You are on page 1of 34

RAUF ORBAY

CEHENNEM
DEĞİRMENİ
- Siyasi Hatıralarım-

EMRE
YAYINLARI

Cağaloğlu Yokuşu, Evren Han


No: 27 Kat: 2/50 Cağaloğlu/İSTANBUL
Tel.: 520 98 22- 522 10 60
sıfat ve selâhiyetlerden sıyrılmış bir vatan evlâdı olarak ser­
bestçe atılmak için, askerlikle ilgimi kesmem kat'î bir zaru­
ret hâline gelmişti. Fakat, bunları, karşım dakilere açıkça
söyleyemezdim. Hamdolsun sapasağlam bulunduğum bir sı­
rada hastalık, yorgunluk filân gibi m utad bahaneler,
mâzeretler ileri sürmek de meşrebime uymazdı. Müşir Şakir
Paşa ise istifanamemde tek sebep olarak zikrettiğim (bugün­
kü şartlar)ı yani, memleketin içinde bulunduğu (elim vazi-
yet)i askerlikten çekilmem için kâfi görmüyordu. Şimdi bu­
nun üzerinde münakaşadan hiçbir netice alınamazdı. Ben
böyle düşünürken, yeni Sadrâzamın bir dâvetini aldım. Da­
mat Ferit Paşa beni Sadâret konağma dâvet ediyordu.
Onunla hiç karşı karşıya gelmemiştim. Hakkında, ağız­
dan ağıza söylenilen ve gazetelerde yazılanlarla son aylarda
giriştiği acaip teşebbüslerin verdiği kötü intibâlardan başka,
bir bilgim de yoktu. Dâvetin sebebini de bilmiyordum. Son­
ra ve bilhassa, İzzet Paşa Kabinesi aleyhinde gazetelerde çı­
kan beyanatından dolayı kendisini, Padişaha şikâyet etmiş
olduğumu bilmemesine imkân olmadığına göre, şimdi karşı­
laşmamız hiç de hoş olamazdı. Lâkin bütün bunlara rağmen
Sadâret konağma gittim.

DAMAT FERİT PAŞA İLE


İLK VE SON KARŞILAŞMA

İstifam henüz kabul edilmemiş de olsa, ben kendimi ar­


tık üniformamdan sıyrılmış saydığım için, sivil giyinmiştim.
Ferit Paşa beni, hiç bekletmeden, büyük bir nezaketle kabul
etti ve: "Rauf Beyefendi, ben sizi eski bir Bahriye Nâzırı di­
ye değil, bir dost olarak görüşmeğe dâvet ettim. Sizin pede­
riniz, âyan meclisinde benim pek sevdiğim bir dostumdu."
diye söze başladıktan sonra, asıl dâvet m aksadına geldi:
"Askerlikten çekilmek istiyormuşsunuz. İstifanameniz Zât-ı
Şâhâne'ye verildi. Pek müteessir oldular. Bir iki ay için bir
vilâyette veya herhangi arzu ettikleri bir makamda bulun­
sunlar, sonra yine beraber çalışacağız iradelerini tebliğe beni
memur ettiler." dedi.
Derhal şu cevabı verdim: "Teşekkür ederim. Ancak ma­
dem ki bana bir baba dostu muamelesi yapıyorsunuz. O hal­
de ben de size görüşümü açıkça söylemeyi bir borç bilirim.
Efendim, evvelâ şunu söyleyim ki, Hükümet bugün yanlış
bir yoldadır. Bu gidişle orduyu isyan ettirecektir. Irak ve İz­
mir sahillerindeki muvaffakiyetli muharebeleriyle temayüz
etmiş Nuri Paşa gibi bir İzmir vali ve kumandanını azledip,
yerine Selânik'i düşm ana teslim etmiş olan Nail P aşa’yı
oturtuyorsunuz. Şimdi harb meydanlarından nasılsa sağ gel­
miş gazilerden mürekkep olan buradaki ordu, buna taham­
mül edemez.
Bundan başka, askerî terhis ediyorsunuz. Hükümet terhis
ettiği askerleri memleketlerine kadar sevketmeğe m ecbur­
dur. Siz bunu yapmıyor, hepsini perişan bir vaziyette bırakı­
yorsunuz. Adam, karavanadan, kışladan ayrılmış, yiyecek
ekmeği, barınacak çatısı yok. Aç ve bîilâç, sokaklarda dola­
şıyor. Ben, Toptaşmda yabancıların bunlara sadaka verdik­
lerini gözlerimle gördüm. Bunlar ne İttihatçı, ne İtilâfçı...
Cepheden cepheye koşarak ateşler içinde yüzerek, vatana
karşı olan borçlarını ödemişler, ölmemişler.. Ama şimdi,
ölümden beter bir sefaletle mahkûm edilmektedirler... İşte
bu gibi haller, mutlaka umumî bir kıyama yol açar..."
Ferit Paşa: "Aman ne diyorsunuz beyefendi? Aman ne
diyorsunuz.." diye telâşlanınca, ben devam ettim.
- Size gördüklerimi anlatıyorum. Fakat daha bitmedi ben
daha meşrutiyetten evvelden başlıyarak, memlekette bugüne
kadar olan ihtilâllerin ya içinde, ya kenarında bulundum.
Size bu sıfatla söylüyorum ki, mutlaka, mutlaka bir ayaklan­
ma olacaktır. Ben buna asker olarak karışmak istemiyorum.
İşte istifam ın sebebi budur. Her türlü resm î sıfat ve
selâhiyetlerden sıyrılıp, her hareketimin mes'uliyetini şahsen
yüklenmekte serbest olmak istiyorum."

“EFENDİ, NAZİK TERBİYELİ”

Damat Ferit Paşa, galiba bu tarzda konuşmalara muhatap


olmağa alışmamış olacak ki, tarif edemiyeceğim bir şaşkın­
lık içinde yüzüme bakakaldı. Ve sadece bir (pekiyi efen­
dim..) diyebilerek ağır ağır yerinden kalktı. Beni kapıya ka­
dar uğurladı. Bir müddet sonra da istifamı kabul ettiler. Bu
zâtm, o gün bende bıraktığı intibâ, gayet efendi, nazik, terbi­
yeli... Fakat (Akl-ı selîm, izân ve temkin) namına bir şeye
sahip olmayışı idi.
Fakat Ali Galip hâlâ peşine taktığı bazı silahşörlerle Ma­
latya'dan ileriye adım atamıyor, Sivas'a yaklaşmak cesareti­
ni gösteremiyordu.
Nihayet Mustafa Kemal Paşa bizzat makine başında, ge­
rekli tedbirleri alarak sarılması için, sağdan soldan bazı kuv­
vetleri tahrik etti. Bu arada- sonraları Sivas M ebusu olan ve
İzm ir suikastı m eselesinde İstiklâl M ahkem esince idama
mahkûm edilen- Halis Turgut Beyden de istifade edilmek is­
tenmişti.
Halis Turgut Bey, İttihatçı olduğu için (tehcir meselesin­
den) çekindiğinden veya emniyet tertibatı alınmak maksa-
dıyle - Sivas’tan dağa çıkmıştı- çağırdılar, geldi. Oturdu ve
ilk söz olarak: (Ben evvelâ İttihatçıyım, sonra da Türkçü­
yüm. Bunu bir kere bilin de, ondan sonra, ne arzu ederseniz
söyleyin) dedi. Ben söylendim. "Şimdi İttihatçılık, Türkçü­
lük meselesi yok... bir dâva vardır" dedim. "Yok bilin de bir
kere ondan sonra.." Biz de anlattık, gitti. Çok kötü duruma
düşeceğini anlayınca, selâmeti firarda bularak Malatya'dan
Urfa yoliyle Suriye'ye Binbaşı Nuri ile kaçan Ali Galip, so­
luğu H alep’te almış, ondan sonra da yine İstanbul'a gidip
efendilerine sığınmıştır. Çok garip ve acıdır ki, bu malûm
efendileri, bu adamı tekrar Millî Mücadele aleyhine kullan­
makta bir fayda umarak bu sefer de - 16 Mart 1920 de İstan­
bul'un işgalinden sonra- peşine takacakları, bir iki bin kişilik
bir kuvvetle Antalya'ya çıkarıp, Ankara üzerine yürütmeğe
kalkmışlardı. Tabiî bu teşebbüsleri de, öteki gibi suya düş­
müştür. Nihayet, ben, M alatya'dan dönüşümde, Ankara'da
bulunduğum sırada, bu Ali Galip'in de orada bulunduğunu
duydum. Ve mecliste bu adamın geçmişi, yani Sivas-Kong­
resini basma teşebbüsü hakkında izahat vererek, dikkat na­
zarını çekmek istedim. Bunun üzerine yüz ellilik listeye ko­
nan Ali Galip tekrar firar ile, bu sefer ebediyen memleketten
uzaklaşmıştı.
İSTANBUL HÜKÜMETİYLE
BAĞLAR KOPUYOR
Sivas Kongresinde, bir dereceye kadar huzuru kaçıran
bu Ali Galip olayı yüzünden, İstanbul hükümeti ile münase­
betimiz de çok gergin bir safhaya girdi. Bütün muhabereler
ele geçip te Ali G alip’in, bu haince suikast teşebbüsüne

(*) K âzım K ara b ekir P aşa, "P aşaların H esa p la şm a sı" adı ile y a y ın la d ı­
ğ ım ız e serin d e T ra b zo n V alisi olan A li G a lip 'i ö ld ü rtm ek için M u sta fa
K em a l P a şa 'n ın iki fe d a iy i y o la çıkarttığını ancak bu fe d a ile r i kendisinin
g eri çevirttiğini yazm aktadır.
(Yayıncı)
hükümet tarafından tahrik edildiği, inkân imkânsız bir şekil­
de anlaşılınca, mesele doğrudan doğruya Padişaha arzedil-
mek istenmiş, fakat araya giren Sadrâzam Damat Ferit Paşa,
bu suretle Padişaha maruzatta bulunulmasına mâni olmuştu.
O akşam Sivas telgrafhanesinde, M ustafa Kemal Paşa
ile birlikte m akine başında bulunuyordum . İstanbul
hükümetinin bu hareketine fena halde sinirlenmiş olan Paşa,
zaten bir hayır beklenmeyen bu hükümetle artık bağların
tamamiyle koparılması zamanının geldiğine hükmederek, bu
işi bu akşam yapıp bitirmek hususunda kararlı görünüyor­
du. Sadrâzam da olsa, Damat Ferit Paşa’nın temsil ettiği
milletin sesini duyurmak isteyen kongre heyetinin, Padişah­
la temasma mâni olmağa kat'iyen hakkı olmadığını ileri sü­
rerek yol vermesi hususundaki ısrarlarına rağmen, yolun ka­
palı tutulmakta inat edilişi üzerine, M ustafa Kemal Paşa yi­
ne makine başında Damat Ferit Paşa’ya hitapla şu notu yaz­
dırdı:
"Milleti Padişaha maruzatta bulunmaktan menediyorsu­
nuz. Alçaklar, caniler. Millet aleyhinde, düşmanlarla birlikte
haince tertiplerde bulunuyorsunuz. Milletin kudret ve irade­
sini takdirden aciz olduğunuza şüphe etmiyorum. Fakat va­
tan ve millete karşı haince harekette bulunacağınıza inan­
mak istemiyorum. Aklınızı başınıza toplaymız. Galip Bey
ve hempaları gibi eblah'lerin ahmakça olan mevhum vaatle­
re kapılarak ve m ister Novil gibi m illetim iz ve vatanımız
için zararlı olan yabancılara vicdanınızı satarak irtikâp etti­
ğiniz denaetlerin milletçe tatbik olunacak mesuliyetini dik­
kat nazarında tutunuz. Güvendiğiniz şahıslar ve kuvvetin
âkibetini öğrendiğiniz zaman kendei âkibetinizle mukayese­
yi unutmayınız."
Bu suretle; Damat Ferit Paşanın, millete karşı cephe al­
makla kalmayarak, milletle Padişahın arasım açmak ve aynı
zamanda A nadolu’da cereyan eden hâdiseleri başka türlü
anlatıp Padişahı aldatmakta olduğunu belirtip (Padişah Vah-
dettin’in, Damat Ferit Paşa kabinesiyle aynı fikirde ve sym
m aksatla birleşmiş olduğunu bilm em ezlikten gelmek isti­
yordu. Ali Galip vakası bu konuda bize yeni bir fırsat ver­
mişti. Nitekim yukarıki telgrafın çekilişinin ertesi günü) Pa­
dişahın Damat Ferit Paşa kabinesinin yaptıklarını öğrendiği
takdirde.. Bunlara derhal lâyık oldukları muameleyi tatbik
edeceğine emniyetimiz olduğunu ileri-sürdük. Bizzat Padi­
şaha hitap eden bir telgraf ta hazırlandı. Ve bu telgrafname-
de ezcümle:
" Hükümetin muharebe ile basm ak suretiyle İslâmlar
arasında kan dökülm esine cüret ettiğinden K ürdistan’ı
ayaklandırmak suretiyle vatanı parçalamak planını para mu­
kabilinde taahhüt etmiş oldukları vesikalarla tahakkuk etti­
ğinden, hükümetin bu bapta icra vasıtası olanların perişan
bir vaziyette kaçm ağa zorlandıkları, yakalandıkları halde
kanunun pençesine tevdi olunacakları ve bu cinayetleri Da­
hiliye ve Harbiye Nazırları tarafından tebliğ ve tatbik etti­
ren merkezi hükümete, milletin artık itimat ve emniyetinin
münselip olduğu zikredildikten sonra namuslu kimselerden
mürekkep yeni bir hükümet heyetinin teşkili ile bu casus
şebekesi hakkında tahkikat ve süratli icraat yapılması talep
ve bir âdil hükümet heyetinin kurulm asına kadar merkezî
Hükümet ile muhabere ve münasebette bulunmamağa karar
vermiş olan milletten, ordunun ayrılamayacağını vakanın
asimi bilen biz bütün kolordular kumandanları arza mecbur
olduk" deniliyordu.
TELGRAFLAR ULAŞMIYOR
11 Eylül günü ile ertesi gece, yukarıki telgrafı, bütün ko­
lordu kumandanlarının ayn ayrı Padişaha çekmeleri için sar-
fettikleri gayretleri biz de makine başından ayrılmayarak, il­
gi ile takip ettik. Fakat telgraf memurlarının da bütün uğ­
raşmalarına rağmen, Sadrâzam Damat Ferit Paşa'nm çıkar­
dığı zorluklar yüzünden, hiçbir kolordu kumandanı sarayı
bulup, telgrafını Padişaha ulaştıramıyordu. Damat Ferit Paşa
İstanbul'a çekilen telgrafları almış, lâkin Padişaha gösteril­
m esini istemiyor ve harhangi bir yoldan ulaştırılmasına da
mâni oluyordu. Vaziyet bu şekli alınca, kongre heyeti imza-
sıyle Sadrâzam Ferit Paşa'ya şu telgrafı çektik.

DAMAT FERİD’E ÜLTİMATOM

"Vatan ve milletin haklan ile mukadderatını ayaklan al­


tına alarak Zat-ı Hazret-i Padişahî'nin şeref ve haysiyetini
ihlâl ile gafilce teşebbüs ve hareketleriniz tahakkuk eyle­
miştir. Milletin Padişahımızdan başka hiçbirinize emniyeti
kalmamıştır. Bu sebeple hâl ve istirhamlarını ancak Zat-ı
Hümâyuna arzetmek ıztırarmdadır. Heyetiniz; meşrû olma­
yan hareketlerinin vahim sonuçlarından korkarak, millet ile
Padişah arasında hail oluyor. Bu baptaki diretmeniz daha
bir saat devam ederse, millet artık kendisini her türlü hare­
ketleriyle icraatında serbest telâkkiden m azur görecektir.
Ve bütün vatanın gayrimeşrû olan heyetinizle katî surette
alâka ve bağlılığını kesecektir. Bu son ihtanmızdır. Bundan
sonra m illetin alacağı vaziyet, burada bulunan ecnebi
zâbitler marifetiyle, İtilâf mümessillerine dahi, tafsilâtıyle
bildirilecektir."
Aynı zamanda, mevcut dört kolordu kumandanına da şu
umumî tebliğ yapıldı.
"Sivas Kongresinin Padişaha olan m aruzatına İstanbul
Telgraf Başmüdürlüğünce mâni olunmuştur. Bir saat mühlet
içinde saraya yol verilmezse bütün Anadolu'nun İstanbul'la
telgraf muhaberesinin kestirileceği cevaben bu müdürlüğe
tebliğ ettirilmiştir. Kongre’nin bu meşru isteğine muvafakat
cevabı alınmadığından, tebliği anından itibaren Ankara,
Kastamonu, Diyarbakır telgraf merkezleriyle, Sinop’ta telg­
raf muhaberelerinin tatil, yani Kongre'nin iş'arlarından baş­
ka hiç bir telgrafın İstanbul'a geçirilmemesi ve İstanbul'dan
kabul olunmaması ve Batı Anadolu ile muhaberemize mâni
olmayacaksa, Geyve boğazı cihetindeki hattm da tutulması
veya muvakkaten kesilmesi ve icraat neticesinin bildirilmesi
rica olunur. Bu talimata mümanaat edecek telgraf memurla­
rı, bulundukları yerlerde derhal divan-ı harbe verilerek, hak­
larında en ağır ceza tatbik olunacaktır. Bu gece (yani 11/12
Eylül gecesi) netice elde edilinceye kadar bütün kumandan­
lar ve mülkiye memur ve âmirleriyle ilgili heyetlerin, telg­
rafhanelerden ayrılmamaları rica olunur."
Ertesi 12 Eylül günü, saraya yol vermemekte inat edildi­
ği görülünce, bütün kum andanlarla Valilere, yine umumî
kongre heyeti imzasıyla şu tebliğ yayınlandı:
"Hükümet, m illetin sevgili Padişaha olan m aruzat ve
bağlılığını kesmekte ve tahakkuk eden haince hareketine de­
vamda inat eylediğinden, millet de meşru bir hükümet he­
yeti iş başma gelinceye kadar merkezî hükümetle İdarî mü­
nasebetlerini ve İstanbul ile her türlü telgraf ve posta muha­
bere ve m üraselâtını tam amen kesmeğe karar verm iştir.
Mahallî mülkiye memurları, askerî kumandanlarla birleşip
bu hususu ıin edecek ve neticeyi Sivas Umumî Kongre
Heyetine bildirecektir."
İşte bu suretle 1919 Eylül’ünün 12 inci günü İstanbul
hükümetiyle muhabere ve bağlılık kesilmiş oldu.
Bu tebliğimizle, o gün için İstanbul'dan ayn, Anadolu’da
m uvakkaf bir hükümet kurmuş oluyorduk ki, gelişen duru­
ma göre başka çare de yoktu.
Fakat bu kararımıza itiraz edenler de vardı. Sivas'ta ver­
diğimiz kararlan, mucip sebebleriyle her tarafa vakit ve za-
mafıiyle bildirip, etraflıca izah ederek önceden fikir birliği
sağlamağa, eldeki vasıtalarla herzaman imkân bulamadığı­
mızdan, kararların çeşitli tefsirlerle, itirazlara uğraması de
pek tabiî idi.

YENİ HÜKÜMETLE DİYALOG

Meselâ; bu son kararımızı, "Hilâfete isyan" telâkki eden­


ler olduğu gibi, "Padişah ve hükümetini tanımayınca, me­
mur ve askerlerin maaşlarını kim verecek?" yahud da "Bu
sert hareketinize İngilizler kızar da, Anadolu’ya asker çıka­
rırlarsa, yeni baştan muharebeye girmek tehlikesini düşün­
dünüz mü?" diyenler de vardı.
Damat Ferit Paşa Kabinesi, her türlü fitne ve fesada baş­
vurarak sarfettiği gayretlere rağm en, M illî Hareketle baş
edemiyeceğini anlayınca 2 Ekim 1919 güni. devrilmiş, yeri­
ne de Ali Rıza Paşa Kabinesi gelmişti.
Bu kabinenin, kuruluşunun ertesi günü biz Heyet-i Tem-
siliye olarak Ali Rıza Paşa ile temas edip, kendisine kong­
relerimizde tesbit edilen esasları riayeti kabul ettiği takdirde,
kabinesine m üzahir olacağım ızı bildirdi. Ve Ali Rıza Pa-
şa’nm ertesi günkü cevabmda: (Kongrelerimizde tesbit edil­
diğini yazdığım ız esasların nelerden ibaret olduğu
malûmları olmadığı için, bildirilmesini) isteyişi üzerine, bir
muhabere kapısı açıldı. İstanbul’daki bazı arkadaşlarımızın
ve bizzat bu kabineye Harbiye Nazırı olarak girmiş bulunan
Heyet-i Temsiliyemiz murahhası arkadaşımız M ersinli Ce­
mal Paşa'nın da arabuluculuğu ile, kabinenin kuruluşunun
beşinci günü bir anlaşmaya varabildik
Harbiye Nazırı Cemal Paşa, bu anlaşmayı ifade ederek
M ustafa Kemal Paşa'ya çektiği 7 Ekim 1919 tarihli şifreli
telgrafta aynen şöyle diyordu:

CEMAL PA ŞA’NIN TELGRAFI

"1- Kabine sizinle fikir birliğini ve m illî iradenin


hâkimiyetini kabul eder. Ancak bir intikam kabinesi olmak­
tan çekinir. Kabahatlilerin cezalandırılmasını kanunî şekilde
yapmağı daha uygun görüyor.
2- Evvelki kabinenin icraatmda zarara uğramış valilerin
m ağduriyetlerini r e f ve tazmin, ehil olanların seçilmesini,
bilhassa tâyin ve ordunun şeref ve intizamını iade etmeyi
tamamen taahhüt eder.
3- Devletin harice karşı şeref ve haysiyetini iade için
millî iradeye ve Heyet-i Tem siliye’ye dayanacaktır.
4- Heyet-i Tem siliye’nin murahhası sıfatıyle ve tam a­
men samimî ve hürmetkar bir his ile arzediyorum ki; Heyet-
i Tem siliye’nin hem hariç ve dahile karşı hâkim mânasını
vermeksizin kabineye müzahir halinde kalmasını ister ve bu
büyük kuvvetin faydasını takdir eder, evvelemirde, telgraf­
ların karşılıklı ve serbest çekilmesini ve ipka veya yeniden
tâyin edilecek vali ve kumandanların hemen hareket edebil­
mesini, bilhassa kabul edilen yeni Mebus Seçimi Kanunu­
nun dağıtılıp ilân edilebilmesini pek faydalı görür.
5- M illî iradeye ay kın hareketlerden kaçınılacağını taah
hüt eder isem, teferruatının şekil ve zamanı kalır ki pek ko­
lay olacağına itimadım vardır. Vatanı kurtarmağa m atif ga­
yenin husulüne, elbirliğiyle hemen çalışabilmek için, tefer­
ruat üzerinde ısrar olunm am asını, yardım ınızla pek rica
eyler ve bütün rufekây-ı kirama da arzı hürmet eylerim"
M ustafa Kemal Paşa; buna verdiği cevapta, anlaşmaya
varıldığından dolayı, hepimizin memnuniyet ve teşekkürle­
rini bildirerek, bundan sonraki müşterek çalışmaların ne su­
retle olacağını izah ile Meclisin bir an evvel toplanması için
gereken tedbirlerin alınmasını da tavsiye ile sözlerini şöyle
bitiriyordu:

CEVAP

"Acizleri ve bütün mesai arkadaşlarımın en büyük hür­


met ve samimiyetimizle Zat-ı Devletinizin ve içinde bulun­
duğunuz kabinenin m uvaffakiyete m azhar olmasma ve bu
sayede vatanın kurtulm asına m atuf gayenin bir an evvel
tecellî etmesine bütün varlığım ızla çalışacağım ıza emniyet
buyurmanızı ve burada hazır bulunan bütün arkadaşlarımın
selâm ve hürmetlerini takdim ederim."
Bunun üzerine, hükümet de, biz de ayrı ayrı beyanname­
ler yayınlayarak anlaşmaya vardığımızı millete müjdeledik.
Ayrıca, Heyet-i Temsiliye olarak toplanıp, bundan böyle
hüküm et işlerine karışılmaması ve bir an evvel mebus seçi­
mini sağlamak için gereken tedbirleri aldık.
M ebus seçimi işi; "Bugünkü şartlar altmda bu seferki
Meclis nerede toplanmalıdır?" meselesini ortaya çıkarmıştı.
Bu konuda, fikirlerde ayrılıklar vardı. M ustafa Kemal Paşa;
daha Erzurum ’da bu mesele bahis konusu olurken, "Mec-
lis"in artık Anadolu’da toplanması taraftarı olduğunu, açık­
ça söylemişti. Onunla aynı kanaatte bulunanlar da görülü­
yordu. Fakat uzun müzakereler sonunda M eclisin emin bir
yerde toplanması münasip olacağı fikri üzerinde durulunca,
gerek bu meseleyi, gerekse hükümetin iç ve dış politikası ile
sair hususları konuşmak üzere Bahriye Nazırı Salih Paşa
ile buluşmak karan verildi.
Bu karar gereğince, Salih Paşa maiyetindekilerle İstan­
bul'dan yola çıkm ca, M ustafa Kemal Paşa ile ben de Si­
vas'tan hareketle Ekim ’in 19 uncu günü akşamı, Amasya'da
Tümen Kumandanı Cemil Cahit Beyin evinde buluştuk. Er­
tesi günüde müzakerelere başladık. Üç gün süren müzakere­
ler sonunda iç ve dış politikaya ait birçok meseleler hakkın­
da karara varıldığı gibi, M illet M eclisinin toplanacağı yer
hakkmdaki teklifimiz de Salih Paşa’ya kabul ettirildi.

MECLİS BURSA’DA
TOPLANCAK

Ve bu suretle yeni seçilecek Millet Meclisinin "Bursa"da


toplanmasına ittifakla karar verilmiş oldu ise de, Salih Paşa,
bu "kabulü" kendi adma yaptığını, ayrıca İstanbul'a dönü­
şünde hükümete de kabul ettirmeğe çalışacağını, ettiremedi­
ği takdirde, Bahriye Nazırlığından istifa edeceğini söyledi­
ğinden, kat'î kabul İstanbul'dan gelecek cevaba bağlı kaldı.
Böylece Amasya'dan; Salih Paşa İstanbul'a, biz de Si­
vas'a dönmek üzere ayrıldık
Fakat Amasya'da Salih Paşa ile müzakerede bulunduğu­
muz günlerde, Sivas’ta bazı tatsız hâdiseler cereyan etmişti.
Biz Amasya'ya vardığımız gün, Sivas'taki bazı Hürriyet
ve İtilâfçılar, gece yarısı telgrafhaneyi basarak, memurları
tehdit ile Padişaha vesair yerlere, Heyet-i Temsiliye ve Millî
Hareket aleyhine birtakım telgraflar çektirmişlerdi. Ertesi
sabah telgrafhaneye gelen, Posta Telgraf Müdürü durumu
anlayınca, Amasya’ya bize çektiği telgrafla; "Bu baskıncıla­
rın elebaşılarının Şemsettin Sivasî evlâdından şeyh Recep,
İlyaszade Ahmet Kemal ve Zarelizade Celâl isimli kimseler
olduklarını, haklarında takibat yapılmağa başlandığını" bil­
dirmiş ve aynı zamanda Padişaha çektirmeğe muvaffak ol­
dukları telgraf suretini de göndermişti. Bu telgrafta Padişaha
hitaben şöyle deniyordu:
"M em leketim iz bulunan Sivas'ta Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla teşekkül eden kongre he­
yeti Reisi Mustafa Kemal Paşa, itimâtname-i Hümâyunlarını
hâmil bulunduğunu işaa ile, memleketimizde seyyiatl.uını
örtmek isteyen bir küçük hizb'in iştirakiyle irade-i Millîyeyi
temsil suretinde gösteriyorlar. Halbuki Halife-i Zîşanımız
ve sevgili Padişahımıza her suretle itaat ve tam bağlılığımız
dinimiz iktizası olduğundan, Bahriye Nazırı Salih Paşa ile
Seryaver-i Hazret-i Şehriyârî Naci Beyefendinin Amasya'ya
izamlarını haber aldık. Ahali ansında husule gelen heyecanı
teskin için ulemâ, eşraf ve tüccardan iki yüzden fazla imzayı
havi davetiye telgrafımıza cevap alamadık. Umumî efkârın
ne merkezde olduğu bizzat müşahede buyurulmak üzere, Si­
vas'a kadar gönderilmelerini kem al-i tahelükle tazarrû ve
niyaz eyleriz."
M ustafa Kemal Paşa, bu telgrafıyla, ayrıca, yine aynı şa­
hıslar tarafından Salih Paşa'ya hitaben yazılmış olan telgraf-
nameyi de, Amasya'ya gelir gelmez Salih Paşa'ya vermiş ve
aynı zamanda Sivas'taki ilgililerle makine başında temas
ederek, şeyh Recep denen adamla arkadaşlarının yakalanıp
cezalandırılm alarını istemiş ve telgrafhanenin de bundan
böyle tamamen kontrol altına alınmasını sağlamıştı.
Amasya'dan Sivas'a dönüşümüzde, Bahriye Nazırı Salih
Paşa'dan aldığım ız telgraftan m erkezî hüküm etin, M illet
Meclisinin Anadolu’da toplanmasına razı olmayarak, behe­
mehal İstanbul'da toplanmasını istediğini öğrendik.
İstanbul'da Kara Vasıf Beyle arkadaşlarının idare ettikle­
ri gizli teşkilâttan aldığımız haberlerde de: "Hükümetin ora­
da toplanacak Millet Meclisinin emniyetle çalışmasını temin
hususunda, yabancılarla temas ederek, her türlü mutlak su­
rette İstanbul'da toplanması zarurîdir." deniyordu.
Bunun üzerine son ve kat'î karar verilmek üzere Sivas'ta
28 Kasım 1919 günü Mustafa Kemal Paşa'nm başkanlığında
Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşalarla diğer kum andanların
da huzuriyle bir toplantı yapıldı.
M ustafa Kemal Paşa ile H eyet-i Temsiliye âzalarmdan
çoğunun, iptidadanberi Meclisin, işgal altında bulunanİstan-
bul'da çalışamıyacağını beyanla, orada toplanmasını isteme­
diklerini daha evvel de kaydetmiştim.

KARABEKİR PA ŞA’NIN KONUŞMASI

İlk sözü alarak, İstanbul hükümetinin ısrarına rağmen,


Millet Meclisinin orada bir iş göremiyeceği ve bu sebeple
behemehal Anadolu'da ve tercihan Eskişehir'de toplanması
fikrinde olduklarını ileri sürenlere karşı nihayet, doğunun
yegâne yetkili kuvvetini temsil eden Kâzım Karabekir Paşa,
söze başlayarak, dedi ki:
"Meclisin Anadolu’da toplanması şüphesiz ki iyidir, tik
bakışta buna taraftar olmamak mümkün değildir. Fakat Pa­
dişah ile hükümetinin, Mebusan M eclisinin behemehal İs­
tanbul'da toplanmasını ısrarla istemekte oluşlarım da dikkat
naz arma almamız lâzımdır.
İstanbul'daki bugünkü hükümet gerçi anlaşmış durumda
isek de yarın, yine bir Damat Ferit Paşa veya benzeri bir
hüküm etle karşılaşm ıyacağım ızı kimse temin edemez. Bu
takdirde İstanbul hükümetiyle aramızda, belki de eskisinden
de beter bir çekişme başlıyacaktır. Bu hükümet; "işte görü­
yorsunuz, A nadolu’dakiler, Padişaha ve onun m eşrû
hüküm etine karşı vaziyet alarak, M eclisi orada kurduktan
sonra,ayrı bir hükümet de teşkil edeceklerdir." diye yine es­
kisi gibi, dört bir taraftan tahriklere koyularak, Anadolu’nun
henüz durumu lâyikiyle kavrayamamış saf halkını yer yer
ayaklandırması, hattâ birçok M üdafaa-i Hukuk merkezleri­
ni de kışkırtıp aleyhimize kıyam ettirmesi suretiyle bizi çok
müşkül bir vaziyete sokabilir ve o zaman Anadolu'da önle­
nemez kavgaları yüzünden, m illî dâvamızın tehlikeye düş­
mesi ihtimâli de belirir. Kat'î karan verirken, bütün bunlan
dikkat nazarına alıp iyi düşünmeliyiz."
Kâzım Karabekir Paşa'nın bu yoldaki konuşması o gün
nasıl oldu ise pek tasvip edilmedi. Müzakerenin devamı er­
tesi güne bırakıldı. Ertesi gün de Kâzım Karabekir Paşa, da­
ha kuvvetli mucip sebeplerle, fikrinde şöyle ısrar etti:
"Meclisi A nadolu’da topladığım ız takdirde birçoğu za­
ten seçilmiş olan mebuslar, bizim göstereceğimiz yere gel­
mez de, İstanbul'a giderlerse ne yaparız? Bunlar, İstanbul'da
toplanmak üzere seçilmiş olduklarına göre, oradan başka bir
yere gitmemek arzusunu izhar ederlerse, ne kadar müşkül
bir duruma düşeceğimizi ve ortaya (Kuvay-i M illiye’nin mi,
yoksa mebuslar heyetinin mi millletten rey ve kuvvet aldığı)
meselesinin çıkıp bizi gerçekten içinden çıkılmaz bir vazi­
yete sokacağını düşünmemiz lâzımdır. Hattâ, mebusların ço­
ğunun Anadolu’da toplamağa muvaffak olduğumuzu farzet-
sek bile, - Bunu Padişah ile İstanbul hüküm etinin isteği
hilâfına yapmış olacağımızdan- bu hükümetin ve henüz bu
hükümeti meşru saymakta devam eden bir kısım halkın, yer
yer itirazları, hattâ ayaklanmaları ile karşılaşmamız ihtimali
pek kuvvetledir. Zaten aleyhim izde bulunmak için fırsat
bekleyen İstanbul ve A nadolu’daki Padişah ve onun
hükümetine taraftar olan birçokları, böyle bir vaziyet karşı­
sında bizim için: (Bu adam larda iyi niyet yoktur. Birkaç
muhteris kendi başlarına hükümet, hattâ Cumhuriyet kur­
mak sevdasıyle, ortalığı karıştırm akta devam ederek, sulh
yapmayacaklar ve döğüştüre döğüştüre milleti batıracaklar­
dır. İyi, namuslu adamlardan mürekkep bir kabine istediler,
bu da kabul edildi. Tam sulh olacağı sırada bakın ne yapı­
yorlar.) tarzındaki propagandalarla umumî efkârı kışkırtıp
aleyhimize çevirmekle de kalmayarak, Padişah ile, onu hi­
maye eden İtilâf Kuvvetlerini de, daha ümitli bir vaziyette
bize saldırtırlarsa, buna karşı biz halka ne diyeceğiz? Nede-
sek de kim bize hak verecektir?
Gaye bildiğimiz M illî Hükümet, bugünkü durumumuz­
da, cebir ve tazyik ile kurulamaz. Bu yola yöneldiğimiz tak­
dirde, birçok tehlikelerle karşılaşm am ız mukadder olduğu
gibi, dış âlemde, bize en hayırhah milletler gözünde dahi,
şüpheli duruma düşebiliriz. Ve nihayet, batıdaki kıt'alann ve
hattâ Heyet-i Temsiliye’nin parası kalmadığından, benden
para istiyorsunuz. M eclisin A nadolu’da toplanması yüzen­
den, hoşnutsuzluklar ve ayaklanmalar başlayınca, seferber
kıtaları, Mebusan M eclisini ve yeni m illî hükümeti besle­
mek için ne yapacaksınız? Harbden mânen ve maddeten bit­
kin çıkmış halktan, sebebini anlayamıyacağı bir vaziyette
tekâlif-i harbiye usuliyle birçok şeyler ve para istersek, bu
bile, halkın aleyhimizde husumetine kâfi bir sebep olmaz
Ben, şahsî yeminimi bir daha tekrar edeyim ki, tek dağ
başı m ezar oluncaya kadar, mukavemetten vazgeçmeyece­
ğim. Fakat M illî Hükümetin muvaffakiyetle kurulması için,
M eclisin evvelâ İstanbul'da toplanması zarurîdir. Bu mecli­
sin öm ür ve istikbali yoktur. Meclis toplandı diye, İtilâf
Devletleri hakkımızda verdikleri kararı değiştirecek değil­
lerdir. Aksine, Kuvayı M illiye’nin muhassalası sayacakları
mebusları, bilhassa İnglizler ilk fırsatta yakalayıp sürecek­
lerdir. İşte o gün, Millî Hükümetin en iyi şekilde kurulabile­
ceği gündür. Çünkü namus ve haysiyet sahibi her insanın
anlayabileceği vaziyet hasıl olacak, Padişah ve hüküm etinin,
hiyaneti, hiç değilse hamakati herkesçe kabul edilecek ve
M illî Hükümetimiz Anadolu’nun göbeğinde, güneş gibi do­
ğacaktır. Fakat o zaman da Eskişehir tehlikelidir. Anka­
ra'nın batısma çekilmek muvafık olur.'
Kâzım Karabekir mâkul konuşuyordu. Sözlerini bitirince
ben sordum:

MECLİSİ İNGİLİZLER
BÂSACAK

- Demek ki İstanbul'da Mebusan Meclisini, İngilizler ba­


sıp, mebusları tevkif ile sürerlerse, M illî Hükümetin kurul­
masına kat'î karar verip, kolaylıkla muvaffak olacaksınız?
Karabekir Paşa, şu cevabı verdi:
- Bu suali en basit bir vatandaşa sorsanız, vereceği cevap
"evet"ten başka bir şey olamaz. Çünkü, bütün iyi niyetleri­
mize rağmen, ihanete kurban olduk diyerek, M illî Hükümet
kurmak hakkındaki davetimizi, şahsî hırslarım ıza vermek
için vicdanlarından pek acı sesler duyacaklardır.
288
babını istihsâle m asruf olduğu gibi, sizlerin de memleketin
yüksek menfaatlerini herşeye takdim ile, hüküm et mes'uli-
yetini deruhde edenlere karşı hakikî murakıp ve müzahir ol­
manızı tavsiye eder ve kat'iyen yeis ve fütûra düçar olmayıp,
uhdenize terettüp eden müşkül vazifelerin ifasında tevfikat-ı
llâhiyeye m azhariyetiniz Cenab-ı Vacibül' amandan niyaz
eylerim."
Vahdettin; bu nutkundaki tavsiyesiyle, m em leketin
selâm ete erm esi için nifak ve şikaktan uzak, tek vücut
hâlinde birleşip çalışmak gerektiğini kabul etmiş görünüyor­
du. Fakat, bu görünüşünde calî olduğu ve etrafını saran Da­
mat Ferit Paşalarla benzerleri gibi onun da, düşm anların
herşeyi yapmağa kaadir oldukları inancını daim a muhafaza
ederek, milletin gücüne inanmadığı, bir müddet sonra sara-
hetle görülecektir.
Buna rağmen, bizim için de "Onun doğru yola gelıri&k
temayülünde olduğuna" inanır gibi davranarak, gelişatı dik­
katle tâkip etmemiz gerekiyordu.

M. KEMAL PA ŞA’NIN
TELGRAFI

Meclisin açılışı münasebetiyle, Mustafa Kemal Paşa'nın,


Heyet- i Tem siliye Reisi sıfatiyle A nkara’dan Padişah ve
Meclis Başkanlığına çektiği şu tebrik telgraflarında da, bu
durumumuz güzelce ifade edilmişti.
"M illî hâkim iyetin, en mühim bir devre-i hayatım ızda
uzun bir müddet tecelli ettirilmemiş olmasından doğan mü-
cahedelerim iz, M eclisin açılm asıyle neticelerinden birini
istihsâl etmiş o’, (yor. M illî hey'etimiz milletin mukadderatı­
nı en meşrû ve en kanunî tetkik ve murakebe mercii olan
muhterem M eclise tevdi etmiş olmakla m üftehir ve bahti­
yardır.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı namı al­
tında kuvvetlerini, emellerini ve ruhlarını birleştirmiş olan
millet, bugünden itibaren yalnız kendi iradesini temsil ve
bilfiil hâkim kılacak Meclisin nigâhbanı vaziyetinde, istiklâl
ve varlığının sonuna kadar m üdafaası em rinde onun en
fedakâr istinatgâhıdır."
Mebusan Meclisi bu suretle işe koyuldu. Fakat ilk gün­
lerde, m ebusların bir kısm ının İstanbul’a gelmeleri çeşitli
sebeplerle gecikmiş ve çoğunlukla iki hafta kadar sonra sağ­
lanabilmiş olduğundan, ancak Şubat başmda riyasete Reşat
Hikmet Bey seçilerek, faaliyete geçilebilmişti.
Biz, ilk iş olarak, Ş ubat’ın yedinci günü K uvay-ı
Millîyeci arkadaşlardan seksen kadan ile - esasım daha An­
kara’da iken konuşup hazırlam ış olduğumuz- (Felâh-ı Va­
tan) grubunu kurduk. Bütün mebusların sayısı yüzde kırk ol­
duğundan, grubumuz, mevcudun yüzde altmışım teşkil edi­
yordu. Grup idare hey'etini teşkil eden Bekir Sami, Hâmit,
Muhtar Celâlettin Arif, Rauf Ahmet Beyler gibi arkadaşlar­
la, M ecliste tâkip edeceğimiz hattı hareketi tesbit ile çalış­
maya başladık.
Meclis çok müşkül şartlar altmda çalışıyordu. M ebuslar­
dan bir kısmının henüz durumu lâyıkı ile kavrayamamış ve
bilhassa Hürriyet ve İtilâf Fırkası ile, onu kuvvetle destekle­
mekte devam eden Padişahın tesiri altında kalmış olmaların­
dan dolayı sık sık anlaşmazlıklar oluyor ve her konuda, tam
birliğe varmak kolay olmuyordu.
Ben bir taraftan, Meclis dışındaki, henüz M illî hareketi­
mizin mânâsını kavrayamamış olanlarla da uğraşmak zorun­
da kalıyordum. Tıpkı Padişah ve etrafındakiler gibi, neden­
se, bir türlü içinde bulunduğumuz durumun fecaatini lâyıkı
ile anlayamadıkları için, bundan, ancak düşmanların merha­
metine sığınmakla kurtulabileceğini anlamak gafletine düş­
müş olan neticeleri vardı ki ben, İstanbul’daki vaziyetim
icabı temas ettiğim bu gibilerini de elden geldiği kadar uyar­
mağa çalışıyordum.
İşte o sırada bir gün Trabzon Mebusu Hüsrev Bey ( Ge­
rede) Mecliste bana Prens Sabahattin Beyin benimle görüş­
mek istediğini söyledi.

PRENS SABAHADDİN BEY

Sabahattin Bey, İkinci Abdülhamid zamanında Bağdat


demiryolu imtiyazını kendi vaadi veçhile Fransızlara veril­
meyip de Alınanlara verilmesine muğber olan babası Damat
M ahmut Celâlettin Paşa ile A vrupa’ya kaçm ıştı. Babası
orada ölünce, memlekete dönmiyerek, M eşrutiyet idaresi
usulü okumuş olm akla m âruftu. M emlekete döndüğü za­
man, her kavmin idarece muhtariyete nail olması esasma
dayanan (Adem -i Merkeziyet- Décentralisation) politikasını
tâkibe başlamıştı. Bu konuda nutuklar, konferanslar vermiş,
risaleler yayınlamıştı, m ünakaşalara girişmişti. M esleğini
tervice gazetelerle çok çalışmıştı. M emleketin birlik ve
selâmetini, sıkı bir M erkeziyet usulünde gören İttihat ve
Terakki Cemiyeti, Sabahattin Beyin bu faaliyetini tehlikeli
sayıyordu. Cemiyetin reisleri Sabahattin Beye her suretle
muhalefet ediyorlar, gün geçtikçe ona düşman oluyorlardı.
İlk "Mebusan Meclisi" için yapılan seçimde, Sabahattin Be­
RAUF ORBAY

CEHENNEM
DEĞİRMENİ
- Siyasi Hatıralarım-

EMRE
YAYINLARI

Cağaloğlu Yokuşu, ivren Han


No: 27 Kat: 2/50 Cağaloğlu/ISTANBUL
Tel.: 520 98 22- 522 10 60
işleri görmeğe muvaffak olabilmek için her devlet gibi bi­
zim de gelişmemiz esbabım teminde, tam serbesti ve
istiklâle mazhar olmamız, hayat ve bekamızın ussul-
esâsıdır. Bu sebeple siyasî, adlî, malî vesair gelişmelerimize
mâni kayıtlara muhalifiz. Tahakkuk edecek borçlarımızın
ödenmesi şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.

İSTANBUL HÜKÜMETİ
ANKARA’YI UYARIYOR

"Mîsak-ı Millî"nin kabul ve ilân edilişinin ertesi günü


Sadrâzam Ali Rıza Paşa, Dahiliye ve Bahriye Nâzırlan ile
birlikte Mecliste, bizim Felâh-ı Vatan Grubu toplantımıza
geldiler. Konuştuk, Sadrâzam ayrıca benimle hasbihâlde,
bilhassa "Kuvay-ı Millîye’nin ikinci bir hükümet şeklin­
den görünmemesi ve hükümet işlerine karışmaması ve son
defa Maraş taraflarında görülen millî hareketin daha ilerilere
uzatılmayarak durdurulması ile intizam ve âsâyişin temini
lüzumunun, siyaseten pek faydalı olacağını söyledi. Ben de
kendisine Kuvay-ı Millîyenin durumu ve hükümetten ve
bilhassa Dahiliye Nezaretinden beklenilen hareket tarzı hak­
kında tafsilat verdim. Fakat yazık ki, Sadrâzam durumu
lâyıkı ile kavrayabilecek bir mahiyette görülmediği gibi Da­
hiliye Nâzırı da, ruhen millî teşkilât ile beraber olduğunu ve
bu uğurda çalışacağını, fakat, icra serbestliğine müdahele
olunmamasını söylemekle beraber, polis müdürü ve jandar­
ma kumandanlarının tedibine dair hiçbir kudretleri olmadığı
anlaşıldı.
Dahiliye Nâzın eskidenberi dostu olan Keşfî Beyi,
nâmuskârlığından bahisle müdafaa ettikten sonra Bursa’ya
vali yaptığını da ilâveten söyledi. Faik Âli Bey de Dahiliye
Müsteşarı tayin edilmiş... Hülâsa nitece itibariyle bu gayr-ı
müdrik âciz hey'etin millî emellere uygun hareket edecekleri
hiç de memul değildi.
Maraş ve havâlisinde tahliye olunan yerlere hükümetçe
el konmayı Salih Paşa siyaseten mümkün görmüyor. Salih
Paşa’nın söylediğine göre; sulh murahhaslarımızın bir an
evvel dâvet edilmeleri son derece matlup olduğundan bu­
nun temini için bir "tam birlik" gösterilmesi lâzımdır.
Pek uzun ve asabî bir şekilde devam eden konuşmaların­
dan sezildiğine göre Padişah, hükümete pek hâkimdir. Ben,
Sadrâzam ve Nâzırlarla olan görüşmemizi de tafsilâtı ile
Mustafa Kemal Paşa'ya bildirdim.
Reşat Hikmet Beyin, Meclisin açılışından bir ay kadar
sonra vefatı üzerine, yerine grubumuz idare hey'eti
âzasından Celâlettin Ârif Bey seçildi.
Celâlettin Ârif Bey için meğer, son Osmanlı Mebusan
Meclisinin son reisi olmak mukaddermiş.

ALİ RIZA KABİNESİ


DÜŞÜYOR

Ali Rıza Paşa Kabinesi, umduğumuz ve beklediğimiz sa


lâbeti gösterememiş, gerek mahiyetini anlıyamadan fazla
çekindiği Padişaha ve gerekse her istediklerini yerine getir­
mekten kendini alamadığı İtilâf Devletlerine hoş görünmek
için yalpalayıp durmaktan, bütün gayretlerimize rağmen
kurtulamamıştı. Bu durumda, daha fazla mevkiini muhafaza
edebilmesi artık imkânsızdı. Nitekim, bizzat Ali Rıza Paşa
da bu gerçeği kavrıyarak, çekiliş sebebini şöyle anlatıyordu.
"Vükela Heyeti, meşrû olan millî emellerimizi istihsal
ve sulh yapılmasının gecikmesinden doğan galeyan ve te-
zebzübü yatıştırıp izale gayesini takiple, devamlı suretle ça­
lışmış ve Avrupa'da lehimize bazı temayüller belirince, çı­
karılan birtakım katliâm şayiaları misillû yalanların düzeltil­
mesi için, yazılan ajans telgrafnameleri ile gazete makalele­
rinin sansüre uğraması gibi müdahelelere ilâveten, her gün
bir suretle rastlanan çeşitli zorlukların altından kalkılmasına
çalışılmakta bulunduğu halde, "Yunanlıların karşısında bu­
lunan Kuvay-i Millîye’nin üç kilometre daha geriye çekil­
mesi hakkında Müttefik Devletler fevkalâde komiserleri ca­
nibinden takrirle vâki olan teklifin icrası kaabil olmadığına
dair ikna edici deliller ileri sürülerek yazılan takrir cevabını
tebliği üzerine, Yunanlılar bugünkü salı günü Kuvay-ı Milli-
yeye taarruz ederek, Gölcük yaylası ile Bozdağı’nı işgal et­
mişlerdir. Yaptıkları facialar bütün âlem nazarında sâbit
olan Yunanlıların, bugün haksız yere işgal ettikleri İzmir’i
artık tahliye etmeleri, Osmanlı Milleti tarafından beklen­
mekte iken, aksine şu suretle bir tecavüz daha yapmaları,
ahalinin zihinlerini fevkalâde tedhiş ederek, birçok elîm ne­
ticeleri istilzam edebileceğinden adalet haklarına ve aklu
hizmete tamamen aykırı olan şu tecavüz karşısında, heyetçe
istifaya muztar kaldığımızı âtabeti ulyayı şevketpenahîlerine
arza müsaraat eylerim."
Ali Rıza Paşa Kabinesi çekildiği sırada, ben rahatsız yatı­
yor, evden çıkamıyordum. Dışarıda olup bitenlerden Kara
Vasıf Bey, muntazaman beni haberdar ediyordu.

YENİ KABİNE İÇİN FERİT PAŞA’NIN


ADI DOLAŞIYOR

Yeni kabinenin kurulması meselesi, Sultan Vahdettin'in


harhangi bir tesire kapılarak - hiç bir suretle kat'iyen tasvip
ler, günden güne açıkça beliriyordu. Bu şartlar altında ve bu
biçimde işbaşına gelen Salih Paşa Kabinesinin de doğru dü­
rüst bir iç politika takip edemiyeceği ve uzun ömürlü olamı-
yacağı daha iptidadan belli idi. Bilhassa, yabancıların yardı­
mı ile de olsa, bir an evvel iktidara geçmek için Padişah
çevresinde envai entrikalarla yapmadıklarını bırakmıyan
Hürriyet ve Îtilâfçılarla, liderleri durumundaki Damat Ferit
Paşanın, son günlerdeki faaliyetleri endişe verici bir mahi­
yet almıştı. Bunlar, yabancıların müdahelesini çekmek için,
memleketin namus ve haysiyet sahibi vatansever insanlarını
akla, havsalaya sığmaz mel'unca isnat ve iftiralarla kirletip,
milleti birbirine verdirerek, buhranlar yaratıp, İstanbul ve
yer yer Anadolu’yu boğucu bir havaya bürüyorlardı.
Ben, Meclis dışında daimi surette temas ettiğim şahsi­
yetler ve bu arada bilhassa, İstanbul'daki İtilâf mümessille­
riyle yakından temasları olduğunu bildiğim kimselerden
edindiğim bilgilere göre, İtilâfçıların epeydir bizde olmasmı
özledikleri bozgun havasının tam diledikleri kıvama geldi­
ğinden emin olarak, pek yakından can evimizden vurmak
için kat"î teşebbüse geçmek niyetinde olduklarını seziyor­
dum.
Bu vaziyet karşısında, 11 Mart'ta, yine müstacel ve zata
mahsus olarak çektirdiğim telgrafla, Mustafa Kemal Pa-
şa'ya şunları bildirdim:
"Dün akşam inanılır İtalyan kaynaklarından itimada de­
ğer bir zata gizlice verilen mahrem haberlerde, yabancı mü­
messillerinin, dün öğleden sonra toplanarak Londra'dan ge­
len ve İstanbul’daki Kuvay-ı Milliye başlarının tevkifi emri­
ni hâvi olan meseleyi müzakere ile kabul eyledikleri, binae­
naleyh bu gibi zatların bir an evvel İstanbul’dan uzaklaşma­
ları gerektiği bildirilmiştir. Biz bunu ya muhaliflerin bir blö­
fü veyahut Millet Meclisinin feshini neticelendirecek olan
Ferit Paşa'nın iktidar mevkiine getirilmesi gibi, iki şıkka
hamlediyoruz. Birinci şıkla; bu gibi zatların kaçmaları neti­
cesinde bir skandal yaparak emellerine nail olmak, ikinci
şıkla da, itimatsızlık reyi vererek Meclisi fesh ve geniş ölçü­
de tevkifler yaparak, İtilâf Devletlerinin de yardımı ile Sal­
tanat Hükümetiyle birlikte milliyetperverlerin aleyhine hare­
ket etmektir.
Tabiî her iki ihtimâle karşı da buradan hiç bir yere gidil-
miyecek, işin sonuna kadar namus vazifesi yapılacaktır. Sa­
lih Paşa,.bu vaziyete bilerek sebep olmaktadır. Binaenaleyh,
evvelce de arzeylediğimiz veçhile, bu renksiz yeni kabine­
nin düşürülmesi için son derece çalışacağız ve muvaffak
olacağımıza da eminiz."
Bu telgrafıma aynı günde, gayet müstaceldir kaydıyle,
cevap veren Mustafa Kemal Paşa, şöyle diyordu:

RAUF BEYE “DÖN” EMRİ

"Rauf Beyefendiye;
Kabineye itimatsızlık reyi vermek suretiyle taarruzun ta­
rafımızdan yapılması o kadar kuvvetli bir sebebe istinat etti-
rilmeyecektir. Grubun tesanüt ve tecellüt derecesine ve bir­
lik hareketinde kat'î azmine dair sarih bir fikir ve kanaat ha­
sıl etmedikçe, Salih Paşa’nın grup idare heyetiyle müzakere
etmeksizin hareket etmesini, bir meşrutiyet meselesi yap­
mak hususundaki karar hakkında hiç bir mütalâa karşı Mec­
lisin cesurâne, nihayetine kadar vazifesine davamı pek nâfi
ve parlaktır. Ancak, zatıâlinizle beraber vücutları ilerideki
teşebbüs ve hareketlerimiz için elzem olan arkadaşların neti­
cede, bize iltihakları esbabı behemehal müemmen olmak
şarttır. Aksi dairesinde hareketini tanzim edebilecek ze­
vatın şimdiden vazifelendirilmesi ile sizlerin hemen buraya
gelmeleri elzemdir. Buraya gelecek zevat arasında memle­
keti temsil vasıflarına haiz olanlarla, gerektiğinde hükümet
teşkil ve idare liyâkatindekilerin bulunması mühimdir. İtilâf
Devletlerinin zecrî muamele tatbik edeceklerine şüphe yok­
tur."
Mustafa Kemal Paşa, bu telgrafiyle, Meclis basılıp da
benim, yakalanmam ihtimali belirdiği anda, bazı arkadaşları
yanıma alıp, Anadolu’ya kaçmamı istiyordu. Fakat ben, Pa-
şa’nın işaret ettiği vasıftaki arkadaşlarla kaçtığım takdirde,
îngilizlerin Meclisi basmak lüzumunu duyacaklarını kuvvet­
le tahmin ettiğim ve bu tahminim tahakkuk ettiği takdirde,
evvelce Anadolu’da kumandanlar toplantısında verdiğimiz
kararla tesbit ettiğimiz şekilde, Millet Meclisinin ve dolayı­
sıyla Millî Hükümetin Anadolu’da kurulmasına yol açılamı-
yacağmı düşündüğüm için ne olursa olsun, İngilizleri dünya
ve milletimiz gözünde zâlim ve mütecaviz duruma sokmak
maksadıyle, kaçmamak kararını verdim ve Mustafa Kemal
Paşa'ya yazdığım son telgrafla da müşterek kararımızı hatır­
latarak, "Biz burada kalıp vicdan borcumuzu yapacağız" di­
yerek, bu kararımı kendisine bildirdim. Esasen Meclis, o gü­
ne kadarki çalışmalariyle, yapılması gereken işleri yapmıştı.
Mîsak-ı Millî'yi Meclisten geçirecektir, geçirdik. Şimdi,
asıl gayemize ulaşmak için, Meclisi bastırmak işi kalmıştı.
Bunu da behemehal , dilediğimiz şekilde neticelendirmemiz
gerekiyordu. Yoksa kaçmak benim için, üzerinde zihin yo
rulmağa değer bir mesele değildi.

RAUF BEY TAHRİKİ SÜRDÜRÜYOR

Ben, buradan Anadolu'ya mütemadiyen kıymetli insan­


lar kaçırdım. Doktor Adnan Adıvar, Halide Edip Hanım gibi
birçoklarını... Vaniköy tarafındaki bir dergâhtan, Maltepe'de
Endaht Mektebi Kumandanı olan Yenibahçeli Şükrü Bey
vasıtasıyle, Kartal yolu ile kafile kafile kaçırmıştık. Kendim
de kaçabilirdim. Fakat, kaçtığım takdirde, Meclisin basılma­
ması ihtimali olduğu gibi, bir başka mahzur da vardı.
Mecliste Felâhı Vatan Grubunu teşkil eden arkadaşların
hepsi, buraya bize, daha doğrusu bana inanarak gelmişlerdi.
Kaçtığım takdirde, bu arkadaşların, "İşte, çeşitli vaadlerle
bizi buraya getirdiler, şimdi de kaçıp gittiler. Bizim başımızı
da belâya soktular" diyerek Mecliste kalmaları ve kendileri­
ne katılacak olan diğer kalanlarla Meclisi devam ettirmeleri
ihtimali vardı. Sonra da, ben Anadolu’da bir orduya kuman­
da edecek değildim. Oradaki arkadaşlar, yeni kuracakları
Meclisle, yeni hükümeti de teşkil edip, idareyi yürütebilir­
lerdi. Fakat asıl olan, behemehal Meclisin îngilizler tarafın­
dan basılmasını sağlamaktı. Bu olmadıkça, Anadolu’da ne
Millet Meclisi, ne de Millî Hükümet kurulabilirdi. Bu nokta­
da aylarca evvel Mustafa Kemal Paşa ile mutabık kaldığı­
mız da malûmdu.

İNGİLİZLERÎN MECLİSİ
BASMA İHTİMALİ

İngilizlerin mütareke şartlarına aykırı olduğu kadar, hak


ve adalet mefhumlanyle bağdaşmıyan hareketlerle de kal­
mayarak, İstanbul’da bütün bütün gözleri yıldırmak hevesi­
ne kapılıp, birşeyler yapmağa hazırlandıkları duyulduğu
günlerde, Sultan Vahdettin de, herhalde kendi hesabına bazı
tehlikelere maruz kalabileceği endişesiyle telâşa düşerek,
Mebusan Meclisi riyasetinden, (içine bilhassa benim de ka­
tılmam kaydıyle) bir mebuslar heyetinin gidip, kendisini zi­
yaret etmesini istemişti. Meclisin kabul ettiği bu ziyaret, Pa­
16 Mart günü sabahı, uyanır uyanmaz, ilk işimiz bermu­
tat gazeteleri aramak oldu. F ak at, o sabah gazeteler gelme­
di. Sebebini soruştururken, İngilizlerin âni bir baskınla Şeh-
zadebaşı karakolundan itibaren, şehri yer yer işgal ettiklerini
haber aldık. Biraz sonra da, İngilizlerin benim Beyoğlu’nda
oturduğum apatmanı basmış ve beni orada bulamayınca, ne­
rede bulunabileceğimi tahkike koyulmuş olduklarını öğren­
dik. Bu durumda, sokağa çıkarken de ihtiyatlı bulunmak ge-
rekiyorndu. Apartmanda kapanıp kalamazdım. İngilizlerin,
bulunduğum yeri kolayca keşfedemiyeceklerini de düşüne­
rek, Hâşim Beyin apartmanından çıkıp, arka yolları takiple,
doğru Mebusan Meclisine gitmek üzere idim ki, Kâzım Paşa
(Orbay) ile Miralay Seyfi Bey ziyaretime geldi. Her ikiside,
sevip saydığım dostlarımdı.Teessür ve heyecan içinde idiler.
Böyle ânî gelişlerinin sebebini merak ederken, (hemen An­
kara'ya gitmek) istediklerini söylediler. O günlerde, hele İn­
gilizlerce mimlenmiş güzide şahsiyetlerin İstanbul'dan, Ana­
dolu'ya geçmeleri ancak gizli yollardan mümkün olabiliyor­
du. Bizce hazırlanıp tesbit edilmiş en emin yolun mebdei:
Vaniköy'deki tekke idi. (1)
Gizlice bu tekkeye gidenler, oradan hükümetin kendisin­
den katiyen şüphelenmemesi için, Maltepe Endaht Mektebi
Kumandanlığı vazifesini de almış ve bilâhere İstanbul Me­
busu olan- Enver Paşa’nın da askeri yaveri- Yenibahçeli
Şükrü Bey (Oğuz) tarafından alınıp Maltepe’den itibaren ar­
ka yollardan içerilere gönderiliyorlardı.
Kâzım Paşa ile Seyfi Beye de bu yolu tavsiye ettim.
Onlar veda ile, yanımdan ayrıldıktan sonra, ben de doğru
Meclise gittim.
Meclise vardığım zaman, Padişahı ziyarete gitmek üzere

(1) Bu tekkenin M illî H arekete canla başla bağlı bir şeyhi vardı.
Reis Celâlettin Arif Beyi aradım. Makamında bulamadım.
Sordum, arattım, bulduramadım. Sarayda bulunmak saati
yaklaştığı halde, görünmedi, nerede olduğunu bilen de yok­
tu. Çaresiz, onun yerine Reis vekili Balıkesir Mebusu
Abdülâzîz Mecdi Efendiyi alarak, Konya Mebusu Vehbi
Efendi de dahil, heyet halinde Yıldız Sarayına gittik.

“ ZULMÜN TOPU VAR,


KAL’ASI VARSA...”

Giderken yollarda, sağda, solda, cihana hükmedermiş gi­


bi mağrur, dimdik duran süngülü düşman askerlerini gör­
dükçe, yüreğimiz sızlıyarak, sesimiz kısılmışçasına, susu­
yorduk. Fakat itiraf ederim ki, maruz kaldığımız felâketin
büyüklüğünü açıkça gösterin bu manzara karşısında, ne be­
nim, ne de yanımdaki arkadaşlarımın, bugünlerin de geçerek
yurdun ve milletin kurtulduğu güne kavuşulacağı hakkın-
daki iman ve ümidimiz kat'iyen sarsılmış değildi. İngilizler,
şimdi kuvvetlerine güvenerek herşeyi yapabilirlerdi, fakat
hiç bir zulmün devam etmesine imkân olmadığı gibi, bunun
da, Allah'a ve yurtseverliğinden emin olduğumuz millete
güvenimiz bâki kaldıkça, sonu geleceğine inanıyorduk. İşte
bu duygularla mütehassis olarak Saraya vardık ve derhal hu­
zura kabul olunduk.
Sultan Vahdettin, bizi karşısında görünce gayet soğuk
bir edâ ile, selâmlarımıza mukabele ettikten sonra, yanında­
ki Başmabeyinci Fuat Beye hitap ile: "Biz nasıl haber aldık,
bu işi?"diye sordu.
Fuat Bey, elpençe divan durmuş oir vaziyette, şu cevabı
verdi: "Efendim, dün Fransız mümessilliği u "ştercümanı
geldi. Anadolu'dan gelen birtakım zevatın, İstanbul'un emni­
yet ve huzurunu ihlâl edecek harekâtta bulunduklarından ba­
hisle, İtilâf devletleri mümessillerinin şehrin âsayişini mu­
hafaza için, bir nümayiş yapılmasına karar verdiklerini, an­
cak bunun, İstanbul'un statükosunu ihlâl edecek bir hareket
olmıyacağını söyledi."
Vahdettin, bir işaretle Fuat beyi salondan çıkardıktan
sonra, bana döndü:
- İşittiniz mi beyefendi? dedi. Bu adamlar herşeyi yapar­
lar. Yaptıkları bu kadarla da kalmaz. Daha fazlasını yapma­
ğa da cür'et edebilirler. Onun için, Meclisteki konuşmaları­
nıza dikkat edin."
Ben cevap vereceğim sırada, Konya Mebusu Vehbi Ho­
ca, heyecanını zaptedemedi, benden evvel konuşarak;
- Efendim, dedi, ne yapsalar milleti yıldıramazlar. Millet
Hilâfet ve Saltanata sadıktır. Memleketin kurtarılması için
uğraşıyoruz. Müsterih olunuz Padişahım!"
Fakat Vahdettin hiç de müsterih görünmüyordu. Tekrar
etti:
- Rica ederim, dikkat edin. Bu adamlar, her şeyi yapar­
lar, Meclisteki sözlerinize dikkat edin..
Bu sefer, Abdülaziz Mecdi Efendi, heyecanlandı ve
oturduğu yerden, pencereden görünen Dolmabahçe önünde
demirli düşman donanmasını göstererek:
- Padişahım dedi, bu kâfirlerin zoru işte su kenarına ka­
dar geçer. Ötesinde sökmez. Anadolu pulat'tır. Memleketin
selâmeti için atıldığı mücadelede mutlaka muvaffak olacak­
tır. Bundan emin olunuz.
Vahdettin, oralarda değildi. Söylenenleri duymuyormuş
gibi, zihninde yerleştirmiş olduğu aynı nakaratın üzerinde
duruyordu:
Tekrar ediyorum, akıl için yol birdir, dedi. Vaziyet
meydandadır. İsterlerse, yarın Ankara’ya da giderler.
Vahdettin'in, bütün ruh haletini ve bilhassa şunun bunun
tesiri ile gözünde büyüttükçe büyüttüğü düşmanlardan, her
arzu ve emellerine kayıtsız şartsız mutavaat edecek dereceyi
bulan korkaklığını serahatle belirten bu sözleri karşısında,
ben de kendimi tutamadım:
- Müsaade buyurun, dedim. Mîsak-ı Millî ile tesbit edil­
diği veçhile, Hilâfet ve Saltanat makamı ile memleketin kur­
tarılması bahis konusudur. Fakat cereyanı hale göre eğer
biz, bu milletin duygularına tercüman olabiliyorsak, şunu
arzedelim ki, milletin sizden istediği Meclis kararı olmadan
herhangi bir milletlerarası vesikayı imzalamamaktır. Aksi
takdirde, istikbali çok karanlık görüyoruz. O kadar ki,
âkibetin ne olacağı şimdiden kestirilemez.

“KOYUN” VE “MİLLET”
BENZETMESİ

Vahdettin, bu sözlerim üzerine, sinirliliğini açıkça belir­


ten bir tavırla oturduğu koltuktan kalkıp, bakışlarını gözleri­
me dikerek:
- Rauf Bey!, dedi, bir millet var, koyun sürüsü.. Buna bir
çoban lâzım.. O da benim.
Onun bana bu sözü, aynen bir müddet evvel, Ahmet Rı-
* za Beyle birlikte İzzet Paşa Kabinesini tazyik eyledikleri sı­
rada kendisini ziyaretimiz esnasında söylemiş olduğunu da
hatırladım, demek ki çobanlık rolünü oynamağa pek hevesli,
gerçekten de kararlı ve azimli imiş..
Artık bizim için söylenecek birşey kalmamıştı. Zaten
onun davranışı ile beraber, biz de oturduğumuz koltuklar­
dan kalkmıştık. Karşılaştığımız andaki halden çok daha so­
ğuk bir hava için de ayrıldık ve doğru Meclise döndük.
Meclis, bir matemgâha dönmüştü. İşgal faciasiyle beyin­
lerinden vurulmuşa dönen mebuslar, heyecan ve üzüntü
içinde, ne yapılması gerektiğini düşünerek, dertleşiyorlardı.
Bizim geldiğimizi görünce, Padişahtan getirdiğimiz haber­
leri bir an evvel almak merakına düştüler. Meclis Reisi
Celâlettin A rif Bey, hâlâ m eydana çıkm adığından,
Abdülâziz Mecdi Efendi başkanlığında bir grup toplantısı
yapılmasına karar verildi.
Abdülâziz Mecdi Efendi, kürsüye çıkarak, Vahdettin ile
görüşmemizi, olduğu gibi anlatmağa başladı (1). Bu gibi gö­
rüşmelerde Padişahın, Meclis âzalarına - usulen ve nezake-
ten bir selâm göndermesi âdet olduğu halde, bu sefer,
selâm yerine azarlama ve ihtar ile hiç beklenmiyen şeyler
geldiğini gören mebuslar, hayretler içinde hayal kırıklığına
uğrayarak, hikâyenin sonunu beklerken, Meclis Muhafız Kı­
tası Kumandanı salona girerek; kapıya gelen bir İngiliz müf-

(! ) - Albay Hüsamettin Ertük " 2 Devrin Parde Arkası" adı altında y a ­


yınladığı (H ilmi Kitabevi- 1957- sh. 405) hatıralarında, M eclisi Mebu-
san Reis Vekillerinden Hüseyin Kâzını Bey, H oca Abdülâziz M ecdi E fen­
di ve R a u f Beyin sarayda Padişahla bu görüşm elerini şu şekilde anlat­
m aktadır "Hüseyin Kâzım Bey, M ecdi E fendi ve R a u f Bey, Sarayı H ü­
m ayuna giderek vaziyeti P adişaha arzetm işler, bu işgalden m üteessir
olan Sultan Vahidettin'in, bundan duydukları ızdıraba şahit olm uşlar ve
Zatı Şahanenin teessürlerini M eclise naklettikleri sırada M eclise gelen
İngiliz Polisleri ve İnzibatları tarafından cebren götürülmüşlerdi"
(Yayıncı)

You might also like