You are on page 1of 331

H ll{�

ya g m u r y ü k lü .
'
bulutlar
BiLGi YAYlNEVi
BİLGİ YAYINLARI : 207

ORHAN KEMAL1N HİK.AYELERİ: 1

Birinci Basım
Haziran 1974

BILGI VAYINEVl
Tunalt Hltmi Cad. 94
TeH,178930·178019
ttavelıltdare · Ankeri

Babilli Cad. 19/2


TeH: 225201
CataloO'"' lawıbul
ORHAN KEMAL

Yağmur Yüklü Bulutlar

BİLGİ YAYINEVİ
kapak düzeni fahri karagözoljlu

BILGI BASIMEVl ·ANKARA


İÇİNDEKİLER

Sayfa

Yağmur Yüklü Bulutlar 7


Geç Kalma Erken Gel 17
Kız Evlat 24
Pisler 29
Kaatil 33
Silik 37
Boyacı 41
Kim Kime 45
Boyalı Dudaklar 51
iş 56
Birtakım İnsanlar 61
Garson 68
Değişen Dünya 71
Haksız 74
Ölüler ve Diriler 78
Kart Kedi 82
Cılız 86
Kör 91
On Beş Kuruş 94
Fare Zehiri ıoı
Bir insan 107

5
Sayfa

936 112
Cıgaramın Dumanı 119
Ölfır müsün Öldürür müsün 126
Medeniyet Yuları 131
Gazete 131<
Gurbette 145
Dilekçe ıso
Sirnit 155
Peçete 161
Sarhoş 166
Sigara 170
Kurt t75
Birisi 180
Mezartaşı 185
Hakaret 190
Teklif mi Var'? 195
Üç Onluk 201
Kongre 208
Salyangoz 214
Kudret Dağdeviren 219
Afur Tafur Üzerine 223
Bey Baba 228
işsiz 233
Üzüntü 241
Kel Tahir 245
Beh iye 250
Eski Plak 25�
Çi kolata 265
Söğüt Yaprağı 272
Ari Ölüsü 277
Kovboylar 283
Fırlama 289
Yırtıcı Kuş 295
Ürök Ninile 303
Gece Yarısı 309
Dünyada Harp Vardı 314

6
YAGMUR YÜKLÜ BULUTLAR

Batı 'nın çok ü n l ü ün iversitel e ri nden birinin Tıp


fakültesinden diplorna l ı olduğunu göz alıcı harflerle
tabelasına yazdıran daktorun sokak kapı sı önünde.
beyaz başörtül ü bir kadı n avuç açmı ş d i l eniyord u .
Kucağı nda mavi gözleriyle tostopak b i r oğlan, ağla­
yıp duruyor, serpeleyen yağmura aldı rmıyordu. B i r
ara boydan boya yanıveren caddedeki e lektriklerle
ciddileşt i . Sağa baktı, sola baktı . Sonra alıştı . Gele­
ne geçene gülüp ağlamaya devam etti.
Pardesü lerine sıkı sı kıya sarınmış gelip geçen­
l erden pek çoğu ne kad ı n ı n farkındayd ı lar, ne de ku­
cağındaki çocuğun. Dükkanlar kapanmış, dairelerle
i şyerleri paydos olmuş, otobüsler, dolmuşlar tıkl ı m
tı k l ı m , yolcu taşıyorlard ı .
Pardesü lerine s ı k ı s ı kıya sarınmış gelip geçen­
l e rden pek çoğu kad ı n ı n da, çocuğunun da farkında
deği ll erdi ama, farkına, i l l e kad ı n ı n farkına varan biri
ç ı ktı içleri nden : Fötr şapka l ı , son derece ş ı k gri par­
desü l ü , mavi kravat l ı , aşağı yukarı k ı rk beş( i k b i r

7
adam . H ızla geçiyordu, gözü tak ı l ıverd i . Vay anas ı n ı . .
O n e güzel gözler, o ne tat l ı bakıştı ö y l e di lencidel
Yavaş lad ı . Kadına çaktı rmadığını sanarak geri
döndü. Kad ı n ı n i ri kara gözlerine, tatlı yüzüne daha
rahat bakabi lmek için cebinden bir yirm i beşli k çıkar­
d ı , sadaka bekleyen avucuna koydu. G e rçekten de,
gözleri ne güzeldil
Otuz adım kadar gitt i . Çekip gidemiyor, kad ı n ı n
kara gözleri , tat l ı yüzü i çinden o n a bakıyor, çekiyor­
du adeta. E linde o lmayarak gene yavaşlad ı , sonra
durdu. B i r y i rmibeş l i k daha sadaka etse ... N i ç i n ol ma­
s ı n ? Bal gibi olabiLird i . Çünkü ası l mesele, kad ı n ı n
p e k ö y l e rasgele b i r d i lenci o l mayış ı yd ı . Benzemiyor­
du da. Kimbi l i r belki de başı ndan korkunç b i r a i l e
faciası geçm iş, b i r romanda okuduğunca, b i r zaman­
lar bir hanımefendi yken, kocası hizmetçisiyle aldat­
mış, o da bunu b i r haysiyet meselesi yapı p . . . Sonra
daha önem l i s i , bu kara göz l ü , asi l yüzlü kadını belki
de kara kuru, ya da kara kuru değ i l , tombu l , çok gü­
zel bacak l ı hizmetçisiyl e a ldatmas ı n ı n çok geç far­
k ı na varm ıştı . i l k zamanlar kocasıyle hizmetçi arası n­
dakileri çakmamış olabi l i rd i . Kocasına çok bağ l ıyd ı .
Hamarattı , e l inden çeşitli işler geliyordu. Onu tatar­
böreği , fasulye pi laki s i , subörekleriyle kendine bağ­
ladığını sanı yordu. B i r gece tuvalete gitmek için kar­
yolası nda uyanı nca adamı yanı nda bulamamış olabi­
l i rd i . Şüphe değ i l de -çünkü kocas ı n ı n bayıldığı ta­
tarböreğ i , fasulye p i lakisi , suböreklerin i ondan baş­
ka hiç b i r kad ı n yapamazdı- merakla sağa sola ba­
karken, hizmetçin i n odasında . . . ı ş ı k o lmayab i l i rd i .
A h , oh'la, öpüşmeler, kaçak, kısık, korkak « Ayy .. Jar,
�Ama beyefend i . . . n l er, « Hanım gel iverir, yapmayı n ! "
lar.
G itmiş o labi lirdi odaya, yakal ay ı p ç ı karmış da
olab i l i rdi kocası n ı . Bayg ı n l ı klar. . . çünkü bin tanı k
böyle böyl e dese i nanmazdı kocası n ı n b i r h izmet­
çiyle böylesine adi leşeceğine. B i r kızı ica kıyamet . . .
O öfkeyle tokatlamış da olabil i rd i çok sevd i ğ i ,

8
çok önem verd i ğ i kocas ı n ı . Kocası da bu haysiyet­
sizliğe dayanarnayıp onu tokatlamış, derken oklar
yaylardan fırlayıp, karş ı l ı k l ı başlanmış o labi l i rdi
•-
Adi adam, ruhsuz adam , aşağ ı l ı k adam ! "
•- Bana bak, ben . . .
"

•- Yerin d i bi ne g i r, · boynun kopsu n ! ..


•- Bana böy l e h itap edemezsi n , ben . . . "

•- Geber, a l çak ! u
·- Çok ileri gidiyorsun , d ikkat et! "
Yumrukları n ı bel ine koyup :
•- Ne olur? Ha ne olur? ..
•- Çok fena olur, bilmem. Sen bana bu tarzda
h i tap edecek kadı n değilsin. Ben . . ...
•- Yaa.. demek mezar taşıyla öğünme yarışı­
na g i rişeceğiz? Sen avukat oğluysan, ben de koskoca
ağırceza reisinin birici k kızıyd ım ! "
•-
Üvey kızı ! •
•- Ne olursam olayı m . Beğenmiyordu i sen al­
ınıyaydı n . Deste deste aşk mektupları , evimizin çev­
resinde dolaşmalar. Unuttun o günleri değ i l mi kö­
pek ? "
Tam ı tamına kendisiyle karısı arası nda geçmişti
bu kızı ica kıyamet ama, karısının « Köpeko sözüne
içerlemişse de uzatmamış, h izmetçiye hemen o gece
geceni n o i leri saatında yol veri lmiş, daha sonra da
yağmurlar yağmış, yarıklar kapanmıştı . Ama bu ka­
d ı n , o ünlü Batı üniversitesi 'nin Tıp fakültesinden
d ip l amalı o lduğunu tabalasına göz alıcı harflerle yaz­
dırmış doktorun sokak kapısı önünde d i lenmekte
olan kad ı n , göz yummamış olabi l i r, dünya'da hiç, ama
hiç ki msesi ol mayışma aldı rmayıp, kocasının evi ni
terk etm iş olabil irdi.
Bu daha aklına yattı. Otuz metre ötede, köşe ba­
şına s ı rtıyle dayanmışt ı .
Kocasının evini h ı rsla terk ettiği s ı ra kar da ya­
ğıyor o labi l i rd i . Kucağında gene böyle çocuğu, başını
a l m ış, hedefsiz g i debi l irdi . Nereye? B i l meyebi l i rdi .
B i rb i ri n i kesen sokaklardan geçeb i l i r, şehrin kıyısına

9
düşer. ardına sarhoşlar takılabi l i rd i . Ağlar, yaiiJarı r ,

az önce kocası nın evini s ı rf namus, haysiyet, kad ı n l ı k


şerefi i ç i n terk ettiğini söyleyebi l i rd i . Sarhoşlar ye ­

mezlerdi .

.,_ Yürü u lan inek! Biz kaçın ku r rasıy ız ? Gece­


nin bu saatında, karların altında hangi namus? Hangi
haysiyet, hangi kad ı n l ı k şerefi? ..

Derken gecenin deri n l iklerinde bekçi düdükleri .


Sızlanmağa başiardı kadı n :
.,_ A l lah aşkına bırakın ben i . Ben sizin bildiği-
niz kadınlardan değ i l i m ! ,

Ense köküne insafsız bir muşta :


u- Yürü lan, i ne k! ..
u- Allahınızı, peygamberinizi severseniz . . .
u- Yörü ! n

u- Bağ ı rı rı m , yakalar karakala atarlar siz i ! •

Kahkahalar .
.,_ Bizden kapara aldı , kaçtı , şimdi de yakala­
dık deriz . . ...

u- Al lah ı m . . . bu kadar vicdansız m ısınız? ..

u- N ed i r o vicdan? Yeni r m i , i ç i l i r mi? ..

Sarhoşlar belki de yeniyetme, yoksu l , i skarpinle ­

rinin arkalarma basmaktan zevk alan del ikan l ı lard ı .


Böylesine genç, güze l , her halinden a i l e kadını ol­
duğu bel l i bir naylon mu, orlon mu kilotlu kad ı na has­
rettirler de, pişpirik, altıko l l u , bulüm aynadıkları kah­
velerde çokluk böyle kadı n lara bakıp bakıp iç çekmi ş ,
göğüslerini yumru klamışlard ı . Hatta bununla da kal­
mayıp, elerine böyle b i r kad ı n geçse ne yapacakları­
nı çok ayıp tarzda konuşmuşlard ı r aralarında
.,_ Anam. avradım olsun, yerim be! ..

u- Ya ben? ..
u- Sen sana boşver. Ağanın eline geçm e l i böy ­

le b i r yavru anadı n m ı ? Kucakladığım gibi . . . "

u- Nerde? Orda m ı ?·
.,_ Çüüüş ağaç day ı . Sokağı n ortası nda yok ! "

10
cı- Benim e l i me geçse, şu arka sokaktaki boş
a h ı r var ya? ..
cı- Çaktım, Çingene Melahat'ı biçi m i ed i ğ i miz
a h ı r değil m i ? »
cı- Kald ı r ayağ ı n ı , üstüne bastın ! •

Bu arka sokaktaki ahıra, Ç ingene Melahat'ı bi­


çim ledikleri ahıra götürmüş olabi l i rlerd i . Kadı n ç ı r­
pınmış, uzaklardaki bekçi düdüklerine duyurmadan
çığ l ı klar da atmış olabil i rd i . H atta bembeyaz çatılar­
la yolları daha b i r nurla bürüyen bebek gibi bir ayın
altı nda kısık çığl ıkları, i n i lti leri falan s i l inmiş gitmiş
olabi l i rd i .
Kafası ndaki bütün bunlar s i l i nd i birden. Karısının
o gece hizmetçiyle yakaladığından bu yana tamam iki
yıl geç m i şt i . Dairedeki Ziya baba :
cı- Laf aramızda, zina tatlıdır! » demişti .
Titredi .
Şimdi bunu , b u kadı n ı .. canı m ne çıkard ı ? Karı s ı
i ki y ı l önce yakaladıysa evde yakaladıydı . B u rası so­
kaktı , üste l i k fırtına orta l ı ğ ı altüst ediyordu. Kim
kime?
Kad ı n ı n yanına hızla geld i . Gözlerinden şahlan­
mış şehvetin kızı l gölge leri uçuşuyordu. Avucunda
saklad ı ğ ı yeni bir yirm ibeşl i k !
Bu sefer daha d i kkatle baktı kadına. B i r i l erine
mi benziyord u ? Ö yle ya , çok iyi tan ıdığı b i ri lerine
ama, kime?
Ü ç , beş adı m sonra durdu . Ekzosu tabanca gibi
patiayarak caddeden geçmekte olan tıka basa kaptı­
kaçtıya görmeden bakt ı , uzun uzun. Kimdi ? Kime
benziyord u ?
Döndü baktı kad ı na. Kadının sadaka bekleyen,
doymaz, hiç bir zaman doymıyacakmışa benzeyen aç
e l i , kucağında çocuk .
Gitse, sorsa? iyi a m a , kad ı n başka ş e y sanarak

ıı
aksi lenirse ? .,_ Utan utan . Boynunda k ı ravatın da
var . Benim gibi çocuğuna süt parası için di l enen b i r
kadına dolanmağa utanmıyor musun ? »
Sinirli sinirli cıgara paketiyle kibritini ç ı kard ı ,
b i r cıgara yaktı . Ağız dolusu b i r duman üfledi f ı rtı­
naya. Fırtına, dumanı kaptı , parçalad ı , l ime l i me, da­
ğıttı ekzos boruları tabanca gibi patlayan taşıtların
benzin ya da mazot kokul u gecesine.
Peki , çekip g itse artı k ya?
Kadın belki de aldırış etmezdi . Çaksa bile et­
mezd i . Ne yan i , böyl esine güzel gözleri, güleç yüzü
olan, dolgun bir kadını b ı rakırlar m ı yd ı ? i stanbul 'du
bunun buras ı . Şi mdiye kadar kimb i l i r kimler . . .
C ı garasının külünü sinirli sinirli ç ı rptı .
Hayı r, bir şey değ i l , hiç hesapta o lmayan bok
bir arkadaş, ya da .. Kenef karı »nın bir a_ h babı görü r,
.,_ Selma han ı m sizin beyi gördüm geçen gece,
söylemesi ayıp, bir d i l enci kadınla pek içli dışlı ko­
nuşuyordu . . . .. falan diye . . . U lan ne kepaze insan l ar
vardı şu dünyada! .. Kenef karı » da akşam yolunu bek­
ler
«- E, gel baka l ı m koca papaz! "
Her şeyi kavramanın yürek çarpıntısıyla
«- Ne var ? »
.,_ Artık h izmetçilerden d i lenci lere m i düştün ?··
Anlamazlıktan gelird i :
«- Ne d i l encisi? Nereden çıktı bu d a ? »
«- Bana bak. Gözlerime neden bakmıyorsun?,_
«- Bakıyorum ya işte ! »
«-
i yice bak, iyice. Di kkatl e ! "
.,_ Ç ı l d ı rtma insanı gene ... ne o l muş yahu ?•
«- Elinin körü olmuş. Utan utan. Kırk beşine
girdin. Senin bu yaşta alnının seecadeden kalkmama­
sı laz ı m . Gözlerin öyle kararmış ki , d i l encilere sata­
şıyorsun artık. Senin bu azgınlığını teneşir paklar te­
neşir ! »
«-

C<-

12
D i l enci kad ı n ı n kara gözleriyle tatl ı yüzü bütün
b unları da s i l d i . Yarısı i ç i i m i ş cigaras ı n ı kal d ı r ı m be­
tonuıia çarpt ı . Bu fırtı nal ı gecede hangi ahbap gö­
reb i l i rd i ? Sonra , oturduğu semt dolmuş , ya da oto­
büsle en azından y i rm i daki ka ötedeydi k i , o da tra­
fiğin böyl esine karışmad ı ğ ı , normal gidişle.
Adımları n ı açt ı , köşedeki şarapçıya g itti . Dük­
kan omuz omuzaydı akşamcılarla. B i r bardak, b i r bar­
dak daha . . . Oysa radyoda i ri i ri konuşan parti l i b i r i ,
akşamer iarı b i l e safi k u l a k kesm işti . Aldı rmad ı . Ka­
ra gözler, tatl ı bembeyaz yüz.
- Şunu daldursana ahbap !
Şarapçı üçüncü sefer doldurup, tezgahın ıslak
ç i n kosunda önüne doğru kaydı rd ı :
- Ü ç oldu bey baba !
Kızd ı . Neden bey baba oluyordu? Kırk beşindeki
b i rine pek pek yedi sekiz, on, haydi haydi on beşin­
deki çocuklar « Bey baba .. derlerd i . Kazık kadar he­
rif, üste l i k suratsız da. O ne biçim burun öyle o ?
Tekl i ğ i attı . Ü zer i n i de. Ç ı ktı şaraphaneden. Çık·
masıyla da şarapçıyı falan unuttu. Başı tatlı tatl ı dön­
rneğe başlamışt ı . Aç karnına içti mi hep böyle olur,
gücü, cesareti artardı . B i r şey deği l , kad ı n ı tanış b i ri­
ne benzeten yanı da güçlenmişti. H atta dur dur . . . B i r
ş irkette çalıştı ğ ı yıllar. Sabah ı n ç o k erken saatların­
dan b i r i . Böyle b i r kadına rastlam ıştı . Takı l m ıştı ardı­
na. Şehrin dışındaki bir i p l i k fabrikasına kadar g it­
m işti ard ı ndan . Ertesi , daha ertesi sabah lar. Sonra
akşam paydos ları . . . Böyle paydoslardan b i ri nde yolu­
nu beklemişti . Gene böyle dumanl ı yd ı kafası, sallanı­
yordu dünya. B i r şeyler söylemek istemişti kad ı n a .
Kadı n aldırış etmemişti . O kadına, i şte o kadına ben­
z i yordu b u !
B i r an .. U la n o o l m a s ı n sakın ? -diye geçirdi. Son­
ra- Yok can ı m -dedi-. Yıl lar geçti aradan . Ben k ı rk
beşi me bastım. O zaman y i rm i mde miydim? Ö yle ya.
Y i rm i mde . . . Kadı n da benim kadar, hatta benden bü-

13
yüktü . Beni m kadar olsa, ş i md iye sağlama k ı rk beş­
l i k . Buysa olsun olsun da otuz! •

Kadın ı n önünde buldu gene kendini .


- Seni tan ı ş bi rine benzetiyorum . .
Kadın sadece gülümsedi.
- Hem de gayet yakından tanıdığım b i ri ne !
Kad ı n ı n sadaka bekleyen e l i , değişmeyen gülüm-
seyen yüzü.
- Sen de beni biril erine benzetmiyar musun ?
Kadın başını sal ladı . Efend i l erden çoğu bu bi-
çim yanaş ı rd ı .
- Buralı m ı s ı n ?
Kad ı n ı n başı yukarı kal ktı
- Hayır.
- Gel peş i mden !
Yürüdü. Gözucuyla ardına baktı , hayret, geliyor­
du. Yeni b i r cigarayı keyifle yaktı. Demek karı s ı n ı n
dediğince « Moruk » deği ldi, ardından, d i lenci de olsa.
kadı n l arı sürükleyeb i liyordul
Cigarasından keyif l i , yeni b i r duman daha .
.,_ D i l aneiyi götürdüğünü » kimseler de görme­
m i şti . Allah, vicdan, namus, ahlak, haysiyet. . .
Kışın b i l e yapraklarını dökmeyen ağaçların ara­
sına gömülmüş köşklerin önünden geçiyorlard ı . Rad­
yolarda hala iri iri konuşanların parti propagandaları.
Radyodaki adamlarla gecenin fı rtınası içinde
köşklerin kırpışan ışıklarını çok gerilerde b ı raktı lar.
Dald ı l a r sık ağaçların ı slak uğultusuna. Ağaçlar s ı k,
kalı n bede n l i , yüksek. Yüksek ağaçların üstleri nde
yağmur yük l ü , ağı r kara bulutlar.
Kad ı n ı n kucağı ndaki çocuk tombul yumruğunu
em iyordu.
Adam, uçması n diye ucundan tuttuğu fötr şapka­
sıyle az geri ledi
- Seni kime benzettiğ i m i bir türlü hatı rlıyamı-
yorum . . .
?
- Sen?

14
??
- Yüzün hiç yabancı gelmiyor ama. Kocan var
mı?
Kad ı n kısaca
- Yo k - dedi .
- Ne oldu?
- Köyde anası öldüydü, kendi ne kalan toprağı n ı
satmıya gitti.
- Çok oldu mu g i de l i ?
- Yedi yı l !
- Ohoo. . sonuna kadar bekleyecek m i s i n ?
- Nörüyüm ?
- Bu çocuk ?
- Bakma.
- Nas ı l yani . Babası . . .
- Canı m sana ne? Gomser gibi n e soruyo n ?
- Şu ndan bundan m ı yani ?
- Belle ki şundan bundan . . . Al lah vird i . Nö-
rüyü m ?
- Demek ş i mdi hiç kimsen yok?
Parmağıyle şişkin, kalabal ık, kapkara bulutları
gösterdi :
- Ondan başka hiç kimsem . .

Kalı n bedenl i yüksek ağaçlar ıslak ıslak h ı ş ı ldı­


yorlard ı . Uygun b i r yerde durdular. Kad ı n erkeğe uy­
muştu .
- Burası iyi m i ?
- Sen b i l i n .
- Çocuk ?
- Alışgınd ır, oynar şorda . . .
Götürdü kıyıdaki kal ı n bede n l i ağaçlardan b iri­
nin altına oturttu
- Bir yere sürünüp kayma ha M ı stı k, e m i ?
Çocuk anladı m ı , a nlamadı m ı . . başı n ı salladı m ı ,
sallamadı m ı ? Anas ı n ı n başından, çıkarıp verd i ğ i saç
takası n ı ağzına soktu. Birden d i ş etine batmıştı de-

15
m i r toka. Kızd ı , att ı . Yumruğunu emdi b i r süre. Ama
diş eti acıyordu. Ağlayacakt ı , kal ı n alt dudağı büzü l­
dü. Kendini tutuyor, ağlarnamağa çalışıyordu. B i rinde
ağiarnıştı , anası h ı rsla gelmiş, yerden yere çalmıştı .
N e gün? Nerde? B i l miyord u , b i lemezdi ama, ağlama­
ması gerektiğini b i l iyord u . Yumruğunu ısırdı, gene
ı s ı rd ı , çekti elini ağzından sonra. H avaya baktı . Bu­
l utlar. Ayı n altında kaynaşıp duruyorlard ı .
Sonra döndüler. Kad ı n beyaz başörtüsünü çözdü ,
çenesinin altına yeniden bağlad ı , eteğini ç ı rptı . Daha
sonra da çocuğunu yerden aldı
- Hani toka?
Çocuk sadece baktı .
- Toka hani kör olasıca?
Adamsa az i lerde, pişman, kadı na bakmıyordu .
Cebinden kı rı ş kırış b i r i k i buçukl u k ç ı kard ı , kadı n ın
yanına bakmadan geldi, �ıvucuna sı kıştırıp oradan
·

h ı zla uzaklaştı .
Kad ı n , kucağ ında çocuğu, h i ç eksilmeyen gülüm­
sayişiyle adamı n çok ardından yürüdü. Batı'nın o çok
ünlü üniversite 'si nin Tıp fakültesinden d i plamal ı ol­
duğunu iri harflerle bağırıp duran daktorun tabeliısı­
nın altı nda gece yarısına kadar d i l enecekt i .
B i rden korkunç b i r şimşek çaktı havada. Orman
bir an mavi mavi aydınland ı . Gök gürled i .
Kadı n adımlarını açtı .

16
GEÇ KALMA ERKEN GEL

Genç kad ı n , sinirli s i n i r l i ördüğü örgüden başını


kaldırıp, radyonun üzerindeki saate baktı Gece ya­
rısından sonra i klbuçu k !
Ö rgüyü b ı rakıp kal ktı . Pencereye gitti , perdeyi
aralad ı . . . bütün gün lapa lapa yağan kar d i nm işti .
Berrak gökte buz gibi ay, ayın altı nda bembe yaz çatı­
lar sessiz, sakin yatıyorlard ı . Am9_Q hiç bir şey gör­
müyordu. Pencereden çeki l d i , çocuklarına baktı . Kar­
yolalarında, b i rbirlerine sarı lmış uyuyorlardı . i çini
çekti. Komşu avukat da bir zamanlar kocası gibi böy­
le gecik i r, hatta çoğu geceleri dışarda geçırırmiş.
Avukatın karısı da tıpkı tıpkısına onun g i b i , böyle ge­
ce yarılarından çok sonralara kadar beklermiş. Ama
kad ı n bakm ış ki olacak gibi değ i l , işi s ı kı tutmağa ka­
rar verm iş . .. Madem ne ben, ne çocukların umurun­
da değ i l , o halde ben de di lediğim gibi yaşarım. Kı­
rılan kırıldığı yerde kalsı n ! "
Yeniden içini çekti . Çocukları n ı n karyolasına
i ı işti .
• . . . posta koymağa başlad ı m . Eve geç döndüğü
gecel e r ben de boyanır, süsleni r, sokağa çıkar, eve
kocamdan sonra dönerd i m . i l k zamanlar kıyametler

17
koptu . Yı l madı m . Dayattı m. Sonunda . . . benim bi ldiğim
erkeği avucunun içinde tutman ı n şartı , onu kıskan­
d ı rmaktı r! "
Karyoladan kalkt ı . Duvardaki küçük aynaya g itti ,
durdu. Avukat gibi onun kocası da yelkenleri i nd i r i r
m iyd i sonunda acaba? Pek sanm ıyordu. Avukata fa­
lan bezemezd i . Gerç i b i rbi rine sarı l ı p m ı ş ı l mışı l uyu­
yan çocuklarını çok severd i ; çocukları da annelerine
iyice düşkün olduklarına göre, kızsa bile, çocukları­
nın hatırı için karısını kaldırıp atamazdı herhalde.
Peki ama, nerede kalıyordu bu vakitlere kadar? • Ar­
kadaş larla toplanıyoruz, kar ı ş ı k hesap işlerimiz var.
Hesapların tasfiyesi ne kadar b i r zaman bu böyle gi­
dece k ! " Doğru muydu? Avukat da karısına buna ben­
zer b i r şeyle r söylerm i ş . " i nanmal -demişti avukatın
karısı - H ep yalan . Arkadaşlar toplanıp hesapla ki­
tapla uğraşmaz. H epsi nin metresi vard ı r. Toplanı r ,
eğlenirler! "
Gözü bi rden aynadaki hayaline i l işti . Kocası n ı n
d a metresi m i vard ı ? Güzel miyd i ? Kendisinden daha
güzeldi de onun için mi geç geliyordu eve? Onun ya­
n ı nda mı kalıyordu? Avukatı nki · Gördüm gördüm
-dem işti-. Bana değiştiğ i ne göre benden güzel olsa
va liahi gam yemezd i m . "
Çocuklar ı n ı n yanına döndü s ı k ı ntıyla, durdu , bak­
tı onlara. Neye yarardı çocuklar, neye yarard ı ? Ço­
cukların hatırı için kaldırıp atı l mamak neye yarardı?
Metresi varsa, kend i s i nden güzel b i l e değilse . . . ne­
ye, neye yarard ı ? Metresinin çirkin, kendisinin gü­
zel olması da neye yarard ı ? Güzel l i k neye yarardı?
Bı kmasa daha çirkinin yanı nda kalmazd ı . Bıkm ıştı
demek, demek bıkm ıştı kend isinden?
Çocukları nın ayak ucuna kapan ı p içini çeke çeke
ağianıağa başlad ı . Bı kmıştL kocas ı , kocası bıkm ıştı ,
bıkm ıştı i şte. Ne yapsa boş, boştu ne yapsa. Kald ı r ı p
atmıyorsa atamad ı ğ ı ndan. Çocukları n ı n hatırı için.
Niçin? Sığı ntı mıyd ı ? S ı ğ ı ntı deği ld i işte, olmak iste­
miyordu. Sığıntı, zaval l ı; acınacak kadar güçsüz . . .

18
istemiyordu, i stemiyordu . Avukatın karısı g i b i ya yel­
kenl e ri indirtip yeniden evine bağlayacak, ya da ... ya
da'sı ma da'sı yok. Çocuklarını filan üstüne atıp gi­
decekt i . Nereye ? �ilmiyordu ama gidecekti . Evet evet
gidecek, b i r daha dönmemecesine gidecekti uzak­
lara!
Saat üçü beş geçerken sokak kapısının k i l i d i nde
çevrilen anahtarın tıkırtı s ı . Kendine geld i . Güçsüzlü­
ğünü b e l l i etmemeliyd i . Gözlerini avuçları n ı n i Ç ie­
riyle s i l d i , örgüsünü aldı. Sed i re otu rdu . Sak i n sak i n
örüyor g i b i gözükmeğe çal ışıyordu . Ell eri s i n i rden
titriyor. gözleri seyi riyordu . "Bekleme ben i . yat! -de­
m i şti-. Anahtarı m var açar g i rerim . . . "

Adam o kadar sıkı ladığı halde karıs ı n ın bu vakte


kadar bekled i ğ i n i ayd ı n l ık pencerelerden an layı nca
öfkeden del iye dönmüştü . Gerçekten de hesap uz­
manı arkadaşlarıyle toplanıp daha b i r süre çal ışacak­
ları bi rtakı m mali işlerle uğraştıkları halde, karı s ı n ı n
bunu başka b i r ş e y sand ı ğ ı n ı anl ıyor, o n a i ş i sandı­
ğ ı nca olmad ı ğ ı n ı an latmak çabası göstermekten nef­
ret ediyordu. B i r erkek evine d i lediği zaman g e l i rd i .
H iç gel mezdi gerekirse. Karısına hesap vermek zo­
runda değ i l d i . H i l m i g i b i , karısından maşayla dayak
yiyen Çopur H i lmi g i b i olmaktansa i ntihar ederd i .
Değ i l çopur H i l mi g i b i karısı ndan maşayla dayak,
Cevat' ı n yerinde b i l e ol mak istemezd i . Heritin akşam­
ları karısına hesap verd iğiyle alay ed i p du rmuyorlar
mıyd ı ?
Siyah fötr şapkas ı , siyah paltos u , kara kaş kara
gözüyle kapıda upuzun durdu . Kad ı n hızlı h ı z l ı yü n
örüyor. öfkesini b e l l i etmerneğe çalıştığı halde gene
de b e l l i ol uyord u .
Adam
- Niçin yatmad ı n ? -diye sord u .
Kad ı n bakmadan
- Yatamad ı m . . . -ded i .
- Niçin?
- - B i l m iyorum .

19
Kapıyı kapayıp karı sının yanına geldi . El leri ar-
kası nda:
- Ben sana, bekleme beni yat dememiş miyd i m ?
- Demiştin ama el imde değ i l , yatamad ı m .
- Ne zaman el inde olacak?
- Evine ne zaman eskisi gibi erken gelrneğe
başlarsanı
Adam b i rden boğulacak kadar h ı rsiandı
- Ben Çopur Hilmi deği l i m . Can ı m ne zaman
i sterse o zaman geliri m . H iç gel mem gereki rse . . .
E l i ndeki örgüyü sed i re atıp kalktı
- Kadınım diye ben de senin esirin değ i l i m !
Vay anas ı n ı , karısı m ı yd ı b u ? Meydan m ı oku-
yordu?
- Yaa !
- Evet. Sen erkeksen b e n d e kadı n ı m !
- Dünyada senden başka kad ı n yok değ i l !
- Senden başka d a erkek!
- N e demek istiyorsun?
- Ben de bundan sonra senin g i b i keyfi mce ge-
z i p eğleneceğim!
Adam beklemiyord u . Çocukları n ı n h a l i m selim
anasından hiç beklemiyordu bunu. Demek gerçekten
kadınlarla eğl end iği için eve geç döndüğünü sanıyor­
d u ? Ne sanı rsa sans ı n . Ona hesap vermeyecekti , onu
inandı rmağa çal ışmayacak, i nandı rmak için y ı rtın­
mayacaktı . Ne Cevat'tı o, ne de hele Çopur H i l m i !
- Cart! -dedi .
- Göreceks i n ! -karş ı l ığını ald ı .
- Aptal sen de. Görecekmişim. Göre l i m baka-
lım.
- Göreceks i n .
Adamın tepesi attı
- Dediğini yapmazsan dünyanın en alçak kad ı­
n ı sını
- Sana alçak o l madığımı ispat edeceğ i m !
Adam h ı rsla soyunup yattı . Uyku tutmuyordu onu
da. Karı sının gecenin kimbi l i r saat kaçında s i n i rli si-

20
nirli soyunup karyolaya yanına değ i l de sedi re uzan­
dığını görünce artı k şüphesi kal mad ı . Demek gemi
azıya al mıştı kadın? Kimbi l i r belki de bi risiyle anlaş­
mıştı . Nee? An laşmak m ı ? Neden olmasındı ? Her
gün yazıhanede, lokantada, kahvede, şurda burda din­
Iemiyor muydu baştan çı kan kad ı n lara dair yığınla
serüven? Ama oy yaydan çıkmıştı artı k. Tükürdüğünü
yal ı yacak değ i l d i .
Sabahleyin evden ç ı karken,
- Akşamki sözünü unutma . . . - ded i .
Kadı n gene sedi rde s i n i r l i s i n i r l i y ü n örüyordu
- Geç kal da bak!
- Yani sen de g ider eğlenirsin ha?
- Hiç şüphen olması n !
Belki d e erken döneceği halde kinle :
- Üçten önce gelirsem namussuzum !
- Oni kiden sonra beni de evde bulab i l i rsen ben
de namussuzum !
Çocuklar uyanmış b i rb i rlerine tutunarak babala­
rıyle annelerine korkuyla bakıyorlard ı .
Küçük,
- Babam artık bizi sevmiyor . . . - dedi .

Çocuklar gene her zamanki g i b i , b i rb i rlerine sa­


r ı l ı p uyumuş lard ı . Soba harı l harı l yanıyordu. Saate
baktı : i ki . Yen i l mek, yen i lm i ş görünmek istemiyor­
du. Erkeğ in bu kadar d i kine g itmek iyi değ i l d i , b i l i ­
yordu ama, yem i n etmişti . Ded i ğ i n i yapmazsa koca­
sının önünde p iyasası büsbütün düşer, adam gemi
büsbütün azıya alırdı.
Peki , ne yapmalıydı?
Aklına tapucular geldi . Sah i , erkeğ i n i kıskandı ­
racak b içimde, alab i ldiğince aşırı , hatta ş u kadınları
hatırlatacak b içimde boyanıp g itmel iydi tapuculara.
Sonra dönüp gelme l iyd i . Hem yemi n i n i yerine getir­
miş olurdu, hem de kocasına karş ı . . . evet, evet, bu
e n u ygunuyd u . Sıkışırsa "Tapuculardaydı m .. der, sö­
zünü ispatlard ı .

21
Memnun hafifçe gülümseyerek saate baktı: i kiye
geliyord u . Evet, h ı nz ı r herif hiç altta kal ı r mıyd ı ? Yıl­
lar yılı herifi a l ı şt ı ran da kend isiydi ya, neyse . Avu­
katınkinin dediği g i b i , kıskand ı rmalıydı kocasını !
Çabucak giyind i , boyandı. Aynada kendine tek­
rar tekrar baktı . Sonra da sobaya kömür atıp evden
ç ı ktı .
Lapa lapa kar yağıyord u .
Sokağ ı h ı z l ı adım larla geçip caddeye çıktı . Cad­
deden a rada kurşun g i b i geçen taksiler, h ususiler.
Tapucular pek pek yarım saat ötede oturuyorlard ı . Ge­
cenin bu saatinde herkesi rahatsız etmek de hoş de·
ğ i l d i ama, olsun tapucunun eşi Neşe yakın arkadaşıy­
d ı , katlanırd ı . Aman ne iyi olacakt ı . H e rif eve gele­
cek, bul amayacak, kafası dank edecekti . Bekl eyecek­
ti tabii. Derken çat kap ı , ge lecek öyle şu kad ı nlar gi­
bi boya l ı . Del iye dönecekti . Nedeeen sonra gerekir­
se durumu açı klayıp . .
B i rden b i r hususi yan ı nda
- Hanı mefend i , buyurmaz mısınız?
Bakmadı bi le, açtı adımlarını . Ay ne fenaydı şu
kad ı n lardan olmak. Kocası içinde, içinin deri n l i klerin­
de b i r nabız g i bi atıyordu . i mkan m ı vard ı ? Onun üs­
tüne kab i l miyd i ?
Ad ı m l arını açtı . .
O gece aksi l i k tapucular, Neşe 'nin i çerenköy'de­
ki annesine yatıya gitmişlerd i . Kadı n z i l i uzun uzun
çal d ı , çald ı , çal d ı . Çaldıracaktı . Demek kimseler yok­
tu ? Herhalde yatıya b i r yerlere g itmiş olacaklard ı .
Peki n e yapacaktı şimdi ? Ya kocası geld iyse ? Gel­
di yse? Geldiyse de onu evde bu lamayınca bekliyor­
sa? Az sonra eve dönünce nereden gel d i ğ i n i , suç­
suzluğunu , s ı rf kocas ı n ı kıskandrrmak için Neşe'l ere
gidip onları evde bulamadığını inandıramazsa?
Evine doğru adımlarını açt ı . B i rb i ri n e dolaşan
ayaklarıyle soluk solu ğayd ı . Koşuyordu adeta karla­
rın altında. Soğuk değ i l d i hava. Tam tersi sıcaktaıT
te rl iyord u . Ne diye, ne d iye erkeğiyle s i d i k yarışına

22
girişm işti ? Böyle şeyler ona göre miyd i ? Allah kah­
retsindi avukati nkini. Şimdi kötü bir yerden gelme­
diğini kocası na nas ı l an latacaktı? i nan ı r mıyd ı ? i nan­
maısa nas ı l doğru lard ı ?
-:- Sist, bayan bayan, hanım, s ist, zi l l i !
Baktı : B i r sarhoş. K ı l ı ksızın b i r i . O n e derttey­
di, sarhoş ne dertte. Aldırış etmedi , adımların i büs­
bütün açtı . Sarhoş da yalpalayarak gel iyordu dolaşan
ayaklarıyle paldır küldür
- Sistt . . z i l l i . Ne kaçıyorsun? H erkese şapur
şupur da bize gelince . . . Mang ı r değ i l m i bizimki?
Nah bak. Baksana u l an kayarto!
Evl erine g iden sokağa sapm ış. adımlarını öylesi­
ne açm ıştı ki nerdeyse yuvarlanacaktı . Tam bu s ı ra­
da b i r bekç i , bekçinin kal ı n düdüğü!
- N e o ? Ne kaçıyorsun? Dur bakal ı m!
Ç ı rpı nan b i r kuş heyecaniyle
- Ben namus l u kadınım bekçi efendi . . . -ded i - .
Şu adam sı rnaşıyor.
Adam gülerek yaklaşmıştı . Bekçi,
- Namuslu kad ı n ı n bu saatte burada işi ne? -de-
di-. Şu e l i n i n yüzünün boyası na hele . .
Adama döndü
- Ne i stiyorsun avrattan ?
Sarhoş attı
- H iç yah u , baktım randevudan mı dönüyor ne.
Ekmek ç ı kar mı d i ye . . .
Bekçi adamı kovdu. Kadının önüne düştü . Eve
geti rd i .
Kocası gelmemişti . Rahat b i r soluktan sonra koş­
tu musluğa, yüzünün boyalarını filan çabuk çabuk yı­
kad ı , s i l d i , kuru land ı . Sonra da karyolaya g i r i p yorga­
nı çekt i .
Adam eve geld iği s ı ra saat gecen i n dördüydü.
Karıs ı n ı karyolada görünce gururla gül ümsed i . Tabii
o ne Cevat'tı , ne de Çopur H i l m i !
Soyunmağa başlad ı .

23
KIZ EVLAT

Ağır ceza mahkemesi kapıs ı önünde, iki gözü i ki


çeşme kadın, belki de otuzunda yoktu. Ağlamasa,
kendine b i raz çekidüzen verse, yani boyansa filan,
pekala da güzel sayı labi l ir. Voldan geçerken yal nız
gençleri değ i l , yaş l ı ları da arkasından baktırıp, a Ka­
rıya bak, karı ya! " dedirtli kten başka, şöyle konuşma­
lar da toplayabil ird i :
cc- A l lah!"
«- Yeyim ! "
cc- Jsırayım ! . . . "
cc- U lan kitap gibi karı be! D

cc- Bu karı var ya bu karı ! . . . Şimdi n'olacak bi­


l iyor musun? Bol meze, bol şarap, yahut rakı , dışar­
da lapa lapa kar, içerde soba çıtır çıtır... Ha? Bu­
nu soyacaks ı n . Öf A l lah öf! D

Ama ağlıyordu kadın. Kendini kapm ı ş koyuver­


m işti . Zaman zaman , az i lerisinde, kafa kataya çok
önem l i bir şeyler konuşan, daha çok da tartışan üç
kıza bakıyor, bir şeyler söyleyecek oluyor, çekindi­
ğ i nden m i , ne, vazgeçiyordu sonra.

24
Kafa kataya verip çok önem l i bir şeyler tartışıra
benzeyen üç kızın üçü de aynı yaşlarda, üçünün de
göğüsleri henüz kabarmış, kalçaları yeni gelişmişti .
Ü çü de çocuktu daha. Taş çatiasa on dört, on beşten
çok deği ldiler. B i rden kahkahaları Adi iye koridorunun
cigara dumanı i le tüllenmiş havası nda ş imşek gibi
çakıp , çevreyi kendi lerine baktırınca, ağlayan kad ı n
artık dayanarnadı :
- Nu ran . . . -dedi .
Ü ç kızın en güzel i , göğsü e n gelişmişi, kalçaları
en biçimlenmiş i , at kuyruğu saçıyle horoz gibi dön­
dü :
- Ne var?
Kadı n korka korka,
- Ne biçim gülrnek o öyle? ded i . ·

- Gülmenin biçimi m i olur? G ü l rnek işte !


- Herkes size bakıyor yavrum . . .
- B ize ne herkesten? Nasihata i htiyacı mız yok!
S ı rtını annesine dönüverd i .
Anne, siyah başörtüsünü s i n i r l i s i n i r l i çözüp çe­
nesi n i n altında yeniden bağlarken , göz göze geldik.
Tanış, tanış o lmazsa, dost; dost ol masa b i l e halden
anlayan biriyle dertleşrnek isteyen iyi bir insanı n ba­
kışıyle baktı , hatta utanç dolu bir gülümseme dolaştı
dudaklarında . . .
Yanına sokuldum, çekinmeden sordum:
- Kızınız mı?
Nuran sert b i r bakış fı rlattı . Azarlayacak diye
korkturnsa da azarlamad ı , dudak büktü sadece. Anne­
si görmemişti onun fı rlattığı bakışı, büktüğü dudağ ı ,
-Bu zamanda kız evladı, düşman başına! -ded i .
N u ran a rtık dayanamamış olacak, a z önceki gibi
gene çok sert bir bakışla birlikte,
- Ben de aynı kanaattayı m -dedi-. Senin gibi
cah i l , anlayışsız anneler de düşman başına!
Gözleri nden ateş saçı l ı yordu. Arkadaşlarına dön­
müştü b i l e .
Kadı na korka korka sordum :

25
- Okuyor m u ?
Nuran gene o sert, o h ı nç l ı bakı şlarından b i r i n i
fırlatmıştı a m a , bu sefer tepeden tı rnağa süzmekten
de kend i n i alamad ı . Süzdü, sonra beni Jan Pol Bel­
mondo, Antony Perkins, ya da başkalarına benzeteme­
m i ş , yani kendi ölçüsüne " sü kse bulamamış olacak

ki, cevap verrneğe lüzum görmedi.


Sorumu annesi cevaplad ı
B e ş i biti rdiydi . . .
- N i ç i n gerisini getirmed i ?
- Babas ı , o daha kundaktayken sizlere ömür
.. Pek i , akşam kız sanata falan verseyd i n iz de ter­
zi olsayd ı . . . d iyecek oldum, gene sanki .. Allahım ne

iğrenç adam. Kar ı n ı n akl ı na iş düşürüyor. Ayol senin


işin yok m u ? Çekip gitsene ! " demek isteyerek bak­
tı bir, sonra arkadaşlarına döndü . Hoşuma gidiyordu
onun bu halleri . Arının del i ğ i ne çöp dürtercesine üs­
teled i m
- Pek i , bu rada işi ne?
N uran artık dayanamamış olacak, h ı rsla, bel i ne
dayadığı yumruklarıyle filan döndü :
- Kocaya kaçtım efen d i m . Ö ğrenmek isted iği­
niz başka b i r şey var m ı ?
- Mersi -ded i m-. Yaşınız?
Arkadaş ları kahkahayla gülünce, alay ed i l mek i s­
tend i ğ i n i sanarak, gal i ba da onların yanında tuhaf bir
aşağ ı l ı k duygusuyle, ağlayacak hale geldi
- Ben sizin oyuncağınız değ i l i m ! -diye bağ ı rdı­
Ben i m l e a l ay edemezsiniz!
H i ç böyl e b i r niyetim yoktu. Ü ste l i k insanlarla
a l ay etmek değ i l , edenlere kızardım
- R ica eder i m -ded i m- yan l ı ş anladınız ben i !
- Evet, yanlış anlamı ş ı m . Ben b i r i nsan ı n bakı-
şı ndan aniarım niyeti n i !
- Bakın yan ı l d ı nız işte, anlayamad ı n ı z !
- Evet anlayamam.
Sustuk . . . Epeyce sustuk. Bu ara mübaş i r i n sesi
çı nladı

26
- Nuuu raaaan ! Doğaaaan ! ! . . .
Nuran annesiyle mahkeme salonuna g i rd i kten az
sonra, bi lekleri kelepçe l i , genç i r i s i , uzun boy l u , taş
çatiasa on dokuzundan fazla olmayan b i r delikanlı
jandarmaların arası nda göründü. N uran 'ın mahkeme
kapısı nda bekleyem iki a rkadaşı heyecan içindeyd i­
ler. Delikanl ıya hayran l ı kla bakıyorlard ı . B i rbirlerine
çaktırmamağa çalı şarak şuralannı , buraları n ı düzelt­
tiler. Bel l iydi ki onlar da kesil iyorlardı genç adama.
Genç adamsa, sonu nas ı l olsa kendi lehine bitece­
ği nden b i r yerl i f i l m jönü kadar mağru r, hatta kah­
raman, geldi, hayranı iki kızı başıyle şöyle b i r selam­
I ayıp mahkeme salonuna g i rd i .
Kızlardan kumra l ı kend ini tutarnadı
- Evlad ı m ! -ded i .
Esmer ekled i
- T ı p k ı t ı p k ı A l e n Delon . değ i l m i ?
- Evet a m a saçlarını neden böyle taradı acaba?
- Farkında m ı s ı n ? M ahzundu b i raz!
- Yaa . . . Hapi shane köşelerinde . . .
Dayanamad ı m , sordum
- Kim bu delikan l ı ?
Nuran g i b i yan yan bakıp , aşağıdan yukarı , yu­
kardan aşağı süzdükten sonra, u Ayyy .. . Bu adam da
çok sinir! " demek istedi l er. i sted i ler ya gene de so­
ru mu cevapsız bı rakmamak için, kumra l ı ,
- Tan ı m ıyor musun ? -ded i .
- Yoo ..
- Nasıl tan ı mazs ı n ayo l ? Ataryemez tak ı m ı n
sol içi !
- Onu herkes tan ı r !
- M i l li takıma b i l e namzet seçi ldi . . .
Düşündüm, düşündüm çı karamadı m . Onlarsa bil­
g i si z l i ğ i me şaşıyor, bu bakımdan da beni küçümsü­
yorlardı herh�lde.
- Neyse -dedi m-. N u ran'ın süksesi m i yan i ?
i kisi d e aynı anda i ğne değmiş g i b i heyecanlan­
dı lar. Gözleri büyüdü

27
- Ne münasebet?
- Hiç de bile . . .
- Peki ama bakı n , mübaşir ikisinin adını b i r
arada çağırd ı . . .
- Çağ ı rsın şekerim -dedi kumral-. Çocuğun ar-
d ı na düştü düştü . . .
Esmer sinirli sinirli :
- Ama ne!
- Erkek o , onun e l i si kınas ı . Öyle değ i l m i ama
Cana n ?
- Doğru şekerim . Nuran 'ın kızd ı ğ ı kadar var
annesine!
- Var tabii.
- Ne o lursa o lsun, seni n kızı nla deniz kıyısına
inmiş, geceyi sandalın içinde geçirmiş. Öyle deği l m i
ama?
- Öyle tabii. Hemen mahkemeye verecek ne
vard ı ?
- Sonra, çocuk hapis yatmakla eline ne geçe-
cek?
- Mahal lenin en sükse çocuğu !
Sorciu m :
- Doğan okuyor muydu?
- Lise sondan belge l i . .. -dedi esmeri .
- Belge l i ama, bitirmasine ne lüzum var?
- H i i i ç. . .
Kulübü profesyonel yapacak. M i l li takıma d a se­
çildikten sonra . . . Püh ! . . .
- Diplamaya ne ihtiyacı o l acak?
- Ama ne! . . .

28
P S LE R

Ü züm bağlarıyle ünlü bu ufacı k kasabada haber


bomba gibi patiarnıştı i stanbu l l u bir film ş irketi, dış
sahneleri bağlarda geçecek bir film çevirmek üzere,
tan ınmış kad ı n , erkek baş artistleri , yard ı mcı artist­
leri, komikleriyle falan bi rkaç güne kadar geliyord u !
Kasabada, daha çok da tekm i l kültürlerini kasa­
banın tek yaz l ı k sinemasıyle, her hafta hacı yolu göz­
lereesine bekledikleri çeşitli magazinler, günlük ga­
zete lerden edinmiş, i stanbul hayalleri içindeki genç
kızlar arası nda haber yank ı l ar yapmıştı . Gel iyorlard ı ,
ah geliyorlardı ni hayet. Evet, yazl ı k s lnemada sı, c ak
yaz akşamları avuçliırı patlayı ncaya kadar alkışladı k­
ları tanınmış jön, pek beğendi kleri kadı n baş artist,
gülrnekten katıld ı kları ünlü kem iğiyle sanki i stanbu:·­
un bir parçası geliyordu!
- Ah kardeş nas ı l heyecan l ıyım bilemezsin.
- Ya ben?
- B eni hiç sormuyorsunuz, aşkolsun . . . Ver şu
elini ver, bak!

29
- Ben imki ya ben i m k i ? Baksana nas ı l çarpıyor

En i l eri giden üç yakın arkadaş, yaz tati l lerind e


kasabaya tati l i geçi rmek i ç i n g e l e n Hukuklularla,
T ı p l ı ları n Sofya Loren ded i kleri Gönü l , B B . dedikleri
Leyla, bir de CC.'liği yakıştı rd ı k ları N u ran 'dı . Kendi­
lerini kasaban ı n gerçekten Sofya Loren ' i , BB.'s i , CC . '­
si saydıkları için öteki kızlardan daha heyecan l ıyd ı ­
lar Ö yle ya, madem i stanbu l l u öğren c i l e r onları dün­
yan ı n en ünlü üç artistine benzetiyorlard ı , demek
gerçekten benziyor! ard ı . Madem benziycirlard ı , işte
hazır fı rsat. Giyinip kuşanacak, takıp takı ştı racak, ka­
saba man ifaturacı s ı ndan babalarla anne lerden gizl ice
satın alı n m ış kal itesiz ruj larla kalemler kullanılarak
makyaj lar yapı lacak ve . . . Evet ve . . . i stanbu l 'dan ge­
lecek filmci l ere gözükeceklerd i !
Sofya Loren Gönü l 'e göre, neden ol ması n d ı ? Bü­
tün tan ı nmış ve ünleri dünyaya yayı l m ı ş Sofiya 'lar,
B B . ' Ier, CC. 'Ier, PP.'Ier, M M . ' I er mutlu rastlantı ları n
eseri değ i l l er m i yd i ?
BB. Leyla,
- Doğru kardeş -di yordu-. Belki bizi de ha?
CC. Nuran, s ı k sık a l n ı na düşen bir tutarn kap-
kara saçını baş ı n ı n bir davranışıyle arkaya atarak on­
lara katı l ıyordu
- Tabii. Bizi görür, şaşarlar!
- Bu küçü k, bu ruhsuz kasabada . . .
- cı Bu kadar güze l kızlar ne arıyor? .. derler!
- Hem kimb i l i r, belki de rol icab ı , hariçten
üç genç kıza i htiyaçları oluverir . . .
- Hani o günler?
- Al lahım güzel Al lahım . . . sen yuzume bak!
Çabucak beni msediler bu duyu lan, paylaştı lar.
Sanki garantiydi hariçten yerl i üç kız isteyecekl eri Üç
arkadaş a l ı naca klar, roleri nde öyle başarı gösterecek­
ler ki , f i l m Türkiye ' n i n her yan ı nda oynanrrken. daha
çok da bu üç güzel kız d i kkati çekecek, i stanbul 'dan

30
magazi n yazarları gelecek, üst üste röportaj lar.ını ya­
pacak, sonra da i stanbul 'un çeşitl i f i l m şi rketlerin­
den çeşitli tekl ifler alacaklard ı .
Anneleri mevlüde, y a d a düğüne falan g ittiği za­
mansa, içler!nden b i r i n i n evi nde toplanıyor, ayna kar­
şısında, anneleri , babaları , hele hele kırp ı k bıyı k l ı
ağabey leri nden bucak bucak sakladıkları rujları , ka­
lemleriyle rahat rahat boyanıyor, bu arada konuşu­
yorlardı
- B i l iyor musun Leyla, film ş i rketl eri nden tek-
l i f ol uverse ha?
- Ahh . . . hemen hemen . . .
- Hemen hemen ama kardeş . . .
- Evet. ne var?
- Ab�m?
- Doğru . . . ben i m de baba m !
- Yaş ları mız on sekizi geçti . Ne karışırlar bize?
Va l i ahi bir iki demem. Bir gece bir mektup Elveda
annec iğ iın, can ı m babac ı ğ ı m . . .
Kahkahalarla gü l ünse de b i l i niyordu k i , bu iş, bu
ufac ı k kasabada o kadar kolay ol uveremeyecektir.
Sokağa bakan pencere leri dem i r parmak l ı k l ı , kalel er­
dekince yüksek duvarlı evler, birbirini kesen daracı k
sokaklar, daracı k sokaklardaki çeşitli kahveci , bak­
ka l . manifaturacı dükkanları, sokakları n bozuk parka­
leri , evlere su taşıyan eşek l i sucu , berber kalfaları ,
en kötüsü de kasabayı i l 'e bağlayan yolda müşteri
taşıyan kaptı kaçtıcı larla, dolmuşçuluk yapanlar Hele
onlar! Böyle b i r şey olsa da kaçmaları gerekse , po­
l i slerinkine benzeyen şapkas ı n ı n s i peri sağ kaşına
y ı k ı k çapkın hak al mazlar başlayacakl ardı nereye , n i ­
çin g itmek isted i klerini soru p , soruştu rmaya. Kolay
mıyd ı kasabanın d i l lere destan üç güzel kızı n ı n üç
gölge g i bi savuşup kasabadan tüymeleri? Tabii he­
men ya abi l erine, ya da babalarıyle annelerine haber
uçuracak, kaptı kaçt ı , ya da dolmuşlar hareket etme­
den g e l i n i p , .saçları ndan sürükl eneceklerdi kale du­
var l ı evleri n i n pencere l i demi rli yal n ı z l ı ğ ı içine!

31
Sıkılınıyor, somurtuluyordu uzun uzun.
Bir de şu vardı : Fi lmeHer ya üçünü bi rden de­
ğil de, içlerinden birini beğenir, birine rol verir, be­
ğen i l i p rol verilen o, biri, üne kavuşursa? Üne kavu­
şunca da f i l m teklifleri ona yağarsa? Babası , abisi ,
annesi falan bı rakmaz derken, büyük parayı duyunca
bırakıverecekleri tutarsa ya? O zaman , o zaman işte
öbür ikisi için hayat alabi ldiğine çeki l mezleşird i . Ya­
şanmağa değmezdi bu dünya. Kasabada artık istan­
bullu öğrenci lerle yerl i kırpık bıyık l ı oğlanlar, polis­
vari kasketinin siperi sağ kaşlarına y ı k ı l ı çapkın hak
almazlar, manifaturac ı , gazete bayii falan kimbi l i r
nası l dalga geçer, nasıl nası l alaya alı rlardı i nceden
ine eye .
A m gene d e üzerinde durmuyor, filmcilerin ge­
lecekleri gün yaklaştıkça, kalp çarpıntı ları artıyordu.
Sonunda geldi o gün.
Güneş çiğ ı ş ı klarıyle kasabayı kavuruyordu. Ser­
çeler saçak altları ndaki gölgelerde soluyarlardı açık
ağı zlarıyle.
Sofiya Loren Gönül. B B . Leyla, CC. Nuran kulak­
l arında i r i sarı halkalarla böcek kabuğu küpeleri, çok
yakıştığına inandıkları saç biçimleri havan ın çok çok
sıcak olmasına rağmen g iyd ikleri sarı, mavi , kırm ızı
dökarlarıyle yol kıyısına çıktı lar. FilmeHer arka arka­
ya iki pi kap dolusu geldi, önlerinden, tam önlerin­
den ağır ağı r geçti ler ama . . .
Bu i lgisizl iğe müthiş içerleyen Loren, BB., CC.,
bel l i etmerneğe çal ıştıkları öfkeleriyle, ama gene de
buz gibi gülerek, uzaklaşmakta olan pikapiarın ar­
dından baktı lar.
içlerinden yalnı z CC. Nuran m ınidanabildi :
- Amaaan . . . filmciler de bunlar mıymış? Plsler!

32
K A A TiL

Uzun boylu, geniş omuz l u , zayıf, ama çok sağ­


lam görünüşlü b i r adamdı . Jandarmalar arasında Ağır
Ceza mahkemesinin bul unduğu koridora getirildiği
zaman, b i r serçe kuşu kadar ü rkek, etrafını kol luyor,
yüzünden pişman l ı k , pişman l ı ktan çok da dehşetli b i r
kaygı akıyordu.
Ağzına kadar dolu hı ncah ınç mahkeme salonuna
zorla girdim. B i r kıyıya i l iştim. Ü rkekliğinin sebebini
merak ediyorum.
Muhakeme sırasında adını, soyad ı n ı . ne iş yaptı­
ğı nı, suçunu öğrendim iş rekabeti yüzünden en ya­
kın arkadaş ı n ı b i r gece ıssız b i r sokakta tabancayla
vurmuş.
Güzel yüzünden korku akıyor. ihtimal en yakın
arkadaşını öldürmenin azabı içinde. Ama korku her
şeye haki m . Mahkemede, Jandarm.a ları n arasında ol­
duğu halde, emin değ i l .
B i r ara hakim, telaşının sebeb i n i sordu .
Kaati l ,

33
- Korkuyorum -ded i-. Beni öldürecekler!
- Ki m ?
- Onlar!
- Onlar kim?
- B i l miyoru m .
Tiri l ti ril titriyor.
Hakim temi n etti
- Korkma. Burda hiç ki mse sana bi r şey yapa­
maz . Sen kanunun himayesi altındası ni
Ama elinde değ i l , korkuyor. Çevresi ni ko l l uyor.
Korku, acaipli kler yapıyor yüzünde.
Muhakeme sırasında, solda bir hıçkı rık. Döndüm.
Orta yaş l ı bir kad ı n . Bayg ı n l ı k geçi riyordu. Yanı nda­
ki kadınlar kol iarına g i ri p dışarı çıkardı lar. Ben de
ç ı ktım. Ufak tefek kad ı n koridorun duvarı önüne bi r
külçe gibi yığ ı l m ı ştı . Kaati l i n karısıym ış.
- Onu asarlar mı? -diye sordu .
ihtiyar b i r kad ı n ,
- Töbe d e -dedi-. D u r baka l ı m daha. i şin ucun­
dası nız.
- Ya onu asarlarsa? Ne yaparım ben beş ço­
cukla?
- Ağzı n ı hayra aç kızım. Al lah gafururrahim­
dir. Bu kadar kayn ı n , görümcen var. Hepsi de hal l i
vakitl i insan lar. . .
- Çocuklarımı eli mden al ı r, b i rer, ikişer bölü­
şürler. Beni de kapı dışarı ederler. Çocuklarım olma­
dan nasıl yaşarım ben ?
Kad ı nlar teseli iye çal ı şıyorlar ama, duyduğu yok.
- Yavru larıma hizmetçi l i k yaptı rı rlar, döğerler
Vay ciğerlerim vay !
Her kafadan b i r ses çıkmaya başladı
- Ah bu rekabet ah, gözü çıksın!
- Ç ı ksın ki çıksın. Kardaşı kardaşa, babayı ev-
lada kanl ı k i n l i yapıyor.
- Nası l canciğerdi ler halbuki . . . içti k l eri ayrı
g1derdi yalnız.
- Şeytan-ı la in araya gi rmese . . .

34
Sordum
- Nası l oldu bu?
Anlattıl ar:
- Haydar (öl en) bizim semtin kasabıyd ı . Mus­
tafa da (öldüren) o zamanlar celept i . Celepli kte kal­
sana Al lah ı n ku l u ! Yok. Bir dükkan da o açtı_ Sen mi­
sin açan . . . içti k leri ayrı giden iki arkadaş ı n arasına
lı ir kara kedidir girdi. O ona, o ona . . . Derken birbir­
leri nden çekinmeğe başladılar. Bu Mustafa çok yuf­
kn yürek lid ir. Karı ncayı ezmekten çekini r. Çek i n i r
<ıma. rekabet. Gözü ç ı ksın . . .
B i rden, taa karş ıda, koridorun alt başı nda kor­
kıı ı ıç bir şey görmüş gibi gözleri büyüyen ufak tefek
bi r kad ı n yanındakilere haber verd i . Hep b i r l i kte bak­
tılar Gözleri yaş l ı b i r kad ı n , iki yakışıklı del i kan l ı .
iril i ufak l ı beş d e çocu k . Ö ldürülenin karısı, çocuk l a­
rı. yeğenl eriym iş.
Yan larına gitt i m . Ö ldürü l enin karısı da, öldüre­
nin karısı gib i , çocuklarına bundan böyl e kimin ba­
kacağı nı soruyor, ağlıyor. İki del i kan l ı asık yüzl eriy­
le kinc i l . Bir şeyler tasarl ıyorlar g i b i . Korkunç bir
şeyler
Ama çocuklar kinle i l g i l i deği l l er. Pek bir şey­
den haberleri yok gibi . Çocuklardan ilk i kisi kız. Üzer­
lerinde okul önl üğü. Bel li ki Ilkoku la gidip geliyorlar.
Çocukların üçü oğlan. Henüz okul çağında o lma­
dıkları bel l i . Çevrelerine şaşkın şaşkın bakınıyorlar.
Yan ı başımda konuşuluyor. Kulak veriyoru m . Kır­
çıl sakallı biri,
- Hü kümet aradan rekabeti kaldı rmal ı_ . . -dedi .
İ l k bakışta bir i stifçiyi hatı rlatan elma yanakl ı
b i r başkası,
- Nası l ? -diye sordu.
Bir genç cevapladı :
- Nası l olacak ? Hakim, memuru tayin ettiği gi­
bi, esnafı da maaşa bağlama l ı . Bu kadar koş, did i n ,
ça l ı ş çabala e l i n e ne geçiyorsa, ·aydan aya maaş ola·
rak alma l ı sı n . Ortada ne kin kalır, ne de kavga!

35
Elma yanakl ı ,
- Akl ınla ç o k yaşa -dedi-. Hayatın zevki reka­
bette be. Rekabetsiz hayatın ne tadı olur?

Mahkeme kapısında bir kaynaşma. Kalabal ı k d ı­


şarı taştı . i lkin jandarmalar, sonra da kaati l göründ ü .
O, h i ç bir zaman dinmeyen kuşku içi nde. Gözüne b i r­
den iki delikanl ı l l işti. Çığlığı bastı :
- Burdalar, beni öldürecekleeeer! ! !!!
Ki reç gibi yüzü, titreyen elleriyle korkunun deh­
şeti içindeydi. Jandarmaların arasında merdiven boş­
ı uğu na daldı, kayboldu.

3G
SiLiK

istanbul lular eskiden çiy köfteyi, Adana, Antep,


U rfa, Halep kebapların ı bil mezlerdi sanıyorum. H i ç
ol mazsa şimdiki kadar. Öyle ki, şimdi t a Beyoğlu,
hatta en muhafazakar istanbul semtlerine dek uzan­
dı. Sumakla oğulmuş soğan, tereotu Istanbul'da he­
men hemen roka salatası kadar ünlü. Oldu olacak
d iye düşünüyorum çokluk, Adana'nı n ünlü şalgamıy­
le şeker kam ışı da moda olsaydı . Şalgam turşusu, da­
ha çok da şalgam turşusunun suyu gazozdan çok da­
ha midevi olduktan başka, Adana deyimiyle haysiyet­
li'd i r de. Futbol oynadığımız yılların saha kenanndan
taşan şalgamcı seslerini hala hatıriarım :
«- Haysiyetl i şalgamdan iç aslanııııı ı m !
»

B i r de şeker kamışı. Zaman zaman denendiği


halde, bu baştan başa şeker yüklü, mor, beyaz ka­
buklu uzun güney bitkisi istanbul 'da neden tutuna­
maz? Haz ı r Sportotonun bütün yurtta bir salgın halin­
de alıp yürüdüğü şu günlerde şeker kamışının Adana

37
deyimiyle nkamış vu ruşmak» özel liği de meydanda
iken . . .
.. Kamı ş vuruşmakı>, boyları b i r buçuk , hatta i ki
metre uzunl uğundaki kamışları keskin bıçakla kes­
mekti r. Kamış vuruşacaklar deste deste kamı şlar
arasından vuruşacakları , yani bıçakla kesecekleri ka­
nı ı ş ları seçerler.
-- Kaç dene vuruyon?
Karşıdaki,
-- Beş -dedi örneğin.
Ö teki bunu az buluyorsa,
-- Ben altı -der.
Pazarlık kızışır.
-- Ben b i r dönüp a l tı !
-- Ben bir dönüp yed i !
-- Ben sekiz.
-- Ben on.
Velhasıl çekişme uzayıp gider. Kimde ka l ı rsa,
kamı ş ı yere d i ker. E l i nde bıçak. Bıçakla kamışı ayar­
lar. Uygun bulduğu an yerinde bir döner, sonra kes­
kin bıçakla ve b i r makina hızıyle, kamı ş ı . yere dü­
şünceye kadar kesip dağramaya baş lar. Bir dönüş se­
kiz mi demi şti ? Sözünü yerine getirmek zorundad ı r
B i r döner, sekiz parçaya keser kam ışı . Keserse, bahsi
kazan ı r. Kesemezse kaybeder, karşısındaki kazanır.
loto gibi , hatta loto'dan çok daha harbi, isteni rse bir
çeşit spor b i l e deneb i l i r buna. Hani istanbul'da. yal­
nız istanbul'da değ i l yurdun başka yanları nda da bir
tuttu mu , Güneydeki şeker kamışı piyasasında bir
can l ı l ı k!
Çiyköfteyle beyti Adana kebab ı n ı n ti ryakisi ol­
muş istanbu l l u bir arkadaşla Si rkeci 'deki kebapevle­
ri nden birine gidiyoruz. Hava çisenti l i . Soğuk. Tam da
yağlı, bulgurlu, acı l ı yiyeceklerle rakı n ı n havası.
Dalıyoruz kebapevinden içeri
-- Selam!
"
-- Vaaleykümselaam. Buyurun!
Omuz omuza masalar. Omuz omuza masalar ara-

38
sı nda boş b i r masa uydurul uyor, iskem ieler filan, ge­
çip oturuyoruz. Burası Adana'dan b i r parçad ı r . Ada­
na'n ın ünlü semtlerinden Karasoku , ya da Melekgir­
mez'deki kebapçı dükkaniarı ndan birine benziyor
ama hangisine?
Saat akşam ın sekiz, sekizbuçuk su ları .
Önce büyük bir tabakta nane, maydanoz gel iyor
Sonra ayrı tabaklarda sumak ve kırm ızı biberle oğu l­
muş iki cins soğan , daha sonra humuş denilen no­
hut ezmesi , rakı ve ardından da ünlü Beyti Adana ke­
bab ı .
Bütün bunlar üzerine istanbu l l u arkadaşa bilgi
verirken, kal ı n , sarhoş, yava, yılışık b i r ses :
- Sakall ıya selam yok mu oğlum Necati ?
Necati istanbu l l u arkadaş. Dönüp bakıyor:
- Afedersin -diyor-. Görmedim.
Seriki otuzu aşkın , iriyarı. Ceket değ i l , siyah şa­
yak gocuk omuzunda. Bahriye l i biçimi bol paça pan­
to lonuyle hafif yalpalı, geliyor, tepemize d iki l iyar:
- Afedersem b i r daha yaparsını
Necati , emeğiyle çalışan , hiç bir devi rde, hiç
kimseye kavuk sal lamam ı ş , el etek öpmemiş bir in­
san . . . sulu· karş ı l ı ğ ı , Adanalı ların «si l ik .. dedikleri
y ı l ı ş ı k, yava adama baş ı n ı kal dırıp bakm ıyor b i l e . Oy­
sa boyuna y ı l ı şıyar:
- Eski dost düşman ol maz aslan ı m . Biz sen i n l e
b i r mahal leliyiz. iskemle ikram etmek, buyur otur de­
mek de mi yok? Unutma ki arsalarda az top oynama­
dık, bahçelerden az erik çalmadı k. Düşmez kalkmaz
b i r Al lah !
Necati sonunda,
- Peki peki -dedi-. Rahat bırak şimdi biz i !
- Beni kovuyor musun yan i ?
- Yok ama, arkadaşla konuşacakl arı mız var !
- Bi beş l iğin var m ı ?
- N'olacak?
- Katarnı bulamadı m . Sayende bi şişe Marmara
iyedeyim!

39
- Yok -dedi-. Necati kesinl ikle,
- iki buçuk?
- O da yok.
- Yapma be Necati, yarı m bırakma be fakiri
anam babam. Bi teklik?
- O da yok .
Durdu, saliandı salland ı , sonra yıkı l ı rcasına çekti
gitti. Arkasından bakıyorum, kapı gibi delikanl ı Soru­
yorum. Necati an latıyor : Düşükler devrinin Napolyon
Banapart tavırlı ocak başkanlarından birine sırtın ı
dayayıp haraçlar almış, lokantalar, eğlence yerleri
dağıtmış, karakol larda komiser, po l i s tehdit etm iş,
yumruğunun gücünü deneyecek .. muhalif., aramış, ka­
raborsada at oynatmış biri.
- Su l u ! -dedi Necati.
- Yani Adana deyimiyle sil ik! -dedim.
Çok hoşuna gitti Necati'nin bu cc silik" lafı .
- istanbu l l u içi n B eyti Adana kebabı , Çiyköfte,
Su mak kadar yeni!
Kebapevinin arı kovan ı uğultusu içinde garson
sesleri :
- Yap bir acısı bol ç iyköfte!
- Beyti bii i r. Biberi az olacak!
- Evet beyler, buyruuuun! ! !

40
B O Y A CI

Ufak tefek, kara kuru, yüzünün derisi ta ensesi­


ne kadar kırış kırış. S ı rtındaki ceket kırk yamal ı . Beş
yıl önce b i r arınatör acımış, vermiş. Ufacık boya san­
dığı uydurma, ama çiy yeşi l , çiy pembe, çiy mordan
bir şeyler çizmeğe, sandığını şenlendirmeğe çalış­
mış. Sandık şenlanmiş şenlenmesi ne ya, çiçekler,
çiçeklerin yaprakları olmamış.
Dışarıda yağmur çisenti hal inde. Kahvenin içi
sıcak. Camlar hohlanmışçasına . . .
Beni ta karşıdan gördü, gözlerin i n içi gülerek
geldi yan ıma,
- Merhaba beyim ! . . .
i yi ama b u havada pabuç boyatmanı n faydası
ne? H i ç bana göre. Ona göreyse elbette gerekl i.
Çünkü ellinin üstünde b i r adam. irili ufaklı beş ço­
cuğundan başka büyük kızından kalma b i r de tarunu
olduğunu söylemişti. Havalar bozuk , yağmur yağıyor,
pabuçları nı boyatacaklar pek de bulunmaz d iye çeki­
l i p oturacak değ i l ya! . . .

41
" M erhaba bey i m ! » i n e karş ı l ı k verd i m :
- Merhaba ! . . .
- Nası lsınız? Afiyettesinizdir inşal lah?
- Eh işte. Sen ?
- Ben m i ? Bana kulak asma . . .
Ta ciğerden gelen korkunç b i r öksürükle allak
bul lak oldu. Neden sonra yaşl ı gözleri ni kundura bo­
yası karasıyle ki rlenmiş avuçları n ı n tersiyl e s i l er­
ken ,
- Bu öksürüğü beğenmiyorum - dedi .
- Niye?
- Beni alıp götürecek korkanm . . .
- Ağzını hayra aç. Neyin var?
- Bi lmiyorum ama, ci ğerleri mden kopup gel i-
yor. Fena üşütmüşüm. « Bi r şey deği l , kurtulurum
diyorum . Dünyada ben ol masam da olur." La­
k i n , çocukları , torunları düşünüyoru m !
Benim b i l d i ğ i m , kızı ndan kalma b i r torunu vardı :
- Başka torunun da m ı var?
Bembeyaz d işleriyle ayd ı n l ı k ayd ı n l ı k güldü
- B izde çocuk, torun mu ararsı n bey i m ? Karıya
ceketimizi atsak biz, gebe kal ı r. Oğlum da tıpkı ben .
Oldu on bir ay evlenel i , el inizi öper var şi ndi b i r oğ­
l u ! Kendi gitti izmi r'e, çal ışacak ! i manda. Vermiş söz
bir asker arkadaşı olmasın iyi sizden . . . A l l ah utan­
dırması n . . . Boyıyayım mı pabuçları nızı ?
Boyacıya dostluk böyle havada bel l i olurdu
- Boya bakalım - dedim .
O öksürüklü, o öbür dünyaya göçmeyi kurtu luş
sayan ufacık adamda b i r derlenip toplan ı ş ! Avuçları­
na tükürdü, b i rbirine sürerek adeta yağ ladı ktan son­
ra, ona bu pis havada b i l e rızk gönderen Rabbine
şükretti kten sonra başladı. işinin ehl i , zenaatı n ı n us­
tası Çamurlu ayakkabılarıının önünde b i r sayg ı , on­
lara karş ı b i r sevg i , işine b i r değer veriş . . . H er za­
man böyle. Ne zaman pabuçlarımı boyatsam, bu hal .
Ayakabıdan tem izlenecek çam4rlar şuraya buraya
sıçrayıp çevreyi kirletmes i n diye bir bez yayın ıştı i l-

42
k i n . Kırık b i r alüminyum kaş ı k sapıyle çamurları ka­
zıdı, sild i , sonra fırçaları aldı . Fırçalar pabuçlarımın
üzeri nde kanatlanmış l a r gibi. Daha sonra yeşil saplı
bir sakal tıraşı sabun fırçasıyle pabuçları sabunlayıp
köpü rttü, s i ldi, boyayı sürmeden önce bir kat cila
geçti, üstüne boya.
- Bu havada bu kadar özenrneğe lüzum yok be
alıreti i k ! . . .
- Yooo. . . -dedi-. Ne i sterse olsun hava .
Meraklıyımdı r. Zenaatımıfl hakkını vermezsem, kay­
tarırsam, aldığım para haram kaçar !
Sonra da ü n l ü türküyü tutturdu
« Arnman booyacı , boyacııııı . . .

Fırçana vurulayım booooyacıııı . . .


Kadifene kesileyim boooooyacııııı . . .
.

- Edi rne l i mi s i n ?
- Değ i l im.
- Ya ?
- Doğma büyüme Kası mpaşa, Dolapdere l i ! . . .
- Kaç yıl l ı k boyac ı s ı n ?
- Eh v a r bir kırk b e ş , k ı rk altı y ı l ! . . .
- Yaş ı n kaç?
- E l l i üç.
- Yani boyacı l ı ğa yedi yaşında mı başladı n?
i çini çekti
- Be l kim daha da küçüktüm. Taşıyamaz idim
pederin boya sandığı n ı . Lakin iyi ustaydı peder. Ner­
de ş indi onun gibisi ? Bakarlar şindikHer söksünler
ci ğeri n i müşteri n i n . . . Benim peder . . .
Ö nce de a n l atmıştı . Bi l mem kaç altına aldığı bo­
ya sandığ ı . Z i l l i kuşlu, sedef kakmalı. Beylerin, pa­
şaların kunduralarını boyarmış . i ri - yarıymış çok.
Güleş tutarmış gençliği nde, davul çal armı ş , adam bi­
le asa rm ış sırasında . . .
Bi r s ı r veri rcesi ne,
- Şişl i de var i di hanım efend i l erden dostları !
-dedi-. Lakin b ı ra k , matetti esrar!
Sen de içer .mi s i n ?

43
- Allah sormaz bana oni. Diyil içmek, içen l e
b i l e etmem merhaba! Neden? Çünkü esrar içenin so­
luku bi lem insanı çarpar! Ben içerim beyaz Marma­
ra şarabi i l e et, pirzola. Tabi bulursam para. Ama d i ­
y i l i m başkaları g i b i yokken çocuklar ı m ı n nafakasi , ve­
reyi m şarapıma para! Hayır. Çocuklarım doyacak pe­
şin, sonra gelecek şarapa sıra! . . .
- Doğru .
- Şindi ben ne isterim bilirsin? Radyo ! Var kü-
çük radyolar, pi l l i , verirler iki, üç yüz l i raya, taksit­
le . . . Lakin ç ı ksın gözü paranın, Artmaz ki boğazdan
alıp şenJetesin evini!
Fırçaları pabuçlarımın üstünde rüzgar gi biydi.

44
KiM KiM E

Gülhane parkından içeri herhangi bir futbol ta­


kı mının üç ortası gibi g i rd i ler : Sarı saçları kıvır kıvır
Oktay santrafordu. Kara kaş , kara gözlü Erdal sol i ç;
duru beyaz yüzü sivi lcilerle kap l ı Meti n 'se sağiç. Sa­
rı saçları kıvır kıvır, mavi gözlü santrafor Oktay ' ı n
tam o anda önüne çıkıveren beyaz damarlı kapkara
çak ı l taşını zarif b i r sol l a uzataşına koştu. Beyaz da­
nıarlı çakı ltaşı sanki bir futbol topuydu, sağ ayağı n ı n
d ı şıyle hafifçe vurdu, sonra soliçteki kara kaş, kara
nözl ü Erdal'a pasl ad ı . Erdal , o büyük kul üpler sol i ç­
leri ne vergi çevik davranışıyle çak ı l taşını sürdü sür­
dü .. Karşı sında sanki hası m kalesi vardı da onsekizin
içine g i rmiş . . . tam şutlayacakken santroforuna topu
geçi rivermesi gerekm işti. Çakı ltaşı santrafordaki Ok­
tay'a gel di. Oktay, birden gözüne il işen abanoz saçl ı
b i r kızın bakışıyle aniden elektriklendi, korkunç şut­
l arı ndan birini patlatt ı . Patiattı ya, abanoz saç l ı kız
da gülüverm işti . Alayl ı , küçümseyen bir gülüş. Oktay
bozuldu. Arkadaşları n ı n da kızın alaylı gülüşünü gör-

45
düklerini sanarak büsbütün utand ı . Utançtan kurtu l­
mak içinse elini cebine attı . Son cigarası nı Gü lhane
parkı n ı n iki yüz metre aşağı sında yakm ı ş , Gülhane
parkı n ı n kapısında da izmariti fırlatm ı şt ı . Yoktu ci­
garası . Ama kızı n alaycı gül üşünden de kurtu lması
gerekiyordu. B i r şeyler yapmal ı yd ı . Ne diye o taşa
futbol topuymuş g i b i şut atıp maskara olmuştu kıza.
Kıza, a rkadaşları na!
- Bir cigara verin be!
So l i ç , sağiç ustal ıkla pas veri rlerd i ama, cigara ?
Ü çü de ortaokul sonda öğrenci . Bu yıl da çaktı lar m ı
belge alacaklar. A n a , baba, hala, teyze, amca .. . var,
var olması na var ama «Al lah belalarını versin topunun
da. Gazyağı döküp yakmaktan başkasına yaramaz her­
geleler! »

Santrafor Oktay,
«- Yedek parçadan her yıl mi lyon vuruyor be­
n i m amca m ! der.
u

Sol i ç Erda l 'ı n kara kaş, .kara gözleri öfkeden ağa-


rı r
.. - Ya ben i m karaborsacı dayı ? »
Duru beyaz yüzü sivi l celerle kaplı sağ iç Meti n
onlardan geri kalmaz :
.. - Benim teyzen i n apartmanlar ı , mağazaları ,
hamarnı bi lem var ama .. . »
Ü st yanı n ı getirmez, uta n ı r. var ama, kart
karı kaptırmış kendini yirmi altı l ık bir Elazizl iye, gö­
zü dünyayı görmüyor! inek, neredeyse elli beş i nde.
E l l i beş yaş nerde, yirmi altı yaş nerde? Herif kurt
anam avradım olsun. Bizim teyzeyi avucunun içine
almış. Tapıyor inek karı ! ,
Yedek parçac ı 'n ı n yeğeni santrafor Oktay'ın için­
den Fenerbahçe geçer. Sarı lacivert formayla Fener­
bahçe takı mı nda santrafordur. B i r Karagümrük kahve­
sinde b i r :ıı i l li maçtan sonra saçı başı ak pak olmuş
b i r eski Vefa'l ı n ı n anlattığı Zeki Rıza gibi bir santra­
for ol mak ister. işgalde mi ne, ingi l iz kumandanı
Harri ngton kupasını aldıkları maçta. Vay anam vay . . .

46
i ngiliz ler ne yapıp yapıp Fenarb� hçe'yi de yenip,
Türklerin burunlarını kı rmak için Ing i l i z profesyonel­
lerini geti rmişler Malta'dan, bilmem Londra'dan. Öy­
l e olduğu halde Zeki Rıza, topu kapmı ş , yı lan gibi,
profesyonel lerin arasında . .. .. Al lah ı m ı i nkar edeyi m ,
Zeki 'nin şutu nerdeyse ağları delecekti ! Siz b i l mez­
si niz, o zamanki Taksim stad ı Türklerin alkışlarından
yıkıl acaktı. Ne günlerdi o günler eh be! "
So liç Erdal da en çok Bekir'i tasarlar. Onun gibi
bi r so liç olabi l mek! Direkleri kırarmış şutla, öküz öl­
dürürmüş. Ortada Zeki, soliçte Beki r, sağiçte Ala . . .
B i r başka çakı ltaşı çıktı önlerine. Santraforuyle
birden koştu .
- Hop hop . Al baki m . ..
Sol ayağı n ı n burnuyle hafif bir dokunuş. Çakı lta­
ş ı deği l de futbol topuydu sanki ve sanki Gülhane
parkı n ı n deri nleri ne uzanan geniş caddede deği l l erd i .
Santrafor a l d ı zarif pası. Çevrede deminki gibi
ne kız, ne kad ı n . Bir er oturmuştu sıralardan birine,
kirli bir gazete parçasına bakıyordu. Deminki gibi gü­
lecek, utandıracak hiç kimse yok. Gerçek bir santra­
for gibi koştu çakıltaşı na. Bir ayak oyunu, sözde
önündeki hası m oyuncuyu geçti, nefis bir topuk pası .
Sağiç koştu, nefis topuk pasına, küçük bir vücut ça­
l ı mı , hası m oyuncunun solundan gösterip sağına kay­
d ı . Santraforla yer değiştird i l er. Sonra soliçle. Soliç
sağiçe geçmişti şimd i , sağiç sol içe. Santrafor hafif
geride kalmıştı . Futbol topu, yani çakı ltaşı çevik, kıv­
rak, zarif dokunuşlarla üçü arasında tık t ı k tık... Bu
sefer sol iç'in kuvvetl i sol dışı çakı ltaşını yol boyun­
ca uzattı.
- U lan nasıl deplasman yapıyorlar değ i l m i ?
B u «deplasman .. yapan takım b u yakı nlarda Yu­
goslavya 'nın Partizan'ı. Daha önceleri olsa Portekiz
Benfika 'sı , ya da m i l li takım olabi l i rd i .
- Eusebiyo kardeşim. Allah be!
- Ye Brez i l ya l ı Arap, Brezi lyal ı Arap?
- Sivori fena mı ?

47
- Şu sıra genç mil liler arasında olsaydı k . . .
- Bu yakınlarda Bulgaristan'a gidecekler!
- Sonra da Romanya. \
içierin i hasretle çekti l er. Genç m i l lide olamayış­
ları anaları , babaları, amca, dayı, teyzelerindendi .
U l an ne gazyağı dökülüp yakı lası insaniardı be!
Genç m i l l iye aday gösteri lenler arasında mahal leli le­
ri de vard ı . H iç de kendileri nden iyi oyuncu d eğ i l l er­
di ama, şans işte.
Santrafor yeniden içini çekti cigara hasretiyle
- Bi r paket cigara olmalı ki şimdi . . .
Sol iç Erdal cigara kul lanmıyordu :
- Boşver cigaraya. Kayıntı var m ı , kayı ntı ?
Sağ iç Metin'in sivi leeleri birden daha da kızard ı :
- Hem kayıntı olma l ı , hem d e cigara!
Santrafor,
- Yeşee! -dedi-. Yeşe ama, en çok cigara !
- Boşver . . .
- Cigara içmiyorsun diye d i m i ?
Kendini yol kıyısındaki tahta sıralardan birinin
üstüne atarcasına bı raktı . Ö tek i l er de iki yanına geç­
tiler. Burada da Oktay deminki gi bi gene santrafor­
daydı. Erdal sol i çte, M etin sağiçte. Sağiç M eti n ciga­
rayı şöyle böyle kullan ı rd ı ; kayıntı da olmalıyd ı , ci­
gara da. Kayı ntı , köfte falan değ i l , bol etl i , bol yağ l ı
kuru fasu lyeyle, tane tane pirinç pi lavı . Tabağa pi­
rinç pi lavını öbekleyeceksi n, üzeri ne iri taneli, hamur
gibi pi şmiş kuru fasu lyeyle etl eri , yan ına da kırmızı
soğan ama, yumrukla ezeceksin kırmızı soğan ı , son­
ra da tuza ban ıp . . .
- Ne düşünüyorsun lan ?
- Hiç . . . -ded i .
- Ben ne düşünüyorum biliyor musunuz?
Sağiç, santrforun sı rtı üzerinde soliçteki Erda l '­
ı n kara kaş, kara gözleri ne baktı. Sağ kaşıyle, sağ
gözünü görüyord u .
- B i r lokantamız olsa diyorum . . .
Santrfor Kumkap ı , Venikap ı , Aksaray kahvele-

48
rinde çoook d i n l em işti . Durmadı üzerinde. Bir lo­
kantaları olacak. Kendi l eri çalıştıracaklar. Kazana­
caklar. Her hafta ekzersiz, sonra büyük kulüplere
transfer . . .
- Boşver -, ded i .
- N iye?
- Mang ı r ister oğlum.
Sağiç de biliyordu bir lokanta ıçın mangı ra ih­
tiyaç olduğunu . O d i yordu ki: cı Boşverel i m oku la.
Sarı lalım dört el l e ku lübümüze. Haftada iki, üç, dört
antren man, gidel i m . Birinci takımda oyııayalım ... •

Biro l , Şenol iki nci küme takımlarından yetişmemiş­


ler miyd i ?
Kumkapı 'daki bahçeli kahvede tartı şmış lardı
bunu :
u- Yüzbin l i k transferler bir düşeşt i , geçti ar-
tı k ! "
u- Annamad ı ı ı ı m? ..
Soliç de santrfordan yana çı kmıştı :
u- Geçti tabi. Şi mdi rağbet, maha l l e arasından
a l ı p , kulüpte yetiştirmek. Lüpe konmak d eğil ! •

Sağ iç dayatm ıştı :


u- Birbiri mize bağ l ı olal ım, mangı rı görünce
inek l i k ed ip ayrı baş çekmiyel im de bak, gör. Şe­
refsizim iki yüz bin bil em verirler be! "
Santrfor di şleri nin arası ndan yere fırt, tükü rdü :
- Zek i , A l a , Bekir olacaks ı n olu nca!
- Modern futbolda yemez o !
- Yediren ö y l e yedi riyor ki !
- Mesele iyi oynayıp, bol gol atmakta. ister-
sen beşi nci kümeden ol !
- Orası öyle.
- Ö yle tabi.

Tatlı b i r rüzgar seri seri hışıldatıyordu boy at­


mış kocaman ağaçların yaprak yükl ü dal l arın ı. D a l ·

49
larda , dalların nareleri nde gizli ötüp durdukları bel ir­
siz çeşitli kuşlar . . . Ta karşı lardaki kal ı n bedenli bir
ağacı n çevresinf sarmı ş fundaların arasında bir kız
yatıyordu sırt üstü. E l l erinin parmaklarını kenetle­
miş, başının altına koymuştu. Fazla geniş kısa kol lu­
sunun altında traş l ı koltuk altları . . . Genç irisi b i r
marangoz çevreyi dikizliyordu boyuna. Karşıda, yo­
l un öte başı ndaki tahta sıralardan birine yan yana
oturmuş üç futbolcudan kuşku lanıyor, kızın ne tıraş­
lı koltuk altlarına bakabiliyordu rahatça, ne de onlar
gelmeden önce okşad ı ğ ı hacaklarına elini uzatabili­
yorı:Ju. Kız tavdı , tav! Ne isterse yapabilirdi ama, yeri
yoktu. Vard ı , vardı zengi n akrabaları . Babaannesi var­
d ı , evleri vard ı , dükkaniarı vardı . Vardı ama, baba­
sına, yani öz oğluna iki odal ı k bir ahşap katı ver­
memişti be inek karı !
Kız,
- Neden vermiyor? - diye sordu.
- Yavaş ol!
- N'olur?
- Şu karşıya üç kopuk geldi oturdu ded i m ya !
- Amaan sende. Kız başımla ben korkmuyorum
da . . .
- Sen aslansı n !
- Sen ?
i çini çekt i . Aslandı , o da asiandı ama, ne fayda?
- Kalk - dedi -. kal k !
- Niye?
- Şu üç oğlan bu tarafa gel iyor
- Korkuyor musu n ?
Yukardaki dal larda kuşlar çıldırıyorlard ı . Serin
hava dal ları hışı ldatıyor, yaprak lar sanki fırı l fırıl dö­
ni.iyorlard ı .
Santrfor yepyeni bir çakı ltaş ına yeni b i r şut attı .

50
B OYALl D U DA K lA R

Kunduracının bodur Şerife, gazocağ ı na çaydan­


l ı ğ ı tam oturtuyordu ki , orta katın kiracısı Sen iha
nefes nefese geldi :
- Haberin var mı Şerife, Mel iha abianın çocu-
ğu ö l müş !
Bodur Şerife'n i n rengi uçtu gözleri büyüdü :
- Ne zaman ?
- Şimdi .
- Şimdi mi ?
- Ş imdi .
Uzun uzu n , şüpheli bakıştı lar. Bu bakışma sı ra­
sında orta kattaki kiracı Seniha'nın dudaklarının ru­
juna dikkat eden kundurac ı n ı n bodur Şerife bunu
nı i mlemekle beraber. gene de,
- Vah vah vah . . . - dedi -. Hiç haberi nı ol­
madı . Zava l l ı . Kimbi l i r nası l dövünüyordur değ i l m i ?
Vah zavallı Meliha abla vah. Ama Seniha A l lah seni
inandı rsı n , akşamdan beri içimde bir sıkı ntı var de­
dim hayırdı r i nşallah . . . Bizimki yataktaydı, böyle şey­
l ere iti kat etmez o, geçer dedi, çekti gitti. O gitti,

51
yatakları al elacele kaldırdım ortalığı şöyle b i r süpür•
düm, çocukları k ı rdım geçird i m . O, çorab ı n ı n tek i n i
sora r öteki pantolonunu. Sana bir şey söyliyeyim
mi? Bu çocuğun öleceğini ben rüyamda görm u ştü m .
Sonra a l ti l erime g i ttiğim izde f a l kapattımdı , eltim
dediydi ki, sizin evden bir cenaze görünüyor. Al lah
vermesi n dediydi de içi m bir kötülendi, bir kötü l en­
diydi k i . . . Hani e Itim d iye değ i l , l a k i n kitap gibi o­
kur. Zaten fal bakması ndan başka b i r meziyeti de
yok ya . . . Gördün evi n i , yeri n i , teri n i terti bini, çocuk­
l a r ı n , kocası n ı n bakı m ı n ı b i l irsi n . Allah i ç i n söyle, o
kad ı n ev kad ı n ı olab i l i r mi ?
?
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

- Olamaz . Ev kad ı n ı dediğin . . . her şeyden ön­


ce tem iz olacak, evine gelenleri n gözü gön lü açıl a­
cak. O nedir öyle her yerler kir, pas içinde. Kay n ı nı .
bak adam. Haza adam. Ş i mdi kendi yok Allah'ı va r
K<ızancı da iyi. Evinde kuşun sütü b i l e bulunur Öyle
değil m i ama?
Kiracı Seniha ruj lu dudağ ı n ı n kıyı sın ı parnıağ ıy­
le kaş ıyarak :
- Hani - dedi -. laf aramızda, Mel iha abia­
n ı n tıpkı s ı . . .

- Hay d i l ine sağ l ı k . Tam bir elma n ı n yarısı bi­


z i m elti, yarısı M e l i ha abla. Ku lağ ı na gitmesi n ama
iyi keşfetmişsi n ! Ben seni niye severi m , hep bu te­
miz ahiakın için . . .
- O senin temizliğ i nden i l eri g e l i r kardeş . . .
- Yoo, senden i l eri olmayayım! Bende temiz l i k
nerde? Bendeki sıpalar düşman baş ı n a . Şurda sil .
yıka temizle, arkanı dönrneğe kalmaz berbat eder­
l e r . Görenler der ki, bu eve hiç süpürge değ me­
miş!
- Doğru kardeş ..
- M e l i ha abianın çocuğu da çok pi sti değ i l
mi ? Çocuk b e l ki de onun pisliği yüzünden . . .

Bu sırada en üst kattaki Mel iha a b i a n ı n feryadı


işitil d i .

52
iki kadı n ölen çocuğu hatı riayara k sözü kesti ler.
Yüzlerinden korkuya benzer bir şeyler uçuştu . Kun­
durac ı n ı n bodur usulcacık,
- Biz de çıkalı m - dedi -. Çok ayıp olur!
- Doğru ama kardeş . . .
Sözünü kesti :
- B i l iyorum bi liyorum, aran iyi deği l, sonra pa­
saklı ama ne yapa l ı m ? Arada ö l ü o lmasa o eve ben
de adı m ı m ı atmarn ama, ö l ü var. Yoksa insan o k i re ,
o pasa tahammül mü edebi l i r ?
- Hayd i çıka l ı m . . .
- Sen çık, ben sonra gel iri m . . .
Orta katın k i racısı Seniha ökçeli rugan ter l i k l e­
r iyle üst kattaki Meliha ablalara çıktı. En alt katta­
ki k i racı kunduracını nki dudaklarını boyayıp boya­
mamayı düşündü. Baş sağ lığ ına pudra, kızı l l ıkla git­
menin saygı sızl ı k olacağ ı n ı i d rak ederek, vazgeçti .
Ulkin şu Seniha 'ya da içerlemişti . insan boya l ı du­
daklarıyle baş sağ l ığına gider miyd i ?
Siyah örtüsünü başına a l d ı , duvardaki küçük
aynada başını düzeltti , soluk dudaklarını kızarmnsı
için dişl eriyle ezdi ezdi , sonra içinde « Boya l ı du­
daklara karşı öfke,, Meliha ablalara çıktı . Konu,
komşu toplanmış ağlaşıyordu. Meliha abla otuz beş­
l i k akça pakça ufak tefek b i r kadın, komşuları teker
teker gözden geçirdi kten sonra arada basıyordu fer­
yad ı . Bastıkça da sekiz ki racı nın barı ndığı dört katlı
sipsivri ev sal lanıyor, sıvaları dökük duvarlar titri­
yordu.
i htiyar b i r kadın,
- Hastalığı neydi ? - diye sord u .
M e l i h a a b l a uğund u ktan sonra:
- Ne hastal ı ğ ı ? H i ç hastalığı yoktu. Melekler
gibi evladım, akşam emzirdim yatırdım. Her gece
uyanı r, ağlar, huysuzlanırd ı . Bu gece şeytan kulağı­
na kurşun dedim, hiç uyanmadı . Sabahley i n yüzünü
b i r açtım, ne açayı m ? Ç ı ld ı r ç ı l d ı r bakıyor. Hadi de-

53
di m, hadi sana maskara . . . A . . . Her zaman şakı r şa­
kır gülen çocuk . ..
Yeni bir feryat!
Bu böyle. çocuğun yıkanıp babas ı n ı n kucağ ı na
götürüldüğü ana kadar sürdü. Çocuk kapıdan çı ka·
rı l ı rken Mel iha abla, ama yürekler paralayan b i r çığ­
l ı kla konu komşunun koliarına kendini attıktan son·
ra yavaş yava� yatıştı . Baş sağlığı di leyip, sabı r
tavsiye eden komşu lar b i rer i kişer çeki ldikçe M e l i ha
abla her kon�şunun üzgünlük derecesini düşünrneğe
başladı. Bii·de•ıbire orta katın kiracısı Seniha'nın bo·
yal ı dudakları nı hatırlad ı . Yanıbaşında oturan, kun­
duracı nın bodur Şerifeye,
- Düğüne g e l i r gibi neyd i o pis cenabetin du­
dakları nın boyası ? - diye sordu .
Şerife,
- Doğru kardeş - dedi -. Yakışık a l ı r m ı ?
Al maz . Neden? Çünkü a k ı l var. B e n kendim yapmanı
öyle sayg ısızl ı k. Benim de rujum var, hem de onunki
gibi Mahmutpaşa ruju değ i l , bizimki alm ış, Beyoğ­
lu ruj u ! Sürsem süremez miyd i m ? Sürerdim ama ne­
den sürmed i m ? Şurda yüz yüze bakıyoruz. Ö yle deği l
mi ama?
Mel iha abla duymadı bunl arı,
- Çocuğumun doğumuna gel medi de ölümüne
geldi . -, dedi -. Alacağı olsun . . .
- Al lah seni inandı rsın M e l iha abla, akşamdan
beri içi mde bir sıkı ntı bir sı kıntı . . . Sabahleyin bi·
zimki yataktaydı, geç kal kar eksik olmasın. Ded im ki
bugün yüreği mde bir s ı kı ntı var dedim. Hem sana
bir şey söyl iyeyim mi? Ben bunun rüyası n ı da gör·
düm de sana söylemed i m . Neden? Ü zülme diye . i n­
s a n olan b i r i nsan . . .
Me liha abian ı n gözleri karşı duvardaki güneş yu­
varlağı na dalm ıştı . Orta katın kiracısı Seniha'nııı
ruj lu dudakları nı düşünüyor, öfkesi gitti kçe artıyor­
du . Çocuğunun doğumuna gel meyip de öl ümüne gel-

54
mesinde sebep vardı . Doğumda dargın bile değildi­
l e r . Çocuğun ö l ümünde dargı n olduğu halde . . .
Kunduracının bodur usulcacık soku ldu :
- Hem sana bir şey söyl iyeyi m m i ? - dedi - .
Laf aram ızda kalsın. Seniha sen i n için pasakl ı ded i ,
tıpkı eltin gibi dedi!
Mel iha abla sertçe döndü :
- Vaa. . . demek pasaklı ded i ?
- Aman M e l i ha abla kulağına gitmes i n , huyu·
n u b i l irsin, bense lafı sözü hiç sevmem!
Mel iha abla çocuğunun ölümünü unutmuş, alıp
verrneğe başlam ıştı bile. Yumrukları nı bel ine daya­
d ı , mavi terl ikli, tombul beyaz ayağ ını öne attı :
- Bu günden tezi yok, bir daha doğuracağ ı m ...
- ded i -. Pis kısır karı . M u m alsın da derdine yan-
sın o !
Güneş yuvarlağı duvarda b i r yandan bir yana
bel l i beli rsiz kayıyord u .

55

Çukurova 'nın bunaltıcı güneşi a ltında i şsiz do­


laşmaktan yoru lduğum günlerden bir gün babam ı n
bir eski dostuna rastlad ı m .
- Oooo . . . - dedi - , merhaba!
- Merhaba efendim . .
- N e var, ne y o k baka l ı m ?
işsizliğe d a i r o l a n maceramı kısaca anlattı m .
Beni uzun uzun gözden geçirdikten sonra, altın yü­
züklerle dolu parmaklariyle çenesini tuttu, şöyle bir
düşündü.
- Demek - dedi -, devamlı surette işsiz-
sin ?
- Evet, maalesef ..
- Peki sebep?
Ben de bilmiyordum, yahut gayet iyi bil iyordum.
O da b i l iyordu asl ı nda. Bi liyordu ama gene d e eşe­
Iemekten zevk a l ıyordu galiba. Adeta çı kıştı :
- Bu zamanda hiç kimsenin işine karışmıya­
caksın!
Şaşırd ı m :

56
- Ne zaman karışmaın ı tavsiye edersi niz?
- - H i ç bir zaman! Bu ldun bir ekmek, yeyip
şükredeceksin. Nene lazım elin keçisiyle koyunu?
Hem sana bir şey söyleyim mi? U kalalığı da bı rak!
Birden merakla sord u :
- Fabrikatör Al i beyi n nası l zeng in olduğuna
dair şurda burda nutuk çekiyormuşsun. Benim kula­
ğ ı ma kadar geldi. Doğru mu?
- Doğru ama, nutuk çekmedim.
- Ya?
- Laf açı l d ı , başkaları bir şeyler söyledi, ben
de . ..
- Sen de pekiştird in deği l mi?
Açtı ağzını yuındu gözünü. Aslolan, kanunlar­
dan ustaca kaçıp, gemiyi yü rütebilmekti !
Güneş, sıcak, parasız l ı k , daha kötü evdekiler
Sustum. Susuşumu, çektiği nutku hakl ı bu lduğuma
verm iş olacak,
- Gel peşi mden ! - dedi.
Takı ldım peşine. Uzun uzun yürüdük. Sinirlerimi
bozan müthiş güneş, postallanma sıvaşan sıcak toz­
lar Ama ne de olsa herhangi bir iş ihtimal inin pı­
r ı l pırıl umudu vardı içimde.
Şeh i r dışıdaki istasyon ambarına geldik. Acı acı
ınazot kokan birtakım merdivenler çıktık, serin hava­
siyle loş bir tahta kutuya benzeyen ufacı k bir odaya
g i rd i k. Masasında birtakı m kağıtlara gömülmüş, süt­
beyaz saçl ı , geniş yüzlü, sivri çeneli bir memur b i­
zi, bizi değ i l , baba dostumu görünce mubalağalı şe­
kilde yerinden fırlad ı . Sarı l ı p öpüştü ler. Süt beyaz
saçlı adam, baba dostuma iskemle ikram etti, bir
yarenli ktir tutturdular. Arada kahkahalar atıyor, ya­
şaran gözlerini avuçlarının içiyle siliyorlardı .
Bir ara ciddileştiler. Baba dosturnun sırtı bana
dönük olduğu için, yüzünü göremiyordum. Sütbeyaz
saçl ı adam ın arada gözlerini bana çevirip tepeden
tı rnağa süzüşünden anlıyordum ki baba dostum bana
dair b i r şeyler anlatıyor!

57
Sonra yanıma geldiler. Baba dostum,
- i şte -, dedi -, tam i stediğin gibi b i r adam
sana. Şeytana b i l e pabucunu ters giyd i ri r ! .
Bu kabi l iyati min farkında deği l d i m .
Süt beyaz saçlı adamla uzun uzun bakıştı k. T i l ­
kiye benziyordu. Göz kı rparak,
- Anlaşacağız öyleyse .. -. dedi -. Ne der­
sin?
- i nşallah . . . -. ded i m .
Baba dostum bundan da mana çıkarm ış olacak,
gene dikildi :
- i nşal lah m ı ? Ne demek o? Yoksa burada da
mı ukal a l ı k tasl ıyacaksı n ?
- Bundan önce taslamad ı nı k i . .
- Fazla konuşma!
Hakaret karş ı l ı ğı «Ekmek" e kavuşmak hiç b i r
zaman i ltifat etmed iğim, edemed iğim b i r metottu .
Ağzınıdan baklayı tam çı karacaktı m , sütbeyaz saç l ı
adama döndü:
- En küçük ukalal ığında atarsın !
Neyse, işimiz, maaşı nıız, kesi ldikten sonra eli­
nıize geçecek paraya dair bilgi verd i : Maaşı nı yüz
yirmi li ra id i . Kesi ldikten sonra yüz l i ra geçecekti
elime. Aklımı başıma toplayıp çenemi tutmal ı , dev­
l ete m i l lete dua etmeliyd i m .
B i r sürü kuru sıkıdan sonra çekip g itti.
Sütbeyaz saç l ı yeni .. şef., i m , yan ıma döndü.
Sık sık yaptığı gibi, göz kı rparak sord u :
- Neyi n olur bu ukala dümbeleği ?
- Ki m ?
- Deminki, s e n i bana tavsiye eden !
- H i i iç . .
- Nası l h i ç ? Binmiyeceği katıra y e m takmaz o
be!
- Baba dostu m . ..
- Dostl ukla fi lan d a alakası yoktur. Herif ka-
raborsadan iyice yükünü tuttu. Vardır senden de b i r
çı karı !

58
- Benden ne ç ı karı ol acak? Ne çıkarı olabi-
lir?
- O halde büyük adam ro lüne başlad ı . Hayır
cemiyetlerine filan da burnunu sokmuş. Vagon dal·
gasından yarım mi lyon vurd u . Namaz mamaz. . Yarın
i ktidar partisine de girer, koyar adaylığını , gel ecek
devre ooooh, belki de m i l l etveki li!
Kendi kendine konuşuyordu. Sonra gözlerimin
içine kurşuni kurşuni baktı:
- Benim adım Atıf! - ded i -. i şletmede bana
del i Atı f derler . . .
" Estafurullah ı bastı m . Sözümü ağzıma tıkadı:

- Estafu rullah m ı ? Yiğit lakabıyl e anıl ı r asla­


n ı m . Bana numara yapmıya kalkma, yemem. Bak
·
saçlarıma, bir tane siyah var mı? Deği rmende ağart­
madık bunları !
Odanın bir kenarındaki küçücük masayı göster-
di
- işte masan. Burada iş pek yoktur. Konşimen­
tolar dolacak, navlunlar hesap ed ilecek, vagon ların
tartı kartonları a l ınacak... lvır zıvı rr. Ama gene de
bütün gününü dolduru r bu ıvır zıvırlar ha!
Hamule senetleri, gidecek mal ların dem i ryolu
tari fesi gereğince ücretlerinin nasıl hesaplanacağı n ı
fi lan çabucak kavrayışım hoşuna gitm işti :
- Aferin, - ded i -. i lk bakışta gözüm pek
tutmaın ıştı ama ...
Ne olursa olsun, bir ,. j ş sahibi u ydim artık. Ak­
şam eve doludizgin koştum. Kızı m kapı önündeydi.
Beni görünce sord u :
- iş buldun m u babacı ğ ı m ?
" Buldum deyince, kızın kucağı mdan sıyrı l ı p eve
u

öyle bir koşu şu vardı ki. . .

Az sonra ben im karı, iki küçük oğlan , üç ayl ı k


kira borçlandı ğı mız e v sahibi kocakar ı , tek i r kedi fi­
lan etrafı ını aldılar:
- iş bulmuşsun doğru m u ?
- Doğru demek?

59
- Nerde?
- Maaş kaç ?
- Kesi ldikten sonra eli mize sağlam ne geçe-
cek?
- Pazarları tatil m i ?

Kredim bi rdenbire yükselmişti. Adeta zafer çığ­


l ı kları içi nde evden içeri peşin ben gird i m . Islak kir­
pikleriyle karı m yanıbaşı mdayd ı . Kocakarı , " Bu gün­
leri gösteren rabbine .. şükrediyord u . En küçük oğ­
lu msa kucağ ı mda, yüzünü kı l l ı yüzüme sürerek ba­
ğırdı :
- Baba, baba . . . Aslan baba!
O gece geç vakte kadar bizim evi uyku tut-·
nı adı .

60
Bi R:rAKIM iNSANLAR

Adem babal ar, hapishanelerin en faki r, en ha­


rap . lakin en kurnaz i nsanlarıdır. Onlar iki ayak üs­
tüne kalkmı ş , konuşan bi rer solucandırlar. Bütün
gün hapishane içinde, buldukları her delikten sızar,
ö n l e r i n e çıkan her · çöp tenekesinden , karın lar ı n ı do­
yu rınaya yarayacak öteberi ararlar; küflü ekmek par­
çaları ndan , soğan kabukları , zeytin çekirdekl eri , ma­
r u l , ıspanak, pı rasa yapraki anna kadar neye rast­
larsa.
Bazen adem babalardan bir i , kaynayan bir ten­
ceı·eye usul lacık soku l u r . i çi pislik dolu uzun tı rnak­
l ı el i n i yemeğe daldırır, yemeği avuçlar ve hızla
uzaklaş ı r .
Adem babalar - vitami nsizi ikten - ekseriya
b i r davu l g i bi ş i şerek hapishane revi r i n i n bir kar­
yo lasında mosmor öl ürler.
A dem baba Emi n de bunlardan biridir. Uzun
boyludur. Omuzları çok geni ş , fakat çok zayıftır
G ı rtlağı fı rlamış up_u zun boynunun üstünde insana

61
lüzumundan fazla iri gelen bir başı ve kenarları bu­
ruşmuş ufac ı k gözleri vardır.
Emin o gün hapishaneni n her yerinde gezdi , do­
laştı , on i kinci koğuşta, söğütlü köyünden Recep
ağanın ekmeği ni çalarken yakalan d ı , dayak yed i , ana­
sına avradına söğdü ler, ensesini kaşıd ı , gitti güneşe
yatt ı . Bir ara hapishane bahçesindeki ebegümeç l e­
ri nden yed i , sonra gene koğuşları dolaştı , gene ko­
ğ u l d u , gene anası na avradına söğdü ler, gene güneşe
yattı . Ot atlad ı , sonunda, ikindi üstü müth iş bir san­
cıya tutuldu. Sancı midesi ni öyle buruyor, göbeği
sanki bir burguyla öyle del iniyordu k i , dermanı ke­
si Idi, ıslak toprağa boylu boyunca uzandı . Güneşin
altında k ıvrı ldı , açı ld ı , toplandı , bacaklarını gerd i ,
midesi ni yumruklarıyle bastı rdı , ağzından acısular
aktı , parmağı nı boğazı na sokarak zorla istitra etmek
i sted i . Ne yapmak i stedi ise nafi le . . . Karnı n ı n ağrısı
g eçmed i .
O, hapishane bahçesi nde, ana duvarın önünde,
jandarma kulübesi n i n altında kıvranı rken , ikinci kı­
sım teneffüsteyd i . Nöbetçi jandarma da iki duvarın
birleştiği köşeni n üstündeki kulübesinde, pencereye
yaslanmış ona bakıyordu.
Bahçede birer ikişer, üçer dörder, bazen daha
çok, gidip gelen, gelen giden mahkümlardan çoğu,
onu kı vranı rken görd ü . Laki n o kadar. . . Kimse ne
acıdı , ne de · Bir insan .. ın yerde k ıvran ı ş ı ndan gözü
yaşard ı . Hatta biri, yan ı ndaki ni di rseğiyle dürterek,
- Numara! - ded i .
Emin neden sonra topraktan kal ktı . Her tarafı
dökülen paçavraları nın içinde d i k i l d i , Yumrukları
midesi nde, iki kat ola ola bi rkaç adım attı , durdu,
bel ki gene yürüyecekti . Fakat midesinde, tekrar,
hem de deminden beri duydukları ndan daha müt­
hiş bir buruntu , olduğu yere yıkıldı.
Şüphesiz herkes gene dolaşıyor, onu gören ler
oluyordu el bette . . . Lakin . . . · ni hayet bir serseri 'ydi
bu . . .

62
B i r ara bir başkası , ayağa kalkmış bir başka so­
lucan peydahlandı: Adem baba Kaya A l i . B u da yer­
deki gibi bir paçavra yığı nıydı ki burun delikleriyle bak­
tığı zaman , anı rmağa hazırlanan b i r eşeği hatı rlatır.
Kaya Ali yerdeki adama sokuldu. E l leri bel inde,
bir an, · kısa bir an, bir hayvan kadar hissiz ona bak­
t ı . Sonra , çıplak ayağıyle yerdekinin böğrünü laf ol­
sun diye dürttü :
- Kak lan.
Savuşup gidecekti.. B i rden bir ihtimal . . bunu
• .

omuzlar götürürsam levire , beni de salarlar levi re . ..


Gözlerinin önünden ewela bir tas çorba geçti , du­
manı sıcak tüten bir tas .. Çorbanın kokusunu mide­
sinde duydu, gözleri h ı rsla parlad ı , sonra, buna pek
de imkan o l mad ı ğ ı n ı sezd i , içini çekti. Yere bakı­
yordu. Gözlerini tekrar Eın i n 'e dikti. B u sefer de re­
virin çöp tenekesi aklına geldi . Maru l , ıspanak, pıra­
sa yaprakları , ekmek parçaları bel ki, zeytin çekirdek­
leri filan. i çinde gene bir ümit uyandı.
Kaya A l i , iki metre boyunda bir soba borusuna
benzer, çömeldi, yerdekini gene dürttü
- i min lan, im i n . Kak hadi. Kak, ka k levir'e . _ .

Yerdeki adam, çektiği dayanılmaz acıyı açık


eden avuç içi kadar yüzüyle ona baktı, cevap ver­
med i . Kaya Ali'yse hep o hayvan insiyakiyle sezdi
k i , Emin yürüyemeyecek halde. Buna daha çok se­
vind i . Çünkü Adem babalar revire pek bırakıl maz:
.. i kide birde açl ık, hasta l ı k numarası fi lan yapar, yi­
yeceklere sarkı ntı l ı k eder revirden öteberi çalar­
lar Sonra bu afyonkeş serseriler hapishanede
;ıfyon bu lamad ı lar mı mide ağrısı n ı bahane eder,
lavdanom i sterler. Afyon alacak paraları yoksa,
revir mecbur değil ya onların harman l ığını düşün­
meye . . . Lavdanom, lavdanom . . .
Kaya Ali yerdeki adamı kolları ndan kavradı sı r­
t ı na a l d ı , hapishane idaresinin taş merdivenine ka­
dar sürükled i . Merdivenin orda meydancılar, yani ha­
pishanenin temizlik işlerinde kul landığı mahkumlar

63
karş ı l adı : « Haydi baka l ı m yal lah , dönün geri . . . .. diye
ters yüzü etmek i stediler. Kaya A l i etine ateş bas­
mış lar g i b i bağ ı rınağa başlad ı : Sizde Allah kor­
kusu da ın ı yok? Herif ölüyar yahu. B i z bu vatanın
eviadı deel miyik? falan .. Meydancı lar i stemeye is­
teıneye inand ı lar. Eğer Emin yürüyebilse yal nız onu
b ı rakırlar, Kaya Ali 'yi geri çevirirlerd i . Lakin Emin pis
paçavraları içi nde yatıyor, yuınuk gözl eri , bi leğ i ne
inmiş başıyle oracı kta bekliyordu.
H iç bir meydancı bahşiş çıkınayacağ ı n ı b i l d i ğ i
yükün ucundan b i l e tutmaz. Kaldı ki l e ş g i b i kokan
«pis b i r serseri .. yi revire sal l a sırt çıkarsı n .
Kaya Ali'yi arnzundan hınçla iten b i r meydancı,
- U lan ---:- , dedi -, yerned i m numaran ı , neyse . . .
Onu b ı rak sen çabuk in, yoksa bak anan ı avradı n ı . . .
Kaya A l i yerdekini sı rtlad ı , revire çıkard ı . Revi­
ı-i n demi r kapısı kil itliyd i . E m i n ' i oracığa bı rakıver­
d i . bı rakıvermesiyle de hemen unuttu. Açl ı ğ ı içlerin­
de taşıdığı tersiz gözleriyle içeriye demir kap ı n ı n
ötesi nde, revi rin beton sotası n ı süpüren Mustafa 'ya
bak ıyor, yutkunuyor, lafa neresinden başlarsa bu es­
ki arkadaşı n ı , 72.'ci Ade m baba koğuşunda ' ci gara iz­
maritlerine zar attı kları , b i r l i kte ot otlad ı kları , hapis­
haneden ucuz ucuz ekmek top layıp d ışarda bi rkaç
m i s l i karıyle satan bir açık gözün bir gün ekmekleri­
ni kapıştı kları eski arkadaşı Mustafa 'yı kızdı rmadan
kapıyı açtırmayı düşünüyordu k i , Mustafa ' n ı n ç ı p l ak
ayakları etl i ve kocamandı , Kaya Ali 'yi görd ü , gör'
mesiyle de kan tepesine sıçrad ı . Kaya A l i 'n i n orada
beklernesi kendisi için teh l i keymiş gibi öfkelend i ,
demir kapıya yürüdü.
- Ne var gene lan? Ne i stiyon? Ha?
Kaya Ali çabuk çabuk, kekeleye keke leye laf ye­
tişti rmeye başlad ı , b i r taraftan d a işi patırtı ya verme­
mesi için Mustafa 'yı yatıştırmaya çalı şıyord u .
B u sırada yerdekinin de akl ına b i r kurnazl ı k geld i .
Du rumunu çok tehl ikeli göstermek için midesi ni bas­
tı rmağa, .. Amman anam öldüm, öldüm öldüm! " diye

64
bağı rmağa başlad ı . Bir yandan Kaya A l i , bir yandan
Mustafa, öbür yandan yerdeki Emin'in uğuna uğuna
bağırması gürültüyü artırdıkça artırıyordu. Bir ara
Kaya Al i Emin'i ayağıyle dürttü :
- Kes lan ! - dedi-, bir amir ne duyar şim­
di . . . - Gene Mustafa'ya döndü - Mustuva, Mus­
tuva be, Mustuva . . . Bağı rma be kardeşi m , Mustu­
va . . .
M ustafa d i n l emiyordu . . . Karşısındaki adamı hiç
bir gün, hiç bir yerde görmemiş, onu asla tanımamış
gibi davranıyor, Kaya Ali 'yi tersierken sesini aşçı
başı duysun diye mahsustan yükseltiyordu, çünkü
daha bu sabah aşçı onu mutfağın bir köşesine çek­
miş; Adem babalara kapı açtığını görürsem . karış­
ınam ha! diye tembih etmişti .

-. . . Ben amirimden emir almışım . Açarnam ka­


pı map ı . Am irleri min de b i r bildiği var zahar. Bura
imarethane deği l . Ben sen i n yüzünden ekmemden
olamam!
Kaya A l i boyuna yalvarıyor yakarıyor, Mustafa '­
n ı n karşısında el lerini ovalıyor, boynunu büküyor . . .
Lakin Mustafa i nadına bağırıyor. . . Derken aşçı gö­
züktü . Aşçıyı görünce Mustafa, hemen yumuşadı ,
asık yüzü düzeldi, gülümsed i , elleri n i önünde bağla­
d ı . « Vazifesini namusuyl e yapan her uşak gibi n sah­
te bir hürmetle kenara çeki ldi. Aşçı n ı n bir şey sor­
masına meydan kalmadan, hemen atıldı :
- Get derim getmez ağa . Beller bura Peygam·
ber yeri , şifa ocağı . . .
Kaya A l i 'ye dönd ü :
- Burda kazan kaynamıyor, namussuz herif!
Kaya Ali onu di nlemiyord u .
- Aşçı baş ı , aşçı başı b e . N 'olursun be aşçı
baş ı . . . Şu çöp tenekesini . . .
Aş� birden kızd ı . Hap ishane müdürü , katip, dok­
tor, baş gardiyan, gardiyanlar ona kaç sefer tembih
etmişlerdi : " . . . Bu serseri leri n ölmesi hep pislikten.
i nsan çöp tenekasinden mikroplu öteberi yer m i ?

65
Geberdikleri b i r şey değ i l , i laçtı , şuydu buydu bo­
şuna bir sürü masraf o l uyor . ..
Din , iman, Al lah, kitap karışık bir parlayışla
M ustafa 'nın elinden anahtarı kapan aşç ı ,
-.. Gidecen m i , gitmlyecen mi l a n... - diye
kapıya atı l d ı . Aşçının n iyeti ni anlayan Kaya A l i kork­
tu, d irek gibi boyuyle merdivenleri koşarak indi gitti .
Emi n 'e gelince, o, hala iki kat i n l iyor, Kaya A l i '­
den a l ı namayan hıncın kendinden al ı nacağ ı n ı , ner­
deyse böğrüne yahut baldı rına atı lacak tekmeyi so­
luk a lmadan bekliyord u .
Tekmeyi Mustafa attı , h e m de tam böğrüne. O
zaman Emin, hayaları buru lan bir hayvan gibi böğü­
rerek taş merdivene boylu boyunca serildi. Canı
sahiden ac ımıştı ama, bu kadar yaygara da « numa­
ra .. yd ı .
Tekme attığı adam ın buralara varacağını umma­
d ı ğ ı böğürmesinden fena halde ü rken Mustafa, fena
bir şey yaptığ ını, .. Adem babanın .. gürü l tüsüne aşa­
ğıdaki lerin nerdeyse koşacağı n ı , bununsa kendi için
hiç de iyi ol mayacağını hesap etti . O bilir ki,. hükü­
met, adamını bu türl ü süründürür, icabında asar,
hapseder ama, «Ciğeri beş para etmez birine .. bir
hata geti rdin m i , senden hesap da sorar!
Gürültüye başgardiyan geldi. Esmer, kısa boylu,
tıkız bi riydi ki, yüzü ille fakir fukaraya hiç gül mezd i ,
ne olduğunu sordu . Şimdi aşçı , btışı iri bir at kes­
tanesini hatırlatan adam, az ewel kendi önünde e l
ovalayan meydancı M ustafa gibi küçülerek başgardi­
yana durumu anlattı : " .. hiç bir şey olmamış . . . Ser­
serinin numarası . . . Zaten malum, bunlar adem baba
takım ı . . .
"

Aşçı durumu aydı nlatı rken meydancı Mustafa


bembeyaz yüzü, korkudan pörsümüş bakışlarıyla, di­
kiliyor. " . .. Allah vere bir koku çıkmasa da ekmemiz­
den ol masak." diye aklından geçi riyordu. Başgardi­
yan , Peki, yatırın! .. diyecekti ki, helaya gitmek üze­
cc

re odasından çıkan hapishane müdürü revir merdi-

66
venindeki leri gorunce i lgil endi , revir kapısına geldi .
Bu sefer başgardiyan. revir aşçı s ı n ı n az ewel kendi
önünde düştüğü durumu hatırlatarak, zorlama b i r
saygı içinde ıı mesele »yi anlattı . işi zaten önemle
din lemeyen , her gün bunun gibi, hatta bundan da
beter nice vakalarla karş ı l aşmaktan gelen bir kanı k­
sayışla müdür, başgardiyanı n " izahı » ndan hiç bir
şey an lamadı , sadece,
- Pekala peka l a , yatı rı n ! - diye söylenip sa­
vuştu .
Emin'i revire aldı l ar. O, revir safasındaki tahta
sıraya oturmuş, yumrukl arı m i desinde, i ki kat, hafif
hafif inierken m idesi hala sahiden sancı lanıyordu,
hiç deği l se daktorun vizite gününe kadar üç gün,
karyolada yatacağı , karn ı n ı dayuracağı için memnun­
du.
Mustafa 'ya ge l i nce, o da işlerin ıı mayna » o l uşu­
na seviniyordu. Çünkü, mesela, Sen kim oluyor­
sun da tekme atıyorsun eşşoğlu . falan diye u şu pis
. •

adem baba » yüzünden kovulur, gene 72 'ci Koğuşu


boylayabi l i rdi.
Sofayı süpürrnek için süpürgeyi tekrardan a l ı r­
l<en gözleri Emin'e kaydı . Ona yeni baştan kızdı :
Şuraya geldik ya, dolarlar gayri Tam bu sıra
. . . »

mutfaktan çıkan aşçı 'ya sırıttı:


- Day ı , b i l iyon mu, yani hükümat bir şey d lme­
se, anam avradım o l sun han i şu keranacıyı iki yum­
ru kta .
. .

Adeın baba Emin bunları duydu, lakin aldırış b i­


le etmedi.

67
GARSON

Kulaklarına geçmiş kocaman fötr şapkası altın­


da bir deri bir kemi k . . . çay, kahve, nargile, narg i l eye
ateş koşturup duruyord u . Şapkası n ı n açık kül rengi,
k i rden morarmı ştı. F ı rlak elmac ı k kemi kl erini n sivri
sivri parlad ığı ince yüzü hafif b i r sakalla örtü lüydü .
Ufac ı k gözleri yuvaları nda kaybolmuştu adeta. S ı r­
t ı nda ha.ki renkte, omuzları apoletl i bir izci gömleğ i ,
bacağında bol mu bol, kirli m i kirli, yamalı m ı ya­
mal ı gri bir pantolon. Elbisesi içi nde sanki beden
yoktu. Bi r korkul uğu hatırlatıyordu. Ayağı ndaki pos­
tal larsa, herhalde Tahtakale'deki bir eskiciden yok
pahasına düşürmüş olmalıyd ı . Ver yer yamalı., yer
yer patlaktı .
Müşterilere çay, kahve götürüp, boşları geti rir­
ken sal lanıyord u .
E v l i miyd i ? Ç o l u k çocuğu var mıyd ı ? Ç o l u k ço­
cuktan geçtim, anası, babası, kaynanası filan var dı
da, bütün bu boğazları beslemek içi n mi uykusuz­
luktan böylesine haraptı ?

68
Çay ı m ı getird i . Yüzüme bakmadan masanın kirli
merme rine bıraktı . Akl ımdan geçenleri sormamak
için kendimi zor tuttum . Yüzü öyle asık, canı öyle
sı kkı n dı k i , azarianmaktan korkuyordum. « Sana ne?
Sen kendine bak! " d iyeb i l ird i .
i kinci , üçüncü çaylarım ı da h e p aynı bıkkı nlıkla
getird i , aynı bıkk ı n l ı kla boşları götürdü.
Hiç b i r şey sormadan kalktı m . Kalktım ama, ka­
laba l ı k bir ai lenin geçim yükü altında ezi ldiğinl san­
dığım bu adamcağıza, karınca kararınca bir yardı m
yapmaktan da kend i m i a lamad ı m : B i r gümüş lira çı­
karıp uzattım. Aldı. Kahve ocağına g itti , çay parala­
rından arta kalan ufak paraları getirdi , masamın mer­
merlne bırktı . Tam çekiJip giderken:
-Sizde kalsı n ! - dedim.
Küfür yemiş gibi sertçe baktı :
- N i çin?
- Bahşiş.
Kenarları kurumuş ufac ı k gözleriyle yüzüme ka­
ra kara baktı, küçümseyerek, nefretle.
Çekildi g i tti.
Davranışı riıda, olağana aykır ı l ı k görmüyordum .
Tam tersi. Belki de dünyanın pek çok garsonu mem­
nun olurdu davranışı mdan.
Kirden morarmış fötrü, omuzları apoletl l haki
gömleği, geniş pantolonu, yama lı postal l arı . . .
Kuwetli b i r tokat yemiş, karş ı l ı k verememiş gi­
biydim. O ise, hiç b i r şey olmamış gibi, kahve oca­
ğına gitti, çayı aldı, kahvenin ta öbür başındaki müş­
teriye götürdü.
Peki ama, niçin almamıştı? Azımsamış mıyd ı ?
On beşerden ü ç çay karş ı lığı k ı r k beş kuruş bedel ,
e l l i beş kuruş bahşiş azımsanabi l i r miydi?
Kafası usturayla kazınmış iriyarı kahvecl yanı­
ma geldi :
- Paranızı cebinize sokun.
- N için? Ona bahşiş o larak bırakmak Istemiş-
tim.

69
- Almaz. Bahşişi sadakayla bir tutar.
- Peki, evli değil mi? Çoluk çocuğu yok mu?
- Yeryüzünde dik i l i fidanı yok. Ben i m kahve
ocağında yatar kal kar. Otuz senedir bu meslekte .
Evlenmiyor. Çoluk çocuk insanın belini büker, düş­
manına avuç açtı rır diyor . . .
Paramın üstünü alıp cebime koydum. Tokatian­
mış kadar yeniktim.
O ise, kulaklarına geçmiş kirl i fötrü, omuzları
apoletli kirli haki gömleği, kirli pantolonu, yenleri
patlak yamalı postal l ariyle kahve ocağından masala­
ra , masalardan kahve ocağ ına . . .
Kahveden usu lcac ı k çıktım .

70
DEGiŞEN DÜNYA

Daha düne kadar yakın b i r geçmişte, hatırlıyo­


rum , yaş l ı lar hemen her değişiklik, ya da küçükle­
rin, hoşlarına gitmeyen davranış ları karşısında tuhaf
tuhaf bakar:
- Dünya - derlerdi -. Değişiyor dünya!
Otomobi l , sonraları uçak karşısında aynı şeyi
deci ı ler:
- Dünya değişiyor kardeş değişiyor. Yaşıyan
görür. Durun bakal ı m daha ne icatlar çıkacak . .

Ama daha çok da gençl iğin taşkı n l ı ğ ı karşısında


gözlerin i büyük büyük açarak:
- Kıyamet alametleri .. - dedikleri olağandı r -.

Nesil azıyor. Gün gelecek büyük küçük bilinmeye­


cek!
Büyüğün küçüğe değer vermez, ondan mutlak
.saygı bekl erliği değişmez, büyükler h i zaya gelmez­
lerse, küçükler de ne yapsı nlar? B i r saygı , iki saygı.
Gençl i k , del ikan l ı l ık.. i smi üstünde, kanı deli de­
mek.
Geçen sabah U n kapanı 'ndan bir otobüse bin­
dim. Otobüs tıklım tıkl ı m . Saraçhane, Aksaray i l le
de Beyazıt'ta kızlı erkekl i , i ri l i ufakl ı öğrencilerin
saldı rısına bir uğrad ık ki sormayı n . B u saatler öğ­
rencilerin oku l l arına yetişebilmak içi n e l lerini ayak­
larını çabuk tutmak zorunda oldukları saatlerdir.

71
Sıkıştıkça sıkıştık. Sıkıştık ya, öğrenci ler kala­
bal ığının tam da ortası na düşmüşüm. Kuş c ıvı ltıları
gibi, kahkaha, yaşama sevinciyle dolu b i r cıvı ltı n ı n
ortasındaydım. H i ç beklemediğim anda kıpkırmızı
yanakları , vara yoğa attığı kahkahası, • matraklığ ı • y­
l a pek öyle yaşl ıya maşl ıya aldırıp protokola riayet
edeceğini sanmadığım ateş gibi b i r delikanlı otur­
duğu yerden edeple kal ktı :
- Buyurun amca, - diye yeri ni bana verdi.
Bir yer bulup oturmaktan değ i l , del i kan l ı n ı n tar­
zı ndan memnun olmuştum. Demek • vurdum duymaz,
i nce l i kten anlamaz nesi l d iye iftira ediyorlard ı ?
. . . D

Ediyorlardı elbette. Gençl iğe, gençl i ğ i n kan ı del i l i ­


ğ i n e hoşgörüyle bakmak elbette lazı mdı. N itekim
çevremdeki l erin konuşmalarına safi di kkat kesi ldi m :
- Sist lale, lal e kız!
Kırmızı yanaklı , neşel i , boyuna bir şeyler anla-
tan bir orta okul öğrencisi . Habire anlatmada.
- Sana söylüyorum be lale.
U lan amma da matrak be yahu!
Sabrı tükenen delikanlı kızı dürttü :
- Kız baksana!
Kızın canı yanmış olacak, huysuzlaştı :
- Ne var be?
- Üniversite l i sarışın bir hıyar var. O mu Ca-
vidan'ın dalgası?
Kız sertçe döndü :
- Ağzını topla!
- Vaay, baltayı taşa mı vurduk yoksa? - Ar-
kadaşını dirsekiedi -. Çakıyorsun ya Demir?
Kız a l ı al, moru mor :
- Çakıyor, sen de çak ne var? Beni m dalgam,
n 'olacak?
Kahkahalar. Bir kumral öğrenci sordu :
- Kaç numara bu?
Kız da gülüverdi :
- Otuz!
Sol lardan bir başkası :

72
- Yüz otuz mu dedin?
- Aşk olsun Erdal, beklemezdim senden . . .
Gözlüklü, ufacık bir oğlan söze karıştı :
- Yoksa Erdal da . . .
- Evet, evet, evet!
Öteki kızlar çığl ı k hal inde gül üştükten sonra,
i:ihCı gözlü bir esmer :
- Canın sağ olsun değil mi? - dedi.
Yırtık kız :
- Tabii - dedi.
Lal eli durağ ı na gel miştik. Durakta başka kız öğ­
renciler. Otobüsteki arkadaşlarını e l l eriyle selamla­
dılar. Oğlanlardan biri :
- Suna m ıydı o Suna mı? - dedi.
Deminki kız başı nı salladı :
- Evet.
Yuvarlak yüzlü oğlan :
- Bitiyorum kıza - ded i . Söyle de benimle
konuşsu n !
K ı z nedense cidd iye a l d ı bunu
- Sahl mi?
- Sahi tabii.
- Neresini beğeniyarsun o solucanın?
- Baaak!
- Evet vaaak. Neresini?
- Ester Vl lyams'a benziyor be . . .
- Nah sana. Ben d e seni zevk sahibi sanırdı m..
-- Sana boşveriyorum d iye mi?
Kızlar kahkahalarmı bastı lar. Bel l i ki arkadaşları­
nın bozum olmasına sevinmişlerdi. Berikl mosmor
kesildi :
- Kimin kime boşverdiği malum. Öyle değ i l mi
Şen ay?
Belediye durağına yaklaşıyorduk, kalkmam la­
zımdı. Kal ktı m . i neceklerle birlikte ön kapıya ltlldim.
Vaka, paça, kravat, kaşko l , palto birer yanda kendimi
otobüsten dar attım.
Evet dünya değişiyordu, değişecektl e lbette.

73
HAKSIZ

Ortalığın şu geçim sıkıntısı arttıkça, hepimizde­


ki bunaltı , kavgacı, sinirli hal sürüp gidecek. Bakıye­
rum pek çok insan , pantolon ceplerine saku l u elleriy­
le orta l ı kta küfür gibi dolaşıyor. En önemsiz bir söz,
ya da davranışlar, pek çoğumuzu alev almış ispirto
g i bi parlatıveriyor.
Geçende Karaköy 'de, Cağaoğl u 'na giden dol­
muşların beklediği durakta kuyruğa g i rm iştim . Hava
soğuk, hafiften yağ ışlı. M i l l et, otobüs mü olur, dol­
muş mu, kaptı kaçtı mı, hurraaa!
Bizim Cağaloğlu kuyruğu uzadıkça uzuyor. Gel
gelelim dolmuşlar, en çok da böyle havalarda naz l ı
mı naz l ı . Gel mesine gel iyorlar ya, daha çok Slrkeci,
Aksaray durağ ı na yanaşıyorlar. Aksaray seteri galiba
en karlısı. Köprü, Eminönü, Aksaray. U nkapanı 'ndan
yolu taparlar da Bozdoğan kemerinin altından geçti
m i , Saraçhane'den aşağ ı anahtarı çevi r, asfalttan aşa­
ğı benzin yakmadan iniver.
Çağaloğlu öylemi ya? Köprüyü geç, Yenicami

74
arkası nın taşıtları tıkanmışl ığınqa adeta .santim san­
tim, metre metre i lerlemekten sinirlerin berbat ol­
sun , sonunda da e l l i kuruşcuk al. Nerde Aksaray se­
leri nin daha çok parayla az yorgunluğu, nerde Cağal­
oğlu 'nun az parayla çok yorgunluğu !
Tartışmalar durakta başlamıştı . Baga gözlüklü ,
koca göbekli, rölöve şapkal ı b i r adam sıra mıra din•
lerneden gelmiş ortalarda bir yere giri vermişti. Ta­
bii haklı homurtular :
- Beyefend i , sist beyefend i l
u Seyetend i n ara l ı b i l e deği l .
- Heey be eyetndi!
Gene hava.
- U lan beyefend i l
Duymuyor, duysa bile kös dinlemiş herif, ald ı r-
m ıyor, karşıda, yarım soluna düşen denize bakıyordu:
B i r başkası
- Heey ekselans - dedi -. Sana söylüyorlar!
" Heey ekselans sözüne kızmış olacak, sertçe
n

döndü
- Ekselanslara heey denmez, ayıptır!
Ekselansa heey diyen uzun boylu adam da si­
nirl iyd i :
- Sı ra tanımayan ekselansa heey de d e n i r , oha
da!
Kahkahalar arasında .. Ekselans» sıradan çıktı ,
uzun boyl u adamın yanına geldi. Bağırıp çağıracak,
belki de tokat atacaktı ama, beriki uzun boylu , çok da
güçlü gözüküyordu. Başını lahavle çekereesine sal l a­
yıp uzaklaşırken bir başkası :
- Yörrüüüüüü - dedi.
Tam bu sırada ard arda iki dolmuş geldi, yanaş­
t ı . Beşer'den on kişiyi a l ı p götürdü. Gidenler arıısın­
da « Ekselans» da vardı . Koca göbekl i , baga gözlüklü,
beyefendi tavı rl ı . .. Herhalde omlete, kızartmaya, pat­
l ı can daimasına bayı l ı r, yaşamak i çi n değ i l , yemek
için yaşar diye düşündüm. iktidar parti l i lerinden biri­
n i n i l , ocak, bucak başkanı değ i l se bile, yakını oldu-

75
ğundan, her yerde işini herkesten önce gördürüver­
meğe, cennetl i k canını cendereye sokmağa alışma­
mışlardan olmalıydı.
Yen i , gri bir dolmuş. Sıradaki biz beş kişi de
hurraaaa . ..
Radyoda oynak, kıvır kıvır bir halk türküsü.
Köprüyü geçti k. Yeni camiin arkasındaki taşıt
kalabalığına takı ldık usulen. Tam lambanın önünde­
yiz. Yeşi l yanıverdi . Dolmuşumuz tam zamanında
durdu ama, sinirli biri gene de :
- Gözün kör mü be, dursana be!
Sizi te m in ederim, araba ona değ i l .. o arabaya
çarpmıştı.
Şoföre baktım, sesini ç ı k3rmamıştı ama, bel l i ,
sinirlenmişti. Gözü bana i l işince :
- Arabamı sakatlıyacaktı .. - ded i .
Gülüştük.
Kı rmızı yandı. Yani yayaların durması lazım de­
ğ i l mi ? Hayır. Geçen geçene. Bizimki bekl iyor. Bir
kocakarı birden. Geldi geldi arabamıza tosladı. Pür
hiddetl e :
- Ayol çekilsene yoldan! - d iye bağırdı.
Şoför gene gülümsüyor. Arkadan, arkadaki ara­
baların haklı klaksonları. iyi ama, geçme durmuyor
ki. Genci , yaşl ısı , orta yaşlısı.. . Lambanın ne kırmı­
zısına aldı rıyor, ne yeşi l ine.
B izimki artık gaza bastı. Yanından hızla, öfkeyl e
geçen yeşi l bir dolmuşun bitirim, ati l i şoförü bu se­
fer :
- Ne salianıyorsun be, yürüsenet - diye ba-
ğ ı rdı.
Şoförümüz ona da :
-Sen de haklısın arslanımi - dedi.
- Ya sen? - dedim.
Gü ldü.
- Hak değirmende olur abi. Bizimkl dolmuş.
Dolmuşçunun hakkı yok, olmaz. Trafik haklıdır, müş­
teri haklıdır, tamırcı haklıdır • . .

76
Çok, ama çok kuwetli b i r fren. Araba zınk, dur-
d u . içindekiler alabora oldular. Haykı rışlar :
- Ayol noluyorsun?
- Ne biçim fren yapış o?
- içimizi d ış ı m ıza çıkard ı n birader!
- Böyle de fren ol maz ki!

Şayet o freni o keski n l i kte ve tam zamanında


yapmasayd ı , usulsüz, haksız bir geçişe kalkmış yaş­
I ı yı ezecekti . Böyle olduğu halde gene kızmad ı . Arka­
sına döndü, s i n i r l i gülümseyişiyle :
- Siz de hak i ı sın ız - ded i .

77
ÖLÜLER VE DiRiLER

Ş i ş l i cam ı ı n ı n ö l ü l eri yıkad ıkları odalardan b i ri­


n i n kap ısı önünde toplanmış kad ı n ların ağızları n ı bı­
çaklar açm ıyordu. Yıkanan ölülerin sahipleri olduk­
ları rujsuz dudakl arından, eski üst başlarından belli.
Felaket gününde boyan ı l maz, iyi giyi nilmez, gülünüp
söylenmez.
Gözlüklü ufak tefek bir kadı n cami avlusunu boy­
dan boya geçip, geldi, başı önüne eğ i k yaş l ı kadı n­
lardan birine yaklaştı, ku lağına b i r şeyler söyledi . Ku­
lağ ı na bir şeyler söylenen kadın, tahta sıradan kalk­
tı, az i l erimde dikilen uzun boylu, zayıf, sevimiice
bir adama yaklaştı, matbu bir dua kağıdını nereden,
ki mden alabi leceğ i n i sordu.
Adam gülümsedi
- Ne yapacaksın?
- Cenazem vardı da, gogsune koyacağı m .
Uzun boylu, zayıf adama göre, sağl ığında beş
vakit namazını kılmış, orucunu tutmuş, Al lah'ın ha­
ram dediği şeylerden sakınmış bir ölünün, değil dua
kağıdına, Peygambere bile i htiyacı yoktu.

78
Kadı nsa b i r türlü kanm ıyo rdu.
Bir münakaşadı r başlamıştı ki, ölü taşıyan siyah
o tomobil üçüncü sefer cam i i n önüne geld i . Erkekler
koşuştu lar. Cenazeyi yıkama odasına taşıyacaklardı
;ı ma, nedense b i rden bi r çözü lme oldu. Ki mse cena­
;cye e l i n i sürmek istem iyordu. Sebebini sordum.
lceliyle deği l , intihar yoluyle öl müş. Binaenaleyh,
Rabb i l 'alemine asi l i k etmiş. Böyle asi bir ölüye yar­
d ı m etmekle zülcelale karşı .. Günah-ı kebair,. işle ·
y e mezlermi ş . . .
Ö lü arabada , kal m ı ştı .
Araya uzun boyl u , zayıf adam girdi
- Ben sizin gibi düşünmüyorum - dedi -. Siz
y;ın l ı ş düşünüyorsunuz !
- Niye? - dediler -, niçin yan l ı ş düşüne l i m ?
- Yanlış düşünüyorsunuz, çünkü, evet, intihar
0. tmiş bu kad ı n . I yi bir hareket değ i l , am�. niçin et­
rniş? Canına kıyması na sebep neymiş? Bunu niye dü­
�,;iinmüyorsunuz?
Kısa boyl u , ka l ı n ense l i biri
- Niye ederse etsin - dedi -. Bana ne?
- Sana ne ha? Karnı n tok, sı rtın pek galiba . . .
- Olabi l i r .
- Yardı m etmiyecek m i s i n i z ş i m d i bu kad ınca-
i ı rza?
Kimseden ses çı kmad ı .
Uzun boy l u , zayıf adam kıpkırmızı kesi lerek :
- M üslümanl ı k bu deği l - dedi -. Hayır. Bu
değ i l müslüman l ı k !
Arabaya tek başına yaklaştı, cenazeyi omuzlayıp,
y ı kanacağı odaya götürüp bıraktı .
B i r münakaşanın baş i ayacağı nı sanmıştı m . Öyle
olmad ı . Gassal, yani ö l ü yı kayıcı olduğunu sonradan
ıiğrendiğim uzun boylu zayıf adam, unuttu öteki leri.
Başladı tatlı tatl ı anlatmaya : Birinci büyük Harpte
Çarl ı k Rusyas ı nda esir kal mış. Dokuz arkadaşıyle b i r­
l i kte kurşuna dizi lmişler. O da ötekiler gibi oracığa
yıÇj ı l ı vermiş. B i r zaman sonra kendine gelmiş. Hay-

79
ret! Tek kurşun i sabet etmemiş meğer. Ö lülerin ara­
sından sıyrı l ı p çı kmış. Koca Rusyada dokuz yıl , ta­
mam dokuz yı l , aç biilaç dolaştıktan sonra memleke­
te gel ebilmiş. Mem lekette herkes öldü biliyormuş.
Sağ olduğunu resmi makamlara kabul ettirene kadar
akla karayı seçmi ş .
Usta bir h i kayeciye, yahut romancıya benziyordu.
Derken saçları permanatl ı , kısa boylu, kalın bir
kad ı n , bir karış iskarpi nleri, rujlu dudakları, küpele­
ri, yüzükleri ve teessürden çok çal ı mla, numaradan
çatı lmış kaşlarıyle çı ka geldi. Oradakilere olsun dö­
nüp bakmaya l üzum görmeden, sağa g i tti, sola g i tti .
Çaresiz, sordu :
- Abiarn nerde yıkanıyor?
Ki mse cevap vermed i . Kızmışlard ı çalımına b es­
bel li.
Yal n ı z gassa l , yan ı na gitti. Görüştü, konuştu .
Döndü : i ntihar etmiş, az ewelki cenazenin, kız kar­
deşiymiş!
Kimse üzerinde durmadı.
Az sonra ölü y ı kayıcı kadınlar, beyaz iş gömlek­
l eri , lasti k eld i venleriyle ölü yıkama yerinin kapısın­
da belirip, canazelerin hazır olduğunu söyleyince, b i r
hareket başlad ı . Gassal d a , «Allah rızası i ç i n » yard ım
etmek üzere canazelerin bulunduğu odaya g i rd i .
Birden çaçaron b i r kadın sesi
- Ç ı ı k, çık dışarı terbiyesiz adam! Çırılçıplak
abiam ı n cenazesi yanında ne işi n var? Çık diyorum.
Fazla konuşma, ç ı ı ı k ! ! ! !
- Hanım, hanımefendi . ..
- Hala konuşuyor, hala konuşuyor! Laf istemi-
yorum. Terbiyesiz, utanmaz adam, rezi l , adam. Şimdi
seni pol i se veririm ! ! ! ! !
Uzun boylu gassal, sapsarı yüzüyle çoktari dışarı
çıkmış, dert yanıyordu :
- Cenazeler kefenl.e nmiş, tabuta konmuş . . .
Sonra, n e münasebet efendim? Cenaze başında böy­
le şeyler düşünülür mü?

80
- Hala konuşuyor, hala konuşabil iyor. Terbiye­
siz ada m !
·
G ittikçe artan bir öfkeyle camiyi hop kald ı rıp hop
oturtuyordu. Gözleri yuvalarından fırl amı ştı . E l i aya­
i)ı titriyordu. Araya g i renierin hinımetiyle teskin olup
b i r kenara çeki ldi ama, hala yan yan , ters ters bakı­
yor, tükürür gibi, bir şeyler söylüyordu.
Cenaze sahipl eri cenaze l erini aldılar. S ı ra ona
(Je l mişti . H iç kimse e l sürmek istemed i gene. Az ev­
vel bangır bang ı r bağ ı rıp, kıyametleri koparan kadı n
yel kenleri i ndirmiş, etrafa suçlu suçlu bakı yord u .
Kendisine yard ı m edecek b i r i n i aradığı bell iyd i . Bak­
tı ki ortalarda, demin bağırıp çağ ı rd ı ğ ı adamdan baş­
ka, kimseler yok, h ı rsından kıpkırmızı kesi l d i .
B i r ara :
- Allah kahretsi n - diye söyl end i -. Ben şim­
d i n e yapacağ ı m ?
Sonra , kend i n i tahta s ı raya b ı raktı , başladı ağ la­
maya.
O zaman, işte tam o zaman , uzun boylu gassal
rıülümseyerek yaklaştı , izin verirse cenazeyi kendi­
sinin kaldı rmak istediğini söyled i . Kad ı n ı n başı ümit­
le kalktı . Karşısında az ewel payladığı adamı görün­
c e , sapsarı kesi ldi . Başı önüne düştü.
Gassal 'sa , ölü yıkama odasına dal m ı ş , çaçaron
kad ı n ı n cenazesini omuzlamış, cam i kapısı ndaki ö l ü
otomobiline koşturuyordu.

81
KART KEDi

Gece şar ı l şa r ı l yağan yağmurdan sonra, sabah­


l ey i n hava açmışt ı . Pembe pembe parke taş ları da
tertemiz. Böyle sabahlara bay ı l ırım. Dünya g ı c ı r g ı c ı r
y ı kanmışçası na tertemizd i r. Her şey b i l l u rdan gibi !
Semt kahvesi . Kahveni n cigara dumanı , küfür­
lerle ki rlenmemiş havası , taze çay. H e r şey, i nsan ı
şa i r yapacak kadar temiz, zevk l i , hoş. ( Bütün bunlar
i nsanı şair yapmağa yeter m i b i l mem ama, neyse ) .
Yeni s i l inmiş cam ı n önünde tek başına oturmu ş ,
yakın fabrika y a da i ş yerlerine koşuşan kad ı n l ı er­
kekli çocuklu kalaba l ı ğ ı seyred iyordum. Derken, şa­
kac ı , gürültücü, sulu b i r kalaba l ı k geldi cam ı n öbü r
başı ndaki masaya otu rdu. Boyuna konuşuyor, i nc i r
çekirdeğ i n i doldurmaz şeylere katı la katı la gül üyor­
lar. B i ri hariç, öteki l er çok genç. Genç oldukları hal­
de yaşl ı arkadaşları kadar hızlı değ i l l er. B i r ara yaş l ı
adam
- Aaaah ah - ded i -. Şunları görmüyor mu­
yum, yüreğ i m i n yağ ı eriyor!
Hasretini çektiğ i küçük işçi kızlar.

82
Sarı saç l ı arkadaşı
- Sübyanc ı seni i i ! - ded i .
Esrneri ekledi :
- Kart ked i !
Kahkahaları top g i b i patl ad ı .
- El bette kart ked iyinı , gozum f ı n d ı k fare l erin-
dc. Ayıp nı ı ? Garson oğlum çayları . . . Bana b i r de
rımg i l e yap!
Fabrika borusu ötüp, gecikmiş işçi ler iş baş ı na
koşarak geçip gitti kten sonra sokak tenlı alaştı . Ar­
t ı k bakacak kad ı n , kız kalmamıştı pek. Çaylarıyle
ııarg i l e l erine döndü ler.
Mavi gözlüleri Kart ked i " ye

- E ekmekçi anlat baka l ı m


Nargilesini tokurdattıktan sonra
- Ne a n l atay ı m ?
- F ı rında sürdüğün kra l l ı ğ ı b e !
Gözleri malınıurlaştı b i r an Kart Kedi ' n i n . Son-
ra

- B ı rak - dedi -. Dertlerimi depreştirme . . .


Vardı b i r e l l i l i k. Saçları nın yarıdan çoğu ağar­
ın ıştı ama, dökü lmemişti . Ü stü başı düzgün. Sırtı nda
iyi bir terzi el inden ç ı ktığı bel l i , gri bir palto par­
desü.
- Benden size baba nasi hatı oğlum - dedi -.
Evl enecek misiniz? i stanbu l 'dan değ i l !
N iye?
- Hemen hemen e l değmemişi yoktur da on­
dan!
i çleri nden b i ri bayağı a l ı nd ı . K i m b i l i r, b e l k i de
�ı e l i n l i k kız kardeşi vard ı
- Senin g i b i ı rz düşmanları i stanbul 'da yaşarsa
tabii - ded i .
Kart Ked i kaba kaba güldü
- Canım sağ olsun!
- Öyle ya, sana göre ne var? Dünya yansa i ç i n-
de hasırın yok !
E oğlum, zampara l ı ğ ı n şartı bu. Duvarına ç ivi

83
çaktı rtmıyacaksı n . Ben niye evlenmedim bunca y ı l ?
Evlensem sizin kadar çocuklarım olurdu şimdiye ka­
dar. Neme laz ı m ? Evim i s i l i p süpüreni m , çamaş ı rı m ı
y ı kayanım var. H e m d e o biçim. Gel kızını y ı ka ş u
çanıaşırl a r ı , süpür, s i l , al mang ı r ı n ı . Ö şürünıüzü aldı­
ğ ı m ız da cabası . . .
B i r başkası
- Fırın - dedi -. F ı r ı n . F ı r ı n ı anlatsana !
Gü ldü
- Garson, çayları tazel e !
Garson geld i , boş bardakları aldı , narg i lenin d e
ateş ini tazel e d i kten sonra , Kart Kedi başladı
Bir tari hlerde i stanbu l 'un kalabal ı k , fakir semtle­
ri nden bi rinde fırın işletiyornıuş.
- Kraldım fı rı nda be kra l ! Dü kkan ben i m , amir
de, memur da ben . Kıyak b i r odanı vardı dü kkan ı n
a rkas ı nda. Karyola nıaryola . . . Rakı , şarap, meze fi­
l a n , ooh . Sabah sabah geçerim tezgaha. Uykudan ye­
n i kalkmış yavru lar k i , onüç, on dördÜ'Ilde. Göğüsle­
ri manda l i na, mandal i na . Ekmek alacaklar, börek
tepsisi getirnıişler. Ona döneri nı , kız O.u ne surat?
Koynunıda yatmad ı n ya! Ötekine döner i m , ne bu gö­
ğüsler? Şu antarinin b i raz genişini giysen de insan ı
sabah sabah günaha sokmasan o l ı:naz m ı ? Başlarlar
tıkır tıkır.
- Sonra ?
- Sonrası nıa l ü nı . Sonrasını onlar ayarıa·rıar
ama. birbirleri nden habersiz!
- Hepsi de sağlanıcı m ı ?
- Yok can ı m . . .
- Ya ?
- O biçim i şte . Sağ larncılar d a yok değ i ld i .
Vard ı . Teyze yanında, dayı yanı nda sığ ı ntı . S i nemaya
gidecek, ne bileyim üst baş alacak . . . mang ırı yok.
Ü çün beşin yolunu bulurlar. Akşam dudaklar boyan­
mış, haydi semt sinemas ı n a !
Kal ı n b i r ses
- Al lah ! - ded i .

84
Hep bak t ı k Saçı başı ak pak o l muş, yaşlı b i r
adam.
Kart Ked i güldü :
.
- Ne o baba l ı k ? Genç l i ğ i n i mi hatırlad ı n ?
" Baba l ı k " bastonuna dayanarak kalktı :
- Allah islah ets i n - ded i .
- Boşver b e !
- Kı rkından sonra azanı teneşir pak l a r . . .
Ardı nda matrak kahkahalar, kahveden a ğ ı r ağır
ç ı ktı .

85
CillZ

Uipa lapa karl arın savru lduğu günlerden b i r i .


Beyoğl u 'nday ı m . K a r savru l uyor k i göz gözü görme­
mecesine. Taş ıtlar tek tük. Haksız da değ i l ler ama,
biz? Biz taşıtsızlar? Ad ı m larını açıp h ızlanamazs ı n .
S ı kıysa hızlan. Ayağı n h e r a n kayar, yuvarlanab i l irsin.
Derken ense kökü mde kal ı n b i r ses
- M erhaba yah u !
H a n i « merhaba » n ı n d a , « nası lsı n , di ye sorman ı n
da b i r s ı rası vard ı r. B u havada ne « merhaba " , ne de
« nası lsın » .
Çaresiz durdum O !
Y ı l larca öncenin sıcak b i r güney i l i Ortaokulun­
da tanış ı l mış, kara, kuru , uzu n , ürkek bak ı ş l ı bir ar­
kadaş. Futbol oyu n larımıza g i rmez, kazara g i rse bi­
l e topa vuramaz, koşmağa kal ksa ayakla rı dolaşıp yu­
varlanı r . . .
- N e o? Bakıyorum merhabama hasbi geçiyor­
sun ?
Aslında hasbi falan geçtiğ i m yok. Hava rezalet.

86
lJste l i k şaşırtmıştı da ben i . Nas ı l şaş ı rm ıyayı m k i , o
muydu bu? Yani kara, kuru, upuzun, beceriksiz m i
lıeceriksiz gölge m i ? i mkanı yok. B u i riyarı adam o
ı : ı l ız gölge olamaz. Boy aynı boysa da, kal ı p , kıya­
lot . . . Sırtı nda öyle esaslı b i r lacivert palto vardı k i ,
i nsan kazara içine g i rse, ş u lapa lapa karl ı havada
l ıani buram buram terler mi terlerı
- Yoksa tanıyamadı n m ı ?
- Ayıp ettin c ı l ızcığ ı m , tanıyamaz o l u r muyum?
Hani annen el çamaşı rlarına, tahtasına g i derdi de
sen, g ittiğiniz evi n m utfağı ndan taze ekmekle beyaz
peyn i r uçlan ırd ı n ?
Kal ı n altın yüzü kler bulunan etl i . kocaman e l i
l ıavaya kalktı
- O kesi k !
Şaştı m
- Niye?
-- Eski çarnlar bardak oldu !
Koluma g i rd i
- G e ç şimdi b i r yaprak bu nları . S e n i arkadaşla­
rıma götüreyi m d e gör bak ı:ıdam l ı k nasıl ol urmuş
l.ıel le . . .
i sti klal caddesi üzerindeki içki l i lokantalardan
birine g i rd i k . Vakit henüz ikindi b i l e değ i l . Lokanta­
da kimseler yok. Yalnız, d i p masalardan biri nde kar­
ş ı l ı k l ı oturmuş i ki kişi , d i kkatle bakı l ı nca göze çar­
pıyor. i kisi de bizimkinin tomruğundan biçi lmiş. Ö n­
leri nde yarım kiloluk bir Kulüp rakıs ı , balıktan ya­
lancı dolmaya, ıstakozdan füme d i l e kadar mezelerin
çeşi d i . Çeşidi ama, on lar rakı larını gene de kaba leb­
lebiyle içiyorlar.
Akları pembeleşm iş gözleriyle bize kan lı kan l ı
baktı ktan sonra , lacivert atlastan kravatının üstüne
yağl ı boyayla kırmızı pençel i bir sarı kartal resmed i l­
m i ş olanı, bizimkine sordu
- Ehli keyfin keyfini kim tazeler?
Bizim cılız beni gösterdi :
- Arkadaş hem hemşeridir, hem de feylesof!

87
H e rkesçe b i l i nen tekerlerneyi çaresiz yapışt ı r­
dım :
- Taze elden, taze pişmiş, taze kahve tazeler!
Oktavı çok yüksek , gümrah kahkahalar. Ardı ndan
da :
- Buyur kardaş, sen de bizdenm i şs i n . . .

Gösterilen yere geçip oturdum. H a l , hatır, hoş


beşten sonra bi z imk i beni m k i m l i ğ i m i kısaca belirt­
t i . S onra da
- Babası çok değer l i adamdı ya - dedi -, bu­
na ku lağasma . . .
Bakışlarım, e l i mde o l maya rak ona m ı kaymıştı ?
,

- Ya lan m ı ? - dedi -. Değerli ve de büyük


adam değ i l miyd i ? - Arkadaşlarına döndü - : Bu­
nun babası bir oturuşta yarım kuzu , üstüne de yarım
k i lo bakiava yerdi şerefsizi m !
Beni e l i n i n tersiyle itti :
- Babas ı n ı n tırnağı b i l e o lamaz!
- Bel k i hak l ı s ı n ama - ded i m -, babamın b i r
oturuşta yarım kuzu , üstüne de yarım kilo baki ava
yed i ğ i n i h i ç görmed i m !
Bana acıyarak baktıktan sonra g i ne arkadaşla­
rına :
- Çocuk bu çocuk . . . - B i raz sinirli bana dön­
dü - Feyl esofl u k karın doyurmaz oğlum. Senin ka­
lemle on yı lda kazanamıyacağ ı n ı e l i n oğlu b i r saat­
ta . . . Öyle deği l mi ama?
Arkadaşları
- Öy ie - dedi ler.
Bizim dünkü kara, kuru , u puzun c ı l ız'a göre, oku­
yup yazman ı n da, herşey i n de başı para kazanmakt ı .
Katan çalış ıyorsa okumaya falan h i ç lüzum yoktu. N e
dem işti yazının gavuru : « i şlet kafanı , d a l d u r kasa­
n ı ! Ü styanı fasafisoydu. Memleketinde öyle zen g i n­

ler vardı ki, el ifi görse. mertek sanı rlardı ama, değ i l
beni m g i bi açl ı ktan netesi kokan feylesoflar, çeş i t
çeŞit doktorlar, mühendisler, eczacılar, avukatlar,
m i marlar etrafiarı nda f ı r ı l d ak g} b i dönüyorlardı. Oku-

88
mak mokumak, Avrupaya mavrupaya gitmek filan
fostu fos!
Bu arada garson çağrı lmış, masa üzerinde pek
az eldeğmiş mezelerle yarısı olduğu gibi duran ya­
r ı m kiloluk Kulüp falan kaldırtılmış, masa yeniden
donatılm ı ştı . Yeni l iyor, içil iyor, .. ı ç bade güzel sev .. l i
ş i i rler söyleniyor, · Pilan l ı , p i lavlı poli itka » yapı l ıyor,
çok eski günlerin banka kredi lerine hasretle iç çe­
ki l iyordu.
- U lan ne günlerdi be o günleri
- Banka müdürleri i nsanı kapıdan karşı larlard ı . .
- Aaaaah ah!
- Ah çekmekten ciğer kebap oldu . . .
- Gece yarısı ndan sonra aklımız hükmetti mi
çek oğlum şoför, artık Ankara m ı olur, i stanbul mu,
i zm i r m i ?

Gecenin saat dokuzuna doğruydu, masadan kal-


kı lacaktı . Dolgun kara bıyıklı seslendi :
- Garsooon !
B izimki yıkılarak ayağa fırladı :
- Ne o? Hesap m ı isteyecen yoksa?
Kravatı kırmızı pençel i kartal resimli adam , cüz-
danına sarı ımıştı birden
.....,... Benim masamda hiç kimse hesap veremez !
Bizim c ı l ız ' ı n tepesi atmıştı
- Yok canı ı ı ı m ?
Kara dolgun bıyıklı :
- Sen kimsin ki seni n masanda hiç k imse he­
sap vermesin?
- Yaa. . . demek beni m kim olduğumu bilmiyor-
sun hala?
- Kaç para l ı k adamsın sen lan?
- Sen kaç para l ı k adamsı n ?
- Lan benim babam . . .
- Ben senin .babanı n o izzetli avradırıı . . .

89
Masaya b i r tekme, şişeler, tabaklar betonda şan­
g ı rrr . . . küfü rler içki li lokanta n ı n alkol kokul u , cıgara
dumanı yüklü havasında şi mşek g i b i çakıyor, birbir­
lerinin cemazi -yel- evvel .. i n i sayıp döküyorlard ı . Bi­

r i , düne kadar köyün yıkık duvarları d i b i nde bit kırıp


gezerd i . Ö tek i , öteki ya? Al lahın günü onun bunun
masası na s ı ğ ı n ı p karn ı n ı doyurmaz, içki artı ğıyle ka­
fayı bul maz mıyd ı ?
B izim cıl ız'a g e l i nce . . .
Lokantadan usullacık çıktı m .

90
K Ö R

Sol gözü oyulup çı karı l m ı şa benziyordu. Ufak te­


fek, muşmula gibi kuru. Yan ıbaş ı nıdaki çayını yudum­
tarken, kendi gibi üst başları harç bulaşığı içinde ar­
kadaşlarıyle konuşuyor, şakalaşıyor, gözgöze geldik
mi de beni tanıyormuş g i b i gülümsüyordu. Arkadaş­
ları da onun g i b i dost bak ı ş l ı ydı lar. Masaları na davet
etti ler beni . G i tt i m , yaren l i klerine katı l d ı m .
S o l gözü oyu lup çıkarı l m ışa benzeyen ufak tefek
adamın on dört çocuk babası olduğunu öğrend iğim
zaman şaşalad ı m . i ki çocukla değme babayiğ i ti n bo­
caladığı b i r devi rde on dört çocuk!
Acaba günde ne kazanıyordu?
Sordum, güldü :
- Y ı l l ı k kazane ı m ı gün hesabına vursam hergün
beş, altı l i ra ya düşer ya da düşmez.
- Ev k i ras ı ?
- O d a bunun içinde. Ayda otuz l i ra veriyorum .
-- Kaç oda?
Bir buçu k.

91
- On dört çocuk, iki de Köroğ l u 'yla Ayvaz. On
a ltı kişi bu bir buçuk odada mı oturuyorsunuz?
- Yavru ların dördünü yuvadan uçurduk.
Ak saka l l ı arkadaşı
- Uçurdu ya , on beşinci çocuk yolda - ded i .
Akl ı nı duracaktı
- Hala mı?
- Ne yapay ı m ?
- Korunab i l i rs i n .
B a ş ı n ı iki yana sal ladı
- Cenabı A l l ah ı n binasını yıkamam !
- Peki, böylesine kalaba l ı k b i r a i l e reisi ol mak-
tan bıktığ ı n , başını a l ı p g idesin ol muyor m u ?
- Ben aklı başı nda bir adar:n ı m .
- Hayatından memnunsun öyleyse?
- Bak hele bak !
- Daha kazanç l ı b i r iş düşünüyor musun?
- Delinmedik kabağa girmediğim kaldı. Sıva-
c ı l ı ktan b i r i k i yüz l i ra top l u b i r para geçtiydi e l i m e .
Kış bast ı rd ı geçen yı l , işler durdu. H a d i ded i m , ş u
b i rkaç yüzle i y i kötü b i r ticaret yapayım. Vurdum işi
sebzeci liğe. Lakin hemen anlad ı m ki ticaret bana gö­
re değ i l .
- N için?
- Niçin olacak? Kazanmak için müşteriye kazık
atmak, mal ı satın a l ı rken mad i k oynamak laz ı m . Böy­
le şeylerse e l imden oldu bitti gelmez. Girdik içeri .
Lakin ne g i ri ş ! - i çini dertli dert l i çekti, garsona -:
Arkadaşlara çay yap benden - ded i . Devam etti - :
yer demir, gök bakır. Kar dersen diz boyu. Soba­
mız oldu bitti yok. Kömürü kömürcüden kiloyla a l ı­
rız. Sermayeyi kediye yüklüyeli onu da alamaz ol­
duk. Vay anam vay! Açl ı k bir yandan. Çocuklar sız­
lanır, karı öteye döner ağlar. Babaysan bilirsin, daya­
nabi l i rsen dayan. Fırladım sokağa. Yağmur bardaktan
boşanıyor. i ç i m kararmış gökyüzü g i b i . H ı rsızlık ede­
mem, para için adam boğazl ıyamam, eğri bakmam
i nsanoğluna. Derken sokağın n ihayetinde bir madam.

92
Ermeni madamı. O yağmurda kadıncağ ız beni arama­
ya çıkmış. U sta ded i , filan yerde tanıdı kların b i r s ıva
i ş i var, hemen git. Adresi a l ı p b i r koşarı m . . . Allah ra­
zı olsun. i nsanın i nsanı i nsand ı r . i nsanın gavuru, müs­
lümanı olmuyor. N eyse , pazartığı kestik, ertesi gün
başl ıyacağ ı m . Evl erinin i ç i sıvanıp boyanacak. Bura­
sı laz ı m deği l , çıkard ı bütün b i r e l l i l i ra l ı k avans ver­
d i . H ey babam hey! Avucumda e l i i l i kle evden top
g ü l l esi gibi fı rlayışını var Yağmurmuş, karm ı ş , so­
ğ ukmuş . . . Doğru semt, semt bakkal ı, kasabı mana­
vı . Ver, ver, ver. Koynum , koltuğum dopdo l u , nas ı l
g i r i yonını evden·· i çeri , kumandan gibi !
Sağlanı gözünde sanki yeş i l b i r alev parlamaya
başlad ı .
Çaylarımız gelmişti . Sordum
- Pek i , ne olacak bu zor yaşamın sonu} Ku­
lun d an, yahut Al lahından i stediğin bir şey yok m u ?
Şahlandı
- Benim m i ? Ol maz olur mu? Hiç bir zaman
atı lmayacağını b i r işin baş ı nda terl i yerek, kana kana
çalışmak, bol bol kazanmak istiyorum !
Arkadaşlarından b i ri söze karıştı
- Köpeğ i n gönlü pek yükseklerdedir h a !
G ü ldü
- Elbette yüksekl erde olacak. Apartmanda ya­
şamak i stiyorum apartmanda! B i r yanda buz dolabı m
olmal ı , sekiz lamba l ı , televizyonl u radyom. b i r yan­
dan da çamaş ı r maki nem! - Gözleri da ldı . Çay ları­
mızı yudı,r mlad ı k .
B i rden ekledi Değil böyle çay, e ş e dosta,
gelene geçene rak ı , şarap değ i l , şampanya patlat­
malıyım şampanya ! - Sigara paketini uzattı
Duman ed i n bakal ı m kahbe dünyay ı !

93
ON BEŞ KURUŞ

Y ı l larca önce, Çu ku rova 'daki i ş i m e l i mden a l ı n­


m ı ş , adeta i stanbu la iti l m i ştim. Buna baba m ı n ö l ü m ü
de rasl ay ı nca, annem , babamdan kalanları kardeşler
arasında pay etm işti .
Payıma düşenle karı m ı , üç çocuğumu istanbu l a
getiri rken, trenin üçüncü mevki kompartmanında ka­
ra kara düşünmeye baş lamıştı m . Payıma düşen pek
bir şey deği l d i . N e d ükkan açı lab i l i r, ne ayak ticareti
yap ı l ab i l i rd i . Üste l i k ben böyle i ş l e r i n de hiç mi h i ç
elı l i deği l d i m . Y ı l l ar y ı l ı futbol oyna m ı ş , fabrikalar­
da i şç i l i k dahi l , muhasebe memurlukları yapm ı ş , bu­
na da al ı ş m ıştı m . H erhangi b i r iş yerinde azı c ı k b i r
maaşla da olsa ça l ı ş maktan başkasını yapabi l eceği m e
i nanam ı yordum . Arada gözümün kaydığı karım d a ,
a k l ı nıdan geçen leri b i l iyormuşçası na bakıyor, sonra
da faydası varm ı ş gibi " Düşünme, A l l a h büyük! ..
d iyord u .
Dört y ü z l i rayla Haydarpaşa garına ayak bastı k .
Y ı l l ar öncesi tan ı ştığım mert m i mert b i r arkadaşın

94
Kas ı mpaşa 'daki evı n ı n yol u n u tuttu k . Arkadaş o s ı ra
evde yoktu ama, annesi, karı s ı , kız kardeş leri , hatta
e rkek kardeşi bizi sevinçle karşı ladılar. Geleceğ i m i ­
z i önceden yazdı ğ ı m i ç i n , bizim o d a ayrı l ın ı ştı b i l e .
O gece, ondan sonraki geceler keseye el sürd ü r­
med i l er. Ama onlar da az g e l i r l i i nsan l a rd ı . Hemen
hepsi çal ı ş ıyord u . Sonra, " Dağ dağ üstünde olur, ev
ev üstünde olmaz ! " d ı . Ne yapıp yapı p b i r i ş bul­
ına l ıyd ı m . Artık i stanbul kazan ben kepçe, sabah l a r­
dan akşamiara dek sürt Al lah keri m !
Paramız d a hani b i r buçuk ay içinde güneş gör­
müş kar g i b i eriyiverm i şti . Kala kala, dört yüz l i ra­
dan üç onluk ka l m ı ştı . Gece leri uyku tutmuyor, sa­
bahlara dek kara kara düşünüyord u m . Yaşı m henüz
otuzlardaydı ama ne ç ı kardı bundan? Her sabah san­
ki hep b i r l i kte ayaklanıp sokaklara dökül müşe ben­
zeyen kad ı n l ı erkek l i çocuk l u , bay l ı bayanl ı ya da
k ü me küme işçi leriyle istanbul şehri yüz binl erce
ayak l ı , korkunç büyü k l ü kte bir dev g i b i cadde l erden,
sokaklardan akıyor, merd iven ler çı k ıyor, b i rtakım dai­
relere, ya da fabrikalara iri l i ufakl ı işyerlerine g i ri ­
yor, ama bitip tükenmiyor yoru lup usanmıyordu .
Ben de bu kocaman , bu yüzbi n lerce aya k l ı devi n
ayak larından b i riyd i m . Ben de s ı rasına göre m ardi­
vanler çı kıyor, s ı rasına göre alaca kara n l ı k dahiiz­
l e rden geçiyor, s ı rasına göre de b i r kıyıda, el leri boş,
aç karnı m l a d i k i l e kal ıyord u m .
O gün pek buna l m ı ştım.
Bacağımda memleketten geti rd i ğ i m kına renkl i
adi bez dokumasından pantolon, s ı rtımda da aynı
pantolonun kumaş ı ndan göm l e k . Koliarım d i rsekieri­
me kadar sıva l ı ve cebi mde tam ı tam ı na üç tane çey­
rek; yan i on beş kuruş .
Beyoğlu 'na çı kacaktı m . Cepte on beş kuruş. is­
ted i ğ i m bara, pavyona, içki l i lokantaya ne bi leyim her
i stedi ğ i m yere g i reb i l i rd i m . Onbeş kuru ş b u , boru
m u ? Harca harca bitmez !
Kası m paşa'dan d i k b i r yokuşu gençl i ğ i n o p ı r ı l

95
p ı r ı l enerj i s iyle adeta koşarak ç ı ktı m . Beyoğ l u kala­
ba l ı k kaldırım larıyle i sti klal caddesinde akıyordu. Ge­
ne, hep, daima o dev, o yüz b i n l erce ayaklı korkunç
dev. Ama sanki i kiye bölünmüştü de, Tünel 'den Tak­
s i m 'e uzanan sağ kal d ı r ı mdaki Taksi,m 'e, Taksim'den
Tünel 'e uzanan sol kaldı rımdaki de Tünel 'e gidiyord u .
B e n önce Taksim'e g iden i n ayaklarına i k i ayak
daha ekled i m .
Sonra öbür yana geçti m , b u kez de Tüne l 'e doğru
gidenin i ki ayağı oldum. Tramvaylar, otobüsler, tak­
s i , dolmuşlar vızır vızı rd ı . Cadde kaldırımları üzerin­
de içki l i lokantalar, çiçekçi , manifatura, par-tömeri­
lere g i renler, koyunları kucakları paket paket çıkan­
lar.
Bütün bunların dışı ndayd ı m . Gerçi cebi mdeki on
beş kuruşl a her istedi ğ i m i alabi l i rd i m ama, neden­
se canım bir şey al mak i stem i yordu. Böyle şeylere
yabanc ı , böyle şeylerden uzaktım. B i r iş bulamamış­
t ı m k ı rk gündür. B i r i ş , ah bir i şceğiz bulabi lseyd i m .
Maaşı a z , ama akşamları çocuklarıma az da olsa,
arada sı rada da olsa meyve ve çi kolatayl a gidebil sey­
dim!
B i rden kolumdan yakalandı m Döndüm , çok az
tanıdığım b i r hemşer i . Daha çok babamın sağ l ı ğ ı nda
dükkaniarına uğradığımız, babama aşırı saygı gösteren
f i l ozof b i r bakkal ı n oğ l u . O zamanlar çocuk sayı labi­
l i r d i . Göz aşinal ı ğ ı ndan öte tan ı ş m ı ş l ı ğımız yoktu .
Ama o :
- Vay - dedi -, vay hemşerim . . .
Denize düşmüş, y ı l ana sarı lacak haldeyd i m . Ben
de ona sahip ç ı ktım
- Sen ha? Burada ha? Hayrola?
Gözleri n i n akı pembeleşmişti , ağzı içki kokuyor,
konuşurken tekl iyordu : Babası ölmüş. Kardeşler tıp­
kı bizim g i b i . babaları ndan kalanı pay edip b i rbirle­
ri nden ayrı lmışlard ı . Üzerinde s i yah b i r elbise vard ı .
Smoki ne benziyord u . Ayaklarında rugan i s karpinler.
- Ben - d iyordu -, ben var ya bu ben?

96
- Evet?
- Senin bildiğin ben değilim . Babamın ölümün-
den sonra atiadım Paris'e. Orada işletmecilik öğreni­
m i yaptım . Şimdi de memleketima döndüm. Allah yü­
züme baktı, gelişimin haftasında, Boğaziçi'nin bülbül
yatağı cennet bir köşesinde milyonluk bir otel ki­
raladım . . .
O , anlatıyordu. Bense bu milyonluk otelde bana
da herhangi bir iş verebiJip veermeyeceğini düşünü­
yordum . Oysa birden üstüme başıma dikkat ederek
kolumdan çıktı
- Yahu ne bu kıyafet be hemşerim?
Engin yanımı vermemek için güldüm :
- Bakma. Bir filim çevirmekten geliyorum da . .
Ferah lad ı :
- Hele öyle söyle. Yoksa sana yakışır m ı bu
kı l ı k? Şu halde işlerin yol unda? Mangır vaziyetin na­
sı l ?
Uif olsun diye :
- Mangır meselesi önemli değil ama, çok yo­
ruluyorum b i rader. N e isterim bilir misin? Şöyle cid­
di bir müessesade herhangi bir memur olmak, film­
lerde rol almaktan daha iyi.
Heyecanla durdu ,elini omuzuma koydu :
- Ö yleyse, benim milyonluk müessesade sana
bir vazife . . . Ha? Ne dersin ?
Kendimi tutmasam boynuna sarı l ı p , yanaklarını
şapur şupur öperdim .
- Fena olmaz - dedim önemsizlikle -. Bir dü­
şüneyim .. .
Yeniden kol uma girdi, beni dört basamakla çıkı­
lan zarif bir içkili lokantaya soktu . U murumda bile
değildi cebimdeki on beş kuruş. O getirmişti beni
buraya. Yer, içer, ağırdan alarak milyonluk müesse­
sedeki i şimi de ayarlardım. Bu suretle gece yarısı,
belki de gece yarısından sonra eve gittiğim zaman
karıma müjdeyi verirdim

97
- Karıcı ğ ı m müjde. Şahane b i r iş buldum ki
i ş i n kral ı !
O , üflenm i ş kül l ü ateş g i b i parlamağa başlayan
gözleriyle bana bakarken yüklü göğsü inip inip kal­
kard ı . Ard ı n ı geti r i rd i m i ş i m i n
- Boğaziçinde, bü l b ü l yuvası köşelerden birin­
deki m i lyonluk bir iş yerinde bol maaşlı bir memuri­
yet !
O, sevinçten ağlamağa başlar, boynuma sarı l ı r ,
baş ı n ı omuzuma koyarak hıçkı rı r : • Çok şükür• derd i ,
• çok şükür yarabbi . Demek Genab-ı Hak acıdı hali­
mize ? "
V e daha can l ı , baş iardı
«Tabi bizde orada otururuz değ i l m i ? Dudakları·
m ı boyarnama karış mazs ı n e lbette. . . Kendime bej
bir manto yaptırı r ı m , i ç çamaşırı falan. Çocukl ara . . . "
Garson gel m i ş , masam ız donanıyordu.
- Hangi rakıyı tercih edersi n hemşeri m ?
- Hangisi o lursa olsun. Benim Için farke�mez.
- Kulüp getir.
Kocaman bir şişe ku lüp, belki de kuş sütünün de
içinde bulunduğu y ı ğ ı n l a meze . Bun lardan pek çoğu­
nu geri çevird i m . Oysa yen i l mezse bile masam ızda
durmas ı n ı söylüyordu . D inlerned i m onu, büyük kulüp
yeri ne ufağı n ı isted i m . Bu yüzden garsonun bana ara­
da gözleri nefretle kayıyorsa da aldırış etmiyordum.
Yedik, içtik. Beni m i ş üzerinde d u rduk. Karı m ı n
çok hoşlanacağı g i b i , bize de bir lojman ver i l ecekti.
Ben gereki nce filmci l eri davet edecekt i m . Orada
tÜmler çevri lecek, açıktan paralar kazan ı l acaktı . Ba­
na bu iş için ayrıca komisyon verecekt i .
B i rden fenalaştı . Baş ı n ı masa n ı n kıyısı na dayadı
ve omuzları sarsıla sars ı la ağlamağa başl ad ı . Ger­
çekten ğ l ıyord u . Ne ded i m , ne yaptırnsa susturama­
d ı m . Neden sonra baş ı n ı kal d ı rd ı . Akları kıpkırmızı
gözleriyle baktı baktı
- Aş ı ğ ı m - dedi -. Deli g i b i , ç ı l g ı n gibi aşı­
ğım hemşeri m . Hem de istanbul'un çok ü n l ü , çok kül-

98
türlü, çok cant i l men kızlarından birine. Aramızda bir
de kaza oldu, ham i l e şimdi. Beni hacı yolu gözler gibi
gözetler şu an . B i r soluk g id i p alıp geleyim de se­
n i n l e tanıştıray ı m . Gör bak ne kadınlar varmış dün­
ya 'da !
içime kurt düşmedi değ i l ama, hayır, her hal i n­
den kibar, para l ı olduğu an laşı lan bir i nsand ı . Sonra
Boğaziçi 'nde m i lyon l u k iş yerinin sahibi kaçab i l i r
m i yd i ? « Hesabı gör, öyle g i t • desem, beni m bülbül
yuvası ndaki iş suya düşeb i l i rd i .
O, birbirine dolaşan bacaklarıyle çekip g itmişti
bile.
Rakı m ı yudumlad ı m , yeni iş imde neler yapaca­
ğ ı m ı kurmağa devam ettim iyi yed i rmiştim oğlana
k ı l ı ğ ı m ı n fasarya l ı ğ ı n ı . Yem i ş , yutmuştu b i l e . Şimdi
yapı lacak i l k i ş , yarın hemen anlaşmayı i mzalayı p bir
avans çekmekt i . Küçük bir avans değ i l , kaabil oldu·
ğu kadar büyü k . Paraya i htiyac ı m çoktu. Evleri nde
oturduğumuz arkadaş ve a i l es i gerçi her zamanki gi·
bi iyi davranıyorlardı ama, gene de ev lerinden ayrı l­
madan önce arkadaşı , karı s ı n ı , annes i n i , kız kardeş­
lerini falan Tepebaşı bahçesine davet etmeliyd i m .
Sonra güzel bir kostüm şartt ı .
Saatler akıp akıp g idiyor, hemşerim gözükmü­
yordu . Sakın kavgaya tutuşup karakol l u k olmasındı?
Ya da Allah göstermes i n trafik kazasında falan . . .
- Beyefendi hesabı tes l i m edip g i deceğ i m de . . .
Ga rsona sertçe baktım
- Ya n i ?
- Özür d i l er i m , hesap pusu lası n ı ödeseniz d e
zahmet olmazsa . . .
Tabağa b ı raktığı pusulaya baktı m 22.60
Cebi mde on beş kuru ş !
- Ben i buraya d e m i n b i r l i kte oturduğumuz ar­
kadaş geti rd i . Yani onun davetl isiyi m . Şimdi ner­
deyse _ ge l i r , hesabı öder, kaçmıyoruz!
Hesap pusulası tabakta kal d ı , garson çeki ldi . Az

99
sonra üçgen yüz l ü , tıpkı tıpkısına til kiye benzeyen
b i r başkası geldi
- Size h izmet eden arkadaş hesabı bana dev­
retti efendim . . .
- iyi ya.
Böyle de bir zaman geçti , arkadaş, pardon hem­
şeri , gelmed i . T i l ki bakış l ı garsonsa s ı rtını lokanta
sütunlarından birine dayamış, gözlerini de bana d i k­
m lşti . Öyle bir an geldi ki , artık arkadaşı n gelmesi
ihtimali olmadığını ben b i l e kabu l l enmek zorunda
ka ldı m .
Durumu anlatt ı m . Eve g i ttik. Gece yarısından
sonrayd ı . Karım hala beni beklermiş. Sevinçle kapıya
i n d i . En son üç onlukla borcumu öded i m .
- Merak etme. Arkadaşı n başı na b i r iş gelmiş
olabi l i r. 22.60 ın hiç önemi yok. Mesel e cennet yuva­
s ı nda bülbül sesi dinleyerek . . .
Y ı l larca sonra hemşerim i ote l lerden biri r.de gar-
son buldum :
- Vay - ded i -, sen ha?
Kötü geçm işten söz açmanın ne önemi vardı
- Ben ya hemşerim - dedim -. Nası lsın?
- Sorma - dedi -. O kar ı , o şahane karı beni
yek ekmeğe muhtaç etti ama yakında yepyeni b i r
i ş i n başına geçeceği m . M i lyonluk! Ben i m l e çal ı ş ı r
mısın?
- Mersi - deyip yürüdüm .

100
FARE ZEHiRi

Doktor ne zaman o eczanenin önünden geçse,


el inde olmayarak içi burkulur!
Çok değ i l , daha iki y ı l öncesine kadar bir kız
çal ışırdı bu eczanede. Sarı , kıvır kıvı r saçları omuz­
ları na i nen, i ri ela göz l ü , cıvıl cıvıl bir kız. Çok m u
güzeldi? Yoksa güzelden d e başka b i r şey m i yd i ?
H e r halde başka bir şeyler vardı b u kızda. Doktor
da dah i l , baktığ ı herkesin ama herkesin Içi nde bir
yerlere dokunur, i nsana onu ele geçirmek, sarmak ,
okşamak, öpmek, tekrar tekrar öpmek hissi verird i .
Öpmek ama, kötül üğüne değ i l ! Okşamak ama, i ncit­
meden, kırmadan!
Eczanenin kasasında bulunurdu çokluk. Gal i ba
hiç ki mse, hatta dünyanın hiç bir kasiyeri ondan da­
ha tatlı, ondan daha çabucak, ondan daha şirin ola­
mazdı . Böyle gelird i doktora. Yalnız doktora değ i l ,
başkalarına d a , herkese. Tabii onun kasi yerl i k ettiği
eczanaden a l ı ş veriş edenlere demek istiyorum .
Ama doktora bambaşka tes i r eder.d l kızın hall
- Buyurun doktor bey!

101
- Eczacı beyi mi arad ınız? Şimdi gelir.
- Canım doktor bey hep eczacı bey için gel i n-
mez ya!

Kasadan fırlar, b i r iskemle uydurur, iskem leyi


tam da zarif bacaklarının en iyi gözükeceği yere yer­
leştirir, doktora i kram eder. i r i ela gözleriyle başlar­
dı gene cıvıl cıvıl ötmeğe
- Çay doktor bey?
- Kahve?
- Canım her zaman böyle nazlanırsı nız. için iş-
te b i r şeyler . . .
- Gazoz?
- Peki Koka ko la için o halde ! !
Bunları öyle b i r safl ı k , öyle b i r içten, öyle b i r
taa yürekten, çocuksu söylerdi ki, doktor katı l a ka­
tıla gü lerd i . Yalnız kom i k değ i l d i , kom i k o l m aktan
çok başka. Tatl ı m ı ? Ş i ri n m i ? Cici m i ? Belki hepsi ,
belki d e hepsi nden başka !
B i r eczanenin kasiyerliğini yaptığına göre, ihti­
yaçta ol ması gerekiyordu. Vanında çal ıştığı eczacı
« Bi l m iyoru m • dem işti . « An l ayamad ı m . Bana o taraf­
tan hiç söz açmadı . B i r günden b i r güne hafta l ı ğ ı m ı
da artı r demed i . B e n kend i l i ğ i mden artı rdı m . Artan
hafta l ı ğ ı n ı aldığı gün bakmadan cebine atmıştı . Pa­
zartesi günü geldi, fazla para verdiği mi söyl ed i .
Haftafığının arttığını söyledi m . Kulak memelerine ka­
dar kızard ı , o kadar ! " Gene eczane s ahibinin anlat­
tığına göre, sokakta, yan i altbaştaki büyük kahvenin
yanındaki sokakta bulunan l aboratuvara gidip reçe­
teler verip, yapı lmış i laçları geti rirken, ardına
takı lan takı lana olurmuş. Gençler, orta yaş l ı lar,
hatta yaşlılar. Kim laf atar, kim konuşmak isterse
durur, konuşurmuş konuşmasına, randevu i steseler
verirmiş ama o kadar.
- G ittiğ i n i hiç sanmam . Hele kendini sevdirip
okşattığını hiç. Bambaşka bir kız!

102
Doktor en çok yerleştirdiği iskemieye oturduk­
tan sonra, kasası n a geçen kızın zarif bacaklarına
hayra n l ı kl a baktığı anları unutamıyordu. Bacaktı i ş­
te bacak. Yer yüzündeki m i l yonlarca güzel bacak­
tan b i r i . Sadece · Güzel bacak• olsa, eh işte der ge­
çerd i . Değ i l . Sadece güzel bacak olmaktan başka
bacaklar!
B i r güzel delikanlı gelmişti bir gün eczaneye.
l<asaya sokulmuş b i r şeyler fısıldamıştı kıza. Kız ba­
ğ ı rıp çağırmadan, hatta kaşl arını çatıp "Terbiyesi z ,
f i l a n demeden, b i r parça a l ayl ı şöyle konuşmuştu
- Efendi m ? Beni çok m u beğeniyorsunuz?
Del i ka n l ı kıpkırmızı kes i l erek doktora bakmı ş
b i r a n , sonra :
- Sus -demişti-. Bağı rma !
- Bağı rmıyorum Doktor bey yabancı değ i l !
- U l an n e matrak kızsın be !
- Teşekkür ederim ..
Çocuğun şaşkı n , kıpkı rmızı gidişine de tatl ı b i r
kahkaha atm ı ş , sonra durumu doktora açı klamıştı .
- Labaratuvara gidip gelirken yolumu bekliyor,
önüme ç ı kıyor. Randevu veriyor bana , s inemaya gi­
d e l i m d iyor. Benim böyle şeylere vaktim var m ı ?
Doktor merakla sormuştu :
- Niçin yok?
- Çünkü , sabahleyin erkenden buraya geliyo-
rum . Öğleye kadar burası. Öğleyin okuldaki kız kar­
deşim gelir, yemek yeriz, gider. Burada mesai baş­
lar. Akşam ı n beşine, altısına kadar. O s ı ra kardeşim
okuldan gelmiş olur. Onu eczanede bırakıp beyefen­
d i lerin gönül lerini avutamam ya!
O gün eczanede gene hemen hemen ki mseler
yoktu. Doktor neşe l enmişti .
- Nerede oturuyorsunuz?
- Taşl ıtarla'dal
- Baban var m�?
- Var.
- Annen?

103
- Var.
- Onlar çalışmıyorlar mı? Sen neden çalışı-
yorsun?
- Babam felç l i , anem verem. Kardeşleri m i n en
küçüğü iki yaşında. Dört, altı , sekiz, on yaşlarında
beş küçük kardeşimden başka orta okula g iden be­
n i m üç yaş küçüğüm. Yani beni m l e yedi kardeşiz.
Evim i z kira doktor bey!
Bütün bunları b i r ç ı rpıda an latm ış, sonra da deh­
şetli pişman, yalvarmağa başlamıştı :
- Ne o l u rsunuz bunu k i mseye hele bizim ec-
zacıya söylemeyin ol maz m ı ? Yalvarı rı m !
Doktor hayretle, sormuştu :
- Peki ama neden? N i ç i n ?
- Çünkü ..
- Çünkü?
- Kalaba l ı k b i r ai lenin çal ışan tek i nsanı oldu-
ğumu .öğrenir!
- Öğrenmes i n i neden l stemiyorsun?
- Hafta l ı ğ ı m ı artırmağa kalkar!
- Fena m ı ?
- Deği l belki ama, aldığım haftal ı k bu i ş e gö-
re. Hakkım o l mıyan fazla parayı istemem !
Doktor da o günden sonra bir iç dalgalanmas ı .
Geceleri evde, yatağında, gündüzleri kabinesinde
bu kızı, bu hem akı l l ı , hem matrak, hem haysiyetli ,
h e m de fi lozof kızı düşünüyordu. O kadar ki, g ünün
b i ri nde kal k ı p evl erine g i tmek isteğine karşı dura­
madı :
- Beni b i r gün evi nize davet etsene!
H i ç şaşmadı :
- Edeyim ama, .değer m i ?
- Ne ?
- B ize g itmek?
- N için değmesin?
- Vol larımız bozuk, otobüslerimiz laçka, pis,
tıklım t ı kl ı m . Evi mize geli nce, yarı bel l erine kadar ıs-

1 04
lak duvarlar, ıslak m i nderler, ıslak örtüler. Yaz gel­
meyince de kurutamıyoruz!
Karların lapa lapa savrulduğu bir gün, Taşl ı tarla
otobüsünde onunla kardeşinin arasına oturup, bozuk
yol larda ı rgalana çal kalana gitmişti . Söyledikleri
doğruydu. Yarı bellerine kadar ıslak duvarlar, ı s.lak
mi nderler, ıslak örtüler .. bütün bu ıslak g ri l i kte ıs­
lanmış, kalpleri, ciğerlerine kadar romatizma içinde
yaş l ı i nsanlar, felçli baba . . . Fakat kış bambaşkaydı .
B u ıslak griliğin içinde b i r i l kbahar güneşi gibi sım­
sıcak, cıvıl cıvı l . B i r an durduğu yoktu. Şimdi elinde
gaz tenekesi bakkala koşuyor, bakkaldan dönüyor
uazocoçjına çaydanlığı oturtuyor, babasının kalkma­
sına yardım ediyor, annes i n i n balgam kutusunu koş­
tu ruyor, çamura yuvarlanmış en küçük kardeşinin
listünü baş ı n ı değl şti riyor, çorbayı kaynatıyor . . .
Bulgaristan'ın P levne yakın ı Türklerindenm i ş ler.
Doktor bu düşkün aileye bol bol i laç yardımı yap­
mış. S ı k s ı k evlerine gitm i ş , ama bir uzun Avrupa
gazi s i nden sonra kızı b i r daha eczanede bulamam ış.
- Nerde o küçük afacan?
Eczac ı n ı n gözleri dolu dolu :
- Sormal
- Ne oldu?
- Sorma dedim ya!
- Canı m söyle, ne oldu?
Eczacı gözlerini kol uyla şöyle b i r sildikten son-
ra :
- Hani - dedi -, bir oğlan gel irdi arada, hatır­
Iadın m ı ?
- Kıvırc ı k saç l ı , sarışın, uzun boylu . . .
- Tamam. B i r gün Taşl ıtarla'da dört arkadaşıyle
önüne çıkmış . . .
- E?
-Arkadaşları n ı n külüstür dolmuşuna atıp . . .
- E? ?
- Allahaısmarlad ı k !
- Sonra?

1 05
- Sonrasını tahmi n edersi n . Kızda hayır bı rak­
mamışlar. Pol is karako l , jandarma filan ama iş işten
geçmi ş . Hemen o günün akşam ı da bir kutu fare ze­
h i riyle . . .
. . . . . . . . . . . . . . . ???
işte doktor ne zaman o eczanenin önünden geç­
se, e l i nde ol mayarak içi burkul u r.

1 06
BiR iNSAN

B i r ay sonra, Güven Ecza deposunun köşesi nde


rastladı m .
- Oooo . . . Beyefendi l - ded i .
Şaşırd ı m .
Rastlay ı ş ı m ıza o kadar sevi ndim k i , tasav­
vur edemezsi niz. Nası lsınız beyefend i ? Çocuklar, ba­
yan afiyetted irler inşallah?
- El lerinizi öperler . . .
- Aman efendi m , rica ederim , apdiacize karşı ..
Güldü. B i r iş bulmuş olabi l i rd i .
Bendeni ze gel i nce . . . Durumum maalesef
beyefend i . . .
- Demek b i r i ş bulamadı n ız hala?
- Malesef beyefendi . . . Mamafi Ü mitlerim
büsbütün de kırı lmış deği l . iş dairesi nde bir daktilo­
ya i htiyaç olduğunu duymuştu m . G ittim i ş Dairesi
M üfettiş i , Talha bey değ i l mi? Şu, hani Ortaku lda;
bizim smıfta b i r Talha vard ı , 1 57 Talha . . .
- Evet evet . . . Alnında iri bir et beni . . .

1 07
- Bravo beyefendl, maşal lah çok kuvvetli hatı­
zanızı
- Yok canım . . .
- Evet beyefendi, mahzı hakikat! Zekanız ol-
masa, çalıştığınız daireyi memuriyetinizde . . .
- Çal ıştığım yerdeki işim fazla zeka veya bilgi
isteyen bir iş değil k i . . .
- Aman efendim çok mütevazısınız.. . Siz ol­
masanız, o iş . . .
- I şi m sadece tahsildarlı k. . .
- N e söylüyorsunuz beyefendi, e n alelade i ş-
ler, sizin gibi teraset sahibi, zeki b i r insanın desti
kudreti nde . . .
Haince güldü .
. . . . . .?
latife ettiğimi sanmayın beyefendi. En
alelade işler bile zatı a l inizin . . .
- 1 57 Talha'dan bahsediyordunuz!
- Bravo beyefendl, gördünüz m ü ; gene zeka!
Teferruata kaçmayan, asil ve size sadı k bir zeka.
Böyle olmasa şimdiki memuriyetinizde . . .
- 1 57 Talha!
- Evet 1 57 Talha. Bendeniz kendilerini tanıya-
madı m efendim, ama kendi leri bendenizi derha l . . .
Bu itibarla beyefendi, Talha bey d e zatı a l i niz gibi ze­
ka ve feraset .. .
- Sonra?
- Sonra efendim, müteesslr oldular, elem duy-
dular bendenizin şu hali pürmelalinden! Esasen be­
yefendi, vicdan taşıyan herkes elem duymalı ben i m
şu hal imden. Çünkü beyefendi, siz bilhassa mazimi
çok iyi bilenlerdensiniz. Beybam . . .
- Malum. Sonra?
- Sonra beyefendi Talha bey bendenize bir Iş
temini için, bizzat meşgul oldular. Pederi aliniz hayat­
talar değil mi efendim?
- Hayatta lar . . .
- O h o h . . . Al lah, peder beyefendiye vücut ve

1 08
sıhhat afiyeti i hsan buyursun, ami n ! Rahmetli bey­
bam la çok sevlşi rlerd i beyefend i l
- Sonra?
- Sonra beyefend i , müdür bey fazla formalite
merakl ısıymışlar. Memurin kanununa tevfikan en az
Ortaokul diplomas ı . . .
- Netice?
- Olmadı beyefendi . . . O rdan meyusen avdet
etti m , b i r ç ı rç ı r fabrikasının müdürü olan ihsan bey
vardır, Avukat merhum Recai Asım beyefendinin
mahdumlarıdırlar kendileri . . . Kendileriyle çocuklu­
ğumuzdan beri . . .
- Neyse sonra ?
Bendenize Sümerbank Fabrikası için bir,
bir, nas ı l derler beyefendi b i r kart, kart dövizit Fran­
s ı zca b i l iyorsunuz tabii beyefend i ?
- Hayır, bi l miyorum . . .
- O halde i n g i l izce ?
- Hayı r, hay ı r . . .
- italyanca?
- italyanca da b i l m iyorum. Kart viziti aldınız . . .
- Kart döviziti aldım, Sümerbank fabrikasına
gitti m beyefend i . . . i talyanca da b i l m iyordunuz değ i l
ın i ?

- Sonra Adi l bey?


- Muhasebe müdürünün yanına ç ı kardı lar ben-
den izi . . . Fransızca bilmiyordunuz değ i l m i ?
- Niçin b u kadar israr ediyorsunuz? B i l medi­
ğ i m i söyledim birader . . .
- Af buyurun . . . Bendeniz de b i l mem, lakin ya­
bancı d i l bi lenlere karş ı , nasıl söyleyim, belki çok
acayip bulacaksınız, bir, bir.
- Pekala. Son g itti ğ iniz yerde . . .
- Son g ittiğ i m yerde fevkalade karş ı l andım ta-
bii. Hoş beş. Kahvel e rimizi içtik , dereden tepeden
konuştuk. Sonra beyefend i , bendenizi muhasabeden
i mti han etti ler, usulü muzaaftan, zayıf buldular. Va­
l ideyi muhtereminiz de berhayat d ı rlar?

1 09
- Berhayat d ı rlar . . .
- O h oh . . . K i m b i l i r ne s ıcak b i r saadet içi nde-
s i n izdi r beyefend i !
- Pek deği l . . .
- Malüm ya beyefend i , büyük yaratı l ı ş lar . . .
- Demek usulü muzaattan zayıf buldular?
- Zayıf buldular beyefendi, maalesef. Halbuki
bendeniz kendi lerinden maaşı bol , alelade b i r dakti­
loluk . . . Yokmuş. Fabrika i çi nde basit b i r kantarcı l ı k
teklif ettiler bendenize. Titre meraklı deği l i md i r be­
yefend i , i l la velaki n , ayda e l i m e ancak altm ı ş l i ra ka­
dar b i r şeycik . . .
B i rden b i re değ i şti . Hıçkırıkla
- Altmış l i ra! Diye bağ ı rd ı , tasawur buyu run,
benim gibi b i r i nsan ve altm ı ş l i racı k ! Bunun ne de­
mek olduğunu b i l iyor musunuz?
- Zannederi m . . .
- i mkan yok b i l mezs i n i z i Bu b i r dehşettir be-
yefend i , i nsanoğ l uyla çirkin b i r alayd ı r bu. Otuz g ü n
ve otuz gün sonunda yalnız altm ı ş l i racık!
- Evet, otuz gün ve otuz gün sonunda altmış
değ i l , yalnız e l l i l i racıkla, hem de dört nüfus Ad i l
bey, dört nüfus geçindik. Buna ne buyrulur beyim?
Pis b i r koku a l m ı ş g i bi yüzünü buruşturdu
e l i nizi vicdanımza koyun baylar! - di ye
bağ ı rd ı m -. Otuz dördünde bir erkek ve gün de ya l n ı z
i k i l i ra ! Haftada iki defa tıraş, b i r hamam, çamaş ı r ,
sabah kahvaltı s ı , ö ğ l e v e akşam yemekleri i ç i n lo­
kantaya abone, sigara, diş macunu . . .
iskarpi nlerinin yen leri patlam ıştı . Eski kasketi­
n i n altı ndaki başı sıfı r numara makineyle tıraş l ı yd ı ,
kulakları d a kocaman kocaman .
medeni b i r i nsan i ç i n , haftada asgari üç
defa s i nema. Sonra ev k i ras ı . . .
Gözleri büyüdü, elmacık kemikleri kızard ı .
oturduğum mahale b i r işçi maha l lesid i r.
Siz böyle mahal leleri kaabi l değil tasawur edemez­
siniz. Harap, eski , yan ı k tahtalar, çarp ı k sokaklar . . .

1 10
Sıtma, trahom, fireng i , verem akıyor bey i m ! Demek
müteehhi l s i n iz?
- Evet Ad i l bey sonra ?
- Sonra . . . SefaJet beyefend i , fuhuş beyefend i ,
aç l ı k beyefend i . Bütün bunlardan bahsettim, bağır­
dım, çağı rd ım . . . Memleketin i ktisadi veçhes i n i te­
barüz ettiri rken görmeliydiniz ben i , b i r, bir, bir, nas ı l
derler? Hani Ortamektepte, tarihte okumuştuk, b i r
büyük hati p vard ı . . . Oydu m sanki beyefendi . . . Dak­
tilolar, müdür, mu hasip, memurlar. . . Herkes kulak
kes i lm işti !
Dayanamad ı m
- B e n - ded i m -, bütün bunları s ı z ı n kadar
apaçık söylemem iştim , b i l iyorsunuz. Beş sene, beş
koca seneye . . .
- Vız gel i r ! - dedi-, ö l ümden öteye köy yok­
tur ve aç itlerin fırın y ı ktığını b i l i r m i s i n i z ?
Gözleri parlad ı . Sözlerinde hakl ı yd ı şüphesiz.
O s ı ra önü müzden geçen b i r koca göbekl iyi aya­
ğ ı n ı n ucuyla i şaret etti
- Şu . . .
Müthiş b i r küfür savu rd u . Devam edecekti ama,
onu söyletip d i n l emekte ne fayda vard ı ?
Savuşup g i tmeyi uygun buldum.

ıı ı
936

i p l i kane ustası fabri ka sah i b i n i n odasına yapma


b i r öfkeyle g i rd i :
-. . döğdük o l mad ı , söğdük olmadı, ceza kesd i k
olmadı, o l m a d ı , olmad ı ! Burası fabrika m ı , karhane
mi anlamad ı m gitti !
Takma dişlerinin aralarını kürdan la temizlemek­
te olan fabrika sahibi masası n ı n başındayd ı .
- Nalmuş ki ? - d iye sord u .
- Şu Boşnak kızıyla F e l l a h oğl u .. Gece, kütlü
ambarında yakalamış kontroller . . . Bir iyi döğdüm ,
taz i r ettim kız ı , lakin . . .
Fabrika sahi b i :
- Demek -, dedi -, döğdün olmad ı , söğdün
olmad ı , ceza kestin olmadı . .
B i rdenbi re diki l d i , kaşları çatı l d ı :
- B u kız sen i n neyi n ? Kızın m ı ? Akraban m ı ?
- H i ç b i r şeyim . . .
- H i ç b i r şeyi nsa sana ne? Ne karışıyorsun ?
Usta arnele hırsızl ık etmedikten sonra . . .. K o sarhoş u
yı kı lana kadar . . .
iyi amma ağa, biz burda neyiz? Geyi k miyiz
yan i ?

ı 12
- Ceza kes, yüzünü do la savuş . . .
- B i r dolad ı m , iki doladı m . . . Taamm ü m ede-
cek . . . Sonra her önüne gelen . . .
Fabrika sahibi başı n ı sallad ı :
- Yoksa Şükrü . . . H a ?
- Ne gibi ?
- Sen daha iyi b i l irsin oras ı n ı . . .
- Ben atelyem i n disipl i n i n i b i l i r i m ağa. Bana
göre hava hoş !
- Val iaha bil mem Şükrü amma . . .
Göz kı rptı . Usta güldü.
- Yok valiaha ağa . . . Onun boyunda beni m kız-
larım var . . .
- Bana n e mal olduğunu bel ietme Şükrü ! . . .
- Ağa . . .
- B ı rak. Ne mal olduğunu belietme bana. B ı rak
onu da, söyle , napalım i stiyorsun?
- Yol verecez !
- Git ne halı n varsa gör, haydi !
i p l i kane ustası çıktı . ipl i kanenin önünde Banko-
c u Karakız'la karş ı laştı :
- Nerye böyle yel l i yel l i ? - diye sordu .
i riya r ı , esmer b i r i olan Bankocu Karakız:
- Ananın dinine -. ded i .
- Sahi nerye g id iyorsun?
- Anan ı n d i n i ne ded i m ya . . Bana bak Şükrü,
eğer o kızı koğdur, ben de seni bu fabri kada iki pa­
ral ı k etmez, yerde yurtta durduru rsam , bana da Ap­
tal kızı demesinlerı - Yumruklarını beline daya­
dı - U l an s i li k ! - d i ye devam etti -. o ağanı z
olaca'< boynuzlu başta, hepinizin çifte çifte y o k m u ?
S e n . sen y a ? K ı z ı bağa davet ettin, gelmed i , g ittin
;ığanı doldurdun değ i l m i ?
i p l i kane ustası sapsarı kesi ldi.
- Bana bak! - dedi - . dön i p l i kaneyel
- Dönmiyecem !
Dön d i yorum sana, fena o l u r !
Ne fena olacak lan? Ha? Ne fena olacakmış?

ıı3
B i n i n yarıs ı beş yüz, o da bende yok zaten . . . Battı
bal ı k yan g ider Ama açarsam ağzı m ı !
- Ne açacan, ne var da, noluyor!
- Ne m i var? U lan, G i ritl i Hacer ' i gebe kod u n ,
Arnavut Zekiye'yi eri nden ayı rtt ı n , Kürt Gül l ü 'yü yek
ekmeğe muhtaç etti n , istanbu l ' l u Fitnat ' ı , buna keza,
ben dersen . . . Bak, açtırma ağz ı m ı ha! Ağzı m ı b i r
açarsam anandan emd i ğ i n sütü burnundan f i t i l fiti i
getiririm sonra . . .
Yan ları ndan geçmekte olan i k i ambar hamma l ı
kulak kabartmışlar, konuşulanları duymuşlard ı :
- Aptal kızı gene ye l l i ye l l i konuşuyor h a ! -
dedi b i risi .
- Heye -, dedi öteki - , var bir i ş . .
Ona Şükrü demişler . . Kırk tezgahta bezi va r . .
Beri k i ne d e Aptal kızı derler . . .
H eye . Haza Osman l ı . . .

İpli kane ustası fabrika sah i b i n i n odası na tekrar


g i rd i . Ağa :
- Ne o? - dedi -, hayro la?
- H i ç ağa . . . Şu demi nk i mesel e ıçın . . . Düşün-
düm, taş ı ndım . . . B i r lafın aklıma yattı : Usta arnele
hırsızlık etmedikten sonra i l işmeme l i ! Doğru . . .
Fa br i ka sahibi :
- El bette -, dedi -, senin vaziten rand ımanı
artı rmak. Herkesi n b i l mem neyinin bekçis i değ i l s i n !
- Çok doğru . . . Demin sinirimden hep, işten
ata l ı m demiş bulundum, sonra katama b i r vurdum
ki, ağa hakl ı , yerden göğe kadar hakl ı . . . Bize bir za­
rarları dokunmad ı ktan sonra , ne d iye yol vermel i ?
- Gönder onları bana sen . . .
İ p l i kane ustası personelde bekleyen Bankocu
Boşnak Feride'yle Hasan Korkmaz 'ı ağan ı n odasına
get i rd i . Feride siyah göğüs l ü k l ü , beyaz başörtü l ü ,

1 14
orta boylu, akça pakça bir kızd ı . Beyaz örtüsünün
ucunu ağzı n ı n üstüne çekmişti .
Masası ndan yapma b i r öfkey l e ka lkan fabrika
sahi bi , oğlana:
- Sen dı şarda bek l e ! - ded i .
Mavi ceket, panto lonlu Hasan Korkmaz :
- N i ye ? - ded i .
- Kızla ayrı konuşmak istiyoru m , ç ı k d ışarıya !
- Ben dışarı m ı şarı çı kmanı . . . Ne konuşacak-
san ben i m önümde konu ş !
i p l i kane ustası derhal araya g i rd i :
- Hasan , hişt Hasan . . . Kendine gel oğlum !
- Ben kend i mdey i m . . Ne d i yecekseniz deyi n .
D ı şarı m ı şarı çıkmanı ben !
- Oğlum Hasan, bırak dik kafa l ı l ığı ! Ge lsene
acık . . .
Hasan ' ı n kulağına b i r şeyler söyled i , oğlan razı
oldu. Yalnız kald ı kları zaman Fabri ka sah i b i :
- Kız -. dedi - . sen b u oğlanı essahtan sevi­
yor musun ?
Kızın yanakları pençe pençe kızard ı , cevap ver-
med i .
- Söyle seviyor musun? Ha? Seviyor musun?
Kız gene cevap vermed i .
- Madem seviyorsun, allahın emriyle istets i n
s e n i anandan, babandan . Ayıp değ i l mi ö y l e ambarda,
ş u rda burda . . .
Kızın kirp i kleri ı s l ak ıslak parl ıyordu:
Ben i m ne anam var, ne babam . . . - ded i .
- K i m i n yanı nda eyleşiyorsuıı ya?
- Halamın ..
- H a l i vakti iyi m i bar i ?
- i y i olsa ne i ş l m var ben i m fabrikada? O da
benim g i b i b i r işç i . . .
Fabrika sahibi i p l i kane ustasına bakt ı , bakışlı­
lar. Sonra fabrika sah i b i g itti oda kapısını açtı :
- Gel oğ l u m , içeri g e l . . .
Hasan Korkmaz içeri girdi. Kaşları hala çatıktı .

1 15
- Sen bu kızı Allahın e mriyle alacan m ı , yok-
sa ..

- Nolacak?
i pl i kane ustas ı :
- Ş i şt Hasan ! - ded i .
H asan , i p l i kaı:ıe ustas ına baktı :
Ne var?
- Doğru cevap ver . . .
- A l ı rı m , a l mam . . . Size ne? Ne karış ıyorsu-
nuz? Sizin yapacağınız bir tek iş var , kovma k ! Ü st­
tarafı üstünüze vazife değ i l . . .
Fabrika sahi b i kızd ı . ipl i kane ustasına:
- Al götür personele -, dedi -, y ı ks ı nlar ka­
yıtların ı , defet, yallah !
i p l i kane ustası :
- Fakat . . . - dedi -, şey Hasan oğ l u m , ağa
demek i stiyor ki . . .
Fabr i ka sahi b i gürled i :
- Ne emir verd i m sana i p l i k ustas ı ? A l , götü r ,
yıksınlar kayıtları n ı , defet ded i m !
- Hasan demek istiyor ki ağa . . .
- A l götü r, defet d i yorum sana hayvtın herif!
Bankocu Hasan Korkmaz:
- Yörü kız! - dedi -, kayd ı m ı z ı y ı ktırmas ı n ı
b i l i riz biz!
Kızı önüne kattı , çı ktı lar.
Fabri ka sah i b i odanın !çinde köşeleme gi � i p gel­
nıeğe başlamıştı . Ne yapacağ ı n ı b i l meyen I p l i kane
ustas ı n ı n önünde durd u :
- i nsanoğl u -, dedi -, çiy s ü t emmiş . . . Ak-
s i l i k etmeseydi halbuki . . . Tuuuh . . . Kendi e l i m l e e-
vermeği düşünüyordum . . . i k i top a i l e bez i , i ki yüz
l i ra da avans verd i rtirim d i ye tasarl ıyordum . . .
lpl i kfine ustas ı n ı n gözleri parlad ı .
-Şimdi g ider yatıştırırım i sterseniz . . . O d a fe­
na l ı ğına değil de yan l ı ş anlamı ş olacak . . .
- Geçt i , evvel l azımdı . . . Kız ağiayı nca yüre ğ i m

1 16
acıd ı yd ı . Lakin öteki ? Et makinesi nde kıy herge­
. .

leyi . . .
i p l i kane ustası herşeye rağ men, fırlad ı . Kızla
oğlan personelde bekleşiyorlard ı :
- U lan sersem - , dedi - , sersem ! Ağa diyor
ki, aks i l i k etmeseydi diyor, iki top aile bez i , i k i yüz
l i ra da avqns verdi recektim , düğünlerini kendi m ya­
pacaktım diyor
Hasan :
- Boşver canım .. - diye omuz s i l kti -, ça l ı ­
ş ıyorum feleğe m i nnet i m yok. Fabrika sahibine gü­
venerek kızı sevrned i m ya !
- U la n dangalaklık etme . . .
- Ne dangalaklığı yahu? H iç ki mseye m i nne-
tim yok. Bu bağ ol mazsa ş u bağ olsun . . . Herkes
fabrika sahibine güvenerek mi evleniyor? Sen şimdi
usta, bize b i r iyi l i k yapmak i stiyorsan, söyle şun­
lara, hesab ı m ı z ı çabuk vers i nleri
- Nereye g i receksiniz?
- Sümerbank fabrikası na . . .
- Öyleyse . . duru n ... Size b i r pusula verey i m . . .
Oran ı n i p l i kane ustası staj arkadaşımdır . . .
- Sağ o l !

Karakız i p l i kanenin önünde ustayı bekl iyordu :


- Noldu? - d iye sord u .
Usta :
- Val iahi -, dedi -, ettim ettim o l madı, ak-
s i l endi oğlan . . . Ağa d a l
- Hasan m ı aksilend i ?
- Heye . . .
- Ne ded i ?
- A ğ a dedi k i , sen b u kızı Allahın e mriyle ala-
can mı ded i . Hasan da, sana ne, sen ne karışıyorsun
diye karş ı l ı k verd i . .
Karakız:

1 17
- Şükrü -, dedi -, bana kül yutturma, ben
k ü l yutma m , b i l i rs i n , bana Aptal kızı derler, gözüm­
de boz yok benim . . .
- Kız val i aha değ i l kız, b i l laha değ i l . . .
- Ben kül yutmam Şükrü . . . Ben kaçın kurrası-
yı m baksana !
- Namussuz, şerefsizim ki . . .
- Namus m u ? Şeref m i ? U lan sende namus, şe-
ref ne gezer?
- Yavaş söyle , ameleler . . .
- Duyarlar m ı ? Uta n ı r m ı s ı n ?
- Kız yavaş söyle!
- Yavaş söylemezsem ne olacak? E l i kulağa
atı p avaz avaz bağ ı r i m m i ?
- Kapat b u meseleyi diyorum sana . . .
- Kapatm ıyacam , rez i l rüsva edecem seni de,
ağan ı da . . .
- Kapat, kapat da aramızda hallede l i m . . . Sana
avans yazd ı r ı r ı m , kapat gits i n !
i p l i khane ustası I p l i khaneden içeri g i rd i .

ı 18
CIGARAMIN DUMANI

Tekel tütün fabrikas ı n ı n sabah borusu kalı n ka­


l ı n ötüyor. Daha geri lerde vapur düdüğ ü . Gök henüz
mosmor. Bir vapur daha öttü. Yakınlarda b i r horoz.
Çok uzaklarda gene fabrika borusu . Daha geri lerde
tren düdüğü . Taksi klaksonu. Fabrika borusu. Bozuk
parkelerde ayak sesleri . Bir i htiyar daha. B i r kadı n
s u d o l u kovası n ı yere bı raktı. B ı rakılan kovanın se­
s i . N a l ı n ses i . Öksürük, daha kuvvetl i öksürük. B i r
yerlerde bası lan b i r tul u m ba . . .
B i r cigara yakıyorum. C i garamın duman ı . (Yok­
tur yarin imanı) i mansız yar. i mansız yar da kötü o­
lur. Yarin i mansız olabil mesi için güzel olması şart.
Güzel yar! Kara kaş , kara göz , sütbeyaz ten . Şartmı?
Belki şart. Belki de değ i l . N için sarı saç, mavi göz
değ i l de, kara kaş , kara göz? Benim öyle bir yarim
vard ı . Dokumalarda. ipek dokumalarında , Bu rsa'nı n .
Sah i , vardı böyle b i r yari m . imansızd ı . B i r dokumacı
aş ı ktı ona. Bunu bir gün, kahvede . . . Kahvede öğren­
m i şti m , tamam . Kahve fabri kan ın karşısındayd ı . Onu
bekl iyordum . Dokumacı da oradayd ı . Saati sordum .

1 19
Söyled i . Gözlerini gözlerimden ayırmad ı ğ ı için sor­
muştum . Başkasına sorabi l i rd i m halbuki . Gözgöze
gel iyorduk, boyooa. Anlay ı ş l ı an layı ş l ı bakışıyorduk.
Neyi aniayarak baktı ğ ı mızı b i l meden. Gözleri g ü l ü­
yordu, haz i nd i , mahzundu. Kara kara bakıyordu . Boy­
nu bükük değ i ldi ama, bana öyle gel iyord u . Terk
edi l m i ş , gadre uğra m ı ş g i b i . Zava l l ı l ı k sinmişti . Iş el­
bisesi yoktu üzerinde. Kıyafeti c;lüzgün d e değ i l d i .
Hayır pabuçları eskiyd i , yama l ıyd ı . Leke içinde. La­
civert. Ustaca yamalanmaya çal ı ş ı lm ıştı . Yama sı­
rıtıyo rd u .
Gene böyle boru ötmüştü. Fabri kan ı n . O'nun
çal ıştı ğ ı fabrikanın borusu. Uzun uzun, kal ı n kal ı n .
işçi ler paydosa başlamıştı . U nutmuştum hazin doku­
macıyı. Dikmiştim gözlerim i fabrika kapısına. Ayır­
mamacas ına. i şçi l er. K ad ı n l ı , erkekl i , çocu kl u . B i r­
den öyle arttı ki kalabal ı k. Kalktım. Ayakta daha iyi
görü l ürmüş g i b i . Sonra tenhalaştı . Tek, tük. Kapandı
kap ı . Ü m itlerim k ı r ı l d ı . Yoksa gelmemiş miydi? Has­
ta m ı yd ı ? Ne d iye sanki ? Oturdukları semte mi g it­
meliyd i m ?
B i rden , kara kara bakan gözler. Bükük hissi n i
veren boyun. Dokumacı .
- O 'nu mu bekl iyordunuz?
- O kim?
- Fethiye.
- Evet.
- Deli g i bi sevd i ğ i , uğruna herkesi u nuttuğu
siz m i s iniz yoksa?
- Bi l mem?
- Sizsiniz. Kurşuni kostüm ünüz, dalga dalga si-
yah saçların ı z var. Sizsiniz! ,
- Olabi l i r.
- Evl i m i s i n iz?
- Evl iyim.
- N 'olursunuz vazgeçi n ondan. O kimseyi sev-
mez, sevemez. Karınıza yazık. Çocuğunuz var m ı ?

1 20
- Var.
- Çocuğunuza yazık, vazgeçi n ondan !
- Kahveci . Yap bize iki kahve . . .
Oturmuştum yan ıbaşına.. Baş ı n ı avuçları ıçıne
al m ı şt ı . Ağl ıyord u . Yamas ı n ı gizlemeğe çalıştığı ce­
keti, eski pabuçları . . .
- Peki ama, n i ç i n ? N iç i n ağl ıyorsunuz? N e var?
Anl ıyorum , siz de seviyorsunuz !
Yaş yaş baktı.
- Anamı , baba m ı , karım ı , çocukları m ı feda et­
tim u ğ runa. Yerned i m yed i rd i m , g iymedim g i yd i rd i m .
Adam öldüreb i l i rd i m . Ç ı l d ı rabi l i rd i m hatta. B e n değ i l
sadece, dokumacı Hamd i , dokumacı Rıza, Necati , Mu­
harre m , idris. B i z i m şef muavini m uhasebec i , mü­
dür. . . Hepi mize boşverdi . Hususisi ne g i rd i patro­
nun. Sonra ona da boşvermiş. Başkası, daha başka­
s ı . . . .Vazgeç i n ondan, gençsin iz, Karınıza çocuğunuza
acı yın !
B i r deste fotoğ raf çıkardım iç cebimden. Uzat-
t ı m . A l d ı . Gözleri büyüdü .
- O'nun fotoğrafları !
- Evet.
- Aman yarabbi . . . Demek siz. . . Hayret!
- N için?
- O kadar yalvardı m da, b i r tane, b i r tanec i k . . .
Halbuki öleb i l i rd i m yoluna. Karım ı , çocukları m ı , ana­
m r , baba m ı . . .
Gözleri vahşice parl ıyordu. Kıskanıyordu . Arka-
larını çevirip okuyordu.
- Size yazdı ha?
- Bana yazd ı !
- Halbuk i , halbuki onun için . . . Terk edilmiş bi-
rinin önünde mağrurum. Beni ona değişti !
- Arzunuza nail olabi ldiniz mi bari ?
- Yatıp yatmadrğrmr mı öğrenmek istiyorsu-
nuz?
- Evet.

121
- Defa larca .
E l l e r i m i ç ı l d ı rasıya tutuyor.
- Sahi m i ? Sahi mi söylüyorsunuz?
- Sahi söylüyoru m .
- Demek yattınız?
- Yattı m .
- Ç ı rılçıplak m ı soymuştunuz?
- Çırı lçıplak.
- Kol ları? Göğsü? Kalçalar ı ? Demek ç ı r ı lçıp-
lak? Demek size tes l i m o l d u ?
- Ol d u .
Baş ı n ı avuçları içine a l ı p kanıyor. Mahvol muşca­
sına. Belkide ağlıyor.
Kalkıyoru m , ç ı kıyorum kahveden . Demek herkes
bir yana, ben bir yanay ı m ? Bu kadar güzel m i ? Bütün
bu i nsanları ç ı l d ı rtacak kadar güzel m i ? Bana hiç te
öyle gelmiyordu. B ı rakmak geçmişti içimden. A n l a­
m ı ştı. Yalvarınıştı e l lerime sarı l ı p . ( B ı rakma ben i ,
- dem i şti -, n 'ol ursun b ı rakma. Sensiz yaşıyarnam
ö l ürüm ! )
Otu rduğu semt. Meri nos'a giden cadde. Yahu­
d i l i k. Evi , onun evi . Katesi i n i k pencereler, yeni ren­
delenmiş tahtalariyle kap ı , sokak kapıs ı . B i r adam
dolaşıyor. . . Gözleri pencere lerde. Omuzları düşük.
Harap. Sarhoş. Bunun la da b i r şeyler başladı ara­
m ızda. H issediyorum . Onu bekl iyor. Gözgöze geliyo­
ruz. Kahvedeki dokumacı g i b i . Ama bunun gözleri
dost değ i l . H a i n . B ı çağ ı n ı çekip saldırabi l i r. Belki de
bıçağı yok , sald ı rmaz. Öyle gel iyor. Gözleri dost de­
ğ i l çünkü. Çatık kaşlariyle bakıyor, sonra tekrar. Yak­
laşıyor.
- Sen _de onu mu b eki iyorsun?
- O kim?
- Fethiye'yi?
- Sen?
- Yanı p tutuştuğunu söyl ed i kleri sen m i s i n
yoksa?
- Bi l mem.

1 22
- Kurşun! kostüm ü n , siyah, dalgalı saçların var !
- Olabi l i r.
Sendel iyor. Duvara dayan ıyor sırtıyle. Başı göğ­
süne düşüyor. Kal k ı yor sonra. Bıçağ ı n ı çeki p saldı­
racak san ıyorum. Hayır, saldırm ıyor. Koluma g i riyor
sadece?
- Haydi dü kkana g i de l i m !
Bakışları hain değ i l . Dost t a değ i l . . .
Gövde gövde et ası l ı çenge l lerde . Terazi , geniş
ağızlı bıçaklar, satır, kıyma maki nesi .
Mangalı aramıza a l ı p oturuyoruz. Kocaman b i r
çi nko tas kaynıyor. Foku r foku r. Koyu bir mayi . Göz
k ı rpıyor:
- Var m ı s ı n ?
- Ned i r o ?
- Şarap.
- içmem .
- N içi n ?
- S ıcak şarap sevmem.
- Ben de sevrnem .
- Peki?
- Soğuk şarap tutmuyor. Ç ı l d ı rmak, dağlara
d üşmek, ölmek istiyorum halbuki ben !
- Mers i . ·
- Boşver. Kahvee i oğlum, bak beye . . . Nasıl
içersi n iz?
- Orta şekerl i .
B i r kad ı n g i ri yor dükkana .
- Et yok !
- Var ya. Et değ i l m i bunlar?
- Kad ı n söylenerek ç ı kıyor.
- E . . . Anlat baka l ı m . Demek o sens i n ?
- Be n i m .
- Ne m a l u m ?
Fotoğraf destes i n i uzatıyorum. Omuzları büsbü­
tün düşüyor. Teker teker bakıyor, hınçla şüphesi kal­
m ıyor. O da yeni l d i . O da perişan. Ama bu, öteki g i bi
tes l i m değ i l .

1 23
- Güvenme. Sana res i m verd i ğ i n e , sen i n ıçın
ö leceğ i n i söylediğine güven m e ! O herkese öyle söy­
ler ve b ı rakır!
- inanmam.
- ispat ede r i m !
- Et !
- Sonra p i ş m a n olma!
- O lmam.
- Pekala . . .
B i rden o . Evi n i n kapısında. Zarif rugan iskarpin
-

leri b i r kucak saç!. G e l iyor.


- Sakla n ı
- Nereye ?
- Dolap var orda, geç arkasına!
- Geçiyorum .
Dükkana g i riyor. Oynak, ş u h . Esans , lavanta,
kahkaha. Et kokusu s i l iniyor.
- Yarım k i l o et ver bana ama, yağ l ı olacak!
Boşver ete. Ne zaman evleneceğiz?
- Ne zaman istersen.
- Demek razı oldun ni hayet?
- Oldum. Ver eti m i l
- Pek i , ötekini ne yapacağız.
- Hangi öteki ?
- Resim verd i ğ i n ?
- B e n ki mseye resi m vermed i m !
- Şu can ı m , saçları kıvır kıvır, kurşuni kos-
tüm l ü . .
.

- Amaaan sen de!


- Sevmiyar musun?
- Sevmiyoru m . Etim i ver hadi , annem bekli-
yor!
Çengellerde ası l i etler, tezgah, dolap, kıyma ma­
kinesi , mangal , o, öteki . . . Boşverecektim, boşvere­
cektim halbuki. Fırl ıyorum. Ç ı ğ l ı k çığlığa kaçıyor.
Rugan iskarpi nleri , saçları, uçan saçları . Kasap ko­
l umdan yakalıyor.

1 24
- Kendine gel. Buna güveni lmez. Sen en so­
nuncumuzsu n Belalı karıd ı r bu, fındıkçı !
.

Belalı karı . imansız karı . Cigaramın d uman ı .


Tablada tükenm i ş tütüyor. Yenisini yakıyoru m . Tö­
,

tün fab r i kas ı n ı n son düdüğü . Daha uzun daha kal ı n .


,

Gök morluğunu kaybetmiş, mavi .


Horoz ses i .
Koşuşan ayakları i şçi leri n . ineeli kal ı n l ı öksürük­
ler Uzaklarda, yakında, daha uzakta düdükler, va­
pur, tren düdükleri . H ızla geçen b i r uçağ ı n homur­
tusu .
28 Ara l ı k 1 954 - Sal ı . Saat 8 .30
- Baba !
- Efendim?
- Çay hazır gel !
- Gel i yorum . . .

1 25
ÖLÜR MÜSÜN, ÖLD Ü R Ü R MÜSÜN?

Ekmek parası peş inde, bütün gün koş oraya , koş


bu raya, i ler tutar yerim kalmamıştı . Şehrin en işlek
caddesi üzerindeki küçük esnaf kahvesine kendimi
ateşe a t m ı ş , orta şekeriiyi söylemiş, on birlikten
de b i r tane yakmıştım ki , eski b i r aş ina, altm ı ş l ı k b i r
baba dostu kahveden içeri g i rd i .
- M erhaba evlat!
- M erhaba amca .. Buyurun ..
- Rahatsız olma oğlum . . . - Sandalyesini ya-
nı başı ma attı , oturdu -. Baş ı n sağolsu n , geçmiş ol­
sun, sen sağo l , o toprakta yattıkça A l la h sana ömür
vers i n , Allah geride kalanlar ı . . .

- Sağol amca, eksik olma . . .


-. . Ne yapa l ı m , ece l . Cenabıallahın takd i rine
karşı gel emeyiz evlat, can ı n ı sıkma, üzme kend i n i ,
Al lah o n u n a l n ı na öyle yazmış. Takd iri tedbi r boza­
maz. Hepimizin g ideceği yer orası . Ü ç gün evve l , beş
gün sonra . . . Elmukadder layütegayyer! Değerli adam-

1 26
d r , özü sözü doğru, müstak i m adamd ı . E l i açık, gön­
lü gan i , yüreği merhametliyd i . Fukara babasıydı da ...
Kulağrma eği ldi :
- Size bi r şeyler bıraktı mı bari ?
- Ne g i bi ?
- Kırı k sarı k, ev mev . . .
- Hayı r . .
- Nakit?
- Pek mühim değ i l , bu zamanda ehemmiyetli
sayı l maz . .
- Demek öyl e ? Evi niz, tarianız vardı ya ?
- Sağ l ı ğ ı nda satm ıştı . . .
- Satmış mıydı? Vah vah vah . . . N iye satm ı ştı ?
- B i l m e m . Canı öyle i stem işti herhalde . .
- Olur mu oğlum, canı ö y l e istemişti olur m u ?
B i r sebebi vard ı r mutlaka . . E v , toprak satı l ı r m r ? Ara­
n ızda bir şey mi vard ı ? Yani sizden memnun deği l
m i yd i ?
- Yoo . Memnun ol mamak için b i r sebep yok­
tu . . .
- N i ye sattı öyleyse ? Sebepsiz hiç b i r şey ol­
maz! Mutlaka bir sebebi vardır!
.........?
- Senden, kardeşlerinden , yahut annenden bir
ş i kayeti olma l ı . . .
?
- Akı l l ı adamdı da göya .. H e rkes öyl e derdi
değ i l m i ?
- Ne ?
- Akı l l ı adam demezler miydi?
- Ö yle derlerd i . . .
- Ö yle deriardisi yok, öyl eyd i ! Tabii annenle
beraber oturuyorsun?
- Hayır, ayrıyız. .
- O l u r m u ? Yakışık a l ı r m r ? i nsan annesinden
ayrı oturur mu?
- Darg ı n filan deği l iz ..
- Yok bir de darg ı n ol ! Darg ı n d eğ i l m i ş , lafa

1 27
bak. S ı k s ı k ziyaretrne g i di yor musun? Çarşıdan la­
zım olanları al ıyor musun? E l i ni öpüyor m usun ? Ne
gezer desenel Ş i m d i k i gençlerde adap, erkan ne ge­
zer desene . . .
Kahvernden tek yudum al mak nasip olmam ıştı .
-. . . Terbiye, görgü, i ebiebiden nem kapma . . .
B i r büyük karş ısı nda değ i l kahve, c igara içmek, la­
havle d i yemezdi k. B i r büyük yüzümüze d i kkatl ice
baksa, ku lak memelerine kadar kızarı rd ı k ! Şimdi ne­
redeeee . . . - B i rdenbire - Anan ı n ziyaretine her
gün git! - Tavsiyesinde bul undu -, elini ö p : hay ı r
duas ı n ı a l , b i r şey lazım o l u p olmadı ğ ı n ı sor!
- Bir şey laz ı m oldu mu kendi s i bizzat gider
a l ı r , bundan zevk duyar. Babamın sağ l ı ğ ı nda da böy­
leyd i , kendisi gider bizzat a l ı rd ı . . .
- Ol maz efend i m olmaz ! Kend i g ider a l ı r o l u r
m u ? Yaşl ı baş l ı kadın. B e n yüzünü görmed i m amma,
herhalde vard ı r b i r elli beş, altmı ş . . . Ş i mdi onun en
hassas, en yanı k. en dertl i zamanı . . . Demek rah­
metl iden pek bir şey kalmad ı ? B izde onu a k l ı başı n­
da bir matah sanırdık. A l l ah rahmet ey i esin amma . . .
- Amca bizim herhangi b i r ş i kayetimiz yok.
H ayatım ızdan memnunuz!
- Olur m u oğlum, olur mu? Bu zamanda i nsanı
malıyla, parasıyla ölçüyorla r ! Hayatım ızdan memnu­
nuzla i ş biter m i ? En azdan baş ı n ı sokacak bir evi bi­
l e olmayan ı n adaml ı ğ ından ne çıkarm ı ş ? Ben kendi
nefsi me, en azdan b i r evi ol mayanı adam yerine koy­
mam. Böyleleri ağızlarıyla kuş tutsalar mangır etmez­
ler yanımda . B i r ev, başı n ı sokacak evceğizi olma­
yanın adam l ı ğ ı ndan n e çıkarm ı ş ?
N i hayet:
- Amca, - ded i m -, bi raz ölçülü . . . Hafif ter­
tip hakaret ed iyorsunuz!
Sandalyesi nde hop kalkt ı , hop oturdu
- Ne ne ne? Hakaret m i ? Ben m i ? Sana m ı ?
Ben sana m ı hakaret ediyorum ? Söyl ediği l afa bak
şu zibidi n i n ! Hakaret ediyormuşum. U l an sen nesin

1 28
ki ben sana hakaret edeyim? Kaç para l ı k adamsın?
Hangi i rapta maha l l i n var? Benim hakaret edeceğim
i nsanın en azdan üç evi , atı , atarabası, çifti, çubuğu
olma l ı ! Sen nesin ki . . . . . .
Sandalyemi aldım, kahvenin öbür başına gittim.
-. . . Hey zaman , gözün ç ı ks ı n zaman, lanet ol­
sun, l anetler o lsun . . . Bey belirsiz, meydan ıssız ol­
muş. Hakaret ediyormuşum, hakaret ediyormuşuın.
Ümmeti müslüman, hakaret ediyormuşum!
Kahvenin önünden geçmekte olan bir ihtiyara
seslend i :
-. . . Mansur efend i , hişt Mansur efend i . . . Ne­
reye böyle? Gel , gel bir kahve iç, gel Al lahasen . . .
Can ım gel b i r kahve içimi otur bari , gel de laf, söz,
usu l , erkan bel le , istifaden olur!
Beyzi gözlüklü, kocaman buru n l u , kambur bir
i htiyar olan Mansur efendi kahveden içeri besıneley­
le g i rd i :
- Seliimün aleyküm Samet'ciğim . . Gene kızg ı n
görünüyorsun.. N e n var? Hayrola?
- Kahvec i , oğlum, Mansur efendiye kallavi b i r
sade kahve yap amma, cezveyi , fincanı sıcak su i l e
yıka, titizd i r . . O n u d iyecektim Mansur'cuğum . . . Ş u
devi rleri n piçleşmes i ne n e dersin? Bey bel l isiz, mey­
dan ı ssız o l muş. Kime canım desen canın çıksın di­
yor. Şurdan varıyorsun , görüyorsun, oturmuş bir ke­
nara kös kös düşünür . . . Acıyor, sokuluyorsun yanına,
adam yerine koyup halini hatırını soruyorsun. Neden?
Çünkü gördüğün terbiye i cabatı bunu emreder : La­
kin, hayır . . . Sormamak , ehemıniyet vermemek, adam
yerine koymamak l az ı m ! Gördün ki bir çamura sap­
lanmış, bir tekmede sen atacaksın . . . Çünkü devirler
değişti , terbiyeler bozuldu, soylar clbll l iyetsizleşti ,
meydan ite, köpeğe kaldı !
Beri k i :
-- Doğru ! - diye başını salladı ding i l i ya-
ın ı ldı kahpe dünyanı n !

129
- B i r şey değ i l , uyduğum b i r adam olsa gam
yemezsi n ! değ i l . C iğeri iki para etmez i n biri . . .
- i nsan ı n zorun a giden de o ya Samet'ciğim ..
Sacağına keçe sarmad a n dolaşab i l i rsen dolaş . . . i t, kö­
pek tak ı m ı dalayacak i nsan arıyo r Al lah vermi ye . . .
- Hay d i lceğzine sağ l ı k M ansür'cuğu m , ne gü­
zel söyled i n . i t, köpek dedin de . . .
- Meselii bak Samet'ciğim, bela derler nerden
g e l i r . ölünün köründen. Geçende fırı ndan ekmek a l ı ­
yordum . . .
- B i r şey değ i l , bütün mesele ned i r b i l iyor mu­
sun?
O n u d iyordum Sarnet efendi . . Geçende fı-
rı ndan . . .
Mamafi kabahati ben gene de kendime bu­
l u rum . Neden dersen . . .
-. . . Samet efend i , Sarnet efendi. H i şt. . Geçen­
de f ı r ı ndan . . .
Nene laz ı m ? Yediğ i n içti ğ i n m i var? B ı rak
ş u sarhoşu yıkı lana kadar, yaz ı n ı n iti !
Artık tahammül üm taştı :
- Bana baksana -. dedim -. sonra . . .
Lafı m ı ağzıma tı ktı :
- Sus sus sus sus sus! ! ! Senin gibilere lafı m
yok ben i m . Sen git kend i n gibisini, kendi ayarını
bu l ! Ben seni ne bilirim, ne gördüm, ne tan ı r ı m , ne
de . Hayd i çek arabanı !
Kend i m i kahveden d ışarı attım.

1 30
MEDENiVET VULA R I !

D ü n akşam b i r arkadaşla hamama gitmişti k . Ha­


mam ücretleri gene yükse l d i ğ i i ç i n m i ne, hamam
bayağ ı tenhayd ı .
Keselend i k , yıkand ı k . Bu arada, b i r l i kte götürdü­
ğümüz portakalları yiye l i m ded i k . Soyd u k kabukları n ı ,
d i l i m d i l im yedi k . Yed i k ya, kabuklarla çekirdekleri
nereye atacağ ız? Görünürlerde ne bir çöp sand ı ğ ı , ne
de teneke. Kurna n ı n yanına suçlu suçlu bıra ktı k . Suç­
l u luğa gerek yoktu oysa. Avuç dol usu para verecek­
t i k lıamamcıya, ç ı karken. Hamamın temizl i ğ i ne ba­
kanlar öteki k i r pas, hatta çöplerle b i r l i kte bunları
da kald ı rı r, bir yerl ere atarlardı herhalde ama, ha­
y ı r, kurnanın yanıbaşına b ı rakmak hoş değ i l g i b i m e
g e l m i ş , davranışım içime sinmemişti .
Neyse, havlu l a r geld i , büründ ü k . Tam çı kacak­
t ı k , arkam ızda h ı rs l ı , k a l ı n , hınçlı b i r ses:
- Heeey . . . (ll e deniyetsizler!
Durduk, baktık sesin sahibine: Bir kıyıda b i ri n i
keseleyen kocaman e l l i , k o l l u , aya k l ı , genç i risi b i r

131
tellak. Akşamdanberi kimbi l i r kaç kişiyi keselemek­
ten imanı gevre m i ş olacak, bağırıp duruyor; öfkel i
sesi hamamın sıcak buğulu havası nda gümbürdese
b i l e , ne dediği anlaşılmıyordu.
Ama besbell iydi bize atıp tuttuğ u .
Yanına gittim :
- Ne var? Ne diyorsun ?
H e p o alev a l m ı ş i spirto parlamasıyle
- Ananı n d i n i ! - dedi -. N e var'mı ş , ne diyor'­
muşum .. portakal ları z ı kı mlandınız da kabuklarını n e
demeye a l ı p götürmüyorsunuz? Eşeğiniz m i var si­
zin?
Kabukları kurnan ı n d i bi n e b ı rakm ı ş olmanın s i ­
l i nmemiş utancı üzerine, şu g e n ç i r i s i tel iağı n öf­
kes i , ne yalan söyleyeyim hoşuma gitmişti. Demek
Demokrasi haikım ıza inmiş, yayı l m ı ş , inip yayılmak­
la kalmayıp i nsanlarım ızın huyu oluvermi şti? Demek
ezilen ler, onları ezenlere karşı pervasızca kafa kaldı­
racak, hakları n ı söküp a l ı rken pısırıklığ ı b i r yana bı­
rakacaklard ı ? Çünkü tel lak, a Ve l i n i met• müşterile­
rinin haksızlığına dikil m işti !
Hoştu , çok hoştu hem d e . M i l letçe adam ol ma­
n ı n yoluna gi rm i ş miydik acaba? Gal i ba . B i r tel lak
bu davranışı gösterdiğine 9öre, durum apaçık orta­
dayd ı . Eskiden böyl e miyd i ? Sıkı mıydı herhangi b i r
te l lak, herhangi b i r müşteriye bağırıp çağırsın? Par­
lasın? « Anan ı n d i ni ! » desin? H e l e hele " . . . portakal­
ları z ı kkımlandınız da kabuklarını ne d iye götürmü­
yorsunuz? Eşşeğiniz mi var sizi n ? • diye çemki rsi n ?
Bundan böyle demek yurttaşları mızın en h ırtı , e n
h ı m b ı l ı b i l e kendilerini yönetenler başta, herkes, h e r
şey i n aykırı l ı ğ ı , kanuna uymaz l ı ğ ı , haksızlığı karşı­
sında diki lecek, gerekirse m ltingler, sesli sessiz yü­
rüyüş lerle hakları nı koparmanı n yolunu arayacaklar­
dı?
Ü nlü deyi m l e : Şeytan dürttü . . Gerçekten böyle
miyd i ? Yani , m i l l etçe adam olmanın yoluna girmiş
miydik? Yurttaşlarımızın b i l l nci artmış, artan bilincin

1 32
itmesiyle hiç kimseden korkup çekinmeden, öz çı­
karlarına karşı olanlara dikilme olanağını sürdürüp,
hakları n ı sökebi lecekler miydi?
Kendime b i r " Koca göbekl i » havası vererek, hat­
ta e l l erimi peştemaldan çıkarıp arkama koyarak, ça­
l ı mla sordum:
- Sen i n adın ne?
Hala öfke l i :
- Sana ne?
Karş ı l ı k fena değildi. Demek yurttaşlarımızdan
e n ürkekleri bile ıc Koca göbekl i rr , · Kodaman • , o Ka­
lantor» takmayacak, cart curta pabuç bırakmayacak
kadar yüreklenmişlerd i ?
Palavramın dozununu artırarak, avazımın ç ı ktı­
ğ ı nca bağı rd ı m :
- Kal k u lan ayağa!
Şayet yukarda düşündüklerim gerçekleşmiş ol­
sayd ı , adamı n ya ayağa kalkmaması , ya da kalksa bi­
le kocaman yumruklarıyla turşumu çıkarması gere­
kirdi . ıc U i a n ! diye bağı rm ıştım , ıc Kal k ulan ayağa.•
..

Şaşı lacak şey, kuzu kuzu kalktı.


Deneyimi sonuna dek sürdürmek zorundayd ı m .
A z önceki sorumu yen i ledim:
- Adın ne?
M ı rı ldand ı :
- Yonuz.
- Yonuz mu? Ne demek o? Yunus desene şu-
na, eşek!
- Beşir edemiyom da . . .
- Beşir.. yakıştıramıyorum, d e şuna eşşoğlu
eşşek!
-. . . . . . . . . . . . . . . . . . ?
- Nerelisin?
O, her yanı ndan sağ l ı k fışkıran genç l risi ufal-
mış ufalmış ufalmıştı :
- Suvaz'ın koylüğünden ..
- Sivas de şuna ulan, ayı !
- Suvaz.

1 33
i l laki Sivas ded i rtecekti m :
- Si, de!
- Su , - ded i .
- U l a n s i desen e l
i mdat ararcasına sağ ı na, s o l u n a baktı :
- S i , - ded i .
- H a şöyle . Si - vas !
Zorla ama yakışt ı rd ı :
- Sivas .
Ü zerinde durmadı m :
- Ö ğren i rn i n ne?
- Efendim?
- Öğren i rn i n d iyoru m .
Fena sı kışmış, bana bulaştığına i htimal b i n piş­
man o l muştu. Yan l ı şl ı kla güldü, sonra yanl ı ş l ı ğ ı n ı
id r�k ederek, ciddileşti .
- Ö ğreni rn i n ne olduğunu b i l m iyor musun?
B i l mi yo m .
- B i l m iyoru m , d e !
- B i l m iyoru m .
- Li seyi fa lan da bitirmed i n m i ?
- Cık.
- Ortay ı ?
- Cı k .
- i l ki ?
i çini dertl i dertl i çekti . Boynunu büktü sonra.
Nerdeyse ağ layacaktı . Öylesine kolu kanadı k ı r ı l­
m ı ştı ki . . .
- Bağ ı ş l a bey i m , bi lemed i m .
i ç i m parça landığı halde:
- N eyi b i l emedin?
- Zatı n ı z ı .
Fena yakalam ıştı m . D a h a doğrusu, fena yaka­
l a n m ıştı . i ç i m i n parçal anmasına aldırmayarak işi sür­
dürdü m :
- Ben sana bilemed i m ' i gösteririm. Lisey i , or­
tay ı , hatta i l k i olsun bitireme, sonra da geç karş ı m a
bana cart curt et!

1 34
Hep o yapma h ı rs ı m l a döndüm.
Ardımdan geliyor, yalvarıyord u :
- Bağışla bey i m , töbe val l aha .. d i l i m kopaydı
da demez olayd ı m . i tten pişmanım vallaha .. Küçük­
ten kusur, büyükten af..
Kahkahalarmı zaptedemeyeceğ i n i a n l ayan ar­
kadaş çeki p gitmişt i .
Bense « Koca göbekl i » l i ğ i m i n son darbesin i i n­
safsızca vurdum:
- G i y in rneğe gidiyo ru m . G e l , beni gör!
Arkadaş hem giyi niyor, hem de gül rnekten ka­
tı l ıyordu.
Ben de giyindi m . H atta hiç gerekmed i ğ i halde,
fakir t ı karanı n nedense çok ürktüğü kravatımı da
bağlad ı m . Arkadaş da bağlad ı . Tam çı kacağız, birden
o ! Ö nünde kavuşuk e l leriyle iki kat, korku içinde,
beh desem kaçacak.
Çıkış kapısına kadar gitti m , durd u m . B i rden em-
retti m :
- Gel buraya !
i yice y ı l g ı n , geldi.
- N e yapt ı n portakal kabukları n ı ?
Şaşaladı:
- Attı m .
- Attı n m ı ? Nereye attı n ?
Korktu .
- Nereye attın ulan h ıyar, cevap versene!
- Çöp sand ı ğ ı n a .
- Portakal kabukları çöp sand ı ğ ın a atı l ı r m ı b e ?
« N ereye atı l ı r ya? Benim l e d a l g a m ı geçiyor­
sun? .. falan demesi gerekirdi oysa. D emed i . Başladı
yeniden sızlanmağ a :
- Cahal l ı ğıma s a y bey i m , b i lemedim val l aha ..
- G i t getir attığ ı n yerden, çabuk!
Koştu .
Arkadaş :
- U l a n , - dedi - , b ı rak tıkarayı b e !
Oysa, gittiği g i b i koşarak dönmüştü. E l i nde por-

1.3 5
takal kabukları . . . Portakal kabukları ya, bütün bun­
ların uyumsuzluğunu, işin içinde iş olduğunu anla­
masa bile, sezmiş görünüyordu. Buysa yetmezdi bir
" Koca göbekli • karşısındaki tutumunu değiştlrmeğe.
Sezgisi onu yanıltabili rd i . Kravatım vardı boynumda,
cart curtuma s ı kı ydım. Cebimden defter kal em çıka­
rıp hamama kocaman bir ceza yazabi l irdim. Yazınca
da tamam dı hamamcıyla işi . . .
G ülüverdim.
O da güldü.
Sertleşti m:
- Ne gülüyorsun?
- Sağ o l !
- S e n d e sağ o l . Gül !
G üldü.
- Peki, neciyim ben?
- Zatın ı z m ı ?
- Hayır, ben !
- Estafurul lah.
- Niye?
- Zatınız böyük bi mamürsünüz ...
- Ne memuru?
- Böyük bi milmür a . . .
- Evet?
- Ç ı karamadım ne mamürü olduğunuzu.
Elimi omzuna dostça koydum:
- Memur falan değ i l i m .
i nanmad ı . Boynurnda kravat, d i l i mde cart c u rt....
'
belki de memur olmadığımı söyleyerek onu s ı nıyor­
dum.
- Estafuru l lah, - dedi yeniden.
- Val iaha memur falan değ i l i m lan!
· Bu « Lan .. , aramızdaki buzları eritir gibi olduysa
da, gene de boynurndaki · Medeniyet yuları • , az ön­
ceki cart curtu m . . . başını kı çından ağır getirebl l i r­
dim. En iyisi ağzını sıkı tutmal ıyd ı .
Güldüm değ i l sı rıttı m .
Oysa sadece güldü.

1 36
- Niye güldün?
- Heç, öyle ..
- Aklı başı nda b i r insan hiçe güler m i ? B i r
sebebi olmalı . . .
- Mamür değ i l i m ded i niz de ..
Sonunda inandı rd ı m memur olmadığıma. i nan ı n-
ca da yüreklend i :
- Ne iş başı ndasın ya?
- H i iç. Yap ı larda kati p l i k yapıyorum ..
- Yapılarda m ı ?
- N olacak? Yapılarda, fabrikalarda, mağzalar-
da. Nerde iş bulursam . . .
Gene d e inceden inceye, şüphe l i şüphel i gözden
geçird i ben i . Memur o l madığıma bir türlü inanmak
istemiyor gibiyd i . Çekinerek sordu:
- O boynundaki ne ya?
- Kravat.
- D evletin mamürü değilsen . . .
- N e diye takıyorum, doğru . .Adet olmuş işte ..
Sen boşver ona buna, ben i m l e güleşeb i l i r misin?
Şaştı :
- Ben ha? Seni ot d iye yerim be!
Sevinçle döndü, arkalarda arkalarda dikilmekte
olan hemşerisine heyecanla:
- M ıstı k lan gel -. dedi -. Bu da senin benim
gibi . . . boynundaki yulara kulağasma!

1 37
GAZETE

Saba h ı n erken saati .


Kahve hemen hemen bomboş. Ya l n ı z , i k i k i ş i . . .
i kisi de kravatl ı , i kisi de efend iden. B i r i bir masaya
oturdu, öte ki başka bir masaya. Oturmalarıyle b i rl i k­
te kahven i n , karşı masadaki yepyen i , taptaze , henüz
a l ı n m ı ş , yı pratı l mamış gazetesini hemen hemen ay­
n ı anda gördüler. i kisi n i n i ç i nden de gazeteyi g i d i p
a l mak geçti a m a , gözl üklüsü d a h a önce davranarak
g i tt i , aldı . Gözl ü ksüzünün canı sıkı ld ıysa da, renk ve­
remezd i . Gözünü açıp daha önce davranmadıysa suç
gözlü klünün müyd ü ? Değ i l d i , değ i l d i ama gene de
kızdı . Şimdi artık " H erif, i n okuması n ı bekleyecekti .
Beklerneğe başlad ı . Başladı ya, gazeteyi kapan adam ,
kapamaya n ı n a k l ı ndan geçenleri sezmişçesine, ta­
d ı n ı çı kara ç ı kara açtı , katiad ı , okumağa başlamadan
önce masaya b ı raktı . Fakfon tabakası ndan cigara
ç ı ka rd ı . Gümüş ağızlı kehribar ağızlığına usul usul
takt ı . Kibriti hep aynı a ğ ı rdan a l ışla çaktı , cigaras ı n ı
yaktı , g e n i ş , rahat, telaşesiz b i r duman, duman ı kah-

1 38"
ven i n çatlak tahta l ı , p i s tavanına üfle d i kten sonra, du­
man ı n havadaki açı k mav i , kül ren k l i yayı l ış ı na gü­
l ü nıseyerek baktı b i r süre. Gazetesiz: cc Vay anası n ı •
d iye geçird i , cc Herif komşu çatlatırcasına, keyif çı­
kara çı kara . . . yoksa mahsustan m ı yapıyor? Yoksa
i nadı ma m ı ? Gazeteyi bana kaptı rmamış o l m a n ı n ta­
d ı n ı çı kara çı kara . . . N isbet mi yapıyor yani ? •
Tansiyonu yükseğ i n biriydi zaten. Böy l e sanış,
yen i , çok güçlü b i r kan dalgası n ı n tepesine saldı rma­
sından başka şeye yaramad ı . i çini sıkıntıyle çekti,
h ı nçla biraz da. PIT. den emekl iye ayrı l madan önce
de görev l i bulunduğu i stanbul i lçelerindaki görev­
l i l i ğ i nde böyle l erine müth i ş içerler; içeriediği küçük
memurlardan biriyse bağırır çağ ırı r, değ i l s e gene
bir b i ç i m i ne g etirerek, amirine karşı gel emeyi şin
acı s ı n ı kendi nden aşağ i dak i lerden b irine bağırıp ça­
ğ ı rmakla a l ı rd ı .
Gazeteyi daha önce kapana yeniden , h ı nçla bak­
t ı . " H e rif., okumasına okuyordu gazeteyi a m a , hayı r,
çabucak okuyup bırakmak n i yeti nde değ i l d i . Bir oku­
yor, ardından bir duman, sonra d a i k i , üç, çevr�sin­
deki le re çevi riyordu bakışları n ı . i yi ama, gazete ba­
basının m a l ı değ i ldi k i . Kahvenin gazetesi. Bu gaze­
tede kahvenin bütün müşterileri n i n hakkı vardı el­
bette. Böyle gazete l er, yani üzerinde herkesin hakkı
b u lunan gazeteler çabucak gözden geçi r i l i r, tekel al­
tı nda tutu l mazd ı . Ayıptı , terbiyesizlikti , görgüsüzlük­
tü . Ü ste l i k çevredekileri küçümseyiş, adamdan say­
maz l ı ktı ! Hooş, o kim oluyordu d a çevres i ndeki leri
adamdan saym ıyord u ? Kendi kend isini b i l iyordu ya.
En azından yirmi beş, otuz y ı l devlet kap ı s ı nda saçla­
r ı n ı ağartm ı ş , takd i rnameler a l m ı ş , işler görmüştü
vatana, m i l lete ! ( G azete l i adamın bakışıyla karş ı l a­
şı nca tepesi attı . Sanki adam : cc Hadi can ı m sen de ! . ..
demek istemiş gibi .) Elbette, vatanı n , m i l l eti n hayrı­
n a işler görmüş, takd i rnameler a l mı ştı , ne san ıyor­

du? B i r babası vard ı , babası . . . Babaların şah ı. . Adam


.

Urumeli toprağı, pehl ivan sülalesinden gelme, b i r

1 39
doksanaltı boy, yüz k i lonun üstündeydi de Sultan
Hamid'e kafa tutanlarla birl ikte M ı s ır'a kaçmıştı. O
kaçınca hatiyeler kendi lerini rahat bırakmamış, ta
Meşrutiyet'te, K ız ı l Sultan devri l ineeye kadar, anala­
rı ndan arnd i klerini burunlarından getirmişlerd i .
Eski köklü b i r muhalifin o ğ l u olmaktan, daha doğ­
rusu o an bu.nu hatırlamaktan gelen çal ı m l ı bir öksü­
rükle g ı rtlağındakini kahvenin talaş içindeki betonu­
na yavaşça çıkard ı .
« H erif, gazeteyi hala gerine gerine okumaktay­
d ı . Baş makaleden tutturmuştu. Daha i kinci derecedeki
haberleri okuyacak, i ki nc i sayfaya geçecek, üçüncü
sayfa, dördüncü spor sayfası . Bir de loto'su varsa
tamam. mPis herif .. Suratına bak. Ya burnu? H iç mey­
menet görmüş mü? Cenalrı Allah suratından nur-u
i lahisini silm iş. O ne burun o? Ya avurtlar? 6izim
şair bozuntusu Süleyman Sırrı 'ya benziyor. O da bu­
nun gibi kendini beğenmişin bi riydi . Bozuk, takır tu­
kur aruzlarıyla kendini Abdülhak Hamld'le falan kı­
yaslamağa kalkard ı . . . Bok he rif. Sonraları kuyruğun­
dan tutulup atı lm ıştı Sivas'a m ı , Erzurum 'a mı ne . . .
Fakat şu bok heritin avurtları avurtlarına geçtiğine
göre, nekesin biri olmal ıydı . Nekes olmasa bir gaze­
te a l ı r, kendi gazetesini cehennemin dibine kadar ..
Evet, ben de a l madı m ama, nekes falan değ i l i m . De­
ğ i l i m el bette. Kayınbirader, Iki baldız . . . ..
Daldı b i rden. Yıl larca öncenin güney i l çelerin­
den birinin b i r geceya rı s ı . Karıs ı horluyarak uyuyor­
du. Kalkmıştı usullacık. Patiska geceliği, ruganı yer
yer çatlak teri i ği . . . Küçük baldızın odasına geç­
mişti . . .
Gazeteyi daha önce kapmış adam s i l inmişti.
Yağmur yağıyordu dışardaki zifir karanlıklarına,
şakı rtıyle. Ayakları n ı n uçlarına basarak . . . Canı m , ta­
ri kata girm işse, bu anlattığı yirmi beş, belki de otuz
yı l ı n ardı nda kalm i ş b i r şeydi. Küçük baldızıydı gü­
nah ı . H e m , malum : Kırk gün günahkar, bir gün töv­
bekar. Tarikat arkadaşları arasında yakından tanıdığı

1 40
neler vard ı . H ı rsızlar, devlet parası n ı yiyip içeri gir­
miş çıkmışlar, ı rza dolanmış, kafalarını gözlerini kır­
d ı rmışlar, neler!
Birden gülüverecekti az kalsın. Tuttu kend i n i ,
Gazeteyi daha önce kapana gitti bakışı a m a durma­
dı üzerinde. Leylekle, dişi kocaman bir ley fekle ya­
kalanmış b i ri n i hatı rlamıştı . Çocuklar teneke çalmış­
lardı ard ı ndan , kad ınlar sakınarak, gülüşlerini avuç­
ları içinde saklayarak çapkın çapkın konuşmuşlardı
sözde erkeklere duyurmamağa çal ışarak.
Birden kafası ndakil erin şeriti koptu : Gazeteyi
daha önce kapan adam, elindeki gazetenin i ki nci say­
fası ndan birden dördüncüye atlam ıştı . M Niçin? Toto
için m i ? Yoo . . . herhalde baş makalenin ard ı n ı arı­
yor. Eşek, baş makalenin ardı en son, spor sayfasın­
da mı olur? Görgüsüz. Baş makalenin ardı üçüncüde .
E l imle koymuş g i b i b i l i ri m . Nerde ben, nerde o ! �
H e rkes babadan, dededen muhaliflikten mi ge­
l i rd i ?
n U ian bırak şunu d a b i r parça d a biz çlml ene­
l i m ! Uinet herif, şair bozması Süleyman S ı rrı yap ı l ı ,
mendebur. Nekes l i kten tahtakurusuna dönmüşsün .
C i garan ı içişteki rahatl ığa hele, bok ! ,
Kahveye yeni müşteri ler gel iyord u . Gelen ler de
aksi gibi o yana, gazete okuyanı n yakınına gidip otu­
ruyorlard ı . " Herif., gazeteyi b ı raksa b i l e yen i gelen­
lerden biri kapıverecekti .
Garsona seslend i .
Garson geld i :
- Evet beyim ?
- Bana yeni b i r kahve, b i r de şu gazete boşa-
l ı nca al ıver .. ( H omurdandı ) Ne biçim adam be? Gaze­
teyi adeta b i r saattır hapsetti !
« Yeni bir kahve .. den başkasını duymayan duy­
sa da anlamayan, aniasa b i l e üzerinde durmayan gar­
son çeki lip gitti .
Tam bu s ı rada karşıdaki adam gazeteyi bırakmış­
tı. Garson ocağın yanına doğru gidiyordu, gazetenin

141
b ı ra k ı l d ı ğ ı ndan habers iz. cc H ay aksi şeyta n ! Ulan
ş u he r i f kapacak . . . .. fırladı yerinden, kapması müm­
k ü n adamdan önce, hızla gitti, kibarca :
- Müsaade eder misiniz?
H i ç de ki barca değildi oysa. Şahin g i b i , karta ! ,
atmaca g i b i atı l m ı ştı gazetenin üstüne. cc Estafurul­
lah, buyrun " a falan vakit b ı rakmadan kapm ıştı gaze;
tey i meşşodunu. " Vuuuh, yarma ! Peh l i van eskisi mi­
dir ne?u
Göz l üğünü öfkeyle k ı l ı fına soktu. Böylesine kaba
saba , ham ahlat b i r i n i n gazeteyle, gazetedeki poli­
t i ka, ya da çeşitli yaz ı larla ne i lgisi olabi l i rd i ? ce Bel­
ki de müteahhit, yahut celep. M üteahhit o l ması daha
mümkün . Tamam can ı m , müteahhit. Doğrudan doğ­
ruya ikinci -sayfaya daldı. Kimbi l ir, belki de taahhüt
işlerinin i lfı n larına bakıyordur. Bu kadar i riyarı b i r i
mem lekete kafasıyla değ i l , o l sa olsa m idesiyle bağ l ı
olur. Sen istedi ğ i n kadar otuz y ı l Devlet kapısında
vatana, m i l l ete çal ış, ömür tüket. Böyle ayıların va­
tanla, m i l l etle , devletle ne alaka ları var? Bunl ara gö­
re g i den ağanı , gelen paşam . Çetin Altan ' ı n ded i ğ i
g i b i dümenierine bakar böyleleri. Bunda ne d i n var­
d ı r , ne i m a n . Surata bak. O hantal gövdesiyle amma
d a koştu gazeteye be ! Keşke vermeseyd i m . Yahut,
şu yan ı mdaki masada oturana veriverseydi m . i frit
o l urdu hıyar ağa . Tuh be, ne diye akledemed i m ? Ney­
se, geçti . . . O kadar Kalsiyum Sandoz vurunduydum
zama n ı nda, hava. Sıska l ı k , ben i m alnıma yaz ı l m ı ş . E l­
li altı ki lodan yukarı çıkab i l i rsen çık. Hele ş i mdi yaş
da i lerledi . . Eczacı , gözlüklü eczacı , canı m eczacı
ç ı rağı işte , ne demişt i ? Bu yaşta sakın kalsiyum iğ­
nesi falan vurunmaya kalkmayın bey amca, kalbiniz
durab i l i r . Aman bu bey amca l ı k da. Bir yandan ye­
ğenler, öte yandan toru n , evlatl ar. Büyük Hukuku bi­
ti rse yüküm iyice hafifliyecek ama, baka l ı m . N e kaldı
Temmuz'a? Altı ay. Altı ay sonra mezun olsa bile as­
kerl i k . Askerliğini bitirmeden Devlet memuru ola­
maz. Avukat l ı k yapmağa kalksa, uzun i ş . Altı ay Ad-

1 42
l iye de staj, a l t ı ay da avukat yanı nda . . . Babamlar za­
manı ne iyiym iş. M ekteb-i H ukuk'u bitirm i ş , o za­
manki adıyla Muhaml, yahut Davave ki l i . Gelsin se­
pet sepet yumurtalar, kebeyl e tereyağ ları , yeş i l çöm­
leklerde beyaz peyn i rler, pekmez, kuru yem i ş l er.
Eeeeeeh o günler de b i r gündü ! »
Akl ı nda, a k l ı n ı n b i l inmez boş l u kları nda baba evi :
Sokak kapı sının zarif b i r kadı n e l ine benzeyen dem i r
tokmağ ı . i riyarı babası sertçe çalardı kapı y ı . i nce,
uzun annes i , etekleri dolaşa dolaşa koşard ı . i çeri
bomba g i bi gi rerd i ada m : Babas ı ! « Eşek gibi d i ki le­
ceğinize a l sanıza şunları ! " Kardeşleriyle karmakarı­
şı k, yuvarlanı rcasına i nerdi merdiven i . Kapı önün­
de, babas ı n ı n az önce geldiği faytonda yağ kebesi ,
yeş i l s ı r l ı peynir çöm l eğ i , k ı r parça l arı gibi i r i yu­
m u rtalar dolu kam ı ş örme sepet, kutu l a r, paketler,
her b i ri b i ri n i , ya da bir kaçını yakal ar, babalarının
önünde çıkarlar merdiveni . Sofada yemek masası .
Yemek masası nı n üzeri d i l i m l enmiş ekmek, nar gibi
kı zarmış p i rzola, çerkes tavuğu, i m ambay ı l d ı , kırmı­
z ı turpl arla işli yeş i l salata, portaka l , e l ma, muz ta­
baklarıyla yüklü . . . « Yemezd i k " d iye geçird i , « Yemez­
d i k . o can ı m pirzolalar, Çerkes tavukları, e l malar,
armutlar, muzlar Ne ben , n e kardeş lerim. Babam
deli olurd u , ter ter tep i n i rd i : « Tahtakuruları, solucan­
lar. Siz ne yersi niz? Ha? Ne yersiniz siz? A l lah ı m ,
ben i m g i bi adam ı n evlatları böyle m i olmal ıydı ? "
derdi adamcağ ız.
Deri l i n bir iç geçi rd i . « B iz babam tarafına de­
ği l , annemin tarafına çekm işiz, m utlaka. Yahut, an­
nemin babas ı n ı n a l ko l i k olmas ı . i rsl verasette var
bu. Torunlar çokl u k dedelerine benzerlerm i ş . Öy l e
ya, benim oğlanlar . . . Oğlanlar ama, büyük, H ukuk'­
taki c ı l ı z , ortanca i riyarı , küçük, kız da c ı l ı z . Amaaan
sağ oJ sunlar da . . . "

Gazete li adama kaydı gözü. Demi ndenberi dur­


duğu halde ancak yeni farkına varmıştı : Dördüncl.i
sayfayı katlıyord u . Sağl ama vardı b i r doksan ki lo-
_

1 43
luk. Ayıp o lmasa sorardı babasının da kendisi g i b i
i riyarı olup olmad ı ğ ı n ı . Iriyarı değ i l . Ama şu haliyle
yüz deği lse bile vardı bir doksan, doksan beş kilo.
Kendisi e l l i altı . E l l i altıdan doksana? Otuz dört kilo
mu? w Vuf be! Cartayı çekince tabutu kurşun gibi ağı r
olur. P i s p i s de kokar ö lüsü. Zayıf l ı k b u bakımdan
iyi. H iç olmazsa cartayı çekince etrafındaki leri rahat­
sız etmezsi n . insan öl ünce hem ağırlaşır, hem de bo­
yu uzarmı ş . Dün bizim üst kattaki lerin çocuğu . . . Ka­
rı ne diyordu? Ufacık çocuk kurşun gibi ağı rdı .. Ce­
nazeye bütün mahal lel i gitti, ben? Adaaaam sen de.
Onlar da beni mkine gelmesin. Zaten evde olduğumu
da bi len yoktu. Bok karının kuruntusu. Komşuymuş,
ayıp olurmuş . . . Sevmlyorum efendi m , zorla mı? Ö­
l üyü , ölümü, cenazeyi sevmiyoru m ! •
B i rden k�hve kapısı hızla açı l d ı . B i ri kız, öteki
oğlan, telaş, öfke, merak, heyecan i ç i nde iki çocuk
aynı zamanda g i rd i ler, yanına koşarak geldiler. Kız
alı a l , moru mor:
- Dedeciğ i m , bu apta l : Tavuk m u yumurtadan
çıkar, yumurta m ı tavuktan d iyor !
Sarı saçları yandan ayrı l m ı ş haşarı oğlan kıskıs
gülüyord u . Başta gazetesine gömülmüş i riyarı ada m ,
ocakç ı , garson, bi rkaç müşteri kahkahalarmı sal ı ­
verd i ler.
Büyük baba kal ktı , torunlarıyla kahveden çıktı .

1 44
GURBETTE

Aksarayda başıboş dolaşıyordu topukları kağıt


kadar i ncelmiş yemenlleriyle. Ayakları çıplaktı , kir­
l iydi . Sacağında memleket i ş i bir k ı l şalvar, sırtında
ceket meket hak getire. Köyden Sarı lbramı n ığvası­
na uyup l stanbu l 'a gelip, Sarı ibramı kaybedip me­
te l i ksiz kaldığı günlerden bir günün akşam üstü sat­
mıştı Tophanedeki Karabaş pazarında. On kaymeye.
Cebinde on kay m e kahpe istanbul 'u bi güzel dolaş­
,

m ıştı . Tophaneden Galatasaraya çıkmıştı . istlklftl cad­


desi'ni Taksi m'e kadar yürümüş, lokanta vitrinierini
seyretmiştl . Can l ı can l ı balıklar, adını bildiği b i l m e
­

diği yiyecekler ki "Tarifi gayri mümkünsüz! "


Işık içindeydi Taks i m . Sular fışkırıyordu bu yan­
d a ; o yanda adam kaynaşıyordu. Avrat, çoluk ço­
cuk.. Cebinde on luk. . . inen akşam ın içinde çeşitli
taksi lerle otobüs, troleybüslerln gelip gidişi , homur­
tusu. Sarı i bram Levent'te b i r I nşaat var demişti , ya­
r ı n gideceklerd l . Ceblnde onluk, yarın iş. Daha ol­
mazsa Alamanya'ya atarlardı kapağı : a G idenler biz­
den eyi değel ler a ! Biz de i nsanık. Elimiz kolumuz
tutar, akl ımız var. Vazının akılsız gavırına ütülecek
değiliz. He bi i ş dutamasak. bizim Vel i 'n i n yan ı na

1 45
varır, a rkadaş bize de b i rer çöpçülük uyduı- ne ola­
cağsa, deri k. Ö yle. deel m i M ustafa kardaş ? •
Ö yle olmaya öyleyd i y a , ertesi g ü n Sarı i bram
gelmemişti . Levent'teki inşaata gidememişler, onluk
da, • Kahpe onlukıo tükeniverm i şt i . Hamal l ı k marnal­
l ı k da bulamam ıştı . Kime va rsa da · Efendi ağa, hani
bu ranı n garibiyim de . . . ,. d iye söz kapısı açmaya kalk­
sa, ya dinl emiyor, ya da gülüverip geçiyordu. N e
Levent'ini komuştu dolaşmadık, ne Beşiktaş'ını , Maç­
ka'sını Şişl i 's i n i , Beyazıt, Ayvansaray, Unkapan ı ' n ı .
i stanbul kazan o kepçe . i şe k ı ran g i rm i şti besbe l l i .
"{a d a hayı r, i ş e kı ran g irmemişti de o usulünü bil­
miyord u . Yoksa kör değ i l d i , götürüyordu. Kendi gibi­
ler sabah sabah toplan ıyorlardı küme küme . Tak ı l ı ­
yeriardı i ş başlarının ardına, basıp basıp gidiyorla r­
d ı . Nereye ? Kes i n b i r şey b i l m iyordu ama, herhal­
de gittikleri yerde bir işin kulpuna » yapışıyer ol­

mal ıydı lar.


O da a ra larına katı lmak, onl a r gibi bir yerlere
g itmek, tıpkı tıpkı s ı na onlar gibi bir işin kulpufıa ya­
p ışmak isterdi ama, olmuyordu. Yadı rg ı l ığını hemen
anl ıyorlar; ya da kendi köyl erinden olmadığını . Ko­
ca i stanbu l 'da da şu kahpe Sarı i bram'dan başka
köylüsü yoktu . K ı l ı k kıyafetlerinden, suratları nın boz­
k ı r yan ı ğ ı ndan anl ıyordu, varıyordu yanlarına, • Ö yle
rni kardaş . . diye l af kapısı açmak istiyordu da, ya

bakmıyorlard ı , baksa lar b i l e • Ne şöyle, ne de böyle »


diyorlard ı .
Birinde : • Varıp b i r duvar dibinde di leneyim ba­
r i . . " dedi kendi kend ine. Dolaştı dolaştı dolaştı, uy­
gun b i r duvar dibi buldu. Yıkıktı duvar, şurasına bu­
rasına işenmişti , pis pis kokuyordu ya, kıyı köşey­
d i . Tek tük geçenler ya kocakarılard ı , ya saka l l ı lar,
ya da fileleri sebze, meyve dolu gencecik kadınlar.
kızlar. Pek de yakıştıramadığı sesiyl e · A l lah rıza sı
için .. " d iye başlasa bile aldırış etmiyorlard ı . Bütün
gün oturdu, eline üst üste e ll i kuruş geçmedi . B i r
i,ki l i ran ın yolunu bulsa, tekliği verip sabahçı kahve-

1 46
sinde sabahlar, paranın geri kalanıyla da karnını si­
m itle doyurur, e l l i kuruş bütün gün sidik kokulu du­
var d i b i bekl enmezd i .
işi seyyarl ığa vurdu. Kahvelere dalıyor, garsondu.
Garsonlar it azarlar g i bi azarlayıp, kıçına b i r tekme,
kahveden dışarı atsalar bile gene de sidik kokulu
duvar dipleri nden iyiyd i . Aradan bi rbuçuk, i k i , bazen
üç l i ra kazanıyordu. Kazanıyordu ya, b i ri leri peydah­
lanmış, kazancının yarısını vermezse çalışmasına en­
gel olacaklarını söylemişlerd i . D i k i lm işti . Ne kaza­
nıyordu ki yarısını vers i n ? En kabadayısı üç teklik.
Onun yarı sını da ver, ne kal acaktı? Yüzel l i kuruş. Yü­
zel l i kuruşa i stanbul kahvelerini dolaşmağa, küfür,
tekme yemeğe değer m iydi ?
B i r i nde ıı Ah çolak, · yahut d a kör olsam . . .. diye
düşündü. Çolaklarla körler paranın anası nı bel liyor­
lard ı . Adam bu istanbul gurbetinde ya çolak, ya da
kör olmalıyd ı . Çolak, kör oldun mu yaşadı n . Sapa­
sağlam adamaysa acımıyorlardı ne h i kmetse.
O gün gözlerini yumup kör yerine koydu kendi­
n i : .. Al lah rızası için iki gözden arnaya bi sadaka virin
hayrın ıza . .
"

Baktı Sflğdan soldan sarı onluklar, yirmi beşl i k­


ler Bakmasa iyiymiş a , nası l bakmaz? Göz ucuyla
gördü ki maha l le çocukları önündeki mendile birik­
miş paraları uçlanıyorlarl Yerinden nas ı l farlad ığı n ı ,
çocuklara tokatlar, tekmeler savurmağa başladığ ı n ı
ş i mdi kendi d e hatı rlamıyor. Paraydı mend i ldeki , pa·
ra ! itoğ lu itler, kör diye paraları çarpacaklar. An ayı
kızdan ayıran para . Lakin çocukları ürkütmese iyiy·
m i ş a, ürkütmüştü bir sefer. Kahpe döl lerl , başlamış·
!a rdı çevres i nde el çı rparak şamataya:
«- Yalancı , sahtekarl M i l lete kör diye yuttu·
ruyor kendini ! •

Sokak verim l i sokaktı Allah için han i . Üçün be .


s i n yoluna bakacaktı , olmamıştı . Tası tarağı toplayıp
savuşmaktan başka çare yoktu . Yoktu ya , kaÇ ıp kur­
tulabilirsen kaç kurtul !

1 47
•- Yalancı, sahtekar, yalancı , sahtekArl •

Durmuştu:
•- Eyi , anladık. Dağılıp gitmez misi niz gayri ? •
u - Yuuuh, andavallıya yuuuuh l •
« - Yuh size. babanıza. ananıza, ebu caddinize
yuh! ..
"- Vörüüü taş arabası ı ı ! !

Derken işi azıtmış, taşlamağa başlamışlard ı . Ka­


çıp ku rtulamıyordu da. ltoğlu ltler tazı gibi koşuyer­
Iardı yanında önünde. O sıra i ri bir kiremit parçası
gelip ensesine inmeseyd i , üstlerine deli camız gibi
koşmayacak, rastgele vurmayacaktı . Eli de ağırmıy­
dı ne? Vurduğunu yıkıyordu . Derken evierden karı­
lar kancı klar. dükkan iardan erkekler üzerine b i l i r yü­
rüsünler, « kahpe kasığında yatm ı ş • veled-i zına­
larına sahap çıkacaklarına üzerine bi çullansınlar!
Aman Allah, kaçmak i ster kaçamaz, dursa eşşek su­
dan gel esiye dayak yiyecek. Yalvarmağa başlamıştı
olmamıştı , ağlamayı denemiştl . Eh, şöyle böyle. Ye­
re çömelmiş, bir iki tekme, sille i nse de acıyanlar
çı kmıştı bereket. Usul usu l , duvar diplerinden süklüm
püklüm kirişi kırmıştı .
Kırmıştı ya, ller tutar yeri de kalmamıştı .
Başka bir gün çolaklığı denemiş, yakalanm ı ş ,
gene dayak yemişti . Hatta di lenmanin yasak oldu­
ğundan söz açan pol i s mi nş biri , yakalayıp götür­
rneğe kalkmıştı da elinden kurtulana kadar akla ka­
rayı seçmişti .
Tutturmuşlardı b i r « Elin kolun sağ lam. D i lenrne­
ğe utanmıyor musun? Çalış, karnı n ı doyur! •
«- Iyi ya, verin bi i ş çalışayım ....
«- Gel demişti kırçıl sakal lı biri. Alıp gölür­

müştü evine, aptasanesinde akşama kadar çalıştır­


mıştı da sonunda işini beğenmeyip koğuvermişti .
B i r i ki sızlanacak, diki lecek olmuş, tekmi l mahal leli
hemen hemen haramzadeden yana çıkmıştı . SözQ da­
ha fazla uzatsa köteği yiyeceğinin resmiyd i .
Bugün pazar. Topukları i ncel miş yemeni leriyle

1 48
Aksaray'da sağa sola dolanıyor. Bu şehiri i ierin pa­
rayı nası l olup da bol bol bulduğuna akıl erdirmeğe
çalışıyordu. Allah verdiyse, ki öyleydi köydeki uzun
imarnın dediğine göre, o da Al lahın kulu değil miy­
di ki vermiyordu? Şehi rli gibi yaşamaktan vazgeçti ,
iyi kötü bir işin kulpundan tutabiisel
Yoru lmuştu. Valde cami i n i n oraya gitti, duvar
d ibine tam çömelecekti , kaburgaları çıkmış, iri mi i ri
bir sarı it gözüne i l işt i . Fıkaı:_a nın karnı kurumuştu
tekmiL Adımlarını ters mers atıyor, canını büyük bir
bezg i n l i kle taşıyordu. Hani nerdeyse yıkı ldı yıkı la­
cak!
Derken valde cami i n i n böğründeki sokağın göl­
gesine devri ldi, solumağa başlad ı . Bakışları yı lgınd ı .
H a n i b u duruma i nsan düşse kendini öldürmeyi dü­
şünürdü ya, tı kara sarı it akledemiyordu besbe l l l .
Yan ına g itti. Sarı it yeşil ışı ltı larla yılgın y ı l g ı n
baktı. Kravatl ı ne olsa, yani efendiden filan, korkar,
tekme yememek için a l ı rdı voltas ı n ı . Korkmadı . Yanı­
na gelen de kendi leyin , yemeni topuğu i ncelm ış,
çıplak ayakları kirl i , gözleri yuvalara çökmüşün biriy­
d i . E l i n i uzatıp kaburgaları ç ı kmış karnını o kşaması­
na da aldırmad ı . Okşayıp seveceğ ine, kemi kten geç­
tim, b i r parça ekmek atsaydı önüne daha makbule
geçerdi ya, nerdee? Kendi bulabi imiş miydi k i ?
Genç adam boyuna okşuyordu sarı lti :
«- Vay kardaşl ı k vay. Hadi ben Insan akl ımnan
bizim Sarı ibramın iğvasına uyup köyümü teptim,
geldim. Sen it akl ınnan ne demiye geldin?•
Sarı itin lata karnı toktu. Bakmadı b i l e.
a- Kasap musap önlerinde dolanaydın bir i ki . .

Kem i k mümük. Lakin gözleri kör olsun. Kemi kleri


b i l e kurban ediyorlar tıkara ltlere! Her bl şeyi satı­
yorlar. Satsınlar bakal_ım. Allah yalnız onların Allahı
mı?•
Allah ordaymış g i b i başını kaldı rd ı , gökyüzüne
baktı .
Gökyüzü hafifçe bulutluydu.

1 49
DiLEKÇE

Adi iye koridorunun cigara dumanlarıyle yüklü


havasında yüzer gibi dolaşan insanlar. i nsanl arın
arasında kara cüppeleriyle oradan oraya gidip gelen
avukatlar, arada mübaşirl erin haykı ran sesleri .
i nsanlar, kadınl ı erkekl i insanlar.
Adiiye binası gerçekten güze l , gerçekten mo­
dern , gerçekten iç açıcı . Güze l , modern, iç açıcı ama,
gine de hiç kimsenin bu rada işi ol masa, yani bura­
ya işi düşmese daha iyi. Hani öyle günler gelse d e ,
insan lar dirl i k düzen l i k içinde yaşasalar, hakimler,
savc ı l a r işsizl ikten boyuna esneseler. Ceza evlerine
tutuklu götürerneyen candarmaların kelepçe leri pas­
lansa, canları s ı kı l sa, uyuklasalar. N e vuran, ne
vurulan, ne çalan, ne çalınan. Yani " Sebeb-i dava ..
ortadan kalksa!
Dalmış düşünüyordum k i , yanıma b i r kadı n so­
kuldu. Otuzun bir hay l i üstünde olmalıyd ı . Siyah baş
örtü l ü : Eski mantol u , çekingen, kuru ama çirkin de­
ğ i l . Hatta güze l l i kten çok « Aibeni >• s i fazlaca ama

1 50
farkında değ i l . Gözleri kend i l iğinden alev alev.
Elindeki di lekçayi göstererek sordu:
- Bunu nereye vermem lazım acaba?
Baktı m . Savcıl ığa. Söyled i m .
Sordu:
- Hangi oda?
Kalabalı k koridoru yanyana geçti k . Savc ı l ığın l<a·
pısı :
- Nah, burası , gir!
Çekingenl ikle gülümsedi :
- B i l mem, girsem mi acep?
- Bi lmez misin? Niye yazdırdın di lekçayi ya ?
- Yazdırdım ama . . .
- E. . ?
.

- Utanıyorum .
- N için?
içini dertli dertl i çekti
- Aaah ah . . . ne o, o haltı karıştırayd ı , ne de
ben . . .
- H i ç bir şey anlamıyoru m . Ne haltı ? Haltı ka-
rıştıran k i m ?
- Kocam.
- Yani seni aldattı falan m ı ?
- Yok can ı ı m . keşke aldatsaydı . . .
- Peki. ne yaptı ?
- Söylemesi ayıp, h ı rsızl ı k !
Gözlerini indird i . Yanakları al a l oluvermişti .
O l uverm işti ama, bana neydi bütün bun lardan?
Dedim ya , bir meraktır düşmüştü içime. Sordum
soruşturdum, eşeledi m öğrendi m sonunda Kocas ı
b i r şeyin i çalmış. O da öfkeyle koşmuş istidacıya,
yazd ı rmış d i lekçeyi , atlamış gelmiş. Şimdi dilekçeyi
savcıl ığa verip vermemekte çekimser.
- Neyi ni çald ı ?
- Benim m i ?
- Evet?
- Param ı .
- Karı koca a_rasındaki h ı rsızlıklar

1 51
Sözümü kesti :
- B i liyorum ama, bu öylesi değ i l .
- Ya?
- Düpedüz hırsızl ık!
Anlatmaya başladı :
- Beş günlük karı kocayd ık. Hani kapı gibi ba­
bayiğit, e l i yüzü düzgün, bilekl i , güçlü. Tuttuğunu ko­
parır. Böyle eğri huyu olmasa . . . nereden bi lebi l i r­
dim? Benim rahmetl iden çok çektlydim de . . . söyle­
mesi ayıp, şurda sereserpe yatarım da dönük bak­
mazdı . Öhö öhö, öhö öhö, sonunda hark - tuu !
?
. . . . . . . . · · · · · · · · · · ·· .

- Neyse hakkın rahmetine kavuştu, ben de söy-


lemesi ayıp, böyle bi lekl i del i kaniıyı bulunca . . .
Sözünü bu sefer ben kestim :
- Dört e l l e sarı ldın. Cok mu çaldığı para?
- Yok bee. Üçyüz l i ra !
- N ikahınız var m ı ?
- Hükümet nikahı değ i l . Bizim orda i m a m , gö-
zü çıkasıca, nikahı kıymadıydı yüz l i ramı almadan.
Zaten bu herifi de başıma çıkaran o ya!
- Hükümet nikahı kıydırmağa yanaşmadı mıy-
dı?
- O değ i l , i mam yanaşmadıyd ı . Bu yaştan son­
ra ne yapacaksınız hükümet nikahını dediyd i . Kimbi­
l i r, belki de onun da eli vardır bu işte !
- Peki. . . nasıl oldu?
- Evl i liğimizin üçüncü mü, dördüncü gecesi mi
ne, misafirli kteydi k. Bir ara zıp diye _kalktı. Nereye
dedim. Tıraş olacağı m ded i . Anahtarı ald ı . Ne b i l i r­
dim paralarımı uçuracağı n ı ?
- N i kahı kıyan hocanın yakasına yapışmadın
mı?
- Yapıştı ıım . . . ne bi leyim böyle huyu olduğu­
nu dedi .
- i y i ya, g i r , ver Savcıy a dllekçenl. . .
Çekingen bir h a l i vard ı . Elinde dilekçe, yere ba­
kıyor, b i r şı::y ler hesaplıyor g ibiyd i . Bir ara :

1 52
- Acaba - dedi -, borcu morcu mu vard ı ?
i nsan hal i , borcu olur, sı kıştırırlar, para lazım. Akl ına
benim paralar tak ı l ı r. Yoksa görsen, val i aha arslan­
lar gibi, babayiğit. Bir de diyorum ki, �imdi ortalar­
da yok. iki gün sonra ç ı kar gelir. Paralarımı da ge­
tirir. Fatma der, bir işti r oldu. Al paraları n ı . D i lek­
çeyi mütteyuma verirsem ne yaparım sonra? Çok
·

ayıp olmaz mı?


. . ................?
- Akl ıma bir de şu gel iyor : Ya beni sınıyorsa?
Bakal ım bu karı nın bana karşı sevgisi ne kadar diye . . .

ha? O zaman? Öyle değ i l m i ? O zaman çok ayı p olur


vali aha!
Gözlerini gözlerime dikmiş, ona hak vermemi
yalvarıyordu i\deta. Sank i , u Caydır ben i . D i lekçeyi
verdirme. Adam belki de beni sınıyor, Vazgeç, de.
N"olursun vazgeç ir beni bu pis işten ! " demek isti­
yordu.
- Dinle - dedim.
Soku ldu, çenemin altına girdi adeta. Can kula­
ğıyle bana bakıyor, beni dinl iyordu.
- Adamın maksadı dediğin gibi olabilir. Belki
de hükümet n i kahı kıydı racaktır. Bakalım bu kadının
bana karşı tutumu ne demek istiyebilir.
Bunu beklermiş gibi, ellerime sarı ldı
- Hey babana rahmet. Sen iyi insansın karde­
şim. Mahalledeki ağzı kara karı lar beni kışkırttılar
kışkırttı lar, sonra da istidacıya gönderip . . .
Sanki bizi dinleyebilirl ermişçesine çevreyi kolla­
dr, sesini krstı :
- Maksatları ne biliyor musun? Arslan gibi ba­
bayiğidi el imden almak. Zaten her biri bir yandan,
adamı kötülüyorlardı. Yok eşek hırsızına benziyormuş,
yok i pipallah sivri kül lahmış, yok hazır yeyiciymiş de
beni çal ı ştırıp kazaneımı el imden al ırmış . . . Sen akıl­
l ı insansın. Demek vazgeçeyim dilekçayi vermekten?
istediğince :
- Vazgeç - dedim.

1 53
Sevindi . i ç i ıçıne sığmıyordu
- Sağol - dedi -. Allah taş deyi tuttuğunu al-
tın ets i n !
- Şayet gelmezse . . .
- O zaman gel i r veririm d i lekçem i , doğru . . .
Omuzlarında sevinç, di lekçesine sal iaya saliaya
uzaklaşt ı .

1 54
Si MiT

Tanrı " Yürü ya ku lum ! " deyip de bankadan k re·


diyi koparınca, karıs ı , kırk y ı l l ı k arkadaş ları , sokak
satıcılarıyle küçük memurlar gözüne pire kadar gö­
zükmeye baş lamıştı . Artık el ini cebine attı m ı , e l l i l i k ,
yüzlük, beş yüzlüklerin demeti ni çı karıveriyor, lokan­
tada, bar, ya da pavyon larda hesabı başkaları nın gör­
mesini hakaret sayıyor, ayakkabısını boyatsa i ki bu­
çukluk atıp yürüyordu. Yokluk devri nin arkadaşların·
dan da bucak bucak kaçar olmuştu. Hala bir kulpunu
bulup işlerini uyduramayan bu beceriksizliklerle bir
vakitler nasıl olup canciğer arkadaşl ı k ettiğine şaşı­
yor, kendini ayıplıyord u . Y ı k ı k duvar diplerinde on­
larla nasıl esrar çekm iş, nas ı l barbut atm ıştı !
Eski dostlarsa, bitti kanlanan arkadaşlarından
ötürü « Ac it! " diyorlard ı . « Cebine üç kuruş girmey­
le adam oldum sanıyor f•
Lacivert kostümü, yumurta ökçe sarı i skarp i n i ,
gök mavi si ipek göm l eğ i , kan kırmızısı kıravatı , m i l ·
lete koydukça koyuyord u . G ü n görmüş, umur sürmüş

1 55
yaşlllarsa b ıyık altından gülüyorlardı .. Karınca ka­
natlanmayınca zeval bulmaz! "
Hemen her gece şehrin en lüks gazinosunda ye­
n i , zengi n arkadaşlarıyle kafayı çekip, etin yağlısını
da gövdeye indirdikçe şişiyordu. Gün geldi şehrin
eğlence yerlerin i pek • monoton• bulmağa başladı.
Hep ayni udekor• du; pavyondaki kadınlar ayni , içki­
ler ayn i , çevresini alan yüzler ayn i , hususiye binip
binip açı ldı kları yerlerdeki kişi ler ayniyd i .
Yakın i l lerin d e • monoton" gelrneğe başladığı
günlerden b i r gün, •dekor• ve • monoton• sözlerini
işite işite ezberlediği arkadaşlarına :
- a Yahu" ded i . u Bıkmadınız mı bu monoton de-
korlardan? •
Yeni arkadaşları şaşmadılar. Sadece :
u- Niçin?» dedi l er.
«- Niçin olacak birader? Her gün, her gece hep
ayni yerler, ayni yüzl er, ayni karı kancı k . . . "
., _ Peki ne yapa l ı m ? •
.,_ Açı l a l ı m şöyle uzaklara ! »
.,_ M esela?"
Kaç vakittir görrneğe can attığı masal diyarının
ad ını söyledi :
«- istanbu la! •
Cepte para bol, kafalar iyi . . . atladılar hemen o
gece pırıl pırı l bir taksiye :
,_ Çek oğlum istanbula ! •
Uçmak geliyordu lstanbul 'a. Gel iyordu ama, pırı l
pırıl taksinin direksiyonundaki ati l i delikanlı neden
e l i n i çabuk tutmuyor? Niçin hemen gaza basmıyor­
du? O saatte, kafalarının hükmettiğ i o saatte uçak
yoktu, olsaydı, ah olsaydı l
a- Oğlum n iye çekmiyorsun? •
cı- . . • . • . • . • • . • • . . • • . ?·
«- Mangır m ı ? Kolay, çek! •
Gri, pırıl pırıl kocaman araba, benzin kokulu ha­
fif vını ltısıyle Istanbul yolunu tutmuştu. Yukarda ay,
yı ldızlar . . . Tepeleri gökleri delen yüce dağların çam

156
kokusu yüklü havası nda araba asfaltı göğüslemiş, ca­
navar gibi gidiyordu.
O gece, ertesi gün hiç uyumadan, gazoz gibi pat­
latıtkları şampanyalarla, devirdikleri kulüp rak ıları ,
hatta viskiler, uyku ihtiyacını duyurmamıştı . Ulukış­
la'nın çöp kebabı , Karaman'ın bal gibi divleleri ; Es·
k işehi r'in çıtır çı tır kuzu başları , Sapa nca , Varırnca ·­
n ı n kiraz ı . . .
Yenildi, lçi ldi , yeni l emeyenler döküldü , içi lema­
yenler atıld ı .
Ve . . . Istanbu l !
Yıllar yılı köy kahvesi nde zengin ağa çocukla­
rı ndan dinieye dinieye kafasında efsaneleşmiş i s­
tanbuldu karşıdan görünen. Tüller, yaşmaklar ardın­
da, kudretten sürmeli gözleriyle salına sal ına dola­
şan güvercin göğüslü, süt beyaz kadı nlar şehri !
Bu hayal ler daha çok on beş, yJrmi yıl önceki ço­
cukluğunda işitti klerinden kafası nda kalmış hayal­
lerdi. Öyl e kuvvetle yer etmişlerdi k i , sinema bile
silip atamamıştı . Ne Şoray'lar. Ne Köksal, ne de öte­
kiler . . .
Taksi ücretin i arkadaşları verrneğe kalkınca
n- Yoook ded i . « Elini cebine atanın elini kıra-
..

r ı m ! ..
Şaştılar :
11- Peki n 'olacak?
..

O, şişkin cüzdanını pantolonunun arka cebinden


ç ı karmıştı bile. Şoföre
n- Nedir borcum arkadaş ? i kiyüz e l l i m i ? Al
sana üçyüz e l l i ! ..

Bir yüzlü k de bahşiş vermişt i .


n- Tamam m ı ? ..
11- Tamam abi . Allah bin bin bereket versin ! ·
Ku lağına eğildi şoförün
n- Memlekete gidince anlat! ..

11- Ayıp ettin abi , tabi . . .•

Ama şoför arabayı gazlayınca · Ağaç dayı ! .


diye geçi rdi . Ayı oğlu ayı ! ..
n

1 57
Peki ama nerdeydi o tüller, yaşmaklar ard ında,
kudretten sürmeli gözleriyle sal ı na sal ı na dolaşan gü­
vercin göğüslü sütbeyaz kad ı n l a r? Vaktiyle ağa ço­
cukları ndan dinlediği i stanbul bu değ i ld i . Bu i stan­
bul s i nemalarda gördüğü i stanbula benziyordu. i s­
tanbul s i nemalarda gördüğü i stanbul 'sa fostu , havay­
d ı , cıvayd ı .
Ama ayıplarlar d iye açı k l amadı bunları.
O geceyi büyük b i r Tepebaşı ote l i nde geçird i l e r .
Ertesi gün, en ç o k da ertesi gece . . . arkadaş ları
i stanbulu b i l iyorlard ı . i çlerinde doğma büyüme i stan­
bu l ' l u olanlar da vard ı . B i r hafta içi nde ne Ad alar'ı
kald ı , ne Kad ı köy'ü, Boğaz ' ı , Yen i kap ı ' s ı , Kumkapı 's ı .
Nereye g itti lerse k i mseye e l attı rmam ı ş , hesabı o
görmüştü.
Hele Beyoğlu pavyonları ndan bi rinde bin sekiz
yüz l i ral ı k b i r hesabı arkadaşları ndan biri görünce,
tepesi atm ı ş , garsqna emretm işti
.,_ Geri ver sahibine o parayı ! ,
Masada sarı l ı , siyah l ı , yeşi l l i , m av i l i kadınlar
vard ı . Bu konuşma tarz ı , hesabı veren arkadaşa da
koymuştu
.,_ Niye? N iye ama? ..
., _ Ben i m olduğum masada kimse hesap öde-
yemez ! ,
Masada a l l ı , yeşi l l i , siya h l ı , m av i l i kad ı n la r
.

.,_
Ö derse ne olur? ..
.,_ Kan çıka r ! ,
Ah o masadaki a l l ı , yeşi l l i , mavi l i , siyah l ı kad ın­
lar. Onlar ol masa aklı başından g itmeyecek, arkada­
daş ı n ı n "- Ç ı ks ı n , göre l i m baka l ı m ! » ı na bozul ma­
yacak, bozu l mayınca kafasına i skemleyi patlatmaya·
cak, patlatmayınca da karako l luk, mahkeme l i k , ordan
da hapishane l i k ol mayacakt ı .
Tevkifane koğuşları ndan birinde anlatıyordu
u- Şişede durduğu gibi durm uyor ki b i rade r !
Babadan , dededen gördük az buçuk, az buçuk da ken·
d i m izde var tabii. Huyum kurusun, b i r yere gidildi

1 58
m i , i ll aki hesabı ben görm e l i y i m . Görmed i m m i , kan
tepeme sıçrar! .,
Ard ı ndan seslen iyordu cezaevi çayc ı s ı na
«- Oğ lum, arkadaş lara çay geti r benden ! .,
Çay, kahve, yemek, tekrar çay, tekrar kahve ,
tekrar yemek. Gün geldi paralar suyunu çekti . Çe­
k i nce de postayı kesrnek zorunda kaldı . O zamana
kadar kavu k sallayanlar çevresinden b i rer ikişer ay­
rıldı lar.
Ayrı lanların ardından atıp tutmağa başladı
«- E , dünya, kahpe dünya işte. E l i nde olursa
herkes etrafında pervane. Yok mu? Nankörler çeker
çeker giderler! •
Bütün bu sözler büyüye, genişleye, ş-i şe, yayıldı
cezaevi n i n al aca karan l ı k dehl izleriyle rutubet kokan
koğuşlarına. Sah i plerini buldu.
,._ Yaa ., dend i , « demek bize nankör ded i ? »
Çevrede dolaşan, hem oraya hem buraya laf ge­
tirip götüren ayaklı gazetelere iş düşmüştü :
,._ Daha neler d iyor abi, desem şerefs i z i m şiş­
lers i n ! .,
Sonra d a bu yana geliyorlardı :
«- i neği n b i ri , nankör ded i ğ i n i hemen yetişt i r­
m i ş . Falanca sana fena bozu luyor. D i kkatli ol ! .,
Binl erce l i rayı su g i b i harcam ı ş pavyonda l<e l­
leye iskemle vurmuş adamd ı . Ekmeğ i n i yiyen nan­
körlerden m i korkacaktı ?
«- Git söyle ağzıkarai ara . . . bıçakları n ı , tabanca­
l arı n ı , toplarını tüfeklerini çeksin gelsinler ! .,
Bi rinde de ekl eyiverdi
,. _ Çekip gelmezlerse anal arı n ı n doıı u başla­
rına! ..-
Karş ı l aşma a l aca karan l ı k dahi izlerden b i r i nde
oldu. • Nankör • denilen
«- Dur bakal ı m ., ded i , • Ne demişs i n ? »
,._ N e dem i ş i m ? .,
Nankör demişsin ! .,

1 59
Sözünü geri alaca�. tükürdüğünü yalayacaklardan
değ i ldi.
,. _ Ded i m " ded i . u Deği l misin? ..
Şimşek gibi bir yumruk. Gözlerini ceza evi re­
virinde açtığı zaman dünya dönüyordu. Ertesi , daha
ertesi günler de şöyle böyle. Taburcu oldu. Yeni bir
dayak, yeniden revir. Gene' dönen dünya. Gene ta­
burculuk . . .
Yağmur yemiş ispi noza dönmüştü. Ü ç ay sonra
tahl iye edildiği zaman Tığ-ı teber, şah-ı vel ayet • ,

yani meteliksizdi .
Karnı da bir açtı ki !
Yolu üzerinde birden dört, beş yaşlarında b i r
çocuk. El inde yarım simit. Evet, bil iyordu, çok haysi­
yetsizce bir şey olacaktı ama, ne çıkard ı ! Zamanında
avuç dolusu bahşişler ödemi ş , itin köpeğin karn ı n ı
doyurmuş, nankörler beslemişti . Sağa baktı , sola
baktı. Görünürlerden kimseler yoktu . Çocuğun elin­
deki yarım simiti kaptı , tabanları kald ı rd ı .
Çocuk ardından sadece baktı ; ağlamadı b i l e .

1 60
PEÇETE

Salata, bonfi le, şiş, kadınbudu köfte , gene sala­


ta, bonf i l e , ş iş, kadınbudu köfte, pi lav, komposto . . .

bıkm ı ş usanm ı ştı . Hele mide ülserinden kıvranıp du­


ran lokanta sah i bi n i n d ı rd ı rı !
Hayata h i ç de böyle başlamamıştı . Yani dünyaya
garson o larak gelmemiş, o da pek çokları g i b i zarif
is karp i n l e r, yepyen i elbiseler, pa l to , pardesü ve da­
ha önem l i s i , pırıl pırıl oyu ncaklarıyle komşu çocuk­
l a r ı n ı çatlatmıştı . Ki mse i nanmıyordu oysa . B i r gün
söze " Beybam " di ye başlayı nca garson arkadaşları
k<ıtı l a katı la gül müşlerd i . O zaman tepesi atm ı ş , aç­
m ı ştı ağz ını
,._ Ulan kayarto l a r b e n i m beybam sizi n k i ler
gibi di şbudak deği l , bey 'd i , beyefendlydi ! i nek gibi
n e gül üyorsunuz? Yalan mı söy lü yo r uz ? ..

Bu sefer kası kiarını bastıra bastıra başlam ışlar­


d ı gülmeğe.
S ı k ı l ı yordu a rtı k. Şuradan ara s ı ra kurtulup can ı ­
n ı tenhalara atsa , bekar a r kad aş ları g i bi arada yakın

161
i l , ya da i lçel ere gidebilse, onlar gibi kravat tak ı p
garson luk d ı ş ı nda i nsan l ığını yaş;;ısa!

O hafta hiç hesapta ol mayan bir şey Komşu fı-


rı ncı
- U lan R ıza - dedi -. Bana bak . . .
Karşı esnaf kahvesinde az şekerl i l erini fırınemın
i kram ettiği Sipahi sigaralarıyle höpürdetiyorlard ı .
Şakadan
- U lan deme u l a n !
- Boşver de d i n l e Masraflar benden, bul i k i
e l i yüzü düzgün motor karı, çekip gidelim Ada'ya m ı
o l u r , başka b i r yere m i . . . H a ?
Bütün sıkıntısı lahzada s i l i n iverd i
- Oldu - ded i .
- Tamam m ı ?
O andan sonra, yani fırı nemı n mangırlarıyle gi­
decekleri eğl ence kararıyla benliğinde dehşetli b i r
değişme oldu. Kafası hep b u n u n l a meşgu l , evde d a l ­
g ı n , dükkanda dal g ı nd ı . Daha ç o k da müşteri l ere kar­
s ı . Başta eski müşteril�r. lokantac ı , şef - garson, gar­
sonlar şaş ıyorlard ı Rıza'nın dalgı n l ığına. Oysa, kafa­
sı ndak i lerle mutl u , çevresine d ikkat b i le etmiyordu .
- Rıza. hani benim bonfi l e ?
- R ı z a oğ l u m , ne dalgııı l ı k b u ? Bizim k uruyu
uyuttun . . .
R ıze. . . .
- R ıza . . .
- R ıza . . .
N i hayet, lokantadan tanıdığı, e l i yüzü düzgün mo­
tor karıları ayarlaınış, tınncı falan , Boğaz'da hayl i te­
miz ve k i bar bir bal ı k lokantasına uzanmışlard ı . Yo l ­
da
- Bana bakın çocuklar - dedi-. Lokantada ro l
kesece ğ i m . Dalgaına taş atmayın ol maz ın ı ?
Merakla sordular
- N e yapacaksın?

1 62
- Görürsünüz. Yalnız, beni bozmay ı n !
H erkeste b i r merak başlamıştı . N e yapacaktı ?
Ama ne olursa olsun bozmayacaklard ı .
Harman , Sipahi si garalarıyle lokantaya giri ld i .
Kalıp kıyafeti yerinde olan G arson R ıza önde, e l l eri
arkasında, asık yüzüyle öneml i b i r kişi h a l i ndeyd i .
Sağındaki masalara bakt ı , soldakil ere . . Beğenmediy­
sa de, kadere rıza göstererek masalardan birine is­
teksizlikle geçti . H emen oturmadı . Koşup gelen gar­
sonlara
- Değişti rin şu örtüleri ! - d iye emrett i .
Ö rtü ler tertemizd i oysa. Hatta kol a l ı . A m a · ka­
l antor müşteri n in • öylesine tesirinde kal ıvermişlerdi
k i , şip - şak her şeyleri değiştirdiler.
Şef - garson
- Başka b i r emriniz var mı beyefend i ?
Bakmadan
- Liste - ded i-. Listen i z yok m u ?
G e n e koşuşulup liste geti rildi
- Buyurun beyefendi !
O, masaya geçip kurulmuştu. Li steyi olanca
<ızametiyle a l d ı , uzun uzun inceledikten sonra
- Yahu - dedi arkadaşları na -, ba l ı k bal ı k ba­
l ı k. . bıktık. Değil m i ? Yalnız ıstakozla rakı içsek . . .

lı a ?
F ı r ı ncı gül mernek için kendi n i zor tutuyord u .
U lan a m m a da atıyor be hergel e . . . Sahiden bü­
yük adam lık yakışıyor kayartoya ! ..
i çki ler, meze ler söylend i . Söylendi ama, başta
Set - garson , öteki garsonlar falan, garson Rıza 'nın
g e rçekten .. Müdür bey • l iğine inanmışlard ı .
i çkiler i ç i l i r, karınlar doyurulurken tatl ı b i r ko­
nuşma da başlamıştı . F ı rı ncı
- Peki - dedi-. bu büyük adam jestl eri n i na­
s ı l yapıyorsun? Büyük adam sözlerini nereden b i l i p
uyduruyorsun?
B i ri sarı ş ı n , öteki hafif esmer iki motor da san­
ki • Beyefendi ·d erin .. Hanı mefend i l e ri •yd i ler.

1 63
Sarışı n
- Sahi nası l ? - d iye üsteled i .
Es m er
- Seni tanı masam, ben b i l e i nanacaktım Mü­
dür beyliğine . . .
Garson R ıza iskemiesinin arkal ığına yasland ı . Si­
garas ı ndan der i i i n bir duman aldı, dumanı havaya üf­
led i . Bütün bu davran ışları tamı tam ı na bir u Büyük
adam. M üdür bey .. kokuyordu. Sonra anlattı Can ı m .
anas ı n ı n karnından garson doğmamıştı ya ! Babası
iriyarı . göbekl i b i r avukattı . Büyük büyük ınemuriyet­
l erde bu lunmuştu . R ı za da babasının hık dem iş bur­
nundan düşmüştü . Sonra , babasından çok duymuştu
büyük adam lakırtıları n ı . Şimdi kullanıyordu işte !
- isterseniz - dedi -, buranın patranunu aya­
ğ ı ına getirip azarlayayım?
u- Pek i , azarla hayd i . . . , fa lan den i l mesine
meydan kalmad ı . R ıza çata l ı n ı tabağa s i n i rl i s i n i r l i
vurmağa başlamı ştı b i l e . Garsonların hemen ard ı n ­
d a n Şef - garson da koşarak geldi
- Buyurun beyefend l !
O , yan i Garson R ıza, i nadına çattığı kal ı n kaşla-
rıyle
- Bana buran ı n sah i b i n i çağır! - ded i .
Koştu lar.
Lokanta sah i b i de tıpkı tıpkısına Garson R ıza
kal ı b ı ndayd ı . O da en az ·Rıza kadar u Büyük adam ­
Müdür bey .. kokuyordu. Gene de, gerçek bir büyük
adam, gerçek bir u Müdür bey n i n karşısındaymışçası­
na ezi lip büzülmeğe baş lamıştı .
R ıza, lokanta sahibine bakmadan
- Servisten memnun olmadım - dedi -. Son­
raaa . . . ned i r bu peçetenin hal l ?
Yeni ütülenmiş kar gibi peçeteyi patronun su­
ratına fırlatm ış, ada_mın kafası n ı allak bul lak etmiş­
t i . O kadar k i , suratına fırlatılan peçeteni n gerçek­
ten k i r l i olup olmadığını b i l e kontrol etmek akl ı n a
gelmemişti.

1 64
- Garsonlar, ah garsonlar beyefendi . . . - d iye
kekelerken, R ıza yeniden parladı
- Benim muhatabım garsonlar değ i l sizsiniz!
A lttarafı garson parças ı . Kuyruğundan tutar atar, ye­
r i n e iyi lerini a l ı rs ı n ı z !
Patron kekeledi
- Hakkı - aliniz var efendim . . .
Garson R ıza yeni b i r Sipahi 'yi ağzı na götürür­
ken, Patron, n i kel çakmağı n ı saygıyle çı karıp çaktı
ve R ıza'n ı n sigarası n ı ayn ı saygıyle yaktı .

1 65
SARHOŞ

Mosmor gogun altı nda ıslak damları , tro leybüs ,


otobüs, dol muşları , şemsiyeli şemsiyes iz i nsanlarıyle
i stanbul şehri kül ren k l i bir can sıkıntısı hal i nde so­
murttukça somurtuyor. Orta l ı k vıcık vıcı k . Derken in­
ceden i nceye , deydiği yeri yakan e l if elif b i r kar. ( Es­
kil e rden f\J evres bey amca böyle hava lar için Mev­
s i m- i şita ' n ı n ekmeli mükemme l i , der, ç i l i ng i r sofra­
sını kurduru rdu . Apartmanı n ı n sımsıkı camları ard ı n­
dan lapa lapa kara karşı vişne l i dondurma yer, ya da
hizmetçi kıza, karı çiğnenmemiş yerinden b i l l u r bar­
dağa doldurtup, üzerine cıvı k pekmez, ol mazsa gül
şurubu döktürür, çalakaş ı k gi rişird i . )
B e n i m d e can ı m b u tükürsen donan havada
memleket havası çekmişti. Serde güney i i l i k var. Acı­
sı çok çiyköfte , sumakla oğu lmuş bol sovan l ı çıtır
çıtır kızarmış şiş kebabı , humus denen tahi nle dö­
ğ ü l müş nohut ezmesi kurarak daldım Si rkeci 'dek i
kebapevi nden birine. D a l d ı m a, içeri h e n ü z ad ı m ı m ı
atm ı ş , boş b i r masa aranı rken

1 66
- Vay, hemşer i m !
K a l ı n siyah çerçevel i gözlüğüyle uzakta şöyle
bir tanıdığım dazlak kafa l ı b i ri . Hemşeri miyiz. deği l
mi b i ld i ğ i m de yok .
Ayağa fırlam ı ş , kebabevi müşterilerini bize bak­
t ı r ı p duruyor, sarhoş ağzı ver yansın g i diyordu
- Nerelerdesin yahu? i nsan arar sorar Şu di­
yar-ı g urbette bir hemşerimiz olacaktı , der. Memle­
kette olsa boşver, önem l i değ i l . Ama bunun burası
i stanbul be yahu ! B i n ananın doğurduğu burda. Kaldı
!.i biz . . .
Yıl larca aynı sınıfta, aynı s ı rada okumuşuz. Son­
ra l i se bitm i ş , i stanbul 'a üniversiteye gelmişiz. O za­
manların i stanbu l 'u ve üniversitesi . . . böyle m i ? Ü ni­
versite l i l i k ve ü niversite arkadaşl ı ğ ı başkaymış. Na­
s ı l hatı rlamazm ışım Şehzadebaşı , Vezneel ler kı raat­
hanelerindeki poker, rem i parti leri m i z i ? Ya s ı rası na
göre, U rfa l ı lar, Antepl i ler. Maras l ı larla ettiğimiz kav­
galar!
Yan ı l ıyordu, anlıyordum ama, öyles i ne sarhoştu
k i , dal gasına taş atmamaya karar verd i m . Beni her­
halde bi rine benzetm işt i .
B i r ara masamıza g e l e n garsonu kolundan tuttu :
- Bu var ya bu? - d iye beni gösterdi -. Kırk
yıllık hemşerim k i , canı mdan çok severi m . Lakin o?
Al lahsızın biri !
Bana döndü
- Ne oldu oğ l u m ? Yoksa seni nde m i burnun
büyüdü ?
H ayretle sordum
- Benim m i ?
- Sen i n tab i .
- N içi n ?
- Ne bileyim? Mebus filan o l muşsundur belki . .
Gözlüğünün ardında, sarhoş, ç i p i l gözleriyle kıs·
kıs gül üyordu esprisine. Uzatmamak, suyuna gitmek
gerekiyordu. Ben buraya onu din lerneğe değ i l , acı
;ıc ı çiğköfteyl e kebap yemeğe , b i r de kendi kendi m -

1 67
le sohbete gelmiştim. Ü stelemezsem konuşur konu­
şur bıkabi l i rd i .
Çiyköftemi, kebab ı m ı fi lan söyledim. O , anlatı­
yordu habire. Sözleri kulağ ı ma giriyor mu, g i rme­
den geri dönüp kebabevinin alkol koku l u cıgara du­
man l ı havasında uç�yor muydu?
B i"r ara
- Sen beni di niem iyorsun ha i man ı m ! - ded i .
Usulen yap ıştı rdı m :
- Ben m i ? Ayıp ettin!
- Ayıbı mayıbı yok. Ben hassa adamım arka-
daş. Beni sen değ i l senin şahın küçümseyemez! Ben
bugüne bugün koskoca M i l letveki l l iğini tepmiş b i r
insanı m . A ç gözünü beri bak!
Gerçek bile o l sa bana neydi ?
Oysa çipil gözlerini yuzume dikmiş, M i l l etve­
kil l i ğ i n i redded işinin üzerimdeki etkisini öğrenmek
istiyor gibiyd.
- Huyumu b i l irsin - dedi bir ara -. Feleğe
m i nnetim var m ı ?
Farkında değildim.
Kendisi cevapladı
- Yok ! neden? Çünkü feleğe m i nneti m yok da
ondan!
?
- Parti lerden birine g i rd i m bel l e . Ne istiyecek
parti benden? Disi p l i n . Bense cendereye giremem, bi­
l i rsin. G i remeyince, haydi M i l l etvek i l l i ğ i nden istifa.
i stifa b i r şey değ i l , sonra?
?
- Sonrası ne olacak? Ha? Cevap ver : Ne o l a-
cak sonrası ?
Sordum
- Ne olur?
- Ne m i olur? Tuuu . . . b i l miyorsun ne olacağ ı n ı
demek?
............ ?
- i nsan, sonrasının ne olacağı n ı b i lmez m i ? Dı-

1 68
şarıda iş bulamam i ş ! - Beni g i ne uzun uzun göz­
den geç i rd i , sonra - Koskoca bir m i l l eteveki l l i ğ i n i
t e p m i ş b i rine k i m , h a n g i müessesede i ş vermek ce­
sareti n i kendinde bulabi l i r ?
Çi yköftemle kebabı m gelm işti. Atıştırmağa başla­
dım.
Boyuna kaba kaba geyiriyordu
- Gerçi - d iye ard ı n ı getirdi -. Memlekette
epey siyasi, i lmi, fel sefi makale, etüd, fıkra, roman,
t i yatro p iyesi yazd ı k amma, burası i stanbu l , Bab-ı a l i !
Türkiye 'n i n bütün anas ı n ı n gözleri burda. Evel Al lah
h i ç birinden korkum yok, kemiğimi kem i rtmem ya,
çı ine de . . . - Ses i n i kıst ı , eğildi hafifçe - Sen ya­
bancı m değ i l s i n . M uharrirl iğe boşver, şöyle gazete­
l e r mi olur, matbaalar m ı . . . bir muhasebeci l i k m i
olur, muhasebeci yard ımcı l ı ğ ı m ı . . . çakıyorsun ya?
Mesele anlaşı l m ı ştı
- Boşta m ı s ı n ?
- B e n m i ? A y ı p ettin. B e n i m gibi adamı boşta
b ı rakırlar m r ? Çalışıyoru m . Çal ışıyorum ya, huyumu
b i l i rsin, feleğe minnetim var rrı ı ? Sonra, benim g i b i
M i l letveki l l iğine aftos piyos geçmiş b i r i n e şef olmak
kolay mı? Sen bana b i r iş bul, ben dai rede alıkarn
ç ı karıp, şefi n kafasıdır diye yazı makines i n i . . . . . .
S i n i rleri fırlak, kupkuru e l leri d ikkatime çarptı
b i rden. B u sinirl i , kupkuru, i skelet e l ler kaabi l değ i l
kocaman yazı makinesini kavrayıp kaldıramazdı !

1 69
SiGARA

Hiç beklemed i ğ i ın anda karşı nıa ç ı k ıverd i


- Ooo . . . M erhaba!
Kısac ı k boyu , acı yeş i l ama cıvıl c ı v ı l gözl eri ,
gerçek b i r müslünıanınkine özen mi şçes i n e hal i m se­
l i m duruşu.
- M erhaba! - ded i m .
D e d i m ama, b i r yerl erden yuvarl annıamak i ç i n
sımsıkı tutunuveren biri g i b i telaşland ı m . Oysa, o l a n
o l m u ş , geçen geçmişt i . Y ı l larca önce biz l i sen i n kü­
çük s ı n ı f ı ndayke n , o sonlardayd ı . B i r s i nema arti sti
kadar yak ı ş ı k l ı edebiyat öğ retmen i n i n gözbebeğ i ol­
duğu oku ica b i l i n i rd i . M i l li günl erde e l i ne geç i rd i ğ i
herhangi b i r kürsüye fırl ayı p , kafiyeleri k ı rbaç g i bi
şaklayan " Hamasi " ş i i rlerle kalaba l ı kları coşturur, her
yeni ç ı kan ş i i r , h i kaye , roman ları oku l a i l k o geti rir­
di. Bod l er 'den, Ş i razlı Sad i , M ıs ı r l ı N i yazi 'l ere vara­
nadek dünyanın en ünlü şai rleri n i onun d i l i nden tanı­
m ı ştı k daha çok. Şurda burda « Arap - Arnavut " kar­
nıası b i r Tü rk m i l l i yetçisi olduğuyle öğündüğü kula-

1 70
(i ı mıza ça l ı n m ıştı . Arapların eski uygarlı klarıyle Ar­
navut inad ı , yani i rades i n i n karı ş ı m ı b i r Türk, b i r
Türk m i l l iyetç is i .
Ben tutbolu okul eğiti m i ne değişmişt i m . Oysa si­
l i n i p gitmişti karan l ı kları mda. Zaman zaman çakan
b i r şi mşek gibi haberleri n i al ıyordu m . Gazetec i , D ı ş­
işl erinde görevl i , ünlü politikacı ların Avrupa , Ameri­
l<a gezi lerinde resmi görevler
Gene böyle . bir gün gene şimşek gibi çakmıştı :
i ki d i rhem b i r çek i rdek. Tara l ı saçlar, sti l pabuçlar.
sanırım kupon kumaştan kostü m , yeş i l kırmızı de­
sen l i ipek çoraplarıyle asorti ipek kravat .
- Vay, merhaba!
- Merhaba . Bu ne ş ı k l ı k ?
- Sorma. Anlatacaklarım v a r sana. Şurda b i r
yerlerde ikişer kadeh atal ı m . . .
Koluma girmiş, onun .. şurda, b i r yerl erde i k işer
kadeh ata l ı m .. deyiverd iği b i ri nci s ı n ıfın da üstünde
lükst lokantadaki hesabı karşılayacak parası n ı n olup
o l mad ı ğ ı n ı düşünmem iş! i m . Böylesine ş ı k, böylesine
başarı l ı biri bana cüzdan çı karttım m ıyd ı h i ç ?
Ü n l ü , çok ünlü, a m a gerçekten çok çok ünlü b i r
o te l i n turistik barına sol<muştu ben i . B i r ni ght k l u b
olmalıyd ı . Kamufle ışıkların altı nda afa l l a m ı ş , sakal l ı
yüzünı , kı l ı ksızlığımdan utanmıştı m .
- Neden b u kadar lü ks b i r yere geld i k sanki ?
- Karışnıa!
- i yi ama . . .
- Si rkeci meyhaneleri nden başka kafa çekecek
yerler de var bu dünyada . i stemes i n i b i l mezsen Hü­
da vermez. O ancak istemesini b i lenlere karşı bon­
l<iirdür. Hem sana ne? M i safirim değ i l m i s i n ?
Viskiler vi skileri , onca y ı l l ı k yaşamı mda tad ı n ı
i l k tattığım meze ler mezeleri kovlamı ş , hesabın belki
ı l r. yüzleri geçmekte olduğunu korkuyle düşünmüş,
ı ı z öteki masalarda ruj ları , ojeleri, tarları, zarif dav­

rım ışlarıyle arada kata kataya veriveren, cı gara du­


ı ııunları yüklü kahkahalarıyle ortal ı ğ ı ç ı n latan a l l ı , ye-

171
ş i l l i , mavi l i , sar ı l ı lardan ikisini masamıza davet edi­
vermişti . Kalkıp savuşamaz, h i ç ol mazsa ne yaptığ ı n ı
olsun soramazdıın. Ayıptı . Keçenin dört ucunu ka­
p ı p koyuvermekten başka çarem yoktu. Öyle yapmış­
t ı m . O, mavi l i siyle kucak kucağa, a l kol ve cigara du­
ınanları n ı n denizi içinde melodi lere ayak uydururken,
bende sarı l ı rn ı n yumuşacı k e l i avuçları mda, herhalde
b i rkaç yüzü çoktan aşmış hesabı düşünüyordum. Ya
geceyi kad ı n larla geçirmek isterse? Ya geçirirsek?
Ya hesabı ödemeden savuşursa?
Viskimi yudum layıp, avuçlan ındaki eli akşamak­
tan başka yapacağ ı m yoktu. Sakal ıma, k ı l ı ksızlığıma
karş ı n sarı l ı m beni pek beğendi ğ i n i söylemiş, sı kın­
tırnın nedenini sormuştu. Bir şeyler uydurmuştu m .
A c ı m ı ş görünmüştü. i ş i m i , bu geceden sonra başka
gecelerimizi de paylaş ı p paylaşamayacağ ı m ız ı , onu
beğenip beğenmediğimi sormuştu. Ne haddirneydi
beğenmemek? Kartı m ı a lm ıştı . Hele kartı rn ı n üstüne
attırdığı i mzamı pek beğenm işti . Sonra gece yarı­
s ı n ı b i l mem kaç geçe mavil iyle sarı l ıyı değişmişti k.
Viskiler gene viski le ri kovalamış, sabaha karşı mavi­
l i yle çeki l miştik odam ıza. B i r de uyanmıştım ki ya­
nımda ne mavi l i , ne de arkadaşımla sarı l ı . Peki he­
sap? Zarif garsonlar hesabın arkadaşımca ödendiği­
n i , işinin çok acele olduğunu, sabah ı n köründe uçak­
la Lizbon'a m ı , Barselona'ya mı ne g itti ğ i n i , selam
b ı raktığ ı n ı söylemişlerd i . Ancak öğleden sonra g ide�
b i lmiştim işime. Şefi mde surat b i r karış, akşam i m­
zalay ı p sarı l ı kadına verdiğim kartı mı önüme atmış,
« Bi r daha böyle laüba l i l i klerin tekrarlanmaması nı,
cebimde param yoksa eğlenmeğe hakkım olmadığını ..
söylemiş, bin i ki yüz l i ra l ı k borcumun hesabıma ge­
çirildiğini, aydan aya maaşımdan kesi lerek cı i tfa o l u­
nacağ ı n ı » belirtmişti.

Aylar deg i l , belki de yıllar geçmişti aradan. i şte


gene karş ı l aşmıştık h i ç beklemediğim anda :
- Ooo . . . merhaba!

1 72
Merhabasını almad ı m , yan l ız , sordum
- Bu akşam beni nereye davet edeceksi n ?
Ü zerinde durmadı
- Geçti art ı k bütün bunlar . . . sana bin iki yüz
l i ra borcum var, akl ı mda . i l k fı rsatta, hemen . Belki
haberin yok . Ben artık sen i n tanıdığın o eski ben de­
ğ i l i m . Ü ç otuz parayla ama namusumla yaşamağa
kesinlikle karar verd i m . Neden b i rtak ı m dostları
ınüşkül duruml ara sokay ı m ? Yazık değ i l m i ? Sonra .
değer mi can yakmağa? Annerne tesl i m oldum, bana
a rl ı , namuslu, he:lal süt emmiş b i r aile kızı bulacak .
Hemen evlenip dünya evine g i receğ i m . Tabii çoluk
çocuk . . . Azizi m gayet iyi anlıyorum ki namus, şe­
ref, hays iyyet ve vekar her şeyin üstünded i r . Na­
nıussuz. şerefsiz yaşamaktansa . . . ha?
?
- Büyük b i r şi rketi n , ama çok büyük b i r şi rke­
t i n U nıum müdürlüğüne kayırdı a rkadaşlar sağolsun­
lar Onlara da söz verd i m , bütün hafif l i kler sona er­
d i art ı k . Ş i mdi herkes elbirl i ğ iyle beni doğru yo la
sol<mağa çal ı şıyor. Tabii bu şereften mahrum kalmak
istemezsi n . Dinle beni Sana bin iki yüz de önceden
borçluyu m , eder i ki bin i ki yüz. i stersen iki bin iki
yüz, hayır hay ı r , üç b i n i k i yüz, ya da yuvarlak hesap
dört bin l i ral ı k b i r bono vereyim. Çünkü art ı k ma­
I lim ya? Beni yeh i kararınıdan hiç kimse döndüre-
nıcz !
?
Senden alacağ ı m b i n l i rayla güzel b i r tak ı nı
n l bise, i skarp i n , kravat falan. Malüm ya , yeni evl i l i k .
k ı z tarafına karşı tırıl gözükınerne k . . .
- Haklısın ama . . .
Sözümü kesti
- Can ı m mal üm senin de durumun . . . b i n olmaz­
sa beş yüz de olabi l i r !
- Va l la beş yüz d e . . .
- Beş yüz mü ded i m ? Ü ç yüz? i ki yüz? Ne var-
sa yanında. Malüm ya?

1 73
Ü ç yüz de, i k i yüz de maalesef . . .
Durdu, düşündü , ölçtü biçti . B i rden
Dur dur - dedi -. B i r tek yüzl ük de ı ş ı m ı gö­
rür. Kend i m i Ankara 'ya attım m ı , para d iye meselem
kal maz. B i l iyorsun , Ankara'da bizim Nejat var, 54
Nejat Sağ lam: ithalatç ı . Korkunç serveti nin lüksü için­
de yüzüyor ama, bi l i rs i n ben böylelerine zerrece de­
ğer vermem. Mamafi köprüyü geçene kadar ver şu
yüz lüğü !
- Yüzlük de yok.
Kızdı
·- Can ı m elli de olab i l i r , hatta yirmi beş . . .
?
- On ?
?
Beş?
?
i kibuçuk?
Deri i n b i r iç geçi rdikten sonra
- Anlaşıldı anlaşıldı - dedi Ver bir c i gara
da dumanı doğru çıksın !

1 74
·KURT

Yandan bakıldı mı, tıpa tıp besili bir kurda ben­


liyordul
Cadde üzerindeki ufacık esnaf kahvesinin tam
krırşısındaki köşede dikiliYQrdu. Yuvarlak besili ba­
ı;ıı, kırpık kırçıl btyığı, şakaklara doğru kırlaşmış kuv­
veti i siyah saçları. . .
Evet evet, kurda benziyordu, tıpa tıp hem de!
Bir un çuvalı sıkılığındaki gövdesine oturmuş
koyu gri ceketi belliydi ki iyi bir terzi elinden çıkmış­
tı ama, yıpranmıştı bir hayli. Pantolonu da öyle. is­
kıırpinleri sivri IM.ırunlu, zarif şeylerdi. Pantolonunun
pıtçaları bir zamanlar çok iyi giyinmeyi huy edinmiş
hlr Insanın pantolon paçalarıydı. Ne uzun, ne kısa,
rıo geniş, ne dar.
Sonradan dükkanı olduğunu öğrendiğim köşe ba­
ı;ııııdaki ufacık bakkaliyesinin önünde, ilikli ceketi,
tınmen hemen her zaman önünde kavuşuk elleriyle
lılr müslüman testimliği içinde dolaşıyor, arada genç,
ıtiizel kadınlara değişse bile, hemen herkese karşı

175
saygıyle bakıyor, onu selam layanların selamlarına,
yerlere kadar eğ i lerek karş ı l ı k veriyord u .
Kimdi ? Neyd i ? N e y i n nesiyd i ? B i l m iyordum. B i l ­
miyordum ama, artık çok gerilerde kal m ı ş eski esnaf
olgunluğunun tari h yaprakları arası ndan fırlayıp ç ı k­
m ı ş b i r örneğ i n i verd i ğ i ne kuşkum yoktu. Eski esnaf
örneği derken , kırk y ı l ı n ardında kalmış y ı l ları kas­
ded i yorum . Babamla çarşıya çıkard ı k. O, esnafça se­
v i l d i ğ i n i sanan b i r büyük memur. Ben sol yanı nda ,
k ı sa pantolonlu oğ l u . E l i mde, artık sepet m i , zembi l
m i ? Çünkü f i l e yoktu o y ı l l arda henüz. Çarşı i ç i ne
i nerd i k . Esnaf, sağdan soldan , tıpkı tıpkı s ı na şu kur­
da benzeyen adam g i b i selamlariardı baba m ı . Babanı
h a l leri n i hatıriarı n ı sorar, onlar bunu m in netle kar·
ş ı larlar, eti n , ekmeğ i n , karazeytin, peynir, fasulye,
yağ , ba l 'ı n en iyisini veri rlerd i .
Bu adam d a tıpkı tıpkısına onlardan b i riydi işte .
Daha d i kkatle göz hapsine alnı ı ştı m . Bunu ken­
d i s i ne asla sezdi rmemeğe çalışıyordum. Çünkü kurt
gözleri bir tilki kurnazl ığıyla çevreyi öylesine kola­
çan ediyordu k i !
Bütün d i kkati me karş ı l ı k g i ne d e b i rkaç sefer
karş ı l aştı bakışlarımız. Her karş ı l aşışta beni de en­
g i n sempatis i n i n içine al mağa fı rsat kollad ı . Gülünı­
süyordu. K i m i m , neyi m ? B i l mediği i ç i n , sadece gü­
lümsüyor, k i m l i ğ i m , n e ' l i ğ i m üzeri ne bir kanıya var­
nıağa çal ı şıyo rd u . Bunu işte o göz hapsi ne a l nıağa
başladığım s ı ra anlad ı m .
G e l i p geçenleri yerlere kadar selamlamasından
bana b i r eski esnaf izlenimi veren adam. her haliyle
b i r Al lah adamı olduğu bel l i , kırpık saka l l ı birini yer­
lere kadar eği l i p selamladıktan sonra doğruldu. Ho·
cafendi b i l m iyorum ne ded i . onun karş ı l ı ğ ı iri iri şu
oldu
- Al lah ömr-ü muazzezlerini müzdat eylesi n
efend i m ! - Ve makineli tüfek g i b i ard ı n ı geti rdi -
E l lerinizi öperim . Nas ı l la r yengemler? Çocuklar? Oh
oh oh. Al lah daha iyi ets i n . Sağ olun, va r olun . . .

1 76
Gine hocayı yerlere kadar eğilerek selamladı,
doğruldu.
Tam bu sırada genç, güzel bir kadın geçiyordu.
Kurt gözleri pariayarak hocafendi'yi unuttu. Adeta
.
ynianarak baktı kadına. O bakışıyle, tam bir tıovarda,
dün akşam kimbilir hangi pavyonda, ne biçim konso­
nıatrislerle geçirdiği şampan;yalı dakikaların adamı
oluvermişti.
Birden gözlerimiz tam karşılaşacaktı ·ki, kaçırı­
verdim
Elleri öndnde kavuşuk, köşe başındaki bakkali­
yesinin önünde kendi kendine gitti geldi, geldi gitt1,
lıelki de kendi kendisi ile bir sphbete dalmış, dünya
silinmişti ki, biri :
- Merhaba omuzdaş! - dedi.
Kurt, daldığı alemden uyandı adeta.
- Vay - dedi -, kırk babalı. .. nerye ul�n?
Şimdi de tamı tarnma bir kırdı - kaçtı oluvermiş-
li. Ayağındaki sivri burunlu iskarpinler iskarpinlikten
çıkmış, Çeşmemeydanlı bir eski tulumbacının yeme­
nisine benzemişti.
- Kırk babalı deme, bozulurum!
Tamı tarnma bir brçkın salınışıyle sokuldu :
- Bozulsan n'olur Keşanlı?
- K�şanlı sözüne kızmam ben!
- O senin dediğin langa'da biter!
- iyi ya. Beyoğlu Balıkpazarında tekini üç iki·
lıııçukluğa satıyorlar. Beğenemedin mi?
- Boşver. işler nasıl?
- Yaş.
- Kocakari yaşıyor mu kocakarı?
- Sen sağ ol!
- Yapmaa?
- Geçen sonbaharda haydi hoşça kalın, anna·
ılın mı?

Birden göz göze geldik, bakışlarımı kaçıraina-

177
d ı m . Zaten çakıyor o l ma l ı ydı onu göz haps ine aldı­
ğ ı m ı . Güldü. Yanıma yaklaştı azıc ı k . Beni k ı rk y ı l d ı r
tan ı rm ı şçası na
- Arkadaş iyi esnaftır - dedi -. Lazı msa el i n­
de temi z mallar var!
E l i mde ol mayarak güldünı . Bunu bekle rnı i şçesi­
ne iyice sokuldu
- Geçim dünyas ı be abiciğim - dedi -. Ne ya­
pars ı n ? Geçi neceğ i z ! - Kahven i n alçak i skem i e l e­
ri nden b i r i n i kapt ı , altına tam b i r bitirim i ş i , çek­
ti - G idene paşam , gelene ağam. Aaaaalı alı ben i lll
eski gün lerim . . . Kundurac ıyd ı m Beyoğ lunda ama, ne
kundurac ı . . . Beyoğlu 'nun en pa l i karya mağaza larına
ayakkab ı , mokasen , zenne i ş l e r i veri rdi m . Ver i rd i nı
ded i nıse hani kend i m e l i m i b i lem sürmezd i m . i ma­
l atlıanem vard ı . Tamam beş çift işçi m ç a l ı ş ı rd ı . Ben?
Gezerd i m . Nerenin rakısı i y i ? Falan yeri n . Haayd i
ben a rda. Nerde güzel karı var ? Şurda. Hooop ben
orda. Çal, söyle, söylet, vur kır yat kal k . Sonunda
baktım Adem baba o lacağız, mektep ett i m atölyey i ,
açtım şu bakkal iyeyi ama, horoz ö l ü r gözü çöplü kte
kal ı rnı ı ş . . . - Ö nümüzden kıvıra kıvıra geçmekte
olan b i r kad ı n ı işaret etti - Bak bak, defrans i y e l e
b a k karıda .
Yiyecek g i b i bakıyordu kadına kurt gözleriyle.
Kad ı n çek i p gittikten sonra bakışları n ı topa riard ı
- Defransiyel kıyak ama - dedi - . Çamurluk-
lar laçka !
B i rden b i r beyefendi
- Merhaba Sad ı k bey!
B i z i nı k i fı rladı a l çak iskemiesi nden
- Me rhabaa beyim efend i m . Sağ o l u n efend i lll
bey i nı . . .
- Nası l ? Sabah keyfi m i ?
- Sayenizde n e yapa l ı m beyefend i c i ğ i nı ? Ma-
nıafi harika narg i lelerimiz var. Çayımız da Tahran '­
d ı r Buyurmaz m ı s ı n ı z ?
" Beyefendi .. bi le k saatına baktı

1 78
- Vakit yok. Başka zaman. Hoşça kal!
Bizimki gene kırıla döküle :
- izzi devletle beyefendiciğim, sağ olun, var
olun!
Adam bütün bunlarla mağrur, . cızır cızır, kasıla
kasıla uzaklaşırken bizimki hep vardııkosta, hep ati­
li iskemleyi altına çekti :
- Deyyus - dedi gidenin ardından - Karı
.

ıııotor, kızlar uçak. Kendi de...


- Merhaba Sadık bey!
Sözü yarıda kalmıştı :
- Merhaba canım kardeşim. Buyursana!
- işim var. Sağ ol!
Bir el hareketi, gidenin arçlından :
- Taş arabası - dedi -. Şu demindenberi ge­
lip geçenler arasında bir tane namuslusunu hatırla­
ııııyorum. Bırak karılarının kızlarının motor, uçak olu­
şunu, her biri deyyusun teki! · lrz, namus düşmanı,
dedikoducu dürzüler... - Sonra omzuyle omzumu
dl'ırttlı - : Gelen yavruya bak yavruya!

179
i

BiRiSi

O an kimbi l i r ne düşünüyordu m ?
Uzu n , upuzun boyuyla karş ı ma d i k i l d i
- Geldi ! - ded i .
K i m d i . neyd i ? Gelen kimdi ?
Hayretler içinde baktım
- Kim geldi ?
- Bahri - dedi -. B i z i m Bah r i !
- K i m sizin Bahri ?
B i r adım geri çek i ldi , ellerini arkasına koydu.
u tanılacak bir soru sormuşum da, bu sorum beni yer­
lere geçi rebi l i rm i şçesine
- Bizim Bahri kim m i ? Tan ı m ı y,o r musun? Hadi
yahu sen de. Nasıl tan ı mazs ı n ? Bahri yahu Bahri !
Hani kardeşi m diye değ i l , lakin kalem i nden kan dam­
lar!
Konuşuyor, konuşuyor, konuşuyordu.
Bense sadece dinl iyordum. " M inare kırığ ı · de­
n i len gerçekten uzun boylu, bu upuzun boyun üze-

1 80
rinde "Limon» kafa, kenarlarını farelerin kemirmiş
olabileceğini düşündüren ince! uzun burun, kıyıları
belki de öfkeden kırış kırış ufacık gözler, kocaman
;ığız . . .

ikide birde elinin tersiyle göğsümü dürterek ko­


nuşuyordu:
- Sümerbank'ı parmağında oynatırdı! �-
Sen iyi-
sini bilirsin...
.Sizi temin ederim sevgili okuycular, siz biliyor­
sanız, ben de biliyorum; kardeşi Bahri'nin, koskoca
Sümerbank'ı parmağında oynattığını yani.
- Kardeşim yahu, kardeşim be! Hani kardeşim
diye değil, lakin rahmetli peder onu iyi okutmuştu.
Bana, sana, ötekine benzemez. Öyle kocaman koca­
ınan kitapları var ki, görsen aklın şaşar!
Aklından zoru olabileceğini ilk planda düşünü­
yordum ama, gene de «Sakın beni bfr yerlerden ta­
ıııyor da ben mi unuttum?» gibilerden geçirmedim
değil. Hani insan tuhaftır, siz unutmuş olabilirsiniz,
o, çok yıllar önce tanıştığınız bir hemşeri, hatta sıkı
lıir alıbab çocuğudur da sizi geçmiş yıllara karşın
uııutmamıştır: Çünkü başka türlü olamaz diye dü­
�;iiıımekten kendinizi alamazsınız hiç olmazsa bir an.
lluna da sebep, «Hani kardeşim diye değil, lakin rah­
ıııetli peder onu iyi okutmuştu. Bana, sana, ona, öte­
kine benzemez... Öyle kocaman kocaman kitapları
v::ır ki, görsen aklın şaşar» sözleri. Onu, ötekini, be­
rikini bilmem, adam beni gayet iyi tanıyor olmalı ki,
k;ırdeşi Bahri'nin kitaplarını görsem aklımın şaşaca­
qını yakından, kesinlikle biliyordu.
- Benim kardeşim... benim kardeşim yahu! Sa­
lıiden kaleminden kAn damlar! Bu Sümerbank'takile­
riıı topunun Allahını şaşırtacak! Niye güldün? şaşır­
ı:ıınaz mı yani? Sen Bahri'nin kim olduğunu bilmiyor
ıııusun da gülüyorsun? .
Tuhaf bir öfke içinde değişmiş, kıpkırmızı kesiti­
vermişti.
- Bilmez olur muyum? demek zorunda kaldım.

181
Şi şınesi durd u , sonra eski halini a l d ı
- H e l e ö y l e d e . Yoksa Bahri be, Bahri be, Bcıh-
ri ! - Sordu - Bahri oyuna g e l i r m i ?
i p i n ucunu koyuverm iştim
- Gelir m i hiç?
-- H ı h ı ı . . . ipl i k , bez stoku ndaki fa lsoları b i r 'de
buldu şerefsizi m . i ş i nden attı rd ı lar. Niye? B i z i m
ıneın lekete açık g ö z akl ı evvel i nsanlar yaramaz da
ondan . . . Amma uın u m müdürün iyi bir alı babı n ı n ba­
canağ ı vı:ır, Ankara'da, b i l d i ğ i n g i bi değ i l . Büyük me­
m u r, esas l ı kodaınan yan i . Herifte bir göbek var, Di­
yarbak ı r karpuzu . Bel i ndeki kayı ş zor tutuyor . i şte. bu
uınuııı müdür alıbab ı n ı n ya n ı ndaki evl atl ığın dedes i
tarafı ndan yeğe ninin kocas ı , söz verm i ş !
?
- Çok deği l , on g ü n , on gün sonra göreceks i n ,
h e r i f i ş e el atı , Bahri topuna tenekeyi baği atacak!
E l l e r i n i gene arkasında bağlayıp sordu
- Deveden büyük ne var?
- Fil - ded i m .
Teatral b i r j estle e l l e r i n i öyle b i r havaya kaldı-
rı p
- B ravoo! - dedi ki, korkup geri lediın -. B ra­
voo . i şte ben seni bunun i ç i n severi m . Sen de ze­
k i s i n . Zeki olmasan deveden büyük ne varı bi r'de bi­
leınezd i n ! Ö yle eşşekler vark i , deveden büyük ne var
ders i n ? i nek der. Bayram haftası ders i n yüzüne pel
pel bakar. Halbu k i , bayram haftası deyince ınangal
tahtas ı n ı yapıştırı r aklı evvel olan!
Yan ı ın ızdan ufak tefek bir adamcağız geçiyord u .
Kol undan tutuveri nce, adam korktu .
B i z i ın k i , bana söylediği g i b i ona da
- Geld i ! - d ed i .
Adam tıpkı tıpkı benim g i b i hayretl e r i ç i nd e
baktı u puzun adama
- Ki m ?
- Bahri !
- Bahri m i ?

1 82
- Bahri, kardeş i m . Tan ı madın m ı ?
- Yoo . . .
- Nasıl ta n ı mazs ı n yahu ? Mem l eket çocuğu .
Yedi yaş ında basıp gitti Avrupa 'lara, Amerika ' l a r a .
o tuzunda geldi !
Beni işaret etti
- Bu iyisini b i l i r, kalem inden kan d a m l a r ! - Ba-
n a döndü - Öyle değ i l m i ?
Çaresiz
- Öyle - dedi m .
Coştu
- Ya, bu bizi , bizim ai lem izi iyi tanır. Bahri na­
s ı l dakti l o yazar?
Rüzgar g i b i !
- K i tapları kitap ları ? K itap ları nas ı l ?
- Derya !
Yoldan geçmekte olan üçüncü b i ri n i çevirnı i şti .
O n a da Bahr i 'n i n geldiği m üjdesini verdi kten sonra
L:ırı ı k olarak bizi gösterm i ş sormuştu
- Bunlar iyisini b i l i r B iz i m Bahri 'yi aniatın
l ı u n a Bahri 'yi ! - Sonra da ikimizi kol l arım ızdan
;ıdaına doğru çekti - Bunlar iy is ini b i l i rler Bi­
t.inı Bahr i 'nin kalem i nden kan damlar m ı daml amaz
ın ı ?
Bizim .. Damlar .. , y a d a .. Damlamaz , , hatta hatta
, Damlar ya da damlamaz bize n e ? " dememize kal­
ı ııad ı . üçüncü adam d i k i l d i
- Bana ne s e n i n Bahri 'nden, Ali 'nden, Hasan '­
ı ndan be!
Çekip gidecekti k i , koştu . kol u ndan yakaladı
- Bana bak . . . senin bu hareketinden hakaret
c ı kar ama?
Adam kolunu h ı rsla çekti
- Ne sayarsan say b i rader!
- Ne sayarsam sayayı nı m ı ?
Fakat şaşı l acak şey, b i rden yelkenleri indirdi
- Doğru - dedi bize bakarak. Çok doğru ! -
Il i r an durdu, h i ç tan ı madı ğ ı adamı bize öğmeğe baş-

1 83
ladı - Bu var ya bu? Tanı mazsı nız, şerefsizim b i r
uçları Saray-ı Hümayu n 'a dayan ır. B i r dedesi vard ı . .
Adam çekti gitti gülerek. Aklı ndan zoru olduğu­
nu anlamıştı besbe l l i . Adam köşeyi tam dönerken ,
bize yaklaşt ı . S ı r verircesine
- Enayi - dedi, uçları Saray-ı Hümayu n 'a daya­
nır dedim diye keyiflend i . Hangi Saray-ı Hümfıyu n ?
Anası o biçimd i , babası da deyyusun biri !

1 84
MEZARTAŞI

Bir baltaya sap olabilmek için ne gerekliyse hep­


sine baş vurdu·: Torpil, .tavsiye, şu bu.
iş pek de önemli sayılmayabilirdi. Diyelim ki
lıarıka memurları, «Aittarafı otobüslerde kontrollük....
clor geçerierdi ama, �linde ortaokul diplaması bile
bulunmayan biri için otobuslerde kontrollük de bir·
�ıeydi, hem de adamakıllı önemli bir şey! Üstelik,
ııkrabalarından p,ek çoğu önemli işler başındaydılar.
l<lmi hariciyeci, kimi doktor, kimi bilmem ne bakan­
lı!ıırıda, kimi mühendis...
Peki, o?
O, kahvelerde akrabalarıyla. öğünmekten öteye
oiir.:ıneyen bir «boş gezenin boş k!:!lfaSJ». Denebilir
ki, madem bu kadar yakını iri iri insanlar ... Ne diye
onn da uygun bir iş pey! emiyorlar. da kahvelerde ka­
In şlşirmeğe bırakıyorlar? Bulsunlar iyi kötü' bir iş,
nol<sunlar. Ağzını kapasınlar ya!
Hayır. Adamımız gelemez böyle şeylere. Halli,
.
ınollı, ya da büyük büyük memuriyeth_:ırd�ki akra-

185
bal arına tenezzü l etmez! Okuyamaması öneml i değ i l
O n l a r okumuşlar da n e o l muştur? A k ı l ne yaşta. ne
de nı emuri yetted i r onca. Akı l . baştad ı r başta !
Bu yüzden kahvede çokluk
- Ka l k lan zı rtapoz ! - derlerdi -. Sen de bi­
z i m g i b i , ortaokul 'dan pasaportunu a l ın ı ş fasaryanın
birisin. Numara yapmasanal
Küplere bi nerdi
- Ben . . . ben . . .
Karş ı s ı na d i k i l i r i e rdi
- Sen. evet, sen n 'o l m u ş ?
- Benim dedem paşaydı paşa !
Se.mt bitiriml erinden herg e l e b i r otobüs b i letç i­
si bir gün d i k i l ivermişti karş ı s ı na
- Ben i m dedem ya, benim dedem? Benim de-
demin ucunun nereye dayand ığını b i l iyor musun?
Hayretl er i ç i nde, bi razcı k da şaşk ı n
- Yoo . .
- Ben i m dedemin b i r ucu Peygaınber'e daya n ı r
b e ava ! . Peygamber soyundan ı nı ben Peygamber!
Büsbütün şaşalamıştı
- Hangi Peygamber?
- Adem aleyhisselam!
Kahve kahkahadan k ı r ı l m ı ş cıeçın i ş . p a ş a torunu
re nçıe g i re rek, köpürmüştü
- Ben .. ben . . . benim dedim . . .
Arkas ı n ı sıvazlamışlardı
- Boşver mezar taşıyla öğünmeğe de kend ine
bak!
O g ünden sonra kend i n e bakmağa karar vernı is­
ti . S i mdiye kadar önem vermediği akraba ları na sol<u­
lacak ne yapıp yapacak b i r baltaya sap olup. gö rü­
n ecekti on lara. Görünecekti ya, Orta 'yı b i l e biti reme­
miş, ukala bir akrabaya ne yapı labilird i ? H iiç. Lis yi �

falı:ın bitirmiş olsa haydi neyse. B i l mem hangi B<ı­


kan l ı kta ki hatı rlı memur « Ortayı bitirmemis yeğeni­
me i ş " diyemezd i . Doktor am ıca ayn ı . m ühendis da­
yı oğlu ayn ı . Onun i ç i n , gayret dayıya değil , kend i n e

1 86
<lüşmüştü. Anlıyordu. Bir baltaya sap olduktan sonra
yalnız kahvedekilere değil, ona arka olmayan uzak,
yakın akrabalarla, akraba çocuklarına, daha sonra da
:kahvede, en çok sağ kaşına yıktığı kasketiyle mağ­
rur otobüs biletçisi arkadaşına gösterecekti. Hem de
asıl ona gösterecekti. Çünkü bulduğu iş, otobüsler­
de kontrollüktü. En çok da arkadaşının biletçilik yap­
tığı otobüsü kontrol edecek, arkadaşlık falan takma­
·

yacak, karşısına dikili dikliverecekti :

.,_Ver bakayım kontrol kağıdını!»


Biraz geeikti mi, açacaktı ağzını yumacaktı gö­
.zCınü. Arkadaş markadaş. Bakmayacaktı gözünün ya­
şına. Sonra otobüs kontrolleri yalnız biletçilere de­
·(Jll, kanun ve nizarniara aykırı davranışlarından dola­
yı yolculara da bağırabilirlerdi. Ama o daha çok, en
yakın arkadaşı biletçi Erol'a bağıracak, ufak bir yüz
·egrısı karşısında da hemen raporunu düzenleyip ·

sapetietmenin yoluna bakacaktı ki, kahvede :

,._ it atar gibi attım işletmeden!» diye öğüne-


·

·bilsin.
Bütün bunlar iyiydi, hoştu ama, iyi, hoş olmayan,
lıu otobüs kontrollüğüne hemen alınıvermemesiydi.
•Kendinden başka en az ikiyüze yakın istekli vardı.
Bunların arasında başarı kazanmak, deveye hendek
otlatmaktan güçtü. Şayet o anda gözüne biletçi arka­
·daşı ilişmeseydi vazgeçecekti sınava girmekten. Fa­
'kat iş işten geçmiş, o da onu görmüş, merak, daha
·çok da alayla yanına gelmişti bile :
- Ne o? Hayrola? Yoksa kontrolluk imtihanına
mı gireceksin?.
Saklayamamıştı.
- Valla beni tanırsın. Bizim akrabalar daha
önemli işlerden bahsetmişler annerne ama, boşver­
<llm. Benim kendimden başka Allaha bile minnetim
yokl
Şakacı arkadaş gülmüştü :
- iyi ama...
lşgillenmişti hemen :

187
- Ne iyi aına's ı ?
- i kiyüz kişi arası nda i ınti hanı kazanmak z o r !
- B e n i tan ı m ıyorsun galiba?
- Tan ıdığım için zor diyorum . . .
Tepesi atmıştı
- Bana bak!
- Bakıyorum . . .
- Ben bu i mtihanı kazan ı p , senin ve sen i n gi-
b i l e r i n başı n ı za bela olacağı m aniad ı n m ı ?
- Cart kaba kaat!
Ö fkeden eli ayağı titreyerek s ı navı n yap ı l d ı ğ ı
salona gitmişti . i kiyüz kişi . . . bunların araları nda el­
bette çeşitli lise mezunu da vard ı . Vardı ama, bir se­
fer ok yaydan ç ı kmış, arkadaş ı n ı n suratına tükür­
müştü . Tükrüğünü ölse yalamayacağına göre, sı nava
g i recek, kazanamazsa b i r yalan uyduracaktı .
Sı nava gird i . Sorular onu aşıyordu. Sağına bakt ı ,
soluna bakt ı . Sonra d a boş kağıdın ı götürüp verd i ,
ç ı kt ı . Ş i m d i n e olacakt ı ? Şu bi letçi hergelesi durumu
kahveye yayacak, ondan sonra da kahve dolusu i ne­
ğ i n matrağı ndan kurtulabilirsen kurtul . Olacaktı bu,
çaresiz olacak, matrağa a l ı nacaktı !
Sıkıntıdan patlıyarak kendini rasgele bir otobüse
att ı . Başta otobüsün i nce bıyıklı biletçis i , herkese
kızıyordu. Kendi n i beğenmiş, pis i nsaniardı topu da.
Şu kravat l ı , yan ı ndaki kalantor, onun yanı ndaki ger­
çekten yakışıklı ama her halinden kendi n i beğenmiş­
l iğ i besbelli genç, onun yanı ndaki kısa boyl u tıkız . . .

Dal m ıştı . Omuzunun dürtü lmesiyle kendine gel­


d i . Baktı : Kasketi sol kaşı na yıkı l ı bir bi let kontrol­
cusu l
Tepesi attı .
- Ne var?
- B i l etler kontrol diyorum duymuyor musunuz?
- Hayır, kulağ ı m sağ ı r . . .
- Y ı katın o halde!
- Yaa, demek y ıkatmarn lazı m ? Bilm iyordum ..
Kontrol :

1 88
- Bi l eti nizi l ütfen , - dedi .
A l maınıştı k i . A l maınıştı ama, şu ciğeri i k i para
e tmez kontrolun karşısı nda madara mı olacakt ı ?
Attı
- B i letçi niz vermedi . .
Kontrol uzatmadı . B iletçiye b i l et vermes i n i söy­
led i . B i l etçi nereye g ideceğ i n i sord u . «- Zeyrek . . �·
.

ded i tükürürcesine. -Kontrol


- Okuınanız yazınanız yok galiba? d iye sord u .
D e l i olacaktı
- Beni m ? Ben i m ha ? Nereden anlad ı nız? Yahut
nereden hüküm verd i niz?
- Bu otobüs Zeyrek'ten geçmez de . . .
Fena yakalanm ı ştı. Artı k kaçacak yeri yoktu .
Yoktu ama gene de altta kal mamalıydı :
Bana bak, ded i .
Ne var ?
Benim k i m olduğumu b i l iyor musun ?
Başbakan f i l an o l m ı yası n ız sak ı n ?
Otobüs bi r durakta durmuştu . Açı lan kapıdan
i nerken
- Alttarafı beş kuruşl u k kontrolsun be ! ded i .
Uzaklaşan otobüs sanki bıyık altı ndan g ü l e re k
ıı;ıni k yapıyord u .

1 89
HAKARET

Üç arkadaştılar. Mevs i m bahar, Kalkan mevs ı m ı ,


vakt-i kerahet de g e l m i ş , yani güneş tat l ı tat l ı dev­
r i l m i ş . " B i r yandan rak ı m ı zı içer, b i r yandan kal kan
tavaları m ı z ı yer, bir yandan d a konuşuruz , d iye lıesap
etm i ş lerd i .
Öyl ece yapmak üzere b i r ba l ı k l okantas ı na g i r i p ,
den ize bakan pencere önündeki masa lardan birine
yerleşti ler. Herşey hemen hemen içlerinden geçti­
ğ i ndeydi Kal kan l a r taze , rakı d i n l en m i ş , meyhane
kuytu, sak i n . Hele az sonra da masa donanıp, ard ı n­
dan da taze taze tüterek kal kan tavaları g e l i nce i yice
mutlu buldular kend i leri n i . Gerçi her üçü de az ge­
l i rl i l i ğ i n b i n b i r derdiyle dertl iyd i ler ya, o an, o ancık
mutlu o l manın, mutluymuşluğun tad ına varmaktan
başkası n ı düşünmüyorlard ı .
içlerine buz atı l m ı ş rakı kadehleri kalktı, tokuş­
tu , yudum land ı . Yeş i l salatalara çata l lar uzat ı l ı rken,
h i ç tanı madı k ları bir ses ve yüz

1 90
- Merhabaa... atiyet olsun!
Ellerinde olmayarak dönüp bakblar adama. Akı
çok kırçıl saçları alabrus kesilmiş, avurtları çökük,
hafifçe sakallı, kaşları da bir hayli kırtaşmış bir baş
ama, beden hiç de bu yaşlı gösteren başa göre de­
qi 1. Adeta pehlivan bedeni.
Tanımaınalarına rağmen selamını aldılar.
- 1
Adam yandaki masaya geçti. Elindeki siyah tane­
li tespihle oynayarak, üç arkadaşı n masasına gözle­
rini dikti. Üç arkadaşın konuşmalarına vermişti ken­
dini. Güldüler mi, gülüyor, ciddileştiler mi ciddileŞi­
yordu. Yanına gelen garsona bir duble rakı söyleyip
�::ıvdı. Sonra gine kaptırdı kendini üç arkadaşın ma­
sasına, masadaki sohbete .

Üç arkadaş'tan biri birden gördü adaının onlarla


ıl�ıilendiğini. Arkadaşlarına haber verecekti ki, adam,
ı:lindeki kadehi kaldırdı:
- Şerefe!
Öbür iki arkadaş dönüp arkaya baktılar. Sonra
lıakıştılar birbirleriyle: Nerden tanışıyorlardı?
Üzerinde durmadılar. içinden öyle gelmiş tama­
ııııyle yabancı biri olabilirdi. Adamın kalkan kadehi·
ııt) karşılık verdiler :
- Şerefe ...
Tamam. Herşey burada, tadında bitmeliydi ya!
Hayır. Adam rakısını yudumlamadan :
- Şerefiniz vaar olsun - dedi.
Karşılık alamayınca kalktı masasından, üç arka-
dıışın masasına geldi, tepelerine dikildi :
- Şerefiniz vaar olsun dedim. Duymadınız mı?
Duymuşlardı duymasına ya, aldırmamışlardı.
içlerinden biri :
- Duyduk hemşerim duyduk._ Senin de şerefin
vuar olsun ...
Adam bunu baştan savma saymış, kızmıştı. Elin­
do kadeh, kıyıdaki iskemielerden birini çekip aldı,
ııı:una ilişti :

191
- Yoo . . beni baş ı n ızdan savamaısınız - de­
di-. Ben baştan savı l acak, arkasından da h ı rtın b i r i
deni lecek i nsan değ i l i m !
Ü ç arkadaş donmuş l a rd ı .
Oysa gitti kçe öfkelenerek ver yansın ed i yordu
- Ben, bugüne bugün yedi buçuk mi l yon l i ra l ı k
b i r s i nema i nşaatı n ı n başına geti ri lmek i stend i ğ i h a l ­
de b u n u reddeden bi riyim !
i yi ama, üç arkadaşa neyd i ?
Adamsa şaşı l ması n ı , hayra n l ı k duyulmas ı n ı , b i r
şeyler soru l mas ı n ı istiyor, bekl iyord u . Soru lmayıp
hayretler içinde sadece bak i l masına da içeriedi
- Yed i buçuk m i lyon l i ra l ı k sinema i nşaatı d i -
yorum a n lamıyor musunuz?
Üç arkadaşın da tepesi atmıştı artık. B i r i
- B i z e ne - ded i .
O , yani yabanc ı , el inde kadeh , otu rduğu yerden
ayağa fırladı ç ı l d ı rmışçası na :
- Size mi ne?
Ücl erden i k i ncisi
_:_ Öyle ya, b ize ne?
Size ne haa? Vay vay . . vay i nsan l ı k vay !
?
?
..................?
Demek yedi m i l yonl u k i nşaata yani böyle b i r
i nşaatın sahibine hayı r d iyen b i r i nsan s i z i n naza­
rı nızda havayla cıva ha? - Eli ndeki rakı kadehi n i üç
arkadaş ı n masasına bı raktı - Pek i , size böyle b i r
tek l if o l sayd ı .. bütün i nşaat ı n hafri yat yapımı size
emanet edi l seyd i . Daha açı kcası , e l i ni zde m i l yonlar . .
ha? - Y i ne cevap a l amayınca e l lerini a rkas ı nda bağ·
ladı - Cevap verin ceva p !
..................?
- Şapkaların ızı havaya atar , çiftete i l i oynardı­
nız şerefsizi m . Hem çiftetei l i oynar, hem de makas
Al lah makas ! - Kadehi n i a ld ı , masasına geçti . Az

1 92
önce kalktığı iskemiesine yeniden oturdu. Bir cigara
yaktı sinirli sinirli. Dumanını öfkeyle salıverirken
kendi kendine söyleniyordu - : Enayiler. Ulan benim
yerimde olsanız Allahın çebinden peygamberi çalar­
dınız be! .
. . . . .............. !
- Pis herifler. Kendilerini bir bok sanıyorlar
boyunlarına birer medeniyet yuları takmakla. Ulan
biz onun nicelerini taktık da şimdi de söküp attık!
.................. ? .
- Kalkan tavası.. pöh.. levrekten aşağısını ağ-
zıma koymazdım! ·

Üç arkadaş, adamın deli olması ihtimaline kar­


şı susuyorlar, şöylenip söylenip bıkacağını sanıyor­
lardı ama, adam susacaklardan değildi. Susuldukça
ı;enesi açılıyordu:
- Duydunuz mu?
Yine cevap alamayınca iskemiesinden ikinci se­
fer fırlayıp, elindeki rakı kadehiyle tepelerine di­
kildi:
- Duydunuz mu diyorum!
- ?
. . . . . . . . . . . . . . . ... -.

- Duydunuz mu diyorum ulan, hırtlar!


.................. ?
- Enayi pilakileri!
.......... . . . .. . . . ?
- Bostan korkulukları!
.. ................?
- Hıyarları
· · · · · · · · · · · · · · · · · · ? .

Elindeki dolu kadehi tepesine hırsla dikti; son-


rı.ı:
-- Bal)a bakın, -·dedi -. Sizin bu sükCıtunuz­
dan hakaret çıkar. Ben küfürüne bile önem verilme-­
ynn budalanın biri miyim yani?
Bahar, kalkan. mevsimi, vakt-i kerahat, güneşin
t1tlı tatlı devrilmesi, buzlu rakılar, taze kalkan koku­
ııu yüklü buğu şu bu zehir olmuştu. Adam ya deliy-

193
d i , ya da tahrik ediyordu. Kalkıp i ki tokat atsalar or­
tal ı k karışacak, karakolluk olacaklardı. En iyisi sus­
mak, sonuna, kadar susmaktı.
o
- Cevap versenize ulan eşşoğl u eşşekler, ben
kütrüne bile önem veri lmeyecek budala m ıyım ?
Yine cevap alamayınca, ağlayacak kadar h ı rs l ı ,
e l i ndeki boş kadehi masaya adeta fırlatıp, söylene­
ı-ek çekti g itti . Az sonra b i r polisle gel d i . Ü ç arka­
daşı göstererek :
- Bu adamlardan davacıyım - , dedi Bana
hakaret ettiler!

1 94
TEKLiF Ml VAR?

Nerde, ne zaman, nasıl tanıştık? Kim' tanıştırdı?


Dostluğumuz nerede başladı? ·Dost• muyuz? Velha­
sıl hiç bilmiyorum ya, o biliyor olmalı. Bir ses kala-
·

balığı halinde geldi:


- Vay efendim, sultanım.. nerelerdesin yahu?
Kaç vakittir hasret kaldık güzel yüzünüze, tatlı . sesi­
n ize, sohbetinlze...
Nerde, ne zaman, nasıl tanıştık ? Kim tanıştırdı?
Dostluaumuz nerede başladı? •Dost» muyuz? Düşü­
ne durayım ben, o hiç durmamacasına, habire, ala­
bildiğine:
- . . . insan kendini bu kadar aratır mı canım?
Ne hakkın var blrader. Hiç aklına gelmem mı?· Kırk
yılın başı, bir Selim olacaktı bizim demez misin? in­
Han bu kadar vefasız olur mu Cemal'ciğim?
Günlerden salıydı, mevsim eylül sonları, istik-
1111 caddesindeydik. O, gözlerinin akına kadar kıp­
kırmızıydı. Bütün bunları biliyorum da, adımın Ce­
mül olduğundan haberlm yok.
- Ben Cemal değiilmi
Diyecek oldum. tınmadı bile:

195
- Öyleyse Sedat'sınl
- Sedat da değilim.
Yüzüme şeş-beş ama, d ikkatle baktıktan sonra:
- Anladı ı ı ım - dedi -. Nuri 'sini
Ne Cema l , ne Sedat, ne de Nuri 'ydlm . Oysa da­
yatıyordu:
- Aaaah Nuri ah. i nsan bu kadar vefasız olur
mu? Beni nasıl unutursun ? Seninle CHP. için az mı
döğüşmüştük. DP. n i n VC. l i leriyle?
Deli olmak i şten değ i l :
- Yanı l ıyorsunuz. Ben hayatımda C H P . n i n
semtine uğramadım!
Durdu, düşündü:
- Haa - dedi -. Pardon. Öyl e ya, sen haki­
katen CHP. nin semtine uğramad ın. Dur dur . . . C H P
! iyiz m i ded i m ? Yan l ı ş ! Canı m evladım. sen hiç
CHP. li olur musun? DP. l iydi k de CHP. ye karşı o­
lan hıncımızı ve. de bileyorduk, tamam . Şimdi oldu.
Gel, gel şuraya g i rel i m de def'i gam eyleyelim sul­
tanı m !
Ben daha .. Yahu b e o ne D P . liydim, ne de y e . ye
g i rd i m . Bırak kol umu, ben pol iti kayla uğraşmam .
Beni benzetiyorsun! .. derneğe kalmad ı , kol umdan
tuttu, Degüstasyona soktu :
- Gel gel gel. . . Bak burada da bizim gibi eski
DP l i VC. l i ler var!
Bir de kuwetl i ! Kurtulab i l i rsen kurtu l !
Heritin aklından zoru olmalı diye geçi riyorum
k i , Degüstasyonun ağı r başlı , hafifçe loş havasını
gene yava yava çınlattı :
- Vay efend i m , sultanım . . nerelerdesin yahu ?
Kaç vakitt i r hasret kal d ı k güzel yüzüne. tatlı sesini­
ze, sohbetinize . . . - Elimden çekti -: Gel , gel bu­
raya. Beyefendiyi tanıdın m ı ?
- Yooo . . .
- Nasıl tanımazsın yahu? Koyu CHP. l i l erden·
dir!
Adam d a ben i m g i b i şaşkı n :

196
- Yoo - dedi -. Ben CHP. l i değilim!
Beriki hiç bozmfldan :
- Canım DP. diyecekti m, dilim kaydı . . . - de­
di -. Gel, beyefendinin masasına sığınıverelim . . .
iskemleyi çekip oturdu. Ben ayakta, şaşkın, ne
yapacağımı b i l meden bakıyorum. Adam ufak tefek,
geniş omuzlu, tepe saçları dökük, hayretler içinde
bakıyor o da . . .
- . . . Beyefendi çok bonkördürler. DP. deyken,
hani o devir bu m i l l etin bir daha bulamayacağı , gö·
remeyeceği bir altın devriydi ya, neyse . . . Işte o gün·
lerde beyefendiyle Eminönü VC. ocağına bir g irdik . . .
Adam:
- Yanlış yanlış - dedi -, ağzını peçetesiyle
si lerek. Ben CHP. li ol madığım gibi, DP. li de ol ma­
dım. Hele VC. ye asla g i rmedim. Sonra sizinle . . .
Sözünü kesti hemen:
- O halde MP. li olacaksınız. Osman Böl ükba­
şı, aaah Bö lükbaş ı. Ne adam birader . . . Ama biz ! . . .
Biz adam olmayız! . . . Garsooon!
Adamın yeniden itirazına vakit bırakmadan ada­
mı bana övmeğe başlad ı :
- Tanımazsın beyefendiyi, ç o k bonkördür, çok
civanmerttir. Hayri hasanatı sever. Babaları da, bü­
yük babaları da tıpkı beyefendi gibiydiler. Nur için­
do yatsınlar. Eeeh , balık bil mezse M l i k bilir değil
mi canımın_ içi?
Adam elindeki çata l ı bıçağı bırakmıştı .
Garson geldi.
Biziınkl :
- Ne içelim? - diye bana sorduktan sonra,
ııılAma döndü -: Siz niçin birşeyler içmiyorsunuz?
Adam kibarca:
- Öğleyin içmek mutadı m değil - dedi.
- Canım evladı m , doğru. Mutadları değildir.
l l oy babalarıyle bey dedeleri de öğleyin içmezlerdi . . .
Garsona:
- Beyefendiyi tanır mısınız? .. - dedi -. Tanı-

1 97
nıazs ı n . Sizden iyi olması n , bu devirde çamla çırayla
aransa bulunmaz. Ö ğleyin ağızlarına içki nin daml a­
s ı n ı bile koymazlar ama, benim hatı rım için .. Benim
hatırım için zehir bile içer. Çünkü babam bey babası­
nın can ciğer arkadaşıydı . . . Bize gelince . . . Haydi . . .
B i r Yeni Rakı ! Roka salatas ı , beğend i l i kebap, sonra
da ızgara m ı zgara . . . - Beni de unutmuyordu -: Ca­
n ı nı evlad ı m , sen ne yiyeceks i n ?
Battı bal ı k y a n giderd i , varsın ineeldiği yerden
kopsun hesabı :
- Bana da M acar gulaş - ded i m .
O bütün bunlarla i l g i l i deği l , boyuna l a f öğütü­
yord u :
-. . . H a a bize gelince, aram ızdaki samim iyeti
a n i atsın işte. Hani yüzü diye deği l , arkası ndan da
daima methü senalarını etmişimd i r . - Beni işaret
etti - B i l i r ! Hatta az önce buraya g i rmeden beye­
fendiden bahsetmedim m i ? Canım eviad ı m oradadı r
şimdi, öğleleri içki a l mazlar ama benim hatırım i ç i n
zeh i ı· bile içerler demedim m i ?
- Bi l me m !
- Nası l b i lmezsi n yavru m ? - O n a - Bu var
ya bu? Ah bunu yakından tanı sanız . . . Sizden iyi ol­
mas ı n , dünyada . . . Hani siz olmasan ız, ondan iyi i n­
san yoktur ve bir daha da gel mez diye kal ıb ı m ı ba­
sabi l i ri m ! - Bana döndü, şahadet parmağını tat l ı
bir tehd itle saliayarak -:
- Seni seni i i . . . - dedi -. Sen adam olsan
kendi meziyetlerini benden daha iyi b i l i rs i n ama, de­
ğilsin. - Ona döndü - B i l mez efendim, bilmez! O
kadar söyledim , canım eviadı m ded i m , devlet malı
deniz, yemiyen domuz. Aç gözünü. Hayır. Pis bir di­
renişle namusluluk tasl ad ı . Tasiadı dedimse, haki ka­
ten namusludur! H e r kim ki değ i l der, alnını karışl a­
r ı m . Buna, sana dil uzatanların vay haline. Siz ben i m
canciğer dostlarınısınız. Yavru larım ben i m , evlatla­
rım, kardeşlerim . . . Şurda kaç günlük ömrümüz kal­
d ı ? Bu dünya tani bir dünya. Şair ne demiş? « i ç bade

1 98
uüzel sev var ise akl-ü şuurun/Dünya var imiş, ya ki
yok olmuş, ne umurun ı .. Efendi m Yahya Kemal mer­
h u m , sağ olsun, büyük şaird i . B u mısraları birgün
Boğaz'da demienirken bendenizin yan ı nda yaz m ı ş­
lard ı . Eeeeh dünya . . . Garson oğ l u m !
Garson, i ç k i v e mezelerle geldi
- Buyurun !
Bizimki ufak tefek adamı işaret ederek:
- Bak beyefendiye - dedi -. Sigara aldı ra-
cakları
.. Beyefendi .. hayretle baktı :
- Ben m i ?
Beriki pişkin:
·
- s en, tabii sen can ı m evlad ı m . Bana da b i r
Harman aldırıver . . .
- i yi ama ben sigara içme m ki . . .
- B ı raktın m ı ? i çerdin . . .
- H ayatımda ağzıma koymamışımdı r !
- Doğru, paşa dedelerinden nasihatl ıdır.. Gar-
son, beyefendiden parasını sonra a l ı rs ı n , yahut en
iyisi masraf pusulasına i l ave edersin, ben i m Har­
ınan'ı . . . Ne diyordu m, sigaranı n kanserle yakı n ala­
kas ı ndan bahsed i l iyor. i çmemekte haki ısınız ve isa­
bet ediyorsunuz! - Gözleri birden lokanta kapısına
qltti , çarpıldı sanki b i r an. Nerdeyse masanın altına
�;aklanacak. Başını öne eğerek, alçak sesle -: Şu
qelen çam yarması var ya, aman d i kkat edin. Bunun
kadar alçak, bunun kadar namussuz, bunun kadar rez i l
yoktur b u yer yüzünde. Hem bi l iyor musunuz? B u ­

n u n karısını da, kızları n ı da, baldızını da, hatta kay­


ı ııınasını da bizim H idayet . . .
Kapıdan g i ren adam gerçekten i ri yarı biriyd i .
l l leri arkasında, fokantayı gözden geçirdikten sonra
masalardan birine geçip tam oturacaktı ki, bizimkine
c ıtlzü i l işerek masamıza geldi. Elleri arkası nda :
- Ulan ne geziyorsun sen burda? - dedi
l in ? Palavracı !
O , yani bizimki derhal ayağa fırladı :

1 99
- Vay, abiciği m , canım eviadım benim. Gel, bu­
yur, bak sana kimleri tanıştı racağım . . . Garson, is­
kemi e ver beyefendiye !
Garson koşup geledursun, bizimki hemencecik
bir iskeml e kaptı , i kram etti :
- Buyur aslanım, bir tanem bu;yur. Yahu güzel
yüzüne, tatl ı sohbetine hasret kaldık. Nerelerdesi n ?
Garson, beyefendiye bak! Tabii rakı i çeceksin değ i l
mi?
i riyarı adam masaya eği lerek, göz kı rptı :
·
- Hesap kimden hesap ?
Bizimki :
- Sana ne birader - dedi -. Sana ne? .. Masa­
mıza geldin, ho� geldin sefa geldin. Hesap bende
veya bey kardeş lerimde, teklif mi var? Bunlar be­
nim, en az senin kadar yakını m, sevg i l i lerimdir . . .
- i riyarı adamı işaret etti -: Çok can adamdır. Ha­
ni beni bir gün görmese duramaz . . .
- Seni m i ? - diyecek oldu iriyarı adam .
Bizimki hemen sözü kaptı :
- Kend isi eski pehl ivanlardandır. B i r hanımı
var, dünya ahret hemşirem olsun, eteği nde namaz
kı l ! . . . Kızları , yavrularım, hele muhterem kayınval­
deleri . . . - Tekrar seslendi - : Garsooon, oğlum
baksana! . . .

200
ÜÇ ONLUK

- Ama, ded i , val iahi kızım !


Büyük kentin çok büyük ana caddesi nden sağa
sapan daracık b i r sokak aşağı lara i n i l i rken bi rden
sola sap ı l ıyordu. Ü çüncü apartmanın bodrum katı nda,
küçücük bir odayd ı . Saçlarının yarıdan çoğu ağarmı ş
adam, dindiremedjği korkunç b i r coşkunluk içindey­
d i . Oysa evde kı rkına basmış karı s ı , evl i kız ı , üniver­
sitede oğlu, orta ve i l k'in sınıflarında iki oğlu daha
vard ı . Bunlardan başka damar sertl i ğ i , geçi rilmiş en­
farktüs , zaman zaman a l kol komas ı , ak ciğerinde du­
man m ı , leke ml . . .
- Yaşın da küçük, haberin olsun!
Tırnakların ı n özenle düzelti l i p kız pembes iyle
hafifçe boyanmışlığı, kurt kapanından kurtu lmak is­
tercesine odanın koyu gri liğini şiddetle tekmeleyen
.;ocuk hacaklarıyle ç ı rp ınıyord u .
- Valiahi kızım, b i l lahi kızım. Yaşım da kü­
çük!
Adam gözlüğünün ardında duvar duymaz l ı ğ ı ,
a m a çı ldırtılmış bir boğa azgınlığı içindeydi .

201
- Yirmi d iye yalan attı mdı sana, gözleri m ç ı k­
s ı n ki ha!
Duvara vuran gölgeleri altüst olup duruyordu ya ,
gözlüğünün ardı ndaki adamı n gördüğü yoktu. Sımsıkı
kavramıştı , düşünmüyord u , düşünemiyordu bu işin
sonunu . Düşünmek, düşünebilmek için duymak ge­
rekti. Duymuyordu ki !
- Va l l�hi on beşimi yeni bitird i m , b i l l ahi yen i
bitirdi m !
Büyük kenti n deri n lerden, çok deri n lerden ge­
liyordu uğultusu . Duymuyordu bunu da. Oysa özel
bir şi rketteki masası başı nda ne de ı l ım l ıydı ! BL·ı ·
yük caddelerden biri ndeki kahvenin caını ardında
sokağı seyrederken b i r gün böylesine büyük bir ken­
tin ufacı k odası nda baş ına gelecekleri söylese l e •
i nanmazd ı . Kaldırı mdan m i n i etekl i ler geçerd i çok­
luk. i çi kaynayarak, birtakım ayıp, müstehcen duyu·
lar kaynaşırdı içinde ama bun lardan herhangi biri n i
kabuğu soyu l muş muz g i b i kol ları n ı n arasına alabile­
ceğini düşünemezd i . Kızı , oğu l ları , to runu vard ı . Ki r.ı
döner bakar, hele hele kim uyardı ki ona?
- Bana göre hava hoş ama, teyzem . . . teyzem
çok fenad ı r val iah i l Karışmam, sonra . . .
B i rden acı , çok acı b i r ç ı ğl ı k .
Adamı n gözlüğü karyoladan uçmuştu ,_ yere. Yaşı
yirmi deği lde on beşmiş, teyzesi varmı ş , çok kötüy­
müş, karışmazm ış, sonra ona . . .
Ağır ağı r kendine geldi. N e birtakım di lekçeleri ,
ne de haki mierin şakaya gelmez, sert yüzlerini düşü­
nüyordu. Gazetelere b i l e yansıyacağı umurunda de­
ğ i l d i . Düşünmüyordu ki ; düşünemiyordu daha doğru­
su. Boşalmış, pörsümüş, aptal laşmış . . . Kalktı, indi
karyoladan.
Yanüstü kıvrılmış, çocuk avuçlarına hıçkırmakta
olan kıza baktı . Neden ağ lıyord u ? Ya da hayır, el­
bette ağlayacaktı . Ama, şey . . . on beş m i demişti ?
Teyzesi! Evet, birşey değ i l , olabi l i r .. tek bir e l l i l i ra·
cığı vardı cebinde. Kıza verse ona bi rşey kalmaya-

202
caktı . Karısı pörsük yüzüyle .. sana getir b i r paket
akşam geli rken .. demişti . Köşe başı ndaki bakkaldan
iki paket cigarayla kibrit alsa bakkal herhalde bozar­
dı e l l i l iğ i . Kıza, belki de üç onluk sıkıştırırd ı . Ya da
kendi gibi çocuksu çantasına sokuverird i . Çocuksuy­
du çantası . Omuzdan atma. i yi ama, mahkemede
derdi ki, o beni aldattı asıl hakim bey. Yoksa bu yaş­
tan sonra ben . . . oğu l ları m , kızım, torunları m . . . ger­
çektende aldatmıştı. Yirmi yaşında, feleğin çembe­
ri nden geçtiğini sanıyordu. Herkesl e g iderdi sağa.
sola. i nanmazsan sor. Şoför N iyaz i : « Bey baba am­
ma kıyaksın ha! .. demişti . .. At b i rgün bizim Sal i h ' i n
garsonyeri ne, al ıver ifadesin i ! ..
B i r cigara yakmak geçti içinden. Yoktu cigara­
sı . Geli rken yolda, tek kibri t çöpüyle yakmıştı . Son­
rada buruşturup atmıştı boş paketi bozuk parkelere.
Çıplak belden aşağısıyle i l işti karyol aya.
- Sus, ağlama!
- Ama b i l iyor musun ş i md i . . .
- Ne şimdi?
- Teyzem !
- Bana, yirmimdeyim demiştin!
- Ne bakıyorsun dediğime?
- Suç benim m i ?
- B en i m m i ?
- Ne sen i n , n e d e ben i m . Sonra, şey . . . E l in-
den iş gelmez, moruk diyordun . . .
- H e rkes diyord u .
- Nas ı l m ı ş ı m ?
- Dert!
- Suç benim m i ?
- N e senin, nede ben i m .
- Ya ?
- Senin de, ben i m de !
- Teyzem?
- Gerçekten de .. asıl suçlu o !
- Neden?

203
- Göz yumuyordu senin onunla bununla gitme-
ne !
- Ne yapsı n ?
- Engelierd i oraya buraya gitmeni.
- Nası l ?
- Nasılını bi lmem ama, engel lerd i . Okula yol-
lard ı . .
- Neyle?
- Yani paranız m ı yoktu?
- Var m ı ?
- Bi l mem.
- Koskoca adamsı n. Belki de benden büyük
çocukların var!
- Torunum.
- Ne?
Ufacı k el leriyle yüzünü kapadı
- Ayyy . . .
- Yaa ..
- Demek kızı n , oğul ların, torunun?
- Evet, torunum.
- Peki nolacak ş i md i ?
- Ne olacak?
- Teyzem mahkemeye dayanırsa?
Bi lmem.

En iyi s i , kötü teyzesine duyurmamak. Kızı, oğul­


ları , to runu. . . El leri d e damar damard ı . Yüzü?
Buna mı verirdi hakim karı d iye? Ayy .. buraya gel i r­
ken yolda rastlayanlar " Babas ı • diye geçirmiş ola­
caklard ı . Bir oğlan, taverileri yanak ortalarına dek
uzam ış, acar bir oğlan çaktırmadan u Ek, gel bana !

demişti. istese ekebi l ir. Sevrrıiyordu ki . Sevdiği için


takı lmamışti ki ard ına. Ama ötekini de sevmiyordu,
uzun favori l iyi. Hergele mi hergeleyd i . Sonra mete­
l i k bulunmazdı ceplerinde. Üste l i k avuçları çok
sert, kol ları çok güçlü oluyordu. Hepsi de ya güreşçi ,

204
ya boksör, ya futbolcu ya da besketçiydiler. Yenika­
pı, Kumkapı kıyı ları salaş meyhanelerin terk edil­
miş loşluğu, kıyılarını şıpır şıpır döğen denizin yosun
kokusu . . .
Yer yer y ı rtık ,külotunu çıkarmıştı biri nde Ba­
kı rköy'lü Erol . Ağlamış, « Yaşım küçük» demiş, kor­
kutmuştu. Yuh be, korkutmuştu gencecik, sarışın
oğlanda, şu moruk? " Kart eşek! • diye geçird i . Nef­
retle baktı « Allah yazdıysa bozsun . Ağzı leş gibi
kokuyor. Bütün gece bu kokuyla kollarının arasında

i çi buland ı , az kalsın karyoladan aşağı tüküre­


cekti.
En iyis i , vereceği üç onluğu a l ı p . . . Birinde ba­
lıkçı balta ol muştu Kumkapı 'da. Bütün bir el l i l ik çek-
ıııişti u Sağlamcı mısın ? •
Atmı ştı a Sağlamcıyı m . »
Adamın elindeki bütün e l l i l i k titrem i şti. Gözle­
rinin akları kızarıvermişti b i rden, canavarlaşmıştı .
llakı kokusu yüklü soluğu ateş değmişçesine yakmış­
ı ı çocuk burnunu. Tıpkı tıpkı şu moruk gibi azgı n bo­
qalaşmıştı. Hemen de külotuna el atmıştı ki korkmuş:
.. Kızım kızı m » demişti . Buz kesilmişti adam ı n rakı
kokulu soluğu.
- Haydi giyi n !
- Sonra?
- Sonra çıkal ı m . bakkala uğraya l ı m__

- Ne var bakkalda?
- Para bozduracağı m .
- Bana?
- Vereceği m .
- Teyzem?
- i dare eders i n .
- Küloturnun kan ı ?
- Çeşmede yıkars ı n .
- Nerde kuruturum ?
- Uzatma.
- Kilotsuz mu giderim eve?

205
- Kim ne b i l ecek?
- Rüzgar eteklerimi hava l andı rırsa?
- Elinle tutars ı n .
- i yi a m a teyzem . .
- Ne bilecek?
- Cin o be cin. Ağzımı koklar, cepleri mi araş-
t ı r ı r , soyar ben i , her yanıma bakar . . .
- Baks ı n . Anlamaz ki !
- Kaç para vereceksi n ?
- i k i onluk.
- Az .
- Ya ?
- Ü ç onluk ver h i ç o lmazsa. Onu sütyenimin
i ç i nde saklarım kendime, yirmisini koca karıya . . .
- i yi ya, giyin, çıka l ı m i
- Uykum var.
- Akşam yakın. Gece uyursun evde ..
.....................?

!
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Köşe başındaki bakkaldan iki paket cigarayla


k i brit a l maktan vazgeçti. Karısı bir paket · Sana .. is­
temişti. Aldı. Kız
- Bana bir paket H isar a l ! -dedi .
Almamazl ı k edemezdi . Birinci içiyordu kend i s i .
B i r H isar, b i r kibrit, bir de B i rinc i a ld ı . Eve b i r an
ö nce g i tmek isteyen, uyku dolu b i r yorgunluk g ittik­
ç e bastı rıyordu .
Yolda · Teyzem ne bi lecek? » diye geç i rd i . Duy­
sa kıyametleri kopar ı r . Susması için çok para l azı m .
Bundaysa nerdeee?
Adam ı n , yenleri patlak iskarpi nleri i l i şti gözüne.
Bütün parası e l l i l i raydı besbel l i . Ü ç onluğu kendi­
sine vermişti. i k i onluğun içinden bir H isar a l m ı şt ı ,
b i r kibrit, bir Birinc i , b i r de Sana. Belkide el leri boş
g iderdi evi ne. Yarın sabah koskoca adam ne yapar­
d ı ? Evden çıkarken, en azından bir onluk bırakması
gerekirdi karısına. i lkin birine gidene yirmi beş ku-

206
rıış. Orta'ya g idene e l l i , Ü n iversiteye g idene de en
; ı l i ndan b i r beşlik vermesi gerekird i .
E l i sütyenine gitti , üç aniuğu çı karı p b i r i n i geri
verd i .
Adam gözl üğünün ardı nda şaşkın
- Ne bu?
- Al .
·- Neden ?
- Öyle.
Nasıl yan i ?
- Uff a l işte. Yeter iki onluk. Katarnı da k ı zd ı r -
ma!
Aldı
- N 'olur?
- Teyzem öyle edepsizdir ki !
Mahal leye girmeden, yolda ayrıldı lar. Deri nler­
ıle akşam ezanı okunuyordu. Duymadı . Kapkara, cam
ı s i karasıydı yüreğinde kızın teyzesi. Ama kız kor­
kard ı herhalde dayak yemekten. Açılamazdı . Nereden
l ı i l ecekti teyzesi ?
- Naber moruk?
Durdu : Şoför N iyazi .
- Sağ l ı k ded i .
- Biçimiedin m i ?
- Soruyor musun?
Garsonyerin anahtarı n ı uzattı
- Sal i h 'e veriver.
- Kız nasıldı kız?
- Yavru . Ama . . .
- Ama?
- O biçim işte. Bana geli nceye kadar . . .
- Demedi m miydi ? Analarından o b i ç i m doğu-
yorlar serefsizim.
Hava lodostan poyraza dönüyordu .

207
KONGRE

i ki dönümlük bir sebze bahçesinin sahibi Arap


Dahri k , incec i k bacakları üzerinde zorla taşıdığı ko­
caman göbeğiyle, parti bucak kongresine hazı rla­
n ıyordu. E l l i beş y ı l l ı k yaşamında i l k katılacağı bu
kongrenin gururu içindeyd i . Bahçeci Dahri k bu gu­
rurda yal nız değ i l d i . i k i kızı , iki damad ı , iki oğ l u ,
alayla torunu d a paylaşmaktayd ı la r ayni gururu. Yal ­
nız karısı . . . Bahçeci Dahri k ' i n kırış kırış karısı , hiç
bir anlam veremediği bu kongre işine sevi nmek m i ,
yoksa altı ndan b i r çapanoğ l u çı kması i htimaline karş ı
yerinmek mi gerekeceğini kestiremediğinden, çekim­
serd i . Kongren i n ne olduğunu bi lse, kongreye katı la­
cak bir kocaya sahip olmanın gururunu duyardı ele
güne karşı ama, kongre neyd i ?
Tarladaki s ı ra s ı ra maru lların önünde d i k i l mektey­
d i . Havaya baktı . Bulutsuz, masmavi bir gökyüzü.
A k l ı na bi rşey gelmişçesi n e ani bir davranışla
topraklı ellerini kara şalvarına silerek, kerpiç baraka­
sının yolunu tuttu.

208
Kocası yıkanmış, s inek kaydı tıraş olmuş, uzun
l ııyığını kırpmış. Şeyh Bedi r'in e l ini öpmeye gider·
kcn giydiği temiz pantolununu bacağına çekmlşti . Onu
çoktandır bu kadar temiz, taze, heyecanl ı gördüğü­
n ü hatırlamıyordu.
iyi ama, « Kongre .. neyd i ?
Arapça sordu :
- Ya Dahrik .. Nedir bu kongre?
iriyarı Dahrik karısına şöyle bir baktı
- Bilmiyormusun?
La val la, bilmiyorum.
Dahrik alayla güldü
- Amma da cahl lmişsin . . . insan �<:ongreyi bil­
ı ııez m i ?
Gelinleriyle damatları , oğuları kızları d a gü ldü-
I P. r .
Kadın kızdı
- Bilmiyorum ayı p m ı ? Söyle de bel l iyek !
Dahrik büyük oğluna
- Söyle de cahil anan beliesi n - ded i .
Hakçası büyük oğul d a bilmiyordu. Kardeşine
döndü
- Sen söyle . .
Sanki küçük kardeş b i l iyor muydu?
- Ui val la söylemem
. . Baban sana söyledi ! - de-
di.
- Bilm iyoru m !
Kadın, kocasına döndü
- Oğulların b i lmiyor. .
Dahrik yutkundu. Fena s ı kışmıştı. Çabuk çab u k :
- Ayıp, ayıp ded i . insan bil mez mi kongreyi ?
Kadı n dayattı
- Bilmiyoruz. Söyle de bel l iyek be !
Doğrucasına Dahrik'in de pek bir fi kri yok�u
kongre üzeri ne. Bunca yı l l ı k yaşamı boyunca hiç bir
kongre görmemiş, kimseden duyup işitmemişti ki !
F l l i beş yaşının hiç deği lse kırk beş yı lını tarla sür­
ı ııck, tarlayı ekmek, yetişen ürünün toprağını hava-

209
landırıp, çeşitli payraziara karşı turfandalara has ı r­
dan setler yapmak, ü rünü toplamak, pazara götürmek,
kışın yağmur, yazın güneş altı nda ürün satılana kadar
beklemekten başkasını b i lmiyordu. Babas ı , babas ı n ı n
babası, babasının babas ı n ı n babası da " Bi r kon r e ..
nin ne olduğunu bel lemeğe vakit bulamam ı ş lar, i r i
bir şalgam, y a d a kocaman bir sakız kabağı kadar
Dünya'dan haberli yaşamaktan öteye geçememişl er­
di.
A m a b u yıl Dünya b i rden değişmişti . Onlar her
zamankince, iki dönümlük tarlalarıyle uğraşı rlarken.
Dünya davul sesleri , bayraktarla dalgalanmış, hopar­
lörler en ıssız köşelere kadar insan seslerini taş ı ­
m ışlard ı .
Yıl lar, yıl lar var k i hiç böyle şeyler ol mazd ı .
Fransızı sürüp çı kardı ktan sonra unutmuşlardı böyle
şeyleri. Gerçi 29 Ekim bayramları filan da çok eğlen­
celi geçerdi ama, Dahrik'ler şehre vakit bulamad ı k­
ları için, bayramlardan habersiz yaşarlard ı .
Sonra seçi mler . . .
Eskiden hiç böyle değ i l d i . Bahçeci lerin baş ha­
raçc ı s ı Çeteleci Süleyman çatık kaşlarıyle gelir, e l l e­
rine b i re r kağ ıt tutuşturur, bu kağı d ı partinin sand ığı­
na atma larını söylerd l . Herkes gibi Dahrik'lerde ka­
ğ ıtları n ı , söylenen sandığa atar, niçin attıkları n ı , bu­
na karş ı l ı k sandı ktan ne çıkacağ ı n ı bi l mezler, merak
da etmezlerd i .
B u yı lsa . . .
Bu y ı l sandı k üçtü. i stedi klerine atabi l i rlerd i .
Keyif onlarındı köy Memet ağası nsa ama, Çeteleci
Süleyman keyiflerine bırakmamı ştı ki ?
Sonra . . . Bu y ı l çok önem l i b i r şey o lmuştu Yüz­
yıl lar, belki de Dünya kuruldu kurul a l ı hiç b i r posta­
crnın uğramadığı köye kanter içinde küfrede ede b i r
postacı gelmiş, öfkeyl e sormuştu
- Bay Dahrik . . . Kimdir bu Dahrik?
Köyün yalı nayaklı bütün çocukları postacıyı bü­
yük bir merakla çevrelemişler, b i r postacı görmenin

210
�.;oışkınlığı i çinde, sorulanı an lamam ışlard ı .
Postacı yeniden, daha öfkeyle sormuştu
- Bay Dahrik kim be yah u ? B u köyde mi otu­
rt ıyor?
Çocuklar Türkçayi çok az b i l iyorlardı ama n Dah­
r i k " sözünü anlamışlar, « Bay Dahri k u i yadırgamış­
lardı .
En çok Türkçe bi lenleri :
-- Hangi bay Dahrlk?
- Bahçeci bay Dahri k ..
Bahçeci bay Dahrik de çocukları n arasındayd ı .
Kocaman göbeğiyle merakl ı . Çocuklar bakınca çare-
siz
- Ben'i m - demişti , bahçeci bay Dahrik ben'im !
Postacının uzattığı mektubu almış, evl rmiş çe-
virmiş . . .
Torunlarından c i n m i c i n biri sormuştu
- Dedee?
- Ha?
- Sen bay m ı s ı n ?
- Valla bilmem o ğ l u m . . B i l mem ya , b u mektup
ııc mektubu?
Çocuklar da dah i l . oradaki hiç kimse okuma yaz­
ımı b i l miyord u . Yarım saat sonra okuma bi len bir
yolcudan öğrendi klerine göre, mektup yeni kurulan
p;ırti l erden birinin bucak şubesinden gel iyor, bay
Dcıhri k 'i parti nin kongresine davet ediyordu .
Dahri k her şeyi birden hatırlayıverm işti. B i r gün,
a ına aylar önce yağmurlu b i r gün , pazar yeri nde Çe­
ı ol ec i Sü leyman, b i r tak ı m k ı ravatl ı , e l i çanta l ı larla
sokul muştu yan ı na. Bu eli çantah ları her zamanki Be­
l ndiye eli çantah ları değ i l d i . Başka çanta i r iard ı bun­
l:ır Sorup soruşturmağa vakit bırakmadan, Belediye e l i
ı;anta l ı ları g i b i b i r makbuz kesip tutuşturmuşlar, b i r
t a k ı m paralar a l ı p g itmişlerd i . Dahr i k bunu unutmuş­
t ı ı bile. Çeteleci Süleyman 'a o kadar çok haraç ver­
r ı ı işti k i !
i şte böyle . . b i lmeden yazdığı parti, Dahrik'ten

211
habersiz, seçimleri kazanmış, Dahrik de u i ktidar par­
tisi »nin üyesi oluverm i şti . Şimdi de kongreye çağı­
rıyariardı onu.
Bununla beraber, kongre neyd i ?
Karısı cevap bekliyord u .
Oğul ları , kızları, damat, torunları da cevap b ek-
I iyorlard ı .
Dahri k hiç bir cevap vermeden çı ktı gitti.
Kadı n kocasının ard ından uzun uzun baktı .
Bu « Kongre » , ondan saklanacak kadar kötü bir
şey miyd i ?
Maru l l arın yanına döndü.
Herhalde fenaydı k i , kocası , bi ld,iği halde sak­
l a ınıştı ondan. Demek y ı l ları n kuzu Dahrik'i de encam
azm ış, g ittiği kötü yeri ondan saklamıştı ?
Tam bu sırada postacıyla, postacının Bay Dah­
rik'ini hatırlad ı . Köyde bu kadar erkek vard ı . . . hangi­
sine u Bay» demi şti ? Demek kocası « Bay » d ı , kendisi
de bu « Bay »ın eşi !
Marul ları nın başına iştahl a çömeld i . Her zaman­
kinden çok daha can l ı , çok daha sevinç dolu , işe
koyuldu. Sığmıyordu içi içine.. Bay Dahrik'in karı­
sıydı ve bu köyde hiç kimse onun gibi " Bay eşi " de·
ği I d i !
Dalmıştı . Çöme l i p çalıştığı yerde, önüne b i r
kad ı n gölgesi düştü i l k i n . Kend ine geld i , döndü. B i ·
t i ş i k yarım dönümlük bahçenin yarıcısı d u l Fattum .
Sordu
- Ne o kız?
- Kocan nereye gitti ?
Dahri k'in eşi ayağa gururla kalktı . Gülümseyerek
baktı dul Fattuma. Nereye g i ttiğini hemen söyleye­
ıneyecekti .
Sabı rsız Fattum üste ledi
- Ha ?
- Ne ?
Kocan diyoru m , giyinmiş, kuşanmı ş nereye
gitti ?

212
Tam zamanı yd ı , iyice meraklanmıştı kad ı n , söyle-
mel iydi artık .
Göğsünü gere gere
- Kongreye ! - ded i .
Fattum da « Kongre .. n i n ne olduğunu b i l miyord u .
- Kongre ne k ı ı z ?
Omuz s i l kti
- B i l m iyormusun !
- Ui vall a - dedi - . Fattum. Söyle d e bel l iyek!
Dahrik'in karısı düşündü düşündü
- Amma da cahi lmişsin - dedi -. i nsan kon­
greni n ne olduğunu b i lmez m i ?
Maru l ları n ı n yanına döndü, çömeldi.

213
SALVANGOZ

Arkadaşları , ı natçı l ı ğ ı ndan, ötürü « Keçi .. derlerd i .


Aslına bakı lacak o l u rsa i natçı falan değ i l d i . Sa­
dece « Arkadaş .. dediği yığınla i şsiz güçsüz, boş geze­
n i n boş kaltası yanı nda çok daha gögü l ü , çok da­
ha b i l g i l iydi. Ya lnız görgü l ü , yal nız b i l g i l i deği l , ka­
fasının gerçekten çalışmasını da buna eklemek ge­
rekti .
- Arkadaşları ndan daha iyi düşünüyordu .
- Mezar taşıyla öğünmeyi sevrnem ama, ara-
m ızda el bette asalet, b i l g i , görgü farkı var . Ben, A l-i
Osman 'ın en değerli Sadrazamlarından falana men­
subum !
Ne zaman bu türlü konuşmak zorunda b ı rakılsa,
arkadaşları hemen başlariardı
- Ta ta ta, ta ta, taaaaa!
- Dikkaaaaat!
- N işangahsız atı ı ı ış . . .
Kızarır, bozarı r. Boyun damarı parmak gibi ka­
bara kabara başiardı yeniden :
- Eşşekler, hayvanlar. U lan gezdiğiniz Antep,
yediğiniz pekmez. Ayak tak ı m ı . Sizinle herhangi b i r

2 14
sosyeteye, b i r ne bileyim resepsiyona gidi l mez be.
Ya çatal düşürürsünüz, ya peçete. Görgüsüz hayvan­
lar!
Arkadaşları kızmazlardı a m a , alayın dozunu ar-
t ı ı-ı rlar, dal ı na ver yansın binerierdi
- Görgüsüzüz oğlum ne yapa l ı m ?
- Seni n g i bi Sadrazam soyundan gelemedi k !
- Hami nnen akı l l ıymış. Paşalarla fing i rdeşmiş . .
- U lan sosyete, resepsiyon patırdattığına bak-
ına. Sadece bu kel i meleri duymuş nerden duymuşsa.
Cevap ver bakayım Bir resepsiyona nas ı l kıyafetle
qidilir?
cı Keç i cı soruya ciddi ciddi sarı lırd ı :
- Ö nce resepsiyon kelimesinin ne demek, ne
; ın l ama geldiği üzerinde dura l ı m. Resepsiyon . . .

Sağdan soldan matrak başiard ı


- Resepsiyon yen i r m i i ç i l i r m i ?
- Koklanır!
Kahkahalar arasında o , yan i Keçi , kıpkı rnıızı , hat­
ta çoğun l u kla mosmor kesi lerek " Resepsiyon •U an­
I atmağa çal ı ş ı r, yaygara öylesine artardıki, çaresiz :
- U lan görgüsüzler. B i r dakika zırıltıyı kesi n
d e anlatacaklarım ı d inleyin, faydalan ı n !
Kim din ler? H e l e kim taydalanma yoluna gider?
- H a ha ha haaa . . .
- Ho ho ho hooo ... .

- H i hi hi h i i i i i . . .
Fırlayıp kalkar, topuna birden iğrenerek baktık­
tan sonra kusardı
- Al lah'ın i nsan suretinde yarattığı hayvanlar!
Çekip giderken de ard ı nda hep o «- H a ha ha,
ho ho ho, hi hi h i • lerin şiddetli kahkahalarmı b ı rakır­
d ı . Ama büsbütün darı l ı p küsmezdi de. O öfkeyle her�
hangi bir başka kahveye gider, az şekerl isini tıpkı
tıpkısına a B i r eski ve ünlü Sadrazam torunu D çal ı m ı
içinde söyler, Birinci cigarası çıkarıp yakar, a z sonra
qeti ri len kahvesini ona çok yakışan "M ağdur bir asil ·
edasıyle höpürdetmeğe başlard ı .

215
Gazeteler istediği, beklediği günlerin geliş ha­
berini getirmlyordu b i r türlü. Bu haber neydi-? Kesin­
l i kle bilmese bile. «O gün" gelecek, Urumeli 'nde ka­
l an ecdat m i rası hanları , hamam ları , çiftlikleri falan
ona veri lecekti . «O günu, bu gündü işte. Yani Urum­
e l i 'deki emvalinin kendisine veri lme kanununa i mza
atacak Devlet reisinin kanunun altına i mza attığı gün.
Ve gazeteler bu habe rin müjdesini iri punto l u man­
şetlerle vereceklerd i .
Gazetelerde böyle bir havadisi okuduğu andaki
sevincinin ne o labi leceğini çok düşünmüştü . Çı ldırır
rn ıydı acaba? Çıldırmasa bile, bu ş i mdi aHa ha ha,
ho ho ho, h i hi hi» l erle tefe alan arkadaşlarının te­
pesine dikilecek : « Gördünüz mü ulan kayartolar? "
diyecekti . u Nası lmış? Yalan m ıymış ben i m Sadrazam
�oyundan olduğu m ? •
O zaman, o zaman işte keyifle seyredecekti • Ka­
yartolaruın şaşkınlığını. Ama aldırış etmeyecek, yüz­
lerine daha fazla vurmayacak. Hemen atlayıp g ide­
cekti U rumel i 'ye. Yığınla gayrimenkulünden gerek­
sizleri hemen satıp paraya çevirecek, ondan sonra
da « Kayartolarua tel havalesi, topunu yanına geti­
recekti. Yenecek, içi lecek . . . vur patlasın çal oynasın
g!di leeekti.
Gazeteler beklediğini getiredursun . . . şöyle bir
haber okudu o gün gazetelerden birinde : •- KON­
YA - (Özel) Fransa'ya i hraç edilmek üzere i l i miz­
den salyangaz istenmiş ve ilk partlde kilosu elli ku­
ruştan otuz ton salyangaz toplanmıştır.•
Haberin üzerinde durdu. Bir daha, sonra bir da­
ha okudu. Daha sonra da e l l i kuruştan otuz ton sal­
yangozun kaç l i ra ettiğini hesapladı. Bir milyon beş­
yüz bin kuruş yapıyordu. Bir mi lyon beşyüz bin ku­
ruş da, on beş bin l i raydı . Hiç de kötü para sayıl­
mazdı . Otuz bin ki lonun önüne bir sıfı r koydu, üçyüz
bin kilo. Üçyüz bin ki l o e l l i kuruştan yüze l l i bin l i ra.
Sıfı rlar çoğaldıkça ele geçecek para da çoğalıyordu.
Yüz binlerden m i lyona, daha sonra da mi lyonlara çık-

216
ı ı . Koca Türkiye'nin dağları taşları , bahçeleri , bağları
salyangozla doluydu. Toplar, toplatır, vapurlar dolusu
sevk eder, m i lyonlar kazanı rd ı . Neden olmasın? Sal­
yangazlar hiç kimsenin değ i l d i . i l k zamanlar kendi,
karısı, çocukları seferber olur toplarlar, el lerine ge­
çecek parayla i ş i organize ederler, organize edilen i ş
kend i kendine yürürneğe başlar. B i r yazıhane açar.
Bir tak ı m defterler, antet l i zarf kağıtlar. B i r yazı ma­
kinası. Sonraları da sekreterler, daktilo kızlar, ya­
bancı d i l lere çevirmenler.
- Bana b i r kahve daha al oğlum . . .
Kahvesi n i getiren garson :
- i ş bi lenin k ı l ı ç kuşanan ı n ı - ded i . Büyükle­
rimiz gerçekten de doğru söylüyorlar. Memleketin
her yan ı , dağ ları taşları , bahçeleri bağları iş dolu. Gel
g e l e l i m bu işlerden faydalanacak zeka nerde?
Garson bu hiç tan ımadığı adama pel pel bakıp :
- Doğru beyim - dedi çekip g itti .
Ama ö, anlatmak ihtiyacı ndayd ı . i htiyacındaydı
ama, « Kayartolar•dan saklayacak, « Eşeklerin aklına
karpuz kabuğu .. düşürmeyecekti.
Kahvesi n i çabucak içip kalktı. N e olursa olsun
çok öne m l i , tanı da A l-i Osman Sadrazamlarından bi­
ri nin zaman zaman matrağa alınan, beş parasız b i r
torununa göre b i r i ş 't i . Yazıhanesini kurmuş, daktilo­
lar şakı r şakı r çalışıyor, mektuplar yaz ı l ı p uçak pos­
talarıyle gidiyor, Dünya'nı n çeşitli ülkelerinin çeşit­
li bankalarından Merkez Bankasına havaleler g e l i yo r­
du. Şimdi oturmakta olduğu kıyı semtteki kiral ı k
gece - kondu yerin i çoktaaan dev gibi b i r apartmana
b ı rakmıştır. Aşçı lar, işçi ler, zarif önlükleriyle birer
içim su • Domestik•ler, kanl ı canl ı • Va l e• ler. Ga­
rajlarında çeşitl i Mersedes'ler, Buik'ler, hatta hatta :
Kad i l laklar. Denizde on i k i metre boyunda sandallar,
boy boy motorlar, belki de hatırı sayı l ı r bir yat. . .
Bütün bunları anlatacak insan arıyordu; anlat­
mak ihtiyacındaydı.
Az önce a Ha ha ha, ho ho ho, hi hi h i • lerle do-

217
lup taşan kahveye g itti . H i ç birine b i r şey söyleme­
yecek, çaktırmayacaktı yeni işini. Yal nız, gülecekti
bıyık altı ndan . Ama yoklard ı . Garsona sordu .. Az
önce g itti ler .. karş ı l ığını a l d ı . Canı s ı k ı l d ı . Sıkıldı ya,
yeni i ş i n i n sevi nci ni de paylaşacağı biri lazımd ı .
Garsona, s ı r veri rcesine
- Bana bak - dedi -. Sana bir şey söyleye­
ceğ i m ama, sakın o h ı rtlara duyurmal
Garsonda o « H a h a ha, ho ho ho, hi hi hi n le r
kadar o n u ciddiye al maz, t a m tersi , d a l g a geçilsin
diye .. H a ha ha, ho ho ho, hi h i h i >d ere onunla i l g i l i
yeni yeni haberler uçururdu.
- Del i misin abi ? - dedi -. Yanı mda adam
boğazla. Ben i bilmez m i s i n ?
B i l mez o l u r muydu ? Gözl eri pariaya parlaya, he­
yecandan kekel iye kekeliye .. Yen i i ş i m bildiğin gibi
değ i l . Çok yak ında m i lyoner oluyorum ı " ded i . Sonra
başladı nişangahsız atmağa
- Onlara ne adam olduğumu göstereceğ i m !
Apartmanımın garaj larında çifte çifte arabalar, deniz­
de i r i l i ufakl ı motörlerim . . . Bana bu i ş i k i m veriyor
b i l i yormusun ? Dedem i n U ru me l i 'deki malları n ı n es­
ki kahyas ı . Ama sakın o h ı rtlara . . .
- Deli misin abi ? Yanı mda adam boğazia de­
d i m ya! Yalnız, tabi o zaman beni de görürsün değ i l
mi?
- Ayıp ettin . . . tabi. Tabi y a , e l i nden n e i ş ge-
lir?
- Askerliğimi motorlu b i r l i kte yapmıştı m . Fiya­
kal ı şoförümdür!
- Tamam. Seni hususi leri mden birine a l ı rı m ı
Ö nüne gelene : « Sana b i r şey söyleyeceği m ama
sakın kimseye açmaı .. ıarla memlekete yayd ı . Çok
geçmeden adı « Salyangoza ,. ç ı kt ı . Şaşıyordu. Hiç
ki mseye açmad ı ğ ı halde nereden duyu l muştu?
- Bok memleket - dedi -, bok insanlar . . .
I J ian, ağızlarında mercimek ıs lanmıyor be!

218
KUDRET DAGDEVi REN

i nsanlar vardır, istedi kleri kadar yokluk içinde


lıatta aç olsunlar, gene de karşı larındak i lere önem l i ,
çok önem l i kişilermiş gibi etki yaparlar. Doğuştan b i r
kedi terl i l i k, doğuştan b i r etkin l i k vard ı r üzerl erinde.
l<onuşmak şöyle dursun, dinlerierken bile heybetl i·
d i rler.
Böylelerine yal nız okumuşlar arasında rastlan­
maz. Okumamış, hatta kara cah i l ler arasında da çok­
t u r böyleleri . Filozof yapı l ı , a l i m yapı l ı i nsanlar . . .
Kahvede oturuyordum. B i ri geldi masama . Se­
l a nı , aleykümselam. Ufaktetek, kavruk. Yıl lar y ı l ı ta­
n ı rı m . « Gazetec i » geçin i r ama, hangi gazetede çalı­
:,; ı r? Yazar m ı ? Yazmaz mı? Yazarsa ne yazar? B i l­
mem. Merak da etmemişimdir. Yukarıda sözünü et­
t i (J i m i l g i nç insanların tersine, gösterişsiz, sönük bi­
r i . Böyleleri isterse ağızlarıyle kuş tutsunlar, boş .
Sunki tabiat böyleleri n i yukarda sözünü ettiklerim
lı; i n yaratmı şt ı r. Bir cümlede virg ü l , noktal ıvirgül
ı ınyse bunlar da odur. Daha doğrusu, iskambildeki

219
kozların d ı ş ı nda kalan üçlü, dört, yed i l i cinsinden kü­
çük kaatlar. Oyunun kazanı lmas ı nda kozların şanlı
gerek l i l i ğ i ne karş ı , bu küçük say ıl arı n tevazuu mey­
dandad ır. Ama gene de kozların, oyunu kazanı rken
bunlara ihti yac ı vardır.
B i r şeyler anlatıyordu. Ben de yarı dinl iyor, ya·
rı kahve penceresinden gelip geçeniere bak ı yordum
k i , kahveden içeriye iriyarı biri gird i . G i rmesiyle b i r­
l i kte de sanki kahveyi dolduruverdi . Kimd i ? Neyd i ?
Kimin nesi ? Nerede şef? Belki d e m i l l etveki l i , hatta
bakan ! Kahve, o g i ri nce sanki ufald ı , ufal ıverd i . Ya·
n ı mda oturan ufak tefek adam i l k i n farkında ol ma·
m ıştı , o lunca b i r toparlanı ş , b i r telaş, b i r geç kalmış·
ların paldır küldürlüğü . . . Koştu. Karşı s ı nda adeta el·
pençe d ivan durdu bekled i . O , ona bakmadan, ba·
k ı l mağa değmez bu larak bir şeyler söyledi . Emi rler
gibi geldi bana. Sonra kahveden çıktı g itti .
Ufak tefek adam masama dönünce :
- Tanımaz mısın? - diye sordu.
Şaştım :
- Ki m i ?
- Kudret Dağdevıren. Sahi tanımıyor musun?
- Nerden tanıyayım b i rader?
Kudret Dağdeviren'in etkisi altındaydı hala.
- Yaman adam - dedi -. Çok çok yaman
adam. Böyle adam gelmemiştir bu memlekete. Başba­
kan olacak adam ama . . .
- N iye olmuyor?
Güldü :
- Kolay m ı ?
- Onun için kolay olmalı. Madem Tü rkiye ye '

böylesi gelmemiş . . .
- Canı m söz temsi l i . . . Garson, b ize i ki çay
al ıver! - C igara paketini çıkardı, birer tane yaktık.
Başladı - : Bir tarihte, işlerimi n iyice bozulduğu sı­
ralar. . . Evde odun yok, kömür h iç yok, çoluk çocuk
yarı açlık, yarı so�uktan tltreşir dururlar. Kaptım
çantayı, ver elini Babı - al i l - Çaylarım ız geldi

220
Bab ı - al i ya, varakı mihrü vefa. Babı - al i 'yi b i l i r­
sin, s ı rasında yara l ı parmağa işemezler, i nsanın ola­
cak işini bozarlar. H e l e mevsim k ı ş , kar lapa lapa,
gök de mosnıorsa . Gez A l lah gez. H ava . Ayakkabı lar
da su a l ıyor mu? Kar suyu . Kar suyu i l l e de ayakka­
bılarıının dikişlerine musal lat. D ikişler istedi ğ i ka­
dar sıkı, sağlam olsun . Neyse, ha gez, de gez. Yer
demi r, gök bakı r. Cebimde var bir kahve parası , tit­
reyerek daldı m Meserret kahvesine. Cigara duman ı ,
sıcak. O h b e dünya varmış. Sağa sola bakın ı rken, gö­
züme bu i l işti , Kudret Dağdeviren. D i p masalardan
biri nde oturuyor. Gittim yanına. Merhaba ded i m . Çok
.
konuşmaz. Başıyla aldı selam ı m ı . .. N e var ne yok? ·
g i bi lerden gözüyle sordu . .. sağ l ı k " ded i m . « Pek sağ­
lığa benzemiyor.. ded i . " Yol suzsun galiba . . . " Gül­
düm. Anlad ı . O da güldü. Vakit öyle ol muştu . Kalkt ı .
" Gel ! " ded i . Em r e uydu k çaresiz. Ç ı ktık kahveden .
Peki ama nereye gidiyoruz? Sağda s ı ra s ı ra köfteci ,
kebabcı lar. Daha aşağ ı larda vitrinieri yiyecek dolu
lokantalar. Ben b i r sıcak i şkembe çorbası na fiti m .
Derken Kudret abi dalmasın mı e n büyük lokantadan
içeri? Vay anas ı n ı , demek para l ı . Para l ı zamanları n ı
b i l irim, yemek ı smarlamak şöyle dursun, konuşmaz ,
:�eıam al maz, bakmaz b i l e . Geçti k masalardan birine.
Ben, ne olur ne ol m az diye söyledim p irinç çorbamı .
o . rJüreli kebablardan, tavuk kızartmaları ncton aşağı
i ıımiyor. B i r kızartma, b i r daha , sonra püreli kebab,
kuzu içi pilav. tatl ı mat l ı . . . Ded i m k i kendi kend ime
Kudret abi adamakı l l ı sağ lam! Neyse kal kacağ ız ar­
t ı k . Bi r e r de kahve söyledi ga rs ona, hesap. Hesap
pusulası da geldi han i . Bir ara garsona azametle so r­
du f\Jercie buranın patronu? Garson git ti pctron gel­
d ı . Kudret abi lokantanın büyük g i riş kapısını göste­
rerek, mühendislik, mimarlık ağızlarıyle herife b i r
l ı cışladı v e r yansına, vay anam vay. Ders i n Belediye'­
ı ı l oı kontrol mühendisi , yahut mimarı. Lokantacı baş­
l a d ı mı el ovalamağa . . .
Sordum :

22 1
- Ne dedi lokanta sahibine de herif el ovaladı?
- M i mar, mühendi s , kanun nizarn ağızları yap-
t ı . Kapı gayri nizam i 'ymiş de, şimale bakıyormuş da,
belediye encümen i n i n l okanta kapı larına dair son
aldığı karar gereği nce, kapı nın on santim genişl eme­
si i cap edermi ş de . . .
- Sonra ?
- Sonra bana döndü, ç ı ka r yavrum makbuzu ,
yc;z ded i . Ne makbuzu ? Ne çı karması ? Ne yazınası ?
Ben şaşkın şaş k ı n bakınırken zaten olanlar oldu. lo­
l<anta sahi b i , beyefendi ded i , bir dakika hususi su­
rette konuşmamıza i mkan var m ı ?
- Varmıymış?
- Tabi G itti ler, çeyrek saat sonra da döndü-
l e ı.
- Ne oldu sonra?
- Ne olacak? Yemekierin paraları veri lmed i k-
ten başka, lokantacı bir de yüzlük s ıkıştı rmış Kudret
abinin eline!
Kudret Dağdev i ren'in kal ı n , k ı rçıl kaşları geçti
gözlerimin önünden.

?))
AFUR TAFUR ÜZERiNE

K i m ne derse desin, ben, şoförlere hak veriyo­


rum. Ne zaman dolmuşa binsem de, şoförün yanına
otursam, kendim i o arabanı n şoförü farzetmemek
r!l i nıden gel mez. Direksiyenun başı nda her an, olan­
ca d i k katini toplayarak, safi kulak ve alabildiğine
d i k kat kes i l nıeseniz de birazcık dalga geçecek olsa­
nız yandınız. En çok da, büyük caddelere ara sokak­
l ardan şeytan gibi bir çocuğun önünüze fı rlayıver­
rnes i , ya da kald ırı mdan caddeye taşmış birinin ara­
lıanın altına gi rivermesi her an m ümkündür.
Her an, her an d ikkat halinde olmak ne büyük
bir azaptı r!
i nsan gerçekten arnbale o lur.
· Safi d i kkat» ded i m de aklıma geld i . .. Safi d i k­
katten başka, safi kulak da kes i lmeniz şart. Traf i k
polisleri n i n düdükleri, müşteri lerin araba i ç i v e d ı ­
�� ı ndan seslenişleri . . .
A l ı n size s ı cağı sıcağına b i r olay :
Adam kerli ferl i , kravatl ı , pardesülü biri. Bel l i ,

223
b i r yerlerde memur. Memur ama, herhalde şef falan.
Bazı i nsanlar vardır, kal ı p kıyafetleriyle çevrelerine
k i m l i kleri hakkında fiki r verirler. Kişi bunların kim­
l i kleri üzerine tıpa tıp teşhis koymasa bile, üç aşağı
beş yukarı yine de isabetde kusur etmez. Bakarsınız,
adam karşıdan, « Küçücük dağları ben yaratt ı m " der­
cesine gel iyor. Gel i rken de g e l i p geçeniere ardırd ı ğ ı
yok. Kaldırı rn ı n daracık bir yerine gelince, tavrını
hiç bozmaz. Dikine gider. G iderken de sağı ndan, so­
lunda geçeniere çarpar. Pardon b i l e demek gerek­
sinmesini duymaz. Çünkü kendi nce " Büyük adam •

dır. i çinizden basarsınız kalayı ama, katanızdan da


herhalde önem l i kişi gibi b i r şeyler geçer. Sorarsı­
nız, tamam, önem l i kişidir ama, afuru taturu çapında
değ i l . B i r yerlerde müdür, muhasebec i , ne b i l ey i m ,
küçük adamlara kumanda etmekle görev l i . Sokaktaki
davranışı hep o küçük adamlara cart curt etme ve
karş ı l ı k almama al ışkan l ı ğ ı ndan gel i r
Böyle birisiyle aynı dolmuşta Tepebaşı 'ndan A k­
saray'a doğru yolculuk yapma şans ı , ya da şanssızlı­
ğıyle karş ı laştım dün. Arkada, sağımda oturuyord u .
Vardı şöyle böyle doksan ki lonun üstünde. Rölöve
şapkası , ala ci nsten mavi kaşko l u , ona yakışan laci­
vert, tiftik pardesüsü, altta daha koyu lacivertten
- belki de kupon kumaş - kostümü, altları dört
parmak kal ı n l ığında siyah iskarpinleriyle. u Ben sizin
gibi küçük önemsiz insan değ i l i m ! .. dereesine kurul­
muştu dolmuşa. Sağ ına soluna bakmıyor, tedirgin,
daha çok da dolmuşa binmek, zerrece değer verme­
diğini her haliyle belli ettiği i nsanlarla binrnek zorun­
da bırakan kadere küfrediyordu içinden herha lde.
Unkapanı 'na geldik gel med i k, şoför radyoyu aç­
t ı . Müzik saat i . Spiker Rahmanninof'tan diye bel irtti .
Nefis b i r parça başlamıştı ki, o, adeta emretti
- Kapat şunu be!
U ysal şoför çıt, kapatt ı .
Solumdaki kuru mu kuru kravatl ı

224
- Neden kapattın ? - diye sordu şotöre .
Sağı rndakinde mosmor b i r homurtu.
Müşkül durumda kalan şoför d i kiz aynası n ı ayar-
layarak n Neden kapattın?» diye sorana, baktı :
- Müşteriler öyl e istedi l e r - ded i .
Dayanamadı m :
- Ben istemedi m .
Ö nde oturan i k i genç :
- Biz de i stemedik - dediler.
Şoför yeniden açtı radyoyu ve Rahmanninof de­
vam etmeğe başlad ı .
Sağırndaki kahrolmuştu. H a n i bana öyle geldi
ki, el inde i m kan olsa, Neron 'un Roma'yı yaktığı g i b i ,
l ı u d a hiç olmazsa bizleri e t makinesinden geçirird i .
- Rahmanninof . . . d i ye homurdandı . K i m bu
llahmanninof? N� anlıyorsunuz bu gavurca g ı y g ıy­
l a rdan?
So lurndaki
- Sizin de zevk almanızı isterd i k - ded i .
- Laf.
Öndeki gençlerden biri :
- Laf maf. K ı l ı k k ı yafeti nizden anlaşıldığına gö-
re tam b i r Bat ı l ı gibisiniz . . .
Öteki genç :
- Gibi, o kadar . . .
- Beğenmedin m i ? - diye sord u .
Solumdaki atı l d ı
- Beğenmed i k tabi..
-- N için?
Ö ndeki b i ri nci genç
- Çünkü Batı l ı l ı k bir bütündür. Batı 'nın dolmu­
!?Undan, uçağından, s inemasından, rölöve şapkası .
I<Upon kumaşından faydalandığımız g i b i , müziğinden
de hoşlanıp faydalanmal ıyız!
Şaşaladı .
- Güzel ama b i z , bizim zevkimiz, . .
So l u rndaki

225
- Genç arkadaşlarım doğru söylüyorlar!
Ve bombardıman başlamıştı
- Biz, bizim zevkimiz dediniz. Alaturka bizim
zevkimiz m i ?
- Başındaki rölöve şapka?
- S ı rtınızdakl pardesü ?
- Kaşko l ?

Bunalmıştı. Kahkahalar arasında kaynayan b i r


• Sağda i neceğim ! ,. kaçı rd ı .
Şoför duymadı . N a s ı l duysun ki, yanı başı mda
oturduğu halde ben b i l e zar zor işitm işti m . Araba
hızla yol a l ıyordu. Hazret parladı :
- Sağı r mısın be adam? Sağda i neceği m de­
dim!
Şoförün şaşırdığını ensesi nden, ense saçların­
dan anlamıştı m . Nas ı l anlaşı lır? Doğru , sezmiştim
demem gereki rd i . Çoğu şoför böyle haksız saldı rı­
lara pabuç bırakmaz, ş ı p yapıştırır karş ı l ığını ama,
bizimki besbel l i pek klbardı :
- Duymadı m efendi m , özür d i lerim . . . ded i .
Arabayı sağ kaldırıma yanaştırıp durdu .
Afur tafur zat hışımla :
- Kulaklarını yıkat! - d iye bağ ı rd ı .
i ndi , inerken de arabaya çökmüş ağı rlığını b i r­
l i kte götürdü ve hiç suçu olmayan araba kapısını var
gücüyle çaat diye çarparak kapattı .
Şoförleri n , bu, araba kapı larını çaat d iye kapa­
tan müşterilerden nas ı l yakındıklarını hep bil iriz.
O k i ba r şoför bile, e l i nde olmayarak :
- Çüüüş! - ded i .
Duydu mu, duymadı m ı b i l m e m . A m a a z sonra
gideceği yerde arkadaş larına şöyle yakı nacaktı her­
halde
- Bu memlekette büyüklere saygı kalmadı !
Kend ine benzeyen arkadaşları da herhalde baş­
larını sallayacak, veriştireceklerdi :

226
- Kalmadı birader . . .
- Demokrasi memokras i . Her şeyin haddi var !
- Bir memlekette büyüklere saygı kalmadı m ı . .
- Bırak.
Bizimki alacaktı sözü :
-Beş kuruşluk dolmuş yolcu larına bile hükmün
!)eçmiyor birader. Zevk-i m i l limize uymayan, zerrece
anlamadıkları gavurca g ı y gıyları s ı rf sizin inad ı mza
a n lar görünüp radyo kapatt ı rm ıyorlar be!

22 7
BEY BABA

Seksene yakı nd ı .
Kocaman göbeği , her gün değ i l , hemen hemen
her an tı raşl ı duru beyaz yüzü, tulum tulum göz alt­
ları , orlon, perlan değ i l , düpedüz sadakardan ev di­
kişi , b i r hayli alaturka gömleğinin üstünden yaz kış
eksik etmediği yeleğinin ceplerinde vitamin hap ku­
tuları , tansiyon düşürücü i l aç şişeleri , aspirinler;
çarpıntıda, hazımsızlı kta, kal ı n bağırsak yetersiz l i ğ i .
şişkinl i k , pekli kte kul l andığı çeşit çeşit haplarıyle, ama
hepsi nden önde coşkun kahkahalarıyle evde, evi n s ı k
yapra k l ı ağaçları arasında dolaşı r durur, yoldan geçen
güzel kızlara, kadı n l ara, k i m b i l i r nerede atı l m ı ş zarif
bir kadı n kahkahasma d ikkat kes i l i rd i .
B i r de tavla merak ı . . .
- Sen değ i l , senin pederin devr-i şebabetinden­
ber i , altmış senedi r oynarım bu baku altmış senedir! .
Nesli art ı k hemen hemen tamamıyle tükenmek
üzere olan Harb-i U m u m i , Yemen ' i , M ı s ı r ' ı , Kafkas-

228
ya, Gal içyası nda döğüşmüşlerden. Hem de düğüne
q ider gibi askere gidip, y i rm i yaşın gözü budaktan
sakınmazlığıyle, b i r türkü, b i r aşk türküsü gibi çeşit­
l i cephelerde döğüşmüşlerden.
Harb-i Umumi'ye dair neler anlatmazd ı !
Ateş, barut, s ı cak, soğuk, açl ı k , tok l u k içinde
yuvarlanıp giden dolakl ı , Enveriye l i Osma n l ı müla­
z ı m larından esirgemedi kleri aşklarla yanıp tutuşan
Harb-i U mumi kızları üzerine neler! Bir yanda toplar
ııümbürderken, öte yanda kara gözlü, esmer b i r çöl
kızının alev alev dudakları ; berlde, düşman keşif ko­
lunun ay altında parlayan tüfekleri yanında, bir hen­
değin içinde Osma n l ı mülazımına kend i n i o lanca zen­
q i n l iğiyle sunan bir Trablus güze l i n i n yakan bakış­
l arı . . .
Geceler, Harb-i U mumi Filistininin Tevrati ge­
celer . . . Sonra esaret, te l örgü ler gerisi esaret. Da­
ha sonra M i l li Mücadele, yurda dönüş. Kızg ı n çöll er­
deki bel i rsiz mezarlarında b ı rakıp gel inmiş kardeşten
i leri arkadaşlara dökülen sıcak gözyaşları ; ekmek ar­
dına düşülüp, kardeşden i l eri arkadaşların unutul ma­
s ı ; ekmeğ i n , yemeği n, ra k ı n ı n , şarab ı n , bal ı k yumur­
tası , siyah havyar, Rakfor peyn i ri n i n bulunup yitiri l­
diği sonra gene bul unduğu y ı l lar. i kinci Cihan Harb i ,
I kinci C i han Harb i n i n dünyayı önüne katan Nazi teh­
d itleri , yeni b i r harbe haz ı rlanış, ama, sonra Naz i l e­
r i n Nazi lerden daha güçlü yumru klarla tuzla buz ol u­
şu. Parti , parti ler, partil erin nerdeyse sürükleyeceği
kardeş kavgaları ve 27 May ı s !
B e y amcayı e n s o n ziyaretine gittiğim gün sa­
bahtı, sabahı n onbuçuğu. Mayıs göklerin i n k i r l i yağ­
mur bulutları güneşi söndürüp yakıyordu. Onu, belki
de yüz yirmi k i losuyle yatakta buldum. Doktorlar ko­
nuşmasına izin vermedikleri Için konuşmuyor, ko­
nuşulmuyor, konuşamayıp, konuşulmayışına ise s l n i r­
leniyordu. S i n i rl endiğl her hallnden bel l iydi . Çocuk g i­
bi küsüyor, sırtını dönüyor, gözlerini oradakilerden
kaçırmasıyle sanki öç alıyordu. Bir çeşit nefret. N ef-

229
ret mi ded i m ? H ayır, hayı r, yan l ı ş . Bu sözcüğün onun
sözlüğünde yeri yoktur. O , hiç k i mseden nefret et­
mez. Şekerini artı rı r d i ye doktor yasak ettiği için,
gecel eri gece l i k entarisiyle yüz kiloluk beyaz, bem­
beyaz bir gölge gibi mutfağa süzü l ü p buzdolabında
yiyeceğin zırnığını olsun bırakmamış gelinine, ge­
l i nine böylesine yetki vermiş oğluna bile nefret et­
mez.
- Benden herşeyi sakl ıyorlar; der çok çok. Ben
çoc u k değ i l i m . Yediğimi kıskanıyorlar. Kıskansınlar
zarar yok. Yemem ben de. Yemeyince aç kal ı r ı m , aç
kalınca kanım azal ı r, kanım aza l ınca ö lürüm . Ö l ünce
de zava l l ı babacığım diye ağlarlar ya! - Sonra gene
hep o küskünlükle - : Acım ı yacağı m işte, ben öl­
düm diye üzü l melerine acımıyacağ ı m . Ü zülsünler,
oh olsun. Yiyeceklerini benden kaçırıp saklarlar m ı ?
O h olsun, oh, oh, o h . . . - Tam bu s ı rada güneş kirli
bul utların ard ında kurtu luvermişti r. Herşeyi unutu r,
cıvı lcıvı l başlar - : G üneş güneş . . . yaşasın güneş !
B i l iyor musunuz çocuklar, bu güneşin, bu taze güne­
şin vurduğu bahar çiçekleri yüklü bahçelerde bal arı­
larının sarı sarı dolaşışı. . . ah bee! - Gözlerinin içi
güler. G ı rtlağını tem izledi kten sonra iştahla- : Bu
güneş Afrika'da daha p ı r ı l p ı rı l , daha bir göz a l ıcıdır
çocuklar. Trablusgarp'ta hiç unutmam bir öğle üstü . .
Gel inin onu, onun sağ l ı ğ ı n ı düşünen sesi
- Babacığım!
Gözlerin i n alev alev p ı rı ltısı bi rden sanki kirli
b i r yağmur bul utuyla sönükleşiverm iştir. Anl atacağı
Trablus öğle üstünün güneş vurmuş hurma ağaçları
s i l i nir gider.
- Konuşmam ben de. Yasak bana konuşmak.
Doktor beyefendi hazretl eri, hasır eskileri, çöp tene­
keleri öyle emir buyurmuş lar. Eeeeeh . . . men dakka
dukka. Bir gün doktorlar ona da böyle saçma sapan
emirl er verecek, o da konuşarnıyacak benim g i b i , yi­
yecekler ondan da saklanacak!

230
O sabah onu yatağı nda sı rtüstü yatar bu l muş­
tum. Gelininin anlatlığına göre daktorun tembihi var­
dı Kımıldamayacak, konuşmayacak, uyumasa b i l e
rıözlerin ( yumacak.
Bütün bunlara yüzde yüz uyuyor muyd u ?
Bir ara torunlarından biri halkona çıkmıştı, koşa­
rak geldi
- Anneciğim Sevim han ı m teyze bal kondan bi·
ze el sa l l ı yor!
Kımı ldamadan, konuşup, hatta çevresine bakma­
d a n , değişmez bir hareketsizl i k hal indeki Bey amca '­
da birden cıvıl cıvıl bir heyecan. Göz bebekleri nde
sevincin bulutsuz gi.ineşi . Ç ı rp ınarak kalkmaya çal ış­

- Sahi m i ? H a n i ? Nerde?
Kal kamad r . Yüz ki lonun üstündeki ağ ı r gövde ye­
r i nde şöyle bir kımı ldandı , sonra yatağa gömü lüp
kald ı . Gözlerindeki sevi ncin bu l utsuz güneşi söndü .
;ıma bir an sonra yeniden yandı
- Ü stünde hangi elbisesi var?
Cin gibi torun
- Pembel i yeşil lisi . . .
- Bal kon kapısını aç bakay ı m yavrunı !
Bir kıyıdaki iskemiesinde yün örmekte olan ge­
l i ni kızına seslendi
- Nalaaaaaa n !
Fakat amca eskiden olduğunca yen i J i p küsecek,
oradaki lere s ı rtını döneceklerden değ i l , emretti
- Açın d iyorum size balkon kapısın ı !
Gözleri yuvalarından uğramış, ateş saçıyord u .
Torun çaresiz koştu, balkon kapıs ı n ı n kanadını açt ı .
Amca yatağı nda hafifçe doğru l d u . Gözl erinin içi
!Jül üyordu. Elini kaldırd ı , sal ladı , sal ladı :
- Görüyor değ i l m i ? E l i mi salladığımı görüyor
değ i l m i ?
Görmüyordu, göremiyord u , göremezdi . Ağaçlar
vardı arada ama, annesinin b i r baş işaretiyle Nalan
- Tabi dedeciğim - dedi -. Tabi görüyor!

231
- O da el sall ıyor mu?
Annesinin gene bir baş işaretiyle çocuk :
- Tabi.
- Demek o da bana e l sall ıyor?
Gelinine heyecanla döndü :
- Gördün mü? Siz gençler kendinizi birşey sa­
nırsı nız. Benim yaşım seksene merdiven dayad ı , o?
Otuz. E l l i yaş fark değ i l m i ? Sevmese elini sal lar m ı ?
Kocaman e l , vurulmuş b i r kuş gibi, yorganın üs­
tüne düştü.
Bana döndü, kurnazca göz kırptı :
- Biz, eski toprak . . . - dedi -, malum ya?
Gelini örmekte olduğu yünden baş ı n ı kaldırmış ,
kayınpederine çaktırmamağa çalışarak, o Ne olursu­
nuz konuşmasını önleyin ! " demek istiyordu.
Kalktım :
- Bey amca, s ize doyum olmaz. Bana müsaade.
Elini uzatmağa çalıştı, düşecekti , yakaladım.
Gelinine duyurmamağa çal ışarak :
- Gene gel - dedi -. Gel de rakısına tavla
oynaya l ı m !
« inşal lah deyip yürüdüm, çağı rd ı . Yanına git·
n

tim. Çapkınca göz kırptı :


- Sen, ben, benim ki. . . bir gün Ki lyos'a g idel i m
olmaz m ı ?
Heyecanla ekledi :
- Bunlardan gizl i kafaları çekeriz, dolmalar,
midye tavaları, karldesler yeriz deği l m i ? O zaman
gör bak, ne hasta l ı k kal ı r bende ne birşey. Benimki
ne kal p kifayetsizl iği, ne şeker. Yememek, yiyeme­
mek. Bol bol yeyim de gör bak!
- Babacığı ı ı m l !
Kendini yatağına bıraktı.

232
işsiz

Uyand ı , gözlerini çevirdi bekar odas ı n ı n tek pen­


ceresine : Kirli camiara hışı ltıyla yağmur yağıyordu.
Hiç sevmezdi böyle günleri. işsiz ve beş parasızlığı­
nı her zamandan çok duyuran günlerdi böyle günl er.
Gene de kalktı. Duvardan tozlu aynayı aldı, baktı , be­
(Jenmed i yüzünü. D i l i n i çıkard ı , iş yoktu d i l i nde de.
Aynayı yerine astı. Ütüsüz, kırış kırış, yer yer leke l i
çı rilerini giyindi,, evden küfür g i b i çıktı.
Sabahleyin simit, öğleyin işkembe çorbası .
Merdivenler çıktı, merdivenler i n d i , asansörler . .
Boşunaydı, boşuna. Günlerdir b u merdivenler, gün­
lerdir koş oraya, koş buraya, günlerd i r her koştuğun
yerden eli boş dön.
Beyoğl u 'na, isti klal caddesi 'ne çıktı , kaldırırnın
omuz omuza kalabalığına bıraktı kendin i . Sona kadar
gitti. Geri döndü. Tünel 'e indi. Tekrar yukariara çı­
karken, ingiliz kupon kumaşından devetüyü renkl i
kostümüyle b i r arkadaşı :
•Vay, dedi. Vay kardeşim . . . Sen ha?•
Ağzı rakı kokuyordu kupon kumaştan devetüyü
renkli elbiseli n i n . Anladı i ş i . Çekmişti kafayı. Gene
ı.le : " Ben•, diye başını salladı . .. Hayrola?•
« Canım s ı kı lıyor,• dedi devetüyü kupon kuma­
şından elbiseli .

233
.. N i çi n ? "
.. B i l m iyorum ama, annem , baba m , kardeşi m öl­
müşcesine s ı k ı l ıyor can ı m . Sabahtan beri içiyorum .. •

.. Pek i ama niçin kardeşim ? »


.. B i l mi yorum i çi mde müthiş b i r s ı k ı ntı var. Ne
içki kar ediyor, ne kumar, ne kad ın, ne sinema, ne
de ne bileyim? H iç , hiç bir ş�y! ..
.. Peki ama bir sebebi olmal ı ! »
.. vok . ..
.. Tuhaf ..
.,

.. Daha tuhafı , ağlamak gel iyor içimden. B i r k ı ­


yıya çeki l i p , sessiz sessiz değ i l , herkesin içinde, ba­
ğ ı ra bağı ra, eşekler g i b i zırl aya zı rlaya ağlamak! •

Dudak büken işsiz gene de sordu .. Aç m ı s ı n ? ..


.. Hayır . ..
.. susuz musun ? ..
.. Gehe hayır . ..
« Bi r yerin m i ağrıyor? oo
.. vok can ı m , dem i r gibiyim . ..
.. i şlerin mi ters gitti ? •
u Voo . . . ..
.. Dayak yedin de karş ı l ı k mı veremedi n ? . .

.. o da değ i l . »
.. Aşkta mı torp i l e çarptın? ..
.. Elimi uzatsam e l i isi g e l i yor . . ..
I şi şakaya vurarak koluna g i rd i « O halde seni
evire çevire dövmel i ! "
Cadde üzerindeki ara sokaklardan b i ri n e saptı­
lar. Daha doğrusu, içi nden eşşekler g i b i anırmak ge­
len, işsiz, arkadaşı n ı sokmuştu bu sokağa. Varım saat
m i , bir saat mi ne ara verdi ğ i içkiye nasıl o l sa de­
vam edecekti , haz ı r bir arkadaş bulmuştu, birl i kte
içerlerd i .
u Gel şurda meyhaneye benzeyen b i r meyhane
var, g i rel i m ! "
i şsizi kolundan çekti . D i pteki masalardan birine
karş ı l ı k l ı oturdular. Garson, l iste, rak ı , panear tur­
şusundan, beyaz peyn i r, ançuyez falanla başladı lar

234
ı;ekıneğe. Baş ladılar ya, işsizin içine sinıniyordu. Me­
teliği yoktu cebinde. Adam aklına eser de yarı yolda
lıırakıp basar g ider, ya da tuvalete falan diye kal k ı p
b i r daha dönmeyi akletmezse?
u Şerefe!»

u Şerefe. »
« Bakıyorum, sen de neşesızs ı n . Neden ? •
" i şsizi m diyemiyordu. Ne çıkacaktı? Ama b i l i­

yordu beriki besbe l l i , sordu .. i ş arıyordun. Ne o l ­


du?•
.. vaş, • dedi işsiz.
« Neden ? • , .. Niçi n ? • d iye sormadı berik i . Zaten
üzerinde de durmamıştı . i şsizl i k, iş aramak, bu lmak ,
lıu lamamak .. Bul unsa bile sabahları bel irli saatlerde
u yanıp, alelacele giyinip, gene bel irli saatte işbaşı n­
<la bulunmak, şefiere falan boyun eğ i p , hü çekmek
nedir bilmiyordu ki. Gözl erini Fatih'te, beş katlı bir
apartmanda açmış, gak dedi kçe et, guk dedi kçe su.
i lk, ardından Ortaokul. Babadan para, anneden, tey­
mden, haladan, dayıdan. Canın elbise mi i stedi ?
Beyoğ l undaki terziye git, kumaşı beğen, tamam. Kun­
dura? O da öyl e. Gömlek, palto, pardüsü . . .

Şimdilerde d e babadan kalma kuyumcu dükka­


ı ı ı nda Ermeni ortak ne yapar, ne eder ... her gün uğ­
rar, yüz mü, beş yüz mü lazım, a l ı r, atlar taksiye, dol­
ınuşla e l l i kuruşa gidilecek yere i ki buçuk, beş . . .
i şsiz ne zaman onu görse Bursa'nın b i l mem ne
I l çesinde daha kırk beşine varmadan bir gece kapka­
ra kesi l iverip dünyası n ı değiştiren hukuk yargıcı ba­
l ıasını hatırlar, içini çekerd i . Kuyumcu babadan deği l
de, annesiyle ona pırıl pırıl namustan başka yığınla
lıakka l , kasap borcu bırakan hukukçu b i r babadan
doğmuş olman ı n tal i hsizliğini düşünürdü �cı acı . Şim­
ıll lerde a rt ı k bunu da düşünmüyor, içi yantnıyordu.
Oluruna bırakmıştı . Annesi de çekip Anadolu 'nun
Doğu 'ları nda celep l i k yapan dayısının yanı na gidince,
lıoskocaman i stanbul da kalakaltnıştı . Ama aklı eri­
'

yordu i nsanların yaşantı larındaki eşitsizli ğe . Kuyum-

235
cu babadan aptal da doğsan zarar yoktu. Çöpçünün
çocuğunun ağzıyla kuş tutsa bile fasaryalığının far­
kı ndaydı. Kocaman kocaman apartmanlarda yaşayan­
larla kıyı mahallelerin rutubetli evlerin i n pek pek
yüz, yüz e l l i l i ralık kiralarını veremeyenlerin kanun
önünde eşit sayı lışındaki tuhaflığa da şaşmıyordu.
Derken meyhaneye benzeye n ' meyhanen i n kapı­
sı nda harmandalı oynayarak peydahianan uzun boy­
lu, efendiden değ i l , beyden, beyefendiden b i r i . Ayak­
ta duramıyordu sarhoşluktan. Eşşekler gibi anırmak
isteğindeki : " Ünlü iç hasta l ıkları mütehassısı Fer­
hat, .. ded i .
Ferhat d a o n u görmüş, görmesiyle birlikte çığlı­
ğa benzeyen bir neşeyle koşmuştu masaya:
uVaaay can ım, ruh-i revanım, i ki gözüm efendi m
ka rdeşim ...
"

Sarmaş dolaş, birbirlerini somururcasına öpmek,


öpülmek . . .
Ünlü i ç hasta l ıkları mütehassısı, kuyumcu arka­
daşı nı i i k omuzundan sıms ı kı tutmuştu : .. sen, sen
ha?»
« Ben, ben ya ! u
.. sen sahiden sen m i s i n ? »
« Ben sahiden ben'im a m a , s e n gerçekten sen
misin?u
« Benim ben olduğuma şüphe yok. Ya sen, sen
deği lsen ? •
a Ben, ben'im kardeşi m . Seni n gayet iyi bildiği n
ben ! •
Doktor salland ı , işsize kaydı gözü, sordu : « Peki
bu ki m?•
« B U da O ! •
• Sahiden o mu?•
« Sahiden o.•
.. Iyi bil iyor musun?•
" Gayet iyi b i I lyorum 1 "
u O halde ben, ben'i m ; sen sen'sin, bu da o, ha?•
«Tamam.•

236
cı Pek i . . . biz, siz, onlar nerd e ? •
Kahkahalar hava fişekieri g i b i a l l ı , morlu, sarıl ı ,
yeşi l l i , pembel i patlad ı . Durup durup gülüyor, birbir­
leri nin burunlarını işaret ederek gülüyorlardı. Sonra
yenibaştan sarı l ı p koklaştı lar, birb i rlerini emdiler,
somurdular . . .
Doktor : a G arsooon ! .. diye bağırd ı .
Garson koşarak g e l d i : u Evet beyim ? •
.. Masamızı şad eyl e ! "
Garson ş i p - şak çeki l i rken , ünlü iç hastalıkları
mütehassısı yere diz verd i , e l i n i meyhane gibi mey­
haneni n tozl u ampulüne kaldırarak başladı : .. şad
o l ursun söylesem bir fıkra tab-ı sineden. Bir sahife
açsam ağ lars ı n kitab-ı s i neden! ..
i şsiz, bir kıyıda kaçma fırsatı kol larken, ünlü
iç hasta l ı kları mütehassısı b i rbiri ard ı ndan şiirler
döktürüyor, masaysa donanıyordu.
Donanmış masadan yen i l d i , içi ldi . Can sıkıntı la­
rının o Psiko , fizi ko, ekonomi ko - sosyoloj i kO »SUndan
uzun uzun söz edildikten sonra kalkı ldı . . Vakit gece
yarısı nı çoktan geçmişt i . Doktorla aziz dostu kol ko­
l aydı lar. Caddeye kol kol a ve Beatle'ların genç l i ğ i
coşturdukları şarkı larından biri n i n melodisini m ı r ı l ­
d a n ı p coşarak ç ı ktılar.
i şsiz, arkadan geliyord u . Onlarla birlikte, onlara
y a k ı n içmişti ama teneke gibiyd i . i çi nde bir şey, ke­
ın ı rıyor, kemiriyor, kem iriyordu. Ayrıl ı p tüyse, ayıp
kaçard ı . Tüymese, ne i ş i vardı neşeden coşmuş in­
sanların neşelerinin kıyısında? Va o da coşmalıyd ı .
y a d a içinde taşıdığı karanlıklarla defolup g itme l i .
Ayıp olmayacağını, " Vuh be, amma da hıyarmış. Ve­
d i , içt i , kafayı buldu. B i r Al lahaısmarladık b i l e de­
meden voltayı aldı ! " demeyecekleri n i bi lse kayıvere­
r:ekti yarı kara n l ı k bir sokağa.
Tereddütler içi nde takılmıştı ardlarına.
Galatasaray helasına yanyana işeyişlerini sey­
r()tti çaresiz. Sonra gene takıldı a rd larına. Bu sefer
/\znavur'dan birtakım kusmuk kokul u melod i l erle, el-

237
bet gene kol kola çıktlar i sti klal caddesine. i şsiz sol
geri leri nde.
Durdu lar.
Doktor kaldırıma oturmak teklifinde bulundu.
Kuyumcu hemen oturdu ıslak kaldırımlara. i şsiz, ku­
pan kumaştan devetüyü paltonun çamurlanacak kı­
çını düşü ndü. Doktor yeniden başlamıştı can sıkı ntı­
ları nın b i l i msel açıklamalarına. I şsiz ayakta, kaz ı k
gibi d i ki l işini düşünüyord u . Otursa, oturamazdı , on­
lar kadar sarhoş değ i l d i . Oturmasa ayı p m ı kaçabi l i r­
d i ? Tüyse ? Büsbütün terbiyesizlik ol ması ihtima l i .
Tam arkaya çeki l i p hiç olmazsa gözlerinden s i li nme­
ğe karar verirken, doktor kalktı kald ırımdan. i şsizi
unutmuştu . Kızd ı . Kirndi bu? Neden diki l i yordu yan­
larında? Takip mi ediyordu yani hayvan? Görevli
miyd i ? Ne hakla?
Yakasına sarı l d ı işsizin : « Kimsin sen be? •
i şsiz şaşkı nlıkla kuyumcu arkadaşına baktı . Ku­
yumcu da unutmuştu, b i rden hatırladı .. Yabancı de­
ğ i l yahu. Bizim , işsiz arkadaş ! •

Daktorun parmakları gevşed i , destelediği yaka-


yı bıraktı , gözleri büyüdü : .. I şsiz m i ? •
« Maalesef,, dedi kuyumcu.
Doktor hayretler içindeydi : u Demek işs i i l iz? ..
i şsize göre, şaşacak ne vard ı ?
Ama doktor u Demek işsiiz•in karş ı l ığını alma­
yı beklemeden u Müthiiiiş! diye el lerini havaya kal­

.
d ı rd ı . « Müthiş azizim. Demek işsiz bir arkadaş, b i r
vatandaş, hay ı r b i r yurttaş karşısı ndayız? Demek
böyle b i r facia karşı s ı nda içmek, kahkahalar atmak,
atabi lmek i steğini kendi m izde bulabil ecek kadar hay­
vanlaştık ? »
i şsizln içi nden b i r « Estağfuru l l ah » geçti .
" Demek hayvan l ık, insanl ığ ımızı yuttu ve biz,
mermerden bir heykel vurdumduymaz l ı ğ ı içine yuvar­
landık? Demek biz artık insanlıkla tekmi l i l i nti lerimi­
zi kesip . . . •
Uzattıkça uzatıyord u . Sonunda « i şsiz»in boy-

238
ı ıuna sarı ldı « Canım kardeşi m , .. diye ağlamağa baş­
ladı. « Kimbi l i r ne ıstıraplar çekiyoraundur işsiz ve
lıeş p arasızlığı n korkunç cehenneminde? Sen bu kor­
kunç cehennemde ı stırapların dehşetli kı skaçları ara­
s ı nda kıvranı rken, biz hayvan kardeşleri n . . . »

i şsiz'in içinden gene .. Esta_ğfuru l la h » geçtiyse


de, dudakları ndan çıkamadı . Kızıyordu pısırıklığına.
U lan şu koskoca doktorun taşkın heyecanı karşısın­
rla b i r a Estağfurullah n ı b i l e kurban etmişti ! Oysa
adam. koskoca b i r iç hastal ıkları mütehassısıyd ı .
El inde kim b i l i r n e kocaman kocaman imkanlar var­
d ı . Bir kart, b i r telefoncuk, her şeyi yoluna koyabi ­
l i rd i .
Doktor neden sonra : « Yarın, .. ded i . " Yarın be­
rı im kabineye l ütfen, tenezzülen, inayeten gele b i l i r
m i s i n ? Hayır teşrif edeb i l i r misi n ? »
i şsiz, dalga geçi ldiğini sandıysa da, hayır. dok­
tor çok ciddiyd i . Adamı n bu candan ciddil iğini mat­
rak saymakla da ayrıca hayvanlık ettiğine i nanarak.
ı ısı ldadı " Estağfurul lah . ..
.. B ı rak estağfurul lahı. Gel , teşrif et, lütfen şeref
ver azizim. Saat dokuzda gel . Hayır sekizde, hayır
hay ı r yedide, altıda, beşte ... kaçta geleb i l i rsen gel .
Ben i , bu hayvan, bu eşşek, bu eşşoğlu eşşek kardeşi­
ni uyandır, rahatl ı ğ ı n ş ı marıkl ığı içinden çek kal d ı r.
ışsiz b i r yurttaşırnın ıstırapları karşısında kafayı çe­
kip gamsız kahkahalar atmak günah ı n ı n kafareti ni
<idet. Ol maz mı? Olmaz m ı kardeşi m ? ..
cc • • • • • • • • • • • • • • • • • • ?»
ıı Gel , mutlaka g e l , beni b u l , içine düştüğüm b u
korkunç manevi sorumluluktan kurtar beni. Çünkü
ı ınutma k i , bugünün başarı l ı doktoru olan ben hayvan,
dün tıpkı senin gibi yarı açtım . Fakülteye aç açına
qittiğ i m , açl ı ktan kıvrandığım günler, geceler çok
oldu ! »
H ı çk ı ra hıçkıra ağlamağa başlamıştı yeniden .
• Ve ben, açl ı ğ ı m ı bu fakir, bu bahtsız ama i l i k­
lerine kadar namus dolu fakir yurttaşları m ı n l ütfet-

239
tikleri çorbalarla yenip, bu mutlu günlere ulaştım . O
günlerim i unutmadı m arkadaşı m , unutamıyorum. i ş­
sizler, yoksul lar, zava l l ı lar yüreğimde, yüreğ i m i n için·
den birer ç ıbandır. Onları unutmamak, onları hatırla­
mak mertl i k, civanmertliktir. Onları unutursam dün·
yan ı n en alçak insanı olayım aniadın m ı ? »
i şsiz gene b i r : .. Estağfuru l lah, .. kaçırdı .
.. Gel, sabahleyin erkenden. dokuzda, sekizde, ye­
dide, altıda gel. Gel Allah ı n ı seversen. Al kartım ı .
Mutlaka gel ! »

Geceyi pırı l pırı l umutlarla geçird i kten sonra.


sabahleyin beşte, altıda, yedide, sekizde değ i l , do·
kuzda da değ i l , onda, hatta on 'u çeyrek geçe g itti .
On bir buçuğa kadar bekledi maroken koltuk üzerin·
de. Artık umutları bulan maya başlamıştı ki , doktor.
kan çanağına dönmüş kıpkırmızı gözleriyle geldi .
çevresine sertçe baktı . S ı ra s ı ra hastalarına « Sen ? " ,
« Se n ? " diye sordu. Canı sı kkın , neşes iz, durgun b i r
öfke içindeydi . Sıra .. i şsiz»e gel ince . . .
Ona d a ötekiler gibi « Se n ? » ded i .
i şsiz anlamad ı . Sağa bakt ı . sola baktı . . .
Doktor kızmıştı, birden : a Sen dedim evlad ı m .
Ne istiyorsun ? H astalığın nerenden? ..
i şsiz bön bön bakıyordu. Bir şeyler söylemesi
gerekirdi ama, ağzı n ı açamıyor, ne söylemesi gerek·
t i ğ i n i kestiremiyordu.
Doktor bayağı bağı rd ı " Di l i n i mi yuttun ? Aptal
m ı s ı n sen be?n
i şsiz ' i n kafası ndan akşam , Beatle, Aznavur me­
lodileri yüklü gece, boynuna sarı lıp h ıçkırarak ağ·
layan doktor geçti . Duvarlar sallanmıyordu aslında
şüphesiz ama gene de sal ianıyorla r m ı yd ı ? Dönd ü ,
ç ı karken doktorun sesi :
.. varabbi! »
Acı acı güldü, sonra hastabakıcısına bakıp m ı ·
r ı l dandı
" B u da bir oy sah i b i , ben de! .. dedi .

240
ÜZÜNTÜ

Avrupan ı n büyük fabrikaları ndan birinin Türkiye


ı emsi lcisi Nazmi Dinç'in biricik kızı Sevda, bugün on
yedisini bitirip on sekizine basacak. Apartmanda ge­
ııe olağanüstü günlerdeki başdöndürücü bir hazı r l ı k
vnr. Hizmetçi l e r ortalarda dört dönüyor : Camlar s i l i­
l l iyor, perdeler değişiyor, el ektrik l i süpürge ortalar­
dcı dolaşıyor, telaş, toz, ter . . .
Kısacı k boyu, geniş omuzları, altın çerçevel i göz­
l ıiğünün ardındaki düşüneeli gözleriyle Nazmi Dinç,
odasından çıktı . El i nde, mümessi l l ik, evraklarıyla çe­
�.; i tl i bonolar, şu, bunun bul unduğu sarı çantası e l i n­
ı lcyd i . Kapı önünde durdu . Dört dönmekte olan hiz­
lııetçilerin o lağanüstü hazırlığına gözlüğünün üstün­
den ciddi ciddi bakmağa başlad ı .
O s ı ra karısı mutfaktan çıkm ı ştı . O da kocası
Nuzmi D i nç gibi kısa boy l u , ufak tefekti. 93B'Ierde
N:ızmi henüz çulsuzun biriyken, Bedia hanımefendi­
I l i n bir şi rkette tercüman babası onu gözüne kestir­
ı ı ı i ş , yanına otuz l i ra ayl ı kla almış, daha sonra da kı-

24 1
zını verm işti . Vermeseydi kız, yani Sevda'nın annesi
Bedia, - O zaman henüz hanımefendi değ i ldi - ya
davulcuya varacaktı , ya da zurnacıya. Malüm ya ,
m eşhur meseld i r : B i r kızı kendi haline b ı rakı rsan
ya davulcuya varı r, ya da zurnacıya!
Neyse, artık Bedia hanımefendi olan Sevda'nın
annes i , kocasının yanına geldi :
nDüşünee l i görünyarsun ? » dedi kocası na.
Nazmi Dinç refika-i hayatı.na bakmadan m ı n idan­
d ı " Bugün de aksi gibi öyle işi m var k i . . . "

Bedi a hanımefendi Paris 'ten falan özel olarak


geti rttiği en paha l ı rujla boyanmış k ı rm ızı dudakla­
rını büzerek, · Yoo ! n ded i . a Bugün hiç b i r itiraz ka­
bul edemeyiz N azm i . i ki e l i n kanda da olsa . . . n

B itmez tükenmez bonolarla, son günlerin ticaret


iş i erindeki çeşitl i , hiç hesapta· ol mayan, zaman zaman
·

teh l i ke l i dalgalanışlarının ağ ı r sorumluluk yükü altın­


da kımıldayan Nazm i Dinç , tombul ama pörsük ger­
danını titrete titrete, tatsız tatsı z güldükten sonra ,
başı nı sallad ı .
" Haklısın . . iki e l i m kanda d a olsa . . . yal nız, kızı­
ma ne hediye al sam diye . . . aksi gibi, aklıma da hiç
b i r şey gelmiyor. Dün geçerken vitrinde görmüştü m .
e l mas taş l ı gayet zarif b i l e k saatları gelmiş . . . o

Bedla hanımefendi itirazı bastı


" i stemeeem. Ü ç tane saatı var! ..
" Ama karıcığ ı m , o kadar zarif ki ! o


i stemem i stemem . O saatları taksiti e veriyor­
lar, herkes al ıyor. H erkesin alabildiği şeyin ne k ıy­
meti var ? n
" O halde güzel b i r ropluk?"
n G üleyim bari . . . ..
" Niçin ? »
• Ropluklar ı , tayyörlükleri çifte çifte a yo l ! ..
• B i lezik ? o
· Of Nazmi i i ! n
· Peki ama ne almalı Bedia? Zarif b i r kolye ..

242
"Dört tane kolyesi var kocacığım bilmiyor mu-
sun?»
«iskarpin?•
«insanı çıldırtırsın' vaIlahi...
,

Düşünceli, yorgun gözlerini tombul yumruğuyla


ovalıyan Nazmi Dinç, «Mesele,• dedi, «vallahi me:;e­
le .....
Gözlerini birden� kar,ısına kaldırdı : «En iyisi...•
u-Evet?•
«Hiç bir şey �lmamak!• .
Bedla hanımefendi iğne dürtülmüşçesine irkildi:
u Aşk olsun sana. Nazml Dinç'in biricik kızı yeni
yaşını idrak edecek de, Nazmi Dinç kızına hiç bir he­
diye alm·ıyacakl"
Kocasırfa, önemle, hayretle, bir az da kırgın, bak·
·

tı baktı.
Adam gözlerini yere indlrmiş önemle düşünü­
yordu. Aksi gibi hiç bir şey gelmlyordu aklına. Ge­
çen yaş gününde zari·f bir spor araba almıştı. Şu yaş
günleri, ah şu yaş günleri. .. Ne diye kaldırmıyorlardı
'
şu yaş günlerini sanki?
«Düşündün mü?•
içini çekerek gözlerini yerden kaldırdı, Refika-i
hayatına baktı. • Hiç, ama hiç bir şey gelmiyor aklı­
ma.» dedi. «Sıkıntıdan çatiayacağım!"
Duvardaki saat on'u vurmağa başlamıştı.
Nazmi Dinç kendine geldi. Çantasındaki mü­
ınessillik evrakları, bonolar, bankatarla ilgili çeşitli

işlem ... Yazıhanesine hemen gitmeliydi. Karısına


baktı. «Bir şeyler düşüneceğim elbette canım,, de­
di. «Haydi bana bay baaay!•
Kadın emreder gibi, uSakın hiç bir şey alına­
mazlık etme, kızın valiahi yüreğine iner!• dedi.
Canım bilmiyor muydu Nazmi Dinç? Kızdan geç­
tim, el alem ne derdi sonra? Kızının yaş günü gele�
cek de Nazmi Dinç zarif bir hediye... Zarif ve bilhas­
sa orijinal bir hediye almayacak? Düşüncesi bile in­
sanı yerlere geçirmeğe yetecek bir şey.

243
Evden çıktı . Pek i , ne yapmalıyd ı ?
Zarif Pejo'suna b i n d i . Usta b i r manevra, araba
çeşitli taşıtların vızı r vızır gelip geçtiği caddede
kayd ı . Kaydı ama, şu yaş günü hediyesi n i n e yapa­
caktı .
Yol boyunca hep bunu düşündü. Zarif ve orijinal
bir hediye olma l ı , kızının arkadaşlarıyla anneleri fa­
lan .. E val iahi aşk olsun babanı n zevk i ne ! " demel iydi­
ler.
Bir sigara yaktı . Caddenin tıkan ı k l ı ğ ı , trafik me­
murunun bir taksi şoförüne bağırıp çağı rmas ı , şofö­
rün d i k i l mesi, i ş i n uzayıp şoförü memurların yaka
paça arabadan almalar ı , falan önem l i değ i l d i . Ö nem l i
olan, k ı z ı n ı n yaş günü hediyesi . .. Lanet olsu n , .. d iye
söylend i , .. Lanet olsun böyle dünya'ya! ..
KEL TAHiR

Sivri burnunun kanatları n ı fare kemirmişe benzi­


yen Kel Tahir, Bakkal Abdo'nun dükkanı önünde şe­
ker kam ışı samururken gözlerini ta karşıda beştaş
oynıyan Cennet'e d i k m i ş , ayı rınamacasına bakıyor­
du.
Henüz on üçünü süre n Cennet, çırçır fabrikala­
rından b irinde süpürgeciyd i . Aynı fabrikada çal ıştık­
ları babası b i r gün b i r kıskanç l ı k yüzünden annes i n i n
başını odunla parçalayıp hapse g i ri nce, e v işleri d e
ona b i n d i . Fabrika dönüşleri babası n ı n yiyecek çıkı·
nını hazı rlayıp küçük kardeşiyle hapishaneye yol lar,
hava güneşliyse, belden aşağısı tutmıyan kırış kırış
n inesin i kerpiç huğ'un önüne ç ı karır, yemeği hazır­
lar, yemekten sonra bulaşıkl arı külle, kumla uğup
çalkalar, yama yamar, tahta s i l er, on beşte yirmide
bir d e çamaşı r yıkard ı .
N e s i nema, n e de arkadaşiariyie yare n l i k. Tek
eğlences i , uzun paça l ı kara şalvarı n ı n cebi nden ek·

245
s i k etmediği beştaş ı . Fabrikada b i l e , b i r saatl i k ye­
mek paydosunda ya simit, ya da çeyrek somun, ka­
ra zeyti n , yeşil soğanla karn ı n ı doyuruverir, haydi
beştaşa!
Yalnız Cennet değ i l , öteki kızlar da onun gib iy­
di ler. Tam i rhaneni n yanı ndaki büyük mengenenin or­
da toplan ı l ı r, kara şalvarların cepleri nden taşlar çı ka­
rı l ı r, başlan ı rd ı . Başlanınca da, dünya s i l i n i r, ne ni­
şan l ı lar, hatta ne de cicili bicili mend i l ler içinde ku­
ru üzüm , lebleb i , saç tokası yahut k ı rmızı taş l ı bakı r
yüzük hediye eden sevg i l i l er umursan ı r ; gözler oyun­
da, heyecandan heyecana sürükleni lerek, oyun s ı ra­
s ı n ı n gel mesi beklenird i .
B i r saat l i k paydos çabuk geçerd i . U stabaşının
e l i mermer levhadaki şaltere uzanıp, ı rgatbaşının
işbaşı düdüğü acı acı öte d u rsun. Duyu lmazdı b i l e .
T a k i , öfkeden ç ı l d ı ran ı rgatbaşı n ı n kafa, göz tanı­
mayan sopası akı l ları n ı başlarına getirs i n ! O zaman
herkes işinin başına çil yavrusu g i bi dağ ı l ı rd ı .
Cennet, l<erpiç huğ'u n önünde güneşl iyen nine­
s i n i n yan ı başına diz çökmüş kendi kendi ne beştaş
oynarken, Bakkal Abdo'nun ardan, gözlerini ayırına­
macas ına bakan Kel Tah i r' i n farkındaydı ama, aldır­
m ı yordu. Dördü s i yah, beşincisi sütbeyaz çak ı l taş­
larını alışkın hareketlerle önüne atıp taşlardan biri­
n i al ıyordu. Sol elinin şahadet parmağ ı n ı orta par­
mağ ı n ı n üstüne bindirnı iş, baş parmağı n ı da gerip
yere dayıyarak köprü ku rmuştu . Sağ e l i ndeki tek ta·
şı havaya atıyor, taş yere düşüneeye kadar boş kalan
el iyle yerdeki taşlardan b i ri n i sol e l i nin köprüsü al­
tı ndan geçirip, havaya attığı taşı tutuveriyordu.
Boyuna tekrarlad ığı oyunun heyecan ına kaptır­
mıştı kend i n i , dünya s i l inmişti . Halbuki görülecek
yığınla işi vardı bugün. Ocakta kaynıyan yemek ten­
ceresi indiri l mesi n i , bulaşıklar y ı kanmas ı n ı , orta l ı k
süpürülmesini bekliyo rdu.
Kel Tahi r şeker kam ı şı n ı somurmuştu . Sustelısı­
n ı katlad ı , cebine soktu. Ş i rel i , yapış yapış el lerini

2415
kara şalvarına s i l erken gözleri Cennet'teyd i . Baş ın ı n
kelliğiyle burun kanatları n ı n fare kemirmişe benze­
mesinden başka kusuru yoktu. Geniş omuzlu, sağ­
l am yapı lıyd ı . Fabrikada, kütlü denilen tohum l u pa­
ınuğu taşım ıya mahsus örme kamış sepeti , yardımcı
fi lan beklemeden bir tutuşta omuzuna kaldırır, çıp­
lak ayaklariyle koşardı makinelere. Kütlü taşıdığı,
l<arş ı l ı k l ı on sekizerden otuz altı ç ı rçır makinesinde
kızlar, oğlan çocukları , kocakarı lar sars ı larak çal ı ş ı r­
lard ı . Araları nda taze gelinler de bulunduğu halde.
Tah i r h içbirine bakmaz. nerde, ne iş görürse görsün,
qözlerini Cennet'ten ayırmazdı . Cennet, yal nız Cen­
net! Kara şalvarına sokulu pembe çiçekl i mavi pa­
zenden antari s i n i n göğsünü zorla kabartan ufacık
memeleriyle makinelerin önünde ordan oraya koşar,
dağı lan pamukları uzun . sap l ı süpürgesiyle toplayıve­
rird i .
Kel Tahir'in ayı rınamacası na d i ktiği gözleri , ka­
natları kem irilmişe benzeyen burnu ve kel kafası n­
dan nefret ederdi . Kızlar arada " Senin k i " demezler
ın i. ifrit olurdu. Halbuki adam uykularını yitirird i . Ço­
ğu gece ler Cennet'in evi civarında sigara üstüne si­
çıara içerek dolaşır, ah çekerd i .
Sonraları i ş i azıttı . B i r öğle paydosunda tenha
bir sokaktan geçerken kızın yolunu kest i . Yalvara­
cak, yakaracak, eline ayağına düşecekti . H içbiri n i ya­
pamad ı . Sadece " Cennet .. , ded i , " Cennet, beri bak
hele . . . ..
Cennet ç ı lg ı na döndü. Ne kel kafası n ı b ı raktı sö­
ğ ü l ıned i k, ne de ölmüş babası n ı n kem i ğ i n i . Sevmi­
yordu, sevem iyordu, sevemiyecekti. Allah yazdıysa
bozsundu. B i l miyordu ki böyle şeyleri ! Evden fabri·
kaya, fabrikada on iki saat işten sonra tekrar eve.
Evde i ş , arada beştaş, uyku , ondan sonra gene fab­
rika. Yal n ız katip . . . Briyanti n l i saçları , kart del m iye
mahsus zımbas ı , sarı yapraklı defteri, kulağ ı n ı n ar­
kası nda kopya kalemiyle kapıda görününce, gözleri
parlar, yorgunluğu , uykusu uçar, öteki süpürgeci kız-

247
larla koşardı . En kabası on beş yaş ı nda bir alay kızın
a rasında katip, güler söyler, şakalaş ı r , velhas ı l b i r
h a h a h a , hi hi h i 'd i r giderd i .
Öteki k ı z l a r deği l , Cenet'in de koşması K e l Ta·
hi r'i kahrederd i . Uzun kirpikli kara gözleriyle uzak­
tan yaş yaş bakar, sonra da apteshane aralığına ken­
dini atıp , yakardı cigaras ı n ı . Gelen ler, gidenler, hela­
lara girip çıkanlar . . . Görmezdi bile. Dünya sil inird i .
Yalnız Cennet! Kara şalvarın ı n içine sokulu pembe
çiçekli mavi entarisiyle cigara dumanları içi nde can­
l an ı r, i nce siyah kaşlariyle aksi aksi bakard ı .
Apteshane ara l ı ğ ı nda dalga geçiyor diye işinden
koğu ldu. Aç kal d ı , Bakkal Abdo'nun dükkanı yanında
kıvrı l ı p uyudu ama, Cennet'in peşini b ı rakmadı . Kız
iş başı için fabrikaya giderken, adımların ı saya saya
fabrika kapısına kadar gelir, sonra oralarda, boğazı
tokluğuna düşürdüğü hamma l l ı kta çal ı ş ı r, paydos za­
manı ise i ki eli kanda o l sa işini b ı rakıp, fabrika ka­
p ı s ı nda Cennet'i beklerd i .
Elinde olsa baş ı n ı a l ı p uzak uzak gitmek isterd i .
Nerdeee ? Gözünden yitirdi m i , yüreğine bir avuç
közdür düşüyordu. Bakkal Abdo : u AI Iah can ı n ı ala
kel domuz! diyordu. « El kadar kızın oyuncağı oldun.

Boyundan, posundan utan! »


Cennet, söğdü olmad ı , saydı olmad ı , yüzüne tü­
kürdü olmadı . l llğine tak demişti. O h ı rs l a eline ge­
çirdiği bir çakı l taşı n ı kafası d ı r diye verince, boydan
boya yard ı . Kan kan kan . Ne yapsa boş. Gölgesi gibi
peşinden ayrı lmıyordu.
Dillere düşmüş, alay konusu o lmuştu Cennet.
Ç ı ldıracaktı . Arkadaşların ı n alayı hele hepsinden be­
terd i . N ihayet, ufacık, kar gibi eliyle Kel Tahi r'in ya­
kası n ı desteledi :
- Nedir ulan senin Istediğin?
Başladı şırak ş ı rak tokatlamıya. M i llet gülmek­
ten kırılıyordu. Kütlü dolu kocaman çeki sepetlerini
bir tutuşta omuzuna a lıveren o dağ gibi adam, küçü-

248
çük kızın önüne çöktÜ , başladı kirl i ayaklarına yüzünü
ııözünü sürrniye.
- Kulun olam Cennet, diyordu, kapı nda itin
olam . . .
Sonra doğruldu. Kara şalvarın ı n cebinden susta·
l ı sını çıkarıp şakırtiyle. açtı , uzatt ı .
Cennet şaşı rm ı ştı . Sustal ıya baktı , baktı . Sonra
pembe çiçekli mavi entarisi kara şalvariyle koşarak
uzaklaştı.

249
BEHiYE

Beşi ktaş vapur iskelesi yanındaki parkın tahta


s ı ralarından b i ri nde yorgunluk çıkarmayı kurmuştu m .
Koyu gölgeliydi burası , serindi, daha önemlisi mavi
b i r deniz uzanıyord u , kımı ltısız. Bütün gün, kocaman
şehri n tramvay g ıcırtısı, otobüs homurtusu, tak s i ,
dolmuş gürültüsü içinde koş orya, koş burya bit­
m i ştim . Hava da s ıcak m ı ? Tamam .
D a ld ı m p arkta n içeri . Daldım ya, b i rden nereden
ç ı ktıkları bel i rsiz, i r i l i ufaklı boyacı lar çevremi alı­
verdi
- Ab i . Boyacı lazını m ı ?
- Ayna gibi pariatırım abi.
- Yalan abi. Parlatanıaz. Ası l ben par.latırını !
-:- Hadi b e sen de . . .
- Hadi b e ya. Boyacı lığa benden öğrenmedi n
mi?
- Yalana bak...

250
- Yalan m ı ? Yalan m ı ?
- Yalan tabi.
- Kim öğretti ya?
- Amet abi öğretti. Bandırma'da . . .
- Yalancın ı n gözlerini kör etsin m i Allah?
Bodur, kavrul muş, ç i rkin biri, yandan
- Etmez k i , ded i .
Kısa boylu, kocaman ayakl ı , erkek s u ratl ı çocuk
ona döndü
- Etmez ha?
- Etmez tabi.
- Eder.
-Etmez. Etse benim ederdi. Abiamın parasını
aşırdıyd ı m , yemin et ded i , i ki gözüm kör olsun ki
al madım dedim. Bak gözl erim hala s_ağlam !
Kısa boylu , kocaman ayak l ı , erkek yüzlü çocuk
öfkeden kıpkırmızı
- Senin, ded i , annen de o biçim, ablan da!
Püskül sarısı saçları kir içi nde yal ı n ayak l ı ço­
cuk bir an al bez gibi kızard ı , sonra bembeyaz ke­
s i ldi
- Karıştırma onları !
Beriki tam yerinden yakalamıştı . Çevredeki ya­
l ı n ayakl ı b i r alay küçük boyacıya çirkin çi rkin güle­
rek
- Çakıyorsunuz ya ? diye göz kı rptı .
Çakıyorlard ı . Nasıl çakmazlard ı ? Abiası da, an­
nesi de o biçimd i . Yan i , şu mesele! Kafamda alt alta
üst üste, eğri büğrü evler, ahşap evler kalabalığı.
Yağmurda tahtaları ıslak. Gece gündüz s u lar dam l ı ­
yan, y e r yer çatlaklarından güneşl i mavi gök y a d a
yı ldız dolu gece l er görünen tavan. Uzaklarda b i lme­
d i kleri d i lden şarkılar söyliyen radyonun ses i , yakı n ,
c o k yakınlarda tanış b i r sarhoşun mide bulantı s ı , sar­
mısak, rakı kokan iğrenç naras ı , Tavan çatlaklarından
vuran yıldız ışı ğ ı nda yatak, yorgan adına kımıldayan
pis miti l ler arasında kayguyla doğrulan, taraz taraz
saç l ı b i r kadın baş ı . Nara yaklaşınca telaşianan ses:

251
• Kız, Behiye, kız. Seninki geliyor, kalk, karşı la! .. Be­
hi ye, evin kız ı . Ayaklarında nalı n , karşı konağı n ken­
d i nden üç yaş küçük kızından düşme kısacık, dars­
c ı k enterisiyle sıkı s ı kı gerilen kalças ı n ı , butunu oyna­
ta oynata kahvelerin önünden geçip bakkala yirmi beş
kuruşluk zeytin, s ıcak somun, pek pek bir kal ı p yeş i l
sabun almağa g itikçe kal ı n siyah bakka l ı n yiyecek
g i bi bakış ları ndan iri siyah gözlerini kaçıran, ağzın­
daki sakızı cıvık cıvık ç iğneyerek i kide bi r bakkala
« Aman be Nuri abi , sen de . . . " d iyen bir kız. Bakkal
evl idir, dört çocuğu vard ı r ama, kadına doyamamış­
tır. Ya da hay ı r, kadına, etli butlu, i riyarı kadına doy­
muştur da, antarisini sıkı sıkı geren ufacık kalçata­
ra, ayakları nalınlı çıplak bacaklara doymamıştır. " Ci­
gara içmez, rakı şarap içmez. Sabahl eyin bal, tere­
yağ, süt; öğleyin komşu kasaptan aldığı bol yağ l ı et­
lerle yakın fırına verd i ğ i v ı c ı k vıcık güveci sıcacı k
kocaman b i r somunla nefes nefese yerken, dükkanı­
nın önünde yarım somun , yüz gram zeytinyağı , e l l i
kuruşluk beyaz peynir, birinci c igerası için diki len­
l eri umursamayan, ama Cuma namazların ı kaçırma­
makle A l lahının cennetindeki uygun köşeyi sağladı­
ğına i nanan , kıpkırmızı ense l i bir adam. Behiye dük­
kana geldiği sıra kimseler yoksa, bayıldığı kızın ufa­
cık, sımsıkı kalçalarına aç kurt gibi bakarak : n Behi­
ye ! » d iye solur, agelecek misin?·
Behiye'nin sakız çiğneyişi, i ri siyah gözleriyle
başka başka yaniara bakışı değişmez.
u Ge l eceksin değ i l mi? Sana yüksek topuklu a l a­
cağ ı m , üst baş a lacağım, para vereceğim. Bu akşam,
yatsı namazından çıktıktan sonra, mescidin arkasın­
daki ahırda . . . ..
Yüksek topuklularta üst baş, para yumuşatır Be­
hiye'yi . Çeçen Hakkıya daha güzel görünür o zaman.
Çeçen Hakkı gibi var m ı be? Çeçen Hakkı istese ma­
hal l ede herkesi döver. Çeçen Hakkı'nın altın dişi var,
bi ryantin l i saçları . Sacağındaki lacivert pantolon bile
herkesten başka. Pantolonunun cepleri önden. Biri n-

252
de Beşi ktaş'taki Yılçiız parkınd� gazerierken e l i n i
sokmuştu b u cebe. C e p s ı cacıktı. Derindi . Başka b i r
ş e y daha vardı cepte a m a , ayıp . Astarı delmişti Çe·
çen Hakk ı . Mahsustan. Ondan sonra alışmıştı. Astan
del i k cebe l üzum kalmamıştı . a Aiacağ ı m " diyordu .
Yalan söylemezd i Çeçen Hakkı . « Mangırın var m ı ? ·
demişti biri nde. On üçündeydi o s ı ra. Yoktu. • Niye
yok? .. , şaşırmıştı . Babasının onları bırakıp kaçtığını
b i l iyordu. Nerden, kimden alacaktı ? Çeçen Hakkı
" Aptal ! " d iye alnına vurmuştu. Anlamarnı ştı o za·
man. Sonraları ona maha l lenin en zengini Cemal be·
yi akoz etmişti . Cemal beyin herkesten başkaydı şap·
kas ı . Siyah. Elbises i , paltosu başka. Hava isted iği
kadar yoğmurlu , yerler istediği kadar çamur o l ·
sun, Cem a l bey evden boya l ı , ci lalı gibi pı­
rıl pırıl ayakkaplarla çıkard ı . Kapısının önünde
yepye n i , mavi arabas ı . Bir gün Behiye'ye Azapkapı '­
da rastlam ışt ı . Durdurmuştu arabay ı . « Nerden gel i­
yorsun? .. Vanakları alev alev , şaşı rmıştı . Beşi ktaş'­
tan . Yıldız parkından gel iyordu oyseı. Çeçen Hakkı y­
. '

laydı lar. Yaşı on dört. Çeçen Hakkı 'nın astarı del i k


pantolonundan içeri sokmağa lüzum kalmamı ştı e l i n i .
H e m d e o g ü n , tam o g ü n a Korkma. S e n i annenden
i steyeceği m . Yaşın b i raz daha büyüsün ! " demişti .
B i r ağacı n altında. Ağaç, ağaçlar. Gök yüzünü, pırıl
rıırıl parl ayan s ıcak güneşi kapayan ağaçların altın­
da. Koru gibiydi Çeçen Hakkı 'yla g i rd i kleri yer. Çe­
ı;en Hakkı bekçiye b i r şeyler söylemişti ama , duyma­
mı ştı . E l i nden çekmişti sık ağaçların içine. Ça l ı lar
Yer yer pislenmiş toprak. Sidik kokuyordu. Taa öte­
de de parkın deresi . Kuşlar cıvı ldaşıyor, Çeçen Hak­
k ı 'n ı n homurtusu b i r şeyler söylüyordu kulağ ı na. An·
lam ıyord u . Yine ağzında sakız, yine gözleri u l u ağaç­
ların taa tepelerinde. Sı rtüstü. Arada Çeçen Hakkı '.
n ı n taa yukariardski ağaçların uçlarını s i l iveren yüzü.
Herşey iyi , herşey ı l ı k ı l ı ktı ama birden . I şte bu he­
sapta yoktu. Ufac ı k yumrukları , Çeçen Hakkı 'nın su­
r<ıt ında patlıyan ufacık, bembeyaz tokatları . Ama Çe-

253
çen Hakkı bu. Küçücük bir kızın tokatı, yumruğu . . .
• B itti » demişti . Nas ı l olsa ben i m değ i l m i s i n ? Ev­

lenm iyecek m iyiz? Karım olmıyacak m ı s ı n ? »


Bütün bunları Cemal beye anlatamazdı ki . Ö l­
dürseler anlatamaz. Yerlere geçer. Ö nüne bakmıştı .
Cemal bey mavi arabası n ı n d i reksiyonundan uzattığı
k ı l l ı kocaman el iyle çenesi n i ka ldırm ı ştı. Gözgöze
gelmişlerdi
• Gezmek i ster misi n ? »
Heyecanlan m ı ştı .
u Arabayla m ı ? n
· Evet. »
Gözleri ışıl ışıl
• Nereye gideceğ iz?»
• Nereye istersen ! "
" Beyoğluna?"
" Beyoğluna başka zaman g ideriz. Şimdi, sen,
at la . .
. •

Cemal beyin k ı l l ı , kocaman e l i n i n açtığı kap ı . Pı­


rıl pırıl arabanın meşi nleri. G i rmişti . Araba hızla
uzaklaşmış, trafik polisi filan, Unkapanı köprüsünün
iki yanı ndaki haliç, gelip g iden vapurlar, motörler . . .
Uçuyordu. Gözleri ni yummuş. Derin lerde Çeçen Hak­
kı, hacağı nda Yı ldız parkı nın deresi ndeki sularla yı­
kanııı ı ş külotun hala ıslak l ı ğ ı , uçuyordu. Gözlerini aç­
t ı , Cemal beyin yeni y ı kanm ışa benzeyen, kapka l ı n ,
bembeyaz, pesbem be ensesi. Kapadı , Çeçen Hakk ı '­
n ı n hafifçe saka l l ı , kirli yüzü . Çeçen Hakkı bu Cemal
beyi yumruklıyamazdı ki !
Gözleri n i yumd u , açtı, yumdu. Çeçen Hakkı 'yı
Cemal beye selam verirkenki haliyle hatırlad ı . Yer­
lere kadar eğ i l m i şti . Cemal beyin ağzında, mahalle­
de hiç kimsenin içmediği, belki de içemedi ğ i kara bir
cigara « Nası l s ı n ? » Çeçen Hakkı .. sağ l ı ğı n ı za duacı­
yım beyefendi ! •
Gözünden düşmüştü o sıra Çeçen Hakkı. O gün
işte, Cemal beyin arabası Edirnekapı , surlar, surl ar­
dan sonra, çok sonralara kadar g itiği n i , ıssız bir koca-

254
ınan yapıdan içeri g i rd i kleri s ı ra , s ı ra da değ i l , ıssız
kocaman yap ı n ı n içindeki odaya g i rd i kleri, Cemal be­
yin kucağına oturduğu s ı ra işte, sormuştu
man yapının içindeki odaya g i rd ikleri , Cemal bey i n
kucağına oturduğu s ı ra işte, sormuştu
.. çeçen H akkı sizi dövemez değ i l m i ? ..

Cemal bey a ltın dişi, karanl ı k ağzıyla katı l a ka-


ı ı l a gül müştü
.. çok mu korkuyorsun Çeçen Hakkı 'dan? ..
" Mahal lede herkes korkar ondan! n

· Sen de korkar m ı s ı n ? •
Cemal beyin kucağı, k ı l l ı kocaman e l l e r i , Çeçen
Hakkı 'nı nki g i bi , tıpkı tıpkısına onunki gibi okşay ı ş ı .
• Külotun neden ı slak?n

Çeçen Hakk ı , Y ı ldız park ı , parkın deresi , derenin


suyunu bir an hafifçe pembeleştikten sonra s i l i n i p
yiten k ı rm ı z ı l ı k , pembel ik, kan k ı rmızıs ı , kan pembe­
si . . . Allah göstermesin . Hiç bunlar söylenir mi Ce­
ın a l beye?
· Annem akşam y ı karn ıştı da kurumamış olacak .. •

. . Başka külotun yok m u ? ..


« Nerden olsu n ? •
" Baban s i z i bırakıp kaçmış. Doğru m u ? "
« Gözü kör olsu n . »
· Annen ? •
" Tütünde çalışıyor . ..
" Kardeşleri n ? "
" Ben bakıyorum onlara.•
« Nerdeler şimd i ? »
.. Mahal lede . ..
.. sen niye çal ı şmıyorsun? ..

.. Yaşı m küçük d iye almıyorlar fabrikaya! ..


" Dur, ç ı ka ra l ı m bu ı slak külotu . •
.. Ayy . . . sonra? ..
.. Beyoğ lu 'ndan yeni lerini alırız ! "
Beyoğ l u , ah o hiç g itmed iği, gidemediği , görme­
d i ğ i , göremediği Beyoğlu. Sinemada bile görememiş­
t i . Belki ayıp ama, si nemaya da g i rip doğru d ü rüst

255
oturamamıştı . Çeçen Hakkı götürürüm bir gün de­
m işti. Demek ş i mdi Beyoğl u'na gidecekler, Cemal
bey ona külotlar a lacaktı ? .
Sırtüstü yatırılışına aldı rmad ı . Beyoğluna götü­
recekti , Çeçen Hakkı g i bi simitle deği l . Gözleri ta­
vanda. Kocaman b i r kanadı hatırlatan vantilatör. Du­
ruyordu. B irden Cemal beyin başı, yüzü, gözleri. O
da tıpkı Ç-eçen Hakkı g i b i . Ama Beyoğlu'na götüre­
cek, külot alacak. Sonra bu Çeçen Hakkı g i b i ca n ı n ı
da yakmıyor.
« Daha önce başkalarıyla . . .
Gözgöze geldiler :
.. Ne? Bu m u ? »
« Yani, başkalarıyla diyorum . Açıkçası , k ı z m ı­
s ı n ? ..
� Ne demek o? Oğlan mıyım ya? •
• Çocuk. Yavrum ben i m , şekerim . Çeçen Hakkı
f i l an demek istiyoru m . Çünkü gördüm sizi birkaç se­
fer . . . ..
" Nerde? •

" Beş i ktaş ta .


' . .

" Yı ldız parkını da b i l irsin öyleyse? ..


" Oraya m ı g i rd i n i z ? »
.. çook g i rd i k. Çeçen Hakkı beni alacak. Ded i ki
dün, nas ı l olsa karı m o l m ıyacak m ı sı n ? •
.. sen d e inandın? ..
" Çeçen Hakkı yalan söylemez. Ben söylerim
ama. Sen i aldattım dem i n ! •

« Ne diye? ..
" Külotumu annem yıkadı dedim . ..
« Yı kamadı m ı ? ..

" Hakkı yıkad ı , Yı ldız parkının deresi nde !•

« Oradan mı gel iyordu n sana rastladığımda? •

Gü lüverd i .
Ondan sonrası kolayd ı . Behiye'nin birden buru­
şan y üzü. Cemal beyi göğsünden iten küçücük, bembe­
yaz el leri . Ama doğrucası Çeçen Hakkı'mnki gibi
acımamıştı . Acı rsa acı s ı n , Beyoğ luna götürece kti y a.

256
yeni külot alacak ya, mavi a rabasına bindird i ya !
Mahal lede kim bindi kendinden başka? O kadar kız
var oysa. B i r kendisi . . .

Gece, annes i . Annesinin korkuyla bakan gözleri.


Çeçen Hakkının yaklaşan narası .
" Kız Al l ah cezanı versin, geliyor herif kal k ! ..
Kulak verd i , tınmadı b i l e :
cıBoşver! ..
• Döverse ya ? "
· Döverse onu Cemal beye söylerim . . .
.. cemal beye m i ? Yoksa kız . . . "
u Eeeeh şimdi uykum var be! ..

Püskül sarısı saçlarıyla kirli boyacı :


- Annemi karıştı rma , ded i .
- Ablan?
- Boşver ona!
Boya sandığıyla ağır ağı r uzaklaştı .
Abias ı n ı n adı Behiye miyd i ? Çeçen Hakkı 'yla ,
sonra da Cemal beyle dalgası v a r mıydı? B i lmiyorum.

257
ESKi PLAK

Ufacık masası üzerindeki külüstür yazı makine­


sinin harflerini temizl iyordu. i ri, mosmor burnunun
ucuna düşmüş oval gözlüğü, kırış kırış, tulum tul u m
y ü z etleri , mavi mavi damarlı kocaman el leri . i lk ba­
kışta, çoktaan ununu elemiş eleğini asmışlardan . Bu­
günlük yarın l ı k ta denebi l i r. Onu bu c;lj.inyaya, bu dün­
yanı n adl iyes i ndeki işleri görüleceklarin d i lekçeleri­
n i yazmağa zorl ıyan ne? Geçim derdi mi? Geçi m i n i
sağl ıyacak, o ğ l u , kızı , torunu yok mu? Yetm iş, belki
de daha çok y ı l l ı k yaşantıs ı boyunca kazandığını ye­
d i , içti, harvurup harman savurdu da bugünleri düşün­
medi m i ?
Herşey b i r yana. Neden evlenmedi ? Kadı na kar­
şı i lgisizl i k m i ? Sapıklı klardan b i ri de, nefret mi ka­
d ı ndan? Belki h içbi ri, apayrı b i r başkası . Kırkbeş, el­
l i yıl önce I stanbul'unun Eyüp'ü, Aksaray'ı, Fatih ' i ,
Atika l i 's i . Gökler gene böylesine mav i , güneşler s i -

258
cak, hava terl etic i . Daracık, eğri büğrü yol larda at
kuyruğu saçl ı kızlar, dudakları rujlu genç kadınlar
yok. Çarşaf, belki de ferace. Kafes ardından tatl ı tat­
l ı kişnercesine yansıyan istekli kad ı n cıvı ltı ları . Genç­
t i , dinçti . Başı nda Vidi n l i Raşit'ten a l ı n m ı ş ciğer k ı r­
mızısı fes, s ı rtında papazkarası redingot, Divanyolu,
Babı-iW , ya da Rusumatta katip . Fati he giderken bir
yağmur a l ı r, eteği çamur. Kafes ard larından erkeğe
hasret kadı n cıvıltıları. Yüreği şerha şerha, yanakları
a l al, geçer gider. Yağmur at kuyruğu, yağmur bar­
daklardan boşa n ı rcasına, yağmur i ri daml a l ı . Ciğer
kızı l ı fes, papazkarası redingot s ı rı l s ı klam. Uzaklar­
daki m inarelerde akşam ezanı . Yağmurda üşümüş b i r
köpek geçer yanından üç ayağıyla. Daracık sokağın
i k i yanındaki tahta evler. Taa karşıdaki köşe başı nda
yanan gaz fenerinin i ri taneli yağmuru sarı sarı ay­
dınlatan ışığı.
Babası , dedesi , amca, hala, day ı lan sağ d ı r. Yağ­
mur altında kulakları düşmüş lenduha konağı n içi iri
karpuzlu lambalarla apayd ı n l ı k . El ierne kömürl erin
kıpkırmızı yandı ğ ı oğma bakır manga l larla konağın
odaları ndan bi rinde dedenin öksürüğü. Dede uzun
boyludur. sırım gibi. Beyaz saka l ı , kıpkı rmızı yüzüy­
le h ınçl ı . Kime? Bel l i olmaz. Herkese, ya da hiç kim­
seye. E l i nde doksandokuzluk kuka tesbih , salonun
tahtalarında Kafkas dağlarının badem gözlü ceylanla­
rı kadar çevik, dolaşır. Arada, kime olduğu bel l i de­

ğ i l , sorar : « Gelmedi mi hala o oğlan ? •


« Oğ lan • , ciğer kırmızısı fes i , papaskarası redin­
gotuyla Divanyo l u , Babı-a l l (ya da Rüsumat'taki işin­
den dönerken aldıran yağmura tutu lmuş torundur. De­
desinin « Oğ lan • diye düşündüğünü b i l i r. Yadsı maz.
Babasına da böyle der çünkü, arncalarına da. Odasın­
da Kafkas eğerler, Kafkas yamçıları , Kafkas kı rbaçla­
r ı . Kafkasya ' l ı d ı r o . Şeyh Şam i l 'i n akrabası değ i l , ama
Şeyh Şami l , Şeyh Şamil 'ler soyundan. Ana yurda gel e­
li y ı l lar olmuştur. Kafkas dağların ı n mavi , mor kaya­
larında at oynatmamış, görmemişti r oynıyan atları

259
ama, gene de Moskof, kin i alev alev yanar yüreğin­
11

de. D i şl e ri n i , e l i ndeki kuka tesbihin taneleri kadar


sert, sedef kadar beyaz, bembeyaz dişlerini �� Moskof "
k i n iyle gıcırdatarak sorar : aO oğlan gelmedi m l ? •
Karı ları deği l , hatunları korkarak : u Hayı r .. d e r­
ler. �� Gelmedi daha. Gelmedi ama, nerdeyse gelir.•
�� N erdeyse gelir ne demek? Akşamlar indi, ezan­
lar okunuyor. o yaşta b i r çocuk bu s a atiara kadar
sokakta kal ı r m ı ? ..
�� Çocuk" h i ç yoksa yirmisinde. Ama dede i ç i n
çocuktur. Torun değ i l , salt, torunun babası , amcas ı ,
dayısı da. B i r eski zaman martini gibi d i k v e sert de­
de dolaş ı r, dolaş ı r, dolaşır. « Lahavle vela kuvvete •
ler, « Aiiyyülazi m n ler mangal ateşiyle ısınmış odalar­
daki ev halkını kaygulu kaygulu bakıştı rır.
Bekçi sopalarının bozuk parke taşlarında tok tok
dolaşarak saatı b i l d i ren, kuşbaşı karların lapa lapa
savrulduğu Ramazan gecelerinde konak halkı n ı n yedi­
den yetmişe kadar hep birl ikte kalktığ! sahurlar,
ağızdan dolma topların potladığı akşamlarda edi len
iftarlar, k ı l ı nan namaz, tutulan oruçların Hacıyağı .
Gü lyağ ı , M ı s ı rçarşısı, gül laç mangai lannda duman
duman öd ağacı tüten, balgam l ı g ı rtlaklardan « Al lah.
cellecelalehu .. ıarın yayı ldığı, doksandokuzluk tesbih·
lerin aksi aksi baktığı I stanbul.
Bu i stanbul bi r duman gibi uçup g itti. 3 1 Mart.
Derviş Vahdeti, " Din elden gidiyor! .. Di nin elden g it­
tiğine yanan ların rahat b i r soluk ald ıkları , yobaz nil­
raları , pathyan tüfeklerin mektepl i zabitleri al kanlar
içinde yerlere serdiği günler. Ama çok geçmeden.
b i r şahin g i b i inen Hareket ordusu, saklanacak delik
arayan yobazlar, yobaz avına ç ı kı lan ayd ı n l ı k günler
Tahta sakal ıyla Mahmut Şevket Paşa. Sonra N iyazi­
ler, Enverler, Talatlar. Daha sonra Ittihat ve terakki
llH ü rriyet - Müsavat - Adalet - Uhuwet.. ç ı l g ı n l ı klarıyle
yerinden oynıyan " Meme l i k-i mahrusei şahane l .
Yobaz avından canını nas ı l sa kurtaran dede bu
günlerin i nsan taşan sokaklarına kafesl i pencereler

260
ard ı ndan bakarak, taa yüreğinden kopup gelen bir
h ı nçla «Allah ! " demiş, bir s ı r verircasine eklemişt i :
" Karınca ayaklanmayınca zeval bulmaz ! ,
i ki gözü iki çeşme hatunlar, ayağı dibine otur­
muşlard ı . Yaşl ı gözlerle bakıyorlardı efend i lerine. O
her şeyi, herkesten çok, herkesten iyi bil i rd i . Sarı
yaprakl ı , öd ağacı koku lu kocaman kocaman kitaplar
okuyordu. O bilmeyip te kim bilecekti ?
Kendinden emin ihtiyar, kal ı n kalın öksürdükten
sonra sözünün ardını getirmişti :
·Zınd ı klar! Ayak takı mını hal ifei müs l imin olan
padişaha karşı kışkırttılar. Sonumuz meşkOk! Allah
encamı m ız ı hayırlara tebdll eylesin! ..
i ki gözü iki çeşme hatunların bakışlarından uçu­
şan kara korkular. Demek encamları gel mişti ? Kimbi­
l i r belki de u Nefhi-sQr.. üflenir, yerler hal laç pamuğu
gibi atı l ı r, analar evlatları nı b ı rakı r kaçışır, Deccal çı­
kar, ardından kıyamet!
Çok geçmeden Balkan harbi, Harbi - Umum i . Do­
lakl ı . Enveriye'li ana kuzularının a Ey gazi ler•le gitti­
ği yedi iklim dört bucak. Kırk iki buçuklukların gavu­
run müslümanı namsız nişansız bı raktığı ana baba
günleri. Dede için önemli olan, konağından çeki l i p
a l ı nan oğul larıyla damatlarının ard ı ndan tuzlu göz
yaşları döken kızlarıyla gelinleriyd i . Harbe gidenler
erkekti . Anaları bu günler için doğurmuştu. Döner­
lerse gaz i , ölürlerse şehit. Tınmıyordu. Tındığı, arka­
da kalan gözü yaşl ı eks i k etekler. Orta l ı k büsbütün
karı ş ı r da, na mahremler evlere konaklara doluşur,
ı rz namus ayaklar altına a l ı n ı rsa!
Sultan Harnit Selanikte, Alati ni köşkünde kara
kara düşünürken dede de, nur yüzlü hatunlarının göz
yaşları arasında kızları , torunları, gelinleri n i n vavey­
lalarıyla .. ırtihal-i-darıbeka• eyledi.
Sonraları çorap söküğüdür : Harbl-umumi.. boz­
u

gunu, paşaların firarı, l stanbul'u a Düvel-1-muazzama,.


nın işga l i .
i şgalde konağın Kafkas ası l l ı ne kadar değerli

26 1
eşyası varsa satı l ı p yend i . M ustafa Kemal Paşa Yu­
nan'ı .. Anadol u 'nun hari m i i smeti » nde boğarken,
konak ta haraç mezat. K i ra evine ç ı k ı l d ı . Kocaları n ı n
a rd ı nda kalan, kocaları n ı n aziz ruhuna Eyüp'te, Mer­
kez efendi 'de hatimler indirtip, fatihalar salan kırış
k ı rı ş hami nneler : uN e diyel i m , buna da şül<ür ler­
. . . u

le k i ra evine a l ı şmağa çal ışmışlar, torunlarla kızlara


göstermeden tuzlu, sıcak göz yaşları dökmekten de
geri kalmamışlard ı . Nasıl kal ı rlardı ki, harninnelerden
i k i s i , Sarayı hümayun ç ı rağları ndan b i l me m hangi
i kbal lerin torunlarıyd ı l ar. Kirac ı l ığa düşeceklerini rü­
yalarında görseler inanmazlard ı . Demek düşmez kal k­
maz bir Allahtı . Peki ama, reva m ı yd ı ? « Revayı-hak ..
m ı yd ı ? Onlar alelade kiracılar gibi m i yaşıyacaklar­
d ı ? Rahmetl i ne kadar hakl ıydı ne kadar .. cıAyak ta­
kı m ı .. denilen cı Kul taytası » n ı cı Zıi iOI Iah-ı-fi lalem»e
karşı ayaklandıracak ne vard ı ? G ü l gibi , m i sler gibi
geçinilip gidiyordu. Zengin zenginliğini bil iyor, fa­
ki rlerse Cenabı-AIIahın alı nlarına yazdı ğ ı yazıya ra­
zı . . . Sonra, beş parmağ ı n beşi de bir m iydi ? cı Sen
ağa, ben ağa, bu ineği kim sağa ? »
Bütün bunlar, bütün bunlarla birl i kte ham inneler
de usul usul çekildiler dünyadan. cı Ey gazi ler»le gi­
denlerden teki geri dönmed i . Yağmurlar, karlar yağ­
dı üzerlerine, güneşler doğdu, çiçekler açtı , sararan
yapraklar toprakta çürüdü. Ne Babı-ali kal mıştı , ne
de Rüsumattaki vazife. E l ler pantolon ceplerinde, do­
laş ı l m ağa başlandı uzun uzun. Koca konağı n eşyal a­
rından gelen paralar yenmekle bitmezdi ama, bitt i ;
konaktan gelen para da. A m a gene vardı b i r şeyler.
i şga l i n tad ı n ı ç ıkarmağa yetecek kadar : cı Laf ara­
m ızda, işgal i n de kend ine göre b i r lezzeti vardı mi­
rim. Galatasarayına ç ı ktık m ı , fesler yerlerin i şapkaya
bı ra k ı rd ı . i stanbul semtinin gözü dönmüş yobaz ba­
kışlarından sakınmak ta yok. Oooh, dünya vard ı . Evet,
ezanı-Muhammedi, Zatı-kbriya ama, Beyoğl unun hürri­
yeti de başkaydı . Bizim eski kulağı kesiklerden i pek'­
li Sadri, Manastırlı Kami l , hakir-ipür taksir, artık Gen-

262
yo mu olur, başkası m ı , atardı k kendimizi. Gelsin dü­
zi konun hası , Mastika'nın al iyyülalas ı . Mezeler, me­
zeler ya mirim ? Ağzınıza layık, kuşun sütü bile. Hani
o sıralar Al lah gani gani rahmet eylesi n , Kerkes k ı r­
ması haminneler de sizlere ömür m ü ? Bendenizi ken­
d i r kement zapt edemezdi . Kozmatik l i bıyıklarım .
öğünmek gibi o l ması n . s ü m sülük yay gibiyd i lerı Va­
l ide, Allah mekanını Cennet i hsan eyles i n , gak de­
d i m mi et, guk dedim mi su. Derken, Despina tesmi­
ye ol unan b i r afeti devranı Felek karş ı ma çıkınca . . . •

Evlenmemes i n i n , evlenip yurt yuva sahibi ola­


mamasının gerçek sebebi buydu. Annesi d i l ediğince
gaklara, guklara dayanamayıp, keyfi nin istedi ğ i yere
köy kursun. Mahal leli vardı mahallel i ! Dinine diya­
netine, ı rzına namusuna, arına, hayas ı na sıkı sıkı bağ l ı
mahallel i ! Dini-mübini n şeriatınca parmaklar kesen.
fahişeleri yarı bellerine kadar toprağa gomup nec­
meyleyen. pir aşkına zehir zenberek, kavuklar. ki­
l i se d i reği enseler :
« Neee ? ? ? Despina m ı ? Rum m u ? Tenkih eyle­
mek m i ? Osmanlı m ü l künde Osmanlıya küffardan da­
ha kafir bir düşmeni d i n l e ha??? »
Yeniçeri lerin Sadrazam kel l esi istedi kleri ho­
ınurtuyla b i r gece l episka saçlı Despinayı a l ı p ; pare
pare etmeğe ramak kal m ı ş ken. nerdense çıkıveren
bi r kol işgal askerinin i ngi l iz, Fransız. i talyan, Sene­
gal müdahales i . . . Ama ondan sonra Despina ne ol­
du? Yer yarı l ı p yed i kat yerin altına mı gird i ? Bir sa­
bah vaktı Haliç Feneri kıyı ları nda yarı bayg ı n , kan­
lar içinde bulunup, Atina'ya ını aşırı l d ı ? Yoksa Aba­
noz, Yüksekkaldırı m , Ziba kerhanelerinden birine ser­
maye mi oldu?
" . . . aman m irim , sorma. O geceyi ömrüın bo­
yunca unutamıyacağı m . Başta kör i mam Nasuh , ma­
hallenin m uhtarı , bekçis i , eşraf ı , ağniyası , çoluğu ço­
cuğuyla bi r vaveyl a , bir kıyamet. B i s m i l liih, belimin
ortası ndan, amudu tı karim i n içinden buz gibi b i r kor­
kunun sızıp indiğini hatı rl ıyorum . Ondan sonrası ka-

263
ran l ı k. Gözlerimi açtığ ı m zaman başı mda Kur'an oku­
nuyordu. Ö ldürmiyen Allah öldürmez. Ö ldürmez de
ne yapar? Canl ı cenaze, yürekler acı s ı , ded i , divane ! ..

Ufacı k masası üzerindeki külüstür yazı makinesi­


nin temizlenen harfleri, iri, mosmor burnunun ucun­
daki oval gözlüğü, kırış kırış, tulum tulum yüz etleri.
Doğruldu. Kocaman elini yumruk yapıp kuluncu­
na koydu. Ö nündeki caddeden akan taşrtlara baktı
görmeden. B i r cigara yaksa mıyd ı ? Kahvesiz ne ta­
dı olurdu cigaranı n ?
- M erhaba Haşmet efendi amca!
Oval gözlüğünün üstünden baktı adama : Otuz
beş, belki de kı rklık.
- M erhaba evlat, ded i . Otursana!
- Kahveyi az şekerl i içerlm ama?
- i çtiğin kahve olsun. Cebimizde eşe dosta
kahve ısmarl ıyacak kadar paramız bulunur şükür. Hişt
yavrum , kahveci!

264
Ç K O LAT A

Şekereinin kocaman vitrin i önündeyd i l er. Vitrin­


de boy boy, kutu kutu şekerler, şekerlemeler, çiko­
latalar. Çikolatalara bakıyorlard ı . Ortadaki topaç gi­
b i oğlanın sağında ablası, solunda yoğurtçunun kızı .
Yoğurtçunun kızı •Abla• kadardı . Abla az önce topaç
gibi kardeşini berbere götürmüştü, çeke çeke. Büyük
aynaları vardı berberin , tel leri mavi boncuklu kafesi
vardı, kafesin içinde sarı, sapsarı kuşu.
Babasının arkadaşıydı sonra. Dudağ ı n ı n üstünde
i pince, simsiyah bıyı ğ ı , karşı evin koca memel i kızı­
na güler dururdu aynalardan. Koca memeli kız da gü­
lerd i , gülüşürlerd i , arada el ederlerdl b irbirlerine.
Topaç gibi oğlan da görmüştü saçları sıfır numarayla
kes i l i rken. Sarı kuşu da görmüştü. Parmak kadar, bı­
cır bıcır. Berberin makinesi saçını çekmese arada.
Canı öyle acıyordu ki. Kalkıp kaçmak, sokaktan dük­
kanı taşlamak gel iyordu. Bunun için sevmezdi traş

265
o l mayı . Tep i nmes i , ablas ı n ı tekmelemesi bundand ı .
Traştan sonra abiası cc Paraları mızı karıştı rıp e l l i l i k
b i r çi kolata alal ı m • demeseydi b i l i rd i yapacağı n ı .
Şekereinin vitrin i önünde s i l inivermişti berber
de, aynaları da, kafes te, sarı kuş ta. Ç i kolatalar var­
dı ş i m d i , salt çikolatalar. Güneşte alev alev uçuşan
k ı rm ızılar, morlar, sarı lar, mavi ler; k ı rmızı l ara, mor­
lara, sarılara, mavilere s ı kı sıkı sarı l ı ç i kolatalar. Ab­
la da, oğlan kardeş te, yoğurtçunun kızı d� sıkı s ı kı
sarı l ı , a l ev alev kırmızıların, morların , sarı ları n , ma­
vilerin i ç i ndeydiler. Ya da maviler, sarılar, morlar;
k ı rmızılar alev alev, yaprak yaprak uçuşuyordu içle­
rinde.
Abiayla kardeş tad ı n ı b i liyorlardı çikolatan ı n .
H alaları getirmişti birinde, Sarıyerden. Halalarının
siyah mantosu vard ı , kocaman bir et beni vardı yü­
zünde, gözleri sürmel i sürme l i . Para da verirdi ara­
da. Koz helvası , ya da yuvarlak keten helvaları geti­
rirdi Emirgandan. Kaat kaat. l s ı rınca tatl ı . Koz helva­
sının tadı nda. Babaları n ı n seferden uzamış sakalıyle
benzin benzin döndüğü yağmurlu gecel e rden birinde
babası da getirmişti koz helvas ı . Arada getirird i . Çok­
lukta uzam ış toz lu sakal ı nda küfür " Eşşek herifler,
namussuzlar, deyyuslar! »

Ama çi kolata keten helvası ndan da tatlıyd ı , koz


helvasından da. Yoğurtçunun kızı da b i l iyor muyd u ?
Bilsin, b i l mesin. Başı sıfı r numara makineyle traşl ı
oğlanın cebinde yirmi vard ı , abiasının cebinde de
otuz. Karıştırd ı l a r m ı yd ı . . . -

- Abla!
Kirli saçlarında kırmızı kurdele
- Ne var?
Yoğurtçunun kız da bakıyordu.
- H iç , ded i .
Bu k ı z , b u yoğurtçunun pis k ı z ı d a . . . Ne duru­
yordu yanlarında? Yirmi kuruşu vard ı , abias ı n ı n da
otuz. Katıştı rd ılar m ıydı e l l i . E l l i l i k b i r tane alabi l i r­
lerd i . Ama yoğurtçunun kızı !

266
Abla da b i l iyordu çi kolatanın keten helvasiyle koz
helvasından daha tatlı olduğunu . Al ı rlar, bölüşürler,
yiye yiye giderlerdi ama şu kız, şu pis kız, yoğurtçu­
nun pis kızı . Hem parası yok, hem de ayrı lmıyordu
yanlarından, .. Git" deseler, cc N iye ? " derdi ; cc Çikolata
alacağ ız ! " deseler, .. Bana n e ? " der. Al salar, aptal ap­
tal bakar. Verseler, kend i lerine b i r şey kalmaz, ver­
meseler.. Babaları tozlu sakal ları n ı n traşl ı sabahla­
rında çokluk lafı nı ettiğ i gibi " imrendi rmek günah •

tı . Cehennem vard ı . Cehennemde katran kazanları ,


zebani ler.
- Abla!
- Ne var?
- Bu çikolatalar halamı n getirdiğinden m i ?
- Hayı r.
- Halamın getirdikleri daha tat l ı değ i l m i ?
- Tabii.
Yoğurtçunun kızı
- Bütün çi kolatalar birb i rine benzer!
i kisi iki yandan
- Ne b i liyorsun?
- Siz ne bil iyorsunuz?
- Bize halamız getirdi Sarıyerden .
- Bana d a geti rd i .
- Seni n halan var m ı ?
- Sizin var m ı ?
- Var.
- Benim de var.
- Bize her gelişinde geti rir!
- Bana da.
- Bize keten helvası da geti rir, koz helvası da.
- Bana da.
- Nerden getirir?
- Size nerden geti rir?
- Sen söyle bakal ı m nerden geti rdiğini !
- N iye söyleyim?
- Biz niye söyliye l i m ? Bizim babamız kamyon
şoförü, dünyayı dolaşır!

267
- Benim babam da yoğurtçu. Apartmanlara bi·
le yağurt satar!
Oğlan, ablasına kıpkırmızı döndü
- Abla be!
- Ne var?
- Halası çikolata geti ri rse gitsin yes i n !
Yoğurtçunun kızı :
- G itmiyeceği m , dedi .
Abianın kırmızı kurdelası sarardı :
- Niye?
- Siz niye gitmiyorsunuz?
- Bize ne bakıyorsun sen?
- Siz de bana ne bakıyorsunuz?
- Biz akşama kadar beklerizi
- Ben de beklerim.
- Burası seni n m i ?
- Sizin m i ?
Abla :
- Sus, dedi kardeşine. Biz onun gibi şey deği-
l iz !
- Asıl ben sizin g i bi şey değ i l i m .
- Ne ?
- Size ne?
Oğlan :
- Erkeksen söyle, dedi.
- Söylerim.
- Söyle had i !
- Sizden m i korkarım ?
- B i z senden m i korkarız ya?
Caddenin bozuk parkalerinden mavi bir De soto
p ı r ı l pırıl geçiyordu.
- Abla!
- Ne var?
- Babam bu mavi arabayı bile süreb i l i r değil
mi?
- Sürer tabi.
Yoğurtçunun kızı duydu, anlamad ı . Halası filan
yoktu ama b i r halası olsun isterdi. Halası olsaydı.

268
Sarıyerden çikolata koz helvası, Emi rgendan keten
helvası getirseydi. Ya da şoför olsaydı babası. . . Son­
ra, çikolata, çok tatlı mıydı acaba?
- Abla!
- N e var?
- Biz istesek çikolata . . .
- Sus!
- Alab i l iriz değ i l m i ?
- Sus dedim y a sana !
- Ama al may ız , bil iyoru m . Cehennemde katran
kazan ları var.
- Sus demedim mi sana ulan?
Yoğurtçunun kızı gülüverd i . Abiası n ı n kurdelesi
gene sarard ı l
- N i ye güldün?
- Sana ne?
- Erkeksen söyle, dedi oğlan.
- Senden m i korkacağı m ? Nerden gördün ce-
hennemi ?
- Sen nerden gördün ?
- Ben görmedim ki.
- Biz de görmedik.
- Katran kazanlarını ne bil iyorsunuz?
Abla kardeşine baktı , kardeş ablasına. Abl a .
- Babam, dedi . Babam bilmez m i ?
- B i l s i n . Siz b i l miyorsunuz ya!
- Abla be !
- Ne var?
- i stesek çikolata alabi leceğ i miz i göstere l i m
mi şuna?
Yoğurtçunun kızı sarı teneke küpeleriyle meydan
okud u :
- Gösterin bakal ı m !
- Gösterelim m i abla?
- Göstere l i m m i ablaym ı ş . Paraları varmı ş ta
sanki . . .
- Yok mu?
- Var mı?

269
- Baak!
Dudak büktü :
- Benim babam bana daha çok veriyor . . .
Abla da gösterdi . Yoğurtçunun kızı gene dudak
büktü :
- i ki nizinki nden de çok veriyor da harcıyacak
yer bulam ıyoru m !
Abla nerdeyse ağl ıyacaktı
- Bir tane e l l i l i k çikolata al baka l ı m had i !
- i stersem alırım a m a almam .
- Biz alırız, dedi oğlan.
- A l ı rsınız evet. A l ı n bakal ı m .
- Alamaz mıyız?
- Alsanızel
Oğlan :
- Enay i , ded i .
Enayi kıpkırmızı kesi ldi
ft •

- Enayi sizin gibi olur!


Abianın yüzüne kurde l esinin kırmızıları uçuştu
- Beni karıştırma!
- Kardeşin beni ne karıştırd ı ?
- Hadi had i , b i z i m terbiyemiz sen in g i b i l erle
çene yarıştı rmaya müsait değ i l !
- Ası l benim terbiyem müsait değ i l .
- Sus sus . . .
- Bizim paramız var değ i l mi abla, niye susa-
lım?
Dükkana g ird iler. Yoğurtçunun kızı kaldı . K i rl i
saçları taraz taraz. l çkici, kumarcı babasıyla dört ab­
lasından başka kimsesi yoktu. Abiaları tütün fabrika­
sının kal ı n kal ı n öttüğü sabahlara karışır giderlerd i .
Dönüşte el leri boş . Annesi sağken üzüm, incir, beyaz
peynir, zeytin paketleriyle dönerd i . Yemek pişirird i ,
gece yan larına kadar çamaşır yıkard ı , kızları n ı önüne
oturtur saçları nı tarar, kurdeleler bağiardı kırpıntı­
lardan. Annesi sağken abialan çal ışmazd ı fabrikada.
Kaydırak oynarlard ı , ip atlarlard ı , top. Babası bile bu
kadar içmezdi o zaman .

270
Kırmızı kaatl ı , e l l i l ik b i r çikolatayla çıktılar dük­
kandan, önce kırmızı kaadı , yırtı l ı p atı l d ı , sonra gü­
müş. Daha sonra da bölüşüldü, başlandı yenmeğe.
Çok mu tatlıydı acaba? Gene :
- Onu bana bedava vers el e r yemem, ded i .
Duydular m ı ? Duydularsa ne dedi ler? Yayişleri-
ni görüp imrendiğini bel l i etmemek için gözlerini
yumdu. Yumulu gözleri nin içinde kastları ndan soyu­
lup iştahla çiğnenen çlkolata. Gözlerini açtı, vitri n .
Vitrinde a l , yeş i l , mor, sarı pembe kastlarda çikola­
ta lar. Gözleri n i yumdu, berbere götü rülen, ortakla­
şa çikolata a l ı nan, çikolata bölüşülen kardeş, mavi
arabayı bile sürebilen baba. Sarıyerden çikolata,
Emirgandan keten helvas ı , koz helvası getiren hala.
Gözlerini açtı , yanyana gidiyorlard ı . Yumdu gözleri­
ni, açtı , yumdu. En son açtığı sıra karşı sokağı n dö­
nemecini buldukların ı görd ü . Yumdu , açtı, yoktular
artık. Sokak yutmuştu ikisini de. Tam g idecekti , kaldı­
rım, kaldırırnın dibi, kaldırı rn ı n dibinde kırmızı kırm ı z ı
yanan yırtık çikolata kaatları , ufacık bir toptu buru­
suk gümüş kaat. Çevresine kuşkuyla baktı . Görülüp
.. ç i ngene » denmesinden korkuyordu .
B i r simitçi geldi geçti.
Evlere, evl erin pencerelerine bakt ı . Pencereler-
de tül perdeler.
Eği l d i , gümüş kaadın buruşuk topunu aldı .
Yeni bir simi tç i .
Topmuş g i b i , buruşuk kaadı havaya attı, tutt u ,
attı tuttu . Atı p tutarak b i r sokak, b i r sokak daha, da­
ha sonra daha b i r başka sokak. Yer yer pislenmişti ,
sidik kokuyordu bu sokak.
Gümüşten topu açt ı , çikolata bulaşıklarını yala­
d ı , yaladı . . .

27 1
SÖGÜT VAPRAGI

Artistlerle irili ufaklı figüranların çokluk gırıp


çıktığı kahvenin camekanı önüne u Devri sabı ktan
müdewer• b i r eski küfür gibi oturmuştu. Aşırı mi­
yap gözlüğü, sıkıntı kırmızısından mora çalmış ab­
tak yüzü . . . Görmeden bakıyordu miyop miyop. Gele­
ne bakıyordu , geçene bakıyordu. Gelen geçen hoppa ,
oynak, civelek bacaklar, kad ı n , kız bacakları , eğri,
düzgün, kal ın bacaklar, pırı l pırıl iskarplnler, arsız
mokassenler, ç i ft katlı köseleler ya da yenleri pat­
lak postal lar. Bakıyordu, görmeden. E l l i , hatta e l l i beş
y ı l l ı k yaşantısındaki mavi göklerin altında uslu uslu
yatan kırmızı kirem itli damlar, kırmızısı paslı kire­
mitH damlar, kırmızısı paslı kiremitli damların beyaz
perdeleri inik pencereleri , Arnavut kaldırı mlar, bozuk
parke l i cadde, caddenin sağındaki mesçit, mesçidin
m inaresinde nezleli sesiyle i ki ndi ezanını okumaya
çalışan babas�. kırmızı kiremitleri yosun tutmuş da-

272
ınıyla evleri , evlerinde beyaz bir gölge gibi dolaşan
ınavi başörtül ü annes i , g ü ldüğünü h içbir zaman ha­
tı rlamad ı ğ ı , i lanı hürriyette bir piyade m ülazımı sa­
nisiyle evlenip giden ablas ı . .. Bütün bunlardan te­
k i n i olsun hatırlamıyord u . Geride kalanlara dönüp
bakmıyordu ki, baksa bi le göremiyecekti k i , vakti
yoktu k i .
i lanı hürriyette piyade mülazımı san isiyle evl enip
�ıiden abiası sonunda uzaak çok uzak bir yerlerden .
tepeleri homurtlu mosmor bulutları delen öfkel i
dağlardan b i r Çeçen arabasıyla çıng ı r mıngır dönüp
gelmiş, mü lazı m ı saniyi oralarda, bir komiteci kurşu­
nunun al kan ları içinde bırakmıştı . Bu abla, bu gül­
nıesini h i ç hatıriamadığı abla Zeyrek'te, kahı rdan bel
verm iş romatizma l ı bir ahşap evi n yarı karan l ı ğ ında
bir daha gözlerini hız açmamak üzere kaparken kü­
çük bir kız bırakmıştı . Bu kız neredeydi şimdi?
O zaman lar sünnetçiydi . Cumhuriyet yeni kuru l­
muş, gazeteler Mustafa Kemal Paşa'nın Dolmabahçe'­
li, Florya' l ı resim l erini yayım lıyorlard ı . H avaya zam ,
güneşe zam , gnlgeye zam, ağlamaya gülmeye zam
bi l inmiyordu. Rakı k ı rk dokuza içil iyor, iskarpin pek
pek dört, beş l i raya giyi l iyor. Sultan Harnit devrine
hasret çeken i htiyarlar « N e günlerden geri kal d ı k ,
kıyamet alametler i . .. » diyorlardı gene de orta l ıktak i
pahal ı l ığa. Eciş bücüş sokakları , alt alta üst üste
evleriyle yabancıya öcü gibi bakan eski i stanbul'lu­
lara tarih öncesi kaşalotları n ı hatırlatan dev maki ne­
ler tos vurmuyorlardı henüz. Kocaman havuzuyla
Beyazıt Beyazıt'tı ; kasvetli sarı ayd ı nl ı k cam ları nda
yağmur dam laları n ı n iri iri kayd ığı Ba l ı k pazarı da
Balıkpazarı.
Sünnetçiydi o zaman.
Ağızlarına lokum ya da kı rmızı hal ka şekerleri
teperek .sünnet ettiği çocuklara kal ı n siyah kaşların ı n
altından gözl üksüz gözleriyle baktığı yıl lar.
Parayı avuç avuç kazanıyord u . Tarlabaşı n 'daki
Despina'ya i skarpin, Zeyrek'teki Makbu le'ye fistan,

2 73
Kocamustapaşa'daki Şadiye'ye . . . Sah i , Şadiye ! Oysa
Despina'ya da, Makbule'ye d e değişivermişti Şadiye'­
Y.i . Dudak ları kan kırmızısiyle alev alev yanardı Şadi­
ye'nin, kara kara gözleri vard ı , beni vard ı , gamzesi
vard ı , güvercin göğsü, kar gibi topukları vard ı . Uslu
rüzgarların çaprazlama savurduğu kuşbaşı karların al­
tında donmuş bıyı klarıyle bir buhar kazanı gibi bek­
lerken. bekçi düdükleri sert çizgiler çizerek geçerdi
kuşbaşı karları n savrulduğu karanl ı k boşluktan. Vız­
gelird i . Ayd ı n l ı k beyaz perdede Şadiye'nin hop hop
hoplıyan örgülerine dikili gözleri, yatsı l ara, daha çok
daha sonralara kadar bekler, ayd ı n l ı k beyaz perde
kararınca da abiası n ı n Zeyrek'teki Ayşe yüzlü yeti­
m i n i n hafifçe titreyen ufacık burnuna görmeden ba­
karak, rafta kendini sarı sarı tüketen gaz lambası­
n ı n ürkek ayd ı n lığında bir Iskemieye ata biner g i b i
oturup, Şadiye'yi düşünürdü. Şadiye bekletmezdi çok­
luk . Çıka r gel iverlrdi . Nerden? Nas ı l ? Oda kapısı sı­
k ı s ıkıya kapalıdır oysa. Ama geli rd i Şadiye, gölge
g i b i , bir tutarn ı ş ı k gibi gelir, örgülerini ş ı marık ş ı ma­
rık sal layarak, kucağı na çıkar otururd u .
Günler, hafta lar, aylar . . .
Şadiye günün birinde akl ına uyup gerçekten ge­
l ivermeseyd i , yıllar geçecekti böylesine. Ama gel d i .
Dal lar dolusu çiçeklerle, çiçekler dolusu dalların ba­
harı köpürttüğü pırıl pırıl sabahlardan birinde çıka­
geld i . Bir daha dönmeyecekt i . Ne annesi vardı bun­
dan böyle ne de babası . Bir yastı kta kocayacaklard ı .
Olmad ı . Kocamıya kalmad ı . Geldiğinin haftası n­
da komşunun uzun sarı bıyı k l ı , sarı kıvır kıvı r saç l ı .
Bolpaça Harndi 'sine hişt pişt . . . Asl ı nda h i şt pişti ya­
pan Hamd i 'yd i . Vurmuş vurulmuş, girmiş ç ı km ıştı .
Sol yanağı nda boydan boya kapanm ı ş bir Bursa sö­
ğüt yaprağı n ı n izi , parmakları arası nda sarıkızın en
has ıyla sarı lmış çiftekaatl ı .
Harndi hişt pişt . . Pas almış . .. Gel · demişti b i r
gün. Ne diye gitmiyecekti ? G itmişti . i htiyar annesini
Ettehiyatı p ıtı rdayan dudaklarıyla Küçükpazar'a yol-

274
lamı ştı . Sonra kaparnıştı kapıyı . Gömleğ i , fani layı ,
bahriye Iticiverdinden bol paça pantelunu fora. Şadiye
en çok, göğsündeki barut döğmesi Gülcemal i sevm iş­ '

t L Eğer Ayşe yüzlü yetim akşam dayı sının kulağ ı na


b i r şeyler fısıldamasayd ı . Şadlye « Canım sağ olsun ! "
diye dikilmiyecek, diki lmeyince tokatlanmıyacak, to­
katlanmayınca da eti nden et kopa rı l ı rcas ına bağ ı rmı­
yacak, bağ ı rmayınca da Bolpaça Harndi'nin haberi
olmıyacaktı. O l d u , koştu, geldi, araya gird i . Bolpaça
Harndi nereden bilecekti adam ı n elindeki usturayı ?
Sünnetçi oldu ğunun b i l e farkında değ i ld i . O sıra üst
üste i ki çifte kaatl ı boğmuş, Akkuyruk'la dem l i çay­
dan dört bardak yuvarlamıştı .
Ö nce Sultanahmet, sonra Ü sküclar'da Paşaka­
pı 'sında yattı. Yalnız sünnet değ i l , koton idrofi l , pens,
sargı bezinden de çakıyordu. Sonraları öteki tutu k l u­
larla sürgün edi ldiği cezaevleri n i n i r i l i ufakl ı şişeleri ,
k oto n idrofi l , laska , sargı bez leri arasında . . .

- Ne haber sünnetçi ?
Kal ı n cam l ı gözlüğünün üstünden baktı kupkuru
diki len adama. Beğenmedi . Demek fi l mci lerden avans,
hiç ol mazsa kimb i l i r ne zaman hangi fil imde veri­
l ecek ufacık bir rol e sayılmak üzere bir şeyler ko­
parsa « Ne haber?• demez, « Ka l k " derd i , « Hadi ! n der­
d i , u Yere vurdum enay l leri ! u derd i . • Ne haber? .. de­
yişi , enayileri yere vuramaması ndandı . Dokuz yü z
e l l i sekiz eylülünden, bankalar krediyi keseliberi yere
vuru lmuyorlardı enayi ler. Kal ı n cam l ı büyük masala­
n başında dokuz yüz eli yedi , eli _altı . daha önceki

yı l larda oturdukları gibi otursalar, Yeniharman, S i ­


pahi ya da gıcır gıcır Amerikan Cool'ü Içseler bile,
s ı rtları n ı bankalara, daha çok da b i rtakım beno l a ra
dayıyamayışın s i n i rl i l i ğl bel l i oluyordu. Alev görm G ş
ispirto gibi parlamalar, az önce yaktıkları cigaraları
tablada unutuşlar . . .

Sünnetçi çeyrek saat önce böyle birinin bi ryan­


tinle gıcır gıcır tara l ı saçları n ı , kol a l ı yakas ı n ı , k ı r­
m ızı üzerine siyah çiçekler Jşll kravatın ı , yazıhanesi-

275
ni duvarlarında sıra sıra ası l ı renk renk fi l m afi şl e­
rini görmeden, göremeden, e l l erini oğalıya oğal ıya,
boyun k ı ra kıra, yerden temennalar ala ala d i kildiği .
bütün bu su g i b yumuşak, b i r başka insan karşısın­
da bu aşırı alçal ı ş ı n , hem de pek pek i kibuçu k , beş
l i ra için alçalışın zava l l ı l ı ğ ı n ı idrak ederneden d i k i l­
m i ş, d i k i l m işti . Ama sonunda bu adam , yazıhanes i n i n
duvarları n ı çevird iği ti l i mierin renk renk afiş leriyle
donatan, k ı rmızı üzerine siyah çiçekler işli kravatıy­
la dokuz yüz e l l i sekiz eylü lünden önce banka ve bo­
nolarla barışı kken değil ikibuçuk, beş, e l l i hatta yüz
l i rayı b i l e pek öyle düşünmeden veriveren bu adam .
el indeki kaattan baş ı n ı kaldırmış, i ki buçuk ya da beş
l i ranın getireceği koltuk meyhanesinin k ı rm ızı şarap
ş işelerini tuzla buz etmişti . Ondan sonrası hiçbi r
yerde, hiç kimseye anlatı lacak g i b i değildi Tekme
yemiş köpek gibi ıı H uzur»dan ayrılırken gene de
" Devri-sabı k .. al ışkan l ı ğ ı n ı n yerden temennaları .
-- Ha? Ne haber ?
Sıkıntı kırmızısından mora çalmış yüzüyle gülüm-
sedi
-- Yaş . Sen ?
-- Bende de iş yok .
-- Yok ha?
-- Yok.
-- Ne yapacağ ız?
-- B i l m iyoru m .
-- Eylüle doğru bankalar bono kır � ıya başlıya-
cakmış . .
-- Daha mühimi var Amerika bizde bloke b i r
m i lyarı n ı serbest bı rakıyormuş!
-- H ad i !
-- Şerefsizim k i , gazeteler yazdı !
-- Desene yakında şarabı mıza kavuşacağ ız?
Hoppa, oynak, civelek bacaklar geçiyordu kahve­
n i n önünden. Kal ı n , ince, biçi m l i biçimsiz bacaklar,
p ı r ı lpırıl i skarpinler, yenleri patlak postallar, mokas­
senler . . .

276
A R I Ö L Ü S Ü

Çocuk habire tekrarlıyordu


- Baba bana at a l
Baba ata o t at
Baba ota at at
Baba ata at at

Babalar, otlar, atlar . . . Kocaman burunlu, akları


kıpkırmızı babalar, bıyıklı babalar, bıyıksız babalar,
saka l l ı , sakalsız babalar. Sonra otlar, atlar. Doludizgin
giden atlar, kantarmaları köpük içinde, azgın atlar.
Yol la r uzuyordu mavi dağlara. Mavi dağiarsa tü ller
gibi dalgalanıyordu uzaklarda. Dereler vardı , çağl ıyan­
lar .. Sonra kuş lar, kuşların cıvı ltısı . Kanatları sedef

277
işlemeli kuşlar, mavi kuşlar, yeşi l kuşlar, beyaz kuş­
lar, kuşlar . . .
- Baba bana at al
Baba ata ot at
Baba

Adam b i r yandan b i r yana döndü.


Uykusunun içindeki atlar, otlar, dereler, çağ la­
yanlar, sedef iş lemel i , al, yeş i l , mavi, beyaz, mor
kuşlar s i l i nd i .
- Baba ata o t at
Baba ota at at

Mavi tülden dağlar duman gibi titreşti uzaklarda.


Renkli kuşlar, çiçekler . . .
- Baba, hişt baba !
Ayd ı n l ı k pencereleriyle b i r denizaltı karan l ı k su­
larda yukariara yüksel iyord u . Mavi tül dağlar kaçtı­
lar, kuşları n a l ı , yeş i l i , mavisi sarısı soldu, kuşlar
uçan renkler gibi s i l i nd i l er. Çiçekler de. Gece indi
Dünya'ya. Sonra çiy bir ışık doldu. Açtı gözlerini
- Hıh?
- Babacığım . .
- Ca n ı m ?
- B a k b e n alfabe okuyorum artık, kocaman oğ-
lan oldum!
Adam ın e l i yastığın altından kırış kırış B i rinci
paketiyle ki briti a l d ı . Esned i . Yaşaran gözlerini s i l d i
avuçlarıyla. Avuçları parça parça, yarı k yarıktı. Ya­
rıkların araları k i r l i , d i reksiyon tutmaktan; nası rl ı .
- Erdal 'dan b i l e korkma m . Kovboycu l u k aynar-
ken düşürsün de bak !
Adam yeniden esnedi.
- Babanı n iye uyand ırdın ulan?
- Uyandırd ı m işte.
Adam yeniden esneyekti

278
- i t işme oğluma!
Kad ının vurmak için kalkan eli havada kaldı
- Sen or:ıa böyle yüzveri rsen ..
-· Astar bile veririm. Aslan oğlum beni m !
Kad ı n ı n eli düştü, senra soluk yüzüyle mutfağa
geçti . Küçük ispirtoluğun mor alevine cezveyi oturt­
tu. Adam , traşsız kapkara saka l ı nda benzin kokusu,
işten çok geç dönmüştü. Su hazırlarnıştı yıkansı n
diye . Nerdee? Oğlan da uyuyordu o sıra hazır, kom­
"
şular da. Tam s ı rasıydı ama, nerdeee? Devrilivermiş­
t i yanüstü. Saka l ı nda acı benzin kokusu, olsun, g i r­
mişti koynuna ama nerdeee? Peki ama ne zaman,
nası l ? Hep böyle yorgun dönüyordu işten. Yorgun ar­
g ı n , sakal ı nda benzin, gözlerinde uyku , yarı k yar ı k ,
nasırlı nas ı rl ı avuçlarında kir.
Çocuk uykuda o luyord u . komşular uyku da ama . . .
Kıyam ıyordu uyandı rmaya. Sonra ayıbına da gidiyor·
du. Ne azgın karı demez miyd i ? i stemiyordu böyle
düşünmesini. Ama o gel meden, geleceğine yakın
umursadı ğ ı ol muyordu n Desin be, desinler be, az­
gın karı desin, desinler. Kime ne? Kocam değil m i ?
Uyursa uyand ı rı rı m . Bütün gün direksiyon başında
harap oluyorsa olsun. N iye aldı ben i ? Madem aldı .
çeksin cezası n ı . Uyand ı rı rı m , uyandırırım i şte. Uyan­
sm . . . "
- Baba bana at a l . . Baba be!
- Ha?
- Bana at alsana!

- Al acaksı n deği l m i ?
- Alacağ ı m .
- Yaşası n babacığım. Erdal inanmaz ama i rıan-
masın . Şey de al babacığım Tabanca ! Kovboycu luk
oynarken . . . Erdal 'ı n var. Dakmen tabancas ı . şapka­
sı. ..

- Gov gov gooovv . . . Alacaks ı n değil nı i ?

279
- Ha baba? Alacak mısın?
Kadı n mutfakta içini çekti. On metre patiska ala­
mıyordu bir türlü. Sacaklarındaki donlar yama yama
üstüne. Kaldı ki at. B i r at, en azından dörtyüz, beş­
yüz l ira. Belki de daha çok. Hem, atı nerde saklar,
nas ı l beslerler? Saman, arpası .. Olacak şey mi? Ev
kirası n ı b i l e hala veremediler. Ev sahibi kötü değ i l
a m a , on g ü n geçiyor, veri lmel i !
Kahveyi ispirtoluğun alevinden tam zamanı nda
kald ı rmasaydı taşı p dökülecekti. i ri tıncana döktü
sıcak sıcak, köpüklü köpüklü, götürdü .
- Yaşşa be karı. At da sana, avrat d a !
- At, bana babacığım ..
- Ananı n atı başka yavrum .
- U tanmıyorsun çocuktan deği l m i ?
- N e varmış utanacak? Büyüyüp evleni nce o
da karısını ata ata bindlrecek. Öyle değil m i yavrum?
- Tabi.
- Gördün mü?
- Onun için bindiriyorsun ya , dedi kad ı n .
Adam s ı kı ntıyla
- Ne yapayım?
- N e yapacaksı n ? Yanüstü devri l devril uyu !
- Uyandı rsaydı n .
- S e n i n Içinden gelmeli o . Bakıyorum yatıyor-
sun, haydi d iyorum çok yorgun, uyanması n .
- P e k i şimd i ? Kaçtan aşa�ı o lmaz yan i ?
Kadı n yakalanmış e l i n i kocası n ı n e l i nden kur-
tardı
- Del i !
- Ne var?
- Derd i n dibi.
- Oğlunsa, savarız.
- Komşular?
- Boşver.
- Ol maz.

ıım
- Ne zaman ya?
- Gece.
- Olmuyor ki !
- Uyumazsan olur.
Cıgarasının dibini tablada ezdi
- Oğlum, git bana bakkaldan cıgara a l !
- Peki babacığım. Sen d e bana a t alacaksın
ama?
Kadı n utançtan kıpkırmızı, mutfağa kaçtı . Ka­
pıyı itti ama ardından sürgülemedi . Adam hiç vakit
geçirmemenin gerektiğini b i l iyordu.
- Ay val iahi deli bu ada m !
- Deli m e l i . .
- Komşular diyorum, val iahi komşular . . .
- Başiarım şimdi komşularından!
- Oğlan geliverir.
- Gelmez.
'- Valiahi gelir, b i l lahi gel i r. . .

M utfağı n lôşluğunda b i r eşek arısı Kocaman !


Küçük b i r jet vını ltısıyla sarı sarı dolaş ı yordu. Cama
toslad ı , yere düştü. Adam böyle şeyleri görecek hal­
de değ i l d i . Gene de eziverdi ayağıyla. Mutfağın nem l i
toprağı nda çamura kesm i ş arı n ı n k ı l k ı l bacakları ,
ezi lemeyen sarı , sert s ırtı , kabuk.
- Babaa!
- Oğlan geld i , çabuk !
- Boşver, gelsin . .
- Yeter azgı n herif, yeter!
- Eeeeeh be ...
D ışarda oğlan
- Babaaa!
- Hoop.
- Ne yapıyorsunuz orda?
Kad ı n telaşla kapıyı açtı . Saçları darmadağ ı n ,
elmacı k kemikleri al al

281
- Mutfağa kocaman b i r arı g i rmişti oğ lum. Ba-
ban öldürdü de ..
Oğlundan utanarak kaçtı.
Don paça baba arı ölüsünü gösterd i
- i şte, bak !
Çoçuk a r ı ölüsünün başı nda kald ı , çömeldi. Son­
ra b i r değnek geçirdi el ine, kurcalamağa başladı arı
ölüsünün kal ı ntı ları n ı . Daha sonra değneği atı p kalk­
tı.
Nedense can ı n ı sı knııştı arı ölüsü.

2S2
KOVBOYLAR

Güneş, koyu gri bulutlar ardı nda s i l i n i p gitm i ş .


Dünya adeta gri . Soğuk gri , esen rüzgar gri , kara kar­
gaların acı gıcırtı larından i baret sesleri g r i , çoc·_ ·k
çığlıkları bile gri.
Soğuktan mosmor çocuklar, kızl ı oğlan l ı , sokağı
doldurmuşlar. Oğlanların başlarında gazete kağıtla­
rından külahlar, bel lerinde, kayış yerine kul lanı l m ı ş
kı nnaplara geçiri l i beygir y a d a öküz çene kemikleri :
Tabancalar. Çocuklardan b i rkaçında at yerine sopa­
lar. Sopalarına at'mışlarcasına kuru lmuş, alabildiğine
ciddiler. Sümüklerin i arada kol iarına sili s i l iveriyor­
iar. Çocuklardan çoğu sümüklü ama, hemen hepsi de,
at üstündeki a Komutan .. Jarından ciddi b i r sab ı rsız­
l ı k içinde Yanıt .. bekl iyorlar. Yanıt. tek yan ıt! Şu
a

anda artık ne ana, ne baba, ne öğretmen, ne abla,


ne ağabey, ne de Allah! Sopadan atları üzerindeki
· Abi •ler ana, baba, ab la, ağabey, oku l , ekmek. Tek
yanıt, evet tek yanı t ! Ö lüme seve seve gideb i l irler!

283
Arkadaşları arası ndaki adı " Ya ss ı " olan elektrik­
ç i n i n oğlu, karşıdaki pembe evin köşesine g izlenme­
ğe çalışıyor. E l i nde boyaları dökü lmüş teneke b i r ta­
banca. Tabancası , yayianmış i nce bacaklarıyla alesta.
Yanındaki n i n .. Heeey Cooo . . . .. m ı rı ltıs ı n ı duymuyor .
.. Heey Cooo . . . " Çatalkafa'nın dudukl arında mı rı ltı . M ı­
rı ltı ama Çatalkafa'nın da duyduğu yok dudaklarında­
ki m ı rı ltıyı .
Yakınlarda b i rden b i r mantar tabaneası patladı .
Yan ı t b u muyd u ?
Sokak b i r anda çocuk çığlıklarıyla doluverdi
- Kıy kıy kı ı ı !
- Yip yip yuuuu ! !
- Haloo Devey Kroket . .
- Haloo V i i Boney . . .
- Okey ..
............... .........?

Sokaktan b i r takım adamlar gelip geçiyor. Ka­


d ı nlar .. H i ç biri di kkat b i l e etmiyor çocuklara. Kafa­
ları ya b ilmem hangi bankadaki bonusunun ödenme­
s i nde, ya da çocuğunun patlak ayakkabı sı nda, ev
kirasında, yetişmeyen maaşında.
Yalnız biri. Uzun boylu, i riyarı. Kocaman elli ayak­
l ı . . Geniş kul akları , kocaman el leri ayaklarıyla duru­
yor üstel ik. Bakıyor çocuklara hiç çocuk görmemiş­
çesine. Kulak veriyor .. Kıy kıyy .. larla öteki lere. Bu
d i l i anlam ıyor ama merak dolu. A nlamaya çal ışıyor,
anl ıyamıyor. Burası Türkiye m i ? Bu memleket i stan­
bul mu? Bu maha l l e i stanbul 'dan herhangi b i r sokak
m ı ? Sakın yan ı l m ı ş o l mas ı n ? Belki de gece uyurken
C i n 'ler a l ıp Ameri ka'ya götürmüşlerd i r. Götürmüşler­
d i r de şu an, Amerika'da, Amerika'nı n herhangi b i r
i l 'i n i n , herhangi b i r sokağı ndadır. A m a olamaz, şu mi­
naresi gözüken cam i , şu tahta - boş, şu şehr:is, şu
müslü mı:.nca bakış lar . . .
- Yip yip yuuuu!
- Kıy kıy kıyyy..

284
- Hello Vii Boney . . .
- Okey Devey Kroket!

Hayır hayı r, C i n 'ler hiç bir yere götü rmem işler­


d i r . Camisi , şehnizi , tahtaboşu, müslüman bakışlarıy·
la bu kent i stanbul 'dur, bu sokak da i stanbul 'un her­
hangi bir sokağ ı .
Bir kız çocuğuyla göz göze gel iveriyor b i rden .
Kız gülümsüyor. Soruyor kıza
- Ned i r bunlar?
Çocuk anlam ıyor
- Ne?
- Bu çocuklar?
Ufacı k ufac ı k gülen mavi gözlü kızın saçları sa-
rı, kıvı r kıvı r ama k i rl i .

- B i l miyor musun?
- Neyi ?
- Çocukları ?
- Yoo . .
Ufacı k k ı z birden heyecanlanarak seslen iyor
- Yass ı ı ı !
Vassı , pembe konağ ı n köşesi nde gizli
- Ne var be?
- Bu adam var ya ?
Yassı sinirien iyor
- N 'olmuş?
- Bi l miyor!
Yassı daha sini rieniyor
- Neyi bilmiyor?
Kız anlatıyor Bu çocukları , oyunlar ı n ı , haykırış­
tarını falan. Yassı 'nın cı Vil Boney » l l ğ i ndeki sihir bo­
zulmuştur. El ektri kçi nin oğlu Vassı Yunus'tur. Lanet
olsun , h i ç de istemiyordu Yunus'luğunu hatı rlamay ı .
Bıkmıştı " Yunu s , Ji.ıktan. Şu an V i i Boney'd i . Oyun
süresince hiç olmazsa, Vii Boney olarak kalmal ıyd ı
Nereden ç ı ktı şu adam? Şu p i s kız neden ·Yassı ! ·
d iye bağ ı rd ı ?

285
Adamın yanı na geld i , küçümsiyerek bakt ı . Kafa­
s ı ndan tozlu dergi ler, ti l i m ler geçti bir an y ı ğ ı n yığın,
Yığın yığın serüven f i l i m lerindeki Pekos B i l 'ler, B i l
Kid'ler. başkaları . . Dudak büktü . Demek b u adam n e
o derg i leri okumuş, ne de o y ı ğ ı n y ı ğ ı n t i l i m ieri sey­
retm işt i ?
Yass ı ' n ı n dudak büküşü adam ı kendi içinde kü-
çültüyor. Çevresine utançla bakıyor.
Kız'sa azıtıyor
- Çocuklaaar!
- Hoooop?
- Bu var ya bu? Koskoca adam?
Değnekten atı üstünde Tuğrul abi , çevresinde
i r i l i ufaklı arkadaş larıyla koşarak gel iyor
- Evet? Nolmuş?
Kız gene al al anlatıveriyor. Tuğrul abi de Yassı
gib dudak büküyor
- Vay cah i l vay!
Yassı yapıştınyar
- Yuuuuh !
V e çocukların yayl ı m ateşi
- Okula git okula !
- Anana söyle, seni yeniden doğursun '
- Kulaklara bak kulaklara . . .
- Ya burun?
E l ler? Ayaklar?

Adam ı n başı dönüyo·. Kocaman e lleri , ayaklar ı ,


kulağ ı , burnu . . . Utanıyor bütün bunlardan . Ü stlerine
yürüse, tekme, tokat girişse? i yi ama hemen büyiik­
leri yetiş i r, «- Çü ş» derler, .. kazı k kadar adam . B i r
k a r ı ş çocuklara uymuş. H a yarma haa! »

M ı n idanabiiiyor ancak
- Ne olmuş kulaklarıma?
- Daha ne olacak yelken mubarekler yel ken !
- A i leleriniz size hiç terbiye vermiyor m u ?

286
Arka lardan i nce bir ses
- Bakkalda yeni bitmiş amcaaa !
Kahkahalar.
Adam kulaklarıyla e l leri, ayakların ı n büsbütü n
b i çimsizleştiğlni sanmanı n kahrı i çinde, başı dönrne­
ğe başi yor. Adımları açıp kaçamaz. Kaçma�a kalksa
caddeye kadar kovalarlar, belki de taş, domates fa­
lan atarlar ardı ndan . Hoş, mevsim kış, domates, pat­
l ıcan yok ama, bunlar, bu çocuklar bulabl l i rler. Çün­
kü bu çocuklar hiç benzemiyor onun çocukluğuna.
Bu çocuklar gibi, hiç kimsenin kulağına, burnuna, el­
leri ayaklarına di kkat etmezl e rd i onlar çocukken.
Böyle « Kı y kıy kıyy•lar, «Yip, yip y i p • ler falan da
bilmezlerd i . Değnekten atları olmuş olab i l i r ama,
.. Kıy kıy kıy • ları , «Vip yip yip • l eri ? Hayır. H iç
hatırlamıyor.
- A a .. bakışa bak!
- Kulaklara diklllz!
- Burnu neye benziyor b i l i n ba ka l ı m ..

Bi lemiyorlar. Kız
- Havuca, diyor.
B i l Kid. Pekos B i l , T o m Tex, V i i Boney, Deyvi
Kroket.
- Hayd i bakalım a l voltan ı !
- Kaz ı k gibi diki lmesene be!
- Ne biçim bakıyor yahu?
- A a . . gülüyor!
Gü ldüğü falan yok oysa, ya da ona öyle geliyor.
Dünya sarsı l m ı yordu şüphesiz, tepesinde dönüyordu
da ama nedendi bu uğultu kulaklarında? Bastığı bozuk
parke l i sokak kayıyor glb o luyordu ayaklarının alt ı n­
d a . Bas ıp g id ebilse, ah gidebilseyd i .
- Al sana voltanı b e !
- Keriz!
- Yoksa canın taşlanmak m ı i stiyo r ?
B i r seksen boyu, seksen b i r kilos u , kocaman
posta l ları.
B i rden h i ç hesapta o lmayan b i r şey B i r ye r l e r-

2ıl 7
den değnekten atlarıyla b i r başka çocuk alayı y ı l d ı ­
r ı m g i b i daldı sokağa ·:
Halooo Devey Kroket!
Halooo Vi i Boney !
Rancırı arıyoruz ..
Doktor'la Konyakçı Rancı r'ın ardı nda Kuzey'e
g itti l e r !
- Tenkyuuu . ..

- Tenkyuuu . . .
- Rancırla arkadaşlarını bulmak üzere Ku-
zey'ee !
Adam gerçekten şaşarm ı ş , gerçekten aptalleş­
m ıştı ama art ı k çocuklar onu unutmuşlard ı . Değnek­
ten atları üzeri nde, sonradan gelenlerin kalaba l ı ğ ı n ı
a rtırarak y ı ldır im gibi uzaklaşırlarke n , sesleri perde
perde dağ ı l ı p s i l i ni yordu
- Düşmaniara ölüüüü ü m !
- Kahrolsun Kara Y ı laaaaa n !
Kahrolsun Atmaca Göz!

288
F I R L A M A

Yaz, k ı ş onu o rada, görevli kahyanı n bulunduğu


o sokakta, dolmuşlara müşteri bulmak için bas bas
bağ ı r ı r görrneğe alışmıştım
- Aksaray - Beyazıt, Aksaray - Beyazıt!
- Aksaray bir, Aksaray bir, Aksaray b i r !
Va da
- Beyazıt, Beyazıt, Beyazıt!
Yazın s ıcaklarda yal ı n , topacık ayaklarıyla kal d ı ­
r ı rn ı n kirli betonuna sağlam sağlam basarak ardan
oraya koşar. boş, dolu, b i r dolmuş gelmez mi hemen
f ı rlar
- Nereye abi ?
Şoför söyler. Oysa başiardı
- Beyazıt, Beyazıt, Beyazıt!
Yalnız şeförler değ i l , müşteri lerin de işine yara­
d ı ğ ı için, çeyrekler, arada yirmibeşli klar esirgenmez.
O, bu paraları u H a bereketn d iye yüzüne gözüne sür-

289
dükten sonra, yer yer yamalı panto lonunun cebine
i nd i riverirdi .
Mangırları birikecekti . Sıcaktan g ı rtlağı yanmak
deği l , ölse, l i monata, buzlu ayran, şerbet şöyle dur­
sun, bardağı çeyreğe satı lan soğuk su bile içmezd i .
Ayrana, l imonataya , suya verecek parası yoktu. Evet,
b i liyordu, çeyrek çok b i r şey değildi ama, olsun . Pa­
rası hiç eksilmeme l i , tam ters i , çoğalmalıyd ı . Çoğal­
mal ıydı ki , geçen yıl olduğunda ayaz almasındı okul­
dan. Geçen yıl mang ı rı yetişmediğinden okulun pul­
l u , fotoğrafl ı kağıtların ı tamaml ıyamamış, gi reme­
miş. Bu yıl girecek, g i rmesi gerek. Bu yı l da g i re­
mezse bir daha hiç gi remez. G i rerneyince okuyamaz,
okuyamayınca kahya, pek pek babası gibi harnal olup
kal ı r.
Harnal olup kalmak istemiyor!
Okul kayıtlar ı n ı n başladığı günlerde ortalardan
s i l i nd i . Eh dedim kendi kendime, herhalde yazılmış-
tır.
Dün akşamüstü arka sokaklardan b i ri nde karş ı -
l aştı k
- Vay, dedi m . N erelerdesi n ?
G riye çalan açı k mavi göz leri bulandı
- Yaş abi , ded i .
c- N iye?
- Gal iba gene kahyalığa başlıyacağı m . .
- Oku l ?
- Hava.
- iyi ama, neden?
- Kahyalığı b ı raktı m . Annem okula yazdı racak-
t r , olmadı.
- Mang ı r mı yetişmedi ?
- Yok canı m . . Babam . . .
- Okula g i rmene razı m r olmad ı ?
i ç i n i çekti
- Babam çakmaz öyle şeylerden. Evde birbi ri­
mizi görmeyiz b i l e doğru dürüst .. Takmış kol una yeni
bir gaco, çekmiş gitmiş nereye gittiyse. Annem hep

290
ağ l ıyor. Kardeş i m dersen boğmaca'dan horoz g i bi
ötüyor. Gel de oku l u düşün!
Gözlerini koluyla sildi.
- Geçen yıl da böyle, tam yazı l acaktı m , hava.
Yaz ı l sayd ım şimdi i kiye geçmiş olacaktım , Erol gibi !
- Erol k i m ?
- Fiyakacının biri. Sı nıfların ı n tak ı m ı nda sağiç
oynuyormuş. Ben ya? Mahal l ede bez topla aynarken
baş ı n ı döndürürdüm enayinin. Bi çal ı m , bi çal ı m da­
ha . . .
- Sen ne oynuyorsun takımda?
Gözleri parladı
- Ben mi? Santrafor, santrhat, iç, açık. Kale­
c iden başka herşey. Erol da ne? Bi çal ı m , bi çal ı m
daha, b i r ş u t. . . Bu yı l okula g i rseydi m görürdü o .
S o l u yok enayinin. Benim, sağ, sol .. Okula g i rsem d e
arsada sınıf maçına ç ı ksak . . . ama, bu y ı l d a hava
gal i ba !
Eşeled i m
- Demek baban hayı rsızın b i r i ?
- H e m de n e . . . Annemi boyuna gebe b ı rakmak-
tan başka b i r şey gelmiyor el inden. Geçen gün hamal­
larla bahse tutuşmuş. Sırtı nda yüz mü, yüz e l l i m i ,
i k i yüz mü k i loyla, Ş i şhane 'den yukarı ç ı kab i l i r misin
ç ı kamaz mısın d iye . Sarhoşmuş bizimki. Ç ı karı m de­
m i ş . Sırtianmış yükü, dayan. Az kals ı n kalbi duracak­
m ı ş . Ş i md i de bu dalga, karı dalgas ı . . Erol 'a öyle içer­
l iyorum k i , enay i , sen i n baban harnal diyor. Hama l ,
evet, n e var ? ' Kötü mü hama l l ı k ? H i ç de b i l e. i çkici ,
karıcı ol masa . . . Çok para kazanıyor ha! Ama ben i m
babama? B ı rak!
- Erol 'ün babası n ec i?
Omuz s i l kti
- Ne bi leyim ben? Kıyak b i r Desoto'ları var.
husus i . Annem d iyor ki, boşver Ero l 'a d iyor . i nsan
babasına güvenmemel i . Doğru . O beni m yerimde ol­
sun da göre l i m . . .
- Nası l ?

29 1
- Nasıl olacak, okulu bı rakıp ekmeğini taştan
çıkars ı n . Ben ol masam annem de, kardeşlerim de
aç kalırlar!
- Annen çalışmıyor mu?
- Şişe yıkayı cılığı yapıyor. Şişe yıkayıcılığı da
n e , hava. H e r şey ateş pahası . Küçücük bir odada otu­
ruyoruz, ev sahibi boyuna asıl ıyor kirayı artırın diye.
Yalnız bize deği l , öteki kiracılara da. Akıl diyor, dök
g azyağını , çal kibriti , yak. Ama sonra düşünüyoru m ,
_
yaş . .
- Niye ?
- Koca konak yahu. Var kırk, e l l i oda. Odalarda
mi l let iyi kotü barınıyor. Yandı mı fak i r tıkara ne ya­
par?
Dokuzuna basmı ş mıydı b i lmiyorum.
- Demek bu yıl da okul güme gitti ha?
- Sorma abi, Babam dönüp gelmezse . . . Gele·
cek yıl gene dayanacağı m ama, Erol geçecek üçe.
Geçsin. Matrağa alsın beni de bak!
Erol 'a çok içerl iyordu nedense.
- N e yaparsı n ? diye sordum.
E l l erini yumruk yaptı
- B i , bi daha . . .
Yüzü kıpkırmızı kes i l mi şti .
- Sonra ?
- Sonrası var m ı ? O bana, ben ona. Al lah han-
gi mize verirse ..
- Daha sonra ?
Cin gibi baktı yüzüme
- Benimle matrak geçiyorsun ga liba abi ?
- Yoo, neden?
Bir an gözleri karşılarda bir yere kal ktı , baktı b i r
süre, sonra bana çevirdi griye çalan bebekli gözl e ri-
ni
- N e düşünüyorum bi liyor musun abi ?
- Ne düşünüyorsun?
- Bu kış kana kana ça l ışayım , mangı rları b i r
kıyıya . . .

292
- Evet?
- Seneye . . .
- Gene oku l a m ı ?
- Okula. B e n okusam . . .
- Okusan?
- Kaptan olı:ı rdum!
Gözleri gene uzaklara kayıp gitti . Baktım baktı­
ğı yere. Deniz vardı . Denizde gemiler, b i r yelkenl i .
i çini çekti
- Vapur görmüyor muyum akl ı m gidiyor !

- Ya kaptanların e l biseleri ?
........................?
- Dünyayı dolaşmaları da caba. Denizler haki­
mi filminde b i r kaptan vardı . . .
B i rden heyecanland ı . Göğsü körük gibi i n i p i n i p
kalkıyordu.
- Gemi bi. karaya oturdu abi , yerli le r hüryaa . . .
derken gemideki lerle b i r kavga. Kaptan'ın sevg i l is i n i
alıp götürüyorlar. Götürüyorlar ama kaptan esas l ı !
Yüzüme soru halinde baktı
- Abi be . . .
- Ha ?
- Yerliler tayfaları kaptanla birlikte bağ ladı lar
da, neden öldürmediler?
........................?
- Sonra kız, kaptanın sevgi l isi.. B i r kız ne k i ?
B i r yerlere hapsetti ler, nöbetçi koydular kapısına.
Derken kaçtı kız. Nasıl kaçar?
. . ................?
- Kaçtı diye l i m , kaptanı nasıl kurtardı ?
..................?
- Bu film işleri bana yaş g i bi geliyor..
- Neden?
- Bir kız be abi. Nas ı l kaçabll i r? Yerlilerse dev
gibi!
..................?
- Slnemada oranlar hep numara değ i l m i ?

293
- Numara.
Bir süre düşündü. Sonra :
- Ah, ded i , ah be baba bel
. . . . . . . . . . ........?
- Nerden buldun o karıyı ? Sırasımı be? Gel
çeluğunun çocuğunun başına da kurtar ş u fakiri be!
Yan ı m ızdan, her yanı k ı l içinde bir harnal geçi­
yordu. Yük altında iki kat. laf attı
- Ne haber fırlarnal
Çocuk ş imşek gibi döndü, ana avratl ı bir küfü r
sal ladı hamala. Sonra bana döndü, kıpkırmızı
- Afedersi n abi , ded i , çok afede rs i n ..
Öyle
içeri iyerum ki şu tırlama sözüne!
- Seni tanıyor mu?
- Babamın arkadaşı . . F ı rlama fı rlama . .
, .

Usul lacık sordu


- F ı rlama ne demek be abi ?
- B i lmiyoru m . Sen?
- Ben de b i l miyoru m .
- O halde kızma b i l mediği n şeye . . .
Yan ı mdan kurşun gibi uzaklaştı . Karş ı larda k ı sa
pantolonlu, tem i z pak b i r çocuk gidiyord u , seslendi
- Erooool !

294
Y l R T l C I K U Ş

Tam karşısı nda oturan bu kadın , yusyuvarlak


gözleriyle yırtıcı bir kuşu hatırlatan bu kadın , kimdi ?
Cigarası n ı avuçları içinde yaktı. Sanki vapurun
en alt kat salonunda değ i l de, güvertedeydi ; cigara­
s ı n ı avuçları içinde yakmasa h ı rçın rüzgar söndüre­
cekti .
Peki ama bu kad ı n ?
T a m karşısı ndaki s ı rada , nerdeyse ağlıyacakmış­
cas ı na oturuyordu yırtıcı kuş gözleriyle. Bakışları ba­
kış değ i l , el leri e l . E l l eri b i r kuşun pençeleri gibi
gerg i n , s i nirl i . Efler e l değ i l , pençe, gözler göz deği l .
Tı rnakların ojesi yer yer k ı rı l ı p pul pul dökülmüş, du­
dakların ruju da. Güzel l iklerini yabancı erkek bakı ş­
ları nda okumağa çalışan kadınların kontrol ü de yok .
Zava l l ı değ i l , kad ı nca meydan okuyucu değ i l , güzel
değ i l , çirkin deği l . Yatı labilir, yatı l m ıyab i l i r. Rakı ,
şarap, hatta viski sarhoşluğu yüklü çılgın aşk gece-

295
lerinden sonra unutu l manın, b i r daha da hiç hatırlan­
mamanın korkunç karanlığına g idebi l i r ; gitmiyeb i l i r
de.
Tanış biri , y a d a tanış birini hatırlatarak bakıyor.
Bakış ları , bakışları artıyor. Yatı labi l i r, yatılmıyabi l i r ,
unutu lup unutu lmıyabi l i r.
Adam cigarasından yeni b i r duman a l d ı , tavanda
gezdirdi bakışların ı , sonra da pencerelere kayd ı rd ı .
Buğulu camlar ötesinde duman duman uzaklar. Mavi
deniz, mavi gök, sisler içindeki adalar filan donuk
kartpostaUar kadar renkl i , Kınal l , Burgaz, Büyükada,
Heybe l i . Surgaz'da Kalpazankaya. Kalpazankaya'da b i r
yaz g ü n ü Sevim'le . . .
Cigarasından yeni bir duman a lacaktı k i , gene
o kadının bakışlar!
Sevim 'l e Kalpazankaya 'nın oyukları içinde, tuzlu
sularda yüzmüşlerd i . Deniz, yalçın s iyah kayalar, Se­
vim. Kırmızı, k i remit kırmızısı bir mayo g iymişti Se­
vim. Mayoyu öfkeyle geren göğsü, kalçaları . Peki
ama bu kadın, boyuna bakan bu kad ı n . Tanıyor muy­
du? Yı l larca önce, hakim babasıyla dolaştıkları Ana­
dolunun gaz lamba l ı , mars ı k kokulu gece lerinde,
· Baba»nın « Mektebi - Hukuk »tan arkadaşı bir « Müd­
deiumum i » , bir « Mustantik ( 1 ) • ya da « Katibi-adi l (2) ..

evinde tanışılmış küçük b i r kız m ı ?


Cigarasından yeni b i r duman.
Camlarında griler uçuşan gözlükleri ardından
böyle bir kız hatı rladı birden. Kulaklarında kan dam­
lası küpelerle cin m i cin. Gece. Babaları kahveye ç ı k­
m ı ş lard ı . Anneleri Tatar böreği için hamur kesiyor­
lard ı öbür odada. Kızla yalnızdı lar. Kulakları nda_ kan
damlası küpeler. Uzun siyah kirpik l i gözleri boyuna
gülüyordu. El leri , yaramaz, küçük beyaz el leri . Doku­
nuyor, vuruyor, itiyor, çekiyor. Gülüyordu i nci dişle-

(1 ) Mustantik ...,-- Sorgu yarg ıcı.


(2) Katibi adil - N oter.

296
riyle çokluk. i l l e de sırtüstü yuvarlanıp, bacakları
havaya d i k i l i nce.
Yeni bir duman. Kad ı n ı n yırtıcı kuş gözleri .
B i r ara etekleri gene açılm ıştı , bacakları. Gül­
müştü g ıd ıklanmışcasına. Sonra da çılgın b i r davra-
nrşla sedirden yuvarlanmıştı Güm !
Ö bür odadan annesinin cigaradan kal ı n iaşm ış
erkek sesi
.. Durdanee l
u

Kad ı n ı n y ı rtıcı kuş gözleri, pençeleri .


Bu kad ı n o gün lerin Dürdanesi m iydi? Kulakların­
daki küpeler. Küpeler kan damlası deği l . O günden
bugüne kalacak değ i l ler ya!
« Durdanee ! o
« Efendim anne ? u
« Ne oluyor orda ? o
« H iç . Oynuyoruz. •
B e l k i de Durdaneydi bu. Yırtıcı k u ş gözleriyle,
pençelerinden sonra kadın ı n naylonu tel tel kaçmı ş
çoraplı bacaklarına takı ldı gözleri. Naylonu tel tel
kaçmış çoraplar, modası geçmiş eski siyah iskarpin­
ler, ama s ı msıkı bacaklar. Durdaneninki gibi. Anne­
leriyle hep bir odada yatıyorlardı kısık idare lamba­
s ı n ı n ö l ü ışığı nda. Babaları da bitişik odadayd ı lar ka­
l ı n öksürükleriyle. Durdaneyle yanyanaydı yatakları .
H i ç mi uyumamıştı? Uyumuş uyanmış m ı ? Uyanma­
mamak üzere uyuyordu da uyandırılmış m ıydı? B i r
e l , ufacık b i r e l , Durdane'ni n yumuşak e l i uyandı rm ış­
tı. Duvarın ötesinde kalı n öksürükler. Korkmuyordu,
küçük beyaz e l . Yorganın altında, uyandırmağa çal ı­
şıyordu. Uyandırm ıştı da. Uyanınca tutuvermişti ya­
ramaz e l i . El, el ler, e l ieri n çekişmesi , idare lambası
kadar kısık bir g ü l üş, bir fıkırdama.
Bu bacaklar kadar sımsı kıydı o geeeki çocuk ba­
caklar!
Gözgöze gel iverdiler birden. Ruju s i l inmiş du­
daklar b i r şey mi sordu, ona mı öyl e geldi .
- Efendim ? ded i .

297
Yırtıcı kuş göz leri büyük büyük açı ld ı
- Bana m ı söylüyorsunuz?
- Ası l siz bana bir şey söylediniz gal i ba?
- Ben mi?
- Evet.
- Hayır, hiç bir şey söylemed i m .
- O halde affedersiniz.
Gü ldü
- Beni birisine m i benzettiniz?
- Siz beni benzetmediniz m i ?
- Gözüm ısı rıyor g i b i ama.
- Ama?
- Kadıköyde mi oturuyorsunuz?
- Evet. Siz?
Y ı rtıcı kuş gözlerde bir derlenip toplarianma .
Çevresine telaşla bakınma, pençelerde titreme. San­
ki sert b i r kanat davranışıyla uçup gideckt i . Sonra
hiç bi r şey yapamıyacağını anlayışın çaresizliği, b i r.
h e r şeye boyun eğiş , bir kendtni sal ıverme. Vapur
da Kadıköy iskelesine yanaşmıştı zaten. Kalktı .
Adam da kalktı . Tam arkası ndaydı kadının Durdaney­
di bu, sağlama Durdane. Otuz y ı l önceki gazla lamba­
lı Anadolu gecesinin ahşap evinde yarım kalan niyet­
l eri bugün n için g erçe k leşmesi n ?
- Kadıköyünün neresinde oturuyorsun?
Usullacık arkaya ba ktı
- Altı aydı r yerim yurdum belirsiz.
Omuzlarında hüzün. Kalabalıkta ağ ı r ağı r yuru-
düler, yanyana. Havı dökül müş siyah mantesunu ge­
riyordu, sıkı sıkı. Durdane g i b i . Durdane de k ı rmızı
çiçekli pazen a ntaris i ni gererdi böyle. Sığmazdı en­
tariye bembeyaz etiyle, idare lambası nın ölgün ışığı
yüklü ahşap evinde sabaha kadar uyumuşlardı o ge-
ce.
Kadıköyünün çok yapraklı ağaçlarını karıştı ran
ayd ı n l ı k rüzgarına çıktılar vapurdan. i skele, yeş i l .
k ı rmızı tramvaylar, sarı otobüsler, dolmuş, taksiler
kendil erini rüzgara kaptı rmışlard ı . Pardesüsü içinde

298
erkekler, mantoları içinde kadınlar, at kuyruğu saç­
larıyla kızlar.
Aüzgarda yanyana yürüdüler.
- Sen Durdanesi n değ i l m i ?
Yırtıcı kuş gözleriyle şaştı
- Ben m i ? Yoo.
- Ya ?
- Hayriye'yim b e n . Kocam Hayruş derd i . Lakin
oğlum, Ahmed i m .
Durdanel i gece , geeel i idare l ambası , kalı n kal ı n
öksürüklü bir duvar öte, duman gibi uçtu . Durdaneli­
ğini yitirm i şti kadı n .
- O ğ l u m , Ahmed i m , yavrum.
· Ö ldü · karşılığını a lacağını b i l e b i le sordu
- Ne oldu?
- Analığı.
- Analığı mı? Kocan seni bırakı p başkasiyle ın i
evlend i ?
- Ben d e nikahlısı değ i l d i m . Onu getirdi üstü­
me. Gece gündüz içer. Çakmakç ı larda kazandığını
içkiye verir. N i kahl ıyacakmış onu . Nikahlanacağ ına
göre benden güzel olsa, benden evc iment olsa!
Yırtıcı kuş gözleriyle büyük büyük sordu
- Onu asarlar deği l m i ?
H iç gerekmezkan çevresine bakındı adam . Yırtıcı
kuş gözlerinden ürkmüştü belk i , belki de böyle bir
soruyu bekl emiyordu. Karş ı l ı k vermed i .
- Sen b i l i rsin, dedi kadı n . Kravatın hakiın i erin
kravatı ndan, b i l i rs i n sen. Şapkan da. Asarlar mı onu?
- Niçin? Ne yapt ı ?
- Koca m ı n oğlunu, Ahmed i boğdu ! !

- Boğdu mu ded i m , estafuru l lah, boğmuş. Be­


nim nerden haberim o l acak? KomŞ ulardan duydum.
Bugün, estafurul lah geçen hafta, i p l e boğmuş. Evi­
mizin ardı nda odunluk vard ı , oraya atmış ölüsünü .

- Yarı n gazeteler yazar değ i l m i ?

299
- Yazar.
- O karıyı da asarlar öyle ya.
- Yakalanmış m ı ?
- Ki m ?
- Kadın.
- Yok canı m , yakalanmadı daha.
- Polisin haberi yok mu?
- Yok. Var. Estafuru l lah, ben nerden bi l eceğ i m ?
Ahmet, kocamın i lkindend i . Nikah l ı sından, H ü kümet
beni işe karıştırmaz değ i l m i ?

- Benim suçum yok. Altı aydı r ayrıyım. Adam­


la yaşıyan o. Akı l var yakın var. Onu n i kah da ede­
mez. Hapse atarlar, sonra da asarlar. Assınlar, oh ol­
sun. C i n çarpar gibi çarptı adamı benden, Ahmedin
ölüsünü de bulamazlar odunlukta. Bulsalar b i l e . Ben
altı ayd ı r ayrıyım. Bana göre hava hoş. Ama onu
asarlar.
Yırtıcı kuş gözler açı l ı p kısı l d ı .
- B e n akı l larına nerden geleceğim?

- Gelsem b i l e , yemi n ederim , kitaba el basarı m .


Boğan o . Benim üvey oğlum sayı l ırsa onun d a sayı­
l ı r. Gece, gündüz onunla. Ben altı aydır ayrıyım. Kom­
şular anlatıyor, pis pis pismiş. Sen nerde o nerde di­
yarlar. Tabi komşu lardan da sorar soruşturu rlar?

- Komşular, altı ayd ı r ayrı, derler, beni öğerler.


Bir de kitaba el hastım m ı . Öyle değ i l m i ?
Adam tam zamanında fötr şapkas ını tutmasa, rüz-
gar a l ı p götürecekti.
- Ö l üsü bulundu mu çocuğun?
- Bu lunmadı daha.
- Bütün bunları sen nerden bil iyorsun o halde?
Yırtıcı kuş gözler çevrede çığl ı k çığ l ı k dolaşt ı ,
sonra adamın elini tuttu çığlık gibi
- H iç kimse beni m kadar karnıyarık yapamaz.
Evcimentliğimi bütün maha l le l i b i li r. Yaşım da otuz

300
yok daha.

- Beni yanına al, sakla. Seni n hizmetini goru­


rüm, karıl ı k ederim sana, para almam . Senin yan ı n­
da olduğumu nerden bilecekler? Bizim hükümetin o
türlü makinesi var m ı ?
- N e türlü?
- Sak l ı i nsanı bulan.
- Suçluyu mu demek istiyorsun?
Yırtıcı kuş göz l eri ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k büyüyüp ufald ı .
Pençe e l ler adamı n e l i ni tekrar s ı ktı ç ı ğ l ı k ç ı ğ l ı k
- Ha? V a r m ı ? O türlü makinesi v a r m ı bizim
hükümeti n ? B i r i nsan nereye saklanı rsa saklansın
bulabi l i r m i ?
- Olsa b i l e , sana ne?
- Olsa bile m i ? Var demek? Demek b i r insan
nereye saklanarsa saklansın bulabil i r?
Karısı gibi soku ldu adama
- Korkuyorum . Kulun, kölen olurum seni n , hiç
ki msem yok. Beni evinde sakla. Sen i n her hizmetini
görürüm . Evin i s i l er, süprürüm, çamaşırını yıkarı m ,
öteherini a l ı rı m çarş ıdan, yemeğini pişiriri m . Benim
döktüğüm şehriyeyi kimse dökemez, kestiğim ma­
karnayı , erişteyi . Hele karnıyarı k! Beni makineyle
bulsalar b i l e , altı aydır yanımda, geldi gel eli hiç bir
yere adı m ı n ı atmadı , evden ç ıkmadı der misin?
Adamın dudağı nda yan ı p sönen cigara . Unut­
muştu c igarayı . Dudak hafiften yan ınca akl ı na geld i .
tükürdü rüzgarın ayd ı n l ı k akımına.
Boğulan çocuğu düşünüyordu. Sarı saç l ı , mavi
mavi gözlüydü belki . Yavruydu , yavrucuk. Belki de
evi n ardı ndaki odunluğun önünde, b i rtakım boş kutu­
larla oynuyordu. Dalmıştı . Güneş içindeydi dünya .
Arsalar, yaprak yüklü ağaçlar, damların k ırmızı ki re­
mitleri . Oynadı ğ ı kutu lar da içinde. B i r gölge düşmüş
olabi l i r önüne i lkin. Y ı rtıcı kuş gözleriyle k ıskanç b i r
gölge. Görmüş , kutuların dünyasından çekmişti ba­
kışları n ı , baş ı n ı kaldırmışt ı . Tanı m ı ştı mavi mav i .

301
Gülmüştü gözleri . Topraklı e l l eriyle koşmuştu belki
de a Anne, anneclğlm l •
Sordu :
- Saçları sarı , gözleri mavi miyd i Ahmedin?
- Çığlık çığlığa
- Ne bil iyorsun? Tanıyor musun?
Adamı n içinden mavi mavi bakan çocuk gözleri .
Nasıl tanımaz? Her çocuk gibi, pırıl pırıl, yepyeni
oyuncaklar bularnıyan her çocuk gibi kutular, tahta
parçaları , demiri pasianmış çakıl ar , çak ı l taşları ,
renk renk m isketlerle dünyalar kurup dünyalar boza­
rak oynıyan, tanışlarına, cigara zifiri ve yalanla ka­
rarmamış bembeyaz dişleriyle i nci i nci gülen her
çocuk gibi.
- Tanıyor musun?
- Hayır .
- Ne b i l i yorsun saçı nın sarısını, gözünün mavi-
sini?

- Geceleri altına işed i ğ i n i d e b i l i r misin? Çok


severd i m , öz oğlum gibi severd i m , hiç öğmezd i m . O
da beni severd i , anne derdi bana , beni öz annesi b i l i r­
di.
Adam Yenice paketinden ç ı kardığı cigarayı hı rs­
la yaktı
- Nas ı l kıyd ı n öyleyse ?
Bi l eğini tutan kadının pençesi etine bir çığlık gi­
bi geçti. Gözleri büyüdü, büyüdü : B i r çığlık gibi. B i r
ç ı ğ l ı k gibi kaçtı rüzgarın ayd ı n l ı k akım ı na.
Adam , henüz b i r kaç nefes çeki lmiş cigaras ı n ı
yere hırsla çarptı .

302
Ü RÖK NiNiLE

Mevsim bahara yakı n . Kas ı m yüzü aşmış. « Yüz


e l l i , yaz bel l i • ama, geçen yıl yüz seksenden çok
sonra bel l i olmuştu yaz . · Adaam sen de . . d i ye ge­

ç i rd i , .. Güneş var ya , hava kuru ya, sıcak ya . . . »

Attı paltoyu, attı yün kazağı , attı boyun bağı n ı .


Karısı
- Ü şütürsün, ded i . Soğuk a l ı rsın .
.

Öyle b i r coşku içi ndeydi k i , karısının i nadına ti­


re tan i layı da attı .
Kad ı n homurdandı
- Kudurmuş bu adam . Bana bak, akşam eve
gelir, şişe çek, arkama tenyürdiyot sür dersen . . . ·

- Demem.
Ç ı ktı sokağa. Sokak güneş dolu. Güneş göz a l ı­
c ı , güneş sımsıcak, güneş patlamamış yeş i l yaprak­
ların kokusuyla yük l ü . Deri n , alabildiğine derin gök
mav i , deniz mavis i . Kiramitler kırmızı kırmızı g ü l ü­
yor. Ahşap evlerin tahtaları kara kara ama, gülüyor-

303
lar gene de, bozuk parkeler gülüyor, kuru ağaç dal­
ları. . .
Yolun sağına soluna atı l ı kaptıkaçtı kadavraları .
pas l ı demirler, beyaz beyaz tozuyan un fabr i kas ı , un
çuva l ları taşımaktan ağarmış hamal lar, kaldırırnın
kıyısına şarı ltıyla i şeyen beygi r , düşünen eşek, gü­
lüyor, gülüyorlar.
Eşek birden anı rmasaydı adam ayı t ı p kendine
gelemiyecekti . Eşeğe bakt ı , y ı l larca öncenin böyle
b i r gününde, tıpkı böy l e gülen bir çevre içinde bir­
denbire anı ran b i r eşeğl hatı rlad ı . Eşek anırmasaydı
hatırlamıyacaktı oysa. Hatı rlad ı . Ş i mdi artık y i rm i .
yirmi beş, belki d e otuz y ı l öncenin ard ı nda kal m ı ş
eşek v e ufacı k b i r çocuk başlamıştı zırlamaya. Be­
yaz gecel i k entarisi içinde i riyarı bir adam öfkeyle.
koşarak gelmişti. Çocuk hiç sevmlyordu bu .. Baba ·
denilen ada m ı . Babasıym ı ş . Ne olu rsa olsun, sevml­
yordu k i !
Zı rtayan çocuk da u Kardeş » i miyd i ? Ne olursa
olsun, ne adamı seviyordu, ne de çocuğu. Çocukla
zorla a.r�adaş olması isteniyord u . « Bak yavrum bu
senin baba b i r, anne b i r 1 kardeşin. Dört yaş küçü­
ğün! d i yordu annesi « Baban çok kızıyar kardeşi n i

sevmiyarsun d iye. Bak, o daha küçük! "


Kim ne derse desin ne arkadaş o l abi l iyordu , ne
de kardeş. Olam ıyord u . Olamadığı için de babası
azarl ıyordu çokluk. Dayak yiyordu hatta dayak yeyip
azarlad ı kça büsbütün uzaklaşıyordu .. Kardeş » i nden .
i nad ı na ��Kömürcünün oğlu o ! diyordu kardeşinden

ötürü; Çi ngenelerden ald ı k onu ! " diyordu. Dedikçe


u

de babası n ı n azarı artıyordu, arttıkça zulmediyordu


kardeşine ��Arap ! » d iye; « Ç i ngene maşası .. , �� Kö­
pek ! " diye. Sonraları kimsel ere duyurmadan daha
da artırdı kötü !atları .
i şte böyl e güneşl i bir gündü eşeği n otuz y ı l ön ­
ce anırışı . Babası bayaz geceliğiyle koşarak gelmişti .
.. Gene yı lan gibi soktun çocuğu değ i l mi ? »
Oysa. eşeğ in birden anırışından korkmuştu, kar-

304
deş i . Ama , « Be n bir şey yapmadı m . Eşeğ in anırı ş ı n­
dan korktu . . . » demeyi yediramedi kend i ne. Babası
ne sanı rsa sansın , söverse sövsün , söverse sövsün­
dü. Bunca sövülmüş, dövül müştü de nesi eks i lmişti ?
« Baba .. kimbi l i r neler söylüyordu. Oysa d i kmlşti
göz lerini duvar çatiağına g i riveren boz b i r kertenke­
leye. Kartenkefe bozdu, gözleri kara kara, boncuk
g i b i , pırıl p ı rı l . i çeri d ı şarı hızlı h ızl ı g irip çıkan ufa­
cık d i l iyle gül üyor g i bi yd i . Babası sövüp sayıyor, sö­
vüp saydıkça da öfkesi artıyordu. Böyle zamanlarda
dayak gelird i ard ı ndan . « Cevap ver, neden ağiattın
kardeşi n i ? ..
Kertenkeleye kaptırm ıştı kendi n i bi r sefer. l<er­
tenkelenin ufacı k d i l i , gülümsemes i .
- Cevap versene ulan eşşoğl u eşşe k !
Duydu aldı rmadı . Kartenkefe de duymuştu bütün
bun ları . Ona öyle geldi k i , yiyeceği dayağı bekliyo r
kertenkele. Kızd ı . « Babam b e n i dövse bile b e n genede
senden güçlüyü m . B i r sopa , bir taşla kırabi lirim ka­
fan ı !
Kertenkele hep gülüyor, sanki yiyeceği dayağı
bek l iyordu.
- Ulan yılan yavrusu , bahtabakan, s ıpa Neden
cevap vermlyorsun?
Kartenke f e bakmasa, gülmese, i nadına gibi ufa­
c ı k d i l i n i içeri sokup çıkarmasa çabuk çabuk belki de
« Ben ağiatmad ı m o n u » derd i , a eşek a n ı rd ı , korktu_
Benim suçum yok ! " diyebi l i rd i , demedi kertenkalenin
i nadına.
- Ben seni bi lmez miyi m ? Sen ne domuz oğ l u
domuzsun ı
Tokat, tekme. Yerlere yuvarlandı , sonra da ora­
c ı ktaki sandığa tutunarak kal kt ı . Kertenke l e yoktu .
Olsa, ağlamıyacak, burnundan sıcak sıcak daml ıyan
kanı avucuna doldursa b i l e , ağlamıyacakt ı .
- Suus!
.. Baba » denilen beyaz gece l i k l i n i n i nadına sus­
madı. Kertenkele baksa, b i r de o adam · Ağ l a o dese

305
susardı. O ada m , .,_ Biti r tabağ ı ndaki yemeğ i l " de·
d i ğ i için bitirmedi ğ i , cigara almağa giderken •- Ça­
buk gel ! " dediği için de geciktiği g i b i .
-Babalar evlatlarını h e m döverler, h e m de se­
verler!
Ufacı k avucundaki kanı muslukta y ı karken ker­
tenkeleyi gene görd ü . O kertenkele m i yd i , başkası
m ı ? Belki de o kertenkelenin kardeşi , ya da karı s ı ,
annesi . . . Ama karıs ı , annesi olamazd ı . Karıs ı y a d a
annesi olsa duvar yarığ ı ndan d i l i n i ç ı kararak bak­
maz, bakarken gü lmezd i . Bu herhalde küçük kardeşi
olacaktı . Belki de kertenkele, Git, bak baka l ı m
.,_

ağlıyor m u ? demişti .

O kertenkeleyle kardeşinin i nadına. avucundaki


kanı çabucak y ı kad ı , yüzüne su serpti, kuru landı . Ker­
tenkelenin kardeşi bakıyordu bütün yaptıklarına.
- Ağlam ıyoru m . Git söyle ağlamad ı ğ ı m ı ! ded i .
Kertenkele, o kertenkele gibi, d i l i n i ç ı kard ı , içe­
ri çekt i , güldü de. Anlam ı ştı O kertenkeleydi ! De­
mek görmüştü ağladığı n ı . Gül üyor, yüreğ i n i soğutu­
yordu.
Çevresine bakı ndı, e l i ne geç i rd i ğ i kundura f ı r­
çası n ı kapt ı , fırlattı . Kertenke feye değmed i . Ducardan
el kadar b i r kireç düştü yere, dağ ı l d ı , duvardan dö­
nen fırça da iskemle üzerindeki gaz lambasına çarp­
tı Şangırr!
- Oğl u m de l i misin sen ? Akl ı ndan zorun mu
var?
Gene o . Beyaz gece l i k l i . .. Baba .. den ilen.
Can ı n ı d i ş ine takarak ·

- Va r !
- Var m ı ?
- Var, evet !
- Akıl hastahanesine yol l ıya l ı m öyleyse!
- Yol l a !
Gecenin k i m b i l i r hangi saatında uyandı , u Baba ..

306
dedikleri beyaz gece l i kl i adamın « Anne .. denilen ka­
dına usul usul a n l attı klarını d i n ledi
- Dikkafa l ı , isyankar, nemrutun biri o l acak
büyüyünce . .
- Büyüyünce m i ?
- Yok küçülünce . Amma d a budal a kadınsın . . .
Yorganın ucundan usu l lacık baktı. « Anne ,. deni­
len esmer, u fa k-tefek kadın yün örüyordu. Acı d ı . An­
nesi artı k o adam .. g i b i , · O kad ı n ,. deği ld i . Anne­
..

siydi, anneciğ i . O adam madem terslemişt i , demek ki


annesi de kendisi gibi terslenmişin bi riyd i . O acia­
ma i nat .. Annec i ğ i n ,. d iye geç i rd i .
- M e rhaba abi !
Otuz yıl önceden bu yana geld i . Artık ne · O
adam .. , n e d e aneciğiyle kertenkele.
- M aşa l la h yazı get i rmişsin . . .
- Getirdi m .
- Kazak b i l e g iymemişs i n !
- Tire tan i l ayı d a att ı m .
Bu havalara güveni lmez ama!
- Nolur?
- Soğuk a l ı rs ı n ız . . .
Koltuğunda bir kitap gene . Belki de b i l mem ka·
ç ı ncı yüzyı l fi lozoflarından birinin boktan b i r çevi risi .
- Soğuk a l ı rsam karı m arkama şişe çeker!
- Aferin karına. Ben soğuk alsarn ne şişe çe-
ker, ne de tentürdi yot çeker . . .
- Benim karım tentürdiyot da sürınüştü !
Tokat atacak kadar h ı rs i andı
- Benimki sürmez. Seninki sürernı iş . Başka?
Koltuğu kitaplı sı rıtırcas ına g ü ldü
- Gripin de yutturdu !
- Zorla m ı ?
Güze l l ikle.
Benim karını güze l l i k l e de verse ben yut-
nı anı !

Ben yutarım.
Peki , kertenkeleler hakkı nda ne b i l iyorsun ?

307
- Ben m i ?
- Bizden başka birisi var mı burada?
- Kertenkeleler . . . ama bize okulda kertenkale-
leri okutmad ı lardı k i !
- Kertenke l elerin i nsanla alay ettiklerini b i l i r
misin?
K i r l i bej pardesüsü, yeşi l i , mavisi soluk a d i yün
kaşko l u .
- Şaka ediyorsunuz galiba?
- N içi n ?
- Kertenkeleler i nsanl a alay eder m i h i ç ?
- Koltuğundaki kitap k i m i n ?
- Volter'i n .
- Volter'i çok mu seviyorsun ?
- Çok.
- O halde Volter'in kertenkeleler üzerine ya-
z ı l m ı ş bir kitabı olduğunu da bilmen lazım ..
- B i l miyoru m .
- Bi l men lazım ded i m . Büyük eksi k l i k . Kerten-
kal eler ve eşek a n ı rtılarıyla i l i nti l i . . .
Kalemle kağıt çıkardı
- Ad ı ?
- Ü R Ö K N i N i LE! ( * )
Ciddi ciddi yazdı .
- Türkçe çevirisi var değ i l m i ?
- Olmaz m ı , var tab i .
- M i l l i Eğitim Bakan l ı ğ ı yayı nlarında m ı ?
- Hı hı. . .
- Çok teşekkür ederim .
Gölgeler ayakların ı n altlarına doğru çeki l i yor­
lard ı .

( ) Ü R Ö K N i N i LE Tersinden ELi N i N K Ö R Ü .

308
GECE VARISI

Dışarıda kar savruluyordu.


i çeride kadın üç çocuğundan en küçüğünün pan­
tolonuna yama vuruyordu yama üstüne. Gözünde göz·
lük ama otuzunda yoktu henüz. · Böyle giderse .. de­
mlşti göz doktoru .. Kör olmasan b i l e e l l i yaşına dağ­
re gözle�iniıı nurunu kaybedersin. Gece yan larına
kadar çal ışmaktan vazgeç! ..
Kör olmıyacak, az da o l sa görebi lecekti ya ! H em
daha çok vardı e l l iye. Yirmi y ı l . En küçük oğlu y i rmi
ikisine basacaktı o zaman. ( Döndü, yanıbaşındaki çu­
l u n altında tesbih böceği gibi yusyuvarlak yatan en
küçük oğluna baktı, güldü ) .
Yirmi ikisinde h a ? K i m b i l i r, belki de A l l a h yü­
züne bakacak okuyacak, okumasa b i le, Hediye 'nin
Erol 'u gibi bir Nurten de o uyduracaktı .
( i ç geçird i ) .
B i r Nurten , bi Ayten, b i ne karın ağrısıysa, bul­
sa, kayınbabası el l erini tutsa, bir dükkan açsa, kum,

309
ki reç dükkanı . . . (Akl ı ndan oğlunun babası geçti) Sol
gözü kör, avurtları çökük, çopur b i r yüz. Y i rm i yıl son­
ra yetm i ş i nde olacak, iki büklüm . . . Sah i , ne d i ye var­
m ıştı ona sank i ? Aralarında şöyle böyle yirmi yaş .
Ama adamda da iş vardı doğruca s ı . Komşu H ediye'­
n i n Arnavut'una benzemezdi h i ç . Serçeye benziyor­
du, serçe kuşu g i b i . Vakt i , saatı yoktu, b i l m ezdi
öyle şey Çamaşır yı karken, süpürge süpürü rken .
sovan soy ar, patates, patl ıçan doğrarke n . . . Sıvacı ,
badanacı deyip geçiyordu komşular ama, kendi yok
Allahı vard ı , erbabıydı i ş i n . Badana sıva işleri nde de
erbap m ı ş ; umurunda değ i ld i o . Değ i ld i ama, o i ş i n
erbabı da o l s a bıkıyordu i nsan aynı adamdan . H a n i
g ü n a h olmasa, Al lah cehenneme atmasa sonunda at­
mıyacağını bi lse . . .
Şaşıyordu H ediye'n i n kocası n a . H ed i ye 'den bık­
mıştı belki de, k i mbi l i r ?
Hani günah ol masa, A l l a h cehenneme atmasa
sonunda, atmıyacağ ı n ı b i lse . . . Ada m ı n bıyığı sapsa­
rıyd ı , gözleri de mavi mavi . Çakır derlerd i memle­
ketinde böylelerine, uğursuz sayariardı ama, gene de
kad ı n l arı n adı ç ı kar, onun yüzünden d i l e düşerierd i .
Hediye'nin kocası d a . . . H a n i günah o l masa, A l l ah ce­
henneme atm asa. Yumrukları da yumruktu han i . B i ­
l ekler bi lek, kaşlar kaş, gözler göz . . .
D ı şarda fırtına, savrulan karlar
Oda soğuktu soğuk olmasına, donmasına don­
masa bile üşümüyor da değ i l di ama, H ediye 'n i n Ar­
navudu olmalıyd ı . G i rmeliyd i l er yatağa, sarı l m a l ıy­
d ı l a r sıkı s ı k ı . Yüz yüze de olurdu, adama s ı rtını dön­
se de. Dönse daha iyiyd i , s ı rtı ı s ı n ı rdı hazı r. Arna­
vud 'un bi lekleri de bi lekti han i , yumrukları yumru k .
S ı m sıkı sarardı i htima l , uyutmazdı sabaha kadar.
Ü çüncü oğlu bir şeyl er sayı kladı. Kadı n dönd ü ,
baktı, ne sayı klad ı ğ ı n ı a n lam ıya çal ıştı
- Süper-Men ' i m i ( * ) ver Erdal , fena yaparı m !

( ) Bir çocuk dergisi


'

3 10
Dışarda fırtına. Arnavut olma l ı ydı Arnavut. H e·
diye'nin gök gözlü Arnavut'u. Allah günah yazmasa.
ceheneme atmasa. . . En iyisi adet o l sa da ayıplama­
sa kimse, açık açık konuşsa Hediye'yle . . . Hediye de­
ğişir m iydi acep? Yaş l ı mı derd i ? Çopur mu? Kör mü
yoksa? Beğenmez m i yd i ? Oysa, serçe kuşu g ibiydi
adam. Hem can ı m , tem e l l i deği l ya ," şöyl e bir i ki gün­
l üğüne . . .
( Kapı vuruldu)
Anlad ı , oydu, serçe kuşu. B i l i rdi vu ruşundan .
( Pantolonu b ı rakıp kalktı, g itti , açtı)
- Donuyom avrat, donuyom tekmi l l
- iş ?
- Havaynan cıva.
- Para?
- Hasan paşa l ı .
- Yarın çocuklar?
- Al lah keri m .
- Keri min kuyusu deri n. Akşam d a b i r ş e y ye-
meden yattı lar!
- Aldırma.
- Aldırma hı, aldı rma demek? Sen bu silb i lerin
babası değ i l m i s i n ?
- Çeneyi bıra k da ısıt ben i !
- Ben d iyom bayram haftası , sen diyon man-
gal tahtası .
- Başiarım mangal tahtası ndan, z i l l i !
- Hediye'nin Arnavud 'u kadar olamıyon . . .
- H ediye'n i n Arnavud 'una var!
Adam ın duvara vuran gölgesine gözü takı ldı
Sivri burun duvarda i nadına sivril eşiyordu. Karga g i ­
bi . N esine varmıştı ş u n u n ? H ed iye'ni n Arnavud 'unda
iş yoktu ama o iş'le bitmezdi k i iş. Soba, odun , taş
kömürü, Vita yağı , tenekeyle Ayva l ı k zeytin i , zeytin­
yağ ı , Puro sabunu. i l l e bu. Çamaşı r sabunu nelerine
yetııı iyordu? Nankörün biriydi zaten o karı . Mahalle­
yi gezer dolaşır, önüne gelene yayardı Arnavud 'u.
Sank i o işle biterdi iş. H erif serçe kuşuna benze-

31 1
m i ş , ne vardı bunda? Odun, kömür, taş kömürü, Vita
yağı . Pura olmasa da olurdu ..
(Adam titreyerek soyunmuştu, yorganın altına
uyuz i t gibi, çeneleri vura vtıra g i rdi)
- Donuyom, donuyom Al lahıma. Allah dört du-
var d ı ş ındakilere acısını
- Sokakta ne diye sürttün?
- Keyfimden.
- Kahvede çene atmışsınd ı r.
- Kes de ı sıt beni kız! Donuyom deyyusun
kızı !
- Donarsan don. Diyetine para mı sayd ı m ?
- Arnavud 'un Hediye'si o l sa şimdi.
- Nolur?
- N e mi olur? Sen demiyor muydun böyle böy-
le, herifte iş yokmuş, kal ı b ı na bakma onun diye?
Kadı n ı n ne karş ı l ı k verdiğini duymadı. Hediye'­
ydi hani. Tam yataklık, tam arka ısıtacak ş eylik ka­
rı. Şu karı da b ı l l ı k b ı l l ıktı ya, Hediye başka. Adam
bıkıyordu hep ayn i kandan. Arnavud'a dese böyle
böyle, avratları değişek mi aslanım . . . Teme l l i ol ma­
sa b i le, bir kaç günlüğüne. Babası olsa, softa baba­
s ı . . . Al lah günah yazarsa i nsana bu akl ı , fikri ne di­
ye verd i ?
( Bi rden b i r e t kokusu).
- Adam ol san Arnavut g i bi . . .
- Eve pirzola m ı getirird i m ?
- Pirzola, Vita yağı , Pura sabunu . . .
- Getirmedim m i A llahsız? i nkardan m ı geli-
yon ?
- Geçen geçmiş, sen Şifl'!dlye bak!
- Bu et yokluğunda p i rzolayı nerden bulmuş o
çakır?
- Herkes sen m i ?
- Taş atıp durma gece vakti, başiarım eğri di-
ninden ha!
- Başka marifetin yok k i zaten . . .
- Deha Arnavut, git ona var!

312
Lakin şu et kokusu . . . M üteahhide ver ediyordu
kazığı. Bu et yokluğunda hemen her gece et, rak ı ,
şarap, bira . . . Hediye de semird i kçe semi riyordu ha­
n i . Tam yatakl ı k karı . Şimdi kalksa, pantolonunu çek­
se bacağına, selamün aleyküm l e karışık, çökse ma­
salarına. Gelsin rak ı, gitsin rak ı. . .
(Ortanca oğlan şöyle b i r uyanı r gibi oldu)
- Babam pirzolamı getirdi anne?
(Annesinin cevabını duymadı . P i rzola getirse oda­
da ışık yanard ı . Yatağında döndü, uyudu g itti).
- Yeşi l salata, turşu, rakı da vardır belki değil
mi?
- Olmaz m ı ? Ağzının tadını b i l i r çakı r . . .
- Ben bilmem m i ? Sen b i l mez misin? Allahın
yerinde o lsam bir zelzele . . .
- Töbe de . . .
- B ı ra k töbeyi möbey i , açaçına et kokusu, if-
lahım kes i l d i . Allahı bırak Cumhurreisi olsam, ya da
val i !
- N e yaparsın?
- B i r kanun. Gece yarıs ı pirzolayı kokuta ko-
kuta pişirenin boynu vurulacak!
- De l i !
- N iye?
- Kanun ne işimize yarıyacak? Vali o lunca her
gün p i rzola yerdik! Ayva l ı k zeytinyağı , Puro sabunu ...
Puro ded i m de, Arnavud 'u n Hediye'si var ya, her daim
Pura'yla e l yıkıyorlari
- Kanunu manunu bırak. . . Giyinip giderdim
ama, içime sinmez ki. Ben yemişim, çocuklarım aç ..
- Ben? Beni düşünmüyor musun?
- Neyini düşüneyim seni n ?
- Ö bür gözün de k ö r olur inşa l l ah !
( Et kokusu artarak yayıl ıyordu.)

313
DÜ NYADA HARP VARDI

- 1 -

- Sürgünler geldi ! ded i ler. Zaten bekliyorduk .


Koştuk cezaevi nin taş merdiveni başına Ben, Neca­
t i , Kost i , Bobi N iyaz i .
Dördümüz de hüküm lüyduk. Necati y l e Kost i , b i r
gece b i r Beyoğ lu sinem asının gişesini soymağa k a l ­
kıp yakalamnaktan yedişer y ı l yemişlerd i . Bobi N i ­
yaz i , asl ında esrar satmak a m a , .. arkadaşlar matra­
ğ ı na cebime esrar koymuş lar, polisler kaçak çakmak
taşı ararlarken enseled i l er, ad ı m ı z esrar satı c ı l ığına
ç ı kt ı ! d iyordu .

Neyse, koştuk cezaevinin idareye ç ı k ı l a n taş


merd ivenine.
B i r başka i l ' i n cezaevi nden bizim cezaevine sür­
gün edilenler, büyük demi r kapıdan içeriye i kişer
i kişer sokuluyorlard ı . Ortadaki kal ı n, upuzun zencire
b i leklerinden sıkı s ıkıya bağ l ı ceza l ı l ar yüze l l i çift­
tiler, tamam üçyüz kişi !

3 14
Yalınayakları , paramparça üst baş larıyla mide
bulandı rıcıyd ı lar. Saçları sakal larına karışmıştı . Her
içeri g i ren çift. onları getiren candarmaların önünde
duruyor, b i l eklerini bağ l ı yan kelepçenin küçücük ki­
l id i açı lm adan önce, üçyüz sarı dosya arasından
« Şahsi dosya .. ları bulunuyor, bizim cezaevi i dareci­
lerine tes l i m e d i l i yorlard ı .
Ağı r ağır, ama gitti kçe çoğalan, teh l i ke l i b i r ka­
labal ı k b i r i kiyordu cezaevi bahçesinde. Ya l ı n ayakl ı .
parta l l a r i çi nde a ç b i r kalabal ı k . Ö nce güneşin altın­
da esneyi p gerin iyor, sonra da açl ı k ve uykusuzluk­
ları n ı b e l i rten gözleriyle çevreye bakınıyorlard ı . Ce­
zaevi avlusunun yüksek duvarları diplerinde m ı s ı r
e k i l iyd i . B o y atmı ş m ısı rlar. Sürgünleri n b i r a n d a bu
m ı s ı riara sal d ı rdıkları n ı , çeki rge bulutu çöküp kalk­
m ı ş tarla g i b i , mısırların temizleniverd i ğ i n i gördük.
Ufak-tefek, semiz bir kedi yavrusunu hatırlatan
Bob i
- Yuuuuh , ded i . Yuh be. Bunlar benden de aç!
O, aç olmaktan çok, açl ı ktan söz açıp üçün be­
ş i n yoluna bakma dümenindeydi. Görüşmecileri ge­
len tutuklulardan uçlandığı ekmek, zeytin, pey n i r, te­
reya ğ ı , helva, ne b i l eyim yiyecek, g i yeceği çabucak
paraya çevi riverir, günün birinde d ışarı ç ı kı nca g eçi­
nebil mek için tutacağı işe para b i r i ktirirdi.
Sürgünler avluda g ittikçe çoğal ı yord u .
Başgardiyan b i r ara düdüğünü sert sert öttürd ü ,
sonra da bağırdı
- Bu raya gelin bakayı m . i çti m a !
E l leri nde m ı s ı r koçanları , çöp teneklerinden ka­
p ı ş ı l ın ı ş kuru ekmek, zeytin çeki rdekl e riyle sürgün­
ler Başgardiyana da, düdüğüne de boşveriyorlard ı .
Zararl ı tı rtı l lar, y a da sürüngenler gibiyd i l er . Ç i ğ m ı­
s ı r koçanlarını d i ş l iyor, zeytin çeki rdeklerini kırıp iç­
lerini ağızlarına atıyorlard ı .
Dünyada harp vard ı !
Alman Nazi lerinin motörlü b i rl i kleri , tarihsel b i r
öfkey l e Avrupay ı , n e Avrupası , bütün dünyayı b i r

315
yandan kuzeyi n uçsuz bucaksız bozkırlarına, öte yan­
dan Atlantiğ i n, Akdeniz'in çivit mavi l i klerine sürü­
yorlard ı .
Dünyada harp vard ı !
Türkiye harbin dışındaydı ama, gene d e d i kenl i
kabuğuna olanca sinirl i l iğiyle çeki l m i ş korkunç bir
a l l erj i i çinde, bekli yordu.
Şeker beşyüz kırkbeşe satıl ıyordu. Kesme şeke­
rin topağı çeyreğe gidiyordu cezaevinde. Kilosunu
beşyüz kırkbeşe alan cezaevi karaborsacı ları , böyle­
likle ki l oyu sekiz, on, hatta hatta <?n iki, on beş l i ra­
ya getiriyorlardı.
Dünyada harp vard ı !
Sınırlarımızın çok yakı nlarından gel i p geçiyordu
motörlü araçların benzin kokulu homurtusu. Kötü
haberler a l ıyordu dünyadan radyolar. A lman Nazi leri,
i talyan Faşistleri, uzak doğuda Japonlar. F ı rınlar do­
lusu yakı lan insanların ç ı ğ l ı kları uçuşuyordu havada.
Dünyada harp vard ı !
B i r ara Necati :
- A . . . ded i . Bu sayın bay da kim?
Güneşte kara bir su gibi parlıyan rugan çizme­
leri, bal renkli kumaştan külot pantolonu, p ı r ı l pırıl
lacivert ceketi, pantolonunun kumaşından kasketi ,
kara gözlüğüyle gerçekten de bir sayın bay, bir ma­
jeste. Belki de, Afrika'da kaplan avına çıkmış bir
i ngiliz lordu, sömürgelerdeki bitki lerini görrneğe gel­
m i ş b i r Belçi ka, b i r Fel emenk, bir ne bi leyim Fran­
sız, bi r i tal)'an sömürgeni !
B i l ekleri kelepçesizd i , öteki ler gibi zencire vu­
rul mamıştı. Arkasından el leriyle. Başgard iyan ı n yanı­
na g i tti, durdu, b i r şeyler konuştular.
Beyoğlu'daki sinema gişesinden uçlanacakları
paratarla 936 Berl i n o l impiyatlarına gitmeyi kurdu­
ğu halde felek yar olmıyan Necati :
- Peki ama, kim? ded i .
Necati'nin s u ç ortağı Kosti attı :
- Memur herhalde .•

316
Bobi kısa kesti
- G i de r öğreniri m !
H e p o bes i l i kedi yavrusu hal iyle b i r koşu, g it-
ti . Terslenmiş, geri döndü :
- H erifte çal ı m altı dan !
- Yan i ne? Mahkum m u ? Memur mu?
- Ne b i leyim yahu_ Azarl ayışına bakarsan me-
mur, sarı dosyasına bakarsan mahküm!
Az sonra, ağarmış şakaklarıyla yanımızdan geç­
ti, yüzümüze b i l e bakmad ı . . .

- ll -

Cezaevi biri nci bölümünün en üst kat " Tecritn­


l e r i nden b i rinde yalnız, rahattım_ Koğuşun bir kıyı­
sına seri l i yatağı m , yanı başımda pencerem. En çok
da yaz sabahlarında, tül mavisi dağlar ardında n , içi
kan dolu kocaman bir küre gibi doğuşu güneş i n !
Kıpkı rmızı , koskocama n , yusyuvarlak güneş pı­
rı ltısız bir kırmızılıkla, mat bir kırmızılıkla uzaklarda­
ki yemyeşil ağaçlar kalaba l ı ğ ı n ı n ardındaki tül mavi­
s i dağların aralarından ağır ağır, nazlı nazlı yüksel­
mez mi, daki kalarca dalar giderdim . Kıpkırmızı , yem­
yeşi l , masmavi, pespembelerin ser i n cümbüşü !
Ama harp vardı dünyada!
Düşman uçaklarının bütün bu serin renkler cüm­
büşünü ateşe, kana, insan çığiı kiarına her an boğabi­
leceği günlerd i o günler. Türkiye'de · Pasif korun­
ma .. , karartma vardı geceleri . M i l yonlarca değ i lse
bile, binlerce insanı n el leri şakakları nda kara kara
düşündükleri günler.
Sürgünler gel ince cezaevinde bir derlenip top­
lanma, b i r sıkışmadır başladı_ Çukurlarına mosmor
gömülmüş aç gözler, cezaevi koridorlarında sarı b i­
rer gölge g i bi dolaşıyor, enselerdeki soluyuşları i n­
sana , çok yaklaşmış ölümü hatırlatıyordu.
Dünyada harp, cezaevinde ölümü hatı rlatarak do­
laşan açl ı ğ ı n çıplak ayakları!

317
Çoğu sabahların erken saatlarında, koğuşlar açı l­
d ı ktan az sonra , beton koridorlarda koşuşan kabara l ı
posta l l arın keskin dürlükleri tek m i l mahpusları demir
parmakl ıkların ardiarına yığıverird i . Kat kat bölümie­
rin demir parmaklı kları ard ı ndaki meraklı bakışları
dibe, taa d i pteki dört köşe betona d i k i l mişti . Orda,
en d ipte işte, savrul mu ş bıçaklarıyla b i re r yay gibi
geri lm i ş i nsanlar ölüm kal ı m savaşına atı lmışlard ı .
l ş ı ltı l ı keskin kamalar birer y ı l a n d i l i g i b i sert. eğri­
l er çizerierd i kül ren k l i ayd ı n l ı ğa . Gardiyan düdük­
l e r i , derinden derine yansıyarak yaklaşan candarma
kabaraları, demir parmakl ı klar ardında dalga l ı birer
orman gibi uğu ldıyan mahkGmlar.
Ö l ü m korkusu vuran yüzler geri l m iştir aşağ ıda.
Gözler yuvalarından fırlamış. Ö l ü m kaşl a göz arası­
na pusu kurmuş. B i rden savrulan bir bıçak. Boş bulu­
nan kavgacı l a rdan birinin kan lar içi nde betona yığı lan
ağır gövdes i !
Kavga bitmiş, yara lanan. ya d a ölen kaldırı lmış,
demir parmakl ı klar ardında dumanı tüten b i r tartış­
ma başlamıştır
U lan bir bıçakta cartayı çekti be !
H i ç iş yokmuş . . .
Ne yapayd ı ?
i nsan b i r bıçakta gider m i ?
Sen olsan?
Hadi be sen d e !

Sürgün l e r geldikten sonra cezaevinde esrar, af­


yon. hatta sürgünlerle b i r l i kte gelip, bizim cezaevi
tutukları ndan pek çoklarınca benimseniveren ero i n
satışları hızlandı. Satışlar artınca, bıçak a l ı ş veri ş i ,
bıçak a l ı ş verişi artınca da kavga v e ölüm arttı .
Dünyada harp vardı !
Cezaevinde de a l ı ş veriş kavgayı ve ölümü a rt­
tırm ı şt ı . Ö lenler a l ı ş veriş edenler deği l , adamları .
Çünkü a l ı ş veriş eden l erin paket paket cigaraları ,

318
ekmekl e r i , esrar, afyon, eroinleri vard ı ; cigara, ek­
mek, esrar, afyon, eroin karş ı l ı ğı nda pusu kurup ca­
na kı yacaklar da pek çoktu cezaevinde .
.. Kap l an avcısı " bütün bunların dışında, bütün
bunlardan uzak, kendi alem i nde.
Dünyada harp, tutuklar evinde açl ı k , savru lan ka­
malar yarım somun için cana kıyıyormuş . . .

- lll -

B i rkaç koğuş deği şti rdikten sonra ben i m koğu­


şa yol u düştü. Beğenmiş olacak, demirled i . Sürgün
edi ld i ğ i cezaevinden birlikte getirdiği havuç kırmızı­
s ı bilekl i , kocaman kocaman yumruklu adam ı . vardı
bir doksan boya yüz ki loluk. « Kamyon " diyordu ona :
Kamyon!
- Hop?
- Kenefe gideceğ i m !
Kamyon önce gider helayı güzelce yıkar, ibriği
doldurur, sonra da önüne düşerd i efendis i n i n . Efen­
d i , mor yol l u i pek pijamasıyla Kamyon'un ardı nda
koğuştan çıkm adan önce
Kamyon !
- Hop?
- Kahve m i kenefe geti r !
Efendi helada cigara üstüne cigara içedu rsun,
Kamyon, kahvesini ispirtolukta pişirip, kenan yaldız­
l ı Çin i ş i , Japon i ş i fincanla götürürd ü .
Dünyada harp vard ı , cezaevinde açlar, çıplaklar
yarım somun , bir esrarlı cigara için cana kıyıyorl ar­
dı. . .
Kamyonun g ı c ı r gıcır y ı kad ı ğ! helada, Teke l ' i n
Çeşit i s i m l i c igaralarından tell endirir, izmariti b i r
fiskede hela dışında bekleşen yal ı n ayaklı Adem ba­
balar kal abal ığına fırlatırd ı . i zmarit havada kap ı l ı r,
sonra da b i rb i rleri n i n üstlerine atı l ı narak, betonda
boğuşulmağa başlan ı rd ı . Onlar boğuşa , hatta b i r iz­
marit için g ı rtlaklaşa dursunlar, u sayın bay • , Çeşit ku-

319
tusundan a l ı nmış kahverengi kaat l ı bir Esmer, ucu
yaldızlı bir Sipah i , ya da e n azından zarif bir Yeni ­
ce'yi ateşlemiş, betonda a ltalta üstüste boğuşanların
kıyısından, ipek pijamalarıyla koğuşa dönerdL
Koğuşta onunla Kamyon'dan başka, b i r başkası
daha varm ı ş !
Dünyada harp, cezaevinde döğüş, koğuşta kendi
ve adamından başka b i ri daha m ı var?
Bir gün :
- Kamyon kardeş be, ded i m .
- - Hop?
- Senin as ı l ad ı n ne?
u Sayın bay .. az sonra çıkıp gidecekmiş gibi gi­
y i nd iği lacivert · kostümü, rugan iskarpi nleri , kolalı
yakası, k ı rmızı boyunbağ ı , briyantinle gıcır gıcır ta­
ral ı saçlarıyla koğuş kapısı önündeki beton koridor­
da bir aşağı , bir yukarı dolaşıyor, dolaşı rken de ru­
ganlarının cızırtısı yansıyordu.
- Ası l adım m ı ?
- Evet, n e ?
- Hüsey i n .
- Nerelisin?
- Uzunyayla' l ı .
- Suçu n ?
- Kat i l .
- Kimi vurdun?
Söylemedi. B i r gün Necati 'den öğrendim Kız
kardeşi n i baştan çıkaran ı , ardından da baştan ç ı ka n
k ı z kardeşini vurmuş.
- H a Kamyon? Kimi vurdun?.
- Boşver!
- Efend i n i n suçu da adam ö l dürmekm i ş . O ki-
m i öldürmüş?
- Kendisine sor!
- Ona soru l u r mu Kamyo n ? i nsanın yüzüne bile
bakmıyor!
Bakmıyordu gerçekten de. Sabahın erken saat-

320
l arında uyanıyor, kalkıyor, pembe d i ş fırças ı , pahalı
ci nsten d i ş macunu , omuzunda havlusu
- Kamyon!
- Hop?
- E l i m i yüzümü yıkıyacağ ı m !
Dönüşte mutlaka güneşin kocaman, kı pkırmızı
bir cam yuvarı gibi ağ ı r ağır, naz l ı nazlı doğuşuna
açı k pencere önüne gel i r, ellerini açar, pıtırdıyan du­
daklarıyla uzun uzun dua ederken boynu büküktür.
Mor yollu ipek pijama, rugan çizmeler, n ikel traş ta­
kımı, her yan ı ndan p ı r ı l p ı rı l sağ l ı k ve küstahlık akan
gerg i n meş i n bavu l u ..
Dua biter.
- Kamyon !
- Hop?
- Traş ol acağ ı m !
i çieri cam , alim inyum traş taslarıyla gelen sıcak
su, n i kel traş takı m ı , j i let. Cezaevinde j i let yasaktı
oysa . . . Pahalı ci nsten yuvarlak taş aynas ı n ı n karşı­
sına geçer, uzun uzun traş olur. Sonra
- Kamyo n !
- Hop?
- Traşı m bitti !
K ı l ıfı ndan çı kan y ı lan g i b i , sabunlu suları , kirli j i ­
let makinesi , j i letlerin i Kamyon'a b ı rakıp g iyi nrneğe
başlamadan önce ispirto, pamukla boynunu boğaz ı n ı
gıcır gıcır s i l e r , ardı ndan b o l b o l l i mon kolonyas ı ,
daha sonra da
- Kamyon!
- Hop?
- Gömleğimi ver!
Gömlek veri l i r. A l ı r , g iyin i r :
- Kamyon!
- Hop?
- G ravatı mı !
Kravat, bağlanır :
- Kamyon!
- Hop?

32 1
- Pantolonumu !
- Kamyon!
- Hop?
- Ceketimi !
- Kamyon!
- Hop?
- Seecademi ser!
Sarı , sı rma saçaklarıyla ipek seccade kıbleye
doğru seri l i r , namaza dururd u . Sabah namazı dört
rekat m ı ? Hayır, ondört, belki de yi rmidört rekat kı·
lar. Sonra seecadeye usul ünce oturur, avuçlarını
açar, ağl ıyarak kimbi l i r neler isterdi fizi kötesi nden ?
Vard ı , içini kemi ren b i r şeyi vardı ama. ne?
Bir gün gene dayanamad ı m
- Kamyon be!
- Hop?
- Ağan namazdan sonra, dua ederken niye ağ-
l ıyor?
- N e bi leyim ben?
-- Evl i m i ?
- Evl i .
- Çoluk çocuk?
- Yok.
- Kar ı s ı ? Genç m i karısı ?

- IV -

Kamyon hiçbir zaman " Genç » de demed i , " Yaş­


lı» da. Merak da etmiyordum. Daha doğrusu insan­
lardan kaçan. hemen hemen hiç k imseyle konuşmı­
yan , konuşulacak i nsan yokmuşa -getiren bu adama
ben de başkaları gibi içerliyord u m .
Necati :
- Amma da kendini beğenm i ş be! diyordu.
Kosti için
- Senyör! dü.
Mete l i k sızdıramıyan Bobi ise
- Kaplan avcısı ! deyip geçiyordu.

322
Gerçekten de, yatılacak daha on, on beş y ı l ı ol­
duğu halde, az sonra çı kacakmışçasına hazırlanışı
saçmayd ı . Hele o pırıl pırıl rugan iskarpinleri ! Bu çiz­
melerinden ötürü çok geçmeden cezaevine ünü yayı­
l ıverdi
- Kaplan avcısı !
Onun o bitmez tükenmez Kamyo n ! » larıyla, Karn­

yanun şaş ı lacak bi r sabırla yapıştı nverdiği Hop! »la­


rından b ı ktığım için, sabahleyin erkenden kalkıp, Ne­


catiyle Kosti 'nin yanına i niyordum. Gece yarısına
doğru döndüğüm zaman onu ya uyur, ya da başı nda
s ı rma işlemeli siyah takkesiyle Kur'an okur bulur,
üzerinde durmaz vururdum kafay ı .
O gece d e önceki gece ler g i b i kafayı vurmuş­
tum. Gece yarı sını çok geçm i ş , belki de sabaha kar­
şıyd ı . Uyandı m . Yorganın kıyısından baktım onlara
Kamyon 'la o. E l l e ri nde desteyle fotoğraf, m ı rı l m ı rı l
konuşuyorlardı
- Bu, bizim orman da i resi n i n önünde çekilen
resmi m!
- Sen hangis i s i n ?
- Na, şu. Ç izmeler nas ı l çizmeler, ayağ ı mdaki ?
- Güze l .
- Tabi güze l . Beyoğ lu 'nda hususi çizmeciye
yaptırın ı ştı m !
Değişen fotoğraf.
- Bu da, Şandiyeyle. hey gidi günler hey!
B i rden kendine geldi
-- Kamyo n !
- Hop?
- Evlendi ği miz s ı ra karım ondördündeyd i . . .
Kamyon bunu b i l iyor olmalıyd ı , baş ı n ı sal ladı an­
layı ş l ı an layışl ı .
bense, kı rkbeşimde!
?
- O şimdi on dokuzunda, ben, e l l imdeyim !
Kamyonun yüzünde b i r şeyler arıyorcas ına baktı
baktı . Gene

323
- Kamyon!
- Hop?
- Otuz bir yaş var aramızda!
............?
- Çok mu?
Kamyon topariandı
- Yok canım . . .
- Sonraa, ben , benim gibi erkeğe göre . . .
- Çok değ i l .
- Kamyon !
- Hop?
- Karılarımız ne yaparlar bize?
- iTaparlar.
- Sen hiç evl enmem işsin ama?
- Ne çıkar?
- Doğru . Evlenmiş olsan da karın geneaci k ol-
sayd ı ?
- Gene tapard ı !
- Hapse düşsen, yatı lacak uzun y ı l ların olsa?
- Gene !
B i r başka fotoğraf.
- Bu da n işan l ı yken çektirdiğimiz . . .
Belki yüz tane fotoğrafın destesi . N işanl ıyken,
yeni evl iyken, eviandi kten bir hafta, on gün, on beş
gün, bir ay, iki ay, beş ay sonraya kadar çek i l mi ş fo­
toğraflar.
- Kamyon !
- Hop?
- Benim karım Gürcü !
- B i l i yorum . Gürcüler erkek olur
-"-- Yaşa, Erkek olur değ i l m i -?
- Erkek olur.
- Kocaları hapi sten hiç çı kınıyacak bile olsa?
- Gene evlenmezler!
- Gürcü kızları ne o l u r Kamyon?
- Erkek olur!
- Bu yastık var ya Kamyon?
- Var.

324
- Dante l l er i n i , çiçeklerini kendi el iyle i ş l ed i y­
d i . Zifaf yastığımız, b i l iyorsun , söylem iştim . Karımın
kokusu sinmiş. Evlenseydin, benimki gibi gencec i k
b i r karın olsayd ı . . .
Ben de içeri düşseydim . . .
- Düşseyd i n ?
- D e l i olurdum!
- Karın Gürcü olsayd ı ya?
- O zaman başka!

- V -

Dünyada harp vard ı .


Azra i l s ı ra s ı ra, d i z i d i z i harp maki neleri k ı l ı ğı­
na g i rm i ş , Avrupa'nın altını üstüne getiriyor, insan­
lar kitleler hali nde fırın larda yak ı l ı p , kü l leri bütün
dünyaya savrul uyordu.
Dünyada harp, dünyada açl ı k , dünyada açl ı k pa­
hasına tokluk vard ı . Açlar pahas ına toklardan pek
çoğu kocaman göbekleriyle kürsü lere s ıçrıyor, dizi
dizi harp makineleri k ı l ı ğ ına g i rm i ş azra i l adına m i l­
yonlara yalan söylüyor, m i lyonları m i l yonları n zara­
rına kandırıyorlard ı .
Dünyada harp vard ı !
Dünyadaki harbe alkış tutan radyolar, rotatifler,
baskı makineleri vard ı . Radyolar, rotatifler, baskı ma­
kineleri yalan söylüyord u . Yalana, yalaniara i nanan­
lar. Yalana, yalaniara i nananlardan bi riydi Selahattin
bey. Anadolu'nun kal ı n beden l i ağaçlarla yeş i l bir
deniz gibi dalgalanan kocaman ormanları ndan b i rin­
de, p ı r ı l p ı r ı l çizmeleri , Adolf H itler bıyı § ı , ş i şe ş i şe
içkilerin korkunç b i r küfür makinesi hal ine getird i ğ i
küçücük b i r adamdı Sel ahattin bey. Orman memuru .
Dünyada harp, Türkiye'de şahlanmış karaborsal Dev­
letin maaşı da ne? Karaborsa Selahatti n beye b i n l e r
veriyordu , Viski veriyord u , havyar veriyord u , p ı r ı l

325
p ı rı l çizmeler, kat kat i ngi l iz kupon kumaşı ndan elbi­
se, b itmez tükenmez çal ı m veriyordu.
Devlet de ne? Hükumet de ne? Maaş da ne?
Selahattin bey göz yumuyordu kaçakçı lara. M i l­
yonlar vuruyordu kaçakçılar ayl ı , aysız, çisenti l i , çi­
sentislz gecelerde. Ayl ı aysız, çisenti l i çisentisiz ge­
celerde arabalar çı kıyordu ıs lak ormanlardan . Araba­
lar dolusu keresteler. Bin ler, yüz binler kaçıyordu ,
kaçı r ı l ıyord u . i ş bilenin, k ı l ı ç kuşananındı. i ş bilen
k ı l ıç kuşananlar yüzbi n yüzbin kazanıyorlard ı . Sela­
hattin bey, küçücük Sel ahatti n bey , Adolf H itler bı­
yıkl ı Selahattin bey de b i n bin. Maaşı " Yüzler .. ı e gö­
renıemiş Selahattin bey, « Bi n b i n » kazan ı nca e l bette
kabına s ı ğamıyacak, elbette ceviz oynı yacaktı çolu k
çocukla, k ı rkbeş yaşına bakmadan e l bette n i kahlıya­
caktı on dört yaşındaki el k ız ı n ı !
Ondördündeki Gürcü kız ı n ı n henüz adet görme­
miş toyl uğu önünde mest Selahattin bey içiyor, iç­
ti kçe coşuyor, coştuxça içiyor, atl ıyor ormanlarının
kıyısından geçen gece yarısı trenlerine, ver e l i n i i s­
tanbul şehri !
i stanb u l 'da harp yoktu, karaborsa vard ı . Yalan
söyl iyen rotatifler vardı i stanbul 'da, baskı makineleri
vard ı . Rotatiflere , baskı makinelerine yalan söyleten­
ler vcırd ı . Adolf H itler bıyı k l ı Selahattin bey de ka­
pılan lardandı yalaniara l
B i r gece Beyoğ l u 'nda küçücük b i r bar. Barda ab­
lak yüzü kı pkı rmızı b i r Yahud i . Yahud i 'n i n yanı nda
sar ı l ı konsomatris. Nas ı l olurdu? Avrupayı altüst
eden s ı ra s ı ra ölüm makineleri dünyayı Yahud i l e rden
kurtarmak için kurşun kurşun , bomba bomba, fırın
fırın çal ı ş ı p dururken, i stanbul 'da, Beyoğlundaki b i r
barda, barın kırmız ı , yeş i l , mor, sarı müziği içinde
sarı ş ı n b i r Tü rk, üste l i k müslüman kızıyla bir Yahu­
di . . . Nas ı l olurd u ?
.. - Garson, o karıyı kal d ı r o pis Yahudinin ya­
n ı ndan ! "
Türkiye henüz Al manya değ i l d i .

326
u - Sana söylüyorum garson ! "
« - . . . . . . . . . . . . . . ???»
.

- Garson, garsooon, garsooon ! ! ! "


Adolf H itler bıyık kalktı h ı nçla, g itti çal ımla ma­
sasına Yahud i 'ni n . Kırmızı ablak yüzüyle baktı Yahu­
d i , mavi mavi
«- Ne var? Ne isti yorsu n ? »
u- Eeeeeyt! ,
«- Bas burdan, serseri ! •

«- Been? Bana ? •
«- Evet sen , sana. Garson, getir maşayı or-
dan ! »
« - Ben , sen, sen . . .
"

« - Ben, ben, ben . . . tut kuyruğundan şunu, at! "


Adolf H itler bıyığın b i r tekınesi . Ö nce masa,
sonra altüst olan bar. Yumru k l arı Yahud i ' n i n . Pırıl
pırıl çizmeler i , Adolf H itler bıyık, kolal ı yaka, kravat . .
Yumruk, tekme, tokat!
Birden bir şi mşek kafas ı nda Selahattin bey i n .
Bel l ndeki tabaneayı anası koymaınıştı Yahudi'nin, ve
Yahudi sayıyla veri l memişti Selahatt i n beye!
Beş kurşundan üçü ablak s u ratına gömül müştü
Yahud i 'n i n , dördüncü ta karşıdaki ampulü parçala­
mış, beşi nci beyaz yağ l ı boyası na saplanm ıştı tavan
tahtası n ı n !

- Kamyon!
- Hop?
- Benim karım Gürcü !
- Erkek olur Gürcü kızları . . .
- Koca ları hapse düşünce?
- Beklerleri
- Hiç çı kmıyacağı n ı bile bl lseler?
- Gene beklerlerı
- Bu yastık var ya bu yastık?
- Evet bey, b i l iyoru m . Karı n ı n kokusu s i n m i ş .
zifaf yastığınızı
- Kamyon!

327
- Hop?
- El yüz yıkıyacağ i m . . .
- Kamyon!
- Hop?
� Su dökeceğ i m !
B i r g ü n de
- Kamyon!
- Hop?
- Canım sıkıl ıyor . . .
Ö nceleri tek kaatlı esrar cı garas ı , sonra ç i ft
kaatl ı , daha sonra afyon , eroin, kumar Bütün bunl r ...

çok i yi geliyordu cansıkıntısına.


Ağır bir hasta l ı k yüzünden üç ay hastahenede
yatt ı m . Bu üç ay içinde ne olmuşsa olmuş. Taburcu
ed i l ip döndüğüm gün Bobl kapıda karşıladı
- Seninkini görme!
- Kim benim k i ?
- Kaplan avcıs ı !
- N e oldu ?
- Esrar, eroi n , kumar .
- Yapma!
- Yaptım gitti . Çık da gör ha l i ni !
- Ü ç ayda ha?
Kumar bir canavar olmuş üç ayda. N e nikel traş
takı m ı , ne kat kat, renk renk, biçim biçim el bise, ne
hal ı , ne k i l i nı , ne b i r kenarda bi rkaç kuruş, hatta ne
yatak, ne yorgan, ne de p ı r ı l p ı r ı l meşiniyle küstah
bavu l !
Yalnız zifaf gecesi yastı ğ ı !
B i r sabah yanıma çekinerek soku ldu. Gözlerinde
tekme yem iş köpek korkakl ı ğ ı . Adolf H itler bıyığı k ı r­
pı lmamıştı , sakal ı uzam ı ş , avurtları çökmüş.
- Geçmiş olsun, ded i .
- Teşekkür ederi m . Fakat s i z . . .
- Düşmez kalkmaz b i r Allah!
- Peki ama, üç ayda?
- i şte görüyorsunuz .. B ı rakın şimdi bunu , size
bir ricada bul unabi l i r miyim?

328
- Estafurul lah ..
Koridorun nem l i g ri l iğ i nde yanyana yürüdük.
- Çok utanıyorum, ded i .
- Neden?
- Şu hal i mden. Fakat, gece b i r rüya gördüm.
beyaz sakal l ı bir derviş . . .
- Evet?
- Bul b i r beş l ira dedi.
- Beş l i ra? Ne için?
- Tal i h i n i dene, korkma. Kazanacaksı n kaybet-
tikleri n i ded i !
Anlamıştım başıma geleceği .
- B i r beş l i racı k olsa . . Hani s i z hatırlıyacaksı­
n ı z, karı m ı n zifaf yastığı vardı. Onu s ize rehin bıra­
k ı rd ı m l
Yapacağı m başka ş e y yoktu. Yastı ğ ı getirdi , e l i n­
de beş l i k, koşarak, sevinçle g i tti . Gece döndü koğuşa.
Suçlu , korkak
- Kamyon!
· Hop! .. yerin e
- N e var?
- Yutuldum !
- Başka ne gelir e l i nden?
-Evet ama, karım ı n zifaf yastığ ı ?
- Sen sağ o l l
- Kamyon!
- Söyle.
- Bak, arda duruyor, na h arda . . .
- Sana ne?
- Karım ı n kokusu var onda, benim ol
- Beşl i ğ i götür o zaman senin olur gene ..
- Yok!
Usul lacık baktım, yaş yaş parl ı yan kirpikleriyle
yastı?jına bakıyordu.
- Karımın kokusu, d iye sızlandı .
- Ö nce düşünseyd i n !
--· Düşünernedim Kamyon . .
- Kamyon deme bana bundan sonral

329
- Va?
- Adı m yok mu?
- Eskiden kızmazdın ..
- Eski çarnlar bardak oldu !
Sabahleyin baktım ne yastık vardı yerinde, ne o .
Kamyon
- i stersen gidip gözünü patiatayımi ded i .
- Niçin?
- Yastığı. . .
- Bırak.
- Beş l i k ne olacak?
- Sağ l ı k olsun.
Sonraları yastığı birine ikibuçuk, bir baskasına
bir gümüş tekl iğe reh i n b ı rakıp bana yaptığı gibt,
çalmış. En sonuncusundan e l l i kuruş almış. Çalarken
yakalanıp ağzı burnu kırılmış. Kan içindeydi . Beni
görünce kanlı yüzünü e liyle saklamağa çal ı şarak sa·
vuştu.
Vaz geçti , sonbahar. Ardından kış.
- Hani ya güzel fotoğrafiarım vaaar!
Tanış sese kulak verdim :
- Çeyreğe fotoğraflar, güzel güzel fotoğraf­
laaar! ! !
B i r ara Bob i , tıkız kedi yavrusu çevikliğiyle içe-
ri g i rd i . E linde üç kartpostal :
- Bak!
- N e bunlar?
- Seninki satıyor!
Fotoğraflardan birinde Adolf Hitler bıyı ğ ı , pırıl
pırıl çizmeleriyleyd i , yanında geneacik karısı. Kadı n
merdlvene oturmuş, eteğl kaymış, baldırı görünüyor­
du.
Dünya'da harp vard ı !
Dünyadaki harbe alkış tutan yalancı rotatlfler,
baskı makineleri, radyolar, bütün bunları alkışlıyan
aldatı lmış kalabalıklar vard ı !

330
.e, :BlLGİ BASIMEVİ - ANKARA 20 Li R A

You might also like