı istiyor ve bunu
yapan insana en 3niksek mertebe3Û va’dediyor:
«Allah her şeye iyiliği farz kılmıştır. Öldürlüğü-
nüz zaman (eziyet vermeden) güzelce öldürün. (Bir
hayvan) kestiğinizde de (eziyet vermeden) güzelce
kesiniz. Biriniz (bir ha3rvan keseceği zaman) bıçağım
bilesin ve hasrvana eziyet vermesin.» (Müslim)
Kesilen hayvana gösterilecek 3mmuşaklık, kesen
k im sen in ruh inceliğine ve her canhya acımasma bir
işarettir. Bu inceliklerin nefsinde yer ettiği bir

182
Merhametlidir:
Dininin emirlerini anlamış Müslüman, kalbi mer­
hamet taşan bir insandır. Çünkü yerdeki merhame­
tin gökteki merhamete sebep olacağmı ve gökten rah­
met damlalarının üzerine akacağmı bilir
«Sen yerdekilere merhamet et ki gökteki de sa­
na rahmet etsin.» (Taberani)
Çünkü dininin naslarmdan olan: «İnsanlara acı-
mayana Allah da acımaz» (Taberani) ve «Merhamet
bedbahtlardan (cehennemliklerden) başkasmdan alın­
maz.» (Buharî Edebul müfred) gibi emirleri bilir Müs­
lüman.
Bilinçli Müslüman merhamet sahibidir, sadece
ailesine ve yakmlarma merhametle yetinmez, merha­
meti bütün insanlığa ulaşır. Çünkü peygamber yolu,
merhameti bütün insanlığı içine alacak şekilde ge-
nelleştirmiştir. Ebû Musa el-Eşarî Peygamber (sav)
den rivâyet ediyor:
«Birbirinize acımadıkça (tam) iman etmiş ol-
mazsmız.» Sahabe:
— Y a Resulûllah! Hepimiz merhametliyiz, dedi­
ler. Buyurdu M:
«Asıl merhamet birinizin arkadaşma olan merha­
meti değildir. Asıl merhamet bütün insanlara, her­
kese acımaktır.» (Taberani)
Bütün insanları içine alan bir merhamet... Müs­
lüman toplumunun sadık bir sevgi ile dalgalanması.

183
halis bir nasihat ve köklü bir şefkatle yoğrulması için
bu merhamet duygusunu îslâm, Müslüman fertlerin
kalbinde yeşertmiştir.
Resulullah (sav), acıma duygusunun tamamı
kendinde müşahhas hale gelmiş, gönlü merhamet sa­
çan örnek bir insandı. Bir defasında namazdayken
çocuk ağlaması duyduğunda onun yanıp tutuşan
annesine acıdığı için namazmı kısaltır. Enes (ra) ’dan
rivayet edilen hadiste Nebi (sav) buyuruyor ki:
«Ben bir namaza başlar ve onu uzatmak ister de,
bir çocuk ağlarsa bunun üzerine annesinin ona olan
iştiyakmı bildiğim için namazımı kısa keserim.»
Bir bedevi Nevi (sav)’e geldi ve:
— Siz çocuklarınızı öper misiniz? Biz onları öp­
meyiz, dedi. Nebi (sav) :
«Allah senin kalbinden acıma duygusunu çıkar­
mışsa ben ne yapayım?» buyurmuştur. (Müttefekun
aleyh)
Akra’ b. Temimi (r.a) yanmda otururken Resu-
lûllah (sav) Haşan b. Ali’yi (r.a) öptü. Akra dedi ki:
— Benim on tane çocuğum var, hiçbirini öpme­
dim. ResulûUah (sav) ona baktı ve sonra buyurdu ki:
«Merhamet etmeyene merhamet olunmaz. (Acı-
mayana acmmaz)» (Müttefekun aleyh)
Ömer (ra) bir adamı müslümanlara vali tayin
etmek istedi. Fakat onu (Akra b. Habis’in) çocukla-
rmı öpmediğinden bahsederken duydu ve onu vali ta­
yin etmekten vazgeçip, «Senin nefsin çocuklarma bi­
le acımıyorsa insanlara nasıl merhamet edersin. Val­
lahi seni vali tayin etmem» dedi ve tayin emrini gös­
teren elindeki kâğıdı yırttı.
ResulûUah (sav) merhamet dairesini genişlete­
rek bütün insanlara şamil kılmakla yetinmemiş hay­
vanlara da teşmil etmiştir. Buharî ve Müslim’in Ebû

184
Hüreyre’den rivayet ettikleri hadiste Resulûllah (sav)
şöyle buyuruyor:
«Bir adam yolda yürürken son derece susadı ve
yolda bir kujm bulup oraya inerek içti. Sonra da çık­
tı. Çıktığmda susuzluktan toprak yiyen bir köpek gör­
dü. Ve: Bu köpek susuzluktan benim düştüğüm du­
ruma düşmüş, dedi ve kuyuya inip mestine su dol­
durdu onu ağzıyla kuyudan çıkararak köpeği suladı.
Allah onun bu amelini kabul etti ve onu bağışladı.»
Sahabe dedi ki;
— Y a Resulûllah! Hayvanlara yaptığımız iyilik­
lerden de bize ecir var mı? Buyurdu ki:
«Her canlı için ecir vardır.» (Müttefakun aleyh)
Aynı şekilde Buharı ve Müslim, îbni Ömer (ra)
dan Resulûllah (sav) ’in şöyle buyurduğunu nakletti­
ler:
«Bir kadın, açlıktan ölünceye kadar hapsettiği
bir kedi yüzünden azap gördü ve ateşe girdi. Ona —Al­
lah daha iyi bilir— şöyle denir: Onu hapsettiğinde
ne doyurdun ne su verdin, ne de yeryüzündeki haşe-
rattan, küçük canlı hayvanlardan yesin diye burak-
tın.»
Resulûllah (sav) merhametin zirvesine ulaşmış­
tır. Bir defasında bir yerde konakladı. Bunun üze­
rine bir kuş Resulûllah (sav)’in mübarek başı etra­
fında kanat çırpmaya başladı. Sanki yumurtasım ala­
rak kendine zulmetmiş birini şikâyet eder halde ona
sığmıyordu. Buyurdu ki:
«Hanginiz yumurtası sebebiyle bu kuşa acı ver­
di? İçlerinden birisi dedi ki:
— Ya Resulûllah! Ben onun yumurtasını aldım.
Nebi (sav) bunun üzerine:
«Ona merhamet ederek (acıyarak) yerine koy!»
(Buharî Edebül Müfred) buyurdu.

185
Müslümanm merhametli olması, hatta hasrvanla-
ra bile acıması için burada Resulûllah (sav) müslü-
manlarıh ruhuna geniş mânâda merhameti yerleştir­
mek istemiştir. Çünkü hayvana acıyan bir kalbe sa­
hip insan, kardeşine asla acımasız olamaz.
Resulûllah (sav) insanlara ve hayvanlara merha­
met ederdi. Ve müslümanlara da öyle olmalarını tav­
siye ederdi. Ki, müslümanlar merhamet hissiyle çev­
relensin, dünyalarını acıma duygusu kaplasın. Yeryü­
zünde acıma duygusu yaygmlaşırsa gökten rahmet
damlaları iner. Resulûllah (sav)’in hadisinde buyur­
duğu gibi rahmet yağar:
«Yeryüzündekilere merhamet et ki, gökteki de sa­
na rahmet eylesin!» (Taberanî)

Affedici ve bağışlayıcıdır:.
Dinînin emirlerine kulak veren takva sahibi Müs­
lüman affedici ve bağışlayıcıdır. Affetmek, Kur’an
ayetlerinin sık sık zikrettiği çok büyük insani bir ah­
lâktır. Affetmek sıfatına haiz onları Kur’an, Allah’m
sevgi ve nzasmı kazanan muhsin kullarından saymış­
tır:
«Allah, öfkelerini yenenler ve insanların kusurla­
rım affedenleri, iyilik yapanları sever.» (Ali İmran:
134)
Çünkü onlar öfkelerini yenmişler, kin tutmamış­
lar ve hiçbir Müslüman kardeşine düşmanlık besle-
memişlerdir. Bilâkis kin ve düşmanlık yükünden kur­
tulmuşlar; bağışlamak ve hoşgörü ufuklarmda 3nirü-
•yerek nefis anhğına kavuşmuşlardır. Daha da önem­
lisi Allah’m muhabbet ve rızasma ermişlerdir. Affet­
mek ve hoşgörü, kalpleri İslâm hidayetine açılmamış
kimselerin çıkamayacağı yüksek bir payedir. Bunlar,

186
nefislerindeki intikam ve lurs tutkusunu terkedip Al­
lah’ın vereceği sevap, bağışlamak ve ikramını tercih
etmişlerdi.
Kur’an-ı Kerim insan nefsini bu erişilmesi güç
mertebeye yükseltmek için çok güzel bir üslup kul­
lanmıştır. Çünkü zulme uğrayan kimseye, nefsinin de
a3mı şekilde zulümle davranma isteğine boyun eğme­
mesini tavsiye etmiştir. Zulme uğrayan insanı, elin­
den tutarak onu sabır, af ve hoşgörü mertebesine çı­
karmıştır. Bu mertebeye ulaşma azmedilmeye değer
işlerden olduğunu Kur’an bize açıklamaktadır;
«Bir haksızlığa uğradıklarmda, üstün gelmek için
aralarmda yardımlaşırlar. Bir kötülüğün karşıhğı ay-
m şekilde bir kötülüktür. Ama kim affeder ve ban-
şırsa onun ecri Allah’a aittir. Doğrusu o zulmedenle­
ri sevmez. Zulüm gördükten sonra hakkını alan kim­
selere onların aleyhine bir yol yoktur. İnsanlara zul­
medenlere, yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere
karşı durulmalıdır. İşte can yakıcı azap bunlaradır.
Ama sabredip bağışlayanın işi,’ işte bu azmedilmeye
değer işlerdendir.» (Şura: 39-43)
Aişe (ra) hakkmda bazı ağızlarda dolaşan iftira
üzerine Ebû Bekir (ra )’m, bu sözleri söyleyenlere yar­
dımı kesmeye yemin ettiğinde şu âyet indi;
«İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, jrakmla-
rma, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere ver­
memek için yemin etmesinler, affedip geçsinler. Al­
lah’ın sizi bağışlamasmdan hoşlanrriaz mısmız? Allah
bağışlayandır, merhametli olandır.» (Nur; 22)
Toplum, fertler arasmda birbirlerini azarlama,
hesaba çekme, bazı arzularına kavuşmak için birbi­
rinin haklarma tecavüz üzerine değil, fertler arasmda-
ki muamelelerde hoşgörü, kusurları görmemezlikten

187
gelme ve sabır üzerine kurulmuştur. İslâm’ın davet
ettiği ve naslann teşvik ettiği de budur:
«İyilik ve fenalık bir değildir. Ey inanan kişi!
Sen fenalığı en güzel şekilde sav; o zaman seninle ara­
nızda düşmanlık bulunan kişinin yakın bir dost gibi
olduğunu görürsün. Bu ancak sabredenlere vergidir.
Bu, ancak o büyük hazzı tadanlara vergidir.» (Fussi-
let; 34-35)
Fenalık daima fenahkla karşılık görürse göğüsler
şiddetlenir, kin saçar ve düşmanlık oluşur. Ama fe­
nalık iyilikle karşılanırsa düşmanlık kirleri yıkanır
ve iki düşman iki dosta dönüşür. Bir güzel söz, bir te­
bessüm iki düşmanı bazan dost yapabilir. Ayetin de
işaret ettiği gibi kötülüğe karşı iyilikle ve en güzel
olanla karşılık vermek büyüklerin işidir.
in ananlar toplumundaki müminin ahlâkı budur.
Ve bu ahlâk insanlarm nefislerinde yer etmesi için
gelmiştir. KuFan-ı Kerim, müminden bu gibi haller­
de öfkesini yenmeyi, affetmeyi ve arkaya bir kin veya
düşmanlık bırakmamayı istiyor. «O halde yumuşak
ve iyi davran!» (Hicr, 85)
Hadis-i şerifler de bu güzel insani ahlâkı övmek­
te. Affetme ve hoşgörünün müslümanlarm nefislerin­
de yer etmesi için, kendisinin muttasıf olduğu bu sı­
fatı Resulûllah (sav) tatbikî olarak müslümanlara
açıklıyor. Ve müslümanlarm imamı ve önderi olması
hasebiyle onlardan, diğer davranışlarda olduğu gibi
bu sıfatlarda da kendine uymasını istiyor.
Aişe (ra)’dan şöyle dediği rivayet edilir:
«Resulûllah (sav) Allah yolunda ciliadm dışında,
eliyle ne bir kadma, ne hizmetçiye ne de herhangi bir
canlıya asla vurmamıştır. Kendisine yapılan bir ha­
karetten dolayı asla intikam almazdı. Ancak Allah’ın

188
haram kıldığı şeyleri bozanlardan Allah için intikam
alırdı.» (Müslim)
Resulûllah (sav) Rabbinin şu tevcihatlarına uyu­
yordu:
«Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret,
cahillere aldırış etme.» (A’raf: 199) «En güzel olanla
sav.» (Fussılet: 34)
Kur’an-a uyduğu için de o rabbani ahlâkın âyet­
lerinden bir âyet haline gelir ve insanlara o yüce ah­
lâkıyla muamele eder, kötülüğe kötülükle karşılık ver­
mez, aksine cahilleri affeder ve onlardan yüz çevi­
rir ve kötülüğü en güzel yolla savar.
Enes (ra) ’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Re­
sulûllah (sav) ile yürüyorduk. Üzerinde dokuması ka­
lın bir Necran elbisesi vardı. Ona bir bedevi yetişerek
elbisesinin yakasını şiddetle çekti. Resulûllah (sav)’in
boynuna baktım, adamın şiddetli çekmesinden kızar­
mıştı. Sonra adam dedi ki: Ya Muhammedi Sende bu­
lunan Allah’ın mahndan emret de bana versinler. Re­
sulûllah (sav) güldü ve ona istediğinin verilmesini
emretti. (Müttefakun aleyh)
Af sıfatı mübarek nefsine o kadar yerleşmişti ki,
kendine zehirli koyun takdim eden Yahudi kadım da­
hi affetti. Şeyha3m’m rivâyet ettiğine göre bir Yahu­
di kadm ResulûUah (sav)’e zehirli bir koyun hediye
etmişti. ResulûUah (sav)’de ondan yedi. Onunla bir­
likte ashabmdan birkaç kişi de yedi. Sonra Resulûl­
lah (sav) bu3uırdu ki: «Yemeyin, çünkü o zehirli.» Bu­
nun üzerine kadm Resulûllah (sav)’e getirildi. Ona;
«Yaptığm şeye seni sevkeden nedir?» buyurdu. Kadm
da:
— Bilmek istedim, eğer sen gerçekten peygamber­
sen Allah sana bunu bildirir ve asla sana zarar ver­
mez. Eğer peygamber değilsen senden kurtulmuş olur­

189
duk, dedi. Sahabeden bir kısmı: «Onu öldürmüyor mu­
yuz?» dediler. Resulûllah (sav) : «Hayır,» dedi ve onu
affetti.
Devs kabilesi Allah’a ve Resulüne imanı kabul et­
meyip diretince Tufayi b. Amr el-Devsi (ra) Peygam­
bere (sav)’e gelerek dedi ki: «Devs işi azıttı ve kabul
etmiyor. Onlara beddua et!» Resulûllah (sav) kıbleye
döndü ve iki elini kaldırdı. Oradakiler: Helak oldu­
lar dedüer. Ama merhamet timsali, hoşgörü sahibi ve
kullara şefkatli olan Resulûllah (sav) onlara azap
için değil hidâyet için duada bulunarak buyurdu ki:
«Allahun Devs’e hidâyet et ve onları getir! Allah’un
Devs’e hidâyet et ve onları getir!» (Müttefekun aleyh)
Resulûllah (sav) daima müslümanlann nefisle­
rine af, hoşgörü ahlâkmı yerleştirmeye çalışırdı. En­
gel, yüzçevirme ve terk gibi şeylerle karşılaşsalar da
onlara affetmeyi öğretirdi. Çünkü o Allah’m kendisi­
ne verdiği üeri görüşlülüğüyle insanlarm şiddet ve
kaba kuvvetten çok hoşgörülü yüksek ahlâkla daha
çabuk cevap vereceklerini idrak etmişti. Bu 5nizden
de Ukbe b. Amir: «Amellerin en faziletlilerini bana
haber ver. Ya ResulûUah,» dediğinde Efendimiz ona
buyurdu M:
«Ey Ukbe! Senden akrabalık bağlarını koparanla­
ra iyilik et. Senden men edene sen ver. Sana zulme­
denden de yüz çevir.» (Başka bir rivâyette: «Sana
zulmedeni affet.»)

Hoşgörülüdür:
Dininin emirlerini kavramış bir Müslüman insan­
larla muamelesinde hoşgörülüdür. Çünkü insana dün­
yada ve ahirette hayır getirecek hoşgörü gibi başka
bir ahlâk yoktur. İnsan yumuşak huyu, tath sözü va

190
hoşgörüsü ile insanlarm kalbine işler ve onların sev­
gisini kazanır. Aynı zamanda bu ahlâkı ile Allah’m
da rahmet ve affına hak kazanır. Bu hadisi şeriflerin.
haber verdiği bir gerçektir. Cabir (ra)’dan Resulûllah
(sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
«Sattığında, satm aldığmda ve hükmettiğinde
hoşgörü sahibi olan kişiye Allah rahmet eder.» (Bu-
hari)
Ebû Mes’ud el-Ensarî’den, Resulûllah (sav)’in
şöyle buyurduğu rivayet edüir: «Sizden öncekilerden
bir adam hesaba çekildi ve hiçbir hayrına rastlanma­
dı. Ancak adam zengindi, insanlara karışır ve köle­
lerine zor durumda olanları affatmelerini emrederdi.
Allah azze ve celle buyurdu ki: Biz ona (affetmeye)
ondan daha lâyıkız. Onu affedin.» (Müslim) İnsanın
terazisinde bu ne ağır bir ahlâktır: İnsan o zor gün­
de buna ne kadar da muhtaçtır.

Güleryüzlü:
Hoşgörülü olmamn gereklerinden birisi de insan­
lara karşı gülersmzlü olmaktır. Bu îslâm’m teşvik .
ettiği iyi şeylerdendir. Müslim’in sahihinde Nebi (sav)
şöyle buyuruyor; «Kardeşini güleryüzle karşılamak,
dahi olsa iyilikten hiçbir şeyi hakir görme!»
Buharı ve Müslim büyük sahabi Cebir b. Abdul-
lah’m şöyle dediğini rivayet etti «Müslüman olduğum­
dan beri Resulûllah (sav) beni ne zaman gördüyse
yüzüme tebessüm etti.»
Hoşgörü ve sevginin yaygm olduğu toplum hiç
şüphesiz insani, üeri ve birbirine kuvvetli bağlarla ke­
netlenmiş bir toplumdur. İnsan orada değer bulur
ve ahlâk orada saygı görür, insani değerler orada ge­
çerliliğini korur. Toplumlarm ahunda bir ak olması

191
için çalışılan İslâmi toplum budur. Bizler bu rabbâni
toplum ile, insanların öldürücü bir hissizlik içinde ya­
şadıkları maddi toplum arasındaki bü3ûik farkı gayet
iyi görürüz. Bu maddeci toplumda komşu veya ak­
rabaya sevgi kalkmış, bir arkadaşa küçük bir tebes­
süm dahi çok görülmüş, sadece maddesel hayatm ge­
reklerini yerine getirmek için çalışılmaktadır. Bu top­
lum, insanlık duygusunun söndüğü ve ruhi kasmak-
larmıri kuruyup kendi ekseni etrafında topaç gibi
durmadan döndüğü bu' toplumdur.

İyi geçimli:
Müslüman insanlarla iyi geçinir, onlarla yerinde
şakalaşır ve şakasında ileri gitmez. Aynı şekilde cid­
diyet halinde de sertleşmez ve katı davranmaz. Şaka­
sı İslâm’ın meşru kıldığı hak dairesinden çıkmayan
şakadn'. Resulûllah (sav)’in sahabeyle yaptığı gibi
şakalaşır ama haktan ayrılmaz. Sahabe Resulûllah
(sav)’e:
— Sen bize şaka yapıyorsun, dediler. Buyurdu
ki: «Ben doğru olandan başka birşey söylemem.» (Bu-
harî)
Resulûllah (sav) şaka yapardı ama şakasında da
sadece gerçeği söylerdi. Sahabe de aynı şekilde O’nun
yolundan yürümüşlerdir. Onların Resulûllah (sav)
ile aralarmda geçen şakaları vardır. Bu şakalardan
biri Hadis ve Siyer kitaplannda rivâyet edüen şu ha­
distir: Resulûllah, (sav) Ebu Ume5n: künyesini taşıyan
bir sahabi çocuğuyla şakalaşıyordu. Ebu Umeyr’in oy­
nadığı küçük bir kuş vardı. Bir gün onu üzgün gördü
ve: (tNe oluyor da ben Ebu Umeyr’i üzgün görüyo­
rum,» buyurdu. Çocuk, «Oynadığım kuş kayboldu ya
Resulûllah!» dedi. Peygamber (sav) çocuğu okşaya-

192
rak: «Ebû Ume}^:, ne oldu nugeyr? (Bu kuşun Arap­
ça ismi.)» (Hayatussahabe: 3-149)
Bir adam Peygamber (sav) e gelerek kendisini de­
veye bindirmesini istedi. Peygamber (sav) şaka yapa­
rak buyurdu ki:
— «Biz seni deve yavrusıma bindireceğiz,» Adam;
— Resulûllah! Deve yavrusunu ben ne yapayım,
dedi. Resulûllah (sav) şöyle buyurdu:
«Her deve küçükken deve yavrusu değil miydi?»
(Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî)
İmam Ahmed, Enes (ra)’dan rivayet etti. Köylü­
lerden Zahir isminde biri Nebi (sav) ’e hediye getirir­
di. Nebi (sav) ’de gitmek istediğinde onu teçhiz eder­
di. Resulûllah (sav) buyurdu ki;
«Zahir bizim köyümüz biz onun şehriyiz.» Resu­
lûllah (sav) onu severdi; Zahir kısa ve çirkin biriydi.
Malmı satarken Resulûllah onu arkasmdan kucakla­
dı, o Resulûllah’ı görmüyordu:
— Bırak beni. Kim bu? dedi. Döndü Peygamber
(sav) ’i tanıdı. Onu tanıdığmda Peygamber göğsünün
sırtma yapıştığı müddetçe hiç hareket etmemeye baş­
ladı. Resulûllah (sav) de:
«Kim köle satm ahyor?» demeye başladı; O:
— Y a Resulûllah! îşte o zaman beni değersiz bu­
lursun, dedi. Resulûllah (sav) :
«Fakat sen Allah katmda deeğrsiz değildin.» (ve­
ya «Fakat sen Allah katmda değerlisin.») buyurdu.
Nebi (sav) ’e bir ihtiyar kadm geldi ve:
— Y a Resulûllah! Allah’a beni cennetine sokma­
sı için dua et, dedi. Resulûllah (sav) ona şaka olarak:
«Ey fUanm annesi! Cennete ihtiyarlar girmez,»
buyurdu. Kadm dönüp ağlamaya başladı, Buyurdu ki;
«Ona ihtiyar olarak giremeyeceğini haber verin.

193
AUahü Teâlâ ‘Biz onları yeniden yaratıp bâkire kıl-
mışızdır.’ buyuruyor.» (Tirmizî)
İmam Ahmed’in Aişe (ra)’dan rivayet ettiği §u
hadis de Resulûllah (sav)’m şaka yapmaya karşı tu­
tumunu gösteren hadislerdendir. Aişe (ra) dedi k»;
Yolculuklarmın birinde Nebi (sav) ile yola çık­
tım. Ben o zaman daha kilo almamış ve şişmanlama-
mıştım. Resulûllah (sav) insanlara:
«İlerleyin,» dedi. Onlar da ilerlediler. (Gözden
kayboldular). Sonra bana:
«Haydi gel seninle yarış edeyim,» dedi. Yarıştım
ve onu geçtim. Bunun üzerine o sustu. Ne zaman ki,
ben küo aldım ve şişmanladım, o hadiseyi de unut­
tum. Yine böyle bir yolculukta onunla beraber çık­
tım. O etrafmdaküere:
«İlerleyin,» dedi, onlar da ilerlediler. Sonra bana:
«Haydi gel seninle yarışayım,» dedi. Yarıştım, bu
sefer de o beni geçti ve gülmeye başladı. Bunun üze­
rine, «Bu ona karşılık,» diye buyurdu.
Bu yüzden de sahabe (ra) şakalaşmakta bir be­
is görmezlerdi. Çünkü imamları ve liderleri olan Re­
sulü Ekrem de bazan şaka yapıyor ve gülüyordu. Sa­
habenin çok lâtif şakaları vardır. İlk İslâm toplumu-
nun kabahk ve asık surathiıktan uzak olduklarım
gösteren çok lâtif şakaları vardı.
Buharî, Edeb’de Bekr b. AbduUah’dan şöyle de­
diğini rivâyet etti: «Peygamber (sav) ashabı birbir­
lerine karpuz atarak (şakalaşıyorlardı.) Gerçek du­
rumda ise onlar erkeklerin ta kendileriydiler.»
Bu şaka İslâm’m murad ettiği hak dairesinden
çıkmayan şakaydı. Onlarda ciddiyet şulesini söndür­
meyen bu şakalar sadece nefislerin canlanması, zi­
hinlerin açılması ve kalp rahatı için yapılırdı. Sahabe
şakalarından Resulûllah (sav) ’i güldürenlerinden bi­

194
ri de İmEim Ahmed’in Ümmü Seleme (ra)’dan rivâ-
yet ettiği şu haberdir; Ebû Bekir (ra) Basra’ya tacir
olarak gittiğinde beraberinde Nuayraan ve Suveybıt
b. Harmele (ra)’yı almıştı. Her ikisi de Bedir sava-
şmda bulunmuştu. Suveybıt yiyeceklere bakıyordu.
Nuayman ona:
— Beni doyur, dedi. O:
— Ebû Bekir gelinceye kadar birşey yok dedi. Nu-
a3onan güldürücü ve çok şakacı biriydi. Kalktı ve ora­
ya deve getirmiş olan tüccarlara giderek:
— Benden çok maharetli bir Arap kölesi satm
alır mısınız? dedi. Onlar;
— Evet dediler. O:
— Yalmz o çok dillidir. Konuşkandır. Belki size
«Ben hürüm» diyebilir. Eğer bu yüzden terkedecek-
seniz hiç boşuna onunla aramızı açmaym, dedi. Onlar:
— Hajnr onu satm ahyoruz dediler. Ve Suveybıt’ı
on deveye satm aldılar. Nuayman develeri alıp getirdi
ve Suveybıt’ı göstererek:
— Alm işte o, dedi. Suveybıt:
— Ben hür bir insanım dedi. Adamlar;
— Senin huyunu öğrendik, dediler ve boynuna
ip geçirerek alıp gittiler.
Ebû Bekir geldi ve durumdan haberdar edildi. O
da arkadaşlarıyla onlara giderek develeri geri verdi­
ler ve Suveybıt’ı aldılar. Sonra bunu Nebi (sav)’e ha­
ber verdiler. Efendimiz ve ashab bir müddet buna
güldüler.
Bir bedevi Nebi (sav) ’e geldi ve devesini mescidin
önüne çöktürdü. Nebi (sav)’in ashabmdan bazüan
kendisine Nuayman denilen Nuayman b. Amr el-En-
sari’ye:
— Şu deveyi kessen de yesek. Canımız çok et is­
tiyor, Resulûllah (sav) parasım öder, dediler. O da

195
kalkıp deveyi kesti. Sonra bedevi çıktı, bir de baktı ki,
devesi kesilmiş. Başladı bağırmaya:
— Ya Muhammedi Devem? Peygamber (sav) çık­
tı ve:
— «Kim yaptı bunu?» diye sordu.
— Nuayman, dediler. Peygamber onu sormaya ve
aramaya başladı. Ve onu Subağa b. Zübeyr b. Abdul-
muttalib’in evinde buldu. Bir hendeğe girmiş ve üze­
rini hurma dalı ve yaprağıyla örterek saklanmıştı. Bi­
risi onu göstererek }diksek sesle:
— Onu görmedim ya Resulûllah, dedi ve parma­
ğıyla onun bulunduğu yeri işaret etti. Resulûllah
(sav) onu çıkardı. Yüzü, üzerine düşen hurma dalla-
rmdan değişmişti. Ona:
«Yaptığm şeye seni sevkeden nedir?» buyurdu. O:
— Beni sana gösterip yerimi işaret edenler bana
bunu emretti ya Resulûllah, dedi. Resulûllah (sav)
onun yüzünü silerek gülmeye başladı ve devenin be­
delini kendisi ödedi. (Hayatüs sahabe)
Bu belirttiğimiz haberlerden sonra İslâm’ın müs-
lümanlar için istediği güleryüz, sevimlilik ve ruhla-
rmm tatlılığı için başka delile ihtiyaç yoktur. Bunlar
insana sevilen ve kalpleri fetheden bir şahsiyet ka­
zandırır. Müslüman bu sıfata, özellikle davet görevi
yapan Müslüman çok muhtaçtır.

Yumuşak başlı:
İslâm’a bağlanmış takva sahibi Müslüman, «Öf­
kelerini yenenler ve insanları' affedenler. Allah iyilik
yapan kullan sever,» âyetine uyarak daima yumu­
şak huylu olmaya, öfkesini yenmeye çalışır. Çünkü
İslâm’da kuvvetli olan, kaim adele ve pazuları bulu­
nan insanları yere seren kimse değildir. Tersine kuv­

196
vetli, kızgınlık anında nefsine hakim olan, dengeli ve
yumuşak huylu olan kimsedir.
«İnsanları mağlup eden kuvvetli değildir. Kuvvet­
li ancak kızgınlık anmda nefsine hakim olandır.»
(Müttefakun aleyh)
Kızgınlık anmda nefse hakimiyet, insamn kuv­
vetli olduğuna bir ölçüdür. Yukarıdaki ölçüler içeri­
sinde nefse yenilmek de zayıf olduğuna. Kabarmış
olan kızgınlık dalgalarma kapılıp geçici bir öfkeye
teslim olmak insanm güçlü olduğunu göstermez. İn­
samn nefsini zabdetmesi, kızgmhk anında sinirlerine
hakim olması, ona; bazı şartlarda kendini idare et­
mesini, fitne ve anlaşmazhklan defetmesini öğretir.
Hedefe kolayca ulaşabilir ve hem insanların hem de
Allah’ın rızasım kazanır. Bu yüzden kendisinden na­
sihat isteyene Resulûllah (sav) bir kelime ile cevap
vermişti: «Kızma!» Adam birkaç kez tekrarladığı hal­
de Resulûllah (sav)’in cevabı aynı idi: «Kızma!»
(Buharı)
Abbas (ra) ’dan şöyle dediği rivayet edilir: Resu­
lûllah (sav) Eşec Abdulkays’a şöyle bu3mrdu;
«Sende Allah’ın sevdiği iki haslet var: Yumuşak
huyluluk ve acele etmemek.» (Müslim)
Gerçek Müslüman bazan kızar ve hiddetlenir ama
onun hiddetlenmesi ve gazabı nefsi için değil Allah
içindir. Allah’m dininin hududu çiğnenince veya di­
nin rükünlerinden birine tecavüz edilince Müslüman
Allah içi gazaba gelir. Allah’ın hükümlerinden bir
hüküm kaldınhnca Müslüman Allah için hiddetlenir.
Ve o zaman Müslüman silkinerek kendine gelir, Al­
lah’m ahkâmı ile oynayanlara dinine ve manevî de-
. ğerlerine tecavüz edenlere karşı önüne geçümez bir
sel olur. İşte Resulûllah (sav)’in de takip ettiği yol
budur. Buharî ve İmam Malik şöyle rivayet ediyor-

197
«ResulûUah (sav) kendi nefsi için intikam alma­
mıştır. Ancak Allah’ın haram kıldığı bir şey çiğnen­
diğinde Allah için intikam alırdı.»
Dinin şerefine bir kötülük yapıldığı ve bu dinin
uygulanmasında hata edüdiği veyahut da hududun
icrasmda gevşeklik gördüğü zaman Peygamberimiz
hiddetlenir ve mübarek yüzünün rengi değişirdi. Bir
gün bir adam gelerek:
— Ben filan adamm namazı uzatması 5rüzünden
sabah namazma cemaata gitmiyorum, dedi. Resulûl-
lah’m hiçbir zaman bu derece hiddetlendiği görül­
memişti. Buyurdu ki:
«Ey insanlar! Sizden bazılarınız nefret ettiriyor.
Hanginiz insanlara imamlık yaparsa kısa tutsun. Çün­
kü arkasmda yaşlı, küçük ve ihtiyaç sahipleri vardır.»
(Müttefakun aleyh)
Bir seferden Aişe’nin yanma döndüğünde evinde
gördüğü resimli ince perde yüzünden Peygamberimiz
hiddetlenmişti. Onu görünce (ahp) 3nrttı ve (öfkeden)
yüzünün rengi değişti ve buyrurdu ki:
«Ey Aişe! Kıyamet günü insanlarm en şiddetli
azap görenleri Allah’m yaratmasma (yaptıkları resim
ve temsülerle) ortaklık etmeye kalkışanlardır.» (Müt­
tefakun aleyh)
Hırsızlık yapmış olan kadm Mahzumi hakkmda
Üsame’nin kendisiyle konuştuğu gün de ResulûUah
(sav) hiddetlendi ve haddi kadına tatbik etmeye az­
metti. Sahabe:
— ResulûUah (sav) üe onun hakkmda kim konu­
şur? dediler. Ve:
— ResulûUah (sav)’m sevgüi dostu Üsame’den
başkası cesaret edemez, dedUer. Üsame onunla konuş­
tu. ResulûUah (sav) hiddetlenerek
«AUah’m hadlerinden (cezalarmdan) bir had

198
hakkında şefaat mı ediyorsun?» buyurdu. Bunun üze­
rine kalkıp bir hutbe irad etti:
«Sizden evvelkiler, şerefli biri hırsızlık 3faptığm-
da onu bırakmalan ve zayıf biri hırsızlık yaptığmda
da ona ceza uygulamalan yüzünden helak oldular.
Allah’a yemin ederim ki eğer Muhammed kızı Fatma
dahi çalsaydı onun da elini keserdim.» (Müttefakun
aleyh)
Peygamber (sav) işte böyle gazaplanırdı. Gazup­
lanma ve hiddetlenme sebepleri İslâm şeriatmda bun­
lardır. Öfke Allah için olmalıdır, nefis için değil.

K üfür ve kötü sözlerden kaçınır:


Kızgmhğı anmda Müslüman bu ahlâka sarılırsa,
dilinden küfür ve kötü sözler cereyan etmez. Müslü­
man küfür, kötü söz ve lânetten nefret ettiren İslâm’
m ahlâki prensiplerine bağlanır. Çünkü İslâm bu tür
sözleri söylemekten Müslüman’ı menetmiştir. İbnu
Mes’ud (ra) ’dan şöyle dediği rivâyet edilir: Resulûl-
lah (sav) buyurdu ki:
«Müslüman’a küfretmek fasıklık, onunla savaş­
mak küfürdür.» (Müttefakun aleyh) «Allahü Teâlâ
kötü sözü ve kötü söz söyleyeni sevmez.» (Ahmed, Ta-
baranî) «Allahü Teâlâ, kötü söz söyleyen utanmaz
kimseyi sevmez.» (Taberanî) «Mümin ne ayıplayıcı,
ne kötü sözlü lânetçi, ne de hayasızdır.» (Buharı, Ede-
bül müfred)
İslâm’m temiz havasmı teneffüs etmiş bir Müs­
lüman’a yukarıda belirtilen sıfatlar asla yakışmaz. O
bu tür çirkin vasıflardan çok ama çok uzaktır. Ve
Müslüman, önderi olan Resulûllah (sav)’in hayatı bo­
yunca kimseyi bir kelime üe dahi kırmamış olduğunu
görünce nefsini bu kötü sıfatlardan uzaklaştırmaya
çahşır.
199
Enes (ra) buyuruyor ki «Resulûllah (sav) kötü
sözlü, lânetçi, küfürbaz değildi. Kızdığı zaman ‘Ona
ne oluyor? Alnı toprağa varasıca’ buyururdu.» Hatta
Resulûllah, (sav) davete kulaklarını kapamış inkârcı
kafirlere dahi lanet etmekten dilini korumuş ve ya­
ralayıcı bir söz söylememiştir. Büyük sahabi Ebû Hü-
reyre bu hususta diyor ki:
— Ya Resulûllah! Müşriklere beddua et, denildi.
Efendimiz de şöyle buyurdu:
«Ben lânetçi olarak değil rahmet olarak gönde-
rüdim.» (Müslim)
Ebû Hüreyre anlatıyor: Bir adam şarap içti ve
Nebi (sav)’e getirildi. Efendimiz de insanlara, «Onu
dövün!» buyurdu. Bizim bazılarımız onu eliyle, bazı­
larımız ayakkabısıyla, bazılarımız da elbisesiyle dö­
vüyordu. Adam çekilince bir kısrmmız: Allah seni ze-
lü kılsm, dedi. Nebi (sav): «Bunu söylemeyin. Ona
karşı şeytana yardım etmeyin» buyurdu. (Buharî)
Resulûllah insanlarm namusuna dü uzatanlara
tasvir ettiği kara ve hüsran dolu sonucu göstererek
nefislerden şer, kin ve düşmanlık tohumlanm kuru­
tur. Çünkü insanm ettiği küfürler, çirkin iftiralar ve
ondan sadır olan tecavüzler kazandığı bütün hasena­
tı 3Û3âp bitiriyor ve hesap günü eli boş olarak ateşten
kendini koruyacak bir koruyucudan mahrum kahyor,
Resulûllah (sav) buyuruyor ki:
— «İflas eden kimdir biliyor musun?» Sahabe:
— Bize göre müflis parası ve malı olmayandır,
dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: «Ümmetim­
den müflis olan, kıyamet günü namaz, oruç ve zekâ­
tıyla buna küfretmiş, şuna iftirada buluhmuş, öteki­
nin malmı yemiş, berücinin kanmı dökmüş olarak ge­
lip hasenatmdan buna ve şuna veren kimsedir, üze­
rindeki haklar bitmeden hasenatı biterse hak sahip­

200
lerinin günâhları alınıp ona yüklenir, sonra da ateşe
atılır.» (Müslim)
Sadık müslümanlann hayatmda bu tür boş şey­
lerin bulunmaması garip değUdii’. Bu ahlâki değerle­
re sahip olan İslâm toplumunda küfretmeye götüre­
cek tartışmaların pek az olması da garip değildir.
Çünkü bu yüce öğütlerin askıya almdığı bir toplum­
da bu tür basitliklerin olması gariptir.
Kişi gerçek İslâm toplumunda konuştuğu her ke­
limenin hesabını vereceğini, kalbinin derinliklerinde
hisseder. Hayat şartları onu bazı tartışmalara sürük­
lese de, öfkesini yenmeye, sinirlerine hakim olmaya
ve Resulûllah (sav)’in şu hadisini hatırlayarak ken­
dine hakim olmayı başarır; «Söyledikleriyle birbûine
küfreden iki kişinin (günahı) söze ilk başlayıp maz­
lumun (hakkına) tecavüz edenin üzerinedir.» (Müs­
lim) Bu yüzden Müslüman düine sahip olan, teşvik
edilse dahi küfretmeyen ve günaha düşüp haddini
aşanlardan olmamak için alevlenmiş gazabım yenme­
ye çahşan kimsedir.
Müslümanm hayatmdaki bu ahlâk ölülere de
uzanır ve ölmüş kimselere dü uzatıp küfretmez. Bazı
cahillerin yaptığı gibi dirilere lanetle yetinmeyip ölü­
lere de küfürde bulunmaz. Zira Resulûllah (sav) bu
konuda şöyle buyuruyor:
«Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar (dünyada) yap-
■tıklarma gittüer.» (Yaptıklarmm karşılıklanm bula­
caklardır.) (Buharî)

Haksız yere kimseye fasık veya kâfir demez:


Düini küfür ve kötü sözlerden koruyan Müslü­
man başkalarım haksız yere tekfir etmekten de çe­
kinir. Resulûllah (sav)’ın, biri İnsanlara fasık veya

201
kafir dediğinde söylediklerinin kendilerine döneceğini
bildirerek, müslümanlan sakmdırmıştır: «Bir Müslü­
man bir Müslümana kâfir veya fasık diye iftirada
bulunmaz ki, iftira attığı öyle değilse (iftirası) kendi­
sine geri dönmesin.» (Buharî)

Utangaçtır:

Gerçek müslümamn sıfatlarmdan biri de utan­


gaç olması ve İslâm toplumunda kötülüğü örtmesi­
dir. Müslüman, kitap ve sünnetin insanların namus­
ları hususunda konuşanlar hakkındaki uyanlarını da
hesaba katarak amel eder: «Müminler arasmda ha-
yasızhğm yayılmasım arzu edenlere, işte onlara dün­
ya ve ahirette can yakıcı azap vardır.» (Nur: 19) Top­
lumda hayasızlığı diliyle yayan, o işi yapmış gibi gü­
nahkârdır. Ali b. Ebi Taüb (ra) der ki: «Kötü söz
söyleyen ve o sözü yayan günah bakımından eşittir.»
(Buharî, Edebül müfred’de)
İslâm toplumunda fert haya sahibidir. Başkala-
rınm ayıplarmı örter. Aşağıhk şeylere tenezzül et­
mez. Onun kendine İslâm’m verdiği başkalarınm na­
musları hakkında konuşmaktan men eden bir ahlâ­
kı vardır. İster duymuş olsun ister görmüş olsun di­
lini masiyeti âçıldamaktan korur. Zira ResulûUah
(sav)’in şu hadisini bilir: «(Masiyetleri) açığa vuran-
larm dışmda ümmetimin hepsi affedilmiştir. Biri ge­
ce bir iş işler. Sonra da Allah onun yaptığmı örtmüş
olarak sabahlar. (Başkası ona): Ya filan! Sen dün
akşam şöyle şöyle yaptm, der. Rabbi onu örterek ge­
celer, sabahlayınca AUah’m sırrım açıklar. İşte bu
(masiyeti) açığa vuranlann işlerindendir.» (Müttefa-
kun aleyh) «Bir kul diğer bir kulun dünyada (ayıbı­

202
nı) örtmez ki Allah da onun (ayıbım) kıyamet günü
örtmesin.» (Müslim)
Ukbe b. Amir’e bir kavim gelerek:
— Bizim, içen ve (masiyet) işleyen komşuları­
mız var. Onları İmam’a şikâyet edelim mi? dediler.
Ukbe şöyle cevap verdi:
— Hayır, Resulûllah (sav) i şöyle buyururken
işittim: oMüslümanın bir a3nbım görüp onu örten
canlı olarak gömülmüş birini kabrinden dirUtmiş gi­
bidir.» (Buharı, Edebül Müfred)
İnsandaki zafiyetin tedavisi insanların ayıpları-
m araştırmak, onlan rezil etmek ve teşhir etmekle ol­
maz. Bu zafiyetin tedavisi, hakkı kulaklarına en gü­
zel şekilde duyurmak, onlara itaati sevdirmek ve ma-
siyetin çirkinliğini göstermekle olur. Onları karşımı­
za alıp yaptığı a 3ubı yüzüne vurmakla değil. Yumu-
şakhk, nezaket ve güzel bir giriş üe kalblerin kapalı
kapıları açılabilir. Nefisler yumuşar. Sonra İslâm müs-
lümanlarm kusurlarını, ayıplarmı araştırmayı yasak­
lamıştır. Allahü Teâlâ, «Birbirinizin ayıbmı araştır-
masnn.» buyuruyor.
İbnu Mes’ud (ra)’dan rivâyet edilir ki ona bir
adam getirildi ve denüdi ki:
— Biz kusur aramaktan nehyolunduk. Ancak bi­
ze bir şey (apaçık) görünürse ona göre durum ah-
•rız. (Ebû Davud)
Müslümanlarm ayıplarım araştırmak, onları kont­
rol etmek, zafiyet ve kusurlu anlarını gözetlemek ve
teşhir etmek onlara eziyet verir. Dolaınsıyla içinde
yaşadıkları toplum rahatsız olur. Bir toplumda da
hayasızlık yayılır ve dedikodu artarsa orada çöküş
başlar. Masiyet basit görülür, kin yaygmlaşır, düşman­
lık yerleşir ve fesad genelleşir. Resulûllah (sav) bü­
tün bunlara şu hadisiyle işaret etmiştir: «Sen müs­

203
lümanların ayıplarım araştırırsan fesada vermiş olur­
sun veya fesada vermen yakındır.» (Ahmed)
Bu sebeple Resulûllah, (sav) insanların namusu­
na dil uzatmanm, kusurlarını araştırmanın tehlike­
sine dikkati çekerek, başkasmm ayıbını örtmeyi ba­
sit görenlerin kusurlarını açığa vurmak ve kendi evin­
de rezil etmekle tehdit ediyor: «Allah’m kullarım ra­
hatsız etmeyin. Onları ayıplamaym ve a 3nplarmı araş-
tırmaym. Çünkü kim müslüman kardeşinin asnbını
araştırırsa Allah onun ayıbım talep eder ve onu ken­
di evinde rezil eder.» (Ahmed)
İbni Âbbas’tan bir rivâyette Resulûllah (sav) in
namuslara musallat olan bu insanlara öfkesini belir­
tiyor ve diyor ki:
Resulûllah örtülerinin içindeki cariyelerin de du­
yacağı şekilde bir hutbe irad etti ve buyurdu:
<(Ey diliyle iman edip imanın kalblerine girmediği
topluluk! Müminleri rahatsız etmeyin. Onların ayıp-
larmı araştırmaym. Çünkü Müslüman kardeşinin ayı­
bım araştıranm Allah örtüsünü yırtar. Ayıbım ara­
yan kimseyi evinin içinde de olsa rezil eder.» (Tabe-
ranî)
Resulûllah (sav)’in insanlarm namuslarına dil
uzatanlara gösterdiği şiddet onlara, «Ey dilleriyle
iman edip imanm kalplerine girmediği topluluk,» di­
ye hitap etmesine vesüe olmuştur. İşledikleri günah
yüzünden kalpleri çöküp iman nimetinden'^ mah­
rum kalmaya sebep olan bu günah ne büyüktür! O
gerçekten büyük bir günahtır.

Kendini ilgilendirmeyen şeye karışmaz:


Şuurlu ve İslâm’a bağh Rabbinin rızasmı göze­
ten bir Müslüman kendini ilgilendirmeyen şeye mü­

204
dahale etmez. Burnunu insanlarm özel işlerine sok­
maz. Onlar hakkmda söylenen ve yayılan şeylere al­
dırmaz. Çünkü İslâm ahlâkına tutunmak için onlar­
dan kaçınır. O, bu boş, faydasız ve ucuz gevezelikler­
den koruyan İslâm ahlâkmm kaynaklatma iman
eder; «Kişinin müslümanlığmm güzelliği kendini il­
gilendirmeyen şeyi terketmesidir...» (Mâlik, Ahmed,
Taberanî)
Ebû Hüreyre (ra)’dan şöyle dediği rivâyet edilir:
Resulûllah (sav) buyurdu ki:
«Allah sizin için üç şeyden razı olur, üç şeyden
de hoşlanmaz. Sizin' kendine kulluk etmenize, şirk
koşmamanıza ve Allah’m ipine hepinizin sarılıp da­
ğılmamasına razıdır. Dedikodu yapmanızdan, çok so­
ru sormanızdan ve mal ziyan etmenizden de hoşlan­
maz.» (Müslim)
İslâm’m yetiştirdiği rabbani toplumda dedikodu­
ya, çok soruya ve insanlarm özel işlerine müdahaleye
yer yoktur. Çünkü bu toplumda fertler bunlardan da­
ha yüce şeylerle, İslâm’ı tebliğle meşguldürler. Onun
sancağmı her köşede dalgalandırmakla uğraşırlar. îs-
lâm’m değerlerini insanlar arasmda yaymaya çalışır­
lar. Bu bü3Tük işlerle uğraşanlar o küçük günahlarla
meşgul olmaya vakit bulamazlar.

Gıybet ve kovucvluktan uzaktır:


Müslüman gıybet ve kovuculuktan uzaktır. Çün­
kü o, yetişmesi ve İslâm ahlâkma bağhhğıyla bu gi­
bi basitliklerden yüz çevirmiş hayattaki büyük işlere
talip olmuştur. Daima Kitap ve Sünnetin yoluna ku­
lak veren, emrettiğini aüp yasakladığım terkeden bir
insandır Müslüman. Ve o şu âyetleri okur:
«Kimse kimseyi çekiştirmesin, hangi biriniz ölü

205
kardeşinin etini yemekten hoşlanır. Ondan tiksinirsi­
niz. Allah’tan korkun, şüphesiz Allah tevbeleri daima
kabul edendir.» (Hucurat; 12)
Gıybetten nefret eder. Çünkü gıybet edenin, in­
sanı çekiştirenin gıybet ettiği kimsenin ölü etini ye­
diğini bilir. Ve hemen tevbeye yönelir.
Müslümanlarm hangisi daha üstündür? sorusuna
Resulûllah (sav)’in verdiği cevaba kulak verir: «în-
sanlarm dilinden ve elinden kurtulduğu kimse.» (Müt-
tefakun aleyh)
Bu yüce öğüt karşısmda Müslüman gıybete ya­
naşmaz ve insanları rahatsız etmez. Tam tersine gıy­
beti bulduğu yerde kovar ve Müslüman kardeşini ar-
kasmdan korur, ona bazı düler uzandıkça onları en­
geller. Müslüman kardeşini müdafaa eder. Çünkü Re­
sulûllah (sav) buyuruyor ki:
«Müslüman kardeşinin namusunu arkasmdan ko­
ruyan kimseyi ateşten azad etmek Allah üzerine hak
olur.» (Ahmed, Taberanî)
Mütteki bir Müslüman, toplumda kovuculuk yap­
maz. Çünkü dininden söz taşıyan ve insanları çekiş-
tirenlerin, şerliler zümresine dahil olduğunu ve in-
sanlarm arasım bozmaktan başka düşüncelerinin ol-
madığmı bilir.
Esma binti Yezid’den rivayet edilmiştir. Resulûl­
lah (sav) şöyle buyurdu;
«Size en hayırhlarmızı haber vereyim mi?» Saha­
be;
— Evet ya Resulûllah! dediler. Buyurdu ki:
«Görülünce AUah’m zikredildiği kimseler.» Son­
ra devam etti:
«Sizin en şerlUerinizi haber vereyim mi? Laf ta­
şıyanlar, dostlar arasmı bozanlar, kusursuz insanlara
zulmedenler.» (Ahmed)

206
insanların arasını açan fitneci kimseye dünya­
da ve ahirette ceza olarak, hatasında ısrar eUiği tak­
dirde bütün ümit kapılarını kapayan şu hadis kafi­
dir;
«Cennete koyuculuk edenler giremez.» (Müttefa-
kun aleyh)
İnsana korku ve dehşet veren bir husus da ko­
yuculuk edenin azabınm kabrine konur konmaz baş­
lamasıdır. Buharî, Müslim ve başkaları İbni Abbas
(ra)’ın şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir:
Resulûllah iki kabrin yanmdan geçti ve buyurdu
ki:
«O ikisi de azab görüyorlar. Büydik bir günah için,
azab görmüyorlar. Birisi laf taşıyordu, diğeri ise bev-
linden (sidiğinden) istibra etmiyordu (kaçmmıyor-
du).» Bir yaş hurma dah istedi. Onu ikiye bölüp bi­
rinin üzerine birini, öbürünün üzerine de öteki par­
çayı dikti ve buyurdu ki: «Kurumadığı sürece belki
onların azabını hafifletir.»

Yalan söylemekten çekinir:


Şuurlu gerçek müslümanm sıfatlanndan biri de
yalan söz söylememesidir. Çünkü yalan haramdır;
«Yalan sözden çekinin.» (Hac: 30)
Yalanın haram ölmasmm yanısıra yalan yere şa­
hitlik, kişiliği zedeleyen, güveni gideren ve şerefe le­
ke süren bir davranıştu. Yalan söz müslümanm sı-
fatlanndan değildir. Bunun için Allah, seçkin kuUa-
nndan bu sıfatı büyük günahlarla birlikte kaldırmış­
tır: «Onlar yalan yere şehâdet etmezler. Faydasız bir
şeye rastladıklarmda yüz çeviHp vakarla geçerler.»
(Furkan: 72) .
Resulûllah, (sav) iki büyük günah olan Allah’a

20T
şirk koşmak ve ana babaya asi olmanın peşinden bu­
nu zikrederek öfke içindeki müslümanları uyararak
şöyle buyurur:
«Büyük günahların en büyüğünü size haber ve­
reyim mi?»
— Evet ya Resulûllah, dedik. Buyurdu ki:
«Allah’a şirk koşmak, ana babaya asi olmak.»
(Nebi (sav) yaslanıyordu, doğrulup oturarak):
«Dikkat edin! Ve yalan söz» O kadar çok tekrar
etti ki biz: «Keşke söylemeseydi» dedik. (Müttefakun
aleyh)

Kötü zan (sü-i zan) dan çekinir:


Gerçek müslümamn sıfatlanndan biri de insan­
lara suizanda bulunmamasıdır. Çünkü şu âyetle amel
eder: «Ey inananlar! Zannm çoğundan sakınm, zira
zarının bir kısmı günahtır.» (Hucurat: 12)
Zan ve insanlar hakkmda gerçekten uzak şeyleri
arkalarından söylemek hususunda Peygamber şid­
detle sakındırmıştır: '((Zandan sakının. Çünkü zan
sözlerin en yalan olanıdır.» (Müttefakun aleyh) Nebi
(sav) zannı, sözlerin en yalanı olarak kabul etmiştir.
Sadık müslümanm dilinden yalan kokusu olan sözler
çıkmaz.
Peygamber yolu zandan sakındırıp, bunu sözlerin
■en yalam olarak kabul ederken müslümanlara insan­
lar hakkmda zalıirde görecekleri ile hükmetmelerini,
zan, şüphe, dedikodu ve evham ile başkalarma iftira­
dan uzak durmayı öğretmektedir. İnsanların gizli şey­
lerini ortaya çıkarmak müslümana yakışmaz. İnsan­
ların özel işlerine burun sokmak ve namusları hak­
kmda ileri geri konuşmak Müslüman ahlâkından de­
ğildir. Ancak müslümanm işlerinden zahirde gördü­

208
ğüyle hükmeder. Ne gördüyse onu söyler. Şüphe ve
aan ile hükmetmez. İşte sahabe ve tabiinin takip et­
tiği yol buydu. Çünkü onlar İslâm’ın temiz havasını
ve terbiyesini teneffüs etmiş seçkin insanlardır.
Abdurrezzak, Abdullah b. Utbe b. Mes’ud’dan
şöyle söylediğini rivayet eder: Ömer b. Hattab (ra) ’ı
şöyle derken işittim: İnsa,nlar Besulûllah (sav) zama-
nmda vahiy ile hükmediyorlardı. Vahiy artık kesU-
miştir. Biz artık sizin amellerinizden hükmederiz. Bi­
ze iyilik izhar edeni korur ve kendimize yaklaştırırız.
Onun gizledikleri bizi ilgilendirmez. Gizlediklerinden
dolayı Allah onu hesaba çeker. Bize şer izhar edene
güvenmez ve tasdik etmeyiz. İsterse kalbinin temiz
olduğunu söylesin.» (Hayatüs sahabe)
Bu sebeple şuurlu ve mütteki Müslüman konuş­
tuğu her kelimede ve verdiği her hükümde şu ayeti
akimdan çıkarmaz: «Bilmediğin şeyin ardma düşme.
D(^rusu kulak, göz ve kalb, bunlarm hepsi o şeyden
sorumlu olur.» (Isra 36)
Müslüman başkalannm aleyhinde konuşmaz. Zi­
ra kalben inanır ki konuştuğu her kelime bir melek
tarafmdan kaydedilmektedir:
«Sağında ve solunda onunla beraber oturan iki
alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söyle­
diği her sözü zapteder.» (Kâf: 17-18)
Bu nassların bilincine ermiş bil' Müslüman ağr
zmdan çıkan her kelimenin mesuliyetinden korkar.
Ve bu yüzden konuştuğu her kelimede onu, dikkatli,
sözlerini tartan bir vaziyette görürsün. Çünkü o, ko­
nuştuğu kelimenin onu Rabbmm rıza makamma çı­
karacağı gibi cehennemin en alt tabakalarma indi­
receğini de bilir. Bu hususta Besulûllah (sav) şöyle
buyurur.
«Kişi Allah’ın rızasma (uygun) bir kelime konu­

209
şur (da bu kelimenin) ulaşturdığı (yüksek mertebe­
ye) ulaşacağmı zannetmez. (Halbuki) Allah kendine
kavuşacağı güne kadar ona rızasını yazar. Bir kişi de
Allah’ın gazabmı (celbeden) bir kelime konuşur (da
bu kelimenin onu düşüreceği derekeye) ulaştıracağı­
nı zannetmez. (Halbuki) Allah bu kelimeye karşılık
ona kıyamet gününe kadar gazabmı yazar.» (Mâlik)
Mutteki ve kalbi temiz Müslüman insanlarm man­
tıksız sözlerine kulak vermez ve bugün toplumlunuz­
da kol gezen dedikodu, şayia ve zanlardan kulağma
gelenlere aldırış etmez. Buna ilâveten insanlardan
duyduğu şeylerin doğruluğunu öğrenmeden naklet­
mez. Büâkis başkalarmm naklettikleri şeyin yalan
veya doğru olduğunu öğrenmeden aktarmayı Resu-
lûllah (sav)’ın haram olan yalandan saydığmı bilir.
«Kişiye duyduğu herşeyi nakletmesi günah olarak ye­
ter.» (Müslim)

Sır saklar:
Gerçek Müslüman sır saklamayı bilir ve birinin
kendine emanet ettiği sırrı, ifşa etmez. Sır saklamak
kişinin mertliğini, şahsiyetinin kuvvetini ve ahlâkı-
nm metanetini gösterir. Müslümanlarm seçkin erkek
ve kadmlarm ve nefisleri bu dine boyun eğenlerin
ahlâki yapısı böyleydi. Sır saklamak ahlâklarmın en
bariz yönlerinden biriydi.
İmam Buhari, b. Ömer (ra )’dan rivayet ediyor
ki Ömer (ra)’in kızı Hafsa dul kalmca dedi ki: «Os­
man (ra)’ı gördüm ve Hafsa ile evlenmesini teklif
ettim. Ve dedim ki:
— Dilersen Hafsa’yı sana nikâhlarım. Osman:
— Bunu düşüneceğim, dedi. Ve birkaç gün bek­
ledikten sonra Osman beni görerek:

210
— Bana bu günümde evlenemeyeceğim belli ol­
du, dedi. Ben de Ebû Bekr’i buldum ve ona:
— Dilersen sana Hafsa bt. Ömer’i nikâhlarım de­
dim. Ebû Bekir sustu ,ve bir şey söylemedi. Bu yüz­
den ona Osman’dan daha çok kızdım. Birkaç gün bek­
ledikten sonra Hafsa’yı Resulûllah (sav) istedi, ben
de ona nikahladım. Bundan sonra Ebû Bekir beni bul­
du ve:
— Belki sen Hafsa’yı bana teklif ettiğinde cevap-
vermediğim için bana kızdın, değil mi? dedi. Ona:
— Evet dedim. Dedi ki:
— Hafsa’yı bana teklif ettiğinde sana cevap ver­
mekten beni hiçbir şey menetmemiştir. Ancak ben
Nebi (sav) ’in Hafsa’yı zikrettiğini biliyordum. Bunun
için Resulûllah (sav) in sırnm yayacak değildim.
Eğer Peygamber (sav) onu terketseydi ben kabul eder­
dim.»
Sır saklamak selefin sadece erkeklerine mahsus
değildi. İslâm nurunu almış, kalb ve kafaları bu nur
ile aydmlanmış kadm ve çocuklar dahi bu güzel ah­
lâkın gözle görülür örnekleridir.
İmam Müslim’in Enes (ra)’dan rivayet ettiği şu
hadiste b u . durumu gayet açık bir şekilde görürüz:
Enes şöyle dedi: Ben çocuklarla oynarken Resulûllah
(sav) geldi ve beni bir ihtiyacı için gönderdi. Ben an­
neme gidecektim. Fakat biraz gecikmiştim. Anneme
gidince:
— Seni (bu zamana kadar) tutan nedir? dedi.
Ona:
— Resulûllah (sav) beni bir ihtiyacı için gönder­
di, dedim. Bana:
— İhtiyacı nedir? dedi. Ben de:
— O bir sır, dedim. Bana:
— Resulûllah (sav) in sırnm sakm kimseye söy­

211
leme, dedi. Bunun üzerine Enes (ra) ela şöyle dedi:
«Eğer o sırrı birine söyleseydim sana söylerdim ey
Sabit!» (Müslim)
Enes’in annesi onu Resulûllah (sav)’in sırrını
saklamaya düşkün görünce onu teyid ederek o sırrı
hiç kimseye söylememesini istedi. Enes de o sırrı Pey-
gamber’in hatibi ve cennetle müjdelenenlerden oldu­
ğu hald Sabit’e dahi söylemedi. Enes’in annesinin me­
rakı onu oğlundan o sun almaya çalışmaya sevket-
medi. İşte İslâm terbiyesi budur.
Sırrı ifşa etmek, insanların mübtela olduğu âdet­
lerin en kötüsüdür. Hayatta bilinen herşey söylenmez.
Bazı şeyler vardır mürüvveti zedeler, kıskançlık uyan­
dırır, şeref ve şana halel getirir.-Ve bazı şeylerin giz­
li kalması gerekir. Özellikle de bu şeyler evlilik ha­
yatıyla ügiliyse. Bu tür şeyleri aklından zoru olma­
yan kimselerin dışmdakiler başkalanna duyurmaz­
lar ve ifşa etmezler. Bu tür sırları ancak şahsiyetin­
de kaypaklık ve basitlik görünen kimseler ifşa eder­
ler. Sonra bu tür sulan'ifşa edenler kötü insanlar
zümresinden, hatta Allah nezdinde şerliler zümresin­
den sayılular. ResulûUah (sav) şöyle buyuruyor
«Kıyamet günü Allah katmda insanlarm en şer­
lisi kendisine su veren eşinin sırlarını yayan adam­
dır,» (Müslim)

Aralarında üçüncü bir şahıs varken gizli


konuşmaz:
Mütteki ve dininin ahkâmmm kavramış Müslü­
man ince ruhlu, düşünceli ve insanlarm duygularına
saygılı davranan, onlara fenalık yapmaktan çekinen
kimsedir. Dolayısıyla konuşmasmda nezaketi terket-
mez. Bu nezaketin başmda da üçüncü kişinin yanm-

212
da biriyle gizli konuşmamak gelir. Bu İslâm’ın müs-
lümanlardan uygulamalarmı istediği edep kurallann-
dan biridir.
İbn-i Mes’ud (ra)’dan rivayet edilen bir hadiste
Resulûllah (sav) buyuruyor ki:
«Üç kişi olduğunuzda insanlara kanşıncaya ka­
dar iki kişi diğerini terkederek gizli konuşmasın. Çün­
kü bu onu üzer.)) (Müttefakun aleyh)
İslâm’ın duygularını incelttiği, akıllılık, nezaket
ve ileri görüşlülük ile donattığı Müslüman, üç kişiyi
aşmayan bir topluluk içmde ise üçüncü şahsm duy-
gularma hürmet için fısıldaşmaktan ve gizli konuş­
maktan uzaktır. Üçüncü şahsın sıkılmaması ve yal­
nızlık hissine kapılmaması için bunlardan kaçmır.
Ancak iki kişinin konuşmasını gerektiren bir durum
varsa üçüncü şahıstan izin istenmesi ve ondan özür
dilenmesi gerekir.
İslâm’ı her yönüyle hayatlanna nakşedebilmiş
Sahabe-i Kiram insanlarla muamelelerinde boylesine
hassas noktalara riâyet ederler ve gafil davranmaz­
lardı. Bize onlarm üeri derecedeki sosyal yaşantıları­
nı nakleden haberler oldukça çoktur.
İmam Mâlik’in Muvatta’mda Abdullah b. Dinar’
dan naklettiği şu haber onlardan biridir: Abdullah b.
Dinar şöyle diyor:
İbn-i Ömer ve ben Halid b. Ukbe’nin çarşıdaki evi­
nin yanmda idik. Biri gelerek onunla yahuz konuş­
mak istedi. İbn-i Ömer’in yanmda da benden baş­
ka kimse yoktu. İbn-i Ömer başka bir adam çağırdı
Harise b. Vehb’den rivâyet edilir. Resulûllah
(sav)’i şöyle buyururken işittim; «Size cehennem eh­
lini haber vereyim mi? Kaba, böbürlenerek yürüyen ve
kibirli herkes.» (Müttefakun aleyh)
Kibirlilere ceza olarak Allah’ın onlara ahirette

213
nazar etmemesi, onlarla konuşmaması ve onları tez­
kiye etmemasi kafidir. Resulûllah (sav) şöyle buyu­
ruyor: «Allah kıyamet günü eteğini kibirle sürülen­
lere nazar etmez.» (Müttefakun aleyh)
«Üç kişi vardır ki Allah kıyamet günü onlarla
konuşmaz, onları temize çıkarmaz ve onlara nazar
etmez. Onlar için acıkh bir azab vardır. Onlar şu kim­
selerdir: Zina eden ihtiyar, yalancı melik (kral) ve
kibirli fakir.» (Müslim)
Kibir, ilahlık sıfatlarmdandır. Za5nf ve aciz ya-
ratıklarm sıfatlarından değildir o. Kibirlenip böbür­
lenenler ilahlık makaımna tecavüz edip yüce yaratı-
cınm sıfatlarmdan birisinde O’na meydan okumak­
tadır. Bu 3dizden de onlar Resulûllah (sav) ’in haber
verdiği azaba müstahak oldular;
AUahü Teâlâ şöyle buyurur: «Azamet ve büyük­
lük benim iki sıfatundır. Kim (bu iki sıfattan birini
takmarak) bana ortaklığa kalkışırsa şüphesiz ona
azab ederim.» (Müslim)
Bu yüzdejı bir çok hadis, müminleri bir an dahi
olsa kibirlenmekten sakmdırmıştır. Ve bu hastalık­
tan onlan korumak için çeşitli metodlar takip etmiş­
tir. Şu hadis bu naslardan biridir: «Kibirlenen veya
böbürlenerek 3dirüyen kimse Allah’a kendine gazap-
lanmış olarak kavuşur.»

Alçak gönüllüdür:
Kibirlileri en şiddetli azap ile tehdit eden nasla-
rm karşıhğmda alçak gönüllülüğü yücelten ve sev­
diren naslar da vardır. Mütevazi insan, kuruntu ve
kibirden temizlenerek Allah için tevazu gösterdikçe
derecesi yükselir. «Allah için tevazu gösteren bir kim­
se yoktur ki, Allah onun mertebesini yükseltmesin.»

214
(Müslim) «Allahü Teâlâ bana; Kimse kimseye böbür­
lenmeyecek ve kimse kimseye taşkmiık etmiyecek şe­
kilde mütevazı olunur, diye vahyetti.» (Müslim)
Resulûllah (sav)’in yaşantısı her yönüyle örnek
olduğu gibi tevazuda da eşsiz bir örnek idi. Şefkat,
yumuşak huyluluk ve hoşgörüde bir numune-i imti­
sal. Hatta oynayan çocuklarm yanmdan geçerken da­
hi peygamberlik gibi yüksek bir derece onu çocukla­
ra selâm vermekten alıkoymazdı. Onlara selâm verir,
yumuşak davranır ve gönüllerini hoş ederdi. Enes (ra)
çocuklarm yanmdan geçerken onlara selâm verdi ve,
«Resulûllah (sav) böyle yapardı,» dedi. (Müttefakun
aleyh)
Temim h. Üseyd İslâm’m, hükümlerini sormak
için birgün Medine’ye geliyor ve bu yabancı adam İs­
lâm devletinin en yüce makammda bulunan Resu-
lûllah’a direk giderek hiçbir engelle karşılaşmıyor. Re­
sulûllah (sav) ’i minberde hutbe okurken buluyor. So­
rarak ona yaklaşıyor. Resulûllah (sav) alçak gönül­
lülük, şefkat ve onun anlayacağı şekilde sorusuna ce­
vap veriyor. Müslim’in naklettiğine göre Temim şöy­
le diyor: Resulûllah (sav) ’e hutbe okurken geldim. De­
dim ki:
— Y a Resulûllah! Garip bir adam gehniş dinini
soruyor, dini nedir bilmiyor. Resulûllah (sav) hutbe­
yi terkederek yanma geldi. Bir yere oturarak bana
Allah’m kendine öğrettiklerini öğretmeye başladı. Son­
ra da kalkıp yarım kalan hutbesini tamamladı.
Resulûllah (sav) sahabe nefislerine devamh hoş­
görü, yumuşak huyluluk üzerine bina edüen tevazu-
yu aşılardı. Şöyle buyuruyor: «Bir paça veya buda da­
vet edilseydim icabet ederdim. Bir paça veya bud he­
diye edilseydi kabul ederdim.» (Buhari)

215
Kimseyle alay etmez:
Tevazu saliibi Müslüman bir kişi insanları hakir
görmek ve onlarla alay etmekten uzaktır.- Çünkü Kur­
an tevazu sevgisi vermiş ve kibirden kaçınmayı aşıla­
mışta. Aym zamanda da insanlarla alay etmeyi ya­
saklamışta:
ı.Ey inananlar! Bir topluluk, bir diğerini alaya
almasm. BeUd onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar.
Kadmlar da başka kadmları alaya almasınlar. Belki
onlar kendüerinden daha iyidir. Birbirinizi ayıplama-
ym, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İnandık­
tan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir isimdii’.
Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir.» (Hucurat;
11)
Resulûllah (sav) de müslümanın, kardeşini ha­
kir görmesinin tamamen şer olduğunu bildirir; «Ki­
şiye şer olarak Müslüman kardeşini hakir görmesi
yeter.» (Müslim)

Büyüklere saygı gösterir:


İslâm insanları hakir görmeyi değil, onlara hür­
met etmeyi emretmiştir. Özellikle de takdir ve saygı­
ya lâyık iseler... İslâm büyüğe, âlime, fazilet sahip­
lerine saygıyı İslâm toplumunda Müslüman’a şahsi­
yetini kazandıran temel ahlâki kurallardan saymış­
tır. Bu özelliğini kaybeden toplum kendisini ayakta
tutan en önemli değerlerinden birini yitirmiş, asliye-
tinden sıynimış demektir. Peygamberimiz şöyle bu­
yuruyor:
«Büyüğümüze saygı göstermeyen, küçüğümüze
merhamet etmeyen ve alimimizin hakkmı bilmeyen
benim ümmetimden değUdir.» (Ahmet, Taberanî)
Bir toplumda büyüğe saygı gösterilmesi o toplum

216
fertlerinin insani ahlâk kaidelerini anladıklarının bir
işaretidir. Nefislerinin yüceliği ve terbiyelerinin bir
alâmetidir. Bunun için Resulûllah (sav) bu mânâyı
müslümanların nefislerine yerleştirmeye çalışmıştır.
Bunu yaparken de Müslüman-İslâm toplumunun te­
melini yükseltmiş ve ahlâk direklerini de yerine oturt­
muştur.
Büyüklerin yanında küçüğün konuşmasmı hoş-
görmediği şu hadise konumuza bir delUdir. Peygam­
ber (sav) kendisine gelen bir heyette en küçükle­
ri olan Abdurrahman b. Sehl’in konuştuğunu görün­
ce «Büyük konuşsun, büyük konuşsun» buyurmuş­
tur. Abdurrahman bunun üzerine susmuş ve ondan
büyüğü söz almıştır. (Müttefakun aleyh)
Büyüklere saygıda Resulûllah (sav) daha da üe-
rilere giderek onlara gösterüecek saygmm AUah’a gös­
terilecek saygı olduğunu ifade bu3rurmuştur.
«İhtiyar müslümana, Kur’an tilavetini terketme-
yip, onunla amel eden hafıza ve adaletli devlet reisi­
ne ikram, Allah’a saygı göstermekten sayıür.» (Ebû
Davud)
Bu terbiye İslâm’m ilk neslinde semeresini gös­
termiştir. Onları bu yüce ahlâkm kendüerinde can­
landığı birer insan yapmıştır. Sahabe (ra) büyükle­
re ve fazilet sahiplerine gösterdikleri saygıda eşsiz bi­
rer örnek olmuşlardır. Misâl olarak Ebû Said Semu-
re b. Cündeb’i zikredelim. Bu seçkin sahabi şöyle di­
yor:
«Resulûllah (sav) zamanmda çocuktum. Ondan
(Kur’an veya hadis) ezberliyordum. Beni orada ko­
nuşmaktan benden büyük olan kimselerin bulunma-
smdan başka birşey engellemiyordu;» (Müttefakun
aleyh)
Her müslümanm büyüklere ve fazilet sahipleri-

217
ne saygıda kendisine örnek alması gerekenlerden bi­
ri de Abdullah b. Ömer (ra) ’dır.
Birgün Resulûllah (sav)’in meclisine geldi. Ebû
Bekir ve Ömer (ra) da oradaydılar. Resulûllah (sav)-
îbn-i Ömer’in cevabını bildiği bir soru sordu. Fakat
o Ebû Bekir ve Ömer’e saygı için konuşmadı. Abdul­
lah b. Ömer’e kulak verelim. Resulûllah (sav) şöyle
buyurdu: «Misali müslümanm misali gibi olup mey­
vesini Rabbinin izniyle her an veren ve yaprağı düş­
meyen ağacı söyleyin.»
Ben kendi kendime: Hurma ağacı dedim ama ora­
da Ebû Bekir ve Ömer bulunduğu için konuşmak is­
temedim. Onlar da konuşmaymca Nebi (sav) :
«O hurma ağacıdır,» buyurdu. Babamla birlikte
çıkmca ona:
— Baba! Benim aklıma hurma ağacı olduğu gel­
mişti, dedim. O da:
— Söylemekten seni alıkoyan nedir? Söyleseydin
benim için bu, birçok şeyden daha sevimli olurdu, de­
di. Dedim ki:
— Senin ve Ebû Bekir’in konuşmadığını görmek­
ten başka birşey beni alıkoymadı. Bu yüzden konuş­
mak istemedim. (Buharî ve Müslim)
İslâm insanları, İslâm toplumunda lâyık olduk­
ları yere oturtmuştur. Bu da Resulûllah (sav) emriy­
le olmuştur. İmam Müslim sahihinde şöyle der: Aişe
(ra )’mn şöyle dediği zikrolunmuştur: «Resulûllah
(sav) bize insanlara lâyık oldukları şekilde davran­
mamızı emretti.»
İnsanlan lâyık oldukları yere koymak, onlarm
kıymetlerini bilmek, alimlere ve ilmiyle amil olan ha­
fızlara, ileri görüşü akıllı kimselere, fazilet erbabma
öncelik tanımak, onlara değer vermek, gerekir. Çün­
kü alimlerin İslâm toplumunda çok yüksek bir ma-

:218
kanu vardır. Allahü Teâlâ bu yüksek mertebeye on­
ları koyarken şöyle buyuruyor: ((Bilenlerle bilmeyen­
ler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt
alırlar.» (Zümer: 9)
Kur’an hafızlarının da İslâm toplumunda üstün
dereceleri vardır. Hadis-i şerifler onlara meclislerde
saygı gösterilmesi ve öncelik tanınması için imamlı­
ğı onlara vermiştir;
«İnsanlara Allah’m kitabını en iyi okuyanlar
imamlık yapar. Kıraatte eşit iseler sünneti en iyi bi­
lenleri, sünnette de eşit iseler önce hicret edenleri,
hicrtte de eşitseler en yaşlıları imamlık eder. Birisi di­
ğerine ona ait yerde izinsiz imamlık yapmasın. Ona
saygı için oturduğu yere oturmasm.» (Müslim)
«İhtiyar müslümana, Kur’an tilavetini terketme-
yip onunla amel eden hafıza ve adaletli devlet reisine
ikram Allah’a saygı göstermekten sayılır.» (Ebû Da-
vud)
Resulûllah (sav) Uhud’da şehidleri ikişer ikişer
defnederken soruyordu: «Hangisi daha çok Kur’an
ezberliyordu?» Birine işaret edilince onu kabre koy­
mada öncelik tamyordu. (Buharî)
Resulûllah (sav)’in, insanları lâyık oldukları ye­
re k03nnak hususunda namazdan önce saflan düzel­
tirken buyurduğu şu hadis de O’nun yüce öğütlerin­
den biridir: «Benim arkama faziletlileriniz dursun.»
Bu öğüdün mânâ 3mklü hizmetli birçok yönü var­
dır. Bunlardan birincisi insanlan bulunduğu yer ve
rütbelerine göre tas^if etmektir. Görüş sahibi insan-
lann namazda Peygamber (sav)’in arkasmda bulun­
ması, onların müslıimanlarm çeşitli işlerinde aday
gösterildiğine bir işarettir. Her birinin imkân, kudret
ve ihtisasma göre onları müslümanlarm çeşitli işle­
rini yürütmeye aday göstermektir.

219
Bu yüzden Hasan’ın babasından rivayet ettiği gi­
bi Resulûllah (sav) fazilet sahiplerini dindeki üstün­
lük derecelerine göre edepte ve payda tercih eder, öne
alırdı. Her kavmin büyüğüne ikram eder ve onu kav-
mine reis ta 5dn ederdi. Resulûllah (sav)’in meclisi,
müminlerin ileri gelen adalet sahipleri ve takva ile
birbirlerine üstünlüğü olan âdil müminlerle doluydu.
Bu seçkin insanlar birbirlerini ancak takva ile üstün
görürler, büyüklere hürmet eder ve küçüklere şefkat
gösterirlerdi. İhtiyaç sahiplerini kendilerine tercih
ederler ve yabancıyı korurlardı. (Hayatüs sahabe)
Gerçek Müslüman bu hakikatleri anla 3up sosyal
hayatmda genel olarak bütün insanlara, özel olarak
ta ulema, şeref sahipleri ve takva sahibi kişilere kar­
şı bu gerçeklere dikkat göstermelidir.

İyi insanlarla yaşarlar:


Takva sahibi müslümanın diğer bir ahlâki dav­
ranışı da salüı insanlarla ilişki kurup onlara yaklaş­
ması ve onlardan dua istemesidir. Bulunduğu sosyal
durum ve gururu ne kadar büyük olursa olsun, bunu
yapmahdır.
«Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O’na
yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatı-
mn güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden
ayırma. Bizi zikretmesini kendine unutturduğumuz
ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma.»
(Kehf: 28)
Salihlerle bir arada bulunmak, onların takva ve
amellerine yaklaşmak, hakka yönelmek, onlarm züm­
resine girmek demektir. Şairin dediği gibi:
İyi insanlarla yaşarsan onlardan olursun.
Onlardan başkasma dost görünmezsin.

220
Allah’ın Peygamberi Musa (as) ilim öğrenmek
için salih bir kulun arkasmdan koşmuş ve tevazu için­
de ona: «Sana öğretileni bana hayra götüren bir bü-
gi olarak öğretmen için peşinden gelebilir miyim?»
(Kehf: 66) demiştir. Salih kul ona: «Doğrusu sen be­
nim yaptıklarıma dayanamazsın.» (Kehf: 57) diye ce­
vap verdiğinde son derece edepli ve sevgi ile «İnşal­
lah sabrettiğimi göreceksin. Sana hiçbir işte baş kal­
dırmayacağım,» dedi. (Kehf: 69)
Şuurlu Müslüman sadece insanlann hayırlıları
ile dost olur. Çünkü insanlarm tıpkı madenler gibi
olduğunu, içlerinde iyisinin de kötüsünün de bulun­
duğunu bilir. İyi, iyi kimseden başkasıyla anlaşamaz:
«İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibidMer. Ca-
hiliye döneminde hayırlı olanları İslâm’ı anlarlarsa
islâmda da hayırlı olurlar. Ruhlar sıralanmış asker­
ler gibidir. Tanışanlar dost olur, (birbirlerini) görme­
mezlikten gelenler anlaşmazhğa düşerler.» (Müslim).
Müslüman dostlarmm iki smıf olduğunu bilir:
Salih dost ve kötü dost. Salih dost misk taşıyan gi­
bidir. Onunla oturmakta insan rahatlık ve sevinç du­
yar. Kötü dost körük üfleyen kimse gibidir. Onunla
oturan kişi üzerinde ise ateşin alevleri, duman ve kö­
tü koku vardır. Resulûllah (sav) bunu gayet güzel
ifade etmiştir:
«Salih arkadaş ile kötü arkadaşın misali misk
taşıyan ile körük üfleyenin misali gibidir. Misk taşı­
yan ya sana hediye eder veya sen ondan satın alır­
sın. Veyahut da onda güzel bir koku bulursun. Körük
üfleyen ise ya elbiseni yakar veya onda pis bir koku
bulursun (üzerinde).» (Müttefakun aleyh)
Bu sebepten Allah’ı hatırlatan, kalbleri incelten
ve gözlerden ibret ve Allah korkusu yaşı dökenleri zi­

221
yaret etmeyi ashab birbirlerine tavsiye ederlerdi. Bu
hususta Enes (ra) şu hadiseyi rivayet ediyor:
«Ebû Bekir Peygamber (sav)’in vefatından son­
ra Ömer’e:
— Haydi Ümmü Eymen’e gidip Resulûllah (sav)
in yaptığı gibi biz de onu ziyaret edelim, dedi. Ona
gittiklerinde Ümmü Eymen ağladı. Ona,
.— Seni ağlatan nedir? Allah katindakilerin Re­
sulûllah için daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun?
dediler. Ümmü Eymen de:
— Ben ağlamıyorum. Allah katindakilerin Resu­
lûllah (sav) için daha ha3nrh olduğunu da biliyorum.
Ben semadan vahyin kesilmesine ağhyorum, dedi ve
onları duygulandırdı. Ve onunla beraber ağlamaya
başladılar.» (Müslim)
Bu gibi meclislere melekler dolar ve Allah rah­
metiyle o meclisleri gölgeler. însamn imanı kuvvet
bulur, ruhu temizlenir, kalbi açıür, aüesi ve toplum
için hayırlı biri olur. İslâm insanları fert fert ve ce­
maatler halinde yönlendirirken bunu hedef alır.

İnsanlara fayda teminine ve onlardan zararı


defetmeye çalışır:

İslâm terbiyesiyle yetişmiş bir Müslüman, top­


lumda insanlara faydah olan şeyleri yapmaya ve in­
sanlara zarar verecek şeyleri de engellemeye gayret
eder. Çünkü hak, hayır ve fazilet ilkeleriyle yetiştiril­
miş, olan Müslüman, toplumda faydalı, faal ve yapıcı,
bir unsur olur. İyilik yapmaya fırsat bulduğunda onu
değerlendirmemeye tahammül edemez. Çünkü hayır
işlemenin kurtuluşa sebep olacağmı bilir; «...İyilik,
yapm ki, saadete erişesiniz.» (Hacc: 77)

222
Hayır işi için attığı her adımda Allah’m kendine
sevap verdiğini bilir ve hayır yapmaya koşar:
«Güneşin doğduğu hergün iki kişiyi adaletle ba-
rıştırırsan bu bir sadakadır. Birinin bineğine binme­
sine yardım etmeniz veya yükünü kaldırmanız sada­
kadır. Güzel söz sadakadır. Namaza yürüdüğün her
adım sadakadır. Yoldan rahatsız edici bü’şeyi kaldır­
man sadakadır.» (Müttefakun aleyh)
Müslümanın sosyal hayatta yaptığı hayırlı faa­
liyetleriyle namaza gitmesi arasındaki kaynaşma ne
muhteşemdir. Resulûllah (sav) bu dinin insanların
faydası için, dünya ve ahiret menfaatini temin için
geldiğini tekid etmektedir. îslâm, sosyal hayat ile ma­
nevi hayatm birbirinden ayrılmadığmı tekid ederek
bunları birbirine kaynaştırmıştır. Dinini anlamış bir
Müslüman, yaptığı her işin ibadet olduğunu, Allah
nzasmı gözettiği müddetçe yaptığı her şeyin kulluk
dairesine girdiğini bilir.
Böyle olunca da hayır kapüarınm hepsi müslü-
mana açıktır. Ne zaman isterse o zaman girer. Ve Al­
lah’m geniş rahmetini ve bol sevabım ister.
Cabir (r a ) ’dan Resulûllah (sav)’in şöyle buyur­
duğu nakledilmiştir: «Her iyilik sadakadır.» (Buha­
rı)
Ebû Hüreyre (ra )’dan da Neb’i (sav)’in şöyle bu­
yurduğu rivâyet edilmiştir: «Güzel söz sadakadır.»
(Buharî)
Allah, kendine teslim olmuş kuluna iyilik yapar­
sa sevap verebileceği gibi, kötülükten çekindiği za­
man da iyilik yapmasa da sevap verir: Ebû Musa (ra)
dan Nebi (sav )’in şöyle buyurduğu nakledilir:
«Her müslümanm sadaka vermesi gerekir.»
— Bulamazsa ne yapar? denildi. Şöyle buyurdu:

223
«Eliyle çalıdır, kendine fayda verir ve sadaka ve­
rir.»
— Buna gücü yetmezse ne yapar? denildi. Bu
sefer:
«Şiddetli ihtiyaç sahibine yardım eder,» dedi.
— Buna da gücü yetmezse ne yapar? denildiği
.zaman:
«İyiliği veya hayrı emreder» cevabım verdi.
— Buna da gücü yetmezse ne yapar? denildi. Bu­
nun üzerine efendimiz:
«Şerri terkeder. Çünkü o da sadakadır» buyurdu.
(Müttefakun aleyh)
Resulûllah (sav) hadis’e, «Her müslümanm sa­
daka vermesi gerekir,» diyerek başladı ve ondan son­
ra da sadaka çeşitlerini saymaya başladı. Müslüma­
nm gücü yetebUecek hayır ve iyilik çeşitlerini saydı.
Demek ki müslümanm sadaka vermesi gerekli. Yani
toplumda yapıcı bir unsur olarak çalışacak. Herhangi
bir sebeple hayırlı bir iş yapamıyorsa hiç olmazsa eli­
ni düini fenalıktan men etmesi gerekir. Bu da sadaka­
dır. Müslümanm aktif ve pasif durumlarmın hepsi top­
lumda hakim olan Hakka hizmete yöneliktir. Müslü­
man: «İnsanlarm dilinden ve elinden emin olduğu
kimsedir.» (Buharî)
Hatta Resulûllah (sav) kendinden hayır bekleni­
len ve şerrinden emin olıman kimseleri İslâm toplu-
mundaki müslümanlann en hayırhları saymıştır.
İmam Ahmed’ten rivâyet edildiğine göre Nebi ^sav)
şöyle buyurur:
«Sizin en hayırlüarmızı ve şerlilerinizi haber ve­
reyim mi?» Oradakiler sustular. Peygamberimiz (sav)
üç defa tekrarladı. Bunun üzerine bir adam:
— Evet ya Resulûllah, dedi. Efendimiz şöyle bu-
3rurdu:

224
«En hayırlınız kendinden hayır beklenen ve şer­
rinden emin olunanımzdır. En şerliniz ise kendinden
hayır beklenen fakat, şerrinden emin olunmayanmız-
dır.»
Müslüman toplumuna hayırdan başka birşey ver­
mez. Buna gücü yetmiyorsa zararı dokunmaz. Kim­
seyi rahatsız etmez. Gerçek Müslüman daima hayır
işler ve şerden uzak durur. Çünkü hadisler bunu ge­
rektirmektedir: «Müslümanların işiyle ilgilenmeyerek
sabahlayan onlardan değildir.» (Hakim)
Müslümanlann işiyle ilgilenmek, onlara menfaat
kazandırıp, gelecek zararları defetmektir. İslâm top-
lumunda fertlerin özelliği, kardeşlerine daima fayda
sağlayıp çaba sarfetmek olmahdır. Resulûllah (sav)
şöyle buyuruyor: Kul kardeşinin ihtiyacnu gördükçe
Allah da o kulım ihtiyacım görmekte devanı eder.»
(Taberanî)
«Müslüman müslümanm kardeşidir. Ona zulmet­
mez ve ondan yardımım esirgemez. Kim bir kardeşi­
nin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür.
Kim bir müslümandan bir üzüntüyü giderirse Allah
da ondan kıyamet gününde o günün şiddetini gide­
rir. Kim bir müslümanm (ayıbmı) örterse Allah da
kıyamette onun (a 3nplarmı) örter.» (Müttefakun
aleyh)
«Kim bir müslümanm dünya üzüntülerinden bi­
rini giderirse Allah da onun kıyamet günündeki üzün­
tülerini giderir. Zor durumdaki birine kolayhk göste­
rene Allah dünya ve ahirette kolaylık gösterir.» (Müs­
lim)
İslâm yardımlaşma ruhunu takviye ederek bir
müslümanm diğer müslümanm ihtiyacını gidermek
için 3Ûirümesini itikattan daha hayırlı kılmıştır. İbn-i

225
Abbas, Nebi (sav) ’den şöyle buyurduğunu rivâyet edi­
yor:
«Kim kardeşinin bir ihtiyacını gidermek için yü­
rürse bu onun için on senelik itikaftan daha hayırlı­
dır. Kim Allah için bir gün itikafa girse Allah onunla
ateş araşma üç hendek koyar. Her hendeğin arası do­
ğu ile batı arasındaki mesafeden daha uzaktır.» (Ta-
beranî)
Efendimiz, gücü yettiği halde insanların hizme­
tine koşmayanları ellerindeki nimetlerin zevaliyle teh­
dit etmektedir; Resulûllah (sav) şöyle buyuruyor;
«Allah’m kendine nimet verip nimetini tamamladığı
kula insanlar muhtaç olur da o bundan sıkılırsa (zo­
runa giderse) o nimeti yok olmaya maruz bıraktığı
muhakkaktır.» (Taberanî)
Sahih hadislerin cennet ehli için çizdiği parlak
tablolardan biri de yoldan gelip geçen müslümanla-
ra eziyet veren bir ağacı kestiği için cennette nimet
içinde yaşayan bir m iislıitnanm tablosudur; Resulûl­
lah (sav)’in bu hadisi şu şeküdedrr; «Yol üzerinde
müslümanlan rahatsız eden bir ağacı kestiği için cen­
nette (nimetler içinde) bulunan bir adam gördüm.»,
(Müslim)
Müslümanlara fayda celbetmenin yollarmdan bi­
ri de onları rahatsız eden şeylerden kurtarmaktır.
Müslümanlara zarar veren birşeyi gideren, onlara ha­
yır yapmış gibidir. Çünkü her ikisi de ha 3nrdır. Ve her
ikisi de Allah’m nza ve sevabım kazanmaya sebeptir.
Peygamber (sav)’in öğüdü müslümanlara iki şeküde-
dir; Faydalı olmak ve zararı gidermek. Her ikisinde
de toplumun faydası vardır. Her ikisiyle de toplumlar
mesut olur ve insanlarm birbirine olan sevgi bağlan
kuvvet bulur.

226
Zararı yok etmeyi öngören öğütlerden biri de Ebû
Berze’nin rivâyet ettiği hadistir. Ebû Berze şöyle der:
— Y a Resulûllah! Bana, faydalanacağım bir şey
öğret, dedim. Buyurdu ki:
— «Müslümanlarm yolundan onları rahatsız
eden şeyi kaldır.» (Müslim)
Başka bir rivayete göre de şöyle demiştir
— Y a Resulûllah! Beni cennete sokacak bir şey
gösteri Bunu üzerine efendimiz, «Müslümanlarm yo­
lundan onları rahatsız eden şeyi uzaklaştır.» buyur­
muştur. (Müslim)
İslâm’ın şekillendirdiği toplumdan daha ileri bir
toplum var mıdır? İnsanlara yolda rahatsızlık veren
şeyin kaldırılması veya giderilmesinin kulu Allah’a
yaklaştıran salih amellerden olduğu ve sahibini cen­
nete sokacağı hissini veren İslâm, toplumdaki bütün
fertlere bunu aşılar. Bu öğüt ve ahlâkî kurallann ge­
çerliliğini koruduğu İslâm toplumu elbette yeıyüzün-
deki insan guruplarınm en medeni olanı^. En insa­
ni olanıdır.

M üslüm anların arasını yapmaya çalışır


Müslümanlarm İşiyle ilgilenerek onlara fayda te­
min edip zararı defetmenin çeşitlerinden biri de eğer
aralannda anlaşmazhk varsa aralarım bulmaktır. Ara
bulmak konusunda varid olan naslar bu sayfalara sığ­
mayacak kadar çoktur. Şu ayeW kerime bunlardan
biridir;
«Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle sa­
vaşırlarsa aralarım düzeltiniz. Eğer biri diğerine sal­
dırırsa saldıranlarla Allah’m buyruğuna dönmelerine
kadar savaşınız. Eğer dönerlerse aralarmı adaletle bu­
lunuz. Adil davranınız. Şüphesiz Allah adil davranan-
lan sever.» (Hucurat; 9)
227
Bu Rabbani bir emirdir. Savaşan iki topluluğu
barıştırmak, aralarım düzeltmek saldurgan toplulukla
savaşa bile götürse müminlerin toplumunda kardeşli­
ğin hüküm sürmesi için bir emirdir:
«Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler. Öy­
le ise dargın olan kardeşlerhıizin arasını düzeltiniz.
Allah’tan korkun ki, size acısın.» (Hucurat: 10)
Resulûllah (sav) bizzat kendisi aralarında anlaş­
mazlık bulunanları barıştırmaya, aralarmı düzeltme­
ye çakşırdı. Bunu yaparken de müslümanlara sulhun
v a cç olduğunu, anlaşmazlık içinde olanların arala-
rmı bulmanm gerekliliğini vurgulardı.
Ebu Abbas Sehl b. Sa’d es-Saidi (ra) uzun bir
hadiste Resulûllah (sav)’in Amr b. Avf oğullarınm
aralannda bir anlaşmazlık olduğu haberi gelince ya­
nma bazılarını ahp onların aralarmı bulmak için na­
maz yaklaşmcaya kadar uğraştığmı naklediyor.
Resulûllah (sav) müminler topluluğunda kardeş­
liğin hakim olması için çok çaba sarfediyordu. Mü­
minlerin hayatlanmn U5mmluluk ve anlayış içinde
olması için de çok özen gösteriyordu. Her an söz ve
amelleriyle onları ha3ira, hoşgörüye, affa ve yumuşak
huyluluğa teşvik ederdi. Aişe (ra) anlatıyor:
«Resulûllah (sav) birbicleriyle münakaşa eden
insanlarm sesini işitti. Biri ötekinden borcunu biraz
düşürmesini ve kolaylık sağlamasını istiyor, diğeri:
Vallahi yapmam diyordu. Resulûllah (sav) onların
yanına çıktı ve şöyle buyurdu:
«tyilik yapmamaya Allah adma yemin eden ne­
rede?» Alacakh burada utancmdan eridi. Çünkü Re­
sulûllah (sav)’in sesi, kendini ayıplar ve yaptığı işi
kötüler şekildeydi. Hakkından vazgeçti ve: «Benim
ya Resulûllah! Hangisi ona daha sevimli ise onu yap-
sm,» dedi. (Müttefakun aleyh)

228
insanların arasını düzeltmek için birbirlerinden
nefret etmiş nefisleri yumuşatmada serbest şekilde ko­
nuşmaya Resulûllah (sav) izin vermiş ve bunu haram
olan yalandan saymamıştır. Ümmü Gülsüm bt. Ubke
b. Ebi Muayt’m rivayet ettiği hadiste bunu görüyo­
ruz. Ümmü Gülsüm şöyle diyor: Resulûllah (sav)’i
şöyle buyururken işittim;
«İnsanların arasım bulup hayır haber götüren
veya hayır söyleyen yalancı değildir.» (Müttefakun
aleyh)
Müslim’in rivayetinde şu fazlalık vardır; «Resul­
ûllah (sav) ’i şu üç şey dışmda insanlarm söyledikleri
şeyde (gerçek dışma çıkmaya) izin verdiğini duyma­
dım: Harp, insanlarm arasını bulmak ve erkeğin ka­
rısına, kadmın da kocasma söylediği söz.»

Hakka çağırır:
Gerçek Müslüman daima hareketli ve faaldir.
Durmadan çağrı görevini sürdürür. Kendini olayla-
rm ve bazı faktörlerin harekete geçirmesini bekleme­
den kendiliğinden insanlan hakka davete koşar. Ve
Allah’m samitni, ihlaslı davetçilere hazurladığı sevabı
almaya yönelir. Nebi (sav) şöyle buyuruyor;
«Vallahi Allah’m senin vasıtanla birini hidayete
erdirmesi senin için kızıl tüylü develerden daha ha­
yırlıdır.» (Müttefakun aleyh)
Sadık bir davetçinin, yoldan ayrılmış birisine
söyleyeceği güzel söz üe kalbine hidâyet tohumunu
ekmiş olması kızıl tüylü develerden daha kıymetlidir.
Araplarm o zaman en kıymetli mal olarak ^bildikleri
kızıl develerden daha kârlı bir iş. Bu sevabma elin­
de hidayet bulanlarm sevabı da eklenmektedir.
«Kim hidayete davet ederse ona kendine tabi

229
olanların sevabı gibi sevap vardır. Onların ecirlerin­
den de birşey eksilmez.» (Müslim)
Davetçilerin Allah yolunda sabırları ve çektikle­
rine hased edilmesinde bir gariplik yoktur. Çünkü
mallarını ve vakitlerini, doğru yoldan ayrılmışları
hakka çağırmada harcıyorlar. Resulûllah (sav) bir
hadisinde bu durumda olan bir insana gıpta edilebi­
leceğini söylemiştir.
«İki (kimsenin) dışında (hiç kimseye) hased et­
mek (caiz) olmaz: Allah’ın kendisine verdiği malı Hak
yolunda sarfeden adam ve Allah’m kendisine verdiği
ilim üe amel edip onu öğreten kimse.» (I/lüttefakun
aleyh)
Müslüman az şey bildiği mazereti ile davetten
vazgeçmez ve bildiğiyle Allah’a davet görevini yapar.
Allah’m Mtabmdan bir âyet dahi olsa hakkı tebliğ
etmek ona yeterlidir. Resulûllah (sav) de ashabma
bunu emrediyordu: «Benden bir âyet de olsa tebliğ
edin...» (Buharı)
Çünkü, belki adamm hidayeti onun okuyacağı
âyetin bir kelimesine bağh olabüir. Ve içinde iman
kıvılcımı onunla alevlenip hidayet parlayabilir ve bu
insanm hayatı ve kalbi aydmlamp bambaşka bir in­
san olarak ortaya çıkabilir.
Gerçek Müslüman, normal olarak başkasmı da
düşünen insandır. Kendi için sevmediği ve istediğini
kardeşi için de sever ve ister. Müslümanlarm işiyle
daima meşgul olur. Daha önce hadiste de geçtiği gi­
bi müslümanlarm işiyle ilgilenmeyen, onlann derdiy­
le dertlenmeyen, onlardan değildir. Bunun yanısıra
yine daha önce geçtiği gibi Allah peygamberi, müslü-
manlar ve imamları için nasihat eder. Bu ylizden de
kendisinin ve etrafmdaMlerin hidayetiyle yetinmeyip
bütün insanlann hidayete kavuşması için çalışır. Cen­

230
neti sadece kendi ve ailesi için değil bütün insanlar
için ister. Bunun için de daima onları cennete soka­
cak cehennemden uzaklaştıracak şekilde. Hakka da­
vet eder. Davetçinin bu vasfı onu diğer insanlardan
ayıran özeliğidir. Bu çok 3nice Resulûllah (sav) in se­
na ve övgüsünü kazanmış bir ahlâktır;
«Bizden bir şey işitip te işittiği gibi tebliğ eden
kişinin Allah yüzünü ağartsm. Çünkü belki tebliğ edi­
len, dinleyenden daha iyi anlar.» (Tirmizî)
Müslümanlardan oluşan toplum dayanışma top-
lumudur. Mesuliyet duygusu bu toplum fertlerinin
gönlünde en sadık şekliyle yaşamaktadır. Müslüman-
1ar Allah önündeki mesuliyetlerini anlasalar ve her
fert toplumda davet görevini yerine getirseydi bu­
gün düştükleri hale düşmez ve dinlerinin yolundan
ayrılmazlardı.
Bu yüzden de davet usullerini bilip yapmayan ve
AUah’m verdiği ilmi saklayanlara tehdit çok şiddetli
olmuştur. Özellikle de ilmini bazı makamlara yüksel­
mek ve dünya malına erişmek için vesüe yapanlar
hakkmda tehdit çok şiddetlidir:
«Allah’m rızasmı kazandıran bir ilmi dünya men­
faati için öğrenen insan kıyamet günü cennetin ko­
kusunu bile duyamaz.» (Ebû Davud)
«Kendine bir ilim sorulup da onu gizleyen kim­
seye kıyamet günü ateşten bir gem vurulur.» (Ebû
Davud, Tirmizî)

İyiliği em reder, kötülüğü nehyeder:


Allah’a davetin gereklerinden bh’i de «emr-i bil
maruf nehy-i anil münker»dir. Yani iyiliği emredip
kötülüğe engel olmaktır. Bu yüzden de davetçi Müs­
lüman iyiliği emredici kötülüğü yasaklayıcı, engelle­

231
yicidir. Bunu yaparken akıllı, dikkatli, temkinli, in­
sana nasıl yaklaşılacağım bilerek ve hikmetle işe ko­
yulur. Bir münkeri, yani dinin kabul etmediği şeyleri
gücü yeterse eliyle izale eder. Bu izalede eğer ondan
daha büyük bir fitne zuhur etmeyecekse eliyle, eliyle
gücü yetmiyorsa diliyle hakkı gösterir. Buna da gücü
yetmezse batılı kalbiyle inkâr eder ve münkerin ta­
mamen ortadan kalkması, kökünden yok edilmesi için
hazırlık içine girer. ResulûUah (sav) buyuruyor ki:
«Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle,
buna gücü yetmezse dili ne değiştirsin. Ona da gücü
yetmezse kalbiyle reddetsin. Bu (sonuncusu) ise ima-
mn en zajnfıdır.» (Müslim)
Müslüman iyiliği emredip münkeri engellerken
asbnda müslümanlara nasihat etmektedir. Din nasi­
hatten ibaret olduğuna göre müslümanın mutlaka
emri bil maruf ve nehyi anil münker yapması lâzım­
dır.
— «Din nasihattir.»
— Kimin için diye sorduk.
«Allah için, kitabı için, Resulü için, müslümanla-.
rm imamlan için ve müslümanlann hepsi için,» bu­
yurdular. (Müslim)
Efr-i bil maruf ve nehy-i anil münker olan bu,
nasihat her sadık Müslüman’ı zalimin karşısmda hak-,
kı açıklamaya sevkeder. Bu ümmetin hür, aziz ve ke­
rim olarak kalabilmesi hür ve cesur insanlarm bu-.
Ilınmasına bağlıdır. Zalime: Sen zalimsin, demekten
korkmayacak yiğitlerin bulunmasına... Ümmet ne za­
man bu tip insanlardan hali kalusa o zaman tehli­
keyle karşı karşıya kalır. ResulûUah (sav) :
«Ümmetimin zalime; Sen zalimsin demekten^
korktuğunu gördüğün zaman (artık) onlar terkedi-.

232
lirler (iş bitmiş demektir.)» (Ahmed, Bezzar, Tabera-
ni)
Peygamberimizin hadisleri müslümanlann gönül­
lerine kahramanlık ruhunu yerleştirmektedir. Ve za­
limlerin karşısında gösterilecek kahramanlıktan dola­
yı rızkın kesilmeyeceğine ve ecelin yaklaşmayacağma
olan inançlarını sağlamlaştırmaktadır.
«Hakkı gördüğünde söylemekten ve o büyük gü­
nü hatırlatmaktan sizi insanlara olan korkunuz en­
gellemesin. Çünkü bu eceli yaklaştırmaz ve hiçbir rız­
kı da uzaklaştırmaz.» (Tirmizî, İbn-i Mace, Tabera-
ni)
Nebi (sav) minberde iken bir adam kalkarak şöy­
le dedi:
—• Ya Resulûllah! İnsanların hangisi daha ha-
3nrlıdır?
— «İnsanlarm en hayırlısı Kur’an-ı en çok oku­
yanları, en muttakileri ve emr-i bil maruf ve nehyi
anil münkeri en çok yapanları ve akrabaya en fazla,
iyilik edenleridir.» (Ahmed, Taberanî)
Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker kaidesi­
nin İslâm toplumuna yerleşmesi için sadık müslüman-
larm nefislerine cesaret ve atılganlık ruhunun işlen­
mesi, batıla karşı koyma ve mazlumlara yardım et­
mede cesurane tavırlar takmmaları öğretilmiştir. Ha-
dis-i şerifler bu şerefli kahramanlık meziyetini met­
hederek hakkı savunanlara Allah’ın yardımım vadet-
mekte, korkup susanlara da Allah’ın onları terkede-
ceğini bildirmektedir:
«Namusu çiğnenen ve hakkına tecavüz edilip
hakkı elinden alman Müslüman’ı kendi haline terke-
den kişiyi Allah da o aynı duruma düştüğünde yar­
dım edilmesini istediğinde kendi haline bırakır. Na­
musunun çiğnendiği ve hakkmm elinden alınd ığı bir

233;
yerde Müslüman’a yardım eden kimseye de Allah ona
kendine yardım edümesini istediği bir durumda yar­
dım eder.» (Ebû Davud, Taberanî)
Bu yüzden Müslüman, gerçek Müslüman davet
sahibidir. Batıl karşısmda susmaz. Hakka yardımdan
geri durmaz. Toplumımda zulmün yayılmasına razı
olmaz. Dinin kabul etmediği şeylerin yayılmasma ra­
zı olmaz. Daima münkeri değiştirmeye çalışır. Bu gö­
revleri terkeden korkaklara gelecek ilahi cezayı de­
fetmek engellemek için durmadan münkerlerin iza­
lesi için çalışır. Ebû Bekir Sıddık (ra) Resulûllah (sav)
den şöyle haber veriyor;
Ebû Bekir halife olunca minbere çıktı, Allah’a
hamdetti sonra dedi ki:
— Ey insanlar! Siz, «Ey inananlar! Siz kendini­
ze bakm, doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar
veremez,» âyetini okuyor ve yanlış anhyorsunuz. Ben
Resulûllah (sav)’i şöyle buyururken işittim:
«İnsanlar bir mühker görür de onu değiştirmez­
lerse AUah’m onlara umumi bir ceza vermesi yakm-
dır.» (Hayatus sahabe)
İmanı canlı sadık Müslüman gevşeklik, pasiflik
ve vurdumdujunazlıktan son derece uzaktır. Dini me­
selelerde gevşeklik etmez. Emr-i bil m aruftan geri dur­
maz. Münkeri hoş görüp ona yaklaşmaz. Gücü yetin­
ce onu değiştirmeye gasret eder. Din işleri ciddidir,
şakaya gelmez. İnanç meselesi kesindir, gevşeklik ola­
maz. Nebi (sav) bizi Yahudilerin dinlerine olan ala-
kasızlıklan ve gevşekliklerine bizim de mübtelâ olup
Allah’ın onlara isabet eden gazabmdan sakmdırmış-
ür. Ebû Musa (ra) Nebi (sav)’in şöyle buyurduğunu
rivâyet ediyor:
«Sizden önce, İsrail oğullanndan biri bir günah
işlerse diğeri onu gevşek bir şekilde nehyeder, ertesi

234
gün de o adamla sanki dün o günahı işlememiş gibi
oturur, ona güvenir ve onunla yer içerdi. Allah onla-
rm bu durumunu görünce Davud ve.Meryemoğlu İsa
lisanı üzerine isyanlannm ve azgmiıklarmm karşı­
lığı olarak kalblerini birbirine düşman kıldı. Nefsim
yedinde olan (Allah)’a yemin ederim ki, iyiliği emre­
der, kötülüğü nehyeder, kötüleri engeler ve onları doğ­
ru yola getirirsiniz veya Allah kalblerinizi birbirine
düşman kılar, onları lanetlediği gibi sizi de lanetler.»
(Taberanî)

Nazik ve davetinde hikmet sahibidir:


Şuurlu olan Müslüman, akıllı, zeki ve öğüdünde
naziktir. İnsanları hakka davet ederken hikmetli bir
yol takip eder. Din ahkamım öğretirken ağır başlı­
dır. Bunlarm hepsi şu âyette görülmektedir:
«Rabbinin yoluna hikmetli söz ve güzel öğüt ile
davet et.» (Nahi: 125)
Davetçilerin en önemli sıfatlarmdan biri insah-
larıri kalblerine tesir edebilme, onlara imanı sevdirip
dine yönelmelerini başarabilmeleridir. Nefret ettirici,
rahatsız edici ve kızdırıcı tutumlardan kaçınır kendi­
si. Davetçi bildiklerinin tamammı bir defada aktar-
mamalıdır. Öğüdünü, zamanmı gözeterek onların
duygularmı okşayacak şekilde uzatmadan karşısmda-
kilere usanç, bıkkınlık vermeden yapmaya çalışır. Çün­
kü Resulûllah (sav) de insanlara öğüt verdiğinde böy­
le yaparlardı.
Abdullah b. Mes’ud (ra) perşembe günleri vaaz
ederdi. Ona bir adam:
— Bize her gün vaazetmeni isterdim, dedi. Ona:
— Beni bundan alıkoyan sizi usandırmak iste-
mememdir. Resulûllah (sav), bize usanç geleceğinden

235
korktuğu için nasıl belli vakitlerde nasihat etmişse-
ben de vaazı belli vakitlerde yapıyorum.» (Müttefa-
kun aleyh)
Davetçinin dikkat etmesi gereken hususlardan
biri de konuşmanın uzatılmamasıdır. Özellikle de için­
de yaşlı, aciz ve hastaların bulunduğu kalabalık bir
topluluğa hitap ediyorsa buna daha çok dikkat etme­
lidir. Konuşmanın kısa olması hatibin kendini dinle­
yen insanlarm durumunu anladığma ve davet etme­
yi bildiğine delalet eder. Bu da Ammar b. Yasir’in bil­
dirdiği gibi Peygamber yolunun özelliklerindendir.
A m m ar b. YasiT (ra) diyor ki: Resulûllah (sav) ’i şöy­
le busmrurken işittim:
«Birinin namazı uzatıp hutbeyi kısa tutması onun
anla3nşmm alâmetidir. Namazı uzatm, hutbeyi kısa
tutun.» (Müslim)
Hikmet sahibi, akılh, liyâkath ve ileri görüşlü
müslümanm özelliklerinden birisi davet ettiği kimse­
ye karşı yumuşak davranması ve onlann cehaletleri­
ne, hata ve bıktırıcı sorularma sabretmesidir. Onların
geç kavramasma. Peygamberimizin yoluna tabi ola­
rak sadredecektir. Çünkü Resulûllah (sav) soru so­
ranlara yumuşak ve onlara verdiği cevaplarda gayet
lâtif davranırdı. Onlara sevimli bir öğretmen, mürşit
ve arkadaş gibi yönelir, meseleyi anlaymcaya kadar
açıklardı. Onlar da onun yanmdan mesrur, anlamış
ve ikna olmuş halde ayrılırlardı.
Muaviye b. Hakem (ra )’in rivâyeti buna misal
teşkil etmektedir. Diyor ki: Ben Resulûllah ile namaz
kılarken namaz kılanlardan biri öksürdü ben de, (tyer-
hamukellah» dedim. OrdakUer bana gözlerini dikti­
ler. Onlara: Hay anasız kalayım! Size ne oluyor da
bana öyle bakıyorsunuz? dedim. Elleriyle dizlerine-
vurmaya başladılar. Beni susturmak istedilüerini.

236
anlayınca kızdım. Ama sustum. Resulûllah (sav)
—anam babam ona feda olsun— namazını kılmca,
—ondan önce de sonra da ondan daha güzel öğreten
bir muallim görmedim—. Vallahi ne bana yüzünü as­
tı, ne vurdu, ne de kötü bir söz söyledi. Buyurdu ki:
(iNamaz esnasında insanm konuşması doğru ol­
maz. Namaz ancak teşbih, tekbir ve kıraattir.» De­
dim ki:
— Y a Resulûllah! Ben cahiliyetten yeni döndüm.
Allah bize İslâm’ı getirdi. Bizden kâhinlere gidenler
de var! Buyurdu ki
«Sen onlara gitme.» Ben:
— Bizden bazı adamlar bazı şeyleri uğursuz sa­
yarlar, dedim.
«Kalplerine gelen şeyler onları yapacakları şey­
lerden ahkoymasm.» (Müslim)
Resulü Ekrem (sav) insanları hayra davet eder­
ken onlara davranışmdaki yumuşaklık ve nezakette
kötü kimseye kötülüğünü kalbi kırılır diye yüzüne
söylemeyip tevriye yapacak kadar inceliğe sahipti. Bu
nefislere daha etkili, kalblere daha iyi sirayet edebi­
leri ve hataların tedavisinde daha başarılıdır.
Aişe (ra) diyor ki: Nebi (sav)’e birinden bir şey
ulaşırsa, filana ne oluyor da şöyle söylüyor demez­
di. Fakat: «Bazı insanlara ne oluyor ki şöyle şöyle
söylüyorlar,» buyururdu.
Müslümanın dikkat edeceği diğer bir husus ta,' sö­
zünü dinleyene anlaşılır kılması, gereğinde tekrar et­
mesidir. Resulûllah (sav) Enes (ra)’ın bildirdiğine gö­
re böyle yapardı:
«Resulûllah (sav) bir şey söyleyince anlaşılsm di­
ye üç defa tekrarlardı. Bir topluluğa gidince onlara
da üç kez selâm verirdi.» (Buharî)
Aişe (ra) diyor ki:

237
«Resulûllah (sav)’m sözü, dinleyen herkesin an
layabileceği şekilde açık idi.» (Ebû Davud)

Münafıklık yapmaz:
Gerçek Müslüman, nifak, yağcılık, haram olan
muamele ve yalan yere medihten son derece uzaktır.
Çünkü o, bu asırda birçok insanın düştüğü bu tehli­
keli duruma düşmekten dini sayesinde korunmuştur.
Bu noktada ayağı kayanlar farkına varmadan helak
edici nifak çukuruna düşüp yuvarlanırlar.
Resulûllah (sav) bize bu nifak ve yaltaklanma
çamuruna düşmekten kurtaracak yolları göstermiş­
tir. Çünkü kendisini, sen bizim seyyidimizsin, diy
methedenlere buyurmuştur ki:
«Se3ryid Allah’dır.» Bunun üzerine bizim fazilet
yönünden en üstünümüz ve en büyüğümüzsün, dedi­
ler. Buyurdu ki:
«İçinizden gelen sözü söyleyiniz, kendinizi zorla-
mayımz. Şeytan sizi vekU tayin etmiş (gibi) olmayı­
nız. Beni Allah’m bana verdiği makamdan daha yu-
kanya çıkarma3un. Ben Abdullah oğlu Muhammed’
im. Onun kulu ve Resulüyüm.» (Hayatus sahabe) .
Müslümanlarm ses^yidi, efendisi ve en üstünü ol­
duğunda şüphe olmadığı halde Peygamberimiz ken­
disini seyjnd diye methedenleri bu işten menederken
çok iyi büiyordu ki, medih kapıları açılırsa insanlarm
birçoğu nifak tehlikesine girecek ve ayakları kayacak.
Sahabeyi, insanlan yüzlerine karşı methetmekten ya­
saklamıştır. Böylece hem metheden! nifaktan kurta-
nyor hem .de methedilenin kendisini beğenerek bö­
bürlenmesini engellemiş oluyordu.
Buhairî, Müslim ve Ebû Davud, Ebû Bekre (ra)

238
nin şöyle dediğini naklediyorlar: Bir adam Neb’i (sav)
İQ yanında birini övdü. Resulûllah:
«Yazıklar olsun sana! Arkadaşınm boynunu kes­
tin. Arkadaşınm boynunu kestin,» buyurarak üç kez
tekrarladı. Sonra da buyurdu ki
«Biriniz mutlaka bir kardeşini methedecekse;
Ben filanı zannediyorum ki hesaba çekecek olan an­
cak Allah’tır, desin ve Allah adma kimseyi tezkiye
etmesin. Eğer söylediklerinin onda olduğunu biliyor­
sa onu şöyle şöyle zannediyorum desin.»
Eğer mutlaka medih yapılacaksa medih, medhe-
dUenin haline uygun ve doğru olmalı, aşırıya kaçma­
malıdır. Böylece toplum nifak, yalan, kibir ve riya­
dan kurtulur.
Buharı, Reca’dan, o da Mihcen el-Eslemi (ra)’den
naklediyor ki, Resulûllah (sav) ve Mihcen raescidde
idiler. Resulûllah (sav) namaz kılıp secde eden, rü-
kuya varan bir adam gördü ve;
«Bu kimdir?» buyurdu. Mihcen onu methetmeye
başladı.
— Y a Resulûllah! Bu filandır, bu filandır... Re­
sulûllah (sav) :
«Yeter! Ona duyurma, yoksa (Adamı) helak eder­
sin.»
Ahmed’in rivayetinde de hadis şöyledir;
— Y a Resulûllah! Bu filandn. Medine ehlinin en
İ3Ûsidir (Veya Medinelüerin en çok namaz kılanıdır)
dedi. Buyurdu ki:
«Ona duyurma, yoksa helak edersin.» Veya üç
defa tekrarladı. «Siz size kolaylık murad edilmiş bir
ümmetsiniz.»
Methi, methedene duyurmayı Resulûllah (sav)
onu helak etmek diye ifade buyurdu. Çünkü insan
nefsinde övülmenin derin tesirleri vardı. Methi du

23»
nefsinde övülmenin derin tesirleri vardı. Methi du­
yan zat kendisini beğenerek, insanlara karşı kibirle­
nip yüzünü asabüir. Hilebaz, münafık meddahlar öv­
gülerinde devam ettikçe övülen şahsı bu duruma ge­
tireceklerdir. İşte bundan sonra hak kaybolur, ada­
let ölür, fazilet diri diri gömülür ve toplum bozulur.
Bunun için Resulûllah (sav) meddahlarm yüzü­
ne toprak saçılmasmı emretmiştir.
Buharı, Müslim, Ahmed ve Tirmizî birkaç tarik­
le rivayet ettüer ki, bir adam kalkıp emirlerden biri­
ni methetmeye başladı. Mikdat (ra) da: Resulûllah
(sav):
«Meddahları gördüğünüzde 3nizlerine toprak ser­
pin,» buyurdu diyerek onun yüzüne toprak serpmeye
başladı.
Sahabe-i Kiram’da meddahların kendilerini met­
hetmelerinden kaçmırlardı. Halbuki onlar bu övgüye
lâyık kişilerdi. Ajnrıca övgünün ayaklarını kaydırma­
yacağı ve kolay kolay helake düşüremiyeceği örnek
insanlardı onlar.
Nafi ve başkasından rivâyet edilir ki, bir adam
Ömer b. Hattab’a:
— Ey insanlann en hayırlısı! Ey insanların en
hayırlısmm oğlu! dedi de Ömer ona:
— Ben ne insanların en hayırhsıyım ne de en
hayırlısmm oğluyum. Fakat ben Allah’m kullarmdan
bir kulum ve ondan korkarım. Vallahi bir adamı böy­
le medihte devam ederseniz onu helâk edersiniz. (Ha-
yatus sahabe)
İşte bÜ3nik sahabinin yüce süzü... İslâmî duyguy­
la incelmiş ruhu... Peygamber yoluna... Gizli ve açık
her şeyiyle onun yolunda...
Sahabe Resulûllah (sav)’in daima söz ve işlerde
nifaktan kurtulmak için gösterdiği yolu ince mülaha-

240
2 ayı çok iyi anlamışlardı. Allah için olan hak ile ni­
fak ve yaltaklanmanın arasmdaki büyük fark açığa
kavuşmuştu.
İbn-i Ömer (ra) ’dan rivayet edilir ki, bazdan ken-
kendisine:
— Biz sultanlanmızm yanına gireriz ve onlara
yanlanndan çıktıktan sonra söyliyeceklerimizin ter-
jsine şeyler söyleriz, dedüer. İbn-i Ömer de şöyle ce­
vap verdi.
— «Biz ResulûUah (sav) zamânmda bunu nifak
sayardık.» (Buharî)

Riya ve gösterişten uzaktır:


Gerçek Müslüman, riyadan son derece uzaktır.
Çünkü riya ecri giderdiği gibi ameli batıl kılar ve ri-
yâkarm kıyamet günü rezU olmasına sebep olur.
Bu dinin özü, söz ve amelde Allah için samimi
nlma, ihlâslı olmaktır. .
«Cin ve insanları ancak bana kulluk etsinler di­
ye yarattım.» İşte bu kulluk Allah nzası için ihlâslı
olmazsa makbul bir ibadet değildir.
«Onlar doğruya yönelerek, dini yalnız Allah’a has
kılarak O’na ihlâsla kulluk etmekle emrolunmuşlar-
dır.» (Beyyine; 5)
Bu kulluğa ne zaman bir riya, gösteriş kaygusu
bulaşırsa o kulluk batıl olur ve sevabı gider. Bunun­
la AUah, fakirlere sadaka verenleri; yaptıkları bu ha­
yırlı işe mukabil onları minnet altma alarak onurla-
Tmı yaralamalarmdan sakındırmaktadır:
«Ey inananlar! Allah’a ve ahiret gününe inanma-
yıp insanlara gösteriş için malmı sarf eden kimse gi­
bi sadakalannızı başa kakmak ve eza etmekle boşa
çıkarmayın. Onun durumu üzerinde toprak bulunan

241
kayanın durumu gibidir. Üzerine bol yağmur yağdı-
ğmda onu cascavlak bırakır. Kazandıklanndan hiç­
bir şey elde edemezler. Allah kâfirleri doğru yola eriş­
tirmez.» (Bakara; 264)
Bu sadakalarm sevabı fukaranın başına kakılın­
ca düz taşm üzerindeki toprağm suyun önünde git­
mesi gibi gider ve âyetin belirttiği korkunç son do­
ğar. îşin daha da kötüsü bu gibi gösterişçilerin Allah’
m hidayetine mazhar olamıyacağı da belirtilmek­
tedir.
((Allah kafirleri doğru yola eriştirmez.»
Çünkü insanlara salih amel işlediklerini göste­
ren müraüerin düşüncesi Allah rızası değildir. Alla-
hü Teâlâ bunları şu âyetle anlatmaktadır:
«İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az zik­
rederler.» (Nisa; 142)
Bu yüzden amelleri kabul edilmez. Çünkü Allah’
la birlikte başkasmı da o işe ortak etmişlerdi. Halbu­
ki Aliahü Teâlâ, sadece kendisi için yapılan amelleri
kabul eder. Ebû Hüreyre (ra) diyor ki: ResulûUah
(sav)’i şöyle busmrurken işittim:
«Allâhü Teâlâ bU3mrdu ki: Benim ortaklığa ihti­
yacım yoktur. Kim bir amel işler ve onda bana ortak
koşarsa onu ve ortaklığını başbaşa bırakırım.» (Müs­
lim)
ResulûUah (sav) bu meseleye yeterli derecede
açıklık getirmiş ve kıyamet günü mal ve evlâdm fay­
da vermeyip sadece temiz kalplerin fayda verdiği o
günde gösterişçilerin karşılaşacağı aşağılayıcı duru­
mu beyan etmiştir. Yine Ebû Hüreyre (ra) diyor ki:
ResulûUah (sav)’i şöyle buyururken işittim:
((Kıyamet günü hakkmda hükmolunacak ilk in­
san şehid olmuş biridir. Aliahü Teâlâ oha (dünyada)

242
vermiş olduğu nimeti haturlatrr, kul da (o nimeti) ha­
tırlar. Bunun üzerine Allah (bu nimete karşılık);
— Dünyada ne yaptm? diye sorar. O:
— Şehid oluncaya kadar senin rızan için savaş­
tım, der. Allah:
— Yalan söyledin, (benim için değil) fakat ce­
sur desinler diye savaştın ve dediler de. Sonra emro-
lımur, onu yüzüstü (sürüyerek) çekerler ve ateşe
atarlar.
Daha sonra ilim öğrenmiş ve öğretmiş, Kur’an
okumuş bir adam getirilir. Allah ona dünyadaki ni­
metlerini hatırlatır, kul da (o nimetleri) hatırlar. Ona
Allah:
— Dünyada nimetler karşıhğmda Allah nzası
için ne yaptın diye sorar. O da şöyle cevap verir:
— İlim tahsil ettini, başkalarma da öğrettim ve
senin nzan için Kur’an okudum, Alah (c.c.) bunun
üzerine:
— Yalan söyledin, sen sana alim denilmesi için
ilim tahsil ettin; Şu adam güzel Kur’an okuyor de­
nilmesi için Kur’an okudun, öyle de denildi, buyu­
rur. Sonra emredilir, bu kişi yüzüstü sürüklenerek
ateşe atılır.
B ir adamı da Allah, çeşitli maUar vermek sure­
tiyle zengin yapmıştır. Bu adam da getirilir. AUah ona
dünyada verdiği nimetleri bildirir, o da bunları ha-
tular. Allah ona:
— B u nimetler karşıhğmda dünyada ne yaptm?
diye sorar. Adam da: \
— Senin nzan için harcanmasmı istediğin yer­
lerin hepsine malımı harcayıp infakta bulundum der.
Allah;
— Yalan söyledin. Sen şu adam cömert desinler,
diye malım harcadm. Böyle de denildi. Sonra, emre-

2AZ
dilir. Bu da yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.» (Müs-
Um )
Bu hadis böbürlenme, gösteriş, kibir ve övünme­
nin sıkça rastlandığı durumları göstermiştir. Bunlar:
Kahramanlık, ilim ve cömertliktir. Kıyamet günü bek­
ledikleri bütün makam ve mükafatlardan armmış
olarak insanların önüne çıktıklarînda bulacaklan ce­
zayı belirtmiş. İşledikleri büyük amellerin sevapları
ellerinden almmca onları çevreleyecek büyük hüsra­
nı açıklamıştır. Onlar cennet’e girmeyi umarken yüz­
üstü ateşe atılacaklardır.
Dininin emirlerini inceden mceye anlamış Müs­
lüman, işlediği her işte riyadan uzak durur ve her-
şeyi Allah için yapmaya çahşır. Ve şu hadisi daima
gözönünde bulundurur:
«Kim yaptığı işi insanlara —^riya için— duyurur­
sa, Allah da onu kıyamet gününde insanlara rezil eder.
Gösteriş için amel edenin de kıyamette niyyetini or­
taya çıkarır,» (Müttefakun aleyh)

Doğrudur:
Gerçek sadık Müslüman, herşeyinde doğTudur,
açıktır, kibirlenmez ve ard niyeti yoktur. Sosyal ha­
yatta karşılaşacağı zorluk ve meşakkatler onu doğru
yoldan ayıramaz. Çünkü müslümanın hayatında doğ­
ruluk, isteğine bağlı değil, Allah ve Resulû’nün iman­
dan sonra emrettiği yüksek bir mertebesi olan hu­
sustur:
«Rabbimiz Allahtır deyip sonra da doğrulukta de­
vam edenlere, onlara; melekler ölümleri anında:
Korkmayımz, üzülmeyiniz size vadedüen cennetle se­
vinin,’ biz dünya hayatmda da ahirette de size dos­
tuz. Burada canlarımzm çektiği, umduğunuz şeyler

244
bağışlayan ve acıyan Allah katından bir ziyafet ola­
rak sunulur, diyerek inerler.» (Fussılet: 30-32)
Doğrululîtan ayrılmayan müslümanların kıyamet
günü ne güzel ve ne çok sevabı var! Meleklerin onla­
ra getii’diği müjde ne güzeldir!
Doğruluk çıkılması gerçekten zor bir mertebedir.
Oraya Allah için üılâslı olan takva sahibi müslüman-
lardan başkası çıkamaz. Bu makamm yüksekliğine ve
çıkılmasmın zorluğuna, bu ayetin Peygamberimize
etkismden daha iyi bir delil bulunmaz. Doğruluğun
boyutunu, ifade ettiği mânânm büyüklüğünü kavra­
yan, Resulûllah (sav)’e, «Emrolunduğun şekilde dos­
doğru ol!» âyeti inince çok büyük tesiri olmuştur.
İbn-i Abbas bu âyetin tefsirinde, «Bütün Kıtfan’da
Resulûllah (sav)’e bu âyetten daha ağır, daha şid­
detli bir âyet inmemiştir,» demiştir. (Müslim) Bu
yüzden ashab kendisine:
— İhtiyarlık sana erken geldi, dediklerinde:
«Hud sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı,» buyu­
rarak, «Emrolunduğun gibi dosdoğru ol,» âyetine işa­
ret etmiştir. (Müslim)
Resulûllah (sav) ’in kısa ve öz sözlerinden biri de,
«Rabbimiz AUahtır deyip sonra da doğrulukta devam
edenler...» âyetine mutabık olan, Süfyan b. Abdul­
lah Sekafi’ye buyurduğu şu sözüdür: ;
«Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol.»
Bu hadisi de Süfyan gelip:
— Y a Resulûllah! Bana İslâm’da öyle bir söz
söyle ki, başkasma sormayayım, diye sorduğunda.bu­
yurmuştur. Bu jrüzden de İmam Müslim doğruluk (is­
tikâmet) babına «İslâm evsafını toplayan husus» is­
mini vermiştir. Bütün hayırlı hasletler ve salih amel­
ler doğruluktan çıkar.

245
insanın herkese aynı şekilde hilesiz, renk değiş­
tirmeden muamele etmesi doğruluğun önde gelen
şartlarmdandır.
«İnsanların en şerlisi iki yüzlüleridir. Bunlara bir
yüzle şunlara başka bir yüzle gelirler.
İnsanların en şerlisi bunlara bir yüzle şunlara
başka bir yüzle gelen iki yüzlü insandır.» (Buharî,’
Müslim)

Hastayı ziyaret ederr


Gerçek Müslüman, hastaları ziyaret eder ve has­
ta ziyaretini, üzerinde İslâmi bir borç olarak kabul
eder. Çünkü, Resulûllah (sav) şöyle buyurmaktadır:
«Hastaları ziyaret edin. Aç kimseleri doyurun.
Esirleri serbest bırakın.» (Buharı)
Bera b. Azib şöyle diyor:
. «Resulûllah (sav) bize hastayı ziyaret etmeyi, ce­
nazeyi teşyi etmeyi, aksırana teşmiti ( «yerhamukel-
lah» demeyi), yemin edenin yeminini kabul etmeyi,
mazluma yardımı, davete icabeti ve selâmı açıktan
açığa çokça vermeyi emretti.» (Müttefakun aleyh)
Bir rivayette Resulûllah (sav) şöyle buyurmuş­
tur:
«Müslümanm Müslüman üzerindeki hakkı beş­
tir.»
— Onlar nelerdir? denildi. Nebi (sav) cevaben;
«Onunla karşüaştığmda selâm ver, seni davet
ederse icabet et, senden nasihat isterse nasihat et, ak­
sırır da Allah’a hamdederse ona yerhamükellah de,
hastalandığmda ziyaret et ve öldüğünde cenazesini
takip et, busmrdu.» (Buharî, Müslim)
«Allah azze ve celle kıyamet günü:

246
— Ey ademoğlu ben hastalandım, beni ziyaret
etmedin buyurur. Kul:
— Y a Rab! Sen alemlerin rabbısm ben seni na­
sıl ziyaret ederim, der. Allah (cc) :
— Filan kulumım hasta olduğunu bUmiyor muy­
dun ki, onu ziyaret etmedin. Onu ziyaret etseydin be­
ni onun yanında bulacağmı bilmedin mi? Ey
ademoğlu! Ben senden yemek istedim sen beni doyur­
madın! buyurur. Kul;
— Y a Rab! Sen alemlerin Rabbisin ben seni na­
sıl doyururum? der. Allah (cc) ;
— Bilmiyor musun? FUan kulum senden yemek
istedi de onu doyurmadın. Onu doyursaydm yaptığın
İ3dliği benim nezdimde bulacağmı bilmiyor muydun?
— Ey ademoğlu! Senden su istedim, bana su ver­
medin! buyurur. Kul:
— Y a Rab! Sen alemlerin rabbisin, ben sana na­
sıl su veririm! der: Allah (cc) ;
— Filan kulum senden su istedi ona su verme­
din. Ona su verseydin ona yaptığm İ3Ûliği benim nez­
dimde bulacağını bilmiyor muydun? buyurur.» (Müş- .
lîm)
Hasta ziyaretinden daha bereketli bir şey var mı?
Ne'büjnik bir ziyaret! Ne büyük bir amel! Zayıf, has­
ta kardeşini ziyaret eden Müslüman, Rabbi’nin huzu­
runa çıkıyor. Allah onun amelini gözetUyor ve sevap
veriyor. AUah (cc)’m şeref verip bereketlendirdiği zi­
yaretten daha bereketli bir ziyaret var mıdır?
Hasta kardeşini zi5raret etmeyen ne bedbahttır!
Onun zararı ne şiddetlidir! Ve alemlerin Rabbi’nin
kıyamet günü herkese onu teşhir etmesi ne utanç ve­
rici bir durumdur!
«Ey ademoğlu! Hastalandım beni ziyaret etme­
din! Filan kulumun hasta olduğunu bilmiyor muy­

247
dun da onu ziyaret etmedin? Onu ziyaret etseydin be­
ni onun yanmda bulacağını bilmiyor muydun?»
Böylelikle, hasta hiçbir zaman kendisinin yalnız
olduğunu hissetmez. Onu ziyaret edenlerin duaları
onun acılarını hafifletecektir. Bu ise insanlığın, insa­
ni duygularm zirvesidir. İslâm’m taşıdığı bu sosyal
dayamşma başka hiçbir toplumda görülmez.
Batıda hasta insan kendisini bağrına basan bir
hastane ve doktor bulabilir, ama şifa veren kelimeler,
hayat dolu gülücükler, samimane dualar ve sadıkane
vicdani ortaklığı ve şefkati çok az bulabilir. Bu hu­
susta kardeşlik hislerini uyandıracak ve insanı has­
ta ziyaretine teşvik edecek çok nas vardır. Bunlardan
biri Resulûllah (sav)’in şu kavlidir:
«Müslüman (hasta olan) bir müslümanı ziyaret
ederse (o ziyaretten) dönünceye kadar cennet mey­
vesi toplar.» (Müslim)
«Sabahleyin hasta ziyaretine giden hiçbir Müs­
lüman yoktur ki, akşama kadar yetmişbin melek ona
dua etmesin. Akşam ziyaret ederse sabahlayıncaya ka­
dar yetmişbin melek ona dua eder. Ayrıca ona cen­
nette toplanmış meyveler de vardır.» (Tirmizî)
Resulûllah (sav) keskin ve insan nefsini 'an­
layan basiretiyle hasta ziyaretinin hasta ve aile­
sine yapacağı tesiri idrak ediyordu. Bu yüzden de on-
lan ziyaretten geri durmuyor onlara en ta th sözleri
ve dualan ediyordu. Hatta Resulûllah (sav) kendine
hizmet eden bir Yahudi köleyi ziyaret edecek kadar
tevazu göstermekteydi. Enes (ra) bu hususta şöyle
diyor:
Nebi (sav)’e hizmet eden bir köle vardı. (Bir gün
bu köle) hastalandı. Nebi (sav) onu ziyaret için gel­
di ve başucuna.oturdu. Ona:

248
«Müslüman ol!» buyurdu. Öte yanmda olan ba­
basına baktı. Babası.
— Ebû Kasım’a itaat et! dedi. Köle de Müslüman
oldu. Nebi (sav) dışarı çıkarken şöyle buyuruyordu:
«Onu ateşten kurtaran Allah’a hamdolsun.» (Bu-
harî)
Nebi (sav) bu köleyi ziyaret ederken onu İslâm’a
davet etmejd unutmadı. Çünkü bu köle ve babasına
ziyaretinin, onlara güzel muamelesinin, ihsanı ve lüt-
funun etkisini büiyordu. Onları davet etti ve ikisi de
Resulûllah (sav) ’in davetine icabet ettiler. Böylece zi­
yaret, hidayet meyvesi verdi. Oradan çıkarken de on-
larm ateşten kurtuldukları için Allah’a hamdediyor.
Ne bÜ5nik insan! Peygamber! Nezaket, hikmet ve hi­
dayet rehberi davetçi yüce peygamber!
Resulûllah (sav) hasta ziyareti için sahabe-i ki-
ramm riayet ettiği birtakım usul ve prensipler koy­
muştur.
Bu usullerden biri —^Yahudi köleyi ziyaretinde
gördüğümüz gibi— hastanın başucuna oturmaktır,
îbn-i Abbas bunu şöyle bildiriyor
Nebi (sav) bir hasta ziyaretine gidince onun baş­
ucuna oturur ve yedi defa, «Arşı azamm rabbi olan
Allahü azimuşşân’dan sana şifa vermesini dilerim,»
buyururdu. (Buharı, Edebül müfred)
Bu usullerden bir diğeri de hastayı sağ el ile sı­
vazlayıp ona dua etmek. Bunu da Aişe (ra) şöyle bil­
diriyor:
Nebi (sav) hasta olan ehlinin bazılarım ziyaret
edince sağ eliyle onu okşar ve: «Allah’ım! Ey insanla-
rm Rabbi! Hastalığı gider ve şifa ver. Şifa veren şen­
sin. Hastalık bırakmayan şifa ancak senin verdiğin,
şifadır,» diye dua ederdi. (Mûttefakun aleyh)
îbn-i Abbas şöyle rivâyet ediyor; Nebi (sav) bir

249
bedeviyi ziyarete gitdi. Ziyaret ettiği hastanın yanı­
na girince: «Geçmiş olsun. Günahlarına kefaret olur
inşallah,» buyurdu. (Buharî)
Müslümanlar bu güzel sünneti nesilden nesile
aktardılar. Bu sünnet müslümanlarm sosyal hayat-
larmda birbirlerine olan sevgi, şefkat, yardımlaşma ve
dayamşmanm bir simgesi oldu. Bu sünnet ile yaralar
sarıhr, mahzunun gözyaşı silinir, üzüntü perdesi kal­
kar, ümitsizlik karanhğı aydmlanır, sevgi bağları ku­
rulur, kardeşlik bağları kuvvetlenir, vefa kajmağı fış­
kırır ve ümit gülücükleri görünür.

Cenazede bulunur:

Mütteki ve şuurlu Müslüman Resulûllah (sav)


in emrine uyarak cenazelerde hazır olur ve onları teş-
yi eder. ' '
«Müslümamn, Müslüman üzerindeki hakkı beş­
tir: Selâm’a cevap vermek, hasta ziyareti, cenazeleri
teşyi etmek, davete icabet ve hayır dua etmek, öksü­
rene (yerhamükellah demek).» (Müttefakun aleyh)
Cenaze teşyiinde de sahih İslâmi yoldan ajnnlan-
larm meşgul olduğu bidatlardan sakındırıp doğru yo­
lu öğreterek onlarm, cenaze teşyi ve teçhiziyle meş­
gul olmalarını temin eder ve ölüm acısını hafiflet­
mek için cenaze sahipleriyle ilgilenir.
Eğer hasta, ölüm anmda iken hastanın yanm-
daysa ve son nefesinde olduğunu görürse ona Resu­
lûllah (sav) hadisiyle amel ederek «Lailaheillallah»!
telkin eder:
«Ölülerinize lâilaheUlallah’ı telkin ediniz.» (Müs­
lim)
Eğei ruhunu teslim etmişse ona Resulûllah (sav)

250
in Ebû Seleme’ye ölümünde yaptığı duayı yapar. O
dua şudur:
«Allah’ım! Ebû Seleme’yi bağışla «Derecesini hi­
dayete erenlerin araşma yükselt. Arkasından onun
yerini tutacak kimse halket. Bizi ve onu bağışla ey
Alemlerin Rabbi! Kabrini genişletip onu orada nurlan-
dır.» (Müslim)
Sonra da büdiği hadisleri okuyarak cenaze sa­
hiplerini teskin eder. Sabredüdiği takdirde nail ola­
cakları sevap ve sabredenlere Allah’ın hazırladığı se­
vabı anlatır.
Ebû Hüreyre’den Nebi (sav)’in şöyle buyurduğu
nakledilmiştir:
«Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor: Dünya ehlinden
sevdiği birisini ruhunu kabzettiğim zaman sabredip
ecrini Allah’tan bekleyen mümin kuluma mükafat ola­
rak cennet vardır.» (Buharî)
Müslüman, Nebi (sav)’in yolunu takibederek
ölüm anmda müslümanlarm takınmalan gereken tav­
rı onlara hatırlatır. Üsame b. Zeyd şöyle diyor:
Peygamber kızlarmdan biri Peygamber (sav)’e
oğlunun (veya kızınm) ölüm anında olduğunu haber
verip onu çağırmak için bû haberci gönderdi. Peygam­
ber haberciye:
«Ona dön ve Allah’m hem vereceğini hem de ala­
cağını ve herşeyin onun katmda belU bir eceli oldu­
ğunu haber ver. Sabretmesini ve ecrini Allah’tan bek­
lemesini emret,» buyurdu. (Müttefakun aleyh)
Bu münasebetlerde şuurlu müslümanm yapma­
sı gereken şeylerden biri de, bağırmanm, ağlamamn
ve dövünmenin ayrıca başkalannı da ağlatmanm ha­
ram olduğunu onlara anlatıp, bilhassa cahülerin yap­
tığı bu tür şeylerin ölüye kabrinde eziyet vereceğini
izah etmesidir. Resulûllah (sav) hadisinde şöyle bu­
yuruyor:
251
«ölü kabrinde kendi için ağlanması sebebiyle
azap görür.» Başka bir rivayette de: «Kendine yapı­
lan ağlama ona azap verir.» şeklindedir. (Müttefa-
kün aleyh)
«Yanaklarını döğen, elbiseleri yırtan ve cahiliye
davası güden bizden değildir.» (Müttefakun aleyh)
Ümmü Atiyye Nüseybe (ra) dedi ki: «Resulûllah
(sav) biat esnasmda ölü arkasmdan ağlamamaya da­
ir bizden söz aldı.» (Müttefakun aleyh)
Resulûllah (sav): «Ölü arkasından ağlayan ka­
dın ölmeden önce tevbe etmezse kıyamet günü üze­
rinde ziftten bir gömlek ve paslı bir zırh ile kalkar,»
buyurdular. (Müslim)
Kalpteki hüzün sebebiyle gözden gelen yaş bağı­
rıp çağırmamak ve ölünün evsafmı sayarak ağlama­
mak şartıyla haram değildir. İbnü Ömer (ra) Nebi
(sav)’in yanında Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi
Vakkas ve Abdullah b. Mesud olduğu halde Sa’d b.
Übade’yi ziyaret etti ve orada Resulûllah (sav) ağla­
dı. Resulûllah (sav)’in ağladığını görünce onlar da
ağladılar. Resulûllah (sav);
«Duymaz mısınız? Allah gözyaşıyla ve kalbin hüz­
nüyle ölüye azap etmez. Fakat bunun — diline işaret
ederek— sebebiyle azap veya merhamet eder,» bu­
yurdular. (Müttefakun aleyh)
Üsame b. Zeyd (ra )’dan rivayet edümiştir ki: Re­
sulûllah (sav)’e torunu ölüm halinde getirilince Re­
sulûllah (sav)’in iki gözünden yaşlar aktı. Sad’:
— Bu ne haldir, ya Resulûllah! dedi. Buyurdu
ki:
«Bu Allah’m kullarınm kalblerine koyduğu mer­
hamettir. AUah ancak merhametli kullarına rahmet
eder.» (Buharî, Müslim)
Enes (ra )’dan şöyle rivayet edilir: Resulûllah

252
(sav) oğlu İbrahim, can çekişirken yanına girdi ve
(durumu görünce) iki gözünden yaş akmaya başladı.
Abdurrahman ta. Avf:
— Sen de mi, ya Resulûllah! dedi. Peygamber
(sav) ;
«Ya İbn-i Avf! Bu merhamettir,» buyurdu ve şöy­
le devam etti:
«Şüphesiz göz, yaş akıtır ve kalp hüzünlenir. Rab-
bimizi razı edecek sözlerden başka şey söylemeyiz.
Biz ey İbrahim, senin a 3nrılığma gerçekten üzülüyo­
rum.» (Buharî, Müslim)
Mütteki Müslüman, cenaze defnedilinceye kadar
hazır bulunur. Çünkü Resulûllah (sav) in haber ver­
diği büyük sevabı kaçırmaması gerekir; Resulûllah;
«Cenazede, namazı kılmmcaya kadar (cenazede
hazır) bulunanlara sevap olarak bir kırat, defnedilin­
ceye kadar bulunanlara iki kırat vardır,» buyurdu.
İki kırat nedir? diye soruldu. Resulûllah:
«İki büyük dağ gibidir,» buyurdular. (Müttefa-
kim aleyh)
İslâm cenazeyi defnedilinceye kadar takip etme­
yi teşvik ile, müslümanlar arasmdaki kardeşliği ve
vefa duygularmı.kuvvetlendirmektedir. Bir acısı olan­
lar da bu gibi hallerde cenazenin arkasmda sıralan­
mış müslümanlarm taziyesi ile. teselli bulur. Çünkü
namaz kılanlar ölüleri için şefaatçi olacaktır. Resul­
ûllah (sav) :
«Hiçbir Müslüman yoktur ki, ölünce Allah’a şirk
koşmamış, kırk Müslüman namazmı kılsın da onlan
■o Müslüman, için şefaatçi kılmasın.» (Müslim)
Müslüman’ın cenaze namazının ahkâmmı bilme­
si gerekir. Nebi (sav) ’den gelen duaları, namazda oku­
nan duaları ezberlemesi gerekir. Naaş konulunca in­
sanlar namaz için arkasına dizilirler. İmam ilk tek­

253
biri alınca istiazeyi ve fatiha okur. İkinci tekbirde sal-
li barikleri okur. Üçüncü tekbirde ölü ve bütün müs-
lümanlara dua eder. Peygamber’den rivâyet edilen
dualarm en sahihi Avf b. Mâlik (ra) ’dan rivâyet edi­
len duadır. Avf. b. Mâlik diyor ki;
Resulûllah (sav) bîr cenazenin namazını kıldı.
Ben de onun okuduğu duadan şunu ezberledim.
«Allah’ım! Onu bağışla, ona acı, ona afiyet ver,
onu affet ve onu güzel güzel ağırla, yerini genişlet
onu su, kar ve dolu ile yıka, onu günahlardan beyaz
elbiseyi kirden temizlediğin gibi temizle. Ona dünya­
daki 3mrduna bedel daha hayırlı bir yurt, dünyadaki,
aile efradmdan daha hayırlı bir aile ihsan et. Onu
cennete koy, onu kabrin fitnesmden ve cehennemin
azabından koru.» Avf b. Malik bu duayı duyunca: Bu
ölünün yerinde olmayı temenni etim, diyordu. (Müs­
lim)
îmam bundan sonra dördüncü tekbiri alır ve şu
duayı okuyup selâm verir: ((Allah’ım onun ecrinden
bizi mahrum kılma. Bizi ondan sonra imtihan et­
me, bize ve ona mağfiret eyle.» (*)
Naaş kabre konuncaya kadar cemaatle beraber
3mrür. Defni tamamlandıktan sonra ölü için hayır
duada bulunur ve ayağmm kaymaması için, dua eder.
Resulûllah (sav) de böyle yapar ve böyle yapılması­
nı emrederdi. Bu konuda Osman b. Affan (ra) diyor-
ki: Nebi (sav) cenazenin defni tam am lanm ca başın­
da durur ve;
((Kardeşiniz için istiğfar edin ve (Allah’tan) aya?
ğınm kaymamasmı isteyin. Çünkü o, şu anda sor­
guya çekiliyor.» (Ebû Davud)
Amr b. As’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Be--

C*) Not: Bu bahis Şafii Mezhebine göre izah e(iilnjiştir..

254
ni defnettiğinizde, bir deve}n kesip etini dağıtacağı­
nız süre kadar bir müddet kabrimin etrafmda durun
da sizinle yalnızlığımı gidereyim ve Rabbimin elçile­
rinin soracağı şeylere vereceğim cevapları bileyim.»
(Müslim.)
İmam Şafii dedi ki: Kabrin yanında Kur’an okun­
ması müstehaptır. Eğer Kur’an hatmedilirse daha gü­
zel olur.
Müslümanın bu gibi durumlarda bile Müslüman
kardeşlerini terketmemesi sosyal hayatın bütün bo-
jnıtlarmı kavradığmın delilidir. Hayat sadece düğün­
ler ve mutlu günlerden ibaret değildir.. Hatta hem
düğün vardır hem ölüm. Hem sevinç hem hüzün var­
dır. Zorluk ve kolayhk, gülmek ve ağlamak vardır.
Zorluk ve kolaylık, gülmek ve ağlamak vardır. Ger­
çek şuurlu Müslüman bütün bu münasebetlerde ne
yapacağmı çok iyi bilir. Çünkü bütün bu münasebet­
lerde onun tebliğ edeceği davet, söyleyeceği söz ve
yapacağı görevi vardır.

İyiliğe teşekkür eder ve mukabele eder:


Ahlâkı güzel müslümanm özelliklerinden biri de
iyiliği inkâr etmeyip karşılığmı vermesidir. Ona te­
şekkür eder unutmaz. Ve şu hadisle amel eder:
tfKendisinç iyilik edUen. kimse o iyiliğe mukabe­
lede bulunsun.» (Ebû Davud, Tirmizî)
«Kim Allah için size sığımrsa onu himaye ediniz.
Size bir ijûlîk yapana mukabelede bulunun.» (Ebû.
Davud, Nesei, Ahmed)
İyiliğe teşekkür bu dinin teşvik ettiği müslüma-
nın bir borcudur. Yoksa arzu ve isteklerin hakim ol­
duğu, menfaat ve maslahat icabı yapılan iki yüzlü­
lük değildir.

25ü
iyilik yapan teşekkürü haketmiştir. Gözlenen
menfaat onun elinde gerçekleşmese de kalpten gelen
bir istek ile teşekküre hak kazanmıştır. İslâm müs-
lümanlardan bunu istemektedir.
İslâm bu güzel ahlâkı topluma yerleştirmek için
insanlara teşekkürü Allah’a şükür ile birlikte zikret­
miş ve insanlara çok teşekkür edenleri Allah’a en çok
şükreden kullar olarak kabul etmiştir;
«Allah tebareke ve teâlâya en çok şükreden in­
san, insanlara en çok teşekkür edendir.» (Ahmed, Ta-
beranî)
Hatta insanlara yaptıkları iyilikten dolayı teşek­
kür etmedikçe Allah’a şükrün de tam olarak tahak--
kuk etmeyeceğini açıklamıştır. İnsanlara iyiliklerine
karşı teşekkür edemeyen kimsenin Allah şükrünü ka­
bul etmez. İyilik yapanın gönlünü almak için ona bir
kelime söylemeyen Allah’a ne kadar şükrettiğini söy­
lese de hakkıyla şükredemez. Çünkü iyiliği inkâr et­
miş ve teşekkürde bulunmamıştır. Nefislerdeki iyilik
pmarlarmm kuruması için çahşmıştır. Bu hususta
ResulûUah (sav):
«İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükre­
demez.» (Buharî, Edebül müfred)
Çünkü iyilik yapana teşekkür onu iyiliğe teşvik
etmektir. Aynı zamanda inşam iyüiği takdir, ve itiraf
etmesine alıştırır. Böylece de toplumda fertler ara-
smdaki sevgi bağları kuvvetlenir. Kalpler sevgiye açı­
lır. Nefisler hayır işlemeye yönelir ki, bu da İslâm’m
toplumda kökleştirmek istediği şeydir.

İnsanlarla iyi geçinir ve onların ezasına katlanır:


Amel eden gerçek Müslüman insanlarla kaynar
şır ve onlarm rahatsızhklaruıa tahammül eder. Çün-

256
kü o dava sahibidir, bir görevin öncüsü ve davetin
temsilcisidir. Bn görevleri üstlenen kimsenin davası
uğrunda kendini fedakârlıklara alıştırması lâzımdır.
Davetle birlikte gelen zorluklara katlanmayı bilmeli­
dir. İnsanların ani karşı çıkışlanna, kötü muamele­
lerine, zan ve düşüncelerinin fesadma, tabiatlarınm
cefasına, hakkı geç kabul etmelerine, uyuşuklukla­
rına, şöhret ve menfaat peşinde koşmalarma ve buna
benzer davetçiyi sıkacak, zorlayacak basitliklere müs-
lümanın kendini hazırlayıp sabretmesi gerekir. Çün­
kü birçokları bir ümitsizlik anında sıkmtı ve güç­
lüklerle karşılaşınca insanlardan uzaklaşıp inzivaya
çekiliyor. Bu sebepten hadis-i şerifler, müminlerin
azimlerini kuvvetlendirir mahiyette, onlarm kalple­
rini azimlendirip ayaklarını sağlamlaştırıyor, Diken­
li ve uzun davet yolunda sabredenlerin sabretraeyen-
lerden daha hayırlı olduğunu ilân ediyor:
«İnsanlara karışıp onlarm ezasına sabredenler,
insanlara kanşmayıp ezalarına sabretmeyenden da­
ha hayırlıdır.» (Buharî, Edebül müfred)
Resulûllah (sav) ve ondan önceki peygamberler
insanların anlayışsızlıklarma ve basitliklerine sabre-
derlerdi. Davetçilerin, sabrı tükenip göğüsleri sıkıl­
dıkça, Peygamberimizin sabrmı gösteren örneklere de
ihtiyaçları artar.
O büyük sabır örneklerinden birisi Buharî ve
Müslim’in rivayet ettiği şu haberdir; Peygamber (sav)
birgün her zaman yaptığı gibi bir taksim yaptı. En-
sar’dan biri:
— Vallahi bu taksimat Allah azze ve cellenin n-
zasma uygun değil, dedi. Bu zalim söz Resulûllah’m
kulağına gidince çok üzüldü. Yüzünün rengi değişti
ve gazaplandı. Sonra da;
«Musa ondan daha ağır eziyet gördü yine de sab­
retti,» buyurdu. '
257
Bu kelimelerle Resulü Ekrem’in hiddeti dindi, öf­
kesi gitti ve affedici ve hoşgörü sahibi yüce peygam­
ber sakinleşti.
Bu özellik her yer ve her zamanda peygamber ve
sadık davetçilerin özelliği olmuştur. İnsanların ezi­
yet ve dedikodularma sabır... Onsuz davet sürmez ve
davetçi düşünülemez.
Şuurlu ve akıllı Müslüman insanları kendine ısın­
dırmayı, onlan idare etmeyi ve şerlerinden korunma­
yı bilir. Eğer karşısmdaküer sefih kimselerden iseler
Müslüman alnllıdır, insanlarla geçinmesini ve onlar­
la konuşmasını çok iyi bilir. Kimse ondan bir kaba­
lık hissetmez. Onda bir sertlik ve kabalık göremez.
, Nebi (sav)’in takip ettiği yol da budur. Buharî Aişe
(ra) ’dan rivayet ediyor ki, bir adam Nebi (sav) ’tn ya­
nma girmeye izin istedi. Nebi (sav) ;
«Ona izin verin. Ne kötü aşiretin oğlu (veya kar­
deşi) !» Adam içeri girince Nebi ona yumuşakça ko­
nuştu: Ben:
— Ya ResulüUah! Önce ona söylediğini söyledin,
sonra da yumuşak sözle hitap ettin, dedim. Buyur­
du ki:
«Ey Aişe! İnsahlarm Allah katmda makam itiba­
riyle en şerlisi insanlarm kötü sözünden korktukları
için ondan uzak durdukları kimsedir.»
Ebû Derda şöyle derdi: «Biz bazı insanlarm yü­
züne güleriz ama, kalbimiz onlara lânet etmektedir.»
(Buhari)
İnsanlar daima davetçinin mizacma ve istekleri­
ne uygun olmaz. Bilâkis içlerinde davetçinin arzula-
dığırun tam tersine olanlar vardır. Bunun için de da­
vetçi bu tip insanlardan karşılaşacağı şeylere karşı
sabretmelidir. Onlarla muamelesinde mutlaka nazik

258
olmalı ve davet ettiği hakka onları celbedebilmek için
nezaketi elden bırakmamalıdır.

İnsanları sevindirir:
Dininin hidayetiyle aydmlanmış şuurlu Müslü­
man bulunduğu yerde sevinç dağıtmaya, oradakiler
arasmda sevgiyi yerleştirmeye çaüşmalıdır. Allah’ın
mübah kıldığı ölçüde insanları sevindirmek İslâm’ın
istediği, meşru kıldığı ve teşvik ettiği bir şeydir. İs­
lâm toplulukları ve müslümanlarm yaşadığı hava-
nm sevgi üe dolması, sevinç rüzgârlarının esmesi için
İslâm bunu meşru kılmıştır. Bunun için müslümanla-
rı sevüıdirenlere mükafat olarak da Allah kıyamet
günü onu daha fazla sevindirecektir:
«Müslüman kardeşim, AUah’m rızasma uygun
bir şeyle sevindirerek karşılarsa onu da Allah kıyamet
günü sevindirir.» (Taberanî)
Müslümamn Irardeşlerine götüreceği nice helâl
sevinçler vardır. Güzel söz, tatlı yüz, ferahlatıcı müj­
de, teselli edici yakmhk, samimi ziyaret ve sadık dost­
luk gibi kalbleri muhabbete açacak, hile, kin ve nef­
rete kapatacak nice yollar vardır. Bu yüzden de müs-
lümanın terbiyesi onu Allah’a yaklaştıracak ve insan­
lara sevdirecek salih ameller çerçevesinde olmalıdır.

Hayra delalet eder:


Ha3rra delalet eden sadık ve müttaki müslüma-
nm alâmetlerinden, işleyeceği salüı amellerden biri­
si de, hayrı kimseden saklamaması, insanlarm men­
faati olan şeyi gizlememesidü. Zira dini ona hayra
delâlet edenin hayrı işlemiş gibi sevap alacağmı öğ­
retmiştir:.'

259
«Hayra delâlet eden kimseye onu yapanın ecri
gibi ecir vardır.» (Müslim, Ebû Davud, Tirmizî)
Böyle olduğu için Müslüman hayrı kendisine has
kılmıyacaktır. Çünkü hayrı yapmak ta göstermek te
aynıdır. Gösteren de yapanın sevabını alacaktır. Bun­
da da toplumda hayrı yaymak gibi yüksek bir fayda
vardır.
Gösteriş, iftihar gibi nefsi afetler toplumdan ni­
ce hayırları engellemiştir. Çünkü bu tür ahlâka sa­
hip kimseler hayrı sadece kendileri yapmak istemiş­
ler ama şartları müsait olmadığı için o hayır fırsatı
fevtolmuştur. İnsanlann menfaatleri atıl kalmış, top­
lumlar, bazı şahıslarm ellerinde olan bu hayrı kendi­
lerine sakladıkları için bu hayırdan mahrum bırakıl­
mıştır. Bu şahıslar kendilerine bir fırsat doğmasmı
beklemişler bu fırsatı bulamayıp ölünce de o hayır
kendileriyle birlikte mezara gitmiştir. Rabbi’nin mü­
kafat ve rızasmı gözeten Müslüman bu tü r afetlerden
uzak olmalıdır.

Kolaylaştırıcıdır zorlaştırıcı değil:


Şuurlu ve takva sahibi Müslüman kolaylaştırı­
cıdır. Zorlaştırmayı bümez. Çünkü müslümanların
meziyeti her işte kolaylıktır. AUah’m kulları için ra­
zı olduğu da budur;
«Allah sizin için kolaylık murad eder. Size zor­
luğu murad etmez.» (Bakara: 185)
Hadis-i şerifler de kolaylaştırmayı teşvik, zorlaş­
tırmayı nehyetmiştir ;
«Öğretiniz, kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Bi­
riniz hiddetlendiğinde sussun.» (Buharî, Edebül müf-
red)
İşleri zorlaştırmaya, kalbinde eğrilik, tabiatında

260
şiddet ve terbiyesinde noksanhk olan kimselerden
başkası yaklaşmaz. İslâm terbiyesiyle edeblenmiş bi­
ri zorlaştırmayı bilmez, işleri engellemeye ve insanla-
rm menfaatlerine halel getirmeye çalışmaz. Bunları ^
yaparken de Hz. Aişe (ra)’m Resulûllah’ı anlatan şu
hadisini unutmaz ve ona tabi olur:
«Resulûllah (sav) iki şey arasında serbest bı­
rakılınca, günah değilse kolaymı tercih ederdi. Eğer
onda bir günah varsa ondan en fazla o kaçardı. Re­
sulûllah (sav) Allah’ın haram kıldığı şeyler çiğnenin­
ce Allah için İntikam almanm dışmda, kendisi için
asla intikam almamıştır.» (Müttefakun aleyh)
Bu görüş Peygamber (sav)’in insanların zayıflı­
ğını, kabiliyetlerinin değişik oimasını dikkate aldığı­
nı gösteriyor. Süımeti Mutahhere kolaylaştırmayı
meşru ve helâl işler çerçevesi içine almış ve müslü-
manlara sünnet kılmıştır ki müslümanlar zorluğun
nefislere olan ağırlığından kurtulsun.

Her durumda adaleti gözetir:


Şuurlu ve akıllı Müslüman hükmünde adüdir.
Zulmetmez ve Haktan ayrılmaz. Şartlar ne olursa ol­
sun adaleti gözetmek ve zulümden kaçmak onun inan-
cmın özünü teşkil eder. Çünkü Kur’an ve Hadisler
ruhsata ve içtihada mecal bırakmayacak şekilde ada­
leti emreder mahiyyettedir:
«Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline tes­
lim etmenizi ve insanlar arasmda hükmettiğiniz za­
man adaletle hükmetmenizi emreder.» (Nisa: 58)
Bu adalet anlayışı, aşırı sevgi veya nefret gibi
duygulardan, akrabahk gibi bağlardan etkilenmiye-
cek kadar hassas bir ölçüye sahiptir.
«Ey inananlar! Allah için adaleti ayakta tutup

261
gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz si­
zi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun bu Allah’a kar­
şı gelmekten sakmmaya daha yakındır. Doğrusu Al­
lah yaptıklarınızdan haberdardır.» (Maide: 8)
— «Konuştuğunuzda, —akraba bile olsa— sözü­
nüzde adil olun.» (Enam: 152)
Üsame, Mahzumi isimli kadm için şefaat isteme­
ye geldiğinde, Resulûllah (sav) adalet hakkında eh
güzel örneği vermiştir. Kadmın elini kesmeye azmet­
miş ve ona «Allah’m cezalarından birine mi şefaat
ediyorsun. Üsame, vallahi Muhammed’in kızı Fatma
bile çalsaydı onun da elini keserdim.»
Şüphesiz bu adalet umumi bir adalettir. Büyüğe
küçüğe, emire ve halka, müslümana ve gayr-i müş-
lime aym şeküde uygulanır.
Halife Emirü’l müminin Hz. Ali’nin zırhmı çalan
Yahudi üe mahkemede 3rariyana durması bütün dün­
yada asırlarca adalet mahfillerinin suskunlukla ge­
çiştirdiği bir gerçektir. Kadı Şureyh Halifeyi, zarhmı
çalan Yahudi üe yanyana oturmuş ve ondan Yahudi’
nin çaldığım isbat eden bir delü istemiştir. Ali (ra)
delü bulamaymca da Kadı Şureyh Yahudi’nin lehine
Hanife Hz. Ali (ra)’m aleyhine hükmetmiştir. İslâm
tarihi hak ve adaletin hüküm sürdüğünü gösteren bu
tür pek çok hadiselerle doludur.
Bu yüzden gerçek Müslüman sözünde ve işlerin­
de adaletli olmahdır. Çünkü hak, kültürünün derin­
liklerinde bulunmakta; adalet, toplumunun kökleşmiş
malı, insaf ise inancmda mukaddestir.

Zulmetmez:
Gerçek Müslüman adalete bağlüığı oranında zu­
lümden de uzaktır. Çünkü zulüm zalimlerin içinde yu­

262
varlandığı bir karanlıktır, Hadis-i şerif şöyle açıklı­
yor bunu;
«Zulümden sakınm. Çünkü kıyamet günü karan­
lıktır.» (Buharı, Müslim)
Şu hadis-i kutside tevile mahal bırakmayacak
şekilde yasaklanması ne güzeldir;
«Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım.
Aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyi­
niz.» (Müslim)
Zulüm, Allah’ın kendine haram kıldığı bir şey­
dir. Yaratıcı, herşeyin sahibi. Aziz, Cebbâr ve Müte-
kebbir olan Allah kendine zulmü haram kılmış ve
kullan arasında da yasaklamıştır. Bundan sonra di­
ninin ipine sarılmış bir müslümandan zulüm sadır
olabilir mi?
Gerçek Müslüman şartlar ve durum ne olursa ol­
sun zulmetmez. Resulûllah (sav) müslümanm sıfat­
larını haber verirken bunu da vurgulayarak belirt­
miştir:
«Müslüman, müslümanm kardeşidir. Ona zulmet­
mez ve onu yalnız başma bırakmaz. Kardeşinin ihti-
yacmı görenin ihtiyacmı da Allah görür. Bir müslü­
manm dünya üzüntülerinden birini giderenin Allah
da kıyamet gününün üzüntülerini giderir. Kim bir
müslümanm ayıbmı örterse Allah da onun günahla-.
rmı kıyamet günü örter.» (Buharı)
Resulûllah, müslümanm mjislümana zulmetme­
sini yasaklaıhakla kalmamış onu yalnız başma burak-
masmı, ona yardım etmemesini de yasaklamıştır. Çün­
kü ona yardım etmemek te zulümdür. Bundan son­
ra da onun üıtiyaçlarmı gidermeye, üzüntüsünü gi­
derip' ayıbmı örtmeye teşvik etmiştir. Sanki bunlan
emrederken bunların terkedilmesini zulüm ve kardeş­
lik hakkmm çiğnenmesine işaret etmiştir.

263
Şerefli işlere talihtir:
Gerçek Müslüman bütün sosyal ilişkilerinde dai­
ma şerefli işlere talip olur. Bu ilişkilerini basit ve ha­
sis menfaatler üzerine bina etmez. Çünkü müslüma-
nın basit işlerle uğraşacak vakti yoktur. Küçük he­
deflere ve basit gayelere ayıracak vakti yoktur. O, ki­
taptan aldığı terbiye ile ciddiyeti sever, yılışıklıktan
hoşlanmaz. Daima 3nikselmeyi ister, düşmekten ve
inmekten nefret eder. Bu ise Allah’ın kullarında gör­
mek istediği hasletlerdendir. Resulûllah (sav) bu ko­
nuda buyuruyor ki:
«Allah cömerttü’, cömertleri sever. İşlerin şeref­
lisini sever, hakirinden hoşlanmaz.» (Taberanî)

Konuşurken zorlanmaz:

Müslüman konuşurken fazla dermlere dalmaz ve


gösteriş için kendini konuşmaya zorlamaz. Zorla ko­
nuşmak ve gevezelik Müslüman ahlâkmdan değildir.
Bu iki özellik bütün düşüncesi gösteriş yapmak, in-
sanlarm kendine bakmasmı sağlamak isteyenlerin
özelliğidir. Bu yüzden Resulûllah (sav) kendini zorla­
yarak konuşanlara şiddetle mukabelede bulunmuş­
tur, Aym şeküde Ebû Bekir ve Ömer (ra) da böyle
konuşanları şiddetle karşılamıştır. Abdullah b. Mes’
ud;
«Kendinden başka ilâh olmayan (Allah) ’a yemin
ederim ki, kendini zorlayarak bogEizmdan konuşanla­
ra Resulûllah (sav)’den daha şiddetli davrananı gör­
medim. Ondan sonra da Ebu Bekir’den daha şiddet­
lisine rastlamadım. Ve zannediyorum Ömer o kimse­
lerin yeryüzünde en 0 k korktuklarıydı.» (Ebû Yala,
Taberanî)

264
Kimsenin başına gelen kötülüğe sevinmez:
Gerçek Müslüman, kimseyi ayıplamaz ve diğer
insanların başlarına gelenden dolayı da sevinmez.
Çünkü kötülüğe sevinmek çok aşağılık bir meziyet­
tir. İslâm onu yasaklamış ve bu kötü meziyete müb-
telâ olmaktan sakındırmıştır:
«Kardeşinin başına gelen kötülüğe sevinme. Al­
lah ona acır da seni (o kötülüğe) mübtelâ edebilir.»
(Tirmizî)
Ruhu, İslâm şerbeti içmiş gerçek müslümanın
gönlünde dostun başma gelen fenalığa sevinmek yok­
tur. Tam tersine onun yardımma koşar, acır, acısını
hafifletmeye çahşır ve ona merhamet eder. Başkala-
rmm başına geien kötülüğe sevinmek İslâm ruhundan
uzak intikam hırsıyla yetiştirilmiş hasta nefislerin,
işidir.

Cömerttir:
Dininin öğretüeriyle aydınlanmış ve bunları sa--
dakatle nefsinde tatbike çalışan gerçek Müslüman
cömerttir, eli açıktır, diğer müslümanlara çeşitli mü­
nasebet ve vesilelerle hayır saçar, Zira dağıttıklarmın
zayi olmadığmı Alim ve Habir olan Allah’m nezdinde
mahfuz olduğunu bilir;
«Sarfettiğiniz İ3d bir şeyi Allah mutlaka bilir.».
(Bakara, 273)
Müslüman aynı zamanda, bu dünyada sarfettik-
lerinin yarm kendisine kat kat geri verileceğine ,
inanır:
«Mallarmı Allah yolımda sarfedenierin durumu,
her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren
bir tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat

265-
verir. Allah’ın lütfü geniştir.» (Bakara: 261) «Sarfet-
tiğinis iyi birşsyin yerine o daha iyisini koyar.» (Se-
he: 39) «Sarfettiğiniz iyi şeyler kendinizedir. Zaten
ancak Allah’ın rızasını kazanmak için sarfedersiniz.
Sarfettiğiniz iyi bir şeyin karşılığı haksızlığa uğratıl-
maksızm size verilir.» (Bakara: 272)
Sadık Müslüman, Allah’ın sarfettiklerinin karşı­
lığım dünyada ve ahirette vereceğine yakınen iman
ederek sarfeder. Cimrileşir, iyiliğe sarfetmekten geri
durursa Allah’m malını telef edeceğini, noksanlaştıra-
cağmı bilir. İşte hadisi şerifin çizdiği tablo:
«İnsanlarm sabahladıkları bir gün yoktur ki iki
melek inip birisi: Allah’ım mahnı iyiliğe sarfedenin
sarf ettiğinin yerine daha iyisini ver, diğeri de: Allah’
mil hayra sarfetmeyip tutana telef ver, diye dua et­
mesinler.» (Müttefakun aleyh)
Hadis-i Kutsi ise şöyle:
«İnfak et ey Ademoğlu! Ki sana da infak edil­
sin.» (Müttefakun aleyh)
Müslüman Allah yolunda sarfettiği malın, malı­
na noksanlık getirmeyeceğini çok iyi bilir ve bu hu­
susta şüphe de etmez. Çünkü sadaka malı artırır ek­
siltmez:
«Sadaka hiçbir malı eksiltmenıiştir...» (Müslim)
Allah rızası için dağıttığmın sevabı ise tavsif edi­
lemeyecek kadar katlanarak kendisine geri verilecek­
tir. Bunun için ResulûUah (sav) Allah yolunda har­
canan malm gerçekten kahcı olduğunu haber veri­
yordu. Aişe (ra) Nebi (sav)’in bir koyun kestiğini son­
ra da: «Ondan ne kaldı?» diye buyurduğunu, kendi­
nin de: Bir omuzdan başka birşey kalmadı, dediğinde
şöyle cevap verdiğini rivayet ediyor: «Omuzundan
başka hepsi kaldı.» (Tirraizî)

266
Resulûllah (sav) cömertliğin Müslüman nefisle­
rine yerleşmesi için çaba sarfediyor ve özen gösteri­
yordu. Cömertliğin müslümanlarm rekabet edecekleri
bir meziyet haline gelmesini sağlamaya çok gayret
sarf ederdi;
«Yalnız iki kişiye gıpta edilir; Büi AUah’m, mal
verip hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kişi,
diğeri de, Allah’m kendisine Uim verip de onunla amel
eden ve bunları başkalarma öğreten kimsedir.» (Müt-
tefakun aleyh)
Mahn Allah yolunda harcanmasıyla üim öğrenip
öğretmeyi bir tutmuştur. Bu iki hasletin dışmda gıp­
tanın caiz olmadığını bildirmiştir. Çünkü hak yolda
mal sarfetmenin müslümanlarm sosyal hayatlarma
büyük faydası vardır. Mal ise hayatm hassas şeyle-
rindendü'. Allah yolunda harcanması çok büıdik bir
ameldir. Bu, alimin dehasmdan ve insanlara faydah
olmasmdan geri kalmaz.
Şuurlu Müslüman sarfettiği malm getireceği ha­
yır sevap ve ecri büir. Bunun için bu yolda —varisle­
rine haksızhk etmeden, onları mahrum bırakmadan—
sarfeder ve ecir kazanır. Bunun ölçüsü de tabii ki, orta
yollu olmaktır, öyle ki, malım varislerine bırakmak ■
Allah yolunda harcamaktan daha sevimli olmama­
lıdır. Tam tersine Allah yolunda harcadığı mal, ken­
disine miras bıraktığmdan daha sevimli gelmelidir.
Çünkü defterinde kalacak odur. Resulûllah (sav) bu­
na işaret ederek buyuruyor ki:
«Hanginize varisinin mah kendi malmdan daha
sevimlidir?» Sahabe:
— «Bizden mah kendine daha sevimli olmayan
yoktur,» dediler. Resulûllah (sav) :

267
— «Kendi malını Allah yolunda sarfettiğidir. Va­
risinin malı ise sarfetmeyip geriye bıraktığıdır.» (Bu-
harî)
Cömertlik İslâmi ahlâkların en üstünü ve müs-
lümanm en güzel meziyetidir. Bu yüzden Resulûllah
(sav)’e gelip :
— İslâm’m hangisi (hangi amel) hayırlıdır? diye
soran adama:
«Yemek yedirmen, tamdığm ve tanımadığın (her­
kese) selâm vermendir» buyurmuştur. (Müttefakun
aleyh)
Cömertlik böyle olmakla birlikte Müslümanı tef­
rite götürüp bütün malınm elinden çıkmasına da se­
bep olmamalı, varislerine hiçbir şey bırakmayacak ka­
dar aşu'iya kaçmamalıdır. Çünkü İslâm’da herşey den­
gelidir. Birbirinin sınır ma taşmaz. Hayır yolda sar-
fetmek farz veya vacip olduğu gibi evlâdını düşün­
mek, neslini devam ettirmek, onları mahrum bırak­
mamak da farzdu*.
Sa’d b. Ebi Vakkas hasta iken kendisini ziyarete
gelen Resulûllah (sav)’e:
— Ya Resulûllah! Benim çok malım var. Bir kı­
zımdan başka da varisim yok. Mahmm üçte ikisini
hayra sarfedeyim mi? diye sordu. Resulûllah:
«Hayır,» buyurdu. Sa’d:
— Yarısmı? dedi. O:
«Hayır,» buyurdu. Sa’d:
— Üçte bir? dedi. Resulûllah:
«Üçte bir, üçte bir çok,» buyurdu ve şöyle devam
etti:
«Çocuğunu zengin olarak bırakman insanlara
avuç açacak şekilde fakir olarak bırakmandan daha
hayırlıdır. Sen sarfedeceğin herşeyden ecir alırsm.

268
Hatta kadmımn ağzına koyacağın lokmadan dahi.»
(Buharî)
Resulûllah (sav) cömertliğin canlı misaliyci
Onun vermekten elini tuttuğu görülmemiş ve kendin­
den birşey isteyeni geri çevirmemiştir. Câbir (ra) di­
yor ki:
«Resulûllah (sav) malın insan nefsindeki tesirini
bildiği için onu insanların kalbini yumuşatmak ve
İslâm’a çekmek için bir vesile olarak kullanmıştır.
Davet saflarına yeni birini katmak için bir kişj ar­
tırmak için hiçbir malı çok görmez verirdi. Mal endi­
şesiyle gelen, İslâm’ı tattıktan sonra o malı da İs­
lâm’a bağışlayacak, imanı en kuvvetli müslümanlar-
dan olacaktır. Resulûllah (sav)’in bu cömertliğini
Enes b. Malik anlatıyor:
«Resulûllah (sav) ’den İslâm adma hiçbir şey is­
tenmemiştir ki vermesin. Bir defasmda bir adama iki
dağ arasmı kaplayan bir koyun sürüsü verdi. Adam
kavmine dönerek:
— Ey kavmim! Müslüman olun. Çünkü Muham-
med fakirlikten korkmayan biri gibi mal veriyor, de­
di. Dünya malı için İslâm’ş, giren adam çok geçmiyor
ki, İslâm, ona dünyadan ve dünyadakilerden daha se­
vimli' görünmesin.»
Bu yüzden Resulûllah (sav) elinin ulaştığı yere
kadar infak eder ve insanlara dağıtır, kendine birşey
ayırmazdı. Bütün düşüncesi hayrı hakedenlere ver­
mek ve kalpleri taşlaşmış sert kalbleri yumuşatmak­
tır. Nefislerde cömertliği yerleştirmek için de bizzat
kendisi misal teşkil ediyor.
Cübeyr b. Mut’ım (ra) rivayet ediyor ki kendisi
Resulûllah (sav) ile beraber Hüneyn’den dönerken
bedeviler ona asılıp ondan birşeyler istemeye başladı­
lar. H atta onu bir ağaca sığınmaya zorladılar, üzerin-

269
den ridasını aldılar. Bunun üzerine Nebi (sav) dura­
rak şöyle buyurdu: •
«Ridamı bana verin. Şu ağaçlar sayısınca sığırım
olsaydı size dağıtırdım da sonra beni ne cünri, ne
yalancı ne de korkak bulurdunuz.» (Buharı)
Resulûllah (sav)’in şüphe ve tamalardan uzak cö­
mertliği, yüksek bir cömertliktir, Resulûllah (sav) in­
sanlığa örnek teşkil etmesi için gerçek hayatta ger­
çekleştirmiştir bunu. İnsanlığı yükseltmeğe ve yük­
seklik merhalelerini katetmeye müsaici olduğunu ve
çok yüksek mertebelere ulaşacağmı göstermektedir.
Yeter İd insan imanm bü5nik hakikatmı nefsinde par­
latabilsin. Çünkü insan Allah’a yaklaştıkça cömert­
liği de artar. Allah’m sahih kullarına hazırladığı ni­
metleri düşündükçe cömertliği artar. Allah ile olan
bağı kuvvetlendikçe cömertliğin vereceği meyvelere
olan duygusu derinleşir. Peygamber (sav) ’i ramazan­
da Cebraü böyle bulurdu. Resulûllah (sav) cömertliği
Ramazan aymda aaha da artardı. Çünkü Cebrail (as)
Ramazanm her gecesinde ona gelir, mübarek nefsine
hayır doldurur, fazüetine fazilet katar, hoşgörüsüne
hoşgörü ve cömertliğine cömertlik eklerdi.
İbn-i Abbas diyor ki: «Resulûllah (sav) insanla-
rm en cömerti idi. En cömert olduğu zaman da rama­
zanda Cibrü’in kendisiyle karşılaştığı zamandır. Cib­
ril ramazanda her gece ona gelir Resulûllah (sav)
Kur’anı ona okurdu. Böyle zamanlarda Resulûllah
(sav), rüzgârdan daha hızlı bir şeküde herkese cö­
mertlikte bulunurdu.» (Buharı, Müslim) (Rüzgârdan
daha hızh olması sürat ve genellik açısındandır. Rüz­
gâr nasıl her tarafa eserse Resulûllah (sav) de her- •
kese dağıtır ve ihsanda bulunurdu.)
İslâm’m ilk neslinde bu yüksek mertebeye çıkmış,
pek çok Müslüman görüyoruz. Meselâ Ebû Bekir (ra)

270
malının tamamını, Ömer (ra) yansmı Allah yolunda
bağışlamıştır. Osman (ra) bir orduyu donatmıştır.
Ebû Dahdah en kıymetli malı olan bahçesini Allah
yolunda tasadduk etmiştir. Ebû Dahdah’m eşi bunu
duyunca: Alışverişin kâr getirdi, diyerek sevincini iz­
har etmiştir. Bunlar gibi ahireti dünyaya tercih ede­
rek mallarmı ve zevklerini Allah yoluna tevketmiş
Müslüman çoktur. Günkü onlar Allah’a karşı .saTniTnl
idiler. Allah’ı unutmazlar, daima anarlardı. Bu yüz­
den de bu mânâları gerçekleştirirler ve gerçek hayata
tercüme ederlerdi. Bugünkü zenginler gibi ağızların­
da tekrar edip söylemekle yetinmiyorlardı.
Bugün öyle zenginler vardır ki, sadakası ve na­
file olarak vereceği bir tarafa sadece zekâtını verse
toplumdan fakirliği siler süpürür. Milyonlar ve mil­
yarlara sahip bu zenginler, bırak sadakanm üzerle­
rine farz olduğunu, İslâm’m bir rüknü olduğunu bil­
dikleri halde zekâtı dahi vermiyorlar. Bayramlarda ye
bazı münasebetlerde birkaç kuruş dağıttıklarım gö­
rürsün. Veya bazı muayyen bölgelerde bazı fakirlere
yiyecek dağıttıklarını görürsün. Bazı saf kimseler, bu
insanların evleri önünde bir ekmek parçası almak için
toplanmış fakirleri görünce onları cömert zanneder­
ler. Bu saf insanlar bilmezler ki o zenginlerin bu fa­
kirlere dağıttığı üzerlerine farz olanın çok küçük bh-
kısmını bile karşılamıyor. Fakirlere üç beş kuruş da­
ğıtarak insanlann gözünü boyadıklarmı Allah’a itaat
ediyormuş gibi gözükmelerini. Alemlerin Rabbi fakir­
lerin ve zenginlerin Rabbinin gördüğünü ve onun ce-
zasmdan kurtulamayacaklarım biliyorlar mı? Şu âye­
tin kendilerine hitap ettiğini biliyorlar mı?
«Altm ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfet-
meyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar ce­
hennemin ateşinde kızdınidığı gön, ahnlan, böğürleri

271
ve sırtlan onlarla dağlanacak. Bu kendiniz için birik-
tirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın, denecektir.» (Tev-
be, 34, 35)
Özlenilen toplumda zenginin fakire zulmü' diye
birşey olamaz. Fakirin de zengine kin beslememesi
bu toplumda düşünülemez. Çünkü böyle bir toplum­
da zengin fakirin malındaki hakkını bilir ve onun hak­
kını vermekte cimrilik etmez, ona yardımını esirge­
mez. Ve fakir de zengine kin gözüyle, düşmanlıkla
bakmaz. Zira ondan hakkmı almıştu. Zengin haram
yerden mal kazanmaz. Kazandığı her şey İslâm’m
ona helâl ve mübah kıldığı şekUde çalışmasmın ve
gayretinin eseridir. Fakire de çalışması ve istiyorsa
zengin olması için imkân tanınır. Kapı herkese açık­
tır. Çalışkan, azimli ve gayretli herkes oraya girebilir.
Böylecede kin, düşmanhk ve intikam için bir sebep
kalmaz. Kin tutanlara, düşmanlık besleyenlere ve in­
tikam peşinde koşanlara yer yoktur.
ResulûUah (sav) daima sahabeyi cömertliğe teş­
vik eder ve onlardaki mal biriktirme arzusunu kö­
reltmeyi öğretirdi ki, servet insanlar arasında dağıl-
sm ve hayatlarında rahatlık hakim olsun ve gizle­
nen, biriktirüen mal kıyamet günü kendilerine azap
olarak geri dönmesin. Bu hususta en güzel örneği Pey­
gamberimizde buluruz.
Bir gün ResulûUah (sav) Bakî’ kabristanma doğ­
ru yola çıktı. Ebû Zer (ra) da peşinden yetişerek be­
raberce yürüdüler. O esnada Ebû Zer’e;
«Şüphesiz dünyada mal biriktirenler kıyamette
malı az olacak kimselerdir. Ancak bir hak için böyle,
böyle diyenler hariç,» buyurdular. Sonra onlara Uhud
Dağı göründü. Nebi (sav);
«Ya Ebû Zer!» diye seslendi. Ebû Zer:

272
— Emret ya Resulûllah, buyur emrine geldim,
canım sana feda olsun, dedi. Buyurdu ki;
«Muhammed ailesinin Uhud Dağı gibi altmı olsa
akşama yanlarında bir dinar kalsın istemem (veya
miskal!).» (Buharı, Müslim)
Ömer b. Hattab (ra)’ın da Kureyş zenginlerine
fetihleri terkedip mal biriktirme ile meşgul oldukla­
rında takmdığı tavır bu hadisi gayet iyi açıklamak-
tadu'. Kureyş zenginleri tamamen ticarete yönelip fe­
tihlerle ilgilenmeyince Ömer (ra) onlara şöyle dedi:
«Dikkat edin! Kureyş Allah’ın malını aralarmda
ganimet kılmak istiyprlar. İbnu Hattab sağ olduğu
müddetçe asla... Dikkat edin! Medine’nin Harra mın­
tıkasında durup onlarm kuşaklarmdan ateşe düşme­
meleri için tutacağım.»
Ömer b. Hattab (ra) Harra’da durup zenginlerin
ihtikâr yapmalarını ve mal biriktirmelerini, ateşe gir­
melerini önlemek için men edeceğini ilân etmiştir.
Onlardan intikam almak için değil, onları düşecek­
leri ateşten kurtarmak için.
Müslüman ne kadar fakir olursa olsun, verdiği
ne kadar az olursa olsun cömerttir. îslâm’m ondan is­
tediği kendinden daha fakir olanlara karşı merha­
met duymasıdır. Ve başkalarmm çektiği yoksulluğu
hissedebilmesidir. Bu yüzden nasslar fakirleri güçle­
rince az da olsa sadakaya teşvik etmektedir. Ki
fakirler de kardeşlerinin derdine ortak olma hissini
yaşasmlar. Allahü Teâlâ bu az infakta bulunanlara
.sadakalannm yüce dağlar gibi semere vereceğini va-
detmiştir. Bîr şartla, o da helâl maldan tasadduk et­
meleridir:
«Kim helâl malmdan bir hurma değerinde tasad-
dukta bulunsa, —^Allah temiz maldan başkasmı ka­
bul etmez— Allah onun sadakasını bereketiyle kabul

273
eder. Sonra da siz mehrinizi nasıl artırıyorsanız o sa­
dakanın sahibine ecri bir dağ gibi oluncaya kadar
artırılır.» (Müttefakun aleyh)
Toplumda vicdanlardaki hayır, merhamet ve şef­
kat kaynakları kurumasm diye Resulûllah (sav) az
da olsa sadaka vermeye davet etmiş ve menfi tutum,
cimrilik ve duygusuzluktan sakmdırmıştır. Buyur­
muştur ki;
«Bir hurma tanesiyle de olsa ateşten konmunuz.»
(Müttefakun aleyh)
Allah Müslüman’dan toplumunda yapıcı, fayda
ve hayır unsuru olmasım istemiştir. Fakir olsun, zen­
gin olsun hayrım kimseden esirgemeyen biri olması-
m istemiştir. Bu yüzden de hadis-i şerifler her Müs­
lüman’ı gücü ve imkâm nisbetinde hayır işlemeye teş­
vik etmiş ve yaptığı her hayırh işi sadaka kabul et­
miştir: Nebi (sav);
((Her Müslüman’m sadaka vermesi gerekir,» bu­
yurdu. Sahabe;
— Ey AUah’m Peygamberi! Ya bulamayan? diye
sordular.
«İEliyle çalışır, kazanır ve tasadduk eder,» bu­
yurdu.
— Onu da bulamazsa? diye sordular. Neb’i (sav);
«İhtiyaç sahibine yardım eder,» buyurdu. Saha­
be:
— Ona da yetirecek güç bulamazsa? dediler. Ne­
bi (sav)
«İyilik yapsm, kötülükten kaçmsın. Bu onun için.
bir sadakadır,» buyurdular. (Buharî)
İslâm hayır dairesini, herkesin girebilmesi için
geniş tutmuştur. Elinde birşeyi olmayan fakir sos­
yal yardımlaşmadan mahrum olduğunu hissetmemek
için elinde hiç malı olmasa da bu kapı açılacâğmdan

274
hayu'h amellerde bulunur ve sadaka vermiş gibi ecir
abr. Zengin verdiği sadakadan nasıl sevap kazanursa
o da hayır işlerden aym sevabı kazanır;
«Her iyilik sadakadır.» (Buharî)
Böylece toplumdaki fertlerin tamamı toplum hiz­
metinde olur ve bu yardımlaşmayla bütün fertler ra­
hat ve sevince kavuşur. Çünkü bu ortaklık insanm
şerefini korumakta ve sevap kazanmasmı gerçekleş­
tirmektedir.
İslâm gerçeğe yöneliktir ve Müslümanlara acır.
Zira onlara güç yetiremeyecekleri şeyler yüklememiş-
tir. Onlardan mallannm fazlasmdan başka birşey in-
fak etmelerini de istememiştir. Fakirleri kınaTnaTmş,
onların ihtiyaçlarmı kendilerinin gidermelerini ter­
cih etmiştir. Zira veren el alan elden üstündür. İh­
tiyaç fazlası olan şeyler ise cömertliğe açılan bir ka­
pıdır. Gerçek Müslüman hayır çeşitlerinden hiçbirin­
de cimrilik yapmaz. Çünkü dininden cömertliğin ha­
yır, cimriliğin de şer olduğunu öğrenmiştir;
«Ey Ademoğlu! İhtiyaçtan fazlasmı infak etmen­
de senin için hayır vardır. Onu tutman ise senin için
şerdir (hayrma değildir.) İhtiyaç miktarı tutmandan
dolayı kınanmazsm. Bakmakla yükümlü olduklarm-
dan başla. Üstteki (veren) el, alttaki (alan) elden
üstündür.» (Müslim) ,
Gerçek şuurlu Mü.slüman ihtiyaç fazlasmı sadaka
olarak vermekten geri durmaz. İhtiyaç fazlası şey in-
sanlarm fakirliğe düşmemesi için ihtiyaten koyduğu
veya zengin ohnak için edindiği şeylerden verdiği sa-
dakanm sadaka çeşitleri arasmda en hayırlısı oldu­
ğuna inanır ve vermekten çekinmez.
Cömert Müslüman, ihsanım, vereceği hediyeyi
hak edenlere, gerçekten yarduna muhtaç olanlara ve­
rir. İnsanlardan utandıkları için istemeye haya eden.

275
insanların zengin zannettikleri fakirleri araştırır ve
onların kapısını çalarak incitmeden onlara ihtiyaç­
ları olan şeyleri verir. Çünkü bu utanan fakirler di­
ğerlerinden daha lâyık kimselerdir. Resulûllah (sav)
de hadisinde onları kastetmektedir:
«Fakir bir iki hurma ve bir iki lokmanın razı ede­
ceği (dilenciler) değildir. Fakir (istemekten) utanan,
haya edenlerdir.» (Müttefakun aleyh)
Buharı ve Müslim'deki bir rivâyet ise şöyledir:
«Fakir, bir iki hurma, bir iki lokma için insan­
ları dolaşan değil; elinde birşey olmayan, sadaka ve­
rilmesi için insanların farkedemedikleri ve kalkıp in­
sanlardan dilenmeyenlerdir.
Hoşgörü sahibi cömert Müsüman, ihsanından ye­
time de bir şey ayırır ve gücü yeterse onun işlerini
yürütür. Ona nafakasını verir. Bu yetimin akrabala­
rından olup olmaması farketmez. Yapacağı iyiliğin
karşılığmda Allah’m yetime bakanlara hazırladığı yük­
sek makam vardır. Cennette Resulü Ekrem’in komşu­
luğuna naü olacaktır. Sehl b. Sa’d (ra) dedi ki: Resu­
lûllah (sav): Orta parmağı ile işaret parmağını gös­
terip ikisinin arasmı açarak «Ben, yetimin işlerini yü­
rüten ve ona bakanla cennette böylejnz,» buym-dular.
(Buharî)
İyiliksever Müslüman, aym zamanda dininin em­
rine uyarak duUara da yardım elini uzatır ve Allah’
m dullara İ3ûlik yapanlara vereceği sevabı kazanmak
için çalışır. Çünkü dullara yardım edenin ecri gene
namaz kılan, gündüz oruç tutanm veya Allah yolun­
da cihad edenin sevabım aşmaktadır.
«Dul ve fakirin (ihtiyaçlarmı gidermek için) ça­
lışan, Alah yolunda (savaşan) mücahid gibidir.» (Zan­
nediyorum şöyle buyurmuş da olabilir): «Durmadan

276
namaz kılan, ve bozmadan oruç tutan gibidir.» (Müt-
tefakun aleyh)
İşte cömert Müslüman’m takip edeceği ve Allah’ın
rızasını kazanacağı iyilik yollan, insanı Allah’a yak­
laştıran salih ameller bunlardır. Şan ve şöhret için
zenginlere verilen yemekler değil. Zira Resulûllah bu
yendekleri zemmetmiştir, çünkü Allah rızası gözetil-
memektedu'.
«Zenginlerin davet edilip de fakirlerin terkedil-
diği yemek ne kötü yemektir.» (Buharî ve Müslim)
Dul ve fakirlere yardıma çalışmak, yetimin elin­
den tutm ak; AUah’m verdiği büyük sevabm yamsıra,
verenin nefsini temizler, insanhğmı geliştirir, kalbini
inceltir, şefkat hissinin lezzetini duyar ve hayır işle­
diği için mesut olur. Bunun için de Resulûllah (sav)
katı kalpleri yumuşaması, şefkat ve merhamet duy-
gularınm hissedilebilmesi için inşam iyilik yapmaya
alıştırarak terbiye ederdi. Ebû Hüreyre (ra)'dan riva­
yet ediliyor ki, bir adam Resulûllah (sav)’e gelerek
kalbinin katıhğmdan şikâyet etti. Resulûllah (sav)
ona:
«Yetimin başmı okşa ve fakir doyur,» buyurdu­
lar.

Yaptığı iyilikleri başa kakmaz:


Allah’m iyilik yapmaya muvaffak kıldığı şuurlu
Müslüman, iyüik yaptığı insanlara yaptığı iyiliği baş­
larına kakmaz. Ve Allah (cc)’m buyurduğu şu kim­
selerden olmaya çahşır:
«Mallanm Allah yolunda sarfedip, sonra sarfet­
tikleri şeyin ardmdan başa kakmayan ve eza etme­
yenlerin ecirleri Rablerinin katodadır. Onlara kor­
ku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir.» (Bakara: 262)

277
Müslüman başa kakmanm ve eza’nm sadaka se­
vabını abp götüreceğini beyan eden âyeti aklından
çıkarmaz. Başa kakma}^ ve ezayı yasaklayan şu hi­
tap kulaklarını doldurur:
«Ey inananlar! Sadakalarmızı başa kakmak ve
eza ile boşa çıkarmayınız.» (Bakara: 264)
Fakire yapılan İ3ûliği onun başma kakmak, onun
in san lığ ın a hakaret, gururunu ayaklar altm a almak
demektir. Bu tavrm, alanm da, verenin de iki eşit
insan kabul edüdiği İslâm dininde yeri yoktur. Ara­
larında takva ve salih amel bakımından fark vardır
ancak. Kaldı ki, Müslüman yaptığı iyiliği kardeşinin
başma kakmaz, ona eziyet verip gururunu kırmaz.
Müslim’in Ebû Zer’den rivâyet ettiği hadiste Resu-
lûllah (sav) şöyle buyuruyor:
«Üç kişi vardır ki, Allah onlara kıyamet günü
rahmet nazarıyla bakmayacak, onlarla konuşmaya­
cak ve onlan affetmeyecektir. Onlar için çok can ya­
kıcı bir azap vardır.» Onlar için can yakıcı bir azap
vardır âyetini üç defa okudu. Ebû Zer:
— Elleri boş kahp hüsrana uğradılar. Onlar kim­
dir ya ResulûUahi-dedi. Resulûllah (sav):
«Elbisesmi kibir için topuktan aşağıya sarkıtan,
3ra,ptığı iyiliği başa kakan ve malını yalan yemin ile
infak eden,» buyurdular.

Misafirperverdir
Gerçek Müslüman’m ruhu cömertlik mânâlarmm
hakikatine ermiş Müslüman’m, misafirperver olaca­
ğı açıktadır. Misafiri güleryüzle karşılar vd ona ikram
etmeye koşar. Bu Allah’a ve ahiret gönüne iman inan­
cının nefsinde kökleşmesinden ileri gelmektedir:

278
«Allah’a ve ahir et gününe iman eden misafirine
ikram etsin.» (Müttefakun aleyh)
Misafire ikramda bulunan Allah'a ve ahirete iman
ettiğini ikramıyla ortaya koymaktadır. Bunun için de
bu ikram misafire verilen bir ihsan kabul edilmiştir.
Sanki misafir ev sahibinin salüı amel işlemesine se­
bep olduğu, bu fırsatı verdiği için ona mükâfat veri­
liyor. Bu mükâfat ta ikramı olacaktır;
«Allah’a ve ahiret gününe inanan misafirine mü­
kâfatının karşılığını ikram etsin.» Sahabe;
— Mükâfatı nedir ya Resulûllah! diye sordular.
«Bir gün ve gece. Misafirlik üç gündür. Üç gün­
den fazlası (ev sahibinin) sadakasıdır.» (Müttefakun
aleyh)
Misafire ücram İslâm’da ferdin sevap kazandığı
büyük bir ameldir. İslâm bunu da düzenlemiş ve bel­
li hudut koymuştur. Misafirin mükâfatı bir gün bir
gecedir. Misafirlik müddeti üç gıindür. Üç günden
fazlası da ikramda bulunan ev sahibinin amel defte­
rine sadaka olarak yazılacaktır.
İslâm’da misafire ücram ihtiyari ve isteğe bağlı
birşey değüdir, bilâkis Müslüman’m vazifesidir. Ka­
pısı çalınınca bu vacibi yerine getirmeye koşmalıdu;
«Misafirin gecelemesi her Müslüman’a vacip olan
bir haktır. Evinin etrafmda sabahlayan kimseye (o
ev sahibinin ikram) etmesi bir borçtur. İster bu bor­
cunu öder, isterse ödemez.» (Buharî, Edebül Müfred)
Misafir karşılamaktan kaçıp kapılannı kapayan­
larda ise hayır yoktur. İmam Ahmed’in rivayet ettiği
hadiste Resulûllah (sav);
«Misafire ikram etmeyende hayır yoktur,» buyui’-
muşlardır.
İslâm misafir ağırlamayı .her Müslüman’a farz
kılmış, bunu misafire verümiş bir hak kabul etmiştir.

279
Müslüman’ın bu hakkı edada kusur etmemesi gerekir..
Bir toplulukta nefislere cimrilik hakim olmuş ve bu
duygu onları misafire ikramdan alıkoyacak kadar ile­
ri gitmişse, yani misafire hakkım vermiyorlarsa misa­
firin onlardan hakkım istemesine İslâm izin vermiş­
tir. Buharî ve Müslim’in Ukbe b. Amir’den rivayet et­
tiği hadiste Ukbe;
— Sen bizi (misafir olarak) gönderiyorsun ve biz
bazı insanların yanında konaklıyoruz, ama onlar bi­
ze ikramda bulunmuyorlar. Bu hususta ne buyuru­
yorsunuz? dedi. Resulûllah;
«Bir kavmin yanmda konaklar, onlar da size mi­
safire yapılması gereken ikramları yaparlarsa kabul
ediniz. Eğer bunü yapmazlarsa onların vermesi gere­
ken misafir hakkmı onlardan almız.»
Misafirperverlik köklü bir îslâmi ahlâktır. Bunun
için de dini bütün Müslüman’m ne durumda olursa
olsun misafire karşı cimri olmadığmı görürüz. Çün­
kü İslâm ona bir kişinin yemeğinin iki kişiye, iki ki­
şinin yemeğinin üç kişiye, üç kişininkinin de dört ki­
şiye yeteceğini ve ansızm gelen misafirden asla kor­
kulmaması gerektiğini öğretmiştir. Ebû Hüreyre Re­
sulûllah (sav)’in şöyle bu3mrduğunu rivayet ediyor:
«İki kişinin yemeği üç kişiye, üç kişinin yemeği
de dört kişiye yeter.» (Müttefakun aleyh)
Cabir (ra) Resulûllah (sav)’i şöyle buyururken
işittim diyor;
«Bir kişinin yemeği iki kişiye, iki kişinin yemeği
dört kişiye, dört kişinin yemeği de sekiz kişiye yeter.»
(Müslim)
Gerçek Müslüman yemeğine uzanan ellerin çok­
luğundan korkmaz. Batılı insanm yaptığı gibi haber­
siz gelen misafiri ağırlamamak diye birşey yoktur. Bi­
lâkis Müslüman ansızm gelen misafiri karşılar ve ken-

280
di yemeğine ortak olmasmı ister. Kendi yemeğinden
birkaç lokmanm eksilmesi onun için o kadar büyük
birşey değildir. Çünkü gerçek Müslüman’a göre açlık
Allah ve Resulü’nün emrettiği misafire ikramdan yüz
çevirmekten daha hafiftir. Kaldı ki Allah bir kişinin
yemeğini iki, iki kişinin yemeğini dört kişiye yetecek
şekilde bereketlendirecektir.
Selefi salibin misafire ikramda en güzel örneği
teşkil etmiş ve Allah onlarm birbirine ikrammdan
razı kalmıştır. Buharı ve Müslim Ebû Hüreyre’den
şöyle rivâyet ettiler. Nebi (sav) ’e bir adam geldi. Pey­
gamberimiz onu ağırlamak için hanımlanna haber
gönderdi. Onlar;
— Bizde sudan başka birşey yok dediler. Resu-
lûllah (sav):
«Bunu kim ağırlayacak?» diye sordu. Ensâr’dan
biri:
— Ben, dedi. Ve adamı alarak gitti. Hammma:
— Resulûllah (sav)’in misafirine ikram et, de­
di. Kadın:
— Çocuklarm yiyeceğinden başka bir şeyimiz
yok, dedi. Ona;
— Yemeği ve lambayı hazırla. Çocuklar yemek
isterlerse onları uyut, de^. Kadm yemeği ve lamba­
yı hazırladı. Çocukları uyuttu. Sonra kaMı lambayı
düzeltiyormuş gibi yapıp söndürdü. Karıkoca misa­
firle ' sofraya oturup yemek yiyorlarmış gibi yaptılar
ve aç olarak gecelediler. Sabahlaymca Resulûllah
(sav)’in yanma gelen sahabeye Peygamberimiz:
«Allah sizin bu gece misafirinize yaptığınızı be­
ğendi ve şu âyeti indirdi; «Kendileri bir zaruret içinde
bulunsalar onları kendilerinden önde tutarlar. Nef­
sinin tamahkârlığmdan korunabilmiş kimseler, işte
onlar saadete erenlerdir.» (Haşr: 9)

281
Anlayışlı gerçek Müslüman, bir kardeşine misa­
fir olunca onun şartlarım, durumunu takdir edip ge­
reğinden fazla yük olmaktan ve kardeşini zor durum
da bırakmaktan çekinir. Çünkü İslâm bu tü r yük ol­
mayı ve tedirgin etmeyi de yasaklamıştır. Kardeşinin
durumu müsait değilse orada kalmaması gerekir. Müs­
lim’in Nebi (sav) ’den rivayet ettiği şu hadis bunu bize
gayet güzel izah etmektedir. Nebi (sav) şöyle buyu­
ruyor:
«Bir Müslüman’m Müslüman kardeşini günaha
sokıuıcaya kadar yanında ikâmet etmesi helâl değil­
dir.» Sahabe:
— Onu nasıl günaha sokar? diye sordular. Re-
sulûllah cevaben:
«Kardeşinin ikram edecek birşeyi olmadığı halde
onun yamnda kalır,» buyurmuşlardır.
Buharî’nin rivâyetinde ise hadis şöyledir: «Onu
zor durumda bırakacak kadar yanında kalması helâl
değildir.»
İster günah, ister zorluk olsun Müslüman, Müs­
lüman kardeşini ne günaha, ne de zorluğa düşürme­
melidir. Bu tutumdan uzak olmalıdır.
Müslüman misafir îslâm’m kendine verdiği kâ­
mil edep ÜB edeblenmiştir. Bu edebini de dikkatle uy-
.gulayarak kendini ağırlayan kimseye 3dik olmamaya
çabşn. Ev sahibinin istek ve mülahazalarma uyar. Bu
edebi yine bize Nebi (sav) anlatıyor:
«Bir topluluğa misafir olan kimse onlarm izni ol­
madan oruç tutmasm. Bir topluluğun evine giren
kendisine emredilen yere otursun. Çünkü onlar (ev
sahipleri) evlerinin durumunu daha iyi bilirler.» (Ta-
beranî)

582
Başkalarım kendi nefislerine tercih ederler:

İslâm ka3maklarından hareket eden bir Müslü­


man kendisi fakir de olsa başkasını kendisine tercih
eder. Çünkü İslâm Müslümanları fedakârlık meziy-
yetiyle yoğurmuştur. Hatta fedakârlık gerçek Müs-
lüman’m alâmetlerinden biri olmuştur.
Resulûllah (sav)’den sonra bu fedakârhğm ön­
cüleri Ensâr’dır. Zira haklarmda eşsiz fedakârlıkları­
nı konu edinen âyet inmiş ve onları insanlara ebedi
bir abide haline getirmiştir. Cömertliğin ve fedakâr-
lığm nasıl olacağmı insanlığa göstermiş, öğretmişler­
dir. Hiçbirşeye mâlik olmayarak Medine’ye gelen mu-
, hacirlere herşeylertni vermişler ve kardeşlerini en gü­
zel şekilde karşılamışlardır:
«Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönül­
lerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine
hicret edip gelenleri .severler. Onlar verilenler karşı­
sında bir çekemezlik hissetmezler. Kendileri zaruret
içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önce tu­
tarlar. Nefsinin tamahkârhğmdan konmabilmiş kim­
seler, işte onlar saadete erenlerdir.» (Haşr: 9)
Resulûllah (sav)’in hayatı fedakârlıklarla dolu­
dur. Aynı şelcilde ilk Müslüraanlarm nefislerine de
bunu yerleştirmiş ve onlarm âdet ve tabiatlarmda bu
noktaya önern vermiştir.
Sehl b. Sa’d (ra) bir kadının Resulûllah (sav) ’e
■örülmüş bir bürde getirdi ve:
— Bunu sana giydirmek için kendi ellerimle ör­
düm, dedi. Nebi (sav)’in ona zaten ihtiyacı vardı.
Onu aldı ve üzerine, giymiş olarak bize geldi. Birisi:
— Ne güzel! Onu bana giydir, dedi. Nebi (sav):
«Evet, (pekâlâ)» buyurdu. Nebi (sav) orada bi-

283
raz oturdu. Sonra dönüp o elbiseyi katladı ve isteyen
adama gönderdi. Oradakiler ona:
— Hiç iyi yapmadın. Peygamber (sav) ona muh­
taç idi ve o yüzden onu giymişti. Onun isteğini geri
çevirmeyeceğini bildiğin halde ondan istedin, dediler.
Adam:
— Vallahi ben onu giymek için istemedim. Onu
sadece bana kefen olsun diye istedim, dedi, Gerçek­
ten de ölünce onun kefeni Resulûllah (sav )’den aldı­
ğı o elbiseydi. (Buharî)
Resulûllah (sav) ne kadar iyi kalpli biriydi! Onun
diktiği fedakârlık ağacı Müslümanların hayatında de­
vamlı meyve veren bir ağaç halindedir. Malları ne ka­
dar az olursa olsun Müslümanlar fedakârlıkta pey­
gamberlerine U3^arlar. Şu hadis bunu ifade ediyor:
(iEş’ariler harpte yiyecekleri azalınca veya Medi­
ne’de çocuklarının yiyecekleri azalmca yanlarında bu­
lunan her şeyi bir örtüde toplarlar, sonra da onu ara-
larmda eşit olarak bir kap ile paylaşırlar. İşte onlar
bendendir. Ben de onlardanım.» (Müttefakun aleyh)

Zor durumda olana kolaylık sağlar:


Gerçek Müslüman hoşgörü sahibi, yumuşak huy­
lu ve zorda kalmışlarm yardımma koşan biridir. Çün­
kü şu âyetle amel eder:
«Borçlu darda ise, eli genişleyinceye kadar ona
mühlet verin.» (Bakara: 280)
İslâm Müslüman’dan hak sahibi olmadan Önce
insan olmasını ister. Kardeşinin zorlukta olduğunu
görünce onu mazur kabul eder ve darlığı takdir ile
ona mühlet verir veya borcunu affeder. Müslüman
bunu yaparken sadece Rabbinin nzasmı gözetmekte­
dir ve kıyamette yaptığı bu amelin kendisinin birçok

284
günahına kefaret olacağına, hiçbir gölgenin bulun­
madığı o günde Allah’m kendi gölgesinde onu gölge­
lendireceğine inanır.
Ebû Katade (ra); Resulûllah (sav)’i şöyle buyu­
rurken işittim diyor;
«Allah’ın kıyamet gününün dertlerinden kendi­
sini kurtarmasını isteyen, zorda kalmış borçluya
mühlet versin veya borcunu affetsin.» (Müslim)
Ebû Hüreyre (ra) Resulûllah (sav)’in şöyle bu­
yurduğunu söylüyor:
((Zorda kalmış birine mühlet veren veya borcu­
nu affeden kimseyi Allah kıyamet günü hiçbir gölge­
nin bulunmadığı günde arşının gölgesinde gölgelendi­
rir.» (Tirmizî)
Bu hususta birçok nas vardır ve hepsi de ala­
caklının mühlet vermek veya o borçtan vazgeçme gi­
bi yapacağı iyiliğin Allah katında zayi olmayacağını,
amel defterine yazılacağmı ve Allah’m ona daha bü­
yük mükâfat vereceğini belirtmektedir. Kardeşinin
borcunu affettiği için Alah da onun birçok günahmı
affedecek, kıyarhet gününün şiddetinden koruyacak­
tır.
Ebû Hüreyre (ra) Resulûllah (sav)’in şöyle bu­
yurduğunu rivayet ediyor:
«Bir adam insanlara borç verir ve hizmetçisine:
Zor durumda bulduğunu affet, belki Allah da bizi
affeder, derdi. Allah’a kavuştu, Allah da onu affetti.»
(Müttefakun aleyh)
Ebû Mes’ud (ra) dedi ki, Resulûllah (sav) şöyle
buyurdu:
«Sizden önceki ümmetlerden bir adam hesaba çe­
kildi ve hiçbir hayrına rastlanmadı. Ancak insanlar­
la ihtilat eder, alış veriş yapar, onlara borç verirdi.
Zengin idi ve hizmetçüerine zorda kalan borçluları

285
affetmelerini emrederdi. Allah azze ve celle: Bia af­
fetmeye ondan daha lâyıkız, onu bırakın buyurdu.»
(Müslim)
Huzeyfe (ra) şöyle dedi; Allahü Teâlâ kendisine
mal verdiği bir kulunu getirtir ve sorar:
«Dünyada ne yaptm?» Adam: —Allah’tan bir şey
saklayamaz— alış veriş yaptım. Ve affetmek âdet'im-
di, zengine kolaylaştırır, zorda kalana mühlet verir­
dim, dedi. Allahü Teâlâ:
«Ben ona senden daha lâyıkım. Kulumu bırakın,»
bu3mrdu. Ukbe b. Amir üe Ebû Mes’ud Ensari: «Re-
sulûUah (sav)’in ağzmdan biz de böyle işittik,» dedi­
ler. (Müslim)

İffetlidir, dilenmez:
Gerçek Müslüman iffetlidir, gönlü toktur. Dilen­
mez. Zorda kalsa sabreder, ga 3uet eder ve zenginlere
el açmak ve onlardan dilenmek durumuna düşmeme­
ye azami gayret sarfeder., Çünkü bu din Müslüman’m.
böyle bir dururda razı olmayacak şekilde tok gönüllü,
iffetli ve sabırlı olmasmı sağlamıştır. Böyle davrandı­
ğı müddetçe de Allah kendisine sabır iffet ve zengin­
lik verecektir:
«Kim iffet dilerse Allah ona iffeti verir. Kim zen­
ginlik isterse onu da zenginleştirir. Kim de sabretme­
ye çakşırsa Alah ona sabır verir. Hiç kimseye sabur
dan daha hayırh ve daha bol bir hediye verilmemiş­
tir.» (Mâlik)
Zenginlerin malmda fakirlerin de hakkı olduğu­
nu, fakirlerin onu başa kakılmadan ve eziyetsiz ola­
rak almasmm sağlanmasmı emreden İslâm, aynı za­
manda fakirlerden bu haktan da müstağni olmalannı
istemiş ve veren elin alan elden daha hayırlı oldu­

286
ğunu belirtmiştir. Bunun için de fakirleri çaba sarfe-
dip çalışmaya ve sadakaya güvenmemeye teşvik et­
miştir. Böyle olursa izzet-i nefislerini muhafaza ede­
cekler, gururları kırılmayacak ve herhangi bir eziyet,
ve başa kakma hadisesi de olmayacaktır.

Sever ve sevilir:
Dininin hidayetiyle hurlanrmş şuurlu Müslüman,
yumuşak huyludur, sever ve sevUir. İnsanları sever,
onlarla yakın ilişki kurar. İnsanlar da onu sever,,
onunla yakınlaşır. Bu ileri derecede sosyal bir özel­
liktir. Dinini anlamış üeri düzeydeki bir Müslüman’ın,
toplumda insanlarla ilişki kurmanm ve onların gü­
venlerini sağlamanm mühim bir görev olduğunu id­
rak eden Müslüman’ın sıfatıdır. Aynı zamanda bu
hakkı tebliğ için çok geçerli bir vesüedir. Çünkü in­
sanlar ancak güven duydukları kimselerin sözlerine
itibar ederler. Sevmedikleri, güvenmedikleri ve kabul
etmediklerinin sözleriyle asla ikna olmazlar. Bunun
için naslar da Müslüman’ın seven ve sevilen insan ol­
ması için bu metodu takip etmesini teşvik ediyor. Ve
bu tip Müslümanlarm kıyamet günü Resulûllah’a en
yakm insanlar olacağmı haber veriyor; Nebi (sav):
«Sizin bana en sevimlinizi ve kıyamette bana en
yakın oturanmızı haber vereyim mi?» buyurdu. Sa­
habe:
— Evet ya Resulûllah! dediler. Efendimiz de;
«Ahlâkı en güzel olanmız,» buyurdular. (Ahmed)
Bazı rivayetlerde şu ziyade vardır: «Ahlâkı güzel olan­
lar, sevenler ve sevilenler.»
Evet müminin sıfatlanndan biri de seven ve se­
vilen biri olmasıdır. İnsanları sever ve onlar da onu
sever. İnsanlara yönelir, onlar da ona yönelirler. Böy­

287
le olmazsa toplumdaki davet görevini yerine getire­
mez. Başarılı olamaz ve ondan da bir hayır gelmez.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki :
«Mümin sever ve sevilir. Sevmeyen ve sevilme­
yende hayır yoktur.» (Ahmed)
Bu hususta Resulûllah (sav) kendisi bizzat örnek
olmuş insanlarla ilişki kurup onlara muamelesiyle,
kalpleri ısındırmasıyla en güzel örneği teşkil etmiştir.
İnsanlara tesir etmenin en doğru şeklini göstermiş,
onlara sevgi ve beğeni kazanmanın yolunu öğret­
miştir.
Resulûllah (sav) güleryüzlü, yumuşak huylu idi.
Bir topluluğa girse kimseyi rahatsız etmez, boş bul­
duğu yere otururdu ve böyle yapılmasmı emrederdi.
Kendisiyle oturanlarm hepsine nasibini verirdi. Onun­
la oturan ondan daha cömert birinin bulunduğunu
aklına getiremezdi. Bir şey isteyene ya istediğini ve­
rir veya tatlı düle durumu izah ederdi. Onun güzel
ahlâkı bütün insanlara şamildi. İnsanlar onun mecli­
sinde ancak takva ile birbirlerine üstün olurlardı. O
meclislerde mütevazi insanlar vardı. Büyüklere hür­
met küçüklere sevgi gösterilirdi. İhtiyaç sahipleri ve
garipler gözetilirdi.
Ondan bir şey isteyene ümitsiz olmazdı. Kendi­
siyle ilgili üç şeyi terketmişti: Gösteriş, mal biriktir­
me ve kendini ilgilendirmeyen şeyler. İnsanlar husu­
sunda da üç şeyi terketmişti: Kimseyi kötülemez ve
ayıplamazdı, insanlarm gizli şeylerini araştırmazdı,
sevap ummadığı şeyi söylemezdi. Konuştuğu zaman
etrafmdaküer başlarmda kuş varmış gibi dikkatle' kı­
pırdamadan onu dinlerlerdi. Ancak o susunca konu­
şurlardı. Onun yamnda tartışmazlardı. Gülünen şe­
ye güler, beğenilen şeyi beğenirdi. Yabancıların soru
sormadaki kabalıklarına sabrederdi. "Ve: «İhtiyaç sa-

288
bibini görünce ona yardım ediniz,» buyururdu. Kim­
senin sözünü kesmezdi, ta ki kendisine sıra gelsin.
Sözü kalkarak veya bitirerek keserdi.
Aişe (ra) onun insanların şerlilerinden korundu­
ğunu ve onları güzel söz ve muameleyle yumuşatıp
kendine çektiğini anlatıyor. Bir adam yanına girmek
için izin istedi;
«Ona izin verin. Ah ne kötü kişidir o!» buyur­
muştu. Adam içeri girince de ona yumuşak söz söy­
lemişti. Aişe:
— Y a Resulûllah, öyle söyledin, sonra da ona
yumuşak konuştun! dedi. Efendimiz:
«Ey Aişe! İnsanlarm en şerlisi pnun kötü sözün­
den kurtulmak için diğer insanların terkettigi insan­
lardır,» bu3nordular. (Buharı, Müslim)
Şüphe yok ki, gerçek Müslüman iyi olsun, kötü
olsun, insanlarla muamelesinde Resulûllah (sav)’in
çizdiği yolu takip edecektir ki, bütün insanlar tara­
fından sevilsin ve makbul biri olsun.

Âdetlerini İslâm ölçülerine uydurur:


Şuurlu gerçek Müslüman’m en önemli özellikle­
rinden biri de içinde bulımduğü toplumdaki abşıla-
gelmiş âdetlerin İslâm’a uygun olup olmadığına dik­
kat etmesidir.
Altm yüzük kullanmaz. Çünkü altm yüzük kul­
lanmak İslâm dininde erkeklere hararadır. Resulûl­
lah (sav) birinin altm yüzük taktığını görünce şöy­
le buyurdu;
«Hiç, biriniz ateş parçasmı eline koymaya kalkı­
şır mı? (Müslim) Sonra da yüzüğü adamın parmağm-
dan çıkarıp yere attı. İşte burada da o adamın Allah

289
ve Resulüne itaatinin boyutlarını görüyoruz. Arka-
daşlan kendisine;
— Atılan şu yüzüğünü al da parasından faydalan
bari, dedüer. O:
— Hayır, vallahi Resulûllah (sav)’in attığı bir
şeyi ben kaldırmam, diye cevap verdi.
Gerçek Müslüman altın ve gümüş kaptan yemez
ve içmez. îpekli elbise giymez. Çünkü Resulûllah (sav)
bunları birçok hadiste yasaklamıştır. Bu hadislerden
biri de Huzeyfe (ra)’m şu rivâyetidh’;
Nebi (sav) bize atlas ve ipeği giymeyi ve altın,
gümüş kaptan içmeyi yasaklayarak buyurdu ki:
«Onlar, dünyada onlarm (bunları kullananlarm),
Ahiret’te de sîzindir.» (Müttefakun aleyh)
Ümmü Seleme (ra) ResulûUah (sav) ’in şöyle bu­
yurduğunu rivâyet ediyor:
«Gümüş kaptan içen, karnma ancak cehennem
ateşini doldurmaktadır.» (Müttefakun aleyh)
Müslim’in rivayetinde: «Gümüş ve altın kaptan
yiyen yahut içen,» şeklindedir. Yine Müslim’in riva­
yetinde diğer bir hadis de şöyle:
«Altm yahut gümüş kaptan içen karnına ancak
cehennemden bir ateş dökmektedir.»
Ömer b. Hattab (ra) diyor ki: Resulûllah (sav) ’i
şöyle buyururken işittim:
«İpeği ancak ahirette (ondan) nasibi olmayşmlar
giyer.» (Buharî)
Ali (ra) diyor ki: Resulûllah (sav)’i ipeği ahp sa­
ğına altım da ahp soluna koyarken gördüm. Sonra
da şöyle bu3rurdu:
«Bu ikisi hiç şüphesiz ümmetimin erkeklerine ha­
ramdır.» (Ebû Davud)
Ebû Musa Eş’ari (ra) Resulûllah (sav)’in şöyle
buyurduğunu rivâyet ediyor:

290
«ipek elbise ve altın ümmetimin erkeklerine ha­
ram, kadınlarına helâl kıhndı.» (Tirmizî)
Huzeyfe (ra) diyor ki: Nebi (sav) bize altm ve
gümüş kaptan yemeyi ve içmeyi, ipek atlası giymeyi
ve üzerine oturmayı yasakladı. (Buharı)
Gerçek Müslüman bunlarm haram oluşunun se­
bebi nedir; ekonomik mi, sosyal mi, psikolojik mi di­
ye araştırmadan kendine haram kılar. Çünkü onun
bu gibi konulardaki prensibi: Peygamberin size ver­
diğini hemen ahmz ve size yasakladığı şeyleri terke-
diniz.» âyetidir. (Haşr: 7)
Müslüman moda diye nişan ve nikâh törenlerin­
de batıdan körükörüne, bir taklitle aldığımız gelenek­
lere tabi olmaz.
Şuurlu Müslüman’m hayatmda terketmesi gerek­
tiği âdetlerden biri de duvarlara resimler asmak, ev­
lere heykeller koymak ve koruma köpekleri hariç ev­
lerde köpek edinmektir. İslâm’da bu tür şeyler Müslü-
manlara haramdır ve ruhsata imkân yoktur.
İbn-i Ömer (ra)’den rivâyet edilmiş ki, Resulûl-
lah (sav) şöyle buyurdu:
«Ru resmi yapanlara kıyamet günü azap edilir
ve: Yarattıklarımzı hadi diriltin, denir.» (Müttefakun
aleyh)
Aişe (ra) ’dan şöyle dediği rivâyet olunur: Resu-
lûllah (sav) bir seferden geldi. Ben (evdeki) küçük
bir pencereye üzerinde resim bulunan bir perde ört­
müştüm. Resulûllah (sav) onu görünce yüzünün ren­
gi değişti ve:
«Ey Aişe! Kıyamet günü insanlann en şiddetli
azap göreni AUah’a yaratma sıfatıyla benzemeye ça-
hşanlardır.» bu3nırdu. Aişe dedi ki: Onu kestik ve bir
yahut iki yastık yaptık. (Müttefakun aleyh)

291
İbn-i Abbas, Peygamberimizin şöyle buyurduğu­
nu rivayet ediyor;
«Her resim yapan cehennemdedir. Yaptığı her
resime karşılık ona bir can verilir ve o da ona ce­
hennemde azap eder.» İbn-i Abbas: Eğer mutlaka ya­
pacaksan ağaç ve cansız resim yap, der. (Müttefakun
aleyh)
Aişe (ra)‘dan şöyle dediği rivâyet edilir: Resıı-
lûllah (sav) ’e Cebrail belli bir saatte geleceğini vadet-
ti, ama o saat geldiği halde Cebrail gelmedi. Resulûl-
lah’m elinde bir asa vardı. «Ne Allah, ne de Resulle­
ri vadinde durmamazhk yapmaz,» bujmrarak elinden
asayı attı. Som’a sağa sola baktı. Bir de baktı ki, di-
vanmın altında bir köpek yavi’usu var.
hB u köpek ne zaman girdi?» diye sordu. Ben;
— Vallahi onun gü'diğini anlamışım, dedim.
Onun çıkarümasmı emretti ve köpek çıkarıldı. Bun­
dan sonra CebraU (as) geldi Resulûllah (sa v );
«Bana vadettin. Ben oturdum, seni bekledim, gel­
medin?» buyurdu.
Cebrail, «Evindeki köpek beni engelledi. Bizler,
içinde köpek ve resim bulunan eve girmeyiz,» dedi.
(Müslim)
Bu husustaki naslar oldukça çoktur. Hepsi de
canlı resimi ve heykelleri haram kılmaktadır.
Köpek edinmeye gelince, av için, sürü veya bir ye­
ri beklemek için olursa aşağıdaki hadiste geçtiği gibi
bir mani yoktur. İbn-i Ömer (ra) Resulûllah (sav)’i
şöyle buyururken işittim diyor.
«Av ve sürü köpeği dışmda köpek edinenlerin ec­
rinden her gün iki kırat eksilir.» (Müttefakun aleyh)
Ama batıda olduğu gibi köpek edinip onlara özel
banyolar, şampuanlar, yemekler tahsis ederek batıda
ve Amerika’da her sene milyarlara ulaşan masraflar

292
yapılan köpek edinme şeklinin İslâm’da ve hoşgörü
dolu âdetlerinde yeri yoktur. Batı sosyal hayatta kay­
bettiği insani sevgi hissini tatmin edebilmek için kö­
pek edinmede böyle aşırı bir yola girmiştir.

Yemesinde ve içmesinde
İslâm âdabına göre hareket eder:
Gerçek Müslüman’m önemli özelliklerinden biri
de yemek âdabıdır. Müslüman besmele çekmeden ye­
meğe başlamaz. Sağ eliyle ve önünden yiyerek Resu-
lûllah (sav)’in emrine uyar.
«Allah’ın adını an, sağ elinle ve önünden'ye.»
(Müttefakun aleyh)
Yemeğin başmda besmeleyi ımutur da ortada ha­
tırlarsa, «Başma ve sonuna Bismillah» diyerek Aişe
(ra )’nm rivayet ettiği hadise olur. ResulûUah (sav);
«Biriniz yemek yediği zaman Allah’m ismini zik­
retsin. Başmda Allah’m ismini zikretmeyi unutursa:
.Başına ve sonuna Bismillah desin,» buyurmuştur.
ResulûUah (sav) yemeğe besmeleyle başlanması
üzerinde titizlikle durmuş ve ashabım buna teşvik et­
miştir. Çünkü bunda yiyenler için hayır ve şeytam
yemekten ve yiyenlerden uzaklaştırmak gibi faydalar
vardır. Huzeyfe (ra) şöyle diyor:
Biz ResulûUah (sav) ile bir yemekten bulundu­
ğumuzda o başlamadan biz başlamayız, o elini sür­
meden biz elimizi yemeğe sürmezdik. Bir defasında
onunla birlikte bir yemekte hazır bulunduk. Arkasm-
dan itilir gibi bir cariye geldi ve elini yemeğe uzattı.
ResulûUah (sav) ona engel oldu. Sonra yine bir be­
devi arkasmdan itUircesine geldi ve hemen yemeğe
başlamak istedi. ResulûUah (sav) onun da elini tuttu
ve;

293
«Şüphesiz şeytan yemeğe besmele çekilmemesiyle
yemeği kendisine helâl kılmak ister. Şeytan önce bu
cariyeyi, sonra şu bedeviyi getirdi ki, besmelesiz baş­
lasınlar da yemek kendisine helâl olsun. Fakat ben
onları engelledim. Nefsim elinde olan Allah’a yemin
ederim ki, Şeytan’m eli şu anda cariye ve bedevinin
eliyle birlikte benim elimdedir,» busmrdu ve Allah’m
admı anarak yedi. (Müslim)
tkin cisi mesele olan sağ elle yemek konusuna ge­
lince; İslâm edebini büen bü* Müslümah’m sol eliyle
yemesi mümkün değüdir. Çünkü sağ elle yemek em­
redilmiş, sol elle yemek ise yasaklanmıştır. Bu husus­
taki Haslardan bazüarmı zikredelim:
«Biriniz yemek yediğinde sağıyla yesin ve içti­
ğinde sağıyla içsin. Çünkü şeytan soluyla yer ve so­
luyla içer.» (Müslim)
«Biriniz soluyla yemesin ve soluyla içmesin. Çün­
kü şe3?tan soluyla yer ve soluyla içer.» (Müslim)
Nafi bu hadise «Soluyla almasm ve vermesin,»
ibaresini de üâve ederdi. ResulûUah (sav) birini so­
luyla yerken görürse ona mani olur ve öğüt vererek
bu edebi öğretirdi. Bazan da o şahısta kibir veya ıs­
rar görürse hiddetlenirdi.
Seleme b. Ekva (ra) bir adamm ResulûUah (sav)’
in yanmda sol eliyle yemek yediğini ve ResulûUah
(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
«Sağmla ye.» Adam: Yapamıyorum, dedi. Resulûl-
lah: «Yaparsm,» büyürdü. O ise sağ eli üe yememeğe
devam etti, Bımun üzerine eline isabet eden bir has­
talıktan ötürü ömrü boyunca bir daha elini ı ağzına
götüremedi. (Müslim)
ResulûUah (sav) her şeyde sağdan başlamayı se­
ver ve buna teşvik ederdi. Bu konuda Buharî ve Müs­
lim, Mâlik Enes (ra )’den şöyle rivâyet ettiler. Resu-

294
lûllah (sav)’e kuyu suyu karışmış bir süt getirildi.
Sağında bir bedevi, solunda ise Ebû Bekir Sıddık var­
dı. Önce kendisi içti, sonra bedeviye verdi ve;
«Sağdan itibaren,» buyurdu.
Süheyl b. Sa’d’dan da bu hususta şu hadis riva­
yet edilmiştir: Resulûllah (sav)’e bir içecek getirildi.
Sağmda bir çocuk, solunda bü3dikler vardı. Çocuğa;
«Bunlara vermek için bana izin verir inisin?» bu­
yurdu. Çocuk;
— Hayır vallahi, senden gelen nasibimi hiç kim­
seye vermeyi tercih etmem, dedi. Resulûllah da içe­
ceği onun eline verdi.
Bu husustaki delil ve naslar oldukça çoktur. Ve
kesin olarak sağdan başlamanm İslâm âdâbında
önemli bir kural olduğunu gösterir. Müslüman’m ruh­
sat aramaksızm ve gevşek davranmaksızm bununla
amel etmesi lâzımdır. Sahabe de bu sünnet üzerey­
diler. Müminlerin emiri Ömer b. Hattab (ra) bu hu­
susta gevşek davrananlara göz yummazdı. Tebaasuu
kontrol ettiği gezintilerinden birinde soluyla yiyen bir
adam gördü ve ona;
— «Ey Allah’m kulu sağınla ye,» dedi. İkinci defa
baktı, ki, yine soluyla yiyor, ona elindeki kırbaçla ha­
fifçe dokundurarak;
—• «Ey Allah’m kulu sağmla ye,» dedi. Üçüncü
kez yine sol eliyle yediğini görünce yine kırbaçla ha­
fifçe dokunup sert bir şekilde:
— «Ey Allah’ın kulu sağınla ye,» dedi. Adam:
— «Ey Müminlerin emiri, sağ elim meşgul,» di­
ye cevap verdi. O:
— «İşi nedir? Niçin meşgul-diye» sordu. Adam:
— Mute harbi onu meşgul etti. (Yani Mute har­
binde kesildi.) Bunu duyunca Ömer ağladı ve adam­
dan özür dileyerek:

295
— «Sana kirn abdest aldırıyor? İhtiyaçlarını kim
görüyor? İşlerinde sana kim yardım ediyor?» diye­
rek durumunu sordu ve teselliye çalıştı. Sonra da onun
gözetilmesi için emir verdi.
Müminlerin emiri Ömer’in raiyesinden birisinin
bu sünnetteki ihmali ile ilgilenmesi ve Müslümanla-
rm hayatlarında sünneti tatbik etmeleri için gösterdi­
ği titizliği bu hususta ihmalkâr olmamak gerektiğine
bir delildir. .
Bu kısmı özellikle yemek hususunda Batı âdet­
lerini kabul ederek çatalı sol, bıçağı sağ ele alıp, sağ
eliyle kestikten sonra sol eliyle yiyenler için yazmak
istiyorum. Bu insanlar Batı’nm bu âdetine tabi olup
sol elleriyle yiyerek sünnete muhalefet etmektedirler.
Bu hareketlerinin temehnde uygar olma fikri yatmak­
tadır. İşte bu, ümmetimizin mübtelâ olduğu psikolo­
jik kompleks çeşitlerinden biridir. Bize dışardan ge­
len yeni şeyleri şahsiyetimize ve dinimizin köklü de­
ğerlerine uygun hale getirmeksizin tatbikine koyul­
duğumuz şeyler karşısındaki ruhsal yenilginin bir
türü.
Gerçek. Müslüman bu papağanvari kör ve baya­
ğı taklitlerden uzak olmalıdır.
Basiretli ve diniyle şeref duyan ve bütün hayatın-,
da İslâm’m yüce âdâbmı kabul etmiş şuurlu bir Müs­
lüman sağ eliyle yer ve diğer msanları da böyle yap-;
maya çağırır. Çeşitli mahfil ve toplumlarda hâlâ Ba­
tı âdetinin sürdürülmesi karşısmda kendisi sağ eliy-,
le yemekten utanmaz ki, belki bu vesileyle bu gafiller
ve vurdumduymazlar uyamp da yemek ve içmekte
sağ ellerini kulanma sünnetine tabi olur ve doğru yo­
lu bulurlar.
Üçüncü mesele ise Önünden yemesidir. Bu sün-:
net, bir kaptan veya tabaktan yiyenler içindir. İs-.

296
İâm toplu halde bir kaptân yemek yiyenlere önünden
yeme âdâbım getirmiştir. Birçok hadiste Peygamber
(sav) besmele ve sağ el ile önünden yemeye başla­
mayı açık bir şekilde emretm^tir. Bu hadislerden biri
Ömer b. Seleme’nin naklettiği şu hadistir; Ömer b.
Seleme diyor ki; Ben Resulûllah (sav)’in himayesin­
de bir çocuktum. Elim yemek kabının her tarafına
uzanıyordu. Resulûllah (sav) bana;
«Ey çocuk! Besmele çek, sağmla ve önünden ye,»
buyurdular. (Buharı, Müslim)
Müslüman yemeğe uzanıp alırken Resulûllah
(sav)’in yaptığı üç parmakla yeme âdâbma riayet
eder, tiksindirecek şekilde elini yemeğe batırmaz.
K a’b b. Mâlik (ra) diyor ki;
«Resulûllah (sav)’i parmağıyla yerken gördüm.
Yemeği bitirince parmaklarmı yalardı.» '(Müslim)
Resulûllah (sav) parmaklarm yalanmasmı ve ye^
mek kabmm silinmesini emrederdi. Cabir (ra)’m ri­
vayet ettiği hadiste Resulûllah (sav) parmaklann ya~
lanıp tabağın silinmesini emrederek şöyle buyurdu;
«Sizler bereketin yemeğin neresinde olduğunu bi­
lemezsiniz.» (MüsUm)
Enes (ra) diyor ki; Resulûllah (sav) yemek ye­
dikten sonra üç parmağını yalar ve şöyle buyururdu:
«Birinizin lokması düşerse onu alsm ve temizle­
yerek yesin, şeytana terketmesin,» dedi ve bize ye­
mek kabını sıyırmamızı emretti, daha sonra «Sizler
bereketin, yemeğin neresinde olduğunu bilmezsiniz,»
buyurdu.
Bu öğütler bereket gayesiyle olmasınm yanısıra.
ellerin ve kabm temizliğini de teşvik etmektedir. Kap­
ta veya tabakta kalan artıklann silinmesi, insanın ■
temizliğine, terbiyesine ve zevkine delalet eder.
Ayrıca bir Müslüman’m, yemek yerken ağzmdan

29T-
tncsindirici sesler çıkartmaması, yemeğine üflememe­
si ve çirkin bir manzara arzedecek şekilde büyük lok­
ma almaması gereklidir.
Yemeğini bitirince Resulûllah (sav)’in bize öğ­
rettiği şekilde Allah’a şükredip hamdetmesi lâzım gel­
diği hepimizin malûmudur.
Muaz b. Enes (ra) dedi ki: Resulûllah (sav) şöy­
le buyurdu;
Yemek yiyip: «Bana bunu yediren ve bana bu rı-
zıklan veren Alah’a hamdolsun diyenin geçmiş gü­
nahları bağışlanır.» (Ebû Davud, Tirmizî)
İslâm terbiyesi almış bir Müslüman önüne yemek
geldiğinde Resulûllah (sav)’in sünnetine uyarak ye­
mek ne olursa olsun onu beğenmezlik yapmaz.
Ebû Hüreyre (ra) diyor ki: Resulûllah (sav) hiç­
bir yemeği beğenmezlik yapmadı. İştahı çekerse yer,
hoşlanmazsa yemezdi.» (Müttefakun aleyh)
Müslüman’ın içme âdâbı da yine İslâm’dan kay-
. naklanmalıdır.
Müslüman suyu besmeleden sonra iki veya üç de­
fada içer. İçerken nefes almaz ve mümkün mertebe
içini görmediği kaplardan içmemeye çalışır. İçeceği­
ne üflemez ve mümkünse oturarak içer.
İki veya üç 3mdumda içme meselesine gelince;
Enes (ra)’ın büdtrdiğine göre, «Resulûllah (sav) içe­
ceğini üç nefeste içerdi.» (Müttefakun aleyh)
ResulûUah (sav) bir defada içmeyi şu hadisiyle
yasaklamıştır:
«Develer gibi bir nefeste'içme 3dn. F ak at ikişer
ve üçer nefeste için. İçtiğiniz zaman besmele çekin.
İçtikten sonra hamdedin.» (Tirmizî)
Bir diğer hadis de şöyledir. Su içmek üzere olan
bir sahabe Peygamberimize, «Kabın içinde pislik gö­
rüyorum» dedi. Resulûllah (sav) de:

298
— «Onu döküver,» buyurdu. Adam sonra: Bir ne-
ieste kanmıyorum, dedi. ResulûUah (sav) bunun üze­
rine:
«Bardağı ağzmdan uzaklaştu, sonra nefes al,» bu­
yurdular. (Mâlik, Tirmizî)
Bu hadislerden anlaşılan odur ki, içme âdâbmda
takip edilecek en güzel yol; Müslüman’m mümkün
mertebe içi görünmeyen şeylerden ve büyük kablarm
ağzından içmemesi, mümkünse oturarak içmesidir. Zi­
ra oturarak içmek hadislerde ifade edildiği gibi daha
fazUetlidir. Büyük kapların ağzından içmek, ayakta
içmek de Resulûllah’m bu şekilde içtiğinden dolayı
caizdir.
Müslüman, tamdığma ve tanımadığma selâm ve­
rir:
Selâm vermek Müslüman’ın sosyal âdâbmdan bi­
ridir. İslâm’da selâm çeşitli asırlarda cemiyetin sosyal
yapısıyla birlikte değişen veya gelişen bir şey değü-
dir. Selâm AUahü Teâlâ’nm kitabmda ifadesini bulan
köklü bir edep kurahdır. Hadisçilerin «Selâm konusu»
diye ayrı bir başhkta naklettikleri hadisler selâmm
kaidelerini koymuş ve düzenlemiştü:.
AUahü Teâlâ Kur’an-ı Kerimde «Ey inananlar!
Evlerinizden başka evlere, izin almadan seslenip sa­
hiplerine selâm vermeden girme5ûniz,» buyurmakta­
dır. (Nur: 27)
Selâma aym şekilde veya daha güzel bir ifadey­
le cevap vermek emredildiğinden selâmı duyan her
Müslüman’m selâma cevap vermesi farzdır.
«Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha iyi­
siyle selâm verin veya aynıyla mukabele edin.» (Ni­
sa: 86)
Hadis-i şerifler gerek tamdığımıza, gerekse tam-
madığımıza selâm vermemizi teşvik eder mahiyette­
dir.
299
Abdullah b. Amr b. As (ra) rivâyet ediyor ki, bir
adam Resûlullah (sav)’e:
— Selâmlarm hangisi daha hayırlıdır? diye sor-
du. Cevaben:
«Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına da
verdiğin selâmdır,» buyurdular. (Müttefakun aleyh)
Resulûllah (sav) sahabeye ve dolayısıyla Müslü-
manlara sosyal hayatta uymalarım emrettiği yedi tav­
siyeden biri de selâmdır. Bu emirleri Berâ b. Azib (ra;
şöyle saymıştır:
Resulûllah (sav) bize yedi şey emretti. Bunlar:
Hasta ziyareti, cenazeyi teş3û, aksırana ‘yerhamukel-
lah’ demek, zayıfa yardım, mazluma destek olmak,
çokça selâm vermek ve yemin edenin yeminine inan­
mak.» (Müttefakun aleyh)
Resulûllah (sav) selâm meselesine büyük bir
önem vermiş ve birçok hadisinde ona teşvik etmiştir.
Çünkü selâm; nefislerde sevgi kaynaklarını fışkırtır,
kalbler arası bağı kuvvetlendirir, fertleri ve cem aat­
ları birbirine yaklaştırır, hatta imana ve cennete gö­
türecek bir sevgi sağlar insanlara.
((Nefsim yedinde olan (Allah) ’a yemin ederim ki,
iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sev­
medikçe de iman etmiş sasnimazsınız. Size yaptığınız
takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey göstereyim mi?
Çokça selâmlaşınız.» (Müslim)
Peygamberimiz ilk selâm verenin, insanların ha­
yırlısı olduğunu ve Allah’m nimetlerine hasnr ve rı-
zasma kavuşacağmı beyan etmiştir:
«Şüphesiz insanlardan Allah’m rıza, nimet ve ha-
yırlarma en lâyık olanları selâma ilk başlayanları­
dır.» (Ebû Davud, Tirmizî)
Bu yüzden Abdullah b. Ömer (ra) çarşıya çıktı-

300
ğında selâm vermediği kimse kalmazdı. Bir gün ken­
disine;
— Alışveriş yapmıyorsun, mal sormuyorsun, pa­
zarlık yapmıyorsun, çarşmın meclislerinde de oturmu­
yorsun. Sen çarşıda ne yapıyorsun? diye soruldu. Ce­
vaben dedi ki:
«Ben sadece karşılaştığım kişilere selâm vermek
için çarşıya çıkıyorum,» dedi. (Buharı, Edebül Müf-
ret)
İslâm toplumunda Müslümanların bağh kalaca­
ğı selâmm ibaresi tektir. O da karşıdaki bir kişi ol­
sun, çok kişi olsun, «Esselâmu aleyküm» demektir.
Selâmı alan da; «Ve aleykumüsselâm» der. Bu asil iîa-
denin yerini ne eski, ne de yeni tabirler alamaz. Dini
kültürden mahrum Müslüman toplumlarmda yaygın
hale gelen «Good morning»in tercümesi mahiyetinde­
ki «Günaydm» ve benzeri ifadeler İslâm’m koyduğu
selâmm yerini tutamaz.
İslâm’m selâmı Allah’m Adem (as)’ı yarattığm-
da ona öğrettiği selâmdır. Onu yarattığmda melek­
leri bu selâm ile selâmlamasmı emretti. Ve hangi za­
m an ve mekânda olurlarsa olsunlar, insanlarm bu
selâmı kuUanmalarmı istemiştir. Selâmeti seven in­
sanlar için de selâmm mânâsı her zaman ve mekânda
geçerlidir. Allah bu selâmı bütün insanhğa vermişken
sadece Müslümanlar onu değiştirmeden kullanmakta­
dır. Bu hususta Resulûllah (sav) buyuruyor ki;
«Allah, Adem’i yaratmca ona;
— Şunlara —oturan bir grup meleğe— git ve on­
lara selâm ver. Sana verecekleri selâma (iyi) kulak
ver. Çünkü o senin ve zün-iyetinin selâmıdır, buyur­
du. Adem onlara:
— Esselâmualeyküm, dedi. Onlar da;

301
— Esselâmualeyke ve rahmetuUahi, diyerek rah-
metuUahi ibaresini kattılar.» (Müttefakmı aleyh)
Öyleyse bu selâm şeklinin mübarek ve güzel ol­
ması bize Allah katmdan gehniş olmasındandır.
«Evlere girdiğiniz zaman kendinize Allah katm­
dan bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selâm veri­
niz.» (Nur: 61)
Bu yüzden de Cebrail (as) Aişe (r a )’ya selâm
söylediğinde, Aişe de selâma cevap verdiğinde aynı ifa­
deye bağh kalmışlardır.
Aişe (ra) dedi ki: ResulûUah (sav) bana:
— «İşte Cebrail (as) sana selâm söylüyor,» bu­
yurdu. Ben de: '
— Ve aleyhisselâm ve iahmetullahi ve berakâtüh
dedim. (Müttefâkun aleyh)
Selâımn uyulması gereken bazı kaideleri de var­
dır. Müslüman bunlan dikkatle uygulamalıdır. Bu
kaideler Buharî’nin, Ebû Hüreyre (ra) ’dan rivayet et­
tiği şu hadiste özetlenmektedir:
«Binek üzerinde olan, 3dirüyene; yürüyen otura­
na; azhk çokluğa selâm verir.» Buharî’nin başka bir
rivâyetinde: «Küçük büyüğe» ibaresi de vardır.
Selâm erkeklere olduğu gibi kadınlara da verilir.
Buna Esma bint. Yezid (ra) hadisi delalet etmekte­
dir: Bir gün ResulûUah (sav) mescitte oturan bir grup
kadmm yanmdan geçti ve eliyle onlara selâm verdi.
(Tirmizî)
Çocuklara da onları selâm âdâbma ahştırmak için
selâm verilir.
Enes (ra) bir gün çocuklarm yanmdan geçerken
onlara selâm vererek, «Resulûllah (sav) böyle yapar­
dı» dedi. (Müttefâkun aleyh)
Selâmınfkaidelerinden biri de selâmı işitilecek ka­
dar bir sesle yumuşakça verilmesi, uyuyan kimseyi

302
uyandırmamasıdır. Resulûllah (sav) selâm verîrketı
vıyanık olan duyar, uyuyan uyanmazdı. Mikdad (ra)’
m rivayet ettiği uzun bir hadiste bu izah edilmiştir.
Mikdad diyor ki;
Biz Nebi (sav) ’e sütten paymı ayırıp kaldmrdık.
O, gece gelir uyanığm işiteceği, U3ruyanm uyanmaya­
cağı şekilde selâm veriri. Nebi (sav) o gece de geldi
ve evvelce selâm verdiği gibi selâm verdi.» (Müslim)
Selâm’m bir meclise girilirken veya kalkıp gidi­
lirken de verümesi gerekir. Bu hususta da ResulûUah
(sav) şöyle buyuruyor:
«Biriniz bir meclise geldiğinde de kalkmak iste­
diğinde de selâm versin. (Zira) birincisi sonuncudan
daha fazla makbul değildir.» (Ebû Davud, Tirmizî)

Başkasının evine izinsiz girmez:


İslâm adabmı anlamış şuurlu bir Müslüman baş-
kasmm evine izinsiz girmez. Bu izin isteme Rabbani
bir emirdir. Bu hususta gevşeklik ve ihmarkârlık caiz
değildir.
«Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere, izin al­
madan seslenip sahiplerine selâm vermeden girmeyi­
niz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir. Eğer
evde kimseyi bulamazsanız, yine de izhı verilmedikçe
içeriye girmeyiniz. Size ‘dönün’ denirse dönün. Bu si­
zi daha çok temize çıkarır. Allah yaptıklarmızı bilir.»
(Nur: 27-28)
«Çocuklarınız erginlik çağma gelince, bü5rükleri-
nin izin istediği gibi, onlar da izin istesinler. Allah si­
ze ayetlerini böylece açıklar.» (Nur: 59)
tzin istemenin de İslâm’da üzerinde önemle du­
rulan bazı âdâbı vardır. Herhangi bir insanı ziyarete

303.
gittiğinde Müslüman’ın tabi olması gereken bu âda­
bı şöylece sıralayabiliriz:
Birincisi: Kapının tam önünde durmayıp, sağmda
veya solunda durmak. Abdullah b. Büsr rivayet ediyor:
«Nebi (sav) izin istemek için bir kapıya gelirse
yüzünü kapıya dönmezdi. Sağda veya solda beklerdi.
İzin verUirse girer aksi takdirde geri dönerdi.» (Buha­
rı, Edebül Müfred)
Sehl b. Sad (ra) dedi ki: Resulûllah (sav) şöyle
buyurdu: «İzin istemek (dışardakinin gözünün içerde-
kileri görmemesi) için şart koşulmuştur.» (Müttefa-
kun aleyh). Bu yüzden de izin isteyenin kapının önün­
de durmaması lâzımdır ki, kapı açılınca gözü içeriye
kaymasın.
İkincisi: Önce selâm verilir sonra izin istenir. Se­
lâmdan önce izin istemek sahih olmaz. Rıb’î b. Hıras’-
m rivâyet ettiği hadis bunu göstermektedir. Rıb’î şöy­
le diyor. Beni Amir’den bir adam rivâyet etti ki, ken­
disi Peygamber (sav) evde iken yanma girmek için
izin isteyerek:
— Gireyim mi? diye sordu. Resulûllah (sav) hiz­
metçisine:
«Şu adama çık da izin istemeyi öğret. Ve ona:
Esselâmualeyküm gireyim mi? de, diye söyle» busnır-
•du. Adam bunu duydu ve:
— Esselâmualeyküm! Gireyim mi? dedi. Nebi
(sav) ona izin verdi ve o da içeri girdi. (Buharî, Ede­
bül Müfred)
Üçüncüsü: Kendisine içerden, «Kim o» denmce
kendisinin tanındığı isim veya künyesini ■söylemesi­
dir. «Ben» ve bunun gibi sahibini tanıtm ayan keli­
meleri söylememelidtr. Nebi (sav) kapıyı çalanm sa­
hibini tanıtmaya kafi olmayan <(Ben» ifadesinin kul-

304
lanılmasını kerüa görmüş ve açık isim kullanümasmı
emretmiştir.
Cabir (ra) diyor ki; Nebi (sav)’e gelerek kapıyı
çaldım.
«Kim o?» diye sordu. Ben:
— ‘Ben,’ diye cevap verdim. ResulûUah kerih gör­
müş gibi;
«Ben! Ben!» buyurdu. (Mütteîakun aleyh)
ResulûUah (sav) açık bir isim kuUanılmasmm
izin isteme adabmdan olduğunu bize öğretmiştir. Sa-
habe-i Kiram da onun gösterdiği şekilde bu sünnete
tabi olmuşlardır.
Ebû Zer (ra) ’dan şöyle dediği rivayet edildi; Bir
gece dışarı çıktım bir de baktım ki ResulûUah (sav)
yalnız başma yürüyor. Ben de ay ışığmda yürümeye
başladım. Baktı ve beni gördü.
«Kim o?» diye sordu. Ben:
— Ebû Zer, dedün.
Ümmü Hadi dedi ki: Bir gün Peygamber (sav)’e
geldim. Fatm a önüne bir perde tutmuş o da yıkanı­
yordu. Buyurdu M;
«Kim o?» Ben:
— Ben, Ümmü Hani dedim. (Müttefakun aleyh)
Dördüncüsü: Kendisine «Geri dön,» denildiğinde
dönmesidir. Dönerken de içeri almayana karşı bir kız­
gınlık ve dargınlık düşünmemelidir. Çünkü Allah’m
emri böyledir;
«Size dönün denirse dönün. Bu sizi daha çok te­
mize çıkarır. Allah yaptıklarınızı büir.» (Nur: 28)
Hadis-i şeriflerde izin istemenin üç defa olduğu
beyan edilmiştir. Üç kez izin istenir de izin verilirse
girilir, verilmezse geri dönülür. Bunu Ebû Musa’nm
rivâyet ettiği hadis bize açıklamaktadır:
ResulûUah (sav) : «İzin istemenin sının üçtür.

305
Sana izin verilirse girersin. Aksi takdirde geri dön.»
buyurmuşlardır. (Müttefakun aleyh)
Ebû Musa bir defasında Ömer (ra) ’m yanına gir­
mek için izin istedi. Ömer (râ) izin vermedi o da geri
döndü. Ömer ona adam gönderdi ve ikisi arasında
tartışma oldu. Sahabenin sünnete ve onım tatbikine
gösterdiği önemi bize açıkladığmdan dolaja bu hadi­
seyi tam olarak nakletmek istiyoruz: Ebû Musa dedi
ki: «Ömer’in yanma gümek için izin istedim, üç kez
bana izin verilmedi ben de geri döndüm. Bana adam
göndererek:
— Ey Allah’m kulu! Kapımda beklemek sana
£^ır mı geldi? Bilesin ki insanlara da senin kapmda
beklemek ağur gelir, dedi. Ben:
— BUâkis ben senden üç defa izin istedim, fakat
bana izin verilmedi, ben de döndüm. (Biz bununla
emrolunmuştuk.) O:
— Bunu kimden duydun? dedi. Ben:
— Nebi (sav)’den duydum, dedim. Bu sefer O:
— Bizim duymadığımızı sen mi duydun? Bıma
delil getirmezsen seni cezalandırırım, dedi. Ben de çı­
kıp mescidde oturmakta olan bir gurup Ensâr’a gel­
dim ve onlara sordum. Onlar:
— Bunda şüphe eden biri mi var? dediler. Ömer’­
in söylediğini söyledim. Onlar:
— Seninle bizim en küçüğümüz gelsin dediler.
Ebû Said Hudri veya Ebû Mesud kalkarak benimle
Ömer’e geldi ve dedi ki;
— Nebi (sav) Sa’d b. Übâde’ye giderken biz de
onunla beraberdik. Onun evine gelince selâm verdi
kendisine girmesi için izin verilmedi. İkinci defa, son­
ra üçüncü defa selâm verdi, yine kendisine izin ve­
rilmedi. Bunun üzerine buyurdu ki:

306
«Biz, bize düşeni yaptık.» Sonra da döndü. Sa’d
arkasından yetişerek:
— «Seni hak ile gönderene (Allah’a) yemin ede­
rim ki, senin verdiğin her selâmı duyuyor ve cevap
veriyordum. Fakat ben bana ve aileme senin çokça
selâm vermeni istedim,» dedi.
Ebû Musa:
— Vallahi Resulûllah (sav) ’in hadisine son dere­
ce titizim, dedi. Ömer (ra) :
— Evet biliyorum, fakat ben yine de hadisin sabit
olduğundan emin olmak istedim, dedi. (Buharı, Müs­
lim)
Buharî ve Müslim’in rivâyetlerinden birinde şu
ilave de vardır. Ömer kendini kınayarak dedi ki: «Re­
sulûllah (sav)’in bir şeyi bana gizli mi kaldı? Demek
pazarlardaki alışveriş, ticarete çıkmak beni oyaladı.»

Bulduğu yere oturur:


Şuurlu gerçek Müslüman b u ld ı^ mecliste onu
diğerlerinden ayman meclis âdâbma rivâyet eder. Bu
âdâb Resulûllah’m kavil ve amellerinden kaynaklan­
maktadır ve bu âdâba rivâyet edenler sosyal yönle­
riyle ve ahlâki üstünlükleriyle birer örnek insan olur­
lar.
Müslüman’m bu hususta öğreneceği ilk şey, bul­
duğu yere oturması, insanlarm üstünden atlamaması
ve meclisin ortasma gidip insanlarm açümalan için
sıkıştırmamasıdır. Resulûllah’m (sav) meclisine gelen
sahabeye öğrettiğine ittiba etmelidir.
Cabir b. Semura (ra) diyor ki Peygamber (sav) ’e
geldiğimiz zaman bulduğumuz yere otururduk.» (Ebû
Davud, Ttrmizî)
Bu 3Tüce edebi almış bir Müslüman zaruret olma-

307
dıkça ve izin almadan iki kikinin araşma girmeye
çalışmamalıdır. Zira Nebi (sav) iki kişiyi izinleri ol­
madan ayırmayı nehyetmiştir:
«İki kişinin araşma izinleri olmadan girip otura­
rak ayırmak kimseye helâl olmaz.» (Ebû Davud, Tir-
mizi)
Çünkü insanm iki kişinin arasına izinsiz gir­
mesi ister bir mecliste olsun ister başka yerde İslâm’ın
kabıü etmediği ve kötülüğünü beyan ettiği işlerden­
dir. Bu hususta da oldukça hadis vardır. Ancak biz
yine bir kaçmı beyan edeceğiz;
Said b. Makberi diyor ki: İbn-i Ömer’e uğradım,
yatımda konuştuğu bir adam vardı. Gittim yanlarına
durdum. Benim göğsüme vurarak;
— «İki kişiyi konuşurken görürsen izin isteme­
den onlarla beraber durma, onlarla beraber oturma,»
dedi. Ona:
— «Allah ıslah etsin seni, Ebû Abdullah! Ben
sadece sizden ha5nrh şeyler dinlemek istedim,» dedim.
(Buharî, Edebül Müfred)
Eğer biri kalkarak oturması için yer gösterirse
oraya oturması daha münasiptir, böylece ashabın
ameline de tabi olmuş olur.
İbn-i Ömer (ra) dedi ki: Resulûllah (sav) şöyle
buyurmuştur:
«Biriniz kimse}^ oturduğu yerden kaldırıp da
kendisi oturmasm. Fakat genişleyin ve yer açm.»
İbn-i Ömer'e birisi yerini vermek için kalksa oraya
oturmazdı. (Müttefakun aleyh)
Bir mecliste yerleşince orada otururken de Re­
sulûllah (sav)'in âdâbmı takmmaya çahşır. Resulûl­
lah (sav) kendisiyle oturanlann hepsine hitap ederdi.
Kimse3û kötülemez, ayıplamaz ve gizli meselelerini
deşmezdi. Sevabmı umduğu mevzular dışmda konuş-

308
mazdı. Kendisi meclisten kalkmadıkça ve sözü bit­
medikçe kimsenin sözünü kesmezdi.

Mecliste mümkün mertebe esnemekten kaçınır:


Meclis âdâbmı büen bir Müslüman gücü yettiğin­
ce esnememeye, onu mümkün mertebe defetmeye ça­
lışır. Resulûllah (sav) böyle yapılmasmı işaret et­
miştir:
«Biriniz esnediğinde gücü yettiğince önlemeye ça-
lışsm.» (Büharî, Müslim)
Ama esnemek engellenemiyecek kadar güçlü ge­
liyorsa Resulûllah (sav)’in de buyurduğu gibi, eüni
ağzına koysun:
«Biriniz esnediğinde elini ağzma koysun. Çünkü
Şeytan girer.» (Müslim)
Meclislerde esnemek, terbiyeli, edebli bir insana
yakışmayan çirkin bir şeydir. Bunu mutlaka öıüe-
meye çahşmak ve açılan ağzı eliyle kapatarak otu-
ranlarm çirkin manzarayı gözlerinden uzak tutmak
gerekir. İslâm bu yolu öğreterek Müslüman’ı sos3ral
ilişkilerde insanları kendine nefret ettirecek bir du­
ruma sokmaktan korumuştur. Ayrıca esnemek, kişi­
nin o meclisten sıkıldığının da belirtisi olduğundan bu
hareketten son derece sakınması lâzımdır.

Aksırırken de İslâm âdâbma rivayet eder:


İslâm, meclislerde aksırmaya da belli âdâb kaide­
leri koyarak Müslüman’a aksıracağı zaman nasıl dav­
ranması gerektiğini, «teşmit»te bulunanm nasıl dua
edeceğini göstermiştir.
Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyet olunmuştur ki,
Nebi (sav) şöyle buyurdu:

309
«Allah (kulların) aksırmasını sever, esnemesini
kerih görür. Biriniz aksırır da Allah’a hamdederse
duyan her Müslüman’a 'Yerhamukellah’ demek vacip
olur. Esnemeğe gelince şüphesiz o şeytandandır. Bi­
riniz esneyeceği zaman gücü yettiğinde defetmeye ça-
lışsm. Çünkü biriniz esneyince şeytan ona güler.»
(Buharî)
Bu basit hadiselerin bile Müslüman’m hayatında
İslâm’m koyduğu ölçü ve kaideleri varcür. Müslüman
bu hassasiyet karşısmda İslâm’m insan hayatmda
herşeyi düzenleyip onu daima Allah’a bağlayan hu­
susi ölçüleri koyduğunu ve bu dinin insanlığın yara­
m a olduğunu, ruhunım derinliklerinde duyar.
Aksımsa, ‘Elhamdülillah’ demesi gerekir. Bunu
işitene de: Yerhamükellah demesi vacip olur. Öksü­
ren kendine yapılan bu duaya Yehdikumullahü ve
yuslihu balekuüm (Allah size hidayet versin ve hali­
nizi İslah etsin) demesi gerekir. İşte Resulûllah (sav)
hadisinde bunu öğretmiştir:
«Biriniz aksırdığı vakit Elhamdülillah desin. Din
kardeşi veya arkadaşı ona: YerhamükaUah (Allah sa­
na rahmet buyursun) desin. O da; «Yehdikumullahü»
ve «Yuslihu baleküm» (Allah size hidayet versin ve
halinizi ıslah etsin) mukabelesinde bulunsun.» (Bu­
harî)
«Yerhamukellah» duasına teşmit denir. Aksıran
Allah’a hamdederse müstehab olmak üzere bu duay­
la mukabele edüir. Allah’a hamdetmezse teşmit de ya-
pıimaz. Bu hususta Nebi (sav) buyuruyor ki:
«Biriniz aksırır da Allah’a hamdederse ona teş-
mitte bulunun. Allah’a hamdetmezse teşmitte bulun­
mayın.» (Müslim)
Enes (ra )’dan şöyle rivayet edilmiştir: Nebi (sav)'
in yanmda iki kişi aksırdı. Nebi birine teşmitte bu­

310
lundu, birine de bulunmadı. Teşmit olunmayan de­
di ki:
— Filan aksırdı teşmitte bulundun. Ben öksür­
düm bana teşmit yapmadm. Nebi (sav) :
«Bu, Allah’a hamdetti. Halbuki sen Allah’a ham-
detmedin.» (Müttefakun aleyh)
Aksırmadan söylenecek bu sözlere teşvik eden ha­
dislerin Allah’ın anılması ve hamdedilmesindeki gaye
açıkça görülmektedir. Öte yandan bu, kardeşlik bağla-
rınm ve Müslümanlar arasmdaki sevgi ve kenetlen­
menin kuvvetlenmesine sebep de olmaktadır. Aksıran
kimse başmdaki ve boğazmdaki hareketlenmelerden
aksırmayla kurtulduğu için Allah’a hamdeder. Bunun
Allah’a hamdettiğini işiten kimse ona Allah’tan rah­
met diliyor. Çünkü Allah’a hamdeden herkes rahmet­
le anılmayı hak eder. Aksıran da kendine dua eden
kardeşine kendine yaptığı duadan daha uzun bir dua
ile mukabelede bulunarak hayır, muhabbet ve sevgi
mânâlarım ifade eder.
İşte böylece İslâm en basit hadiselerde dâhi müs-
lümanlan Rablerini hatırlatacak şekUde yönlendir­
mektedir. Hem Allah’ın ismini zikrettirmekte hem de
müslümanlar arasında kardeşlik ve sevgiyi böylece
pekiştirmektedir.
Aksuma âdâbmdan biri de aksıranm elini ağzma
kapatması, mümkün mertebe sesini alçaltmasıdır. Bu
da Resulûllah (sav)’in sünnetlerindendir.
Ebû Hüreyre (ra)’dan şöyle dediği rivâyet edil­
miştir. Resulûllah (sav) aksırdığı vakit elini veya el­
bisesini ağzma koyar ve onunla sesini alçaltıldı. (Ebû
Davud, Tirmizî)

311
Başkasının evinde sağa sola bakmaz:

Müslümamn meclislerdeki âdâbmdan biri de baş-


kasmm evinde oturduğunda sağa sola bakmaması ve
evin kusurlanm araştırmamasıdır. Çünkü hayalı
edepli bir Müslüman bu tür şeylerden uzak durur
huy edinmez. Bunlar Müslüman ahlâkmdan değildir.
Nitekim Resulûllah (sav) şöyle busnıruyor:
oKim izinsiz olarak insanların evini gözetlerse ev-
deküerin o adamm gözünü 03unaları helâl olur.» (Müs­
lim)

Müslüman erkek, kadınlara benzemez:

İslâm toplumunda Müslüman erkeğin kadma,


Müslüman kadımn da erkeğe benzediğini göremezsin.
Çünkü bu iki cinsin bir diğerine benzemeleri haram ­
dır. İslâm toplumunda erkek, belli vasıfları ve görevi
olan bir erkektir. Kadmm da belli vasıfları ve görevleri
vardır. Aralarmdaki farklarm ortadan kalkması ge­
rekmez. Bu yüzden İslâm erkeğe benzeyen kadmlarla,
kadınlara benzeyen erkekleri uyarmaktadır:
İbn-i Abbas (ra )’dan şöyle rivâyet edilmiştir:
oResulûUah (sav) konuşma ve hareketlerinde ka->
dınlara benzeyen erkeklere ve erkeğe benzeyen ka^
dmlara lânet etmiştir.» Başka bir rivâyette şöyledir:
«Resulûllah (sav) kadmlara benzeyen erkeklere
ve erkeklere benzeyen kadınlara lânet etmiştir.» (Bu-
Jıarî)
. Ebû Hüreyre (ra) diyor ki:
«Resulûllah (sav), kadıh elbisesi giyen erkeğe, er^
kek elbisesi giyen kadma lânet etti.» (Ebû Davud)
Bugün bazı İslâm toplumlarmda, gördüğümüz,
uzun saçlı kıza benzeyen, boğazlarına zincir takm ış

312
gençler ve daracık pantolon giyip erkeğe benzeyen
kızların bulunması batıdan veya mülhid doğudan içi­
mize sokulmuş görünümlerdir. Hippilik ve benzeri çe­
şitli sapıklıklar insanlığı sarmış ve onlan doğru yol­
dan saptırmıştır. Bunun vahim neticesi ve acı mey­
vesi olarak da gençlerin içinde bocaladığı bu sapık­
lık ortaya çıkmıştır. Bu sapıklığm alevleri ve duman­
lan bize de gelmiş, Müslüman toplamlardaki bazı
gençler de bu sapıklığa düşmüşler ve İslâm toplumu-
na dışardan sokuşturulmuş unsurlar olarak ortaya.
çıkmışlardır.
SONÜÇ

Daha önce geçen bölümlerde, İslâm’ın istediği


Müslüman şahsiyetini ortaya koymaya çalıştık. Bu
şahsiyeti Kur’an âyetleri ve sahih hadisler şekillen­
dirdi. Müslüman insamn Eabbıyla olan ilişkisi açık­
landı. Nefsi, bedeni ve ruhu arasmdaki dengenin ger­
çekleşmesi için başkalarıyla olan sosyal ilişkileri izah
edildi. Ana, baba, eş, çocuklar, yakın akraba, komşu­
lar, kardeş ve dostlar ve toplumunda bulunan her fert
ve her tabaka ile olan ilişküer durumlarına ve se­
viyelerine göre açıklandı.
Bunlarm izahmdan anlaşıldı ki, İslâm’m istediği
Müslüman, ahlâkıyla, ferdî ve sosyal ilişkileriyle eş­
siz bir insandır.
Yine açıkça ortaya çıktı ki, insanlık uzım tarihi
b03nmca Müslüman insamn Kur’an ve Sünnetten Rab­
bani hidayete kavuştuğunda naü olduğu üstün şahsi­
yete daha önce şahid olmamıştır.
Çünkü İslâm ne Yunanhlarm yaptığı gibi insan
akimı felsefi bilgilerle doldurmuş, ne Hindular gibi
insanı sarsan boğucu ruhanİ37yet ile de meşgul et­
miş ne de Romalılarm yaptığı gibi bedenin riyazi ter­
biyesiyle de insanı yormuştur. Bugün d ( ^ d a ve ba­
tıda madde aleminin benimsediği menfaatçı felsefeyle
de inşam yoğurmamıştır. İslâm, insan terbiye ve eği­
timinde dengeli ve mütekabil bir program çizmiştir.

314
Bu programda hem akıl, hem ruh, hem de bedene
gereken önemi vermiştir.
Bu yüzden de şahsiyeti dengeli, olgun ve müte­
kâmil bir şekilde görünmektedir. Çeşitli arzu, bidat
yanlış melhum ve sapıkhklarm hakim olduğu eksik
insani metodlarm inşam eğittiği toplumlarda vaki ol­
duğu gibi bir tarafa aşın ehemmiyet verirken diğer
noktaları ihmal etmemektedir.
Bu inceleme sonucu ortaya çıktığı gibi Müslüman
Şahsiyeti Allah’a itaat eden, yoluna boyun eğmiş, hi­
mayesine sığınmış, kaza ve kaderine razı olmuş ve
devamh Rabbinin nzasmı gözeten bir şahsiyettir.
Bedene gerekli itinayı, dış görünümüne lâzım ge­
len titizliği gösteren dengeli bir şahsiyettir, Bu dış
görünümü verip melekleri kendine secde ettirerek yer
ve göktekileri emrine verdiği insana lâyık iç alemini
asla unutmaz. Bilâkis akıl, düşünce, mantık ve her
şeyin gerçeğini derin derin düşünecek düşünce yapı­
sına da itina gösterir. Gerçeklerin özünü görebilecek
cevherini anlayacak bir anlayışa sahip olması üzerin­
de titizlikle durur. însanm sadece beden ve akıldan
oluşmadığmı, bir kalbi, ruhu, nefsi ve bu maddi ha­
yata hakim olmaya iten arzularmm bulunduğunu as­
la unutmaz. Hayır, fazilet ve nurani merhaleleri ka-
tetmek isteyenin arzularmm bulunduğu gözden ırak
değildir. Bu 5hizden de akıl ve beden eğitimiyle nasıl
ilgileniyorsa aynı şekilde ruh ile de ruh terbiyesi ile
de biri sebebiyle diğerini ihmal etmeyecek dengeli bir
şekilde ilgilenir.
Bu şahsiyet anne ve babaya, iyi davranmanm,
onlara ihsanda bulunmanm, sonsuz merhamet, kamil
terbiye ve eşsiz vefa ile bir misal teşkil etmektedir.
Eşiyle de aynı şekilde iyi geçinmenin, 5rumuşak
muamelenin, kadmm yaratıhşmdaki rühi ve maddi

315
özellikleri iyice anlayıp onu idare etmenin bir nümu-
nesidir.
Çocuklarının mesuliyetini idrak eden bir şahsi­
yettir. Zira onlara sevgi, şefkat ve merhametle mua­
mele eder. Onlarm terbiye ve eğitiminde gafil davran-
mayıp olgun bir İslâmî şahsiyete sahip olmaları için
bu şahsiyete tesir edecek her şeye dikkat eder.
Akrabalarma karşı sevgi bagmı kuran, onları bir-
araya toplayan, Islâm’m akrabaya verdiği değeri an­
layan ve şartlar ne olursa olsun akrabayı gözeten bir
şahsiyettir,
Müslüman komşularma karşı da nümıme bir
şahsiyettir. İyi komşuluğu, güzel muamelesi, komşu-
lanmn hislerini anlayan, ezalarma tahammül etmek,,
hatalarım görmemek, onlarla münakaşa etmemek ve
Cebrail’in komşuya karşı İslâmi terbiye takm manın
ehemmiyetini beyan ederek ResulûUah (sav)’i kom­
şuyu varis yapacak zannettiren bu İslâmi ahlâkla de­
vamlı muttasıf bulunması Müslüman’ı bu hususta da
nümune bir şahsiyet haline getirir. Bu 3rüzden de
komşusuna karşı bir kötülük yapmaya ve onun hak­
kım ihmal etmeye teşebbüs etmez. Bilâkis ona iyilik
yapmaya devam eder. İyiliğinin karşılığmda da kom­
şusundan birşey beklemez.
Kardeşleri ve dostlarıyla olan üişkisi de en temiz;
ve en saf ilişkidir. Bu ilişkinin temeli Allah için bir­
birini sevmektir. Bu kardeşlikte temizliğini, berrakh-
ğını Kur’an ve Sünnet ışığmdan alarak İnsanî kar­
deşlik ve beşeri üişküer tarihinde eşsiz bir yere sahip
olmuştur.
Bu kuvvetli ilişkiden ve bu büyük. sevgiden ger­
çek Müslüman’ı hayretamiz bir nümune haline geti­
ren ahlâk kaideleri zuhur etmiş' İslâmi değerler ve
ahlâkı ortaya çıkmıştır. Müslüman arkadaşları ve k ar-

316
■deşlerini sever onları rahatsız etmez, vefakârdır, iha­
net bilmez. Nasihat eder aldatmaz. Yumuşak davra­
nır kaba değil. Hoşgörülü ve affedicidir, kin tutmaz
ve düşmanlık beslemez. Fedakârdır, arkadaşlarmı
kendisine tercih eder. Devamlı onlann arkasmdan dua
eder.
Bütün insanlara karşı ilişkilerine gelince bu iliş­
kiler de İslâm’ın teşvik ettiği yüksek ahlâk sahibi ter­
biyeli bir insanın ilişkileridir. Bu ilişkiler arkasmda
ki amaç kötü niyetlerin gizlendiği dalkavukluk ve bo­
yun eğme kabilinden şeyler değildir. Kitap ve Sün-
net’ten kaynaklanan ve hesap vereceği bir borç olduğu­
na inandığı ahlâki müeyyidelerdir bunlar.
Müslüman insan, bütün insanlara karşı doğru
sözlüdür. Hile yapmaz, aldatmaz, ihanet etmez, vaa­
dinden dömriez, çekememezlik yapmaz, sözünde du­
rur, hayahdır, affedicidir, hoşgörülüdür, bağışlar, gü­
ler yüzlüdür, kimseye yük olmaz, yumuşak huyludur.
Küfretmekten kötü ve çirkin sözleri söylemekten çe­
kinir. Haksız yere kimseye fasik veya kafir diye iftira
etmez. Kendini Ugüendirmeyen şeylere burnunu sok­
maz. İnsanların gıybetinde bulunmaz ve aralarmda
koyuculuk yapmaz. Yalan söylemekten ve kötü zan-
dan (suizan) kaçar. Kendisine bir sır verildiğinde
onu muhafaza eder yaymaz. Alçak gönüllüdür, kibir­
lenmez. Kimseyle alay etmez. Büyüğe saygı gösterir.
İyi insanlarla muaşeret eder. İnsanlara faydalı o lm -
yı ve onlara zarar yerecek şeyleri defetmeyi sever.
Müslümanları barıştırmaya çahşu. Hastayı zi3raret
eder, cenazede bulunur. İyiliğe ka^ı teşekkür eder.
İnsanlarla bir arada yaşar ve onlann ezasma katla­
nır. Gücü yettiğince insanlan sevindirmeye çalışır. İn­
sanlara hayn gösterir.. Her işte kolaylaştırmayı sever,
zorlaştırmayı değil. Hükmünde adildir, zulmetmez;

317
ikiyüzlülük, riyakârlık ve dalkavukluk yapmaz. Yap­
tığı şeylerle öğünmez. Doğrudur inhirafa düşmez ve
şartlar ne olursa olsun şahsiyetini değiştirmez, renk­
ten renge girmez. Adi işleri değü büyük işleri sever.
Konuşurken kibirlenmez. Yüzünü kimseye asmaz. Cö­
m erttir ve verdiği veya iyilik ettiği kimsenin yaptığı
iyiliği başma kakmaz. Misafirperverdir. Misafirden sı­
kılmaz ve misafire elinden gelen ikramı yapar. Zorda
olana kolaylık sağlar. İffetlidir dilenmez. Veren elin
alan elden üstün olduğunu bilir. Sever ve sevilir. Ye­
mek içmek, selâm, ziyaret vs. de İslâm âdabına İslâm
ölçülerine uyar.
İşte îslâm’m şekü verdiği parlak insan şahsiyeti
budur. Nefsi İslâm’m tatlı kaynağından kanmış, aklı,
ruhu ve kalbi İslâm’m Rabbani parlak nuruyla ay-
dmlanmıştır.
İnşam üstün ahlâkm bu seviyesine çıkarıp onu
yeryüzünde 3nirüyen üstün ahlâk timsali yapmak, di­
ğer din ve felsefelerin gerçekleştirmek isteyip de ger­
çekleştiremedikleri en mükemmel gayedir. Bu icraat
günümüz dünyasmı saran maddeci ilmi icraatın çok
fevkindedir. İnsamn bugün kalbini ve gözünü deh­
şete düşüren ümi icraattan daha yükseklerdedir. Çün­
kü insan mahlûkatın en değerli varlığıdır. Asırlar bo­
yunca sarfedilen gayretler ve ikâme edilen medeni­
yetler onun saadeti ve yüceltilmesi içindir. Ona bu
3niceliği vermenin sebebi insanlığıdır. Bunun için me­
deniyet insanm sadece küçük isteklerini halletmeye ,
çalışır, onun insanlığmı ve onda hayır duygularını
uyandırmaja hedef edinmekse eksik ve kusurlu bir
medeniyettir. O medeniyet en önemli noktayı ihlâl et­
miştir, o nokta, insanhğıdır. Bu da insanm gizli cev­
heri ve ondaki en pahalı şeydir.
Medeniyetin bugün keşfettiği top, füze, uydu, te -

318
levizyon gibi eserlerinin tamamı insanı mutlu etmek
ve nefsini arıtmak için kullanılmadıkça ona insanlı­
ğını veremez. Ve bu keşiflerden hiçbiri insanm insan­
lığına verilecek önem ve gösterilecek titizliğe olan ih­
tiyacı eksiltmez.
«Kişiye ve onu şekillendirene, sonra da ona iyilik
ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki: Kendini, nef­
sini arıtan saadete ermiştir. Kendini fenalıklara gö­
men kimsede ziyana uğramıştır.» (Şems; 7-10)
Toplumlarm ileri olmaları sadece ümin gerçekleş­
tirdiği ve madde aleminin yaptığı keşiflerle kıyaslan­
maz. Bunlarm yanısıra bunlardan daha önemli olan
bir şeyle kıyaslarar ki, o da toplumda insani değerle­
rin, sevgi, fedakârhk, şefkat, doğruluk, düşünce, ya­
şayış ve muamelede temizlik gibi insani değerlerin ha­
kim olmasıdır.
îslâm toplumu birinci derecede mütekamü ve ile­
ri bir toplumdur. Dininin kendine telkin ettiği ahkâm
ve davet ettiği insani ve şerefli üstün ahlâka bağlı
kaldığı için Müslüman fert, yüksek düzeyde sosyaldir.
Çünkü din bu üstün ahlâkı sosyal alanda uygulama­
ya teşvik etmiştir.
Bugün Müslüman saflarmda gördüğümüz geri
kalmışlık, dağmıklık, a 3nhk, düşmalık ve kopmalar
müslümanlarm AUah’m ipinden üzaklaştıklarmm sağ­
lam iman hağmdan koptuklannm ve kardeşlik duy­
gusundan ayrıldıklarmm delilidir. Müslüman, köklü
şahsiyetine sahip çıksa ve fikri ruhi kaynaklarım
sağlam kılsaydı bütün bunlar olmayacaktı.
Fakat İslâm alemine yapılan saldırılar Müslü­
man şahsiyetini, onun ruhi ve fikri kaynaklarını her
def ahyordu. Saldırganlar İslâm’a iki cepheden harb
açmışlardır. Cephelerin ilki Müslüman’ı asil şahsiye­
tinden uzaklaştırmak İkincisi de fikri ve ruhi kaynak-

319
lannı kirleterek onu kendi asima yabancı baiA getir­
mek.
Birçok îslâm ülkesinde, Müslüman şahsiyetini
sarsmayı ve asaletinden uzaklaştırmayı, müslümanla-
rm düşünce, duygu ve yaşayışlarmda kendUerine tabi
olmalarım ve dininin değerlerinden ve ahlâkmdan
sıyırmayı başardılar. İnsaıüar için gönderilmiş olan
kendisiyle tarihe giren ve iosanhk hayatında kendin­
den söz ettiren Rabbani muhtevayı bu şahsiyetten çı­
karmayı başardılar.
Müslümanm şahsiyetine eski asaletini, Âllah’m
ebedi metoduna sadık olarak dönmekten başka hiçbir
şey geri veremez. Bu şahsiyetin tekrar asaletine döne­
bilmesi için hayatta İslâm davetiyle mükellef olan
Müslüman insamn davetini iyice anlaması, bu dave­
tin insanlara taşınması için müslümanlann görevle­
rini idrak etmeleri gerekir. Her şeyden önce bu da­
vetin gereklerini inanç, ibadet ve yaşa 3nış olarak biz­
zat yaşayıp gösterdikten sonra bu daveti insanlara gö­
türmek gerekir.
Cahlliyet yollannda kaybolmuş, taklitçilik karan-
hğmda boğulmuş kavmiyyet çukurlarmda yolunu
kaybetmiş olan müslümanlar Allah’m her şeyi gölge­
leyen kapsamh yoluna döndüğü gün kenetlenmiş,
kuvvetli, birbirini seven, şerefli ve hür bir ümmet
olur. İşte o gün silâhı kırılmayacak, sancağı indiril­
meyecek ve askeri asla yenilmeyecektir. O gün iman
ümmeti oluşacak, Allah bu iman ümmetine daima
yardım edecektir.
«İnananlara yardım etmek bize hak olmuştur.»
(Rum: 47)

320
İÇİNDEKİLER

Yazarın Üçüncü Baskıya Yazdığı Önsöz .............................. 5


Mukaddime......................... ... .............................................. 7

BİRİNCİ BÖLÜM

MÜSLÜMAN RABBI İLE


Müslüman her an uyanıktır, 13 / Müslüman Rabbinin her em­
rine uyar, 14 / İdaresi altmdakilerin mesuliyetini hisseder,
14 / Allah’ın kaza ve kaderine razıdır, 15 / Tevbekârdır, 15 /
Gayesi Allah’ın rızasıdır, 16 / Farz, erkân ve nafileleri yerine
getirir, 17 / Allah’a kulluğun mânasını bilir, 29 / Kur’an'ı çok
okur, 30.

İKİNCİ BÖLÜM

MÜSLÜMAN NEFSİYLE
A. BEDENİ
Yemesinde ve içmesiniie aşırılığa kaçmaz, 34 / Spor yapar,
35 / Bedenini ve elbisesini temiz tutar, 38 / Saç bakımına itina
gösterir, 39 / Kılık kıyafetine dikkat eder, 40.
B '. AKLI
İlim farzdır ve bir şereftir, 43 / İlim ölünceye kadar sürer,
45 / Müslümanın elde etmesi gerekenler, 48 / Müslüman ihti­
saslaştığı dalda eh ileri dereceye, ulaşmak için çalışır, 48 /

321
Müslüman düşüncesine başka pencereler de açar. 49 / Müs-
lûmanm yabancı bir dil bilmesi lâzımdır, 49.
C. RUHU
Müslüman ruhunu ibadet ile parlatır, 51 / Müslüman salih ar­
kadaş edinir ve iman meclislerine devam eder, 52 / Müslü­
man Peygamberimizden gelen duaları dilinden düşürmez, 53,

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MÜSLÜMAN ANNE VE BABASIYLA


Onlara karşı iyi ve sadıktır, 55 / Onlarm kıymetlerini ve on­
lara karşı olan vazifelerini bilir, 55 / Müslüman olmasalar da­
hi onlara karşı iyidir, 60 / Onlara asi olmaktan çok korkar,
61 / Önce annesi sonra babası, 61 / Onlarm sevdiklerine de.
iyi davramr, 63 / Onlara iyilikteki metodu, 65.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

MÜSLÜMAN EŞİYLE
İslâm'ın evlilik ve kadma bakışı, 69 / Müslüman erkeğin iste­
diği eş, 70 / Müslüman evlilik hayatmda da Islâm’m çizdiği
yoldan ayrılmaz, 72 / Gerçek müslüman örnek bir hocadır, 76 /
Eşine karşı anlayışh ve a k ıllı, 83 / Eşinin eksiğini tamamlar.
83 / Hem annesini, hem eşini hoşnud eder. 84 / Kadmı idare
etmeyi bilir, 84.

BEŞİNCİ BÖLÜM

MÜSLÜMAN ÇOCUKLARIYLA
Çocuklarına karşı olan mesuliyetini bilir, 62 / Terbiyelerinde
en güzel metodu kullanır, 93 / Onlara sevgi ve şefkatini his­
settirir, 95 / Çocukları için gönül hoşluğu içinde cömertçe sar-
feder, 97 / Kızlarla oğlanlara ayn davranmaz, 98 / Terbiye ve
yetişmelerinde onlara tesir eden herşeye karşı gözleri açık­
tır. 100 / Hepsini eşit tutar, 102 / Onlara üstün ahlâk aşı­
lar, 104.

322
ALTINCI BÖLÜM
MÜSLÜMAN AKRABALARIYLA
İslâm’ın akrabaya verdiği önem, 107 / Müslüman îslâm’m
gösterdiği şekilde akrabaya iyilikte bulunur, 113 / Müslüman
olmasalar dahi akrabasına iyilikte bulunur, 116 / Akrabaya
iyiliği geniş mânasıyla anlar, 117 / Akrabalarına karşılık bek­
lemeden iyilik eder, 117.

YEDİNCİ BÖLÜM
MÜSLÜMAN KOMŞULARIYLA
Komşularma insanlarm en iyi muamele edenidir, 121 / Kom­
şuya iyilikteki anlayışım İslâm belirler, 121 / Gerçek müslû-
man komşusuna karşı hoşgörülüdür, 123 / Kendisi için iste­
diğini onun için de ister, 123 / İnsanhğın mutsuzluğu Müslü­
man ve İslâm ahlâkmm kaybolmasmdandır, 124 / Müslüman
gücü yettiğince komşusuna iyilik yapar, 126 / Müslüman gayr-i
müslim komşularına da iyilik yapar, 127 / İyiliğe en yakımn-
dan başlar ,127 / Gerçek Müslüman komşuların en ^hayırlı­
sıdır, 129 / Kötü komşu iman nimetinden uzaktır ve ameli zayi
olmuş kimsedir, 130 / Gerçek Müslüman komşusuna karşı bir
hataya düşmekten sakınır, 132 / Komşusuna iyilikte küsur
etmez, 133 / Komşusunun fitnesine ve eziyetine sabırlıdır, 134 /
Komşusunun kötülüğüne kötülükle mukabele etmez, 135 /
Komşusımun kendi üzerindeki hakkmı bilir, 136.

SEKİZİNCİ BÖLÜM
MÜSLÜMAN KARDEŞ VE ARKADAŞLARIYLA
Onları Allah için sever, 137 / Allah için birbirlerini sevenlerin
makamı, 138 / Müslümanlarm hayatında Allah için sevmenin
tesiri, 141 / Arkadaşlarma küsmez ve onları terketmez, 143 /
Hoşgörülü ve affedicidir, 146 / Gûleryüzle karşılar, 147 / On­
lara nasihat eder, 148 / İyilik ve vefakârlık onun tabii hali­
dir, 150 / Kardeşlerine karşı yumuşaktır, 153 / Gıybet etmez,
arkadaş ve kardeşlerini çekiştirmez, 153 / Münakaşa, rahatsız
edici şaka ve va’dinde durmamazlıktan çekinir, 155 / Kardeş­
lerini kendine tercih edecek kadar cömerttir, 156 / Kardeş­
lerinin arkasmdan dua eder, 162.

323
DOKUZUNCU BÖLÜM

MÜSLÜMAN TOPLUMUYLA
Giriş, 165 / Doğrudur, 166 / Hile etmez, aldatmaz, ihanet et­
mez, 167 / Hased etmez, 168 / Nasihat eder, 171 / Sözünü ye­
rine getirir, 172 / Güzel ahlâk, İ74 / Hayâhdır, 178 / İnsanlara
yumuşaktır, 180 / Merhametlidir. 183 / Affedici ve bağışlayı-
cıdır. 186 / Hoşgörülüdür, 180- / Güleryüzlû, 191 / iyi geçimU,
192 / Yumuşak başlı, 196 / Küfür ve kötü sözlerden kaçınır,
199 / Haksız yere kimseye fasık veya kâfir demez, 201 /
Utangaçtır, 202 / Kendini ilgilendirmeyen şeye karışmaz, 204 /
Gıybet ve kovupuluktan uzaktır, 205 / Yalan söylemekten çe­
kinir, 207 / Kötü zan (su-i zanl'dmı çekinir, 208 / S ır sak­
lar, 210 / Aralarmda üçüncü bir şahıs varken gizli konuş­
maz, 212 / ,^çak gönüllüdür, 214 / Kimseyle alay etmez, 216 /
Büyüklere saygı gösterir, 216 / İyi insanlarla yaşarlar, 220 /
İnsanlara fayda teminine ve onlardan zaran defetmeye çah-
şır, 222 / Müslümanların arasım yapmaya çalışır, 227 / Hak­
ka sığınır, 229 / İyiliği emreder, kötülüğü nehyeder, 231 / Na­
zik ve davetinde hikmet sahibidir, 235 / Münafıkhk yapmaz,
233 / Riya ve gösterişten uzaktır, 241 / Doğrudur, 244 / Has­
tayı ziyaret eder, 246 / Cenazede bulunur. 250 / İyiliğe teşek­
kür eder ve mukabele eder, 255 / İnsanlarla iyi geçinir ve on-
lann ezasına katlanır, 256 / İnsanları sevindirir, 259 / Hayra
delalet eder, 259 / Kolaylaştmcıdır, zorlaştmcı değil, 260 /
Her durumda adaleti gözetir, 261 / Zulmetmez, 262 / Şerefli iş­
lere tabidir. 264 / Konuşurken zorlanmaz, 264 / Kimsenin ba­
şına gelen kötülüğe sevinmez, 265 / Cömerttir, 265 / Yaptığı
iyilikleri başa kakmaz, 277 / Misafirperverdir, 278 / Başkala­
rım kendi nefislerine tercih eder, 283 / Zor durumda olana
kolayhk sağlar, 284 / İffetlidir, dilenmez. 286 / Sever ve se­
vilir, 287 / Âdetlerini İslâm ölçülerine uydurur, 289 / Yeme­
sinde ve içmesinde İslâm âdâbma göre hareket eder, 203 /
Başkasının evine izinsiz girmez, 303 / Bulduğu yere oturur,
307 / Mecliste mümkün mertebe esnemekten kaçımr, 309 /
Aksırırken de İslâm âdâbma rivayet eder. 309 / Başkasımn
evinde sağa sola bakmaz, 312 / Müslüman erkek, kadınlara
benzemez, 312.
S o n u ç.......................................... .. ............................................ 314

324

You might also like