You are on page 1of 24

“HUZUR’SUZ MÜMTAZ”

BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI

Recai Özcan*
Fatma Ağırbay**

“RESTLESS MÜMTAZ”
AN APPLICATION OF CHARACTERISTIC TRAIT PARADIGM

ÖZ: Modern romanın en önemli unsurlarından biri olarak görülen “karakter”,


derinlikli ve ayrıntılı bir dikkat neticesinde kendisini inşa edenin “yaratıcılığı”
hakkında değerli ip uçları verir. Todorov’un “karakter merkezli öykü” dediği psiko-
lojik anlatının Türk edebiyatındaki en önemli örneklerinden bir olan Huzur böyle
bir inceleme için oldukça elverişlidir. Bu çalışmada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın
Huzur romanının baş karakteri Mümtaz’ın karakteristik özellikleri, romanın temel
anlatım biçimleri dikkate alınarak, Seymour Chatman’ın “Karakteristik Özellik
Paradigması” olarak öne sürdüğü modele uygun olarak tespit ve tahlil edilmeye
çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Mümtaz, Seymour Chatman,
karakteristik özellik paradigması.

ABSTRACT: Considered as one of the most important elements of the modern


novel, “character” gives valuable clues about the “creativity” of the builder as a
result of deep and detailed attention. Huzur, which is one of the most important
examples of the psychological narrative that Todorov called “character-centered
story” in Turkish literature, is very suitable for such an examination. In this study,
*
Doç. Dr., Düzce Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, (recaiozcan@
duzce.edu.tr). Yazı Geliş Tarihi: 25.05.2020. Kabul Tarihi: 29.05.2020.
**
Düzce Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi.
Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 21, Nisan 2020, s. 27-49.
28 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

it will be tried to be determined and analyzed in accordance with the model that
Seymour Chatman has proposed as the “Characteristic Feature Paradigm” by
taking into account the characteristic features of Mümtaz, the character of Ahmet
Hamdi Tanpınar’s Huzur novel, and the basic narrative forms of the novel.
Keywords: Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Mümtaz, Seymour Chatman, cha-
racteristic feature paradigm.

...

“Karakter bir insan değildir


ama insana benzer.”
John Mullan
(Roman Nedir? Marina McKay)

Giriş

Ahmet Hamdi Tanpınar, Mai ve Siyah’ın “trajik” kahramanı Ahmet Cemil’e ya da


Mahur Beste’nin “unutulan” kişisi Behçet Bey’e mektup yazıp onları çeşitli nedenler
öne sürerek eleştirirken, bu kahramanların gerçek hayatta var olmadıklarını, sadece
kurmaca dünyanın bir parçası olduklarını biliyordu. Tanpınar muhtemelen, gerçek
dünyanın kurmacalığına ve kurmaca dünyanın gerçekliğine, dili kullanarak/dilin
imkânlarından yararlanarak “dokunmak” niyetindeydi; ki bu iki dünyanın unsurlarının
iletişimi ancak dil vasıtasıyla mümkün kılınabilirdi. Roman tahlili çalışmaları yapanların
durumu da Tanpınar’a benzer; çünkü romanda “inşa edilen” dünyayı, gerçek dünyanın
terimleriyle anlamak/anlamlandırmak zordur. Bütün bu zorluklar, yine de, bilme ve
anlama arzumuzu ortadan kaldırmaz.
Roman türünün başlıca unsurlarından biri olan karakterin kurmaca dünyanın
“merkez”inde mi yoksa “kıyı”sında mı yer aldığı/alması gerektiği; tiyatro oyununun
ya da edebî metnin “öznesi” mi yoksa “nesnesi” mi?” olduğu, biraz da sanatkârın ter-
cihine bağlı olarak değişen, bugüne kadar tartışılan bir meseledir. Aristo, Poetika’da
“Öykü tragedyanın ilkesidir, ruhudur; karakter ikinci sırada gelir.” der.1 Poetika’nın
birkaç yerinde daha, karakterin değil eylemin öncelikli olduğu vurgusu dikkat çe-
ker. Karakterleri “iyi, uygun, benzer ve tutarlı” olma özelliklerine göre tasnif eden
Aristo’nun tarifi şöyledir:
Karakter; sözler ya da eylemlerde bir seçim açığa vurulduğunda ortaya çıkar. Bu seçim
iyi ise karakter de iyi olacaktır. Bu, karakterin birinci özelliğidir. İkinci özellik karakterin
uygun olmasıdır. Bir karakter erkeksi olabilir ama bir kadının erkeksi ya da güçlü olması

1
Aristoteles, Poetika, (S. Rifat, Çev.), Can Yayınları: İstanbul, 2018, s. 31.
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 29

uygun düşmez. Üçüncü özellik olan benzer2 olma ise bu ikisinden farklıdır. Dördüncüsü
tutarlılıktır; yani tutarsızlık söz konusu olduğunda bile tutarlı bir tutarsızlık olmalıdır.3
Karakteri metnin merkezine koyarak yazan romancıların bir kısmı, bu süreçte
karakterin iradesinin, kendi iradelerinin önüne geçtiğini iddia ederler. Yani eserde
yazardan karaktere bir “irade nakli” söz konusudur ve karakter “teslim aldığı” iradeyi
kullanır. Bazı romancılar, karakterlerine bu “özerkliği” vermemekle birlikte, onların
kurmaca dünyanın diğer unsurlarına sıkı sıkıya bağlı olduklarını bilir; karakterini
roman dünyasının diğer nesneleri, mekânları, olayları gibi sadece bir “inşa unsuru”
olarak sınırlandırır.4 Bu bağlamda roman karakterleri üzerine iki soru sorulabilir: Bir
karakter kendisini yaratan yazarın iradesine bağlı, kimi zaman bu iradenin sınırları-
nı zorlayan “gerçeğe yakın bir unsur” mu? Yoksa her şartta yazarına bağlı, sadece
bulunduğu kurmaca dünyanın atmosferinde yaşayabilen, metnin diğer yapı taşları
gibi “işlevsel bir figür” mü? Bu noktada Seymour Chatman, biçimcilerin ve bazı
yapısalcıların görüşleriyle Aristo’nun fikirleri arasında paralellik olduğunu vurgular.
Yapısalcılara göre de karakterler, olay örgülerinin ürünleridir ve bu açıdan “işlevsel”
bir statüye sahiptirler; “kişilik” olmaktan ziyade, “katkıda bulunan” konumundadırlar.
Yapısalcılar, karakterlerin “ne oldukları” ile değil sadece öyküde “ne yaptıkları” ile
ilgilenirler. Onlara göre, karakterler olay örgüsünün ürünü olarak ikincil öneme sahip
oldukları için, gerçek varlıklarmış gibi değerlendirilmeleri hatalı bir yaklaşımdır.5
Roland Barthes’ın da karakterin olay örgüsüne bağlı olduğunu düşündüğünü belirten
Chatman; onun sonraları dar, işlevselci karakter anlayışından psikolojik anlayışa benzer
bir yaklaşım sergilediğini ifade eder. Barthes’a göre karakter, “kombinasyonların bir
ürünü”dür. Kombinasyon görece kararlı az ya da çok karmaşıktır ve bu özelliği, karak-
terin kişiliğini belirler.6 Chatman, karakterin karmaşıklığı konusunda Barthes’ın tespitine
katılmakla birlikte, modern karakterlerin çok daha fazla sayıda karakteristik özelliğe sahip
ve olay örgüsüne “eklenme” yerine onu “kırma” eğiliminde oldukları iddiasını savunur.7

2
Benzerlik için Hardison, “bir birey gibi” karşılığını önerir. Ona göre benzerlik, “genel taslağı belirsiz-
leştirmeden yumuşatan kişisel huylara sahip olmak” demektir. Buradaki benzeme Yunan trajedisindeki
doğanın sıkı bir taklidi anlamında değildir. Bkz. Chatman (2009), Öykü ve Söylem: Filmde ve Kurmacada
Anlatı Yapısı, (Özgür Yaren Çev.), Ankara: De Ki, s. 102.
3
a.g.e., s. 50-51.
4
Örneğin Orhan Pamuk, roman karakterinin merkezi bir konumda olmasına karşıdır. Ona göre edebî
kahramanı ve onun kişiliğini romanın merkezine yerleştiren görüşler “saflıkla” açıklanabilir. Yazar
romanda kahramanlarıyla özdeşleşebilir ancak onların yazarı yönlendirmesi gibi bir durum söz konusu
değildir. Yani roman yazarı, metnin bütünü üzerinde hakimiyetini korur. (Bkz. Orhan Pamuk, Saf ve
Düşünceli Romancı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011.)
5
Chatman, Seymour, a.g.e., s. 103.
6
a.g.e., s. 109.
7
a.g.e., s. 104.
30 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

Yirminci yüzyıl başlarında Psikanilizin “tutarlı, bütünlüklü birey” fikrine tehdit


oluşturması, modernist edebiyatın kurmaca karakter anlayışına da yansır. “Âlim-i
mutlak anlatı”nın sunduğu bir karakter yaklaşımı, benliğin çözümlenebilir olduğu
savından hareketle, okurun “serbest dolaylı söylem, iç monolog, birinci şahıslı anlatım”
gibi “şeffaflaşmış” anlatım tekniklerinin arkasında bir “bilinç” olduğunu kavramasını
bekler.8 Yani romanda karşı karşıya kaldığımız her karakter, aslında yazarın zihninin
bir yansımasıdır. Bu yaklaşım, yazarın kurmaca dünya inşasındaki “yaratıcı rolü”nün
ortadan kalkmadığını açık bir biçimde gösterir. Kahramanın her türlü iletişim biçimi,
yazarın inisiyatifine göre belirlenir. Tahlilci açısından, roman dünyasının önemli bir
figürü olan karaktere “bakmak”; aslında, yazarın zihnine, arzularına, ifade ustalığına,
dikkatine “dokunmak”; (bu durum daha çok anlatıcı ile karakterin özdeşleştiği me-
tinlerde geçerlidir) bu dikkatin estetik varlık olarak esere ne ölçüde yansıdığını tespit
edebilmek anlamına gelir. Bu noktada, özellikle 19.Yüzyıl romanında şekillenen
“karakter” kavramının oluşum sürecini kısaca hatırlamakta fayda vardır.
Henry James, roman karakterinin oluşumunu bu figürün roman boyunca yaşadığı
değişimle izah eder ve süreci bir merasimin sunulmasına benzetir. Yani karakterin ya-
pısal değişimi onun fiziki, psikolojik, sosyal durumunda, yaşam alanlarının tamamında
görülebilir. Gerçek bir yazar, karakter de dahil olmak üzere kurguladığı her unsuru
eserinde dengeli bir şekilde birleştirendir. Bu noktada onun sanat dehası ön plana çıkar.
Joseph Conrad romanı “sanatkâr dehasının en iyi ifade bulduğu” edebî metin olarak
değerlendirir. Roman, sanatçının zekâsına ve dehasına en çok sorumluluk yükleyen
edebî türdür. Yazar, tasarladığı dünyayı okuyucunun estetik beğenisine sunarken bu
sorumluluğu taşır ve bu dünyada “yaşayacak” karakterin oluşturulması da bu sorum-
luluğun bir parçasıdır. Romanı “yapan” unsurların, yani olay örgüsünün, karakterle-
rin, zamanın ve mekânın sunulması “ahenkli bir bütün içinde” olduğu takdirde, eser
başarılı olur. Karakterin ortaya çıkışıyla, anlatının yöneldiği kitle değişir. Bu döneme
kadar “topluma anlatılan”, bundan sonra “bireye anlatılır” hâle gelir. Daha doğrusu,
topluma anlatılan/toplumu anlatan destanlar, bireye anlatılan/bireyi anlatan romanlara
dönüşmüştür. Destanlar kahramanlar yaratır, romanlar ise karakterler.
Roman teorisinin önemli isimlerinden olan Forster, karakterleri, kurgulayıcısını
yansıtan birtakım söz yığınları olarak düşünür.9 Bunları gerçek insanlardan ayıran, olay
örgüsünde belirmelerinin ve kaybolmalarının bir anda olmasıdır.10 Bu unsurlar “soydaş-
ları olan gerçek insanlardan daha kaypak, daha ele avuca gelmez kimseler”dir. Yeme,
içme, uyuma gibi gerçek insanların zorunlu ihtiyaçlarına yönelik günlük faaliyetler
bakımından onlardan ayrılırlar. Bununla birlikte roman kişilerini yaratan ve anlatanın

8
McKay, M., Roman Nedir, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 112-113.
9
E. M. Forster, Roman Sanatı, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s. 83.
10
a.g.e., s. 91.
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 31

aynı kimse olması, onları daha yakından tanımamıza imkân tanır.11 Bu da romanın
ayırt edici özelliklerdendir. Forster bu değerlendirmelerinden sonra roman kişilerini
“yalınkatlık” ve “yuvarlaklık”larına göre tasnif eder. Düz karakterler romanın olay
örgüsü içerisinde “sürüklenir.” Yuvarlak karakterler ise çok boyutludur. Bunlar olay
örgüsünü yönlendirir, öykünün anlatımı karakterlerin kararlarına bağlı olarak gelişir.
Bu özellikleriyle yalınkat karakterler, yazarın düşüncesini en kolay aktarabileceği
roman unsurlarıdır. Onlar, “tek bir sözle” özetlenebilirken yuvarlak karakterleri bu
şekilde tanıtmak imkânsızdır. Forster’ın benzetimiyle yalınkat karakterler; “hacimleri
önceden tayin edilmiş olan ışıklı kürecikler gibi, yıldızlar arasındaki boşlukta şuraya
buraya “itilirler” ve “romanda çeşitli amaçlara hizmet ederler.”, yuvarlak karakterler
ise “inandırıcı bir şekilde bizi şaşırtabilen” unsurlardır.12
Karakterin ayırt edici özelliklerini roman ve romans türleri üzerinden açıklayan
Northrop Fry’a göre bu iki tür arasındaki temel fark, karakterin yaratılmasında ortaya çıkar:
Romans yazarı, eserinde ‘gerçek insan’ yaratmaya çalışmaz. Onun karakterleri çeşitli
ruh hallerinin somut sembolleridir. Jung’un libidosunu, animasını bulduğumuz eserler
romanslardır. Romanlardaki kadın ve erkek kahramanlar ve kötü karakterler, evrensel
tipler yansıtan birer gölgedirler. İşte romansın, romanda eksik olan yoğun, sübjektif
duyguların sıcaklığını yaymasının ve alegorik sembollerin sürekli bir şekilde hikâyenin
içine sızmasının sebebi budur.13
Romans kahramanı, bütün olumlu özelliklere sahiptir: İyi, yardımsever, ahlaklı ve
yeteneklidir. Yaşadığı dünyanın dilini bilir, bu dili çok iyi kullanır. Çevresi ile iletişimde
ustadır. Lider olma özelliklerine sahiptir. Kahraman, ardından sürükler götürür. Onun olay
örgüsü içerisinde ulaşacağı hedef daha önceden bellidir. Büyük engellerle karşılaşabilir,
engellerle savaşması çok uzun zaman alabilir; ancak o, aklı, bilgisi, inancı ve yetenekleri
sayesinde bu engelleri süratle aşar ve mutlu sona ulaşır. Hedefine sadece kendisi değil
çevresindekileri de ulaştırır. Ancak roman karakteri tıpkı “gerçek bireyler” gibi farklı,
kendine özgü niteliklere sahip bir “dilsel varlık” olarak ortaya çıkar.
Forster’ın “yalınkat” Fry’ın romans kahramanı olarak açıkladığı anlatı figürlerine
uygun olarak W.J. Harvey’in “stereotip” olarak nitelediği, çok boyutluluk özelliği gös-
termeyen karakterler, pek çok romanda bulunur. Ona göre, “iyi bir romanı büyük roman
yapan ölçütlerden biri, kimlik kazanmış karakterlerin çeşitliliği”dir. “Fon karakter”lerin
bakış açıları, okuyucunun romanın dünyasını tanıması bakımından değerlidir ve bunlar,
roman başkişisinin içinde yaşadığı ortamı somut bir şekilde sunma işlevi görür. Bu
bakımdan “fon karakter”ler, roman yapısını işleten mekanizmanın çarkları gibidirler.
Harvey’in “norm karakter” olarak nitelediği unsurlar ise herhangi bir “fon karakter”in

11
a.g.e., s. 95-96.
12
a.g.e., s. 108-110.
13
Philip Stevick, Roman Teorisi, Çev. Sevim Kantarcıoğlu, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s. 37.
32 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

daha boyutlu ve kimlik kazanmış hâlidir ama “baş kişi” de değildir. O, romanda bir
amacı gerçekleştirmeye hizmet eder. Harvey’e göre, “norm karakter” de “fon karakter”
gibi roman başkişisi ile toplum arasındaki iletişimi sağlayarak kahramanın tecrübe-
lerinin derinliklerini görmemize yardım eden bir araç; eserin özünü genişletmek ve
güçlendirmek için bir dayanak noktası olabilir; hatta baş kişinin “kusurlarını”, “moral
körlüklerini” yansıtan bir ayna işlevi görebilir. Bununla birlikte “norm karakter”, diğer
roman kişilerindeki sapmaları görmeyi sağlayan bir ölçüt de sunabilir. Kimi kez rastla-
nan “kart-karakter”ler (card-charecter) ise romanda tek bir özelliğin sembolü gibidir.14

Chatman’ın Karakter Analizi Önerisi:


“Karakteristik Özellikler Paradigması”

Karakter kuramı üzerine düşünen pek çok isim, romanın bu önemli unsurunu,
farklı özelliklerini vurgulayarak farklı biçimlerde açıklamaya çalışsa da onun, ro-
manın en önemli yapı taşlarından biri olduğu genel kabul görür. Özellikle “karakter
merkezli” romanlarda olay örgüsü, mekân, zaman gibi yapısal unsurların kurgusuna
yönelik karakter analizi çalışması, bize yazar ve eseri hakkında önemli bilgiler vere-
cektir. Öncelikle, Huzur romanı üzerinde bir uygulamasını göstermeye çalışacağımız,
Seymour Chatman’ın “karakteristik özellik paradigması” hakkında kısa açıklama
yapmakta fayda görülmektedir.
Seymour Chatman karakteristik özelliği, “görece kararlı ve kalıcı kişisel nitelik”
olarak tanımlar ve onun bir “karakteristik özellikler şeması” olarak kavramsallaştı-
rılması gerektiğini; ayrıca, karakterin, öykünün erken ya da geç aşamalarında ortaya
çıkabileceğini veya yerini başka bir özelliğe bırakabileceğini ifade eder ve ayrıca,
karakteristik özelliklerin “duygular, ruh hâlleri, düşünceler, geçici güdüler, eğilimler”
gibi daha kısa ömürlü psikolojik fenomenlerden ayırt edilmesi gerektiğini vurgular.
Chatman, yeri geldiğinde devreye giren anlık, duruma uygun duygu ve düşünce ve
ruh hâllerinin karakteristik özelliklerden farkını şöyle açıklar:
(Öyküde) olaylar ve karakteristik özellikler arasında köklü farklılıklar vardır. Olayların öy-
küdeki (en azından klasik anlatılarda) konumu katı bir biçimde belirlenmiştir: X olur, sonra
X nedeniyle Y olur ve sonuç olarak Z meydana gelir. Öykünün düzeni sabittir; söylem farklı
bir sıralama sunsa da, doğal düzen her zaman yeniden inşa edilebilir. Dahası olaylar ayrıktır;
çakışabilir ya da üst üste gelebilirler ancak her birinin belirgin bir başlangıcı ve sonu vardır,
alanları sınırlıdır. Öte yandan karakteristik özellikler bu sınırlamalara tabi değildir. Yapıt
boyunca ve elbette belleğimizin işini yaptığı ölçüde, yapıtın ötesinde hüküm sürebilirler.15

14
a.g.e., s. 178.
15
Chatman, Seymour., a.g.e., s. 120.
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 33

Karakteristik Özellik Ölçütleri Nelerdir?

İnsanlar gibi roman karakterleri de “biricik”tir; kendisinden başka kimseye ben-


zemez. Bu gerçekten yola çıkarak Chatman, “karakteristik özellik paradigması”nı
oluştururken dikkat edilmesi gereken ölçütleri Gordon W. Alport’un tasnifinden refe-
rans alır. Alport’un karakteristik özellikleri belirlemek için öne sürdüğü ölçütlerden
bazıları şöyledir:
1. Bir karakteristik özellik, alışkanlıktan daha geneldir; bu, birbirine bağlı alışkanlıklardan
oluşan büyük bir sistem gibi düşünülebilir.
2. Bir karakteristik özelliğin varlığı istatistik olarak kanıtlanabilir. Bir bireyin karakteristik
özelliğini bilmek için tekrarlanan tepkilerin oluşturduğu kanıtlara bakılır. Birbiriyle ilgisiz
gibi görünen tepkiler de birbiriyle bağlantılı olabilir.
3. Karakteristik özellikler birbirlerinden yalnızca görece olarak bağımsızdırlar.
4. Bir karakteristik özellikle uyumsuzluk gösteren davranışlar hatta alışkanlıklar, karakte-
ristik özelliğin olmadığına dair kanıt teşkil etmez. Tek bir kişilikte birbirine zıt bileşimler,
karşıt karakteristik özellikler bulunabilir.16

Örneğin roman kahramanı Mümtaz’ın yapmayı alışkanlık hâline getirdiği gündelik


davranışlarla; onu diğer karakterlerden ayıran, “biricik” yapan ve roman boyunca çok
fazla değişikliğe uğramayan nitelikler birinci madde kapsamında değerlendirilebilir. Bu
makalenin amaçlarından biri de ikinci maddede belirtildiği gibi karakteristik özelliğin
kanıtlanabilirliğini göstermektir. Ancak, Mümtaz’ın karakteristik özellikleri, Huzur
romanının sınırları dâhilinde, romanın dilinde belirir ve bu açıdan yorumlanmalıdır.
Dördüncü maddede geçerli olan durum yazarın kurgu sürecindeki titizliğini anlama-
mız açısından önemlidir. Çünkü yazar, yarattığı karakterde birbirine zıt karakteristik
özellikleri ifade ediyorsa; bunun mantıklı, tutarlı cevabını olay örgüsünün bütünlüğü
içinde gösterebilmelidir.

Karakteristik Özellik Kavram Alanı

Bir karakteristik özelliği, hangi alanın kavramlarıyla ele alıp açıklamamız gerekir?
Roman teorisine ait kavramlar, karakter analizi konusunda yeterli midir? Bu konudaki
eksikliğin farkında olan Chatman, karakteristik özellikleri belirleyen niteleyici söz-
cüklerin çeşitli alanlardan alınarak zenginleştirilebileceğini ifade eder:

16
Allport, G. H., & Allport, F. H., Personality Traits: Their Classification and Measurement. Classics in
the History of Psychology (16), 2000, 6-40.
34 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

Karakteristik özellik adları için diğer kaynaklarımızı astroloji (neşeli, somurtkan), bitkisel
tıp (güler yüzlü, soğukkanlı), Reformasyon (samimi, bağnaz, fanatik; kendinden emin),
Neoklasizm (budala, duyarsız, taşralı), Romantizm (kederli, duygusuz, utangaç), psikoloji
ve psikanaliz (içe dönük, nevrotik, şizoid)17 vb. oluşturur.18

Elbette Chatman’ın “karakteristik özellik adları” şeklinde örneklendirdiği dağarcık


–kendisinin de vurguladığı gibi– genişletilebilir. Dürtü ve güdüler ve anlık duygular,
karakteristik özellik değilse de bunlara ulaşmada kimi zaman bir köprü görevi yaptık-
ları için, göz ardı edilmemesi gereken yoğun bir söz dağarcığına sahiptirler. Karakter
merkezli, bir başka adlandırmayla “psikolojik” roman kahramanlarının karakteristik
özellik paradigmasının oluşturulması sürecinde bize yardımcı olacak kavramlar, kuş-
kusuz ağırlıklı olarak “psikoloji ve psikanaliz” kaynaklı olacaktır. Ancak bu, bizim,
Huzur’un baş karakteri Mümtaz’ın “ruh hâlleri”nden yola çıkarak yazarını psikanalitik
açıdan yorumlamak istediğimiz anlamında düşünülmemelidir. İstediğimiz, Mümtaz’ın
karakteristik özellikleri olarak tespit edeceğimiz niteliklerin; romancının yaptığı işi, yani
roman inşa sürecini anlamamıza ve yorumlamamıza yardımcı olmasıdır. Mümtaz’ın
“gerçek bir insan olmadığını”, “bir roman figürü” olduğunu aklımızdan çıkarmadan,
yazarının ona çizdiği psikolojik sınırları tespit etmeye çalışırken bu alanın terimlerin-
den yararlanmak, yukarıda da belirttiğimiz nedenlerden dolayı kaçınılmaz olacaktır.

Bir Psikolojik Fenomen Olarak Dürtü ve Güdüler

“Karakteristik özellik paradigması” oluşturma sürecinde, öncelikle bu özelliklerin


kısa ömürlü “psikolojik fenomen”lerden ayırt edilmesi gerekir. “Dürtü”, fizyolojik bir
ihtiyacın psikolojik sonucudur. Dürtüler, en belirgin içsel güdüleyicilerdir. Güdüsel
davranışlarımızın büyük bir kısmı fizyolojik ihtiyaçlarımızın yol açtığı dürtülerden
kaynaklanır. Açlık, susuzluk dürtüsü bizi hedefe yönelik davranışlarda bulunmaya zorlar.
Kişiyi bir davranışa yönelten güç olan “güdü”lerin bir kısmı doğuştan (açlık,
susuzluk, cinsellik...) gelir; bir bölümü ( başarı, itibar, onaylanma ...) ise sosyalleşme
sürecinde öğrenme yoluyla edinilir. Bir davranışın hangi hedef ya da hedeflere yönele-
ceğini, bu davranışı başlatan güdünün türü belirler. En temel psikolojik ihtiyaçlardan
olan “bağlanma güdüsü”, önemli bir yaşam doyumu –ya da doyumsuzluğu– kaynağıdır.

17
Şizofrenik: Sanrılar, varsanılar, olağandışı psikodevinsel davranışlar gibi birtakım belirtilerle seyreden
psikiyatrik hastalık için kullanılan sıfat. / Nevrotik: Duygulanım bozukluğu, kafa karışıklığı, kaygı
bozukluğu, güven sorunları gibi belirtiler gösteren psikolojik tanı için kullanılan sıfat. (bkz. Amerikan
Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı
Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2013, S. 53).
18
Chatman, Seymour., a.g.e., s. 116.
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 35

“Bağlanma güdüsü” hayatın ilk yıllarında, bebek-anne etkileşimi sonucunda öğreni-


len, güvenli bağlanma gerçekleşmediğinde yetişkinlik döneminde bağlanma sorunlarına
yol açarak yaşam kalitesini düşüren önemli bir psiko-sosyal güdüdür. Freud, güdülerimizin
çoğunun bilinçdışı olduğunu savunur. Bastırma adını verdiği bilinçdışı güdülenme, kişiyi
rahatsız eden düşünce, istek ve güdülerin bilinçdışına itilmesiyle oluşur ve bastırılan bu
unsurlar, biz farkında olmadan davranışlarımızı etkiler.19 Bununla birlikte dürtü, güdü ve
duygular ile otomatik düşünceler, karakteristik özelliklerle örtüşebilir. Karakterin kendisini
yorgun ya da üzgün hissetmesi, kısa bir zaman dilimi için geçerli ve geçici olduğundan
bir “karakteristik özellik” değil, “psikolojik fenomen”dir. Anlık duyu ve duygulanımları
içeren “psikolojik fenomen”ler sık tekrarlandıklarında ya da süreklilik arz ettiklerinde
bir karakteristik özelliğe dönüşme potansiyeline sahiptirler. Örneğin, yorgunluk hissi;
bıkkınlık, üzüntü, keder gibi sık tekrarlanan başka olumsuz duyguların eklemlenmesiyle
bir karakteristik özelliğe dönüşebilir. Çeşitli durumlarda hissedilen endişe ya da sebepsiz
korkular “anksiyete” denilen duygu durum bozukluğuna işaret ediyor olabilir.

Duygular

Karakteristik özellikleri ifade eden listenin oluşmasında duygu ifade eden sözcükler
de önemli bir işleve sahiptir. Duygular, bazı fizyologlar ve psikologlar tarafından sınıf-
landırmaya tabi tutulmuşlardır. Tabloda bu sınıflandırmalardan bir kısmı yer almaktadır.20
Mümtaz’ın karakteristik özellik paradigmasını oluşturmada, “psikolojik fenomenler” ile
“karakteristik özellikleri” ayırt etme noktasında bu tasniften faydalanılmıştır.

Temel Duygular Sınıflandırmayı Yapan


öfke (anger), nefret (disgust), kıvanç (elation), korku (fear), bağ- Mc Dougall (1926)
lılık (subjection), hassaslık (tender-emotion), şaşkınlık (wonder)

acı (pain), zevk (pleasure) Mowrer (1960)

öfke (anger), tiksinti (aversion), cesaret (courage) neşesizlik Arnold (1960)


(dejection), arzu (desire), umutsuzluk (despair), korku (fear),
nefret (hate), umut (hope), sevgi (love), üzüntü (sadness)
öfke (anger), küçümseme (contempt), nefret (disgust), ıstırap Izard (1972)
(distress), korku (fear), suçluluk (guilt), merak (interest), sevinç
(joy), utanç (shame), hayret (surprise)
öfke (rage), dehşet (terror), endişe (anxiety), neşe (joy) Gray (1982)
öfke (anger), nefret (disgust), korku (fear) Ekman, Friesen ve Ellsworth
neşe (joy), üzüntü (sadness), hayret (surprise) (1982)

19
Hilgard, A. v., Psikolojiye Giriş, (D. F. Öznur Öncül, Çev.) Arkadaş Kitabevi, Ankara, 2012, s. 113-117.
20
Ortony, A., & Turner, T., What’s Basic About Our Emotions, Psychological Review, 1990, s. 315-331.
36 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

Seymour Chatman’ın sözünü ettiği karakteristik özellikleri ifade eden kavram


dağarcığında psikoloji terimleri önemli yer tutar. Bu bağlamda “psikolojik” yönüyle
öne çıkan roman karakteri Mümtaz’ın “iç dünyasını” ve karakteristik özelliklerini
tanımlamada “klinik psikoloji” ve “psikiyatri terminolojisi”ni göz önünde bulundur-
mak gerekir. Bu noktada Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) Ruhsal Bozuklukların
Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’nda (DSM-V-2013) psikiyatrik hastalıklar ve tanı
ölçütleri tasnif edilmiştir.21

Bir Karakteristik Özellik Paradigması Formülü : C = Tn

Bir romanda olaylar zaman zinciri içinde akar, karakteristik özellikler ise bu
zincirin tamamı ya da büyük bir kısmı ile birlikte var olur. Olaylar, vektörler gibi
yatay olarak ilerlerken karakteristik özellikler, sınırları olaylarla belirlenen “zaman
mesafeleri” üzerinde yayılırlar.22 Nitekim Huzur’da Mümtaz’ın “an”da değil geçmişte
yaşaması ve geleceğe duyduğu güvensizlik, ölüm korkusu gibi karakteristik özel-
likleri romanın çeşitli bölümlerinde, sıkça karşımıza çıkmaktadır. Onun “hissettiği”
gelip geçici duygular, durumlar, ruh hâlleri vb. psikolojik fenomenler ise belli zaman
aralıklarıyla sınırlı olmakla beraber, tekrarındaki sıklık derecesine göre karakteristik
özelliğe dönüşebilmektedir.
Chatman, bir anlatı metninde karakteristik özellikleri tespit için C=Tn formülün-
den yararlanmayı önerir. Burada C = Karakter, Tn = Verili bir karakteristik özelliktir.

21
Şizofreni Açılımı Kapsamında ve Psikozla Giden Bozukluklar, İki uçlu (Bipolar) ve ilişkili Bozukluklar,
Depresyon Bozuklukları, Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Takıntı-Zorlantı Bozukluğu (Obsesif-
Kompulsif Bozukluk) ve İlişkili Bozukluklar, Örselenme (Travma) ve Tetikleyici Etkenle (Stresorle)
İlişkili Bozukluklar, Kişilik Bozuklukları: Kuşkucu (Paranoid) Kişilik Bozukluğu, Şizogibi (Şizoid)
Kişilik Bozukluğu, Şizotürü (Şizotipal) Kişilik Bozukluğu, Toplumdışı (Antisosyal) Kişilik Bozukluğu,
Sınırda (Borderline) Kişilik Bozukluğu, Histriyonik Kişilik Bozukluğu, Özsever (Narsisistik) Kişilik
Bozukluğu, Çekingen Kişilik Bozukluğu, Bağımlı Kişilik Bozukluğu,Takıntılı-Zorlantılı (Obsesif-
Kompulsif) Kişilik Bozukluğu. Çözülme (Dissosiyasyon) Bozuklukları, Bedensel Belirti Bozuklukları
ve İlişkili Bozukluklar, Beslenme ve Yeme Bozuklukları, Uyku-Uyanıklık Bozuklukları, Cinsel İşlev
Bozuklukları, Cinsel Kimliğinden Yakınma (Hoşnut Olmama),Yıkıcı Bozukluklar, Dürtü Denetimi
ve Davranım Bozuklukları, Madde ile İlişkili Bozukluklar ve Bağımlılık Bozuklukları, Norobilişsel
Bozukluklar, Parafili Bozuklukları ve diğer bozukluklar başlığı altında toplanmış bozukluklar listeye
dahil edilmemiştir. (Kaynak: Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal
Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler
Yayın Birliği, Ankara, 2013).
22
Chatman, Seymour, a.g.e., s. 123.
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 37

“Karakteristik özellik paradigması,” açık uçluluğunu göstermek, henüz bilinmeyen


karakteristik özelliklerin kendilerini öykünün ilerleyen aşamalarında göstermelerine
olanak vermek için Tn ile simgelenir. Yazar, anlatı ilerledikçe giderek daha geçerli
betimleyici sıfatlar kullanabilir. Karakter bir sıfat, bir özellik, bir yüklemdir.23 Bu
formülü, Huzur romanından bir cümleyle şöyle örnekleyebiliriz:
“Mümtaz her şeye küskün, etrafa kapalı ve gökten yalnız felaket bekleyen bir mahluktu
ve bunda haklıydı.” (Huzur, 2010: 22).

Burada Mümtaz’ın psikolojisini betimleyen kelimeler; anlık, geçici ruh durumla-


rını değil kişiliğinde var olan psikolojik özellikleri ifade etmektedir (çünkü sadece bu
cümlede bulunmaz, romanın çeşitli yerlerinde sıkça tekrar eder), dolayısıyla Mümtaz’ın
karakteristik özelliklerindendir.24
Karakter (Mümtaz) = Tn (karakteristik özellik) küskün
etrafa kapalı (içe dönük)
felaket bekleyen (kötümser)
Bu cümle genel bir yargı bildirdiğinden, doğrudan Mümtaz’ın karakteristik özel-
liklerine işaret eder. Ancak karakter analizine yardımcı olacak her bir ifadeyi bu şekilde
analiz etmenin güçlüğü ortadadır. Bu güçlüğü aşmak içim karakter analizinde C = Tn
(C= Karakter, Tn = Verili Karakteristik Özellik) formülü temeline dayanan tablolaştırma
yöntemi kullanılarak; kimi zaman anlatıcı tarafından doğrudan doğruya ifade edildiği
için bir çırpıda; çoğu kez olaylar, durumlar ve psikolojik fenomenler aracılığıyla,
Mümtaz’ın karakteristik özelliklerinin tespitine çalışılmıştır.
Aşağıda bu özelliklere işaret eden bazı ifadeler, romanda geçtiği biçimde ör-
neklenmiş ayrıca bu ifadelerin işaret ettiğini düşündüğümüz karakteristik özellikler
tablolaştırılmıştır:

23
a.g.e., s. 122.
24
Analiz çalışmasında Huzur romanının tamamı, yazarın bölümler hâlinde, Mümtaz’ın çocukluğundan
vaka zamanına kadar olan dönem sıralaması göz önünde bulundurularak incelenmiştir. Bu bağlamda,
Mümtaz’ın karakteristik özelliklerini yansıtan farklı uzunluklarda 150’nin üzerinde paragraf tespit edilmiş
ve analiz edilmiştir. Mümtaz’ın karakteristik özellikleri bu tespitlere dayalı olarak yapılmıştır. Makale
metninin sınırlılığı nedeniyle tespit yapılan cümlelerin/paragrafların tamamı alınamamış, örnekleme
yoluna gidilmiştir.
38 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

Karakter (Mümtaz) = Tn (Karakteristik özellikler)


Mümtaz, Tanpınar’ın roman kahramanları içinde oldukça karmaşık bir “psikolojik”
karakterdir. Mümtaz karakterinin detaylı analizi, Tanpınar’ın insan psikolojisine dair
bilgisinin sadece bir yazarın keskin gözlemlerinden ibaret olmadığını gösterir nitelik-
tedir. Mümtaz –ve Suat– gibi psikolojik karakterlerin bu derece derinlemesine ve canlı
çizilmiş olması Tanpınar’ın “iç konuşma, geriye dönüş” gibi anlatım olanakları ve roman
tekniklerindeki başarısıyla olduğu kadar; psikolojik karakterlerin çok katmanlı, çatışmalı
iç dünyalarını oluşturmak için gerekli psikoloji bilgisine vâkıf oluşuyla da ilgili olsa
gerektir. Ayrıca, Huzur’un başkarakterinin çocukluk travmalarını detaylıca anlatması,
Tanpınar’ın Freudcu “psikanalitik” bir yaklaşıma sahip olduğunu düşündürmektedir.
Tanpınar, roman sanatının tüm olanaklarını kullanarak okuru adeta bir “psikanalist gibi”
Mümtaz’ın “zihninin” ve “ruhunun” en gizli köşelerinde dolaştırır. Romanda Mümtaz’ın
trajik çocukluk yaşantıları, deniz ve doğa tutkusu, geniş hayal gücü, gözlemleri, derin
acıları, ilk gençlik zamanlarında depresyona yatkınlığı, travmatik hafızasının yetişkinliğine
yansımaları, baygınlık geçirme gibi nevroz nöbetleri, duyumsal kişilik yapısı detaylıca
anlatılır. Böylece, metnin sonunda Mümtaz’ın “şizofreni” ataklarına varan “psikolojik
çöküşü”, tüm gerekçeleriyle sağlam ve inandırıcı bir zemine oturtulmuş olur.25
Romanın birinci bölümünün başlığı “İhsan”dır. Bu bölümde İhsan’ın hastalığı,
Mümtaz’ın hastabakıcı aramak ve kiracıya uğramak için dışarı çıkması bu sırada
İstanbul’un farklı mekânlarına uğraması öykünün genel akışını oluşturur. Aynı zamanda
kısmi geri dönüşlerle Mümtaz’ın çocukluğunda yaşadığı, babasının öldürülmesi, annesi-
nin ölümü gibi birtakım acı olaylar anlatılır. Anlatıcı, Mümtaz’ın bugüne getirdiği prob-
lemlerin hangi şartlar altında ortaya çıktığını okuyucunun bilgisine sunar. Mümtaz’ın
babasının ölümünün kendisinde yarattığı “travma” ve Antalya yolunda yaşadığı “cinsel
haz” nedeniyle hissettiği suçluluk duygularının ileride birtakım psikolojik sorunlara
zemin hazırlaması, anlatıcının bu yaklaşımına örnektir. Birinci bölümde Mümtaz’ın
çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki yaşantısı yoğun olarak işlenirken “Nuran” baş-
lıklı ikinci bölüm, vaka zamanının bir yıl öncesinde yaşananların anlatımına dayanır.
Nuran’la yaşadığı aşk, Mümtaz’ın karakteristik özelliklerinin “duygusal” yönünü açığa
çıkarır. Üçüncü bölüm, Mümtaz’ın bu zaman diliminde hem “duygusal” hem de “sos-
yal” açıdan arayış içinde olduğu “Suat” başlıklıdır. “Mümtaz” adlı dördüncü bölümde
anlatılanlar; karakterin iç çatışmalarının yoğunlaştığını, Suat’ın Nuran’a yazdığı aşk
mektubunu göndermesiyle Mümtaz’ın yaşadığı “kıskançlık krizleri” ve onun gittikçe
“depresifleşen” “ruh hâli”ni anlamamıza yardımcı olur. Aşağıda romanda, anlatıcının
diliyle açıklanan hâliyle Mümtaz’ın karakteristik özelliklerine örnekler verilecektir.

25
Mümtaz’ın “psikanalitik” yorumu için Cafer Şen’in “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Diyalog(suzluğ)una
Felsefi ve Psikanalitik Bir Bakış” başlıklı makalesine bakılabilir. Bir Güneş Avcısı Ahmet Hamdi Tan-
pınar, Doğu Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 639-690.
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 39

Karakteristik Özellik: Yalnız, içe dönük


“Elbisesini giyinirken “İnsan denen bu saz parçası...” diye birkaç defa tekrarladı.
Çocukluğunun mühim bir devrinde çok yalnız kalan Mümtaz, kendi kendisiyle konuş-
mayı severdi.” (s. 11)
“Mümtaz, bir yaz evvel bu sokaklarda, belki bugünkülerden birinde, Nuran ‘la
dolaştığını ... düşünüyordu. ..., Bu, bir sene evveldi. Mümtaz, etrafına, bu bir sene
evveline dönebilmek için en kısa bir yol arar gibi bakındı” (s. 20).
“Mümtaz geldiğinin daha ikinci günü bir yığın arkadaş bulmuştu. Evin çocuklarıyla
beraber çıkıp geziyorlar, portakal bahçelerine, Karaoğlan’a gidiyorlardı. Hatta şehrin
dışındaki cevizliğe kadar uzanmışlardı. Mümtaz sonraları Kozyatağı’nı bu cevizliğe
benzettiği için sevmişti. Mümtaz burada, yoldan denize kadar inen büyük kayalar
üstünde oturup akşam saatlerini geçirmeği severdi” (s. 31).
“... ertesi akşam yine orada, ya denizin kenarında, yahut sadece yola yakın bir
kayanın üstünde bulunurdu. Bu hazzı tek başına kalabilmek için daha gündüzden
çareler arar, arkadaşlarından ayrılırdı” (s. 38).
“Genç adam bu kadar kalabalık ve kesif yaşamanın sıkıntılarını adım başında çe-
kerdi. Zaman olurdu ki bütün hayatı sadece kaçışlardan ibaret kalırdı. Zavallı Mümtaz,
İstanbul sokaklarında bir nevi hayalet gemi gibi yaşıyordu” (s. 62).
“Yalnızlıktan korkuyorum, dedi, yalnızlıktan korkuyorum... (s. 226).
“O yalnızlık, sükut, ümitsizlik hissi, içinde zehirli bıçaklar gibi çalışan hiddet ve
kin . . . Bunları o kadar iyi tanıyordu ki... Mümtaz, hariçten gelen tesirlerin altında
bütün konuştuklarını yeni baştan hatırlar, genç kadının her sözünde, her jestinde ihanet
delilleri arardı” (s. 310).
Karakteristik Özellik: Travma etkisinde, depresif, suçluluk duygusuyla dolu
“...Mümtaz, bu psikolojiyi ömründe ilk defa olarak tanımıyordu. Onun için benli-
ğini, o sular altında uyuyan, fakat her şeyi idare eden kesif tabakayı biraz da bu korku
yapardı. İhsan, daha o çocukken içine çöreklenen bu yılanı, kökü kalbinde ağacı ondan
sökebilmek için çok uğraşmıştı” (s. 22).
“Mümtaz’ın babası, S...’nin işgali gecesi, oturdukları evin sahibine düşman olan bir
Rum tarafından ve onun yerine öldürülmüştü. ... Biraz sonra komşular gelmiş, ihtiyar
bir adam onları ölünün üstünden kaldırmaya çalışmış, ‘Bu kadar iyiliğini gördük. Şu
adamı açıkta bırakmayalım, gömelim, şehittir, elbisesiyle gömülür.’ demişti. Sonra
isli bir fenerle yarı çılgın bir bahçıvanın tuttuğu henüz denge girmemiş petrol lamba-
sının ışığı altında, bahçenin bir köşesinde, büyükçe bir ağacın dibinde, alelacele bir
mezar kazmışlardı...Mümtaz bu sahneyi hiç unutamadı. Annesi yukarıda hep ölünün
üstünde ağlıyordu. ...Kendisi bahçe kapısının bir kanadına yapışmış, büyülenmiş gibi
40 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

orada ağacın dibinde çalışanlara bakıyordu. ...Mümtaz daha fazlasına dayanamadı, eli
birdenbire tutunduğu kapının kanadında gevşedi ve yere yıkıldı” (s. 24).
“İçinde büyük bir günah işlemiş duygusu vardı; kendisini bilmediği şeylerden
mücrim sanıyordu. Belki de o anda sormuş olsalar, babamın ölümüne ben sebep oldum,
derdi. Bu çok korkunç bir duygu idi. Kendisini son derecede sefil buluyordu. Bu garip
ruh hali Mümtaz’da senelerce devam edecek, her adım atışında ayağına takılacaktır.
İlk gençliğine girdiği devirlerde bile Mümtaz bu hislerin içinde kalacaktır. Rüyalarının
bir tarafını dolduran hayaller, o garip tereddütleri, korkulan, hayatının zenginliğini ve
ıstırabını yapan bir yığın ruh hali hep bu ikiz tesadüfe bağlıdır” (s. 33).
“Birdenbire babasını olduğu gibi karşısında gördü ve bu hayal ona bir daha onu
görmeyeceğini, sonuna kadar onun varlığından uzak kalacağını, bir insanı bir daha
görmemenin, sesini bir daha işitmemenin, bir daha hayatına girmemenin keskin ve
yenilmez acısıyla ona hatırlattı. Tam bu esnada belki de geçirdiği fenalığın farkına
varan köylü kız düşmesin diye onu tutmuştu. Böylece, bir gece evvelin garip duyuru-
lan, babasının ölümüyle yeni baştan ve çözülmez bir şekilde birleşti. İçinde büyük bir
günah işlemiş duygusu vardı; kendisini bilmediği şeylerden mücrim sanıyordu. Belki
de o anda sormuş olsalar, babamın ölümüne ben sebep oldum, derdi. Bu çok korkunç
bir duygu idi. Kendisini son derecede sefil buluyordu. Bu garip ruh hali Mümtaz’da
senelerce devam edecek, her adım atışında ayağına takılacaktır. İlk gençliğine girdiği
devirlerde bile Mümtaz bu hislerin içinde kalacaktır. Rüyalannın bir tarafını dolduran
hayaller, o garip tereddütleri, korkulan, hayatının zenginliğini ve ıstırabını yapan bir
yığın ruh hali hep bu ikiz tesadüfe bağlıdır” (s. 28).
“İlk bayılışında gördüğü hayal, bütün o top, kazma kürek sesleri, annesinin çığlık-
ları ve konuşmalar arasında babasının billur Iambayı yakınaya çalışması, bir leit-motif
gibi bu rüyaları dolaşıyordu. Sonra ilk aşk tecrübesinin o karışık hatırası kendisinde
hiç eskimiyordu. Hasta annesinin yanı başında, genç köylü kızının yorgun vücuduyla
kendisine sarılışı, belki de etrafını tanımayan bakışların ta gözlerinin içine dikilişi,
o azap sarılı haz, her an zihninde ve uzviyetinde hazırdı. Bu sıkıntı ve tahammülsüz
ıstırap tabakasını günün hadiseleri, zaman vakıa unutturuyordu. Fakat en küçük
DEPRESYONda iki başlı yılan gibi, içinde onlar uyanıyor, garip şekilde benliğini
sarıyordu. Bazı geceler uykusunda bağırdığını arkadaşları söylüyorlardı” (s. 41).
Karakteristik Özellik: Kederli, karamsar, nevrotik
“Mümtaz, her şeye küskün, etrafa kapalı, gökten yalnız felaket bekleyen bir
mahluktu ve bunda da haklıydı” (s. 22).
“Mümtaz, bu ikinci türkü ile küçücük ömrünün henüz manasını dahi kavramadığı
kederlerin içinden çıkar, birdenbire çok ışıklı, taptaze; fakat bununla beraber yine hasret
ve ıstırap dolu başka bir dünyaya girerdi. Bu, bir ucu İzmir’in Kordonboyu’nda başla-
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 41

yan, öbür ucu babasının hiç anlayamadığı ölümünde biten dünya idi. Orada da kendi
çocuk muhayyilesine sığmayan bir yığın şey, orada da ölüm, gurbet, kan, yalnızlık ve
içinde çöreklenen o yedi başlı ejder hüznü vardı” (s. 34).
“Mümtaz bunu bildiği gibi mesut olduklarını da biliyor ve onun için bu saadetin
bir gün kaybolmasından korkuyordu. Evliliklerinin gecikmesi, genç kadının bu kadar
beraber yaşamak arzu sona rağmen bir türlü evlenememeleri, onu içten içe keder-
lendiriyordu” (s. 209).
Karakteristik Özellik: Duyumsal
“Gündüzleri, sadece yosunlu, rüzgârın, yağmurun sünger gibi delik deşik ettiği
taş parçaları olan kayalar, bu saatte birdenbire canlanırlar, birdenbire, kudretleri
ve cüsseleri insanın çok üstünde, talih gibi susan ve yalnız varlıklarının içimizdeki
aksiyle konuşan bir yığın hayal varlık, Mümtaz’ın etrafını alırdı. Ve Mümtaz onların
arasında küçücük cüssesiyle, içinde genişleyen hayat idrakiyle bütün benliğini saran
o acayip, kökü çok derinlerde, korkunun rüzgarında dağılmaya çalışırdı. Bu, her şeyin
ayrı şekilde dirildiği, seslerin kabartma kazandığı, derinleşen, dost yüzünü, sıcaklığını
kaybeden göklerin altında insanoğlunun namütenahiye doğru küçüldüğü, tabiatın bize
her taraftan “ne diye ayrıldın, sefil ıstırapların oyuncağı oldun, gel, bana dön, terki-
bime karış, her şeyi unutur, eşyanın rahat ve mesut uykusunu uyursun” dediği saatti.
Mümtaz bu sesi ta belkemiklerine varıncaya kadar duyar ve manasını pek anlamadığı
bu davete koşmamak için küçücük varlığı katılaşır, kendi üstüne kapanırdı” (s. 30-31).
“Bayazıt Camii’ nin yan tarafında, büyük kestanenin altında güvercinleri seyret-
mek, Sahaflar içinde kitap karıştırmak, tanıdığı kitapçılarla konuşmak, sıcak günden
ve sert aydınlıktan çarşının birdenbire insanı kavrayan loşluğuna ve serinliğine girmek,
bu serinliği çok arızi bir hal gibi teninde duya duya yürümek hoşuna giderdi” (s. 41).
“Mümtaz’ın muhayyilesi, mesela büyük deniz ejderlerinin çektiği arabasında,
etrafa köpük saçarak gelen bir deniz tanrısının, Nuran’ı elinden alıp bütün etraftaki
parıltıların, onların arasından kıvranan, renkli bir akide şekeri hazırlanır gibi eriyen,
balık sırtı gibi pul pul, her renkten, her perdeden kadife ve yosun kadar yumuşak
gölgelerin toplandığı, en son haberini Andersen’in masallarından aldığımız o deniz
altı saraylarından birine götürebileceğine pekala inanabilirdi. Bu şüphesiz bir hayal
oyunuydu” (s. 42).
Karakteristik Özellik: Şizofrenik
“Bilhassa son günlerde uykuları adamakıllı bozulmuştu. Zorla uyuyabildiği birkaç
saatte garip, daha ziyade kâbusu andıran rüyalar içinde geçiyor, uykularından, yattığı
zamandan daha yorgun kalkıyordu. Asıl fenası fikirlerini takipte çektiği güçlüktü. Her
düşünce biraz ilerleyince azaplı bir rüya halini alıyordu. Bugün bile yolda gelirken hiç
42 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

istemediği, kendi kendine birtakım el hareketleri yaptığının farkında olmuştu. Mümtaz’a


o zamanlar tesadüf edenler ihtiyatsız yapılan işaretlerle hatta kendi kendisine küçük
ve kısa söylenişlerle, zıt birtakım düşünceleri kendisinden uzaklaştırmaya çalıştığını
hatırlıyorlardı” (s. 52).
“Mümtaz çenesinin ucuyla bir işaret yaptı:
– Onu, benliğimi. Yani benliğim dediğiniz şeyi.
– İstersen al. Tekrar tecrübeye girmek istersen al ve el tekrar çenesinin hizasında
açıldı, fakat Mümtaz’ın gözleri bu sefer de elin kendi parıltısında kaldı. Mümtaz, yanı
başındaki adamın Suat olduğunu, böyle bir şeyin bütün imkansızlığına rağmen biliyordu.
‘Ölüler böyle sokakta dalaşırlarsa hayatın tadı kalır mı?’ diye düşündü ve yan gözle,
“hakikaten o mu?” der gibi yavaşça baktı. Evet, Suat’tı. Fakat ne kadar değişmişti?
Olduğundan çok büyük, çok güzel, adeta muhteşem bir Suat’tı bu. Hatta birkaç saat
evvel rüyasında gördüğü Suat’tan daha güzel, daha muhteşemdi. ...
– Suat, dedi. Niye geldin? Niçin beni bırakmıyorsun? Bütün gün ve gece benimle
uğraştın! Yeter artık! Beni bırak. Konuştukça ürkekliği gitmiş, onun yerine garip bir
isyan hissi geçmişti.
– Bırak beni artık! Sonra bir ölüye bu kadar sert hitap ettiğinden pişman oldu. ...
– Niye gelmeyeyim Mümtaz? Ben zaten senin yanından hiç ayrılmadım!
Mümtaz başını salladı:
– Evet, hiç ayrılmadın, adeta bana musallat oldun...” (s. 383-386).
Karakteristik Özellik: Obsesif, ümitsiz, yoğun ölüm korkusuyla dolu
“Ümitsizlik, ölümün şuuru, yahut bizdeki terbiyesi... Onun hayatımızdaki bir
yığın kıskacı... Sevilen şeylerin birbiri peşinden inkârı. Babam gibi olacağım korkusu.
Nihayet, ne yapsam bir türlü ölümden kurtulamayacağım” (s. 125-126).
“... Düşünce vardır, küçük hesaplar vardır ve korku vardır. Bilhassa korku vardır.
İnsanoğlu korkan mahluktur. ...Hangi büyük mucize bizi bu korkudan kurtarabilir?”
(s. 132).
“...Fakat Mümtaz da, kendisinde muzlim bir tarafın bulunduğundan şüpheliydi.
Maziyi sevdiği için değil, ölüm fikrinin tasallutundan kurtulamadığı için... Kaç defa
Mümtaz bu musallat fikrin, onu başka insanlardan ayırdığı zannıyla ıstırap çekmişti.
Ta çocukluğundan beri rüyalarını kuran zemberek bu sabit fikir değil miydi?” (s. 171).
“Çocukluğundan tanıdığı, o acayip yalnızlık ve talih böylece bir hiç yüzünden
canlandı” (s. 174).
“Fakat Mümtaz ikisinin ortasında sonuna kadar sallanacağını biliyordu. Ben zayıf
adamım; sadece zayıf yaratılmış bir adam. Fakat hangimiz zayıf değiliz?.. Bu son sözü
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 43

söylerken Suat’ı düşündüğünü kendisi de biliyordu. Nitekim girdiği küçük kahvede


cebinden mektubunu çıkararak kim bilir kaçıncı defa okumaya başladı.” (s. 335 -336)
“Ben müdafaasız adamım!” Birdenbire söylediği söze kendisi de şaşırdı. Hakikaten
müdafaasız adamdı. Ona insanlar kendilerini ve arzularını zorla kabul ettirirlerdi. Sade
bu kadar mı ya? Düşüncesi hep Nuran’ın etrafında dolaşıyordu. ... Yenicami’nin ke-
meri altında bir daha “müdafaasız adamım...” diye tekrarladı. “Her şeyimi alabilirler
...” (s. 337).
“Kendisini son derece bedbaht duyuyordu. Sanki bütün bu cürümleri kendisi
işlemiş gibi ıstırap çekiyordu ve sadece hiçbir kabahatin karşılığı olmadan çektiği bu
azapla, insanlığın nasıl bir bütün olduğunu, bu bütünlüğe karşı yapılan her hareketin
nasıl bir günah olduğunu bir kat daha anlıyordu. Artık hiç kimseyi tek başına düşüne-
miyordu; ne Nuran, ne İhsan ağabeyi, ne yenge, ne Macide, ne yazacağı kitap, hiçbiri
yoktu” (s. 372).
Karakteristik Özellik: Güvensiz
“Şimdi Nuran’ın karşısında onun güzelliklerini, bu küçük kaçışların, arzu, iştah
ve itiyatların üstüne çıkan bir bakışla sayıyor, bu kadar değişik şekilde güzel bir
kadının yanı başında geçecek hayatı, imkânsız bir şey gibi düşünüyordu. Tam adını
koymadığı bir nevi ümitsizliğin verdiği pervasızlıkla gözleri genç kadının yüzünde,
ellerinde dolaşıyordu” (s. 111).
“Mümtaz Nuran’ı her eve bırakışında bunu sonuncu zannederek korkardı. Ona
göre insan ruhunun en az tahammül edebildiği şey, -belki daha ötesi olmadığı, kendi-
mize mühlet vermeden yaşamaya mecbur olduğumuz için olacak- saadettir. Istırabın
içinden geçeriz” (s. 209).
“Mümtaz bunu bildiği gibi mesut olduklarını da biliyor ve onun için bu saadetin
bir gün kaybolmasından korkuyordu. Evliliklerinin gecikmesi, genç kadının bu kadar
beraber yaşamak arzu sona rağmen bir türlü evlenememeleri, onu içten içe keder-
lendiriyordu” (s. 209).
“...Kendisine güvenmiyordu. Hayatta kendisi için tek bir adım atamayacak kadar
zayıftı” (s. 221).
“Ben zayıf adamım; sadece zayıf yaratılmış bir adam. Fakat hangimiz zayıf
değiliz?” (s. 335).
“Ben müdafaasız adamım!” Birdenbire söylediği söze kendisi de şaşırdı. Hakikaten
müdafaasız adamdı. Ona insanlar kendilerini ve arzularını zorla kabul ettirirlerdi. Sade
bu kadar mı ya? Düşüncesi hep Nuran’ın etrafında dolaşıyordu. ... Yenicami’nin ke-
meri altında bir daha “müdafaasız adamım...” diye tekrarladı. “Her şeyimi alabilirler
...” (s. 337).
44 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

Karakteristik Özellik: Kıskanç


“...Bütün bunları yaşarken genç adam, bu duyguların arkasında işleyen zembereği
gayet iyi tanıyordu. Hakikatte o, kendisine bir iç nizamı arıyordu. Kelimeleri, hayalleri
canlandıracak bir ateşin peşindeydi. Fakat oyun daha başında değişmiş, bilerek girdiği
imtihanda Mümtaz mağlup olmuştu. Bu gayet garip bir düşünceydi. Zaman zaman Mümtaz
saadet duygusundan uyanıyor, “acaba lüzumundan fazla mı?” diye kendine soruyordu.
Sade bu sual aşklarının cennetini, yapmacık bir cennet haline getiriyordu. o kadar mesut
olduğu bütün yaz boyunca adeta çifte denecek bir hayat yaşamıştı. Garibi bu ki, kendi
hislerine karşı beslediği bu şüphe, kendi kendisini bu göz altında bulunduruş, ne Nuran’
a karşı olan sevgisini azaltmış, ne de bu sevgi yüzünden zaman zaman çektiği ıstırapların
hakiki olmasını menetmişti. İşte şimdi de kendisiyle aynı şekilde konuşmaktaydı; “Ben
budalayım... kendimi zorla telkin altına sokuyorum” (s. 277-278).
“Bu kıskançlıktı. Aşkın öbür çehresi olan kıskançlık. Bütün hazların ve saadetlerin,
bizi mesut eden tebessümlerin, ahitlerin, ümitlerin tekrar gerisin geriye dönüp, keskin
bıçaklar, çok sivri neşterler halinde içimize saplandığı kıskançlık. Mümtaz’ın aylardır
tanıdığı ve tattığı bir şeydi bu” (s. 311).
“İstanbul’da Mümtaz için korkunç bir hayat başladı. Adım adım Nuran’ı takip
eder gibi yaşıyor, fakat onun bulunduğu yere yaklaşamıyordu. Nadir karşılaşmalarında
ise Nuran’ın rahat dostluğuna cevap veremiyor, şaşkın ve asabi, bazen delice kıskanç,
bazen ölesiye hayran bir ruh haleti içinde genç kadını rahatsız ediyordu....Nuran’ın
kendisinden uzaklaşmasını kabul edemiyordu. Biraz sonra bu uzaklaşma için başka
sebepler aradı. Genç kadının hayatına tekrar şüphe ile bakmaya başladı. Bazen de
Suat’ın ölümünün kendisini bu kadar müteessir etmesini başka sebeplere yoruyor, bir
kelime ile Nuran’ı bir ölüden kıskanıyordu” (s. 311).
Karakteristik Özellik: Marazi âşık
“Çocukluğunun hazin tesadüfleri ona, her sevdiği şeyi kendisinden çok uzakta,
erişilmez bir alemde düşünmek itiyadını vermişti; nasıl aşkı keskin günah ve ölüm
fikriyle beraber, yani bir nevi telafisi kabil olmayanın mükafat ve azabı olarak tanı-
mışsa, bu uzaklık düşüncesi de onda o yıllarda kök salmış bir düşünce idi. Kaldı ki,
Mümtaz çocukluğunun bu miraslarını, çok zihni, şartlarına göre az çok marazi ve şiirin
terbiyesine erken açılmış bir ergenlik çağında ve bütün gençliği boyunca, ta Nuran’ı
tanıdığı aylara kadar, kendi isteğiyle derinleştirmişti” (s. 276).
“Okuduğu ve beğendiği şairler, başta Poe ve Baudelaire olmak üzere hepsi ‘asla’nın
prensi değil miydiler? Onların başkişileri hep ‘olamaz’ burçlarında sallanmış, ömürleri
‘imkansız’ın ülkesinde geçmişti. Hayatımızı geriye dönemeyecek bir uca taşımazsak,
şiirin peteğini nasıl doldururduk?” (s. 277).
“... çok mühim bir tarafının yalnız Nuran’ı düşündüğünü anladı... ‘Kaç aydır,
sadece sarsıntı halindeyim...’ Nuran’ın adı bir sıtma gibi vücudunu dolaştı” (s. 340).
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 45

“Bütün füsun sönmüş... Üç haftadır uğraşıyorum. Bir sahife bile yazamadım!


Galiba yazamayacağım... Nuran’ın gitmesiyle zihni hayatı durmuş gibiydi. Sanki
genç kadın bu mazi rüyasının bütün canlı ve güzel taraflarını beraberinde götürmüş,
yerinde tıpkı Mümtaz’ın hayatı gibi bir kül yığını kalmıştı. O kadar dikkatle hazırladığı,
beraberinde yaşadığı kahramanlar, bir daha dirilmeleri imkan olmayan gölgeler, sıska
ve cansız kuklalar olmuşlardı” (s. 332).
“Mümtaz, Nuran’ın aşkına bir tecrübe gibi bakmıyordu. O hayatının bir parça-
sıydı, hem büyük bir parçasıydı. Onunla pek az insana nasip olan şeyi, aşkı ve uzviyeti
ilahileştiren bir anlaşmayı tatmıştı. Bu kendi saadetiydi, saadetini fedaya razı değildi....
O gün akşama kadar surlarda dolaştı. Kendinden uzak, biçare, yorgunluktan bile
habersiz, terk edilmiş olmanın azabına bürünerek yürüyordu. Bazen realiteyi görüyor:
– Beyhude yere Nuran’ı itham ediyorum... diyordu. Bu, hissiliğinden geliyordu.
... Daha muvazeneli bir adamda bu aşk neler yapmazdı?. Birdenbire durdu:
– Fakat daha muvazenelisi bu tarzda sevebilir miydi acaba? Hatta sevilebilir miydi? ...
İhsan’ın hakkı var. Hayat benden fikir ve belki de mücadele istiyor. Hissi duruşlar
değil! Birden bire içinde bir isyan yükseldi. Fakat bunun için Nuran’ı unutmak behe-
mehal şart mıydı? Hem niçin unutmalı, neden kendisini fakirleştirmeliydi” (s. 334).
Mümtaz, yalnızca travmatik geçmişi nedeniyle “nevrotik, melankolik, depresif”
ve en nihayetinde gerçek dünyadan kopmuş bir “şizofrenik” değildir, aynı zamanda
içinde yaşadığı toplumun ve İkinci Dünya savaşı eşiğindeki insanlığın acılarıyla
hemhâl “duyarlı bir entelektüel”; bireysel acılarıyla toplumsal “sorumluluk bilinci”
arasında sıkışıp kalmış bir aydındır. Yoksul çocukların, savaşın eşiğine gelip dayanmış
insanlığın acılarını yüreğinde hisseder. Böylesine “ruhsal bunalımlar” yaşayan bir
karakterin entelektüel yönünün güçlü olması ve toplumsal duyarlılıkları çelişkili gibi
görünebilir. Ancak Allport’un da belirttiği üzere, karakteristik özellikler her ne kadar
görece kararlılık gösterse de birbiriyle ilgisiz gibi görünen tepkiler bağlantılı olabilir
ve tek bir kişilikte birbirine zıt bileşimler, karşıt karakteristik özellikler bulunabilir.26
Karakteristik Özellik: Entelektüel
“Roman, hikâye, manasını bir türlü kavrayamadığı şiir kitapları bu senenin asıl
arkadaşlarıydı.” “...Daha on yedi yaşında Mümtaz kendisini bir eşiğin önünde, onu
geçmek için hazır buluyordu. Eski divanları okumuş, tarih zevkini almıştı” (s. 39).
Mümtaz; “sevgi dolu, şefkatli ve sevecen” bir kişiliğe sahiptir. İhsan’ın hastalığı
karşısındaki şefkatli ve duyarlı tavrı, Macide’ye ve yeğenlerine duyduğu sevgi bunun
göstergesidir. Mümtaz’ın yaşadığı türden psikolojik buhranlar kişilik bozukluğundan
değil ruhsal travmalardan kaynaklandığı için olumlu kişilik özelliklerine sahip oluşu
ile psikolojik rahatsızlıkları bir tezat teşkil etmez.

26
Allport, G. H., & Allport, F. H., a.g.e., s. 5-10.
46 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

Karakteristik Özellik: Sevgi dolu, duyarlı, hassas, nazik, sorumluluk sahibi


“Bir hasta bakıcı bulmak zorunda idi. ...Evet, gidip hasta bakıcı bulmalıydı.
Öğleden sonra da kiracı denen derde uğraması lazımdı. ...Mümtaz, üç gündür bu has-
tabakıcının peşinde idi. Bir yığın adres almış, telefonlar etmişti” (s. 10).
“İhsan’ın bu seferki hastalığı, zaten sıkıntı içinde olan genç adamı temelinden
sarsmıştı. Doktorun ağzından zatürree kelimesini duyduğu andan itibaren, garip bir
teheyyüç içinde yaşıyordu” (s. 22).
“Sabiha ile adamakıllı uğraşacak biri lazımdı. ...Mümtaz, küçük yeğeninin hâllerine
içinden gülümsedi” (s. 10).
“Mümtaz,(küçük) kızın solmuş yüzüne, içeriye kaçmış gözlerine, elinden geldiği
kadar neşe ile baktı” (s. 18).
“Mümtaz, Macide’nin yorulmaması için elbette bir çare bulurdu” (s. 18).
“Mümtaz ise, baba mirası olduğu için bir türlü bu kirayı aklından çıkaramayan
yengesini kırmak istemezdi” (s. 20).

Sonuç

Mümtaz karakteri etrafında şekillenen Huzur romanı “psikolojik anlatı” özellikleri


taşıyan bir eserdir. Romanda öykü zamanı, İkinci Dünya Savaşı patlak vermeden önceki
yirmi dört saat olmasına rağmen yazar, bu sürenin bazı bölümlerini geriye dönüşlerle ve
kimi zaman kısmi ileriye gidişlerle genişletir. Böylece “eş zamanlı” ve “sonradan öyküleme”
tekniklerini birlikte kullanarak “karma anlatı” yoluna gider. Yazarın bu teknikleri uygu-
ladığı yer yoğunlukla Mümtaz’ın iç dünyasıdır. Birinci bölümde kısmî geriye dönüşlerle
Mümtaz’ın çocukluk travmaları, İhsan ve Macide’nin himayesinde geçen ilk gençliğindeki
kişilik gelişimi, entelektüel ve psikolojik yapısı verilir. İkinci ve üçüncü bölümlerde geriye
dönüş ile bir yıl öncesi Nuran’la Mümtaz’ın tanışması, gelgitlerle dolu aşkları, Suat’ın
“marazî hâlleri”, intiharı ve nihayet Mümtaz’ın yaşadığı hüsran anlatılır. Son bölümde, yine
vaka zamanına (İkinci Dünya Savaşı başlamadan bir gün öncesi) dönülerek Mümtaz’ın
psikolojik çöküşü gözler önüne serilir. Mümtaz’ın sanrılar gördüğü ve ölü Suat’la konuştuğu
son bölümde psiko-anlatı, anlatımlı monolog, alıntılı monolog teknikleri iç içe geçerken
Mümtaz’ın (hayali) Suat’la konuşması sırasında ise kendi kendine konuşmaları öne çıkar.
Tanpınar’ın psikolojik anlatılarda karakterin zihninden geçenleri okura yansıtmada
bu üç anlatım tekniğinin geniş olanaklarını ve anakronik düzeni (ileri ve geri zaman
sapmaları) iç içe ve başarıyla kullanması anlatım tekniğine hâkimiyetini gösterir.
Mümtaz’ın duygu ve hayallerinin ve çocukluk travmalarının anlatıldığı bölümler
analiz edildiğinde, karakteristik özellik ifade eden kavramların çoğunun “psikoloji/
psikanaliz” terminolojisine ait oluşu yine Tanpınar’ın “psikolojik karakter” oluştur-
madaki ustalığının/dikkatinin bir göstergesidir.
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 47

Seymour Chatman’ın öne sürdüğü “karakteristik özellik paradigması” bağlamında


yukarıda, Huzur’dan örneklerle göstermeye çalıştığımız, Mümtaz’a ait karakteristik
özellikler aşağıdaki gibidir:272829

Mümtaz’ın “Karakteristik Özellik Paradigması”


Tn = Mümtaz’ın Mizaç Tn = Mümtaz’ın Tn = Mümtaz’ın
Özelliklerini ve Duygu Psikolojik Özelliklerini Karakteristik
Durumunu İfade Eden İfade Eden Sıfatlar Özelliklerine İşaret
Sıfatlar Eden Diğer Sıfatlar
- Kötümser/karamsar - Melankolik27 - Düşünceli-hassas
- İçe dönük, yalnız - Depresif28 - Diğergam
- Kıskanç - Yaşam Doyumu29 - Sorumluluk sahibi
- Kuşkucu, güvensiz Düşük - Şefkatli
- Hayalperest - Kronik Mutsuz30 - Gözlem gücü
- Utangaç - Nevrotik31 kuvvetli
- Duygusal olarak - Kaygılı (Anksiyete)32 - Analitik düşünebilen
C = MÜMTAZ çalkantılı - Obsesif(Takıntılı)33 - Enetelektüel
- Suçluluk duygusuna - Duyumsal (Sensory)34
sahip - Şizofrenik35
- Kırılgan - Travma etkisinde
- Endişeli (Travma sonrası Stres
- Kederli, ıstıraplı Bozukluğu36)
- Huzursuz
- Umutsuz

27
Melankoli: Melankolik, kelimesinin yaygın kullanım anlamı “karasevdaya tutulmuş” kimsedir. Melan-
kolinin klinik psikoloji alanında hafif depresif epizot, depresyon gibi ruhsal bozukluklarla ifade edilir.
Melankoli, bir kişilik özelliği olarak da görülmektedir. Melankolik kişi özellikleri de şöyledir; Karamsar
ve kederli ruh hali, gelecek hakkında olumsuz düşünme, kötümser düşünceler, hayattan zevk alamama,
saplantı ve korkular, hayattan zevk alamama vb. (Bkz. https://www.e-psikiyatri.com/melankolik).
28
Depresyon: Yorgunluk, enerji kaybı, değersizlik hissi, suçluluk duyguları, kararsızlık, konsantrasyon
bozukluğu, uyku bozuklukları, haz yitimi, huzursuzluk, ölüm korkusu, tekrarlanan ölüm/intihar dü-
şünceleri gibi belirtilerin en az iki hafta boyunca devam ettiği psikiyatrik rahatsızlık. (Geniş Bilgi İçin
Bkz. Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı
(DSM-5), Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2013,
s. 92-94 ve https://www.e-psikiyatri.com/kategori/depresyon-eriskin-psikiyatri). Depresif: Deprosyanda/
depresyona yatkın kişi, depresyonla ilgili.
29
Yaşam Doyumu: Pozitif psikoloji ile ilgili bir kavramdır. Yaşam doyumu, kişinin bir bütün olarak kendi
yaşamının genel kalitesini olumlu olarak değerlendirmesinin derecesidir. Yaşamın belirli alanlarından
tatmin gibi bir seviyede değerlendirilebileceği gibi yaşamın geneli içinde de değerlendirilebilmekte-
dir. (Daha Geniş Bilgi İçin Bkz. Aşan, Ö. ve Erenler, E. (2008), İş Tatmini ve Yaşam Tatmini İlişkisi,
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 2, 203-216).
48 RECAİ ÖZCAN-FATMA AĞIRBAY

30313233343536

Sabahattin Çağın Tanpınar’ın romanlarında kahramanların özellikle “cemiyet hayatı


söz konusu olduğunda” derviş-meşrep kişiler olduğunu, tereddütler ve iç çatışmalar ya-
şayanların ise eşikte yaşayanlar olduğunu belirtir.37 Bu noktada Mümtaz yukarıda karak-
teristik özelliklerinden de anlaşılacağı gibi “eşikte yaşayanlar” grubune dâhil edilmelidir.

30
Kronik Mutsuzluk: Sürekli üzgün olma, mutluluğa ulaşamama hâli. Belirtileri: yasama sevincinin
azalması, hayata karşı genel bir ilgisizliktir. (Bkz. https://mavitac.com/terapioku-193-tukenmislik_ve_
kronik_mutsuzluk.html).
31
Nevroz: Organik veya nörolojik kökenli olmayan, kısmen çarpıtmaya uğrasa da gerçeklikle ilişkinin
henüz kaybolmadığı, ruhsal kökenli rahatsızlıkların ortak adı. Nevrotik: Nevrozla, bu hastalığı taşıyan
kişiyle ya da bu hastalığa özgü davranışlarla ilgili. (http://www.psikolojisozlugu.com/)
32
Kaygılı (Anksiyete): Anksiyete (kaygı) bozukluğu yaşayan kişiler panik seviyelerinin yükseldiği kriz
durumlarında sanki çok kötü bir şey olacakmış duygusuna kapılarak içinde bulundukları durumu
olduğundan daha kötü, tehlikeli görme eğilimindedirler. (https://www.psikologofisi.com/psikolojik-
rahatsizliklar/anksiyete-kaygi).
33
Takıntı (Obsesyon): Kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce,
fikir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelir ve kişi tarafından mantıkdışı olarak değerlendirilir, yoğun
sıkıntı ve huzursuzluğa yani anksiyeteye neden olur. Obsesif: Obsesyonu olan kişi/obsesyonla ilgili.
(Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.psikiyatri.org.tr/).
34
Duyumsal: Fordam’a göre, duyumsal tipler, dış gerçeklikten sık sık koparak kendi iç âleminde yaşayan,
içe kapanık duyumsal bir yapıya sahiptir. Böyle kişiler için eşya değil, eşyaların uyandırdığı duyumlar
önemlidir. Kendi zihinlerinde kurguladıkları bir hayal dünyasında yaşarlar çünkü dünya zaten bayağı
ve çok aşina bir yerdir. İçe dönük duyumsal kişiler, otobüslere veya tramvaylara bakarken bile ateş
kusan canavarları, insan yüzü ağaçları ve birden canlanan cansız maddeleri düşünürler. Gerçekte orada
olmayan kişileri gördüklerini sanırlar. (bkz. Fordam, F. (2015), Jung Psikolojisisnin Ana Hatları, (A.
Yalçıner, Çev.) İstanbul: Say Yayınları, s. 54-55).
35
Şizofreni: 1. Sanrılar, varsanılar, darmadağın konuşma, olağandışı psikodevinsel davranış, bilişsel
bozukluk, depresyon ve mani belirtileri ile seyreden psikiyatrik bozukluk. (bkz. Amerikan Psikiyatri
Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı Ölçütleri
Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2013).
a
2. Bireyin gerçekle olan bağlantısını zamanla koparıp düşünce ve davranışlarda bozulmalar meydana
getiren bir ruhsal hastalıktır. (https://www.e-psikiyatri.com/sizofren-hastaligi).
36
Ruhsal Travma: Kişinin tutum, davranış ve işlevselliğinde uzun süreli olumsuz etkiye neden olacak kadar
yoğun ve belirgin korku, çaresizlik ya da diğer yıkıcı duygulara sebep olan rahatsız edici deneyim. Travmatik
olayların kaynağı, savaşlar, terör olayları, kaza ve doğal afetler, insanların sebep olduğu istismarlar olabilir.
(Prof. Dr. Sirel Karakaş, Psikoloji Sözlüğü, http://www.psikolojisozlugu.com/ TSSB:: Travmatik bir olay
sonrası hissedilen korkular ve bedensel tepkilerdir. Kişiler bu korkunç olayları tekrar gözünün önüne geti-
rerek yeniden yaşamaktadır. Fiziksel ağrılar ve uykusuzluk, travma sonrası stres yüzünden ortaya çıkabilen
durumlardandır. https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberleri/anksiyete-nedir-anksiyete-belirtileri-nelerdir/
37
Çağın, Sabahattin, Tanpınar’ın Abâsız Postsuz Dervişleri, Bir Güneş Avcısı Ahmet Hamdi Tanpınar,
Doğu Kütüphanesi:İstanbul, 2018, s.243.
“HUZUR’SUZ MÜMTAZ” BİR KARAKTERİSTİK ÖZELLİK PARADİGMASI UYGULAMASI 49

Çünkü o, çocukluğundan itibaren hassasiyetleri ile dış dünyanın gerçekliklerinin çatış-


ması sonucunda, hayatı anlamaya çalışan üç boyutlu bir karakterdir. Huzur, Mümtaz’ın
roman boyunca değişimi açısından değerlendirildiğinde Julian Rentzsch’in ifade ettiği
gibi “Bildungsroman” özellikleri taşır bu doğrudur ancak “Mümtaz’ın saadeti arayıp da
huzuru bulduğu” kanaatimizce üzerinde düşünülmesi gereken bir değerlendirmedir.38 En
azından (ve tabii ki en önemlisi) Tanpınar’ın titiz inşa süreci boyunca farklı nitelikleriyle
anlattığı Mümtaz’ın “karakteristik özellik paradigması”; onun tereddütlerinin, melanko-
lisinin, duygusal hassasiyetinin, kısacası bireysel “huzursuz”luğunun kanıtlarını sunar.

KAYNAKLAR

Allport, G. H., & Allport, F. H., Personality Traits: Their Classification and Measurement.
Classics in the History of Psychology (16), 2000.
Aristoteles, Poetika, (S. Rifat, Çev.), İstanbul: Can Klasik, 2018.
Chatman, S., Öykü ve Söylem: Filmde ve Kurmacada Anlatı Yapısı, (Ö. Yaren, Çev.), Ankara:
De Ki Yayıncılık, 2009.
Cohn, D., Şeffaf Zihinler: Kurmaca Eserlerde Bilincin Sunumu, (F. B. Aydar, Çev.), İstanbul:
Metis, 2008.
Fordam, F., Jung Psikolojisisnin Ana Hatları, (A. Yalçıner, Çev.) İstanbul: Say Yayınları, 2015.
Forster, E. M., Roman Sanatı, (Ü. Aytür, Çev.), İstanbul: Adam Yayınları, 1985.
Frye, N., Eleştirinin Anatomisi, (H. Koçak, Çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015.
Stevick, P., Roman Teorisi, (S. Kantarcıoğlu, Çev., s. 176-194), Ankara: Akçağ Yayınları, 2010.
Hilgard, A. v., Psikolojiye Giriş, (D. F. Öznur Öncül, Çev.), Ankara: Arkadaş Kitabevi, 2012.
Edt. Rentzsch, Julian- Şahin, İbrahim, Tanpınar’ın Saklı Dünyası-Arayışlar-Keşifler-Yorumlar,
Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2018.
Kantarcıoğlu, S., Türk ve Dünya Romanında Modernizm, İstanbul: Paradigma, 2007.
Kay, M., Roman Nedir, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2018.
Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı-DSM-V.
(2013). (E. Köroğlu, Çev.) Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Lodge, D., Kurgu Sanatı, (A. Ören, Çev.) Ankara: Hece Yayınları, 2013.
Ortony, A., & Turner, T., What’s Basic About Our Emotions. Psychological Review, 1990.
Pamuk, Orhan, Saf ve Düşünceli Romancı, İstanbul:İletişim Yayınları, 2011.
Sazyek, H., Roman Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Hece Yayınları, 2015.
Stevens, A., Jung, (A. Çayır, Çev.), İstanbul: Kaknüs Yayınları, 1999.
Edt. Şahin, İbrahim; Depe, Deniz; Ankar, Nurcan, Bir Güneş Avcısı Ahmet Hamdi Tanpınar,
İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2018.
Tanpınar, A. H., Huzur, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010.
Wellek, R., & Warren, A., Edebiyat Teorisi, (Çev. Ö. F. Huyugüzel), İstanbul: Dergâh, 2005.

38
Rentzsch, Julian, Oluşum Romanı Olarak Huzur, a.g.e., s. s.325.

You might also like