You are on page 1of 8

T.

C
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

“SEYYİD AZİM ŞİRVANİ DİVANI’NIN


TÜRKÇE GAZELLERİNİN ÇEVİRİSİ”

LİSANS BİTİRME TEZİ

DANIŞMAN
Prof. Dr. Mine MENGİ

HAZIRLAYAN
Nabi KOBOTARİAN
Ön Söz

u çalışmada Azerbaycan edebiyatının 19.yüzyılda yetiştirmiş olduğu en


B büyük şairlerinden olan “Seyyid Azim Şirvani “nin Türkçe gazellerinden
oluşan divanına yer verilmiştir. Divandaki gazellerin transkripsiyonu yanında şairin
hayatına ve edebi kişiliğine de yer verilmiştir. Bu çalışmanın kaynağı 1892 de Tebriz
de taş basım şeklinde basılmış ve daha sonra sayın Dr. Hüseyin Feyzullahi Vehid
(Ulduz) çalışmalarıyla Arap alfabesine düzenlenmiş olan nüshasıdır. Söz konusu
kitap 1993 yılında Tebriz’ de Fahr-ı Azer yayınevi tarafından yayınlanmıştır. Bu
kitap üzerinde çalışmama izin veren sayın Dr. Hüseyin Feyzullahi Vehid (Ulduz)
hocama teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu çalışma Çukurova Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölüm başkanı ve


aynı zamanda bölüm kurucusu olan Sayın Prof Dr. Mine Mengi tarafından yürütülen
bir çalışmadır. Hocam ile çalıştığım her saniye hayatımın verimli anlardan olarak
hafızama kazınmıştır. İster teorik bilgilerinden yararlandığım konular ister hayat dersi
aldığım konularda gerçek bir bilim insanının yanında olduğumun ve yararlandığımın
farkında olarak saygıdeğer hocama sonsuz teiekkürleri sunmayı borç bilirim.

Ayrıca bilgisayar ve teknik konuda yardımlarından dolayı Felsefe Grubu


Öğretmenliği IV. sınıf öğrencisi Mesut Yıldız’a ve Yüksek Lisans öğrencisi Macide
Başlamışlı’ya teşekkürlerimi bildiririm.

Nabi KOBOTARİAN
Adana / 2004
Seyyîd Azîm Şirvanî (1836-1888)

19. asrın Azerbaycan sahasının en büyük şairidir. Lirik şiirleri, tesirli satirik
manzumeleri ile büyük şöhret kazanmıştır. Babası Seyyîd Mehemmed , Şamahı’nın
tanınmış şahıslarındandı. Yedi yaşında yetim kaldı. Dedesi Molla Hüseyin’in
yanında ilk tahsil ve terbiyesini aldı. Bu şahıs Dağıstan’da Yahsay köyünde imamlık
yapıyordu. Ondan Farsça ve Arapça’nın yanında ilk dini bilgileri öğrendi. On yıl
kadar kaldığı Dağıstan’dan on sekiz yaşında iken annesiyle birlikte Şamahı’ya döndü.
Medrese tahsiline devam etti. 1856’da tahsilini tamamlamak maksadıyla Irak’a gitti,
önce Necef ve Bağdat’ta okudu sonra Suriye’ye geçerek Şam’da yüksek medrese
tahsiline devam etti. Tahsilini bitirdikten sonra memleketine döndü. Fakat nedense
din adamlarından pek hoşlanmadı,sahtekar,cahil hocaları, ahundları, beyleri yeren
mizahi şiirler söylemeğe başladı. Bu durum da aleyhine oldu. Cahil halk arasında
adı ‘kair’e çıktı. Din adamı olarak çalışmayan Seyyid Azim ‘Usûl-ı cedîd ‘ mektep
açarak ‘muallimlik’ etmeye başladı. İlk tahsilin medreselerdeki alışılmış usullerden
farklı olarak çocuklara anadillerinde tedris edilmesi, ayrıca tarih, coğrafya, matematik
ve bilhassa Rusça gibi derslerin okutulması halk arasında pek yadırganıyordu.

1878’de resmi bir müessese olan Şamahı Şeher Mektebi’ne Azerî Türkçesi ve
Şeriat dersleri muallimi olarak tayin edildi.

Seyyîd Azîm Şirvanî, Irak ve Suriye’deki tahsilini tamamlayıp memleketine


döndükten sonra zengin bir tacirin yardımıyla hacca gitti. Bu sırada Kahire de dahil
olmak üzere Arabistan’ın birçok yerini dolaştı. Bu seyahatleri şairin İslam dünyasını
yakından tanımasına sebep oldu. Türkiye ve İran muhitlerini de tanıdığı bu yöreler
hakkında bilgisi olduğu eserlerinden açıkça anlaşılmaktadır.

O zamanın geleneğine uyarak Şamahı’da bir şairler meclisi kurdu. ‘Beytüs-


safa’ adını verdiği bu mecliste Şirvan şairleri(Şirvan geniş bir bölgenin adıdır
Şamahı da bu bölgenin merkezidir) etrafında toplandı. Azerbaycan’ın muhtelif bu
gibi meclislerde toplanan şairler,münevverler yazdıkları şiirleri diğer şehirlerin
meclislerine göndererek birbirleriyle müşaarede bulunurlar veya bir gazele
nazire yazılmasını isterlerdi. Seyyîd Azîm de cemiyetinin en büyük şairi olarak
Karabağ’daki ‘Meclis-ı Feramuşan’ ile Bakû’deki ‘Memau’ş-şuara’ ile alaka kurmuş,
bu şehirlerdeki şairler arasında da üstadlığını kabul ettirmişti. Bu sebeple kendisine
‘seramad-ı devran’ ünvanı verilmiştir. Bakû’ye de giderek buradaki edebi toplantılara
sık sık katılırdı. Hazır cevaplığı, güzel konuşması, kuvvetli hafızası,geniş bilgisi ile
tanınmıştı.

Rusya’daki ilk Türk gazetesi olan Ekinçi’nin idarecisi,sahibi Hasan Bek


Melikzade Zerdabi ile de ilgi kurmuş,1875’de bu gazetenin yayınlanmasından
sonra Zerdabi’yle alakaları dostlukları ilerlemiş Seyyid, Ekinçi’ye şiirler,makaleler
yazmıştır. Ekinçi’nin kendisine yakın düşünceleri
halk arasında yaymakta büyük rolü olduğunu görmüş,gazetenin yayılması ve
yaşatılması için çalışmıştır. Burada yazı ve şiirlerinde ‘maarifçi idealler’ den
bahsetmiş,cehaleti yeren,mektep,maarif meselelerinden söz eden yazılar kaleme
almıştır. Ekinçi’den sonra çıkartılan, ’Ziya’,’Keşkül’ gibi gazete ve mecmualarda da
aynı mevzularda yazıları şiirleri neşredilmiştir.

Eserlerinin biri Azerî Türkçesiyle, diğeri Farsça olmak üzere iki büyük
grupta toplamak mümkündür. Anadilindeki külliyatı,hemşehrisi cerrah Mîrzâ Habib
tarafından toplanarak tertip edilmiş ve ilk defa 1892’de Tebriz’de taşbasması olarak
bastırılmıştır.

Seyyîd’in on bin beyitlik Farsça külliyatı yine Mirza Habib tarafından dört
kısım halinde düzenlenerek baskıya hazırlanmış, fakat bastırılamamıştır. Buradaki
kasideler, bütün şiirlerinin yarısını teşkil edecek kadar fazladır.

Sözü edilen külliyatların dışında kalan eserleri de vardır: Şair tarafından


tam olarak düzenlenmemiş bir “Tezkire”ye Türkiye, İran ve Azerbaycan şairleri
alınmıştır. Tezkiresinde geniş bir Türk coğrafyasına yer verilmesi dikkati çeker.
Azerî şairlerinin çoğunu Şirvanlılar ve Güney Azerbaycanlı şairler teşkil eder.
Şirvan Hanlığı’nın tarihine dair ilmi bir eseri daha vardır ki bunun bir kısmı Tilis’te
“İzvestiya Kavgazkogo obşeştva istorii ı arkheologü” adlı dergide Rusça’ya çevrilerek
yayınlanmıştır.

Türkçe külliyatı yakın zamanlarda “Eserleri” adı altında üç cilt halinde


yayınlandı (Baku,1967-74). Bu külliyatı neşre hazırlayan Süleyman Rüstemof ‘tur.

Seyyîd Azîm hakkında mühim bir monograi de yazılmıştır: Sâdik Hüseynof,


”Seyyîd Azîm Şirvanî’nin Yaradıcılığ Yolu” (Bakû, 1977).

Seyyîd Azîm, herşeyden önce halkın cehaletten kurtarılması için yeni


usûl (Usûl-I cedide) mekteplerde çocukların, asrın ihtiyaçlarına göre okutulması
gerektiğini söylüyordu. Ayrıca mekteplerde okutulacak ders kitaplarının sade bir dille
yazılması bu kitapların içindeki derslerin çocukların anlayacağı bir şekilde basit,açık
bir tarzda işlenmiş olmasını zarurî olarak görüyordu. Bunun için kendisi “Rebi’ül-
etfal” adını verdiği manzum ve mensur hikâyelerden, temsillerden meydana gelmiş
bir ders kitabı yazmış fakat Çar sansüründen izin alıp bastıramamıştır.

Kitap, Sadi’nin Gülistan’ı, Nizamî’nin Mahzenü’l-esrâr ile yakınlık gösterir.


Bazı konular, hikâyeler yazılırken Mevlana’nın Mesnevî’sinden de serbest tercümeler
yapılmıştır. Kelile ve Dimne’den de iktibaslar vardır. Fakat, Seyyîd, alıntılarda da
serbest davranmış, hikâyeleri veya mevzuları şekil olarak almış, kendi düşüncesi,
maksadı doğrultusunda yeniden sağlam bir şekilde işlemiştir.

Kitabın içinde siyasî, içtimaî, ahlakî meseleler hakkında yazılmış çok


güzel hikâyeler bulunmaktadır. Hikâyelerin sonunda anlatılan vak’aya ve maksada
uygun atasözleri ve deyimlere yer verilerek, manzumenin didaktik tesiri arttırılmak
istenmiştir.

Seyyîd memleketinin geri kalmışlıktan kurtarılması için yeni usul mekteplerde


dinî ilimlerin yanında aklî ilimlerin de okutulmasını arzu ediyordu. Kendisi de
ömrünün büyük bir kısmını açıp idare ettiği yeni usul mektepte ve resmî bir müessese
olan “Şamahı Şeher Mektebi”nde muallimlikle geçirmiştir.

Seyyîd Azîm, Kafkasya ve Azerbaycan’daki Müslümanların “Şii” ve “Sünni”


olarak,Rusların da körüklemeleri neticesinde birbirlerine düşman kesilmelerini
doğru bulmayarak;

“Şiemiz Sünnîye eder töhmet,


Sünnîmiz Şieden eder geybet.
Bizi puç etdi Şie,Sünnî sözü
Ehl-i İslâm’ın oldu kör gözü” demiştir.

Seyyîd’in lirik şiirlerinde mutasavvıfâne ifâdeler görülse de tasavvula


alâkası,sadece klasik şiir uslûbundan gelen tesirlerle alâkalıdır. Fuzúli’nin tesiri
şiirlerinde görülmesine rağmen taklitçi değildir.
Seyyîd’in ictimaî, siyasî şiirlerinde de açık anlaşılır düşünceler,hicivler çok
sert bir dille ifâde edilmiştir. 1840 ta Azerbaycan’da “bey”lerin, toprak ağalarının
imtiyazları kaldırılmış, bir çoğunun elinden toprakları alınmıştır. Fakat çarlık
aleyhinde cereyanların kuvvetlenmesi Rus hükûmetini bu imtiyazları beylere iade
etmeye mecbur etti. Hususî komisyonlar kurularak kimin “bey”, “hanzâde” olup
olmadığı araştırılıyordu. Açgözlü kimseler,bu komisyonlara para yedirerek “bey”
olduklarına dair berâtlar alıyorlardı. Dünya kadar “bey” türemişti. Seyyîd Azîm bu
hususta yazdığı büyük manzumesinde hadiseleri, şahısların gerçek adlarını da vererek
kaleme aldı. Bu arada Rus memurlarının haksız kararları, rüşvete düşkünlükleri, “bey
“lerin açgözlülüğü, hilekârlıkları çok sert bir dille anlatılmaktadır.

Seyyîd Azîm Şîrvâni devrinin ilerici, inkılapçı, maarifçi şahsiyetleri arasında


müstesna bir yer tutmuş, şiirleri ile modern edebiyatın ufuklarının genişlenmesinde
birinci derecede rol oynamıştır. Ayrıca bir “muallim” olarak da bir çok münevverin
yolunu aydınlatmış, onlara doğru yol göstermiştir. Bu gibi talebeler arasında Sâbir
örnek olarak gösterilebilir. Öğretmenlik hizmeti ile de Azerbaycan’da medenî
hareketin gelişmesine büyük yardımlarda bulunmuştur (Akpınar, 1992, 55-58).

Hacı Seyyîd Azîm sık sık döneminin cahillerinin ve sofularının tazigine


uğramıştır. Hurafe ve cehalete karşı olduğu için birkaç kere evi yıkılmıştır. Bu olayı
şiirine şu şekilde yansıtmıştır:
“Müddet-ı ‘ömrde men-ı dilgir Neçe yol hāne etmişem t’amir.”

Şair, Suriye, Irak, Arabistan, Mısır gibi ülkelerde dinî ve fennî ilimler
öğrendikten sonra
Şamahı’ya dönmüştür ancak dönemin cahilleri bu ilimlerin şeriata aykırı olduğunu
ileri sürerek onu rahat bırakmamışlardır.

Budi geldi sefâhetin kânî Hâc Seyyîd Azîm-ı Şirvânî


Küre-ı ‘arżi farżeder seyyâr Zelzele bâ’isin bulubdi buhâr
Söyleyir şems kutb-ı ‘alemdir Felek-ı nuhum ‘arş-ı ‘azemdir
Bir görün ki olubdi bu câhil İnkilâb-ı ‘anâsure kâil
Söyleyir gâh su havâye döner Gáh havâ su olub semâdan iner
Ab olur ateş hem ateş âb İn haza’l mekâl şeyen ‘icâb
Allâh Allâh bu küfr û tuġyândi Demek olmaz ki bu müselmândi
Buni talkîn edib sene şeytân Şer’-ı pâk-ı Muhamediden utan
Hâcî Seyyîd Azîm Şirvâni bütün ömrünü cehalet ve hurafeyle savaşarak
geçirmiştir. 20 Mayıs 1888’de Ramazanın 21. gününde câmide namaz çıkışında
bıçaklanarak şehit edilmiştir. Mezarı “Şah Handân” mezarlığında bulunmaktadır.
Mezar taşının üzerinde kendi yazdığı beyt bulunmaktadır:
Merg-i cismâni ile sanma menim ölmeğimi
Seyyîdâ ölmerem ‘alemde sesim var menim (Feyzullahi, Hüseyin).

You might also like