Professional Documents
Culture Documents
Masonluk Tarihi
Masonluk Tarihi
Eski Kaynaklar
Önce şöyle bir olası soruya bakalım: «Masonluğun tarihi ne zaman başlar?»
Bu sorunun yanıtı “Masonluk” denilince bundan ne anladığımıza bağlıdır.
Kimine göre 18. yüzyılda, kimine göre Ortaçağ sonlarında başlar.
Kimisi Masonluğun tarihini Avrupa’daki bina inşaatı meslek ve zanaatının tarihi
ile bağdaştırır. Bunu iki bin yıl kadar hatta biraz daha önceye götürenler de vardır.
Kimine göre de Masonluğun tarihi ünlü Süleyman Tapınağı’nın yapımıyla birlikte
yani MÖ 10. yüzyılda başlamıştır. Ancak tarihte öyle bir tapınağın gerçekten
yapılmış olup olmadığı belli değil. Gerek bilimsel gerek arkeolojik bilgiler bunu
desteklemiyor. Bu nedenle onun bir “varsayım” olarak almak daha doğru.
Masonluk günümüzdeki düşünsel niteliğiyle değerlendirildiğinde, kimileri de
bunun yaklaşık altı bin yıllık bir geçmişi olduğunu söylüyor. Bu da bir varsayım.
Ancak bu varsayım, Masonluğun örgütsel bakımdan MÖ 4000 yılı dolaylarında
oluştuğu anlamına gelmiyor. Sadece çağımızdaki amaç, düşünü yapısı, ilke ve
yöntemlerinin köklü bir geçmişi olduğunu vurguluyor.
Kurumlar, geçmişlerinin çok eskiye dayandığı, köklü olduğu konusunda pek
duyarlıdır. Bunu Masonlukta da görüyoruz.
Nitekim Masonluğun tarihinin başlangıcı bakımından, kimileri şu MÖ 4000
yılına sıkıca yapışıyor; bunu dinsel nitelikli söylencelere bağlıyor. Masonluğun
tarihi bir bakıma Âdem’in yeryüzüne indirilişinin dinlerdeki varsayımsal tarihiyle
özdeşleştiriliyor.
Kimileriyse bu tarihi Mezopotamya’da oluşmuş ünlü “tufan” ile bağdaştırıyor.
Bu durumda ortaya kronolojik çelişkiler çıkıyor.
137
ESKİ KAYNAKLAR
Bu çelişkileri gidermek isteyenler, tarihi MÖ 2348 olarak veriyor.
Bazı eski belgelere göre, yapıcılık mesleği (Operatif Masonluk), tufandan bir süre
sonra, Babil Kralı Nimrod’un yaptırdığı ve “Babil Kulesi” olarak bilinen ünlü
ziggurat (basamaklı piramit) ile başlamış. Aslında bu varsayım da Tevrat kökenli
söylencelerden alınma.
Tufan söz konusu olunca, her nedense masonik yazında Gılgamış Destanı ile pek
ilgilenen yok. Belki bunun Sümer kaynaklı bir efsane olup, Tevrat’taki
anlatımlarla uyum içinde olmamasından ötürü.
Kimisi de tüm bunların hepsinin özentiden başka bir şey olmadığını savunuyor.
Buna karşın, gelin biz Masonluğun çok daha bir eski tarihçesi olduğunu ileri
sürenlerin görüşüne öncelik vererek, varsayımsal bile olsa şu eski kaynaklara
değinerek başlayalım
EZOTERİK SİSTEM
Masonluğun eski kaynaklarını anlayabilmek için önce
bu sistemin ne olup nasıl uygulandığını iyice
kavramak gerekir. Ezoterik sistem, yalnızca kendi
üyelerinin katılımıyla çalışan, öğretimini bir aşamalar
silsilesi içinde veren, doğrudan ve açık anlatımlardan
çok simgelere, özdeyişlere ve alegorik nitelikli
öykülere ağırlık veren kurumların uyguladığı bir
öğreti, örgütlenme ve çalışma tarzıdır.
Tüm uygarlık tarihi boyunca her dönemde ve her toplumda genel olarak insan,
çoğunlukla bencil, hırslı fakat tembel, çoğu kez değişimden pek hoşlanmayan
hatta tutucu bir eğilim benimsemiştir. Bu eğilim, insanlar arasında belirgin iki
sınıfın oluşmasına yol açmıştır: İnsanların bu genel eğiliminden yararlanan
“güçlü yöneticiler” ve “zayıf halk”.
Güçlü olanlar, bir kez elde etmiş oldukları gücü her ne pahasına olursa olsun
yitirmemeyi öncelikli tutmuştur. Başkalarıyla paylaşmaya hiç yanaşmamış,
geleceklerini de güvence altına alacak birtakım önlemlere başvurmuşlardır. Bu
önlemler arasında en etkili ve en sürekli olanı, halkı bilgisizliğe tutsak ederek
gerçeklerden uzaklaştırmak, dogma ve batıl saplantılara yöneltmektir. Halkın
uyuması, hiç uyanmaması istenmiştir ki kendilerine hizmet etmeyi sürdürsün.
Ancak toplumun sinesinden, istendiğince uyumaya yanaşmayan aydın kişilerin
çıkması da engellenememiştir.
138
ESKİ KAYNAKLAR
Aydın kişiler ise toplumlarını da aydınlatmak, keşfettikleri gerçekleri başkalarıyla
paylaşmak isteyince, bunun hiç de kolay olmadığını kavramakta gecikmemiş, üç
seçenekleri olduğunu görmüşlerdir:
1. Her ne pahasına olursa olsun, açıkça didişmek;
2. Çalışmalarını ve gerçeklere ilişkin bulgularını kendilerine saklamak;
3. Gerçekleri araştırmaktan cayıp egemen güce boyun eğmek.
Bunlardan en mantıklı ve en verimlisi olarak ikinciyi seçmişlerdir. Bunun için
aralarında sıkı bir dayanışma oluşturma gereğini duymuş, ezoterik denilen
çalışma sistemi ve yönteminin doğuşunu sağlamışlardır.
Bu arada, yönetimi ele geçirmeyi ya da yıkmayı amaçlayan örgütler oluşmuştur.
Yeterli güce sahip olmadıkları için gizli çalışmak zorunda kalmışlardır. Yıkıcı
eylemlerle kan dökülmesine yol açmış ama uzun ömürlü olamamışlardır.
Masonluğu olur olmaz suçlamalarla kötüleyenler arasında, mason derneklerini
“politik nitelikli gizli dernekler” ile özdeşleştirenler vardır.
Oysa Masonluk, tarihinin hiçbir döneminde yönetime karşı çıkan ve yıkıcı eylem
düzenleyen bir gizli örgüt niteliği taşımamıştır. O tür kuruluşlardan bazılarının
Masonluğu kendisiyle özdeş gibi gösterme çabasına giriştiği hatta bunda başarılı
olduğu görülmemiş şey değildir.
Ancak bu istisnalar Masonluğu bir gizli örgüt olarak nitelemeyi haklı çıkarmaz.
Masonluk ezoterik nitelikli bir kurumdur ve bu açıdan düşünsel kökeni eski
kaynaklarda aranabilir.
139
ESKİ KAYNAKLAR
Masonluğun ilkeleriyle de bağdaştırarak, şöyle bir şema kurabiliriz:
Bu aşamada «Bir gizli örgütün ezoterik nitelikli kurumdan farkı nedir?» diye
sorabilirsiniz.
Daha önce ezoterik çalışan bir kurumun özelliğini belirtmiştik. Demek ki bir de
gizli örgütü güzelce betimlemek gerekiyor.
Gizli örgüt kavramını şöyle tanımlayabiliriz: “Amaçları ve ilkeleri açıkça ortaya
konmayan, nerede ve nasıl çalışma yaptığı bilinmeyen, üyelerinin kimliklerini
açıklamayan, bilinen hiçbir otorite tarafından denetlenemeyen hatta varlığının
bile duyurulmasından özenle sakınılan kuruluş”.
Gizli örgüt kavramının bu tanımı, onun ezoterik nitelikli bir kuruluş ile aynı şey
olmadığını gösterir. Çünkü ezoterik bir kuruluşun saklı tutulan yanları, sadece
çalışmalarının kapsamı ile öğretiminin içeriğidir.
Bununla birlikte tarihte bazı ezoterik kuruluşlar, ortamın elverişsizliği ya da
zorlamasıyla bir gizli örgüt kimliğine bürünmüştür.
Öte yandan bir gizli örgütün herhangi bir öğretiminin ve derecelerinin bulunması,
kullandığı bazı kavramları simgeler ile yansıtsa da özdeyişler ve alegoriler
kullanması gerekli değildir. Tersine, bir öğretisi ya da doktrini varsa, bunu açık
seçik bir şekilde, yorum ya da farklı değerlendirmelere olanak tanımayan bir
biçimde verir.
Dedik ya, zaman zaman Masonluğun bir gizli örgüt olduğu ileri sürülmüştür.
Bunun nedeni ya ezoterik sistemin ne olduğunun bilinmeyişi ya da ön yargılı ve
art niyetli olarak bilmezlikten gelinip, bir aldatmaca yapılmasıdır.
Masonluğun bir gizli örgüt olması olanaksızdır çünkü bu, her şeyden önce
evrensel amacına ve ilkelerine ters düşer. Nitekim tarih boyunca mason
kuruluşları, zorunlu kalmadıkları sürece kendilerini gizlememiştir.
140
ESKİ KAYNAKLAR
Ezoterikliğin Tanımı
Burada önceden belirtmiş olduğumuz bazı noktaları tekrar edeceğiz. Bu kitabın
kapsamında her şeyin tek bir kez yazılıp geçilmesini beklemeyin; tekrarından
sıkılmayın. Çünkü ayrı ayrı başlıklar ve bölümlerde, önemli olan bu hususların
farklı tümcelerle tekrar edilmesi söz konusu olabiliyor.
«Bunları zaten biliyorum.» diyorsanız, okumayıp geçebilirsiniz. Fakat okursanız,
belki satır aralarında önceden bilmediğiniz şeyler yakalayabilirsiniz.
141
ESKİ KAYNAKLAR
142
ESKİ KAYNAKLAR
Ezoterik sistemi benimseyerek uygulayan kurum ve kuruluşlardan bazıları,
öğretimi kapsamındaki bilgi ve bulguları yalnızca kendi üyelerinin almasını
öngörür.
Bazılarıysa bununla yetinmez; harici toplumu ve insanlığı da gözetir; ancak
yeterli ve uyumlu bir ortam sağlanmadıkça, bunların gelişigüzel bir şekilde ortaya
serilmemesini daha yararlı hatta zorunlu bulur.
Şimdi soracaksınız: «Bu durumda, söz konusu bilgilerin topluma ve insanlığa
mal edilebilmesi gecikmeye uğramaz mı?»
Evet, uğrar. Fakat bu gecikmeyi göze almak gerekir. Çünkü böylece bilgilerin
daha sağlam ve köklü bir şekilde benimsenmesi sağlanır. Bu ise çoğu kez ilgili
insanların yaşam döneminde tümüyle gerçekleşemez. Belki pek azı topluma mal
olur; gerisi ezoterik nitelikli kurumun bünyesinde saklı kalır. Kuşaktan kuşağa
aktarılır ve toplumsal ortam elverişli oldukça açığa çıkarılır.
Sistemin işlevi, ilgili kurumun ileri gelenlerince bilinenlerin bunları bilmeyenlere
öğretilmesiyle sınırlı kalmaz. Yapılan çalışmanın kapsamında bireyler arasında
uyumlu ve sürekli bir dayanışma öngörülür.
Birey öğrenmenin yanı sıra çalışır, inceler, araştırır. Önceki bilgiler hepsinin
katkısıyla genişletilir, derinleştirilir, yenilenir ve geliştirerek olgunlaştırılır.
Sıradan bir insan din, bilim ve sanat ile ilgili konularda yanılgı ve yanlışlarını
giderme çabasına girişmez. Aksine, doğru olduğunu sandığı şeyleri koruyup,
bunları sarsabilecek türden olanlara tolerans gösteremez. Hele konu akıl yoluyla
kavranması gereken bir bilgiyi içeriyorsa, bunun kırpıntısının bile inançlarıyla
çatışmakta olmasına dayanamaz; tepki gösterir. Karşı çıkmazsa, dünyasının allak
bullak hale geleceğini hatta yıkılacağını, kıyamet kopacağını sanır.
İnsanların çoğu bu dünyanın gelip geçici ve yalancı olduğu, asıl yaşamın ölümden
sonra “öteki dünya”da sağlanacağı inancına kapılmıştır. Dünya nimetlerinden
yararlanıp insanca yaşamaktan yoksun edilmişlerdir.
143
ESKİ KAYNAKLAR
Sıradan insana sınırlar konulmuş, bunun ötesine geçmesi “yasak” ve “günah”
kavramlarıyla engellenmiştir. Ancak işte o “sıradan insan”, her şeye karşın bu
dünyada ve bu koşullar altında yaşamaktan hoşnuttur.
Bu olgu ezoterik sistemi zorunlu tutmakta, önemini artırmaktadır.
Bilimsel ve akılcı bilgi, ortam yeterince elverişli olana dek saklı tutulmayı,
sadece bunları anlayıp sindirebilecek olanlara verilmeyi gerektirir. Elverişli
ortamın oluşması durumunda ise bilginin saklı tutulmasına gerek kalmayacaktır.
Üstelik o zaman bilgi kendiliğinden açılarak topluma ve insanlığa mal olacaktır.
Hiçbir ezoterik kurumun gücü bu olguyu engellemeye yetmez.
Ezoterik sistemin temel kurallarından biri uyarınca şöyle bir söz edilir:
“Bilgi, ancak yeterli düzeyde anlayış ve yetenekleri olan ve bu yolda
ilerleyebilme özelliği gösterenlere verilmelidir.”
Bilginin başkalarına verilmesinden özenle sakınılması gerekir. Çünkü bunun
yanlış değerlendirilmesi, belki tepkiyle karşılanması, belki anlayamayan kişiye
zarar getirmesi, belki de kötüye kullanılması söz konusudur. Sonuç ille de böyle
olmayabilir ama böyle olması göze alınamaz.
Ezoterik sistemin bir diğer temel kuralı da şöyledir:
“Bilginin tümü topluca verilmemelidir.”
Bilgiyi alması öngörülen kişi, belli düzeylerde sınanmalıdır. Daha ileriye gitme
yeteneği olup olmadığı araştırılarak anlaşılmalıdır.
Töresel nitelikli bilgiler açık ve kesin bir belirginlikle verilmemelidir.
Bilgiyi alan kişi de kendisine öğretilenlerle yetinmemelidir; salt öğrenmekle
kalmamalı, birbirleriyle bağlantısız bilgilerini birleştirerek olgunlaştırmalı, bunları
başkalarına aktarmalı, böylelikle bir genel yarar sağlamaya hazırlanmalıdır.
Din bağnazları (yobazlar), herhangi bir ezoterik kurumun üyelerini “tanrıtanımaz”
ya da “sapkın” olmakla suçlar. Çünkü onların indinde öncelikli olan birtakım
inanç ilkelerinin duyumsama ya da akıl kullanılarak anlaşılması kabul edilemez.
Bu nedenle, ezoterik sistem bilim ve sanattan önce din alanında yerleşmiştir.
HERMETİZM
144
ESKİ KAYNAKLAR
Eski Mısır’ın çok ünlü bir varsayımsal bilgin ve düşünürü olan Hermes, Eski
Mısır inançlarında “Thot” olarak anılan kişidir. Tevrat’ta adı “Hanok” olarak
geçen ve Hz. Nuh’tan önceki üçüncü kuşak olan “Enoş” (İslâm dininde İdris) ile
bir tutulduğu da olmuştur.
Bazı kaynaklarda iki ayrı Hermes’ten söz edilir. Biri yukarıda sözü edilen
Hermes ile özdeşleştirilir. İkincisinin MÖ 1100 yılı dolaylarında yaşamış olduğu
söylenir.
Bu ikinci Hermes, Antik Yunan’da “Ermis Trigmegiste”, Antik Roma’da ise
“Mercure Trismegistus” (Üç Kez Bilgin) olarak anılmıştır.
Hermes ile ilgili bir diğer kurama göre, aslında bu adı taşıyan “tek bir kişi”
yoktur. Eski Mısır tarihi boyunca Hermetik kurumların önderi olan birçok kişinin
hep Hermes adıyla anıldığı söylenir.
145
ESKİ KAYNAKLAR
Hermetizmin Doğuşu
Bazı eski el yazması belgelerde, Hermes ile ilgili olmak üzere efsane gibi bir
öykü anlatılır. Bu öykünün yazımında Tevrat’ın ilk bölümünden esinlenilmiş
olduğu bellidir ama bu Tevrat’ta anlatılan öykülerden biri değildir.
Şimdi bu öyküyü özetleyelim:
“Hz. Nuh’un dört üvey kardeşi vardı. Erkek kardeşlerinin adları Yabal, Yubal
ve Tubal-kain, kız kardeşinin adı ise Naama idi.
Üç erkek kardeş, tufandan önce tüm bilimlerin temelini oluşturan Yedi Bağımsız
Bilim ve Sanat’ı keşfetmişti. Kız kardeşleri, bunlardan yararlanıp dokumacılığı
oluşturmuştu.
Yakında geleceğini bildikleri tufandan sonra yitirilmemesi için; biri ateşte
yanmayan mermerden, diğeri suda batmayan bir hafif taştan (kimilerine göre içi
boş olmak üzere madenden) iki sütun yaptılar. Tüm bilgilerini bu iki sütunun üzerine
işlediler.
Yüzyıllar sonra Hermes, bu iki sütundan birini bularak Yedi Bağımsız Bilim ve
Sanat’ı öğrendi. Çağında, bu bilim ve sanatların üstadı oldu. Gerek bilimsel
gerekse töresel nitelik taşıyan öğretisini bunun üzerine kurdu.”
Hesapça, bu öyküde sözü edilen kişi, MÖ 1100 yılı dolaylarında yaşamış olduğu
ileri sürülen Hermes’tir. Öyle olmazsa, dinsel kaynaklarda yer alan benimseyişler
uyarınca tufanın oluştuğu tarih ile Hermes’in yaşadığı varsayılan daha eski
dönem arasında kronolojik çelişki doğar.
Ancak bu efsane, Eski Mısır’ın Hermetik kurumlarının o tarihten en az bin yıl
hatta daha eski oluşunu açıklayamamaktadır.
Bu bağlamda akla yatkın bir açıklamanın yapılabilmesi için, tufanın mutlaka
daha eski bir tarihte oluşmuş bulunması gerekir. Bilimsel bulgular ve Sümer
yazıtlarından çıkarılmış olan bilgiler de bunu doğrulamaktadır.
O zaman da Hz. Âdem’in yeryüzüne indiriliş tarihi olarak benimsenen MÖ 4000
yılının çok daha geriye alınması gerekir. Bu ise, Tevrat’taki soy ağacı anlatımını
ve insanın ilk atalarının varsayımsal yaşam sürelerini çelişkiye düşürür.
Çelişki varsa doğrunun ortaya konulması, yanlışların ve kronolojik farkların
giderilmesi gerektiği düşünülebilirse de bu iş pek o kadar kolay değildir. Çünkü
önemli göksel dinlerin temel öğeleri bu öyküler üzerine kuruludur. Bunların
düzeltilmesine kalkışılması, dinlerin dogmalarını zedeler.
Geç kalınmıştır.
Bundan sonra yapılabilecek tek şeyin, yetkili din adamlarının bu bağlamdaki
yorumlarına inanmak, gerçeği onların anlattığı gibi benimsemek olduğu kabul
edilmiştir.
Fakat konu Hermetizmin doğuşu olunca, bunun ille de bu öyküye dayanması da
zorunlu değildir. Eski Mısır’ın dinsel inançları, çok daha eski tarihlere uzanır.
Hermetizmin de o inançların uygulamasından kaynaklandığı söylenebilir.
146
ESKİ KAYNAKLAR
Hermetik Öğreti
Hermetizmin öğretisel özelliklerinden bazıları kısaca şöyledir:
Özdek (madde) karanlık ile özdeştir. Işık ise ruhtur. Aydınlık ruhtadır.
Yeryüzündeki yaşam, ruhun özdekle savaşından oluşan bir sınav evresidir.
Eğer ruh bu sınavı kazanamazsa, karanlığa tutsak düşer ve varlığını yitirir.
Sınavı kazanan ruh ise göğe yükselir ve ölümsüzlüğe ulaşır.
Ruhu ölümsüzlüğe götüren, dünya sınavında buyrultuya dayanıp gücünü
kullanarak, acı çekerek elde ettiği bilinçtir.
Hiçbir düşünce Tanrı’yı resimlendiremez. Tanrı, hiçbir dil ile tanımlanıp
betimlenemez. Çünkü cisimle ilgisi olmayan, biçimi üzerinde her türlü
düşüncenin geçersiz olduğu bir kavram, insanın duyularıyla anlaşılamaz.
Sonsuz olan, zaman gibi kısa bir ölçüye gelmez.
Nitelenmesi olanaksız Tanrı, seçtiği kullarından kimisine, kendi yüce
olgunluğundan birtakım görüntülere erişebilmeleri için, doğal olanakların
üstüne çıkma yeteneğini verebilir. Bu seçkin kişiler, gördüklerini halk diliyle
anlatacak sözcük bulamaz. Dolayısıyla nedenlerin nedeni her zaman saklıdır.
İnsan ruhunun derinliklerinde taze bir biçimde bulunan niteliklerin ortaya
çıkabilmesi için, insanın üstün düzeyde eğitim görmesi gereklidir. Sürekli bir
çabayla ve bireysel buyrultunun kullanılmasıyla, insan evrenin güçleriyle ilişki
kurabilir. İnsanın uğraşıyla elde edebileceği başarının sonu yoktur. İnsan,
kendini vererek yürüttüğü yılmak bilmez bir uğraşı sonucunda tanrısallığa
bile erişebilir.
Ateşe, suya, toprağa karşı dayanıklılık gösterebilen insan, özvarlığına da
egemen olabilmelidir. Ruh ve bilgi evreninin yüce aşamalarına ulaşmayı
öngörüyorsa, duygularının şaşırtmalarını aşabilmeli, özdeğin tutsaklığına
düşmekten kendini koruyabilmelidir.
Hermetizmin özet seçmelerini verdiğimiz temel öğretisi, karmaşık simgeler ve
astrolojik alegorilerle anlatılır.
Öğretinin kökeninde, o çağın yaygın çok tanrıcı (politeist) ortamı içinde bir tek
tanrıcı (monoteist) görüş belirir. Ancak bu tek tanrıcı görüş, aynı anda kamu
tanrıcı ya da doğa tanrıcı (panteist) bir nitelik de taşımaktadır.
İnsanın her yönden olgunlaşıp yetkinleşmesi yoluyla Tanrı’ya yaklaşabileceği
inancı, diğer tüm gizemci (mistik) öğretilerden önce Hermetizmde yer almıştır.
Hermetizmin temel öğelerinden biri olan “ışık-karanlık diyalektiği”, çağlarca
birçok din ve inanç sistemi için de bir asal esinlenme kaynağı olmuştur.
Nitekim günümüzdeki Masonluğun tarihsel kökeninin Hermetizme kadar
uzandığının belirtilişi bundan ileri gelebilir.
147
ESKİ KAYNAKLAR
Hermetizmin temel benimseyişlerinden biri uyarınca, zihinleri gelişmemiş
kimseler, gerçekleri ya anlayamaz ya da kaldıramaz. Özeleştirisini yapamayan
bir kişinin de gerçeklere ulaşma şansı yoktur. Bireysel istek ve tutkularından
sıyrılamayıp kötülüklerin tümünden arınamamış olanlar gerçekleri elde edecek
olursa, bunları yanlış ve zararlı uygulamalarda kullanır. Hem bedensel güçleri
hem zihinsel sağlıkları yerinde olmayanlar, gerçekleri araştırma yolundaki uzun ve
zorlu girişimlere katlanamaz, başarılı sonuçlar elde edemez.
Bu nedenlerle, Eski Mısır’da Hermetizmin beşiği olan tapınaklarda eğitim görecek
kişilerin gerek zihinsel, gerek töresel gerekse bedensel bakımdan üstün
yeteneklerinin bulunması, bunları yerinde ve zamanında kullanabilmesi için sıkı
bir eğitimden geçirildiği anlatılır.
Nitekim aşağıda anlatacağımız inisiyasyon yönteminin gerekçesi de budur.
Hermetik İnisiyasyon
Çağlar boyunca, ezoterik kurumlardan birçoğu Hermetizmden gerek öğretim
kapsamı gerekse adayların inisiyasyonunda uyguladığı yöntem bakımından hayli
esinlenmiştir. Buna karşın Hermetik inisiyasyon, ayrıntıları bilinen çeşitli eski
inisiyasyon yöntemleri arasında en ağır ve en zorlu olanıdır.
Bu inisiyasyonun nasıl yapıldığına ilişkin bilgiler, Eski Mısır papirüslerinin ve
çoğu tapınakların koridorlarına yer yer işlenmiş olan rölyeflerinin incelenmesi,
sonra bunların Eski Yunan kaynaklarında yer alan bilgilerle karşılaştırılması
sonucunda çıkarılmıştır.
Bu konuya değinen birçok kaynakta, âdeta adayın başından geçen bir serüven
öyküsü gibi anlatılır. Bunu birçok kitapta, bu arada Orhan Hançerlioğlu’nun
“Düşünce Tarihi” adlı kitabında da bulabilirsiniz. Ancak anlatımlar arasında yer
yer farklar da vardır; bu pek doğaldır.
Aşağıda bu konudaki bir derlemeyi elden geldiğince özetleyeceğiz. Bunu daha önce
bir yerde okumamış ya da dinlememişseniz, baştan sona okumanızı öneririz.
Tapınağa katılarak rahip olmak isteyen aday hakkında önce bir soruşturma
yapılırdı. Herhangi bir olumsuz bilgiyle karşılaşılmazsa, tapınağa çağrılan aday,
ağır ve pis işlerde çalıştırılarak isteminden caymasına uğraşılırdı.
Aday, hiç yakınmadan buna dayanırsa, sınavların başlayacağı yere götürülürdü.
Bir demir kapının önünde, eğer buradan içeriye girecek olursa bir daha geriye
dönemeyeceği belirtilirdi.
İçeriye girmek isteyen adayın eline bir yağ kandili verilir, karanlık bir labirentin
içine sokulurdu. Dizlerinin üzerinde sürüklenerek ilerleyebildiği, tehlikelerle dolu
bu labirentte, ne yapacağı, yolunu nasıl bulacağı söylenmezdi. Labirentin öteki
ucundaki demir parmaklıklı kapıyı bulursa, orada birinin gelip bu kapıyı açması
için saatlerce beklemesi gerekirdi. (Mısır’ın güneyinde Edfu ile Assuan arasında
yer alan Kom Ombo Tapınağı’nda, bu işlerin nasıl yapıldığı anlaşılabiliyor.)
148
ESKİ KAYNAKLAR
Buradan çıkarıldıktan sonra, her yanından alevler fışkıran, zemini korlarla dolu,
fırın gibi bir koridordan geçmesi gerekirdi. Ateş koridorundan çıkar çıkmaz,
bulanık su dolu bir havuzla karşılaşırdı. Bu havuzun dibi batak olduğu için, karşı
yakaya doğru hiç telaşa kapılmadan, ağır ağır yüzmesi gerekirdi.
Bu üç aşamanın herhangi birinde yani labirentte iken, sonra ateşten ve daha
sonra sudan geçerken ne yapması gerektiğini bilemeyen bir aday, orada takılıp
yaşamını yitirmiş olabilirdi. Bu nedenle, havuzdan çıktıktan sonra sınavları
başarıyla geçtiği için kutlanır, dinlenmek üzere yalnız bırakılırdı.
Uyuyup kalan aday, uyanınca karşısında çok güzel bir genç kız bulurdu. Genç
kız adaya, bundan böyle onun hizmetinde olduğunu söyler, onu kendisiyle yatmaya
teşvik ederdi. Ancak bunun için, önce genç kızla karşılıklı içki içmesi gerekirdi.
Aday bu oyuna kanarsa, buyrultusuna egemen olamadığı gerekçesiyle yaşamının
sonuna dek gün ışığını hiç görmeden tapınakta bir hizmetçi olarak çalışmak
zorunda kalırdı. Tersine, bunun bir tuzak olduğunun farkına varır ve genç kızın
teklifini geri çevirirse, bu kez dünya nimetinden yararlanmasını bilmediği için
azarlanır, böyle bir kimsenin tapınağa girmesine onay verilemeyeceği belirtilir,
ancak buradaki gizemleri öğrenmiş olduğundan ötürü de ölüme terk edilmesine
karar verildiği söylenirdi.
Aday, sabaha karşı elleri ve gözleri bağlanıp tapınaktan çıkarılır, çölde ıssız bir
vadiye götürülür, sadece başı dışarıda kalacak şekilde dar ve derin bir çukura
gömülürdü. Gözleri açılır, kızgın güneş altında tam bir gün ve onu izleyen bir
gece boyunca yalnız bırakılırdı. Öncekilere oranla pek basit gibi görünmesine
karşılık, bu sınav adayın aklını yitirmesine neden olabilirdi. Aklı başında kalırsa,
yine mabede götürülür, yine bir süre dinlendirildikten sonra bu kez görkemli bir
törenle karşılanırdı.
149
ESKİ KAYNAKLAR
Bu coşku ile çalışmalarını sürdürür, daha hızlı anlamaya, daha çok bilgi edinmeye
başlardı. Sürekli olarak izlenmekte olduğundan, gelişiminin ne ölçüde ilerlemiş
olduğu da bilinirdi.
Yeterli bir düzeye gelmiş olduğu kanısına varılan pastofor, bir diğer törenle
NEOZOR yani yardımcı rahip olurdu.
Hermetizmin asıl eğitimi bundan sonra başlardı. Yıllarca çeşitli evrelerden ve
sınavlardan geçerdi. Artık kendisine açıklamalar verilir, yol gösterilir, daha ileri
bilimsel ve düşünsel çalışmalar yapması için destek olunurdu.
Neozorlar çalışmalarını kardeşçe bağlılık ve dayanışma içinde sürdürür, bir
yandan da tapınağın yeni adaylarının inisiyasyonunu yürütüp, pastoforların
çalışmalarını izlerlerdi. Zaman içinde, Hermetizmin rahiplik derecelerine geçer,
sonunda PROFETA diye anılan dereceyi alabilirlerdi. Bir profeta, sırası
geldiğinde, HİYEROFANT yani tapınağın başrahibi olurdu.
150
ESKİ KAYNAKLAR
Bu mitlerde “kötüler” tarafından öldürülen bir önder ya da kahramanın “iyiler”
tarafından gösterilen çabalarla yeniden yaşama kavuşturulması, bundan sonra
ölümsüzleşmesi ya da tanrısallaşması anlatılırdı. Belli zamanlarda bir şenlik
düzenlenir, bu diriliş kutlanırdı. Bu bakımdan, antik misterler bazı dinlerdeki
“ruhun ölümsüzlüğü” inancının da temelini oluşturmuştur.
Antik misterler arasında özellikle şunları sayabiliriz:
a) Hint Misterleri: Asya’nın güneyinde eski Hint inançları (Brahmanizm) ile
bağdaşık olmak üzere oluşturulmuş misterlerdir. Çok tanrıcı (politeist) bir
nitelikleri vardır. Brahma (yaratıcı öğe), Vişnu (koruyucu öğe) ve Siva (yıkıcı
öğe) üçlemesi üzerine kurulmuşlardır. Geçmişi MÖ 2000 yılına kadar uzanır.
151
ESKİ KAYNAKLAR
d) Eleusis Misterleri: Antik Yunan tanrılarından Toprak Tanrısı ya da Tarım
Tanrısı olan Demeter’e tapınma ilkeleri üzerine kurulmuş misterlerdir.
152
ESKİ KAYNAKLAR
PİSAGORCULUK
153
ESKİ KAYNAKLAR
Dayanıklılık gösteren adaya, garip matematik problemleri verilerek çözmesi
istenirdi. Örneğin bir daire içine bir üçgen çizilir, buradaki geometrik ilişkiler
sorulurdu. Aday bunu yanıtlayabilirse, bu geometrik şeklin ne anlama geldiğini
anlatması istenirdi. Dolayısıyla, matematik ve geometri üzerinde durulmanın
ötesinde, simgesel anlamlarla felsefe yapmak da öngörülürdü.
İkinci aşamada “yüzey geometri”den “uzay geometri”ye geçilirdi. Bu aşamada
sorular çok daha zor olurdu. Örneğin bir küre içinde yerleştirilmiş on iki yüzlü
bir cismin nasıl olup da evrendeki tüm sayıları içerdiği sorulurdu. Aday buna
benzer problemler üzerinde uzun boylu çalışırdı. Her biri dönüp dolaşıp felsefi
nitelikli bir yoruma bağlanırdı.
Zihin gücü üzerine düzenlenen bu sınavlarda, aslında adayın doğru yanıtları
bulup bulmaması önemli değildi. Asıl önemli olan, olumlu bir bilimsel ve akılcı
düşünme uğraşısını ortaya koymasıydı.
Sabırlı ve yetenekli olduğunu gösteren adaya, sınavlarda başarısız olduğu, bu
yüzden işe yeniden, bu kez bedensel çalışmalarla başlaması gerektiği bildirilirdi.
Yorucu ve küçük düşürücü işlerde çalıştırılır, aç ve yalnız bırakılır, sinirlerini
bozucu davranışlarda bulunulur, durup dururken azarlanır, alaya alınırdı. Kendisi
gibi birer “aday” olduğunu sandığı diğer kişilerle bir arada iken, ötekilerin yanında
ona haksızlık ve hakaret edilirdi.
Tüm bunlara karşın sabırlı, tutarlı ve kendine egemen olmayı bilen aday, artık
Pisagor’un asıl ilke ve öğretilerini içeren uzun süreli çalışma aşamalarına
geçebilirdi. Her aşamada kendisine azar azar ve özet bilgi verilir, çoğunu kendi
çabalarıyla bulup öğrenmesi istenirdi.
Tüm bu nitelikleri nedeniyle, Masonlukta uygulanan çalışma yönteminin
düzenlenmesinde, dolaylı da olsa Pisagorculuktan esinlenildiği anlaşılıyor.
Öklit Ekolü
Artık bu bölümü bitiriyoruz ama Öklit’e değinmeden geçemeyiz. Üstelik
Masonluğun eski el yazması belgelerinde Öklit, Hermes ile özdeşleştirilmiştir.
Tarihte iki ünlü Öklit (Euclid, Euklidies) vardır. Buradaki sözü edilen, MÖ 4.
yüzyıl sonlarında İskenderiye’de bir ezoterik ekol kurmuş olandır.
İskenderiyeli Öklit, Hermetizme dayanan bir öğreti çerçevesinde yetişmiş ve
geliştirdiği bilimsel kuramlarla zamanında “Yedi Bilim’in Üstadı” olarak
anılmıştır. Öğrencilerine özellikle geometri ilkelerini öğretmiştir. Pisagor gibi
o da sadece bir bilim adamı olmakla kalmamış, töresel öğretiyi öncelikli tutan
bir ekol oluşturmuştur.
154
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
7
GENEL TARİHÇE ( II )
Ortaçağ ve Sonrası
155
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
«Başına özgür demek olan bir sıfat eklenince anlamı değişiyor mu?» diye
soracaksınız.
Evet, değişiyor; hem de çok. Şöyle:
Daha önceki çağlarda günümüzdeki karşılığı kısaca mason unvanı, genel olarak
mimardan niteliksiz düz işçiye kadar yapıcılık işiyle uğraşan ya da bu işte
çalışan, geçimini bu yoldan sağlayan kişiyi nitelemek üzere kullanılmaktaydı.
13. yüzyılda mesleğe çırak olarak girip, işin inceliklerini öğrenerek ilerleyen, sonra
kalfalığa geçerek ustalığı hak etme yolunu tutan kimselerin unvanlarının başına
“özgür” (hür) anlamına gelen bir sıfat eklendi. Neden ve nasıl eklendiğini bu
bölümün sonrasında göreceğiz.
Böylece bu kimselere, “özgür mason” denmesine başlandı.* (İngilizcede
“freemason”, Fransızcada “franc-maçon”, Almancada “Freimaurer”, diğer dillerde
bunların benzerleri.)
18. yüzyılda Avrupa’da geleneksel yapıcılık mesleği ve zanaatı birliklerinin
varlığı sona erip bunun yerini çağdaş anlamdaki mason örgütleri aldıktan bir süre
sonra, bu iki ayrı tür Masonluk arasındaki farkın belirtilebilmesi bakımından,
öncekilerin örgütü ve uygulamaları için OPERATİF MASONLUK, sonrakiler
için ise SPEKÜLATİF MASONLUK teriminin kullanılmasına geçildi.
* Türk Masonluğunda “özgür mason” teriminden çok “hür mason” terimi kullanılıyor.
Hatta bu terim Batı dillerindeki karşılıklarına uysun diye bitişik olarak “hürmason”
biçiminde yazılıyor. Ancak bu kitaptaki tercihimiz, güncel dilimize daha uygun olan
“özgür mason” tarzını kullanmak. Hürmason terimini benimseyenler hoş görsün.
156
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
Bunların bir de “Farmasonluk” ve “farmason” biçiminde yazılmışları var ama
nereden çıktığı belli değil. Fransızcadan yapılan dönüştürmenin bir yozlaştırılmışı
olabilir. Üstelik bunu masonlardan çok Masonluğa karşıt girişimlerde bulunanlar
kullanmış. (Bu konuyu daha ayrıntılı olarak Türkiye’de Masonluğa karşıt
girişimleri inceleyeceğimiz 18. bölümde göreceğiz.)
157
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
YAPICILIĞIN KÖKENİ
158
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
Dionysos İşçileri
Bu topluluk, M.Ö. 10. yüzyıl dolaylarında, özellikle Batı Anadolu’da, birçok
tapınak ve tiyatro inşa etmişti. Din bilginleri ve sanatçılardan oluşuyordu. Kimi
yazarlara göre asıl kökeni Fenike idi.
Sıkı kardeşlik bağlarının çok önemli tutulduğu bu kuruluşta, Şarap Tanrısı
Dionysos (Baküs) çalışmaların önderi olarak benimsenmişti. Belli zamanlarda
düzenlenen, halkın da katıldığı şenlikler düzenlenirdi.
Günümüzde mason localarının oturumlarından sonra düzenlenen kardeş sofrasının
tarihsel kökeninin Dionysos İşçileri’ne kadar uzandığı söylenir.
Süleyman Mabedi’nin Yapımcıları
M.Ö. 10. yüzyıl ortalarına doğru, Küdüs’te Hz. Süleyman tarafından yaptırılmış
olduğu söylenen bu ünlü fakat varsayımsal tapınak, tüm dinlerde saygı ve
övgüyle anılır. Bunun nedeni, “Tek ve Ulu Tanrı” adına yaptırılmış ilk tapınak
oluşu, o tarihte tüm dinlerin inançlılarına açık olması olarak gösterilir.
Şunu sorabilirsiniz: «Burada bu tapınak neden “varsayımsal” olarak niteleniyor?
Gerçekten yapılmamış mı?»
Yapılmamış olduğunu ileri sürmek yanlış olur. Ancak bir yandan tarihsel bilgiler
bunu doğrulamıyor diğer yandan arkeolojik bulgular bu konuda hiçbir kalıntı
emaresinden söz etmiyor. Aynı yerde daha sonra (MÖ 6. yüzyılda) yapılmış bir
tapınağın izleri var; bunda sorun yok. Fakat Kral Süleyman zamanındaki
tapınağa değinen tek bir tek kaynak var: Tevrat…
Kudüs’te “Ağlama Duvarı” olarak anılan bir eski ve yüksek duvar kalıntısı var.
Yahudiler bunun Süleyman Mabedi’nden kalma olduğuna inanıyor. Bilim ise
aslında MÖ 1. yüzyılda yapılmış ve “Herod Mabedi” diye anılan tapınaktan kalma
olduğunu gösteriyor.
Ancak böyle bir tapınak yapılmışsa, bunun tüm dinlerin inançlılarına açık olduğu
tartışmalıdır. Betimlenen özelliklerine bakılacak olursa, tümüyle Hz. Musa’nın
getirmiş olduğu ilk göksel dinin öğeleriyle donatılmış olduğu görülür.
Bu tapınağın nasıl yapıldığı, Tevrat başta olmak üzere birçok dinsel kaynakta
uzun uzun anlatılır. Günümüzün Masonluğunda “ülkü mabedi” ya da “insanlık
mabedi” olarak dile getirilen simgesel kavramın, tarihteki somut simgesi olarak
benimsenmiştir.
Çırak-kalfa-usta şeklindeki geleneksel derece sisteminin ilk kez bu tapınağın
yapımı sırasında doğmuş olduğu, bunu Fenikeli Sur Kralı Hiram’ın Kral
Süleyman’a göndermiş olduğu ve Hiram Abif olarak anılan bir mimarın
oluşturduğu söylenir. Tevrat’ta ise, bu kişinin adı sadece “yetenekli bir tunç dökme
ustası” olarak geçer. [Bu konuda çok daha ayrıntılı bilgileri Renan Mengü’nün
“Süleyman Mabedi” adlı kitabında bulabilirsiniz. Ancak basılı kitabı piyasada
sahaflarda aramak gerekir.]
159
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
Kolejler
Roma İmparatorluğu’nda her esnaf ve
sanatçı birliği “kolej” (collegium) olarak
anılırdı. Olağanüstü ayrıcalıkları vardı.
Kendi yasalarını kendileri yapardı.
Devleti pek umursamaz, ara sıra kafa bile
tutarlardı. Bir ara Roma senatosu bundan
hayli rahatsız olup, bu örgütleri ortadan
kaldırmaya girişmiş, dehşetli tepkilerle
karşılaşınca önceye dönmek zorunda
kalmıştı.
Konuya salt yapıcılık mesleği açısından bakıldığında, Roma İmparatorluğu’nda
“mimarlık”, “taşçılık”, “bina yapımı” ile “yol ve köprü yapımı” işleriyle ilgili
ayrı ayrı kolejler görülür. Operatif Masonluk açısından özellikle “Collegium
Artificum” (Mimarlık Koleji), “Collegium Latomorum” (Taşçılık Koleji) ve
“Collegium Caementarium” (Bina Yapıcıları Koleji) önem taşır. Yol ve köprü
yapımı kolejinin adı da “Collegium Pontificum” olarak geçer.
İmparatorluğun ikiye bölünmesi kolejleri pek etkilememiş ama ardından Batı
Roma da parçalanınca, zayıflamaya başlamışlardı. Ancak bunun asıl nedeni,
genel olarak rejimin giderek değişmekte oluşuydu. Nitekim bu kurumları ortadan
kaldıran asıl etken, Ortaçağ ile doğan ve hızla gelişen feodalite oldu.
Komo Ustaları
6. yüzyılda kolejlerin varlığı tümüyle tarihe karışırken, Mimarlar Koleji’nin
mirasçısı sayılan bir topluluk doğdu. Buna “Magistri Comacini” (Komo Ustaları)
denmişti. Bu topluluk, Ortaçağın sonraki tarihlerinde yeniden güç ve değer
kazanacak olan yapıcılık mesleğinin korunmasını sağladı. Feodal toplum düzeni
çerçevesinde bir tek bu topluluğa İtalya’nın kuzeyindeki Komo Gölü yakınında
bir okul gibi çalışmak üzere izin verilmişti.
Orta Avrupa’da 7. - 10. yüzyıllarda yapılmış olan büyük binaların çoğu Komo
Ustaları’nın yanında eğitim görmüş olanlarca gerçekleştirildi. Kendilerine özgü bir
mimarlık stili ve bir yapı tarzı oluşturmuşlardı. Bu tarz, genelde “Romanesk”
olarak anılmıştır ama kendi içinde birkaç ayrı türü vardır.
Manastırlar
6. yüzyılda kurulmasına başlanan manastırlar, Avrupa’nın hemen her yanında
çeşitli tarikatlar biçiminde örgütlenmişti. Kolejlerden arta kalan ustalardan
birçoğu kendine manastırlarda güvenli bir korunak bulmuştu.
Manastırlar, birçok meslekle, bu arada yapıcılık işiyle de ilgilenmeye girişti.
Katolik Kilisesi’nin desteklediği manastırların etkinliği üzerine, 10. yüzyılda
Komo Ustaları güçlerini yitirdi. Manastırlarda oluşturulmasına girişilen Gotik
Mimarî Stili, yaklaşık altı yüzyıldan beri uygulanan Romaneskin yerini aldı.
160
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
TAPINAK ŞÖVALYELERİ
161
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
Katılan şövalyelerin sayısı kısa süre içinde büyük artış gösterdi. Taşınmaz mal
ve nakit bağışlarıyla birdenbire zenginleşiverdiler.
12. yüzyılda Tapınak Şövalyeleri, Akdeniz’in doğusundan İskoçya’ya kadar
uzanan hemen her yerde örgütlendi. Mallarını ve paralarını işletmeye giriştiler.
Varlıklarına varlık kattılar. Katolik Kilisesi’nin tanıdığı ayrıcalıklarla, politik
bakımdan da güç edindiler. Hemen her Hıristiyan ülkesindeki politik etkinliklerin,
üst düzeydeki diplomasinin içinde yer aldılar. Şövalyeler, kuruluşları sırasında
benimsenmiş ilkeleri uyarınca kişisel varlık edinmezdi. Bir diğer deyişle, zengin
olan tek tek şövalyelerin kendisi değil genel olarak örgüttü.
Askerî, politik, ekonomik ve diplomatik güçlerine “bankacılık” denilebilecek bir
işi de eklediler. İsteyenlerin parasını ve değerli taşınır mallarını koruma altına
alır, İskoçya’dan Orta Doğu’ya kadar uzanan karargâhları aracılığıyla para transferi
yaparlardı. Sıkıntıya düşen tüccarlara, soylulara hatta krallara bile borç verecek
düzeye geldiler. Kredi olanaklarından Hıristiyanlar gibi Müslümanlar da
yararlanıyordu. Aralarında ticari uyuşmazlık olanlar, alacağını tahsil edemeyenler,
Tapınak Şövalyelerine başvururdu. Batı dünyasında ticaretle uğraşıp, onlarla
bağlantısı olmayan hiç kimse kalmamış gibiydi.
Tapınak Şövalyelerinin Sonu
1285 yılında Fransa tahtına çıkan 4. Philippe (Güzel Filip) çok hırslı bir kraldı.
Ülkesinin ekonomik sıkıntılarını giderebilmek için bu şövalyelerden borç
almıştı. Onların Paris’te bulunduğu bilinen hazinesinde gözü vardı. Bunun için,
bir entrika çevirerek bu örgütü ortadan kaldırmaya girişti. Bordeaux Başpiskoposu
Bertrand de Goth’un papa olarak seçilmesini sağlayıp, ona 5. Clement adını
verdirdi. Şövalyeleri sapkınlıkla suçlayabilmesi için bir düzen kurdu. 1307
yılında, çoğu Fransa’da bulunan Tapınak Şövalyelerini bir gün içinde tutuklattı.
Tapınak Şövalyeleri, bu komployu önceden duymuştu. Hazineyi gizlice Fransa
dışına kaçırdılar. Kral 4. Philippe emeline ulaşamadı. Şövalyeler Engizisyona
verildi. Bir yandan haksız kazanç elde etmek, diğer yandan Baphomet adlı bir
yalancı tanrıya tapınarak Hıristiyanlığın yerine yeni bir din getirmeye çalışmakla
suçlandılar. Hepsi de işkenceyle suçunu itiraf etmek zorunda bırakıldı ve çoğu
idam edildi. Katolik Kilisesi, tarikatın kapatıldığını ilân etti. Son olarak da
tarikatın o tarihteki büyük üstadı Jacques de Molay 1314 yılında Paris’te halkın
gözü önünde yakıldı.
162
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
163
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
OPERATİF MASONLUK
164
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
ESKİ EL YAZMALARI
165
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
Gotik Yasalar
Operatif Masonluğun ele geçmiş eski el yazmalarından anlaşıldığına göre,
Ortaçağda locaların bir araya gelerek örgütlenmelerine kesinlikle fırsat verilmiyor
ama her ülkede ortak sorunlarını görüşmek üzere yılda bir kez toplanmalarına
engel olunmuyordu. “REGIUS” adlı el yazmasında belirtildiğine göre, 926
yılında İngiltere’nin kuzeyindeki York kentinde bir araya gelen localar, Operatif
Masonluğun ilk yasalarını oluşturmuş, bunlar İngiltere Kralı Athelstan
tarafından onaylanmıştı.
Günümüzün en görkemli gotik yapıtlarından
biri olan Strasbourg Katedrali, Ortaçağ boyunca
Kıta Avrupası’ndaki hemen tüm mason
localarının merkezi olmuştu. Yapımı 400 yıl
sürmüştü. Bu katedralin asıl ince işlerinin
projelerini yapmış olan Erwin von Steinbach’ın
önderliğinde, 1275 yılında birçok locanın
katıldığı önemli bir toplantı yapılmış, mesleğin
uyulması gereken yasaları yeniden belirlenmişti.
Bundan böyle yapıcılık mesleğini yürütmekte olanlara “özgür mason” denmesi
de orada kararlaştırılmıştı.
1459 yılında Kıta Avrupası’nda çeşitli yerlerde çalışmakta olan birçok loca
Almanya’nın Ratisbon kentinde bir araya gelmiş, yasalarını gözden geçirerek,
bunların üzerinde bazı değişiklikler yapmışlardı. Yenilenmiş olan yasalar, 1498
yılında Germen İmparatoru 1. Maximilian tarafından onaylanmıştı.
166
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
DAYANIŞMA ÖRGÜTLERİ
167
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
Şirket, herhangi bir loca gibi iş alabiliyordu. Alınan işin boyutuna göre bunu belli
bir locaya veriyor ya da birkaç locayı bir araya topluyordu.
Böylece günümüzün inşaat sektöründeki “yüklenici” (müteahhit), “taşeron” ve
“ortak girişim” ya da “konsorsiyum” olgularının ilk örnekleri oluştu.
Şirkete meslekten olmamakla birlikte loca üyeliğine alınmış başka kişiler de
ortaktı.
Ancak 17. yüzyıla gelindiğinde, bu gibi kişilerin şirketteki durumu göze batar oldu.
Hiçbir iş yapmadan para kazanıyorlardı. O tarihlerde, sermaye ya da yatırım
yöntemiyle kazanç elde etmek diye bir şey yoktu. Operatif masonlar, emek
üzerine kurulu gelenekleri uyarınca Kapitalizm görüşünü anlayamıyor, meslekten
olmayanların tutumunu onaylamıyor, onları suçluyordu.
Bunun üzerine, “kabul edilmiş masonlar” denildiğini az sonra göreceğimiz bu
kişiler, localarıyla olan ilişkilerini sürdürmekle birlikte, şirketten ayrılmaya
başladı.
Aynı sıralarda şirket de artık pek bir iş yapamaz olmuştu. 17. yüzyıl sonlarında
dinsel çatışmalara bağlı olarak birbiri ardınca patlak veren politik ve ekonomik
bunalımlar, şirketin dağılmasını gerektirir nitelikteydi. Başlangıçta sırf dayanışma
amacıyla kurulmuş olan bu şirket, açıkça ticarî bir kimliğe bürününce varlığını
koruyamaz hale gelmişti.
168
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
Gildler
Ortaçağın ilerleyen dönemlerinde ve sonrasında, aynı meslekten olan kişilerin
devlete karşı olan vergi yükümlülüklerini ortaklaşa ve dayanışma içinde yerine
getirmelerini sağlamak üzere oluşturulmuş örgütlere “gild” adı verilmiştir.
Aslında bunlara çok daha önce Antik Yunan’da ve Roma’da da rastlanmış,
feodalitenin ortadan kaldırmış olduğu bu tip kuruluşlar, 13. yüzyıl ortalarında
önce Britanya’da, sonra Kıta Avrupası’nda yeniden doğmuştur.
İlk kuruldukları sıralarda vergilerin daha kolayca ödenebilmesi için bir ortak
bütçe oluşturulması amacını taşımışlardır.
15. yüzyıl ve sonrasında ise amaç, meslek ya da sanatın üyelerini, parasal
sıkıntılara karşı ya da çalışamaz duruma düştüklerinde korumak ve desteklemek
olmuştur. Böylece gildler, çağımızdaki “sosyal sigorta” organizasyonunun temelini
atmıştır.
Gildlerin geleneksel yöntemlerinden bazıları, çağdaş Masonluğu da etkilemiştir.
Günümüzde localarımızın mabetteki oturumunun sonunda “iyilik işleri kesesi”
ya da “hasenat kesesi” olarak anılan bir kese dolaştırılması, gildlerden kalmadır.
Ancak, arada önemli bir fark vardır: Gildlerde toplanan ve giderek biriken para,
meslekten olanlar için bir tür “yardımlaşma sandığı” gibiydi, günümüzde ise
sadece iyilik işlerinde kullanılır.
Kompanyonaj
16. yüzyılda, bina yapımı işlerinde bir durgunluk hatta gerileme baş gösterince,
locaların yöneticileri olan ustalar mesleğe giderek daha az sayıda yeni çırak
almaya, buna karşılık ucuz işçilikle çalışan gündelikçiler tutmaya yöneldi.
Çıraklıktan kalfalığa geçiş süresi uzatıldı; kalfaların ücreti düşürüldü. Yer yer
kalfa ve çırakların işten çıkarılması bile söz konusu oluyordu.
Henüz usta olmamış özgür masonlar, haklarını elde etme ve gelecek güvencesi
sağlama kaygısına düştü. Kalfaların önderliğinde “işçi birlikleri” kurmaya
giriştiler. İlk kez Fransa’da kurulan ve sonra diğer ülkelere yansıyan bu tür
örgütlere, “Compagnonnage” (Kalfalık, Dostluk, Arkadaşlık) deniyordu. Bir tür
ilkel sendika niteliği taşıyorlardı.
Bu derneklere hiçbir zaman iyi bir gözle bakılmadı çünkü o dönemlerde henüz
işçilerin haklarını topluca koruyabilmek için örgütlenmesi benimsenemezdi.
169
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
170
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
Alşimistler
Alşimi (Simya), “harflerin, sayıların ve geometrik şekillerin birtakım güçler
taşıdığı inancıyla, nesneleri olduklarından başka nesnelere -özellikle madenleri
daha yüksek değerdeki madenlere- dönüştürmek uğraşısı” olarak tanımlanır.
Aslında bu uğraşı içinde varlığın özünü kavramayı amaçlayan gizemci (mistik)
nitelikli eski bir deneysel bilim dalı sayılabilir.
Alşiminin amacı “bakırı altına dönüştürmek” biçiminde, basit ve yanlış olarak
yansıtılmıştır. Alşimistler, birtakım fizik ya da kimya deneylerinden çok gizemci
nitelikli bir felsefe ile uğraşmıştır. İnsanın, kendi benliğindeki güçleri ortaya
çıkarıp, bunları farkında olarak ve öz buyrultusuyla kullanmayı öğrenmesini,
böylece doğanın gerçeklerine yaklaşmasını önermişlerdir.
Alşimistler, bu ad altındaki bir kurumun üyeleri değildir. Ya bağımsız ya da bu
uğraşıya önem veren bir başka kurumun kanatları altında çalışmışlardır.
Rozkruacılar
Operatif Masonluğun son demleri diyebileceğimiz 17. yüzyılda, kabul edilmiş
masonlar arasında en önemli sayılabilecek yeri tutmuş kişiler aynı zamanda
Rozkrua (Gül-Haç) Tarikatı üyeleridir.* Öyle ki Çağdaş Masonluğun 18. yüzyıl
başlarındaki örgütlenmesini doğrudan onlara mal edenler bile vardır.
Aslında bu konu biraz karışıktır. Çünkü Masonluğun ilk kez örgütlenmesini
sağlayanların başında bir bakıma Siyon Örgütü üyeleri gelir. Fakat hem bu bir
“gizli örgüt” olup o sıralarda varlığı bilinmediğinden hem de o kişilerden çoğu
aynı zamanda birer Rozkruacı olduğu için böyle bir kanıya varılmıştır. (Bu konuya
çok daha ayrıntılı olarak bir sonraki bölümde gireceğiz.)
18. yüzyıldaki Rozkruacılar, “Rozkrua Şövalyeleri” olarak da anılır. Nitekim bu
sıfat Masonluğun yüksek derecelerine bir unvan olarak da girmiştir.
Rozkruacıların ilkelerini ve dünya görüşünü anlayabilmek için, özetle bile olsa
bu kurumun efsanesel nitelikli öyküsünü bilmek gerekir. 17. yüzyılın ünlü teolog
ve yazarlarından Johann Valentin Andreä’nin birbirini izleyen iki ayrı
kitabında anlattığı öykülerden biri, kısaca şöyledir:
“Christian Rosenkreuz, yıllarca gezdiği doğu ülkelerinde birçok gizemci kuruma
girip çıkmıştı. Yıllar sonra yurduna döndüğünde, özenle seçtiği kişilere bildiklerini
öğretti. Böylece bir kardeşlik örgütü oluşturdu. Öldükten sonra, dileği üzerine
cenazesi 120 yıl saklı kalmak üzere özel bir şekilde kaldırıldı. Yeri gizliydi. Bu
süre dolunca bulundu. Yanı başında yaşam öyküsü, sağlığında kullandığı
gereçler ve Paracelsus’un** sözlüğü vardı. Daha önce belirlemiş olduğu bir
kural uyarınca, tarikat bundan sonra gün ışığına çıktı ama örgütün kuralları
uyarınca üyeleri kendilerini gizli tuttu.”
171
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
İşte bu çok önemli kurum, 18. yüzyılın başında Spekülatif Masonluğun tarihteki ilk
örgütlenmesinin sağlanması için kullanıldı. (Kimin tarafından ve nasıl kullanılmış
olduğunu izleyen bölümde göreceğiz.)
Rozkrua Tarikatı ile bağlantılı olmak üzere burada anlatılmış olanları yetersiz
bulmuş olabilirsiniz. Haklısınız; ilgilenenler için bu konunun birçok ayrıntısı
var. Daha önce önerilmiş “Tapınakçılar Siyonistler ve Masonlar” adlı kitaba
başvurabilirsiniz.
Tapınak Şövalyeleri gibi Rozkruacılık da 20. yüzyıl başlarında gizemci ve sosyal
nitelikli bazı çağdaş örgütlerin kurulmasına yön vermiştir. (Bu konuyu da
Masonluğa benzer kuruluşlarla ilgili bölümde göreceğiz.)
172
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
173
OPERATİF MASONLARIN DÖNEMİ
18. yüzyılın Operatif Masonluk için âdeta bir can çekişme dönemi olduğu
söylenebilir. Gerçi bu geleneksel zanaatın tek tük locaları 19. yüzyıl ortalarına
kadar yer yer dayandı ama işte artık olabildiği kadar…
Operatif Masonluğun, yerine Spekülatif Masonluğun geçmesiyle birlikte tarihteki
varlığını yitirdiğini ileri sürenler de çıkmıştır. Buna göre Operatif Masonluk
Spekülatif Masonluğa dönüşmüştür.
Bu görüşün doğru mu yanlış mı olduğunu ancak “spekülatif” olarak da nitelenen
Çağdaş Masonluğun kuruluşunda geçilen aşamaları ve bunun perde arkasında ne
gibi bir emel yattığını inceleyip iyice kavradıktan sonra değerlendirebiliriz.
Günümüzde İngiltere ve İskoçya’nın bazı kentlerinde operatif mason locaları var.
Binalarının üstündeki tabelada öyle yazıyor. Ancak gider de görürseniz bu sizi
yanıltmasın. Onlar sizin anladığınız anlamda birer “mason locası” değil; işleri
duvar örmek olan zanaatçıların bir tür yerel meslek odası…
174
8
GENEL TARİHÇE ( III )
Spekülatif Masonluk
Spekülatif Masonluk, 18. yüzyıl başında kısa süre içinde doğup hızla gelişmiş
bir akım değildi. Bunun temelinde çok eski dönemlere kadar uzanan, yüzyıllar
boyunca korunmuş bir özlem, bir ülkü vardı.
Tarihçi yazar masonlar, bu özlem ile ülküyü bambaşka bir açıdan alarak Antik
Çağa kadar uzandırmıştır. Sadece Avrupa’yı esas aldıklarından, Ortaçağ boyunca
uyumak zorunda kalmış olduğunu, Rönesans’ın ardından kıpırdanmaya başladığını
ve ancak 18. yüzyılda uyandığını ileri sürerler. Buna karşın, o tarihte bile hâlâ
Avrupa’nın hemen her ülkesindeki siyasal rejimin bir düşünü ve ahlâk
kuruluşunun kendisine kurumsal bir yapı edinmesine henüz olanak tanımadığını,
bunun Aydınlanma Çağı ile birlikte sağlanabildiğini eklerler.
Bu yaklaşımda konuya “Batılı” hatta “Hıristiyan dünyası” tarzıyla bakılmaktadır.
Çünkü madem Rönesans eylemi aslında doğudan etkilenerek oluşmuştur, çağdaş
anlamdaki Masonluk, Rönesans öncesinde gerek bilim gerekse felsefe bakımından
hayli parlak bir dönem yaşamış olan İslâm dünyasında doğmalıydı.
Gerçi Avrupa kıtası Ortaçağ karanlığına gömülü dururken İslâm dünyasında
bugün Masonluğun amaç ve ilkelerimize benzer amaç ve ilkeleri olan birçok
örgüt ve tarikat oluşmuştu.
Şimdi ne yapmalı?...
En iyisi, önce Spekülatif Masonluğun oluşumunu tarih kitaplarında yer aldığı
gibi anlatmak; bize göre yanlış olanı sonra göstermek.
175
SPEKÜLATİF MASONLUK
İLK ÖRGÜTLENME
Ertesi yıl, Londra Büyük Locası’nda yeniden seçim yapıldı ve büyük üstatlığa
George Payne seçildi. Bu kez bir soylu; üstelik vergi toplamakla görevli olan
devlet dairesinin başı… Fakat Operatif Masonlukta bilinen hiçbir geçmişi yok.
Öteden beri yani Operatif Masonlukta bir “büyük loca” olmadığı gibi, locaların
üstatları da zorunlu olarak ayrılmadığı sürece yaşam boyu locasının başında
kalırdı.
Spekülatif Masonluğun eski geleneklere olduğu gibi bağlı kaldığının ileri
sürülmesine karşın, şimdi hem büyük locada her yıl büyük üstat ve büyük
görevlilerin seçimlerinin yenilenmesi yöntemi getirilmiş hem bu yöntem büyük
locaya bağlı localarda da uygulanır olmuştu.
İkinci büyük üstadın yönetiminde bir “temel yasa” hazırlığına başlandı.
Bunun için Londra ve İngiltere’nin taşrasında Operatif Masonluk ile ilgili olmak
üzere bulunabilecek tüm belgelerin toplanmasına girişildi.
Ancak toplanan belgelerin tümü bir yangında yitirildi. Bunların neler içerdiği
öğrenilemeden kaldı.
Kimileri, bu yangının, toplanmış olan belgelerin ortadan kaldırılması amacıyla
kundaklama ile çıkarıldığını ileri sürmüştür. Gerekçesi de şöyle gösterilmiştir:
“Böylelikle, Spekülatif Masonluğun Operatif Masonluk ile olan tüm bağlarının
koparılması istenmişti.”
Bunun akla yatkın olup olmadığını siz düşünün!
176
SPEKÜLATİF MASONLUK
James Anderson
Spekülatif Masonluğun temel yasasına ilişkin ilk tasarı, Londra Büyük Locası
genel kurulu tarafından geri çevrildi. Bu arada Masonluğun tarihteki en önemli
çehrelerinden biri olan Jean Théophile Désaguliers büyük üstatlığa seçilmişti.
Ertesi yıl bir kez daha büyük üstatlığa seçilen George Payne, yasa tasarısını
uyumluca düzenlemesi için James Anderson’u görevlendirdi.
James Anderson, tüm Masonluk tarihi boyunca adından en çok söz edilmiş, ünü
günümüzde bile süren bir çehredir. Yeniden gözden geçirerek ve başına bir
“tarihsel bölüm”, sonuna ise bir “masonik şarkılar bölümü” eklediği tasarı,
Londra Büyük Locası’nın genel kurulunda birkaç kez tartışıldı. Sonunda kabul
edilerek 1723 yılında yürürlüğe kondu.
177
SPEKÜLATİF MASONLUK
Londra Büyük Locası tarafından kabul edilen temel yasa bir kitapçık halinde
basılıp ortaya çıkarılır çıkarılmaz, salt operatif niteliklerini sürdürmekte olan
İngiliz locaları veryansın etti. Tepkiler başlıca şu gerekçelere dayanıyordu:
a) Masonluğun yüzyıllardan beri süregelen ve geçerliliğini sürdüren bir temel
yasası vardır. Bu yasa değiştirilemez.
b) Bu düzenlemeyle, çağlar boyunca Tanrı’ya, dine, krallara, prenslere ve
insanlığa hizmet etmiş olan zanaatın yok edilmesine çalışılmaktadır.
c) Asıl masonların, sosyal ve felsefî çalışmalarını daha rahat yapabilmeleri için
aralarına almış oldukları birtakım kimseler, kendilerine gösterilmiş bu iyiliğe
nankörlükle karşılık vermiştir. Kurmuş oldukları bir derneğe “mason locası”
adını takmaya ne hakları ne yetkileri vardır. Benimsedikleri kurallar mesleği
bağlamaz ve buna “Özgür Masonların Temel Yasası” denemez.
Operatif mason localarının bu tepkisi Londra Büyük Locası’nı hiç etkilemedi.
Belki biraz kaygılanmışlardır ama umursamaz göründüler. Operatif masonların
devletin üst düzey görevlilerine ve krala duyurulmak üzere kimi lordlara ilettikleri
yakınmalardan da sonuç çıkmadı. Çünkü o tarihlerde Londra Büyük Locası,
henüz açıkça “salt spekülatif nitelikli bir örgüt” olma savında değildi. Görünüşte
geleneksel yapıcılık mesleğini dışlamıyor, aksine devam ettiriyordu. Zaten temel
yasa da bunu gösteriyordu. Sadece Masonluğa yeni ve esaslı bir düzen
getiriliyordu, o kadar…
Evet, görünüşe bakılırsa öyleydi ama Londra Büyük Locası’nın ileri gelen kimi
üyelerine göre, artık Operatif Masonluktan Spekülatif Masonluğa geçiş dönemi
bile sona ermişti. Masonluğun tarihinde yeni bir evre başlamıştı. Şimdiye kadar
operatif masonların yanında “kabul edilmiş” denilerek âdeta sığıntı gibi kalmış
olan spekülatif masonlar, artık kimliklerini bulmuş ve bu örgüte sahip çıkmıştı.
Yapıcılık mesleği ve zanaatını sürdürenleri göz ardı etmeyip, onlara yanlarında
yer vermişlerdi. Operatif masonların bunu kabul edip etmemeleri kendi bilecekleri
bir işti. İsteyen kabul eder, istemeyen etmezdi.
Şimdi önemli bir sorunuzun olması beklenir: «Yukarıdaki anlatımda Operatif
Masonluktan Spekülatif Masonluğa âdeta bir sıçrama görülüyor. Bu böyle
birdenbire mi gerçekleşti? Zaman içinde hiçbir hazırlık yapılmadı mı? Bir tür
geçiş ya da değişim dönemi geçirilmedi mi?»
Elbette birdenbire olmadı. Geçirilmiş olan birkaç aşamalı bir süreç var. Zaten
masonik yazında o süreç dilimizde “geçiş dönemi” anlamına gelen bir terimle
anılır. Burada bu işin 1717 yılındaki sonucundan başladık. Hep böyle anlatılmış.
Oysa bundan yaklaşık 50 yıl kadar önce, bu işin içinde yakın geçmişimize kadar
pek bilinmeyen bambaşka senaryoları olduğu ortaya çıktı. Önce öteden beri
anlatılan tarihçenin özetini verelim; işin doğrusuna sonra sıra gelecek.
Masonlukta “yeni evre” olarak nitelenen bu dönemin ilk yüz yılı hiç de beklendiği
gibi çıkmadı. Yapıcılık mesleği ve zanaatı hızla varlığını yitirme yolunu tuttu.
Temel yasanın kapsamına konulmuş kurallar, kısa bir süre sonra geçersiz ve
anlamsız kaldı. İlke ve yöntemler üzerinde yeterince geniş ve öngörülü bir çalışma
yapılmamış olduğu da anlaşıldı. Uyuşmazlıklar doğdu.
178
SPEKÜLATİF MASONLUK
İNGİLİZ MASONLUĞU
Önce bu terimle ne demek istediğimizi belirtmeliyiz.
İngiltere’deki ulusal nitelikli Masonluğa günümüzde
“İngiliz Masonluğu” denebilir ama burada bu terimi
İngiltere’deki masonların 18. yüzyıldaki anlayışını
yansıtmak, özellikle Kıta Avrupası’ndaki Masonluk ile
farkını vurgulamak üzere kullanacağız.
Biliyorsunuz, Operatif Masonlukta, çırak ve kalfa olmak üzere iki derece vardı.
Üstatlık bir derece olmayıp, loca yöneticisine özgüydü. Bir locanın üstadı bir kez
bu görevi üstlenince yaşam boyu sürdürürdü.
Londra Büyük Locası, Operatif Masonluğun bu geleneğini değiştirmişti. Loca
üstatları ile görevlileri her yıl yeniden seçiliyordu. Bir mason, bir kez “üstat”
unvanını alınca bunu yaşamı boyunca korurdu. İşte bu gelenek olduğu gibi
korunmuştu ama locayı yöneten son seçilmiş olandı. Bu nedenle de Londra
Büyük Locası’nda “üstat” olan masonların sayısı hızla artış göstermişti. Her loca bir
üstat tarafından yönetiliyordu ama diğer üstatlar açıkta kalmıştı. Öyle ki büyük
locanın genel kuruluna kendilerinden sonra gelen üstatlar ile henüz üstat bile
olamamış ama nazırlık yaptıkları için bir ayrıcalık kazanmış kalfalar bile
katılabilirken, onlar sanki bir yana itilmiş gibiydi. Buna bir çare bulunmalıydı.
179
SPEKÜLATİF MASONLUK
Üstatların kendi başlarına toplanıp çalışmaları için bir “üstatlar locası” kuruldu.
Locaların çırak ve kalfa derecelerindeki çalışmalarında kullanılan ritüeller vardı. Bu
loca için de bir “üstat derecesi ritüeli” düzenlendi.
İngiltere Büyük Locası kurulduğunda bile “üstatlar locası” artık hayli kalabalık
olmuştu. Çünkü bir yandan yeni locaların kuruluşu sürmekteydi. Buna bir çıkar
yol olmak üzere, yeni üstat locaları kurulmasına başlandı.
Ancak bu uygulama pek tutmadı. Herkes bu derecenin ritüelini kendi locasında,
kendi başına uygulamak istiyordu. Kimileri kendi kendilerine bir “üstatlar locası”
kurmaya kalkışınca, diğerleri de aynı şeyi yapmaya girişti.
Sonunda, her locada ayrı ayrı uygulanmak üzere “üstat derecesi” oluştu ama
bunun İngiltere’de resmen onaylanması 1738 yılını buldu. Bundan böyle loca
yöneticisine de “saygıdeğer üstat” anlamına gelen bir görev unvanı verildi.
1738 yılının bir diğer olayı, James Anderson’un aldığı görevin sonuçlanmasıydı.
Bu ise temel yasanın istendiği gibi gözden geçirilerek yeniden düzenlenmesiydi.
Öyle oldu ve yeni temel yasa İngiltere Büyük Locası genel kurulunda onaylanıp
yürürlüğe girdi.
Böylece bu konu da çözümlendi mi dersiniz?
Hayır. Sadece Anglikan Kilisesi’ne bir ödün verilmişti, hepsi o kadar…
Kaldı ki İngiltere’deki locaların bir bölümü bu yeni yasayı benimsememiş ve
öncekine dönülmesi dileğindeydi.
İngiltere Büyük Locası, bir yandan hâlâ operatif nitelikli locaların hepsini çatısı
altına almaya uğraşırken diğer yandan da kendi içindeki ikilikleri gidermeye
uğraşıyordu.
Derken bir de daha sonra sözünü edeceğimiz Kıta Avrupası’na bakalım.. Orada
Spekülatif Masonluğun 1723 tarihli temel yasası benimsenmişti ve İngiltere’deki
değişim onları etkilemiyordu.
İngiliz Masonluğu’nun Bölünmesi
İngiltere’deki masonlar arasındaki çekişmeler 1751 yılında kesin bir bölünme ile
noktalandı.
İngiltere Büyük Locası’ndan ayrılan localar, kendi aralarında birleşerek yeni bir
obediyans kurdu. Buna “Eski Kuruluşlara Göre İngiltere Özgür Masonlarının
Büyük Locası” adını verdiler. Kısaca “Eskiler” (Antients) olarak anıldılar. Önceki
büyük locaya bağlı kalmayı sürdüren localara ise “Yeniler” (Moderns) dendi.
Eskiler, 1756 yılında “Ahiman Rezon” (Kardeşlerin Seçtiği Yasa) adı verilen
bir temel yasayı benimsedi. Bu temel yasa, Masonluğu açıkça belirgin bir dinsel
inanç koşuluna bağlamaktaydı. Yeniler ise 1723 tarihinde kabul edilmiş olan
özgün temel yasaya döndü. (Bu konunun ayrıntılarını “Yasalar” başlığı altındaki
11. bölümde inceleyeceğiz.)
180
SPEKÜLATİF MASONLUK
18. yüzyılın ikinci yarısında Eskiler ile Yeniler, yer yer birbirleriyle amansız
çekişmelere girişti. Her iki obediyans da kendisini İngiliz Masonluğu’nun tek
temsilcisi olarak görüyor, dünyada yaygınlaşmakta olan Spekülatif Masonluk
akımının önderi olmaya çalışıyordu. Bu nedenle denizaşırı ülkelerdeki etkinlikleri
en az İngiltere kadar önemsiyorlardı.
Dünyanın herhangi bir yerinde “düzenli bir masonik örgüt” kurmak için
İngiltere’deki “ana büyük loca”dan izin ya da onay alınması gerektiği, çeşitli
yöntemler kullanılarak benimsetildi. Bu bağlamda öncelikle ekonomik ve politik
baskılara başvuruldu. Öyle ki İngiltere’nin dış politikadaki eylemleri âdeta
Masonluk ile bağdaştırılarak yürütülür bir hale geldi. Bir diğer deyişle, İngiliz
localarına doğrudan ya da dolaylı olarak bağlı localar, İngiltere’nin politik ve
ekonomik ajanı gibi çalıştı.
«Böyle bir iş Masonluğa sığar mı?» diye soracaksınız.
Elbette her ülkenin mason kuruluşu, ilişkide bulunduğu diğer ülkelerde kendi
ülkesinin tanıtımı hatta bir ölçüde propagandasını yapar. Fakat ülkesinin politik
ve ekonomik çıkarlarını gözeten bir organ haline gelmemelidir. Ancak bu işi sadece
İngilizlerin yapmış olduğunu söylemek de yanlış olur. Özellikle 19. yüzyılda
diğer birçok Avrupa ülkesinin mason kuruluşlarının bu gibi etkinliklerde
bulunduğu görülmüştür. İngiltere, bunu aşırılığa vardırmıştır ama tek değildir.
İngiliz Masonluğu’nun bölünmüşlüğünde yer alan her iki kanat için de geçerli
olan bu tutum koloni ve dominyonlarda tutuyordu ama Avrupa’da yürümedi.
Amerika’da gelişmekte olan potansiyel göz önüne alınıp, orada daha yumuşak
davranıldı. Böylece, daha sonra 18. yüzyıldaki İngiliz Masonluğu’nun yerini
alacak olan Anglosakson Masonluğu’nun oluşumu bakımından dünya çapında
güçlü bir ortam hazırlanmış oldu.
İngiltere Birleşik Büyük Locası
19. yüzyıl başlarında, İngiliz Masonluğu’nu temsil eden iki ayrı obediyansın
sürekli çekişme içinde oluşu, İngiltere’nin dış politikasına hayli zarar vermeye
başlamıştı. İngiliz Masonluğu’nun kendi içinde birlik sağlayamamış olması,
duruma İngilizler açısından bakılırsa bağımsızlığını ilân etmiş olan Amerika
Birleşik Devletleri’ndeki potansiyeli de tehlikeye atıyordu.
Öte yandan Avrupa’daki siyasî ortam, İngiltere’nin her bakımdan birlik ve
bütünlük içinde olmasını gerektiriyordu. İngiltere’nin dış politikasında Masonluk
çok önemli bir yer tuttuğu için bölünmüşlüğün giderilmesi zorunluydu.
İngiltere’nin o sıradaki kralı 3. George’un biri Kent dükü diğeri Susseş dükü olan
her iki oğlu da masondu ama birbirine karşıt büyük locaların üyeleriydi.
1813 yılında, bu iki prens, büyük üstat olarak kendi obediyanslarının başına
getirildi. Bu “iyi niyetli komplo” ile her iki obediyansta da ilkelerinden ödün
vermeyen masonlar üzerinde baskı kuruldu ve İngiltere Birleşik Büyük Locası
adı altında birleşmeleri sağlandı. Sayısal çoğunluğun Yeniler’in elinde bulunmasına
karşın, yeni obediyansın benimsediği ilkeler bakımından Eskiler daha etkili oldu.
181
SPEKÜLATİF MASONLUK
Anglosakson Masonluğu
Bu terim, İngiltere’yi Masonluğun dünyadaki merkezi, İngiltere Birleşik Büyük
Locası’nı da “ana büyük loca” olarak benimseyen mason kuruluşlarının gerek
topluluğunu gerekse anlayışını niteler.
182
SPEKÜLATİF MASONLUK
FRANSIZ MASONLUĞU
183
SPEKÜLATİF MASONLUK
184
SPEKÜLATİF MASONLUK
185
SPEKÜLATİF MASONLUK
186
SPEKÜLATİF MASONLUK
Avusturya
Avusturya’da mason localarının kurulmasına 1742 yılında başlanmıştı ama ünlü
İmparatoriçe Maria Theresa von Habsburg Masonluğa karşı çıktığı için bu
ülkedeki localar beklenen gelişimi sağlayamadı. Bu durum imparatoriçenin
ölümünden sonra değiştiyse de, mason locaları 1918 yılına kadar Avusturya’da
kayda değer bir etkinlik gösteremedi.
İsviçre
İsviçre, uzun süre Fransız Masonluğu’nun etkisi altında kalıp onu yakından
izledi. 1844 yılında kurulan “Alpina Büyük Locası”, Masonluğun tarihçesinde
özellikle 20. yüzyıl başlarında çok önemli bir yer edindi. Ancak sonradan
tutumunu değiştirip Anglosakson Masonluğu’na yönelince, bu ülkede bir de
“İsviçre Büyük Doğusu” (Grand Orient de Suisse) kuruldu.
İtalya
Bu kitabın 14. bölümünde Masonluğa karşıt girişimleri inceleyecek, o sırada
1738 yılında Katolik Kilisesi’nin aforozunu göreceğiz. Bunun çok etkilediği
ülkelerden biri kuşkusuz İtalya idi. Bu nedenle de 19. yüzyıl öncesinde İtalya’da
kayda değer bir masonik etkinlikten söz edilemez.
Daha sonra birbiri ardınca kurulan İtalyan obediyansları Guiseppe Garibaldi
adlı masonun girişimiyle 1861 yılında birleşmişti. 20. yüzyılda ise İtalyan
Masonluğu, dünyanın diğer hiçbir ülkesinde görülmemiş boyutta çeşitli bölünme
ve parçalanmalara uğradı.
İspanya
Katolik Kilisesi’nin aforozunun etkisini gösterdiği bir diğer ülke İspanya oldu.
Üstelik bu etki 19. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. İspanyol locaları, ancak 1868
yılından sonra gelişim gösterebildi. 1885 yılında kurulan “Catalonia-Baleares
Büyük Locası”, sonradan “İspanya Büyük Locası” adını aldı. 20. yüzyılda ise
İspanya’da Masonluk hayli gelişme gösterdi ama birbiri ardınca ayrı ayrı
obediyansların kurulduğu bir evreye girildi.
Portekiz
Portekizli masonlar, 18. yüzyılda İspanyol masonların çektiği sıkıntıları paylaştı.
Buna karşın, Portekiz İspanya’dan biraz farklı olduğu için bu ülkede varlığını
sürdürmeyi başararak gelişme gösteren localar bir araya gelip, 1809 yılında
“Portekiz Büyük Locası”nı kurdu. Bu ülkede daha sonra kurulan diğer
obediyanslar ise 1869 yılında “Lusitanya Büyük Doğusu” adı altında birleşti.
Belçika
18. yüzyılda Belçika Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun egemenliği
altındaydı. Bunun için, bir yandan İngiltere’ye diğer yandan Fransa’ya komşu
olmasına karşın, bu ülkede yoğun bir masonik etkinlikten söz edilemez. 1830
yılında bağımsızlığını kazanınca, hemen bir ulusal büyük loca kuruldu. Ancak
Belçika’daki masonlar hep Fransız Masonluğu’nun etkisi altında kalmış olduğu
için, sonrada buna bir de “Belçika Büyük Doğusu” eklendi.
187
SPEKÜLATİF MASONLUK
Hollanda
Hollanda gerek İngiltere gerekse Fransa’ya çok yakındır ama 20. yüzyıldan önce
bu ülkede de Masonluk hayli ağır bir gelişim gösterdi. Gerçi “Hollanda Büyük
Locası” 1756 yılında kurulmuştu ama 18. ve 19. yüzyıllar boyunca bu ülkede
önemli bir masonik etkinlik görülemedi.
Polonya
Katolik Kilisesi’nin aforozunun etkili olduğu ülkelerden biri de Polonya’dır. Bu
ülkedeki mason locaları ancak 1780 yılından sonra 40 yıl kadar kısa bir süre
boyunca varlık gösterebildi.
İskandinavya
İsveç’te Spekülatif Masonluk önceleri hiç de hoş karşılanmamıştı. Ancak 1762
yılında Kral Adolphus Frederick kendisini mason localarının koruyucusu ilân
edince iş değişti. 1796 yılında ise Kral 4. Gustav çok ilginç bir yasa çıkarttı;
mason locaları dışındaki tüm ezoterik kurumların etkinliğini yasakladı. Dahası,
İsveç prensleri bundan böyle “doğuştan mason” sayıldı. Böylece bu ülkede
Masonluk doğrudan krallığın yönetimi altına girdi. Gelişip yaygınlaşması, halka
mal edilmesi hiçbir zaman istenmedi. Aslında Anglosakson Masonluğu
topluluğu içinde yer almakla birlikte hep kendi içine kapanık kaldı. Danimarka
önceleri İsveç’teki Masonluğu taklit etti ama sonra bağımsız localar da kuruldu.
Danimarkalı masonlar, 20. yüzyılda bu locaları bir araya getirip, “Danimarka
Büyük Locası”nı kurmayı başardı.
Rusya
18. ve 19. yüzyıllarda Masonluğun ilginç olaylara sahne olduğu ülkelerden biri
Rusya’dır. 1765 yılında Çariçe 2. Catherina (Büyük Katerina) kendisini mason
localarının koruyucusu olarak ilân etmişti. Dolayısıyla Rusya’da Masonluk hızlı
bir gelişim içine girmişti.
1776 yılında “Rusya Ulusal Büyük Locası” kuruldu. Bazı locaların Fransızların
etkisiyle devrimci girişimlerde bulunacağına ilişkin bir söylenti çıkınca, Çariçe
Masonluğa karşı önceki tutumunu bir anda değiştiriverdi. Rusya’da bundan
böyle sadece mason localarının değil, ezoterik nitelikli tüm kurumların çalışmaları
yasaklandı. 20 yıl kadar sonra ise, prensliği sırasında gizlice Masonluğa girmiş
olan Çar 1. Paul, mason localarının çalışmalarına yeniden izin verdi. Bununla
kalmayarak, 1815 yılında “Astra Büyük Locası” adını verdiği bir obediyansı
doğrudan kendisi kurdu.
19. yüzyılın sonraki dönemlerinde Rusya’da Masonluğa karşıt (antimasonik)
girişimler hayli yoğunlaştı. Bu nedenle Rusya’da Masonluk beklenilen ölçüde
gelişim gösteremedi. 1917 yılında ise, ilk devrimden sonra başbakan olan
Alexander Feodeovich Kerensky, kabinesini baştan sona masonlarla donattı.
Bunu açıkça da ortaya koydu. Bu hükümetin başarısız olmasının faturası ise
Masonluğa çıkarıldı. Dolayısıyla, bundan böyle Rusya başta olmak üzere
Avrupa’daki tüm Komünist ülkelerde Masonluk yasaklandı.
188
SPEKÜLATİF MASONLUK
Zamanla Amerika Birleşik Devletleri’nin her eyaletinde ayrı bir büyük loca
kuruldu. 18. yüzyılın ikinci yarısında bunların bazısı İngiltere’deki “Eskiler”in,
diğerleri “Yeniler”in ilke ve yöntemlerini benimsedi. İngiltere Birleşik Büyük
Locası kurulduktan bir süre sonra bu ayrılık ortadan kalktı. Ancak bu arada
Avrupa’da kurulmuş olan mason ritlerinden birçoğu Amerika’da da uygulanma
olanağı bulmuştu.
189
SPEKÜLATİF MASONLUK
19. yüzyıl boyunca Amerika Birleşik Devletleri’ndeki büyük localar, tüm ülke
çapında geçerli olacak bir konfederasyon oluşturma girişiminde bulundu ama
olumlu bir sonuç elde edilemedi.
Ancak bu başarısızlık, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Masonluğun herhangi
bir şekilde bölünmüşlüğünün göstergesi değildir. Obediyanslar arasında olumlu
dostluk ilişkileri vardır. Nitekim daha 19. yüzyılda yeryüzündeki en güçlü masonik
kitle Amerika Birleşik Devletleri’nde idi.
Kanada
Kanada’da da her bir eyaletteki Masonluk, bir diğerinden ayrı olarak gelişti.
Ancak bu ülkede sadece İngiliz Masonluğu değil, Fransız Masonluğu da etkili
oldu. 19. yüzyıl sonlarına doğru tüm Kanada’yı kapsayacak bir konfederasyon
kurulması girişimi de başarılı olamadı.
Avustralya
Avustralya’da Masonluk ancak 19. yüzyıl başlarında görüldü. İskoçya Büyük
Locası ile İngiltere Birleşik Büyük Locası, bu ülkede kendilerine bağlı daha çok
loca kurabilmek için âdeta yarışa girişmişti. 19. yüzyıl sonlarına doğru ise
Avustralyalı masonlar artık kendi büyük localarını kurmaya yöneldi. Amerika
Birleşik Devletleri ve Kanada gibi, Avustralya’nın da her eyaletinde ayrı ayrı
büyük localar kuruldu ve hızla gelişti. Öyle ki kısa süre içinde Avustralya,
Anglosakson Masonluğu’nun dünya yüzünde en güçlü olduğu ülkelerden biri
niteliğini edindi.
Güney Amerika
Masonluğun yaygınlığı bakımından Güney Amerika ülkeleri arasında Brezilya
öncelik taşır; onu Arjantin, Uruguay ve Şili izler. Hepsinde de Masonluğun
gelişimi birbirine benzer. Onlara Meksika, Orta Amerika ülkeleri ve Antiller’i
de ekleyebiliriz.
Brezilya başta olmak üzere bu ülkelerin her birinde mason örgütlerinin yönetimi
âdeta paylaşılamaz olmuştur. Bunun sonucunda peşine birkaç loca takan her mason,
yeni bir obediyans kurmuştur. Bunlardan bazıları zaman zaman kendi aralarında
birleşmiş ama sonra gene bölünmeler baş göstermiştir.
Afrika ve Asya
Gerek Afrika gerekse Asya ülkelerine Masonluk pek geç tarihlerde ulaşmıştır.
Bu da Masonluğun aslında bir “Avrupa kuruluşu” olduğunun göstergelerinden
biri sayılabilir. Günümüzde bile bu kıtalardaki ülkelerin birçoğunda Masonluk
henüz bilinmemektedir.
[Bu bölümde anlatılanları yetersiz bulduysanız bu çok doğal. Masonluğun dünya
çapında oluşumu ve gelişimi bakımından apayrı .in çalışma yapılmalı.]
190
SPEKÜLATİF MASONLUK
MASONLUKTA KADINLAR
191
SPEKÜLATİF MASONLUK
192
SPEKÜLATİF MASONLUK
SİYON ÖRGÜTÜ
193
SPEKÜLATİF MASONLUK
194
SPEKÜLATİF MASONLUK
Üstelik Merovenjlerin soy ağacının çok daha eskiye, İsrailoğullarının Kudüs’ün asıl
sahipleri olarak nitelenen Benjamin kavmine kadar uzandığı benimseniyordu.
Örgütün adını aldığı Kudüs’teki Siyon Tepesi’nin yani bir zamanlar Süleyman
Tapınağı’nın yapılmış olduğu yerin de kendilerine ait olduğunu ileri sürüyorlardı.
(Kudüs’teki Siyon Tepesi ile Tapınak Tepesi aslında aynı yer değildir. Ancak bu
kabulde Tapınak Tepesi, "Siyon" olarak adlandırılıyor.)
Siyon Örgütü, işte bu nedenle Yahudilere de karşıt, Antisemitist nitelik taşıyan
bir eylem içindeydi. Bir yandan Fransa’yı, diğer yandan Katolik Kilisesi’ni ele
geçirmeye uğraşıyordu. Ancak bunu açıkça yapmıyor, başka kurumları elde
ederek onlardan yararlanmaya çalışıyor, çeşitli entrikalar çeviriyordu. Fransa ve
Katolik Kilisesi elde edildikten sonraki hedef Kudüs olacaktı. Yüzyıllar boyunca
başarılı bir sonuç elde edemediler ama umutlarını da yitirmediler.
Bu konuyu anlayamamış olabilirsiniz. «Şunu başından sonuna doğru dürüst,
adım adım anlatamaz mısınız?» diye yakınabilirsiniz. Tamam. Peki. Öyle yapalım.
1- Tevrat'ta yazılı olduğuna göre "vaat edilmiş topraklar" İsrailoğullarının
kavimleri arasında paylaştırıldığında, Kudüs'ün de içinde bulunduğu arazi
Benjamin ailesine verilmiş. (Yeşu, Bap:18)
2- Yahuda (Judah) ailesinin reisi Davut kral olunca gidip Kudüs'e yerleşmiş.
3- Benjaminler Hz. Musa'nın getirdiği yeni dini benimsemeye yanaşmamış.
Yehova (Jehovah) yerine en büyük tanrı olarak benimsedikleri Baal tapımını
sürdürmüşler.
(Bu arada bir not: J ve B baş harflerinin tekrarı dikkate değer olabilir.)
4- Çıkan çatışmalarda Benjaminlerin birçoğu öldürülmüş. Bir bölümü deniz
yoluyla kaçmış. Kaçanlardan kimisi günümüzdeki Fransa'nın Akdeniz kıyısındaki
Languedoc'a yerleşmiş; kimisi de Mora Yarımadası’nın kuzeyindeki Arkadya
bölgesi ve Truva'dan sonra Avrupa’ya geçip Tuna nehrini izleyerek batıya doğru
göçmüş. Onlar da sonunda Galya'ya yerleşmiş.
5- İşte bu son topluluğa, ilk krallarının adı nedeniyle Merovenjler denmiş.
Topraklarını giderek doğuya doğru genişletmiş, Frank krallıklarını oluşturmuşlar.
6- Hıristiyanlığı kabul ettiklerinde, Katolik Kilisesi Merovenjlerin liderini "Kutsal
Roma-Germen İmparatoru" olarak tanımış.
7- Sonradan Merovenjler ile Kilise arasında uyuşmazlık çıkınca, Kilise saray
kahyalarını elde edip Merovenjleri ortadan kaldırtmış ve imparatorluğu onlara
vermiş. Böylece Karolenjler hanedanı oluşmuş.
Avrupa’daki tarihçenin sonrası konumuzun dışında kalır. Şimdi Birinci Haçlı
Seferi'nin az öncesine sıçrayalım.
8- Merovenjlerin yeniden canlanmasını erek edinen bir grup keşiş, bugünkü
İtalya’nın güney ucundan Fransa’nın kuzeyindeki Ardennes bölgesine gelerek
orada bir manastır kurmuştu. Burada “Siyon Tarikatı” (Ordre de Sion) adlı bir
gizli örgüt oluşturulmuştu.
195
SPEKÜLATİF MASONLUK
196
SPEKÜLATİF MASONLUK
Newton ile Wren’in birlikte düzenlediği plan uyarınca St. Paul Katedrali’nin
locası bir bildirge yayınlayacak, buna göre “kabul edilmiş masonlar” da loca
üstadı olabilecek, yeni kurulacak olan localar bir araya getirilip Londra’da bir
büyük loca oluşturulacaktı. Tarih: 1702… Ancak bunun yapılabilmesi o tarihte
İngiltere tahtında oturan Kraliçe Anne tarafından onaylanmalıydı.
Fransa’daki önceki İngiltere Kralı 2. James’in kızı olmakla birlikte onu tahttan
indirenlerden biri olan Kraliçe Anne, Sir Christopher Wren’e istediği onayı
vermeyince, bu plan suya düştü. Elbette onaylamazdı… Bu girişimin arkasında
Stuartistlerin bir oyunu olduğunu ya sezmiş ya öğrenmişti. Bunun üzerine Sir
Christopher Wren istifa etti. Kraliçe onu da umursamadı.
Ancak berikilerin umudu tükenmemişti. İç politikada küçük ve masum sayılacak bir
entrika çevirip, siyasete zaten pek meraklı olan Royal Society’nin o sıradaki
başkanı John Somers’in parlamentoya girmesini sağladılar.
197
SPEKÜLATİF MASONLUK
Böylece Isaac Newton Siyon Örgütü’nün liderliğinin yanı sıra Royal Society
başkanlığını da üstlendi. Bir kez daha Royal Society bünyesinde Stuartistlerin ve
Siyon Örgütü’nün emellerini gerçekleştirecek bir yapılanma oluşturmaya
giriştiler.
Yıllarca uğraştılar ama boşuna!… Olmadı; yürümedi; başaramadılar. Kraliçe
Anne 1714 yılında ölene kadar…
Birleşik Krallık tahtı, Alman Hanover hanedanından Georg Ludwig’e geçti.
Yeni kral, daha önce İngiltere’de olup bitenleri bilmezdi. Dolayısıyla yeniden
Masonluk çatısı altındaki organizasyonu deneyebilirlerdi. St. Paul Katedrali’ni inşa
eden locanın yanı sıra, tümüyle spekülatif nitelikli üç loca daha kurdular. Bunlara
öteden beri yapıcılık mesleği ve zanaatını uyguluyormuş süsü verdiler. Kısa bir
süre önce Royal Society üyeliğine alınmış Jean Théophile Désaguliers ile James
Anderson da onlara katılanlar arasındaydı.
Londra’daki bu dört locanın birleşerek, Londra Büyük Locası’nı kurduğu ilan
edildi. O tarihte varlığı ve örgütlenmesi zaten onaylanmış Operatif Masonluğun
yerini almış gibi gösterildi. İngiltere’de geleneksel yapıcılık mesleği ve zanaatının
yüzyıllara uzanan tarihine de, yöntemlerine de sahip çıkıldı.
Londra Büyük Locası’nın gerek kuruluşu sırasında gerekse izleyen yıllarda, Sir
Christopher Wren dışında bu örgütün ileri gelenlerinden hiçbirinin Masonluk ile
önceye dayanan bir bağlantısı yoktu.
İngiltere’deki operatif mason localarının bu oluşumu şiddetle protesto etmelerinin
nedeni işte budur. Birileri, Masonluğu ellerinden koparıp almaya kalkışıyordu.
Ancak Londra Büyük Locası’nın kuruluşu ne Siyon Örgütü’nün ne de Stuart
hanedanının işine yaradı. Çünkü önemli bir yanlışlık yapılmış, kurulan yeni
örgüte “federatif” bir nitelik verilmişti. Böyle olunca, her kafadan ayrı bir ses
çıkıyordu. Dolayısıyla gerek Stuartistler gerekse Siyon Örgütü İngiltere’den
umudu keserek, oluşturmuş bulundukları Spekülatif Masonluğu bu kez Fransa’da
farklı bir yapılanma altında yeniden denemeyi öngördüler. Masonluktaki yüksek
dereceler de başlangıçta bu amaçla oluşturuldu.
Tarihçilerin “yüksek dereceleri icat eden kişi” diye nitelendirdikleri Andrew
Michael Ramsay’ın arkasında Charles Radclyffe vardı; Isaac Newton’dan sonra
Siyon Örgütü’nün başına geçmiş olan kişi.
İşte Spekülatif Masonluğun ilk örgütlenişinin arka planı budur vesselam!
198
9
GENEL TARİHÇE ( IV )
Son Yüzyıla Bakış
199
SON YÜZYILA BAKIŞ
“Konvan” Kavramı
Masonlukta bağımsız masonik otorite ya da kuruluşların yetkili delegelerinin bir
araya gelerek yaptıkları ortak toplantıya “konvan” denir.
Böyle bir toplantıya aynı tür ya da aynı düzeydeki mason kuruluşlarının delegeleri
katılır. Örneğin simgesel derecelerde çalışan obediyanslar için düzenlenen bir
konvanda yüksek derecelerde çalışan mason kuruluşlarının temsilcileri yoktur.
Bir mason ritinin yüksek derecelerinde çalışan otoritelerin konvanlarında da
sadece o ritin aynı düzeydeki organlarının delegeleri bulunur.
Konvan genellikle uluslararası nitelik taşıyan bir toplantıdır. Bununla birlikte
kimi zaman aynı ülkede çalışan bağımsız kuruluşların ulusal boyutta konvanlar
düzenlediği de görülmüştür.
Bunların yanı sıra, bir mason kuruluşu, kendi başına bir konvan düzenleyip başka
mason kuruluşlarının temsilcilerini de çağırabilir. Ayrıca, yeni bir obediyans
kurulurken başka bağımsız mason kuruluşların bir araya gelip yaptığı toplantı da
konvan olarak anılır.
Özetle, konvanın asal tanımı yukarıdaki ilk tümcedeki gibi olmakla birlikte, bu
kavramın başka kapsamlarda da kullanıldığını görüyoruz. O nedenle bir mason
kuruluşu düzenlediği bir toplantıyı “konvan” olarak adlandırırsa, buna karşı
çıkılıp “Yo hayır, buna konvan denilemez.” tarzında bir söz yanlış olur. Hatta
yanlıştan da öte, bağnazlık olur.
Neden mi?
Çünkü «Benim dediğim doğrudur. Başka türlüsü olamaz.» tarzındaki bir tutum
bağnazlıktır da ondan…
200
SON YÜZYILA BAKIŞ
1875 tarihli Lozan Konvanı’nda, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin kimi
delegelerince bir “konfederasyon anlaşması” da imzalanmıştı. Bu anlaşma, ritin
dünya çapındaki bağımsız ve otoriter organları arasında eş güdüm sağlanmasını
öngörüyordu.
Bu ilk konvandan sonra, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin her ülkedeki
yetkilileri zaman zaman başka konvanlarda bir araya geldi. Ancak Avrupa’da
devletler arasındaki ilişkilerin giderek bozulması, hele Birinci Dünya Savaşı, bu
konvanların düzenli aralıklarla yapılmasını engelledi. Sonrakilerden hiçbiri 1875
tarihli ilk konvan kadar ilgi görmedi.
Bu anlattıklarımız bu bölümdeki konuların öncesindeki olaylardan bir özet…
Oysa buradaki konu kapsamımız uyarınca 20. yüzyıla gelmeliyiz.
ULUSLARARASI ÖRGÜTLER
20. yüzyıl öncesinde Masonlukta uluslararası boyutta
herhangi bir örgüt yoktu.
Bu konuda ilk girişimlere 19. yüzyıl sonlarına doğru
başlandı. Olumlu sonuçlar ise ancak Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra alınabildi.
1902 yılında İsviçre’nin Alpina Büyük Locası, “Masonik İlişkiler Uluslararası
Bürosu” adı altında bir örgüt kurdu. Bunun amacı dünya yüzündeki mason
kuruluşları arasındaki iletişimi güçlendirmek, kardeşçe ilişkileri geliştirmekti.
Örgüte birçok mason kuruluşunun üye olacağı, katkıda bulunacağı ve yapılacak
çalışmaları destekleyeceği sanılmıştı. Oysa ilgi gösterenlerin sayısı pek az oldu;
verdikleri destek de sınırlı kaldı.
Mason obediyansları henüz uluslararası iletişime hazır değildi. Dolayısıyla bu
örgüt birkaç yıl içinde kapandı gitti.
201
SON YÜZYILA BAKIŞ
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki mason kuruluşlarından birçoğu
aralarında bir sağlam birlik ve dayanışma oluşturmaya daha çok gereksinme duydu.
İlk girişimi verimsiz bir deneyim olarak kalan Alpina Büyük Locası, uluslararası
boyutta bir masonik örgütlenme için bir adım daha attı; 1921 yılında simgesel
derecelerde çalışan obediyansları İsviçre’nin Cenevre kentindeki bir konvana
çağırdı.
Uluslararası Masonluk Birliği (A.M.I.)
Cenevre’deki konvanda bir uluslararası birlik kurulması
kararlaştırıldı ve buna Fransızca olarak “Association
Maçonnique Internationale” adı kondu.
Birliğin ilkeleri özetle şöyle belirlenmişti:
Masonluğun amaçları insanlar arasında kardeşlik bağları oluşturmak,
gerçekleri araştırmak, ahlâkın iyileştirilmesine ve masonlar arasındaki
dayanışmanın geliştirilerek bunun insanlığa yaygınlaşmasına çalışmaktır.
Masonların görevi, insanlığın gerek maddî gerek manevî gelişimi gerek
düşünsel gerekse sosyal birlik ve bütünlüğü için itina göstermektir.
Masonluğun en önemli düsturu toleranstır. Masonlar gerek öz varlıklarına
gerekse tüm insanların vicdan özgürlüğüne saygılı olmalıdır.
Birlik üyesi olan tüm obediyanslar, bağımsızlıklarını korur; diğerlerinin
çalıştığı bölgelerdeki bağımsızlık, bütünlük ve egemenliğine de saygı
gösterirler. Bulundukları bölge bakımından yabancı obediyanslara bağlı olarak
çalışan locaların, o bölgedeki egemen obediyansa karşı düşmanca tavırlar
takınması önlenecektir.
Özellik şu son maddeye baktığımızda, o tarihte birçok yerdeki locanın kendi
ülkelerinde bir ulusal obediyans varken bile bir başka ülkedeki obediyansa bağlı
olarak çalıştığı açıkça görülüyor. Üstelik anlaşılan o ki bazı ülkelerdeki yabancı
localar, o ülkedeki ulusal obediyansa karşı yıkıcı bir tavır sergiliyordu.
Bunu bir bakıma henüz etkisi giderilmemiş sömürgeciliğin hatta emperyalizmin
Masonluğu kullanmakta olduğunun göstergesi sayabilir miyiz acaba?...
Öyle de olsa burada bir iyi niyet seziliyor. Bir bakıma deniyor ki “Siz bir ülkede
yabancı bir obediyansa bağlı olarak çalışmakta olsanız bile, o ülkede bulunan
ulusal obediyansa karşı saygılı davranın; kardeşliği öncelikli tutun.”
Bu belki birlik üyesi olanlarca benimsenebilirdi. Ya olmayanlar?...
A.M.I. hızlı bir gelişim gösterdi. Birliğe sonradan katılanlar oldu. 1924 yılında
üye obediyansların sayısı 42’ye yükselmişti.
202
SON YÜZYILA BAKIŞ
A.M.I. üç yılda bir değişik bir ülkede konvan düzenleniyordu. 1924 konvanını
geçelim; 1927 yılında Paris’te düzenlenen konvanda “bölgesellik” (territoralité)
olarak anılan bir kuralın uygulamaya konmasına karar verildi.
Buna göre A.M.I. üyesi bir obediyansın bulunduğu bir bölgede bundan böyle
yabancı bir obediyansa bağlı loca kurulmayacak, önceden kurulmuş localar da en
çok 10 yıl içinde ya ulusal obediyansa katılacak ya da çalışmalarına son verecekti.
İşte bu karar, hiç olmazsa o tarihte A.M.I. üyesi olan obediyansların Masonlukta
ulusallık niteliğine verdikleri önemin yansıması sayılabilir.
Aynı konvanda alınan bir diğer karar, A.M.I. üyesi olan obediyansların tüzük ve
ritüellerinde “Evrenin Ulu Mimarı” ya da benzeri bir kavrama yer verip
vermemeleri konusunda serbest olacaklarıydı.
İşte çatlama noktası!... +ler bireysel olarak çok toleranslı olabilir. Fakat mason
kuruluşları bu bakımdan daha katıdır.
Bu kararı uygun bulmayan obediyanslar A.M.I. üyeliğinden çekildiğini bildirdi.
Bunu fırsat bilen İngiltere Birleşik Büyük Locası, iki yıl sonra Masonlukta kısaca
“Tanıma Koşulları” olarak anılan bildirgesini ilan etti. Bunun üzerine birkaç
obediyans daha birlikten ayrıldı. (Bu konunun ayrıntılarını Masonluktaki
bölünmeleri inceleyeceğimiz 12. bölümde ele alacağız.)
Zayıflayan birlik 1936 yılından sonra toplanamaz oldu. 1950 yılında yeniden
gözden geçirilen ilke ve kurallar üzerinde uyuşma sağlanamayınca dağıldı.
Elbette bu olay Masonluktaki uluslararası örgütlenmelerin sonu demek değildi.
Belki bir süre böyle gidecekti; nitekim öyle oldu ama İngiltere Birleşik Büyük
Locası’nın güdümündeki Anglosakson Masonluğu topluluğu dışındaki bazı
obediyanslar yeniden bir araya gelmekten geri kalmadı. Az sonra göreceğiz.
Ancak şimdilik anlatımı tarih sırasına uyarak sürdürelim.
Evrensel Masonlar Birliği
Bu örgüt, 1905 yılında Avrupa’daki çeşitli mason obediyanslarının
kimi ileri gelenlerince, “Universala Framasona Ligo” adı altında
kuruldu. Bu nedenle adı “U.F.L.” olarak da kısaltılır ama bunun
Fransızcadaki karşılığı olan “Ligue Universelle de Franc-maçons”
adının kısaltması olan “L.U.F.” daha yaygın olarak kullanılmıştır.
Bu aslında bir “uluslararası örgüt” değildi. Her isteyen mason, bireysel olarak
üye olabilirdi. Bunların nasıl, hangi tutumda bir obediyansın üyesi olduğu
önemsizdi çünkü her mason bir obediyansı değil, kendisini temsil ediyordu.
Kuruluşun amacı, “masonların birbirlerine yakınlaşmalarını sağlamak, bunun
sonucunda yaygın bir masonik dayanışma oluşturmak” olarak açıklanmıştı. En
önemli temel ilkesi, “masonları, obediyanslar arasındaki çekişmelerden, ritler
arasındaki uyuşmazlıklardan bağımsız saymak” olarak ortaya konmuştu.
203
SON YÜZYILA BAKIŞ
L.U.F. üyeleri her yıl Avrupa’nın değişik bir yerinde toplanıyordu. Bilim, sanat,
felsefe, sosyoloji ve benzeri konular üzerinde konferanslar verilerek, bunların
üzerinde tartışma açılıyordu. Üyelerin bilgi ve kültür alışverişiyle yakınlaşmalarının
sağlanmasına çalışılıyordu.
Geçtiğimiz yaklaşık yüz yıl içinde bu kuruluşun çalışmaları zaman zaman sıklaştı,
zaman zaman ise unutuldu. Son yıllarda yeniden canlandı. Ancak bu kez her
ülkede bağımsız birer dernek kurulması, masonların kendi ülkelerindeki dernek
aracılığıyla üye olması öngörüldü.
Yürümedi.
Sonra ne oldu?...
Bu kitabın yazarı bu sorunun yanıtını bilmiyordu. Sizin için araştırdı ve şöyle bir
bilgi aldı: Hâlâ bireysel olarak ara sıra toplanıyorlarmış. (2018)
Lüksemburg Konvanı
1954 yılında bazı Orta ve Batı Avrupa ülkelerindeki büyük locaların yetkilileri
Lüksemburg’da bir ortak toplantı yaptı. Toplantının amacı, mason kuruluşları
arasındaki bölünmüşlük olgusuna bir çözüm bulmaktı.
Anglosakson Masonluğu topluluğunda yer alan obediyanslar zaten bu konvana
katılmamıştı. A.M.I. dağıldıktan sonra bile birliğin öngördüğü Masonluk anlayışını
benimsemeyi sürdüren obediyanslardan çoğu ise kendi ilkelerinden özveride
bulunmaya yanaşmıyordu.
Böylece Lüksemburg Konvanı da başarılı bir sonuç veremedi.
Ancak bundan böyle mason örgütlerinin anlayış ve eğilimleri arasındaki farklar
bakımından üçüncü bir kanat daha oluştuğu ortaya çıktı. Bu da İngiltere Birleşik
Büyük Locası’nın paralelindeki obediyansların benimsediği “tutucu” (muhafazakâr)
tavır ile karşıtlarının benimsediği “liberal” (özgürlükçü) anlayış arasında yer alan,
orta yollu ve “gelenekçi” ya da “gelenekselci” olarak nitelenebilecek bir tutumdu.
Bu günümüze kadar böyle sürdü mü?...
Hayır, sürmedi; süremezdi.
Hani politik rejim tutumu bakımından şöyle bir söz vardır ya: “Ya sağcısındır ya
solcu, bunun ortası, ortanın sağı solu yoktur.” benzeri…
Nitekim Lüksemburg Konvanı’nın da önderi sayılabilecek İsviçre Alpina Büyük
Locası başta olmak üzere böyle orta yollu bir tutumu benimseyen obediyansların
çoğu zaman içinde İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın dikte ettirdiği kurallara
boyun eğdi.
Buna karşılık yakın geçmişte İngiltere Birleşik Büyük Locası da biraz yumuşama
eğilimi gösterince, bu kez İngiltere’de aşırı tutucu bir başka obediyans doğdu.
204
SON YÜZYILA BAKIŞ
C.L.I.P.S.A.S.
1961 yılında Fransa’da kısaca C.L.I.P.S.A.S. olarak
anılan bir diğer örgüt kuruldu.
Bu örgütün, aslı Fransızca olan tam adı şöyledir: “Centre
de Liaison et d’Information des Puissances Maçonnique
Signataires de l’Appel de Strasbourg” (Strazburg
Çağrısını İmzalayan Masonik Güçlerin Haberleşme
Merkezi). Bazı yerde noktasız CLIPSAS biçiminde
yazıldığını da görebilirsiniz.
Başlangıçta 10 obediyansın bir araya gelmesiyle oluşturulan bu örgütün amacı
kısaca A.M.I. olarak anılmış Uluslararası Masonluk Birliği ile hemen hemen
örtüşüyordu ama benimsediği ilkeler yer yer farklıydı.
Bu kuruluşun ilkeleri şöyle belirlenmişti:
Tüm masonlar arasında, Masonluğun 1723 tarihli temel yasasına uygun bir
“birlik zinciri” oluşturulmalıdır.
Gelenekler, ritler, simgeler ve inançlar arasındaki farklılıklar göz önünde
tutularak, vicdan özgürlüğüne sonsuz saygı gösterilmelidir.
Tüm mason locaları ve mabetlerinin kapıları, tam ve yetkin bir locada
Masonluğa girmiş tüm masonlara açık tutulmalıdır.
İlginç değil mi?... Masonluğun ta 1723 tarihli özgün temel yasasına dönülüyor.
Ancak bu arada şunu da göz ardı etmemeli: Başta Fransa Büyük Doğusu olmak
üzere bazı Avrupa obediyansları, o temel yasaya boşveriyor.
C.L.I.P.S.A.S. bu temel ilkelerin ışığında tüm masonları vicdan özgürlüğüne ve
karşılıklı toleransa dayanan birlik zincirine katılmaya çağırdı.
Önceleri pek az sayıda obediyans katıldı. l980’li yıllarda gösterilen ilgi arttı.
Sonra Anglosakson Masonluğu topluluğu içinde yer almayan birçok obediyans
üye olmak istedi. Bu kez C.L.I.P.S.A.S. daha titiz bir tutum takınmaya, üye
olmak üzere başvuranlar hakkında sıkı bir soruşturma süreci başlattı.
C.L.I.P.S.A.S. “A.M.I.’nin mirasçısı” olarak da nitelenir ama bu iki örgüt
arasında çok önemli bir fark vardır: A.M.I.’nin üyesi olacak obediyansların
yalnızca “erkek üye” kabul etmesi gerekliydi. C.L.I.P.S.A.S. ise Masonlukta
kadın erkek ayırımı yapılmasına karşı çıkmış, kadın obediyansları ile karma
obediyansları da üyeliğe kabul etmiştir.
Günümüzde (2018), bu örgütün 100’den fazla üyesi vardır. Bu sayı giderek artış
eğilimi göstermekte ama örgütün kendi içinde yönetimsel ve mali sorunları olduğu
görülmektedir. Bundan ötürü, 20. yüzyıl sonlarında bu kuruluştan ayrılıp
Avrupa’da bir başka örgütlenme arayışına girişmiş olanlar da görülmüştür. Şunu
da ekleyelim: Türk ulusal obediyanslarından Özgür Masonlar Büyük Locası ile
Kadın Mason Büyük Locası bu örgütün üyelerindendir.
205
SON YÜZYILA BAKIŞ
Catena
Gerek yalnızca kadınları üyeliğe alan obediyanslar gerekse karma büyük localar
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızlı bir gelişim gösterdi. Avrupa’da “üvey
loca” kavramı tümüyle tarihte kaldı. İngiltere Birleşik Büyük Locası kadınların
mason olabilmelerine karşı çıkmayı sürdürdü ama Amerika Birleşik Devletleri,
Kanada ve Avustralya’da birçok kadın mason locasının kurulması engellenemedi.
Ya sonra?
Sonra İngiltere’de de hem bir kadın mason büyük
locası hem karma büyük loca kuruldu. İngiltere Birleşik
Büyük Locası baktı ki bu gelişimi engelleyemiyor, bu
obediyanslara resmen “düzenli” (muntazam) olarak
tanımasa da olumlu ilişkiler içine girdi.
Gerek kadın mason büyük locaları gerekse karma obediyanslar da uluslararası
örgütlenmeye yöneldi. 1971 yılında Avrupa’da bazıları bir araya gelerek
“Catena” (Latincedeki anlamı “zincir”) adı altında bir uluslararası örgüt kurdu.
Bu örgüt C.L.I.P.S.A.S. ile zıtlaşmaya girmedi; ayrı ayrı olmalarına karşılık
zaman zaman iş birliği etmekten geri kalmadılar. Zaten Catena’nın üyesi olan
obediyanslardan birçoğu, aynı zamanda C.L.I.P.S.A.S.’ın da üyesiydi.
1980’li yıllarda üyelerinin sayısı hızla arttı. Her ne kadar C.L.I.P.S.A.S. kadar
gelişip yaygınlaşamadıysa da bunun nedeni karma çalışmayan obediyansların
Catena’ya üye olamamasıdır. Sonuç: Günümüzde (2018), Catena’ya üye olmuş
sadece 7 obediyans vardır.
C.L.I.M.A.F.
Catena’dan önce bu örgütten söz etmek belki daha
doğru olurdu. Neyse, siz sıralamaya bakmayın; bunu
da ayrı bir başlık olarak görün,
Bu örgütün CLIMAF olarak da görülebilen kısaltılmış
adının Fransızcadaki açılımı şöyle: “Centre de Liaison
International de la Maçonnerie Féminine” (Kadın
Masonluğu Uluslararası İletişim Merkezi).
1982 yılında kurulmuş olan bu uluslararası örgüt, sadece kadın mason büyük
localarını üyeliğe kabul etmektedir. Kuruluşunun üzerinden hayli zaman geçmiş
olmasına karşın büyük bir gelişim gösterememiştir ama varlığını ve düzenli
çalışmalarını sürdürmektedir. Günümüzde (2018) sadece 8 üyesi vardır.
«Neden bu kadar az?» diye sorulacak olursa, bunun yanıtı “yeryüzünde sadece
kadınları üyeliğe kabul eden obediyansların sayısının az oluşu” diye verilebilir.
Türkiye’deki ulusal obediyanslardan Kadın Mason Büyük Locası da bu örgütün
üyelerindendir.
206
SON YÜZYILA BAKIŞ
207
SON YÜZYILA BAKIŞ
Bunlardan biri 2010 yılında İtalyanların önderliğinde
kurulduğundan İtalyanca “Unione Massonice del
Mediterraneo” (Akdeniz Mason Birliği) adını taşıyor.
208
SON YÜZYILA BAKIŞ
20. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere’de ilginç bir yasa çıktı. Özellikle devlet
memuru statüsünde olan masonlar, Masonlukla olan bağlantılarını açıklamak
zorunda tutuldu. Bunu pek az açıklayan oldu. Geri kalanlar ise ya devletteki
görevinden ya da aramızdan ayrılmayı yeğledi.
Bunun üzerine sitemli bir yaklaşımla «Demek Masonluk onlar için o kadarmış!
Bireysel çıkar kaygıları Masonluktan daha üstünmüş!» demeyin. Masonluk
hiçbir mason için bir asal meslek, bireysel yaşamından daha önemli bir kurum
değildir. Masonluğun amaçları doğrultusunda, Masonluğun ilkelerini gözeterek
çalışmak için bir mason locasında “kayıtlı üye” olmak da zorunlu değildir.
Bunlara karşın az sonra birtakım yaklaşık bilgiler vereceğiz. Ancak hiçbirinin
yeterince güvenilir sayılmayabileceğini peşinen belirtmekte yarar var.
Kimileri şöyle bir soru atar ortaya: «Masonlukta “daha çok sayıda loca ve daha
çok mason” mu yoksa “amaç ve ilkelerin içtenlikle benimsenerek birlik ve
bütünlük içinde çalışıp olumlu üretimde bulunmak” mı önemlidir?»
Önce bu sorunun ilk bölümünü ayırıp bir başka soru haline getirelim: «Daha çok
sayıda mason mu yoksa daha çok sayıda loca mı önemlidir?»
Masonluğun amaçlarını göz önüne alacak olursak, daha çok sayıda masonun olması
önemlidir.
Ancak bu bağlamda o “daha çok sayıda mason”un amaç ve ilkeleri içtenlikle
benimsemiş ve sahiplenmiş olması da gereklidir. Sırf “mason” unvanını almış ama
gerçekten mason olmayı içselleştirememiş bir sürü insan olsa da olur olmasa da…
Hatta olmaması belki olmasından bile daha iyidir. Mason unvanını almamış ama
gerçekten de “mason” niteliği taşıyan, masonların “önlüksüz mason” dediği
kişilerin çokluğu Masonluk açısından daha yararlıdır.
Konuya bir obediyansın açısından bakacak olursak, daha çok sayıda loca daha
çok sayıda masona oranla öncelik taşır. Çünkü bir obediyansın gücü, üyelerinin
sayısıyla ölçülür. Ancak bir obediyansın üyeleri de masonlar değil localardır.
Şimdi asıl soruya dönelim…
Bunun yanıtı, masonların eğilim ve öznel değer yargılarına göre değişir. Masonlar
basmakalıp birbirinin aynı kişiler değildir ki... Çoğu, her ikisinin birden aynı anda
ve bir arada olması gerektiğini söyler.
Ancak Masonluğun yeryüzündeki genel görünümüne şöyle bir bakılınca, sayısal
çoğunluğu elinde tutanların her yerde daha etkili olduğu izleniyor.
Belki hani “Ülkü Mabedi” kavramını da göz önünde tutarak bugüne değil de
olası gelecek umuduna önem verenler olabilir. «Masonluğun geleceği farklı
olacaktır.» diye düşünür, güncel olguyu önemsemeyebilirler.
Keşke gerçekten de öyle olsa!...
209
SON YÜZYILA BAKIŞ
Tarihsel geçmişe bakılırsa yani konu Masonluğun genel tarihi bakımından ele
alınırsa, Masonlukta sayısal durumun hayli önemli olduğu görülür. Çağdaş
Masonluk spekülatif nitelikli bir kurum ve bir topluluk olduğu için, “nitelik”
(kalite) öncelik taşır. Fakat günümüze gelinceye dek bu yalnızca bir dilek olarak
kalmış, çoğu yerde “nicelik” (kantite) hep daha ağır basmıştır. Masonluk
açısından umut yitirilmemeli ama gerçeklerde görülmelidir.
210
SON YÜZYILA BAKIŞ
211
SON YÜZYILA BAKIŞ
2004 yılında İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın yumuşayan tutumuna karşı
çıkan “Regular Grand Lodge of England” (Düzenli İngiltere Büyük Locası) adlı
yeni bir ulusal obediyans kurulmuşsa da pek etkili bir çalışma göstermemiş,
gelişimi sınırlı kalmış, dolayısıyla İngiliz Masonluğunun genel durumunda pek
önemli bir değişiklik olmamıştır.
İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın sadece İngiltere’de en az 7500, ayrıca başka
ülkelerde 1000 kadar locası vardır. Üyelerinin toplam sayısı belirtilmiş nedenden
ötürü azalmışsa da 300 bin dolayındadır
İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın Masonluktaki erkinin yalnızca bu kitlesel
güçten ileri geldiği söylenemez. İngiliz Masonluğu, 18. yüzyıldan beri gücünü
hep korumuş, Büyük Fransız Devrimi’nin dışında kalmış, 20. yüzyıldaki dünya
savaşlarında Kıta Avrupası’ndaki obediyansların başına gelenleri yaşamamıştır.
Dış politikasını, -özellikle dış ekonomik ilişkilerini- Masonluk ile bağdaştırıp
yürütmeyi başarmıştır.
1910-1936 yılları arasında, İngiltere Kralı 5. George aynı zamanda İngiltere
Birleşik Büyük Locası’nın büyük üstadı olduğu için, 20. yüzyılda da İngiltere’nin
dış ekonomik politikası, masonik ilişki ve bağlantılar üzerine oturtulmuştur.
(Günümüzde İngiltere’de büyük üstadın kral ailesinden olması zorunludur.)
İskoçya
Siyasal bakımdan İskoçya 17. yüzyıldan beri Birleşik Krallığın (United Kingdom)
bir bölümüdür. Buna karşılık, İskoçya Büyük Locası, Anglosakson Masonluğu
topluluğunda yer almakla birlikte bağımsız bir obediyanstır. İngiltere Birleşik
Büyük Locası’na bağımlı değildir. Üstelik Masonluktaki çalışma yöntemleri de
İngilizlerden hayli farklıdır.
Bu nedenle, İngiltere’de yakın geçmişte görülmüş, özellikle “magazin” türündeki
basın ve yayın örgütlerini ilgilendirir türdeki olaylar, İskoçya’daki Masonluğu
pek etkilememiştir.
İskoçya Büyük Locası, kitlesel güç bakımından ilginç bir tarzda İngiltere Birleşik
Büyük Locası’nın ardındaki sırayı alır. Çünkü İskoçya’da 700 kadar mason locası
vardır ama bunlara bir de dış ülkelerdeki 450 kadar loca eklenir. Üyelerinin toplam
sayısı 100 bin dolayındadır.
İskoçya’nın nüfusunun İngiltere’nin nüfusunun onda biri kadar olduğu göz önüne
alınırsa, İskoçya’da Masonluğun İngiltere’den çok daha yaygın olduğu görüşüne
varılabilir.
İrlanda
Masonluktaki kitlesel gücü küçümsenemeyecek bir diğer obediyans da İrlanda
Büyük Locası’dır.
En ilginç olgusu, -daha önce anlatmış olduğumuz üzere- tarihteki ilk kadın mason
olan Elizabeth Aldworth’un İrlandalı oluşudur; adı büyük locanın kayıtlarında ikinci
sırada yer almayı sürdürmektedir.
212
SON YÜZYILA BAKIŞ
213
SON YÜZYILA BAKIŞ
Bu kitabın Türkiye’deki Masonluğun yakın tarihimizdeki geçmişini özetle ele
alacağımız 17. bölümünde, bu olgunun Türk Masonluğu’nu da nasıl etkilemiş
olduğunu göreceğiz.
Fransa
Yukarıda saydıklarımızdan sonra, Masonluktaki kitlesel güç bakımından en önemli
ülke Fransa olsa gerektir.
Günümüzde Fransa’da, ikisi karma ve biri yalnızca kadınlara özgü olmak üzere
10 obediyans bulunuyor. Bunların çoğu Özgürlükçü Masonluk kanadında, bir teki
(Fransa Ulusal Büyük Locası) Anglosakson Masonluğu topluluğunda… Genel ve
ayırımsız olarak Fransa’daki locaların toplam sayısının 4000 dolayında olduğu
söylenebilir. Gene ayırımsız olmak üzere, bu localarda 130 bin kadar mason
bulunmaktadır.
Günümüzde Fransa’daki Masonluğun diğer ülkelere oranla en önemli farklarından
biri, özellikle bu ülkedeki en büyük mason kuruluşu olup, Fransa Büyük Doğusu
(Grand Orient de France) adını taşıyan obediyansın âdeta çok güçlü bir “sivil
toplum örgütü” gibi çalışmakta oluşu, bu kadarla kalmayarak iç politikaya bile
etkin bir biçimde bulaşmasıdır.
Şimdi belki «Bu nasıl olur?... Masonluk politikayla uğraşmaz denilmez mi? Bu,
Masonluğun asal düzen kurallarından biri değil midir? Politikayla uğraşan bir
mason örgütü düzenini yetirmiş sayılmaz mı?» diye art arda pek de yanıt
beklemeyen birkaç soru sorabilir, dolayısıyla Fransa Büyük Doğusu’nun bu
tutumunu Masonluğa aykırı bulduğunuzu belirtebilirsiniz.
Haklı olabilirsiniz.
Ancak bu haklılığınız görelidir. Masonluğun benimsemiş olduğunuz ilkelerine ve
alışagelmiş olduğunuz geleneksel yöntemlerine göredir. İlkeler, gelenekler,
yöntemler, kurallar zaman içinde değişime uğramaktadır. Nitekim çağdaşlık bunu
gerektirmektedir. Fransa Büyük Doğusu’nun bu tutumuna benzer girişimlerde
bulunan başka obediyanslar da vardır.
Belki asıl sorulması gereken soru şudur: «Bu değişime neden Fransa Büyük
Doğusu başlamış?»
Konuya dünyadaki Masonluğun geneli açısından bakarsak, Fransa Büyük Doğusu
öteden beri “yaramaz çocuk” olarak nitelendirilebilir.
Masonluğun Temel Yasası’nı örnek alın. Gerçi bu konuya Masonluktaki yasaları
inceleyeceğimiz 11. bölümde bakacağız ama daha önce de belirtmiş olduğumuz
üzere, Fransa Büyük Doğusu 19. yüzyılın ikinci yarısında kendi açısından
bambaşka bir temel yasa benimseyerek ortaya koydu. Bu kadarla kalmadı; Ant
(Yemin) Kürsüsü üzerinde bulunması gereken kitap ya da kitapları, -nitelikleri
her ne olursa olsun- hepten kaldırdı. Ritüelik olarak “Masonluğun olmazsa
olmazı” sayılan “Evrenin Ulu Mimarı” kavramını bile kullanmaz oldu. Kendisine
göre bir gerekçesi ve haklılığı olan bu tutum başka obediyanslara da yansıyor.
214
SON YÜZYILA BAKIŞ
Brezilya
Fransa’dan sonra okyanusun öte yanına uzanıp Brezilya’ya geçişimizin nedeni,
Masonluğun bu ülkede çok tutulup yaygınlaşmış olmasıdır.
Brezilya’da Masonluk, 19. yüzyıl ortalarından bu yana çok gelişim göstermiş,
bazısı birbirinden hayli uzak eyaletlerde olduklarından, bazısı da masonlar
arasında yönetimsel konulardaki anlaşmazlıkların sonucu olmak üzere birçok
obediyans kurulmuştur.
O kadar çok ki yaklaşık bir sayı varmak bile olanaksız: Yüzlerce…
Kimisi “büyük loca”, kimisi “büyük doğu”, kimisi “federasyon”.
Kimisi salt erkekler, kimisi salt kadınlar için; kimisi karma…
Bunlara bağlı locaların toplam sayısı ise 5000’e yakın. Bu ülkede 220 bin kadar
mason bulunduğu hesaplanıyor ama belki daha da çok.
Orta ve Güney Amerika Ülkeleri
O kadar çok ki hangi birisinden söz etmeli…
Bunlara teker teker ele alacak olursak, sayfalar doldururuz.
En iyisi, hepsini bir başka çalışmada incelemek olacak.
Buna karşın Orta ve Güney Amerika’da etkin olan büyük locaların sayısının
yüzlerce olduğu göz önünde tutulursa, uluslararası nitelikli bu örgütlerin üye
sayısının pek sınırlı kalmış olduğu gibi bir yorum yapılabilir.
215
SON YÜZYILA BAKIŞ
Almanya
Yine Avrupa’ya dönelim…
Anglosakson Masonluğu topluluğunda Almanya çok önemli yer tutar. Çünkü
Alman Masonluğu’nun öteden beri kendine özgü bir yapısı vardır; her an bu
topluluktan kopma eğilimi gösterebilir.
Birinci Dünya Savaşı, Masonluğa en çok Almanya’da zarar vermişti. Buna
karşın Almanya, Masonluğun Kıta Avrupası’ndaki en gelişmiş ve yaygınlaşmış
olduğu ülkelerden biri olma niteliğini korumuştu. Ancak 1930’lu yıllarda Nazi
iktidarı, Almanya’daki diğer birçok halk örgütüyle birlikte tüm mason localarını
yerle bir etmişti.
Öyleydi ama birkaç yıl sonra farkında olmadan Masonluğa çok değerli, güzel bir
katkıda bulundu.
Bu katkı nedir, biliyor musunuz?...
Masonluğa “unutma beni” adı verilen bir çiçeğinin motifinden oluşan, 1940’lı
yıllarda iktidarın masonlarla bağlantısı olduğunu bilmeden verdiği izinle
kardeşlerin birbirlerini tanıyabilmek için yakalarına taktığı, savaştan sonra
dünyanın hemen her yerinde kullanılmasına başlanmış bir rozet…
216
SON YÜZYILA BAKIŞ
İtalya’daki Masonluk ile bağlantılı olmak üzere bir diğer konuya değinmeden
geçemeyiz. Aslında belki siz de bu konunun özetle anlatılmasını isteyecektiniz.
İtalya’da Masonluğun adı, diğer hiçbir ülkede görülmemiş boyutta politikaya ve
çeşitli skandallara karışmıştır.
Hatta bu yüzden “İtalyan Masonluğu, yakın geçmişimizde dünyada genel olarak
Masonluk hakkındaki yanlış kanıların doğmasına neden olmuştur.” diyenler bile
vardır.
Söz konusu olaylar arasında dünya çapında en çok duyulup yankı uyandırmış
olanı “P2 Locası Skandalı” adıyla anılmaktadır.
Bu olayda sözü edilen P2 (Propaganda Due) adlı loca, 1966 yılında kurulmuş
bir özel locaydı. Bu locaya Masonluğa girmeye istekli ama “mason” olduklarının
bilinmesini kesinlikle istemeyen kişiler alınıyordu. Dolayısıyla toplantılarına
kendi üyelerinden başka hiç kimse katılamıyordu. Bu nedenden ötürü isterseniz
bu locayı “kayıt dışı loca” olarak da niteleyebilirsiniz.
1969 yılında bu locanın başına geçen Lucio Gelli, kendi bildiğince gizli kapaklı
işler çevirmeye başlamıştı. Bu yüzden, 1976 yılında bu loca resmen kapatıldı.
Ancak Gelli bazı parlamenterleri, üst düzey bürokratlar ile yüksek rütbeli
subayları ve özel sektörden kimi önemli çehreleri toplamış olduğu bir gizli
örgütün etkinliklerini aynı locanın adı altında yürütmeyi sürdürdü.
Gelli, örgütünün üyelerinden çeşitli yollarla devletin önemli bilgi ve sırlarını
sızdırmaktaydı. Aslında bu örgüte katılmış olanlar, bir özel mason locasının
üyesi olduklarını sanıyordu. Kimileri de şantaj ile bu çatı altında tutuluyordu.
Bu örgüt hakkında bir rastlantı sonucu bazı bilgiler elde edilip soruşturma
derinleştirilince, Gelli’nin Sovyet Gizli İstihbarat Örgütü KGB ile de ilişkisi
bulunduğu, İtalya’da ekonomik ve politik dengesizlikler yaratmaya çalıştığı
anlaşıldı.
Bu skandalın ardından İtalya’da büyük boyutlu yolsuzluklar ve birçok dolambaçlı
düzenek ortaya çıktı. Üstelik açığa çıkarılan olgular ve sorunlar sadece İtalya’yı
ilgilendirmekle kalmadı; uluslararası boyutta ilişkileri de içerdiğinden, başka
ülkelere de uzandı ve dünya çapında büyük yankı uyandırdı.
Şunu sorabilirsiniz: «Bu olayın Masonluk ile ne ilgisi var?»
217
SON YÜZYILA BAKIŞ
Aslında doğrudan bir ilgisi yoktur ama İtalya Büyük Locası bunun zamanında
farkına varıp gerekli önlemleri almadığı için, zincirleme birbirine bağlı olan bir
entrikalar ve olaylar dizisi Masonluğa karşıt (antimasonik) girişimler çerçevesinde
“büyük bir masonik skandal” olarak nitelenmiştir.
İtalyan Masonluğu bu olaydan ötürü çok sarsıldı ama kendisini toparlamayı bildi.
Bununla birlikte günümüzde İtalya’da birbirinden ayrı o kadar çok mason örgütü
var ki bunlardan hangisinin düzenli hatta doğru dürüst, hangisinin düzensiz hatta
uyduruk olduğunu söylemek bile çok zor.
Komünist Ülkeler
20. yüzyılda, Nazizm ve Faşizmin yanı sıra Komünizm de özellikle Avrupa’daki
Masonluğu olumsuz yönde etkiledi.
Daha önce değinmiş olduğumuz üzere; 1917 yılında Rusya’da çarlık alaşağı
edildiğinde başbakanlığa atanan Alexander Fyodorovich Kerensky, Rusya’yı
ancak masonların kurtarabileceği gibi pek fantastik bir görüşe kapılmıştı. Bu
nedenle de yalnızca masonlardan oluşan bir hükümet kurdu. Üstelik bunu açıkça
ortaya koymuştu.
İzleyen aylar içinde Rusya’da hiçbir olumlu ekonomik gelişme görülemedi hatta
işler daha da kötüye gitti.
Ekim ayında Bolşevikler iktidara geçince, Rusya’nın bu hale düşmesinin
faturası Masonluğa çıkarıldı.
Rusya’da Masonluk yasaklandı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Komünist
rejime geçen ya da geçmek zorunda bırakılan diğer Avrupa ülkeleri de birbiri
ardınca Rusya’yı izledi. Uzun yıllar boyunca birçok ülkede Masonluğun sözü
bile edilemez oldu.
Konu genelde “komünist rejim” olunca, bir zamanlar “Doğu Bloku” diye anılan ve
uzun süre Sovyetler Birliği’nin güdümü altında kalmış ülkelerde, Masonluğun
günümüzdeki durumunun ne olduğu sorusu ister istemez ortaya atılır.
218
SON YÜZYILA BAKIŞ
Almanya’da “Berlin duvarının yıkılması” olarak anılan olaydan bir süre sonra
Doğu Almanya’da masonik etkinlikler yeniden başlamış, Almanya’da özgün
birleşme sağlanınca iyice hızlanmıştır.
Polonya, Çekya, Slovenya, Macaristan, Romanya, eski Yugoslavya’nın yerine
geçen ülkeler, Bulgaristan, Arnavutluk, Ukrayna ve Rusya Federasyonu’nda
localar kurulmasına başlanmıştır.
En hızlı gelişim yine Rusya’da görülmektedir. Yakın geçmişimizde hem Rusya
hem diğer eski Doğu Bloku ülkelerinde, yalnızca simgesel derecelerde çalışan
locaların değil, ileri ve yüksek derecelerde çalışmak üzere atölyeler kurulması için
girişimlerde bulunulduğu da izleniyor. Başka ülkelerin obediyanslarına bağlı
localar giderek azalıyor.
Bu ülkelerde simgesel derecelerde çalışan locaların sayısının giderek arttığı, bir
araya gelerek büyük localar oluşturmaya başladıkları bir evreye girildi.
Bunlardan bazıları Anglosakson Masonluğu’na, bazıları ise Liberal Masonluğa
eğilim gösteriyor. Tarihte olduğu gibi, günümüzde de bu konu, ne yazık ki salt
masonik değil öncelikle politik ve ekonomik etkiler altında gelişiyor.
Diğer Ülkeler
Gerek 20. yüzyıl boyunca gerekse 21. yüzyıl başındaki durum bakımından bu
bölümde anlatmış olduklarımız aslında pek sınırlı kaldı. Sözü pek uzatmamak
için yakın geçmişin eskiye oranla pek daha iyi bilenen birçok olayına, yüzlerce
ülkedeki mason örgütlerine hiç değinmeden geçtik.
Ancak genel olarak şunu gördük ki dünya yüzünde Anglosakson Masonluğu
diğerlerine oranla ok daha güçlü... Buna karşılık liberal ya da özgürlükçü nitelikli
Masonluk ağır ağır daha çok yandaş topluyor.
Avrupa’nın birçok ülkesine değinmedik.
Afrika’dan, Orta Doğu’dan, Asya’dan, Uzak Doğu’dan hiç söz etmedik.
Oralarda mason locaları ve obediyansları olmadığı sanılmasın. Belki beklemezsiniz
ama Çin’de bile bir büyük loca var; hem de hayli gelişmiş bir büyük loca…
Acaba siz hangi ülkedeki Masonluğun bugünkü durumunu merak eder, en azından
şöyle bir göz atmak istersiniz?...
Buraya bir ülkeler listesi konulabilir ve ayrı ayrı bağlantı adresleri verilebilirdi.
Ancak gelin bunun yerine size internete girmenizi önerelim. Hangi ülke ilginizi
çekiyorsa, onun bilgilerine kolayca ulaşabilirsiniz.
Bu yöntemden hiç de hoşlanmamış olabilirsiniz. Elbette… Aramak zahmetli iş…
Üstelik ulaşacağınız adreslerde verilen bilgiler Türkçe olmayacak. Bütün bunları
bir kitap kapsamında toplamak da zor. Üstelik herhangi bir basılı kitapta verilen
ansiklopedik nitelikli bilgiler de bir bakıyorsunuz eskimiş, geçersiz kalmış.
219
SON YÜZYILA BAKIŞ
Ne var ki devir hızla değişiyor. Basılı kitapların yerini “e-kitap” olarak anılan ve
elektronik ortamda okunan kitaplar alıyor. Geçmişte kütüphane raflarına dizilen
cilt cilt ansiklopedilerin yerini çok daha geniş çaplı, üstelik her an güncellenen
internet siteleri alıyor. Aradığınızı bulmak için sayfalar içinde boğulmak zorunda
kalmıyorsunuz; bir tıklama yetiyor.
O nedenle biz de bu bölümü böyle bir öneriyle bitirdik.
Kuşkusuz, Masonluğun dünyadaki genel çeşitli ülkelerdeki özel durumu
üzerine bilgi edinmek için internet ile yetinmek zorunda değilsiniz. Bu konuda
günümüze daha yakın tarihte geçerli bir çalışma da yapılabilir.
220
10
Ritler
221
RİTLER
Böylece Masonluğun tarihi boyunca oluşmuş toplam 600 kadar farklı rit adı
belirtme olanağı doğar.
Günümüzde varlığını sürdüren mason ritlerinin toplam sayısı ise iki elin
parmaklarıyla sayılabilir.
Her mason riti kendisinin “asıl” ve “en önemli” hatta “tek doğru ve geçerli”
olduğunu ileri sürer.
Ritlerin bu savını olağan karşılamak gerekir. Çünkü öyle bir savı olmazsa, o rit
kendisine yandaş bulamaz.
Kuşkusuz kardeşlerin bağnaz olmaması, kendilerini bir başka masonik sistemi
yeğleyip izleyenlerden daha üstün görmemeleri beklenir ama her birimizin üyesi
olduğumuz kuruluşun uyguladığı sistemi öncelikli tutması da pek doğaldır.
222
RİTLER
Bu üç tezden sonuncusu İngiliz masonların bakış açısıydı. Yüksek dereceleri hiç
hoş karşılamıyorlardı. Böyle bir şey büyük locanın otoritesini zedelerdi. Çünkü
localar “büyük” sıfatının üstünde “yüksek” olmayı taslayan bir başka gücün
yönetimi altına giremezdi. Bunların geleneksel yapıcılık mesleği ile de hiçbir
ilişkisi olmadığına göre, bu dereceleri “uydurma” olarak nitelediler.
Bunlar, yazar kardeşlerimizin kitaplarında belirtilmiş olan nedenlerdir.
Oysa yakın geçmişimizde ortaya bir de Siyon Örgütü ile bağlantılı bilgiler çıktı.
Buna bakılırsa, yukarıdaki tezlere bir dördüncüsünü eklemek gerekir.
4) İngiltere’de kurulmuş olan büyük loca, başlangıçtaki kuruluş amacını terk
etmiş, bambaşka bir yol tutmuş, ne Stuartistlerin ne de Siyon Örgütü’nün
işine yaramıştı. Localarda demokratik, locaların oluşturduğu büyük locada
federatif bir yönetim sistemi oluşturulunca, her kafadan ayrı bir ses çıkar
olmuştu. Böyle olacağı düşünülememişti. Ancak Spekülâtif Masonluğun çekici
bir kurum olduğu da açıkça ortaya çıkmıştı. Bu kuruma bambaşka bir biçim
verilmeli, otokratik yani liderin tartışılmaz otoritesine ve onun yanındakilerin
kararlarına uyulması sağlanmalıydı. Bunun için de büyük locadan farklı,
onun ötesinde yer alan bir yüksek dereceler dizgesi oluşturulmalıydı.
İlk Yüksek Dereceler
Yüksek derecelerin kurulmasına İskoç asıllı Andrew Michael Ramsay tarafından
başlandığı kabul edilir.
Ramsay, Royal Society üyesiydi ve Stuartlar ile de pek yakın ilişkileri vardı.
“Masonluğun kaynakları” üzerine bir kuram oluşturmuştu. 1737 yılında bunu
Fransa’daki locaların bir genel kurul toplantısının ardından düzenlenen agapta
verdiği söylevde ortaya koydu. Özetle şöyle diyordu:
“Spekülâtif Masonluğun kaynağının, yapıcılık zanaatı kuruluşlarının
tarihsel evreleriyle ilgisi yoktur. Operatif Masonluk, Çağdaş Masonluğun
düzenli bir şekilde örgütlenebilmesini sağlamak amacıyla kullanılmış
olan bir dış kalıp ya da bir olanaktan başka bir şey değildir. Spekülâtif
Masonluğun asıl kökeni, kısmen askerî kısmen dinsel nitelikli amaçlarla
kurulmuş şövalyelik tarikatlarındadır.”
Ramsay, tarihteki şövalyelik tarikatlarını övgüyle “Atalarımız olan Haçlılar”
diye anmıştı. Masonluğun standartlaşmış üç derecesinin üzerine üç de yüksek
derece ekledi. Bunların sonuncusu “Tapınak Şövalyesi” derecesiydi. [Söylevin
tamamının dilimize yapılmış bir çevirisi de var. Ancak bu apaydı-rı bir başlık
altında incelenmeli.]
Böylece İngiliz Masonluğu’na rakip olarak İskoç Masonluğu doğmuş oldu. Bu
sistem, çağdaş Masonlukta EKOSİZM olarak anılan mason ritleri kümesinin
temelini attı. Çok sonra “Eski İskoç Riti” olarak da anıldı.
Yüksek dereceler, birkaç yıl içinde Fransa’da hızlı bir gelişim temposu içine
girdi. İngiliz masonlar buna şiddetle karşı çıktı ama bu derecelerin İngiltere’ye
sokulmasını da engelleyemediler. Ancak, bu bağlamda İngiltere’deki gelişmeler
apayrı bir yol tuttu. (Bunu daha sonra göreceğiz.)
223
RİTLER
Aforoz
Fransa’daki ilk mason riti kurulurken, Katolik Kilisesi de Masonluğun aforoz
edildiğini duyurdu.
Nasıl olmasın ki?... Katolik Kilisesi’ne göre Tapınak Şövalyeleri, dört yüzyıl kadar
önce ortadan kaldırılmıştı. Ancak tarikatın arta kalan üyelerinin gizlice çalışıp bir
gün yine canlanmak üzere hazırlandığına, üstelik Kilise’den öç alacaklarına
ilişkin söylentilerin ardı arkası hiç kesilmemişti. Bu konu, Katolik Kilisesi için
yüzyıllardan beri âdeta bir kâbus gibiydi. Anlaşılan aradan bunca zaman geçmiş
olmasına karşın bu paranoya giderilmemişti.
Aforozun Spekülatif Masonluğun gelişimi üzerindeki etkisi sınırlı kaldı. Hele
İngiltere ve Fransa’da hemen tümüyle göz ardı edildi. Çünkü İngiltere’de zaten
Anglikan Kilisesi kurulalı beri papanın yetkileri tanınmıyordu. Fransa’da ise
geçerli olabilmesi için ise parlamento tarafından onaylanmalıydı ama bu onay
verilmemişti. Hele Fransa’daki durum, daha sonra papaları çileden çıkaracak bir
boyuta vardı ama bunun Masonluk ile bağlantısı kurulamaz.
Fransa’daki İlk Ritler
Fransa’da kurulduğu bilinen ikinci rit İrlanda Riti oldu. Aslında İrlanda halkı
bağnazlığa varır ölçüde Katolik idi. İrlanda’da mason localarına karşı saldırılar
düzenlenmiş, bunun üzerine birçok kardeş ülkesinden ayrılmak zorunda kalmış,
çoğu Fransa’ya göçüp orada bir tür İrlandalı mason kolonisi oluşturmuştu.
Fransa’da yerleşmiş Stuartist masonlar, Charles Edward Stuart’ın İngiltere tahtını
yeniden ele geçirmek üzere giriştiği başarısız darbe girişiminden sonra kurdukları
bir mason ritine Vielle-Bru Riti adını verdi. Bu adla, Stuartların gürleyerek
haklarını yeniden elde edeceğini vurgulamaya çalışmışlardı.
Fransa’da birçok rit kurulmasına başlanınca, bunların ortak bir yönetim altında
toplanması için 1754 yılında “Clermont Konseyi” adı altında bir yetkili kurul
oluşturuldu. Bu kurul, yüksek derecelerin nasıl oluşacağı ve nasıl yönetileceği
konusunda birkaç yıl çalıştı. Bir görüş birliğine varamadan dağıldı.
EKOSİZM
Fransızcadan dönüştürülme olan Ekosizm sözcüğü,
dilimizdeki sözlük anlamı bakımından “İskoççuluk”
demektir. Ancak, bu terim salt Masonluğa özgüdür.
Nasıl Fransa’daki İskoç localarının aslında İskoçya ile
doğrudan hiçbir ilişkisi olmamışsa, Ekosizm’in de İskoç
ulusçuluğu ile bağlantısı yoktur.
Ekosizm, bir “izm” eki taşımasına karşın bir doktrin değildir. Yerel ve çağdaş
koşullara uyarlanabilme esnekliğini gösteren bir masonik sistemdir. Bununla
birlikte 18. yüzyıl ortalarında Stuartist masonların elinde politik bir doktrin
biçimine sokulmasına çalışılmıştır. Ancak nasıl aslında “yapıcılık” demek olan
Masonluk spekülatif bakımdan yepyeni bir anlam edinmişse, “İskoççuluk”
demek olan Ekosizm de böyle farklı bir anlam taşır.
224
RİTLER
Yetkinleşme Riti
Az önce sözünü ettiğimiz Clermont Konseyi 1758 yılında dağılırken, geçen yıllar
içinde İlk İskoç Riti’ni geliştirerek Ekosizm’i oluşturmuş kimi masonlar toplanıp
25 dereceli bir rit kurdu. Buna Yetkinleşme Riti (Rite de Perféction) adını verdiler.
Ancak bu işin birdenbire olmadığını, simgesel derecelerin üzerine üç yüksek
derece eklenmesiyle oluşturulmuş İlk İskoç Riti’nin 1740’lı yıllarda aşama
aşama geliştirildiğini belirtmek gerekir.
Şöyle bir soru beklenebilir: «Buradaki çeviri doğru mu? Buna “olgunlaşma”
denilmesi daha uygun olmaz mı?»
Olabilir. Nitekim Türk Masonluğu’nda öyle diyenler var. Burada “yetkinleşme”
teriminin kullanımı sadece bir tercih…
1762 yılında bu ritin son derecesindeki dokuz mason toplanıp, bir anayasa
hazırladı.
Masonik yazında buna “anayasa” denir ama aslına bakılacak olursa bu kurallar
dizisine “tüzük” denseydi çok daha yerinde olurdu. (Bu konunun irdelenmesini
Masonluktaki yasaları inceleyeceğimiz 11. bölüme bırakalım.)
Şu görsel “Yetkinleşme Riti’nin patenti” olarak adlandırılmış:
225
RİTLER
Eklektik Riti
Ritler arasındaki çekişmeler nedeniyle Masonluğun parçalanmaya yüz tuttuğu
Almanya’da birleştirici olmak üzere “Eklektik Birlik” (Eklektischeverein) adı
altında bir örgüt oluşturulmuştu. En önemli amaçlarından biri, Masonlukta
Hıristiyan ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olunmasını sağlamaktı.
Bunun bir yan ürünü Almanya’daki Yahudileri etkiledi. Masonluk tarihi
boyunca dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiş bir din ayırımcılığı yapıldı.
Almanya’daki Yahudiler, yaklaşık 19. yüzyıl ortalarına dek Masonluğa alınmadı.
Bu örgütün uyguladığı sistem, sonradan Eklektik Riti (Eklektischeritus) olarak
anıldı.
226
RİTLER
227
RİTLER
Yetkinleşme Riti’nin 25. derecesi, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin 32.
derecesi oldu.
Şimdi şöyle diyebilirsiniz: «Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin derecelerinin
toplam sayısı 33 değil mi?»
Evet, öyle, 33. Ancak 33. ve sonuncu derece, diğerleri gibi bir öğretim içeren
türden derece değil, sadece yönetim organının derecesi.
228
RİTLER
Bu ritin kuruluşu, Prusya Kralı 2. Friedrich (Büyük Frederik) tarafından çıkarılmış
bir buyruğa bağlanır. Öyle ki birçok tarihsel kaynakta ritin 1786 tarihli olduğu
söylenen anayasasının da doğrudan onun tarafından hazırlanmış olduğu bile
belirtilmiştir.
Kimine göre ise bu rit aslında Amerika’da oluşturulmuştur. Prusya kralının bu
işin içinde olduğu düzmecedir. 19. yüzyıl başlarında bile Avrupa’da henüz
monarşi ve aristokrasinin üstün etkisi sürmekte olduğundan, bu rite bir güç
sağlamak amacıyla, kuruluşu aksi kanıtlanamayacak bir şekilde krallık buyruğuna
bağlanmıştır.
Niçin “aksi kanıtlanamayacak bir şekilde”?
Çünkü bu buyruğun çıkarıldığı söylenen tarihte Büyük Frederik ağır hasta
durumdadır. Kısa süre sonra da ölmüştür. Ayrıca, bir mason olarak hep İngiliz
tarzı Masonluktan yana çıkmıştır; Fransa’da gelişmiş Ekosizm ile hiçbir bağlantısı
olmamıştır.
«Peki, bu şekilde olduğunun kanıtı var mı?» diye de sorabilirsiniz.
Hayır, yok. Fakat öteki türlü olduğuna ilişkin ortaya konulmuş olan belgelerin
uydurmaca olduğuna ilişkin sağlam gerekçe var. (Bu konuyu “Yasalar” başlığı
altındaki bir sonraki bölümde inceleyeceğiz.) Şimdilik sadece şunu söylemekle
yetinelim:
Yetkinleşme Riti’nin derecelerinin sayısının 25’ten 32’ye çıkarılması ve bunun
üzerine bir de 33. derece olarak eklenen yüksek konseyin ilkinin kuruluşu 1801
yılında Amerika’da gerçekleştirilmiştir. Onu 1804 yılında Fransa’da kurulan
ikinci yüksek konsey izlemiştir.
Bu ritin Amerika’da kurulmuş olduğu ve anayasasının da 1786 tarihinde değil,
çok daha sonra hazırlandığı şuradan da bellidir: Bu rit yaygınlaşma yolunu
tutarken, 1813 yılında İngiltere Birleşik Büyük Locası kurulmuştu.
O sırada Amerika’da çoğu İngiliz kökenli “Kuzeyliler” daha tutucu, Fransız
kökenli “Güneyliler” ise daha ilerici bir tutum benimsiyordu.
Bu olgu, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin kapsamında da kendini gösterdi.
Aynı tarihte Amerika’da ikinci bir yüksek konsey kuruldu. Bunlardan ilki kısaca
“Güney Jüridiksiyonu” (Southern Jurisdiction), ikincisi “Kuzey Jüridiksiyonu”
(Northern Jurisdiction) olarak anıldı.
Bu ritin anayasasında her ülkede bir tek, sadece Amerika’da iki yüksek konsey
olabileceği belirtilmiş. Demek ki, anayasanın hazırlanmış olduğu asıl tarih,
Amerika’daki ikinci yüksek konseyin kuruluşundan sonra…
Lozan Konvanı
Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin tarihçesindeki en önemli olay, daha önce de
değinmiş olduğumuz gibi 1875 yılında İsviçre’nin Lozan kentinde düzenlenmiş
olan yüksek konseyler konvanıdır.
229
RİTLER
Bu konvanda ritin anayasası gözden geçirilerek üzerinde bazı düzeltme, değişiklik
ve açıklamalar yapıldı. Ancak bu konvana o tarihe kadar kurulmuş olan yüksek
konseylerin hepsi delege göndermediği gibi, bazıları da yapılan değişikliklere ve
alınan kararlara katılmadı. Böylece dünyada Masonluğun genelinde olduğu gibi
Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin özelinde de aynı paralelde bir bölünme oluştu.
Masonluğun tarihinde “Lozan İlkeler Bildirgesi” (Prensipler Beyannamesi)
olarak anılan bu belgede, özellikle şu konulara değinilmişti:
Masonluk “Evrenin Ulu Mimarı” adı altında yaratıcı bir ilkenin varlığını
benimser.
Masonluk gerçeklerin araştırılmasına hiçbir sınır koymaz. Herkesin
özgürlüğünü güvence altına almak için koşulsuz bir tolerans önerir.
Masonluk her ulus, her ırk ve dinden insanlara açıktır. Atölyelerinde dinsel
ve politik tartışmalar yapılmasını yasaklar. Dinsel inanç ve politik eğilimleri ne
olursa olsun, tüm özgür ve iyi ahlâk sahibi kişileri sinesine kabul eder.
Masonluk her ne şekil ve görünümde olursa olsun bilgisizlik ile savaşmayı
görev edinmiştir. İnsanlar arasında sevgi bağları ile insanların mutluluğunun
geliştirilmesi için sürekli bir çalışma öngörür.
Bir mason, hangi rite bağlı olursa olsun dünyadaki diğer tüm masonların
kardeşidir.
Bu bildirgeye katılan ve imzalayan yüksek konseyler bir de konfederasyon
kurmayı kararlaştırdı. Bunun için de bir “konfederasyon anlaşması” üzerinde
uyuşarak bunu da imzaladılar. Bundan sonra çeşitli tarih ve yerlerde düzenlenen
konvanlarda bir araya gelerek ilişkilerini güçlendirmeye çalıştılar.
Ancak bu girişimlerin sonucu olarak günümüze dek varlığını sürdürmüş olan bir
konfederasyonun varlığından söz edilemez.
Dolayısıyla bu anlaşmanın kâğıt üzerinde kaldığı söylenebilir. [Gerek 1875 tarihli
ilkeler bildirgesinin bütünü gerekse konfederasyon anlaşması çok uzun ve sadece
özet bilgiler vermeye çalıştığımız bu kitapta aşırı boyutta yer kaplar.
İlginizi çekiyorsa bu konunun hatta daha fazlasının ayrıntılı olarak incelenmiş
bulunduğu çalışmalar var.
Bir de bu konvanın perde arkasındaki birtakım olaylarla ilgili bir anlatım var.
Bu konvanın o tarihte Fransa Yüksek Konseyi’nin başındaki grankomandör olan
Adolphe Cremieux yüzünden anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu doğunca
toplanmasının gerektiği belirtilir.
Yüksek konseyler arasında birtakım görüş ayrılıkları bulunduğu, dolayısıyla
Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin dünya çapında bağdaşık (homojen) değil,
kendi içinde bölünmüş olduğu ortaya çıkmıştı. Nitekim bunun sonucunda bazı
ülkelerde birbirlerine karşıt ilkeler benimseyen yüksek konseyler kuruldu. Ritin
anayasası “her ülkede bir tek” diyordu ama buna aldırış eden olmadı.
230
RİTLER
AYDINLANMIŞLAR
231
RİTLER
Martinizm
18. yüzyılda Fransa’da oluşturulmuş çeşitli mason ritlerinden birinin adı
“Seçilmiş Kohenler Riti”* (Rite des Elus Coëns) olarak konmuştu. Öğretiminde,
Hermetizm’in doğaüstü ya da gizemci ilkeleri ile Kabala’ya önemli yer verilmişti.
18. yüzyılın ünlü masonlarından Louis Claude Saint Martin, bu riti geliştirdi.
Metafizik felsefeye düşkünlüğü ile tanınan Saint Martin, daha önce birçok mason
ritine girip çıkmış, bunlardan özellikle “Filaletler Riti” adlı sisteme ısınmıştı.
1773 yılında Paris’te kurulmuş olan Filaletler Riti* (Rite des Philalèthes),
masonları o tarihe kadar etkilemiş olan çeşitli akımları bir araya topluyordu.
“Dünyadaki tüm mason kuruluşlarını birleştirmek” gibi fantastik bir amacı da
vardı.
Bunun ilk atılımı olmak üzere, 1785 yılında çeşitli ülkelerin ileri gelen masonları,
Paris’te toplanması öngörülen bir konvana çağrıldı. Konvan pek az ilgi gördü.
Bunun üzerine de rit kendi üyelerinin bile ilgisini yitirdi.
Saint Martin, Filaletler Riti’nden arta kalanlar ile Seçilmiş Kohenler Riti’nde
çalışanları bir araya getirip “Yenilenmiş Rit” (Rite Réctifié) adını verdiği bir
masonik sistem daha kurdu.
Bu sistem, Masonluk tarihinde “Martinizm” olarak anıldı.
19. yüzyılda Martinizm’in doğrultusunda birçok ekol ve tarikat kuruldu. Bunların
en ünlüsü “Papus” takma adıyla tanınmış olan Gérard Encausse tarafından
kurulmuş olan bir tarikattır.
20. yüzyılın ilk yarısında âdeta unutulan bu tarikat, 1960’lı yıllarda Papus’un
torunu Philippe Encausse’un önderliğinde yeniden canlandı. Günümüzde de bir tür
masonik tarikat olarak varlığını sürdürdüğü biliniyor.
19. yüzyılda ortadan kalkmış olan Seçilmiş Kohenler Riti de 1942 yılında yeniden
canlandırıldı. Bu sistem de “Çağdaş Martinizm” olarak anılıyor. [
232
RİTLER
Birçok mason ritinin öğretimi, Aydınlanmışların etkisiyle farklı bir boyut kazandı.
Önceleri var olan dinsel kaynaklı bağlanışların yerine bilimsel öğeler ve bunların
yanı sıra gizemci ve okültist eğilimler geldi.
İşin içine Okültizm girince, ortaya birtakım şarlatanlar çıktı. Olağanüstü güçlerle
donanmış olduklarını, üstün yetkiler taşıdıklarını ileri sürerek, bilim ve akıl ile
hiç bağdaşmayan birtakım uğraşıları Masonluğun asal ilgi alanı haline getirmeye
kalkıştılar. Yer yer başarılı da oldular. Kimileri, kendi başına sözüm ona bir
“mason riti” bile kurdu.
Bunlardan biri de Masonluk tarihinde hayli yankı uyandırmış olan Cagliostro
Riti’dir. “Alessandro Cagliostro” diye bir takma ad kullanan Sicilya asıllı
Guiseppe Balsamo’nun 1777 yılında Fransa’da kurduğu bu sistemin gerçekten
masonik bir nitelik taşıyıp taşımadığı çok tartışmalıdır.
Cagliostro, Masonluğun aslının ne olduğunu ve temel öğretimini Mısır’da
öğrendiğini ileri sürmüştü. Ortaya koyduğu sistem, tümüyle okült bilimler, büyü,
parapsikolojik deneyimler, meditasyon, astroloji, ruhlarla ve başka dünyaların
insanlarıyla iletişim kurma gibi uygulamalardan oluşmaktaydı. [Cagliostro’nun
hayli ilginç olan yaşam öyküsünü Tapınakçılar, Siyonistler ve Masonlar adlı
kitapta okuyabilirsiniz.]
Buna benzer bir diğer sistemi de Avusturya asıllı olup Fransa’da yerleşmiş
Friedrich Anton Mesmer oluşturdu. Mesmer, tüm canlılar arasında “manyetik
ilişkiler” bulunduğunu ileri süren bir hipotez geliştirmiş, bunu bir gizemci
felsefeye dönüştürmüştü. 1782 yılında “Evrensel Ahenk Tarikatı” (Ordre de
l’Harmonie Universelle) adı altında kurduğu örgütü Masonlukla bağdaştırmaya
girişti. Böylece oluşturduğu sistem, “Mesmerik Masonluk” olarak da anıldı. Bu
terim ise daha sonra buna benzer başka uygulamaları betimlemek için de kullanıldı.
Bunların hepsinin ortak özelliği, ilkelerinin çoğunu Alşimistlerden almış,
günümüzde genel olarak “parapsikoloji” olarak anılan uygulamaları o çağın
koşulları altında Okültizm ile karıştırarak yürütmeye çalışmış olmalarıdır.
233
RİTLER
234
RİTLER
Karma Rit
Kadınlar ile erkeklerin aynı localarda ve aynı sistem çerçevesinde çalışmalarını
öngörerek örgütlenmiş, ritüellerini buna göre düzenlenmiş olan herhangi bir
mason ritine genel olarak “karma rit” denmektedir. Aslında “Uluslararası İnsan
Hakları Karma Riti” (Rite Mixte Internationale Le Droit Humain) adını taşıyan
bir masonik sistemi nitelemek üzere kullanılır.
1898 yılında düzenlenen bu ritte, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti örnek alındı.
Aradaki önemli farklardan biri, simgesel derecelerle yüksek derecelerin ayrı ayrı
değil, tek bir organın yönetimi altında oluşuydu.
235
RİTLER
* Mizraim, Mısır’ı kurarak bu ülkeye adını vermiş olduğu söylenen efsanesel kişidir.
Tevrat’ta Ham’ın oğlu yani Hz. Nuh’un torunu olduğu belirtilir.
236
RİTLER
*
Batı ülkelerinin masonik yazınında “İngiliz Masonluğu Sistemi” diye bir terim
geçmez. Ancak İngiltere başta olmak üzere Anglosakson Masonluğu topluluğunda
uygulanmakta olan bir masonik sistem vardır. Bu sistem, gerek ritüelik gerekse
örgütsel bakımdan başlı başına bir “rit” olmanın bile ötesindedir. Kapsamında birçok
rit oluşturabilecek kadar çok derece vardır. Fakat İngiltere Birleşik Büyük Locası
Masonlukta “rit” kavramına sıcak bakmadığı için, bu sisteme de “rit” sözcüğünü
içeren bir ad verilmemiştir.
237
RİTLER
Tüm derecelerin İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın denetimi altında olmaları
sağlanıp, herhangi bir “yüksek derece otoritesi”nin oluşumu engellendi.
York Riti
İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın 1813 yılındaki kuruluşundan az sonra,
Amerika Birleşik Devletleri’nde pek eskiden kalma olduğu ileri sürülen bir rit
ortaya çıktı. Bunun, “İskoçya’daki Eski Rit” adlı dereceler derlemesiyle ilgisi
olduğu görülüyordu. Simgesel dereceler ile birlikte toplam yedi derecesi vardı.
Buna “Eski York Riti” deniyordu. Amerikalılar, bu riti kendilerine uyarlayarak
oluşturdukları yeni rite önce “Modern York Riti” adını verdi. Ünlü araştırmacı
mason yazar Albert G. Mackey ise, buna “Amerikan Riti” adını taktı.
Bu rit sonradan İngiliz Masonluğu Sistemi’ndeki ileri
derecelerden bazılarını da uygulama kapsamına aldı.
Bu amaçla, Royal Arş derecesinden sonra ikinci bir kol
oluşturuldu; buna Malta Şövalyesi ve Tapınak
Şövalyesi gibi ek dereceler yerleştirildi. Böylece,
kapsamı bakımından bu ritin Eski ve Kabul Edilmiş
İskoç Riti ile eş değerliği sağlanmış oldu.
Bu eş değerlik çok önemliydi çünkü Amerika’da birçok kişi Masonluğa aslında bir
“Shriner” (Şrayner) olabilmek için giriyordu. Shrinerler ise o tarihlerde üyeliğe
alacakları kimselerin, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin 32. derecesini almış
bulunmasını zorunlu görüyordu. Amerikan Riti bu bakımdan yetersiz kalıyor,
Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti ile boy ölçüşemiyordu. Ancak ritin kapsamı
genişletilip Tapınak Şövalyesi derecesine uzandırılınca, Shriner Örgütü’nün
kuralı da “ya Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin 32. derecesini ya da York
Riti’nin sonuncu derecesini almış olmak” biçiminde değiştirilmişti. Günümüzde ise
artık bu bağlamda “üstat” derecesi yeterli görülüyor.
238
11
Yasalar
239
YASALAR
Masonlukta nasıl yazılı ve yazılı olmayan ritüeller varsa, yazılı ve yazılı olmayan
yasalar da vardır.
Latince terimiyle “Lex non Scripta” olarak da anılan yazılı olmayan yasalar,
geleneksel yöntem ve kurallar ile törelerden oluşur.
Ancak bazı mason kuruluşları, tüzük ya da yönetmeliklerinde bunlardan bir
bölümünü yazılı hale de getirmiştir. Bazıları bunları ritüellerine de yansıtmıştır.
Elbette bu bağlamda mason kuruluşları arasındaki farklar daha da belirgindir.
Bazı yasaların yazılı olmayışının üzerine Masonluğa karşıt (antimasonik) cephede
yine kıpırdanma başlar: “Bakın, yazılı metni yok. Demek ki gizli... Kim bilir neler
saklıyorlar, ne dümenler, ne şeytanlıklar çeviriyorlar!”
Bu gibi sözleri hemen “bayağı” görmeyin. Masonluğa karşıt cephenin tarzı bu...
Saldırı ve mesnetsiz suçlamada nezaket beklenir mi?
Yazılı olmayan yasaların yazılı olmayışı onların “gizli” olduğu anlamına gelmez.
Bunların yazılı hale getirilmelerini engelleyen bir kısıtlama yoktur. Ancak bunlar
toplumun töreleri gibidir; kolayca yazılı hale getirilemez.
«Yazılı olmayınca nasıl öğrenilebilir ki?» diyenleriniz olabilir.
Yanıtı basit: Toplumun gelenek ve töreleri nasıl öğreniliyor? Görerek, yaşayarak,
izleyerek, deneyim edinerek, gerektiğinde bir bilene sorarak... Buna karşın, en
azından Türk Masonluğu’nda geçerli yazılı olmayan yasaların bir bölümünü
“Masonlukta Etiket” adlı kitapta okumak olanağı var.
Ancak bu kitabı da tek ve sadece Türk Masonluğu’na özgü bir durum sanmayın.
Yurdumuzda Masonluktaki etiket konusunu kaleme alıp makaleler hatta kitap
yazmış olanlar var. Başka ülkelerde çok daha fazlası…
Demek oluyor ki Masonluğun etiketini yani yazılı olmayan yasalarını öğrenmek
sadece gözlem ve deneyim ile oluşmuyor. Her ne kadar “yazılı olmayan yasalar”
deniyorsa da bunların yazılmışları da var.
Bu yazılmış olanların bazıları ilgili mason kuruluşlarının tüzük ya da yönetmelik
kapsamında yer alan kurallarda, bazıları da ritüellerinde belirtilmiştir. Ancak
bunların hiçbirinde belirtilmemiş olan, özellikle kardeşlerin hangi ortamdaki
tutum ve davranışının nasıl olması ve başka türlü olmaması gerektiğini ortaya
koyan birtakım kural dizgeleri de var. Nitekim “etiket” teriminin kullanılışı da
bundan ileri geliyor.
Yazılı yasalar ise “temel yasa” ya da “anayasa” terimiyle özdeşleşir. Bu iki terim eş
anlamlı sayılabilir.
Obediyansların genel yasalarına “temel yasa”, bir mason ritinin (özellikle Eski
ve Kabul Edilmiş İskoç Riti'nin) genel yasalarına ise “anayasa” deniyor.
Buna karşın Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin Anayasası’nı incelemeye sıra
geldiğinde, buna da aslında “yasa” değil bir “genel tüzük” demenin daha doğru
olabileceğini göreceğiz.
240
YASALAR
241
YASALAR
1. “Tanrı ve Din Konusunda”
Bu madde önce bir masonun töresel yasaya uymak zorunda olduğunu, hiçbir
zaman “budala bir tanrıtanımaz” (stupid atheist) ya da “dinle ilgisiz bir özgür
düşünceci” (irreligious libertine) olmayacağını belirtir.
Ardından “Herkesin özel kanılarının kendisine bırakılarak, tüm insanların
üzerinde uyuştukları bir dine uymaları uygun görülmüştür.” denir.
Bu yükümlülük tarih boyunca Masonlukta en çok tartışılmış konulardan biridir.
Düzenlendiği sırada, sonradan üzerinde çeşitli ve birbiriyle çelişkili yorumlar
yapılabileceği düşünülememiştir.
Elbette düşünülemezdi. Ne dendiği, ne yazıldığı o tarihteki anlayış uyarınca açık
seçikti. Başka bir anlama gelemezdi. Böyle bir şey neden olsundu ki?...
Oysa sonradan birbirleriyle uyuşmaz eğilimlerle çok farklı yorumlar yapılmıştır.
Bu da zamanla kardeşlerin arasının açılıp Masonlukta bir “bölünmüşlük olgusu”
doğmasına yol açmıştır.
Dolayısıyla Temel Yasa'nın bu ilk maddesinin üzerinde aslında daha çok
durmamız gerekir ama bunu Masonluktaki bölünmeleri ele alacağımız sonraki
bölüme bırakalım.
2. “Yüksek ve Alt Düzeyde Devlet Memurları Üzerine”
Bu maddede “bir masonun, bulunduğu ülkenin yasalarına bağlı, iyi bir yurttaş”
olacağı belirtilir. “Bir mason devlete baş kaldıracak olursa, bundan ötürü
locadan çıkarılmasa bile tutum ve eylemleri desteklenmeyecektir.” denir.
Buradaki asal konu, hem politikanın Masonluğa sokulmaması hem Masonluğun
politikaya karışmamasıdır.
Dikkat: Burada Masonluğun politikaya karışmamasından söz ederken, bireysel
olarak kardeşlerimizin değil kurumsal olarak bir mason örgütünün politikaya
karışmaması gereğinden söz ediyoruz.
Kimilerince burada sadece “iç politika”nın söz konusu olduğu ileri sürülmüş,
böylece mason örgütlerinin dış politikaya karıştırılabileceği gibi bir izlenim
verilmesine çalışılmıştır.
Nitekim özellikle 19. yüzyıl boyunca hatta 20. yüzyılda bunun dünya çapında
birçok örneği görülmüştür. Günümüzde bile görülebilmektedir. Beri yandan iç
politika bakımından bu maddeye her yerde uyulmuş olduğunu söylemek de
zordur. Ara sıra bunun da örneklerinden söz ediyoruz.
«İyi ama bu maddede politikanın sözü geçmiyor ki!» diyebilirsiniz.
Doğru... Politika ya da siyaset bu maddenin sonradan çıkarılmış bir yorumunun
ürünü. Özgün metinde öyle bir şey yok. Nitekim bu kitabın 9. bölümünün
sonunda belirtmiş olduğumuz üzere, Londra Büyük Locası'nın kuruluşunun
perde arkasında dehşetli bir politik emel vardı. Ancak bunun gizli tutulması,
kardeşlerin çoğunluğuna bile sezdirilmemesi çok önemliydi.
242
YASALAR
Bu nedenle de bir masonun isterse devlete (krala) karşı çıkabileceği fakat Büyük
Loca'nın bunu desteklemeyeceği özenle belirtilmiş. Çünkü zaten Büyük Loca'nın
kurulabilmesi İngiltere Kralı'nın izni sayesinde olmuştu; varlığını sürdürebilmesi
de aslında ona karşı hanedan açısından bir komplo tasarımına destek verildiğinin
farkına varmamasına bağlıydı.
O günlerden günümüze dek çok şey değişti. Nitekim birçok ülkede bu madde
yürümedi.
«Ülkemizdeki durum nedir?» diye soracak olursanız, bunun yanıtını zaten
bilirsiniz. Farklı bir yoruma gerek yok.
Ancak şunu aklımızdan çıkarmayalım: Ne masonlar arasında politik nitelikli
tartışmalar yapılmalı, ne güncel politika sorunları locaların gündemine getirilmeli
ne de büyük localar doğrudan politikayla ilgilenmelidir.
Tüm bunlar hiç kuşkusuz localarda politik sistem ve rejimlerin tarihsel, bilgisel,
sosyolojik, ekonomik ve benzeri bakımlardan irdelenmesini engellemez.
3. “Localar Üzerine”
Buradaki loca sözcüğü hem “masonların gerektiğince örgütlenmiş olduğu bir
kurum” hem de “masonların toplanıp çalıştığı yer” anlamına gelmektedir.
Bu yükümlülüğe göre “her mason bir locaya üye olmak, iç yönetmeliğine ve
genel tüzüklere uymak” zorundadır.
Buradaki “iç yönetmelik”, her locanın sadece kendi üyesi olan kardeşler için
bağlayıcı olmak üzere düzenleyebileceği bir kurallar ve yöntemler dizisidir.
Ancak her locanın böyle bir yönetmeliğinin bulunması zorunlu değildir; varsa
uyulması zorunlu olur. Bu zorunluluk ise localarda keyifsizlik yaratabilmektedir;
esnekliği ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle çoğu localar bir iç yönetmeliğinin
bulunmamasını tercih eder.
Burada söz konusu olan “Genel Tüzükler” ise büyük locanın genel tüzükleridir.
1723 tarihli temel yasa söz konusu olduğunda, bu yasanın yürürlüğe girişinden
önce Londra Büyük Locası'nın ikinci büyük üstadı George Payne tarafından
hazırlanıp büyük loca genel kurulunda onaylanmış, sonra da kitabın üçüncü
bölümü haline getirilmiş tüzüklerden söz edilmektedir.
Ancak içeriğinde dolaylı olarak belirtildiği gibi, her büyük loca kendi genel
tüzüklerini düzenleyebilir. (Aslında bu bir yorum üzerine böyledir. Temel Yasa
kitabında buna gerçekten olanak tanınıp tanınmadığı sorgulanabilir.)
Nitekim öyle olmuştur.
Her obediyans kendi tüzük ve yönetmeliklerini, kendi benimsediği genel ilke,
gelenekselleştirdiği kurallar ve yöntemler uyarınca kendisi belirlemiştir.
Dolayısıyla 1723 tarihli temel yasa kitabına girmiş olan genel tüzükler bir anı
niteliğinde kalmıştır. Bununla birlikte, o tarihlerdeki gereksinme ve yöntemlerin
nasıl olduğunu öğrenebilmek bakımından sırası gelince bunu da şöyle bir gözden
geçirmeliyiz.
243
YASALAR
Bu maddenin kapsamına devam edelim...
“Geçerli bir engeli olmadıkça loca toplantısına katılmazlık edemez.”
Günümüzde de yürürlüğünü sürdüren bir genel kuraldır bu... Ancak ne ölçüde
uyulduğu elbette sorgulanabilir. Obediyansların günümüzün koşulları uyarınca
benimsedikleri tutum ve yöntemleri, -locaların yönetimini üstlenen kardeşlerin
bu bağlamda gösterdikleri titizlik ya da gevşekliği bir yana bırakalım- bu yasa
kuralını gözetmeyi her kardeşin kendi masonik vicdanına bırakmıştır.
Devam...
“Üye olarak alınacakların iyi ve doğru, özgür doğmuş, sağgörülü ve ergin
yaşta kimseler olmaları” gerekli görülmüş, “köle, kadın, ahlâksız veya lekeli
kişi olmamaları” gereği eklenmiştir.
Töresel nitelikleri anladık; cinsiyet ayırımını da o günlerin anlayışı çerçevesinde
diyelim ki hoşgörüyle karşıladık; bir de şu “özgür doğmuş olma” koşulu var.
Bu koşul özellikle dikkat çekicidir.
O tarihlerde özgürlük, henüz salt somut bir kapsamda “köle olmamak” anlamına
gelirdi. Köle sayılan bir kişinin çocuğu da köle olarak doğar, köle olarak yaşardı.
Toplumsal yapı nedeniyle, geniş halk kitlelerini oluşturan insanların büyük
çoğunluğu köle sayılırdı. Bu arada bir de şunu eklemekte yarar var: Soylu olmasa da
Londra'da bir yıl yaşamayı başarmış bir kişi, özgür insan olmayı hak ederdi ama
hâlâ “özgür doğmuş” değil…
Bu koşul, 19. yüzyılda Masonluğun başına dert oldu. Bazı mason kuruluşları bunu
göz ardı etti; bazısı kendi anlayışına göre yorumladı. Sonunda olmadı, olamadı.
İngiltere Birleşik Büyük Locası, kendi benimsediği temel yasada bunun yerine
“özgür insan olma” koşulunu getirdi.
Günümüzde “özgür insan” kavramı bile hayli farklı anlamlara çekilebilir. Kimisi
bunu “demokratik bir toplumda uygar haklara sahip olma” şeklinde alırken
kimisi de “özgür düşünce sahibi olma” biçiminde değerlendirebilir.
Burada geçen “ergin yaş” kavramı da toplumların yasa ve töreleri uyarınca farklı
tutulmakta, 18 ile 25 arasında değişmektedir. En yaygın olanı 21 yaşını
doldurmuş olmaktır. Bu bakımdan günümüzde değişen bir şey yok. Bu koşul
Temel Yasa’da geçmese bile obediyansların tüzüklerinde belirtilir.
Temel Yasa’nın bu yükümlülüğüne bakılacak olursa kadınlar da mason olamaz,
biliyoruz.
Bazı mason kuruluşları bu koşul üzerinde diretmeyi sürdürürken, bazıları bu
yaklaşımın çağ dışı kalmış olduğu görüşündedir; onu da biliyoruz.
Şu halde bu maddenin geçerliğinin de bütünüyle değil ancak kısmen sürdüğünü
söyleyebiliriz. Üstelik böyle bir Temel Yasa hükmü olmasaydı da çoğu mason
kuruluşu zaten kadınları üyeliğine kabul etmeyecekti. Ancak bu hükmün varlığı, bu
konudaki tutumlarını bir gerekçeye bağlayabilmelerine olanak veriyor.
244
YASALAR
4. “Üstatlar, Nazırlar, Kalfalar ve Çıraklar Üzerine”
Bu maddeye geçmeden önce, bununla bağlantılı bir konuyu ele alalım.
Yıl 1723; yer Londra. Soru: Burada “üstatlar” denilince kimlerden söz ediliyor?
Masonlak hakkında hayli bilgi edindiniz. Şöyle mi yanıtlarsınız: «Günümüzde
localarda saygıdeğer üstat ya da üstad-ı muhterem denilen görevli.»
Doğru. Ancak o kadar değil; biraz daha fazla...
Londra Büyük Locası'nda her üstadın bir yıl görev yapması, her yılın sonunda
yenisinin seçilmesi gelenek edinilmişti. Böylece, her ne kadar özellikle İngiliz
Masonluğu'nda Operatif Masonluk döneminden kalma eski geleneklerin hiç
değiştirilmeksizin korunduğu ileri sürülmüşse de bir tek bu uygulama bile öyle
olmadığını gösterir. Dolayısıyla her locada “bir önceki üstat” ve “ondan önceki
üstatlar” vardı. Elbette yeni bir loca kurmak üzere ayrılan üstatlar da olurdu ama
üstat sayısının artış hızı locaların artışının çok üstündeydi.
1723 yılındaki loca sayısı 21… Başlangıçtaki (1717'de) loca sayısı 4. Altı yılın
ortalamasını 12 alırsak 72 üstat var demektir. Bunlardan 21'i locaların başında
olduğuna göre onlardan çok daha fazla sayıda “üstat” unvanını taşıyan kardeş
olduğu anlaşılır. Nitekim bu durum kısa süre sonra bir “üstatlar enflasyonu”
doğmasına neden olmuş.
Biz şimdi onu bir yana bırakıp, Temel Yasa yükümlülüklerinin dördüncüsüne
bakalım. Bu yükümlülükte, özellikle locadaki görevlilerin nasıl seçileceği ve
derecelerin nasıl verileceği anlatılır.
En önemli noktalarından biri şöyle: “Her türlü yükselme, yalnızca gerçek
değerlilik ve bireysel yararlılık üzerine kuruludur.” ... “Bir çırak, yıllarca
süren belirli bir dönem boyunca hizmette bulunursa, bir bedensel sakatlığı
veya noksanlığı da yoksa kalfa olabilir. Yararlılığı göz önünde tutularak nazır,
sonra locanın üstadı, büyük nazır ve en sonunda da bütün locaların büyük
üstadı olma onuruna ulaşabilir.”
Bir masonun çıraklık döneminin “yıllarca” sürdüğü belirtilirken kesin bir süre
verilmemiş olduğu dikkatinizi çekmiştir. Bunun nedeni, o sıralarda bu süre
üzerinde kesin bir karara varılamamış olması.
Kimisi bunun Operatif Masonluk dönemindeki gibi “en az yedi yıl” olmasını
istiyordu. Ancak o zaman yeni localar kurmak için yeterli sayıda kalfa bulunamazdı.
Kimisi bir yıl sürenin yeterli olabileceği görüşündeydi. Bir “orta yol” üzerinde
uzlaşmaya varılamamıştı. Dolayısıyla bu konunun üstatların değerlendirmesine
bırakılması yeğlenmişti.
Kalfalığa geçmesi söz konusu bir çırağın bedensel sakatlığının bulunmamasına
ilişkin gereklilik de ilgi çekici. Masonluğa alınacak bir adayın da herhangi bir
sakatlığının bulunmamasının gerekli görüldüğünü biliyoruz. Buradaki koşul,
çıraklık dönemi sırasında bir kaza geçirip sakat kalabileceği olasılığından ileri
gelse gerek...
245
YASALAR
Operatif Masonluktan alınma bu kural da Spekülatif Masonlukta sonradan bir
sorun haline gelmiştir. Operatif Masonlukta bedensel sakatlığı bulunan kişilerin
çırak olarak alınmalarını önleyen bir kural anlayışla karşılanabilir. Aslında onun
bile yer yer göz ardı edilmiş olmasına karşın sonradan sakatlananların derecelerinin
artırılmasına engel olan bu kural da işlememiştir.
Daha sonra yani Spekülatif Masonluk iyice yerine oturduğunda ise artık bedensel
değil “zihinsel sakatlık” öncelikli tutulmuştur.
Ancak o tarihlerde “bedensel sakatlık” denilirken bu herhalde zihinseli de içerir
bir şekilde düşünülmüş olsa gerektir.
Buna karşın günümüzde bile bedensel sakatlık ölçüsüne göre Masonluğa girebilmek
bakımından bir engel sayılır. Görme engelli, işitme ve konuşma engelli, yürüme
engelli kişilerin Masonluğa kabul edilmesi zor…
Fakat sakatlanma sonradan olamaz mı?
Elbette olur.
Öyle bir durumda sakat kalmış bir mason kapı dışarı mı edilecek?
Elbette hayır. Nitekim sonradan sakat kalan ama locasının toplantısına zar zor da
olsa katılan masonlar bulunduğu biliniyor.
Bu yükümlülükte ayrıca şöyle bir kural var: “Tüm kardeşler, büyük locanın yüksek
ve alt düzeydeki yöneticilerine, Eski Yükümlülükler’e ve tüzüklere yumuşak
başlılık, saygı, sevgi ve şevkle bağlanacaktır.”
Zaten bu yükümlülüğün en ilginç yanı “Eski Yükümlülükler” olarak nitelenen
şeylere bağlı olma koşuludur. Bunların neler olduğu herkesçe zaten bilindiği
varsayılarak anlatılmamış ve açıklanmamıştır. Sonradan bu konuda tartışmalar
çıkmıştır. Çıkmıştır da ne olmuştur sanki?
Masonluktaki Eski Yükümlülükler, “bir masonun uyması ve uygulaması gereken
kurallardan 18. yüzyıl öncesinden kalma olanları” diye tanımlanabilir. Ancak
bunlar gerektiğince belgelenmemiş olduğu için, nelerden oluştuğu tam ve kesin
olarak bilinememiştir. Günümüzde de bilinmemekte, sadece 7. bölümde değinmiş
bulunduğumuz “Eski El Yazmaları”ndan yararlanılarak bu bağlamda tahminlerde
bulunulabilmektedir. Bir diğer deyişle, günümüzde bile bunların nelerden
oluştuğu tam ve kesin olarak belli değil; yoruma bağlı.
5. “Çalışma Süresince Zanaatın Yönetimi Üzerine”
Buradaki “zanaat” (craft) sözcüğü aslında Operatif Masonluk anlamındadır ama
sonradan özellikle İngiliz Masonluğu'nda çalışmaları simgesel derecelerde
yapılan Masonluğu nitelemek üzere de kullanılmıştır. (Bu terimin karşılığını
“meslek” olarak alanlar da var.)
Bu yükümlülük, Temel Yasa'nın hazırlandığı tarihte Operatif Masonluğun henüz
tümüyle ortadan kalkmamış olduğunu, Spekülatif Masonluğun da bu geleneksel
mesleğin devamıymış gibi gösterilmesine çalışıldığını ortaya koymaktadır.
246
YASALAR
Bu yükümlülüğün sadece geleneksel yapıcılık mesleği ve zanaatını uygulamayı
sürdürenler için geçerli oluşu, Londra Büyük Locası’nın bu meslek ve zanaat
üzerinde âdeta bir tür “patronluk” taslamış olduğunu da gösterir.
Nitekim önce Londra Büyük Locası, ardından İngiltere Büyük Locası, ülkedeki
tüm önemli ve büyük yeni binaların temelinden çatısına kadar yapımını gözetim
altında tutma girişiminde bulunmuştur.
Bu bağlamda, varlığını sürdürmekte olan salt operatif nitelikli locaların şiddetli
tepki ve itirazlarına karşın İngiltere'nin özellikle güney bölgelerinde başarılı olduğu
söylenebilir. Bu başarı elbette Büyük Loca'nın devlet organlarına bağımsız çalışan
ve kendi aralarında örgütlenmemiş salt operatif nitelikli localara oranla daha yakın
oluşundan ötürüdür.
Nitekim bu olgu, sonraki yıllarda salt operatif niteliklerini sürdüren locaların da
kendi aralarında birleşerek başka büyük localar kurmaya yönelmelerine yol
açacaktır.
Bununla birlikte, bu yükümlülüğün Spekülâtif Masonlukta da geçerli olduğunu
ileri sürenler çıkmış, belirtilmiş kuralları simgesel anlamda değerlendirmeye
girişmişlerdir.
Konuya o açıdan bakınca, bu maddede belirtilen kuralların bir kardeşin loca
çalışmaları sırasında nelere dikkat etmesinin gerektiğini yansıttığı düşünülebilir.
Buna karşın, zaman içinde töreler, gelenekler ve yöntemler değişime uğradığı için,
burada sıralanmış kurallardan çoğu da geçerliğini yitirmiş hatta anlamsız kalmıştır.
Nitekim 19. yüzyılda düzenlenmiş yasalarda, artık Operatif Masonluk diye bir
şey de kalmamış olduğundan 1723 tarihli temel yasa ile biçim ve kapsam
bakımından benzer yasalarda bu gibi kurallar görülmez.
Temel Yasa’nın bu bölümünü baştan sona hepsini değil, seçilmiş maddeleri yer
yer kısaltarak vermekle yetineceğiz.
Zanaatın kalfaları arasında en bilgili ve deneyimli olanı, Efendinin İşi’nin
yapılmasında Üstat ya da Denetici olarak seçilecek ya da atanacak, altında
çalışanlarca ÜSTAT olarak anılacaktır.
Üstat, Efendinin İşi’ni en uyumlu şekilde üstlenecek, malzemeleri sanki
kendisininmiş gibi gereğince kullanacak, herhangi bir kardeşe ya da çırağa
hak ettiğinin üzerinde ücret ödemeyecektir.
Üstat ve masonlar, gündelikle yapılması alışılagelmiş bir işi götürüymüş gibi
yürütmeyeceklerdir.
Hiçbiri bir kardeşin başarısını kıskançlıkla karşılamayacak, ne de aynı işi
yapabilecek yetenekteyse onun ayağını kaydırmaya çalışacaktır.
247
YASALAR
Bir zanaatkâr kalfa, üstadın yanında İşin Nazırı olarak seçildiğinde, hem
Üstada hem de kalfalara içtenlikle bağlı olacak, Üstadın yokluğu sırasında
işin Efendinin yararına yürütülmesini gözetecektir.
Tüm masonlar, ücretlerini sızlanmaksızın alacak, iş sona ermeden Üstadı
terk etmeyeceklerdir.
İşte kullanılacak tüm âletler, Büyük Loca tarafından onaylanmış olacaktır.
Hiçbir işçi Masonluğa özgü işlerde çalıştırılamaz; özgür masonlar da bir
ivedi zorunluluk çıkmadıkça özgür olmayanlarla birlikte çalışamaz; ne de
kalfalara ya da kardeşlere öğretilenler, işçilere ya da kabul edilmiş olmayan
masonlara öğretilebilir.
Bunları dilediğinizce yorumlayabilir, günümüzdeki Masonluğa uyarlayabilirsiniz.
6. “Davranışlar Üzerine”
Bu yükümlülük, altı ayrı konu içerir. Her birini şöyle özetleyebiliriz:
1. Toplantı sırasında locadaki davranışlar:
Uygunsuz ve ilgisiz şeylerden söz edilemez. Güldürücü ve şakacı bir
tutum takınılamaz. Yakışıksız bir dil kullanılamaz. Kesin bir zorunluluk
olmadığı sürece, Masonluğu ilgilendiren konularda mahkemeye
başvurulmaz.
2. Loca kapandıktan sonra, kardeşler gitmeden önceki davranışlar:
Masonlar, şölen düzenleyip eğlenebilir. Aşırılıktan sakınıp birbirlerini
incitmemeye özen göstermelidirler. Hiçbir özel dargınlık ya da çekişme,
hele din, uluslar ve devletler politikası üzerinde tartışma yapılmamalıdır.
3. Kardeşlerin, loca toplantısı dışında, yabancı kimse yok iken
buluşmaları sırasındaki davranışları:
Masonlar birbirlerine karşı nazik olmalı, saygı göstermeli, üstünlük
taslamamalıdır.
4. Mason olmayan yabancıların yanında davranışlar:
Masonlar sözlerinde ve tavırlarında dikkatli olmalı, yabancıların
bilmemesi gereken şeylerden söz etmekten sakınmalıdır.
5. Evde ve çevredeki davranışlar:
Ailelerin, arkadaşların ve komşuların loca ile ilgili konuları
öğrenmelerine izin verilmemelidir.
6. Tanınmayan bir kardeşe karşı davranışlar:
Sağduyunun göstereceği gibi davranılmalı, gerçek ve dürüst bir
kardeşse, bir gereksinmesi de varsa, elden geldiğince kendisine yardımcı
olunmalıdır.
Masonluğun 1723 tarihli Temel Yasası’nın “Yükümlülükler” bölümü
böylece tamamlanmış oluyor.
248
YASALAR
Genel Tüzükler
1723 tarihli Temel Yasa kitabındaki bu bölüm, daha 1720 yılında derlenmiş olan
yönetimsel kural ve yöntemleri içerir. 39 maddeden oluşmaktadır. Kitabın
basıma hazırlığı sırasında bir de eklenti yapılmıştır.
Burada 39 maddenin tümü verilebilir ama bu hayli yer kaplar, sayfalar tutar çünkü
bazılarını bir de açıklama ya da yorum eklemek gerekebilir.
O nedenle gelin bunlardan en önemli olanlarını seçelim; seçtiklerimizi bir de
özetleyelim ya da en önemli tümcelerini alalım.
«Kime göre en önemli?» derseniz, elbette bu kitabın yazarına göre… (Kaynak:
“Anderson’un Kitabı”)
I. Büyük Üstadın ya da kaymakamının, herhangi bir locada sadece
bulunmaya değil, her nerede olursa olsun Locanın Üstadının sol yanında
yer almak üzere Locayı yönetmeye ve büyük nazırların da kendisine
katılmalarını buyurmaya hakkı ve yetkisi vardır. …
Birçok obediyansta büyük üstat bir locaya geldiği zaman saygıdeğer üstat ya da
üstad-ı muhterem olarak anılan görevli ona çekicini sunarak yerini verir. Büyük
üstat isterse çekici alır, kürsüye geçer ve oturumu yönetir. İstemezse almaz ve
genellikle onun hemen sağ yanındaki kendi yerine geçer. (Burada “sol” denmiş;
o pek önemli değil.)
Bu bağlamdaki düzen bir obediyanstan diğerine değişir.
Ancak bu maddedeki ilginç kural, büyük üstat kaymakamının (ilk yardımcısının) da
aynı yetkiye sahip oluşu… Ayrıca büyük üstat ile birlikte büyük nazırlar da
toplantıya katılıyorsa, oturumu büyük üstadın yönetmesi halinde onların da
nazırların yerine geçişi…
II. … Üstadın hastalığı, ölümü ya da yokluğu durumunda; eğer daha önce o
locanın üstatlığını yapmış hiçbir kardeş de yoksa, birinci nazır geçici
olarak üstadın yerini alacaktır. …
Bu kural günümüzde çoğu obediyanslarda korunuyor. Hatta locanın birinci
nazırına, koşullar her ne olursa olsun, daha önce bir locada saygıdeğer üstat ya da
üstad-ı muhterem olarak görev yapmamışa, locayı yönetme yetkisi tanınmaz.
Bunun gerekçesi şöyle: Loca, büyük locadan alınan yetkiyle yönetilir. Kendisine
büyük loca tarafından bu yetki verilmemiş olan mason, locayı yönetemez.
…
VI. Hiç kimse, bir aday olarak önerildiğinde, Üstadın hazır bulunan loca
üyelerine görüşlerini resmen sorması üzerine onların oy birliği ile
verecekleri bir karar olmadıkça Kardeşliğe giremez. …
Bu konudaki “oy birliği” koşulu hayli sorun yarattığı için birçok obediyansın
tüzük ve yönetmeliklerinde yumuşatılmıştır.
249
YASALAR
VII. … Aday, yasalara, yükümlülüklere, tüzüklere ve diğer yararlı uygulamalara
uyacağına resmen söz verecek, bunlar kendisine zamanı ve yeri gelince
açıklanacaktır.
Buradaki şu “zamanı ve yeri gelince açıklanacak” sözünü yadırgayabilirsiniz.
Öyle ya, bir insan ne olduğunu bilmediği şeylere uyacağı üzerine nasıl söz
verebilir?...
Ancak demek ki o günün koşulları böyleymiş!
VIII. … Eğer bir masonlar grubu ya da topluluğu, Büyük Üstadın ruhsatı
olmaksızın bir loca kurmaya kalkışırsa; düzenli localar onlara gereğince
kurulmuş ve doğru dürüst kardeşler olarak sahip çıkmayacaktır; ne de
çalışmalarını ve işlemlerini onaylayacaktır. …
Günümüzde genellikle şöyle denir: “Yeterli sayıda ve nitelikte mason bir araya
gelip yeni bir loca kurabilir. Bu bağımsız loca, bir obediyansa katılmak isterse,
kuruluşundan sonra başvuruda bulunur.”
Bu doğru ama Masonluğun etiketi uyarınca, başvurulacak obediyansın büyük
üstat ya da yetkili organının önceden hiç olmazsa sözlü onayını almak gerekir ki
sonradan bir sorun doğmasın. Burada ise bu onayın kuruluştan önce alınması
gerektiği belirtiliyor. Kim bilir, belki öylesi daha iyi!
…
XII. Büyük Loca, kayıtlı tüm düzenli localardan oluşur ve onların üstatları ile
nazırlarından, Büyük Üstat başlarında, kaymakam onun sol yanında, Büyük
Nazırlar da kendi yerlerinde olmak üzere kurulur. …
Burada Büyük Loca “genel kurul” anlamında kullanılmış. Günümüzde genel
kurulu kimlerin oluşturacağı, bir obediyanstan diğerine farklılık gösterebiliyor.
Ancak hiç kuşkusuz her locanın yöneticisi ile büyük üstat, kaymakamı ve büyük
nazırlar bu kurulun üyeleri arasında yer alıyor.
Buradaki fark şu: Locaların nazırları delege niteliği taşıyor; obediyansın diğer
büyük görevlileri ise genel kurula katılamıyor. Ancak izleyen maddede, büyük
locanın hazine emini ile sekreterinin de genel kurul üyesi olduğu eklenmiş.
…
XV. Büyük Locada, büyük nazırlar hazır bulunuyorsa onların yerine hiç kimse
nazırlık yapamaz; ancak yokluklarında Büyük Üstat ya da onun yerini almış
olan kimse özel nazırların geçici olarak büyük nazırlık yapmalarını
isteyecektir. …
Bu madde size hiç de ilginç gelmemiş olabilir. Gerçekten de genel olarak bir özelliği
yok. Bu bağlamda ilginç olan, Londra Büyük Locası’nın o tarihlerdeki
toplantılarına ilişkin tarihsel kaynaklarda geçen bir anlatım: Büyük nazırlardan
biri hiç gelmezmiş; geçici olarak onun yerine hep James Anderson geçermiş…
…
250
YASALAR
XXII. … Büyük Loca her yıl bir yeni Büyük Üstat, Kaymakam ve nazırların
seçimi için uygun bir yerde ve Aziz Yahya’nın gününde, eğer pazara
geliyorsa ertesi gün yıllık toplantısını yapmak zorundadır.
Aslında Londra Büyük Locası’nın genel kurul toplantıları, daha önce burada göz
ardı edilmiş bir maddede belirtilmiş olduğu üzere yılda dört kez yapılıyor ve
bunların üçü “çeyrek yıllık birleşim” olarak anılıyor. Bu ise, seçimlerin de
yapıldığı yılsonu toplantısı.
…
Şimdi sonuncu maddeye geliyoruz. Bu arada atlayarak geçmiş olduğumuz
maddelerde, büyük locada adayların önerilmesi, seçimlerin yapılması, şölen
düzenlenmesi işlemlerine ilişkin yöntemler uzun uzun anlatılıyor. Sonuncu
madde ise Masonluğun sonrası bakımından belki öncekilerin hepsinden daha
önemli…
XXXIX. Her Yıllık Büyük Loca, bu eski Kardeşlik Kurumu’nun gerçek yararı
için yeni tüzükler yapmak ya da bunları değiştirmek gücüne ve
otoritesine doğal olarak sahiptir; yeter ki eski LANDMARKLAR
özenle korunsun ve böyle değişiklikler ile yeni tüzükler yıllık büyük
şölenden önceki üçüncü çeyrek yıllık birleşime önerilmiş ve
üzerinde uyuşmaya varılmış olsun. …
Londra Büyük Locası’nın genel tüzüklerinin en önemli ve en değerli yönlerinden
biri, o dönemde olağan bir şekilde uygulanan “değişmezlik” damgasının bu genel
tüzüklere vurulmamış olmasıdır.
Büyük loca genel kurulunda değişiklikler yapılabileceğini belirten esneklik, o
tarihlerde pek ender olan bir ileri görüşlülük olarak nitelenebilir. Ancak sonradan,
kimileri bu esnekliğin yalnızca Londra Büyük Locası’na tanınmış olduğu,
dolayısıyla İngiltere Büyük Locası dışında hiçbir obediyansın genel tüzükler
üzerinde değişiklik yapma hakkı bulunmadığı şeklinde, bağnazlığa varan bir
tutum sergilemiştir.
Masonlukta sonradan önemli bir soruna dönüşmüş olan Landmark kavramı, ilk
kez burada kullanılmıştır. Ancak bu kavram ile ne denilmek istendiği hiçbir
şekilde açıklanmamış ve anlatılmamış olduğu için, Masonlukta bu konuda sonu
gelmez tartışmalar çıkmıştır.
Bu tartışmalar günümüzde bile henüz kesin bir sonuca ya da çözüme
ulaşamamıştır.
Şarkılar
1723 tarihli temel yasa kitabının sonunda bazı şarkı sözleri ve besteleri vardır.
Bunlar, 18. yüzyılın ilk yarısındaki bir geleneği yansıtır. O tarihlerde her loca
toplantısının sonunda -özellikle kardeş sofrasında- hep bir ağızdan masonik
içerikli çeşitli şarkılar söylenirmiş. Bu amaçla 1720’li yıllarda birçok şarkı sözü
yazılmış ve besteler yapılmış.
251
YASALAR
* Noaşit “Hz. Nuh’un buyruklarına uyan ya da onun izinden yürüyen kişi” demektir.
Teolojinin ilk ve özgün kurucusu olarak benimsenen Nuh’un yedi buyruğu vardır.
Bunlardan öncelikli sayılan ilk üçü “tüm putları reddetmek”, “Gerçek Tanrı’ya
inanmak” ve “insan öldürmemek”tir.
252
YASALAR
Masonik nitelikli birçok kitapta, 1723 tarihli özgün Temel Yasa’nın “Anderson
Yasaları” olarak anıldığını görebilirsiniz. Bunun nedeni, ilk temel yasaya pek
itibar edilmemesi, bunun James Anderson’a mal edilip, onun ürünüymüş gibi
gösterilmesidir.
Oysa Anderson’a mal edilecek yasa işte bu 1738 tarihli olandır.
Zaten 1723 tarihli temel yasa bir yandan salt operatif nitelikli masonlarca hiç
beğenilmezken, diğer yandan da birinci yükümlülüğünde yer alan hayli geniş
dinsel tolerans ilkesini henüz içlerine sindiremeyen spekülatif masonlarca da
benimsenememişti. Hatta o tarihlerde büyük loca genel kurulunun üyesi olmadığı
için temel yasa kitabını ancak yayımından sonra görebilenlerden birçoğunun
âdeta şoka uğramış olduğu bile söylenebilir.
Benzer bir etki bu kez 1738 yılında Masonlukta tam bir inanç özgürlüğünü,
olasıya geniş bir dinsel toleransı savunanların üzerinde olmuştu.
Buna karşılık yeni yasa kitabı, Masonluğun belirli bir dinsel niteliğinin olması
gerektiğini savunanların yüreklerini biraz serinletmiş fakat yeterli olmamıştı.
Tersine, bu yeni yasanın 1723 tarihli özgün temel yasa kitabının yerini
alamayacağı görüşünde olanlar da vardı.
Nitekim yapılan değişiklikleri benimsemeyen localar direnişe geçti. Çekişmeler
çıktı. 1723 tarihli özgün temel yasaya bağlı kalmayı savunanlar, kendilerine
yandaş toplayarak güçlerini artırmaya, İngiltere Büyük Locası’nın genel
kurulunda çoğunluğu elde etmeye girişti.
Bu girişim, birtakım düzensiz locaların kurulmasına da neden oldu. Oy sayısına
artırmak amacıyla kurulmuş olan bu locaların İngiltere Büyük Locası’nın
yönetimini elinde tutanlar tarafından kabul edilmeyişi, localar arasındaki
çekişmeyi daha da artırdı.
Ahiman Rezon
İngiliz Masonluğu, on yılı aşan bir süre boyunca kendi içinde itişip kakışmalarla
sürüklendi. Sonunda, 1751 yılında kesin olarak ikiye bölündü. Bu kitabın
“Spekülâtif Masonluk” başlığı altındaki 8. bölümünde belirtmiş olduğumuz
üzere, hem eski geleneklere bağlı kalan hem de Masonluğun belirgin bir dinsel
nitelik taşımasından yana olanlara kısaca “Eskiler” (Antients), hem evrimsel bir
tutum benimseyen hem de Masonluğu dinlerin üzerinde tutmaktan yana olanlara
ise “Yeniler” (Moderns) denir oldu.
Bütün bunların daha da ince ayrıntıları var ama burada zihninizi karmakarışık
etmemek için özet bilgiler vermekle yetiniyoruz.
Yeniler, 1738 yılında yapılmış olan değişikliği göz ardı ederek 1723 tarihli özgün
temel yasaya döndü. Eskiler ise 1756 yılında “Ahiman Rezon” adı verilen bir
diğer temel yasa değişikliğini benimsedi. Sözlük anlamı bakımından Ahiman
Rezon, etimolojisine göre ya “kardeşlerin seçtiği yasa” ya da “gerçek ve inanmış
bir kardeşin görüşleri” anlamına gelir.
253
YASALAR
İçeriğinin genel görünümü bakımından Ahiman
Rezon, Anderson’un 1738 tarihinde yayımlamış
olduğu yeni temel yasa kitabına benziyordu.
Ancak ondan da ileri giderek, Masonluğa tam bir
dinsel tarikat niteliği vermiş gibiydi.
Operatif Masonluk döneminden kalmış olduğu
benimsenen “Eski Yükümlülükler”e özenle yer
verilmiş olan bu temel yasada da önceki temel
yasalarda görülenlere benzer kurallar vardı.
İlk yükümlülükte şöyle denmişti: “Bir mason,
Sonsuz Tanrı’ya doğru bir şekilde tapınmaya
olduğu gibi, Kilise’nin ileri gelenlerinin ve
pederlerinin, tüm insanların yararlanması için
derleyip yayımlamış oldukları bütün o kutsal
belgelere de sarsılmaz bir inançla bağlanmak
zorundadır.”
Böylece Anglikan Kilisesi’ne olasıya ödün verilmiş olduğu gibi, 1738 yılında
Masonluğu aforoz etmiş olan Katolik Kilisesi’nin de gönlü okşanıyordu. Ancak
neye yarar?... Katolik Kilisesi’nin umurunda bile değildi. Protestanlar ise bunu
anlayışla karşılayabilirdi. Nitekim pek seslerini çıkarmadılar.
Eskiler Ahiman Rezon’u hazırlarken Yeniler de 1723 tarihli temel yasayı gözden
geçirip güncelleştirdi. Bu yeni metin üzerinde sonradan iki değişiklik daha
yapıldı. Nitekim Ahiman Rezon da ilk hazırlanmış olduğu gibi kalmadı; aşağı
yukarı her on yılda bir değişikliğe uğradı.
İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın Temel Yasası
Masonluğun İngiltere’deki bölünmüşlüğü sona
erdirilip İngiltere Birleşik Büyük Locası
kurulduktan sonra, Temel Yasa yeni baştan
düzenlendi. İngiltere Birleşik Büyük Locası’na
göre bu temel yasa Masonluğun evrensel ölçekte
geçerli temel yasasıydı ama yeryüzündeki büyük
locaların hepsi bunu böyle benimsemez.
1815 yılında yürürlüğe konan bu yasa, genel
görünümü bakımından öncekilere benzemekle
birlikte kapsamında birçok değişiklik yapılmıştı.
Salt Spekülatif Masonluk için düzenlenmişti ama
şu da eklenmişti:
“Eski Yükümlülükler ve Landmarklara kesinlikle
bağlı kalınacaktır.”
Az önce değinmiş olduğumuz gibi, 19. yüzyılda Masonluktaki “Landmarklar”
konusu üzerinde çeşitli tartışmalar çıktı. Bunun üzerine, bazı obediyanslar
İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın Temel Yasası’nı benimserken bazıları da
1723 tarihli özgün temel yasaya bağlılığını korudu.
254
YASALAR
Daha sonra, her iki temel yasayı da geçersiz sayarak, kendi temel yasasını
oluşturan mason kuruluşları da görüldü.
1723 tarihli özgün temel yasa aslında Londra’daki localar için düzenlenmiş ama
başkalarınca da benimsenmişti.
1738 tarihli temel yasa, sadece İngiltere’deki locaların bir bölümü tarafından kısa
bir süre için geçerli olmuş, onun yerini Ahiman Rezon almıştı. Her ne kadar
Ahiman Rezon İngiliz Masonluğu için düzenlenmişse de Amerika’da daha çok
tutulmuştu.
Nitekim İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın Temel Yasası yürürlüğe girdikten
sonra bile Amerika’daki obediyansların bazıları Ahiman Rezon’a bağlı kalmaya
sürdürdü. Bunun gerekçesi tarihinden, 1723 ve 1738 tarihli olanların göz ardı
edilip Ahiman Rezon’un özgün (orijinal) sayılışından ileri geliyor.
Bu arada «Gerek 1723 tarihli temel yasa gerekse Ahiman Rezon üzerinde 18.
yüzyılın ikinci yarısında yapılmış değişiklikler ne oluyor? Bunlar sonradan
yapılmış değişiklikleriyle birlikte mi yoksa ilk metin olarak mı kabul ediliyor?»
diye soracak olursanız, bunun yanıtı yok.
İngiltere Birleşik Büyük Locası’na göre 1815 tarihli temel yasa dünyadaki tüm
mason örgütleri için geçerli olmak yani evrensel bir nitelik taşımak üzere
hazırlanıp yürürlüğe konmuştu.
Bunu benimseyen mason kuruluşları, İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın
Masonluktaki otoriter egemenliğini ve “ana büyük loca” olduğunu kabul etmiş
oluyordu.
Böylece, Anglosakson Masonluğu oluştu.
Şöyle bir soru getirebilirsiniz: «Buna göre, Anglosakson Masonluğu topluluğu
1723 tarihli temel yasayı hiçe mi sayıyor?»
Hayır. Öyle bir durum yok. Ona saygı duyuyor ve tarihsel bir anı olarak alıyor.
Nitekim Londra Büyük Locası yerine “İlk Büyük Loca” (Premier Grand Lodge)
terimini kullanıyor ve ilk temel yasayı da aynı kefeye koyuyor.
* Buradaki yer ve gökler (earth and heavens), “dünya ve cennet” anlamına da gelir.
255
YASALAR
Eski Yükümlülükler
Spekülatif Masonlukta uzunca bir süre “Eski Yükümlülükler”den söz edilmiş
olmasına karşın, bunların neler olduğu çok sonra anlaşılabildi. Bunun için 18.
yüzyıl ve öncesinde kaleme alınmış olup önceki tarihlerde Belki sadece varlığı
üzerinde az buçuk bilgi olan ama içeriği bilinmeyen “eski el yazmaları”ndan
bazılarının bulunup incelenmesini beklemek gerekti.
Zaman içinde, -özelikle 19. yüzyılda- çeşitli yerlerde Masonluk ile bağlantılı eski
el yazmaları bulundu. Belki hâlâ bulunamamış olanları da vardır.
256
YASALAR
“Eski Yükümlülükler”in sosyal ve töresel nitelikli olanları arasında ise özellikle
şunlar dikkat çekicidir:
Masonların genel toplantısına, ülkenin ve çevrenin soyluları ile ileri gelen
devlet yetkilileri de çağrılmalıdır.
Burada sözü edilen “genel toplantı” gerek Britanya gerekse Kıta Avrupası’ndaki
hemen her ülkede locaların yılda bir kez düzenlenen geleneksel konvanıdır.
Soylulara ve devlet yetkililerine karşı uygunsuz bir davranışta bulunan
mason, ülkenin yasalarına göre yargılanarak cezalandırılacaktır.
Masonlar her zaman ve her yerde alçak gönüllü, doymazlıktan uzak,
sağgörülü ve iyi huylu olmalıdır.
Üstü başı temiz olmayan bir mason, soylular arasında bulunduğunda, hiçbir
yere yaslanmamalı ve oturmamalıdır.
257
YASALAR
LANDMARKLAR
258
YASALAR
Landmark Listeleri
19. yüzyılın ünlü araştırıcı ve yazar kardeşlerimizden birçoğu landmarkları başlı
başına inceleme konusu olarak ele almıştı.
Ardından özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde çeşitli landmark listeleri
düzenlendi.
Bu listelerin sayısı artarken, landmarklara karşı çıkanlar da gene öncelikle
Amerikalı kardeşler oldu.
Bu arada İngiltere Birleşik Büyük Locası’ndan hiç ses çıkmadı.
Kimileri İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın 1929 yılında yayımlamış olduğu
ünlü “Tanıma Koşulları”nı Masonluğun ana büyük locası olduğunu kabul
ettikleri bu büyük locanın benimsediği landmarklar olduğunu ileri sürer. Oysa
sonradan bazı yerleri değiştirilmiş olan bu bildirgenin kapsamında bir mason
kuruluşunun düzenli olması için öngörülen koşullar arasında “Masonluğun Eski
Landmarkları’na uyulması gereği” de belirtilmiştir. Bu da ya İngiltere Birleşik
Büyük Locası’nın “landmark” kavramını başka türlü yorumladığını ya da bu
konuda açıklama yapmak istemediğini gösterir.
Çeşitli kişi ya da kuruluşlarca düzenlenmiş olan landmark listelerinde, önce
“Tanrı inancı” konusu üzerinde durulur.
Bir diğer önemli konu, her locanın çalışmaları sırasında hazır bulundurulması
gereken “yasa kitabı” ile ilgilidir. Kimilerine göre bu, “Kutsal Kitap” kavramıyla
özdeştir.
Landmark listelerinde ayrıca şu konulara değinilir:
Bir locanın ve bir büyük locanın nasıl kurulacağı;
Masonluğa kimlerin alınabileceği, kimlerin alınamayacağı;
Bir locanın görevlilerinin ve bir büyük üstadın yetkileri;
Masonların masonik hak ve yükümlülükleri.
Bu listelerin çoğunun sonunda, -bunlar birer landmark olduğu için- belirtilen
kuralların hiçbir zaman değiştirilemeyeceği de vurgulanır.
Bu açıdan bakıldığında, “Masonluğun Landmarkları” denilerek ortaya konmuş
olup “değişmez ve değiştirilemez” olarak da nitelenen kuralların birçoğunun
aslında çok eskiden kalma değil, olsa olsa 18. yüzyılda Spekülatif Masonlukta
benimsenmiş olan yeni gelenek ve yöntemler olduğu görülür. Karşı çıkışların
nedenlerinden biri de budur. Çeşitli yerlerde bu gibi düzenlemelerin yapıldığı
19. yüzyıl ortalarında, Masonluğun hep olduğu gibi kalmayıp çağın gerekleri
uyarınca zaman içinde değişime uğrayacağı da iyice anlaşılmıştır. Dolayısıyla,
Masonluktaki landmarkların evrensel ölçüde geçerli bir anlatımı yapılamamıştır.
259
YASALAR
Bu temel yasada, geleneksel yapıcılık mesleği ve zanaat ile bağlantılı hiçbir öğe
yoktur. Operatif Masonluk döneminden kalma gelenek, kural ve yöntemlere de
değinilmemiştir. Masonluğun üç dereceden ibaret kalmadığı açıkça belirtilmekte
olmasa da sezdirilmektedir.
Bu temel yasayı benimsemiş başka obediyanslar da vardır.
Ancak, nasıl İngiltere Birleşik Büyük Locası kendisini dünya yüzündeki tek
masonik otorite olarak görüyor ve bunun Anglosakson Masonluğu topluluğunda
benimsenmesini sağlıyorsa, Liberal Masonluk kanadında da Fransa Büyük
Doğusu bir benzer tutum takınmakta, “ana büyük loca” savında olmasa da
kendisini üstün görmektedir.
Liberal Masonluk kanadındaki diğer obediyanslar bunun farkındadır. Birçoğu bu
yasanın sadece Fransa Büyük Doğusu’nu bağlayacağı görüşündedir.
260
YASALAR
261
YASALAR
262
YASALAR
Bu düzenlemeye bakılırsa, bu ritin merkezi Paris ve ritin kurulduğu Bordeaux
kentlerinden biri olduğu anlaşılıyor.
…
15. Özel konseyler, Paris ve Bordeaux vadileri ile taşrada veya bir başka yerde
etkinlik gösterenler, yasa ve tüzük yayımlayamazlar. …
Nitekim burada Bordeaux ile Paris’in üstünlüğü bir kez daha vurgulanmış.
…
17. Önemli bir serveti yönetmekle görevli Büyük Hazine Emini, bütün
kaynakları Egemen Büyük Konsey’in yararlarına kullanacak veya yardım
amacıyla değerlendirecektir. …
Buradaki “önemli bir servet” sözü dikkat çekici…
Dilimize doğrudan çevirisi böyle olmakla birlikte aslında burada öyle çok yüklü
tutarda bir para söz konusu olmasa gerek.
Şimdi birbiri ardınca çok ilginç kurallar içeren üç madde göreceğiz.
23. Eğer Büyük Konsey düzenli olarak toplanmışsa, 7 üyenin varlığı belirtilen
saatte çalışmaya başlamak için yeterlidir. 7 üyenin oy çokluğuyla alacağı
kararlar, sanki tüm üyeler toplantıya katılmış ve kabul etmişler gibi, yasa
gücünde olacaktır. …
24. Eğer kimi üyeler Büyük Konsey toplantılarına şarap içmiş ve sarhoş bir
durumda gelirlerse ya da bu saygıdeğer toplantıya egemen olması zorunlu
uyuma ters olan yanlış davranışlarda bulunurlarsa, ilk kez için
uyarılacaklardır. Aynı durum ikinci kez görülürse, hemen ödemekte
yükümlü oldukları para cezasına çarptırılacaklar, üçüncü kez
yinelenmesinde ise rütbeleri geri alınacak, eğer Büyük Konsey çoğunluğu
kabul edecek olursa, atılacaklardır.
25. … Eğer bir konseyin veya özel locanın başkanıysa görevi sona erecek,
hangi dönemde olursa olsun konseyine veya locasına bir başka başkan
atanacaktır.
Demek ki o tarihlerde toplantılara sarhoş olarak gidenler varmış!
…
31. Kudüs Prensleri, yenilenmiş Masonluğun çok değerli prensleri oldukları
için tüm localarda, şapitrlerde, Doğu Şövalyeleri Konseyi de dâhil olmak
üzere her yerde önceliklerden yararlanacak ve aşağıda belirtileceği şekilde
bu yerlerde saygı göreceklerdir. …
Bu maddede bundan sonra uzun bir protokol yöntemi anlatımı var. Eksik bilgi
kalmaması için şu açıklama yapılabilir: “Kudüs Prensi” bu ritin 16. derecesi…
“Doğu Şövalyeleri Konseyi” ise 15. derece çalışmasının yapıldığı atölye.
…
263
YASALAR
35. Royal Sır Prensleri’nin bağımsız bir konseyi, görevliler dahil 15 üyeden
çok olamaz. Müjdeci Aziz Yahya’nın gününde, her bağımsız büyük konsey
9 görevli belirleyecektir. …
Müjdeci Aziz Yahya’nın günü 25 Aralık’tır.
Ancak yasanın bir diğer ayrıntılı maddesinde bu toplantının 27 Aralık günü
yapılacağı belirtilmiş.
Hıristiyanlıkta bu tarihlere pek önem verilir. Bunlar Masonlukta da öteden beri
uygulanmıştır.
Bir diğer önemli gün de “Vaftizci Aziz Yahya’nın günü” yani 24 Haziran’dır.
Az sonra göreceğimiz üzere, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin bir yüksek
konseyinde en çok 32 etkin üye bulunabiliyor. Dolayısıyla bu ritte, o tarihlerin
koşulları altında 15 üye bulunması pek doğal.
Ancak 23. maddeye dönerek bir göz atacak olursanız, düzenli yani gerektiğince
duyurulmuş bir toplantı 7 üyenin katılımıyla yapılabiliyor; bunlardan dördünün
oyu ile alınacak bir karar bizdeki “kanun hükmünde kararname” gibi yasa niteliği
taşıyabiliyor.
Bu kural ise tam anlamıyla bir otokratik sistemi yansıtıyor.
Ritin en yüksek organında karar için oylama yapıldığına göre, demek ki hiç
olmazsa orada bir demokratik uygulama var. Fakat 15 üye varsa, 7 üyenin
katılımıyla toplantı yapılabiliyorsa, bunlardan dördünün oyu çok nemli bir kararın
alınmasına yetiyorsa (neredeyse dörtte bir), demokratik bir uygulamanın
varlığından söz etmek de zor olsa gerek.
Avrupa’nın, Ortaçağ öncesinde yitirmiş olduğu demokrasiyi yeniden tanıyabilmesi
için daha çok zaman geçmesi gerekecek.
264
YASALAR
265
YASALAR
Bu işin bir de dahası var… Hatta bir değil iki…
25 derecesi olan Yetkinleşme Riti Amerika’da 33 dereceli Eski ve Kabul Edilmiş
İskoç Riti’ne dönüştürülürken bu iş birdenbire, tek bir kerede yapılıp bitirilmemiş.
Zaman içinde birer ikişer yeni derece eklenmiş ve ritin tüm dereceleri 32’ye
çıkarılmış. Yetkinleşme Riti’nin o en üstün 25. derecesi de giderek yenilenen bu
ritte 32. derece olmuş.
Sonra ritin tüm örgütünü yönetmek üzere bir yüksek konsey kurulmuş ve buna da
33. derece denmiş.
İleri sürüldüğüne göre Prusya Kralı 2. Friedrich bu ritin anayasasını ve bunun
uygulanmaya konması için gereken buyruğunu doğrudan kendisi, eliyle yazmış.
Peki ama bu ritin yürürlüğe Amerika kıtasında konması için herhangi bir talimat
vermemiş.
Üstelik orada ritin 33 dereceli olarak düzenleneceğini nereden biliyormuş acaba?
İkincisi şöyle: Ritin ilk yüksek konseyi 1801 yılında kurulmuş. Burada bir sorun
yok. 1813 yılında Amerika’da aynı ritin bir de ikinci yüksek konseyi kurulmuş.
Anayasa der ki: “Her ülkede bir tek, sadece Amerika’da iki yüksek konsey
kurulabilir.”
Prusya Kralı 2. Friedrich, böyle olacağını da mı biliyormuş?... Üstelik Amerika’da
ikinci yüksek konsey kurulurken, bunun 1786 tarihli anayasasının tanıdığı hakla
yapılmış olduğuna ilişkin hiçbir kayıt yok.
Dahaların bir de üçüncüsünü ekleyelim mi?
Masonluğa girişinden beri hiç İskoç Riti’nden yana olmayıp İngiliz Masonluğu’na
yakın bir eğilimi olan 2. Friedrich’in, merkezi öteden beri Fransa’da bulunan
Yetkinleşme Riti’ni alıp Berlin’e getirdiğine ilişkin de hiçbir bilgi yok. Ancak
akıl yolu, bunun olamayacağını söyler.
Şimdi diyeceksiniz ki «Bütün bunlar çok mu önemli?»
Hepsini geçmişte bırakıp günümüze bakarsak, hiç de önemli değil. Fakat bu ritin
tarihçesindeki bu ileri sürüşlerin gerçek belgelere dayanmadığını bilmemiz önemli.
1804 yılında Fransa’da ritin ikinci yüksek konseyi kurulduktan sonra kimi
kardeşlerimiz ritin kuruluşunu sağlam bir temele bağlamak istemiş, bunun için
yıllarca önce ölmüş olan bir kralın adını kullanmışlar. Ne yazık ki bunu yaparken
yalancının mumunun yatsıya kadar yanacağını bilememişler. [Bu konuyu daha
ayrıntılı olarak incelemek isterseniz “Tapınakçılar Siyonistler ve Masonlar”
adlı kitabın “Büyük Frederik” başlığı altındaki bölümünü okuyabilirsiniz:]
Dolayısıyla bu konu üzerinde daha fazla durmak gerekmez.
Ritin anayasasının ileri sürülmüş olduğu gibi 1786 yılında düzenlenmiş olması
ile birtakım yüksek konseylerinin oluşumundan sonraki bir tarihte düzenlenmiş
olması pek önemli bir fark yaratmaz. Ancak “İstim arkadan gelsin!” deyişine
uygun bir iş yapılmış olduğunu gösterir, o kadar...
266
YASALAR
Tamamı 18 asıl ve 3 ek maddeden oluşmak üzere hazırlanmış olan bu anayasa
yürürlüğe konurken, buna bir de Prusya Kralı 2. Friedrich imzalı bir buyruk
katılmış. Anayasada yazılı olanlar, bu riti uygulayarak çalışan mason kuruluşları
için pek önemlidir ama Prusya kralının kaleme alıp yayımlamış olduğu söylenen,
tıpkı anayasa gibi özgün olup olmadığı kanıtlanamamış bu buyruğun kapsamı
çok daha ilginç... Bu buyruktan şöyle birkaç paragraf alabiliriz:
“Biz Friedrich, Tanrı’nın lütfuyla Prusya Kralı, Brandenburg
Margravı, Egemen Büyük Koruyucu, Büyük Komandör, Evrensel
Büyük Üstat, Özgür Taş Yontuculuğu Sanatının yönetim ve güvenlik
düzeni ya da Kardeş Masonlar adlarıyla bilinen çok eski ve saygıdeğer
Birleşik Eski Masonlar Topluluğu ya da Birleşik Mimarların tüm inisiye
olmuş çok sevgili kardeşlerine sesleniyoruz: Aramızda TOLERANS-
BİRLİK-BAŞARI vardır.”
“Son dönemlerde bize yansıtılan yeni ve etkin görüşler, karşıtların
kardeşler arasında yaygınlaştırmaya çalıştıkları hoşgörüsüz
düşünceye, bölünmeye, dağılmaya ve anarşiye, en kısa sürede etkin bir
engel oluşturma gerekliliğini kanıtlamıştır. Bu karşıtların amaçları
aşağı yukarı belirginleşmiştir. Ya çok saf ya art niyetlidirler. Amaçlarını
gizleyerek davranmakta ve Masonluğun özgür sanatını değiştirerek
hedefinden saptırmaya, böylece Masonluk düzenini etkisiz hale getirip
yıkmaya yönelmektedirler. Komşu krallıklarda olanları gördükten sonra,
bizce alınacak etkin önlemlerin kaçınılmaz olduğuna inanıyoruz.”
“Saygıdeğer devrimimizin temeli olarak, bu ritlerden ilkinin adı ile
sonuncunun hiyerarşik derecelerini birleştirerek, şimdi ve her zaman
için geçerli olmak üzere duyuruyoruz ki Eski Masonluğun gerçek
özünü ve uygulamasını meslek edinenler, tüm İskoç ritlerinin yerine
geçecek olan tek bir düzenleme içinde birleşmişlerdir. Bunun adı Eski
ve Kabul Edilmiş İskoç Riti olacaktır.”
Anlaşıldığına göre 2. Friedrich ya da onun bu bağlamda adını kullanmış olanlar,
o tarihte Ekosizm’e uygun olarak çalışan tüm ritlerin “Eski ve Kabul Edilmiş
İskoç Riti” adı altında bir araya getirilmesini öngörmektedir. Prusya kralının
aslında Fransa kökenli olup Amerika’da geliştirilmiş bulunan bu ritin kuruluşuna
niçin ve nasıl karıştırılmış olduğu anlaşılamamış, akla ve mantığı uygun bir
açıklaması yapılamamışsa da asıl önemli olan, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç
Riti’nin ve bir anayasasının varlığıdır.
Burada, Yetkinleşme Riti’nin Anayasası’nın aktarımında yapmış olduğumuz
gibi Eski ve Kabul edilmiş İskoç Riti’nin de asal maddelerini özetleyip yer yer
kısaltarak, en önemli noktalarını vereceğiz.
1. Bu düzenlemenin içeriğine karşı olmayan, 1762 yılında dokuz Royal Sır
Yüce Prensi Büyük Komiseri’nin konseyi tarafından kaleme alınan bütün
anayasa maddeleri, yönetmenlikler ve kurallar korunacak ve bunlara
uyulacaktır. Karşı olanlar yürürlükten kaldırılmış ve kesin olarak iptal
edilmiş sayılır.
267
YASALAR
Böylece bir bakıma bu anayasanın daha kısa ve öz olması sağlanmıştır ama bu
ilk madde açıkça ritin Fransa kökenli olduğunu hatta Almanya’da değil Fransa’da
düzenlenmiş bulunduğunu ortaya koyar.
2. Yasalara uygun şekilde görevlendirilen masonlara 33’üncü derece,
Düzenin Egemen Büyük Genel Koruyucularının nitelik, sıfat ve yetkisini
verir.
Bu maddenin sonrasında, ritin herhangi bir ülkedeki 33. derecedeki kardeşlerden
oluşan yüksek konseyin herhangi bir nedenle dağılması durumunda nasıl yeniden
oluşturulabileceği anlatılıyor. Başka hiçbir mason kuruluşunda olmayan bu yöntem
pek ilginç ama yasanın özgün metninde anlatımı daha kısa olsa da yazılmış
olduğu biçimde anlaşılabilmesi biraz zor. Çevirisinde de öyle. Şöyle bir anlatım
çok daha kolay anlaşılır olabilir:
a) Her şeyden önce, 33. dereceyi almış tek bir kardeş hem gerekli hem yeterli.
Bu kardeş, uygun gördüğü bir başka kardeşe yöntemine uygun olarak 33.
dereceyi verme hakkına sahip. Bunu uygular.
b) Bu iki 33. derecedeki kardeş, uygun gördükleri üçüncü bir kardeşe gene
yöntemine uygun olarak 33. dereceyi verir.
c) Uygulama böyle sürdürülür ve 33. derecedeki kardeş sayısı en az 9 olunca
yüksek konsey kurulur.
3. Bu dereceye ilk yükseltilen iki kardeş, itirazsız, Yüksek Konsey’in ilk iki
görevlisi yani Pek Güçlü Egemen Büyük Komandör ve Pek Güçlü
Yardımcı Büyük Komandör olurlar.1 …
Böylece yeni bir yüksek konsey kurulunca, ilk iki görevlinin nasıl belirleneceği
kurala bağlanmış oluyor. Ancak görev sürelerinin ne kadar olacağı ve yenisinin nasıl
belirleneceği konusunda bir kayıt yok. Sadece şayet biri ölür ya da görevini
bırakırsa ne yapılacağı yazılmış. Anlaşılan o ki, bundan sonrasının yürütülme
yöntemini her yüksek konseyin kendi tüzüklerinde belirlemesi öngörülmüş.
4. Gerekli nitelik ve yeteneklere sahip bütün masonlar bu yüce dereceye
yükseltilir ve on Frederik altını ya da on Lui altın veya bulunduğu ülkenin
parasından bu değer karşılığı miktarı katılım payı olarak öder. 30, 31 ve
32’nci dereceye yükseltilen kardeşten de her derece için aynı miktarda bir
ödeme istenir. …
Hiç kuşkusuz mason olmak bedava değildir ve her kardeşin gerek yıllık ödentisi
gerekse derece artırımlarında ödemesi gereken bir tutar vardır. Ancak burada
ritin en yüksek derecelerini almanın hayli pahalı olduğu görülüyor. «Bu yüksek
tutarlı ödeme niçin gereklidir ve neyin karşılığı olarak alınır?» diye soracak
olursanız, anayasanın bu maddesinin sonunda şöyle bir açıklama var:
1
“Pek Güçlü Egemen Büyük Komandör unvanı, günümüzde Türkiye’deki yüksek
konseylerde geçerli değil… Süprem Konseyler “Pek Güçlü Egemen Grankomandör”,
Türkiye Yüksek Şûrası ise “Pek Muktedir Hâkim Büyük Âmir” unvanını kullanıyor.
268
YASALAR
Yüksek Konsey bu fonların idaresini gözetir ve düzenin yararı için
kullanır.
5. Tüm yüksek konseyler, en az dördü ülkenin hâkim dininden olan, dokuz
33’üncü derece Egemen Büyük Genel Denetçi’den oluşur.* … Avrupa’nın
her büyük ulusunda, krallığında veya imparatorluğunda, bu dereceden
sadece bir yüksek konsey bulunabilir. Kuzey Amerika’yı oluşturan devlet ve
illerde, ister kıtada ister adalarda olsun, birbirinden mümkün olduğu kadar
uzak iki konsey bulunacaktır. Güney Amerika’yı oluşturan devlet ve
vilayetlerde, ister kıtada ister adalarda olsun, aynı şekilde birbirinden
mümkün olduğu kadar uzak iki konsey bulunacaktır. Asya’nın, Afrika’nın
vb., her imparatorluk, egemen devlet krallığında sadece birer yüksek konsey
bulunacaktır.
Bu “iki yüksek konsey” konusundan daha önce de söz etmiştik. Burada aynı
uygulamanın Güney Amerika için de geçerli olacağı belirtildiğini görüyoruz. Ancak
“… oluşturan devlet ve illerde” deyişi hayli yoruma açık… Kıtadaki devletlerin
tümünde topluca mı yoksa her birinde ayrı ayrı mı belli değil. Nitekim sonradan
elbette her devlet kendini ötekilere bağımlı görmeyip kendi ülkesinin yüksek
konseyine kurma yoluna gitmiştir.
6. Yüksek Konsey, 17. derecenin altındaki derecelere veya Doğu ve Batı
Şövalyelerine her zaman doğrudan hükmedemez. Yerine ve duruma göre
yetkisini kendiliğinden anlaşılabileceği bir şekilde iletebilir. …
Daha önce bu yasanın aslında 1786 yılında değil, Berlin’de de değil, 19. yüzyılın ilk
çeyreğinde Fransa’da oluşturulmuş bulunduğuna ilişkin bir değerlendirme
yapmıştık. Bu madde o görüşü destekliyor. Çünkü o tarihlerde Fransa Yüksek
Konseyi, ritin ancak 18. ve daha yüksek dereceleriyle ilgilenmiş ve alt derecelerin
yönetimini Fransa Büyük Doğusu’na bırakmıştı.
Anlaşılan, o tarihlerde oradaki fiilî durum yasa maddesine yansıtılmış. Ancak
sonradan, Fransa Büyük Doğusu yüksek derecelere gereken önemi vermeyince,
bu uygulamaya son verilmişti.
7. 16’ncı derecenin üstündeki bütün mason ve konseyler, Egemen Büyük
Genel Denetçiler Yüksek Konseyi’ne başvurma hakkına sahiptir. Yüksek
Konsey kendilerini tanıtmalarına ve önünde şahsen konuşmalarına izin
verebilir.
8. Bir Royal Sır Prens Masonları Büyük Konsistuvarı, kendisini oluşturan
32’nci derece üyeleri arasından başkanını seçer. Fakat her halükarda bir
büyük konsistuvarın kararları 33’üncü derece yüksek konseyi tarafından
onaylanarak değer kazanır. …
269
YASALAR
Başında “büyük” sıfatı olsa da olmasa da “konsistuvar” bu ritin 32. derecesinin genel
adıdır. Bu maddede konsistuvarda bir seçimden söz edilmesine karşın, iplerin
aslında doğrudan yüksek konseyin elinde olduğu açıkça belirtilmiş.
…
11. Kadoş Şövalyesi derecesi, 31 ve 32’nci dereceler gibi, en az 3 egemen büyük
genel denetçi huzurunda ve lâyık olduğuna karar verilen masonlara verilir.
Bu ritin 19.-30. derecelerinde çalışan masonik birim (atölye), “Areopaj” olarak
anılır. Kadoş Şövalyesi, bunun son derecesinin unvanıdır. Ancak bu maddeden
anlaşıldığına göre, iş bir kardeşe bu derecenin verilmesine geldiğinde, areopaj
kendi başına hareket edemez; yüksek konsey bu işlemi doğrudan denetler.
…
13. … Yüce derecelerin el yazması ritüeli, sadece her konseyin ilk iki görevlisine
ya da başka bir ülkede aynı derecede bir konsey kurmakla görevlendirilmiş
bir kardeşe emanet edilir.
“Yüce dereceler” teriminden anlaşılması gereken 31., 32., ve 33. derecelerdir.
Demek o tarihlerde bu derecelerin ritüelleri basılı hale getirilmez ve el yazması
ritüeller o derecelerdeki kardeşlere bile verilmezmiş!
Bundan sonraki maddeler bir yüksek konseyde patentlerin nasıl verileceğini,
uzun uzadıya toplanan ödentilerin ve diğer paraların kullanımı ile hesapların
denetlenmesi yöntemini anlattığından, o ayrıntılara girmiyoruz. Yasanın en
sonunda ise şunlar yazılı:
Düzenin Çok Güçlü Egemeni, Büyük Koruyucu, Büyük Komandör,
Evrensel Büyük Üstadı ve Gerçek Muhafızı, Tanrı’nın lütfuyla Prusya
Kralı, Brandenburg Magravı vb. isminin ikincisi Yüce Majeste
Frederik’in huzurunda ve onayıyla, düzenli olarak çağırılan, birleşen
ve toplanan 33’üncü derece Büyük Yüksek Konseyi’nde hazırlanan ve
onaylanan karar. … Berlin’deki sarayımızda, 1786 şükran yılının
Mayıs ayında, birinci takvim günü ve hükümdarlığımızın 47’nci
yılında onaylandı ve yayımlandı.
1875 Değişikliği
Daha önce değindiğimiz gibi Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin anayasası,
bazı yüksek konseylerin 1875 yılında bir araya geldiği Lozan Konvanı’nda
gözden geçirildi ve bazı maddelerinin değiştirilmesinin gerektiği görüldü.
Yapılan önemli değişikliklerden biri, 33. derecedeki masonların yetkilerinin
kısıtlanması oldu. Bunun gerekçesi anayasadaki bu yetkilerin zaman zaman
yanlış kullanıldığının görülmesiydi.
Bu gerekçe üzerinde o tarihte ayrıntılı bir açıklama yapılmamıştı. İşin aslı çok
daha sonra, 20. yüzyılın ikinci yarı ortalarında ortaya çıktı. Bu da Siyon Örgütü
ile bağlantılı bir olayın sonucuydu. Özeti şöyle:
270
YASALAR
19. yüzyıl ortalarında, varlığını sürdürmekte olan Siyon Örgütü’nün başına o
dönemin dünya çapında ünlü yazarlarından Victor Hugo geçmişti. 1870’li
yıllarda Fransa Yüksek Konseyi’nin başında da, o tarihlerde Fransa’da çok iyi
tanınan, zaman zaman Fransız hükümetinde yer almış olup Komünist eğilimli
olduğu da bilinen, Yahudi asıllı Adolphe Crémieux bulunuyordu.
Bu ikisi arasında bir anlaşma yapılmıştı. Bu anlaşma, asıl adı daha uzun olmakla
birlikte kısaca “Siyon Protokolleri” diye anılmış olan bir dizi belgedir.
Bu belgelerden bazılarında, Siyon Örgütü’nün bundan sonra ne gibi etkinlikler
göstereceği, Masonluğun da buna nasıl katkıları olacağı belirtiliyordu.
Burada bir süre duralım ve “Siyon Protokolleri” olarak anılan bu belgelerin
kamuoyunda nasıl tanınmış olduğuna değinelim.
1897 yılında Avusturyalı bir Yahudi olan Theodor Herzl’in önderliğinde olmak
üzere, İsviçre’nin Basel kentinde bir uluslararası Yahudi kongresi toplanmıştı.
Bu kongrede, Yahudilerin ana yurtlarına kavuşmaları için bir örgüt kurulması,
delegelerden birinin önerisi üzerine buna “Dünya Siyonist Organizasyonu” adı
verilmesi kararlaştırılmıştı. Böylece örgütün politik ülküsü de “Siyonizm” adını
almıştı.
Bu kadarla da kalmadı; sonraları İsrail Devleti’nin egemenlik politikası da bu
adla anılır oldu.
Nitekim gününüzde de Siyonizm denilince herkesin anladığı budur.
Ancak bu konuyu bilenlerin indinde bir çelişki ortaya çıktı.
Çünkü “Siyonizm”, aslında yüzyıllardan beri varlığını gizlemiş olan Siyon
Örgütü’nün ülküsüydü.
Bu ülkü, özelliği bakımından Antisemitist yani Yahudilere karşıt bir nitelik
taşıyordu.
Sözünü ettiğimiz şu Yahudi kongresinin delegeleri bunu bilmiyordu. Bu bir gizli
ülkü olduğundan bilmeleri olanaksızdı.
Bilselerdi, kendi örgütlerinin adını öyle koymaz, politik ülkülerine de “Siyonizm”
demezlerdi.
Durum böyle iken, 20. yüzyıl başlarında Yahudilere veryansın etmekte olan
Antisemitistlerin eline, otuz yıl kadar önce düzenlenmiş “Siyon Protokolleri”
geçti. Bu belgelerde yazılı olanlar çok yanlış anlaşıldı ve olmayacak bir şekilde
yorumlandı. Öylesine ki Siyon Örgütü’nün ülküsü Yahudilere mal edildi.
Bu belgelerde Masonluğun adının geçtiği hatta bir de sonunda “Siyon’un 33.
dereceli ileri gelenlerince imzalanmıştır.” diye bir söz bulunduğu için,
Masonluğun da Yahudi ülküsüyle bağdaştırılmasına girişildi.
271
YASALAR
Ancak bu anlattıklarımız, daha sonraki olayların özeti... Bu vesileyle Masonluk
ile Siyonizm arasında niçin bağlantı kurulmuş olduğunu da görmüş olduk ama
şimdi bu konuyu bir yana bırakalım.
Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti yüksek konseylerinin Lozan’da toplanan 1875
tarihli konvanında anayasa üzerinde birtakım değişiklikler yapılırken, yüksek
konsey üyelerinin yetkilerinin kısıtlanması işte bundan ileri geliyordu. Artık bir
yüksek konsey üyesi kendi kafasına estiğince istediğini yapamayacaktı.
O toplantıda bulunan Adolphe Crémieux, bu değişiklik üzerine acaba ne yaptı,
nasıl bir tepki verdi, orasını bilemiyoruz. İşin o yanı dedikodu…
Bu konuyla bağlantılı olarak şöyle bir soru beklenir: «Siyon Örgütü Yahudilere
karşı… Adolphe Crémieux ise bir Yahudi… Bu nasıl açıklanır?»
Evet, Adolphe Crémieux Yahudiydi. Hatta 1860 yılında Fransa’da kurulan
Alliance Israélite Universelle (Evrensel İsrail Birliği) adlı örgütün başkanlığına
getirilmişti. Fakat bir süre sonra bu örgütü elinde tutmak isteyen Rotshild ailesiyle
geçinemediğinden ayrılmıştı. Masonlukta da birkaç ayrı ritte dolaşmıştı. Ancak
hepsinden önce bir politikacıydı. Çoğu politikacılar gibi öncelikle kendi çıkarını
düşünürdü.
Demek ki Masonlukta çok ilerlemiş hatta hayli yüksek bir görev üstlenmiş
bulunmak bile “mason” olmanın göstergesi sayılmayabilir.
272
12
Bölünmeler
273
BÖLÜNMELER
Günümüzde herhangi bir ülkede birbirleriyle çekişen, çekişmeseler bile dostluk
ilişkileri kurmaya yanaşmayan iki mason kuruluşu varsa, o ülkede Masonluk
bölünmüş demektir.
Fakat bir ülkede birbirinden ayrı, yönetim bakımından hiç ilişkisi olmayan en az
iki mason örgütünün bulunması o ülkede Masonluğun mutlaka bölünmüş
olduğunu göstermeyebilir. Birbirinden ayrı bağımsız mason örgütleri arasında pek
âlâ yakın dostluk ilişkileri kurulabilir. Nitekim bölünmelerin yanı sıra böyle
dostça, kardeşçe ilişkiler de izlenebilmektedir.
Masonluğun herhangi bir ülkedeki durumuna şöyle bir bakıp, başka ülkelerdeki
durumun da benzer olacağını varsaymak ise yanlıştır. Gelişmiş Batı ülkelerinde
bile bu yanılgıya düşen çoktur. Bazı ülkelerde tek bir tür Masonluk vardır.
Buna karşılık bazılarındaki Masonluğun türü bambaşkadır. Bazı ülkelerde aynı
anda birkaç tür Masonluk görülebilmektedir.
Dolayısıyla, bölünmelerden söz ederken, bu konuyu ayrı ayrı ülkeler çapında
değil, dünya çapında genel olarak göz önünde tutmak daha doğru olur.
«Farklı tür Masonluk ile ne denilmek isteniyor?» diye soracak mısınız?
Öncelikle, ilkeleri farklı olan ve bu nedenle aynı çatı altında birleşemeyen mason
kuruluşları…
Sonra örgütlenme ve çalışma yöntemleri farklı olan kuruluşlar…
Dolayısıyla ritüelik öğretimleri farklı olanlar… Nitekim bu kitabın 10. bölümünde
birçok mason ritinin oluşturulmuş bulunduğunu, günümüzde de birçok ritin
varlığını sürdürdüğünü gördük. Ancak bu bölümde Masonluktaki bölünmelerden
söz ederken ritleri değil, yeryüzünde tek bir mason riti olsa bile bunun da kendi
içinde bölünmelere yol açmış olacağı etkenleri inceleyeceğiz.
Bir ülkede farklı tür Masonluklar varsa, o ülkenin sadece kendi localarının
toplantılarına gelip gitmekle yetinmeyip daha geniş çapta bilgi edinmeyi, gerek
kendi üyesi oldukları örgütün gerekse başkalarının özelliklerini öğrenmeye de
önem veren masonlar bu durumun farkındadır. Fakat o ülkede sadece tek tür bir
Masonluk varsa, -çoğu mason Masonluğun başka ülkelerdeki özelliklerini de
araştırıp öğrenmeye pek de hevesli olmadığından- Masonluğu sadece kendi
üyesi olduğu kuruluşun uyguladığı gibi olduğunu sanır, başka türlüsünün de
olabileceğini aklına bile getirmez.
Sözün uzatıldığından yakınarak «Nedir bu etkenler?» diye sorabilirsiniz.
Yanıt olarak şu asal etkenleri sayabiliriz:
1. Dinsel inanç konusu;
2. Masonluk anlayışı ve örgütsel düzen ilkeleri konusu.
3. Irk ve cinsiyet ayırımcılığı konusu.
Şimdi bunları sırasıyla ele alıp, olabildiğince ayrıntılı ancak sizi çok usandırmış
olmamak için özetleyerek anlatmaya girişelim.
274
BÖLÜNMELER
275
BÖLÜNMELER
Ateizm (Tanrıtanımazlık)
Ateizm Tanrı’nın varlığını yadsıyan bir inanç sistemidir. Aslında doğrudan Teizmin
karşıtıdır ama Deizm ile de bağdaşmaz. Tarihsel bakımdan Teizm kadar eskidir
çünkü ona bir tepki olarak onunla birlikte doğmuştur.
Teist nitelikli inanç sahiplerince inançsızlık hatta inanmada kararsızlık, Ateist
olmakla bir tutulur. Deizmin de böyle görülmesi bundan ileri gelir. Oysa bu
özdeşleştirme yanlıştır. Çünkü nasıl Teizmde Tanrı’nın varlığına inanmak
gerekiyorsa, Ateizmde de yokluğuna inanmak gerekir. Bu bakımdan Ateizm çok
farklıdır ve Teizme karşı olduğu gibi Deizme de karşıdır.
Aslında Ateizm, Tanrı’nın varlığını yadsıma yoluyla insanın varlığının ortaya
konabilmesi için oluşturulmuştur. Özgün amacı Tanrı ile uğraşmak değil inanç
kavramlarına karşı çıkarak insanı yüceltmektir. Tanrı’nın varlığını yadsımak,
bunun sonucudur.
Önceleri salt Tanrı’nın var olmadığı üzerine bir görüş olan Ateizm, sonradan
hiçbir din ya da dinsel inancın gerekli olmadığını, dinlerin tümünün insanlarca
uydurulduğunu, her türlü doğaüstü benimseyişin yanlışlığını savunur bir biçime
dönüştürülmüştür.
Böylece Ateizm sadece Teizme karşı çıkan bir öğreti
olmaktan çok öteye gitmiş, inançsızlığı savunmakta
oluşuna karşın kendine özgü bir inanç sistemi olmaya
dönüşmüştür. Bu nedenle de nitelikleri arasında
farklar olan birçok inanç sistemini karşısına almıştır.
Masonluğun temellerinden birinin dinsel inanç olması gerektiğini ileri sürenler,
Ateizmi hiç hoş göremedikleri, toleransla karşılayamadıkları için bir Ateistin
mason olamayacağını ileri sürmüşlerdir. Nitekim gerek Masonluğun Deist eğilimli
1723 tarihli özgün temel yasasının gerekse daha sonraki yasalarının bu konuda
şöyle bir yargısı vardır:
“Bir mason, budala bir Ateist ve din ile ilişkisiz bir özgür düşünceci olamaz.”
Kimi kardeşler ise buna karşı âdeta düz mantık kullanarak demagoji olarak da
nitelenebilecek şöyle bir görüş ileri sürmüştür: «Masonluğun temel yasası, bir
masonun Ateist olamayacağını değil, “budala bir Ateist” olamayacağını belirtmiş.
Oysa insan “akıllı bir Ateist” olabilir. Ateizmi bilerek ve anlayarak benimseyen
bir kişinin, mason olmasına yasa bakımından herhangi bir engel yoktur.»
Sonra da şöyle devam etmişler: «Temel yasa bir masonun “din ile ilişkisiz bir
özgür düşünceci” olamayacağını belirtmiş. Oysa bir masonun özgür düşünce
sahibi olması onu ille de tüm dinlerden ve dinsel inanç sistemlerinden soyutlamaz.
İnanç sahibi olabilmek için mutlaka başkalarının kurmuş olduğu bir dine
bağlanmak zorunlu değildir. Dolayısıyla kendilerine göre bir tanrı inancı olan
özgür düşünce sahibi kimselerin mason olmalarına da yasal bakımından engel
yoktur.»
274
BÖLÜNMELER
Böylece Masonlukta Teizm-Deizm çekişmesi sonuç vermez bir biçimde sürerken,
buna bir de Ateizm, ardından Ateizm ile de bağdaşık olması gerekmeyen “özgür
düşünce ve bireysel buyrultu ile oluşturulan bir inanç” katılmıştır.
Aslında açıkça Ateizmden yana çıkan bir mason kuruluşu yoktur. Sadece bazı
kuruluşlar Teistlere ve Deistlere olduğu gibi Ateistlere de tolerans gösterilip,
insanların din ve inançlarına karışılmamasından yana çıkmıştır. Bazı mason
kuruluşları ise hiçbir dinsel inancı savunmamayı yeğlemiş ama her masonun bir
inancının olmasını gerekli görmüştür. Bunun nedeni, hiçbir şeye inanmayan
kişilerin Masonluğun amaçları doğrultusundaki ortak çalışmalarda yararlı
olamayacağı tezidir.
Kimileriyse masonların belirgin olarak tanımlanmış bir dinsel inanç sahibi
olmalarını zorunlu tutup bunda direttikleri için uyuşmazlık çözümlenemez bir
biçim almıştır.
Mistisizm (Gizemcilik)
Mistisizm ya da Gizemcilik, amaçlarını halka açık olan dinlerde belirtilmiş olan
yöntemlerle değil, kendine özgü ezoterik yöntemlerle gerçekleştirmeye çalışan
inançsal dünya görüşleri ile bunlarla bağlantılı felsefe sistemlerinin genel adıdır.
Temeli Antik Çağın gizemci din ve ahlâk sistemlerine dayanır.
Eski Mısır’da Hermetizm, Hindistan’da Brahmanizm, Çin'de Konfüçyüs öğretisi
ve Taoizm, Eski Yunan’da Orfizm ve Pitagorculuk en önde gelenleridir.
Göksel dinlerde de gizemci akımlar oluşmuştur. Bunlar Yahudilikte Kabala,
Hıristiyanlıkta Gnoz, Müslümanlıkta Tasavvuf adını alır.
Gizemcilikte Tanrı’nın yaratıcı gücü yadsınmaz ama onun egemenliği altında
yaşayarak ölüm sonrasına hazırlanmak yerine yaşam süresinde Tanrı’ya ulaşıp
onunla bütünleşmek öngörülür. Tapınmak, dua etmek, yalvarıp yakarmak değil
“gönül bağlantısı” gerekli sayılır. Akıl inançtan üstün tutulur ama gerçeklerin
bulunmasında en etkili yolun “sezgi” olduğu benimsenmiştir.
Masonluktaki öğretim ile Gizemcilik arasında yer yer benzerlik oluşu, kimilerinin
Masonluğu da bir “gizemci kurum” olarak görmesine neden olmuştur. Gizemciliği
“bilim ve akıl dışı bir yanılgı” olarak niteleyen mason kuruluşları da vardır.
Nitekim Gizemciliğin de Masonluktaki bölünmelerin odaklarından biri olduğu
söylenebilir ama bundan ötürü gizemcileri suçlamak doğru olmaz çünkü yanlış
bulsalar bile dinsel inançlara ve dindarlara karşı saygıda kusur etmezler. Buna
karşılık dinciler (yobazlar), kendileriyle benzer inançları olmayanlara karşı
tolerans gösteremez hatta onları hor görür.
Dolayısıyla Masonlukta bölünmelere yol açan asıl konu ne din ne de inançtır.
Sorun açıkça “toleranstan yoksunluk” yani katı bir tutumda diretmedir. Töresel
ilkelerine bakılırsa, Masonluğun bağnazlığa karşı olması hatta bununla savaşması
gerekir. Ancak birçok masonun bunu beceremediği anlaşılmaktadır.
277
BÖLÜNMELER
MASONLUĞUN TÜRLERİ
274
BÖLÜNMELER
Bu tür Masonlukta hiçbir Tanrı inancı olmayanlar bir yana dursun, kitaplı
dinlerdeki Tek Tanrı’ya ve “vahiy”e inanmayanlar da Masonluk için yararsız
hatta zararlı olarak nitelenir.
Bu tür Masonlukta benimsenen kardeşlik anlayışı, Masonluğun dinsel inanç
konusundaki tutumunun ürünüdür.
Buna göre Tanrı tüm insanların babasıdır. Tüm insanlar bu nedenle kardeştir.
Nitekim masonların kardeş oluşu da öncelikle inanç üzerinde birleşmelerinden
ileri gelir.
Ancak bu bir “din kardeşliği” değildir. Belki “inanç kardeşliği” diyebilirsiniz.
Bu anlayışı benimseyen kuruluşlardan çoğu Anglosakson Masonluğu topluluğu
içinde yer alır.
Fakat bu olgu Tutucu Masonluk ile Anglosakson Masonluğu terimlerini
özdeşleştirmez.
Anglosakson Masonluğu, Tutucu Masonlukta bir sayısal çoğunluk, bir kitlesel güç
oluşturur ama tümünü içermez. Tutucu Masonluk anlayışını benimsemekle
birlikte, İngiltere Birleşik Büyük Locası’nı “ana büyük loca” olarak kabul
etmeyen ve herhangi bir diğer büyük locaya oranla dünya çapında geçerli bir
üstünlüğünün olduğunu yadsıyanlar da vardır.
Gelenekselci Masonluk
Gelenekselci Masonluk, 18. yüzyıl başları ve öncesinden kalma eski gelenek ve
yöntemlerin titizlikle korunarak uygulanmasını öngören mason kuruluşları,
toplulukları ve sistemlerinin genel niteliğidir. Bu gelenek ve yöntemlerin dinsel
özelliği üzerinde tartışma yapılmaz.
Buradaki “gelenekselci” sıfatını beğenmemiş olabilirsiniz. Zaten ülkemizde kimi
masonlar “gelenekçi” kimisi “geleneksel” diyor. İkisi de aynı şey… Sıfata değil de
Masonlukla bağlantılı tanıma bakalım.
Bu tür Masonluk anlayışı dinsel inanç gereği açısından Tutucu Masonluk ile
bağdaşır.
Özgürlükçü Masonluk anlayışıyla belirgin bir çelişkisi vardır. Çünkü eskiden
kalma gelenek ve yöntemlerin titizlikle korunarak bunlara uyulması bir koşul (şart)
haline getirilince, Özgürlükçü Masonlukta buna karşı çıkılır.
Bu tür Masonlukta o eski geleneklerin her çağa ve her ortama göre en iyi ve en
uygun şekilde düzenlenmiş olduğu, bunların yüzyılların deneyim ve birikimi ile
gelenekselleştiği, değiştirilebilecek hiçbir yanlarının bulunmadığı savunulur.
Masonların inançlı kişiler olmaları gerekli görülür ama bununla bağlantılı bir ön
koşul konulmaz.
Bir diğer deyişle, Gelenekselci Masonluk elbette Ateizme karşıdır ama Teizm
ile Deizm arasında fark gözetmez. Dinden ve inançtan yanadır ama belirgin bir
dogmayı savunmaz.
279
BÖLÜNMELER
Özgürlükçü Masonluk
Özgürlükçü ya da Liberal Masonluk, masonların dinsel görüş ve inançlarında
hiçbir sınırlamaya bağlı tutulmaksızın özgür olduklarını benimseyen, bu nedenle
öğretimlerinde dinsel dogma olmayan, ritüellerini de bu ilkelere göre düzenleyip
uygulayan mason kuruluşları, toplulukları ve sistemlerinin genel niteliğidir.
Buradaki “liberal” terimini sadece bu tür Masonluk anlayışını benimseyenler ile
“Masonluk” konusunu yansız (objektif) olarak inceleyenler kullanır. Tutucu ve
Gelenekselci Masonluk anlayışını benimseyenlere göre ise “Liberal Masonluk”
diye bir şey yoktur; hiçbir zaman da olmamıştır; bu terimi Masonluğa benzer
birtakım yöntemler uygulayarak çalışmakta olan taklitçi örgütler uydurmuştur.
Buna karşın biz burada kimi zaman “Özgürlükçü Masonluk” kimi zaman da eş
anlamlı olarak “Liberal Masonluk” terimini kullanmayı sürdüreceğiz. Çünkü
buna karşı çıkanlar her ne derse desin, dünyada bu tür bir Masonluğun bulunduğu
yadsınamaz. Bu tür Masonluğu benimseyen kuruluşların birçoğunun adlarında
“liberal” sıfatının kullanıldığı görülmektedir.
274
BÖLÜNMELER
281
BÖLÜNMELER
Lozan İlkeler Bildirgesi’nin kapsamında yer alan ilkeler objektif bir görüş
açısıyla bakıldığında mason örgütlerini birleştirici gibi görünüyorsa da, işin
içinde olanlardan kimilerine göre hiç de öyle değildir.
Nitekim Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin daha sonra düzenlenen konvanlarında
bu bildirgede geçen çeşitli sözcük ve terimlerin -özellikle “Evrenin Ulu Mimarı”
kavramının- anlamı üzerinde titizlikle durulmuştur.
Aynı ritin kapsamı içinde olmakla birlikte ortaya çeşitli yorumlar çıkmıştır.
Tüm çabalara karşın yüksek konseylerin arasındaki çelişkiler giderilememiştir.
Masonluğun 33. derecesini almış ve bir yüksek konseyi yöneten, bu bakımdan
kimi gözlerde çok büyütülen kardeşler birbirlerine bir türlü tolerans göstermeyince,
onların da arasında uzlaşma sağlanamamıştır.
Dolayısıyla, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin de belli bir adı taşıdığı, belli
bir öğretim dizgesini uyguladığı gerekçesiyle kendi içinde dünya çapında tek
beden olduğu sanılmamalıdır. Masonluğun genelinde olduğu gibi o da kendi içinde
“tutucu”, “gelenekselci” ve “evrimsel” olmak üzere ayrı kanatlara bölünmüştür. Bu
olgu, ritin herhangi bir derecesinin -hangisi olursa olsun- birbirinden farklı
yüksek konseylerin uygulamasındaki ritüelik içeriği şöyle bir karşılaştırıldığında
hemen kendini belli eder.
Uluslararası Masonluk Birliği’ndeki Uzlaşmazlık
Bu kitabın 9. bölümünde Masonluktaki uluslararası örgütlenmelerden söz ederken,
İsviçre Alpina Büyük Locası’nın girişimiyle 1902 yılında “Masonik İlişkiler
Uluslararası Bürosu” adı altında bir iletişim örgütü kurulduğunu, ancak yaptığı
çalışmalardan başarılı bir sonuç elde edemediği için kapandığını belirtmiştik.
Bu kuruluşun 1904 yılında yayımlamış olduğu bir bildirge var ki ayırımsız olarak
tüm kardeşler için ibret olması gereken bir yakınma içeriyor:
“Sözde evrensel denen ve mutlaka bir kardeşlik birlikteliği göstermesi
gereken, amacı ise ayırmak değil birleştirmek olması zorunlu olan bir
topluluk içinde derin ayrılıkların görülmesi çok acıdır.
Bu topluluğun birçok gruplarının birbirlerini aforoz ettiğini,
kendilerinden farklı düşünmekten başka hiçbir suçu olmayan
insanları ve kardeşleri lânetlediklerini görüyoruz.
Bize inceleme yapıp denemeyi, tartışmayı, suçlamadan önce dinlemeyi
öğütleyen aklın sesine karşı sağır olan bu kimseler kendilerini suçsuz
saymaktan hoşlanıyor ve tutumlarıyla farkına varmadan özgürlüğe
sonsuzcasına düşman kesiliyor.”
Bu karamsar görüşe karşın, 1921 yılında masonik yazında kısaca A.M.I. olarak
anılan Uluslararası Masonluk Birliği’nin kurulduğundan da söz etmiş, ilgili
obediyansların ortak görüşlerinin açıklandığı bildirgenin en önemli maddelerini
sıralamıştık.
Bunların da burada bir kez daha yinelenmesi gerekmez.
274
BÖLÜNMELER
Birçok obediyans Uluslararası Masonluk Birliği’nin ortayla koyduğu ilkeleri
“Eski Yükümlülükler” ile “Landmarklar”a aykırı buldu.
Buna hiç şaşırmamak gerekir çünkü o kuruluş Liberal Masonluk ilkelerini
benimseyen obediyanslardan oluşuyordu. İşin ilginç yanı birliğin ilkelerinin Eski
ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin 1875 tarihli Lozan Konvanı’nda belirlenmiş
olanlardan bazılarıyla çelişkili olduğunu ileri sürenler de çıkmıştı.
Belki bu da olağan karşılanabilir ama bu işin perde arkasındaki sorun başkaydı:
Masonluğun simgesel derecelerinde çalışan obediyanslardan oluşan birliğin,
aslında Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin ilkelerini olduğu gibi izlemesinin
gerektiği ileri sürülmekteydi.
Olmayacak, Masonluk ile bağdaşmayacak işler…
Aynı senaryo yineleniyordu...
Üstün olan, sözünün dinlenmesi gereken örgüt hangisidir?... Masonluğun asal
derecelerinde çalışmakta olan bir obediyans mı, yoksa simgesel derecelerle
birlikte yüksek dereceleri de sinesinde barındıran bir yüksek konsey mi?...
Aslına bakılacak olursa buradaki sorunu yaratanlar, -eskiden beri olduğu gibi-
bazı yüksek konseylerin ileri gelenleriydi. Çünkü onlara göre, 1. dereceden. 33.
dereceye kadar uzanan Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin ilk üç derecesini
yönetmekte olan obediyanslar, ritin egemen otoritesinin sözünü dinlemeliydi.
Buna karşılık, simgesel derecelerde çalışmakta olan obdiyansların seçilmiş
yöneticileri de bir yüksek konseyin yetki alanının ancak 4. dereceden sonra
başlayabileceğini, simgesel derecelere karışamayacağını ileri sürüyordu.
Bu sorun, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkmış değildi; önceden de vardı.
Daha sonra da sürdü ve günümüzde de yer yer sürmektedir.
Ancak bunu “bölünme” olarak görmek doğru olmaz. Bu, diyalog noksanından
kaynaklanan bir uyuşmazlıktan başka bir şey değildir. Çözümü vardır. Şayet bir
yüksek konsey ilişkide bulunduğu obediyanslarla aralarındaki ilişkilerin nasıl
düzenleneceği konusunda anlayışlı bir tutum takınacak olursa sorun çıkmaz. (Böyle
bir sorunun nasıl çıktığını ve nasıl çözümlenebildiğini ya da tersine nasıl
çözümsüzlüğe sürüklenebildiğini, 17. bölümde Türkiye’deki Masonluğun yakın
tarihini incelerken göreceğiz.)
283
BÖLÜNMELER
Birliğin konvanlarında Gelenekselci Masonluğu benimseyen obediyansların
delegeleri, özellikle “Evrenin Ulu Mimarı” kavramının gündeme getirilerek
görüşülmesini, birliğin bu konudaki tutumunun belirlenip apaçık bir şekilde
ortaya konmasını istiyordu.
Nitekim 1927 yılında Paris’te toplanan konvanda, bu konu da gündeme alınıp
görüşülünce, obediyansların anlayışları arasındaki farklar sapır sapır ortaya döküldü.
Yapılan tartışmaların sonunda görüş birliğine varılır gibi oldu; Masonlukta genel
olarak “Evrenin Ulu Mimarı” terimiyle dile getirilen bir yüce ilke ve idealin
varlığının tanınması gerektiği üzerinde uyuşmaya varıldı.
Oraya kadar iyiydi ama iş o kadarla kalmadı.
Böyle bir tanımanın hiçbir dinsel inanç ve bağlanışı ne önerdiği ne de yadsıdığı,
her obediyansın kendi tüzük ve ritüellerinde bu ya da benzeri bir kavramı
bulundurmalarının zorunlu olmayacağı eklenince tartışmalar yine alevlendi.
Birliğin üyelerinden bazılarına göre din ve inanç konusundaki görüş ve eğilimlerde
obediyansları tümüyle serbest bırakan böyle bir kararın benimsenmesine olanak
yoktu. Aksi takdirde Masonluğun Deizm gibi Ateizme de açılacağını, bunun
Masonluğun temel yasasına aykırı olup Ateistleri üyeliğe kabul eden tek bir
locanın bile Masonluğun adını kötüye çıkaracağını ileri sürüyor, bu kararın
değiştirilmesini istiyorlardı.
Bu karar değiştirilemedi. Çünkü Özgürlükçü Masonluk anlayışını benimseyenler
çoğunluktaydı.
Bunun üzerine Gelenekselci Masonluğu benimseyen obediyanslar önce konvanı
terk etti, sonra da birlikten ayrıldılar.
274
BÖLÜNMELER
TANIMA KOŞULLARI
285
BÖLÜNMELER
Şimdi soracaksınız: «Onların da mı bu değişikliği yapması gerekiyor?»
Hayır. İlle de gerekmiyor. İngiltere Birleşik Büyük Locası böyle bir koşula karşı
değil ki! İsteyen istediği gibi devam eder. Bir de zaten bu büyük loca her ne derse
ona gözü kapalı uyanlar var. Yeni adaylara ruhun ölmezliğine inanıp inanmadığını
sormazlar, olur biter.
3. Tüm inisiyelerin (Masonluğa girmiş olanların), kutsal kitap üzerine ya da
ona gözlerini bağlayarak ant içmesi; böylelikle inisiye olan kişinin vicdanını
yukarıdan gelen “vahiy”e bağlaması;
Burada söz konusu Kutsal Kitap, öncelikle “İncil”dir. Buna “Tevrat” da dahildir.
Ancak, dinsel inançlar arasındaki farklar nedeniyle, sonradan şu kitapların da bu
amaçla localarda bulundurulabileceği açıklandı: Vedalar, Tripitaka, Kuran, Tao
Teh King, Zend Avesta ve Konfüçyüs Kitapları.*
4. Büyük loca ve her locanın üyelerinin yalnızca erkeklerden oluşması; her
büyük locanın karma localar ya da kadınları da üyeliğe kabul eden
örgütler ile hiçbir masonik ilişkide bulunmaması;
5. Büyük locanın, kendi denetimi altında bulunan localar üzerinde egemen
jüridiksiyonunun bulunması yani ilgili jüridiksiyon** kapsamında zanaat
dereceleri ya da simgesel dereceler (çırak, kalfa ve üstat) üzerinde tek ve
tartışmasız otoritesi olan, sorumlu, bağımsız ve kendi kendini yöneten bir
organizasyonunun olması; bu otoriteyi, her ne şekilde olursa olsun bir
yüksek konseye ya da bu dereceler üzerinde bir denetim ve gözetme
yetkisi bulunduğunu ileri süren bir başka güce devretmeyip onunla
paylaşmaması;
6. Masonluğun Üç Büyük Işığı’nın (Kutsal Yasa Kitabı, gönye ve pergel) en
başta Kutsal Yasa Kitabı olmak üzere büyük loca ve ona bağlı localar
çalışırlarken mutlaka ortada bulundurulması;
7. Locada din ve politika konuları üzerinde görüşme yapılmasının kesinlikle
yasaklanması;
8. Eski Landmarkların ilkelerine, geleneklerine ve zanaatın uygulamalarına
kesinlikle uyulması.
İşte yine landmarklar…
Peki ama nedir bunlar?
*
Vedalar: Hinduizmin kutsal kitapları
Tripitaka: Budizmin kutsal kitabı
Tao Teh King: Taoizmin kutsal kitabı
Zend Avesta: Mazdaizmin kutsal kitabı.
**
Jüridiksiyon: Masonlukta bu terim en çok Eski ve Kabil Erdilmiş İskoç Riti’nde
geçmekle birlikte genel olarak herhangi bir mason örgütünün egemenlik bölgesini
nitelemek üzere kullanılır.
274
BÖLÜNMELER
Bu konuda zahmet edip bir açıklama yapsalardı da birçok yazar kardeşimiz kaleme
aldığı kitaplarında kendi kafasından değerlendirmeler yapacağına, otoriter organ
olarak tanıdığı bu büyük locanın tanımları çerçevesinde çalışsaydı.
Belki şunu soracaksınız: «İngiltere Birleşik Büyük Locası tutumu bakımından
“kuralcı ve sistemci” bir örgüt olduğuna göre, dünyanın birçok yerinde farklı
değerlendirmelere yol açan bu konu üzerinde niçin açıklama yapmıyor?»
Bilemeyiz ki…
Gidip bu büyük locanın en üst düzeydeki yetkililerine sorsak, onlar da ya bilmez
ya da bu soruya yanıt vermekten kaçınır.
Bu durumda yorum yapmaktan, tahminde bulunmaktan başka çare kalmıyor.
Şöyle:
Bu konuda bir açıklama yaparsa, kendi kendisini bağlamış olur. Yeterince geniş
düşünülmeden yapılan bir açıklama noksan kalabilir. Sonradan buna bir şey daha
eklemeye girişirse, bunu kendisinin uydurduğu belli olur. Başlangıcından
fazlaya kaçarsa, birtakım karşı çıkışlar (itirazlar) doğabilir. Değinerek geçtiği
gelenekleri ve “zanaatın eski uygulamaları” dediği şeyleri anlatmaya girişirse
yanılgılara düşebilir.
Bütün bunlar Büyük Loca’nın otoritesini zedeler. En iyisi kurumsal açıklamalar
yapmamak bunları kardeşlere bırakmaktır. Çünkü öyle bir durumda beğenmediği
anlatımlara karşı çıkabilir ve bunların “bireysel” olup Büyük Loca’yı bağlamadığını
belirtebilir.
287
BÖLÜNMELER
Uluslararası nitelikte birtakım kuruluşlar oluşturulması ve toplantılar
yapılması Masonluğun temellerine aykırıdır.
Tüm bu ilkeleri tartışmasız olarak benimseyip uygulamayan örgütler bir
“mason kuruluşu” olarak tanınmayacaktır ve bunlarla hiçbir masonik ilişki
kurulmayacaktır.
274
BÖLÜNMELER
Bundan ötürü, tüm insanların ve tüm toplumların barış ve mutluluğunu
amaçlayan Masonluğun din ya da inançları her ne olursa olsun tüm iyi ve
doğru insanlara kapılarını açmaması için hiçbir neden yoktur.
Bir mason örgütünün “düzenli” sayılabilmesi için, Spekülâtif Masonluğun
kuruluşundan bu yana Dünya Masonluğu’nda benimsenmiş temel kurallara
uyması, böylece oluşturduğu düzenini bundan sonra da koruması yeter.
Tüm obediyanslar arasında birinin, bulunduğu ülkenin uluslararası boyuttaki
politik ve ekonomik gücüne dayanarak kendi başına oluşturduğu, sonra da
birçoklarına kabul ettirmeyi başardığı ilke ve yöntemleri olduğu gibi
benimsemek, öncelikle onun izin ve onayını almak gerekmez.
Masonluğun temeli öteden beri özgürlük ve bağımsızlık üzerine kuruludur.
Bir mason örgütünün bunları kendi tekeline alarak, aynı hakkı başkalarına
kendi dileğince tanımaması Masonluğun özüne aykırıdır.
Eğer bir mason kuruluşu kendini Dünya Masonluğu’nun önderi olarak
görüyorsa, tutum ve davranışları bir “önder”e yakışır biçimde olmalıdır.
Buyruklar vererek, peşin koşullar ileri sürerek, önderi olduğunu ileri sürdüğü
diğer mason kuruluşlarını hiçe sayarcasına küçümseyip ezmeye çalışarak,
kendi dediğini ve istediğini zorla kabul ettirmeye girişerek önderlik olmaz.
Tümünü bir araya getirerek, dinleyerek, onlara haklarını tanıyarak, saygın
olabilmek için öncelikle saygılı olmayı bilerek ve sevgi göstererek olur.
Eğer kendisi diğer mason kuruluşlarını bir araya toplayıp gerçekten de
evrensel olan Dünya Masonluğu’nda birlik ve bütünlük oluşabilmesi için
girişimde bulunamıyorsa, başkalarının bu doğrultudaki etkinliklerini kötüleyip
baltalamak yerine, katılmayı ve desteklemeyi bilmesi gerekir.
289
BÖLÜNMELER
274
BÖLÜNMELER
“Zenci locaları düzensiz örgütler olup, Masonlukta yasa dışı sayılır.
Zenciler mason olamaz. Çünkü geçmişte beyazlarla aynı haklara sahip
olamamışlardır; gelecekte de olamayacaklardır.”
Amerikalı beyaz masonlar, zencilerin Masonluğa alınmalarına karşı çıkmanın
ırkçılığa dayanmadığını, Masonluğun Landmarkları’nın gereği olduğunu da ileri
sürmüştür.
Oysa Amerika’da siyah ırktan olan masonlar ilk kez doğrudan İngiltere Birleşik
Büyük Locası’na bağlı localarda Masonluğa girmiştir. Üyesi oldukları localar
ve sonradan oluşturdukları büyük localar, az önce sözünü ettiğimiz “Tanıma
Koşulları”na uyum gösterdiği sürece İngiltere Birleşik Büyük locası tarafından
“düzenli masonik örgütler” olarak tanınmaktadır.
Bununla birlikte İngiltere Birleşik Büyük Locası bu konuda Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki obediyanslarla çekişmeye girmez.
Bu bir diplomasi gereğidir; onları kendi haline bırakır. Sorun çıkarmak istemez.
Düzenli sayılan bir obediyansın gene düzenli sayılan bir diğerini “düzensiz”
görmesi ya da bir başka nedenle onunla ilişki kurmaması, kendi bileceği bir iştir;
buna karışılmaz. Sadece tersi düşünülebilir: Şayet düzenli bir büyük loca
“düzensiz” sayılan bir örgütle ilişki kuruyorsa, o da düzensiz sayılır.
İngiltere Birleşik Büyük Locası zenci kardeşlerimizin Amerika’daki önderleri
sayılan “Prince Hall” genel adı altında kurmuş oldukları büyük locaları düzenli
olarak tanımaktadır ama onlarla doğrudan ilişkisi yoktur.
Öte yandan kendisi de İngiltere’de benzer bir tutum takınmıştır. “Irk Ayırımsızlığı
Yasası” adını taşıyan başlı başına bir yasa uyarınca siyah ırktan olan İngiliz
uyrukluların Masonluğa girmesini engellememiştir ama herhangi bir sorun
çıkmaması için, beyaz masonlar ile siyah ırktan olanların localarının ayrı
olmasını sağlamış, toplantı yerleri de birbirlerinden uzak tutmuştur.
291
BÖLÜNMELER
Cinsiyet Ayırımcılığı
Kadınların mason olup olamayacağı 18. yüzyıl ortalarından beri tartışılan, hâlâ
kesin bir biçimde sonuçlandırılamamış bir konudur. Kadınların yer yer ve zaman
zaman Masonluğa kabul edilmiş olması, çoğu masonlarca “hoşnutsuz ve düzeni
bozucu istisnalar” sayılmıştır.
Fransa, gerek sadece kadınların üye olabildiği “kadın mason locaları”nın gerekse
hem kadın hem erkeklerin birlikte üye olduğu “karma localar”ın kurulmasına
öncülük eden ülke olmuştur. Birçok ülkede liberal kanatta yer alan obediyanslar,
-kendi localarına sadece erkek üye alsalar bile- kadınların mason oluşuna sıcak
bakar; birçoğu, kadın kardeşlerimizi toplantılarına konuk olarak kabul eder.
Toplantılara kabul etmeyenler de vardır ama kadınların kendi düzenleri içinde
mason olmasına karşı olumsuz bir tutum takınmazlar. Aynı durum, üyeleri
sadece kadınlardan oluşan mason kuruluşları için de söz konusudur.
Ancak bu konuya hangi yönden bakılırsa bakılsın, sadece erkeklerin mason
olabileceğini benimseyerek bu tutumda direten mason kuruluşlarının günümüzde
bile dünya yüzünde büyük çoğunluğu oluşturduğu yadsınamaz.
Elbette «Bunun gerekçesi nedir?» diye soracaksınız.
Bunun asıl nedeni ayırımcılıktır ama bu hiçbir zaman açıkça dile getirilmez ve
bir gerekçe olarak gösterilmez. Başka açıklamaların ardına sığınılır.
Kimine göre kadınların Masonluğa alınamayışı, Masonluğun temel yasasında bu
konuda yer alan belirgin kuraldan kaynaklanır: “Kadınlar mason olamaz.” İşte
bu kadar!
Kimine göre Masonluğun temel yasasının gereği öyle açık bir yasak olmasaydı
bile kadınlar Masonluğa giremezdi çünkü tarih boyunca bu meslek salt erkeklere
özgü olmuştur: “Herkes yerini ve işlevini bilsin. Masonluk kadınlara göre değil.”
Bunun tartışılması abestir.
Kimisi konuyu bambaşka bir açıdan alır ve masonik bakımdan herhangi bir engel
olmasa bile kadınların mason olamayacağını ileri sürerek şöyle der: “Masonluk
kadınlara uygun değildir. Çalışma tarzı ve öğretimi, yalnızca erkeklere göre
düzenlenmiştir.”
Bu son görüşte olanların gerekçelerinin temeli kadın ile erkeğin bedensel yapısı
arasındaki farklar üzerine kuruludur; kadınların ritüellerdeki bazı hareketleri
gerektiği gibi yapamayacağını ileri sürerler.
Bir de aralarında kadınları “zayıf yaratıklar” olarak niteleyenleri vardır; onlara göre
kadınlar “yufka yürekli” olduğu için Masonluğun ritüelik öğretimini kaldıramaz.
Konuyu salt “cinsellik” açısından alanlar da vardır. Erkek ile kadının masonik
kardeşlik ortamında bir arada olamayacağını, bunun yürümeyeceğini ileri
sürerler. Kadının toplumdaki yerinin ve işlevinin farklı olduğunu belirtirler.
Kadınların da mason olabileceği savunanlar ise bu karşıt görüşlerin tümünü
“çağın gerisinde kalmış salt erkeksi yaklaşımlar” hatta “Antifeminizm” olarak
nitelendirerek şöyle der:
274
BÖLÜNMELER
“Günümüzde kadınlar artık her türlü meslek sahibi hatta asker bile
olabilmekte, politikaya girmekte, devlet başkanı olabilmektedir. Masonluk
tüm mesleklerden ve devlet yönetiminden daha üstün bir kurum değildir.
Masonluğun amaçları doğrultusunda localarda yapılacak çalışmalar,
erkeklerin tekelinde kalamaz. Üstelik bu amaçların gerçekleştirilebilmesi
için kadınların etkin çalışmalarına gereksinme vardır.
Kadınların, bazı bakımlardan toplum üzerinde erkeklerden çok daha etkili
olduğu yadsınamaz. Hemen her ailede çocukların yetiştirilmesi,
erkeklerden önce kadınların elindedir. Masonluğun amaçları bakımından
bu olgu, kadınların erkeklerden önce Masonluğa girip, çocuklarını
Masonluğun ilkeleri ve öğretimi doğrultusunda yetiştirmelerini
gerektirir.”
Kadınların da mason olabileceğini savunanlar arasında konuya bambaşka bir
açıdan bakanlar da vardır. Onlar da şöyle demektedir:
“Hiçbir güç ataerkil bir toplum düzeni kurularak bu ortamda insanlarca
yapay olarak oluşturulmuş erkek ile kadın eşitsizliğinin ortadan
kaldırılmasını durdurmaya yetmeyecektir. Bir gün gelecek, dünya
yüzünde yalnızca erkeklerin ya da yalnızca kadınların üye olarak kabul
edildiği mason locası kalmayacaktır.”
Bu bağlamda belki en umutsuz ülke, -buna hayret edebilirsiniz- Amerika Birleşik
Devletleri’dir. Bu ülkede kadınlar erkekler kadar özgür, erkekler kadar güçlüdür.
Bunun bilincine varan Amerikalı kardeşlerimiz, kadınları Masonluktan uzak
tutmak için Masonluğa benzer (paramasonik) nitelikli bir örgüt oluşturmuşlardır.
Sadece kadınlara özgü olan ve “Doğu Yıldızı” (Eastern Star) adını taşıyan bu
örgüt öylesine ilerleyip gelişmiştir ki kadınların Masonluğa girme niyetini silip
süpürmüştür. Günümüzde salt erkeklere özgü olmayı sürdüren Masonluk ile eş
düzeye gelmiş bulunduğu söylenebilir. (Bu konuyu Masonluğa benzer kurumları
inceleyeceğimiz izleyen bölümde ele alacağız.)
293
BÖLÜNMELER
274
15
TÜRKİYE’DEKİ TARİHÇE ( I )
Osmanlı Dönemi
Daha sonra yayınlanmış tarihçe kitapları da var. Bunların arasında Celil Layiktez’in
“Türkiye’deki Masonluk Tarihi” adlı üç ciltlik yapıtı gerçekten başlı başına bir
emek ürünü… Gerek basılı gerekse CD olarak günümüzde de elde edilebiliyor.
Ancak bu çalışma özellikle son cildinde Anglosakson Masonluğu eğilimli bir
tutumla kaleme alınmış olduğundan, Türkiye’deki Masonluk üzerine verdiği
bilgilerden bazılarının doğruluğu tartışılabilir.
Güngör Öcal’ın “Türk Masonluğu” adlı kitabını da göz ardı edemeyiz. Bu kitap da
günümüzde basılı olarak bulunabiliyor.
Bütün bunlar varken bu kitapta Türkiye’deki Masonluğun tarihini anlatmak abes
olur ama değinilmeden de geçilemez. Çünkü bu kitapta sadece düz anlatımlarla
yetinmiyor, hem birtakım açıklama ve yorumlar yapıyor hem sizin olası
sorularınızı yanıtlamaya çalışıyoruz.
Bu açıklamayı burada yaptık ama Türkiye’deki tarihçe bakımından izleyecek
olan iki bölüm (16. ve 17. bölümler) için de geçerli sayın lütfen.
357
OSMANLI DÖNEMİ
Osmanlı Devleti’ndeki İlk Localar
Osmanlı Devleti sınırları içindeki ilk mason locasını 1721 yılında İstanbul’da
bulunan Fransız kardeşlerin kurduğu söylenir.
Adı bilinen ilk Türk mason, Fransa’da elçi olarak bulunurken Masonluğa girmiş
olan Yirmisekiz Mehmet Çelebizade Sait Çelebi’dir. Bir diğeri, aslında bir
Fransız soylusu iken devşirilmiş olan Kumbaracı Ahmet Paşa’dır.
1720’li yıllarda İstanbul’da kurulan localar pek uzun yaşayamamış çünkü Padişah
Sultan 1. Mahmut mason localarının çalışmalarını yasaklamış.
Gerekçesi belli değil.
Bu yasak 18. yüzyıl sonlarına kadar sürmüş. Ancak Makedonya ve Rumeli denilen
bölgedeki locaların çalışmalarına göz yumulmuş.
3. Selim ise Avrupa ülkeleriyle yakın dostluk ilişkileri kurduğu için daha anlayışlı
davranmış. Onun döneminde İstanbul’da da çeşitli yabancı obediyanslara bağlı
locaların kurulup çalıştığı anlaşılıyor.
Yaklaşık yüzyıl böyle gitmiş.
İngilizlerin, İskoçların, Fransızların, İtalyanların çeşitli ülkelerde doğrudan
kendilerine bağlı locaları varmış. Osmanlı Devleti de işte o ülkelerden biri
olmuş. Bu tür locaların üyelerinin arasına yerel halktan tek tük kabul ettikleri
kimseler de olurmuş.
Osmanlı Devleti gibi halkın çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede zaten
yerel halktan çoğu kimsenin “gâvur icadı” diye düşünülen Masonluğa girmeye
heveslenmesi beklenmezdi.
358
OSMANLI DÖNEMİ
İlk Yüksek Konsey
“Ser” Locası
359
OSMANLI DÖNEMİ
Baskı Rejimi Dönemi
1861 yılında Sultan Abdülaziz tahta çıkarken, Şehzade Sultan Murat da veliaht
ilan edilmişti. (Elbette bu olayın tarihiyle yüksek konseyin kuruluş tarihinin
örtüşmesinin bir bağlantısı yok.)
Abdülaziz 1876 yılında tahttan indirildiğinde, Sultan 5. Murat padişah olmuş
ama iki ay sonra o da tahttan indirilip yerine meşrutiyet ilan edeceğine söz veren
2. Abdülhamit getirilmişti.
2. Abdülhamit sözünü tuttu ve meşrutiyeti ilan etti ama Osmanlı Devleti’nin
Rusya ile giriştiği savaşta bozguna uğramasından sorumlu tuttuğu Meclis-i
Mebusan’ı 1878 yılında kapattı. Bundan sonra dış politikada uyuşmacı bir tutum
benimsediyse de içte dehşetli bir baskı rejimi kurdu.
Böylece, tarihte genellikle “İstibdat Devri” olarak anılan dönem başlamış oldu.
Bu dönem düşünce özgürlüğünün tümüyle ortadan kaldırılmasına çalışılan, en
ufak bir yenileşme girişimine bile fırsat tanınmayan, padişahın dış politikadaki
başarısızlıklara pek aldırış etmeyip yalnızca her türlü tehlikeye karşı saltanatını
korumaya çalıştığı karanlık bir dönemdir.
Sokakta karşılaşan birkaç kişinin birbirleriyle konuşmalarından bile huylanıldığı,
bundan ötürü peşlerine hafiye takıldığı bu dönemde, locaların kapatılmasını ve
Masonluğun yasaklanmasını da doğal karşılamak gerekir.
Gerçi yabancılar uluslararası anlaşmalar uyarınca anınmış ayrıcalıklar gereği
sınırlarını aşmaksızın her istediklerini yapabiliyordu ama Türk aydınlarının, hele
devletin üst düzeyinde görevleri olanların akşamları kendi aralarında toplantı
yapmalarına izin yoktu.
Hele hele bu toplantılarda Türkler ile yabancıların aynı çatı altında bir araya
gelmelerine kesinlikle göz yumulamazdı.
Ortamın böyle oluşuna karşın bu dönemde de Osmanlı Devleti’nde Masonluk
gerek İstanbul’da gerekse taşrada gelişimini sürdürdü. Çeşitli yabancı büyük
localara bağlı olmak üzere birçok yeni loca kuruldu. 1883 yılında İstanbul’da bir
“mason balosu” bile düzenlendi.
360
OSMANLI DÖNEMİ
Dolayısıyla Türklerin de çalışmalarına göz yumulan locaların toplantılarına
katılmalarını engellenmedi; sadece sıkı bir şekilde izlenmeleriyle yetinildi.
Bu masonlardan birçoğu zaman zaman başka gerekçeler uydurularak ya İstanbul
dışına sürüldü ya da kendilerine Masonluk ile ilgisi olmayan bir suç yüklenerek
yargılanıp cezalandırıldı.
Sultan 5. Murat’ın şehzadeliği sırasında Batı ülkelerinde -özellikle İngiltere’de-
tanıştığı, mason olan kimi devlet adamlarına gizlice haber ileterek, hiçbir sağlık
sorununun kalmamış olduğunu bildirdiği, Çırağan Sarayı’ndaki tutsaklığından
kurtarılması için girişimlerde bulunulmasını rica ettiği söylenir. Fakat böyle bir
ricada bulunduğunun doğru olup olmadığı, doğruysa yerine ulaşıp ulaşmadığı,
ulaşmış olsa bile nasıl değerlendirildiği ve ne yapıldığı bilinmemektedir.
Bir söylentiye göre kimi Avrupalı devlet adamları, Osmanlı Devleti’nden bir
ödün koparabilecekleri zamanı kollamış, kendilerince sırası geldiğinde Sultan 5.
Murat’ın salıverilmesi için bir diplomatik girişimde bulunmuşlar. Padişahın buna
karşı tepkisi pek sert olmuş. Bunun üzerine Batılı diplomatlar, Sultan 5. Murat’ın
yaşamının korunacağı üzerine güvence verilmesiyle yetinmek zorunda kalmış,
Osmanlı’nın iç işlerine karışmamayı yeğlemişler.
Bu da bir söylenti… Tarih kitaplarında bu konuda bilgi var mı acaba?
Şunu sorabilirsiniz: «Peki ama siz bu bilgiyi verirken hangi kaynaktan aldınız?»
Zamanında bu konudaki bilgiler derlenirken bir akademik çalışma yapılması söz
konusu olmadığı için tüm bilgiler sadece biriktirilmiş, sonradan derlenmiş. Hangi
bilginin hangi kaynaktan alınmış olduğu not edilmemiş. Kusura bakmayın. Ancak
şöyle bir olasılık var: Orhan Koloğlu’nun “Abdülhamit ve Masonlar” adlı
kitabından alınmış olabilir. Bizim burada yazdıklarımızın kaynağı ya daha önce
yapılmış çalışmalarımızda yer alıyor ya da bellekteki birikim…
361
OSMANLI DÖNEMİ
1905 yılında, giderek artırılan baskı ve sıkı denetim nedeniyle İstanbul’da locaların
toplantı yapmaları iyiden iyiye güçleşirken, Anadolu ve Batı Trakya’da kardeşler
biraz daha rahat bir nefes alabilme olanağını elde etti.
Nitekim daha sonraki dönemlerde yoğun etkinlik göstermiş ve önemli görevler
üstlenmiş kardeşlerden birçoğu, İtalya Büyük Doğusu’na bağlı olarak Kadıköy’de
çalışan “Calcedonia” adlı locanın üyelerindendi. Bu kardeşler arasında İhsan
Abidin, Fuat Süreyya Paşa, Faik Paşa, Fuat Hulûsi Demirelli ve Hakkı Şinasi
Paşa gibi her biri Türk Masonluğu’nda çok önemli görevlerde bulunmuş olanları
sayabiliriz.
362
OSMANLI DÖNEMİ
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu ad altındaki varlığı ancak 1907 yılında kesin
bir şekilde ortaya çıktı. Örgütün amacı ülkede demokratik rejimin sağlanması
olarak belirtildi. Üyeleri, -adları bilinmese de- “İttihatçılar” diye anılır oldu. Bu
“ittihat” sözcüğü de karşıtlarınca “ihtilâl” ile âdeta eş anlamlı tutuldu.
Bir yandan İttihatçıların yapmak istediği diğer yandan o günlerin koşulları ve
devlet anlayışı göz önünde tutulacak olursa, Osmanlı Sarayı’nın böyle bir örgütün
varlığına dayanamamasını ve bir an önce ortadan kaldırılması için her türlü
önleme başvurmasını haklı görmek gerekir.
Bunun henüz bir “ulus” değil bir “ümmet” sayılabilecek Osmanlı toplumuna
yararlı ya da zararlı olduğu apayrı bir konudur. Tıpkı 18. yüzyıl sonlarında
Fransa’daki devrimci eylemlerin gerek aristokratlar gerek monarşi rejiminden
yana olanlarca hiç de hoş karşılanmayışı ve bu tür eylemlere karışanların giyotine
gönderilmelerinin göreli bir haklılığının bulunuşu, buna karşın gerçekleşen
devrimin sonunda Fransız halkına getirdiği yararın apayrı bir konu oluşu gibi...
363
OSMANLI DÖNEMİ
Tüm ön yargılı ya da art niyetli iddiaların aksine, aynı zamanda İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin de üyesi olan masonlar, localarındaki masonik nitelikli çalışmalar ile
politik bir amaca yönelik cemiyet çalışmalarını birbirine karıştırmamayı bilmiştir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti ile o tarihlerde Türk masonların yoğunlaştığı
locaların tutumu ancak bazı arayışları bakımından birleşmekte olabilir.
Bu arayışlar “özgürlük”, “eşitlik” ve “çağdaşlaşma”dır.
«Kardeşlik yok mu?» diyecek olursanız, bu ilke Masonluk açısından elbette var
ama İttihat ve Terakki Cemiyeti bakımından öncelikli değil.
364
OSMANLI DÖNEMİ
Daha Meşrutiyet ilân edilmeden önce, Türk masonlar, ortamın hiç de elverişli
olmayışına karşın tümüyle ulusal nitelikli bir masonik örgütlenmenin arayışı
içindeydi. Ticarî ilişkileri ya da diplomatik görevleri nedeniyle yurt dışına gidip
gelenler, bu konuda Avrupa’da tanıdıkları masonlara danışıyor, destek almak
için bazı girişimlerde bulunuyorlardı.
Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin bazı yüksek konseylerinin 1907 yılında
Brüksel’de bir araya geldiği uluslararası nitelikli bir konvanda, 1861 yılında
kurulmuş fakat doğru dürüst gelişme gösteremeden sönüp gitmiş olan Osmanlı
Yüksek Şûrası’nın yeniden canlandırılması kararlaştırıldı. Gerekli hazırlıklar
için Mısır Yüksek Konseyi görevlendirildi.
Bu yüksek konsey de o sıralarda Osmanlı ordusunda İstanbul’daki bir askerî
birliğin komutanlığını yürütmekte olan Prens Aziz Haşan Paşa’yı yetkilendirdi.
Ayrıca Belçika Yüksek Konseyi üyelerinden Joseph Sakakini de ona yardımcı
olmak üzere İstanbul’a gönderildi. Ancak Meşrutiyetin ilân edilmesinden önce bir
şey yapılamadı.
2. Meşrutiyetin kuruluşundan kısa bir süre sonra, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç
Riti’nin anayasası uyarınca çalışmalarına başlayan Aziz Hasan Paşa ile Joseph
Sakakini, çoğu Osmanlı Meclis-i Mebusanı üyelerinden olan 12 yüksek dereceli
masonu ritin 33. ve sonuncu derecesine getirdiler.**
3 Mart 1909 günü düzenlenen bir toplantı ile Şûrayı Âliyi Osmanî yeniden
örgütlendi. Âmir-i Hâkim-i Âzam yani Büyük Komandör (Gran Komandör/
Hâkim Büyük Âmir) olarak Prens Aziz Hasan Paşa seçildi. Joseph Sakakini de
Şûrayı Âliyi Osmanî’nin üyeliğine geçti.***
Osmanlı Yüksek Şûrası’nın diğer kurucular arasında kimlerin bulunduğu belki
sizin için hiç de önemli değildir. Ancak elinizdeki bu kitabın kapsamı bakımından
gereklidir. Ola ki bir gün merak eder, burada yazılmış olduğunu hatırlar, o zaman
bu sayfayı açar bakarsınız.
*
Buradaki grafik bir amblem değildir. Türk Masonluğu’nda, ulusallığın Masonluğa
oranla öncelikli tutulduğunu simgeyelen bir düzenlemedir.
**
Bunun nasıl yapılabildiğini, “Yasalar” başlığını taşıyan 11. bölümün sonunda, Eski
ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin Anayasası’nı incelerken özetlemiştik.
***
Sonraki bazı gelişmeler nedeniyle bu çok önemlidir.
365
OSMANLI DÖNEMİ
Baştan sona hepsini olmasa da şu kişileri sayabiliriz:
Daha önce dahiliye nazırlığı ve sadrazamlık yapmış olan Mehmet Talât Sai Paşa,
Davit J. Kohen, Mithat Şükrü Bleda, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Fuat Hulûsi
Demirelli ve o sıradaki Maliye Nazırı Mehmet Cavit.
Kuruluştan sonraki birkaç ay içinde alınanlar arasında da şu kişileri görüyoruz:
Faik Süleyman Paşa, Doktor Mehmet Ali Baba, Hüseyin Cahit Yalçın ve
Jandarma Umum Kumandanı Galip Paşa.
Neden sadece bu kişilerin adlarını belirttiğimizi soracak olursanız, gerekçesi şöyle:
Hepsi de Türk Masonluğu’nun sonraki gelişim aşamaları sırasında önemli
yönetimsel görevler üstlenmiştir. Sizi daha fazla isim yığınına boğmamak için
bu kadarıyla yetineceğiz.
Yüksek derece atölyelerinden söz edilince değinilebilecek farklı bir nokta var.
Birçok masonun bile öteden beri merak ettiği ve herhangi bir yerde açıklaması
yazılmamış bu konu, Türkiye’de ritüelik çalışması yapılan derecelerle ilgilidir.
Türkiye’de yüksek derece atölyeleri, -hangi yüksek konseyin yönetiminde olursa
olsun- öteden beri Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin az önce sözünü etmiş
olduğumuz “nizamat-ı umumiye”de belirlenmiş derecelerinde çalışır.**
Niçin bu derecelerde çalışıldığı, ritin tüm derecelerinden çalışılmayacaksa neden
başka türlü bir belirleme yapılmadığı masonlarca da sorulagelmiştir. Buna kesin
bir yanıt verilemezse de mantıklı bir olasılıktan söz edilebilir.
Yüksek konseyin yeniden örgütlenmesinde ve sonrasında büyük emeği geçmiş
olan Joseph Sakakini Belçika’dan gelirken sadece bu derecelerin ritüellerini
getirmiş, dolayısıyla elde bulunanlar uygulamaya konmuştu.
366
OSMANLI DÖNEMİ
367
OSMANLI DÖNEMİ
Büyük locayı bir yana bırakın; simgesel derecelerde çalışan herhangi bir locadan
söz ediliyor mu?
Bu ritte her şey tepedeki örgütlenmeden başlıyor. Yukarıdan aşağıya doğru iniyor.
Ritin egemen otoritesi olan yüksek konsey, isterse simgesel dereceler aşamasına
geldiğinde doğrudan kendisine bağlı localar da kurabilir. Ortada bir büyük loca
bulunması da gerekmez.
Nitekim bu sistemin yurdumuzda da üstelik simgesel derecelerde çalışan localar
bile varken nasıl uygulandığını, izleyen bölümde göreceğiz.
«Peki, böyle bir iş yapılması doğru mu?» diyeceksiniz.
Doğru olmayabilir. Fakat bu “doğru değil” tarzındaki değerlendirme, günümüzün
olanakları altında düşünmemizden ileri gelmektedir.
Bir de zor koşulları olan, pek az sayıda mason bulunan bir ortamı düşünün…
Ne yapılabilir?
Yanıtınız: «Büyümeye çalışılır.»
Evet, doğru!... Ne kadar zamanda yaılabilir?
Yanıtınız: «Mümkün olan en kısa zaman içinde.»
Böyle dediğinize göre bu işi yıllara yaymamak, bir an önce gerçekleştirmek
gerekir, öyle değil mi?
Olası yanıtınız: «Evet!»
Öyle bir durumda büyüme “sağlıksız” olmayacak mı? Bir an önce büyüyelim,
kardeşlerimizin sayısını artıralım, localar kuralım, obediyansımızı oluşturalım
diyerek, bu hızlı büyüme kaygısıyla Masonluğa girmesi aslında hiç de uygun
olmayan birtakım kimseleri almak gafletine düşmeyecekler mi?
Sakın bu soruyu «Hayır! Dikkat edilir.» diye yanıtlamayın… Geçmişte böyle
düşünerek bu düşüncelerini eyleme dönüştüren, sonra da bunun acısını çekmiş,
“Keşke daha yavaş büyüseydik!” diye hayıflanmış masonlar olmuştur.
368
OSMANLI DÖNEMİ
Fransa Büyük Doğusu’na bağlı olarak çalışan “Renaissance” adlı locadan
ayrılan kimi masonlar da gene aynı ulusal localar grubunda yer almak üzere,
“Terakki ve İttihat Hakikî Muhipleri” (Les Vrais Amis de l’Union et de
Progrés) adı altında bir diğer loca kurdu.
Şimdi iş, simgesel derecelerde çalışmakta olan locaların bir obediyans kurabilmesi
için bir toplantı (konvan) düzenlenmeye kalmıştı. Böyle bir toplantı yapılabilmesi
için gereken çağrıyı ve organizasyonu yapma işini, zaten örgütlenmiş durumda
olan Osmanlı Yüksek Şûrası üstlendi.
İlk Türk ulusal obediyansının bir yüksek konseyin kanatları altında kurulmuş
olduğunu ileri sürenlerin gösterdikleri gerekçelerden biri de işte budur: “Neden
bu çağrıyı o yedi locadan biri yapmamış da yüksek konsey yapmış! Üstelik bu
toplantıyı yüksek konsey üyesi olan masonlar yönlendirmemiş mi!”
Buna “ille de öküz altında buzağı aramak” denmez de ne denir?
Kötü mü olmuş?
Osmanlı Devleti’nin bir de “31 Mart Vakası” olarak anılan isyanı yeni yaşamış,
karmakarışık bir dönemindeki bu başarıyı kutlamak gerekmez mi?
1 Ağustos 1909 tarihinde yapılan bu toplantıda, yukarıda adlarını belirtmiş
olduğumuz locaların delegelerinin yanı sıra, İstanbul’da çalışmakta olan bazı
yabancı locaların temsilcileri de “gözlemci” olarak bulundu.
Ulusal obediyansın kurulması, buna Maşrık-ı Âzam-ı Osmanî adı verilmesi
sadece sözü edilen yedi locanın delegelerinin oylarıyla kararlaştırıldı.
Önemli olan noktalardan biri bu işe ne Şûrayı Âliyi Osmanî’nin ne de yabancı
obediyanslara bağlı locaların karışmış olduğudur. (Elbette yüksek konsey
üyelerinden her biri aynı zamanda simgesel derecelerdeki localardan birine
üyeydi; bu pek doğal.)
369
OSMANLI DÖNEMİ
İlk Türk ulusal obediyansı kurulurken tüm kurucu locaların Eski ve Kabul
Edilmiş İskoç Riti’nin simgesel derecelerinde çalışması öngörülmüştü ama ülkede
başka ritlerde çalışmakta olan localar da vardı.
Nitekim kimi masonların kurucu localardan birini oluşturmak üzere ayrıldıkları
“Renaissance” adlı loca Fransız Riti’nde çalışıyordu. Başkaları da olabilirdi. Bunun
için obediyansın statüsünün “büyük doğu” olması öngörülmüştü.
Bu açıklamanın üzerine şöyle bir sorunuz gelebilir: «Obediyansın statüsünün büyük
doğu oluşu daha sonra bir işe yaradı mı yani locaların başka ritlerde de çalışması
söz konusu oldu mu?»
Başlangıçta hatta uzunca diyebileceğimiz bir süre, büyük doğu yani büyük maşrık
sadece obediyansın adında kaldı. Bu soruya çok sonraki bazı olayların etkisiyle
“Olamazdı çünkü Yüksek Konsey buna izin vermezdi.” diye yanıt verenler de
çıkmıştır. Bu yanıtın doğruluğu olabilir ama sadece bir varsayımdır.
O çok sonraki olaylara biz de sonra, sırası geldiğinde değineceğiz.
Maşrık-ı Âzam-ı Osmanî, kuruluşundan kısa bir süre sonra Avrupa’daki yedi
ayrı obediyans tarafından düzenli olarak tanındı.
Bunun üzerine de Osmanlı Devleti’nde daha önce yabancı obediyanslara bağlı
olarak çalışan localardan bazısı peyderpey ulusal obediyansa bağlandı.
Cumhuriyetin ilanı öncesinde Maşrık-ı Âzam-ı Osmanî’ye bağlı locaların sayısı
42’ye ulaştı ama bunların arasında Mısır, Suriye, Lübnan ve Batı Trakya’da
çalışan localar da vardı.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin toprakları hayli daralınca,
Türkiye’deki locaların sayısı da azaldı.
Türk ulusal obediyansının bu 14 yıllık ilk döneminde, Mehmet Talât Sai Paşa’dan
sonra sırasıyla Faik Süleyman Paşa, Mehmet Ali Baba (görevi bırakması
üzerine yine Faik Süleyman Paşa), Mehmet Cavit, Rıza Tevfik Bölükbaşı,
Fuat Hulûsi Demirelli ve Besim Ömer Paşa Maşrık-ı Âzam’ın Üstad-ı Âzamı
olarak görevde bulundular.
370
OSMANLI DÖNEMİ
İyilik İşleri
Maşrık-ı Âzam-ı Osmanî yurtta kendi içine kapanık kalmadı; bir obediyansa
yakışır tarzda uluslararası ilişkilere de önem verdi. Nitekim 1921’de İsviçre’nin
Cenevre kentinde toplanan uluslararası konvana çağrıldı; Muslihiddin Adil
tarafından temsil edildi. Bu konvanda kurulması kararlaştırılan ve sonradan
A.M.I. kısaltılmış adıyla anılan Uluslararası Masonluk Birliği’ne de katıldı.
Böylece benimsemiş olduğu Masonluk anlayışını da ortaya koymuş oldu.
Çirkin Politika
Sonraki bölümlerde de göreceğimiz üzere Türk Masonluğu’nda her şey hep iyi,
doğru ve güzel gitmedi. Masonluğun kesinlikle etkin politikanın dışında
tutulmasının evrensel boyutta benimsenmiş bir temel kural, üstelik Masonluğun
temel yasasının gereği olmasına karşın, dünyanın birçok yerinde görülmüş ve
görülmekte olduğu gibi Türk Masonluğu da tarih boyunca birkaç kez politikaya
karıştırıldı ya da âlet edildi. Bunun ilk örneği 1918 yılında yaşandı.
371
OSMANLI DÖNEMİ
“İttihat ve Terakki Fırkası” iktidardaki politik parti olma niteliğini koruyordu.
Daha sonra kurulmuş olan “Hürriyet ve İtilâf Fırkası” muhalefetteydi. Maşrık-ı
Âzam-ı Osmanî’nin üstad-ı âzamı olan Rıza Tevfik Bölükbaşı, muhalefetten
yana olan bir gazete çıkarmaktaydı. İktidardaki partiyi yıpratarak gözden
düşürmek amacıyla, gazetesinde o partinin üyesi olan masonların adlarını açığa
vurmaya girişti. Özellikle Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi’nin “farmason”
olduğunu ilan ederek ağır bir dille suçladı.
Genel seçimlerde Hürriyet ve İtilâf Fırkası iktidara geçince, yapılmış olan bu
yayına dayanılarak Masonluk hakkında bir soruşturma açıldı. Yeni hükümet,
İstanbul’daki masonların yakalanması için bir baskın düzenlenmesine bile karar
verdi.
Ancak böyle bir baskının yapılacağı öğrenildi. O sıralarda Beyoğlu’nda Koloğlu
Sokağı’nda bulunan bir binada çalışan localara baskın için gelenlerin olumlu
izlenim edinmeleri için gerekli önlemler alındı.
Baskın gerçekleşti. “Farmasonları iş başında basmak” (!) üzere gönderilen
kolluk görevlilerine, Masonluğun ne olduğu ve nasıl çalışmalar yaptığı anlatıldı.
Olay örtbas edildi ve gazetelere de yansıtılmadı.
Bu olaydan sonra Rıza Tevfik Bölükbaşı, üzerinde kurulan baskılara dayanamayıp
görünüşte kendi dileğiyle Masonluktan ayrıldı. Başkalarınca unutulan ve daha
sonra üzerinde pek durulmayan, âdeta küllendirilmesine çalışılan bu olay Türk
Masonluğu’nun tarihçesindeki yerini masonik yazın kapsamında korudu.
372
16
TÜRKİYE’DEKİ TARİHÇE ( II )
Cumhuriyet Dönemi
373
CUMHURİYET DÖNEMİ
İlk Mason Dernekleri
Cumhuriyetin ilanından önce, diğer birçok kurum gibi mason örgütlerinin de
yasal olarak herhangi bir tüzel kişiliğinin bulunması gerekmiyordu. Aslında
1909 yılında çıkarılmış ve 1923 yılında bazı maddeleri değiştirilmiş olan bir
“Cemiyetler Kanunu” vardı ama bunun kapsamı öncelikle o tarihlerde sendika
kurması yasak olan işçilerin haklarının korunmasını sağlamaktı. Bununla birlikte,
-yürürlükteki yasalar zorunlu tutmasa da- Türk masonlar Cumhuriyetin ilerleyen
yıllarında resmen kayıtlı bir dernek olarak örgütlenmeyi tercih etmişti.
«Madem gerekmiyor, neden?» diye sormayı düşünür müsünüz?
İki nedenle:
Birincisi, 1926 yılında çıkarılmış olan Türk Medenî Kanunu, çeşitli amaçlarla
kurulabilecek olan cemiyetlerin (derneklerin) nasıl çalışacaklarına ve nasıl
denetleneceklerine ilişkin hususlar içeriyordu. Buna göre, mason localarının da
tescil edilmiş bir dernek çatısı altında organize olması, resmî kaydı olmadan
kendi başlarına buyruk bir şekilde çalışmalarından hem kurumsal bakımdan hem
masonlar açısından çok daha yararlıydı.
İkincisi daha da önemliydi: Ezoterik nitelikli bir kurumun bir dernek kimliğinde
hiçbir yerde kaydı olmadan çalışmasını, Masonluğa karşıtlığın yoğun olduğu bir
ortamda kime nasıl açıklardınız?
Bugün bile açıklayamazsınız.
Dernek haricî kurallara ve yöntemlere göre işlediğinden masonik bakımdan
birtakım zorluklar çıkarıyor, bu doğru. Fakat gerek yasalar, gerek devlet gerekse
toplum bakımından çok daha sağlam ve güvenli.
Üstelik yasal işlemlerle masonik çalışmalar birbirinden ayrı tutulunca, bir
sakıncası da yok. Hele masonlar, -ilgilenmedikleri sürece- üyesi oldukları bu
kurumun aynı zamanda bir dernek statüsü bulunduğunun farkında bile olmaz.
Çocuk Esirgeme Kurumu ile Kızılay’ı göz ardı edersek, Türk masonlar tarafından
kurulmuş olup, masonik değil doğrudan salt sosyal yardım amacını taşıyan
dernekler de vardı.
İlki 1914 yılında “Topkapı Fukaraperver Cemiyeti” adıyla kurulmuş, ancak
Birinci Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı sırasında pek etkinlik gösterememiş,
Cumhuriyetin ilanından sonra yeniden canlandırılmıştı.
1926 yılında İzmir’de kurulmuş olan benzer amaçlı bir diğer dernek ise “Yetimlere
Yardım Cemiyeti” adını taşıyordu; o kadar çok yardıma gereksinmesi olan çocuk
vardı ki Kurtuluş Savaşı’nda yetim kalmış olan…
Bilindiği kadarıyla bunlardan ilki, -Türk Masonluğu’nun 1935 yılında uykuya
yatıp çok zaman sonra yeniden ekinliğe geçmesi nedeniyle kardeşlerimiz doğrudan
ilgilenmeyi yitirmiş olsa da- yakın geçmişimize kadar varlığını korudu; günümüzde
“Topkapı Yoksullara Yardım Kurumu” adı altında etkinliğini sürdürüyor.
374
CUMHURİYET DÖNEMİ
Türkiye’de bir mason örgütünün ilk resmî derneği, Türkiye Büyük Maşrıkı ile
özdeşleşerek 1927 yılında kuruldu. Önceleri “Tekâmül-ü Fikrî Cemiyeti” adını
almıştı.
1929 yılında ise bu ad “Türk Yükseltme Cemiyeti” olarak değiştirildi.
Bu derneğin tüzüğünde, üyelerine “mason” dendiği açıkça belirtilmişti.
İşte bu çok önemli…
Bu durumda hiç kimse Masonluğun bir “gizli örgüt” olduğunu, masonların bunu
perde arkasında tutup öne sanki bir dernek etkinliğinde bulunuyorlarmış gibi
göründüklerini söyleyemezdi.
Galiba yanlış bir lâf ettik çünkü söylediler.
Masonluğa karşıt olanları ön yargıdan kurtarmanın, ikna etmenin olanağı yok ki…
Nasıl olsa bildiklerini okuyacaklar.
Masonluğun ezoterik niteliği kaldırılsa, yoldan geçen herkes sorgusuz sualsiz loca
toplantılarına kabul edilse bile bunun çıkarı yok. Daha çok şeyi terk etmek gerekir;
bilgisizlik ve bağnazlıkla savaşım gibi, bilimsellik ve akıl ilkelerini öncelikli
tutmak gibi…
«O zaman arta kalan Masonluk olur mu?» diyeceksiniz.
Haklısınız. Olmaz! Zaten olmayacağı için de böyle şey olmaz.
Tarihsel anlatıma dönelim.
Türkiye Yüksek Şûrası’nın da ayrı bir dernek kurması gerekiyordu. Çünkü bu
iki masonik örgütün gerek nitelikleri gerekse yönetimi birbirinden farklıydı.
Bu amaçla 1932 yılında “Türkiye Yüksek Masonluk Cemiyeti” de kuruldu.
375
CUMHURİYET DÖNEMİ
1930 Yılındaki Olay
Bir mason örgütünde “dernek” açısından önemli olan konular, -başka bir sorun
bulunmadığı sürece- “seçimler” ve “bütçe” olarak nitelenebilir. Bu konular dernek
genel kuruluna getirilmeden önce düzenlenen masonik toplantıda belirlenir.
Türkiye Büyük Maşrıkı’nda 1930 yılında da öyle olmuştu. Daha doğrusu öyle
olacaktı ama olamadı.
Derneğin genel kurul toplantısını o sıralarda Halk Partisi’nin ileri gelenlerinden
olan Hakkı Şinasi Paşa yönetiyordu. Yeni büyük üstat ve büyük görevlilerin
seçimlerine geçilmeden önce bir “adaylar listesi” dağıttırmıştı.
Diğer kurumlardan birçoğunda pek alışılagelmiş hatta “olağan” sayılabilen bu
yöntem, masonik anlayışa kesinlikle aykırıydı. Karşı çıkışlar olunca, «Hükümet
mason cemiyetini tanımıyor; ancak Türk Yükseltme Cemiyeti’ni tanıyor. Biz de
ancak bu cemiyet için intihap (seçim) yapacağız. Halk Partisi bütün cemiyetleri
kontrol ettiği gibi bu intihabı da kontrol edecektir. Dağıtılan listeye reylerinizi
vereceksiniz. Emr-i âlî böyledir; münakaşaya yer yoktur.» diyerek seçimleri bu
yöntemle yaptırmıştı.
Şimdi belki «Emr-i âlî ne demektir?» diye soracaksınız.
Günümüzün Türkçesine çevirirsek “Yüce makamın buyruğu”. Burada asıl sorulması
gereken ise o yüce makamın neresi olduğu…
Elbette gerçekten böyle bir buyruk olup olmadığı da belli değil. Önemli de değil.
Önemli olan, obediyansın kendi bünyesinde özgürce yapması gereken seçimlere
böyle bir müdahalede bulunulmuş olması; üstüne üstlük bir politik parti adı
belirtilerek...
Denilen o ki aslında listede yer alan adayların seçilmesine hiç kimsenin pek bir
diyeceği yokmuş. Nitekim listedeki adayların tümü seçilmiş. Fakat tartışma
dinmemiş. Masonlardan birçoğu böylece siyasetin Masonluğa sokulduğundan
yakınıyormuş. Seçilmiş olan “daimî hey’et üyeleri” yani büyük görevliler bile
aynı görüşteymiş. Sonunda topluca istifa etmeye karar vermişler.
Dolayısıyla “umumî hey’et” yani genel kurul yeniden toplanmış ve seçimler
masonik yöntemlere uyularak, bu kez hiçbir dış etki altında kalınmaksızın
yenilenmiş. Bu olay da Türk Masonluğu’na önemli boyutta bir hasar vermeden
sona ermiş.
376
CUMHURİYET DÖNEMİ
377
CUMHURİYET DÖNEMİ
Uluslararası Etkinlikler
Türk Masonluğu’nun 1923-1935 tarihleri arasındaki döneminde uluslararası
masonik etkinlikler de oldukça hareketliydi. Türkiye Büyük Maşrıkı, kısaca
A.M.I. olarak anılan Uluslararası Masonluk Birliği’nin 1924 ve 1925 yıllarında
Brüksel’de, 1926’da Belgrat’ta, 1927’de Paris’te, 1930’da gene Brüksel’de
yapılan konvanlarına katılmaktan geri kalmadı. Türk masonlar, bu örgütte üst
düzeyde yönetimsel görevler de aldı.
Birliğin sekizinci konvanı 1932 yılında İstanbul’da toplandı. Bu konvana 23 ayrı
ülkeden delegeler katıldı. Görkemli bir balo düzenlendi; halkın da izlediği bir vapur
gezisi ve daha birçok etkinlik yapıldı.
* Yakın geçmişimizde Beyoğlu Belediyesi bu adı “Nuri Ziya Sokağı” diye değiştirdi.
378
CUMHURİYET DÖNEMİ
UYKU DÖNEMİ
379
CUMHURİYET DÖNEMİ
Bunları bu kitabı okuyanlara şayet günümüze kadar bu konuda edindikleri
bilgiler yanlışsa onlara düzeltme fırsatı vermenin ötesinde, bulundukları çevrede bu
konu gündeme gelecek olursa, isterlerse gerektiğince açıklama yapabilmeleri
için anlatacağız.
Dolayısıyla şunu da ekleyelim:
Bunların anlatılmasında hiçbir sakınca yok.
Masonluğa karşıt akımlar Türkiye’de öteden beri vardı. Fakat Osmanlı Devleti
döneminde, -hele meşrutiyet öncesinde- antimasonik girişimlere gerek kalmadığı
söylenebilir. Çünkü zaten padişahın tutumu Masonluğa karşıttı. 2. Abdülhamit,
antimasonik girişimlerde bulunacak kimselerin yapabileceklerini onlardan çok
daha etkili bir şekilde becerebilecek güçteydi.
1908 yılında 2. Meşrutiyet ilan edilip ertesi yıl 2. Abdülhamit tahttan indirilince,
antimasonik cephede âdeta bir boşluk oluştu.
Masonluğa karşıt kimi yazarların iddiaları uyarınca, zaten padişahı devirenler de
“vatan haini masonlar” idi. Onlara göre, gerek 2. Meşrutiyet gerekse padişahın
tahttan indirilmesi halkın ve devletin genel yararlarına değil, masonların haince
emellerinin gerçekleşmesi amacına yönelikti. Bunu da İngilizler ve Fransızlar
başta olmak üzere tüm “batılı kâfirler” olanca güçleriyle desteklemişti.
Dolayısıyla, Türk Masonluğu’nun 1909 yılında ulusal nitelikle örgütlenmesiyle
birlikte antimasonik girişimler de başladı.
380
CUMHURİYET DÖNEMİ
381
CUMHURİYET DÖNEMİ
İşte bunlar 1930’lu yıllarda giderek artış gösterirken, bir de kendilerini âdeta dev
aynasında gören ya da öyle görmeye yönlendirilmiş politikacılar vardı.
Aralarından kimileri Cumhuriyet öncesinin İttihat ve Terakki Partisi ile Türk
Masonluğu’nu özdeşleştiriyor ve iç politika çevrelerinde oldukça tutulan şöyle
bir görüş ileri sürüyorlardı:
“Cumhuriyetin ilanıyla birlikte İttihat ve Terakki’nin de işlevi sona
ermiştir. Dolayısıyla artık Türkiye’de Masonluğun varlığına gerek
kalmamıştır. Üstelik Masonluğun yurt çapındaki amaç ve ilkeleri,
Halk Partisi’nin programıyla hemen hemen aynıdır. Bir kez de bu
nedenle Türkiye’de mason derneklerinin varlığına gerek yoktur.”
Bu deyişteki en ilginç taraf, Masonluğun amaç ve ilkelerinin bir politik partiyle
aynı olması durumunda, o politik partinin de Masonluk ile özdeş sayılması
gerektiğinin gözden kaçırılmakta oluşuydu.
Bir diğer deyişle, bu söyleme göre Halka Partisi = Masonluk oluyordu.
Kuşkusuz böyle bir şey olamazdı ama bu görüşü ileri sürenler kendi sözleriyle
kendi içlerinde çelişki yaratıyordu. Gerçi Masonluğun ne olup ne olmadığını
bilmeyen bunu da bilemezdi ama zararı yok; inansın yeter!
382
CUMHURİYET DÖNEMİ
Masonların bu tutumu tek bir sözcük ile nasıl nitelenebilir? Buna “umut” mu demeli,
“güven” mi, “umursamazlık” mı, yoksa “çaresizlik” mi?
Masonların bu konuda üyesi oldukları bu kurumun amaçlarını ve ilkelerini ortaya
koymaktan, hele kendilerinin de Masonluğa girmiş bulunduklarını açıkça
belirtmekten çekindiklerini hatta korktuklarını söylemek pek yanlış sayılmaz.
Fakat bu çekingenliklerini hatta korkularını haklı bulmak da gerekir. Çünkü o
günlerin koşulları altında karşıtlarıyla didişmeye girişselerdi, -bunu hangi
yöntemi uygulayarak yapmış olurlarsa olsunlar- pek bir şey değişmezdi. Aslında
o günden bugüne geçmiş olan yıllar boyunca da genel olarak durumda pek bir
değişiklik oluşmadı. Sadece şimdi insanlarımız biraz daha bilgili; olur olmaz
savlara kolayca inanmamayı, safsatalara kulak asmamayı biliyor. Bunu da elbette
sadece bir “okumuş azınlık” için söyleyebiliriz.
Masonlar o günlerde kendilerini savunmaya girişseydi, bunu yaparken ister
istemez iç politikada etkin ya da üst düzeyde bir devlet görevlisi durumunda olan,
halkın adlarını sık sık duyduğu kimi ünlü kimselerin de Masonlukla ilişkisi açıkça
ortaya çıkardı.
Herhangi bir olumsuz ön yargısı bulunmayanlar «Bunun ne sakıncası olabilir ki?
Masonluk saygın bir kurum değil mi; kişiye de saygınlık kazandırmaz mı?» diye
düşünebilir. Öyledir ama Masonluk hakkında yeterince bilgisi olmayanlar, aslında
kimlikleri ve olumlu çalışmalarıyla halkın beğenisini kazanmış bu kimselerin
mason olduğunu öğrenince, hiç de Masonluğun yararlı ve saygın bir kurum
olduğu görüşüne varmazdı. Hiç de «Bu saygın devlet büyüklerimiz mason olduğuna
göre, Masonluk da iyi bir şey olsa gerek!» demezdi. Yalnızca Masonlukla ilişkisi
olduğu öğrenilen o kişiler halkın gözünde saygınlıklarını yitirirdi, o kadar... Bu
fırsatı kaçırmayacak olan antimasonik çevrelerin kışkırtmaları halkın üzerinde
çok daha etkili olmayı sürdürürdü. “Masonluk, devlet büyüğü olarak gördüğümüz
önemli kişileri de ele geçirmiş; ne yazık!” diye kaygılar yaratılırdı.
Büyük olasılıkla o kadarla da kalmazdı. Antimasonik yazarlar, bu olguyu hemen
kendi savlarının bir kanıtı olarak yakalayıp, Masonluğun Türkiye Cumhuriyeti’ni
çökertmek için nasıl da devletin üst düzeylerine kadar sızmış olduğuna dair
vaveylâ koparır, tehlikenin çok büyük boyutlara varmış olduğunu ileri sürüp
halkı Masonluğun başının bir an önce ezilmesi gerektiğine inandırmak üzere
yoğun propagandalara girişirlerdi.
Tüm bunlar ne Türk Masonluğu’na hele ne de Türk ulusuna bir yarar sağlardı.
Ancak antimasonik girişimlerde bulunanların işine gelir, bu kişi ve çevrelerin
ekmeğine yağ sürülmüş olurdu.
1930’lu yıllardaki bu söz konusu akımlar, saldırılar, olumsuz propagandalar ve
suçlamalar yalnızca Masonluğu ve masonları hedef almakta da değildi. Mason
dernekleriyle birlikte daha birçok sosyal ve kültürel nitelikli dernek ya da kurum,
düşünü çerçeveleri pek dar olan bağnaz çevrelerin yaygaralarından etkilenmekteydi.
Nitekim birçok dernek yeterli direnişi gösteremeyerek kapanmak zorunda kaldı.
Bunların arasında Türk Kadınlar Birliği de vardı.
383
CUMHURİYET DÖNEMİ
Tüm bunlarla birlikte, Türkiye’deki mason derneklerinin kapanmasına asıl bu
etkenler değil, birkaç kişinin Masonluğa karşı beslediği bireysel hınç neden oldu.
Elbette bu kişiler niçin Masonluğa karşı çıkmakta olduklarını açıkça ortaya
koyamazdı. Yoksa “Şecaat arzederken merd-i kıptî sirkatin söyler.” * deyişindeki
gibi, kendi kusurlarının açığa çıkarmış olurlardı.
Dolayısıyla bu kişiler, antimasonik propagandaların kapsamındaki suçlamaları
ve kötülemeleri kullanmaya girişti. Fakat bu tutum politik çevrelerde istenilen
tepkiyi yaratmada yetersiz kaldı. Bunun üzerine, Türkiye’de mason derneklerinin
varlığına hiç de gerek bulunmadığı görüşüne sarılarak, bunu yaygın bir şekilde
benimsetmeye yöneldiler.
Kuşkusuz bu yöndeki propagandaya karşılık “Bu dernekler gereksiz olabilir;
ama açıkça belirgin bir zararları var mı?” sorusu ortaya atılabilirdi.
Bunun için mason derneklerini Türkiye Cumhuriyeti’nin geçen on yıllık dönemdeki
yararlı ve başarılı atılımlarının hemen tümünü kendisine mal etmekte olan Halk
Partisi’ne âdeta bir rakip kuruluş gibi gösterdiler. Böylece, mason olmayan birçok
politikacının Masonluktan çekinmesini, en azından Masonluğa hiç de sıcak
bakmamasını sağlamış oldular.
Nitekim daha 1931 yılında Türk Ocakları da yaklaşık aynı nedenle, politik bir
nitelik kazanabilecekleri gerekçesiyle kapatılmış, onların yerine doğrudan Halk
Partisi’nin denetimi altında olan Halk Evleri kurulmuştu.
*
Çingenenin merdi yiğitliğini gösterirken suçunu söyler.
384
CUMHURİYET DÖNEMİ
385
CUMHURİYET DÖNEMİ
Çağrılanlardan kimilerinin adlarını verelim çünkü bu çok önemli.
- Türkiye Büyük Maşrıkı Üstad-ı Âzamı, İstanbul Emlâk Bankası Umum
Müdürü Muhittin Osman Omay;
- Türkiye Yüksek Şûrası Âmir-i Hâkim-i Âzamı İsmail Hurşit ile birlikte
kaymakamı (yardımcısı) Nurettin Ramih;
- Türkiye Büyük Maşrıkı’nın daha önceki üstad-ı âzamlarından İstanbul
Milletvekili Edip Servet;
- Türkiye Yüksek Şûrası’nın önceki âmir-i hâkim-i âzamlarından Şûrayı
Devlet Reisi (Danıştay Başkanı) Mustafa Reşat Mimaroğlu;
- Gene Türkiye Yüksek Şûrası’nın daha önceki âmir-i hâkim-i âzamlarından
Fuat Süreyya Paşa.
Toplantıya çağrılmış olmakla birlikte gelemeyenler de oldu. Ancak katılanlar
arasında Türkiye Yüksek Şûrası’nın ileri gelenlerinden Muhib Nihat Kuran,
Millet Meclisi Grup Reis Vekili Hasan Saka, Tekirdağ Milletvekili Cemil
Uybadin ve Ankara Valisi Nevzat Tandoğan da vardı.
Bu isimleri sayışımızın nedeni buradaki konumuzla doğrudan bağlantılı değil…
O tarihlerde gerek siyasette gerekse devlet çarkında masonların ne gibi mevkilerde
bulunduklarını görüyorsunuz. Bu durum bir ülkede Masonluğun değil ama
masonların önemini yansıtıyor. Günümüzde bunun yarısı olsa, diğer masonlar da
kim bilir Masonluğun amaçları doğrultusunda ve ülkemizin yararına neler yapar
neler!... Nitekim o zamanlar adları bir “ünlüler listesi”nde geçmeyen birçok
mason, ulusumuzun yararına kimsenin duymadığı ve bilmediği çok şey
gerçekleştiriyordu.
Bu araya girişten sonra konumuza dönelim.
8 Ekim 1935 günü Ankara’nın o tarihlerde pek ünlü olan Karpiç Lokantası’nda
yapılan toplantı, Türk Masonluğu’nun tarihinde çok önemli bir yer tutar.
Neler olup bittiğini şöyle özetleyebiliriz:
Şükrü Kaya, son parti toplantısında belirlenen görüşü uzun uzun anlattı. Mason
derneklerinin bir an önce kapatılmasını önerdi.
Gerek Türkiye Büyük Maşrıkı gerekse Türkiye Yüksek Şûrası ileri gelenleri,
loca ve atölyelerin çalışmalarını şimdilik durdurabileceklerini fakat derneklerin
kapatılabilmesi için mutlaka ayrı ayrı olmak üzere umumî heyetlerin (genel
kurulların) toplanmasının gerektiğini, kendilerinin böyle bir karar vermeye
yetkilerinin olmadığını belirttiler.
Şükrü Kaya diretti. Durumun çok kritik bir aşamaya girmiş olduğunu, zaman
yitirilmemesi gerektiğini, üstelik umumi heyet üyelerinin koşulların zorlayışını
anlamakta güçlük çekebileceklerini, dolayısıyla ters bir karar verebileceklerini,
bu konuda bir yasa çıkacak olursa kardeşler hakkında da tek tek soruşturma
açılabileceğini söyledi.
386
CUMHURİYET DÖNEMİ
Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın ilk söyledikleri diğer kardeşleri pek etkilemedi
ama «Masonlar hakkında da tek tek soruşturma açılabilir.» demesi hayli endişe
yarattı.
Üstelik bunu herhangi biri değil, içişleri bakanı söylüyordu.
Kuşkusuz hiçbir masonun, salt bir mason derneğinde üye olarak kayıtlı oluşundan
ötürü veremeyeceği bir hesap yoktu. Fakat gerçekten de böyle bir şey yapılacak
olursa, bu bir felâket olurdu ve bu felâketi yaratan fırtına dindikten sonra bile
Türk Masonluğu’nun yeniden derlenip toparlanabilmesinden umudu kesmek
gerekebilirdi.
Yönetici masonlar çaresiz kalmıştı.
Daha iyi bir çıkar yol bulunamayacağı kanısına vararak Şükrü Kaya’nın
önerisine uymaya razı oldular. Önceden hazırlanmış bir bildirgeyi imzaladılar ve
“Dahiliye Vekili” sıfatıyla ona verdiler.
Derneklerin Kapanışı
10 Ekim 1935 tarihli gazetelerde, Anadolu Ajansı aracılığıyla verilmiş şöyle bir
haber çıktı:
“Mes’ul ve ma’ruf (sorumlu ve bilinen) imzalar altında ajansımıza
verilmiştir: Türk Mason Cemiyeti, memleketimizin sosyal tekâmülünü
(gelişimin) ve günden güne artan muazzam terakkilerini nazar-ı itibare
(göz önüne) alarak ve Türkiye Cumhuriyeti’nde hâkim olan demokratik
ve cidden lâik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede
ederek, faaliyetine, bu hususta hiçbir kanun olmaksızın nihayet vermeği
ve bütün mallarını memleketin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan
Halk Evlerine teberruu muvafık görmüştür.”
Biraz eskice bir dil… Bazı sözcükleri anlayamamış olabilirsiniz. Bunun için
sözlük karıştırmanız gerekmez. Burada hepsini günümüz Türkçesiyle yeni baştan
yazma zahmetine de katlanmadık. Özü şu: Türkiye’de mason dernekleri kapanmış,
malları Halk Evleri’ne bağışlanmıştır.
Türkiye Büyük Maşrıkı’nın Üstad-ı Âzamı Muhittin Osman Omay, bir genelge
yayımlayarak tüm locaların çalışmalarının yeni bir duyuruya kadar tatil edilmiş
olduğunu bildirdi.
Ertesi günkü gazetelerin birçoğunda bu bildirge “Mason locaları birer birer
kapanmaya başladı.” biçiminde yorumlandı.
Türkiye Yüksek Şûrası da kendisine bağlı atölyelerinin çalışmalarını durdurdu.
Şükrü Kaya, dahiliye vekili sıfatıyla bu konuda kendisine yöneltilen bir soru
üzerine kısaca şunları söylemişti: «Türk masonları, kendi ideallerinin hükümetin
esas programına dahil olduğunu görerek, kendi teşkilâtlarını kendileri
feshetmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiçbir teşebbüs ve alâkası yoktur.»
387
CUMHURİYET DÖNEMİ
Gazeteler, bunu izleyen birkaç gün boyunca Masonluk ile ilgili haber ve yorum
yayımlamayı sürdürdü. Bunların hem doğruları hem yanlışları vardı ama artık
hiç kimse neyin doğru neyin yanlış olduğu üzerinde durmuyordu.
İşin en ilginç yönü, masonların büyük çoğunluğunun localarının kapanmış
olduğunu gazetelerden öğrenmesiydi. Türk Masonluğu, bireysel birtakım hınçlar
nedeniyle ve tutkular uğruna, bilerek ya da bilmeden, isteyerek ya da istemeden
verilmiş olan bir politik ödünün kurbanı olmuştu.
Cumhuriyet gazetesinin 14 Ekim 1935 tarihli yayınında “Türkiye Mason Locaları
Bir Emirle Kapatıldı” başlığı altında çıkan haber makale şeklindeki bir yazıda
şöyle bir yoruma yer verilmişti:
“Türkiye’de halen ecnebî maşrıklarına mensub localar kalmamış,
bunlar vaktile Türk Maşrıkı’na dahil olmağa mecbur edilmiş
olduklarından, bu suretle son zamanlarda İtalya, Almanya ve Rusya’da
olduğu gibi Mason teşkilâtı memleketimizde de ilga edilmiş oluyor. Bu
teşkilâtın kaldırılmasını icabettiren sebep, son fırka programında kökü
dışarıda bulunan teşekküllerin memleketimizde yer bulamıyacağına dair
olan kayıttır. Maamafih masonlar kendi köklerinin dışarıda olmadığını,
konfederasyon halinde idare edilen Masonluğun burada serbest,
müstakil ve milliyetçi olduğunu söylüyorlardı. Esasen son zamanlarda
yapılan muhtelif neşriyatta da görüldüğü üzere, Masonluk
memleketimizde bir sır olmaktan çıkmıştı. Zira Masonluk daha ziyade
lâiklik ve eskiliğe karşı aleyhdarlık ve müntesibleri arasında tesanüd ve
mütekabil yardımlar fikrini güden bir müessese olup koyu taassuba
aleyhdarlığından dolayı hatta dinsizlik veya milliyetsizlik isnadı altında
bile bulunuyordu.”
Bunun da biraz eskice bir dil oluşuna karşın herhalde ne denilmekte olduğunu
anladınız.
Bir karşı yorum yapalım.
Türk ulusu ne bir İtalyan Faşizmini ne bir Alman Nazizmini ne de bir Rus
Komünizmini benimseyebilirdi. Bu ülkelerde ve bu politik rejimlerin baskısı
altında Masonluğun yasaklanışı ile Türkiye’deki mason derneklerinin kapanması
olayını benzeştirip bağdaştırmaya kalkışmak büyük bir yanılgıydı. Diğer özgür
ve demokratik ülkelerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde de Masonluğun
yaşayamaması ve locaların çalışmalarını kesintisiz sürdürmemeleri için hiçbir
neden olmamalıydı. Buna karşın mason derneklerinin kapanmak zorunda kalışı,
ortamın henüz yeterince olgunlaşamadığını, politikacıların henüz kişiliklerini
bulamamış olup şuna buna kolaylıkla kapıldıklarını gösteriyordu. Bağnazlığa
varır boyutta aşırı tutucu çevreler ile kimi hırslı ve kindar kimselerin doğrudan
ortaya çıkmaksızın birtakım dolambaçlı yollardan giriştikleri eylemlerle, Türk
Masonluğu harcanmıştı.
Şayet Türkiye o tarihlerde İtalya’daki, Almanya’daki ve Rusya’daki gibi asla
Masonluk ile bağdaşamayacak, Masonluğu barındıramayacak bir politik rejimi
benimsemekte olsaydı, bu ülkede mason localarının kapatılmalarını mantıklı bir
gerekçeye bağlamak olanağı doğardı.
388
CUMHURİYET DÖNEMİ
389
CUMHURİYET DÖNEMİ
Loca çalışmaları bir yana dursun, masonlar arasındaki sosyal ilişkiler de zamanla
zayıflamaya yüz tutmuştu.
Buluşmalar seyrekleşmiş hatta rastlantılara bağlı kalmıştı.
Çoğu localarının açılmasından umudu kesti. Kimisi bir zamanlar masonik
etkinliklerde bulunduğunu bile unuttu.
Çoğunluğun durumu öyleydi ama locaların yeniden çalışmaya başlayacağına
ilişkin umutlarını yitirmeyenler de vardı.
Gelişigüzel sosyal ilişkileri bir yana bırakarak, belirli gün ve saatlerde belirli
yerlerde bir araya gelmeye başladılar.
Masonluktaki geçmişlerinin biriktirmiş olduğu alışkanlıklar, hevesleri, sevgileri,
edinmiş oldukları bağlılık ve görev duyguları, yeniden etkin masonik çalışmalara
başlamak üzere arayışlara girişmelerine neden oldu.
Nitekim sözünü ettiğimiz o üç loca da böyle doğdu. Ancak işte hepsi o kadar…
390
CUMHURİYET DÖNEMİ
391
CUMHURİYET DÖNEMİ
Atatürk’ün Masonluk ile ilgisi, bir yanda masonlar diğer yanda Masonluğa karşıt
olanlar tarafından ayrı ayrı ve elbette zıt biçimde irdelenmiştir.
Az önce belirtmiş olduğumuz üzere, 1935 yılında Türkiye’de Masonluğun
Atatürk’ün emriyle kapatıldığı ileri sürülmüş, bu iddia kanıtlanamamış ama aksi de
kanıtlanamayınca kamuoyunda genel kabul görmüştür.
Bu konunun en ilginç yanlarından biri, Türkiye’de Masonluğu Atatürk’ün ortadan
kaldırmış olduğunu ileri sürenlerin, aynı zamanda özgürlüğe, yeniliğe, çağdaşlığa,
laikliğe, cumhuriyetçiliğe, Atatürk’ün önderliğinde yapılmış Türkiye Cumhuriyeti
devrimlerine, özetle Atatürk’ün yolunu açmış olduğu hemen her şeye, genelde
Atatürkçülüğe karşı olmalarıdır.
Türk halkının “Atatürk” ile ilgili duyarlılığını kötüye kullanmışlardır.
Üstelik aynı kişiler bu arada bir de Atatürk’ün de mason olduğuna ilişkin bir başka
söylentinin peşinden gitmekten de geri kalmamıştır.
Biz de bu konudaki anlatımlara o söylentiyle başlayalım.
392
CUMHURİYET DÖNEMİ
393
CUMHURİYET DÖNEMİ
Türk masonların sözü edilen o belgelerin kopyalarını rica etmesi üzerine, “ne
yazık ki (!) İkinci Dünya Savaşı sırasında yitirildiği” söylenmiştir.
Şayet Atatürk gerçekten Masonluğa girmişse, bu inisiyasyon “Macedonia Risorta”
adlı locada da yapılmış olabilir.
Çünkü bu locanın bilinen üyeleri arasında da sonradan dahiliye nazırlığı ve
sadrazamlık yapmış olan Talât Paşa, sonradan Muş mebusu olan Binbaşı Naki,
Kolağası Kâzım Nami, Drama Jandarma Kumandanı Hüseyin Muhittin, özellikle de
gençliğinden beri Mustafa Kemal ile yakın dost oldukları bilinen Kâzım Özalp
sayılabilir.
394
CUMHURİYET DÖNEMİ
Masonlar öteden beri Atatürk’ün hiçbir zaman Masonluğa karşıt bir tutum
takınmamış olduğunu savunur. Bunun açık bir göstergesi olarak da ülküsel
görüşlerini, söylevlerindeki özdeyişleri gösterir, bunların Masonluğun ilkeleriyle
tam bir uyum içinde olduğunu belirtirler.
Atatürk’ün gerek ulusal gerekse evrensel boyutlardaki görüş ve yaklaşımı,
Masonluğun amaç ve ilkeleriyle de uyumludur. Fakat bunun böyle olması,
Masonluğun çalışma tarzını da uygun bulup onaylamış olduğunu göstermez.
Diğer birçok insan gibi Atatürk de Masonluğun ezoterik sistemde, kendi içine
kapanık olarak çalışmasını uygun görmemiş olabilir.
Masonluğun amaçlarını ve ilkelerini benimseyen bir kişinin, çalışma tarzı ve
yöntemini de uygun bulmakta olması gerekmez. Fakat konu Atatürk ile bağlantılı
olunca, onun Masonluğun ezoterik sistemde çalışmakta oluşu nedeniyle bu
kuruma karşı çıktığını söylemiş olan yoktur.
Gelin çeşitli tarih ve çeşitli yerlerdeki bazı sözlerine bakalım: (Biraz eski dil
olduğu için lütfen ağır ve dikkatli okuyun.)
395
CUMHURİYET DÖNEMİ
Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin anayasası uyarınca, bu ritin herhangi bir
ülkedeki egemen otoritesi olan bir yüksek konseyde en çok 33 etkin üye vardır.
Ritin dünyanın her yerinde uygulanmakta olan bir geleneği uyarınca bu
üyeliklerden biri o ülkenin devlet başkanı için ayrılır; bu nedenle de bir ülkedeki
33. dereceli masonların sayısının en çok 32 olacağı belirtilir.
Konu dışı bir söz etmedik. Bunun Atatürk ile bir bağlantısı var.
396
CUMHURİYET DÖNEMİ
397
CUMHURİYET DÖNEMİ
«Diktatör memleketlerinde mason locaları yıkılır yakılırken, masonlar nefy ü
imha (sürgün ve yok) edilirken, Türk millî masonları, ulu önderinin ve onun
hükümetinin itimat ve müzaheretine mazhar olmakla daima bahtiyarlık
duymuşlardır. Dünyada en bahtiyar ve mes’ut (mutlu) masonların Türk masonları
olduğuna şüphe edilemez. Türk masonların bu vaziyetine yakından vakıf olan
ecnebi masonlar, memleketimizdeki masonların haline gıpta ettiklerini defeatle
(çok kez) söylemişlerdir.»
Şimdi siz bu sözün hiç de doğru olmadığını, dürüstlüğe sığmadığını, dolayısıyla
böyle ileri gelen bir kardeşimize yakışmadığını düşünebilirsiniz.
Haklı olabilirsiniz.
Ancak bir de ortamın kritikliğini, gerginliğini düşünün…
Daha bitmedi.
Atatürk «Reisiniz kimdir?» diye sorunca, Mim Kemal Öke şöyle yanıtlar:
«Memleket dahilinde sulh ve selâmet tavsiye eden ve bütün cihana hitab ederek
bu idealin tahakkuk ettirilmesini temenni eden zat-i devletleridir.».
Bunun üzerine Atatürk sert bir çıkışta bulunur:
«Ben bu cemiyete girmem. Ben başkalarının yaptığı prensiplere değil, ancak
kendi prensiplerime uyarım.»
Mim Kemal Öke, yanılgılı bir yanıt vermiş olduğunu anlamış ama geç kalmıştır.
Türk Masonları’nın Atatürk’ü kendilerine önder olarak aldıklarını söylemek
isterken, bunu kısaca dile getiriş tarzıyla âdeta onun da bu kurumun üyesi hatta
Türkiye’deki mason örgütünün başında bulunduğunu belirtir bir izlenim
yaratabilecek bir söz söylemiştir. Bu nedenle de Atatürk’ün bu haklı tepkisine
yol açmıştır. (Bunu kendi yazılarında belirtmiş.)
Durumu düzeltebilmek için sözünü şöyle sürdürür:
«Ben, Masonluğun temsil ettiği yüksek idealin kolayca tahakkuk ettirileceğini
kabul etmek istemiyorum. Fakat bu, her memlekette İnsanlık İdeali’nin
tahakkukuna çalışan entelektüellerin bir araya gelmesine, yaklaşmasına hizmet
etmesi bakımından faydalı olabilir.»
Atatürk, bu görüşe de şu karşılığı verir:
«Hayır Kemal Bey!... Bunu söylemeye mezun (yetkili) değilsin!... Günün birinde
İnsanlık İdeali’nin tahakkuk ettirilemeyeceğini kabul etmek doğru değildir.
Beşeriyetin (İnsanlığın) günün birinde bu mes’ut neticeye (mutlu sonuca) erişmesi
gayri varit (olamaz) değildir.»
Atatürk’ün bu sözü, antimasonik girişimlerde bulunanlarca Masonluğa karşıt
tutumunun kanıtı olarak gösterilmiştir. Hatta bir antimasonik yorumda bu söz
“mason şefinin suratına indirilmiş bir tokat” olarak nitelendirilmiştir.
Mim Kemal Öke, 1951 yılında kaleme aldığı bir makalesinde bu konuyu
anlatırken şöyle bir yorum yapmış:
398
CUMHURİYET DÖNEMİ
“Bana yanlış düşündüğümü ihtar eden bu hitap, beşeriyet için refah ve saadet
düşünen Atatürk’ün, insanlık hakkındaki yüksek ve asil bir düşünüşünün ifadesi
idi. Atatürk, beşeriyet için daima bizim fevkalbeşer (insan üstü) telâkki ettiğimiz
ideallerin tahakkuk ettirilebileceğine inanan bir insandı...”
Sofradaki görüşmenin bu biçimde saptırılmasına neden olan Hikmet Bayur,
yıllar sonra yayımlanan anılarında bu konuya değinirken şunları yazmış:
“Bildiğime göre yeryüzünde var olan locaların büyük bir kısmı ya İngiliz
Büyük Locası’na veya Fransız Grand Orient’ine şu veya bu ölçüde
bağlıdır. Masonluktaki zincirleme itaat, masonları farkına varmadan
İngiliz veya Fransız etkisi altına sokmaya kadar gidebilir. Atatürk
Masonluğu bu nedenle, üyelerini etkileyebilecek, kökü veya başı dışarıda
bir örgüt olduğu için yasaklamıştır.”
Hikmet Bayur, yurdumuzun tarihinde önemli bir yer tutmuş olan, eğitimci, tarihçi
ve politikacı, saygın bir kişidir. Ancak Masonluk ile bağlantılı olarak birtakım
yanlış bilgiler edinmiş olduğu görülüyor.
Atatürk’ün Masonluğu yasaklamış olduğunu nereden çıkarmış, bu da anlaşılır gibi
değil!
O da yorum yapmış, bizim burada yapmakta olduğumuz gibi…
399
CUMHURİYET DÖNEMİ
Masonluk ile hiçbir ilişkisi olmadığı bilinen Celal Bayar’ın çok sonraları kaleme
alınmış anılarında da bu konuya şöyle değinilmiş:
“Atatürk’ün masonlara karşı bir sempatisi ya da antipatisi olduğu
söylenemez. 1935’de masonların zararlı bir davranışı olmamıştır.
Ancak, o zamanki siyasî iç hava, birlik halinde bulunmanın daha yararlı
olacağını göstermesi nedeni ile, bazı derneklerin faaliyetlerini tatil
etmeleri uygun görülmüştü. Mason Derneği’nin kapanışı da bundandır.”
İşte bunun bir objektif değerlendirme olduğu söylenebilir.
Yurdumuzun ünlü politikacılarından doktor-gazeteci Tevfik Rüştü Aras da
anılarında bu konuda şunları belirtmiş:
“Atatürk mason değildi... Ancak masonlara karşı bir özel sempatisi veya
antipatisi de yoktu. O devirde parti grubunda, Büyük Millet Meclisi’nde
ve kabinede mason olan ve olmayan kişiler vardı. Bunların arasında aynı
derecede inandığı ve güvendiği kişiler vardı. Meselâ, kabinede her
zaman birkaç mason bakan bulunurdu. Bunlar mason olduklarından
değil, kaabiliyetlerinden dolayı kabineye girerlerdi ve Atatürk bunları ve
diğer ileri mevkilerde bulunan masonları bilirdi. Kabinede, mecliste ve
partide, mason olanların birbirlerine yardım ve davranışı karşısında,
Mahmut Esad ve Şükrü Saracoğlu bunu kendileri için bir handikap
saymaya başladılar ve Masonluk aleyhine bir hava yaratmaya
çalıştılar.”
400
CUMHURİYET DÖNEMİ
401
CUMHURİYET DÖNEMİ
Özgür Masonlar Büyük Locası, Kadın Mason Büyük Locası, Türkiye Süprem
Konseyi ve Kadın Süprem Konseyi üyeleri (2018):
Şimdi, 1948 yılından bu kitabın yazıldığı 2018 yılına doğru Türk Masonluğu’nun
tarihçesinin özetle anlatımına izleyecek bölümde devam edelim.
402
17
TÜRKİYE’DEKİ TARİHÇE ( III )
Son Yetmiş Yıl
403
SON YETMİŞ YIL
1948 ile başlayan ilk iki yıl içinde o günlerin koşullarına göre hayli hızlı bir
gelişim görüldü. İkisi Ankara’da, biri İzmir’de, diğerleri İstanbul’da olmak üzere 8
yeni loca daha kuruldu.
Türkiye Granloju adı verilen obediyansın elbette bir büyük üstadı da olacaktı.
Ona “büyük üstat” denilmesini beklemezsiniz herhalde!... Nitekim “granmetr”
denildi. İlk granmetr olarak da Mustafa Hakkı Nalçacı seçildi.
“Üniteler” Oluşturulması
404
SON YETMİŞ YIL
Ancak bu işlerde bir art niyet olmadığını, Süprem Konsey’in ille de egemenlik
taslamaya kalkışmadığını, sadece Masonluğun gelişip serpilebilmesi bakımından
kendince bir yöntem uygulamaya giriştiğini de belirtelim.
1954 yılında uygulanmasına geçilen bu sistem uyarınca tüm locaların Süprem
Konsey’in yönetimi altında çalışmaları olgusunun değiştirilmesi şimdilik söz
konusu değildi. Ancak bu ünitelerin hiç olmazsa birer “il büyük locası” olarak bir
merkezî büyük loca çatısı altında toplanması da düşünülmemişti.
Bu nedenle pek işe yaramayan “Türkiye Granloju” da kaldırıldı.
Her biri “granmetr” unvanını taşımak üzere; İstanbul’daki ünitenin başına 1953’te
Türkiye Granloju’nun granmetri olarak seçilmiş olan Dr. Fethi Erden,
Ankara’daki ünitenin başına Muhittin Osman Omay, İzmir’dekiin başına da
Hamdi Nüzhet Çançar getirildi.
Süprem Konsey, “Ünite Talimatnamesi” adı altında bir yönetmelik hazırlayıp
bunu 1954 yılında yürürlüğe koydu. Aslında ayrı ayrı tam birer büyük loca
niteliğinde olmayan bu üniteler “İstanbul Granloju”, “Ankara Granloju” ve
“İzmir Granloju” olarak anılıyordu.
Bu şekilde bir örgütlenmeye girişilmesinin bir gerekçesinin de ikinci aşamada
“Türkiye Müttehit Granloju” (Türkiye Birleşik Büyük Locası) adı verilmesi
düşünülen bir örgüt kurmak olduğu söylenir. Bu amaçla her üç kentteki ünite,
kendi yöneticilerini (ünite görevlilerini) seçmek üzere serbest bırakıldı.
İstanbul ve İzmir’de yapılan seçimler sonucunda herhangi bir değişiklik olmadı.
Ankara ünitesinde ise bu kez granmetr olarak Kemalettin Apak seçildi.
405
SON YETMİŞ YIL
Ulusal Konvanlar
406
SON YETMİŞ YIL
Türkiye Süprem Konseyi, daha 1951 yılında “Türk Mason Dergisi” adlı bir
sürekli yayın çıkarmaya başlamıştı. Üç ayda bir çıkan bu dergide yayımlanan
yazılar, sonraki yıllarda masonik araştırmalarda bulunanlar için çok değerli
kaynakça oldu. (Bu derginin yayını, Özgür Masonlar Büyük Locası’nın sahipliği
altında günümüzde de “Mason Dergisi” adıyla sürüyor.)
407
SON YETMİŞ YIL
408
SON YETMİŞ YIL
1950’li yıllarda Türkiye Süprem Konseyi, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin
diğer yüksek konseyleriyle dostluk ilişkileri kurmak bakımından hayli başarılı
girişimler sergiledi. Gerek Avrupa’daki gerekse Kuzey ve Güney Amerika’daki
otuza yakın yüksek konsey ile yakın ilişkileri oldu. Uluslararası konvanlarına
çoğuna katıldı. O tarihlerdeki Türkiye Süprem Konseyi’nin Amerika Birleşik
Devletleri’nde hem “Kuzey Jüridiksiyonu” hem de “Güney Jüridiksiyonu”
olarak anılan her iki yüksek konsey ile olumlu masonik ilişkiler kurmayı
başarmış oluşu da kayda değer.
409
SON YETMİŞ YIL
* Daha önce bunun yerine “Sanî-i Âzam-ı Kâinat” terimi kullanılırdı. “Sanî”
sözcüğünün birkaç anlamı vardır. Bunlardan biri “yapan” bir diğeri “yaratan”dır.
Ayrıca “ikinci” anlamına da gelir ki eskiden ikinci nazıra “nazır-ı sanî” denirdi.
“Evreni Ulu Mimarı” terimine çok daha sonra, 1970’li yıllarda geçildi.
410
SON YETMİŞ YIL
1960 devriminin Türk Masonluğu üzerindeki asıl etki, Ankara’nın bundan böyle
büyük locanın merkezi olarak tutulmasının “güvensiz” bulunuşuydu.
Bu nedenle büyük locanın ve dolayısıyla derneğin merkezinin İstanbul’a
aktarılması kararlaştırıldı. 1962 yılında da büyük üstatlığa Ekrem Tok seçildi.
411
SON YETMİŞ YIL
412
SON YETMİŞ YIL
413
SON YETMİŞ YIL
414
SON YETMİŞ YIL
415
SON YETMİŞ YIL
Bunun bir yan ürünü de öncelikli tutulan yabancı dil olan Fransızcanın yerini
İngilizcenin almasıydı.
416
SON YETMİŞ YIL
Önce 1960 yılında Ahmet Salih Korur’un Masonluktan ayrılmak zorunda kalışı,
ardından da büyük loca merkezinin İstanbul’a taşınması Enver Necdet Egeran
tarafından başlatılmış olan girişimlere sekte vurdu.
Fakat yılmadı. Kurmuş olduğu iletişimi geliştirerek sürdürdü. Büyük Loca bu
bağlamda kendisine özel bir izin ya da yetki vermemiş olsa bile Türk Masonluğu
adına bireysel çalışmalar yaptı hatta bu bağlamda olağanüstü çaba gösterdi.
İskoçya Büyük Locası’nın büyük sekreteri ile yapmış olduğu yazışmalardan
şöyle bir sonuç çıkıyordu:
Türkiye Büyük Locası’nın “düzenli bir masonik örgüt” olarak tanınabilmesi için
öteden beri Türkiye’de uygulanagelmiş örgütlenme biçimi, dolayısıyla tüzükleri,
ayrıca ritüelleri üzerinde birtakım değişiklikler yapılması gereklidir.
İskoçya Büyük Locası’nın büyük sekreteri, gelecekte İngiltere Birleşik Büyük
Locası’nın Türkiye Büyük Locası’nı “düzenli bir obediyans” olarak tanıması
bakımından kolaylık sağlanabilmesi için ayrıca bir de “Konsekrasyon Töreni”
uygulanmasını öneriyordu.
Türk Masonluğu’nun o günlerdeki ortamı ve Türk masonları arasında ileri
gelenlerin çoğunluğunun görüşleri, böyle bir uygulamaya elverişli değildi.
Bu yüzden Egeran’ın girişimleri sonuçsuz kaldı. Bunu “elverişli ortamın bulunacağı
bir tarihe ertelendi” biçiminde de yorumlayabiliriz.
417
SON YETMİŞ YIL
Bu arada önce büyük birinci nazır, daha sonra da Ankara’daki büyük üstat
kaymakamı olan Enver Necdet Egeran da sık sık çıktığı yurt dışı iş gezileri
sırasında Anglosakson Masonluğu topluluğundaki yabancı obediyanslarla ilişkileri
geliştirmek bakımından girişimlerini sürdürdü.
Az sonra hemen tüm basın organlarında sakız gibi çiğnenip tüm yurtta büyük
yankı uyandırması sağlanmış olan “gerçek dışı belge olayı”nı anlatacağız. 1964
yılı sonlarına doğru çıkan bu olay, Türk masonlar arasında büyük huzursuzluk
doğmasına neden oldu.
Türkiye Büyük Locası Genel Kurulu, özellikle bu konunun görüşülmesi için
toplantıya çağrıldı.
Şimdi şu olaya bakın:
1965 yılının Mayıs ayı başında yapılan bu toplantının ikinci günkü oturumunun
gündemine “İskoçya Büyük Locası’ndan gelen konuklarla tanışma töreni”
diye bir madde eklenmişti.
Bunun anlamı neydi?... Şimdi böyle bir şeyin sırası mıydı?...
Genel Kurul çok önemli iç işleriyle uğraşırken bir de yabancı konuklarla mı
ilgilenecekti?...
Üstelik bu nasıl bir törendi?... “Türk masonlarının ve konukların karşılıklı olarak
birbirlerini kardeşçe tanımaları için düzenlenen bir protokol töreni” mi, yoksa
“Konuklar ile birlikte ortaklaşa düzenlenen ve masonik anlamda karşılıklı
tanışmayı sağlama amacına yönelik bir tören” mi?
Kimsenin bu konuda doğru dürüst sayılabilecek bir bilgisi yoktu ama ortam
öylesine karışık, öylesine gergindi ki bunun üzerinde duran olmadı. (Biz burada
önemsiz olanak niteledik ama o sırada “gerçek dışı belge verilmesi olayı” ilk ve
en önemli gündem konusuydu.)
Konsekrasyon Töreni
Büyük Loca genel kuruluna katılanlar, içinde bulundukları keyifsiz ortamın
etkisiyle gündemdeki bu törenin uygulanışını da pek önemseyemedi. 29 Nisan
1965 günü Türkiye Büyük Locası’nda, İskoçya Büyük Locası’ndan gelmiş olan
konuklar, Büyük Üstat Kaymakamı Enver Necdet Egeran ile birlikte Konsekrasyon
Töreni’ni uyguladılar.
Bu törenin anlamı, niteliği ve nasıl yapıldığı sorulabilir.
Ünlü masonik araştırıcı ve yazarlardan Fikret Çeltikçi’nin “Hür Masonluk
Tarihinden Notlar” adlı yapıtında, bu törenin uygulanışı anlatılmış. Biz de onun
anlatımını burada olduğu gibi (yorumsuz) aktaralım.
“Bu tören Mason lisanında «Consécration» adını almaktadır. Bizim
otoritelerimiz bu sözcüğü «Tanzim» olarak tercüme etmişlerdir. Anlam
itibariyle bu çeviride bir terslik görülmeyebilir.
418
SON YETMİŞ YIL
Fikret Çeltikçi’nin belirtmiş olduğu üzere bu tören dinsel esinlenmeli olduğu için
bir “Hıristiyan âyini”ni andırmaktadır. İlk kez 1813 yılında İngiltere Birleşik Büyük
Locası’nın kuruluşu sırasında uygulanmıştır.
Daha sonra Anglosakson Masonluğu’nda her bir yeni loca ya da büyük locanın
kuruluşu sırasında uygulanması gelenekselleştirilmiştir.
Törenin en önemli bölümü, bir yandan İncil’den ilâhîler okunurken diğer yandan
mabede “buğday”, “şarap” ve “zeytinyağı” serpilmesidir.
Bunun gerekçesini kısaca şöyle belirtebiliriz:
M.Ö. 10. yüzyılda Kudüs’te inşa edildiği söylenen Süleyman Mabedi için
gerekli olan tüm keresteyi ve diğer birçok malzemeyi Sur Kralı Hıram sağlayarak
göndermiş. Hz. Süleyman da Sur kralına borcunu buğday, şarap ve zeytinyağı
ile ödemiş.
Anglosakson Masonluğu’nda, bu üç öğeden buğday “ilâhî iyilik”, şarap “neşe ve
mutluluk”, zeytinyağı ise “huzur ve bereket” kavramlarının simgesi olarak
benimsenmektedir.
Bu açıklamalardan sonra şimdi asıl konumuza dönelim...
419
SON YETMİŞ YIL
420
SON YETMİŞ YIL
1956 yılında Masonluğa girmişti; daha Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları
Büyük Locası kurulmadan önce…
Demek ki üzerinden 8 yıl geçmiş.
Ancak pek hoşlanmamış, kısa bir süre sonra ilgisini yitirmişti.
Yıllardan beri loca toplantılarına katılmadığı için çoktan “düzensiz” ilan edilmiş
olması gerekirdi.
Öyle bile olsaydı politika sahnesinde oynanan oyun değişmezdi. Politika “düzenli
mason” ile “düzensiz olmuş mason” arasında hiçbir fark gözetmez ki…
Fakat bu olayın sonrası, Türk Masonluğu’nu ilgilendiren bölümü farklı olabilirdi.
Ne var ki, Demirel’in büyük locanın üye kütüğündeki kaydı silinmemişti. Ancak
bunu kendisi de bilmiyordu. Ona sorulursa Masonluk ile hiçbir ilgisi yoktu.
Ona göre öyleydi ama “Bilgi” adlı locanın belgelerinde adı geçiyordu. Üstelik
resimli bir almanakta. (Böyle bir belgenin yarısı Atatürk için bulunmuş olsaydı,
onun da Masonluğa hiç olmazsa girip çıkmış olduğu kanıtlanabilirdi.)
Hakkında yapılmakta olan olumsuz propagandayı çürütebilmek için güvendiği
eski arkadaşlarından Hikmet Turat’a başvurdu.
421
SON YETMİŞ YIL
422
SON YETMİŞ YIL
423
SON YETMİŞ YIL
Büyük Üstat Ekrem Tok olaya el koydu. Ankara’da Egeran ile görüştü. Sonra o
tarihteki Büyük Daimî Heyet üyeleriyle tüm locaların üstad-ı muhteremlerini bir
ortak toplantıya çağırdı.
Bu toplantıda, olayın aydınlanmış olduğunu, Egeran’ın bundan ötürü pişmanlık
duyduğunu, kendisinin de onu masonca hoşgörü ile bağışladığını, bu konunun
irdelenmesinin Türk Masonluğu’na çok zarar verebileceğini, bundan ötürü
kapatılmasında büyük yarar olacağını belirtti.
Toplantıya katılan kimi masonlar yakında yapılacak olan seçimlerde Egeran’ın
büyük üstatlığa adaylığını koyması halinde ortaya çok kritik bir durumun
çıkabileceğini anımsatmaları üzerine, Büyük Üstat Ekrem Tok bu konunun da
görüşülmüş olduğunu belirterek, onun gelecek seçimlerde büyük üstatlığa
adaylığını koymayacağı üzerine güvence verdi. Bunun üzerinde daha fazla
görüşülmedi; toplantı bitti.
Masonluğun Türkiye’deki tarihçesinde yer alan “gerçek dışı belge olayı” işte
böylece sona erdi.
424
SON YETMİŞ YIL
Olay sona ermesine sona erdi ama tüm bu görüşmeler Türk Masonluğu’nda
bundan sonra gelişecek olayların fitilini ateşledi. Çünkü Egeran’a şiddetle karşı
olan masonların indinde bu konu henüz kapanmamıştı
Localarda “dehşetli” diyebileceğimiz ölçüde bir kaynaşma vardı.
425
SON YETMİŞ YIL
O sırada çoğu masonlar sadece “gerçek dışı belge olayı” ile ilgilenmekteydi. Bu
konuyu görüşmeyi beklediklerinden, toplantı arasında düzenlenen konsekrasyon
uygulamasını pek önemsemedi ve üzerinde durmadılar.
426
SON YETMİŞ YIL
Türkiye Büyük Locası’nın daha önce 28 Nisan 1965 tarihinde yapılacağı ilan
edilmiş olan genel kurul toplantısı, konsekrasyon töreninin 29 Nisan’a alınması
nedeniyle 1 Mayıs’a ertelenmişti.
Bu toplantıda büyük daimî heyetin raporu okunduktan sonra, delegeler konuyu
“gerçek dışı belge olayı”na getirdi.
Konu üzerinde Egeran’ın söz alarak açıklama yapması gerekti. Bu olayı “bir
masonun bir diğer mason kardeşine yardımı” olarak niteledi.
Tartışmalar başladı; giderek ateşlendi, çekişme boyutuna bile vardı.
Büyük Üstat Ekrem Tok, bu konunun böyle irdelenmesinin Türk Masonluğu’na
onarılmaz hasarlar verebileceğini belirterek tartışmaların kesilmesini rica etti
hatta «Kardeşlerim, ne olur, yapmayın, etmeyin.» diye âdeta yalvardı bile…
Birçok delegenin oralı olmayışı üzerine toplantıyı kapatarak ertesi güne bıraktı.
427
SON YETMİŞ YIL
* Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nde Yüksek Haysiyet Divanı (Yüksel Disiplin
Kurulu) ritin 31. derecesidir. Ritin yöntemleri uyarınca disiplin soruşturması işlemi
bu kurulda yürütülür.
428
SON YETMİŞ YIL
Bu kez durup dururken Büyük Loca ile Yüksek Şûra arasında da bir çekişmedir
başladı. Büyük Üstat Kaymakamı Nuri Pere, localara gönderdiği bir genelgede
Yüksek Şûra’nın büyük locaya karışma hakkı ve yetkisi olmadığını belirtti.
Bunun üzerine Yüksek Şûra’nın Hâkim Büyük Âmiri Hazım Atıf Kuyucak da
bir bildirge yayımlayarak, gerekli görürlerse Türkiye Büyük Locası ile olan
ilişkilerini kesebileceklerini açıkladı.
Bir kez daha çıkın işin içinden…
Biraz daha anlayışlı olamazlar mıydı?
Böyle bir konu kurumsal boyutta birbirlerine girmelerini gerektirecek kadar
önemli miydi?
Çözümü bulunamaz mıydı?
Türk Masonluğu’nun sırf bundan ötürü bölünmeye doğru gittiğini göremiyorlar
mıydı?
Türk Masonluğu 1938 yılında uykuya girerken büyük bir hata yapılmış, bundan
ötürü “Uyku Dönemi” 13 yıl sürmüştü.
Şimdi yapılan ikinci büyük hataydı ve bu kez bu hata Türk Masonluğu’nun
bölünmesine, daha doğrusu bir ayrışmaya yol açacaktı.
Ne yazık ki bunu görememişler ya da kendi bildiklerinden şaşmamakta direterek
umursamamışlardı.
* Örneğin Murat Özgen Ayfer’in “Masonluk Nedir ve Nasıldır?” adlı kitabının ilk iki
basımında böyle yazılmıştır. Bunun kaynağı ise 1966 tarihinde yayınlanmış “Türk
Masonluğu İçinde Bir Olay ve Tahlili” adlı bir kitapçıktır. Yazar, bu konudaki
yanılgısını sonradan, aldığı bir uyarı üzerine fark etmiş ve kitabının üçüncü basımında
bu yanlışı gidermiştir.
429
SON YETMİŞ YIL
Egeran’ın Ayrılması
5 Aralık 1965 günü Genel Kurul toplantısına katılmak üzere gelen delegeler,
içeriye girdiklerinde Egeran’ın önceden büyük üstat kürsüsüne geçmiş olduğunu
gördü.
Nitekim Egeran, Genel Kurul toplantısını “büyük üstat” niteliğiyle açtı. Sonra,
üyesi olduğu Ankara’daki Bilgi Locası’nın Büyük Daimî Heyet’e bir yazı
göndererek istifasını kabul etmemiş olduğunu bildirdiğini, kendisinin de bunun
üzerine ayrılmaktan vazgeçtiğini söyledi.
Neden böyle olmuştu?
Bilinmiyor. Yapılmış birçok yorum var. Hepsini burada sıralamanın gereği yok.
Şöyle diyebiliriz: Kimileri üzerine varmış, vazgeçmesini sağlamışlardı.
Bu toplantıda da söz isteyenlere söz verilmedi. Önce Büyük Daimî Heyet’in
istifası oylanarak kabul edildi ve hemen seçimlere geçildi. Yapılan oylama
sonucunda Hayrullah Örs, yeni büyük üstat olarak seçildi. Egeran hemen yeni
büyük üstadı görevine getirdi ve ardından yeni büyük görevlilerin seçimi yapıldı.
Yeni Büyük Üstat Hayrullah Örs, yaptığı ilk konuşmada kendinden önceki iki
büyük üstadın görüşlerinin paralelinde bir tutum benimseyerek uygulayacağını
ortaya koydu.
Nitekim 7 Şubat 1966 tarihinde büyük üstadın imzasıyla Yüksek Şûra’ya
gönderilen bir yazıda, Enver Necdet Egeran ile Ekrem Tok hakkında alınmış
olan kararın Türkiye Büyük Locası açısından geçerli sayılamayacağı bildirildi.
Aynı tarihi taşıyan bir diğer yazıyla ise gerekçeleri açıklanarak Türkiye Yüksek
Şûrası ile Türkiye Büyük Locası arasında yürürlükte olan konkordatoyu gözden
geçirmek üzere çalışmalara başlanması konusunda öneride bulunuldu.
Yüksek Şûra ise konkordatonun tek yanlı olarak feshedildiğini bildirdi.
Artık “gerçek dışı belge olayı” ve sonrası tümüyle bir yana bırakılmış, geriye
Büyük Loca ile Yüksek Şûra arasındaki uyuşmazlık kalmıştı. Herkes konuyu
sadece kendi görüşünün doğru olduğunu savunarak değerlendiriyordu. Öyle
aşırılıklara kaçılıyordu ki Türk Masonluğu “büyük locadan yana olanlar” ve
“yüksek şûradan yana olanlar” diye iki karşıt kampa ayrılmış gibiydi.
430
SON YETMİŞ YIL
Bölünmenin Oluşumu
* Yalçın İlter: “Türk Masonluğunda 1965 Olaylarına 30 Yıl Sonra Değişik Bir
Bakış”, Mason Dergisi Sayı 98/1996
431
SON YETMİŞ YIL
432
SON YETMİŞ YIL
433
SON YETMİŞ YIL
**
Buradaki “düzenli localar” Anglosakson Masonluğu’nun tanımına göre düzenli
sayılan localardır.
434
SON YETMİŞ YIL
Şimdi aklınıza bir başka soru gelebilir. Dersiniz ki «Peki ama Uyku Dönemi’nden
sonra, 1948’den 1956’ya kadar geçen dönem içindeki bir durum var, hani yüksek
konseyin kanatları altında geçen… O ne olacak?»
Ona boş verin!... Kimsenin ona aldırdığı yok. İngiltere Birleşik Büyük Locası
Türkiye’deki obediyansı zaten “düzenli” olarak tanıyacaktı. İşi yokuşa sürüyor,
nazlanıyordu kendisinin öyle her başvuruyu hemencecik olumlu karşılamadığı,
bu konuda çok titiz olduğu, ilkelerinden kesinlikte ödün vermediği, her bakımdan
eksiksiz olmayı gözettiği izlenimini yaratmak için. Dolayısıyla 1970 yılında Hür ve
Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nı “düzenli” olarak tanıdı.
435
SON YETMİŞ YIL
Yeni büyük üstat, Büyük Mason Mahfili üyelerinin ayrılıp Hür ve Kabul Edilmiş
Masonlar Büyük Locası’nda intizama kavuşabilmeleri için bir kampanya açtı.
Zaten önceden ayrılmış olanlardan isteyen dönebilecekti.
Büyük Mason Mahfili buna karşı çok sert bir bildirge yayınladıysa da bu çağrıyı
olumlu bulan kimi masonlar, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’na
geçti. Her iki büyük locanın birinden ayrılıp diğerine geçenler daha sonra da
görüldü. Ancak bunlar “tek tük” olarak nitelenebilecek boyutta kaldı.
Bu bağlamda Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın uyguladığı
yöntemden de söz etmek gerekir. Büyük Mason Mahfili’nden (daha sonra Özgür
Masonlar Büyük Locası’ndan) ayrılarak gelen kardeşler, -hangi derecede olursa
olsun- sanki sadece soruşturma işlemleri bitmiş fakat henüz Masonluğa hiç
girmemiş gibi sıfırdan tekrise alınır. Ancak sonradan önceki kıdemleri (varsa)
göz önünde tutularak derece artırımı bakımından süreleri kısaltılabilir.
436
SON YETMİŞ YIL
Bunun üzerine siz «Bu olacak şey mi?... Ritüelik uygulamalar arasındaki fark
bunu gerektirecek ölçüde büyük mü?» diye sorabilirsiniz.
Elbette uygulanan ritüeller arasında farklar var. Fakat bu farkların oranını göz
önüne almaya kalktığınızda “devede kulak” diyebilirsiniz.
Masonik geleneklerde bu bağlamda Türkçesi “iyileştirme” olarak verilen bir
yöntem vardır. Bunun anlamı, tüzük ve yönetmelikler ya da ritüel bakımından
eksikliklerin (varsa) giderilmesi ve antların (yeminlerin) yenilenmesidir.
Fakat Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası bu yöntemi uygulamaz.
Elbette bunun da bir haklı gerekçesi gösterilebilir. Şöyle ki “Ritüelleri bir yerden
bulup okuyabilirsiniz. Fakat bunun yaşanması başka bir şeydir.”
Buna karşılık bir de şunu sorarsınız: «Peki Büyük Mason Mahfili ya da Özgür
Masonlar Büyük Locası da mı böyle yapıyor?»
Hayır. Sadece antlarını kendi yöntemine göre yeniletmekle yetiniyor.
Olası sorularınız bitmiyor: «Peki ama her mason daha Masonluğa girerken üyesi
olacağı obediyansı Masonluğun simgesel dereceleri üzerinde bir otorite olarak
tanıyacağını ve bu obediyansın tüzüklerine, yöntemlerine, kurallarına, yetkili
organların kararlarına uyacağını dair ant içer, yemin eder. Sonra böyle
obediyans değiştirmekle andını çiğnemiş, yeminini bozmuş olmaz mı? Bu bir
masonun en önemli değeri olan onurunun zedelenmesi sayılmaz mı?»
Buna ilgili masonun kendisinin yanıt vermesi gerekir. Ona göre bir sakıncası yoksa
onurunu korumak bakımından sorun yok demektir. Bu bağlamda elbette
obediyans değiştirmenin gerekçesini de bilmek gerekir.
“Ben burayı sevmedim. Belki öteki tarafı severim.”, “Buradaki kardeşlerle
uyuşamadım. Belki öteki taraftakilerle uyuşabilirim.” ya da “Burada aradığımı
bulamadım. Bir de öteki tarafı denemek isterim.” gibi gerekçeler, her neresinden
bakarsanız bakın Masonlukla bağdaşmaz.
Burayı sevmemiş olan, öteki tarafı da sevmeyecektir. Buradaki masonlarla
uyuşamayan, bir başka yerdekilerle de uyuşamayacaktır. Aranıp da
bulunamamış olan, başka yerde de yoktur.
Obediyans değiştirmek ancak bir başka ülkeye göç etmek, orada da masonik
etkinliklerini sürdürmeyi istemek durumunda geçerli bir gerekçe sayılabilir.
Aklınıza «Bir mason obediyans değiştirmek isteyince hakkında soruşturma
yapılmadan kabul edilir mi?» diye de bir soru gelmiş olabilir.
Soruşturma elbette yapılır. Hatta bu konuda kimi zaman obediyanslar arasında
bir sürekli iletişim kurulduğu da görülmüştür. Ancak bu bağlamda obediyans
değiştirmek isteyenlerden çok başvurusu reddedilmiş ya da bir disiplinsizlik
nedeniyle ihraç edilmiş olanlar önemlidir.
Son soru: «Bu durum Yüksek Şȗra ve Süprem Konsey bakımından nasıl?»
Tek sözcükle yanıt: Aynı.
437
SON YETMİŞ YIL
438
SON YETMİŞ YIL
«Niçin karşı çıkıldı?» diye sorarsanız, bunun yanıtı ancak bir yorum olur:
Royal Arch Masonluğu, bir bakıma Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin 14.
derecesine kadar olan bölümünün karşılığı hatta biraz daha fazlasıdır. Büyük
Loca bu sistemi uygulamaya geçecek olursa, Yüksek Şȗra 4.-14. derecede çalışan
atölyelerini kapatmak zorunda kalabilirdi.
Az ilerleyelim…
1999 yılında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası kimilerine göre çok
güzel bir etkinlik gösterdi. Masonluğa karşıt cepheye göre yüz karası.
İstanbul’daki ünlü Aya İrini’de Türk Masonluğu’nun kuruluşunun 90. yıldönümü
nedeniyle bir sergi düzenlendi. Ziyarete gelenlere broşürler ve kitapçıklar dağıtıldı;
Masonluk üzerine bilgi verildi; görsel sunumlar yapıldı; soruları yanıtlandı. Ancak
işte bu sergi kışkırtılmış bağnazların saldırısına da uğradı. Bereket maddi zarar
dışında bir olay çıkmadı. Bu arada Büyük Üstat Sahir Talât Akev de Ankara ve
İzmir’de geniş kapsamlı basın toplantıları düzenledi.
Böylece Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, kendini sınırlı ölçüde
olsa bile Türk kamuoyuna açtı. Çok daha önce sadece üyelerine dağıtılmakta
olan “Tesviye” adlı aylık dergi, 2002 yılında belli başlı kitapçılarda satılmaya
başladı. (Sonradan bu dergi yayından kaldırıldı.) Buna Büyük Loca’nın internette
açmış olduğu sitesindeki sürekli tanıtımı da eklendi. [Bu siteyi görmeniz önerilir.
Adresi şöyle: www.mason.org.tr]
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası ile Özgür Masonlar Büyük Locası
arasında 1970’li yıllarda görülmüş sert atışma ve çekişmeler 1980’li yıllarda
durulmuş gibiydi. Her iki obediyansın büyük üstatları ara sıra buluşur, Türk
Masonluğu’nun topluca daha iyiye gitmesi için görüşmede bulunurlardı.
Ancak bu ikili ilişkiler, hep büyük üstatların böyle bir görüşmeyi uygun bulup
bulmayışına bağlıydı. En önemli konu, -daha önce de değinmiş olduğumuz
üzere- Masonluğa girmek için başvurup dileği reddedilmiş olanlar ile bir disiplin
soruşturmasının sonunda dernekten çıkarılmış (ihraç edilmiş) ya da almış olduğu
ceza üzerine içerleyip kendi dileğiyle ayrılmış (istifa etmiş) olanların karşılıklı
olarak bilinmesi ve her iki obediyansın ilgili kayıtlarına işlenmesiydi.
Böylece bir obediyansta başvurusu kabul edilmemiş ya da sorun çıkarmış olan
kişinin bu kez diğerine girebilme olanağı önlenmiş, Masonluğun genel yararları
korunmuş oluyordu.
İşte bu ilişkiler, Demir Savaşçın’ın Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük
Locası’nın büyük üstadı olduğu 2001-2003 döneminde doruğuna ulaşmış, her iki
obediyansın kimi büyük görevlilerinin de katıldığı toplantılar da yapılmıştı.
Bu yakınlaşmalar daha sonraki yıllarda da -dediğimiz gibi büyük üstatların
tutumuna bağlı olarak- devam etti. Hiçbir zaman gizli tutulmadı, üyelerden
saklanmadı çünkü saklanması daha sakıncalı olurdu.
439
SON YETMİŞ YIL
Ancak bunun üzerine kimi maonlar «Haydi hayırlısı… İki büyük loca yeniden
birleşmeye doğru gidiyor.» biçiminde yorumlar yapmaktan geri kalmadı.
Bu görüşmelerin sadece Türk Masonluğu’nun genel yararı için yapıldığı, iki büyük
locanın birleşmesinin hiçbir zaman gündeme getirilmediği, birlikte hareket etmenin
sadece Masonluğa saldırılar karşısında olabileceği belirtildi.
Masonlardan buna inanmayan oldu mu bilinmez ama doğru olana inanmasalar ne
fark eder ki!
2003 yılında büyük üstatlığa Kaya Paşakay seçilmişti. 2005 yılında yine aday
olmasına karşın seçilemedi. İşte size büyük loca içinde bir olay daha…
Büyük Üstat Kaya Paşakay çok savurgan bir tutum takınmış, Türk Masonluğu’nu
özellikle yurt dışında tanıtma uğruna aşırı boyutta harcamalarda bulunmuştu.
Büyük Loca’nın hazinesini neredeyse sıfıra indirmişti.
Kızılca kıyamet koptu. Konu Büyük Loca Genel Kurulu’nun da gündemine getirildi.
Büyük üstatlığa seçilen Asım Akin önceki büyük üstat ile birlikte bu işe karışmış
olan birkaç kardeşimizin ihraç edilmesine karar verdi.
Konu Büyük Loca’nın çatısı altında kalmadı; basına da yansıdı ve gazetelerde
sakız gibi çiğnenmesine başlandı. Bir de devletin yetkili organı (Dernekler Masası)
olan biteni soruşturmaya girişti. Bunun üzerine yeni büyük üstat, kendisi de dahil
olmak üzere dört üyesini mahkemeye verdi.
Olay ayyuka çıktı. Kol kırılmış ama yen içinde tutulamamıştı.
Olacak iş miydi bu?... Masonluğun yasaları daha ta ilk kuruluşundan bu yana
“Sorunlarınızı kendi içinizde çözmelisiniz. Hiçbir zaman haricî mahkemelere
gitmemelisiniz.” demiyor muydu?
Konu sonradan Büyük Disiplin Kurulu’na da aktarılmış, bu kurul ise mahkeme
sonucu alınıncaya kadar beklenmesini uygun bulmuştu.
Mahkemedeki dava ise birkaç yıl sürdü. Sonunda, ortada bir “disiplin kurulu
kararı”, “dernek genel kurulu onayı” gibi şeyler olmadığı için Kaya Paşakay ve
diğer masonlar aklandı ve dernek üyeliğine geri döndüler. Ancak Büyük
Loca’daki tartışmalar sona ermemişti ve bundan ötürü 2007’de büyük üstatlığa
seçilmiş olan Salih Evcilerli de istifa etmek zorunda kaldı.
Bundan sonra Büyük Loca’nın yakın tarihçesi boyunca önemli bir olay görülmedi.
2009 yılında Remzi Sanver, 2013 yılında Ömer Köker ve bu kitabın yazım tarihi
açısından son olarak 2017 yılında Bülent Akkan büyük üstatlığı üstlendiler.
Yaklaşık on yıllık bu son süre içinde kayda değer bir gelişme olarak, 2011 yılında
büyük locanın tüm tüzüklerinin elden geçirilip yeniden düzenlenmesinden söz
edebiliriz. Bu bakımdan Remzi Sanver “efsane büyük üstat” olarak nitelenmiştir.
Kitaplarının yanı sıra kamu oyuna açık olarak yayımlanmış söyleşileri vardır:
https://www.youtube.com/channel/UCKbUD6W7GMZmoEZNHvdfiIg,
https://www.youtube.com/watch?v=yk2d5AHqxzM
440
SON YETMİŞ YIL
441
SON YETMİŞ YIL
Birkaç masonun bir araya gelerek «Bir masonik örgüt kuralım.» deyip, bazı
tüzük, protokol ve ritüeller hazırlayıp bunları uygulamaya girişmeleriyle
muntazam bir masonik örgüt kurulamaz. Gerçek bir mason obediyansı kurmak,
yeryüzündeki diğer düzenli mason obediyansları arasında yer almak,
böylelikle “gerçek mason” yetiştirmek için, Masonluğun eski gelenek ve
göreneklerine, “landmarkları”na, tüm dünyaya yaygın olan temel ilkelerine
uymak zorunludur. Böyle yapılmayacak olursa, ortaya çıkan kuruluş,
Masonluğun yöntemlerine benzer yöntemleri uygulayan bir sosyal dernek,
bir taklitçi örgüt olabilir; fakat bir “mason örgütü” olamaz. Böyle bir kuruluşun
üyeleri de “mason” sayılamaz. Bu kişilerin oluşturdukları kuruluşlarla ilişki
kurmak, muntazam ve gerçek bir masonik örgütün üyeleri olan gerçek
masonlar için de sakıncalıdır.
Nitekim bundan ötürü Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın üyesi
masonların “düzensiz” (gayri muntazam) sayılan hatta düzenli (muntazam) olup
olmadığı bilinmeyen bir büyük locaya bağlı olarak çalışan locaların toplantısına
katılması yasaktır.
«Ara sıra Özgür Masonlar Büyük Locası’na bağlı bazı locaların toplantısına
katıldıklarını duyuyoruz. Bu yanlış mı?» diye soracaksınız.
Doğru ama yanlış… Katıldıkları doğru; katılmaları yanlış.
Özgür Masonlar Büyük Locası’nın buna diyeceği olmayabilir. Ancak madem böyle
bir yasak vardır; o büyük locanın üyeleri buna uymak zorundadır. Kaçamak yapan,
kendisini düzensiz duruma düşürür.
Bu elbette sosyal nitelikli ilişkilerde bulunmaya herhangi bir engel getirmez.
Ancak bir zamanlar ondan bile çekinilirdi.
Nitekim bakın karikatürist İrvin Mandel bu olguyu çizgisiyle nasıl hicvetmiş.
442
SON YETMİŞ YIL
Türkiye Büyük Mason Mahfili’nin ilk büyük üstadı Orhan Hançerlioğlu, iki yıl
bu görevi yürüttükten sonra «Bu yönetimsel işler bana göre değil.» diyerek
çekildi ve yerini Osman Edip Seydi’ye bıraktı.
1970’li yıllarda, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Büyük Üstadı
Nafiz Zeki Ekemen’in daha önce değinmiş olduğumuz çağrısı üzerine kimi
masonların diğer obediyansa geçmesi ve bundan ötürü iki locanın varlığını
sürdürebilmek için biraz sıkıntı çekmesinin dışında önemli bir olay görülmedi.
Sadece şu önemli değişimden söz edebiliriz:
1970’li yılların ortalarında Türkiye Süprem Konseyi, atölyelerinde Ant Kürsüsü
üzerinde bulunan “Kutsal Kitaplar”ı kaldırarak bunun yerine yaprakları boş bir
“Beyaz Kitap” yerleştirdi. Türkiye Büyük Mason Mahfili de buna uydu.
1979 yılında Büyük Üstat Osman Edip Seydi sonsuzluğa göçtü. Yerine Vedat
Yeğinsü getirildi.
Önceki büyük üstat daha çok yabancı obediyanslarla ilişkilerin geliştirilmesini
önemsiyordu. Yeni büyük üstat ise yurt içindeki gelişime öncelik verdi.
Dolayısıyla onun büyük üstatlığı döneminde hem locaların hem kardeşlerin sayısı
hayli hızlı bir artış gösterdi. Ancak araya giren bir garip olay, bu gelişimi bir süre
için sekteye uğrattı.
443
SON YETMİŞ YIL
12 Eylül 1980 tarihli askerî darbenin ardından ülkemizde ayırımsız olarak tüm
derneklerin etkinlikleri yasaklanmıştı.
Büyük Mason Mahfili, bu olguyu biraz yanlış anladı; belki de bir çekingenliğe
kapıldı. Locaların toplantıları geçici olarak tatil edildi; ta ki bu yasaklamanın sadece
derneklerin yönetimlerini ve toplumsal etkinlikleriyle yabancı ülkelerle ilişkilerini
kapsadığı, kendi iç çalışmalarına yani bizim açımızdan loca toplantılarına bir
engel olmadığı anlaşılıncaya kadar…
Ancak bu yasaklama kaldırılıncaya kadar aradan bir yıl geçmiş, Masonluğa zaten
pamuk ipliğiyle bağlı olan masonlar ilgilerini tümüyle yitirmişti.
Bu nedenle Büyük Mason Mahfili’nin üye sayısında bir azalma oluştu. 1980’li
yılların ikinci yarısında hızlı bir “aday arayışı” çalışmasına girişildi.
Bunun sonucu elbette Masonluğa kabul törenlerinin artması hatta bir törende çok
fazla adayın birden aynı anda kabulünün yapılmasıydı.
Fakat bu hızlı artış, bir yandan locaların salt yönetimsel işlerler ile ilgilenmesi gibi
bir durumu ortaya çıkarırken, diğer yandan da yeni masonların Masonluk ile
bağlantılı temel
Ancak bunun sadece İstanbul’da söz konusu olduğuna da mutlaka değinmeliyiz.
İzmir’deki localar titiz bir şekilde adaylarda nitelik arayışını sürdürdü.
Ankara’daki localar ise zaten 1974 yılında üyelerinin büyük çoğunluğunun Hür ve
Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’na geçmesi nedeniyle çalışamaz duruma
gelmiş ve kapanmıştı. Ancak 1987 yılı sonrasında yeniden etkinliğe geçmeleri
sağlandı. Bunun için de gereksinme duyulan yeni üyelerin Masonluğa girişi ve
derecelerinin artırılması bir süre İstanbul’daki localarda gerçekleştirilmişti.
Bu durum, önceleri üye sayısının artışı bakımından olumlu gibi görünüyordu.
Ancak sonradan çok zararı görüldü.
Bazı localara kısa süre içinde çok sayıda yeni üye alınınca, bunun için bir de çok
sayıda adayın Masonluğa kabul töreni bir arada yapılınca, o locaların üye sayısı
giderek dehşetli bir boyutta şişti. Bunun yanı sıra çırak masonların kalfalığa
geçiş, kalfalığa geçmiş olanların üstat derecesine yükselme törenleri de vardı.
Hepsinin üzerine gerek yeni adayların gerekse dereceleri artırılacak olanların
ilgili kararlarının alınacağı yönetimsel işlemleri de çok arttı.
Dolayısıyla o localardaki tüm toplantılar yönetimsel işlemler ve törenlerle
doldurulmaktaydı. Bu furyada zaten adayların çoğu Masonluk hakkında doğru
dürüst bir şey bilmiyordu. “Aramıza katıldıktan sonra öğrenirler.” deniliyordu.
Ancak buna fırsat yoktu. Hemen hiçbir şey öğrenemeden kalıyorlardı.
Bütün bunların üzerine bir de şunu göz önüne getirelim: Bir locanın saygıdeğer
üstadı/üstad-ı muhteremi, locasının üyesi olan kardeşin iyi günlerinde de kötü
günlerinde de mutlaka yanında olmalıdır. Olmuyordu; daha doğrusu olamıyordu
çünkü yetişemiyordu.
444
SON YETMİŞ YIL
445
SON YETMİŞ YIL
Sırası gelmişken, bir süre için konumuzun dışına çıkarak böyle bir sözün niçin
lâfta kalmış olduğuna da değinelim.
Böyle bir olayın düşünceden eyleme dönüşebilmesi için, durup beklemek yetmez.
Etkinlik gerekir. Bunun için de hükümetin, özellikle Dışişleri Bakanlığı’nın
yurdumuzdaki mason dernekleriyle iş birliği etmeleri, en azında bu dernekleri
görevlendirmeleri gereklidir.
Bu yalnızca Liberal Masonluk kanadında yer alan Büyük Mason Mahfili Derneği
için değil, Anglosakson Masonluğu topluluğu içinde yer alan Hür ve Kabul
Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği için de geçerlidir.
Fakat tarih boyunca gerek genelde Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin gerekse
özelde Dışişleri Bakanlığı’nın yetkililerinin böyle bir konuda masonlardan
yararlanmaktan anlaşılmaz bir tutumla kaçınmışlardır. Bundan ötürü politika
sahnesinde başlarına olmayacak işler gelebileceğinden korkmuşlardır.
«Bunda korkacak ne var ki!» demeyin.
Elbette her demokratik ülkede hem bir “iktidar” hem de “muhalefet” vardır.
Türkiye’de Masonluğun hiçbir zaman doğru dürüst anlaşılamamış olduğu hatta çok
yanlış bilindiği göz önünde tutulursa, herhangi bir iktidar uluslararası düzeydeki bir
ilişkisini geliştirebilmek amacıyla mason derneklerinden de yararlanmaya
kalkışacak olursa, muhalefet cephesinin nasıl dehşetli bir yaygara koparacağını
düşünebiliyor musunuz?... Üstelik bu her kim iktidarda, hangisi muhalefette
olursa olsun böyle olacaktır. Buna bir de o iktidarın kendi içinden yükselecek
sesleri ekleyin.
Batı ülkelerindeki devletler kendi uluslararası politik ve ekonomik ilişkilerini
kendileri lehinde geliştirmek bakımından Masonluğu tepe tepe kullanmaktadır.
Türkiye ise tarih boyunca bu fırsatı birçok kez kaçırmıştır. Günümüzde de bu
olanağı değerlendirmemeyi ne yazık ki sürdürmektedir. Üstelik bu sadece AB
için değil, tüm uluslararası ilişkiler bakımından geçerlidir.
446
SON YETMİŞ YIL
447
SON YETMİŞ YIL
1992 yılında bu yeni obediyans Özgür Masonlar Büyük Locası adını aldıktan
hemen sonra gerek tüzükler gerekse ritüeller üzerinde -belki ayrıntıda kalan ama
masonik bakımdan çok önemli olan- birtakım değişiklikler yapıldı.
Özgür Masonlar Büyük Locası, bu bağlamda yapılan tüm değişikliklerin “evrim”
gereği olduğunu benimsedi. Dolayısıyla önceki ritüellerde bulunan dogmatik
nitelikli diğer birçok öğe bu amaçla ayıklandı. Çağdaş Masonluğun amaçları ile
ilkelerinin, uygulamalarla korunması gerektiği öngörüldü. Masonluğun ancak
böylece evrensel amaçları doğrultusunda ilerleyebileceği savunuldu.
Hiç kuşkusuz, demokratik ortamda değişiklik ve yenileme yapmak çok zordu.
Birini beğenen ve destekleyen, bir diğerinden hoşlanmayıp karşı çıkabiliyordu.
Bu nedenle yapılmış olan değişiklik ve yenilemelerden bazılarının aradan çok
kısa bir süre geçtikten sonra geri alınıp eskiye dönülmesi gerekebiliyordu.
Ancak bir kez çağın gereği olarak değişiklik yapılmasına başlanınca, bundan
böyle değişimi durdurmanın olanağı yoktur.
Yapılmış tüm değişiklikleri sırasıyla anlatmaya kalkışacak olursak, bu kitabın
bütününü buna ayırmak gerekebilir. İyisi mi, madde madde en önemli noktaları
sıralamakla yetinelim.
“Evrenin Ulu Mimarı” kavramı bir “simge” olarak nitelendirildi. Böylece
tümüyle bireysel yorum ve anlamlandırmalara açık hale getirilmiş oldu.
Öz Türkçe kullanımına çok önem verildi; bu bağlamda değiştirilen görevli
unvanlarından en önemlisi Türk Masonluğu’nun kuruluşundan beri kullanılan
“üstad-ı muhterem” yerine “saygıdeğer üstat” teriminin getirilmiş olmasıydı.
(Daha önce bir ara “sayın üstat” unvanı getirilmiş, ancak buna çok karşı çıkış
olduğu için eskiye dönülmüştü.) Diğer görevli unvanlarında da birçok
değişiklik yapıldı.
Öteden beri “Aklü Hikmet” olarak anılan sütunun adı ya da masonik işlevi
“Bilim, Akıl ve Bilgelik” olarak değiştirildi. (Daha önce uzunca bir süre
“Bilim” yerine “Olumlu Bilim” denilen bir aşamadan da geçilmişti.)
“Tekris” terimi kullanılmaz oldu. Yerini “aydınlanma” terimi aldı.
“Nur-u Ziya” kaldırıldı. Bunun yerine “gerçek ışığı” getirildi. (Bir ara
“bilimsel gerçeğin ışığı”, bir başka ara “ışık” terimleri kullanılmıştı.)
Geleneksel Masonluk anlayışını benimseyenlerce, bir gerçek mason kuruluşunun
tüzüklerinde ve ritüellerinde bu tür değişikliklerin yapılması olanaksızdır. Onlara
göre Türkiye Büyük Mason Mahfili “gayri muntazam” (düzensiz) bir örgüttü;
şimdi ise Özgür Masonlar Büyük Locası adını almış olan örgüt, bu adı taşımakta
oluşuna karşın, bir “gayri muntazam masonik örgüt” bile sayılamaz.
448
SON YETMİŞ YIL
Buna göre loca ve üye sayısı bakımından yeterince gelişmiş olan her çevrede bir
“bölge büyük locası” kurulabilecekti. Böyle bir yaklaşımın benimsenmesinin
gerekçesi bir yandan çağdaş koşulların gerektirdiği biçimde kurumsallaşmak,
böylece hem görevleri kişiye bağlı olmaktan kurtarmak hem merkezci bir
tutumdan olabildiğince uzaklaşıp, yetki ve sorumlulukları yayarak paylaşmaktı.
Bir bölge büyük locasının başkanının “pek değerli üstat” olarak anılması uygun
görüldü. Bundan böyle nasıl büyük loca merkezinin bulunduğu yerdeki üst düzey
görevlilerinin görev unvanlarının başına “büyük” sıfatı getiriliyorsa, bir bölge
büyük locasının görevlilerinin görev unvanlarının başına da “pek değerli” sıfatı
getirilmesi uygun görüldü. (Ancak bu sonradan değiştirildi. Örneğin bir bölgenin
tören üstadına “Bölge Tören Üstadı” denilir oldu.)
Bu noktada bilinen bir konuyu yine açıklamakta yarar var: Daha önce bir başka
nedenle değinmiş olduğumuz üzere, bölge büyük locaları birer bağımsız obediyans
değildir. Bu ikincil örgütler, sadece yönetimsel işlerde kolaylık sağlamak amacıyla
kurulur. Yetkileri, tüzüklerin kendilerine tanıdığı sınırlı bir düzeydedir.
Bölge uygulaması, 1993 yılında İzmir’de Türk Masonluğu’ndaki ilk bölge büyük
locası olan “Ege Bölge Büyük Locası” ile yürürlüğe kondu. Ankara’da “Ankara
Bölge Büyük Locası” adını alan ikinci örgütün kurulması ise 2001 yılını buldu.
(Adı sonradan İç Anadolu Bölge Locası oldu.)
Hemen andından “Neden olmasın?” denilerek, 2002 yılında “İstanbul Bölge
Büyük Locası” da kuruldu. (Ancak sonradan bu ikincil örgütlerin adlarındaki
“büyük” sıfatı kaldırıldı. Daha sonra da İstanbul yerine “Marmara” getirildi.)
O kadarla kalınmadı; yakın geçmişimizde bu ikincil örgütlere Adana merkezli
“Çukurova Bölge Locası” (kısa bir süre için “Kilikya Bölge Locası”) ve
Antalya’da “Akdeniz Bölge Locası” eklendi.
Özgür Masonlar Büyük Locası’nın 2001 yılındaki bir diğer atılımından daha söz
etmemiz gerekir.
Dünya yüzündeki birçok mason kuruluşunun Masonluğu sadece erkeklere özgü
bir kurum olarak kabul ettiklerine, salt kadınlara özgü localar ile karma locaları
göz ardı ettiklerine ya da bir “mason kuruluşu” olarak bile saymadıklarına bu
kitabın önceki bölümlerinde birkaç kez değinmiştik.
Bu bağlamdaki tutumları her nasıl olursa olsun, localarına sadece erkek üye kabul
eden obediyanslarda ise ara sıra “beyaz oturum” (beyaz celse) olarak anılan
toplantılar düzenlendiğini, bu toplantılara erkek masonların eşlerinin, annelerinin
ve yetişkin kız kardeşleriyle aynı şekilde yetişkin kız çocuklarının konuk olarak
alındığına belirtmiştik. Erkeklerin alınmadığını da eklemiştik.
Özgür Masonlar Büyük Locası, bu bağlamda bir “devrim” gerçekleştirdi.
Önce “büyük loca” olarak masonların çocuklarının katılabilecekleri toplantılar
düzenledi. Bu toplantılar doğrudan mabette ve bir ritüele bağlı olarak yapıldı.
Masonların 16 ile 26 yaşları arasındaki çocukları, bu toplantılara kız ve erkek
ayırımı yapılmadan alındı.
449
SON YETMİŞ YIL
Bu birkaç kez uygulandı; sonra terk edildi. Yakın geçmişimizde ise aynı nitelikteki
gençler için mabet dışında olmak üzere periyodik toplantılar düzenlenmesine,
gençlerin bu toplantılarda ciddi konularda sunular vermesine geçildi. Bu
toplantılara katılanlara “Martı Grubu” adı verildi.
Bundan bir süre sonra Özgür Masonlar Büyük Locası’nın genel kurul toplantısı
gündemine getirilen bir tüzük değişikliği kabul edildi. Bundan böyle localarda
düzenlenecek beyaz oturumlarda kadın ve erkek ayırımı kaldırıldı. Kardeşlerin
tüm birinci dereceden yakınlarına beyaz oturumlara katılma hakkı sağlandı.
Özgür Masonlar Büyük Locası, bu uygulamasını da Masonluğun daha iyi ve
daha etkin bir biçimde tanıtılmasını sağlamak üzere çağın gerektirdiği bir adım
olarak görmektedir. Beyaz oturumlara katılabilecek olan konukların niteliklerini
daha da geniş bir biçimde tanımlamayı öngörmektedir ama bunun uygulamaya
konmasını ileri bir tarihe bırakmıştır. (2018)
450
SON YETMİŞ YIL
Bu bina konusunu daha önce değil de burada anlatışımız, Özgür Masonlar Büyük
Locası’nın tutum ve görüşlerinin Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası
tarafından yapılmış açıklamalara verilen bir yanıt gibi oluşundan ötürüdür.
Zaten aşağıda özetlenerek verilecek görüşlerin çoğu, bu obediyansın 1973 tarihli
bir bildirgesinden özetlenerek yapılmış bir alıntıdır. Sadece eski terimlerin
yerine güncel dilimizdeki terimler getirilmiştir.
Dünyadaki toplam mason sayısı içinde büyük oranı oluşturan Amerikalı
masonların da diplomatik bir yaklaşımla desteğini kazanmış olan İngiltere
Birleşik Büyük Locası, “Dünya Masonluğu” üzerinde âdeta bir tür vasilik
otoritesinin bulunduğunu ileri sürmektedir. Oysa bu büyük loca, dünyadaki
diğer mason obediyansları gibi yalnızca kendi ülkesinde ve sadece kendi
locaları üzerinde egemendir.
Her özgür ve bağımsız obediyans, localarının ve üyelerinin sayısı her ne
olursa olsun diğerine eşittir. Bu eşitliğin uluslararası politik ve ekonomik
güçlere güvenilerek yadsınması, birleştirici ve yapıcı evrensel Masonluk
anlayışına aykırıdır.
“Anglosakson Masonluğu” denilen topluluğu oluşturan örgütler, üyelerinin
vicdan özgürlüğünü ortadan kaldırarak dinsel inançlarını da belirli kalıplar
altına almıştır. Tanrı’nın insan niteliğinde fakat insanüstü, yaratıcı ve
yönetici bir kutsal varlık olduğunu ileri sürerek, “Tanrı” kavramını açıkça
kişileştirmiş, yüceliğine gölge düşürmüşlerdir. Tanrı’nın tüm insanların babası
olup insanların kardeşliğinin de bundan ileri geldiğini yani bir Hıristiyan
dogmasını ilke olarak ileri sürmüş, ayrıca “ruhun ölümsüzlüğü” ile “bedensel
ölümden sonraki yeniden doğuş” olayına inanmayı yani Teist nitelikli dinsel
inanç ilkelerini, kişinin Masonluğa girebilmesi için zorunlu tutmuşlardır.
Böylece dünyadaki tüm insanların farklı dinsel inançları olan çoğunluğunu,
bunların arasındaki iyi ve doğru insanları hatta insanseverlikte onlardan çok
daha yetkin olanları bile Masonluğun dışına itmeye kalkışmışlardır. Evrensel
bir nitelik taşıması gereken çağdaş Masonluğu kendi tekelleri altına almaya
hakları yoktur.
Masonluk, insanların ırk, soy, renk, dil, dinsel inanç, cinsiyet, ulus, sosyal
sınıf, ekonomik düzey ve düşünce farklılıklarından ötürü birbirlerini hor
görmeksizin, aralarında birlik ve beraberlik, toplu gönenç ve mutluluk
sağlamaları için kurulmuştur. İnsanları bilgisizlikten, boş inançlardan, her
türlü bağnaz düşünü ve davranışlardan gerek bireysel gerekse toplumsal
boyuttaki kin ve nefretten arındırmak için örgütlenmiştir. Bilimsel yöntem
ve akıl verilerinin önder alınarak gerçeklerin araştırılması, insanlar arasındaki
“karşılıklı sevgi ve saygı”nın pekiştirilmesi, tam bir özgürlük ortamında ve
ayrıcalıksız bir eşitlik içinde “kardeşlik birliği”nin oluşturulması yolunda
çalışmalarda bulunmak amacını edinmiştir.
Bunların Spekülâtif Masonluk ilk kez örgütlenirken düşünülmemiş ya da bu
kadar açık ve belirgin bir yaklaşımla ortaya konulmamış olması, çağdaş
Masonluğun yüzlerce yıl öncesinin yetersiz görüş ve anlayışlarına körü
körüne bağlı kalmasını gerektirmez.
451
SON YETMİŞ YIL
452
SON YETMİŞ YIL
453
SON YETMİŞ YIL
2005 yılında da Özgür Masonlar Büyük Locası, kısaca E.M.E. olarak anılan
Avrupa Mason Platformu’na yine İstanbul’da ev sahipliği yaptı. (Bu örgütün adı
yakın geçmişimizde bu kez kısaca A.M.E. olarak anılan “Avrupa Mason Birliği”
olarak değişti.) 2004 yılında “Türk Özgür Masonluğu’nun Yaşama Bakışı” ve
ertesi yıl yayımladığı “Türkiye’de Özgür Masonluğun Dış İlişkileri” adlı
kitapçıklar, tüm politikacılara, devlet organlarına ve basına dağıtılmıştı.
Öteden beri uluslararası ilişkilere çok önem veren Özgür Masonlar Büyük Locası,
“Akdeniz Mason Birliği” ve “Balkan Yarımadası Mason Birliği” adlı
örgütlerin de kurucu üyeleri arasında yer aldı.
454
SON YETMİŞ YIL
455
SON YETMİŞ YIL
1998 yılında görev süresi dolan ilk büyük üstadın yerine Rengin Çubukçuoğlu
seçildi. Ancak aday olup da seçilemeyen bir mason büyük sorun oluşturdu.
Yürütülen disiplin soruşturmasının sonucunda Masonluktan çıkarılmasına, onunla
birlikte kimi diğer masonların da cezalandırılmasına karar verildi.
Ancak bu kitabın en başında belirtmiştik ya; Masonluğa girmek kolay olabilir
ama mason olmak zor!... Kadın Mason Büyük Locası, bunun canlı örneğini daha
kuruluşunun altıncı yılında yaşadı. Obediyanstan ayrılanlardan kimi masonlar,
yasal organlara başvurarak dernek hakkında yakınmada bulundu. Birbiri ardınca
asılsız ihbarlar, suç duyuruları yapıldı.
456
SON YETMİŞ YIL
Gene 1998 yılında çok ilginç bir şey oldu. Kadın Mason Büyük Locası Derneği,
Türkiye Fikir ve Kültür Derneği’nin (Yüksek Şûra’nın) bir başka yere taşınması
üzerine, İstanbul Sıraselviler Caddesi Aslanyatağı Sokağı’nda bulunan önceki
binasını satın alarak kendi yerine kavuştu. Yakın geçmişimizde Ankara’da da
kendi binalarına sahip oldular.
2004 yılı başlarında büyük üstatlığa Feryal Kutluay seçildi. Onu 2010 yılında
Mehtap İnce, 2016’da Gülderen Atılgan, bu kitabın yazılmakta olduğu 2018
yılında Vicdan Celayir izlediler.
Elbette Kadın Mason Büyük Locası çalışmalarını sırf İstanbul ve İzmir’de
yürütmekle yetinmedi. Özgür Masonlar Büyük Locası’nın localarının bulunduğu
hemen her yerde, kendi localarını kurdu ve kurmayı sürdürüyor.
YÜKSEK KONSEYLER
Öteden beri Dünya Masonluğu bakımından liberal bir tutum benimseyen Süprem
Konsey, ritüellerinde ve uygulamalarında Özgür Masonlar Büyük Locası’nın
yaptıklarını aynen yaptı.
Bu bağlamda, aslında Süprem Konsey’in sonradan Özgür Masonlar Büyük
Locası adını alan Büyük Mason Mahfili’ni etkileyip yönlendirdiği söylenebilir.
Daha sonra, atölyelerinde uygulanan ritüelleri dinsel dogmalarla bağlantılı her
türlü öğeden arındırmaya girişti.
1990’lı yıllarda, Süprem Konsey benimsediği ilkeleri bir üçlemede toplamayı
öngörüp ilkelerinin özünü “Bilimsellik-Lâiklik-İnsancıllık” olarak ortaya koydu.
Hatta bu nedenle dünyadaki tüm diğer yüksek konseylerin kullandığı bir özdeyiş
olan “Deus Meumque Jus” (Tanrı ve benim hakkım) deyişinin yerine “Laicus-
Humanitas-Scienti” diye kendi ilkelerinin Latincesini getirdi.
457
SON YETMİŞ YIL
20. yüzyıl sona ererken, Süprem Konsey bir başka atılıma daha girişti. Bu ise,
kadın masonların da yüksek dereceleri almasını sağlayan atölyeler kurmaktı.
Böylece Türkiye’deki kadın masonlar simgesel derecelerle yetinmeyip, yüksek
derecelerde de çalışmaya başladı.
Süprem Konsey’in bu girişiminin amacı, zaman içinde kadın masonların kendi
yüksek konseylerini kurmasına olanak sağlamak olarak belirtildi. Ancak Süprem
Konsey ile Özgür Masonlar Büyük Locası arasında “konkordato” denilen bir
sözleşme bulunmasına karşılık, Süprem Konsey benzer bir sözleşmeyi Kadın Mason
Büyük Locası ile yapmadı. Nedeni, gelecekte kadın masonların erkeklerin süprem
konseyinden ayrılarak kendileri için bir başka yüksek konsey kurmalarının
tasarlanmasıydı.
458
SON YETMİŞ YIL
Hüseyin Özgen’in grankomandör olduğu 6 yıllık dönem, öncekilere oranla çok daha
etkin geçti. Bu dönem içinde Süprem Konsey’de yapılmış olan değişiklik ve
yenilemeleri şöyle özetleyebiliriz:
Süprem Konsey’in yönetmeliği baştan sona yenilendi.
Öteden beri kullanılmakta olan binanın içi tepeden tırnağa yeniden yapıldı ve iki
ayrı atölyenin aynı anda birlikte çalışması sağlandı.
Uygulanmakta olan 4.-33. derece ritüelleri baştan sona yeniden düzenlenerek
yürürlüğe kondu.
Birçok yüksek dereceli masonun ritin yönetim derecelerine (31 ve 32)
yükselmesi sağlandı. Ayrıca Süprem Konseyin gerek etkin gerekse agreje (33.
derece) üyelerinin sayısı artırıldı. Bu arada bir de “gençleştirme” stratejisi
uygulandı; öyle ki bundan böyle 75 yaşını dolduran tüm 33. derecedeki
kardeşler, emerit ya da onursal üye oluyor. (Emekliye ayrılıyorlar.)
Geniş çaplı bir arşiv taraması ve düzenlemesi yapıldı. Tüm eski belgeler elden
geçirilip her türlü dış etkiye karşı çok güvenli bir büyük kasa odasında koruma
altına alındı. Ayrıca elektronik ortamda korunmaları için de dijital kopyaları
çıkarıldı.
Mason Derneği’nin iktisadi işletmesi oluşturuldu.
Yüksek Şȗra ile kurumsal düzeyde olumlu kardeşlik ilişkileri kuruldu. Süprem
Konsey Grankomandörü ve Yüksek Şȗra Hâkim Büyük Âmiri ile birlikte her
iki kurumun yönetim kurulu üyelerinin yılda bir ya da iki kez bir araya gelerek
görüşmelerde bulunmaları âdeta gelenekselleştirildi.
Yüksek dereceli kadın masonların kendi süprem konseylerini kurmaları olanağı
sağlandı. (Buna az sonra ayrıca değineceğiz.)
2018 yılında grankomandörlüğe Tuğrul Özkan getirildi.
Yüksek Şûra
459
SON YETMİŞ YIL
Bu arada Yüksek Şȗra ile Süprem Konsey arasında örgütlenme bakımından temel
görüş farkını belirtmeliyiz:
Süprem Konsey şöyle der: “Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin anayasası
uyarınca 9 etkin üyesi bulunduğu sürece yüksek konsey varlığını korur. Üyeleri
azalırsa, ritin olağan yöntemi uyarınca bu eksikliği giderebilir. Bunun için daha
alt derecelerde, atölyelerde çalışan kardeşlere zorunlu gereksinmesi yoktur.
Zaten atölyelerini de kendisi kurar ve bunlara kendi düzenli saydığı simgesel
derece kuruluşundan kardeşleri alır.”
Yüksek Şȗra ise şöyle der: “Bir yüksek konseyin düzenli olabilmesi için simgesel
derecelerde çalışan düzenli bir obediyansın varlığına gereksinmesi vardır ve
atölyelerinin üyelerini de o kaynaktan almalıdır. Zaten bu nedenle 1966 yılında
Süprem Konsey düzenini yitirmiştir.”
Yüksek Şûra’nın ilk hâkim büyük âmiri Ekrem Tok olmuştu. Ondan sonra bu
görevi 1971 yılında Ertuğrul Kemal Eyüboğlu, 1975’te Mukbil Gökdoğan,
1985’te Sahir Erman üstlendi.
Sahir Arman’ın hâkim büyük âmir olduğu yaklaşık 11 yıllık dönem özellikle
önemlidir. Bu dönem içinde Yüksek Şȗra’nın yönetmelikleri baştan sona gözden
geçirilip yenilendi; aynı şey kısmen ritüeller için de yapıldı. Başka ülkelerdeki
yüksek şȗralar ile ilişkilere özellikle önem verildi; karşılıklı ziyaretlerle bu
ilişkiler güçlendirildi. Türkiye Fikir ve Kültür Derneği’nin malı olacak yeni bir
bina alındı ve kullanıma hazır hale getirilmesine başlandı.
Bu dönem içinde dıştan görünüşte çok önemli görülen bir değişiklik ise şudur:
Bundan böyle Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti” terimi kaldırıldı; bunun yerine
“Eski ve Kabuledilmiş Skoç Riti” terimi getirildi. Belki bunun gerekçesini
sorabilirsiniz hatta dilimizde “kabuledilmiş” teriminin bitişik yazılmadığını,
“Skoç” diye de bir sözcük olmadığını da belirtebilirsiniz.
460
SON YETMİŞ YIL
Bu kitabın yazarının bunun gerekçesine ilişkin kesin bilgisi yok. Ancak şöyle bir
yorum yapma olanağı var:
Ritin adının kısaltması batı dillerinin hepsinde dört harfle yazılır; örneğin
İngilizcede A.A.S.R. Dilimizde de böyle yazılınca dünya çapında geçerli olana
uyum sağlanmış oluyor: E.K.S.R.
1997 yılı başında hâkim büyük âmirliğe Faruk Erengül seçildi. Nitekim onun
döneminde İstanbul Sanayi Mahallesi’nde daha önce yapımına başlanmış yeni
bina tamamlandı ve hizmete alındı.
Hâkim büyük âmirliğe 1999 yılında Suha Umur, 2004 yılında Ergun Toğrol,
2009 yılında Mehmet Güven Akçar, 2013 yılında ise Hasan Erman seçildi.
Türkiye Süprem Konseyi, yönetimi altındaki tüm atölyeleri Türkiye Kadın Süprem
Konseyi’ni devretti. Mason Deneği’nin üyesi olan hanımlar da ayrılarak yeni
kurulan Kadın Mason Derneği’ne geçti.
461
SON YETMİŞ YIL
Bu bölümü bitirirken…
Bir okurumuzun şöyle bir sorusu var: «Mozaik adlı bir karma mason büyük
locasının varlığını duyduk. Bu doğru mu? Böyle bir şey var mı?»
Dünya Masonluğu’nda elbette kadınları ve erkekleri bir arada kabul eden karma
mason örgütleri var. Bunun Türkiye’de oluşumu da düşünülmüştür.
1998 yılında Kadın Mason Büyük Locası’nda çıkan bir olaydan söz etmiştik ya…
İşte o sırada ayrılmış olanlar gidip kendi başlarına “Mozaik” adı verdikleri bir
bağımsız karma loca kurdu. Sonradan sağlanan gelişimle üyelerinin arttığı,
localarının sayısının üçe çıktığı ve bir büyük loca oluşturdukları söyleniyor. Bu
konuda şimdilik verilebilecek bilgi bu kadar…
KAYNAKÇA
Buradaki tüm konular yazarın “Masonluk Nedir ve Nasıldır”
adlı kitabının bölümleri olduğundan, o kitapta verilmiş olan
“Seçilmiş Bibliyografya” dışında ayrıca bir kaynakçası yoktur.
462