You are on page 1of 309

T.C.

GAZĐ ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
ÖZEL HUKUK ANABĐLĐM DALI

ANONĐM ŞĐRKETLERDE SERMAYE KOYMA BORCUNUN YERĐNE


GETĐRĐLMEMESĐNĐN HUKUKĐ SONUÇLARI

DOKTORA TEZĐ

Hazırlayan
Hüseyin EKĐNCĐ

Tez Danışmanı
Prof. Dr. Oğuz Kürşat ÜNAL

Ankara-2010
ONAY

Hüseyin Ekinci tarafından hazırlanan “Anonim Şirketlerde


Sermaye Koyma Borcunun Yerine Getirilmemesinin Hukuki Sonuçları”
başlıklı bu çalışma 22/2/2010 tarihinde yapılan savunma sınavı
sonucunda (oybirliği/oyçokluğu) ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından
Özel Hukuk Anabilim dalında doktora tezi olarak kabul edilmiştir.
ÖNSÖZ

Anonim şirketlerin küçük tasarrufların bir araya getirilmesi ve yatırıma


dönüştürülmesi yoluyla mülkiyetin toplum tabanında yaygınlaştırılması ve sosyal
adaletin sağlanmasında önemli işlevi bulunmaktadır. Bu nedenle bu tür şirketlerin
işleyişi, doğrudan ya da dolaylı biçimde şirketle menfaat ilişkisi içindeki pay sahipleri,
çalışanlar ve alacaklılar ile gerçek ve tüzel kişilerden oluşan büyük kitleleri yakından
ilgilendirmektedir. Sermaye koyma borcunun ifa edilmesinin şirket, pay sahipleri ve
şirketle ilişkide bulunanlar yönünden önemi, taahhüt edilen pay bedellerinin ifasını
özellikli bir konu hâline getirmektedir.
Bu çalışmada anonim şirket sermayesinin yasa ve ana sözleşme kurallarına
uygun biçimde tahsil edilmesi, sermaye koyma borcunun ifa edilmemesinin yaptırımı
ve sermayenin korunmasına yönelik sorunlara ilişkin doktrin ve uygulamadaki
yaklaşımlar ile çözüm önerilerinin ortaya konulması hedeflenmiştir. Bu süreçte pay
sahipleri başta olmak üzere, kurucular, şirket organları, alacaklılar, adlî ve idari
merciler gibi pek çok kişi ve kuruluşun üstlendiği işlevler ile yüklendikleri yetki, görev
ve sorumluluklar çalışmada üzerinde durulan başlıca konulardır.
Anonim şirketler hukuku alanındaki gelişmeler ile modernleşme ve teknolojik
gelişmelerin zorunlu kıldığı değişim ihtiyacını karşılamayı amaçlayan TTK
Tasarısı’nın bu konudaki hükümleri, mevcut kurallara yönelik doktrindeki
değerlendirmeler ve uygulamanın yanı sıra Komisyon tutanaklarında dile getirilen
görüşler, Tasarı’nın kamuoyuna açıklanmasının ardından yapılan yayınlar ve
değerlendirme toplantılarındaki eleştiriler de göz önünde tutularak irdelenmiştir.
ii

ĐÇĐNDEKĐLER

ÖNSÖZ .......................................................................................................... Đ
ĐÇĐNDEKĐLER................................................................................................ ĐĐ
KISALTMALAR ............................................................................................ XĐ
GĐRĐŞ ............................................................................................................ 1
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
ANONĐM ŞĐRKETLERDE SERMAYE KOYMA BORCU, DOĞUMU VE
HÜKÜMLERĐ
I. SERMAYE KOYMA BORCU VE NĐTELĐĞĐ ................................................ 5
A. Genel Olarak Sermaye Koyma Borcu ................................................... 5
1. Anonim Şirketlerde Sermaye Kavramı ............................................... 5
2. Esas Sermayenin Temel Özellikleri.................................................... 8
a. Başlangıçta Tespit Edilen ve Sabit Bir Rakam Olması ................... 8
b. Nakit Olarak Đfade Edilmesi ............................................................ 9
c. Sermaye Taahhütlerinin Toplamına Eşit Olması........................... 10
c. Đtibari Değerli Paylara Bölünmüş Olması ...................................... 11
d. Tamamının Taahhüt Edilmesi....................................................... 12
B. PAY, PAY SENEDĐ VE PAY SAHĐPLĐĞĐ KAVRAMLARI ..................... 13
1. Pay Kavramı .................................................................................... 13
2. Pay Senedi....................................................................................... 14
3. Pay Sahibi........................................................................................ 15
C. SERMAYE TAAHHÜDÜNÜN NĐTELĐĞĐ .............................................. 17
1. Çok Taraflı, Đltihakî ve Şekle Bağlı Sözleşmeden Kaynaklanması ... 17
2. Şirket Tüzel kişiliğine Karşı Yüklenilmiş Olması ............................... 19
3. Hukuki Şarta Bağlı Olması ............................................................... 20
II. SERMAYE KOYMA BORCUNUN TARAFLARI ...................................... 21
A. SERMAYE KOYMA BORCUNUN YÜKÜMLÜSÜ................................ 21
1. Nakdi Sermaye Borcunun Yükümlüsü.............................................. 22
a. Katılma Taahhüdünde Bulunan Pay Sahibi .................................. 22
b. Payın Devredilmesi Hâlinde Önceki Maliklerin Sorumlu Olması... 23
2. Nakit Dışı Sermaye Borcunun Yükümlüsü ....................................... 24
B. PAY BEDELLERĐNĐ ĐFA BORÇLUSUNUN BELĐRLENMESĐ............... 25
iii

1. Pay Defterine Kaydın Đşlevi .............................................................. 25


2. Pay Senetlerinin Đşlevi...................................................................... 28
3. Đlmühaberlerin Đşlevi ......................................................................... 30
III. NAKDĐ SERMAYE KOYMA BORCUNUN ĐFASI .................................... 30
A. NAKDĐ SERMAYE KOYMA BORCUNUN MUACCEL OLMASI .......... 31
1. Nakdi Sermaye Koyma Borcunun Đfa Zamanı .................................. 31
a. Sermaye Payının Đfa Tarihinin Belirlenmesi ve STB.’nin 2003/3
sayılı Tebliği................................................................................... 32
b. Şirketin Tescilinden Önceki Dönemde.......................................... 34
c. Şirketin Tescilinden Sonraki Dönemde ......................................... 36
d. TTK Tasarısı................................................................................. 38
2. Bakiye Sermaye Borcunun Ödenmesinde Muacceliyet Koşulu........ 40
B. ÖDEMEYE ÇAĞRI YETKĐSĐ VE ÇAĞRININ ŞEKLĐ ............................ 41
1. Ödemeye Çağrı Yetkisi .................................................................... 41
a. Kuruluş Aşamasında .................................................................... 42
b. Faaliyet Sırasında......................................................................... 43
c. Tasfiye Hâlinde ............................................................................. 45
d. Đflas Hâlinde.................................................................................. 46
2. Ödemeye Çağrının Đçeriği ve Şekli................................................... 46
3. Çağrıda Eşit Đşlem Đlkesi................................................................... 50
a. Pay Bedellerinin Çağrıdan Önce Ödenmesi ................................. 51
b. Çağrıda Bazı Pay Sahiplerinin Dışarıda Bırakılması .................... 52
c. Çağrının Yalnızca Belli Pay Sahiplerine Yöneltilmesi ................... 53
C. NAKDĐ SERMAYE BORCUNUN ÖDEME YERĐ.................................. 54
D. NAKDĐ SERMAYE BORCUNUN ĐFA EDĐLĐŞ BĐÇĐMĐ .......................... 55
1. Sermaye Borcunun Pay Sahibinin Alacağı ile Takası ...................... 56
a. Şirketin Kuruluşu ya da Esas Sermayesinin Artırılması Esnasında
Takas Beyanı................................................................................. 57
b. Kuruluşun Ardından Yapılan Apel Çağrısı Üzerine Takas Beyanı 60
2. Sermaye Borcuna Karşılık Kambiyo Senedi Verilmesi..................... 60
3. Sermaye Borcunun Yabancı Para ile Đfası ....................................... 61
4. Nakdi Sermaye Borcunun Serbest Yedek Akçeler ya da Kârdan
Ödenmesi............................................................................................ 63
iv

5- Nakdi Sermaye Koyma Borcundan Đbranın Yasak Olması ve Bunun


Đstisnası ............................................................................................... 63
a. Pay Bedeli Borcunun Đbrası .......................................................... 63
b. Pay Bedeli Borcunun Ferilerinin Đbrası ......................................... 65
IV. NAKĐT DIŞI SERMAYE BORCUNUN ĐFASI .......................................... 66
A. NAKĐT DIŞI SERMAYE BORCUNUN ĐFA ZAMANI............................. 66
B. SERMAYE KOYMA TAAHHÜDÜNE KONU NAKĐT DIŞI DEĞERLERĐN
MÜLKĐYETĐNĐN ŞĐRKETÇE KAZANILMASI .......................................... 68
1. Nakit Dışı Sermaye Koyma Taahhüdünün Mülkiyet Üzerindeki Etkisi
......................................................................................................... 68
2. Nakit Dışı Sermaye Koyma Taahhüdüne Konu Değerlerin Mülkiyetinin
Şirketçe Đktisabı ................................................................................ 69
a. Taşınmaz Mallar ve Devri Özel Şekle Bağlı Haklar ...................... 69
(1) Genel Olarak Taşınmazlar Üzerindeki Mülkiyet ya da Ayni Hak
Tesisi ve Devri............................................................................. 70
(2) Sermaye Payı Karşılığında Taşınmaz Mülkiyeti ya da Ayni Hak
Taahhüdü .................................................................................... 70
(3) Taşınmaz Üzerindeki Mülkiyet ya da Diğer Sınırlı Ayni Hakların
Đntikali Konusundaki Görüşler...................................................... 72
i. Tescilsiz Đktisap Görüşü………………………………………. ….73
ii. Đktisap Đçin Tescilin Gerekli Olduğu Görüşü……………………73
iii. Görüşlerin Değerlendirimesi…………………………………….75
b. Taşınır Mallar................................................................................ 76
(1) Taşınırların Mülkiyetinin Kuruluşla Şirkete Đntikal Ettiği Görüşü76
(2) Şirketçe Taşınırların Teslimsiz Đktisabının Söz Konusu Olmadığı
Görüşü ........................................................................................ 78
(3) Görüşlerin Değerlendirilmesi ................................................... 79
c. Haklar ve Alacaklar....................................................................... 81
V.TAAHHÜT KONUSU HAKLARIN ĐHTĐYATĐ TEDBĐR ĐLE KORUNMASI .. 83
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
SERMAYE BORCUNUN ĐFA EDĐLMEMESĐ VE PAY SAHĐBĐNĐN
TEMERRÜDÜ
I. SERMAYE BORCUNU ĐFADA TEMERRÜT ............................................ 87
A. Nakdi Sermaye Borcunu Đfada Temerrüt ............................................. 87
v

1. Genel Olarak Temerrüt Ve Đfa Etmeme Kavramları.......................... 87


2. Anonim Şirketin Kuruluşu Aşamasında Pay Sahibinin Temerrüdü... 89
3. Anonim Şirketin Faaliyeti Aşamasında............................................. 92
a. Pay Borçlarının Vadelerinin Ana Sözleşmede ya da Đştirak
Taahhütnamesinde Gösterilmesi ...................................................... 92
b. Pay Borçlarının Vadesinin Belirli Bir Tarih Yerine Tescilini Đzleyen Bir
Süre Olarak Belirlenmesi.................................................................. 94
c. Pay Bedellerinin Vadesinin Belirleme Konusunda Yönetim Kurulu ya
da Genel Kurulun Yetkili Kılınması ................................................... 94
B. NAKĐT DIŞI SERMAYE BORCUNDA TEMERRÜT ............................. 96
C. ĐHRAÇ PRĐMĐNĐ (AGĐO) ÖDEMEDE TEMERRÜT .............................. 98
II. NAKĐT DIŞI SERMAYE BORCUNUN ĐFASINDA ĐMKÂNSIZLIK........... 102
A. GENEL OLARAK ĐFA ĐMKÂNSIZLIĞI ............................................... 102
B. NAKĐT DIŞI SERMAYE BORCUNUN ĐFA ĐMKÂNSIZLIĞI ................ 104
1. Taahhüt Konusu Nakit Dışı Değerin Đmkânsızlığının Borca Etkisi.. 104
2. Kuruluş Sürecinde Sermaye Taahhüdünün Geçersizliği Konusunda
B.K.’nun Hükümlerinin Uygulanması .............................................. 106
3. Taahhüt Konusu Nakit Dışı Sermaye Payının Đfasının Sonradan
Đmkânsızlaşması............................................................................. 107
C. SERMAYE BORCUNUN PARA BORCUNA DÖNÜŞMESĐ............... 110
1. Đfa Đmkânsızlığı Nedeniyle Nakit Dışı Sermaye Borcunun Para
Borcuna Dönüşmesi ....................................................................... 110
2. Nakit Dışı Sermaye Borcunun Đfa Đmkânsızlığında Karşılık Gelen Para
Borcunun Kapsamı ......................................................................... 111
3. Đmkânsızlığın Pay Sahipliği ve Ana Sözleşmenin Geçerliliğine Etkisi
....................................................................................................... 112
D. ZAMANAŞIMI.................................................................................... 113
1. Sermaye Borcunun Đfa Zamanı Ana sözleşmede Belirlenmişse..... 115
2. Sermaye Borcunun Đfa Zamanı Ana sözleşmede Belirlenmemişse 116

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SERMAYE KOYMA BORCUNU ĐFADA TEMERRÜDÜN HÜKÜM VE
SONUÇLARI
I. ŞĐRKETĐN TESCĐL EDĐLMESĐNDEN ÖNCEKĐ SONUÇLARI................. 118
vi

A. ANĐ KURULUŞTA TEMERÜDÜN SONUÇLARI ................................ 120


a. Đcra Takibi ya da Đfa Davası............................................................ 120
b. Cezaî Şart ...................................................................................... 123
B. TEDRĐCĐ KURULUŞTA ..................................................................... 124
1. Đcra Takibi ya da Đfa Davası............................................................ 124
2. Şirketin Feshinin Talep Edilebilmesi Sorunu .................................. 125
3. Mütemerrit Pay Sahibinin Çıkarılması ............................................ 125
II. ŞĐRKETĐN TESCĐLĐNDEN SONRAKĐ SONUÇLARI .............................. 126
A. SERMAYE BORCUNUN ĐFASI DAVASI VE ĐCRA TAKĐBĐ ............... 127
1. Đfa Davası Açılabileceğini Kabul Etmeyen Görüş ........................... 128
a. TTK. m. 140/IV’teki Kuralın Bakiye Sermaye Koyma Borçları Đçin
Geçerli Olmaması ........................................................................ 128
b. Đfa Davası Açılmasının Bakiye Sermaye Bedellerinin Tahsilini
Geciktirmesi ................................................................................. 129
2. Đfa Davası Açılabileceğini Kabul Eden Görüş ................................. 130
a. Anonim Şirketin Ödenmeyen Pay Bedellerini Tahsil Zorunluluğu130
b. TTK. m. 407 ve 408’deki Kuralların m. 140/IV ile Tamamlanmasının
Gereği .......................................................................................... 131
c. Şirket ve Đlgililerin Menfaatleri Đle Hakkaniyet Kurallarının Gereği132
3. Görüşlerin Değerlendirilmesi.......................................................... 133
B. GECĐKMĐŞ ĐFAYA BAĞLI OLARAK PAY SAHĐBĐNĐN DĐĞER
BORÇLARI .......................................................................................... 135
1. Temerrüt Faizi ................................................................................ 135
a. Pay Bedelini Đfa Etmeyen Pay Sahibinin Ödemekle Yükümlü
Olduğu Temerrüt Faizinin Hukuksal Niteliği ................................. 136
b. Uygulanacak Temerrüt Faizi Oranları......................................... 138
c. Temerrüt Faizinin Hesaplanması ................................................ 139
d. Uygulanacak Temerrüt Faizinin Başlangıcı ve Sona Erme Anı .. 139
2. Munzam Zarar................................................................................ 141
a. Zararın Hesaplanması ................................................................ 142
b. Kusur ve Đspat Sorunu ................................................................ 143
c. Munzam Zararın Tazmini Usulü.................................................. 145
3. Cezaî Şart ...................................................................................... 146
a. Temerrüde Bağlı Cezaî Şartın Koşulları ..................................... 147
vii

b. Fahiş Miktardaki Cezaî Şartın Đndirilebilmesi Sorunu ................. 148


c. Đndirim Miktarının Belirlenmesi.................................................... 150
d. Mütemerrit Pay Sahibinin Cezaî Şart Borcunun Sona Ermesi.... 151
4. Masraflar ........................................................................................ 152
C. ISKAT................................................................................................ 152
1. Iskat Kavramı, Hukuki Niteliği ve Koşulları..................................... 154
a. Iskat Kavramı.............................................................................. 154
b. Iskatın Hukuki Niteliği ................................................................. 155
c. Şirketçe Mütemerrit Pay Sahibinin Iskat Edilebileceği Dönem.... 158
d. Iskatın Koşulları .......................................................................... 160
(1) Iskatın Pay Sahibi Hakkında Uygulanması ............................ 160
(2) Sermaye Koyma Borcunun Đfa Edilmemesi ........................... 161
(3) Nakit Dışı Sermaye Borcunda Iskat Sorunu .......................... 162
2. Iskatın Uygulanması....................................................................... 165
a. Ödemeye Davetin Muhatabının Belirlenmesi ............................. 165
b. Ödemeye Davetin Şekli ve Zamanı ............................................ 167
c. Senede Bağlanmamış Payların Đfaya Davet ve Iskat Đhtarı Yöntemi
..................................................................................................... 171
d. Iskatı Uygulamaya Yetkili Organ................................................. 174
e. Iskat Kararının Alınması ve Hüküm Doğurma Anı ...................... 176
3. Mütemerrit Pay Sahibince Yapılan Kısmi Ödemeler ...................... 177
a. Pay Sahibinin Yaptığı Kısmi Ödemelerden Mahrum Bırakılması 177
b. Pay Sahibinin Yaptığı Ödemelerin Mahsubu .............................. 179
c. Birden Fazla Paya Sahip Malikin Yaptığı Kısmi Ödemeler ......... 180
4. Iskat Kararı ve Pay Senetlerinin Đptali ............................................ 182
5. Pay Sahibinin Konkordatosunun veya Đflasının Borç ve Iskat
Üzerindeki Etkileri ............................................................................. 185
6. Iskatın Hükümleri ........................................................................... 186
a. Iskat Edilen Pay Sahibi Açısından .............................................. 186
(1) Pay Sahipliğinin ve Buna Bağlı Tüm Hakların Kaybedilmesi . 186
(2) Iskat Edilen Payın Malikinin Şirket Yönetim Kurulu Üyeliğinin
Sona Ermesi.............................................................................. 188
(3) Iskat Edilen Paya Karşılık Gelen Kâr Payından Yoksunluk ... 189
viii

(4) Iskatın Paydan Kaynaklanan Temerrüt Faizi, Cezaî Şart ve


Tazminat Üzerine Etkisi ............................................................ 190
b. Iskatın Şirket Bakımından Sonuçları........................................... 192
(1) Iskat Edilen Paydan Kaynaklanan Haklar.............................. 192
(2) Iskat Edilen Paydan Kaynaklanan Hakların Kullanılması ...... 194
(3) Iskat Edilen Payın Satılıp Sermaye Açığının Kapatılması ..... 196
(4) Iskat Edilen Payın Satımı Nedeniyle Bilânco Kâr ya da Zararının
Ortaya Çıkması ......................................................................... 197
(5) Iskat Nedeniyle Ortak Sayısının Beş Kişinin Altına Düşmesi. 198
c. Iskatın Üçüncü Kişiler Açısından Sonuçları ................................ 199
(1) Iskata Konu Pay Senedini Devralanın Hukuksal Durumu...... 199
(2) Pay Senedinin Üzerindeki Rehin ve Đntifa Hakkının Sona Ermesi
.................................................................................................. 200
d. Pay ve Paydan Kaynaklanan Haklar Bakımından Sonuçları... 202
e. Iskatın Pay Senedi Üzerine Etkisi ........................................... 206
(1) Pay Sahipliği Hakları ile Pay Senedi Arasındaki Bağın Ortadan
Kalkması ................................................................................... 206
(2) Iskat Edilen Pay Sahibinin Şekli Olarak Ortak Gözükmesi .... 206
7. Iskat Edilen Payın Değerlendirilmesi.............................................. 207
a. Payın Değerlendirilmesinin Hukuki Niteliği ................................. 207
b. Payın Değerlendirilmesi Usulü.................................................... 208
c. Payın Değerlendirilmesinde Eşit Đşlem Đlkesi .............................. 212
d. Payın Değerlendirilmesinde Bağlam Hükümleri ve Payı Đktisap
Edenin Durumu............................................................................ 213
e. Payın Değerlendirilmesi Neticesinde Elde Edilen Bedelin Đtibari
Değerin Üzerinde Olması............................................................. 214
8. Iskat Edilen Pay Sahibinin Açıklardan Sorumluluğu....................... 215
a. Pay Bedeliyle Kapanmayan Açıkların Kapsamı.......................... 216
b. Iskat Edilen Payları Satın Alan Yeni Malikin Sorumluluğu .......... 216
c. Iskat Zararının Tazmini Borcunun Zamanaşımı Süreleri............. 219
d. Iskat Edilen Pay Sahibinin, Bu Payı Taahhüt Edenin de Iskat
Edilmesi Durumunda Sorumluluğu .............................................. 220
9. Iskatın Hükümsüzlüğü.................................................................... 221
a. Iskat Usulüne Uyulmaması......................................................... 222
ix

b. Iskatta Eşit Đşlem Đlkesine Ve Dürüstlük Kuralına Aykırılık .......... 225


c. Usulsüz Olarak Alınan Iskat Kararının Đptali ............................... 228
(1) Genel Kurula Đtiraz................................................................. 228
(2) Đptal Davası............................................................................ 229
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ANONĐM ŞĐRKET KURUCU VE ORGANLARININ SERMAYE PAYLARININ
GEREĞĐ GĐBĐ YERĐNE GETĐRĐLMEMESĐNDEN SORUMLULUKLARI
I. KURUCULARIN SERMAYE BORCUNUN ĐFA EDĐLMEMESĐNDEN
SORUMLULUĞU ...................................................................................... 233
A. ESAS SERMAYE HAKKINDA YANLIŞ BEYANLAR ......................... 236
1. Payları Kendi Hesaplarına Alma Yükümlülüğü............................... 237
2. Şirketin Payı Değerlendirmesi ve Açıklardan Sorumluluk .............. 238
3. TTK Tasarısı’ndaki Düzenleme ...................................................... 238
B. NAKĐT DIŞI SERMAYEYE DEĞER BĐÇĐLMESĐNDE HĐLE................ 239
C. DAVANIN TARAFLARI VE ĐSPAT KÜLFETĐ..................................... 241
II. ŞĐRKET ĐLK YÖNETĐM KURULUNUN VE DENETÇĐLERĐN
SORUMLULUĞU ...................................................................................... 243
A. ŞĐRKET ORGANLARI VE FĐĐLLERĐNE ĐŞTĐRAK EDENLERĐN
SORUMLULUĞUNUN NĐTELĐĞĐ ......................................................... 244
B. SORUMLULUĞUN KOŞULLARI, DAVA AÇMA SÜRESĐ VE ŞĐRKETĐN
TEMSĐLĐ............................................................................................... 248
1. Sorumluluğun Koşulları .................................................................. 248
2. Dava Açma Süresi ve Yetkili Mahkeme ......................................... 250
3. Dava Açma Yetkisi, Alacaklılar ya da Pay Sahiplerinin Dava
Açabilmeleri....................................................................................... 251
4. Davada Şirketin Temsili ................................................................. 253
C. ŞĐRKET ORGANLARININ ÖDEDĐKLERĐ TAZMĐNAT NEDENĐYLE
RÜCU EDEBĐLMELERĐ ....................................................................... 254
III. HALKA ARZDA TAAHHÜT EDENĐN SORUMLULUĞU ....................... 255
IV. KURUCULAR VE ŞĐRKET ORGANLARININ SORUMLULUĞUNUN
SONA ERMESĐ ......................................................................................... 257
A. SORUMLULUĞUN SULH YA DA ĐBRA YOLUYLA SONA
ERDĐRĐLMESĐ ..................................................................................................... 257
B. SORUMLULUĞUN ZAMANAŞIMI YOLUYLA SONA ERMESĐ ......... 260
x

1. Zamanaşımı Süreleri...................................................................... 260


2. Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcı ............................................... 262
a. Đki Yıllık Zamanaşımı Süresinin Başlangıcı................................. 262
b. Beş Yıllık Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcı ............................ 264
c. Ceza Zamanaşımı Süreleri ......................................................... 265
3. Zamanaşımı Definin Đleri Sürülmesi ............................................... 266
SONUÇ ..................................................................................................... 268
KAYNAKÇA.............................................................................................. 276
ÖZET......................................................................................................... 291
ABSTRACT…………………………………………………………………….. 291
xi

KISALTMALAR

ABD : Ankara Barosu Dergisi


Abs : Abschnitt
AD : Adalet Dergisi
AĐTĐAD : Ankara Đktisadi ve Ticari Đlimler Akademisi Dergisi
AktG : Aktiengesetz
Anm. : Anmerkung(en)
Art. : Artikel
AŞ. : Anonim şirket
ATF : Arret(s) du Tribunal Federal Suisse (Đsviçre Federal Mahkemesi
Karar(lar)ı
Aufl. : Auflage
AÜEHFD : Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi
AÜHFD : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
AÜSBFY : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları
AÜY : Anadolu Üniversitesi Yayınları
b. : bend
Batider : Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi
BGB : Burgerliches Gesetzbuch vom 18. August 1896 (Alman Medenî
Kanunu)
BGE : Entscheidungen des Schweizerischen Bundesgerichtes, Amtliche
Sammlung (Đsviçre Federal Mahkemesi Kararları Resmî Külliyatı)
BK. : Borçlar Kanunu
Bkz. (bkz) : Bakınız
BMFD : Banka Meslek ve Fikir Dergisi
BTHAE : Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü
C. : Cilt
Çev. : Çeviren
DEÜ : Dokuz Eylül Üniversitesi
DEÜHFY : Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları
dn. : dipnot
E. : Esas numarası
xii

EĐTĐAD : Eskişehir Đktisadi Đdari Đlimler Akademisi Dergisi


ErÜHFD : Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
ETK : Eski Ticaret Kanunu
f. : fıkra
G. : Gün
GmbH : Gesellschft mit beschrankter Haftung
GÜHFD : Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
HD. : Hukuk Dairesi
HGK : Hukuk Genel Kurulu
HUMK. : Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu
ĐBD : Đstanbul Barosu Dergisi
ĐBK : Đsviçre Borçlar Kanunu
ĐHFD : Đstanbul Hukuk Fakültesi Dergisi
ĐĐK : Đcra ve Đflas Kanunu
ĐĐTĐA : Đstanbul Đktisadi ve Ticari Đlimler Akademisi
ĐKĐD : Đlmî Kazaî Đçtihatlar Dergisi
Đkt.Mal : Đktisat ve Maliye Dergisi
ĐMKB : Đstanbul Menkul Kıymetler Borsası
Đsv.ĐĐK : Đsviçre Đcra ve Đflas Kanunu
ĐÜY : Đstanbul Üniversitesi Yayınları
Đz. BD : Đzmir Barosu Dergisi
jdT. : Le Journal des Tribunaux (Mehakim gazetesi ve adlî dergi)
K. : Karar
karş. : Karşılaştırınız
KHK : Kanun Hükmünde Kararname
m. : Madde
MÜHF-HAD : Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi
MaÜHFD : Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
N. : Numara
OR : Obligationenrecht
RG. : Resmî Gazete
RKD : Resmî Kararlar Dergisi
s. : sayfa
S. : Sayı
xiii

SerPK : Sermaye Piyasası Kanunu


SPK : Sermaye Piyasası Kurulu
STB. : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
T. : Tarih
TBB : Türkiye Barolar Birliği
Teb : Tebliğ
TD. : Ticaret Dairesi
TDK : Türk Dil Kurumu
THYKS : Ticaret Hukuku Yargıtay Kararları Sempozyumu
TSG : Ticaret Sicili Gazetesi
TMK : Medenî Kanun
TODAĐE : Türkiye ve Orta Doğu Amme Đdaresi Enstitüsü
TTK Tasarısı : Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
TTK. : Türk Ticaret Kanunu
vb. : ve benzeri
vd. : ve devamı
vs. : ve saire
Y. : Yargıtay
YHD : Yasa Hukuk Dergisi
YHGK : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
YKD. : Yargıtay Kararları Dergisi
Yh : Yayına hazırlayan
Ykr : Yeni kuruş
YTL : Yeni Türk Lirası
1

GĐRĐŞ

Anonim şirket yapısının ortaya çıkışı, ekonomik hedeflere ulaşmada tek


başına yeterli olmayan küçük tasarrufların bir araya getirilip büyük sermaye birikimini
temin etme düşüncesine dayanır. Bu ortaklıklar, birikimlerin bir araya getirilerek
büyük ölçekli projelerin gerçekleştirilmesini sağlayıp ekonominin dinamosunu ve
ekonomik düzenin temelini oluşturan yapı taşlarıdır. Farklı çıkar gruplarını
bünyesinde toplayan anonim şirketlerin sağlam sermaye yapısına kavuşmaları, bir
yandan şirket tüzel kişiliğinin sürekli gelişiminin ve kârlılığının önünü açarken, diğer
yandan sermaye koymak suretiyle bu yapıyı oluşturan tasarruf sahipleri ve şirketle
ilişki içindeki üçüncü şahıslar açısından güvence oluşturmaktadır.
Anonim şirketin bir payına sahip olmak, bazı hakları sağlamanın yanı sıra bir
kısım borçları da yüklemektedir. Bu bağlamda pay sahiplerinin kuşkusuz en temel
borcu, ödemeyi taahhüt ettikleri sermaye payını ana sözleşmeye uygun biçimde ifa
etmektir. Pay sahiplerine yüklenen tali borçlar bir tarafa bırakıldığı takdirde bu
kişilerin nakdi sermaye taahhüdünde payın itibari değeri ve ihraç priminden (agio),
nakit dışı sermaye taahhüdünde ise taahhüt edilenden başka bir şeyi ödemeye ana
sözleşmeyle dahi yükümlü tutulmaları söz konusu değildir (TTK. m. 405).
Anonim şirketlerin kâr elde etmek ve pay sahipleri arasında bunu
paylaştırmak yolundaki müşterek çabaların başarıya ulaşması ve bu amacın
gerçekleşebilmesi, büyük ölçüde taahhüt edilen sermayenin tam ve eksiksiz olarak
temin edilmesine bağlıdır. Ortaklarından ayrı tüzel kişilikleri ve bağımsız
sermayeleriyle anonim şirketler açısından sermaye alacaklarının tahsil edilememesi,
tüzel kişiliğin varlığını ciddi ölçüde tehdit eden bir durumdur. Bu sorunun ayrıca pay
sahipleri bakımından temettü kaybı, üçüncü şahıslar yönünden alacaklarının
tehlikeye düşmesi gibi farklı boyutları bulunmaktadır.
Anonim şirketlerle doğrudan ya da dolaylı biçimde menfaat ilişkisi bulunan
kişiler çevresinin genişliği ve bu tür şirketlerin ekonomik işlevleri nedeniyle sermaye
borcunun gereği gibi ifası, geniş perspektiften bakıldığında ekonomide güven ve
istikrarın teminine katkı sağlamakta ve piyasanın gelişimine yardımcı olmaktadır.
Başka bir deyişle, anonim şirketin verimli ve kârlı işleyişi, yalnızca şirkete getirdikleri
sermaye payına karşılık olarak elde edilecek kârdan yararlanmayı amaçlayan pay
sahiplerini değil, şirket alacaklıları ve çalışanlarını, bu şirketlerin aynı zamanda vergi
2

yükümlüsü olması nedeniyle devleti ve oluşan katma değer nedeniyle de tüm


toplumun çıkarlarını ilgilendirmektedir.
TTK.’nda düzenlenen şirketlerin sermaye yapısında, SerPK.’nda düzenlenen
şirketlere nazaran farklılıklar özellikle sermaye olarak konabilecek değerlerde,
payların senede bağlanması zorunluluğunda, bedelsiz paylarda, sermaye artırımında
ve buna bağlı olarak kayıtlı sermaye artırımı sisteminin kabul edilebilmesinde
kendisini göstermektedir. Bu nedenle pay sahibinin sermaye koyma borcu, TTK.
hükümlerine tâbi olarak kurulup faaliyet gösteren anonim şirketler açısından özellik
taşımaktadır. Özel kanunlara bağlı anonim şirketlerdeki sermaye borçları ve bunların
ifa edilmemesine dair kurallar çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur1.
Sermaye koyma borcunun ifa edilmemesinin sonuçları itibarıyla şirketin, pay
sahiplerinin ve şirketle ilişkide bulunanların ekonomik durumlarına yönelik ciddi
olumsuz etkileri bulunmaktadır. Konunun önemi nedeniyle yasa koyucu taahhüt
edilen sermaye paylarının ödenmesinde temerrüdü özellikli biçimde düzenlemiş,
borçlu temerrüdüne ilişkin genel kurallara ilâve olarak farklı ve anonim şirket
hukukuna özgü bir kısım başka önlemler getirmiştir.
Bu tür şirketlerde pay sahibi olanların taahhüt ettikleri pay bedelleri dışında
başkaca sorumluluklarının bulunmadığı yönündeki Kıta Avrupası’nda ve bu
kapsamda Türkiye’de geçerli olan sistem, şirket alacaklılarına güvence
oluşturabilmek amacıyla taahhüt konusu sermayenin ödenmesi ve bunun
korunmasını sağlayıcı önlemler üzerine kurulmuştur. Anonim şirketlerin, kuruluş
sürecini tamamlayıp tüzel kişilik kazanmalarının ardından yasalar ve ana sözleşme
hükümleri çerçevesindeki sorumluluk ve işlevlerini yerine getirebilmeleri büyük ölçüde
pay sahiplerince taahhüt edilen sermaye paylarının gereği gibi ifasına bağlıdır. Bu
nedenle yasakoyucu sermayenin mevzuat ve ana sözleşme çerçevesinde tahsil
edilebilmesi için bu sürecin her aşamasını emredici düzenlemeler yoluyla sıkı
kurallara bağlamıştır.

1
TTK.’nun 270. maddesinde özel kanunlarla kurulmuş anonim şirketlerin kanunlarında hüküm bulunmayan
hâllerde TTK.’nun anonim şirketlere ilişkin kurallarının uygulanacağı düzenlenmiştir. TTK Tasarısı’nın 330.
maddesinde ise “kurulan” yerine, “özel kanunlara bağlı” olma niteliğine vurgu yapıldığı görülmektedir. Bu
değişikliğin gerekçesinde ise günümüzde özel kanunla kurulmuş anonim şirkete hemen hemen hiç
rastlanılmadığı, daha çok özel kanunlara ve kurallara tâbi (SerPK.’na tâbi şirketler, bankalar, finansal kiralama
şirketleri, vb.) anonim şirketlerin mevcut olduğu gerekçesiyle değişiklik yapılmıştır. Özel kanunla kurulan
anonim şirketlere örnek olarak 7462 sayılı Kanun’la kurulmuş olan Ereğli Demir Çelik Fabrikaları AŞ.’nin
sayılması mümkündür. Bu Kanun’un 2/II. maddesiyle anılan şirket TTK’nun ani ve tedrici kuruluş, ayni ve
nakdi sermaye konulmasına ilişkin hükümlerinden muaf tutulmuştur.
3

TTK.’nda anonim şirket sermayesinin kanuna ve ana sözleşmeye uygun


olarak sağlanmasını güvence altına almaya yönelik olduğu ilk bakışta anlaşılan bazı
kuralların varlığı dikkat çekmektedir. Sermaye payı olarak taahhüt edilen nakit dışı
sermayenin değerinin mahkemece atanan bilirkişilerce belirlenmesi (TTK. m. 289/II),
nominal değerden daha aşağı bir bedelle pay ihracının mümkün bulunmaması (TTK.
m. 286), bedeli tamamen ödenmemiş olan payların hamiline yazılı pay senedine
bağlanamaması (TTK. m. 409/f. son), pay taahhüdünü ifa etmeyen pay sahibinin
bütün şirket haklarından yoksun bırakılıp (ıskat) payın bir başkasına devrine olanak
tanınması (TTK m. 407) vs. bunlara örnek olarak verilebilir.
Öte yandan, anonim şirketler hukuku alanında yaşanan sorunların
çözümüne yönelik mevzuatta yapılan değişiklikler, çıkarılan çeşitli tebliğler ve TTK.
Tasarısı’yla getirilmesi öngörülen yeni ve farklı düzenlemeler, sermaye koyma
borcunun ifası konusunu özellikli hâle getirmiştir.
Bu konuda inceleme yapmaya sevk eden bir diğer etken ise özellikle
sermaye koyma borcunu ifada temerüdün pay sahipleri açısından olduğu kadar
ortaklık, kurucular, organlar ve üçüncü şahıslar bakımından sonuçlarının bağımsız bir
çalışmada değerlendirilmemiş olmasıdır.
Çalışmanın amacını, anonim şirkete sermaye taahhüdünde bulunulması ile
başlayan sürecin bütün yönleriyle ortaya konularak, bu şekilde yükümlülük altına
giren pay sahibinin bu borcunu ifa etmemesinin hüküm ve sonuçlarının çeşitli
olasılıklar çerçevesinde değerlendirilip irdelenmesi oluşturmaktadır. Ayrıca yapılan
çalışmada sermaye koyma borcundan birinci derecede sorumlu olan pay sahiplerinin
dışında kalan, şirketin kurucuları, organları ve bunların eylemlerine iştirak eden
üçüncü kişilerin sorumluluklarının incelenmesi hedeflenmektedir.
Toplam dört bölümden oluşan tezin birinci bölümünde, sermaye borcunun
yerine getirilmemesinin hüküm ve sonuçlarının açıklığa kavuşturulabilmesi
bakımından önem arz eden sermaye koyma borcu, tarafları, pay bedellerinin yasa ve
ana sözleşme kuralları çerçevesinde ödenmesine dair temel ilkeler irdelenmektedir.
Đkinci bölümde, pay sahibinin sermaye koyma borcu ve ihraç priminin (agio)
ifasında temerrüt, nakit dışı sermaye taahhüdüne yönelik ortaya çıkan ifa imkânsızlığı
ve sermaye borcunun zamanaşımına uğraması konuları değerlendirilmektedir.
Üçüncü bölümde, sermaye koyma borcunun ifa edilmemesi nedeniyle,
borçlu pay sahibine karşı başvurulabilecek hukuk yolları inceleme konusu
4

yapılmakta, şirketin tescilinden önce ve sonra bu konuda sahip olunan olanaklara yer
verilmektedir.
Dördüncü bölümde sermaye borcunun ifa edilmemesinden dolayı borçlu pay
sahibi dışındaki kurucular, şirketin yönetim kurulu ve denetim kurulu üyeleri ile onların
eylemlerine katılan üçüncü kişilerin sorumluluklarının kapsamı ve sona erme konusu
incelenmiştir.
Çalışma, girişten itibaren inceleme konularıyla ilgili olarak ortaya konan
sorun ve çözümlere ilişkin genel değerlendirmelerin yapıldığı ve çalışmada varılan
sonuçların vurgulandığı sonuç bölümüyle tamamlanmıştır.
5

BĐRĐNCĐ BÖLÜM

ANONĐM ŞĐRKETLERDE SERMAYE KOYMA BORCU, DOĞUMU VE


HÜKÜMLERĐ

I. SERMAYE KOYMA BORCU VE NĐTELĐĞĐ

A. Genel Olarak Sermaye Koyma Borcu

1. Anonim Şirketlerde Sermaye Kavramı


Hukuk, muhasebe ve ekonomi alanlarında farklı anlamlar ifade eden ve çok
yönlü olan sermaye kavramının, bütün bilim dallarındaki işlevini içine alan ortak bir
tanımının yapılması güçtür. Günlük yaşamda “para” anlamında kullanılan sermaye,
sözlüklerde “ana mal, anapara, kapital” ya da “üretimde kullanılan araç ve gereçlerin
tümü”2 biçiminde; ekonomi alanında “faiz getiren para” ya da “istihsal faktörü
bulunan mal” olarak tanımlanmaktadır3. Ekonomi alanında sermayenin üretimde
verimi artırma ve emeğe yardımcı olma özelliğine vurgu yapan bir başka tanım ise
“üretimde verimi artırmak için emeğe yardımcı olması amacıyla kullanılan ve önceden
kendileri de üretilmiş bulunan, üretim araçları” biçimindedir4.
Ticaret ve borçlar hukuku alanında sermaye, taahhüde konu olup ortak
amacı gerçekleştirmeye yarayan ve bu amaca özgülenmiş malvarlıksal değerler ile
ticari itibar ve emek gibi ekonomik niteliği olan diğer değerleri ifade eder5. Bu
bağlamda sermayenin, şirketlerde ortakların müşterek amaçlarına ulaşmak için,

2
Mehmet Kanar, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, “sermaye”, 2. baskı, Ankara, Say Yayınları, 1992, s. 901;
Ömer Demir, Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, “sermaye”, Đstanbul, Ağaç Yayıncılık, 1993, s. 318.
Şükrü Halûk Akalın, vd., Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, “sermaye”, 10. baskı, Ankara, TDK, 2009, s.
1735.
3
Mazhar Hiçşaşmaz, Genel Muhasebe Teorisi ve Uygulama Esasları, Ankara, BTHAE, 1969, s. 131;
Aziz Köklü, Đktisat Đlmine Giriş, Ankara, Sevinç Matbaası, 1972, s. 122.
4
Ahmet Gökdere, Bankacılar Đçin Ekonomi Bilgisi, Ankara, BTHAE, 2004, s. 4; Erol Manisalı, Đktisada
Giriş, Đstanbul, Der Yayınları, 1996. s. 46; Mümin Ertürk, Đşletme Biliminin Temel Đlkeleri, Đstanbul, Beta,
1996, s. 14; Meral Tecer, Đsletmelerde Sermaye Maliyeti, Ankara, TODAĐE, 1980, s. 4; Orhan Türkay, Đktisat
Teorisine Giriş, Mikro Đktisat, 2. baskı, Ankara, Đmaj Yayıncılık, 1996, s. 5.
5
Celâl Göle, Anonim Ortaklıklarda Nakdi Sermaye Koyma Borcu ve Bu Borcu Đfada Temerrüt,
Ankara, BTHAE, 1976, s. 8; M. Fatih Arıcı, “Alacak Hakkının Anonim Ortaklığa Sermaye Olarak Taahhüdü”,
Đstanbul, 2001, (Yüksek Lisans Tezi), s. 3; Rafet Kalyoncu, “Anonim Ortaklıklarda Nakdi Sermaye Koyma
Borcu ve Bu Borcu Đfada Temerrüt”, Ankara, 1999, (Yüksek Lisans Tezi), s. 5.
6

şirkete getirdikleri değerlerin bütünü6 olarak tanımlanması olanaklıdır. Bu tanımlama


doğrultusunda hukuksal anlamda sermayenin ortak amaca varmayı sağlamak koşulu
ile maddi ya da gayri maddi her türlü ekonomik değeri kapsadığı anlaşılmaktadır (BK.
m. 521/I)7.
Paylara bölünmüş sermayesi gerçek ya da tüzel kişiler tarafından taahhüt
edilen, pay sahiplerinin şirketin borç ve kayıplarından dolayı, koymayı taahhüt ettikleri
pay bedellerinin dışında sorumlu olmadıkları şirket türü olan (m. 269/I) anonim
şirketler hukukunda8 sermayenin hukuki açıdan içerdiği unsurlar da dikkate alınmak
suretiyle ekonomi bilimindekinden farklı tanımlanması mümkündür9.
Sermaye, anonim şirket yapısını oluşturan en temel unsurlardan birisi olup,
pay sahiplerinin şirkete koymayı taahhüt ettikleri para ile gösterilen, sabit ve belli
değere “esas sermaye”10, bunun şirkete fiilen getirilmiş ya da ödenmiş kısmına
“ödenmiş sermaye11”, şirketin belli bir hesap dönemi sonunda malvarlığından,
borçları düşüldüğünde elde edilen değere ise “öz sermaye” (net varlık)12
denilmektedir. Pay sahiplerinin şirkete getirmeyi taahhüt ettikleri para ile gösterilen,
sabit ve belli değerin esas sermaye (TTK. m. 279/II, b. 3) olarak adlandırılmasının
nedeni, bu nitelikteki anonim şirket sermayesinin diğerleriyle arasındaki farkı
vurgulamaktır13.

6
Sait Kemal Mimaroğlu, Ticaret Hukuku, C. II, Đşletme Hukuku, Ticaret Ortaklıkları Hukuku, Ortaklıklar,
Ankara, BTHAE, 1972, s. 118.
7
Mehmet Bahtiyar, “Anonim Ortaklıkta Kayıtlı Sermaye Sistemi ve Sermaye Artırımı”, (Doktora Tezi),
Diyarbakır, 1993, doktora tezi, s. 6; Göle, s. 7-8; Mimaroğlu, Ortaklıklar, s.117-118; Oğuz Kürşat Ünal,
Sermaye Piyasası Hukuku ve Mevzuatı, Ankara, Asil Yayın Dağıtım, 2005, s. 313.
8
Janet Dine, Marios Koutsias, Michael Blecher, Company Law In The New Europe, Chelteham Glos,
2007, s. 212.
9
Alihan Aydın, “Anonim Ortaklığın Kendi Paylarını Edinmesi”, Đstanbul, 2007, (Doktora Tezi), s. 9-10.
10
Esas sermaye TTK’nun 272. maddesine karşılık gelen TTK Tasarısı’nın 272/II. maddesinde, tamamı esas
sözleşmede taahhüt edilmiş bulunan sermaye olarak tanımlanmaktadır. Bu konuda ayrıca bkz. Arıcı, Alacak
Hakkı, s. 4; Bahtiyar, tez, s. 6; Gönen Eriş, TTK Ticari Đşletme ve Şirketler, C. II, Ankara, Seçkin, 2007, s.
2365; Göle, s. 8 vd; Ernst Hirsch, Türk Ticaret Kanununun Esaslarına Göre Ticaret Hukuku, (Ticaret
Hukuku), çev. Mustafa Galip, Đstanbul, 1935, s. 160; Erdoğan Moroğlu, Anonim Ortaklıklarda Esas Sermaye
Artırımı (Esas Sermaye Artırımı), Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş 2. baskı, Đstanbul, Vedat Kitapçılık, 2003,
s. 1; Yaşar Karayalçın, Sermaye Koyma Borcu Đfa, Özel Hukukta Meseleler Görüşler, Ankara, BTHAE,
1975, s. 257 vd.
11
Reha Poroy, Ünal Tekinalp, Ersin Çamoğlu, Ortaklıklar ve Kooperatifler Hukuku, Güncelleştirilmiş
11. baskı, Đstanbul, Vedat Kitapçılık, 2009, N. 1484, s. 809.
12
Göle, s. 9.
13
Göle, s. 8; Ferda Şar, “Anonim Ortaklıklarda Malvarlığının Korunması Đlkesi”, Đstanbul, 1995, (Yüksek
Lisans Tezi), s. 30; Ernst Hirsh, Ticaret Hukuku Dersleri, (THD), 3. bası, Đstanbul, 1948, s. 265.
7

TTK. m. 324’te sözü edilen esas sermaye14 ödenmiş sermaye olmayıp, pay
sahiplerince şirkete getirilmesi taahhüt edilen katılma paylarının tamamını ifade eden
ve ana sözleşmede belirtilen (TTK. m. 279/II, b.3) sabit ve itibari (nominal) rakam15
olarak bilânçonun pasif kısmında gösterilir16. Kayıtlı sermaye ise anonim şirketlerin
ana sözleşmelerinde hüküm bulunması kaydıyla, yönetim kurullarınca alınan bir
kararla TTK.’nun sermayenin artırılmasına ilişkin hükümlerine bağlı olmaksızın pay
senedi çıkarabilecekleri azami miktarı gösteren, ticaret siciline tescil edilmiş
sermayeyi ifade etmektedir (SerPK. m. 3/d)17. Bu miktarın ana sözleşmede
öngörülmesi ve Ticaret Siciline tescil edilebilmesi için, ne taahhüt edilmesine ne de
şirkete getirilmiş olmasına gerek bulunmamaktadır18.
Şirketin kuruluşunda kararlaştırılan ve ana sözleşmede gösterilen esas
sermayenin artırılması ya da azaltılması ana sözleşme değişikliğini gerektirir (TTK.
m. 391). Buna karşılık pay senetlerini halka arz etmek üzere kurulan ya da sermaye
artırımı yoluyla pay senetlerini halka arz edecek olan şirketlerin, ana sözleşmelerinde
hüküm bulunması ve ticaret siciline tescil edilen kayıtlı sermaye tavanı altında
kalması koşuluyla TTK.’nun sermaye artırımına dair hükümlerine tâbi olmaksızın
yönetim kurulu tarafından alınacak bir karar ile pay senedi çıkarma ve bu yolla
sermaye artırma imkânı bulunmaktadır19. Kayıtlı sermayeli anonim şirketlerin satışı

14
Esas sermaye, ortaklığın hangi miktardaki değerlerle faaliyete başladığını göstermesi bakımından
önemlidir. Diğer sermaye türleri ve kişi ortaklıklarındaki sermayeden farkı ortaya koyan bu kavrama TTK.’nun
birçok maddesinde yer verilmiş, ancak Yasa’da tanım yapılmamıştır. Yine Yasa’da geçen “sermaye” terimi,
çoğunlukla esas sermaye anlamında kullanılmıştır. Bahtiyar (Tez), s. 7; Halil Arslanlı, Anonim Şirketler, C. I,
Umumi Hükümler, 2. bası, Đstanbul, Fakülteler Matbaası, 1959, s. 95; Ünal Tekinalp, “Anonim Ortaklığın
Bilânçosu ve Yedek Akçeleri”, Đstanbul, 1970, (Tez), s. 202
15
Sermayenin anonim ortaklıklarda neyi ifade ettiği, kapsamı ve içeriğinin nerelere kadar uzandığı
konusuna ilişkin değerlendirme yapılırken, ortaklıklar tarafından TTK.’nun 74. ve 457. maddeler uyarınca
düzenlenmesi zorunlu olan bilânçonun incelenmesi gerekir. Anonim ortaklığın tüm alacakları ile borçları, başka
bir deyişle bütün malvarlığı değerleri, rakamsal kimliğe bürünerek bilânçoda yer alırlar. Bilânçonun aktifler
kısmında ortaklığın alacakları ve varsa zararı yer alırken, pasif kısmında ise ortaklık esas sermayesi ve borçları
gösterilir. (Aydın, s. 10).
16
Ahmet Türk, “Anonim Ortaklıklarda Sermaye Kaybı ve Borca Batıklığın Hukuki Sonuçları”, (Sermaye
Kaybı), Ankara, 1998, (Doktora Tezi), s. 22.
17
Anonim ortaklıkların kayıtlı sermaye sistemini benimseyebilmeleri olanağı ilk kez 1981 yılında 2499
sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle sağlanmıştır. Bu sistemde anonim ortaklığın ana
sözleşmesinde başlangıç sermayesi ve kayıtlı sermaye olmak üzere iki ayrı rakama yer verilmektedir. Ortaklık
yönetim kurulunun TTK.’da yer alan kurallara bağlı olmadan, ortaklık gereksinimleri doğrultusunda alacağı
karar ile bu miktarlar arasında sermayenin artırılabilmesi imkânı bulunmaktadır
18
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 9-10.
19
Kayıtlı Sermaye Sistemine Đlişkin Esaslar Tebliği (Seri: IV, No: 38) m. 4/f.1 (23.1.2008 tarihli ve 26765
S.lı R.G); Kayıtlı sermaye sistemi ve işleyişi konusunda bkz. Mehmet Helvacı, “Kayıtlı Sermaye Sisteminde
Sermaye Artırımı Usulü ve Bu Sisteme Tâbi Anonim Ortaklıklarda Hisse Senetlerinin Çıkarılma Zamanı”
(Sermaye Artırımı), Batider, 1995, C. XVIII, S. 1-2, s. 158-162; Doğan Kütükçü, Sermaye Piyasası Hukuku,
C. I, Đstanbul, Beta, 2004, s. 444 vd.; Hüseyin Anaral, Anonim Ortaklıklarda Kayıtlı Sermaye, Ankara, 1982,
8

yapılmış pay senetlerini temsil eden sermayeleri “çıkarılmış sermaye” olarak


anılmakta ve söz konusu rakam bu sisteme tâbi şirketin bilânçosunda
gösterilmektedir. Kayıtlı sermaye rakamı ise yalnızca bir bilânco notu durumunda
olduğundan bu miktar bilânço denkliğinin dışında tutulmaktadır20.

2. Esas Sermayenin Temel Özellikleri


Anonim şirketin amacının gerçekleştirmesine yönelik olarak pay sahiplerinin
şirkete getirmeyi taahhüt ettikleri malvarlığı toplamının nakit ifadesi olarak ana
sözleşmede yer alan esas sermayenin temel özellikleri; önceden belirlenmiş ve sabit
bir rakam olması, nakitle ifade edilmesi, itibari değerli paylara bölünmesi ve
tamamının taahhüt edilmesi olarak sıralanabilir. Şöyle ki;

a. Başlangıçta Tespit Edilen ve Sabit Bir Rakam Olması


Esas sermayenin, belirli bir miktarı ifade etmek üzere kesin ve sabit bir
rakam olarak ana sözleşmede gösterilmesi zorunludur21. Belirtilen bu miktarın
ödenmesi veya nakit dışı sermayenin getirilmesi ile pay sahibinin şirkete olan borcu
sona erer (TTK. m. 388/I). Esas sermaye rakamı sabit ve belirli olmasına karşılık,
şirketin malvarlığının faaliyetlere bağlı olarak zaman içinde değişiklik göstermesi ve
esas sermayenin üzerine çıkması ya da altına düşmesi olağandır.
Ana sözleşmede belirlenmesi gerekli esas sermaye miktarı TTK.’nun 272.
maddesinde 24.6.1995 tarihli ve 559 sayılı KHK’nin 4. maddesiyle yapılan değişiklikle
asgari beşbin TL’dir. Ancak anılan maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi, bu
miktarın Bakanlar Kurulunca on katına kadar artırılabileceği kuralını içermekte olup,
buna dayalı olarak 22.12.2001 günlü ve 2001/3500 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla
söz konusu miktar ellibin TL olarak belirlenmiştir. Ayrıca TTK.’nun 272. maddesinden
farklı olarak asgari sermaye miktarının öngörüldüğü özel yasa kuralları varsa asgari
sermaye miktarının tespiti bakımından bu hükümlerin uygulanması gerekmektedir22.

s. 77-78; Türk, Sermaye Kaybı, s. 25; Serdar Karababa, Hisse Senedi Yatırımcısının Korunması, Ankara,
Seçkin, 2001, s. 76-77.
20
Türk, Sermaye Kaybı, s. 25.
21
Arslanlı, C. I, s. 91 vd; Göle, s. 10; Ünal Tekinalp, Anonim Ortaklığın Bilânçosu ve Yedek Akçeleri,
Đstanbul, 1970, s. 202; Hasan Pulaşlı, Şirketler Hukuku, (Şirketler), Güncelleştirilmiş 4. baskı, Adana, Karahan,
2003, s. 200; Tuğrul Ansay, Anonim Şirketler Hukuku, (Şirketler), 6. bası, Ankara, Olgaç Matbaası, 1982, s.
32.
22
Bankacılık Kanunu’nun “Kuruluş şartları” kenar başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendine göre
Türkiye’de kurulacak olan bir bankanın ödenmiş sermayesinin nakden ve her türlü muvazaadan ari olarak asgari
30 milyon Türk Lirası olması zorunluluğu bulunmaktadır. Aynı şekilde 3226 sayılı Finansal Kiralama
Kanunu’nun 11. maddesine göre bu amaçla kurulmuş olan şirketlerin ödenmiş sermayeleri 1 milyar TL’den az
9

Esas sermayenin sabit ve belirli bir rakam olması, onun sonradan hiçbir
biçimde değişmeyeceği anlamına gelmemekte olup TTK.’nda belirtilen yöntemle bu
miktarın artırılması ya da azaltılması mümkündür (TK. m. 391)23. Bu arada, esas
sermayenin artırılması ya da azaltılmasına dair ana sözleşme değişikliklerinin
TTK.’nda ana sözleşme değişikliğine dair mevcut (m. 385-390) kurallara rağmen,
ayrıca ve özel olarak 391 ilâ 398. maddelerde düzenlenmesi dikkat çekicidir. Yasa
koyucunun bu yaklaşımındaki temel amacının, sermaye artırımı ya da azaltılması
nedeniyle şirket pay sahipleri ile alacaklılarının menfaatlerine zarar gelmesinin önüne
geçilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki bu formalist düzenlemenin şirketlerin
sermaye artırımı sürecinde gereğinden fazla malî külfete katlanmalarına ve zaman
kayıplarına neden olması nedeniyle günümüz piyasa koşullarına uymadığı
görülmektedir24.

b. Nakit Olarak Đfade Edilmesi


TTK.’nun ticaret şirketlerine ilişkin genel hükümleri düzenleyen 139.
maddesinde, yasalarda aksine bir düzenleme bulunmadığı takdirde şirketlere nelerin
sermaye olarak getirilebileceği örnekleme yoluyla sayılmıştır. Bu kural, Yasa’nın nakit
dışı sermayeye karşılık verilecek paylara dair 279/b.4 ve nakit dışı sermaye
taahhüdünün hukukî niteliğini düzenleyen 285/II. maddelerindeki hükümler ile birlikte
değerlendirildiğinde, aksine bir yasa kuralı bulunmadığı sürece şirketin amacının
gerçekleştirilmesi bakımından yararlı olan her türden ekonomik değerin anonim
şirketlere sermaye olarak getirilmesine olanak tanıdığı sonucu çıkmaktadır25.

olamaz ve BDDK.’nın bu miktarı beş katına kadar artırmaya yetkilidir. Yine sigorta ve reasürans şirketlerinin
ödenmiş sermayelerine ilişkin olarak 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 6. maddesinin üçüncü fıkrası
gereğince ruhsat talep edilen sigorta branşları için öngörülen sermaye tutarı ile verilmek istenen teminatlara bağlı
olarak 5 milyon YTL’den az olmamak üzere Müsteşarlıkça belirlenecek olan miktara yükseltilmesi zorunluluğu
getirilmiştir. Ayrıca Müsteşarlık, söz konusu miktarı TÜĐK tarafından açıklanan Üretici Fiyatları Endeksi artışı
oranını aşmamak kaydıyla artırmaya yetkili kılınmıştır.
Bu nitelikteki yasal düzenleme örneklerinin artırılması mümkündür.
23
Mehmet Bahtiyar, Anonim Ortaklıklarda Kayıtlı Sermaye Sistemi ve Sermaye Artırımı, (Sermaye
Artırımı), Đstanbul, Beta, 1996, s. 8-12.
24
Bahtiyar, Sermaye Artırımı, s. 8; Moroğlu, Esas Sermaye Artırımı, s. 24; Şar, s. 29; Fahiman Tekil,
Anonim Şirketler Hukuku, 2. bası, Đstanbul, Alkım Yayınları, 1998, s. 100; Anonim ortaklıklarda esas
sermayenin artırılması konusunda TTK Tasarısı’nın “Đlke” kenar başlıklı 590. maddesinde, “Şirketin kuruluşu
hakkındaki hükümlere ve özellikle sermayenin ayın olarak konması ve bir işletme ile ayınların devralınmasına
dair kurallara uymak şartıyla esas sermaye artırılabilir.” kuralı benimsenmiş olup dolayısıyla TTK Tasarısı’nda
da aynı sistemin korunduğu söylenebilir.
25
Bahtiyar, Sermaye Artırımı, s. 8; Cevdet Yavuz, Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Đstanbul, Beta,
2007, s. 908.
10

Dolayısıyla pay sahiplerinin katılma paylarının türü ve miktarı şirket ana


sözleşmesinde serbestçe belirlenebilecektir.
Esas itibarıyla, bazı anonim şirket türleri için nakit dışı sermaye konulmasını
yasaklayan kurallar bir yana bırakıldığında26, sermaye taahhütlerin nakit ya da nakit
dışı27 bir malvarlığı değeri olması arasında fark bulunmadığı gibi taahhüt konusu ana
sermayenin tamamının nakit dışı değerlerden oluşmasına da engel bir durum
yoktur28. Ancak ana sermayeyi oluşturan para dışındaki nakit dışı unsurların parasal
değerlerinin tespit edilmesi zorunluluğu bulunmaktadır29.

c. Sermaye Taahhütlerinin Toplamına Eşit Olması


Anonim şirket esas sermayesinin bir diğer özelliği ise pay sahiplerince
yapılan sermaye taahhütlerinin toplamına eşit olmasıdır. Esas sermaye karşılığı
çıkarılan payların sayısı ve itibari değerlerinin ana sözleşmede gösterilmesi
gerekmektedir (TTK. m. 279). Esas sermaye ise şirketin ihraç ettiği söz konusu
payların itibari değerlerinin toplamından oluşmaktadır30.
Pay sahiplerinin şirkete koymayı taahhüt ettikleri değerlerin bütününden
oluşan esas sermayenin sabit ve belli olmasına karşılık, anonim şirketin belli bir anda
sahip bulunduğu mevcutlarla alacaklarından oluşan malvarlığının değer ve kapsamı,
daha önce de değinildiği üzere şirketin faaliyetleri ile bağlantılı olarak değişiklikler
gösterebililir. Bu bağlamda yeni kurulan anonim şirketin esas sermayesinin,
malvarlığına eşit olduğu teorik olarak ifade edilebilir ise de, şirketin faaliyetleri
neticesinde borçlanılması, kâr ya da zarara girilmesi durumlarında malvarlığı değeri
bakımından, esas sermayenin üzerine çıkılması ya da altına düşülmesi söz konusu

26
Bu konuda bkz. Arıcı, Alacak Hakkı, s. 6-7. SerPK m. 7/III’te halk arz yoluyla satılan pay senetlerinin
bedellerinin tam ve nakden ödenmesi gerektiği düzenlenmektedir.
27
Ticaret şirketlerine dair genel kurallar arasında yer alan TTK.’nun 139. maddesinde, kanunda aksine
hüküm bulunmadığı sürece ticari itibar ve kişisel emek bir sermaye çeşidi olarak kabul edilmiştir. Buna karşılık
anonim şirketlere konulabilecek para dışındaki sermayeyi düzenleyen TTK.’nun m. 279/II, b.4’te geçen “haklar
ve mallar” ibareleriyle nakit dışı sermaye, malvarlığından yerine getirilebilecek olan bir maddi edim olarak
sınırlandırılmıştır. Bu düzenleme, ticaret ortaklıklarına konulacak sermaye açısından genel kural niteliğindeki
TTK.’nun 139. maddesine oranla özel hüküm niteliğinde olup burada yer verilen “haklar ve mallar” ibarelerinin
bilinçli bir seçim olduğu anlaşılmaktadır.
28
Arslanlı, C. I, s. 34-35; Oğuz Đmregün Anonim Ortaklıklar, 4. bası, Đstanbul, Yasa Yayınları, 1989, s.
43.
29
Bahtiyar, Sermaye Artırımı, s. 9; Doğanay, C. I, s. 871; Eriş, C. II, s. 2365; Avrupa Birliği Şirketler
Hukuku 2. Direktifi’nde (99. Bölüm) pay bedelleri karşılığının nakit ya da parasal değer olması gerektiği,
anonim ortaklıklarda şahsi emeğin pay bedeli olarak konulmasının kabul edilemeyeceği ifade edilmektedir. (The
Second EC Directive on Company Law, Section 99/1-2).
30
Bahtiyar, Sermaye Artırımı, S. 10; Doğanay, C. I, s. 870; Göksoy, s. 34-35; Ernst Hirş, Ticaret Hukuku
Dersleri, 3. bası, Đstanbul, 1948, s. 162; Tuğsavul, s. 122.
11

olabilir31. Bu gibi nedenlerle esas sermaye ile malvarlığının farklılaşması, pay


senetlerinin değerine de yansıyarak pay senetlerinin itibari değeri ile piyasa (efektif,
satış) değeri arasında farkı ortaya çıkarır32.
TTK.’nun 285. maddesinde şirket ana sözleşmesinde belirtilen sermaye
paylarının tamamının muvazaadan ari olarak taahhüt edilmesi zorunluluğu
öngörülmüş ve sermayenin taahhüdü ile katılma borcunun ifası aşamaları birbirinden
ayrılmıştır.

c. Đtibari Değerli Paylara Bölünmüş Olması


Esas sermaye, belirli sayıda ve nominal değerdeki paylara bölünmekte ve
bunlardan her biri anonim ortaklıkta bir şirket statüsünü (pay mevkii) temsil
etmektedir. Bir paya sahip olmakla elde edilen statü, payın sahibini bir kısım hak ve
borçların süjesi hâline getirmektedir. Diğer yandan şirketin sermayesi, ihraç edilen
payların toplamından oluştuğundan, bu payların itibari değerlerinin toplamı da esas
sermayeyi vermektedir.
Anonim şirketin her bir payının itibari değerinin bulunması, TTK sisteminde,
sermaye borcunun miktarını, hakların kapsamlarını ve agio hesabının tespitini
sağlaması, kâr ve tasfiye artığına katılma bakımından önemli bir unsur olması
itibarıyla önemlidir. Bu nedenle TTK sisteminde itibari değeri olmayan bir pay yoktur.
TTK. m. 279/II, b. 3 gereğince esas sermaye miktarının yanında payların nominal
değerlerinin ve dolayısıyla pay sayılarının da ana sözleşmede gösterilmesi gerekir.
TTK.’nun 399. maddesinde belirtilen değerin altında bir bedelle pay senedi
çıkarılamaz (TTK. m. 286).
Kanun’a göre hisse senetlerinin itibari değerleri en az bir (yeni) kuruştur ve
bunlar ancak birer (yeni) kuruş olarak yükseltilebilir33. Yasa’da gösterilen itibari
değerin altında bir bedelle (bir krş) ya da bunun yükseltmesine dair kurallara (birer

31
Ansay, Anonim Şirketler, s. 36; Bahtiyar, Sermaye Artırımı, s. 14; Hirş, Ticaret Hukuku, s. 265; Göle, s.
11.
32
Bahtiyar, Sermaye Artırımı, s. 14.
33
Payların değerinin ülke parası olarak gösterilmesi zorunluluğu Eski Alman AktG § 6’da açıkça ifade
edilmekteydi. (Meyer-Landrut, J., In Grosskomm. AktG, Berlin, New York 1973, §6, Anm.1; Wieland, s. 37.
Ancak Avrupa Birliğinin parabirimi olan Euro’ya geçişin sağlanması amacıyla çıkarılan 25.3.1998 tarihli “Đtibari
Değerden Yoksun Pay Senetleri Hakkında Kanun” ile, nominal değerli payların yanında itibari değeri
bulunmayan (Stückaktien) çıkarılması da Alman Hukuku açısından mümkün hâle gelmiştir. (AktG § 8, Abs.3).
Đtibari değerden yoksun paylarda, esas sermaye içinde sahip olunan pay miktarı, sahip olunan pay adedinin esas
sermayeye oranı ölçüsünde ifade edilmektedir. Buna karşılık, bu şekilde itibari değerden yoksun paya isabet
edecek olan esas sermaye miktarı bir Euro’dan fazla olamaz. (AktG § 8, Abs.3, s. 2). (Göksoy, s. 35, dn. 13
naklen).
12

krş) aykırı olarak çıkarılmış paylar geçersizdir. Bu şekildeki pay senedi çıkaranlar pay
sahiplerine karşı müteselsilen sorumlu olurlar (TTK m. 399/2)34. Yine şirketin malî
açıdan zor duruma düşmesi durumunda ortaklığa, pay senetlerinin itibari değerlerinin
bir kuruştan yüksek olması kaydıyla asgari bir (yeni) kuruşa kadar indirilebilmesi
imkânı da tanınmış bulunmaktadır (TTK. m. 399)35. Payların sonradan daha küçük
nominal değerde paylara bölünebilmesi veya nominal değeri yüksek olan payların
birleştirilmesi ana sözleşme değişikliğini gerektirmektedir (TTK. m. 400/II).

d. Tamamının Taahhüt Edilmesi


Anonim şirketin esas sermayesine karşılık gelen bütün payların kuruluş
aşamasında tamamen ve muvazadan ari olarak taahhüt edilmesi gerekmektedir (TTK
m. 285/I). Pay sahiplerinin esas sermayeden kaynaklanan sorumluluğu taahhütte
bulundukları paylarla sınırlıdır. Bunun için esas sermaye miktarının şirket ana
sözleşmesinde gösterilmesi yeterli olup, ödenmiş kısmın gösterilmesi zorunluluğu
bulunmamaktadır36.
Daha sonra ayrıntılı olarak üzerinde durulacağı üzere, esas sermayenin
tamamının taahhüt edilmemesine ya da karşılıklarının Yasa’ya uygun biçimde ifa
olunmamasına rağmen, taahhüt edilmiş ya da ifa edilmiş gibi gösterilmesi kurucular37

34
Ülkemizin para biriminin 1.1.2005 tarihinden itibaren Yeni Türk Lirası olarak kabul edilip TL’den altı
sıfırın atılması ve YTL.’nin alt biriminin ise Yeni Kuruş olarak belirlenmesi, TTK.’nun 399. maddesindeki,
anonim şirketlerin payların nominal bedellerinin en az 500 Türk Lirası olması koşulu nedeniyle sorunlar ortaya
çıkmıştır. Çünkü yeni para birimi karşısında TTK.’nun 399. maddesindeki bu tutar 0,05 kuruşa tekabül
etmektedir. Bunun yol açabileceği sakıncaları ortadan kaldırmak için çıkarılan 9.12.2009 tarihli ve 5274 sayılı
Kanunla, TTK.’nun 399. maddesinde değişiklik yapılarak anonim ortaklıkların paylarının nominal değerlerinin
asgari 1 Yeni Kuruş olabileceği, ortaklıkların istedikleri takdirde payların nominal değerlerini 1 Yeni Kuruşun
katları şeklinde olmak koşuluyla daha yüksek belirleyebilecekleri kabul edilmiştir. Diğer taraftan Bakanlar
Kurulu, bu değeri yüz katına kadar, bir başka deyişle 1 Yeni Türk Lirası'na kadar yükseltme konusunda
yetkilendirilmiş, paylarının itibari kıymeti bir Yeni Kuruş ve katları şeklinde olmayan anonim şirketlere de
31.12. 2009 tarihine kadar bu değişikliğe intibak etme zorunluluğu getirilmiştir.
Bu konudaki uyumu sağlama görevi ortaklıkların yönetim kurullarına ait olup, bu organlar payların nominal
bedellerinin yeni değere intibak ettirilmesini sağlayacak yöntemleri uygulamakla yükümlüdürler. Yönetim
kurulları, kuşkusuz bu görevlerinin gereği gibi yapılmamasının ortaya çıkardığı zararlardan dolayı sorumlu
olacaklardır. (Bumin Doğrusöz, “Yeni Türk Lirası ve Anonim Şirket Paylarının Asgari Nominal Değeri”, Dünya
Gazetesi, 13.12.2004).
35
Đsviçre Federal Mahkemesi, BGE 86 11 78’deki kararında, ortaklığın malî durumunun düzeltilmesi
sürecinde itibari değeri bulunmayan payların da çıkarılabileceğini kabul etmiştir. Fritz Von Steıger, Đsviçre
Anonim Şirketler Hukuku, (çev. Tahir Çağa) 3. bası, Đstanbul, 1968, s. 11, dn. 11; Diğer yandan, Amerika
Birleşik Devletleri’nin hukuk sisteminde pay senetleri çoğunlukla itibari değere sahip olmamalarına (no par
value stock) karşılık bazen itibari değerle (par value stock) de ihraç edilebilmektedirler. Oğuz Kürşat Ünal,
Sermaye Piyasalarında Halka Açık Anonim Ortaklıklar, (Halka Açık Anonim Ortaklıklar), Ankara, Nobel,
1999, s. 179.
36
Bahtiyar, Sermaye Artırımı, s. 12.
37
TTK. m. 278’den de anlaşılacağı üzere, bir kimsenin kurucu sayılabilmesi için öncelikle iki unsurun
bulunması gerekir: Birincisi, ortaklık ana sözleşmesini düzenleyip imzalamış olmak, ikincisi ise ana sözleşmede
“muayyen parayı veyahut paradan başka bir şeyi koymayı” taahhüt etmiş olmaktır. Bunun yanında TTK. m.
13

ve onların eylemlerine katılanların sorumluluğunu gerektirir. Bu kişiler söz konusu


payları kendi hesaplarına alma ve bunların bedelini müteselsilen ödeme yükümlülüğü
altına girerler (TTK. m. 306).

B. PAY, PAY SENEDĐ VE PAY SAHĐPLĐĞĐ KAVRAMLARI

1. Pay Kavramı
Anonim şirketlerin belirleyici özelliği, sermaye şirketi olmaları ve bu
sermayenin kural olarak eşit parçalara ayrılmasıdır. Bu şekilde oluşan her bir parça,
pay ya da hisse olarak adlandırılmaktadır. Dolayısıyla anonim şirketler hukukunun
temelini oluşturan ve aynı zamanda bu şirketlere özgü birçok özelliğe ve ilkeye
dayanak teşkil eden merkez kavram “pay”dır38. Ana sözleşmede sermayenin itibari
değerlere bölünerek gösterilen her bir payı, pay sahibinin kişiliğinden bağımsız ve
soyut bir ortaklık mevkii yaratmaktadır39. Anonim şirketlerde pay kavramı, hak ve
yükümlülüklerin ticari alanda paylaşımının kurala bağlanması sürecinde ilk hücreyi
oluşturmakta, ortağın anonim ortaklıktaki oransal çıkarlarını ve şirkete karşı hukuksal
konumunu belirlemektedir40. Pay sahiplerinin şirketin amacına ulaşmasına katkısı,
getirdikleri sermaye ile ölçülmektedir41.
Pay, esas sermayenin belirli sayıda birim değere bölünmüş parçasını ve pay
sahipliği mevkiini ifade etmesi itibarıyla, kolektif, komandit ve limited şirketlerdeki pay
ve hisse kavramlarından farklıdır42. Bu nedenle anonim şirketlerde pay sahipliği
hakları ve borçları pay sahibinin şahsına değil, paya bağlıdır43. Anonim şirket esas
sermayesinin paylara bölünmesinde esas alınan birim değer “nominal değer”dir44.

278/II gereğince tedrici kuruluş sistemi ile teşekkül eden bir anonim ortaklıkta, ana sözleşmeyi tanzim ve imza
etmeksizin şirkete paradan başka bir şeyi sermaye olarak koyan kişilerin de kurucu sayılacağı açıklanmıştır.
Henüz kurulmakta olan bir anonim ortaklıkta, bütün sorumluluk kurucuların üzerindedir. Kanun koyucu
kurucular hakkında cezaî sorumluluk yükleyen hükümler sevk etmiştir. Bu bakımdan anonim şirketi kuranların
kimler olduğunun ise kesinlikle bilinmesi gerekir. (Doğanay, C. I, s. 865)
38
Đlyas Çeliktaş, “Anonim Ortaklığın Kendi Paylarını Đktisabı”, Đstanbul, 2006, (Doktora Tezi), s. 17; Brian
Pillans, Nicholas Bourne, Scottish Company Law, 2 nd Edition, London, 1999, s. 85; Melis Taşpolat Tuğsavul,
“Türk Ticaret Kanunu Tasarısı Çerçevesinde Pay Bedelini Đfa Borcu ve Đfa Etmemenin Sonuçları”, Kazancı, S.
71-72, Temmuz-Ağustos 2010, s. 118.
39
Çeliktaş, s. 23; Tekil, s. 375.
40
Abuzer Kendigelen, Anonim Ortaklık Payı Üzerinde Đntifa Hakkı, Đntifa, Đstanbul, Beta, 1994, s. 6 vd;
Aydın, s. 22-23; Çeliktaş, s. 17.
41
Feyzan Hayal Şehirali Çelik, Anonim Şirketlerde Çıkar Çatışmaları Ekseninde Şirket Ele
Geçirmelerine Karşı Önlemler, Ankara, BTHAE, 2008, s. 21.
42
Ali Murat Sevi, Anonim Ortaklıklarda Payın Devri, Ankara, Seçkin, 2004, s. 21-22.
43
Sevi, s. 24.
44
R. Murat Dönmez, Anonim ve Limited Şirketlerde Hisse Haczi ve Paraya Çevrilmesi, 3. bası,
Đstanbul, Vedat, 2008, s. 43.
14

Payların nominal değerlerinin toplanması yahut toplam pay sayısının nominal değer
ile çarpımı sonucunda ulaşılan rakam ise şirket esas sermayesini vermektedir45.
Şirket ana sözleşmesinde esas sermayenin miktarının yanı sıra bu sermayenin
bölündüğü pay sayısının da gösterilmesi gerekmektedir. Tescil, payların doğumu
bakımından zorunlu bir unsurdur46. Payların oluşumu, kuruluş ya da sermaye
artırımının doğal ve zorunlu bir sonucudur. Pay sahipliği sıfatının kazanılması ve pay
sahipliği mevkilerinin ortaya çıkması kuruluşun veya sermaye artırımının tescili ile
aynı anda olmaktadır.
Anonim şirketlerde pay kavramı, kendisine bağlanan hakların ve borçların
kaynağını47, şirketle olan ilişkilerin dayanağını oluşturmaktadır48. Bir bütün teşkil eden
esas sermayenin pay adındaki parçalara bölünmesindeki gaye, bu bütüne karşılık ne
kadar parçanın bağımsız olarak hak ve borçlara konu olabileceğini göstermektir.
Dolayısıyla burada gerçek manada paylara bölünen şirket esas sermayesi değil,
onun meydana getirdiği hakların tamamıdır49.
Şirket paylarının nominal değerlerinin eşit olma zorunluluğu yoktur. Bunların
daha küçük nominal değerli paylara bölünmesi, sahiplerinin oy hakkı dışındaki şirkete
katılma hakları üzerinde herhangi bir etkisi bulunmaz. Bu konuya ilişkin yapılacak
olan ana sözleşme değişikliklerinde genel kurul kararlarının TTK. m. 388/III’de
gösterilen nisaplar ile alınması gerekeceğinden toplantı ve karar nisabı şirket
sermayesinin en az yarısına sahip olan pay sahip ya da temsilcilerinin hazır
bulunması ve çoğunlukla alınmasını gerektirir. Birinci toplantıda gerekli nisaplar temin
edilememişse ikincisi toplantı için bu oran üçte birdir. (TTK. m. 388/III). Bu durum
payların daha düşük itibari değerli paylara bölünmesi için geçerli olup payların
birleştirilebilmesi için bütün pay sahiplerinin rızası gerekmektedir (TTK. m. 400/II).

2. Pay Senedi
Pay senetleriyle ilgili olarak TTK.’nun 399 vd. maddelerinde bir tanıma yer
verilmemiş, yalnızca bu senetlerin temel unsurları ve özellikleri belirtilmekle

45
Y. Can Göksoy, Anonim Ortaklıkta Payın Rehni, Ankara, 2001, s. 34-37.
46
Çeliktaş, s. 19-26; Ferran Eilâis, Company Law and Corporate Finance, Oxford, 1999, s. 279 vd.;
Göksoy, s. 34; Selda Ormanlı, “Türk Hukukunda Anonim Ortaklıklarda Esas Sermayenin Azaltılması”, Đstanbul,
2005, (Yüksek Lisans Tezi), s. 12; Nihat Taşdelen, Anonim Ortaklıkta Pay Sahipliği Sıfatının Kazanılması,
Đstanbul, 2005, s. 5-6.
47
Nicholas Bourne, Principles Of Company Law, 3rd edition, London, 1998, s. 81.
48
Çeliktaş, s. 23; Emin Baydaroğlu, “Anonim Ortaklıklarda Sermaye Artırımı Kararları”, Đzmir, 2000,
(Yüksek Lisans Tezi), s. 17.
49
Göksoy, s. 34.
15

yetinilmiştir. Doktrinde ise pay senedi, sermayeleri paylara bölünmüş ve karşılığında


kıymetli evrak niteliğinde pay senedi çıkarılabilen sermaye ortaklıklarının yasalara
uygun biçimde düzenledikleri, sermayenin belirli oranını temsil eden ve sahiplerine o
oranda ortaklık hakkı sağlayan kıymetli evrak niteliğine sahip senetlerdir, şeklinde
tanımlanmaktadır50. Sermayeleri paylara bölünen ve bunların karşılığında kıymetli
evrak niteliğinde pay senedi çıkarılabilen sermaye şirketleri ise anonim şirketler ve
sermayesi paylara bölünmüş komandit ortaklıklardır. Pay senetleri, şirketin
sermayesinin belirli bir bölümünü temsil etmeleri nedeniyle sahipleri açısından sürekli
getiri ve şirkete ortak olma imkânı sağlayan bir belge, şirket yönünden ise özkaynak
niteliğinde finansman temin eden bir araç niteliğindedir51.
Anonim şirketlerde payların, oluşumu ve tedavülü bakımından senede
bağlanma şartı bulunmamasına rağmen, ispat ve tedavül kolaylığı sağlanması için
pay senedi çıkarılabilir52. Bu şekilde pay senedinin çıkarılmasıyla birlikte pay ile senet
arasında kıymetli evrak hukuku hükümleri çerçevesinde bir bağ oluşarak, paydan
kaynaklanan haklarla senet bütünleşir ve aralarında kader birliği oluşur. Burada
senetle bütünleşen hak, bir alacak hakkı olmayıp pay sahipliğinden doğan kişisel ve
malvarlığı hakkıdır. Usulüne uygun biçimde çıkarılan bir pay senedi, sahibi lehine ilk
bakışta pay sahipliği karinesi oluşturduğundan, bu senede bağlı hakkın kullanılması
için pay senedinin ibrazı gerekli ve yeterlidir53.

3. Pay Sahibi
Pay sahibi, şirkete ait paya ya da pay senedine sahip olan kişidir. Pay sahibi
olabilmek için hak ehliyetine sahip olmak (MK. m. 8) yeterli olup, buna ilâve olarak
ayrıca fiil ehliyetine (MK. m. 9 vd.) sahip bulunmak gerekli değildir. Bu nedenle fiil
ehliyeti açısından ehliyetsizler, mümeyyiz küçük ve kısıtlılar yasal temsilcileri

50
Dönmez, s. 6; H. Ercüment Erdem, Anonim Şirketlerin Çıkardığı Senetler ve Sermaye Piyasası
Hukukuna Giriş, Ankara, DEÜHFY, 1995, s. 6; Karababa, s. 29; Osman Tolun, Banka ve Borsa Hukuku,
Ankara, 1959, s. 115; Reha Poroy, Turgut S. Erem, Sermaye Piyasası Etüdü, Bölüm II, Hukuki Araştırma,
Türkiye’de Sermaye Piyasasının Gelişmesi için Gerekli Tedbirler, Sermaye Piyasası Semineri Tertip Heyeti,
Ankara, 1964, s. 47; Oğuz Kürşat Ünal, “Ticaret Kanunu ve Sermaye Piyasası Kanununda Hisse Senetleri”,
Prof. Dr. Erdoğan Moroğlu’na 65. Yaş Günü Armağanı, Đstanbul, 1999, s. 696.
51
Oğuz Kürşat Ünal, Türk ve ABD Hukukunda Menkul Kıymetler, Ankara, 1988, s. 66.
52
Çeliktaş, s. 30; Krş. Poroy’a göre hisse senedi çıkarmanın anonim ortaklıklar açısından zorunlu
bulunmadığının ileri sürülmesi yerinde değildir. Yazar bu konuya ilişkin olarak, “A.O’ların en belirgin ve
kendine özgü niteliği, hisselerin hisse senedi denen ve kıymetli evrak niteliğinde senetlerle temsil edilmesidir. …
Belli başlı sistemlerdeki tariflerde sermayenin hisse senetlerine bölünmüş olduğu –aslında terim bakımından
isabetsiz de olsa- ifade edilmiştir.” Poroy (Tekinalp/ Çamoğlu), N. 431, s. 240.
53
Hirsch, Ticaret Hukuku, s. 191-193; Taşdelen, s. 18-19; Ormanlı, s. 12; Simon Goulding, Company Law,
2nd Edition, London, 1999, s. 222.
16

vasıtasıyla anonim şirket payına sahip olabilirler (MK. m. 16). Ortaklık mevkiinin, pay
sahibinin kişiliğinden soyut olması nedeniyle, pay sahibinin gerçek ya da tüzel kişi
olmasının önemi bulunmadığından anonim şirketlerde gerçek ya da tüzel kişilerin pay
sahibi olabilmeleri mümkündür54. Ayrıca pay mevkiilerinin sayısı pay sahiplerinin
sayısına bağlı bulunmadığından, kişi ortaklıklarının aksine bir pay sahibinin birden
fazla şirket payına sahip olabilmesi mümkündür55.
Şirketin kâr ya da zarar etmesinin, pay sahibi dışında şirketle ilişkisi bulunan
diğer kişilerin hakları üzerinde ilk plânda ve doğrudan etkisi bulunmamakta56, şirketin
ekonomik faaliyetleri neticesinde maruz kaldığı risk, nihai olarak bu yapının
merkezinde yer alan pay sahiplerince yüklenilmektedir57.
Burada söz konusu edilen pay sahipliği sıfatı, paydan kaynaklanmakta ve
pay sahibine çeşitli haklar sağlamaktadır58. Maddi hukuk açısından bir şirketin payına
sahip olan kişi, payı ve paydan kaynaklanan hakları kullanmaya yetkilidir. Pay
sahipleri bu sıfatlarına bağlı olarak hak ve borçlara, taahhüt ettikleri sermaye payı ile
orantılı biçimde, diğer bir deyişle “oransallık ilkesi” çerçevesinde sahip olurlar59.
Anonim şirketlerde pay sahipliği hakları ve borçları, pay sahiplerine değil, paya
bağlıdır. Yani mevkiler ya da paylar sabit olmasına karşılık bunların sahipleri
değişkendir60. Kural olarak, paya bağlı hak ya da borçlar paydan bağımsız olarak
devredilemez61.
Anonim şirket paylarının, sermayenin belli sayıya bölünmesiyle oluşması ve
sınırlı sayıda olması nedeniyle, esas sermayenin artırılması yoluyla yeni paylar ihraç
edilmediği sürece pay sahibi sayısının şirket tarafından artırılması söz konusu
değildir.

54
Taşdelen, s. 48.
55
Zühtü Aytaç, Sermaye Piyasası Hukuku ve Hisse Senetleri, Ankara, 1998, s. 68; Göksoy, s. 35.
56
Gerçekten de şirkete borç veren kredi alacaklısı, kural olarak verdiği kredi karşılığında bir faiz alır ve
ortaklığın faaliyeti esnasında kâr ya da zarar etmesi kredi alacaklısını ilgilendirmez. Buna karşılık ortaklığın
zarar etmesi durumunda pay sahipleri buna katlanmakla yükümlüdür. Aydın, s. 64.
57
Çelik, s. 21; Amerikan sisteminde büyük oranda kabul edilmiş olan bir kurama göre anonim ortaklık,
ortaklıkla ilişkisi bulunan kişiler arasındaki sözleşmelerden doğan bir yapıdır (nexus of contrasts). Robert W.
Hamilton, The Law Of Corparations, 5 th edition, West Group, St. Paul, Minn, 2000, s. 52 vd. (Aydın, s. 64,
dn. 126 naklen).
58
Arslan Kaya, Anonim Ortaklıkta Pay Sahibinin Bilgi Alma Hakkı (Bilgi Alma Hakkı), Ankara,
BTHAE, 2001, s. 128.
59
Đstisnai olarak, genel kurula katılma (TTK. m. 385/II), genel kurul kararlarına karşı iptal davası açma,
(TTK m. 381), genel kurula çağrılma ve gündemin dışına çıkılmamasını isteme (TTK. m. 369), bilgi alma (TTK.
m. 362-363), yönetim kurulu üyelerine karşı sorumluluk davası açma (TTK. m. 336 vd) gibi pay sahipliğinden
doğan bazı haklardan yararlanmada oransallık ilkesi geçerli değildir. Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N.
879, s. 524.
60
Ormanlı, s. 12; Taşdelen, s. 9.
61
Bahtiyar, Sermaye Artırımı, s. 9-10; Göksoy, s. 34-35.
17

C. SERMAYE TAAHHÜDÜNÜN NĐTELĐĞĐ

Anonim şirketlerde geçerli olan sınırlı sorumluluk ilkesi doğrultusunda pay


sahibinin kural olarak şirkete karşı tek yükümlülüğü, taahhüt ettiği sermaye getirme
borcunu ifa etmektir. Bu ilke nedeniyle alacaklılarına karşı bir tüzel kişi olarak sadece
şirket sorumlu olmakta, pay sahiplerinin ise böyle bir mükellefiyeti
bulunmamaktadır62. Çok eski tarihlerden bu yana ve günümüzde sermaye piyasası
sisteminin temel taşı niteliğinde olan “sınırlı sorumluluk ilkesi” nedeniyle bu nevi
şirketlerde sermaye taahhüdünün niteliği daha da önem kazanmaktadır63.
Sermaye taahhüdü, yüklenme (taahhüt) ve yerine getirme (tasarruf) olmak
üzere iki aşamalıdır. TTK’nun 269, 285, 405/II ve 466. maddelerinde öngörülen
biçimiyle pay sahibince taahhüt edilen ve ödenen sermaye, anonim şirketin
sorumluluğuna esas oluşturacak malvarlığının kapsamına katılmış olur.
Bu borcun taahhüde konu olduğu biçimiyle ödenmesi şarttır. Başka bir
şekilde, örneğin taahhüt konusunun belli bir miktardaki nakde ilişkin olması hâlinde
bunun yerine nakit dışı sermaye teklifi kabul edilemez. Şu kadar ki, ana sözleşmede
bu hususa yönelik farklı düzenlemenin yapılması mümkündür64.
Sermaye koyma borcunun hukukî niteliğinin; çok taraflı, iltihakî ve şekle bağlı
sözleşmeden kaynaklanması, şirket tüzel kişiliğine karşı üstlenilmesi ve hukukî şarta
bağlı olması başlıkları altında incelenmesi mümkündür:

1. Çok Taraflı, Đltihakî ve Şekle Bağlı Sözleşmeden Kaynaklanması


Ana sözleşme, anonim şirketin temel düzenini oluşturan, şirketin iç ve dış
ilişkileri ile pay sahiplerinin şirkete ve diğer pay sahiplerine karşı haklarını, yetkilerini

62
Emrullah Kervankıran, “Sermaye Ortaklılarında Sınırlı Sorumluluk Đlkesine Karşı Önemli Bir Đstisna:
Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması”, ErÜHFD, C. XI, S. 3-4, Aralık 2007, s. 453-454; Dirk Hanish, “The
Liability of Shareholders for Obligation of the Company in Germany and the People’s Republic of China”, Hong
Kong, 2007, http://lbms03.ctyu.edu.hk/oaps/slw2007-6537-hd976.pdf, (Erişim Tarihi: 1.6.2010), s. 8-9; Bu
konuda ayrıca bkz. Michel A. Robe, “Limited Liability Rules, Financial Innovation and Capital Structure
Complexity”, http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=295343, Erişim Tarihi: 20.11.2009, s. 1 vd.;
Timothy P. Glynn, “Beyond “Unlimiting” Shareholder Liability: Vicarious Tort Liability for Corporate Officer”,
Vanderbilt Law Review, Volume. 57, March 2004, N. 2; http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_
id=572482, Erişim Tarihi: 20.11.2009, s. 330 vd.; Tuğsavul, s. 124-125
63
Peter Hommelhoff, Produkthaftung im Konzern, ZIP 1990, 761, 768/f. (Kervankıran, s. 453, dn. 1
naklen); Robe, s. 1.
64
Şar, s. 132.
18

ve yükümlülüklerini düzenleyen şekle bağlı, katılıma açık ve çok taraflı bir borçlar
hukuku sözleşmesidir65.
Yöntemince düzenlenmiş anonim şirket ana sözleşmesi ile doğan hukukî
ilişki, tarafların çıkarlarının birbirlerine karşı olmaması nedeniyle karşılıklı sözleşme
niteliğinde değil, çok taraflı bir sözleşmedir66. Gerek ani kuruluşta ve gerekse tedrici
kuruluşta şirketin esas sermayesinin miktarı ile her payın itibari kıymetinin, ödeme
şekli ve şartları ile paradan başka sermaye olarak konulan hak ve mallara ilişkin
hususların ana sözleşmede yer alması gerekmektedir (TTK. m. 279/I).
Anonim şirketin tüzel kişilik kazanmasından önceki aşamada aralarında adi
şirket ilişkisi bulunan kurucuların ortak amacı, anonim ortaklığı kurma ve belirlenen
ortak gayeye ulaşmadır. Sermaye artırımlarında ise ana sözleşmeye yazılmaksızın,
katılma taahhütnameleri ile gerçekleştirilen sermaye koyma taahhütleri, ortaklık
ilişkisinden kaynaklanan bir borç ilişkisi olarak ortaya çıkar67.
Açık ya da zımnen şirket tarafından kabul edilmiş bulunan katılma
taahhütnameleri yoluyla sermaye artırımlarında gerçekleştirilen sermaye taahhütleri
de, şirket tüzel kişiliğine karşı bir borç üstlenilmesini ve katılıma açık olma niteliği
taşıyan ana sözleşmenin belirlediği şirket ilişkisine katılmış olmayı ifade etmektedir68.
Dolayısıyla bu durumda dahi sermaye koyma borcunun kaynağının katılma
taahhütnamesinden daha ziyade şirket ana sözleşmesi olduğunun söylenebilmesi
olanaklıdır. Bu nedenle sermaye artırımlarında sermaye taahhütlerinin ana sözleşme
değişiklik metnine yazılmasına engel bir durum bulunmamakla birlikte, burada yer
verilmeyip katılma taahhütnamesinde gösterilmesinin farklı bir hukuksal sonucu
bulunmamaktadır. Şirket ana sözleşmesine yazılması ve tamamıyla taahhüt edilmesi
zorunlu bulunan esas sermaye miktarının (TTK. m. 285/I) artırılan kısmının da aynı
hukuksal nitelikte bulunması (TTK. m. 395/c.1) nedeniyle bu borcun kaynağını
oluşturan katılma taahhütnameleri de şirket ana sözleşmesinin bir parçasını
oluşturmaktadır.
Öte yandan anonim şirketin pay bedellerini tahsil ederken pay sahipleri
arasında eşitlik ilkesine uygun hareket etme zorunluluğu olduğundan bir kısım pay
sahiplerine yönelik bu bedelin tahsili talebiyle dava açılırken diğerlerinden herhangi

65
Erdoğan Moroğlu, “Anonim Ortaklık Anasözleşmesi ve Hukuki Niteliği”, Prof. Dr. Kemal Oğuzman’ın
Anısına Armağan, Đstanbul, 2000, s. 515.
66
Karayalçın, Şirketler Hukuku, s. 41; Moroğlu, Oğuzman Armağanı, s. 522-523; Göle, s. 31.
67
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 84.
68
Moroğlu, Oğuzman Armağanı, s. 515.
19

bir talepte bulunulmaması bu ilkeye aykırılık oluşturur. Bu doğrultuda şirket tarafından


apel yapılmadan69 ve dolayısıyla vadesinden önce ödenen pay bedellerine karşılık
ortağa herhangi bir menfaat sağlanamaz70.

2. Şirket Tüzel kişiliğine Karşı Yüklenilmiş Olması


Sermaye koyma borcu, şirkete karşı yüklenilmekte ve şirketin de pay
taahhüdünde bulunanlardan ifayı talep etme zorunluluğu bulunmaktadır71. Pay
bedellerinin ifası pay sahiplerinden her zaman talep edebilecektir. Bu konudaki talep
hakkı, yalnızca şirket tüzel kişiliğine ait olduğundan başka hiçbir kişi, alacaklı ya da
pay sahibi bile olsa bunu isteyemez. Buna karşılık şirketin bu talepten vazgeçmeye
hakkı bulunmamaktadır72. Ortaklık ilişkisinin temel unsurlarından birisi, ortaklarca
katılma taahhüdünde bulunulmasıdır73. Pay sahibinin tek borcu, taahhüt konusu bu
bedellerin ifasıdır. Bunun dışında pay sahibinden beklenen kaçınma ve yapmama
yükümlülükleri, dürüstlük kuralına uygun hareket etme zorunluluğu ek yükümlülük
değildir. Sorun, anonim şirketlerin ve olayın özellikleri dikkate alınarak MK.’nun 2.
maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir74.
Pay sahibinin sermaye getirme borcu, hukuksal niteliği bakımından şirket için
bir alacak, pay sahibi için ise bir borçtur. Bu borç vadesinde ifa edilmediğinde,
katılma taahhüdünde bulunan borçlunun asıl edime ilâve olarak temerrüt faizini de
ödemekle yükümlü olması bunun şirket açısından bir alacak olduğunu
göstermektedir.

69
Pay bedellerin taksitle ödenmesinin söz konusu olduğu durumlarda, anonim ortaklığın yönetim kurulunca
pay sahiplerine yapılan ödeme çağrılarına apel denilmektedir. Aynı şekilde yapılan çağrıya dayanarak pay
sahiplerince taksit taksit yapılan ödemeler de bunlar için yapılan çağrının adı dolayısıyla apel olarak
anılmaktadır.
70
Yargıtay’ın bu konudaki bir kararında, “Sermaye borçlarının ödettirilmesinde eşitlik prensibi uygulanır.
Şirket ana sözleşmesinde aksi kabul edilmediği takdirde, anonim şirketlerde kar payları, ödenmiş sermaye
oranında paylaştırılacağından (TTK. m. 456) zamanından önce yapılan ödeme kardan yararlanmada değişiklik
ve fazla bir hak tanınması sonucu doğurabileceğinden eşitlik ilkesi bozulabilir. Bu nedenle apel olmadan yapılan
ödemelerin kural olarak kabul edilmemesi gerekir” denilmektedir. Y. 11 HD. 28.12. 1984, E. 1984/6507, K.
1984/6608 (YKD. 1985, C. XI, S. 5. s. 680-683).
71
Ticaret ortaklıklarına ilişkin genel hükümler arasında yer alan TTK. m. 140/I’de “Her ortak, usulüne
göre tanzim ve imza edilmiş şirket mukavelesiyle koymayı taahhüt eylediği sermayeden dolayı şirkete karşı
borçludur.” kuralı ile paydan kaynaklanan sermaye borcunun şirkete karşı yüklenilmiş olduğu açıkça ifade
edilmiştir.
72
Orhan Nuri Çevik, Uygulamada Şirketler Hukuku, 3. bası, Ankara, 2002, s. 154; Şar, s. 131.
73
Yavuz, s. 908.
74
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1092, s. 634; Krş. Nomer, TTK.’nun 405/I. maddesindeki pay
sahibinin “tek borç” ilkesinin, anonim şirketlerde pay sahibinin sadakat yükümlülüğünün kabülüne engel
oluşturmadığı, pay sahibinin hem anonim şirket hem de diğer pay sahiplerine karşı bu yüküm altında bulunduğu
görüşündedir. Bkz. Fusun Nomer, Anonim Ortaklıkta Pay Sahibinin Sadakat Yükümlülüğü, Đstanbul, Beta,
1999, s. 159;
20

Anonim şirketin kuruluş işlemlerinin tamamlanması ve sicile tescilinin


ardından ortaya çıkan oluşum, doktrinde şirket tüzel kişiliği olarak tanımlanan, kurucu
ve iştirak taahhüdünde bulunanlardan farklı ve bağımsız bir hukuksal varlığı ortaya
çıkarmaktadır75. Anonim şirketin ayrı bir hukuk kişisi olarak bağımsız malvarlığına
sahip bulunmasının en önemli sonucu, tüzel kişiliğin üstlendiği borçlar nedeniyle
yalnızca kendi malvarlığı ile sorumlu tutulabilmesidir. Bu nedenle anonim şirket
alacaklılarının, alacaklarını elde edebilmek amacıyla ortaklara başvuramamaları tüzel
kişilik teorisinden kaynaklanmaktadır76. Şirketin bu borçlar nedeniyle yalnızca kendi
malvarlığı ile sınırlı sorumlu olduğunu düzenleyen TTK. m. 269/I’de yer alan kural, bu
ilkenin bir tekrarı olup pozitif hukuk kuralına bağlanmasından ibarettir.

3. Hukuki Şarta Bağlı Olması


Sermaye taahhüdü, anonim şirketin kuruluşu sürecinde ana sözleşmenin
usulüne uygun olarak düzenlenmesiyle (TTK. m. 140/I), sermaye artırımında ise
katılma taahhütlerinin şirket yönetim kurulu tarafından kabul edilmesiyle
gerçekleşmektedir (TTK. m. 392, 283-285).
TTK.’nun şirket sermayesi konusundaki kuralları da göz önünde tutulmak
suretiyle usulüne uygun olarak yapılan sermaye taahhüdüyle meydana gelen
hukuksal ilişkinin niteliğine yönelik iki görüş ileri sürülmektedir. Bunlardan birincisi; bu
yolla geçerli ve mevcut bir borcun doğduğu77, ikincisi ise sermaye taahhüdüyle doğan
borcun infisahi şarta tâbi bulunduğudur78.
Öncelikle sermaye taahhüdünde bulunulmasıyla birlikte taahhüt sahibinin
beyanıyla bağlı hâle geldiğinde kuşku yoktur. Ancak bu taahhüdün ifa edilebilmesi
için kuruluş aşamasında anonim şirketin tescil edilmiş ve tüzel kişiliğin kazanılmış
olması, sermaye artırımında ise bu artırımın tescil edilerek gerekli prosedürün
tamamlanmış olması zorunludur (TTK. m. 301, 395).

75
Lorraine Talbot, Critical Company Law, Oxon, 2008, s. 23-24; Mehmet Emin Bilge, Ticaret Sicili,
Đstanbul, Beta, 1999, s. 161.
76
Tüzel kişiliğin kaynağı ne olursa olsun bütün borçlardan kurtulmak için bir araç olarak kullanılmasının
engellenmesi amacıyla Anglo Sakson ve Kara Avrupası hukuk sistemlerinde tüzel kişilik perdesinin kaldırılması
olarak anılan ilke geliştirilmiştir. Bu konuda Türk doktrinindeki tartışmalar ve bu ilkeye atıf yapan
Yargıtay’ın15.2.2006 tarihli, E. 2005/8774, K. 2005/64 sayılı kararıyla ilgili değerlendirmeler için bkz. Vural
Seven, Y. Can Göksoy; “Ticaret Şirketlerinde Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması”, ĐBD., C. 80, Y. 2006, s.
2458.
77
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1023, s. 610; Domaniç, TTK Şerhi II, s. 1116; Pulaşlı, Şirketler, s. 778.
78
Karayalçın, Şirketler Hukuku, s. 203; Göle, s. 34-35.
21

Bu süreç tamamlanamadığı takdirde sermaye taahhüt edenlerin talepleriyle


bağlılıkları sona erer. Bu yüzden başlangıçta, kuruluş ya da sermaye artırım
işlemlerinin ileride gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin, yani taahhütte bulunanın
taahhüdünü ifa borcu altına girip girmeyeceğinin bilinmesi olanağı yoktur79.

II. SERMAYE KOYMA BORCUNUN TARAFLARI

Anonim şirketlerin faaliyetleri süresince sermaye koyma borçlarının lehdarı,


şirket tüzel kişiliğidir. Şirketin kuruluş işlemlerinin tamamlanmadığı dönemde, henüz
tüzel kişilik kazanılmadığı ve pay sahipliği sıfatı da söz konusu olmadığından,
kurucular arasındaki oluşum bir adi şirket niteliğindedir. Bu dönemdeki katılma ve pay
taahhütleri, henüz tüzel kişilik kazanmamış olan şirkete değil, kurucu ortaklarca
birbirlerine karşı yapılmış olur ve kendi aralarında hüküm doğurur80. Sermaye koyma
borcunu ifa ile yükümlü olan kişi ise kural olarak, paydan kaynaklanan haklarla birlikte
borçların da sorumlusu olan pay sahibidir. Bu durumda söz konusu borcun
alacaklısının tespitinde ortaklığın devamı süresince herhangi bir duraksama
bulunmamakla birlikte, bazı durumlarda pay bedellerinden sorumlu olan kişinin
belirlenmesi sorunlara neden olabilmektedir.
Bu nedenle sermaye borcunun ifasıyla yükümlü kişiyi belirlemeye yönelik
ölçütlerin varlığı, sermayenin korunması ve sermaye koyma borcunun ifası
bağlamında önem taşımaktadır.

A. SERMAYE KOYMA BORCUNUN YÜKÜMLÜSÜ

Sermaye koyma borcu paydan kaynaklanan bir yükümlülük olduğundan bu


borcu ifa ile sorumlu olanlar; anî kuruluş yönteminde şirket ana sözleşmesini
imzalayıp sermaye koymayı taahhüt edenler, tedrici kuruşta katılma talepleri
kurucular tarafından kabul edilenler, sermaye artırımında ise pay talebinde
bulunanlardır81.
Anonim şirketlerin kuruluş aşamalarında (anî kuruluş yönteminde) esas
sermayenin bir kısmının dahi peşin ödenmesi gerekli olmayıp yalnızca “muvazaadan
arî olarak tamamen taahhüt edilmesi” yeterlidir (TTK. m. 285/I). Buna karşılık,

79
Karayalçın, Şirketler Hukuku, s. 203; Göle, s. 34-35.
80
Yılmaz Ulusoy, Sermaye Piyasası Kanunu, Yorum ve Açıklamalar, Ankara, 1981, s. 36; Aynur
Yongalık, Adi Şirkette Sermaye Payı, (Sermaye Payı), Ankara, BTHAE, 1991, s. 69-70.
81
Hirsch, Ticaret Hukuku, s. 205; Narbay, s. 165; Taşdelen, s. 56.
22

SerPK.’na göre tedrici kuruluş yönteminde halka arz yoluyla satılan hisse senedi
bedellerinin tam ve nakden ödenmesi zorunludur. Aynı zamanda, anonim şirketle ilgili
kişilerin haklarının korunması amacıyla SerPK, satış süresi içinde satılamayan
payların kendileri tarafından tamamen satın alınacağı ve bedellerinin ödeneceğinin
kurucular, pay sahipleri veya aracı kuruluşlar arasından Kurulca belirlenenler
tarafından şirkete karşı taahhüt edilmesini ister. Bu kişilerce yapılan taahhüt, süre
sonunda satılamayan payların kendileri tarafından satın alınıp bedellerinin nakden
ödenmesini de kapsamaktadır (SerPK. m. 7/III). Dolayısıyla tedrici kuruluş
yönteminde bakiye sermaye borcu söz konusu olmadığından payın devredilmesi
durumunda dahi, devralan yeni malikin sorumlu olacağı bir borçtan söz edilmesine
olanak bulunmamaktadır.
Sermaye koyma borcunun ifa yükümlüsünün belirlenmesinde aşağıda
açıklanacağı üzere taahhüde konu sermaye payının niteliği önem taşımaktadır:
Sermaye koyma borcu, kural olarak paya bağlı olduğundan anonim şirketin
bir payına sahip olan kişi, varsa ifa edilmeyen bakiye sermaye borcundan da
sorumludur. Şirket payının birden çok kişi tarafından birlikte taahhüt edilmesi
olasılığında müşterek paydaşlar bakiye borçtan müteselsil olarak sorumlu olurlar.
Şirket payının devredilmesi ise bazı koşullara bağlı olarak bakiye sermaye borcunun
yükümlüsü ile payın sahibinin farklı kişiler olmasını gerektirebilir82.

1. Nakdi Sermaye Borcunun Yükümlüsü

a. Katılma Taahhüdünde Bulunan Pay Sahibi


Nakdi sermaye koyma borcunun yükümlüsü, şirket ana sözleşmesi ya da
iştirak taahhütnamesini imzalayıp belli miktarda sermaye koymayı taahhüt eden
kişidir (TTK. m. 59). Bu borcun tamamı ifa edilip sona ermediği takdirde, bakiye borç
nedeniyle borçlu sıfatı ve bu borçtan sorumluluk nama yazılı payın sahibinin
üzerindedir83. Karşılıkları tam olarak ifa edilmemiş payın devri hâlinde, bu borç
devralana geçmekte ve iştirak taahhüdü altına giren kişinin bakiye sermaye
borcundan sorumluluğu kural olarak sona ermektedir (TTK. m. 419/III).

82
Ansay, Anonim Şirketler, s. 226; Bahtiyar, Ortaklıklar, s. 158; Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1116;
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1032, s. 614.
83
Bruno Kropff, Johannes Semler, Münchener Kommentar Zum Aktiengesetz, Band 2, München, 2003,
§ 63, s. 269; Emil Schucany, Kommentar zum Schweizerischen, Aktienrecht, 2. Aufl., Zurich, Orell Fusli,
1960, s. 107.
23

Bedelleri tam olarak ödenmemiş payların devri, borcun nakli niteliğinde


olduğundan84 devredenin borçtan kurtulması şirketin bu devre onay vermesi85
koşuluna bağlıdır (BK. m. 173). Ancak bu nitelikteki bir payın devri, miras, cebri icra
ve evlilikte mal rejimi hükümlerinden kaynaklandığı takdirde şirketin onayına
gereksinim yoktur (TTK. m. 418/IV).

b. Payın Devredilmesi Hâlinde Önceki Maliklerin Sorumlu Olması


Pay sahibi, bedeli tamamen ödenmemiş olan anonim şirket paylarını
başkasına devretmiş ve bu devir pay sahipleri defterine kaydedilmişse kural olarak
devredenin bakiye sermaye borçlarından sorumluluğu sona erer. Pay borcu ve varsa
tali borçlardan sorumluluk pay defterine kayıt anından itibaren bu payları devralana
geçer (TTK. m. 419/I).
Sermaye koyma borcunun payın sahibine ait olması kuralının istisnası,
şirketin kuruluşu veya esas sermaye artışı tarihinden itibaren iki yıl içinde iflas etmesi
ya da pay senedini devralan kimsenin TTK.’nun 407. maddesi doğrultusunda ıskat
edilmesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Bu şartların varlığı hâlinde şirketin kuruluşu
ya da sermaye artırımında iştirak taahhüdünde bulunan önceki pay sahibinin devre
rağmen bakiye sermaye koyma borcundan sorumluluğu devam eder (TTK. m.
419/II)86.
Payın önceki sahibinin sorumluluğuna dair diğer bir istisna ise şirketin tüzel
kişilik kazanmadığı dönemdeki pay devirlerinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere,
anonim şirketin ticaret siciline tescil edilip tüzel kişilik kazanmasına kadar olan
dönemde sermaye paylarının, taahhüt altına giren kişi tarafından diğer şahıslara
devri, şirkete karşı hükümsüzdür (TTK. m. 302). Şirketin henüz tüzel kişilik
kazanmadığı bu dönemde iştirak taahhüdünde bulunan kişi şirket payını devretmiş
olsa bile şirkete karşı, ödenmeyen pay bedellerinden dolayı sorumlu kalmaya devam
eder. Yani iştirak taahhüdünde bulunan kişinin şirketin kuruluş aşamasında ödemesi
gereken paya ilişkin sorumluluğu bu payı devretmiş dahi olsa ortadan kalkmaz.
Payın devredilmesi durumunda eski malikin pay bedellerinden sorumluluğu,
ikincil nitelikte bir sorumluluk olup devralandan sonra gelmekte, devrettiği kişinin

84
Bahtiyar, Ortaklıklar, s. 158.
85
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1032, s. 614.
86
Arslanlı, C. I, s. 196- 197; Şenocak, Iskat, s. 294; SerPK.’nun 7/III. maddesindeki halka arz yoluyla
satışlarda tam ve nakden ödeme kuralı karşısında TTK.’nun 419/II. maddesi uygulama yeteneğini yitirmiş olup
kuruluş ya da sermaye artırımına pay taahhüdünde bulunanların söz konusu pay bedellerini tam ve nakden
ödemeleri gerekeceğinden bakiye sermaye borcu söz konusu olmamaktadır.
24

borcunu ifa etmemesi nedeniyle ortaklıktan çıkarılması ya da iflası durumunda söz


konusu olmaktadır. Ayrıca devredilen paylar dolayısıyla eski malikin sorumluluğu,
devredilen bu payların yeni malik tarafından yapılan ödemelerle kapanmayan
açıklara yöneliktir. Şirket payını devredenin, burada söz konusu edilen bakiye
sermaye borcundan sorumluluğunun hukuksal niteliğinin, adi kefalet olması
nedeniyle devredenin bu kapsamda şirkete yaptığı ödeme oranında, devralana rücu
hakkı vardır87.
Burada pay bedellerinin ifa edilmemesinden sorumlu olanlar, pay ya da
katılma taahhüdünde bulunan payın eski maliki ve bu payı devralan kişidir. Bu paylar
birden fazla el değiştirmişse, payın ilk ve son malikleri arasındaki diğer kişilere
(selefler) başvurulması olanağı ise yoktur88.

2. Nakit Dışı Sermaye Borcunun Yükümlüsü


Nakit dışı sermaye borcunun yükümlüsü, pay karşılığında ayın (nakit dışı)
sermaye taahhüdünde bulunan pay sahibidir. Bu kişinin edimini Yasa ve anonim
şirket ana sözleşmesi doğrultusunda yerine getirmesi gerekir. Bu nitelikteki sermaye
borcunun, para dışında bir edime ilişkin olması nedeniyle bir başkasına nakli imkânı
bulunmamaktadır89.
Diğer yandan, TTK.’nun 404. maddesi gereğince nakit dışı sermaye
karşılığında verilen pay senetlerinin, şirketin ticaret siciline tescilinden başlamak
üzere aradan iki yıl geçmedikçe başkasına devri hükümsüzdür90. Dolayısıyla iştirak
taahhütnamesini imzalayan pay sahibinin bu payının daha sonradan bir başkasına
devredilmesi olasılığında dahi, nakit dışı sermaye borcunun yükümlüsü yine bu
taahhüdü yapan kişidir.

87
Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1345; Kalyoncu, s. 38; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1034, s. 615; Krş.
Arslanlı, “Bu halde iştirak müteahhidi ile şirket defterine kayıtlı olan hissedar arasındaki mesuliyet
müteselsildir. Lakin iştirak müteahhidi sermayeden tahsil edilemeyen kısımdan sorumludur.” (C. I, s. 197).
88
Arslanlı, C. I, s. 197; Göle, s. 60.
89
Doğanay, C. I, s. 1213.
90
Y. 11 HD.’nin bir kararında, “…Mahkeme bilirkişi ile ana sözleşme münderecatına göre davacının
sermaye payının ayın olduğunun anlaşıldığını ve TTK.’nun 404. maddesinin amir hükmü karşısında henüz
aradan iki yıl geçmemiş olması itibarıyla söz konusu pay devri işleminin geçersiz olduğunu ve husumetin bu
devir işleminin kabulüne karar veren şirkete tevcihinde kanuna aykırı bir yönü bulunmadığın belirtilerek
davacının ortak sıfatının devam ettiğinin kabulüne karar verilmesi doğru olduğundan mahkeme kararının
onanması gerekmiştir.” denilmiştir. (T. 13.3.1980, E. 1980/773, K. 1220, Doğanay, C. I, s. 1214, dn. 31 naklen).
25

B. PAY BEDELLERĐNĐ ĐFA BORÇLUSUNUN BELĐRLENMESĐ

1. Pay Defterine Kaydın Đşlevi


Anonim ortaklıklarca, senede bağlı olmayan paylar ile nama yazılı paylar ve
nama yazılı payların yerine çıkarılan nama yazılı ilmühaberlerin91 ve ayrıca bunların
sahiplerinin ad ve soyadları ile adreslerinin yazıldığı bir pay defteri tutulması
gerekmektedir (TTK. m. 326, 417).
Pay defteri, anonim şirketin paylarının kimlerin elinde olduğunu, paylara
ilişkin borçlar ve varsa tali mükellefiyetlerin bütün paydaşlarca tamamen ifa edilip
edilmediğini, pay bedellerinin tamamı ifa edilmemişse yerine getirilen bölümlerini
göstermektedir. Buradaki kayıtlar ortaksal hakların kimler tarafından kullanılacağı,
kayıtlı kişilerin pay sahipliği haklarının bulunduğu, bu kişilerce yapılan iktisabın
şirketçe onaylandığını, o ana kadar başka bir kimsenin onun yerini almadığı, borç ve
mükellefiyetleri yerine getireceklerin kimler olduğu konularında ortaklığa, pay
sahiplerine ve pay ile ilgili üçüncü şahıslara bilgi verme işlevi görmektedir92. Bu
özelliği nedeniyle pay defteri, ödenmemiş sermaye borcunun bir yandan miktarını,
diğer yandan borçlusunun tespiti konusunda bir anlamda “borç” ve “borçlu listesi”
niteliğindedir. Kural olarak sermaye koyma borcununun yükümlüsünün tespitinde
buradaki kayıtlar esas alınır93. Federal Mahkeme94 de pay senetlerini iktisap eden
kişinin şirkete karşı sermayeye katılma taahhüdünden kaynaklanan borcundan
sorumlu tutulabilmesi için ĐBK. m. 687/I-II (TTK. m. 419/I-II)’de yer alan kurallar
gereğince pay defterine kaydın gerekli ve yeterli olduğuna vurgu yapmıştır.
Pay defteri, her ne kadar TTK.’nun 66/I. maddesinde sayılan ticari defterler
kapsamında sayılmasa da anılan maddenin ikinci fıkrasında belirtilen “tacirlerin
tutmaya mecbur olduğu diğer defterler” grubuna girer95.

91
Hamiline yazılı pay senetlerinin yerine çıkarılacak olan hamiline yazılı ilmühaberlerin devri, TTK. m.
411/II uyarınca alacağın temliki hakkındaki hükümlere göre yapılmaktadır. Yasa’da açık bir düzenleme
bulunmamakla birlikte bakiye sermaye borcunun ifasından sorumlu olan kişinin tespiti açısından pay
defterindeki kaydın önemi ve işlevi nedeniyle bu tür ilmühaberlerin de anonim ortaklığın pay defterine kaydı
gerekir. Narbay, s. 173, Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1208, s. 698.
92
Doğanay, C. I, s. 1241; Tekinalp, “Pay Defterine Yazımın Hukuki Niteliği Sorunu” Đkt.Mal. 1979,
CXXV, S. 11, s. 473.
93
Uwe Huffer, Beck’sche Kurzkommentare, Bd 53, Aktiengesetz (AktG), München C.H Beck, 2008, §
63, N. 3, s. 295.
94
Đsviçre Federal Mahkemesinin başlangıçtaki içtihadı “Pay defteri dışında ve pay defterine kayıt haricinde
hiçbir başka işlem pay sahipliği veremez. Hukuken ancak pay defterine kayıtlı kimseler pay sahibidir.” yönünde
iken (JdT 1944 I 118 164) bu görüşünü 23.6.1964 tarihli ve ilkesel nitelikteki kararıyla değiştirmiştir BGE 90 II
1964 vd. (Tekinalp, Pay Defterine Yazımın Hukuki Niteliği, s. 472).
95
Üner Dağ, “Sermaye Ortaklıkları Hukuku”, Đkt. Mal., C.XXXVI, S. 4, Nisan, 1989, s. 152.
26

Anonim şirkete karşı paya bağlı hakları kullanacak ve paydan doğan


yükümlülükleri yerine getirecek olan esas itibarıyla pay defterine kayıtlı kişidir. Pay
bedellerini ifa borçlusu da kural olarak pay defterindeki kayıtlara göre belirlenir (TTK.
m. 417/III). TTK. m. 419/I’de yer alan “Bedeli tamamen ödenmemiş nama yazılı bir
pay senedini iktisap eden kimse, pay defterine kaydedilmekle şirkete karşı geri kalan
bedeli ödemek ve varsa tâli borçları yerine getirmekle mükellef olur.” kuralı gereğince
bedeli kısmen ödenmiş nama yazılı bir pay senedini devralan kişinin şirkete karşı
bakiye sermaye borcundan sorumlu tutulabilmesinin “pay defterine kayıt” olgusuna
bağlandığı anlaşılmaktadır. Anonim şirketin tüzel kişilik kazanıp faaliyete
geçmesinden sonraki dönemde yapılan pay devirleri, bu durumun pay defterine kayıt
edilmesiyle birlikte payı devralan kişinin şirkete karşı sermaye payını ödemekle
yükümlü hâle gelmesini neticelendirir (TTK. m. 419/I). Pay defterinde payın devrine
ilişkin böyle bir kayıt bulunmadığı sürece payı devralan, şirket karşısında kural olarak
sorumlu olmayacaktır96. Bu durum, TTK. m. 417/IV’teki “Şirkete karşı ancak pay
defterine kayıtlı bulunan kimse ortak sıfatını haizdir.” biçimindeki düzenlemeyle de
uyum arz etmektedir97.
TTK.’nun 417/IV (ĐBK. m. 685/IV) maddesindeki şirkete karşı pay sahipliği
sıfatının ancak pay defterinde kayıtlı kişiler yönünden söz konusu olabileceğine dair
mutlak ifadeli kurala rağmen gerek Đsviçre Federal Mahkemesi98 ve gerekse
Yargıtay99 bu hükmü, pay defterinin ancak düzenli tutulması ve gerçek durumu
yansıtması koşuluna bağlı olarak uygulanabilir nitelikte görmektedir. Bu nedenle
şirket tarafından pay defteri yöntemince tutulmadığı takdirde, böyle bir defterin var
olması hâlinde kayıt yapılmasını isteyebilecek kişiler de pay sahibi sayılmalıdır100.
Bu defter ve defterdeki kayıtlar, usulüne uygun olarak tutulmuş olmaları
koşuluyla paya bağlı haklardan yararlanacakları ve konumuz bakımından da bakiye
sermaye borcundan sorumlu olanların belirlenmesinde, adı kayıtlı olanlar bakımından

96
Yargıtay da payın devrinin şirkete karşı hüküm ifade etmesinin pay defterine kaydı ile mümkün
olabileceği görüşündedir. Yargıtay 11. HD.’nin bir kararında, “TTK.’nun 417. maddesi hükmüne göre, nama
yazılı hisse senetlerinin devri işlemi, şirket pay defterine kaydedilmediği sürece, pay devri şirkete karşı hüküm
ifade etmez.” şeklindedir. Y. 11. HD. T. 28.1.1987, E. 1986/6729, K. 1987/349 (Doğanay, C. I, s. 1241 naklen).
97
Narbay, s. 166.
98
JdT 1944 I 118 164 (Narbay, s. 166 naklen).
99
Y. 11. HD. T. 23.11.1978, E. 1978/4631, K. 1978/5252
100
Đsviçre Federal Mahkemesi yayınlanmamış olan 26.11.1941 tarihli kararında, şirketçe pay defterinin
tutulmamasını, ancak pay defterine yazılı kişilerin pay sahibi olarak kabul edilebileceği kuralına istisna olarak
saymıştır. Tekinalp, Pay Defteri, s. 472.
27

hukuki görünüş ve bir karine oluştururlar101. Pay defterindeki kayıtlar pay sahiplerinin
gözetimine tâbi bulunmamaları ve iradelerinin dışında tutulması nedeniyle özel belge
vasfı taşımaktadırlar. Bu defterdeki kayıtların niteliğinin kurucu değil bildirici olması
nedeniyle102, yanlışlıkların veya kayıtlı kişilerin gerçek pay sahibi ya da borçlu
olmadıklarının her zaman iddia edilmesi ve dava konusu yapılabilmesi mümkün103
olup kayıtların aksinin her türlü belge ile ispat edilebilmesi mümkündür104.
Pay defterine yapılan kayıt, pay senedini devreden ile devralan arasındaki alt
ilişkiden bağımsız olarak hüküm ve sonuç doğurduğundan buradaki kayda göre malik
gözüken kişi, alt ilişkiye dayanmak suretiyle paydan kaynaklanan borçlardan sorumlu
olmadığını ileri süremez. Başka bir ifadeyle pay defterinde malik olarak kayıtlı kişinin,
sermaye koyma borcu ve ikincil yükümlülüklerden kurtulabilmesi yalnızca bu
kayıtların gerçeği yansıtmadığını ve kendisinin maddi anlamda pay sahibi olmadığını
usulüne uygun biçimde ispatlaması koşuluyla mümkündür105. Dolayısıyla bir pay
bedelinin ifası konusunda herhangi bir hukuki uyuşmazlık çıkmadığı sürece, şirketin
pay defterinde pay senedi ya da ilmühaberin son sahibi olarak gözüken kişi bu
borçtan sorumludur. Bu yolla anonim şirket aynı zamanda, bedeli kısmen ödenmiş
paylara yönelik olarak, nama yazılı senetler veya nama yazılı ilmühaberlerde
sermaye borcunun ödenmeyen kısmı için kime ödeme çağrısı yapması gerektiğini
tespit edebilme imkânına da sahip olmaktadır106.
Bilinen ve ispat edilen gerçek duruma rağmen, pay defterinde gerekli
değişikliğin yapılmaması, gerçeği yansıtmayan eski duruma göre işlem yapılmasını

101
Narbay, s. 172.
102
Tekinalp, Yargıtay tarafından pay sahipliği sıfatının şirkete karşı kazanılması açısından pay defterine
kayıt işlemine kurucu değil bildirici- açıklayıcı bir nitelik tanınmasını ve bu konuya ilişkin Yargıtay’ın 11.
HD.’nin 23.11.1978 tarihli ve E. 1978/4631, K.1978/5252 sayılı kararını eleştirmekte ve TTK.’nun pay defterine
kayıtla birlikte şirkete karşı kazanılacağına ilişkin TTK.’nun m. 416/II, c. 2, 417/IV ve 419/I’deki kurallara
rağmen bu kaydın bildirici olarak kabulünün mümkün bulunmadığını ifade etmektedir. Tekinalp, Pay Defteri, s.
471-472.
103
Bu konudaki bir Đsviçre Federal Mahkemesinin bir kararı şu şekildedir: “Maddenin lafzına dayanarak,
pay defterindeki kayda, taahhüdün doğurduğu bakiye borcun üstlenilmesi bakımından kurucu bir değer
tanınamaz. Hukuki durum, payın devrinde olduğundan daha değişik değildir. Zira sermayeye katılma taahhüdü
ve pay sahipliği hakları, aynı ve tek hukuki ilişkinin iki yüzü gibidir. Ayrıca ilgililer ortaklığın özel nitelik taşıyan
bu defterine yaptığı kaydı bilmek durumunda değillerdir. Dolayısıyla yapılan kayda, borcu da naklettirici bir
güç tanınamaz. Ortaklığa karşı borcun kimin tarafından ödeneceğinin tespit edilmesinde pay defterindeki kayıt,
aksi başka araçlarla ispat edilebilecek bir karineden ibarettir.” BGE 83 II 297 jdT I 473-26 Kasım 1941
(Tekinalp, Pay Defteri, s. 472-473 naklen).
104
Tekinalp, Pay Defteri, s. 473.
105
Narbay, s. 172; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1039, s. 616-617.
106
Doğanay, C. I, s. 1241-1242; Göle, s. 122; Kaya, Bilgi Alma Hakkı, s. 300; Narbay, s. 173; Taşdelen, s.
41-42.
28

haklı göstermemektedir107. Yöntemine uygun olarak düzenlenen pay defterinde söz


konusu payların malikini gösteren kayıtlar gerçeği yansıtmasa dahi şirket gerçek
durumdan haberdar değilse, bakiye sermayenin ifasını pay defterinde kayıtlı ve malik
olarak gözüken kişiden talep edilmesi gerekmekte olup ayrıca gerçek pay sahibini
araştırıp talebi bu kişiye yöneltmek yükümlülüğü söz konusu değildir108. Anonim
şirketin pay devrine dair gerçek durumdan haberdar olması durumunda, defterdeki
kayıtların düzeltilmesi ve sermaye borcunu ifa talebinin payın gerçek sahibine
yöneltilmesi de istenebilecektir109. Yargıtay da bu durumda pay defterindeki malik
gözüken kişiye bu kayda dayanılarak başvurulamayacağını ifade etmiştir110.

2. Pay Senetlerinin Đşlevi


Bilindiği üzere anonim şirketlerin payları, ortaklıkların kuruluşu ya da
sermaye artırımlarının tescil edilmesiyle birlikte başka bir işleme gerek bulunmaksızın
kendiliğinden oluşur. Ne kuruluşta ne de sonraki aşamalarda anonim ortaklıktaki pay
sahipliğini belgeleyici ve bu paylar üzerindeki hukukî işlemleri kolaylaştırıcı işlevi
bulunan kıymetli evrak niteliğindeki pay senedi ihraç zorunluluğu
bulunmamaktadır111. Çünkü anonim şirketlerde temel kavram “pay senedi” değil
“pay”dır112, payın oluşumu ya da sahipliği bakımından kıymetli evrak niteliğindeki bir

107
Tekinalp, Pay Defteri, s. 474.
108
Narbay, 172.
109
Narbay, s. 167; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1039, s. 616-617; Pay defteri paya bağlı
hakların şirkete karşı kullanılma ve ileri sürülmesinde bir hak sahipliğini ispat aracıdır (legitimationsmittel). Pay
defterine kayıt, pay sahipliği sıfatı bakımından kurucu değil, açıklayıcı bir fonksiyon icra eder. Söz konusu
kaydın pay sahipliği sıfatı ile ilgili olarak bir karine oluşturduğu konusu, Đsviçre Federal Mahkemesinin (BGE 90
II 164, 172) bir kararında, “Bir kimsenin isminin pay defterinde yazılı olması aynı zamanda onun pay sahibi
olarak kiminle iş göreceğini veya görmesi gerektiğini belirlemez. … Pay defterine kayıt sadece bir karinedir;
aksi kanıtlanabilir. Bu halde şirket pay defterindeki yazıma dayanamaz.” açıkça ortaya konulmuştur (Aynı
yöndeki bir başka karar BGE II 249). Yargıtay 11. HD.’nin bir kararı ise, “Pay sahipliği hakkında uyuşmazlık
varsa, sadece pay defterine yazılmak yeterli değildir. Bu pay defterine yazılmanın dayanağı TTK. m. 417/II’de
öngörüldüğü üzere ispat edilmesi hâlinde, pay devri, pay defterine yazılabilir.” şeklindedir. (Kaya, Bilgi Alma
Hakkı, s. 299-300).
110
Y. 11. HD.’nin T. 23.11.1978, E. 1978/4631, K. 1978/5252 kararında; “ … TTK.’nun 419. maddesi
hükmüne göre bedelleri tamamen ödenmemiş olan (nama yazılı) hisse senetlerini iktisap eden bir kimse ortak
olarak şirket pay defterine kaydedildikten sonra devraldığı hisse senedinden dolayı şirkete karşı (şayet varsa)
borcunu yerine getirmekle yükümlüdür. Aynı maddenin son fıkrası hükmüne göre de, o hisse senedini devreden
kimse de, hisse senedini iktisap eden şahsın şirket pay defterine ortak olarak kaydedilmiş olması şartı ile o hisse
senedinden doğan borçtan kurtulmuş sayılır. Olayda bedelleri tamamen ödenmemiş olan pay senetlerinin dava
tarihinden önce davalı tarafından dava dışı … ‘e devredilmiş ve bu devir keyfiyetine de ana sözleşmenin 7.
maddesine uygun bir şekilde davacı şirket yönetim kurulunca muvafakat edilmiş bulunmasına nazaran, dava
tarihinde artık pay sahipliği sıfatı ortadan kalkmış olan davalının…. Bir başkasına devrettiği hisse senedine
ilşkin olarak ve TTK.’nun 407. maddesinin birinci fıkrası hükmü gereğince (temerrüt faizi ile) yükümlü tutulması
ve bu faizin tahsili cihetine gidilmesi doğru değildir.” (YKD. C. V. S. 2, s. 223 vd.).
111
Bakınız, yukarıda I-B-1,2.
112
Hüffer, § 63, N. 2, s. 295; Tuğsavul, s. 121.
29

senede bağlanması bir geçerlilik koşulu değildir113. Payın senede bağlanması


yalnızca tedavülünü kolaylaştırıcı bir rol oynamaktadır, bunun dışında hakların,
borçların ve yükümlülüklerin özünde herhangi bir değişikliği meydana getirmez114.
Pay senedi çıkarılmasının pay sahipliği açısından kurucu fonksiyonu
115
bulunmadığından , pay senetleri ihraç edilmese dahi pay taahhüdünde bulunanın
pay sahipliği hakkı kurulmuş olur ve senet olmaksızın da bu hak devre konu
olabilir116.
Anonim ortaklıklarca çıkarılabilen pay senetlerinin biçimsel açıdan taşımaları
gerekli koşullar TTK. m. 413’de düzenlenmiştir. Bu senetler devirlerindeki özellikler
açısından nama ya da hamiline yazılı olarak ikiye ayrılabilir117. Şirketler ancak
tescilin ardından pay senedi çıkarabileceklerinden, bu tarihten önce ihraç edilen pay
senetleri hükümsüzdür. Şirketin, ana sözleşmesinde hüküm bulunması koşuluyla
tescilin ardından hem nama hem de hamile yazılı pay senedi çıkarabilmesi
mümkündür118.
Anonim şirketin kuruluşu ya da sermaye artırımından sonra pay ihraç edilmiş
ve paylar kıymetli evrak niteliğinde senetlere bağlanmamışsa bu paylar “çıplak pay”
olarak kalırlar119. Anonim şirketlerin hamiline yazılı pay senedi çıkarılabilmeleri için bu
konuda şirket ana sözleşmesinde hüküm bulunması ve bu senetlerin karşılığı olan
sermaye paylarının tamamının ödenmesi gereklidir. Bu iki koşul birden

113
Anonim ortaklıkların paylarının senede bağlanması mecburiyetinin bulunmamasına karşılık halka açık
anonim ortaklıklarda pay senetlerinin halka satışında sermaye piyasası araçlarının satışı esnasında alıcıya teslimi
şarttır. SerPK. m. 7/f.4’te sermaye piyasası araçlarının satışında, alıcıya teslimi şart kılındığından, halka arz
edilecek payların pay senedine bağlanması da öngörülmektedir. Buna karşılık Yasa’da halka arz edilmeyen
payların senede bağlanması zorunluluğu yer almamaktadır. Ünal, Halka Açık Anonim Ortaklıklar, s. 71.
114
Narbay, s. 59; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 766, s. 461.
115
Anonim ortaklık payının senede bağlanması zorunluluğunun bulunmadığı kuralının kaynağı, anonim
ortaklığın pay sahiplinin ve paya bağlı olan hakların anonim ortaklığın kuruluşunun veya esas sermaye
artırımının tescili ile birlikte doğması kuralı teşkil eder. Sevi, s. 26.
116
Narbay, s. 59; Sevi, s. 27.
117
Bir kıymetli evrakın nama yazılı sayılabilmesi için öncelikle senedin belli bir şahsın namına (adına)
yazılı olması gerekir. Đkinci koşul ise söz konusu senedin kanunen emre yazılı senetlerden sayılmamasıdır.
Çünkü bazı kıymetli evrak türleri vardır ki bunlar aksine bir kayıt taşımadıkları takdirde kanunen emre yazılı
kıymetli evrak olarak sayılmaktadır. Öztan, s. 42.
118
Şar, s. 164; Tescilden önce pay senedi çıkaranlar bundan doğan zararlardan sorumludurlar (TTK m. 395,
412). Buna karşılık SerPK 7/IV’teki kurala göre kayıtlı sermaye sistemini kabul eden anonim ortaklıklarda pay
senetlerinin tescilden önce çıkarılması mümkündür. SerPK sisteminde pay sahipliği hakkının ortaklığın kuruluşu
ya da sermaye artırımının tescili ile değil, pay senedinin satışı esnasında alıcıya teslimi ile birlikte kazanılacağı
esası benimsenmiştir. Çeliktaş, s. 32.
119
Narbay, s. 60. Yazara göre, çıplak paylar bakımından hamiline ya da nama ayırımı yerine ancak “ileride
nama yazılı pay senetlerine bağlanacak pay” ya da “ileride hamiline yazılı pay senedine bağlanacak pay”
ayırımından söz edilebilir. Bu paylara ilişkin ilmühaber çıkarılacağı zaman bunun türünü belirleyen çıplak payın
nama ya da hamiline olması değil, ana sözleşmede “nama” ya da “hamiline yazılı pay senedine bağlanacak
pay” olarak öngörülmüş olması belirleyecektir.
30

gerçekleşmediği sürece hamile yazılı pay senedi ihracı hükümsüzdür (TTK. m. 409).
Bu koşullara uyulmaksızın ihraç edilmiş pay senedini devralan kişi de şirkete karşı
pay sahipliği sıfatını kazanamaz, yalnızca bu yüzden uğradığı zararları varsa bunların
tazminini talep edebilir.

3. Đlmühaberlerin Đşlevi
Anonim ortaklıklarca henüz pay senetlerinin çıkarılmadığı dönemde, ileride
pay senetleriyle değiştirilmek üzere ilmühaberler çıkarılabilmesi mümkündür. Bunlar
ister nama ister hamiline yazılı olsun, pay senetlerinin yerini tutmak üzere
çıkartıldıklarından kıymetli evrak niteliğinde belgelerdir. Pay senetleri ile temel nitelik
ve fonksiyonları bakımından benzer işlevlere sahip olan ve geçici ya da ara pay
senedi olarak tanımlanan ilmühaberler belli bir payı temsil ettikleri için sahiplerine oy,
temettü ve iştirak payı gibi pay sahipliğinin bahşettiği bütün hakları verirler120. Paydan
kaynaklanan sorumluluk da kural olarak bu ilmühaberlere malik olan kişiye aittir.
Sermaye koyma borçlusunu belirlemede pay senetleriyle aynı işlevi gören
ilmühaberler, şirketin pay senedi çıkarmasıyla geçersiz hâle gelirler121. Đlmühaberler
her ne kadar geçici nitelikte belgeler olsalar da içerdikleri pay sahipliği hakları geçici
değildir122.

III. NAKDĐ SERMAYE KOYMA BORCUNUN ĐFASI

Bilindiği üzere, anonim şirketlerde pay sahibinin sermaye koyma borcunun


kaynağını ani kuruluşta ana sözleşme, şirket paylarının halka arz edilmesi yoluyla
gerçekleştirilen tedrici kuruluşta ise katılma taahhütnamesinde yer alan sermaye
taahhüdü oluşturmaktadır123. Tedrici kuruluşta taleplerin kurucular tarafından kabul
edilmesiyle bu kişilerin şirket sözleşmesine katılmaları sağlandığından, bu kişilerin
sermaye borçlarının kaynağının da şirket ana sözleşmesi olduğu söylenebilir124.

120
Arslanlı, C. I, s. 159-160; Doğanay, C. I, s. 1230.
121
Pay senetleri basılarak ortaklara verilmesi sırasında, daha sonra payın temsili konusunda ortaya
çıkabilecek sorunların önüne geçilmesi amacıyla geçici nitelikteki ilmühaberlerin ortaklıktan geri alınması
gerekir. Eriş, C. II, s. 2401.
122
Narbay, s. 64.
123
Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1116; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1023, s. 610.
124
ĐBK. m. 635/III’e göre tedrici şekilde kurulan anonim ortaklıkta kuruluş genel kurulu, ortaklık sözleşmesi
tasarısını inceler ve sözleşme hakkında karar verir. TTK.’na alınmayan bu madde de, iştirak taahhütnamesinin,
ortaklık sözleşmesinin bir parçası olduğunu göstermektedir. Göle, s. 41-42.
31

Pay sahiplerinin sermaye koyma borçları, şirketin ani kuruluşunda ana


sözleşmenin imzalanmasıyla, tedrici kuruluşta ise pay satın almayı isteyenlerin
imzaladıkları katılım taahhütnamelerinin kurucular tarafından kabul edilmesiyle
doğar125. Bu, şirkete karşı yüklenilen şahsî nitelikte bir borçtur.
Pay borçlarının niteliği nedeniyle, bu borçlara öncelikle TTK.’ndaki kuralların
uygulanması gerekir. Anonim ortaklıkta sermayenin sağlanması ve korunması ilkesi
bağlamında bu yöndeki taahhütlerin güvence altına alınması zorunluluğu, bu
konudaki düzenlemelerin bazı açılardan medeni ve borçlar hukukunun genel
ilkelerinden farklılıklaştırılmasını gerektirmiştir126. Ancak, böyle bir özel düzenlemenin
bulunmadığı durumda sorunun borçların ifasına ilişkin BK.’nun genel kuralları
çerçevesinde çözümlenmesi gerekir.
Anonim ortaklık, pay sahiplerince şirkete taahhüt edilen sermaye borçlarının
ifasını bu kişilerden talep etmek zorundadır127. Pay sahiplerinin sorumlulukları,
taahhüt ettikleri payların nominal değerleri ile varsa agionun tamamını kapsamakta128
olup bu miktarlardan herhangi bir indirimin yapılması olanağı bulunmamaktadır129.
Sermaye koyma borcunun ifa edilmemesinin hüküm ve sonuçlarının ortaya
konulmasındaki önemi nedeniyle, bu borcun ifası süreci ile temerrüt hâlinin tespiti ve
sonuçlarının incelenmesi gerekmektedir.

A. NAKDĐ SERMAYE KOYMA BORCUNUN MUACCEL OLMASI

1. Nakdi Sermaye Koyma Borcunun Đfa Zamanı


Pay bedeli olarak nakdi sermaye borcunun ifası için defaten ödenmek üzere
tek bir vade belirlenebileceği gibi taksitler hâlinde ödenebileceği de kararlaştırılabilir.
Bu borçların ifa zamanı ana sözleşmede gösterilmişse bu tarihin gelmesiyle sermaye
koyma borcu muaccel hâle geleceğinden ayrıca bunun için ilân veya ihbara gerek
bulunmamaktadır130. Đfa zamanının ana sözleşme ile belirlenmeyip bu yetkinin ana
sözleşmede genel kurul ya da yönetim kuruluna bırakılması durumunda ise bu borç,
yetkili organ kararının borçluya bildirilmesiyle muaccel olur (BK. m. 128). Bu son

125
Kalyoncu, s. 31.
126
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 114.
127
Yargıtay’ın kararlarında da vurgulandığı üzere, bir ortaklığın tasfiye hâlinde bulunması dahi bu kuralı
değiştirmez. Y. TD. T. 17.5.1968, E. 1966/2015, K. 3018 (Doğanay, C. I, s. 1219).
128
Hansell, Vogt, Walter, s. 649.
129
Goulding, s. 210.
130
Doğanay, C. I, s. 883; Kalyoncu, s. 61.
32

durumda sermaye borcunun vadesi başlangıçta belirsiz olduğundan şirketin yetkili


organı tarafından ifa zamanının bildirilmesiyle, yapılan çağrının içeriğine bağlı olarak
sermaye borcunun tamamı ya da talep edilen kısmı muaccel olur.
Nakdi sermaye koyma borcunun ifa zamanı ana sözleşmede belirlendiği
takdirde genel kurulun ya da yönetim kurulunun alacağı kararla bu süreleri değiştirme
yetkisi bulunmamaktadır. Yapılan ana sözleşme değişikliği ile vadenin ileri bir tarihe
ertelenebilmesi mümkün olmakla birlikte, ana sözleşmede belirlenmiş ya da yetkili
organca tespit olunmuş vade tarihinin kısaltılması için bütün ortakların muvafakatinin
alınması gerekir. Çünkü TTK. m. 388/I’e göre pay sahiplerinin taahhütlerinin
arttırılması konusundaki kararların alınabilmesi bakımından bütün paydaşların ittifakı
aranmaktadır. Dolayısıyla ifa zamanına dair süre, ana sözleşmeye dayandığından
tüm ortaklar bakımından kazanılmış hak niteliğinde olup, pay sahiplerinin tamamının
bu yönde muvafakatleri alınmadığı sürece belirlenen vadeler kısaltılamaz131.
Ana sözleşmede bu borcun ifa zamanını belirleme yetkisi şirket genel kurulu
ya da yönetim kuruluna bırakılmışsa, bu tarihi tespit yetkisi, görevlendirilen organa
aittir. Şirket organlarından genel kurul bu konuda yetkili kılınmış ise genel kurulun
tespit ettiği vade ya da vadelerin yönetim kurulu tarafından değiştirilmesi mümkün
değildir132.

a. Sermaye Payının Đfa Tarihinin Belirlenmesi ve STB.’nin 2003/3 sayılı


Tebliği
Sermaye paylarının ödenmesi ile ilgili TTK. 285/I. maddesinde yer alan “Her
payın en az dörtte biri ve karşılığı kısmen ayın ve kısmen para olarak taahhüt edilmiş
olan sermaye paylarının ise para kısmının dörtte biri ödenmiş olmak şarttır.” kuralı
559 sayılı KHK. ile yapılan değişikle kaldırılarak “Esas sermayeye tekabül eden
payların muvazaadan ari olarak tamamen taahhüt edilmiş olması şarttır.” hükmü
getirilmiştir.
Yasa’daki bu değişikliğin ardından sermaye taahhütlerinin ne zaman ve
hangi aralıklarla ifa edileceği konusunda uygulamadaki belirsizliğin133 giderilmesi için

131
Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1258; Kalyoncu, s. 65.
132
Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1258.
133
Sermayenin Yasa ve ana sözleşme hükümlerine uygun olarak teminini sağlamak amacıyla getirilen TTK
m. 285/I’de “sermayenin muvazaadan ari olarak tamamen taahhüt edilmesi”, sermayenin ödenmesine ilişkin
TTK m. 405 vd. ve yönetim kurulunun sorumluluğuna dair (TTK m. 336) hükümler bulunmaktadır. Dolayısıyla
Tebliğ ile benimsenmiş bulunan sermaye borcunun ödenmesine ilişkin prensiplerin şirkete veya ortaklık
alacaklısı olan üçüncü kişilere yarar sağlayacağı kuşkuludur. (Kendigelen,s. 317).
33

Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca çıkarılan 2003/3 sayılı Tebliğde134, ana sözleşmenin


esas sermaye ile ilgili düzenlemesinde, “sermayenin muvazaadan ari şekilde
tamamen taahhüt edildiği ve nakdi sermayenin dörtte birinin ödendiği veya şirketin
kuruluşunun (ya da sermaye artırımının) tescili tarihinden itibaren en geç üç ay
içerisinde, kalanının da en geç üç yıl içerisinde, olmak üzere şirkete ödenme zamanı
belirtilecektir.” kuralına yer verilmiştir. Tebliğdeki bu düzenlemenin TTK. m. 279/I, b.
3’teki “şirket sermayesinin miktarı ile her payın itibari kıymeti ve sermayenin ödenme
suret ve şartlarının ana sözleşmede gösterilmesi zorunludur.” hükmüne dayanılarak
yapıldığı ifade edilmektedir135. Tebliğ ile getirilen düzenlemenin anonim şirketlerin
sermayelerini temin açısından yararlı olduğu kuşkusuz ise de Tebliğin dayanağını
oluşturduğu belirtilen bu maddede STB.’na pay bedellerinin ifasına ilişkin süreleri
belirleme yetkisi tanınmamıştır. Dolayısıyla bu yönüyle Tebliğin TTK. m. 285/I ile
uyumlu olmadığı açıktır136.
Öte yandan, şirketin sermaye ihtiyacını, şirketçe girişilen yatırımlar ve
ekonomik durumun gereklerini nazara almak suretiyle belirleyebilecek konumda olan
kuşkusuz şirketin bizzat kendisidir. Bu da nakdi sermayenin ödenme zamanı
konusunun ana sözleşmeyle başlangıçta belirlenmeyerek bu konudaki yetkinin genel
kurul ya da yönetim kuruluna da bırakılmasını, taahhüt edilen sermaye borçlarının
ödenmesi sürecinin üç yıldan daha uzun bir sürece yayılmasını da gerektirebilecektir.
Anılan Tebliğde pay taahhüdünde bulunacaklara bu konuda seçim imkânı
tanınmamakta olup, uygulama kuruluş esnasında STB tarafından anonim şirket
kurucularına basılı ana sözleşme örneği verilerek, burada yer alan direktifler
doğrultusunda sözleşmenin düzenlenmesi biçiminde olmaktadır. Bu nedenle, 2003/3
sayılı Tebliğ hükümleri çerçevesinde sermaye borçlarının ifası konusunda üç aylık ve
üç yıllık süreler ana sözleşmeye dâhil edilerek, bu yolla kurucuların Tebliğdeki
düzenlemeye uymaları sağlanmakta ve Tebliğin aksine herhangi bir sürenin
belirlenmesi olasılığı ortadan kaldırılmaktadır.

134
STB. Đç Ticaret 2003/3 sayılı Tebliği (Anonim Şirketler ve Limited Şirketlerin Kuruluş ve Ana Sözleşme
Değişikliği Đşlemlerine Đlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ), RG. 25.7.2003, S. 25179. Bu Tebliğin sermaye
paylarına dair kuralları STB.’nın Đç Ticaret 1995/I sayılı Tebliğinin (STB. 1995/I sayılı Tebliğ, RG: 13.8.1995,
S. 22373) büyük ölçüde tekrarı niteliğindedir.
135
Moroğlu, Sermaye Artırımı, s. 93-94; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının esas sermayenin ödenme zamanı
konusunda getirdiği üç ay ve üç yıllık sürelere ilişkin anılan Tebliğinin, yasal dayanaktan yoksun olması bir yana
getirilen bu süre sınırlamalarının yerinde olup olmadığı da tartışmalıdır. Zira Tebliğ ile sermayenin ödenmesi
gereken zamanın ana sözleşmede gösterilmesi şartı getirilerek, TTK m. 406. madde çerçevesinde ortaklık
yönetim kuruluna tanınmış bulunan sermaye borcunun vade tarihini belirleme yetkisini işlevsiz hâle getirmiş ve
ortadan kaldırmıştır. Kendigelen, s. 317.
136
Kalyoncu, s. 62.
34

Bilindiği üzere, genel idare içinde yer alan, kamu hizmeti yapan ve bu
amaçla kamu gücünü kullanarak işlemler tesis eden STB.’nın anonim şirketin kuruluş
ve ana sözleşme değişiklikleri konusunda TTK.’nun 280. maddesindeki yetkilere
dayanarak şirketin kuruluşuna izin vermemesi yönündeki kararlarının hukuksal
niteliği, organik ve biçimsel açıdan birer yönetsel işlemdir137. Bu nedenle, anonim
şirketlerin kuruluşları ve ana sözleşme değişiklikleri konusunda TTK.’nun 280.
maddesinde verilen yetkiler doğrultusunda STB tarafından tesis edilen şirketin
kuruluşuna ya da sermaye artırımına izin vermeme yönündeki işlemlerin iptali için
idari yargı mercilerinde iptal davası açılması olanağı bulunmaktadır138. Dolayısıyla,
anonim şirketin kuruluşu aşamasında 2003/3 sayılı Tebliğinde benimsenen nakdi
sermayenin ödenme zamanına dair koşullara uyulmadığı gerekçesiyle Bakanlıkça
şirketin kuruluş izin isteminin reddine karar verilmesi durumunda, bu yönetsel işlem
hakkında iptal davası açılabilecektir.
Bu arada yönetsel işlemin iptalinin yanında bu işleme dayanak olan
düzenleyici işlemin de iptalinin istenebilmesi mümkün olduğundan, STB. tarafından
2003/3 sayılı Tebliğe dayanılarak yapılan işlemin yanı sıra bu Tebliğin nakdi
sermayenin ödenmesine dair sınırlamalar içeren bölümünün de iptalinin istenilmesi
mümkündür139. Bu yöndeki yönetsel işlemin iptal edilmesiyle şirket nakdi
sermayesinin ödenme zamanı konusunun herhangi bir sınırlama söz konusu
olmadan ana sözleşmeyle dilenildiği biçimde düzenlenebilmesi mümkün hâle
gelecektir.

b. Şirketin Tescilinden Önceki Dönemde


Daha önce de vurgulandığı üzere TTK.’nun 140/I. maddesinde, her ortağın
yöntemine göre düzenlenmiş ve imzalanmış olan şirket ana sözleşmesiyle koymayı
taahhüt ettiği sermayeden dolayı şirkete karşı borçlu olduğu ifade edilmektedir. Bu
kurala göre ortaklar katılma paylarını kapsayan şirket sözleşmesini imzalamakla, belli
miktardaki sermayeyi şirkete ödeme borcu altına girmiş olurlar.

137
Tekin Akıllıoğlu, “Ticaret Bakanlığının Anonim Ortaklık Ana Sözleşme Değişikliklerine Đzninin
Çıkardığı Yönetim Hukuku Sorunları”, Batider, 1979, C. X, S. 2, s. 474; Celal Göle, “Anonim Ortaklıklarda
Ticaret Bakanlığının Đzni ve Danıştay”, Batider, C. X , S. 2, s. 455.
138
Kalyoncu, s. 62.
139
Kalyoncu, s. 63.
35

Bir alacak ya da borcun muacceliyet zamanı, bu ilişkinin tarafları arasındaki


sözleşme, ihbar, yasa kuralı ya da hukuki ilişkinin niteliğinden anlaşılabilir140. Anonim
şirketlerin kuruluş aşamasında pay sahiplerinin temerrüdü konusu TTK.’nda özel
olarak düzenlenmediğinden, bu borçlardan kaynaklanan temerrüde TTK.’nun 1/II. ve
138. maddeleri uyarınca BK.’nun 101. maddesinin uygulanması gerekmektedir141.
TTK.’nun 285/I. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda, anonim şirketlerin
ani kuruluşu ve sermaye artırımlarında taahhüt edilmiş sermaye paylarının dörtte
birinin ödenmesi ve bu bedelin bankaya tevdi edilmesi zorunluluğu kaldırılmış, bunun
yerine kuruluşun ve sermaye artırımının tamamlanabilmesi için sermayenin tümünün
muvazaadan ari olarak taahhüt edilmiş olması yeterli sayılmıştır142. TTK’nın 285.
maddesinde yapılan bu değişiklik sonucunda, artık taahhüt edilen nakdi sermayenin
belirli bir kısmının dahi şirketin kuruluş aşamasında ve tescilinden önce ödenmesi
koşulu gerekmemektedir143 Ne var ki, pay sahiplerinin kendi iradeleri ile nakdi
sermayenin belli bir bölümünün veya tamamının şirketin kuruluş aşamasında
ödeneceğini ana sözleşmeye koyacakları hüküm ile kararlaştırmalarına da engel
bulunmamaktadır.
Buna karşılık TTK. m. 285/I’de şirket esas sermayesinin ödenmesi
bakımından bir süre sınırlaması getirilmemesine ve sermayeye karşılık gelen payların
muvazaadan ari olarak taahhüt edilmesini yeterli görülmesine rağmen STB.’nın
2003/3 sayılı Tebliği ile bir anlamda TTK.’nun m. 285/I’in değişiklik öncesindeki hâline
dönülmüş ve dolayısıyla şirket yönetim kurulunca bakiye sermaye borcunun ödeme

140
559 sayılı KHK ile TTK. m. 285’te yapılan değişikliğin öncesinde tedrici kuruluşta sermaye payının
dörtte birlik bölümünün tescilden önce ödenmesi gerektiği yani muacceliyet anılan maddenin birinci fıkrasında
açıklığa kavuşturulmuştu. Bu dönem itibarıyla, ani kuruluş nedeniyle taahhüt edilen sermaye payının dörtte
birlik bölümünün ifasının taahhüt anından sonraki bir döneme bırakılması imkânını ortadan kaldırmıştır. TTK.
m. 285/I’deki değişiklik öncesinde, taahhüt edilmiş sermaye payının dörtte birinin anılan maddedeki kural
uyarınca taahhüt anında ödenmesinin gerektiği hususunda, açık bir hükmün bulunmadığı ileri sürülebilirse de
Borçlar Kanununun 74. maddesinin vadenin belirli olmadığı ve işin niteliğinden de anlaşılmadığı takdirde hemen
ifası gerektiği yönündeki hükmü karşısında, bu bedellerin taahhüt anında ödenmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
141
Şar, s. 71.
142
559 sayılı kararnamenin yayımı tarihine kadar, anonim ortaklıkların kuruluşunda, taahhüt edilen sermaye
paylarının ¼’ü 7 ilâ 10 gün içinde bloke edilmekteydi. Bu süre sermaye artırımlarında ise 2 ilâ 5 gün
civarındaydı. Bu konudaki uygulamalar zamanla büyük miktarlarda sermaye artırım yapan ortaklıkların, nakit
para blokesi yerine, ilgili bankadan kredi kullanıp yine aynı bankaya bloke yapılması biçimini almıştı. Blokaj
işleminin bankalar bakımından ek gelir kaynağı oluşturması dışında, ortaklıkların kuruluşu açısından yararsız
olduğunun ortaya çıkması, ortaklıkların kuruluşları ve sermaye artırımlarındaki formalitelerin azaltılması gereği
bu yükümlülüğün kaldırılmasını sonuçlandırmıştır. (Y. Lokman Yıldızhan, “Şirket Kuruluşu ve Sermaye
Artırımında Sermayenin ¼’ünün 1 Ay Đçinde Ödenmesi Gerektiği”, Yaklaşım,Y. 3, S. 32, Ağustos, 1995, s.
106-107).
143
Ayşe Sümer, “TTK.’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapan Kanun Hükmünde Kararnamede Anonim
ve Limited Ortaklıklarla Đlgili Yeniliklere Bakış”, Yaklaşım, Y. 3, S. 32, Ağustos, 1995, s. 15.
36

tarihlerinin serbest biçimde belirlenmesi yetkisi de (TTK. m. 406) ortadan kaldırılmış


olmaktadır144.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığının bu Tebliği doğrultusunda, nakdi sermaye
borcunun ödeme zamanı, sermaye paylarının dörtte birinin kuruluşun ya da sermaye
artırımının tescili tarihinden itibaren en geç üç ay içinde kalan kısmının ise yine tescil
tarihinden başlamak üzere üç yıl içinde olmak üzere ödeme tarihlerinin ana
sözleşmede gösterilmesi gerekmektedir. Bu üç aylık zaman zarfında şirkete
ödenmesi gereken nakdi sermayenin dörtte birlik kısmının defaten ya da taksitler
hâlinde ödenmesinin ana sözleşme ile kararlaştırılması mümkündür. Tebliğde
sermaye payının dörtte birlik bölümü için ödeme zamanı bakımından tescilden
itibaren üç aylık bir süre öngörülmüş olması nedeniyle vadeler üç aylık zaman
dilimiyle sınırlı olacaktır. Bu nedenle nakdi sermaye koyma borcunun dörtte birlik
bölümünün ifa zamanı şirketin kuruluşu ya da sermayenin artırımına dair kararın
tescilinden sonra üç aylık süre içinde olmak koşuluyla ana sözleşmede gösterilmiş
bulunan tarihtir145.
Sermaye koyma borcuna karşılık yapılan ifanın ardından bakiye dörtte üçlük
kısmının ise tescilden itibaren üç yıl içinde ifa edilmesi gerekir. Bu borcun da defaten
ya da taksitler hâlinde ödenmesi kararlaştırılabilir. Şirketin ana sözleşmesinde pay
bedellerinden kaynaklanan borçların tamamı ya da belli bölümünün tescilden önce
ödenmesi kararlaştırılmış ise ana sözleşmede gösterilen tarih sermaye borçlarının
vade tarihini ifade etmektedir. Anonim şirketin kuruluş aşamasında pay bedellerinin
vadeden önce ödenmesi, pay sahipleri arasında ileride kurulacak olan ortaklıktan pay
sahibi sıfatını kazanma ve haklardan yararlanma açısından eşitsizlik sebebi
oluşturmamaktadır. Çünkü anonim şirket bu dönemde henüz tüzel kişilik
kazanamadığından ve faaliyete de geçmediğinden gelir elde etmesi söz konusu
olmaz146.

c. Şirketin Tescilinden Sonraki Dönemde


Anonim şirketlere taahhüt edilen nakdi sermaye pay bedellerinin tümünün
şirketin kuruluş aşamasında ödenmesi zorunluluğu yoktur. Şirket ana sözleşmesinde

144
Kendigelen,s. 317; Poroy (Tekinalp/Çamoğlu), N. 490, s. 286-287.
145
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1024, s. 610; Tebliğ hükümleri dışında kurucu ortaklarca esas
sermayenin ödenme şekil ve şartlarını ana sözleşmede belirleyebilecekleri gibi, bu konulara ilişkin olarak
özellikle sermayenin ödenmesi şekil ve şartlarını belirleme konusunda ana sözleşmeyle genel kurula ya da
yönetim kuruluna yetki de verilmesi imkânı bulunmalıdır. Kalyoncu, s. 59- 60.
146
Şar, s. 73.
37

şirketin tescilinden önceki aşamada esas sermayenin tamamının değil yalnızca belli
bir bölümünün ödeneceği kararlaştırılmışsa, daha sonradan şirketin tüzel kişilik
kazanıp faaliyete geçmesi üzerine pay sahiplerinin ödemeleri gereken bakiye nakdi
sermaye borçları olacaktır. Bakiye kısım şirket sözleşmesi ve yasa hükümlerine göre
şirketin sermayeye gereksinim duyduğu ölçüde pay sahiplerinden daha sonradan
talep edilir147.
Bakiye sermaye borcunun vadesi şirket ana sözleşmesinde (BK m. 279/b.3),
belirli tarihler olarak gösterilebileceği gibi, bunun tespitinin şirket genel kuruluna ya da
yönetim kuruluna bırakılması da mümkündür148. Bu şekilde ödenmesi gereken bakiye
sermaye borcunun ifa tarihlerinin tespiti, konunun ana sözleşmede düzenlenmiş olup
olmadığına göre ayrı ayrı değerlendirilmek suretiyle yapılması gerekir.
Ana sözleşmede ödeme tarihlerinin açıkça belirlendiği takdirde, bu vadelerin
gelmesiyle başka bir işleme gerek bulunmaksızın söz konusu borç kendiliğinden
muaccel olur. Belirlenen bu vadelerde değişiklik yapılması, ancak şirket ana
sözleşmesinin usulüne uygun biçimde değiştirilmesiyle mümkündür149. Nakdi
sermaye koyma borcunun ifa zamanı, ana sözleşmesinde gösterilmediği gibi bunları
belirlemeye yetkili organ da belirtilmediği takdirde yönetim kurulu, şirketin tescilinin
ardından pay sahiplerinden sermaye borçlarının ifasını talep yetkisi bulunmaktadır
(BK m. 74)150. Aynı biçimde şirket genel kurulunun da sermaye borçlarının ifa
zamanının belirlenmesi konusunda karar almaya yetkili olduğunun TTK. m. 539/son
hükmü doğrultusunda kabul edilmesi yerinde olacaktır.
Bu konudaki yetkinin ana sözleşmeyle açıkça yönetim kuruluna tanındığı ya
da ana sözleşmede yetkiyi belirleyen bir kurala yer verilmemesi nedeniyle yönetim
kurulunun yetkili sayıldığı hallerde bu organ anonim şirketin ihtiyacı olmasına rağmen
ödeme çağrısında bulunmamışsa bu karar genel kurul tarafından alınabilecektir151.
Bu yetkinin genel kurula tanınmasının nedeni ise, bu görevi ihmal eden yönetim
kurulunun sorumluluğuna dair kuralların tek başına (TTK. m. 336) anonim şirketin
varlığının ve yararlarının korunmasına yeterli olmamasıdır152.

147
Ansay, Anonim Şirketler, s. 65.
148
Göle, s. 65.
149
Göle, s. 65
150
Göle, s. 67; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1040, s. 617.
151
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1040, s. 618.
152
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1040, s. 618.
38

Bu durumda şirketin yetkili organının nakdi sermaye koyma taahhüdünde


bulunanlardan borçlarını ifa talebinin borçlu pay sahibine bildirilmesi üzerine apel
miktarı muaccel hâle gelmiş olur153. Ne var ki, bu durumda pay sahiplerinin bakiye
sermaye borçlarının ödeme gününün belirlenmesinde iyi niyet kurallarına uygun bir
süre tanınması zorunludur154. Anonim şirketlerde temel ilkelerden olan pay sahipleri
arasında eşitlik prensibi gereğince, bakiye sermaye koyma borçlarının pay
sahiplerinden aynı zamanda ve aynı oranda istenmesi gerekir. Şirketin farklı grupta
çıkarılmış pay senetlerinin varlığı hâlinde ise her grup hisse senedi için farklı
tarihlerde ödeme talebinde bulunulmasına engel yoktur.
Şirket yetkili organlarının pay bedellerini tahsili sürecinde pay sahipleri
arasında eşitsizlik yaptıkları takdirde, hakları ihlal edilen pay sahipleri bu duruma
genel kurulda itirazda bulunabileceklerdir. Genel kurul kararlarının belli bir azınlığa
yarar sağlamak amacıyla ve kötü niyetle alındığı iddiasıyla mahkemeye başvurulup
iptali talep olunabilir (TTK m. 381)155.

d. TTK Tasarısı
TTK. Tasarısı’nın 344. maddesinde nakden taahhüt edilen payların itibari
değerlerinin en az yüzde yirmibeşinin ve ihraç primlerinin tamamının tescilden önce,
bakiyenin ise şirketin tescilini müteakip yirmidört ay içinde ödenmesi gerektiği
öngörülmektedir156. Bu düzenleme ile amaçlanan öncelikle TTK.’nun 285/I
maddesindeki değişiklik nedeniyle mevcut sistemimizde ortaya çıkan ve tebliğlerle
doldurulmaya çalışılan boşluğun giderilmesi, hiçbir ön ödeme yapılmaksızın anonim
şirket kurulabilmesinin önüne geçilmesidir. Pay bedellerinin ödenmesine ilişkin
emredici düzenleme bulunmamasının bakiye sermaye borçlarının uzun yıllar tahsil
edilmemesini ve şirketlerin tahsil edilen dörtte birlik sermaye ile çalışılmak zorunda
bırakılacağı endişesi TTK Komisyonunu pay bedellerinin ifası konusunda eski

153
TTK’nun 539. maddesinin son fıkrasında; “Şirket mukavelesinde aksine hüküm bulunmadıkça umumi
heyet, ortakların koymayı taahhüt ettikleri sermayeye mahsuben ödeyecekleri paraların ödeme gününü tesbit ve
ticarî mümessillerle, bütün ticari işletmeyi idare hakkı verilen ticari vekilleri tayine salahiyetlidir.” kuralı yer
almaktadır.
154
Göle, s. 67.
155
Göle, s. 67.
156
TTK Tasarısı’nda nakdi sermaye paylarının ödenmesi için öngörülen azami yirmidört aylık süre emredici
bir hüküm olup buna uyulmasının sağlanması ve gerektiği takdirde Tasarının 210. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında öngörülen fesih davası açma görevi Sanayi ve Ticaret Bakanlığına verilmektedir (Gerekçe, m. 344).
39

sisteme dönüşe sevk etmiştir157. Bu amaçla Tasarıyla, nakden taahhüt edilen pay
bedellerinin yüzde yirmibeşlik bölümünün tescilden önce, bakiye kısmın ise yirmidört
ay içinde ödenmesi zorunluluğu getirilmektedir158.
Nakdi sermaye paylarının itibarı değerlerinin en az yüzde yirmibeşi ve ihraç
primlerin tamamının şirketin tescilinden önce ödenmesi kuralının, pay bedelleri
ödenmeden sırf taahhütle anonim şirket kurulmasının ortaya çıkaracağı sakıncaları
gidermesi açısından yararlı olabileceği düşünülmektedir. Ne var ki, esas sermayenin
yüzde yetmişbeşlik bakiye bölümüne ilişkin ödemeler için 24 aylık bir sürenin
getirilmesi ile şirketin gelecekteki muhtemel sermaye ihtiyacına göre daha uzun
ödeme tarihleri belirleyebilmesi olanağı ortadan kalkmaktadır. Örneğin beş yıl süreyle
faaliyette bulunması öngörülen ve yabancı sermayeli ortağı da bulunan anonim
ortaklıkta çeşitli gruplardaki payları bulunması nedeniyle ileride sermaye artırımında
bu grupların onayı sorunuyla karşılaşmamak amacıyla sermaye paylarının yapılacak
yatırımları da göz önünde tutarak beş yıl içinde aralıklarla ödenmesinin
kararlaştırılabilmesinin engellenmesi kuşkusuz şirkete bir yarar sağlamayacaktır159.
Öte yandan Moroğlu, TTK Tasarısı’nın 344. maddesinin (1) numaralı
fıkrasındaki kuraldan sermaye paylarının dörtte üçlük kısmının her durumda yirmidört
ay içinde ödeneceği anlamının çıktığı, oysa şirket ana sözleşmesinde sermayenin
tamamının tescilden önce ya da tescilden sonra olmakla birlikte yirmidört aydan önce
tahsil edileceğinin kararlaştırılmasının mümkün olmasının gerektiğini ileri sürmekte ve
bu hükmü eleştirmektedir160.
Kanaatimizce, fıkrada geçen “en az” ibaresinden nakit olarak taahhüt edilmiş
pay bedellerinin peşin ödenecek kısmının yüzde yirmibeşin üzerinde belirlenebileceği
gibi bakiye pay bedellerinin vadelerin yirmidört aydan daha kısa süreler olarak
kararlaştırılmasına imkân tanındığı sonucuna varılmalıdır. Dolayısıyla Tasarı’nın bu

157
TTK Tasarısı’nın 344. maddesinin gerekçesinde, sermayenin ¾’lük kısmının tescili izleyen 24 aylık süre
içinde ödenmesi şartı ile ödenmemiş kısmının “unutulmaya bırakılmaması”nın sağlandığı ve sermayenin
korunmasına uygun hareket edildiğinden söz edilmektedir. Ayrıca Genel Gerekçe’de (057) anonim ortaklıklar
bakımından güvenli kuruluş ve sermayenin korunmasının, bu ortaklıkların sınırlı sorumlu ticaret ortaklığı türü
olmalarından kaynaklanan birbirlerini tamamlayan iki taşıyıcı ilke ya da bir taşıyıcı ilkenin iki yüzü olduğu
vurgusu yapılmaktadır.
158
13.12.1976 tarihli ve EC 77/91 sayılı AET/AT yönergesinin 26. maddesinde ortaklık paylarının yüzde
25’i ile varsa ihraç priminin tamamının peşin ödenmesi gerekmektedir. Nakit dışı sermayenin ise 27. maddeye
göre kuruluşla birlikte bir bütün olarak ifa edilir. Vanessa Edwards, EC Company Law, Oxford, Oxford
University Press, 1999, s. 83 vd
159
Abuzer Kendigelen, TTK Tasarısı Komisyonu, 15 Şubat 2001, 1. Oturum, m. 344.
160
Moroğlu, Değerlendirme ve Öneriler, s. 146.
40

hükmü, sermaye pay bedellerinin tamamının peşin olarak ödenmesi ya da yirmidört


aydan daha kısa vadenin belirlenebilmesine engel oluşturmayacaktır.

2. Bakiye Sermaye Borcunun Ödenmesinde Muacceliyet Koşulu


Sermaye koyma taahhüdünde bulunan pay sahiplerinin bu borçları, şirket
ana sözleşmesinde belirtilen ifa tarihinde ya da yönetim kurulunun ödeme çağrısı
(apel) üzerine muaccel hâle gelir161.
Anonim şirketin kuruluşunda veya esas sermayesinin artırımında nakdi
sermaye koyma taahhüdünde bulunulmuşsa, ana sözleşme ya da genel kurul
kararıyla daha yüksek bir oranın ya da kısa vadeler benimsenmemesi durumunda
STB.’nın 2003/3 sayılı Tebliği çerçevesinde düzenleme yapılması gerekir. Bu
kapsamda taahhüt konusu nakdi sermayenin ¼’ünün peşin ya da kuruluş veya
sermaye artırımının tescil tarihinden itibaren en geç üç ay içinde, kalanının ise en geç
üç yılda olmak koşuluyla ödeme tarihinin kararlaştırılması gerekmektedir162.
Öte yandan şirketçe bakiye sermaye borçlarının muacceliyet tarihlerinin
tespitinde farklı yöntemlerin benimsenmesi mümkündür. Bunlardan ilki, şirket ana
sözleşmesinde ödeme tarihlerinin yazılması ya da bu tarihlerin genel kurul kararıyla
belirlenip katılma taahhütnamelerinde gösterilmesi usulüdür. Đkinci olasılık ise ana
sözleşmede veya iştirak taahhütnamesinde bir ödeme takvimine yer verilmeyip,
bunun şirketin kuruluşu ya da sermaye artırımının tescili tarihinden itibaren yürüyecek
bir süre şeklinde öngörülmesidir163.
BK. m. 101/II gereğince, borcun ifa edileceği günün taraflarca birlikte
belirlenmesi durumunda bu tarihin gelmesiyle ayrıca alacaklının ihtarına gerek
bulunmaksızın borçlu mütemerrit olacaktır. Bu nedenle şirket ana sözleşmesinde
sermaye paylarına ilişkin borcun ödeme tarihinin gelmesiyle sermaye borcu muaccel
olacağından ayrıca bu konuda çağrı yapılmasına gerek bulunmamaktadır164.
TTK.’nun 406. maddesinde sözü edilen pay bedellerinin ödenmesinin ilân
suretiyle istenileceğine dair kural ise sermaye koyma borçlarının ödeme zamanının
şirket ana sözleşmesi ya da genel kurul kararıyla belirlenmediği durumlar için söz
konusu olacaktır. Bu kural, ifa tarihinin ana sözleşme ya da genel kurul kararlarıyla

161
Schmidt, Lutter, § 63, s. 722; Y. 11 HD. T. 4.6.1979, E. 1979/1281, K. 1979/2951 (Doğanay, C. I, s.
878).
162
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1024, s. 610.
163
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1024, s. 610.
164
Anonim şirketçe eğer böyle bir çağrı yapılmışsa bu bir hatırlatma veya ikaz anlamı taşır. Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1024, s. 610.
41

önceden belirlenmediği durumlar için yedek hukuk kuralı niteliğindedir165. Bu


durumda söz konusu sermaye koyma borcu, ilanın yapıldığı tarihte değil, ödeme
günü için belirlenmiş olan son gün muaccel olur166.

B. ÖDEMEYE ÇAĞRI YETKĐSĐ VE ÇAĞRININ ŞEKLĐ

1. Ödemeye Çağrı Yetkisi


Sermaye koyma borcunun ifasını talep yetkisi yalnızca anonim şirket tüzel
kişiliğine aittir. Bu yetkinin şirket adına yönetim kurulunca kullanılması gerekmekle
birlikte ana sözleşme ile genel kurula bırakılmasına engel yoktur. Bu iki organın
dışında pay sahibi dahi olsa başka bir kişi ya da şirket alacaklısı sermaye borçlarının
ödenmesi için pay sahiplerine başvuramaz167.
Şirket yönetim kurulu tarafından bakiye sermaye bedelleri ancak ana
sözleşme hükümlerine göre talep edilebilir168. Daha önce de vurgulandığı üzere, bu
sözleşmede bakiye pay bedellerinin hangi tarihlerde, hangi miktarlarda ve oranda
ödeneceği ve ödemenin biçimi ayrıntılı biçimde gösterilebileceği gibi, bunun genel
kurul kararlarına bırakılabilmesi de mümkündür169. Şirket ana sözleşmesinde bakiye
sermaye pay bedellerinin ödeme tarihleri ayrıca belirlenmediği takdirde, şirket her
zaman bunların ödenmesini talep edebilir170. Şirket tarafından, paydaşın üstlendiği ve
borç niteliğinde olan sermaye koyma taahhüdünün ifasının talep edilmesi zorunlu
olup, aksi durum, sermaye alacağından vazgeçme ve dolayısıyla esas sermayenin

165
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1024, s. 610
166
Eriş, C. II, s. 2371; Göle, s. 66; Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 283; Kalyoncu, s. 63.
167
Arslanlı, C. I, s. 197; Doğanay, C. I, s. 1219; Eriş, C. II, s. 2370-2371; Göle, s. 54; Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1040, s. 617; Yargıtay’a göre de “Sermaye taahhüdünü yerine getirilmesini
istemek hakkı, yalnız ortaklık tüzel kişiliğine aittir. Başka hiç kimse ortak dahi olsa böyle bir istekte bulunamaz.”
(Y. TD. T. 16.6.1967, E. 65/2442, K. 67/2586, Batider 1968, C. IV, S.3, s. 550);
TTK Tasarısı’nın “Ödemeye çağrı” kenar başlıklı 481. maddesinde çağrı yetkisinin açıkça yönetim
kuruluna ait olduğu vurgulanmıştır. Komisyon tarafından bu organın çağrı görevini ihmal etmesi durumunda
azlığın bunu yapabilmesinin mümkün olup olmadığı değerlendirilirken, burada sözü edilen çağrının azlık
haklarıyla ilgisinin bulunmadığından azlığa bu hakkın tanınamayacağı sonucuna varıldığı anlaşılmaktadır. TTK
Tasarısı Komisyon Tutanakları, 15 Şubat 2002, Đkinci Oturum, m. 481.
168
Yargıtay 11. HD. bu hususta öncelikle ana sözleşmeye vurgu yapmaktadır. Dairenin bir kararında, “…
Bakiye sermaye borcunun nasıl ödeneceğine ilişkin anasözleşmede bir düzenleme olup olmadığı belirlenerek,
şayet bu konuda bir düzenleme varsa, yasanın emredici hükümlerine aykırılık teşkil etmemesi halinde öncelikle
anasözleşmenin uygulanması, ancak şirket anasözleşmesinde apelin nasıl isteneceğine ilişkin bir hüküm yoksa
TTK’nun 406, 407 ve 408. maddelerinde yazılı prosedüre uyulup, uyulmadığının tesbit edilerek, gerektiğinde
uzman bilirkişi ya da kurulundan rapor alınmak suretiyle oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.”
denilmektedir (Y. 11. HD. T. 18.9.2007, E. 2006/8711, K. 2007/11374).
169
Doğanay, C. I, s. 1219; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1024, s. 610.
170
Y.TD. T. 17.5.1968, E. 2015, K.3018 (Eriş, C. II, s. 2451).
42

azalması niteliğinde olduğundan sermayenin korunması ilkesine aykırılık


oluşturacaktır. Bu nedenle şirketin bu konuda seçim hakkı yoktur.
Pay sahiplerince şirkete taahhüt edilen sermaye borçlarından ifa edilmeyen
bölümün de şirketin malvarlığına dâhil olduğu ve dolayısıyla şirket alacaklılarının da
alacaklarını tahsil amacıyla sermaye borcunu ifa etmemiş olan pay sahiplerine
müracaat hakkı tanınmasının gerekip gerekmediği sorunu ortaya çıkmaktadır.
Sermaye borçlarının anonim şirket tüzel kişiliğine karşı olması, ortaklıktan
alacaklı durumundaki kişilerin borçlu pay sahiplerine doğrudan başvurabilmesi
imkânını ortadan kaldırmaktadır. Yargıtay kararlarında da vurgulandığı üzere söz
konusu borç ilişkisi pay sahipleri ile pay sahiplerinden bağımsız ve ayrı bir hukuk
süjesi olan anonim şirket arasında meydana gelmiştir. Dolayısıyla bu borçların yerine
getirilmesini talep etme hakkı, yalnızca şirket tüzel kişiliğine aittir171.
Diğer yandan, anonim şirketin tasfiyesi yoluna gidildiğinde şirket borçlarının
ödenmesi amacıyla, bakiye sermaye pay bedellerini tahsili yetkisinin yalnızca tasfiye
memurlarına tanınmış bulunması (TTK. m. 446) ve ayrıca nama yazılı bir hisse
senedini iktisap eden kişinin, senet bedelinin henüz ödenmeyen bölümünün şirkete
ödemekle yükümlü tutulması da (TTK m. 419) şirket alacaklılarının doğrudan doğruya
pay sahiplerine başvuramayacaklarının bir göstergesidir172.

a. Kuruluş Aşamasında
Taahhüt edilen nakdi sermayenin bir kısmının ya da tamamının şirketin tescil
edilmesinden önceki bir tarihte ödeneceği şirket ana sözleşmesinde
kararlaştırılmışsa, bu miktarın taahhüt edenler tarafından ana sözleşmede belirtilen
tarihte herhangi bir ihtar ya da ihbara gerek bulunmaksızın şirket adına açılan
hesaba yatırılması gerekmektedir (BK. m. 101/II). Bu nedenle tescilden önceki
aşamada ödenmesi kararlaştırılan nakdi sermayenin şirketçe ayrıca talep edilmesine
gerek bulunmamaktadır173.
Ani kuruluş yönteminde sermaye paylarının ana sözleşme ya da mevzuata
dayanarak ödenmesi gereken kısmının, STB.’nın 2003/3 sayılı Tebliği doğrultusunda,
kurucular tarafından ya şirket ana sözleşmesinin imzalandığı anda ödenmesi ya da
tüzel kişiliğin kuruluşunun ilânından başlamak üzere en geç üç ay içinde

171
YHGK.T. 1/3/1967, E. 1966/1511, K. 133; YTD. T. 19/6/1967, E. 65/2641, K. 67/2586 (Göle, s. 55, dn.
112).
172
Göle, s. 55.
173
Kalyoncu, s. 66.
43

ödeneceğinin ana sözleşmede kararlaştırılması gerekmektedir. Anonim şirketin


kuruluş aşamasında kurucuların sermaye koyma taahhütlerini ifaya davet edilmesi
hususunda bir düzenleme bulunmamakta olup bu konuda yetkili bir şirket organı ya
da bundan sorumlu bir ortak da bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu aşamada peşin
ödenmesi gerekli pay bedelleri açısından şirket kurucularının ya da diğer herhangi bir
organın pay taahhüdünde bulunanları ödemeye çağrı, ödemenin şekli ve zamanını
tayin etmek yetkilerinden söz edilememektedir.
Tedrici kuruluş yönteminde ise şirketin kuruluşu döneminde yasa gereğince
ödenmesi gerekli olan pay bedellerinin, taahhüt anında ödenmesi hususuna
izahnamede ya da şirket sözleşmesinde yer verilmediği takdirde, kurucular, iştirak
taahhüdünde bulunanlardan sermaye pay bedellerinin ödenmesi konusunda çağrı
yapmaya yetkilidirler174.
TTK. Tasarısı’nın 335. maddesinde şirket ana sözleşmesinin imzalanması ve
bu imzaların noterlikçe onaylanmasının ardından ön-anonim şirketin ortaya
çıkacağından söz edilmektedir. Gerekçede de vurgulandığı üzere, ön-anonim şirket
birçok açıdan tüzel kişiliği haiz anonim ortaklıktan farklı olmakla birlikte niteliği
itibarıyla mevcut Yasa’nın yaklaşımı gibi bir adi şirket ya da bir dernek olarak da
kabul edilemez. Bu yapının bir elbirliği mülkiyeti şirketi oluşturduğu175 ve anonim
şirketin tescili ile birlikte ön-anonim şirketin tasfiyesiz sona ereceği kabul
edilmektedir176.

b. Faaliyet Sırasında
Anonim şirketin ana sözleşmesinde pay sahiplerince taahhüt edilen nakdi
sermaye koyma borçlarının vadeleri açıkça belirlenmiş ise herhangi bir kişi ya da

174
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında pay bedellerinin ödenmesi talebinin hangi dönemde kimler
tarafında yapılabileceğine ilişkin bir kararı şu şekildedir: “Şirket borçlarından dolayı ortaklar sadece taahhüt
ettikleri sermaye hisseleri ile sorumlu olduklarından, ortakların sermaye hisselerini ödemeleri, hem şirket
yararını ve hem de şirketle ticari münasebete geçecek olan kimselerin alacaklarını garanti altına almak
bakımından yararlıdır. Bu itibarla söz konusu hükümler sermaye hissesinin behemehal ödenmesi halini hedef
tutar. Şirkete ödenmesi taahhüt edilen hisseyi -tasfiye kararı verilse bile- yine şirket talep eder. Hatta şirket
bunu istemekten sarfınazar etmek hakkına bile sahip değildir. … Anonim şirketin kuruluş safhasında, kurucular,
TTK.’nun 287. maddesine göre tasfiye sırasında bu talebi, TTK.’nun 446. maddesine göre, tasfiye memurları
talep ederler.” Y.HGK.T. 1.3.1967, E. 1966/T-1511, K. 133 (Doğanay, C. I, s. 850-851).
175
TTK Tasarısı’nda ön-anonim şirketin niteliği ve hukuki durumuna ilişkin düzenlemeler yer almamakta
olup 335. maddenin gerekçesinde bu hususların doktrin ve mahkeme kararları ile şekilleneceği
vurgulanmaktadır.
176
Moroğlu, TTK. Tasarısı’nın 335. maddesindeki ön şirket kabulü karşısında, 445. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında ortaklığın üç ay içinde tüzel kişilik kazanamaması hâlinde usulünce tasfiye yapılması yerine
ödenmiş olan sermaye paylarının sahiplerine iade edileceği hükmüne yer verilmesi bir çelişki olarak
değerlendirilmektedir. (Değerlendirme ve Öneriler, s. 147)
44

organ tarafından ödeme çağrısı yapılmasına gerek bulunmaksızın, belirlenen bu


tarihte borç muaccel hâle gelir. Ne var ki, bu gibi durumlarda dahi pay sahiplerine
ödeme gününün hatırlatılmasında sermayenin sağlanması açısından yarar
bulunduğu açıktır177.
Şirketin ana sözleşmede pay borçlarının ödeme takvimine açıkça yer
verilmediği takdirde, faaliyete geçmesinden sonraki dönemde bu borçların ifası,
anonim şirket tüzel kişiliğince talep edilebilir. Şirket tüzel kişiliği haricinde, pay
sahipleri ya da ortaklıktan alacaklı üçüncü kişilerin böyle bir hakkı
bulunmamaktadır178. Şirket adına bu yetki tescil ile tüzel kişilik kazanmasının
ardından yönetim kurulunca kullanılır. Bu nedenle şirket ana sözleşmesinde bakiye
sermaye pay bedellerinin şirketin tescilinden sonraki bir dönemde ödenmesi kuralına
yer verilmişse, yönetim kurulunca ayrıca genel kuruldan bu konuda bir karar
alınmasına gerek olmaksızın bakiye sermaye paylarının ödenmesini talep imkânı
bulunmaktadır179.
Öte yandan, ana sözleşmede pay borçlarının ödenmesine dair talep
yetkisinin şirket genel kuruluna bırakılması, hatta her iki kurulun bu konuda ayrı ayrı
yetkili kılınması da mümkündür. Ne var ki, yönetim kurulu ya da genel kurulun
kendilerine bırakılmış bulunan bu yetkiyi başka birine örneğin murahhaslara
devretmeleri imkânı bulunmamaktadır180. Bu kuralın tek istisnasını ise talepte
bulunma konusunda yetkili şirket organının pay bedellerinin ödenmesi için pay
sahiplerine çağrı kararı almasının ardından, bunun uygulanmasını ve usulü
işlemlerinin yapılmasını bir komisyona ya da bir kişiye bırakabilmesidir181.
Ana sözleşmede açıkça bu konuda yönetim kurulunun yetkilendirilmesi ya da
bu hususta yetkili organı tayin eden bir hüküm bulunmaması nedeniyle TTK.’nun 407.
maddesi uyarınca yönetim kurulunun yetkili sayıldığı durumlarda, bu organ tarafından
şirketin sermaye gereksinimine rağmen bu çağrı yapılmamışsa, TTK. m. 336’dan
kaynaklanan sorumluluğu saklı kalmak koşuluyla genel kurul bu çağrıyı yapabilir.

177
Göle, s. 69.
178
Oruç Hami Şener, Uygulamalı Ortaklıklar Hukuku, Ankara, Seçkin, 2006, s. 175.
179
Gerald Spindler, Eberhard Stilz, Kommentar Zum Aktiengesetz, Band 1, München, 2007, § 63, s. 506;
Kropff, Semmler, § 63, s. 506; Doğanay, C. I, s. 1219; Ortaklık ana sözleşmesinde bu konuda yetkili organın
gösterilmemesi durumunda, ortaklık genel kurulunun yanında ortaklığın sermaye gereksinimlerini en iyi biçimde
değerlendirebilecek konumda olan yönetim kurulunun “apel” yapmaya yetkili sayılması gerekmektedir.
Uygulamada ise çoğunlukla bakiye sermaye borcunu ödeme gününün belirlenmesi yetkisinin yönetim kuruluna
bırakıldığı bilinmektedir. (Göle, s. 69).
180
Ansay, Anonim Şirketler, s. 230; Arslanlı, C. I, s. 197; Göle, s. 69; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu),
Ortaklıklar, N. 1040, s. 617-618.
181
Kalyoncu, s. 66; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1040, s. 617-618.
45

Çünkü bakiye pay bedellerinin tahsilinin yalnızca yönetim kurulunun inisiyatifine


bırakılıp bu organın sorumluluğuna ilişkin kuralların uygulanması ile yetinilmesi
şirketin menfaatlerinin korunması bakımından yeterli olmamaktadır182.
Öte yandan, TTK.’nun 324. maddesi gereğince son yıllık bilâncodan esas
sermayenin yarısının karşılıksız kaldığı anlaşılmaktaysa, ilk önlem olarak bu durumun
yönetim kurulunca genel kurula bildirilmesi gerekmektedir. Buna ilâve olarak genel
kurulun şirketin sermayesini ve varlığını koruma konusunda önlemleri takdir ve karara
bağlama yetkisinin bulunması, bu organın gerekli gördüğünde bakiye pay bedellerini
ödeme istemiyle çağrı yapabileceğinin göstergesidir183.
TTK. Tasarısı’nın 481. maddesinde, TTK. m. 406.’daki pay bedellerinin
ödenmesi konusundaki çağrıya ilişkin kuralın korunduğu, yalnızca bu yöndeki çağrıyı
yapabilecek organı göstermek amacıyla “yönetim kurulu tarafından” ibaresinin
eklendiği anlaşılmaktadır. Bu yapılan ilâve ile mevcut hükümdeki bu istemin kimin
tarafından yapılacağı sorusuna cevap verilmekte ve yönetim kurulu ön plâna
çıkarılmaktadır. Tasarıda da yasal çağrı yöntemi olarak ilân usulü benimsenmiş olup,
taahhütlü mektup ya da noter vasıtasıyla çağrı yapılmasına ise ancak ana
sözleşmede kararlaştırılması koşuluyla imkân tanınmıştır184.

c. Tasfiye Hâlinde
Anonim şirketin tasfiye süreci kesinleşen sermaye alacaklarının tahsiline
engel oluşturmamakta olup, bu bedellerin icra takibi ya da ilgili mahkemede dava
açılarak tasfiye sürecinde de pay sahiplerinden tahsili mümkündür185. Olağan süreçte
şirket organlarından genel kurul ya da yönetim kurulunca kullanılan ödenmemiş
sermaye bedellerini talep yetkisi, şirketin tasfiye sürecine girmesiyle birlikte tasfiye
memurlarına geçer (TTK. m. 446/I).
Tasfiye memurlarınca ödeme çağrısı, Yasa’da ve şirket ana sözleşmesinde
yer alan kurallara uygun biçimde yapılır. Ancak, ana sözleşmede bakiye sermaye
borcu için belirli bir vade öngörülmüş olsa bile tasfiye memurlarınca şirketin tasfiyesi
sürecinde bu vadenin gelmesi beklenmeden de ödeme çağrısında bulunulabilir186.

182
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1040, s. 617-618.
183
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1040, s. 617-618.
184
TTK Tasarısı Komisyon Tutanakları, 15 Şubat 2002, m. 481.
185
Y. 11. HD. T. 24.9.2002, E. 3758, K. 7978 (Eriş, C. II, s. 2384).
186
Kalyoncu, s. 67; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1041, s. 618.
46

Tasfiye memurlarının söz konusu ödeme istemini ne şekilde yapacakları


konusunda Yasa’da açık bir düzenleme bulunmaması sebebiyle, bunun aynen
şirketin faaliyeti sürecinde olduğu gibi ilân yoluyla gerçekleştirilmesi gerektiği ortaya
çıkmaktadır (TTK. m. 406). Ancak, tasfiye memurlarının ödemeye çağrı için ilân
yerine, şirkete borçlu olanların pay defterinde kayıtlı adreslerine taahhütlü mektupla
ihtarda bulunmasının amaca daha uygun çözüm biçimi olduğu
değerlendirilmektedir187.

d. Đflas Hâlinde
Şirketin iflası hâlinde bakiye pay bedellerine yönelik ödeme çağrısı özellik
arz etmektedir. Bu süreçte de şirket tüzel kişiliğine ait olan haklar çoğunlukla iflas
masasına dâhil edilmekte görev ve yetkiler de iflas idaresi tarafından yürütülmektedir.
Bu bağlamda, pay sahiplerine karşı şirket yönetim kurulu ya da genel kurul tarafından
kullanılabilecek bakiye pay bedellerini ödemeye davet görevi de iflas idaresine
geçmektedir188.
Đflas masasınca yapılacak ödeme çağrısı, şirket ana sözleşmesinde
belirlenmiş bir şekil varsa ona uygun olarak yapılmak zorundadır. Çağrı yöntemine
dair ana sözleşmede özel bir düzenleme yer almadığı takdirde, çağrının TTK. m.
406’da belirtilen biçimde ilân ve ayrıca tasfiye ve iflasta öngörülen özel çağrı
hükümlerine de uyulmak suretiyle yapılması gerekir189.

2. Ödemeye Çağrının Đçeriği ve Şekli


Anonim şirketlerin ani kuruluşunda STB.’nın 2003/3 sayılı Tebliği
doğrultusunda düzenlenen şirket ana sözleşmesinde, kurucuların mevzuat ve ana
sözleşme doğrultusunda ödemeleri gereken sermaye paylarının, bu sözleşmenin
imzalandığı anda ya da şirketin tüzel kişiliğinin tescilinden itibaren en geç üç ay

187
Göle, s. 72.
188
Arslanlı, C. I, s. 197; Göle, s. 70; Kalyoncu, s. 67; Tekinalp (Poroy/ Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1042, s.
618; Y. 11 HD. T. 15.4.2009, E. 2007/9314, K. 2009/4667.
189
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1042, s. 618; Yargıtay 11. HD. ilk derece mahkemesinin, “…
Đflasın, şirketin tüzel kişiliğini ortadan kaldırmayacağı, tüzel kişiliğin tasfiye amacının gerektirdiği sınırlar
dahilinde işlemlerine devam edebileceği, şirketin tüzel kişiliğinin ancak tasfiye tamamlanıp iflasın kapanması ve
müflis şirketin kaydının ticaret sicilinden terkin edilmesi ile son bulacağı, davacı şirketin davalıdan (ana
sermayeye karşılık) 25.000 Euro asıl, 6.000 Euro işlemiş faiz alacağı bulunduğu gerekçesiyle, icra takibine
davalı itirazının iptali ile takibin 25.000 Euro, 6.000 Euro işlemiş faiz üzerinden devamına, asıl alacağa takip
tarihinden itibaren temerrüt faizi yürütülmesine, 56.600 TL icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline…”
yönelik kararını usul ve kanuna uygun bularak onamıştır. (Y. 11. HD. T. 19.3.2009, E. 2007/8554, K.
2009/3246).
47

içinde ödeneceği tarihin gösterilmesi zorunludur190. Dolayısıyla ani kuruluş


yönteminde, sermaye paylarının peşin ödenmesi gerekli olan kısımları için kesin ifa
tarihleri belirlenmiş olacağından, pay taahhüdünde bulunanlara ayrı bir çağrının
yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
Tedrici kuruluş yönteminde ise, taahhüt edilen payların dörtte birlik
bölümlerinin karşılıklarının taahhüdün yapıldığı anda ödeneceğine izahnamede yer
verilmediği gibi bu konuya ana sözleşmede de değinilmemişse ödeme tarihininin
belirlenmesi yetkisi kuruculara aittir. Sermaye borcunun ifa günü ve şartlarını
belirleme yetkisi ana sözleşme ile genel kurul ya da yönetim kuruluna verildiği
durumda ise yetkili organ tarafından pay sahiplerine ödeme yapmaları konusunda
öncelikle ana sözleşmede gösterildiği şekilde çağrıda bulunulması gerekir (Alm.POK
§ 63/I)191.
Anonim şirket ana sözleşmesinde belirtildiği yöntemle yapılan sermaye
koyma borcunu ödeme çağrısının, ödenmesi gereken miktarı ya da ödenmemiş olan
sermayeden ödenmesi talep edilen yüzdelik kısmı, borcun ödeme yerini, yöntemini
ve ayrıca ifa için uygun bir süreyi de içermesi gerekir192.
Bakiye sermaye koyma borcunu ödemeye çağrının yapılış yöntemi, ana
sözleşmeye konulan bir hüküm ile açık olarak belirlenebileceği gibi, bu yetki genel
kurul ya da yönetim kuruluna da bırakılabilir193. Bu yolla belirlenen ödeme günü,
katılma taahhütlerinin kabul edilmesinin ardından ilgili kişilere taahhütlü mektup
gönderilerek ve gazetelere ilân suretiyle bildirilebileceği gibi, taahhütte bulunanlarca
yapılan icabın kabulüne dair beyana ek olarak bu borcun ödeme tarihi bildirilebilir194.
Yasa’da “gazeteler” ibaresinin yer alması nedeniyle bildirimin birden fazla gazete ile
yapılması gerekir. Ancak ihtar ilanı sicille ilgili olmadığından TTK.’nun 37.
maddesinde öngörülen sicil gazetesinde ilânına gerek bulunmamaktadır195.
Ana sözleşmede yetkili organ tarafından yapılacak ihbarın yöntemi özel
olarak belirlenmemiş ise, bu konudaki ihbarın ilân yoluyla yapılması gereklidir (TTK.
m. 406)196. Ne var ki ilân suretiyle ödemeye davetin, ancak çok paylı anonim şirketler
bakımından elverişli olması nedeniyle, pay sahipleri sayısının sınırlı olduğu şirketler

190
Göle, s. 71.
191
Doğanay, C. I, s. 870.
192
Kropff, Semmler, § 63, s. 273; Schmidt, Lutter, § 63, s. 721; Spindler, Stilz, § 63, s. 507.
193
Göle, s. 71; Kalyoncu, s. 67; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1042, s. 618.
194
Göle, s. 64; Kropff, Semmler, § 63, s. 274.
195
Şar, s. 75.
196
Schmidt, Lutter, § 63, s. 721.
48

açısından şirket sözleşmesine taahhütlü mektupla davet yönteminin benimsendiğine


dair hüküm konulması menfaatler dengesine daha uygundur197.
Anonim şirketin iflası ya da tasfiyesi durumunda, iflas idaresi ve tasfiye
memurlarının da bu konuda yapacakları çağrıda ana sözleşmede gösterilmiş bulunan
yönteme uygun hareket etmeleri gerekmektedir. Ana sözleşmede çağrının biçimine
dair bir düzenleme yoksa TTK.’nun 406. maddesi gereğince bakiye nakdi sermaye
alacağı ilân yoluyla istenmelidir198.
Bakiye nakdi sermaye koyma borcunun ifa günü ya da günleri şirket ana
sözleşmesinde açık olarak gösterilmişse, şirket organlarından herhangi birinin
ödemenin yapılması konusunda pay sahiplerine yönelik bir çağrı yapmasına gerek
bulunmamaktadır. Ancak, bu durumda dahi yönetim kurulu tarafından pay sahiplerine
taahhütlü mektup gönderilmesi yoluyla ihbarda bulunulması ve ifanın zamanında
yapılması hususunun hatırlatılmasının, sermaye alacağının tahsili açısından yararlı
olacağı kuşkusuzdur199.
Öte yandan, şirket ana sözleşmesinde çağrıya dair başka bir yöntemin
belirlenmediği durumlara özgü yedek hukuk kuralı niteliğindeki TTK.’nun 406.
maddesinde yer alan bakiye pay bedellerinin ödenmesi çağrısının ilân yoluyla
yapılması kuralı, ifayı temin açısından yararsız ve çağrıdan beklenen amacı
karşılamaktan uzaktır200. Bakiye pay bedellerinin ödenmesi konusunda ilân
yapılması, 1881 tarihli ĐBK.’nun 636/I ve 1926 tarihli ETK.’nun 414/I. maddesi
düzenlemelerine dayanmaktadır. Söz konusu kural, bu yasalarda bedelleri tamamen
ödenmeyen hisseler için hamiline yazılı hisse senedi çıkarma olanağının
bulunmasının bir sonucu olarak kabul edilmiştir. Başka bir deyişle ĐBK ve ETK.’nun
anılan düzenlemelerinde, karşılıkları tam olarak ödenmemiş pay bedelleri için bu
senetleri devreden kişilerin de müteselsilen sorumluluğu öngörüldüğünden, bunların
ödemelerden sorumlu tutulabilmesi amacıyla Yasa’da bu yolla bir ilân yapılması
öngörülmüştü.

197
Yargıtay 11. HD.’nin bir kararında bu hususa ilişkin olarak, “Her ne kadar TTK.’nun 406. maddesi
hükmüne göre, pay bedellerinin ödenmesi - ana sözleşmede hüküm bulunmaması hâlinde- ilân suretiyle
istenmesi gerekmekte ve şirket ana sözleşmesinde de aksine bir hüküm bulunmamakta ise de apele davetin
taahhütlü mektupla yapılması hali, hiç şüphesiz ki, gazete ile ilândan daha isabetli ve daha emniyetli bir
duyurma şeklidir. Olayda apele davet taahhütlü mektupla yapıldığına göre, bunun geçerli bir davet şekli olarak
kabulü icap eder.” Y. 11 HD. T. 21.2.1980, E. 1980/456, K. 818 (Doğanay, C. I, s. 1220)
198
Göle, s. 70; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1042, s. 618.
199
Göle, s. 71; Kalyoncu, s. 68.
200
Göle, s. 73.
49

Ne var ki, 6762 sayılı TTK.’nda bedeli tamamen ödenmemiş paylar için
hamile yazılı pay senedi çıkarılması olanağı bulunmadığı gibi pay senetlerini
başkalarına devreden eski maliklerin şirkete ödenmeyen pay bedelinden sorumluluğu
da bulunmamaktadır. Kaldı ki bedelleri tamamen ödenmemiş olan hisse senedi ve
ilmühaberlerinin sahiplerinin ad ve soyadları ile yerleşim yerlerinin şirket pay defterine
kayıt edilmesi zorunluluğu olmayıp (TTK m. 413) bakiye sermaye borcunun ödenmesi
yükümlülüğü şirket pay defterine kayıtlı bulunan son pay sahibine aittir. Dolayısıyla
söz konusu ilânın ETK.’nda olduğuna benzer bir fonksiyonunun bulunmadığı açıktır.
Bu nedenle bakiye sermaye payının ödenmesi konusunda ilân yerine taahhütlü bir
mektupla bir ihbarda bulunulması, pay sahiplerinin bu konudan bir an önce haberdar
olmalarını sağlayacak ve amaca daha uygun olacaktır201.
TTK.’nun 408/II. maddesinde yer alan “Nama yazılı pay senetleri sahiplerine
bu davet ve ihtar taahhütlü mektupla yapılır.” kuralı da söz konusu çağrının ilân
yoluyla yapılmasının yanında, ilgililerin pay sahipleri defterinde kayıtlı bulunan
adreslerine taahhütlü mektupla ihtar gönderilmesinin gerekliliğini göstermektedir.
Bedelleri tamamen ödenmemiş paylar için çıkarılmış nama yazılı pay senedi ve
ilmühaber sahiplerinin ad ve yerleşim yeri adreslerinin pay sahipleri defterine kayıtlı
olması ve bu bedellerin ifasından söz konusu defterde adları kayıtlı bulunanların
sorumlu olmaları nedeniyle ödemeye çağrının ilân yerine taahhütlü mektupla
yapılması, daha güvenilir bir yöntem olarak gözükmektedir. Ayrıca pay sahipleri bu
yolla daha çabuk ve güvenilir biçimde durumdan haberdar edilmiş olurlar202.
TTK. Tasarısı’nda da pay bedellerin ödenmesi çağrısına ilişkin TTK.’nun
406. maddesinde benimsenen yöntemin özü itibarıyla korunduğu görülmekle birlikte
(Tasarı m. 481) mevcut düzenlemelerden farklı olarak varsa primlerin de pay
bedellerine ilişkin yönteme göre talep edileceği ve bu yetkinin şirket yönetim kuruluna
ait olduğu vurgulanmaktadır203. Ana sözleşmede belirlenmesi koşuluyla çağrı, ilân
dışında başka yöntemlerle yapılabilir. Teknolojik alandaki gelişmelerden yararlanma
amacıyla Tasarı’nın 1524. maddesinde ortaklıklarca yapılacak çağrıların anonim
şirket web sitesinde duyurulması zorunluluğu getirilmektedir. Özellikle ihraç

201
Göle, s. 73.
202
Göle, s. 72; Kalyoncu, s. 68; Yargıtay, bakiye pay bedellerinin ödenmesi çağrısının ana sözleşmede
hüküm bulunmaması durumunda ilân yoluyla yapılması gerekmesine rağmen (TTK m. 406) taahhütlü mektupla
yapılan çağrıyı bunun yapılmasının ilâna göre daha güvenli bir yöntem olduğu gerekçesiyle geçerli saymıştır. Y.
11 HD. T. 21.2.1980, E. 1980/456, K. 1980/818. (Doğanay, C. 1, s. 1225).
203
Tuğsavut, s. 139-140.
50

primlerinin (agio) tahsilinin pay bedelleriyle aynı usule tâbi olduğunun belirtilmesi
karşısında, ihraç primlerinin hukuksal niteliği ve ifa edilmemesine bağlanan sonuçlara
dair doktrindeki farklı görüşlerin yeniden değerlendirilmesi gerekecektir.

3. Çağrıda Eşit Đşlem Đlkesi


Eşit işlem ilkesi, eşit şartların varlığı durumunda hiçbir pay sahibinin
diğerinden daha kötü işleme tâbi tutulmamasını ifade etmektedir204. Bu ilke gereğince
aynı şartlar altındaki pay sahiplerinin tamamına eşit işlem uygulanması gerekirken,
farklı koşullardaki pay sahiplerine eşit işlem yapılması zorunluluğu
bulunmamaktadır205. Pay sahiplerinin aralarında benimsenen eşitlik, “mutlak” bir
eşitlik anlayışına değil, “nispi” eşitliğe dayanır. Pay sahipleri bakımından nispi eşitliğin
mutlak eşitliğe tercih edilmesinin nedeni şirketler hukukunda, “haklardan
yararlanmada oransallık ilkesi”nin geçerli olmasıdır. Kaldı ki, mutlak eşitliğin
sermayeye dayalı demokrasi öngören oransallık ilkesi ile bağdaştırılması mümkün
değildir206.
Anonim şirketin yönetimi ve temsilinden sorumlu organ olan yönetim kurulu,
bu görevlerini yerine getirirken yaptığı işlemlerinde sadakat, güven ve doğruluk
prensiplerinin yanı sıra eşit işlem ilkesine de uygun davranmakla yükümlüdür207.
Yönetim kurulunun bu görevleri ĐBK.’nun 717. maddesinde yasal bir yükümlülük
olarak açık biçimde ifade edilmektedir.
Öte yandan, pay borçlarının ifasını talep konusundaki yetkili organın bu
çağrıyı eşit işlem ilkesine uygun olarak yapması gerekmekle birlikte, ortaklıkta farklı
pay grupları mevcutsa her bir gruba farklı zamanlarda ve oranlarda ödeme çağrısının
yapılmasının eşit işlem ilkesiyle çelişen yönü bulunmamaktadır. Yani bütün gruplara
birlikte çağrı yapılması zorunluluğu bulunmadığından kötü niyetli yapılmadığı sürece

204
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında kabul edilen ve AET’nin ticaret ortaklıklarına ilişkin sermayeyi konu
alan 77/91 sayılı Đkinci Yönergesinin 42. maddesinde öngörülmüş bulunan evrensel nitelikteki eşit işlem ilkesi
yasal bir üst norm haline getirilmiş ve TTK Tasarısı’nın 357. maddesinde, “Paysahipleri eşit şartlarda eşit
işleme tâbi tutulur” şeklinde açık olarak ifade edilmiştir. Madde gerekçesinde eşit işlem ilkesine aykırılığın
hukuki sonucunun, somut olayın özelliklerine bağlı olarak değişebileceği ifade edilmektedir.
205
Çevik, s. 543; Göksoy, s. 37; Kalyoncu, s. 69; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 211-212; Şükrü Yıldız,
Anonim Ortaklıklarda Pay Sahipleri Açısından Eşit Đşlem Đlkesi (Eşit Đşlem), Ankara, Seçkin, 2004, s. 206-
207; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 887, s. 528.
206
Göksoy, s. 38.
207
Karsten Schmidt, Marcus Lutter, Aktiengesetz, Kommentar, Band 1, Köln, 2008, § 63, s. 716; Yıldız,
Eşit Đşlem, s. 206.
51

yapılan bu çağrının eşit işlem ilkesine aykırılık oluşturduğu söylenemez208. Ancak ana
sözleşmede bazı pay grupları yönünden farklı ödeme koşulları gösterilmemişse,
yetkili organın tüm pay sahiplerinden aynı koşullarda bu payların ifasını istemesi
gerekmektedir. Yapılan ödeme çağrısında bir kısım pay sahiplerinin çağrının dışında
tutulması, ödemenin miktarı veya vadesi konusunda diğerlerine oranla ayırım
yapılması eşit işlem ilkesi ile çelişir209.
Pay bedellerinin çağrıdan önce ödenmesi ile yetkili organın eşit işlem
ilkesine aykırılık oluşturacak şekilde yaptığı çağrının hüküm ve sonuçlarının farklı
olasılıkları göz önünde tutularak değerlendirilmesi gerekir. Şöyle ki;

a. Pay Bedellerinin Çağrıdan Önce Ödenmesi


Borçlar Kanunu’nun 80. maddesinde, “Akdin hükmünden veya mahiyetinden
veya icabı hâlinden iki tarafın hilafını kastettikleri anlaşılmadığı takdirde, borçlu
borcunu vadeden evvel ifa edebilir.” kuralı yer almaktadır. Bu kural karşısına çağrıda
eşit işlem ilkesi bağlamında pay bedellerinin vadesinden önce ödenmesinin olanaklı
olup olmadığı konusu özellik arzetmektedir.
Kural olarak şirket ana sözleşmesinde aksi kararlaştırılmadığı sürece pay
sahibinin bakiye sermaye borcunu BK.’nun anılan maddesine dayanarak, vadesinden
önce ifa edebilme hakkının bulunduğu sonucu ortaya çıkmaktadır210. Ancak, anonim
şirketin pay sahipleri arasında eşit muamele yapılması ilkesi gereği, pay sahiplerine
yöneltilen sermaye koyma borçlarının yerine getirmesi çağrısının aynı zamanda
yapılması gerekir. Pay sahiplerinin bir bölümünü dışarıda tutacak biçimde yapılacak
çağrı ile bakiye sermaye borcunun muaccel olmasından önce ödeyen pay
sahiplerinin, şirket kârına iştirak yönüyle sermaye paylarını henüz ödemeyen pay
sahiplerine oranla ayrıcalıklı duruma geçirilmesi bu ilkeye aykırılık oluşturur (TTK m.
447-456)211.
Bu yüzden şirketçe fazladan kazanç payı alınmasını önleyecek bir ihtirazı
kayıtla pay sahibinin yaptığı ödeme önerisi kabul edilebilmelidir. Bu şekilde alınacak
olan taahhütname, ileride ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümünde yararlı

208
Schmidt, Lutter, § 63, s. 720; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1051, s. 621; Yıldız, Eşit Đşlem,
s. 207.
209
Kalyoncu, s. 69; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1051, s. 621; Yıldız, Eşit Đşlem, s. 207.
210
Charlesworth, s. 164; Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1120.
211
Göle, s. 46.
52

olacaktır212. Şu kadar ki, şirketin çağrıdan önce yapılan pay bedeli ödemelerini kabul
etmesinin yöneticilerin bireysel çıkarlarına değil, şirketin genel menfaatlerine
uygunluğu aranır213. Buna karşılık Yargıtay kararlarında bir kısım pay sahiplerinin
çağrı yapılmadan bakiye sermaye borçlarını ifa etmelerinin, kârdan yararlanmada
diğerlerine oranla avantajlı bir durum, bir hak tanınmış olacağından eşitlik ilkesinin
bozulacağı değerlendirmesi yapılmakta ve bu durumun eşitlik ilkesine aykırılık
oluşturduğu ifade edilmektedir214.
Pay sahibinin çağrı öncesinde yaptığı ödeme, bunun miktarına göre paydan
kaynaklanan borcun tamamen ya da ödeme nispetinde sona ermesini sağlar. Bu
ödemelerin ardından şirketin pay sahibine bu miktarı iadeye zorlanması ise söz
konusu değildir215.
Öte yandan anonim şirketin kuruluş safhasında ana sözleşme gereği
ödenmesi gereken sermaye payları, iştiraki taahhüt eden kişiler arasında, ileride
kurulacak anonim şirketin haklarından yararlanma ve pay sahipliği sıfatını
kazanabilme açısından bir eşitsizliğe yol açmayacağı için vadeden önce
ödenebilecektir. Bu safhada anonim şirketin, henüz tüzel kişilik kazanmamış bir
durumda olması da, katılma taahhüdünde bulunan kişiler arasında bir eşitsizliğin
doğmasına engel olacaktır. Kaldı ki, bu dönem itibarıyla şirketin bir faaliyette
bulunarak gelir elde etmesi imkânı da yoktur216.

b. Çağrıda Bazı Pay Sahiplerinin Dışarıda Bırakılması


Pay bedellerinin ifası için çağrı yapan şirket yetkili organının pay sahipleri
arasında eşit işlem ilkesine aykırılık doğuracak tarzda aynı pay grubu içindeki bazı
pay sahiplerini çağrının dışında tutması ya da ödeme miktarı ve vadesi bakımından
diğer pay sahipleri ile farklılıklar yaratması söz konusu olabilir.
Çağrıya yetkili organın bazı pay sahiplerini dışarıda bırakması, bir kısım pay
sahiplerinden daha az miktarda ödeme talep etmesi ya da ifa için daha uzun vade
vermesi hâlinde yapılan çağrı geçerlidir. Ancak çağrıda dışarıda bırakılmış olan pay

212
Kalyoncu, s. 71; Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1120.
213
Charlesworth, s. 165.
214
Y. 11 HD.T. 28.12.1984, E. 1984/6507, K. 1984/6608 (Kalyoncu, s. 70); Aynı yönde, Göle, s. 67;
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1051, s. 621. Yazarlar, şirketçe kural olarak bazı pay sahiplerinin
önerdiği muaccel olmayan sermaye borcunun ifa teklifini eşitlik ilkesine aykırılık oluşturması nedeniyle kabul
edebilmesinin mümkün olmadığını ortaya çıkardığı görüşündedirler. Aynı yönde Kropff, Semmler, § 63, s. 274.
215
Charlesworth, s. 165.
216
Göle, s. 46
53

sahiplerinin, çağrı yapılanlardan sermaye koyma borcunun ifası hangi vade ve


miktarda talep edilmişse, aynı şartlar altında sorumlu olacakları kabul edilmektedir.
Bu çağrıda dışarıda tutulan pay sahiplerinin zararına herhangi bir durum söz konusu
olmamakta, sermaye borcu onlar bakımından aynı tarihte ve miktarda muaccel
olacak, aynı koşullar işleyecektir217.
Çağrıda dışarıda bırakılan pay sahipleri açısından öngörülen bu çözüm
tarzının haklılığı, özellikle ödeme çağrısı yapan yönetim kurulunun istisna edilenlerle
bağlantı içinde oldukları, bu kişilerin yönetim kurulunda temsilcilerinin bulunduğu ya
da çeşitli yollardan bu organı etkileyebilecek durumun varlığı ya da bağlı yönetim
kurulunun (başka şirketlerin yönetim kurullarının hâkimiyeti altında) söz konusu
olduğu durumunda daha da belirginleşir218.

c. Çağrının Yalnızca Belli Pay Sahiplerine Yöneltilmesi


Şirket yetkili organı, bakiye pay bedellerinin ödenmesi çağrısını, pay
sahiplerinden yalnızca bir ya da birkaçına yönelik yapmışsa, burada Yasa’nın
öngördüğü yönteme uygun bir ödeme çağrısının varlığından söz edilemez. Yine belli
bazı pay sahiplerine sermaye borçlarını ifa için farklı ödeme tarihleri verilmesi ya da
ek ödeme süreleri tanınması da aynı niteliktedir219. Dolayısıyla yetkili organ
tarafından yapılan bu çağrı, borcun muacceliyetini sonuçlandırmaz220. Çağrının
özellikle, bir ya da birkaç pay sahibine yöneltildiği ya da çağrının art niyete dayandığı
hâllerde, hükümsüzlük sonucunun haklılığı daha da belirginleşir.
Bu durumda pay sahiplerinin çağrıya uymayarak ödemezlik definde
bulunmaları mümkündür. Eşit işlem ilkesine aykırı olan bu çağrıyı yapanın şirket
yönetim kurulu olması durumunda, pay sahibi tarafından her ne kadar bu işlemin
iptali istenemese de yapılan işlem yönetim kurulunun sorumluluğunu

217
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1051, s. 621-622.
218
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1051, s. 621-622.
219
Ana sözleşmede hüküm bulunmak koşuluyla bazı paylara değişik ödeme şartları kabul edilmişse buna
uyulur. Bu şekildeki farklılık, eşit işlem ilkesini ihlal etmez. Aksine sözleşme şartlarına uyulmadan çağrıda
bulunulması eşitlik yaratmakta olup bu gruplar için ödeme talebi geçerlilik kazanmaz (Yıldız, Eşit Đşlem, s. 207).
220
Kalyoncu, s. 70; N. Fusun Nomer, “Anonim Ortaklıkta Eşit Davranma (Eşit Đşlem) Đlkesi”, Prof. Dr.
Đmregün Armağanı, Đstanbul, 1998, s. 484; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1051, s. 621-622; Yıldız, Eşit Đşlem,
208; Krş. Domaniç, bu durumda ifadan kaçınmanın mümkün olmadığı, yalnızca bütün pay sahipleri için ileri
tarihli ifa tarihinin geçerli olacağı görüşündedir. (Hayri Domaniç, Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C. II, Anonim
Şirketler, Đstanbul, 1998 (Şerh, C. II), s. 1119.
54

gerektirecektir221. Çağrıyı genel kurul yapmışsa buna karşı iptal davası açılabileceği
gibi aynı zamanda yürütmenin durdurulması da talep edilebilir (TTK. m. 381-382).

C. NAKDĐ SERMAYE BORCUNUN ÖDEME YERĐ

Edim için bir ya da birden çok (seçimlik) ifa yerleri söz konusu olabilir222.
Borçlanılan edimin ifa edilmesi gereken yerin belirlenmesi bu açıdan önem
taşımaktadır. Anonim şirketlerde pay sahibi taahhüt ettiği sermaye koyma borcunu ifa
yerinde şirkete sunmakla yükümlüdür.
Pay sahiplerince ödenmesi gereken sermaye pay bedellerinin ödeme yeri,
şirket ana sözleşmesinde gösterilebileceği gibi, ödeme şekli ve şartlarının
belirlenmesi yetkisi şirket yönetim kuruluna ya da genel kuruluna da bırakılabilir223.
Ana sözleşmede pay bedellerinin ifa yeri gösterilmediği takdirde ödeme yeri şirketin
bu konuda yetkilendirilmiş organları tarafından belirlenir. Đfa yeri şirket ana
sözleşmesinde gösterilmediği gibi, bunu belirleyecek yetkili organa da yer
verilmemişse, bu hususta tıpkı ödeme zamanını belirlemede olduğu gibi, yönetim
kurulunun yetkili bulunduğu kabul edilmelidir. Şirket ana sözleşmesinde bu konuda
hiçbir düzenlemeye yer verilmemesi ve yönetim kurulunun da ifa yerini
kararlaştırmaması hâlinde BK.’nun 73/1. maddesi gereğince, sermaye borcunun ifa
yeri, şirketin merkezi olarak görülen yerdir (TTK. m. 279/b.1). Diğer bir ifadeyle nakdi
sermaye koyma borcu, bir para borcundan ibaret olduğundan BK.’nun yedek hukuk
normu niteliğindeki anılan maddesi uyarınca götürülecek bir borç niteliğindedir. Bu
nedenle ifa zamanında alacaklının yerleşim yerinde ödenmesi gerekir224.
Buna karşılık, tedrici kuruluşta ve şirket paylarının halka arz edildiği sermaye
artırımlarında, taahhüt edilen şirket pay bedelleri, kurulan ya da sermayesi artırılan

221
Kalyoncu, s. 70; Nomer, Eşit Đşlem, s. 484; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1051, s. 621-622;
Yıldız, Eşit Đşlem, 208.
222
Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. bası, Beta, Đstanbul, 2006, s. 889-890.
223
Eriş, C. II, s. 2371; Diğer taraftan 559 sayılı KHK (RG.T. 27.6.1995 ve S: 22326) ile TTK.’nun 285.
maddesinin birinci fıkrasının değiştirilmesinden ve 288. maddesin kaldırılmasından önce anonim ortaklığın
kuruluş aşamasında kanunen ödenmesi gereken bedelin (TTK m. 285/I) Merkez Bankasına ya da muteber bir
bankaya yatırılması gerekmekteydi. Ancak sözü edilen değişiklikten sonra anılan yükümlülük kaldırılmıştır. Ne
var ki, STB. 1995/I sayılı Tebliğinde (daha sonra da 2003/3 sayılı Tebliğ) bu husus göz ardı edilerek pay
sahiplerinin kuruluş ve sermaye artırımlarında pay taahhütlerine ilişkin yapacakları ödemeler için ortaklık
tarafından bir banka ya da özel finans kurumunda hesap açtırılacağı belirtilerek sermaye borcunun ödeneceği yer
gösterilmiştir.
224
Göle, s. 73-74; Safa Reisoğlu, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 14. bası, Đstanbul, s. 2000, s. 258;
Von Tuhr, s. 500-501.
55

şirket adına bankada açılan hesaba yatırılması gerekeceğinden ifa yeri konusunda
herhangi bir duraksama bulunmamaktadır (Seri: VIII, No: 33, m. 3).
TTK Tasarısı’nda da ödeme yerinin belirlenmesi konusunun SPK. Tebliği’nin
anılan maddesiyle benzer bir yaklaşımla düzenlendiği görülmektedir. Tasarı’nın 345.
maddesindeki kurala göre nakdi ödemelerin kurulmakta olan şirket adına bir bankada
açılacak özel hesaba225 yalnızca şirketin kullanabileceği biçimde yatırılması
gerekmektedir226. Yine Tasarı’nın 481. maddesinin birinci fıkrasında, pay bedellerinin
ödenmesi konusunda yönetim kurulu tarafından yapılan çağrıda, talep edilen
sermaye borcunun oranı ya da tutarı ile ödeme tarihinin ve yerinin açıkça belirtileceği
vurgulanarak bu konuda yönetim kurulu yetkilendirilmiştir.

D. NAKDĐ SERMAYE BORCUNUN ĐFA EDĐLĐŞ BĐÇĐMĐ

Konusu para olan borçların kural olarak memleket parası ile ödenmesi
gerekmektedir (BK m. 83/I). Anonim şirketlere karşı pay sahiplerince yüklenilen nakdi
sermaye borcunun da niteliği bakımından bir para borcu olması nedeniyle Türk
parası ile ifa edilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Dolayısıyla borçlu pay sahibinin edimini
Türk parası ile ifa etme, şirketin ise yapılan bu ödemeyi kabul yükümlülüğü
bulunmaktadır.
Nakdi sermaye borcunun kural olarak para ile ödenmesi gerektiğinden pay
sahibinin Türk parası yerine yabancı para, mal ya da hizmet yoluyla ödeme
önerisinin, şirketçe kabul edilmesi zorunluluğu olmadığı gibi bono, poliçe ve çek,
tahvil gibi ödeme araçlarıyla ya da bir alacağın temliki yoluyla yapılan ödeme teklifleri
de kural olarak kabul edilemez227. Buna rağmen bu nitelikteki ödeme teklifi şirketçe
kabul edilmişse, taahhütte bulunan pay sahibi ancak söz konusu senetlerin anonim

225
Moroğlu, Tasarı’daki 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununa bağlı” ibaresi yerine “bir
mevduat bankasında” ibaresinin daha uygun olacağı görüşündedir. Bu konudaki eleştiriler için bkz. Moroğlu,
Değerlendirme ve Öneriler, s. 146-147.
226
TTK Tasarısı m. 345’te şu hüküm yer almaktadır: “(1) Nakdi ödemeler, 18/671999 tarihli ve 4389 sayılı
Bankalar Kanunu’na bağlı bir bankada veya özel finans kurumunda, kurulmakta olan şirket adına açılacak bir
hesaba, sadece şirketin kullanabileceği şekilde yatırılır. Taahhüt edilen payların, kanunda veya ana sözleşmede
öngörülmüş bulunan ve kanunda yazılı olandan daha yüksek olan tutarlarının ödendiği, ticaret siciline
yöneltilecek bir banka mektubu ile kanıtlanır. Banka, bu tutarı, şirketin tüzel kişilik kazandığını bildiren bir sicil
müdürlüğü yazısının sunulması üzerine, sadece şirkete öder.
(2) Şirket, 335. maddenin birinci fıkrasında öngörülen noter onayı tarihinden itibaren, üç ay içinde tüzel
kişilik kazanamadığı takdirde, bu hususu doğrulayan bir sicil müdürlüğü yazısının sunulması üzerine, bedeller
banka tarafından sahiplerine geri verilir.”
227
Nakdi ödeme zorunluluğunun TTK. 279/III’e göre ana sözleşmede yer almış olacağından, buna aykırı bir
ödeme önerisinin kabul edilmesi ana sözleşmeye aykırılık oluşturacağından, bu şekilde yapılan ödeme nedeniyle
ortaklığın zararı doğarsa bu yönetim kurulunun sorumluluğunu gerektirir. (Moroğlu, Sermaye Artırımı, s. 94).
56

şirketçe tahsil edilmesi ve bunun taahhüdü karşılaması durumunda (TTK. m. 142)


borcundan kurtulmuş olur228.
Ortaklık, tescil ile birlikte ana sözleşme veya mevzuat hükümlerine göre
tamamen ya da kısmen ödenmiş ya da şirket adına bankada bloke edilmiş nakdi
sermayeyi iktisap eder. Bu paralar bir hesapta bloke edilmişse tescile ilişkin kayıtları
ibraz etmek suretiyle ödeme ya da başka bir hesaba aktarılmasını bankadan talep
edebilir229.
Pay sahibinin nakdi sermaye borcunun ifa ediliş biçimleri olarak özellik
taşıyan takas, kâr payı, kambiyo senetleri ve yabancı para ile ödeme olasılıklarının
ayrı ayrı incelenmesinde yarar bulunmaktadır. Şöyle ki;

1. Sermaye Borcunun Pay Sahibinin Alacağı ile Takası


Pay sahibinin, nakdi sermaye koyma taahhüdünden kaynaklanan borcunu
BK.’nun takası düzenleyen 118. maddedeki şartların varlığı durumunda, anonim
ortaklıktan olan mevcut bir alacağı ile takas imkânının bulunup bulunmadığı, çeşitli
açılardan üzerinde değerlendirme yapılması gerekli bir konudur.
Birbirine karşı aynı cinsten borçları olan tarafların bu borçlarını ayrı ayrı
ödeme külfetinden kurtarmak amacıyla başvurulan bir yol olan takas, niteliği gereği
borç ilişkisini sona erdiren bir işlemdir. Bunun neticesinde her iki borç da az olanın
miktarı oranında sona ermektedir (BK. m. 122/I). Takas; ibra, yenileme, birleşme,
kusursuz imkânsızlık ve zamanaşımı gibi borcu sona erdiren sebeplerden biridir230.
Takastan söz edilebilmesi için karşılıklı konuları aynı nitelikte olan birbirine benzer,
muaccel ve dava edilebilir iki alacağın bulunması gerekmektedir (BK. m. 118/I). Bu
nedenle, takas talep eden tarafın karşı tarafa hem borçlu hem de ondan alacaklı
olması gerekmekte olup borçluluk ve alacalılık durumlarının takasın istenebilirlik
zamanında mevcut olması şarttır. Taraflardan herhangi birinin üçüncü şahıstan olan
alacağının ise takasa konu edilmesi olanağı yoktur231.
Anonim şirketler faaliyet sonucunda elde edilen kazancın paylaşılması
amacıyla oluşmakta ve kâr payı da pay sahipleri tarafından şirkete getirilmiş

228
Moroğlu, Sermaye Artırımı, s. 95.
229
Moroğlu, Sermaye Artırımı, s. 95.
230
Eren, s. 1225 vd; Fahrettin Aral, Türk Hukukunda Takas, Ankara, 1994, s. 1; Erdem Aybay, “Takas
Kurumu ve Takasın Davada Savunma Olarak Đleri Sürülmesi”, MaÜHFD, 2005/2, s. 257; Selahattin Sulhi
Tekinay, Sermet Akman, Haluk Burcuoğlu, Atilla Altop, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. bası, Đstanbul,
1993, s. 1012..
231
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, s. 1012.
57

sermayenin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle pay sahiplerinin


sermaye borçları nedeniyle alacaklı konumunda olan anonim şirket tüzel kişiliğinin,
temettü dağıtımı gibi bazı nedenlerle pay sahiplerine karşı bir borç altına girebilmesi
de mümkündür. Başka bir ifadeyle pay sahibinin şirkete karşı sermaye koyma
taahhüdü nedeniyle borcu olmasına rağmen, diğer yandan ortaklıktan temettü
alacağının varlığı da söz konusu olabilmektedir. Burada olduğu gibi şirketin hem
alacaklı hem de borçlu olduğu durumlarda, her iki borcun da muaccel ve konularının
aynı olması şartıyla sermaye koyma borcunun ortaklıktan olan alacak ile takas
edilebilmesi mümkündür232.
Takas için takasa konu karşılıklı alacakların aynı cinsten olması
gerektiğinden taahhütte bulunanın aynî sermaye borcunu, ortaklıktan nakit alacağı ile
takas edebilmesi olanağı bulunmamaktadır233 Bu nedenle, ayni sermayenin nakit
alacak ile ya da nakdi sermayenin ayni nitelikteki bir alacakla takas edilmesine imkân
yoktur (BK m. 118). Takas hakkının kullanılması BK. 122/I maddesine göre,
borçlunun takas dermeyan etmek iradesini alacaklıya bildirmesiyle hükümlerini
doğuracağından, pay sahipleri ya da anonim ortaklık, karşılıklı olarak birbirlerinden
alacaklı ve borçlu olup bu borcun da aynı neviden bulunması şartıyla tek taraflı olarak
takas hakkını kullanabileceklerdir234. Pay sahibi ile anonim şirketin karşılıklı nakit borç
ve alacaklarına yönelik takas hakkının kullanımının kuruluş ya da esas sermayenin
artırılması ile kuruluşun tamamlanması ve faaliyet dönemlerinde ödeme çağrısı (apel)
aşamaları da özellik arz etmektedir:

a. Şirketin Kuruluşu ya da Esas Sermayesinin Artırılması Esnasında


Takas Beyanı
Şirketin kuruluşunda henüz tüzel kişiliğin kazanılmadığı dönem itibarıyla pay
taahhüdünde bulunanlarca ödenmesi gereken miktarlar açısından sermaye koyma
borcunun takasa konu olup olmayacağına ilişkin Yasa’da açıklayıcı bir hüküm
bulunmamaktadır.

232
Göle, s. 52; Krş. Hirsch, pay taahhüdünden kaynaklanan borç ile ilgili olarak, “… bir hissedar anonim
şirketinin rızası hilafına para olarak sermaye vazı mükellefiyetini; takas suretiyle ifa edemez. (BK. m. 123/II)
Eğer bir hissedarın takas edilecek alacağı şirkete tamamen mukabil ivaz temin etmeyen bir hukuki muamaleye
müstenit ise; o zaman anonim şirketinin rızasıyla da takas yapılamaz.” görüşündedir. (Hirsch, Ticaret Hukuku,
s. 204).
233
Aybay, s. 260.
234
Göle, s. 53; Ana sözleşmede temerrüt faizinin ödenme süresi ve şartları düzenlenebilir. Anonim ortaklık,
bakiye sermaye borcunu ifada temerrüt nedeniyle pay sahibinin payına düşen hazırlık dönemi faizi, kar payı
veya temerrüt faizi takas etmek hakkına sahiptir. (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1057, s. 624).
58

Bu konuda doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır. Đsviçre’de Ticaret


Tüzüğü’nün 80. maddesi, kuruluşa veya esas sermaye artırımına ilişkin resmî senede
kaydedilmek ve esas sermayenin takasla ödenen kısmının tescilde belirtilmesi
şartıyla pay sahibinin takas beyanına açıkça imkân tanımaktadır235. Bundan
hareketle, Đsviçre hukukunda bu konudaki baskın görüşün, bu dönemler bakımından
yani tüzel kişiliğin kazanılmasından ve esas sermaye artırımlarında artırımının
tescilinden önce, ödenmesi gerekli miktarlara yönelik takasın mümkün olduğu
yönünde olduğu anlaşılmaktadır236.
Diğer taraftan şirketin tüzel kişilik kazanmasından önce pay sahibince
ödenmesi gerekli miktarların takasına olanak bulunmadığı görüşünde olan yazarlara
göre ise anonim şirketin tüzel kişiliğinin bulunmadığı bu dönemde ona karşı pay
sahiplerince yöneltilebilecek bir istem söz konusu değildir. Yasa koyucunun bu
noktadaki suskunluğu da, buna olanak tanımadığı anlamında yorumlanmalı, bu
konudaki yasa boşluğunun tüzük gibi bir metinle doldurulması da söz konusu
edilmemelidir237. Ayrıca Đsviçre Ticaret Sicili Tüzüğü’nün bahse konu maddesindeki
düzenlemenin hukuka aykırı ve yetersiz olduğu, esas sermayenin konulmasına dair
yasal sistemi dikkate almadığı ve dolayısıyla da uygulayıcılarca somut olaylarda bu
yöndeki taleplerin reddedilmesi gerektiği ileri sürülmektedir238.
Anonim şirketlere ilişkin Türk mevzuatında Đsviçre Ticaret Tüzüğü’nün 80.
maddesindekine benzer bir düzenleme bulunmamaktadır. Hukukumuz bakımından
da kuruluş ve sermaye artırım sürecinde pay sahiplerinin takas beyanında
bulunmalarının olanaklı olup olmadığı tartışılmakta ve konuya ilişkin farklı görüşler
bulunmaktadır.
TTK.’nun 285. maddesindeki değişiklikten önce pay sahiplerinin Yasa gereği
ödenmesi gereken sermaye paylarının ileride kurulacak olan şirket adına açılan bir
banka hesabına yatırılıp bloke edilmesi gerekmesi nedeniyle bu dönem itibarıyla
takasın söz konusu olamayacağı ileri sürülmekteydi239. Ne var ki, daha önce de
değinildiği üzere 559 Sayılı KHK ile TTK.’nun 285/I. maddesindeki kural değiştirilmiş,
esas sermayenin belli bir bölümünün de olsa kuruluştan önce ödenmesi zorunluluğu

235
Ünal Tekinalp, “Nakdi Sermaye Taahhüdünden Doğan Borcun Takası”, Đkt. Mal, C. XXVIII, S. 4,
Temmuz 1981, (Takas), s. 188.
236
Peter Jaggi, Ungeloste Fragen des Aktienrecht, SAG 31, 1958, S. 58- 59 (Tekinalp, Takas, s. 186-187)
237
Jaggi, s. 58 ve 59 (Tekinalp, Takas, s. 189).
238
Peter Mosımman, Die Liberierung von Aktien durch Verrechnung, Basel und Stuttgart, 1978, s. 51-57
(Tekinalp, Takas, s. 189).
239
Göle, s. 52-53.
59

kaldırılarak esas sermayenin sadece taahhüt edilmesi yeterli görülmüştür. Yasa


gereği ödenmesi gerekli bu sermayenin bir bankaya tevdi edilmesi yükümlülüğünü
getiren TTK.’nun 288. maddesinin de kaldırılması karşısında bu görüş önemli ölçüde
dayanağını yitirmiştir240.
Kuruluş sürecinde takasın söz konusu olamayacağını ileri süren görüşün
ikinci dayandığını ise bu dönemde şirketin henüz tüzel kişiliğinin bulunmaması
nedeniyle sermaye borcunun takasa konu olamayacağıdır241. Bu gerekçe de
hukukumuzda alacakların şirketlere sermaye olarak taahhüdüne açık biçimde olanak
tanınması karşısında, pay sahibinin ortaklıktan olan alacağının bu kurala istisna
sayılmasının haklı bir nedeninin bulunmaması nedeniyle eleştirilmektedir. Ayrıca,
şirketin tüzel kişilik kazanmadığına dayanarak takasın reddedilmesi, sermaye artırımı
sürecinde şirketin tüzel kişiliğe zaten sahip bulunması karşısında geçerliliğini
yitirmektedir242.
Bu konuda kanaatimizce daha isabetli olan diğer görüşe göre ise pay
taahhüdünde bulunanlara, kuruluş sürecinde sermaye koyma borcunun takas
edilmesi olanağı tanınmalıdır. Şirketin tüzel kişilik kazanmasının öncesinde, ileride
tüzel kişilik kazanacak olan şirketin nam ve hesabına işlemler yapılabilecek olup
bunların takasa konu olabilmesi mümkündür243. TTK.’nun 301. maddesindeki kurala
göre yapılan bu tür işlemlerin ileride kurulacak olan şirket namına yapıldığının açıkça
bildirilmesi gerekecek ve şirketin ticaret siciline kaydından itibaren üç ay içinde bu
taahhüdün şirketçe kabul edilmesi koşuluyla sorumluluk ortağa ait olacaktır.
Dolayısıyla kuruluş aşamasında ortaklıktan aralarındaki hukuki ilişki nedeniyle
alacaklı olan pay sahibinin de bu alacağını sermaye koyma borcu ile takası söz
konusu olabilmelidir244.
Öte yandan, anonim şirkete sermaye koyma taahhüdü bağlamında üçüncü
kişiden olan alacağın konulmasının mümkün olması (TTK m. 139) da nakdi sermaye
koyma taahhüdünde bulunan pay sahibinin ortaklıktan olan alacağını, sermaye

240
Kalyoncu, s. 74.
241
Göle, s. 53; Şar, s. 73.
242
Tekinalp, Takas, s. 189.
243
Yargıtay kararlarında da pay sahibinin sermaye artırımından kaynaklanan sermaye borcunun takasına
imkân tanındığı sonucuna varılmaktadır. Nitekim Y.11. HD. bir kararı şu şekildedir: “Sermaye artırımı sonucu
oluşan rüçhan hakkı için yatırılması gereken sermaye borcunun, dağıtılmasına karar verilen ve veznede bulunan
kâr alacağı ile karşılanması istenmekle beraber, takas tarihinde ortağın muaccel olmuş, kâr payı alacağı
olmadığından, sermaye borcu ödenmemiş sayılır”. Y. 11. HD. T. 13.6.2002, E. 4112, K. 6074 (Eriş, C. II, s.
2372)
244
Kalyoncu, s. 75; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1046, s. 619; Tekinalp, Takas, s. 189.
60

borcuyla takas edebilmesini gerektirir245. Ne var ki kuruluş aşamasında yapılan takas


işlemi nedeniyle, ayni sermaye konulmasında olduğu gibi takasa konu alacağın
değerinin bilirkişiler marifetiyle belirlenmesi gerekmektedir246.

b. Kuruluşun Ardından Yapılan Apel Çağrısı Üzerine Takas Beyanı


Đcra Đflas Kanunu’nun 200/III. maddesinde (Đsviçre ĐĐK m. 213) “Anonim,
limited ve kooperatif şirketlerin iflasları hâlinde, esas mukavele gereğince verilmesi
gereken pay senedi bedellerinin henüz ödenmemiş kısımları veya konulması taahhüt
edilen fakat konulmamış olan sermayeler bu şirketlerin borçları ile takas edilemez.”
kuralı yer almaktadır. Bu fıkranın yorumundan anonim şirketin tüzel kişilik
kazanmasından sonraki aşamada ve şirketin iflas etmemiş de olması koşuluyla, pay
sahiplerinin vadesi gelen nakdi sermaye koyma borçlarını ortaklıktan olan alacakları
ile takas edebilecekleri sonucuna varılmaktadır247.
Đsviçre Federal Mahkemesinin kararlarında da, Yasa’daki kuralın mefhumu
muhalifinden, iflas hâli dışında pay sahibinin şirketin kuruluşundan sonraki herhangi
bir dönemde ödemekle yükümlü olduğu nakdi sermaye borcunu, ortaklıktaki bir
alacağı ile (takasa ilişkin diğer koşulların da varlığı koşuluyla) takas olanağının
bulunduğu ifade edilmektedir248. Kaldı ki, pay sahibinin takas talebinin kabul
edilmediği hâlde dahi bu kişinin sermaye borcunu ödemesi esnasında ya da
sonradan anonim ortaklıktan alacağının ifasını istemesine engel bulunmadığından,
her iki işlemle de aynı sonuca varılacağı açıktır249.

2. Sermaye Borcuna Karşılık Kambiyo Senedi Verilmesi


Şirket ana sözleşmesinde sermaye paylarının karşılıklarının nasıl ödeneceği
kararlaştırılmışsa, ödemenin bu şekle uygun olarak yapılması gerekmektedir. Bu

245
Tekinalp, Takas, s. 189.
246
Kalyoncu, s. 75; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1047, s. 620; Tekinalp, Takas, s. 189; Krş. Göle, s. 52-
55.
247
Nakdi sermaye borcuna yönelik takas uygulaması özellikle holding anonim şirketlerde yaygındır. Bu
süreçte holding kurucuları, herhangi bir ya da birkaç anonim ortaklığın pay senetlerinin değerini mahkemeye
tespit ettirdikten sonra bu değerler üzerinden yeni kurulan holdinge satmakta, bu ilişkiden kaynaklanan bedel
alacağı ile holdingin sermayesini taahhütten doğan borçlarını takas etmektedir. Tekinalp (Poroy/Çamoğlu),
Ortaklıklar, N. 1046, s. 619-620.
248
BGE 87 II 169; 76 III 13 vd.; 99 1b 145 vd 1936 değişikliğin önce; BGE 58 II 155; 53 III 204; 49 II 187
vd; 41 III 140 vd. Mosımann, Die Liberierung von Aktien durch Verrchnung, Basel und Stutgart, 1978, s. 42,
dn. 3 (Tekinalp, Takas, s. 187, dn. 2 atfen).
249
Steıger, 108-111; Sıegwart, m.628/12, m. 633/14; Schucany, m. 633/2; Funk, m. 633/1 (Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1046, s. 620 atfen); Türk Hukukunda ise Göle, s. 52; Tekinalp (Takas), s. 186
vd.
61

yüzden nakdi sermaye koyma taahhüdünün ifası bağlamında bono, poliçe çek ya da
sair kıymetli evrakın verilmesi ödeme olarak sayılmaz. Ödemenin şekli, TTK. m.
279/III’deki kural gereğince ana sözleşmede yer almış olacağından, buna aykırı
biçimde yapılmış olan ödeme teklifinin kabul edilmesi ana sözleşmenin ihlali
anlamına gelmekte ve şirket yönetim kurulunun sorumluluğunu gerektirmektedir250.
Nakdi sermaye borcu kural olarak para ile ödenmekle birlikte ana sözleşmede
sermaye borçlarının kambiyo senetlerinden birisi ile ödenebileceği kararlaştırılmışsa,
burada belirtilen kambiyo türüne göre çek, poliçe ya da bonodan biri ile de ödeme
yapılabilir.
Ana sözleşmede kambiyo senedi ile ödeme yapma konusunda açıklık
bulunmamasına rağmen nakdi sermaye koyma taahhüdünü bu yolla ödemek isteyen
pay sahibinin istemi şirketçe kabul edilmişse, pay sahibinin sermaye borcu, senet
bedelinin şirket tarafından tahsil edildiği anda ve miktarda sona ermiş olur (TTK. m.
142). Yani kambiyo senedine dayalı olarak borcun ödenmiş sayılabilmesi, senet
bedelinin şirket tarafından tahsil edilmesine bağlıdır. Çünkü poliçe ve bono verilmesi
sermaye borcunun sona ermesi anlamında olmayıp, tahsil şartına bağlı ödeme
teşebbüsü niteliğindedir. Đfa uğruna verilmiş olan kambiyo senedi ödendiğinde
sermaye koyma borcu yerine getirilmiş olur, aksi takdirde şirket tarafından teklif
edilen senet ya da poliçenin kabul edilmiş olması tek başına ödeme olarak
nitelendirilemez251.
Öte yandan SerPK.’na tâbi anonim şirketler bakımından tedrici kuruluş ya da
sermaye artırımlarında SPK.’nun 7/III. maddesi gereğince pay bedellerinin nakden
ve tam olarak ödenmesi gerektiğinden nakdi sermaye koyma borcunun kambiyo
senetleriyle ödenmesi mümkün değildir252.

3. Sermaye Borcunun Yabancı Para ile Đfası


Borçlar Kanunu’nun 83/I. maddesi gereğince konusu para olan borçlar kural
olarak memleket parası ile ödenir. Yedek hukuk kuralı olan bu hüküm, aksine bir
sözleşme kuralı olmadığı sürece geçerlidir. Borcun yabancı para ile ödenebileceği
konusunda bir sözleşme bulunmadığı takdirde alacaklının, borçlunun yaptığı yabancı
para ile ödeme teklifini kabul etme zorunluluğu bulunmamaktadır. Buna karşılık

250
Göle, s. 20; Kalyoncu, s. 75.
251
Göle, s. 20; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1050, s. 621.
252
Kalyoncu, s. 76.
62

taraflar arasında yabancı para ile ödeme konusunda anlaşılmışsa bu takdirde artık bir
yabancı para borcundan söz edilir253. Sözleşmenin tarafları borcun yabancı para ile
ödenebileceğini kararlaştırdıkları takdirde, borcun vadesi gelmesiyle borçlu
vadesinde ödeme yapmak koşuluyla seçimlik bir hakka sahiptir. Borçlu sözleşmede
kararlaştırılan yabancı parayı ya da vade günündeki resmî karşılığı olan Türk
parasını ödeyerek borcundan kurtulabilir. Her iki durumda da alacaklı yapılan
ödemeyi kabul etmek zorundadır254.
Anonim şirketlerde, nakdi sermaye borcu niteliği itibarıyla bir para borcu
olduğundan kural olarak Türk parası ile ödenmesi gerekmekle birlikte ana
sözleşmede sermaye borcunun yabancı para ile ödenebileceğinin kararlaştırılması
mümkündür. Bu durumda borçlu pay sahiplerinin borçlarını yabancı memleket parası
ile ödeyebilmeleri imkânı bulunmaktadır. Ancak ana sözleşmede aynen ödeme
konusunda emredici bir ibare yoksa ve sözleşmede geçen başka ifadelerden de
böyle olduğu sonucuna varılamıyorsa burada gerçek olmayan yabancı para borcu
bulunduğundan pay sahipleri borçlarını sözleşmede belirtilen yabancı para ile ya da
vade günündeki yabancı paranın rayici üzerinden Türk parası ile ödeyebileceklerdir.
Bu durumda dahi yabancı para ile ödeme sermaye borcunun bir ödeme biçimi olup,
yabancı paranın sermaye olarak konulması söz konusu değildir255.
Ana sözleşmede sermaye borcunun yabancı para ile ödenebileceği
konusunda bir düzenleme bulunmamasına rağmen şirket yönetim kurulunun yabancı
para ile yapılmak istenen bir ödemeyi kabul etmesi nedeniyle şirketin bir zararı
doğmuşsa, oluşan zarardan bu organ sorumlu olacaktır256.
Borçlar Kanunu bağlamında, borç doğuran sözleşmede borcun belli
miktardaki yabancı paranın “aynen”, “efektif olarak” veya benzer ifadelerle yabancı
para ile ifasını kararlaştırmışlarsa, bu takdirde gerçek yabancı para borcu söz konusu
olduğundan bunun Türk parası ile ifa edilmesi olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla
borçlunun BK m. 83/II’de yer alan seçimlik haktan yararlanması da imkânı yoktur ve
borç mutlaka yabancı para ile ödenmelidir257. Buna karşılık, anonim şirket pay

253
Eren, s. 933; Reisoğlu, s. 232.
254
Eren, s. 934; Reisoğlu, s. 233.
255
ĐMKB Yönetmeliği’nin 35/I. maddesine göre Borsada menkul kıymetlerin alım satımı peşin esasına göre
Türk Lirası ile yapılacaktır. Ancak Borsa yönetim kurulu ilgili mevzuat çerçevesinde dövizle ödemeye ve peşin
işlem dışındaki türlerde işlem yapılmasına karar verebilir. (ĐMKB Yönetmeliği RG: 19.2.1996, S: 22559);
Kalyoncu, s. 77.
256
Kalyoncu, s. 78.
257
Reisoğlu, s.234.
63

bedelleri açısından gerçek yabancı para borcu söz konusu olamaz. Yani şirket ana
sözleşmesinde sermaye borcunun yabancı para olarak “aynen” ödenmesinin
kararlaştırılması, esas sermayenin yabancı para olarak ifadesi anlamına gelir ki bu
anonim şirketler bakımından geçerli değildir. Çünkü TTK.’nun 272. maddesine göre
esas sermayenin Türk parası ile ifadesi gerekmektedir258.

4. Nakdi Sermaye Borcunun Serbest Yedek Akçeler ya da Kârdan


Ödenmesi
Pay sahibinin sermaye koyma borcunun, ortaklığın serbest yedek akçeleri ya
da gerçekleşen kârdan ödenmesine engel bulunmamaktadır. Burada sermaye
paylarının serbest yedek akçeler ya da gerçekleşen kârdan ödenmesi yoluyla yapılan
sermaye artırımları ve gratis paylar söz konusudur. Gratis paylar, anonim şirketlerde
sermaye artırımının yedek akçelerden veya yeniden değerleme fonundan yapılması
hâlinde çıkarılan ve ortaklara bedelsiz verilen paylardır. Pay sahibi bu şekilde oluşan
payları orantı ilkesine göre edinmek hakkına sahiptir259. Bunların bedelleri yıllık
kârların bir kısmının dağıtılmayıp yedek akçe olarak ortaklıkta bırakılması ya da
yeniden değerleme fonundan karşılanmaktadır. Dolayısıyla alınan bir dağıtım
kararıyla pay sahibine düşen kısım, sermaye borcuna mahsup edilebileceği gibi
gratis payların varlığı da bu sonucu gerekli hâle getirmektedir260.

5- Nakdi Sermaye Koyma Borcundan Đbranın Yasak Olması ve Bunun


Đstisnası

a. Pay Bedeli Borcunun Đbrası


Đbra, borçluyu borcundan kurtarmak amacıyla alacaklı ile borçlu arasında
yapılan bir sözleşme olup bunun sonucunda kural olarak, borçlunun alacaklıya karşı
olan borcu sona erer. TTK.’nda, pay sahiplerinin sermaye koyma borcundan ibra
edilip edilmeyeceği konusunu düzenleyen açık bir hüküm yoktur. Ancak, pay
sahiplerinin sermaye taahhütlerini yerine getirmeleri zorunlu olduğu gibi anonim
şirketin de pay sahiplerinden, bu alacağı ana sözleşme ve yasa hükümleri
doğrultusunda talep etme yükümü vardır. Bu nedenle anonim şirket organlarınca

258
Yabancı para ile aynen ödemenin kararlaştırılması hâlinde yabancı para değerindeki değişmeler, esas
sermayenin de değişimini sonuçlandıracaktır. Bu ise esas sermayenin sabitliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
Kalyoncu, s. 79.
259
Ünal, Sermaye Piyasası Hukuku, s. 315
260
Bürgi, Art. 687, No. 7.
64

alınacak bir karar ya da pay sahipleriyle yapılacak bir sözleşme ile taahhütte
bulunanları sermaye koyma borcundan ibra imkânı bulunmamaktadır (TTK. m.
528/II).
Yargıtay HGK.’nun bir kararında vurgulandığı üzere, şirket pay sahibinin
taahhüdünden doğan nakdi sermaye borcunun ifasınının istenmesi zorunluluğu, hem
pay sahipleri hem de ortaklığın alacaklıları açısından sermayelerinin belirli olması ve
ana sözleşmede gösterilen miktarda ödenmesi ve korunması, malvarlığının esas
sermayenin altına düşmemesi gayesinin doğal bir sonucudur261. Anonim şirket
sermaye alacağını ortaklardan tahsil ederek esas sermayesini tamamlamak
zorundadır.
Pay sahibinin nakdi sermaye koyma borcundan dolayı ibra edilmesi,
alacaklılara karşı malvarlığıyla ile sorumlu olan anonim şirket sermayesinde
azalmaya neden olacaktır. Şirket alacaklılarının korunması ve esas sermayenin şirket
malvarlığının altına düşmesinin önlenmesi amacıyla pay sahipleri tarafından şirkete
sermaye olarak ödenen sermaye paylarının, sermayenin usulü çerçevesinde
azaltılması ve tasfiye payının ödenmesi durumları haricinde geri istenemeyeceği
kabul edilmiştir (TTK m. 405/II). Aynı gerekçelerle şirketin de pay sahiplerine
ödenmiş olan sermaye payını iade imkânı bulunmamaktadır262. Yasa’nın anılan
405/II. maddesindeki hükmün yorumundan anonim şirketin, sermaye borcunun pay
sahibi tarafından taahhüt edilmekle beraber henüz ödenmemiş olan kısmı
bakımından da bu borcun ibra olunamayacağı sonucuna ulaşılmaktadır263.
Pay sahiplerince ödenmesi taahhüt edilen sermaye, şirket alacaklıları
açısından, onların yararına bir güvence olduğundan anonim ortaklık, pay sahiplerini
sermaye koyma borcundan ibra edip, pay sahiplerinden bu borçlarını ödemelerini
istemeyecek olursa, şirket malvarlığı esas sermayenin altına düşebilecektir. Bunun
sonucunda ortaya çıkacak durum ise, yasakoyucunun şirket sermayesinin ana
sözleşmede gösterilen miktar ve biçimde ödenmesi yoluyla şirket sermayesinin

261
Y.HGK. T. 1.3.1967, E. 1966/1511, K. 1967/133; Göle, s. 47.
262
Yargıtay 11. HD.’nin bu konudaki kararı şu şekildedir: “… Davacı banka(nın), diğer taahhüt
sahiplerinin taahhütlerini yerine getirmemelerini gerekçe göstererek, kendisinin şirkete ödemiş olduğu sermaye
payının iadesini talep etmesi mümkün değildir. Bu itibarla mahkemece, davacının davaya konu sermaye artırım
payının iadesini talep etmesi MK'nun 2.maddesine aykırı olduğu gözetilmeksizin, yazılı gerekçelerle davanın
kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş kararın davalı E… A.Ş. Đflas Đdaresi yararına bozulmasına karar
vermek gerekmiştir.” (Y. 11. HD. T. 15.4. 2009, E. 2007/9314, K. 2009/4667); Hanish, s. 13-14.
263
Göle, s. 49; Kalyoncu, s. 94.
65

korunması ilkesine dayanan amacına aykırılık oluşturacak, pay sahipleri ve şirket


alacaklılarının arasındaki menfaat dengesine de zarar verecektir264.

b. Pay Bedeli Borcunun Ferilerinin Đbrası


Taahhüt edilen nakdi sermaye koyma borcu dışında, pay sahibinin
temerrüde düşmesi nedeniyle şirkete ödemesi gereken temerrüt faizi, munzam zarar
ve ana sözleşmede hüküm bulunması koşuluyla cezaî şartın şirket tarafından ibra
edilmesinin mümkün olup olmadığı tartışmalıdır.
Tekinalp265, anonim şirket tarafından gecikme faizi ve cezaî şarttan
vazgeçilmesi ve dolayısıyla mütemerrit pay sahibinin bu borçlarının ibrasının
mümkün olduğu görüşündedir. Buna karşılık Göle266 söz konusu kalemlerin sermaye
koyma taahhüdünün kapsamına girmemesine karşılık, pay sahibinin temerrüdü
hâlinde şirketin zararının karşılanması için gerekli olduğunu ve dolayısıyla pay
sahipleri tarafından sermaye koyma borcuna yönelik ibra yasağının kapsamına, pay
sahiplerinin nakdi sermaye borcunu ifada temerrüde düşmeleri dolayısıyla ödemekle
yükümlü hâle geldikleri temerrüt faizi, cezaî şart ve munzam zarar edimlerinin de
dâhil olduğu görüşündedir.
Pay sahiplerinin sermaye borçlarına dair ibra yasağının, TTK.’nun 528.
maddesinde limited şirketler bakımından ve Alm.POK. 66. paragrafında ifade edildiği
gibi anonim şirketler bakımından da emredici bir düzenleme olarak kabul edilmesi
gerekmektedir. Bu bağlamda ibra yasağı, yalnızca pay sahibinin ödeme
yükümlülüğünden kurtarılması ile sınırlı olarak algılanmamalıdır. Aynı zamanda, pay
sahibinin ödeme yükümlülüklerinin hafifletilmesi, örneğin bir ya da birkaç kişinin
sermaye koyma borçlarının ifa tarihlerinin ertelenmesi, nakdi sermaye borcuna
karşılık olmak üzere bono tahsil edilmesi, şirket ana sözleşmesiyle belirlenen
sermaye koyma borcunun konusunda değişiklik yapılması veya nakit dışı sermaye
koyma borcu altına giren pay sahibinin bu borcunun para borcuna çevrilmesi, vb. bu
kapsamda değerlendirilmesi gereken durumlardır267.
Kanaatimizce de temerrüt faizi, cezaî şart ve munzam zarar, pay sahibinin
temerrüdü nedeniyle şirketin uğrayacağı zararın tazminine yönelik ve aynı zamanda
sermaye koyma borcunu yasa ve ana sözleşmeye uygun biçimde yerine getirmeyen

264
Göle, s. 48.
265
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1058, s. 625.
266
Göle, s. 48-49; Aynı yönde bkz. Kalyoncu, s. 98-99.
267
Göle, s. 50.
66

pay sahibi açısından yaptırım niteliği taşıyan borçlardandır. Kaldı ki, anonim şirketin
pay sahiplerinin sermaye koyma borcunu ifada temerrütleri sebebiyle ödemekle
yükümlü oldukları temerrüt faizi, cezaî şart ve munzam zarara yönelik ibra yasağı
yasakoyucunun amacına da uygun bir çözüm biçimidir. Bu tür borçların ibrasının
niteliği bakımından her ne kadar şirket esas sermayesini azaltıcı nitelikte bulunmadığı
ileri sürülebilir ise de, şirket malvarlığında belli bir azalmaya yol açacağı, pay sahipleri
ve şirket alacaklılarının çıkarlarını olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Bu nedenle
fer’i nitelikteki bu borçların da pay sahiplerinin sermaye koyma borçlarına ilişkin ibra
yasağı kapsamında olduğunun kabul edilmesi gerekir268.
Pay sahiplerinin sermaye borçlarına yönelik olarak ibra yasağının tek
istisnası esas sermayenin azaltılması hâlinde kabul edilmiştir. TTK.’nun 396.
maddesindeki hükümlere göre esas sermayenin usulünce azaltılması sonucunda,
şirkete karşı borçlu durumda bulunan her pay sahibinin azaltılma oranında, borcu ibra
edilmiş olmaktadır. Bu durumda da esas sermaye borcuna ilişkin ibranın esas
sermayedeki azaltılma oranına eşit olması gerekmektedir. Bu kararlaştırılan orandan
daha fazla miktarda sermaye borcunun ibra edilmesi; ortaklık, şirket alacaklıları ve
pay sahipleri aleyhine sonuç doğuracağından hükümsüzdür269.

IV. NAKĐT DIŞI SERMAYE BORCUNUN ĐFASI

Sermayeye oranlılık ilkesi açısından, taahhüt edilen nakit dışı sermaye


paylarının karşılıklarının tamamen ve gerçek değeri ile taahhüt edilmesi kadar (TTK.
m. 279/II, b. 3,4,10; m. 285/I; m. 293 vd., 303) bunların usulüne uygun biçimde ifa
edilmesi de önemlidir270. Bu nedenle pay sahibince nakit dışı sermaye
taahhütlerinden kaynaklanan ifa borcunun ilgili mevzuata ve ana sözleşme
hükümlerine uygun olarak yerine getirilmesi önem taşımaktadır.

A. NAKĐT DIŞI SERMAYE BORCUNUN ĐFA ZAMANI

TTK.’nda nakdi sermaye paylarına ilişkin düzenlemelerden ayrı olarak


şirkete paradan başka bir değerin sermaye payı olarak taahhüt edilmesi hâlinde,
bunun hangi tarihte ifa edilmesi gerektiği ve ne zaman ifa edilmiş sayılacağına

268
Göle, s. 50; Kalyoncu, s. 95.
269
Göle, s. 51.
270
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 5.
67

yönelik açık bir kural TTK.’nda bulunmamaktadır. Ancak yorum yoluyla bu sorunun
çözümüne ışık tutabilecek nitelikteki bir hüküm TTK.’nun ticaret ortaklıklarının genel
hükümleri arasındaki “Karineler” kenar başlıklı 143/II maddesinde yer almaktadır. Bu
fıkrada, “Mukavelede aksi kararlaştırılmış olmadıkça, sermaye olarak konan malların
mülkiyeti şirkete ait ve hakları şirkete temlik edilmiş olur.” kuralı bulunmaktadır.
Kuruluşta sermaye payı karşılığında taahhüt edilen nakit dışı sermayenin
değerinin biçilmesi ve şirket paylarının nominal değerlerinin belirli bir parasal tutar
olarak ana sözleşmede ifade edilmesi gerekmesine rağmen bu nitelikteki sermaye
borcunun pay bedeli ya da taahhüt konusu şeye biçilen parasal değerin nakden
ödenmesi yoluyla ifası mümkün değildir. Bu nedenle nakdi sermaye koyma taahhüdü
bakımından söz konusu olabilen ifa uğruna ya da ifa yerine edim ayırımın, nakit dışı
sermaye koyma taahhüdü ile payların nominal değeri arasındaki ilişkide anlamı
bulunmamaktadır. Burada nakit dışı sermaye taahhüdü ile pay sahibinin nakit ve
nakit dışı olmak üzere iki ayrı borcu değil, tek borcu vardır; taahhütte bulunduğu nakit
dışı sermaye payını ilgili mevzuata ve ana sözleşmeye uygun olarak şirkete
devretmek271.
Nakit dışı sermaye koyma borcunun ifası bakımından farklı bir yolun
benimsenmesi, şirketin tüzel kişiliği kazanmasından sonra para dışındaki sermaye
taahhütlerinin ifa edilmemesinin nakdi sermayeye oranla daha ağır sonuçlar
doğurabilmesidir. Çünkü para borçları nitelikleri bakımından kişisel değildir ve açık
kalan sermaye, bu payın başkalarına devredilmesi yoluyla nispeten kolay biçimde
tamamlanabilir. Nakit dışı sermaye borcunun konusu ve taahhütte bulunanın kişiliği
nedeniyle, ifa etmeme yüzünden açık kalan kısmın şirketçe kapatılmasını
imkânsızlaştırabilir272.
Bu gerekçelerle nakit dışı sermayenin tüzel kişiliğin kazanılmasının ardından
şirkete devredilmesi gerekmekte olup, nakdi sermaye açısından olduğu gibi bir
bölümünün kuruluş aşamasında geri kalanının şirketin faaliyeti aşamasında
ödenmesine imkân bulunmamaktadır273.
Konu, STB.’nın 1995/1 sayılı Tebliğinde ve STB.’nın Đç Ticaret 2003/3 sayılı
ve Anonim ve Limited Şirketlerin Kuruluş ve Ana Sözleşme Değişikliği Đşlemlerine

271
Bu durum nakit dışı sermaye taahhüdünde bulunanın hiçbir koşulda payın nominal değerini nakit olarak
ifa ile sorumlu olmayacağı biçiminde anlaşılmamalıdır. Nakit dışı sermaye borcuna konu edimin ifasının
imkânsızlaştığı takdirde bu durum ortaya çıkabilir. Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 104.
272
Arslanlı, C. I, s. 186-187.
273
Doğanay, C. 1, s. 1219.
68

Đlişkin Esaslar Hakkında Tebliği’nin 3. maddesinde de, “Şirket kuruluşunda, sermaye


olarak her türlü hak, menkul ve gayrimenkul malların taahhüt edilmesi hâlinde bu
taahhüt şirketin kuruluşunun tescili tarihinden itibaren en geç üç ay içerisinde yerine
getirilir. Sermaye olarak konulan mal ve haklar özel bir sicile (tapu sicili, gemi sicili,
trafik sicili, sınai mülkiyet sicili gibi) kayıtlı ise, kuruluşun tescil tarihinden itibaren en
geç üç ay içerisinde ilgili sicilde şirket adına tescil ettirilir.” şeklinde düzenlenmişti. Bu
hüküm açık bir biçimde TTK.’nun 285/II. maddesine ve özellikle tescille muacceliyet
ilkesine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle eleştirilere konu edilmişti274.
Daha sonra Tebliğdeki bu hüküm 2004/2 Sayılı “2003/3 Sayılı Anonim ve
Limited Şirketlerin Kuruluş ve Ana Sözleşme Değişikliği Đşlemlerine Đlişkin Esaslar
Hakkında Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ” ile “Şirketin kuruluşunda,
sermaye olarak her türlü hak, menkul ve gayrimenkul malların taahhüt edilmesi
hâlinde bu taahhüt şirketin kuruluşunun tescil tarihinden itibaren yerine getirilir.
Sermaye olarak konulan mal ve haklar özel bir sicile (tapu sicili, gemi sicili, trafik sicili,
sınai mülkiyet sicili gibi) kayıtlı ise, kuruluşun tescil tarihinden itibaren ilgili sicilde
şirket adına tescil ettirilir.” biçiminde değiştirilmiştir. Dolayısıyla STB.’nın 2003/3 sayılı
Tebliği’nde bu nevi sermaye taahhütlerinin ifası bakımından belirlenen üç aylık azami
sürelere, 2004/2 sayılı Tebliğ’de yer verilmemiştir. Böylece Tebliğdeki Yasa’ya
aykırılık ve üst normla arasındaki çelişki giderilmiştir.

B. SERMAYE KOYMA TAAHHÜDÜNE KONU NAKĐT DIŞI DEĞERLERĐN


MÜLKĐYETĐNĐN ŞĐRKETÇE KAZANILMASI

1. Nakit Dışı Sermaye Koyma Taahhüdünün Mülkiyet Üzerindeki Etkisi


TTK.’nun 285. maddesinde anonim şirketin tüzel kişilik kazanmasıyla birlikte,
sermaye olarak taahhüt edilen paradan başka iktisadi değer ya da menkul mallar
üzerinde doğrudan doğruya tasarruf edebileceği; taahhüt edilenin gayrimenkul ya da
gayrimenkul üzerinde kurulmuş bir ayni hak olması durumunda ise tüzel kişiliğin
iktisabından itibaren bunların tapu siciline şirket adına tescil edileceğinin kabul

274
Abuzer Kendigelen, “Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Đç Ticaret 2003/3 sayılı ve Anonim ve Limited
Şirketlerin Kuruluş ve Ana Sözleşme Değişikliği Đşlemlerine Đlişkin Esaslar hakkında Tebliğinin Hukuki Açıdan
Değerlendirilmesi”, Makalelerim, C. I, 1986-2001, II. bası, Đstanbul, 2006, s. 190 vd; Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1025, s. 611; Pulaşlı, Teblig’deki ifadenin sermaye borcunun muaccel
olmasına değil, esasen tescil ile muaccel olmuş borcun en geç hangi süre içersinde yerine getirilmesi gerektiği
ifade eden bir talimat olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir. Ancak yazar, buna rağmen böyle bir
talimatın hukukiliği veya TTK.’na uygun olup olmadığı konusunun tartışmalı olduğunu ifade etmektedir. Pulaşlı,
Şirketler Hukuku, s. 673.
69

edilmiş sayılacağı düzenlenmektedir275. Bu kuralın, TTK’nun 143. maddesinde yer


alan ilkenin taşınmazlar bakımından farklılaştırılmak suretiyle bir tekrarı niteliğinde
olduğu görülmektedir.
TTK.’nun 279/II, b.4’te yer alan düzenlemeye göre, anonim şirkete nakitten
başka bir mal ya da hakkın sermaye olarak konulması durumunda bu hususun şirket
ana sözleşmesinde gösterilmesi şarttır. Anılan maddenin birinci fıkrasına göre ana
sözleşmenin yazılı şekilde yapılması ve bütün kurucuların imzalarının noter
tarafından onaylanmasının zorunlu olması nedeniyle, devirleri resmî şekle bağlı olan
mal ya da hakların şirkete sermaye olarak taahhüt edilmesi durumunda, devir için
ayrıca başkaca bir sözleşmeye gerek bulunmamaktadır276.Bu koşullara uygun olarak
düzenlenen şirket ana sözleşmesi aynı zamanda söz konusu mal ve hakların şirkete
devir sözleşmesi yerine geçmektedir.
TTK.’nun 140. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, şirkete sermaye olarak
taahhüt edilmiş gayrimenkul mülkiyeti ya da bunların üzerindeki ayni hakların dışında
kalan diğer hakların devri, yasa gereğince özel şekillere bağlı olsa da, bu hususun
şirket ana sözleşmesinde yer alması koşuluyla, devredecek ortağın rızasına gerek
bulunmaksızın, şirkete ilgili makamlardan bu hakların devir ve tescilini talep edebilme
hakkı tanınmıştır.

2. Nakit Dışı Sermaye Koyma Taahhüdüne Konu Değerlerin


Mülkiyetinin Şirketçe Đktisabı
Anonim şirkete sermaye olarak taahhüt edilen para dışındaki değerlerin ifa
zamanının ve bunların şirketçe mülkiyetinin kazanılması sorununun çözümü için
taahhüt konusu varlığın özelliklerinin çeşitli açılardan değerlendirilmesinde yarar
bulunmaktadır:

a. Taşınmaz Mallar ve Devri Özel Şekle Bağlı Haklar

275
Ansay, Anonim Şirketler, s. 229; Bu konuda Arslanlı, anılan kuralda geçen mülkiyet ve tasarruf hakkının
“kabulü” hükmünün bu sonuçlar hukuken ortaya çıkmadığı sürece bir anlam taşımadığını ifade etmekte,
sermaye borcunun taahhüt vasfının TTK. m. 140. maddede düzenlenmiş olmasına rağmen 285. maddede aynı
yönde bir kuralın sevk edildiğinin düşünülemeyeceği görüşündedir. Yazara göre bu kural ile taahhüdün anlamı
tanımlanarak sonuçları da düzenlenmek istenmiştir. Malik sıfatıyla doğrudan doğruya tasarruf hakkını “kabul
etmek”, taahhütte bulunan kimseye aynı zamanda mülkiyet hakkının devrine yönelik tasarrufları yapma
yükümlülüğünü de getirdiği şeklinde yorumlanabildiği takdirde, tüzel kişiliğin yasa gereği ve doğrudan doğruya
malik sıfatını kazanması anlamına gelmektedir. Arslanlı, C. I, s. 188.
276
Kalyoncu, s. 20.
70

(1) Genel Olarak Taşınmazlar Üzerindeki Mülkiyet ya da Ayni Hak Tesisi ve


Devri
Taşınmazlar üzerindeki mülkiyet ya da diğer ayni hakların tesis edilebilmesi
ya da bunların devredilebilmesi için yapılacak devir sözleşmesinin yanında buna
ilişkin tescil talebinin de varlığı aranır. Hak sahibinin talebi neticesinde yapılacak
tescil ile birlikte mülkiyet ya da diğer ayni haklar tesis edilmiş ya da devredilmiş
olur277. Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması ya da üzerinde hak tesisi için yapılan
resmî sözleşme bir borçlanma işlemi iken, tasarruf işleminin şekli ve niteliği
konusunda tartışmalar bulunmaktadır.
Bu konuda doktrinde Saymen/Elbir tarafından ileri sürülen birinci görüşe
göre, gayrimenkulün devri ya da üzerinde bir ayni hak tesisi için ayrıca bir aynî akdin
yapılmasına gerek bulunmaktadır278. Buna karşılık Kocayusufpaşaoğlu279, yapılan
satım akdinde borçlanma ve tasarruf işlemlerinin kaynaştığını, Postacıoğlu280 ise
harcama işleminin malik tarafından yapılacak olan tescil talebini de kapsadığını ileri
sürmektedir. Son olarak Tekinay’a281 göre harcama işleminin; gayrimenkul satım
akdini, satıcının ya da malikin tescil talebini ve son olarak da tapu sicil muhafızı ya da
memurunca icra edilerek tescil aşamalarını gerçekleştirilmesi konularında açık irade
beyanını içerdiği kabul edilmelidir282.

(2) Sermaye Payı Karşılığında Taşınmaz Mülkiyeti ya da Ayni Hak Taahhüdü


Şirkete pay bedelleri karşılığında bir taşınmazın ya da taşınmaz üzerinde
sınırlı bir aynî hakkın konulması taahhüt edildiği takdirde bu borcun ifa edilmiş
sayılabilmesi, söz konusu taşınmaz mülkiyetinin ya da sınırlı ayni hakkın tapu
sicilinde şirket adına tescil edilmesi koşuluna bağlıdır283. Bu hususta tapu sicilinde
gerekli tescilin yapılmasıyla birlikte pay sahibi ortağın sermaye koyma borcu ödeme

277
Hüseyin Ülgen, “Ticaret Şirketlerine Sermaye Olarak Konulan Mülkiyet Ya Da Mevcut Ya Da Tesis
Edilecek Diğer Ayni Hakların Tescilini Kim/Kimler Đsteyebilir?”, Đkt.Mal, C. XXXII, S. 2, Mayıs 1985, (Ayni
Hakların Tescili), s. 61.
278
Ferit H. Saymen, Halid K. Elbir, Türk Eşya Hukuku, Ayni Haklar, Đstanbul 1954, s. 175-188.
279
Necip Kocayusufpaşaoğlu, Türk Hukukunda Gayrimenkul Satış Vaadi, Đstanbul, 1959, s. 26 vd.
280
Đlhan E., Postacıoğlu, Gayrimenkullerin Ferağına Müteallik Akitlerde Şekle Riayet Mecburiyeti, Đstanbul,
1945, s. 197.
281
S. Sulhi Tekinay, Eşya Hukuku, Đstanbul, 1970-1971, s. 160.
282
Ansay, Anonim Şirketler, s. 228.
283
Değirmenci, s. 30; Moroğlu, Sermaye 2, 46.
71

nedeniyle sona erer. Bunun yanında devri yasada özel bir şekle bağlanmış hakların
devrinde de aynı ilkenin kabul edilmesi gerekmektedir284.
Bu aşamada TMK. m. 1013/I’deki “Tescil, tasarrufa konu olan taşınmaz
malikinin yazılı beyanı üzerine yapılır.” kuralı üzerinde durulması gereklidir. Bu kesin
ifadeye rağmen son fıkradaki “Bir aynî hakkı tescilden önce kazanan kimse, gerekli
belgeleri ibraz ederek tescili isteyebilir.” kuralı nedeniyle istisnai hâllerde
gayrimenkulün maliki ya da ayni hak sahibinin bu yöndeki beyanına gerek
bulunmamaktadır.
Bir taşınmaz ya da onun üzerindeki sınırlı ayni hakkın anonim şirkete
sermaye olarak konulması taahhüdünün şirket ana sözleşmesinde ya da TTK.’nun
283/IV. maddesine göre hazırlanmış bir iştirak taahhütnamesinde yer alması hâlinde
bu taahhüt TMK. 705/I, BK. 213 ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen
resmî şekle gerek olmaksızın geçerlidir. Diğer bir deyişle, TTK. m. 140/II’de yer alan
sermaye olarak gayrimenkul mülkiyeti ya da tescil edilecek ayni bir hakkın konulması
taahhüdünü içeren şirket sözleşmesi hükümlerinin resmî şekil aranmaksızın geçerli
olduğu kuralı yalnızca borçlanma işlemi bakımından özellik taşımaktadır285. TTK.’nun
285/II. maddesi gereğince ortaklık, tüzel kişilik kazanmasıyla birlikte, doğrudan
doğruya ve başkaca bir işleme gerek bulunmaksızın bu taşınmaz ya da sınırlı ayni
hakkın sahibi olamaz. Sadece MK. m. 1013’e göre devreden yani katılma
taahhüdünde bulunan kişiye ait olan tescili talep hakkı anonim şirkete geçer. Şirketin
taahhüt konusu gayrimenkulün mülkiyeti ya da sınırlı ayni hakkı kazanabilmesi için
bunların şirket tüzel kişiliği adına kaydını yaptırması gerekir286.
Diğer yandan, anonim şirket tarafından taahhütte bulunanın rızası
aranmaksızın sermaye olarak taahhüt edilen taşınmaz mülkiyeti ya da diğer sınırlı

284
Değirmenci, s. 30.
285
Alman hukukunda anonim şirketler bakımından ayni sermaye yatırımı ve ayni devir almanın ana
sözleşmede belirtilmesi zorunluluğu vardır. AktG § 27 Ancak TTK m. 140/II ve 285/II hükümlerinin
öngördüğüne benzer düzenlemelere yer veren paragraflar mevcut değildir. Bu bakımdan genel hükümlerin
uygulanacağı açıktır. Alman hukukunda gayrimenkul mülkiyetini nakle yönelik sözleşmeler tamamen borçlanma
işlemi niteliğinde olup, mülkiyetin nakli için tarafların tescilden önce ayrıca bir ayni akit yani mülkiyetin
geçişini sağlayan bir sözleşme yapmaları gerekmektedir. Ülgen, Ayni Hakların Tescili, s. 62; Đsviçre hukukunda
ise ayni sermaye hakkında OR. 633/IV ancak şirketin ticaret siciline tescili ile birlikte doğrudan doğruya bunlar
üzerinde tasarrufta bulunabildiği ya da tapu siciline tescili talep hususunda kayıtsız ve şartsız bir hak elde ettiği
takdirde karşılık teşkil edebilecekleri ifade edilmektedir. Bunun sonucu olarak bu durumda ortaklığın yalnızca
tescili talep hakkını elde ettiği görüşü hâkim dir. Steiger (çev. Çağa) Đsviçre Anonim Şirketler Hukuku, 3. bası,
Đstanbul, 1968, s. 124-125.
286
Doğanay, C. I, s. 870; Moroğlu, Sermaye, s. 46; Ülgen, TTK m. 140/II bakımından söz konusu olan özel
düzenlemenin sadece katılma payı edimi için söz konusu olduğunu ileride kurulacak şirket adına yapılan devir
alma işlemlerinin mezkur düzenlemenin kapsamına dahil bulunmadığı görüşündedir. Ayni Hakların Tescili, s.
63.
72

ayni hakların tapu siciline tescilinin talep edilebilmesi, kuruluş ya da sermaye


artırımının tescili ile birlikte ayni sermaye koyma taahhüdünden kaynaklanan borcun
muaccel olduğunun kabul edilmesi ile mümkün olabilecektir287. Yine taahhüt konusu
edilen bu değerlerin de şirketin tüzel kişilik kazanmasından sonra tapu sicilinde
tescilinin yapılmasını sağlayacak şekilde hazır bulundurulması zorunluluğu vardır
(TTK. m. 299/I). Yargıtay’a göre haczedilen taşınmaz, malın haczinden önce anonim
şirkete ayni sermaye olarak konulmuşsa, anonim şirketin hacze karşı istihkak davası
açma hakkı bulunmaktadır288. Tekinalp, Yargıtay tarafından TTK.’nun 140/V’te yer
alan kuralın, bu durumla karşılaşan anonim ortaklığı dava açmaktan kurtaracak
biçimde yorumlanmasının ve bu konudaki önlemin tescil anında sona ereceğinin
kabul edilmesinin maddenin sistemine daha uygun olacağını ileri sürmektedir289.
Taahhüt konusu taşınmaz ya da sınırlı ayni hakkın devri veya üçüncü şahıslarca
haczedilmesi olasılığını ortadan kaldırabilmek için TTK m. 140/IV’e ve HUMK.
m.101/I’e dayanarak ihtiyati tedbir konulması ya da uygulamada yapıldığı gibi
“ferağdan men” kararı alınması gerekir.
Tapuya kayıtlı bulunmayan gayrimenkullerin de şirkete sermaye olarak
konulmasına engel bulunmamaktadır. Bu durumda, asli zilyedin yapmış olduğu satış
işlemi ve teslim geçerli olup, bu konuda ayrıca resmî işleme gerek yoktur290. Sermaye
payı olarak taahhüt edilen ve devri özel kanunlarına göre belirli şekillere bağlı olan
haklar için de taşınmazlarla aynı ilke ve esaslar geçerlilik taşımaktadır291.

(3) Taşınmaz Üzerindeki Mülkiyet ya da Diğer Sınırlı Ayni Hakların Đntikali


Konusundaki Görüşler
TTK. m. 285/II’de yer alan sermaye payı karşılığında taahhüt edilen
taşınmazların şirketin tüzel kişilik kazanmasıyla birlikte tapu siciline tescil edileceği
kuralı, bu nevi sermayenin şirketlere geçişine ilişkin farklı görüşlerin ortaya çıkmasına
yol açmıştır:
Bazı yazarlara göre bu nevi sermaye koyma taahhüdünde bir tescilsiz iktisap
hâli söz konusu iken292 diğer bazı yazarlara göre ise TTK. m. 140/II’deki

287
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1025, s. 611.
288
Y. 11 HD. 21.1.1982, 5335/1060 (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1029, s. 613).
289
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1029, s. 613.
290
Kalyoncu, s. 19.
291
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1030, s. 613.
292
Doğanay, C. I, s. 881-882.
73

düzenlemeden farklı ve ilâve olarak bu kural ile anonim şirkete tescil talebinde
bulunma olanağı sağlanılmıştır293. Bu görüşler ve dayanakları şöyledir:

i. Tescilsiz Đktisap Görüşü


Şirkete sermaye payı olarak taşınmaz mülkiyeti ya da üzerindeki bir ayni
hakkın taahhüdünde tescilsiz iktisabı savunan yazarlara göre TTK. m. 285/II
gereğince anonim şirketin tüzel kişilik kazanmasından itibaren sermaye payı olarak
taahhüt edilen gayrimenkulün mülkiyeti ya da onun üzerindeki ayni hakları başkaca
işleme gerek bulunmaksızın iktisap edeceği, bu durumun TMK.’nun 705/II.
maddesinde düzenlenen tescilden önce taşınmaz mülkiyetinin kazanılması hâllerinin
(miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma) bir benzeri olduğu
yönündedir294.
Bu görüşteki yazarlara göre, para dışındaki değerlerin anonim şirkete
sermaye olarak getirilmesi Yasa’da özel düzenlemeyle kolaylaştırılmış, bunların
devirlerde aranan özel yönteme uyulması gerekmeden yalnızca anonim şirket ana
sözleşmesinde sermaye olarak konulduğunun kaydedilmiş olması yeterli sayılmış, bu
yöndeki kayıt resmî şeklin yerini almıştır. Nitekim bu görüşü savunanlardan
Değirmenci’ye göre, TTK m. 285/II gereğince menkul ya da para dışındaki diğer
hakların sermaye koyma taahhüdüne konu edilmesi hâlinde, şirketin tüzel kişilik
kazandığı tarihten itibaren onlar üzerinde malik sıfatıyla doğrudan tasarruf edebilme
imkânının varlığı, taahhüt konusunun gayrimenkul üzerinde mülkiyet ve diğer sair
ayni haklar olduğu takdirde ise bu hakların şirketin hükmi şahsiyet kazanmasıyla tapu
siciline tescil edileceğinin kabul edilmesi, nakit dışı sermaye koyma borcunda “tescille
muacceliyet ilkesi”nin benimsenmiş olduğunu göstermektedir295.

ii. Đktisap Đçin Tescilin Gerekli Olduğu Görüşü


Taahhüde konu taşınmazların mülkiyeti ya da üzerlerindeki ayni hakların
şirketçe iktisap usulüne dair bir diğer görüş ise anılan kural nedeniyle sermaye olarak

293
Ansay, Anonim Şirketler, s. 78; Hayri Domaniç, Anonim Şirketler, Đstanbul, 1978; Erdoğan Moroğlu,
“Sermaye Olarak Taşınmaz Mal ve Bunun Üzerindeki Bir Ayni Hakkın Konulması Taahhüdü”, (Sermaye Olarak
Taşınmaz) Makaleler I, 2. bası, Đstanbul, 2001, s. 27-40;
294
Değirmenci, s. 24; Doğanay, C. I, s. 870; Şar, s. 225; Dolayısıyla paradan başka sermayenin mülkiyeti,
kural olarak ortaklığın tüzel kişiliği kazanmasıyla şirkete geçer. Bu nevi sermayenin normal olarak vadeye
bağlanması olanaklı olmadığından, ortaklığın tüzel kişilik kazanmasıyla birlikte bu mal ve hakları talep ve dava
edebilme olanağı bulunmaktadır. Hatta gayrimenkul sermayenin, doğrudan ortaklıkça şirket adına tescili için
ortaklığın talep hakkı vardır (Hayri Domaniç, “Anonim Şirket Ortaklarının Sermaye Temerrüdüne Terettüp Eden
Müeyyideler,” (Müeyyideler), ĐBD. C. XL, S. 4-5-6, 1966, s. 121).
295
Değirmenci, s. 24
74

taahhüt edilen gayrimenkul üzerinde mülkiyet hakkı tesisini içeren şirket sözleşmesi
resmî şekil aranmaksızın geçerli olmakla birlikte, yalnızca şirketin tüzel kişilik
kazanmasının, bu şekilde taahhüt edilen taşınmaz üzerinde mülkiyet ya da diğer bir
ayni hakkın şirketçe doğrudan kazanılmasını sonuçlandırmadığı yönündedir. Bu
görüşteki yazarlara296 göre bu değerlerin sermaye payı olarak yöntemince taahhüt
edilmesi, yalnızca taahhütte bulunanın rızası aranmaksızın tapu sicilinde söz konusu
hakların şirket adına tescilini talep olanağı sağlamaktadır. Yani anonim ortaklık, tüzel
kişilik kazanmasının ardından anılan kural nedeniyle bu şekilde taahhüt edilmiş
hakların tapuda şirket adına tescilini talep edebilecektir (TTK. m. 285/II).
Bu görüşe dayanak olarak, TTK.’nun 285. maddesinin Adliye Encümeni
Mazbatasında yer alan gerekçesine vurgu yapılmaktadır. Burada, nakit dışı sermaye
taahhüdünün mülkiyeti nakle yeterli olmayıp sadece bir borçlanma işlemi niteliğinde
olduğu ifade edilmiş olup ayrıca “gayrimenkuller için Tasarı’nın TTK.’nun 285/II ve
TTK. m. 140. maddesi hükümlerine göre taahhüdün muteber olması açısından
hâkimden tescil kararının istenebileceği” ifadesi bu durumda bir tescilsiz iktisaptan
söz edilemeyeceğini göstermektedir297.
Bu nedenlerle taahhüt konusu olan taşınmazlar ve bunların üzerindeki diğer
ayni hakların tapu siciline tescilleri yapılmaksızın anonim şirketçe kazanılması söz
konusu olamaz298. Sermaye payı olarak bir taşınmazın taahhüt edilmesi hâlinde
bunun anonim şirkete devri için usulüne uygun biçimde taahhütte bulunanın tapuya
müracaatı ve diğer usuli işlemlerin tamamlanması gerekir. TTK. m. 285/II’deki kuralın,

296
Arslanlı, “Ayni sermayede anonim şirketin iştirak müteahhidinin sırf “taahhüdü ile” tescil mühim
mahzurlar tevlid edebilir. Zarar ihtimallerini bertaraf etmek için belki en emin yol sermayenin tescilden önce
vaz’ını mecburî kılmaktır. … Mesela menkuller kuruculara veya üçüncü bir şahsa tevdi edilebilir.
Gayrimenkullerin devri için de gereken müracaat yapılır veya tapuya şerh verilebilirse, şirket hükmi şahsiyet
iktisap etmekle mülkiyet hakkını derhal ve resen ihraz etmiş olur. TTK.’da mülkiyet hakkının resen intikali
telakkisi terviç edilemediği takdirde ifanın temini için 140. madde gereğince kuruculara şirketin tescilinden önce
kayıtsız ve şartsız tedbir istemek hakkı tanınmalıdır. Bizce TTK.’nun 140. maddesi başka bir gaye ile sevk
edilmiş olamaz. ” görüşündedir. (C. I, s. 189); Aynı yönde bkz. Kalyoncu, s. 18; Moroğlu, Sermaye Olarak
Taşınmaz, s. 36-37; Hüseyin Ülgen, , “Ticaret Şirketlerine Sermaye Olarak Konulan Mülkiyet ya da Mevcut
Tesis Edilecek Diğer Ayni Hakların Tescilini Kim/Kimler Đsteyebilir”, Đkt.Mal. 1985, C. XXXII, S. 2, s. 61-64;
Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 673; Tuğsavul, s. 144-145.
297
Kalyoncu, s. 19.
298
Y. 11 HD. 18.4.1989, E. 89/2886, K. 89/2366; Ayrıca, TTK.’nun 1951 tarihli Hükümet Tasarısı’nda bu
nakit dışı sermaye ile ilgili olarak, “Ayin olarak konacak olan sermayenin karşılık sayılabilmesi için, ortaklığın
ticaret siciline kayıt edildiği tarihten itibaren bunun üzerinde doğrudan doğruya tasarrufa başlayabilmesi ve
eğer gayrimenkul üzerinde mülkiyet ve sari bir ayni hak sermaye olarak konacak olursa bu hakların tapu siciline
kendi namına geçirilmesi kayıtsız şartsız istemek hakkını haiz olması lazımdır.” kuralı yer almıştır. Đsviçre
sisteminin benimsendiği görülen bu kuralın yasalaşma sürecinde Adliye Encümeninde yapılan müdahaleler ile
mevcut biçimi aldığı görülmektedir. Tekinalp, (Poroy/Çamoğlu), N. 1028, s. 612-613.
75

tescilden sonra taahhüt konusu gayrimenkul ya da onun üzerindeki sınırlı ayni hakları
şirketin kendi adına tapu siciline tescilini isteyebilmesi şeklinde anlaşılmalıdır299.

iii. Görüşlerin Değerlendirilmesi


Şirkete pay bedelleri karşılığında bir taşınmazın ya da taşınmaz üzerinde
sınırlı bir ayni hakkın konulması taahhüdüne dayanarak şirketçe tüzel kişiliğin
kazanılmasının ardından bu durumun tapu sicilinde tescil edilmesi, doktrinde
savunulan birinci görüş bakımından açıklayıcı, ikinci görüşe göre ise kurucu işlev
görecektir300.
TMK.’nun 1013. maddesinde tescilin, tasarrufa konu olan taşınmaz malikinin
yazılı beyanı üzerine yapılacağı, edinen kimsenin yasa kuralına, kesinleşmiş
mahkeme kararına veya buna eşdeğer bir belgeye dayanması hâlinde bu beyana
gerek bulunmadığı hükmü yer almaktadır. Yine bu maddenin son fıkrasında bir aynî
hakkı tescilden önce kazanan kimsenin, gerekli belgeleri ibraz ederek tescili
isteyebileceği ifade edilmiştir.
TTK. m. 285/II, c.1’deki ifade karşısında, tüzel kişilik kazanan anonim şirketin
nakit dışı sermaye üzerinde mülkiyet iktisabının yalnızca menkul mal ve haklara özgü
olarak düzenlendiği sonucu ortaya çıkmaktadır301. Anılan fıkranın ikinci cümlesinde
ise gayrimenkul mülkiyeti ve üzerindeki diğer ayni haklarda şirketin malik sıfatı
kazanabilmesine dair bir hüküm bulunmamaktadır. TMK.’nun 1013. maddesinde
sayılan taşınmazların tescilsiz iktisap hâlleri arasında anonim şirketlere aynî sermaye
taahhüdü konusuna yer verilmemiş olması karşısında şirkete sermaye payı karşılığı
olarak konulması taahhüt edilen taşınmazlar açısından tescilsiz iktisap hâlinin söz
konusu olmadığının kabul edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla bunlara ilişkin sicile
anonim şirketçe tescilin yapılmasının talep edilmesi gerekmekte ve ancak bu
tescilden sonra şirket taşınmazın mülkiyetini kazanmaktadır302. Yine kaynak ĐBK’nun
633/IV. maddesinde sermaye olarak gayrimenkul taahhüdünde bulunan ortakların bu
taahhütlerinin, ancak bu konudaki tescili talep hakkının kayıtsız ve şartsız şirkete
tanınması durumunda karşılık sayılacağı kabul edilmektedir303.

299
Arslanlı, C. I, s. 189.
300
Ülgen, Ayni Hakların Tescili, s. 61.
301
Moroğlu, Sermaye Olarak Taşınmaz, s. 38.
302
Değirmenci, s. 28; Moroğlu, Sermaye Olarak Taşınmaz, s. 27-40.
303
A.Sıegwart, Kommntar zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch, V. Band Obligationenrecht 5. Teil: Die
Aktiengelsellschaft, Art 628, N. 40 (s. 237), Von Steiger, s. 124-125. Keza Meier-Hayoz, s. 49 ve devamında 12
76

Kanaatimizce her ne kadar düzenlemenin amacı ortaklığı, taahhütte bulunan


pay sahibinin tescil konusundaki taahhüdünü ifadan kaçınması tehlikesine karşı
korumak ise de bu durum, şirketçe mülkiyetin kazanılması için tapuya tescil gerek ve
zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bu sorunun çözümü açısından TTK
Tasarısı’nın 128/III. maddesindeki, “Sermaye olarak taşınmaz mülkiyeti veya
taşınmaz üzerinde var olan veya kurulacak olan aynî bir hakkın konulması borcunu
içeren şirket sözleşmesi hükümleri resmî şekil aranmaksızın geçerlidir.” hükmü
dikkate değerdir. Kuralın gerekçesinde de vurgulandığı üzere bu tür aynî sermaye
üzerinde şirketin tasarruf edebilmesi bakımından tapu siciline tescil gerekmekte ise
de ikinci fıkrada gayet isabetli bir şekilde bu gibi değerler aynî sermaye olarak
konulurken ilgili sicillerine şerh verilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Dolayısıyla şirketin
tescil talebiyle birlikte iktisabı güvence altına alınmış olmaktadır.

b. Taşınır Mallar
Kural olarak taşınırların mülkiyetinin geçirilmesi yasal bir istisna bulunmadığı
sürece zilyetliğin naklini gerekli kılar. TTK. m. 285/II’de yer alan kural ise sermaye
payı karşılığında menkul bir malın konulması taahhüt edilmişse şirketin tüzel kişilik
kazandığı tarihten itibaren bunların üzerinde malik sıfatıyla doğrudan doğruya
tasarruf edebileceğini düzenlemektedir. Dolayısıyla, şirketin söz konusu menkuller
üzerinde malik sıfatıyla tasarrufta bulunabilmesi, tescil ile birlikte bu menkullere ilişkin
borcun muaccel olmasını gerektirmektedir. Başka bir deyişle bu taahhütlere ilişkin
borç şirketin tesciliyle birlikte muaccel hâle gelmektedir.
Burada taahhüde konu menkullerin mülkiyetinin şirkete nasıl geçeceğinin
üzerinde durulması gerekmektedir. Şöyle ki;

(1) Taşınırların Mülkiyetinin Kuruluşla Şirkete Đntikal Ettiği Görüşü


Bu konuya ilişkin doktrinde ileri sürülen birinci görüş, anonim şirkete
sermaye olarak konulan taşınırların mülkiyetinin kuruluş ile intikal ettiği ve burada
yasa koyucunun teslimsiz iktisap hâlini öngördüğü yönündedir304. Bu durumda
şirketin tüzel kişilik kazanmasıyla birlikte taahhüde konu mallar üzerinde malik ve asli
zilyet, sermaye koymayı taahhüd eden kişi ise söz konusu mallar üzerinde feri zilyet

adet tescilsiz iktisap hali saymış fakat OR. 634/IV’ten bahsetmemiştir. Moroğlu, Sermaye Olarak Taşınmaz, s.
38- 39 naklen.
304
Ansay, Anonim Şirketler, s. 228; Arslanlı, C. I, s. 186; Değirmenci, s. 28; Moroğlu, Sermaye Olarak
Taşınmaz, s. 27-40; Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 287; Tuğsavut, s. 142-143.
77

olur, mala ilişkin yarar ve hasar da şirkete intikal eder. Bu andan itibaren taahhüt
edenin borcu taşınırı muhafaza ve teslimden ibarettir305. Pay sahibi koymayı taahhüt
ettiği taşınırı teslim etmezse, şirket bunu pay sahibinden istihkak davası yoluyla talep
edecektir306.
Öte yandan, anonim şirkete pay sahibi tarafından sermaye bedeli olarak
getirilmesi taahhüt edilen taşınırların mülkiyetinin şirketin tüzel kişilik kazanması ile
başka bir işleme gerek bulunmaksızın yani zilyetlik nakledilmeden doğrudan şirkete
geçeceğini kabul eden bu görüşün benimsenmesi, uygulamada bazı sorunlara neden
olabilecektir307. Zira bu durum, pay bedeli karşılığı şirkete getirilmesi taahhüt edilen
taşınırın iyi niyetli üçüncü kişiler tarafından iktisap edilmesine engel oluşturmamakta,
taşınırın pay sahibinden başkasına ait bulunması olasılığında ise fiili olarak
uygulanabilirlikten yoksun kalmaktadır. Yani bu son olasılıkta malik olmayan pay
sahibince yapılan taahhüt üzerine, şirketçe bu menkul malın mülkiyetinin kazanılması
mümkün değildir308. Ayrıca TTK m. 391/I.’de yer alan, “Esas sermayeye karşılık olan
hisse senetlerinin bedelleri tamamen ödenmedikçe, umumi heyet yeni hisse senetleri
çıkarmak suretiyle sermayenin artırılmasına karar veremez.” kuralı nedeniyle
sermaye artırımının taahhüt edilmiş pay senetlerinin bedellerinin tamamen ödenmesi
koşuluna bağlı olması da bu bakımdan sorun kaynağı olmaktadır309.
Moroğlu, bu gibi sakıncaların önüne geçilmesi amacıyla, TTK.’nun 142.
maddesine göre sermaye payı karşılığı taahhüt edilmiş olan alacağın şirketçe tahsil
edilmesi koşuluyla sermaye borcunun sona ereceği kuralının, menkul sermaye
taahhütlerine de uygulanabileceği savunmaktadır. Gerçekten de aksi takdirde, şirkete
konulması taahhüt edilen, hatta şirket esas sermayesinin önemli bir bölümünü
oluşturan taşınırların ve diğer bir kısım hakların taahhüt edilmesinin ardından
zilyetliklerinin şirkete geçirilmemiş olması nedeniyle TMK. hükümlerine göre iyiniyetli
üçüncü kişilerce iktisap edilmesi olasılığında ifa imkânı ortadan kalkmaktadır. Bu ise
taahhüt eden pay sahiplerince fiili bir ifa söz konusu olmamasına rağmen, borcun ifa
edilmiş olduğu gibi TTK.’nun 391. maddesinin özüne aykırı bir sonuca yol
açacaktır310.

305
Arslanlı, C. I, s. 186.
306
Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 287.
307
Değirmenci, s. 29.
308
Değirmenci, s. 29.
309
Değirmenci, s. 29.
310
Moroğlu, Esas Sermaye Artırımı 1972, s. 47.
78

TTK Tasarısı’nın 128/IV. maddesinde, “ Paradan başka ekonomik bir değer


veya bir taşınırın sermaye olarak konulmasının borçlanılması hâlinde şirket, tüzel
kişilik kazandığı andan itibaren bunlar üzerinde malik sıfatıyla tasarruf edebilir.” kuralı
yer almaktadır. Maddenin gerekçesinde bu düzenlemeye ilişkin olarak, “…şirketin
para ve menkul sermaye üzerinde de malik olarak tasarrufta bulunabilmesinin yolu
kanunen açılmıştır.” denilerek, bu nevi sermayenin mülkiyetinin teslime gerek
kalmaksızın şirketçe kazanılacağı ifade edilmiştir.

(2) Şirketçe Taşınırların Teslimsiz Đktisabının Söz Konusu Olmadığı Görüşü


Anonim şirkete sermaye olarak konulan taşınırların mülkiyetinin kuruluş ile
şirkete intikalinin söz konusu olmadığı görüşünü savunanlara göre TTK. m.
285/II’deki düzenlemeden sermaye payı olarak taahhüt edilen taşınırlar bakımından
“teslimsiz iktisap” yönteminin benimsendiği sonucu çıkarılamaz. Katılma payı olarak
taahhüt edilen taşınırların mülkiyeti, ancak bunların zilyetliğinin şirket tarafından
kazanılması hâlinde şirkete geçer311. Paradan başka ekonomik değerlere ya da
menkul mallara ilişkin olarak anılan fıkrada geçen, şirketin hükmi şahsiyet kazandığı
tarihten itibaren onlar üzerinde “malik sıfatıyla doğrudan doğruya tasarruf
edebileceği” şeklindeki ifadelerin şirketin tüzel kişiliği iktisap etmesinin ardından bu
taşınırlara malik olacağı biçiminde anlaşılmaması gerekmektedir. Bu hüküm, anonim
şirket ana sözleşmesi ya da şirkete katılma taahhütnamesinde sermaye payı olarak
taşınır getirme taahhüdünün hukuksal açıdan ne anlam taşıdığını açıklamakta ve bu
şekildeki bir katılım taahhüdünde bulunan kişinin şirketin tüzel kişiliği iktisap
etmesinin ardından, söz konusu taşınırların zilyetliğini şirkete devretme borcu altına
girdiğini göstermektedir312.
Bu görüşteki yazarlara göre, TTK.’nun 285/II. maddesinde taahhüt konusu
taşınır mala şirketin tescilinden itibaren malik olacağı ifade edilmemekte olup
yalnızca bir taşınırı anonim şirkete sermaye payı karşılığı olarak getirmeyi taahhüt
eden pay sahibinin bu borcunun anlamına ve kapsamına ilişkin varsayıma yer

311
Değirmenci, s. 28; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1028, s. 612; Krş. Domaniç, Anonim
Şirket, s. 147; Arslanlı, C. I, s. 186 vd.; Krş. Moroğlu,“.. Ortaklık kurulması taahhüt edilen taşınır malları
anılan maddeye göre teslimsiz iktisap etmekle beraber, TTK.’nun 391. maddesi anlamında ödemenin de
gerçekleştiğini kabule imkân yoktur. TTK.’nun 285/II. maddesi, TTK .’nun 143. maddesinin ikinci fıkrasının
genel hükmü ile getirilen karineyi anonim ortaklık bakımından kesin bir hâle sokmaktadır; o kadar. Halbuki,
TTK.’nun 291.maddesi anlamında ödeme ile kastedilen, taşınırın ortaklığın fiili hâkimiyet alanına girmiş veya
ortaklığa teslim edilmiş olmasıdır.” (Esas Sermaye Artırımı, s. 46).
312
Değirmenci, s. 28; Tekinalp, (Poroy/Çamoğlu), N. 1028, s. 612-613.
79

verilmektedir. Bu kuraldan hareketle, anonim şirketler tarafından taahhüde konu


taşınırların mülkiyetinin teslimsiz olarak kazanılması mümkün görülmemelidir313.

(3) Görüşlerin Değerlendirilmesi


Şirkete sermaye payı karşılığında taahhüt edilen taşınırlara dair teslimsiz
iktisabın kabul edilmesinin sakıncaları nedeniyle, ikinci görüşün şirket ve ilgililerin
korunması bakımından daha yararlı olduğu değerlendirilmektedir. Anonim şirkete
sermaye olarak taahhüt edilen taşınırlara yönelik pay taahhüdünden kaynaklanan bu
borcun ifa edilmiş sayılabilmesi için menkul malın anonim şirkete teslim edilmesi ya
da fiili hâkimiyetine girmiş olması şarttır314. Yine bu taşınırın devri bakımından özel bir
sicile tescil işleminin yapılmasının gerektiği takdirde, bu şekli işlem de yerine
getirilmiş olmalıdır315. Benzer durum hak ve alacaklar açısından da geçerlidir. Şirkete
sermaye olarak konulan hak ve alacakların şirketin tüzel kişilik kazanmasının
ardından mülkiyetin şirketçe iktisap edilmiş olması, pay sahibinin sermaye koyma
borcunu ifa ettiği anlamına gelmemekte olup, bunun için ayrıca taahhüt olunan
hakların devri için özel bir sicile tescili gerekiyorsa bu işlemin de yapılması,
alacakların ise tahsil edilmesi gereklidir316.
Bu durumda TTK. m. 285/II’de yer alan tescilden itibaren anonim şirketin
taşınırlar üzerinde “malik sıfatıyla doğrudan doğruya tasarruf edebileceği”nin
anlamının ne olduğunun ortaya konulması gereği ortaya çıkmaktadır. Tekinalp’e göre
bu kural, şirketin kuruluşunun (aynı şekilde sermaye artırımının) tescili ile başka bir
işleme gerek kalmaksızın taahhüde konu olan para dışındaki ekonomik değerler ve

313
Değirmenci, s. 28; Domaniç, Müeyyideler, s. 187; Tekinalp, (Poroy/Çamoğlu), N. 1028, s. 612-613.
314
Adliye Encümeni Mazbatasında yer alan TTK’nun 285. maddesine dair açıklamalar da dikkat çekicidir.
Nitekim söz konusu maddeyle ilgili “…aynı maddenin 2 nci fıkrasında sermaye olarak gayrimenkul mülkiyetinin
konulmasının taahhüt edilmesi hâlinde resmi şekil şartı aranmaksızın bu taahhüdün muteber olduğu da kabul
edilmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında ayın olarak konulacak sermayenin ne şekilde konulmuş
sayılacağının, yani ayın olarak sermaye koyma borcunun manasını ve şümulünü bildirmeyi hedef tutan 2 nci
fıkranın yazılışının değiştirilmesi gerekmiştir.” biçimindeki ifadelerde konusu paradan başka şey olan sermaye
taahhütleri bir ayırıma tabi tutulmamış olup, bu ifadelerin devamında da “Çünkü Hükümet Tasarısı’ndaki
yazılışa göre sermaye koyma taahhüdünün muteber sayılabilmesi için sadece kanuni şekle borçlanmak kafi
olmayıp bilhassa menkul malların fiilen şirket emrinde bulundurulması lazım geldiği gibi bir mana
çıkmaktadır.” biçiminde değerlendirmelere yer verilmek suretiyle şirkete bu tür sermaye taahhüdünde bulunan
kişinin yalnızca bu şeylerin zilyetliğini devretme borcu altına girmiş olacağı vurgulanmıştır. Aynı doğrultuda
TTK.’nın 285. maddesine dair açıklamalarda yer alan, “Mukaveleye veya iştirak taahhütnamesine konulan borç
doğuran hükümle, menkuller üzerinde şirket için onların teslimini istemek hakkı doğmuş bulunduğuna…”
şeklindeki ifadeler de bu hususu kuşkuya yol açmayacak biçimde açıklığa kavuşturmaktadır. (TTK 285.
maddesine ilişkin Adliye Encümeni Mazbatasında yer alan açıklamalar için bkz. Halid Kemal Elbir, Türk
Ticaret Kanunu, Đstanbul, 1956, s. 150).
315
Kalyoncu, s. 20.
316
Moroğlu,Esas Sermaye Artırımı, s. 34; Kalyoncu, s. 20.
80

menkul mallar üzerinde, malik sıfatıyla ve doğrudan doğruya tasarruf


yapılabileceğinin taahhütte bulunanca kabulü anlamına gelmektedir317. Anılan fıkra,
anonim şirketin kuruluşunda kurucularının, esas sermayenin artırımında ise şirket
yönetim kurulunun, taahhüt konusu taşınır malların tescilden sonra “malik sıfatıyla
doğrudan doğruya tasarruf edebilecekleri” tarzda anonim şirkete sağlanmasını temin
zorunluluğu olarak yorumlanmalıdır. Başka bir deyişle, sermaye taahhüdünün
geçerlilik koşulu olmamakla birlikte318 tescilden önce taahhüt konusu taşınırların
öncelikle tevdi edilmesi ya da başka bir tarzda şirket lehine “amade” kılınması
gerekmektedir. Şirketin tescillinden sonra söz konusu taşınırın zilyetliğinin ayrıca
nakline gerek bulunmamakta olup, taahhüt sahibinin amade tuttuğu yerden anonim
şirket tarafından bizzat alınarak mülkiyetleri kazanılabilecektir319. Bu takdirde gerekli
tescil işlemlerinin yapılmasının ardından başka bir formaliteye gerek bulunmaksızın,
bu mallar amade tutuldukları yerden ya da tevdi edilen mahalden şirketçe alınmak
suretiyle mülkiyetleri iktisap edilmiş olur.
Bu nedenlerle, sermaye payı olarak borçlanılan menkul malın ifa zamanının
belirlenmesine ilişkin TTK.’nun 285/II. maddesindeki kuralın sebep olduğu belirsizliğin
giderilmesi ve anonim şirketlerde ayni sermaye taahhüdünde ortaya çıkabilecek
güvensizliklerin önüne geçilmesi amacıyla, bu nevi sermaye taahhütlerinin ifa zamanı
ile ilgili “tescil ile muacceliyet” ilkesinin benimsenmesinde yarar bulunmaktadır320.
Yine TTK.’nun 391. maddesi bağlamında bu borcun ifa edilmiş sayılması için
taşınırlar üzerinde şirketin fiili hâkimiyetinin sağlanması yani zilyetliğin tesisi
gerekmektedir321.
Sonuç olarak, taşınırların mülkiyetinin şirketin kuruluşunun ardından şirkete
geçeceği şeklindeki yaklaşım tarzının doğurduğu sakıncalara karşılık, şirketçe bu
nitelikteki malların mülkiyetinin zilyetliğin nakli yoluyla geçeceğinin kabul edilmesi pek
çok sakıncayı ortadan kalkacaktır. Bu nedenle anonim şirketin, sermaye olarak
konulan taşınırları zilyedliğin devri ile iktisap ettiğinin kabul edilip pay sahiplerinin de
ancak bu anda borçlarını ifa etmiş sayılmaları gerekmektedir. Şirketin taşınır üzerinde

317
Tekinalp, (Poroy/Çamoğlu), N. 1028, s. 612-613; Öcal, Hisse Senetlerinin, s. 372
318
Bu durum Eski Đsviçre sisteminde ve 1951 tarihli TTK Hükümet Tasarısı’nda geçerlilik şartı olarak kabul
edilmiştir. (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1028, s. 612-613.
319
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1028, s. 612-613.
320
Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 677-678; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1026, s. 612.
321
TTK Tasarısı’nın 128/IV maddesinde sermaye olarak konan paradan başka ekonomik değer veya
taşınırlar üzerinde ortaklığın, tüzel kişilik kazandığı anda malik sıfatıyla doğrudan tasarrufta bulunabileceği ifade
edilerek, tescille mülkiyetin geçtiği kabul edilmiştir. Tasarı’daki bu kural tescille iktisabın yukarıda değinilen
sakıncalarını ortadan kaldırmamaktadır.
81

zilyet olma iradesi ile fiili hâkimiyet kurması bu açıdan yeterli kabul edilmeli, ayrıca
menkul malın bizzat şirketin elinde bulunması aranmamalıdır.

c. Haklar ve Alacaklar
Taşınır malların sermaye taahhüdü konusunda TTK. m. 285/II’de yer alan
teslimsiz iktisaba dair kural, “paradan başka iktisadi değerler” kapsamındaki haklar ve
alacaklar bakımından da geçerlidir. Bu yüzden şirkete pay sahibi tarafından bir hak
ya da alacak taahhüt edildiğinde, ana sözleşme ya da iştirak taahhütnamesine
temlikin yazılması, taşınırların taahhüdü ile aynı sonuçları doğurur. Temlik için aranan
şekil şartları ve diğer usuli işlemlerin de tamamlanmasıyla bu hak ya da alacak
şirketçe iktisap edilmiş olur322.
Bu bağlamda, kıymetli evrak niteliğindeki bir senede bağlanmış hakkın
nakledilebilmesi için senedin türüne göre devir ve teslim de şart olduğundan yalnızca
pay taahhüdünde bulunulması hakkın geçmesi sonucunu doğurmaz. Hatta bu hakkın
geçtiği kabul edilse dahi, senedin teslimi üçüncü şahıslar bakımından zorunlu bir
unsur olduğundan bu senedin iyiniyetli üçüncü şahsa ciro ve teslimi hâlinde, anonim
şirketin bu kişiye karşı herhangi bir talepte bulunma imkânı yoktur323.
Bir hak ya da alacağın yalnızca devri taahhüdünde bulunulmuşsa (BK. m.
163/II) sermaye payı borçlusunun şirketçe tüzel kişiliği kazanmasıyla birlikte bu hak
ya da alacağı yöntemine göre şirkete devir yükümlülüğü doğar. Bu takdirde şirket de
söz konusu hakkın ve alacağın devrini talep etme yetkisini kazanmaktadır324. Söz
konusu alacak ya da hakların yapılan devir taahhüdü ile birlikte mülkiyetinin şirketçe
kazanılmasına rağmen ödemenin de gerçekleştiğinin kabulüne olanak bulunup
bulunmadığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır:
Doktrinde Değirmenci tarafından ileri sürülen görüşe göre; sermaye payı
karşılığı olarak şirkete bir alacağın taahhüdü, “alacağın temliki” hükmünde
olduğundan, şirketçe tüzel kişiliğin iktisabıyla birlikte söz konusu alacak hakkının
iktisap edildiği ve bu andan itibaren pay sahibinin sermaye koyma borcunu ifa etmiş
sayılması gerekir. Aksinin kabul edilmesi temlikin tasarruf işlemi niteliği ile
uyuşmamaktadır. Üstelik örneğin pay sahibi tarafından şirkete sermaye payı karşılığı

322
Arslanlı, C. I, s. 189; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 678-679; Tuğsavul, s. 145-146..
323
Arslanlı, C. I, s. 189.
324
“TTK.’nun 140/2 maddesinin hükmü Adliye Encümeni mazbatasında verilen izahata göre daha ziyade
maden hakları için sevk edilmiştir. Maden hakları devir edilmişse, anonim şirket devredecek ortağın ayrıca
rızasına bakılmaksızın alakalı mercilerden hakkın devrini resen istemek salahiyetini iktisab eder. Lakin hüküm
umumi bir mana taşıdığından bizce sair haklara da kabili tatbiktir.” Arslanlı, C. I, s. 190.
82

olmak üzere bir taşınmazın 10 yıl süreyle kira getirisinin taahhüt edilmesi durumunda,
TTK.’nun 142/I. maddesi kapsamında yapılacak yorum doğrultusunda pay sahibinin
10 yıl süreyle sorumluluğunun devam ettiğinin kabul edilmesi gerekir ki, bu da kabul
edilebilir görülmemektedir325.
Buna karşılık Moroğlu, bu yolla ifanın gerçekleştiğinin kabulüne olanak
bulunmadığını, TTK. m. 285/II’deki kuraldan mülkiyetin taahhütle birlikte anonim
şirkete geçtiği anlaşılmasına rağmen ödemenin de gerçekleştiğinin sonucuna
varılamayacağını; bu yolla ödemenin yani fiilen devir veya teslimin gerçekleşebilmesi
için şirketin malikin sahip bulunduğu haklar ile donatıldığı görüşündedir. Yazar,
sermaye taahhüdü kapsamındaki alacakların şirketin tüzel kişilik kazanmasıyla
birlikte şirketçe temellük edilmiş olmasına rağmen, TTK.’nun 142. maddesi gereğince
borçlunun borçtan kurtulması için alacağın şirketçe tahsilinin gerekmesi nedeniyle
şirketin tüzel kişiliği kazandığı anda borçlunun borçtan kurtulduğunun kabul
edilemeyeceğini, alacaklara ilişkin bu ilkenin aynı hukuksal konumda bulunan
paradan başka iktisadi değerler ve menkuller için de kabulünün uygun olduğu
kanaatindedir326.
Bilindiği üzere, alacağın sermaye payı olarak taahhüt edilmesi durumunda,
pay sahibinin bu borcunu ifa etmiş sayılması, TTK m. 142/I’de yer alan “Sermaye
olarak şirkete alacaklarını devretmiş olan bir ortak, alacakları şirketçe tahsil edilmiş
olmadıkça sermaye koyma borcundan kurtulmuş olmaz.” hükmü gereğince, söz
konusu alacağın şirket tarafından fiilen tahsil edilmesi şartına bağlıdır. Şirket
sözleşmesinde bir alacağı temlik eden, borçlunun aczinden de sorumludur (BK m.
169/II). Alacak kısmen tahsil edilmiş ise bu hükümler tahsil edilmemiş olan kısımlar
hakkında geçerli olur (TTK m. 142/IV)327. Şirket tüzel kişiliği, bu nitelikteki bir alacağı
tahsil edemediğinde, geciken ifa nedeniyle tazminat talebinde bulunabileceği gibi
süre bitiminden itibaren yasal faiz de talep edebilecektir328. Alacağın vadesi
gelmemişse, aksi kararlaştırılmadığı sürece vade gününden, vadesi gelmiş ise şirket
ana sözleşmesinin imzalanıp şirketin tescil edilmesi tarihinden itibaren bir ay içinde,
şirketçe tahsil edilmesi gerekir (TTK m. 142/II).

325
Değirmenci, s. 31.
326
Moroğlu, Esas Sermaye Artırımı, s. 46
327
Arlanlı, C. I, s. 193.
328
Ansay, Anonim Şirketler, s. 229.
83

Bu nedenlerle taahhüt konusu alacakların ve hakların TTK. m. 391


bağlamında ifa edilmiş sayılabilmesi için taahhüt ve temellük edilen alacakların
şirketçe tahsili, diğer hakların ise TTK.’nun 285/II. maddesine göre hukuken iktisap
edilmelerinin yanında fiilen de şirketin malvarlığına dâhil olmaları gerekmektedir.

V.TAAHHÜT KONUSU HAKLARIN ĐHTĐYATĐ TEDBĐR ĐLE


KORUNMASI

Ticaret şirketleri bakımından sermaye taahhüdünün hüküm ve sonuçlarının


düzenlendiği TTK.’nun 140. maddesinin beşinci fıkrasında, “Ortaklarca sermaye
olarak konulması taahhüt edilen hakların muhafazası için kurucular tarafından
ortaklar aleyhine ihtiyati tedbir talebedilebilir.” kuralı yer almaktadır. Bu fıkrada geçen
“sermaye olarak taahhüt edilen haklar” biçiminde genel bir ifadenin kullanılması ve
kuralın anonim şirketin kuruluşunda uygulanmasına engel oluşturan istisnai bir durum
da bulunmadığından, sermayenin korunması ilkesinin geçerli olduğu anonim şirket
yapısına da uygun düşmektedir329.
Bu kuralın amacı sermaye taahhüdüne konu hakların korunması, başka bir
ifadeyle usulüne uygun biçimde şirkete sağlanmasıdır. TTK.’nun 140/V.
maddesindeki bu hüküm, HUMK m. 101 vd. yer alan genel kuralların dışında ihtiyati
tedbiri düzenleyen özel bir kural niteliğindedir. TTK.’nun bu maddesi kapsamındaki
hâllerde mahkeme, anılan hükmün amacına uygun olmak kaydıyla ihtiyati tedbirlerin
HUMK’ta aranan koşulları taşıyıp taşımadığını veya dava konusu edilen
uyuşmazlığın esasını çözecek ya da böyle bir sonuç doğuracak nitelikte olup
olmadığını araştırmakla yükümlü olmaksızın, taahhüde konu edilen alacağa ilişkin
muhafaza tedbirine karar vermekle yükümlüdür. Bu yolla şirketin kuruluşu yahut
sermaye artırımının ticaret siciline tescil edilmesiyle taahhüt edilen değerin şirketçe
kazanılması yani hukuki sonucunun güvenceye bağlanması temin edilmektedir. Bu
nedenle ihtiyati tedbirler ile korunması öngörülen hakların TTK.’nun 140. maddesinin
ikinci ve üçüncü fıkralarında sayılan haklarla sınırlı olmayıp, bunların dışında kalan
örneğin sermaye olarak taahhüt edilmiş menkuller üzerindeki ayni hakları ya da
kıymetli evraka bağlı alacak haklarını da kapsadığı değerlendirilmektedir.

329
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 99; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 79.
84

Öte yandan, sermaye artırım sürecinde taahhüt edilen alacak haklarına


yönelik ihtiyati tedbirler açısından TTK. m. 392/I, c. 1’de yer alan kuruluş kurallarına
atıf nedeniyle TTK.’nun 140/V. maddesinde yer alan hüküm burada da uygulanabilir
nitelik taşımaktadır. TTK.’nun anılan maddesindeki kural ile amaçlanan geçici hukuki
koruma açısından kuruluş aşamasında şirketin tesciline, sermaye artırımlarında ise
artırımın tescil edilerek tekemmül ettirilmesine kadar olan süreçte (TTK. m. 395),
alacağı sermaye koyanın borcuna aykırı ve taahhüdünde yer aldığı biçimde şirkete
geçmesine engel oluşturacak her çeşit davranıştan ve tasarruf işleminden kaçınma
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu doğrultuda alacağın sona ermesine neden olan
borcun ifa edilmesinin talep ve tahsili, borçlu ile ibra sözleşmesinin yapılması ya da
alacağın bir tasarruf işlemine konu yapılarak üçüncü bir şahsa devredilmesi
borçlunun yapmaktan kaçınması gereken hukuki işlemlerdir330.
Bilindiği üzere, alacak hakkının muaccel olacağı an ile borcun ifa edilebilir
olması zamanı her durumda birbiriyle uyuşmayabilir. Bir borcun ifasının vadeye bağlı
olması hâlinde borcun ifası ancak vadede talep edilebilir ise de borcun vadesinin
borçludan başka aynı zamanda alacaklı lehine kararlaştırılmış olduğunun
anlaşılmadığı takdirde borçlunun vadeden önce de borcunu ifa etme yetkisi
bulunmaktadır (BK. m. 80). Aynı biçimde taahhüde konu olan alacağın alacaklısı
tarafından bunun üçüncü kişiye temlik edilmesi ve alacağı temellük etmiş bulunan
kişinin de borçludan ifa talep edebilmesi olasılığı bulunmaktadır. Borçlu olan üçüncü
kişinin alacağı sermaye olarak taahhüt edene borcunu ifa etmesi neticesinde
alacağın sona ermesi, sermaye taahhüdüne konu olan alacağın yalnızca taahhüt
anında yahut şirket tarafından iktisap edilmesinden önceki bir zaman içinde muaccel
olması koşuluna da bağlı değildir331.
Taahhüde konu bir alacağın borçlusunun alacaklıya yaptığı ödeme geçerli
bir ifadır. Bu şekilde yapılan ödeme nedeniyle söz konusu alacak borç ilişkisi sona
ereceğinden, alacağın şirkete kanunen intikal ettirilmiş olması nedeniyle bu sermaye
taahhüdü işlemi henüz hükümlerini doğurmadan konusuz kalabilecektir. Aynı şekilde
kıymetli evraka bağlanmamış bir alacağın anonim şirkete sermaye olarak konulması
durumunda, taahhütte bulunan pay sahibinin bu alacağa yönelik tasarruflarının
önlenmesi amacıyla TTK. m. 140/V bağlamında bir ihtiyati tedbire gerek
bulunmamaktadır. Zira BK.’nun 50/III. ve 165. maddelerinde yer alan kurallar,

330
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 99.
331
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 100.
85

taahhüt edenin borca aykırı hareket edip taahhüdünde belirttiği biçimde alacağın
şirkete geçirilmesine engel oluşturacak olan tasarruflarına karşı anonim şirkete yeterli
korumayı sağlamaktadır332. Taahhüde konu alacağa ilişkin kuruluşta kurucular,
sermaye artırımında ise yönetim kurulu tarafından borçluya bu alacağın sermaye
olarak şirkete taahhüt edilmiş olduğunun bildirilmesi durumunda, borçlunun taahhütte
bulunan önceki alacaklıya veya bundan alacağı temellük ettiğini ileri süren bir diğer
kişiye ifa yapması, borçtan kurtulmasını neticelendirmektedir (BK m. 165).
Bu noktada şirkete güvence sağlayan bir başka yasa kuralı ise BK.’nun
150/III. maddesinde yer almaktadır. Buna göre geciktirici şarta bağlı bir tasarruf
işleminin ardından yapılan ve bu şartı ihlâl edecek nitelikteki tasarruf işlemleri şartın
gerçekleşmesiyle birlikte geçersiz hâle gelirler. Bu nedenle sermaye taahhüdüne
konu edilen bir alacağın şirkete intikal edebilmesine dair hukuki sonucun
gerçekleşmesi bir geciktirici şarta bağlı bulunduğundan şirketçe alacağın iktisap
edileceği ana kadar, alacağı pay bedeli karşılığında taahhüt edenin bu alacağa
yönelik yapacağı tasarruf işlemleri, şirketin kuruluşu ya da sermaye artırımının
gerçekleşmesi anından itibaren geçersiz duruma düşer333.
TTK.’nun m. 140/V hükmüne dayalı olarak ihtiyati tedbir talebinde
bulunulması, kuruluşta kurucuların, sermaye artırım aşamasında ise anonim şirketin
yönetim kurulunun yetki ve sorumluluğundadır334. Sermaye taahhüdüne konu olan
hakların korunması bakımından TTK.’nda ihtiyati tedbirlerin somut içeriğinin nasıl
olacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Đhtiyati tedbir konusunda genel
kuralların düzenlendiği HUMK. m. 101/b.1’de “teminat amaçlı” ihtiyati tedbir olarak
taşınmazların ve menkullerin yediemine tevdi edilebileceği düzenlenmiştir. Taşınmaz
ve taşınırlara el konulması ve yediemine tevdi edilmesini düzenleyen HUMK. m.
101/b. 1. maddesinde yer alan kural malların kime ait olduğu konusunun çekişmeli
olduğu duruma özgüdür. Bu bağlamda söz konusu kural, taahhüt konusu olan şeyin
tevdi edilmesine ilişkin TTK. m. 140/V uyarınca alınacak karar, taraflar arasında söz
konusu şeyin kime ait olduğunun çekişmeli olmasından değil, bu şeyin şirkete
sermaye payı olarak taahhüt edilmesinden kaynaklanmaktadır335.

332
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 101.
333
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 102.
334
Baki Toksal, Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C. II, Vize, 1991, s. 1296-1298.
335
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 104.
86

Para dışındaki herhangi bir değerin anonim şirkete sermaye olarak taahhüt
edildiğinin tedbir talebinde bulunan şirket tarafından ihtiyati tedbire ilişkin yapılan
yargılama esnasından ispat edilmesi, nakit dışı değeri sermaye olarak taahhüt edene
karşı, TTK. m. 140/V’e göre ihtiyati tedbir kararı verilebilmesi için yeterlidir. Yasa’nın
anılan maddesindeki kural, sermaye taahhüdüne konu edilen nakit dışı değerlerin
ifasına ilişkin yükümlülüklerinin yerine getirilmesini sağlamak suretiyle, tedbire konu
malvarlığının değerinin, şirket tarafından elde edileceği zamana kadar muhafaza
edilmesini sağlamaktadır. Đhtiyati tedbir, sermaye taahhüdüne konu değerin aidiyeti
hususunda çıkabilecek olan uyuşmazlığın sonuçlandırılmasına kadar korunması için
alınmaktadır336.
Öte yandan, TTK. m. 140/V, c. 2’de yer alan kurala göre ihtiyati tedbir
kararının kendiliğinden ortadan kalkmasına ilişkin HUMK. m. 109’da öngörülen on
günlük süre, şirketin tescili ve ilânı tarihinden başlayacaktır. TTK. m. 392/f. 1, c.
1’deki kuralda, sermaye artırımı sürecine ilişkin kuruluş hükümlerine yapılan atıf
nedeniyle sermaye artırımları bakımından TTK. m. 140/V’deki ilke uygulanabilecektir.
Ne var ki bu durumda da sermaye artırımının niteliği nedeniyle, on günlük sürenin
TTK.’nun 395. maddesi uyarınca sermaye artırımının ticaret siciline tescil edilmek
suretiyle tekemmül ettirilmesinden itibaren başlayacağının kabul edilmesi gerekir337.

336
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 107-108.
337
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 109.
87

ĐKĐNCĐ BÖLÜM

SERMAYE BORCUNUN ĐFA EDĐLMEMESĐ VE PAY SAHĐBĐNĐN


TEMERRÜDÜ

I. SERMAYE BORCUNU ĐFADA TEMERRÜT

A. Nakdi Sermaye Borcunu Đfada Temerrüt

1. Genel Olarak Temerrüt Ve Đfa Etmeme Kavramları


Đfa zamanı terimi, alacaklı yönünden, “edimin ifasının istenebileceği zamanı”,
borçlu yönünden ise “edimin alacaklıya sunulabileceği zamanı” ifade etmektedir.
Alacaklının edimin ifasını isteyebildiği andan itibaren alacak muaccel hâle gelmiş
olur1. Borçlunun temerrüdü ifa olanağı olmasına rağmen muaccel borcunu ifa
etmemesi anlamına gelmekte olup bu durumda borcun ifasında bir gecikme olmakla
birlikte, ifa edilme ihtimali bulunmaktadır. Temerrüt, geniş anlamıyla bir borcun ifa
edilmemesi durumu olmasına rağmen diğer ifa etmeme hâllerinden farklılık
taşımaktadır. Temerrüd dışında borcun ifa edilmeme hâllerinden olan noksan ya da
hiç ifa etmeme durumlarında mutlak anlamda bir ifa etmeme söz konusu iken
temerrüt kavramı, borcun kusurlu biçimde zamanında ifa edilmemesini ifade
etmektedir2. Borcun gereği gibi yerine getirilmemesi, borcu eda amacıyla sunulan
ifanın, yasada ya da sözleşmede belirlenmiş koşullara uygun olmamasıdır3.
Borçlunun temerrüdünün hukuksal niteliğinin daha da belirginleştirilmesi
bakımından bu kavramla bazı yönleri itibarıyla benzer nitelikler taşıyan kusurlu veya
kusursuz imkânsızlık ve borcun gereği gibi yerine getirilmemesi durumlarının
kıyaslanması yerinde olacaktır4. Bilindiği üzere kusurlu imkânsızlık, borçlunun
kusurundan kaynaklanan bir nedenle5, kusursuz imkânsızlık ise borçluya atfı
mümkün bulunmayan bir nedenle borcun yerine getirilebilmesi olanağının kesin bir
biçimde ortadan kalkmasıdır. Bunun sonucunda kusurlu imkânsızlık hâlinde borç artık

1
Reisoğlu, s. 259; Eren, s. 906.
2
Göle, s. 81.
3
Göle, s. 83.
4
Sonradan meydana gelen imkânsızlığın hukuki sonuçları, Kanunda borçlunun kusurlu olup olmamasına
göre (BK m. 96 vd., 117) düzenlenmiştir.
5
Göle, s. 82
88

bir tazminat borcuna dönüşmekte ve borçlu alacaklının uğradığı zararları tazmin ile
yükümlü hâle gelmekte (BK. m. 96) iken kusursuz imkânsızlık durumunda ise borç
düşmekte ve borçlunun herhangi bir kusuru da bulunmadığından alacaklının zararını
tazmin etmesi yükümlülüğü doğmamaktadır (BK. m. 117). Bu bağlamda kusurlu ya
da kusursuz imkânsızlık hâlleri ile borçlu temerrüdü kıyaslandığında, her iki
imkânsızlık durumunda da borcun yerine getirilmesi olanağı ortadan kalkmasına
rağmen mütemerrit borçlunun hâlâ borcunu ifa olasılığı bulunduğu görülmektedir.
Başka bir ifadeyle, borçlu temerrüdünde borcun ifasındaki gecikmeye rağmen hâlâ
aynen ifanın mümkün olması, bu hukuksal durumu diğer ödememe hâllerinden ayıran
bir özelliktir6.
Anonim şirketlerin kuruluş ve faaliyet safhalarında, pay sahiplerinin sermaye
borcu nedeniyle hangi şartlarda temerrüde düşecekleri konusu TTK.’nda özel olarak
düzenlenmemiştir. Bu nedenle, TTK. ile BK. arasında TTK.’nun 1/II ve 138. maddeleri
ile kurulan sıkı ilişki nedeniyle, BK.’nun 101. maddesinin pay sahiplerinin temerrüdü
bakımından da uygulanması gerektiği söylenebilir. Böylece anonim şirketin gerek
kuruluş, gerekse faaliyet safhasında pay sahiplerinin temerrüdü koşullarının neler
olduğu, BK. m. 101’e göre saptanabilecektir7.
BK.’nun anılan 101. maddesinde; “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının
ihtarıyla mütemerrit olur.
Borcun ifa edileceği gün müttefikan tayin edilmiş veya muhafaza edilen bir
hakka istinaden iki taraftan birisi bunu usulen bir ihbarda bulunmak suretiyle tespit
etmiş ise, mücerret bu günün hitamı ile borçlu mütemerrit olur.”
Hükmü yer almaktadır.
BK.’nun 101/I. maddesi doğrultusunda borçlunun temerrüdünden söz
edilebilmesi için öncelikle geçerli ve talep edilebilir bir borcun varlığı, ikinci olarak da
alacaklı tarafından bu hususta borçluya ihtarda bulunulmuş olması gerekmektedir.
Hükmün ikinci fıkrasında ise ayrıca ihtara gerek bulunmayan hâller düzenlenmiştir.
Bu iki şartın dışında borçlunun temerrüde düşmesi bakımından ayrıca kusurlu
olmasına gerek bulunmamaktadır.
Muaccel bir borç nedeniyle borçlunun temerrüde düşürülmesi bu hususta
ihtarı gerektirmektedir (BK m. 101/I). Yapılan temerrüt ihtarı niteliği itibarıyla bir
hukuki işlem değil, borçluya ödemeyi yapmadığı takdirde meydana gelecek hukuksal

6
Göle, s. 82.
7
Eriş, C. II, s. 2372; Değirmenci, s. 21; Göle, s. 85.
89

sonuçları bildiren bir irade beyanıdır8. Đhtarın hüküm ve sonuçlarını doğurması, ihtara
konu ve miktarı belirli bir borcun yerine getirilmesinin açıkça istenilmiş ve karşı tarafa
ulaşmış olması şartına bağlıdır. Ancak, ihtarın temerrüdün sonuçlarını içermesine
gerek yoktur. Bu şekilde, borçluya yükümlü bulunduğu edimi yerine getirmesi
gerektiği ihtarı bizzat alacaklı ya da bu bildirimi yapmaya özel olarak yetkilendirdiği
temsilcisi tarafından yapılır9.
Borçlunun temerrüde düşürülmesi için gerekli ihtarın şekline dair BK.’nun
101. maddesinde bir düzenleme yoktur. Bu nedenle ihtarın herhangi bir şekle tâbi
olmadığı ileri sürülebilir ise de, TTK.’nun 20/III. maddesi gereğince tacirler arasında
diğer tarafı temerrüde düşürmek amacıyla yapılacak olan ihtarların noter aracılığıyla,
iadeli taahhütlü bir mektupla yahut telgrafla yapılması zorunlu bulunduğundan
tarafları tacir olan bu tür işlemlerin mutlaka sayılan yöntemlerden birine uygun olarak
yapılması gerekmektedir10.
Buna karşılık, sözleşmede ifa için belirli bir tarihin kararlaştırıldığı, ifa
zamanının ihbar ve belirlenmesi yetkisinin taraflardan birine bırakıldığı (BK. m. 101/II)
ya da ihtarın faydasız olduğu (BK. m. 107) durumlarda yalnızca borcun muaccel
olması borçlunun temerrüde düşmesi için yeterli olup ayrıca bir ihtar yapılması
gerekmez.
Sermaye borcunu ifa etmeyen pay sahibinin temerrüde düşürülmesi,
özellikle ıskat uygulaması bağlamında büyük önem taşımaktadır. Çünkü temerrüde
düşürülmeyen ortağa yönelik olarak TTK.’nun 408. maddesinin hükümlerinin
uygulanması ve ortaklıktan ıskatı yoluna gidilmesi mümkün bulunmamaktadır11.

2. Anonim Şirketin Kuruluşu Aşamasında Pay Sahibinin Temerrüdü


Anonim şirkete ilişkin ani kuruluş yönteminin benimsendiği durumda,
kuruluşun ve sermaye artırımının tamamlanabilmesi için sermayenin tamamının
muvazaadan ari olarak taahhüt edilmiş olması yeterli olup nakdi sermayenin kısmen
dahi ödenmesi zorunluluğu yoktur. TTK.’nun 285/I. maddesi anonim şirketin kuruluş

8
Đnal, s. 222.
9
Đnal, s. 222.
10
Göle, s. 83.
11
Yargıtay da bir kararında bu hususu açıkça ifade etmiştir. Y. 11 HD.’nin bir kararında “… Bu
açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, davacıya apel borcunun ne miktar olduğunu kesin biçimde bildirir bir
tebligat yapılarak bu borcunu ödemesi için süre tanınmamış, diğer bir deyişle, temerrüde düşürülmemiştir.
Temerrüde düşürülmeyen ortağa ise, TTK.’nun 408. maddesinde öngörülen bir aylık sürenin tanınarak sonuçta
apel borcunun ödenmediği gerekçesiyle şirketten ihracına karar verilmesi yasaya aykırı bulunmaktadır…”
denilmiştir. Y. 11. HD. T. 23.11.1982, E. 4697, K. 4896 (Şener, s. 175).
90

ve sermaye artırımlarında “esas sermayeye tekabül eden payların tamamen taahhüt


edilmiş olmasını” yeterli sayarak nakdi sermayenin belli bir bölümünün dahi olsa
kuruluş aşamasında peşin ödenmesi koşulunu aramamış olmasına rağmen şirket
ana sözleşmesinde nakdi sermayenin tamamının ya da belirli bir bölümünün taahhüt
anında peşin ödeneceği kuralı benimsenebilir12.
BK.’nun 101/II. maddesindeki hüküm gereğince ifa gününün sözleşme ile
kararlaştırılması ve bu tarihe mutlaka uyulmasının gerekli olduğunun sözleşmeden
anlaşılması durumunda borçlunun temerrüde düşürülmesi için ihtar koşulu aranmaz.
Ana sözleşmede pay borçlarının ifası için kesin bir tarih gösterilmesi bu borcun
vadesinin kesin ve net olarak saptandığı ve bu tarihe mutlaka uyulması gerektiği
anlamına geldiğinden pay sahiplerinin temerrüdü için ayrı bir ihtara gerek
bulunmamaktadır. Dolayısıyla sermayeyi taahhüt edenler, sözleşmede kararlaştırılan
ve peşin ödenmesi gereken tutarları, belirtilen tarihte şirket adına bankaya bloke
etmezlerse ayrıca bir ihtar aranmaksızın temerrüde düşerler13.
Şirketin ani kuruluşunda nakit pay bedellerinin ödeneceği tarih kesin biçimde
önceden belirlenmemişse, bu borcun yerine getirilmemesi nedeniyle pay sahibinin
temerrüdü için ihtar şarttır (TTK. m. 407/1). Dolayısıyla ani şekilde kurulan anonim
şirkete ödenmesi gereken pay bedeli ve varsa agioları ödemeyen pay sahiplerinin
temerrüdü için, muacceliyetin ardından, kurucuların bu kişilere ifa için ayrıca ihtar
yapmaları da gerekmektedir. Aynı şekilde pay bedelinin muaccel olan kısmını
ödemekle birlikte agionun ödenmesi gerekli bölümünü ifa etmeyen pay sahiplerinin
temerrüde düşürülmesi için de ihtar gereklidir14.
Tedrici kuruluşta ise ana sözleşme ve izahname hükümlerine bakılarak
hangi koşullarla pay bedellerini ifa borcundan dolayı temerrüdün oluşacağı belirlenir.
Bu durumda temerrüd faizi talebi için ihtara gerek bulunmadığına dair TTK. m. 407/I
hükmü uygulanmaz15. Anonim şirketin tedrici yöntemle kuruluşunda ana sözleşme ya
da izahnamede şirkete katılmayı isteyenlerin sermaye taahhütleri ile itibari değerin
üzerinde hisse senedi çıkarılmışsa payların peşin olarak ödenmesi izahname ya da
ana sözleşme ile şart kılındığı takdirde, taahhüt anında ödeme yapmayan pay
sahiplerinin ayrıca BK.’nun 101/II. maddesi göre ihtar yapılmasına gerek

12
Kalyoncu, s. 84.
13
Kalyoncu, s. 84.
14
Moroğlu, Sermaye Artırımı, s. 95; Göle, s. 87
15
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1057a, s. 624.
91

bulunmaksızın temerrüde düştüklerinin kabul edilmesi gerekmektedir. Zira bu tarihin


ana sözleşme ya da izahname ile açıkça gösterilmiş olması BK.’nun 101. maddesi
gereğince ayrıca ihtara gerek bırakmamaktadır. Bu çözüm tarzı, anonim şirketin bir
an önce kuruluş işlemlerini tamamlayarak tüzel kişilik kazanabilmesi için, şirkete
katılma taahhüdünde bulunanlarca yükümlülüklerinin belirlenen tarihte mutlaka ifa
edilmesi gereğine de uygundur16.
Genel olarak borçlunun BK. m. 101/II. maddesine göre borcun muaccel olup
temerrüde düşürülebilmeleri için, sözleşmeyle borcun ifa zamanının yapacağı bir
ihbar ile belirleme yetkisinin taraflardan birine bırakılmış olması gerekir. Buna karşılık
yasa koyucu tarafından, tedrici kuruluşta anonim şirkete katılma taahhüdünde
bulunan kişilerce sermaye payı ile varsa agionun ödenmesi gereken kısımlarının
vadesini belirleme yetkisi kuruculara bırakılmıştır. Kurucuların ifa zamanını belirleyici
nitelikteki katılma taahhüdünde bulunanlara yönelik ihtarı ile sözleşmeden
kaynaklanan yetkiye dayanarak taraflardan birinin bu hususta yaptığı ihtara farklı
sonuçlar bağlanması işin niteliğine uymamaktadır. Her iki durumda da önemli olan,
yapılan ihtar vasıtasıyla borçlunun borcunu ödeme zamanını her türlü duraksamadan
uzak ve açık biçimde öğrenmiş olmasının sağlanmasıdır. Dolayısıyla, tedrici biçimde
kurulan anonim şirketlerde, kuruluş döneminde ödenmesi gerekli sermaye payları ve
varsa agionun, kurucularca belirlenip yapılan ihtara rağmen ödemeyen pay
taahhüdünde bulunanların belirlenen tarihte ayrıca yeni bir ihtara gerek
bulunmaksızın temerrüde düştüklerinin kabul edilmesi gerekir. Ne var ki, kurucuların
pay taahhütlerinin ödenmesi için belirledikleri vade, iştirak taahhüdünde bulunanların
söz konusu borcu ifa edebilecekleri uygun bir süreyi de içermesi şarttır17.
Halka arzın talep toplama yöntemiyle gerçekleştirilmesi hâlinde pay sahibi
olmak isteyenler daha önce sirkülerde belirlenen payı TTK.’nun 283. maddesine
uygun olarak düzenlenmiş katılma taahhütnamesiyle taahhüt ederler. Belirlenen pay
bedelinin sirkülerde gösterilen bir bankadaki hesaba tam ve nakit olarak
yatırılmasının ardından hisse senedi satın alınmasına ilişkin talep formu doldurularak
imzalanır. Katılma taahhüdünde bulunanlarca banka hesabına yatırılmış para şirketin
tüzel kişilik kazanması anına kadar bloke edilir. Şirketin kuruluş işlemlerinin
tamamlanamadığı ve tüzel kişilik kazanamadığı takdirde parayı yatıran ilgililerin
talepleri üzerine bu paralar kendilerine iade edilir (Seri: VIII, 22, m.4).

16
Göle, s. 88.
17
Göle, s. 89
92

Öte yandan, tedrici kuruluş sürecinde uygulanan talep toplama yöntemi


neticesinde yeterli miktarda talep olmaması durumunda talep dışında kalan şirket
paylarının talep toplanmaksızın satışı mümkündür. Bu takdirde pay satın almak
isteyenlerin talep formu düzenlemelerine gerek bulunmamakta olup pay bedellerinin
ödeme şartları talep toplama yönteminde olduğu gibidir (Seri: VIII, No: 22, 5).
Yukarıda değinildiği gibi tedrici kuruluş yönteminde paylara ilişkin satım
bedeli payın taahhüdüyle birlikte taahhütte bulunanın icap niteliğindeki bu talebinin
şirket kurucuları tarafından henüz kabul edilmesinden önceki aşama olan icaba davet
aşamasında şirket adına açılan bankadaki bir hesaba tam ve nakden yatırılıp bloke
edilmektedir. Taahhütte bulunan tarafından pay bedeline karşılık gelen paranın
belirtilen bankadaki hesaba yatırılmaması hâlinde satın alma talebinin kurucularca
kabul edilmesi söz konusu olmayacağından, bu süreçte bakiye nakdi sermaye koyma
borcunun oluşması ve dolayısıyla da temerrüt durumu ortaya çıkmayacaktır18.

3. Anonim Şirketin Faaliyeti Aşamasında


Anonim şirket pay sahiplerinin taahhüt ettikleri sermaye paylarının
tamamının şirketin kuruluşu aşamasında ödenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.
Ana sözleşmede bu konuda herhangi bir düzenlemeye yer verilip taahhüt edilen
nakdi sermaye paylarının tamamının kuruluşla birlikte ödenmesi esası kabul
edilmemiş ise pay sahiplerince taahhüt edilmiş bulunan bakiye sermaye borcu tescilin
ardından şirketin faaliyet dönemi içinde ödenecektir19.
Pay bedellerinin zamanında ifa edilmemesi durumunda borcun ifasında
gecikmeden söz edilir. Şirketin faaliyeti aşamasında, bakiye sermaye paylarının ifa
zamanı konusunda çeşitli olasılıklar söz konusu olabileceği gibi, pay sahibinin bu
borcu nedeniyle temerrüdü, ifa zamanının ana sözleşmede gösterilmiş olup
olmamasına göre farklı zamanlarda gerçekleşir. Şöyle ki;

a. Pay Borçlarının Vadelerinin Ana Sözleşmede ya da Đştirak


Taahhütnamesinde Gösterilmesi

18
Kalyoncu, s. 83.
19
Yargıtay TD.’nin kararında, “Anonim şirket, kendi hissedarlarından, şirkete karşı taahhüt ettikleri bakiye
sermaye hisselerinin ödenmesini talep etmek zorunluluğundadır. Bankanın tasfiye hâlinde bulunması bu esası
asla değiştirmez.” denilmektedir. Y. TD.T. 17.5.1968, E. 1966/2015, K. 1968/3018 (Doğanay, C. 1, s. 1219).
93

Öncelikle sermaye paylarından kaynaklanan borçların ifasına ilişkin TTK. m.


407/I’de yer alan, sermaye koyma borcunu zamanında ifa etmeyen pay sahibinin
ihtara gerek bulunmaksızın temerrüde düşeceği kuralı BK m. 101/II. maddesinde yer
alan genel prensibin bir tekrarı niteliğindedir20. Ne var ki, ana sözleşme ile pay
sahibinin bu borçları nedeniyle temerrüde düşürülmesinin, bu hususta ihtar
gönderilmesi şartına bağlanması mümkündür21.
Bakiye sermaye borcunun bir defada ya da taksitler hâlinde ödenmesi
kararlaştırılmışsa ifa tarihi veya tarihlerinin ana sözleşmede ya da genel kurul
tarafından belirlenip iştirak taahhütnamesinde belirtildiği takdirde o tarihin gelmesiyle
birlikte sermaye koyma borcu muaccel olur22. Bu yüzden TTK. m. 406/I’de şirket
tarafından pay bedellerinin ilân yoluyla isteneceği şeklindeki kural, muacceliyet
bakımından bu çağrının zorunlu olduğu anlamında yorumlanmamalıdır. Bunun
anlamı, ifa tarihinin ana sözleşme veya genel kurul kararıyla belirlenmediği
durumlarda başvurulması gereken bir yedek hukuk kuralı niteliğindedir23. Ayrıca
şirket yönetim kurulu ya da başka bir organı tarafından bir ifa çağrısının yapılması
zorunluluğu bulunmamaktadır. Buna rağmen şirket yetkili organlarınca bir ihtar
yapılmış ise bu, bir hatırlatma ya da ikaz anlamına gelir.
Pay sahiplerinin bakiye sermaye koyma borcunun ödeme tarihinin kesin
olarak belirlendiği ya da bunun zamanının bir ihbar ile belirleme yetkisinin şirket
organlarına bırakıldığı takdirde, usulünce belirlenmiş bu tarihte ödeme yapmamış
olan pay sahipleri temerrüde düşerler (BK. m. 101/II).
STB.’nın 2003/3 sayılı Tebliği ile nakdi sermayenin ödenme zamanı üç ay ve
üç yıllık sürelerle sınırlı olarak ana sözleşmede gösterilmesi zorunluluğu getirilmek
suretiyle, taahhüt edilmiş bulunan nakdi sermayenin dörtte birlik bölümünün şirketin
tescilini takip eden üç ay, bakiye dörtte üçlük bölümün ise nihayet tescilden itibaren
en geç üç yıl içinde ödenmesinin temini amaçlanmıştır.
Bu şekilde tescili takip eden süreler içinde yapılacak olan ödemelerin ana
sözleşmede tarih ve miktarı belirlenerek, pay sahiplerince ödemelerin şirketin
faaliyette bulunduğu süreçler içinde yapılması sağlanmaktadır. Aynı şekilde anılan

20
Doğanay, sermaye payı borçlusunu yani iştirak taahhütnamesi veren kişinin mütemerrit duruma düşürüp
borcu muaccel hâle sokmak için bu kişiye ihtar keşidesine gerek bulunmamasını, pay sahibinin münhasıran
taahhüt ettiği sermaye miktarı ile sorumlu olması (TTK. m. 388/I) ve bu durumun anonim ortaklığın en önemli
niteliğini teşkil etmesinden kaynaklandığı görüşündedir. (Doğanay, C. I, s. 1217).
21
Değirmenci, s. 22; Doğanay, C. I, s. 1217.
22
Çevik, s. 543; Schmidt, Lutter, § 63, s. 722.
23
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1024, s. 624.
94

Tebliğin sermaye artırımlarını düzenleyen bölümünde, sermaye artırımlarına ilişkin


ana sözleşme değişikliklerine ilişkin tadil tasarılarında taahhüt edilmiş bulunan nakdi
sermayenin dörtte birinin peşin olarak ödenmesinin veya sermaye artırımının tescili
tarihinden itibaren en geç üç ay içinde ödenecek olmasının, nihayet kalanının da üç
yıl içinde olacak şekilde ödenme zamanının gösterilmesi istenilmektedir.

b. Pay Borçlarının Vadesinin Belirli Bir Tarih Yerine Tescilini Đzleyen Bir
Süre Olarak Belirlenmesi
Pay bedelinin ödeme gününün açık bir tarih olarak kararlaştırılması yerine,
bunun şirketin tescilinden itibaren işleyerek bir süre olarak öngörülmesi durumunda,
muacceliyet tarihinin kesin bir süre olduğundan söz edilemez. Bu şekildeki bir
vadenin şirket ana sözleşmesinde kesin olarak belirlendiği ve ortaklarca bilinmesi
gerekli olduğunun kabülüne imkân bulunmadığından pay sahiplerine bir çağrı
yapılması gereği ortaya çıkmaktadır. Şirket yönetim kurulunun mevzuat ve ana
sözleşmedeki kurallar doğrultusunda belirleyeceği vade tarihinde bakiye sermaye
borcunun ödenmesini pay sahiplerinden istemesi gerekir.
Ne varki böyle bir olasılıkta da yine şirket yönetim kurulunca yapılacak
çağrının hukuksal niteliği, sermaye koyma borcunun muacceliyet tarihini belirlemek
olmayıp, yalnızca bu hususta ana sözleşmede belirlenen koşulun gerçekleştiği ve
vadenin geldiğini paydaşlara hatırlatmadan ibarettir24.

c. Pay Bedellerinin Vadesinin Belirleme Konusunda Yönetim Kurulu ya


da Genel Kurulun Yetkili Kılınması
Kuruluşta yasal olarak pay taahhüt edilmesiyle yetinilip pay bedellerinin
ödeme gününü belirleme yetkisinin şirketin genel kurulu ya da yönetim kuruluna
bırakılması mümkündür. Bu yetki açık olarak şirket organlarından genel kurula
bırakılmamışsa, yönetim kurulunca kullanılır.
Pay sahiplerinin ifa gününden nasıl haberdar edileceği konusunda ana
sözleşmede bir düzenleme yoksa TTK m. 406’deki (Alm.POK § 63) kural gereğince
bunun için ilân gereklidir. Şirket organlarından birine söz konusu yetki bırakılırken
ana sözleşmeyle ifa için pay sahiplerine ihbar yapılması şartı koşulmuşsa,
sözleşmedeki ihbar koşuluna bağlanan hükümleri düzenleyen BK.’nun 128.
maddesindeki kural doğrultusunda borç ihbar ile muaccel olacaktır. Ancak bu

24
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1024, s. 610.
95

konudaki çağrının ilan yerine taahhütlü mektupla yapılmasının daha isabetli olduğu
değerlendirilmektedir. Uygulamada bu çağrı apel olarak adlandırılmakta taksitle
ödemenin söz konusu olduğu durumlarda ise apeller 1., 2., 3., … şeklinde ifade
edilmektedir25. Yapılacak bu bildirimde anonim şirketin şirket unvanının ve şirket
yönetim kurulunun kararına dayalı olarak bu çağrının yapıldığının belirtilmesi gerekir.
Ayrıca paylara karşılık ödenmesi gerekli miktar, ödeme tarihi ve ödemenin yapılması
gereken banka hesap numarası vs. hususlar da yer almalıdır26.
Daha önce de vurgulandığı üzere, TTK. m. 285/I’e göre esas sermayenin
tamamen ve muvazaadan arî olarak taahhüt edilmesi yeterli görülüp, nakdi
sermayenin peşin ya da şirketin (veya sermaye artırımının) tescilinden itibaren belli
bir süre içinde ifa edilmesi koşulu aranmamasına rağmen, STB.’nın 2003/3 sayılı
Tebliği ile ödeme zamanlarının ana sözleşmede gösterilmesi zorunluluğu getirilerek
ödeme süreleri de üç ay ve üç yıllık süreler ile sınırlandırılmıştır. TTK.’nun
benimsemiş bulunduğu sisteme göre nakdi sermayenin ödenme zamanının ana
sözleşmede herhangi bir süre sınırlamasına tâbi olunmadan dilenilen biçimde
düzenlenebileceği gibi, nakdi sermayenin ödeme zamanının ana sözleşmede
gösterilmeyerek27, bunun zamanını belirlemek yetkisi genel kurula ya da yönetim
kuruluna bırakılabilecektir. Ayrıca STB.’nın anılan düzenlemesinin yasal dayanaktan
yoksun olması nedeniyle, ana sözleşmede bu Tebliğe aykırı kuralların benimsendiği
gerekçesiyle şirketin kuruluş ya da sermaye artırım isteminin STB. tarafından
reddedilmesi durumunda, bu konudaki idari işlemin iptalinin talep edilebilmesi olanağı
da bulunmaktadır28.
Dolayısıyla şirket tüzel kişiliğine karşı yükümlenilmiş bulunan bakiye
sermaye borcunun ödeme gününün, şirket ana sözleşmesinde (TTK. m. 279/b.3)
kararlaştırılmayıp bu tarihi belirleme ve bir ihbar yoluyla pay sahiplerine bildirme
yetkisi yönetim kurulu, genel kurul ya da her ikisine birden bırakılması durumunda bu
borç, gayrimuayyen vadeli olduğundan yetkili organ ifa zamanını borçluya

25
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1024-1024a, s. 610-612.
26
Hüffer, § 63, N. 6, s. 295.
27
Y. 11 HD.T. 9.1.1990, E. 1990/6178, K. 1990/7137 kararında yasaya aykırı tebliğlerin uygulanmayacağı
açıkça belirtilmiştir. Bahtiyar, Sermaye Artırımı, s. 65, dn.77.
28
Kalyoncu, s. 87; Tebliğler duruma ve ihtiyaçlara göre çabuk çıkarılabilmeleri ve değiştirilebildikleri için,
mevzuatın ekonomik yaşamın gereklerine uyumunu sağlamada kolaylık sağlamaktadırlar. Buna karşılık
tebliğlerin yönetmelik ve benzeri nitelikte düzenlemeler olduğundan hukuk tekniği ve normlar hiyerarşisi
bakımından bunların yasalara aykırı olmaması ve kanunla düzenlenmesi gerekli olan konuların tebliğler ile
düzenlenmesi yoluna gidilemez. Ancak uygulamada tebliğlerle düzenlemeler yapılırken bu gereklere tam
uyulduğu söylenemez. Bahtiyar, Sermaye Artırımı, s. 65.
96

bildirdiğinde bakiye sermaye borcunun vadesi belirli hâle gelir (BK. m. 101/II).
Kesinleşen bu vadede muaccel olan bakiye sermaye borcunu ödemeyen pay sahibi
ihtara gerek bulunmaksızın temerrüde düşer29. Şirket ana sözleşmesinde bu konuda
herhangi bir hüküm bulunmadığı bu gibi durumlarda şirketin ticaret siciline tescili ve
tüzel kişilik kazanmasının ardından BK.’nun 74. maddesi hükümlerine göre ortaklık,
her zaman pay sahiplerinden bakiye sermaye koyma borçlarını ifa etmelerini
isteyebilir30.
Öte yandan, bu son durumda şirketin ticaret siciline tesciliyle anılan borcun
muaccel hâle geleceği ve ortaklardan ödeme talebinde bulunulabileceği konusunda
kuşku yoksa da (BK. m. 74), burada söz konusu edilen vadenin BK. m. 101/II. madde
bağlamında kesin olduğunun kabulü mümkün değildir. Bu durumdaki pay borçlarının
temerrüdü açısından bir sonuca ulaşılabilmesi için TTK.’nun 406. maddesinde yer
alan kuralın dikkate alınması31 ve pay bedellerinin ilân suretiyle istenmesi
gerekmektedir32. Dolayısıyla pay sahiplerinin bakiye sermaye borcunu ödeme
zamanı, kuruluş safhasında olduğu üzere, Yasa’nın 406. maddesinden aldığı yetkiye
dayanmak suretiyle şirket tarafından kesin olarak belirlenmiş olmaktadır. Yönetim
kurulunun bakiye pay bedellerini ödeme konusunda yaptığı ihtarın en geç otuz
günlük ifa süresi tanıyan belirli bir vadeyi içermesi gerekir33. Yasa’nın anılan hükmü
çerçevesinde şirket yetkili organınca belirlenen ve ilân yoluyla pay sahiplerine
duyurulan vadenin, BK.’nun 101/II. maddesi bağlamında kesin olması nedeniyle
bildirilen tarihte borcun ifa edilmemesi hâlinde ayrıca bir ihtara gerek olmaksızın pay
sahibinin temerrüde düştüğünün kabul edilmesi gerekir34.

B. NAKĐT DIŞI SERMAYE BORCUNDA TEMERRÜT

Anonim şirkete sermaye payı olarak para dışındaki bir değer konulması
taahhüt edildiği takdirde, söz konusu borç şirketin tüzel kişilik kazanmasının ardından
muaccel hâle gelir ve ifası gerekli borç hâlini alır. Bu andan itibaren şirketçe her

29
Kalyoncu, s. 86; Göle, s. 90.
30
Göle, s. 89.
31
Yargıtay da ortaklık anasözleşmesinde sermaye koyma borcunu ve taahhüdünü yerine getirmeyen ilk
iştirakçinin ne zaman mütemerrit olacağına ilişkin hüküm bulunmadığı takdirde TTK.’nun 406 vd. maddelerine
göre işlem yapılması gerektiği görüşündedir. Y. TD. T. 28.6.1971, E. 3052, K. 4984 (Eriş, C. II, s. 2371)
32
Göle, s. 66-67; Kalyoncu, s. 87.
33
Kropff, Semmler, § 63, s. 275.
34
Göle, s. 90; Kalyoncu, s. 87-88.
97

zaman nakit dışı sermaye borcunun ifası istenebilir35. Nakdi sermaye borcunda
olduğunun aksine bölümler hâlinde ifa olasılığı burada söz konusu değildir Şirketin
tüzel kişilik kazanmasından sonra yapılacak ihtar üzerine ifa edilmemişse taahhütte
bulunan pay sahibi mütemerrit hâle gelecektir (BK. m. 102)36.
Tüzel kişiliği kazanmış şirketin yetkili organınca yapılan ihtara uyulmaması
ve ayın niteliğindeki sermayenin ifasında temerrüdün ortaya çıkması halinde, şirketin
sahip olduğu olanakların, pay sahiplerinin sorumluluklarının ve yaptırımların çeşitli
olasılıklar çerçevesinde değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır:
Öncelikle katılma taahhüdünde bulunanın nakit dışı sermayenin ifasında
temerrüde düşmesi durumunda, şirketin TTK.’nun 285/II maddesindeki kurala göre
tüzel kişiliği kazanmasının ardından bunun ifasını dava edebilmesi olanağı vardır37.
Nakit dışı sermayeye konu şeyler, şirketin tüzel kişilik kazanmasıyla birlikte şirketin
mülkiyetine geçmekte, taahhüt konusunun bir taşınmaz olması durumunda ise
şirketin re’sen kendi adına tescili talep hakkı doğmaktadır (TTK. m. 285/II). Bu
yüzden anonim şirketin tüzel kişiliği iktisap etmesiyle birlikte yönetim kurulunca,
taşınır malların derhal teslimi talep edilmeli, taşınmazların aynı ya da üzerlerindeki
hakların tapuda tescil için usuli işlemler tamamlanmalıdır38.
Şirket yönetim kurulunun bu konudaki ihmali nedeniyle iyiniyetli üçüncü
kişilerce taahhüt konusu değerler üzerinde hak iktisabı ortaya çıkması durumu,
yönetim kurulu üyelerinin, pay sahiplerine, şirkete ve şirket alacaklılarına karşı TTK.
m. 341 ve 309. maddeleri gereğince sorumluluğunu gerektirecektir.
Pay sahibinin temerrüdünün bir diğer sonucu ise yarar ve hasarın bunu
taahhüt eden pay sahibine dönmesidir39. Şirkete sermaye payı karşılığı taahhüt
edilen nakit dışı değerlerin iyiniyetli üçüncü kişilere geçmesi ya da kaybolması
hâlinde, TTK.’nun 279/IV ve 295. maddeleri uyarınca, taahhüt konusu şeylerin
bilirkişiler tarafından belirlenecek değeri taahhüt sahibinden tahsil edilebilecektir.
Ayrıca TTK.’nun 143/II. maddesine göre, sermaye olarak konan mal ve hakların

35
Bahtiyar, s. 159; Şar, s. 80.
36
Arslanlı, C. I, s. 190.
37
Yüksel Bilgin, “Sermaye Ortaklıklarında Katılma Payı ve Hukuksal Sonuçları”, AĐTĐAD, C. 10, 1978, S.
1-2, s. 186; Şar, s. 95.
38
TTK.’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı’nın 16. maddesinde yeni TTK’nun
yürürlüğe girdiği tarihten önce şirketlere sermaye olarak konulmuş , ancak bunların tapu sicillinde tescillerinin
şirket adında yapılmamış olması halinde, şirket alacaklıları, ortakları veya pay sahiplerince tescil talebinde
bulunulabileceği ve hatta Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca bu konuda ticaret sicili müdürlüklerine gerekli
talimatın verilebileceği düzenlenmektedir.
39
Arslanlı, C. I, s. 190.
98

mülkiyetinin şirkete geçirilmemiş olması nedeniyle bunların bedellerinin ödenmesi ve


ilave olarak da gecikme nedeniyle ortaya çıkan zararların tazmininin talep
edilebilmesi de mümkündür40.
Nakit dışı sermayenin ifasında temerrüt hâlinde, şirketçe başvurulabilecek bir
diğer yol ise daha sonra üzerinde durulacak olan TTK m. 407. ve 408. maddelerinin
uygulanmasıyla ihtara rağmen bu edimini ifa etmeyen ortağın ıskatı ile ayrıca zarar
ve ziyan talebinde bulunulmasıdır.

C. ĐHRAÇ PRĐMĐNĐ (AGĐO) ÖDEMEDE TEMERRÜT

Đhraç primi (agio) esas itibarıyla gerçek ve cari değeri, itibari değerinin
üzerinde olan şirket payına sahip olabilmek için pay taahhüdünde bulunanın ödediği
karşılıktır. Payın “itibari değeri” ile “pay bedeli” arasındaki fark, yani nominal
değerden fazla bir bedelle satılan payların nominal değerleri ile satış bedelleri
arasındaki miktar “agio” veya “emisyon primi” olarak adlandırılmaktadır41. Şirketin bu
şekilde pay sahiplerinden elde ettiği bedeller (agio) kanuni yedek akçelere dâhil edilir,
bunların pay sahiplerine kâr payı olarak dağıtılması ise söz konusu olamaz.
“Agio”nun varlığından söz edilebilmesi için nominal değer ile satış bedeli arasındaki
farklılığın payın çıkarılması esnasında öngörülmüş olması gerekmektedir. Daha
sonraki aşamada payın piyasa satış değeri ile nominal değeri arasında ortaya çıkan
bu şekildeki bir fark “agio” olarak adlandırılamaz.
TTK. sisteminde itibari değer ise sermaye borcunun miktarını, hakların
kapsamlarını ve agionun tespitini sağlaması yanında kâr ve tasfiye artığına katılma
bakımından önemli bir unsurdur. Bu nedenle TTK.’nun şirket paylarına ilişkin
benimsediği sistemde itibari değeri olmayan bir pay bulunmamaktadır. Ayrıca
Yasa’ya göre pay senetlerinin itibari değerleri en az bir (yeni) kuruştur ve bunlar
ancak birer (yeni) kuruş olarak yükseltilebilir. Yine şirketin malî açıdan zor duruma
düşmesi durumunda pay senetlerinin itibari değerlerinin asgari bir (yeni) kuruşa kadar
indirilebilmesi olanağı bulunmaktadır (TTK. m. 399). Pay senetlerinin itibari
kıymetlerine yönelik olarak asgari değer ve bunun yükseltmesine ilişkin kurallara
aykırı olarak çıkarılmış paylar geçersizdir. Bu ilkelere uyulmaksızın pay senedi

40
Bilgin, s. 186; Hayri Domaniç, “Anonim Şirket Ortaklarının Sermaye Koyma Borcunda Temerrüdüne
Terettüp Eden Müeyyideler”, ĐBD, 1966, C. XL, S. 4,5,6, s. 121-122.; Şar, s. 95.
41
Şükrü Yıldız, “Anonim Ortaklıkta Đhraç Primleri (Agio)”, AÜEHFD, C. IV, S. 1-2, (2000), s. 547
99

çıkarılması, bunu yapanların pay sahiplerine karşı müteselsilen sorumluluklarını


gerektirir (TTK. m. 399/II).
Anonim şirketler tarafından itibari değerinin üzerinde bir bedelle pay ihraç
edilmesinin temelde farklı nedenleri bulunmakla birlikte bu nitelikte pay senedi
çıkarılmasının şirket ve mevcut pay sahipleri açısından çeşitli yararları vardır.
Bunlardan en önemlisi, şirketin kuruluş sürecinde noter ve mahkeme, harçlar, hisse
senetlerinin basımı, damga vergileri, banka ve aracı kurumlara ödenecek
komisyonlar, ilân ve reklam gibi kalemlere yönelik giderlerinin ihraç primlerinden
(agio) karşılanması suretiyle, şirketin bu süreçte malvarlığının esas sermayenin altına
inmesinin önüne geçilmiş olur. Bir diğer yararı ise bu sayede, primli çıkarılan paylar
bilânçoda gösterilememelerine rağmen fiilen şirketin malvarlığına dâhil olduklarından
bunların paraya dönüştürülebilmesinin sağlanabilmesidir. Aktif bir değer olarak
bilânçoya dâhil edilemeyen, şirketin yatırım malvarlığı ve döner malvarlığındaki
maliyet ya da imalat değerlerinin üzerindeki bir değerlenme ve şirketçe devren iktisap
edilmemiş olup şirket tarafından geliştirilip kullanılan özel üretim yöntemleri (know-
how) ve şirketin işletme değerlerindeki artış (good will) gibi değerlerin paraya
çevrilebilmesi ancak itibari değerinin üzerinde bir bedelle pay senedi ihraç
edilebilmesi ile olanaklıdır. Pay sahipleri bakımından da ihraç priminin yararı, payların
devri hâlinde yeni pay sahiplerince ödecek bu fazlalığın onlarca şirket kârına, tasfiye
bakiyesine ve yönetime katılmada ortaya çıkan kayıpların karşılığını oluşturmasıdır42.
Anonim şirketler hukukunda sermaye borcunun kapsamına ihraç priminin
(agio) dâhil olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Đhraç priminin (agio) niteliğine yönelik
yapılan tartışma ve duraksamanın temelini, TTK. m. 466/f.II, b. 1 gereğince hisse
senetlerinin itibari değerinin üzerinde elde edilmiş olan bu hasılatın kanuni yedek
akçeye eklenmesi oluşturmaktadır. Söz konusu düzenlemeye göre, ihraç
primlerinden elde edilmiş hâsılatın, kanuni yedek akçelerin yasal sınırının üzerinde
olması hâlinde dahi kanuni yedek akçelere ilâve edilecek olması ve şirketin
bilânçosunda ayırım içinde gösterilmesi gereği, ihraç priminin (agio) sermaye payı
niteliğinde bulunmadığı yönünde izlenim oluşturmaktadır43.
Đhraç priminin (agio) sermaye borcu kapsamına dâhil olup olmadığı sorusuna
verilecek cevap ve bu husustaki yaklaşım tarzı, pekçok konuda belirleyici rol
oynamaktadır. Örneğin ihraç priminin pay sahibinin sermaye koyma borcu

42
Değirmenci, s. 34.
43
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1054, s. 623; Değirmenci, s. 32.
100

kapsamında bulunduğu kabul edilecek olursa, şirketin dış kaynaklardan sermaye


artırımına gidebilmesinin önkoşulu olarak taahhüt edilmiş payların itibari değerlerine
ek olarak ihraç priminin (agio) tamamının ödenmiş olması gerektiği sonucu ortaya
çıkar (TTK. m. 391/c.1). Yine ihraç primlerinin ödenmediği sürece taahhüt konusu
payları temsilen hamile yazılı hisse senedi ya da hamiline yazılı ilmühaber çıkarılması
olanağı bulunmayacaktır (TTK. m. 409/III). Ayrıca şirket yönetim kurulunun pay
senedi karşılığının tamamıyla ödenmediği durumda bu borca karşılık olmak üzere
belli bir güvence gösterilmediği takdirde pay defterine kayıttan imtina yetkisi
bulunmaktadır (TTK. m. 418/III). Son olarak da ihraç primini (agio) ödemede
temerrüde düşen ortak hakkında ortaklığa, pay karşılığı ödenmesi gereken bedelin
kural olarak payın itibari değeri değil, satış değeri olması sebebiyle TTK. m. 407’de
sayılmış bulunan temerrüt faizi, ıskat, tazminat ve kararlaştırılmışsa cezaî şart
yaptırımlarının uygulanması söz konusu olabilecektir44.
Đhraç priminin (agio) şirkete katılma taahhütlerinden kaynaklanan bir borç
olması ve buna dayanarak pay sahibince taahhüt konusu payların kendisine tahsisini
talep hakkının bulunması, ihraç priminin sermaye borcunun kapsamına dâhil kabul
edilmesini gerekli kılmaktadır45. Diğer bir ifadeyle, pay sahibince yapılan ödemelerin
pay senetlerinin itibari değerini aşan kısmının ihraç primi olarak adlandırılması, ihraç
priminin (agio) sermaye koyma borcundan ayrı bir borç olarak değerlendirilmesini
haklı göstermez. Đhraç priminin ifası, pay sahipliğinin kazanılmasını sağlayan bir borç
oluşturduğu gibi, bu bedelin ifasında temerrüde düşülmesi de bu pay sahipliğinin
kaybı bakımından geçerli bir neden olarak kabul edilmelidir46.
Öte yandan ihraç priminin (agio) şirkete sermaye koyma borcu kapsamına
dâhil olmadığı yönündeki görüşün benimsenmesi durumunda, pay borçlusu
tarafından yalnızca payın itibari değeri ölçüsünde yapılmış bir ödeme yeterli olacaktır.
Dolayısıyla ihraç priminin ifasında temerrüde düşüldüğü gerekçesiyle TTK.’nun 407.
maddesinde sayılan yaptırımlara müracaat olanağı kalmadığı gibi, yukarıda değinilen

44
Değirmenci, s. 31-32; Göle, s. 55.
45
Değirmenci, s. 32; Krş. Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1054, s. 623.
46
Türk Ticaret Kanunu sisteminde her payın nominal değerinin bulunması zorunlu olmasına rağmen başka
bir kısım ülkelerinin sistemlerinde itibari değeri olmayan payların çıkarılmasına, bu durumun sermaye artırımını
kolaylaştırdığı, ortaklık alacaklılarının çıkarlarına daha uygun olduğu gerekçesiyle olanak tanındığı
görülmektedir. Örneğin Amerika’da payların nominal değerinin bulunması zorunluluğu yoktur. Yine Belçika,
Lüksemburg ve Liechtenstein gibi ülkelerde de kesirli payların çıkarılmasına olanak tanınmıştır. Değirmenci, s.
33.
101

diğer önlemlere de başvurulamayacaktır47. Doktrinde de şirket tarafından tahsil edilen


ihraç primlerinin TTK. m. 466/I. hükmü gereğince kanuni yedek akçelere dâhil
edilmesi gerekeceğinden hareketle, ihraç primlerinin (agio) yedek akçe hesabı içinde
bir kalem olduğu, esas sermaye kapsamında sayılamayacağı ve ödenmemeleri
durumunda ıskat yoluna gidilemeyeceği ileri sürülmektedir48. Ne var ki, bir ekonomik
değerin yalnızca şirketin bilânçosundaki yerinin onun hukuki niteliği açısından tek
belirleyici olarak değerlendirilmemesi gerekmektedir. Kaldı ki, esas sermayenin ana
sözleşmede belirli bir rakam ile gösterilmesi zorunluluğunun bulunması, bu miktarın
değiştirilmesinin belli prosedüre tâbi tutulduğu hukuk sistemimizde, ihraç primlerinin
yedek akçelere dâhil edilmesi yönteminin benimsenmesi normal karşılanmalıdır49.
Bu nedenlerle ihraç primlerinin (agio) katılma taahhüdünde bulunanın
sermaye koyma borcunun kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Kaldı ki,
TTK.’nın sermaye koyma borcuna dair düzenlemeler içeren “Şümulü” kenar başlıklı
405. maddesinin lafzi yorumu ve madde kenar başlığı50 da bu sonuca ulaşmamızı
sağlamaktadır. Zira anılan maddenin birinci fıkrasına, “Pay sahibi, hisse senetlerinin
çıkarılması sırasında tayin olunan ve hisse senetlerinin itibari kıymetine müsavi veya
ondan yüksek olan pay bedelinden fazla bir şey ödemeye esas mukavele ile dahi
mecbur tutulamaz.” hükmü yer almaktadır.
Diğer yandan, Yasa’nın başka birçok hükmünde de “pay bedeli”nin ifasından
söz edilmesi, bu yöndeki yorumları destekler niteliktedir. Nitekim, pay bedellerinin
ödenmesi talebine dair kurallar içeren TTK.’nun 406. maddesinde “Pay bedelleri esas
mukavelede başkaca hüküm bulunmadıkça pay sahiplerinden ilân suretiyle istenilir.”
hükmü yer almakta, sermaye borcunu ifada temerrüdü düzenleyen TTK.’nun 407,
esas sermayenin artırılmasının şartlarını düzenleyen TTK. m. 391, hisse senetlerinin
nevilerine ilişkin hükümler içeren TTK. m. 409 ve devir keyfiyetinin pay defterine
kayıttan imtina hâlini düzenleyen TTK. m. 418’de hep pay bedellerinden söz
edilmektedir. Ayrıca TTK.’nun “Payların bedeli” kenar başlıklı 286. maddesinde, şirket
tarafından itibari değerinin altında hisse senedi çıkarılamayacağı ve itibari kıymetinin
üzerinde bir bedelle hisse senedi çıkarılabilmesinin ana sözleşmede bu konuda

47
Değirmenci, s. 32.
48
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N.1020, s. 586; Fatma Özcan, “Türk Hukukunda Primli Hisse
Senetleri”, Prof. Dr. Tahir Çağa’nın Anısına Armağan, Đstanbul, 2000, s. 383; Yavuz Yılmaz, Anonim
Şirkette Ortağın Iskatı, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1998, s. 20.
49
Değirmenci, s. 34.
50
TTK.’nun 1474. maddesine göre madde kenar başlıkları da metne dahildir.
102

hüküm bulunması ya da bu hususun genel kurul tarafından karara bağlanması


şartına bağlı olduğu, TTK.’nun “Sermaye koyma borcunu şümulü” kenar başlıklı 405.
maddesinin yukarıda anılan birinci fıkrasında, pay sahibinin, hisse senetlerinin
çıkarılması sırasında tayin olunan ve hisse senetlerinin itibari kıymetine müsavi veya
ondan yüksek olan pay bedelinden fazla bir şey ödemeye esas mukavele ile dahi
mecbur tutulamayacağı ifade edilmektedir. Bu düzenlemelerin tamamının “pay
bedeli”ni payın itibari değeri ve ihraç priminin toplamı olarak değerlendirdiği
anlaşılmaktadır. Bu nedenle yasa koyucu tarafından bu konuya ilişkin
düzenlemelerde söz konusu kavramın özenle kullanıldığı sonucuna ulaşılmaktadır51.

II. NAKĐT DIŞI SERMAYE BORCUNUN ĐFASINDA ĐMKÂNSIZLIK

A. GENEL OLARAK ĐFA ĐMKÂNSIZLIĞI

Borçlar Hukukunun genel ilkeleri doğrultusunda bir borcun üstlenildiği


esnada objektif ve sürekli olarak imkânsız olması, akdin konusuz kalmasına ve
butlanına neden olur (BK. m. 20/I). Bu, borçlunun bir kusurundan kaynaklandığı
takdirde diğer tarafa “culpa in contrahendo” ya dayanarak tazminat ödenmesini
gerektirir.
Satım sözleşmelerinde taraflara isnat edilebilecek bir kusurun bulunmadığı
hâl nedeniyle satılan şeyin telef olması veya değerinin azalması “satımda hasar”
olarak tanımlanmaktadır. Satılan şeyin ifasındaki imkânsızlık da bu açıdan bir hasar
hâlidir. Buna göre taşınır sözleşmesinde hasarın geçmesi (BK. m. 183/I bağlamında),
satım konusunun sözleşmenin kurulması ile ifa edilmesi zamanı arasında geçen
süreçte hasara uğraması ile satıcının ifa yükümlülüğünden kurtulmasına rağmen
alıcının satış bedelini tamamıyla ödemek zorunda olmasıdır. Taşınır satımında hasar
BK. m. 183/I’e göre bir parça borcu söz konusu ise hâlin gereklerinden aksi
anlaşılmadığı takdirde sözleşmenin kurulduğu anda alıcıya geçer.
Đmkânsızlık, kişilerin önceden sezinleyip engelleyemeyecekleri bir durumdur.
Sözleşmenin geçerli olarak kurulmasından sonra ifa imkânsızlığından dolayı
borçlunun sorumluluğu, imkânsızlıktaki kusur durumuna göre değişiklik

51
Değirmenci, s. 33; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N.779, s. 475.
103

göstermektedir. Bu nedenle imkânsızlığın kimseye isnat olunamayan bir nedenden


kaynaklanıp kaynaklanmaması önem taşımaktadır52.
Đlk olarak borçlunun ortaya çıkan imkânsızlıkta herhangi bir kusuru
bulunmadığı takdirde ifa imkânsızlığı üzerine borç sona erdiği gibi alacaklının
borçludan tazminat talep edebilmesine dahi olanak yoktur (BK. m. 117/I). Yani
imkânsızlığın ortaya çıkışında, borçlunun meydana gelen sonuca sebep olan bir
kusuru yoksa, sorumluluğu da söz konusu olmaz. BK.’nun karşılıklı taahhütleri içeren
akitlerde ifanın mümkün olmamasının hükümlerini düzenleyen 117/II. maddesindeki
kurala göre imkânsızlığın borçlunun sorumluluğundan kaynaklanmaması durumunda
borçlar karşılıklı sona erer.
Böyle bir durumda borçlu, kendi edimini ifa borcundan kurtulurken akdin
karşı tarafının karşılık edimini talep hakkını da BK. m. 117/III’te sayılan istisnalar
dışında kaybetmektedir. Satım akdinde yarar ve hasarın geçmesiyle ile ilgili BK. m.
183’te yer alan düzenleme bu duruma örnek oluşturmaktadır. Buna göre durumun
gerekleri ya da özel koşullardan kaynaklanan istisnalar dışında satılan şeyin yarar ve
hasarı sözleşmenin kurulmasından itibaren alıcıya geçmektedir53.
Đfanın imkânsızlaşması borçlunun sorumluluğuna dayandığı takdirde asıl
borç ilişkisi ortadan kalkmamasına rağmen54, bu edimin yerini müspet zararın
karşılanmasına yönelik tazminat borcu almaktadır (BK. m. 96). Buna karşılık borcun
ifasının imkânsızlaşmasının düşük bir olasılıkla da olsa alacaklının kusurundan
kaynaklanması söz konusu olabilir. BK.’nda alacaklının kusurundan kaynaklanan ifa
imkânsızlığının hüküm ve sonuçlarının açık olarak düzenlenmemesi nedeniyle,
doktrindeki çoğunluk yazarlar tarafından bu konuda bir yasa boşluğu olduğu ileri
sürülmekte, yorum yoluyla alacaklının sebep olduğu imkânsızlığın borçlunun borcunu
sona erdirmekle birlikte karşılıklı sözleşmede karşı edimi talep hakkının ise
korunduğu kabul edilmektedir55

52
Đnal, s. 224.
53
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 106.
54
Eren, s. 993 vd.; Ayan, s. 293; Karş. Oğuzman/Öz, s. 300 vd.
55
Eren, s. 1252; ; Kenan Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku, C. I, Genel Hükümler, 6. bası, Đstanbul,
1976, s. 794; Mustafa Dural, Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki Đmkânsızlık (BK. 117), Đstanbul, 1976,
s.169 vd. Oğuzman/ Öz, s. 292; Halil Akkanat, Alacaklı Temerrüdü Dışında Alacaklı Yüzünden Borcun Đfa
Edilemediği Başlıca Durumlar ve Sonuçları, Đstanbul, 1996, s. 142 vd; Krş; Murat Đnceoğlu, “Đfanın Alacaklı
Yüzünden Đmkânsızlaşması”, AÜHFD, 2008, C. 57, S. 4, s. 238
104

B. NAKĐT DIŞI SERMAYE BORCUNUN ĐFA ĐMKÂNSIZLIĞI

1. Taahhüt Konusu Nakit Dışı Değerin Đmkânsızlığının Borca Etkisi


Pay sahiplerinin nakit dışı sermaye borçlarını ifada temerrüde düşmeleri
hâlinde şirket tarafından menkul veya gayrimenkul mallarla, diğer hakların teslim ve
tescilinin talep ve dava edebileceği açıktır. Buna karşılık anonim şirkete sermaye payı
karşılığında taahhüt edilen edimin ifasının sonradan imkânsızlaşması ve hatta ifa
imkânı bulunmayan bir malvarlığının bu durumu göz ardı edilerek kuruluş ya da
sermaye artırımı esnasında taahhüt konusu yapılması mümkündür56. Yani, taahhüt
konusu şeylerin ifasının baştan imkânsız olduğu ya da henüz ifa edilmeden iyiniyetli
üçüncü kişilerin eline geçtiği, yok olduğu ya da kaybolduğu durumlarda bu edimlerin
aynen ifasında imkânsızlık ortaya çıkmaktadır57.
TTK.’nda şirket sermayesinin sağlanması ve pay bedellerinin tahsiline dair
düzenlemeler yer almakla birlikte, sermaye payına karşılık taahhüt edilen nakit dışı
edimlerin imkânsızlığına yönelik özel kural yoktur. Bu yüzden, imkânsızlığın anonim
şirkete taahhüt edilen nakit dışı sermaye payı üzerinde, geçersizlik, sukut, niteliğini
değiştirmesi ve tazminat borcuna dönüştürmesi58 gibi etkilerinin değerlendirilmesi
gerekmektedir.
TTK.’nun 138. maddesinde bütün ticaret şirketleri bakımından her bir şirket
türüne yönelik özel düzenlemeler saklı tutulmak kaydıyla BK.’nun adi şirkete dair
kurallarına atıf yapılmaktadır. Bu bağlamda mevcut bir hukuki işlemin batıl olmasının
ve geçersizliğinin borçlar hukukundaki sonuçları, ilke olarak anonim ortaklılarda

56
Ali Osman Özdilek, “Borçlunun Sorumlu Olduğu Đmkansızlık Nedeniyle Borçların Đfa Edilememesi”,
http://www.turkhukuksitesi.com/makale_295.htm (Erişim Tarihi, 3.1.2010); Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s.
104; Edimin başlangıçtan itibaren imkânsız olması, sözleşmenin daha yapıldığı anda yerine getirilmesinin
mümkün olmamasıdır. Başlangıçtan itibaren taahhüt konusu edimin ifasının imkânsız olması hâlinde sözleşme
batıl olup geçerli olarak doğmaz (BK. m. 20/I). Sözleşmenin kurulduğu anda objektif ve sürekli bir engel, edimin
ifasını önlemekte, ortadan kaldırmaktaysa imkânsızlık gerçekleşmiş olur. Ancak başlangıçtaki imkânsızlığın,
borcu sona erdiren sebeplerden biri olan ve BK. m.117’de düzenlenen sonraki imkânsızlıktan ayrılması gerekir.
Sonraki imkânsızlık, bir ifa imkânsızlığıdır ve sözleşmenin yapılmasından sonra ortaya çıkar. Sonraki
imkânsızlık borçlunun kusuruyla meydana gelirse, BK. m. 96 vd, kusuru dışında gerçekleşirse, BK. m. 117
uygulanır. Eren, s. 296.
57
Şar, s. 134-135.
58
Nakit dışı sermaye konusunda temel itibarıyla TTK ile Alman Paylı Ortaklıklar Kanunu’nun (AktG §27)
benzerlikler taşıdığı görülmekle birlikte AktG’nin TTK’dan farkının, AktG §27/I’e aykırılığın, yalnızca nakit
dışı sermaye anlaşmasının (die Vereinbarung einer Sacheilnlage) geçersizliğine neden olması, bunun anonim
ortaklık ana sözleşmesinin geçersizliğini neticelendirmeyeceğinin açıkça ifade edilmesidir (AktG § 27/III).
Bunun yanında AktG § 27/III’e göre nakit dışı sermayenin geçersiz olması hâlinde pay sahibinin taahhüt
karşılığında edindiği payların nominal değerini ve varsa “agio”yu da ödemekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir.
Bu madde taahhüt konusu nakit dışı sermayenin AktG’de öngörülen koşulları taşımamasının sonuçlarını
düzenlemekle birlikte, taahhüt konusu nakit dışı sermaye borcunun ifa imkânsızlığı yüzünden şirkete
sağlanamaması durumunda da başvurulabilecek niteliktedir. Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 107.
105

sermaye taahhütleri bakımından da benimsenmektedir59. Ancak adi şirket ile anonim


şirket arasındaki yapısal farklılıklar dikkate alındığında, anonim şirketin bir tüzel kişilik
olduğu, bu tür şirketlerde pay sahipliği sıfatının kaybedilmesinin tüzel kişilik ile bunun
üyesi durumundaki pay sahibi arasındaki ilişkinin ortadan kalkmasını
sonuçlandıracağının göz önünde tutulması gereği ortaya çıkmaktadır. Yine anonim
şirket ile pay sahibi arasındaki ilişkinin ne zaman ortadan kalkmış sayılacağına dair
BK.’nda iki taraflı hukuki işlem niteliğindeki sözleşmeler hakkında öngörülen
kuralların tek başına uygulanması ile çözümlenmesi mümkün olmadığından aynı
zamanda TTK.’nun anonim şirkete özgü kurallarının da göz önünde tutulması
gerekmektedir. Bunun sonucu olarak bir hukuki işleme geçersizlik yaptırımı bağlayan
özellikle iki taraflı hukuki işlem niteliğindeki sözleşmelere dair kurallar, anonim
şirketlerde sermaye taahhütlerine işin niteliğine uygun düştükleri ölçüde ve kıyas
yoluyla uygulanabilirler60.
Öte yandan, anonim şirketin kuruluş sürecinde nakit dışı sermaye
taahhüdüne ilişkin anlaşma adi şirket sözleşmesinin bir parçasını oluşturmaktadır.
Nakit dışı sermaye taahhüdünü içeren ana sözleşme kuruluş öncesinde her ne kadar
bir adi şirket sözleşmesi niteliğinde bir hukuki işlem ise de anonim şirket tüzel
kişiliğinin kurulmasını sağlaması itibarıyla özellik arz etmektedir. Aynı şekilde
sermaye artırımında da taahhüt işlemi anonim şirket ile taahhütte bulunan arasında
bir katılma sözleşmesinin kurulmasını sağlamaktadır61.
Bu bağlamda sermaye borcunun ifasında imkânsızlığın ortaya çıkması,
taahhüde konu değerin bir malvarlığı unsurunu kullanmayı ya da ondan yararlanmayı
içermesi hâlinde BK.’nun 521/III. maddesinin atfı dolayısıyla kira hükümlerindeki
hasar ve tekeffül hükümleri (adi kiraya ilişkin BK. m. 249 vd. ile hasılat kirasına ilişkin
m. 272) uygulanması gereğini ortaya çıkarmaktadır. Yine TTK.’nun 138. maddesinin
atfı nedeniyle, bir malvarlığı üzerindeki hak sahipliği sıfatının devrini içeren sermaye
taahhüdünde, BK. m. 189 vd. ile 194 vd. satım akdindeki hasar ve tekeffüle dair
kuralların uygulanmasını gerektirir (BK. m. 521/III)62.

59
Yongalık, Sermaye Payı, s. 77-78.
60
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 111; Doğanay, C. I, s. 867; Göle, s. 33; Kalyoncu, s. 42; Yavuz, s. 909.
61
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 111; Doğanay, C. I, s. 867; Göle, s. 33; Kalyoncu, s. 42;Yavuz, s. 909.
62
Satım ve kira sözleşmelerindeki hasar ve zararın geçmesine dair hükümlerin dolaylı yapılan atıf yoluyla
nakit dışı sermayede hasar ve imkânsızlık durumlarında uygulanabilirliği konusunda farklı görüşler
bulunmaktadır. (Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 105).
106

2. Kuruluş Sürecinde Sermaye Taahhüdünün Geçersizliği Konusunda


B.K.’nun Hükümlerinin Uygulanması
Şirketin kuruluş sürecinde geçersiz sermaye taahhüdünün hukuki
sonuçlarına ilişkin BK.’nun hükümleri uygulandığında, bu yolla yapılan taahhütlerin
hiçbir hukuki sonuç doğurmadığı, dolayısıyla buna ilişkin payların taahhüt
edilmediğinin kabul edilmesi gerekecektir. Bu durum söz konusu olduğunda pay
taahhütlerin butlanları ya da yokluğunun, TTK. 284. ve MK. 2/II. maddeler
bağlamında her zaman ileri sürülebilmesi gerekir63.
Ne var ki, BK.’nda yer alan ifa imkânsızlığı (BK. m. 117) ve hasarın geçişi ile
ilgili hükümlerin (BK. m. 20/I, 183, 216) kuruluş işlemleri tamamlanarak tüzel kişilik
kazanan anonim ortaklıkta pay sahibini taahhüt ettiği sermaye borcundan tamamen
kurtaracak şekilde ve bu hükümler uyarınca başka bir işleme gerek bulunmaksızın
pay sahibinin kendiliğinden (ipso iure) ortaklıktan çıkmış sayılmasını gerektirecek
şekilde uygulanmamalıdır. Bu konuda TTK.’nun 138. maddesindeki her ticaret
şirketine özgü hükümlerin saklı tutularak adi şirket hükümlerine atıf yapıldığı ve
anonim ortaklıkta sermayenin sağlanması ilkesini güvence altına alan kuralların bu
konuda özel hüküm teşkil ettiğinin dikkate alınması gereklidir64.
Bu nedenle başlangıçta taahhüt konusu nakit dışı edime yönelik imkânsızlık
hâlinde pay sahibinin gayrinakdi sermaye borcunun doğmamış olduğu kabul edilse
bile, taahhüt edenin ifasını borçlandığı ayın karşılığında kendisine verilecek payların
nominal değerini karşılama borcu devam eder. Nakit dışı sermayeyi taahhüt edenin
bu imkânsızlıktan haberdar olmadığı gibi bilmesinin de gerekmemesi ya da
imkânsızlığın ortaya çıkışında kendine kusur isnad edilemeyecek olması da taahhüt
ettiği sermaye borcundan kurtarmaz. Çünkü TTK.’nun 305 ve 306. maddelerinde
taahhüt edenin sorumluluğu açısından bu tür bir koşula yer verilmemiştir65.
Öte yandan, katılma taahhüdünde bulunan kişinin Borçlar Kanunu
bağlamında “culpa in contrahendo”ya dayanan bir sorumluluğun bulunup
bulunmadığının araştırılmasına ise gerek yoktur. Borçlar Kanunu’ndaki hasarın
geçişine dair ilkenin uygulanması, bir parça borcu niteliğindeki taahhüt konusu şeyin
uğradığı hasarın şirketin ticaret siciline tescili anında anonim şirkete intikalini

63
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 108.
64
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 111.
65
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 116.
107

gerektireceğinden hasarın geçişi66 ile ilgili olarak BK. m. 183/I’deki kuralın anonim
şirket ile pay sahibi arasındaki ilişkiye aynen uygulanmasına olanak yoktur. Ayrıca bu
durum ifayı imkânsızlaştıran hasarın sonuçlarına taahhüt eden pay sahibince
katlanılması anlamına gelir. Bu nedenle hasara katlanmakla yükümlü olan pay
sahibinin aynı zamanda karşı edimi de talep edememesini ve kendi borcundan da
kurtulmasını neticelendirecek çözüm biçiminin kurulmuş anonim şirketler bakımından
benimsenmesi olanaklı değildir67.
Kanun koyucu, taahhüde konu nakit dışı sermaye payının değerinin
takdirinde ortaya çıkan gerçeğe aykırılıktan pay sahibinin kusurlu olup olmadığına
bakmaksızın sorumluluğunu kabul etmekte, payın nominal değerinin tam olarak
karşılanamamasına sessiz kalmayarak pay sahibini bundan sorumlu tutmaktadır.
Konu bu açıdan değerlendirildiğinde de kuruluşta taahhüt konusu edimin imkânsız
olduğu için nakit dışı sermaye borcunun (anlaşmanın) geçersiz olması veya sukut
etmesi olasılığında pay sahibinin bu sermaye taahhüdünden dolayı artık
sorumluluğunun öngörülmediğinin kabulü olanaksızdır68. Bu nedenle başlangıçta ifası
mümkün olmayan veya taahhüdün ardından ancak ticaret siciline tescil işlemlerinin
yapılmasından önce imkânsızlaşan bir edimi taahhüt eden pay sahibi, bu
imkânsızlıktan kuruluş hükümleri gereğince sorumludur.

3. Taahhüt Konusu Nakit Dışı Sermaye Payının Đfasının Sonradan


Đmkânsızlaşması
Sermaye payı olarak taahhüt edilen nakit dışı edimin ifasının sonradan
imkânsız hâle gelmesinin hukuki ilişki üzerindeki etkilerine dair Türk doktrininde farklı
görüşler ileri sürülmektedir:
Arslanlı, şirketin tescilinden sonra ayni sermaye taahhüt edenin her ne
sebeple olursa olsun borcunu ifa etmemesi ya da edemiyor olması hâlinde, zarar ve
ziyanın tazmini bağlamında nakit dışı sermaye borcunun nakde çevrilmesine olanak
bulunmadığı görüşündedir69. Yazara göre aksine bir çözümün benimsenmesi
sonucunda nakit dışı sermaye borcunun ifasının imkânsızlaşması ya da ifa
edilmemesi üzerine taahhüt edenle şirket arasındaki nakit dışı sermaye taahhüdü

66
Hasar, borcun doğumu ile ifası arasında geçen devrede edimin borçluya isnad olunamayan haller
dolayısıyla (kusursuz olarak) imkânsızlaşması sonucunda ortaya çıkan ve taraflardan birini veya her ikisini tehdit
eden bir tehlikeyi anlatmak için kullanılır. Yavuz, s. 56-57.
67
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 112.
68
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 116
69
Arslanlı, C. I, s. 191.
108

ilişkisinin yerine nakdi sermaye ilişkisi ikame edilmiş olacaktır. Oysa anonim şirketin
kurulmasının ardından şirketin nakdi ya da nakit dışı sermayeden feragat edebilmesi
mümkün olmadığı gibi ana sözleşmenin tadil edilerek nakdi sermaye yerine nakit dışı
sermaye, ya da tersi bir durum da kararlaştırılamaz. Başka bir ifadeyle ana
sözleşmede öngörülen nakit dışı edimin yerine ifa imkânsızlığı gerekçesiyle belirli bir
miktarda paranın ödenmesinin kabul edilmesi, bu yolu açacaktır. Bu nedenle
yapılması gereken şey, esas sermayenin nakit dışı karşılığı olan bölümünün
azaltılması yoluyla şirket sermayesinde indirime gidilmesi ve bundan kaynaklanan bir
zarar varsa bunun da taahhüt edene tazmin ettirilmesidir70.
Nakit dışı sermaye taahhüdünün ifasında kusursuz imkânsızlık bakımından
Arslanlı ile aynı görüşte olan Bahtiyar’a göre de BK. m. 117/II’de yer alan karşılıklı
edimleri içeren sözleşmeye ilişkin düzenlemeden kıyas yoluyla yararlanılarak
sermaye borcundan kurtulan ortağın ortaklık sıfatını ve bundan kaynaklanan
haklarını kaybetmiş sayılması gerekmektedir. Bu nedenle ortaya çıkabilecek olan
sermayenin önemli bir bölümünün kaybedilmesi ya da pay sahiplerinin sayısının
beşin altına düşmesi gibi problemlerin çözümü için sermaye artırımı (TTK. m. 324) ya
da gerekli diğer önlemler alınmalıdır71.
Arslanlı tarafından önerilen ve Bahtiyar’ın da benimsediği bu görüş,
taahhüde konu nakit dışı sermayenin ifa edilmemesi nedeniyle payın ıskatı yoluna
gidildiğinde ıskat edilen payın zaten nakit karşılığında devri zorunluluğu ortaya
çıkacağı ve önerilen çözümün pay sahiplerinin yararına olmadığı gerekçesiyle
eleştirilmektedir. Karşıt görüşteki Domaniç72 ve Arıcı’ya73 göre ise anonim ortaklıkta
nakit dışı sermayenin üçüncü kişinin eline geçmesi, ziyaa uğraması, mevcut
olmaması hâllerinde, ortak aynen ifası mümkün olmayan sermaye borcundan
kurtulamaz74.Bu durumda, nakit dışı taahhüt konusuna biçilen değer miktarında bir
paranın (TTK. m. 279/IV, 295) taahhüt eden ortaktan tahsili ya da TTK. m. 407, 408.

70
Arslanlı, C. I, s. 192; Krş. Ayni sermaye borcunun bu gibi durumlarda nakde dönüşebileceği konusunda
Düringer-Hachenburg, zge. III. 1, s. 103a. no. 2. Alman Medeni Kanununun (BGB) 284 ve müt. maddelerinin
tatbikine cevaz verir. Gierke, zge. s. 406. a. Staub, zge. II. s. 78. 19, Wieland, zge. II. s. 67. Đsviçre Hukukunda
Siegwart, zge. s. 238. no. 43, iki tarafa borç yükleyen akitler hakkındaki hükümlerin uygulanabilmesini mümkün
görmektedir. (Arslanlı, C. I, s. 192, dn. 51 naklen).
71
Mehmet Bahtiyar, Anonim Ortaklık Ana Sözleşmesi, (Ana Sözleşme), Đstanbul, Beta, 2001, s. 92-93.
72
Hayri Domaniç, Adi-Kollektif ve Komandit Şirketler, 4. bası, Đstanbul, 1988, s. 218 vd.
73
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 109 vd.
74
Alman doktrininde de nakit dışı sermaye taahhüdüne ilişkin ortaya çıkan imkânsızlığın, borçlunun kusurlu
olup olmamasına bakılmaksızın borçtan kurtulmayı neticelendirmediği görüşü hâkimdir. Pentz/Kropff/Semler, §
27, N. 50/51; Röhrich/Gadow/Heinichen, §27, N. 169 vd. Hüffer, § 27, N. 18; Kraft/Zöllner, § 27, N. 70-
74.(Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 110, dn. 25 atfen).
109

maddelerin uygulanarak ihtara rağmen taahhüt ettiği nakit dışı sermayeyi tevdi ve
teslim etmeyen ortağın ortaklıktan ıskatı yoluna gidilmelidir. Bu nedenle şirketin
uğradığı zararlar için ayrıca kurucuların da sorumluluğu ortaya çıkabilecektir75.
Öte yandan, anonim şirketlerde pay sahipliği sıfatının ortağın rızası dışında
kaybedilmesi ancak TTK.’da belirlenmiş ıskat prosedürü sonucunda söz konusu
olabilir. Yasa’daki ıskat prosedürü işletilmeden kişinin pay sahipliğinden kendiliğinden
çıkmış sayılması anonim şirketler hukukunun sistemine aykırıdır76. Özellikle sermaye
taahhüdünden kaynaklanan borcu ifada temerrüt üzerine farklı bir ihtar usulünün ve
ıskat prosedürünün öngörülmüş olması (TTK. m. 407-408) karşısında, pay sahibinin
kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın nakit dışı sermaye taahhüdünün
imkânsızlığına, pay sahipliği sıfatının kendiliğinden (ipso iure) kaybı sonucunun
bağlanması isabetli olmaz. Aynen ifa olanağı kalmayan bu gibi durumlar için nakden
tazmin yönteminin benimsenmesi anonim şirketin sermaye alacağını nakden tahsil
etmesini sağlayacağından şirket ve şirket alacaklıları açısından bir güvence
oluşturması nedeniyle, hakkaniyete ve menfaatler dengesine daha uygundur. Aksi
yöndeki görüşün benimsenip nakit dışı sermaye payının ifasının imkânsızlaşması
nedeniyle, taahhütte bulunanın pay sahibi sıfatını kazanamadığı ve sermaye
borcundan da kurtulmuş olduğu kabul edilecek olursa, ortak sayısı ve sermaye
miktarları bakımından asgari limitlerin altına düşülmesi riski ortaya çıkar. Şirketin
hukuksal varlığı bakımından oldukça tehlikeli olan bu gibi olasılıklar, ekonomik
yaşamda tüzel kişiliği ve organları bulunmayan yapıların doğması risklerine yol
açabilecektir. Buna ilâve olarak, nakit dışı sermaye borcu aynen ifa edilememekle
birlikte bu borcun nakden ifasının olanaklı bulunduğu, bu borca ilişkin ıskat
prosedürünün uygulanabildiği ve payların üçüncü kişilere satılabildiği durumlarda, sırf
nakit dışı sermayenin aynen ifa edilmediği gerekçesine dayanılarak şirket
sermayesinin azaltılması ya da anonim şirketin feshi yoluna gidilmesi, bu yöntemlerin
en son başvurulabilecek önlemler olmaları nedeniyle de yerinde değildir77.
Nakit dışı sermaye borcuna yönelik ortaya çıkan imkânsızlığa rağmen,
sermaye borcu her durumda payların nominal değeri ile varsa ihraç priminin (agio)
ifası borcuna dönüşerek devam eder. Đmkânsızlık nedeniyle pay sahibinin kusura
dayanmayan bu sorumluluğu Yasa’dan kaynaklanmakta olup şirket tarafından

75
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 110; Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 288.
76
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 113-118.
77
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 113-121.
110

feragat edilmesi söz konusu değildir. Diğer pay sahipleri ile şirket alacaklılarının
korunmasının yanı sıra sermayenin sağlanmasının gerekliliği78, nakit dışı sermaye
koyma borcunun ifasında ortaya çıkan imkânsızlık hâlinde katılma taahhüdünde
bulunan pay sahiplerinin, taahhüde konu nakit dışı sermayenin gerçek değerinin
şirkete ifasından sorumlu olmaya devam edeceğinin kabulünü gerektirmektedir79.

C. SERMAYE BORCUNUN PARA BORCUNA DÖNÜŞMESĐ

1. Đfa Đmkânsızlığı Nedeniyle Nakit Dışı Sermaye Borcunun Para


Borcuna Dönüşmesi
Hukukun temel prensiplerinden birisi olan ahde vefa ilkesi gereğince,
borçlunun başlangıçtaki taahhüdü uyarınca yükümlendiği edimini aynen ifa etmesi
yani borcun sözleşmede borçlanıldığı biçimiyle yerine getirilmesi gerekmektedir.
Alacaklı borçlanılan edimin dışında bir şeyi kabule zorlanamayacağı gibi, borçlu da
ancak borçlandığı edimi ifa ederse borcunu gereği gibi ifa etmiş olur80. Buna rağmen
taahhütte bulunanın yükümlendiği edimini imkânsızlık gibi çeşitli nedenlerle ifa
edemeyecek durumda kalması söz konusu olabilir.
Nakit dışı sermaye borcunun ifasında ortaya çıkan imkânsızlık nedeniyle,
TTK.’na göre esas sermaye borcunun aynen ifası yolu kapanmakla birlikte, katılma
taahhüdünde bulunan pay sahibinin sermaye koyma borcu sona ermemektedir. Bu
takdirde nakit dışı sermaye borcunun tazminat borcuna çevrilmesi ya da payın bir
başkasına devredilip sermayenin bu şekilde karşılanması yoluna gidilip
gidilemeyeceği, başka bir deyişle ayın sermaye koyma yükümlülüğünün para
borcuna çevrilmesi ya da ayın karşılığı olan payların üçüncü kişi ya da kişilere
devredilmesi olasılıkları gündeme gelmektedir81.
Daha önce de vurgulandığı üzere TTK.’nda özel bir düzenleme olmamakla
birlikte, nakit dışı sermaye borcunun ifasında ortaya çıkan imkânsızlığın taahhüt
edenin kusuruna dayanıp dayanmadığına bakılmaksızın, pay sahibinin sermaye

78
Nakit dışı sermayenin parasal değeri ile payların nominal değeri arasında farktan sermaye taahhüdünde
bulunanın sorumlu olduğu genel olarak kabul edilmektedir. Pentz/Kropff/Semler, §27, N. 44 (Arıcı,
Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 110, dn. 27 naklen).
79
Değirmenci, s. 31; Şar, s. 135.
80
Fülürya Yusufoğlu, “Borcun Yerine Getirilmesine Yönelik Olarak, Borçlanılan Edim Dışında Bir Şeyin
Verilmesi”, GSÜHFD, Prof. Dr. Erden Kuntalp’e Armağan, C. I, Özel Hukuk, 1/2004, s. 655.
81
Ansay, Anonim Şirketler, s. 228.
111

borcunun nakit sermaye borcuna dönüştürdüğü çoğunlukla kabul edilmektedir82. Pay


bedellerinin ifasına yönelik bu çözüm tarzı, bu konudaki Yasa boşluğunun temel
prensiplere uygun olarak doldurulmasını sağlamaktadır. Kaldı ki, nakit dışı sermaye
taahhüdünün para borcuna dönüşmesinin, sermayenin sağlanması konusundaki
emredici hükümlerin bir sonucu olması itibarıyla, bu değişim açısından nakit dışı
sermaye taahhüdünde bulunan kişinin ya da şirketin muvafakatine gerek
bulunmadığı gibi, sermaye borcunun içeriğine ilişkin değişiklikler yönünden pay
sahiplerinin oybirliğinin gerekli olduğunu düzenleyen TTK. m. 388/I.’deki kuralın
burada uygulanması da söz konusu değildir83.
Bu olasılıkta TTK.’nun 279/IV. ve 295. maddelerindeki kurallar çerçevesinde
nakit dışı sermayeye biçilen kıymet kadar nakdin, mütemerrit pay sahibinden tahsili
yoluna gidilmekte ve nakit dışı sermaye yerine ödenecek bedel karşılığında pay
sahipliği sıfatı devam ettirilmektedir84. TTK. m. 143/II’e göre, sermaye olarak konan
malların mülkiyetinin şirkete geçmesi ve hakların şirkete temliki kural olduğundan,
anonim şirkete intikal eden taahhüde konu bu malların ilgilisince imkânsızlık gibi bir
nedenle teslim edilememesi üzerine, bedellerinin tazmin ettirilmesi ve ayrıca gecikme
sebebiyle doğan zararların tahsili olağan ve mümkündür. Ayrıca ĐĐK. m. 24/IV’te yer
alan, taşınır teslimlerine dair icra işlemlerinde, takip konusu malın borçlunun yedinde
bulunmadığı takdirde değerinin alınacağına dair kural da bu çözüm biçimiyle
uyumludur85.
Taahhüde konu olan nakit dışı sermaye borcunda asıl olan aynen ifa
olduğundan, bu edimin geçersizlik ya da imkânsızlık gibi nedenlerle nakit borcuna
dönüştüğünün ispat yükü, bunu iddia edenin üzerindedir86 (MK. m. 6).

2. Nakit Dışı Sermaye Borcunun Đfa Đmkânsızlığında Karşılık Gelen Para


Borcunun Kapsamı
Katılma taahhüdü dolayısıyla ifası borçlanılan nakit dışı değerlere yönelik
ortaya çıkan ifa imkânsızlığı üzerine nakit dışı sermaye borcunun yerini payın
nominal değeri ve varsa ihraç primi (agio) almaktadır. Bu sonuç bakımından
taahhütte bulunanın kusurlu olup olmamasının bir önemi olmadığı gibi, pay sahibinin

82
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 119; Domaniç, Müeyyideler, s. 121-122; Đmregün, Anonim Ortaklıklar,
s. 288.
83
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 123.
84
Domaniç, Müeyyideler, s. 122.
85
Domaniç, Müeyyideler, s. 122.
86
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 121.
112

kusursuz olması ve hatta ifa imkânsızlığının şirketin kusurundan kaynaklanması dahi


durumu değiştirmez87. Bu bakımdan taahhütte bulunanın kusurlu olup olmaması,
payların nominal değerini aşan zararlardan dolayı sorumlulukları gündeme geldiğinde
önem kazanmaktadır. Yani taahhütte bulunanın kusursuzluğunu ispat edememesi,
BK.’nun 96 vd. maddeleri gereğince sorumluluğun kapsamı ile şirketçe genel
hükümlere göre talep edilebilecek olan ve özellikle de payın nominal değerinin
üzerindeki tazminat talepleri açısından önem taşımaktadır88.
Öte yandan, nakit dışı sermaye borcunun imkânsızlığı nedeniyle ifa
edilmemesinin şirket açısından neden olduğu zarar, payın nominal değerini ve varsa
ihraç primini (agio) de aştığı takdirde bu zararların pay sahibinden ayrıca talep
edilebilmesi olanaklıdır (BK m. 105). Bununla birlikte anonim şirketin, ana
sözleşmede öngörülmüş olması ve koşullarının da bulunması kaydıyla TTK. m.
407/III ve BK. m. 158 vd. maddelerine göre cezaî şart talebinde bulunması da söz
konusu olabilir. Munzam zarar ve cezaî şart, özellikle pay sahibinin ortaya çıkan
imkânsızlıkta kusurunun bulunması durumunda gündeme gelebilecek taleplerdir.
Çünkü bu durumda nakit dışı sermaye anlaşması ortadan kalkmamakta yalnızca
borcun konusunu nakit dışı sermaye borcu yerine müspet zararın tazmini
almaktadır89. Ayrıca, ifa imkânsızlığı nedeniyle edimin bir para borcuna dönüşmesi
üzerine temerrüt faizi de istenebilme olasılığı da ortaya çıkar. Buna karşılık, nakde
dönüşen sermaye koyma borcuna yönelik belirli bir vade söz konusu olmadığından
bu konuda ihtar yapılmadığı sürece temerrüt faizi işletilemez90.

3. Đmkânsızlığın Pay Sahipliği ve Ana Sözleşmenin Geçerliliğine Etkisi


Sermaye taahhüdüne konu edilen nakit dışı değerin ifasında ortaya çıkan
imkânsızlık nedeniyle bu taahhüdün geçersizliği ya da nakit dışı sermaye ediminin
yerini belli bir miktarda para borcunun almasının, doğrudan pay sahipliği sıfatının
varlığına ya da bu borcun devamına etkisi bulunmamaktadır. Çünkü TTK.’nun 456.
maddesine göre, ana sözleşmede aksine bir kurala yer verilmediği sürece kâr ve
tasfiye paylarının esas sermayeye karşılık olmak üzere pay sahibinin yaptığı

87
Ortaya çıkan ifa imkânsızlığında taahhütte bulunanın kusuru bulunmayıp bunun anonim ortaklığın
sorumluluğuna dayandığı hallere ilişkin değerlendirmeler için bkz. Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 122, dn.
53.
88
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 123.
89
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 120.
90
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 119.
113

ödemelerle orantılı olarak hesaplanması gerekmekte, malî hakların dışında kalan


paydan kaynaklanan yönetime katılma hakkı gibi diğer hakları ise etkilememektedir91.
Nakit dışı sermaye taahhüdünün imkânsızlık nedeniyle hükümsüzlüğünün
şirket ana sözleşmesinin geçerliliği üzerinde de bir etkisi yoktur. Katılma
taahhütlerinden birinde ya da belli bir bölümünde ortaya çıkan bu geçersizlik hâli
yalnızca ana sözleşmede gösterilen belli bir kısım payların taahhüdü konusunda,
diğer bir ifade ile yalnızca sınırlı bir alanda söz konusu olan bir durumdur. Dolayısıyla
bu geçersizliğin pay sahibince yapılan şirkete katılma ve payları üstlenme konusunda
irade açıklaması ve ana sözleşmenin diğer hükümleri üzerinde doğrudan bir etkisi
bulunmamaktadır. Kaldı ki, burada akdin butlanının etkisi konusunda BK.’nun 20/II.
maddesine dayanılması, anonim şirketlerde sermayenin sağlanması ilkesine aykırılık
oluşturacaktır. Bu nedenle, pay taahhüdünde bulunanın söz konusu nakit dışı değere
ilişkin imkânsızlık durumunu bilmediğini ve şayet bunu bilseydi şirkete katılma
taahhüdünde zaten bulunmayacağı farazi irade belirlemesiyle akdin tamamıyla
butlanı yoluna gidilemez92.
Buna karşılık nakit dışı sermaye taahhüdüne ilişkin bu durumun ortaya
çıkmasının ardından, şirket yönetim kurulunun ana sözleşmenin bu kısmına yönelik
ortaya çıkan uyumsuzluğu giderip yapılan değişikliği de ticaret siciline tescil ettirmesi
zorunludur. Doğrudan bir yasa kuralı ya da bu kuralda belirtilen bir olgunun veya
işlemin şartlarının gerçekleşmesi nedeniyle ana sözleşme değişmiş ise bunun ilgili
kısmının gerçeğe uygun hâle getirilmesi için ayrıca genel kurul iradesine gerek
bulunmadığından, sözü edilen düzeltmeler açısından TTK.’nun 385 vd. maddelerinde
yer alan ana sözleşme değişikliği prosedürünün uygulanması zorunlu değildir93.

D. ZAMANAŞIMI

Bilindiği üzere, yasada açıkça zamanaşımına tâbi olmadığı belirtilenler ile


yapıları gereğince zamanaşımına uğraması mümkün bulunmayanlar dışında tüm
borçlar bakımından zamanaşımı söz konusu olabilmektedir (BK m. 125). Çok taraflı
bir sözleşme niteliğindeki şirket ana sözleşmesinden doğan, borçlar hukuku
bağlamında şahsi ve nisbi bir borç niteliğindeki sermaye koyma borcunun94

91
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 121.
92
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 121.
93
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 122.
94
Göle, s. 74; Şar, s. 132.
114

zamanaşımına uğramayacağı konusunda bir yasa hükmü bulunmadığından bu


borcun da zamanaşımına tâbi olduğu anlaşılmaktadır.
Ortaklar ile şirket arasındaki ilişkinin sürekli bir ilişki olduğu dolayısıyla
sermaye koyma borcunun niteliği gereği zamanaşımına uğramamasını gerektiği ileri
sürülebilir95 ise de şirketle pay sahipleri arasındaki süreklilik arz eden bir borç ilişkisi
ile bu borç ilişkisinden kaynaklanan borcun zamanaşımına uğrayıp uğramaması
sorununun ayrı ayrı değerlendirilmesi zorunludur. Bu niteliği itibarıyla sermaye borcu
ile şirket ilişkisinin kira sözleşmeleriyle karşılaştırılması mümkündür. Kira
sözleşmesinde, süreklilik arz eden kira ilişkisi ile kira borcunun farklı olmaları
nedeniyle, kira borcu zamanaşımına uğramasına rağmen kira ilişkisinin varlığını
sürdürmesi mümkündür. Bu yönü itibarıyla benzer nitelik taşıyan şirket
sözleşmesinde pay sahipleri ile şirket arasındaki ilişkinin süreklilik arz etmesi, bu
ilişkiden kaynaklanan sermaye koyma borcunun zamanaşımına uğramasına engel
oluşturmamaktadır96.
Sermaye borcunun niteliği itibarıyla zamanaşımına uğramaması gerektiği
hususunda ileri sürülebilecek olan bir diğer itiraz ise, zamanaşımı neticesinde şirket
esas sermayesinde azalmanın meydana geleceği ve şirket alacaklılarının bu sebeple
haklarına ulaşamamaları riskinin ortaya çıkacağı hususudur. Ancak bu gibi
gerekçelere dayanarak bir borcun zamanaşımına uğramayacağının kabul edilmesi
yaklaşımı, TTK. ve BK.’nun genel sistemine aykırılık oluşturur. Kaldı ki, TTK.’da
sermaye koyma borcunu yerine getirmeyen pay sahiplerine karşı yasal yollara
başvurmayarak bu borcun zamanaşımına uğramasına neden olan yönetim kurulu
üyelerinin şahsî sorumluluğunun (TTK. m. 336/b.5) düzenlenmiş olması, şirket
alacaklıları açısından bu durumun oluşturacağı sakıncalara karşı güvence
oluşturmaktadır97.
Kanaatimizce, pay sahiplerinin ödemeyi yükümlendikleri bakiye sermaye
koyma borçlarının zamanaşımına tâbi olması, şirketin en geç bu süre sona ermeden

95
Pay sahipliği sıfatı devam ettiği sürece sermaye koyma taahhüdünden doğan borç zamanaşımına uğramaz.
Zamanaşımı faiz ve diğer feri alacaklar için söz konusu olur. Iskat edilen her paysahibi hakkında zamanaşımı
cereyan eder. Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1053, s. 622; Y. 11 HD. 17.4.1978, E. 1978/1983, K.
1983/2023 (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1053, s. 622); Pulaşlı, pay sahiplerince ödenmeyen ve
henüz muaccel olmayan sermaye koyma borcunun, ortaklığın tasfiyeye girmesiyle de, iflas ve konkordato dâhil,
ortadan kalkmayacağı ve ortaklığın tüzel kişiliğinin devam ettiği sürece zamanaşımına uğramayacağı
görüşündedir. Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 669.
96
Göle, s. 75.
97
Bahir Mazhar Erüreten, Anonim Şirket Davaları, Đstanbul, Grafik Sanatlar Matbaası, 1988, s. 154; Şar,
s. 133.
115

sermaye alacaklarının tahsili için gerekli girişimleri yaparak sermaye bedellerini


tahsile sevk eden ve bu yolla esas sermayenin korunmasını sağlayan bir etken olarak
görülmelidir.
Bu nedenle anonim şirketlerin kuruluşları ya da faaliyette bulundukları
süreçte, pay sahibi tarafından ödenmesi gereken nakdi sermaye koyma borcu niteliği
itibarıyla zamanaşımına tâbi bir borçtur. Bu süre, BK.’nun 126/IV maddesine göre beş
yıldır98. Bu süre, sermaye koyma borcunun muaccel olduğu andan itibaren işlemeye
başlar (BK. m. 128). Buna karşılık sermaye koyma borcunun özellikli oluşunun göz
önünde bulundurularak, zamanaşımı sürelerinin başlangıcına dair BK. m. 128’de yer
alan “… bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder.” biçimindeki kuralın
burada uygulanmaması yerinde olur. Dolayısıyla nakdi sermaye koyma borcuna dair
zamanaşımı sürelerinin başlangıcının ifa zamanının ana sözleşmede belirtilmiş olup
olmamasına göre belirlenmesi gerekir99. Şöyle ki;

1. Sermaye Borcunun Đfa Zamanı Ana sözleşmede Belirlenmişse


Sermaye borcunun ödeme zamanı, şirket ana sözleşmesi ile belirlenmiş
olduğu takdirde, zamanaşımı süresi bu vadeyi izleyen iş gününden itibaren işlemeye
başlar. 2003/3 sayılı STB. Tebliği anonim şirketlerin kuruluşlarında ve sermaye
artırımlarında nakdi sermayenin ödenmesi zamanının ana sözleşmede gösterilmesi
zorunluluğu getirilmiş olduğundan, ana sözleşmede belirlenen vadelerden itibaren
zamanaşımı süresi işleyecektir.
Sermaye borcuna dair kararlaştırılmış vadelerin uzatılması ya da kısaltılması
durumunda zamanaşımı, belirlenen yeni vadeden itibaren işlemeye başlar. Ancak bu
durumda STB.’nın yukarıda anılan Tebliğine göre nakdi sermayenin dörtte birlik
bölümünün kuruluş ya da sermaye artırımının tescili tarihinden itibaren en geç üç ay,
kalanının da en geç üç yıl içinde ödenmesi gerekeceğinden vadelerin uzatımında üç
aylık ve üç yıllık sürelerin dikkate alınması gerekmektedir100.
Öte yandan STB.’nın 2004/2 sayılı Tebliğine101 göre pay sahiplerince şirketin
kuruluşunda, sermaye olarak her türlü hak, menkul ve gayrimenkul malların taahhüt
edilmesi hâlinde bu taahhüt şirketin kuruluşunun tescil tarihinden itibaren yerine

98
Bu husus TTK.’nun Mer’iyet ve Tatbik Şekli Hakkındaki Kanunun 41. maddesi ile BK.’nun 126.
maddesine eklenen 4. bentte açıkça ifade edilmiştir.
99
Şar, s. 133.
100
Kalyoncu, s. 80.
101
RG. T. 3.6.2004, S. 25481.
116

getirilmesi gerekmektedir. Sermaye olarak konulan mal ve haklar özel bir sicile (tapu
sicili, gemi sicili, trafik sicili, sınai mülkiyet sicili gibi) kayıtlı ise, kuruluşun tescil
tarihinden itibaren ilgili sicilde şirket adına tescil ettirilir. Sermaye artırımında ise bu
süreler sermaye artırımının tescili tarihinden itibaren başlamaktadır. Buna karşılık
SerPK.’na tâbi anonim şirketlerin tedrici kuruluşu ve sermaye artırımlarında tam ve
nakden ödeme kuralı geçerli olması nedeniyle (SerPK. m. 7/III) pay bedelleri peşin
ödendiğinden, bu borcun zamanaşımına uğramasından söz edilemez102.

2. Sermaye Borcunun Đfa Zamanı Ana sözleşmede Belirlenmemişse


Sermaye koyma borcunun muacceliyet anının yönetim kurulu ya da genel
kurul tarafından bir ihbarın yapılması şartına bağlandığı takdirde ise, muacceliyet
başlangıcının BK. m. 128 çerçevesinde çözümlenmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
BK.’nun 128. maddesinde “alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tâbi ise
mururuzaman, bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder.” kuralı, borcun
muacceliyetinin alacaklının ihbarına bağlandığı hâllerde, bu ihbarın hiç yapılmaması
nedeniyle borcun zamanaşımına uğraması olasılığının tamamıyla ortadan
kaldırılmasını engellemesi bakımından önemlidir.
Ne var ki, anonim şirketlerin hukuksal yapısı ve sermaye koyma borcunun
niteliği bakımından bu kuralın uygulanması mümkün değildir. Zira bakiye sermaye
koyma borcunun muacceliyet tarihinin belirlenmesi yetkisinin şirket yönetim ya da
genel kurullarına bırakılması hâlinde, bu organlarca muacceliyet ihbarının ne zaman
yapılabilecek olduğu konusu muacceliyetin bağlandığı unsurların belirlenmemiş
olmaması sebebiyle mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla BK.’nun 128/II.
maddesindeki kuralın lafzına rağmen, şirket sermaye borcunun muacceliyeti
bakımından bir ihbarın gerekli olduğu takdirde, zamanaşımı süresinin pay sahiplerine
ihbarın yapıldığı andan itibaren başlayacak olduğunun kabul edilmesi daha uygun
olacaktır103.
Pay sahiplerinin ödemeleri gereken bakiye sermaye borçlarının muaccel
olmalarından başlamak üzere 5 yıl içinde zamanaşımına uğrayacak olması, esasında
anonim ortaklıkları bu borçları, apel kararından itibaren en geç 5 yıl içinde tahsil
etmeye zorlayacağından esas sermayenin temini ve korunması işlevini görür104.

102
Kalyoncu, s. 81.
103
Göle, s. 76; Kalyoncu, s. 80.
104
Göle, s. 77.
117

Öte yandan, sermaye koyma borçlarına yönelik 5 yıllık zamanaşımı


sürelerinin sözleşme ile değiştirilmesi mümkün değildir (TTK. m. 6, BK. m. 127).
Borçlara ilişkin zamanaşımını kesen ve durduran nedenler (BK. m. 132-133) nakdi
sermaye koyma borcu hakkında da geçerlidir.
118

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SERMAYE KOYMA BORCUNU ĐFADA TEMERRÜDÜN HÜKÜM VE


SONUÇLARI

I. ŞĐRKETĐN TESCĐL EDĐLMESĐNDEN ÖNCEKĐ SONUÇLARI

Borçlar hukuku bağlamında borçlu temerrüdü, borçlanılan edimin, kanunda


öngörüldüğü şekliyle ifasındaki gecikmedir. Bu nedenle bir borçlunun temerrüdünden
söz edilebilmesi için, borcun muaccel olması, borç konusu edimin henüz ifa
edilmemiş bulunması, edimin ifasının imkânsızlaşmaması, istisnai durumlar haricinde
alacaklının borçluyu, temerrüt ihtarı çekerek, temerrüde düşürmesi (BK. m. 101)
gerekmektedir1.
Pay sahibinin temerrüdü, belirli zamanda ifasını borçlandığı pay karşılığını
ifa yükümlülüğünü tek yanlı ihlal etmesinin yanı sıra pay sahibinin temerrüt halinin
sona ermesi ile birlikte etkileri de sona eren hukuka aykırı bir durumdur. Temerrüde
düşen pay sahibinin bu hukuksal statüsü, ifadan kaçındığı pay bedelini, zarar ve
ziyanı, temerrüt faizini ve kararlaştırılmışsa cezaî şartı ödeyip bu hukuka aykırılığı
telafi etmesi halinde ortadan kalkmaktadır2. Payın ıskatı da dâhil olmak üzere, pay
sahibinin temerrüdüne bağlanan yaptırımların başlıca gayesi, pay sahiplerinin
cezalandırılmasından daha ziyade, bakiye sermaye borcunun bir an önce ve gereği
gibi yerine getirilmesini sağlamaktır3.
Pay sahiplerince taahhüt edilen sermayenin nakit ya da nakit dışı bir değer
olmasına göre temerrüde bağlanan hüküm ve sonuçlar temelde farklılık arz
etmemektedir. Nakdi sermaye borcunun ifasında temerrüdün ilk sonucu temerrüt
faizi, nakit dışı (ayni) sermaye borcunun ifasında temerrüdün ilk ve en önemli sonucu
ise yarar ve hasarın temerrüt ile birlikte pay sahibine geri dönmesidir4.
Öte yandan, anonim şirketin faaliyet döneminde pay sahibinin temerrüdünün
sonuçlarını düzenleyen TTK.’nun 407. ve 408. maddesindeki kurallar kuruluşta
kurucuların veya iştirak taahhüdünde bulunan kimselerin temerrütlerine

1
Tamer Đnal, Borca Aykırılık ve Sonuçları, Đstanbul, Papatya Yayıncılık, 2004, s. 221-222.
2
Đnal, s. 240.
3
Hüffer, § 64, N. 1, s. 296; Şener, s. 176.
4
Arslanlı, C. I, s. 190.
119

uygulanamaz5. Doktrinde, payların ödenmesi gerekli bedelleri ile varsa ihraç priminin
(agio) ifasında temerrüde düşen kimselere, ani ve tedrici kuruluş ayırımı
yapılmaksızın şirketin kuruluşu aşamasında TTK.’nun 287/II. maddesindeki kuralın
da uygulanması gerektiği ileri sürülebilir6. Ancak TTK.’nun 287/II. maddesinde yer
alan kurallar7, tedrici yöntemle kurulan anonim şirketin kuruluşu aşamasına dair özel
hüküm niteliğindedir. Diğer yandan ani yolla kuruluş sürecinde, henüz ortada bir
ticaret ortaklığı bulunmadığından, şirketlere ait genel hüküm niteliğindeki TTK. m.
140/IV. fıkrasının da uygulanabilmesi olanağı bulunmamaktadır. Ani yolla kurulan
anonim şirketlerin kuruluş sürecinde, kurucular arasında adi şirket mevcut
bulunduğundan8 sorunun BK. hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerekmektedir. BK.
m. 535/VII.’den yola çıkılmak suretiyle kurucuların sermaye koyma borçlarını ifa
etmemeleri ya da ihraç primlerini (agio) ödememeleri hâlinde şirketin feshi ya da
borçlunun temerrüdüne dair BK. m. 103 vd. hükümlerinin uygulanması olasılığı ortaya
çıkmaktadır9.
Anonim şirketlerin kuruluş ya da sermaye artırımlarında katılma
taahhüdünde bulunan pay sahibinin temerrüdünün, şirketin kuruluşunda ve faaliyet
safhasındaki hüküm ve sonuçlarının ayrı ayrı incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, anonim şirketlerin ani kuruluşlarında ve sermaye
artırımlarında taahhüt edilen nakdi sermayenin belirli bir bölümünün dahi kuruluş ya
da sermaye artırımının tescilinden önce peşin olarak ödenmesine dair yasal
zorunluluk bulunmamaktadır (TTK 285/I). Buna karşılık şirketin kuruluşu ya da
sermaye artırımlarında kurucular ve şirket yetkili organlarınca, katılma taahhüdüne
konu nakdi sermayenin belirli bir kısmının ve hatta tamamının şirketin tescilinden
önceki kuruluş aşamada peşin olarak ödenmesi kararlaştırılabilir. Bu durumda
katılma taahhüdünde bulunan pay sahipleri payları oranındaki sermaye borçlarını

5
Şar, s. 71.
6
Şar, s. 71.
7
TTK.’nun “Đlk taksit” kenar başlıklı 287. maddesinin ikinci fıkrasında, iştirak taahhüdünde bulunanların
birinci fıkra çerçevesinde belirlenen süreler içinde bu bedelleri ödemedikleri takdirde kurucular tarafından bu
kişilerin ortaklıkla ilişkilerinin kesilebileceği ya da kendilerini taahhütlerini ifa konusunda cebri icra yoluna
başvurabilecekleri düzenlenmektedir. Ayrıca bu şekilde şirketçe ilişikleri kesilenlerin yerlerine geçecek kimseler
tarafından payların bedellerinin ödenmediği sürece ortaklığın kurulamayacağı kuralı yer almaktadır.
8
TTK. Tasarısı’nın 335. maddesinde, ana sözleşmenin imzalanarak bu imzaların noterlikçe onaylanmasına
karşılık anonim ortaklığın henüz tescil edilmediği ve tüzel kişilik kazanmadığı dönemdeki yapı ön-anonim şirket
olarak adlandırılmıştır. Hukuksal açıdan anonim ortaklık sayılamayacak olan bu yapı maddenin gerekçesinde de
ifade edildiği gibi malvarlığı üzerinde iştirakçiler arasında bir elbirliği mülkiyeti şirketidir. Dolayısıyla, sermaye
taahhütlerinden kaynaklanan yükümlülüklere uyulmamasının da bu kapsamda değerlendirilmesi gerekmektedir.
9
Göle, s. 92; Şar, s. 72.
120

ana sözleşmede gösterilen zamanda ifa etmek zorundadırlar. Ana sözleşmede


belirlenen oranda nakit sermayeye karşılık gelen orandaki üzerine düşen ödemeyi
yapmayan pay sahibi, ana sözleşmede belirlenen ve peşin ödenmesi gereken bu
bölüm için temerrüde düşecektir10.
Bu borcun ifasında temerrüdün hüküm ve sonuçlarının ise başta taahhüt
konusu ve kuruluş yöntemleri olmak üzere çeşitli olasılıklar çerçevesinde
incelenmesinde yarar bulunmaktadır:

A. ANĐ KURULUŞTA TEMERÜDÜN SONUÇLARI

Anonim şirketin ani kuruluşunda kuruluş işlemlerinin tamamlanıp şirketin


tüzel kişilik kazanmadığı dönemde ana sözleşmeyi imzalayan pay sahipleri arasında,
anonim şirket kurma amacına yönelik bir adi şirket ilişkisi doğmaktadır (BK. m. 520).
Ne BK.’nda ne de TTK.’nda şirketin tüzel kişilik kazanmadığı bu aşamada şirketin
henüz şirket sözleşmesini imzalamak suretiyle, belli bir miktarda sermaye koymayı
taahhüt eden kişilerin ödeme yükümü altına girdikleri pay bedellerini ve varsa ihraç
primini (agio) ödememelerinin hüküm ve sonuçlarına dair özel bir düzenleme
bulunmamaktadır.
Şirketin âni kuruluş yönteminde ve tescilden önce sermaye borcunun
ifasında temerrüt nedeniyle, genel kurallar doğrultusunda şirketçe başvurulabilecek
olanaklar ise söyle sıralanabilir:

a. Đcra Takibi ya da Đfa Davası


Bilindiği üzere borcu ifada temerrüt, kural olarak borcun varlığına engel
oluşturmadığından temerrüde rağmen borç ilişkisi varlığını devam ettirmektedir.
Temerrüt hâlinde dahi borçlunun, borcunu ifa konusundaki sorumluluğu
sürdüğünden, alacaklının mütemerrit borçludan, muaccel alacağı tahsil için cebri icra
yollarına başvurabilme hakkı vardır. Aynı gerekçeyle temerrüde rağmen alacaklı,
mütemerrit borçlu tarafından yapılan hukuki ilişkiye uygun ifa teklifini kabul ile
yükümlü olup mütemerrit borçlunun usulünce yaptığı ifa önerisini reddettiği takdirde,
alacaklı temerrüdüne düşer11.

10
Kalyoncu, s. 88.
11
Đnal, s. 223.
121

Öte yandan, kuruluş sürecinde henüz anonim şirketin kuruluş işlemlerinin


tamamlanmadığı dönemde, ifa edilmeyen pay borçları hakkında uygulanacak
kurallara ilişkin doktrinde farklı görüşler ileri sürülmektedir. Şöyle ki;
Doktrinde Göle tarafından savunulan görüşe göre âni kuruluş aşamasında
temerrüde düşen ortak hakkında, borçlunun temerrüdünü düzenleyen BK.’nun 101 ilâ
105. maddelerindeki kuralların uygulanması gerekmektedir. Yazar, TTK.’nun 287/II.
maddesindeki, iştiraki taahhüt edenlerin ihtarname ile bildirilen süreler içinde bedelleri
ödememeleri durumunda kurucuların, bu kimselerin şirketle ilişkilerini kesmek veya
kendilerini taahhüdün ifasına icbar etmek hakkını sahip oldukları yönündeki kuralın
tedrici kuruluş yönteminde taahhüt edilen sermaye borcunun ödenmemesini
düzenleyen özel bir kural niteliğinde olduğu görüşündedir. Bu nedenle ani kuruluş
yöntemiyle kurulan anonim şirketler bakımından bu hükmün uygulanmasının
mümkün olmadığını ifade etmektedir. Ayrıca, anılan fıkradaki kuralın Yasa’daki yeri
ve ifade biçiminin de, ani kuruluş türünde uygulanamayacağının göstergesi olduğunu,
kaldı ki, bu aşamada henüz kurulmuş bir ticaret şirketinin de bulunmaması nedeniyle
ticaret ortaklıklarına dair genel hükümlerin özellikle de TTK m. 140/IV. maddesinin
uygulanmasının isabetli olmayacağını ileri sürmektedir12.
Bu yaklaşımın bir sonucu olarak ani kuruluş yönteminde şirket sözleşmesini
imzalayanlar arasında, bir adi şirket ilişkisi doğduğundan, taahhüt edilen sermaye
borcunun ifa edilmemesinin BK.’nun hükümlerine göre çözümlenmesi gerekmektedir
(TTK. m. 1, 138). Borçlar Kanunu’nun adi şirkete ilişkin hükümleri arasında sermaye
borcunun yerine getirilmemiş olmasına dair özel kurallara yer verilmemiş olmasına
karşılık, anılan sözleşmeyi imzalayıp sermaye taahhüdüne rağmen bu borcu ifa
etmeyen kurucu hakkında BK.’nun 103. maddesi çerçevesinde temerrüt nedeniyle
takibat yapılabilmesi ya da BK. m. 535/b. 7 hükmüne göre şirketin haklı nedenlerle
feshi yoluna gidilebilmesi mümkündür. Đhraç priminin (agio) ödenmemesi bakımından
da aynı alternatifler söz konusudur13.
Buna karşılık Kalyoncu tarafından ileri sürülen diğer bir görüşe göre kuruluş
sürecinde pay bedellerinin ifasında temerrüt hâlinde yine öncelikle TTK.’nun
hükümlerinin uygulanması gerekir. Yazara göre, anonim şirketin kuruluş aşamasında
ana sözleşmenin imzalanması ile taraflar arasında ortaya çıkan ortaklık, niteliği
itibarıyla yine bir ticaret ortaklığıdır. Bu nedenle şirket ilişkisinden kaynaklanan

12
Göle, s. 91; Krş. Çevik-Azık, s. 199; Hayri Domaniç, Müeyyideler, s. 121; Kalyoncu, s. 89.
13
Göle, s. 92.
122

hukuksal sorunların öncelikle TTK.’nun hükümlerine dayanarak çözümlenmesi, ancak


bu konuda TTK.’nda bir boşluk varsa BK. hükümlerinin uygulanması yoluna gidilmesi
gerekmektedir14.
Kanaatimizce şirketin tescil edilip tüzel kişilik kazanmadığı bu dönemde de
öncelikle TTK.’nun şirketlere ilişkin kurallarının uygulanması taraf iradelerine daha
uygundur. Ani kuruluşta ortağın sermaye koyma borcunu ifada temerrüdü ve bunun
sonuçlarının, öncelikle ticaret ortaklıklarına sermaye koyma borcunun ifa
edilmemesinin yaptırımlarını düzenleyen TTK. m. 140/IV, 141, 142/III. maddelerine
dayanarak, bu düzenlemelerde boşluk bulunduğu takdirde ise borçlu temerrüdünü
düzenleyen BK. m. 101 ilâ 105. maddeleri çerçevesinde çözülmesi gerekir. Buna
karşılık anonim şirketlerin ana sözleşmeleri nitelikleri itibarıyla çok taraflı bir sözleşme
olduklarından nakdi sermaye borcunun yükümlüsü olan pay sahibinin, şirketin
kuruluşu ya da faaliyeti aşamalarında temerrüde düştüğü takdirde hakkında 106. ve
107. maddelerinin uygulanmasına olanak bulunmamaktadır. Çünkü BK.’nun bu
maddeleri ancak tam iki taraflı ve karşılıklı sözleşmelere uygulanabilmesi söz konusu
olabilmektedir15.
Öte yandan, şirket ana sözleşmesini imzalayarak sermaye borcuna giren
pay sahibi aynı zamanda diğer ortaklara karşı da sorumlu hale gelir. Bu nedenle ani
kuruluş aşamasında ana sözleşme ile sermayenin belli bir bölümünün nakden ve
peşin ödenmesi kararlaştırılmışsa, ana sözleşmeyi imzalayan ortağın daha sonra ana
sözleşmeye göre sermayenin peşin ödenmesi gereken bölümünü ödemeyerek
temerrüde düşmesi durumunda, söz konusu sermaye borcunun ifasını, mütemerrit
ortak dışındaki her bir ortağın tek başına açacağı eda davası ile talep edebilmesi
mümkündür16.
Mütemerrit pay sahibine karşı açılacak olan bu ifa davasında aynen ifaya
ilâve olarak şirketin kuruluş aşamasında peşin olarak ödenmesi gereken nakdi
sermayenin ana sözleşmeye göre ifasının gerektiği tarihten itibaren gecikme faizi de
istenebilir (TTK. m. 141, 142/III). Ayrıca diğer pay sahiplerince taahhüt edilen
sermaye borcunu ifa etmeyen pay sahibi hakkında dava açılması yerine, ana

14
Kalyoncu, s. 89; Çevik-Azık, s. 199; Domaniç, Müeyyideler, s. 121.
15
Kalyoncu, s. 90.
16
Poroy (Tekinalp/Çamoğlu), N. 81a, s. 59-60; Burada söz konusu olan ortak davası (actio pro socio), şahıs
ortaklıklarında bir ortağın ortaklığa karşı yükümlülüğünü yerine getirmeyen diğer ortak ya da ortaklara karşı
açtığı davadır. Bu davanın niteliği gereği mahkemece hükmedilen edimin ortağa değil, ortaklığa yapılması
gerekmektedir. Bu konuda bkz. Aynur Yongalık, Şahıs Şirketlerinde Ortak Davası (Actio Pro Socio), (Ortak
Davası), Ankara, BTHAE, 2010, s. 89-91.
123

sözleşmeye dayanılmak suretiyle ĐĐK.’nun 46 ilâ 144. maddeleri arasında


düzenlenmiş bulunan ilâmsız icra yoluyla da takip yapılması söz konusu olabilir17.
Sermaye borcunu ifa etmeyen mütemerrit pay sahibi, temerrüt anından
itibaren ayrıca bir ihtar, ihbar ya da mehil verilmesine gerek olmaksızın asıl edime
ilâve olarak temerrüt faizi ödeme borcuna girer. Hatta mütemerrit pay sahiplerinin bu
duruma düşmede kusursuz olduklarını kanıtlamak suretiyle temerrüt faizi ödemekten
kurtulmaları söz konusu değildir18. Pay bedellerinin ifasında temerrüt nedeniyle talep
edilebilecek temerrüt faizini aşan bir zarara uğranılmışsa mütemerrit pay sahibi aynı
zamanda ortaya çıkan bu munzam zararı da tazmin borcu altındadır (BK. m. 105).
Ancak vadesinde sermaye koyma borcu ifa edilmemişse temerrüt faizi kendiliğinden
işlemeye başladığı halde, tazminat talebi için ayrıca ihtar şarttır (TTK m. 140/IV)19.
Munzam zararın tazmini için ayrıca şirket gecikme faizini aşan zararının varlığını
kanıtlamalı ve temerrüde düşen pay sahibi bu duruma düşmede kusurlu olmalıdır20.
Bu nedenle mütemerrit borçlu, pay bedelinin ifasında temerrüde düşmesinin kendine
atfı mümkün bir kusura dayanmadığını kanıtlayarak munzam zararı ödemekten
kurtulabilir (BK m. 105).

b. Cezaî Şart
Şirket ana sözleşmesinde, sermaye koyma borçlarını ifada mütemerrit olan
pay sahiplerinin, cezaî şart ödemekle yükümlü olacaklarının kararlaştırılması da
mümkündür. Cezaî şart hakkında BK.’ nun hükümleri uygulanmakla birlikte sermaye
koyma borcunun niteliği nedeniyle, şirketin sermaye borcunu talepten vazgeçebilmesi
mümkün bulunmadığından BK.’nun 158. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarında
düzenlenmiş bulunan seçimlik cezaî şart ve dönme cezasının bu ilişkiye
uygulanması olanağı yoktur21.
Borcunu ifa etmeyen pay sahibinin ana sözleşmede kararlaştırılmış cezaî
şartı ödemekle yükümlü tutulabilmesi için mütemerrit duruma düşmesi yeterli olup
ayrıca ifa etmeme nedeniyle şirketin bir zararının bulunup bulunmaması önemi
yoktur. Kusur ve zarar ancak cezaî şart miktarını aşan bir zararın tazmininin talebi
durumunda araştırılacak unsurlardır. Bu takdirde pay sahibinin borcu ifada temerrüde

17
Yongalık, s 75-86.
18
Arslanlı, C. I, s. 180; Göle, s. 93.
19
Arslanlı, C. I, s. 181.
20
Arslanlı, C. I, s. 180; Göle, s. 94.
21
Arslanlı, C. I, s. 181.
124

düşmekte kusurlu olması ve ceza miktarını aşan zararın şirketçe ispatlanması


gerekmektedir (BK. m. 158/II, 159/III).

B. TEDRĐCĐ KURULUŞTA

Anonim şirketin ani kuruluşunun aksine, tedrici kuruluşta kuruluş


aşamasında ifası gereken sermaye paylarına ilişkin temerrüdün hüküm ve sonuçları
TTK.’nun 287/II. maddesinde açık olarak düzenlenmiştir. Tedrici kuruluş yönteminde
şirket esas sermayesine karşılık gelen payların tamamının iştirakçiler tarafından
taahhüt edilip gerekli usuli işlemlerin tamamlanmasının ardından kurucularca pay
bedellerinin tümü taahhüt anında ödenmesi şart kılınmamışsa ilk taksidin ödenmesi
talep edilir.
Tedrici kuruluş yönteminde iştirak taahhüdünde bulunan kişilerin Yasa
gereğince ödemeleri gereken sermaye paylarını ve varsa ihraç primini (agio)
ödememelerinin sonuçları ise TTK.’nun 287/II. maddesinde düzenlenmektedir. Anılan
maddede, şirkete iştirak taahhüdünde bulunan kişilerin ödemeleri gereken sermaye
paylarını ve varsa agioyu zamanında ödemedikleri takdirde, şirket kurucularına
seçimlik bir hak tanınmaktadır. Bu kapsamda, kurucular taahhüt ettikleri sermaye
payını getirmeyen kişilerin ya şirketle olan ilişkilerine son verirler ya da taahhütlerini
yerine getirmelerini isteyebilirler22.

1. Đcra Takibi ya da Đfa Davası


Ana sözleşme hükümleri ile konulması taahhüt edilen sermaye payının ilk
taksidinin peşin olarak ödenmesinin şart koşulmadığı takdirde, taahhütname
imzalamış ve bu taahhütleri de kurucular tarafından kabul edilmiş kişiler, belirli süre
içinde söz konusu bedelleri şirket adına bir bankaya yatırmaya usulüne göre
yapılacak ilân ya da mektupla davet olunurlar23.
Şirkete katılma taahhüdünde bulunan pay sahipleri ana sözleşme gereğince
ödemekle yükümlü oldukları sermaye paylarının ve varsa ihraç priminin (agio)
ifasında temerrüde düştükleri takdirde, ifa etmeme nedeniyle ödenmeyen sermaye
paylarının yanı sıra gecikmeden doğan temerrüt faizi, munzam zarar ve varsa cezaî

22
Göle, s. 93
23
Doğanay, C. I, s. 884.
125

şartın ifası talep olunabilir. Kurucular tarafından bu konudaki taleplerin icra takibi ya
da ifa davası yoluyla yapılması mümkündür24.

2. Şirketin Feshinin Talep Edilebilmesi Sorunu


Sermaye borcunun tahsili amacıyla anonim şirket ve kurucular tarafından
yapılan girişimlerin sonuçsuz kalması hâlinde bir anonim şirket kurmak üzere
oluşturulmuş, henüz adi şirket statüsünde olan (BK. m. 535/1-b.7) bu şirketin haklı
nedenlere dayalı olarak feshinin mümkün olup olmadığı sorunu gündeme gelecektir.
Burada sözü edilen adi şirket niteliğindeki yapının kuruluş amacı bir anonim şirket
kurmak olduğundan, hukuksal yapısı itibarıyla henüz tescil edilip tüzel kişilik
kazanamamış bu yapının, pay bedelinin tahsil edilmediği gerekçesiyle feshi yoluna
gidilmesi BK. m. 535/I,b.7 bağlamında haklı bir neden olarak kabul edilemez25. Diğer
bir ifadeyle bu amaca yönelik adi şirketin feshi durumunda kuruluş çalışmalarının
tamamlanabilmesi ve anonim şirketin kurulması söz konusu olmayacaktır.

3. Mütemerrit Pay Sahibinin Çıkarılması


Taahhüt edilen pay bedellerinin ifasında temerrüt nedeniyle şirketin feshi
yerine TTK.’nun 197. maddesindeki kollektif şirketler bakımından geçerli olan kuralın
amaçsal yorumu ile adi şirket niteliğindeki bu yapıya uygulanması ve bu ortağın ihracı
yoluna gidilmesi menfaatler dengesi açısından daha uygun bir çözümdür26.
Ortaklıktan çıkarılma, şirketin tescilinden önce ana sözleşme veya iştirak
taahhütnamesini imzalamasına rağmen bu borcu ödemeyenler hakkında
başvurulabilecek bir yoldur. Bu aşamada henüz şirketin payları oluşmadığından
şirketin ıskat yoluna başvurabilmesi imkânından söz edilemez27. Yasa’da kuruculara
tanınan sermaye koyma borcunu ifa etmeyen ortağın çıkarılması ya da taahhüt
konusu sermaye payı ve diğer yan edimlerin birlikte ödenmesini talep hakları
herhangi bir koşul ya da süreye bağlanmamıştır. Zira anonim şirketin en kısa sürede

24
Göle, s. 94
25
Domaniç, Adi şirket, s. 104; Kalyoncu, s. 91; Yongalık, s. 102; Poroy (Tekinalp/Çamoğlu), N. 98a, s. 75.
26
Domaniç, Adi şirket, s. 104; Kalyoncu, s. 91; Yongalık, s. 102; Ortaklığın kuruluş işlemlerinin
tamamlanması ve tescilinden önceki aşamada anonim ortaklıklarda pay bedellerinin ödenmemesine özgü bir
yaptırım türü olan ıskatın uygulanması söz konusu olmaz. Zira ıskat, sermaye koyma borcunu ifa etmeyen pay
sahiplerine karşı, ancak anonim ortaklığın faaliyeti aşamasında uygulanabilecek olan bir yaptırım türüdür. Iskat
sahip olunan “pay” için uygulanır. Bu nedenle, bakiye sermaye borcunu ifa etmeme nedeniyle ıskat
uygulanabilmesi için kişinin pay sahibi olması şarttır. Bu yüzden ortaklığın kuruluşu ve sermaye artırımı
sürecinde henüz paylar oluşmamışsa ve ayrıca ortaklığın tasfiyesi aşamalarında ıskat yoluna gidilemez. Y. 11
HD. T. 16.1.2000, E. 1999/6574, E. 2000/94 (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1060, s. 625).
27
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1060, s. 625; Şar, s. 150.
126

tüzel kişilik kazanabilmesi için iştirak taahhüdünde bulunanların borçlarını kurucular


tarafından belirlenip kendilerine bildirilen zamanda ifa etmeleri şarttır. Konu bu açıdan
değerlendirildiğinde, iştirak taahhüdünde bulunan borçluya yeni bir mehil verilmesinin
gereksizliği ortaya çıkmaktadır28.
Kurucular tarafından iştirak payını ödemeyen mütemerrit pay sahiplerinin
şirketle ilişkilerinin kesilmesinin tercih edildiği durumda, mütemerrit ortak ile şirket
arasındaki hukuki ilişki sona erer (BK. m. 106). Hukuki ilişkinin bu nedenle ortadan
kaldırılması sebebiyle kurucuların BK.’nun 108/I. maddesi kapsamında temerrüde
düşen kişilerden yalnızca menfi zararlarının karşılanması talebinde bulunmalarına
olanak vardır. Bu yolla pay taahhüdünde bulunan borçluların borçlarını ifa edecekleri
düşüncesiyle yapılan giderlerin vb. ödenmesi talebi söz konusudur (BK. m. 108/II).
Bu kişilerce yalnızca gecikmiş sermaye borçları ifa edildiği takdirde artık şirketle
ilişkilerinin kesilmesi söz konusu olamaz. Ne var ki bu durum, kurucular tarafından
mütemerrit pay sahipleri aleyhine, sermaye borcunu zamanında ifa etmemelerinden
kaynaklanan temerrüt faizi, oluşmuşsa munzam zarar ve kararlaştırılmışsa cezaî şart
talep edilmesi olanağını ortadan kaldırmaz29.
TTK.’nun 287/II. maddesi gereğince iştirak taahhüdünde bulunan kimselerin
şirketle ilişiklerinin kesilmesinin ardından, kurucular tarafından çıkarılan ortak yerine
yeni bir ortak alınabileceği gibi çıkarılan ortağın sermaye payını kendileri de taahhüt
edebilirler30. Çıkarılan ortakların yerine dâhil edilenler tarafından sermaye payları
ödenmediği sürece anonim şirketin kurulması mümkün değildir31.

II. ŞĐRKETĐN TESCĐLĐNDEN SONRAKĐ SONUÇLARI

Anonim şirketlerin ticaret siciline tescil edilmelerinden sonraki dönemde, pay


sahiplerinin bakiye sermaye koyma borçlarını ifada temerrüdünün hüküm ve
sonuçları, TTK.’nun 407. ve 408. maddelerinde düzenlenmiştir. TTK.’nun 407.
maddesinin 1., 3. ve 4. fıkraları çerçevesinde, sermaye borcunu yerine getirmeyerek
temerrüde düşmüş olan pay sahibinin sorumlu bulunduğu borcun kapsamı
genişlemektedir. Her şeyden önce bu durumdaki pay sahibi, gecikmiş sermaye borcu
ile birlikte temerrüt faizini, ifa edilmeme nedeniyle eğer şirket temerrüt faizini aşan bir

28
Göle, s. 93.
29
Göle, s. 94
30
Doğanay, C. I, s. 885.
31
Kalyoncu, s. 91.
127

zarara uğramış ise munzam zararlarını ve kararlaştırılmışsa cezaî şartı da ödemekle


yükümlü olacaktır32. TTK.’nun 408. maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde
mütemerrit pay sahibinin TTK.’nun 407/II. maddesine göre yönetim kurulunca pay
sahibinin iştirak taahhüdü ve yapmış olduğu kısmi ödemelerden mahrum edilmek
suretiyle ortaklıktan ıskatı da söz konusu olabilecektir.
Anonim şirketin kuruluş sürecinde ve tescilinden önceki aşamada kuruculara
ait olan yetkiler bu dönemde yönetim kurulu tarafından kullanılır. Yönetim kurulunun
temerrüde düşen pay sahiplerine yönelik Yasa’da öngörülen başvuru yollarının
seçiminde eşit işlem ilkesine uygun davranması gerekir. Keyfi ve haksız bir biçimde
temerrüde düşen bir kısım pay sahiplerinden temerrüt faizi ve tazminat talep ederken
diğerlerinin ıskatı yoluna gidilmesi ve bu yolla pay sahipleri arasında farklılık
yaratılması iyiniyet kurallarına ve eşit işlem ilkesine aykırılık oluşturur33. Ancak şirket
yönetim kurulunun mütemerrit pay sahiplerine karşı ifa davası açma ya da ıskat
yolunu seçme konusundaki seçimini yaparken, pay sahiplerinin ödeme gücünü ve
borcu ifaya istekli olup olmadıkları gibi hususları dikkate alması ve aynı zamanda
şirketin menfaatini de gözetmesi gerekir. Örneğin mütemerrit pay sahiplerinden bir
bölümünün bakiye sermaye bedellerini ödeme gücü varken diğerleri açısından
bundan söz edilemeyecekse, yönetim kurulunun ödeme gücü olanlar hakkında
temerrüt faizi ve tazminat talebiyle icra takibi ya da dava açma yolunu, diğerleri için
ise ıskat prosedürünü tercih etmesi keyfi bir davranış ya da şirket yararına olması
nedeniyle eşit işlem ilkesine aykırılık olarak değerlendirilemez. Burada esas
sermayenin en kısa sürede ve en az giderle tahsili amaçlanması nedeniyle, şirket
yararına oluşturulmuş olan bu farklılık haklı gerekçelere dayanmaktadır34.

A. SERMAYE BORCUNUN ĐFASI DAVASI VE ĐCRA TAKĐBĐ

Tescilin ardından sermaye koyma borcunu ifada temerrüde düşen pay


sahibine karşı, şirketin dava yoluyla takip yapıp yapamayacağı konusunda TTK.’nun
407. ve 408. maddelerinde herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu maddelerin
mehazını teşkil eden Đsviçre BK.’nun 681. ve 682. maddelerinde de durum aynıdır.
Bu konuda dikkate alınması gereken bir düzenleme, ticaret ortaklıklarına dair
genel hükümler arasında yer alan TTK.’nun 140. maddesinde yer almaktadır. Bu

32
Göle, s. 103; Kropff, Semmler, § 63, s. 277; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1054, s. 623.
33
Domaniç, Şerh II, s. 119; Göle, s. 104; Yıldız, Eşit Đşlem, s. 208.
34
Yıldız, Eşit Đşlem, s. 209.
128

maddenin dördüncü fıkrasında, temerrüde düşen pay sahiplerinden, sermaye koyma


borçlarının şirketçe dava yoluyla istenebileceği açık olarak hükme bağlanmıştır. Bu
kurala rağmen tüzel kişiliğin kazanılması ya da sermaye artırımının tescili sonrasında
anonim şirketçe bakiye sermaye koyma borcunu ifa etmeyen pay sahiplerine dava
açılması ve alacağın bu yolla tahsili olanağının bulunup bulunmadığı hususunda
görüş ayrılıkları vardır. Bu husustaki görüşlerden birisi şirketin tüzel kişilik
kazanmasından sonraki aşamada pay sahibine karşı ifa davası açılamayacağı, diğeri
ise bu dönemde de ifa davası açılmasının mümkün olduğu yönündedir. Şöyle ki;

1. Đfa Davası Açılabileceğini Kabul Etmeyen Görüş


Mütemerrit pay sahiplerine karşı şirketin tescil ile tüzel kişilik kazanmasından
sonraki aşamada şirket yönetim kurulunca ifa davası açılması ya da icra yoluna
başvurulmasına olanak bulunmadığı görüşü doktrinde Özbil35 ve Domaniç36
tarafından savunulmuştur. Bu görüşün dayandığı temellerin şu şekilde sıralanması
mümkündür:

a. TTK. m. 140/IV’teki Kuralın Bakiye Sermaye Koyma Borçları Đçin


Geçerli Olmaması
Đfa davasının açılmasının mümkün olmadığı görüşü öncelikle, şirket lehine
TTK.’nun 407. ve 408. maddelerinde davadan başka alternatiflerin de öngörüldüğü,
yasa koyucunun şirketin tescilinden tasfiyesine kadar geçen devrede ifa edilmeyen
sermaye borçlarına yönelik dava açma hakkını tanımayı isteseydi bunu Yasa’da
açıkça düzenleyebilecek olduğunu, oysa sözü edilen maddelerde buna ilişkin
herhangi bir düzenlemenin bulunmadığına dayandırılmaktadır37.
TTK.’nun 407. ve 408. maddeleri anonim şirketlerde sermaye koyma
borcunun ifa edilmemesine ilişkin özel hükümlerdir. Buna ilâve olarak TTK.’nun 138.
maddesinde, ticaret ortaklarına uygulanacak hükümlerin sırası saptanmış olup
anonim ortaklıklara, önce bu şirket nevine yönelik özel kurallar ve ancak bunlarda
boşluk bulunması durumunda, ticaret ortaklıklarına ilişkin genel kurallar (TTK. 136)
uygulanır. TTK.’nun 407 ve 408. maddeleri pay sahibinin nakdi sermaye koyma

35
Đ. Dündar Özbil, “Anonim Şirketlerde Pay Sahibinin Sermaye Olarak Taahhüt Ettiği Para Borcundan
Temerrüdü”, BMFD., 1967, C. 4, S. 6, s. 39.
36
Hayri Domaniç, “Anonim Şirket Ortakların Sermaye Koyma Borcunda Temerrüdüne Terettüp Eden
Müeyyideler”, ĐBD., C. XL, S. 4-5-6, s. 124, 125.
37
Domaniç, s. 124.
129

borcunu ifada temerrüde düşmesi durumunda mütemerrit pay sahibine karşı ifa
davası açılabileceği hükmünü içermektedir. Şirketin tescili ile tasfiyesi arasındaki
süreçte temerrüde düşen ortaklara öncelikle TTK.’nun 407. maddesinin uygulanması
gerekeceğinden, özel hüküm niteliğindeki TTK.’nun 407. maddesinin, TTK. m. 140/IV,
BK.’nun 101 ilâ 105. maddeleri gibi genel hükümlerle tamamlanarak ifa davasının
açılması imkânı tanınması söz konusu olmaz38.
Dolayısıyla ortaklık, pay sahiplerinin bakiye sermaye koyma borçlarını ifada
temerrüde düşmeleri hâlinde, sermaye paylarının tahsil amacıyla mütemerrit pay
sahipleri aleyhine ifa davası açamayacaktır. Bu görüşteki yazarlardan Domaniç,
TTK.’nun 140/IV. maddesinde yer alan kuralın, ticaret ortaklıklarına uygulanabilecek
olan genel hüküm niteliğinde olduğunu, bu kurala göre özel nitelik arzeden 407. ve
408. maddelerde yer alan kuralın adil olmadığı gerekçesine dayanılmak suretiyle göz
ardı edilemeyeceği savunmaktadır. Yazara göre, adaletli olmayan bu kuralın
düzeltilmesi için söz konusu maddelere dava ve cebri icra yolunun açık olduğu
hususunda bir hükmün eklenmesi ya da Yargıtay’ca bu konuda bir içtihadın
oluşturulması gereklidir39.

b. Đfa Davası Açılmasının Bakiye Sermaye Bedellerinin Tahsilini


Geciktirmesi
Yasakoyucu sermaye koyma borcunu ifada temerrüt ile ilgili olarak, anonim
şirketlerin kuruluş aşamasında (TTK. m. 287/II) ve tasfiye dönemlerinde (TTK. m.
446) açıkça dava hakkına yer vermiştir. Bu kurallar doğrultusunda anonim şirketin
tüzel kişilik kazanmasından önceki dönemde pay sahibinin temerrüde düşmesi
durumunda TTK.’nun 287. maddesine göre, şirketin tüzel kişilik kazanmasının
ardından nakit dışı sermayenin ifasında temerrüde düşülmesi durumunda 285/II.
maddeye göre, tasfiye hâlinde ise tasfiye memurlarınca mütemerrit pay sahiplerine
karşı TTK.’nun 446/I. maddesi gereğince dava açılabileceği belirtilmiştir. Bu durum,
şirketçe faaliyet döneminde mütemerrit pay sahipleri aleyhine ifa davası açabilmesine
dair herhangi bir düzenlemeye yer verilmemesine karşılık kuruluş ve tasfiye

38
Domaniç, s. 124.
39
Domaniç, s. 126; TTK Tasarısı’nda söz konusu eleştirinin dikkate alınmadığı görülmektedir. Tasarının
pay sahibinin temerrüdünü düzenleyen 482. maddesinde, mevcut Yasa’nın 407. maddesinin yalnızca dilinin
sadeleştirilerek muhafaza edildiği görülmektedir.
130

aşamalarında açıkça bu hakkın tanındığını göstermektedir40. Burada yasa koyucunun


anonim şirketin faaliyet aşamasında sermaye gereksinimini göz önünde tuttuğu ve
TTK.'nun 407. maddesinde ifa davası olanağını tanımadığı ileri sürülmektedir41.
Bu görüşe göre, anonim şirketin, pay sahiplerinden bakiye sermaye borcunu
ödemelerini istemesinin temelinde şirketin sermaye ihtiyacının karşılanması ve yeni
yatırımlara kaynak temin edilmesi olduğundan bu konuda dava açılmasının beklenen
amacı gerçekleştirici rolü bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, ifa davasının
gerektirdiği hukuksal süreç zaman kayıplarına neden olacağından şirketin ihtiyacı
olan sermayeyi dava yoluyla temin edebilmesi olasılığı düşüktür42.

2. Đfa Davası Açılabileceğini Kabul Eden Görüş


Anonim şirketin faaliyeti süresince, sermaye borçlarının ifasında temerrüde
düşen pay sahiplerine karşı ifa davası açamayacağı yönündeki yukarıda değinilen
görüşe karşılık çoğunluk tarafından bu dönemde de ifa davası açılabileceği
savunulmaktadır. Bu görüşe göre TTK.’nun 407. maddesinde mütemerrit pay
sahiplerine karşı pay bedellerinin tahsili amacıyla dava açılabilmesini engelleyici
herhangi bir kural ve sınırlamanın bulunmaması da Yasa’nın buna imkân tanıdığını
göstermektedir43. Ayrıca anonim şirketin çıkarları göz önünde tutulduğunda, bu
yönde dava açılmasının hakkaniyete de uygun düştüğü ileri sürülmektedir44.
Bu görüşün dayanakları ise kısaca şu şekilde özetlenebilir:

a. Anonim Şirketin Ödenmeyen Pay Bedellerini Tahsil Zorunluluğu

40
Özbil, anonim ortaklığın faaliyeti döneminde, ödenmemiş olan sermayenin dava yoluyla tahsiline imkân
tanıyan bir kural bulunmadığından hareketle ortaklığın faaliyeti döneminde bu yönde dava açılmasına olanak
bulunmadığını ifade etmiştir. Ancak daha sonra bu görüşünden YHGK.’nun 1.3.1967 tarihli ve E. 1966/1511, K.
1966/133 sayılı kararı doğrultusunda vazgeçmiştir. Bu konudaki YHGK.’nun görüşü, TTK m. 407 ve 408.
maddelerindeki müeyyidelerin 140/IV. maddesindeki sermayenin tahsilini düzenleyen genel kuralı kısıtlayan bir
nitelikte olmadığı yönündedir. Yazar da bu karara paralel olarak TTK. m. 407. maddenin ifa davasını da
kapsayan bir kural niteliğinde algılanması gerektiği sonucuna varmıştır. (Đ. Dündar Özbil, “Anonim Şirketlerde
Pay Bedellerinin Ödenmemiş Kısımlarının Tahsiline Đlişkin Bir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı”, BMFD,
Eylül, 1967, C. 4, S. 9, s. 38 vd.)
41
Hayri Domaniç, “Anonim Şirket Ortaklarının Sermaye Koyma Borcunda Temerrüdüne Terettüp Eden
Müeyyideler”, ĐBD. 1966, C. XL, S. 4-5-6, s.124.
42
Domaniç, Müeyyideler, s. 124 vd; Özbil, s. 39.
43
Yargıtay 11. HD.’nin kararında, “TTK.’nun 407-408 nci maddelerine göre sermaye borcundan dolayı
temerrüt hali tahakkuk etmişse yönetim kurulu isterse, bu borcun ifası ile birlikte tahakkuk eden faizini, tazminat
veya cezaî şartın birlikte ödenmesini talep eder, isterse ortağı “ıskat” etme yolunu tercih eder.” denilmek
suretiyle ortaklık yönetim kurulunun mütemerrit pay sahibi aleyhine ifa davası açabileceği vurgulanmıştır. Y. 11.
HD. T. 20.2.2009, E. 2007/12223, K. 2009/1906.
44
YHGK.’nun 1.3.1967 T ve E. 1966/T-1511, K. 133 kararının ardından bu görüş doktrinde de büyük
ölçüde kabul görmüştür. Aynı yönde bkz. Arslanlı, C. I, s. 191; Erüreten, s. 154; Bahtiyar, Ortaklıklar, s. 159;
Doğanay, C. I, s. 1211; Domaniç, Müeyyideler, s. 121; Göle, s. 98-103; Taşdelen, s. 56; Pulaşlı, Şirketler
Hukuku, s. 679; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 603, s. 351.
131

Anonim ortaklıkta pay taahhüdünde bulunanların temel yükümlüğü pay


borçlarını, mevzuat ve ana sözleşmeye uygun olarak ifa etmektir45. Anonim şirketçe
pay sahiplerinden muaccel hâle gelmiş sermaye alacaklarını talep ve tahsil edip
şirket malvarlığına dâhil edilmesi şirketin ve alacaklılarının olduğu kadar, pay
sahiplerinin de yararınadır. Pay sahiplerince yüklenilen sermaye borçlarının bir
yönüyle şirket tüzel kişiliğine ait borçların karşılığını oluşturmaları nedeniyle, bunların
tahsil edilmesine gayret edilmesi şarttır.
Bu nedenle anonim şirketlerin kuruluşları ve tasfiye aşamalarına ilişkin
TTK.’nun 287. ve 446. maddelerinde sözü edildiği üzere, şirketlerin mütemerrit pay
sahiplerinden bakiye sermaye pay bedellerinin tahsili amacıyla dava açma hakları
bulunmaktadır46. Ne var ki pay sahiplerine, mütemerrit pay sahipleri aleyhine bir ortak
davası (actio pro socio) açabilme hakkının tanınması anonim şirketler hukukunun
yapısına uygun düşmemektedir47.

b. TTK. m. 407 ve 408’deki Kuralların m. 140/IV ile Tamamlanmasının


Gereği
Anonim şirketin faaliyeti döneminde, şirketin, bakiye sermaye payını ifa
etmemiş olan pay sahiplerine karşı bu alacağın tahsili amacıyla TTK.’nun 140/IV.
maddesi gereğince dava açma hakkının bulunduğunun kabul edilmesi gereklidir.
Çünkü TTK’nun 138. maddesine göre, anonim şirket ilişkisinde öncelikle bu şirket
türüne ait özel hükümler, bu hükümlerde düzenlenmeyen konulara ise ticaret
ortaklıklarına dair genel hükümler uygulanacaktır. Bu bağlamda TTK.’nun 407.
maddesi her ne kadar anonim şirketlerde sermaye koyma borcunu düzenleyen özel

45
Siems, s. 69.
46
YHGK.’nun bir kararında, “Bir anonim şirketin tescili ile o şirketin tasfiyesi arasında kalan devrede,
TTK.’nun 406 ve 407. maddeleri hükümlerine göre şirket, bakiye sermaye borcunu talep ve dava hakkına
sahiptir. Ticaret şirketlerinin genel hükümlerinde yer alan m. 140/f.4 de bu kuralı teyit etmektedir. Zira,
TTK.’nun 406. maddesinin hükmüne göre anonim şirket, esas mukavelede aksine bir hüküm bulunmadıkça,
şirkete karşı borç mahiyetinde olan pay bedellerinin ödenmesini her zaman ilân suretiyle istemek hakkını
haizdir. Talep üzerine anonim şirketin bu alacağı muaccel hâle gelir. Muacceliyet ise dava ikame hakkını
bahşeder. Ayrıca TTK.’nun m. 407/f.1 uyarınca da sermaye koyma borcunu zamanında yerine getirmeyen pay
sahibi hiçbir ihtara lüzum kalmadan mütemerrit hâle düşerek şirkete karşı temerrüt faizi ödemek zorunluluğunda
kalır. Đlândan sonra şirket hem asıl alacağını ve hem de temerrüt faizini istemek imkânını kazanmış olur.”
denilmektedir. Y.HGK. T. 1.3.1967, E. 1966/T-1511, K. 133 (Doğanay, C. 1, s. 1219).
47
Anonim şirketlerde ortak davası Alman hukukunda da tartışma konusudur. 2000 yılındaki 63. Alman
Hukukçular Günü kapsamında anonim şirketler bakımından bu dava türü tartışılmış ve doktrinde hakim olan
görüşün de etkisiyle kabul edilmemesi yönünde karar çıkmıştır. Bu durum doktrinde “baskıcı pay sahibi
davası”ndan (erpresserischen Aktionarsklage) korkulduğu şeklinde değerlendirilmektedir. Susanne Müler, Die
Gesellschafterklage als Rechtsformübergreifendes Institut, Frankfurt am Main 2002, s. 2-3 (Yongalık, Ortak
Davası, s. 38, dn. 36-37 atfen).
132

nitelikte bir hüküm ise de bu maddede şirketin, mütemerrit pay sahibi aleyhine ifa
davası açıp açamayacağı konusunda açıklık yoktur. Dolayısıyla TTK.’nun 407.
maddesinde var olan boşluğun, şirket tarafından mütemerrit pay sahiplerine karşı ifa
davası açılabilmesini düzenleyen TTK.’nun 138. maddesi ile tamamlanarak TTK. m.
140/IV gereğince mütemerrit pay sahibine karşı ifa davasının da açılabileceği
şeklinde yorumlanması gerekmektedir48.
Ortakların çoğunluğu tarafından bakiye sermaye borçlarının ödenmemesi
durumunda TTK.’nun 407. maddesine dayanarak bu paylar hakkında ıskat işleminin
uygulanması ve yeni ortakların alınmasının getireceği fiili zorluklar göz önüne
alındığında, şirketin mütemerrit pay sahipleri hakkında ifa davası açabilmesinin
önemi daha da iyi anlaşılacaktır. Nitekim Yargıtay kararlarında da49 sermaye
taahhüdünün ödenmeyen bölümünün anonim şirket için talep ve dava edilebilir bir
hak olduğunun vurgulanması şirketin malvarlığına dâhil olan sermaye alacağının
gereğinde dava yoluyla talep edilebilmesi imkânının varlığını göstermektedir. Bu
hakkın varlığı aynı zamanda alacağını tahsil ile yükümlü olan şirketin bu
zorunluluğunu yerine getirebilmesi açısından önem taşımaktadır.
Öte yandan her ne kadar TTK.’nun 407. ve 408. maddelerine karşılık gelen
ĐBK.’nun 681. ve 682. maddelerinde de anonim şirketin mütemerrit olan pay
sahiplerine karşı ifa dava açabileceğine dair açık bir kural yoksa da, şirketin bu hakka
sahip bulunduğu konusunda uygulama ve doktrinde herhangi bir duraksama
bulunmamaktadır50. Đfa davası açılmasının genel kanuni bir yol olması nedeniyle
Đsviçre doktrininde ĐBK.’nun 681 ve 682. maddelerinde bu hususun ayrıca
düzenlenmesine gerek bulunmadığı yaklaşımı kabul görmektedir51.

c. Şirket ve Đlgililerin Menfaatleri Đle Hakkaniyet Kurallarının Gereği


TTK.’nun 407. maddesinde şirketin pay bedellerinin tahsili amacıyla pay
sahiplerine yönelik dava açamayacağı konusunda bir kural olmadığı gibi şirketin ve
şirketle hukuki ilişkiye giren üçüncü kişilerin menfaati bu borcun tahsili konusunda ifa
davası açılabilmesini gerektirmektedir. Ayrıca muaccel sermaye koyma borcunu ifa

48
Bilgin, s. 188; Göle, s. 99
49
YHGK. T. 1.3.1967, E. 1966/T-1511, K. 133.
50
Steiger, F. V., 164, 165 (Göle, s. 99, dn. 78 naklen).
51
Steiger, F. V., 164, 165 (Göle, s. 99, dn. 79 naklen).
133

etmeyip temerrüde düşen pay sahibinin hukuksal durumu da aleyhine ifa davası
açılmasını haklı kılmaktadır52.
Mütemerrit pay sahiplerinin ödeyecekleri ve şirket malvarlığına dâhil edilen
sermaye paylarının karşılıkları, pay sahipleri ile şirketin alacaklıları lehine değerlerdir.
Anonim şirketin borçları nedeniyle yalnızca malvarlığı ile sorumlu bulunması ve
sermaye alacağının tahsil edilmesinin şirketin kârlılığı üzerinde doğrudan etkisi bunun
göstergesidir. Bu yüzden mütemerrit pay sahiplerine karşı sermaye koyma borçlarını
ifa davası açılabilmesi ve bu yolla pay bedellerinin tahsil edilmesi imkânının
bulunduğunun kabulü gerekir53.

3. Görüşlerin Değerlendirilmesi
Mütemerrit pay sahiplerine karşı şirket yönetim kurulunun ifa davası açarak
ya da icra yoluna başvurmak suretiyle gecikmiş sermaye alacaklarını tahsili yoluna
gidebilmesi çeşitli açılardan önem taşımaktadır. Şirkete tanınan bu hakla, gecikmiş
ifanın yanında temerrüt faizi, munzam zarar ve kararlaştırılmışsa cezaî şart talep
edilebilmesi de söz konusu olacaktır.
Anonim şirketin faaliyeti süresince sermaye borçlarını ifada temerrüde düşen
pay sahiplerine karşı ifa davası açılmasının kabul edilmemesine, bu davanın şirketçe
ihtiyaç duyulan sermayenin zamanında elde edilmesine engel oluşturacağı
gerekçesine dayandırılması haklı bir gerekçe olarak görülemez. Çünkü temerrüt
nedeniyle payların ıskat edilip bunların başkalarına devir yoluna gidilmesi ile borçlu
pay sahipleri aleyhine ifa davası açılması arasında yargısal süreç ve zaman
açısından önemli farklılık yoktur.
Öte yandan karşılıkları ödenmeyen payların ıskatı yoluna gidilmesi üçüncü
kişilerce şirketin ekonomik yapısına yönelik güvensizlik işareti olarak
algılanacağından, pay bedellerini ödemediği gerekçesiyle ıskat edilen ortakların
yerine yenilerinin dâhil edilebilmesi güçtür. Kaldı ki, pay sahiplerinin önemli
çoğunluğu sermaye borçlarını ifa etmiş, az sayıdaki pay sahibinin borcunu ifada
temerrüde düşmüşse bunlar aleyhine ifa davası ya da doğrudan icra takibine
girişilmesi şirket açısından önemli bir sorun oluşturmayacaktır54.

52
Domaniç, s. 122; Şar, s. 138.
53
Şar, s. 138.
54
Göle, s. 100
134

Anonim şirketin faaliyeti süresince mütemerrit pay sahiplerine karşı şirket bu


payların ıskatı yolunu seçip yerlerine yenilerini dâhil edebileceği gibi, bu bedellerin
tahsili amacıyla ifa davası da açabilecektir. Yani bu şartlar altında şirketin ifa davası
açmak ya da icraya başvurmak suretiyle mütemerrit olan pay sahiplerinden sermaye
borçlarını yerine getirmelerini isteyebilmesi mümkündür55.
Anonim şirket yönetim kurulunun bu seçimini pay sahibinin temerrüde
düşmesinin ardından uygun bir süre içinde yapması ve bu seçimi yaparken ana
sözleşmeye ve genel kurulca alınmış kararlara uygun davranması gerektiği açıktır.
Ayrıca yönetim kurulu basiretli bir tacir gibi davranmalı, temerrüde düşen pay
sahibinin ekonomik durumunu ve bu borcu ifa etme hususunda istekli bulunup
bulunmadığını da göz önünde tutması gerekir. Yönetim kurulunca, mütemerrit
konumdaki pay sahiplerinin bu borcu ifa hususundaki yaklaşımları ile ekonomik
durumlarının değerlendirilmesi neticesinde bir kısmının aleyhine ifa davası açılırken,
diğerlerinin ıskatı yoluna gidilmesi, bu işlemlerin asıl amacının şirket esas
sermayesinin en uygun biçimde ve en kısa sürede temini olduğundan ortaklar
arasında eşit işlem ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır56.
Öte yandan şirket yönetim kurulu mütemerrit pay sahibine karşı önce ifa
davası açmasına rağmen, bu girişim sonuçsuz kalırsa ıskat yoluna gidebilir. Ne var
ki, mütemerrit pay sahiplerinin başlangıçta ıskatı için karar alınması ve bir takım şekli
işlemler yapılıp durumun pay sahiplerine de bildirilmesi aşamasından sonra, bundan
vazgeçilmesi ve gecikmiş ifa talebine dönülmesi imkânı yoktur. Zira yönetim kuruluna
tanınan bu hak mütemerrit pay sahiplerine karşı keyfi tutum takınılmasına olanak
tanımamaktadır57.
Sonuç olarak, mütemerrit pay sahiplerine karşı pay bedellerinin tahsili için
anonim şirketin seçimlik haklarının bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Ortaklık, sermaye
borcunun ifa edilmesinde temerrüde düşen pay sahibini, iştirak taahhüdünden ve
yaptığı kısmi ödemelerden doğan haklarından mahrum ederek ortaklıktan ıskat
edebileceği gibi, gecikmiş ifayı talep ve dava da edebilecektir. Bu hususta yönetim
kurulunca yapılacak seçimin pay sahibinin temerrüdünün gerçekleşmesinden itibaren
mümkün olan en kısa süre içinde yapılması gerekmekte olup, seçimin haksız yere

55
Bilgin, s. 188; Göle, s. 100.
56
Göle, s. 104; Şar, s. 139.
57
Göle, s. 104; Şar, s. 139.
135

uzatılması iyiniyet kurallarına aykırılık oluşturur58. Pay bedelininin ifasında temerrüde


düşen pay sahibine karşı bu yollardan hangisine başvurulacağı konusundaki seçme
hakkı, şirket yönetim kuruluna ait olmakla birlikte bu süreçte şirket genel kurulu
tarafından belirlenen ilkelere uygun hareket edilmesi gerekir.

B. GECĐKMĐŞ ĐFAYA BAĞLI OLARAK PAY SAHĐBĐNĐN DĐĞER


BORÇLARI

Yasa’da mütemerrit pay sahiplerine karşı gecikmiş ifa davası ya da icra


takibinin kapsamına dair açık bir düzenleme bulunmamasına karşılık borçlu pay
sahibinin temerrüt durumuna göre, bu dava ya da takibin gecikmiş sermaye borcunun
yanı sıra, temerrüt faizi, munzam zarar ve şirket sözleşmesinde kararlaştırılmışsa
cezaî şart taleplerini içermesi mümkündür. Şöyle ki;

1. Temerrüt Faizi
Sermaye koyma borcu, borçlar hukuku bağlamında çok taraflı bir sözleşme
niteliğindeki şirket ana sözleşmesinden doğan, şahsi bir yükümlülüktür. Sermaye
koyma borcunu yerine getirmeyen pay sahibinin TTK.’nun 407/I. maddesi gereğince
temerrüt faizi ödemekle yükümlü olması da bu sorumluluğun ortak açısından bir borç,
şirket yönünden ise bir alacak olmasının sonucudur59. Nakdi sermaye koyma
borcunu zamanında yerine getirmeyen pay sahibi60, ihtara gerek bulunmaksızın
temerrüt faizi ödemekle yükümlü hâle gelir (TTK. m. 407/I, Alm.POK, § 63/I, OR, m.
681).
Ekonomik açıdan borçlanılan bir kapitalin geliri olarak tanımlanan faiz,
hukukta alacağın medeni bir semeresi olarak kabul edilmektedir61. Buna karşılık
temerrüt faizi ise bir para borcunun ifasında temerrüde düşülmesi nedeniyle
borçlunun ifadaki gecikme süresi için alacaklıya kusurlu olup olmadığına

58
Şar, s. 139; Bu hususa ilişkin olarak Yargıtay’ın bir kararında, seçimlik hakkın kullanılması için dahi
MK.’nun 2. maddesi uyarınca iyiniyet kurallarının uygulanacağı ve hak sahibine karşı, bu hakkın kötüye
kullanıldığı savunmasının daima ileri sürülebileceği ifade edilmektedir. Y. 11. HD. T. 17.4.1978, E. 1983, K.
2023 (Eriş, C. II, s. 2377-2378).
59
Göle, s. 74; Şar, s. 132.
60
Pay sahibi TTK.’nun 419. maddesinde belirtildiği üzere, ortaklık payını bir başkasına devir etmiş ve bu
devir işlemi ortaklık pay defterine kaydedilmişse, devirden sonra önceki pay sahibi hakkında temerrüt faizi
yürütülmesi mümkün değildir. Y. 11 HD. T. 23.11.1978, E. 1978/4631, K.5252 (Doğanay, C. I, s. 1238- 1239.)
61
Đnal, s. 232; Mustafa Reşit Karahasan, “Cezai Şart ve Gecikme Faizi”, ĐBD. 1966, C.XL, S. 1-2-3, s. 478.
136

bakılmaksızın ödemek zorunda olduğu faiz türü olarak tanımlanmaktadır62. Pay


sahibinin sermaye borcunu zamanında ifa etmemesi nedeniyle temerrüt faizi
ödemekle yükümlü tutulması, pay bedeli karşılığı olan edimin ifasındaki gecikme
nedeniyle kazanç sağlaması, buna karşılık şirketin alacağından belli süre mahrum
kalması nedeniyle zarara uğraması yani ödememe nedeniyle alacak konusu
sermayeden mahrum kalmasıdır63.

a. Pay Bedelini Đfa Etmeyen Pay Sahibinin Ödemekle Yükümlü Olduğu


Temerrüt Faizinin Hukuksal Niteliği
Temerrüt faizi, para borçlarında mütemerrit borçlunun gecikme süresi için
ödemesi gerekli Yasa’dan kaynaklanan (BK. m. 103) ve alacaklının kanunen
gerçekleştiği kabul edilen zararının karşılığı maktu bir tazminattır64. BK.’nun 103/I.
maddesi gereğince, para borcunu zamanında ödemeyerek temerrüde düşen borçlu,
sözleşmede kararlaştırılmamış bile olsa temerrüt faizi ödemekle yükümlüdür65. Nakdi
sermaye koyma borcu da özü itibarıyla bir miktar paranın ifasından ibaret
olduğundan, TTK.’nun 407/I. ve 141. maddelerinde, mütemerrit olan pay sahiplerinin
ihtara gerek bulunmaksızın temerrüt faizi ödemekle yükümlü oldukları düzenlenmiştir.
Anonim şirket genel kurulu ve yönetim kurulunun pay borçlarının ifasında
temerrüde düşen pay sahiplerinden temerrüt faizini talep edip etmeme konusunda
takdir hakları yoktur. Şirketçe asıl edimin yanında temerrüt faizinin de istenilmesi
zorunlu olup, bu kurulların temerrüt faizinden vazgeçilmesine dair kararları, TTK. m.
407/I’deki mütemerrit pay sahiplerinin temerrüt faizi ödemekle yükümlü oldukları
kuralına aykırılık oluşturur66.
Temerüt faizinin, Yasa’dan kaynaklanan bir yükümlülük olması nedeniyle,
konunun ana sözleşmede ayrıca düzenlenip düzenlenmediğine bakılmaksızın

62
Karahasan, s. 480; Bilal Kartal, “Faizi Aşan Zarar-Munzam Zarar- BK.’nun 105. Maddesi Đle Đlgili
Kararlar” , THYKS XII, Bildiriler-Tartışmalar, Ankara 28-29 Nisan 1995, s. 7.
63
Ayrancı, s. 66.
64
Doğanay, C. 1, s. 1220; Đnal, s. 232; Kalyoncu, s. 95; Kartal, s. 8.
65
Spindler, Stilz, § 63, s. 508.
66
Y.TD’nin bir kararında “Şirket genel kurulunun, sermaye borcunu vaktinde yerine getirmeyen hissedarın
temerrüt faizi ödememesi yolundaki kararı TTK. 407’ye ve esas mukaveleye aykırıdır. Đptali gerekir.”
denilmektedir. Y.TD. T. 9.1.1968, E. 66/4887, K.68/113 (Çevik, s. 545). Anonim ortaklık genel kurulun bu
yöndeki kararı, aynı zamanda pay sahiplerine karşı eşit işlem ilkesine de aykırılık oluşturur. Pulaşlı, Şirketler
Hukuku, s. 680; Hüffer, § 63, N. 8, s. 296.
137

mütemerrit pay sahipleri bunu ifa ile borçlanmakta, kendilerine bu hususta ayrıca
ihtar yapılmasına da gerek bulunmamaktadır67.
Bilindiği üzere, anonim şirket ana sözleşmesinde, sermaye koyma borcunun
ifa zamanı gösterilmişse bu tarihte borç muaccel olur. Bunun için pay sahibine ayrıca
bir temerrüt ihtarının gönderilmesine gerek yoktur68. TTK.’nun 407/I. maddesindeki
vadenin gelmesiyle ihtara gerek bulunmaksızın temerrüt faizi ödeme yükümlülüğünün
doğacağına ilişkin kural, genel hükümlerden farklı ve özel bir düzenlemedir. Buna
göre şirket ana sözleşmesinde gösterilen vadede hem sermaye koyma borcu
muaccel olur, hem de pay sahibi mütemerrit hâle düşer. Ana sözleşmede vadeye dair
düzenleme yoksa genel kurul ya da yönetim kurulunun usulünce belirleyip pay
sahiplerine yaptığı çağrıda bildirilmiş tarihlerin gelmesi de aynı hukuksal sonucu
doğurur69.
Bu bağlamda, pay sahiplerinin sermaye borçlarını ifada temerrüde düşmeleri
hâlinde, şirketçe temerrüt faizi talep edilebilmesi, geciken ifa nedeniyle zararın varlığı,
ihtar yapılması ya da mütemerrit pay sahibinin kusurlu olması şartına şartına bağlı
değildir. Pay sahibi temerrüde düşmesinde hastalık ya da mazur görülebilecek
herhangi bir sebebe dayansa da temerrüt faizini ifa borcundan kurtulamaz70. Diğer bir
ifadeyle, pay sahiplerinin bu borç nedeniyle temerrüde düşmeleri durumunda, başka
herhangi bir koşula bağlı olmaksızın vade tarihinden itibaren temerrüt faizi işlemeye
başlar. Temerrüt faizinin vade tarihinden başlaması, hem TTK.’nun şirketlere ilişkin
genel hükümleri düzenleyen 141. maddesiyle, hem de ticari borçlarda faizin
başlangıç anını BK.’nun 101. maddesine göre düzenleyen TTK.’nun 10. maddesiyle
uyumludur71.
Bu arada üzerinde durulması gerekli bir diğer husus ise temerrüt faizinin
hangi sürede zamanaşımına uğrayacağı sorunudur. Temerrüt faizinin tâbi bulunduğu
zamanaşımı sürelerinin BK.’nda belirtilmemiş olması nedeniyle, bu gibi durumlarda

67
Đnal, s. 233-234; Şar, s. 140; Y. TD, “TTK.’nun 407. maddesinin hükmü, sermaye koyma borcunu
vaktinde yerine getirmeyen pay sahibinin ayrıca, ihtara lüzum olmaksızın temerrüt faizi ödemesini amir
bulunmaktadır.” Y. TD.T. 9.1.1968, E. 1966/4887, K. 1968/113. (Doğanay, C. 1, s. 1220-1221).
68
Göle, s. 106-107; Kalyoncu, s. 95; Bu sonuca ulaşılmasını sağlayan bir başka kural ise TTK.’nun 10.
maddesinde düzenlenen, aksine sözleşme bulunmadığı takdirde ticari bir borcun faizinin, vadenin gelmesiyle,
belli bir vade yoksa ihtar gününden işlemeye başlayacağı hükmüdür. Bu yolla da aynı sonuca ulaşılmaktadır. Bu
arada TTK.’nun 10. maddesinde sözü edilen ihtar, BK.’nun 101/I. maddesine göre borçlunun temerrüde
düşürülmesini sağlamaya yönelik olmak üzere alacaklı tarafından yapılması zorunlu olan ihtardır.
69
Şar, s. 141; Yönetim kurulunca yapılacak bu ihtar niteliği itibarıyla BK.’nun 101/I. maddesinde sözü
edilen ve borçluyu temerrüde düşürmeye yönelik bir ihtardır. Göle, s. 106-107
70
Kartal, s. 8; Kropff, Semmler, § 63, s. 277; Şar, s. 141.
71
Göle, s. 107; Şar, s. 141.
138

genel olarak BK.’nun 125. maddesindeki gereğince on yıllık zamanaşımı süresinin


geçerli olacağı düşünülebilir. Ancak, temerrüt faizinin bağlı olduğu asıl edim
niteliğindeki sermaye borcunun beş yıllık zamanaşımına tâbi olması nedeniyle asıl
edimin zamanaşımına uğraması faiz gibi feri diğer alacaklar için de aynı sonucu
doğuracağından (BK. m. 131) temerrüt faizinin de zamanaşımı süresi asıl alacağa
bağlı olarak beş yıldır72.

b. Uygulanacak Temerrüt Faizi Oranları


3095 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik öncesinde adi işlere ilişkin temerrüt
faizinin oranı BK.’nun 103. maddesinde % 5, ticari işlerdeki temerrüt faizi oranı ise
TTK. m. 9/II’de % 10 olarak düzenlenmiştir73. Ancak ülke ekonomisinin içinde
bulunduğu ve yıllarca süren yüksek enflasyonist ortam nedeniyle faiz konusunda
anılan kuralların uygulanabilirliğini kaybetmesi üzerine, bu konunun özel bir yasada
ele alınması gereksinimi ortaya çıkmıştır.
Bu bağlamda kanuni faiz ve temerrüt faizi konusu, 4.12.1984 tarihli ve 3095
sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine Đlişkin Kanun ile özel hükümlerle ve ayrıntılı
biçimde düzenlenmiştir74. 3095 sayılı Yasa gereğince ödenmesinin gerektiği
durumlarda, bunun oranı gösterilmemişse, bu faizin oranı anılan Yasa’ya göre
belirlenecektir (3095 SY. m. 2/III). Kanuni temerrüt faizi oranları 1/1/2010 tarihinden
itibaren ticari nitelikte olmayan işlerde %9, ticari işlerde ise % 16’dır.
Taraflar anlaşarak Yasa’da gösterilenden daha düşük veya daha yüksek
temerrüt faizi oranı kararlaştırabileceklerinden, şirket ana sözleşmesinde BK.’nun
19/II. ve 20. maddelerine aykırı olmamak kaydıyla farklı temerrüt faizi oranlarının
belirlenmesi mümkündür75. Sözleşme ile kararlaştırılan temerrüt faizi oranının fahiş
olduğunun tespit edilmesi durumunda, bu oran cezaî şarta ilişkin BK. m. 161/III’te yer
alan kuralın uygulanması suretiyle hâkim tarafından normal bir orana indirilebilir. Söz
konusu indirimin borçlu pay sahibinin talebinin bulunmadığı durumda dahi hâkim
tarafından re’sen yapılması mümkündür (BK. m. 104/III)76.

72
Kalyoncu, s. 96.
73
Alm.POK § 63/II.’e göre sermaye koyma borcunun ifasında temerrüt durumunda yıllık % 5 oranında
temerrüt faizi ödenmesi gerektiği öngörülmektedir.
74
Đnal, s. 236; Ahmet Kılıçoğlu, “Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, Genişletilmiş 9. bası, Turhan
Yayınevi, Ankara 2007, s. 456-516; Seza Reisoğlu, “Yargıtay Kararları Açısından 3095 sayılı Kanuni Faiz ve
Temerrüt Faizine Đlişkin Kanun” (Yargıtay Kararları Açısından 3095 sayılı Kanun), THYKS VIII, Bildiriler-
Tartışmalar, Ankara, Batider, 26-27 Nisan 1991, s. 3 vd.
75
Ayrancı, 83-84; Y.HGK. 20.3.1974, E. 1970/1053. K. 1974/222. (YKD. 1977, S. I. s. ll vd.).
76
Kalyoncu, s. 99; Reisoğlu, Yargıtay Kararları Açısından 3095 sayılı Kanun, s. 4.
139

Asıl edim niteliğindeki sermaye borcunun ifasından sonra yönetim kurulunca


temerrüt faizinin istenebilmesi ancak bu hakkın saklı tutulması koşuluyla söz konusu
olabilir. Bu nedenle, pay sahibince sermaye borcuna karşılık yapılan ödemenin
şirketçe bu konudaki talep hakkı saklı tutulmadan kabul edilmesi hâlinde şirketin
temerrüt faizini talep hakkı asıl alacakla birlikte kendiliğinden sona erer77.

c. Temerrüt Faizinin Hesaplanması


Pay sahibinin nakdi sermaye borcunu ifada temerrüde düşmesiyle başka bir
koşula bağlı olmadan temerrüt faizi kendiliğinden işlemeye başlar78. Temerrüt faizi
için dava ya da icra takibi tarihinden itibaren yeniden temerrüt faizi işletilmesi söz
konusu olmadığı gibi BK.’nun 104/III. maddesinde yer alan kuralın emredici nitelikte
bulunması nedeniyle, birleşik faiz uygulamasına yer veren sözleşmeler de
hükümsüzdür. Bu nedenle nakdi sermaye koyma borcunda temerrüt faizi basit faiz
biçiminde hesaplanır79.
Buna karşılık anonim şirket ile mütemerrit pay sahibinin aralarında anlaşarak
temerrüt faizini asıl alacağa eklemeleri ve yenilenen bu alacak miktarı üzerinden
temerrüt faizi ödenmesi konusunda anlaşmalarına BK. m. 104/III’te yer alan emredici
kural engel oluşturmaz. Bu durumda işlemiş temerrüt faizi, nakdi sermaye alacağına
eklenmek suretiyle temerrüt faizi niteliği sona erdirilmekte ve ana alacak hâlini
almaktadır80. Kaldı ki burada mütemerrit pay sahibinin yükümlü olduğu borç miktarı
hakkında bilgi sahibi olması da sağlanmış olduğundan, mütemerrit ortağın
menfaatinin BK. m. 104/III çerçevesinde korunmasına gerek kalmamıştır.

d. Uygulanacak Temerrüt Faizinin Başlangıcı ve Sona Erme Anı


Pay sahibinin sermaye koyma borcunun ifasında temerrüde düştüğü andan
itibaren temerrüt faizi başka işleme gerek bulunmaksızın işlemeye başladığından, bu
tarihin belirlenmesi, talep edilebilecek faiz ve varsa munzam zararın hesaplanması
bakımından önem taşımaktadır81. Nakdi sermaye koyma borcunun muaccel olacağı
tarih, şirket ana sözleşmesinde gösterilebileceği gibi şirket yetkili organları tarafından

77
Kalyoncu, s. 98.
78
Hüffer, § 63, N. 8, s. 296.
79
Kalyoncu, s. 100; 3095 sayılı Yasa’nın 3/II. maddesinde temerrüt faizinin hesaplanmasında bileşik faiz
yürütülemeyeceği kuralına TTK.’nun hükümleri saklı tutulmak suretiyle istisna getirilmiştir. TTK.’nun 8/II.
maddesine göre cari hesaplar ile borçlu bakımından ticari nitelik taşıyan ödünç sözleşmelerinde bileşik faiz
kararlaştırılmasına engel bulunmamaktadır.
80
Barlas, s. 179.
81
Ayrancı, s. 103.
140

da belirlenebilir. Bu iki farklı duruma göre temerrüt faizinin başlangıç tarihinin


değerlendirilmesi gerekir. Şöyle ki;
Öncelikle nakdi sermaye koyma borcunun ifa zamanı ana sözleşme ile
belirlenmiş olduğu takdirde, belirlenen vadenin gelmesine rağmen muaccel sermaye
koyma borcunun ifa edilmemesi hâlinde, pay sahibi ifa zamanının ana sözleşmede
gösterilmesi nedeniyle ihtara gerek bulunaksızın temerrüde düşer. Bu şekilde
temerrüde düşmüş olan pay sahibinin aleyhine sözleşmede gösterilmiş olan vade
tarihinden başlamak üzere temerrüt faizi işlemeye başlar82. Pay bedellerine ilişkin
yapılacak ödemeler konusunda birden fazla vadeler belirlenmiş ise temerrüt faizi, her
bir ödeme ve vade bakımından ayrı ayrı işler (TTK. m. 141, 142/III, BK. m. 101/III).
Buna karşılık ana sözleşmede nakdi sermaye koyma borcunun ifa
zamanının gösterilmeyerek bu husustaki yetki şirket genel kurulu ya da yönetim
kuruluna bırakılmışsa nakdi sermaye koyma borcunun ifa zamanı, pay sahiplerine
yapılacak bir ihbar ile belirlenecektir. Şirket tarafından bu şekilde belirlenecek olan ifa
zamanına uymayan pay sahibi temerrüde düşeceğinden, temerrüt faizinin başlangıcı
da bu şekilde şirketçe belirlenmiş olan tarihtir (TTK. m. 10, BK. m. 101/III). Şayet
sermaye borcunun ifa zamanı ana sözleşme ile belirlenmediği gibi, bu yetki ana
sözleşmeyle şirket genel kurulu ya da yönetim kuruluna da bırakılmamışsa, yönetim
kurulu pay sahiplerinden taahhüt anından itibaren borçlarını ifa etmelerini isteyebilir
(BK. m. 74). Bu olasılıkta sermaye borcu gayrimuayyen vadeli bir borç olacağından
şirket yönetim kurulunun pay sahiplerine yapacağı bir ihbar ile ifa zamanını
belirlemesi gerekmektedir. Bu nitelikteki sermaye koyma borcu şirket yetkili
organınca belirlenen tarihte ifa edilmediği durumda, temerrüt faizi bu tarihten
başlar83.
Sermaye koyma borcu ifa ya da başka bir nedenle sona erdiğinde bu borcun
feri niteliğinde olan temerrüt faizi de kendiliğinden ortadan kalkar84. Şu kadar ki,
mütemerrit pay sahibi, icra takibi ya da ıskata maruz kalmamak amacıyla sermaye
borcunu ödediğinde, o ana kadar işleyen faiz borç olarak varlığını devam ettirir. Pay
sahibince yapılan kısmi ödemeler ise aksine bir anlaşma bulunmadığı sürece faiz
borcundan düşürülür (BK. m. 84).

82
Göle, s. 107; Kalyoncu, s. 101.
83
Göle, s. 68; Kalyoncu, s. 102.
84
Sermaye koyma borcunun ifasındaki gecikme, anonim ortaklığın kusurundan kaynaklandığı ve alacaklının
temerrüdü söz konusu olduğu takdirde pay sahibinin temerrüt faizi ödeme borcu doğurmaz. Schmidt, Lutter, §
63, 723.
141

2. Munzam Zarar
Temerrüt faizi, alacaklının zararlarının asgari karşılığını oluşturmakta olup,
kusuru ile temerrüde düşen para borçlusu, temerrüt faizini aşan zararları da tazmin
ile yükümlüdür. BK.’nun 105. maddesinde alacaklının temerrüt faizi ile
karşılanamayan miktarda bir zarara uğraması hâlinde, borçlunun bu hususta
kendisine isnat edilmesi mümkün hiçbir kusurunun bulunmadığını ispat edememesi
durumunda bu zararların tazmininden de sorumlu olduğu düzenlenmektedir. BK.’nun
anılan maddesinde borçlunun sorumlu tutulduğu zarar maddenin kenar başlığından
da anlaşıldığı üzere “munzam zarar” olarak adlandırılmaktadır85.
Pay sahibinin anonim şirkete olan nakdi sermaye taahhüdünü zamanında ifa
etmemesi nedeniyle, bu paradan yoksun kalan şirketin üçüncü kişilere karşı yükümlü
olduğu bir edimini ifa edememesi ya da temerrüt faizini aşan bir miktarda tazminat ya
da cezaî şart ödemek zorunda kalması munzam zararın tazmini sorununu ortaya
çıkarmaktadır86. Anonim şirketlerdeki pay sahiplerinin sermaye koyma borcunu ifada
temerrüdünün sonuçlarını düzenleyen TTK.’nun 407/IV. (Alm.POK § 63/II, c. 2)
maddesinde yer alan, şirketin mütemerrit pay sahiplerine karşı bir tazminat hakkının
varlığı ifadesinin nakdi sermaye koyma borcunun niteliği itibarıyla bir miktar para
borcu olması nedeniyle munzam zarar olarak anlaşılması gerekmektedir87. Çünkü,
pay sahibinin nakdi sermaye koyma borcunun da bir para borcu olması nedeniyle,
temerrüt durumunda TTK. m. 407/I’ e göre ödenmesi gereken temerrüt faizinin bu
zararları karşılamaması söz konusu olabilmektedir88. Ancak, şirketin temerrüdü
nedeniyle oluşan zararının temerrüt faizi ile karşılanabildiği durumda ödenmesi
gereken bir munzam zararın varlığından söz edilemez89.
Öte yandan, ana sözleşmede ifa edilmeme hâline ilişkin kararlaştırılan cezaî
şart temerrüt nedeniyle oluşan şirket zararlarını karşılamadığı takdirde cezaî şartın
düzenleniş biçimi de engel oluşturmuyorsa munzam zararların tazmini talep

85
Ayrancı, s. 115; Eren, s. 280; Kartal, s. 9; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1059, s. 625.
86
Akar Öçal, “Munzam Zarar” EĐTĐAD. 1967, C. III, S. I, s. 145-147; Göle, s. 110; Schmidt, Lutter, § 63,
s. 723; Şar, s. 144; Alacaklıya ödenen temerrüt faizinin uğranılan zararı aştığı ya da bu zararın miktarına eşit
olması durumunda, ortaklığın zararları karşılanmış olduğundan munzam bir zararın varlığından da söz
edilemeyeceği için alacaklının ilâve bir tazminat hakkı da bulunmamaktadır.
87
Anonim ortaklığın sermaye koyma borcunu vadesinde ifa etmeyen pay sahibinden temerrüt faizinin yanı
sıra munzam zarar talep edebilmesi hakkının TTK 407/IV. maddesinde düzenlenmesi, isabetli olmadığı
gerekçesiyle eleştirilmektedir. Munzam zarar isteminin para borçlarında temerrüt faizini tamamlayan bir
hukuksal yapı olmasıyla anılan fıkradaki bu hüküm munzam zarar olarak değerlendirilip, birinci fıkraya dâhil
edilmesinin daha uygun bir yaklaşım olacağı ifade edilmektedir (Bkz. Göle, s. 110); Hüffer, § 63, N. 8, s. 296.
88
Scmidt, Lutter, § 63, s. 723; Spindler, Stilz, § 63, s. 508; Göle, s. 110.
89
Barlas, s. 190; Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1125-1126; Eren, s. 283-284; Göle, s. 110; Reisoğlu, s. 295.
142

edilebilir90. Buna karşılık, ana sözleşmede pay bedellerini ifada temerrüt nedeniyle
ödenmesi gereken faiz miktarının, yasal temerrüt faizi oranından daha yüksek olarak
kararlaştırıldığı ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde munzam zarar talebinde
bulunulamayacağı belirtilmişse artık munzam zarar talebi olanağı yoktur. Ancak
munzam zararların tazmini talebinden açıkça vazgeçildiği ifade edilmediği sürece,
sözleşmede yer alan faiz oranının yasal temerrüt faizi oranından daha yüksek olması
tazminat talebinden feragat olarak yorumlanamaz 91.
Mütemerrit borçludan talep edilebilecek munzam zararın neleri kapsadığının
baştan tespit edebilme imkânı bulunmadığından sermaye koyma borcunun ifasında
temerrüt nedeniyle ortaya çıkabilecek munzam zararın kapsamı her somut olayın
kendi şartları içinde değerlendirilerek belirlenir. Bu kapsamda değerlendirilebilecek
zararlar; alacağın tahsili için yapılan giderler, yoksun kalınan kazançlar, alacaklının
başka kaynaktan para temini için yaptığı masraflar ve varsa kur değişikliğinden
doğan kayıplar, para değerindeki azalma nedeniyle uğranılan zararlar vs.
sıralanabilir92.
Sermaye borcunun ana sözleşmeye uygun olarak ifa edilmemesi nedeniyle
şirketin yoksun kaldığı kâr kavramı, olayların normal akışına ve yaşam deneyimlerine
göre şirketin malvarlığında ortaya çıkması muhtemel olan artışın temerrüt nedeniyle
gerçekleşmemesini ifade etmektedir. Şirketin malvarlığında, kesin olarak ve büyük
olasılıkla meydana gelmesi beklenen artış, pay sahibinin temerrüdü yüzünden
sağlanamamışsa burada yoksun kalınan zarardan söz edilir. Şirketin alacağını
zamanında elde edememesi nedeniyle işlerinde bundan yararlanamaması ya da bu
nedenle yatırım yapamaması yoksun kalınan kâr kapsamındadır93.

a. Zararın Hesaplanması
Nakdi sermaye borcunun ifasında temerrüde düşen pay sahibinin, temerrüt
faizinin dışında ayrıca oluşan munzam zararlardan dolayı da sorumlu tutulmasının
nedeni, bu borcun ifa edilmemesi nedeniyle oluşan zararlarının tazminini sağlamaktır.

90
Kartal, s. 8; Kropff, Semmler, § 63, s. 279; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1059, s. 625.
91
Ayrancı, s. 83.
92
Ayrancı, s. 201-202; Kartal, s. 12-15
93
Kartal, s. 12; Para borçlarında yoksun kalınan kârın, temerrüt faizinden ibaret olduğunu savunan görüş
kısmen doğrudur. Gerçekten de temerrüt faizi ile para alacağını zamanında elde edemeyen alacaklının, yoksun
kalınan kârı karşılanmak istenilmesine rağmen, bu durumda dahi ödenecek temerrüt faizi, alacaklının zararını
karşılayamıyorsa, zararın temerrüt faizi ile karşılanmayan kısmının da tazmini gerekmektedir. Nitekim bu durum
BK.’nun 105. maddesinin tipik uygulama alanına girmektedir. Ayrancı, s. 201.
143

Bu ise her şeyden önce uğranılan zararların hesaplanmasını ve tazminat miktarının


belirlenmesini zorunlu kılar94.
Uğranılan zararın ispatı, çeşitleri ve miktarı gibi konulara BK.’nun 98/II.
maddesindeki kurallar uygulanmaktadır:
Munzam zararın tazmini için aranan koşulların varlığı ve bu zararın tazminin
talep edilmesi durumunda mütemerrit pay sahibinin şirkete karşı bir tazminat
yükümlülüğü doğar. Borçlu pay sahibinin tazminat ödemekle yükümlü tutulmasının
amacı, temerrüt hiç gerçekleşmemiş olsaydı şirketin malvarlığının olacağı durumu
temin etmektir95.
Öte yandan nakdi sermaye borcunun ifa edilmemesi nedeniyle şirketin
uğradığı zararın somut ve soyut metotla hesaplanması mümkündür. Şirketlerin
temerrüt nedeniyle maruz kaldıkları zararın hesaplanmasında somut metot
çoğunlukla fiili zararlar için; soyut zararın hesaplanması ise genellikle yoksun kalınan
kârın belirlenebilmesi amacıyla kullanabilecek bir nitelik taşımaktadır. Anonim şirket
tarafından, nakdi sermaye borcunu ifa etmeyen pay sahibinden hem temerrüt faizi
hem de munzam zararın tazmininin birlikte talep edilmesi durumunda, zararın
hesabında somut ve soyut zarar hesaplama metodunun birlikte kullanılması gerekir96.

b. Kusur ve Đspat Sorunu


Munzam zararın tazmini talebi açısından BK. m. 105’te “…borçlu kendisine
hiçbir kusurun isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe…” denilmek suretiyle borçlunun
kusurlu olması koşulu getirilmiştir. Bu nedenle şirketin ifa etmeme nedeniyle doğan
munzam zararının tazmini için pay sahibinin gecikmeden dolayı kusurlu olması
şarttır. Pay sahibinin temerrüde düşmede kusurunun olmadığını ispatlaması, şirkete
karşı munzam zararları tazmin yükümlülüğünü de sona erdirir. Haksız fiilden
kaynaklanan sorumluluk alanında olduğu gibi sözleşmeden doğan sorumluluk
alanında da sorumluluğun tespiti kusur esasına dayanmaktadır97.

94
Tazminat hesaplanırken zararın tazminata eşit olması ilkesinden hareket edilir. Kural olarak zararın
tamamı tazmin edilmelidir. Ancak tazminattan indirim sebepleri bulunuyorsa daha düşük bir meblağa
hükmedilebilir. Sorumluluk hukukunda tazminat zarar miktarını aşamaz. Ayrancı, s. 144.
95
Ayrancı, s. 225.
96
Ayrancı, s. 144.
97
Đnal, s. 225.
144

Burada aranan kusur, nakdi sermaye borcunun ifasında temerrüde


düşmedeki kusurdur98. Yoksa munzam zararın doğumunda ayrıca kusurlu olup
olunmamasının önemi bulunmamaktadır99. Her türlü kusur, pay sahibinin şirketin
uğradığı munzam zararı tazmin ile sorumlu tutulması bakımından yeterli olup, borçlu
ancak temerrüde düşmede hiçbir kusurunun bulunmadığını ispat etmesi hâlinde bu
sorumluluktan kurtulabilir100.
Pay sahibinin temerrüdünde kusurunun ispatı, haksız fiil sorumluluğundan
farklı olarak şirketin değil, mütemerrit pay sahibinin üzerindedir. Kanun koyucu pay
sahibinin temerrüdünde karine olarak kusurun varlığını kabul etmiş ve ancak pay
sahibinin ifa etmemede hiçbir kusuru olmadığını ispat etmesi durumunda bu
sorumluluktan kurtulması esasını benimsemiştir101. Mütemerrit pay sahibi, temerrüde
düşmede kusursuz olduğuna ilişkin kurtuluş beyyinesi getirmesi hâlinde yalnızca
temerrüt faizinden sorumlu tutulur. Gerçekte kusurlu bulunmasa dahi bunu
ispatlayamadığında ise ayrıca munzam zarardan da sorumlu olur102.
Mütemerrit pay sahibinin temerrüd nedeniyle munzam zararlardan sorumlu
tutulabilmesi için şirketçe zararın varlığı ve miktarının ispat edilmesi gerekmektedir.
TMK.’nun 6. maddesinin bir tekrarı niteliğindeki B.K.’nun 42. maddesinde yer alan
“Zararı ispat etmek müddeiye düşer” ifadesi bu yükümlülüğü ortaya koymaktadır.
Munzam zararın tazminine hükmedilebilmesi için, şirket tarafından ileri sürülen soyut
iddialar ya da zayıf olasılıklar göz önünde tutulmaz. Şirketin uğradığı munzam
zararların hesabı, yaşam deneyimleri ve olayların normal akışı, istatistik ve olasılık
hesaplarına dayanarak yapılabilir; ekonomik durum, enflasyon oranı ve benzer
etkenler de hesaba katılmalıdır. Zararın hesaplanmasında bilirkişiden de
yararlanılabilmektedir103.

98
Doktrin ve uygulamadaki hâkim görüşe göre hukuk düzeninin kınadığı, kısaca hoş görmediği davranış
biçimine kusur denilmektedir. Buna karşılık kusura dayalı sorumluluk hukukunda ise benzer durum ve şartlar
altında bulunan kişilerden beklenen bu ortalama davranış biçimine uymayan, ondan sapan ve ayrılan davranış
biçiminin niteliği kusur olarak adlandırılmaktadır. Eren, s. 530; Halûk Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku,
(Mesuliyet) Ankara, Ajans-Türk, 1961, s. 45.
99
Ayrancı, s. 125.
100
Ayrancı, s. 125; Kartal, 11.
101
Bu husus, Borçlar Kanununda genel olarak temerrüdün düzenlendiği 102/II. madde ile borcun
imkânsızlığına dair kuralların yer aldığı 96. maddede vurgulanmaktadır.
102
Kusurun bu şekilde dağılımı, yaşam deneyimlerinin bir sonucudur. Gerçekten temerrüde düşen borçlunun
kusurlu olup olmadığını alacaklı bilebilmesinin zor olması yanında bunun ispatı imkânsız olmasa bile çok
güçtür. Ayrancı, s. 129.
103
Ayrancı, s. 149; Kartal, s. 11-12.
145

Geciken ifa nedeniyle uğranılan zararın temerrüt faizini aştığını104 ve zarar


ile pay sahibinin temerrüdü arasındaki illiyet bağının varlığını, yani bu zararın pay
sahibinin temerrüdü neticesinde oluştuğunu ispat yükü şirketin üzerindedir105. Buna
karşılık, pay sahibi borçlu temerrüde düşmede kural olarak kusurlu sayılması
nedeniyle, bu hususta kendisinin herhangi bir kusurunun bulunmadığını ispatlamak
suretiyle talep edilen munzam zararı ödemekten kurtulması mümkün olabilir (BK. m.
102)106. Örneğin pay sahibi borçlu tarafından nakdi sermaye borcunun zamanında
ifası amacıyla, pay bedelleri vadesinde şirkete gönderilmiş olmakla birlikte, borçludan
kaynaklanmayan bir nedenle gecikme ortaya çıkmış ya da mücbir bir sebepten dolayı
ödeme zamanında yapılamamışsa, borçlu pay sahibi bu durumu kanıtlamak suretiyle
munzam zararların tazmininden kurtulabilir. Ne var ki, pay taahhüdünde bulunan
borçlu, vadesinde pay bedellerini ödemek için gerekli hazırlıkları yapmakla yükümlü
olduğundan, bu borcu ödemede malî zorluk içinde olması veya aciz hâlinde
bulunması tazminat ödenmesi bakımından kusursuz olduğu anlamına gelmez107.
Mütemerrit pay sahibinin, ağır hastalığı, vefatı, haksız olarak ihtiyati hacze
uğraması, temyiz kudretini kaybetmesi, vs. haklı nedenler yüzünden temerrüde
düştüğünün ispatlanması hâlinde munzam zararın tazmini borcu ortadan kalkar.

c. Munzam Zararın Tazmini Usulü


Anonim ortaklık, pay bedellerini ifa etmede temerrüde düşen pay sahibi
borçludan yukarıda sayılan hususları kanıtlamak suretiyle munzam zararının
tazminini, temerrüt faizini ve pay bedellerinin aynen ifasını birlikte istemelidir. Şirket
sözleşmesi çok taraflı bir sözleşme olduğundan alacaklının aynen ifadan vazgeçip
yalnızca iki taraflı sözleşmelerde söz konusu olabilen müspet zararların tazminini
talep edemez108. Anonim şirketin tazminat talebinde bulunabilmesinin şekli unsuru ise
borçlu pay sahiplerine ihtarname göndermektir (TTK. m. 140/IV). Muaccel olan
sermaye borcunu ifa etmeyerek temerrüde düşmüş bulunan pay sahibine, bakiye
borcun hemen ya da verilecek uygun bir sürede ödemesi gerektiği, aksi takdirde
aleyhine tazminat davasının açılacağının ihtar edilmesi gerekir. Bu hususta gerekli

104
Kartal, s. 11.
105
Kalyoncu, s. 104; Kartal, s. 11.
106
Göle, s. 111; Borçlu kusursuzluğunu her türlü delille ispatlayabilir. Buna karşılık borçlunun fiili ödeme
güçsüzlüğü içinde olması ya da aciz hâlinde bulunması ise BK.’nun 105. maddesi çerçevesinde bir kusursuzluk
hâli teşkil etmez. Kartal, s. 11.
107
Kalyoncu, s. 104.
108
Kalyoncu, s. 104.
146

ihtarın yapılmaması hâlinde şirketin borçlu pay sahibinden tazminat isteme hakkı
doğmayacaktır109.
Bu konudaki ihtarın noter vasıtasıyla ya da taahhütlü mektupla yapılması
gerekmekte olup (TTK. m. 20/3) sermaye borcunun derhal ya da vadesinde
ödenmemesi hâlinde zarara karşılık olarak tazminat istenebileceğine bu ihtarda yer
verilmesi gereklidir110.

3. Cezaî Şart
Cezaî şart, borcun hiç ya da gereği gibi yerine getirilmemesi hâlinde
borçlunun alacaklıya karşı yerine getirmeyi yükümlendiği edim olup, şirket ana
sözleşmesinde kararlaştırılmış ise temerrüde düşen pay sahibi, ayrıca cezaî şart
ödemekle yükümlüdür (TTK. m. 407/III). Esas itibarıyla Borçlar Hukuku kurumu olan
ve BK.’nun 158 ilâ 161. maddeleri arasında düzenlenen cezaî şartın en önemli
fonksiyonu borçluyu borcunu gereği gibi ifaya zorlamaktır. Ana sözleşmede cezaî
şarta yer verilmişse, sermaye borcunu ifada temerrüde düşen pay sahipleri bu cezayı
ödemekle yükümlü olurlar. Burada TTK.’nun 407. ve 408. maddeleri, Borçlar
Kanunu'nun ilgili hükümleri ve şirket ana sözleşmesinin birlikte yorumlanması yoluyla,
istenebilecek olan cezaî şarta ilişkin koşulların saptanması yoluna gidilmelidir111.
Bu arada BK.’nda cezaî şartın seçimlik, ifaya eklenen ve dönme cezası
olmak üzere üç türü düzenlenmiş ise de bunların bir bölümünün anonim şirketlerde
sermaye borcunun ifa edilmemesi hâlinde uygulanması olanağının bulunmadığı da
gerçektir. Örneğin, BK. 158/I. maddesinde düzenlenen seçimlik cezaî şartın TTK.
407. ve 408. maddeleri bağlamında uygulanabilmesi olanağı bulunmamaktadır. Zira
anonim ortaklıkta sermayenin korunması kuralı gereğince, pay sahiplerinden
sermaye koyma borcunun ifasının istenmesi zorunlu olup112 BK. m. 158/I. fıkrasındaki
seçimlik sözleşme cezası, şirketin yetkili organının ceza ya da bakiye sermaye
borcundan birini seçmesini sonuçlandıracağından, bu ilkeye aykırılık oluşturmaktadır.
Bu nedenle sermaye borcunun ifasında seçimlik cezaî şart kararlaştırılması mümkün

109
Tuğsavul, s. 147.
110
Ansay, Anonim Şirketler, s. 229; Arslanlı, C. I, s. 181; Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1126; Göle, s. 110;
Doğanay, s. 1082; Şar, s. 145.
111
Doğanay, C. 1, s. 1221; Şar, s. 148.
112
Doğanay, C. I, s. 1211; Göle, s. 111; Şar, s. 148.
147

değildir113. Yine borçlu pay sahibinin kararlaştırılan cezayı ödeyip sözleşmeden


dönebilmesi de bu ilkeyle bağdaşmaz.
Bu yüzden anonim şirketlerde sermaye borcunun ifa edilmemesi hâlinde söz
konusu olabilecek olan cezaî şart, BK.’nun 158/II. maddesinde düzenlenen ifaya
eklenen cezaî şarttır. Dolayısıyla anonim ortaklık, sermaye koyma borcunu ifa
etmeyen pay sahibinden cezaî şart ilişkisine dayanarak bir yandan asıl borcun (pay
bedelleri) yerine getirilmesini talep ederken diğer yandan kararlaştırılmış cezanın
ifasını isteyecektir. Şirketçe mütemerrit pay sahibinden, kararlaştırılan cezanın
îfasının istenilmesi, bakiye sermaye alacağının talep hakkından vazgeçilerek yalnızca
cezaî şartın istenilebileceği biçiminde yorumlanamaz. Böylece anonim ortaklık,
sermaye borcunu ana sözleşmedeki koşullara ve yasa hükümlerine uygun olarak
ödemeyen pay sahibinden, hem sermaye borcunu, hem de cezaî şartın birlikte
ödenmesini talep edebilecektir114.
Cezaî şarta bağlanabilmesi açısından pay sahibinin sermaye borcunun nakdi
ya da aynî olması arasında fark bulunmadığından nakdi sermaye borçlarına ilişkin
cezaî şart kararlaştırılmasına engel yoktur. Nakdi sermaye borçlarına ilişkin temerrüt
faizi ile cezaî şartın bir arada talep edilip edilemeyeceği konusunda yapılacak
değerlendirmede, temerrüt faizi açısından mütemerrit borçlunun kusurunun şart
olmadığı, cezaî şart için ise borçlunun kusurlu olması gerektiği dikkate alınarak
şirketin lehine olanın tercih edilmesi gereklidir. Ancak temerrüt faizini aşan zarar
tespit edilirken, mütemerrit pay sahibinin ödemekle yükümlü olduğu cezaî şartın
munzam zarardan düşürülmesi zorunludur115.

a. Temerrüde Bağlı Cezaî Şartın Koşulları


Đfa etmeme nedeniyle tazminat talep edilebilmesi için maddi zararın varlığı
şart olmasına rağmen cezaî şartın talep edilebilmesi bakımından borcun ifasında
temerrüt hâli yeterlidir116. Sermaye borcunun gereği gibi ifa edilmemesinin bir

113
Doğanay, C. 1, s. 1221; Schucany, s. 109; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1058, s. 625;
Tuğsavul, s. 147.
114
Göle, s. 112; Kalyoncu, s. 106; Şener, s. 175; Steiger’e göre ilke olarak cezaî şartın ifası temerrüt faizi
yerine geçmez ise de ana sözleşmede bunun aksi kararlaştırılabilir. Temerrüt faizi ve cezaî şart pay sahibinin aslî
borcu olmadığından bunların ifası asli edimin ifa edilmesi anlamına gelmediğinden ortaklık bunlardan feragat
edebilir. Ancak sermaye paylarını talep hakkından feragat imkânı bulunmamaktadır. (s. 193)
115
Kartal, s. 8.
116
Erüreten, s. 155.
148

yaptırımı117 olarak kararlaştırılan cezaî şart miktarı serbestçe belirlenebilir (BK. m.


161/I)118. Ancak maddi ödemeler dışındaki oydan, kârdan ya da iptal davası
açmaktan yoksunluk (TTK. m. 381) gibi hususların cezaî şart olarak kararlaştırılması
mümkün değildir119. Başka bir ifadeyle; oy kullanamama, kâr payı almama ya da iptal
davası açamama gibi pay sahipliği haklarından yoksunluk120, vs. niteliği bakımından
cezaî şarta konu edilemez.
Sermaye koyma borcunu ifada temerrüt hâlinde cezaî şart ödenmesi, bu
hususun şirket ana sözleşmesinde gösterilmiş olmasına bağlıdır. Bu konuda şirket
ana sözleşmesinde herhangi bir hüküm bulunmadığı takdirde, sonradan cezaî şart
kararlaştırılabilmesi şirket sözleşmesinin TTK.’nun 385 vd. maddelerinde yer alan
hükümlere uygun biçimde değiştirilmesi koşuluyla söz konusu olabilir121. Yani pay
sahipleri aleyhine sonradan getirilen bu düzenleme ile pay sahiplerinin taahhütleri
artırılmış olacağından, cezaî şart ödenmesine ilişkin ana sözleşme değişikliği için
bütün pay sahiplerinin onayı gerekmektedir (TTK. m. 388/I).

b. Fahiş Miktardaki Cezaî Şartın Đndirilebilmesi Sorunu


BK.’nun 161/I. maddesinde cezaî şart miktarını belirlemede akdin taraflarının
serbest olduklarını ifade etmiş ise de akdin konusunun imkânsız, haksız ya da ahlaka
aykırılığı durumlarında butlanına dair BK.’nun 20. maddesi ile BK.’nun 161/III’de
düzenlenmiş bulunan hâkimin fahiş cezaî şartları indirmesine ilişkin hükümler bunun
sınırını oluşturur.
Mahkemelerce cezaî şartın iki nedene dayalı olarak sınırlandırılması
olanaklıdır:
Birincisi, TTK.’nun 24. maddesindeki tacirlerin ücret ve ceza indirimi
isteyemeyecekleri kuralına rağmen pay sahibi tacir sayılan kişi olsa dahi
kararlaştırılan cezaî şart, onun ekonomik yönden yıkımına neden olacak derecede
fahiş ise, BK. m. 20’de yer alan ve diğer bütün hükümleri sınırlayan genel kural

117
Sermaye koyma borcuna yönelik olduğu gibi pay sahibinin tâli mükellefiyetlerinin de cezaî şarta
bağlanması mümkündür (Doğanay, C. I, s. 1218; Hirsch, Ticaret Hukuku, s. 206).
118
Pay sahiplerinin sermaye borçlarından başka, bunlara ana sözleşmede yüklenen tâli edimlerin de cezaî
şarta bağlanması mümkündür. Bu nedenle ortaklık ana sözleşmesinde öngörülmesi kaydıyla, tâli yükümlülüğünü
gereği gibi ifa etmeyen pay sahibinin cezaî şartı ifa borcu ortaya çıkar. Tasarının 481. maddesinin ikinci
fıkrasında, ikincil yükümlülükler hakkında ana sözleşmede, cezaî şart öngörülebileceği hükmü yer almaktadır.
119
Doğanay, C. I, s. 1211; Şar, s. 149; Şener, s. 175; Tuğsavul, s. 147.
120
Hüffer, § 63, N. 9, s. 296; Kropff, Semmler, § 63, s. 278-279; Schmidt, Lutter, § 63, s. 723; Spindler,
Stilz, § 63, s. 508-509.
121
Doğanay, C. I, s. 1211; Göle, s. 112; Kropff, Semmler, § 63, s. 278; Şar, s. 148; Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1058, s. 625.
149

niteliğindeki ahlâka aykırı sözleşmelerin geçersizliği ilkesi kapsamında, bu cezaî


şartın geçersiz sayılması gerekir. Kararlaştırılan cezaî şartın miktarının fahiş olması
ile ahlâka adaba aykırı olması arasındaki ayırım önemlidir. Fahiş cezaî şartların
hâkim tarafından indirilmesi gerekirken, borçlusunun ekonomik açıdan yıkımını
sonuçlandıracak seviyede yüksek cezaî şartlar BK. m. 20’ye göre hükümsüzdür.
Şunu hemen ifade edelim ki, kararlaştırılan cezaî şart miktarının aşırı yüksek olması
tek başına onun ahlâk ve adaba aykırı sayılması için yeterli değildir. Bu nitelikteki bir
cezaî şartın geçersiz sayılabilmesi için ceza miktarının aşırılığa ek olarak, borçlunun
iktisadi yıkımını hedef almış olması gibi diğer saiklerin aranması gerekir122.
Cezaî şart miktarını belirleme konusundaki serbestliğin ikinci sınırını ise
hakimin fahiş cezaî şartları makul düzeye indirebilmesi oluşturur. Şurası açıktır ki,
genel olarak cezaî şart miktarı ile zarar arasındaki dengenin alacaklı lehine olması,
aşırı olmamak şartıyla indirilmeyi gerektirmez. Bazı durumlarda ise cezaî şart ile
sağlanması amaçlanan yararın yanlış hesaplanması veya durumun gereklerinin
sonradan değişmesi dolayısıyla kararlaştırılan ceza miktarı ile uğranılan zarar
arasındaki oran borçlu aleyhine ahlaka adaba aykırılık derecesinde olmamakla
beraber aşırı ölçüde değişebilir. Ana sözleşmede kararlaştırılan cezaî şart miktarının
fahiş olması durumunda re’sen ya da yapılan talep üzerine hâkim tarafından, borçlu
pay sahibinin durumu ve diğer bütün unsurlar değerlendirilmek suretiyle ceza
miktarının makul düzeye indirilmesi olanaklıdır.
Diğer yandan anonim şirkete nakdi sermaye koyma borcunun ticari nitelikte
olmasına karşılık, pay sahibi tacir olmadığı takdirde bu durum fahiş miktardaki cezaî
şartın indirilmesine engel oluşturmamaktadır. Doktrinde anonim şirketlerde pay sahibi
olmanın tacir sıfatı ile doğrudan ilgisinin bulunmaması nedeniyle, pay borçlusunun
tacir olup olmadığına bakılmaksızın pay sahiplerinin tümünün fahiş olan cezaî şartın
indirilmesini talep edebilmeleri gerektiği ifade edilmektedir123. TTK. m. 20/II’de
öngörülen tacir olmanın genel sonucunun basiretli işadamı gibi davranma
yükümlülüğü olup cezaî şarttan indirim talep edememe de bunun özel bir görünümü

122
Kenan Tunçomağ, Türk Hukukunda Cezaî Şart, Đstanbul, 1963, s. 145; Necip Bilge, Cezaî Şart, E.
Arsebük’e Armağandan Ayrı Bası, Ankara, 1957, s. 123 vd.
123
Arslanlı, “…Zira bir şahsın anonim şirkete iştirakinde tacir sıfatının bir rolü yoktur.” ( s. 181); Krş.
Kropff, Semmler, § 63, s. 279.
150

niteliğindedir. Bu nedenle BK. m. 161/son’da yer alan indirim olanağının tacirler


bakımından uygulanamayacağı değerlendirilmektedir (TTK. m. 24-25) 124.
Kaldı ki, TTK.’nun 24. maddesi bağlamında tacir olmanın bir sonucu olarak
bu sıfata sahip olanların şirkete sermaye taahhütlerinin tacir sıfatlarıyla bağlantısı
olmasa bile kararlaştırılan cezaî şartın günün ekonomik koşullarına göre fahiş
bulunup bulunmadığını değerlendirebilecek bilgi ve deneyime sahip bulunmaları
beklenir. Bu durumdaki kişilerin fahiş olduğu gerekçesiyle cezaî şartın indirilmesini
talep edememeleri, sözleşmenin yapıldığı anda sahip bulundukları tacir sıfatından
kaynaklanmakta olup daha sonraki süreçte bu sıfatın kaybedilmiş olması da ceza
miktarında indirim yapılmasını talep hakkı tanımaz125.

c. Đndirim Miktarının Belirlenmesi


Mütemerrit pay sahiplerinin ödemekle yükümlü oldukları cezaî şartın fahiş
olması durumunda, hâkim öncelikle cezaî şartın fahiş olduğunu belirledikten sonra
şirketin çıkarları ile pay sahibinin menfaat durumunu, pay sahibinin temerrüde
düşmedeki kusurunu, pay bedelinin ifa edilmemesinden doğan zararın miktarını, pay
sahibi ve şirketin ekonomik durumu ile pay sahibinin ifa etmeme nedeniyle elde ettiği
menfaatleri de dikkate alarak indirim yapılıp yapılmayacağını ve bunun miktarını
belirler126. Bu arada pay sahibi ortağın daha önceki tarihlerde şirkete yapmış olduğu
ödemeler de göz önünde bulundurulur.
Hâkim cezaî şartı indirirken, bu kurumun hukuksal niteliğini de gözden uzak
tutmamalıdır. Bu yolla borçlu pay sahibinin üzerinde pay borçlarını ifa konusunda
tazyik amacı güdülmüş olabileceğinden her durumda şirket ile borçlu pay sahibinin
menfaatleri arasında denge kurulmaya çalışılması cezaî şartın niteliği ile
127
bağdaşmaz .
Fahiş olduğu gerekçesiyle pay sahibi tarafından cezaî şartın indirilmesi talebi
ancak cezaî şartın ödenmediği dönemde talep edilebilir. Borçlu pay sahibinin asıl
edim ve cezaî şartı ödediğinde, cezaî şart borcu sona ereceğinden, yapılan ifanın

124
Ahmet Battal, “Tacirin Đş Kanununa Tabi Bir Sözleşmeden Doğan Cezai Şart Borcuna TTK m. 24
(Đndirim Yasağı) Uygulanabilir mi?”, Batider, Aralık 1999, C. XX, S. 2, 20-21.
125
Arıkan, Ticari Đşletme, s. 136; Kalyoncu, s. 108.
126
Bilge, s. 121 vd; H. Becker, Đsviçre Medeni Kanunu Şerhi, C. III, Borçlar Kanunu, 1. Kısım, Genel
Hükümler, 5. Fasikül, çev. Osman Tolun, Ankara, 1973, m. 163, N. 17, s. 235; Tanju Uygur, “Cezaî Şartın
Tenkisi, ABD, 1975, S. 6, s. 820; Tunçomağ, s. 157; Von Andreas Tuhr, Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı,
C. I-II, çev. Cevat Edege, Đstanbul, 1983, s. 772; Bunun tespitinde cezaî şartın taahhüt edildiği tarih dikkate
alınır. Kropff, Semmler, § 63, s. 279.
127
Tunçomağ, s. 157.
151

indirim talebinden vazgeçildiği biçiminde yorumlanması gerekir128. Çünkü indirim


talebinde bulunma hakkının hukuki niteliği, ifa edilmiş cezaî şartın indirilmesine engel
teşkil eder. Ancak pay sahibinin ihtirazı kayıt dermeyan etmek suretiyle cezayı
ödediği durumda indirim talep hakkının bulunduğu kabul edilmelidir129. Buna karşılık
cezaî şartın kısmen ifa edildiği ve ardından indirim talebinde bulunulduğu durumda
ise cezaî şartın tamamının üzerinden fahiş olup olmadığı belirlenmelidir. Burada
cezaî şartın fahiş olduğu miktar nedeniyle yapılacak indirim, bakiye ceza miktarını
aştığı gibi pay sahibinin ödediği bölümü de kapsıyorsa, bu kısımdan iade yoluna
gidilemez130.

d. Mütemerrit Pay Sahibinin Cezaî Şart Borcunun Sona Ermesi


Cezaî şartın en önemli özelliği, asıl borcun fer’i (yan) bir borç olmasıdır. Fer’i
borç; varlığı, geçerliliği ve sona ermesi bir asıl borcun varlığına gereksinim gösteren
ve asıl borca bağlı olarak hüküm doğuran yükümlülük olarak tanımlanabilir131. Pay
borçlarına ilişkin olarak kararlaştırılan cezaî şart da aslî borç niteliğinde bulunan
sermaye koyma borcunun fer’idir ve pay bedellerinin usulünce ifasını sağlamak üzere
güvence karşılığıdır. Bu nedenle cezaî şart borcunun doğumu ya da ortadan
kalkması asıl borca bağlıdır. Asıl sermaye borcunun ifa, takas, zamanaşımı vb.
nedenlerle sona ermesi hâlinde ya da ifa ile birlikte cezaî şartı istemek hakkı olan
alacaklı anonim şirketin ihtirazı kayıt ileri sürmeksizin yapılan ifayı kabul etmesi
durumunda cezaî şart da kendiliğinden sona erer132. Bu nedenle şirketin yönetim
kurulu, mütemerrit pay sahiplerince yapılan ifa önerilerini, şayet ana sözleşmede
cezaî şart kararlaştırılmışsa cezayı isteme hakkını saklı tutmaksızın kabul
etmemelidir. Aksi takdirde şirketin cezaî şartı talep hakkı sona ereceğinden, ortaya
çıkan bu zararlardan şirket yönetim kurulunun sorumluğu gündeme gelecektir (TTK.
m. 336/I-b.5)133.

128
Eren, s. 374; Göle, s. 109; Tunçomağ, s. 154.
129
Von Tuhr, s. 771; H.Oser/W.Schönenberger, Đsviçre Borçlar Kanunu Şerhi, çev. Ferid Ayiter, Ankara,
1950, m. 163, N. 17, s. 960; Tunçomağ, s. 156.
130
Tunçoğmağ, s. 156.
131
M. Berat Tükel, “Sözleşme Cezasının Yan (Fer’i) Niteliği ve Buna Bağlanan Sonuçlar”, (Yüksek Lisans
Tezi), Đstanbul, 1989, s. 43 vd.
132
Asli edim, bir borç ilişkisinin hukuki niteliğini ve özelliklerini belirleyen temel yükümlülüktür. Fer’i
edimler ise, bir kanun hükmüne ya da akit serbestisine veya sözleşme içeriğinin taraflarca diledikleri şekilde
belirlenebilmesi ilkelerine dayanılarak asıl yükümlülüğün yanında yer alan, diğer borçlardır. Tükel, s. 43.
133
Kalyoncu, s. 106.
152

Cezaî şartın fer’i niteliğinin bir başka sonucu da mütemerrit pay sahibinin
ortaklıktan ıskatıyla birlikte, cezaî şartın bağlı bulunduğu sermaye koyma borcu
ortadan kalktığından, şirketçe asıl ifanın yanı sıra cezaî şartın talep imkânı da
ortadan kalkmaktadır134. Ancak ana sözleşmede cezaî şartın, mütemerrit pay
sahibinin ıskat edilmesi hâlinde dahi ödeneceğinin kararlaştırılmasına engel bir
durum bulunmamaktadır. Bu yönde açık bir düzenleme varsa, ortaklıktan ıskat edilen
pay sahibi, ıskata rağmen cezaî şartı da ifa borcu altındadır135.

4. Masraflar
Edimini yasa ve ana sözleşme kurallarına uygun olarak ifa etmeyip
temerrüde düşen borçlunun, diğer ödemelerin yanında alacaklının temerrüt nedeniyle
yaptığı masrafları da tazmin etmesi gerekir. Bu nedenle sermaye borcunu usulüne
uygun olarak yerine getirmeyen mütemerrit pay sahibinin sorumlu olduğu
hususlardan bir diğerini de masraflar oluşturmaktadır136.
Pay sahibinin sermaye taahhüdünden kaynaklanan edimi ifasında, şirket
tüzel kişiliğinin bu alacağı elde edebilmek için bir kısım masraflar yapması gerekebilir.
Bu durumda söz konusu olabilecek giderlerin başlıcaları, alacağın tahsili amacıyla
mahkeme ya da icraya müracaat edilmesi, avukat tutulması gibi işlemler nedeniyle
yapılan hukuki takip masrafları, çekilen ihtarnameler, ifa etmeme nedeniyle ortaya
çıkan vergi masrafları, zararın doğumu ya da artmasını engellemek amacıyla şirket
tarafından yapılan harcamalar vs. sayılabilir. Bunlar nedeniyle mütemerrit pay
sahibinin tazmin sorumluluğunun doğması, bu masraflar ile pay sahibinin temerrüt
arasında illiyet bağının bulunmasına bağlıdır137.

C. ISKAT

Bilindiği üzere TTK.’nda anonim şirketlerde pay sahiplerinin şirketten


çıkmasına imkân veren herhangi bir düzenleme yer almamaktadır138. Pay sahibi

134
Göle, s. 113.
135
Göle, s. 113; Şar, s. 149; TTK. m. 407 ve 408. maddelerinin mehazını oluşturan Đsviçre BK m. 682.
maddesine göre sermaye koyma borcunu ifada mütemerrit olan pay sahibinin ortaklık tarafından ıskat
edilebileceği ya da ortaklık sözleşmesinde kararlaştırılmış olması hâlinde cezaî şartın ifasını talep edebileceği
hükmü yer almaktadır.
136
Hüffer, § 63, N. 8, s. 296.
137
Ayrancı, s. 198.
138
Birçok AB üyesi ülkenin kanunlarında tanınmış olan ortaklığın düşük oranlardaki paylarına sahip azlığın
paylarını satın alarak ortaklıktan çıkarılması (squeeze out) hakkı, TTK. Tasarısı’nda bölünme (m. 141/II) ve tam
hâkimiyet hâlinde (m. 208) tanınmaktadır. Tasarıda ortaklık barışınının sağlanması amacıyla yüzde ona kadar
153

şirketten ayrılmak istediğinde maliki bulunduğu payları satın alacak bir başka kişiyi
bulmak durumundadır. Ortaklıktan ayrılmayı isteyen bir ortağın payını şirketin ya da
diğer ortakların satın alma yükümlülükleri olmadığı gibi, malvarlığının korunması
ilkesinin139 gereği olarak ve TTK.’nun 329. maddesine göre anonim şirketin kendi
payını satın alması da yasaktır140. Yine TTK.’nun 329/II. maddesi, esas sermayenin
korunması ve pay sahiplerinden sermaye alacaklarının tahsili amacıyla, bu kişilere ait
hisse senetlerinin şirket tarafından iktisabına olanak tanımamaktadır. Ne var ki, bu
kural esas sermayenin temini amacıyla mütemerrit pay sahibine ait payın ıskatına ve
pay senedinin geçici olarak geri alınmasına engel oluşturmaz141.
Buna karşılık anonim şirketler hukukuna dair hukuksal düzenlemelerin
çoğunda, sermaye borcunu gereği gibi ifa etmeyip temerrüde düşen ortağın ıskatına
olanak tanıyan düzenlemelerin bulunduğu görülmektedir142. Yasa’da şirkete tanınan
bu hakkın, esas sermayenin temini amacına hizmet etmesi ve emredici bir hüküm
olması nedeniyle ana sözleşmede bertaraf edilmesi ya da başka nedenlerle de ıskat
uygulanabileceğinin kararlaştırılması imkânı da yoktur143. Bu yolla bedeli ifa
edilmemiş pay ıskat edilip ardından bu pay üçüncü kişilere satılarak şirket sermayesi
tamamlanmaktadır144.
Sermaye borcunu ifada temerrüde düşen pay sahibinin, ortaklıktan ıskatına
dair TTK.’nun 407/II. maddesinde, “Đdare meclisi bundan başka mütemerrit ortağı

azlığın paylarının satın alınıp ortağın ihracı imkânı tanınmaktadır. Çoğunluğa tanınan bu hak dolayısıyla azlık da
kanunda öngörülen değerde paylarını satmak zorunluluğu altındadır.
Tasarının 208. maddesinin gerekçesinde hâkim çoğunluğa tanınan bu yetkinin özellikle azlığın pay sahipliği
haklarını kötüye kullanması ya da pay bedelinin ödenmemesi hallerine ilişkin olarak benimsendiği ve kararın
mahkemeye bırakıldığı belirlendiği ifade edilmektedir.
Pay sahibine ortaklıktan ayrılma olanağı tanıyan bir başka kural ise Tasarının 141. maddesindedir. Maddede
ortaklıkların birleşme sözleşmelerinde, ortaklara devralan ortaklıkta ortaklık hakkı iktisabı ile iktisap olunan
ortaklığın paylarının gerçek değerine denk gelen bir ayrılma akçesi arasında seçim hakkı tanıyabilecekleri
hükmü yer almaktadır. Bu kararın devreden anonim ortaklığın genel kurulunda mevcut oy haklarının yüzde
doksanının kabulü ile alınması gerekir (m. 151/V).
139
Bu yasağın temelinde, anonim ortaklık sermayesinin kendi paylarını iktisap yoluyla dağıtılması ya da
azaltılmasının ortaya çıkaracağı, sermayenin garanti işlevinin korunması ve pay sahipleriyle ortaklık
alacaklılarının güvence altında tutulması amacı bulunmaktadır. Bu nedenle anonim ortaklıkların kendi paylarını
iktisap etmeleri, kıta Avrupa’sında her zaman olumsuz sonuç ve tehlikeleri ile birlikte değerlendirilmiş, bu
yasağın yalnızca ekonomik zorunlulukların ortaya çıkardığı bir kısım gereksinimlerin karşılanması ölçüsünde
istisnaları korunmuştur. Özdamar, s. 74; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 592
140
Buna karşılık SerPK. 16/A ve 22. (i) maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak yayınlanmış olan Seri:
IV, No: 8 Tebliğ ile bazı şartların varlığı hâlinde pay sahiplerine şirketten çıkma hakkı tanınmıştır. Bu konuda
bkz. Mustafa Çeker, “Halka Açık anonim Ortaklıklarda Pay Sahiplerinin Şirketten Çıkma Hakkı”, Batider,
Haziran 2005, C. XXIII, S. 1, 61.
141
Göle, s. 124.
142
Robert R Penningtaon, Company Law, 7 th Edition, London, Butterworths, 1995, s. 400.
143
Çeliktaş, s. 200; Doğanay, C. I, s. 1223; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1060, s. 625.
144
Arslanlı, C. I, s. 184 vd.; Şener, s. 176.
154

iştirak taahhüdünden ve yaptığı kısmi ödemelerden doğan haklarından mahrum


etmeye ve yerine başka ortak almaya ve kendisine verilmiş hisse senedi varsa
bunları iptal etmeye salahiyetlidir.” hükmü yer almaktadır.

1. Iskat Kavramı, Hukuki Niteliği ve Koşulları


Sermaye koyma borcunu ifada temerrüde düşen pay sahipleri hakkında
uygulanacak bir diğer yaptırım türü olan ıskat, TTK.’nun 407. maddesi bağlamında,
sermaye koyma borcunu vadesinde yerine getirmeyip mütemerrit duruma düşen pay
sahibinin, yönetim kurulunca iştirak taahhüdünden ve yaptığı kısmi ödemelerden
doğan haklarından yoksun bırakılıp, varsa kendine verilen pay senetlerinin de iptal
edilerek onun yerine bir başkasının alınması olarak tanımlanabilir. Bu anlamda ıskat,
anonim şirketlerde payların devir serbestisi ilkesinin bir istisnasını oluşturmaktadır145.
Sermaye borcunun ödenmemesi sebebiyle ıskat prosedürüne
başvurulabilmesi için, şirketin kuruluşunu tamamlamış ve dolayısıyla tüzel kişilik
kazanmış olması gerekir146. Payın ıskatı bakımından şirket paylarının senede
bağlanmış olup olmaması ya da pay senetlerinin nama veya hamile olmasının önemi
bulunmadığı gibi paylara karşılık ilmühaber çıkarılmış olmasının da önemi yoktur.
Iskatın hüküm ve sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerin öncesinde ıskat
kavramı, hukuki niteliği ve koşullarının incelenmesinde yarar bulunmaktadır. Şöyle ki;

a. Iskat Kavramı
Sözlük anlamı, “düşürme”, “aşağı atma” ve “düşürülme” olan ıskat terimine147
TTK.’nda yer verilmemiş, 407/II. maddede yalnızca bu kurumun hüküm ve sonuçları
düzenlenmiştir148. Buna karşılık, ETK.’nun 413. maddesinde ve TTK Tasarısı’nın 483.
maddesinde149 ıskat terimi yer almaktadır. Doktrinde ıskat teriminin, genel kabul

145
Yusuf Ziyaeddin Sönmez, “Anonim Ortaklıklarda Pay Sahibinin Ortaklıktan Ayrılma Hakkı”, Ankara,
2007, (Doktora Tezi), s. 76.
146
Doğanay, C. I, s. 1223.
147
Akalın, vd, “ıskat”, s. 916.
148
Değirmenci, s. 12.
149
TTK Tasarısı’nın 482. maddesinin ikinci fıkrasında TTK.’nun 407. maddesine paralel bir düzenleme yer
almakta olup gerekçesinde ise kuralın meri TTK.’nun 407. maddesinin tekrarı olduğu vurgulanmıştır. Tasarının
483. maddesinin kenar başlığı ise “Iskat usulü” şeklindedir. Tasarısı’nın 482-483. maddelerinde yer alan ıskata
dair düzenlemelerin, TTK.’nun 407. ve 408. maddelerinin dilin günümüz Türkçesine uydurulması dışında tekrarı
niteliğinde olması, ıskata ilişkin TTK hükümleri doğrultusunda oluşan yerleşik uygulamadan ayrılmayı
gerektiren somut bir neden bulunmamasına dayandırılmıştır. TTK Komisyon Tutanakları, 2. Cilt, 15 Şubat
2002, m. 482-483.
155

gören bir kavram olduğu söylenebilir150 ise de Yargıtay kararlarında bu hususta birlik
bulunduğunun söylenemez. Yargıtay’ın eski tarihli kararlarında çoğunluklu olarak
“çıkarma” terimi kullanılmaktayken son yıllardaki kararlarında daha ziyade “ıskat”
teriminin tercih edilmekte olduğu görülmektedir151.
Iskat yerine kullanılan “çıkarma” kavramı, çoğunlukla kişi ortaklıklarında
kullanılan, ortak ile onun kişisel niteliklerine vurgu yapan bir terim olup şirketin
malvarlığından öteye şirketin bizzat kendi varlığını koruması amacıyla
uygulanmaktadır. Buna karşılık anonim ortaklıkta merkez kavramın “pay” olması ve
pay sahibinin şirketle ilişkisinin bu yolla sağlanması152 sebebiyle ıskat halinde pay
sahibinin şirketle değil, pay ile ilişkisinin kesilmesi söz konusudur153. Bu itibarla
çıkarma kavramı pay sahibinin kişiliğinin şirket açısından öneminin bulunmadığı
anonim şirketler hukukuyla uyumlu değildir. Bu nedenle, “çıkarma” ya da “çıkarılma”
kavramlarının, pay sahibinin anonim ortaklıkta sahip bulunduğu bütün payların birden
ıskat edilmesi nedeniyle şirketle tamamıyla ilişkisinin kesildiği duruma özgü olarak
dahi kullanılmaması gerekmektedir154.
Kanaatimizce, hukuksal durumu en iyi biçimde nitelemesi, benzer kurumlar
ile aradaki farkı ortaya koyması155 ve pay sahibinin şirketle ilişkisi yerine “pay” ile olan
ilişkisini ifade etmesi nedeniyle ıskat, tercihe değer bir terimdir.

b. Iskatın Hukuki Niteliği


Mütemerrit pay sahibinin rızası dışında sahip olduğu payların elinden
alınarak ortaklıktan çıkarılması ve yerine başka bir ortağın dâhil edilmesi156 anlamına

150
Bu kurumu ifade için Arslanlı, Göle, Tekinalp, Teoman, Pulaşlı, Helvacı, Kendigelen, Nomer, Battal,
Narbay, Çeliktaş ve Doğanay tarafından ıskat kavramının kullanıldığı görülmektedir. Buna karşılık Poroy,
Domaniç, Đmregün, Moroğlu, Yongalık ve Eriş ise “çıkarma” kavramını kullanmayı tercih etmektedirler.
151
Y. 11. HD. 13.11.1980, E. 1980/4561, K. 1980/5242; Y. 11. HD. 25.2.1987, E. 1987/6804, K.
1980/1099; Y. 11. HD. 11.6.1990, E. 1990/798, K. 1990/4612 (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1060,
s. 625).
152
Pay sahibine ait olan bütün paylara ıskat işlemi uygulanmışsa, bu karar ortaklıktan çıkarma sonucunu
doğurur. Sönmez, s. 75; Çeliktaş, s. 200; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1066, s. 625.
153
Değirmenci, s. 13; Iskat ile çıkarılma aynı kavramlar olmamalarına rağmen, pay sahibinin tüm paylarına
ıskat işlemi uygulanmışsa, bu pay sahibinin ortaklıktan çıkarılması sonucunu doğurur. Pulaşlı, Şirketler Hukuku,
s. 600.
154
Değirmenci, s. 13; Çevik bu konu ile ilgili olarak, “Đlgili maddeler hükümlerinde çıkarma ya da
çıkarılmadan söz edilmemiştir. Bu nedenle işlemler için “çıkarma” ya da “çıkarılma” deyimlerinin kullanılması
yerinde değildir. “Iskat”ın kelime karşılığı “düşme” veya “düşürülme”dir.” değerlendirmesini yapmaktadır. s.
544.
155
Anonim ortaklıklarda sermaye taahhütlerinin ifa edilmemesi üzerine başvurulabilecek olan bu kurumun,
diğer ortaklık türlerinden ve özellikle de kollektif ortaklıklarda ortağın çıkarılmasından farklılığının ortaya
konulması amacıyla çıkarma değil ıskat olarak adlandırıldığı kabul edilmektedir. Değirmenci, s. 13 vd.; Göle, s.
116; Aynur Yongalık, “Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Bildiriler- Tartışmalar, XVII, 9-10
Haziran 2000”, (yh. Sema Taşpınar), Ankara, BTHAE, 2000, s. 76.
156

gelen ıskatın, pay sahibi açısından bu paylar bakımından pay sahipliğinin


kaybedilmesi ve pay bedellerine mahsuben yaptığı ödemelerden mahrum bırakılması
olmak üzere iki etkisi bulunmaktadır157.
Iskatın hukukî niteliğine ilişkin olarak; “sözleşme cezası”, “sözleşmeden pay
sahibinin temerrüdü nedeniyle dönüş”, “borçlu temerrüdü” ve “ortaksal nitelikleri haiz
kendisine özgü bir hukuki kurum” olduğu yönünde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür158.
Bu bağlamda, ıskatın hukuki niteliğine dair yapılan değerlendirme açısından,
pay sahipleri ile anonim şirket arasındaki ilişkinin tam iki taraflı bir sözleşme olup
olmadığı önem taşımaktadır. Iskatın BK.’nun 106-108. maddeleri doğrultusnda bir
fesih olarak değerlendirilmesi şirket ile pay sahipleri arasındaki ilişkinin hukuki
niteliğinin de bu kapsamda değerlendirilmesini gerektirir. Pay sahipleri ile anonim
şirket tüzel kişiliği arasındaki ilişkinin, şirket sözleşmesinden doğan ve şirketler
hukukuna özgü bir hukuksal ilişki olması itibarıyla, tam iki taraflı bir borçlar hukuku
ilişkisi olarak kabul edilmesi doğru olmaz. Buna karşılık, ıskatın BK.’nun 106-108
maddeleri bağlamında feshe benzer hukuksal sonuç doğurmasını, anonim şirket ile
pay sahipleri arasındaki şirket hukukuna özgü ilişkinin, kural olarak eksik iki taraflı
sözleşmelere, istisnai olarak ise tam iki taraflı sözleşmelere benzemesinin bir neticesi
olduğu söylenebilir159.
Kaldı ki, BK.’nun 106 ilâ 108 maddeleri gereğince fesih durumunda taraflar
arasındaki ilişki sona erdiğinden her iki tarafın da karşılıklı birbirlerine verdikleri
şeylerin iadesi gerekir. Oysa TTK.’nun 407/II. maddesi bağlamında ıskat edilen pay
sahibi, mevzuat ve ana sözleşmeden kaynaklanan tüm ortaklık haklarını
kaybetmektedir. Yine akdin feshinden farklı olarak, anonim şirket ile ıskat edilen pay
sahibi arasındaki hukuksal ilişkinin ıskata rağmen TTK. m. 408/III bağlamında bir
süre daha devam ettiğinin söylenmesi mümkündür. Bu fıkraya göre, şirketin ıskat
üzerine yeni pay sahibinin ödemeleriyle zararı karşılanamamışsa bu kısım

156
Ahmet Battal, “Anonim Şirketlerde Ortaklıktan Iskat Prosedürü (TTK. m. 408) ile Đlgili Yargıtay
Uygulaması”, THYKS XVII, Ankara, 2000, Tartışmalar, s. 54; Çeliktaş, s. 200; Hansell, Vogt, Walter, s. 651;
Hüffer, § 64, N. 1, s. 297; Sönmez, s. 75; Yusuf Ziya Taşkan, “Şirketlerde Sermaye Taahhüdünü Yerine
Getirmeyenlere Uygulanabilecek Yaptırımlar”, http://www.yaklaşim.com/mevzuat/dergi/makaleler
/1999091791.htm, Erişim Tarihi: 2.6.2010.
157
Kemal Şenocak, “Anonim Ortaklıkta Iskat Kararının Sonuçları”, (Iskat), GÜHFD. C. XI, 2007, S. 1-2, s.
281; Peter Forstmoser, Arthur Meier-Hayoz, Peter Nobel, Schweizerisches Aktienrecht, Bern, Verlag Tampfli,
1996, § 44, N. 17, s. 560.
158
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1061, s. 625.
159
Göle, s. 117.
157

bakımından ıskat edilen ortaktan tazmin talebinde bulunabilecektir160. Bu nedenle


ıskat, etkileri ve hukuksal niteliği bakımından tam iki taraflı sözleşmelere ilişkin akdin
feshine (BK. m. 106-108) benzer bir görünüm taşımakla birlikte, temelde fesihten
farklı ve anonim şirketler hukukuna özgü bir kurumdur161.
Iskat kararı, pay sahibi ile şirket arasındaki hukukî ilişkiyi ortadan kaldırdığı
için niteliği bakımından bozucu yenilik doğurucu tek taraflı bir hukuki işlemdir162. Bu
özelliği itibarıyla şarta bağlı olarak kurulması olasılığı bulunmamaktadır.
Iskat, TTK.’nun 407. maddesi çerçevesinde yalnızca bakiye sermaye koyma
borcunun yerine getirilmemesi hâlinde söz konusu olabilir. Agiolar da sermaye koyma
borcu kapsamında olduğundan, ifa edilmemeleri durumunda ıskat yoluna
başvurulabilir ise de bunların dışında bir talî borcun yerine getirilmemesinin ıskat
nedeni olarak kabul edilmesi mümkün görülmemelidir163.
Iskatın hüküm ve sonuçlarının ağırlığı bu konunun yasa koyucu tarafından
emredici kurallara bağlanmasını gerektirmiştir164. Şirket yönetim kurulunun pay
sahiplerinin ortaklıktan çıkarılmasına ilişkin keyfi işlemler yapmasının, usulsüz ve
haksız gerekçelerle hareket etmesinin engellenmesi için ana sözleşmede bu
kuralların yumuşatılmasına yönelik düzenlemeler getirilmesine de imkân yoktur165.
Iskat yaptırımının uygulanmasını ortadan kaldıran, sınırlayan ya da koşullarını
değiştiren kuralların benimsenmesi de söz konusu değildir166. Ne var ki bu durum,
ana sözleşmeye Yasa’nın emredici kurallarına aykırılık oluşturmayacak biçimde
ıskatın nasıl uygulanacağına dair hükümler konulmasına engel oluşturmamaktadır167.
Ana sözleşmede bu konuda yapılabilecek düzenlemeler yalnızca emredici
kurallara bağlı olmayan hususlarla sınırlıdır168. Kaldı ki, ana sözleşmede ıskat
yaptırımının uygulanmayacağı kuralının benimsenmesi, sermaye koyma borcunu ifa
etmeyenler hakkındaki icra takibi ya da ifa davalarının sonuçsuz kalması hâlinde

160
Göle, s. 117.
161
Göle, s. 117; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 18, s. 560; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu),
Ortaklıklar, N. 1061, s. 625.
162
Göle, s. 123; Sönmez, s. 76.
163
Göle, s. 116.
164
Ertüten, s. 156; Göle, s. 114; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1062, s. 625; Tuğsavul, s. 148.
165
Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44. N. 21, s. 561; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1062, s. 625.
166
Arslanlı, s. 181-182; Göle, s. 114; Doğanay, C. I, s. 1084-1085; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44.
N. 22, s. 561; Kalyoncu, s. 111; Şar, s. 150; Krş. Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1062, s. 625.
167
Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44. N. 21, s. 561; Şar, s. 150.
168
Göle, s. 114; Iskata ilişkin usul hükümlerine ve özellikle TTK m. 408. maddedeki düzenlemelere tam
olarak uyulması gerekir. Aksi halde ıskat geçersiz olur. Y. 11. HD.T.13.11.1980, E. 1980/44561, K. 1980/5141
(Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1062, s. 625); Tuğsavul, s. 148.
158

sermaye payının tahsili olanağı tamamıyla ortadan kaldıracaktır. Şirketin ıskat


yaptırımını uygulayıp, payları üçüncü bir kişiye satmak suretiyle sermayesini
tamamlama olanağını kaldıran bu nitelikteki düzenleme, sermayenin korunması
ilkesine de aykırıdır169.
Iskat ve uygulama yöntemine dair kuralların (TTK. m. 408) emredici nitelikte
olması şirketin olduğu kadar, pay sahiplerinin de yararınadır. Bu düzenlemelerin
emredici nitelikte olmadığının kabul edilmesi, ana sözleşmede ıskat usulünün pay
sahiplerinin aleyhine değiştirilip, bu şahısların bazı haklardan yoksun bırakılmalarına
neden olabilecektir. Bu takdirde ıskat uygulanacak payın sahibi lehine olan yasal
sürelerin kaldırılması ya da kısaltılması yahut ıskat konusunda kendilerine bilgi
verilmesi yükümlülüğünün değiştirilerek, pay sahiplerinin güvencesiz bırakılmasının
ve kolaylıkla ıskat edilmelerinin yolu açılmış olur170.
Anonim şirketin yararına ve sermayenin temini amacıyla benimsenmiş olan
ıskat yetkisi171 pay taahhüdünde bulunanların mükellefiyetlerinden kurtarılması gibi
bir başka amaçlarla172 ya da BK.’nun 19. ve 20. maddelerine aykırı olarak
kullanılamaz. Bu şekilde alınan ıskat kararları batıl olup, bu karar doğrultusunda
ortaklıktan ıskat edilen pay sahibinin mahkemeye müracaat edip, ıskat kararının
emredici hükümlere aykırı olduğu gerekçesiyle butlanının tespitini dava etme imkânı
vardır. Kanunun emredici hükümlerine aykırı olmayan ıskat kararlarına karşı, ıskat
edilen pay sahibince şirket genel kuruluna itiraz başvurusunda bulunulabilir. Söz
konusu ıskat kararının genel kurul tarafından da onaylanması durumunda pay
sahibinin, genel kurulun onay kararına karşı mahkemeye iptal talebiyle başvuru
imkânı vardır173.

c. Şirketçe Mütemerrit Pay Sahibinin Iskat Edilebileceği Dönem


TTK.’nda anonim şirketlerde ıskatın uygulanma zamanına ilişkin herhangi bir
düzenleme bulunmamaktadır. Anonim şirketin tescilinden önce pay mevkileri henüz
oluşmadığından kurucular arasında adi ortaklık ilişkisi söz konusudur174. Dolayısıyla
bu aşamada bir payın ıskatından söz edilemez.

169
Kalyoncu, s. 111; Tekinalp ise ana sözleşme ile ıskatın uygulanmayacağının öngörülebileceğini
savunmaktadır. Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1062, s. 625.
170
Kalyoncu, s. 112.
171
Hüffer, § 64, N. 1, s. 297.
172
Charlesworth, s. 169; Tuğsavul, s. 149.
173
Göle, s. 115.
174
Değirmenci, s. 35; Moroğlu, Oğuzman Armağanı, s. 522; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 278-279.
159

Şirketin tasfiyesi sürecinde ise ıskatın mümkün olup olmadığı konusunun


tartışılıp değerlendirilmesi gerekmektedir:
Bilindiği üzere, tasfiye sürecindeki anonim ortaklılıkların yapılarında bir takım
değişikler ortaya çıkmaktadır. Bu durum, TTK.’nun “Tasfiye hali” kenar başlıklı 439.
maddesinin ikinci fıkrasında, “Tasfiye hâline giren şirket, pay sahipleriyle olan
münasebetlerinde dahi, tasfiye sonuna kadar ve ehliyeti, 332 nci madde hükmü
mahfuz olmak kaydıyla, tasfiye gayesiyle mahdut olarak hükmü şahsiyetini muhafaza
ve ticaret unvanını (tasfiye hâlinde) ibaresini ilâve etmek suretiyle kullanmakta devam
eder.” hükmüyle açıklığa kavuşturulmaktadır. Bu hükme göre tasfiye sürecindeki
şirketin pay sahipleri ile olan ilişkilerinin kapsamı, tasfiye gayesi ile sınırlandırılmıştır.
Bu süreçte şirketin tasfiye memurları, TTK. m. 446/I hükmü gereğince pay
bedellerinin ödenmeyen kısımlarını ancak “icabı hâlinde tahsil etmek” yetkisini
haizdirler. Hükümde yer alan “icabı hâl” ibaresinden, şirketin sahibi bulunduğu
malvarlığı ile borçlarının karşılanamaması anlaşılmaktadır175. Ne var ki, şirket
malvarlığının esasında borçlarını karşılamaya yetmekle birlikte bunların herhangi bir
nedenle paraya çevrilmesi olanağının bulunmadığı durumlarda da tasfiye
memurlarınca pay sahiplerinden pay bedellerinin ödenmeyen kısmının tahsil
edilebileceği ileri sürülmektedir176.
Bilindiği üzere, yasa ya da ana sözleşmeden kaynaklanan bir sebeple sona
eren ve tasfiye sürecine girmiş anonim şirketin gayesi, alacaklıların korunması ilkesi
çerçevesinde, şirket malvarlığının paraya çevrilip borçlarının ödenmesi ve kalan
kısmın pay sahiplerine dağıtılmasıdır. Bu yüzden tasfiye sürecinde tasfiye
memurlarınca pay bedellerinin ödenmeyen kısmının tahsiline girişildiğinde ıskatın
mümkün bulunup bulunmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir.
Doktrinde bir kısım yazarlarca şirketin tasfiye sürecinde de olsa temerrüde düşen pay
sahiplerine yönelik TTK.’nun 407. ve 408. maddelerinde belirtilen yaptırımların
uygulanmasına engel bulunmadığı ifade edilmesine karşılık177, bazı yazarlar ıskatın
yalnızca şirketin faaliyet safhası için öngörüldüğünü ve tasfiyenin gayesi ile
bağdaşmadığını belirtmektedirler178. Yargıtay ise tasfiye sürecindeki şirketlerin içinde

175
Sami Karahan, Anonim Şirketlerde Tasfiye, Konya, 1998, s. 16; Tekinalp, (Poroy/Çamoğlu),
Ortaklıklar, N. 1593, s. 870.
176
Yadigar Đzmirli, Türk Ticaret Kanununa Göre Tasfiye Memurlarının Görev, Yetki ve
Sorumlulukları, Ankara, Nobel, 2001, s. 128.
177
Karahan, Tasfiye, s. 196; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1593, s. 870.
178
Değirmenci, s. 36; Göle, s. 115.
160

bulundukları durumun TTK.’nun 405, 407 ve 408. maddelerinin uygulanmasına


uygun olmadığı görüşündedir179.
Pay bedellerinin ifasında temerrüde düşen pay sahiplerinin ıskatı yoluna
gidilmesi tasfiye sürecinde borçların ödenmesi ve alacaklıların korunması ilkeleriyle
ve tasfiyenin amacı ile bağdaşmaz. Zira tasfiye sürecine giren ve TTK. m. 446/II
gereğince iflası gündemde olan bir şirkete ait ve ıskat nedeniyle satışı yapılan paya
alıcı çıkması pek olası gözükmemektedir180.
Đflas süreciyle ilgili olarak da TTK.’nun “Tasfiye hali” kenar başlıklı 439/II ve
“Karşılıkları tamamen ödenmemiş olan hisse senetleri” kenar başlıklı 419/II.
maddelerinde ıskat imkânı bulunup bulunmadığı konusunda bir açıklık yoksa da
tasfiye aşamasına ilişkin yukarıda sayılan gerekçelerle iflas sürecinde de ıskat yoluna
gidilemeyeceği değerlendirilmektedir181.
Bedelleri ödenmeyen paylara yönelik ıskat ya da bunun tahsili için diğer
hukuk yollarına başvurmak konusunda seçim yetkisi şirket yönetim kuruluna aittir.
Bunlardan biri başarısız olduğunda diğerine de başvurulabilmesi olanaklıdır. Ancak
aynı anda ikisine birden başvurulabilmesi ise söz konusu olmaz182.

d. Iskatın Koşulları

(1) Iskatın Pay Sahibi Hakkında Uygulanması


TTK.’nun 407. maddesinde ıskat, yalnızca sermaye koyma borcunu ifada
temerrüde düşen pay sahiplerine karşı uygulanabilecek bir yaptırım türü olarak

179
Yargıtay 11. HD’nin kararı, tasfiye hâlindeki kooperatiflere ilişkin ise de aynı süreçteki anonim
ortaklıkları ilgilendiren niteliktedir. (Y. 11 HD.T. 11.2.2002, E. 2002/8778, K.1086), Söz konusu kararda, “…
ortakların taahhütlerinin yerine getirilmesi 1163 sayılı Kanunun 98 inci maddesinin yollaması ile anonim
şirketlerdeki esas sermayenin artırılması ve sermaye koyma borcunu düzenleyen hükümlerini uygulanmasını
gerektirir ise de, davalı kooperatif ekonomik sıkıntıya düşmesi nedeniyle genel kurulca oybirliği ile tasfiye kararı
almış olduğundan ve borçlarının ödenmesi gerektiğinden, artık burada TTK.nin 405, 407 ve 408 inci
maddelerinin uygulanması kooperatifin içerisinde bulunduğu tasfiyenin amacı ile bağdaşmayacağından…”
denilmek suretiyle tasfiye hâlindeki anonim ortaklıklarda pay bedelleri henüz ödenmemiş olan kısmının,
tahsiline ortaklığın gayesiyle uyumlu olmadığı gerekçesiyle olanak bulunmadığına yönelik değerlendirme
yapılmaktadır. Ne var ki 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun “Ortaklığın yok olması” kenar başlıklı 27. ve
“Ortaklıktan çıkarılma esasları ve itiraz” kenar başlıklı 16. maddesi karşısında TTK. 407. ve 408. maddelerin
kooperatifler hakkında uygulanması mümkün bulunmamaktadır. (Değirmenci, s. 36, dn. 48).
180
Değirmenci, s. 36; Göle, s. 115.
181
Kuruluşun ve sermaye artırımının tescilinden önce taahhüdün ifa edilmemesi şahsın ana sözleşmeyi veya
iştirak taahhütnamesini imzalamayıp verdiği ancak gerekli tutarı ödemediği hallerde gerçekleşir. Bu durumda
mezkur kişi ıskata gerek bulunmaksızın kuruculuktan çıkarılabilir. Anonim ortaklığın faiz ve cezai şart gibi her
türlü hakları bu kişiden talep edilebilir ise de tescil söz konusu olmadığından ıskata müracaat edilemez.
Değirmenci, s. 36; Doğanay, C. 1, s. 1223; Göle, s. 114; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1060, s. 625;
Şar, s. 150; Krş. Oğuz Atalay, Anonim Şirketlerin Đflası, Đzmir, DEÜHF, 1996, s. 160-161.
182
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1060, s. 625.
161

öngörülmüştür. TTK.’nun 408. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında açıkça ifade


edilmiş olmamasına rağmen yalnızca hisse senedi sahipleri değil, aynı zamanda
sermaye borcunu yerine getirmeyen pay sahipleri de ortaklıktan ıskat edilebilir. Diğer
bir anlatımla, sermaye borcunu ifa etmeyen anonim şirket ortağının ıskat edilebilmesi
için hisse senedi sahibi olması ya da payların hisse senedine bağlanmış olması
koşulu bulunmamaktadır183. Bu nedenle, anonim şirketin kuruluşunu tamamlaması ve
tüzel kişiliğini kazanması koşuluyla, şirket paylarını temsilen hisse senedi ya da
ilmühaber çıkarılmamış dahi olsa sermaye koyma borcunu ifa etmeyen mütemerrit
pay sahibi ıskat edilebilir184.

(2) Sermaye Koyma Borcunun Đfa Edilmemesi


Anonim şirket tarafından payın ıskatı yoluna gidilebilmesi için sermaye
koyma borcunun ifasında temerrüde düşülmesi şarttır185. Đfa etmemenin sebebi ise
ıskat açısından önem taşımamaktadır186. Şirket ana sözleşmesinde pay sahiplerine
sermaye koyma borcunun dışında konusu para olmayan ve belirli dönemlerde
tekrarlanan yükümlülüklerin getirilebilmesi olanaklı ise de payın ıskatı, sadece
sermaye koyma borcunun ifa edilmemesi hâline özgü bir durum olduğundan, pay
sahibinin diğer tâli borçlarını ifa etmemesi ıskat nedeni olamaz187.
Bu yüzden sermaye borcunun dışındaki faiz, tazminat, cezaî şart vb. tâli
nitelikteki ya da ana sözleşme ile getirilen ve somut olayın incelenmesinde tek borç
ilkesine188 aykırı düşmediği belirlenen yükümlülüklerin (önalım, alım, geriye alım vb
haklardan doğanlar ile bildirim ve açıklama yükümlülükleri, vb.) yerine getirilmemesi
nedeniyle pay sahibinin ortaklıktan ıskatı imkânı bulunmamaktadır189. Başka bir
ifadeyle, tâli yükümlülüklerini yerine getirmeyen veya pay bedellerini ödemesine
rağmen temerrütten kaynaklanan tazminat borçlarını ödemeyen pay sahibinin ıskatı

183
Doğanay, C. 1, s. 1223; Göle, s. 122; Şar, 156.
184
Kropff, Semmler, § 64, s. 288.
185
Kropff, Semmler, § 64, s. 288; Schmidt, Lutter, § 64, s. 727; Spindler, Stillz, § 64, s. 512-513.
186
Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 25, s. 561.
187
Y. 11. HD. T. 10.5.1991, E. 5999, K. 3033 (Eriş, C. II, s. 2381-2383); Şar, Đsviçre doktrininde ise ıskat
bakımından taahhüt edilen sermayenin nakdi ya gayrinakdi olması ayırımının maddenin öngörülme amacına
aykırılık oluşturduğu ileri sürülmektedir. Türk hukuku bakımından amaca uygun ve haklı çözüm biçiminin
Đsviçre doktrininde olduğu gibi sermaye türü bakımından ayırım yapılmaması yönünde olduğu görülmektedir.
Şar, s. 151.
188
Tuğsavul, s. 124-125.
189
Arslanlı, C. I, s. 195; Charlesworth, s. 169; Doğanay, C. 1, s. 1225; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, §
44, N. 19, s. 560; Hirsch, Ticaret Hukuku, s. 206; Kalyoncu, s. 112; Kropff, Semmler, § 64, s. 286; Savaş, s. 489;
Şar, s. 151; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1064, s. 625; Tuğsavul, s. 149; Krş. Eriş, “Kural olarak
pay sahibi, tâli yükümlülüklerini yerine getirmezse, ortaklıktan çıkarılamaz. Ancak bu yaptırım sözleşmede özel
olarak düzenlenmişse, pay sahibi bu sözleşme hükmü nedeniyle ortaklıktan çıkarılabilir.” (Eriş, C. II, s. 2366).
162

yoluna gidilemez. Bunların ana sözleşmede ıskat nedeni olarak kararlaştırılmış


olması da durumu değiştirmemektedir190.
Daha önce de ifade edildiği üzere şirket ana sözleşmesi ya da sermaye
artırımlarında genel kurul kararı doğrultusunda itibari değerinin üzerinde bedelle
agiolu paylar çıkarılmışsa, sermaye koyma borcunun kapsamına agionun girip
girmediği konusu ilk bakışta duraksamaya neden olmaktadır. Doktrinde bazı yazarlar
tarafından agionun, esas sermayeye eklenmeyip kanuni yedek akçelere ilâve
edilecek (TTK. m. 466/I) bir kalem olması nedeniyle sermaye borcu kapsamına dâhil
olmadığı ve bu yüzden ifasında temerrüt nedeniyle sermayenin korunmasına yönelik
bir yaptırım olan ıskatın uygulanmayacağı ileri sürülmektedir191. Buna karşılık
çoğunluk, agionun da sermaye borcu kapsamında bulunduğu ve dolayısıyla, pay
sahibinin bu bedelin ifasında temerrüdü hâlinde ilgili pay hakkında ıskat işleminin
uygulanmasının gerektiği görüşündedir192.
Kanaatimizce de agionun bilânçodaki yerinin kanuni yedek akçeler arasında
olması onun hukuki niteliğinin sermaye koyma borcu kapsamında olmamasını
neticelendirmez. Agionun cari ve gerçek değeri itibari değerinin üzerinde olan paylara
sahip olmak için ödenen karşılığı ifade etmesi nedeniyle sermaye borcu kapsamında
değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, pay bedellerinin ifa edilmemesinde
olduğu gibi bu borca ilişkin temerrüt durumunda da ıskatın uygulanabilmesi
gerekmektedir.

(3) Nakit Dışı Sermaye Borcunda Iskat Sorunu


Iskatın nakit dışı sermaye koyma borçlarında temerrüt hâlinde uygulanma
olanağının olup olmadığı konusunda Yasa’da açık bir hüküm yoktur. Buna karşılık
TTK.’nunda ıskata dair kuralların yer aldığı 406. maddede yalnızca nakdi
sermayeden, 407/I. maddede temerrüt faizinden söz edilmesi, ayrıca 408/III.
maddede ise yeni pay sahibinin yaptığı ödemeler ile kapanmayan açıklara dair

190
Arslanlı, C. I, s. 195; Şar, s. 151; Yargıtay ıskatın sadece sermaye payında temerrüt hâlinde
uygulanabileceği ilkesini kabul etmekle birlikte aksinin sözleşme ile öngörülebileceği görüşündedir (Y. TD.
16.1.1968, E. 66/4479, K. 68/243 Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1064, s. 625).
191
Kalyoncu, s. 113; Özcan, s. 383; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1054, s. 623; Yılmaz, s. 20.
192
Arslanlı, I, s. 180; Charlesworth, s. 169; Değirmenci, s. 32; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N.
20, s. 560; Göle, s. 55; Heinrich Honsell, Nedim Peter Vogt, Rolf Watter, Kommentar zum Schweizerischen,
Privatrecht, Obligationenrech II, Art 530-1186, Basel and Frankfurt am Main, Helbing/Lichtenhahn, 1994, s.
649; Yıldız, Agio, s. 555.
163

kuralların yer alması, ıskatın yalnızca nakdi sermaye koyma borçlarına özgü bir
kurum olduğu izlenimi uyandırmaktadır193.
Her ne kadar, doktrinde bazı yazarların194 anonim şirketin kuruluşla birlikte
pay sahibi tarafından sermaye olarak getirilmesi taahhüt edilen değerlerin mülkiyetini
iktisap edeceği ve bu konudaki borcun böylelikle yerine getirilmiş olacağı
gerekçesiyle gayrinakdi sermaye koyma borcu bakımından ıskatın mümkün
bulunmadığı ileri sürülmekte ise de doktrindeki hâkim görüş, ıskatın nakit dışı
sermaye koyma borçları bakımından da uygulanabileceği yönündedir195. Yargıtay da
nakit dışı sermaye borcunu ifada temerrüt hâlinde şirketçe pay sahibinin ıskatı imkânı
bulunduğu ifade edilmektedir196.
TTK.’nda ıskat, nakdi sermaye koyma borcunda temerrüt ile ilgili kurallarla
birlikte düzenlenmiş ise de, bu nakit dışı sermaye borcunda temerrüt hâlinde ıskat
yoluna başvurulamayacağı biçiminde yorumlanmamalıdır. Sermaye koyma borcunun
gereği gibi ifa edilmemesi hâlinde şirketin sahip olduğu ıskat da dâhil hukuk yolları
TTK.’nun 407. maddesinde açıkça düzenlenmektedir. Her ne kadar maddenin birinci
fıkrasındaki “sermaye borcunu vaktinde yerine getirmeyen” şeklindeki bütün sermaye
borçlarını kapsayacak biçimdeki genel bir ifadeden sonra, “temerrüt faizi ödemekle
mükelleftir.” ibaresine yer verilmesi, burada yalnızca nakdi sermaye koyma borcuna
yönelik temerrüdün sonuçlarınının düzenlediği izlenimini oluştursa da, bu yorum

193
Arıcı, sermaye borcunda temerrüt hükümlerini düzenleyen ve pay sahipliğinden ıskata ilişkin TTK. m.
407-408’de yer alan hükümlerin sadece nakit sermaye borcunda temerrüde ilişkin olduğunu, kanun koyucunun
bu hükümleri getirirken nakit dışı sermaye taahhüdünü nazara almadığı görüşündedir. Buna dayanak olarak ise
TTK. m. 407/I’de yer alan sermaye borcunu yerine getirmeyen pay sahibinin ihtar gerekmeksizin “temerrüt faizi
ödenmekle mükellef” olduğuna dair düzenlemeyi göstermektedir. Temerrüt faizinin yalnızca para borçlarının
ifasında borca aykırılık ve gecikmeye ilişkin hukuki bir sonuç olması, maddenin ikinci fıkrasında “bundan
başka…” denilmek suretiyle nakdi sermaye borcunda temerrüdün başka ne gibi talepleri doğurduğunun
açıklandığının anlaşıldığını vurgulamaktadır. Dolayısıyla yazara göre TTK m. 407. maddesinin fıkralarının
tamamı birbirleriyle bağlantılı olup sonraki fıkralar ve hatta 408. maddenin nakit dışı sermayeye uygulanması
mümkün bulunmamaktadır. Iskat prosedürü ise ancak kıyas yoluyla uygulanabilecektir. (Arıcı, Đmkânsızlığın
Hükümleri, s. 106, dn. 16)
194
Oğuz Đmregün, Bilirkişi Raporları (1983-1984), Đstanbul, Filiz Kitabevi, 2000, s. 46.
195
Arslanlı, C. I, s. 192; Değirmenci, s. 25; Domaniç, Şerh II, s. 1175; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu),
Ortaklıklar, N. 1065, s. 626; Tuğsavul, s. 149; Yaşar Karayalçın, “Para Değerinde Değişmeler- Yabancı Sermaye
ve Anonim Şirketlerde Ayni Pay”, Prof. Dr. Mahmut Koloğlu’ya 70’inci Yaş Armağanı, Ankara, AÜHFY,
1975, s. 525.
196
Y. 11. HD. 18.4.1986, E. 1986/1631, K. 2346: “Davacı vekili, … müvekkili, şirketlerin sermayenin
%38,5 oranındaki 385 adet hisseyi ayni sermaye olarak taahhüt ederek ve düzenlenen protokol uyarınca ayni
sermayenin cins, miktar ve nitelik itibarıyla tam olarak karşılanmasına rağmen …. TTK’nın 408’inci maddesi
gereğince sermaye payını yatırması, aksi halde haklarını kaybedeceği ihtarını alan ve sermaye payını tam
yatırdığı iddiasında olan pay sahibi ile şirket arasında bu konuda bir uyuşmazlık mevcut demektir ve pay sahibi
şirketteki haklarından mahrum edilmesi tehlikesi altına girmiştir…” (Eriş, C. II, s. 2477) .
164

tarzının nakit dışı sermaye borçlarında tazminat ve cezaî şart taleplerine de engel
oluşturması nedeniyle kabulü mümkün olmadığı düşünülmektedir197.
Öte yandan, TTK.’nun 408/III. maddesindeki “… yeni pay sahibinin
ödemeleriyle kapanmayan açıkların tazminini mütemerrit ortaktan isteyebilir.”
kuralının ıskatın şartlarına yönelik değil, ıskata konu payın değerlendirilmesine
yönelik bir düzenleme olması nedeniyle nakit dışı sermaye paylarının ıskatına yasal
açıdan engel oluşturduğu düşünülemez. Kaldı ki yönetim kurulunun, ıskat edilen nakit
dışı sermaye paylarının yerine çıkarılan payların nakit karşılığı değerlendirmesi
imkânı bulunmaktadır198.
Nakit dışı sermaye borcunu ifada temerrüt nedeniyle ıskat yoluna gidilip
gidilemeyeceği konusu Alman ve Đsviçre dokrinlerinde de tartışmalıdır. Bu tür
sermaye taahhütlerinde pay sahibinin kişiliği ve getirilecek sermayenin niteliğinin
büyük önem taşıdığı ve bunun yerine bir başkasının dâhil edilmesine çoğunlukla
imkân bulunmadığı gerekçesiyle Alman doktrininde nakit dışı sermaye borçlarında
ıskat prosedürünün uygulanamayacağı savunulmaktadır199. Buna karşılık Đsviçre
doktrininde ıskatın uygulanabilmesi bakımından taahhüt konusu edilen sermayenin
nakit ya da nakit dışı olmasına göre ayırım yapılmasının ıskat kurumunun konuluş
amacına aykırılık oluşturduğu ileri sürülmektedir200.
Kanaatimizce de ıskat kurumunun, anonim şirketlerde pay bedellerinin
ödenmesi ve bu yolla şirket malvarlığının korunmasının sağlanması işlevi nazara
alındığında, nakdi sermaye borcunda temerrüt hâlinde uygulanması olanağı
tanınmışken, nakit dışı sermaye taahhütleri bakımından başvurulamayacak olmasının
haklı gerekçesi bulunmamaktadır. Anonim şirket açısından nakdi sermaye koyma
borcu ile nakit dışı sermaye borcunun ifasının öncelik ve önem bakımından yalnızca

197
Değirmenci, s. 26.
198
Değirmenci, s. 26; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1063, s. 626). Krş. Arslanlı, “… ıskat
kararı üzerine pay ahere nakid mukabilinde devir edilecekse, bu halde de sermayenin mevzuu değişmiş olur.
Ayni sermaye taahhüdünün mevzuu icabı, payın aynı mahiyette sermaye karşılığında ahere devri mümkün ise
ıskat usulü ayni sermaye taahhütlerine de tatbik edilebilir. Sair hallerde anonim şirket temerrüd sebebiyle
hissedarın hissedar sıfatını ıskat ettikten sonra tenkis yoluna müracaatla sermayenin ayne taalluk eden kısmını
hazfedebilir. Bu suretle sermaye (asgari miktarın) altına düşüyor veya şirket maksadının husulü imkânsız
oluyorsa anonim şirket infisah eder.” (C. I, s. 192)
199
Duringer-Hachenburg, zge. III. s. 117a. No.2, 30a. 14, ıskat usulünün ayni sermaye borçlarında
uygulanmasını bu borcun ifa edilmemesi durumunda nakde çevrilmesi sonucunu doğuracağı gerekçesiyle uygun
görmemektedir. Aynı kanaatte Staub. Zge. II. s. 199 (Arslanlı, C. I, s. 182, dn. 16; Baumbach/Hueck, § 64, N.21
ve orada sayılanlar (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1063, s. 626) .
200
Arslanlı, C. I, s. 182.
165

bu özelliklerinin dikkate alınmak suretiyle ayırıma tâbi tutulup farklı hükümlere


bağlanması kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.

2. Iskatın Uygulanması
Pay sahibinin temerrüdü nedeniyle payın ıskatı için bu husustaki usul
kurallarına ve özellikle de TTK.’nun 408. maddesindeki prosedüre tam olarak
uyulması zorunluluğu bulunduğundan201 bu koşullara uyulmaması ıskatın
hükümsüzlüğünü, mütemerrit dahi olsa pay sahibinin bu statüsünün devam etmesini
neticelendirir202. Bu nedenle, ıskat prosedürünün başlangıçtan itibaren bütün
aşamalarının değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.

a. Ödemeye Davetin Muhatabının Belirlenmesi


Iskat süreci yönetim kurulunca, pay sahibinin yükümlendiği pay karşılığını
yerine getirmesi ihtarı ile başlar. Bu ihtarın, ıskata konu payın nama yazılı senede
bağlı olması hâlinde şirket pay defterinde kayıtlı olan pay malikine ya da onun yasal
temsilcisine yapılması gerekir. Ancak pay defterindeki kayıtların kurucu değil,
yalnızca açıklayıcı nitelikte bulunması, bu kayıtlara her durumda dayanılmasını haklı
kılmamaktadır. Pay defterinde malik olarak gözüken kişinin gerçek hak sahibi
olmadığı biliniyorsa, pay defterindeki kayda göre işlem yapılmasının haklılığından söz
edilemez. Zira, temerrüt nedeniyle ıskat ya da diğer yaptırımların muhatabı şeklen
pay sahibi değil, gerçek malik olduğundan TTK.’nun 408. maddesine göre yapılması
gerekli ihtarın, TTK.’nun 407. maddesinde yer alan yaptırımın uygulanacağı gerçek
pay sahibine yöneltilmesi gerekir203.
Şirketlere ait bir payın şirkete karşı bölünmesi imkânı bulunmamakta olup
payın mülkiyetinin herhangi bir nedenle birden fazla kişiye ait olması yani birden fazla
kişinin şirket payı üzerinde elbirliği ya da paylı mülkiyetinin söz konusu olması hâlinde
paydan kaynaklanan haklar, şirkete karşı ancak bir temsilci vasıtasıyla kullanılabilir

201
Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 21, s. 561; Kropff, Semmer, § 64, s. 287.
202
Yargıtay bir kararında, TTK m. 408’deki kuralların emredici nitelikte bulunduğunu ifade ederek, buna
aykırı kararların geçersiz olduğuna karar vermiştir. Y. 11 HD.,T.17.12.1981, E. 1981/5383, K. 1981/5479,
(Şener, s. 176).
203
Şu kadar ki, bu kural pay bedelinin ödenmemesi nedeniyle temerrüt durumunun ortaya çıkmasının
ardından, ıskat konusunda yapılacak olan ihtar için, ortaklık tarafından gerçek pay sahibinin araştırılması
zorunluluğunun bulunduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Ortaklık, pay defterine yönelik var olan karineden
yararlanır. Bu konuda istisnanın uygulanması, ortaklık pay defterinin gerçeği yansıtmadığının şirkete bildirilmiş
olması ve bu hususun ispat edilmiş olmasına bağlıdır. Değirmenci, s. 42.
166

(TTK. m. 400/I). Böyle bir temsilcinin atanmadığı durumda pay maliklerinden birine
yapılan ihtar tümü hakkında geçerli olacaktır (TTK. m. 400/I, c.2).
Diğer taraftan, ıskat konusu payların nama yazılı olması ve bağlam
hükümlerine uyulmadığı gerekçesiyle şirket yönetim kurulunun payı devralanı şirket
pay defterine kayıttan imtina ettiği durumlarda, pay defterindeki kayıtların gerçeği
yansıtmaması söz konusu değildir. Bu durumda, şirketin paylarını iktisap etmiş
bulunanlar, şirkete karşı pay sahipliği sıfatını kazanamadıklarından sermaye koyma
borcunda temerrüt nedeniyle şirketin muhatabı pay defterinde malik olarak gözüken
kişilerdir204. Bedeli ifa edilmemiş payın inançlı mülkiyete konu olması durumunda
tarafların amacına ve şirketin inançlı işlemden haberdar olup olmadığına
bakılmaksızın inançlı mülkiyet konusundaki genel kural doğrultusunda uygulama
yapılması gerekmektedir. Bu takdirde inanılan pay sahibi, ortaklık payının mülkiyetini
iktisap etmesi nedeniyle, paydan kaynaklanan bütün hakları kendi adına
kullanabilecektir. Dolayısıyla inanılan aynı zamanda pay bedellerini ifa borcunun da
muhatabı olduğundan ıskat sürecindeki ihtarın da ona yapılması gerekir205.
Mütemerrit pay sahibine ait pay intifa ya da rehne konu olsa dahi sermaye
borcu, payı rehin ya da intifa hakkına dayanarak elinde bulunduranlara değil,
doğrudan payın malikine ait olması nedeniyle, ıskat ihtarının malike yöneltilmesi
gereklidir206. Pay defterinde söz konusu payın üzerinde intifa ya da rehin hakkına
konu edildiğine dair kayıt bulunması dahi bu durumu değiştirmez. Ne var ki, yapılan
ıskat ihtarından sınırlı ayni hak sahiplerinin -zorunlu olmasa da- haberdar edilmesi bu
kişiler açısından olduğu kadar, sermaye koyma borcunun ıskat sürecinin
tamamlanmasına gerek kalmadan ifa edilmesi olasılığını artıracağından şirket
yönüyle de yararlıdır.
Burada üzerinde durulması gereken bir başka olasılık ise ortaklık payını
intifa ya da rehin hakkına dayanarak elinde tutanın, zilyetliğin sağladığı bu görünüme
dayanarak kendini şirket pay defterine malik olarak kaydettirmesidir. Ödenmeyen pay
bedelleri nedeniyle bu kişi aleyhine hukuk yollarına başvurulacağı, ıskatın ve
dolayısıyla da ıskat ihtarının bu kişiye yöneltileceği açıktır. Bu şekilde haksız
davranışıyla payın asıl malikinin durumdan haberdar olmasının önüne geçen
görünürde malikin sermaye borcunu ödememesi nedeniyle ıskat söz konusu

204
Değirmenci, s. 43; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1037, s. 616.
205
Değirmenci, s. 43
206
Kendigelen, Đntifa, s. 336; Göksoy, s. 308.
167

olduğunda, ödememe nedeniyle doğan zarardan pay sahibine karşı sorumlu


tutulacağı kuşkusuzdur207.
Kanaatimizce pay sahibine yöneltilecek ıskat ihtarının, payın niteliğinin
hamiline ya da nama yazılı olması ayırımı yapılmadan taahhütlü mektubun yanında
şirkete ait internet sitesinden208 de duyurulması, ıskat ihtarının gerçek muhatabına
ulaşmasını sağlayacaktır. Bu yolla payın malikinin çeşitli nedenlerle ıskat ihbarından
haberdar olamaması riski önemli ölçüde azaltılacağından, ıskat ihtarının işlevi
artacak ve hak kayıpları da büyük oranda önlenmiş olacaktır.

b. Ödemeye Davetin Şekli ve Zamanı


Mütemerrit pay sahiplerinin ıskatına karar verilmesi için öncelikle, sermaye
koyma borcunu ifa etmeleri için temerrüt tarihinden itibaren bir aylık mehil tanınarak,
bu sürede ödemede bulunmadıkları takdirde paydan kaynaklanan haklarından
yoksun bırakılacaklarının TTK.’nun 408/I-II (Alm.POK. § 64) maddelerinde belirtilen
biçimde kendilerine ihtar edilmesi gerekir209. Iskat ihtarında asgari bir aylık mehil
tanınmadığı ya da ifa etmeme hâlinde payın ıskatına karar verileceği ve yapılan kısmi
ödemelerden mahrum edileceği hususu yer almadığı takdirde ıskat olanağı
bulunmamaktadır210.
Sermaye koyma borcunun ifa edilmemesi nedeniyle ıskatın
uygulanabilmesinin en önemli koşulunun pay sahibinin temerrüde düşürülmesi
olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle şirket ana sözleşmesinde sermaye koyma borcunun
muaccel olması için şirket tarafından pay sahiplerine ihbar yapılması
kararlaştırılmışsa, öncelikle temerrüt için bu yöndeki ihbarın yapılması gerekir. Bu

207
Kendigelen, Đntifa, s. 103.
208
TTK Tasarısı’nın 1524. maddesine göre her sermaye şirketi bir internet sitesi oluşturacaktır. Bu konudaki
değerlendirmeler için bkz. Rauf Karasu, TTK Tasarısına göre Anonim Şirketlerde Emredici Hükümler
Đlkesi, Ankara, Yetkin, 2009, s. 100-103
209
Temerrüde düşürülmeyen pay sahibine, TTK.’nun 408. maddesinde öngörülen ihtar yapılamaz. Eğer bu
konuda bir ihtar yapılmış ise bu ihtar herhangi bir sonuç doğurmaz. Y. 11. HD. T. 23.11.1982, E. 4697, K. 4895
(Eriş, C. II, s. 2391-2392).
210
Arslanlı, C. I, s. 183; Çevik, s. 544; Göle, s. 120; Hüffer, § 64, N. 4, s. 298; Kropff, Semmler, § 64, s.
294; Schmidt, Lutter, § 64, s. 732; Spindler, Stilz, § 64, 514-515; Yargıtay usulüne uygun olarak tanzim
edilmemiş ihtarnameye ilişkin görüşü de, “TTK. m. 408/I hükmünde yer alan farklı sonuç doğuran
alternatiflerden hangisinin öngörüldüğünü açıkça ihtiva etmeyen ihtarnameyle yönetim kurulu TTK.’nun 407.
maddesi hükmünde yer alan bu yetkiyi kullanamaz. Yönetim kurulunun 407. maddede öngörülen bu haklarını
kullanabilmesi için, keşide edilen ihtarnamenin TTK.’nun 408. maddesi hükmüne uygun bir şekilde düzenlenmesi
gerekir.” yönündedir. Y. 11 HD. 17.9.1995, E. 3498, K. 4619 (Doğanay, C. I, s. 1226).
Borçluya ödemeye davet için yapılan ihtarda temerrüdün sonuçlarına yer verilmesi zorunluluğu
bulunmadığından, mütemerrit pay sahibine yapılan ıskat ihtarına rağmen yönetim kurulunun pay bedelinin ifası
talebiyle dava ve takip yapmasına engel yoktur.
168

ihbarda ödemede bulunulmadığı durumda paylara ilişkin ıskatın uygulanacağının


bildirilmesi, TTK.’nun 408. maddesinde düzenlenen ıskat bakımından gerekli ihtarın
hüküm ve sonuçlarını doğurmaz. Yargıtay da sermaye borcunun muacceliyetinin
şirketçe yapılacak ihbara bağlı tutulmuşsa, muacceliyet ihbarında ıskat ihtarının
yapılması olanağının bulunmadığı görüşündedir211. Kanunda ıskat konusundaki
ihtarın gönderilmesi bakımından pay sahibinin temerrüdünün üzerinden belli sürenin
geçmesi aranmadığından bu hususa ilişkin ihtarın en erken pay sahibinin ifa etmeme
nedeniyle temerrüde düştüğü tarihi takip eden gün yapılması mümkündür212.
Kanun koyucu pay sahibinin haklarını korumak amacıyla ıskatı sıkı şekil
kurallarına bağlı olarak düzenlemiştir213. Bu bağlamda yönetim kurulu tarafından
yapılacak ıskat ihtarının şekli, TTK.’nun 408/I-II. maddesinde düzenlenmiştir. Bu
maddenin birinci fıkrasına göre ödemeye davet ve ihtarın TTK.’nun 37. maddesi
kapsamında TSG.’nde ilân ve aynı zamanda214 ana sözleşmede öngörülen
yönteme215 uygun yapılması gerekir216. Buna karşılık maddenin ikinci fıkrasında
nama yazılı hisse senetleriyle ilgili olarak davet ve ihtarın “taahhütlü mektupla”
yapılacağı hükmüne yer verilmiştir217.

211
Yargıtay kararında, “… Maddenin yazılış biçiminden anlaşılacağı üzere, ortağın evvela temerrüde
düşmüş olması, bundan sonrada TTK’nın 408. maddesine uygun ihtarın yapılması lazımdır. Aynı ilân veya
tebligat ile hep apel için süre verilmesi (bu süre bir ay dahi olsa) hem de bu sürenin kanunun 408. maddesindeki
ihtar yerine geçmesi mümkün değildir. Ortak önce mütemerrit hâle gelmelidir ki, ondan sonra TTK’nın 408.
maddesindeki ihtar çekilebilsin…” denilmektedir. Y. 11 HD.T. 3.6.1982, 1982/2121 E.-2676. (Erdoğan
Moroğlu, Abuzer Kendigelen, Notlu-Đçtihatlı Türk Ticaret Kanunu ve Đlgili Mevzuat, 8. bası, Đstanbul,
Vedat, 2004, s. 392).
212
Değirmenci, s. 41.
213
Steiger, s. 195.
214
Yargıtay’a göre, yasal açıdan ıskat konusundaki ilânın Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yapılması
zorunlu ve bu konudaki ilânın bir yerel gazetede yapılması yetersiz olduğundan bu ilâna dayanılarak ıskat
uygulanmasının usulsüzdür. Y. 11 HD. 10.5.1991, E. 1991/1307, K. 1991/3033 (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu),
Ortaklıklar, N. 1065, s. 625); Doğanay, C. 1, s. 122; Göle, s. 122¸ Schmidt, Lutter, § 64, s. 732; Şener, s. 177.
215
Spindler, Stilz, § 63, s. 507; Bu konuda yapılacak duyurunun elektronik ortamdaki iletişim araçlarının
kullanılması da kararlaştırılmış olabilir. Schmidt, Lutter, § 64, s. 732.
216
TTK Tasarısı’nda ıskat ihtarının iadeli taahhütlü mektupla yapılması ve anonim ortaklığın internet
sitesinde de duyurulması öngörülmüştür (m. 483/I-II). Tasarının TTK’ndan farklı olarak getirdiği tek yeniliğin
bu husus olduğu anlaşılmaktadır. Đadeli taahhütlü mektup usulü, ihtarın muhatabına ulaşıp ulaşmadığı konusunda
ortaklığın bilgi sahibi olmasını sağlaması nedeniyle, TTK.’nun 408/I’deki “taahhütlü mektup” usulüne göre
tercihe değerdir. Đnternet sitesinde duyurunun da ihtarın amacına ulaşmasını sağlaması bakımından yararlı
olacağı kuşkusuzdur.
217
Tebligat hukuku bağlamında sözü edilen tebliğ ve ilânen tebliğ kavramları ile ıskat prosedüründeki ihtar
ve ilân birbirlerinden farklıdır. Tebligat, usul hukukuna ilişkin bildirimleri kapsayan teknik bir kavram olması
itibarıyla bu alan dışındaki bildirimlerin bir tebligat olarak vasıflandırılması ve bu yönde ortaya çıkan
uyuşmazlıkların Tebligat Kanunu hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi mümkün değildir. Dolayısıyla
taahhütlü mektupla yapılmış olan ihtarın Tebligat Kanunu kapsamında bir tebligat gibi değerlendirilmesi olanağı
bulunmadığı gibi, TTK m. 408/I’de sözü edilen ilân ve ilânen tebligat da birbirinden farklı kavramlardır.
Değirmenci, s. 49.
169

Bu fıkradaki kuralın açık olmadığı ve TTK.’nun 409/II. maddesinin bedelleri


tamamen ödenmemiş paylar için hamiline yazılı hisse senedi çıkarılamaması
karşısında nasıl yorumlanması gerektiği konusunda görüş birliği bulunmamaktadır218.
Bu konudaki ilk görüşe göre219, ıskata dair ihtarın nama yazılı pay
sahiplerine taahhütlü mektupla yapılmasına rağmen, hamiline yazılı payların
sahiplerine ilân yoluyla; ikinci görüşe göre220 maddenin ikinci fıkrasındaki davetin
şekline ilişkin düzenleme karşısında birinci fıkranın uygulanması olasılığının
kalmadığı ve dolayıyla pay senetlerinin nama ya da hamile yazılı olarak ihraç
edildiğine bakılmaksızın her durumda taahhütlü mektupla221; ileri sürülen son görüşe
göre222 ise payları temsilen hisse senedi çıkarılmışsa taahhütlü mektupla, aksi
durumda ise ilân yoluyla yapılmasının gerektiği ileri sürülmektedir.
Şirket yönetim kurulunun mütemerrit pay sahibinin ıskatı usulüne ilişkin 1881
tarihli ĐBK.’nun 636/I. maddesinde yer alan ilân yükümlülüğü bu Yasa’nın hamiline
yazılı hisse senedi çıkarılabilmesi açısından taahhüt edilen pay bedellerinin
tamamının ödenmesini zorunlu tutmamasından kaynaklanmaktadır223. Bu bağlamda
hamiline yazılı olarak çıkarılan ve fakat bedellerinin tamamı ödenmeyen hisse
senetleri nedeniyle devreden ve devralanın bakiye borçtan şirkete karşı müteselsilen
sorumluluğu söz konusuydu. Burada devralan yeni malikin kimliğinin ve adresinin
şirketçe bilinmemesi ilân zorunluluğunu ortaya çıkarmaktaydı224. Benzer düzenleme
1926 tarihli TTK.’nun 414/I. maddesinde yer almasına rağmen, mevcut Yasa’da buna
imkân tanınmamakta bedellerinin tamamı ödenmeksizin hamiline yazılı hisse senedi
ve hamiline yazılı ilmühaber çıkarılması yasaklanmaktadır. Bu da mütemerrit pay
sahibine pay bedelini ifa için ilân yapılmasını gereksiz kılmaktadır. Kaldı ki, nama
yazılı hisse senetlerinin ve bunların yerine çıkarılmış nama yazılı ilmühaber

218
TTK Tasarısı’nın 484. maddesinde aynı kuralın muhafaza edildiği görülmektedir.
219
Battal, s. 63; Doğanay, C. 1, s. 1226; Yılmaz, s. 51; Tekinalp, (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 768, s.
466; Y. 11, T. HD. 23.11.1982, E. 1982/4679, K. 4895 (Tarık Başbuğoğlu, Uygulamalı Türk Ticaret Kanunu,
C. I, Ankara, 1988, s. 627-628). Y.11.HD.’nin bir başka kararında, “Şirket ana sözleşmesinde apelin nasıl
isteneceğine dair bir hüküm bulunmadığından, apel çağrısının TTK’nun 406. maddesi uyarınca ortaklardan ilân
suretiyle istenmesi gerekir. Ayrıca, aynı ilân ve taahhütlü mektup tebliği suretiyle hem apel için süre verilmesi,
hem de bu sürenin TTK’nun 408. maddesindeki ihtar yerine geçmesi mümkün değildir. Başka bir deyişle, ortak
usulüne uygun temerrüde düşürülmeden TTK’nun 408. maddesinde öngörülen ıskat ihtarı çekilemez. Davacıya
gönderilen ödemeye davet yazısı yukarıda yazılı yasal kurallara uygunluk arzetmediğinden hukuki sonuç
doğurmazlar. O halde mahkemece, ıskat kararının iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde
davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.” (T. 11.11.2008, E. 2007/4489, K. 2008/12670).
220
Göle, s. 122; Kalyoncu, s. 112.
221
Schucany, s. 109.
222
Değirmenci, s. 45.
223
Değirmenci, s. 46.
224
Göle, s. 121
170

sahiplerinin ad ve soyadları ile yerleşim yerlerinin TTK. m. 413/II hükmüne göre pay
defterine kayıt edilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Dolayısıyla TTK.’nun 408/I.
maddesinde düzenlenmiş biçimdeki bir ilân usulünün, yukarıda değinildiği üzere, ĐBK.
sistemine uygun olmakla birlikte (m. 636/I), TTK. sistemine uymayan ve işlevsiz bir
hüküm olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır225. Ne var ki TTK Tasarısı’nda aynı sistem
muhafaza edilmektedir (m. 483).
Iskat ihtarının yapılış şekline dair ana sözleşmeye konulan hükümle, bunun
koşullarının pay sahibinin lehine değiştirilmesi imkânı bulunmaktadır. Bu bağlamda
yapılacak ihtarların taahhütlü mektup yerine noter vasıtasıyla gönderilmesi ya da
ihtarın sayısının artırılması, tanınacak mehil sürelerinin bir aydan daha uzun
tutulması mümkündür. Hatta yönetim kurulunun ana sözleşmede bu konuda herhangi
bir düzenleme yer almasa dahi ıskat ihtarını taahhütlü mektup yerine noter kanalıyla
yapması ya da bir aydan daha uzun mehiller tanıması, pay sahipleri arasında eşit
işlem ilkesine de uygun olması koşuluyla şekil kurallarına aykırı sayılmaz226.
Nakit dışı sermaye borcu herhangi bir nedene dayalı olarak nakit borcuna
dönüşmediği ya da bu konuda taraflar arasında uyuşmazlık bulunduğu takdirde
TTK.’nun 407. ve 408. maddelere göre ıskat prosedürünün izlenmesi ve bu amaçla
yapılacak ihtarda da asıl olan aynen ifa olduğundan taahhüt konusu nakit dışı edimin
aynen ifasının talep edilmesi gerekir. Ancak, pay bedeli karşılığında taahhüt edilen
nakit dışı sermaye borcuna yönelik ortaya çıkan ifa imkânsızlığı nedeniyle bu edim
belli miktarda para borcuna dönüşmüşse ıskat prosedürün uygulanması özellik arz
edecektir. Çünkü nakit dışı sermaye taahhüdüne dair ifa imkânsızlığı ortada iken,
yapılacak ıskat ihtarında, söz konusu borcun ana sözleşme ya da katılma
taahhütnamesinde belirlendiği biçimiyle ve aynen ifasının talep edilmesinin hukuksal
açıdan herhangi bir yararı bulunmamaktadır. Bu nedenle yapılacak ıskat ihtarının,
ifası imkânsızlaşmış ayni edimin teslimi yerine, payların nominal değeri ve varsa

225
Göle, s. 122; Krş. Değirmenci, hamiline yazılı hisse senetlerinin yerini tutmak üzere çıkarılan nama yazılı
ilmühaberlerin pay defterine kaydedilmesinin zorunlu olmadığını, bu nedenle bu nitelikteki paylara sahip
olanların isim ve adreslerinin bilinip taahhütlü mektup gönderilmesi imkânı bulunmadığından ıskat ihtarının ilân
yoluyla yapılmasının gerektiği görüşündedir. (s. 48).
226
Değirmenci, s. 50, Bu konuda Yargıtay’ın da aynı görüşte olduğu söylenebilir. Örneğin Yargıtay 11 HD
bir kararında, “… Kanun ortaklık haklarından mahrumiyet gibi ağır bir sonuca götüren bu müeyyidenin
uygulanabilmesini ikinci bir sürenin verilmesine bağlamıştır ve bu sürenin en az bir olması gerektiğini tespit
etmiştir….” (Y. 11.HD. 21.2.1980, E. 456, K. 818), başka bir kararda ise “…Temerrüde düşen ortağa verilen
süre bir aydan aşağı olamaz. Aksi halde ortağın çıkarılma kararı geçersizdir.” (Y. 11. HD. 27.1.1992, E. 5237,
K. 344) hükümleri yer almakta olup, bu kararlardan Yargıtay’ın açıkça ifade edilmemiş olmasına karşılık
ortaklık yönetim kurulu tarafından mütemerrit pay sahibine daha uzun bir sürenin verilebileceği görüşünde
olduğu sonucuna varılmaktadır. Eriş, C. II, s. 2473 vd; Şener, s. 178.
171

agionun ödenmesi davetini içermesi gerekmektedir227. Ayrıca Yasa’da değinilmemiş


olsa da, mütemerrit pay sahibine yapılacak ıskat ihtarında, pay bedellerini ödemediği
takdirde varsa şirketçe payları temsilen çıkarılan ve kendisine teslim edilen pay
senetlerini iade etmesinin gerektiği uyarısına da yer verilmelidir. Zira pay sahibi
ödeme yapmadığı takdirde elinde bulunan hisse senetlerini iade etmekle
yükümlüdür228.
Mütemerrit pay sahibine yönelik ıskat ihtarının taahhütlü mektupla yapılması
bir geçerlilik şartıdır. Bu nedenle taahhütlü mektubun dışında örneğin adi mektupla
yapılması durumunda bu ihtarın geçerli olduğunun kabulüne imkân bulunmamaktadır
(TTK. m. 408/II)229. Bilindiği üzere, BK.’nun 11/II. maddesine göre, kanunen
öngörülmüş bulunan şekil, aksi kanun hükmünden anlaşılmadığı sürece sıhhat
şartıdır. TTK.’nun 408. maddesinin ıskat ihtarının şekline ilişkin açık hükmü
karşısında, buradaki ihtar yönteminin sıhhat şartı olmayıp bir ispat şekli olduğunun
ileri sürülmesi, Yasa’nın açık hükmü ile bağdaşmadığı gibi pay sahiplerinin
menfaatlerine de uymamaktadır230.

c. Senede Bağlanmamış Payların Đfaya Davet ve Iskat Đhtarı Yöntemi


Anonim şirketlerde pay sahibi olunabilmesi bakımından payların senede
bağlanması zorunlu değildir231. Anonim şirket yönetim kurulunun bedeli kısmen
ödenmiş ve fakat henüz kıymetli evrak niteliğindeki bir senede bağlanmamış payları
TTK. m. 326/I, b.1 uyarınca pay sahipleri defterine kaydetmesi gerekmektedir. Bu
defterdeki kayıtlarda pay sahibinin adı, soyadı, unvanı, ikametgâhı232 ve şirketin
kuruluşunda konulan ya da sonradan artırılan sermaye miktarına karşılık gelen
paylara dair ödeme bilgilere ilişkin kayıtlara yer verilir.
Pay, anonim şirketlerin temel kavramı olduğundan haklar ve yükümlülükler
şirket paylarına bağlanmıştır. Bakiye sermaye borcunu ifada mütemerit olan pay
sahiplerinin ortaklıktan ıskat edilebilmeleri için bu payların pay senedine bağlanması

227
Arıcı, Đmkânsızlığın Hükümleri, s. 121.
228
Değirmenci, s. 51; Göle, s. 51.
229
Değirmenci, s. 48; Krş. Battal, s. 65; Eriş, C. II, s. 2467.
230
Değirmenci, s. 49.
231
Göle, s. 122; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 681; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1063, s. 626.
232
Bu kayıtlarda pay sahibinin yerleşim yeri bilgisinin dışında adresinin de bulunması gereklidir. Narbay, s.
175.
172

zorunluluğu bulunmadığından payın senede ya da ilmühabere bağlı olup olmadığına


bakılmaksızın tüm paylar için ıskat işlemi uygulanabilecektir233.
Burada açıklığa kavuşturulması gereken konu şirketin paylarının henüz
kıymetli evrak niteliğindeki pay senetlerine bağlanmadığı, yani çıplak paylar söz
konusu olduğunda ödenmeyen sermaye borcu nedeniyle gerekli olan ıskat ihtarının
TTK. m. 408/I’de yer alan kural doğrultusunda gazete ve ana sözleşmede öngörülen
diğer usullerle çağrı yoluyla mı, yoksa anılan maddenin ikinci fıkrasına göre davet ve
taahhütlü mektup ile mi yapılacağıdır.
Bu konuda doktrinde görüş birliğinin bulunmadığı görülmektedir:
Battal234, senede bağlı olmayan payların senede bağlı paylar gibi “hamile
yazılı” ve “nama yazılı” olmak üzere ikiye ayrıldığını, bunun sonucu olarak da senede
bağlı olmayan payın mütemerrit sahibine yapılacak ihtarın yönteminin payın niteliğine
göre belirlenmesinin gerektiğini ifade etmekte, bu nedenle nama yazılı pay için
yapılacak ihtarın, aynen nama yazılı pay senetleri için TTK.’nun 408/II. maddesinde
öngörüldüğü gibi taahhütlü mektupla yapılmasının gerektiğini ileri sürmektedir. Buna
karşılık, hamiline yazılı paylar nedeniyle yapılacak ihtarların ise kural olarak TTK.’nun
408/I. maddesindeki kurala tâbi olması gerekeceğinden taahhütlü mektupla
yapılmasına olanak bulunmadığını savunmaktadır. Ancak bu yöntemin ihtardan
beklenen yararı gerçekleştirmekten uzak olması nedeniyle senede bağlı olmayan
hamiline yazılı paylara dair bu konudaki ihtarın taahhütle mektupla yapılmasını
düzenleyen yasa değişikliğine gereksinim bulunduğunu ileri sürmektedir235. Hamiline
yazılı olup senede bağlı olmayan payların, nama yazılı paylar gibi pay sahipleri
defterindeki kayıtlar aracılığıyla takibi yapılabilir. Battal, bu nitelikteki payın devrinin
şirkete karşı geçerli olabilmesinin şirketin muvafakatini gerektirmesi nedeniyle,
hamiline yazılı çıplak payın devri durumda dahi borcun yükümlüsünü tespit
olanağının bulunduğunu, TTK.’nun 406. ve 408. maddelerinde benimsenen ilân
yoluyla tebligat usulünün ihtardan beklenen yararı gerçekleştirmekten uzak olduğunu
ve kaldırılmasının gerektiğini savunmaktadır236.

233
Doğanay, C. I, s. 1223; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44. N. 31, s. 562; Göle, s. 122; Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1063, s. 626.
234
Battal, s. 63.
235
Battal, s. 63; TTK Tasarısı’nda mütemerrit pay sahibine yapılacak ihtar yöntemine dair senede
bağlanmayan pay ayırımı yer almamakta olup, TTK.’nun 408. maddesine karşılık gelen Tasarının 483.
maddesinde yenilik sayılabilecek tek husus yapılacak ihtarın aynı zamanda ortaklığın internet sayfasından da
yayımlanmasıdır.
236
Battal, s. 63.
173

Anonim ortaklıklarca çıkarılan ve senede bağlanmamış payların nama ya da


hamiline yazılı olmak üzere ikiye ayrılabilmesi olanaklı ise de bu görüş, paya bağlı
olmayan senedin gerçek anlamda hamiline yazılı olarak kabul edilmesinin ve
hukuksal açıdan aynı hükümlere tâbi tutulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle
eleştirilmektedir237. Bu nitelikteki payların gerçek anlamda nama ya da hamiline yazılı
olması söz konusu olmayıp burada yalnızca “çıplak pay”ın varlığından söz
edilebilecektir. Bu payların sahiplerinin kimlik bilgileri, adresleri ve sermaye
karşılığında yapmış oldukları ödeme miktarları ile bakiye sermaye borç miktarları
şirket pay defterinde kayıtlıdır. Bu şartlarda ilânen yapılacak olan ihtarın ne gerekliliği
ne de bir yararı söz konusu olmadığından, pay sahiplerine gönderilecek ihtarların,
taahhütlü mektupla yapılması gereklidir238. Kaldı ki, bu nitelikteki payların pay
defterine kaydı ve izlenmesi gereği, sermayenin korunması ilkesinin bir sonucu olup,
bedeli tamamıyla ödenmemiş payların devredilmesi borç yüklenilmesi niteliğinde
olduğundan, yapılacak olan bu devir işlemine şirketin alacaklı olması nedeniyle
muvafakat etmesi gerekmektedir239.
Nitekim, senede bağlanmayan payların “nama” ya da “hamile” yazılı olmak
üzere bir ayırıma tâbi tutulmasının suni bir yaklaşım olduğunu belirten Narbay240,
böyle bir sınıflandırmanın hukuki yararının bulunmadığını ve her iki pay türünün de
aynı hükümlere tâbi tutulmasının gerektiği görüşündedir. Yazara göre çıplak paylarla
ilgili böyle bir teorik ayırımdan söz edilebilirse de henüz kıymetli evrak niteliğindeki
senetlere bağlanmayan bu paylara ilişkin kayıtların TTK. m. 326/I, b.1 uyarınca şirket
pay defterinde tutulması gerektiğinden çıplak nama yazılı pay senetlerinden ayrı
değerlendirilmesi olanağı yoktur. Aynı görüşü savunan Yıldız241 ise hamiline yazılı
çıplak payların devrinin de nama yazılı payların devrine ilişkin usule tâbi bulunduğunu
ve dolayısıyla da bu konuda bir yasa boşluğundan söz edilemeyeceğini ileri
sürmektedir. Bu nedenle anonim şirket tarafından hisse senedine bağlı olmayan tüm
payların nama yazılı pay senedi gibi değerlendirilmek suretiyle bunlara yönelik ıskat
ihtarının nama yazılı pay senetlerinin tâbi olduğu usulle yani pay defterinde malik

237
Narbay, s. 176.
238
Göle, s. 121-122
239
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 770, s. 467.
240
Narbay, s. 176-177.
241
Şükrü Yıldız, “Anonim Şirkette Ortağın Đhracı” (Ortağın Đhracı), (Yüksek Lisans Tezi), 1988, Ankara, s.
71-75.
174

olarak kayıtlı gözüken kişinin adresine taahhütlü mektupla yapılması


gerekmektedir242.
Sonuç olarak anonim şirket paylarının, kıymetli evrak niteliğinde pay
senedine bağlanmadığı durumlarda dahi, bakiye sermaye borcunu ifada temerrüde
düşen çıplak pay sahibi ya da nama yazılı ilmühaber sahibinin ortaklıktan ıskat
edilebileceğinde kuşku yoktur. Bu nitelikteki paylara ilişkin pay sahipleri defterinde
tutulan kayıtların, pay sahibinin kimliği, varsa unvanı, ikametgâhı ve şirketin
kuruluşunda konulan ya da sonradan artırılan sermaye miktarına karşılık gelen
paylara dair ödeme bilgilerini içermesi gerektiğinden mütemerrit nama yazılı pay
senedi ya da ilmühaber sahiplerine her türlü davet ve ihtarın taahhütlü mektupla
yapılması gerekir.

d. Iskatı Uygulamaya Yetkili Organ


Mütemerrit pay sahibinin ıskatına karar verip bunu uygulama görevi,
TTK.’nun 407/II maddesiyle şirket yönetim kuruluna verilmiştir. Yasa’nın açıkça bu
organa tanıdığı bu yetki ve görevin bir başka organa ya da murahhas üyelere
bırakılmasının mümkün olup olmadığı konusunun ise değerlendirilmesinde yarar
bulunmaktadır:
Bilindiği üzere, şirketin yönetimi ve temsili ile görevli organ olan yönetim
kurulunun, münhasıran kendisine verilenler dışındaki yetkilerini bu kurulun
üyelerinden bazılarına, murahhas azalara ya da murahhas müdürlere bırakmasında
engel yoktur (TTK. m. 319/II). TTK.’nda yönetim kurulunun yetkilerinin dağınık
biçimde düzenlenmesi ve hangilerinin münhasır yetki sayıldığının açıkça
belirtilmemesi bu konuda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yetki
devrinden söz edilebimesi için öncelikle devredilecek yetkinin başka bir organa ait ve
münhasır bulunmaması, dolayısıyla devir işleminin bu kurala aykırılık taşımaması
gerekir243. Yönetim kurulunun başka kişi, organ ya da makama devredemeyeceği
görev ve yetkileri de, Kanun tarafından münhasıran bu kurula tanınmış yetkilerdir.
TTK. m. 336/f. I, b. 5’te yönetim kurulu üyelerinin gerek kanun gerekse ana sözleşme
ile kendilerine yüklenen görevleri kasıt ya da ihmal sonucu yapmamaları nedeniyle
pay sahiplerine ve şirket alacaklılarına karşı şahsen sorumlu oldukları düzenlenmekte

242
Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 31, s. 562.
243
Ersin Çamoğlu, Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerin Hukuki Sorumluluğu (Sorumluluk), 2.
bası, Đstanbul, Vedat, 2007, s. 187; Đmregün Anonim Ortaklıklar, s. 102; Poroy (Tekinalp/Çamoğlu), Ortaklıklar,
N. 666, s. 407; Krş Göle, s. 117, dn. 166.
175

olup son fıkrada ise anılan bentte sayılan görevlerden TTK.’nun 319. maddesi
gereğince yönetim kurulu üyelerinden birisine bırakılanlara dair sorumluluğun bu
üyeye geçeceği ifade edilmektedir.
Yönetim kurulu üyelerinin organ olarak sorumluluklarına dair bu kural
nedeniyle, birinci fıkranın ilk dört bendinde sayılan görevlerin bu kurulun münhasır ve
dolayısıyla devredilemeyecek yetkileri olduğu kuşkusuzdur244. Ancak yönetim
kurulunun münhasır yetkilerinin yalnızca bunlardan ibaret olmadığı, burada yer
almamakla birlikte ıskatın da münhasır yetki kapsamında sayılması gerektiği ifade
edilmektedir245.
TTK.’nun 407. maddesiyle ıskat konusundaki yetki ve görevlerin açık ve
emredici biçimde yönetim kuruluna verildiği anlaşıldığından, bunların başka bir
organa örneğin genel kurul veya murahhas üyelere bırakılması mümkün değildir.
Iskat konusundaki yönetim kuruluna ait bu yetkinin devri söz konusu olduğunda
bunun şirketin bir başka organı olan genel kurula ya da murahhaslara bırakılması
gündeme gelecektir. Öncelikle mütemerrit pay sahibinin ıskatına karar verilmesi
yetkisinin genel kurula bırakılmasının, genel kurulun yapısı ve niteliğiyle uyumlu
olmadığı görülmektedir. Her şeyden önce bir karar organı olan genel kurulun yapısı
gereği ağır işlemesi ve çalışma yöntemi itibarıyla ıskatın şirkete etkilerinin boyutlarını
tartışabilme ve değerlendirebilme imkânı bulunmamaktadır. Bu çerçevede, ıskata dair
şekli işlemleri yerine getirebilmesi, örneğin ıskat için gerekli ihtar ve duyuruları
yapabilmesi, sonuçlarını takip etmesi hayli zordur. Hatta, genel kurulca ıskat kararı
alındıktan sonra bunun uygulamasının yönetim kuruluna bırakılması olasılığında dahi
ıskata dair usuli işlemlerin bütünlüğü bozulacaktır. Bu nedenler anılan yetkinin genel
kurula tanınmasına engel oluşturmaktadır246.
Kanaatimizce uygulamada münhasıran yönetim kurulunun görevine giren
pek çok yetkinin murahhaslara bırakıldığı da dikkate alındığında, ıskat konusunda da
murahhaslara yetki devrine imkân tanınması ıskat uygulaması bakımından yararlı

244
Bu görevler murahhaslara bırakılsa dahi yönetim kurulu üyelerinin tümü bunlardan dolayı müteselsil
olarak sorumlu kalmaya devam eder. Çamoğlu, Sorumluluk, s. 187.
245
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 186; Değirmenci, s. 37- 38; Mehmet Helvacı, Anonim Ortaklıkta Yönetim
Kurulu Üyesinin Hukuki Sorumluluğu, (Sorumluluk), 2. bası, Đstanbul, 2001, s. 50; Tekinalp,
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1056; Teoman Ömer, Yaşayan Ticaret Hukuku, C. I, Hukuki Mütalaalar,
Kitap 10, 2000-2002, Đstanbul, Vedat Kitapçılık, 2003, s. 67; Krş. Doğanay, C. I, s. 1224-1225; Đbrahim Arslan,
Anonim Şirketlerde Yönetim Yetkisinin Sınırlandırılması, Konya, 1994, s. 50; Mustafa Ünal, “Anonim
Ortaklıklarda Yönetim ve Yönetim Görevlerinin Murahhaslara Bırakılması”, Batider, C. XI, S. 3, 1982, s. 72-
75; Şar, 158.
246
Değirmenci, s. 39; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu) N. 1056, s. 623; Krş Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, §
44. N. 22, s. 561.
176

olabilir. Kaldı ki, bu yetkinin genel kurula devrinin neden olabileceği sakıncalar
burada söz konusu olmadığı gibi, ıskatın murahhaslarca yürütülmesi pay sahibinin
aleyhine bir durum olarak da değerlendirilemez.

e. Iskat Kararının Alınması ve Hüküm Doğurma Anı


Mütemerrit pay sahibine ıskat ihtarı ile tanınan sürenin başlangıcı taahhütlü
mektubun mütemerrit pay sahibine ulaştığı (ĐBK. m. 682/II), ilân yapılması gereken
durumda ise TSG.’nde ilânın yapıldığı gündür. Ancak ana sözleşmede TSG.’nin yanı
sıra başka yolla da ilân yapılması öngörülmüş ya da böyle bir kural bulunmamasına
rağmen birden fazla ve farklı yollarla ilân yapılmışsa mehil süresi sonuncusundan
itibaren işlemeye başlar247.
TTK. m. 408/I gereğince tanınan bir aylık mehil süresi BK.’nun 76/f. I,b. 3’teki
kurala göre hesaplanır. Bu hüküm gereğince ay ile belirlenen sürelerin, başlangıcı
ayın kaçıncı günü ise vade sonraki ayın buna karşılık gelen günüdür. Ancak sonraki
ayda sürenin başlangıç gününe karşılık gelen gün yoksa vade ayın son günü olarak
kabul edilmektedir.
Şirket yönetim kurulu, payın ıskatı yönündeki kararı, en erken ihtarın
mütemerrit pay sahibine ulaşmasından itibaren bir aylık sürenin sonunda alabilir248.
Şirket yönetim kurulunun ıskat kararı alınması dışındaki bütün diğer usul işlemlerin
tamamlanmış olması durumunda dahi pay sahibinin ıskatına karar verme zorunluluğu
bulunmamaktadır. Yönetim kurulunun mütemerrit pay sahibine yaptığı ıskat ihtarına
rağmen şirket açısından daha uygun ve yararlı bulması hâlinde pay ya da payları
ıskat işleminden vazgeçip diğer hukuk yollarına başvurabilmesi mümkündür. Ancak
burada eşit işlem ilkesine uygun hareket etmekle yükümlü olduğu açıktır249.
Mütemerrit pay sahiplerine yönelik haklı gerekçeleri bulunmadığı halde eşit işlem
ilkesine aykırılık oluşturan tarzda karar alınması ve bir kısım pay sahiplerinin ıskat
edilip diğerlerini bunun dışında bırakılması yönetim kurulunun sorumluluğunu
sonuçlandıracaktır. Bu tarihten itibaren yönetim kurulunun pay sahibinin haklarına
zarar verecek kadar uzun süre içinde ıskat kararını almaması dürüstlük kuralına
aykırılık oluşturur.

247
Arslanlı, C. I, s. 183; Değirmenci, s. 50; Göle, s. 118; Schmidt, Lutter, § 64, s. 732; Şar, s. 152; Şener, s.
178.
248
Arslanlı, C. I, s. 183.
249
Arslanlı, C. I, s. 182; Battal, s. 58; Değirmenci, s. 54; Hüffer, § 64, N. 2, s. 297-298.
177

Payın ıskatına dair alınan kararda herhangi bir duraksamaya yer


bırakmayacak biçimde, bu hususun açıkça ifade edilmesi gereklidir250. Iskat kararının
pay sahibine bildirilmesinin gerekip gerekmediği konusunda TTK.’nda açık bir
düzenleme olmamakla birlikte, diğer yenilik doğuran işlemler gibi ıskat kararının da
muhatabı olan pay sahibine bildirimi ve bu kararın pay sahibine ulaşması gerekir. Bu
bildirimin geçerliliği karşı tarafa ulaşması gereken irade beyanlarına ilişkin kurallara
tâbi olması nedeniyle, ıskat kararı muhatabına ulaştığı anda hükümlerini doğurmaya
başlar ve bu karar geri de alınamaz. Bu ana kadar pay sahibinin bütün hak ve
mükellefiyetleri devam eder. Iskat işleminin tamamlanmasından önceki aşamada
sermaye koyma borcu ifa edilmişse ıskat hüküm ve sonuç doğurmaz251.
Bu konudaki bildirim, herhangi bir şekle bağlı olmadığı gibi ayrıca ilân
yapılmasına da gerek bulunmamaktadır. Bu bildirimin pay sahibinin iktidar alanına
şekil şartına bağlı kalmaksızın sokulması yeterli olmakla birlikte bu kararını
mütemerrit pay sahibine taahhütlü mektupla ya da noter aracılığıyla ulaştırılması,
tebliğ konusunda daha sonra ortaya çıkabilecek sorun ve uyuşmazlıkların
başlangıçta önlenmesi açısından yararlıdır252. Bu kararın tebliğ edildiği tarih yönetim
kurulunca alınan ıskat kararının mütemerrit pay sahibine tebliğinden önce sermaye
koyma borcunu ödemesi ya da ortaklıktan olan alacağıyla takas beyanında
bulunması durumunda önem kazanmaktadır. Bu tarihten önce yapılan ödeme ya da
takas beyanı ıskat kararını hükümsüz hâle getireceğinden sermaye borcunu
tebellüğden önce ödeyen pay sahibi ortak sıfatını muhafaza etmiş olur253. Aynı
şekilde mütemerrit pay sahibinin ıskat kararının kendisine tebliğinden önce ödeme
teklifinde bulunmasına rağmen bu kabul edilmemişse ıskat kararı yine hükümsüzdür.
Çünkü gecikmiş ifanın kabul edilmemesi alacaklı (ortaklık) temerrüdüne neden
olmakta ve pay sahibinin temerrüdü durumunu ortadan kaldırmaktadır254.

3. Mütemerrit Pay Sahibince Yapılan Kısmi Ödemeler

a. Pay Sahibinin Yaptığı Kısmi Ödemelerden Mahrum Bırakılması

250
Schmidt, Lutter, § 64, 733.
251
Değirmenci, s. 53-55; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 34, s. 562; Göle, s. 124; Kropff,
Semmler, § 64, s. 290; Schmidt, Lutter, § 64, s. 733-735; Schucany, s. 109; Spindler, Stilz, § 64, s. 516-517.
252
Payın ıskatı konusundaki yönetim kurulunun kararının TSG ya da başka gazetelerle ilân edilmesi hâlinde
ise ıskat hüküm ve sonuçlarını son ilan tarihinden itiberen doğurmaya başlar. Hüffer, § 64, N. 6, s. 298.
253
TTK.’nun 408. maddesine göre, pay sahibinin ortaklıktan ıskat edilme şartları tamamen gerçekleşmiş
olsa dahi, pay sahibi ıskat anına kadar, diğer haklar gibi oy kullanma hakkına sahiptir. Doğanay, C. I, s. 1225.
254
Arslanlı, C. I, s. 183; Çeliktaş, s. 200; Değirmenci, s. 53-55; Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 284;
Kalyoncu, s. 114; Şar, s. 157. Göle, s. 124.
178

Pay sahibince yapılan kısmî ödemeler ıskatı engellemez. Payın ıskatının en


önemli sonucu, ıskat edilen kişinin pay sahipliği sıfatını kaybetmesi ve bu kararın
verilmesinden önce pay bedeli olarak şirkete yaptığı ödemelerin iadesini talep
edemeyip bunlardan yoksun bırakılmasıdır255. Başka bir ifadeyle payın maliki pay
sahipliği ilişkisi sona erdiği gerekçesiyle daha önceden yaptığı ödemeleri, sebepsiz
zenginleşme hükümlerine dayanarak iade talebinde bulunamaz (TTK. m. 407/II,
466/II). Burada yönetim kurulunun ıskat edilen pay malikinin kısmi ödemelerini iade
edilip etmeme konusunda takdir imkânı da söz konusu değildir. TTK. m. 466/f. II,
b.2.’nin emredici düzenlemesi karşısında ıskat edilen payın yönetim kurulunca itibari
değerinin üzerinde bir bedel ile değerlendirilmiş olması sonucunda ıskat nedeniyle
şirketin kârlı duruma geçmesi dahi bu sonucu değiştirmemektedir256.
Iskat edilen pay sahibinin yaptığı kısmi ödemeler veya pay senetlerinin
satışından sermaye alacağının kapatılmasından sonra geriye para kalmışsa, bu
miktarın kanuni yedek akçelere eklenmesi gerekir (TTK. m. 466/I). TTK. m. 466/II’de
yer alan “iptal edilen pay senedi bedellerine mahsuben yapılan ödemelerin kanuni
yedek akçeye ekleneceği” ifadesi karşısında, yönetim kurulunun söz konusu kısmi
ödemeleri iade imkânının bulunmadığı gibi bu kuralın aksinin ana sözleşmeyle dahi
kararlarştırılmasına imkân yoktur. Bu durum özellikle, ıskat konusu payların
satışından elde edilen gelirin ıskatına karar verilen payın malikinin sermaye borcunu
ve yapılan kısmi ödemelerin tamamını karşılaması durumunda, eski pay sahibinin
pay sahipliği yanında yaptığı kısmi ödemelerden de mahrum edilmesinin bu kurumun
amacıyla da uyumlu olmadığı gerekçesiyle eleştirilebilir257.
Kanaatimizce, ıskat kurumuna pay bedellerinin tahsili ve sermayenin temini
yanında pay bedellerinin ifasına yönelik olarak gerekirse ana sözleşmede cezaî şart
kararlaştırabilecekleri de göz önüne alınarak bu şekilde pay sahibini cezalandırma
işlevi yüklenmesine gerek bulunmamaktadır. Iskat edilen pay sahibinin yaptığı kısmi
ödemelerden mahrum edilmesi hakkaniyet ilkesine de aykırı olduğundan ıskatın

255
Arslanlı, C. I, s. 183-184; Schmidt, Lutter, § 64, s. 734; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1073,
s. 628.
256
Değirmenci, s. 60; Y. 11 HD.’nin kararında, “TTK’nun 407 – 408 nci maddelerine göre sermaye
borcundan dolayı temerrüt hali tahakkuk etmişse yönetim kurulu isterse, bu borcun ifası ile birlikte tahakkuk
eden faizini, tazminat veya cezai şartın birlikte ödenmesini talep eder, isterse ortağı “ıskat” etme yolunu tercih
eder. Iskat yolunun tercih edilmesi halinde ancak TTK’nun 408/3 ncü maddesinde ortaklıktan ıskat edilen
mütemerrit pay sahibinin sadece, yeni pay sahibinin ödemeleri ile kapanmayan açıklardan dolayı şirkete karşı
sorumluluğu devam eder. Mütemerrit pay sahibinin ıskatı halinde temerrüt faizi ve munzam zarar ödemekle
yükümlü tutulması mümkün değildir.” denilmektedir. Y.11 HD. T. 20.2.2009, E. 2007/12223, K. 2009/1906.
257
Teoman, s. 94.
179

amacı ve hakkaniyete uygun çözüm, ıskata konu payın değerlendirilmesiyle elde


edilen bedelin pay sahibinin ödemeleriyle kapanmayan açıktan fazlasının şirket
yerine, ıskat edilen pay malikine bırakılmasıdır.

b. Pay Sahibinin Yaptığı Ödemelerin Mahsubu


Mütemerrit pay sahibinin yalnızca pay bedellerine karşılık gelecek miktarda
ödeme yaptığı takdirde yapılan ödemelerden öncelikle pay bedelinin mi yoksa
temerrüt faizi ve kararlaştırılmışsa cezaî şartın mı mahsubunun gerekeceği konusu
tartışmalıdır.
Bu hususta ileri sürülen bir görüşe göre, pay sahibinin sadece pay bedelleri
nispetinde bir ödeme yapması durumunda, BK m. 84/I. maddesindeki kısmen
tediyenin mahsubuna ilişkin yönteme uygun olarak yönetim kurulunun şirketin
çıkarlarını koruma amacıyla öncelikle yapılan bu ödemeden faizleri ve cezaî şartı
mahsup etmesi gerekmektedir258. Pay sahibinin ıskatının sebebi temerrüt faizi ya da
cezaî şart borcunun ödenmemesi değil, bizzat sermaye borcunun ifa edilmemiş
olmasıdır. Bu durumda söz konusu fer’i borçların sermaye borcuna oranla daha az
güvencesiz olması bu görüşün en önemli dayanağıdır.
Buna karşılık ileri sürülen diğer görüş ise mütemerrit pay sahibince yapılan
kısmi ödemenin öncelikle bakiye sermaye borcuna mahsubunun gerektiği
yönündedir259. Borçlu pay sahibinin hakkında ıskat kararı alınabilmesinin koşulu,
bakiye sermaye koyma borcunun ödenmemesi olduğundan, temerrüde düşen pay
sahibinin, henüz yönetim kurulu tarafından hakkında ıskat kararı verilmeden bu borç
ödenecek olursa, artık temerrüt faizi ve cezaî şart ifa edilmemiş olsa bile ıskat kararı
alınamayacaktır. Çünkü TTK.’nun 407. maddesine göre, şirket yönetim kurulunun pay
sahibi hakkında ıskat kararı verilebilmesi, sermaye koyma borcunun ifa edilmemesi
koşuluna bağlıdır. Dolayısıyla ortağın sermaye koyma borcunu geçte olsa ifa etmesi
durumunda artık ıskatı yoluna gidilemeyecektir. Ne var ki bu durum mütemerrit pay
sahibinin temerrüt faizi, munzam zarar ve cezaî şart borcunun sona erdiği anlamına
gelmemekte olup, şirketin bu durumdaki ortaktan söz konusu borçların ifasını talep
etme olanağı bulunmaktadır260.

258
Değirmenci, s. 22
259
Göle, s. 119.
260
Göle, s. 119.
180

Kanaatimizce de, sermaye koyma borcunu yerine getirmeyen pay sahibinin


TTK.’nun 407/I. maddesi gereğince ihtara gerek bulunmaksızın temerrüt faizi
ödemekle yükümlü olması karşısında, bu kişinin pay bedellerinden kaynaklanan
borcu karşılayacak oranda ödemelerinin öncelikle pay bedellerine mahsup edilmesi
yerinde olacaktır. Bu çözüm biçimi malvarlığının temini ilkesi ile uyumlu olduğu gibi
pay sahibi ile şirket arasındaki menfaatler dengesine de uygundur. Gecikmiş olmakla
birlikte sermaye koyma borcuna karşılık gelen ödemeyi yapan malikin ıskatı
sonucunu doğuracak aksine bir yorumun hakkaniyete de uygun düşmediği açıktır.
Kaldı ki, fer’i borçlar nedeniyle ıskat imkânı bulunmamakla birlikte mütemerrit pay
sahibinden TTK. 407. maddesi gereğince, şirket yönetim kurulunca temerrüt faizinin
ve cezaî şartın talep ve tahsil edilebileceği açıktır.

c. Birden Fazla Paya Sahip Malikin Yaptığı Kısmi Ödemeler


Anonim şirketin birden fazla payına sahip olan mütemerrit pay sahibinin
yaptığı ödemeler borçların tamamını karşılamadığı takdirde, mahsup konusunun
BK.’nun 85 ve 86. maddeleri çerçevesinde değerlendirilmesi zorunluluğu ortaya çıkar.
Şöyle ki;
BK.’nun “Birden fazla borçlar olduğu surette borçlu veya alacaklının beyanı
üzerine mahsup” kenar başlıklı 85. maddesine göre, aynı alacaklı ve borçlu arasında
birden fazla borcun varlığı hâlinde, borçlu tarafından yapılan ödemenin hangi borç
için yapıldığı konusunda tercih ve bildiririm hakkı borçluya aittir. Ne var ki, borçlu
tarafından bu konuda herhangi bir tercih yapılmamış ya da durumun gereklerinden
borçlunun hangi borca ilişkin ifada bulunduğu anlaşılamamaktaysa, bu hak alacaklıya
geçmiş olur. Buna karşılık ne borçlunun, ne de alacaklının bu konuda beyanda
bulunmadığı takdirde ise mahsup sorunu, BK. m. 86’da yer alan kural doğrultusunda
çözümlenir. Bu hâlde borçlu tarafından yapılan ödeme, öncelikli olarak muaccel olan
borca, birden fazla borç muaccel ise cebri icra yoluyla ilk takibat yapılana, borçlardan
hiçbiri için icra takibi yapılmamış ise vadesi en erken gelene mahsup edilmesi
gerekmektedir. Birden fazla borcun vadesinin de aynı tarih olması olasılığında ise
ödeme nedeniyle mahsup bu borçların her birine orantılı olarak yapılır.
BK.’nun 68. maddesine göre, borcun miktarı belirli ve tamamı muaccel
olduğu takdirde, alacaklı kısmen yapılan ödemeyi reddedebilir. Alacaklı kısmî ifayı
kabul ederse, borçlu bu kabul edilen bölümü ifadan kaçınamaz. Kısmen ifa sorunu
niteliği itibarıyla bölünebilen edimlerde, özellikle türüyle belirlenmiş şeylerde veya
181

para borçlarında söz konusudur. Bölünemeyen edimlerin yerine getirilmesinde


edimin niteliği itibarıyla kısmen ifası mümkün değildir261.
Bu bağlamda şirket yönetim kurulunun, pay sahibince birden fazla payı için
yaptığı ödemelerin, karşılık geldiği bedelinin nazara alınıp bunların dışında kalan
paylara ilişkin ıskat uygulanıp uygulanamayacağı konusunun tartışılması gerekir.
Sorununun somutlaştırılması gerekirse, tartışmalı olan konu mütemerrit pay sahibinin
1 TL itibari değerdeki 10. 000 şirket payına karşılık olmak üzere yalnızca 5.000 TL’yi
ödemesi durumunda, ifasında temerrüde düştüğü 5.000 TL’ye karşılık şirket yönetim
kurulunun 5.000 adet şirket payın bedelinin tamamının ifa edildiğini kabul ederek,
kalan 5.000 adet payın ıskatı yoluna gidilmesi olanağının bulunup bulunmadığı
noktasıdır.
Bu hususta doktrinde Mimaroğlu, ıskatın şirket yönetim kuruluna tanınan bir
yetki olduğunu, dolayısıyla bu organın pay sahibi tarafından kendisine ait pay
senetlerine karşılık yapılan ödemeler oranında hisse senedi vererek, kalan paylara
yönelik ıskat uyguyabilmesinin olanaklı olduğu görüşündedir262. Değirmenci ise şirket
yönetim kurulunun bu konuda yetkisinin bulunmadığını savunmaktadır. Yazara göre,
şirkete kanunen tanınan ıskatın uygulanması zorunlu değil ise de, ıskat bir kez
uygulandıktan sonra pay sahibinin pay bedeline mahsuben yaptığı ödemelerden
yoksun bırakılmamasının mümkün olmadığı görüşündedir. Başka bir deyişle, yönetim
kurulunun mütemerrit payla ilgili uygulanacak yaptırımı belirleme konusunda takdir
hakkı bulunmakla birlikte, pay bedellerine mahsuben yapılan ödemelerin nasıl
mahsup edileceğine yönelik bir yetkisi bulunmamaktadır263.
BK.’nun 85. ve 86. maddesinde yer alan hüküm doğrultusunda, anonim
ortaklıkta birden fazla pay sahibi olan kişinin bu pay bedellerine ilişkin olarak yaptığı
kısmi ifanın hangi paya yönelik yapıldığı borçlu tarafından bildirilmediği takdirde pay
bedellerinin tümüne mahsuben her bir paya orantılı biçimde yapılması gerektiği
sonucuna varılmaktadır. Bu takdirde, yapılan ödemelerin pay bedellerinin tümüne
orantılı biçimde mahsup edilmesi, kısmi ödeme ile aynı sonucu doğuracaktır. Yani
orantılı mahsup hâlinde kısmi ödeme ve dolayısıyla da kısmi temerrüt hâli devam

261
Reisoğlu, s. 234.
262
Sait Kemal Mimaroğlu, Anonim Şirketlerde Đdare Meclisi Azalarının Hukuki Mesuliyeti,
(Mesuliyet), Ankara, AÜSBFY, 1967, s. 50.
263
Değirmenci, s. 54.
182

etmektedir264. Bu durumda ise mütemerrit pay sahibinin maliki bulunduğu tüm paylar
bakımından ıskat tehdidi ile karşı karşıya kalması olasılığı ortaya çıkmaktadır.
Yapılan ödemelerin pay bedellerine yayılmak suretiyle payların tamamından
mahsup yoluna gidilmesi, şirket yönetim kurulunca ortağa ait payların haksız olarak
ıskatının sağlanması amacıyla kötü niyetli davranış olarak değerlendirilebilecektir265.
Bu nedenle, pay bedellerinin toplamına mahsuben kısmi bir ödeme yapıldığı takdirde,
bu ödemenin paylara eşit oranda yayılması yerine mümkün olduğunca daha çok
payın tüm karşılığının ödendiği şeklinde değerlendirilmesi gerekmektedir266. Pay
sahibinin birden fazla payının olması durumunda, ortada ödenmeyen pay bedellerinin
tamamını içine alan tek bir borç değil, pay sayısınca ayrı ve birbirinden bağımsız borç
bulunmaktadır. Bu nedenle de pay sahibinin her bir pay bedelini birbirinden bağımsız
olarak ifa etme hakkı bulunduğundan, pay bedellerinin bir kısmına yönelik olarak
yapılan ifanın yönetim kurulu tarafından kısmi ödeme olarak kabul edilerek
reddedilebilmesi olanağı bulunmamaktadır267.

4. Iskat Kararı ve Pay Senetlerinin Đptali


Mütemerrit pay sahibinin ıskatı için, diğer usuli işlemlerin tamamlanmasın
ardından yönetim kurulunun bu yönde karar alması gerekir268. Bu nedenle mütemerrit
pay sahibinin ödeme ve ıskat ihtarına rağmen belirtilen sürelerde sermaye koyma
borcunu ifa etmemesi tek başına ıskat sonucu doğurmaz. Yönetim kurulu, ıskat
konusundaki kararını en erken mütemerrit pay sahibine yapılan ihtarda gösterilen
asgari bir aylık sürenin bitimini takiben alabilecektir269.
Anonim şirket yönetim kurulu tarafından mütemerrit ortağın ıskatı yönünde
alınacak karar biçimsel açıdan, TTK. m. 330/III’de diğer bütün yönetim kurulu
kararlarında olduğu gibi yazılı ve imzalı olan bir tutanakta tespit edilmenin dışında bir

264
Değirmenci, s. 23.
265
Battal, s. 56-57; Krş. Değirmenci, kısmi temerrüt hâlinde anonim ortaklık yönetim kurulunun, pay
hakkında ıskat uygulayamayacağı görüşündedir. s. 23.
266
Değirmenci’nin bu konudaki görüşü, “Kısmi temerrüt hâlinde ıskat uygulanmaz. Kanımızca, andığımız
sorunda yapılan ödeme, mümkün olduğu kadar çok payın tüm bedelinin ödendiği biçiminde yorumlanmalıdır.
Pay bedellerinin açıkladığımız özelliği ve kısmi ödemede bulunan pay sahibinin ıskat edilememesi böyle bir
yorumu gerektirir.” yönündedir. s. 23-24.
267
Değirmenci, s. 23; Krş. Mimaroğlu’na göre ise ıskat ortaklık yönetim kuruluna verilmiş bir yetkidir.
Dolayısıyla yönetim kurulunca ıskat kararı verilmesi yerine pay sahibince yapılan ödemeler nispetinde hisse
senedi verilip geri kalan paylar bakımından ıskat kararı alınabilmesi mümkündür. Mimaroğlu, Mesuliyet, s. 51.
268
Pennington, s. 400.
269
Arslanlı, C. I, s. 183; Değirmenci, s. 53; Göle, s. 123.
183

özellik taşımamaktadır270. Bu nedenle yönetim organınca söz konusu kararın, diğer


kararlarda olduğu gibi271, kurul olarak fiilen bir araya gelmesinde güçlük ya da
imkânsızlık bulunması durumunda, toplantı yapılmaksızın da alınabilmesi olanağı
bulunmaktadır272. Yönetim kurulunca alınan ıskat kararında, ıskat edilen pay
sahibinin, payın itibari değerinin, bu paylara ilişkin olarak pay senedi ya da ilmühaber
çıkarılmışsa numaralarının açıkça belirtilmesi gerekmektedir273.
Ortaklıktan ihraç edilen pay sahibinin kendisinde bulunan hisse senetleri de
iptal edilmiş olacağından, bu yöndeki karar üzerine pay sahibinin hisse senetleri
üzerindeki tasarruf hakkı ortadan kalkar. Hisse senetlerinin kurucu değil, açıklayıcı
nitelikteki kıymetli evrak olması274, paydan kaynaklanan hakları temsil edip bunlara
tedavül ve ispat kabiliyeti kazandırması nedeniyle, payın ıskatına ilişkin karar üzerine
hükümsüz hâle geldiğinin kabul edilmesi gerekmektedir275.
Dolayısıyla ıskat ihtarında pay sahibinin ödeme yapmadığı takdirde hisse
senetlerini iade etmesinin zorunlu olduğu hususuna yer verilerek, ıskat kararı
alınırken ibraz yapılmamış olduğu durumda senetlerin iptallerine de karar verilmesi
yerinde olur276. Aksi durum, maddi açıdan hükmü kalmamış olan hisse senetlerinin
tedavülünün devamı anlamına gelmekte olup, hükmün konulması amacına aykırılık
oluşturur277. Bu gibi sorunların önüne geçilmesi amacıyla ıskatın ardından pay
senetlerinin iadesinin de talep edilmesi, uygun bir süre geçmesine rağmen iade
yapılmadığı takdirde bunların iptali ve bu husustaki kararın da ilân edilmesi yerinde
olacaktır278.
Buna karşılık, ıskat edilen paya ilişkin hisse senetlerinin şirkete iade
edilmeyip, tedavülünü sürdürmesi durumunda, bu senetleri iyi niyetle iktisap etmiş
bulunan üçüncü kişilerin korunması sorunu ortaya çıkmaktadır. Hisse senetlerinin
(kuponlar da dâhil) açıklayıcı nitelikte kıymetli evrak olmalarından hareketle, ıskat

270
TTK.’nun 330. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Kararların muteberliği yazılıp imza edilmiş olmasına
bağlıdır.” hükmü yer almaktadır.
271
Bu konuda bkz. Ömer Teoman, “Anonim Ortaklıkta Yönetim Kurulunun Toplantı Yapmaksızın Karar
Alması (TTK. m. 330/f.II)”, Otuz Yıl Ticaret Hukuku-Tüm Makaleler- C. II, 1982-2001, Đstanbul, s. 487 vd.
272
Değirmenci, s. 52
273
Kalyoncu, s. 114.
274
Ortaklık payından doğan hakların kullanılması açısından pay senedi çıkarılması, kambiyo senetlerinden
farklı olarak kurucu değil açıklayıcı nitelikte bulunduğundan çıplak pay da devir dâhil her türlü hukuki işleme
konu edilebilir. Sevi, s. 26; Reha Poroy, Ünal Tekinalp, Kıymetli Evrak Hukukunun Esasları, 14. bası,
Đstanbul, 1999, s. 52.
275
Schmidt, Lutter, § 64, s. 737.
276
Arslanlı, C. I, s. 183.
277
Değirmenci, s. 67.
278
Kalyoncu, s. 116; Şar, s. 157; Tekinap, (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1071, 608.
184

edilen bir pay senedini iktisap eden üçüncü kişinin iyiniyetinin korunması mümkün
değildir. Bu durumdaki senedi devralan iyiniyetli de olsa, ıskat kararının alınmasından
önce muaccel olan kâr payı alma hakkı ve bedelsiz pay alma hakkı ıskattan
etkilenmediğinden, bunlara ilişkin haklar hariç ortaklık haklarından hiçbirini iktisap
edemez279.
Iskat kararı ile iptal edilmiş pay senetleri anonim şirket tarafından elde
edilememişse, iptaline karar verilen hisse senetleri nedeniyle iyi niyetli üçüncü
kişilerin korunması amacıyla bu yöndeki kararın TTK.’nun 37. maddesinde belirtilmiş
bulunan TSG. ve ana sözleşmede öngörülen vasıtalarla ilân edilmesi gerekmektedir
(407/II)280. Bu ilânın hangi hususları içermesi gerektiği konusunda TTK.’nda bir
açıklık bulunmamakla birlikte bu husustaki ilânın iyi niyetli üçüncü kişileri korumaya
yönelik olarak iptal edilmiş olan hisse senetlerini duraksamaya yol açmayacak
biçimde açıklanması, ıskat edilen pay sahibinin adını, hisse senedinin itibari değerini
içermesi gerektiğinde kuşku yoktur281.
Payın ıskatı üzerine bu paylara ilişkin hisse senetleri şirkete iade edilmişse,
yönetim kurulunun bu senetleri iptal yoluna gitmesine gerek bulunmamaktadır. Şirket
yönetim kurulunun ciro benzeri bir işlemle sözü edilen senetleri bu payın
değerlendirilmesi sırasında yeni malike devredebilme imkânı vardır. Ancak ıskat
kararına ve senetlerin iadesi talebine rağmen, bu işleme konu hisse senetleri şirkete
iade edilmemişse yönetim kurulunca, bunlara karşılık gelmek üzere yeni hisse
senetlerinin çıkarılması gerekmektedir282. Bu yolla çıkarılmış hisse senetlerine
öncekilerden farklı numara verilebileceği gibi, iptal edilen senetlerin üzerindeki
numaraların da yerine çıkarılan yeni senetlerde de kullanılması mümkündür283. Ne
var ki, bu durumda söz konusu hisse senetlerinin iptal edilen hisse senetlerinin yerine
geçtiğinin senet üzerinde açıkça belirtilmiş olması gerekmektedir284.

279
Değirmenci, s. 57; Schmidt, Lutter, § 64, s. 736; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1068, s. 627.
280
Doğanay, C. I, s. 1222.
281
Arslanlı, C. I, s. 183; Değirmenci, s. 57; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 41, s. 563; Göle, s.
25; Şar, s. 157; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1071, s. 628.
282
Kropff, Semmler, § 64, s. 302; Schmidt, Lutter, § 64, s. 736; Spindler, Stilz, § 64, s. 517.
283
Değirmenci, s. 57; Göle, s. 127.
284
Göle, s. 127.
185

5. Pay Sahibinin Konkordatosunun veya Đflasının Borç ve Iskat


Üzerindeki Etkileri
Pay taahhüdü nedeniyle şirket ile pay sahibi arasındaki sözleşme ilişkisi,
karşılıklı taahhütleri içeren ve iki taraflı bir akittir285. Bu sözleşmede pay sahibi ile
anonim şirket arasındaki ilişkinin bir tarafı pay bedellerinin ödenmesi diğer tarafı ise
pay senetlerinin verilmesi şeklinde karşılıklı edimleri borçlanmaktadır. BK. m. 82’ye
göre, karşılıklı edimleri içeren bir akit nedeniyle taraflardan birinin borcunu
ödemekten aciz olması durumunda belirli koşullar altında diğer tarafa sözleşmeyi
fesih hakkı tanınmıştır.
Pay sahibi, konkordato nedeniyle bakiye borcu ödemeyince, şirketin de
sözleşmeyi fesih hakkının bulunduğu bu yüzden bakiye borcun konkordatoya tâbi
olmadığı görüşü ileri sürülmekle286 birlikte, Đsviçre’de konkordatonun bütün alacaklar
bakımından geçerli olması nedeniyle (Đsv.ĐĐK. m. 311) bakiye sermaye borcu için de
uygulanması gerektiği savunulmaktadır287. Pay sahibinin iflasının da konkordatoda
olduğu gibi paydan kaynaklanan bakiye sermaye borcu üzerinde doğrudan bir etkisi
bulunmamaktadır. Buna karşılık mütemerrit borçlunun konkordato ilân etmesi ya da
iflası hâlinde dahi ödenmeyen pay bedelleri nedeniyle ıskat prosedürüne
288
başvurulmasına gerek yoktur .
Mütemerrit pay sahibinin iflası durumunda anonim şirket serbesttir, dilerse
bakiye sermaye borcunu iflas masasına kaydettirir, dilerse ıskat yoluna müracaat
eder. Đflasın açılmasıyla çağrı yapılmış ve fakat henüz ödeme yapılmamışsa anonim
şirket bakiye borcu iflas masasına yazdırır. Garameden sermaye koyma borcu
karşılanamamışsa alacağın masaya yazılmasının yanı sıra ıskat prosedürünün de
uygulanması mümkündür. Payın değerlendirilmesi neticesinde pay bedelinin elde
edilemeyen kısmının masaya ileri sürülmesi gerekir. Ancak masaya yazılmış bulunan
miktara karşılık yapılacak ödemeler iflas kurallarına tabi olacağından, anonim şirketin
tahsilini yapamadığı kısım için sermayede azaltılmaya gidilmesi ve yeteri kadar payın
itfası gerekir. Bu durumda borçlunun itfaya itiraz edebilmesi olanağı
bulunmamaktadır289.

285
Y. TD 13.2.1973, E. 72/2773, K. 73/483, (Batider, VII, S.180 vd); Karar, doktrinde benimsenmesine
karşılık gerekçeleri eleştirilmiştir. Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1043, s. 618.
286
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1043, s. 618.
287
Bürgi, Art. 681, 682, No. 74 (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1043, s. 618 naklen).
288
Arslanlı, C. I, s. 185, dn. 34.
289
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1044, s. 619.
186

6. Iskatın Hükümleri
Payın ıskatıyla birlikte pay sahibi, anonim şirket ve üçüncü kişiler
bakımından çeşitli sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Iskatın tarafları ve üçüncü kişiler
açısından etkilerinin çeşitli olasılıklar dikkate alınarak ayrı ayrı incelenmesine yarar
bulunmaktadır:

a. Iskat Edilen Pay Sahibi Açısından


Payın ıskatına dair karar, pay sahipliği ve buna bağlı haklar üzerinde çeşitli
etkiler doğurur. Şöyle ki;

(1) Pay Sahipliğinin ve Buna Bağlı Tüm Hakların Kaybedilmesi


Anonim şirketlerde sermaye borcunu ifada temerrüde özgü bir yaptırım olan
ıskatın pay sahibi açısından en önemli sonucu, ıskat kararının ilgili pay sahibine
tebliği ile birlikte bu işleme konu paylar açısından pay sahipliği sıfatının ve ondan
kaynaklanan tüm hakların kaybedilmesidir290. Bu karar, mütemerrit pay sahibinin
ortak olma sıfatını ve şirket pay senetleri üzerindeki tasarruf yetkisini sona erdirir291,
kendisine verilmiş pay senetleri de iptal edilmiş olur (TTK. m. 407/II). Bu durum,
TTK.’nun 407/II. maddesinde, “iştirak taahhüdünden ve kısmi ödemelerden doğan
haklardan mahrumiyet” olarak ifade edilmektedir. Bu hükümden çıkarılabilecek en
önemli sonuç, pay sahibinin ıskat kararına konu paylara ilişkin olarak mülkiyet hakkını
kaybetmiş olması ve bu bedellere mahsuben yaptığı kısmî ödemelerin geri
verilmesini talep hakkını yitirmesidir292.
Paydan kaynaklanan gerek malvarlığı ve gerekse kişisel haklardan
yararlanabilme ve bu hakları kullanabilme bakımından pay sahipliği sıfatına sahip
olma belirleyici önem taşımaktadır293. Dolayısıyla ıskat kararıyla paya bağlı kâr payı,
hazırlık devresi faizi, şirket tesislerinden yararlanma, tasfiye bakiyesine katılma,
çıkarılacak payları öncelikle alma ve şirketin iç kaynaklarından yapılan sermaye
artırımında bedelsiz payları edinme gibi malvarlığı hakları; genel kurul toplantısına

290
Kropff, Semmler, § 64, s. 286; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 19, s. 560; Hüffer, § 64, N. 6,
s. 298; Schmidt, Lutter, § 64, s. 734; Sönmez, s. 76; Spindler, Stilz, § 64, s. 516; Tuğsavul, s. 151.
291
Ortak, ıskat kararı ile pay üzerindeki tasarruf yetkisini kaybetmiş olacağından, bu kişi tarafından payın
üçüncü kişilere devredilmesi anonim şirkete karşı bir hüküm ifade etmez. Bu bakımdan üçüncü kişinin iyiniyetli
olup olmamasının da bir önemi bulunmamaktadır. (Şenocak, Iskat, s. 295).
292
TTK.’nun 408. maddesi hükmüne göre, pay sahibinin ortaklıktan “ıskat” edilme şartları tamamen
gerçekleşmiş olsa dahi, pay sahibi “ıskat” anına kadar “oy hakkı”nı kullanmak yetkisine sahiptir. Doğanay, C.
1, s. 1223; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 36, s. 562; Hansell, Vogt, Walter, s. 652; Kropff, Semmler,
§ 64, s. 298; Schmidt, Lutter, § 64, s. 735; Spindler, Stilz, § 64, s. 516 .
293
Taşdelen, s. 50.
187

katılma, oy kullanma, genel kurul kararlarına karşı iptal davası açma294 ve denetleme
gibi kişisel haklar haklar kaybedilmiş olmaktadır295.
Đç kaynaklardan sermaye artırımlarında ıskat edilmeyen payların yeni pay
alma hakları, esas sermayenin ıskat edilen payın düşürülmesiyle kalan kısmının
mevcut paylara oranına göre hesaplanır; zira ıskat edilen pay sahibinin yeni pay alma
hakkı yoktur296.
Öte yandan, ıskat edilen payın malikinin ıskata konu paya ilişkin, nama ya da
hamile yazılı pay senedine sahip bulunmasının ya da pay defterine pay maliki olarak
kayıtlı olmasının pay sahipliğini teşhis fonksiyonu yoktur297. Bu nedenle daha önce
de vurgulandığı üzere ıskat edilen hisse senetlerinin temsil ettiği haklara karşılık
gelmek üzere yeni hisse senetlerinin çıkarılması gerekmektedir. Iskat edilen hisse
senetleri pay sahibince şirkete iade edilmişse, bunları temsil eden haklara karşılık
gelmek üzere yeni hisse senetleri çıkarılmadan bunlar yeni malike devredilir298.
Ancak ıskata konu senetler iade edilmemişse, bu payları temsilen yeni hisse senetleri
çıkarılması gerekecektir.
Iskatın bir diğer sonucu ise payların sahibinin, ıskat kararının ardından bu
paylara ilişkin borçları ve varsa tâli mükellefiyetlerinden kurtulmasıdır299.
Şirketin her bir payının birbirinden bağımsız değerler olmaları itibarıyla,
birden fazla pay sahipliği bir kişinin şahsında toplansa bile bu paylar birbirleriyle
kaynaşmayacağından300, pay sahibinin bedelini ödediği diğer paylara ilişkin pay
sahipliği sıfatı ise devam eder. Anonim ortaklıktan ıskat edilen pay sahibinin pay
sahipliği sıfatı temerrüt ve ıskat konusu paylara özgü olup ıskat yalnızca bedeli
ödenmeyen paylar içindir. Yani mütemerrit pay sahibinin aynı zamanda bedelini

294
Yargıtay, iptal davası açan pay sahibinin ıskat edilmiş olduğunun tespiti davasının reddedilmesi
nedeniyle davacının ortak sıfatının sürdüğü ve dolayısıyla genel kurul kararına karşı dava hakkının
bulunduğunun kabulü gerektiği yönünde karar vermiştir. Y. 11. HD.,T. 27.3.1985, E. 1985/3376, K. 1985/4408
(Poroy (Tekinalp/Çamoğlu), N. 739a, s. 446).
295
Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 19, s. 560; Kropff, Semmler, § 64, s. 299; Spindler, Stilz, §
64, s. 516; Taşdelen, s. 49.
296
Hochli, J.H Die Kaduzierung von Aktien im reviderten Schweizerischen Oblitaionenrecht vom 18
Dezember 1936, Zurich 1941, s. 57, (Şenocak, Iskat, s. 290, dn. 73 naklen); Iskat nedeniyle boş kalan ortaklık
payları başkalarına devredilip bedelleri şirketçe tahsil edilmemişse sermayenin tamamen ödenmesi koşulu
gerçekleşmemiş olacağından esas sermayenin dış kaynaklardan artırımı yoluna gidilemez. Şenocak, Iskat, s. 291;
Yeni pay alma hakkı konusunda bkz. Sevgi Epçeli, “Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nın Yeni Pay Alma Hakkı Đle
Đlgili Olarak Getirdiği Düzenleme, Eleştiri ve Öneriler, ĐBD, Kasım-Aralık 2010, C. 84, S. 6, s. 3589-3625.
297
Pennington, s. 402-403; Hochli, J.H., s. 56, (Şenocak, Iskat, s. 282, dn. 3 naklen)
298
Göle, s. 127.
299
Schmidt, Lutter, § 64, s. 735; Tuğsavul, s. 151.
300
Hirsch, Ticaret Hukuku, s. 184.
188

ödediği payları varsa bunlara dokunulamaz ve pay sahibi anonim ortaklıktan çıkmış
olmaz301.

(2) Iskat Edilen Payın Malikinin Şirket Yönetim Kurulu Üyeliğinin Sona
Ermesi
TTK.’nun 312/II. maddesinde “Đdare meclisi pay sahibi aza ortaklardan
teşekkül eder. Ancak pay sahibi olmıyan kimseler aza seçildikleri takdirde bunlar pay
sahibi sıfatını kazandıktan sonra işe başlayabilirler.” kuralı yer almaktadır. TTK.’nun
yönetim kurulu üyelerinin pay sahibi olmalarının zorunlu olduğuna ilişkin bu
kuralından302 hareketle şirketin yönetim kurulu üyesi de olan ortağa ait bütün paylar
ıskat edilmişse üyelik için gerekli olan pay sahibi olma şartı kaybedilmiş olacağından
yönetim kurulu üyeliğinin kendiliğinden sona ereceği kabul edilmektedir303.
Hukukumuzdaki bu kabule karşılık Đsviçre’de ĐBK. m. 707 (TTK. m. 312) deki
yönetim kurulu üyelerinin şirketin payına sahip olmalarının gerektiği yönündeki kural,
yalnızca bir düzen hükmü olarak görülmekte ve bu kurulun üyesinin sahibi olduğu
tüm paylar ıskat edilmiş olsa dahi bunun otomatik olarak üyeliğin kaybedilmesi
sonucunu doğurmayacağı ileri sürülmektedir304. Aynı şekilde paydaşlar arasından
seçilmeyen yönetim kurulu üyesinin durumunun askıda geçersizlik doğurmadığı kabul
edilmektedir. Hatta bu durumdaki yönetim kurulu üyesinin sorumluluğunun
ağırlaşması söz konusu olmadığı gibi buna hukuksal açıdan herhangi bir olumsuz
sonuç da bağlanmamıştır.
Öte yandan, TTK Tasarısı’nda yönetim kurulu üyesi olabilmek için pay sahibi
olma şartına yer verilmemiştir (m. 359). Ne var ki bu düzenleme şirket ana
sözleşmesinde yönetim kurulu üyesinin aynı zamanda pay sahibi olması şartının
konulmasına engel değildir. Bu koşul gerçekleştiğinde Tasarı’nın 363/II. maddesi
gereğince ana sözleşmede öngörülen yönetim kurulu üyelerinin taşıması gerekli
nitelik kaybedildiğinden üyelik de sona ermiş olacaktır.

301
Şenocak, Iskat, s. 281; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 682; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N.
1068, s. 627; Tuğsavul, s. 151.
302
Yönetim kuruluna seçilen üyelerin pay sahibi olmaları şart olmamakta, sadece göreve başlayabilmeleri
açısından en azından bir payı iktisap etmeleri zorunluluğu bulunmaktadır. Abuzer Kendigelen, Ticaret Hukuku
Kürsüsünde Onbeş Yıl, Hukuki Mütalaalar, Ortaklıklar Hukuku, C. II, Đstanbul, Beta, 2003, s. 44-45.
303
Değirmenci, s. 61;Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1071, s. 628; Kropff, Semmler, § 64, 299;
Spindler, Stilz, § 64, s. 516; Ömer Teoman, “Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin Bir Kararı Üstüne Notlar”, Otuz Yıl
Ticaret Hukuku- Tüm Makalelerim I- Đstanbul, 2000, s. 275; Krş. Şenocak, Iskat, s. 282; TTK Tasarısı’nda
yönetim kurulu üyelerinin bu yükümlülükleri kaldırılmaktadır (Tasarı m. 359).
304
Bürgi, Art. 681/682, No. 44 (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1072, s. 628 naklen); Honsell,
h./Vogt, n.p/Watter, R. Art. 707, Rdnr 9 (Şenocak, Iskat, s. 284, dn. 24).
189

Sonuç itibarıyla yönetim kurulu üyesinin pay sahibi olmasının pratikte hiçbir
yararı bulunmadığından Đsviçre doktrini tarafından benimsenmiş bu görüşün, Türk
hukuku açısından da kabul edilmesi yerinde olacaktır305. Başka bir ifadeyle şirket
yönetim kurulu üyesinin, sahip olduğu payların tamamının ıskat edilmesi nedeniyle
ortak sıfatını kaybettiği durumda dahi TTK. m. 316.’daki düzenleme doğrultusunda
şirket genel kurulu tarafından azledilinceye ya da TTK. m. 314. madde çerçevesinde
süresi doluncaya kadar üyeliğinin devam ettiğinin kabul edilmesi gerekir. Bu yönetim
kurulu üyesi azil ya da süresinin dolması anına kadar ücret isteme hakkına sahip olup
yaptığı iş ve işlemleri nedeniyle TTK. m. 336 vd. maddeleri çerçevesinde sorumlu
olmaya devam eder306.

(3) Iskat Edilen Paya Karşılık Gelen Kâr Payından Yoksunluk


Iskat sonucunda boşta kalan payların kâr payı hesabında dikkate alınıp
alınmayacağı konusu, bu durumda ortaya çıkabilecek bir başka sorundur. Pay
sahiplerinin alacakları kâr payı, sahip oldukları pay oranına göre belirlenir (TTK. m.
455). Pay sahipleri aksi ana sözleşmede kararlaştırılmadığı takdirde ödedikleri
sermaye oranına göre kârdan pay alırlar (TTK. m. 456). Iskat edilen pay sahibi
sermaye borcuna karşılık hiç ödeme yapmamışsa bu paylara ilişkin kâr payından söz
edilemeyeceği gibi varsa, kısmi ödemeler kanuni yedek akçelere ekleneceğinden
(TTK m. 466/II) burada mevcut bir ödeme yoktur. Dolayısıyla ıskat edilen paylara
karşılık kısmi ödeme yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, bu miktarın kâr payı
hesabında dikkate alınmaması gerekir307.
Diğer yandan, ıskat edilen pay sahibine safi kârdan düşen bölüme ilişkin, kâr
payının muaccel olup olmamasına göre bir ayırım yapılması gerekmektedir. Buradaki
birinci olasılık, kâr dağıtımının muaccel olmadığı dönemde ıskat kararı verilmesidir.
Bu durumda ıskat edilen ortağın pay sahipliği sıfatı ile elde etmiş olduğu tüm hakları
kaybetmesi nedeniyle, kârdan bu paya düşen ancak henüz muaccel olmamış kâr
payı da şirkete kalır308. Iskat edilen bu paya karşılık gelen kâr payı, ıskat edilmeyen

305
Şenocak, Iskat, s. 284; Krş. Tekinay, Đsviçre BK.’nun 707. (TTK m. 312) maddesinin yalnızca bir düzen
hükmü olmasına karşılık aynı şey TTK 312. maddesi açısından kabul edilemeyeceğiden ıskat ile otomatik olarak
yönetim kurulu üyeliğinin sona ermediği görüşüne katılma imkânı bulunmadığını ifade etmektedir. Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1072, s. 628.
306
Şenocak, Iskat, s. 284.
307
Kalyoncu, s. 122; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1073, s. 628.
308
Göle, s. 126; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 37, s. 562; Şar, s. 159; Şenocak, Iskat, s. 282-
283; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1068, s. 627.
190

ortaklara ilâve kâr payı olarak dağıtılmayıp, bu miktar şirketin kâr payı hesabından
çıkarılır309. Aynı şekilde ıskat kararı, o tarihe kadar muaccel olmayan, temettü
kuponlarında yazılı hakların da sona ermesini neticelendirmektedir310. Ne var ki,
ıskat kararına rağmen bu paylar nedeniyle daha önce muaccel olmuş ve henüz pay
sahibine ödenmemiş kârlar ve bedelsiz pay alma hakkı varsa payın ıskatına rağmen
bu haklar malikin üzerinde kalır. Çünkü kâr payı, şirket genel kurulunun dağıtım
kararı ile birlikte pay sahibi açısından bir alacak hakkına dönüşmekte, bedelsiz paylar
da şirket sermaye artırım kararının ticaret siciline tescili ile birlikte doğrudan pay
sahibine ait hâle gelmektedir. Iskat kararının ex nunc (ileriye dönük) etki
doğurması311 nedeniyle muaccel hâle gelmiş kâr payı hakkının doğrudan ıskattan
etkilenmesi söz konusu olmayıp, ıskatın hükümlerini doğurmasına rağmen ıskat
edilen pay sahibince ortaklıktan talep edilebilir312.
Bu durumda ıskat kararından önce muaccel olmasına karşılık henüz
mütemerrit pay sahibine ödenmemiş söz konusu temettünün, pay sahibinin şirkete
olan borcuyla takası gündeme gelecektir313. Takas edilen miktar kadar ıskat edilen
ortağın TTK. m. 408/III gereğince yeni pay sahibinin ödemeleriyle kapanmayan
açıklardan dolayı şirkete karşı olan sorumluluğunda azalma meydana gelir314.

(4) Iskatın Paydan Kaynaklanan Temerrüt Faizi, Cezaî Şart ve Tazminat


Üzerine Etkisi
Payın ıskat edilmesinin, temerrüt nedeniyle ödenmesi gereken temerrüt faizi,
cezaî şart ya da tazminat taleplerine etkisi konusunda TTK.’nda açık bir hüküm
bulunmamasına karşılık doktrinde ıskat edilen payın sahibinin şirketle aralarındaki
asıl borç ilişkisi sona erdiğinden temerrüt faizi, cezaî şart ve tazminat talebi imkânının
da ortadan kalkacağı ileri sürülmektedir315. Bu durumda payın eski malikiyle şirket

309
Şenocak, Iskat, s. 283.
310
Göle, s. 126; Şenocak, Iskat, s. 283.
311
Goette, W./Habersack, M./Kalss, S. Munchener Kommentar zum Aktiengesetz, Bd.I, § 1-75,
Munchen 2008, § 64 Rdnr. 59. (Şenocak, s. 283, dn. 12 naklen); Kropff, Semmler, § 64, s. 299.
312
Değirmenci, s. 60; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 47, s. 563; Kalyoncu, s. 123; Moroğlu,
Sermaye Artırımı, s. 200, Schmitd, Lutter, § 64, s. 734; Şenocak, Iskat, s. 283; Ünal Tekinalp, “Bedelsiz Paylara
Hak Kazanma Sorunu”, THYKS VI, Ankara, BTHAE, 1989, s. 138; Taşdelen, s. 76.
313
Göle, s. 126; Şar, 159; Şenocak, Iskat, s. 283; Aksi görüş için bkz. Değirmenci, s. 60.
314
Şenocak, Iskat, s. 283.
315
Göle, s. 119; Krş. Değirmenci ise nakdi sermaye borcunun ifası konusunda para borçlarının ifası
konusunda temel ilkelerin geçerli olduğu, bu nedenle TTK m. 408/III’de yer alan hükme dayanılarak bir sonuca
varılmasının isabetli olmadığı görüşündedir. Yazara göre, her bir talebin hukuksal niteliğinin göz önünde
bulundurulması ve Borçlar Kanunu’nda yer alan kurallar doğrultusunda değerlendirmenin yapılması
gerekmektedir. Değirmenci, s. 61.
191

arasındaki ilişki TTK.’nun 408/III’te belirtilen istisnalarla sınırlı olarak devam


edecektir.
Kanaatimizce ıskat edilen paylara ilişkin pay sahibine yöneltilebilecek olan
taleplerin ayrı ayrı değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır. Şöyle ki;
Bilindiği üzere, asıl alacağa bağlı fer’i bir hak olan temerrüd faizi, asıl
alacağın ortadan kalkmasıyla birlikte sona ermektedir. Bu açıdan bakıldığında
temerrüd faizi pay sahibinin temerrüde düştüğü andan, ıskat yönündeki kararın
alındığı tarihe kadar olan süreçte işlemektedir316. Payların ıskatına karar verilmesiyle
birlikte o ana kadar işleyen temerrüd faizi durur. Iskat edilen pay sahibinin temerrüdü
dolayısıyla işleyen temerrüd faizinin BK. m. 113/II doğrultusunda saklı tutulduğu ya
da saklı tutulduğunun hâlin icaplarından anlaşılması koşuluyla, asıl alacak sona
ermiş olsa dahi talep edilebilmesi mümkündür.
Bu nedenle hukuki niteliği bakımından bir para borcu niteliğinde olan nakdi
sermaye borcunun ifasında temerrüt nedeniyle işleyen temerrüd faizine yönelik
BK.’nun anılan hükmünün uygulanarak, pay sahibinin ıskata konu payları için işlemiş
temerrüd faizinden sorumlu tutulması gerekmektedir. Yargıtay da ıskat kararına
kadarki süreçte işleyen temerrüt faizinin talep edilebileceği görüşündedir317.
Buna karşılık sermaye borcunun ifasında temerrüt durumunda pay sahibi
aleyhine cezaî şart kararlaştırılması durumu, temerrüt faizinden farklı olup TTK. m.
408/I’in lafzı bu konuda çözüm oluşturmaya elverişli yorum imkânı
bulunmamaktadır318. Pay sahibinin temerrüdüne bağlı olarak kararlaştırılan cezaî
şart, niteliği gereği sermaye koyma borcunun fer’i niteliğinde olduğundan bağlı
olduğu asıl edimin ortadan kalkmasıyla fer’i nitelikteki cezaî şart da kendiliğinden
sona erecektir. Iskat neticesinde şirketle pay sahibi arasındaki ilişki, TTK. m. 408/III
bağlamında açıkların kapanması sorumluluğu dışında sona ermektedir. Bu kurala

316
Buna karşılık Yargıtay bir kararında temerrüt faizinin işleyeceği süreyi, ıskatın geciktirilmesi yoluyla
temerrüt faizi miktarının artırılmasının dürüstlük kuralına aykırı olduğu gerekçesiyle ortaklığın pay senetlerini
satması gereken zamana kadar olan süre olarak belirtmiştir. Kararda, “… Davalı, apel borcunu ödemesi gereken
günden itibaren, TTK’nın 141ve 407/I. maddeleri ve ana sözleşmenin 11. maddesi hükümleri gereğince temerrüt
faizi ödemekle yükümlü ise de, bu yükümlülük, ana sözleşmenin eski 13 ve yeni 11. maddesi hükümleri gereğince
temerrüt faizi ödemekle yükümlü ise de, bu yükümlülük ana sözleşmenin eski 13 ve yeni 11. maddesi hükümleri
uyarınca davacı ortağın pay senetlerini satması gereken zamana kadar olan süre ile sınırlı olarak devam
edeceğinden davcının bu süreden fazlası için temerrüt faizi isteyebilmesi objektiflik kuralı ile bağdaşmaz….
Yukarıda belirtilen süre için tahakkuk edecek faiz saptanarak, bundan, sermayeden ödenen miktar indirildikten
sonra artan olursa onun davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken…” Y.11. HD. T.17.4.1978, E.
1978/1983, K. 2023 (Eriş, C. II, s. 2462).
317
Y. 11. HD. 17.4.1978 E.1978/1983-K.2023 (Eriş, C. II, s. 2462).
318
Değirmenci, s. 62.
192

göre, ıskat edilen payın malikinin sorumluluğunun yalnızca bu payı iktisap eden
malikin yaptığı ödemeyle karşılanmayan şirket açıklarıyla sınırlı olması da eski
malikin cezaî şart, temerrüt faizi ve munzam zarar ödeme yükümlülüğünün sona
erdiğini gösterir. Bu konuda şirketin cezaî şart talebine ilişkin olarak haklarını saklı
tutabilmesi olanağı da bulunmamaktadır319. Dolayısıyla cezaî şartın ıskat edilen pay
sahibinden talep edilmesi imkânının bulunmadığı kabul edilmelidir.
Öte yandan, ıskat edilen pay sahibinin şirketin temerrüt nedeniyle uğramış
olduğu zararların tazmin sorumluluğu devam etmektedir. TTK.’nun m. 407/IV
hükmünde yer alan “Şirketin tazminat hakları mahfuzdur.” hükmü bu konuda farklı bir
yoruma olanak bırakmamaktadır.

b. Iskatın Şirket Bakımından Sonuçları


Bir payın ıskatının şirket esas sermayesi ya da malvarlığı üzerinde doğrudan
etkisi yoktur. Iskata konu payın malikinin yaptığı kısmi ödemelerin iadesi söz konusu
olmadığından şirketçe bunlara karşılık herhangi bir ödeme yapılmaz320. Başka bir
ifadeyle, ıskat üzerine esas sermayenin azaltılmasının ya da payın itfasının söz
konusu olmadığı gibi pay mevkiinin de varlığını devam ettirmesi nedeniyle, şirket
esas sermayesinde veya malvarlığında herhangi bir eksilme meydana
gelmemektedir. Kaldı ki, ıskat nedeniyle sahipsiz hâle gelen şirket payının şirketçe
değerlendirilmesi ve satımı sonucunda ıskat edilen pay sahibinin yaptığı ödemelerle
karşılanmayan bakiye pay bedeli de bu yolla elde edilmiş olacaktır321.

(1) Iskat Edilen Paydan Kaynaklanan Haklar


Payın ıskatının ana nedeni, pay sahibinin şirkete karşı yükümlendiği pay
taahhüdünden kaynaklanan sermaye koyma borcunu ifa etmemesidir. Burada şirketin
pay sahibinden olan alacağı, sermaye koyma borcundan kaynaklandığından, ıskat
kararıyla bu payın mülkiyeti şirkete geçmemekte ve ıskat kararıyla pay itfa edilmiş
olmamaktadır322.
TTK.’nun 329. maddesinde düzenlenen şirketin kendi paylarını temellük
etmesi yasağı nedeniyle, ıskat neticesinde sahipsiz hâle gelen paylardan

319
Göle, s. 119.
320
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1073, s. 628.
321
Değirmenci, s. 63.
322
Arslanlı, C. I, s. 184; Ömer Teoman, “Anonim Ortaklıkta Pay Bedelinin Ödenmesinde Temerrüt ve Iskat
Prosedürü, Iskat Edilen Payların Kimler Tarafından Satın Alınabileceği, Satışın Koşulları ve Sonuçları, Pay
Sahiplerinin Eşitliği Đlkesi”, YTH, C. I, Hukuki Mütalaalar, Kitap I, 1989-1991, Đstanbul, 1992, s. 90.
193

kaynaklanan oy, genel kurula katılma, bilgi alma ve iptal davası açma gibi katılım
haklarının şirkete geçmesi söz konusu olmayıp bunların şirket tüzel kişiliği de dâhil
kimse tarafından kullanılmasına imkân yoktur323. Pay sahiplerini korumak amacıyla
getirilen TTK.’nun 329. maddesindeki bu yasağın, payların mülkiyetinin değil yalnızca
değerlendirme hakkının şirkete geçtiği ıskat hâlinde öncelikle uygulanması gerekir324.
Doktrinde anonim şirketin kendi paylarını pay sahibinden geri alması
“sermayenin (katılma payının) iadesi” olarak nitelendirilmektedir. Iskat ile birlikte bu
paylar üzerindeki tasarruf yetkisinin şirket yönetim kuruluna geçmesinin hukuki
sonuçlarının bu bağlamda da değerlendirilmesi gerekir. Bilindiği üzere ıskat edilen
paylar üzerinde, yönetim kurulunun tasarruf yetkisi sınırlı olup payda mündemiç
katılım hakları, ıskat kararıyla birlikte donar325. Bu hakların şirketin ya da bir
başkasının adına kullanılması söz konusu değildir. Bunlar hakkında yönetim
kurulunun tek yetkisi bu payları zaman geçirmeden satıp eski malikin yerine yenisini
katmaktır. Yönetim kurulunca satış işleminin gerçekleştirilip, payın bir başkasına
devredilmesiyle, payda mündemiç katılım hakları canlanır ve yeniden kullanılabilir
hâle gelir326. Bir başka ifadeyle ıskat edilen payın şirket yönetim kurulunun elinde
olduğu süre içinde donmuş hâlde olan pay sahipliği hakları, payların yönetim
kurulunca satılmasıyla birlikte devralan ile şirket arasında, içeriğini devir konusu
payın belirlediği yeni bir pay sahipliği ilişkisi, aslen kurulmuş olur327. Iskata konu
payın bu yolla iktisabında payın yeni maliki, ıskat edilen eski malikin hak ve borçlarını
değil, doğrudan paydan kaynaklanan hak ve borçları iktisap etmektedir. Bu nedenle
iktisabı karşılığında yaptığı ödemeler de ıskat edilen eski malikin borçları olmayıp
kendi taahhüdünden kaynaklanan borçlardır328.
Bakiye sermaye borcununun ifasında temerrüdüne dayanılarak ıskat edilen
pay sahibinin TTK. m. 408/III’deki kural nedeniyle sorumluluğu şirket yönetim

323
Özdamar, s. 238; Şenocak, Iskat, s. 289; Ortaklıktan alacaklı olan üçüncü şahıslar alacaklarının tahsili
amacıyla, pay senetlerine ilişkin herhangi bir şekilde icra takibi yapamaz iseler de ıskat edilen paylar açısından
bu ilke geçerli değildir. Schmidt, Lutter, § 64, s. 736.
324
Hochli, J.H, s. 55 (Şenocak, Iskat, s. 289, dn. 62 naklen).
325
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1070, s. 628.
326
Çevik, s. 545; Sönmez, s. 74; Şenocak, Iskat, s. 289.
327
Değirmenci, s. 67; Anonim ortaklığın kendi payını iktisap etmesi ile ilgili olarak paydan kaynaklanan
hakların donduğu yönünde bkz. Aydın, s. 48; Buna karşılık doktrinde söz konusu payların şirkete intikalinden
itibaren pay mevkiinin varlığını sürdürmesine rağmen, pay sahipliği haklarının devam etmediği ve pay
mevkiinin ortaklığın elinde içi boş bir şekilde kaldığı da ileri sürülmektedir. Schmid, Das Feste Grundkapital
der Aktiengesellschaft, Diss. V. Kreienbühl Söhne, Küssnacht am Rigi, 1948, s. 130 (Aydın, s. 48, dn. 87
naklen).
328
Aydın, s. 48; Değirmenci, s. 78-79; Krş. Üner Dağ, Anonim Ortaklıklarda Pay Sahibi Açısından Oy
Hakkının Kazanılması ve Kullanılması, (Oy Hakkı), Đstanbul, Beta, 1996, s. 31; Göle, s. 129; Sevi, s. 28 vd.
194

kurulunun payı başkasına devrettiği an esas alınarak belirlenir. Bu yüzden ıskatın


uygulanmasıyla birlikte payın sahipsiz hâle geldiği329 ya da kanun gereği şirketin
mülkiyetine geçtiği330 yönündeki görüşler yerinde görülmemektedir331. Yasa
koyucunun bu husustaki iradesinin ıskat edilen payın sahipsiz olması ya da yasa
gereği şirkete geçmesi yönünde olsa idi bu durum şirketçe kendi paylarının
iktisabının sonuçlarının düzenlendiği 329. maddede açıkça ifade edilirdi. Oysa
maddede bunun tersine yorumu haklı çıkaracak tarzda bir düzenlemeye yer verilerek
esas sermayenin azaltılmasını önlemek amacıyla anonim şirketin pay sahiplerinin
sermaye koyma borçlarının tahsili için bu kişilere ait pay senetlerinin şirketçe iktisabı
yasaklanmaktadır332.

(2) Iskat Edilen Paydan Kaynaklanan Hakların Kullanılması


Bilindiği üzere, ıskat neticesinde ıskata konu payın malikinin bu sıfatı sona
ermekle birlikte, bu payın temsil ettiği hak varlığını sürdürmektedir333. Payın ıskatı
üzerine ıskat edilen pay sahibinin yerine başkasını almak üzere paylara yönelik
tasarruf yetkisi yönetim kuruluna geçer334. Bu konuda yönetim kuruluna kanunla
tanınan yetkiler, başka ortak aramakla ve usulünce bu payları satabilmekle
sınırlandırılmış olduğundan, bu paylardan kaynaklanan haklar şirketin ya da başka
birisinin adına kullanılamaz335.
Buna karşılık, ıskata konu olan payların genel kurulun toplantı yeter
sayılarının belirlenmesinde dikkate alınmasının gerekip gerekmediği konusu
doktrinde tartışmalıdır. Bu konuda çoğunlukça benimsenen görüş, ıskat edilen
payların toplantı yeter sayısının belirlenmesinde dikkate alınmamasının gerektiğini,
bu sayının yalnızca tedavüldeki paylar nazara alınarak belirleneceğini
336
savunmaktadır . Bu görüşün dayanağını ise yönetim kurulunun genel kurulda
mutlak çoğunluk aranan hâllerde bu paylardan kaynaklanan oyları kendi çıkarları

329
Arslanlı, C. I, s. 184; Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 286; Erdoğan Moroğlu, “Esas Sermaye Artırımı
Đçin Eski Đştirak Taahhütlerinin Ortaklığa Tamamen Ödenmiş Olması Şartı”, (Đştirak Taahhütleri), Makaleler, C.
I, 2. bası, Đstanbul, 2001, s. 46.
330
Domaniç, C. II, s. 1335; Özdamar, s. 237.
331
Şenocak, Iskat, s. 289.
332
Şenocak, Iskat, s. 289.
333
Kropff, Semmler, § 64, s. 301.
334
Spindler, Stilz, § 64, s. 516- 517.
335
Çeliktaş, s. 201; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 682; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1068, s.
627.
336
Mustafa Çeker, Anonim Ortaklıkta Oy Hakkı ve Kullanılması, Ankara, 2000, s. 209; Domaniç, Şerh,
II, s. 586; Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 279; Şenocak, Iskat, s. 290; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar,
N. 844, s. 503; Saka, s. 220.
195

yönünde kullanmaları tehlikesi oluşturmaktadır337. Bu da özellikle kanun koyucunun


azınlık haklarının korunması amacıyla oybirliği ya da ağırlaştırılmış bir yetersayını
aradığı hâllerde ıskat edilen payların toplantı ve karar nisapları bakımından yok
sayılmasının ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Alınacak kararın niteliği
bakımından oybirliği ya da ağırlaştırılmış karar yetersayılarının arandığı bu gibi
durumlarda, toplantı ve karar nisapları esas sermayenin ıskat edilen payın
düşürülmesinden sonra geriye kalan kısmına göre yani genel kurulda temsil edilebilir
paylar dikkate alınarak hesaplanmalıdır338. Aksi takdirde kanun koyucunun azınlığı
koruma amacıyla getirdiği düzenlemelerin işlevini yitirme olasılığı ortaya çıkacaktır339.
Buna karşılık Teoman, toplantı yeter sayılarının kanunda açıkça esas
sermayeye göre saptanmasının öngörüldüğünü, dolayısıyla ıskat kararıyla sahipsiz
hâle gelen payların da toplantı yeter sayılarının belirlenmesinde dikkate alınması
gerektiği görüşündedir340. Bu nedenle toplantı yeter sayısının tespitinde, ıskat edilmiş
payların esas sermaye miktarından indirilmesine olanak yoktur.
TTK.’nun 372. maddesinde genel kurul toplantı nisabı için şirketin
sermayesinin dörtte birini temsil eden pay sahiplerinin katılımından söz edilirken, 388.
maddesinde sayılan kararların alınması için gerekli nisabın belirlenmesinde esas
sermaye ölçüt olarak benimsenmiştir341. Kanaatimizce de TTK.’nun anılan
düzenlemeleri karşısında toplantı yeter sayısının belirlenmesinde yalnızca
tedavüldeki payların esas alınması olanaklı bulunmamaktadır. Bu durumun özellikle
ağırlaştırılmış nisap ile alınması gereken kararlar açısından toplantı nisabının
sağlanmasında güçlüklere neden olabileceği ileri sürülebilir ise de, bu sakıncanın
ortadan kaldırılabilmesi amacıyla ıskat edilen payların nisabın tespitinde göz ardı
edilmesinin TTK.’nun 388. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının son tümceleri
karşısında isabetli olmadığı değerlendirilmektedir. Bu arada ıskat nedeniyle sahipsiz
konuma düşmüş payların en kısa zamanda satılarak değerlendirilmesi durumunda bu
sakıncalar büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Iskat edilen payların söz konusu toplantı

337
TTK. m. 329/f.III’ün son cümlesinde “Şirketçe devralınan payların umumi heyette temsili caiz değildir.”
kuralı yer almaktadır.
338
Höchli, J.H, s. 56-57. (Şenocak, Iskat, s. 290, dn. 72)
339
Şenocak, Iskat, s. 290.
340
Krş. Ömer Teoman, “Şirketçe Devralınan Payların Umumi Heyette Temsili Caiz Değildir” Kuralının
(TTK m. 329, f. 3, c.2) Anlamı, (Şirketçe Devralınan Paylar), Đkt.Mal., C. XXIII, S. 9, Aralık 1976, s. 270; Aynı
yönde Değirmenci, s. 63.
341
Değirmenci, s. 63; Teoman, Şirketçe Devralınan Paylar, s. 270;
196

nisapları açısından hesaba katılacak olması yönetim kurulunun bu payları öncelikle


değerlendirilmesine sevk edecektir.
Öte yandan, anonim şirket genel kurul toplantılarında karar nisabı toplantıda
kullanılan oylara göre belirleneceğinden ıskat edilen payların karar yeter sayısının
belirlenmesinde indirilmesi olanağı bulunmamaktadır342 (TTK. m. 378, 388/son).
Bununla birlikte, TTK. m. 370’e göre çağrı merasimine uyulmaksızın genel kurul
toplantısının yapılmasında ıskat edilen payların dikkate alınmaması gerekir.
Dolayısıyla ıskat edilenler dışında pay sahipleri ya da temsilcilerinin tümünün hazır
olması ve itiraz da etmemeleri koşuluyla genel kurul toplantısı yapılması mümkündür.
Yönetim kurulunun ıskata konu payların satışından önce mahkemece ıskat kararının
hükümsüzlüğüne karar verilmişse, ıskata konu edilen pay malikinin yokluğunda diğer
ortakların katılımıyla yapılan genel kurulda alınan kararlar yok hükmünde
sayılacaktır343.

(3) Iskat Edilen Payın Satılıp Sermaye Açığının Kapatılması


Iskatın gayesi, esas sermayesinin korunması ya da azalmasının
engellenmesi olduğundan, ıskat kararının ardından payın zaman geçirilmeksizin
satılması yani şirkete yeni bir ortağın bulunması gerekmektedir (TTK m. 407/II)344.
Ayrıca, bir kısım pay sahiplerinin sermaye koyma borçlarının ifasında temerrüde
düşmeleri nedeniyle bu payların ıskatı yoluna gidilmesine rağmen sahipsiz kalan
paylar satılıp bedeli şirketçe tahsil edilmedikçe sermayenin tamamen ödenmesi
koşulu sağlanmayacağından, esas sermaye artırımına gidilemez345.
Yönetim kurulunca payın satışından elde edilen bedelin, hisse senedinin
nominal değerinin altında olması durumunda, aradaki farkın ıskat edilen eski malik
tarafından ödenmesi gerekir (TTK. m. 408/III). Iskat edilen payın maliki, temerrüt faizi,
munzam zarar ya da şirket ana sözleşmesinde kararlaştırılmış bulunan cezaî şart
nedeniyle sorumlu olmamakla birlikte, ıskat edilen pay satılamadığı sürece, yeni
malikin ödemeleriyle kapanmayan açıklardan dolayı sorumlu kalmaya devam eder.
Iskat edilen payın malikinin bu nedenle ortaya çıkabilecek açıklardan kaynaklanan

342
Teoman, Şirketçe Devralınan Paylar, s. 272; Krş. Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 844, s. 503;
Saka, s. 166, Yiğit, s. 228.
343
Y. 11 HD.T. 9.11.2006, E. 2006/2935, K. 2006/11409 (Şenocak, Iskat, s. 291, dn. 77)
344
Iskat mütemerrit pay sahibine ait paya ortaklık yönetim kurulunun kararıyla el konulması olup, bu
durumdaki payların satımı ıskatın geçerliliği bakımından asli değil, tamamlayıcı bir unsurdur. Sönmez, s. 77.
345
Moroğlu, Esas Sermaye Artırımı, s. 43.
197

borçtan ibra edilebilmesine imkân yoktur. Buna karşılık ıskatın ardından ortaya çıkan
açıklardan ıskat edilen malikin herhangi bir sorumluğu söz konusu değildir346.

(4) Iskat Edilen Payın Satımı Nedeniyle Bilânco Kâr ya da Zararının Ortaya
Çıkması
Iskata konu paylara yönelik şirketin hakkı yalnızca bunların değerlendirilmesi
ile sınırlı olup başka türlü tasarruf edebilmesi ise olanaksızdır347. TTK.’nun 408/III.
maddesine göre, ıskat edilmiş pay sahibine ait hisse senetlerinin TTK. m. 286/I.’de
yer alan düzenlemenin aksine nominal değerinin altında bir fiyatla satışının yapılması
ise mümkündür348.
Öte yandan, ıskat nedeniyle gerek payın satımı ve gerekse ıskat edilen
ortağın yapmış olduğu kısmi ödemeler sonucunda bir bilânco kârı ortaya çıkmışsa,
bu miktarın TTK. 466/II. maddesi gereğince, kanuni yedek akçelere eklenmesi
gerekmektedir. Iskatın ardından satılan pay senedini iktisap eden yeni malik,
mütemerrit pay sahibine ait bütün hakları kazanmasına karşılık eski malike ait
sermaye borcundan sorumlu tutulamaz349. Yalnızca yönetim kuruluna taahhüt ettiği
satış bedelini ödemekle yükümlü olup, satışın ardından kendisinin anonim şirket pay
defterine tescil edilmesini talep edebilecektir.
Yönetim kurulunun sermaye alacağını elde edebilmek amacıyla giriştiği ıskat
yaptırımının sonuçsuz kalması yüzünden şirket esas sermayesinin üçte ikisi
kaybedilmişse şirketin kalan üçte bir sermaye ile yetinmeye karar vermesi hâlinde
dahi (TTK. m. 324) şirket alacaklıları tarafından üçte bir miktarda sermayenin kendi
haklarını güvenceye alma bakımından yetersiz olduğu gerekçesiyle fesih davası
açılabilir (TTK. m. 436). Benzer biçimde sermaye bedelinin tahsili konusunda yapılan
tüm girişimlerin sonuçsuz kalması neticesinde sermayenin üçte ikilik bölümü
kaybedilmiş olduğu durumda, genel kurul kalan sermaye ile yetinme kararı almadığı
takdirde pay sahiplerince şirketin infisahının tespiti istenebilecektir (TTK. m. 434/I,
b.3)

346
Değirmenci, s. 68-69; Göle, s. 129; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1034, s. 615.
347
Goette, w/Habersack, m./Kalss, S. Bd. I, § 64 Rdnr.70; Gehrlein, M./Hopt, K./Wiedemann, H. §64 Rdnr.
46; Schmidt, Lutter, §64 Rdnr. 37; Hüffer, U .,§ 64 Rdnr. 8. (Şenocak, Iskat, s. 291, dn. 78 naklen).
348
Göle, s. 128; Pay senetlerinin nominal değerlerinin altında bir bedelle devrine yasal olanak
tanınmamasının nedeni, ortaklığın kararlaştırılan sermaye miktarı ve bunu oluşturan pay bedellerini tam ve
eksiksiz olarak elde etmesini sağlamaktır. Bourne, s. 91.
349
Bürgi, W.F, Art. 681/682, N. 60; Höchli, H.J, s. 84, (Göle, s. 129, dn. 224 naklen).
198

(5) Iskat Nedeniyle Ortak Sayısının Beş Kişinin Altına Düşmesi


Iskat nedeniyle ortaya çıkabilecek olasılıklardan bir diğeri ise pay
sahiplerinden bir ya da bir kaçının sahibi bulunduğu bütün payların ıskat edilmesi
nedeniyle anonim şirketin ortak sayısının beşin altına inmesidir. Anonim şirketin
kurulabilmesi, en az beş kurucunun varlığını gerektirdiğinden (TTK. m. 277)
mütemerrit pay sahibinin ortaklıktan ıskat edilmesinden sonra payların üçüncü bir
şahsa satılmayıp boşta tutulması ve bu sebeple pay sahibi sayısının beşin altına
düşmesi nedeniyle şirketin feshinin istenebilmesi sonucunu doğurur350. Bu durumdaki
şirketin feshi talebiyle; alacaklılar, pay sahipleri veya STB. şirketin bulunduğu yer
ticaret mahkemesine başvurulabilir (TTK. m. 435/I). Ayrıca ortak sayısının beşten
aşağı düşmesi aynı zamanda Yasa’da bir infisah sebebi olarak da sayılmıştır (TTK.
m. 434/I, b. 4).
TTK.’nun 277. maddesinden farklı olarak TTK Tasarısı’nda (m. 338) anonim
şirket için asgari kurucu sayısı öngörülmemiş, böylece tek kişilik anonim şirketin
kurulmasına ve tek paysahibi ile devam etmesine izin verilmiştir. TTK. Tasarısı’nın
gerekçesinde de vurgulandığı üzere, bu yolla başarılı şirketlerin tek kişilik anonim
şirketin sağlayacağı olanaktan yararlanarak dağılmaktan ya da kaybolmaktan
kurtulmaları amaçlanmakta, tek kişilik anonim şirketin kurulması ya da tek pay sahibi
ile bu yapının devam edilmesine izin verilmektedir. Şirketin faaliyeti esnasında tek
pay sahibi olacak şekilde kendi payını iktisap etmesi ya da ettirmesi yasaklanmakla
birlikte, pay sahibinin bire düşmesi hâlinde işlem tarihinden itibaren yedi gün içinde
yönetim kuruluna yazılı olarak bildirilmesi, yönetim kurulu bildirimi aldığı tarihten
itibaren yedi gün içinde, şirketin tek pay sahipli bir anonim şirket olduğununu tescil ve
ilân ettirmesi öngörülmüştür. Ayrıca tek paysahibinin adı, yerleşim yeri ve
vatandaşlığı da tescil ve ilân ettirilir. Aksi hâlde doğacak zarardan, bildirimde
bulunmayan paysahibi ve tescil ve ilânı yaptırmayan yönetim kurulu sorumludur.
Dolayısıyla Tasarı’nın bu hükmü karşısında pay sahibinin ıskatı nedeniyle ortak
sayısının beş kişininin altına düşmesi, 330. madde gereğince özel kanunlarda asgari
ortak sayısının öngörüldüğü durumlar bir tarafa bırakılacak olursa hiçbir şekilde
infisah sebebi olarak görülemeyecektir351.

350
Y. 11 HD 18.11.1991, 1991/4289-6094 (Eriş, C. II), s. 2475; Değirmenci, s. 54.
351
Avrupa Birliği’nin 13 Aralık 1977 tarihli ve 77/91/CEE sayılı 2. direktifinin 5. maddesine göre ortak
sayısının asgari rakamın altına düşmesi ortaklığın infisahını neticelendirmez. Guy Moustaki, Valerie
Engammare, (çev. Ayşegül Sezgin Huysal), “Avrupa Birliği Şirketler Hukuku”, MÜHF-HAD, C. 14, s. 266.
199

Kanaatimizce, tek kişilik anonim şirketlerin, şirketler topluluğunda çatı şirket


olarak kullanılması, kurumsallaşmaya katkı sağlaması, vakıf işletmeciliğini
kolaylaştırması nedeniyle uygulamada önemli bir gereksinimi karşılayacağı
kuşkusuzdur. Bu gibi faaliyetler açısından göstermelik paysahibi yaratmak şeklindeki
girişimlere yol açılmaması, hukukî dürüstlüğe ve gerçekçiliğe uygunluk sağlanması
için pay sahibi sayısının beşin altına düşmesi şirketin infisah sebebi sayılmamalıdır.

c. Iskatın Üçüncü Kişiler Açısından Sonuçları

(1) Iskata Konu Pay Senedini Devralanın Hukuksal Durumu


Pay senedinde ifadesini bulan ortaklık haklarının varlığı ve içeriği, kanun
hükümleri, ortaklık ana sözleşmesi ve ayrıca kanunlara ve ortaklık ana sözleşmesine
uygun olarak alınan genel kurul ve yönetim kurul kararlarına tâbidir. Bu nedenle, ıskat
sonucunda pay senedinin ortaklık hakkını mündemiç bir kıymetli evrak niteliği ortadan
kalkacağından bunun eski malik tarafından üçüncü kişiye devredilmesi şirkete karşı
hüküm doğurmaz. Çünkü devir işlemine konu senede bağlı payın ıskatı nedeniyle,
pay senedinin içerdiği bir ortaklık hakkı kalmamaktadır352.
Iskat edilmesine rağmen şirkete iade edilmeyen TTK.’nun 409/III. maddesine
aykırı olarak çıkarılmış hamiline yazılı pay senedi üçüncü şahıs tarafından iyi niyetle
iktisap edilmiş dâhi olsa devralanın hukuken bu hakkının korunması olanağı
bulunmamaktadır. Bu nitelikteki bir pay senedini iyiniyetle iktisap eden kimse, ortaklık
payını temsil eden ve fakat TTK. m. 407 gereğince şirket yönetim kurulu tarafından
iptal edilmiş senede dayanarak bir hak iktisabının söz konusu olmadığı yönünde ileri
sürülen def’iye katlanmak zorundadır353. Aynı gerekçelerle ıskat edilen paya ilişkin
temettü kuponlarının muaccel kâr payını içermemeleri hâlinde iyiniyetle iktisap
edilmelerine imkân bulunmamaktadır354.
Iskat nedeniyle pay hakkını temsil niteliği kalmamış pay senedini devralan
BK.’nun 169 ilâ 171. maddelerinde düzenlenen alacağı temlik edenin temlik alana
karşı garanti yükümlülüğüne dair kurallara dayanarak temlik edene başvurabilmesi ve
bu kişinin garanti yükümlülüğü çerçevesinde sorumluluğu yoluna gidilmesi ise
mümkündür355. Devre konu pay, ıskat prosedürünün başlamasının ardından ancak

352
Şenocak, Iskat, s. 286.
353
Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, 2. bası, Ankara, 1997, s. 1515; Şenocak, Iskat, s. 286.
354
Goette, W/Habersack, M./Kalss, S. Bd. I, § 64 Rdnr.74 (Şenocak, Iskat, s. 287 naklen).
355
Şenocak, Iskat, s. 287.
200

henüz ıskat kararı verilmeden önce devredilmiş bile olsa BK.’nun 171. maddesine
göre devredenin sorumluluğu devam eder. Ancak bu durumda dahi devralan şahıs
temlikin yapıldığı esnada ıskat kararının verildiğini ya da prosedürünün başlatıldığını
biliyorsa devredenin anılan kurallar doğrultusunda sorumluluğuna gidilemez356.

(2) Pay Senedinin Üzerindeki Rehin ve Đntifa Hakkının Sona Ermesi


Ortaklık payının ıskat edilmesiyle, ilgilinin bu paya ilişkin hakları sona
ereceğinden bu pay üzerinde üçüncü kişilere tanınmış intifa ve rehin hakları da
kendiliğinden ortadan kalkar357. Bunun nedeni sınırlı aynî hak niteliğindeki intifa ve
rehin haklarının, esas sermayenin belli bir bölümünü temsil eden pay mevkii üzerinde
değil, doğrudan doğruya paydan kaynaklanan haklar üzerinde kurulmuş olmasıdır358.
Bu açıdan sınırlı aynî hakkın mutlak hak niteliği, pay defterine kaydedilmiş olup
olmaması, payın senede ya da ilmühabere bağlanıp bağlanmamasının bir önemi
bulunmamaktadır359.
Nitekim TMK.’nun 943. maddesine göre, taşınır rehni alacaklının zilyet
olmaktan çıkması ve onun zilyet olan üçüncü kişiden geri alınamaz hâle gelmesiyle,
TMK.’nun 796. maddesine göre intifa hakkına konu şeyin tamamen yok olması bu
hakkı sona erdirmektedir360. Rehin ve intifa hakkı sahiplerinin pay üzerindeki bu
hakların, ıskatın bir sonucu kendiliğinden yitirilmesine karşılık ıskata konu payın
sahibinin ıskat edilen bu paylar nedeniyle rehin ve intifa hakkı sahibine bakiye
sermaye taahhüdünü yerine getirme yükümü bulunup bulunmadığı konusu ayrıca
değerlendirilmelidir.
Bu konuda doktrindeki baskın görüş, ıskat edilen payın sahibinin, intifa ve
rehin hakkı sahibi olanlara karşı pay bedelini ödemekle yükümlü bulunmadığı ve bu

356
Kemal Oğuzman, Turgut Öz, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 6. bası, Đstanbul, 2009, s. 949;
Şenocak, Iskat, s. 287.
357
Goette, W/Habersack, M./Kalss, S. Bd. I, § 64 Rdnr. 64 (Şenocak, Iskat, s. 287 naklen); Forstmoser,
Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 39, s. 563; Hüffer, § 64, N. 6, s. 298; Kendigelen, Đntifa, s. 356; Göksoy, s. 59;
Schmidt, Lutter, § 64, s. 735; Spinder, Stilz, § 64, s. 517; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1070, s.
628.
358
Goette, W/Habersack, M./Kalss, S. Bd. I, § 64 Rdnr. 64 (Şenocak, Iskat, s. 287 naklen); Kendigelen,
Đntifa, s. 356; Göksoy, s. 59; Schmidt, Lutter, § 64, s. 735; Spinder, Stilz, § 64, s. 517; Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1070, s. 628.
359
Arslanlı’ya göre “Anonim şirketin ıskat hakkı üçüncü şahısların bütün haklarına takaddüm eder. Yalnız
hissedarlık sıfatının ıskatı sırasında muacceliyet kesbetmiş temettü talepleri varsa, bunların tediyesi istenebilir.
Buna mukabil hissedar sermayeye mahsuben yaptığı ödemeleri geri alamaz. Haksız iktisap talebinde de
bulunamaz. Hatta şirket payı ahere karla devretmiş olsa dahi mutalebede bulunamaz. Đptal edilen hisse senetleri
üzerinde üçüncü şahıslar da hak iktisap edemezler.” (Arslanlı, C. I, s. 184); Değirmenci, s. 65.
360
Şenocak, Iskat, s. 287.
201

kişilere karşı herhangi bir biçimde sorumlu da tutulamayacağı yönündedir361. Diğer bir
ifadeyle, pay sahibinin bakiye sermaye borcunu ifa hususunda intifa hakkı sahibine
karşı yükümlendiği herhangi bir borcu söz konusu olmadığından bu sebebe
dayanarak payın ıskatı hâlinde intifa hakkı sahibi sona eren hakkına dayanarak
uğradığı zarara karşılık pay sahibinden herhangi bir tazminat talebinde
bulunamayacaktır362.
TMK.’nda intifa hakkı nedeniyle malike bu konularda herhangi bir yükümlülük
getirilmediği gibi, tersine TMK. m. 812/I’de intifa hakkı sahibinin malı olduğu gibi
muhafaza etmekle ve olağan bakımlarını yapmakla yükümlü olduğu belirtilmiştir.
Đntifa hakkı sahibine TMK.’un anılan maddesinin üçüncü fıkrasının kıyasen
uygulanması yoluyla, pay sahibinin bakiye borcunu onun yerine ödeyebilme olanağı
tanınması yerinde olur. TMK. m. 820/III’te yer alan alacağın tehlikeye düşmesi
durumunda, alacaklı ya da intifa hakkı sahibinin diğerinden gerekli önlemleri almaya
davet edebileceği kuralı da bu görüşü destekler niteliktedir. Ortaklık payının ıskatı
durumunda intifa hakkı sahibinin haklarının gereği gibi korunamadığı dikkate alınacak
olursa, kıyas yoluyla uygulanması öngörülen kuralların, bu hukuki ilişkideki karşılıklı
çıkar dengesini ve amacını gözeten yorumların taraflar açısından tatmin edici
sonuçların sağlanmasına yardımcı olabilecekleri değerlendirilmektedir363.
Öte yandan ıskat kararının geçersizliğinin tespiti ya da ıskat edilen pay
sahibinin bu ortaklıktan aynı miktarda yeni bir pay iktisap etmesi hâlinde TMK. m. 798
gereğince intifa konusu şeyin tekrar yararlanılacak duruma gelmesi hâlinde intifa
yeniden kurulmuş alacağından, bu hak yeni paylar üzerinde tesis edilmiş olur. Bu
takdirde pay bedeli üzerindeki intifa hakkının kuruluşu, Yasa’nın hükmünden
kaynaklandığından intifa hakkının kuruluşu açısından daha önceden yapılmış şekli
işlemlerin tekrarına gerek bulunmamaktadır364.
Iskata konu pay üzerinde rehin hakkı var ve malik sermaye koyma borcunu
yerine getirmediğinde, rehin hakkı alacaklısının haklarını korumaya yönelik hukuksal
durumu intifa hakkı sahibine kıyasla daha elverişlidir. Çünkü pay üzerindeki rehin
hakkı tehlikeye düşen bu hakkın sahibinin MK. m. 865’e dayanarak bunların ortadan

361
Kendigelen, Đntifa, s. 341-342; Şenocak, Iskat, s. 288.
362
Şenocak, Iskat, s. 288.
363
Goette, W/Habersack, M./Kalss, S. Bd. I, § 64 Rdnr.65. (Şenocak, Iskat, s. 288, dn. 57 naklen);Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1039, s. 616.
364
Honsell, H./Vogt, N.P/Geıser, T. Basler Kommentar, Zivilgesetzbuch II, Art. 457-977 ZGB, Bd I, Zurich
2006, Art 750 Nr. 4, s. 1386 (Şenocak, Iskat, s. 288, dn. 56 naklen).
202

kaldırılması konusunda gerekli önlemleri alması için çeşitli olanakları vardır. Ayrıca,
MK.’nun 865 vd. maddelerde yer alan kurallar çerçevesinde rehin hakkı sahibinin,
bakiye sermaye borcunu pay sahibinin yerine kendisinin ödemesi de mümkündür365.

d. Pay ve Paydan Kaynaklanan Haklar Bakımından Sonuçları


Iskat ile birlikte pay sahibinin pay üzerindeki mülkiyet hakkı son bulmakla
birlikte bu durum payın temsil ettiği hak üzerinde etki yapmaz366. Ancak bu payın
akıbetinin ne olacağı konusunda TTK.’nda açık bir düzenleme bulunmadığı gibi bu
hususta doktrinde de birlik bulunduğu söylenemez.
Iskat edilen payın akıbetine dair ileri sürülebilecek görüşlerin üç başlık
altında değerlendirilmesi mümkündür. Bunlardan ilki; payın sahipsiz hâle geldiği367,
ikincisi; payın kanun gereği (ex lege) şirketin mülkiyetine geçtiği368, sonuncusu ise;
payın sahipsiz hâle gelmediği gibi mülkiyetin de şirkete geçmesinin söz konusu
olmadığı, buna karşılık pay üzerindeki mülkiyet hakkının şekli olarak payın bir
başkasına devrinin yapılması anına kadar ıskat edilen ortağın üzerinde kalmayı
sürdürdüğüdür369.
TTK.’nun 407. maddesinde şirket yönetim kurulunun mütemerrit pay
sahibine yönelik uygulayabileceği yaptırımlara ilişkin olarak yer verilen “iştirak
taahhüdünden (…) mahrum etme” ve “yerine başka ortak almaya” şeklindeki
ifadelerin, ıskat sonucunda payın sahipsiz hâle geleceğini ifade ettiği söylenebilir.
Değirmenci’ye göre bu ifadelerin yanı sıra ıskat edilenin yerine payları iktisap eden
pay sahibinin pay bedellerini aşan ödemelerinin yedek akçeye eklenmesinin ve payı
devralanın bakiye bedelden sorumlu olmaması bu yorumu zorunlu kılmaktadır370.
Payın kanun gereği (ex lege) şirketin mülkiyetine geçtiğini kabul eden ikinci
görüşe göre TTK.’nun 1. ve 138. maddelerinin yollaması ile borçlunun temerrüdü
hâlinde alacaklının sözleşmeyi fesih hakkını düzenleyen BK. 106/II, 108/II ve 211/III.
maddeleri doğrultusunda ıskat edilen payların hukuksal durumunu şirkete verilen
tazminat hakkı olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla bu paylar şirkete ait

365
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1039, s. 616.
366
Sönmez, s. 76.
367
Arslanlı, C. I, s. 184; Değirmenci, s. 65; Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 286; Moroğlu, Đştirak
Taahhütleri, s. 46; Teoman, YTH, I, s. 90.
368
Domaniç, Şerh, II, s. 1335; Özdamar, s. 237; Göle, s. 124.
369
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1068, s. 627.
370
Değirmenci, s. 65.
203

olacaktır371. Ancak, ıskata konu payların akibetine yönelik ileri sürülen bu görüş
doğrultusunda payların kanunen şirkete geçtiğinin kabulüne olanak
bulunmamaktadır. Her şeyden önce bir hakkın kanunen iktisabından söz edilebilmesi
bu yönde yasal düzenlemenin varlığını zorunlu kılmaktadır. Oysa bu hususta
doğrudan bir yasal düzenleme bulunmadığı gibi, Yasa’nın geniş yorumuyla dahi bu
sonuca ulaşılabilmesi mümkün değildir372. Bu nitelikteki bir payın mülkiyetinin şirkete
geçtiği kabul edildiği takdirde, devralan yeni pay sahibi tarafından ödenen bedelin
yanı sıra bakiye pay bedellerinden de sorumlu tutulması ve ayrıca satım karşılığında
şirket tarafından elde edilmiş bulunan hasılatın “kâr” olarak nitelendirilmesi gereği
ortaya çıkardı. Oysa ıskatta böyle bir durumun varlığı söz konusu olmamaktadır373.
Ayrıca ıskat edilen payın akibetine dair ileri sürülen bu görüşün yasal
dayanağı da yoktur. Bu çözüm tarzının kabulünü gerektiren somut gerekçelere
doktrinde de yer verilmemiştir374. Aynı gerekçelerle ıskat edilen payın şeklen eski
malik üzerinde kalmaya devam ettiğinin de kabulü mümkün gözükmemektedir.
Iskat edilen payın hukuki durumuna ilişkin ileri sürülen görüşler TTK.’nun
sistematik yapısı dikkate alınarak değerlendirildiğinde en uygun çözümün, ıskat
edilen payların sahipsiz hâle geldiğinin kabul edilmesi ve yönetim kurulu yasadan
kaynaklanan yetkisi çerçevesinde bunları değerlendirmesinin gerektiği sonucuna
varılmaktadır375. Bu arada TTK Tasarısı’nın 389. maddesinde yer verilen “Şirketçe
devralınan paylar genel kurulun toplantı nisabının hesabında dikkate alınmaz.
Bedelsiz payların iktisap edilmesi hariç, şirketin devraldığı kendi payları, şirkete hiçbir
pay sahipliği hakkı vermez.” hükmü karşısında durum pratik açıdan önem
kazanmıştır376. Tasarı’nın bu hükmü ile ıskat edilen payların sahipsiz hâle geldiği
fikrinin kabul edildiğinin söylenmesi olanaklıdır.
Iskat nedeniyle sahipsiz duruma düşen paylardan kaynaklanan hakların
genel olarak donduğu377 söylenebilir ise de her bir hakkın kullanımı, temsili ve
yararlanılması bakımından doktrinde farklı görüşlerin bulunduğu da görülmektedir. Bu

371
Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1133.
372
Değirmenci, s. 66; Teoman, Yaşayan Ticaret Hukuku, I, s. 90.
373
Değirmenci, s. 66; Krş. Domaniç, II, s. 585-587; Özdamar, s. 215; Poroy(Tekinalp/Çamoğlu),
Ortaklıklar, N. 434, s. 242.
374
Değirmenci, s. 66
375
Arslanlı, C. I, s. 184; Kalyoncu, s. 119; Dönmez, s. 66; Değirmenci, bu konunun yapılacak bir kanun
değişikliği ile açıklığa kavuşturulması, paydan doğan hakların akıbetinin ve payın değerlendirilmesinin hukuki
niteliğinin sağlam temellere oturtulması açısından yararlı olacağı görüşündedir. (s. 66).
376
Değirmenci, s. 65.
377
Çeliktaş, s. 200-201; Değirmenci, s. 67; Kalyoncu, s. 119; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N.
1068, s. 627.
204

çerçevede ıskata konu pay ile bağlantılı katılma haklarının (oy, bilgi alma, iptal davası
açma, organlarda görev alan üyeleri denetleme, ibra etme veya reddetme, kârın
dağıtılmasını sağlama, oranını belirleme, genel kurula katılma vb.) TTK. m. 329/III’de
yer alan “Şirketçe devralınan payların umumi heyette temsili caiz değildir.”
tümcesinden hareketle hiç kimse tarafından kullanılmasına olanak bulunmadığı
konusunda doktrinde görüş ayrılığı bulunmazken378, malî haklara ilişkin ise görüş
birliğinin bulunduğunun söylenmesi olanağı yoktur. Örneğin Đmregün379, şirket
yönünden söz konusu haklardan yararlanma konusunda bir yasaklamanın
bulunmadığını dolayısıyla malî haklardan yararlanması gerektiğini savunurken,
Tekinalp380 şirketin iktisap ettiği paylardan doğan kâr paylarının serbest yedek
akçelere eklenmesinin gerektiğini ifade etmektedir. Buna karşılık Teoman’a381 göre
ise kâr payı ve tasfiye bakiyesinin bölüşülmesinde anılan payların hesaba
katılmaması gerekmekte ve şirketin bedelsiz payları bu şekilde iktisap edebilmesi
olanağı bulunmamaktadır.
ĐBK. m. 659/f.5’den tercüme edilerek hukukumuza alınmış olan bu kuralın,
şirketin kendi edindiği paylardan doğan hakların tümünü kullanıp kullanamayacağı
konusunda gerekli ölçüde açıklık taşımadığı, yalnızca yönetime katılma haklarına
değinmekle yetindiği görülmektedir. Buna karşılık Alm.POK § 71 f. 6’da anonim
şirketin iktisap ettiği kendi paylarından kaynaklanan hakları kullanamayacağı, aynı
kuralın payları şirket hesabına edinen üçüncü kişi hakkında da geçerli olduğu
belirtilmektedir. Bu kural oy hakkından yoksunluk hâlinin düzenlendiği § 136’da da
tekrarlanmaktadır. Gerçekten Yasa’da “temsil”den söz edilmesine karşılık, bu kuralın
oy vermeyi, dar anlamda genel kurula katılmayı, iptal davası açmayı ve azınlık
haklarını kullanmayı da kapsadığına kuşku yoktur382.
Söz konusu değerlendirmeler doğrultusunda, paydan kaynaklanan katılma
hakları ve malî haklar arasında ayırım yapılmasını haklı kılacak bir durum
bulunmamaktadır. Iskat ile boşta kalan paylar üzerindeki oy ve katılım haklarının
kimse tarafından kullanılmasının söz konusu olmadığı gibi bu paylara ilişkin malî

378
Arslanlı, Anonim Şirketler, C. II, s. 33; Çeliktaş, s. 229; Çevik, Anonim, s. 76; Değirmenci, s. 67;
Domaniç, TTK Şerhi II, s. 586; Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 279; Kalyoncu, s. 119; Kaya, Bilgi Alma Hakkı,
s. 134; Özdamar, s. 238; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 844, s. 503; ; Yılmaz, s. 65; Krş. Teoman,
Şirketçe Devralınan Paylar, s. 374-375).
379
Đmregün Anonim Ortaklılar, s. 279.
380
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1073, s. 628.
381
Ömer Teoman, “Limited Ortaklığın Edindiği Kendi Paylarından Doğan Hak ve Borçlar ve Edinmenin
Diğer Bazı Sonuçları”, Otuz Yıl Ticaret Hukuku- Tüm Makalelerim- C. I, 1971-1982, Đstanbul, 2000, s. 153.
382
Teoman, TTK m. 329, f. 3, c.2, s. 374-375.
205

hakların da şirketçe kullanılmasının mümkün bulunmadığının kabul edilmesi


gerekmektedir383. Öte yandan, TTK. m. 329/III’ün son tümcesinde yer alan “Şirketçe
devralınan payların umumi heyette temsili caiz değildir.” hükmü ile benimsenmiş olan
kural, şirketin kendisine ait payların iktisap edilmesinin doğal sonucu olmayıp, bir
yasama tercihidir384. Şirketin kendi paylarından doğan oy haklarını kullanamaması
durumu doktrinde “oy haklarının donması” olarak nitelendirilmiştir385. Başka bir
deyişle bu nitelikteki paylar, yalnızca gelecekte devir edilmeleri koşuluyla bir değer
taşımaktadırlar.
Şirketin bir payın iktisap edilmesi, payın ortadan kalkmasına ve
bağımsızlığını yitirmesine neden olmadığından kural olarak oy hakkının da
kullanılabilmesi gerekirdi. Ancak yasa koyucunun bu konudaki tercihini, yönetim
kurulunca sermaye riski altına girmeden ve ortaklık araçlarını kullanmak suretiyle
genel kurulda temsil avantajı elde etmesinin önüne geçilmesi yönünde kullandığı
görülmektedir386. Bu yolla aynı zamanda yönetim kurulunun, iktisap edilen paylardan
kaynaklanan katılma haklarını kullanarak özellikle de azınlık aleyhine çıkabilecek
olan hakkaniyete aykırı temsil adaletsizliği engellenmiştir.
Bu arada vurgulanması gereken bir başka husus ise paya ilişkin bu hakların
donması ile paydan doğan hakların ortadan kalmasının söz konusu olmayıp, aksine
yoksunluğa neden olan olayın giderilmesinin, yani payların üçüncü kişiye devrinin
gerçekleşmesiyle birlikte, bu hakların tekrardan kullanılabilir hâle geldiğidir387.

383
Arslanlı, C. I, s. 184; Değirmenci, s. 67; Kalyoncu, s. 120.
384
Hüküm, mehaz Eski ĐBK. m. 659’dan alınmıştır. Đsviçre’de bu hüküm daha sonra revize edilmiş ve konu
659, 659 a ve 659 b maddelerinde yeniden kaleme alınmıştır. Bunlardan 659. maddede iktisabın sınırları, 659 a
maddesinde iktisabın sonuçları ve 659 b maddesinde ise yavru ortak tarafından ana ortaklığın paylarının iktisabı
düzenlenmiştir. Bu değişiklikte dikkat çeken husus, ortaklığın kendi paylarını rehin alma yasağının kaldırılması,
ortaklığın öz sermayesinin yeterli olması koşuluyla esas sermayenin %10’luk bölümü kadar bir oranda kendi
paylarını iktisap imkânının getirilmesi ve bu paylardan kaynaklanan oy hakları ile diğer hakların donacağıdır.
Forstmoser/Meier-Hayoz/Nobel, §.24, N.84-85, (Kaya, Bilgi Alma Hakkı, s. 134-135, dn. 28 naklen). Amerikan
Hukukunda kural olarak herkes ve hatta ortaklığın kendisi dahi kendi paylarını iktisap edebilir. Ancak ortaklığın
kendi payını iktisabının ortaklık sermayesinden bir iade niteliği taşımaması gerekmektedir. Hatta ortaklık ana
sözleşmesine konulacak bir hükümle, ortaklık paylarının devrinin belli bazı kayıt ve şartlara bağlanması, payını
üçüncü kişilere devretmek isteyen pay sahiplerine devirden önce mevcut pay sahiplerine ya da şirkete satın alma
konusunda teklif götürmesi şartı konulabilir. (Đmregün, Amerikan Ortaklıklar Hukuku, s. 65).
385
Kaya, Bilgi Alma Hakkı, s. 133; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 946, s. 563; Teoman,
“Şirketçe Devralınan Payların”, s. 376; Hirsch,THD, s. 281. Hircsh, bu durumdaki paylardan kaynaklanan hak
ve borçların “uyuşuk” olduğundan söz etmektedir.
386
Ömer Teoman, Anonim Ortaklıkta Pay Sahibinin Oy Hakkından Yoksunluğu, Ankara, BTHAE,
1983, s. 59; Krş. Değirmenci, ıskat edilen payın sahipsiz hâle geldiği görüşü bağlamında ıskat edilen paylar ile
ilgili olarak oy hakkı ve bu kapsamdaki katılma haklarının kullanılmamasının nedeninin bir yasama tercihi
olmanın da ötesinde, bu payın bir sahibinin bulunmaması olduğu görüşündedir. Ortaklığın kendi payını iktisap
etmesi ile ıskat yüzünden payın sahipsiz hâle gelmesi birbirinden bu açılardan farklıdır. (Değirmenci, s. 67).
387
Teoman, “Şirketçe Devralınan Payların”, s. 376.
206

e. Iskatın Pay Senedi Üzerine Etkisi

(1) Pay Sahipliği Hakları ile Pay Senedi Arasındaki Bağın Ortadan Kalkması
Iskat kararı ile pay sahipliğinden kaynaklanan haklar ile hisse senedi
arasındaki bağ çözülmüş olur ve pay senedi de kıymetli evrak olma niteliğini
kaybeder388. Başka bir deyişle ıskat kararı doğrultusunda senedin iptali, senet
üzerinde ortaklık hakkının bundan böyle mündemiç bulunmadığına ilişkin maddi
gerçeğin şeklen ifadesidir389. Iskat kararıyla mütemerrit pay sahibinin temerrüt
konusu paylar yönünden pay sahipliği sıfatı sona erdiğinden elinde bulunduran pay
senetlerinin iptali gerekir. Ancak ıskatın pay mevkii üzerinde bir etkisi etkisi yoktur390.
Pay senedinde ifade edilen ortaklık haklarının varlığı ve içeriği, bu husustaki
mevzuat ve şirket ana sözleşmesine uygun olarak genel kurul ya da yönetim
kurulunun usulüne uygun biçimde aldığı kararlara bağlıdır. Bu yüzden, ıskat kararıyla
birlikte, karara konu senedin üzerinde artık tecessüm eden bir ortaklık hakkı
kalmamaktadır391.

(2) Iskat Edilen Pay Sahibinin Şekli Olarak Ortak Gözükmesi


Iskat kararının ardından payın mütemerrit maliki ortaklık haklarından yoksun
hâle gelmekle birlikte, şirketçe ıskat edilen payın bir başkasına devrine kadar geçici
bir süreliğine de olsa şeklen payın sahibi olarak kalmaya devam etmektedir. Yani
ıskat edilen ortağın şekli açıdan ortaklığının sona ermesi, şirketin ıskat edilen payı
değerlendirip tasarruf etmesi ve bu payı üçüncü kişiye devretmesiyle birlikte sona
ermektedir392.
TTK. m. 407/II’de “Đptal edilen hisse senetleri ele geçirilemiyorsa iptal kararı
37 nci maddede yazılı gazetede ve ayrıca esas mukavelenin derpiş ettiği şekilde ilân
olunur.” kuralı yer almaktadır. Yasa koyucu bu düzenlemeyle iptal edilen pay
senetlerinin şirketçe ele geçirilemediği takdirde, eski pay sahibince kötüye
kullanılmasının önüne geçmek amacıyla, öncelikle iadelerini isteme, yapılan talebe
rağmen geri verilmemeleri hâlinde ise pay senetlerinin iptali yükümlülüğünü

388
Goette, W/Habersack, M./Kalss, S. Bd. I, § 64 Rdnr.73 (Şenocak, Iskat, s. 284 naklen); Kropff,
Semmler, § 64, s. 301-302; Schmidt, Lutter, § 64, s. 736; Spindler, Stilz, § 64, s. 517.
389
Hochli, J. H. s. 57 (Şenocak, Iskat, s. 285 naklen)
390
Çeliktaş, s. 26-30; Schmidt, Lutter, § 64, s. 736.
391
Şenocak, Iskat, s. 286; Kropff, Semmler, § 64, s. 301-302.
392
Şenocak, Iskat, s. 289.
207

getirmiştir. Ayrıca şirket yetkili organınca alınan kararın, TTK. m. 37’de belirtilen
gazetede ve ana sözleşmede öngörülen yollarla ilân edilmesi zorunluluğu
bulunmaktadır393. Đptal edilen pay senetlerinin iadesini temin amacıyla Yasa’da
getirilen bu yükümlülüğe uygun olarak gerekli girişim ve ilânları yapmayan ortaklık,
ıskat edilen bu senetleri iyiniyetle devralmış olan üçüncü kişilerin, iktisaplarının
geçersizliği nedeniyle uğradıkları zararlarından dolayı haksız fiil hükümlerine göre
sorumlu olacaklardır (BK. m. 41 vd.)394.

7. Iskat Edilen Payın Değerlendirilmesi


Iskatın öncelikli amacı, esas sermayenin temin edilmesi ve korunması
olduğundan, yönetim kurulunca ıskat edilen pay sahibinin yerine yeni bir ortağın
bulunması gerekmektedir395. Sermaye koyma taahhüdünden kaynaklanan ancak pay
sahibinin temerrüdü nedeniyle şirketçe yoksun kalınan ıskata konu sermaye payının
değerlendirilmesinin hukuksal niteliğinin belirlenmesi, yöntemi ve bağlam kurallarının
değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır. Şöyle ki;

a. Payın Değerlendirilmesinin Hukuki Niteliği


Anonim şirketlerin ana sözleşmelerinde değişiklik yapılmadığı sürece pay
mevkilerinde azalma olmayacağından mütemerrit pay sahibinin iştirak taahhüdünden
ve yaptığı ödemelerden yoksun bırakılması sonucunda pay itfa edilmiş olmaz,
hukuken varlığını sürdürmeye devam eder396. Geçerli bir ıskat kararının ardından,
şirket yönetim kurulundan bu payı iktisap eden yeni malik, payın olağan devrinde
olduğu gibi ıskat edilen ortağın hak ve yükümlülüklerine sahip olur397.
Iskat neticesinde sahipsiz hâle gelen payların değerlendirilmesi doktrinde her
ne kadar “satım”398 olarak nitelendirilmekte ise de bu durumdaki payların
değerlendirilmesi satımdan daha çok katılma taahhüdü niteliğindedir399. TTK.’nun
407. maddesinde mütemerrit pay sahibine yönelik, iştirak taahhüdünden mahrum
edilme ve yerine başka ortak alınmasının düzenlenmesi, TTK. m. 408/III’te ise ıskat

393
Hirsch, Ticaret Hukuku, s. 197.
394
Goette, W/Habersack, M./Kalss, S. Bd. I, § 64 Rdnr.74 (Şenocak, Iskat, s. 287).
395
Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 40, s. 563; Spindler, Stilz, § 64, s. 517.
396
Arslanlı, C. I, s. 184.
397
Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 45, s. 563.
398
Ortaklık yönetim kurulunun ıskat nedeniyle sahipsiz hâle gelmiş bulunan, bu payları satarak
değerlendireceğinden hareketle, bu durum doktrinde satım olarak nitelendirilmektedir. Arslanlı, s. 198; Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1068, s. 627; Teoman, YTH, I, s. 89; Göle, s. 127.
399
Değirmenci, s. 72; Domaniç, Şerh II, s. 1329.
208

ile pay sahibinin taahhüt ettiği sermaye payından yaptığı ödemeleriyle kapanmayan
açıkların tazmininin amaçlandığının anlaşılması bu hususu ortaya koymaktadır400.
Iskata konu payın değerlendirilmesinin, yönetim kurulunun adeta icra dairesi gibi
hareket ederek sattığı kabul edildiği takdirde, payı iktisap eden kişinin ödediği bedelin
“semen”, bu yolla şirketin elde ettiği hâsılatın “kâr” olduğunu401, ayrıca bu payı iktisap
eden yeni malik pay defterine kaydedilmesinin ardından bakiye pay bedelinden de
sorumlu hâle geldiğinin kabul edilmesi gerekirdi402.
Iskat edilen payların şirket yönetim kurulunca değerlendirilmesi, bu süreçte
yeni paylar ortaya çıkmadığından yeni pay ihracından farklıdır. Dolayısıyla TTK.’nun
394. maddesinde düzenlenen yeni pay alma hakkının konusu yalnızca sermaye
artırımında ihraç edilen paylar olduğundan, mevcut pay sahiplerinin bu payların
değerlendirilmesi esnasında herhangi bir öncelik hakları bulunmamaktadır.

b. Payın Değerlendirilmesi Usulü


Yönetim kurulu ıskat edilen paylar için vakit geçirmeksizin yeni ortak almak
amacıyla girişimlerde bulunmak zorundadır403. Iskat edilen ortağın yerine yenisinin
alınması gerektiği hususu TTK. 407/II. maddesinde yer almakla birlikte404 bunun ne
şekilde yapılacağı konusunda bir hüküm bulunmamaktadır405. Bu nedenle doktrinde
yönetim kurulunun söz konusu payları değerlendirmede izleyeceği yöntemi dilediği
gibi seçme yetkisine sahip bulunup bulunmadığı tartışmalıdır.
Bu konuda ileri sürülen görüşlerden birisi, limited şirketlerde sermaye koyma
borcunun yerine getirilmemesi nedeniyle çıkarılan ortağın payının satımına ilişkin
TTK.’nun 530. maddesinin örnekseme yoluyla ıskat edilen anonim ortaklık payı

400
Değirmenci, s. 72.
401
Krş. “Madde 530 - Şirketten çıkarılan ortağın payı diğer bir ortak tarafından hakiki değeri üzerinden
devralınamadığı takdirde şirket tarafından açık artırma yoliyle satılabilir. Çıkarılan ortak da dâhil olduğu halde
bütün ortakların muvafakatiyle payın diğer bir şekilde paraya çevrilmesi caizdir.
Elde edilen paradan ortağın borcu kesildikten sonra geri kalanı ortağa verilir.”
402
Değirmenci, s. 73.
403
Erdem, yönetim kurulunun yalnızca ıskat kararı almasının yeterli olmayacağını, ayrıca ve aynı zamanda
ıskata konu payları birisine tahsis etmek zorunda bulunduğu görüşündedir (H. Ercüment Erdem, THYKS XVII,
Bildiriler, Tartışmalar, Ankara, BTHAE, 9-10 Haziran 2000, s. 71). Bu görüş ıskat kararı ile bu payın
değerlendirilmesinin ayrı birer safha olduğu ve ayrıca her iki işlemin birlikte yapılmasındaki zorluklar nedeniyle
eleştirilmekte ve benimsenmemektedir. Battal, Tartışmalar, s. 77; Değirmenci, s. 52; Sönmez, s. 74.
404
Arslanlı, C. I, s. 184; Doğanay, s. 1084; Göle, s. 125-128; Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 285; Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), N. 1068, s. 627; Teoman, s. 92.
405
Eski Ticaret Kanunu'nu m. 413/III’te bu husus açık biçimde hükme bağlanmıştı. Maddede yer alan kural,
“… şirket bahsedilen hisseyi borsa fiyatına ve mezkur hisse borsada mukayyet değil ise bilmüzayede baliğ
olduğu fiatla talibine füruht … eder.” hükmünü içermektedir. Bu hüküm doğrultusunda söz konusu payların
borsa kaydı bulunmakta ise borsada, aksi takdirde ise açık artırma ile satılabilmesi gerekmekteydi.
209

bakımından da uygulanması gerektiğidir406. Ne var ki bu görüş, anılan kuralın limited


şirketlerde ortağın çıkarılmasına dair istisnai bir hüküm olduğu ve ortağın kişisel
özelliklerinin önemi nedeniyle limited şirketlere uygun olmakla beraber, örnekseme
yoluyla anonim şirketlere uygulanmasının mümkün bulunmadığı gerekçesiyle
eleştirilmektedir407. Buna ilâve olarak limited ortağın ihracı usulünde, ortaklıkta pay
sahibi olanların tümüne ön alım hakkını kullanmaları konusunda duyuru yapılmasının
gerekmesi, açık artırma dışında bir yöntemin uygulanabilmesi için çıkarılan da dâhil
olmak üzere bütün ortakların muvafakatinin aranması ve payların değerlendirilmesi
usulündeki farklılıklar da bu görüşü desteklemektedir408.
Bu husustaki diğer bir görüş ise, ıskat nedeniyle sahipsiz hâle gelen payların
değerlendirilmesinde şirket yönetim kurulunun izleyeceği yöntemi, dürüstlük
kurallarına uygun olarak serbestçe belirlemeye yetkili olduğu yönündedir. Başka bir
deyişle şirket yönetim kurulunca satışın elden, açık artırma yoluyla veya borsada
yapılmasının mümkün olduğu değerlendirilmektedir409. Iskatın amacının şirketin
malvarlığının tam olarak teşekkülünün sağlanması olduğu410 yaklaşımıyla, bu konuda
yönetim kurulunun dürüstlük kuralı dışında başka sınırlamaya gidilmesinin uygun
olmadığı ileri sürülmektedir. Ayrıca şirket yönetim kurulunun ıskat edilen payları,
piyasa koşullarına uygun olarak en iyi şekilde değerlendirebilecek konumda olduğu
açıktır411.
Kanaatimizce, ortaklık paylarının borsa fiyatı bulunmadığı takdirde bu pay
senedinin açık artırmayla satılması ortaklık, diğer pay sahipleri ve şirket alacaklıları
açısından en yararlı yöntemdir. Bu şekilde yapılacak olan satım işleminden mümkün
olduğunca çok kişinin haberdar edilmesi amacıyla uygun araçlarla ilan edilmesinde
de yarar bulunmaktadır412.

406
Arslanlı, C. I, s. 185.
407
Poroy (Tekinalp /Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 496, s. 289-290; Teoman, YTH 1, s. 91 vd.
408
Değirmenci, s. 74.
409
Kalyoncu, s. 117; Göle, s. 127; Kropff, Semmer, § 65, s. 331; Schmidt, Lutter, § 65, s. 745; Arslanlı’ya
göre sahipsiz kalan payın başkasına devri konusunda menfaatler dengesi açısından aralarındaki benzerlik
nedeniyle limited şirketler hakkındaki TTK.’nun 530. maddesinin uygulanması gerekmektedir. Ancak, satım
sonucunda elde edilen ödemeler, pay bedelini aştığı takdirde bu kısım şirkete kalır. (Arslanlı, C. I, s. 185).
410
Kropff, Semmler, § 64, s. 286.
411
Değirmenci, s. 74; Göle, s. 127; Teoman, YTH 1, s. 93; Yönetim kurulunun bu süreçte özen
yükümlülüğüne aykırı hareket etmesi sorumluluğunu neticelendirir. Schmit, Lutter, § 65, s. 745.
412
Göle, satıştan mümkün olduğunca çok kişinin haberdar olabilmesi bakımından ortaklık yönetim
kurulunun bu yöndeki kararının Türkiye TSG.’ nde ilan edilmesinin yararlı olacağını ileri sürmektedir. Ne var
ki, Türkiye TSG’nin anılan işlevi yerine getirmekten yoksun olduğu değerlendirilmektedir. Göle, s. 127 Krş.
Değirmenci, s. 74, dn. 18.
210

Öte yandan, mütemerrit pay sahibinin ıskatının ardından ortaklık pay mevkii
azalmayacağı ve şirketin kendi payını da iktisabı söz konusu edilemeyeceği için,
geçici olarak ortaklıkta kalan bu payların, eksik kalan sermayenin temini ve
muhafazası için boşalan yerin bir an önce doldurulması gerekmektedir. Yönetim
kurulunun ıskata konu payları uzun süre satmayarak şirket nezdinde muhafaza
etmesi, esas sermayenin tamamen ödenmesi gereğine aykırılık oluşturacağından,
sermaye artırımına engel oluşturacak ve dolayısıyla da şirketin dış kaynaklardan
finansman sağlaması imkânını da ortadan kaldıracaktır. Bu durum yönetim kurulu
üyelerinin TTK.’nun 336/IV. maddesi bağlamında sorumluluğunu neticelendirir413. Bu
payların değerlendirilmesinde, TTK.’nun 286/I. maddesindeki itibari kıymetlerinden
aşağı bir bedel ile hisse senedi çıkarılamayacağı ilkesi geçerli olmadığından yönetim
kurulunun bu payları itibari değerinin altında bir bedelle satabilmesi imkânı da
bulunmaktadır. Ancak bu durum, yönetim kurulunun, ıskat edilen payların
değerlendirilmesi konusunda hiçbir kısıtlamaya tâbi olmadan, keyfi hareket
edebileceği biçiminde yorumlanmamalıdır. Iskatın uygulanmasındaki amaç göz
önünde tutulduğunda, itibari değerinin altında bir bedelle payın
değerlendirilebilmesinin ancak, yönetim kurulunun gösterdiği tüm çabaya rağmen,
payların gerçek bedeli üzerinden değerlendirilmesinin mümkün bulunmadığı takdirde
söz konusu olabilir414. Yönetim kurulunun bu paylara karşılık yüksek fiyat teklifini
reddetmesi ve düşük fiyattan değerlendirmesi haklı bir nedene dayanmadığı takdirde
bu organın sorumluluğunu neticelendirir415.
Bu, ıskat edilen pay sahibinin karşılanmayan açıklardan sorumlu olması ve
eski pay sahibinin korunması gereğinin doğal sonucudur. Yargıtay kararlarında da
vurgulandığı üzere, ıskat nedeniyle eski pay sahibinin sorumlu tutulmasını
sonuçlandıracak miktarın olabildiğince sınırlı tutulmasının gerekmesi de bu görüşü
desteklemektedir416.

413
Çeliktaş, s. 201; Çevik, s. 740.
414
Yönetim kurulunun ıskat edilen payları değerlendirirken, bunları taahhüt eden yeni malikin ödeme
gücünü de dikkate alarak, pay bedellerini ifa edebilecek ekonomik güce sahip olup olmadığını araştırma
konusunda özen yükümlülüğü bulunmaktadır. Kropff, Semmler, § 64, s. 338; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel,
§ 44, N. 43, s. 563; Schmidt, Lutter, § 65, s. 746.
415
Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 43, s. 563
416
Y. 11. HD 3.6.1982, E. 1982/2121, K. 1982/2676, “… davalının sermaye değer artırımı ve kendine ait
pay senetlerinin nominal değeri üzerinden değil de açık artırma yoluyla daha yüksek değer üzerinden satılması
gerektiği savunma ve iddiaları da gözetilerek uzman bir bilirkişi kurulundan alınacak rapora göre karar vermek
gerekirken…” (Eriş, C. II, s. 2475)
211

Iskat edilen payların satımının esas itibarıyla peşin para ile yapılması
gerekmekle birlikte şirketin menfaatlerine uygun düşmesi hâlinde alıcıya pay
bedellerini ifa için belirli bir vadenin tanınması imkânı da bulunmaktadır417. Ayrıca,
ıskat edilen payların mutlaka nakit olarak değerlendirilmesi zorunluluğu
bulunmadığından yönetim kurulu bu payları ayın karşılığı da değerlendirilebilir. Yine
ıskat işlemine konu payların nakit dışı sermaye taahhüne karşılık çıkarıldığı durumda
dahi bu payların nakit karşılığı değerlendirilmesi olanaklıdır.
Burada ıskat neticesinde sahipsiz hâle gelmiş pay senetlerinin şirketçe satın
alınmasına yasal engel bulunup bulunmadığı hususunun da değerlendirilmesinde
yarar bulunmaktadır. Bilindiği üzere, şirketin kendi paylarını temellük etmesinin
genellikle şirketin sermayesinin geri verilmesi anlamına geldiği ve şirket
alacaklılarının durumlarını tehlikeye sokacağı gerekçesiyle418 istisnai bir kısım
durumların dışında kabul edilmemektedir. Bu nedenlerle şirketin kendi pay senetlerini
temellük etmesine, hatta rehin olarak dahi kabul etmesine olanak bulunmamaktadır.
Ayrıca hisse senedinin gerçek değerini etkileyebilecek işlemlere (manipülatif amaçlı
işlemler) ve bu yolla hissedarların zarara uğratılmalarına yol açması olasılığı da
yasak konulmasının diğer bir amacıdır. Bu yüzden, anonim şirketin sermaye artırımı
sırasında kendi hisse senetlerini taahhüdü de geçersizdir419.
Iskat nedeniyle sahipsiz hâle gelen paylar bakımından da durum aynıdır.
Şirketin TTK. m. 329’da yer alan iktisap yasağı nedeniyle kendi payını taahhüt
edebilmesi mümkün değildir. TTK. m. 329/f. I, b.4 gereğince, hisse senetlerinin devir
veya rehin alınması keyfiyeti ana sözleşmeye göre şirket konusuna giren işlemlerden
olsa bile durum aynıdır420. Yavru şirketler bakımından da bu yasaklılık hâli geçerlidir.
Çünkü ıskat neticesinde sahipsiz hâle gelen payların değerlendirilmesi şirketin iştigal
konusuna girmemekte ve ticari bir muamele olarak kabul edilmesine de olanak

417
Schmidt, Lutter, § 65, s. 747-748.
418
Adliye Encümeni Mazbatasında bu maddenin amacı, ortaklığın kendi hisse senetlerini temellük veya
rehin almak suretiyle ortaklığın kendi malvarlığı olan esas sermayesini, söz konusu hisse senetleri için
harcayarak ortaklıktan alacaklı olan üçüncü kişilerin, alacaklılık durumlarını tehlikeye düşürülmesinin
engellenmesi olduğu ifade edilmiştir.
419
Bülent Murat Haholu, “Anonim Ortaklıkların Kendi Hisse Senetlerini Geri Satın Alması (Stock
Repurchase)”, Yeterlik Etüdü, Ankara, 2000, s. 26 vd; Anonim ortaklıkların kendi pay senetlerini temellük ve
rehin edemeyeceğini düzenleyen TTK.’nun 329. maddesi, ĐBK.’nun 659. maddesinin iktibası yoluyla
oluşturulmuştur. TTK.’nun anılan maddesine dayanak oluşturan ĐBK.’nun 659. maddesinin yürürlükten
kaldırılmış olmasına rağmen, Türk Hukukunda bu konudaki yasak hâlen durmaktadır.
420
Tekil, s. 379-382; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 840, s. 501; TTK.’nun 329. maddesinde
öngörülen iktisap yasağının etkili olmadığı hallere ilişkin bkz. Çeliktaş , s. 199 vd.
212

bulunmamaktadır421 (TTK. m. 334). Buna karşılık şirketle işlem yapma yasağına


aykırılık taşımadığından, şirket yönetim kurulu üyelerinin söz konusu payları bizzat
taahhüt etmelerinin önünde bir engel yoktur.

c. Payın Değerlendirilmesinde Eşit Đşlem Đlkesi


Iskat edilen payların değerlendirilmesinde yönetim kurulunun eşit işlem
ilkesine uyma yükümü, özellikle pay oranlarının birbirine yakın olduğu durumlarda
önem arz etmektedir. Bu konuda TTK.’nda açık bir kural bulunmamaktadır.
Şirketler hukukunda eşit işlem ilkesi, yalnızca ortaksal alanda geçerli olup,
pay sahibinin şirketle aralarındaki kişisel borç ilişkileri bu ilkenin uygulama alanı
dışındadır. Iskat nedeniyle sahipsiz hâle gelen payların değerlendirilmesinin ortaksal
alanın dışında olduğu ileri sürülebilir ise de422 etkilerini netice itibarıyla aynen rüçhan
haklarında olduğu gibi ortaksal alanda göstermektedir. Bu da eşit işlem ilkesine ilişkin
değerlendirme ve varılacak sonuç bakımından bu hususun dikkate alınmasını gerekli
kılmaktadır.
Iskat edilen payların değerlendirilmesinde eşit işlem ilkesine uyulmasının
zorunlu olduğunu savunan yazarlara göre, burada eşit işlem ilkesine uyulmaması
şirket içinde çoğunluk dengesinin değişmesine neden olabilmektedir. Bu durumdaki
payların satımı ile yeni pay ihracının benzerlik göstermesinin yanı sıra TTK.’nun 329.
maddesinde sayılan istisnalara dayanarak şirketçe elde edilen payların satımında eşit
işlem ilkesine uyulmasının gerekmesi bu görüşü destekleyen olgulardır423.
Kaldı ki, yönetim kurulunun payların değerlendirilmesinde dürüstlük kuralına
uygun davranma ve keyfi davranışlardan kaçınılması yükümlülüğü göz önünde
tutulduğunda, bunun doğal bir sonucu olarak eşit işlem ilkesine de uygun hareket
edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılır. Yönetim kurulunun bu payları değerlendirirken,
yalnızca belli pay sahiplerini durumdan haberdar etmek yerine tüm pay sahiplerine
duyuru yapması ve payların açık artırmada ve mümkün olan en yüksek bedel
üzerinden değerlendirmesi menfaatler dengesinin bir gereği olduğu gibi bu organın
tüm iş ve işlemlerindeki özen yükümlülüğünün de bir sonucudur424.

421
Ersin Çamoğlu, “Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Ortaklıkla Đşlem Yapma Yasağı”, (Đşlem
Yapma Yasağı), Đkt. Mal., C. XVIII, S. 2, 1970, s. 78; Değirmenci, s. 73.
422
Değirmenci, s. 75.
423
Fusun Nomer, “Anonim Ortaklıklarda Eşit Davranma (Eşit Đşlem) Đlkesi”, Prof. Dr. Oğuz Đmregün’e
Armağan, Đstanbul, 1998, s. 476.
424
Değirmenci, s. 75; Schmidt, Lutter, § 65, s. 745.
213

d. Payın Değerlendirilmesinde Bağlam Hükümleri ve Payı Đktisap


Edenin Durumu
Anonim şirketlerde payın ve buna bağlı olarak pay sahipliğinin serbestçe el
değiştirmesinin ortaya çıkardığı sakıncaların önüne geçilmesi amacıyla, TTK.’nda
devrin belli koşullarla kısıtlanabilmesine olanak tanımıştır. Bu yolla pay senedinin
devrinin kısıtlanması bağlam oluşturur. Şirket yönetim kurulu ana sözleşmede yer
alan bağlama dayanmak suretiyle payı devralanın pay defterine kaydından kaçınabilir
(TTK. m. 418/I). Ana sözleşmede yer alan bağlam hükümlerinin yönetim kurulu
tarafından ıskat nedeniyle sahipsiz hâle gelen payın değerlendirilmesinde dikkate
alınması gerekir.
Bağlamın şirket ve pay sahipleri açısından önemli hüküm ve sonuçları
bulunmaktadır. Ana sözleşmede yer alan bağlam, bu sözleşmenin bağlayıcılığı
nedeniyle yönetim kurulu açısından da bağlayıcı olduğundan, bu yolla payın ve buna
bağlı olarak pay sahipliğinin devrinin önüne geçilebilmekte, şirketin ortaklık yapısının
korunması sağlanmaktadır. Aynı şekilde örneğin, aile ortaklıklarına dışarıdan ve
yabancı kişilerin dâhil olması, ortaklar arasına yabancı uyruklu kişilerin katılması,
şirketin başka ortaklıklarca ele geçirilmesi engellenebilmekte, belirli meslek grubunun
oluşturduğu şirketin bu özelliğini koruması, tâli mükellefiyetleri yerine getirilmesi veya
pay bedelini ödemede zora düşmeyecek olan kişilerin ortaklıktan ayrılmasının önüne
geçilmesi temin edilebilmektedir425.
Buna karşılık, hukuksal açıdan bağlam niteliğinde olmayan bir kısım haklara
bağlam hükümleri uygulanamaz. Örneğin önalım hakkına dair ana sözleşmede yer
verilen kayıtlar, nitelikleri bakımından “ihtiyari kayıt”lardan olup bağlamdan farklı
olarak ortaksal alanda yalnızca tarafları arasında hak ve borç doğurmaktadırlar.
Önalım hakkının bu niteliği sebebiyle ortaklık payının devri kısıtlanmamakta, bu
husus ticaret siciline kaydedilmiş bile olsa üçüncü kişilere karşı ileri
sürülememektedir. Dolayısıyla yalnızca pay sahipleri tarafından yapılacak olan
devirleri hedef alan hükümler nedeniyle şirket borç altına sokulamaz426. Ne var ki,
yönetim kurulunca söz konusu payların değerlendirilmesinde, mevcut pay
sahiplerine, pay gruplarına veya üçüncü kişilere öncelik hakkı veren ana sözleşme

425
Değirmenci, s. 76; Ömer Teoman, “Bağlı Nama Yazılı Pay (Senedi) ve Halka Açık Anonim Ortaklık
Kavramları Üstünde Düşünceler”, Otuz Yıl Ticaret Hukuku- Tüm Makalelerim- C. I 1971-1982, Đstanbul, 2000,
s. 50 vd; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1145, s. 674; Hasan Pulaşlı, Bağlı Nama Yazılı Pay
Senetleri, (Pay Senetleri), Ankara, Dayınlarlı, 1992, s. 111.
426
Değirmenci, s. 77.
214

kuralları, pay sahipleri ile üçüncü şahısların şirkete karşı talep haklarını içeren borçlar
hukuku bağlamında düzenlemeler niteliğindedir. Yönetim kurulu bu kurallara uymak
yükümü altındadır. Bu koşullarda yönetim kurulunun öncelikli olarak ana sözleşmeye
göre hak sahibi olanlara bu kurallar uyarınca ıskata konu payı almaları konusunda
teklifte bulunması, bu kişilerin teklifi kabul etmemeleri durumunda bu kez üçüncü
kişilere satın almaları teklifini yöneltmesi gerekmektedir427.
Yönetim kurulu ana sözleşmeden kaynaklanan ön alım haklarını ihlal edip
ıskat edilen payları başkalarına sattığı takdirde bu payları taahhüt eden üçüncü
kişilerin iktisapları geçerlidir. Bu durumda ana sözleşmedeki önalım hakkına
dayananların şirkete ve yönetim kuruluna karşı tazminat talebiyle dava açabilme
hakları bulunmaktadır428.
Bilindiği üzere, anonim şirket paylarının iktisabı, “aslen iktisap” ve “devren
iktisap” olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Payın önceden bir maliki yoksa malikin
iktisabı aslen iktisap iken, bu payın önceden bir maliki varsa devren iktisap söz
konusudur. Bu açıdan bakıldığında, ıskata dayalı olarak sahipsiz hâle gelen payın
sonradan yönetim kurulunun değerlendirilmesi sonucunda edinilmesi de aslen iktisap
şeklidir429.
Iskat nedeniyle sahipsiz hâle gelen bir payın iktisabı neticesinde, yeni malik
ıskat edilen eski malikin haklarını değil, bizzat paydan kaynaklanan hakları iktisap
etmiş olur. Bunun sonucu olarak da yeni malikin pay bedeli karşılığı yaptığı ödeme,
ıskat edilen payın eski malikinin borcu olmayıp kendi borcudur. Aynı zamanda, payı
bu yolla iktisap eden yeni malikin, yönetim kurulundan kendisinin pay defterine
kaydedilmesini talep edebilme hakkı bulunmaktadır430.

e. Payın Değerlendirilmesi Neticesinde Elde Edilen Bedelin Đtibari


Değerin Üzerinde Olması
Iskata konu payların değerlendirilmesi sonucunda elde edilen bedelin payın
itibari değerinin üzerinde bir miktar olabilmesi mümkündür. Bu yolla elde edilen bedel,
ıskat edilen ortağa değil doğrudan şirkete aittir431. Özellikle şirketin güçlü ve kârlı bir
ekonomik yapıya sahip olması durumunda söz konusu payların piyasa değerinin,

427
Değirmenci, s. 77
428
Değirmenci, s. 77; Teoman, YTH 6, s. 22.
429
Sevi, s. 28 vd.
430
Değirmenci, s. 79.
431
Pennington, s. 403-404.
215

itibari değerlerinin çok üzerindeki miktarlara çıkması ve bu fiyatlardan alıcı bulması


olasılığı ortaya çıkacaktır.
Iskat nedeniyle yönetim kurulunca değerlendirilen ortaklık paylarının itibari
değerinin üzerinde bir bedelle satımı hâlinde fazla olan kısmın akibeti TTK.’nun
466/II. maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre, iptal edilen hisse senetlerine
mahsuben yapılan ödemelerin, bunların yerine çıkarılacak senetlerden elde edilen
bedel eksikliği tamamlandıktan sonra kalan kısmın kanuni yedek akçelere dâhil
edilmesi gerekmektedir. Bu düzenleme doğrultusunda, paya karşılık olarak ıskat
edilen pay sahibi tarafından yapılan ödeme ile karşılanmayan bakiye borcu, ıskat
edilen payın yönetim kurulunca değerlendirilmesi neticesinde elde edilen bedelden
karşılanacaktır.
Payın değerlendirilmesinden elde edilen bedelin, söz konusu eksikliği
tamamlandıktan sonra artanı, doktrinde “ıskat kazancı” olarak adlandırılmaktadır.
Teknik açıdan “kâr” olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan bu para üzerinde ne
şekilde tasarruf edileceği ise TTK. m. 466/III’te düzenlenmiştir. Anılan hüküm
doğrultusunda, söz konusu paraların da dâhil edilmesiyle oluşan kanunî yedek
akçeler esas sermayenin yarısını geçmedikçe, yalnızca zararın kapatılmasında,
işlerin iyi gitmediği dönemlerde işletmenin idamesi, işsizliğin önlenmesi ya da
sonuçlarının hafifletilmesi için gerekli önlemlerin alınması amacıyla harcanabilir.

8. Iskat Edilen Pay Sahibinin Açıklardan Sorumluluğu


Iskatın ardından ıskat edilen payın maliki ile şirket arasındaki ilişki ortadan
kalktığından sermaye koyma borcu da sona erer432. Yönetim kurulunca bu payların
değerlendirilmesi neticesinde bu süreçte şirketin kâr elde etmesi kadar zarara
uğraması olasılığı da bulunmaktadır. TTK. m. 408/III’ de yer alan, “Şirket bilhassa
yeni pay sahibinin ödemeleriyle kapanmayan açıkların tazminini mütemerrit ortaktan
isteyebilir.” hükmüne göre ıskata konu edilen payların sahibi, “ıskat zararı” olarak
adlandırılan açıklardan sorumlu tutulmuştur. Burada ıskat edilen mütemerrid pay
sahibinin sorumlu tutulduğu miktar (ıskat zararı); ıskat edilen payın sahibinin yoksun
bırakıldığı pay bedeline karşılık yaptığı ve şirkete kalan kısmi ödemeler ile şirket
yönetim kurulu tarafından ıskat konusu payların değerlendirilmesi neticesinde elde

432
Iskat edilen payların değerlendirilmesi neticesinde ortaklığın paydan kaynaklanan tüm alacakları tahsil
edilmişse, ıskat edilen payın malikinin anonim şirkete karşı herhangi bir sorumluluğu kalmaz. Kropff, Semmler,
§ 64, s. 303.
216

edilen bedelin toplamının pay bedelinden farkıdır. Bu şekilde miktarı tespit olunan
ıskat zararından dolayı ıskat edilen pay sahibinin sorumluluğu devam etmektedir433.
Iskat edilen ortağa ait payın değerlendirilmesiyle, bu kişi pay sahipliği sıfatını
kesin olarak kaybetmesine rağmen, ıskat zararının tazmini sorumluluğu nedeniyle
şirketle bütün ilişkisinin sona erdiği de söylenemez.

a. Pay Bedeliyle Kapanmayan Açıkların Kapsamı


Iskat edilen payın değerlendirilmesi sürecinde ortaya çıkan malî kayıplardan
kasıt, sermaye taahhüdünün (prim borçları da dâhil) pay sahibinin yoksun bırakıldığı
kısmî ödemeler ve payın değerlendirilmesi sonucunda elde edilen bedel toplamıyla
karşılanmayan kısmıdır434.
Iskat edilen ortaklık paylarının değerlendirilmesinde, itibari değerlerinin
altında bir bedel ile taahhüt edilemeyeceğine ilişkin kural uygulanmayacağından
(TTK. m. 286), bu paylar yönetim kurulunca itibari değerlerinin altında bir fiyata da
satılabilirler (TTK. m. 408/III)435. Hatta şirketin ekonomik durumunun kötü olması
hâlinde bu pay için hiç alıcının çıkmaması dâhi mümkündür436. Iskat edilen payların
satışından elde edilen bedel ve payın sahibinin yoksun bırakıldığı kısmi ödemeler
toplamı şirketin uğradığı zararları karşılamadığı takdirde ya da bu paya alıcı
çıkmadığında bu açıklara ilişkin ıskat edilen payın eski malikinin sorumluluğu devam
etmektedir437.

b. Iskat Edilen Payları Satın Alan Yeni Malikin Sorumluluğu


Iskat edilen payları satın alan, pay sahipliğinden doğan tüm hak ve
yükümlülüklere sahip olmakla beraber, ıskat edilen pay sahibinin ödemediği sermaye
borcu, gecikme faizi, gecikme tazminatı ve cezaî şarttan sorumlu değildir438. Iskat

433
Değirmenci, s. 68; Schmidt, Lutter, § 64, s. 737; Spindler, Stilz, § 64, s. 518; Şar, s. 160; Tuğsavul, s.
152.
434
Değirmenci, s. 68; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 44, s. 563; Kropff, Semmler, § 64, s. 304;
Spindler, Stilz, § 64, s. 518; Şenocak, Iskat, s. 292.
435
Charlesworth, s. 169.
436
Kropff, Semmer, § 64, s. 336.
437
Doğanay, C. I, s. 1223-1224; Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 44, s. 563; Schucany, s. 109.
438
Yargıtay 11. HD.’nin kararında ıskat edilen pay malikinin sorumluluğunun kapsamına ilişkin olarak,
“…TTK’nun 407 – 408 nci maddelerine göre sermaye borcundan dolayı temerrüt hali tahakkuk etmişse yönetim
kurulu isterse, bu borcun ifası ile birlikte tahakkuk eden faizini, tazminat veya cezai şartın birlikte ödenmesini
talep eder, isterse ortağı “ıskat” etme yolunu tercih eder. Iskat yolunun tercih edilmesi halinde ancak TTK’nun
408/3 ncü maddesinde ortaklıktan ıskat edilen mütemerrit pay sahibinin sadece, yeni pay sahibinin ödemeleri ile
kapanmayan açıklardan dolayı ortaklığa karşı sorumluluğu devam eder. Mütemerrit pay sahibinin ıskatı halinde
temerrüt faizi ve munzam zarar ödemekle yükümlü tutulması mümkün değildir.” denilmektedir. (Y. 11.HD., T.
20.2.2009, E. 2007/12223, K. 2009/1906).
217

edilen ortağın pay sahibinin anonim şirketle her türlü bağının koptuğu, dolayısıyla
sadece haklarının değil aynı zamanda yükümlülüklerinin de sona erdiğine ilişkin
eskiden ileri sürülen görüşlerin, TTK.’nun 408. maddesinde açık biçimde sorumluluk
hükümlerine yer verilmiş olması karşısında dayanağı kalmamıştır439. Iskat edilmiş
bulunan payların bedellerinin şirketçe tamamen tahsil edilemeyen kısmına yönelik
olarak, bu payların eski malikinin sorumluluğu ıskat kararına rağmen devam
etmektedir440.
Iskat edilen payın malikinin TTK.’nun 408/III maddesi kapsamındaki
sorumluluğun bu payı yeni satın alan ya da taahhüt edenin borçlarına yönelik kefalet
benzeri bir yükümlülük olmadığı açıktır441. Bu sorumluluğun hukuki niteliğinin ne
olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir:
Doktrinde savunulan birinci görüşe göre pay sahibinin katılma taahhüdünden
kaynaklanan yükümlülüklere aykırı davranışı nedeniyle sorumluluğunun hukuki
niteliği bir tazminattır442. Domaniç tarafından ileri sürülen bu görüş, ıskat nedeniyle
pay sahibinin ıskat zararlarından sorumluluğunun kaynağının ortaklık payına değil,
pay sahibinin katılma taahhüdüne dayandırmaktadır. Diğer görüşe göre ise, ıskat
edilen ortağın TTK. m. 408/III. uyarınca sorumluluğu tazminat borcu olmayıp,
temerrüde düşülen bakiye sermaye borcunu ödeme yükümlülüğü ile aynı hukuksal
sebebe dayanır. Şenocak’ın savunduğu bu görüş, ıskat edilen payın söz konusu
hüküm kapsamındaki sorumluluğu tazminat yükümlülüğüne değil; ıskata rağmen hâlâ
pay sahibinin kuruluş ya da sermaye artırımında taahhüt ettiği sermaye koyma
yükümlülüğünden kaynaklanır443.
Pay sahibinin ıskat bağlamında ortaya çıkan sorumluluğunun hukuki
niteliğinin bir tazminat borcu mu ya da sermaye koyma borcu mu olduğu farklı
sonuçları ortaya çıkarmaktadır. Şöyle ki;
Pay sahibinin sermaye koyma borcunun, borçlanılan sermayenin tamamının
ödendiği zamana kadar devam ettiği ve ıskat edilen payın önceki malikinin devam
eden sermaye koyma yükümlülüğünün yeni pay sahibinin ödemeleriyle kapanmayan
açık miktarı (TTK m. 408/III) ile sınırlı olduğu kabul edilecek olursa, ıskata rağmen

439
Höchli, J.H., s. 82 (Şenocak, Iskat, s. 292, dn. 81 naklen)
440
Janet Dine, Marios Koutsias, Michael Blecher, s. 236-237; Doğanay, C. 1, s. 1223; Kropff, Semmler, §
64, s. 304.
441
Charlesworth, s. 170.
442
Hayri Domaniç, Müeyyideler, s. 126; Değirmenci, s. 68.
443
Şenocak, Iskat, s.292.
218

ortağın sermaye koyma borcu sona ermediğinin kabulü gerekecektir. Bunun neticesi
ise sermaye koyma borcundan kaynaklanan feri nitelikteki temerrüt faizi ve cezaî şart
yükümlülüğünün yanı sıra TTK. m. 407/son uyarınca tazminat sorumluluğunun da
varlığını devam ettirmesidir444. Alman hukukunda da, ıskat kararı ile birlikte ortağın
paydan doğan yükümlülükleri sona ermekle birlikte ıskat kararının ex nunc etkili
olması sebebiyle, bu kararın alınmasından önce doğan cezaî şart, faiz ya da tazminat
gibi ödeme yükümlülüklerinin pay sahibini bağlamaya devam edeceği ileri
sürülmektedir445.
Iskat edilen pay sahibinin sorumluluğunun hukuki niteliğine dair ikinci görüş
olan sermaye koyma borcundan farklı esaslara bağlı olduğu benimsendiğinde ise
ıskat neticesinde pay sahibinin sorumluluğunun hukuksal niteliği bir tazminat borcuna
dönüşür446.
Öte yandan, ıskat edilen pay sahibinin yükümlülüğünün hukuki niteliğinin
tazminat ya da sermaye taahhüdü borcu olmasının bir diğer sonucu ise, anonim
şirketin dış kaynaklardan sermaye artırımına gidebilmesi için pay bedellerinin ifa
edilmemiş olan kısmının tahsil edilmesi noktasında ortaya çıkmaktadır447. TTK.’nun
391. maddesine göre, şirketin dış kaynaklardan sermaye artırımına gidebilmesi için
esas sermayeye karşılık gelen hisse senetlerinin bedellerinin tamamen ödenmesi
gerekmektedir448. Eğer eski malikin sorumluluğu bir tazminat borcu olarak kabul
edilecek olursa, şirketçe tazminat alacağı tahsil edilmeden sermaye artırımı
olanağının bulunduğu sonucuna ulaşılır. Aksi görüş ise bu açıklar kapanmadığı
sürece sermaye artırımına engel oluşturur449.

444
Şenocak, Iskat, s. 292.
445
Goette, W./Habersack, M./Kalss, S. Bd.I, § 64 Rdner. 63; Gehrlein, M./Hopt, K./Wiedemann, H., §. 64
Rdnr. 43 (Şenocak, s. 293, dn. 87 naklen).
446
Hayri Domaniç, “Anonim Şirket Ortaklarının Sermaye Taahhüdüne Terettüp Eden Müeyyideler”, ĐBD,
C. XL, S. 4-5-6, s. 126; Değirmenci, s. 68.
447
Değirmenci, s. 68; Krş. görüş Moroğlu, Đştirak Taahhütleri, s. 46; Teoman, YTH, I, s. 91.
448
Anonim ortaklığın dış kaynaklardan sermaye artırımında önceden şirkete konulması taahhüt edilmiş olan
sermaye paylarının tamamen ödenmiş olması koşulunun (TTK m. 391) getirilmesinin amacı, sermaye
gereksinimi olan ortaklığın sermaye artırımına gitmeden pay sahiplerinde kalan iştirak taahhüdü alacağını tahsil
ederek, bu ihtiyacını karşılaması olasılığıdır. Ayrıca, bu yolla sermaye artırımı nedeniyle ortaya çıkabilecek olan
çeşitli spekülasyonların önüne geçilmiş olmaktadır. Moroğlu, Đştirak Taahhütleri, s. 45.
449
Değirmenci, s. 69; Krş. Moroğlu,“… Bir kısım payların sahipleri iştirak taahhütlerinde temerrütleri
sebebiyle TTK. m. 407-408. maddelere göre ortaklıktan çıkarılmışlar ve fakat boş kalan ortaklık mevkileri
başkalarına satılıp bedelleri ortaklıkça tahsil edilmemişse sermayenin tamamen ödenmesi şartı yerine gelmiş
olmadığından, esas sermaye artırımına gidilemez.” görüşündedir. Yazar, şirketçe kanunen iktisap edilmiş
bulunan paylar nedeniyle ortaklığın borçlu sayılamayacağı gerekçesiyle TTK.’nun 391. maddesine istisna
tutulması gerektiği görüşüne, bu durumun söz konusu yasağı dolanmak ve bir kısım spekülasyonlara neden
olabileceği gerekçesiyle karşı çıkmaktadır. Moroğlu, Đştirak Taahhütleri, s. 46.
219

Açıkların hukuki niteliğinin sermaye koyma borcu olduğu görüşü karşısında


kapanmayan açıklar nedeniyle şirket sermayesi TTK.’nun 324. maddesinde belirtilen
sınırların altına düştüğünde genel kurulca sermayenin azaltılmasına karar verilmesi
zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu açıklardan sorumluluğun hukuki niteliği bir
tazminat borcu olarak kabul edildiğinde ise ıskat edilmiş paylara ilişkin şirket zararının
ıskat edilen payın sahibinden tahsil edilememesi durumunda dahi şirketin dış
kaynaktan sermaye artırımına gidebilmesi mümkün olduğu sonucuna
varılmaktadır450.
Sermaye borcu ve fer’ileri onu taahhüt eden eski pay sahibinin borcudur.
Dolayısıyla ıskat konusu payları satın alan yeni pay sahibinin sorumluluğu satın aldığı
pay bedellerini ödemekle sınırlıdır451. Hakkında ıskat kararı verilen payın sahibinin,
yeni pay sahibince yapılan ödemelerle kapanmayan sermaye açıklarından
sorumluluğu devam etmekte ise de, gecikmiş ifa talebinden vazgeçip ıskat yaptırımı
uygulayan şirketin, ıskatın uygulanmasından sonra pay sahibi ile şirket arasındaki
ana sözleşme çerçevesinde kurulan hukuki ilişkinin sona erdirilmesi sebebiyle,
gecikme faizini, müspet zararın tazminini ve cezaî şartı istemesi mümkün değildir452.

c. Iskat Zararının Tazmini Borcunun Zamanaşımı Süreleri


Zamanaşımı, bir hakkın yasada öngörülen zamanaşımı süresince talep
edilmemesi nedeniyle hukuksal himayeden ve dava yolu ile elde edilebilme
olanağından yoksun bırakılmasıdır453. TTK.’nun ıskata dair hükümleri incelendiğinde
ıskat edilen pay sahibinin ıskat zararını tazmin sorumluluğuna yönelik özel bir
zamanaşımı süresinin konulmadığı görülmektedir. Bilindiği üzere TMK.’nun 5.
maddesine göre BK.’nun zamanaşımına dair hükümleri TMK.’nun diğer kısımlarında
da geçerli olup aksine düzenleme bulunmadığı sürece özel yasalardan kaynaklanan
ilişkilere de uygulanır. Kaldı ki, TTK.’nun 1. maddesine göre TTK., TMK.’nun ayrılmaz
bir parçası olduğundan BK.’nun zamanaşımına yönelik kurallarının TTK. ilişkilerinde
de uygulanması gereklidir454.
Bu nedenle BK. m. 126/b.4’teki kural nedeniyle ıskat edilen payın malikinin
açıklardan sorumluluğu ıskatın hükümlerini doğurmasından başlamak üzere beş yılın

450
Değirmenci, s. 69.
451
Göle, s. 129; Kalyoncu, s. 122; Şar, s. 160.
452
Kalyoncu, s. 122-123; Şar, s. 160.
453
Herman Becker, Đsviçre Borçlar Kanunu Genel Kısım (Bern Şerhi), çev. Olcay, Reisoğlu, Tolun, Özkök,
Ankara, 1967, s. 121 vd.
454
Ergil, s. 90-91.
220

dolmasıyla birlikte zamanaşımına uğramaktadır455. Söz konusu borcun zamanaşımı


nedeniyle ortadan kalkmasına yönetim kurulunun kusurlu davranışı neden olmuşsa,
bu durumun yönetim kurulunun sorumluluğuna neden olacağı ise açıktır.

d. Iskat Edilen Pay Sahibinin, Bu Payı Taahhüt Edenin de Iskat Edilmesi


Durumunda Sorumluluğu
Iskat edilen pay sahibinin, bu payın şirketçe değerlendirilmesi sürecinde
taahhütte bulunmuş olan yeni pay sahibinin de sonradan temerrüde düşmesi
nedeniyle ıskatı hâlinde kapanmayan açıklardan sorumlu olup olmayacağı sorunu
önem taşımaktadır.
Kural olarak, ıskat edilen payların değerlendirilmesi neticesinde bu payları
taahhüt etmiş yeni pay sahibinin temerrüd nedeniyle ıskatına karar verilmiş olması,
daha önce ıskat edilmiş eski pay sahibinin selef sıfatıyla sorumluluğunu doğurmaz456.
Anonim şirketin kuruluşu ya da sermaye artırımı aşamalarında sermaye payını
taahhüt edenin ödemekle yükümlü olduğu pay bedelinin, ıskatı üzerine payın yeni
malikinin üstlendiği bedelden daha az olması durumunda, eski malikin bu aşan
kısıma ilişkin sorumluluğu bulunmamaktadır. Iskat edilen payın son sahibi, önceki ile
kendi taahhüdü arasındaki farktan sorumlu kalmaya devam eder457.
Öte yandan pay devir edildikten sonra henüz talep edilmemiş sermaye
payından payın eski sahibinin sorumluluğu yoktur. TTK. m. 419/II’deki kurala göre,
anonim şirketin kuruluş ya da sermaye artırımı tarihinden itibaren iki yıl içinde iflas
etmesi ve hisse senedini iktisap eden kimsenin de ortaklıktan ıskat edilmesi hâlinde
kuruluş veya esas sermayenin artırımı esnasında şirkete iştirak taahhüdünde
bulunan kişilerin de sermayenin ödenmemiş kısmından sorumlulukları söz konusu
olabilir. Bu hükme dayanılmak suretiyle şirket tarafından daha önceden ıskat edilmiş
katılma taahhüdünde bulunan kişiye başvurulabilmesi hem şarta bağlı hem de ikinci
derecedir. Bunun için anonim şirketin kuruluş ya da sermaye artırımı tarihinden
başlamak üzere iki yıl içinde iflas etmesi veya iştirak taahhüdünde bulunan kişiden

455
Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 683.
456
Değirmenci, s. 69; Göle, 129.
457
Burada ıskat edilen pay sahibi kavramı, bedelinin tamamı ödenmeyen nama yazılı pay senedini devralan
ve bu devir işlemine ortaklığın da onay verip pay defterine kaydı yapılan ortağı ifade etmektedir. Anonim
ortaklık tarafından bu devre onay verilmediği ve TTK.’nun m. 418/III’e dayanılarak pay defterine kayıttan
imtina edildiği takdirde, payı haricen devralana ilişkin olarak TTK. m. 419/I-II fıkralarındaki kuralların
uygulanması gündeme gelmez. Şenocak, Iskat, s. 294; Kropff, Semmler, § 64, s. 304.
221

ortaklık payını devralan kişinin bu borcu ifada temerrüde düşmesi nedeniyle ıskat
edilmiş olması gerekir458.
Đştirak taahhüdünde bulunanın selefinin sorumluluğu, ıskat edilen ortağın
ödemede temerrüde düştüğü sermaye miktarı ile sınırlıdır. Payı devreden ya da ıskat
edilen selefin yaptığı ödemelere ilişkin ıskat edilen halefine yani payın sonraki
sahibine rûcu hakkı vardır459. Buna karşılık bedeli tamamen ödenmemiş pay
senetlerini devreden önceki malikin sorumluluğu, bu kişilerce kuruluş ya da sermaye
artırımı esnasında şirkete karşı bizzat sermaye taahhüdünde bulunmaları koşuluna
bağlanmış olup, ortaklık payını devir yoluyla iktisap eden eski malikin TTK. m. 419/I-
II. fıkralardaki kurallar bağlamında, bu senedi devrettikleri kişilerin ıskatı nedeniyle
kapanmayan açıklardan sorumlulukları söz konusu olmaz460.

9. Iskatın Hükümsüzlüğü
Iskatın koşulları ve yöntemi TTK.’nda sıkı kurallara bağlanmış olup bu
düzenlemeler esas sermayenin temini ve pay sahipleri ile alacaklıların haklarının
korunması amacını güttüğü için, emredici niteliktedirler ve ana sözleşme ile bertaraf
edilmeleri mümkün değildir461. Ayrıca, ıskatın da niteliği itibarıyla bir yönetim kurulu
kararı ve dolayısıyla da bir hukuki işlem olması nedeniyle yönetim kurulu kararlarının
ve hukuksal işlemlerin tâbi bulunduğu geçerlilik koşullarına uygun olarak alınması
gerekir462. Bu nedenle ıskat kararlarının geçerliliği, BK.’nun 19. ve 20., TTK.’nun 330.,
407., 408. ve TMK.’nun 2. maddelerinde yer alan hükümlere uygun olması şartına
bağlıdır463. Bu konudaki kurallar emredici nitelikte olduklarından bunlara aykırılık, iptal
edilebilirlik değil, butlan sebebi oluşturur, ilgililerce butlanın tespitinin talep imkânı
bulunmaktadır464. Bu şekilde alınan ıskat kararı neticesinde sahipsiz hâle gelen pay

458
Arslanlı, C. I, s. 185; Şenocak, Iskat, s. 294; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1039, s. 616.
459
Şenocak, Iskat, s. 294.
460
Schmidt, Lutter, § 64, s. 741; Şenocak, Iskat, s. 295.
461
Doğanay, C. 1, s. 1225.
462
Değirmenci, s. 82; Kropff, Semmler, § 64, s. 305; Yargıtay bir kararında, TTK.’nun 408. maddesinde
belirlenmiş yönteme uyulmadan ortağın ıskatının mümkün olmadığını belirtmiştir. Kararda, “… Borç miktarı
açıklanarak belli bir sürede ödenmesinin ortaklara bildirilmesi ve ortakların bu surette temerrüde
düşürülmeleri, bunu müteakip de sermaye borcunu yerine getirmeyen hamiline yazılı hisse sahiplerinin
TTK.’nun 408/I. maddesinde belirtilen usulde ilânla, nama yazılı hisse sahiplerinin ise iadeli taahhütlü
mektupla, bir ay zarfında ödemeye davet edilmeleri ve ödemede bulunmayanlar hakkında TK.’nun 407
maddesindeki müeyyidenin uygulanacağının bildirilmesi zorunludur. Bu koşullara uyulmadan bir paydaşın
şirketten ihracı ve haklarında mahrumiyet kararı verilmesi mümkün değildir.” denilmektedir. (Y. 11 HD.T.
23.11.1983, E. 1982/4679, K. 1983/4895). Ancak bu kararda nama yazılı pay sahipleri için ihtarın iadeli
taahhütlü mektupla yapılması gerektiğinin belirtilmesi isabetli değildir. Şener, s.178.
463
Y. 11. HD. T. 13.11.1980, E.4561, K. 5242 (Eriş, C. II, s. 2390).
464
Eriş, Anonim Şirketler, s. 642; Şar, s. 158.
222

üçüncü kişilere satılmışsa, ıskat işleminin iptali ya da hükümsüzlüğünün tespitinin


ardından yeni malik yaptığı ödemeleri ve varsa zararlarının tazminini ortaklıktan talep
edebilir465. Bu durumda ıskat edilen eski malik pay sahibi olarak kalmaya devam
eder466.
Iskat konusundaki Yasa hükümlerine aykırılığın çeşitli olasılıklar kapsamında
incelenmesinde yarar vardır. Şöyle ki;

a. Iskat Usulüne Uyulmaması


Temerrüd nedeniyle payın ıskatı kararı alınabilmesinin kurucu iki unsuru;
ıskat usulüne uyulması ve ıskat kararı alınmasıdır. Bu yüzden yönetim kurulunca
ıskat usulünün yerine getirilmediği ya da şeklen dahi olsa alınan bir ıskat kararının
bulunmadığı durumda ıskatın da yokluğu sonucuna varılmaktadır467. Buna karşılık
usule aykırı olmakla birlikte şeklen mevcut bir ıskat kararı varsa, bunun emredici
kurallara aykırılık oluşturduğu ve dolayısıyla butlan ile sakat olduğu kabul edilmelidir.
Öte yandan payın ıskatı sürecindeki herhangi bir aşamada ortaya çıkan
hükümsüzlüğün, yalnızca buna neden olan işlemin yeniden ve hukuka uygun biçimde
tekrar yapılması ve ıskatın uygulanmasına devam edilmesi olanaksızdır, bütün usuli
işlemlerin baştan ve yeniden yapılması gerekir468. Bu koşullarda payın ıskatına ilişkin
karar hükümsüz olacağından pay sahipliğinden kaynaklanan bütün haklar
korunmaktadır. Dolayısıyla da ıskat kararının butlanını tespit amacıyla bir süre
sınırlamasına bağlı olmaksızın dava açılabilir469.
Iskat uygulamalarında ortaya çıkan hükümsüzlük nedenlerinin başlıcaları;
pay sahibinin temerrüde düşürülmesinden önce ıskatına ilişkin sürecin başlatılması,
ıskat usulüne uyulmaması470, pay sahibinin bedelini ödediği paylar için de ıskatı

465
Bu durumda ıskat edilen payı satın alan yeni malike verilen pay senetleri de geçersiz hâle gelecektir.
Spindler, Stilz, § 64, s. 519.
466
Schmidt, Lutter, § 65, s. 749; Spindler, Stilz, § 64, s. 519.
467
Kropff, Semmer, § 64, s. 305; Schmidt, Lutter, § 64, s. 738; Spindler, Stilz, § 64, s. 518-519; Pennington,
s. 400.
468
Burgi’ye göre ıskat prosedüründe sakatlık doğuran bir eksiklik varsa usule aykırı yapılan işlemden
itibaren tüm işlemlerin tekrarı gerekmektedir. Alman hukukunda ise bütün işlemlerin tekrarı istenebilir. Staub,
zge. II, s. 201. no. 5; Burgi, zge. 242 no. 25 (Arslanlı, C. I, s. 182, dn. 19 naklen); Değirmenci, s. 83; Göle, s.
115; Schmidt, Lutter, § 64, s. 738; Teoman, YTH 10, s. 67.
469
Arslanlı, C. I, s. 183; Göle, s. 119-120; Kalyoncu, s 114; Schmidt, Lutter, § 64, s. 738; Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), N. 1067, s. 627.
470
Değirmenci, s. 83; Pennington, s. 401; Yargıtay’a göre de usulüne uyulmadan alınan ıskat kararının iptali
gerekir. Bu konuda Yargıtay 11. HD.’nin bir kararında bu husus şu şekilde vurgulanmıştır: “… Şirket ana
sözleşmesinde apelin nasıl isteneceğine dair bir hüküm bulunmadığından, apel çağrısının TTK’nun 406. maddesi
uyarınca ortaklardan ilân suretiyle istenmesi gerekir. Ayrıca, aynı ilân ve taahhütlü mektup tebliği suretiyle hem
apel için süre verilmesi, hem de bu sürenin TTK’nun 408. maddesindeki ihtar yerine geçmesi mümkün değildir.
223

yoluna gidilmesi, pay bedelinin ifa edilmesine rağmen temerrüd faizinin ya da cezaî
şartın ödenmemesi yahut tâli mükellefiyetlere aykırılıklar nedeniyle ıskat kararı
alınması471 olarak sıralanabilir.
Iskat ihtarında, pay sahibine verilmesi gerekli asgari bir aylık mehil süresinde
sermaye koyma borcunu ödemediği takdirde ıskat edileceği ve bunun neticesinde
paydan doğan haklarından yoksun bırakılacağı uyarısına yer verilmemesi alınan ıskat
kararının yok hükmünde olmasını neticelendirir472. Yine TTK.’nun 408. maddesinde
bu ıskat kararının pay sahibine bildirilmesi zorunluluğundan açık olarak söz edilmese
de yöneltilmesi gerekli hukuki işlemler bakımından bildirim, kurucu unsur niteliğinde
bulunduğundan, pay sahibine yapılmayan ıskat kararı yok hükmündedir473.
Buna karşılık, mütemerrit pay sahibine pay bedelini ödemesi hususunda
tanınan mehilin bir aydan kısa olması, verilen öneller henüz dolmadan ıskat kararının
alınması, ıskat kararının taahhütlü mektupla gönderilmemesi durumlarında kurucu
unsurları bakımından mevcut olmakla birlikte konu ve içerik yönünden emredici
kurallara aykırı bir işlemden söz edilir. Bu nitelikteki ıskat kararındaki sakatlık yokluk
değil, butlandır474.
Öte yandan yönetim kurulunca verilen ıskat kararı, şirketin menfaatlerine
aykırı olsa dahi bu durum ıskatın geçerliliği üzerinde etkili olmaz. Yani ıskat edilen
pay sahibi ya da diğer paydaşların ıskatın şirketin çıkarlarına aykırılık oluşturduğu
gerekçesine dayanmak suretiyle, yönetim kurulu tarafından alınan bu karara karşı
dava açma hakları yoktur. Bu durumda şirket yönetim kurulunun görevlerini ifada

Başka bir deyişle, ortak usulüne uygun temerrüde düşürülmeden TTK’nun 408. maddesinde öngörülen ıskat
ihtarı çekilemez
Davacıya gönderilen ödemeye davet yazısı yukarıda yazılı yasal kurallara uygunluk arzetmediğinden hukuki
sonuç doğurmazlar. O halde mahkemece, ıskat kararının iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu
şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir. (Y. 11. HD. T. 11.11.2008, E. 2007/4489, K.
2008/12670).
471
Değirmenci, s. 84; Doğanay, C. I, s. 1218.
472
Değirmenci, s. 84; Pennington, s. 400-401.
473
Yargıtay kararında, “… Maddenin yazılış şeklinden anlaşılacağı üzere, ortağın evvela temerrüde düşmüş
olması, bundan sonra da TK m. 408. maddesine uygun ihtarın yapılması lazımdır. Aynı ilan veya tebligat ile hem
apel için süre verilmesi (bu süre bir ay dahi olsa), hem de bu sürenin kanunun 408. maddesindeki ihtar yerine
geçmesi mümkün değildir. Ortak önce mütemerrit hâle gelmelidir ki, ondan sonra TTK’nın 408. maddesindeki
ihtar çekilebilsin…” ifadesi yer almaktadır. Y. 11 HD 3.6.1982, E.2121,K:2676. (Erdoğan Moroğlu, Abuzer
Kendigelen, Notlu- Đçtihatlı Türk Ticaret Kanunu ve Đlgili Mevzuat, 8. bası, Đstanbul, 2004., s. 392.
474
Değirmenci, s. 84; Yargıtay 11. HD.’nin bir kararında, davacının ortak olduğu davalı ortaklıkça,
TTK.’nun 408. maddesine göre, bir aylık süre veren ihtarnamenin gönderilmemiş olması nedeniyle davalı
ortaklık yönetim kurulunun TTK.’nun 407. maddesinde sayılan hakları kullanma yetkisinin doğmadığına karar
vermiştir. Y. 11. HD. T. 17.9.1985, E. 3498, K. 4619 (Eriş, C. II, s. 2370- 2380); Yargıtay tarafından, ana
sözleşmeye göre pay sahibinin ıskat edilebilmesi için birer ay ara ile üç adet ihtarın yapılması hükmüne
uyulmaması hükümsüzlük nedeni olarak değerlendirilmiştir. Y. TD. 8.11.1957, E. 2775, K. 2392, (Tuğrul
Ansay, “Anonim Şirketler ve Tatbikat” AÜHFD, C. XVII, S. 1-4, 1960, s. 347.
224

gerekli özeni göstermedikleri ve bu nedenle şirket menfaatlerine aykırı olarak ıskat


kararı aldıkları gerekçeleriyle haklarında dava açılmasına ise engel
bulunmamaktadır475.
Payın ıskatı işleminin, yönetim kurulunun bu yönde alacağı bir karara
dayanması nedeniyle her şeyden önce yönetim kurulu kararlarında uyulması gerekli
tüm unsurları taşıması şarttır476. Birer hukuki işlem olmaları sebebiyle geçerlilikleri
genel kurallara tâbi olan bu kararların kamu düzenine, ahlak ve adaba ya da emredici
yasa kurallarına aykırı olmaları butlanını (BK m. 19-20)477, kararının içeriğinin gerekli
koşulları taşımaması ve TTK. m. 330/III hükmü gereğince yazılı ve imzalı tutanakla
tespit edilmemesi ise yoklukla malül olmalarına neden olur478. Aynı şekilde yönetim
kurulunun münhasır yetkisine giren ıskat işleminin şirketin bir başka organınca veya
görev süresi dolan, azledilen, seçimine dair karar geçersiz olan yönetim kurulu ya da
üyenin yer aldığı kurul tarafından alınması da kararın yokluğunu gerektirir479.
Burada üzerinde durulması gereken bir başka konu ise yönetim kurulunca
alınan ıskat kararlarındaki toplantı ve karar nisaplarıdır. Iskata konu payın malikinin
aynı zamanda yönetim kurulu üyesi olması toplantı ve karar nisapları açısından sorun
olabilmektedir480. Özellikle, şirket yönetim kurulunun toplam üç üyeden oluştuğu
durumlarda, hakkında ıskat kararı alınması gündemde olan üyenin toplantıya kasıtlı
olarak katılmayarak toplantı yeter sayısının (TTK. m. 339/I) sağlanamaması ve
şirketin organ eksikliği sorunu ile karşı karşıya kalması ihtimal dâhilindedir. Doktrinde
bu konuda farklı görüşler ileri sürülmektedir:

475
Değirmenci, s. 85; Yaşar Karayalçın, “Anonim Şirketin Yönetim Kurulu Kararlarına Karşı Hangi
Davalar Açılabilir?”, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu III, Ankara, BTHAE, 1986, s. 272; Ne
var ki yönetim kurulu üyeleri aleyhine açılacak sorumluluk davası buradaki menfaatler dengesini kuracak
etkinlikte değildir. Çamoğlu, Sorumluluk, s. 81-82.
476
Pay sahibinin, ortaklıktan ıskatına dair yönetim kurulu kararının toplanma ve karar yeter sayıları yasaya
aykırı ise, bu karar hükümsüzdür. Y.11.HD. T. 25.2.1987, E. 6804, K. 1099 (Eriş, C. II, s. 2381).
477
Çamoğlu (Tekinalp/Poroy), N. 534, s. 312; Kalyoncu, s. 114.
478
Değirmenci, s. 133.
479
Değirmenci, s. 87.
480
Yönetim kurulu üyelerinden birisi hakkında ıskat kararı alınması söz konusu olduğu hâlde, bu üyenin
müzakerelere ve alınan karara katılımı TTK.’nun 332. maddesine aykırılık oluşturmamaktadır. Bu şekilde alınan
kararın hükümsüzlüğü söz konusu değildir. Çünkü bu konu, yönetim kurulu üyesinin şahsi menfaatlerini değil,
pay sahipliği sıfatına bağlı olan menfaatlerini ilgilendirmektedir. Ayrıca bu hususun toplantı tutanağında
belirtilip belirtilmemesi de sonuca etki etmemektedir. Dolayısıyla payın ıskatı konusunu görüşülmek üzere
yapılan toplantıya ve alınan kararlara katılmış olan yönetim kurulu üyesinin TTK.’nun 332. maddesine aykırı
davranışından ve ortaklığın bir zararının ortaya çıkması hâlinde sorumlu olacağından söz edilemez. Değirmenci,
s. 87.
225

Bu soruna ilişkin olarak Đmregün481, hakkında ıskat kararı görüşülecek


üyenin, toplantıya katılmaktan kaçınması durumunda diğer iki üyenin katılımının
kararın organ kararı sayılabilmesi için yeterli ve geçerli olduğu görüşündedir. Yazara
göre, yönetim kurulu üyesi olan kişinin toplantılara katılmakla yükümlü olmasına
rağmen, geçerli bir mazereti bulunmaksızın bu yükümlülüğünü ihlali hukuken
korunmaz, bu davranış MK. m. 2/II’deki kurala aykırılık oluşturur.
Değirmenci482 ise, Đmregün tarafından ileri sürülen görüşün hakkaniyete
uygun gözükmesine rağmen, hukuk tekniğine aykırı olduğunu savunmaktadır. Yazara
göre, toplantı yeter sayısına uyulmaksızın alınan kararların yoklukla sakat olması
nedeniyle bunun ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması olarak
nitelendirilmesine imkân yoktur.
Yargıtay483, bu koşulda dahi toplantı yeter sayısının aranması gerektiğini
kabul etmekte olup, yönetim kurulunun toplanma nisabı sağlanmadan aldığı
kararların, Yasa’nın buyurucu kurallarına aykırılık nedeniyle geçersiz olduğunu
belirtmiştir. Bu durumun ortaya çıkardığı sorunun çözümüne dair Yargıtay’ın bir
başka kararında da şirket genel kurulunun olağanüstü toplantıya çağrılarak
uyuşmazlığın bu organ tarafından çözümünün gerektiği içtihadında bulunulmuştur484.
Şirketlerin yönetim kurulunun toplantı nisabına ilişkin TTK.’nun 330.
maddesindeki “yarısından bir fazlasının hazır bulunması” kuralı, bu gibi durumlarda
çok ciddi sorunlara neden olabilecek ve bu organın çalışamaz hâle gelmesini ve
hatta şirketin organsız kalmasını sonuçlandırabilecek niteliktedir. Bu durumun
ortadan kaldırılması için toplantı nisabına dair nitelikli nisap yerine salt çoğunluğun
yeterli sayılması gerekmektedir. TTK. Tasarısı’nın 390/I. maddesinde, “Ana
sözleşmede aksine ağırlaştırıcı bir hüküm bulunmadığı takdirde, yönetim kurulu üye
tam sayısının çoğunluğu ile toplanır ve kararlarını toplantıda hazır bulunan üyelerin
çoğunluğu ile alır. Bu kural yönetim kurulunun on-line yapılması hâlinde de
uygulanır.” kuralı bu konudaki tartışmaları sona erdirebilecek niteliktedir485.

b. Iskatta Eşit Đşlem Đlkesine Ve Dürüstlük Kuralına Aykırılık

481
Đmregün, Bilirkişi Raporları, s. 48.
482
Değirmenci, s. 86.
483
Y. 11 HD 11.6.1990, E.798, K. 4612 (Eriş, C. II, s. 2465, 2466).
484
Y. 11 HD. 27.12.1983, E. 5531, K. 5921 (Eriş, C. II, s. 2463-2464).
485
Değirmenci, s. 87.
226

Dürüstlük kuralının anonim şirketler hukukunda görünüm biçimi olan eşit


işlem ilkesi, aynı koşullarda bulunan pay sahiplerine karşı ayrımcılık yapılmasını
yasaklamaktadır. Şirket hukukunda ilke, payların eşitliği değil pay sahiplerinin
eşitliğidir486. Bu nedenle eşit işlem ilkesi yönünden yapılacak değerlendirme payın
dâhil bulunduğu pay grubu nazara alınarak yapılmalıdır487. Iskatın uygulanmasında
eşit işlem ilkesi yönetim kurulunun bakiye pay bedellerini talepte, bu borca aykırılık
nedeniyle uygulanacak yaptırımların tespitinde ve ıskat edilen payların
değerlendirilmesinde önem taşır488. Şöyle ki;
Öncelikle bakiye pay bedellerinin ifası talebinin eşit işlem ilkesi gereğince,
ana sözleşmede pay grupları arasında ayırım oluşturulmadığı takdirde tüm pay
sahiplerinden aynı oranda ve vadede yapılması gerekir489. Ayrıca, pay bedellerinin
ödenmesi konusunda şirketin çağrısı bulunmaksızın ve dolayısıyla vadesinden önce
yapılmak istenen ödeme teklifleri yönetim kurulunca reddedilmelidir490.
Bunun yanında sermaye borcunun ifasında temerrüde düşen pay sahiplerine
karşı başvurulacak olan hukuk yolları bakımından da eşit işlem ilkesine uygun
davranılması gerekmektedir. Bu bağlamda mütemerrit pay sahiplerinden bir kısmına
geciken ifa, tazminat ya da temerrüt talebiyle icra takibi yapılırken, diğerlerinin
ortaklıktan ıskatı yoluna gidilmesi pay sahiplerine yönelik eşit işlem ilkesine aykırılık
oluşturur. Ne var ki, yönetim kurulunun mütemerrit pay sahiplerine karşı farklı hukuk
yollarına müracaatının şirketin ve tüm pay sahiplerinin yararına olması gibi haklı
gerekçeleri varsa bu durumun eşit işlem ilkesine aykırılığından söz edilemez.
Örneğin, anonim ortaklıkça, pay bedellerini ödeme konusunda yeterli malî gücü
bulunan veya bu konuda şirkete teminat veren pay sahibine yönelik cebri icraya
başvurulup, bu güçten yoksun ve borcuna karşılık herhangi bir güvence vermemiş
pay sahiplerinin ıskatı yoluna gidilmesinin eşit işlem ilkesine aykırılık oluşturmadığı
değerlendirilmektedir491.
Eşit işlem ilkesi açısından üzerinde durulması gereken bir diğer konu ise
ıskat nedeniyle sahipsiz duruma gelen payların değerlendirilmesi bakımından şirketin

486
Goulding, s. 213.
487
M. Kemal Omağ, “Anonim Şirketler Hukukunda Eşit Đşlem Đlkesi”, HAD, C. I, S.1, 1986, s. 1 vd.;
Yıldız, (Eşit Đşlem), s. 75; Füsun Nomer, “Anonim Ortaklıkta Eşit Davranma” (Eşit Đşlem) Đlkesi, Prof Dr. Oğuz
Đmregün’e Armağan, Đstanbul, 1998, s. 485.
488
Değirmenci, s. 40.
489
Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1052, 622.
490
Değirmenci, s. 40; Yıldız, Eşit Đşlem, s. 208.
491
Değirmenci, s. 40; Yıldız, Eşit Đşlem, s. 209.
227

eşit işlem ilkesine uyma zorunluluğunun bulunup bulunmadığıdır. Bu hususta


TTK.’nda bir açıklık bulunmamakta olup varılacak sonuç, özellikle payları miktar ve
oran açısından birbirlerine yakın pay sahipleri yönüyle önem taşımaktadır.
Kural olarak anonim şirketlerde eşit işlem ilkesi yalnızca ortaksal alanda
geçerli olup şirket ile pay sahibi arasındaki kişisel borç ilişkilerinde belirleyici
değildir492. Ancak ıskat edilen payın değerlendirilmesinin, pay sahibi ile şirket
arasında ortaksal alanda doğmuş bir ilişki olmasa da etkisini, tıpkı rüçhan hakkında
olduğu gibi ortaksal alanda meydana getirdiği kuşkusuzdur493. Bu nedenle doktrinde
de ayırım yapılmasını gerektirecek bir haklı sebebin bulunmadığı sürece TTK.’nun
329. maddesinde sayılan istisnalara dayanılarak edinilen payların satımında da eşit
işlem ilkesine uygun hareket edilmesi gerektiği ifade edilmekte, bu payların satımı ile
yeni pay ihraç edilmesinin niteliği itibarıyla benzerlik taşıdığı ve dolayısıyla eşitlik
ilkesine aykırı davranışın pay sahipleri arasındaki çoğunluk dengesini bozduğu
savunulmaktadır494.
Kanaatimizce, ıskat edilen, payın değerlendirilmesi sürecinde yönetim
kurulunca tüm pay sahiplerine bu payları taahhüt etme konusunda eşit imkân
sunulması, satış hakkında bilgi edinmelerine imkân sağlayabilmek amacıyla duyuru
yapılarak payların satışı için açık artırmaya gidilmesi, başta ortaya çıkabilecek olası
uyuşmazlıkları önleyeceği gibi payın en uygun bedelle satılmasına da imkân
sağlayacaktır. Iskat sürecinde yönetim kuruluna düşen özen yükümlülüğü ve
tarafların menfaat dengelerinin korunması zorunluluğu da bunu gerektirir495.
Öte yandan yönetim kurulunca alınan ıskat kararının diğer bütün işlemlerde
olduğu gibi dürüstlük kuralına uygun olması gerektiği kuşkusuzdur. Hakların kullanımı
ve borçların ifasında dürüstlük kurallarına aykırılığın ve hakkın kötüye kullanımının
yasalar karşısında korunmayacak olması bu yükümlülüğe uymamanın yaptırımını
oluşturur (MK. m. 2). Bu nedenle yönetim kuruluna tanınan ıskat yetkisi, mütemerrit
pay sahiplerini pay bedellerini ifaya zorlamak ve yapılan çağrıya rağmen ödeme
yapılmamışsa pay sahipliği haklarından yoksun bırakmak için kullanılmalıdır. Bunun
dışında payın ıskat yoluna örneğin pay taahhüdünün irade sakatlığına dayanması

492
Nomer, Eşit Davranma, s. 476.
493
Değirmenci, s. 75.
494
Değirmenci, s. 75; Yıldız, Eşit Đşlem, s. 85; Krş. Tekinalp, ortaklığın elde ettiği payların elden
çıkarılmasında pay sahiplerinin öncelik haklarının bulunduğu ve eşitlik ilkesine uyulması gerektiğinden söz
edilemeyeceği görüşündedir. (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 846, s. 503) .
495
Değirmenci, s. 75; Yıldız, Eşit Đşlem, s. 85.
228

nedeniyle bunun iptali talebinde bulunabilecek pay sahibinin bu yükümlülükten


kurtarılması için dahi gidilemez496. Iskat sürecinde dürüstlük kuralına aykırı olarak
nitelendirilebilecek davranışların başında, ıskat ihtarı yapılmasına rağmen yönetim
kurulunun nedensiz yere pay sahibinin haklarına zarar verecek kadar uzun süre
beklenilmesi ve ardından bu kararın alınması gelmektedir.

c. Usulsüz Olarak Alınan Iskat Kararının Đptali

(1) Genel Kurula Đtiraz


Iskat kararına karşı genel kurula itiraz edilip edilemeyeceği konusunda
doktrinde görüş birliği bulunmamaktadır:
Bu konuda ileri sürülen bir görüşe göre, genel kurul şirketin en yüksek karar
organı olması itibarıyla yönetim kurulunun ıskat kararlarına karşı bu organa itiraz
imkânı vardır497. Bu görüş bağlamında yönetim kurulunun münhasır yetkisine
girmeyen konularının uygulamasının genel kurulca engellenebilmesi imkân
dâhilindedir498. Yönetim kurulunun ıskata dair kararı genel kurul tarafından da uygun
bulunup onaylanacak olursa bu takdirde, pay sahibinin TTK. m. 381’e dayanarak
mahkemeye müracaat yolu da açılacaktır.
Buna karşı ileri sürülen diğer görüşe göre ise, Yasa’da genel kurulun açıkça
şirketin üst organı olduğuna dair bir kuralın bulunmaması ve yönetim kurulunun
kararları aleyhine genel kurula itiraz imkânı tanınmaması nedeniyle ıskat edilen pay
sahibinin bu yola müracaatına imkân bulunmadığı da ifade edilmektedir. Ayrıca,
genel kurulun işleyişinde, kurulu toplantıya davet ya da toplantı gündemine madde
ekletebilme konularında yeterli temsil oranına sahip olmayan pay sahibinin hakkının
bu yolla korunabilmesi imkânı bulunmadığı da vurgulanmaktadır499.
Kanaatimizce, genel kurulun niteliği bakımından yavaş işlediği açık ise de
özellikle az ortaklı şirketlerde bu itiraz mekanizmasının etkin ve yararlı olabileceği,
yönetim kurulu kararlarına karşı iç işleyişte tanınacak başvuru ve denetim imkânının

496
Pennington, s. 402.
497
Y.TD. T. 16.1.1968, E. 66/4479, K. 243); Y. TD. 28.4.1961, E. 138, K. 1409 (Göle, s. 115); Özkorkut,
genel kurulun sınırlı sayıda yetkiye sahip olmasının, bu organın ortaklığın yönetiminde söz sahibi olmadığı
anlamına gelmediği görüşündedir. (Korkut Özkorkut, Anonim Ortaklıklarda Yönetim Kurulu Kararlarının
Đptali, 1996, SPK, Ankara, s. 20); Erüreten, s. 157.
498
Tuğrul Ansay, “Anonim Şirket Đdare Meclisi Kararlarının Đptali Meselesi” Batider, C. II, S. 3, 1964, s.
381 vd.; Özkorkut, s. 130; Zühtü Aytaç, “Kayıtlı Sermayeli Anonim Ortaklıklarda Yönetim Kurulu Kararlarının
Đptali Sorunu”, Prof. Dr. Ernst Hirsch’in Anısına Armağan (1902-1985), Ankara, BTHAE, s. 285.
499
Değirmenci, s. 90.
229

şirket çıkarları bakımından yargı sürecine göre daha verimli olabileceği açıktır. Bu
hususların göz önünde tutularak, yönetim kurulunun haksız ıskat kararları aleyhine
genel kurula itiraz imkânının bulunduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.

(2) Đptal Davası


Anonim şirketçe payın ıskatı yetkisi TTK.’nun emredici kurallarına aykırı
olarak kullanıldığında pay sahibi, ıskat işleminin iptalini, pay sahipliği sıfatının ve
bundan kaynaklanan haklarının yerinde bırakılmasını dava edebilir500. Başka bir
ifadeyle, ıskatı düzenleyen kuralların emredici nitelikte bulunması nedeniyle ıskat
işlemi kanuna aykırı olarak yapılmışşa payın sahibinin açacağı iptal davasıyla, bu
işlemin butlanının tespitini talep etme hakkı bulunmaktadır501.
Iskat kararı yönetim kurulunca şirket adına alınmakta olup, usulsüz olduğu
gerekçesiyle ıskat kararlarına karşı açılacak iptal davasının şirket tüzel kişiliğine
yöneltilmesi gerekir502. Burada iptal yerine butlanın söz konusu olması, iptal kararının
sonuçlarını buna ilişkin kararın verildiği tarihten itibaren doğurmasına karşılık,
butlanın tespiti kararının ise bu yöndeki kararı daha başlangıçtan itibaren hükümsüz
kılmasından kaynaklanmaktadır503. Iskat usulüne dair hükümler emredici nitelikte
olduğundan, yöntemine uyulmadan alınan kararlar hukuki açıdan ıskat sonuçlarını
doğurmayacağından bu karara rağmen mütemerrit ortak pay sahipliğinden doğan
bütün haklarını korur. Bu nitelikteki bir ıskat kararına muhatap olan pay sahibinin,
ıskat kararının butlanının tespiti amacıyla herhangi bir süre ile sınırlı olmaksızın dava
açabilme hakkı bulunmaktadır504.
Bu nitelikte geçersiz ıskat kararlarına örnek olarak Yargıtay’ın bazı
kararlarında da vurgulandığı üzere, mütemerrit pay sahibine süre verilmemesi, ilân
yapılmaması, yönetim kurulunda toplantı ve karar nisaplarına uyulmadan ıskat
kararının alınması ya da temerrüt söz konusu olmamasına rağmen ihtar yapılarak

500
Y. 11 HD. 17.9.1985, E. 1985/3498, K. 1985/5479; Y. 11 HD. 18.4.1986, E. 1986/1631, K.1986/2346
(Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1067a, s. 627); Charlesworth, s.169; Pennington, s. 401.
501
Göle, s. 114; Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), N. 1067a, s. 627.
502
Erüreten, s. 157.
503
Ansay, Đdare Meclisi, s. 376; Arslanlı, C. I, s. 182; Şar, 158-159.
504
Göle, s. 115; Kalyoncu, s. 115; Yaşar Karayalçın, “Anonim Şirketin Yönetim Kurulu Kararlarına Karşı
Davalar Açılabilir”, (Yönetim Kurulu Kararları Aleyhine Dava), THYKS III, Ankara, 1986, s. 247; Tekinalp
(Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1067a, s. 627; Yargıtay 11 HD. Ortaklık ana sözleşmesinde pay bedellerinin
ödeme tarihlerinin açıkça gösterilmesine rağmen bunun yönetim kurulu tarafından değiştirilerek bu tarihte
ödeme yapmayan pay sahibinin temerrüdü gerekçesiyle yönetim kurulunca ıskatı kararını iptal eden yerel
mahkemenin kararını onamıştır. Y. 11 HD. T. 20.2.2009, E. 12223, K. 2009/1906.
230

ıskat yoluna gidilmesi, vs. durumlar sıralanabilir505. Yönetim kurulunun bu ve benzer


konulardaki batıl kararlarının dışında kalmakla birlikte çeşitli nedenlerle iptal nedeni
sayılabilecek haksız ve sakat nitelikteki kararlarına karşı iptal davası açılıp
açılmayacağı konusunda TTK.’nda bir düzenleme bulunmamaktadır506.
Genel kurula itiraz başlığı altında da vurgulandığı üzere Yargıtay’ın eski
tarihli kararlarında bu konuda pay sahibine yönetim kurulu kararlarına karşı doğrudan
iptal davası açma hakkı tanınmayarak pay sahibinin öncelikle yönetim kurulu
kararlarına karşı genel kurula itiraz etmesini, itirazın reddi durumunda ise TTK.’nun
381. maddesi gereğince genel kurul kararının iptali davası açmasının gerektiği
içtihadında bulunulmuştur507. Bu kararlar doğrultusunda pay sahibinin, şirket yönetim
kurulunca alınmış bulunan ıskat kararının emredici hükümlere aykırı olmaması
nedeniyle butlanın tespiti davası açması olanağı bulunmamaktadır. Pay sahibi
kararın iptal edilebilir ve haksız nitelikte olmasına dayanarak, şirket genel kuruluna bu
konuda itiraz başvurusu yapması, ancak genel kurulca, yönetim kurulunun kararını
onaylaması durumunda bu kez genel kurul kararına karşı, kararın alındığı tarihten

505
Y.11 HD. 21.2.1980, E. 1980/456, K. 1980/818; Y. 11. HD. 17.12.1981, E. 1981/5383, K. 1981/5479; Y.
11 HD. 3.6.1982, E. 1982/2121, K. 1982/2676 (Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 1067a, s. 627); Y. 11
HD.’nin kararında “… TTK.’nun 408. maddesinde öngörülen ve emredici mahiyette olan ıskat yöntemine uygun
değildir. Kanuna uygun bir uyarı bulunmadığına göre, davacı şirket yönetim kurulunun 9.12.1974 günlü
toplantıda aldığı yapılan kısmi ödemelerden doğan haklardan yoksun bırakma, ortaklıktan çıkarma ve payların
satılmasına ilişkin kararlar geçerli nitelikte değildir. …” Y. 11. HD. T. 3.6.1982, E. 1982/2121, K. 1982/2676
(Doğanay, C.1, s. 1223).
506
Hirsh, yönetim kurulu kararlarının kanuna veya ana sözleşmeye aykırı olmasının yönetim kurulu
üyelerinin TTK m. 336 vd. maddeleri gereğince sorumluluğunu gerektirdiğini, bu nedenle bu organın iş ve
işlemleri nedeniyle sorumluluğuna dair Yasada bir boşluğun bulunmadığını belirtmektedir. (Hirsch, THD, s.
315); Yargıtay, yönetim kurulunun usulüne göre ihtar çekmeden aldığı ıskat kararının iptaline ilişkin mahkeme
kararlarına ilişkin incelemesinde bu hususa değinmeksizin onama kararı vermiştir. Y. 11. HD. T. 7.10.2008, E.
2007/2998, K. 2008/1079 . Krş. Çamoğlu’na göre ise yönetim kurulu kararları nedeniyle yalnızca sorumluluk
davası açılabilmesi imkânının tanınması, ihlali söz konusu olabilecek menfaatlerin korunması bakımından yeterli
değildir. Yönetim kurulu üyelerinin çoğunlukla ana sözleşme ve yasaya aykırılık yüzünden ortaklığın ve
dolayısıyla da ortakların uğradığı zararları tazmin edebilecek malî güce sahip olmamaları bu kararlar aleyhine
iptal davası açılabilmesinin gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca ana sözleşme ve yasaya aykırılık nedeniyle
doğabilecek olan zararın doğumunun engellenmesi imkânı varken bunun tazminat ile giderilmesinin tercih
edilmesi kabul edilebilir nitelikte görülemez. (Bu konudaki görüş ve değerlendirmeler için bkz. Çamoğlu,
Sorumluluk, s. 78 vd).
507
Y. 11 HD. T. 1.12.1983, E. 5244/K.5397 (Çamoğlu (Tekinalp/Poroy), N. 534, s. 312- 313); Buna karşılık
Yargıtay’ın bir başka kararında, anonim şirketin yönetim kurulu üyesi ve ortağının sermaye borcunu yerine
getirmediği gerekçesiyle yönetim kurulu kararı ile ortaklıktan ihraç edilmesi ve pay bedeli olarak ödenen
kısımların ortaklık bünyesine geçirilmesi işlemi aleyhine açılan davada davacının şirkete borcu bulunmadığının
tespit edilerek yönetim kurulu kararlarının iptal etmiştir. (Y. 11 HD. T. 23.11.1982, E. 1982/4697, K.
1982/4895). Yargıtay’ın bu kararında konunun yönetim kurulu kararlarına karşı dava açılamayacağı görüşü
açısından incelemediği, esasa girerek, pay sahibinin borçlu olduğu miktarın belirtilerek TTK. m. 408’e göre
temerrüde düşürülmediği gerekçesiyle ıskat kararını iptal eden yerel mahkemenin kararını onadığı
görülmektedir. Bu kararın niteliği itibarıyla bir iptal davası olmadığı, davacının ihracı ile ilgili kararın kanuna
aykırı olması ve ortaklıktan doğan kişisel hakkın ihlal edilmesi nedeniyle açılmış bir tespit ve eda davası yani
paydaşlık statüsünün devam ettiğine karar verilmesi davası olduğu, teknik anlamıyla iptal davası olmadığı ileri
sürülmektedir. Karayalçın, Yönetim Kurulu Kararları Aleyhine Dava, s. 264-265.
231

başlayarak üç ay içinde iptal davası açılması gerektiği ifade edilmekteydi508. Ancak


Yargıtay’ın sonraki içtihatlarında bu yaklaşımı terk ettiği ve bunun yerine ihraç ve
yaptığı kısmi ödemelerden doğan haklardan mahrum etme kararına karşı ortağın
dava hakkını kabul ettiği anlaşılmaktadır509. Ne var ki bu nedenle açılacak olan
davanın TTK. m. 381. bağlamında iptal davası değil, bir tespit ve eda davası olarak
kabul edilmesi gerektiği ileri sürülmektedir510.
Doktrinde, yönetim kurulu tarafından alınan ıskat kararları aleyhine iptal
davası açılamayacağı yönündeki Yargıtay’ın eski içtihadı eleştirilere konu
edilmiştir511. Yönetim kurulu kararlarına karşı öncelikle genel kurula itiraz
başvurusunun yapılması ve bu müracaatın reddi durumunda ise TTK.’nun 381.
maddesine dayanılmak suretiyle iptal davasının açılması gerektiği yönündeki görüşün
yasal dayanaktan yoksun olduğu, konunun Yargıtay kararlarıyla geliştirilen bu
yönteme başvurularak çözümünün pek çok soruna neden olabileceği görüşleri ileri
sürülmüştür512.
Kanaatimizce de, şirket yönetim kurulunun iptal edilebilir nitelikteki kararları
aleyhinde, bu karara muhatap olan ve payına ilişkin ıskat kararı verilen malikin
haklarının daha etkin ve verimli korunabilmesi bakımından, dilediği takdirde genel
kurula müracaat etmeden doğrudan iptal davası açabilmesine olanak tanınması
gerekir. Ayrıca bu konuda var olan yasa boşluğunun513 TTK Tasarısı’nda ele alınıp
514
giderilmesi uygulama ve doktrindeki farklılıkların önüne geçecektir. Ne var ki TTK
Tasarısı’nın konuya ilişkin 391. maddesinde iptal edilebilir ve haksız nitelikteki ıskat
kararları yönünden doğrudan dava açma hakkı tanınmamaktadır515.

508
Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1333; Göle, s. 115; Kalyoncu, s. 116; Karayalçın, Đptal Davası, s. 239.
509
Y. 11 HD, T.14.6.1985, E. 85/2205, K. 85/2894 (Karayalçın, Yönetim Kurulu Kararları Aleyhine Dava,
s. 266-267); Y. 11. HD, yönetim kurulunca alınan ıskat kararının haksız olduğu gerekçesiyle iptali, ıskat edilen
payların iadesi ve adına tescili talebini içeren, ancak yönetim kurulu kararları aleyhine doğrudan iptal davası
açılması imkânının bulunmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesince verilen red kararını davacı yararına
bozmuştur. Y. 11. HD. T. 18.9.2008, E. 2008/3390, K. 2008/10168.
510
Karayalçın, Yönetim Kurulu Kararları Aleyhine Dava, s. 266-267; Y. 11 HD. T. 9.11.2006, E.
2006/2935, K. 2006/11409.
511
Çamoğlu (Tekinalp/Poroy), N. 534, s. 312-313; Domaniç, Anonim Şirketler, s. 600-601.
512
Çamoğlu (Tekinalp/Poroy), N. 534, s. 312-313; Domaniç, Anonim Şirketler, s. 1333.
513
Çamoğlu, Hukuki Sorumluluk, s. 79.
514
SPK.’nun 12/VI, aynı maddenin IV. fıkrasında belirtilen, yönetim kurulunun yeni pay alma hakkında
sınırlamalar getirerek pay sahipleri arasındaki eşitliği bozan kararlarına karşı, kararın ilânından itibaren otuz gün
içinde iptal davası açılabilmesine olanak sağlanmaktadır. Bu konuda iptal davası açabilecek olanlar ise yönetim
kurulu üyeleri, denetçiler veya hakları ihlal edilen ortaklardır.
515
Tasarının bu maddesinde, iptal edilebilir kararlar ile batıl kararlar arasındaki farka açıklık getirilmekte,
butlan nedenleri sıralanmakta, batıl kararlar nedeniyle dava açılabilmesi olanağı tanınarak pay sahibinin konumu
güçlendirilmektedir.
232

Maddede yönetim kurulu kararlarının iptal edilemeyeceği kabul edilmekte ve


ancak batıl yönetim kurulu kararlarına karşı tespit davası açılabilmesi imkânı
bulunduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca yönetim kurulunun eşit işlem ilkesine aykırı,
şirketin temel yapısına uymayan ve sermayenin korunması ilkesini gözetmeyen, pay
sahiplerinin vazgeçilmez nitelikteki haklarını ihlal eden ve bunların kullanımını
kısıtlayan ya da güçleştiren, diğer organların devredilmez yetkilerine giren ve bu
yetkilerin devrine ilişkin kararlarının butlanının mahkemeden tespitinin istenebileceği
düzenlenmiştir516.
Yönetim kurulu kararının butlanının tespiti davası neticesinde, mahkemece
ıskatın butlanının tespiti yapılmışsa pay sahipliği hakları, ıskat kararına konu edilen
pay senedi üzerinde kalmaya devam eder517. Bu durumda butlanına karar verilen
ıskat nedeniyle yoksun bırakıldığı bütün hakları yeniden iktisap eden payın malikine,
bakiye sermaye koyma borcunu ifa edebilmesi için yeni bir ek süre tanınması
gerekir518.
Batıl nitelikteki ıskat kararına dayanarak çıkarılan yeni pay geçersiz
olacağından bu nitelikteki payı, iyi niyetle iktisap eden üçüncü kişiler, bu nitelikteki
zararlar için ortaklıktan tazminat talebinde bulunabilme imkânına sahiptir519.

516
Yargıtay 11. HD., sermaye paylarının ifasına ilişkin anonim ortaklık ana sözleşmesinde belirtilen
vadelerin yönetim kurulu kararıyla öne çekilip, bu tarihte pay bedelini ödemeyen ortağın ıskatına ilişkin bu
organın kararını iptal eden yerel mahkemenin kararının onanmasına karar vermiştir. (Y. 11 HD. T. 2.11.2007, E.
2006/4417, K. 2007/13710 ).
517
Yargıtay 11. HD.’nin bir kararında, TTK. m. 407. maddesine göre vecibelerini yerine getirmeyen
ortakların haklarından mahrum edilmeleri ve yerlerine başka ortaklar alınmasının yönetim kurulunca alınan
usulüne uygun bir kararla mümkün olduğunu vurgulayarak, Kanuna uygun biçimde oluşmayan bu organ
tarafından alınan ıskat kararının davalıların paydaşlık sıfatlarını ortadan kaldırmadığına hükmetmiştir. Y. 11.
HD. T. 27.12.1983, E. 5531, K. 5921 (Eriş, C. II, s. 2378- 2379)
518
Forstmoser, Meier-Hayoz, Nobel, § 44, N. 27, s. 561.
519
Şenocak, Iskat, s. 288.
233

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ANONĐM ŞĐRKET KURUCU VE ORGANLARININ SERMAYE


PAYLARININ GEREĞĐ GĐBĐ YERĐNE GETĐRĐLMEMESĐNDEN
SORUMLULUKLARI

Anonim şirketlerin yapıları nedeniyle, kuruluş1 ve faaliyet aşamalarında


şirketin karar alma ve bunları uygulayıcı mekanizmalarında işlevi olanlarca yapılan
işlemler başta pay sahipleri olmak üzere diğer ilgililerin hakları üzerinde etkiler
doğurmaktadır. Bu durum söz konusu organların işlemlerinden kaynaklanan zararlara
ilişkin kapsamlı değerlendirmenin yapılıp sorumluluk yönünden adil bir dengenin
kurulmasını zorunlu kılmaktadır2.

I. KURUCULARIN SERMAYE BORCUNUN ĐFA EDĐLMEMESĐNDEN


SORUMLULUĞU

Anonim şirketin kuruluşu döneminde, kurucuların sorumluluğunu gerektiren


durumların başında esas sermaye hakkında yanlış beyanda bulunulması ve nakit dışı
sermayeye değer biçilmesinde hile yapılması hususları yer almaktadır. Şirket
alacaklıları ile diğer pay sahiplerinin haklarının korunması amacıyla kurucular ile
onların eylemlerine iştirak eden diğer kişilerin bu nevi eylemlerinden dolayı
sorumlulukları TTK.’nun 306. maddesinde düzenlenmiştir.
Bilindiği üzere sorumluluk kavramıyla, ortaya çıkan zarardan kimlerin
sorumlu olduğunu gösteren ve bu amaçla zarar görenin zarar verene karşı zararının
giderilmesini talep edebilme hakkını düzenleyen normlar ifade edilmektedir. En geniş
biçimiyle şahsî ve malî sorumluluk olarak ikiye ayrılmakta olan hukuki sorumluluk
kavramı ise; kusurun özel bir türünü, bir tavır veya hareketten doğan zararı tazmin
yükümünü ifade edebileceği gibi, borçlunun edimini yerine getirmemesi durumunda

1
Kuruluş işlemleri ortaklık sözleşmesinin düzenlenmesinden ortaklığın tüzel kişilik kazanması için gerekli
tescil ve ilânın yapılmasına kadar geçen bütün işlemleri kapsar. Ömer Âdil Atasoy, Anonim Ortaklıkların
Denetlenmesinde Hâkim Olan Esaslar ve Türk Hukukunda Denetleme Organının Görevleri, Eskişehir,
AÜY, 1984,, s. 91-92.
2
Talbot, s. 11 vd.
234

alacaklının hakkını cebri icra yoluyla alabilmesidir3. Şahsî sorumluluk kavramı bir
kimsenin herhangi bir olay ya da davranışı yahut hareketinden dolayı ortaya çıkan
zararı tazmin etmekle yükümlü olması durumunu; malî sorumluluk ise bir şahsın
borcunu ne ile karşılayacağını yani alacaklının alacağını karşılamak için
4
başvurabileceği mal ve hakların ne olacağını ifade etmektedir .
Kurucular; anonim ortaklığı harekete geçiren şirketin konusunu, sermeyesini,
teşkilât yapısını kuran, gerekli izinleri alan kişilerdir5. Anonim şirket tüzel kişiliğinin
sorumluluğu şirketin malvarlığı ile sınırlı olduğundan, sermaye konusunda şirket
kurucuları hakkında hem hukukî hem de cezaî nitelikte sorumluluk hükümleri
getirilmiştir6. Bu sorumluluk açısından kuruculuk sıfatı, nam ve hesabına hareket
edilen üçüncü şahıslara bile teşmil edilmiştir. Namına hareket edilen ve bu nedenle
yasa gereği kurucu sayılan şahıslar hakkında da, kuruluştan kaynaklanan hukukî ve
cezaî sorumluluk hükümleri geçerlidir. TTK. m. 278/son’da ortaya konulduğu üzere,
kendi nam ve hesabına iş gören kimse tarafından bilinen ya da bilinmesi gerekli olan
bir durumu nam ve hesabına hareket edilen üçüncü şahsın, kendisinin bilmediğini
ileri sürebilmesi olanağı bulunmamaktadır7.
Şirketin kurucuları ile yönetim ve denetim kurullarına karşı açılabilecek
sorumluluk davalarının temel amacının şirket sermayesinin korunması olduğu
kuşkusuzdur8. Yine pay sahipleri ya da alacaklılar tarafından açılabilecek olan bu
sorumluluk davalarının neticesinde hükmedilecek tazminatın anonim şirkete

3
Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. bası, Đstanbul, Beta, 2006, s. 444 vd.; Necmettin Feyzi
Feyzioğlu, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C. 1, Đstanbul, 1976, s. 20; Necla Akdağ Güney, Türk
Hukukunda Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerinin Sorumluluğu, Đstanbul, Vedat, 2008, s. 31.
4
Güney, s. 31.
5
Hayri Domaniç, Türk Ticaret Hukukuna Göre Anonim Şirketlerin Kuruluşundan Doğan Hukuki
Mesuliyet (Hukuki Mesuliyet), Đstanbul, Fakülteler Matbaası, 1964, s. 7; Poroy, (Tekinalp/Çamoğlu),
Ortaklıklar, N. 445, s. 247; Tekil, s. 135.
6
Halka açık anonim ortaklıklarda kurucuların sermaye konusunda üçüncü kişileri yanlış kanaat sahibi
olmaya sevk edecek tarzda hareket etmeleri mümkündür. Bu hususun SPK.’dan gerekli izinlerin alınması
aşamasında denetime tâbi tutulacak olması kurucuların sorumluluğunu sona erdirmez. Atasoy, s. 96 .
7
Doğanay, C. I, s. 866; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 8-10.
8
TTK Tasarısı’nın 550. maddesinde, sermayenin korunması bağlamında sermayenin tamamı taahhüt
olunmamışken ödenmiş gibi gösterilmesi durumunda kusurlu olmaları koşuluyla “şirket yetkililerinin” bu
payların ödenmesi ve ayrıca zararın varlığı durumunda bunun tazmininden müteselsilen sorumlu olacaklarını
düzenlemektedir. Hükmün gerekçesinde, maddede geçen “şirket yetkilileri” kavramının geniş anlaşılması
gerektiği ve bunun kurucular, yönetim kurulu üyeleri ve işlem denetçilerini kapsayabileceği ifade edilmiştir.
(TTK Tasarısı, s. 254).
235

ödenmesinin gerekmesi9 de buradaki sermayenin korunması gayesinin


göstergesidir10.
Anonim şirketlerin henüz tüzel kişilik kazanmadan önceki kuruluş sürecindeki
dönemde kurucular, şirketin nam ve hesabına giriştikleri her türlü işlemlerin yanı sıra
şirketin kuruluşu ile ilgili sermaye iştirak taahhüdünde bulunanlardan tahsil ettikleri
nakdi ve nakit dışı sermayenin yöntemine uygun biçimde taahhüdü, değerinin takdiri
ve ifasının temini konularından dolayı hukukî ve cezaî açılardan sorumlu
tutulmuşlardır11.
Şirketin kuruluşu sürecinde kuruluş işlemleri kurucular tarafından
yürütüldüğünden bu işlemlerden doğan sorumluluk da onlara aittir12. Yönetim kurulu
üyelerinin kuruluştan doğan sorumlulukları kuruculardan sonra gelmek üzere ikinci
sıradadır. Esas sermayenin artırılmasında ise bu işlemleri yürütenlerin şirket yönetim
kurulu üyeleri olması itibarıyla bu durumda birinci derecede sorumlu olduklarından
doğrudan doğruya haklarında hukukî açıdan takip yapılabilecektir13.
TTK.’nun kuruluştan doğan sorumluluğu düzenleyen 305 vd. maddelerinde
yer alan kurallar14, nakit dışı sermaye taahhüdünün kanunen zorunlu olan unsurları
taşımaması, baştan ya da sonradan imkânsızlık içermesi nedeniyle geçersizliği ya da

9
Poroy, (Tekinalp/Çamoğlu), Ortaklıklar, N. 507, s. 294.
10
Sorumluluk hükümlerinin tek fonksiyonu sermayenin korunması değildir. Bunun yanı sıra sorumluluk
davası yoluyla özellikle kurucu ya da yönetim kurulu üyelerinin eylemleri nedeniyle zarara uğrayan alacaklıklar
ve ortakların korunması fonksiyonu da kendini göstermektedir. Yine, bu durum usulsüz iş ve işlemlerin
önlenmesini sağladığı gibi, ilgililer bakımından güvence işlevi de görmektedir. Güney, s. 41-42.
11
Doğanay, C. I, s. 905.
12
Anonim ortaklığın ticaret siciline tescil ve ilânı, tüzel kişiliğin kazanılması bakımından kurucu yenilik
doğuran bir işlem olup, TTK. m. 301. gereğince ortaklık, ancak ticaret siciline tescil ve ilan ile tüzel kişilik
kazanmaktadır. Doğanay, C. I, s. 905; STB. 2003/3 sayılı Tebliğinde anonim ortaklığın kuruluşunda ana
sözleşmenin noterden onaylandığı tarihten başlamak üzere 15 gün içinde ortaklığın ticaret siciline tescil
edilmesinin gerektiği kuralına yer verilmiş ise de ortaklık sözleşmesini imzalayan ve bu nedenle zımnen
ortaklığın tescili işlemleri yürütmeyi de kabul etmiş olan kurucuların bu yönde sicil memurluğundan talepte
bulunmadıkları takdirde, diğer taahhüt sahibi ve ortaklara karşı sorumlulukları söz konusu olabilir ise de, sicil
memuru tarafından bu yönde talepte bulunmaları konusunda TTK. m. 35. maddesinde düzenlenen tescile davet
prosedürünün işletilmesinin olanaklı olup olmadığı doktrinde tartışılmaktadır. Arıcı, Alacak Hakkı, s. 88;
Kendigelen, Makalelerim, s. 197-198.
13
Turhan Atan, Türk Ticaret Kanununa Göre Anonim Şirketlerde Đdare Meclisi Azalarının Mesuliyeti,
Ankara, 1967, s. 126; Doğanay, C. I, s. 864-865..
14
TTK Tasarısı’nın 549. maddesinin kenar başlığı “Belgelerin ve beyanların kanuna aykırı olması” olup,
bu maddenin gerekçesinde, kurucuların sorumluluğuna dair TTK. m. 305’te, vesika ve sair evrakın hakikat hilafı
tanzim edilmiş olmasından söz edilmesinin bu hükmün kapsamını daralttığı ve ayrıca metinde “kusur”dan söz
edilmemesinin sorumluluğun niteliği yönünde farklı görüşlerin ileri sürülmesine neden olduğu gerekçesiyle,
Tasarının anılan maddesinde bir yandan kurucuların sorumluluklarının kapsamı genişletilmekte, diğer yandan
düzenleyenler bakımından kusursuz, katılanlar bakımından ise kusur sorumluluğu esası benimsenmektedir. TTK
Tasarısı, Gerekçe, m. 549, s. 253-254.
236

ortadan kalkması hâllerinde uygulama alanı bulacaktır15. Sorumluluk şartları ise


kanuna aykırı, doğru olmayan, gerçeği dürüst biçimde yansıtmayan beyanlar ve bazı
hususların gizlenmiş olması, bunlardan şirketin bir zararının doğması16 ve uygun
nedensellik bağıdır. Kurucuların esas sermaye hakkında yanlış beyanları ve nakit dışı
sermayeye değer biçilmesinde hileleri nedeniyle sorumlulukları, bu nedenle
haklarında açılabilecek sorumluluk davaları ile bu davalarda ispat sorununun
üzerinde durulmasında yarar vardır:

A. ESAS SERMAYE HAKKINDA YANLIŞ BEYANLAR

Anonim şirketin kuruluşunda yapılması gerekli işlemlerin başında şirket


sermayesinin tamamının taahhüt edilmiş olması bulunmaktadır. Sermaye
taahhüdünün mevzuat ve ana sözleşmede öngörülen özellikleri taşımadığının
anlaşılması durumunda sermayeyi taahhüt edenin yanı sıra kurucular da doğan
zarardan sorumlu olacaklardır17. TTK.’nun 305. maddesi gereğince kurucuların
sorumluluğuna gidilebilmesinin unsuru olan “hakikat hilafı tanzim” (gerçeğe aykırılık)
unsuru, objektif bir ölçüttür. Yine TTK. m. 306’da esas sermaye hakkında yanlış
beyanlar, yani sermayenin tamamıyla taahhüt olunmadığı hâlde taahhüt edilmiş veya
yerine getirilmiş gibi gösterilmesi bakımından da aynı ölçüte dayanılmaktadır18.
Bunun için esas sermayenin tamamen veya kısmen taahhüt edilmemesi,
Yasa’da öngörülen koşullara riayet edilmemesi ya da karşılıkların tahsil edilmediği
hâlde tahsil edilmiş gibi gösterilmesi koşulu aranmaktadır19. Yani objektif olarak
ticaret siciline tescil anına kadarki süreçte nakit dışı sermaye taahhüdünün kanunda
veya ana sözleşmede sayılan nitelikleri taşımaması bu kişilerin sorumluluğu için
yeterlidir. Dolayısıyla bu açıdan sermaye taahhüdünde bulunanın kusurlu olup
olmamasının da bir önemi bulunmamaktadır. Çünkü bu kurallara aykırılık, taahhüt

15
TTK. m. 305. maddesinde atıf yapılan 299. madde her ne kadar 559 sayılı KHK ile yürürlükten
kaldırılmış ise de bu durum 305. maddenin uygulama imkânını ortadan kaldırmamaktadır.
16
Bu nedene dayalı olarak dava açılabilmesi için ortaklığın bir zarara uğramasının yanı sıra bu zararın
giderilmemiş ve ayrıca bundan dolayı alacaklı ya da pay sahiplerinin haklarının etkilenmiş olması
gerekmektedir.
17
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 38-39; Tekil, s. 213.
18
Richard Thomas, (General Editor) Company Law In Europe II, Company In Switzeland, (Editör:
Walter Frei and Thomas Rihm), London, 2004, § 107-200, Q 21; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 38-39.
19
Şar, s.108.
237

konusu nakit dışı sermayeye değer takdirinin de gerçeğe aykırı yapıldığı ve esas
sermayenin tam olarak taahhüt edilmediği anlamına gelmektedir20.
Sermayenin korunması ilkesinin yaşama geçirilmesinin bir aracı olan bu
hüküm, aynı ilke bağlamında öngörülen TTK.’nun 305. maddesinin de bir
tamamlayıcısıdır21. Yine bu maddede düzenlenen sorumluluk nedenleri, kuruluştan
doğan sorumluluğa ilişkin genel kural niteliğindeki TTK.’nun 305. maddesinde
düzenlenen çeşitli sorumluluk hâllerinin genel tazminattan ayrı ve ilâve yaptırıma
bağlanması suretiyle tekrarından ibarettir22.

1. Payları Kendi Hesaplarına Alma Yükümlülüğü


TTK.’nun 306. maddesinde, TTK. m. 305’den farklı olarak genel nitelikte
nakdi tazmin yerine, hukuka aykırı işlemin konusu olan taahhüt edilmemiş payların
kurucularla diğer sorumlu kişiler tarafından satın alınması ve bedellerinin ana
sözleşmede öngörüldüğü biçimiyle ödeneceği düzenlenmektedir23. Dolayısıyla,
tamamıyla taahhüt edilmiş şirket esas sermayesinin karşılığının yasa hükümleri
gereğince tümüyle ödenmemesine rağmen bunu yerine getirilmiş gibi gösteren
kurucularla bunların eylemlerine iştirak edenlerin bu payları kendileri alarak karşılığını
da müteselsilen ödemeleri zorunluluğu bulunmaktadır (TTK. m. 306)24. Kuşkusuz
şirketin işlerinin kötü gittiği takdirde bu payların kendi hesaplarına alınması
yükümlülüğü bir müeyyide olarak görülür25.
Öte yandan kurucularla bunların fiiline iştirak eden üçüncü kişilerin ortaklık
paylarını hesaplarına alarak karşılığını ödemekle yükümlü kılınabilmeleri ve şirketin
satılmamış payları nedeniyle sorumlu tutulabilmeleri, bu konuda yanlış beyanda

20
Arıcı, Alacak Hakkı, s. 115.
21
TTK.’nun 305. maddesinin özellikle taahhüt lere ilişkin yönü, 306. madde ile yakından ilgilidir. Đki madde
arasındaki ayırım şöyle konulabilir: Sermaye tamamen taahhüt olunmamışken, ödenmiş gibi gösterilmişse
sermaye taahhüdünde bulunanlar 285/I. maddeye göre, onayan noter düzenleyen olarak 305. maddeye göre
sorumlu olurlar ve onlara katılanlar da aynı hükmün kapsamındadır. Ayrıca 306. madde bu sermayede bir boşluk
kalmamasını sağlamak amacıyla, kusurlu olmaları şartıyla kurucularla bu fiile iştirak edenlerin bu payları
üstlenmeleri ve zararın varlığı durumunda zarardan müteselsil sorumlu olmalarını hükme bağlamaktadır.
22
Domaniç, TTK.’nun 306. maddesindeki kuralın esas itibarıyla gereksiz olduğu, bu kural olmasa dahi,
sorumlular hakkında söz konusu yaptırımın uygulanması gerektiği sonucuna varılacağı, bu hükmün varlığına
gerek görüldüğü durumda ise TTK.’nun 305. maddesinin bir tekrarı niteliğinde olduğundan 1897 tarihli Alman
Ticaret Kanunu’nun 202. maddesinde olduğu gibi bu hükmün 305. madde ile birlikte düzenlenmesinin gerektiği
görüşündedir. Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 42-43.
23
Doğanay, C. I, s. 910; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 39.
24
Bu nedenle, mahkeme kararıyla hükmolunan tazminatın, davacı ortaklık, pay sahipleri ya da ortaklık
alacaklıları tarafından, sorumluların biri, birkaçı ya da tümünden tahsil imkânı bulunmaktadır. Domaniç, Hukuki
Mesuliyet, s. 41.
25
Poroy, (Tekinalp/Çamoğlu), N. 507, s. 294.
238

bulunmuş olmaları koşuluna bağlanmıştır. Kurucuların ve bunların fiillerine katılan


üçüncü kişilerin sorumluluklarının daha önce de vurgulandığı üzere müteselsil olması
nedeniyle davacı konumundaki ortaklık, şirket alacaklıları ya da pay sahiplerinin bu
konuya ilişkin taleplerini, sorumlu kurucuların ya da bu fiile iştirak eden diğer
şahısların tamamına ya da bir kısmına yöneltilebilmesi mümkündür (BK. m. 141-142).

2. Şirketin Payı Değerlendirmesi ve Açıklardan Sorumluluk


Şirket tarafından söz konusu payların, kurucular ve diğer kişilere
satılabileceği gibi şirketin menfaatlerine daha uygun olması durumunda halka da
satılması mümkündür26. Çünkü TTK.’nun 306. maddesi bağlamında sorumlu
kuruculara ya da üçüncü kişilere bu kurala dayanmak suretiyle payları taahhüt
ettirilmesi ve tahsil edilmemiş sermaye payının tahsili yönüne gidilmesi şirket
açısından uzun süre gerekli sermayeden yoksun kalınması tehlikesini ortaya
çıkarabilecektir27.
Bu paylar, şirketçe ister sorumluluğu bulunan kuruculara, isterse üçüncü
kişilere satılmış olsun, bu satış neticesinde kapanmamış açıklardan dolayı kurucular
ve asıl sorumluların tazmin yükümlülüğü devam eder.
Sermayenin korunması ilkesinin bir tamamlayıcısı olarak görülen TTK.’nun
306. maddesinde kurucuların esas sermeye konusundaki yanlış beyanlarından dolayı
sorumluluklarının, yalnızca bu payları kendi hesaplarına almak ve bedellerini de
müteselsilen ödemek olarak vurgulanması, çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Her şeyden
önce bu nitelikteki payların kurucular tarafından üstenilmesi, yanlış beyan nedeniyle
ilgililerin zararlarını gidermeye yeterli olmadığından buna ilâve olarak, yanlış beyanın
neden olduğu zararların giderilmesi gereği açıktır28.

3. TTK Tasarısı’ndaki Düzenleme


TTK Tasarısı’nın “Sermaye hakkında yanlış beyanlar ve ödeme
yetersizliğinin bilinmesi” kenar başlıklı 550. maddesinin birinci fıkrasında sermaye

26
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 40; Şar, s.108.
27
Anonim ortaklık tarafından, TTK.’nun 306. maddesinde belirtilen yolsuz işlemler nedeniyle taahhüt
edilmemiş paylar, sorumlulukları olan kurucuların ödeme güçleri ya da güvenilir olmadıkları için ortaklıktaki
temsil güçlerini artırmamak amacıyla üçüncü şahıslara teklif edilebilecektir. Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 40.
28
Domaniç, madde sevk edilirken mehazdaki “kurucular tarafından ika edilen her türlü zarar ve ziyan
karşılığı tazminat talebine halel gelmeksizin” kaydına yer verilmemesinin, sorumluların taahhüt edilmemiş
payları satın alma ve ifa edilmemiş taahhütleri yerine getirme dışında munzam zararları tazmin
yükümlülüklerinin olup olmadıkları konusunda ortaya çıkabilecek yorum farklılıkları yüzünden uygulamada
duraksamalara sebep olabileceğini ifade etmektedir. Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 42-43.
239

hakkında yanlış beyanda bulunanların bu payları üstlenmiş sayılıp karşılıklarını


faiziyle birlikte müteselsilen ödemekle yükümlü olacakları düzenlenmiştir.
Öte yandan ikinci fıkrada, “Sermaye taahhüdünde bulunanların ödeme
yeterliliğinin bulunmadığını bilen ve buna muvafakat edenler, sözkonusu borcun
ödenmemesinden doğan zarardan sorumludur.” kuralı yer almaktadır. Bu düzenleme
özellikle kurucuların kötü niyetli ya da ihmali davranışları ile aslında ödeme gücü
bulunmadığını ve bu nedenle pay bedelini ifa etmeyeceklerini bildikleri kişilerce
yapılan pay taahhütlerine muvafakat etmelerinin önüne geçilmesi için önemlidir29.
TTK.’nda şirketlerin kuruluşu sürecinde ilgililerin bu gibi durumlardan dolayı
sorumluluklarını düzenleyen hükme yer verilmediği düşünüldüğünde, kuralın bu
açıdan önemli bir boşluğu gidereceği değerlendirilmektedir.

B. NAKĐT DIŞI SERMAYEYE DEĞER BĐÇĐLMESĐNDE HĐLE

Bilindiği üzere pay sahiplerinin anonim şirkete getirmeyi taahhüt ettikleri nakit
dışı sermayenin karşılığında hangi miktarda pay senedinin tahsis edileceğinin yani
parasal karşılığının bilirkişiler tarafından belirlenmesi gerekir30. Bu işlem ile ayın
nevinden sermayeye olduğundan daha yüksek bir değer biçilmesi şirketin zararına
iken, gerçek değerin altında bir kıymetin belirlenmesi bunu getiren ortağın zararına
neden olur31.
Gerçek değerden kastedilen bir malın piyasadaki rayiç değeridir. Maddede
anonim şirkete konulan sermayeye biçilen değerin gerçeğinden fazla olması durumu
düzenlenmekte olup, söz konusu nakit dışı sermayenin değerinin gerçeğinden daha

29
TTK Komisyonunda, ortaklıkların ödeme gücü itibarıyla taahhüt ettikleri sermayeyi ödeyemeyecek
konumda olan pay sahipleri ile kuruluş imkânının varlığının bir eksiklik olarak değerlendirilmesinin gerektiği,
buna karşılık Almanya ve Đsviçre’de bunu engelleyici kuralların bulunduğu vurgulanmıştır. TTK Tasarısı
Komisyonu Tutanakları, 16 Şubat 2001, Đkinci Oturum, m. 550.
30
AET’nin ticaret ortaklıklarına dair sermayeyi konu alan 77/91 sayılı Đkinci Yönergesi’nin 10. maddesinin
birinci fıkrasındaki, ortaklığın kuruluşunda çıkarılan paylara karşılık getirilen nakit dışı sermayenin değerinin
mahkemelerce atanacak bağımsız bilirkişi ya da idare tarafından belirlenmesi gerektiği kuralı, her durumda
gerekli ve yararlı olmadığı gerekçesiyle eleştirilere konu edilmiştir. 2006/68 sayılı Yönerge ile yapılan diğer bazı
değişikliklerin yanı sıra 77/91 sayılı Yönerge’nin 10. maddesinde öngörülen uzun, meşakkatli, masraflı ve kimi
durumlarda gereksiz bir bürokratik süreç olarak gözüken değer tespiti yöntemi, yeni getirilen 10a maddesiyle
belli bazı koşullarda zorunlu olmaktan çıkarılmıştır. 10a maddesine göre piyasalarda işlem gören kıymetli evrak
ve para piyasası araçlarının değeri en çok altı ay öncesinde üye ülkelerde resmen kabul gören bağımsız bir
eksper tarafından belirlenmiş ise yönetim kurulunun ayrıca bilirkişi aracılığıyla değer tespitine gerek
duymaksızın bu değer üzerinden sermaye olarak kabul yetkisi bulunmaktadır. Bu konuda bkz. Beşir Fatih
Doğan, “Avrupa Birliği Şirketler Hukuku Modernizasyonu-Avrupa Birliğinin 77/91/EWG Nolu Đkinci Şirketler
Yönergesinde Değişiklik Yapan 2006/68/EWG Nolu Yönergenin Getirdiği Yenilikler”, Ankara Avrupa
Çalışmaları Dergisi, C. 7, No: 2 (Bahar, 2008), s. 6-7.
31
Atan, s. 86; Atasoy, 1984, s. 97.
240

az belirlenmesi ise bu maddenin kapsamında değildir32. Şirkete getirilen nakit dışı


sermayeye olduğundan daha yüksek bir değerin biçilmiş olması, bunu koyanların
getirdikleri sermayeye oranla haksız yere daha yüksek oranda pay sahibi olmasını
neticelendirdiğinden diğer pay sahiplerinin alabilecekleri temettü miktarının
33
azalmasına neden olmaktadır .
Hilenin genel sonuçlarını düzenleyen BK.’nun 28. maddesine göre
taraflardan biri, diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla bir sözleşme yapmaya sevk
edilmişse, hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için bağlayıcı değildir. Ancak bu
maddede “hile”nin ne olduğu ve tanımı yer almamaktadır34. Buna karşılık Yargıtay
hileyi, bir kimsenin gerçek durumu bilmesi hâlinde kabul etmeyeceği bir şeyi kabul
etmesine bir diğer kimse tarafından yol açılması olarak tanımlamaktadır35. TTK.’nun
307. maddesine göre, kurucular ile bunların işlemlerine iştirak eden üçüncü kişilerin,
sermaye olarak getirilen ayınların veya işletmenin gerçek değerlerinden daha fazla
gösterilmesi için aldatıcı ve dürüstlüğe aykırı herhangi bir vasıta kullanılmasının
cezalandırılacağı öngörülmektedir. Hileli işlemler, pay sahibinin sermaye olarak
koyduğu ayınlar veya işletmelerin değerlerininin gerçeğinin daha fazla gösterilmesi
için yapılan aldatıcı işlemler, bu amaçla dürüstlüğe aykırı herhangi bir aracın
kullanılması yani objektif iyiniyet kurallarına aykırı hareketlerdir36.
Bu nedenle TTK.’da nakit dışı sermayenin değerinin biçilmesinde hile
kullanan kurucular ve bunların fiilerine iştirak edenlere, şirketin bu yüzden uğradığı
zararları müteselsilen tazmin mükellefiyeti getirilmiş ve ayrıca eylemin TCK.’nun ilgili
hükmü çerçevesinde cezalandırılması öngörülmüştür (TTK. m. 307). Burada sözü
edilen hilenin kuruculardan biri ya da birkaçı veya tamamı tarafından yapılması söz
konusu olabileceği gibi bu kişilerden bir ya da birkaçının yaptığı hileli işlemleri
diğerlerinin yalnızca iştirakleri de yeterlidir. Bütün bu olasılıklarda müteselsil
sorumluluk, hile kullanan kurucular ile onların eylemlerine iştirak edenlere aittir37.
TTK.’nun 307. maddesinin nakit dışı sermayeye değer biçilmesinde yapılan hile
hâlinde bunu yapan kurucular ve bunların eylemlerine iştirak edenlerin 765 sayılı
TCK.’nun 343. maddesi gereğince cezalandırılacağı öngörülmüştür. 765 sayılı

32
Sahir Erman, Şirketler Ceza Hukuku, Ticari Ceza Hukuku, VII, Đstanbul, 1993, s. 33-34; Şar, s. 109.
33
Şar, s. 112.
34
Eren, s. 358 vd; Oğuzman/Öz, s. 89 vd.; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, s. 444 vd.
35
Y. HGK. T. 3.4.1963, E. 4/76, K. 40 (Doğanay, C. I, s. 911).
36
Doğanay, C. I, s. 911; Şar, s. 110.
37
Doğanay, C. I, s.911; Domaniç, Hukuki Sorumluluk, s. 47.
241

TCK.’nun 343. maddesine karşılık gelen 5237 sayılı (yeni) TCK.’nun 206.
maddesinde bu konuda yalan beyanda bulunan kişilerin üç aydan iki yıla kadar hapis
ya da adli para cezası ile cezalandırılacakları hükmü yer almaktadır.
Yasa’da nakit dışı sermayenin değerinin belirlenmesinde kurucuların ve
onların eylemlerine iştirak edenlerin sorumluluğunun hile gibi ağır bir koşula
bağlanmasının menfaatler dengesine aykırılık oluşturduğu ve ayrıca kuruluş amacıyla
da bağdaşmadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir. Bu görüşte olan Domaniç’e göre
TTK.’nda nakit dışı sermayeye değer biçilmesi hususunda, kurucu ve onların
eylemlerine katılanların sorumluluğunun hile koşuluna bağlı olması isabetli değildir.
Bu nedene dayalı olarak mahkemece kurucuların sorumluluğuna hükmedilebilmesi
için yargılama sürecinde davacılar tarafından hem anonim şirketin uğradığı zarar,
hem de bu zararın kurucuların bir hilesinden kaynaklandığının ispatı gerekir. Bu ise
her şeyden önce davacının büyük bir külfet altına sokulması, güçlüklerle karşı karşıya
bırakılması anlamına gelmektedir. TTK.’nun 307. maddesinde yer alan hak ve
güvence zayıflatan bu kural, şirket ve diğer ilgililerin hile ile zarara uğratılmasının
önüne geçilmesine yönelik hükümlerin amacına aykırılık oluşturmaktadır38.
TTK.’nun 307. maddesinde, şirket kurucuları ile bunların fiillerine iştirak
edenlerin nakit dışı sermayeye değer biçilmesiyle ilgili sorumluluklarının hile koşuluna
bağlanmasına karşılık, TTK Tasarısı’nda (m. 551) ise hile koşulu aranmamaktadır.
TTK Tasarısı’nda bu kişilerin sorumlulukları açısından “kusur”lu olmalarının yeterli
görülmesi39, TTK.’nun anılan kuralına yönelik ileri sürülen haklı eleştirilerin ortadan
kalkmasını sağlayacak niteliktedir.

C. DAVANIN TARAFLARI VE ĐSPAT KÜLFETĐ

Esas sermaye hakkında yanlış beyanlar nedeniyle ve TTK.’nun 306.


maddesine dayanarak açılan sorumluluk davalarının davacısı, birinci derecede şirket
tüzel kişiliğidir. Bunun yanında şirketin uğradığı zararlar dolayısıyla, şirketin
alacaklıları ile pay sahiplerinin de bu davaya davacı olarak katılabilmeleri
olanaklıdır40. TTK.’nun 309. maddesine göre şirketin sermaye olarak getirilen nakit
dışı sermayenin değerinin tespitinde yapılan hile nedeniyle zarar gören pay sahipleri

38
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 45.
39
TTK Tasarısı’nın 551. maddesinin gerekçesinde, değer biçilmesinde yolsuzluk nedeniyle sorumluluğun
kusur esasına dayandığı vurgulanmıştır. Ayrıca, kusursuz sorumlululuğun değerlendirme, emsal belirleme
hatalarının bile sorumluluk doğurmasına yol açacak olması nedeniyle benimsenmediği ifade edilmiştir.
40
Doğanay, C. I, s. 912; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 48.
242

ve şirket alacaklıları tarafından dava açılabilir ise de bu nedenle hükmolunacak olan


tazminat daha önce de vurgulandığı üzere şirkete verilir. Şirketin iflası hâlinde ise bu
haklar iflas idaresine ait olmaktadır. Bu dava açılırken pay sahibi ya da alacaklılar
kendi adlarına hareket etmekle birlikte dava şirket hesabınadır41.
Davalılar ise şirketin kurucuları ile bunların yolsuz işlemlerine katılan üçüncü
şahıslar olabilir42. TTK.’nun 309. maddesi ile bu maddenin atıfta bulunduğu aynı
Yasa’nın 305 ilâ 308. maddelerinde söz konusu edilen eylemler aynı zamanda
nitelikleri itibarıyla birer haksız fiildir43.
Hakkında sorumluluk davası açılması söz konusu olan kişiler nakit dışı
sermayeye değer biçilmesinde hile kullanan kurucuların yanı sıra bunların fiillerine
iştirak eden bilirkişi, banka, noter ya da bu yolsuzlukları incelemekle yükümlü olan
yönetim kurulu üyeleri ile denetçiler de olabilir44. Bunların dışında kalan şirketin ticari
mümessili, ticari vekili ya da seyyar tüccar memuru olarak çalışan kimsenin gerek
kasten gerekse ihmal ya da dikkatsizlik neticesinde şirketin veya ortaklık
alacaklılarının aleyhine sebep olduğu zarar ve ziyanlar için TTK.’nun 303 ilâ 309.
maddelerindeki kurallar uygulanamaz. Bu kişiler hakkında maddi hukuk açısından
BK.’nun haksız fiil ya da haksız mal edinme hükümleri uygulanır45.
Kurucular ve onların eylemlerine iştirak eden üçüncü şahısların bu konuda
sorumlu tutulabilmeleri bakımından şirkete sermaye olarak konulması taahhüt edilen
ayınların değer tespitinde hile yapılması tek başına sorumluluğunun doğması için
yeterli değildir. Aynı zamanda, yapılan hileli işlem nedeniyle şirketin ve dolayısıyla da
alacaklı üçüncü kişinin bir zararın doğması da gerekmektedir. Davacılarca bu eylem
nedeniyle bir zararın doğduğu, zararın miktarı ve zarar ile hile arasında illiyet
bağınının ispat edilmesi gerekmektedir. Burada farklı kişilerce çeşitli ve bağımsız
hileli eylemlerin yapılması hâlinde ise bunların her birinin varlığı ve zarar ile
arasındaki illiyet bağının ispatı gerekir46.
Bu hak, kurucular, ilk yönetim ve denetim kurulu üyelerinin kuruluş usulüne
aykırı hareketleri nedeniyle, zarara uğrayan pay sahipleri ve alacaklıların, dolayısıyla

41
Şar, s. 112.
42
TTK Tasarısı’nın 551. maddesinin gerekçesinde, nakit dışı sermayenin değerinin tespitinde yolsuzluktan
kaynaklanacak davalar bakımından aktif dava ehliyetinin anonim ortaklığa, pay sahiplerine ve alacaklılara ait
olduğu, pasif dava ehliyetinin ise somut olaya göre belirleneceği ifade edilmiştir.
43
Doğanay, C. I, s. 913.
44
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 50.
45
Doğanay, C. I, s. 913.
46
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 46-47.
243

uğradıkları zararları tazmine yöneliktir47. Pay sahipleri ve alacaklıların sahip oldukları


dava hakkı esas itibarıyla şirkete ait bir hakka dayandığından, bu hakkın bizzat bu
kişilerce kullanımı şirket tarafından kullanılmaması durumunda söz konusu
olabilecektir. Şirket lehine hükmolunan tazminat vasıtasıyla, alacaklı ve pay
sahiplerinin zararlarının dolayısıyla giderimi imkânı doğar. Buna karşılık,TTK.’nun
309. maddesinde alacaklılara ve pay sahiplerine tanınan dava hakkı, bu kişilerin
şirketin kuruluşu esnasında doğrudan uğradıkları zararları tazminine yönelik değildir.
Bu kişilerin doğrudan doğruya uğradıkları zararlar için dava hakları genel hükümlere
bağlıdır48.
Öte yandan, bu davaya bakmakla yetkili mahkeme şirket merkezinin
bulunduğu yer mahkemesidir (TTK. m. 309/III). Buna karşılık husumetin kuruculara,
yönetim kurulu üyelerine ya da denetçilere yöneltilmiş olduğuna bakılmaksızın, bu
davanın şirketin merkezinin bulunduğu yer mahkemesinin yanı sıra, davacı dilediği
takdirde davalıların yerleşim yerlerinin bulundukları yerde de açılması imkânı vardır49.

II. ŞĐRKET ĐLK YÖNETĐM KURULUNUN VE DENETÇĐLERĐN


SORUMLULUĞU

Anonim şirketlerin idare ve temsili yönetim kurullarınca yapılmakta olup (TTK


m. 317), idare görev ve yetkisinin kapsamı, şirketin konusunun gerçekleştirilmesi
amacına yönelik her tür karar, önlem, faaliyet ve işlemi içine almaktadır. Bu yönüyle
şirket yönetim kurulunun, kanun ve ana sözleşmede açık biçimde şirket genel
kurulunun yetkili kılındığı durumlar dışında kalan hususlarda olağan ya da olağanüstü
ayırımı yapılmaksızın yetkilendirildiği anlaşılmaktadır50.
Şirkete ait pay senetlerinin bedellerine karşılık pay sahiplerince yapılan
ödemelerin doğru olmamasından, pay bedelinin gerçeğe aykırı olarak ödenmiş
gösterilmesi ya da kuruluşta yapılan çeşitli yolsuzluklardan pay sahiplerinin ve şirket
alacaklılarının zarar görecekleri kuşkusuzdur51. TTK.’nda anonim şirketin

47
Bahtiyar, Sermaye Artırımı, s. 172; Çamoğlu, (Sorumluluk), s. 117 vd.
48
Doğanay, C. I, s. 914; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 53.
49
Arslan, s. 127; Doğanay, C. I, s. 914. Sorumluluk davalarında yetkili mahkemenin belirlenmesi açısından
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun hükümleri geçerlidir.
50
Đsmail Kırca, “Anonim Şirket Yönetim Kurulu Kararlarında Takdir Yetkisi –Özen Borcu”, (Özen Borcu),
Batider, Haziran 2004, C.XXII, S. 3, 85-86; Talbot, s. 8 vd; Çamoğlu, Sorumluluk, s.2 vd.
51
TTK Tasarısı’nın 553/I. maddesinde “Kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları,
kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini, kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem şirkete hem pay
sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı, verdikleri zarardan sorumludurlar.” kuralı yer almaktadır.
244

kuruluşunda ortaya çıkan yolsuzluklardan öncelikle kurucularla, bunların yolsuz


işlemlerine iştirak eden üçüncü şahıslar sorumlu tutulmuştur. Anonim şirket ilk
yönetim kurulu üyeleri ve denetçileri ise şirketin kuruluş sürecinde yolsuzluk yapılıp
yapılmadığını incelemekle yükümlüdürler. Bu sorumluluk şirket kurullarında görev
alanların özen yükümlülüğünden kaynaklanmaktadır52.
Şirketin kuruluşunun ardından göreve başlayan yönetim ve denetim kurulu
üyeleri, sahip oldukları görev ve yetkileri itibarıyla kuruluş sürecinde usulsüz
işlemlerin yapılıp yapılmadığını en iyi bilebilecek durumdadırlar. Kuruluş sırasındaki
yolsuzlukların incelenmesi, yönetim kurulu ile denetim kurulunun tüm üyelerine
verilmiş bir görevdir. Bu nedenle bu hususlara ilişkin inceleme ve araştırma işinin bir
ya da birkaç üyeye verilmesi olanağı bulunmamaktadır.
Yönetim ve denetim kurulu üyelerinin sermaye borcunun hiç ya da gereği
gibi ifa edilmemesinden dolayı sorumluluklarının yaptırımı, bu nedenle oluşan
zararların tazmin edilmesidir53. Açılacak sorumluluk davasında davacıların ortaklık,
pay sahipleri ya da alacaklılar olması da bu sonucu değiştirmez. Maddi zararın
yanında zarara neden olan eyleme uygun illiyet bağı ile bağlı sonuçların, müspet ve
menfi zararların tazmini de istenebilecektir54.

A. ŞĐRKET ORGANLARI VE FĐĐLLERĐNE ĐŞTĐRAK EDENLERĐN


SORUMLULUĞUNUN NĐTELĐĞĐ

Anonim ortaklıkta yönetim ve denetim kurullarının görevleri ile ilgili olarak


şirkete verdikleri zararlardan kusursuz olduklarını kanıtlayamadıkları sürece sorumlu
olurlar (TTK m. 336 vd, 359)55. Özellikle, TTK.’nun 336. maddesinin ikinci tümcesinde
yer alan “ Ancak aşağıda yazılı hâllerde gerek şirkete gerek münferit pay sahiplerine

TTK.’nun 309. maddesine karşılık gelen TTK Tasarısı’nın bu maddesinde, mevcut düzenlemede yer alan
“mes’ul olan kimseler” kavramının somutlaştırıldığı ve sorumlulukları söz konusu olabilecek kişilerin açık
biçimde sayıldığı görülmektedir. Ayrıca Tasarı’da kusurlu hareketleriyle ortaklığa, pay sahiplerine ya da
alacaklılara zarar veren denetim görevini ifa eden denetçilerin, işlem denetçilerinin ve özel denetçilerin
sorumluluğu 553. maddeden ayrı olarak 554. maddede düzenlenmiştir.
52
Ersin Çamoğlu, “Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Özen Borcu”,(Özen), Đmran Öktem’e
Armağan, Ankara, 1970, s. 483 vd.
53
Arslanlı, C. II, s. 163-164
54
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 153-157.
55
Đbrahim Arslan, “Anonim Şirkette Yönetim Kurulu Üyelerinin Sorumluluğu ve Şirket Adına Açılan
Sorumluluk Davasında Şirketin Temsili Sorunu”, THYKS, Bildiriler-Tartışmalar, XVI, Batider, 14 Mayıs 1999,
s. 124; Arslanlı, C. II, s. 165; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 477- 488.
245

ve şirket alacaklılarına karşı müteselsilen mesuldürler.” ifadesinden56, buradaki


sorumluluğun kişisel sorumluluk olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle
yapılan eylem bir bütün olarak kurula izafe edilse dahi sorumluluk organın değil, bu
organda yer alan tek tek üyelerin üzerindedir57.
Burada sorumluluğun kişisel olmasının anlamı, organın üyelerinin sırf üye
olma vasfı nedeniyle kusurlu olup olmadıklarına bakılmaksızın sorumlu tutulmaları
değil, her bir üyenin ancak kendi kusurlu eyleminden dolayı sorumlu tutulabilmesidir.
Bu nedenle kusuru bulunmadığını ispat eden yönetim kurulu üyesinin sorumlu olması
söz konusu olmaz. Aynı şekilde bu şirket organlarındaki üyelerin sorumluluklarının
müteselsil olması da bu sorumluluğun kişisel niteliğini ortadan kaldırmamaktadır58.
Öte yandan, yönetim kurulu üyelerinin şahsî sorumluluklarını doğuran TTK.
m. 336/I, b.1’deki “hisse senetleri bedellerine mahsuben pay sahipleri tarafından
vukubulan ödemelerin doğru olmaması” hâlinin kapsamı konusunda öğretide birlik
bulunmamaktadır. Pay senetlerine mahsuben pay sahipleri tarafından yapılan
ödemelerin doğru olmaması durumunda sorumluluğu, yalnızca bakiye sermaye pay
taahhütleri ile sınırlı olarak yorumlayanlar olduğu gibi59, taahhüdün ilk yapıldığı anda
ödenmesi zorunlu olan kısımları kapsadığını savunanlar60 da vardır. Bu konudaki bir
başka görüş ise yapılan ödemenin doğru olmamasının sorumluluk doğurabilmesi için
yönetim kurulu üyeleri ile bir ortağın anlaşması gerekmektedir61. Ancak pay
bedellerinin gerçeğe aykırı olarak ödenmiş gösterilmesi hâlinde şirket tüzel
kişiliğinden başka pay sahipleri ve alacaklıların hakları da ihlal edilmiş olacağından
bu konuda yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu için ihmal de yeterli görülmüştür.
Bu da sorumluluğun doğabilmesi için yönetim kurulu üyesi ile pay sahibi arasında bir
anlaşmanın varlığının gerek ve şart olmadığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır62.
Yasa’da bu kişilerin sorumluluğu “kusur” esasına dayandırılmış olup,
sorumluluk açısından kusurun ağır olması aranmamış bu konuda “ihmal” yeterli

56
Burada söz konusu olan teselsül tam teselsüldür. Bu nedenle zararın tamamının yönetim kurulu üyelerinin
kusurunun hafif ya da ağır olduğuna bakılmaksızın, birinden, bir kaçından veya tamamından istenebilmesi
mümkündür. Buna karşılık TTK.’nun 275. maddesi gereğince, kamu tüzel kişileri tarafından atanan yönetim
kurulu üyelerinin müteselsil sorumluluğu yoktur. Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 478.
57
Doğanay, C. I, s. 997; Güney, s. 36.
58
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 29-30; Güney, s. 37; Arslan, s.122 .
59
Helvacı, Sorumluluk, s. 52.
60
Mimaroğlu, Mesuliyet, s. 50.
61
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 42.
62
Helvacı, Sorumluluk, 40; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 480.
246

görülmüştür63. Kusur olmaksızın bu organların üyelerinin sorumluluğu yoluna


gidilmesi ise mümkün değildir. Türk hukukunda geçerli olan bu durum pek çok hukuk
sisteminde de hâkim ilkedir64. TTK.’nun yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunu
düzenleyen hükümlerinin ve özellikle de TTK. m. 336’da yer alan “gerek kasten
gerekse esas mukavelelerin kendilerine yüklediği sair vazifeleri kasten veya ihmal
neticesi olarak yapılmaması” yönündeki kuralının incelenmesinden, bu kişilerin
sorumluluğun kusur ilkesine dayandırıldığı görülmektedir65.
Kurucuların ya da yönetim kurulu üyelerinin bu süreçteki usulsüz işlemleri
nedeniyle sorumlulukları, bu usulsüzlüğün daha sonra düzeltilmesi hâlinde dahi sona
ermez. Bu yüzden zarara uğramış olanlar, kurucular ve yönetim kurulu üyeleri
aleyhine hukuk yollarına müracaat ederek tazminat talebinde bulunabilirler66.
Bu nedenle kanun koyucu, iki organın üyelerini yapılan işlemlerin
incelenmesi, araştırılması ile sorumlu tutmuş, bunların ihmal edilmesi hâlinde
doğacak zararlardan müteselsilen sorumlu olacaklarını öngörmüştür (TTK. m. 308).
TTK.’nda şirket organlarının görevlerini yerine getirmede birbirlerini devamlı biçimde
denetim ve kontrole sevk etmek için aralarındaki sorumluluğun “müteselsil” olması
esası67 benimsenmiştir (TTK. m. 336/I). Birbirlerini seçmemiş insanlar arasında
müteselsil sorumluluğun söz konusu edilmesi ilk bakışta adaletli görülmese de bunun
kurul olarak görev yapmalarının ortaya çıkarttığı gereksinimden kaynaklandığı, kurul
üyelerinin birbilerini kontrole sevk amacının bunu gerektirdiği, kuşkusuzdur. Bu

63
Arslan, s. 124; Atan, s. 126; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 39-40.
64
Ortaklık organlarının sorumluluğu açısından Đsviçre Borçlar Kanunu’nun 754. maddesinde, yönetim
kurulu üyeleri ile yönetim ve tasfiye işleri ile uğraşan kimsele, kast veya ihmalleri neticesinde verdikleri
zararlardan sorumlu tutulmuştur. V. Steiger, F., Aktiengellschaft, s. 266; Bürgi/Nordmann, Kommentar zum
Schewizerischen Zivilgesetzbuc, Das Obligationenrecht, Bd.V, Art.739-771, Zürich 1979, Art 753/754 Anm. 89;
Meier-Wehrli, Jörg, Die Verantwortlichkeit der Verwaltung einer Aktiengesellschaft bzw. Einer Bank gem.
Art.754 vd. OR/41 vd. BkG, Zürich, 1968, 80; Schucany, E., Kommentar, Art. 754, Anm. 2; Ortaklık
organlarının üyelerinin sorumluluğunun kusur esasına dayanması ilkesi Alman hukuku bakımından da geçerlidir.
Godin/Wilhelmi, §93, Anm. 6; Mertens, § 93 Anm. 98. Aynı şekilde Avusturya Anonim Şirketler Kanununda
(AkG) da kusur sorumluluğu ilkesi benimsenmiştir. AkG § 84 de düzenlenen sorumluluk hükmü de kusur
prensibine dayanmaktadır. Shiemer/Jabornegg/Strasser, § 77-84 Anm. 98 (Güney, s. 33, dn. 77 naklen).
65
TTK.’nun 338. maddesinde düzenlenen kusursuzluk beyyinesi de bu kişilerin sorumlulukları bakımından
kusur prensibinin benimsendiğinin en açık örneğidir. Güney, s. 34.
66
Atan, s. 125.
67
Yargıtay kararlarında ortaklık organlarının sorumluluğunun müteselsil olduğu vurgulanmaktadır. Y. 11
HD’nin bir kararında, “Yönetim kurulu üyelerinden bazılarının işlemleriyle anonim şirketi zarara uğratmaları
hâlinde, bu işlemlere nezaret etme durum ve yükümlülüğü altında olan diğer yönetim kurulu üyeleri de
müteselsilen sorumludurlar.” hükmü yer almaktadır. Y. 11. HD. 7.1.1994, E. 1994/5009, K.1994/7236
(Doğanay, C. I, s. 992).
247

kuralın emredici nitelikte olması yüzünden, şirket ana sözleşmesinde aksinin


kararlaştırılabilmesi mümkün değildir68.
Yasa’nın anılan kuralı gereğince, her iki organ temsilcilerinin kişisel olarak
tazmin sorumluluğundan söz edilebilmesinin ön koşulu, yönetim kurulu ve denetim
kurulu üyelerinin yapmaları gerekli işlemleri gereği gibi yerine getirmemeleri ve bu
konuda zorunlu araştırmaları yapmamaları nedeniyle asıl sorumlu olan kurucular ile
bunların hareketlerine katılmış olan üçüncü şahıslara başvurulması olanağının
kalmaması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle, şirketin kuruluşu sürecinde yapılan
yolsuzluklar nedeniyle ortaya çıkan zararlar, öncelikli olarak kurucular ve onların
fiillerine iştirak eden üçüncü kişiler tarafından tazmin edilmelidir. Çünkü bunların
sorumluluğu aslî ve müteselsildir. Yönetici ve denetçilerin sorumluluğu ise kurucular
ve bunların fiiline iştirak etmiş üçüncü kişiler (bilirkişi, banka, noter, ticaret sicili
memuru69, vs.) tarafından söz konusu zararın karşılanamamış olması koşuluna
bağlıdır.
Anonim şirket ilk yönetim ve denetim kurulu üyelerinin sorumluluğu,
kurucularla bunların fiillerine iştirak edenlerin verdikleri zararların tazminine yönelik
ikincil nitelikte ve fer’i bir sorumluluk olması nedeniyle bir nevi adi kefalet borcu
niteliğindedir70. Kurucular ve bunların eylemlerine iştirak eden üçüncü kişilerin
kuruluş sürecindeki eylemleri nedeniyle şirket ilk yönetim ve denetim kurulu üyelerin
sorumluluğu TTK. m. 179’da düzenlenen kollektif ortakların şirket borçlarından
sorumlulukları gibidir71. Yani kurucular ile bunların eylemine iştirak eden üçüncü
kişilerin eylemleri nedeniyle ortaya çıkan şirket zararlarının tazmini amacıyla
kendilerine yönelik yapılan hukuki takibin semeresiz kalması durumunda ortaya çıkar.
Şirketçe uğranılan zarara karşılık ödenmesi gerekli tazminatın birinci
derecede asli sorumlular olan kurucular ve bunların fiiline iştirak eden üçüncü kişiler
tarafından karşılandığı oranda, ilk yönetim ve denetim kurulu üyelerin sorumluluğu
kalkar. Kurucular ile bunların işlemlerine katılanlar aleyhine bu nedene dayalı olarak
açılmış olan tazminat davası herhangi bir sebeple reddedilir ise sorumluluğu fer’i ve

68
Arslanlı, C. II, s. 159-160; Doğanay, C. I, s. 991.
69
Ticaret sicili, ticaret hayatı bakımından önemli görülen ve ticari işletmelere ilişkin bir kısım belge, bilgi
olay ve işlemlerin kaydedildiği, tacirin ve üçüncü kişilerin çıkarlarının açıklanmasına hizmet etmek suretiyle
ticaret hukuku güvenliğinin sağlanmasının amaçlandığı MK. m. 7 anlamında resmi nitelikte kamuya açık bir sicil
olması nedeniyle sicil memurunun görevini gereği gibi yapmaması gerek hukuki ve gerekse cezai açıdan
sorumluluğuna neden olabilecektir. Şaban Kayıhan, “Ticaret Sicili Memurunun Tescil Başvurularını Đnceleme
Görev ve Yetkisinin Kapsamı”, AÜEHFD, C. XI, S. 3-4, Aralık 2007, s. 357-358.
70
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 245; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 60; Şar, s. 113.
71
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 67.
248

ikincil nitelikte olan ilk yönetim ve denetim kuruluna başvurulabilmesi olanağı da


ortadan kalkar. TTK.’nun 308. maddesi gereğince ilk yönetim kurulu ve denetim
kurulunun kuruluşta yapılan yolsuzluklardan dolayı sorumlu tutulabilmesi için davacı
durumundaki ortaklık, pay sahipleri ya da alacaklıların;
a) Yönetim Kurulu üyeleri ile denetçilerin, şirketin kuruluşundaki yolsuzlukları
inceleme konusunda ihmali davranışlarda bulunduklarını,
b) Kuruluşta yapılan yolsuzluklar nedeniyle ortaya çıkan zararların, asıl
sorumlulardan tahsil edilemediğini72,
Đspatlamaları gerekmektedir.

B. SORUMLULUĞUN KOŞULLARI, DAVA AÇMA SÜRESĐ VE ŞĐRKETĐN


TEMSĐLĐ

1. Sorumluluğun Koşulları
Şirketin ilk yönetim kurulu ve denetim kurulu üyelerinin şirketin kuruluşunda
kurucular ve onların fiillerine iştirak eden üçüncü kişilerin yaptıkları yolsuzluktan
sorumlu tutulabilmesi iki şartın gerçekleşmesine bağlıdır:
Bunlardan birincisi, bu kişilerin inceleme ve denetleme görevlerini ihmal
etmiş olmaları, ikincisi ise bu nedenle şirketin, pay sahiplerinin ya da diğer üçüncü
kişilerin uğradıkları zararların birinci derecede sorumlu olanlar tarafından tazmin
edilmemiş bulunmasıdır73.
Bilindiği üzere, şirket adına yürütülen işlemlerin mevzuata ve ana
sözleşmeye uygun yapılıp yapılmadığını gözetim görevi denetim kuruluna ait olmakla
birlikte (TTK. m. 353), Yasa’nın 337. maddesinde yönetim kuruluna bu konuda özel
bir görev yükletilmiştir. Bu kurala göre, “yeni seçilen veya atanan yönetim kurulu
üyeleri seleflerinin belli olan yolsuz muamelelerini murakıplara bildirmeye
mecburdurlar. Aksi halde seleflerinin mesuliyetlerine iştirak ederler”.
Đlk yönetim ve denetim kurulu üyelerinin sorumluluğu, adi kefalette olduğu
gibi fer’i ve ikincil nitelikte olduğundan ancak asıl borçlular aleyhine yapılan takibin
sonuçsuz kalmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Bu kişilerin sorumlulukları müteselsil74

72
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 67.
73
Çamoğlu, Sorumluluk, s . 45; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 58; Şar, s. 115.
74
TTK Tasarısı’nın m. 557. maddesinde birden çok kişinin tazminle yükümlü olmaları hâlinde bunlardan
herbirinin, kusuruna ve durumunun gereklerine göre, zarar kişisel olarak kendisine yükletilebildiği ölçüde, bu
zarardan diğerleriyle birlikte müteselsil olarak sorumlu olacağı ifade edilmektedir. Maddenin gerekçesinde
249

olduğundan takibin yalnızca kuruculara değil, sorumlulardan herhangi birine, bir


kaçına ya da tamamına yöneltilmesi mümkündür. Ancak kurucular dışındaki
sorumlular aleyhine yapılan takip semeresiz kalmışsa, takibin ilk yönetim ya da
denetim kurulu üyelerinden önce kuruculara yöneltilmesi şarttır75.
Şirketin kuruluşu sırasında yolsuzluk yapılıp yapılmadığının incelenmesinde
yönetim ve denetim kurullarına üye olanların her birinin sorumluluğu bir vekil gibidir.
Dolayısıyla yönetim ya da denetim kurulu üyelerinden birkaçının araştırma ve
inceleme yapmaları usulsüzlüğün tespitini neticelendirmemişse diğer üyeler bu
konuda inceleme ve araştırma yapmak yükümlülüğünden kurtulamaz76. Ancak
yapılan inceleme ve araştırma sonucunda sermaye pay bedellerinin ifası durumunda
yapılan yolsuzluğun bu organlardan birinin üyesince belirlenmiş olması, diğerlerinin
bundan dolayı sorumluluklarını sona erdirir77.
Öte yandan, şirket ilk yönetim ve denetim kurulu üyelerinin sermaye koyma
borcunun gereği gibi ifa edilmemesi nedeniyle sorumlulukları ancak TTK. m. 308.
maddesinde öngörülen kuruluş sırasında yapılan yolsuz işlemlerin araştırılmasında
ihmallerinin varlığı şartına bağlıdır. Ancak kusurun varlığının ispatı davacılara
yüklenmemiştir. Bu takdirde karine olarak kusurun varlığı kabul edilmekte ve
davalılara kusursuzluklarını ispatlayarak sorumluluktan kurtulma hakkı tanınmaktadır.
Bu nedenle anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin sorumluluktan kurtulmalarına
ilişkin TTK. m. 338 ile denetim kurulu üyelerinin sorumluluklarına ilişkin m. 359’da bu
karinenin aksini ispat imkânı tanınmış olup, ancak bu şekilde yönetim ve denetim

Đsviçre’de 1991 yılına kadar ĐBK’nun eski 759. maddesine dayalı olarak anonim ortaklıklar uygulamasında
hâkim olan ve Federal Mahkemenin kararlarında eleştirilere konu edilen mutlak teselsül anlayışının terk edildiği
ve Federal Mahkemenin 1995 tarihli (BGE 4C.147/1995) kararıyla farklılaştırılmış teselsül ilkesini eski hukukun
güncellenmiş yorumu olarak daha önceki tarihli olaylara da uygulanabileceği kararını aldığı vurgulanmıştır. TTK
Tasarısı’nda bu yaklaşım ile Türkiye’de büyük ölçüde benimsendiği görülen mutlak teselsül ilkesi yerine,
sorumluların birlikte değil tek başlarına verdikleri zararlar nedeniyle kusurlarına ve durumun gereklerine göre
ayrı ayrı sorumlu tutulmalarına imkân tanıyan farklılaştırılmış teselsül ilkesini benimsemiştir. Bu takdirde
mahkemece öncelikle sorumluların tek başlarına ve birlikte verdikleri zararların birbirlerinden ayrılması, daha
sonra birlikte verdikleri zararlarda da kusurun ağırlığına ve diğer indirim olgularına göre farklılaştırılmış
teselsüle gidilmesi gerekir. Bu konuda bkz. TTK Tasarısı, Gerekçe, m. 557.
75
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 100-101; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 63.
76
Kuruluştaki yolsuzlukları denetleme görevinin denetçilere ayrı ayrı ve kişisel olarak yükletilmesi yerinde
olmuştur. Çünkü farklı uzmanlık ve yeteneklere sahip denetçilerden bir kısmının elde edemediği delillerin,
diğerlerince tespit edilebilmesi imkânı bulunmaktadır. Atasoy, s. 99.
77
Atasoy, s. 99; Şar, s. 114; Denetim kurulu ile ortaklık arasındaki hukuki ilişki öğreti ve uygulamada
vekâlet ya da hizmet ilişkisi olarak nitelendirilmektedir. Yargıtay kararlarının bir kısmında hizmet ilişkisi görüşü
benimsendiği (Y. 9. HD. T. 5.6.1972, E. 1972/32457, K. 1972/19496; Y. 10. HD. T. 14.9.1973, E. 1973/180, K.
1973/209) halde Hukuk Genel Kurulu, denetçilerle ortaklık ilişkisinin hizmet ilişkisi olarak kabul edilemeyeceği,
bunun bir vekalet ilişkisi olduğu yönünde karar vermiştir. YHGK. T. 25.6.1975, E. 74/9-85, K. 75/850. (Pulaşlı,
Şirketler Hukuku, s. 514-515).
250

kurulu üyelerinin görevleri ifa sırasında şirket aleyhine doğan zararlardan dolayı
sorumluluktan kurtulabilirler78.
Şirketin kuruluşu ile ilgili belge ve işlemleri inceleyen üyelerin kontrollerini
BK.’nun 390/II çerçevesinde iyi ve dikkatli biçimde yapmalarına rağmen yolsuzluk
ortaya çıkarılamamışsa, inceleme yapan üyeler sorumluluktan kurtulmuş olurlar. Bu
durumda diğer üyelerin sorumlulukları devam etmekte olup, şayet kendileri de
inceleme yapmış olsalardı durumun değişmeyeceği, yolsuzluğun tespit
edilemeyeceği ve dolayısıyla da bir sonuç alınmasının söz konusu olmadığı
gerekçesiyle bu yükümlülükten kurtulamazlar79.
Bu arada şirket organlarının müteselsil sorumluluğu, yalnızca kusurlu olan
üyeler bakımından kabul edilmiş olup, organca alınan karara katılmayıp muhalif kalan
üyenin diğerlerinin kusurlu karar ve işlemlerinden dolayı sorumlu tutulmasına olanak
yoktur. Bu organların bütün kararlarını oybirliği ile almaları gerekmediğinden alınan
karara muhalif kalan üyelerin muhalefet sebeplerini zapta yazdırmaları ve bunu
imzalamaları koşuluyla, çoğunluk kararı nedeniyle ortaya çıkan sorumluluktan
kurtulurlar80.
Bu arada TTK.’nun 309. maddesinde anonim şirketin kuruluş sürecinde
kurucular ile yönetim kurulu üyeleri ve aynı statüye sahip genel müdürlerin
sorumluluklarına ilişkin düzenleme yer almaktadır. Bunların dışında kalan ticari
mümessil, ticari vekil, seyyar tüccar memuru olarak çalışanların bilerek ya da kusurlu
biçimde ortaklığa, pay sahiplerine ya da şirket alacaklılarına verdikleri zararlar ile ilgili
olarak TTK.’nun anılan maddesindeki kuralın uygulanması olanağı
81
bulunmamaktadır .

2. Dava Açma Süresi ve Yetkili Mahkeme


TTK.’nun 341. maddesinde, şirket genel kurulunca yönetim kurulu üyelerine
karşı sorumluluk davası açılmasına karar verilmişse davanın bu kararın ardından bir
aylık süre içinde açılması gerektiği ifade edilmektedir. Ancak bu sürenin
geçirilmesinin dava hakkını düşürmeyeceği maddede açık biçimde ifade edilmiş
olduğundan bu bir zamanaşımı süresi değildir. Burada ortaklığı temsil edenleri kısa
süre içinde harekete geçmeye sevk amacıyla sürenin belirtildiği ve ilgililere görev

78
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 74-75; Erüreten, s. 313.
79
Şar, s. 114.
80
Doğanay, C. I, s. 992.
81
Şar, s. 117.
251

yüklendiği sonucu ortaya çıkmaktadır82. Dolayısıyla bu görevin süresinde yerine


getirilmemesi şirket temsilcilerinin sorumluluklarını doğurur (m. 341/I).
Genel kurulca bu konuda dava açılmasına karar verilmesine rağmen
ilgililerin bu davayı açmada ihmal göstermeleri nedeniyle TTK.’nun 309. maddesinde
öngörülen iki veya beş yıllık zamanaşımı süreleri dolmuşsa, artık yönetim kurulu
üyeleri aleyhine dava açılması imkânı kalmayacaktır. Bu duruma neden olan şirket
yetkilileri dava açılmamasından doğan zararlardan sorumlu olacaklarından bu ihmali
hareketleri nedeniyle onlara karşı tazminat davası açılabilir83.
Bu dava, husumetin kuruculara, yönetim kurulu üyelerine ya da denetçilere
yöneltilmiş olduğuna bakılmaksızın şirketin merkezinin bulunduğu yer mahkemesinin
yanı sıra, davalıların ikametgâhlarının bulundukları yer mahkemesinde de açılabilir84

3. Dava Açma Yetkisi, Alacaklılar ya da Pay Sahiplerinin Dava


Açabilmeleri
Şirket yönetim kurulu ve denetim kurulu üyelerinin pay bedellerine
mahsuben yapılan ödemelere yönelik gerçeğe aykırı işlemleriyle gerek pay sahipleri
ve gerekse şirketin alacaklısı konumundaki üçüncü kişileri zarara uğrattıkları takdirde,
bundan sorumlu olacaklarında kuşku yoktur85. Yönetim kurulu ya da denetim kurulu
üyelerinin kusurlarından dolayı şirketin uğradığı zararlar nedeniyle açılacak tazminat
davası, kuruculara karşı açılan davalarda olduğu gibi şirket tüzel kişiliğince veya
hükmedilecek tazminat şirkete ait olmak üzere pay sahipleri ya da alacaklılar
tarafından açılır86. Pay sahipleri tarafından açılan bu dava, hukuki niteliği itibarıyla
ortak davasıdır (actio pro socio). Yani anonim şirket tüzel kişiliği dışında kalan pay
sahipleri, azlık ya da şirket alacaklılarının sermaye borcunun gereği gibi ifa
edilmemesi konusunda sorumlu yönetim kurulu üyelerine karşı dava hakları
bulunmasına rağmen87, bu kişilerin uğradıkları zarar dolaylı nitelikte olduğundan

82
Arslan, s. 126-127.
83
Arslan, s. 126.
84
Arslan, s. 127; Arslanlı, C. II, s. 178-179; Doğanay, C. I, s. 914. Sorumluluk davaları bakımından yetkili
mahkemenin belirlenmesi açısından Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun hükümleri geçerlidir.
85
Arslan, s. 122; Arslanlı, C. II, s. 177; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 484.
86
Arslan, s. 125; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 87-68; Erdoğan Moroğlu, “Anonim Ortaklıkta Yönetim ve
Denetim Kurulu Üyelerinin Đbralarının Zamanı, Kapsamı ve Geri Alınması”, (Yönetim ve Denetim Kurulu
Üyeleri), Batıder, Aralık 2001, C. XXI, S. 2, s. 5; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 488; Karayalçın, Yönetim Kurulu
Kararları Aleyhine Dava, s. 248; Yongalık, Ortak Davası, 42.
87
Ortaklar ve alacaklılarca yönetim ya da denetim kuruluna karşı açılan dava niteliği bakımından anonim
şirketçe açılan davadan farklı ve bağımsız bir davadır. Bu kişilerce açılan dava asil sıfatıyla açılmakta olup,
mahkemece hükmolunacak tazminatın bu kişilere değil şirkete ödenmesinin gerekmesi de bu sonucu
252

mahkemece sorumlular aleyhine hükmolunacak tazminat, davacıların bizzat


kendilerine değil şirket tüzel kişiliğine ödenir (309/I)88. Buna karşılık, davacı pay
sahipleri ya da şirket alacaklıları yönetim kurulu ve denetçilerin bu kusurlu eylemleri
nedeniyle doğrudan zarara uğramışlarsa, hükmolunacak tazminatın bu kişilere
ödenmesi ise doğaldır89.
Tüzel kişi olarak şirketin dava açabilmesi için daha önce de vurgulandığı
üzere kural olarak genel kurul kararının varlığı gerekir (TTK. m. 341/I). Ancak genel
kurulda dava açılması yönünde bir karar alınamasa bile, esas sermayenin en az
onda birini temsil eden pay sahipleri dava açılması yönünde oy kullandıkları takdirde
şirket adına dava açılması gerekir90. TTK.’nun 366. maddesinde bu konuya ilişkin
olarak “…esas sermayenin en az onda birini temsil eden pay sahipleri…” denilmekte
ise de bu ibarenin azınlık olarak anlaşılması gerekir. Dolayısıyla ana sözleşme ile
azınlık hakları onda birin altında bir pay nisabına sahip ortaklara tanınmışsa yönetim
ve denetim kurulları aleyhine sorumluluk davası açma imkânının bu orandaki pay
sahiplerine de tanınması gerekecektir91.
TTK.’nda genel kurul kararları bakımından ağırlaştırılmış nisapların arandığı
durumlar (m. 388, 396/II, 423, 434, 454/II) arasında yönetim ve denetim kurulu
üyeleri aleyhine sorumluluk davası açılması kararına yer verilmemiştir. Bu nedenle
yukarıda sayılan istisnai durumlar dışında, genel kurulda yönetim kurulu üyelerinin
aleyhlerine sorumluluk davası açılabilmesine ilişkin kararların adi nisapla alınması
yeterlidir. Doktrinde bu nisapların şirket ana sözleşmesiyle dahi ağırlaştırılmasına
olanak bulunmadığı savunulmaktadır92.

değiştirmez. Bu kişilerce açılacak davaların hukuki niteliği konusunda bkz. Çamoğlu, Sorumluluk, s. 134 vd.;
Yongalık, Ortak Davası, 42.
88
Yargıtay’ın 11. HD.’nin kararında, pay sahiplerinin kuruculara karşı olan davalarına TTK. m. 309/I’deki
kuralın uygulanması gerektiği vurgulanmıştır. Y. 11 HD.T. 14.2.1983, E. 5835, K. 662. Yönetim kurulunun yasa
ve ana sözleşmenin yüklediği görevlerini ihlal ederek şirkete zarar vermesi, ortaklık ile arasındaki vekâlet akdi
niteliğindeki hukuki ilişkinin ihlali niteliğindedir. Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 484.
89
Arslan, s. 126.
90
Bu koşulun mutlaka davanın açıldığı tarihte yerine getirilmesi gerekli değildir; bu açıdan genel kurulca
sorumluluk davasına izin veya icazet verilebileceği gibi, TTK.’nun 341. maddesi kapsamında davayı açmakla
yükümlü bulunan denetçilerin de sonradan karar ve muvafakatinin alınması mümkün ve yeterlidir. Kendigelen,
Hukuki Mütalâalar, C. II, s. 112.
91
Arslanlı, C. II, s. 177-178; Anonim ortaklığın ana sözleşmesinde azlık hakkı yüzde onun altında bir oran
olarak belirlenmişse, genel kuruldaki görüşmelerde bu orandaki payı temsil edenlerin muhalefeti varsa, ortaklık
adına sorumluluk davasının açılması gerekecektir. Buna karşılık azlık oy oranı yüzde onun üzerinde bir miktar
olrak belirlenmiş bile olsa Yasanın 366. maddesi gereğince yüzde onluk oranı temsil edenlerin sorumluluk
davası açılması yönünde oy kullanmaları yeterli olacaktır. Arslan, s. 125.
92
Arslan, s. 126.
253

Bu kurullar ve onların fiillerine katılan üçüncü kişilerin sorumlulukları


müteselsil olup bu konuda somut olayın niteliğine göre “zarar gören”ler durumundaki
pay sahipleri, bu sıfatı yapılan işlem nedeniyle yitirmiş olanlar, menkul değerleri
alanlar ve bu menkul kıymetin sonraki malikleri aktif dava ehliyetine sahiptirler.

4. Davada Şirketin Temsili


Anonim şirketlerin yönetim ve temsili yetkisi kural olarak yönetim kuruluna
aittir (TTK. m. 317)93. Şirket organlarının sermaye borcunun ifasındaki sorumlulukları
nedeniyle açılacak davalarda, haklarında dava açılan yönetim ya da denetim kurulu
üyelerinin görevde olmaları, şirketin temsili sorununu ortaya çıkarmaktadır.
Öncelikle sermaye borcunun gereği gibi ifa edilmemesi nedenine dayanan
sorumluluk davasının şirketin mevcut yönetim kurulu üyeleri aleyhine açılması
hâlinde bu davanın TTK.’nun 341/II. maddesindeki düzenleme nedeniyle denetçiler
tarafından açılması gerekmektedir. Yasa koyucunun bu tercihi, haklarında dava
açılacak olanların aslında ortaklığı temsil yetkisine sahip olan kişiler olması ve
hukuksal konumları itibarıyla bu davada ortaklığı temsil edemeyecekleri
düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Bazen bu hususta açılacak davanın yönetim ve
denetim kurulunun her ikisine birden açılması da gerekebilmektedir. Bu takdirde ise
şirkete kayyum tayini ve davaların kayyum tarafından takip edilmesi gerekecektir94.
Diğer taraftan, TTK.’nun 341/II. maddesinde yer alan şirket adına yönetim
kurulu aleyhine davayı murakıpların açacaklarına ilişkin kural nedeniyle, haklarında
sorumluluk davası açılması gereken yönetim kurulunun bu görevlerinin sona
ermesinden sonra dahi sözü edilen yetkinin denetim kurulunca kullanılmasının
gerekip gerekmediği konusunda doktrinde farklı görüşler ileri sürülmektedir.
TTK.’nun 341/II maddesindeki kuralın lafzi yorumundan hareketle bazı
yazarlar tarafından şirketin bu durumda ancak denetçilerin temsil edebilecekleri
görüşü ileri sürülmektedir. Bunun dayanağı olarak ise de sorumluluk davasına yönelik
özel düzenlemenin varlığı gösterilmektedir95.

93
Saf bir iç organ niteliğinde olan genel kurulun, anonim ortaklığı temsil yetkisi bulunmamaktadır. Pulaşlı,
Şirketler Hukuku, s. 288.
94
Arslan, s. 127; Çamoğlu, Sorumluluk, s. 116-117; Helvacı, Sorumluluk, s. 84; Pulaşlı, Şirketler Hukuku,
s. 486.
95
Atan, s. 40; Halil Arslanlı, Anonim Şirketler II-III, Anonim Şirketin Organizasyonu ve Tahviller, Đstanbul,
Fakülteler Matbaası, 1960, s. 192; Mimaroğlu, Mesuliyet, s. 112.
254

Yasa kuralının amaçsal yorumunundan yola çıkan karşı görüşteki yazarlar


ise96, TTK.’nun 341/II. maddesindeki sorumluluk davası açmanın denetçilere ait
olduğu kuralının, yalnızca görevde olan yönetim kurullu üyelerine karşı açılacak
davalar açısından söz konusu edilebileceği görüşündedirler. Kanaatimizce de görev
süresi dolan yönetim kurulu üyeleri aleyhine sorumluluk davasının mevcut yönetim
kurulunca açılması, Yasa kuralının amaçsal yorumunun yanı sıra menfaatler
dengesine de uygun olması97 nedeniyle kabul edilebilir niteliktedir.
Şirketin iflas etmesi durumunda, sermaye borcunun ifa edilmemesinden
kaynaklanan şirket ya da alacaklıların sahip oldukları haklar iflas idaresine geçer. Bu
hususta ĐĐK.’nun 245. maddesi uygulanır (TTK. m. 309/II). Şirketin iflas dışındaki
tasfiyesi durumunda ise sorumluluk davalarını takip konusundaki yetki, tasfiye
memurlarına aittir (TTK. m. 450, 219)98.

C. ŞĐRKET ORGANLARININ ÖDEDĐKLERĐ TAZMĐNAT NEDENĐYLE RÜCU


EDEBĐLMELERĐ

Anonim şirketin ilk yönetim ve denetim kurulu üyeleri, inceleme ve


denetleme görevlerini yaparken ihmali davranışları nedeniyle kurucularca yapılmış
yolsuzluğun ortaya çıkaramamaları yüzünden ödemek zorunda kaldıkları tazminat
için kurucular ve bunların yolsuz eylemlerine iştirak eden üçüncü kişilere rücu
edebilirler. Şirketin ilk yöneticileri ile denetçilerinin birinci derecede sorumlu
olmadıkları bir borcu ödemiş olmaları, asıl borçlular olan kurucular ve bunların
fiillerine iştirak eden üçüncü kişilere rücu edilebilmesini gerektirir. Şirketin bu
organlarına yaptıkları ödemeler nedeniyle rücu hakkının tanınması, öncelikle haksız
iktisap kuralları, kefilin alacaklının haklarına halef olacağına dair kefalet
müessesindeki halefiyet hakkı (BK. m. 490) ve hukuka aykırı fiille zarar arasındaki
illiyet bağından kaynaklanmaktadır. Ayrıca bu rücu talebinin sebepsiz iktisap
kurallarına da dayandırılması mümkündür99.

96
Arslan, s. 129; Çamoğlu, Sorumluluk, s. 116-117; Đmregün, Anonim Ortaklıklar, s. 248.
97
Önceki yönetim kurulu üyeleri aleyhine açılacak sorumluluk davasının mevcut yönetim kurulunca
açılmasının menfaatler dengesine uygun olacağını ifade eden Helvacı, yönetim kurulu üyelerinin münferit
sorumluluğunu gerektiren hallerde (TTK. m. 332, 334, 338) sorumlu olmayan üyelerin diğerlerine karşı ortaklık
adına dava açmalarının dahi mümkün olabileceğini ileri sürmektedir. Helvacı, Sorumluluk, s. 85.
98
Arslan, s. 127-132.
99
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 64; Şar, s. 117.
255

BK.’nun 50. maddesinde, birden fazla kimse ortak kusurlarıyla bir zarara
neden oldukları takdirde aralarında bir ayırım yapılmaksızın müteselsilen sorumlu
olacakları kuralı yer almaktadır. Müteselsil sorumluluk hâlinde, bu kişilerden her biri,
alacaklılara karşı zararın oluşumunda kendi kusurunun ağır ya da hafif olduğuna
bakılmaksızın tamamından sorumlu olurlar. Kusurun derecesi yalnızca bu kişilerin
kendi aralarındaki rücu söz konusu olduğunda önem taşımaktadır100.
Şirketin ilk yönetici ve denetçilerinin ödedikleri tazminat miktarı açısından
kurucular ve bunların eylemlerine iştirak eden üçüncü şahıslara rücu edebilmeleri
için, aleyhlerine açılan davada asıl borçluların sahip bulundukları tüm def’ileri ileri
sürmüş olmaları gerekir. Aksi takdirde bu konuda rücü hakkı kaybedilmiş olur.
Örneğin tazminat alacağı zamanaşımına uğramasına rağmen, ilk yönetim ve denetim
kurulu üyeleri bu defiyi ileri sürmeyerek borcu ödemişlerse rücu hakkını kaybetmiş
olurlar101.
Burada üzerinde durulması gerekli bir diğer husus ise ilk yönetim ve denetim
kurulu üyelerince ödenen tazminatın zamanında asıl borçlulara bildirilmiş olmasının
gerektiğidir. Bu yolla asıl borçlu olan kurucular ve onların eylemlerine iştirak eden
üçüncü kişilerce ikinci kez ödeme yapılmasının önüne geçilmiş olur102.
Şirketin esas sermayesinin artırılmasından doğan sorumluluk, şirketin
kuruluşundaki yolsuzluklar nedeniyle sorumlulukla benzer niteliktedir. Aralarındaki
fark, anonim şirketin kuruluşunda kuruluş işlemlerini yapanların kurucular olması
nedeniyle bu süreçteki işlemlerden birinci derecede bu kişiler sorumlu iken, sermaye
artırımında ise doğrudan doğruya yönetim kurulu üyeleridir103.

III. HALKA ARZDA TAAHHÜT EDENĐN SORUMLULUĞU

Anonim şirketlerin kuruluş ya da sermaye artırımlarında, sermayenin


tamamıyla taahhüt edilmemesi, şirketin kuruluşu ya da sermaye artırımının
sürüncemede kalmasına neden olabilecektir104. Bu gibi sorunların önlenmesi
amacıyla bu süreçte, halka arz edilen pay bedellerinin tam ve nakden ödenmesi
kuralının yanı sıra kurucular, pay sahipleri veya aracı kuruluşlar arasından SerPK.

100
Arslanlı, C. II, s. 180; Doğanay, C. I, s. 998.
101
Ortaklık organları üyelerin ileri sürmek zorunda oldukları def’iler BK. m. 497. maddesine göre kefilin
taahhüdünün mahiyetine yabancı olmayan def’ilerdir. Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 67.
102
Şar, s. 117.
103
Atan, s. 126.
104
Aytaç, Sermaye, s. 168; Somer, s. 83; Tekinalp, Sermaye Piyasası, s. 25.
256

tarafından belirlenenlerce satış süresi sonunda satılamayan bakiye payların tümünün


satın alınıp bedellerinin tam ve nakden ödenmesinin taahhüt edilmesi koşulu
getirilmiştir105. Bu nedenle kurucular, aracı kuruluş veya pay sahipleri, satın alma ve
bedelini de tam ve nakden ödemeyi taahhüt ettikleri halka arz neticesinde
satılamayan payların ödeme borçlusudurlar106. Buradaki taahhüt BK.’nun 110.
maddesinde düzenlenen garanti sözleşmesi niteliğinde olduğundan, bu
yükümlülükten kaynaklanan borca aykırı davranılması hâlinde taahhütte bulunanlara
karşı yasal takip yapılabilir (BK. m. 106, 110)107. Kuruluş ve sermaye artırımının
sağlıklı biçimde tamamlanabilmesi bakımından sözü edilen taahhüdün, kurucu ya da
pay sahiplerinin yerine ekonomik açıdan daha güçlü konumdaki aracı kurum veya
bankalardan alınması daha yararlı olacaktır108.
Anonim şirketin tedricî kuruluşunda aracı kuruluş ile kurucular arasında,
sermaye artırımı yoluyla yapılan halka arzlarda ise şirket ile aracı kuruluş arasında
payların henüz halka arz edilmesinden önceki dönemde "halka arza aracılık"
sözleşmesi yapılmaktadır (Seri: V, No: 19, m. 40). Bunun en iyi gayret aracılığı veya
aracılık yüklenimi sözleşmeleri şeklinde olması mümkündür (Seri: V, No: 19, m.
38/n)109.
Öte yandan, ana sözleşmenin ya da genel kurulun bu hususta tanıdığı
yetkiye dayanılarak şirketçe primli pay senetleri çıkarılmışsa, rüçhan haklarının
kullanımının ve halka satış işlemlerinin primli fiyat üzerinden yapılması gerekir. Buna
karşılık, ana sözleşmede açık hüküm bulunmaması ve genel kurulun da bu yönde bir
karar almaması hâlinde taahhüt edenlerce rüçhan hakları primsiz fiyat üzerinden

105
Aytaç, Sermaye, s. 168; Tekinalp, Sermaye Piyasası, s. 25; Ancak ortaklığın henüz tüzel kişiliği
bulunmadığından kurucular taahhütlerini şirkete karşı değil birbirlerine karşı yapacaklardır. Eğer payların halka
arzı kuruluştan sonra gerçekleşiyorsa bu halde pay sahipleri mevcut olduğundan, bu taahhüt pay sahiplerinden
alınabilecektir. Ulusoy, Yorum ve Açıklamalar, s. 36.
106
Anonim ortaklık paylarının halka arz yoluyla satışında pay bedellerinin tam ve nakden ödenmesi şart
olup (SPK m. 7/III), bunun için belirlenen sürelerde satılamayan payların bedellerinin tam olarak ödenip satın
alınacağı kurucular, pay sahipleri veya aracı kuruluşlar arasından Kurulca belirlenenler tarafından şirkete taahhüt
edilmesi istenir. SPK.’nun m. 7/III’ün hükmüne göre yapılmış olan bu taahhüt, satış süresinin sonunda
satılamayan payların kurucular, pay sahipleri veya aracı kuruluşlar tarafından bedellerinin sirkülerde belirtilen
satış fiyatı üzerinden nakden ve tam olarak ödenmesini de kapsar.
107
Aytaç, Sermaye, s. 169; BK.’nun 110/I. maddesinde, “Bir üçüncü şahsın fiilini başkasına taahhüt eden
kimse bu üçüncü şahıs tarafından taahhüdün ifa edilmemesi hâlinde zarar ve ziyan tediyesine mecburdur.”
hükmü yer almaktadır.
108
Aytaç, Sermaye, s. 170-171; Ünal, Aracı Kurumlar, s. 275.
109
SerPK.’nda en iyi gayret aracılığı ya da aracılık yüklenimi kavramlarına yer verilmemesine karşılık
SerPK. m. 7/I'de yer alan "satın alma taahhüdü" ibaresi ile maddenin üçüncü fıkrasında geçen "satış süresi
içinde satılamayan payların kendileri tarafından tamamen satın alınacağı" ifadelerinden halka arza aracılık
sözleşmesinin "aracılık yüklenimi" (bakiyeyi yüklenim) şeklinde yapılmasını aradığı anlaşılmaktadır. Ünal,
Aracı Kurumlar, s. 274.
257

kullanılır ve dolayısıyla bakiye paylar itibarî değerleri üzerinden satın alınır. Genel
kurulun rüçhan haklarını kullandırmama kararı aldığı ya da primli satışlara ilişkin
herhangi bir kararı olmamasına rağmen yönetim kurulunca arttırılan sermayenin
primli fiyattan halka arz edildiği durumda, taahhütname primli fiyat üzerinden verilir.
Buna karşılık, payların halka arz izni itibarî değer üzerinden alınması ve rüçhan
haklarının kullanılmasının ardından bakiye payların primli fiyat üzerinden satışı
konusunda yeni bir izin alınmışsa ilgililerce satın alma taahhütleri başlangıçta verilmiş
olduğundan bakiye paylar taahhüt edenlerce itibarî değerleri üzerinden satın alınır110.

IV. KURUCULAR VE ŞĐRKET ORGANLARININ SORUMLULUĞUNUN


SONA ERMESĐ

A. SORUMLULUĞUN SULH YA DA ĐBRA YOLUYLA SONA ERDĐRĐLMESĐ

Sulh, taraflar arasındaki uyuşmazlığın karşılıklı anlaşma ve rıza ile sona


erdirilmesidir ve bir sözleşme olması itibarıyla tarafların aralarında yani mahkeme
dışında yazılı ya da sözlü olarak yapılabilir. Đbra ise bir kimsenin borçlusu ile anlaşma
yaparak alacağını tahsil etmeksizin bu hakkından vazgeçmesi111, borçlusunu edimini
ifa yükümlülüğünden kurtarması, yani kendi hakkını düşürmesidir112. Đbra, iki taraflı bir
hukuki işlem ile oluşmakta olup, bu yönüyle alacaklı ile borçlu arasında yapılan bir
sözleşme niteliğindedir. Alacaklının tek taraflı irade beyanı ile alacak hakkından
vazgeçememesi nedeniyle ibra, tek taraflı hukuki işlem olarak hüküm ve sonuç
doğurmaz113.
Anonim şirket organlarının ibrası ise, yönetim veya denetim kurulu üyelerinin
görevde bulundukları belli dönemdeki iş, işlem ve eylemlerinin şirket tarafından
onaylandığı ve şirketin yönetim kurulu üyeleri ile denetçilere karşı herhangi bir
tazminat talebi hakkının bulunmadığı anlamına gelen, menfi borç ikrarı niteliğinde ve

110
Aytaç, Sermaye, s. 170-171; Kalyoncu, s. 41-42.
111
Doktrinde ve uygulamada borcu sona erdiren sebepler arasında yer alan ibra, Borçlar Kanununun kaynağı
olan Đsviçre Borçlar Kanununun 115. maddesinde düzenlenmiş olmasına rağmen, Kanunumuza “unutma”
sonucu alınmamıştır. Erol Ulusoy, “Şirketler Hukukunda Đbranın Hukuki Niteliği”, Prof. Dr. Turgut Kalpsüz’e
Armağan, Ankara, 2003, s. 253.
112
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 76-77; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 491-492; Tekil, s. 226; Doğanay
“Đbra, lügat manasıyla bir kimsenin zimmetini haktan beri kılıp onu temize çıkarma (aklama) anlamına gelmekte
olup, alacaklının borçtan beri kılınması onun affedilmesi halidir. Alacaklı kendi borçlusunu “ibra” etmek
suretiyle, alacağını tahsil etmeksizin, onda olan hakkından vazgeçmiş, netice itibarıyla, bu alacaktan feragat
etmiş olur.” Doğanay, C. 1, s. 1109.
113
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 77-78; Ulusoy, E., s. 254.
258

yenilik doğuran bir hukuki işlemdir114. Genel kurulca sorumlu organın üyelerine karşı
karar şeklinde bir irade açıklaması olan ibra kararı115, şirketin ibra edilen kişi ya da
organ aleyhine sorumluluk davası açma hakkını ortadan kaldırır116. TTK.’nda hüküm
bulunmamasına karşılık ortakların ve şirket alacaklılarının dava hakkı ise ibra
kararına rağmen devam etmektedir117. Şirket genel kurulunun aldığı ibra kararı ile
pay sahipleri ve alacaklıların dava açma hakları kendiliğinden ortadan kalkmamakla
birlikte genel kurula katılıp ibra kararının lehinde oy kullanan pay sahiplerine bu hak
tanınamaz. Đbra yönündeki kararın alınması sırasında iradelerinin fesada uğratılmış
olması hâli dışında bu kişilere de dava açma hakkının tanınması iyiniyet kurallarına
aykırılık oluşturmaktadır118.
Bilânço, kâr zarar hesabı ya da yönetim kurulu raporunun onaylanması da
zımnen ibra sonucunu doğurur. Yıllık bilânçonun onaylanması ile ancak ortalama bilgi
ve deneyime sahip ortağın, hesaplar, yönetim ve denetim kurulu raporlarını
incelemesi neticesinde anlayabileceği yolsuzluklar ibra edilmiş olur. Genel kurulun
bilgisine sunulmayan ya da sunulmakla birlikte yetersiz ve gerçeğe aykırı hususları
içerdiğinden sermaye koyma borçlarına yönelik yolsuzlukları tespite olanak vermeyen
bilânçonun onaylanması, yönetim kurulu ve denetçilerin ibrasını sonuçlandırmaz119.
Esas itibarıyla bilânçonun onaylanması için genel kurulun basit toplantı ve karar
nisapları yeterlidir120.

114
Arslan, s. 125; Arslanlı, C. II, s. 182; Moroğlu, Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri, s. 6; Steiger, s. 314;
Ulusoy, E, s. 258, vd; Ortaklık genel kurulunca daha önce alınan ibra kararının, sonradan yasal dayanak
olmaksızın yeni bir kararla ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu yüzden ortaklık paylarının el değiştirmesi
nedeniyle daha önce ibra edilmiş üyelerin ibrasının kaldırılarak aleyhlerinde dava açılmasına karar verilmesi
herşeyden önce TTK.’nun 381. maddesi bağlamında dürüstlük kurallarına aykırılık oluşturur. Kararın bu nedenle
iptali yoluna gidilebilir. Çamoğlu (Poroy/Tekinalp), N. 615/b, s. 359.
115
Çamoğlu (Poroy/Tekinalp), N. 613, s. 356-357.
116
Đbra kararının hukuki niteliği ve sonuçları konusunda bkz. Çamoğlu, Sorumluluk, s. 212 vd.; Đbra
kararının niteliğine dair düzenleme 558/I maddesinde, “Đbra kararı genel kurul kararıyla kaldırılamaz.”şeklinde
düzenlenmiştir. TTK’ndaki düzenlemeler de, Tasarıda olduğu gibi ibranın geri alınabilmesine olanak
tanımamakla birlikte Tasarı’daki kural bir yeniliktir. Bkz. Gönül Çeliker, “Anonim Ortaklıkta Yönetim Kurulu
Üyelerinin Đbrası”, ĐBD, Eylül-Ekim 2010, C. 84, S. 5, s. 3018
117
Çeliker, s. 3007.
118
Arslan, s. 125; Kendigelen, Hukukî Mütalâalar, C.II, s. 158; Steiger, s. 315; TTK Tasarısı m. 558/II’de
genel kurulun aldığı ibra kararına karşı dava hakkının ibra tarihinden itibaren 6 aylık hak düşürücü süreye tâbi
olduğu ve ibra kararını bilerek ortaklık payını iktisap eden pay sahibinin bu konuda dava hakkının bulunmadığı
hükmü yer almaktadır.
119
Çeliker, s. 2998; Zühtü Aytaç, Anonim Ortaklıklarda Đbra, (Đbra), Ankara, BTHAE, 1982, s. 85;
Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 494-495.
120
Arslan, s. 125; Çamoğlu (Poroy/Tekinalp), N. 614, s. 357; Genel kurul kararlarının alınması bakımından
geçerli olan nisaplara ilişkin TTK.’nun 372 ve 378/I. maddelerindeki düzenleme TTK Tasarısı’nın 418.
maddesinde korunmuştur.
259

Anonim şirketlerin her ne kadar sahibi bulundukları hak ve mallara ilişkin


olarak tam bir tasarruf yetkilerinin bulunduğu açık ise de, bazı durumlarda şirketin
çıkarları ve kurucular, ilk yöneticiler ve denetçilere karşı şirketin zayıf durumu nazara
alınarak bu yetki sınırlandırılmıştır. Şirketin kuruluş sürecinde kurucuların tam yetkili
olmaları ve kuruluş sonrası dönemde ilk yönetim kurulu ve denetim kurulunun onların
etkisinde kalması olasılığı nedeniyle önceki sürece ilişkin olarak yolsuzlukların yeterli
düzeyde incelenememe olasılığı bunu gerekli kılmaktadır. Bu yolla şirketin, pay
sahiplerinin ve alacaklıların çıkarlarının zarar görmesi olasılığının önüne geçilmesi
amaçlanmaktadır121.
Şirket kurucularının, yönetim ve denetim kurulu üyelerinin pay bedellerinin
ifası nedeniyle tâbi oldukları sorumluluk, şirketin tescilinden başlayarak dört yıl
geçmedikçe sulh122 ve ibra yoluyla sona erdirilemez. Yasa’daki bu kural nedeniyle, bu
süre içinde genel kurulun kurucular ya da şirket organlarının sorumluluklarının ibra
etmesi ya da sulh yoluna gitmesi imkânı bulunmamakta olup, buna aykırı alınan
kararlar hükümsüzdür123. Bu sürelerin sonunda da sorumluluğa dair sulh ve ibra
ancak genel kurulun onayıyla mümkündür124. Đbra kararının, şirketçe yönetim kurulu
üyelerine karşı sorumluluk davası açılması imkânını ortadan kaldıran niteliği
nedeniyle TTK.’nun 374. maddesi gereğince, ilgili yönetim kurulu üyelerinin bu
müzakerelere katılması ve oy kullanması imkânı bulunmamaktadır. Hatta oy hakkına
sahip başka pay sahiplerinin temsilcisi sıfatıyla dahi bu toplantıya katılmaları mümkün
değildir125.
TTK.’nun 310. maddesindeki126 şirketin tescilinden itibaren dört yıl süreyle
sulh ve ibra yolu ile sorumluluğun ortadan kaldırılması yasağı yalnızca kurucularla ilk
yönetim kurulu ve denetçilerin sorumluluklarına özgü olup, bilirkişi, noter, banka, pay
sahipleri, çalışanlar ve diğer sorumlu kişiler açısından bu hususta zaman sınırlaması
söz konusu değildir. Dolayısıyla şirketin kurucuları ve organları dışındaki bu kişilerin
dört yıllık süre içinde dahi ibraları yönünde karar alınabilir. Ne var ki, bu kişilerin
kendileriyle müteselsil sorumlulukları söz konusu olduğu durumda alınan karar,

121
Doğanay, C. I, s. 916; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 79-81; Şar, s. 20..
122
Ortaklığın tescilinden itibaren 4 yıllık sürenin geçtikten sonra (TTK.’nun 310) ve genel kurul kararıyla
(azlık tarafından muhalefet de etmemesi koşuluyla) ortaklık adına ortaklık organlarının sorumluluklarını ortadan
kaldırmaya yönelik sulh ve feragat imkânı bulunmaktadır. Erüreten, s. 314
123
Arslan, s. 125; Doğanay, C. I, s. 916.
124
Arslan, s. 125; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 492.
125
Arslanlı, C. II, s. 184; Çamoğlu (Poroy/Tekinalp), N. 614, s. 557; Teoman, Oy Hakkı, s. 79.
126
TTK Tasarısı’nda kuruluş ve sermaye artırımında ibra 559. maddesinde düzenlenmiş olup kuralın TTK.
310. maddeden dili sadeleştirilerek aynen alındığı görülmektedir. Gerekçe, m. 559
260

sorumluluktaki paylarının oran ve miktarında, kurucular, ilk yönetim kurulu ve denetim


kurulu üyelerinin de ibrasını sonuçlandırır (BK m. 145/II). Başka bir deyişle, pay
bedellerinin gereği gibi ifa edilmemesinden dolayı sorumlu olanlardan bir bölümünü
ibra eden şirketin, uğradığı zararın tamamını diğerlerinden talep edebilmesi
olanaksızdır. Aksi takdirde, diğerlerinin ibrası nedeniyle, şirketin uğradığı bütün
zararları ödemek durumunda kalan kurucular, ilk yönetim kurulu üyeleri ve denetçiler
BK.’nun 146. maddesi gereğince, fazla yaptıkları ödemeler oranında diğer
sorumlulara rücu edeceklerinden bunların sulh ve ibra ile sorumluluktan
kurtulmalarının anlamı kalmayacaktır127.
Öte yandan, bu dört yıllık sürenin sonunda yapılacak sulh ya da ibranın
geçerli olarak hüküm ve sonuç doğurabilmesi için şirket paylarının yüzde onluk
bölümünü temsil eden (azınlık hakkı sahipleri) azınlığın da muhalefeti bulunmaksızın
şirket genel kurulu tarafından onaylanması şartı aranmaktadır128. Bu durumda dahi
esas sermayenin onda birini temsil eden azınlık hakkı sahipleri sulh ve ibra
işlemlerinin onaylanmasına karşı iseler129, genel kurulca sulh ya da ibranın
onaylanması mümkün bulunmamaktadır (TTK. m. 310). Dolayısıyla ancak bu
koşulları taşıyan bir sulh ya da ibra şirket kurucuları, yönetim kurulu üyeleri ve
denetçilerin sorumluluklarını sona erdirebilir130.

B. SORUMLULUĞUN ZAMANAŞIMI YOLUYLA SONA ERMESĐ

1. Zamanaşımı Süreleri
TTK. m. 309/IV’te, şirketin zarara uğratılması nedeniyle sorumlu bulunan
kişilere karşı tazminat talep hakkının davacı tarafından zararın ve sorumlu olan
kimsenin öğrenilmesi tarihinden başlamak üzere iki yıl içinde ve her durumda zararı
doğuran fiilin meydana gelmesinden itibaren beş yılın geçmesiyle sona ereceği

127
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 51.
128
Yönetim ve denetim kurullarının ibrasına dair kararın alındığı oylamada bu kurulların üyelerinin oy
kullanmaları, TTK.’nun 374. maddesine aykırılık oluşturması nedeniyle kararın iptalini gerektirmektedir. Y.
11.HD, T. 18.5.2009, E. 2008/1420, K. 2009/6005.
129
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 224-225.
130
TTK. nun 269 ilâ 312. maddelerindeki kurallar bütünüyle anonim ortaklıkların kuruluş süreci ve
şekillerine ilişkin hükümlerdir. Bu nedenle TTK.’nun 310. maddesinin hükmü, anonim ortaklıkların kurucuları,
yönetim ve denetim kurulu üyelerinin ibralarının şeklini düzenlediğinden, kuruluş genel kurulunda esas
sermayenin onda birini temsil eden pay sahiplerinin sulh ve ibralarının onaylanmasına muhalif olmalı
durumunda ortaklık genel kurulunun alacağı bu yöndeki kararın geçersiz olması hali, anonim ortaklıkların
münhasıran kuruluş safhasına özgü bir nisap biçimidir. Başka bir ifadeyle, kuruluş dönemine özgü bu nisaplar,
ortaklığın kurulmasından sonraki yönetim ve sorumluluk hükümleri ile farklılık taşımaktadır. Doğanay, C. I, s.
916; Arslan, s. 125; Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 82-83.
261

düzenlenmektedir131. Bunun istisnası ise sorumlu kişilerce yapılan eylemin aynı


zamanda bir suç oluşturması ve ceza hukukuna göre bu fiile karşılık gelen suçun
zamanaşımının TTK.’nda öngörülenden daha uzun olmasıdır. Bu takdirde tazminat
davası açısından da ceza yasalarındaki daha uzun zamanaşımı süresi geçerli olur132.
TCK.’nun 66. maddesine göre kanunda başka türlü yazılı hâller dışında beş
yıla kadar hapis cezası ve adlî para cezasını gerektiren suçlar bakımından kamu
davası, suça konu eylem tarihinden başlamak üzere sekiz yıl geçmesiyle
düşmektedir. TCK.’nun 66. maddesinde hapis ve adlî para cezası gerektiren suçlara
ilişkin asgari dava zamanaşımının 8 yıl ve dolayısıyla her durumda TTK.’nda
öngörülenden uzun olduğu görülmektedir. Bu nedenle kurucular ya da bunların
eylemlerine iştirak edenlerin sorumluluğun TCK.’nun 206. maddede belirtilen resmî
belgelerin düzenlenmesinde yalan beyana dayanması olasılığında, bunun cezasının
üst sınırının iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olması nedeniyle, zamanaşımı
süresi kendiliğinden sekiz yıla uzayacaktır.
Dolayısıyla anonim şirketin kuruluşu esnasında yapılan yolsuz eylemler ve
işlemlerden dolayı şirkete zarar veren kurucularla diğer sorumlu kişilere karşı şirketin
tazminat talebinde bulunabilme hakkının zamanaşımına ilişkin üç farklı olasılık söz
konusudur. Bunlardan birinci olasılık, yolsuz işlemlerin neden olduğu zararın ve
sorumlu kişilerin öğrenilmesi tarihinden itibaren iki yıllık; ikinci olasılık, zarara neden
olan eylemin meydana gelmesinden itibaren zarar ve sorumlu kişilerin öğrenilip
öğrenilmemesine bakılmaksızın her durumda 5 yıllık; son olasılık ise zarara neden
olan yolsuz eylemin aynı zamanda bir suç oluşturması ve buna ilişkin ceza
zamanaşımı sürelerinin daha uzun olması durumunda bu süreleri de aşan ceza
zamanaşımı süresidir133.

131
Yargıtay, açılacak sorumluluk davalarında zamanaşımına ilişkin olarak, “… Davada zamanaşımı
başlangıç tarihi, idare heyetince alınmış olan kararların verildiği tarih olmayıp, TTK.’nun 309. maddesi
uyarınca davasının zararı ve mes’ul olan kimseyi öğrendiği ve mutazarrır olan tarafın verdiğini istirdada, hakkı
olduğuna ıttıla kesp ettiği tarih olup bu tarihlerden itibaren de dava tarihine kadar sözü geçen maddelerde
gösterilen zamanaşımı tahakkuk etmemiş olduğundan …” Y. 11. HD. T. 26.6.1984, E. 3716, K. 3766 (Doğanay,
C. I, s. 915).
132
Arslan, s. 124; Çamoğlu, Sorumluluk, s 247-248; Doğanay, C. I, s. 915; Hikmet Sami Türk, Anonim
Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerine Karşı Açılacak Sorumluluk Davalarında Zamanaşımı ve Başlangıcı,
(Sorumluluk Davalarında Zamanaşımı), THYKS VI, Bildiriler- Tartışmalar, 14-15 Nisan 1989, Ankara, Batider,
s. 32.
133
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 103; H.S. Türk, Sorumluluk Davalarında Zamanaşımı, s. 32.
262

2. Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcı

a. Đki Yıllık Zamanaşımı Süresinin Başlangıcı


Tazminat davalarına ilişkin iki yıllık zamanaşımına ilişkin süre, şirketin
kuruluşu sırasında şirket aleyhine yapılan yolsuz işlemden doğan zararın ve zarara
neden olan kimselerin öğrenilmesi anından başlar. Bu açıdan söz konusu sürelerin
başlaması için zarar veya zarara sebep olan kimselerin her ikisinin birlikte
öğrenilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla kuruluş sırasında yolsuz işlemler nedeniyle
şirketin bir zararının doğduğu tespit edilmiş, ancak zarara neden olan kişilerin ise
öğrenilememiş olması hâlinde bu süreler işlemeye başlamayacaktır134. Her ne kadar
bu hususta ortaklıkta pay sahibi olanların ve şirket alacaklılarının dava açma hakları
bulunmakta ise de, davanın şirket hesabına açılması gerekeceğinden iki yıllık
zamanaşımı süresinin başlangıcı zararın ve zarara neden olan kimselerin şirketçe
öğrenilmesi anından başlayacaktır. Şirket tarafından zarar ve bunun sorumlusu
öğrenilmişse, bu tarihten itibaren zamanaşımının pay sahipleri ve alacaklılar için de
başladığı kabul edilir. Ancak bunun tersine bir durumun söz konusu olması ve
şirketçe öğrenilmemesine karşılık şirketin pay sahipleri ya da alacaklılarının
yolsuzluğu ve buna neden olanları öğrenmeleri hâlinde, dava zamanaşımı süresinin
başladığının kabulüne imkân yoktur135.
Bu davaların lehtarları bakımından zamanaşımının aynı anda mı ya da her
biri için farklı zamanlarda mı başlayacağı konusunda farklı görüşler ileri
sürülmektedir. Bunlardan ilki, zamanaşımı sürelerinin başlangıç tarihinin ortaklık, pay
sahipleri ve alacaklılar bakımından birbirlerinden bağımsız olarak, zarar ve
sorumluları öğrendikleri andan itibaren işlemeye başlayacağı görüşüdür136. Bu
görüşe göre dava açma hakkı olanlardan her birinin dava hakkının başlangıç tarihleri
ve dolayısıyla sona erme tarihleri birbirlerinden farklı olacaktır. Bu da alacaklılar veya
pay sahipleri açısından söz konusu olan zamanaşımı sürelerinin henüz dolmamasına
rağmen, şirket tüzel kişiliğinin dava hakkı sona erdiği takdirde, şirketin bu talep
hakkını alacaklılar ya da pay sahiplerinin üzerinden elde edilebilmesi olanağını ortaya
çıkarmaktadır137.

134
Çamooğlu, Sorumluluk, s. 244-245; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 499-500; Şar, s. 122.
135
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 104; Şar, s. 123.
136
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 244-245; Domaniç, Anonim Şirketler, s. 420.
137
Şar, s. 123.
263

Diğer görüşe göre ise zamanaşımı süresinin başlangıcını bütün lehtarlar


bakımından aynı tarih olarak kabul edilmesi gerekir. Yukarıda sözü edilen sakıncaları
da ortadan kaldıracak olan bu görüşe göre dava zamanaşımının, şirket tarafından
yolsuzluktan kaynaklanan zararın ve bunun faillerinin öğrenilmesiyle başlayacağı
kabul edilmelidir. Bu arada yolsuzluk nedeniyle şirketin uğradığı zararı ve bunun
faillerini öğrenen pay sahibi aynı zamanda şirket organlarına üye olduğu takdirde
zamanaşımı süresi aynı anda şirket açısından da başlamış olacaktır138.
Öte yandan iki yıllık zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlaması açısından
sorumluların tümünün öğrenilmesine gerek yoktur. TTK.’ m. 309/IV’te geçen tazminat
isteme hakkına yönelik zamanaşımı sürelerinin “mesul olan kimseyi öğrendiği tarihten
itibaren” başlayacağına ilişkin ifade tarzı, iki yıllık zamanaşımı sürelerinin ancak
yolsuzluk yaparak zarara neden olduğu bilinen davalılar açısından işlediği sonucunu
doğurmaktadır. Bu nedenle henüz şirket tarafından öğrenilmemiş bulunan
sorumluların lehine değerlendirme yapılması ve diğer lehtarların öğrenmesi
tarihinden itibaren zamanaşımı sürelerinin işlemesi düşünülemez. Bu kişilerin zarara
neden olan eylemleri ortaya çıkmamışsa ancak beş yıllık zamanaşımından
yararlanabilmeleri gündeme gelebilir139.
Öte yandan ortaklıkta ticari mümessil, vekil ya da seyyar tüccar memuru
olarak çalışan kişilerin gerek kasten ve gerekse dikkatsizlik neticesinde şirkete ve
alacaklılara verdikleri zararları tazmin konusunda açılacak olan davalar ise BK. m.
126/IV gereğince 5 yıllık zamanaşımına tâbidir140.
Ortaklık, yolsuz işlemini öğrendiği sorumlu kimselere karşı kendi ihmali
neticesinde dava açmayarak, onlara yönelik takip yapma olanağını kaybetmiş ve bu
kişilerin zamanaşımı defini ileri sürüp borçtan kurtulmalarına sebep olmuşsa, bu
miktardaki alacağını tahsil imkânını kaybeder. Müteselsil borçlulukta halefiyete ilişkin
kurallara göre (BK. m. 147) alacaklının, diğerlerinin zararına olarak müteselsil

138
Arslan, s. 124; Şar, s. 123.
139
Arslan, s. 124.
140
Doktrinde yönetim kurulu üyelerine karşı şirketçe açılacak sorumluluk davalarına ilişkin TTK.’nun 341.
maddesinde, 340. maddede olduğu gibi açıkça 309. maddeye bir atıf bulunmadığı, dolayısıyla bu davalarda
BK.’nun 126/IV maddesindeki genel kuralın geçerli olduğu ve zamanaşımı süresinin de 5 yıl olması gerektiği
savunulmaktadır (Bkz. H. S. Türk, Sorumluluk Davalarında Zamanaşımı, s. 22-26). Ancak, yönetim kurulu
üyelerine karşı açılacak sorumluluk davalarında asıl hak sahibinin ortaklık tüzel kişiliği olması, pay sahipleri ile
alacaklıklarının haklarının ise ikincil nitelikte ve şirkete ait dava hakkından kaynaklanması nedeniyle ayrıca 341.
maddede 309. maddeye atıf yapılmamış olması sonucu değiştirmemektedir. Kaldı ki, bu hususta BK.’nun
126/IV. maddesine dayanılması, aynı hukuki sebebe dayanan davalar arasında zamanaşımı süreleri açısından
farklılıklar ortaya çıkarmakta, yönetim kurulu üyelerinin uzun süreler dava tehdidi altında bırakılması bu organın
işleyişi açısından sakıncalara neden olabilmektedir. Çamoğlu (Tekinalp/Poroy), N. 612, s. 355.
264

borçlulardan birinin konumunu iyileştirmesi durumunda bu fiilinin sonuçlarına da


kişisel olarak katlanma yükümlülüğü doğmaktadır. Şirket bu takdirde talep
edilebilecek olan tazminat tutarından zamanaşımı defini ileri süren kişilerin paylarına
düşecek kısmı indirmek zorunda olduğu gibi, bu yönde talep ile karşı karşıya kalan
davalılar, tazminat talebinden, şirketçe dava açılmaması yüzünden zamanaşımından
yararlanan kişilerin payları oranında indirim yapılmasını isteyebilirler.
Şirket zararının tazmininden birinci derecede sorumlu olan kurucular ile
bunların eylemlerine iştirak eden üçüncü şahısların zamanaşımından yararlanmaları
durumunda, şirketin ilk yöneticileri ile denetçileri de bundan faydalanır. Zira bunların
kendi aralarındaki sorumluluk müteselsil olup şirketin ihmali neticesinde birinci
derecede sorumlu olanlar lehine zamanaşımının ortaya çıkmasına neden olmuşsa,
bu borçtan adi kefil durumunda bulunan ilk yönetim kurulu ya da denetim kurulu
üyelerine müracaat olanağı da ortadan kalkar141.
Diğer taraftan şirket kurucuları ya da bunların fiillerine iştirak eden
sorumlulardan birine ya da birkaçı aleyhine kesilen zamanaşımı süreleri, ilk yönetici
ve denetçiler açısından da sonuç doğurur. Buna karşılık kefile karşı kesilmiş bulunan
zamanaşımının asıl sorumlular bakımından işlemesi söz konusu olmadığından ilk
yönetim kurulu ve denetçiler için süreler kesilmiş olsa da asıl sorumlular açısından
zamanaşımının kesilmesi imkânı bulunmamaktadır (BK. m. 134/III).
Bu hususta bir diğer olasılık ise tazminat talebine neden olan zararın
sorumluların farklı zamanlardaki eylem ve işlemlerinden kaynaklanması ya da
sorumluluk doğurucu olayların farklı zamanlarda öğrenilmesi durumudur. Bu takdirde
aynı zarar da olsa farklı zamanlarda öğrenilen kısımlar bakımından birbirlerinden
bağımsız zamanaşımı başlangıç tarihleri söz konusu olacaktır. Aynı sebebe
dayanmakla birlikte birbirinden farklı zamanlarda meydana gelen zararlar bakımından
da aynı sonuca ulaşılmalıdır142.

b. Beş Yıllık Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcı


TTK. m. 309/IV’te sorumlulara karşı tazminat isteme hakkının “her halde
zararı doğuran fiilin vukuu tarihinden itibaren beş yıl geçmekle” zamanaşımına
uğrayacağı belirtilerek, bu sürenin başlangıcı tereddüde yer bırakmayacak kesinlikte
gösterilmiştir. Bu nedenle bu sürenin başlangıcının zararı doğuran eylemin meydana

141
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 106-107; Şar, s. 124.
142
Şar, s. 125.
265

gelişinden sonraki bir tarihe kaydırılarak beş yıllık zamanaşımının uzatılmasına yol
açacak yorumlar isabetli görülmemektedir143.

c. Ceza Zamanaşımı Süreleri


Şirketin kuruluşu aşamasında yapılan yolsuz işlemlerin zamanaşımı süreleri
konusunda ortaya çıkabilecek bir diğer olasılık ise bu işlemlerin aynı zamanda ceza
hukuku açısından suç oluşturması olasılığıdır144. Kurucular ve onların fiillerine iştirak
edenlerin zarara neden olan yolsuz işlemlerinin aynı zamanda suç oluşturması ve bu
suça ilişkin ceza zamanaşımının TTK.’nda öngörülmüş olan sürelerden uzun olması
hâlinde TTK. m. 309/IV’deki kural gereğince tazminat davası bakımından geçerli olan
zamanaşımı süresi ceza zamanaşımı ile aynı süreye uzar. Dolayısıyla bu durumdaki
sorumluların TTK.’nda öngörülmüş olan iki ve beş yıllık zamanaşımı sürelerine
dayanabilmeleri ve bu sürelerin bitiminde zamanaşımı definde bulunabilmeleri
olanağından söz edilemez. Ne var ki, bu kişilerin eylemlerine karşılık gelen suçun
ceza zamanaşımı TTK.’nda öngörülen iki ve beş yıllık zamanaşımından daha kısa ise
bu olasılıkta TTK.’nun 309. maddesinde öngörülen dava zamanaşımı145 süreleri
geçerliliğini koruyacaktır146. Sorumluluk davasında suç zamanaşımının
uygulanabilmesi için sorumlular hakkında ceza davası açılması ve bunun sonucunda
hükmolunan mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şarttır. Ancak uygulamada
bu durumun göz ardı edildiği TTK. m. 309/IV’deki kuralın farklı yorumlanarak,
sorumlu yönetici ya da denetçiler hakkında yapılan suç duyurusu hatta isnad edilen
eylemin suç oluşturduğu soyut iddiası daha uzun olan ceza zamanaşımının
uygulanması için yeterli kabul edilmektedir147. Ancak bu görüş, iki ve beş yıllık süreler
dolmasına rağmen, haksız ve soyut isnatlar ile zamanaşımına uğramış sorumluluk

143
Buna karşılık Yargıtay’ın bazı kararlarında sonuçları itibarıyla beş yıllık zamanaşımı süresinin
başlangıcını daha sonraki yıllara kaydıran, dolayısıyla bu sürelerin uzamasına yol açan yorum tarzını
benimsediği görülmektedir (Y. 11 HD. T. 30.12.1972, E. 72/3561, K. 72/5858). Türk, bu kararı eleştirmekte ve
zamanaşımı kurumunun amaç ve işlevi ile karşılaştırmalı hukuktaki yaklaşımın yanı sıra yönetim kurulu
üyeliğinin fonksiyonu ile zamanaşımı sürelerinin değiştirilemezliği ilkeleri doğrultusunda Yargıtay’ın bu
yöndeki kararlarının yerinde olmadığını ifade etmektedir. H.S Türk, Sorumluluk Davalarında Zamanaşımı, s. 37;
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 109.
144
Bu konuda bkz. Soner Atlaş, “Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerinin Cezaî Sorumlulukları”,
Kazancı, Ocak-Şubat 2011, S. 77-78, s. 71-94.
145
TTK. m. 309/IV’te geçen “… Ceza Kanununa göre müddeti daha uzun müruruzamana tâbi…” ibaresi
nedeniyle fıkrada sözü edilenin “dava zamanaşımı” mı, yoksa “ceza zamanaşımı” mı olduğu konusundaki
duraksamaların önüne geçilmesi amacıyla TTK Tasarısı’nda açık olarak “…Türk Ceza Kanununa göre daha
uzun dava zamanaşımına tâbi oluyorsa…” biçimindeki ifadeyle burada söz konusu olanın “dava zamanaşımı”
olduğu belirtilmiştir. Gerekçe, m. 560.
146
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 110; Şar, s. 125; Pulaşlı, Şirketler Hukuku, s. 499-500.
147
Y. HGK. T. 18.11.1980, E. 1979/4-231, K. 1979/744 (Çamoğlu, Sorumluluk, s. 248).
266

konusunun dava edilebilir olmasını sonuçlandıracağından kabul edilebilir değildir148.


Kanaatimizce hukuk güvenliğinin zedelenmemesi ve bunun yol açacağı haksızlıkların
önlenebilmesi için hukuki sorumluluk davalarında ceza zamanaşımı sürelerinin
geçerliliği, mahkûmiyet şartına bağlı olarak uygulanmalıdır.
Buradaki zamanaşımı, yolsuz işlemin aynı zamanda suç oluşturması
durumunda beş yıllık zamanaşımına alternatif olarak öngörülmüştür. Bu nedenler her
ikisinin de başlangıcı zararı doğuran ve aynı zamanda suç olan eylemin ortaya
çıkışından itibaren işlemeye başlar. Bu durumda iki yıllık kısa zamanaşımı süresi ise
ceza zamanaşının söz konusu olduğu geniş zaman dilimi içinde uygulanır149.

3. Zamanaşımı Definin Đleri Sürülmesi


Đspat külfetine ilişkin olarak BK.’nun 6. maddesinde, kanunda aksine bir
hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını
ispatla yükümlü olduğu kuralı yer almaktadır. Ayrıca hayat deneylerinin aksini iddia
edenin bunu ispat etmesi gerektiği de bir usul hukuku ilkesidir. Bu nedenlerle
sorumluluğunun zamanaşımı nedeniyle ortadan kalktığını defi olarak ileri sürenin bu
savını ispat yükümlülüğü bulunmaktadır. Çünkü dava açan kişinin dayandığı hakkın
devam ettiği ve zamanaşımına uğramamış olduğu asıldır150.
Zamanaşımı, davalı lehine tanınan def’i hakkı olup, yargılama esnasında
davalı tarafından ileri sürülmediği sürece hâkimin re’sen göz önüne alması söz
konusu değildir. Yargılamada zamanaşımı define dayanan tarafın bu yöndeki
iddiasını ispatlaması zorunluluğu bulunmaktadır. Dolayısıyla kurucular ve onların
fiillerine iştirak etmiş olanlar ile ilk yönetim ve denetim kurulu üyelerinin zamanaşımı
def’ini ileri sürmeleri hâlinde, zamanaşımı sürelerine ilişkin TTK.’nun 309/IV.
maddesinde belirtilen farklı olasılıklara göre farklı ispat külfetleri bulunmaktadır.
Örneğin, anılan fıkradaki beş yıllık ya da daha uzun ceza zamanaşımı süreleri geçerli
ise bu durumda davalının öncelikle zamanaşımı sürelerinden önce zarara konu
eylemin vuku bulduğunu ispatlaması gerekecektir151. Davalı tarafından iki yıllık
zamanaşımı defi ileri sürülmüşse, davacıların uyuşmazlığa konu edilen zararı ve
sorumlularını iki yıldan daha önceki bir tarihte öğrenildiği ispatlanmalıdır. Buna
karşılık davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı sürelerinin geçtiği ispatlanmışsa,

148
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 248.
149
H.S. Türk, Sorumluluk Davalarında Zamanaşımı, s. 32-33.
150
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 232.
151
Çamoğlu, Sorumluluk, s. 250 vd.
267

bu kez davacı bu geçen süreler içinde varsa kesilme ve durma iddialarını ispatlama
külfeti altındadır152.

152
Domaniç, Hukuki Mesuliyet, s. 111; Şar, s. 126.
268

SONUÇ

“Anonim Şirketlerde Sermaye Koyma Borcunun Yerine Getirilmemesinin


Hukuki Sonuçları” başlıklı çalışmamızda şirket sermayesinin yasa ve ana sözleşme
kurallarına uygun biçimde ifa edilmemesinin yaptırımı ve sermayenin korunmasına
yönelik sorunlara ilişkin doktrin ve uygulamadaki yaklaşımın ve çözüm önerilerinin
ortaya konulması hedeflenmiştir. Đncelemede pay sahipleri başta olmak üzere,
kurucular, şirket organları, alacaklılar, adlî ve idari merciler gibi pek çok kişi ve
kuruluşun yetki, görev ve sorumlulukları üzerinde durulmuştur. Bu amaçla anonim
şirketler hukuku alanındaki gelişmeler ile modernleşme ve teknolojik gelişmelerin
zorunlu kıldığı değişim ihtiyacını karşılamayı amaçlayan TTK Tasarısı’nın bu
konudaki hükümleri, Komisyon tutanaklarında dile getirilen görüşler, Tasarı’nın
kamuoyuna açıklanmasının ardından yapılan yayımlar ve değerlendirme
toplantılarındaki eleştiriler de göz önünde tutularak irdelenmiştir.
Birikimlerin ekonomiye katılması ve büyük ölçekli projelerin yaşama
geçirilmesinde en uygun araç konumundaki anonim şirketlerin yapısını oluşturan
temel unsurlardan birisi sermayedir. Bu tür şirketlerde pay sahiplerinin şirkete
getirmeyi taahhüt ettikleri malvarlığı toplamının nakit karşılığı olarak ana sözleşmede
yer alan esas sermayenin temel özellikleri; önceden belirlenmiş ve sabit bir rakam
olması, nakitle ifade edilmesi, itibari değerli paylara bölünmesi ve tamamının taahhüt
edilmesi olarak sıralanabilir.
Esas sermayenin itibari değerleri gösterilmek suretiyle bölünen her bir
parçasını ifade eden pay kavramı, bu şirketlere özgü pek çok ilkeye dayanak teşkil
eden merkez bir kavramdır. Pay, şirketin yapısında pay sahibinin kişiliğinden
bağımsız olarak soyut bir ortaklık mevkii yaratmakta, ortağın oransal çıkarlarını ve
şirkete karşı hukuksal konumunu belirlemektedir.
Anonim şirketlerde geçerli olan sınırlı sorumluluk ilkesi doğrultusunda pay
sahibinin kural olarak şirkete karşı tek yükümlülüğü, taahhüt ettiği sermaye borcunu
ifa etmektir. Bu ilke nedeniyle alacaklılara karşı bir tüzel kişi olarak sadece şirket
sorumlu olmakta, pay sahiplerinin ise böyle bir mükellefiyeti bulunmamaktadır. Bu
bağlamda nakdi sermaye taahhüdünde payın itibari değeri ve ihraç priminden (agio),
nakit dışı sermaye taahhüdünde ise taahhüt edilenden başka bir şeyi ödemeye ana
sözleşmeyle dahi yükümlü tutulmaları söz konusu değildir (TTK. m. 405).
269

Hukuki niteliği itibarıyla sermaye koyma borcu, çok taraflı, iltihaki ve şekle
bağlı sözleşmeden kaynaklanan, şirket tüzel kişiliğine karşı üstlenilen ve hukuki şarta
bağlı bir borçtur. Şirketin amaçlarının gerçekleşebilmesi büyük oranda, taahhüt
konusu sermaye paylarının karşılıklarının mevzuata ve ana sözleşmeye uygun
biçimde tam ve eksiksiz olarak yerine getirilmesine bağlıdır. Pay sahiplerinden ayrı
tüzel kişiliği ve kendi bağımsız sermayesi olan anonim şirketler açısından sermaye
alacaklarının tahsil edilememesi, tüzel kişiliği ciddi biçimde tehdit eden bir olgu iken,
bu aynı zamanda pay sahiplerinin temettü kaybını ve üçüncü şahısların da şirketten
olan alacaklarını elde edememesi tehlikesini beraberinde getirmektedir.
Kanun koyucu sosyo-ekonomik açıdan modern toplumun önemli yapı taşları
olan bu şirketlere yönelik olarak gerek pay sahipleri ve gerekse üçüncü kişilerin
haklarını korumak amacıyla taahhüt edilen sermaye paylarının ödenmesinde
temerrüt konusunu özellikli biçimde düzenlemiş, borçlu temerrüdüne ilişkin genel
kurallara ilâve olarak farklı ve anonim şirket hukukuna özgü bir kısım başka önlemler
getirmiştir. Bunlar; sermaye payı olarak taahhüt edilen nakit dışı sermayenin
değerinin mahkemece atanan bilirkişilerce belirlenmesi (TTK. m. 289/II), nominal
değerden daha aşağı bir bedelle pay ihracının mümkün bulunmaması (TTK. m. 286),
bedeli tamamen ödenmemiş olan payların hamiline yazılı pay senedine
bağlanamaması (TTK. m. 409/f. son), pay taahhüdünü ifa etmeyen pay sahibinin
bütün ortaklık haklarından yoksun bırakılıp (ıskat) payın bir başkasına devrine imkân
tanınması (TTK. m. 407) vb. sıralanabilir.
Anonim şirketlerin ani kuruluş yönteminde, kuruluşun ve sermaye artırımının
tamamlanabilmesi için sermayenin tamamının muvazaadan ari olarak taahhüt edilmiş
olması yeterli olup nakdi sermayenin kısmen dahi ödenmesi zorunluluğu
bulunmamaktadır. Şirket ana sözleşmesinde pay borçlarının ifası için kesin bir tarih
gösterilmişse bu durum, borcun vadesinin kesin ve net olarak saptandığı ve bu vade
tarihine mutlaka uyulması gerektiği anlamına gelmekte olduğundan pay sahiplerinin
temerrüdü için ayrı bir ihtar yapılmasına gerek bulunmamaktadır. Buna karşılık pay
bedeli olarak kararlaştırılan nakdin ödeneceği tarih kesin olarak önceden
belirlenmemişse, bu borcun yerine getirilmemesi nedeniyle pay sahibinin temerrüdü
için ihtar şarttır (TTK. m. 407/I).
Anonim şirkete sermaye payı olarak para dışındaki bir değerin konulmasının
taahhüt edildiği durumda, şirketin tüzel kişiliği kazanmasının ardından bu borç
muaccel hâle gelmekte ve edimin ifası gerekmektedir. Bu andan itibaren şirketçe her
270

zaman nakit dışı sermaye borcunun ifası istenebilir. Nakdi sermaye borcunun aksine
bu edimin bölümler hâlinde ifası olasılığı bulunmamaktadır. Şirketçe tüzel kişiliğin
kazanılmasından sonra yapılacak ihtar üzerine bu borç ifa edilmemişse taahhütte
bulunan pay sahibi mütemerrit hâle gelir (BK. m. 102).
Nakit dışı sermaye borcunun ifasında imkânsızlık ortaya çıktığı takdirde,
TTK.’na göre esas sermaye borcunun aynen ifası yolu kapanmakla birlikte, katılma
taahhüdünde bulunan pay sahibinin sermaye borcu sona ermemektedir. TTK.’nda
özel bir düzenleme olmamakla birlikte, nakit dışı sermaye borcunun ifasında ortaya
çıkan imkânsızlığın taahhüt edenin kusuruna dayanıp dayanmadığına bakılmaksızın,
pay sahibinin sermaye borcunun nakit sermaye borcuna dönüştüğü çoğunlukla kabul
edilmektedir. Pay bedellerinin ifasına yönelik benimsenen bu çözüm tarzı, Yasa’da bu
konuya ilişkin düzenleme bulunmaması nedeniyle sistemdeki boşluğun temel
prensiplere uygun olarak doldurulmasını sağlamaktadır. Bu olasılıkta TTK.’nun
279/IV. ve 295. maddelerindeki kurallar çerçevesinde nakit dışı sermayeye biçilen
kıymet kadar bir nakdi bedelin, mütemerrit pay sahibinden tahsili yoluna gidilmekte ve
aynî sermaye yerine ödenecek bedel karşılığında pay sahipliği sıfatı devam
ettirilmektedir. Buna karşılık, nakit dışı sermaye borcu aynen ifa edilememesine
rağmen bu borcun nakden ifasının olanaklı bulunduğu, bu borca ilişkin ıskat
prosedürünün uygulanabildiği ve payların üçüncü kişilere satılabildiği durumlarda, sırf
nakit dışı sermayenin aynen ifa edilmediği gerekçesine dayanılarak şirket
sermayesinin azaltılması ya da anonim şirketin feshi yoluna gidilmesi, bu yöntemlerin
en son başvurulabilecek önlemler olmaları nedeniyle yerinde görülmemektedir. Ne
var ki, taahhüde konu olan nakit dışı sermaye borcunda asıl olanın aynen ifa olması
nedeniyle, bu edimin geçersizlik ya da imkânsızlık gibi nedenlerle nakit borcuna
dönüştüğünün ispat yükü, bunu iddia edenin üzerindedir (MK. m. 6).
Anonim şirketlerin kuruluş ve faaliyeti sürecinde, pay sahibinin sermaye
borcu 5 yıllık zamanaşımı süresine tâbidir (BK m. 126). Bu süre, sermaye koyma
borcunun muaccel olduğu andan itibaren işlemeye başlar (BK. m. 128). Pay
sahiplerinin ödemeyi yükümlendikleri bakiye sermaye koyma borçlarının
zamanaşımına tâbi olması, şirketin en geç bu süre sona ermeden sermaye
alacaklarının tahsili için gerekli girişimleri yaparak sermaye bedellerini tahsile sevk
eden ve bu yolla esas sermayenin korunmasını sağlayan bir etken olarak
görülmelidir.
271

Şirketle pay sahipleri arasındaki süreklilik arz eden bir borç ilişkisi ile bundan
kaynaklanan borcun zamanaşımına uğrayıp uğramaması sorunu niteliği itibarıyla
sermaye borcu ile ortaklık ilişkisinin birbirlerinden ayrı olarak değerlendirilmesini
gerektirir. Süreklilik arz eden ortaklık ilişkisi ile sermaye borcunun farklı olmaları
nedeniyle, sermaye borcunun zamanaşımına uğramasına rağmen ortaklık ilişkisinin
varlığını sürdürmesi mümkündür. Bu nedenle pay sahipleri ile şirket arasındaki
ilişkinin süreklilik arz etmesi, bu ilişkiden kaynaklanan sermaye koyma borcunun
zamanaşımına uğramasına engel oluşturmamaktadır.
TTK.’nun 407. ve 408. maddelerde herhangi bir hüküm bulunmamakla
birlikte TTK.’nun 140. maddesinde temerrüde düşen pay sahiplerinden, sermaye
koyma borçlarının dava yoluyla istenebileceği açıkça hükme bağlanmıştır. Bu konuda
açılacak olan gecikmiş ifa davası ya da icra takibinin kapsamında, temerrüt
durumuna göre gecikmiş sermaye borcunun yanı sıra, temerrüt faizi, munzam zarar
ve şirket sözleşmesinde kararlaştırılmışsa cezaî şart da yer alabilecektir.
Şirket ana sözleşmesinde pay sahibinin temerrüdü nedeniyle ödenmesi
gerekli olan faiz miktarı, yasal temerrüt faizi oranından daha yüksek belirlenmiş ve
ayrıca buna ilâve olarak duraksamaya yer vermeyecek biçimde munzam zarar
talebinde bulunulamayacağı ifade edilmekteyse, temerrüt nedeniyle oluşan zarar
daha yüksek olsa dahi artık munzam zarar talebinde bulunulamaz.
Anonim şirketin ana sözleşmesinde cezaî şart kararlaştırılmışsa sermaye
borçlarını ödemede temerrüde düşen pay sahipleri kararlaştırılan cezaî şartı da
ödemekle yükümlü olurlar. Burada TTK. 407. ve 408. maddeleri, BK.'nun ilgili
hükümleri ve şirket ana sözleşmesinin birlikte yorumlanması yoluyla, istenebilecek
olan cezaî şarta ilişkin koşulların saptanması yoluna gidilmelidir. Cezaî şart ana
sözleşmede konulabileceği gibi bu sözleşmede daha sonra yapılacak değişiklikle de
kararlaştırılabilir. Ancak ana sözleşmede değişiklik yapılıp cezaî şart
kararlaştırılabilmesi, ilgili tüm pay sahiplerinin muvafakatinin bulunması koşuluna
bağlıdır. Bu arada B.K.'nun cezaî şarta ilişkin hükümlerinden ancak ifaya eklenen
cezai şartın (158/II) sermaye borcunun ifa edilmemesi hâlinde uygulanması olanağı
bulunmaktadır. BK.’nun 158/I. maddesinde düzenlenmiş bulunan seçimlik cezaî
şartın ve son fıkrada yer alan dönme cezasının niteliği itibarıyla TTK.’nun 407. ve
408. maddeleri bağlamında uygulanabilmesi olanağı bulunmamaktadır.
Sermaye koyma borcunu kısmen ya da tamamen yerine getirmeyen pay
sahipleri için temerrüt faizi, cezaî şart ve tazminata ek olarak uygulanabilecek olan bir
272

diğer yaptırım türü de ıskattır. Iskat, anonim şirketçe şirkete sermaye borcu bulunan
pay sahibinin temerrüde düşmesi sonucunda, mütemerrit olduğu paylarla ilgili olarak
pay sahipliği sıfatının onun iradesine rağmen sona erdirilmesidir. Bu yolla bedeli ifa
edilmemiş olan payın ıskatı yoluna gidilmekte ve ardından ıskata konu pay üçüncü
kişilere satılarak şirket sermayesi tamamlanmaktadır. Iskat etkileri ve hukuksal niteliği
bakımından tam iki taraflı sözleşmelere ilişkin akdin feshi (BK m. 106-108) benzeri bir
görünüm taşımakla birlikte, temelde anonim şirketler hukukuna özgü bir kurumdur.
Iskat kararı, pay sahibi ile şirket arasında hukukî ilişkiyi ortadan kaldırdığı
için niteliği bakımından bozucu yenilik doğurucu tek taraflı bir hukuki işlemdir. Iskat,
TTK.’nun 407. maddesi çerçevesinde yalnızca bakiye sermaye koyma borcunun
yerine getirilmemesi hâlinde söz konusu olabilir. Bu nedenle pay sahiplerinin anonim
şirkete karşı asıl sermaye koyma borcu dışında üstlendikleri tali yükümlülükler yerine
getirilmediği takdirde şirketten ıskat edilmeleri mümkün bulunmamaktadır. Iskatın
hüküm ve sonuçlarının pay sahipleri açısından ağırlığı nazara alınarak bu konuda
şirket organlarınca keyfi hareket edilmesinin önüne geçilmesi amacıyla yasakoyucu
tarafından bu kurumun temel ilkeleri emredici kurallara bağlanmıştır. Bu durum ana
sözleşmeye Yasa’nın emredici kurallarına aykırılık oluşturmayacak biçimde ıskatın
nasıl uygulanacağına dair hükümler konulmasına ise engel oluşturmamaktadır.
Iskat kararının sonuçlarını doğurabilmesi için mütemerrit pay sahibine bu
husustaki anonim şirket yönetim kurulunun kararının ulaşması gerekmektedir. Bu
bildirim açısından karşı tarafa ulaşması gereken irade beyanlarına dair kurallar
uygulanma alanı bulacağından ıskat kararının muhataba ulaştığı anda hükümleri
doğmaya başlar ve geri de alınamaz.
Payın ıskatına yönelik kararın BK.’nun 19. ve 20. maddelerine aykırılığı
butlanına neden olur. Bu şekilde alınan bir ıskat kararı doğrultusunda şirketten ıskat
edilen pay sahibinin mahkemeye müracaat etmek suretiyle, ıskat kararının emredici
hükümlere aykırı olduğu gerekçesiyle butlanının tespitini dava etmesi olanağı
bulunmaktadır. Kanun’un emredici hükümlerine aykırı olmayan ıskat kararlarına
karşı, ıskat edilen pay sahibi tarafından anonim şirket genel kurulunda itiraz
başvurusunda bulunulabilir. Söz konusu ıskat kararının genel kurul tarafından da
onaylanması durumunda pay sahibinin, genel kurulun onay kararına karşı mahkeme
başvurarak anılan kararın iptali talebiyle dava açması mümkündür.
Öte yandan, anonim şirketlerin yapıları dikkate alındığında, kuruluş
sürecinden itibaren ve özellikle de faaliyet aşamasından şirketin karar alma
273

mekanizmalarında işlevi olanlarca yapılan işlemler başta pay sahipleri olmak üzere
şirketle ilgili olabilecek tüm kişilerin hakları üzerinde etkiler doğurmaktadır. Burada
söz konusu organlarca yapılan işlemlerden kaynaklanabilecek olan zarar ve
menfaatler bakımından kapsamlı ve adil bir dengenin kurulması zorunluluğu vardır.
Şirketin kuruluş işlemleri kurucular tarafından yürütüldüğünden bunlardan
doğan sorumluluk da onlara aittir. Şirket alacaklıları ile diğer pay sahiplerinin
haklarının korunması amacıyla kurucular ile onların eylemlerine iştirak eden diğer
kişilerin bu nevi eylemlerinden dolayı sorumlulukları TTK.’nun 306. maddesinde
düzenlenmiştir. Yönetim kurulu üyelerinin kuruluştan doğan sorumlulukları
kuruculardan sonra gelmek üzere ikinci sıradadır. Şirketin faaliyeti esnasında esas
sermayenin artırılması işlemlerini şirket yönetim kurulu üyelerince yürütüldüğünden
bu durumda birinci derecede sorumluluk yönetim kurulu üyelerinindir.
TTK.’nun kuruluştan doğan sorumluluğu düzenleyen 305 vd. maddelerinde
yer alan kurallar, nakit dışı sermaye taahhüdünün kanunen zorunlu olan unsurları
taşımaması, baştan ya da sonradan imkânsızlık içermesi dolayısıyla geçersizliği ya
da ortadan kalkması hâllerinde uygulama alanı bulacaktır. Sorumluluk şartları ise
kanuna aykırı, doğru olmayan, gerçeği dürüst biçimde yansıtmayan beyanlar ve bazı
hususların gizlenmiş olması, bundan zararın doğması ve uygun nedensellik bağıdır.
Sermaye taahhüdünün Yasa’da öngörülen özellikleri taşımadığının anlaşılması
durumunda sermayeyi taahhüt edenin yanı sıra kurucular da doğan zarardan sorumlu
olacaklardır.
TTK.’nun 305. maddesi gereğince kurucuların sorumluluğuna
gidilebilmesinin unsuru olan “hakikat hilafı tanzim” (gerçeğe aykırılık) unsuru, objektif
bir ölçüttür. Yine TTK. m. 306’da esas sermaye hakkında yanlış beyanlar, yani
sermaye tamamıyla taahhüt olunmadığı hâlde taahhüt edilmiş veya yerine getirilmiş
gibi gösterilmesi bakımından da aynı ölçüte dayanılmaktadır. Yasa’dan kaynaklanan
kurucuların ve bunların fiillerine katılan üçüncü kişilerin sorumluluklarının müteselsil
olması nedeniyle davacı konumundaki ortaklık, şirket alacaklıları ya da pay sahipleri,
sorumlu kurucuların ya da bu fiile iştirak eden diğer şahısların tamamına ya da bir
kısmına başvurabilecektir (BK. m. 141-142).
Anonim şirkete pay sahiplerince getirilen nakit dışındaki değerler karşılığında
hangi miktarda pay senedinin tahsis edileceğinin yani parasal karşılığının bilirkişiler
tarafından belirlenmesi gerekmektedir. Bu işlem ile nakit dışı sermayeye olduğundan
daha yüksek bir değer biçilmesi şirketin zararına iken, gerçek değerin daha altında bir
274

kıymetin tespit edilmiş olması bunu getiren ortağın zarara girmesine neden olur.
TTK.’nda nakit dışı sermayenin değerinin biçilmesinde hile kullanan kurucuların ve bu
fiile iştirak edenlerin, şirketin bu nedenle uğramış olduğu zararı müteselsilen tazmin
yükümlülüğü getirilmiş ve ayrıca eylemin TCK.’nun ilgili hükmü çerçevesinde
cezalandırılması öngörülmüştür (TTK. m. 307). Burada sözü edilen hile yalnızca
kuruculardan biri ya da birkaçı veya tamamı tarafından yapılabileceği gibi, bu
kişilerden bir ya da birkaçının yaptığı hileli işlemleri diğerlerinin yalnızca iştirakleri de
mümkündür. Bütün bu olasılıklarda müteselsil sorumluluk, hile kullanan kurucular ile
bunların eylemlerine iştirak eden kişiler arasında söz konusudur.
Yasa’da nakit dışı sermayenin değerinin tespiti bakımından kurucuların ve
onların eylemlerine iştirak edenlerin sorumluluğunun hile gibi ağır bir unsura
bağlanması, başka bir ifade ile zarara uğramış olan tarafın hem uğradığı zararı, hem
de zararın bu kişilerin bir hilesine dayandığını ispatlama külfeti altına sokulması
onların büyük güçlükle karşı karşıya bırakılmalarını sonuçlandırmaktadır. Bu durum
ise TTK.’nun 307. maddede yer alan hak ve güvenceyi zayıflatmakta, şirket ve diğer
ilgililerin hile ile zarara uğratılmasının önüne geçilmesine yönelik hükümlerin amacına
aykırılık oluşturmaktadır.
Anonim şirket organlarının ibrası, yönetim veya denetim kurulu üyelerinin
görevde bulundukları belli dönemdeki iş, işlem ve eylemlerinin ortalık tarafından
onaylandığı ve şirketin yönetim kurulu üyeleri ile denetçilere karşı herhangi bir
tazminat talebi hakkının bulunmadığı anlamına gelen, menfi borç ikrarı niteliğinde ve
yenilik doğuran bir hukuki işlemdir. Şirket genel kurulunun aldığı ibra kararı ile pay
sahipleri ve alacaklıların dava açma hakları ortadan kalkmamakla birlikte genel kurula
katılıp ibra kararının lehinde oy kullanan pay sahiplerine bu hak tanınamaz. Đbra
yönündeki kararın alınması sırasında iradelerinin fesada uğratılmış olması hâli
dışında bu kişilere de dava açma hakkının tanınması iyiniyet kurallarına aykırılık
oluşturmaktadır.
Şirket kurucularının, yönetim ve denetim kurulu üyelerinin pay bedellerinin
ifası nedeniyle tâbi oldukları sorumluluk, şirketin tescilinden başlayarak dört yıl
geçmedikçe sulh ve ibra yoluyla sona erdirilemez. Yasa’nın bu kuralı nedeniyle, şirket
genel kurulunun bunun aksine kurucular ya da şirket organlarına dair ibra ya da sulh
yoluna gitmesi ve bu yönde kararlar alması hükümsüzdür. Bu sürelerin sonunda da
yine sulh ve ibra ancak şirket genel kurulunun onayıyla mümkündür.
275

TTK.’nun 310. maddesindeki şirketin tescilinden itibaren dört yıl süreyle sulh
ve ibra yolu ile sorumluluğun ortadan kaldırılması yasağı yalnızca kurucularla ilk
yönetim kurulu ve denetçilerin sorumluluklarına özgü olup, bilirkişi, noter, banka, pay
sahipleri, çalışanlar ve diğer sorumlu kişiler açısından söz konusu değildir. Bu
kişilerin dört yıllık süre içinde dahi ibra edilebilmeleri mümkündür. Ne var ki,
kurucularla müteselsil sorumluluk söz konusu olduğu durumda, bu kişilerin ibrası,
sorumluluktaki payları oran ve miktarında, kurucular, ilk yönetim kurulu ve denetim
kurulu üyelerinin de ibrasını sonuçlandırır (BK. m. 145/II).
Bu sürenin sonunda yapılacak olan sulh ya da ibranın geçerli olarak hüküm
ve sonuç doğurabilmesi için şirket paylarının yüzde onluk bölümünü temsil eden
azınlığın da muhalefeti bulunmaksızın şirket genel kurulu tarafından onaylanması
şartı aranmaktadır. Bu durumda dahi esas sermayenin onda birini temsil eden pay
sahipleri sulh ve ibra işlemlerinin onaylanmasına karşı iseler, genel kurul tarafından
sulh ya da ibranın onaylanması imkânı bulunmamaktadır (TTK. m. 310). Dolayısıyla
ancak bu koşulları taşıyan bir sulh ya da ibra şirket kurucuları, yönetim kurulu üyeleri
ve denetçilerin sorumluluklarını sona erdirebilir.
TTK. m. 309/IV’te, şirketin zarara uğratılması nedeniyle sorumlu bulunan
kişilere karşı tazminat talep hakkının davacı tarafından zararın ve sorumlu olan
kimsenin öğrenilmesi tarihinden başlamak üzere iki yıl içinde ve her durumda zararı
doğuran fiilin meydana gelmesinden itibaren beş yılın geçmesiyle sona ereceği
düzenlenmektedir. Bunun istisnası ise sorumlu kişiler tarafından yapılmış olan
eylemin aynı zamanda bir suç oluşturması ve ceza hukukuna göre bu fiile karşılık
gelen suçun dava zamanaşımının TTK.’nda öngörülenden daha uzun olmasıdır. Bu
takdirde tazminat davası açısından da ceza yasasındaki daha uzun zamanaşımı
süresi geçerli olur.
276

KAYNAKÇA

AKALIN, Şükrü Halûk, vd., Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, 10. baskı, Ankara,
TDK, 2009.
AKILLIOĞLU, Tekin; “Ticaret Bakanlığının Anonim Ortaklık Ana Sözleşme
Değişikliklerine Đzninin Çıkardığı Yönetim Hukuku Sorunları”,
Batider, 1979, C. X, S. 2, s. 466 vd.
AKIN, Murat Yusuf; Şirketler Hukukunda ve Özellikle Anonim Şirketlerde Pay
Sahibinin Sadakat Borcu, Đstanbul, ĐMKB, 2002.
AKKANAT, Halil; Alacaklı Temerrüdü Dışında Alacaklı Yüzünden Borcun Đfa
Edilemediği Başlıca Durumlar ve Sonuçları, Đstanbul, Filiz
Kitabevi, 1996.
ALPUGAN, Oktay; Đşletme Bilimine Giriş, Trabzon, Derya Yayınevi, 1996.
ALTAŞ, Soner; “Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerinin Cezaî Sorumlulukları”,
Kazancı, Ocak-Şubat 2011, S. 77-78, s. 71-94.
ANARAL, Hüseyin; Anonim Ortaklıklarda Kayıtlı Sermaye, Ankara, y.y, 1982.
ANSAY, Tuğrul; “Anonim Şirketler ve Tatbikat”, (Tatbikat) AÜHFD, C. XVII, S. 1-4,
1960, s. 327-350.
ANSAY, Tuğrul; Anonim Şirketler Hukuku, (Anonim Şirketler), 6. bası, Ankara,
Olgaç Matbaası, 1982.
ANSAY, Tuğrul; “Anonim Şirket Đdare Meclisi Kararlarının Đptali Meselesi”, (Đdare
Meclisi), Batider, C. II, S. 3, 1964, s. 371-383.
ARAL, Fahrettin; Türk Hukukunda Takas, Ankara, Savaş Yayınları, 1994.
ARICI, M. Fatih; “Anonim Ortaklıkta Nakit Dışı Sermaye Taahhüdünün
Đmkânsızlığının Hükümleri” (Đmkansızlığın Hükümleri), Prof. Dr. Özer
Seliçi’ye Armağan, Ankara, Seçkin, 2006, s. 103-126.
ARICI, M. Fatih; “Alacak Hakkının Anonim Ortaklığa Sermaye Olarak Taahhüdü”,
Đstanbul, 2001, (Yüksek Lisans Tezi).
ARSLAN, Đbrahim; “Anonim Şirkette Yönetim Kurulu Üyelerinin Sorumluluğu ve Şirket
Adına Açılan Sorumluluk Davasında Şirketin Temsili Sorunu”,
THYKS, Bildiriler-Tartışmalar, XVI, Batider, 14 Mayıs 1999, 119-
148.
277

ARSLAN, Đbrahim; Anonim Şirketlerde Yönetim Yetkisinin Sınırlandırılması,


Konya, Mimoza, 1994.
ARSLANLI, Halil; Anonim Şirketler II-III, Anonim Şirketin Organizasyonu ve
Tahviller, 3. bası, Đstanbul, Fakülteler Matbaası,1960.
ARSLANLI, Halil; Anonim Şirketler, Umumi Hükümler, C. I, 3. bası, Đstanbul,
Fakülteler Matbaası, 1960.
ATALAY, Oğuz; Anonim Şirketlerin Đflası, Đzmir, DEÜHF, 1996.
ATAN, Turhan; Türk Ticaret Kanununa Göre Anonim Şirketlerde Đdare Meclisi
Azalarının Mesuliyeti, Ankara, BTHAE,1967.
ATASOY, Ömer Âdil; Anonim Ortaklıkların Denetlenmesinde Hâkim Olan Esaslar
ve Türk Hukukunda Denetleme Organının Görevleri, Eskişehir,
AÜY, 1984.
AYBAY, Erdem; “Takas Kurumu ve Takasın Davada Savunma Olarak Đleri
Sürülmesi”, MaÜHFD, 2005/2, s. 257-273.
AYDIN, Alihan; “Anonim Ortaklığın Kendi Paylarını Edinmesi”, Đstanbul, 2007,
(Doktora Tezi).
AYOĞLU, Tolga; “Sermaye Piyasası Hukukunda Tam ve Nakden Ödeme Đlkesi”,
GSÜHFD, Prof. Dr. Erden Kuntalp’e Armağan, C. I, Özel Hukuk,
1/2004, s. 425-463.
AYTAÇ, Zühtü; Sermaye Piyasası Hukuku ve Hisse Senetleri, Ankara, 1998.
AYTAÇ, Zühtü; “Kayıtlı Sermayeli Anonim Ortaklıklarda Yönetim Kurulu Kararlarının
Đptali Sorunu”, Prof. Dr. Ernst Hirsch’in Anısına Armağan (1902-
1985), Ankara, BTHAE, 1986, s. 257-291.
AYTAÇ, Zühtü; Anonim Ortaklıklarda Đbra, (Đbra), Ankara, BTHAE, 1982.
BAHTĐYAR, Mehmet; “Anonim Ortaklıkta Kayıtlı Sermaye Sistemi ve Sermaye
Artırımı”, Diyarbakır, 1993, (Doktora Tezi).
BAHTĐYAR, Mehmet; Anonim Ortaklık Ana Sözleşmesi, (Ana Sözleşme), Đstanbul,
Beta, 2001.
BAHTĐYAR, Mehmet; Anonim Ortaklıklarda Kayıtlı Sermaye Sistemi ve Sermaye
Artırımı, (Sermaye Artırımı), Đstanbul, Beta, 1996.
BAŞBUĞOĞLU, Tarık; Uygulamalı Türk Ticaret Kanunu, C. I, Ankara, Yetkin,
1988.
278

BATTAL, Ahmet; “Anonim Şirketlerde Ortaklıktan Iskat Prosedürü (TTK. m. 408) ile
Đlgili Yargıtay Uygulaması”, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları
Sempozyumu XVII (Tartışmalar), Ankara, BTHAE, 2000, s. 53 vd.
BATTAL, Ahmet; “Tacirin Đş Kanununa Tabi Bir Sözleşmeden Doğan Cezai Şart
Borcuna TTK m. 24 (Đndirim Yasağı) Uygulanabilir mi?”, Batider,
Aralık 1999, C. XX, S. 2, s. 15-23.
BAYDAROĞLU, Emin; “Anonim Ortaklıklarda Sermaye Artırımı Kararları”, Đzmir,
2000, (Yüksek Lisans Tezi).
BECKER, Hermann; (Çev. Osman Tolun), Đsviçre Medeni Kanunu Şerhi, C. III,
Borçlar Kanunu, 1. Kısım, Genel Hükümler, 5. Fasikül, Ankara,
Adalet Bakanlığı, 1973.
BECKER, Hermann; (Çev. Olcay/Reisoğlu/Tolun/Özkök), Đsviçre Borçlar Kanunu
Genel Kısım (Bern Şerhi), Ankara, Adalet Bakanlığı,1967.
BĐLGE, Mehmet Emin; Ticaret Sicili, Đstanbul, Beta, 1999.
BĐLGĐN, Yüksel; “Sermaye Ortaklıklarında Katılma Payı ve Hukuksal Sonuçları”,
AĐTĐAD, C. 10, 1978, S. 1-2, s. 173-194.
BOURNE, Nicholas; Principles Of Company Law, 3rd edition, London, Cavendish
Publishing, 1998.
BÜLBÜL, Fatıma Mine; “Anonim Şirketlere Ayni Sermaye Olarak Konulabilecek
Malvarlığı Unsurları”, Ankara, 2006, (Yüksek Lisans Tezi).
ÇAMOĞLU, Ersin; Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerin Hukuki
Sorumluluğu, (Sorumluluk), 2. bası, Đstanbul, Vedat, 2007.
ÇAMOĞLU, Ersin; “Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Ortaklıkla Đşlem
Yapma Yasağı”, Đkt. Mal, C. XVIII, S. 2, 1970.
ÇAMOĞLU, Ersin; “Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Özen Borcu”, (Özen)
Đmran Öktem’e Armağan, Ankara, AÜHF Yayınları, 1970.
ÇEKER, Mustafa; “Halka Açık anonim Ortaklıklarda Pay Sahiplerinin Şirketten Çıkma
Hakkı”, Batider, Haziran 2005, C. XXIII, S. 1, s. 61-73.
ÇEKER, Mustafa; Anonim Ortaklıkta Oy Hakkı ve Kullanılması, Ankara, 2000.
ÇELĐK, Feyzan Hayal Şehirali; Anonim Şirketlerde Çıkar Çatışmaları Ekseninde
Şirket Ele Geçirmelerine Karşı Önlemler, Ankara, BTHAE, 2008.
ÇELĐKER, Gönül; “Anonim Ortaklıkta Yönetim Kurulu Üyelerinin Đbrası”, ĐBD, Eylül-
Ekim 2010, C. 84, S. 5, s. 2980-3025.
279

ÇELĐKTAŞ, Đlyas; “Anonim Ortaklığın Kendi Paylarını Đktisabı”, Đstanbul, 2006,


(Doktora Tezi).
ÇEVĐK, Orhan Nuri; Uygulamada Şirketler Hukuku, 3. bası, Ankara, Yetkin, 2002.
DAĞ, Üner; “Sermaye Ortaklıkları Hukuku”, Đktisat ve Maliye, C.XXXVI, S. 4, Nisan,
1989, s. 152-157.
DAĞ, Üner; Anonim Ortaklıklarda Pay Sahibi Açısından Oy Hakkının
Kazanılması ve Kullanılması, (Oy Hakkı), Đstanbul, Beta, 1996.
DEMĐR, Ömer; ACAR, Mustafa; Sosyal Bilimler Sözlüğü, Đstanbul, Ağaç Yayıncılık,
1993.
DĐNE, Janet, KOUTSĐAS, Marios, BLECHER, Michael; Compony Law In The New
Europe, Chelteham Glos, 2007.
DĐZDAR, Ali Murat; “Sermaye Piyasası Kanununun Anonim Ortaklıklarda Kurucu
Kavramında Yaptığı Değişiklik Sorunu”, Đkt.Mal. 1983, C. XXX, S. 7,
s. 282 vd.
DOĞAN, Beşir Fatih; “Avrupa Birliği Şirketler Hukuku Modernizasyonu-Avrupa
Birliğinin 77/91/EWG Nolu Đkinci Şirketler Yönergesinde Değişiklik
Yapan 2006/68/EWG Nolu Yönergenin Getirdiği Yenilikler”, Ankara
Avrupa Çalışmaları Dergisi, C. 7, No: 2 (Bahar 2008), s. 1-13.
DOĞANAY, Đsmail; Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C. 1, 4. bası, Đstanbul, Beta, 2004.
DOĞRUSÖZ, Bumin; “Yeni Türk Lirası ve Anonim Şirket Paylarının Asgari Nominal
Değeri”, Dünya Gazetesi, 13.12.2004.
DOMANĐÇ, Hayri; Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C. II, Anonim Şirketler, Đstanbul,
Temel Yayınları, 1988 (Şerh, C. II).
DOMANĐÇ, Hayri; Adi-Kollektif ve Komandit Şirketler, 4. bası, Đstanbul, Temel
Yayınları,1988.
DOMANĐÇ, Hayri; Anonim Şirketler, Đstanbul, Eğitim, 1978.
DOMANĐÇ, Hayri; “Anonim Şirket Ortaklarının Sermaye Temerrüdüne Terettüp Eden
Müeyyideler,” (Müeyyideler), ĐBD. 1966, C. XL, S. 4-5-6, s. 121-126.
DOMANĐÇ, Hayri; Türk Ticaret Hukukuna Göre Anonim Şirketlerin
Kuruluşundan Doğan Hukuki Mesuliyet (Hukuki Mesuliyet),
Đstanbul, Fakülteler Matbaası, 1964.
DÖNMEZ, R. Murat; Anonim ve Limited Şirketlerde Hisse Haczi ve Paraya
Çevrilmesi, 3. bası, Đstanbul, Vedat, 2008.
280

DURAL, Mustafa; Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki Đmkânsızlık (BK. 117),


Đstanbul, Fakülteler Matbaası, 1976.
EDWARDS, Vanessa; EC Company Law, Oxford, Oxford University Press, 1999.
ELBĐR, Halid Kemal; Türk Ticaret Kanunu, Đstanbul, Hak Kitabevi, 1956.
EPÇELĐ, Sevgi; “Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nın Yeni Pay Alma Hakkı Đle Đlgili
Olarak Getirdiği Düzenleme, Eleştiri ve Öneriler, ĐBD, Kasım-Aralık
2010, C. 84, S. 6, s. 3589-3625.
ERDEM, H. Ercüment; Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu XVII,
Bildiriler, Tartışmalar, Ankara, BTHAE, 9-10 Haziran 2000, s. 71 vd.
ERDEM, H. Ercüment; Anonim Şirketlerin Çıkardığı Senetler ve Sermaye
Piyasası Hukukuna Giriş, Ankara, 1995.
EREM, S. Turgut; Ticaret Hukuku Prensipleri, C. II, Ticaret Şirketleri, 8. basım,
Đstanbul, ĐĐTĐA Nihad-Sayar Yayın ve Yardım Vakfı,1980.
EREN, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. bası, Đstanbul, Beta, 2006.
ERĐŞ, Gönen; TTK Ticari Đşletme ve Şirketler, C. II, Ankara, Seçkin, 2007.
ERMAN, Sahir; Şirketler Ceza Hukuku, Ticari Ceza Hukuku, VII, Đstanbul, ĐÜHF,
1993.
ERTÜRK, Mümin; Đşletme Biliminin Temel Đlkeleri, Đstanbul, Beta, 1996.
ERÜRETEN, Bahir Mazhar; Anonim Şirket Davaları, Đstanbul, Grafik Sanatlar
Matbaası, 1988.
FERRAN, Eilis; Company Law and Corporate Finance, Oxford, Oxford University
Press, 1999.
FEYZĐOĞLU, Necmettin Feyzi; Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C. 1, Đstanbul,
ĐÜHFY, 1976.
FORSTMOSER, Peter; MEĐER-HAYOZ, Arthur; NOBEL, Peter; Schweizerisches
Aktienrecht, Bern, Verlag Tampfli, 1996.
GLYNN, Timothy P.; “Beyond “Unlimiting” Shareholder Liability: Vicarious Tort
Liability for Corporate Officer”, Vanderbilt Law Review, Volume. 57,
March 2004, N. 2; http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract
id=572482, Erişim Tarihi: 20.11.2009, s. 329-433.
GOULDĐNG, Simon; Company Law, 2nd Edition, London, Routledge Cavendish,
1999.
GÖKDERE, Ahmet; Bankacılar Đçin Ekonomi Bilgisi, Ankara, BTHAE, 2004.
GÖKSOY, Y. Can; Anonim Ortaklıkta Payın Rehni, Ankara, Seçkin, 2001.
281

GÖLE, Celal; “Anonim Ortaklıklarda Ticaret Bakanlığının Đzni ve Danıştay”, Batider,


1979, C.X, S. 2, s. 439-457.
GÖLE, Celal; Anonim Ortaklıklarda Nakdi Sermaye Koyma Borcu ve Bu Borcu
Đfada Temerrüt, Ankara, BTHAE, 1976.
GÜNEY, Necla Akdağ; Türk Hukukunda Anonim Şirket Yönetim Kurulu
Üyelerinin Sorumluluğu, Đstanbul, Vedat, 2008.
GÜRZUMAR, O. Berat; Franchise Sözleşmeleri ve Bu Sözleşmelerin Temelini
Oluşturan “Sistem”lerin Hukuken Korunması, Đstanbul, Beta,
1995.
HAHOLU, Bülent Murat; “Anonim Ortaklıkların Kendi Hisse Senetlerini Geri Satın
Alması (Stock Repurchase)”, Yeterlik Etüdü, Ankara, 2000.
HAMĐLTON, Robert W.; The law Of Corparations, 5 th edition, West Group, St.
Paul, Minn, 2000.
HANISH, Dirk; “The Liability of Shareholders for Obligation of the Company in
Germany and the People’s Republic of China”, Hong Kong, 2007,
http://lbms03.ctyu.edu.hk/oaps/slw2007-6537-hd976.pdf,(Erişim
Tarihi: 1.6.2010).
HELVACI, Mehmet; Anonim Ortaklıkta Yönetim Kurulu Üyesinin Hukuki
Sorumluluğu, (Sorumluluk), 2. bası, Đstanbul, Beta, 2001.
HELVACI, Mehmet; “Kayıtlı Sermaye Sisteminde Sermaye Artırımı Usulü ve Bu
Sisteme Tâbi Anonim Ortaklıklarda Hisse Senetlerinin Çıkarılma
Zamanı” (Sermaye Artırımı), Batider, 1995, C. XVIII, S. 1-2, s. 157-
171.
HĐÇŞAŞMAZ, Mazhar; Genel Muhasebe Teorisi ve Uygulama Esasları, Ankara,
BTHAE, 1969.
HĐRSCH, Ernst; Ticaret Hukuku Dersleri, (THD) 3. bası, Đstanbul, Hak Kitabevi,
1948.
HĐRSCH, Ernst; (Çev. Mustafa Galip), Türk Ticaret Kanununun Esaslarına Göre
Ticaret Hukuku, (Ticaret Hukuku), Đstanbul, 1935.
HONSELL, Heinrich; VOGT, Nedim Peter; WATTER, Rolf; Kommentar zum
Schweizerischen, Privatrecht, Obligationenrech II, Art 530-1186,
Basel and Frankfurt am Main, Helbing/Lichtenhahn, 1994.
HÜFFER, Uwe; Beck’sche Kurzkommentare, Bd 53, Aktiengesetz (AktG),
München, C.H Beck, 2008.
282

ĐMREGÜN, Oğuz; Amerikan Ortaklıklar Hukukunun Ana Hatları, Amerikan


Ortaklıklar Hukuku, Đstanbul, Kutulmuş Matbaası, 1968.
ĐMREGÜN, Oğuz, Bilirkişi Raporları (1983-1984), (Bilirkişi), Đstanbul, Filiz Kitabevi,
2000.
ĐMREGÜN, Oğuz; Anonim Ortaklıklar, (A.O), 4. bası, Đstanbul, Yasa Yayıncılık,
1989.
ĐNAL, Tamer; Borca Aykırılık ve Sonuçları, Đstanbul, Papatya Yayıncılık, 2004.
ĐNCEOĞLU, Murat; “Đfanın Alacaklı Yüzünden Đmkânsızlaşması”, AÜHFD, 2008, C.
57, S. 4, s. 237- 254.
ĐZMĐRLĐ, Yadigâr; Türk Ticaret Kanununa Göre Tasfiye Memurlarının Görev,
Yetki ve Sorumlulukları, Ankara, Nobel, 2001.
KALYONCU, Rafet; “Anonim Ortaklıklarda Nakdi Sermaye Koyma Borcu ve Bu Borcu
Đfada Temerrüt”, Ankara, 1999, (Yüksek Lisans Tezi).
KANAR, Mehmet; Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, 2. baskı, Ankara, Say Yayınları,
1992.
KARABABA, Serdar; Hisse Senedi Yatırımcısının Korunması, Ankara, Seçkin,
2001.
KARAHAN, Sami; Anonim Şirketlerde Tasfiye, Konya, Mimoza, 1998.
KARAHASAN, Mustafa Reşit; “Cezai Şart ve Gecikme Faizi”, ĐBD. 1966, C.XL, S. 1-
2-3, s. 478 vd.
KARASU, Rauf; TTK Tasarısına göre Anonim Şirketlerde Emredici Hükümler
Đlkesi, Ankara, Yetkin, 2009.
KARAYALÇIN, Yaşar; “Anonim Şirketin Yönetim Kurulu Kararlarına Karşı Hangi
Davalar Açılabilir?”, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları
Sempozyumu III, Ankara, BTHAE, 1986, s. 272 vd.
KARAYALÇIN, Yaşar; “Para Değerinde Değişmeler- Yabancı Sermaye ve Anonim
Şirketlerde Ayni Pay”, Prof. Dr. Mahmut Koloğlu’ya 70’inci Yaş
Armağanı, Ankara, AÜHFY, 1975, s. 575 vd.
KARAYALÇIN, Yaşar; Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulunun Hangi Kararları
Aleyhine Dava Açılabilir?, (Yönetim Kurulu Kararları Aleyhine Dava),
Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Ankara, Eylül,
1986, s. 238-284.
KARAYALÇIN, Yaşar; Özel Hukukta Meseleler ve Görüşler, “Hukuki Mütalaalar IV”,
(1988-1991), Ankara, BTHAE, 1992.
283

KARAYALÇIN, Yaşar; Sermaye Koyma Borcu Đfa, Özel Hukukta Meseleler


Görüşler, Ankara, BTHAE, 1975.
KARTAL, Bilal; “Faizi Aşan Zarar-Munzam Zarar- BK.’nun 105. Maddesi Đle Đlgili
Kararlar”, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu XII,
Bildiriler-Tartışmalar, Ankara 28-29 Nisan 1995, s. 1-36.
KAYA, Arslan; Anonim Ortaklıkta Pay Sahibinin Bilgi Alma Hakkı (Bilgi Alma
Hakkı), Ankara, BTHAE, 2001.
KAYIHAN, Şaban; “Ticaret Sicili Memurunun Tescil Başvurularını Đnceleme Görev ve
Yetkisinin Kapsamı”, EHFD, C. XI, S. 3-4, Aralık 2007, s. 357- 382.
KENDĐGELEN, Abuzer; “Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Đç Ticaret 2003/3 sayılı ve
Anonim ve Limited Şirketlerin Kuruluş ve Ana Sözleşme Değişikliği
Đşlemlerine Đlişkin Esaslar hakkında Tebliğinin Hukuki Açıdan
Değerlendirilmesi”, Makalelerim, C. I, 1986-2001, II. bası, Đstanbul,
Arıkan, 2006.
KENDĐGELEN, Abuzer; Hukukî Mütalâalar, Ortaklıklar Hukuku, C. II, Đstanbul, Beta,
2003.
KENDĐGELEN, Abuzer; Anonim Ortaklık Payı Üzerinde Đntifa Hakkı, (Đntifa),
Đstanbul, Beta, 1994.
KERVANKIRAN, Emrullah; “Sermaye Ortaklılarında Sınırlı Sorumluluk Đlkesine Karşı
Önemli Bir Đstisna: Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması”, ErÜHFD,
C. XI, S. 3-4, Aralık 2007, s. 453-472.
KILIÇOĞLU, Ahmet; “Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, Genişletilmiş 9. bası, Turhan
Yayınevi, Ankara 2007.
KIRCA, Çiğdem; “Know-how Sözleşmelerinin Hukuki Niteliği” (Know-how), Prof. Dr.
Ali Bozer’e Armağan, Ankara, BTHAE,1998, s. 243 vd.
KIRCA, Đsmail; “Anonim Şirket Yönetim Kurulu Kararlarında Takdir Yetkisi –Özen
Borcu”, (Özen Borcu), Batider, Haziran 2004, C.XXII, S. 3, s. 85-96.
KIRCA, Đsmail; “Tüzel Kişiliğin Kazanılmasından Önce Anonim Şirket Adına Yapılan
Đşlemler” (Đşlemler), Batider, Aralık 1998, C. XIX, S. 4, s. 83-113.
KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip; Türk Hukukunda Gayrimenkul Satış Vaadi,
Đstanbul, ĐÜY, 1959.
KÖKLÜ, Aziz; Đktisat Đlmine Giriş, Ankara, Sevinç Matbaası, 1972.
KROPFF, Bruno; SEMLER, Johannes; Münchener Kommentar Zum Aktiengesetz,
Band 2, München, C H Beck/Vahlen, 2003.
284

KÜTÜKÇÜ, Doğan; Sermaye Piyasası Hukuku, C. I, Đstanbul, Beta, 2004.


MANĐSALI, Erol; Đktisada Giriş, Đstanbul, Der Yayınları, 1996.
MĐMAROĞLU, Sait Kemal; Ticaret Hukuku, C. II, Đşletme Hukuku, Ticaret
Ortaklıkları Hukuku, Ankara, BTHAE, 1972.
MĐMAROĞLU, Sait Kemal; Anonim Şirketlerde Đdare Meclisi Azalarının Hukuki
Mesuliyeti, Ankara, AÜSBFY, 1967.
MOUSTAKĐ Guy; ENGAMMARE, Valerie; (çev. Ayşegül Sezgin Huysal), “Avrupa
Birliği Şirketler Hukuku”, MÜHF-HAD, C. 14, s. 252-289.
MOROĞLU, Erdoğan; “Anonim Ortaklık Anasözleşmesi ve Hukuki Niteliği”, Prof. Dr.
Kemal Oğuzman’ın Anısına Armağan, (Oğuzman Armağanı),
Đstanbul, Beta, 2000, s. 515 vd.
MOROĞLU, Erdoğan; “Esas Sermaye Artırımı Đçin Eski Đştirak Taahhütlerinin
Ortaklığa Tamamen Ödenmiş Olması Şartı”, (Đştirak Taahhütleri),
Makaleler, C. I, 2. bası, Đstanbul, Beta, 2001, s. 45-53
MOROĞLU, Erdoğan; “Sermaye Olarak Taşınmaz Mal ve Bunun Üzerindeki Bir Ayni
Hakkın Konulması Taahhüdü”, (Sermaye Olarak Taşınmaz)
Makaleler I, 2. bası, Đstanbul, Beta, 2001, s. 27-40.
MOROĞLU, Erdoğan; “Anonim Ortaklıkta Yönetim ve Denetim Kurulu Üyelerinin
Đbralarının Zamanı, Kapsamı ve Geri Alınması”, (Yönetim ve
Denetim Kurulu Üyeleri), Batıder, Aralık 2001, C. XXI, S. 2, s. 5 vd.
MOROĞLU, Erdoğan; Anonim Ortaklıkta Esas Sermaye Artırımı, Güncelleştirilmiş
ve Genişletilmiş 2. bası, Đstanbul, Vedat, 2003.
MOROĞLU, Erdoğan; Abuzer Kendigelen, Notlu- Đçtihatlı Türk Ticaret Kanunu ve
Đlgili Mevzuat, 8. bası, Đstanbul, Vedat, 2004.
MOROĞLU, Erdoğan; Türk Ticaret Kanunu ile Yürürlük ve Uygulama Kanunu
Tasarısı Değerlendirme ve Öneriler (Değerlendirme ve Öneriler),
Genişletilmiş 6. baskı, Đstanbul, Vedat, 2009.
NARBAY, Şafak; Anonim Ortaklıkta Pay Defteri, Ankara, Seçkin, 2003.
NĐLSON, Gül Okutan; Anonim Ortaklıklarda Pay Sahipleri Sözleşmeleri, Đstanbul,
Çağa Hukuk Vakfı Yayınları, 2003.
NOMER, N. Füsun; “Anonim Ortaklıklarda Eşit Davranma (Eşit Đşlem) Đlkesi”, Prof.
Dr. Oğuz Đmregün’e Armağan, Đstanbul, Beta, 1998, s. 485 vd.
NOMER, N. Füsun; Anonim Ortaklıkta Pay Sahibinin Sadakat Yükümlülüğü,
Đstanbul, Beta, 1999.
285

OĞUZ, Tufan; Know-how Sözleşmesi, Đstanbul, 2001, s. 10 vd.


OĞUZMAN, Kemal, ÖZ, Turgut, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 6. bası,
Đstanbul, Vedat, 2009.
OMAĞ, M. Kemal; “Anonim Şirketler Hukukunda Eşit Đşlem Đlkesi”, HAD, C. I, S.1,
1986, s. 1 vd.
ORMANLI, Selda; Türk Hukukunda Anonim Ortaklıklarda Esas Sermayenin
Azaltılması, Đstanbul, 2005.
OSER, H., Schönenberger, W. (Çev. Ferid Ayiter), Đsviçre Borçlar Kanunu Şerhi,
Ankara, 1950.
ÖÇAL, Akar; “Munzam Zarar” Eskişehir ĐTĐAD. 1967, C. III, S. I, s. 145-147.
ÖZBĐL, Đ Dündar; Anonim Şirketlerde Pay Bedellerinin Ödenmemiş Kısımlarının
Tahsiline Đlişkin Bir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı, Banka
Meslek ve Fikir Dergisi, Eylül, 1967, C. 4, S. 9, s. 38 vd.
ÖZBĐL, Đ. Dündar; Anonim Şirketlerde Pay Sahibinin Sermaye Olarak Taahhüt Ettiği
Para Borcundan Temerrüdü, Banka Meslek ve Fikir Dergisi, 1967,
C.4, S. 6, s. 38 vd.
ÖZCAN, Fatma; “Türk Hukukunda Primli Hisse Senetleri”, Prof. Dr. Tahir Çağa’nın
Anısına Armağan, Đstanbul, Beta, 2000.
ÖZDAMAR, Mehmet; Anonim Ortaklıkların Kendi Paylarını Đktisap Etmesi, (TTK
329), Ankara, Yetkin, 2005.
ÖZDĐLEK, Ali Osman; “Borçlunun Sorumlu Olduğu Đmkânsızlık Nedeniyle Borçların
Đfa Edilememesi”,http://www.turkhukuksitesi.com/makale_295.htm
(Erişim Tarihi, 3.1.2010).
ÖZTAN, Fırat; Kıymetli Evrak Hukuku, 2. bası, Ankara, Turhan, 1997.
PENNĐNGTAON, Robert R.; Company Law, 7 th Edition, London, Butterworths, 1995.
PILLANS, Brian; BOURNE, Nicholas; Scottish Company Law, 2 nd Edition, London,
Cavendish Publishing Limited, 1999.
POROY, Reha, EREM, Turgut S.; Sermaye Piyasası Etüdü, Bölüm II, Hukuki
Araştırma, Türkiye’de Sermaye Piyasasının Gelişmesi için Gerekli
Tedbirler, Sermaye Piyasası Semineri Tertip Heyeti, Ankara, Filiz
Yayınevi, 1964.
POROY, Reha; TEKĐNALP, Ünal; ÇAMOĞLU, Ersin Ortaklıklar ve Kooperatifler
Hukuku, 9. bası, Đstanbul, Beta, 2003.
286

POROY, Reha, TEKĐNALP, Ünal; Kıymetli Evrak Hukukunun Esasları, 14. bası,
Đstanbul, Beta, 1999.
POSTACIOĞLU, Đlhan E.; Gayrimenkullerin Ferağına Müteallik Akitlerde Şekle
Riayet Mecburiyeti, Đstanbul, Đktisadi Yürüyüş Matbaası,1945.
PULAŞLI, Hasan; Bağlı Nama Yazılı Pay Senetleri, (Pay Senetleri), Ankara,
Dayınlarlı, 1992.
PULAŞLI, Hasan; Şirketler Hukuku, Yenilenmiş ve Güncelleştirilmiş 4. baskı,
Adana, Karahan, 2003.
REĐSOĞLU, Seza; “Yargıtay Kararları Açısından 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt
Faizine Đlişkin Kanun” (Yargıtay Kararları Açısından 3095 sayılı
Kanun), Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, VIII,
Bildiriler- Tartışmalar, Ankara, Batider, 26-27 Nisan 1991, s. 1-25.
REĐSOĞLU, Safa; Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 14. bası, Đstanbul, Beta, 2000.
ROBE, Michel A; “Limited Liability Rules, Financial Innovation and Capital Structure
Complexity,http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=295
343, Erişim Tarihi: 20.11.2009, s. 1-26.
SAKA, Zafer; Anonim Ortaklıklarda Genel Kurul, Đstanbul, Vedat, 2004.
SAVAŞ, Fatma Burcu; “Pay Sahiplerinin Anonim Şirkete Karşı Sadakat
Yükümlülüğü”, Prof.Dr Hüseyin Ülgen’e Armağan, 1. Cilt, Ticaret
Hukuku, Đstanbul, Vedat, 2007, s. 489-507.
SAYMEN, Ferit H.; ELBĐR, Halid K.; Türk Eşya Hukuku, Ayni Haklar, Đstanbul, Hak
Kitabevi, 1954.
SCHUCANY, Emil; Kommentar zum Schweizerischen, Aktienrecht, 2. Aufl.,
Zurich, Orell Fusli, 1960.
SELEKLER, Ferit; “Kollektif Şirketlerde Ortağın Şirketten Çıkması”, ĐÜHFM, 1977,
C.XLII, S. 1-4, s. 427 vd.
SEVĐ, Ali Murat; Anonim Ortaklıklarda Payın Devri, Ankara, Seçkin, 2004.
SIEMS, M. Mathias; Convergence in Shareholder Law, Cambridge, Cambridge
University Press, 2008.
SOMER, Mehmet; Sermaye Piyasası Kanununun Hükümlerinin Türk Ticaret
Kanunun Tedrici Kuruluş Sistemi Üzerine Etkileri, Đstanbul,
Kazancı, 1990.
SÖNMEZ, Yusuf Ziyaeddin; “Anonim Ortaklıklarda Pay Sahibinin Ortaklıktan Ayrılma
Hakkı”, Ankara, 2007, (Doktora Tezi).
287

SCHMĐDT Karsten, LUTTER Marcus; Aktiengesetz, Kommentar, Band 1, Köln, Dr.


Otto Schmidt, 2008.
SPĐNDLER Gerald, STĐLZ Eberhard, Kommentar zum Aktiengesetz, Band 1,
München, C.H.Beck, 2007.
STEIGER, Fritz Von; Đsviçre Anonim Şirketler Hukuku, (çev. Tahir Çağa) 3. bası,
Đstanbul, Fakülteler Matbaası, 1968.
SÜMER, Ayşe; “TTK.’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapan Kanun Hükmünde
Kararnamede Anonim ve Limited Ortaklıklarla Đlgili Yeniliklere
Bakış”, Yaklaşım, Y. 3, S. 32, Ağustos, 1995, s. 15 vd.
ŞAR, Ferda; “Anonim Ortaklıklarda Malvarlığının Korunması Đlkesi”, Đstanbul, 1995,
(Yüksek Lisans Tezi).
ŞENER, Oruç Hami; Uygulamalı Ortaklıklar Hukuku, Ankara, Seçkin, 2006.
ŞENOCAK, Kemal; “Anonim Ortaklıkta Iskat Kararının Sonuçları”, (Iskat), GÜHFD. C.
XI, 2007, S. 1-2.
TALBOT, Lorraine; Critical Company Law, Oxon, Routledge-Cavendish, 2008.
TANDOĞAN, Halûk; “Türk Mesuliyet Hukuku”, (Mesuliyet) Ankara, Ajans-Türk,1961.
TAŞDELEN, Nihat; Anonim Ortaklıkta Pay Sahipliği Sıfatının Kazanılması,
Đstanbul, Vedat, 2005.
TAŞKAN, Yusuf Ziya; “Şirketlerde Sermaye Taahhüdünü Yerine Getirmeyenlere
Uygulanabilecek Yaptırımlar”, http://www.yaklaşim.com/mevzuat/
dergi/makaleler/1999091791.htm, Erişim Tarihi: 2.6.2010.
TECER, Meral; Đsletmelerde Sermaye Maliyeti, Ankara, TODAĐE, 1980.
TEKĐL, Fahiman; Anonim Şirketler Hukuku, 2. bası, Đstanbul, Alkım Yayınları, 1988.
TEKĐNALP, Ünal; “Bedelsiz Paylara Hak Kazanma Sorunu”, Ticaret Hukuku ve
Yargıtay Kararları Sempozyumu, VI, Ankara, BTHAE, 1989.
TEKĐNALP, Ünal; “Nakdi Sermaye Taahhüdünden Doğan Borcun Takası”, Đkt.Mal, C.
XXVIII, S. 4, Temmuz 1981, (Takas), s.186-237.
TEKĐNALP, Ünal; Anonim Ortaklığın Bilânçosu ve Yedek Akçeleri, Đstanbul, 1970.
TEKĐNALP, Ünal; “Pay Defterine Yazımın Hukukî Niteliği Sorunu”, (Pay Defteri),
Đkt.Mal, S. CXXV, S. 11, Şubat, 1979, s. 470-475.
TEKĐNAY, Selahattin Sulhi; AKMAN, Sermet; BURCUOĞLU, Haluk; ALTOP, Atilla
Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. bası, Đstanbul, Filiz,1993.
288

TEOMAN, Ömer; “Şirketçe Devralınan Payların Umumi Heyette Temsili Caiz Değildir”
Kuralının (TTK m. 329, f. 3, c.2) Anlamı, (Şirketçe Devralınan
Paylar), Đkt.Mal, C. XXIII, S. 9, Aralık 1976, s. 374-382.
TEOMAN, Ömer; Anonim Ortaklıkta Pay Sahibinin Oy Hakkından Yoksunluğu,
(Oy Hakkı), Ankara, BTHAE, 1983.
TEOMAN, Ömer; “Anonim Ortaklıkta Pay Bedelinin Ödenmesinde Temerrüt ve Iskat
Prosedürü, Iskat Edilen Payların Kimler Tarafından Satın
Alınabileceği, Satışın Koşulları ve Sonuçları, Pay Sahiplerinin Eşitliği
Đlkesi”, Yaşayan Ticaret Hukuku, C. I, Hukuki Mütalaalar, Kitap I,
1989-1991, Đstanbul, Kazancı, 1992.
TEOMAN, Ömer; “Bağlı Nama Yazılı Pay (Senedi) ve Halka Açık Anonim Ortaklık
Kavramları Üstünde Düşünceler”, (Bağlı Nama Yazılı), Otuz Yıl
Ticaret Hukuku- Tüm Makalelerim, C. I, 1971-1982, Đstanbul, Beta,
2000, s. 46-59.
TEOMAN, Ömer; “Limited Ortaklığın Edindiği Kendi Paylarından Doğan Hak ve
Borçlar ve Edinmenin Diğer Bazı Sonuçları”, Otuz Yıl Ticaret
Hukuku, Tüm Makalelerim- C. I, 1971-1982, Đstanbul, Beta, 2000, s.
150-161.
TEOMAN, Ömer; “Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin Bir Kararı Üstüne Notlar”, Otuz yıl
Ticaret Hukuku- Tüm Makalelerim, C. I, 1971-1982, Đstanbul, Beta,
2000, s. 274-281.
TEOMAN, Ömer; “Anonim Ortaklıkta Yönetim Kurulunun Toplantı Yapmaksızın Karar
Alması (TTK. m. 330/f.II)”, Otuz Yıl Ticaret Hukuku-Tüm Makaleler-
C. II, 1982-2001, Đstanbul, Beta, 2001 .
TEOMAN, Ömer; Yaşayan Ticaret Hukuku, C. I, Hukuki Mütalaalar, Kitap 10, 2000-
2002, Đstanbul, Vedat, 2003.
THOMAS, Richard (General Editor); Company Law In Europe II, Company Đn
Switzeland, (Editör: Walter Frei and Thomas Rihm), London, 2004.
TOKSAL, Baki; Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C. II, Ankara, Sevinç, 1991.
TOLUN, Osman; Banka ve Borsa Hukuku, Ankara, Doğuş Matbaacılık, 1959.
TUĞSAVUL, Melis Taşpolat; “Türk Ticaret Kanunu Tasarısı Çerçevesinde Pay
Bedelini Đfa Borcu ve Đfa Etmemenin Sonuçları”, Kazancı, S. 71-72,
Temmuz-Ağustos 2010, s. 117-157.
289

TUHR, Von Andreas; (Çev. Cevat Edege), Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, C. I-
II, Đstanbul, Yeni Matbaa, 1983.
TUTUMLU, Mehmet Akif; Türk Borçlar Hukukunda Zamanaşımı ve Uygulaması,
2. baskı, Ankara, Seçkin, 2001.
TÜKEL, M. Berat; “Sözleşme Cezasının Yan (Fer’i) Niteliği ve Buna Bağlanan
Sonuçlar”, Đstanbul, 1989, (Yüksek Lisans Tezi).
TÜRK, Ahmet; “Anonim Ortaklıklarda Sermaye Kaybı ve Borca Batıklığın Hukuki
Sonuçları”, Ankara, 1998, (Doktora Tezi).
TÜRK, Hikmet Sami; Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerine Karşı Açılacak
Sorumluluk Davalarında Zamanaşımı ve Başlangıcı, (Sorumluluk
Davalarında Zamanaşımı), Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları
Sempozyumu VI, Bildiriler- Tartışmalar, Ankara, Batider, 14-15
Nisan 1989, s. 5-50.
TÜRKAY, Orhan; Đktisat Teorisine Giriş, Mikro Đktisat, 2. baskı, Ankara, Đmaj
Yayıncılık, 1996.
ULUSOY, Erol; “Şirketler Hukukunda Đbranın Hukuki Niteliği”, Prof. Dr. Turgut
Kalpsüz’e Armağan, Ankara, Turhan, 2003.
UYGUR, Tanju; “Cezaî Şartın Tenkisi”, ABD, 1975, S. 6.
ÜLGEN, Hüseyin; “Ticaret Şirketlerine Sermaye Olarak Konulan Mülkiyet Ya Da
Mevcut Ya Da Tesis Edilecek Diğer Ayni Hakların Tescilini
Kim/Kimler Đsteyebilir?” (Ayni Hakların Tescili), Đkt.Mal, C. XXXII, S.
2, Mayıs 1985, s. 61-64.
ÜNAL, Mustafa; “Anonim Ortaklıklarda Yönetim ve Yönetim Görevlerinin
Murahhaslara Bırakılması”, Batider, C. XI, S.3, 1982, s. 74-75.
ÜNAL, Oğuz Kürşat; Türk ve ABD Hukukunda Menkul Kıymetler, Ankara, BTHAE,
1988.
ÜNAL, Oğuz Kürşat; Aracı Kurumlar, Ankara, Yaklaşım, 1997.
ÜNAL, Oğuz Kürşat; “Ticaret Kanunu ve Sermaye Piyasası Kanununda Hisse
Senetleri”, Prof. Dr. Erdoğan Moroğlu’na 65. Yaş Günü Armağanı,
Đstanbul, ĐÜHF, 1999.
ÜNAL, Oğuz Kürşat; Sermaye Piyasalarında Halka Açık Anonim Ortaklıklar,
(Anonim Ortaklıklar), Ankara, Nobel, 1999.
ÜNAL, Oğuz Kürşat; Sermaye Piyasası Hukuku ve Mevzuatı, Ankara, Asil Yayın
Dağıtım, 2005.
290

YAVUZ, Cevdet; Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Đstanbul, Beta, 2007.
YILDIZ, Şükrü; “Anonim Şirkette Ortağın Đhracı” (Ortağın Đhracı), 1988, Ankara
(Yüksek Lisans Tezi).
YILDIZ, Şükrü; Anonim Ortaklıklarda Pay Sahipleri Açısından Eşit Đşlem Đlkesi
(Eşit Đşlem), Ankara, Seçkin, 2004.
YILDIZ, Şükrü, “Anonim Ortaklıklarda Đhraç Primleri (Agio)”, AÜEHFD, C. IV, S. 1-2,
2000, s. 547-565.
YILDIZHAN, Y. Lokman; “Şirket Kuruluşu ve Sermaye Artırımında Sermayenin
¼’ünün 1 Ay Đçinde Ödenmesi Gerektiği”, Yaklaşım, Y.3, S. 32,
Ağustos, 1995.
YILMAZ, Yavuz, “Anonim Şirkette Ortağın Iskatı”, Ankara, 1998 (Yüksek Lisans
Tezi).
SEVEN, Vural, GÖKSOY, Y. Can; “Ticaret Şirketlerinde Tüzel Kişilik Perdesinin
Kaldırılması”, ĐBD., C. 80, Y. 2006, s. 2455-2470.
YONGALIK, Aynur; “Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Bildiriler-
Tartışmalar, XVII, 9-10 Haziran 2000”, (yh. Sema Taşpınar), Ankara,
BTHAE, 2000.
YONGALIK, Aynur; Adi Şirkette Sermaye Payı, Ankara, BTHAE, 1991.
YONGALIK, Aynur; Şahıs Şirketlerinde Ortak Davası, (Actio Pro Socio), (Ortak
Davası), Ankara, BTHAE, 2010.
YUSUFOĞLU, Fülürya; “Borcun Yerine Getirilmesine Yönelik Olarak, Borçlanılan
Edim Dışında Bir Şeyin Verilmesi”, Prof. Dr. Erden Kuntalp’e
Armağan, C. I, Özel Hukuk, Đstanbul, GSÜHFD,1/2004.
ÖZET

Ekinci, Hüseyin. Anonim Şirketlerde Sermaye Koyma Borcunun Yerine


Getirilmemesinin Hukuki Sonuçları, Doktora Tezi, Ankara-2010.

Pay sahiplerinden ayrı tüzel kişiliği ve kendi bağımsız sermayesi olan


anonim ortaklıkların amaçlarını gerçekleşebilmesi büyük oranda, taahhüt konusu
sermaye paylarının karşılıklarının mevzuata ve ana sözleşmeye uygun biçimde tam
ve eksiksiz olarak yerine getirilmesine bağlıdır. Anonim ortaklıklar açısından sermaye
alacaklarının tahsil edilememesi, tüzel kişiliği ciddi biçimde tehdit eden bir olgu iken,
bu aynı zamanda pay sahiplerinin temettü kaybını ve üçüncü şahısların da ortaklıktan
olan alacaklarını elde edememesi tehlikesini beraberinde getirmektedir.
Bu çalışmada anonim ortaklık sermayesinin yasa ve ana sözleşme
kurallarına uygun biçimde ifa edilmemesinin yaptırımı ve sermayenin korunmasına
yönelik sorunlara ilişkin doktrin ve uygulamadaki yaklaşımın ve çözüm önerilerinin
ortaya konulması hedeflenmiştir. Bu süreçte pay sahipleri başta olmak üzere,
kurucular, ortaklık organları, alacaklılar, adlî ve idari merciler gibi pek çok kişi ve
kuruluşun üstlendiği işlevler ile yüklendikleri yetki, görev ve sorumluluklar üzerinde
durulan başlıca konulardandır. Ayrıca, anonim şirketler hukuku alanındaki gelişmeler
ile modernleşme ve teknolojik gelişmelerin zorunlu kıldığı değişim ihtiyacını
karşılamayı amaçlayan TTK Tasarısı’nın bu konudaki hükümleri, Komisyon
tutanaklarında dile getirilen görüşler, Tasarı’nın kamuoyuna açıklanmasının ardından
yapılan yayınlar ve değerlendirme toplantılarındaki eleştiriler de göz önünde tutularak
irdelenmiştir.
Toplam dört bölümden oluşan tezin birinci bölümünde, sermaye koyma
borcu, tarafları, pay bedellerinin yasa ve ana sözleşme kuralları çerçevesinde
ödenmesine dair temel ilkeler; ikinci bölümde, pay sahibinin sermaye koyma borcu ve
agionun ifasında temerrüdü, nakit dışı sermaye taahhüdüne yönelik ortaya çıkan ifa
imkânsızlığı ve sermaye borcunun zamanaşımına uğraması konuları
değerlendirmektedir. Üçüncü bölümde, sermaye koyma borcunun ifa edilmemesi
nedeniyle borçlu pay sahibine karşı başvurulabilecek hukuk yolları ile ortaklığın
tescilinden önce ve sonra bu konuda sahip olduğu olanaklar; dördüncü bölümde ise
sermaye borcunun ifa edilmemesinden dolayı borçlu pay sahibi dışındaki kurucular,
ortaklığın yönetim kurulu ve denetim kurulu üyeleri ile onların eylemlerine katılan
üçüncü kişilerin sorumluluklarının kapsamı, sorumluluğun sona ermesi inceleme
konusu yapılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Sermaye borcunun ifa edilmemesi, nakdi sermaye,


nakit dışı (aynî) sermaye, ıskat, pay bedellerinin ifa edilmemesinden sorumluluk
ABSTRACT
Ekinci, Hüseyin. Legal Consequences of Non-Payment of Capital Share in
Joint Stock Companies, Doctorate Thesis, Ankara-2010.

Accomplishment of the aims of joint stock companies having a separate


legal personality other than their shareholders and having their own capital mainly
depends on the payment of capital shares according to legal regulations and their
founding charter completely and without defect. Non-payment of capital share claims
is not only an event that may seriously threaten legal personality of joint stock
companies, but also it may bring loss of capital of shareholders and may
consequently bring risk on non achievement of receivables of the third parties.

In this study, it has been aimed to display sanctions to be applied to non


fulfillment of joint stock companies’ capital according to legal regulations and their
founding charter, to point out approaches in doctrine and in practice. Some
suggestions related to the problems on protection of capital protection have also
been presented. Shareholders, founders and organs of joint stock companies,
creditors, functions, duties and competencies of judicial and administrative authorities
and similar individuals and institutions are the main subjects that have been deeply
examined in this study. Moreover, the provisions of the Draft Law on Turkish Trade
Code which aims to meet necessities of transformation related to the developments
on joint stock companies law and its modernization, the opinions expressed during
meetings of the Commissions of the Turkish Grand National Assembly, publications
made after the revelation of the Draft Law to the public and critics made during
evaluation meetings have been taken account and evaluated.

The thesis is composed of four chapters. In the first chapter, liability to put
capital, parties, basic principles of capital payment to be made under the provisions
of law and founding charter of companies have been examined. In the second
chapter, obligations of share holders in putting capital, default in fulfillment of agio,
and impossibility on fulfillment of non cash commitment and prescription on capital
dept have been presented and evaluated. In the third chapter, legal remedies that
are available for non fulfillment of capital dept and the possibilities that may be
applied before or after registration of joint stock company has been evaluated. In the
fourth chapter, responsibilities of founders and administrative and supervisory board
and third parties and termination of responsibilities have been deeply analyzed. At
the end of this study, suggestions to the problems faced on joint stock companies
have been submitted.

Keywords: non fulfillment of capital dept, capital in cash, capital in kind,


forfeiture, responsibility of non fulfillment of shares dept.

You might also like